You are on page 1of 428

YARALASAR

II
MARALATMACA

EPHESUS
Buraya gelmem hataydı. Bu odaya, bu tesise gelmem ha­
taydı. Herkes bir şeyler saklıyordu ve ben, onların sır perdesini
aralamak istemiyordum. Daha bugün Alaz ı şüpheli listemden
çıkarmıştım ancak odasında gördüklerimden sonra yine liste­
nin başındaki yerini almıştı. Kullandığı parfüm farklıydı ama
ondan aldığım koku da farklıydı. Üstelik öcü ile aynı kokuya
sahipti. Daha ürpertici olan ise ölen kişileri işaretleme şekliydi.
Tamam, filmlerde polisler de hep öyle yapıyordu ama kim ka­
lem kullanmak yerine onları kan ile işaretlerdi ki? Artık emin
olmuştum, hastalıklı bîr yönü vardı. Üstelik telefonda bir kız­
dan kurtulmak istediğinden bahsetmişti ve bu, beni rahatsız
eden başka bir konuydu. Her defasında ona güvenmem gerek­
tiğini kendime hatırlatıyordum ancak Alaz, mutlaka güvenimi
sarsacak bir şeyler yapıyordu. Şimdi ise odasında olduğumu bil­
diği için benimle alay ediyordu. Aslında telefonu kapattığı an
odasında biri olduğunu biliyordu, değil mi? Fotoğraf hafızası
olmalı ki her şeyin yerini belleğine kaydetmişti, öyle ki o kadar
sayfanın içinde hangi sayfaya dokunduğumu bile anlamışa. Ne
bekliyordum ki? Herkes ondan en iyisi diye bahsederken anla­
maması saçma olurdu, önsezileri mükemmeldi ve adamdaki
rahatlık kimsede yoktu. Hadi ama, odasında davetsiz bir misa­
fir varken kim banyoya girip dış alırdı ki?

Ben yapmazdım.

Elimdeki bıçağı pantolonumun kemerine, yani belime sı­


kıştırıp derin bir nefes aldım ve perdenin arkasından çıktım.
6 YARALA SAR - II
"Başkası da olabilirdi," dedim. “Azılı düşmanlarınızdan biri dc
olabilirdi. Nasıl duşa girecek kadar rahat olabilirsiniz?* Tamam,
odasında biri olduğunu anlamıştı ama Allah aşkına, hiçbir şey
olmamış gibi duş almak da neyin nesiydi?

Başını kaldırarak gözlerime bakarken sadece havluyla oldu­


ğunu kendime unutturmaya çalışıyordum. “Odamda sadece
parfümümün kokusu yok, senin de kokun var.” Yok artık! Tazı
gibi bir burnu olmalı ki benim bile zor aldığım kokumu fark
etmişti.

Çıplak olduğu için onun dışındaki her yere bakıyordum. O


havlunun düşme ihtimalini görmezden gelemezdim. “Saçma­
lık!” Gözlerim duvarda oyalanırken aslında duvara bakmıyor­
dum. “O kadar yoğun zeytin koktuğumu sanmıyorum,” diye
homurdandığımda güldüğünü duydum. “Aldığım koku zeytin
kokusu değildi.*

uGiyinin ve şu kapıyı açın lütfen.” Parmak uçlarım belim­


deki bıçağı kavramak için sabırsızlanırken gözlerimi duvardaki
fotoğraflardan alamıyordum.

Bir süre bekledikten sonra kıyafet seslerinden giyindiğini


anladım. “İnd’nin kartım sana vermesinin sebebini söyle.” Buz
gibi bir sesle sorduğu soru karşısında aceleyle ona doğru dön­
düm. Siyah bir eşofman altı ve tişört giyinen adamın gözleri
bomboştu.

Seni öldürmem için bana verdi, belki de veren kişi şendin.

Paniklememeye çalışarak, “tnci’nin kartının bende olduğu­


nu da nereden çıkardınız?" diye sorduğumda bana doğru yürü­
yünce korkmaya başladım. “Bu tesiste tüm kapıları açan anah­
tar sadece iki kişide vardı. Anahtarlardan biri bendeydi, diğeri
ise karımda. Üsderimizde de var ama onlar nadiren tesise gelir."
Söylediği onca sözün içinde dikkatimi çeken tek bir şey vardı.
Karım mı demişti?

Alf /»>»♦/? VİİT.ük Vûk.


MARAL ATMACA 7

“Evli misiniz?" dediğimde gelip tam karamda durdu. Boyu


uzun olduğu için başımı kaldırıp ona baktım. “Evliydim," di­
yerek beni sakince düzeltti. Eğer tıpkı eğitmeni gibi karısını da
öldürdüğünü söylerse şurada düşüp bayılırdım.

Elimi usulca belime götürerek bıçağı kavradım. Onunla olan


göz temasımı kesmemeye çalışarak, “O nerede?” diye sordum.
“Amerikaüa.” Tepkilerimi izlerken sorularıma cevap veriyordu.
“Eşi ve çocuklarıyla mutlu bir hayatı var. Elindeki kart çok eski
ve inci, yani eski karım, istifa etmeden önce onundu. Anahta­
rını iptal etmeyi unutmuşlar. Zaten yeni soy ismi Sipahi değil.”
Elini bana doğru uzatınca kartı istediğini anladım ve boştaki
elimle kartı çıkartıp ona uzattım.

“Eski eşinizden bahsederken gözleriniz fazla boş bakıyor,”


dedim. Gözlerinde zerre kadar sevgi veya kıskançlık görmedi­
ğime emindim.

Verdiğim kartı yumruğunun içinde sıkarak kırdı. “İnci be­


nim takımımdan biriydi ve kocası yakın arkadaşımdı. Evliliği­
miz bir görev sebebiyle kağıt üzerinde olan bir şeydi ve sadece
bir ay sürdü. O sırada bile Cihan ve İnci nişanlıydı. Anlayaca­
ğın, göstermelik bir evlilikti.” Şimdi neden onlardan bahseder­
ken bu kadar kayıtsız olduğunu anlıyordum. Formaliteden bir
evlilikti. Bir ara bu kalpsizin bir kadını evlenecek kadar sevdiği­
ni düşünmüştüm. Onun, görevinden başka kimseye bağlanma­
yacağını unutmak benim hatamdı.

Gözlerimle kapıyı gösterdim. “Açar mısınız?” Üzerime eğil­


diğinde çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. “Sana, seni
bu kadar kolay bırakacağımı düşündüren nedir?” Nefesini du­
daklarımda hissederken, gözlerimin içine bakarak söyledikleri
yüzünden kaskatı kesildim.

Tabii ki bırakmaz çünkü beni de öldürecek!

Benden uzaklaşıp arkasını döndüğü an, belimdeki bıçağı çı­


kartıp ona saplamak için hareket ettim. Lâkin aniden bana doğ­
ru dönerek hızlı bir refleksle bileğimi havada yakaladı. Daha
8 yaralasar ■ II

ben ne olduğunu anlamadan bıçağı tutan elimi yumruğunun


içine aldı ve kolumu arkaya doğru çevirip bıçağı belime yasla­
dı. Gözlerim irice açıldığında beni hızla kendisine doğru çeken
adamın göğsündeydim. Üstelik bıçağın ucu benim belimdey-
di ve bıçağı ben tutuyordum. Çünkü o, elimi yumruğunun
içine aldığı için bıçağı elimden atamıyor veya elini belimden
çekemiyordum. "Onu aldığını fark etmedim mi sanıyorsun?”
Kahverengi gözleri tehlikeli bir şekilde ışıldarken bıçağı belime
bastırmasıyla acı içinde inledim. “Yapma!" Acı çekişimden zevk
alıyormuş gibi güldü. “Başladığın işi bitir» aksi takdirde seni
öldürmekten çekinmem." Elimi bırakıp benden bir adım uzak­
laştığında afallamıştım. Onu öldürmemi mi istiyordu?

Allah'ım, ne çefit bir hasta bu?

Belimde hafif bir sızı hissedince, kaşlarımı çatarak başımı


salladım. Elimdeki bıçağı sıkıca kavrayıp ona doğru hamle yap­
tığım an, başını sola eğdi ve göğüs kafesime geçirdiği yumrukla
yere düştüm. Kahretsin! Nefes alamıyordum! “Böyle zayıflık
göstermeye devam edersen düşündüğümden daha erken ölür­
sün,” dedi. Başımı kaldırmış, saçlarımın arasından öfkeyle ona
bakıyordum. “Ben sizin gibi bir cani değilim!" Ayağa kalktım
ve bıçağı yüzüne doğru savurdum. Bu adamın ölmesini istedi­
ğimi fark ettiğimde şoka girmiştim.

Bıçak daha tenine değmeden bileğimi havada tutarak sertçe


sıkınca, bağırmadan duramadım. Elimdeki bıçağı aldı ve kolu­
mu kesip dizlerime vurduğunda kendimi yerde buldum. Başı­
mı çevirdiğimde kolumdan akan kanı gördüm ve afalladım. Bu
adam gerçekten acımasız biriydi. “Katil!" Kanayan kolumu ona
gösterirken dehşete kapıldım. Tamam, çok derin değildi, sade­
ce küçük bir çizikti ama kanıyordu. Elinde benim kanım olan
bıçağı tutması oldukça ürperticiydi.

“Kalk ve devam et.”

“Yaralasar, efendim.”

“ ‘Yarasalar* demek istedin sanırım?”


MARAL ATMACA 9

“Hayır, yaralasar, efendim.”

“Açıkla!”

“Kolumu kestin, vicdansızın oğlu! Yaraladın bari sar! Yara*


la-sar!” diye bağırarak kanayan kolumu tuttum. Bu adamdan
her geçen gün daha çok nefret ediyordum.

Koluma bakarak alayla güldü. “Küçük bir çizik” Bıçağı seh­


panın üzerine bırakarak yanıma geldi ve tam karşımda diz çök*
tü. “Şimdi bana neden burada olduğunu söyle.” Ondan şüphe­
lendiğimi söyleyemezdim. Beni öldürmesi için ona geçerli bir
sebep verecek değildim.

Gülerek omuz silktim. “Sizi öldürmek için,” dediğimde


dudakları kıvrıl irken, kestiği kolumu tutup sertçe sıktığın­
da inledim. “Benimle oyun oynama küçük Yarasa, çünkü şu
anda kime baktığının farkında değilsin.” Yüzüm acıyla kaşıtır­
ken duyduklarımı neye yormam gerektiğini bilemedim. Bana
küçük Yarasa demişti ve öcü de buna benzer bir şey söylüyordu.

Şu anda kime baktığının farkında mı değilsin?

Bu adam gerçekten o olabilir mi?

Beni korkutmayı başardığında yüzüne baktım. Yüzünde hiç­


bir duygu kırıntısı yoktu. “Sizde beni rahatsız eden bir şeyler
var,” dediğimde elini kolumdan çekti. Parmakları yüzüme de­
ğince ürperdim. Gözlerimi kapatan saçlarımı çektiğinde karan­
lık hissi saklandığı yerden çıkmıştı. “Hisler bizi gerçeğe götürür,
bunu aklının bir köşesinde bulundur.” Çenemi tutarak başımı
kaldırdı ve yüzünü benimkisine yaklaştırdı. “Hastalıklı bir kati­
lin düşünce yapısını, sadece onun gibi olanlar anlar. Ne demek
istediğimi anlamıyorsun, değil mi?” diye fısıldadı. Kahverengi
gözleri daha önce hiç görmediğim bir karanlığı içinde saklıyor­
du. En küçük bir tereddüt veya yalan olmayan sözleri zihnimde
çınlayıp duruyordu. Katildi veya katile benzer bîriydi. Bunu
bana doğrudan söyleyecek kadar kalpsiz biri vardı karşımda.

Bir an önce ondan kurtulmalıyım.


10 YARALASAR-II

“Sizi anlamıyorum."

Odadaki koltuğu gösterdi. "Otur, Sedef.” Burada kapana


kısıldığım için zorluk çıkarmadan söylediğini yaptım. Çekme­
celeri karıştırdıktan sonra aradığını bulamayınca banyoya girdi.
Birkaç dakika sonra elindeki ilkyardım çantasıyla yanıma gel­
di. Üzerime eğilince ne yapmak istediğini anlamadım. Çantayı
açtıktan sonra kanayan koluma uzandı fakat önce nc yaptığını
anlamadığım için kendimi geriye çektim. “Ne yapıyorsunuz?”

Kolumdaki kanı temizlemeye başlamıştı. Sargı bezini alarak


küçük bir kesik açtığı kolumu sarmaya başladı. “Kendi açtığım
yarayı sarıyorum."

“önce yaraladınız, şimdi de sarıyor musunuz?”

Başını yukarı kaldırıp kirpiklerinin altından bana baktı.


u Yaratasar demedin mi?” Bunları söylerken beni dinlediğini
ummamıştım.

İşi bittikten sonra otuz Yarasa’nın fotoğraflarının olduğu


panonun önünde durdu. “Yanıma gel, Sedef." Ayağa kalkarak
hemen yanında durdum ve bana panoyu gösterdi. "Az önce
söylediklerimi hatırlıyor musun?"

“Bir katil gibi düşünmekle ilgili olanları mı?” dediğimde


beni başıyla onayladı. “Onu bulmak istiyorsan o olmalısın."
Fotoğraflardaki kanlı çarpıları gösterdi. “Bu işaretli fotoğrafları
bırakan oydu, önce öldürüyor ve ertesi gün hayatına son verdi­
ği Yarasa nın bir fotoğrafını kanla işaretleyip bana gönderiyor."
Rahat bir nefes alıp bir nebze de olsun korkularımdan arınmış­
tım. Bunları işaretleyen Alaz değildi.

“Bu ne demek, biliyor musun SedeP" Kafamın karıştığını


anlayınca, yürüyüp cam büfeden iki şişe içki çıkardı. “Bana
meydan okuyor ve benimle oynuyor. Aslında bu savaş onunla
benim aramda," dedi. Masanın üzerindeki tüm evrakları elinin
tersiyle yere itti ve her iki şişeyi de karşı karşıya koydu. “Ve
sen bu savaşın tam ortasmdasm." Masadan uzaklaştıktan sonra
MARAL ATMACA 11

bir şey arar gibi etrafına bakındı. Bakışları, pencerenin önün­


de duran küçük vazodaydı. Vazonun içinde dalından kesilmiş
küçük, pembe bir kiraz çiçeği vardı. Onu vazosundan çıkartıp
tekrar masanın yanına geldi ve kiraz çiçeğini her iki şişenin tam
ortasına koydu. “O, seni istiyor.’' Sağdaki şişeyi yavaşça çiçeğe
doğru itti. “Ve ben, seni ona asla vermem.” Diğer elini kaldırıp
soldaki şişeyi de çiçeğe doğru itti ve her iki eliyle şişeleri kiraz
çiçeğine doğru yaklaştırdı.

“Bunu biliyor, bu yüzden bana meydan okuyor,” dedi ve


alay edercesine gülümsedi. “Kabul ettiğim bir meydan okuma.
Peki, ikimiz de silahlarımızı çektiğimizde sana ne olacak, biliyor
musun?” Başını kaldırıp gözlerimin içine baktığında, aynı anda
şişeleri çiçeğe yaklaştırıp tüm gücüyle birbirine vurdu. Her iki
şişe de paramparça oldu ve aralarında kalan kiraz çiçeği ezildi.
Şişenin içindeki kırmızı alkol, çiçeği kana boyar gibi rengini
değiştirmişti ve cam kırıkları kadife yapraklarını kesip atmıştı.

Sanırım ne demek istediğini artık anlıyorum.

Parmaklarından içki akarken uzanıp yara bere içindeki çiçe­


ği aldı ve doğrulup bana baktı. “Tetiğe bastığımızda kurşun ilk
seni kanatacak. Daha sonra bir diğerini...” Çünkü ben her iki­
sinin tam ortasında duruyordum. İki namlunun tam ortasında.
Kurşun beni delerek bir diğerine gidecekti.

Elindeki ölmüş kiraz çiçeğini avuçlarıma bıraktı. “Ya onun


safına geç ya benim ama ortada durmaktan vazgeç.” Kapının
kilidini benim için açınca elimdeki mahvolmuş dönmüş çiçekle
öylece durdum. Kahretsin! Ben, bu oyunun tam ortasına nasıl
düştüğümü bilmiyordum.

Açık kapıya doğru yürürken elimdeki çiçeği yere attım. “Çi­


çek sevmem.” Zaten ölü olan çiçeği ezerek çıktım odasından.
Beni temsil edecek daha iyi bir şey bulabilirdi. Bir çiçeğe benze­
tilecek kadar nahif biri değildim.

Asansörün yanında durduğumda kendi kartıyla benim için


asansörü çalıştırdı. Az önce söylediklerinin şokunda olduğum
12 YARALASAR-ll
için ona bakamadım. Kapılar kapandığı an rahatlayıp derin bir
nefes aldım. “Burada kalırsan ya bu adam ya da öcü sonunu
getirecek, Sedef" dedim. Sadece ajanların kullandığı üçüncü
asansörde olduğumu fark ecrim. Bu şansı heba edemezdim çün­
kü benim anahtarım bu asansörü açmazdı. O farkında olmadan
benim için bu asansörü kendi anahtarıyla çalıştırdı. “Kaçıyo­
rum oğlum işte!" Hemen Efe nin tarif ettiği gibi yanımdaki çe­
lik duvan kontrol etmeye başladım.

Kaçsam nereye gideceğim ki? Beni her şekilde bulurlar

Pes ederek durdum çünkü bu saçma olurdu. Daha ben çık­


madan Alaz beni bulurdu ve üstüne de ceza verirdi. Tek sorun
bu değildi ki! Efe'nin de başı belaya girerdi, o yüzden kaçmak­
tan vazgeçtim. Zaten bir süre sonra açılan kapıdan çıkarak oda­
ma girmiştim. Yatağa kıyafederimle uzandığımda ne yapacağı­
mı bilmez bir haldeydim. Kesilen kolumu bile umursamadan
gözlerimi kapattım. “Babalarıma ulaşmanın bir yolunu bulma­
lıyım." Bana sadece onlar yardım edebilirdi. Bu yerde beni ra­
hatsız eden çok şey vardı.

Ortada duran bir hedef konumundayım. Umarım kimse aty


talimi yapmaya kalkışmaz.

Sabah hazırlanıp yemekhaneye girdiğimde, masasında siga­


rasını içen adamın gözleri hemen beni bulmuştu. Boş bakış­
larımı ondan çektim ve yiyecek hiçbir şey almadan eskisi gibi
küçük masalardan birine oturdum. “Kedicik? Hayırdır, yine mi
tek başına oturmaya başladın?" Bugün hastaymışım gibi hisset­
tiğim için Kuzey'e sadece omuz silktim.

“Hasta mısın lan Sakar?" Hakan gözlerini kısarak beni in­


celiyordu. “Yiyecek hiçbir şey almamışsın." Birkaç kişi daha
kıkırdayınca ona ters ters bakmakla yetindim. Ne var yani, tok
olamaz mıydım?
MARAL ATMACA 13

“Belki de diyet yapıyordur.” Fulyanın alayla söylediklerine


karşı göz devirdim. Ben kim» diyet yapmak kim! “Sonunda şu
paspal görünümüne çekidüzen vermeye mi karar verdin?” Şu
anda o kadar bitkin hissediyorum ki, bu kız ne söylerse söylesin
ona kızacak halim yoktu.

“Yok artık!” Ecrin gözlerini büyüterek şaşkınlığını gizleme­


den bana bakıyordu. “O kıza cevap vermediğine göre gerçekten
hasta olmalısın.” Tüm gece düşünmekten beynim iflas ettiği
için onlarla uğraşmadım ve ayağa kalkıp yemekhaneden çıktım.
Bugün kimseyi çekecek durumda değildim.

Dersin başlamasına daha bir saat olduğu için bahçeye çıkıp


temiz hava almak en iyisiydi. Asansör açılınca iki adım atmıştım
ki etrafına bakarak koridorda yürüyen Şafak’ı gördüm. Sanki
kimsenin onu görmesini istemiyormuşçasına bakışları temkin­
li ve şüpheliydi. O gözden kaybolunca tesisin kapısından içeri
giren Arafa baktım. “Hey, Karaoğlan!” Seslendiğimi duydu ve
başını kaldırıp bana baktı. Elimle Şafak'ın gözden kaybolduğu
koridoru gösterdim. “Senin şu sessiz ve gizemli platoniğin ne
haltlar karıştırıyor?" Boş koridora baktıktan sonra bana döndü.
"Canın mı sıkkın senin? Yine uğraşacak birilerini anyor gibi*
sin.” Gülerek başımı salladım ama uğraşacak birilerini aramı*
yordum.

“Gel, hadi." Şafak’ın gittiği yöne doğru yürüdüm fakat pe­


şimden gelmediğini fark edince kaşlarımı çattım. “Hey! Şu gi*
zemli sevgilin canımı sıkacak bir işler karıştırıyorsa senin beni
koruman gerekiyor. Benimle gelmezsen, yemin ederim ki, tüm
gün kulağının dibinde çığlık atarım!” Homurdanarak peşime
düşmesi uzun sürmedi. “Sanki şu anda çığlık atmıyorsun.” İlk
dediğimde gelseydi ben de bağırmazdım.

Düz koridordan geçtikten sonra sağa döndük. Şafak’ın gir­


diğini düşündüğüm odaların kapılarını kontrol ediyordum.
Hepsini tek tek açmak üzereydim ki Araf burnundan soluyarak
beni durdurdu. “Nereye gittiğini tahmin ediyorum.” Benden
sıkıldığını açıkça belli eden çocuğa güldüm. “O zaman yolu
14 YARALASAR • II
göııcr azizim, ynkıı tüm kıpılardan geçeriz." Kısa bir an güle­
cek gibi olmuştu una gülüşünü benden sakladı.

Araf’ı takip ederek birkaç koridordan geçtim. Beni büyük


harflerle MORG yaran bir kapının önüne getirdi. “Koruyucu
ailesi doktor olduğu için tıp okumak istiyor ama serumun ne
işe yaradığını bilemeyecek kadar bilgisiz. Asıl istediği yazar ol­
mak ve bunu herkesten sakladığı için İki yıldır tıp fakültesine
gidiyor. Üniversiteyi de ailesinin yardımlarıyla kazandı, iki yıl­
dır derslerde uyuduğu için pek bir şey öğrendiği söylenemez.
Şimdi ise tıpkı diğer Yarasalar gibi üniversite kaydını dondurup
buraya geldi. Bu yüzden İbrahim'in cesedini incelediğine emi­
nim." Sır verir gibi bana yaklaştı. “Ortaya attığı hiçbir teoriye
inanmamanı tavsiye ederim." Ağzım açık bir şekilde karşımdaki
çocuğa bakıyordum. İki dakikada Şafak'ın tüm hayatını anlat*
mıştı.

"Yıllarca kızı sapık gibi takip mi ettin yani?” diye afalladı*


ğımda güldü. "Onunla aynı liseye gittik ve aynı üniversitede
okuyoruz. Ama sorsan aynı okulda olduğumuzun bile farkında
değildir." Sesinde saklı olan o gizli ıstırabı hissedince, Şafak'ın
gerçekten burnunun dibindekini göremeyen biri olduğunu an­
ladım. Çocuk yıllardır onu uzaktan seviyordu ama kızın hiçbir
şeyden haberi yoktu. Üstelik Araf gerçekten çok yakışıklıydı.
Tabii» birini sevebilmeniz için sadece yakışıklı olması yeterli de­
ğildi.

"Biliyor musun?” Kömür gibi siyah gözlerine bakarken te*


bessüm ettim. "Biri beni» senin gibi sevse ben onu severdim."
Bu sözlerim onu teselli etsin diye değildi, aksine tüm dürüstlü­
ğümle söylemiştim. Araf gerçekten güzel ve derin seven erkek­
lerdendi.

Dudakları usulca kıvrıldı. “Bu çeneyle seni sevecek bir erkek


çıkar mı, emin değilim."

"Haklısın ve mümkünse kimse çıkmasın." Morgun kapısını


ilerek içeri girdim. Bu sıralar erkekler en son düşüneceğim şey
bile değildi.
MARAL ATMACA 15

Buz gibi soğuk yere girdiğimiz an ürperip geriye doğru bir


adım atmıştım ki Araf, “Ölülerden korkma, yaşayanlar daha
tehlikeli,* diyerek elini belime koydu. Derin bir nefes aldım an­
cak dokunuşu beni rahatsız ettiği için ona belli etmeden uzak­
laştım.

Yürümeye başladığımızda bir sedyenin üzerinde yatan İb­


rahim'in cesedini ve onu inceleyen Şafak'ı gördüm. Elinde bir
not defteri ve kalemle öylece cesede bakıyordu. “Bir şey buldun
mu?n Araf'ın sesiyle yerinden sıçrayarak korku içinde bize dön­
dü. “Ha-hayır.” Doğrudan kimsenin gözlerine bakamadığını
fark ettim, bakışlarını sürekli kaçırıyordu.

Araf bana bakarak gözleriyle sedyenin üzerindeki cesedi gös­


terdi. “Hadi, şaşırt beni. Çünkü senin tam bir aptal olduğunu
düşünüyorum." Kaşlarımı çatarak sedyeye doğru yürüdüm. Bir
aptal olmadığıma emindim.

aBen ölü görmekten korkuyorum,** diyemedim!

Sedyenin yanına yaklaştığımda nefes alışlarım hızlanmıştı.


Ten rengi buz mavisini andıran çocuk her an gözlerini açacak
diye diken üstündeydim. Beyaz çarşaf boynuna kadar geliyordu
ve sanırım yüzünü Şafak açmıştı. Titreyen ellerim çarşafi bul­
duğunda her an çığlık atıp kaçabilirdim. Çarşafı beline kadar
kaydırıp bedenine baktım. Gözlerim karnında, göğüs kafesin­
de ve oradan da kollarında dolaşıyordu. “Tuhaf, herhangi bir
çürük ya da darbe izi yok. Üstelik silah veya bıçak yarası da
yok." Korkumu bir kenara attım ve çenesini tutarak ağzını aç­
maya çalıştım. "Bu da ne?” Araf yanıma geldiğinde ona dilini
gösterdim. "Dilinin üzerine baksana, yeşile boyanmış gibi. Ze­
hirlenmiş, belki de asansöre binmeden önce zehirlenmişti." tik
teorimi dile getirince Araf başını olumsuz anlamda salladı.

"Bu mümkün değil çünkü onunla aynı şeyleri yedik, biliyor­


sun ve yemek saati dışında yemekhane kapalı oluyor." Gülerek
başımı olumsuz anlamda salladım. "Bu kurallar benim için de
geçerliydi ama ben eğitmenim tarafindan zehirlendim." Aklı­
16 YARALASAR- II
ma gelenler yüzünden gözlerimi irice açtım. “Ama öldüğü gece
tesise girdiğimde ajanlardan biri katilin içeride olduğunu söy­
lemişti. İbrahim’in öldüğü asansörün kameraları çalışmıyorsa,
o zaman katil bizzat ona asansörde zehir verdi ” Onu asansörde
öldürdüğü için tanınmak istemediğinden kamerayı devre dışı
bırakmış olmalıydı.

“Kaldır cesedi, yani onu." Araf bana dümdüz bakınca of­


ladım. "Boynunda veya bedeninde herhangi bir iz yok, sinini
görmem lazım/ dedim. İbrahim’e dokunmak istemiyor olacak
ki yüzünü buruşturdu. Omuzlarını kavradığı gibi cesedi oturur
pozisyonda tutmaya çalıştı.

Sedyenin etrafında dönerek sınma baktım lâkin yine bir iz


bulamayınca afalladım. "Bu çocuk eğitimlerde ne halt yiyor­
du? Benim bile bedenimde aldığım darbeler yüzünden bir sürü
morluk var.” Hiç iz olmaması garip gelmişti. "Nefes darlığı ol­
duğu için eğitimlere nadiren katılırdı. Genelde tüm gün oda­
sındaki bilgisayarda oyun oynardı.” Araf ın söyledikleri, neden
hiç morluk olmadığını açıklıyordu.

“Şu şeyi bırakabilir miyim artık?” diye homurdanınca güle­


rek başımı sallamıştım ki ensesinde bir iz fark edip elimi kaldır­
dım. "Bekle bir dakika! Ayrıca İbrahim’den şey diye bahsetmen
çok kaba.”

"Sen ondan ceset diye bahsederken normal mi yani?”

“Şu anda nefes almıyorsa o bir cesettir, sert çocuk.” Elimle


ensesindeki saçları çekince küçük bir nokta kadar olan kızarık­
lığı gördüm. Kızarıklık, solgun teninde çok belirgindi. "Şırın­
gayla ensesinden zehirlemiş. İbrahim’de herhangi bir boğuşma
izinin olmaması katili tanıdığını ve ondan korkmadığını göste­
riyor. Daha önce onu görmüş olmalı ki birlikte asansöre bindiği
kişinin katil olduğundan habersizmiş. Ona sırtını dönünce en­
sesinden iğneyi yemiş.” Onu şaşırtmayı başarmış olmalıyım ki
afallayarak cesedi yeniden sedyeye bırakıp bana döndü.
MARAL ATMACA 17

“O zaman tesisten biri...” Gülerek parmağımı kulağının


yanında şaklattım. “Aynen öyle, zeki çocuk. Ben bunu günler­
dir söylüyorum ama bana kimse inanmıyor!” Dehşete düşen
Şafak’ı boş verip kapıya yöneldim. “Beni takip et, Araf. Daha
işimiz bitmedi.” Morgdan çıktığımda bugün dedektifliğimin
üzerimde olduğunu düşündüm.

Tuhaf ama Araf, Şafak’ı orada bırakarak peşimden gelmişti.


Koridorda yürürken başımı çevirip ona baktım. “Şafak’ı orada
bırakacağını düşünmemiştim.” îç çekerek önüne döndü. “Be­
nimle yalnız kalkmak hoşuna gitmeyecektir.” O korkak kızı
gerçekten seviyordu. Neden gidip ona açılmak yerine yıllardır
böyle uzaktan scviyordu> anlamıyordum.

“Ona hislerinden bahsetmelisin,” dediğimde bana bakarak


güldü. “Ben onu uzaktan sevmeye alıştım, şimdi ona söylersem
bu yaşadığım şeyin büyüsü bozulur diye korkuyorum,” diyerek
gözlerinin önüne düşen tutamlarını çektiğinde, kuzguni bakış­
larını yakından gördüm. Gözleri çok güzeldi.

“Ben anlardım,” dedim. “Beni böyle derin seven birinin


hislerini hemen anlardım.” Ona baktığım için önüme bakmı­
yordum. O yüzden kendi ayağıma takılıp yine düşmek üze­
reyken kolumdan tuttuğu gibi beni göğsüne çekti. Beni, “Sen
daha gittiğin yeri görmüyorken birinin seni sevdiğini nasıl an­
layacaksın?” diyerek azarlayınca kıkırdayıp ondan uzaklaştım.
“Düşsem de lütfen bana dokunma,” diye küçük bir uyanda
bulunarak koridordan çıktım. Düşmeyi, erkek temasına tercih
ettiğim doğruydu.

Asansörlerin olduğu koridora girdiğimizde üçüncü asansö­


rün önünde durdum. Başımı kaldırarak etrafıma baktım ve sol
taraftaki kamerayı Araf’a gösterdim. “O kamera bu asansöre
binen kişileri çekmiştir.” Sağ köşede duran kamerayı işaret et­
tim. “Asansör o kameranın da görüş alanında.” Çıkış kapısının
hemen üzerindeki kamerayı gösterdim. “O kamera ise asansör
kapanırken bile içindekileri çok net kaydetmiştir.” Elimi indi­
rerek ona baktım. “Diyelim asansördeki kamera o esnada arıza­
18 YARALASAR-II

landı; peki, bu üç kamera da mı arızalandı?" Araf fark ettiği şey


yüz ünden kaştan nı çatarken» şüphelerimin yersiz olmadığın­
dan artık emin oldum. Eğitmenler bizden bir şey saklıyordu.
İbrahim ile asansöre binen kişinin kim olduğunu bildiklerine
emindim.

Aniden gözlerini irice açan Araf» bir küfiir savurdu. “Bu ola­
bilir mi?* Şaşkınca fısıldayıp bana döndü. “Bu sabah koridor­
da senin ve şu çekik gözlü arkadaşının eğitmenini konuşurken
gördüm.* Atalay ve Alazı konuşurken görmenin nesi şaşırtıcı
olabilirdi ki?

“O, senin eğitmenine diğerleri görmeden kayıtları sildiğin­


den bahsediyordu. ‘İbrahim ile o esnada asansörde olan şen­
din»' dedi eğitmenine. Ne işler karıştırdığını sordu ama onun
tek söylediği ‘Sessiz kalmaya devam et!’ oldu." Katil, İbrahim ile
asansördeydi ve Araf'ın söylediklerine göre o esnada İbrahim ile
asansörde olan Alaz'dı. Yetkisi herkesin üstünde olan biri, ko­
laylıkla kayıtlan sildirebilirdi ve böyle de oldu çünkü kaytdarı
Atalay, arkadaşı için silmişti. Ellerimle şakaklarıma baskı yapı­
yordum. Tüm oklar Alazı gösteriyordu. Katille kokuları bile
aynıyken aksini düşünmek aptallık olurdu.

“O adamın suratını dağıtacağım!" Araf öfkeyle asansöre yö­


neldiğinde koşarak yolunu kestim. “Saçmalama! Eğer katil oysa
daha biz ne olduğunu anlamadan bizden kurtulur. Oğlum, ka­
mera kayıtlarını silmişler! Elimizde sağlam bir kanıt olmadan
onu suçlarsak hedef haline geliriz. Bir süre daha aptalı oynayıp
burada ne işler döndüğünü anlamalıyız." Kaşlarını çatan çocuk,
haldi olduğumu anlayınca isteksizce başını sallamıştı. Mantıklı
bir plan yapmadan atağa geçmemiz doğru değildi.

Burada ne haltlar döndüğünü öyle ya da böyle bulacağım.

Eğitim saatinin geldiğini fark edince yanımızdan geçen bir


ajandan bize beşinci kata kadar eşlik etmesini istedik. Kendi
anahtarımızla en fazla üçüncü kata kadar çıkabilirdik Asansör
beşinci katta durunca adamla birlikte biz de asansörden indik
MARAL ATMACA 19

Eğitim salonuna doğru yürürken yan odalardaki kapıları gö­


rünce güldüm. “Süslü ve Efe bu yan odaları çok seviyor» dur bir
tanesini de ben açayım,” diye kıkırdayıp kartımı boynumdan
çıkardığımda, Araf bana göz devirdi ve beni bırakıp gitti.

Bu çocukta merak denilen şeyin bir zerresi bile yok.

Kartı kapıya ilk okuttuğumda açılmayınca tekrar denedim


ama yine açılmadı. Kendi kartımı elimde çevirirken bozuk mu
diye kontrol ediyordum. Sanki bozuk olsa anlayacaktım da...
“Efc’nin kartı kadar olamıyorsun, onunkisi açmış...” demiş­
tim ki aniden fark ettiğim şeyler yüzünden yutkundum. Be­
şinci kanaydık ve geçen gün bu katta birini öcü sanıp kavga
ettiğimizde Naz sopayı yan odadan aldığını söylemişti. Tamam,
yemekhaneden de benzin bidonunu almıştı ama yemekhane
üçüncü katta, yani bizim anahtarlarımızın açacağı kana. O za­
man Nazın kartı beşinci kattaki odalardan birini nasıl açtı?

“Yankı, sen hâlâ oyalanıyor musun? Geç kaldık.” Asansör


açıldığında koşarak Naz’ın yanına gittim. Evet, asansörden inen
oydu. “Sen geçen gün o beyzbol sopasını nereden buldun?"
Niye soruyorsun der gibi bakınca kolunu sertçe tuttum. “Cevap
ver, bu çok önemli.”

“Yan odalardan birinden.” Kolunu benden kurtararak beni


yürümeye zorladı. “Aradığın cevaplar bende yok, Yankı çünkü
benim anahtarım bu kapıları açmıyor.”

“O kapıyı nasıl açtın?”

“Of Yankı!” Sıkılmış gibi görünerek bana döndü. “Bir sefe­


rinde Efe yi gizlice bu odalardan birine girerken gördüm. Oda­
larda ne var diye merak ettiğim için o gün Efe'nin anahtarını
çalmıştım. Ancak çocuklar kavga edince odaları hızlıca ararken
o sopayı buldum. Tabii, Efe bu vesileyle anahtarının bende ol­
duğunu anlayıp onu benden aldı,” diyen Naz beni bırakıp gi­
dince birkaç dakika boyunca olduğum yerde kaldım. Efe mi?
O korkak çocuğun anahtan bu kapılan açabiliyor mu? Bu da ne
demek şimdi? Ne saklıyorsun Efi Can?
20 YARALASAR-ll

Hadi! Araf, eğicim salonunun kapısında durmuş, bana


sesleniyordu. Bu kara çocuk içeri girmek yerine hâlâ beni mi
bekliyordu?

AraPla yan yana içeri girdiğimizde, geç kaldığımız için bu­


radaki herkesin dikkatini çekmiştik. Kuzey ve diğer Yarasa­
lar kaşlarını çatarak yanımda duran Araf'a bakıyordu. Kuzey,
yumruklarını sıkarak dişlerinin arasından, "Ne işin var kızım
senin onun yanında?" dediğinde Araf sırıttı ve " Birlikte küçük
bir kaçamak yaptık," dedi. Bu sözlerin ardından Kuzey, kelime­
nin tam anlamıyla çıldırdı. "Ne saçmalıyorsun lan sen!” diyerek
AraTın üzerine yürüdüğünde koşup Kuzey'in önünde durdum.
"Asansörde karşılaştık." Olay çıkmasın diye yalan söylemek zo­
runda kalmıştım. Rakip takımdan biriyle olan küçük kaçama­
ğım onları delirtildi.

"Karşılaşmayacaksın kızım!" Bu geri zekâlı Naz, az önce


koridorda beni tek başına gördüğünü unutmuş olmalı ki bir
ayağını sertçe yere vurdu. "Onlardan biri asansöre binince sen
ineceksin ya da onu dışarı atacaksın!" Bu kız normal değildi.
Küçücük boyuyla resmen kavga çıkarmaya yer arıyordu.

“Biraz abartmadın mı, Nccmiye?” Aynı fikirde olduğumuz


için hepimiz Yiğit e başımızı salladık

"Abartmıyorum! Düşmanın casusu onlar, ayrıca adım Naz!"

Ecrin, "Sanki hâlâ abartıyor gibisin," diyerek kıkırdarken biz


de gülmemek için kendimizi zor tutuyorduk. Bıraksak buraları
yıkıp geçecekti bacaksız.

"Hani bunların ağzını burnunu kıracakuk? Şimdi ben mi


abartıyorum?"

Hakan güldü. "Ne ara öyle anlaştık lan?”

"Bağımlı doğru diyor, ben de hatırlamıyorum sanki," de­


dim. Kendi uydurduğu şeylere inanıyordu.

"Kız uçtu, Kedicik Takım, usulca Süslüden uzaklaşıyoruz.”


Kuzey'in sözleri üzerine gülerek geriye doğru bir adım attığı­
MARAL ATMACA 21

m uda, Naz bu halimizi görüp kıkırdadı. “Tamam ya, azıcık


abartmış olabilirim ama onlara yaklaşmak yok’" Bu kızın çir­
kefliği tam bir faciaydı.

Yiğit gülerek, “Azıcık mı?" dedi. “Ben bir ara çakmak gibi
gözlerinden lazer ışığı fırlatacaksın sandım. Nesibe." Naz tekrar
çıldırdı. Bu ikisinin kavgası beni hep güldürüyordu.

Herkes yeniden kendi eğitmeninin yanına giderken, mec­


buren ben de sırtını duvara dayayıp beni izleyen adama doğru
yürüdüm. Tam karşısında durdum. Ondan şüphelendiğimi an­
lamasın diye kendimi zor kontrol ediyordum. “On dakika, elli
iki saniye, yirmi üç salise geciktin," dediğinde aklımı kaçıraca­
ğımı hissettim. Adam saliseyi bile hesaplamıştı.

“Araf'la birlikteyken zamanı unutmuşum, üzgünüm.” Ona


karşı dürüst oldum fakat duydukları hoşuna gitmemiş gibi kaş­
larını yukarı kaldırdı. “Ben burada seni beklerken...” Kelime­
lerin üzerine basa basa konuştu. “Sen onunla birlikte zaman
öldürüyordun, öyle mi?” Yaslandığı duvardan doğrulup bana
doğru bir adım attığında geriye gittim. Bu adam şimdi niye
üzerime geliyordu?

Geç kalmakla ilgili sorunu ne bu adamın?

“Evet.” Geriye doğru bir adım daha attım. “Şunu yapmayı


kesmezseniz çığlık atarım.” Bilerek beni korkutuyordu sanki,
bundan sadistçe zevk alıyordu.

Dudakları kıvrılırken üzerime gelmeye devam ediyordu.


“Ne yapıyorum?” dediği an kaşlarımı çatarak suratına yumru­
ğumu geçirdim. “Beni böyle sindiremezsin, lanet adam!” diye
bağırdığımda herkes bize bakmıştı ama zerre kadar umurumda
değildi. Kimse beni korkutarak üzerimde baskı kuramazdı.

Hafifçe sağ tarafına düşen başını yavaş yavaş bana çevirdi.


“Şu yumruklarının üzerinde çalışmalıyız.” Ona vurmam hoşu­
na gitmiş gibiydi. Söyledikleri yüzünden sinirlerim bozulduğu
için kıkırdadım. “Ne çeşit bir hastasınız siz?” Gülerek ceketini
YARALASAR - II

çıkandı. ‘Sen karar ver." Ceketini yere attığında işkence seansla­


rımın başladığını anladım.

’Drakulanın çaylağı olduğuma beni pişman edeceksiniz,


değil mi?" Korkuyla yutkunduğum esnada sırıtarak karnıma
bir yumruk anı "Kesinlikle." Harika!

Saader sonra
Yüzüstü yere düştüğümde ellerimi yere bastırarak kalkma­
ya çalıştım ama nefes almakta bile zorlanırken bunu yapmam
çok zordu. Düştüğüm yerde dizlerimin üzerine oturmayı başar­
dığımda beyaz tişörtümün önünün kan olduğunu fark ettim.
Burnumdan akan kanlan elimle durdurmaya çalıştım. Akşam
olmuştu ve herkes gitmişti ama biz hâlâ çalışıyorduk. Pardon,
çalışıyorduk mu dedim? Resmen dayak yiyordum burada! Bana
doğru geldiğini saçlarımın arasından görünce oturduğum yerde
hiç kıpırdamadım. "Beni yere sermediğin sürece sabaha kadar
buradasın." Yumruklarımı öfkeyle sıktım. Saatlerdir o dediği
şeyi yapmaya çalışıyordum ama yere düşürmek şöyle dursun,
adama diz çöktürememiştim bile.

Bugün hana karft hiç olmadığı kadar sert.

Aramızda üç adım kalmıştı ki ellerimi yere bastırdım ve


bacaklarımı karnıma doğru çekip tüm gücümle her iki baca­
ğına vurdum. Bu beklenmedik hamlemle iki dizinin üzerine
düşünce, üzerine atlayıp sırtüstü yere düşmesini sağladım. O,
bu hareketimle afallamışken yumruk yaptığım sol elimi burnu­
na geçirdim. "Akşama kadar canımı çıkardın, hayvan!" Öfkeyle
bağırıp kontrolümü kaybetmiş gibi bir yumruk daha attım.

Ona vurmak için üçüncü yumruğumu yine havaya kaldır­


mıştım ki burnundan akan kanları umursamadan gülmeye
başladı. Afalladım. "Acaba mazoşist olabilir misiniz?" Ona vur­
mamdan zevk almasının başka bir açıklaması olamazdı.

Nerede tımarhanelik deli vana gelsin beni bulsun zaten!


MARAL ATMACA 23

öfkelendiğim için karnına oturduğumu ancak fark edebil­


miştim. Aceleyle kalkmaya çalıştığımda belimi kavradı. “Mazo­
şist değilim.” Belimi tuttuğu gibi kendimi yerde ve onu da üs­
tümde bulmuştum. “Ama senin sınırlarını biliyorum.” Dudak­
ları sinsice kıvrıldı. “Sen düştükçe daha fazla güçlenerek ayağa
kalkanlardansın.” Elini uzatarak yüzümdeki saçlarımı çekti ve
burnumun ucuna düşen gözlüğümü düzeltti. “Hırslı ve inat­
çısın, ben seni zorlamadıkça kolay kolay atağa geçmiyorsun.”
Üzerimdeki kanlı tişörte baktı. “Kabul ediyorum, biraz fazla
zorlamış olabilirim.”

“Biraz mı?” Onu üzerimden iterek ayağa kalktım. “Kırılma­


dık kemiğim kalmadı ve siz bana biraz mı diyorsunuz?” Duva­
rın yanındaki cam dolabı açtığım gibi elime geçen su şişelerini
kafasına fırlatmaya başladım. “Alın size ‘biraz’, vicdansız adam!”
Sonunda beni delirtmeyi başarmıştı, hayvan herif!

Eliyle su şişelerinden kendini korumaya çalışırken, “Hepsini


toplamadan bir yere gitmiyorsun...” demişti ki kafasına çarpan
şişe yüzünden homurdanınca güldüm. “Nasıl oluyormuş?” Bir
şişe daha fırlattım ve o da boynuna çarptı. Nasıl rahatlamıştım,
anlatamam.

Onun yüzünden morarmadık yerim kalmadı.

Kendini şişelerden korumaya çalışırken bir yandan da bana


doğru geliyordu. “Sedef, oraya gelirsem hiç gelmemiş olmamı
dileyeceksin!” Son şişeyi de kafasına fırlatıp kapıya doğru koş­
tum. “Mümkünse bir süre görüşmeyelim, bayım!” Son sürat
koşarken, bağırarak spor salonundan çıktım.

Korkuyla bağırdım: “Ahmet, asansör!” Ahmet hemen asan­


sörü çağırırken Buzdağı’nm peşimden koştuğunu biliyordum.
“Buraya gel, daha seninle işim bitmedi!” Bana bağırdığını du­
yunca, daha hızlı koşarak kendimi asansörün içine attım. He­
men giriş katın düğmesine bastım. Buzdağı tam yetişmişti ki
kapıların kapanmasıyla kahkaha attım. “İşte bu be!” Gülerek
sırtımı asansörün duvarına yasladım, sonunda rahat bir nefes
24 YARALASAR-II

almıştım. Bugün ondan kurtulmuştum ama yarın için aynı şey­


leri söyleyemezdim.

Ahmet, garibim, dağınık saçlarıma, kan içinde kalmış yü­


züme ve kırışık kıyafetlerime şaşkın gözlerle bakıyordu. “Ora­
da ram olarak ne oldu?” Sorduğu soru karşısında güldüm. “Bu
gördüğün muhteşem yaratık ona haddini bildirdi, ajan "

Eliyle savaştan çıkmış halimi gösterip güldü. “Muhteşem


misin, bilmem ama yaratık kısmına katılıyorum.”

"Bakıyorum da yine formundasm ajan, malum günlük laf


sokmalarına tam gaz devam ediyorsun da!” diye homurdan­
mam onu daha fâzla güldürmekten başka bir işe yaramamıştı.

Bugün bela okumayacağım.

Asansörün kapısı açıldığında Ahmet’i geride bırakarak oda­


ma girdim. Ilık bir duşla üzerimdeki ter ve kandan kurtulmuş­
tum. Üzerime rahat bir şeyler giyerek kendimi yorgunlukla ya­
tağa aram, uykuya dalmam uzun sürmemişti.

“Sedef?”

“Sedef uyanmalısın.”

“İlgaz...” diye fısıldayıp gözlerimi güçlükle açtım, sanki İlgaz


bana sesleniyordu.

Yarağım yerden doğrulup oturduğumda bir an nerede oldu­


ğumu anlayamadım. Her şeyi bulanık görüyordum ve sehpanın
üzerine uzanıp gözlüğümü almaya çalıştım. Ancak odamda ol­
madığımı fark edince yavaşça ayağa kalktım. Gözlüğümü tak­
tığımda artık etrafımdaki her şeyi daha net görüyordum. Kah­
retsin! Gerçekten odamda değildim. Hava hafif karanlıkken her
yerde ağaçların olması bana bahçede olduğumu düşündürdü.
Ancak etrafta gökyüzüne doğru uzanan bir tesis ve yüksek du­
varlar göremeyince kaşlarımı çattım. Nerede olduğumu anla­
mak için ağaçların arasında gezinmeye başladım. Tesisten çık­
MARALATMACA 25

mış olabilir miydim? Her akşam kanımı Yosuna verdiğim için


kendimi genelde ya odamda ya da odamdaki küçük bahçede
uyanır halde buluyordum. Lâkin bu gece eğitim beni yorduğu
için karcımı Yosuna vermeyi unutmuştum. Ormanın derinlik­
lerine indikçe tesisten çıktığıma daha çok emin oldum. Allah
kahretsin, ormanda mıydım ben?

Tesisten çıkarak ormana nasıl geldim» aklım almıyor.

Silah sesinin yankılanmasıyla ağaçların içinde saklanan kuş­


lar kanat çırparak uçmaya başladı. Bu sesler beni korkutmuş­
tu. “Kuzey!” diye bir ses duyduğumda kaşlarımı çatarak sesin
geldiği tarafa doğru koştum. Kuzey de mi buradaydı? Tesis bir
ormanın içindeydi ve ben şu anda ormanda olmalıydım. Hem
de gecenin bir yarısı!

Ellerimle önüme çıkan dalları çekerek yaklaşık beş dakika


koştum, önümdeki büyük ağacı geçince binlerini gördüm ve
durmak zorunda kaldım. Yosun, elindeki silahı doğrultarak
kendi etrafında dönüyordu. Yerde baygın biri vardı ve Yosun,
sanki yerdeki kişiyi korumaya çalışıyordu, önümdeki ağacın
arkasına saklanarak neler olduğunu anlamak için başımı usul­
ca uzanım ve Yosunu izlemeye başladım. “Senin gibi bîri, onu
benden koruyamaz.” Ağaçların arasından gelen kalın ve boğucu
sesi duyduğum an yutkundum. Bu oydu, öcü. Aman Allah’ım,
Yosun burada tek başına yerdeki kişiyi ona karşı korumaya ça­
lışıyordu.

Yosun hızla arkasına dönerek silahı ağaçların olduğu tarafa


doğrulttu ve ateş etti. Yerdeki kişinin önüne geçerek onu arka­
sına alınca kendisini hedef haline getirmişti. Vakit sabaha karşı
olmalıydı çünkü etraf o kadar da karanlık değildi. Büyük ih­
timalle birkaç saat içinde güneş doğacaktı. “Benim gibi biri?”
Yosun etrafını gölgelendiren ağaçları hızlıca incelerken elinde­
ki silahı indirmemeye kararlıydı. “Neden bunu anlamak için
doğrudan karşıma çıkmıyorsun!” diye öfkeyle bağırdı. “Ben
uluslararası bir teşkilatın ajanıyım ve bu gece o, kesinlikle se­
nin sıradaki kurbanın olmayacak!” Yerdeki kişiden bahsettiğine
26 YARALASAR - II

emindim. Yosunu daha önce bu kadar öfkeli gördüğümü ha­


tırlamıyordum.

Elindeki silahı bırakmadan düşmanının nerede olduğunu


bulmaya çalışan kadın, bir anda yere eğildi. Üzerinden geçen
bir kurşun arkasındaki ağacın köküne saplanmıştı. Refleksleri
sayesinde son anda kendisini kurtarması çok etkileyiciydi. Bu
kadını hafife almak aptallık olurdu. Evet» duygusal biriydi ama
ajan olmuşsa bu, onun da çok yetenekli olduğunu gösteriyordu.
Ayakta dik durduğu an arkasındaki çalılıklardan sesler geldiği­
ni fark eni. Hemen o yöne dönerek tetiğe bastı fakat kurşunu
birmiş olmalı ki silahı ateş almamıştı. "Kahretsin!” diye tıslayıp
silahı yere atarak yerdeki kişiye korkuyla baktı. “Kuzey, uyan
lütfen!" Çaresizlik içinde çıkan sesi sebebiyle soluğumu tutrum.
Yerdeki kişi Kuzey miydi?
“Sanırım ilk olarak senden başlamalıyım.” öcünün eğlenen
sesini duyduğumda, Yosun'un gözlerine baktım ama en küçük
bir korku belirtisi göremedim. Endişeli bakışları sürekli yerdeki
çocuğu buluyordu. Korkusu kendi hayatı için değildi. Yosun u
korkutan, kendisi ölürse Kuzeyin savunmasız kalacağı düşün­
cesiydi.
“Altuğ ve diğerleri birazdan burada olur! Kendi etrafında
dönüp onu bulmaya çalışırken bağırdı. “Şimdiye çoktan tesiste
olmadığımızı anlamışlardır!” Hemen arkasındaki ağaçların ara­
sında bir gölge gördüm. Elinde Yosun a doğrulttuğu şeyi fark
ettiğimde, “Eğil!" diye bağırdım.

Sesimi duyan Yosun, hiç vakit kaybetmeden diz çökerek


kendisini Kuzeyin yanına bıraktı. Kollarını Kuzey e sardığı an
silah ikinci kez ateş almıştı. Saklandığım yerden çıkıp koşarak
Yosun un ve baygın yatan Kuzeyin yanına gittim. Başını kal­
dırıp beni görünce rahat bir nefes aldı. “Şükürler olsun, iyisin.
Yiğit nerede? O iyi mi?” Endişeli ve hızlı konuşan kadının söy­
lediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Yiğit de mi buradaydı?
Hepimiz mi uyurgezerdik?
MARAL ATMACA 27

Kuzeyin yanına diz çöküp yüzünü ellerimin arasına aldım.


“Neden uyanmıyor? Biz niye tesiste değiliz?” Burada olanları
anlayamıyordum.

Hâlâ etrafını kontrol eden kadın, paniklediğini bana belli


etmemeye çalışıyordu. “Bunda senin payın büyük." Yeniden
Kuzey i uyandırmaya çalıştı. “Bugün nöbet tutanların arasında
ben de vardım. Telsizle bana gelen anonsta senin asansöre binip
gizli düğmeye bastığını söylediler. Koşarak alt kata indiğimde
Kuzey ve Yiğit’in de senin pekinden zemin kata indiğini öğren­
dim. Diğerlerini beklemeden peşinizden çıktım ancak Kuzeyi
bu halde buldum. Zamanında gelmeseydim onu öldürecekti.”
Başını çevirip endişeyle bana baktı. “Yankı, şu anki konumu­
muzla tesis arasında bir saatlik mesafe var. Mermim bittiği için
dönüş yolunda hepimizi kuş gibi avlar. O yüzden Yiğit’i de
bulup diğerleri bizim için gelene kadar güvenli bir yerde sak­
lanmalıyız." Uzanıp dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. “Yaklaşık
yarım saat uzakta bir yol var ve o yakınlarda bu gibi durumlar
için gizlenmiş bir araba bulunuyor. Yiğit’i de bulunca gidiyo­
ruz. Altuğ bizi bulana kadar sizi korumalıyım.” öcü duyma­
sın diye bunları kulağıma fısıldayınca sessizce başımı salladım.
Hâlâ yaşadıklarımın şokundaydım.

“Ke-Kedicik?” Kuzey sonunda gözlerini aralayıp bana ba­


kınca, gözlerim dolarak ona sımsıkı sarıldım. “Buradayım.”
Kollarını bana sardığında acıyla inleyince hemen ondan ayrıl­
dım. Korkuyla yaralandı mı diye onu kontrol ederken Yosun
onun kalkmasına yardım etti. “Başına darbe almış olmalısın
ama yaralı değilsin.” Rahatlayıp ben de ayağa kalktığımda Ku­
zey, başını tutarak dengesini korumaya çalışıyordu.

“Yılan!” diye bir feryat duyduğumuzda üçümüz göz göze


gelmiştik. Yiğit, ağaçların arasından koşarak çıktı. “Bir yılan
bana tısladı!” Kuzeye doğru bağırarak koşarken beni ve Yo­
sun u görünce bir küfür savurarak kendisine çekidüzen verdi.
Korktuğunu belli etmemeye uğraşan çocuk, eliyle geldiği yönü
işaret etti. “Tabii, bana tıslamak neymiş gösterdim ona.” Yo-
sunla ben dayanamayıp kıkırdadık.
2» YARALASAR-II
Büyük ihtimalleyılanı gördüğü an kaçtı çünkü yılanlardan çok
korkuyor.
"Ağzını burnunu kırsaydın yiğidim," dediğimde sırını.
"Onun derisini yüzüp Neslihan'a bileklik yapmayı düşündüm
ama vakit yoktu." Gururundan yalan söyleyen çocuk beni gül­
dürürken Kuzey küfürler savuruyordu. "Uydurma lan, yılanı
gördüğünde kaçtığına kalıbımı basarım!"

"Kuzey'in Kcdicik’i!" Yiğit bir şeyi yeni fark etmiş gibi kaş-
1 arını çanı. Beni, "Kızım sen uykunda niye firar ediyorsun lan?
Senin yüzünden gecenin bir yarısı Tarzan olduk bu ormanda!"
diye azarlayınca suçlulukla bakışlarımı kaçırdım. Büyük ihti­
malle uyurgezer bir şekilde asansöre bindiğimi gördükleri için
peşimden gelmişlerdi.

Tam arkamızda bir çıtırtı duyduğumuzda Yosun'la ben yut­


kunduk Kuzey benim elimi tutmuş ve Yiğit de Yosunun kolu­
nu sıkıca kavramıştı. İki erkek aynı anda, “Koşun!” diye bağı­
rınca dördümüz ağaçların içinden koşmaya başladık

“Lanet hayvan, beni takip etmiş!” Sanırım Yiğit hâlâ yılan­


dan kaçtığımızı düşünüyordu.

“Yılan değil oğlum, Kedicik’in deyişiyle öcü!”

“O zaman daha hızlı koşsanıza lan! Bekle, öcü mü dedin


sen? Şu katil olan öcü mü?” dediğinde hep bir ağızdan, “Yiğit,
koş!” diye bağırınca daha hızlı koşmaya başladı.

“Kuzey, Kedicik’i bırak, öcünün istediği Kedicik değil mi?


Alsın istediğini, biz kaçalım.”

“Allah belanı versin, Yiğit!" diye bağırdım. Güya bugün bela


okumayacaktım!

Ben niye yatağımda değilim ya!


Yanlış hatırlamıyorsam bu kadın, bize yarım saat uzaklıkta
bir araba olduğunu söylemişti. O halde neredeydi oğlum bu ara­
ba? Her beş dakikada bîr yere düşmekten dizlerim soyulmuştu
ama o arabaya bir türlü varamamıştık! Yanından geçtiğim her
ağacın dalı canıma kastı varmış gibi bir yerimi çiziyordu. Ancak
biz kurtulmak yerine eli silahlı bir öcüyle ormanda saklambaç
oynuyorduk. Bu arada saklambaç oyununu sevmediğimi söyle­
miş miydim? Katilden geçtim, ben anık dizlerimin derdindey-
dim. Tekrar bir dala takılarak düştüğümde, dizlerimin acısına
dayanamadığını için oturup ağlamaya başladım. Katilse katil,
umurumda değil! Gelsin öldürsün beni! Sürekli düşüp kanayan
dizlerim için ağlamaktansa beni öldürsün daha iyi! Yeter oğlum
artık, bu ne böyle!

Kuzey kolumdan tuttuğu gibi beni ayağa kaldırınca tekrar


yere yığıldım. Gerçekten ayağa kalkacak dermanım kalmamıştı.
Üzerimde en son giydiğim pamuklu, beyaz askılı bir atlet ve
kalçalarımın biraz altında biten siyah şort vardı. Yarı çıplak sa­
yıldığım için sadece kaçarken bile çok fazla yara almıştım. Hadi
ama, uyumak için yatağa girdiğimde uyanınca kendimi böyle
bir aksiyonun içinde bulacağımı bilseydim, kalın bir şeyler gi­
yerdim. Kalın ve vücudumu teşhir etmeyecek kadar kapalı bir
şeyler. Lâkin şimdi soğuktan donuyordum, üstelik her yerim
çiziklerle doluydu. Kuzey diz çöküp ağlayan yüzüme bakınca
iç çekti. "Tamam, sen ağlama. Ben seni taşırım.” Beni kucağına
30 YARALASAR -11

alıp ayağa kalktığında, hıçkırarak kollarımı boynuna sardım.


Valla bu teklifine hayır diyecek durumda değildim. O kadar
bitkin bir haldeydim ki dokunuşu bile beni rahatsız etmiyordu.

Yosun endişeli bir sesle» “Şu ağacın arkasında,” dedi. Onlar


önden koşarken, Kuzey beni taşıdığı için sadece hızlı adımlarla
yürüyebiliyordu.

Ağacı geçince arabayı görmüştük. Yosun kapıyı açıp şoför


koltuğuna geçince Yiğit yanındaki yerini almıştı. Biz arkada
kaldığımız için arabaya az bir mesafe kala başımı çevirip arkaya
baktım. Biraz ilerideki ağacın yanındaki gölgeyi görünce gözle­
rimi irice açtım. “Ku-Kuzey,” diye korkuyla fısıldadım. Kuzey,
beni bir an önce arabaya yetiştirmenin derdindeydi.

Gün aydınlanmak üzereydi. Bu sayede öcünün elindeki


silahın Kuzeyin sırrını hedef aldığını gördüm. “Kuzey!" diye
bağırdım ama Kuzey, arkasındaki tehlikeden habersiz, durup
yüzüme bakmakla yerindi.

“O...” diyerek başımı çevirince, buna zamanımın olmadı­


ğını anladım. Ve ben, yani kendine sürekli bencil olduğunu
hatırlatan Yankı Sarmaşık, Kuzey in kucağından yere atladım.
Ona sımsıkı sarılarak sırtını arabaya doğru çevirdiğimde kendi­
mi hedef haline getirmiştim. Tam o esnada havada yankılanan
bir silah sesi... Kurşun bedenimdeydi.

Kuzeyi itmeye çalışabilirdim ama benden güçlü olduğu için


yerinden bir milim kıpırdamazdı. Bunu bildiğim için ona sarı­
larak kendi bedenimi ona siper etmiştim. Ona sımsıkı sarılır­
ken bedenimde tarifi olmayan bir acı vardı. “Hayır...” Kuzey’in
kollarımın altındaki bedeni kaskatı kesilmişti. “Ke-Kedicik?”
diye korkuyla yutkunduğunda boynundaki kollarım gevşedi.
Dizlerim bükülüp yere düşeceğim esnada beni göğsüne bastır­
dı. “Sedef hayır!" diye adımı haykırıp gürlediğinde, zayıf bede­
nim kollarının arasında kuş gibi titremeye başlamıştı.

“Yankı!” Yosun ve Yiğit’in yanımıza geldiğini çok sonradan,


yerde, Kuzey’in kollarındayken fark ettim. Umarım ameliyata
MARAL ATMACA 31
gerek kalmadan burada son nefisimi veririm. Çünkü bıçak altına
yarmak en büyük korkum.

Kuzey eliyle sırtımdaki yaraya dokunduğunda kanlı par­


maklarına bakarak sertçe yutkunmuştu. Titremelerim çoğalın­
ca, “Sedef sakın!" diye bağırarak yüzümü ellerinin arasına aldı.
“Bana sözün var, kızım!" Acıyla haykırıp dolan gözlerle bana
yalvardı. “Sedef, beni yine bırakıp gitme be güzelim..,” diye
fısıldadığında gözlerinden firar eden o bir damla yaş yüzüme
düşerek beni yakıp geçti.

öksürerek kan kustuğumda aldığım nefes bana acı verme­


ye başladı. “Be-ben...” dedim büyük bir ıstırap içinde. “Se-seni
hatırlıyorum.” Onunla olan tüm anılarım geçmişten süzülüp
zihnime doluşmuştu.

13 yıl önce

“Müdire anne, lütfen,” diyerek yalvardım ona. “Lütfen,


Füsun teyzeye söyle, bana biraz ekmek versin.” Hıçkırdım.
“Karnım çok aç...” Bugün müdire annenin istediği gibi uslu
bir çocuk olamadığım için ceza olarak beni yurdun kilerine ka­
patmıştı. Yarına kadar çıkmam yasaktı ve ben tüm gün bir şey
yemediğim için açlıktan ölmek üzereydim.

Bana, “Cezalısın, Sedef!” diye bağırınca daha fazla ağlamaya


başladım. “Ama o kız yalan söylüyor. Ben Fulyanın kolyesini
çalmadım.” Neden kolyesini alan kişinin ben olduğumu söyle­
diğini bile bilmiyordum.

“Yalan söylemeni sana yasakladığımı sanıyordum,” dedi. Ne


söylersem söyleyeyim bana inanmayacaktı. Ben soğuktan titrer­
ken o, kalın paltosunu giyinmişti. Benim üzerimdeki kazağın
yakası sökülmüş ve eskiden kırmızı olan rengi şimdi kahveren­
giye dönmüştü. Bana büyük gelen pantolonun kemer kısmını
sıkıca bağlamıştım. Eski ayakkabılarımın içindeki ayaklarımda
bir çorap bile yoktu. Ben, bu gece soğuk bir kilerde kalacaktım
.U YARAlASAR-H

unu o» içinde soba yanan sıcacık evine gidiyordu. Benim üze­


rimdeki kıyafetler yırtık ve eskiydi. O ise yeni aldığı paltosuna
sıkıca sarılıyordu çünkü burası çok soğuktu.

Gözyaşları mı silerken cezamı kabul ederek başımı salladım.


Çünkü tüm gün itiraz eniğim halde değişen bir şey olmamıştı.
"Annem ne zaman beni almaya gelecek, müdire anne?” Islak
gözlerle sorduğum soruya karşılık derin bir nefes alarak saçla­
rımı okşadı. “Senin bir annen yok Sedef, hiç olmadı.” Ona ne
zaman annemi veya babamı sorsam hep bu cevabı alıyordum.
Müdire anne, bana onlar hakkında hiçbir şey anlatmıyordu.

Gece ışıkların açılması yasak olduğu için lambayı kapanı ve


kapıyı üzerime kilitleyerek gitti. Kilerin ortasında ayakta durur­
ken un çuvallarının yanından gelen tıkırtıları duydum. Başımı
çevirsem bile karanlıktan dolap bir şey görmüyordum. “Şadca
fareler, Sedef.” Sürekli kendimle konuştuğum için herkes bam
deli diyordu ama bu huyumdan vazgeçemiyordum.

Dışarıda yağmur yağıyor ve gök gürlüyordu. Çakan şimşek


ler yüzünden içerisi kısa süreliğine aydınlanıyor, ardından yinı
karanlığa bürünüyordu. “Karanlığı seviyorsun, Sedef, o yüzder
sakın korkma,” diyerek olduğum yere oturdum. Karanlık hiçbiı
zaman beni korkutmadı çünkü sürekli ceza alıp buraya geldi
ğim için alışmıştım.

“İlk günler az korkmadım ama,” diyerek kahkaha anım


Karnım açtı, üşüyordum ve etrafımda fareler cirit atarken ber
kendi kendimi güldürüyordum.

Aradan ne kadar zaman geçti, bilmiyordum. Buz gibi ze


mine uzanıp kollarımı kendime sarmıştım. Uyuyamıyordum
ne zaman aç olsam uyuyamazdım. “Kedicik?” Kuzey’in sesin
duyunca yavaşça yattığım yerden kalktım. “Kedicik, uyudur
mu diyeceğim ama sen boş mideyle uyuyamazsın.” Söyledikle­
rine karşılık gülerek ayağa kalkıp kapının yanına gittim. Ben:
herkesten iyi tanıyordu.
MARAL ATMACA 33
"Yine ceza alacaksın," diyerek kapının altındaki boşluktan
benim için getirdiği ekmeği aldım. Sinimi kapıya yasladım ve
yarın Kuzey e olacakları düşünüp, ağlayarak ekmeği yemeye
başladım. “Olsun, sen karnını doyur," dedi. Onun da sırtını
kapıya yaslayıp oturduğunu biliyordum. Ben ne zaman ceza al­
sam Kuzey, o gece gizlice mutfaktan benim için ekmek çalardı
ve buraya gelmenin yasak olduğunu bile bile sabaha kadar ka­
pının diğer tarafında otururdu. Ertesi gün ise Kuzcy’i burada
buldukları için aç bırakırlardı.

“Kuzey.” Elimdeki küçük ekmek parçasının sonuna gelirken


iç çektim. “Söz ver bana, beni hiç bırakmayacağına söz ver."
Kuzey benim her şeyimdi ve bir gün beni bırakıp gider diye
çok korkuyordum. Geçen hafta onu evlat edinmek isteyen iki
kişi gelince çok korkmuştum. Müdire anne, onu odasına çağır­
mış ve anık bir evi olacağını söylemişti. Evet, kapı aralığından
onlan dinlemiştim. Kuzey, onlara beni de almalarını söylemişti
ama onlar sadece bir çocuk istediklerini söyleyince Kuzey kabul
etmemişti. Son söylediklerinin içinde yine ben vardım. “Eğer
Sedef gelmeyecekse ben de gelmiyorum,” demişti ve onlarla git­
memişti. Üç ay önce beni istediklerinde ben de sırf Kuzey için
yeni anne ve baba istememiştim.

“Söz," dediğinde tebessüm ettim. “Seni hiç bırakmayacağı­


ma söz veriyorum ama sen de söz ver, Kedicik Beni hiç bırak­
mayacaksın.”

“Söz, Kuzey. Sürekli ceza alıp buraya geliyor olsam bile sana
söz veriyorum, ikimiz hiç ayrılmayacağız. Sen bizi buradan
çıkarana kadar dayanacağız ve seni hiç bırakmayacağım." Bu
sözlerden sadece birkaç ay sonra onu arkamda bırakacağımı bil­
miyordum. Sözümü bozarak buradan kaçacağımı bilemezdim.
Bilseydim ona bu sözü hiç vermezdim.

“Kuzey, müdire anne benim bir ailem olmadığını söylüyor.


O zaman beni buraya kim getirdi?”
34 YARALASAR-II

Kediler» deyince kaşlarımı çattım. “Kediler mi? Benim an­


nem ve babam bir kedi mi?" Belki de o yüzden müdire anne
bana onları anlatmıyordu.

Güldüğünü duydum. “Tabii kızım, sana niye Kedicik di­


yorum sanıyorsun?" Annem ve babam hakkında öğrendiğim
gerçekler beni şoka uğratmıştı.

Tüylerim ve kuyruğum niye yok benim?

“Geçen yıl kedini öldürdüm diye bana öyle diyorsun sanı­


yordum," dedim. Kuzey’in siyah bir kedisi vardı ve onu çok
seviyordu. Altı yaşındayken sakarlığım yüzünden onun kedisi­
nin üzerine düşmüştüm ve küçücük kedi oracıkta can vermişti.
Kuzey bir hafta benimle küsmüş, daha sonra söyledikleriyleyse
beni deli etmişti. “Artık kedim sensin!" Bana kızdıktan sonra
hep Kedicik diye seslenince beni ölen kedisinin yerine koydu­
ğunu düşünüyordum.
“O da var ama sana Kedicik dememin sebebi, seni buraya
getirenin bir kedi olması."
“Hangi kediydi o? Yoksa öldürdüğüm kedi benim annem
miydi?” diye korkuyla bağırdığımda kahkaha attı. “Yok lan sa­
lak, Ercan bir erkekti! Senin annen çatıda sürekli miyavlayan ve
şu uyuz olan kedi."

İyiama bildiğim kadarıyla o da öldü.

“Peki, seni kim buraya getirdi? Seninkiler de mi kedi?” diye


sordum.
“Ben oyumu leyleklerden yana kullanıyorum," dedi. İkimiz
de kahkaha atmaya başladık. Kuzey hep böyle yapıyordu, ne
zaman üzgün olsam beni hep güldürüyordu.

O gece tıpkı diğer geceler olduğu gibi Kuzey, ben yalnız kal­
mayayım diye sabaha kadar beni güldürüp kapının diğer tara­
fında oturmuştu. Ve ertesi sabah benim yüzümden yine ceza
almıştı.
MARAL ATMACA 35

Şimdiki zaman

Hatırladıklarım üzerine elimi uzatıp yanağına dokundum


fakat sırtımdaki keskin sızıdan dolayı hıçkırdım. “Be-beni ölen
kedinin yerine koyduğun için Allah belanı versin, Kuzey...” diye
fısıldadığımda gözleri dolu dolu gülümsemişti.

Bu arada Fulya ile ezelden beri düşman olduğumuzu hatırla­


mam iyi oldu,

“Gitmiştin.” Gülüşü yüzünde solduğunda kuruyan dudak­


larım usulca kıvrıldı. “Eğ-eğer beni bir hastaneye yetiştirmczsen
bu sefer sonsuza kadar gideceğim. Ayrıca bu işin sonunda öl­
meyeceksem hiç dram yaratmayalım diyorum ama yok, ölmem
garantiyse hazır ol, damardan giriyorum,” dediğimde sonunda
kahkaha atmıştı. “Geri zekalı.” Gülse de sesindeki ıstırabı ilik*
(erime kadar hissediyordum.

Niye kimse beni hastaneye götürmüyor lan!

Kuzey'i bulanık görmeye başladığım esnada, dudaklarımdan


çıkan iniltiyle yine kan kusmaya başladım. “Sedef! Neden bu
kadar titriyor? Sedef, bana bak’” Kuzey’in endişeli sesini duyu­
yordum ama bakışlarımı sabit tutamıyordum.

Beni yavaşça yere bıraktığını hissettiğimde gözlerimi zorluk­


la açabilmiştim. “Onu hastaneye yetiştirin!”

“Nereye gidiyorsun?”

“Ona kurşun sıkan piçi bulacağım!” Yosunun ve Yiğit’in iti­


razlarını duyuyordum ama Kuzeyin çoktan gittiğini anlamış­
tım. öfkesi yüzünden gerçekleri görmüyordu ama o katilin iste­
diği de buydu. Ona engel olmaları için dudaklarımı birkaç kez
hareket ettirdim lakın kelimeler dudaklarımdan çıkmamıştı.

“Yiğit, Yankı çok kan kaybediyor, onu hastaneye götürelim.”


Yosun ağlayarak yanımda diz çöktüğünde, “Hele şükür,” demek
istedim.
in VAHAI AS Ali - II

Ylj^ll diz çöküp beni kucağına almak için elini belime at.
tui>tı kİ yarama dokunmasıyla inledim. Korkarak hemen elin]
\ck(I. "Ya onu öldürürsem? Daha dokunmadan bağırıyor!" Pa­
nikleyen çocuk yüzünden bu sefer sinirden ağlamaya başladım.
Ihı gidişle gerçekten ölecektim.

"Yosun!" Alalayın sesini duyunca Yosun hemen ayağa kalk*


tı. * Buradayız! Atalay buraya gelin, acele edin!" Yosun elini
sallayıp bağırırken ben artık son nefesimi vermek üzereydim.
Ihınıda ölüyorum, kimsenin umurunda değil

"Anun Allah’ım, Yankı!" Afrodit’in endişeli sesi kulağıma


geldiğinde Yosun, elimi sıkıca tutarak hıçkırıklar içinde ağlı­
yordu. "ölüyor! Ne olur ona yardım edin!" Gözyaşları içinde
arkadaşlarına yalvaran kadın haklıydı çünkü burada gerçekten
ölüyordum!

Acım dayanılmaz bir boyuta ulaştığında, “Sedef?" diyen


Buzdağı'nın sesini duydum. "Kahretsin, Yosun! Bu nasıl oldu?"
dedi. Hemen yanıma diz çöken vicdansız adam, sırtımdaki ya­
rayı umursamadan beni kucağına aldığı gibi ayağa kalkmıştı.
"Bakmayın şöyle!” diye kükredi. “Çok fazla kan kaybetmiş.
Atalay, arabayı çalıştır!" diye bağırıp sesiyle ortalığı ayağa kal­
dırdığında başım güçsüzce göğsüne düşmüştü.

Bu adamın kollarında ölünem kendime asla hakkımı helal et­


mem.
Beni kucağından indirmeden arabaya bindiğini hayal me­
yal görmüştüm. Sarsıntıdan arabanın hareket ettiğini bile zor
anlamıştım. "Daha hızlı!" diye bağırdığında bu haldeyken bile
beni korkutmayı başarmıştı. Allah aşkına, biri beni şu adamın
kucağından alsın.

"Altug, sakin olur musun? Zaten çok hızlı gidiyoruz." Sanı­


rım arabayı Atalay kullanıyordu.

"Bana sakin ol deme, Atalay!” Kızgın sesine bir anlam vere­


medim. "Kurşun omuriliğine gelmiş olabilir. Bu kız benim çay­
MARAL ATMACA 37

lağım!” Burada yokmuşum gibi esip gürleyen adamın göğsün-


deyken başımı usulca hareket ettirerek ona baktım. “Bambaşkası­
nın çaylağı olsam...” öksürmeye başladığım için sözlerim yarım
kalmıştı. “O zaman ölmeme izin verirdin yani, öyle mi?” Kısık
bir sesle konuştuğumda başını eğip uzun uzun yüzüme baktı.
Gözlerinde korku vardı, çok fazla korku. “Henüz hiç yaşama­
mışken ölmeyi düşünme,” dedi. Gözlerim doldu ve yorgun bir
şekilde gülümsedim. “Emin olun, ölmek için sizin kollarınız
seçeneklerimin arasında değil.” Bu sözlerime karşılık kaşlarını
çatınca, beni tutan ellerini sıkmış olmalı ki canım yanmıştı.

“Benden gerçekten nefret mi ediyorsun?” Sanki bu gerçeği


yeni fark etmiş gibi sesli düşünmüştü. Gözlerimi yorgunluk­
la kapattığımda, acımdan dolayı dudaklarımdan çıkan iniltiye
engel olamamıştım. “Zeki adamın hali bir başka oluyormuş.”
Gözlerim kapalıyken bile ona laf sokmaktan çekinmedim. Na­
sıl olsa aramızdaki nefret karşılıklıydı, bu yüzden ona ne söyler­
sem söyleyeyim kafaya takmazdı.

ölürken bile rahat durmuyorum.

Burnuma gelen çikolata kokusu beni uyuştururken bilinci­


mi kaybediyor olmalıydım ki bedenim de uyuşmuştu. “Sedef...”
Uykuya dalmak üzereyken birinin parmaklarını saçlarımda gez­
dirdiğini hissettim. “Uyuma.” Yüzüme değen parmaklar beni
rahatlattığı için daha fazla uykumu getiriyordu. “Kuzey...” diye
son kez fısıldadığımda artık hiçbir şey hissetmiyordum.

“Sedef. Kahretsin, gözlerini aç! Atalay, daha hızlı sür şunu!”

Acıyordum. Bunu nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum ama çok


acıyordum. Sanki birileri sırtımdaki yarayı deşiyormuş gibi çok
fazla acı vardı. Bilincim giderek açılırken nerede olduğumu sor­
gulamaya başladım. Sadece soğuk havayı ve acıyı soluyordum.
Sırtımda öyle bir acı hissettim ki avazım çıktığı kadar bağırarak
gözlerimi tamamen açtım. “Uyandı! Aman Allah'ım, bu nasıl
mümkün olur? Daha ameliyata başlayalı iki dakika oldu,” diyen
33 YARALASAR - II

sesleri duyduğumda yattığım yerden kalkmaya çalıştım fakat


bilileri ellerimi kelepçelemiş gibi kollarımı hareket ettiremiyor-
dum.

“Narkoz!" dedi bir adam. “Narkoz verin!”

“Haluk Bey, ona zaten çok fâzla narkoz verdik, yenisini kal­
dıramaz.”

“Bu şekilde onu ameliyat edemeyiz!”

“Kızı buraya getiren yakını, ilaçlara bağışıklığı olduğunu


söylemişti."

“O yüzden fâzla doz verdik, bu normalde her insanı en az


iki gün uyutur!”

Bu kadar çok acı çekerken onları daha fâzla dinlemek istemi*


yordum. “Kesin sesinizi ve beni derhal çıkarın!" diye bağırdım.
Yüzüstü yarağım için onları göremiyordum. Buz gibi soğuk bir
yerdeydim. Sedye gibi düz ve sert bir şeyin üzerinde yüzüstü
uzanıyordum, ince bir şeyin bacaklarımdan kalçalarıma kadar
olan kısmı kaparağını, tenime değen kumaş parçasından anlı­
yordum ve sırtım tamamen açıktı.

“Bu haldeyken nasıl olacak?” Ameliyathanede olduğumu


doktorların şaşkın sesinden anlıyordum. Yüzüm yan tarafa bak­
tığı için hiçbirini göremiyordum. Kalp ritimlerimi gösteren
monitör ve masanın üzerindeki aletleri bulanık da olsa görebi­
liyordum. Gözlüklerimi kim aldı*

“Bilmiyorum," dedi bir kadın sesi. “Hayatım boyunca ilk


kez böyle bir vakayla karşılaşıyorum. Kurşun çok derinde, kay­
bedecek zamanı yok lâkin hasta uyanıkken bu operasyonu kal­
dıramaz.” Sesi fâzlasıyla sıkıntılı çıkmıştı.

“Başlıyoruz! Kaybedecek vakit yok!" diyen bir kadının se­


siyle iki kişi omuzlanma ve iki kişi de bacaklanma bastırarak
beni hareketsiz kılmışlardı. “Hayır! Hayır, lütfen!” diye ağlaya­
rak kendimi onlardan kurtarmaya çalıştım ama buna izin ver­
MARAL ATMACA 39

miyorlardı. Ellerimi ve ayaklarımı sedyenin yan taraflarındaki


demirlere bağlamışlardı. Hareket etmeyeyim diye omuzlarıma
ve bacaklarıma baskı uyguluyorlardı. Tenime değen ilk neşter
darbesi o kadar acıttı ki bağırarak acımı duyurdum. “Yapmayın!
Ne olur yapmayın..? Gözyaşları içinde onlara yalvardım ancak
hepsi beni duymazdan gelerek yaramı kanattıkça kanatıyorlardı.

“Üzgünüm ama bunu yapmazsak sizi kaybedebiliriz.”


Omuzlarıma baskı uygulayan adamlardan birinin söylediklerini
algılayamıyordum. “Böyle de beni öldürüyorsunuz!” Beni canlı
canlı kesiyorlardı.

Doktorun neşteri etimi kestikçe ben gözyaşlarına boğul­


dum. Acım ilmek ilmek boynuma çekik anıkça ben, beni do­
ğuran kadına lanetler yağdırdım. Burada olmasını isterdim, ben
kandan gözyaşları dökerken annemin burada olup kendi eseri­
ni izlemesini isterdim. Ama neye yarardı ki? Burada olsa acımı
kendi bedeninde hisseder miydi? Elimden aldığı çocukluğumu
geri getirir miydi? Benden çaldıklarını bana geri veremeyecekse
hayatıma yeniden girmesinin lüzumu yoktu. Şimdi yaralandı­
ğımda bile daha önce hissetmediğim bir acıyla yüzleşiyordum.
Yaralandığımda öleceğimi düşünmüştüm lâkin vücudum bir
süre sonra uyuşmuştu. Bu doktorlar ise güya beni iyileştiriyor­
du ama bunu cehennem azabı çektirerek yapıyorlardı. Etim be­
denimden sökülür gibi olduğunda bana yaptıkları her şeyi his­
sediyordum. Çığlıklarım hiç kesilmiyordu, burada duyduğum
tek ses, acı feryadımdı. Acıya alışmak diyorlar ya, gerçek acıyı
tadınca insan aslında acıya alışılmadığını anlıyordu. Benim
acım kanayan bedenimde, bağırmaktan tahriş olmuş boğazım­
da ve ruhumun derinliklerindeydi. Acıya alışılmıyordu çünkü
gözyaşları akıtırken acıya boyun bükülüyordu.

Annem kendi rahminde beni ilaçlarla zehirlemeseydi, gen­


lerim mutasyona uğramayacaktı. Beni zehirlemeseydi, ilaçlar
bana da etki ederdi. Burada döktüğüm her gözyaşının hesabını
annem olacak kadına sormaktı boynumun borcu.
40 VARALASAR ■ 11

Enesi gün

“Çok ağladı. Doktor ameliyatın sonlarına doğru bayıldığını


söyledi." Saçlarımı okşayarak ağlayan kadının Yosun olduğunu
sesinden anlamıştım.

"Duyduk hepsini." Bu ses Afrodit’e aitti. "Farkındaysan ka­


pının hemen önündeydik."

"Biliyorum," diye hıçkırdı Yosun. “Ben sadece bu çocukların


her birinde geçmişimi görüyorum ve onlar acı çektikçe içim
kanıyor." Yosundun bu sözlerinden sonra bir sessizlik oluşunca,
kendimi zorlayarak gözlerimi açmaya çalıştım.

"Sen orada ne yapıyorsun, Yosun?

“Gözlüklerini takıyorum, belki uyanır diye.” Allah'ım, ne dü­


şünceli bir kadın çünkü uyandım ve sadece gözlerimi açamıyorum.

"Kendini toparlaman gerekiyor.” Sanırım bu Atalay’dı.


"Hadi gel, biraz hava alalım

"Ben de geliyorum.” Afrodit’in sesini tekrar duyduğumda


kapı açılmış ve kapanmıştı.

Nihayet kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerimi açabilmiş tim.


Yatakta sol kolumun üzerinde yan yatıyordum. Ameliyathane­
deki işkence bitmiş olmalı ki beni odaya almışlardı. Gözlerim
doğrudan pencerenin önündeki tekli koltukta oturan ve beni
izleyen adamı buldu. Kahverengi, uzun saçları darmadağındı;
sanki saçlan ona isyan eder gibiydi. Gözleri ise uykusuz ve yor­
gun bakıyordu ve uzun zamandır uyumamış gibiydi. Üstelik
beyaz tişörtünün üzerindeki kan lekelerine bakılırsa hâlâ üzeri­
ni değiştirmemişti. Evet, onun teninde benim kanımın kokusu
olduğuna emindim. “Ba-banyo yapmayacak kadar çok mu en­
dişelendiniz benim için?” Kuruyan dudaklarımı hareket etti­
rerek konuşmaya çalıştım. Ameliyattayken bağırmaktan tahriş
olan boğazım canımı yaktı.

Bir süre oturduğu yerden sadece beni izlemekle yetinmiş­


ti. “Evet dersem bana inanır mısın?” Dudaklarım kıvrıldığında
yorgunca gülümsedim. “İnanırım ” Gözlerinin içine baktım.
“Çünkü ölmem işinize gelmez.”
MARAL ATMACA 41

Başparmağı ve işaret parmağıyla burun kemerini sıkarken


yüzü sıkıntılı gibiydi. “Sana nasıl ulaşacağımı bilmiyorum? Se­
sinde bir çaresizlik sezmiştim ya da fazla acı çektiğim için bu
durum, benim hayal ürünümün bir parçası olmalıydı.

"Bana karşı duvarlarını nasıl yıkacağımı söyle? dedi. Ben­


den neden böyle bir şey istediğini anlamadım, kendi gibi dav­
ranmıyordu. “Bende zerre kadar etkisi olmayan şu narkozları
size vermiş olabilirler mi?” Büyük bir alayla konuştuğumda
tahriş olan sesim bana yabancı geldi. “Garip davranıyorsunuz?

iç çekerek arkasına yaslandığında elleriyle şakaklarına baskı


uyguladı. “Zorsun, Sedef...” Sesi sitemliydi. “Sana ulaşamaya­
cağım kadar zor?

“Hâlâ garip davranıyorsunuz? dedim. Acaba alkol falan mı


aldı? Neden burada acı çeken kendisiymiş gibi davranıyor ki? ölü­
yordum oğlum ben az kalsın!

Üzerinde yattığım için sol kolumun uyuştuğunu fark ettim.


Yaradan dolayı sırtüstü yatamayacağımı biliyordum. “Sarhoş
musunuz? Değilseniz her gördüğümde içimde nefret uyandıran
o duygusuz adamı geri getirin. Beni zehirleyen, bana cezalar
veren ve işkence çektiren o kişiyle mücadele etmek daha kolay?
Canım yanıyorken onun değişken halleriyle uğraşacak değil­
dim.

Söylediklerimden sonra dudağının bir tarafı kıvrıldığında


pek eğleniyor gibi görünmüyordu. “Tesise döndüğümüzde o
adamı zaten göreceksin, şimdi uyumaya devam et? Çok yor­
gun hissettiğim için göz kapaklarım bu komutu bekliyormuş-
çasına geri kapanmıştı. Uyu Yankı, uyu ki kendi çığlıklarının sesi
kulaklarından kesilsin.

Üç gün sonra
Yosun un yardımıyla üzerime bol bir tişört giydim. Sonunda
bu hastaneden kurtuluyordum. Günlerdir yatakta iki büklüm
yatmaktan her yanım tutulmuştu. Tesise geri döneceğime bu
42 VARALASAR • II
ladâr sevineceğim hiç aklıma gelmezdi. İtiraf ediyorum, çocuk­
ları ödemiştim. Özellikle Kuzey‘i çok merak ediyordum. Yo­
sun bana onu bulduklarını ve tesise geri götürdüklerini söyledi.
Kuzey. ısrarla yanıma gelmek istediğini söylemiş ve oradakiler
buna izin vermeyince her gün olay çıkarmış. Benim yüzümden
başı belaya girsin istemediğim için bir an önce buradan çıkmak
istiyordum. Burada kaldığım günler boyunca Yosun, bir bebeğe
bakar gibi benimle yakından ilgilenmişti, öte yandan Alazın
bana olan tuhaf davranışlarını hâlâ çözebilmiş değildim. Ger­
çekten çok garip davranıyordu.

Ben ameliyattayken kafasına darbe aldığından şüpheleniyo­


rum.

Doktorlar kurşunun bel boşluğuma gelmediğini ve zamanla


kendimi toparlayacağımı söylemişti. Bana ne bir serum ne de
bir ilaç yazan doktorlar hâlâ şoktaydı. Hiçbiri bu olanları anla-
yamıyordu. Canım yansa bile bana herhangi bir ilaç vermiyor­
lardı çünkü faydası dokunmuyordu. Pencerenin önünde dur­
muş, dışarıyı izliyordum. Alaz ve Atalay bir bankta oturmuş,
sigara içiyorlardı ve onları izlemek hoşuma gitmiyordu. “Sizce
de garip davranmıyor mu?” Eşyalarımı toplayan Yosun, kimden
bahsettiğimi anlamak için yanıma gelmişti.

“Hangisi?" Sesi meraklı çıktı. “Bu aralar ikisi de fazla dur­


gun, bizden bir şey saklıyor gibiler.” Yosun un da benim gibi
düşünmesi beni rahatlattı. Demek ki sadece bana karşı böyle
değildi.

Onu izlemeye devam ederken derin bir nefes aldım. “Onun­


la yıllardır arkadaşsınız. Peki, bazen size de karanlık ve hastalıklı
bir yönü varmış gibi gelmiyor mu?” Sigarasını içen Alaz, iz­
lendiğini hissetmiş gibi başını kaldırıp hastanenin ikinci katına
bakınca, benimle göz göze geldi.

“Hepimizin karanlık bir yönü var.” Yosun un sesi düşünce­


liydi. “Biz de sizler gibi yıllar önce bu iş için seçilen çocuk­
lardık Bağlı olduğumuz birlik, ajanlarını çocuk yaşta seçerek
MARAL ATMACA 43

eğitti- Diğerlerinin aksine Altuğ ve Pars ın takımı kimsesizler


yurdundan seçilen çocuklardan oluşuyordu. Ailemiz hiç olma­
dı; bize sevgi gösteren bir anne, her daim koruyan bir baba hiç
olmadı. Bizler tesise gittiğimizde birbirimize tutunarak aile ol­
mayı öğrendik. Tıpkı sen ve Kuzey gibi, Altuğ ve Buket de kar­
deş gibiler. Bakma sen Altuğ'un sürekli Buket’i çocuk gibi azar­
layıp ona kızdığına. Aslında en çok Buket e düşkündür. Pars’ın
yüzünü Buket için kesti çünkü...” deyip gözlerimin içine baktı.
“Pars, sırf Al tuğa olan nefreti yüzünden onun en değerlisine
zarar vermek istedi.” Yosun, sanki o günleri yeniden yaşıyormuş
gibi ürperirken ben, iyice merak etmeye başlamıştım.

“Drakıda Pars, Afrodit’e ne yaptı da eğitmenim böyle bir şey


yaptı?”

Bakışları tereddüde dolan kadın, bunu söyleyip söylememek


arasında kararsız kalmış gibiydi. "Tecavüz...” diye fısıldadığında
korkuyla bir adım geriye giderek sendelemiştim. O yüzden mi
Pars ile tanıştığımda sahada tek bir sözüyle Buket’i korkutmuştu?

Bu kadar ileri gitrnif olamaz!

"Henüz on sekiz yaşlarmdaydtk,” diyerek devam eni. “Evet,


Buket kolay bir kadın gibi görünebilir ama âşık olduğu adamın
ihanetine uğrayınca bu hale geldi. Bir daha erkekler tarafin­
dan kullanılmamak için erkekleri kullanmaya başladı. Pars ın
Altuğ’a olan takıntısı o kadar büyük ki bunun için Altuğ’un
değer verdiği insanları kullanmaktan çekinmez. Buket’i kolay
kadın bildiği için önce onu etkilemeye çalıştı ama Buket, kardeş
bildiği adama ihanet edecek biri değil. Onu sürekli reddetme­
si, Fars’ın öfkeden kontrolünü kaybetmesine neden olmuştu.
Kızlarla arada bir senin bahçende toplanıp içtiğimizi biliyordu.
Altuğ o odayı kullanıyordu ve onun gözetiminde içmemize izin
veriyordu. O gece hepimiz çok sarhoştuk. Altuğ, sarhoş olan
Buket’i üst kattaki odasına çıkarıp yatağına yatırmıştı. Altuğ
aşağı indiğinde ise Pars yukarı çıkmış ve sarhoş olan birinden
faydalanmaya çalışmıştı. Ancak Altuğ, tam vaktinde odaya geri
döndü. Buket’i kontrol etmek için koridorda yürürken odadan
O YARALASAR - II

gelen sesleri duymuş. Belindeki silahı çıkarıp kapının kilidim


ateş ettiğinde hepimiz odalarımızdan çıkmıştık. Altuğ’un pe-
finden odaya daldığımızda gördüklerime inanamadım." De­
vamında olanları bizzat yaşadığım için gözyaşlarını akarken
hıçkırdım. Başıma gelen şeyi hangi kadın yaşasa çok kötü et­
kileniyordum.

Yosun omuzumu tutarak beni teselli etmeye çalıştı. “Kötüy­


dü." Başını sallayarak iç çekti. "Buker’in kıyafetleri parampar­
ça olmuştu ama Pars ondan istediğini alamamıştı çünkü Altuğ
tam vaktinde gitmişti. Buket’i gözyaşları içinde o halde gören
Altuğ çıldırdı. Onu daha önce öyle gözü dönmüş gördüğümü
hatırlamıyorum. Pars’ın üzerine yürüdü ve parmak boğumla­
rı kanayana kadar tıpkı vahşi bir yırtıcı gibi ona vurdu. Pars
kanlar içinde kalmıştı ama hiçbirimiz onu durduramadık. En
sonunda cebinden çıkardığı bıçağı Pars’ın kalbine saptayacaktı
ki Buket ağlayarak ona engel oldu. Bunu yaparsa Altuğ kovu­
lurdu. Buket bunca yıllık emeği heba olmasın diye zor da olsa
onu durdurabilmişti. Pars’ın kalbine inmeyen bıçak yüzünün
yarısını kanlar içinde bırakarak kesti. Aynaya baktıkça o izi gö­
recek ve nerede durması gerektiğini bilecekti. Altuğ, o gece Bu-
ket’i de alarak İtalya’daki tesise gitti." Sustuğunda belki de ilk
defa Alaza saygı duyduğumu hissediyordum. O yetişmeseydi
Buker’in yaşayacağı şeyleri düşünmek bile korkunçtu.

“Belki Pars, o gece Bukete olan tecavüz girişiminde başarı­


sız oldu ama Buket, uzun süre o gecenin etkisinden çıkamadı.
Parsın eğitmeni, kendi çaylağının sarhoş olduğunu iddia etti.
Onu bir şekilde aklayınca AJruğ’un peşinden biz de İtalya’ya
gittik Son olanlar Buker’i tamamen değiştirmişti ve artık er­
kekler, onun için basit bir obje haline gelmişti. Altuğ, onun bu
değişimi karşısında çaresiz kalsa da eski Buker’i bir daha asla geri
getiremeyeceğini ne yazık ki biliyordu." İçim acıyordu, Afrodit
ile benzer şeyler yaşadığımızı bilmek beni kahrediyordu.

İkimizin arasındaki tek fark, o olaydan sonra Buket erkekleri


kullanmaya başlamıştı, ben ise tüm erkeklerden korkup uzak
MARAL ATMACA 45

durmaya çalışmıştım. Farklı tepkiler gösteriyor olabilirdik ama


tek bir konuda tıpatıp aynıydık: ikimiz de o gece yaşananların
etkisinden çıkamıyorduk. Bir erkeğin savunmasız bir kadının
hayatını cehenneme çevirmesi bu kadar kolay olmamalıydı.

Gözyaşlarımı silen kadın tebessüm etti. “Bu yüzden hepimi­


zin karanlık bir tarafı var, Yankı. Bu yerlere gelebilmek için çok
fazla şey feda ettik. Biz kimsesiz çocuklar, hayatta kalmak için
karanlıkla tanışmak zorunda kaldık. Bunun için siz Yarasala­
rın eğitmenleri olarak bizi seçtiler çünkü kimsesiz bir çocuğun
ne yaşadığını sadece onun gibi olanlar bilir.” Şimdi neden bizi
eğitmek için onları getirdiklerini anlayabiliyordum. Aslında her
biri, bizim gibi sıcak bir aile ortamından uzak yaşamışlardı.

“Altuğ, hepimizi ayakta tutmayı başaran tek kişi,” diyen Yo­


sun gülümsedi. “Sadece güçlü değil, aynı zamanda zehir gibi bir
zekâsı var.” Ondan bahsederken sesi coşkulu çıkıyordu.

“Henüz çocukken zekâsıyla herkesi alt ediyordu. Tum eğit­


menlerin dikkatini ta o zaman çekmişti. Normal bir düşünce
yapısı yok ve üstlerimiz onun hep bir dâhi olduğunu söyler.
Stratejik ve planlı çalışır çünkü onun zekâsı genelde hep so­
nuç odaklıdır. Bir insanın dakikada kaç nefes alıp verdiğinden,
o insanın nasıl biri olduğunu çözmesi sadece saniyelerini alır.
İnanılmaz derecede tehlikeli bir düşünce yapısı var ve bu, bazen
bizi bile korkutur. Ne yazık ki beyni düşünmeyi asla bırakmı­
yor. Seninle konuşurken bile dakikada kaç kelime kullanıp kaç
cümle kurduğunu ve bunu kaç saniyede yaptığını, beyni on­
dan bağımsız hızlı bir şekilde hesaplar. Dakikada kaç kere göz
kırptığını ve mimiklerini ne sıklıkla kullandığını bile hesaplar.
Öfkeni saklamaya çalıştığını ve gülüşünün sahte olduğunu bile
anlar. En usta yalancıların bile yalan söylediğini sesinden he­
men anlıyor. Altuğ uykusundayken bile düşünmeyi bırakmı­
yor. Gördüğü her şeyi saniyesinde, beynine kaydediyor. Dahası
koku alma duyusu olağanüstü ve yüzlerce kokunun içinden tek
bir kokuyu anında ayırt edebiliyor. Onun teorisine göre her
insanın teni farklı bir koku salgılarmış ve kullandığımız par-
YARALASAR - II

Cümlede bunu gizlermişiz. Aslında bize ürkütücü gelen davra*


unlarının altında ona göre mutlaka mantıklı bir sebep vardır."
Yosunun anlattığı çoğu şeye bizzat tanık olduğum için bunlan
biliyordum. Alaz'ın düşündüğümden daha tehlikeli olduğunu
fark etmem beni daha fazla ürküttü.

Adam bir dâhiymiş. Eğer katil o ise zekâsıyla hepimizi öldü*


rcceği için hiç kurtuluş şansımızın olmadığını bilmek gerçekten
harika hissettirdi! Yosun, korku dolu yüzüme bakarak güldü.
"Eğer birine karanlık yönünü gösteriyorsa o kişiye çekiliyor de­
mektin Değer verdiği kişiyi sonradan hayal kırıklığına uğrat­
mamak için kendisini her yönüyle ona tanıtır. Böylece yolun
başındayken karşısındakine çekip gitme şansı verir.” Kafam iyi­
ce karışmıştı. Yatağın yanına gitti ve küçük çantayı alıp kapıya
yöneldi. Btyninıi bulandırdı, gider tabii.

Aklına bir şey gelmiş gibi durup bana bakarak güldü. MA1-
tuğ'un garipliği sen ameliyattayken başladı. Attığın çığlıkları
duyduğunda kapının önünde sinir krizi geçirdiği için olabilir."
imalı bir şekilde sırıttı. “Ekipçe o gün şoka girdik çünkü çay­
lağından nefret eniğine emindik.” Yosun gittiğinde afallamış
vaziyette yerimde kalmıştım. Kadın, resmen bombanın fitilini
ateşleyip gitmişti. Eğer düşündüğüm şeyi anlatmaya çalıştıysa
bu sefer kesinlikle tesisten firar ederdim.

Dâhi bir katilin ilgisi, kesinlikle sonum olurdu.

Yosun ile birlikte hastaneden çıktığımızda Alaz, Atalay ile


bizi bahçede bekliyordu. Artık ondan her zamankinden daha
fazla korktuğum için göz göze geldiğimizde ürperdim. Şimdi
odasındaki kişinin ben olduğumu nasıl anladığını biliyordum.
Dokunduğum her şeyi nasıl tespit ettiğini ve sürekli her şeyi
hesaplamasının sebebini kavrıyordum. Adamın öldürücü bir
zekâsı vardı, daha ne olsun! Yeni banyo yaptığını belli eden
nemli ve dağınık saçları güneşte ışıl ışıldı. Sert yüz hatların­
dan hâlâ yorgun ve uykusuz olduğu belli oluyordu. Üzerindeki
kanlı kıyafetlerden kurtulan adam, siyah bir tişört ve kot pan­
tolondan başka bir şey giymemişti. Oysaki ben üzerimdeki hır­
MARAL ATMACA 47

kaya rağmen üşüyordum. Yosun, Atalay ile arabaya yönelince,


onunla olan göz temasımı keserek küçük adımlar attım. Her
adımımda canım yandığı için yavaş yürümekten başka çarem
yoktu. Yanından geçmek üzereyken kolumu tutunca, rahatsız^
lığımı hatırlamış ve elini hemen çekmişti. “Sorun ne?" Bakışları
yüzümde gezinirken ona olan soğuk tavrımdan bir terslik oldu­
ğunu anlamıştı.

Sorun sen ve zekân!

Geriye doğru bir adım atarak onunla arama mesafe koydum.


“Bayan Yosun, sizin bana ilginiz olduğunu ima etti!" Böyle de
açık sözlüyümdür. “Benim için en büyük sorun bu." İşaret par­
mağımla onu gösterdim. “Umarım o yan diyordur yoksa..."
demiştim ki bana doğru bir adım atarak aramızdaki mesafeyi
kapatınca sustum.

Üzerime eğilerek yüzünü benim yüzümle aynı mesafeye


getirdi. “Yoksa ne?" diye fısıldadı gözlerimin içine bakarken.
“Farz edelim ki istemesem de senin gibi şımarık bir çocuğa çe­
kiliyorum! Bana ne yapabilirsin ki?" Kızgın bir sesle konuşunca
yerimde kaskatı kesildim. Ne diyor ya bu adam! Nedense varsa­
yımlar üzerine konuşmadığını hissediyorum.

Kaşlarımı çatarak bana olan yakınlığını umursamadan ona


baktım, “öyle bir şey olursa aldığınız her nefesi size haram kı­
larım! Gerçekten büyük olay çıkartır ve tesisi başınıza yıkarım!"
diye konuşup meydan okumasına karşılık verdim. Onun gibi
tehlikeli birinin ilgisini istemiyordum. Ben Efe Can gibi erkek­
leri çok daha sevilesi buluyordum.

Söylediklerimle dudakları yavaşça kıvrılırken gülümsedi ve


iyice bana yaklaştı. “Sana tavsiyem, tesisi nasıl başıma yıkaca­
ğınla ilgili planlar yapman," dedi. Ben daha söylediklerini kav­
rayamamışken üzerime iyice eğildi ve dudaklarını kulağımın
yakınına getirdi. “Çünkü kesinlikle senden etkileniyorum,"
diye fısıldayıp geriye çekildi, beni şokta bırakarak arkasını dön­
dü ve çekip gitti.
4* YARALASAR-II

Az önce ne oldu öyle?


Hiç çekinmeden yaptığı itirafi algıladığımda bir küfür sa.
vurdum. "Allah belanızı versin, ruh hastası adam! Uzak dura-
caLımz benden!" diye öfkeyle bağırdığımda tek duyduğu^
gülme sesiydi.

Bir bu ebikri, o da oldu! Artık gönül rahatlığıyla gidip intihar


edebilirim!

Ya da talak mıyım, ben niye intihar ediyorum? O etsin!


Kafam karışmış bir şekilde olanları düşünüyordum ama bir
türlü işin içinden çıkamıyordum. Alazın hastanenin bahçesin­
de bana söylediklerini unutmak istiyordum. Ne demek senden
etkileniyorum? İlk kurala ne oldu? Hani eğitmenler ve çaylaklar
arasında özel hisler olamazdı? Tamam, Afrodit de buna benzer
bir şeyi Kuzey ile yaşıyordu lakın onlarınki tensel bir durum­
du. Üstelik eğitmenim, konum olarak sadece Afrodit’ten değil,
buradaki herkesten üstündü. Buralara kadar yükselen bir adam
şıpsevdi olamazdı, değil mi? Sonuçta aldıklan eğitimin içinde
duygu kontrolü de vardı. Beni sevmesi, onun gibi profesyonel
bir ajanın işini tehlikeye atardı. Afrodit için bile sırf işi yüzün­
den geri adım atıp Parsı öldürmeyen bir adam, bana bağlana­
mazdı. Eğitmenim, duyguları zayıflık olarak gören biriydi ve
bu kadar kısa zamanda beni sevmesi imkansızdı. Bu da demek
oluyor ki ben haklıydım çünkü öcü beni istiyordu ve eğitmeni­
me göre ben ihanet etmeye meyilliydim. Büyük ihtimalle beni
kendisine bağlamak için böyle davranıyordu. Onu seversem
aptal âşıklar gibi her dediğini yapacağımı düşünüyor olabilirdi.
Bu adamın gerçekten sınırlan yoktu!

Daha önce beni Parktan kıskandığını hissettiğim için bunu


ona sormuştum ve kendinden emin bir şekilde hayır demişti.
O zaman yalan söylemediğini anlamıştım ama dün de yalan
söyler gibi bir hali yoktu. Sanki ben vurulduktan sonra benden
hoşlandığım fark etmişti. Ne yani, onun duygularını onaya çı­
karan acı çekmem miydi? Normal erkekler bir kadının güzel-
50 YARALASAR-II

liginden» bedeninden, aklından ya da ne bileyim gülüşünden


fidan etkilenirdi. Bu ruh hastası da benim acı çekmemden mi
etkilendi? Allah aşkına, acıdan ortalığı ayağa kaldırırken nasıl
etkileyici olmayı başarmıştım ki?

önce bir konuda kendimle anlaşmalıydım. A/ığım demedi,


seviyorum demedi, hele hoşlanıyorum hiç demedi. O bana etkile,
niyorum dedi! Bunu üçüncü dünya meselesi yapmayı bırakma­
lıydım. Çünkü herkes bir şeylerden etkilenirdi sonuçta. Böyle
düşününce nasıl rahatladığımı anlatamazdım.

“Biliyorum, yorgunsun." Yosun, bana tebessüm ederek göz


kırptı. "Arkadaşların günlerdir seni bekliyor. Onlara bir görün,
sonra odana çekilirsin." Asansörün içinde beni izleyen adama
bakmamaya çalışarak başımı salladım. Yol boyunca düşünmek*
ten beynim yanmıştı.

Kapılar açıldı. Koridoru geçerek yemekhaneye girdiğimizde


herkesin orada olduğunu gördüm. Gözlerim Çakalların masa­
sını es geçti. Bir köşede somurtarak oturan Yarasaları bulunca
tebessüm ettim. “Kuzey..." diye fısıldadığımda hemen başını
kaldırıp beni gördü ve “Sedef!" diye ismimi öyle içten bir şekil­
de söyledi ki gülümsedim.

Yosun’un kolundan çıkarak ona doğru yürüdüm. Sandal­


yesini iterek ayağa kalktı ve koşup yanıma geldi. Siyah gözleri
acıyla harmanlanarak hüznünü bana yansıtırken, ensemi kav­
radığı gibi beni göğsüne bastırdı, “öldüm be güzelim...” diye
boğuk bir sesle fısıldadığında, ağlayarak kollarımı boynuna sar­
dım. “Bir daha senden gitmem... Gidemem ki.” Aynı hatayı
ikinci kez asla yapmazdım.

Yüzümü ellerinin arasına alarak alnını alnıma yasladı ve


gözlerime baku. “Söz mü? Ama yine sözünü tutmayacaksan...”
demişti ki tıpkı onun gibi ben de yüzünü avuçlarımın içine al­
dım. “Söz, çıkacaksak birlikte çıkacağız ve dibi boylayacaksak
da bunu birlikte yapacağız. Gözlerin ne zaman beni ararsa hep
bir adım arkanda olacağım." İstediği sözü alınca bana öyle bir
MARAL ATMACA 51

sarıldı ki uzun zamandır ilk kez kendimi bir yere ait hissettim.
Yarama dikkat ediyordu ve daha sıkı sarılmaktan korkuyordu.
Bu sefer sözümü tutacaktım. Gerekirse onu canım pahasına
koruyacak ve hep bir adım arkasında durarak ona gelecek tüm
tehlikeleri savuşturacaktım. Geçmişim olan çocuğu bu sefer
geçmişte bırakmak yerine onu geleceğime taşıyacaktım.

"Sarmaşık?” Ecrin in titreyen sesini duyunca Kuze/den ayrı­


larak gözleri dolu dolu olan kıza baktım. "Merhaba Yakamoz.”
Hıçkırarak hemen kollarını bana sardı ve "Korktum Sedef, sen
de annem gibi gittin diye çok korktum,” dedi. Annesine olan
düşkünlüğünü bildiğim için ona sarılırken aceleciydim. "Vu­
rulduğumda bile şimdiki gibi ağlamadığıma göre yol bende
kafa yapmış olmalı.” Huysuzca homurtular çıkardığımda kıkır­
dadı. Ecrin sen görünmeye çalışsa da aslında Efe’den sonra en
duygusalımız oydu.

Süslü, "Lan yeter, ağlamayın, makyajım akıyor!” dediğinde


gülerek Ecrinden ayrıldım. Evet, gerçekten de ağlamaktan göz
makyajı akmıştı. "Buralar çok pis, yerdeki tüm tozlar gözlerime
geldiği için ağladım. Üzerine alınma,” dedi ve güldü. "Ya da
üzerine alın, Arıza!” Bana kızıp yanıma geldi ve kollarını boy­
numa doladı. Ben de gülerek ona sarıldım. Bu kızı ne zaman
sevmeye başladığımı bile bilmiyordum.

Süslüden ayrıldığımda Yiğit küskün bir ruh haliyle yanıma


geldi. "Bir daha sakın benim yanımda vurulma,” dedi. Daha
ben ne olduğunu anlamadan yüzümü ellerinin arasına aldı ve
dudaklarını alnıma bastırarak iç çekti. Yalvarır gibi çıkan se­
siyle, "ölme, burada nasıl olacak, bilmiyorum ama ölme işte,”
dedi. Onun yüzünden tekrar gözlerim doldu. Yiğit’i pek ciddi
olarak göremezdiniz ama şimdi orada acı çekenin sadece ben
olmadığımı görüyordum. Bu çocuklar ne zaman ailem olmuş­
tu? Bunu şu ana kadar hiç fark etmemiştim.

“Sakar...” Hakan'a doğru yürürken tebessüm ettim. “Eğer


sarılacaksan bugüne özel dayanabilirim.” Gülerek kollarını aç­
tığında kollarının arasına girdim. “Biliyor musun, vurulanın
52 YARALASAR-II

sen olmasına hiç şaşırmadım.” Kollarını bana dolayan çocuğun


söyledikleri beni güldürdü. "Sakarlığım konusunda bana laf
soktuğun dikkatimden kaçmadı, pis bağımlı,” diye aynı şekilde
karşılık verdiğimde ikimiz de gülerek korkumuzu gizledik. En
az diğerleri kadar Hakan'ın da benim için korktuğunu görü­
yordum.

Son olarak Efe ye döndüğümde elinde bir mendille burnunu


çekerek ağladığını gördüm. “Yankıcığım, sen vuruldun mu?"
Gözyaşlan arasında hıçkırdı. "Ameliyatta canını çok yaktılar
mı?" Kıvırcık, kızıl saçlan darmadağındı ve ela gözleri ağlamak­
tan kan çanağına dönmüştü. Efe şu birkaç günde zayıflamıştı ve
perişan halde görünüyordu.

“Efe..." İçim acıyarak ona bakıyordum, “ölürüm kuzum


ben sana. Sen kendine ne yaptın öyle?” Benim yüzümden bu
hale geldiğini görmek kendimden nefret ermeme neden oldu.
Çok körü görünüyordu.

Efe, düşündüğümden daha çok bağltydı bana.

“Ko-korktum..." Aramızdaki mesafeyi kapatarak ona öyle


bir sarıldım ki mümkün olsa Efeyi göğsümde saklar, herkesten
korurdum. “Kıyamam be Efe.” Aynı yaşta olsak da bir abla gibi
saçlarının kokusunu içime çekerek öptüm onu. “Sen ağlayınca
kendimden nefret ediyorum.” Bu çocuğun savunmasızlığı içim­
deki anaç tarafı dışarı çıkarıyordu. Aynı yaştaydık ama sanki
Efe benim küçük kardeşim ya da çocuğum gibiydi. Daha onu
ilk gördüğümde ona hemen oracıkta bağlandığımı hissetmiş­
tim. Efe, içimdeki koruma arzusunu tek bir damla gözyaşıyla
onaya çıkarıyordu. Belki de tıpkı Kuzey ve Ecrinde olduğu gibi
onunla da geçmişte çok yakındık. Belki de hatırlamasam bile
geçmişimiz beni ona çekiyordu.

“Of, yeter be!” Fulya’nın sıkılmış sesini duyunca Efe’den ay­


rıldım. “Alt tarafı bir kurşun yemişse ne olmuş? Bu paçavrayı
bir kahraman ilan etmediğiniz kaldı.” Kızın sesindeki o kıs­
kançlık vc çekemezliği bence herkes hissetmişti.
MARAL ATMACA 53

Başımı eğerek alayla güldüm, “önce bir iyileşeyim, seninle


kapanmamış bir defterimiz var ve emin ol, bilhassa seninle ben
ilgileneceğim.” Geçmişte bana yaşattıklarını şimdiki zamanda
bu kızın burnundan getirecektim.

0 saçma kolyeyi ben çalmadım!

"Gidelim." Küçük adımlarla Yosun a doğru yürüdüm. Ayak­


ta durmak bana acı veriyordu ve daha fâzla kendime eziyet et­
mek istemiyordum.

Odama geldiğimde ayakkabılarımı çıkartarak yatağımın


üzerine oturdum. Yosun odamdan çıkıp kapıyı kapanı fakat
Alaz, sırtını duvara yaslamış halde beni izliyordu. "Siz neden
odamdan çıkmıyorsunuz?” Odamdan gitmesi için illa onu koy­
malı mıydım?

Kollarını göğsünde birleştirirken çok rahattı. "Gitmemi mi


isterdin?” Bence bu sorunun cevabını zaten çok iyi biliyordu.
“Bir zahmet.” Onu iğnelemeden duramadığımı fârk ettim.
Adam resmen içimdeki kötücül duyguları dışarı çıkarıyordu.

Sırtını duvardan ayırıp bana doğru yürüyünce, yatağımın


üzerine uzanarak afallamama sebep oldu. Kollarını ensesinde
birleştiren adamdaki rahatlık beni dehşete düşürmüştü. "Bu da
ne demek?” Ayağa kalkarak kaşlarımı çattım. “Gidin kendi ya­
tağınızda uyuyun, bayım! Yorgunum ve uykuya ihtiyacım var­
ken siz yatağımı istila edecek kadar düşüncelisiniz(I)” Bu adam
iyice çığırından çıktı.

Yanığı yerde beni hiç duymamış gibi gözlerini kapattı.


"Günlerdir senin yüzünden uykusuzum, bağırmayı bırak ve ya­
nıma gel.” En sağlamından bir küfür savururken şaşkın bir hal­
deydim. Gerçekten böyle bir şeyi bana söylememişti, değil mi?

“Bana fahişe muamelesi yapmayın!” Yumruklarımı sıkıp de­


lirmiş gibi bağırdım. Beni böyle küçümsemesine izin vermem!

Son söylediklerimden sonra gözlerini hızla açtığında kaşları­


nı çatmıştı. “Böyle bir şey aklımdan bile geçmedi!” diye gürle-
54 YARALASAR-J1

diğinde bir adım geriye gittiğimin farkında değilim. “Sana asla


dokunmam, bunu sen istesen bile yapmam. Seni uyarıyorum,
bir daba kendinden bahsederken o kelimeyi kullanma," diyerek
son noktayı koydu. Kapıyı çarparak çıktığında şoka girmiş bir
şekilde kapıya bakıyordum.

Neden sürekli son sözü söyleyip giden o oluyor? Bir dahaki sefere
ben havalı bir terk ediş yapacağım.

“Allah’ın psikopat katili!” Avazım çıktığı kadar bağırarak ya­


tağıma doğru yürüdüm. Az önce onun kalktığı yere uzandığım­
da aldığım koku kaşlarımı çatmama sebep oldu. “İki dakikada
kokusunu hemen bulaştırmış!”

1 hafta sonra
Kapıyı aralayıp başımı uzattım ve etrafta Bay Tehlike yi gö­
remeyince odamdan usulca çıktım. Bir haftadır onunla tesiste
saklambaç oynuyorduk- Yaptığı o itiraftan sonra ne yapacağımı
bilmediğim için çareyi köşe bucak kaçmakta bulmuştum. Oda­
ma geldiğinde kendimi bir şekilde banyoya kilitleyip o gidene
kadar dışarı çıkmıyordum. Zaten yaralı olduğum için eğitim­
lere katılmıyor ve odamda yemeğimi yiyerek tehlikeyi en aza
indiriyordum. Koridorda olmadığı için rahat bir nefes alarak
yürümeye başladım. “Kaçmak yerine ondan kurtulmanın bir
yolunu bulmalıyım. Bu ne oğlum böyle, kedi fare gibi!” Kedi
deyince aklıma Kuzcy’in kedisi rahmetli Ercan geldi. “Kediler­
den harbiden nefret ediyorum!”

Hayvan öldü, laneti bana kaldı!

Böyle başıboş bir şekilde yürürken koridoru döndüm ve bir


odanın önünden geçerken durmak zorunda kaldım. Beni dur­
duran şey, kapısı aralık olan odada Atalay’m sesini duymamdı.
“Bana hâlâ konseyden gelen mesajdan bahsetmedin, Altuğ!”
Atalay hangi konseyden bahsediyordu, anlamadım. Etrafımı
kontrol enim ve ses çıkarmadan başımı hafifçe uzattım. Biliyor-
MARAL ATMACA 55
d um, binlerini gidice gözetlemek hoş değildi ama ben meraklı
bir insandım, ne yapayım yani?

“Altuğ? Beni dinliyor musun? Bizden ne yapmamızı isti­


yorlar?” Kapı aralığından ayakta duran Atala/ı ve bir koltukta
oturan eğitmenimi gördüm. “Sizden değil” dedi ve duraksadı.
“Benden istiyorlar.” Başını, oturduğu koltuğun arkasına yasla-
mıştı ve gözleri kapalıydı.

İçkisini yudumlayan Atalay ona baktığı için bana sırtı dö­


nüktü. “Bu kadar canını sıkacak ne istediler senden?” Atalay,
pes etmeden sorusunu tekrarlamıştı. Evet, dökül bakayım çünkü
ben de merak ediyor olabilirim.

“Kızın infaz emri çıktı,” dedi ruhsuzca. “İnfazı bizzat be­


nim gerçekleştirmemi istiyorlar.” Gözleri kapalı olan adamın
sesi öyle soğuktu ki bulunduğum yerde üşüdüğümü hissettim.

Hangi kızdan bahsediyorlar?

“Bunu bekliyorduk.” Konuşma gittikçe dikkatimi çekiyor­


du ve Atalay'ın onu daha fazla konuşturmasını istedim. “Bana
bir seferinde kızın onun oyunundaki kilit nokta olduğunu söy­
lemiştin. Sen bunu zaten düşündün, değil mi? Onun ölmesi
gerektiğini zaten biliyordun. O yüzden bana, ‘Hasta bir adam
var karşımızda ve kız, onu oyunda tutuyor/ dedin. Kahretsin,
Altuğ! Beynin tıpkı onun gibi, hana ondan daha korkunç çalı­
şıyor! Bu bir plan değil, kardeşim, bu bildiğin hastalık. Sen de
en az onun kadar hastasın!” Nedense bu son söylenenler yüzün­
den içimde bir sıkıntı oluştu. Belki de bahsettikleri kızın ben
olduğumu anlamamdan kaynaklanıyordu.

“Sedef ölürse diğer Yarasalar kurtulur.” Alazın ruhsuzca söy­


lediklerini ondan duymayı beklediğim için şaşırmadım. Ancak
bu sözleri duymak yine de gözlerimin dolmasına neden olmuş­
tu. Niye hep ölen ben oluyordum?

“Takıntılı insanlar genelde kimseyi rastgele öldürmez ve


kendilerine bunu yapmak için bir sebep yaratırlar.” öyle rahat
56 YARALASAR-ll

konuşuyordu ki sanki konu ben değildim. “O, yıllar önce bir


oyun başlattı ve içlerinden Sedefi seçti. Bu alelade bir seçim
değildi. O gece onu takıntı haline getiren bir şeyler bulmuş ol­
malı. öldürdüğü her kurbanını Sedef için öldürüyor ve ölen
her kişiyle Sedef e bir adım daha yaklaşıyor. Sedef onun öldür­
me tutkusunu besliyor, Atalay. öldürdüğü her Yarasa ile göz
alıcı ödülüne yaklaşmanın hastalıklı tutkusunu taşıyor. Eğer
Sedef ölürse bu, onun öldürme tutkusunu köreltecektir. Bu
oyunun sonunda kazanacağı bir ödül kalmayacak Kız ölürse
ölümleri sadistçe bir zevk olmaktan çıkar ve sadece intikam ar­
zusuyla bunu yapar. Ve hep istediğim gibi sonunda diğer Yara­
salardan önce beni takıntı haline getirir. Eğer küçük ödülünü
ondan alırsam intikam için bana sarar, böylece işini bitirebili­
rim.” Duyduklarım yüzünden nefes alamadığımı hissederken,
artık Yosunun ne anlatmaya çalıştığını anlayabiliyordum. Bu
adam gerçekten normal düşünmüyordu. Zekası hep ileriye dö­
nük planlar yapıyordu ve kahretsin ki ona göre benim ölmem
gerekiyordu!
Nedtn burada ökn ben oluyorum, aklım almıyor!

“Peki, onu öldürecek misin?” Bu sorunun cevabını Ata-


lay’dan çok ben merak ediyordum.

“Görevi kabul ettim." Yerimde kaskatı kesilirken nasıl böyle


duygudan yoksun olduğunu anlayamıyordum.

Kabul ettiği görev benim hayatimdi!

“Onu öldüreceksin yani?” Atalay içki kadehini masaya bıra­


kıp pencereye doğru yürüdü. “Bir an, sadece kısacık bir an, o
ameliyathanenin kapısının önünde beklerken hayatında ilk kez
normal bir tepki verdiğini düşünmüştüm.”

“Sesi beni etkiliyor." Bakışlarım gözleri kapalı adamı buldu­


ğunda dudaklarının kıvrıldığını gördüm. “Çok geveze ama tu­
haf bir şekilde o konuştukça rahatlıyorum. Çoğunlukla boş ko­
nuşsa da hep konuşsun istiyorum.” Lanet Buzdağının yüzünde
çok güzel bir gülümseme belirince, gülüşünü beğendiğim için
kendimden nefret ettim.
MARAL ATMACA 57

“Sesi...*’ deyip sustu. “Sesi beni ona çekiyor Rahatlatıcı bir


melodi gibi hiç susmasın istiyorum. Saçma değil mi? Aldığım
eğitimin içinde duygu kontrolü başta geliyor ama küçük bir
kızın güzelliği veya bedeni değil, sadece sesi beni etkiliyor. Gül­
düğünde neşeli çıkan sesi bana bir nisan yağmurunun dinginli­
ğini yaşatırken, acıyla çığlık atışıysa içimdeki öldürme arzusunu
harlıyor.'* Ne yani, bu ruh hastası benden değil de sesimden mi
etkileniyordu? Gerçekten çok tuhaf zevkleri vardı.

İlk fırsatta grip olup ses tellerimin icabına bakmam farz oldu.

“Belki onu da kızın sesi çekmiştir, tıpkı seni çektiği gibi. So­
nuçta o gece ilaçların uyutmadığı tek çocuk Yankı’ydı ve Yankı,
bir şekilde onu görmüş olabilir.”

“Gördü ve unutnı.”

“Aldığımız emirleri yerine getirmezsek olacakları biliyorum,


Altuğ. Fakat bunu sen yapmak zorunda değilsin.”

“Hayır, kızın infazını bizzat ben yapacağım. Onun saklan­


mayı bırakıp karşıma çıkması için kızı öldüren kişi olmalıyım.”
Kararlı çıkan sesi bomboş hissetmeme sebep olduğu için onları
daha fazla dinleme gereği duymadım, öğrenmem gereken her
şeyi artık biliyordum.

Allah'ım, biliyorum» çok fazla bela okuyorum ama lütfen bu


adama okuduğum belaları kabul et!

Gitmek üzereyken yine sesini duydum. “Benden kaçıyor.”


Keyifli bir şekilde güldü pislik “Sanki benden kurtuluşu varmış
gibi günlerdir benden kaçıyor,” diye fısıldadığında kaşlarımı ça­
tarak kapıdan uzaklaştım.

Kaçılmayacak gibi değilsin ki Allah'ın psikopat dâhisi!

Sessizce oradan uzaklaşıp asansöre bindiğimde sinirden gül­


düm. “Peşimde iki katil varken hangisinden nasıl kurtulacağım
oğlum ben?” Diğerleri yaşasın diye ölmeye niyetim yoktu çün­
kü benim yaşamak için çok geçerli sebeplerim vardı. Kendime
ait sıcacık ve evim diyeceğim bir yuva istiyordum. Sokaklarda
58 YARALASAR-II

kalmak zorunda olmayacağım bir yer istiyordum. Çok değil,


sadece bir yere ait olmak istiyordum.

Sıçrayarak gözlerimi açtım ve nefes nefese yatağımda otur­


dum. Her yerin karanlık olması henüz sabah olmadığını göste­
riyordu. Rüyamda sürekli bir şeylerden kaçmak, ter içinde kal­
mama neden olmuştu. Ellerimle yüzümü ovuştururken, “Seni
vurmak istemedim,** diye hırıltılı bir ses duyunca çığlık atarak
yataktan atladım.

Odamda mıydı?

Bir bu eksikti zaten.

Yutkunarak karanlığın içinde onu bulmaya çalışırken, kor­


kudan tırnaklarımı avuç içime geçirmiştim. “Kuzey’e doku­
nursan...” demiştim ki tam arkamda onun varlığını hissedince
sertçe yutkundum. “Uğruna kurşunların önüne atlayacak kadar
önemli mi senin için?” dedi. Eli sırtımdaki yaranın üzerinde
durunca ürperdim.

“Sence geri zekâlı?9*desem bana kızar mı?

“E-evet.” Yaramın üzerine bastırırken çığlığıma engel olmak


için boştaki eliyle dudaklarımı kapatmıştı. “Yanlış cevap» küçük
Yarasam.” Sırtım onun göğsündeyken dudaklarımı kapattığı
için nefes alamıyordum. Burun deliklerim büyüdüğünde sır­
tımdaki acı yüzünden gözyaşlarını akmaya başlamıştı.

Bunun sorunu neydi?

Fark ettiğim bir şey vardı, o da iç dünyamda daha cesur


olduğumdu. İyisi mi ben böyle iç dünyamdan hiç çıkmayayım.
Titreyen ellerimi kaldırdım ve dudaklarımdaki eldivenli elini
tutup yavaşça çektim. “Ca-canımı yakıyorsun!” diye bağırarak
dirseğimi karın boşluğuna geçirdiğimde iç dünyamın gazına
gelmiştim.

Şuracıkta beni bir öldürsün» ben bilirim o iç dünyayı!


MARAL ATMACA 59

öne doğru bir adım atacağım esnada saçlarımı yumruğuna


doladı ve beni göğsüne çekince acıyla inledim. “Sana zarar ver­
mem? Nefesini ensemde hissederken burnuma çikolatayı an­
dıran kokusu gelmişti. “Benden korkma, seni asla incitmem?
Sırtım ona dönükken normalde sesinin nasıl olduğunu merak
ettim çünkü genzinden konuşuyordu.

“Bu vermemiş halin mi, süper zekâ?” dedim ve titredim. “Ha­


yatımın içine ediyorsun!” Allah ajkına, biri beni susturabilir mil

Saçlarıma iyice asıldığında gözyaşlarını akarken hıçkırdım.


“Bana yardım et!” diye yalvardığımda tenime değen teni kaskatı
kesilmişti. “Ne istiyorsun?” Ne istersem yapacakmış gibi çıkan
sesinden aslında ona karşı o kadar da güçsüz olmadığımı fark
enim.

Bana olan zaafını kullanabilirim.

“Altug u öldür.” Evet, hiç tereddüt etmeden bunları söyle­


dim. “Beni istiyorsan ondan kurtulmalısın çünkü sana olan
takıntısı yüzünden beni öldürecek” Madem kuralların kanla
yazıldığı bir oyun oynuyoruz, o halde ben de oyunu kurallarıy­
la oynarım! Yaşamak için yoluma çıkan herkesi ezip geçmekten
başka çarem yoktu. Bunu başlatan ben değildim ama bitiren
ben olacaktım.

“Benim olanı kimse benden alamaz,” dedi. Bunu duymak


iyi gelmedi. “Yarın gece onu arka bahçeye getir ve gerisini bana
bırak? diye devam etti. Arkamdan çekildikten bir süre sonra
bahçe kapısının açılma sesini duydum.

Gittiğinden emin olunca kendimi daha fazla tutamayıp


dizlerimin üzerine yığılmıştım. “Getireceğim? Sesimdeki so­
ğukluk beni afallatmıştı. “Yaşamak istiyorsan kimseye acıma,
Yankı? diye fısıldadım.

Sabah uyandığımda tıpkı bir ruh gibi bomboş hissediyor­


dum. Dün gece eğitmenim ölüm emrimi vermişken iyi hisset-
VUAİASAR • II

pkm üren kkknujrrdum. Odamdan çıktığımda yine Alaz‘a


ydulanmak üremediğim için etrafımı kolaçan ediyordum. Bu
seferki kaçışım beni ne zaman öldüreceğini bilmememden kay.
naldan iyodu. Tesisten çıkalı daha bir dakika olmuştu ki gör­
düğüm kalabalık yüzünden durdum. Yarasaların ve Çakalların
hepsi ip gibi yan yana dizilmiş, karşılarında duran kişilere ba­
kıyordu. Başımı çevirince beş rakım elbiseli adam gördüm. Son
derece ciddi görünen adamların korkutucu bir enerjisi vardı.
Üstelik eğitmenlerin hepsi onların arkasında duruyordu. Yüz
ifadelerine baktığımda hepsinin çok gergin olduğunu fark et­
tim. Alaz öndeki adamların sadece bir adım arkasmdaydı ve
yüzü fâzla donuktu. Acaba bu adamlar üstleri olabilir miydi?

“Demek Yarasalar bunlar...” Alazın hemen önünde duran


adamın söylediklerine kimse cevap vermemişti.

“Mevzu büyük görünüyor kızım Yankı, çaktırmadan tesi­


se doğru U dönüşü yapıyorsun," diye sessizce konuşup geriye
doğru bir adım atmıştım ki nasıl becerdim, bilmiyorum ama
miyavlayan bir şeyin üzerine bastım. Bağırdım ve kalçamın üze­
rine düşüverdim.

Akımda hareket eden bir şey var sanki!

“Allah!” Hemen ayağa kalktığımda yerdeki küçük, hareket­


siz, gri kediyi görünce bağırdım. “Allah’ım, tarih tekerrür etti!”
Hemen yere eğilip küçük kediyi kuyruğundan tuttuğum gibi
yukarı kaldırdım, “öldün mü? Bak, eğer bayılmış gibi numara
yapıyor ve sana suni teneffüs yapmamı bekliyorsan rüyanda gö­
rürsün." Kuyruğundan onu baş aşağı sallarken kedinin yüzüne
hafif bir tokat attım. "Kendine gel! Rol yaptığını biliyorum,
uyan çabuk! Altmış altı kiloyum alt tarafı, drama bağlama oğ­
lum.” Bu hayvan niye uyanmıyor şimdi?

Kediyi panikleyerek kucağıma aldığımda, bir anda gözlerini


açıp pençelerini çıkardı. Yutkundum. “Sakın! Bak açıklayabili­
rim..." Küçücük kedi öyle bir kükreyin üzerime adadı ki korku-
MARALATMACA 61

Vahşi yaratık nerem denk gelirse pençelerini indirirken, avaz


avaz bağırarak onu üzerimden atmaya çalışıyordum. "Kazay­
dı dedim!” Bağırarak saçlarımı pençelerinden kurtarmaya ça­
lıştım. “Kuduruk hayvan! Allah senin de belanı versin!” diye
öfkeyle bağırarak karnından tuttuğum gibi onu üzerimden çek­
tim ve biraz uzağa fırlattım.

Resmen bir kedi tarafindan darp edildim!

Simsiyah gözlerini bana diken hayvanın güler gibi çıkardı­


ğı ses yüzünden gözlerimi irice açtım. Bana arkasını döndü ve
kuyruğunu sallaya sallaya ağaçlara doğru yürüdü. "Edepsiz! O
sinsi gülüşünü görmedim sanma! Üzerine düşeceğimi bilseydim
obez olana kadar yemek yerdim! Bir daha sakın karşıma çıkma
oğlum, yoksa çok fena olur!” diye bağırarak yerimde sinirden
tepiniyordum. Uyuz hayvan beni çok güzel benzetmişti. Küçü­
cük hayvan resmen bayılma numarası yaparak beni kandırdı. İyi
ki de suni teneffüs yapmamışım.

Her yerim tırnak izleriyle doluyken, tavus kuşunu andıran


dağınık saçlarımı yüzümden çektim. Başımı kaldırdım ve her­
kesin şaşkın gözlerle bana baktığını gördüm. "Allah sizin de
belanızı versin! Gözünüzün önünde saldırıya uğradım ama bir
Allah’ın kulu da gidip şu kıza yardım edeyim demedi!” Yarasa­
lar kıkırdarken, eğitmenlerin hepsi gülmemek için kendilerini
zor tutuyor gibi görünüyordu.

0 kedi küçücük boyuyla beni linç etti ve bunlar gülüyor mu!

"Bu kız kim?” Alazın önündeki adam, buz gibi ve ürkütücü


bir sesle konuştu.

Alaz hiç bana bakmadan, “Yarasalardan biri,” deyince gül­


düm. “Ama her şeyden önce bir insan, değil mi? Hani sizin
gibi iki kolu, iki ayağı ve düşünme yetisi olan bir insan. Hani
az önce kedi görünümlü bir aslan tarafından saldırıya uğradığı
halde yardım etmediğiniz o insan?” diye kınamasına konuştu­
ğumda gülüşünü saklamak için başını başka tarafa çevirdi. Bu
tavrına karşılık onu şuracıkta öldürmek istedim. Bu komik de­
ğildi.
M VARALASAR-II
•Kedilerle olan aşkına hayranım, Kedicik” Kuzey pj
gi bana laf sokmakta gecikmemişti. “Trajik bir şekilde alcı
girmeye pek meraklılar." diye homurdandım ama lafın ner
gittiğini fark edince bir küfür savurdum. Tam bu sırada, “A
ayıp/ diye gülen Yiğit, fesatlık yapmıştı bile.

“Kediyi resmen totosuyla ezdi, cani." O kadar insanın içir


Süslü nün söyledikleri laf mıydı şimdi? “Yalnız böyle toto fa
ayıp oluyor yani," diye alınarak somurttum. Bu kızın gerçekı
çenesinin ayan yoktu.

“Küçücük hayvanı ezdin, Arıza."

“Ha, burada suçlu benim yani? öyle mi, Süslü?” işaret p


mağımla kendimi gösterdim. “Neden kimse o numaracı ke
nin bana yaptıklannı anlatmıyor?" Bir kedi yüzünden resm
zan altında kalıyordum.

“önce sen başlattın ama." Ecrin’i boğasım vardı. “Kediyi ı


katlayıp, ‘Kendine gel’ demek nedir?” Hepsi kıkırdarken b
burada sinir krizi geçirmek üzereydim.

Neden kimse beni anlamıyor?

“Yalnız kedi de çok fenaymış ha.” Beni anlayan tek kişir


bağımlı çocuk olması beni azıcık rahatlatmıştı. “Küçücük ke<
nin Sakar’ı nasıl dövdüğünü gördünüz mü?” Tüm grup periş
halime bakıp gülerken, içimden Hakan’a lanetler yağdırıyı
dum. Beni anladığını düşünmem aptallıktı.

“Çok acıyor mu, Yankıcığım?" Dudaklarını sarkıtarak


çeken Efeye gülümsedim. “Merak etme, Efeciğim, kedir
eşkâlini aldım, ilk fırsatta bir köpek bulup intikamımı alm
farz oldu." Beni rezil ettiği için o numaracı hayvandan öcür
alacaktım.
MARAL ATMACA 63

“Bu adam geveze diye bana laf mı soktu?" dediğimde Yosun


bana rur dercesine bakışlar atarken Kuzey, ağımın içinden bir
şeyler homurdanarak hemen yanıma geldi. “He geri zekâlı, da­
laşmadığın bir onlar kaldı ” dedi. Kolumdan tuttuğu gibi beni
diğerlerinin yanma çekmişti pislik.

Adam kesin bana lafsoktu!

Başımı kaldırarak Alaza baktım ve omuzlarımı mağrur bir


ifadeyle dikleştirip elimle o adamı gösterdim. “Sevgili eğitme­
nim, bana geveze diyerek aklınca laf sokan ancak sözleri bende
zerre etki etmeyen şahsın kim olduğunu sorabilir miyim?" de­
dim. Adam kaşlarını çatarak bana baktığında, saçlarımı havalı
bir şekilde omuzlarımdan arkaya doğru atmak istedim. Ama
o lanet kedi saçlarımı arapsaçına çevirdiği için parmaklarımı
saçımın içinden çıkaramadım. Elimi saçlarımdan çekmeye ça­
lışırken adam tek kaşını alayla yukarı kaldırdı. Kendi rezilli­
ğime güldüm. “Siz en son repliğimden sonra saçlarımı havalı
bir şekilde geriye attığımı düşünün, öyle daha etkili olur,” diye
huysuzca homurdandığımda başını geriye atarak yüksek sesle
güldü.

Zaten havalı olmak kim, ben kimyani.

Alaz’a bakıp, gülerek beni gösterdi. “Senin çaylağın mı?”


Alaz sıkıntıyla burnundan soludu. “Maalesef,” dedi. Ne demek
maalesef

“Kuzey, bu adam maalesef diyerek aklınca bana laf mı...”


Kuzey hemen eliyle ağzımı kapattı. “Kimse sana laf sokacak ka­
dar aklını yitirmedi! Gözünü seveyim, bir sus artık,” dedi. Elini
iterek kollarımı göğsümde birleştirdim ve sustum. Zaten ben
ne yapsam hep suç oluyordu.

Bana gülen o kumral adamın sağında duran kişinin boynun­


daki yarasa dövmesi dikkatimi çekmişti. Bu dövmeyi acaba ne
zaman yaptırmıştı? Simsiyah kısa saçları olan adam, ona baktı­
ğımı gördü. Siyah güneş gözlüklerinin arkasından beni izliyor­
du. Kalbimi rahatsız bir his sarmıştı. Tanıdık ve ürpertici bir
M YARALASAR-II

his. Adam bakışlarını benden çekerek yanındaki kişiye dönd


•Gidelim.* Daha sonra Alaz* a bakıp başıyla beni gösterdi, “f
yapman gerektiğini biliyorsun,” dedi. Alaz sadece ona bakma
la yetindiğinde hepsi tesise girmişti.

Sadece biz damgalılar ve eğitmenler kalmıştık. “Onlar kin


di?" Adamlar gidince eğitmenlerin hepsinin rahatladığı dikka
timden kaçmadı. Drakula, “Aracılar,” diyerek beni yanıdadj
"Bizden bir basamak üstteler. Birliktekiler, yani üstlerimiz kon
şeyde olması gereken şeyleri tartışırlar. Konseyden çıkan kara
Araçlara ulaşır ve onlardan da bize.” Düşünceli bir şekilde ba
şımı salladım. Araçların buraya gelmesinin sebebi benrnişim
gibi geliyordu.

“Şu üstlerinizi hiç gördünüz mü?” Sorduğum soruya karşılık


Pars güldü. “Hayır, onları kimse göremez. Onların bile farklı
görevleri var. örneğin, biri bakandır, diğeri farklı bir bakanın
yakın koruması veya arkadaşıdır. Başka biri, orduyu yöneten
komutanların üstüdür. Kısacası bizim işimiz polislerdeki gibi
halkın içindeki olayları çözmek değil, bizim olayımız ülkeyi
ilgilendiren ulusal suçlar.” Yaptığı açıklama sadece beni değil,
yanımdaki tüm çocukları huzursuz etmişti.

“O yüzden kimse ölmemeli,” diyen Atalay, yanındaki Alaza


imalı bir bakış attıktan sonra bize döndü. “Biz yanınızda ol­
masak da aslında kendinizi koruyabilirsiniz.” Bizi sizden kim
koruyacak, diye sormamak için kendimi zor tunum.

Fulya, “Bu imkânsız,” diyerek karşı çıktı. “Karşımızda sı­


radan biri yok, kana susamış bir katilden kendimizi koruya­
nlayız,” dedi. Tesise geldiğimizden beri ilk kez bu kız ile aynı
fikirdeydim. Ona karşı hiç şansımız yoktu.

“İmkânsız diye bir şey yok,” diyen Alaz, bakışlarını hepi­


mizin üzerinde gezdirdi. “Böyle bir olay ilk kez yaşanmıyor ve
yaşayan ilk kişiler de siz değilsiniz. Kendinize inanırsanız yapa­
mayacağınız bir şey yok.” Son sözleri gözlerimin içine bakarak
MARAL ATMACA 65

Bir süre çocuklarla sohbet ettikten sonra bahçede gezinerek


engelli sahaya girdim. Dalgın bir şekilde yürürken, taş borular­
dan birinin üzerine çıktım ve ayaklarımı yere doğru sarkıtarak
oturdum. “Doğru olan ne, Yankı?" dedim. Benim doğrum ney­
di? “Bir yanlışa yanlış ile karşılık vermek ne kadar doğru?” Sırf
o beni öldürmesin diye benim onun ölüm emrini vermem ne
kadar doğruydu?

“Bazen doğrudan şaşmak gerekir.” Başımı çevirdiğimde


bana doğru gelen ve beni yanlışa iten asıl sebebi gördüm. Evet,
bu gelen eğitmenim Buzdağıydı.

“Ya bu doğru beni katil yapacaksa?” Hak ettiği halde onun


yüzünden doğrudan olmasa da bir katil olabilirdim. Sonuçta
ölüm emrini ben vermiştim.

Gelip yanıma oturdu ve uzun uzun yüzümü incelerken gül­


dü. “ölmem seni mudu edecek mi, Sedef?" Sorduğu soruyla
afalladım. Bunu nereden bildiğini sorguluyordum. Sadece yü­
züme bakmakla bunu nasıl anladığının şokunu yaşıyorum.

Adam kesinlikle zihin okuyan türden.

Kendimi toparlayarak gözlerine bakarken bakışlarımı kaçır­


madım. “Peki, benim ölmem sizi mutlu edecek mi?” Bu sözle­
rimle her şeyi duyduğumu anlamıştı. Benim aksime yüzünde
en küçük bir afallama belirtisi bile yoktu.

“Hayır." Sesinde yalan söylediğini gösteren bir tereddüt veya


buna benzer şeyler yoktu. Kahverenginin koyu tonuna sahip
gözleri beni izlerken iç çekti. “Yaşaman beni çok daha mutlu
eder.” Madem doğruyu söylüyordu» o zaman neden ölmemi is­
tiyordu?

“Ama diğerleri için ölmem gerekiyor, değil mi?” dedim. Yü­


zümden alay dolu bir gülümseme geçti. “Ben hiç yaşamadım,
bayım. Kimseler beni yaşatmak için uğraşmadı ve siz, şimdi
66 YARALASAR • II
beni yaşarmak istemiyor?” Bunu sondum içim acıyarak. Nede
benim, benden başka kimsem yoktu?

Ayağa kalkacağım esnada dimi tutarak beni durdurdu. Elim


çekmek istedim» buna izin vermedi. "Onlara günlerdir ölmeı
gerektiğini söyleyen benim ve bu onayın çıkmasını uzun za
mandır bekliyorum.” Duyduklarıma inanamıyordum. Tamam
odasına girdiğimde bir kızın ölmesi gerektiğini söylediğini ve c
kızın ben olduğumu anlamıştım. Ama Allah aşkına» adam göz.
Itrime bakarak hiç gocunmadan bunu kabul ediyordu!

Elimi sertçe çektiğim gibi yüzüne yumruğumu geçirmek is-


tedim ancak yumruk olan elimi havada yakalayıp avuçlarının
arasına aldı, “ölüm emrin sonunda bana ulaştı. Sedef. Dün bu
onayı bildiren bir telefon almışken» bugün Aracıların bizzat te­
sise gdmesi ve sana dokunmamamı söylemesi sence de garip
değil mi?” Fark ettiğim gerçekler yüzünden yaratık görmüş gibi
ona baktım. Bu adam koskoca tesisi parmağında oynatıyordu.

“Sinir bozucu bir zekânız var.” Sesimdeki hayranlığı gizle-


yemedim çünkü planıyla ilgili detaylar gerçekten hayran olu-
n asıydı.

Güldü. “Tesise bu kadar kolay giren birini hafife almak


aptallık olur.” Bakışları gözlerimi buldu. “Rakibini asla hafife
almamalısın, Sedef. Güçlü bağlantıları olduğunu biliyordum
ama benim öğrenmek istediğim, bağlantdarının nereye kadar
uzandığıydı. Dün senin infaz onayını çıkartabildim ancak se­
nin bir şekilde bundan haberinin olması gerekiyordu. Tesadüf
eseri ben daha bir şey yapmadan sen bizi dinledin. Atalay belki
orada olduğunu bilmiyordu ama ben» en iyi gözlerim kapalıy­
ken görürüm. Kokun burnuma geldi ve ben, sadece Atalay’a
değil, sana da açıklama yapıyordum. Orada sana konuşuyor­
dum, Sedef. Planladığım gibi sen dün duyduklarını ona söyle­
din ve bugün tam da beklediğim gibi infaz kararın durduruldu.
Bu ne demek, biliyor musun? Aradığımız kişi ya üstlerimden
biriyle bağlantıda ya da bizzat onlardan biri” Riskli fakat kusur-
___ L:____ »«m k:- ^1. ___ Al__
MARAL ATMACA 67

Ahuğ Sipahi’nin izin verdiği kadarıyla bir şeyler öğreniyordum.


Kameralarj İbrahim ile asansöre binmesi, odasındaki kanlı fo­
toğrafları ve bunun gibi küçük bilgileri aslında o bir şekilde
öğrenmeme izin veriyordu. Sadece bilmem gereken şeylere izin
veriyordu. Beni oyunda tutuyor ama oyunun bir parçası yap­
mıyordu.

“O zaman sesimle ilgili söylediğiniz şeyler de yalandı, öyle


mi?” diye sorduğumda gülerek başını iki yanına salladı. “İlk
karşılaştığımızdan bu yana sana hiç yalan söylemedim. Dün
söylediklerimin hiçbiri yalan değildi. Hâlâ ölürsen diğerlerini
bırakıp beni hedef alacağını düşünüyorum ve bu yalan değildi.
Seni zehirledim ve zehir usul usul bedeninde gezinirken bunu
izledim. Sen sorduğunda sana yalan söylemedim. İnan bana,
orada sana kanıtlar sunarak seni yanıltabilirdim ama bunu yap­
madım.” Şeytana pabucunu ters giydirecek biri olduğunu dü­
şünürsek beni kandırması zor olmazdı.

“Sessiz kalmak ve yalan söylemek arasında çok fark var” dedi.


“Belki hiç fark etmedin ama bugüne dek sorduğun hiçbir soru­
yu yanıtsız bırakmadım ve cevaplarım hep doğruydu.” Aslında
şöyle bir düşündüğümde gerçekten de sorduğum tüm sorulara
yanıt verdiğini anladım. Eğitmenine ne olduğunu sorduğumda
onu öldürdüğünü doğrudan söylemişti. Sonra İnci'nin kim ol­
duğunu sorduğumda eski eşiyle ilgili gerçekleri anlatmıştı. Ve
daha bunun gibi sorduğum ve onun yalansız cevapladığı birçok
şey vardı. Tıpkı şimdi her şeyi bana anlattığı gibi. Alaz aslında
ne sorsam doğrudan bana cevabını veriyordu.

Çenemi hafif sıkarak başımı kaldırdı ve ona bakmamı sağla­


dı. O karanlık hisler yine geri gelmişti. “Sesin hoşuma gidiyor,”
diyerek gözlerime baktığında bana doğru iyice yaklaştı. “Senin­
le ilgili hoşuma giden daha birçok şey var.” Gözleri dudaklarımı
bulunca kararan bakışları karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim.

Bu adam beni öpecek kadar ileri gidene olay çıkartırım.


68 YARALASAR-II

Çikolata kokusu beni kendi büyüsüne çekerken» dudakla-


rımm üzerindeki sıcak nefesi yüzünden ne yapacağımı bileme­
dim. “Bekleyin bir dakika!'’ Taş borunun üzerinden atlayarak
ondan uzaklaştım. Bu adama engel olmasaydım gerçekten beni
öpecekti.
“Ben bir şey fark ettim, adi adam!” Üzerinde oturduğu taş
boruya sinirle tekme anığımda, canım yandığı için inledim.
Gülüşünü saklamaya çalışan adama ters ters bakıyordum. “Sü­
rekli beni oyunlarınızda kullandığınızı fark ettim! önce öcü­
nün burada olup olmadığını anlamak için beni zehirlediniz ve
sonra da onun bağlantılarını öğrenmek için hakkımda infaz
emri çıkarttınız! Allah aşkına, sizin yaptığınız tüm planlarda
neden hayatı tehlikeye giren hep ben oluyorum? Mümkünse
içinde benim olmadığım ve ucunda ölmeyeceğim planlara geçiş
yapın artık.” Burada gerçekten can güvenliğim sıfırdı.

Ben ne kadar öfkeden deliriyorsam eğitmenim bir o kadar


rahatu. “Tam seni öpmek üzereyken bu mu geldi aklına?” Du­
dakları kıvrılarak söylediği şey yüzünden yedi sülalesine söve­
sim gelmişti. Az önce gerçekten böyle bir şey söylemedi, değil mii
Beni delirtmeye ant içmiş olmalı.

“Allah’ın mübarek kulu değilim ki ettiğim beddualar kabul


olsun!” diye homurdanarak bakışlarımı ona yönelttim. “Ama
yine de Allah belanızı versin diyorum! Hem belli mi olur, Nas­
rettin Hoca hesabı ya tutarsa?” öfkeyle yanından geçtiğimde
gülüşü sinirden çığlık atmama sebep olacak türdendi. Resmen
benimle oynuyordu.

Dün itiraf, bugün öpücük ve yarın gelip, “Senden bir çocuğum


olsun istiyorum," derse valla hiç şaşırmam. O edepsiz adamdan
her şeyi beklerim.
Ellerimi yukarı kaldırarak avuç içlerime düşen yağmuru iz­
ledim. Oldum olası ıslanmayı sevmemişimdir ama odamda da
duramadım. Duvarlar üstüme üstüme gelmiş ve boğulduğumu
hissettiğim için kendimi yine bahçede bulmuştum. Bir sıkıntı
vardı içimde, kalbimi göğsümde sıkıştıran bir sıkıntı. Bu ara­
lar sabahları hep erken kalkar olmuştum ve gün ışımadan bah­
çede uzun uzun gezmek yeni alışkanlığımda Hasta gibiydim
ama hastalığım iyileşmekte olan sıramdan kaynaklanmıyordu.
Benim hastalığım içten içe beni tüketen bir veba gibi derinler­
deydi. Sığamiyordum hiçbir yere, nefes alıyor lâkin yaşamıyor
gibiydim. Kesinlikle depresyona girdiğimi düşünüyordum, bu­
nun başka bir açıklaması yoktu. Ağaçların arasından geçerek
yavaş adımlarla yürümek, son zamanlarda çok sık yaptığım bir
şeydi. Başımı kaldırarak yağmurun yüzüme düşmesine izin ver­
dim. “Ruhuma ulaşamıyor olman büyük kayıp," dedim yağ­
mura.

Takip edildiğimi bile bile bahçenin tenha yerlerine doğru


yürüdüm. Yağmur ve rüzgar titrememe sebep olsa da durma­
dım. “Bir seferinde intihara kalkıştım." Takipçimin duyacağı
kadar yüksek bir sesle konuştum. “Ama cezaevinin ölmek için
fazla kalabalık olduğunu gözlerimi hastanede açtığımda anla­
dım.” Gerçeklikle alakası olmayan bir tebessüm kondurdum
dudaklarıma. “Belki de intihar etmek için kendimi ranzaya as-.
maya çalışmak iyi bir plan değildi.” Kendi acımla dalga geçerek
güldüm. On dört yaşındaysanız intihar etmek gibi bir aptallık
yapmayacaksınız.
70 YARALASAR - II

“Neden kendini öldürmeye çalıştın?" Başından beri Pan'ın


beni izlediğini biliyordum, nihayet saklandığı yerden çıkmıştı.

Yüzümdeki ıslak saçlarımı çekerek ona döndüm. “Sizin Ba­


yan Afrodit e yapmaya çalıştığınız şeyin aynısını başka biri de
bana yapmaya çalıştı,” dedim. Duymayı beklediği son şey bile
bu sözler değilmiş gibi yutkunmuştu. Söz konusu ben oldu­
ğumda bence kimse darbenin nereden geleceğinden emin ok
mamalıydı.

“Kendimde değildim," dedi. Gözlerime bakarken beni ikna


etmek ister gibiydi. “Gençtim ve sarhoştum o gece."

“Haklısınız, siz suçlu değilsiniz, suçlu olan alkol,” dedim


alay edercesine. “Suçlu siz olamazsınız. Asıl suçlu, arkasına
saklandığınız bahaneler.” Zaten neden onlar suçlu olsun ki? Suç­
layacak o kadar çey varken onlar neden olsun? “Burada aslında
suçlu olan ben ve Buket gibiler. Çünkü sizin gibi iradesi düşük
erkekler var oldukça kadın olmak en büyük suç.” Adımlarım
karşısında durdu. “Gözlerinize bakıyorum ama orada pişman­
lık yok,” dedim.

“Yanılıyorsun, Yankı.” Savunmaya geçmek için gecikmemiş­


ti. “Ben o gecenin pişmanlığını hâlâ yaşıyorum.” Konuşurken
bakışlarını kaçırması ve sürekli duraksayan sesi yalan söylediği­
ni açıkça belli ediyordu. Neden beni aksine inandırmaya çalış­
tığını bilmiyordum ama yaptığı hiçbir şey için pişman olmadı­
ğını görüyordum.

Üşüdüğüm için onunla olan konuşmamıza bir son vermek


istedim ve bunu yaptım da. Kuru bir selam verip uzaklaştım
onun varlığıyla kirlettiği bu yerden.

Odama geri dönünce hâlâ içimdeki öfkeden kurtulamadı­


ğım için sinirle dönüp duvara bir yumruk attım. Parmaklarım­
da hissettiğim sancıyla bir küfür savurdum. “İlgaz ile izlediğimiz
o filmde duvara yumruk atan adama bir şey olmuyordu ama.”
dedim kendi kendime. Kızaran parmak boğumlarımı görünce
dudaklarım titredi. “Ya valla bıktım artık!” Kendi kendime zarar
vermek nedir Allah açkına?
MARAL ATMACA 71

Güzel, rahatlatıcı ve sıcak bir banyo gerilen kaslarıma iyi gel­


mişti. Banyodan çıkınca askılı siyah, bir atlet giydim ve üzerine
geçirdiğim mavi gömleğin önünü açık bıraktım. Hava bugün
soğuk olduğu için ceketimi giymiştim. Kısa bir saç kurutma
operasyonundan sonra açık bıraktığım saçlarımla hazırlığımı
tamamladım. Bir an pantolon yerine etek giymeyi düşünsem de
etrafta bu kadar sapık varken bunun pek akıllıca olmayacağını
düşündüm. Gözlüklerimi düzelttikten sonra odamdan çıkınca,
koridorda beni bekleyen Ahmet’e tebessüm ettim. “Kahvaltıyı
yine kaçırdın,” dedi. Maalesef der gibi omuz silkerek asansöre
yöneldim.

İkinci katta asansörü durduran Ahmet, toplantı salonunun


kapısını gösterdi. Eğitim salonu yerine neden buraya geldiği­
mizi anlamasam da başımı sallayıp içeri girdim. Büyük, uzun
bir masanın etrafında yine Yarasalar ve eğitmenler karşı karşıya
oturuyordu. Masanın en başında yaşlı adam yerini almıştı ve
tabii ki Alaz onun sağında oturuyordu. Pars ile göz göze gelince,
kaşlarımı çatarak onun dışındaki her yere bakmaya başladım.
“Her zaman bu kızı beklemek zorunda mıyız?” Evet, bu isyan
eden Fulyadan başkası değildi.

“Otur, Yankı.” Yaşlı adamın sesiyle sıranın en sonunda olan


Efe nin yanına oturdum. Eğitmenim en başta oturduğu için
karşımdaki sandalye boştu.

“Sedef de geldiğine göre artık sizi buraya neden topladığımı


açıklayabilirim,” diyen Alaz ın söyledikleri karşısında güldüm
ve “Size de zahmet olacak ama,” dedim. Yarasalar kıkırdarken,
diğerleri bana yine başlama dercesine bakışlar atıyordu. Genel­
de tüm toplantılarımızda en çok ben konuştuğum için insanlar
bezmişti.

“Sedef artık bir Yarasa olarak eğitim görmeyecek.” Eğitme­


nim sözlerini noktalayınca yutkundum. Ne yani, gidiyor muy­
dum? İyi ama benim gidecek bir yerim yoktu ki? Burada kala­
cağım güzel bir oda, pahalı kıyafetler ve çeşit çeşit yiyecek vardı.
Şimdi yine mi sokaklara dönüyordum?
72 YARALASAR * II

Buradan defalarca kaçmaya çalışmış olabilirim ama bu rahat-


lığa alıştığım da bir gerçek.

“Benim gidecek bir yerim yok? Kısık bir sesle fısıldadım.


“Ben gitmek istemiyorum," dedim. Hiç çekinmeden konuştu­
ğumda herkesin dikkatini çekmiştim.

“Şaka mı bu?" Fulya yılanı duyduklarının şaşkınlığını yaşı­


yordu. “Sen Volkan Sarmaşık’ın tek torunu ve veliahdısın. Şim­
di kapısına gitsen seni paraya boğar, salak." Sesindeki o çeke­
mezi i k çok belli olsa da sadece gözlerimi devirmekle yetindim.

“Ben senin gibi değilim, yılan. Beni bir yurda bırakan aile­
den sadaka alacak kadar asla düşmem.” Bu yaşıma kadar kendi
kendimin ailesi olarak kendimi büyüttüm. Bu saatten sonra m
annem olacak kadından ne de babamdan gelecek parayı alırın.
Bir şekilde başımın çaresine bakarım. Baba adaylarını sevmiş ola­
bilirim ama onlardan tek istediğim sevgi. Yıllarca babasız yaşadı­
ğım için herhangi bir maddi destek almak kanıma dokunur.

“Sen benimle kalırsın, Kedicik” Kuzey göz kırparak benden


desteğini esirgemedi. “Sen gidiyorsan benim de kalmam için
bir sebep yok.”

“Ben de gelirim seninle.” Ecrin in sözlerine karşılık Kuzey


güldü. “Tamam işte, ikiniz de bende kalırsınız.” Bana bakarak
tebessüm etti. “Sen ve Koreli kız için evim yeterince büyük”
Ecrin ve ben anında başımızı olmaz dercesine salladık “Ben
kalacak bir yer bulurum,” dedi Ecrin ve kabul etmedi. “Ben de
sana yük olmayacağım,” dedim. İkimizin itirazını duymak ho­
şuna gitmedi. “İki kız sokaklarda ne halt yiyeceksiniz lan! Bana
yük olmazsınız, aksine evle ilgilenerek işime bile yararsınız,” di*
yerek sırıtınca bizi hizmetçi niyetine çalıştırmak istediğini anla­
yıp kaşlarımızı çatmıştık.

Alaz, “Sedef benimle kalacak,” dediğinde masada ağır bir


sessizlik oluşmuştu. Allah aşkına, bu yine ne dedi? Onunla mı
kalacaeım? Rrnim htıtıdsın hkL)
MARAL ATMACA 73

Kadarını çatan Kuzey, hoşnutsuzluk içinde benim sormak


üzere olduğum soruyu sordu. “Bu da ne demek?” Alaz rahat
bir tavırla masadaki sigara paketinden bir tane sigara çıkarıp
yaktı. “Sedefbir Yarasa olarak eğitim görmeyecek dedim, buradan
gidecek demedim. Demek istediğim, değişen şartlardan dola­
yı sizden farklı bir eğitim alacak.” içine çektiği dumanı havaya
bırakırken gözlerimin içine baktı. “Sedef artık sadece bir Ya­
rasa değil, aynı zamanda teşkilatın ajan adayı. O yüzden başta
yabancı dil olmak üzere birçok eğitimden geçecek" Ben şoka
girerken, herkes afallayarak ona bakıyordu. Diğer eğitmenler
bile şaşkındı. Yaşlı adam dahi duyduklarına inanamıyor gibiydi.

Ajan diye bahsettiği kişi ben olamam, değil mi?

“Sen ne söylediğinin farkında mısın?” Yaşlı adama başını sal­


ladı. “Doğru duydunuz. Kız yeterince bilgi ve eğitimden geç­
memiş olabilir ama ben ona kefil olduğum için ajanlığı dün
gece onaylandı. Uzun zamandır onun için gereken izni almaya
çalışıyordum. Birçok prosedür ve evrakı onun adına bizzat ben
tamamladım. Biliyorum» ha deyince birinin teşkilata ajan ol­
ması imkânsız ama ben yetki ve konumumu kullanarak bir is­
tisna yapılmasını sağladım. Onun için bir değerlendirme süreci
başlatıldı. Başarılı olur ve tüm testlerden geçerse çok yakında
bizden biri olacak.” Başımdan aşağıya kaynar sular dökülürken
yerimde kaskatı kesilmiştim.

Neyi, nasıl düşünmem gerektiğni unutmuş olabilirim.

“Bir ajan adayı olması sizi yanıltmasın çünkü Sedef tüm


testlerden geçecek. Evet» benim yardımımla bunu yapacak.”
Allah aşkına, bu lanet Buzdağı neler diyordu? “Sözleşmeyi im­
zalayınca teşkilatın kayıtlarında bizden biri olarak görünecek.”
Beni çıldırtmaya ant içmiş gibi davranıyordu!

“Sözleşme mi?” Sonunda aklım biraz olsun çalışmaya baş­


ladı da konuşma cesareti bulabildim. “Herhangi bir sözleşme
imzalamayacağım çünkü sizden biri olmak istemiyorum ” de-
74 VARALASAR-II

dini. Ben ondan kaçmaya çalıştıkça beni yanında tutacak bir


yol buluyordu!

Ne yani, bu kız anık lisanslı bir ajan mı?” Kontrolünü kay­


beden Fulya, ayağa kalkarak bağırınca ona cevap veremedim
çünkü duyduklarımın etkisinden henüz çıkamamıştım. Üste­
lik sözleşmeyi imzalamadıkça bir ajan olamazdım ve Fulya, bu
küçük detayı unutmuş gibiydi. “Sanırım anık konum olarak
senden üstün.” Ecrin’in gülerek söyledikleri Fulyayı iyice çil-
dırttı. “Bu saçmalık! Ona tanıdığınız bu ayrıcalık neden bize de
sağlanmıyor?” dedi kıskanç yılan. Ben hâlâ şokta olduğum için
açıkçası onun neden bağırdığını bile algılayamıyordum.

“Madem o kadar kudurdun, söyle senin eğitmenin de senin


için konumunu kullansın,” diyen Naz sırıttı. Tabii, yapabili­
yorsa." Evet, ekipçe Pars’tan nefret ediyorduk.

“Peki, şimdi ne olacak?” Yosunun kafası karışmış gibiydi.


“Yani Yankı anık bizimle görevlere mi katılacak?” Alaz başını
sallayınca, ben sonunda konuyu idrak etmiş gibi bir tepki gös­
terdim ve arkamdan iş çeviren kişiye döndüm. Bekleyin bir
dakika! Benim niye bundan haberim yok? Ajan olacaktım ama
bunu en son ben öğreniyordum.

Arkasına yaslandı, hâlâ sigarasının dumanıyla bizi zehirli­


yordu. “Artık var.” Artık var mı? Bu kadar mı? öğrendim ve
her şey halloldu, öyle mi? Ben bu adam ile ne yapacağımı artık
bilmiyordum, sürekli başıma bir iş açıyordu! Acaba boş zaman­
larında bugün Sedef’i neyin içine dahil etsem diye çok düşünü­
yor muydu?

Alaz zafer kazanmış gibi bakış atarken, benim şimdi bu ma­


sayı kafasına geçireceğimden haberi yoktu. “Sanırım bir sorun
kalmadı ortada.” Bunu gerçekten söyledi mi?

Ne demek bir sorun kalmadı?” Kaşlarımı çatarak ona ten


ters baktım. Beni bir ajan yapmayı düşünüyorsunuz, Bay
Kontrol Delisi! Benimle ilgili böyle önemli bir konuyu burada
herkesle aynı anda öğreniyorum. Bana sormadan bunu yapa-
MARAL ATMACA 75

marsınız!" diye kızgınlık içinde bağırdığımda, en küçük bir tep­


ki göstermeden öyle boş boş bana baktı. Zaten her haltı yiyordu
ve sonra hiçbir şey olmamış gibi hep böyle bakıyordu.

"Sorsaydım kabul edecek miydin?" dediği an, “Tabii ki ha­


yır!" diye cevap verdiğim için güldü. “İşte tam da bu yüzden
sana sormadım." Bu adam resmen benimle dalga geçiyordu!
Benimle ilgili kararları vermeye ne zamandan beri hakkı vardı?

“Saçmalık. İstifa ediyorum!" dediğimde dudakları kıvrıldı


ve kapının yanında duran adamlardan birine baktı. Yine neyin
peşinde olduğunu merak ettiğim esnada, adam elindeki siyah
çantayla yanıma geldi. Çantanın içinden çıkardığı kalın ve si­
yah ciltli bir dosyayı önüme koydu. “Yapacağınız sözleşmenin
bir kopyası, okuyun lütfen." Elimdeki yirmi sayfalık dosyaya
afallayarak baktım. “Hepsini mi?” Şaşkınlıkla sorduğum soru,
diğerlerinin kıkırdamasına neden olurken adam başını salladı.

Akşama kadar okurum artık.

Oflayarak dosyayı aldım ve ilk sayfasını okumaya başladım.


Alcında imzam yoktu fakat her sayfada kendi bilgilerimin doğ­
ruluğunu kabul ettiğimle ilgili saçmalıklar vardı. Bir sayfaya
sığdırdıkları özgeçmişimin içinde sabıkalı olduğum kısım bü­
yük harflerle yazılmıştı. Ancak tüm eğitimlerden geçip gerçek
anlamda kendimi kanıtladığımda sabıka kaydımın silineceğini
ve sicilimin temizleneceğiyle ilgili bir şart benim adıma konul­
muştu. Bu şartı Alazın bizzat eklediğine emindim. Diğer say­
falarda tesisin çıkarlarını gözeteceğimle ve gizliliğini hayatım
pahasına koruyacağımla ilgili birçok kural ve uyarı vardı. Üste­
lik hepsine imza atmam bekleniyordu. Daha kötü olan ise iki
sayfalık uzun yeminim bitmek bilmemişti. Aldığım her görevi
sorgusuz sualsiz yerine getirip birliğe hizmet edeceğim kısmına
asla imza atmazdım. Bir sürü kural vardı. Hiçbirini anlamasam
da ben bunlara da imza atacak kadar aptal biri değildim. Son
sayfaya geldiğimde ise bu sayfanın tamamen Alaz ile ilgili olması
kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Burada yazdığına göre önce
birliğe, sonra ise Alaza hizmet edecektim. Onun emirlerinin
76 YARALASAR - ll

dışına çıkmayacak ve ortağımı tehlikeye atacak durumlardan


itinayla kaçınacaktım. Ben deliye dönmüş bir şekilde renkten
renge girerken» eğitmenim olacak baş belası o kadar keyifliydi
ki anlatamam. “Ben istemediğim sürece işi bırakamazsın," di­
yerek bana gözdağı vermeyi ihmal etmedi. Daha sözleşmeyi bile
imzalamamışken bu özgüven fâzla değil miydi?

"Zorla mı? Ben ajan olmak istemiyorum ve bu saçmalığı


başlattığınız gibi siz bitireceksiniz!" Her işi becerdim de ajan ol­
mak eksik kalmıştı.

“Bunlar da yanınızdan asla ayırmayacağınız kimlikleriniz."


Beni hiç duymuyormuş gibi yanımda duran adam, hâlâ bana
bir şeyler veriyordu. Çantanın içinden polis rozetine benzeyen
kimlikleri çıkartıp önüme koydu. İki tane farklı renkte kimlik
ve ajan olduğumu gösteren belgeler. Alaz sözleşmeyi imzalaya­
cağımdan fâzla emin olmalıydı ki kimliklere kadar her şeyi ön­
ceden ayarlamıştı.

Hakan uzanarak kimliklerden birini eline alıp incelemeye


başladı. “Bu, teşkilata ait olduğunu gösteren ajanlık kimliğin
olmalı. Baksana, rengi bizimkilerden farklı ve burada bilgile­
rin kısmında UÖB ajanı olduğun yazıyor.” UÖB, Uluslararası
özel Birlik demekti, değil mi? Bana uzattığı şeyi aldığımda ya­
kın zamanda çekilmiş bir fotoğrafımı gördüm. Bunun ne za­
man çekildiğini bile bilmiyordum ama tesiste çekilmişti.

Sedef Sarmaşık yazısını görünce afâllayarak diğer kimliğimi


aldım. Bu ise benim kullandığım, odamdaki kimliğimin aynı­
sıydı ve bunda da Sedef Sarmaşık yazıyordu. “Sedef Sarmaşık
mı?” dedim ve Alaz başını salladı. “Gerçek ismin tüm kayıtlara
geçti, şendeki kimlik artık bir işe yaramaz. Gerçek ismini geri
almanı sağladım. Üstelik artık bize çalıştığın için başka biri ka­
fasına göre yeniden adını değiştiremez. Kimliklerden biri he­
pimizin kullandığı kimliklerden. Ancak önemli ve hayati bir
konu olmadığı sûrece onu kullanamazsın. Her ikisini de yanın­
dan ayırmayacaksın, Sedef. Silah eğitimini tamamladıktan son­
ra üzerine ruhsatlı olan silahını sana vereceğim.” Yutkunarak
MARAL ATMACA 77

ona bakmaktan başka bir şey yapmıyordum. Adam resmen her


şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp uygulamıştı.

İyi ama bu işten onun çıkarı ne?

“Hâlâ istemiyorum. Beni buna zorlayamazsınız."

“Zorlamayacağım, sen kendi isteğinle kabul edeceksin.”


Meydan okuyan bakışları üzerimdeydi. “Seni bu konuda ikna
edebilirim.” Hiç şansı yok.

“Aynı fikirde olmadığıma göre ikna kabiliyetiniz çok kötü


olmalı."

“Her ay maaş alacağını söylemedim sanırım." Başımı kaldı­


rıp hızla ona baktığımda tek kaşını usulca yukarı kaldırdı. “Bu­
nun ilgini çekmesine neden şaşırmadım acaba? Her ay hesabına
düzenli olarak maaş yatacak. Burada maaş sistemi bulundu­
ğumuz konuma göre değişir. Aldığın görevlerin büyüklüğü ve
başarıların mudaka maaşına yansıyacaktır." işte şimdi ajanlık,
dikkatimi çekmişti ve bu adam beni nasıl ikna edeceğini iyi
biliyordu. Bir aylık parayla kendime güzel bir ev tutabilirdim,
hatta diğer aya kadar hiç çalışmasam bile o para bana bir hayli
yeterdi.

“Evet." Biten sigarasını söndürdü. “Şimdi ilk ve son kez


soracağım, Sedef. Vereceğin cevabı kabul edecek ve ona göre
hareket edeceğim. İşi kabul ediyor musun yoksa reddetmek
konusunda kararlı mısın? Senin hayatınla ilgili konulara karış­
madığım için vereceğin cevaba saygı duyarım.” Benimle oyun
oynuyordu pislik! Hayatıma karışmadığını söylemişti ama beni
ajan yapmıştı. Kendi paramı kazanmayı istediğimi bildiği için
bana seçenek sunarak aklınca sana karışmıyorum izlenimi yara­
tıyordu. Para için teklifini kabul edeceğimi biliyordu! Aslında
hiç zorlanmadan beni ikna edeceğini de biliyordu! O, bu ko­
nuşmanın her kelimesini önceden biliyordu. Bu adam gerçek­
ten çok fenaydı. Her şeyin sonuçlarını önceden düşünüyor ve
ona göre yapıyordu yapması gerekeni.
75 VARALA5AR ■ H
"Kabul ediprum/ dedim. Gözlerindeki □ galibiyet bakışl
beni deli ediyordu. Kimseye muhtaç olmadan kendi paramı l<
zanacağım bir idimin olmasını hep istemiştim. Şimdi kimsen
benden özgeçmişimi istemediği bir işim olmuşken bunu gc
çevirmek aptallık olurdu. Sabıka kaydım yüzünden işvereni^
yalvarmama gerek yoktu. Sokaklarda aç yatmama da gerek kal
mamıştı artık. Ben kimsesiz biri olarak kendi başımın çaresin
bakmalıydım. O yüzden ayağıma gelen bu fırsatı kaçırırsam bı
aptal olduğumun en büyük kanıtı olurdu. Bu yüzden sözleş
medeki her sayfanın altına imzamı atarken fâzla düşünmedim
Evet, sözleşmeyi imzalayarak teklifini kabul ettim.

Ben artık bir ajan adayıyım. Vay canına, bu çok havalı.

Yarasalara bakarak güldüm. “Yalnız ben bir şey fark cnim.


Siz bir meslek sahibi olmak için üniversite, stajyerlik falan di-
yene kadar ben şimdiden mesleğimi edindim,” dedim. Gülerek
elimle kendimi gösterdim. “Bu gördüğünüz değerli şahsiyet
artık bir ajan," diyerek hava attığımda hepsi homurdanmaya
başladı. Kahkaha attım. Bunu en güzel şekilde kendi çıkarlarım
için kullanacaktım.

“Kıskanmayın, çalışın, sizin de olur,” dedim. Biri kafama


kalem fırlattı. “Bu sakarlıkla ajanlığı nasıl becereceğini düşü­
neceğine sen bize hava at,” diyen Hakan'ın sesini duydum. Bu
çocuk başarımı kıskanıyordu.

Kafama çarpıp masaya düşen kalemi alarak ona döndüm.


“Kariyerimi çekemedin, değil mi pis bağımlı?” Ben buradan yü­
rür giderim arkadaş.

Elimdeki kalemi ben de ona fırlatınca, Hakan gülerek eğil­


di ve kalem az kalsın hemen yanında oturan Ecrinin gözüne
gelecekti. Ancak Kuzey onun yanında oturduğu için Ecrinin
ensesini kavradı ve başını masaya doğru eğince kalem Kuzc/in
boynuna çarptı. Artık nasıl fidanıysam kalemin ucu Kuzeyin
boynuna girmişti. “Hadi canım.” Bilerek atsam bu kadar başa-
MARALATMACA 79

Afallayarak Küreye bakarken, Ecrin başını kaldırdı ve Ku­


zey’in boynundan sızan çok az kanı gördü. “Bunu neden yap­
tın?" Ecrin in şaşkın sesiyle güldü. “Bu şeyin gözüne saplan*
masını mı isterdin, Koreli?” Alay ederek konuştuktan sonra
cebinden çıkardığı mendili boynuna bastırdı ve bana döndü.
“Kedicik, sen gel istifa et, güzelim. Bak, bunu senin için de­
ğil, tesisteki diğerlerinin can güvenliği için söylüyorum." Ona
mahcup bakışlar atarak önüme döndüm. O kalem Bağımlı’nm
hakkıydı ama Kuze/in kısmetiymiş ki ona gitti.

Alaz ayağa kalkarak masadakilere baktı. "Sedef sadece çayla­


ğım değil, aynı zamanda benim ortağım." Gözleri Pars’ı buldu.
uOna göre davranacağınızı düşünüyorum." Sözlerinde gizli bir
uyarı olmalıydı. Pars kaşlarını çattığında Alaz çoktan buradan
çıkıp gitmişti.

Ben de gülerek ayağa kalktım. “Ortağımı duydunuz.” Ko­


nuşurken özellikle Fulyaya bakarak sırıttım. “Ona göre davra­
nacaksınız bana." Fulya ve arkadaşları gözlerinden ateşler çıka­
rırken, Aralayın gülen sesini duydum. “Eğitmeni gibi o da son
sözü kendi rakibine söylüyor,” deyince diğerleri de gülmüştü.

Masadan bana ait olan kimlik ve evrakları toplayıp odadan


çıktığımda keyfim yerine gelmişti. “Ben sevdim bu ajanlığı, bir
kere çok havalıyım," deyip kıkırdadım. Fulya yılanının bu sefer
gerçekten benden çekeceği vardı.

Odama girdiğimde dolaptaki çantamı çıkartarak elimdeki


kimlikleri ve evrakları içine koydum. Ajanlık kimliğime sırıta­
rak baktıktan sonra onu da çantama koymuştum. Hâlâ sırtım­
daki yara tam olarak iyileşmediği için dinlenmem gerekiyordu.
Biraz uyumak için yatağıma yönelmiştim ki yatağın üzerinde
duran not kâğıdı dikkatimi çekmişti. Uzanıp aldığımda oku­
duklarım yüzünden bir küfür savurdum.

“Bu gece de Altuğ’u bahçeye getirmezsen sonuçlarına


katlanırsın!”
80 YARALASAR-ll

Yüzümü buruşturarak not kâğıdını yırtıp çöpe attım. “p|an


değişti, Bay öcü»* diye söylenerek ayakkabılarımı çıkardım ve
yatağa girdim. "Adam benim ortağım. O ölürse buna sebep ol­
duğum için işimden olurum ve kendi çıkarlarımı düşünmeli,
yi m." Kendi kendime homurdanıp gözlerimi kapanım. Alazın
ölmesi şu anda işime gelmezdi çünkü kendimi diğer ajanlara
kanıtlayana kadar ona ihtiyacım vardı. Ben işi öğrendikten son­
ra ölüp ölmemesi açıkçası umurumda değildi. Belde bir dakika!
Şimdi Yarasaların davası bu tesisteki ajanlara verilmişse ve ben
an itibarıyla sürpriz yumurtadan çıkar gibi ajan olduysam, o
zaman bu dava benim de davam oluyordu. Ne yani, avken artık
avcı konumuna mı geçiş yapmıştım?

Ama hâlâ ava olan bir avım. Ben çok değişik bir şey olup çık­
tım ya.

“İşte böyle Ahmetçiğim, anık bir ajan olduğuma göre bana


karşı sakın bir saygısızlık yapma, yoksa affetmem? Yanımda
yürüyen adam gülerek başını iki yanına salladı. “Yalnız sen çok
fena uçmuşsun. Konum olarak senden yukarıdayım ve hatırla*
tırım, çaylak ajansın, şu tecrübesiz olanlardan.” Gülerek söyle­
dikleri sayesinde kıkırdadım. “Sen de beni çekemiyorsun, Ah­
met?

“Demek buradasın? Biz Ahmet ile koridorda gülerek sohbet


ederken Alaz ve takımı karşımıza çıkmıştı.

“Ne istiyorsunuz yine?” Anında tüm neşemi varlığıyla kaçır­


dığı için sitemli çıkan sesime karşılık sinsice sırını. Bu gülüşü
çok iyi tanıyordum, yine canımı sıkacak bir şeyler söyleyecekti.

“Bir şeyi en iyi tecrübe ederek öğrenirsin? dedi, “ilk görevin


için beni takip et? Yürüyüp giden adamın arkasından aval aval
bakıyordum. İlk günden neyin göreviydi bu?

“Daha bugün ajan oldum, görevin ne acelesi vardı!" diye ho­


murdandığımda Yosun gülerek koluma girdi. “Bu görevi bana
MARAL ATMACA 81

verdiler, Yankı. Yardımınıza ihtiyacım var" Kolumu tutarak çe­


kiştiren kadının söylediklerinden bir şey anlamamıştım.

Hep birlikte yine ikinci kata çıkarak sabahki toplantı odası­


na girdik. Bu sefer masada oturan sadece bizim çocuklardı. “Bir
günde iki toplantı mı?" dediğimde oflayan Yiğit’c bilmiyorum
dercesine omuz silktim. “Atalay, kapıyı kapat? Alaz, Ahmet’e
baktı. “Kapının önünde belde ve kimsenin bizi dinlemediğin­
den emin ol." Ahmet başını sallayarak dışarı çıkınca Atalay ka­
pıyı kapatmıştı.

Bütün bunlar da ne anlama geliyor?

Hepimiz yerimize oturunca Alaz, projeksiyonun yanına gitti


ve bir şeyler yaptıktan sonra kumandaya basınca projeksiyona
bir kız fotoğrafı yansıdı. “Didem Gören," dedi bize bakarak.
“16 yaşında ve bu sabah cesedini bir çöp konteynerinin yanın­
da buldular. Didem, Nihai Çocuk Yurdunda kalan kimsesiz bir
çocuktu." Tekrar kumandaya basarak çıkan her çocuk hakkında
bize bilgi vermeye başladı. “Berna Dursun, 17 yaşındaydı ve
üç ay önce cesedini uzuvları kopmuş bir şekilde kaldığı Fazilet
Çocuk Yurdunun yakınında buldular. Kevser Laçin, 17 yaşın­
daydı ve geçen yıl fuhuştan gözaltına alındı. Kaldığı hücrede
henüz sorguya alınmadan susturuldu. Evet, o da kimsesiz kız­
lardandı? Devam ederek tam beş kızın fotoğrafını gösterdi ve
hepimiz sessizlik içinde onu dinliyorduk

ölen tüm kızlar henüz çocuk.

Projeksiyonu durdurup masanın en başındaki yerine oturdu


ve bize baktı, “ölen tüm kızların otopsi raporunda cinsel saldı­
rıya maruz kaldıklarıyla ilgili detaylı bilgiler var. Hepsi ftıhuşa
zorlanmış ve bedenlerindeki sperm örnekleri tek bir kişiye ait
değil. Kızların tek ortak noktaları kimsesiz olmaları değil, aynı
liseye gidiyor olmaları? Verdiği kan dondurucu bilgiler nefe­
simi kesmeye yetmişti. Bu öyle korkunç bir şeydi ki tüylerim
ürpermişti.
UKAİ-VİAR II
okul mu?" diyen Kuzeyin sesi düşünceli çıkmıştı. “C
Hiıuıı bitilen kurbanlarını o okuldan seçiyor.” Bu akla yatlar
ksmi benim de ilk düşündüğüm şeylerin arasındaydı.

Ahvdit başını salladı. "Aynen öyle. Bu işin arkasında kim


>rya kimler vana kurbanlarını sıradan bir devlet lisesinden sc-
çijür. Kimsesiz olmaları ise işlerine yarıyor çünkü ortadan kay­
bolduklarında kimse onları aramaz.” Mantıklı ve bir o kadar da
iğrenç bir plandı bu.

“Peki, bizden ne yapmamızı istiyorsunuz?” Yiğit’in sorusuy­


la Yosun iç çekti. “Burada size eğitim versek de biz öğretmen
değiliz» birer ajanız. Bir görev verildiğinde maalesef reddetme
şansımız yok Bu tür vakalar bizim işimiz değil ve ben kendim
bu işe dahil olmayı istedim. O çocuklara yaptıkları her şeyin
hesabını vermeliler.” Söz konusu çocuklar olduğunda anaç ta-
rafi ortaya çıktığı için yine çok üzgün ve kızgın görünüyordu.

Masadaki suyu içtikten sonra derin bir nefes aldı. “Sizden


istediğim bana yardım etmeniz.” Bunu biraz mahcup bir ifa­
deyle söyledi. “Okulda ne işler döndüğünü en iyi öğrenciler
bilir. Bizden korktuklan ve çekindikleri için başları belaya gir­
mesin diye susmayı tercih ediyorlar. Okuldaki tüm öğrencilerin
ifadelerini okudum, hepsi sağır ve dilsiz olmayı çok iyi biliyor"
Tebessüm ederek bize sevimli bir şekilde baktı. "Rica etsem,
o okula sahte bir kimlikle nakil öğrenci olarak gider misiniz?"
Sanki bir bardak su istiyormuş gibi istediği şeyi basitleştirmesi
beni güldürdü.

Afc? öğrenci mi?

Çocuklarla göz göze geldik. Hiçbirimiz böyle bir şeyi bekle­


miyorduk “Yok artık, daha neler! Yirmi yaşında lise öğrencisi
mi olurmuş canım? Şunun şurasında yirmiye haftalarım kal­
dı,” dedim. Kendimi bir grup ergenin oyuncağı etmeye niyetim
yoktu.

“Sen yine iyisin,” diye huysuzca homurdandı Kuzey. “Ben


yirmi iki yaşındayım, Kedicik. Bunlar bir de sınav falan yapar-
MARAL ATMACA 83

|ar şimdi, hiç uğraşamam." Kuzey in en büyük derdinin sınav


olması hepimizi güldürmüştü.

“Ders notların çok kötüydü, değil mi?” Ecrin in gülerek söy­


lediği sözler sayesinde sırıttı. "Ortaokuldan sonrasını okuma­
dım ama o zaman bile suç bende değil, saçma sorular hazırlayan
öğretmenlerdeydi.” Onu elinde kalemle soru çözerken düşün­
mek bile komikti.

“Ama ben liseyi bitirdim ki!” diye isyan eden Süslü’ye Yiğit
güldü. “Demek ki yeterince bitirememişsin, Nuriye." Naz aya­
ğındaki ayakkabıyı çıkartıp topuğuyla Yiğit’in kafasına vurdu.
Bu, Yiğit’in aldığı ilk darbe değildi. “Şu topukluları icat edeni
bir elime geçirirsem var ya!" diye sızlanarak kafasını tuttu. Naz
ikinci kez vurunca, kaşlarını çatarak susmak zorunda kalmıştı.

“Yardım edecek misiniz?" Yosun merakla cevabımızı bek­


liyordu. “Siz öğrenci olarak onların arasına karışıp bilgi top­
layabilirsiniz. Biliyorum, zaten tehdit altındasınız ama biz de
uzaktan sizi izleyerek koruyacağız. Sabah sizi okula bırakacak ve
akşam tesise geri getireceğiz. İşimiz bir haftada da bitebilir, bir
ay da sürebilir ama bu süreçte sizi hep koruyacağız. Bu görev sa­
dece bizim aramızda olmalı. Ne kadar az kişi bilirse o kadar iyi.”
Kendimi her bir kızın yerine koymam hiç zor olmadı. Evet, bu
görevi kabul etmemek için hiçbir geçerli sebebim yoktu.

“Ben kabul ediyorum." Hemen peşimden Kuzey de kabul


etmişti. “Ben de varım."

“Biz de varız." Efe'nin diğerleri adına karar vermesi onları


güldürürken, onlar da kabul etmişti.

“Güzel." Alaz kabul edeceğimizden emin gibiydi. “Böyle dü­


şüneceğinizi bildiğim için biz konuşurken şu anda odalarınıza
üniformalarınızı, okul için gerekli eşyaların içinde bulunduğu
bir çantayı ve sahte kimliklerinizi bırakmışlardır. Hepiniz so­
kaklarda büyümüş çocuklar olarak bilineceksiniz orada. Herkes
okula ara verdiğinizi düşünecek. Yaş konusunu sorun etmeyin.”
Nedense her şeyi önceden planlaması artık beni şaşırtmıyordu.
Bu adam düşünüp düşündüğünü yapan bir deliydi.
H VARAIANAR - II

"IHI, ne uman başlayacağız?" Bunu sormamı bekliyonr


gibi dudağının köşesi çok az büküldü. "Hemen yarın. Sen
ünifornunı bizzat ben aldım." Yemin ederim bu adam bela okı
ııu İsteğimi arttırıyordu. At demek benim üniformamı o seçti?

"Ben etek giymem, sevgili Buzdağı,” dedim. “Umarım seçti


ğiniz üniforma kot pantolon ve tişörtten oluşuyordun” Başım
da bunca bela varken bir okulumuz eksik kalmıştı, o da oldu.
Artık bana karada ölüm yok.

Bir süre sonra herkes gidince odada sadece ikimiz kalmıştık.


"Niye ajan olmamı istediniz?" Sonunda merak ettiğim soruyu
sorma fırsatım olmuştu. “Sizin bu işten çıkarınız ne?” Bu adam
kendi yararına olmayan bir işi hayatta yapmazdı.

Ayağa kalkarak bana doğru gelince hiç gelmesin istedim. Ya­


nımdaki boş sandalyeyi çevirerek oturdu ve benim sandalyemi
de çevirdi. Dizlerim onun dizlerine değdi. “Çünkü...” Gözle­
rime bakarken bunu özellikle ağırdan alıyordu. “İlk kuralı fes­
hetmemin tek yolu, senin ajan olmandı.” Ne? Bu manyak, bana
yakın olmak için beni ajan yapmamıştı, değil mi?

Allah'ım, sen aklımı koru. Bu adam delirmiş!

“Yani siz...”

“Evet,” dedi sandalyemin kenarlarından tutup benî yakınına


çekerken. “Kendi çıkarım için yaptım bunu. Sana yakın olmam
işimi tehlikeye atıyordu ama iki ajanın arasındaki ilişkiye kimse
karışamaz, Sedef Sarmaşık.” Kahverengi gözleri muzip bir şe­
kilde ışıldarken, keyifli bir sesle söylediklerine artık tepki bile
veremiyordum.

“Ortağınıza asıldığınız için kendinizden utanmalısınız!"


diye bağırarak hemen ayağa kalktım ve kapıya doğru yürüdüm.
Bu esnada gülerek, “Ortağımı öpmek istediğim için utanacak
bir adam değilim, Sedef," dedi. Sakarlığım tuttu ve kendi aya­
ğıma takılıp yere düştüm. Ever, yine o lanet gülüşünü duydum!

Bu edepsiz adamla başım harbi belada1


Üzerimdeki elbiselere baktığımda sinirden gülmeden du­
ramadım. Bu üniformayla liseli bir ergen gibi görünüyordum.
Saçlarımı atkuyruğu yaptım ve bugüne kadar hiç kullanmadı­
ğım makyaj malzemelerini bugün kullandım, özellikle dudak­
larıma sürdüğüm bordo ruj sayesinde dolgun dudaklara sahip
olduğumu yeni fark ediyordum. Üniformam beyaz gömlekten
ve fildişi şorttan oluşuyordu. Şort öyle çok kısa değildi, hatta
dizlerimin bir karış üzerinde bitiyordu. Beyaz spor ayakkabı­
lar ve ulak çantasını da takınca tam bir liseli olmuştum. Tüm
hazırlığım bittiğinde komodinin üzerinde duran sahte kimliği­
mi aldım. Bu kimlik aslında yıllardır kullandığım kimliğimdi.
Evet, artık kayıtlarda Sedef Sarmaşık olarak geçtiğim için Alaz,
sahte kimlik olarak çantamdaki eski Yankı Sarmaşık kimliğimi
kullanmamı söylemişti. Aslında oldukça zekiceydi çünkü her­
kes bana Yankı diye hitap ediyordu ve asıl kimliğim bir nevi
girdiğim her ortamda gizli kalacaktı. Yankı ismi benim için kod
ad olmuştu. Okulda çocuklar isimleri unutup bana farkında
olmadan Yankı diyebilirdi. Bunu düşünen Alaz, eski kimliğimi
kod ad olarak kullandırıyordu. Ne diyebilirdim ki? Bu adam
tıpkı bir tilki kadar kurnazdı.

Sadece eski kimliğimi ve Alaz’m benim için bıraktığı para


dolu zarfı alarak odamdan çıktım. Koridorda düz bir şekilde
ilerlediğimde, üçüncü asansörün yanında bekleyen bizim ço­
cukları ve eğitmenleri gördüm. Hayır, Alaz henüz gelmemişti.
Kızlar tıpkı benim gibi giyinmişken, erkekler beyaz tişört ve
S* YARAIASAK • II

runtolondan oluşan üniformaları içinde göz kamaştırıyordu.


Özellikle Kuzey, of yani! "Oha, Sakar!” Hakan’ın beğeni dolu
Kılışları sayesinde kıkırdadığımda diğerleri beni görmüştü.

*Çok yakışmış, Arıza.” Süslü eliyle saçlarını havalı bir şekil­


de omzunun arkasına doğru itti ve “Tabii, bana yakıştığı kadar
yakışamaz,” dedi. Üniformanın onda ve Ecrinde çok güzel dur­
duğunu görebiliyordum.

"Altuğ gelince yola çıkarız.” Yosun u onayladık. Süslü ıslık


çaldığında başımı çevirdim. Gördüğüm adam karşısında hay­
ranlık içinde soluğumu tunum. Yok artık oğlum!

Alaz Altuğ Sipahi, bugün her zamankinden çok mu yakışık­


lıydı? Kahverengi, bakımlı, uzun saçları ışıldayarak yüzüne dü­
şerken, dağınık saçların ona ne kadar çok yakıştığını biliyormuş
gibi onları caramamıştı. Belirgin yüz hatları kusursuzluğunu
haykırırken, kahvenin en koyu tonuna sahip gözleri, üzerindeki
beğeni dolu bakışların farkındaymış gibi umursamazdı. Beyaz
gömleğinin kollarını toplamıştı ve üzerine uyan gömleğiyle gö­
renlere iç çektiriyordu vicdansızın oğlu. Koridorda gezinen tüm
kadın ajanlar durup büyülenmiş gibi ona bakıyordu. Alaz, elin­
de dosyalar olan kadına kısa bir bakış atınca kadının iç çekmesi
ra buradan duyuldu. Adam resmen bakışları ile ateş ediyordu.
Ecrinin büyülenerek Alaza bakıp, “Çok fena oldum ben ya,"
dediğinde Afrodit ve Yosun kıkırdarken, benim aklıma bir şarkı
geldi. Alaz’ın bakışları beni bulunca kendimi tutamadım ve gü­
lerek yüksek sesle şarkıyı söylemeye başladım.

"Hani çok doğrusun ya,

Her şeyde en iyisin ya,

Dünya etrafinda dönmüyor bilesin.

Bakışıyla bir dağı devirir,

Elâlemi dize getirir,

Bütün herkes onu konuşur öyle zannetsin, *


MARALATMACA 87
Biraz uslan artık yar bu neyin özgüveni}

Bir destur artık aftın kendini.

Yaktım gemileri,

Her gün birileri ölsün yoluna,

Ben ölmeyeceğim. ”1

Şarkıyı bitirdiğimde hepsi gülmeye başlamıştı.

Dudaklarında küçük bir tebessüm oluşan adam, başını iki


yana sallayarak gülümsedi. “Çok çılgın bir karakterin olduğunu
söylemiş miydim?” Tam karşımda durup tepeden tırnağa beni
incelerken bunları keyifli bir sesle söylemişti.

İki grup olarak sırasıyla asansöre bindik ve gizli butona bas­


tıktan sonra zemin kata indik. Asansörden çıkınca kendimi de­
vasa bir otoparkın içinde bulmuştum. Her yerde farklı bölmeler
ve bölmelerin içinde arabalar vardı. Eğitmenler arabaların oldu­
ğu tarafa giderek kartlarını bariyere okutunca, güvenlik bariyeri
otomatik olarak kalkmıştı. Atalay, “Herkes kendi eğitmeniyle
gidiyor, Ecrin. Buraya gel,” dediğinde ben de Alazın yanma
doğru yürüdüm.

Lüks arabasının ön koltuğuna geçtiğimde içerideki yoğun


çikolata kokusunu anında solumuştum. Adamın şoför koltuğu­
na geçmesiyle arabalar sırasıyla hareket eni. Otoparktan çıkağı­
mızda bir tünele girmiştik. Tünel sadece iki arabanın yan yana
geçeceği büyüklükte olduğu için Alaz ve Atalay önden giderken
diğerleri bizi takip ediyordu. Tünelin sonlarına doğru iki farklı
tünel daha çıktı ve ikisi aynı anda sağdaki tünele girdi. “Diğer
yoldan gidersen kendini doğrudan tesisin dışındaki duvarın ya­
nında bulursun,” diyen eğitmenim bana küçük bir hatırlatma
yapmıştı. “Daha önce uykunda seni ormana çıkaran yol." Ve
yaralanmama sebep olan yoldu, değil mi? Efe’nin de buna ben­
zer şeyler söylediğini hatırlıyordum.

‘Uğur Etiler* Yıktım Gemileri


88 YARALASAR - İt

"Peki, bu tünel nereye çıkıyor?" Efe bu tüneli fark etmemiş


olacak ki bize bahsetmemişti. Efe bize sadece ormana çıkan di­
ğer rüncli anlatmıştı. "Ormanın dışına," dedi. “Anayola yakın
bir yere çıkıyor." Başımı salladığımda aslında bunun çok man­
tıklı olduğunu anladım. Eğer tek bir çıkış olsaydı, o zaman ken­
dimizi doğrudan tesisin dışındaki ormanın içinde bulurduk
Hem ağaçlar geçmemize engel olurdu hem dc sürekli arabalar
tesise girip çıktığı için kendiliğinden bir yol oluşurdu. Böyle­
likle biri ormanda arabaların bıraktığı izi takip eder ve doğru­
dan kendisini tesisin dışındaki kapı görevi gören gizli duvarın
yanında bulabilirdi. Ama tesistekiler o yolu ormandan geçmek
için kullanırken, arabalar için ikinci bir tünel yapmışlardı.

“Buranın mimarına hayran kaldım, onunla tanışmak ister­


dim."

Söylediğim şey onu güldürdü. “Bir ara seni onun mezanna


götürürüm ” Çok eski bir tesisti ve haliyle onu tasarlayan kişi
de hâlâ yaşıyor olamazdı.

Tünelin sonunda bir yokuştan çıkarken hızını arttırmıştı.


Araç yokuşu tırmanırken sanki bir tepeye çıkıyor gibi başım
koltuğun arkasına düştü. Bu, tıpkı kalkışa geçen bir uçaktaymı­
şım gibi hissettiriyordu. Yokuşun sonunda önümüze büyük ve
demir bir kapı çıkınca arabayı yavaşlattı. Torpido gözünü açıp
küçük bir kumanda çıkardı ve kumandaya bastığında demir
paravan yukarı doğru katlanmaya başladı. Karanlık tünelden
çıkarak ormanın içine girdiğimizde gün ışığı arabaya doluş-
muştu. Dönüp merakla arkama bakınca yerin altından yuka­
rıya çıktığımızı gördüm. Aşağıdan yukarıya âdeta tırmanmış
gibiydik çünkü yerde kocaman bir delik vardı. “Az önce açılan
paravan biz geçince kapanacak. Paravanın dış tarafı yapay çim
ve dallardan oluştuğu için birilcri onun üzerinden geçse de bir
tünelin üzerinden geçtiğini anlayamaz." Yaptığı açıklamaya ağ­
zım bir karış açılmış şekilde başımı salladım. İleri teknolûjinin
faydalan bunlar, azizim.
MARAL ATMACA 89

Kısa sürede ormandan çıkarak birkaç arabanın geçtiği ana­


yola girmiştik. Öndeki boş yola bakan adam hızını arttırınca
emniyet kemerimi takmayı akıl ettim. “Okulda Yarasaların gü­
venliği senin sorumluluğunda... özellikle kızların,” dedi. Ken­
dimi korumayı başardım da onlar ektik kaldı,

“Kızları kaçırıp fuhuşa zorlayan bir çete var karşımızda,” di­


yerek bana küçük bir hatırlatma yapmıştı. “Mümkünse Naz ve
Ecrin’i yanından ayırma. Ayrıca bunu yaparken senin de tehdit
altında olduğu unutma ve ona göre davran. Onlar senin ekibin,
Sedef. Sen, içlerindeki tek yetkilisin. Bir ajan olarak ekibindeki
herkesi korumak önceliğin,” dedi. Anık sıradan bir Yarasa ol­
madığım için bu işin benim ilk görevim olduğunun bilincinde
olarak başımı salladım.

O aptallan koruyacak kadar büyük adam oldum. Kendimle ne


kadar gurur duysam azdır.

“isimleriniz aynı lâkin okul kayıtlarında hepsinin soyadı


farklı.” Kızını ilkokula yazdıran baba gibi sürekli bana bir şeyler
söylüyordu. “Biri sizi araştırmaya kalkışırsa sisteme yanlış soy
isminizle gireceği için sizin gerçekte kim olduğunuzu bulmak
yerine bizim hazırladığımız sahte özgeçmişlere ulaşacak Senin
soyadın gerçek ama ismin burada Yankı olacak O yüzden Yan­
kı Sarmaşık: arattıklarında karşılarına sadece birkaç önemsiz
bilgi çıkacaktır.” Diğerlerinin soyadları sahteydi, benim de is­
mim. Her ikisinden biri sahte olduğu için kim olduğumuzu
asla bulamazlardı. Evett gerçekten zekice. Hem unutup birbiri­
mize yanlış isimlerle seslenmek yerine gerçeğini kullanacaktık
hem de soyadlannm sahte olması herkesi güvende tutacaktı.

Saat sekizi bulduğunda araba, şehrin içindeki bir okulun ya­


kınlarında durdu. Gideceğimiz okulun o olduğunu anladım.
Sanırım arabayı dikkat çekmemek için burada durdurmuştu.
Çantamı alıp ineceğim esnada kolumu tutarak beni durdurdu.
Eğilerek torpido gözünden siyah bir poşet çıkarınca, poşetin
içinden el kadar küçük bir silahı bana uzattığını gördüm. “He­
nüz silah eğitimin olmadığı için bu, gerçek bir silah değil. Mer-
W VARALASAR - II

mileri küçük bir boncuk büyüklüğünde ve kurşunları


öldürmez Fakat rakibine sıktığın an o kişiyi kısa süre
kisiz bırakıp felç eder. Uzak veya yakın mesafeden an
fert ama, bu silahın arış hızı rakibinin derisine iki sa
rrvek kadar yapıldı. Genelde çaylaklar eğitimini tama
kadar onlara bu silahları veririz. En önemlisi de gerek
kullanma," dedi. Bir şeyi yeni fark etmiş gibi yüzünü b
du. "Demek istediğim, biri sana laf soktu diye ona ateş
kalkışma. Sedef* diye homurdanınca gülerek başımı s;
Beni iyi tanıdığı için son kısmı özellikle söylemişti.

Hakan ve Kuzeyde sakın kullanma» Yankı çünkü bu la


işini en çok o ikisi yapıyor.

Minicik silahı elime aldığımda hiç de ağır olmadıg


ladım. "Siz neden okula öğretmen kimliğiyle girmiyors
Bence onlar da bu şekilde okula girebilirdi.

Silahı çantama sıkıştırırken söylediklerime karşılık ba


maz dercesine salladı. “Yedi nakil öğrenciden sonra sür]
şekilde gelecek öğretmen herkesin dikkatini çeker,” dedi
olduğu için bu konuda üsteleme gereği duymadım.

“O zaman ben iş başı yapsam iyi olacak,” dedim. Tam


açmıştım ki, “Sedef," demesiyle ona doğru döndüm. “I
et" Gözleri tereddüt ederek beni incelerken güldüm. "Ya
nu savaşa gönderen babalar gibi davranmaz mısınız? Al
liseye gidiyorum, lütfen drama bağlamayalım."

“Seni hiç ciddi göremeyeceğim, değil mi?” dedi. G


arabadan indim çünkü ciddi olmak fazla sıkıcıydı.

Okula doğru yürürken çocuklar da arabadan inerek bs


tişmişti. Lisenin hemen karşısında bir üniversite görme)
İçmiyordum ama lise ve fakülte karşı karşıyaydı. Her ik
lu sadece bir yol ayırıyordu. Efe cebinden bir telefon ç
bana uzattı. "Yosun hepimize birer tane dağıttı, içinde
MARAL ATMACA 91
Okula baktığımda içimde bir burukluk oluşmuştu. Hep im­
rendiğim ama hiç gidemediğim bir yerdi benim için okul. Üç
kadı taş binanın lila rengine boyanmış olması tebessüm etmemi
sağlamıştı. Siyah panjurları olan okul, bir an bana çok şirin gel­
mişti. Kırlangıç Devlet Lisesi yazıyordu kocaman harflerle. “Bir
gün lisenin kapısından içeri gireceğimi hiç düşünmemiştim.”
Hakan'ın iç çekişiyle istemsiz bir şekilde tebessüm ettim. “Ben
de," dedim. Demek ki Hakan da tıpkı Kuzey ve benim gibi
hiç liseye gitmemişti. Onun hikâyesini gittikçe daha çok merak
ediyordum.
“Kısmet bugüneymiş» yirmi ikisinde.” Kuzey dalga geçer gibi
konuşsa da aslında onun da çok etkilendiğini görebiliyordum.

Aklıma gelenler sebebiyle gülerek ikisine baktım. “Hangi


yaşta olduğumuz önemli değil, niçin ve neden geldiğimiz de
Öyle. Biz burada olmanın tadını çıkaralım, sonuçta geçici süre­
liğine de olsa içimizde ukde kalmasın.” Heyecanlı çıkan sesime
ve gülüşüme karşılık verip beni onayladılar.

Bence okul maceramız çok güzel geçecek.

Okulun bahçesinden içeriye yedi kişilik bir grup halinde gir­


diğimiz için bahçedeki herkesin ilgisini bir anda üzerimize çek­
miştik. Ecrin, “Neden bize bakıyor bunlar?” diye homurdan­
dığında, Kuzey gülerek kolunu onun omuzuna attı. “Yeni öğ­
renci olduğumuz için olabilir mi?” diyerek göz kırpınca, Ecrin
yanakları kızararak önüne dönmüştü. Kuzey’in eli omuzlarında
olduğu için heyecanlandığını görebiliyordum ama Kuzey bunu
arkadaşça yapmıştı. Kuzey’e bunu söylemek için deliriyordum
ama önce Ecrin in beni kızdıracak bir şey yapması gerekiyordu.
Sonuçta sebepsiz yere kötülük yapmak hiç eğlenceli değildi.
öğrencilerin meraklı bakışları eşliğinde okula doğru yürür­
ken bahçedeki öğretmen dikkatimi çekti. Etrafı kızlarla çevrili
olan adam, elindeki kitaptan onlara tebessüm ederek bir şeyler
anlatıyordu. Çok genç bir öğretmendi, bence en fazla yirmi se­
kiz yaşındaydı. Kızlarla sohbet ederken ela gözlerinin içi gülü-
«2 YARAI.ASAR • İl

pır ve anıda tebessüm ettiğinde yanaklarındaki gamzeler ortaya


çıkıyordu, lakım elbisenin içinde çok hoş duruyordu. Kuzey
aklımdan geçenleri söylemişti: "Gelin, müdürün odasını şu öğ.
rctmrnc soralım."

"öğretmenlere asılabiliyor muyuz?" dediğimde Ecrin ve


Naz kıkırdayıp, "Bana uyar," deyince, erkeklerin gazap dolu ba­
kışlarına maruz kaldık ve sustuk. Ama öğretmen gerçekten çok
ilgi çekiciydi.

Onlara yaklaştığımızda kızların ilgisi öğretmenden bizim


gruptaki erkeklere kaymıştı. “Merhaba.” Süslü karşımızda du­
ran adama tebessüm ederken, çaktırmadan onu süzüyordu.
“Ben ve arkadaşlarım bu okula nakil olduk. Bize müdürün
odasının hangi kana olduğunu söyleyebilir misiniz?” Gözleri
bizi bulan adam, elindeki kitabı kapatarak başını sallayınca so­
nunda bize doğru döndü.

"Geleceğinizi bu sabah Yusuf Bey söylemişti,” dedi ve baştan


ayağa Naz’ı süzüp tebessüm etti. “Ben biyoloji öğretmeniniz
Kadir Kırım." Daha sonra inceleyen bakışları Ecrini ve en so­
nunda da beni bulmuştu.

“Müdürün odasını söyleyecek misiniz artık?” Kuzeyin bir


anda ortaya çıkan bu soğuk tavrı beni güldürdü. İlgi bajka bir
erkeğe kaydı ya, bence kıskandı.

Kadir öğretmen, Kuzeyin bu çıkışına rağmen içtenlikle gü­


lünce, Naz ve Ecrin iç çekmişti. "İkinci kat, koridorun sonun­
daki oda." Sözlerini bitirir bitirmez okula doğru yürüdük. Ku­
zeyi daha fazla kızdırmamak için kızların kolunu tutarak onları
okula doğru çekiştirdim.

Erkeklerden uzaklaştığımızda Naz isyan ederek, “Ya şimdi


ne oldu, hani asdacaktık?” dediğinde kafasına bir tane geçir­
dim. “Asılmak yok, o bizim öğretmenimiz.” Biz üçümüz en
önde yürüdüğümüz için arkadan gelen çocuklar konuştuklan-
mızı duymuyordu.
MARAL ATMACA 93

“Daha iki dakika önce ağzının suları akan sen değil miy­
din?" diyen Ecrin*in de kafasına bir tane geçirdim. “Dediğimi
yap ama yaptığımı yapma geri zekâlı!" dedim. Adam yakışıklı
olabilirdi ama işimi tehlikeye atacak bir şey yapmak istemiyor­
dum.
Merdivenlere yöneldik ve ikinci kata çıkarak koridorun so­
nundaki odanın kapısını tıkladık. Gir komutuyla içeri girdi­
ğimizde pencerenin önünde çiçeğini sulayan adamı gördüm.
Başını çevirip bize bakarak hafif tebessüm etti. “Nakil öğrenci­
ler, değil mi?" dedi. Onu onayladığımızda saksıya su dökmeyi
bırakmıştı.

Ellilerinin sonunda, uzun boylu adama bakar bakmaz otori­


ter bir havası olduğu anlaşılıyordu. Saçlarının ortası döküldü­
ğü için kel kalan kafası odaya sızan ışık yüzünden parlıyordu.
Ücülü, siyah takım elbisesinde tek bir kırışık bulamazdınız.
İnce bıyığı ve çenesindeki keçi sakalı, ilginç bir zevki olduğu­
nu gösteriyordu. “Ben okul müdürü Yusuf Vurdum. Okula hoş
geldiniz, çocuklar,” dedi. Masasına geçerek çekmeceden birkaç
dosya çıkardı. “Liseyi dışarıdan bitirmek yerine neden okula
yeniden başlamaya karar verdiniz?” Bu durum bize de sürpriz
olmuştu.

“Hepimiz aynı yuma büyüdük,” dedim ve ona bakarak


mağduru oynadım. “Okulu bitireceğimize dair birbirimize söz
vermiştik. Lâkin lise sona geldiğimizde bazı sorunlar yüzünden
ara verdik. Şimdi birbirimize verdiğimiz sözü tutmak için dön­
dük. Liseyi bitirmek bizim hayalimiz, hocam.” Yalanlarla süs­
lenmiş doğruları söylemem hiç şüphe çekmemişti.

“Anlıyorum.” Aslında anlamıyordu, sadece bununla uğraş­


mak istemiyordu. Sanki mesai saatini doldurup bir an önce evi­
ne gitmek istiyordu. Bu hisse nasıl kapıldım, bilmiyorum ama
bana yaptığı işten nefret ediyormuş gibi geldi. Çünkü gözleri
daha şimdiden sürekli duvardaki saati kontrol ediyordu. Belki
de bugün dışarıda önemli bir işi vardı ve bu yüzden fazla sorgu­
lamadan işini yapmak istiyordu. Hızlıca birkaç gereksiz kuralı
94 YARALASAR • II

hatırlatıp bana bir kâğıt uzattı ve " 12-B sizin sınıfınız,” dedi.
Kâğıdı alarak, vakit kaybetmeden kapıya yöneldim. Zaten hali
tavrı bunu ister gibiydi.

“Durun bir dakika,'" diyerek bizi durdurdu. Ona doğru dö­


nünce yüzümü inceledikten sonra masasındaki ıslak mendili
uzattı. “Okulda makyaj yapmak yasak.” Yaptığı uyarıyla zorluk
çıkarmadan ıslak mendili aldım ve dudaklarımı sildim. Haya,
tımda ilk kez bugün makyaj yapmıştım, o da yasaktı.

Yiğit müdüre bakarak gözleriyle Naz ı gösterdi ve “Nazmi.


ye de silsin hocam. Yalnız bir paket mendil onun yüzündeki
boyalan çıkarmaz, umarım mendil zulanız sağlamdır,” dedi.
Hepimiz gülerken Naz kaşlarını çatarak yumruk yaptığı elini
onun omuzuna geçirdi. “Ya sen niye ölmüyorsun artık? Bıktım
senden!" Kız da haklı fimdi, Yiğit en çok onunla uğralıyor.

Süslü nün küfür eşliğinde yüzünü silmesi sonunda bitmişti.


Müdürün odasından çıkarak kendi sınıfımızı bulmamız sadece
beş dakikamızı aldı. Kapıya vurup içeri girdiğimizde elindeki
kağıtlarla tahtanın yanında duran kadın öğretmen öğrencilere
bîr şeyler anlatıyordu. İçeri girdiğimizde hepsi susarak meraklı
bakışlarını bize çevirdi. Müdürün bana verdiği kağıdı öğretme­
ne uzattım. “Biz nakil olan öğrencileriz hocam, sanırım yeni sı­
nıfımız burasıymış," dedim. Grubun öncüsü gibi sadece benim
konuşmam sıkıcı olmaya başladı.

Sayfayı kontrol eden kadın başını salladı. “Pekâlâ, kendinizi


tanıtın ve bulduğunuz boş yerlere geçin." Sınıfa doğru dönerek,
“Yankı Sarmaşık,” dedim. Mesafeli bir sesle konuştuktan son­
ra orta sıranın arkalarına doğru yürüdüm. Boş bir sıraya otur­
duğumda bazı kızların yutkunarak bana bakması dikkatimden
kaçmamıştı. “Ne?" Arka sıramda oturan kıza döndüğümde
bana cevap vermesine sevindim. “Şey, orası Didem'in sırasıydı."
Bendeki şansa küfrederek önüme döndüm. Evet, yakın zaman-
da ölen kızın sırasına geçmiştim.
MARAL ATMACA 95

Çocuklar da kısaca kendisini tanıttı, Efe ve Hakan önümde*


kİ boş sıraya oturdu. Yiğit ve Naz ise sağ taraftaki sıraya geçer*
ken, Ecrin hemen yanıma oturdu. Kuzey ise boş bir yer arıyor*
du. Sol sıradaki kızlardan biri elini kaldırdı ve "Buraya oturabi*
lirsin," dedi. Yanındaki arkadaşının çantasını hemen arka sıraya
koyarak Kuzeye yer açmıştı.

Bu çocuğun işi her yerde görülüyor.

Kuzey sırıtarak esmer kızın yanına oturunca, Ecrin homur­


danarak önüne dönmüştü. “Sıla, buraya gel." öğretmen en ön
sıralardaki minyon tipli bir kızı çağırıp elindeki kağıtlardan bir
tane verdi. “Git, arkadaşların için de fotokopi çektir." Kız başı­
nı sallayarak sınıftan çıkınca, kadın sayfaları sırayla dağıtmaya
başlamıştı.

Kuzey, “Onlar ne, hocam?” diye sorunca kadın tebessüm cni


ve elindeki sayfalardan birini de onun sırasına bıraktı. “Bugün
sınav vardı. Madem siz de artık bu sınıftasınız, sınava girme­
meniz için bir sebep yok ” dedi. Kuzeyin değişen yüzüne bakıp
ekipçe gülmeye başladık çünkü korktuğu şey ilk günden başına
gelmişti.

Zavallı çocuk afallamış bir şekilde elindeki soru kâğıdına ba­


kıyordu. “Hocam daha yeni geldik. Bir destur çekseydiniz, iki
gün bekleseydiniz de ayağımız alışsaydı keşke," diye itirazlarını
sıralamaya başlaması beni daha çok güldürmekten başka bir işe
yaramıyordu. Aslında berbat bir okul hayatı vardı, değil mi?

Kısa süre sonra sınav başlamıştı. Matematik dersinde oldu­


ğumuzu ve öğretmenin adının Güzin olduğunu arka sıramda
oturan kızdan öğrenmiştim. Birkaç soruyu çözmeyi başarmış­
tım ama pek sağlam bir okul hayatım olmadığı için çoğu so­
runun ne anlama geldiğini bilmiyordum. Ecrin de benim gibi
bazı sorulara takılıp kalmıştı. Evet, çaktırmadan onun kâğıdına
bakmıştım. Kuzey e baktığımda ise yanındaki kızın kulağına bir
şeyler söylediğini gördüm. Kız ona gülümseyip sayfaları değiş­
tirince kendi şansıma lanetler yağdırdım. Kız resmen onun kâ-
96 YARALASAR - II

gıdını dolduruyordu. Bu, kopya olmuyor muydu? Diğer tara


yani Yiğit ve Naz'a baktığımda her ikisinin de aceleyle sorul
cevapladıklarını gördüm. Her ikisi de zengin koruyucu aile/
tarafindan evlat edinildikleri için özel okullarda okumuştu i
sorulan cevaplamaları beni şaşırtmamıştı. “Şşst Yiğit," diye k
sık bir sesle ona seslendim. Alaz bir şekilde sınav sonuçlarımız
ulaşırdı ve rezil olmamak için kopya çekmemiz gerekiyordu.

Yiğit bana bakınca masasında kitap okuyan öğretmeni kont


rol ettim. "Altıncı sorunun cevabı ne?” diye fısıldadım ama Yi­
ğit sırıtarak, “Kendin bul," diye dudaklarını oynatınca kaşlanmı
çattım. “Az paylaşımcı ol be, Allah'ın cimrisi!” diye tısladığımda
gülerek önüne dönmüştü pislik.

Ecrin kolumu dürttü. Kısık sesle, “Sarmaşık, dördüncü so­


runun cevabı ne?” diye sorunca dudaklarım kıvrıldı. “C şıkkı."
Bana tebessüm ederek hemen onu işaretledi. “Altıncı?” deyince
güldüm. “Valla onu ben de bilmiyorum, Yakamoz. Hep dev­
lenen bekleme, biraz da kendin bul,” dediğimde ikimizin de
gözleri önde oturan Efeyi bulunca sırıtarak birbirimize baktık

Elimdeki kalemle Efe’nin sıranı dürnüm. “Efe Can, bana 3,


5,6 ve 9. soruların cevabını acil söyle.” Efe yerine ondan kopya
çeken Hakan gülerek arkaya döndü. “Geriye ne kaldı, Sakar?"
Bana söylüyordu ama sınavın başından beri kendisi hep Efeden
kopya çekiyordu. Keşke Efenin yanma otursaydım!

Efe başını sallayıp tam arkasına dönmüştü ki, “Hocam! Yan­


kı, Hakan, Ecrin ve Efe arkadaşlarımız kopya çekiyor!” diyen
Kuzey pisliğinin sesini duyunca hepimiz şoka girmiştik. Bu
hain gerçekten bunu yaptı mı!

Dayanamayıp bizi ele veren ve sırıtarak bu tarafa bakan ço­


cuğa, “Pislik ispiyoncu!” diye bağırdım. “Yalan söylüyor ho­
cam, asıl kopya çeken kendisi,” dedim. Sözde ekiptik ama alt
tarafi bir sınav için satmıştı bizi.

Kuzey gülerek yanındaki kızı gösterdi. “Selda’ya sorun ho­


cam, o da gördü ve elebaşları Yankı denilen kedi, hocam. Bu kız
MARAL ATMACA 97

bana kötü örnek oluyor. Selda, lütfen bize gördüklerini anlatır


mısın?" diyerek kıza göz kırptığında kız erimiş bir şekilde hızla
başını salladı. "Ben de gördüm hocam." Yok ben anladım! Ku-
tty hani }ufilmlerde görüp küfrettiğimiz çocuklara dönüfüyormuf
okulda!

"Dördünüz dışarı!” diyen öğretmen bizi dersten atmakta hiç


vakit kaybetmedi. Hepimiz Kuzey’e bol bol küfrederek ayağa
kalktık. Kapıya doğru yürürken o arkamızdan gülüyordu.

Sınıftan çıktığımızda, "Kuzey sayesinde ilk günden dersten


atıldık,” diye huysuzlanan Hakan a sırıttım. “Merak etme, ben
de Yankı isem bunun rövanşını mutlaka bir gün alırım,” dedim.
Elime geçen ilk fırsatta rezil olmak neymiş ona gösterecektim.

Efenin gözleri doldu ve dudakları titredi. "Hayatımda ilk


kez dersten atıldım ve Yosuncuğum bunu öğrenince çok üzüle­
cek. Benden kopya istemek zorunda değildin, Yankı,” dedi. Bu
çocuk yüzünden kendimi onu yoldan çıkaran kötü arkadaş gibi
hissediyordum. Hani ailelerin çocuklarına yasakladığı o kötü
çocuklardan biri gibi...

“Sayemde bir ilki yaşadın işte Efe. Hadi gelin, biz de okulu
gezelim,” dedim. Madem dersten atılmıştık, bari bunun tadını
çıkaralım diye düşündük.

Okulu keşif turumuz yarım saatte bitince boş boş bahçede


dolanıp duruyorduk. Ders arası çoktan başlamıştı ve biz, yeni
bir ortama ayak uydurmaya çalışmanın yollarını arıyorduk Ec­
rin gözlerini kısmış, bahçe kapısının dışına bakıyordu: “Orada
neler oluyor?”

Dikkatli baktığımda üzerinde bu okulun üniformalarını


giymiş öğrencileri gördüm. Karşılarında duran çocuklara ba­
kıyorlardı. “Şimdi anlarız,” dedim ve onlara doğru yürümeye
başladım.
«9 VARALASAR • U
Okuldan çıktığımızda liseli çocukların nefretle baktıklar
grubun da öğrenci olduğunu fark ettim. Sanırım lisenin karşı
sında olan üniversitedeki öğrencilerdi. Hepsi de son sınıf olnu|
ki büyük gösteriyorlardı. “Size kaç kere canımızı sıkmak gib
bir hataya düşmemeniz gerektiğini söyleyeceğim?” Üniversite
olan kehribar gözlü bir çocuğun söyledikleri bulunduğum yer.
den göz devirmeme neden olmuştu. Kendinden küçüklere zor-
balık yapan bir gruptan başka bir şey görmüyordum karşımda.

"Peki, ben size daha kaç kere arkadaşlarımdan uzak durma­


nız gerektiğini anlatmalıyım?” Dişlerinin arasında konuşan lise-
li çocuk ise on yedi yaşlarında bir son sınıf öğrencisi olmalıydı.

"Bak çocuk!” Yılan gibi tısladı kehribar gözlü şahıs. “Bas git,
sabrımı zorlama benim!” Çocuğun yakasını kavramak için elini
uzatınca, hemen araya girerek bileğini havada yakaladım. “Li-
senin kapısını gelip kime bas pt diyorsun sen? Burada gidecek
birileri varsa onlar da sen ve arkadaşlarındır.” Kendi okulunu
bırakıp gelmiş, buradakiler? git diyor herif. İlk günden olay haı
Bana uyar.

Benden uzun boylu ve güçlü olduğu için sert bîr hareketle


bileğini benden kurtarmıştı. Gözleri sinir bozucu bir arsızlıkla
beni süzerken güldü. “Sen yeni olmalısın.” Bravo, nasıl da bildi
ama!

“He, öyleyim. Ne yapacaksın? Şu aklından geçen işkence


leri üzerimde uygulasana.” Hakan ve Ecrin gülerken, çocuğur
onunla alay ettiğim için sinirlenmeye başladığını görebiliyor
dum.

“Bana bak...”

“Zaten bakıyorum!” diye sözünü kestiğimde iyice çıldırdı.

“Eceline mi susadın lan sen!” diye bağırdığı esnada güldüm


ur>. I- I ■ D-L: _____
MARAL ATMACA 99

yumruğunu yüzüme doğru savurdu. Ancak yumruğu yüzüm­


le buluşmadan biri onun bileğini havada yakalamıştı. "Kendi
okuluna dön. Sırat. Sürekli buraya gelip sorun çıkarmaktan
vazgeç!" diyen Kadir Hoca onun bileğini bıraktı ve gözleriyle
üniversiteyi gösterdi. Sırat denilen çocuk bana kin dolu bakışlar
atarak yolun karşısındaki fakülteye doğru yürümeye başlamıştı.

Bu yakışıklı öğretmen hangi ara geldi?

Karizmatik öğretmenimizin onaylamaz gözleri şimdi benim


üzerimdeydi. uKendinden iki kat büyük birine kafa tutmak pek
akıllıca değil," dedi. Bunu zaten biliyordum, onun hatırlatma­
sına gerek yoktu. “Benim de pek akıllı olduğum söylenemez
hocam." Genelde insanlar akıllı olduğumu düşünmezdi zaten.

Gitme vakti geldiği için Hakan a doğru yürürken okulu gös­


terdim. “Sınıfa kadar yarışalım mı?” Gülerek kabul etti. "Bu sa­
kar halinle mi? Tamam, bana uyar," diyerek koşmaya başlayınca
peşinden koştum. Ecrin ise arkamızdan, “İlkokul çocukları gi­
bisiniz!" diye bağırmakla meşguldü.

Ve ben ilk dakikadan yere düşmeyi başarmıştım.

"Siz ikiniz, dışarı!” Bu bağıran kişi, edebiyat hocamız Nil


Hamındı. Hakan ve ben somurtarak ayağa kalkınca herkes
yine gülmeye başladı. Yemin ederim, dersten kovulma rekoru
bugün bendeydi. Evet, ilk dersi saymazsak onun devamındaki
tüm derslerde sadece ben ve Hakan kovulmuş tule

Son dersten de çok (azla konuştuğumuz için kovulmuştuk.


“Bundan önceki derste niye kovulmuştuk, Sakar?” Bu soru kar­
şısında kıkırdadım. “Sanırım Yiğit’e laf attığımız içindi.” Yiğit,
Kuzeyden beter bir ispiyoncu çıkmıştı.

"Yok kızım o, ondan önceki dersti diye hatırlıyorum. Sanı­


rım Nazın kafasına defter fırlattığın için kovulmuştuk. Ken­
dinle birlikte beni de kovdurmayı nasıl becerdin, o kısmı hâlâ
anlamadım!" O yanınca beni, ben yanınca ise bir şekilde onu
100 YARALASAR • II

yakmıştım. Aramızdaki bu rekabet yüzünden her derster


mayı başarmıştık.

‘Ben acıktım, pis bağımlı."

"Bundan önceki kovulmamızda sana yiyecek bir şeyle


iniştim, ondan sonraki tüm derslerde de/’ diyerek gözlerini
yürtû. "Oha kızım, yeni fark ettim. Bugün sana kantini yt
inişim!" dedi. Yanımda para yok değildi ama şimdiden biri
yapmaya başlamıştım.

"Çantalarımız nasıl olsa yanımızda, pis bağımlı. Son den


ten, hadi gel okulu kıralım."

“Hiç örnek bir öğrenci değilsin, Sakar.”

“Bunu sen mi söylüyorsun, Bağımlı?”

Güvenliğe yakalanmadan okulun arka bahçesinden fiı


etmek hiç zor olmamıştı. Haftalardır tesiste kapalı kaldığım
için biraz özgürlük fena olmazdı. Henüz bahçeden atlayıp dış
rı çıkmıştık ki bir liseli kızı görüp duraksadım. “Bizim sınıfta]
Sıla değil mi bu?" dediğimde Hakan da ona doğru döndü. Sı]
etrafına bakınarak yürüyordu ve bu fazla şüphe çekiyordu. "E
ön sıralarda oturan inek öğrenci dersi mi asmış?” dedi, Öyl
görünüyordu çünkü bu gördüğümüz Sıladan başkası değildi
Sürekli etrafını kontrol etmesi fazla garipti. Sanki tanıdık bin­
lerini görmekten korkuyordu. Sıla’nm arkasına döneceğini his­
sedince, Hakan’ı duvara yapıştırıp ensesini kavradım ve yüzünü
boynuma gömdüm. Evet, bunu yaptım.

Hakan, “Sakar, eğer benden hoşlanıyorsan tipim değilsin,


güzelim,” diye homurdanınca kıkırdadım. “Dünya ahiret kar-
deşimsin, geri zekâlı! Filmlerde yakalanmamak için hep böy­
le yapıyorlardı. Görevimiz tehlike çaylak, o yüzden boynumu
öpüyormuş gibi yaparak kızı izle.” Kendimi tutamayıp güldüm,
“önemli bir uyarı; eğer gerçekten öpmeye kalkışırsan ölürsün!’
diye onu uyardığımda kısık sesle attığı kahkahasını boynumda
hissettim.
MARAL ATMACA 101

Ajan olmak zor //, arkada}.

Sıla nihayet önüne dönünce rahat nefes bir almıştım. “Ta­


mam, kız artık buraya bakmıyor.” Hiç vakit kaybetmeden he­
men ondan ayrıldım. Hakan’ın gözleri hınzırca bana bakıyor­
du. “Eskisi gibi rahatsız olmuyorsun/ dedi. Eskiden erkeklerle
bu kadar iç içe olmadığım için hepsi korkutucu geliyordu. Fa­
kat şimdi tanıdıkça güvendiğim birkaç kişinin dokunuşu faz­
la rahatsız etmiyordu beni. “Simay ile her gün terapim olunca
kendimi kontrol etmeyi öğrendim, Hakan/ Sadece ben izin
verdiğimde kriz geçirmiyordum. İznim dışında bana dokun­
duklarında yine savunmasız halim geri geliyordu.

Kaldırımda yürüyen Sıla nın peşine takıldık ve kızı bir alt so­
kağa kadar takip ettik. Etrafına bakındığı esnada hemen duva­
rın arkasına gizlendik. Siyah ve lüks bir arabaya binen kız, uzun
süre arabadan inmemişti. Arabanın siyah camlarından dolayı
içeride Sıla’dan başka biri var mıydı, emin değildim. “Araba ha­
reket etmiyor, bu kız ne yapıyor içeride?” diyen Hakan a bilmi­
yorum dercesine omuz silktim. Bunu ben de merak ediyordum.

Yaklaşık on dakika sonra Sıla arabadan inince, hareket eden


arabanın plakasını aklıma kazıdım. “Arabanın içinde kim vana
kızla oldukça eğlenceli dakikalar geçirmiş/ diyen Hakan'ın yü­
zünü buruşturarak söylediklerinden bir şey anlamadım. “Açık
konuş Bağımlı/ dedim. Gözleriyle Sılayı gösterdi. “Şuraya baki
ûpülmekten şişmiş dudaklar, yukarıya toplanan şort ve bacak­
larındaki el izleri.” Arabayla ilgileneceğim diye Sılaya bakma­
mıştım ama şimdi Hakanın haklı olduğunu görüyordum.

Üzerini düzeltti ve çantasından çıkardığı kapatıcıyı bacakla­


rındaki parmak izlerine sürdü. “Bu kız daha on yedi yaşında!”
diye sinirden tısladığımda Hakan güldü. “Anlaşılan, arabayı
kullanan kişi seninle aynı fikirde değilmiş/ Bu konuda şaka
. • . I f_____ L-_____________i____ L___ • _
102 YAKALASA* ’ II
"Hedef Sıla olabilir," dedim. “Bundan sonra onu yakından

izleyeceğiz."

"Sevgilisi de olabilir." Peşimden gelirken söyledikleri yü­


zünden yüzümü ekşittim. "On yedi yaşında ne sevgilisinden
bahsediyorsun, oğlum?" dediğimde bana bakarak güldü. "Asıl
bu yaşta üç öğün sevgili yapıyor ve değiştiriyorlar. Tabii, sen
bilmezsin." Sıntarak söylediklerine karşılık durup ona baktım.
"Ben neden bilmem?” Gözlerinde oluşan o sinsi bakış, bu soru­
yu sormamı beklediğini gösteriyordu.

Hakan gülerek, "Çünkü sen bizdensin, Sakar. Bak harbi


söylüyorum seni bir türlü kız olarak göremiyorum. Daha ge­
çen gün Yiğit bizim kızları azarlayıp onlara, "Gidip Sakar ile
takılacağım, onun yanında en azından rahat küfredebiliyorum,'
dedi. Evet, sanırım o da seni kız olarak görmüyor," dediğinde
burnumdan dumanlar çıkardığıma emindim. Bu aptallar beni
kendi cinslerinden biri olarak mı görüyorlardı?

Benim gibi güzel birini nasıl erkek olarak görürler? Evett çirkin
olduğumu sanmıyorum. "Tamam, erkekler dikkatimi çekmiyor
ama benim de kendime göre bir giderim var yani!”

"Tövbe, Sakar, fiziksel özelliklerine dil uzatamam yoksa çar­


pılırım. Lâkin karakter olarak bizdensin birader.” Yere eğilip taş
aldığımda gülerek kaçmaya başladı pislik. Bu sefer o kalın kafa­
sını kıracaktım neredeyse. Bulunmaz nadide karakterime erkek
diyerek hakaret etmişti.

Hakan ile bir süre daha boş boş gezdikten sonra okula dön­
müştük Herkes çantalarını alıp evine giderken, bize doğru ge­
len çocuklar Hakan’a ve bana bakıp güldüler. “Tüm gün kovul­
mak size çok koymadı mı?" Süslü’ye göz devirip çıkışa doğru
yürümeye başladım. Tüm gün oradan oraya koşturmak beni
yormuştu.

"Buket mesaj atmış, bu yakınlarda bir kafede bizi bekliyor­


lar." Kuzey’i onaylayarak onun peşine düştük. Daha Alaz a tüm
MARAL ATMACA 103

Yaklaşık on beş dakika sonra cümbür cemaat kafeden içeri


girmiştik. Cam kenarındaki masada oturan eğitmenlere doğru
bir adım atmıktım ki yanlarında fazladan üç kişi daha görünce
afalladım. “Bu televizyona çıkan kadın, yani senin annen, değil
mİ?” Nazın sessizce söylediklerine karşılık başımı sallamak dı­
şında bir şey yapmadım. Burada nasıl bir oyun dönüyordu? Bu
kadının ne işi vardı burada ve orada oturanlar babalarım değil
miydi?

Bizi ilk fark eden Yosun olmuştu. “Geldiler.” Hepsinin ba­


kışları bizi bulunca hiç gelmemiş olmayı diledim.

Bana sormadan böyle bir buluşma ayarladıklarına hepsini


pişman edecektim. “Kızım.” Aceleyle ayağa kalkan Songül Ha­
nım, az kalsın düşecekti. “Hangisi benim kızım?” deyince gül­
meden edemedim. Yanımda Ecrin ve Naz olduğu için sırasıyla
üçümüze bakıyordu.

Herkes ayağa kalkarak bize doğru gelirken Kuzey alayla gül­


dü. “Bir anne kendi kızını tanımaz mı? Kızını kendisi bulacak
ve kimse Sedefin kim olduğu hakkında tek kelime etmeyecek,”
dedi. Annemin bana yaptıklarını bildiği için ona çok kızgındı.

Annem beni tanımaz ki..

Annemin gözleri önce Ecrin i buldu. Kızın çekik gözleri sa­


yesinde kendi kızı olmadığını hemen anlamışa. Tam karşım­
da durduğunda restorandaki garson kızı tanımış ve afallamıştı.
Bir garsonun onun kızı olacağını düşünmemiş olacak ki Naz’ın
karşısına geçti, önce uzun uzun onu inceledi ve hemen sonra
ise dolu gözlerle, “Sedef!” deyip Naz’a sarıldığında içim acıdı.
Bunu bekliyordum ama neden canım yanıyordu? Dedim ya,
annem beni tanımazdı...

Bu yaptığı sürpriz buluşma sebebiyle Alaz ile göz göze ge­


lip ona boş gözlerle baktım. Yine yaptıkları için herhangi bir
pişmanlık yoktu gözlerinde. Hep olduğu gibi yapmak istemiş
ve yapmıştı. Naz şoka girmiş bir halde öylece dururken herkes
bana üzgün bakışlar atıyordu. Beni izleyen Aslan Bey e ve Fı-
104 YARALASAR -II

rat Bey e bakıp gülümsedim. “Tebrik ederim beyler, sonunda


kızınızı buldunuz." Gözlerimle annemin sarıldığı Nazı göster­
diğimde ikisi de yutkunarak bana bakıyordu. Sanırım birazdan
burada işler karışacaktı çünkü ScdcFin ben olduğumu anlayın­
ca ne yapacaklannı merak ediyordum.
Etrafımda dönen oyunlardan usanmıştım. Burada benim
kararlarımın hiçe sayıldığını bir kez daha görmüş olmak beni
daha çok kızdırdı. Songül Hanım’ın yüzünü görmeye bile ta­
hammülüm olmadığını herkes biliyordu. Bunun için hepsine
kızgındım ama en çok da Alaz a. Onun yetkisinden geçmedikçe
diğer eğitmenler bu buluşmayı ayarlayamazdı. Onlar beni anla­
yamazdı ki. Burada anne rahminde zehirlenen bendim ve onlar
bunun nasıl hissettirdiğini anlayamazdı. Hayatıma karışmak
neymiş hepsine gösterecektim ama önce bu kadın ile ilgilenme­
liydim. Naz’a sarılan kadına baktıkça içimdeki nefret bedenime
sığmıyordu. Bir anne kendi kuzusunu tanımaz mıydı? O beni
tanımıyordu. Anne dediğin kendi evladını hisseder ve içgüdüsel
olarak onu tanırdı. Gözlerinden, kokusundan ya da ne bileyim,
o gözlerdeki hüzünden yine tanırdı! Yüzüme vurmayan ama
içime akıttığım gözyaşlarını görmeliydi. Olmadı ve hiç olma­
yacaktı çünkü bu kadın benim annem olmayı başaramıyordu.

“Evet.” Her şeye inat kocaman gülümsedim. “Siz de kızınıza


sarılmayacak mısınız beyler?” Naz’ı göstererek Aslan Bey e ve
Fırat Bey e gülümsediğimde, ikisinin de durgun bakışları ben­
deydi. Hayır» onlar mutlu olmaktan daha çok şaşkın görünü­
yordu.

Songül Hanım, nihayet Nazdan ayrılınca, Aslan Bey uzun


NLı-r’ı Acil cacımrı nlan Fırat Rev hakıvnr fakat
106 YARALASAR - II

İkisinin bu kayıtsızlığı Songül Hanım’ı rahatsız etmişti. El­


leri sevgiyle Naz’ın ellerini okşarken, huzursuzca yanında du­
ran iki adama döndü. “İkinizden biri Sedefin babası.” Adamlar
yıllar sonra böyle garip bir şey yaşıyorlardı ve donup kalmaları
normaldi.

Fırat Bey başını çevirip bana baktı. “Bir ailen var mı?” Her­
kesin içinde sorduğu soru beni sersemletti. “Yok,” dedim içim
acırcasına.

Neden, bilmiyorum ama buna sevinmiş gibiydi. Başını çe­


virdi ve Alaz a bakarak beni gösterdi. “Ben bu kızı evlat edin­
mek istiyorum.” Bu sözleri herkesi susturmuştu. İçimde bir
şeyler acırken yutkundum. Belki de babam oydu ve babam,
beni evlat edinmek istiyordu. Neden hayat bana karşı bu kadar
acımasızdı?

Arkadaşına bakan Aslan Bey gülümsedi. “Bu obur garson


sana da çok tuhaf şeyler hissettiriyor, değil mi?” dedi. Bu iki
adam beni hissediyordu ama bu çok tuhaftı çünkü sadece birisi
babamdı. Lâkin diğeri de beni kendi kızı gibi hissediyordu.

Ttpta iki baba mümkün mü?

Buna daha fazla dayanamadım. Hemen gitmeli ve hepsini


arkamda bırakmalıydım. “Kimsenin beni evlat edinmesine ge­
rek yok ve kimseye ihtiyacım da yok” Onları üzmek istemedi­
ğim için sıcacık tebessüm ettim. “Size iyi günler.” Gitmeye yel­
tenmiştim ki Yosun aceleyle, “O Sedef değil,” diye araya girdi
ve eliyle beni gösterdi. “Asıl Sedef Sarmaşık, size hizmet eden
garson kız.” Son söyledikleri ne denli ağır olmuştu, değil mi?
Peki, kim için ağır olmuştu?

Baba adayları ve Songül Hanım yutkunarak bana bakıyor­


du. Aslan Bey’in ve Fırat Beyin gözlerinde oluşan hüzün, az
önce Naz a bakarken yoktu. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir
zamanda ikisinin göz hapsindeydim. Hayır, üzülmediler. Aksi­
ne mutluluğun kırık hüznüydü bu bakışları. Onlarla aynı ma­
saya oturan garson kız, onların kızı çıkmıştı. Bana uzun uzun
MARAL ATMACA 107
anlattıkları o gizemli kız, ben çıkmıştım. Ben o gece farkın*
da olmadan babamla aynı masaya oturmuş ve onun bana olan
özlemini dinlemiştim. Hangisi benim babamdı, bilmiyordum
ama her şekilde ben babamla vakit geçirmiştim. “Sen Sedef mi­
sin?" Her iki adam da güçlükle aynı anda konuşunca gözlerim
doldu. Yirmi yaşındayken babamla tanışmak varmış nasibimde.

“Evet, adım Sedef.”

Aslan Beyin gözleri buğulandı. “Yankı demiştin bize.”


Gömleğimin düğmelerini açtım ve gömleği sıyırarak onlara
kolumdaki damgayı gösterdim. “Bana bunu yapan kişi adımı
Yankı koydu..? dedim. Kolumdaki damgaya bakan Aslan Bey
sarsılmıştı. “Ve sen de yıllarca o adı taşıdın, öyle mi?” Yenilgi
içinde gözlerini yumdu ve bir damla gözyaşı süzüldü. Bu göz­
yaşı yedi yaşında savunmasız kalan bir çocuk içindi. Belki de
babasına ihtiyacı olan tek anda kimsesiz kalan bir çocuk içindi.
Ağlamıştı kaybettiğimiz onca yıla. Babasız geçirdiğim koskoca
yirmi yılın sebebi olarak kendisini suçluyor ve buna gözyaşı dö­
küyordu. Acaba onun da gözlerinin önünde yedi yaşında küçük
bir kız çocuğunun hayali canlanıyor muydu? Çığlık çığlığa ya­
takta gözlerini açan ve ağlayarak koluna değen damgadan kur­
tulmaya çalışan küçük bir çocuk...

“Ben bilmiyorum, Sedef.” Bana doğru sarsakça bir adım


atan Aslan Bey, “Bilmiyorum? diye fısıldadı. “Onca yılın bir
telafisi olur mu, bilmiyorum? Dudaklarım titrerken başımı iki
yana salladım. “Yedi yaşındayken belki vardı ama yirmi yaşın­
da yok..? Büyüdüm ya ben, büyüdüm. Anne ve babasız büyü­
düm, şimdi yoktu kaybettiğim yılların telafisi.

Sustu Aslan Bey ve Fırat Bey. “Olmaz da? dedi boğuk bir
sesle. “Nasıl olsun ki? Dile kolay, koskoca yirmi yıl? Peki,
bunları söylerken neden Aslan Bey gibi ağlamaklı bakıyordu.
Neden geçmişe dönüp beni o yurttan çekip almak ister gibi
bakıyordu? Arkadaşına göre daha sert bir mizacı olan Fırat Bey,
zamanı kökünden söküp benim için yeni anılar yaratmak ister
gibi bakıyordu. “Benim kızım çıkmamam diliyorum? Yalva-
108 YARALASAR-II

nrcasına bana bakıyordu ve her an ağlayacak gibiydi. “Yıllardır


bir evlat hasretiyle yanmışken, sahip olduğum tek çocuğun bir
yerlerde benden uzak büyümüş olmasına katlanamam," diyerek
hıçkırdığında daha fazla dayanamadı ve aramızdaki son adımı
kapatıp bana sarıldı. Beni göğsüne çekince kendimi tutama­
yıp sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Böyle olmamalıydı. Bu
şekilde olmamalıydı. “Affet Sedef, affet...” diye yalvardığında,
titreyen sesi onun da ağladığını gösteriyordu. Onun kokusunu
içime çekerken bir baba sıcaklığını ilk kez yaşıyordum. Onun
gücünü kendi bedenimde hissediyor ve güvende olduğumu dü­
şünüyordum. Baba sevgisi böyle mi oluyordu? Onun yanında
insan kendisini böyle yenilmez mi hissediyordu? Affet diyordu
ya hani. Ben affederim affetmesine de yaşadıklarım susmuyor­
du ki.

Fırat Beyden ayrılınca bu sefer Aslan Bey’in çekingen göz­


leriyle karşılaştım. Bana sarılmak istiyordu ama bunu istemem
diye korkuyordu. “Eskiden bir babanın varlığına bile katlana­
mazdım,” diyerek ona yaklaştım. “Az beddua etmemişimdir ba­
bama," dedim burnumu çekerek ve ona gülümsemeye çalıştım.
“Ama şimdi her şey farklı. Hanginiz babam çıkarsa çıksın ben
onu seveceğim,” dedim ve ilk adımı atarak ona sarıldım. Kolla­
rını bana sararken, tutuşu bile korkar gibiydi. Sanki kollarında
camdan bir bebek tutuyordu ve onu kırmaktan korkuyordu,
önce sarılmıştı ve daha sonra saçlarımın kokusunu uzun uzun
içine çekmişti. Saçlarıma bugün ilk kez bir babanın sıcak elleri
değiyordu. Bedenim ilk kez baba sevgisini yakından hissediyor
ve ruhum, açlığını çektiği bu duyguya doymak bilmiyordu.

Ve son olarak Songül Hanım’ı buldu gözlerim. Şaşkındı ama


en çok da mahcuptu. “Kötü bir sürpriz, ha?” İçim kanarken
güldüm. “Tokat atmak üzere olduğun o garson kız, senin kızın
çıktı,” diye alay ederek güldüğümde herkes sessizce bizi izler­
ken o, yutkunmuştu. “Be-ben özür dilerim.” Şaşkınlığını çok
çabuk üzerinden atarak ağlamaya başladı. “Sedef ben çok özür
dilerim.” En kötüsü ne biliyor musunuz? Bu kadının pişmanlı­
ğı gerçekti. Anne olmayı bilmiyordu ama gerçekten denediğini
görebiliyordum.
MARAL ATMACA 109

Bana doğru bir adım attı ve aynı şekilde geriye doğru bir
adım attım. Bunu görünce hıçkırdı. “Aradım Sedef, ben seni
çok aradım." Gözyaşları içinde söyledikleri bende en küçük bir
etki yaratmıyordu. Nasıl da kalbim ona karşı soğuk ve duygu­
suzdu.

“Aradın mı?” Bu yalana inanmıyordum. “Sen beni aradın,


öyle mi?" diyerek gülmeye başladığımda, buradaki herkesin
tuhaf bakışlarına maruz kalmıştım. “Benim kadar aramış ola­
mazsın.” Asla benim kadar arayamazdı. “Evet, Songül Hanım,
asıl ben seni aradım!” Gülüşüm solduğunda boş gözlerle ona
bakıyordum. Bu kadın benden uzak durmalı hatta mümkünse
genlerimden silinmeliydi.

“Mesela, bir yurtta kimsesiz büyürken aradım seni,” dedim.


Zavallı, acınası çocukluğum bir zamanlar ne çok beklemişti
yollarını. “Yedi yaşında bir gece hayvan gibi damgalanırken
aradım seni.” Sol kolumdaki yarasa izini göstermiştim. “Ama
seni en çok ne zaman aradım, biliyor musun?” dedim. Gözleri­
nin içine buz gibi baktım. "On dört yaşında kendimden büyük
bir sarhoş tarafindan tecavüze uğramak üzereyken!” Çocuklar
bunu bilmediği için afallayarak bana bakarken, Aslan Bey in ve
Fırat Bey'in rengi atmıştı. Annem ise eliyle dudaklarını kapata­
rak duydukları karşısında dehşete düşmüştü. Duymak zor mu
geldi? Bir de bizzat yaşayana sormak gerekiyordu zorluğunu.

“Doğru duydun,” dedim. Bunları bilmeyi hak ediyor muy­


du, emin değildim. “Çocuktum ben!” îsyan ettim yaşadıkları­
ma. “O adamın elleri üzerimdeyken ben, beni bırakan kadını
aradım! Yoktun, hiç olmadın ki... Neden yoktun? O gece ben
tek başıma kendimi korudum. Evet, bunu yaptım! Bana bir şey
yapmasına izin vermedim çünkü ben o gece gerçekten kimse­
siz olduğumu kabul ettim. Sakın beni aradığını söyleme çünkü
benim kadar aramış olamazsın! O gece küçük bir kızın cesediy­
le sabaha kadar ağlayarak seni aradığımı bilirim ben. Saldırıya
uğradığım gecenin sabahında beni küçük bir kızı öldürmekten
dolayı tutukladılar. Evet, o gün de seni aradım. İşlemediğim bir
110 YARALASAR -11

cinayet yüzünden sekil yıl hüküm giydiğimde her görü) gfi.


nünde seni aradım," dedim. Annem olacak kadın, duydukları
yüzünden dürmemek için Yosundan destek alıyordu. Ağlıyor­
du ve sus dercesine bana bakıyordu. Ben susardım susmasına da
yaşadıklarım susmuyordu ki...

“Dahası var." Bunu çocuklara henüz söylemediğim için on­


lardan tarafa bakamıyordum. “Altı yıl cezamı çektim ama iki
yılım hâlâ duruyor. Bakma dışarıda olduğuma, yakında yeni­
den cezaevine döneceğim. Kızını parmaklıkların arkasında hiç
aradın mı, Songül Hanım? Ya da ıssız sokaklarda ve çöplerde
yiyecek bir şeyler ararken?" Islak kirpiklerinden keder akarken,
duydukları beklediği hayat öyküsü içinde yer almıyordu. Daha
fazla dayanamayıp elleriyle kulaklarını kapatınca haykırarak
ağlamaya başladı. Bir anne olarak belki geç kaldığı her şeyin
acısını çekiyordu ama bu, benim için yeterli değildi. O bana bir
hayal borçluyken döktüğü gözyaşları yeterli gelmiyordu.

Artık gerçekleri bilen çocuklar söylediklerim karşısında yı­


kılmıştı. Kuzey sarsılmış, Ecrin ve Naz gözyaşlarını gizleyeme-
miş, Efe doğrudan ağlamış ve Yiğit ile Hakan'ın bile gözleri
dolmuştu. Aslan Bey ve Fırat Bey yerinde kaskatı kesilirken,
eğitmenler bana üzgün bakışlar atıyordu. Bilhassa Alazın oldu­
ğu tarafa bakmadım çünkü onun bakışlarını görmek istemiyor­
dum. Yerdeki perişan kadına bakarak ne zaman aktığını bilme­
diğim gözyaşlarımı sildim. “Evet, Songül Hanım. Senin kızın
bir mahkûm." Sözlerim onun için fazla acımasız olabilirdi lâkin
benim acım ile kıyaslanamazdı. “Peki, orada yaşadıklarımı da
duymak ister misin? Mesela oradaki ilk yılımda intihara kal­
kıştığını dikkatini çeker mi? Pis bir tuvalette bir gece kendim­
den geçene kadar dayak yediğim? Ama yok!" Sinirden güldüm.
“Bence vurulma hikâyem senin daha çok ilgini çeker.” Bu kadı­
nın gözyaşları yaşadıklarımı telafi edemezdi. Bugün terk ettiği
kızının hayatını öğrenmeden buradan gitmeyecektim.

Ona sıramı dönerek gömleğimi yukarı doğru sıyırdım ve


sıramdaki yarayı görmesini sağladıktan sonra acıyla kavrulan
MARAL ATMACA 111
yüzüne baktım. "İşte, en son seni lanetler yağdırarak anmamı
sağlayan bu yara olmuştu. Neden mi? Anne rahminde beni öl­
dürmek için zehirleyen bir kadın yüzünden ilaçlar beni etkile­
miyor. O ameliyat masasında anestezi beni uyutmadı! Doktor­
ların beni canlı canlı kesip biçmelerini izlerken, ben çektiğim
acı yüzünden gözyaşları içinde seni aradım. Çöp poşetine koyup
ölüme bıraktığın kızın, ameliyat masasından ona ne yaptığını
görmen için o gün seni aradı, Songül Hanım!” Avazım çıktığı
kadar bağırdım. Onun pişmanlığı, bana yaşadığım hiçbir şeyi
unutturamazdı.

"Be-beni dinlemelisin...” Ağlayarak ayağa kalktığında kaş­


larımı çattım. "Hayır.” Bana söyleyeceği bir şeyleri olamazdı.
“Seni görmeye bile katlanamazken yalanlarını dinlemeyece­
ğim.” Gözlerim dolarak ona baktım. "Ya sen neden benim an­
nem olamadın?” Ellerimi öfkeyle saçlarımdan geçirirken bana
neden annelik yapmadığını düşündüm? "Hepsini geçtim, sen
beni neden öldüremedin! Bir bıçak alıp kalbime saplamak o
kadar zor muydu? İşte, en çok bu yüzden senden nefret ediyo­
rum çünkü hâlâ yaşıyorum! Soluduğum havadan, yağmurdan,
rüzgârdan, gözlerimin gördüğü ve hissettiğim her şeyden ama
her şeyden nefret etmemin tek nedeni senin günahın olmak
Bugüne kadar yoktun, bundan sonra da hayatımda olmayacak­
sın!” diye son kez konuştuktan sonra koşarak kafeden çıktım.
Arkamdan bağırdıklarını duysam da onları dinlemeden hep­
sinden uzaklaştım. O kadın beni hak etmiyor ve anne olmayı
bilmiyordu.

İnsanların arasından geçip kaldırımda koşmaya devam eder­


ken gördüğüm ilk sokağa daldım. Ne tesis ne de geride bıraktık­
larım umurumdaydı. Bir süre hiçbirini görmek istemiyordum.
Saçlarım yüzüme geldiğinde okulda saç tokamı çıkardığım için
kendime kızdım. Kendi ayağıma takılıp yere kapaklanınca, ava­
zım çıktığı kadar bağırdım ve düştüğüm yerde ağlamaya başla­
dım. "Bu kadar sakar olunmaz yahu!” Zemine sürtünmeden
dolayı soyulan dizlerim içler acısıydı. Diz kapaklarımda oldum
olası yara hiç eksik olmuyordu ki. Biri iyileşmeden yenisi ol-
112 YARALASAR - 11

m azsa rahat edemiyordum. Yemin ederim kendi türümün son


örneğiyim.

Ayağa kalkarak yeniden yürümeye hazırlanmıştım ki, “Ne­


reye gittiğini sorabilir miyim?" diyen Buzdağı’nın alaylı sesini
duydum. Neden geberip gitmiyor ki?

Karşımda dikilen adama bakıyordum ve ben fazla koşmak­


tan nefes nefese kalmışken, o sanki hiç koşmamış gibiydi. Kes­
tirmeden bir şekilde yoluma çıktığına emindim. “Bana bunu
neden yapıyorsunuz? Benim acımdan zevk mi alıyorsunuz?”
Sesimdeki soğukluk beni bile şaşırtmıştı.

Söylediklerimden hiç etkilenmemiş gibi bana doğru yürüdü.


Zaten ne zaman etkilenip beni ciddiye almıştı ki? “Kaçtıklarınla
yüzleşmedikçe içindeki bu nefret bitmeyecek. Bunu senin için
yaptığımı bir gün anlayacaksın,” dedi. Onun beni düşündüğü­
ne inanmamı mı bekliyordu? Eğer öyleyse yanılıyordu çünkü
bu hayatta kimsenin benim için karşılıksız bir şey yapmayaca­
ğını öğreneli çok olmuştu.

Kuzey bir istisnaydı tabii.

“Benim hayatım, benim kararlarım. Üzerinize vazife olma­


yan şeylere bir daha karışmayın,” dedim. Yanından geçeceğim
esnada tek bir adımla önüme geçti. “Nereye gittiğini hâlâ söyle­
medin.” Ben ne kadar sinirliysem onun bir o kadar sakin olması
beni çıldırtıyordu.

“Bilmiyorum!" Sonunda dayanamayıp aklımı kaçırmışım


gibi bağırdım. “Ama bir süre herkesten uzaklaşmak istiyorum.
Merak ermeyin, sayenizde bir ajan olduğum için kendimi to­
parlayınca tesise geri dönerim,” diye bağırarak onu iğnelemem
bile bu tepkisizliğine etki etmemişti.

“Pekâlâ, istediğin buysa sana kalacak bir yer ayarlayabilirim.”


Tam karşı çıkmak için ağzımı açmıştım ki, “İtiraz istemiyorum,"
dedi. Evet, hep olduğu gibi yine her şeyi kendi kontrolünde tu­
tuyordu. “Peşinde biri varken seni bırakmak gibi bir lüksüm yok
MARAL ATMACA 113

Güvende olacağın bir yerde kalacaksın, Sedef. Şimdi daha fazla


sorun çıkarma ve beni rakip et.” Onunla gitmeyi hiç istemesem
de hayatım tehlikedeyken sokaklar güvenli değildi. Birkaç gün
yalnız kalacağım bir yer istiyordum, hepsi bu.

Araba şehrin dışında büyük bir çiftlik evinin önünde durun*


ca şaşırdım çünkü burası dağ başında bir çiftlik eviydi. Alazın
peşinden arabadan indiğimde yeşilliğin içindeki bu güzelliğe
hayran kalmıştım. Dikkadi baktığımda burada birçok çiftlik
evi olduğunu gördüm. Her evin etrafı benim boyumun uzun­
luğundaki çiderle çevriliydi. Bu çitler evin etrafındaki kocaman
bir araziyi kaplıyordu. Sanırım çitler arazinin hangi eve ait oldu­
ğunu belirliyordu. Büyük bahçe kapısını iterek içeri giren ada­
mı takip edince, her yerde gördüğüm meyve ağaçlan tebessüm
etmemi sağlamıştı. Üstelik olgun elmalar, kan kırmızısı kirazlar
ve ağacın altına dökülmüş kayısılar acıkmamı sağladı. Yemyeşil
çimlerin arasından çıkan rengârenk çiçekler hoş olduğu kadar
iticiydi de. Biraz ilerideki küçük gölde yüzen ördekleri görünce
nedensizce mutlu olmuştum. Burası şehrin kasvetli havasından
uzak bir cennet gibiydi.

“Babaannemin evi,” diyerek bana küçük bir açıklama yaptı.


“Burada yeğenlerimle yaşıyor.” Büyük ve görkemli taş yapıya
bakarken, durgun bir halde söylediklerinden sonra ona dön­
düm. “Bayan Kırmızı Dudak, bana hepinizin kimsesiz olduğu­
nu söylemişti.” Yosun’un hastanede bana böyle söylediğini çok
iyi hatırlıyordum.

Başını sallayarak beni onayladı. “Öyleyiz.” Yüz ifadesinden


duygularını anlayamıyordum. “Bir ailem yok ama hayatta ka­
lan tek akrabalarımı bulmam zor olmadı. Yirmi yaşına geldi­
ğimde babaannemi ve ölen ablamın iki çocuğunu bulduğumda
küçük bir gecekonduda sefalet içinde yaşıyorlardı. Bana olanla­
rın hesabını soracağım ailem yaşamadığı için kalanlara bunun
bedelini ödetmem saçma olurdu. Onlara bakmak ve güvende
tutmak benim işim.” Başını çevirip yüzüme baktı. “Benzer şey­
114 YARALASAR ■ II
ler yaşadığımıza emin olabilirsin, Sedef. Senin aksine kaçmak
benim yapacağım bir şey değil." Ben onun gibi güçlü değildim
ve beni bırakanlara onun gibi asla bakmazdım.

“Dayı!* Bakışmamızı bölen küçük bir çocuğun sesiydi. Do­


kuz yaşlarında, sarışın bir oğlan çocuğunun bize doğru koştu­
ğunu gördüm. Alaz’ın yanına gelip gülerek onun bacaklarına
sanldı. "Doğum günümde geleceğine söz vermiştin, dayı.” Ona
sıkıca sarılırken isyan etmesi fazla sevimliydi.

Alaz çocuğu kendinden uzaklaştırdı ve diz çökerek onunla


aynı hizaya geldi. “Sözümde durdum. Bak, doğum gününde
geldim. Çocuk dudağını sarkıttı. “Geçen yılki doğum günüm­
den bahsediyordum.” Çocuk huysuzca dayısına baktı. “Ayrıca
son doğum günüm dündü,” deyince, Alaz homurdandı ve ben
kahkaha attım. Anlaşılan o küçük detayı unutmuştu.

Çocuğun zümrüt yeşili gözleri beni buldu ve “Bu abla kim?”


dedi. Alaz doğrularak, “Adı Sedef,” dedi ve çocuğu bana gös­
terdi. "Bu da en küçük yeğenim, Eyüp.” Çocuk bana doğru bir
adım atınca geriye çekildim. “Benden uzak duruyorsun, bacak­
sız!” diye uyardım. Çocuk, kırgın bakışlarını bana yöneltirken,
Alaz bu tavrımdan hoşlanmadığını gizleme gereğinde bulun­
madı.

Beni, “Ona karşı daha kibar ol,” diye uyarınca yüzümü


buruşturdum. “Bu çocuktan nefret ettim.” Ona meydan oku­
duğumda kaşlarını çatmasını umursamadım. Benim hayatıma
burnunu sokmak neymiş, ona göstereceğim.

“Altuğ? Aman Allah’ım, sonunda gelebildin.” Arkasındaki


yardımcılarıyla bize doğru gelen yaşlı bir kadın, mudulukla
torununa bakıyordu. Yanımıza geldiğinde kadının kırışıklarla
dolu yüzü bir anda aydınlanmıştı. İçerlemiş bir şekilde, “Bizi
daha sık ziyaret etmelisin. Eskiden yılda bir kere gelirdin ama
artık o da yok,” dediğinde Alaz tebessüm ederek ona yaklaş­
tı. “İyi görünüyorsun, babaanne.” Eğilip kadının elini tuttu ve
öperek alnına koydu. İşte, bunu beklemiyordum. Bak sen, kalp­
siz Buzdağı âdetim de bilirmiş.
MARAL ATMACA 115

Torununa özlemle sarılan kısa boylu kadının gözleri beni


buldu. “Bu hanım kızımız kim, Altuğ?” Beyazlamış saçlarının
bir kısmı topuzundan kurtulduğu için onları yüzünden çekti.

Eğitmenim sorun çıkarmamdan korktuğu için bana uyarı


dolu bakışlar atarken, “Sedef,” dedi. “Onun adı Sedef, babaan­
ne ve bir süre burada kalacak.” Yaşlı kadın duydukları karşısın­
da gülümseyip öpmem için elini bana uzattı. “Hoş geldin, kı­
tım.” Gözlerimle onun elini gösterdim. Tiksinerek, “Üzgünüm
ama hastalık falan kapmak istemiyorum,” dediğimde kadının
arkasındaki çalışanlar afallayarak bana bakarken, kadının yü­
zündeki hayal kırıklığını izledim.

“Sedef!” Alaz kaşlarını çatarak bana ters ters baktı çünkü o


da benden böyle bir hareket beklemiyordu. “Babaanneme say­
gısızlık yaptığını bir daha görmeyeceğim. Bu bir uyarı!” Sen
bir sesle beni ikaz eden adama umursamazca omuz silktim. Ne
yapacağıma o karar veremezdi. Çok istiyorsa benim yerime bir
daha onun elini öpebilirdi.

Babaannesine yaklaşıp elini tuttu. “Sen onun kusuruna bak­


ma.” Benim hatam için yaşlı kadının gönlünü almaya çalışıyor­
du. “Şimdi gitmem gerekiyor, daha sonra tekrar gelirim.” Kadın
telaşa kapılarak onun elini sıktı. “Hemen mi? Ama daha yeni
geldin. Bu gece kalamaz mısın, oğlum?” Yalvaran sesine karşı
eğitmenim tebessüm etti. “İşlerim var, babaanne ama tekrar ge­
leceğim.” Başını çevirip bana bakarken hâlâ kızgındı. “Okuldan
senin için izin alırım, bir süre kendini toparla. O zamana kadar
buradakilere sorun çıkartma,” diye küçük bir çocuk gibi bana
ne yapıp ne yapmayacağımı söyledikten sonra bahçeden çıkıp
gitti.

Şükürler olsun ki gidebildi.

Gözden kaybolmasını bekledim ve nihayet yaşlı kadına dö­


nüp gülümsedim. “Az önceki davranışım için çok özür dile­
rim.” Uzanıp elini tutarak öptüm ve alnıma koydum. “Umarım
beni affedersiniz.” Hizmetçileri ikinci kez şoka uğrattım. Kadın
116 YARALASAR-II

ise gözden kaybolan adamın arkasından baktı. Bazı şeyleri yeni


anlamış gibi gülerek başını salladı. “Onu kandırdın.” Alaz efen­
diye iyi görünmek gibi bir niyetim yoktu ki.

Eğilip hâlâ bana kırgın bakışlar atan Eyüp'e gülümsedim.


“Eve kadar yarışalım mı? Bahse girerim, senden daha hızlı ko-
şuyorumdur." Çocuk olmak böyle bir şey olsa gerek çünkü küs­
künlüğünü çok çabuk unuttu. Yarışı duyunca heyecanlanarak
gözlerini kocaman açmıştı. “Ben daha hızlı koşuyorum!” de­
yince güldüm ve eve doğru koşmaya başladım. “O zaman geç
beni.” Ufaklık peşimden koşuyordu ve bilerek beni geçsin diye
yavaş koşmaya başladım.

Çocukları hep sevmişimdir.

Üç gün sonra

“Kızım, in oradan aşağıya! Ay, bu kız yüreğime indirecek."


Elimdeki elmadan kocaman bir ısırık alırken, çıktığım ağacın
dallan arasında Alaz ın babaannesine bakıyordum. Belkıs Ha­
nım benim ağaçtan düşmemden korktuğu için bir türlü rahat
vermiyordu. “Ya babaanne, bir git artık, gözünü seveyim. Dün
düştüm de ne oldu? Bak, turp gibiyim. Ben her dakika başı düş­
tüğüm...” Beni duysun diye aşağıya uzanıp konuştuğum için
dengemi kaybedince olanlar oldu. Evet, yine düştüm ama bu
sefer onun yüzünden olmuştu.

Bu kadın beni deli ediyor!

“Biliyordum işte! Çocuk gibisin, neden söz dinlemezsin ki!”


Tepemde dikilip beni azarlayan kadına ters ters bakıyordum.
Ona laf yetiştirmeye çakşırken düşmüştüm. “Evet, düştüm.”
İnleyerek ayağa kalktım. “Çünkü şom ağızlısın! Nereye gitsem
peşimdesin, babaanne. Bak, düştüm işte. Rahat et artık, kem
gözlü kadın!” Ben de onu azarlayınca babaanne şaşkınca bana
baktı, yanından hiç ayrılmayan çiftliğin kâhyası Kemal amca
eliyle gülüşünü saklamaya çalışıyordu.
MARAL ATMACA 117

Şu üç günde bekçi gibi nereye gitsem orada bitiyor!

"Yine suçlu ben mi oldum?” diyen kadın elini kalbine bas­


tırıp kihyaya döndü. “Görüyorsun değil mi, Kemal? Kendi sa­
karlığının suçunu yine bana attı. Bak söylüyorum, Al tuğ gelene
kadar bu kız beni öldürecek. Ah! Yine çarpıntım başladı.” Fe­
nalık geçirir gibi yerinde sendeleyince Kemal amca telaşlanarak
onun koluna girdi, “iyi misiniz, Belkıs Hanım?” Ona inanma­
dığım için gözlerimi kısarak yaşlı kadına bakıyordum. “Numa­
ra yapma, benden sağlıklısın.” Elinde tuttuğu bastonu kafama
geçirmesiyle inleyerek susmak zorunda kaldım. Şiddet görerek
susturuldum çünkü buradaki herkes fazla yabaniydi.

Şu bastonu ilkfırsatta saklamak farz oldu.

Kafamı ovuştururken başımı kaldırıp çiftliğe baktım. İkin­


ci katın penceresinden bizi izleyen kızı görünce afalladım. “O
kim?” Geldiğimden beri evin her odasını gezmiştim o oda dı­
şında. Birinin orada yaşadığını bile bilmiyordum.

“Aslı.” Babaannenin tüm neşesi kaybolmuştu. “Eyüpün


ablası.” Kadının sesindeki üzüntü dikkatimden kaçmadı. “Üç
gündür onu hiç görmedim.” Penceredeki siyah saçlı kıza hü­
zünlü gözlerle baktı. “Aslı seninle yaşıt ama on iki yaşında ge­
çirdiği bir kaza yüzünden sakatlandı. Yedi yıldır odasından hiç
çıkmadı. Tekerlekli sandalyeye mahkûm kaldığı için kendisini
herkesten soyutluyor.” Kıza üzüldüm ama bu, odaya kapalı kal­
mak için saçma bir bahaneydi bence.

“Onu odasından çıkarmayı denemediniz mi?”

“Bunu istemiyor.” Doğrudan kimse ne istediğini söylemezdi


zaten. “Ona sorarsanız tabii istemez.” Eve doğru yürümeye baş­
ladığımda arkamdan bağırsa da umursamadım.

Çiftliğe girdiğimde merdivenlere yöneldim. Ahşap merdi­


venlere bastıkça gıcırtılı sesler çıkıyordu. Kızın kapısını tıkla­
dım ama içeriden ses gelmeyince içeri girdim. Odası, benim
odama benziyordu. Ahşap ve antika eşyaların çoğunlukta oldu-
IIS VARALASAR-n

ğu tarihi bir oda gibiydi, Pencereden dışarı bakan kız, tekerlekli


sandalyesini çevirip bana dönünce anladım ki burada olmam
onu mutlu etmedi. “Sen kıyafetlerimi giyen şu gürültücü kıı
olmalısın. Geldiğinden beri çiftlikteki sesler dinmek bilmiyor."
Rahatsız çıkan sesiyle söylediklerine alınmadım. Buraya kıyafet
getirmemiştim. Babaannesinin bana getirdiği tişört ve pantolon
ona ait olmalıydı.

"Sen de şu acınası varlıksın anlaşılan.” Yüzümü ekşiterek


onu süzdüm. “Böyle yaşamak yerine intihar etmeyi hiç düşün­
dün mü?” Bunu sorduğumda önce yutkundu ve hemen ardın­
dan kaşlannın kavisi çatıldı. Sanırım böyle şeyler söylememi
beklemiyordu.

Kesinlikle iyi bir başlangıçyaptım.

“Çık odamdan!" diye öfkeyle bağırdığında onu umursa­


madan yatağının üzerine oturdum. “Ben senin yerinde olsam
kendimi öldürerek herkese büyük bir iyilik yapardım.” Gözle­
rim bileklerindeki kesik izlerini görünce bunu zaten denediğini
anladım.

Kömür gibi kapkara gözleri olan kızın fâzla güneş görmediği


için beyaz ve pürüzsüz bir teni vardı. Zayıf biri olduğu için
sandalyesinde küçücük kalmıştı. Ancak dağınık topuz yaptığı
saçları ve yuvarlak yüzüyle sevimli bir güzelliği vardı. “Bana
hakaret etmen biniyse odamdan defol!” Bu kız nedense bağır­
maktan başka bir şey bilmiyordu.

Ayağa kalkarak ona doğru yürüdüm. “Sıkıldım, sakat kız.1


Sakat kısmına bilerek vurgu yapmam onu üzmüştü. Belli etme­
meye çalışıyordu ama gözlerini kaçırması bile onu ele veriyor­
du. “Ne oldu?” Alay ederek onu küçümsedim. “Sen de kendini
böyle görmüyor musun? Ama ben söyleyince acıttı, değil mi?
Diğerleri sen kendine zarar verdikçe üzülüyorlar ve sen buna
rağmen intihara kalkışıyorsun. Lâkin ben ölmen gerektiği­
ni söyleyince içinden benim kalpsiz olduğumu geçiriyorsun."
MARAL ATMACA 119

sanlar değil, sen kendine acıyorsun ve ben acınası biri olduğunu


söyleyince bana kızıyorsun. Oysaki ben sadece senin aklından
geçenleri söylüyorum.” Tek kelime etmeyince onu kendi haline
bırakıp kapıya doğru yürüdüm. Ters psikoloji çoğu zaman böy­
le durumlarda işe yarardı.

“Birkaç gün sonra gideceğim,” deyip ona döndüm. “Ama


gitmeden önce bir arkadaş istersen buradayım.” Bunu ona ha­
tırlattıktan sonra odasından çıktım.

Merdivenlerden indiğimde aşçı Halime teyzeyi gördüm. Ko­


caman göbeği olan kadının yaptığı yemekler çok güzeldi. Etra­
fına bakınarak birini arıyordu. “Kimi anyonun?” dedim. Islak
ellerini önlüğüne silerek başını kaldırdı. “Yine yemek aşırmak
için mutfağa gitmeyi düşünüyorsan, bu sefer seni evin hanı­
mına söylerim, hırsız!” dedi. Kendimi tutamayıp kıkırdadım.
“Hadi ama Halime teyze, alt tarafı ara öğün hakkımı aldım.”
Kollarını göğsünde birleştirince, “Ne var yani beş ara öğünüm
varsa!” dedim. “Kuş kadar yemek koyuyorsun tabağa, cimri ka­
dın. Şu haline bak, kalan yemekleri yiyerek kocaman olmuş­
sun.” Etraftaki birkaç çalışan kıkırdarken kadın gözlerinden
ateşler çıkarıyordu.

Onun yüzünden burada aç kalıyorum.

Dişlerinin arasından, “Demek öyle!” dediğinde onu kızdır­


dığımı anladım. “Akşama börek istiyorsan gidip sütü sen sağa­
caksın yoksa yapmam dünkü börekten.” Dün akşam yediğim
börek aklıma gelince iştahım açıldı. “Sen git malzemeleri çı­
kar hatun, süt işi bende,” diyerek çapkınca sırıttığımda bir an
gülecek gibi olmuştu. Ama bana kızgın olduğu için gülüşünü
saklamak zorunda hissetti kendini.

Yanındaki genç kadına bakarak beni gösterdi ve “Şu işgüzarı


süt alacağı yere götür, Esma,” dedi. Gözlerindeki intikam ate­
şiyle bana sinsice bakarak mutfağa gitmişti.

Otuzlu yaşlardaki Esma ablaya baktım. Kızıl saçlarını yine


bana hava atar gibi açmıştı. Bu kadının saçlarını gördükçe ken-
120 YARALASAR-ll
di siyah saçlarımı boyatmak istiyordum. “Hadi, markete gide,
lim Esmacığıın/ diyerek yanına gittiğimde diğer iki çalışan,
yani ömür ve Çiğdem de gülerek yanımıza geldiler. “Bunu ka­
çırmak istemiyoruz»* diye kıkırdadıklarında Esma abla gülerek
başını sallamıştı. Bir marketin netini kaçırmayacak bu aptallar?

Çiftliğin bahçesinde Esma ablayı takip ederken babaanne­


yi ve kâhyayı gördüm. “Nereye götürüyorsun kızı Esma?” dedi
babaanne. Esma babaanneye güldü ve “Küçük Hanım Fer-
hunde’den süt alacakmış hanımım/’ dedi. Babaanne ve kâhyası
önce şaşırdı fakat hemen sonra onlar da gülmeye başladı, “öyle
mi? Biz de geliyoruz,” dediler. Gülerek peşimizden gelmeleri­
ne bir anlam veremedim. Bu insanların çok tuhaf olduğunu
düşünmeye başlamıştım. Alt tarafı bir market oğlum, Allah'ın
görgüsüzleri hiç markete gitmemiş gibi davranıyorlar.

Çiftliğin etrafından dolanarak ahırın önünde durduğumuz­


da şaşırmış bir halde Esmaya baktım. “Ee, hani, Ferhunde
Market nerede?” Marketi sorduğumda hepsi kıkırdayıp içeriyi
gösterdi. Ne yani, market ahırın içinde mi? Demek ki çiftlikteki
marketler ahırda oluyor.

Kapıyı açarak cümbür cemaat içeri girdiğimizde sıra sıra


dizilmiş inekleri görünce afalladım. Burnuma gelen gübre ko­
kulan sebebiyleyüzûmü buruşturup Esma’ya baktım. “Burada
inekler var ama," dediğimde gülerek kocaman, siyah bir tosunu
gösterdi. “Tanıştırayım, süt için geldiğimiz Ferhunde Market/
deyince gözlerimi irice açtım. Bu tosun muydu Ferhunde? Dur
bir dakika, bunlar bana sütü doğal yollardan aldırmayı düşün­
müyordu, değil mi? Hem de bir tosundan!

“Süt mü sağacağım? Hem de bir tosundan?" Şaşkınca sordu­


ğum soru sebebiyle hepsi çok eğleniyor olmalıydı ki gülmemek
için kendileriyle mücadele ediyorlardı. “Bu bir inek, yani dişi,
Yankı ve adı da Ferhunde,” dedi babaanne. Uzaylı görmüş gibi
babaanneye bakıyordum. “Boğa bu babaanne! Şuna bak, are­
naya çıkmayı bekleyen kara bir boğa ve kırmızı pelerin olmaya
hiç niyetim yok!" dedim. Hiçbir güç beni bu tosun ile yüz göz
edemezdi. Allah ajktna, bunun inek olduğunu hiç sanmıyorum.
MARAL ATMACA 121

“Korkacağını tahmin etmiştim." Babaannenin benimle der­


di neydi, bilmiyordum. “Sen ne anlarsın süt sağmaktan? Sen
git* ağaçlara tırman dur, dağ keçisi." Babaanne herkesin için­
de alayla konuşunca kaşlarımı çattım. “Sırf sana kapak olsun
diye sağarım ben bunu Firavun’un Kızı!" Gözleri meydan okur
gibi bana baktığında lanet olsun ki çok çabuk gaza geldiğimi
çözdüğünü anlamıştım! “Yap da görelim." Şimdi tükürdüğünü
yalamak olmazdı. Ayrıca bir süt sağmak ne kadar zor olabilir ki?

Askıdaki kovayı ve duvarın yanında duran küçük tabure­


yi alıp kara boğanın bölmesine girdim. Tabureyi inek kılığına
girmiş boğanın arkasına koyacağım esnada, “Yandan oturman
gerekiyor arkasına geçersen çifteyi yersin," diyen babaannenin
eğlenen sesiyle yüzüme zoraki bir gülümseme kondurdum.
“Biliyoruz herhalde, fettan kadın," diye homurdanarak tabu­
reyi onun gösterdiği şekilde koydum. Derin bir nefes aldım
ve kovayı ineğin kafam kadar olan memelerinin altına bırakıp
oturdum. Memeleri olduğuna göre gerçekten de inekmiş. Nerede
görülmüş bir ajanın boğa, pardon inek sağdığı? Yemin ederim gitti
tüm karizmam.

Elimi uzatıp memesini kavradığımda kuyruğuyla bana vur­


du ve korkuyla elimi çektim, “öncelikle bir konuda anlaşalım,
Ferhundeciğim. Ben kesinlikle sapık değilim." Diğerlerini ine­
ğin dev cüssesinden dolayı göremiyordum ama gülme sesleri
kulaklanma geliyordu.

“Babaanne, bak kim geldi!" Eyüp'ün sesini duydum fakat


gelen kişiyi merak etmiyordum. O yüzden gurur meselesi yap­
ağım işime devam ettim.

Elimi tekrar uzatıp memesine dokuduğumda, huysuzca ses­


ler çıkaran inek yüzünden yine ürkerek elimi çektim. “Ama ar­
tık ayıp ediyorsun, Fcrhunde.” Huysuzluk çıkartan ineği itinay­
la kınadıktan sonra saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.
“Sana sapık değilim diyorum, niye anlamıyorsun? Biliyorum,
özel bölgene dokunmam hoşuna gitmiyor ama düşündüğün
gibi değil. Şimdi memelerini sıkmama izin ver, lütfen.” Çıkan
124 YARALASAR - II

ense kısmını kavrayarak beni durdurdu. "Bence birkaç günlü!


racil biıe iyi gelir." Şaka mı yapıyordu bu? Onca işimizin içinde
ne taciliydi bu? Daha Yosun un üstlendiği göreve başlayanla-
mışcım bile.

Tişörtümü kurtararak olmaz dercesine kararlı bakışlanmı


ona yönelerim. “Bize mi?" dedim. Az önce neden çoğul kullan­
mışa? “Siz niye kalıyorsunuz şimdi? Ayrıca cümlenizin içindeki
‘bize’ kısmı hiç hoşuma gitmedi. Ben varım, siz varsınız ama biz
diye bir şey yok." Hiç çekinmeden tavrımı net bir şekilde ona­
ya koydum. Sonradan sorun yaşamamak için her şeyi önceden
hatırlatmak en iyisiydi.

Gözleri şeytani bir şekilde ışıldarken, dudağının köşesindeo


hayran olunası gülüşü belirdi. “Şu üç günlük tatilde biz olaca­
ğımıza eminim,” diyerek çapkınca bana göz kırptığında yerim­
de kaskatı kesildim. Allah aşkına, bu adamın aklından yine ne
şeytanlıklar geçiyordu?

“Sizin aranızda cam olarak ne var?” Babaannenin imalı soru­


suyla diğer çalışanların sırıtarak bize baktığını gördüm. “Fesaı-
laşmayın lütfen,” diye homurdanarak elimle Alazı gösterdim.
“Bu adam deli gibi benden etkileniyormuş ama gördüğünüz
gibi ben hiç pas vermiyorum. Neden? Çünkü yaşlı adamlar dik­
katimi çekmiyor ve evet, senin de hiç şansın yok Kemal amca.
Artık acı gerçekleri duyduğuma göre peşimde dolanmayı bıra­
kırsın.” Yaşlı adam gülünce ağlamak istedim. Burada kaldığım
süre boyunca kolay kolay beni takip etmeyi bırakmayacağını ne
yazık ki biliyordum.

Söylediklerime bozulmak yerine iyice keyiflenen Alaz,


"Doğru söylüyor,” dedi. Oyunbaz bir sinsilikle gözlerimin içine
bakarken bunu inkâr etmedi. “Ondan etkilendiğim doğru." Se­
sinde yalan yoktu, bakışları ise gerçeği haykırıyordu. Alaz Altuğ
Sipahi bu sözleri öyle bir duygu yoğunluğuyla söylemişti ki her
kelimesi ilk kez içime işlemişti. Yıllardır varlığını unuttuğum
kalbimin kuş gibi çırpınışını duyuyordum.
122 VARALASAR’II
kahkaha sesleri arasında tanıdık birinin gülüşünü duyduğuma
emindim. Ancak önceliğim Ferhunde olduğu için pek üzerinde
durmadım.

Elimi uzattığımda inek yine kuyruğuyla bana vurunca ofla,


dım. *Ne diyeyim? Meme yerine göğüs mü diyeyim, Ferhun-
de?* Kuyruğunu kırbaç gibi üzerimde kullanması sinirlerimi
bozuyordu. "Boğa, pardon ineksin sen ve bir ineğin göğüsleri
olmaz, memeleri olur. Lütfen kendimizin farkına varalım ar­
tık.* diye homurdanıp isyan ettiğimde diğer hainler gülmekten
çatlayacaklardı arak. Gülmeleri umurumda değil, Ferhunde ile
orta yolu bulmam şart. Bir ineği nasıl ikna edeceğimi bilmiyorum.

Tekrar şansımı deneyerek elimi ürkekçe memesine doğru


uzattım. “Bana biraz süt verirsen söz veriyorum seni bir tosun
ile tanıştıracağım.” Biraz yalan fena olmazdı. "Tamam, senin de
tipin tosun gibi ama ne var canım, biraz az yer ve formuna dik­
kat edersen bence çekici bir inek olabilirsin. Biliyorum, şu anda
seni ellerken iltifat etmemi yanlış anlıyor olabilirsin ama kendi
hemcinslerim ilgimi çekmiyor.” Memesini kavrayıp sertçe sık­
tım ama bana vurmak için bir ayağını kaldırınca çığlık atarak
ayağa kalktım. “Allah senin de belanı versin, Ferhunde!" Beni
deli ettiği için bağırarak ondan uzaklaştım. Bu inek milletine
iyilik yaramıyor, arkadaş!

“Salak inek, alt tarafı biraz süt alacaktım, oğlum. Çirkin ve


tipsiz hayvan!” diye bağırdım. “Sana yok tosun, inşallah ahır­
da kalır, kız kurusu olursun!” Beni insanlıktan çıkardığı için
öfkelenerek onun bölmesinden çıktım. Gülen grubun içinde
gördüğüm kişiden sonra olmayan şansıma tüm bedduaları gön­
derdim. Ne zamanlama ama! Böylesini arasa bulamazdı. Biri
beni kendi rezilliğimin içinde öldürsün. Gelmek için tam zama­
nını bulmuştu, vicdansızın oğlu.

Kahverengi gözleri, elimdeki boş kovaya ve sinirli halime


baktıkça keyifle ışıldıyordu. Gülerek, “O inekle olan sohbetine
hayran kaldım,” dediğinde ona ters ters bakıp yanındaki yaş-
h kadını gösterdim. “Babaanneniz olacak bu Firavun un Kızı
MARAL ATMACA 123

beni oyuna getirdi." Rezilliğimden dolayı doğru düzgün kim­


senin yüzüne bakamadığım için homurdanarak ahırdan çıktım.
O ihtiyarın gazına gelerek rezil olmuştum.

Onlar da peşimden gelince bahçeye çıktık. “Gidelim hadi?


Buraya beni götürmeye geldiğini biliyordum ve bu iyiydi. Üç
gündür hep otuz yaş üstü insanlarla zaman geçirmekten gına
gelmişti. Genç olarak Aslı ve Eyüp vardı fakat onların da biri
çocuktu, diğeri ise depresyondaydı.

Alaz başını salladığında babaanne yoluma taş koymaya ye­


minli gibi araya daldı. “Kızı götürüyor musun?” Babaannesinin
üzgün yüzüne bakan adam şaşırdı. “Senin onu götürmem için
ısrar etmen gerekmiyor mu? Buraya gelirken seni canından bez­
dirdiğine emindim.” Bu adam beni ne sanıyordu? Tamam, sivri
dilli olabilirdim ama bu çiftlikteki herkes görmüş geçirmiş in­
sanlardı. Benim tüm zararım sadece dilimdeydi ve onlar bunu
biliyordu.
“Sen kalmak istemiyorsan hep yaptığın gibi gir.” İnadından
taviz vermeyen yaşlı kadın kırgın bir sesle konuştu. “Ama bu
dağ keçisi, bir süre daha burada kalacak.” Alaz şoka girerken,
Kemal amcanın söyledikleri onu iyice afallattı. “Yankı kızımız
çenesiyle hepimizi bezdirse de biz onu çok sevdik. O geldiğin­
den beri evdeki herkes üzerindeki ölü toprağından kurtuldu,
efendim.” Alazın sorgulayan bakışları beni bulunca sessiz kal­
dım. Buraya gelirken bunları duymayı beklemediği çok açıktı.
Tabii, hepsi tüm gün peşimden koşup rezilliklerime gülmeye
alışmışlardı. Burada resmen palyaço görevi görmüşüm de ha­
berim yokmuş.

“Gidiyorum.” Onlara sitem ederek ben de gitmek için inat


enim. “Bu ihtiyar grubunun bir üyesi olmaya hiç niyetim yok.
Vampir sürüsü gibiler yemin ederim. Çiftliğe taze kan gelmiş
gibi iliğimi kuruttular. Hele babaanne, nereye gitsem peşim­
de.” Alaza bakarak çiftliğin dışını gösterdim. “Derhal gidiyo­
ruz, sevgili Buzdağı.” Arkamı dönüp buradan kurtulmak için
özgürlüğe doğru bir adım atmıştım ki kalpsiz adam tişörtümün
MARAL ATMACA 125

gaibim korktuğum şey yüzünden hızlanmış olamaz» değil mi?

Herkesin yanında yaptığı bu zamansız itirafı beni rahatsız


etmiş”. “Benim uykum geldi.” Bana olanlardan korktuğum
için aceleyle bir şeyler geveledim ve çiftliğe doğru koştum. On-
dan ne kadar uzak olursam benim için o kadar iyi olacaktı.

Arkamdan keyifli sesini maalesef yine duydum. “Kaç baka­


lım, Sedef. Şu üç günde nereye kadar benden kaçabileceksin,
merak ediyorum.” Doğru söylüyor» bu dağın başında nereye ka­
çacağım oğlum ben! Üç gün boyunca şu göğsümdeki geri zekâlı
kalbimi kontrol altında tutmalıyım. Buradan kurtulup tesise dön­
düğümüzde bulursa sıkıştırır bu ruhsuz
Çocukların neden hayal güçleri bu kadar uçuk, anlamıyo­
rum. Tamam, benim de çocukken bir hayali arkadanım vardı
ama ben büyüyünce uçup gitti. Tabii, benim hayali arkadaşımla
olan ilişkim nefrete dayalıydı. Şiddetli geçimsizlikten boşanma­
nın eşiğine gelen bir nefret ilişkisi diyebilirdik çünkü benim ha­
yali arkadaşım rahmedi Ercan’dı. O kedinin üzerine düşüp onu
kazayla öldürünce, bir yıl boyunca kediyi her yerde görmeye
başladığımı hatırlıyordum. Zavallı vicdanım arada bir sızlarken
Ercan’ı gördüğüm her yerde elime bir taş alıp onu kovalamam
kesinlikle çocukluktandı. Kedilerden nefret etmem, Ercan’ın
ölümüyle başlamıştı. Hayvan ölüp gitmiş ve bir yıl boyunca
ruhu bana resmen musallat olmuştu. Altı yaşında bir çocuk
düşünün ki boşluğa tekmelerini geçiriyor. Size deli gibi geldi,
değil mi? Ama aslında hayali arkadaşı olan kediden kurtulmak
için onu tekmeliyordu. Eminim, kimsenin aklına böyle bir şey
gelmezdi.

Kuzey her ne yapıyorsun diye sorduğunda ona yalan söyleyip,


“Ayak kaslarımı esnetiyorum,” demek de doğru değildi, bili­
yorum. Fakat ona, “Senin görmediğin ama benim gördüğüm
kedinin ruhunu tekmeliyorum,” demek bence hiç hoş olmazdı.

Demek istediğim, Ercan ile geçirdiğimiz bir yılın sonunda


yurttan kaçınca onun ruhunu geride bırakmıştım. Ondan son­
ra da hiç hayali arkadaşım olmamıştı ama ben çocukken bile ol-

Scanned with CamScanr


12S YARALASAR-ll
mayan şeyleri görmezdim. Beki, Alazın dokuz yadındaki yeğeni
nijr elinde bir ışın kılıcı olduğunu iddia ediyordu? Çocuğun
eline bakıyordum, hiçbir şey yoktu ama Battal Gazi gibi hayali
kılıanı üzerime sallayıp duruyordu. Bahçe keyfimin içine eden
çocuğa bir ışın kılıcı olmadığını anlatmanın bir yolunu bulma­
lıydım. "Savun kendini, beyin düşmanı zombi!" diye bağırarak
olmayan kılıcını havada salladı ve üzerime yürüdü. Fakat ben
zombi kısmına takılıp kalmıştım.

"Ben niye zombi oluyorum şimdi! Şeker kız Candy nin yeri
boş ise o rolü alabilirim." Eyüp hayali kılıcını karnıma saplayın­
ca, “Ah!” diye inleyerek karnımı tutarken kesik kesik bir nefes
koyuverdim. "İntikam!" diye bağırarak kollarımı her iki yanıma
açtım. Başımı öne doğru sarkıtıp yamuk adımlar atmaya başla*
dım. “Beyin!"

“Hayır!" Eyüp hayali kılıcını bana doğru defalarca savurdu


ama ben baygın gözlerle tıpkı bir zombi gibi yavaş adımlarla
ona doğru yürümeye devam ediyordum. “Ama sen ölmüyor­
sun," dedi. Biri şu çocuğa zombilerin zaten ölü oldukları için
ikinci kez ölmeyeceklerini söyletin.

“Beyin!” Ona yetiştiğimde çığlık atarak kaçmaya başladı.


“Dayı!" diye bağırdığında bir ağacın altında duran ve bizi izle­
yen adamı yeni fark etmiştim.

O gülümsüyor mu?

Eyüp koşup dayısının arkasına saklanmak için vakit kay­


betmedi. “Dayı, Yankı ablam zombiye dönüştü ve ışın kılıcımı
pençeleriyle kırdı!” Elindeki hayali kılıcını gösterince bu sefer
kararlı bir şekilde kılıcı görmeye çalışıyordum. Görmediğim o
şeyi ne ara kırdım, onu bile bilmiyordum. Hem pençeler mi
dedi o? Bu çocuğun uçmuş kafasından ben de istiyorum arkadaş.

Alaz gülerek yeğeninin saçlarını okşarken, yüzündeki gülüşü


koruyarak bana tebessüm etti. “Bir şekilde buradakilere kendi­
ni sevdirmişsin. Kendi kendine konuştuğun yetmiyormuş gibi
hayvanlarla da konuşuyorsun ve çocuklarla aran çok iyi. Söyle­
MARAL ATMACA 129

sene, tam olarak nesin sen?” Alay ederek konuşsa da bana olan
bakışları fazla düşünceliydi. Harika! Farkında olmadan onu
gerçekten etkiliyor olmalıydım. Aman ne güzel!

Kollarımı öne doğru uzatarak sorduğu soruya cevap vermiş


oldum. “Beyin!" Sonuçta ne olduğumu sormuştu, değil mi? Sa­
nırım ben şu anda bir zombiydim. Eyüp çığlık atarak çiftliğe
doğru koşunca, Alaz gülmeye başladı. “Zombi, ha?” Ne kadar
da zeki bir adam azizim. Hemen de anladı.

Eyüp’ün gittiğini görünce içimdeki beyin canavarı olan


wmbiyi rafa kaldırdım ve tekrar insan formuna döndüm. “Par­
don da benim ne halt olduğumdan size ne?” Onu tersleyerek
yürümeye başladığımda, elindeki hasır sepede bana doğru ge­
len aşçı kadını gördüm.

“Yankı, git bana kümesten yumurta getir” Kadının sinsi ba­


kışlarını görünce gözlerimi kıstım. "Doğruyu söyle hatun, kü­
mesin içinde tavuk yerine bir boğa mı var?” Ferhunde vakasını
henüz unutmamıştım.

Sepeti elime tutuşturan kadın, zaafımı bildiği için yine o


sinsi gülüşünü bana sundu. “Altı yumurta getirmeyi başarırsan
sana çayın yanma üzümlü kek yapabilirim.” Gözlerim anın­
da ışıldarken büyük bir açlıkla başımı salladım, "öyle desene
Halime Hatun. Altı yumurta ne ki, ben sana bir sepet dolu­
su yumurta getireceğim.” Aşçı ve Alaz göz göze geldiklerinde o
şeytani bakışları dikkatimden kaçmadı. Aklım, yiyeceğim kekte
olduğu için bunu görmezden geldim.

“Ee, hadi git o vakit ” Eliyle ahırın diğer tarafındaki tahta


kulübeyi gösterince onları bırakıp yürümeye başladım.

Bir yumurta almak ne kadar zor olabilir ki?

Elimdeki sepetle kulübenin kapısını açarak içeri girdim. Sıra


sıra dizilmiş kızıl, beyaz ve siyah tavukları gördüm. Hepsi yuva­
larında duruyordu. Kümesin içinde gezinen tavukların arasın­
dan geçtim ve çilli bir tavuğun yanında durdum. Besili tavuğa

SnannAd with CarnSran


I.M YARALASAR - II
gülümseyip elimdeki sepeti gösterdim ve “Acaba kaJkar mısın?
Altında yumurta varsa onu alacağım," dedim. Tavuk beni gör.
maden gelerek sadece boş boş bakıyordu. Bir tavuk tarafından
ilk kez görmezden geliniyordum.

Belki de izin almana gerek yokt al gitsin diyordur.

içimdeki sese uydum ve elimi tavuğun yumuşak tüylerine


daldırıp altına uzattım. Ancak ben elimi uzattığım an tavuk öyle
bir gıdaklamıştı ki korktum. Tavuğun altındaki şeyi alıp çektim
ve tüylerini kabartan tavuk, tiz sesler çıkartarak üzerime adadı
Dehşete kapılmış gibi bağırıyordum. Salak tavuk anık tavuk
dilinde diğerlerine ne söylediyse, o tavuklar da çıldırmış gibi
üzerime adamaya başlamıştı. Kafamı deşen gaga darbelerinden
kendimi korumaya çalışırken, bana doğru gelen kocaman ho-
tozu görünce bir küfür savurdum. Renkli ve uzun tüylerden
oluşan kuyruğuyla bu şey kümesin ağası gibiydi. “Valla ağam,
senin bu hatunlar çıldırdı. Çok eşli bir hayat sürdüğün için seni
tebrik ediyorum. Bu kadar kadını idare etmek her yiğidin hara
değil." Tam yağ çekmeye başlamıştım ki horozun üzerime atla­
masıyla bağırarak kümesten çıktım. Akşama bu horozu yemekte
görmek istiyorum! Tabağımda ve pişmiş bir halde!

“Bir yumurta lan alt tarafı, Allah’ın cimrileri!" diye haykıra­


rak kaçarken arkamda koca bir tavuk sürüsü vardı. Kahretsin!
Bunlar niye hep benim başıma geliyordu?

Saçlarıma pençelerini geçirmiş ve kafamı gagalayan bir tavuk


başımın üstünde dururken diğerleri peşimdeydi. “Saçıma pis­
lersen gebertirim seni! Hemen in oradan aşağıya!” Çığlık çığlığa
kaçarken bir yandan da kafamdaki tavuğu rencide ediyordum.

Duyduğum gülüşme seslerinden sonra Alaz ve babaanneyi


gördüm. Sadece onlar olsa iyi, tüm çalışanlar tam kadro bun­
daydı. Bana tuzak kuran hain aşçı da oradaydı! “İnsan misimi
oğlum siz!” Kafamdaki tavuğu yere fırlattım ve peşimdeki tavuk
sürüsüne bakıp daha da hızlandım.
MARAL ATMACA 131

Ancak makus kaderim her yerde kendisini belli ettiği için


kendimi aniden yerde bulmuştum. Düştüğüm yerde etrafımı
saran tavukları görünce dehşete kapıldım. Bu neya, bildiğin çete
bunlar! özellikle kocaman horoz emin adımlarla bana yaklaşı­
yordu. “Çok eşli, sapık hayvan!” Hele bana bir taldırstn diğer
tavuklara ibret okun diye o kafasını kopartırım.

Etrafımı kuşatan hayvanlar gittikçe bana yaklaşırken, “Sev­


gili Bay Buzdağı? Oradan izlemek yerine neden bir şey yap­
mıyorsunuz?” diye kaşlarımı çatarak öfke içinde gürlediğimde
pislik adam gülüşünü saklamaya çalışıyordu. “Elindeki küçük
civcivi bırakmayı dene.” Neden bahsettiğini anlamıyordum.
Yumurta dışında ne vardı ki elimde? Başımı usulca eğince avu­
cumda sıkıca tuttuğum şeyi gördüm. Tavuğun altında yumurta
yerine civciv mi vardı?

Elimdeki sarı civcivden bakışlarımı çekip besili tavuğa sitem


etmeye başladım. “Kuluçkada olduğunu söylemek aklına gel­
medi mi kuş beyinli?” Bu yüzden çıldırdı, değil mi? Annelik
böyle bir şey olsa gerek.

Tavuk tüylerini kabartarak tekrar saldırıya geçince panikle­


dim. “Tamam, şimdi yavaşça yavrunu yere bırakıyorum!” Elim­
deki civcivi yere bıraktım fakat civciv hiç kıpırdamıyordu.

Allah'ım, ölmüş olabilir mi?

Yutkunarak tavuklara bakarken, ikinci kez bir hayvanı öl­


dürmenin üzüntüsünü çekiyordum. Gerçi her ikisi de bilerek
olmamıştı. Kuzey*in kedisinin üzerine kazayla düşmüştüm ve
elimde bir civciv olduğundan haberim yoktu. “Kaybımızdan
dolayı bedbaht bir durumdayım,” dedim. Tam şu anda ağlamak
istiyordum ama ölümlü dünyada her fani, bir gün ölümü tada­
caktı sonuçta. Onlardan birini canice öldürmüştüm.

Küçük civciv kıpırdamaya başlayınca rahat bir nefes aldım,


önce kıpırdandı ve hemen sonrasında ayağa kalkarak annesi­
ne doğru gitti. Annesine doğru anığı paytak adımlar tebessüm
etmemi sağlamıştı. Onlara ait olanı alan tavuklar, nihayet beni
13C YARALASAR -11
rahat bırakıp kümese doğru gittiler. Ayağa kalkarak izleyiq|ç
time kınamasına baktım. "Bana suikast girişiminde bulunma,
yın artık önce inek» şimdi de tavuk1 Ne oluyor ya? Hayvani^
üzerinden bana bir mesaj mı vermek istiyorsunuz? dedim vç
somurtarak çiftliğe doğru yürüdüm. Arkamdaki kıkırtıları duy,
mak daha hızlı yürümemi sağlıyordu.

Çiftliğe girip doğrudan Aslı nın odasına daldım. Yine kitap


okuyan kız bana ters ters bakarak, "Kapıyı çalmak nedir» bilmez
misin sen?" deyince ofladım. Bu kız ne kadar da asık süratliyi
böyle. Tüm gün odada suratsız bir şekilde boş boş oturmak onu
yormuyor muydu?

Omuz silkerek yatağının üzerine oturduğumda elindeki


kitabı kapatarak beni süzdü. “Saçında neden tüyler var?" Da­
ğınık saçlarıma bakarak yüzümü buruşturdum. “Sinsi aşçınız
yüzünden tavukların gazabına uğradım. Bu evdeki herkes res­
men kuyumu kazıyor." Leş gibi tavuk koktuğuma emindim, bir
yumuna yüzünden başıma gelmeyen kalmamıştı.

“Uzun zamandır bu evde Eyüp dışında kimse gülmüyordu’


Bana bakarken eskisi gibi önyargılı değildi. “Bir şekilde onlan
mutlu ettiğin için seni sevdiler.” Düşünceli bir sesle konuşmuş­
tu. Tekerlekli sandalyesini pencerenin yanına yaklaştırıp dışarı­
yı izlemeye daldı.

“Peki, onları mutlu eden neden sen olmuyorsun?” dediğim­


de başını çevirip alayla bana bakınca güldüm. “Doğru, sen acı­
nası bir varlıksın, değil mi?” Bana cevap vermedi ama bakışlın
beni onaylıyordu.

“Kendin hakkında böyle düşündüğün için kendinden utan­


malısın." Kınayan bir sesle konuşarak onu yine kızdırdım.
“Nefes alıyorsan mutlu olmak için mutlaka bir şeyler vardır.'
Kaşlarını çatarak acısını hırçın tavırlarıyla gizlemeye çalışıyor­
du. Sen nereden bileceksin ki!” Bana bağırması beklediğim bir
davranıştı. Bir sandalyeye mahkûm olmayı bilemezsin! Benim
yaşadığım hayatı sen yaşamıyorsun, o yüzden kes sesini!" Azar-
MARAL ATMACA 133

laması beni etkilemiyordu çünkü herkes kendi derdini daha


büyük görürdü.
"Haklısın, bilemem.” Ayağa kalkarak yanına gittim ve elimle
dışarıyı gösterdim. “Orada bir yerlerde beni öldürmek isteyen
bir katil var. Annem tarafından defalarca öldürülmeye çalışıl­
dım ve yedi yaşına kadar bir yurtta kaldım. Sonra bir katil tara­
findan kolumdan damgalandığım için yurttan kaçtım. Yıllarca
çocuk halimle sokaklarda yatıp kalktım ve çöplerdeki yemek
atıkları ile beslendim.” Bunları sırf kendi acısına odaklanmasın
diye anlatıyordum. Başka kötü yaşanmışlıkların da olduğunu
ona göstermek istiyordum.

“On dört yaşında bir gece neredeyse tecavüze uğruyordum


ve o gecenin sabahında işlemediğim bir cinayetten tutuklan­
dım. Çocuk yaşta girdiğim dön duvar arasından yirmi yaşında
genç bir kız olarak çıktım. Birkaç ay önce dışarı çıkınca beni
damgalayan kişinin peşimde olduğunu öğrendim. İş arkadaşımı
öldürdü ve sürekli beni tehdit ediyor. Sorumsuz annem yıllar
sonra çıkıp geldi. Ah» bir de henüz belli olmayan iki babam
var.” İnsanlar sadece kendi yaşadıklarını gözlerinde büyütür­
dü. Oysaki bir yerlerde bizden daha kötü şeyler yaşayan binleri
mudaka vardı.

“Gördüğün gibi ben kesinlikle seni anlayamam çünkü te­


kerlekli sandalyeye mahkûm olmak altı yıl cezaevinde kalmak­
tan daha kötü. İntihara bile kalkışmaktan daha kötü, değil mi?
Bacaklarım kaybetmek taciz edilmekten daha kötüdür. Yanın­
da dayın, kardeşin ve babaannenin olması kimsesiz kalmaktan
daha kötü, değil mi? Her gün ayağına bir tepsi dolusu yemeğin
gelmesi, çöpteki bayat ve küflü ekmeklerden daha berbattır. Sı­
cak yatağında uyumak, buz gibi zeminde yatmaktan daha ra­
hatsızdır. Temiz ve yumuşacık kıyafetlerin içinde olmak, karın
altında eski kıyafetlerle uyumaktan daha kötüdür. Haklısın, ben
senin yaşadıklarını anlayamam çünkü sen sakat kaldın, değil
mi?” Bunları itiraf etmek hoşuma gitmese de bazı şeyleri artık
anlamalıydı. Burada kaldığım günlerde sık sık odasına geliyor­
134 YARALASAR • II
dum ancak kafasındaki o acınası düşünceler hiç değişmiyordu.

Söylediklerime karşı yutkunarak başını başka tarafa çevir­


mişti. "Hepsini yaşadın mı?” Hiç yaşamamayı dilerdim ama
bazı şeyler bizim isteğimize bağlı değildi. Ne yazık ki her dilek
gerçekleşmiyordu.

“Peki, bürün o şeylere rağmen nasıl gülebiliyorsun?” Kapıya


doğru yürürken omuz silktim. ‘‘Aldığım nefesin hakkını veriyo­
rum. Ben Yankı Sarmaşık’ım, ben izin vermedikçe kimse beni
yıkamaz.” Ben başıma gelen her şeye inat, düştüğüm yerden
daha da güçlenerek kalkmasını bilirdim.

Bu sözlerimi düşünecek. Biliyorum.

Onun odasından çıktığımda karşımda Alazı buldum. As-


lı’nın kapısına bakıyordu. “Ona ne söylersen söyle mutlu ol­
mayacaktır. Aslı odasından çıkmaz, Sedef.” Yeğeninin kapısına
boş gözlerle bakarken konuştuğumuz her şeyi duyduğunu dü­
şündüm.

“Bana ne?” Aslıya karşı fazla düşünceli davrandığımı anlasın


istemiyordum. “Dışarı çıkmıyorsa kendi bilir ama akşam yeme­
ğinde çıkacağına bahse girerim.” Kendi odama doğru yürürken,
“Varım,” dediğinde durdum ve “Anlamadım,” dedim. Yanıma
gelerek gözlerindeki o haylaz bakışlarla beni süzdü. "Bahsine
varım. Aslı çıkarsa her ne istiyorsan kabulüm.” Aslı onca söz­
den sonra kesinlikle odasından çıkacaktı. İnsanlar konusunda
bugüne kadar hiç yanılmamıştım.

Ondan ne istesem ki acaba?

Aklıma gelenlerle güldüm. “Ben kazanırsam bir daha hiçbir


şekilde bana yaklaşmayacak ve beni rahatsız etmeyeceksiniz."
Bu adam bir şekilde beni etkisi altına almadan ondan kurtul­
mamın tek yolu benden uzak durmasıydı.

Hiç düşünmeden başını salladı. "Kabul ediyorum.” Bana


yaklaşarak üzerime eğildi. Yine bana yakın olmanın bir yolu­
nu bulmuştu. “Ben kazanırsam...” Gözleri dudaklarımı buldu
MARAL ATMACA 135

vc yutkundu. “Seni öpeceğim.” Ne dedi fimdi bu? öpmek mi?


Bunları söylemesini beklemiyordum. Allah’ım, bu adam harbi
sapıktı! Bu ne ahlaksız bir teklifti!

"Oldu canım, başka?" diyerek kaşlarımı çattığımda güldü.


“Az önceki özgüvenine ne oldu? Yoksa korkuyor musun?” Tabii
ki korkuyordum! Bu işin sonunda onun tarafından öpülecek
olan bendim!

“Ne münasebet.” Omuzlarımı dikleştirip başımı kaldırdım.


"Aslı odasından çıkacağı için korkmamı gerektiren bir durum
yok.” İçimden kendi çeneme lanetler yağdırıyordum. Bir konu­
da da alttan abam öleceğim sanki!

Teklifini kabul ettiğimde keyfi yerine gelmiş gibi gülümse­


di ve elini uzatarak saçlarıma dokundu. “Akşam yemeği için
sabırsızlanıyorum.” Saçlarımdan elini çekince, kızıl bir tavuk
tüyünü avuçlarıma bıraktı ve gitti. Hay benim lânet çeneme!Be­
nim neyime ki onunla bir konu üzerine bahis oynamak! Aslı bu
gece odasından bir çıkmasın, ben yarın ona ne yapacağımı bilirim!

Güzel bir banyodan sonra Esma abla bana yine Aslı’nın kı­
yafetlerinden getirmişti. Siyah tayt ve beyaz tişört tam üzerime
göreydi. Günün geri kalanında Alaz'ı görmemek için odamdan
hiç çıkmadım çünkü onun odası benim odamın karşısınday­
dı. Ne kadar kaçsam da akşam yemeği saati gelmişti. Derin bir
nefes aldıktan sonra odamdan çıkarak Alazın kapısını kontrol
ettim. Umarım birden o kapı açılmaz ve dışarı çıkmazdı. Kori­
dorun sonunda olan Aslı’nın odasına bakarak sırıttım. Odaya
doğru yürüyordum. Bu akşam onu dışarıya çıkarmaya kararlıy­
dım. Eğer bahsi anlatırsam, eminim beni dayısından kurtarmak
için aşağıya inerdi. Kapının kolunu kavrayıp tam açacaktım ki
hemen arkamda duyduğum ses tüm planlarımı altüst etmişti.
“Aslı’nın vicdanına oynayarak bahsi kazanmayı düşünmüyor­
sun, değil mi?” Evet, tam olarak düşündüğüm buydu.
136 YARALASAR-ll

Ne yani, odasından çıkmak için benim çıkmamı mı bekli­


yordu bu adam? Yüzüme sahte bir gülümseme kondurup ona
doğru döndüm. “Yok daha neler! Ben adil oynarım. Aslı nın
nasıl olduğunu merak etmiştim.” Bence gerçek niyetimi bildiği
için buna hiç inanmamıştı.

“Bu kadar düşünceli olduğunu görmek güzel, şimdi yeme­


ğe inelim." Resmen benimle alay ediyordu pislik! Çünkü Aslı
odasından çıkmayacak diye deli gibi korktuğumu görüyordu.

Somurtarak aşağıya indim ve yemek masasındaki yerimi al­


dım. İnadıma tam karşıma oturdu, önümdeki çeşit çeşit yeme­
ği görünce açılan iştahım sayesinde bahsi çoktan unutmuştum.
Yarım saat boyunca kıtlıktan çıkmış gibi karnımı doyururken,
babaanne ve Alaz oburluğuma alıştıkları için artık beni yadırga­
mıyorlardı. Yemeklerin bitmesiyle acı gerçekler tokat gibi yüzü­
me çarpmıştı. Kahrettin.1 Aslı hâlâ odasından çıkmamıştı!

Başımı kaldırıp Alaz’a baktığımda sandalyesinin boş olduğu­


nu gördüm. “Babaanne, torunun nereye gitti?” Gazetesini oku­
yan kadın boş sandalyeye baktı. “En son burada oturuyordu."
Elindeki gazeteyi çekip aldım. “Adam gitmiş, senin dünyadan
haberin yok. Şunu okurken etrafındaki her şeyi unutuyorsun,"
diye onu kınadığımda eliyle önümde birikmiş boş tabakları gös­
terdi. “Asıl senin yemek yerken deprem olsa ruhun duymuyor.
Evlilik çağındaki bir kız nasıl bu kadar yer. aklım almıyor. Ya­
rın bir gün gelinliğin içine nasıl gireceksin, merak ediyorum."
Oburluğumdan konu hangi ara evliliğe geldi, anlamadım.

“Sorun ne?" Tanışmamızı bölerek içeri giren kişi Buzdağı


olmuştu. Bu adam yemeğin ortasında neden dışarı çıkmıştı ki?
Üstelik durduk yere gözlerindeki o neşe de neydi? Yine ne işler
karıştırıyordu?

Kollanmı göğsümde birleştirerek ona ters ters baktım. “Ne­


reye gittiğinizi sorabilir miyim?" Yerine otururken gülümsedi.
“Bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyordu." Yalan söylediği­
ne adım gibi emindim çünkü sesinde anlayamadığım bir mut­
luluk vardı.
MARAL ATMACA 137

Şimdi o, sorgular gibi bana ve Bellas Hanıma bakıyordu.


"Siz neden tartışıyordunuz?" Babaanne, onun sorusuna balık­
lama atlamıştı. “Çok fazla yiyor bu kız.” Yok artık» bu kadın
mutlaka bana takacak bir şeyler buluyordu.

önümde yığılan boş tabaklara bakan eğitmenim, başını


sallayarak güldü. “Burada normalde yediğinin yansını yiyor."
Babaanne gözlerini irice açarak torununa baktı ve huysuzca
kaşlarını çattı. “Orada bir sürü boş tabak var. Yarısı buysa, ta­
mamını düşünemiyorum," dedi. Dehşete kapılan kadına ina-
namıyordum. Gerçekten abartıyordu çünkü sandığı kadar çok
şey yememiştim. “Yakında lokmalarımı da sayarsın sen, cimri
ihtiyar. Aşçının tabaklara kuş kadar yemek koyduğunu anlamak
istemiyorsun. Yoksa yediğim azıcık bir şey benim. Ayrıca ben
büyüme evresindeyim, bu kadar yemem normal." Midemin der­
dinden ona ne?

“Kazık kadar olmuşsun, daha ne kadar büyüyeceksin?"

uKazık diyerek bana hakaret ettiğin için kendinden utanma­


lısın, Firavun un Kızı. Daha çocuğum ben."

“Yirmi yaşında çocuk mu olurmuş canım."

“Olur tabii, kendimden biliyorum."

Alaz, ateş hattında kalmamak için tarafsız dururken, gülüşü


bizi kızdırınca hemen savunmaya geçmesi uzun sürmedi. “Siz
bana aldırmayın, devam edin." Devam mı edin?

Homurdanarak masadaki tatlı tabağını önüme çektim. Bu­


günlük daha fazla kavga edecek tadım kalmamıştı. “Bak hâlâ tı­
kınıyor." Babaanne önümdeki tatlı tabağını aldı. “Torunumun
yanına yakışan bir gelin istiyorum, o yüzden az ye.” Alaz elin­
deki su bardağıyla öksürmeye başlayınca, utanmam gerekirken
kendimi gülerken bulmuştum.

Başına kalacağım diye korktu.

Kıkırdayarak eğitmenime döndüm. “Merak etmeyin, sevgi­


li Buzdağı, kesinlikle evlenecek kızlardan değilim.” Gülüşümü
138 YARALASAR-II
zor durdurduğumda öksürmesi kesilmişti. “İsabetli bir karar ol­
muş çünkü ben de evlenecek bir adam değilim.” Kısacası diyor
ki sakın benimle ilgili evlilik hayalleri falan kurma, üzülürsün.
Ne hayalli Ona mı kattım beni

Nihayet yemek bitince odama çekilerek iddiayı kaybetti­


ğim için gergin bir şekilde üzerimi değiştirdim. Alaz’ın odama
gelmesinden deli gibi korktuğum için hemen ışıkları kapatıp
yarağıma girmiştim. Kaybettiğim saçma bahis yüzünden onu
öpmeye niyetim yoktu. “İnşallah odanda çürürsün, Aslı!” Oy­
saki dışarı çıkacağına çok emindim.

Karnımda bir ağırlık hissettiğimde inleyerek gözlerimi aç­


mak için kendimi zorladım. Boynumda sıcak bir nefes vardı.
Yatağım fâzla mı sıcaktı? Burnuma gelen çikolata kokusu beni
mayıştırıp daha fazla uykumu getiriyordu. Gözlerimi kırpıştıra­
rak usulca açtığımda ilk dikkatimi çeken kahverengi ve parlak
saçlar oldu. Uyku senemi bir halde kendime gelmeye çalışırken,
biri yüzünü boynuma gömdüğü için aşırı terlemiştim. Başımı
iyice eğince kahverengi saçların sahibini gördüm. “Şu kolunuzu
belimden çekecek misiniz?” Sitem etmeden duramadım. Adam
resmen yüzünü boynuma gömmüş ve kollarıyla beni göğsüne
hapsetmişti.

Bekle bir dakika!

Yüzü boynumda mil

Kollan da belimde!

Bu adamın benim yatağımda ne işi var?

Gerçeklerin farkına vardığımda avazım çıktığı kadar bağır­


dım. Kahretsin! Burada neler olduğunu anlamıyorum! Bu adam
neden yacağımdaydı? Aklıma gelen kan dondurucu sahnelerle
korkuya kapılarak daha fazla bağırdım. Çığlığım onu uyandı­
rınca başını kaldırdı ve yarı uykulu bir halde bana baktı. “Şunu
keser misin?” Uykulu bir sesle söylediklerine karşılık daha fazla
bağırınca, küfrederek eliyle dudaklarımı kapatmışa.
MARAL ATMACA 139

Beni, “Senin sorunun ne?" diyerek azarladığında dudağım-


daki elini ısırdım ve onu üzerimden iterek yatağa oturdum.
Korku içinde, “Odamda ne işiniz var?” dediğimde huysuzca
soluğunu verip tıpkı benim gibi oturdu. “Burası benim odam.”
Onu uyandırdığım için bana ters ters bakarken, söyledikleriyle
gözlerimi irice açarak odayı inceledim. Ne demek benim odam!

Daha az ve sade eşya.

Kahretsin, burası gerçekten benim odam değil!

Kafam karışmış bir şekilde odamın nereye gittiğini sorgulu-


yordum. “Benim burada ne işim var?” Dudağının kenarı bil­
miştik. içinde kıvrıldı. “Bana mı soruyorsun? Gece odama ve ya­
tağıma gelen sensin.” Bunu öyle bir sesle söylemişti ki hayatım
boyunca ilk kez bu kadar çok utandığımı hatırlıyorum. Allah
kahretsin, uyurgezerliğim bu sefer kendisini aşmıştı!

“Ben...” Utanç içinde bakışlarımı kaçırıp sustuğumda gül­


dü. “Uyurgezerdin," diyerek cümlemi tamamlayınca yerin di­
bine girerek başımı salladım. Uyurgezer olmak insanı fazlasıyla
zor durumda bırakmaya yetiyordu. Neden herhangi bir oda değil
de onun odası! Bu rezillikle yapamam, kendime atlamak için bir
çatı bulacağım.

“Sizi niye bulanık görüyorum?” Bu haldeyken takıldığım


şeye inanamıyordum. Alaycı bir sesle, “Gözlüklerin olmadığı
için olabilir mi?" dedi. Başımı salladığım esnada yatakta hafif
bir harekedik hissettim. Utançtan başımı kaldıramadığım için
ne yaptığını görmüyordum, önce parmaklarını yüzümde his­
settim ve hemen sonrasında gözlüğümü taktı. Genelde uyurken
gözlüklerimi çıkarmayı hep unuttuğum için odasına geldiğim­
de o çıkarmış olmalıydı.

Ben niye onun odasına gelmek gibi bir halt yedim!

Üzerinde bir şey olmadığını fark ettim, çıplak kasları görüş


açıma girmişti. Çığlığımı dudaklarıma hapsederek üzerimdeki
ince pikeyi usulca çektim. Pijamalarımın üzerimde olduğunu
140 VARALASAR - II

görmek rahatlamamı sağladı. Şükürler olsun ki sadece ayn


yarakta uyumuştuk, daha fazlası olmamıştı. “Sadece uyuduk,
değil mi?" Yine de aklımda herhangi bir şüphe kalmasın diye
korku içinde bunu ona sordum. Gözlerindeki bu çocuksu mu-
zıtlık da neyin nesiydi? "öyle mi dersin?” dedi. Çapkın gülüşü,
iç çektiren çıplak kasları ve dağınık saçları nedensizce kalbimin
hızlanmasını sağlıyordu.

Uyumayıydık ne yaptık?
"Ne?" dedim. Korktuğumu görüyordu. “Ne yaptık?” Ürkek­
çe sorduğum soruya karşılık yanımda oturan sinir bozucu şahıs
bana doğru yaklaşmaya başladı. “Kokun." Ciğerlerini havayla
doldururken boğuk bir sesle fısıldadı. “Yıllar sonra uyku ilaç­
larının bile yapamadığını yaparak huzurlu bir uyku çekmemi
sağladı.” Burnunu boynuma sürterek kokumu sesli bir şekilde
içine çekmesini beklemiyordum. “Senin kokuna sahip kimseye
rastlamadım.” Alt tarafı bir zeytin kokusu onu nasıl böyle etki­
ler, anlamıyordum. Ilık nefesini boynumda hissetmek aklımı
başımdan alıyordu. En kötüsü ise bu yakınlığı beni rahatsız et­
miyordu. Elimde olmayan bir iradeyle bana dokunmasına izin
veriyordum. Bu yanlıştı ama doğru geliyordu.

Boynuma dudaklarını bastırınca sesli bir şekilde nefes aldı.


“Durun..." Zorlukla sesimi bulunca kalan son irademle yatak­
tan çıkmak için bir hamle yaptım. Fakat buna izin vermeden
beni yatağa çekince başım yastığa gelmişti. Boğuk bir ses­
le, “Sözünde durmadan yatağımdan çıkmana izin veremem,"
dediğinde kararan bakışları dudaklarımdaydı. Hangi sözden
bahsettiğini bildiğim için telaşa kapılarak nasıl kaçacağımı dü­
şünmeye başladım. “Hayır,” dedim. Bunu istemiyordum ve bir
bahis yüzünden beni buna zorlayamazdı.

“Sedef." Yatakta sinüstü yatarken bir kolundan destek alarak


üzerime eğilmişti. “Senin rızan olmadan bunu asla yapmam,
biliyorsun.”Titrediğimi görüyordu. Evet, çok fazla titriyordum
ve aldığım hızlı soluklar yüzünden göğüs kafesim hareket edi­
yordu. “Sana asla zarar vermeyeceğimi anlamalısın.” Temaslarla
MARAL ATMACA 141

İlgili korkumu biliyordu, bu yüzden beni sakinleştiriyor, ürküt­


memeye çalışıyordu.

"Bunu, beni zehirleyen ve hakkımda infaz kararı çıkartan kişi


mi söylüyor?” Bana duyduğu tutkudan hiçbir şey kaybetme­
den elini uzatıp yüzüme dokundu. Bu küçük teması yüzünden
içime çektiğim sesli soluklar dayanmasını güçleştiriyor gibiydi.
“Zehir tam olarak sabaha karşı seni öldürecekti, Sedef. Bu ol­
madan sana panzehri vermeyi düşünmüyordum." Parmakları
yanağıma sürtünerek boynuma iniyor ve temas ettiği her yeri
kavuruyordu. “Katilin sana panzehri getirmesi için belirlediğim
süre dolana kadar beklemeye kararlıydım.” Parmakları boynu­
mu keşfe çıktığında başını kaldırıp usulca bana baktı. “Kendi
planlarımdan hiç şaşmadım ama o gün bir ilk yaşadım.” Üze­
rime eğilerek yüzünü bana yakınlaştırdı. “Eğitimdeki acı çeken
hayalin aklıma geldikçe kontrolümü kaybettim ve kendimi se­
nin odanda buldum. Sana panzehri vereceği sürenin dolmasına
saadet varken, ben panzehri vermek için odana geldim.” Kendi
planını bozmaya mı karar vermişti? Evet, bu anlama geliyordu
çünkü odamda olsaydım bana panzehri verecekti. Bahçeye hiç
çıkmasaydım öcü bana panzehri hiç vermeyecekti ve böylelikle
Alaz onun tesiste olduğunu anlayamayacaktı. Onun için görevi
önce geliyordu ve bu uğurda yaptığı her şeyi doğru sayıyordu.
Fakat o gün odamda olsaydım, ilk kez bildiği doğrulardan şa­
şacaktı.

"Evet, infaz emrini çıkardım.” Parmaklan köprücük kemi­


ğime doğru yol alırken bana biraz daha yaklaştı. “Gece infazın
onaylandı, Sedef. Amacım seni öldürmek olsaydı bunu gece
yapardım." Dudakları dudaklarımın çok yakınında durdu.
“Ama senin bir şekilde bunu öğrenmen ve ona söylemen ge­
rekiyordu." Ilık nefesi dudaklarıma çarpıyordu. Beni öpmeyi
delice isterken açıklama yapması ona işkence ediyordu. “İnfaz
kararını çıkardım ve katilin bu kararı durdurması için ona üç
gün süre verdim. Eğer senin infazını durduracak konumda de­
ğilse üç günün sonunda bunu ben yapacaktım.” Beni zehirleye­
rek katilin tesiste olduğunu anlamıştı. Ancak rakibini tanımak
\AR_ALASAR - II

MA cnun konumunu öğrenmeliydi. Bunun için yine benim


İtrimden bir plan yapmıştı. Böylece rakibinin konum olarak
onun üstünde veya güçlü bağlantıları olduğunu ortaya çıkardı.
Her şeyi planlıyor, beni bu planların içine dahil ediyor ve bir
tuzak kuruyordu. Daha sonra kenara çekilerek hasmının o tu­
zağa düşmesini izliyordu. Her bir tuzağı ona rakibi hakkında
bilgi verirken, öcü yavaş yavaş kendini de verdiğinin farkında
bile olmuyordu.

Yakınlığımızdan dolayı sabrının sonuna gelmiş olmalı ki


boynumdaki di ensemi kavradı ve başımı yukarı kaldırdı. Kal­
bim göğsümün içinde çırpınırken Alaz bir şekilde korkularımı
küçük ve zararsız temaslarıyla yok etmişti. Gözlerini bir türlü
dudaklarımdan ayıramazken, kendi arzularına direndiği için şa­
kaklarındaki damarlar belirginleşti. “Bugüne dek yaptığım hiç­
bir planın içinde senin ölümün olmadı,” dedi. “Tıpkı bundan
sonra da olmayacağı gibi. Bana güvenmelisin, Sedef. Yaptığım
şeyler sana korkunç gdebilir ama asla zarar görmene izin verme­
yeceğimi anlamasın.” Bunun devamının geleceğini söylüyordu.
Onu bulmak için yine beni kendi planlarına dahil edeceğini
söylüyordu. Fakat onun tarafından öldürüleceğimi düşündü­
ğüm anlarda bile ashnda buna izin vermeyeceğini söylüyordu.

“Bu uğurda çekeceğim acıları umursamıyorsunuz."

“Acın, son zamanlarda sana çektirdiğim acılardan daha fazla­


sını yaşatıyor bana." Gözlerim irileşti çünkü bu, kontrolü dışın­
da bir itiraftı. Kendisine küfreder gibi ağzının içinde bir şeyler
homurdanması dikkatimden kaçmadı.

“Şimdi.” Ensemi daha sert kavradı, bedenimdeki ürpertinin


sebebi artık korkudan değildi. Gözlerini güçlükle dudaklarım­
dan çekip gözlerime baktı. “Seni öpmeme izin verir misin? Bu­
güne kadar hayatımda çok fazla kadın oldu ama onlarla olan
tüm yakınlığımın amacı görevlerimdi. Ancak ilk kez bir kadını
öpmeyi kendim için istiyorum,” dedi. Hayır dersem bunu yap­
mayacağını görebiliyordum. Fakat sorun şu ki ben de ilk kez bir
erkek tarafından öpülmeyi istiyordum. Hayır, başka bir erkek
MARAL ATMACA 143

tarafından değil, onun tarafından öpülmeyi istiyordum. Bunun


nasıl bir duygu olduğunu merak etmeye başlamıştım.

“Bana işkence etmek hoşuna gidebilir," dedi. “Ama benim


de bir sınırım var ve bir cevap bekliyorum." O sınırı biraz daha
zorlarsam cevabımı beklemeden bunu yapacağını görebiliyor­
dum. Beni daha fazla heyecanlandırırken konuşmak hiç kolay
değildi.

“İyi ama ben..." Hadi amat bunu nasıl itiraf edtcegim! Pa­
nikle, “Nasıl yapıldığını bilmiyorum ve bu bana hep iğrenç
gelmiştir. Tamam, istiyorum ama ya kusarsam?” diye hızlıca
konuştuğumda, evet cevabını bir nevi aldığı için dudaklarında
belli belirsiz bir gülümseme oluştu. “Bakalım bu konudaki dü­
şüncelerini değiştirebilecek miyim?” Aramızdaki son mesafeyi
de kapatınca, dudaklarını usulca dudaklarıma sürttü. Bunu kış­
kırtıcı bir şekilde yaptığı için daha ilk temasıyla kendimi onun
dokunuşlanna bırakmıştım.

Başlarda küçük öpücüklerle beni kendisine alıştırmaya özen


gösterdi. Onun kollarında kuş gibi titrediğim için beni korkut­
tuğunu düşünmüştü. Belki de sırf bu yüzden bana bir ilki yaşa­
tırken oldukça nazikti. İçindeki vahşi tutkuya rağmen kendisini
törpülüyor ve benim için bunu ağırdan alıyordu. Lâkin daha
fazlasını istedim ve omuzunu tutarak onu biraz kendime doğru
çektim. Bu her şeyin boyutunu değiştirmişti. Dudaklarımı hoy­
ratça öpmeye başlamasıyla kalbim göğsümden çıkacak sandım.
Aklım ve mantığım bunun yanlışlığını haykırırken, bedenim
onun öpücüğüne çoktan teslim olmuştu. Hayatımda ilk kez
bir erkek tarafından öpüldüğüm için deneyimsizdim. Bunun
farkındaydı ve buna rağmen ona karşılık vermemi beklediğini
biliyordum. îlk öpücüğümün bu şekilde aklımda kalmasını is­
temedim. Bu yüzden direnmeyi bırakarak ona karşılık verdim,
işin garip yanı bana hissettirdikleriydi. Daha önce bu kadar
zevk aldığım başka bir şey olmamıştı. Kendi kontrolümü kay­
bederek ona verdiğim karşılıklar, içimde varlığından habersiz
olduğum duyguları dışarı çıkarıyordu. Tiksinmeyi beklediğim
144 YARALASAR-11

doğruydu amâ bu baştan çıkarıcı haz beklemediğim bir duy-


guydıı.

Bedenim uyuşmuşken kalbim ona çekiliyor ve beynim bu­


nun nasıl mümkün olduğunu sorguluyordu. Nefes almama
izin vererek usulca benden ayrılınca soluk soluğa kalmıştım,
“Bu..." Gözlerimin içine bakarken doğru düzgün konuşama­
dı. “Çok farklı." Bakışlarındaki derinliği çözemedim. Ben hızlı
hızlı nefes almaya çalışırken, üzerimdeki adam uzanarak küçük
bîr öpücük daha kondurdu dudaklarıma. “Böyle hissettirme-
mcliydi." Sesindeki şaşkın ifade sanki beklediğinin aksine şeyler
hissetmiş gibiydi.

“Bu iyi bir şey mi?” diye sorduğumda gülümsedi. “Bundan


sonra benim açımdan iyi şeyler olmayacağını söyleyebilirim.”
Ne demek istediğini anlamıyordum. Keşke arada benim anla­
yacağım şekilde konuşsaydı.

Hâlâ üzerime eğilmiş bir pozisyonda olduğu için bir nefes


kadar yakınımdaydı. “Benimle oynamayın.” Bu konuda daha
fâzla kendimi tutamadım. Onun tarafından üzülmek istemi­
yordum. “Bana karşı İrislerinizin olmadığını ve inada beni ken­
dinize âşık etmeye çalıştığınızı biliyorum.” Kafasındaki planlar
doğrultusunda beni etkilemeye çalışıyor olabilirdi ve bu şüphe,
ona yakın olmamı engelliyordu. Nedtn bu da onun oyunların­
dan biri olmasın diye kendime sormadan yapamıyordum. Böyle
düşünmeme sebep olan şey, hesapçı beyniydi.

Yatakta oturmaya çalıştığımda bana izin vererek yanımdaki


yerini almıştı. “Bugüne kadar insanlar Yankı yı hep kırdı ve par­
çalayıp ona acı çektirdi.” Bu konuda dürüst olmak için kendimi
zorladım. “Ama Sedefi kimse incitemedi.” Uzanıp elini tuta­
rak tam kalbimin üzerine bastırdım. “Sedefi burada kendime
saklıyorum ve kimsenin kalbime ulaşmasına izin vermiyorum.
Orada iyi yanım var, yani beni dengede tutan Sedef var.” Eğer
oynadığı bir oyun yüzünden bana yakın olmaya çalışıyorsa
buna son versin diye bunlan anlauyordum. “Bir oyun oynuyor
olabilirsiniz ve bir şekilde kalbime girip Sedefi incitmenizden
MARAL ATMACA 145

korkuyorum. Yapmayın, insanların benden alamadığı (ek şey


çocukluğum olan Sedef. Eğer siz onu benden alırsanız emin
olun, tamamen Yankı olurum. O katilin bana verdiği kiplik
olurum ve Sedef’i benden alırsanız size yeminim olsun ben de
sizden Alaz’ı alırım,” dedim. Konuşmamı bitirdiğimde bunları
duymayı beklemiyormuş gibi sarsılarak bana bakıyordu. Yolun
bacındayken onu uyarıyordum çünkü bu sefer benimle oynarsa
onu bitirirdim. Her ne yapıyorsa buna son vermeliydi.

Gülümseyerek bir itirafta bulundum. “Biliyor musunuz,


ben size hep içimden Alaz diye hitap ediyorum. Herkes size Al-
tuğ diyor ama ben hep Alaz diyorum. Herkesin tanıdığı Altuğ
ama kimseye göstermediğiniz Alaz m onunla aynı kip olduğu­
nu sanmıyorum. O yüzden bana içinde en iyisi olan ve hedefleri
için herkesi ezip geçen Altuğ olarak gelmeyin. Mümkünse de­
rinlerde bir yerlerde sakladığınız Alaz olarak gelin.” Benim nasıl
Yankı ve Sedef diye ikiye bölünmüş bir ruhum varsa, onun da
Altuğ ve Alaz olarak iki farklı yönü olduğunu düşünüyordum.
Biz, her yönden birbirimize benziyorduk Evet, bunu ne kadar
inkâr etsem de herkes bunun farkındaydı.

“Ya sadece Altuğ varsa?” Sesi düşünceli, bakışları çelişki do­


luydu.

Güldüm. “O zaman Altuğ’un bende göreceği tek kişi Yankı


olur. Sedefi Altuğ ortaya çıkaramaz.”

“Ben Yarasa değilim." Gözlerimi kaçırmaksızın ona bakam.


“Ben hep yarala sar oldum. Yankı yaralar, Sedef sarar çünkü
ben yaralasarım. O yüzden başkalarının da beni yaraladığı gibi
sarmasını beklerim. Eğer sarmaya gönlünüz yoksa yaralarımı,
yenisini açmakta ısrarcı olmayın," dedim ve ona son kez baka­
rak yatağından çıktım. Ancak sözlerimle derinden sarsıldığını
görebiliyordum.

Yalnız çok iyi konuştum» aferin bana.

Odasından çıkıp kendi odama girince kapıyı kapanım. Sesli


bir şekilde nefesimi vererek dudaklarıma dokundum. “Allah’ın
146 YARALASAR - II

belası, kim bilir böyle kaç kadını yoldan çıkardı." öpüşü tekrar
aklıma gelince kalbimin ritmi anında değişmişti. Kaşlarımı ça-
tarak başımı eğdim ve sol göğsüme baktım. “Rahat dur orada!
Bu adam bize fazla gelir." Evet, sadece kendi kendimle konuş­
muyordum. aynı zamanda her uzvum ile konuşuyordum.

Üzerimi değiştirip kahvaltıya indiğimde babaanne ve


Eyüp'ün olduğu masada o da vardı. "Günaydın.” Ondan en
uzak yere oturduğumda dudaklarıma arsızca bakması beni çıl­
dırttı. Ben yukarıda onca lafı kime söylemiştim, Allah aşkına!

“Günaydın." Kapıda Asb’nın sesini duyduğumuzda hepimiz


şoke olduk Kemal amca, tekerlekli sandalyesini iterek onu ya­
nımıza getiriyordu. “Allah belanı versin, salak Aslı! Dün gece
gelseydin canın mı çıkardı?" Aslı bana şaşkınlıkla bakıyordu,
diğerleri ise afallamış bir şekilde Aslı’ya bakıyordu. Ben iddiayı
kaybettikten sonra dışarı çıkmıştı» aptal!

“As-Aslı...” Babaanne gözleri dolarak torununun yanına gitti


ve karşısında diz çökerek ellerini tuttu. “Sonunda çıkabildin dı­
şarıya," diye fısıldadığında yaşlı kadın gözyaşlarını tutamamıştı.
Bu, onun için güzel bir sürprizdi.

Aslı’nın dışarı çıkmasıyla evdeki tüm çalışanlar buraya do-


luşmuştu ve mutluluk içinde ona bakıyorlardı. “Ablam sonunda
aramıza döndü." Eyüp bile kuş gibi şakıyarak ablasının yanına
koşmuştu. Alaz ise yüzündeki içten tebessümle yeğenine bakı­
yordu. “Teşekkür ederim, hayatım." Yaşlı kadının gözyaşlarını
silen kız, eliyle beni gösterdi. “Yankı bazı şeyleri anlamamı sağ­
ladı, babaanne.” Herkesin merak dolu bakışları beni bulunca,
bu ilgiye alışkın olmadığım için omuz silktim, “önemli olan
dün gece çıkmasıydı,” diye homurdanarak somurttum. Onun
yüzünden dayısı beni öpmüştü ve karşılık verdiğim kısma de­
ğinmek bile istemiyordum. En kötüsü ise ben izin verdiğim için
bunu yapmıştı. Dün gece onun etkisindeyken bunu sorun et­
memiştim ama şimdi sebepsiz yere öfkeliydim.
MARAL ATMACA 147

“Şey, aslında." Çekingen bir şekilde Alazı gösterdi. “Ben


dün akşam odamdan çıkmıştım ama telefon görüşmesi yapan
dayım beni gördü. Yanıma geldi ve ‘Bir gece daha odanda kal­
malısın,' dedi." Tahmin etmiştim! Dün gece masadaki o neşeli
hali fazla şüpheliydi! Hesap sorar gibi Alaz a baktığımda, gözle­
ri tekrar dudaklarımı buldu ve gülümsedi. “Kazandığım ödülü
düşününce bunun için pişmanlık duymuyorum." Hile yaptı­
ğını büyük bir arsızlıkla dile getiren bu pislik beni kandırmış­
tı! Aslında kazanan bendim çünkü Aslı dün akşam odasından
çıkmıştı. Alaz onu görmüş ve odasına geri göndermişti. O yüz­
den dün akşam içeri girdiğinde çok keyifliydi çünkü yeğenini
odasından çıkardığımı görmüştü. Bu adamın kazanmak için bir
sınırı yoktu.

“Bu adil değildi.” Diğerleri aramızdaki bahsi bilmedikle­


ri için olayı çözmeye çalışıyordu. “Evet, değildi,” dedi. Ayağa
kalkarak ellerini masaya koyunca bana doğru uzandı. “Ama bu
sabah olanlar da yanlış değildi.” Ben renkten renge gjrerken o,
Aslı'nın saçlarına bir öpücük kondurarak gitmişti. Bu sabah
olan her şey yanlıştı.

Kahvaltının geri kalanı, Aslı odasından çıktı diye herkes için


neşeli geçti. Alaz yoktu çünkü ona gelen bir telefon yüzünden
acilen dışarı çıkmıştı. Yarın çiftlikten ayrılacağım için burada-
kilerle bol bol vakit geçiriyordum. Son iş olarak babaanneden
izin alıp Aslı’yı çiftlikten çıkarmıştım. Fazla uzaklaşmayın diye
sıkıca tembihledikten sonra bizi özgür bıraktı. Etrafımızda­
ki ağaçları izlerken düz yolda Aslı'nın tekerlekli sandalyesini
itiyordum. “Bu civarda ne kadar da çok çiftlik evi var. Acaba
içinde birileri yaşıyor mu?” diye sorduğumda güldü. “Bana mı
soruyorsun? Buraya ilk geldiğimde dayımın kucağında engelli
bir çocuktum. Yıllardır odam dışında hiçbir yeri görmedim.”
Sesi üzgün olduğu için üzerine gitmedim. Hepimizin sınavı
başkaydı bu hayatta.

Yarım saat boyunca onunla sohbet ederek gezerken hava­


daki bulutların farkında olmamıştım. Gök gürledi, yağmur
H! VaRALASAR - II
bimdan yağacağını haykırıyordu. Ne yazık ki biz çiftlikten
bir hayli uzaklaşmıştık. Yağmurda ıslanmak sorun değildi, asıl
sorun yollar çamurlarınca Aslı’nın tekerlekli sandalyesini nasd
ireceğindi. “Geri dönmeliyiz.” Aslı da benim gibi yağmurdan
dolap endişeleniyordu.
"Yağmur yağana dönüşümüz uzar, Aslı. Kabaca söylersem
seni kemem, zavallı kollarımı da düşünmeliyim,” dediğimde
bana ters ters bakarak» “Bu kadar açık sözlü olma,” diye ho­
murdanınca güldüm.
"Bize yakın çiftliklerden birine misafir olalım mı? Eğer ara-
balan vana bizi eve götürmelerini isteriz," dedim. Beni onay­
layınca yağmur başlamadan tekerlekli sandalyesini daha hızlı
irmeye başladım.
Yaklaşık beş dakika sonra bir çiftlik evinin bahçe kapısından
içeri girdik Yutkundum. “Bu da ne?" Aslı da en az benim kadar
ürkmüş görünüyordu çünkü üç katlı bu büyük evin kasvetli bir
havası vardı. Ev oldukça bakımsız ve eski görünüyordu. Dahası
bahçedeki yabani odar dizlerimegeliyordu ve ağaçlar kurumaya
yüz rucmuş gibiydi. Babaannenin çiçekler ve meyve ağaçlanyla
dolu bahçesinden çok uzaktı. Burası perili köşkleri andırıyordu.
Peri diye bir şey var mıydı ki? Sanırım içeri girmeden bunu
anlayamayacaktım.
Aslı, “Yankı?" diye ürkerek fısıldadı. “En son okuduğum o
gerilim romanındaki korku evlerini anımsatıyor. Üstelik kara
buludardan çakan şimşekler de üzerine tuz biber ekiyor. İçeride
bizi öldürmeyi bekleyen biri olabilir. Peşinde bir katil olduğunu
söylemiştin, değil mi?" Bu kızdaki korkunç hayal gücüne küf­
redesim geldi. İki dakikada nasıl bir senaryo yazmıştı hemen?
öcü burada olamazdı. Alaz ailesini tehlikeye atmamak için ta­
kip edilmediğine emin olmuştur.
Sırt çantamdan Alaz’ın bana verdiği küçük uyuşturucu silahı
çıkartıp Aslı'nın eline tutuşturdum. Dizlerinin üzerinde duran
battaniyeyi bileklerine kadar çekerek silahı gizledim. “Bir teh-
MARAL ATMACA 149

dit hissedersen ve seni koruyamayacak durumda olursam ateş


etmekten çekinme. Evet, bir silahım var." Tek kelime etmesine
ilin vermeden onu eve doğru itmeye başladım. Benim yüzüm­
den yeğenine bir şey olursa o Buzdağı canıma okurdu.

Aslı yı kapıdan beş adım uzaklıkta bırakarak kapıya vurdum.


Birkaç dakika boyunca kapıya vurmuştum ama kimse açma­
mıştı. “Bu harabe yerde kimse yaşamıyor anlaşılan." Aslı’ya
doğru iki adım atmıştım ki arkamdaki büyük kapıdan gelen
gıcırtıyı duydum. Belki de burada binleri yanıyordur.

Yüzüm Aslı’ya dönük olduğu için kapıyı açan kişiyi göre-


iniyordum. Ancak Aslı kimi gördüyse sertçe yutkunmuştu.
Bakışları değişmiş, gözbebekleri büyümüştü. Ve tam o esnada
Aslı’nın silahı çıkartarak ateş eniğini gördüm. Hemen arkam­
da bir küfür sesi ve birinin inleyerek yere düştüğünü duydum.
"Sen ne yaptın?" Gözlerimi kocaman açarak bu manyağa bakı­
yordum. Ateş mi etti bu salak?

“Se-sen ateç et dedin ama...” Hâlâ arkama bakarak konuşu­


yordu, aptal.

Kastettiğim şey kesinlikle bu değil!

“Yanında ben olmayınca bir tehdit hissedersen ateş et demiş­


tim, geri zekâlı!" Kaşlarımı çatarak yanma gidip elindeki silahı
aldım. “Bir dakika ya, sen kimi vurdun?" Aslı’nın iri gözlerle
baktığı kapıya doğru başımı çevirdim. “Allah senin de belanı
versin, Aslı!” Yemin ederim hiçbir yerde rahat yüzü yok bana!
Bazı genler bozuk oluyormuş. Bunu nasıl mı anladım? Aslı
eline silah geçer geçmez birine ateş edince! Dayısı kılıklı! Bir
durup düşünmek yok, doğrudan uygula! Bence Sipahi genlerinde
bir sorun vardı çünkü bugüne kadar dört Sipahi tanımıştım ve
hepsi de arızalıydı. Babaanne fazla fesat biriydi, Eyüp hayalpe­
restti. Aslı an itibarıyla potansiyel bir katildi ve Alaz ise... Onda
zaten yok yoktu. Kızı daha bugün dışarı çıkartmıştım ama ilk
dakikadan vukuat çıkarmadan duramamıştı. Neyse ki elindeki
gerçek bir silah olmadığı için vurduğu kişi birazdan kendisine
gelirdi. Peki ya gerçek bir silah olsaydı? O zaman birini kal­
binden vurarak öteki tarafa göndermiş olurdu. Evet. Aslı ilk
kez silah kullanmasına rağmen hedefi tam kalbinden vurmuştu.
Bunlar hep acemi şansı! Bu şans bir bende yok!

“öldü mü?” Yerde yatan adamın başına eğilmiş, boş boş ba­
kıyorduk. “ölmesini mi isterdin, Aslı?” İğneleyici sesime kar­
şılık başını hayır anlamında sallayınca sorgu işine başlamıştım.

“Onu tanıyor musun?” Ben kesinlikle tanımıyordum.

“Hayır.”

“O zaman ateş eniğine göre saldırgan bir harekette bulun­


muş olmalı.”

“Hayır.”

“Ama bir tehdit sezdin, değil mi?”

“Hayır.”
unun niye vurdun oğlum adamı!” Ben bu kızı tutukla-
AUs nANil bir tepki verirdi acaba?

Yanakları kızarınca bakışlarını kaçırdı. “O çok yakı-


^kln\k* .Aldığım cevap karşısında yemin ederim şoka girmiş-
ûnt Kim yakışıklı bulduğu birini vurmak isterdi ki?

“Bekle bir dakika!" İşaret parmağımı ona doğru tuttum.


“Gözbebeklerinin büyümesi ve onu görünce attığın o tuhaf
Kakışlar etkilendiğin için miydi?” Gözlerini kaçırınca büyük
bir şaşkınlık yaşadım. "Allah senin o şıpsevdi kalbinin belasını
versin! Daha bugün hücrenden dışarı çıktın! önüne çıkan ilk
erkekten etkilenemezsin. Hadi onu geçtim, adam yakışıklı diye
niye onu vuruyorsun?" Tamam, bazı erkekler görünüşü ile âde­
ta ateş ederdi ama yakışıklı diye doğrudan ateşe manız kalan
birini ilk kez görüyordum.

“Ondan etkilenmedim!” İnkâr etse de adama olan bakışları


gün gibi ortadaydı. “Birini yakışıklı bulmak ve ondan etkilen­
mek aymı şey değil. O anki heyecanla ateş ettim, neden üzerime
geliyorsun?” Saldırgan bir tavırla kendisini haklı çıkarmaya ça­
lışıyordu. Birini vurduğu halde sanki bardak kırmış gibi olayı
basitleştirmesi beni deli ediyordu.

Yağmurun altında sırılsıklam olduk. Yerdeki adamın da du­


rumu bizden farklı değildi. Ona bakarak yalvaran bakışlarını
bana çeviren Aslı, “Yankı, adam hasta olacak," dedi. “Bencilli­
ği bırakıp onu içeri taşır mısın?” İçeri taşımamı istediği adam
uzun boylu, güçlüydü. Neredeyse benim iki katimdı. Allah'ım,
sen sabır ver! Kucağıma da alayım bari, tam olsun.

“Olur, dişi terminatör. Peki, onu nasıl içeri taşıyacağımı da


söyler misin? Güvenmediğim ve tanımadığım bir erkeğe doku-
namam, fobim var. Ayrıca onu sürükleyeyim diyeceğim ama
bel fıtığı olma ihtimalim çok yüksek. Kucağıma alacağım lâkin
koca adamın neresinden tutayım? Ayrıca emin ol, bir kızın ku­
cağında eve götürülmek hoşuna gitmeyecektir." Gülüşüme en­
gel olamadığımda Aslı da bu sahneyi hayal etmiş gibi kıkırdadı.
MARAL ATMACA 153

Çiftliğin kapısından içeri giren dön arabayla gülüşümüz


solmuştu. Arabaların içinden inen beş kişi bizi görünce anlam­
sız bakışları attı. Lâkin yerde yatan adam dikkatlerini çekince
hepsi kaşlarını çatmıştı, özellikle içlerinde en yaşlı olan adam,
belindeki silahı çıkartıp bize doğrultunca yutkundum. “Ona ne
yaptınız?” diye öfkeyle gürlerken, iki kişi koşarak yanımıza gel­
di ve baygın adamı kontrol etti. “Yaşıyor!" Beyaz tişörtündeki
küçük kan izi dikkat çekiyordu. İçlerinden biri yerdeki adamın
tişörtünü yukarı sıyırınca, minnacık kurşunun onun sol göğ­
sünde durduğunu gördük. Sadece ucu deriye temas ettiği için
hafif bir kan akmıştı. Kurşunu çıkartan çocuk, onu alıp incele­
yince rahat bir nefes aldı. Yaşlı adama bakarak, “Baba, uyuştu­
rucu bir silahın kurşunu. Merak etme, birazdan kendine gelir,"
dedi. Adamlar onu içeri taşırken, bize silah çeken gri gözlü yaşlı
adam diğerlerine döndü. “Bu ikisini içeri alın. Kardeşiniz uya­
nıp olanları anlatmadan bir yere gitmiyorlar.” Aslı yutkunarak
bana bakarken, sırf adamlar bana dokunmasın diye omuz silke­
rek eve girdim. Sonuçta onu ben vurmadım ve gerekirse Aslı yı
ispiyonlayıp çıkardım buradan.

Oturma odası olduğunu düşündüğüm bir yere geçmemi­


zi sağladılar. Her yer toz ve örümcek ağıyla doluydu. Üstelik
koltukların üzerindeki beyaz örtülere bakılırsa bu ev uzun za­
mandır kullanılmıyordu. Yaşlı adam örtüyü çekerek tekli bir
koltuğa oturunca, baygın adamı bir kanepeye yatırdılar. Biri
şömineye odun getirip yakarken, diğerlerinin soru dolu bakış­
ları üzerimizdeydi. “Mafya mısınız siz?” Kendimi tutamayıp
sorduğum soru karşısında yaşlı adam bana boş bakışlar atarken,
benim yaşlarımdaki bir çocuk güldü. “Değiliz. Babamın neden
bir silahı var, onu ben de hâlâ anlamış değilim,” dedi. Tıpkı
yaşlı adam gibi kumral saçları vardı ama bu çocuğun göz rengi
maviydi.

“Ben Habil,” dedikten sonra babasının sol tarafında duran


ve bize buz gibi bakan diğer çocuğu gösterdi. “Benden iki yaş
büyük kardeşim Kabil.” Kahverengi, kısa saçları ve kehribar
gözleriyle bizi süzüyordu bu çocuk. Tek fark Habil tebessüm
154 YARALASAR-II

ederken Kabil’in bakışlarının ürkütücü olmasıydı. Kim oğlUnj


\rnûnindeki ilk kanı döken Kabil ismini verirdi ki?
• •
Habil yüzündeki tebessümü koruyarak şömineyi yaktıkta
sonra ayağa kalkan kişiyi gösterdi. “Ağabeyim Cihan.” Bu
yirmi beş yaşlarındaydı. Sarışın adamın yeşil gözleri ateş
sa da bakışları fâzla etkileyiciydi. “Ve ishak.” Koltukta baygln
yatan kişiyi gösterdi. Kardeşlerinin aksine esmer biriydi. Fakaf
Kuzey’in saç rengi İshak a göre daha koyu bir siyahtı.

"Ben de Yankı.” Elimle etrafa tedirgin bakışlar atan kızı gös.


terdim. "Bu da Aslı, arkadaşım gibi bir şey.” Sonuçta kızı daha
birkaç gündür tanıdığım için onu hemen arkadaş kategorisine
koyamazdım.

Baygın yatan adamdan çıkan inleme dolu sesler üzerine Ha­


bil onun yanına koşup üzerine eğildi. “İyi misin? Sana ne oldu? j
Kim vurdu seni? Bir şey söyleyecek misin?” Ağabeyi için korkan
çocuk daha bir sürü soru soruyordu ki, “Üzerimden çekilirsen
iyi olacağım, koçum,” dedi uyanmak üzere olan kişi. Habıl gü­
lerek kenara çekilince İshak, göğsüne tutarak koltuğa oturdu.

Babını kaldırınca ela gözleri bana öylesine bakıyordu. Cid­


di yüz hatları ve geniş omuzlarıyla bu adam dudak ısırtan tür­
dendi. Kendisine ne olduğunu sorguluyor, aynı zamanda bizim
kim olduğumuzu da merak ediyordu. Gözleri biraz üzerimde
oyalanarak Aslıya kayınca kaklarını çatmıştı. Diklerinin arasın­
dan, “Bir açıklama bekliyorum!” dediğinde Aslı korkarak elimi
sıkıca tuttu. Daha uyanır uyanmaz adam açıklama derdine dü­
şünce, Aslı tırnaklarını elime geçirmeye banladı. Onu vururken
korkmuyordu ama.

İshak, Aslı’dan cevap beklerken Aslı yalvaran gözlerini bana


çevirince ofladım. “Sizden korktuğu için kazayla ateş etti, hepsi ıI
bu.” Küçük bir açıklama yaptım ama azarı yiyen yine ben ol- I
dum. Beni, “Sen onun avukatı değilsen kapa çeneni!” diyerek
azarladıktan sonra sen bakışlarını Aslı ya çevirdi. Adeta, “Ko­
nuş!” diye gürleyince Aslı yerinden sıçramıştı. Bu adam ne cü­
retle bizi azarlardı?
MARAL ATMACA 155

“Asıl sen çeneni!" Avazım çıktığı kadar öyle bir bağır­


dım ki hepsi yüzünü ekşitmişti. “Engelli bir kıza ahkâm kesmek
kolay tabii! ölmedin sonuçta, neden kuduz hayvanlar gibi ağ­
ımdan köpükler çıkartıp bağırıyorsun?" Söylediklerim üzerine
adamın çenesindeki kaslar seğirmeye başlamıştı. Şakağındaki
damarlar belirginleşirken gözleri köz rengini almıştı. Ben gaza
gelmeden önce niye kime beni susturmuyorya? Şimdi ruhuma bir
El-Fatiha alırım.

“Canına mı susadın kadın sen!” Ayağa kalkarak belindeki


silahı çıkartıp bana doğrultunca ürperdim. Üstelik parmağı te­
tiğe gittiğinde tam basmak üzereydi ki, “Sakın!!” diye haykırdı
Aslı. Tekerlekli sandalyesini iterek benim önüme geçti ve “Ar­
kadaşımı öldürmek istiyorsanız önce o silahı bana çevirmeniz
gerekecek!" dedi. Afallayarak başımı eğip Aslı ya bakıyordum.
Az önce konuşmaktan korkarken benim için cesaret hırkasını
giymişti. Üstelik ben onu arkadaşım olarak bile tanıtmazken
o, üstüne basa basa arkadaşım demişti. Bu kız göründüğünden
dahafazlası gibi.

Aslının beklenmedik çıkışıyla İshak denilen adam alaylı ona


baktı. “Az önce korkudan sesin çıkmazken bu saygısız kız için
küçük bir kaplan kesilmen etkileyici.” İğneleyici sesine karşılık
Aslı da aynı şekilde ona karşılık verdi. “Asıl etkileyici olan sizin
kişiliğiniz. Bir kıza silah çekmek ve engelli birini korkutmak
karakterinizi çok güzel ortaya koyuyor. Sizi yetiştiren anneye
benden selam söyleyin çünkü yetiştirilme tarzınıza diyecek söz
bulamıyorum.” İshak burnundan solurken ben gururla elimi
Aslı nm omuzuna koydum ve “İşte benim arkadaşım,” dedim.
Hiçbir lafın altında kalmayan insanları hep sevmişimdir.

“Buraya belki bizi eve bırakırsınız diye gelmiştik,” dedim.


“Yağmur yüzünden yollar çamur olduğu için dönüş yolunda
fâzla oyalanırdık.” Tiksinti içinde bana silah çeken malum kişi­
ye baktım. “Ama misafirperverliğiniz göz yaşartıcı olduğu için
kendimiz gitsek daha iyi.” Aslının sandalyesini iterek onu sa­
londan çıkardım. Kapıyı açtıktan sonra beraber dışarı çıkmış­
tık. O mafya kılıklı adamlardan uzak durmak en doğrusuydu.
156 YARALASAR-||

Bahçeden çıktığımızda üzerimize yağmur yağarken sınJ-


sıklam bir şekilde güldüm ve “Orada seninle gurur duydum/
dedim. Kıkırdadı. “Orada korkudan altıma edecektim ama
bunu yansıtmamaya çalıştım. O yakışıklı adam çok korkunç ve
kaba," diye yanıtladı beni. İkimiz de gülerek yolumuza devam
ederken, hâli nasıl ölür da ondan yakıçıklı olarak bahseder diye
düşünmekten kendimi alamadım.

Beklediğim gibi çamura dönen yolda onu itmek hiç kolay


değildi. Birkaç dakika sonra yanımızda duran siyah bir araba
yüzünden Aslı ile göz göze geldik. Arabanın kapısı sertçe açı­
lınca inen adamı gören Aslı ürpermişti. İshak denilen adam
peşimizden niye gelmişti ki? “Bak, eğer yine bize kızacaksın..."
Arabanın arka kapısını açarak beni susturdu, “Binin!" Neden
bunu söylerken bağırıyordu? Bizi evinin bodrumuna götürüp
söylediklerimiz için bize işkence mi edecekti?

Adam sanki aklımdan geçenleri anlamış gibi sabır çekmişti.


Dişlerinin arasından, “Evinize gideceksiniz," dedi. Söyledikle­
rine bakılma bunu istemiyordu. Fakat vicdanını rahadatmak
için yapıyordu.

“İstemiyoruz." Aslfnın sesi fazla soğuk çıkmıştı ve gururlu


bir ifadeyle, “Biz kendimiz gideriz,” diyerek kestirip attı. Keşke
bu kararı verirken benim zavallı kollarımı da düşünseydi.

“Hemen cevap vermese miydin?” diyerek onu kızdıracağım­


dan habersiz güldüm. “Sonuçta sen oturduğun yerde gidiyor­
sun ama bu garibana da yazık." Bana ölümcül bakışlar atan Aslı
gibi öyle gereksiz gurur yapan biri hiç olmamıştım.

Aslı, “Sen git o zaman, ben kendim giderim!” diye bağır­


dığında İshak denilen şahıs kaşlarını çatmıştı. “Bu halde nasıl
gitmeyi düşünüyorsun?" dedi. Bir şey fark etmiştim; o da bu
adamın kaşlarını hep çattığıydı. Gerçekten çok asık suratlı.

“Bu benim sorunum, sizin değil,” diyen Aslı aptalı kesinlikle


gururundan ödün verecek gibi değildi. Burada sırılsıklam bir
haldeyken neyin gururuydu bu? Binelim işte ama yok, o illa
MARAL ATMACA 157

Sipahi olmanın hakkını verecekti. Allah'ım, bir ben mi gurursu-


inin burada?

"La havle!" Nihayet İshak sabrının sonuna gelmişti. “Sen


şimdi inat mı ediyorsun kadın?" dedi öfkeyle. Aslı umursamaz*
ca omuz silkince, “öyle olsun!" dedi ve Aslı ya doğru yürüyüp
onu tek bir hamleyle kucağına aldı ve doğruldu. Aslı çığlık atın*
ca, "Sabrımı daha fazla zorlamadan kapat o çeneni!" dedi. Onu
susturmak için bunları söylemesi yetmişti. Bence de sussun artık,
burada ıslanıyoruz sonuçta.

Arabanın ön kapışım Aslıyı kucağından indirmeden açınca


onu savururcasına koltuğa fırlatmıştı. “Hayvan!" diye bağıran
kıza ters ters baktıktan sonra uzanıp onun kemerini taktı, kapı*
yı Aslı’nın yüzüne çarptı.

Ash'nın tekerlekli sandalyesini bükerek katladı ve arabanın


bagajına koyduktan sonra bana döndü. “Sen?" Tek kaşını kaldı­
rınca güldüm, “öyle kucaklaşmaya hiç gerek yok, ben kendim
binerim." Arka kapıyı açarak bindim. Aslı önde otururken ben
niye arkada oturuyorum?

Arabaya binen İshak, bize hiç bakmadan arabayı sonunda


çalıştırmıştı. “Nerede oturuyorsunuz?" Bilmiyorum dercesine
omuz silktim. “Ben burada misafirim, Aslıya sor. Onlar sizden
daha misafirperver." Bunu söylemezsem rahat edemezdim çün­
kü adamın evinde resmen silahlı saldırıya uğramıştım.

Aslı'ya yan gözle baktı ve konuşmamakta inat eden kızı gö­


rünce yine tersledi. Sert bir sesle, “Cevap ver!" deyince Aslı az
kalsın korkudan camdan fırlayacaktı. Bu adam bağırmadan ko­
nulmayı bilmiyor bence.

“Sipahilerin çiftliğine gideceğiz." İsteksizce verdiği cevap


karşısında aynada İshak’ın değişen yüzünü görmüştüm. Sipahi
ismini duyduğu an yüz ifadesi sertleşmişti. Direksiyonu tutan
elini fazla sıkmaktan parmak boğumları beyazlaşmıştı.
I5R YARALASAR • II

"Altuğ Sipahi ile bir yakınlığınız var mı?" Sesindeki o nefreti


en az benim kadar Aslı nın da hissettiğine emindim. Alaz’ı ne­
reden tanıyordu?

Lhık’ın değişen yüzüne inat, Aslı gurur duyan bir sesle ona
istediği cevabı verdi. "Dayım olur." Evet, ne yazık ki dayısı ol­
duğu doğruydu. "Yankı da onun kız arkadaşı.” İtiraz etmeye
hazırlanmıştım ki Aslı'nın bilerek yalan söylediğini fark enim.
Böyle yaparak beni korumaya çalışmış olabilirdi.

"Demek yeğeni ve sevgilisi, ha?" İshak’ın sesi tiksinerek çık-


mıştı. "Benim kapımdan başka sığınacak bir yer bulamadınız
sanki." Gaza yüklenirken bize tahammül edemediğini hisset­
tim. Bizden bir an önce kurtulmak istercesine araba hızlanmış­
tı. Alaz ile kesinlikle aralarında bir düşmanlık vardı.

Araba beklediğimden daha kısa sürede çiftliğe giriş yapmış­


tı. Yağmur tüm hızıyla yağarken çiftlikten kulağında telefonla
çıkan Alaz'ı gördüm. Aceleyle arabasına yöneldiği sırada çiftliğe
giren arabayı görünce durmuştu. İshak arabadan indi ve bagaj­
daki tekerlekli sandalyeyi çıkardı. Aslıyı tekrar kucağına alarak
sandalyesine oturttu. Ben de arabadan indiğimde, yanımızdaki
adamı gören Alaz kaşlarını çatarak ona doğru yürüdü. “Onla­
rın senin arabanda ne işi var?" Hiç beklemediğim bir öfkeyle
onun üzerine yürüdüğünü görmek şaşırtıcıydı. “Buraya geldiği­
ne göre canına susamış olmalısın, Saygın!" Aralarında ne vardı,
bilmiyorum ama düşündüğümden daha büyük olmalıydı.

' “Hayatındaki kadınlara sahip çıkmaman benim sorunum


değil.” İshak da en az onun kadar öfkeli görünüyordu. “Bu sana
yaptığım ilk ve son iyilik, Sipahi. Bir daha senin soyundan kim­
seyi evimin yakınında görmeyeceğim." Bunları söyledikten son­
ra Aslıya son kez bakarak arabasına bindiği gibi çekip gitmişti.

Giden adamın arkasından delirmiş bir şekilde bakan Alaz,


“Saygınların evine mi gittiniz?” diye sordu. Kararan bakışlarla
bize dönünce korkudan nefes alamadığımı hissettim. Demek
o İshak denilen adamın soy ismi Saygındı? Acaba bir çqit kan
davasının içine falan mı düjtüm ben?
MARAL ATMACA 159

“Buranın yabancısı olduğumun farkında mısınız?" Su için­


de kalmış halimi gösterdim. “Donuyorum burada. Onlarla ne
sorununuz var, bilmiyorum. Kimseyi tanımadığım için beni
suçlayamazsınız,” dedim ve yanından geçerek çiftliğe girdim.
Endişeden deliye dönmüş ev halkına zoraki bir şekilde tebes­
süm ederek odama çıktım.

Allah’tan o evdeyken Sipahi isminden bahsetmedik yoksa sağ


çıkamazdık.

Sabahın ilk ışıldan ile uyanıp aşağı indiğimde evdeki kim­


se dün olanlar hakkında soru sormamıştı. Aksine herkes hiçbir
şey olmamış gibi davranıyordu ve bu beni daha çok mutlu etti.
Güzel bir kahvaltının ardından gitme vaktimiz gelmişti. Ancak
evdekilerle bahçeye çıktığımız halde bir türlü vedalaşamıyor-
duk. Hepsi Alazdan çok benim gidişime üzülüyordu. “Sana
dalından vişne topladım... Seversin." Kemal amcanın elindeki
bir sepet dolusu vişneyi görünce, tebessüm ederek eğitmenime
döndüm. “Bunları odama koymamda bir sakınca var mı?" Te­
siste odamıza yiyecek götürmemiz yasaktı ama vişnelere olan
zaafımı bildiği için güldü. “Sadece bu seferlik." Kemal amcanın
elindeki sepeti alarak bagaja koydu. “Hepsini bir günde bitire­
ceğine eminim,” diye homurdandı. Hepsi oburluğumu bildiği
için aksini savunan olmadı.

“Ben de ona yolda yesin diye azık hazırladım.” Aşçı Halime


teyze elindeki büyük bohçayı arka koltuğa bıraktı. “Senin sev­
diğin börekler ve otlu ekmekten de bol bol yaptım.” Gözlerim
ışıldadığında gülümsedi. Bana bunlarla gelin.

“Biz de sana içersin diye vişne hoşafı yaptık.” Esma abla ve


Omur bir kasa hoşaf kavanozunu arabanın bagajına koyduğun­
da Alaz bir küfür savurdu. “Neden herkes yiyecek koyuyor?”
İmalı bir sesle oburluğuma gönderme yapan adama güldüm.
“Beni iyi tanıyorlar.” Şu birkaç günde onların bir yıllık yiyece­
ğini tüketmiştim neredeyse.
İtf YARALASAR - II

Sırasıyla herkese sarıldıktan sonra Eyüp ün yanağına b


Öpücük kondurdum. Tine geleceksin, değil mi Yanla ablai
dedi. Tekrar geleceğimi sanmıyordum ama onu üzmemek içi
başımı alladım. “Tabii geleceğim ve geldiğimde yine şenini
rombidlık 0)110unu oynarız.” O oyundan nefret etmiştim çür
kü zombi olan hep ben oluyordum.

Babaannenin elini öpüp alnıma koyduğumda, gözleri dola


kadın bana sımsıkı sarıldı. “Altug gibi sen de gidince bizi unuı
ma. Sana kapım her zaman açık, sürekli çık gel kızım.” Yalvara
bir sesle söyledikleri içimi acıtmıştı. “Bir gece ansızın gelebili
rim, Firavun un Kızı.” Kadının bana olan sevgi dolu bakışlar
içimi ısıtıyordu.

Eğilip bana küskün bakışlar atan Aslıya sarıldığımda, “Seı


de beni bırakıp gidiyorsun,0 deyince» hüzünlü sesi iç çekmemi
sebep olmuştu. “Beni bekleyen bir hayatım var.” Ben de burad
kalmayı çok istiyordum ama anık bir ajan adayıydım ve sıradaı
bir hayatım olamazdı. Üstelik Alaz ın ajan olduğunu bilmedik
terini fark ettim. Hiçbiri onun ne iş yaptığını bilmiyordu v<
hepsi bir şirkene çalıştığını sanıyordu. Haliyle benim de ger
çekte kim olduğumu ve Alaz ile nasıl tanıştığımı bilmiyorlardı
Sadece Aslı altı yıl cezaevinde kaldığımı ve hayatımın özetin
biliyordu.

Herkesle vedalaşmam bittiğinde sıra Alaz a gelmişti. Baba


annesinin elini öpüp alnına koyunca babaanne onun ellerini
sıkıca tunu. “Kızı nereye götürüyorsun, Altug? Aranızda tam
olarak ne var, bilmiyorum ama onu her hafta sonu buraya geti-
receğine dair bana söz ver." Böyle bir şeyi duymayı beklemedi­
ğim için ben şaşırırken, “Bu mümkün değil, babaanne," diyen
Alaz, son noktayı koymuştu. Söylediklerinden sonra yaşlı kadın
ona kırgın bakışlar anı. “Ona çok alıştık, oğlum. Bir şekilde
hepimizi mudu ediyor. Aslı'yı odasından çıkaran da oydu. Eğer
Yankı gelmezse Aslı yine içine kapanıp odasından çıkmaz diye
korkuyorum. Biz senin aileniz, bu kadarını bizim için yapma-
MARAL ATMACA 161

Alaz isteksizce, "Tamam," diyerek kabul etti. “Müsait oldu*


ğumuz her hafta sonu getirmeye çalışırım." Herkese son kez
tebessüm ederek arabaya bindim. Alaz şoför koltuğuna geçip
arabayı çalıştırınca, herkesin bana attığı hüzünlü bakışlar içimi
burkmuştu.

Çiftlikten çıktığımızda başımı pencereye yaslayıp iç çekti­


ğimde onun memnuniyet dolu homurtusunu duydum. “Sen
de mi onlara alıştın?" Sanki soru sormuyordu, bundan emin
gibiydi.

"Ne münasebet." Umursamaz tavrımı takındım. "Ben kolay


bağlanan biri hiç olmadım." Gülmesi bana inanmadığını gös­
teriyordu.

“Şu İshak Saygın ile aranızda ne var?" Aniden sorduğum


soru gülüşünü soldurmuştu çünkü kaşlarını huzursuzca çat­
mışa. “Bu seni ilgilendirmez!" Bu da iyi alıştı her fınatta beni
azarlamaya!

“Sizi ilgilendirmediği halde siz bana karışıyorsunuz lâkin


ben size bir soru bile soramam, öyle mi?" diye alınganlık yap­
tığımda sıkıntıyla burnundan nefes aldı. "Yolumuz uzun, uyu
Sedef," dediğinde ona ters ters bakarak arka koltuğa uzandım.
Evet, Halime teyzenin benim için koyduğu bohçayı aldım.

“Ne yapıyorsun?"

“Kör müsün? Kamım acıktı!"

"Yarım saat önce kahvaltı etmedin mi?"

“Aradan koskoca yarım saat geçmiş ama " diye homurdana­


rak bohçayı açtığımda gülerek önüne dönmüştü. Aç bir midey­
le uyuyamazdım ki. Bana uyu derken bu ayrıntıyı unutmuştu.

“Sedef, uyan artık geldik.”

“Saatlerdir uyuduğuna inanamıyorum.”


162 YARALASAR-11
“Uyanacak mısın artık sen?” Sonunda gözlerimi açtığımda
yüzüm ona dönük olduğu için kaçlarımı çattım. “Biliyor musu.
nuz, sevgili eğitmenim, ben bir şey fark ettim. O da gözlerimi
açtığımda görmek istediğim son kişi bile olmadığınız," diye ho­
murdanıp kemerimi çözdükten sonra arabadan indim. Kahret­
sin, her yanım tutulmuştu!

*Bir geceyi kollarımda geçiren kadından bunları duymak


hiç inandırıcı gelmiyor." Alaycı sözleri yüzünden kan beynime
sıçradı. “Bilinçsiz yaptığım bir şeyden dolayı beni yargdaya-
mazsınız." Bu konuyu açarak beni utandıracağını düfünüyona
ona bu zevki yaşatmayacağım.

Gelip karşımda durdu ve dikkatli bir şekilde gözlerime bak­


tı. “Uyurgezer biri uyuduğunda genelde bilinçaltındaki şeyleri
uykusunda uygular " Bu sözlerin herhangi bir doğruluğu yoktu.
Kendimi onun yatağında bulmadan önce onunla uyumayı hiç
düşünmemiştim.

“Ama kaybettiğini düşündüğün iddia yüzünden o gece uyu­


madan önce seni öptüğümü düşündün, değil mi?” Aklımdan
geçenleri anlamış gibi sarf eniği sözler sebebiyle sonunda beni
utandırmayı başarmıştı pislik

“Beni kandırdınız ve baskı yaparak zorla öptünüz." İnkâr et­


memi bekler gibi gülümsedi. “Geçmişinden yaralı bir kızı asla
zorla öpmem, Sedef.” Uzanıp belimden tuttuğu gibi beni ken­
disine doğru çekerek üzerime eğildi. “Seni öpmemi istedin.” Ne
yazık ki yaptım öyle bir hata.

“Ama ya!" diye bağırarak geriye çekildim. “Tamam, kendim


istedim ama bu bir daha olmayacak." Üzerimdeki etkisinden
kurtulmak için hızlı adımlarla yürüdüm. “İkimiz de biliyoruz
ki son olmayacak Seni öpmemi tekrar isleyeceksin ve seni öp­
meyi şu anda bile istiyorum," diye kendinden emin konuşunca
ağlamak istedim

Her şeyi çok biliyordu, değil mi? Hayır, bir daha bana yak­
laşmasına izin vermeyecektim.
MARAL ATMACA 163

O, planlan için beni öpüyordu ama ben istediğim için onu


öpüyordum, Allah bu adamın artık belasını versin!

Asansöre binince ondan en uzak köşede durdum ve üçün­


cü karca duran asansörden aceleyle indim. Bizim çocukları çok
özlemiştim. Kolumdaki saate göre şu anda yemekhanede öğle
yemeği yiyor olmalılardı. Yemekhanenin kapısından içeri girin­
ce» herkesin burada olduğunu görmek tebessüm etmemi sağla­
dı, Yüksek sesle, “Kalkın ve selam verin, köleler çünkü kraliçe
salona giriş yaptı.” dedikten sonra ardından Alaz bana çocuksun
dercesine bakışlar atarken herkes bana doğru dönmüştü.

“Ooo, Kuzey in kediciği geri dönmüş, millet.” Yiğit gülerek


bana doğru yürüdü. Bana böyle hitap ermesinden nefret edi­
yordum.

Yanıma gelip belimden tuttuğu gibi beni havaya kaldırın­


ca güldüm. “Vay Sakar!” Yiğit beni yere indirmeden Hakan’a
uzattı. “Bana gönder şu kaçak kediyi.” Hakan da tıpkı Yiğit gibi
beni kendi etrafından bir tur çevirdikten sonra Kuzey’e uzattı.
“Top mu oynuyorsunuz, geri zekâlılar,” dediğimde Kuzey beni
tutarak sırıttı. “Aklın varsa bağırmayı kesersin yoksa seni ata­
rım aşağıya." Bunu yapacak kadar pislik olduğunu bildiğim için
sustum. Ona sarıldığımda kollarını sımsıkı bana sardı, “özle­
dim, dedi. Tebessüm ettim. “O dediğinden," diye karşılık ver­
dim. Duygusallığı sevmediğimi bildiği için verdiğim karşılığa
gülmüştü.

Süslü, “İndirin şu aptalı, biz de hasret giderelim,” dediğinde


Kuzey beni indirdi. Koşarak Naza sarıldığımda Naz kıkırdadı.
'Oha. harbi özlemiş bu Arıza bizi.” Evet gerçekten çok özle­
miştim.

“Hoş geldin, Sarmaşık." Ecrin in kollarının arasına girdim.


“İyi olduğunu görmek güzel, Yakamoz ” Kollarımı ona sardı­
ğımda iç çekerek tebessüm etmişti.

Son olarak Efenin yanına gittiğimde, “Yankıcığım, beni bı­


rakıp gittin sandım,” dedi. Dolan gözleri diğerlerini güldürür-
İM YARALASAR - II
km. ,wu gölüme ç*kip kızıl ve kıvırcık saçlarını karıştırdı.
•Sml *0ı bırakmam. Efe Can.’ Kafede olanlardan sonra bana
acıyarak bakmak yerine, hiçbir şey olmamış gibi davranmaları
beni mutlu etmişti.
“Btı de bu ardır burası neden böyle huzurlu diyorduk!’
dnm Fulya'nm sesiyle Efeden ayrıldım. “Meğerse bu çenesi
düşük kız yokmuş. Tadım, gidişini bile anlamadığımıza göre
gerçekten etkisiz elemansın," dedi. Vurulduğumda buna benzer
bir sahne yaşamıştık Bir an dejavu yaşıyorum sandım.

"Genelde sen bir şey söylersin ve finali seni bozarak ben ya­
panın," dedim. Sürekli onunla aynı şeyleri yaşamaktan bıkmış­
tım. "O yüzden zorlama, yılan çünkü sen zararlı çıkarsın," diye
sürdürdüm cümlemi.

"Seni özledik," diyen Yosuna ve diğer eğitmenlere tebessüm


enim. "Benden bir tane daha olsa ben de kendimi özlerdim,"
dedim. Başından beri bizden sevgisini hiç eksik etmeyen kadı­
na sarılmam uzun sürmedi. Yarın okul vardı, değil mi? Her ne
kadar ilk gün sürekli kovulsam da okula gitmeyi seviyordum.

Yüzüme değen parmaklardan dolayı gözlerimi aceleyle nasıl


açuğımı bilemedim. Odam zifiri karanlıkken onun gölgesini
bile göremiyordum ama çikolata kokusunu çok iyi soluyor­
dum. Tekrar yüzüme dokunduğunda tam çığlık atacaktım ki
eldivenli ellerini dudaklarıma bastırdı. “Yaramazlık yok küçük
Yarasa m." Sesi bu sefer kalın çıkmanın aksine tiz ve çatallıydı.
Sanki bir çeşit cihaz vardı dudaklarında çünkü sesi kendisini
tekrarlıyor gibiydi.

Elini çekmeliydi.

Bir eli dudaklarımı kapatırken, diğer eli yanağıma inince tit­


reyerek ağlamaya başladım. “Dokunuşum seni rahatsız mı edi­
yor?" diye sordu. Kesinlikle kendi sesi değildi! Yüzümdeki eli
boynuma gidince hareketsiz kaldım. “Onun sana dokunması
MARAL ATMACA 165

seni rahatsız etmiyor ama!" dedi. Bir anda boynumu kavrayıp


sıkınca, çırpınarak onu üzerimden itmeye çalıştım. Lakın bir
eliyle dudaklarımı kapatırken diğer eliyle nefes borumu sıkıyor­
du. Tesise girdiğimizde Alaz'ın belimi tuttuğunu görmüştü. Ne
yani, kıskandı mı!
Gözlerimden yaşlar akarken boğulduğumu hissediyordum.
Beni gerçekten öldürecekti! Onu itmem fayda etmeyince kor­
kumu bir kenara bırakıp aklımı devreye soktum. Omuzlarını
iten elim yüzüne gidince sertçe yutkunmuştu. Elimin altındaki
yumuşak kumaş parçasından maske taktığını anladım. Hayatta
kalmak için yüzüne dokunduğumda boğazıma baskı yapmayı
bırakmış ve elini dudaklarımdan çekmişti. Ciğerlerime büyük
bir nefes çektiğimde Öksürmeye başladım. “Ben...” Konuşmak
için kendime biraz zaman tanıdım. “Sadece şeninim." Lanet
olası öcü, asla senin olmayacağım! Ama bu geceyi sağ çıkarmak
istiyorsam bana olan zaafını kullanacaktım. Ya ben ne biçim ka­
raktersiz bir insan olup çıktım burada! Bir onunla bir bununla...
Gerçekten iğrenç!
"Şeninim," diye tekrarladığımda maske olsa bile onun yüzü­
ne dokunduğum için kusmak üzereydim. “Altuğ u etkilersem
ondan daha kolay kurtuluruz." Elimin altındaki teni kaskatı
kesildiğinde doğru yolda olduğumu anladım. “Ona ilgi duy­
muyorsun yani» öyle mi?” Karanlıkta beni göremediği için göz­
lerimi devirmek istedim. Ona, ‘Kocam mısın sana ne?’ desem
acaba ne tepki verirdi?

Dene de gör, süper zekâ.


Yok ya, şimdi yine gaza gelmeyelim en iyisi.
“İlgi mi?" Sesimi tiksinircesine çıkardım. “Beni iki kere öl­
dürmeye çalışan birine ilgi duyacak kadar aptal değilim. Aksine
bana yaptığı her şeyin cezasını çekmesini istiyorum.” Bu kısım
yalan değildi çünkü Alaz Sipahi kendi payına düşen cezayı al­
malıydı.
İM> \KHAIAXAH II

*0 Hiyicil mİ ondan kurtulmak için onu bahçeye getirme­


din1' dne hinlik bulayınca ürperdim. “Onun ölmesini istemi,
umun) Ikıılmk oyun oynama!" dedi. Yüzündeki ellerimi tutup
\ckıi \r rlkılml luflfçe bükünce acıyla inledim. Daha fâzla da-
taıumi)i|\ "Veler yal" diye bağırdım çünkü bendeki sabır da
bu \cır kadardı.

"İkna İnanmaman umurumda değil ama şimdi onun ölmesi


işime gelineı! Bana sağladığı güce ve konuma ihtiyacım var. Ben
blrdiğlml aldıktan sonra ona ne yaptığın beni ilgilendirmez!"
I nicemdeki saçlarımı çekerek başımı hafifçe yukarı kaldırdı.
"Işır tanı da bu sebeple onu öldüreceğim!" diye tısladıktan son­
la yatağımdan kalktığını hissettim. Rüzgârın içeri doluşmasıyla
geldiği gibi bahçe kapısından gittiğini fark ettim.

"Güçlenmemi istemiyor," diye fısıldayarak sağ elimin bileği­


ni ovuşturdum. "Kendimi ondan koruyacak kadar güçlenmemi
istemiyor." Bu yüzden Alazdan kurtulmak istiyordu çünkü ona
karşı hep zayıf kalmamı istiyordu.

İyi ama bu öcü Alaz gibi kokarken ben kime güveneceğimi

Sabaha kadar gözüme uyku girmemişti. Dün çiftlikten ge­


tirdiğimiz yiyecekler odamın bir köşesinde dururken onları ye­
mek bile istememiştim. Hazırlanıp odamdan çıktığımda bile
kimseyle konuşacak halim yoktu. Yol boyunca başımı cama
yaslayıp dün gece olanları düşünüp durdum. Sessizliğim Alazı
şüphelendirmiş olmalı ki yol boyunca sürekli bana bakıp dur­
muştu. Araba tam vaktinde okulun yakınlarında durunca çan­
tamı almıştım ki beni durdurdu. “Neyin var?" diye sordu.

Bir sapığım var, daha ne olsun!

“Hiç." Kuru bir cevapla kapıyı açmak için elimi uzattığım


esnada» “Bekle," dedi. Üzerime eğildi. Kapıyı tutan elimi tu­
tunca çekmeye çalıştım ama buna izin vermedi.
MARAL ATMACA 167

'Bu nasıl oldu?” Başımı eğerek elime baktığımda bileğim


hafif şişmişti. Beyaz tenimdeki kızarıklıklar parmak izlerini
yansıtıyordu.

"Uykumda yapmışımdır.” Gerçeği gizleyip suçu uyurgezer­


liğimin üzerine attığımda kaşlarını çattı. “Uykunda bileğini kı­
zarmasına neden olacak kadar sıktığını mı söylüyorsun?” Yalan
söylediğimi anlamıştı. “Odan değişecek!” Onun beni ziyaret
ettiğini anlamıştı. Tam itiraz etmeye hazırlanıyordum ki buna
izin vermedi. “Bizim kaldığımız katta kalacaksın ve anahtarın
da değişecek.” Ne söylersem söyleyeyim bildiğini okuyacağı için
sessiz kaldım. Belki de böylece bana kolay kolay ulaşamazdı.

“Canını çok yaktı mı?” Parmakları bileğimin üzerinde gezi­


nirken derin bir nefes aldım. “Belki de dün gece canımı yakan
sîzdiniz! Kokunuza kadar onunla bu kadar benzerken hanginize
inanacağımı bilmiyorum,” dediğimde yerinde kaskatı kesildi.
En sonunda kendimi tutamayıp ondan şüphelendiğimi söyle­
miştim.

Ben arabadan hızla indiğimde o, hâlâ söylediklerimin et-


kisindeydi. Aceleci adımlarla okula doğru yürürken çocuklar,
bahçe kapısının önünde beni bekliyordu. Lâkin nefret dolu
bakışları üniversitenin bahçesindeki gruptaydı. Üstelik onlara
aynı şekilde karşılık veren çocukların içinde Sırat da vardı. Evet,
benimle laf dalaşma giren o üniversiteli çocuk. Çocuğun adını
bile doğru düzgün aklımda tutamıyordum ama görünüşe göre
yokluğumda bizimkilerin nefretini kazanmayı başarmışlardı.
“Gidelim, hadi.” Bugün kimseyle uğraşacak havamda olmadı­
ğım için doğrudan okula girdim.

Sınıftaki yerlerimize geçtiğimizde henüz öğretmen gelme­


mişti. Ekipteki herkes bana bakarak sürekli sırıttığı için kaşla­
rımı çattım. “Sizin sorununuz ne?” Ecrin gülerek çantasında­
ki matematik kitabını çıkardı ve “ilk ders matematik ve yeni
öğretmenimizi sınıfça çok sevdik,” dedi. Bu imalı sözlerine bir
anlam veremedim. Gruptaki herkes neden gülerek bana bakı­
yordu? Yeni öğretmen kim ki bunlar bana bakıp gülüyor?

Scanned with CamScanner


168 YARALASAR-ll
“Günaydın gençler’" Sınıfta yankılanan gür ses bana çok ta.
nıdık gelmişti.
Başımı kaldırıp gelen kişiye baktım. Takım elbisenin içîn-
deki adamı gördüğümde gözlerimi irice açtım. “Baba?* dedim,
Afallayarak söylediklerim karşısında gözleri beni buldu. Or^
baba dediğim için yuckunmuşcu. Babamın burada ne ifi var*

Yaşadığım şokun etkisiyle ona baba demem, yüzüne içten


bir tebessüm ve gözlerine yaşam enerjisi katmış gibi bakışları
derinlik kazanmıştı. "Her ne kadar baba demen kalp krizi gc-
çirmeme sebep olacak kadar beni etkilese de..." dedi muzip bir
sesle. "Okul saatleri içinde bana öğretmenim,' veya ‘hocam,’
demelisin, obur öğrenci," diye neşeli bir sesle devam edin­
ce oturduğum yerde felç geçirmiştim. Bizim çocuklar gülerek
bana bakarken, diğerleri en az benim kadar yeni öğretmenimb
zin babam çıkmasının şaşkınlığını yaşıyordu.

/Ve? öğretmen mi? “Yok artık’" Dudaklarımdan çıkan tek şey


bu olmuştu. Fırat babam şu anda sınıfımdaydı ve öğretmenim
olduğunu söylüyordu. Bu serseri adam öğretmen miydi? Yara­
salar olacak pislikler bunu bildikleri halde benden saklamıştı.
Kahrettin oğlum? Şaka gibi ama babam öğretmenim çıkmışa
Acaba kopya çekmeme izin verir mi?
Sıramda oturmuş, elimdeki kalemin arkasını çiğnerken bize
ders anlatan öğretmenimizi izliyordum. Anlattığı konunun ne
olduğunu bile bilmiyordum çünkü bu karışık sorulardan olu­
şan problemleri ilk kez görüyordum. Tahtaya yazdığı bazı iş­
lemleri kafamdan hesaplayabiliyordum. Fakat tüm matematik
deneyimim çarp, böl, topla ve çıkar olarak dörde ayrılıyordu.
Onun dışında doğru düzgün okula gitmediğim için x ve y nin
ne olduğunu henüz öğreniyordum. Üstelik bunları babamdan
öğreniyordum. Tamam, itiraf ediyorum, onu burada görünce
ajanlann işi olduğunu düşünmüştüm. Lâkin Fırat Bey kitap
yutmuş gibiydi, matematik hakkında çok fazla şey biliyordu.
Yine de nasıl öğretmen olduğunu ilk ders arasında öğrenecek­
tim. Benim okulumdan başka ders verecek okul mu kalmamış­
tı, Allah aşkına?

“Evet." Geriye çekilerek tahtadaki problemi gösterdi. "Kim


cevap vermek ister?" Sınıfta benimle Kuzey dışında herkes el
kaldırınca, Kuzey ile göz göze gelmiştik. Ya soru çok kolaydı ya
da biz geri zekâlıydık.

Bakışları o kadar öğrencinin üzerinde gezinip bende durun­


ca ağlamak istedim. "Sen cevap vermek ister misin, obur öğren­
ci?” Sırıtarak söylediklerine karşılık ona ters ters bakıyordum.
Cevap vermek istesem zaten el kaldırırdım, değil mi?

“Ben almayayım hocam." Zoraki bir şekilde güldüm. “Bu


soru benim için çok kolay. Bırakalım, çocuklar cevap versin ve
170 YARALASAR* il

mutlu olsun yavrucaklar/ dediğimde ekipten bir kikini çıkıncı


gelip sırama oturdu. "Israr ediyorum/ dedi. Babaya zıkkım de­
mek günah dur mu?

An itibarıyla matematik dersinden nefret ediyorum.

Gülmemek için yanaklarının içini ısıran adama ölümcül


bakışlar atarak ayağa kalktım ve tahraya doğru yürüdüm. So­
ruyu tekrar okusam bile hiçbir şey anlamamıştım. Anladığım
kadarıyla bu ortaokul öğrencilerinin seviyesinde bir soruydu.
Matematik kitabını biraz inceleyince böyle yaş problemleri ye-
rine çok daha karışık sorular olduğunu gördüm. Şimdi neden
sınıfta ben ve Kuzey dışında herkesin el kaldırdığı anlaşılıyordu.
Çünkü babam bana göre çok zor ama diğerlerine göre fazla ko­
lay bir soru sorarak bilgimi test ediyordu. Benden cevap bek­
lediğini görünce mecburen tekrar soruyu okudum. “Bu Ayşe, I
Ali’den on yaş küçükse ben şimdi Ali’nin mi yaşını bulacağım?
Ayrıca Ali, Oya’dan üç yaş büyük, Furkan’dan yedi yaş küçükse
burada bilinmeyen Ali’nin yaşı mı? Yoksa Furkan’ın mı? Eğer
yok, bilinmeyen Ayşe'nin yaşıysa bence bırakalım kızın yaşı sır­
rını korusun. Sonuçta kadınlara yaşını sormak çok ayıp yani.
Hem Allah aşkına, bunlar kendi yaşlarını bilmeyecek kadar geri
zekâlı mı da ben çözüyorum bunu?” diye isyan ettiğimde tüm
sınıf bana bakarak güldü. Lâkin ben gerçekten bir kadının yaşı-
nı bulmaya karşıydım.

“O soru../Alayla konuştu sevgili babam: “İlkokul sorusu/


Hadi ya, ben çıtayı biraz yükselterek şansımı ortaokuldan yana
kullanmıştım.

Herkes gülerek başını sallayınca, beni rezil eden adama kına­


yan bakışlar attım, “İlkokulda benim zamanımda yoktu böyle
sorular, hocam. Biz genelde Ali’ye topu tutturuyorduk/ dedim.
Ciddi anlamda sinirlerim bozulmuştu.

Denin geri kalanı benim için tam bir facia gibi geçmişti.
Anlattığı hiçbir şeyi anlamıyordum ve bana soracak diye de
ödüm kopuyordu. Tabii, beş kere o tahtaya çıkıp alay konusu
MARALATMACA 171

olunca psikolojim bozulmuştu. Zil çalar çalmaz sınıftan çıktı­


ğı için burada ne işi olduğunu öğrenmek için onu arıyordum.
•Yalnız baban seni çok pis bozdu, Sakar," diyen Hakan'a öfkey­
le bakarak bahçeye çıktım. Ben bilmiyorum sanki sınıfta bana
yaptıklarını.

Naz eliyle çardağı göstererek, “İşte, orada.1" dedi. Gösterdiği


yöne baktığımda Aslan Beyin de orada olduğunu gördüm. Ür­
kerek, “O da mı öğretmen oğlum?" dediğimde ekip kıkırdadı.
Yiğit gülerek, “Sakin ol, Kuzey in kediciği, o öğretmen değil.
Ayrıca Fırat Bey kaza geçiren bir arkadaşı yerine vekil öğretmen
olarak geldi. Anlayacağın yakında gidecek," dediğinde rahatla­
dım çünkü bir öğretmen vakası daha kaldıramazdım. Umarım
q arkadaşı hemencecik iyileşir de babam bu okuldan ayrılır.

İkisi de çardakta bize sırtı dönük olduğu için bizi görmemiş­


ti. Fakat yaklaştıkça konuştukları her şeyi daha iyi duyuyorduk.
Fırat Beyin, "Aslan, bu kız bildiğin tembel! O kadar soru sor­
dum, bir tane bilemedi. Bak, sana söylüyorum, zekâsı kesinlikle
o deli anasına çekmiş," dediğini duyduğumda ben morarırken,
yanımdaki çocuklar gülmemek için kendilerini zor tutuyordu.

“İlk günden ona çok yüklenmediğini söyle bana...” Neyse


ki diğer babam benden yanaydı. “Sedef hiç okula gitmemiş, Fı­
rat. Bunu bilerek kızı rencide etmedin, değil mi?" Valla bildiğin
rencide etmeyi geçmiş, yerin dibine sokmuştu.

“Dokuz yaşındaki çocukların çözdüğü basit soruları bilmi­


yor, diyorum. Bu böyle olmaz, derhal özel hoca tutacağım. Be­
nim kızım bir salak olamaz.1* Kendisi yetmedi, bir de özel hoca
çıktı başımıza. Salak mı dedi o bana?

“Gerekirse kızıma ben özel hoca tutarım, Fırat. Konuşturma


beni şimdi, senin de okul yıllarını biliyorum."

“Ne? öğretmenler beni çok severdi. Üniversitede herkes


beni parmakla gösterirdi, ne çabuk unuttun?"

Scanned with CamScanner


172 YARALA SAR • II

‘Doğru, profesörlerden birini ayartıp kadınla ilişkin olduğu


ortaya çıkınca, herkes seni parmakla gösterir olmuştu?
"Sen zaten beni hiçbir zaman çekemedin, Aslan. Ayrıca ka­
dın çok güzelse bu benim suçum mu?”
"Olur mu hiç? Dekana çıkıp kızıyla ilişkim olduğunu söy­
ledin. Kendin kovulduğun yetmemiş gibi beni de kovdurdun.
Ve bu kişiyle, yani seninle hâlâ arkadaş olmak benim suçum."
"Kendini her durumda haklı çıkarmaya bayılıyorsun, değil
mi? Neden hep hatalarımdan konuşuyorsun? Sana yaptığım
tüm o iyilikleri ne çabuk unuttun? Hatırlatırım, annen ve ba­
ban boşandığında o zor zamanlarında yanında olan sadece ben­
dim.”
“Annem ve babamın boşanmalarına sebep olduğun için ola­
bilir mi?”
“Hadi ama Aslan, babanın sekreteriyle yaşadığı ilişkiyi anne­
ne söylememem gerektiğini bilmiyordum.”
"O sekreter dediğin kadın babamın çocukluk arkadaşıydı,
aynı zamanda kardeşi gibiydi! O dönemlerde bebeğini kaybet­
tiği için babam ona destek oluyordu.”
“Bana bunu şimdi mi söylüyorsun? Ayrıca sürekli sana kö­
tülük yapmışım gibi konuşma. Senin yüzünden iki gün yoğun
bakımda kaldığım günleri ne çabuk unuttun?"

“Yoğun bakımda kalan bendim, Fırat. Hani çıkardığın bir


kavga yüzünden bıçaklanmıştım!”
“öyle mi olmuştu? Bence şu an geçmişi konuşmayalım, As­
lan çünkü sen ne zaman eskilerden konu açılsa sinirleniyorsun."

“Neden acaba? Fırat, ben hâlâ sana nasıl tahammül ediyo­


rum, bilmiyorum. Geçmişte bana yapmadığını bırakmamışsın.
Yetmemiş, eski sevgilimle yatmışsın. Ama yüzsüz gibi dibimden
ayrılmıyorsun!”

“En iyi arkadaşım olduğun için kendinle övünmek yerine


senin söylediklerine bak.”
MARAL ATMACA 173

"Kusura bakma, Fırat. Tek arkadaşın olduğum için kendime


üzülmekten övünmeye vakit bulamıyorum." Aslan Bey in ho­
murdanarak söyledikleri karşısında ben ve çocuklar daha fazla
dayanamayıp gülmeye başladık. Yazık, arkadaşından bayağı bir
çekmiş.
Gülüştüğümüzde bizi fark edip kınayan bakışlarla bize bak­
maya başladılar. Gülerek çardağa girip kendimize oturacak bir
yer bulduk. “Bir açıklama bekliyorum," diyerek öğretmenim
olan adama baktığımda sırıttı. “İnanmayacaksın ama gerçekten
öğretmenim. Büyükbaban ölünce istifa ederek kendi köşeme
çekilmiştim ama iki gün önce burada öğretmenlik yapan bir
arkadaşım kaza geçirdi. Onu ziyarete gittiğimde konu nakil
öğrencilerden açılınca burada olduğunu anladım, önemli bağ­
lantılarımı kullanarak o iyileşene kadar onun yerine vekil öğret­
men olarak geldim," dedi. Ne yani, sırf bana hayatı zehretmek
için yeniden öğretmen mi olmuştu?

“Şu önemli bağlantılarını bir elime geçirirsem var ya!" diye


homurdandığımda Aslan Bey güldü. “O önemli bağlantısı be­
nim." Ben kendi tükürüğümde boğulurken, diğerleri gülerek
beni iyice çıldırttılar.

“Ah, öyle mi?” Aslan Bey'e küfretmediğim için kendimi


tebrik ederek sırıttım. “Peki, sen de mi burada öğretmensin?"
Yüzümdeki sahte gülüşüm, vereceği cevaba göre değişebilirdi.
"Hayır," dediğinde gerçekten rahadamıştım. “Buraya rahatça
girip çıkmak için müdüre rüşvet verdim.” Sanırım ağlayacağım.

Şoka girmiş gibi, “Bunu gerçekten yaptın mı?" diye sordu­


ğumda güldü. “Birinin sana ve Fırat'a göz kulak olması gere­
kiyordu. özellikle de Fırat'a. Kızımın psikolojisini bozmasını
istemediğim için bu izbe yere büyük bir bağış yaptım." Fırat
Bey ve ben homurdanırken, Aslan Bey keyifli bir şekilde arka­
sına yaslanmıştı.

“Yirmi yaşındayım baba, kendi başımın çaresine bakabili­


rim. Ama az önce duyduklarımdan sonra, Fırat baba konusun-

Scanned with CamScanner


174 YARALASAR • II

da hakinin." Ona baha dediğimde gülüşü büyümüştü, içtenlik,


le bana bakması tebessüm etmemi sağlamıştı.
"Buradaki tuhaflığın sadece ben mi farkındayım?" Kuzey
ensesini kaşıyarak onları gösterip bana döndü. "İkisine de baba
dediğinin farkında mısın, Kedicik?" Afallamış hali o kadar ko­
mikti ki güldüm. "İkisi de benim babam." DNA testi istemiyor*
dum çünkü ben her ikisini de öz babam olarak sevmiştim. Bir
test onlara olan hislerimi değiştiremezdi ama o teşne yazacak
olanlar ikisinden birini çok kötü üzecekti. Restorandaki gecede
bir şeyi çok iyi anlamıştım, bu iki adamın bana ihtiyacı vardı.

"Birimiz baban, diğerimiz amcan. O yüzden şu testi en kısa


zamanda yaptırıyoruz." Bu huysuzluk çıkartan Fırat Beydi.
“Seninle konuşacak çok şeyimiz var ve hangimizin baban ol­
duğunu öğrenirsek kaybettiğimiz zamanı telafi etmek için uğ­
raşırız.” Aslan Bey, onu onaylayarak başını salladı. "Nerede ya­
şadığını bile bilmiyoruz, Sedef. Senin ajan olduğunu söyleyen
bir ekip var ve şu Yarasalar saçmalığını anlamıyoruz. Neden biri
peşinde? Kimse bize bir şey anlatmıyor. Baban olarak üzerinde
hak iddia etmemiz için DNA testini geciktirmememiz gerekli.
Böylcce sana zarar vermek isteyen herkesin yasal yollarla ceza­
larını çekmelerini sağlayabilirim." Aslan Bey in sözlerine Fırat
Bey güldü. "Ya da diğer yollardan onların cezasını kesebiliriz."
Aslan Beyin kaşlarını çatmasından kesinlikle etkilenmemişti.
Biri kurallara bağlı, diğeri ise kurallara aykırıydı. Evet, bu ikisi
çok zıt karakterlere sahipti.

Tebessüm ederek ayağa kalktım. "Tamam. Bu hafta içinde


gidip test yaptırırız." Her ikisi de buna memnun kalınca test
yaptırmak kaçınılmaz bir hal almıştı.

Ben, birini mutlu ederken diğerini üzmekten korkuyorum.

Sonraki ders ilkine göre benim için çok zor geçmişti ve ondan
sonraki derslerin hepsi de. Bu okulda Öğrettikleri şeyi anlamı­
yordum. Derslerle ilgili altyapım zayıf olduğu için pek verimli
MARAL ATMACA 175

olmuyordum. “Hey, millet!’’ Biz sınıfta boş boş otururken bir


çocuk bağırarak içeri girdi. ** Fırat Hoca ve Kadir Hoca bahçede
top oynayacak Takımı bizim sınıftan kuracaklarmış çünkü son
i|ö dersimiz beden eğitimi. Herkes orada. Hadi, biz de gide­
lim!" diye coşkuyla bağırdığında herkes gülerek dışarı koşmaya
başlamıştı. Bu babamı nasıl zapt edeceğimi bilmiyorum. Yemin
ederim, çocuk gibi iki dakika yerinde durmuyor!
"Yankı, hadi.” Bana seslenen kızın adı sanınm Seldaydı.
Evet, Kuzey ile aynı sırada oturan şu kız. "Fırat Hoca senin ba­
ban ve o çok sempatik” Babama mı asılıyor bu kız?*Kadir Hoca
da öyle. Ay, ikisinin maçım çok merak ediyorum." Kız heye­
candan çığlık atarak dışarı koşunca ne düşüneceğimi bilemiyor­
dum. Evet, Fırat baba, Aslan babama göre daha karizmatik ve
ilgi çekiciydi. Lâkin adamın ilerleyen bir yaşı vardı ve küçük bir
kızdan bunları duymak beni rahatsız etmişti.

“Kalksana lan.” Kuzey gerçekten beni deli ediyor. "Lan* nedir


Allah aşkına? “İzleyelim» eğlenceli olacak." Ona baygın bakışlar
atarak yürümeye başladım. Onun babası öğretmeni çıkmadığı
için rahata tabii.
Bahçeye çıktığımızda bizim sınıftaki herkes eşofmanlarını
giymiş bir halde buradaydı. Ders programını daha bugün al­
dığım için benim dışımda herkes eşofmanına getirmişti. Yara­
salar bile üzerlerine rahat bir şey giymişken, ben üniformam ile
duruyordum. Kadir Hoca ve babam ceketlerini çıkarıp, göm­
leklerinin kollarını toplamış bir halde gülerek sohbet ediyordu.
Tum sınıfın burada olduğunu görünce sohbetlerine ara verip
bize döndüler. “Her ikimizin de dersi yok. Biraz eğlenelim mi
çocuklar?" Herkes gülerek babama tezahüratlar yağdırırken ben
kaçmanın yollarını arıyordum.

"O zaman takımları seçelim.” Kadir Hoca hepimize bak­


tıktan sonra, “Kuzey” deyince, Kuzey gülerek onun yanındaki
yerini almıştı. Babam ise sırıtarak bana bakınca bir küfür savur­
dum. Hayır, beni seçmesin! “Yankı? Buraya gel kızım." Herkes
bana gülerken somurtarak onun yanına gittim. Ajanlar baba-

Scanned with CamScanner


176 YARALASAR-II
lan ma gidi görevimizden bahsetmemişti. Anladığım kadarıyla
bana burada Sedef yerine Yankı demeleri için onları bir şekilde
ikna etmişlerdi.

Takımda bizim sınıftan henüz yeni tanıştığım birkaç kişi


daha vardı. Yarasalardan Efe, Yiğit ve Hakan bizim gruptaydı.
Kuzey ve kızlar da karşı gruba düşmüşlerdi. Topu havaya atıp
başladı klannda benim için asıl işkence daha yeni başlıyordu.
"Dillerimdeki yaralara yenileri eklenecek!” Kendi kendime
isyan ederek oyuna başladım. Belki bugün şans benden yana
olurdu da hiç düşmezdim.

Kendi ayağıma takılıp yine yere düştüm. Herkes gülerken


düştüğüm yerde çığlık attım. “Oynamıyorum ya ben!” Sürekli
düşmekten hemen hemen ağlayacak kıvama gelmiştim. Neyse
ki üniformam şorttu da düşünce bir yerlerim görünmüyordu.

“Bir kurşun mu döktûrsek?” Fırat Bey resmen şoka girmişti.


“Bu, sakarlıktan öte bir durum. Neredeyse her dakika başı yer­
desin." Yarama tuz basan adama ters ters bakmaktan kendimi
alamıyordum. “Sakar değilim ben, sadece yerde çok fazla taş
var." Bu yalana kendim bile inanmazken onun da inanmasını
beklemiyordum.

Maç tekrar başlayınca Naz'ın ayağındaki topu almak için


ona sırıtan Yiğit, “Kız Nihale, yüzündeki o şey sivilce mi?" de­
yince, Hakan ve ben gülerek birbirimize baktık çünkü an itiba­
rıyla o top Yiğit'ceydi.

“Ne?” diye bağıran Süslü, elleriyle yüzünü kapattı. Naz çığ­


lık atarak yüzünü gizlemeye çalışırken, “Bakma! Kimse beni
böyle görmemeli, ders arasında baktığımda bir şey yoktu ama!"
dedi ve Yiğit tek bir harekede topu onun ayağından aldı. “Kan­
dırdım, geri zekâlı.” Kahkaha atarak top ile koşturunca Naz ar­
kasında küfürler yağdırmaya başlamıştı.
MARAL ATMACA 177

Kuzey onun karşısına çıkınca, ben ve Hakan onunla aynı


hizada koşuyorduk. "Kuzey* in kediciği, yakala!" Yiğit bağın-
rak topu bana gönderdi. Biri bu çocuğa ismimin Yankı olduğunu
piçlin.
I
Top bana ulaştığı an karşımda Ecrin i görünce copu Efe'yc
fırlattım. Ancak top Efenin yüzüne çarpınca, “Acıdı," diye sız­
lanan Efe, oturup ağlamaya başlamıştı. Gerçekten harika bir
rakımdık, daha önce böylesi görülmemiştir.

“Yine mi, abi?” Hakan koşarak topu karşı tarafa geçmeden


Jdı. “Maçın başından beri Sakar düşer, Ağlak ağlar, bu ne oğ­
lum!" Sanki biz bu durumdan zevk alıyormuşuz gibi konuşması
yok mu, beni deli ediyordu.

Topu biraz ilerletti fakat iki kişi yolunu kesince pası bana
atmıştı. "Atmayın şu şeyi bana! Uğursuz bu cop çünkü bana ne
zaman gelse düşürüyor beni..." demiştim ki, bana doğru güle­
rek gelen yakışıklı biyoloji öğretmenimizi görünce çirkef ha­
limden hemen çıktım. “Hakancığım, lütfen bir dahakine copu
atmadan önce haber ver." Kibar bir kız rolüne büründüğümde
Ecrin ve Naz kıkırdarken, babam da dahil olmak üzere Kuzey,
Yiğit ve Hakan nefretle Kadir Hoca’ya bakıyordu.

Adamın karizmasını kıskanıyor bunlar.

Topu ayağımdan karşı takıma doğru yavaşça hareket ettirip


götürürken, Kadir Hoca cam karşımda durmuştu. “Yankı?" di­
yen adam güldüğünde ben de güldüm. “Hocam?" Hadi ama,
adamın bakıştan çok hoş.

Bana etkileyici gülüşlerinden birini göndererek topu almak


üzereydi kî hızla geriye çektim. Tekrar bir hamle yaptı ama yine
onu şaşırtarak copu vermemiştim. Sokaklardaki çocuklarla çok
fazJa oynadığım için aslında futboldan anlardım. Tek sorun ben
daima sakar bir defans oyuncusu olmuşumdur. Dizlerimdeki
yaralara bakan adam, “Bu halde daha fazla devam edemezsin,"
deyince güldüm. "Ben bu halde neler yapıyorum bir bilseniz.
Gol atmak benim için hiç zor değil." Koskoca tesisi ayağa kal­
dırıyordum, bir gol atmak benim için çok kolaydı.

Scanned with CamScanner


178 YARALASAR-II

Gözlerimin içine bakan adam güldü. Bunun için önce beni


geçmen gerekiyor.8 Meydan okumasına aynı şekilde karşıla
verdim. “O zaman izleyin, hocam." Topa hafif vurarak bacakla,
nnın arasından geçmesini sağladım. Daha o arkasını dönmeden
ondan Önce davranıp koştum ve topu tekrar aldım. Hiç vakit
kaybetmeden Yiğit*e pas attım. Koşarak kalenin yakınlarında
durdum ve Ecrin’i geçen Yiğit» tekrar bana şut çekti. Ve ben
herkesi şoka uğratarak havadaki topu göğsümle karşıladım.
Yere düşen topun üzerine ayakkabımın ucuyla bastırıp, topu
hafif sektirerek havaya kaldırdım. Sol ayağımla ve tüm gücüm­
le topa vurduğumda top, kalecinin kulağının yakınından geçip
kaleye girmişti. “Babasının kızı!” Fırat Bey’in gururlu çıkan se­
siyle kıkırdayıp Kadir Hocaya baktığımda dudakları kıvnldı.
"Çok iyi ama 7-5 kaybettiniz.” Kolundaki saati gösterdiğinde
somurttum. Oyun bitmişti ama son dakika golünü attığım için
aferin bana.

Takıma dönerek omuz silktim. “Gollerin biri benden, üçü


Fırat Hocadan. Allah’tan bir tane de Yiğitten. Geriye kalanlar,
kendinizden utanıyor?unuzdur umarım.” Onları kınapp saçla­
rımı savurarak havalı bir çıkış yapmak istedim. Ancak daha ilk
dakikada bu sefer gerçekten bir taşa takılıp düştüm. Sanının
asla havalı bir çıkış yapamayacaktım. “Aynı havayı soluduğu­
muz için senden utanıyorum.” Eğer dizlerim çok acı masaydı
bunu diyen pis bağımlıya güzel bir cevap verebilirdim!

Çıkış saati gelince okuldan uzaklaşarak herkes gibi ben de


kendi eğitmenimin arabasına binmiştim. Araba hareket etmeye
başlayınca her ikimiz de hiç konuşmadık. Sabah ondan şüp­
helendiğimi söylemiştim ve hâlâ kendisini savunacak bir şey
söylememişti. Belki de benim ne düşündüğümü umursamıyor­
du. Üstelik okul hakkında henüz bir rapor istememişti benden.
Eminim düşük çenemi bildiği için bir şeyler bulursam zaten
ona söyleyeceğimi tahmin ediyordu. Yine de bu sessizliği fazla
garipti. Onu tanıdığım ilk günlerdeki adama geri dönmüş gibi
tepkisiz ve suskundu. “Sorun ne?” Genelde bu soruyu hep o
bana sorardı.
MARALATMACA 179 1 ‘ I

"Bir sorun olduğunu sana düşündüren nedir?" Önündeki I 1


trafiğe bakarken bana hiç dönmemişti ve sesi fazla mesafeli çık- I* ’ |
mişn. Kesinlikle bir gariplik vardı. Vl • 11

“Fazla sessizsiniz." ’ •

Buz gibi çıkan sesiyle, “Normalde de öyle değil miyim?"


dedi. Söylediğim her şeye soruyla karşılık veriyordu.

Bu adamın iterdi ne?


“Evet ama...” Söyleyecek bir şey bulamayınca duraksadım.
"DNA testi istiyorlar." Sessizliği hiç sevmediğim için aklıma
gelen ilk konuyu açtım. İşleri yüzünden bugün Aslan Bey’i çok
az görsem de o da en az Fırat Bey kadar bu konuda ısrarcıydı.

“Olması gereken de bu değil mi?" Bana bir daha yeni bir soru
yöneltirse susacağım. Her söylediğim jeyi kestirip atıyor.
“En çok hangisinin bana ihtiyacı varsa onun kızı olmak isti­
yorum ama diğerini de üzmek istemiyorum." İçimden geçenleri
açık bir şekilde dile getirdim. Çıkacak olan sonuç beni korku­
tuyordu.
“İkisinin de sana ihtiyaç var.” Sola dönünce hızını artırmış­
tı. “Aslan Bey, on yıl önce karısını ve iki çocuğunu bir yangında
kaybetti. Bir kızı ve bir oğlu vardı fakat onları kaybetti. Kap­
samlı bir araştırma yaptığım için on yıldır hayatına bir daha
hiçbir kadını almadığını biliyorum. Her cuma eşinin ve çocuk­
larının mezarına gitmeyi ihmal etmez. Evi ve şirketi arasında
mekik dokuyan biri olduğunu söyleyebilirim. Büyük kaybın­
dın sonra ilk kez gerçek anlamda gülmesinin sebebi ona yeni­
den hayat olacak bir kızın varlığı.” Sahip olduğu tüm ailesini
kaybetmişken yaşamak zor gelirdi insana. Onların anıları her
yerde olurdu ve baktığı her karede kendilerini hatırlatarak iş­
kence ederlerdi.

“Fırat Bey ise bir dargın bir barışık olduğu çocukluk aşkıyla
on beş yıl önce evlenmiş,” diyerek bana bir şeyler anlatmaya
devam etti. “Evliliğindeki tek sorun bir çocuklarının olmama-

Scanned with CamScanner


180 YARALASAR-H

siymiş. Fırat Bey bir aşiretin en küçük oğlu ve bu tür yerleş


çocuk çok önemli olur. Mardin'de karısının üzerine kuma
t irmemek için herkese kusurlu olanın kendisi olduğu haberj^"
yaymış. Karısını o baskıdan kurtarmak için İstanbul'a getire *
fakat birçok tedavinin sonunda yine çocuk sahibi olamami;!^
Daha ilginç olan ise kansının bile sorunun Fırat Bey'den
naklandığını sanması. Çünkü eşi üzülmesin diye sahip oldu^
gücü kullanarak tüm test sonuçlarını her defasında değiştir^
Gerçek test sonuçlarına ulaktım, Fırat Bey'in çocuk sahibi olm^
için herhangi bir engel yok. Altı yıl önce uğruna her şeyi yapu^
qi, çocuğu olmuyor diye Fırat Bey’den boşandı. Başka biriyfc
evlendiğinde bile Fırat Bey ona gerçeği söylemedi. Kadın ikipq
qiyle iki yıl evli kaldıktan sonra çocuk için tekrar hastaneye
gittiğinde gerçeği öğrendi. Anlayacağın, en az Aslan Bey kadar
Fırat Bey'in de sana ihtiyacı var çünkü sen onun hayalini kur-
duğu çocuksun. Her ikisi de yeniden evlenselerdi, yeni bir eşleri
ve çocukları olabilirdi. Ancak biri ölüm yüzünden diğeri ihanet
yüzünden buna cesaret edemedi." Yaptığı açıklama sonrasında
oturduğum yerde taş kesilirken gözlerim dolmuştu. Hayat, her
ikisini farklı yollarla sınamış ve hiç olmadık bir zamanda bir
çocuğun varlığını müjdelemişti. Lâkin o çocuğa sadece biri sa­
hipti. Bu DNA fotinin olmaması için elimden geleni yapacağım.
Her ikisinin umudunu canlı tutmamın tek yolu bu.

“Aslan Bey, kaybının acısını çok iyi gizliyor, Fırat Bey ise ser­
seri ve vurdumduymaz halleriyle geçmişte yaşadıklarını hiç belli
etmiyor." Kendi fikrimi belirttiğimde arabaya bindiğimden beri
ilk kez bana doğru dönmüştü. “Görünen şeyleri herkes görür
Sedef, önemli olan görünmeyeni bulmak" Bu sözleri aslında
çok fazla şey anlatıyordu. Sabah ona söylediklerime bir cevaptı
bu sözleri. O kendisini doğrudan savunan biri değildi. Yaptığı
veya dolaylı yollardan söylediği şeylerle onu anlamanızı bek­
lerdi. Asla doğrudan bir açıklama yapmazdı çünkü onu artık
tanımaya başlamıştım.

Yine de ondan hâlâ şüpheleniyorum.


MARAL ATMACA 181

Tesise girdiğimizde onunla birlikte onuncu kata çıkmıştım.


Koridorun sonundaki odada kaldığını biliyordum ancak bana
hemen yan odasını vereceğini bilmiyordum. Kapıyı gösterip
bana yeni bir kart uzattı. Üzerinde Sedef Sarmadık yazan yeni
lorumda da aynı fotoğrafım vardı. “Dene." Uzattığı kanı ala­
rak kapının kilit sistemine yaklaştırdım. Kapı açılmıştı.

Elini uzatınca eski kanımı istediğini anladım. Boynumda­


ki kartı şeridinden çıkartıp ona uzattım ve yenisini kurdeleye
geçirdim. O kendi odasına girince ben de onu tuhaflığıyla baş
başa bırakıp yeni odama girmiştim. Bu oda, eski odamın bir
benzeriydi diyebilirim. Sadece burada ahşap mobilyalar yerine
daha modern şeyler vardı. Perdeler dahil her şeyin gümüş ren­
gi olması dikkatimden kaçmamıştı. Odanın içinde gezinirken
sanırım en çok terasa çıkınca mudu olmuştum. Yüksekte oldu­
ğum için buradan bakınca tesisin büyük duvarlarının ötesin­
deki orman bile görünüyordu. Temiz havayı içime çektiğimde,
Alazın odasına açılan balkon kapısını gördüm. İkimizin bal­
konları büyük ve bitişikti. Arada bir duvar veya bariyer olmadı­
ğı için kapısını çalmadan balkondan odasına girebilirdim. “Ta­
bii ki girmeyeceğim.” Hem zaten kilitliyordur balkon kapısını.

Onu bu kadar düşündüren ne?

“Sana kokuları çok benziyor diyorum. Eğitmenim ve orta­


ğım aradığımız katil olabilir Ahmetçiğim.” Bahçede yürürken
yanımdaki adama derdimi anlatıyordum. Ancak o yine elindeki
telefondaki karısının, yani Derya nın fotoğrafına dalıp gitmişti.

“Bir gece ansızın git evine de ikimiz de kurtulalım.” Karısını


görmedikçe bu adam rahat etmeyecekti.

Telefonu cebine koyup iç çekti. “Derya hamile.” Duyduk­


larım karşısında gülümsedim. “Baba oluyorsun, ha? Gözümüz
aydın, ajan," dediğimde güldü. “Evet ama dün onunla konuş­
tum Yankı» Derya çocuk istemiyor." Gülüşü solmuştu. “Yalnız
başına bir çocuk büyütmeyeceğini söylüyor. O da haklı, evlen-

Scanned with CamScanner


132 VARALASAR H
dibimizden ben çok m görüyor beni." Bir çocuğu ol,^
mutlu bile olamıyordu. Derya yı tanımasam da ona
edemiyordum. Kocasının ne ij yaptığını biliyordu ve on, Ç

daha anlayışlı olmalıydı.

Biraz ilerlediğimizde Araf’ı gördüm. Evet» yine sırtım ,


ağaca yaslayıp uzaktan Şafak'ı izliyordu. Tek sorun Şafak g^
rek Tunç ile sohbet ediyor ve bu durum Araf m hoşuna gî^
yordu. *Siz kızlar bazen çok aptal olabiliyorsunuz." Ahmet rfi^
olayı bildiği için genelleme yapınca güldüm. “Ben öyle değile
ajan. Senin Derya yı sevdiğin gibi veya Araf’ın Şafak'a olan yo.
ğun hisleri gibi biri beni sevse hemen fark ederdim.” Gülerek
bana döndü. “Bence en büyük aptal sensin.” İmalı sözlerine
karşılık göz devirdim. Eğer Alazdan bahsediyorsa o adamın
duygularından emin olamadığım için onu saymıyordum.

Tunç sırıtarak Şafak’ın yüzündeki saçlarını çekince yüzümü


buruşturdum. Araf ın buz gibi yüzüne baktığımda gözlerini
bile kırpmadan onları izlediğini gördüm. Ellerini yumruk yap­
mış çocuğun öfkeden çenesi seğiriyordu. Lakın buna rağmen
sadece izlemekle yetindi. Şafak’ın utangaç bir şekilde tebessüm
edişini izledi. Fakat Şafak’ın Tunç’a olan bakışlarında herhangi
bir etkilenme yoktu. Tabii, şu durumda Araf m bunu fark et­
tiğini sanmıyordum. Kaşlarını çatarak sert adımlarla arkasını
dönüp uzaklaşınca, bu öfkeyle yanlış bir şey yapmasın diye pe­
şinden koştum. Ağaçların arasından geçerek diğerlerini geride
bırakmıştım. “Beni bekle!" diye bağırdığımda beni duysa da
geriye dönmedi.

En iyisi düfmemek için yavd} yürümek çünkü nasıl olsa dura­


cak.

1 saat sonra

Ayağım bir dala takılınca çığlık atarak yere düştüm. Havı


hafif karar mı ştı ve biz bir türlü bu bahçeden çıkamıyorduk O
önde, ben arkada Öylece boş boş yürüyorduk. Bu çocuk niye biç
MARAL ATMACA 183

^rmuyor? Düdüğümde attığım çığlığı duyan çocuk, dönüp


beni görünce, “Baş belası!” diye tıslayıp yanıma geldi.

Elini uzatıp beni yerden kaldıracağı esnada kendimi hemen


geriye çektim. “Ben kalkarım.” Sadece bizim gruptaki erkekle­
rin dokunmasına katlanabiliyordum.

Ayağa kalkarak üzerimi silkeleme işini bitirince ona dön­


düm. “Nereye gidiyordun?" Her zamanki gibi bana bıkkın ba­
kılar atıp, sıkıntıyla burnundan soludu ve bana baktı. “Yanım­
dan ayrılma." Tesise doğru dönünce söylediklerinden bir şey
anlamasam da peşine takılmıştım. Tuhaftı ama sanki az önce
söylediği şeyler beni korumaya yönelik gibi gelmişti.

‘Bir sorun var, değil mi?” Onu takip ederken başını salladı.
‘Dün geceden beri eğitmenlerin hiçbirini görmedim, Yankı.
Hepsi bir gecede kayboldu sanki," dedi. Durup düşündüğüm­
de gerçekten tüm gün hiçbirini görmediğimi fark ettim. Üstelik
Alaz da dün beni okuldan aldığında bir garipti.

Hepsi böyle habersiz nereye gitti?

‘İşleri çıkmıştır.” Kötü düşünmek istemiyordum. “Adamlar


ajan sonuçta.”

‘Hepsinin birden işinin çıkmış olması garip değil mi? Üste­


lik rakipler ortak iş yapmaz.” Gittikçe beni korkutmayı başaran
çocuk yüzünden endişelenmeye başlamıştım. Eğitmenler yoksa
hepimiz savunmasız bir haldeydik burada.

Takımını topla. Onu durdurarak herhangi bir şeye kar­


şı uyardım. “Eğitmenler yokken hepimiz kolay hedefiz. Kendi
grubunu topla ve bu gece mümkünse hepiniz bir yerde kalın.
Ne olur ne olmaz» o yüzden sakın birbirinizden ayrılmayın. Ben
de hemen bizimkileri uyaracağım.” Çakallardan hoşlanmasam
da hiçbirinin zarar görmesini istemezdim.

Araf ile yaklaşık yarım saat sonra tesise girdiğimizde hava


çoktan kararmıştı. “Siz ikiniz." Başındaki şapkasını yüzüne ka­
dar çeken bir adam yanımıza geldi. “Yarasaların acilen tesis-
184 VARALASAR • II

ren çıkması gerekiyor. Diğerleri çoktan aşağı indiler, beni talip


edin." Adam üçüncü asansöre yönelince Araf ile göz göze gd.
dik Burada >x>lunda girmeyen bir şeyler vardı.

Araf bana yaklaşarak kolumu tunu. "Ne olursa olsun yanım,


dan sakın ayrılma.* Kalbim korkuyla hızlanırken başımı salla,
dım. İçimde korü bir his vardı. Bu akşam kesinlikle bir şeyler
olacaktı.

Araf elini kolumdan çekince, tereddüt ederek de olsa ada­


mın peşinden asansöre bindik. Özellikle yüzünü bizden gizle*
mesi bile ondan şüphelenmeme sebep oluyordu. Sesini ilk kez
duyuyordum ve onu daha önce görmediğime emindim. “Ne-
den tesisten çıkmamız gerekiyor?” Bana cevap vermeden gizlj
bölmeyi açarak zemin katın düğmesine bastı. "Neler olduğunu
söyleyecek misiniz? Bizi nereye götürüyorsunuz? Eğitmenler
nerede ve şu saçma acil durum ne?” Tüm sorularımı yanıtsa
bırakarak zemin katta duran asansörden indi.

Peşinden asansörden indiğimizde, tüm Yarasaların otoparkta


olduğunu gördüm. Hepsi birbirine tedirgin bakışlar atıyordu.
"Neler oluyor?” Fulyaya bilmiyorum dercesine omuz silktim.
Ah, bir anlasam neler olduğunu...

İki kişi, üstü kıpalı büyük bir nakliye aracının arka kapıları­
nı açtı. “Derhal binin!" Burada şapkalı üç kişi saymıştım.

“Yok ya.” Onlar binin dedi diye bunu yapacak değildim.


“Kurbanlık koyunlar gibi orayı binmeyeceğiz. Şimdi bana kim
olduğunuzu söyleyin!” İlk kez Çakallar da benimle aynı fikirde
olmalılar ki kaşlarını çatarak adamlara baktılar.

“Ona çalışıyorsunuz!” Kuzey yumruklarını sıkarak adamla­


rın üzerine yürüdü ve silahını çıkarınca, Ecrin koşarak onu ko­
lundan tutup durdurmuştu. “Bu iyi fikir değil, Kuzey." Koreli
doğru söylüyordu çünkü bizi vurmak onlar için zor değildi.

“Binmeyen herkesi vurun!” Bizi buraya getiren o siyah şap­


kalı adamın söyledikleri üzerine adamların şakası olmadığını
f
MARAL ATMACA 185 1
ınbdık. Fulya da bunu benim kadar anlamış olmalı ki zorluk
çıkarmadı. “Onları dinleyin," dedi. m

Kuzey‘e silah çeken adamlardan birinin parmağı tetiğe hafif


baskı yapınca, "Hadi binin!” diye bağırdım. Kimden emir aldı-
jjrsa bizi ölü veya canlı istiyordu ve bu adamlar, kesinlikle ateş
etmeye tereddüt etmeyeceklerdi.

İlk binen Fulya olmuştu. Onu takip ederek ellerimi araba­


nın kasasına bastırıp kendimi içeri çektim. Biz iki lider binince
diğerleri de isteksizce peşimizden gelmişti. Kapıları üzerimize
kapattıklarında içerisi zifiri karanlık olmuştu. Kapıyı üzerimize
kilitledikten sonra araba çalışmıştı. Kahretsin! Kimseyi görmü­
yordum. Akşamın etkisiyle buraya sızacak bir güneş veya ışık
yoktu. Hoş, zaten bu kasada herhangi bir delik veya pencere
bile yoktu. “Ne yapağınızı sanıyorsunuz siz?" Bu kızgın ses
Esad’a aitti. “Onlara direnebilirdik.”

"Oğlum, git, ötede bağır, lan!” Yiğit’in onu azarlayan sesini


duydum. “Neyinle direnecektin, çakma Rambo? Adamların si­
lahı var." Herkes gülünce Esad’ın homurdanan sesini duydum.

Kısa bir süre sonra araba tünelden rampaya tırmanıyor ol­


malı ki hepimiz geriye doğru düştük Kızlar çığlık atarken er­
kekler yüz kızartıcı küfürleri eksik etmemişti. Düştüğüm yer­
den ezilmemek için hemen ayağa kalktım

“Yanınızda telefon falan yok mu?” Karanlığa konuşarak bir


cevap bekledim. “Eğitmenleri ararsak bize yardım edebilirler."
Hepsinden olumsuz cevaplar duyunca son umudum da tüken­
miş oldu. Benim telefonum odadaydı. Genelde burada hep
birbirimizi gördüğümüz için telefona ihtiyacımız olmuyordu.
Zaten sürekli dövüş dersleri aldığımız için telefonu yanımıza
pek almıyorduk

Araba tamamen tesisten çıkmış olmalı ki sarsıntı geçmişti.


Kimseden ses çıkmıyordu çünkü ölüme gittiğimizi biliyorduk.
"Ko-korkuyorum Yankıcığım, neredesin?” Efenin ağlamaklı
sesini duyunca ellerimi öne doğru uzatarak sesine doğru yü-

Scanned with CamScanner


186 VARALASAR - II
rüdüm. "Ben seni korurum Efe, korkma kuzum. Hiç^
seslerinden onu bulmuş ve sarılarak göğsümde ağlamasın^?
vermiştim.

Beni kim koruyacak, bunu hiç bilmiyorum.

Ertesi gün

Büyük bir gürültü sesiyle gözlerimi usulca araladığımda


pıları açtıklarını gördüm. İçeriye sızan gün ışığı ile uzandığa
sert zeminden kalkmaya çalıştım. Tüm gece bu rahatsız ediq
yerde uyumuştum. “Ne ara sabah oldu ya?” Demek ki hepin^
sabaha kadar arabanın kasasında uyumuştuk Peki» araba
gece hareket ederek bizi nereye getirmişti? Evet» hepimiz havj.
sazlıktan boğulmak üzereyken konuşmak yerine uyumayı #ç.
miştik Ancak sürekli sıçrayarak uyandığım için sallanan araba
yüzünden hiç durmadığımızı anlamıştım.

“Uyanın!” O üçü silahlarını bize doğrultup bağırınca herkti


gözlerini açmıştı. “İnin hadi!” Dizlerimde uyuyan Efe Can uya­
nınca» inleyerek ayağa kalktım ve uyuşan kaslarımı esnettim.

İlk olarak Kuzey inmişti. Elini uzatıp benim inmeme yardım


ettikten soma diğerleri de kasadan adamıştı. Hepimiz inince
kapıları kapattılar ve biz daha ne olduğunu anlamadan arabaya
binerek gittiler. Hepimiz ağzı açık bir şekilde gözden kaybolan
arabanın arkasından bakıyorduk. “Bizi öldürmeyi unuttular
mı?” Şu Feride denen kızın zekâsına hayran kaldım.

Acaba gerçekten bizi öldürmeyi unuttular mı?

“Burası da neresi?” Hakan’ın sesini duyunca kendi etrafım­


dan dönerek nerede olduğumuzu anlamaya çalıştım. Lâkin gör­
düklerim sadece ağaçlar» birkaç sincap, havada uçuşan kuşlar ve
çalılıkların oradaki kirpiden ibaretti.

“Bizi neden bir ormana getirdiler?” Fulyanın sorusuna içgü­


düsel olarak, “öldürmek için,” dediğimde ben de şaşırmıştım.
Ancak gerçekler maalesef bir tokat gibi yüzüme çarptı. “Kah-
MARAL ATMACA 1B7

tttsin!” diye korkuyla fısıldadığımda herkes merakla bana ba­


kıyordu.
*Ne düşündüğünü bize de söyle!” Süslü'nün sorusuyla bü­
yük bir yenilgi içinde gözlerimi yumdum. “Bizi koruyacak eğit­
menler yok ve bir ormandayız. Üstelik tüm gece hareket etti­
ğimize göre çok ama çok uzak bir ormandayız. Belki de şehir
dışındayız, emin değilim. Hepimiz tutsakken bizi öldürebilirdi
ama bunu yapmadılar. Onun en başından beri istediği kıvama
geldik. Anlasanıza, yıllar önce bizi damgalayıp yaşamamıza izin
verdi. Hepimizi bir şekilde takip etti ve tesiste aldığımız eği­
timler bile aslında onun planının bir parçasıydı. O, kolay hedef
istemiyor ki. Onun istediği, onu eğlendirecek hedefler ve artık
onun için hazırız. Kısacası o da burada ve hepimizi avlayacak,”
dediğimde hepsi yerinde kaskau kesilmişti. Eğitmenler bizim
için gelene kadar hepimizi öldürecekti.

Bizi öldürmek için doğaya bıraktı cani.

“Silahlarımız yok,” dedi Fulya ağlamaklı bir sesle.

“Eğitmenler de yok,” diye ekledi Ecrin.

Şafak da “Isınacağımız bir ateş hiç yok,” dedi.

“En önemlisi hiç yemek yok.” Hepsinin kınayan bakışlarına


maruz kalınca güldüm. “Hiç böyle bakmayın, benim için açlık
ve ölüm aynı şey. Eğer yemek bulamazsak en zayıfımızdan baş­
layalım diyorum. Sanırım bunlar Efe ve Şafak oluyor. Şafak’ı
yiyelim diyenler el kaldırsın?” Tüm dürüstlüğümle aklımdan
geçenleri söylediğimde, hepsi yaratık görmüş gibi bana bakı­
yordu.

Ayrıca niye benden başka kimse el kaldırmıyor? Sanırım onlar


aç değil.
I
i
Etrafımız ağaçlar tarafindan kuşatılmıştı ve aç bir halde bu­
rada kalmıştık. Evet, açtım çünkü ıdün, akşam yemeği bile ye­
memiştim. Tabii, şu anda açlıktan Idaha önemli sorunlarımız
vardı. Yaşamak gibi... Belki de bizi\ öldürdüğünde cesedimiz
buradaki hayvanların öğle yemeği olacaktı. Kendimi bir hay­
vanın midesinde düşünmek bile bemi ürpertiyordu. Özellikle
o hayvan beni yutmadan önce sivri düşlerini bir yerlerime ge­
çirecekti. Büyük bir lokma kopardıktaıp sonra yavaşça çiğneyip
tadımı alacaktı. Beni sindirdiği aklıma (geldikçe korkuyordum.
Acaba burada ne çeşit hayvanlar vardı? 'Sonuçta bir aslanın ara
öğünü olmak da vardı kaderde, küçük bir kirpinin bir yıllık yi­
yecek stoğu olmak da vardı. Kirpiler etçil miydi? Ne önemi var­
dı ki? Sonuçta değişmeyen tek şey, benim hayvanlardan nefret
etmemdi. Özellikle burada yemek konumundayken hepsinden
daha çok nefret ediyordum.
Bizi kaçırdılar, tamam ama Çakalları niye kaçırıyorlar? Şimdi
işin yoksa Fulya yılanıyla uğraş dur. Fulya, “Onun istediği bu
kız!” dedi. Eliyle beni göstererek diğerlerine bakıyordu. “Bu
şeyden kurtulursak bizi rahat bırakır.” İliklerime kadar titredim
çünkü Fulya, bunları anlık bir öfkeyle söylemiyordu. Hayır, bu
kızın gözlerinde gerçekten bana yönelik nefret ve öldürme iste­
ği vardı. Yaşamak için gerçekten beni öldürmeyi düşündüğünü
görebiliyordum. Diğerleri her zamanki halimiz sandığı için onu
ciddiye almıyorlardı ama ben şu anda ne gördüğümü iyi bili­
yordum. Ölümü gerçek anlamda hissettiği ilk anda bana saldı-

Scanned with CamScanner


190 YARALASAR - il

racağını görebiliyordum. Fulya ve ekibi burada bana çok büyük


sorunlar çıkartabil irdi.

Harika! O öcü yetmedi, bir ale bunlara karşı tetikte olmalıyım.


"Beni öldürecek güçte değilsin." Kimse neden bahsettiğimi
anlamadı lâkin Fulya çok iyi anlamıştı.

“Ben karmayım." Karşısında durarak korkusuz bakışlarımı


ona çevirdim. “Beni tek bir kategoriye koyarsan hayatının ha­
tasını yaparsın. Sakarlığıma, ve gevezeliğime aldanıp aptal ol­
duğumu düşünme. Çünkü ı sana bir dâhi nasıl olunur, zevkle
gösteririm. Yeri geldiğinde aptal olmasını da iyi bilirim, zeki ol­
masını da. Bazen benden korkağını bulamazsın, bazen ise ben­
den cesuru olmaz. Evet, çok konuşurum ama susacağım yeri
de iyi bilirim. Fazla mı ş*emek yiyorum? Ben üç gün boyunca
hiç yemek yemediğim günleri bilirim. Beni hafife alırsan aptal­
lık edersin çünkü ben, b-tıgüne kadar gördüğün tüm insanlann
karmasıyım. Bencil de blabilirim, fedakâr da. Kurban da ola­
bilirim, soğukkanlı bir katil de! Kısacası ben sen de olabilirim.
Sedef de ama emin ol, Yankı olmamı istemezsin. Zorlarsan çok
pis zorlarım, Fulya." (Sözlerinin içine bakarak söylediklerime
karşılık tek kelime eti nemişti. Onu şimdi uyarmamın sebebi
aklını başına almasını, istememden kaynaklanıyordu. Beni ya-
ndtmayıp ilk firsatta bana saldırırsa, işte o zaman kontrolümü
kaybederim diye korkuyordum.

Ben iyi veya masun? kız hiç olmadım ki! Ben tüm duygulan
içinde taşıyan karmayı fin. Kim bana nasılgeline ona öyle giderim.
İyi veya kötü olmam b&na nasıl geldiklerine bağlı,
e
uİkiniz de kesin şuriu." Kuzey kolumdan tutarak beni ondan
uzaklaştırdı. "Şu anda'sizin kavganızdan daha büyük sorunları­
mız var.” Onunla aynı* fikirde olduğum için uzatmadım.

Halil, “Şimdi ne yapacağız?” dedi.. Fulya nın grubundaydı


ama kimseyle konuşnnaz, kendi halinde takılırdı.
MARAL ATMACA 191
“Birlik olmalıyız.” Karşı gruptaki herkes bana bıkkın bakış­
tır atınca elerin bir nefes aldım. “Bakın, biz de sizinle çalışmaya
bayılmıyoruz ama şimdi duygularımız yerine aklımız ile hare­
ket etmeliyiz, öcü burada, belki de şu anda bizi izliyor. Eğer
ayrılırsak hepimizi tek tek avlayacaktır.” Evet, onlardan nefret
(diyorum ama buradaki tek yetkili benim, O yüzden hepsini ko­
rumak lanet olsun ki bana düşüyor.

“Sen kendini ne sanıyorsun ya?” Fulya alay edip küçümseye­


rek bana güldü. “Burada lider benim ve benim takımımı kont­
rol etmek senin gibi bir zavallıya düşmez.” Bu kız ya gerçekten
geri zekâlı ya da ben onun bir şeyleri fark etmesini sağlayamıyo-
rum.

“Ne lideri Fulya?” Bir an önce aklını başına toplamalıydı


çünkü kendisiyle birlikte diğerlerini de tehlikeye atıyordu.
'Şimdi konumuz kimin daha iyi olduğu değil! Burada yarışmı­
yoruz ve parkurda en iyisi olmak için koşmuyoruz. Eğitmenlere
kendimizi kanıtlamaya çalışmıyoruz çünkü ölümden kaçıyo­
ruz, ahmak! Bir arada kalmalıyız, diyorum ve öyle de olacak.”
Onu korumaya çalıştığımı neden anlamıyordu? Sadece kendi
ekibimi alıp yoluma devam etmeyi ben de isterdim ama her
şeyden önce ben bir ajan adayıydım. Hepsine karşı sorumluk­
larım vardı ve şu anda düşüneceğim en son şey bile değildi re­
kabet etmek.

"Kes artık sesini!” Bağırarak beni itti. “Biz kendimizi koru­


masını biliriz. Daha düz yolda yürümeyi beceremeyen bir za­
vallı gelip bize ahkâm kesemez!” diye nefrede bağırdıktan sonra
takımına bir işaret yaparak ağaçlara doğru yürüdü.

Ben elimden geleni yaptım, gerisi onun salaklığı.

Hepsi peşinden gitmişti, sadece Araf kalmıştı. Esad, “Sen


gelmiyor musun?” dediğinde ona bakmakla yetindi. Ardından,
"Şu aklı bit karış havada olan kızdan hiç emir almadım, almam
da. Benim bir liderim yok,” diyerek kestirip attı. “Ne yapmam
gerektiğini zaten biliyorum ve size tavsiyem, burada kalmanız,"

Scanned with CamScanner


192 YARALASAR • 11

dediğinde delirirken Araf, bakışlarını Şafak'a yöneltti. “Benimle


gelirsen seni koruyabilirim? Buna izin vermeyen Tunç, onun
bileğini tunu ve “Şafak bizimle geliyor, kalmak istiyorsan sen
bilirsin? dedi. Araf'ın gözleri kızın bileğini tutan elini buluna,
kaşlannı çatmıştı ama bunu gizlemeye çalışıyordu.

“Geliyorum? Şafak ondan beklemediğim bir hareketle elini


çekip Tunçtan kurtulunca Araf’a doğru yürüdü. “Şey, ben se­
ninle gelirim? Çekingen bir sesle söyledikleri Araf ı gülümset*
ti. Allah’tan bu kız diğerleri gibi aptal değildi.

Onlar yoluna devam edince, “Hata yapıyorsunuz!” diye ba­


ğırsam da beni dinlemeden gözden kayboldular. Başımı çevirip
bizim gruba baktığımda, hepsi nefret dolu bakışlarını Şafak’a
ve AraTa yöneltmişti. “Hadi, bir çıkış bulalım? dedim ve bana
ters ters bakan ekibe gülerek yürümeye başladım. Rakip takım­
dın iki kişiyi aralanna almak istemiyorlardı.

Şafak'ın kalması bence iyi oldu, sonuçta aç kalırsak lazım ola­


cak.

Güneşin yakıcı ışıklarından korunmak için kendimizi elleri­


mizle serinletirken Hakan'ın bana uzattığı dalı aldım. Saatlerdir
yürüyorduk ama hâlâ bir çıkış yolu bulamamıştık. Hakan ise
yanından hiç ayırmadığı bıçağını çıkarmış ve düz dalları kese­
rek zıpkın gibi bir şey yapmaya başlamıştı. Dal parçasını önce
yapraklarından temizliyor, daha sonra uç kısmını bıçak yardı­
mıyla sivrileştiriyordu. “Bunlarla ne yapacağız?” diyen Süslüye
bakarak sonuncusunu da ona uzattı. “Aldığımız savunma ders­
leri hayvanlarda işe yaramaz, kendinizi korumanız için? Elim­
deki sivri uçlu değneğe bakarken haklı olduğunu görüyordum.

“Şey, bize niye yapmadın?” Şafak'ın ürkek sesine karşılık


Naz güldü ve “Çünkü sizi umursamıyoruz,” dedi. Hepsi gü*
lerken ben onlara kınayan bakışlar atıyordum. Hakan sadece
ikisine bu sopalardan yapmamıştı.
MARAL ATMACA 193
Ben çok acıktım ya..." diye sızlandığımda Şafak yutkunarak
Araf'a yaklaşınca hepsi gülmeye başladı. “Merak etme, daha o
raddeye gelmedim,” dedim ve gülerek önüme döndüm. Onu
hemen, şimdi yiyeceğimden çok korktuğu belli oluyordu.

Her yer birbirinin aynısıydı ve biz, sanırım kaybolmuştuk


çünkü nereye gittiğimizi bile bilmiyorduk. Üstelik Efenin her
şeyi bahane ederek ağlaması da sinirlerimi bozuyordu. “Böyle
olmayacak." Kuzey en sonunda bizi durdurdu. “İkindi çoktan
olmuştur, çocuklar. Hava kararmadan sığınacak bir yer ve yiye­
cek bir şeyler bulmalıyız. Dağılarak iş bölümü yapalım, sonuçta
bunu daha önce de yaptık.” Doğru söylüyordu ama o zaman
yanımızda ajanlar vardı. İki kere üst üste bizi aynı tuzağa dü­
şüreceklerini sanmıyordum. Bu sefer gerçekten etrafımızda bir
katil varken dağılmamız doğru değildi. Lâkin grup halinde de
ne yemek bulabiliyorduk ne de su.

Kuşburnu ağacına doğru birkaç adım attığım esnada adım


sesleriyle yerimde kalakaldım. Bu ses kesinlikle bizimkilerden
gelmiyordu. Gözlerimi kapatıp hızlanan nefesimi düzene koy­
maya çalışınca, gerçekten bize yaklaşmakta olan adım seslerini
duyabiliyordum. Bir kişiye ait olmayan seslerdi bunlar. “Birileri
buraya geliyor,” dedim. Gözlerimi usulca açtığımda hepsinin
dikkatini çekmeyi başarmıştım.

“Belki de Çakallar fikrini değiştirmişlerdir,” diyen Süslü ye


başımı olumsuz anlamda salladım. “Gelenler fazla sessiz, Naz.
Şu anda ne siz ne de ben onları duyuyorum ve bu da eğitimli
olduklarını gösterir.” Onları sadece gözlerimi kapatıp odaklan­
dığımda duyabiliyordum.

Efe mutlulukla, “O zaman ajanlar!” dediğinde başımı salla­


dım ve yerdeki sivri uçlu değneği aldım. “Evet, ajanlar ama eğit­
menler değil.” Etrafıma bakınarak bir savunma taktiği arıyor­
dum. “Nasıl bu kadar emin olabilirsin?” Kuzey’in sorusu beni
güldürdü. “Eğer gelenler eğitmenlerimiz olsaydı Alaz kesinlikle
sessiz hareket etmezdi. Kendi eğitmenimi tanıyorum, burada
tehdit altında olduğumuzu bildiği için özellikle ses çıkarırdı.”

Scanned with CamScanner


194 VARALASAR ■ II

Böylelikle hem bizim onu kolayca bulmamızı hem de geldiğimi


belli ederek öcünün bizden uzak durmasını sağlardı. Gelenlerin
içinde Alaz yoktu çünkü onun gibi düşününce onun ses çıkar­
tacağını tahmin edebiliyordum.
Alaz demişken, o Buzdağı hangi cehennemdeyse artık gelse iyi
olacak.
“Karşılık veriyoruz o zaman.” Tam da Kuzeyden beklediğim
bir cevaptı. “Oldu canım» başka?” Kaşlarımı çatarak elimle ken­
dimi gösterdim. “Sonunda ölüm olmayan hiçbir kavgaya gir-
mem ben. Canlı canlı neşter altında işkence çekmek nedir, iyi
bilirim. Yaralanmayı göze alamam, o yüzden koşun!” Bağırarak
koşmaya başladım çünkü ikinci defa kimse beni o ameliyatha­
neye sokamazdı.

Hepsi homurdanarak peşime takılınca, ilk dakikada sendele­


diğim için Kuzey kolumdan tutmuştu. “Senin neyine koşmak.1*
diye beni azarladı ve elimi tuttu.

“Bir yere mi gidiyorsunuz?” Bir anda karşımıza çıkan ya­


bana bir adam yüzünden hepimiz olduğumuz yerde kalakal­
dık Elinde bir balta olan adam kesinlikle bir oduncu değildi.
“Bakın, küçük kuşlarımız neredeymiş?” Hemen arkamızdaki
ağaçların arasından üç kişi daha çıktı. öndeki adamın elinde,
şu çivili demir topuzlardan vardı. Diğer ikisinin elinde ise ko­
caman kasap bıçakları. “Sadece yaralayın, öldürme zevki benim
ve küçük Yarasamı fazla hırpalamayın.” Sol taraftaki ağaçlann
arasından çıkan yüzü kar maskeli adamı görünce sertçe yut­
kundum. İşte sonunda ortaya çıkmıştı! Siyahlar içindeki deh­
şet görüntüsü çok korkunçtu. Hepimiz birbirimize yaklaşırken
ağaçların arasından tam beş kişi çıkmıştı. Hepsinin elinde kesici
aletler ve yüzlerinde ise kar maskeleri vardı.

Eğer geleceksen şimdi gel Alaz Tabiit şu anda sana bakmıyor­


sam!
Etrafımızı çembere aldıklarında herkesin gözündeki korku- j
yu çok iyi görüyordum. Fakat tuhaf bir şekilde yine o soğuk- I
MARAL ATMACA 195

kanlı lider halime bürünmüşüm, “Kuzey, sen Ecrin’i; Yiğit, sen


Naz’ı; Araf, sen Şafak’ı koru. Hakan, sakın öleyim deme. Efeyi
ben korurum ve...” deyip gözlerimle öcüyü gösterdim. “Onun­
la ben ilgilenirim.” Etrafımızı saran bu pisliklerin lideri oydu ve
kendi ekibimin lideri olarak onunla ben dövüşecektim. Ayrıca
burada onu alt edecek tek kişi bendim çünkü beni öldürmeyi
göze alamazdı.

Artık kaçmak için çok geç olduğundan hepimiz sırtımızı


birbirimize yaslayıp çember şeklinde savunmada kaldık. Bek­
lediğim gibi ilk atak onlardan gelmişti. Ocü bir ağacın yanında
bizi izlerken diğerleri üzerimize saldırmıştı. O baltalı iri adam
gözüne Efeyi kestirmiş olmalı ki elindeki büyük baltayı Efeye
doğru savurdu. “Hayır!” diye bağırarak Efe’nin önüne geçtim.
Elimdeki değneğin her iki ucundan tutarak baltaya doğru yu­
ları kaldırdım. Keskin balta elimdeki değneği ikiye ayınnca
adam sırıttı ve “Eğlenceli olacak,” dedi. Beni yolundan çekmek
için elini uzattığı an, “Kesinlikle!” diye tısladım. İçimden Ha­
kan’a teşekkür ederek ikiye bölünmüş değneğin sivri uçlu olan
kısmını çevirdim. Daha sonra hiç vakit kaybetmeden tüm gü­
cümle adamın omuzuna sapladım. Efe ye ulaşmasına asla izin
vermeyecektim.

Elimdeki bir bıçak değildi sonuçta, o yüzden değneğin sa­


dece yarım parmak uzunluğundaki kısmı onun omuzuna bat­
mıştı. Kükreyerek omuzundaki değneği çıkartıp yere attı ve
kamıma attığı yumruk yüzünden geriye sendeledim. Kahretsin,
nefes alamıyorum! “Hadi, beni eğlendir.” Kolundan akan kanları
umursamadan söyledikleri yüzünden kan beynime sıçradı. Ora­
dan bakınca palyaço gibi mi görünüyorum!

Herkes biriyle dövüşürken benim payıma bu baltalı adam


düpnüştü. Baltasını ters çevirip sapını bana savurunca başımı
geriyeçektim. Birkaç kez kendimi o baltadan kurtarmayı başar­
mıştım. Beni öldürmeye yönelik hareketler yapmıyordu fakat
etkisiz hale getirmeye çalışıyordu, öcü ölmeme asla izin ver­
mezdi. Aldığı emirler doğrultusunda hareket ederek beni yo-

Scanned with CamScanner


196 VARALA5AR - II

fundan çekmeye çalınıyordu. Gittikçe sinirlenen adam, bu sefer


baltanın keskin tarafını bana savurunca eğilerek yine kurtulma,
yı başarmıştım. Lâkin bir anda baltayı yere atarak üzerime yü­
rüdü ve yüzüme attığı tokatla başım yan tarafa doğru savruldu.
Kulağımdaki zonklamayı boş verip başımı kaldırdım. Gözlü­
ğüm düşmüş olmalı ki her şeyi bulanık görüyordum. “Efe göz­
lüğüm..." dediğim esnada karnıma yediğim yumruk yüzünden
dizlerimin üzerine yığılmıştım. Yıllardır kullandığım gözlüğüm
bu sefer kırılmışsa bu adamın benden çekeceği vardı.

Ellerimi yerdeki yaprakların üzerinde hareket ettirerek göz­


lüğümü arıyordum. Lâkin doğru düzgün göremezken bu nasıl
olacaktı, bilmiyordum. “Karanlıkta çok daha iyisin. Sen her an­
lamıyla bir yarasasın. * Alazın sözleri aklıma gelince ayağa kal­
karak gözlerimi yumdum. Rakibimi göremeyince ondan daha
az korkuyordum.

Etrafımdaki tüm seslere odaklandığımda, ileride sırtını ağa­


ca yaslayıp beni izleyen adamın bakışlarını hissettim. Ecrinin
çığlığı, Efe’nin gözyaşları ve biraz uzağımdaki Kuzey in öfkeyle
attığı yumruk seslerini... Nazın sinirden haykırışı ve Yiğit’in
öksürüğü... Hakan yaklaşık beş adım uzağımda dövüşüyordu.
Şafak’ı hissetmiyordum fakat Araf'ın Kuzey’in yakınlarında
verdiği solukları duyabiliyordum. Tüm algılarım tamamen açıl­
dığında, yüzüme gelen yeni bir darbeyi son anda savuşturdum.
Agresifleşen rakibimin bana doğru savurduğu (ekmeyi hisset­
tiğim an kendimi geriye çekerek ayak bileğini havada yakala­
dım. Tüm gücümle ayağını yukarıya doğru kaldırdığımda onu
sırtüstü yere düşürmüştüm. “Sakar, yakala!" Hakan'ın sesini
duyduğum an bana doğru hızla gelen bir şeyi yüzümün yakın­
larında havada yakaladım. Karanlıkta reflekslerim inanılmaz
çalışıyordu. Avuç içimde sıktığım şey bir bıçağın keskin ucuy­
du! Kesilen elimdeki kanlar parmaklarımdan sızıyordu. Ben bu
bıçağı tutmayı nasıl bahardım, biri bana söylesin? Ayrıca Allah c
Hakanın belasını versin çünkü tutmayabilirdim de!
MARAL ATMACA 197

Yerdeki adamın kalktığını hissettiğim an elimdeki bıçağı ters


çevirip onun olduğu tarafa fırlattım. “Gözüm!" diye haykırdı,
•öldüreceğim seni, küçük fahişe!” Adamın acıyla kükreyen se­
sine karşılık sertçe yutkundum. Bıçak gözüne mi gelmişti? Bile­
rek atsam bu kadar başarılı olamazdım!

Bıçağı gözünden çekmiş olmalı ki acı dolu çığlığını duydum.


Sesin geldiği yere doğru iki adım atarak üzerine atladım. “Şart­
lar eşitlendi!” Artık benim gibi o da görmüyordu! Yumruğumu
nstgele savurunca çenesine geldiğini anladım. Resmen içimden
bir canavar çıkmıştı. Ben göremiyorsam o da bir gözüyle yetin­
mek zorundaydı.

İkinci kez yumruk yaptığım elimi ona doğru savurmuştum


ki kolumda hissettiğim keskin acıyla bağırdım. Beni bıçakla-
maştı! Yaptığı şey yüzünden Öfke beni ele geçirirken, sol eli­
mi sıkarak az Önce vurduğum yerin biraz yukarısına vurdum.
Parmak boğumlarımda hissettiğim ıslaklık ve kükreyişi yaralı
gözüne vurduğumu gösteriyordu. Kendi acımı yok sayıp onun
acısını kullandım ve defalarca yumruğumu aynı yere geçirdim.
Sağ kolumdaki acıyı hissettikçe daha bir hınçla attım yumruk­
tanım. Ne zaman ki artık kıpırdamadığını fark enim, işte o za­
man durdum. “Ben fahişe değilim!” diye bağırarak son bir kez
daha baygın yüzüne yumruk attım. Ağzı bozuk, edepsiz ada­
mın tekiydi!

Ayağa kalktığımda nefes nefeseydim. “Ya-Yankı.” Şafak ağ­


layarak elime bir şey tutuşturunca bunun gözlüğüm olduğunu
fark ettim. Gözlüklerimi takınca nihayet gözlerimi açmıştım.
"Bu gözlük neden yapıldı» hiç kırılmıyor," dedim kendi ken­
dime. Sağ kolumdaki bıçağı görünce inleyerek onu çıkardım.
Kolumdan akan kanı umursamadan etrafımdaki vahşeti gör­
mek nefesimi kesmişti. Araf rakibine üst üste yumruklarını
geçiriyordu. Kuzey altındaki adamı bayılttığı esnada Ecrinin
yerde kanlar içinde kalmış halini görünce kaşlarını çatmıştı. Ec-
rin'in üzerindeki adam elindeki bıçağı onun karnına saplayaca­
ğı an Kuzey, büyük bir öfkeyle ayağa kalkarak ona doğru koştu.

Scanned with CamScanner


198 YARALASAR-II

Adamın bileğini havada yakaladığı gibi sertçe bükerek kırmızı


"Yiğit!1' Nazın sesini duyunca başımı çevirdim ve Süslünün
burnundan kanlar akarak yerde süründüğünü gördüm, Rakibi
onun saçlarını kavrayıp kızın yüzünü yere çarpmıştı. Yiğit öyle
bir bağırmıştı kî kendi rakibinin boynunu kırarak Naza doğru
koştu. Yiğit resmen havada tekme atarak adamın yüzünü dağıt,
mayı başarmıştı.
Şafak ve Efe bir ağacın arkasına saklanırken, Araf iki kişiyle
dövüşüyordu. Hakan'ın ise başı belada gibiydi. Rakibi onu yere
düşürmüştü ve elindeki zinciri Hakan’ın boğazına dolayıp onu
boğuyordu. “Hakan!” İçim acıyarak çığlık attığım gibi ona doğ-
ru koştum ve elimdeki kanlı bıçağı hiç düşünmeden adamın
sırtına geçirdim.
Yüz kızartıcı bir küfür savuran adam, elinin tersiyle yüzüme
vurduğu için yere düşmüştüm. Hakan’ı bırakıp üzerime adayın­
ca çığlığıma engel olamadım. Parmaklarını boynuma geçiren
maskeli adam, beni boğarken nefes almak için çırpınıyordum.
“Sakar!” Hakan’ın öksürerek boynundaki zinciri çıkardığını
gördüm. Hakan'ın adamın sırtındaki bıçağı çekip aldığını yaşlı
gözlerle izledim. Gözlerimden yaşlar akarken burun deliklerim
büyüyordu ve nefes alamıyordum. Kahretsin, beni boğuyordu!
Tırnaklarımı ellerine geçirdiğim halde hiç işe yaramıyordu. Ha­
kan elindeki bıçağı adamın ensesine saplamış olmalı ki boy­
numdaki elleri gevşedi. Adamın gözleri büyüdüğünde boynun­
dan akan kanlar beyaz tişörtümü kana bulamıştı. Avazım çıktığı
kadar bağırdığım esnada Hakan, onu savururcasına üzerimden
çekip aldı. “O-onu öldürdün...” diye ağlayarak fısıldadığımda
beni göğsüne çekip bana sımsıkı sarıldı. “Biliyorum.” En az be­
nim kadar korkmuştu ve titriyordu. “Yankı...” Şoka girmiş gibi
yerdeki cesede bakınca, hemen ensesinden kavrayıp başını göğ­
süme bastırdım. “Tamam, geçti, ben buradayım.” Ona sımsıkı
sarılınca gözyaşlarımı tutamadım. Evet, ben de iki kişiye zarar
vermiştim ama ben onları öldürmek yerine özellikle yaralamayı
seçmiştim. Bugün Hakan benim için ve Yiğit ise Naz için birini
öldürmüştü. Birini öldürecek kadar ileri gideceğimi sanmıyor­
dum.
MARAL ATMACA 199

Kollarımı ona sımsıkı sararak kendine gelmesini bekledim.


0 yanlış bir şey yapmamıştı çünkü eğer Hakan yapmasaydı»
o adam beni öldürecekti. Hakan beni kurtarmak için cinayet
işlemişti. “Yapman gerekeni yaptın,” diye fısıldayıp onu rahat­
latmaya çalıştım. Evet, yapması gerekeni yapmıştı.
“Herkes iyi mi?” Kuzey in sesini duyunca Hakan ile birbiri­
mizden ayrılıp ayağa kalktık. İki kişi dışında diğerleri yerde yarı
baygın yatıyordu. O iki kişi de zaten ölmüştü çünkü Yiğit bi­
rinin boynunu kırmış, Hakan da diğerini öldürmüştü. Bizim­
kiler yaralansa da hâlâ ayaktaydık. Hepimiz kan revan içinde
kalmıştık ama yaşıyorduk. Ecrin omzundan yaralanmış olmalı
ki benim gibi kanlar içinde kalmıştı. Ben ise dirseğimin hemen
üzerine darbe almıştım ve parmaklarımdan hâlâ kanlar süzülü­
yordu. Diğerlerinin dağılmış haldeki yüzleri kanlar içinde kalsa
da ağır yaralı değillerdi. Sadece Efe ve Şafak hiç darbe almamıştı
çünkü onlar kavga etmek yerine saklanmıştı! Başımı çevirdi­
ğimde katilimi yerinde bulamadım. Büyük ihtimalle kendimizi
böyle savunacağımızı beklemediği için hayal kırıklığına uğra­
mıştı. Eğer ayrılsaydık eminim hepimizi tek tek avlardı ama
biz birlik olup birbirimizi korumuştuk. Kimin yardıma ihtiyacı
olursa diğeri koşarak onu kurtarmıştı. Biz birer çaylak olsak da
her anlamıyla bir ekip gibi savaşmıştık.
“Gitmiş!” Araf, o öcünün durduğu yere bakıp kaşlarını ça­
tınca hıçkırdım ve “Yine gelecek! Bu adamlar ayılmadan yerde­
ki şu kesici aletleri alıp üzerlerini arayın, işe yarar ne bulursanız
alın. Yaralarımız enfeksiyon kapmasın diye su bulup temizle­
meliyiz,” dedim. Başım dönünce en yakınımdaki çocuğa güç­
lükle döndüm. “Hakan, beni tutar mısın? Sanırım kan kaybın­
dan bayılacağım...” Son komutlarımı verdiğim esnada her şey
karanlığa büründü. Hakan’ın bir küfür savurup beni kucağına
aldığını hayal meyal gördüm.
Bugün kazanan Yarasalardı.

Scanned with CamScanner


200 YARALASAR-II

Kolumda hissettiğim dehşet verici bir acıyla göllerimi açaj^


bağırmak istedim fakat Kuzey bir elini göğsüme bastırıp benj
yene sabitlerken, diğer eliyle dudaklarımı kapatıyordu. “Yaqn
mikrop kapmamak, güzelim,” diye fısıldadığında Araf'ın elin­
deki kızgın bıçağı gördüm. Ateşte ısıttığı kor gibi bıçağı ko.
lumdaki yaraya bastırınca kolum cayır cayır yanıyor sandım
Hıçkırıklar içinde deli gibi ağlarken çığlığımı engelleyen djn
sahibi bana baktıkça acı çekiyordu. “Yarayı dağlamam gerelti-
yordu." Ben çırpınarak kurtulmaya çalışırken Araf, bana küçük
bir açıklama yapmıştı. Sanki ondan böyle bir şey istemişim gibi
davranması beni deli ediyordu! Canım bu kadar çok yanarken
kapacağım mikroplar umurumda değildi. Tıp okuyordu bu çq.
cuk, değil mi?

Kuzey sonunda ellerini dudaklarımdan çekince, “Allah bd^


nızı versin!” diye acı içinde haykırdığımda her ikisi de yüzünü
buruşturdu. Bu lanet ikizlerin ne zaman DNA testiyaptıracakla­
rını merak ediyorum.
Kolumdaki yanık et kokusu, kendi cadıma bakmak isteye­
cek kadar beni acıktırırken nefes nefese ve ter içinde kalmıştım.
Kuzey beni oturtarak göğsüne yasladı. Araf bir taşın üzerinde
ezdiği bazı bitkileri koluma sürünce inledim. “Ya sen bir git
artık! Ayrıca bu iğrenç şey de ne?” diye cırladığımda güldü.
“Burada bulduğum bazı şifalı bitkiler.” Yaraya bolca sürdükten
sonra yerdeki yeşil kumaş parçasını koluma sardı. Kuzey’in üs­
tünde bir şey olmadığını yeni fark ettim. Tişörtünün yarısı be­
nim kolumdaydı ve diğer yarısı Naz’m dizinde uyuyan Ecrinin
omuzuna sarılıydı.

Araf işini bitirip uzaklaşınca küçük bir gölün etrafında otur­


duğumuzu gördüm. Herkesin yüzündeki kanlar gittiğine göre
bu gölde temizlenmişlerdi. Ancak gölün suyu bulanık ve iğrenç
görünüyordu. İçinde kurbağaların cirit artığı, sivrisineklerin
uçuştuğu bir bataklığa bakıyorum sandım. Kuruyan dudakları­
mı, “Su-susadım,” diyerek hareket ettirdiğimde Hakan, gülerek
o iğrenç gölü gösterdi. “Şimdilik bulduğumuz tek su bu. Ever,
MARAL ATMACA 201
ndı iğrenç ve evet, büyük ihtimalle hepimizi hasta edecek ama
ne yazık ki biz içtik.” Hepsi babını sallayınca göle tekrar baktım.
Kocaman yağlı derisiyle zıplayan şişko bir kurbanın gölden çık­
tığını görünce midem bulandı. “Kurbağaların içine çiş yaptığı
bir gölden su içmem.” Gerçekten hiçbir güç bana oradan su
içircmezdi.

“O beğenmediğin kurbağalar bizim akşam yemeğimiz.” Yi-


ğit’in gülerek söylediklerinden bir şey anlamamıştım. Bir ate­
şin etrafında daire şeklinde oturduğumuzu çok sonradan fark
enim. Ateşin etrafına taşlar dizerek ocak yapmışlardı. Ateşin
üzerinde ağaç dallarına geçirdikleri kurbağaları şiş yaptıklarını
görünce afalladım. “Yok artık oğlum!” Bunlar ciddi ciddi kur­
bağa pişiriyordu! Sadece kurbağa değil, diğer şişlerde küp küp
doğradıkları yılanı görünce yutkundum. “Abi, siz nerenin yam­
yamısınız? Yok muydu avlayacağınız bir tavuk veya tavşan? Bu
şeyleri yiyeceğime Şafak’ı yemek daha mantıklı bence!" Herkes
gülerken ben hâlâ pişen şeylere bakıyordum. Obur biri olabilir­
dim ama midemin de bazı standardarı vardı.

“Avlanamayacak kadar yorgundum.” Hakan orada yaşadık­


ları yüzünden hâlâ kendisini toparlayamamıştı. Kısık bir sesle
konuşarak dalgın gözlerle ateşi izliyordu. “Hava kararıyor. Bu
gece idare edelim» yarına Allah kerim.”

"Yiğit, gerçekten o yılanı yiyebilecek misin?" dedim. Bildi­


ğim kadarıyla yılanlardan korkuyordu. Yiğit’in rengi atarken
Naz kıkırdadı. “Hakan o yılanı öldürdüğünde Yiğit’in savur­
duğu küfürleri duymalıydın. O bal tali adamlardan korkmuyor
ama küçücük yılandan ödü kopuyor.” Bunu daha önceden bil­
diğim için gülerek başımı salladım. Yiğit’in yılan fobisi vardı.

Yiğit, “Korkmuyorum!" dedi ve anında olayı gurur mesele­


si yaptı. “Sadece hoşlanmıyorum onlardan! Ben kurbağa yiye­
ceğim, yılanlar sizin olsun,” diye homurdanırken ben gülerek
Kuzeye sarılıp gözlerimi kapattım. Ecrin in neden uyuduğunu
şimdi daha iyi anlıyordum çünkü aldığımız yaralar bizi halsiz
kılıyordu.

Scanned with CamScanner


202 YARALASAR ■ II

"Onların üzerinde telefon falan yok muydu?” Gözlerim |q.


palı sorduğum soruya hayır cevabı aldım, öcünün işini şany
bırakmadığını maalesef bir kez daha anladım.

Eskisine göre yaram daha iyi durumda olmalıydı ki son


kontrolümü yapan Araf» başını olumlu anlamda salladı. Ben*
den uzaklaşıp Ecrin in sargısını açtıktan sonra gördüğü manza­
ra hoşuna gitmemiş gibi iç çekti. “Yara iltihaplanmış çocuklar.
Yankıya göre yarası daha derin. Onun bir hastaneye gitmesi
gerekiyor. Burada bitkilerden yaptığım ilaçlar fayda etmiyor.’
Dünden beri ateşler içinde yatan kız hiç uyanmamış ve sürekli
sayıklayıp durmuştu.
Dün gölün yanından ayrılarak yolumuza devam etmiştik
Küçük bir nehir bulmuş ve oradaki temiz sudan bol bol içmiş­
tik Hakan’ın bizim için avladığı iki tavşanı ise mideye indirmiş­
tik Yiğit sigara içtiği için çakmağı sayesinde ateş yakabiliyordu
ve Hakan sayesinde karnımız doyuyordu. Evet, ilk gece mecbu­
ren o kurbağaları bile hayatta kalmak için yemiştik Lâkin Ecrin
gittikçe kötüleştiği için ne su içmiş ne de bir şeyler yemişti. Bir
çıkış yolu bulmak için sürekli hareket halinde olduğumuzdan
Kuzey, onu kucağında taşıyordu. Üstelik geceleri çok soğuk ol­
duğu halde Kuzeyin üstünde hiçbir şey yoktu ve ilk gece nöbeti
o tutmuştu. Ondan sonra son nöbet Hakan’daydı. Erkekler el­
lerinden geldiğince bize yardım ediyordu. Araf hepimizin mor­
luklarıyla ve yarasıyla bir doktor gibi ilgileniyordu. Takımın
Araf ve Şafak baklandaki önyargıları tamamen yıkılmış gibiydi,
özellikle Araf’a artık daha samimi yaklaşıyorlardı. Fulya ve eki­
bi şu anda nerede ve ne yapıyorlar, bilmiyordum ama Araf ve
Şafak bizimle kaldıkları için pişman değillerdi. Bugün tesisten
ayrıldığımız ikinci gündü. Kahretsin ki hâlâ bizim için gelen bi­
tilen yoktu! Aslında bu umurumda değildi çünkü benim aklım
diğer Yarasalardaydı. Umarım hepsi iyidir.
Kuzey yerde yatan kızın başından hiç ayrılmadığı gibi yine
uzanıp onun saçlarını yüzünden çekti. “Çok mu fazla Uyuyan
MARAL ATMACA 20)

Güzel masalı anlattılar buna?” Elinin tersiyle onun solgun yü­


züne dokundu. “Masalın sonunda kız hep uyanır ama bu aptal
uyumayı çok sevdi.” Onu kucağına alıp ayağa kalktı. Masalın
sonunda kızı uyandıran şeyin bir öpücük olduğunu acaba ona
söylesem ayıp etmiş olur muydum?
“Gidelim hadi.” Hepimiz Naz’ı onayladık. Bize yine yol gö­
rünmüştü. Bu ormandan çıkmanın er ya da geç bir yolunu bu­
lacaktık. Burada süründüğüm için o eğitmenim olacak adamın
geçerli bir mazereti olsa iyi olurdu!
Yaklaşık iki saat daha yürümüştük ve bu sürede Kuzey yo­
ruldukça Ecrin’i diğerleri taşıyordu. Neredeyse iki gündür ka-
yıpuk, Alaz’ın hâlâ bizi nasıl bulamadığını merak ediyordum.
Ağaçların azaldığı yerden sonra nihayet açık bir araziye çıkmayı
başarmıştık. Bir dağın yamacında duruyorduk Aşağıda ise ye­
şilliklerin arasında küçük bir köy görünüyordu. Nihayet kur­
tulduğumuz için hepimiz mutluluk içinde gülmeye başladık.
“Kurtulduk1" Naz bağırarak Yiğit’e sarılmıştı. Fakat hemen
sonra ne yaptığını fark edince öksürerek geriye çekilmesi Yiğit’i
güldürdü.
“Bu dağdan aşağı indik mi kurtuluruz.” Şafak ürkek bakışla­
rıyla kayalıklara bakıyordu. “Şey ama nasıl ineceğiz?” Hepimi­
zin gülen yüzü anında solmuştu çünkü resmen bir uçurumun
tepesinde duruyorduk.
“Şuraya bakın!” Bu bağıran Efeydi. “Şu yol bizi aşağıya in­
dirir." Eliyle gösterdiği yerde gerçekten toprak bir yol vardı. Or­
manda kesilmiş birçok ağaç görmüştüm. Demek ki köydekiler
odun kesmek için bu yolu kullanıyorlardı.
“Hadi, gidelim o zaman.” Hakan’ın peşine takılıp vakit kay­
betmeden yola koyulduk. Sonunda bu cehennemden çıkıp in­
san yüzü görecektik. Bir ara kendimi şu yabancı dizinin, yani
Lost’un bir adadaki oyuncu seçmelerine katılmışım gibi hisset­
meye başlamışum.
Cezaevinde dizi izlemenin yan etkileri!

Scanned with CamScanner


204 YARALASAR-II

Bir saat sonra hepimiz nefes nefese yokuştan aşağı jnc


rek köye girmiştik. Köy meydanında yürürken bizi {
ren herkesin dikkatini çekiyorduk. Kan revan içinde koy.
lerine gelen bir grup yabancı, onları meraklandırmış
Eski evlerin arasından geçip bir kahvenin önünde durduk. Kah.
venin önüne birkaç masa ve sandalye koydukları için bazjlan
çaylarını dışarıda içiyordu. Tıpkı diğerleri gibi onlar da bizi fa^
edince yaratık görmüş gibi bakmaya başladı. Naz, “Bunlar niye
insan görmemiş gibi bize bakıyor?" diye sorduğunda güldüm.
"Neden acaba? Hepimizin saçı başı dağınık Ellerimizdeki bal­
ta ve bıçaklara değinmek bile istemiyorum. Kıyafetlerimiz kan
içinde. Kuzey in Herkül gibi yarı çıplak olması da var tabii,"
dediğimde arkadaşlarım halimizi fark edip ofladı.

Buradaki insanların bizi bir tehdit olarak görmelerini iste­


miyordum. Bu sebeple elimdeki baltayı yere atarak öne çıktım.
“Aleykümselam dayı.” Yaşlı bir adama bakarak Kuzey in kuca-
ğındaki kızı gösterdim. “Bu köyün yakınlarında bir saldırıyı
uğradık. Arkadaşım yaralı, bize doktor çağırabilir misiniz?" de­
dim.
Adamın bakışları Ecrini buldu. Bu adamın bana güzel bir
haber vermesini ümit ettim. “Burada doktor ne arasın, kızjm,”
diyerek beni hüsrana uğrattı. “Geçen ay gelen doktorumuz
burayı görünce kaçar gibi gitti," diye sürdürdü konuşmasını.
Küçük bir yer olduğu için kimsenin harmanlayacağını tahmin
etmeliydim.

Sırasıyla masada oturanlara bakarak olumlu bîr cevap bek-


lercesine, “Ama hastalarınızla ilgilenen bir şifacınız vardır, değil
mi?” dedim. “Sonuçta hastalandığınızda doktora gidiyorsunuz,
değil mi?" İmkânlarının kısıtlı olduğunu tahmin etmek zor de­
ğildi. Fakat hastalandıklarında gittikleri bir yer mudaka olma­
lıydı.
İçlerinden biri önündeki okey istekasıyla ilgilenmeyi bıra­
kıp başını kaldırdı. Sol gözünün gözbebeği yoktu ve bu, ona
uzun süre bakmamı engelliyordu. Otuzlu yaşlarında kumral bir
MARAL ATMACA 205
adımdı. Diğerlerinin aksine bize meraklı bakışlar atmıyordu,
aksine varlığımızdan rahatsız olmuş gibi bakıyordu. “Ümmü
teyze var. O bakar hastalarımıza," dedi. Sesindeki bıkkınlık ma­
sadaki oyununu böldüğümüz için olabilirdi. Elinde balonla içe­
riden çıkan bir çocuk, “Benim elim kesildiğinde o dikti!* diye
bağırdı. Son kısmı biraz kızgın bir sesle söylemişti. Umanm
Ommü denen kadın, çocuğun eline dikiş atarken acısını alacak
Jir peyler vermeyi düşünmüştür.
Çocuğa yaklaşıp kıvırcık saçlarını okşadım. “Bizi Ümmü
Hanım'a götürür müsün ufaklık?” diye sorduğumda başını sal­
ladı. “Siz köye gelen turistler misiniz?” Aklına bir şeyler gelmiş
olmalı ki heyecanla bana baktı. “Sizi götürürsem karşılığında
bana bir şeyler verecek misiniz?” Bu beklentisi beni güldürdü.
Elimle Kuzey i gösterip, “Evet,” dedim. “O ağabey sana para ve­
rebilir.” Yanımızda ona vereceğimiz hiçbir şey yoktu. Kuzey'in
vereceği parayla istediği şeyi kendine alabilirdi.

Buradaki adamların ilgisiz davranışlarının aksine küçük ço­


cuk bize rehberlik etmeye istekliydi, iri gözleri olan enerjik bir
çocuktu. Biz onu takip ederken o, hiç susmadan bize annesini
şikayet edip duruyordu. Sanırım fazla yaramaz bir çocuktu ve
annesini sürekli kızdırıyordu. Müstakil bir evin önünde durdu.
Eliyle evi göstererek, “Ümmü teyze burada yaşıyor,” dedi. Gö­
revini tamamladığı için beklenti dolu bakışlarını Kuzeye yö­
neltti. Yaptığı küçük yardımın karşılığını istiyordu.

Çocuğun ne istediğini anlamayan Kuzey, “Ne?” diye sordu.


"Neden bana bakıyorsun?” Anlaşılan kahvenin Önünde küçük
çocukla yaptığım anlaşmayı unutmuştu.

Çocuğa, “Sen onun kusuruna bakma, ufaklık,” dedim ve te­


bessüm ederek Kuzey e yaklaştım. Bu sıcakta Ecrin i kucağında
taşıdığı için hem çok yorulmuştu hem de cüzdanını çıkaracak
bir pozisyonda değildi. Uzanıp cebindeki cüzdanı çıkardım ve
içinden küçük bir miktar para aldım. Parayı alan çocuk, ödülü­
ne kavuşmanın muduluğuyla koşarak gitmişti.

Scanned with CamScanner


206 YARALASAR - II

Cüzdanı yeniden Kuzey’in cebine koyup geri çekildim.


"Borcum olsun, daha sonra sana öderim,” dedim. Yanımda
para yoktu çünkü tesisteyken paraya ihtiyacımız olmuyordu.

“Bana borcunu ödemek istiyorsan...” diyerek evi gösterdi.


“Oyalanmadan içeri girelim çünkü kollarımda hal kalmadı,’
dedi. Uzun sûre Ecrin i taşıdığı için çok yorulmuştu.

Hepimiz bahçeden içeri girerek kapının önünde durduk.


Naz hiç vakit kaybetmeden yumruğunu birkaç kez kapıya vur­
muştu. Çok fazla beklemeden kapı bizim için açıldı. Çiçekli
eşarp takmış olan bir kadın, meraklı gözlerle ziyaretçilerine ba­
kıyordu. Biraz kiloluydu ve elinde yeşil bir tespih vardı. Sanki
henüz namaz kılmış gibiydi. Zikir çektiği tespihi hâlâ elindey­
di. Kahverengi gözleri sırasıyla hepimizi inceledi. Kadın bize
baktığında hepimiz tedirginliğimizi gizlemeye çalışıyorduk. I
“Hayırdır inşallah,” deyince Araf öne çıktı ve “ Yardıma ihtiyacı- I
mız var,” dedi. Kadını korkutmamak için sıcak bir tavır takındı. I
"Arkadaşımız ağır yaralandı.” Kuzey m kucağında ter içinde sa- I
yıklayan Ecrini gösterdi. “Yarasına müdahale edilmezse hayatı j
tehlikeye girebilir. Ümmü Hanım siz misiniz? Arkadaşıma yaj- I
dım eder misiniz?" Araf sustuğunda hepimiz büyük bir beklenti I
içinde kadına baktık. Bu kadın son umudumuzdu ve yardım
etmezse Ecrine neler olurdu, bilmiyordum.
Geriye doğru bir adım atarak, “Ever, Ümmü benim ama 1
ona yardım edemem,” dedi. Göz ucuyla Ecrine baktı ve “Yan- I
sı körü görünüyor. Benim üstesinden geleceğim bir şey değil," I
dedi. Aslında sorun Ecrin'in yarası değildi. Köyün yabancısıy- I
dik ve evine neidüğü belirsiz bu yabancıları almak istemiyordu. I
Ümmü Hanım kapıyı kapatmak üzereyken onu durdur­
dum. "Lütfen," diye yalvarıp Ecrin i gösterdim. “Biz onun için
bir doktor bulduğumuzda çok geç olabilir.” Ecrin’in hayatı için
ona yalvarmayı sorun etmedim. “Bizden size zarar gelmez. Bili­
yorum, size vereceğim sözlerin bir teminatı yok ama gerçekten
kötü insanlar değiliz. Biz iki gündür çok kötü şeyler yaşıyoruz,
diyerek dolan gözlerimi gizlemeden ona baktım. Son iki gün-
MA RAL ATMACA 207

dür başımıza gelenler yüzünden hepimizin direnci kırılmıştı.


"İki gündür neler yaladığımızı bilemezsiniz. Yolumuz köyünü­
ze düştü ve kapınıza geldik. Ne olur bizi geri çevirmeyin." İn­
san düşmanı olsa kapıdan çevirmezdi. Umarım, bize merhamet
ederek evine alırdı.
Söylediklerimden sonra tereddüt ederek bize bakmaya baş­
ladı. Yardım etmek ve etmemek arasında kararsız kalmıştı. Ec­
rin tekrar acılar içinde inleyince Kuzey çaresizliğini gizlemedi.
"Ona yardım et,” diye fısıldadı. “Onu kaybedemem..." Sesin­
deki derin hüznün sebebi kollarında ateşler içinde yanan kızdı.
"Sana istediğin kadar para veririm ama yeter ki onu kurtar."
İçi acırcasma kadına baktı. “Onun bizden başka kimsesi yok
ve biz şu anda ona yardım edemiyoruz." Ümmü Hanım onun
çaresizliğine daha fazla kayıtsız kalmadı ve kenara çekilerek eve
girmemiz için bize izin verdi.
Neyse ki insanlık hâlâ ölmemiş.

Ümmü Hanım ilk başlarda biraz tereddüt etse de daha son­


ra bize olan tutumu değişmişti. Zararsız olduğumuzu görün­
ce Ecrin m yarasıyla ilgilenmiş ve bize yememiz için bir şeyler
hazırlamıştı. Ecrin hâlâ kendine gelmediği için bir süre daha
buradaydık. Ümmü Hamının söylediğine göre aslında hâlâ
İstanbul'daydık. Tüm gece hareket eden araba bizi yanıltmak
içindi. Her tarafı ormanlarla çevrili bu tarihi köy, Beykoz il­
çesine bağlı ve Kuzguncuk’a sadece iki saat uzaklıkta bulunan
Akbaba köyüydü. Bizi kaçıranlar bilerek yolu uzatmış ve aklı­
mızı karıştırmıştı. Çocuklar içeride dinlenirken bahçeye çıka­
rak düşünmeye başladım. Üzüm asmalarının süslediği çardakta
oturmak huzur vericiydi. Lâkin aklım Fulya ve onun ekibinde
olduğu için yeteri kadar huzurlu değildim. Gitmelerine izin ve­
rerek hata yapmıştım, değil mi? Umarım hepsi bizden daha iyi
durumdadır. “Bu sıcakta neden dışarıdasın?" Ümmü Hanım,
elinde bir bardak ayranla yanıma gelip oturdu. “Hiçbir şey ye­
medin, bari bunu iç," dedi. Uzattığı ayranı tebessüm ederek

Scanned with CamScanner


yahaiauh-ii

aldım. Binlen ayrılan YaraMİarırı ne halde olduğunu bilmeden


bir şeşler yiyemezdim.
"Anlar hele," diyerek hana bakrı. “Size bunu kimler yaptı**

"Bunu yapan bir aktl hastan." Ayrandan bir yudum alırken


»etimdeki korkuyu gizleyernedim. “Henüz çocukken düştü
peşimize. Bize bunu neden ve niçin yaptığını ben de bîfmiyo.
rum," dedim. Kimsesiz çocukları kanatmasının bir nedeni oh.
bilir miydi? I lepirniz onun öfkesini üzerimize çekecek ne yap.
iniş olabilirdik kİ?

"Blzler unutulduk, Ümmü Hanım," dedim. Dudaklarım


titrerken gülümsemek için kendimi zorladım. "Herkes tarafın­
dan unutulduk. Bazen Tanrı tarafından bile unutulduğumuzu
düşünüyorum," dediğimde derin bir nefes aldı. “Yaradan unut­
maz kullarını, kızım." Başını yuları kaldırıp huzurlu bir şekilde
havayı İçine çekti. "Herkesin sınavı farklıdır. Başımıza ne gelirse
gelsin bize düşen sabretmektir. Derdi veren elbet dermanını da
verir," dedi. Ona gıpta ettim. Keşke ben de onun gibi sabrı öğ-
rencbilseydim. Karamsar düşüncelerim vardı çünkü şu zamana
dek hayatımda güzel şeyler hiç olmamıştı.

Birden fazla derdim var, Peki, hepsinin bir dermanı var mı?
Alaz
Araba engebeli bir yola girdiğinde şehrin dışında küçük bîr
köye gelmiştik. Arabayla saatler süren yolculuğumuz canımı
sıkmaya başlamıştı. Atalay elindeki telefonla bana yolu tarif
ederken onları buraya getirmekteki amacını çözemiyordum. Bu
yer onun için bir şeyler ifade ediyor olmalıydı ki hepsini buraya
getirmişti. Eğer Efe olmasaydı belki de yerlerini daha da uzun
sûrede bulacaktık. Evet, Efe sayesinde yerlerini tespit etmiştik.
Sürekli onu uyarmamıza rağmen araştırmalarını sürdürmeye
kararlıydı. Bu konuda devamlı başını belaya sokunca ben de
ona bir inisiyatif tanımaya karar verdim. Efe kolaylıkla tesiste­
ki teknolojiden faydalanabilsin diye diğer ajanlarla konuşmuş­
tum. Onun kartını bir üst seviyeye taşımıştık. Böylece beşinci
kata kadar her kapıyı açabiliyordu. Efe kaybolana kadar saatine
bir takip cihazı yerleştirdiğini hiçbirimiz bilmiyorduk

Cihazı her gün günccllcdiği için verici hep pasif haldeydi.


Ortadan kaybolunca odasındaki bilgisayara ulaşamadığı için ve­
rici aktif hale gelmişti. Yerini gösteren harita doğrudan Efe nin
planladığı gibi Yosun un telefonuna ulaşmıştı. İzlerini ormana
kadar sürmeyi başarmıştık. Orada gördüğümüz bir oduncuya
Yarasaların fotoğraflarını göstermiştik. Oduncu, iki gün önce
ormana kışlık odunlar için geldiğini ve sarışın bir kız gördü­
ğünü söyledi. Tüm Yarasaların fotoğrafını gösterdiğimizde ilk
olarak Fulyayı tanımıştı. Dikkatli bakınca Fulya nın ekibindeki
herkesi tanıdığını söylemişti. Ancak dediğine göre hiçbiri onu

Scanned with CamScanner


r

I
1W YARALASAR-ll
MARAL ATMACA 211

görmemizi çünkü hepsi koşarak bit şeyden kaçıyordu. Yarasa. I flit ajan olarak aslında ilk başarısızlığını almıştı çünkü iyi bir ।
lam (oto^taftannı gösterdiğimizde Yarasaların Fulya nm ekibi- İ ajan, ne pahasına olursa olsun doğru olanı yapardı.
nin yanında olmadığına emindi. Kaçtıkları şeyin kim olduğunu \
"Bir şeyi merak ediyorum ama bana karşı dürüst olacaksın."
tahmin etmek zor değildi ve her iki grubun birbirinden ayrıl- 1 Küçük bir sokağa girerek onaylarcasına başımı salladım. “Yankı
dıldarını boylece anlamıştık. ile aranızda tam olarak ne var? Kızı tuttun, ajan yaptın ve haliy­
"Pars ve diğerlerini neden başka yere gönderdin?** Atalay, I le bu hepimizin aklına farklı şeyler getirdi."
bunu Parstan hoşlanmadığım için yaptığımı düşünüyordu.
“Hiçbir şey."
“Sedef ve Fulyayı tanıyorum, Atalay. O ikisi öleceklerini bil­
“Hadi ama Altuğ, sen asla bana yalan söylemezsin. Onunla
seler bile asla bir arada durmazlar.” Efe bu köydeydi ve Sedef
aranda ne var?"
asla Efeyi bırakmayacağına göre o da buradaydı. Gittiği yere
ekibini de götüreceği için Yarasalar da buradaydı ama Fulya ve “Yalan değil, Sedef ile aramızda bir şey yok." Gerçek buydu,
takımı burada değildi. Sedef ve Fulya asla ortak noktada buluş­ ikimizin arasında bir şey yoktu. Henüz yoktu.
mazdı. Sırf bu yüzden Pars ve ekibini civar köylere göndermiş, “Pekâlâ, o zaman soruyu değiştiriyorum. Yankı ya karşı his­
tim. lerin var mı?” Atalay istediği cevabı almadan kolay kolay susa­
“Fulya hırsıyla hareket eden biri. Haklısın» Yankı nın oldu­ cak biri hiç olmamıştı.
ğu yerde durmaz? Sonunda bazı şeyleri fark eden Atalay, hâli
“Hastanedeyken ondan etkilendiğimi söyledim.” O anki yüz
kararlarımı sorgulamaya devam ediyordu. Ama Yankı zeki bir
। ifadesi aklıma gelince gülümsedim. Sedef bunu duyduğunda
kız, herkesi Fulyaya rağmen bir arada tutacaktır. Oduncunun
İ gerçekten çok kızmıştı. Onu kendime bağlamam kolay olmaya­
söylediklerine rağmen hâlâ bir şekilde yan yana geldiklerini dü­
caktı ancak benden kaçma çabaları da hoşuma gidiyordu.
şünüyordu.
Atalay güldü. “Dur tahmin edeyim! Söylediklerine karşılık
“Sedef i tanımıyorsun» o kendi içinde bencil biri. Bu sözle­
sına bela okudu, değil mi?” Başımı sallayınca ikimiz de gülme­
rime inanmadığını görebiliyordum ama gerçek buydu.
ye başladık. Ettiği beddualar tüm tesis tarafindan bilinen bir
“Kıza karşı fazla önyargılısın»” dedi, önyargı değildi. Bu,
ı«ydi-
ona baktığımda gördüğüm şeylerden biriydi.
“Ona ne söylediğini sormadım» Altuğ. Soruma hâlâ cevap
1 “O gerçekten bencil." Söylediğim şeylerin arkasındaydım. vermedin, ondan hoşlanıyor musun?" Genelde fazla meraklı bir
I “Sedef ona zarar vermeyen hiç ummadığı insanlara karşı fazla yapısı vardı ve bu» bazen can sıkıcı olabiliyordu.
sevgi dolu. Lakın geçmişinde tanıdığı herkese karşı fazla nefret
' dolu. Evet» Fulya hırslı olduğu için Sedef’in olduğu yerde dur- “Beni herkesten iyi tanıyorsun," dedim. Yosun, aracını bir
evin önünde durdurunca ben de aracımı sağa çektim. “Etkilen­
kinak istemeyecektir ancak benim tanıdığım Sedef Sarmaşık da
1onu durduracak biri değil” Oysaki onları yanında tutmak iste- mek ve hoşlanmak aynı şey değil. Kız, bu oyundaki en önemli
se gerekirse peşlerinden gidecek kadar inatçı olduğunu biliyor- anahtar ve o anahtarı her anlamıyla elimde tutmalıyım." Belki
dum. Bugüne kadar onun hakkında düşündüklerim konusun- de ilk kez Atalay a karşı dürüst olmadan arabadan indim. Se­
da hiç yanılmamıştım ve beni yine yanıltmadığına emindim. defin beni bir şekilde etkilediği doğruydu ama yılların eğitimi­
ni alan biri olarak duygusal saçmalıklarla uğraşacak zamanım

Scanned with CamScanner


212 YARALASAR-11

yoktu. Ancak son zamanlarda Sedef aklımı karıştırıyor ve bana


kendimi sorgulatıyordu.

Sedef, bir katilin gözdesi olduğu için onu av olarak kullan,


dığım doğruydu. Hayır, yaptığım hiçbir şeyden pişman değil­
dim çünkü ben işimi yapıyordum. Aynı koşullarda yine benzer
şeyleri yaparak onu inciteceğimi de biliyordum. Başarısızlığa
tahammülüm yoktu ve aradığım kişiyi bulmak için yapmam
gereken ne vana onu yapacaktım. Bugüne kadar asla duygu­
larımı ve işimi birbirine karıştı rmamıştım ve bundan sonra da
böyle devam etmeliydi. Sedef onun zayıf noktasıydı ve ben, onu
Sedef ile vurmak istiyordum. Lâkin artık bu kararımdan o ka­
dar da emin olamıyordum. Sedef bir ajan olursa onunla işbirliği
yapmak yerine onu bulmaya çalışacaktı ve öyle de oldu. Ancak
gel gör ki tam bu kısımda kendimi sorgulamadan duramıyor­
dum. Ben Sedefi katilden uzaklaştırırken bunu rakibime karjı
bir atakta bulunmak için mi yapmıştım yoksa kendim için mi?

Son günlerde en büyük çelişkimin adi SedefSarmaşık'tı.


Ondan hoşlanmam söz konusu bile değildi. Böyle olmalıy­
dı, doğru olan buydu. Ancak artık bundan emin değildim. 0
kızın doğru yaptığı hiçbir şey yoktu! Sivri dilli ve geveze biri ol­
duğu için bir dakikada kurduğu cümlelere kimse yetişemezdi.
Çok konuşuyordu ancak garip bir şekilde o konuştukça bende
onu dinleme isteği uyandırıyordu. Üstelik keskin diline rağmen
bir şekilde herkese kendisini sevdirmeyi iyi biliyordu. Bunun en
büyük örneği babaannem ve Aslı ydı. Sakardı, hem de normal
olamayacak kadar. Aynı zamanda her defasında beni güldüre­
cek kadar da komik biriydi. En önemlisi Sedef gülmesini bili­
yordu ve yaşadığı onca şeye rağmen cıvıl cıvıl, neşeli bir yapısı
vardı. Belki de beni bu kadar etkileyen, bitip tükenmeyen hayat
enerjisiydi. Başına ne gelirse gelsin o asla ciddiye almazdı, aksi­
ne acılarıyla dalga geçerek gülmeyi bilirdi.

Hayatım boyunca gördüğüm en sıradışı kadındı. Onu anla­


tacak doğru sözleri bulmak çok güçtü. Bencil desem tam olarak
değildi çünkü fedakar bir yapısı olduğunu da biliyordum. Hin-
MARAL ATMACA 213
|ı desem pes ettiği anlar da mutlaka oluyordu. Aptal dediğim
zamanlarda tek bir hareketiyle zekâsını gözler önüne seriyordu.
Şaşkındı ama bir o kadar da soğukkanlıydı. Sürekli düşüyordu,
lâkin düştüğü yerden dimdik kalkmasını da biliyordu. İnatçıy­
dı doğru, bildiğinin aksine hiçbir şey yaptıramayacağınız kadar
dikbaşlı ve inatçıydı. Öyle ki kendi yanlışlarını bile size doğru
diye dayattıracak kadar çok inatçıydı. Olağanüstü bir güzelliği
yoktu ama sevimli hareketleri onu olağanüstü yapıyordu. Se­
def bugüne kadar tanıdığım tüm kadınların hepsiydi ve aynı
zamanda hiçbiri değildi. Onu kendime bile anlatamıyordum
ki... Onu tanıdıkça aslında her defasında farklı bir Sedef tanı­
yordum. O deli kadın, kelimelerle anlatılamayacak kadar ina­
nılmaz biriydi.

Aklımı karıştırıyor, beni deli ediyor


Ekip olarak müstakil bir evin bahçesine girdiğimizde Yosun
kapıyı çaldı. Efe’nin takip programı bu evde olduklarını doğ­
ruluyordu. Bize kapıyı açan yaşlı bir kadındı. “Kime baktınız?”
dedikten sonra bir şey gizler gibi sürekli evin içini kontrol edi­
yordu. Korkmuş gibiydi.

Yosun ona tebessüm ederek, “Merhaba,” dedi ve elini uzattı.


"Bizler bir grup genci arıyoruz. Buradalar mı?” Yutkunan yaşlı
kadın, endişeyle Yosunun uzattığı eline baktı. “Onları neden
arıyorsunuz?” diye sorduğunda istediğimiz cevabı vermişti.
Hepsi buradaydı.

Yaşlı kadın bizi çocuklar için bir tehdit olarak görmeye başla­
mış.
Yosun tam, “Bizler aslında...” demişti ki içeriden Naz ın se­
sini duyduk. “Ümmü teyze» hemen buraya gelmelisin! Ecrin
tekrar ateşlendi,” diyen Naz koşarak kadının yanına gelince bizi
gördü. Alışık olduğumuz o bakımlı halinden çok uzak görünü­
yordu. Tamamen dağılmış bir haldeydi. Bizi görünce korkusu
dağılmış, rahat bir nefes almıştı. “Şükürler olsun,” diye fısılda­
dı ve hiç vakit kaybetmeden kendi eğitmeninin, yani Simay ın

Scanned with CamScanner


214 YARALASAR-ll

boynuna adadı. “Bizi buldunuz? Simaya sıkıca sarılırken ay^


maya başlamıştı. “Çok korktuk, Simay Hanım. Önce bizj
çındılar, sonra da bir ormana bıraktılar. Hepimizi tek tek avk
maya kalkıştılar! Ecrin yaralandı? Burnunu çekerek hıçkırdı
“Durumu çok kötü..? dediğinde ben ve Atalay, ev sahibinden
izin almadan hemen içeri girdik.

“Ecrin!" Atalay onu bulmak için aceleyle bir odaya girdi. Bu


küçük evin sadece iki odası vardı. Diğer odaya girdiğimde kalan
çocukları bulmuştum. Hepsi yatakta uyuyan Ecrinin başucun-
da duruyordu. Sedefnerede?

Gözlerim onu aradı ama o, burada değildi. Atalay diğer oda­


dan çıkıp peşimden gelince, çaylağını ateşler içinde yatarken
buldu. “Ecrin!" deyip hemen onun yanına koştu. “Neyi var?"
Ecrin i kontrol ederken sesindeki korkuyu herkes hissetmişti.

Kuzey kaşlarını çatarak Atalay* a döndü ve “Yaralandı!" diye


bağırdı, öfkesini binlerinden çıkarmak ister gibiydi. “Bizi ko­
rumak için götürdüğünüz o lanet yerdeki adamlar yüzünden
bu halde!” Bu konuda bizi suçlamakta haklıydı çünkü tesisteki
herkes güvenilir değildi. Katil, tesisle bağlantıdaydı. Bu yüzden
içeride adamlarının olması kaçınılmazdı.

Atalay hemen Ecrin i kucağına alarak doğruldu. “Hastaneye


gitmeli!” dedi ve hiç vakit kaybetmeden onu buradan çıkardı.
Ben de çocuklara bakıp kapıyı gösterdim. “Toparlanın, gidi­
yoruz," dedim. Hepsi perişan görünüyordu. Hastaneye giderek
onların kontrollerini yaptırmalıydık. Ciddi bir yara almadıkla­
rından emin olmalıydık.

Hep birlikte dışarı çıktıktan sonra bizler arabanın yanında


beklerken, Yosun ve Simay çocuklarla ilgilendiği için yaşlı ka­
dına teşekkür ediyordu. Atalay, Ecrini arka koltuğa yatırdı ve
Kuzeyi de alarak hemen yola çıktı. Ecrinin durumu bu ka­
dar kötüyken daha fazla oyalanamazdı. Etrafıma bakarak Naz a
yaklaştım ve “Sedef nerede?" diye sordum.
MARAL ATMACA 215

Naz. onu arar gibi etrafına baktı. “Daha dönmedi mi? Köyü
gezmek istediğini söyleyip gitmişti." Buna hiç şaşır mam işti m.
Çocuk gibiydi, iki dakika yerinde durmazdı.

"Yavuz?" diye seslenip diğer çocukları gösterdim. “Ben Se­


defi bulacağım, siz dönün." Yine başına bir bela almadan onu
bulmalıyım.
Yavuz beni onaylayınca hızla arabaya bindim. Köy küçük
olabilirdi fakat yabancısı olduğum bir yerde onu bulmak ko­
lay olmazdı. "Sürekli sorun çıkarmak zorunda değilsin!" diye
söylendim. Her konuda ekipten ayrı hareket etmesi beni deli
ediyordu!

Arabayla yavaş yavaş sokakları dolaşıyor, yarım saattir onu


arıyordum. Etrafıma bakarak araba kullanmak, sürekli yola at­
layan çocuklar açısından çok tehlikeliydi. Neyse ki arabanın hı­
zını düşürdüğüm için herhangi bir kazaya sebep olmuyordum.
Soldaki sokağa gireceğim esnada büyük ceviz ağacının altındaki
çeşmeyi gördüm. Çeşmenin yanında oturan kişi ise Sedeften
başkası değildi. Onu bulduğum için rahat bir nefes aldım ve
arabadan indim. Ona doğru yürüyordum ama o, henüz beni
fark etmemişti. Mavi gözleri durgun bir şekilde çeşmede bidon-
lannı dolduran kadınları izliyordu. Kadınların kendi aralarında
konuşarak ona yönelttikleri kaçamak bakışları umursamıyor
gjbi görünüyordu. Karşısında durup ona yansıyan güneşi engel­
lediğimde başını kaldırdı. Gözlerini kısarak güneşini engelleyen
kişiyi görmeye çalıştı. Göz göze geldiğimizde ise dudaklarında
buruk bir tebessüm oluştu. “Bana geç kaldınız,” dedi. Sesinde
kızgınlık yoktu fakat bir hayli kırgınlık vardı.

Kana bulanmış tişörtünü görmek yutkunmama neden oldu.


Yaralanmış mıydı? Naz bundan hiç bahsetmemişti. Kolu yqil
bir kumaşla sarılıydı fakat yarasından akan kanlar kıyafetine de
sürülmüştü. Bu halini gördükçe yüreğime bir ateş düşüyordu.
Bunu nasıl başardığıyla ilgili hiçbir fikrim yoktu fakat acısıyla

Sec nned with CamScanner


216 YARALASAR - II

beni acıtmayı başarıyordu. MGeç değil," diyerek karşısında


çöktüm. "Eğer hllâ nefes alıyorsan sana geç kalmadım demek­
tir." Özgün bakıyordu. Alışık değilim ki bu çılgın kadını boyk
gârmeyt.
"O vakit ben size geç kaldım," diyerek gözlerime baktı
"Hani aramızda bayağı bir yaş farkı var ya, bundan sebep boy.
le dedim." Üzgünken bile sinirlerimi bozması büyük başarıydı!
Bu kadının bir ayarı yoktu!
Beni kızdıracak kadar kendine geldiğine göre artık gidebilir
dik. "Dönmeliyiz." Ayağa kalkarak ona elimi uzattığımda bet
zamanki gibi elimi tutmadan kendisi kalktı. Kolay kolay ona
ulaşmama izin vermeyecekti. Bazı anlar oluyordu ve ben o an­
larda aramızdaki savaşın son bulduğunu düşünüyordum. Fakat
bu çok kısa sürüyordu çünkü Sedef Sarmaşık sınırlarımı zorla­
masını iyi biliyordu. Korkarım ki aramızdaki bu sonu gelmeyen
savaş, her ikimizden birini tüketmedikçe bitmeyecekti. Onu
her konuda zorluyordum ve o da bir o kadar beni zorluyordu.

Gitmek üzereyken çeşmeden akan suya baktığını görünce


durdum. "Susadın mı?”

Başını salladı. "Evet. Su içmek için buraya gelmiştim.”

"Neden içmedin?"
"Bardak yok," dediğinde gülerek su dolduran kadınlan gös­
terdim. "Onlardan isteseydin verirlerdi.”

"Tanımadığım insanlardan bir şey istemeyecek kadar gu­


rurluyum,” dedi. Alay edercesine kaşlarımı kaldırdığımda bana
ters ters baktı. "Ne var? Arada bir ben de gururlu olabilirim."

Son söyledikleri yüzünden gülüşümü güçlükle durdurdum.


"Sedef, sen hayatımda gördüğün en gurursuz kadınsın,” dedi­
ğimde kaşlarını çatmıştı. Bunları ona hakaret etmek için söyle­
memiştim çünkü gereksiz yere gurur yapmıyordu. İtiraf ediyo­
rum, böyle olması hoşuma gidiyordu. En ufak şeyleri gurur me­
selesi yaparak hayatını kendisi için cehenneme çevirmiyordu.
MARAL ATMACA 217

•Demek gurursuzum, öyle mi?" diyerek babını kaldırdı.


’T<krar söyleyin, sevgili eğitmenim!" Kahrettin. bu inatçı bakıp
çok iyi biliyorum! "Tekrar söyleyin ve hemen şurada oturma ey­
lemini nasıl başlattığımı görün!"

"Senden daha gururlu bir kadın tanımıyorum!" dedim he­


men. Yine keçi inadı tutarsa yanna kadar oturduğu yerden
İçil km azdı.
İstediği sözleri duymanın mutluluğuyla gülümsedi, “öyle­
yim," dedi ve bir kadına yaklaşıp izin almadan onun su testisini
aldı. Testideki suyu kana kana içtikten sonra ona şaşkınca ba­
kan kadına uzattı. Kimseyi umursamadan arabaya doğru yürü­
yen Sedefin arkasından bakarken güldüm. Evet, gerçekten çok
gururluydu.
Sonunda yola çıkmıştık, tik beş dakika sessiz kaldı fakat ak­
lındaki sorulan daha fazla erteleyemezdi. “Hepiniz nereye kay­
bolmuştunuz? Bizi tesisten çıkaran adamlar ajan mıydı? öcü
yakalandı mı? Neden bize sadece bir kez saldırdıktan sonra tek­
rar denemedi? Fulya ve takımı bulundu mu?" Bu iki günde çok
bJa şey yaşamışlardı ve sorularının cevaplarım istemeye hakkı
vardı.
“Diğer Yarasalar...” dedim, önümdeki yola bakarken bu ko­
nuda kendimi yetersiz hissetmekten alıkoyamıyordum. “Hepsi
öldü, Sedef. Peşinizdeki katil dışarıda kalan son Yarasaların hep­
sini kaçırmışa. O gün seni okuldan alırken onları arıyorduk."
Yarasaların soruşturmasını bana ve Pars m takımına verdiklerini
zaten biliyordu. Bu sebeple eğitmenleri olarak seçilmiştik. Otuz
damgalı çocuktan bazıları bizimle işbirliği yapmaya yanaşma­
mışa. Çok ısrar etmiştik fakat bizimle çalışmayı kabul etme­
diler. Ajanların tesise getirdiği çocuklar Sedefin ve Fulyanın
takımından oluşuyordu. Bu iki grup dışında başka Yarasalar
da vardı ve onlar işbirliğini kabul etmeyen çocuklardı. Onların
kaçırıldığını öğrendiğimizde kaybedecek zaman yoktu. Yerle­
rini tespit ettiğimizde saat gecenin üçüydü. Tesisteki çocukları
uyandırıp haber vermekle vakit kaybedemezdik, bu yüzden ace-

Scanned with CamScanner


218 YARALASAR ■ II

leyle tesisten ayrıldık. Kaçırılan çocukları bulduğumuzda geç


kalmıştık. Bir depoda bulduğumuz cesetleri tanınmaz haldeydi.
Uzuvları kopmuştu. Gözleri bile yerinde değildi. Dokunmadığı
tek >rr kollarındaki yarasa damgasıydı. Ölen tüm Yarasalar dı-
şandaki son damgalı çocuklardı. Mutlu nun ölümünden sonra
Fulya ve diğer yedi çocuğu daha himayemiz altına almak için
ikna etmiştik. Ancak kabul etmeyenler de olmuştu ve şu anda
hiçbiri yaşamıyordu. Damgalanan otuz çocuktan artık sadece
tesiste olanlar hayattaydı.

"Bizi kaçırmayı kafasına koymuştu ve sizi tesisten uzaklaş­


tırmanın tek yolu diğer Yarasalar mıydı?” Başımı sallayarak
söylediklerini onayladım. “Evet,” dedim kısaca. Detaylara gi­
rerek onu şimdikinden daha fazla korkutmak istemiyordum.
Çocukların cesetlerini bulduğumuzda koruyucu ailelerine
olanları anlatmak çok hızla zamanımızı almıştı. Ertesi sabah
döndüğümüzde çocukların hiçbiri tesiste yoktu ama onları ka­
çıran adamların kimliğine ulaşmıştık. Hepsi de içeriye gizlice
sokulmuş ve teşkilattan kovulmuş adamlardı. Onları da konuş-
turamadık çünkü hepsini Ölü bir halde bulmuştuk. Arkasında
iz bırakmadan temiz çalışıyordu ve onu ele verecek herkesten
kurtulmuştu.

“Peki, bize neden ikinci defa saldırmadı?”

“Rakiplerini tanıyordu, Sedef. Hepinizin tehdit altında nasıl


bir savunma geliştirdiğinizi izleyip beynine kazıdı.” Artık onla­
ra daha fazla yaklaşmıştı çünkü isteseydi hepsini bir kurşunla
öldürebilirdi. Fakat bunu yapmak yerine kurbanlarıyla oyna­
mayı seviyordu. Sedefi en sona saklayacağına emindim.

“Bizi nasıl buldunuz?”

“Bu köyde olduğunuzu anladığımızda Pars ve takımını di­


ğerlerini bulmaları için ormana ve civar köylere yönlendirdim.
Fulya yı biraz tanıdıysam senin olduğun yerde durmazdı ve ya­
nılmadım.” Çocukları tesise bıraktıktan sonra geri dönerek on­
ların aramasına biz de katılacaktık. Arabanın hızını anırırken
MARAL ATMACA 219 । U

Fulyayı yanında tutamadığı için sesimdeki sitemi gizleyeme- 1 1। (


(niştim. Hatırlamıyor olabilirdi ama Sedef, kendi grubundaki İ l 1
çocuklarla yurttayken de çok yakındı. Bu yüzden Fulya ve eki­
bini bırakıp sadece kendi grubunu hayatta tutmuştu.

*Yedi kikiydi onlar. Kuzey Sedef için sürekli ceza alırdı. Yiğit,
gittiği her yere Nazı da götürürdü. Hakan, her gece ağlayan Ec~
tin i teselli eder ve hepsi en zayıflan olan Efeyi korurdu. Bu yurtta,
o yedi çocuk birbirinden hiç ayrılmazdı.* Soruşturma yaparken
yuma bir zamanlar çalışan bahçıvanın söyledikleri aklıma ge­
lince iç çektim. Birbirlerini hatırlamıyorlardı ama aslında hepsi
birbirini daha çocukken bulmuştu.

iki grup birbirinden ayrıldığı için ona kızgın olduğumu an­


lamıştı. “Beni mi suçluyorsunuz? O kızı yanımda tutmak için
çok uğraktım.” Onaylamaz bakışlar yönelterek yeniden yola
döndüm. wUğraşmadın, Sedef.” Sesimden yorgunluk akıyordu
çünkü bazen bana hiç yardımcı olmuyordu ve beni fazla yo­
ruyordu. “Seni tanıyorum, eğer gerçekten isteseydin bir arada
kalmak için her şeyi yapardın. Sen sadece içini rahatlatmak için
birkaç sefer teklif ettin ve daha sonra gitmelerine izin verdin.
Yarasaların içinde tek yetkili olan şendin, Sedef ama ilk başa-
nsızlığını aldın.” Fulya hırsıyla hareket eden biriydi ancak Se­
defin aklıyla hareket etmesi gerekiyordu. Yol ayrımında ona
duyduğu kinle hareket etmişti. Aklından geçenleri dile getir­
diğim için bakışlarını kaçırmıştı. Karşımdaki kişinin sadece
gözlerine bakarak onun hakkında bilgi edinmek hep yaptığım
bir şeydi, insanların mimikleri aslında onları hep ele verirdi,
önemli olan doğru işaretleri bulmaktı.

Dalgın bir şekilde, “Birbirimize zarar verecektik," diye fı­


sıldadığında yolu kontrol ederek ona döndüm. “Siz insanların
aklını okuyabilirsiniz ama ben de histerimden yanılmam. Ful­
yanın bana olan kini azımsanamayacak kadar büyük... Tıpkı
benimki gibi. Hissediyorum, bunlar daha başlangıç çünkü sizin
yüzünüzden Fulya ile öyle bir hale geleceğiz ki iki taraftan biri
zarar görecek.” Sesi düşünceliydi, sanki gelecekte olan şeyleri
biliyor fakat olacaklardan kaçmaya niyeti yok gibiydi.

Scanned with CamScanner


2J0 YARALASAR-ll

"Neden benim yüzümden?"


"Onun size olan hislerini fark etmemiş olamazsınız. Ba^
olan yakınlığınızı gerçek sandığı için sizin yüzünüzden bı^
nefret besliyor. Oysaki sizin kendi çıkarlarınız için bana yak.
laktiğinin bilmiyor? Gülerek konuşsa da canının yandığını gâ.
rebiliyordum. Hiçbir zaman Sedefin aptal bir kız olduğunu
düşünmedim. Aksine etrafındaki her şeyin farkında olacak lq.
dar zekiydi. İçgüdüleri ona neden yaklaştığımın sebeplerini ona
gösteriyor ve aklı onu benden uzak tutarak koruyordu. Lâkin
kalbi çoktan bana boyun eğmişti. Bana daha fazla direnemezdi,
bunu ikimiz de biliyorduk. Ona baktıkça onu Öptüğüm o sabab
söyledikleri aklımdan bir türlü çıkmıyordu.

'İnsanların incietmediği sadece kalbim çünkü orada Sedefe


Sedef benim iyi olan yanım ve o ölürse geriye sadece Yankı kalır, ’
demişti. Ve ben, ondaki Sedefin peşindeydim çünkü Yankı ol­
mayı bırakması gerekiyordu. Ben Sedef i incitmek için istemi­
yorum ki, onu daha yakından tanımak istiyordum.

“Ya oyun değilse sana olan hislcrim?” Bu soru benden ba­


ğımsız dökülmüştü dudaklarımdan. Sanki konuşan ben değil­
dim de farklı biriydi.
Durgun gözlerle yüzümü izlemeye daldığında ben, kayıp
giden yola bakıyordum. “Gerçek olmasını isterdim ama sen se­
vilecek türden değilsin.” Bu sözleri üzerine birden frene basıp
durdum. İlk kez aramızdaki mesafeyi kapatarak bana sen demiş­
ti ve bu çok garip hissettirdi.

“Ne demek istiyorsun?” Aslında ne demek istediğini çok iyi


anlamıştım.
“Duydunuz.” Tekrar aramızdaki resmiyete döndü. "Siz
bayım, siz sevilecek türden değilsiniz.” Bu sözleri neden beni
ağırlığı altında eziyordu, anlamıyordum. Haklıydı, ben gerçek­
ten sevilecek türden biri değildim. Ama içimde kontrol ede­
mediğim bir dürtü, tüm planlarımı bir kenara armama neden
oluyordu. Onun tarafından sevilmenin nasıl bir his olduğunu
öğrenmek istiyordum.

Ve öğreneceğim de... Kaçtji yok.


Vicdan azabı çekmem gerekiyordu, değil mi? Ama hayır,
Fulya salağının gitmesine izin verdim diye zerre kadar suçluluk
duymuyordum. Neden kendimi suçlayacaktım ki? Sonuçta Al­
lah’ın hakkı üçtü ve ben o süper zekâya üç kere kalmayı teklif
etmiştim. Doğru, hâlâ onlardan bîr ses çıkmamıştı ama ben ve
(akımım kurtulmuştuk ya gerisi miihim değildi. Dün bizi tesi­
se bıraktıktan sonra eğitmenlerin hepsi geri dönerek aramalara
katılmıştı. Ne yalan söyleyeyim, Fulya’nın kaybolmasını umur­
samadan rahat bir uyku çektiğim doğruydu. Hatta ölüm haberi
gelirse mutlu bile olurdum. Biliyorum, fazla zalimce davranı­
yordum ama benim o kızda gördüğüm şeyleri diğerleri görmü­
yordu. Değişecekti, şimdi olduğundan daha tehlikeli olacak ve
zehrini sonunda bana akıtacaktı. Hissediyordum Alaz’a olan
sevgisi onu değiştirecek ve beni de bir şekilde değişmeye zor­
layacaktı. Ne Alazmış be! Adam resmen benimle oynuyordu
ve Fulya bunu gerçek sanıyordu. Valla onu bunu bilmem ama
Alazdan hoşlarsam bile bir erkeğin sevgisi için saçma sapan
rekabedere girecek değildim. Kalına benimdir, gidene de Allah
belasını venin!
Üzerime rahat bir şeyler giydikten sonra odadan çıkmak
üzereydim ki komodinin üzerinde duran telefonuma mesaj gel­
di. “Bilinmeyen numara mı? Bu kim şimdi?” diye homurda­
narak mesaj kısmına girdiğimde bunun sesli mesaj olduğunu
gördüm. “Kesin öcünün işi bu," dedim.

Scanned with CamScanner


222 VARALASAR - II

'&> şeyi merak ediyorum ama bana karşı dürüst olacaksın


Yankı ile aranızda tam olarak ne var? Kızı tuttun ajan yaptın t*
haliyle bu hepimizin aklınafarklı şeyler getiriyor "Atalay ın sesini
duyuna afallayarak elimde tuttuğum telefona baktım. Benim
adım mı geçmişti? Ayrıca kiminle konuşuyordu?

"Hiçbirşey ’ Sanırım kiminle konuştuğunu da böyleceanla-


mış oldum. Buzdağı!

"Hadi ama Altuğ sen asla bana yalan söylemezsin. Onunla


aranda ne var?"
"Yalan değil Sedefile aramızda bir şey yok. ” Yok muydu? 0
yüzden mi beni öpmüştü?

"Pekâlâ, o zaman soruyu değiştiriyorum. Yankıya karşı hislerin


var mr?’Olsa da söyleyecek biri değildi.
"Hastanede ondan etkilendiğimi söyledim. "Evet, söylemişti ve
yalan söylemediğine emindim.

"Dur, tahmin edeyim, sen ona bunları söyleyince karşılığında


sana bela okudu, değil mil "Allah bu Atalay’ın da belasını versin!
O kim ki benimle dalga geçiyordu!

"Ona ne söylediğini sormadım, Altuğ. Soruma hâlâ cevap ver­


medin, ondan hoşlanıyor musun?°Yine Atalay’ın sesini duydum.
Kahretsin, bunun cevabını ben de merak ediyorum!
"Beni herkesten iyi tanıyorsun. ” Sesi fazla soğuk geliyordu.
"Etkilenmek ve hoşlanmak aynı şey değil. Kız, bu oyundaki en
önemli anahtar ve o anahtarı her anlamıyla elimde tutmalıyım."
Duyduğum bu sözlerle kalbimde bir sızı oluşmuştu. Bunu bi­
liyordum! Bana neden yaklaştığını hep bilmiştim ama ondan
duymak neden bu kadar acıtmıştı? Ondan etkilendiğimi de
biliyordum ama duyduklarım canımı çok yakmışken bunun
sadece basit bir etkilenme olmadığını fark etmiştim. Beni öptü­
ğünde onu uyarmıştım oysaki!
"Hepsi senin yüzünden!" Telefonu bir köşeye atarak başımı
eğdim ve sızlayan sol göğsüme baktım. "Sana akıllı ol dedim,
MARAL ATMACA 223

değil mi? O adam bize fazla gelir demedim mi? Ama yok, sen I

git, ona tutul. Zaten ben kimim ki beni dinleyeceksin!" İflah ı


1
olmaz kalbimi azarladım çünkü bu aptal kalp söz dinlemediği
için bu haldeydim.

Gözlerimin yanması birazdan ağlayacağımı gösteriyordu.


Hilâ yas tutan kalbime karşılık göz devirdim. “Bir dur da doğ­
ru düzgün bir plan yapayım." Bir erkek için bana gözyaşı döktür­
düğüne inanamıyorum.

Ellerimi şakaklarıma bastırıp düşünmeye başladım. “Yok


artık!’ Gözlerimi kocaman açtığımda sırıttım. “Allah’ım! Tüm
şeytanlıklar, sinsilikler ve kötücül düşünceler şu anda beynime
doluşuyor!” Heyecanlanarak ellerimle iyice kafama baskı yap­
tım. “Yok artık oğlum, beynimdeki tilkileri görür gibiyim! Ay
bu plan da iyiymiş! Veee yükleme işlemi tamamlandı!” Çığlık
atarak ayağa kalkıp gülmeye başladım. Evet, sonunda kafayı ye­
dim ama ona da yedirteceğim. Alaz Altug Sipahi1 Bu oyun iki
kişiyle oynanır adamım ve benim kaybetmeye niyetim yok. Kalp
acısıyla karalar bağlayıp yas tutacak biri değilim. Aksine canımı
şakanın canını yakmazsam ben de Yankı değilim. Ben kimseye
benzemem ve bu oyunda ben yanarsam onu da yakarım!

İşin güzel tarafı benden gerçekten hoşlanıyordu. O ses kay­


dında ne söylediği umurumda değildi çünkü kendini kandırı­
yordu. Ona baktığımda gördüğüm şeyler sahte değildi, benden
etkilendiğini söylerken yalan söylemiyordu. O kendisine yalan
söyleyerek bunu işi için yaptığını sanıyordu. Gaflet uykusunda
olan o adamı gerçeklere uyandırmayı bilirim ben. Ah! Ona öyle
şeyler yapacağım ki anasından emdiği tüm sütü burnundan geti­
receğim. Kendi kendimin düşmanı olmak istemem. Çok yakında
tamamen onun hayatından çıktığımda bakalım yokluğuma nasıl
katlanacak! En önemlisi ben yoksam tüm planları suya düşmüş
demektir.

Scanned with CamScanner


22< YARALASAR - II

‘Neden hâlâ dönmediler?” Şafak'ın sorduğu soru yûzündC(


içimi yine bir kasvet sarmıştı. Alaz ve ekibi dünden beri tejj
se dönmemişti. Bizi bıraktıktan hemen sonra Fulya ve ekibi,
ni bulmak için gitmişlerdi fakat hâlâ bir haber yoktu. İkindiyj
çoktan geçmiştik, neredeyse bir gün olacaktı ama hiçbirinde
haber yoktu. Kendime Fulyaya olan nefretimi hatırlatıp endi,
şelenmemeye çalışıyordum ancak pek işe yaramıyordu. Onlarj
ne olduğunu merak ediyordum. Kötü haber almaktan ölesiye
korkuyordum.
Gitmelerine izin vermek büyük hataydı.

Naz koluma dokunup, “Sen ne düşünüyorsun, Arıza?" dedi­


ğinde iç çektim. Üçümüz bahçede oturmuş, durum değerlen­
dirmesi yapıyorduk. “Bilmiyorum, Süslü,” dedim. “İçimde bir
sıkıntı var.” Belki de bunun adı suçluluk duygusuydu. O lanet
yılan ve diğer çocuklar artık gelmeliydi. Sabah uOna olanlar
umurumda değil, ölmesine sevinirim”derken, iş ciddiye binince
Fulya için bile endişelenmeye başlamıştım.

Kolumdaki yara sızlayınca ayağa kalktım. “Ben odamda bi­


raz dinleneceğim kızlar,” diyerek tesise doğru yürüdüm. Tesis­
teki doktorlardan biri yarama bakmıştı ama ağrı kesiciler etki
etmediği için sızısı geçmiyordu. Neyse ki Ecrinin durumu banı
göre daha iyiydi. Evet, henüz gözlerini açmamıştı ama doktoru
tehlikeyi atlattığını söylemişti. Şu anda odasında dinleniyordu.
Asansörden inip odama doğru yürürken sanki izleniyor­
dum. Takip edildiğime dair garip hisler içime dolunca hemen
arkamı döndüm. Onuncu katta sadece en kıdemli ajanlar kal­
dığı için koridorda dikkat çeken kimse yoktu. Son olanlardan
sonra paranoyak davranıyor olabilirdim. Kendime gelmek için
başımı iki yana sallayıp önüme döndüm. Boynumdaki kartla
kapıyı açıp içeri girdiğimde yutkundum. Yatağımın üzerinde
pembe bir kutu vardı! içinde ne olduğunu bilmediğim bu kutu
beni korkutmaya yetmişti. Kapıyı kapatıp yatağa doğru yürü­
düm. Adımlarım ürkekti, her an dönüp odadan çıkabilirdim.
“Sen korkak değilsin, Yankı." Kendimi cesaretlendirmeye çalı-
MARAL ATMACA 225

tırak yatağa yaklaştım. “Korkak olan Sedefve şu anda sen Sedef


değilsin." Yaşadıklarımın ağırlığıyla gözlerim dolarken yatağın
kenarına oturdum. “Uzun zamandır Sedef değilsin..." Yedi ya-
pndan beri Sedef değildim. O kadar uzun zaman olmuştu ki
Sedefin varlığını unutmaya başlamıştım.

"Kimim ben?” dedim dolu dolu gözlerle yatağıma bırakı­


lan kuruya bakarken. “Yankı kim? Bencil, çıkarcı, nankör ve
kalpsiz mi?” Gözlerimden yaşlar süzülürken başımı salladım.
'Evet, Yankı böyle biri.” Ne bekliyordum ki? Adımı bir katil­
den almışken daha iyi biri olabilir miydim? Ama ben Sedefi de
çok özlüyordum. Bir zamanlar olduğum o çocuğu çok özlüyor-
dum. izin vermediler ki Sedef olayım. Beyazı içinde barındıran
bir isimden çekip almışlardı beni ve sen artık Yankılın demiş­
lerdi. Çektiğin acıların çığlıklarını adında taşı dercesine Yan­
kı koymuşlardı adımı. Çığlıkların kulaklarda yankılansın ama
kimseler duymasın dercesine Yankı yapmışlardı beni. Oysaki
ben bir zamanlar Sedeftim. İleride başıma gelecek onca şeyden
habersiz bir şekilde yaşayan Sedeftim. Ne eksik ne fazla... Ben
Sedeftim.
Şimdi ise kim okluğumu ben bile bilmiyordum.
Derin bir nefes alarak elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim.
"Zayıflığı bırak, Yankı. Bu ölüm oyununda zayıf insanlar uzun
süre hayatta kalmıyor, diye kendimi azarlayıp yeniden umur­
samaz kişi oldum. Bilmiyordum ki hangi günahın cezasını çe­
kiyordum. Yedi yaşında nasıl bir günah işlemiş olabilirdim ki
bütün bunlar başıma gelmişti?
Kutunun kapağını açtığımda içinden sadece bir CD çıkmış­
tı. CD’yi elime aldım. Bunun ne anlama geldiğini anlamamış­
tım. Ayağa kalkarak masanın üzerinde duran laptopu açtım ve
CD’yi taktım. Birkaç saniye bekledikten sonra gördüğüm ilk
şey karanlıktı. Amatör bir kamerayla çekilmiş olmalıydı ki ka­
meranın kadrajına giren görüntü sarsıntılarla doluydu. Bir çift
çizme görür gibiydim. Sanki biri karanlıkta yürüyordu. Kame­
rayı aşağıya doğru tuttuğu için kamera sadece onun ayaklarını
226 YARALASAR - II

çekiyordu. Sesi sonuna kadar açtığımda yürüyen kişinin ayak


seslerini duydum. Bir dakika boyunca yürüdü ve durdu. Anah-
ran andıran sesler duyduğumda bir kapıyı açmış olmalıydı
Yeniden yürümeye başladı. Gözlerimi kısarak bunun sonunun
nereye bağlanacağını beklemeye başladım. İri adımlarla yürü­
meye devam eni ve bir anda karanlık dağıldı. Sanırım ışıklan
açmıştı.

O yürümeye devam ederken önce tozlu zemin görüş açm^


girdi ve hemen sonrasında da kan. Ürkerek geriye çekildiğimde
sırrım sandalyeye yaslanmışa. Bu her kimse şimdi kanın üzerin,
de yürüyordu. Arağı her adımda etrafa kan sıçrıyordu. Adımlan
durunca soluğumu tutarak beklemeye başladım. “Hazır mısın
küçük Yarasam?" diye bir ses duyunca sertçe yuckunmuşrum.
Kahretsin, bu kalın ses öcüye aitti! Onu tanımamı istemediği
için sesini hep böyle gırtlağından çıkarırdı.

Bana "Hazır imsin?*demişti, (kğilmi?

Kamerayı yukarı kaldırmaya başladığını görüntülerden an­


ladım. Anık zemini çekmeyen kamera yukarıya doğru çıktı.
Gördüklerim karşısında korkuyla bağırdım. Aman Allah’ım,
bunlar da neydi? Birden fazla ceset gördüm. Hepsini bir dbg
gibi üst üste yığmıştı. Parçalanmış ve kanlar içinde kalmış ceset­
ler! öldürdüğü kurbanlarına doğru yürüdükçe onları daha ya­
kından görüyordum. Korkudan kalbim hızlanmıştı. Bir korku
filmi izler gibi dehşete kapılmış bir halde izliyordum. Cesetle- I
rin cam karşısında durunca gözyaşlanmı daha fazla tutamadım.
“Neden?" diye fısıldadım ağlayarak. “Bunu bize neden yapı­
yorsun?" Tüm o cesetler dışarıdaki Yarasalara aini. Ajanlarla iş­
birliğine yanaşmayan kimsesiz çocuklara aitti. Kiminin gözleri
açıktı, kiminin ise uzuvları kopmuştu. Kaçırıldığımız gün Alız
ve diğerleri bu çocuklar için tesisten ayrılmıştı. Alaz’ın arabada
bahsettiği depo buydu, değil mİ? Çocukların cesetlerini bul­
dukları m söylemişti. Bu kayıt, biz kaçırılmadan hemen önce
çekilmiş olmalıydı. Birazdan depodan çıkacak ve bizi kaçırma­
ya teşebbüs edecekti. Alaz ve diğerleri depoya geldiğinde çoktan
MARAL ATMACA 227

onu ellerinden kaçırmış olacaktı. Onlar çocukların cesetleriyle


ilgilenirken çok sonradan bizim de kaçırıldığımızı öğrenecek­
lerdi.

Oruz Yarasadan artık sadece tesiste olanlar hayatta.

Bana yeterince kan donduran şeyler izlettiğine kanaat ge­


çirmiş olmalıydı ki kameranın yönünü değiştirdi. Şimdi ise si­
yah kar maskeli birine bakıyordum. Başındaki şapkası gözlerini
benden gizliyordu. “İzlediklerin hoşuna gitti mi?" dedi. "Eğer
tesisten ayrılmazsan seni bekleyen son da onlardan farklı olma­
yacak!" diye beni tehdit ettikten sonra kayıt bitmişti. Tesisten
ayrılmamı mı istiyordu? Tabii ya, drşarıda onun için daha kolay
bir hedef olurdum!

Kalmaya devam edersem beni öldürecek ama gidersem defazla


uzun yaşamam!

Ne yapacağımı bilmez bir halde laptopu sertçe kapatıp oda­


dan çıktım. Aceleyle asansöre girerken korkudan ne yapacağımı
bilmiyordum. Kalmak veya gitmek fark etmeyecekti çünkü iki
şekilde de peşimi bırakmayacaktı. En alt katta duran asansör­
den nasıl indiğimi bilemedim. Tesis beni nefessiz bıraktığı için
kendimi tekrar bahçede bulmuştum. “Yankı?” Duyduğum bu
ses yüzünden arkamı döndüğümde bana doğru gelen Ahmet’i
gördüm. Eliyle, çıktığım kapıyı gösterdi. “Seslendim ama koşa­
rak dışarı çıktığın için duymadın,” dedi. Yanıma geldi. “Her şey
yolunda mı?" diye sordu. Değildi» son zamanlarda hiçbir şey
yolunda değildi.

Ona cevap vermeyince gözlerini kısarak beni inceledi. “Sen


iyi misin? Yüzün kireç gibi." Gözleri askıdaki kolumda oyalandı.
“Yaran mı acıyor?" diye endişelenince başımı iki yana salladım.
“Ben çok korkuyorum...” Kısık çıkan sesim, her an ağlamak
üzere olduğumu gösteriyordu. Ben artık gerçekten çok korku­
yordum. Bu yaşadıklarım beni gittikçe daha fazla tüketiyordu.

Normalde beni hep alaycı bir şekilde gören adam, bu kırıl­


gan tavrım karşısında afalladı. “Tamam, sorun yok,” deyip beni

Scanned with CamScanner


228 YARAIASAR ■ 11

bahçedeki banklardan birine çekçi. Oturmama yardım ettikten


sonra yanımdaki yerini almıştı. “Neler olduğunu anlatmak ister
misin?" dedi. Genelde benim yanımda hep gülen adam, dolan
gözlerimi görüp neşesini yitirmişti.
“Odama bırakılan bir CD var, Ahmet,” dedim. Hatırladık­
ça daha fazla korkuyordum, “öcü bırakmış. Kayıtta öldürdü­
ğü Yarasalar var! Bunu bize neden yapıyor? Bana tesisten ayni
diyor, sanki gidecek bir yerim varmış gibi!” dedim. Sinirlerim
bozulduğu için kendimi tutamayıp yüksek sesle isyan etmiştim.
Git diyordu ama ondan kaçacak bir yer yoktu ki! Biz Yarasalar
için hiçbir yer güvenli değildi.
Ahmet bir süre söylediklerimin şaşkınlığıyla hiç konuşma­
dı. Sessizlik içinde duyduklarını değerlendiriyordu. “Tesisten
gitmeyi unut,” dedi. Benim için gerçekten korktuğunu gizle-
yemiyordu. “Tesisten ayrılamazsın, Yankı. Diğer çocuklar te­
siste olmadığı için hepsi öldü. Burada kalmalı ve Altuğ’un onu
bulmasına yardım etmelisin.” Bunu biliyorum fakat Altug onu
bulana kadar hayatta kalır mıydım, anık emin değildim.
“Odana nasıl girmiş olabilir?” diye sordu. Bunun cevabını
ben de bilmiyordum.
“Alaz m anahtarını almış olabilir mi?” dedim. Buradaki tüm
kapılan açan anahtar sadece Alaz’da vardı.
“Sanmıyorum, Yankı. Altuğ çok dikkatli biri olduğu için
anahtarını ortada bırakmaz.”
“öyleyse CD’yi bırakmak için odama nasıl girdi?”
“Belki de odanın anahtarını senden aldı,” dedi. Bu ihtimal
ona daha gerçekçi gelmiş olmalı ki boynumdaki karta baktı.
“Anahtarı uyurgezerlik esnasında ona sen vermiş olabilirsin.
CD’yi nerede ve ne zaman buldun?” dedi. Bunun konumuzla
ne ilgisi vardı, anlamamıştım.
“Az önce yatağımın üzerinde buldum. Dört saat önce odam­
dan çıkarken yatağımın üzerinde bir kutu yoktu, Ahmet.”
MARAL ATMACA 229

"Bu da uyurgezerlik ihtimalini çürütüyor," dedi. M ya-


tık ki evet. Benim anahtarımla odama girmesi için anahtarın
bende olmaması gerekiyordu. Fakat odadan çıkarken ve oda­
ya girerken anahtar boynumdaydı. Aklıma gelenler, gözlerimi
irice açmama sebep oldu. “Evet, anahtarı benden aldı!" Hızlıca
başımı sallayıp arka bahçeyi gösterdim. “Odamdan çıktıktan
sonra arka bahçede biraz yürüdüm. Kolumdaki yara o sırada
daha fazla canımı yaktığı için çok halsiz hissediyordum. Yor­
gunluktan ağacın altında uykuya dalmışım. Beni Naz ve Şafak
uyandırmıştı. Kartım ise boynumdaki ipe takılı değildi, yanım­
daydı." Kahretsin! O esnada almıştı! Acıdan dolayı derin bir
uykuya dalmıştım ve o, bu fırsatı değerlendirip kartımı almış­
tı. Tesise girip kutuyu yatağımın üzerine bıraktıktan sonra geri
dönmüştü. Belki uyanırım diye kartı boynumdaki ipe takmak
yerine yanıma koymuştu. Uyandığımda yine uyurgezerlik yap­
tığımı ve o esnada çıkardığımı düşünüp üzerinde durmamış­
tım. Oysaki her şey onun işiydi!
Kaşlarını çatan Ahmet, “Bu şekilde odana girdi!" diyerek
ayağa kalktı. “Sen bir süre çocukların yanından ayrılma. Arka
bahçeyi çeken kameralara ve odanın olduğu koridordaki kame­
ralara bakacağım. Mudaka ondan bir iz olmalı," diyen adama
başımı salladım. Umarım bu sefer kamera kayıtlarında onun
kim olduğu ortaya çıkardı. Tesisin içindeydi. Elini kolunu sal­
layarak geziyordu fakat biz, onu bir türlü bulamıyorduk.
Ahmet kayıtlara bakmak için tesise girerken, aslında elle tu­
tulur bir şeyler bulmayacağına emindim, öcü, işini asla şansa
bırakmıyordu. Daha önce İbrahim’i onlarca kameranın olduğu
bir yerde öldürmüştü. Bu basit olayda her şekilde o kanıtlardan
kurtulmuştur diye düşündüm. “Hey, Sakar!" Hakan’ın sesini
duyunca başımı çevirdim ve Yiğit ile birlikte bana doğru gel­
diklerini gördüm.
Hakan yanıma oturup, “Hayırdır?” diyerek kolunu omzuma
attı. “Böyle kara kara ne düşünüyorsun?”

Scanned with CamScanner


İM VARALASAR-l!

Onuumdaki kolunu iterek yüzümü buruşturdum,


düşünmediğim kesin, Bağımlı.”

Yiğit sırıtarak diğer yanıma oturdu. "Peki, kimi düşünüyor­


sun?* Bu ikisinden nefret ediyordum. “Sana ne oğlum bundan
Düşüneceğim kişilerin bekçisi misiniz?” dedim. Canlan silo],
nuş olmalı ki soluğu benim yanımda almışlardı.

"Hadi ama, Sakar” diyen çocuk koluyla hafifçe koluma vur.


du. “Eğitmenini mi düşünüyorsun?”

‘Döverim seni pis bağımlı!” dedim ve kaşlarımı çatarak Iq.


fasına bir tane geçirdim. “Hapların mı bitti oğlum senin? Baıu
saracağına gidip yine kafayı bulsana.”
“Tövbe de lan, bıraktım ben o işleri.” Genelde hep bırakı­
yordu fakat ertesi gün yeniden başlıyordu.
Elimle Hakan’ı işaret edip Yiğit’e gösterdim. “Bıraktı mı?’
diye sorduğumda Yiğit yüzünü buruşturdu. “He, bıraktı, kan-
ka. Bir gün aşırı dozdan cehenneme giderse birlikte mezarını
ziyaret ederiz.” Bu gidişle zaten sonu böyle olacaktı.

“Tek başına gidersin,” deyip umursamaz bir tavır takındım.


“Bağımlı insanlardan nefret ettiğim için mezarlarına gitmiyo­
rum."

“Ama bana gelirsin, değil mi?”

“Sen de bağımlı değil misin? Sana neden geleyim?”

Güldü. “Çünkü beni seviyorsun.”

“Deli oluyorum sana, pis bağımlı.”

“Ben de sana, Sakar.”

“Allah belanı versin, Hakan.”

“Kızım zaten vermiş, daha ne bela okuyorsun? Başımıza ne


gelirse senin eniğin bu beddualar yüzünden geliyor. Anla artık,
o belalar karşıdakini bulmadan bize dönüyor. Arada bir nefret
ettiğin insanlara Allah kurtarsın de ki kurtulalım şu caniden."
MARAL ATMACA 231

Haklı olabilirdi aslında. Şu zamana kadar kime beddua etliy­


sem acısı fazlasıyla benden çıkmıştı.
"Fulyaya Allah kurtarsın dediğimi düşünsenize," deyince
ikisi gülmeye başladı. “Sen onu es geç, Kuzey in kediciği. Allah
korusun» ya tutarsa...” diyen Yiğit’e gülerek başımı salladım.
Kazara bile olsa Fulya ya iyilik yapmaktan kaçınmalıydım.

“Senin hikâyen ne Yiğit?” diye sordum. Şu zamana kadar


gruptaki bazı çocukların hikâyesini öğrenmiştim fakat Yiğit on-
lann içinde yer almıyordu. “Ben altı aylıkken yurda verildim,
peki ya sen?”
Gülüşü kaybolurken sıkıntıyla nefesini koyuverdi. “Emin
değilim ama sanırım üç yaşlarında yurda verilmişim. Annem
zengin bir kadının hizmetçisiymiş,” dedi ve alay edercesine gül­
dü. “Babam ise belirsiz.”
“Ne demek belirsiz?” diye sordu Hakan. “Annen seni tek
başına yapmadı ya, mutlaka birinden yardım almıştır." Yine
sululuk yapan çocuğa ters ters baktım. “Gökten zembille an­
nesinin rahmine düşmüş, Hakan! Oldu mu?” dedim. “Bir sus
da anlatsın çocuk.” Yiğit hazır anlatmaya başlamışken konuyu
kaynatmamalıydık.
Yiğit konuşmaya başlayınca kavga etmeyi bırakıp sustuk.
"Annem, babamın kim olduğunu kimseye söylememiş. Ne ai­
lesine ne de arkadaşlarına. Çalıştığı evde gece doğum yapmış ve
ertesi gün kayıplara karışmış.” Hizmetçileri, bebeğini onlara bı­
rakarak kaçmıştı. Ev sahipleri sabah uyandıklarında yeni doğan
bir bebeğin varlığıyla şoka girmiş olmalılardı.
“Ev sahiplerinin çocukları olmuyormuş.” Yiğit hüzünlü
bakışlarını gökyüzüne yöneltti. Uzaklara dalıp gitmiş gibiydi.
“Polisler dahi annemin izini bulamayınca o çift beni evlat edin­
miş. Üç yaşına kadar bana anne ve baba oldular.” Başını çevirip
bize baktı. “Ta ki kendi çocukları olana kadar...” Hakan ile aynı
anda yutkunmuştuk, sanırım bu hikayenin devammı biliyor­
duk.

Scanned with CamScanner


232 YARALASAR -II

"Evre, çocukları doğunca benden kurtuldular," dedi ve gj


lûmscdi fakat gülüşü keder içindeydi. “Ben onların kanında
değildim ki be çocuklar. Üç yıl boyunca onları avutan bir oyun
çaktım ve anık çöpe atılma vaktim gelmişti." Gözlerim
mıştı. Ağlamamak için cırnaklarımı avucuma geçirdim. Hangi
miz kendi hayat hikâyem ini anlatsa diğerleri böyle kötü hiısedî.
yordu. Kimsesiz çocukların güzel bir öyküsü yoktu ki dinlerken
keyif alalım. Kimsesizliğin hiçbir iyi yanı yoktu.

“Menekşe Çocuk Yurduna üç yaşındayken verildim." Cebin.


deki sigarasını çıkartıp bir dal yaktı. İçmek için doğru bir za­
mandı. Yiğit bugün geçmişine içiyordu. “Büyüdüm işte sizJerle
birlikte." İçine çektiği dumanı sesli bir şekilde verirken gözleri
kederliydi. “Kimsesizliğin içinde buldum sîzleri," dedi. “Kop
koca bir hiçliğin içinde alcı çocuğu ailem bildim. Fakat daha
sonra..." deyip bana baktı. “Sen gittin, hemen ardından Kuzey
gitti, Ecrin babası tarafından götürüldü, iki yıl sonra Süslü ev*
latlık verildi ve Efe de kendisine bir aile buldu." İçi acıcasına
Hakan’ı gösterdi. “Kaldık bu serseriyle baş başa. Ama bir görsen
yurttaki çocuklar nasıl üzerimize geliyor. Yalnız kaldık ya, ge­
len giden vuruyor be kızım.” Hepsi benim yüzümden olmuştu,
değil mi? Eğer ben kaçmasaydım Kuzey, peşimden yurttan ay­
rılmazdı ve onlar bütün bunları yaşamazdı. Kuzey varken diğer
çocuklar bize yaklaşmaya cesaret edemiyordu.

Sigarasından büyük bir nefes çekerken, komik bir şeyden


bahseder gibi güldü. “Gözlerimizi revirde az açmadık fakat gel
gör ki müdire anne bile bize sahip çıkmıyordu. Esat’ın ayağımı
kırdığını bilirim ben. Bunu yaparken yalnız değildi. Evet, Fulya
ve çetesiyle birlikte bunu yaptı. Araf ve Şafak onlarla arkadaş
değildi ama şimdiki grup o yıllarda da arkadaştı. Tıpkı şimdiki
gibi o zamanlar da iki düşman gruptuk. Gruptan sadece iki kişi
kaldığı için kolay hedeftik." Bu da Fulyaya olan nefretimi açık­
lıyordu. Bizler aslında eskiden de Çakallarla kavga halindeydik.
Aradan yıllar geçmişti fakat onlarla olan kavgamız bitmemişti.
MARAL ATMACA 233

•Daha sonra ben de evlatlık verildim," diyerek Hakan'a bak­


tı. "Ama aklım hep geride kalan tek bir kişideydi. Çok sonradan
öğrendim Hakan’ın yurttan kaçtığını. Nasıl kaçmasın ki? Yun
bitler için hep bir cehennem olmuştu. Ne yeteri kadar yemek
yardı ne de bizi sıcak tutacak kıyafetler. Hep bir kavga, hep ceza
ve açlık. Hepimiz bir yerlere dağıldık. Yeni bir ailem vardı anık.
Yiyeceğim çeşitli yemekler, giyeceğim en pahalı kıyafetler ve sa­
hip olduğum onlarca oyuncak vardı. Her şeyim vardı, hem de
her şeyim.” Gözleri dolunca bakışlarını bizden kaçırdı. “Anık
her şeye sahiptim, mutlu olmam gerekiyordu, değil mi? Yurt­
ta o sefilliğin içinde sizlerle hayal kurarken, bir gün her şeye
sahip olacağımı ve çok mutlu olacağımı düşünürdüm. Fakat
mudu değildim...” Sonlara doğru sesi kısık çıkmıştı. Bunları
anlatmak onun için hiç kolay değildi. “Her şeye sahiptim ama
siz yoktunuz. Gözlerim baktığım her yerde sizi arıyor, yüreğim
ödüyordu. Kopmuştuk biz, bir zamanlar hiç ayrılmayacağız
derken artık hepimiz farklı hayatlar yaşıyorduk.” Daha fazla
kendimi tutamadım ve gözlerimden bir damla gözyaşı süzüldü.
Kimsesizliğin içinde bize dayanma gücü veren şey, her şeye rağ­
men birbirimize sahip olmamızdı. Fakat biz elimizdeki tek şeyi
de yitirerek kayıp gitmiştik. Kimisi arka sokaklarda yitirmişti
hayatını, kimisi de koskoca bir zenginliğin içinde. Ama kayıp
gittik. Bir gün tekrar birbirimizi bulmanın umuduyla karanlığa
gömülüp gittik.

“Neden ajanlarla işbirliği yapmayı kabul enim, biliyor mu­


sunuz?” dedi tebessüm ederek. Gözlerimden süzülen o bir dam­
la yaşı silerken iç çekti. “Sizi yeniden bulmak için. Aradan geçen
yıllar sizi bana unuttursa da bir parçam hâlâ hatırlıyordu. Eğit­
menim Michael bana gelip damgalı çocuktan koruma altına
almaktan bahsetmişti. Damgalı çocukların içinde bir zamanlar
tanıdığım altı çocuk da vardı. Hiç düşünmeden görüşmeyi ka­
bul ettim. Belki dedim, belki onlardan birileri de kabul eder ve
kader bizi yıllar sonra tekrar bir araya getirir.” Demek bu yüz­
den tesisin ilk günü hiç uzatmadan hemen kabul etmişti burada
kalmayı. Yiğit aslında en başından beri bizi hatırlıyordu.

Scanned with CamScanner


234 YARALASAR • II

Bunları düşünürken Hakan'a döndüm. "Sen de bizi hatır,


lıyor muydun? Ya beni?” diye sorduğumda güldü. “Daha
gün odaya uçarak düştün kızım. Böylesine bir sakarlığı Id^
unutabilir ki?" deyince güldüm. Anlaşılan ilk günlerden benim
dışımda herkes geçmişle ilgili bir şeyler hatırlıyordu.

“Lanet olsun, asla böyle aksiyon ve dram dolu bir hayatım


olmadı," diyen Naz’ın sitem eden sesini duyunca üçümüz aym
anda arkamızı döndük. Ne zaman geldiğini bilmediğimiz kız,
birkaç adım uzağımızda duruyordu. Kızaran gözlerine bakılırsa
Yiğit’in anlattıklarını duymuştu. Saçlarını yüzüne çekerek ağla-
maklı gözlerini gizledi ve yalandan gülümsedi. "Benim annem
ve babam boşanmış. Her ikisi de farklı evlilikler yaparak yeni bir
hayata başlamışlar." Umursamaz bir şekilde omuz silkti. “Ben
onlara evliliklerindeki kötü anları hatırlattığım için beni yurda
vererek sorunu ortadan kaldırmışlar. Annemin yeni kocası beni
istememiş, babam ise çekip gitmiş buralardan. Ben ise yurtta
yeni hayatıma merhaba demişim,” dedi gülerek ve aradaki me­
safeyi kapatıp yanımıza geldi. “Gördüğünüz gibi fazla sıkıcı bir
hayatım olmuş. Böyle bol aksiyonlu bir çocukluk fena olmazdı
aslında." Bu kız gerçekten kaostan besleniyordu. Küçücük boyu
vardı ama dünyaya kafa tutacak kadar kavga etmeyi seviyordu.
Doğru düzgün dövüşmeyi de bilmiyordu. Bu nasıl bir özgüven­
di böyle? Şu anda kendimiz olmuşuz aksiyon» daha ne bekliyor kP

Naz’ın onu dinlemesi Yiğit’in hoşuna gitmemişti. Süslü nün


onun yaralarını bilmesini istememişti. “Ne zamandır insanları
gizlice dinliyorsun, Nefise?” diye sordu.

Kollarını göğsünde birleştiren Süslü, “Sen üç harfli bir ismi


söyleyemediğin günden beri, geri zekâlı!" deyip tesise doğru yü­
rüdü. Bence Yiğit hiçbir zaman onun adını doğru bir şekilde
söylemeyecekti.

Hakan, “Adı o kadar da zor değil ki,” diyerek ayağa kalku.


“Bir an önce Naz demeye alışmazsan bir gün gerçekten sonunu
getirecek."
MARAL ATMACA 235
I
“Ve bunu giydiği topuklu ayakkabılarla yapacak," diyerek
apğ3 “Kız k205 scv70r ve ayakkabılarını bir silah ola­
rak kullanmayı iyi biliyor?

Yiğit de gülerek ayağa kalktı ve bizimle birlikte tesise doğru


yürüdü. “Kadınlara topuklu ayakkabı yasaklanmalı, arkadaş,
gu kadınların topuklu sevdasını anlamadım gitti."

“Genelleme yapma çünkü Sakar, topuklu sevmiyor."

“Sevmediğinden değil, giyemiyor."

“Haklısın, daha düztaban ayakkabılarla yürümeyi beceremi­


yor, onun neyine topuklu giymek?"

“Hey! Ben hâlâ buradayım ve sizi duyuyorum!"

Odamdan çıkarak en alt kata indiğimde koridorda gördü*


ğüm kalabalığa doğru yürüdüm. Bizim çocuklar bile kalabalı­
ğın içine karışmış, merakla bir yere bakıyordu. Kalabalığın içi­
ne dalarak başımı kaldırdığımda, eğitmenlerin geri döndüğünü
gördüm. Tabii, Çakalları da bulmuş olarak geri dönmüşlerdi.
Gözlerimi kısarak her birini incelediğimde en az bizim kadar
kan revan içinde kaldıklarını gördüm. Üstelik her bin perişan
bir haldeydi, harta Alaz*m kolundan destek alarak ayakta duran
Fulya yılanı da pek iyi görünmüyordu. “Odalarına yemek geti­
rin» günlerdir hiçbir şey yememişler? Parsın söyledikleri neden
halsiz olduklarını açıklıyordu. Hiçbirinin aklına avlanmak gel­
medi mi? Ama benim dikkatimi çeken başka bir şey vardı.

“Senin kıyafetlerinde neden hiç kan yok?” Bunlan Fulyaya


bakarak söylemiştim. Evet, ekibindeki herkesin üstü başı dağıl­
mış ve yırtık kıyafetleri kan içinde kalmıştı. Ancak Fulya sadece
açtı. Bunun dışında herhangi bir sorunu yoknı. Abartmıyorum,
yüzünde bir çizik bile yoktu.

Kaşlarını çatarak, “Ne diyorsun sen be!” diye bağırınca kala­


balığı geçip öne çıktım. “Diyorum ki ekibindeki herkes savaş­
tan çıkmış gibi görünürken, sen niye onları uzaktan izlemiş gibi

Scanned with CamScanner


YARALASAR - II

görünüyorsun? Ayrıca Feride nerede?” Bence neyi Irru n ..


herkes anlımızı. O da çok iyi anlamı; olmalı ki gözleri ruf
parıldadı. **

"Ben hepsinden daha fâzla savaştım, paçavra!” diye b 4


rak üste çıkıyordu. "Kıyafetlerimin temiz kalması benim dj ₺
almayacak kadar iyi dövüştüğümü gösterir," dedi. Ayakta '
duruyordu ama bana laf yetiştirmekten de geri kalmıyordu ??
lak. ’**■

Onu boş verip Tunç’a döndüm. “Feride nerede?" dc<jln]


Kan akan bacağını tutarken bana ters ters baktı. "Sorguda m/
yız, ne bileyim nerede! Dün Fulya ile dolaşmaya çıktı (darında
saldırıya uğradık Fulya döndü ama o yoktu.” Kendi eğitmenin
den destek alırken onları soru yağmuruna tuttuğum için bana
öfkeliydi.

Kollarımı göğsümde birleştirerek bu sinsi yılana yeniden


döndüm. "Feride nerede, Fulya?"

"Bilmiyorum,” dedi. Yalan söylüyordu. "Açlıktan kafayı ye.


m işti. beni bırakıp gitti,” dedi. Yine yalan söylüyordu! Feride'ye
ne olduğunu çok iyi bildiğine emindim. Kahretsin» arkadaşları­
nı satacak kadar ileri gitmiş olamaz» değil mi? Ah, tabii ki yaptı!
Bu yüzden hiç yara almamıştı çünkü kendi hayatına karşılık
onları satmıştı.

“Eğer düşündüğüm şeyi yaptıysan seni bitiren ben olunun!


Ne yaptın Feride’ye?" diye üzerine yürüdüğümde atağa geçmek
için fazla beklemedi. “Senin bittiğini görmeden ölmeyeceğim!
Aklın varsa ayağını denk alırsın,” dedi. Tam ona haddini bil*
ditmek için aramızdaki mesafeyi kapatmıştım ki Kuzey beni
tutarak geriye çekti.

“Aman Allah’ım!" Naz korkuyla asansöre bakıp çığlık atmış­


tı. Atalay’ın kucağında baygın bir halde yatan kızı gördüm. Fe­
ride mi?
MARAL ATMACA 237
Kanlar içinde kalmış kızın kıyafetleri parçalanmıştı ve ete­
ğinin açıkta bıraktığı bacaklarında kan vardı. Bedeninin her
yerindeki morluklar yutkunmama neden olurken korktuğum
şeyi yaşıyordum. Atalay onun üzerine ceketini atmıştı ama par­ I
çalanan tişörtünün önünü tam olarak gizleyememişti. “Yaşıyor
Alazın sorduğu soruya karşılık başını olumsuz anlamda
salladı. “Onu bulduğumda çoktan ölmüştü ve..? diyerek yut­
kunduğunda korktuğum şeyi söylememesi için dua etmeye
başladım. ''Tecavüze uğramış! Bunu yapanın tek bir kişi oldu­
ğunu sanmıyorum!” Feride’nin yaşadıkları tıpkı bir tokat gibi
yüzüme çarpmıştı. Kaçtığım gerçeklerle yüz yüze gelmiştim.
Sendeledim.

Naz ağlarken herkesi derin bir üzüntü sarmıştı. Bense ölü­


yorum sanmıştım. Vicdanım işte tam şu anda ortaya çıkmış»
'Senin yüzünden!’ diye bağırıyordu. Evet, benim yüzümdendi
çünkü gitmelerine izin vermeseydim Feride bunları yaşamaya­
caktı. Benim en büyük korkumu yaşamayacaktı! Alaz haklıydı,
ilk başarısızlığımı almıştım ama aslında bu en büyüğüydü. Göz
göze geldiğimizde bakışları sana anlatmak istediğim buydu der
gibi bakıyordu. Şimdi onu daha iyi anlıyordum. Bu işte duygu­
lara yer yoktu! Gerekirse düşmanım ile işbirliği yapacak kadar
duygusuz olmalıydım. Ama ben onun gibi yılların eğitimin­
den geçmemiştim ki. İstesem de o kadar duygusuz olamazdım.
Lâkin hatalıydım, Fulyaya olan nefretimle hareket etmiştim.
0 takımda sadece Fulya'nın olmadığını unutmuştum. Orada
yetkili olan sadece bendim ve hayatımın hatasını yaptığım için
bunun altında eziliyordum. Asla Alaz gibi iyi bir ajan olamaya­
caktım, umurumda da değildi! Ben şu anda Feride'ye olanlar
için gözyaşı döküyordum. O an neler yaşadığını, ne kadar acı
çektiğini biliyordum. Ben bu yükün altından nasıl kalkacağımı
bilmiyordum. Verdiğim tek bir kararın bedeli bu kadar ağır ol­
mamalıydı.

Fulya ile göz göze geldiğimizde sırıtarak bana bakınca yum­


ruklarımı sıktım. O biliyordu! Feride’ye olanları biliyordu!
Kendi hemcinsine bunları yaşatacak kadar ileri gitmişti. Herkes

Scanned with CamScanner


238 YARALASAR - II

Feride’nin cesedinin yanına gidince sadece ben ve Fulya kal­


mıştık. Karşısında durduğum kızın gözlerine baktım, mümkün
olsa şuracıkta onu parçalardım. "Kimseye bir şey kanıdayamam
ama senin işin olduğunu biliyorum,” dedim. Ona olan nefreti­
min haddi hesabı yoktu. “Hazır ol çünkü yaşattıklarını yaşama-
dan ölmene izin vermeyeceğim!" dedim.

Gülerek üzerime eğilince dudaklarını kulağımın yakınına


getirdi ve "Feride’nin yaşadıkları, sana yaşatacaklarımın yanın­
da hiç kalır!" diyerek geri çekildiğinde birbirimize meydan okur
gibi bakıyorduk. İkimizden biri durmadan aramızdaki bu reka­
bet bitmeyecekti ve duran taraf ben olmayacaktım.

Onunla asıl savaşımız şimdi başlıyor!

1 hafta sonra

Araba okulun yakınlarında durdu. Tam inmek üzereydim ki


bana engel oldu. “Artık normale dönecek misin?" Bir haftadır
ruh gibi okul ve tesis arasında mekik dokumam canını sıkmıştı
anlaşılan. Alaz bile aslında içten içe beni suçlarken bana nasıl
normale dön diyebilirdi ki? Feride’nin kendi takımı bile hiçbir
şey olmamış gibi davranırken ben Feride’ye olanların etkisin­
den çıkamıyordum. Üstelik odama bırakılan o CD işinden de
bir şey çıkmamıştı. Ahmet en son benim için kamera kayıtlan-
na bakacağını söylemişti ama CD'nin bırakıldığı saatte odamın
koridorunda olan kameralar yine arızalan mıştı! Bize istediğini
yapacak kadar burnumuzun dibindeydi fakat bir türlü onu bu­
lamıyorduk.

Donuk bir sesle, “Normalim zaten,” dediğimde burnun­


dan solumuştu “Değilsin, Sedef,” dedi. Yoğun bakışlarını banı
yönlendirirken bu halimden memnun olmadığı her halinden
belliydi. “Bir haftadır hiç gülmüyorsun, kimseyle uğraşmıyor
w ve en önemlisi biri sana laf atınca cevabını vermiyorsun." Nt

b
MA KAL ATMACA M

yanı, berideki surunu anlamasını sağlayan şey laflarının alımda


kalmam mı? ’ı

Ben hepsine zaten gereken cevabı veriyordum ama bunu ! ;


artık içimden yapıyordum. Hiç konuşmadığımı görünce sakin
olmak adına derin bir nefes aldı. “İşte bundan bahsediyorum,"
dedi. Neden bahsettiğini biliyordum. “Şimdiye kadar çoktan
canımı sıkacak bir şeyler söylemeliydin." Yemin ederim bu ada­
mın ciddi problemleri var. Ne yapsam yaranamıyorum. Ne güzel
sakin sakin yaşıyorum, daha ne istiyor? Allah'tan belasını mı?
Kemerini çözdüğünde bana yaklaşmasına izin verdim.
“Evet, hatalıydın ama Feride ye olanlar senin suçun değildi."
Beni teselli ettiğinin farkında değildi çünkü bu halim onu en­
dişelendiriyordu. Tabii, alıştı etrafında kaçık bir kız görmeye, bu
sakinliğim onu tedirgin ediyor.
“Benim suçum." Feride*nin o hali aklıma gelince yine göz­
lerim doldu. “Bana da söyleyin...” Boğazımda bir yumru vardı
ve gözlerim dolmuştu. “Nasıl böyle kalpsiz olmayı başardığınızı
bana da söyleyin. Söyleyin ki ben de acı çekmeyi bırakayım,”
diyerek hıçkırıklara boğuldum. Kâbuslarımda sürekli Feride’yi
görmek beni çıldırtıyordu. Her defasında bağı rıyor ve beni suç­
layarak nefretini haykırıyordu.

Uzanıp gözlüklerimi çıkarınca gözlerinde daha önce hiç gör­


mediğim bir şefkat gördüm. “Sen hep olduğun gibi kalmalı­
sın," dedi ve gözyaşlarımı parmak uçlarıyla usulca sildi. “Bana
rağmen hep olduğun gibi kal, Sedef." O kayıttan haberim ol­
madığını düşündüğü için bu sözleri anlamadığımı sanıyordu.
Lâkin gerçekleri göz ardı edecek kadar aptal değildim ve her
şeyin farkmdaydım.

Elini çektim, gözlüğümü alıp vakit kaybetmeden geri tak­


tım. Gözlerinin içine bakarak doğrudan, “Ben değişmem ama
değiştiririm,” dedim. “Bu saatten sonra ne teniniz değsin te­
nime ne de siz yoluma çıkın. Sizi uyarmıştım, değil mi? Se­
def giderse geriye sadece Yankı kalır demiştim, değil mi? Ama

Scanned with CamScanner


240 YARAUSAR • II

siz kendi bildiğinizi okumaya devam ettiniz.” Çantamı açarak


içindeki telefonu çıkardım ve bana gelen sesli mesaja girdim.
Hemen andından telefonu eline tutuşturdum. “Yapabiliyorsa-
nız durdurun beni, Alaz Altuğ Sipahi çünkü bugünden sonra
bana bakınca göreceğiniz tek kişi Yankı olacak." Söyledikleri,
min ağırlığı altında sarsılmıştı.

Bu tavrımın nedenini merak ettiği için ses kaydını dinledi.


Duyduğu şeylerden sonra gözlerini yumarak sertçe yutkundu.
"Ne güzel, değil mi? öcünün beni sizden korumak için bunu
göndermesi ne güzel» değil mi?" Nasıl böyle duygusuz durabildi,
ğimi ben de anlamıyorum ama artık beni kullanmaktan vazgeç­
meli.
Başparmağı ve işaret parmağıyla burun kemerini sıkarken
kısık bir sesle söylediği şeyi zor duydum. “Dinle.” Hayır, bunu
tekrar yapmayacağım. “Hangi birini? Benden hoşlandığınız ya-
lanını mı? Yoksa ona karşı beni kullanmak için oynadığınız şu
oyunun detaylarını mı? Ben sizi yeterince dinledim, şimdi biraz
da siz beni dinleyin!" Tek bir solukta söylediklerim karşısında*
ki çaresizliğini görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Ama hayır!
Yaptığı her şey için süründüğünü görmeden onun bakışlarına
aldanmayacaktım.

“Ben kimseyi sırtından vurmam. Sizi uyarıyorum, hazırlıklı


olun. Artık tarafımı seçtim ve o taraf, sizin yanınız değil, İstife
ediyorum! Bugün okuldaki son günüm çünkü sizin yüzünüzü
daha fazla görmemek için bu ajanlık saçmalığını bitiriyorum.”
Bir kadın sevebilirdi, bu normaldi ama onurlu bir kadın kendi­
ni kullandırmadan çekip gitmesini bilmeliydi.

Son kez baktım duydukları karşısında dağılan adama. “Ben,


bana yapılan her şeye eyvallah derim ama duygularımı oyuncak
etmeye çalışan kimseye eyvallahım yok," dedim ve arabadan
inip kapıyı yüzüne çarptım. Şimdi her anlamda yokluğumu
hissedecekti. Artık zoraki bir şekilde yanında tuttuğu kızın üze­
rinden planlar yapamazdı çünkü artık yoktum.
MARAL ATMACA 241

Yalnız arabadan çok havalı indim be.


Koşarak beni bekleyen çocuklara yetiştim. Hep birlikte oku­
lun bahçesine girdik. "$şt Nurdanay! Dünkü dersin notları var
nıı sende?” Yiğit önden giden Süslüye yine takılınca hepimiz
kıkırdayıp durduk. Naz bu sefer onu kesin öldürecekti.

“Nurdanay mı?” Süslü tehlikeli bir yavaşlıkla ona döndü.


“Nurdanay ne, Yiğit? Dana der gibi Nurdanay ne! Üç harfli bir
ismi ezberlemek bu kadar zor değil!” diye bağırarak kaşlarını
çattı. Yiğit gülerek onun ayaklarına bakıyordu çünkü bugün
topuklu giymemişti.

“Doğruyu söyle, bana kıyamadığın için o silahları giymedin


bugün, değil mi?" diyerek sırıttığında Naz, “ölsen umurumda
olmaz!” dedi. Naz a tam bir şey diyecekti ki bir anda inleyerek
başını tutup yerinde sendeledi. “Yiğit!”Telaşla bağıran Naz, ku­
cağındaki kitapları atarak onun yanına koşmuştu. Yiğit’in yere
yığılması hepimizi korkutmaya yetmişti.

Biranda ne oldu çimdi?


“Ne oluyor, oğlum?” Kuzey bile korkuyla onun üzerine eğil­
mişti ama Yiğit gözlerini çok zor açık tutuyordu.

”Yiğit, iyi misin?" Naz diz çöküp onun yüzünü ellerinin ara­
sına alınca ağlamaya başladı. “Yiğit, lütfen bir şey söyle..." diye
hıçkırınca ben bile korkuyla nefesimi tutmuştum. Tabii, bu,
Yiğit’in bir anda kıvrılan dudaklarını görene kadar sürdü. Evet,
numara yapıyor üçkâğıtçı.
“Ben..." öksüren çocuk herkesi hasta olduğuna inandır­
mıştı. “Kanserim, ölüyorum.” Çocuklar yutkunurken Naz’ın
rengi atmıştı. "Ne?” Sesi kısıldı ve dudakları titredi. “Sen neler
söylüyorsun? Ne demek ölüyorum?” Naz ağlamaya başlayınca
Yiğit’in duygularının karşılıksız olmadığını gördüm. Ever, Yi­
ğit’in Naz’dan hoşlandığını tesisteki herkes biliyordu. Zaten bu
yüzden ilkokuldaki çocuklar gibi davranıyordu. Tek fark, onlar
beğendiği kzın saçını çekerken Yiğit bilerek Naz’ın adını yanlış
söylüyordu.

Scanned with CamScanner


241 YARALASAR 11 MARAL ATMACA 243

"Duydun." Yüzüne acıklı bir ifade konduran çocuk, Oscadı Son olarak Efe onun karşısına geçince Yiğit, yediği o kadar
oyunculara taş çıkarırdı. "Öl-ölüyorum ben. Nurhayat. Sen de mruğa rağmen sırıttı. “Sen de vur da tam olsun.” Yok valla,
üzülmüş gibi numara yapma artık, ölsem umurunda olmaz? bu çocuk iflah olmazdı. Herkesten bir darbe aldı ama hlll işi
Laf arasında nasıl becerdi de Naz’ ın ona söylediği şeyleri iade gücü dalga geçmekti.
eni, anlamadım. “Bizi çok korkuttuğun için sana küstüm." Efenin söyle­
"Umurumdasm, geri zekili!” Süslü gözyaşlarına boğulurken dikleri karşısında gülmemek için kendimizi zor tutarken Yiğh
bunu itiraf etti. “Lütfen Ölme, Yiğit. Hem ben daha sana..? çıldırmak üzereydi. “Küsmek mi? Oğjum Ağjak, kızlar küser.
Devam etmesine fırsat vermeden araya girdim: “Numara yapı­ Biraz erkek ol.” Göğsünü göstererek eliyle kendisini işaret etti.
yor, salak.” Yiğit e bu zevki yaşatacak değilim. ‘Senden sağlam bir performans bekliyorum." Kendisine zorla
yumruk attırmaya çalışan çocuğun akıl sağlığından şüphe edi­
"Numara mı?” Afallayan kıza başımı salladığımda herkes bir
yordum.
küfür savurmuşru. “Numara mıydı yani?" diyerek Yiğit* e bak­
tığında Yiğit, hasta halinden sıyrılarak güldü. “Beni bu kadar "Sa-sana vurayım mı yani?” Efe yine korkudan titremeye
önemsediğini bilmiyordum, Nurdane.” Bu çocuk hiç akıllan- başlamıştı. “Hadi şaşın bizi, Ağlak," diyerek güldü Hakan.
Efenin rengi atmıştı. “Ya canını yakarsam?” dediğinde Yiğit
mayacaktı. "Pislik!" diye bağıran Naz, tokadı onun yüzüne ya­
göz devirdi: “Nerede o genler!”
pıştırınca buna en çok ben sevindim.

“Bir daha sakın karşıma çıkma!” Naz çantasını alarak okula "O zaman vuruyorum."

doğru giderken bu sefer gerçekten çok kızmış gibiydi. “Gönder gelsin, koç.”
“Kızım, bir dur!” diyen Yiğit ayağa kalktı. Bu çocuğun der­ “Şey, canını çok yakarsam bana kızmak yok ama."
di yediği tokat değildi. “O lafın devamını söyle, öyle git bari,
“Oğlum, sana baktıkça kendimden utanıyorum, vur işte!”
Nusibet." Naz avazı çıktığı kadar çığlık attı. Yiğiı'e çok bile da­
yanmışa. “Boynun altında kalsın, yalancı!" dedi. "Al sana lafın “Tamam...” Hepimiz merakla Efe’nin ilk yumruğunu bek-
devamı!" ı lerken o, önce yavaşça elini havaya kaldırdı. Daha sonra yum­
ruk yaptığı elini ağır çekimde Yiğit e doğru uzattı. Bir filmin
Süslü okula girince Hakan yumruk yaptığı elini Yiğit’in çe­
I ağır çekim sahnesi gibi o yumruğu neredeyse bir dakika boyun­
nesine geçirdi. “Şakanın da bir dozu var! ’ Elime yılan tutuştu­
ca Yığit’e doğru gitti. Hepimizi çıldırtmaya yemin etmiş gibi
ran birinden bunları duymak garip hissettirdi.
Efe’nin yumruğu ne zaman Yiğit’e ulaşacak diye bekliyorduk.
Daha Yiğit yediği yumruğun etkisinden çıkamamıştı ki Ha­ Hana Kuzey bir ara saatine bile bakmıştı. Nihayet büyük final
kan’dan sonra Kuzey in yumruğu da onun karın boşluğunu bul­ geldi! Efe’nin eli kaplumbağa hızıyla hareket ettiği için Yiğit’in
muştu. “Demek kanser, ha?” Yiğit’in iki büklüm kaldığı esnada göğsüne değince durmuştu. Gördüğüm kadarıyla hiç yumruk
Ecrin onun yanına giderek sert bir tokat atınca kıkırdadım. “Bir falan atmamıştı, sadece yumruk yaptığı elini Yiğit’in göğsüne
daha düzgün şakalar yap!” dedi. Tabii, herkesi çok korkuttuğu dokundurmuşuz. “Al sana.” Hepimiz yaratık görmüşüz gibi
__ için bunları hak etmişti. Efe’ye bakıyorduk. Acaba gerçekten yumruk anığını mı sanı­
yordu?

Scanned with CamScanner


244 YARALASAR - II

Yiğit bir Efeye bir de göğsünde duran ele bakıyordu. “Er.


keklerin yüz karasısın!" Homurdanarak kaçar gibi Efeden uzak-
la^rı ve okula girdi.

“Canı mı yandı?" Efe sanki demir yumrukmuş gibi eline ba­


kınca Hakan ve Kuzey aynı anda bir küfür savurdu. Kuzey “Bu
çocuk benim psikolojimi bozuyor,” diye homurdandığında ba-
şını sallayan Hakan, -O yumruk bir an hiç Yiğit'e ulaşmayacak
sandım," dedi. İkisi söylene söylene okula girdi. Ben de bir ara
öyle sanmadım değil
“Yankıcığım, ben yanlış bir şey mi yaptım?” Ona gülümse­
yip yanına gittim ve dudaklarımı yanağına bastırdım. “Senin o
hassas kalbini yerim ya, sen ne şeker bir şeysin, oğlum." Onu
öptüğüm için yanakları kızardı. Bana balonca güldüm. “Efe
çok seviyorum be seni.”

“Ben de seni çok seviyorum, Yankıcığım." Bunu söylerken


bile utanması çok tatlıydı. Elimi omuzuna atarak onu okula
doğru çekiştirdim. Efe kırılmaya müsait, hassas biriydi. Bu yüz­
den diğer tüm erkekler onu yadırgıyordu.

İki babamı da bir haftadır buralarda hiç görmemiştim. Ta­


mam, Aslan Bey’in işleri vardı ama Fırat Bey bu okulda öğret­
menken nereye kaybolmuştu? Ecrin ile dersten yeni çıkmıştık.
Beni bırakıp gittiğini görünce, “Beni bekle!" dedim, iyileşti­
ğinden beri çekilmez biri olmuştu. Yok arkada}, Ecrin bugün
canıma okumak için kesin yemin etti. “Beni bırakıp nereye gi­
diyorsun? Sen var ya...” demiştim ki gözleri bir yere takılıp
kalınca sustum. Oflayarak baktığı yere döndüm. Kim bilir, yine
neye takıldı.
Başımı usulca çevirdiğimde koridorda gülerek sohbet eden
Kuzey'i ve yanında oturan şu Selda adındaki kızı gördüm. Kız,
sırtını duvara yaslamıştı ve saçlarının ucunu parmaklarına do­
layıp Kuzey ile flört ediyordu. Kuzey pisliği ise bir elini kızın
yaslandığı duvara koyarak onun üzerine eğilmişti. Ecrinin do-

n
MARAL ATMACA 245

lan göllerini görünce sıkıntıyla iç çektim. "Neden kendi kalbi­


ni sevmeye çalışmıyorsun?" dedim. Bana üzgün bakışlar anı.
•Yine çok karışık konuşuyorsun."

Elimi uzatıp sol göğsüne bastırdım. “Burada atan şeyi sev ve


kimsenin üzmesine izin verme. Biri beni sevmiyorsa benim kal­
bim niye onu sevsin? Hadi, öyle bir halt yedi diyelim ve biri be­
nim kalbimi kırdı. Peki, ben aptal mıyım? Neden onun kalbini
yerinden söküp ayaklarımın altında ezmeyeyim?" Büyük ihti­
malle söylediklerimden tek kelime anlamamıştı. Zaten benim
anlattıklarımdan kimse bir şey anlamadığı için sorun yoktu.

Ecrini kendi düşünceleriyle bırakıp merdivenlere doğru


ilerledim. Onun dolu dolu siyah gözleri aklıma gelince ofladım,
öfkeyle Kuzey e bakarak, “Sevgilim!" diye bağırdığımda bunu
gerçekten yaptığıma inanamıyordum. Asıl inanamadığım şey
ise Ecrin için üzülmüş olmamdı.

Kuzey kafasını kaldırıp şaşkınlıkla bana bakıyordu. Elimle


Seldayı gösterdim. “Daha dün beni sevdiğini söylerken bugün
beni aldattığına inanamıyorum!” Hayal kırıklığı içinde bağırdı­
ğımda Kuzey şaşırmıştı. “Ne?” demişti güçlükle. “Kedicik? Sen
iyi misin?” Bu afallamış halini görünce az kalsın kahkaha ata­
caktım ama tabii ki yapmadım.

“Değilim!” Çıldırmış gibi bağırarak ona doğru yürüdüm.


“Sen beni aldatırken iyi olamam.” Elimi kaldırıp tüm gücümle
yanağına sert bir tokat attım. “Bitti! Seni terk ediyorum." Başı­
mı çevirip korkuyla yutkunan Selda ya baktım. “Sen hâlâ bura­
da mısın?” Koridoru ayağa kaldıracak bir şekilde bağırdığımda
kız, korkusundan Kuzey’i unutup koşarak kaçtı.

“Sedefi" diye tıslayan Kuzeyi duydum ve yutkunarak ona


doğru döndüm. Eli, kızaran yanağındayken sinirden çenesi se­
ğiriyordu. “Seni geberteceğim!” diye gürleyip üzerime atılınca,
bağırarak kaçtım. Yakalanırsam vay halime çünkü çocuğa resmen
Osmanlı tokadını geçirdim.

Scanned with CamScanner


246 VARALASAR - II
MARAL ATMACA 247
"Buraya gel, geri zekâlı Kedi!” diye vahşi bir hayvan gifrj
da gidip oradaki küçük çocuklarla eğlenirdim. Eğitmenler son
kükreyince koşarak merdivenlere yönelip basamakları çifter çif.
umanlarda eskisi gibi okulu gözetlemiyordu. Feride olayından
ter inmeye badadım.
sonra tüm gün burada nöbet tutmak yerine katil avına çıkı­
Kaçarken bağırmayı da ihmal etmedim: "Ya o kız senden yorlardı. Hatta işleri o kadar yoğundu ki dün bizi almaya geç
uzak dunun diye kazayla vurdum valla." Tabii, bile isteye vuf. gelmişlerdi.
duğumu bilmesine gerek yoktu.
Arabayı kullanan ellili yaşlardaki hırsız kılıklı adam aynadan
öğrencilerin arasından koşarak bahçeye çıktım. Arkamı bana bakıyordu. “Bir taş ile iki kuş, güzel” Yeniden yola dö­
kontrol edince tüm gazabıyla peşimde olduğunu gördüm. Si­ nen adamın sessizce söylediklerini duymuştum. Kahretsin, yine
nir krizleri geçirerek okuldan çıktım. Hareket etmek üzere olan içimdeki dedektif dışarı çıkmıştı!
siyah bir arabaya binen Nazı görünce duraksadım. Nereye gi-
Adamın söyledikleri beni rahatsız ettiği için usula Süslüye
diyordu bu kız? Kuzeyden kurtulmak için koşarken araba daha yaklaştım. “Madem Kadir Hocayla buluşacağız, neden bizi
gitmeden yetiştim ve ben de bindim. “Bas gaza, lütfen!” dive yurda onun yerine bu adam götürüyor?” diye fısıldadığımda
bağırdığımda araba hemen hareket etmişti. Camdan arkaya ba­ Naz gülerek bana doğru döndü. “Sakin ol, küçük ajan. Kadir
kına geride kalan çocuğa sırıttım. Nasıl da kurtuldum ama. Hoca, bugün beni bizzat öğretmenler odasına çağırıp söyledi.
Bekle bir dakika! Kimin arabasına bindim beni Ve Naz, okul Anlayacağın her şey yolunda. Gerçi içeri girdiğimde o kızla ne
saatinde nereye gidiyor? Arka koltukta yanımda oturan kıza dön­ yapıyorlardı, anlamadım,” dedi. Bu Kadir Hocayı ne kadar tanı­
yoruz ki? O adama neden hemen güveniyor, anlamadım. Adamın
düm. “Ne işler karıştırıyorsun, Süslü?” Umarım okuldan çıkar­
bir sözüyle tanımadığı birinin arabasına binmişti salak.
ken eğitmeni Simay’dan izin almıştır.
Hangi kızdan bahsediyorsun?" Bir süre elini çenesine koya-
Benim sorduğum soruya cevap vermek yerine yeni bir som I
yöneltti: “Sen de mi geliyorsun?” dedi. Neden bahsettiğini an- I rakdüşündü. “Bilmiyorum, Yankı. İçeri girdiğimde kızın yana­
ğını okşuyor gibi gelmişti. Fakat kızın kızaran gözlerini görünce
lamadım.
bir öğretmen olarak onu teselli eniğini anladım.” Yüzünde iç­
“Nereye geliyormuşum ben?” ten bir gülümseme oluştu. “Çok tatlı bir Öğretmen, değil mi?
Okuldaki herkes onu çok seviyor, özellikle de kızlar. Üstelik bir
“Yurda."
ağabey gibi herkesle ilgileniyor. Baksana, boş vakitlerinde bizim
“Hangi yurda?” gibi kimsesiz çocuklarla ilgilenecek kadar iyi kalpli biri.” Naz
“Dalga mı geçiyorsun, Yankı? Kadir Hoca bugün kimsesiz etkilenmiş bir şekilde onu övüp duruyordu. İtiraf etmeliydim
çocukları ziyaret etmeye giderken yanında birkaç öğrenciyi ki düne kadar ben de öyle düşünüyordum. Fakat şimdi nedense
daha götürecekmiş ya. Sen de mi seçilenler arasındasm?” Kafam önada bir gariplik olduğunu seziyordum.
karışmıştı çünkü ilk ders Kadir Hoca nındı ve bize böyle bir şey “Sen şu kızın adını bir söylesene?”
söylediğini hatırlamıyordum. Belki de derste uyudugumdandır.
“Of, bu ne Arıza? Sorguda mıyım? Şu inek öğrenci işte!
“Ne bileyim ben, Süslü. O ara uyuyordum ama benim için Hani bizim sınıfta olan, neydi ya o kızın adı?” Afallayarak ak­
fark etmez, gelirim sizinle." Omuz silkerek önüme döndüm. lıma gelen tek ismi söyledim. “Sıla, değil mi?” Gülerek başını
Bu saatlerde Alaz ve ekibi etrafta olmadığı için rahat rahat yur-

Scanned with CamScanner


243 VAKAMSAR-II

ullavınca tüm raflar yerine oturmuştu. Kahretsin! Daha önce


Hakan ile gördüğümüz o arabanın sahibi Kadir Hoca ydı! Sıla,
o gün onun arabasına binmişti, değil mi?

"Allah senin belanı versin, Naz!" Sinirli bir şekilde kontro-


lûm dışı bağırdım. “Bu arabaya bindiğim için benim de ve beni
kovaladığı için o Kuzey pisliğinin de belasını versin!" Resmen
kendi ayaklarımla büyük bir tuzağın içine düşmüştüm.

"Ne oluyor ya yine?” dediğinde ona ters ters baktım. Sinir­


den çığlık atacak gibiydim. Eğitmenler bizden kızları nızağa
düşüren çete hakkında bilgi toplamamızı istemişti. Lâkin biz
tehlikeyi hep dışarıda aramıştık ama asıl tehlike okulun için­
deydi. Tüm öğrencilerin dosyasına kolayca ulaşan bir öğretmen
hiç aklıma gelmemişti. Adam yakışıklı, sevecen ve sempatikti!
Kolayca tüm kızların ilgisini çekip onları tuzağa düşürüyordu.
Sılanın o gün görüştüğü gizemli arabanın sahibi o olmalıydı!
Allah bilir, Sılayı da satacaktı. Naz’a gelince... Bu aptal kız,
Yarasaların içinde en güzeliydi. Bu ahlaksız öğretmen, Naz’a
kancayı takmakta gecikmemişti. Ya ben birde o adamıyakışıklı
bulmuştum!

Hedefolarak Nazı seçtiler, acaba onlara, 'Ben kazara bu ara­


baya bindim, 'desem Nazı alıp beni bırakırlar mı?

"Bizim okula geri dönmemiz gerekiyor, şu arabayı durdurur


musun?” Kaşlarımı çatarak şoföre döndüğümde, gülerek an*
bayı durdurunca afalladım. Bu kadar kolay olacağını düşün­
memiştim. Acaba durduk yere Kadir Hocanın günahını mı
almıştım?

Camdan dışarıya bakınca kimsenin günahını almadığımı


anladım. Kapalı bir otoparka girdiğimizin farkında bile değil­
dim. Asık suratlı bir adam kapımı açarak inmemi bekledi. Her
şekilde beni arabadan indireceğini bildiğim için ona gerek kal­
madan kendim inmiştim. Karga burunlu ve asık suratlı adam,
Naz’ı ve beni inceleyip arabayı kullanan kişiye döndü. “Bunlar
iki kişi!" Evet çünkü ben sürpriz yumurtadan çıktım.
MARAL ATMACA 249

•Gözlüklü olan kendiliğinden arabaya bindi." Sırttan şofö-


rün belinde silah olmasaydı ben ona yapacağımı bilirdim ama kts-
başka zamana artık.

Naz, korkarak dibime kadar geldi ve “Siz kimsiniz? Kadir


Hoca nerede?” dedi. Hâlâ durumu idrak edemeyen kjza bıkkın
bakışlar attım. "Kadir denilecek şerefsiz hoca yok, geri zekâlı
çünkü bizi bu adamlara sattı!" Başını belaya sokmamak için biz-
zat buraya geleceğini sanmıyordum. Her şekilde yakalanacaklar
çünkü Kuzey şimdiye kadar çoktan eğitmenleri aramış ve bindi-
ğimiz arabanın plakasını vermiştir. Yani, inşallah öyle yapmıştır.

“Geçin." Adam farklı bir araba gösterince kaşlarımı çattım


ve “Sanmıyorum!” dedim. Başka bir arabayla buradan çıkarsak
bizi bulmaları biraz zaman alırdı. Koskoca otoparka girip çıkan
çok fâzla araba vardı.

“Ne demek sattı?” Naz sonunda olanları idrak etmişti. Yaşa­


dığı ilk hayal kırıklığı olmalı ki kirpiklerini kırpıştırarak olan­
ları sindirmeye çalıştı, içine büyük bir nefes çekerken dudağı
titredi ve gözleri doldu. “Bizi sattı...” diye fısıldarken kendisini
buna alıştırmaya çalışıyordu. Bir öğretmenin böyle aşağılık bir
şeyi nasıl yaptığını sorguluyordu. Kafasındaki tüm taşlar yerine
oturmuş olmalı ki şimdi gözlerinde üzüntü yerine yakıcı bir
nefret vardı. “O kim ki bizi satıyor! Gelmiyoruz bir yere. Sizin
başınız büyük belada!” diye bağırdığı an karga burunlu adam
belindeki silahı çıkartıp bize doğrulttu, ikimiz de yutkunarak
arabaya doğru yürüdük. Şimdi yok yere ölmeye ne gerek var, ca­
nım.

Arabanın kapısını açtığımda binip binmemekte tereddüt ya­


kıyordum. O hırsız kılıklı şoför, “Acele et!” deyip kolumu kav­
rayınca, “Dokunma!” diye bağırdım. Refleksle arkamı dönüp
yumruğumu yüzüne geçirdim.

Geriye doğru sendeleyen adam üzerime yürüdüğü esnada


arkadaşı onu durdurdu. “Burada olmaz.” Hiçbir yerde olmaya­
caktı. Sıkıysa bana bir daha elini sürsün!

Scanned with CamScanner


250 YARALASAR - II

A)7iı adam, *Sen de yaşamak istiyorsan uzatma!" diyerek


beni uyardı. Silahtan çıkacak kurşunu bedenimde istemediğim
için mecburen binmiştim.

Bir daha tanımadığı m adamların arabasına binmeyeceğim.

Yolda tam üç tane araba değiştirmiş ve bir saat sonra bü­


yük ve müstakil bir evin bahçesine girmiştik. Tuzluca diye bir
semtteydi bu ev ama daha çok bir köşk gibiydi. Evin etrafında
nöbet tutan birçok adam görmüştüm. Nazın kolunu çekiştiren
adam, bana dokunmasın diye zorluk çıkarmadan yürüyordum.
Naz yol boyunca ağlayıp bağırmıştı haklı olarak. Kim olsa böyle
yapardı... Benim dışımda... Evin içine girdiğimizde yukarıdan
kadın ve erkek kahkahaları geliyordu. Silah zoruyla bizi merdi*
yenlerden indirerek evin bodrum katına getirdiler. Adamlardan
biri kapıyı açıp Naz ı içeri fırlatınca yere düşen kız, “Bu yanını­
za kalmayacak!" diye bağırdı.

“Geç!" Şoför olan elini uzatınca, kaşlarımı çatarak kendim


içeri girdim. Hemen sonrasında büyük, demir kapı üzerimize
kilitlenmişti.

“Harika!" Eski ve hasırdan üç sandalye dışında göze batan


bir şey yoktu. Tabii, köşedeki kırık sandık ve buranın yapısı­
na zıt lüks ve beyaz dolabı saymazsak pek bir şey yoktu. Ben
odadaki tek kişilik yatağın üzerine otururken, Naz gözyaşları­
nı silerek dolabı açmıştı. “Bu kıyafetler fazla rüküş.” Dolabın
içindeki elbiseleri inceleyen kızın ilk dikkatini çeken şeyin bu
olması beni şaşırtmadı.

Elindeki mini, sarı elbiseye bakarak yüzünü buruşturdu ve


yerine koydu. “Hani konuşmayayım diyorum ama sen kendin
kaşınıyorsun, Naz. Bize ne oğlum kıyafetlerin rüküş olmasın­
dan?" Akşama onu bir adamın odasına attıklarında artık kıya­
fetlerin şık mı yoksa rüküş mü olduğunu bol bol düşünürdü,
aptal.
MARAL ATMACA 251

MKadir Hocanın böyle bir şey yaptığına inanamıyorum."


İnsanların para için ruhunu şeytana sattığı bir dünyada yaşadı*
ğımız için ben her şeye inanırdım.

Gelip yanıma oturdu ve bir umut gözlerini bana dikti. “Sen


ajansın, değil mi? Bizi kurtaramaz mısın?" Bildiğim kadarıyla
duvarları delen süper güçlerim yoktu. Ayrıca artık bir ajan de­
ğildim çünkü istifa etmiştim.

“Şu an için yapabileceğim bir şey yok.”

İkimiz de susunca havada ağır bir gerginlik oluşmuştu, öy­


lece boş bir odada bekliyorduk, bize ne yapacaklarını bildiğim
için zaman geçsin ve eğitmenler bizi bulsunlar diye dua eder ol­
muştum. Burada Nazdan daha savunmasız durumda olan ben­
dim çünkü biri bana dokununca kaskatı kesiliyordum. Evet, ta­
nıdığım bazı kişilerin dokunuşları artık eskisi gibi beni rahatsız
etmiyordu ama buradakilerin en küçük teması beni çıldırtırdı.
Hayat kadını olmak için böyle bir yere satılmışken, onların ne
amaçla bana dokunacağını bildiğim için kriz geçirmemem im­
kânsızdı. Burada her zamankinden daha faz]a savunmasız hisse­
diyordum. Böyle bir yerde aksini düşünmek zaten imkânsızdı.
Ancak yine de bir yanım burada olmaktan memnundu. Evet,
öyleydi çünkü ben o arabaya binmeseydim biz şu anda Naz’ı
arıyor olacaktık. Naz hâlâ bir şekilde sakinliğini koruyorsa bu­
nun tek sebebi yanında benim de olmamdı. Varlığım ona güç
veriyordu, tıpkı onun yanımda olmasının yalnız hissetmemi
engellediği gibi.

Sadece bir saat geçmişti aradan ve kapı gıcırdayarak açılmış­


tı. Naz ile aynı anda ayağa kalktığımızda içeri girenleri görünce
nefesimi tuttum. Yanında iki tane eli silahlı adamla birlikte içeri
giren ona yaşlardaki kadın, elindeki kıyafetlerle bizi süzüyordu.
Kafasında sarı bir peruk vardı. Sanki kalemle çizilmiş o incecik
kaşları ve kaşlarının altındaki yeşil gözleri ile basit bir eşyaymı­
şız gibi izliyordu. Annem yaşındaki kadının giydiklerine kıyafet
demeye bin şahit isterdi. Evet, yaşına rağmen iyi bir fiziği vardı
ama her şeyi fazla sahteydi. Göğüslerini ortaya çıkaran siyah,

Scanned with CamScanner


252 YARAIASAR • II

askılı bir adet giymişti. Mini şortunu ve topuklu ayakkabılarım


uçma bulmuştum. Elindeki elbiseleri yatağın üzerine fırlattı.
'Şanslısınız, bugün özel müşterilerimizi siz eğlendireceksiniz.
Şimdi oyalanmadan hemen giyinin, yeni kızları odalarına isti­
yorlar," dedi. Resmen kan beynime sıçramıştı. Bu kadın gerçek­
ten bana bu şeyleri giydireceğini mi sanıyordu?
"Neden o müşterilerinin odasına sen gitmiyorsun?" Sinir
bozucu bir tavır takınarak güldüm. “Sen bu işin ehli görünü­
yorsun. eminim onları bizden daha çok eğlendirirsin* Kaşla­
rını çatan kadın, yanındaki adamın elindeki silahı alıp bana
doğrulttu ve “İkinci defa uyarmayacağım!" dedi.

"Ben de öyle!" dedim. Bu cesaret bana nereden geliyordu


bilmiyordum ama biri beni susturmalıydı. “Hiçbir güç bana
zorla bir şey yaptıramaz." ölmekten korkardım hep ama bun­
ların elinde oyuncak olmaktansa ölüm bile bana hediye gibi
gelirdi.

Hepsine beni kaçırmak neymiş göstereceğim!


Zor olacaktı! Evet, buradan kurtulmamız zor olacaktı ama
imkânsız değildi. Genelde kendi başımın çaresine baktığım için
yine iş başa düşmüştü. Burada ağlayıp sızlanarak yardım dilen­
meye niyetim yoktu. Bir şekilde kendimi bu durumdan kurtar­
masını bilirdim ama Naz*a ne olurdu, onu bilmiyordum. Kadın
iki parça kıyafeti elimize tutuşturmuş ve giymemiz için kafamı­
za silah dayamışa. Korkmam gerekiyordu, değil mi? Ancak ben
şu anda hiç korkmuyordum. Genelde böyle tehlikeli durumlar­
da hep soğukkanlı ve mantıklı tarafım devreye girerdi. Tıpkı şu
anda da olduğu gibi... Çünkü çoktan bir plan gelmişti aklıma.
Fevri hareketlerde bulunarak güme gitmektense bir süre bunla­
ra ayak uydursam daha iyiydi. Elbiseleri yatağın üzerinden alın­
ca kadın bana işte böyle yola gelirsin der gibi bakıyordu. Daha
sonra yanındaki adamlarla dışarı çıkmıştı. Silahtan korktuğum
için boyun eğdiğimi sanması işime gelirdi.

Elbiseleri inceleyip hareketlerimi kısıtlamayacak şeylere ba­


kındım. Mini kot şort ve beyaz bluz işimi görürdü. “Gerçekten
giyecek misin onları?” Başımı sallayarak ağlayan kızın yanına
I gittim. “Bir planım var, o yüzden ağlamayı bırak ve giyin.** ön-
I çeliğim onu güvende tutmaktı. Böylece aklım Naz’da kalmazdı
I ve ben de bu evi onların başına yıkabilirdim.

Naz sorgusuz sualsiz başını sallayınca afalladım. ttlyi misin


I sen? En azından bir süre itiraz ederek sorular sormanı bekli-
I yordum.** Dudaklarında buruk bir gülümseme oluştu. “O gün
eğitmenin seni zehirlediğinde neden hepimiz isyan çıkardık, bi­
liyor musun?” Nereden bileyim, müneccim değilim sonuçta.

Scanned with CamScanner


254 YARALASAR • II
I MARAL ATMACA 255
Başımı bayır anlamında salladığımda uzanıp dimi tuttu
“Çünkü liderimiz nereye biz oraya." Tek kelimeyle şoka girmiş, j “Aranızda konuşmayı kesin,” diyen peruklu kadın, yanında-
tim. "İlk günden beri içimizde yeri geldiğinde başkaldırın, yeri I İd adamlarla içeri girince susmak zorunda kalmıştık.
geldiğinde ise akıllıca adımlar atan sadece sensin. Eğer bizim Bizi süzerek, “Fena değil,” deyince Naz, bu iltifatı beğen- ı
takımdan hâlâ binleri eksilmediyse bu eğitmenlerin sayesinde j memiş gibi homurdanmaya başladı. “Fena değil mi? Ben çok
değil, senin sayende. Bunu hepimiz biliyoruz ve hiç söylemesek I güzelim!” Bu kız neyin kafasını yaşıyor, hâlA anlamadım.
de seni sadece arkadaşımız olarak değil, aynı zamanda liderimiz Kadın dolabı karıştırıp siyah topuklu bir ayakkabı çıkartarak
olarak da görüyoruz. Ever, kabul ediyorum, değişik takıntılın
bana doğru fırlattı. “Giy şunları.” Naz’ın ayakkabıları çok şık
olan ve hiç susmayan sakar bir liderimiz var. Fakat aynı zaman*
olduğu için benim spor ayakkabılarımı beğenmedi.
da bir şekilde orta yolu bulan akıllı ve güçlü bir lider.” Bu itinfi
beni kesinlikle hazırlıksız yakalamıştı. Benim hakkımda böyle "Sakarım ben, teyze.” Ayakkabıları gösterdim. “Düz taban­
lıda bile günde en az on yedi kere düşerim. Emin olun, düşme
düşündüklerini bilmiyordum.
rekorumu duymak istemezsiniz.” Bu durumdayken bile Naz
"Vay canına, ben neymişim de haberim yokmuş," diyerek kıkırdarken kadın, tabii ki buna inanmadı. Uyaran bakışları­
övündüğümde gülerek kafama vurdu. “Hemen de havaya gir.’ nı görünce ayağıma büyük gelen topuklu ayakkabıları giydim.
Büyük bir şahsiyet olduğumu sonunda anlamaları iyi bir şeydi "Gözlükleri de çıkar.” Bu kadına saldırmak istedim. “Ha, topal­
dık, şimdi de kör olalım.” Bu ayağımdaki feylerle nasılyürüyece­
Aceleyle seçtiğim iki parça kıyafeti giydiğimde kalçalarımın
ğimi düşünürken onun dediklerine bak.
altında biten şort sinirlerimi bozmuştu. Üstelik bluz bana bir
beden küçük gelmişti ama altında atletim olduğu için sorun “Uzatma?” dedi ve yanıma gelerek gözlüklerimi çekip aldı.
“Yürüyün hadi.” Ellerimi öne doğru uzatarak yürümeye çalış­
yoktu. Odada giyinecek farklı bir yer olmadığı için mecbu­
tığımda, bulanık gördüğüm için siyah bir gölgeye dokundum.
ren Nazın yanında giyinmiştim. “Bu iyi mi?” Başımı kaldırıp
"Bu kapı niye nefes alıyor?” Naz’ın kıkırtısmı duymuştum, sa­
Nazın giydiği şeye baktım. Kırık beyaz, mini bir elbiseydi. Ba­
nırım bu şey bir kapı değildi.
cak ve göğüs dekoltesi fâzla olsa da kimsenin ona dokunmasına
fırsat kalmayacağı için sorun yoktu. "Bana kör bir kız mı getirdiniz?” diye bağıran kadın kolum­
dan tutarak beni geriye çekti ve gözlüklerimi elime tutuşturdu.
Kapının yeniden açılmasıyla Naz yanıma sokulmuştu. “Bu kız işime yaramaz! Onu kırmızı odaya götürün, o sadistin
“Peki, plan ne?” Gülerek omuz silktim. “Henüz düşünmedim bu geceki oyuncağı olarak bir işe yarasın.” Ne yani, bu lanet
ama doğaçlama gideriz artık” İrice açtığı gözleri ve yüz ifâdesi yerde kızlara işkence eden can a varımsı bir şey de mi vardı?
görülmeye değerdi.
Bu gece her şekilde bu yeri yakacağım için fark etmez.
“Bir planın bile yokken bana neyin artistliğini yapıyorsun!”
Adamların bana dokunmasına izin vermeden açık kapıdan
Az önce bana lider diye övgüler yağdırırken fimdi dediklerine ba­ geçtim. Üst kata çıkana kadar bu topuklu ayakkabılar yüzün­
kın! den tam beş kere düştüğüm için peruklu kadın kriz geçirmek
“İnsanım oğlum ben! Ne yapmamı bekliyorsun? Ejderha üzereydi. “Sadece kör değil, aynı zamanda sakar.” Bu geri zekâlı
gibi ağzımdan ateş mi çıkarayım?” Beklentilerini bu kadar yük­ kadın neden inatla kusurlarımı yüzüme vurup duruyor ki? Sanki
ona, bu ayakkabıları bana vermesini ben söyledim!
sek tutması benim suçum değildi.

Scanned with CamScanner


2V> YARALASAR - II

Naz gûya destek amaçlı koluma girdi ama korkudan r.


mekten başka bir şey yapmıyordu. “Beni dinle." Basan^
çıkarken udecr onun duyacağı bir şekilde fısıldadım.
hangi odaya görünecekler, bilmiyorum ama odaya girince | ‘
titremeyi bırak Sana yalvarıyorum, on dakika boyunca odaj^
kişiyi oyala. Söz veriyorum, ne yapıp edeceğim, on dakika
sonunda senin için geleceğim.* Onun zarar görmesine izjn
meden ikimizi bundan çıkartacaktım.

"Ne?" İyice tırnaklarını koluma geçirirken meraklanmış


"Ne yapacaksın?" Güldüm. “Alayını yakacağım."

Evin içine girip bir üst kara çıktığımızda koridorda gördü-


ğüm insanlar midemi bulandırmıştı. Yan çıplak kadınlar ve
erkekler utanmadan sarmaş dolaş geziyordu. Odalara girip u-
tıklan kahkahalar tiksindiriciydi. Biraz yürüdükten sonra p.
nımızdaki kadın bir kapıyı açınca Nazın kolunu tutarak içeri
firlam. "Hayır, Yankı!" Düştüğü yerden ağlayarak bana bağır­
dığını gördüm. Ancak beni asıl şoka uğratan kadın kapıyı onun
üzerine kapatırken içeride gördüğüm kişiydi. Nazi bu gece ken­
disine isteyen kişi Kadir Hoca mı?
Umanm Naz salağı arabada olduğu gibi hâlâ onun iyi biri
olduğunu düşünmüyordun İyi dediği adamın eline bir gaem fi.
fesi verdik mi al sana Nuri Alço. “Yankı, yapamam!" İçeriden
Naz'ın çığlığını duyunca bir küfür savurdum. Pekâlâ, plan iptal
çünkü doğrudan dalıyorum!
önümdeki kadını sertçe kenara çekerek kapı kolunu kav­
ramıştım ki kadın, “Vurun şunu!" diye bağırdı. Hemen arkayı
döndüm ve adamlardan birinin tetiğe basmak üzere olduğu*
nu gördüm. Son anda yanımdaki kadının kolunu tutarak onu
önüme çektim ve silah ateş aldı.

Bir nevi benim için kurşunların önüne atladı diyebiliriz. Ta­


mam, bunu yapmasını ben sağlamıştım!
"Ne yaptın sen?” Adamlar şaşkın bir şekilde kadına bakar­
ken kadının kalbinin olduğu yerden kanlar akıyordu. Arkasın-
MARAL ATMACA 257

Jj olduğum için dürmek üzere olan kadını belinden yakaladım


,r dudaklarımı kulağının yakınına getirdim. "Bu fedakarlığını
Mç unutmayacağım," dedim. Daha sonra kadını eli silahlı ada­
ma doğru irerek kapıyı açtığım gibi hemen içeri girdim.

Biri gitti, geriye kaldı bilmem kafi.


Hemen arkamdaki kapıyı içeriden kilitledim ve Kadir Ho­
caya gülümsedim. “Dersimiz ne, hocam? Fizik mi?" Bildiğim
kadarıyla biyoloji öğretmeniydi ama kadınların fiziği daha çok
dikkatini çekiyordu.
Şaşkınlığı üzerinden atan adam kaşlarını çatarak bana doğru
yürürken yoluna taş koyduğum için çıldırmıştı. “İlk gün sen­
den kurtulmalıydım.1" diye gürleyip yanıma geldi ve saçlarıma
asıldı. Bu adam hangi cüretle bana dokunurdu?

"Zaten dersleriniz çok sıkıcıydı, hep uyuyordum!" diye ba­


ğırarak kolumu öne çektim ve tüm gücümle dirseğimi karın
boşluğuna geçirdim.

Bana küfrederek geriye çekilen adama doğru döndüm ve


yumruk yaptığım elimi gözüne doğru savurdum. “Seni öldür­
mem için yalvaracaksın, küçük fahişe!" dediğinde tüm kont­
rolümü kaybetmiştim. “Şensin o dediğin, edepsiz öğretmen!"
Daha elini gözünden çekmeden yan taraftaki masa dikkatimi
çekti. Masanın üzerinde gördüğüm küçük tanrıça heykelini al­
dığım gibi kafasına geçirdim.
İnleyerek yere düşmüştü ve kafasından kanlar akıyordu.
Afallayarak elimdeki bibloya baktım. “Demirden mi yapıldın
sen? Eğer adam öldüyse tüm suç senin." Oysaki alçıdan yapıl­
mış gibi duruyordu.

Tanrıça heykeliyle olan sohbetime bir son verdim çünkü


Naz yaratık görmüş gibi bana bakıyordu. “Senin sorunların
var!" Ağlayarak niye bana bağırıyor, anlamıyorum. “Delisin sen!
Bu durumdayken böyle sakin olman ve şu şeyle konuşmanın
başka açıklaması olamaz!" Tamam, onu kurtardığım için bir te-
2SR YARAUSAR-JI

jekkür beklemiyorum ama bu yaptığı da resmen nankörlük defi

de nedir yani?

“Rica ederim, Naz. Ne demek, görevim.”

“Teşekkür etmedim!”

"Etmen gerekiyordu, geri zekâlı! Az önce hayatını kurtar­


dım ve düşünceli biri olarak etmediğin teşekkür için alttan alıp
ayıbını yüzüne vurmuyorum.” Naz sinir krizi geçiriyormuş gibi
ellerini saçlarına daldırıp çığlık atınca sustum. Bu kızın devreleri
yaıımif.

Adamlar, odanın kapısını açmak için zorluyordu. Bense ille


iş olarak ayağımdaki şu topuklu şeyleri çıkardım. Hiç vakit kay­
betmeden koşarak yatağın yanma gittim ve yatağı çekiştirdim
ama çok ağırdı. “Süslü!” Kaşlarımı çatarak ona döndüm. *$a.
niyeler içinde kapının kilidine kurşun sıkarak açabilirler. Şimdi
zırlamayı kes ve bana yardım et!" dedim. Ağlamaktan başka bir
şey bildiği yoktu.

Nihayet kendisini biraz toparlayıp yanıma gelince, ikimiz


bel fıtığı olma pahasına bu kocaman yarağı kapının arkasına
itmeyi başardık. Belimi tutarak yere yığıldığımda beklediğim
gibi adamlar kilide ateş etmişti. Naz çığlık atarak yere çöktü­
ğünde hiç tepki göstermeden odayı inceledim. “Allah'ım, ne
biçim fantezi anlayışı!” Duvardaki o kırbacı, kelepçeyi ve dahi
birçok saçma şeyi görünce yüzümü buruşturmadan durama­
dım. Allah, Kadir Hocanın bin bir türlü belasını versin!

Adamlar kapıya yüklenirken ayağa kalkarak duvardaki ke­


lepçelerden birini aldım ve yerde yaran adamın yanına gittim.
Kollarını göğsünde birleştirerek kelepçeyi bileklerine taktım.
“Ne yapıyorsun?” dediğinde güldüm. “Eşeğimi sağlam kazığa
bağlıyorum, Naz." Nefes aldığına göre ölmemi}, fimdi uyanına
falan biç uğrafamam.

Ceplerini karıştırınca bulduğum sigara paketini ve çakmağı


kenara koyarak diğer cebine elimi daldırdım. Bir telefon bul*
MAHAL ATMACA 259
I
dum ve sırıtarak hemen kontrol ettim. Harika, ekran kilidi yok-
ru. Telefonu Naz a uzatıp çakmağı alarak ayağa kalktım. "Polisi
ara.” Telefonu görünce gözleri ışıldayan kız beni güldürmüştü.

Dışarıdaki adamlardan biri, “Kırın şunu artık!” diye bağı­


rınca kapıya değen baltayı gördük. Onlar kapıyı kırana kadar
benim işim bitmiş olurdu.

Naz çoktan polisi aramış, ağlayarak onlara olanları anlatır­


ken ben elimdeki çakmakla perdelere yaklaştım. Kırmızı ipek
perdenin ucunu tutuşturduğumda gülerek arkamı döndüm.
“Ne? Ne yapıyorsun?” diyen Naz korkuyla arkamdaki alev alan
perdelere bakıyordu.

“Evi yakıyorum, kör müsün?”

“Sen burayı yakacağını söylerken ciddi miydin?” Ne yani,


şaka yaptığımı mı düşünmüştü?

“Sence?” Elimdeki çakmakla yatağın yanına yaklaştım ve


çarşafın ucunu da yaktığımda deli gibi bağırmaya başladı. “Ruh
hastası! Evi yakarken içinde bizi de yaktığının farkında mısın?
Bunun için de bir planın var mı?” Başımı çevirip çoktan alev
almış odaya baktım. “Ya ben şimdi evi yakmaya odaklandı­
ğım için diğer kısmı pek düşünmedim. Ama önerilere açığım.”
önce yaratık görmüş gibi bana baktı ve hemen sonrasında ba­
ğırarak elindeki telefonu kafama fırlattı. Yemin ederim, bu kıza
memnun etmek çok zor!
Neyse ki kafama gelen telefonu zarar görmeden havada ya­
kalamıştım. “Bak, dumanlar yüzünden artık kapıyı kırmıyor­
lar.” Adamlar kapının altından çıkan dumanları görünce, “Yan­
gın!" diye bağırarak kapıdan uzaklaşmışlardı.

Eğitmenimin numarasını arayarak balkona çıktığımda Naz


peşimden gelmişti. İçerisi alev aldığı için orada durmak çok
zordu. Bir süre balkonda dayanabilirdik. “Sedef!0 Onun telaşlı
sesini duyunca kahrolası salak kalbim, kuş gibi çırpınmaya baş­
lamıştı.

Scanned with CamScanner


260 YARALASAR-II

‘Sevgili Buzdağı, acaba yerimizi bulmayı başardınız mı?" fa


razdan cayır cayır yanacağız da.
"İyi misin?” Ben ne diyordum, o ne diyordu!

Bahçedeki adamların telaşla içeri koşturduğunu görünce sj.


nirden güldüm. “Yanıyorum, adam.**

Kızgın bir sesle, “Ne demek bu şimdi?” dedi. “Söylediği/]


şeyin farkında mısın?” diye öfkeyle gürleyince neden bu Jq.
dar kızdığını anlamadım. Bir süre düşününce bir fuhuş evin­
de söylediğim şeyin farkına vardım. “Fesatlaşmaym!" Sanki o
görecekmiş gibi elimle yanan odayı gösterdim. “Yanıyorum
çünkü oda yanıyor! Gerçek anlamda bir yangın, hani alevlerve
dumanlar olandan." Savurduğu küfürleri duydum. “İki dakika
içinde oradayım!" deyip telefonu yüzüme kapattı. Yüzüme mi
kapattı? Allah'ın görgüsüzü!

İnşallah bu iki dakika dediği şey gerçekten iki dakikadır.


Odadan çıkan kara dumanlar balkona kadar gelip öksür*
memize neden olunca Naz a döndüm ve “Buradan çıkmalıyız.
Tutabildiğin kadar nefesini tut hatta mümkünse biz bu odadan
çıkana kadar hep tut," dedim. Koşarak içeri girdiğimde bana
kızarak peşimden geldi.

Alevlerin olmadığı yerden geçerek yatağı kenara çektiğimiz­


de dayanamayıp nefes aldım. Boğazımı yakan keskin hava göz­
lerimden yaşlar gelene kadar öksürmeme neden olmuştu. Kilidi
çevirip kapıyı açınca Naz koşarak kendisini dışarı atmıştı. Ben­
den daha uzun süre nefesini tutabiliyordu. Peşinden çıkarak et­
rafıma bakınca koridorun her yerinin en az içerisi kadar duman
altı olduğunu gördüm, insanlar, sisin içinde bağırarak telaşla
oradan oraya koşturuyordu. Yangından dolayı kimse bizim far­
kımızda değildi, aksine herkes evden çıkmanın telaşındaydı.
Elimi sıkıca tutan Naz, “Yankı, hadi!" dediğinde kalabalığın
arasına karışarak merdivenlere yöneldim.
MARAL ATMACA 261

Alt kata indiğimizde adamlar tüm kadınları kollarından çe­


kiştirerek dışarı çıkarıp evi boşaltıyordu. “Onlardan biriymiş
gibi davran ve sorun çıkartma. Merak etme, daha sen evden
çıkmadan Al tuğ ve diğerleri gelmiş olur.” Onu kafasındaki so­
rularla baş başa bırakıp basamakları tekrar çıkmaya başladım.

“Yankı!” Süslü peşimden bağırsa da durmadım ve tekrar du­


man içinde kalmış koridora girdim. Asla bir katil olmayacağım!
Mutluya olanlardan sonra bir ölüme daha seyirci kalamazdım.

Alevlerin arasından geçerek odaya daldığımda gözlerimi su­


landıran duman genzimi yakıp geçmişti. Nefesimi tutarak Ka­
dir denilen adamın yanında diz çöktüm ve onu uyandırmaya
çalıştım. “Uyan, lütfen!” Hafif hafif yüzüne vurarak kollarını
sarstım, "öleceksen de bu benim yüzümden olmayacak,” diye
bağırarak ayağa kalktım ve ayaklarından tutarak onu dışarıya
doğru sürükledim. Cayır cayır yanan odanın duvarları bile tu­
tuşmuştu ve ben, çok fazla duman solumuştum. Daha kötüsü
ise bu adam çok ağır olduğu için yerinden kıpırdatamıyordum.

ölmesi umurumda bile değil ama sorumlusu ben olamam!

Silah sesleri duyduğumda kalan tüm gücümle onu yangı­


nın içinden çıkartabilmiştim. Baygın yatan adam her şeyden
habersizken, alev alan koridora dolan gözlerle baktım. Odada­
ki yangın koridorun duvarlarına, hatta ahşap fayanslara kadar
sıçramıştı. Geçeceğim yolun üzerine büyük, ahşap bir kolon
alev alarak düşmüştü. Çiftlik evini andıran bu yer cayır cayır
yanıyordu. Ciğerlerim bitmiş bir durumdayken yere yığıldım.
Ellerimi zemine bastırıp öksürmeye başladığımda dayanacak
gücüm kalmamıştı. Duman o kadar fazlaydı ki hiçbir şey gö-
remiyordum. Aldığım nefes bana acı veriyordu ve yanık plastik
kokusu beni öldürüyordu. Silah sesleri artınca başım zemine
sertçe düşmüştü. “Değmeyen biri yüzünden olmamalıydı ölü­
müm...” diye fısıldadığımda gözlerimi daha fazla açık tutama­
dım. Kadir denilen şeref yoksunu yüzünden ölürsem gözlerim
açık giderdi.

Umarım şu iki dakika çoktan dolmuştur.

Scanned with CamScanner


262 YARALASAR - II

Bir hafta sonra

Saçlarımı okşayan eller rahatlamamı sağlarken gözlerimi aç­


mak için kendimi zorladım. Her şeyi puslu gördüğüm sındı
yakıcı bir ışığın gazabına uğradı gözlerim. “Susadım..." diye
fısıldadığım esnada tahriş olan boğazım yüzünden öksürmeye
badadım. Hissettiğim acı yüzünden ağlamak istiyordum.

“Uyandı!” Bu ses, Kuzey in sesine benziyordu. Bir el ensemi


kavrayıp başımı hafifçe kaldırınca dudaklarıma bir şey değdi
Bunun su olduğunu fark edince kana kana içmek istedim ama
birkaç yudumdan sonra suyu benden uzaklaştırmalardı. “Dok­
tor birazcık içsin, dedi.” Yine Kuzeyin sesini duydum. Yavaşça
başımı yastığa koymuştu.

Etrafıma bakıyordum lâkin bulanık bedenlerden başka hiç-


bir şey göremiyordum. “Gözlüklerim...” Konuşmak bana acı
veriyordu.

“Orada kaldı, yenisini alırız.” Bu ses kalp ritimlerimi hızlan­


dırdığına göre kim olduğunu anlamak zor değildi.

"İyi misin? Efe, doktoru çağır.” Yosun’un ağlamaklı sesine


karşı sadece başımı salladım. “Süslü? Onu buldunuz mu?" de­
diğimde hıçkırarak ağlayan biri elimi tuttu. Naz’m ağlayarak,
“Beni çok korkuttun, Arıza. Bıraksaydın o şerefsiz ölseydi! Ya
Altuğ zamanında seni oradan çıkaramasaydı? Nasıl böyle aptal­
ca hareket edersin! Ciğerlerin berbat bir haldeymiş, bir haftadır
uyanmanı bekliyoruz!” dediğinde beni yangından kurutanın
Altuğ olduğunu ve Kadir Hoca’nın hâlâ yaşadığını anladım.

“Neler oldu?” Hâlâ kimseyi net göremiyordum. “Hepsi tu­


tuklandı.” Bu sanırım Atalay’dı. “Kaçanlar oldu ama adamlan-
mız izlerini sürüyor. Sayenizde çeteyi çökertmeyi başardık, ço­
cuklar. Kadir denilen adamın durumu kritik fakat uyansa bile
sonu kodes. Kuzey’in bizi zamanında araması sizin için büyük
şans." Şükürler olsun ki tahmin ettiğim gibi Kuzey onları he­
men aramışa.

h I
MARAL ATMACA 265

"Naz her şeyi anlattı." Afrodic'in gülen sesini duydum.


'Mümkünse bir daha yangın çıkaracağın zaman içeride olma­
dığınızdan emin ol.” Birkaç kıkırtı duyduğumda yüzümü bu­
ruşturarak omuz silktim. O yangını çıkarmasaydım onlar her
şekilde içeri gireceklerdi.

Fazlasıyla yorgun olduğum için yeniden uyumam uzun sürmedi.

İki gün boyunca sürekli uyanıyor fakat kısa bir süre sonra
tekrar uykuya dalıyordum. Doktorun söylediklerine göre teh­
likeyi atlatmıştım fakat bazı küçük hasarlar kalmıştı. Konuşur­
ken acı çekiyordum ve sesim hırıltılı çıkıyordu. Sık sık bana
oksijen maskesi takarak hava veriyorlardı. Bu sabah kendimi
daha iyi hissediyordum ama çocuklardan kimsenin sesini du­
ymuyordum. İki gün boyunca başımı ağrıtan Yarasaların hiç­
birinin sesi çıkmıyordu. Odada kimsenin olmadığını anlamamı
sağlayan şey hiç ses duymamam olmuştu. Kapının sesini du­
yunca, “Kim o?" dedim. Gözlüklerim olmadığı için hâlâ her
şeyi bulanık görüyordum.
Gelen kişi bana cevap vermemişti ama burnuma gelen çiko­
lata kokusu onu ele veriyordu. Hangisi olduğunu bilmiyordum
çünkü bu kokuyu taşıyan iki kişi vardı ve ikisi de fazla korku­
tucuydu. Yatağımdaki sarsıntının sebebi yatağa oturmuş olma­
sıydı. Yüzüme değen ellerle kendimi geriye çekince sıkıntıyla
aldığı nefesleri duydum. “Kıpırdama Sedef.” Ocu olmadığına
sevinmiştim. İsmimi her söylediğinde tebessüm etmemi sağlı­
yordu. İtalyan akşınıyla telaffuz ettiği ismim onun dudakların­
dan çok farklı çıkıyordu.
Yeniden yüzüme dokundu ve saniyeler içinde görüşüm net-
leşince bana yeni bir gözlük aldığını anladım. Gözlük numa­
ramı biliyor olmalıydı ki yenisi» eski gözlüğümü aratmıyordu.
Hatta diğeri sürekli darbe aldığı için çiziklerle doluyken bu
pürüzsüzdü. “Seni kaybettim sandım.” Başımı kaldırdığımda
yakınımdaki yüzünü gördüm. Uzun ve parlak saçları günlerdir

Scanned with CamScanner


264 VARALASAR-H

rarak görmemiş gibi darmadağın görünüyordu. Fakat bu


daha çok sevmiştim. Kahvenin en koyu tonuna sahip gözleri
endişeyle bana bakıyor ve göz altındaki hafif morluklar hiç uyy.
madiğini gösteriyordu. Yorgun siması ve kirli sıkahylı bu adanı
neden bakımsızken bile bu kadar yakışıklıydı?

Kendine gel geri zekâlı, ondan alacağın bir kalp kmkltğ Var

“Üzülmüş olmalısınız” diye dayanamayıp yine alay ederek


konuştum. “Malum, beni kaybetmeniz işinize gelmez çünkü
daha beni baştan çıkarıp kendi planlarınızda kullanacaksın^
ya!” dediğimde inleyerek başparmağı ve işaret parmağıyla bu­
run kemerini sıktı. Bana her kızdığında bu hareketi yapıyordu
“Konuşalım.”

“Ne münasebet!" Daha iyi hissettiğim için yataktan çıktım.


“İkimizin konuşacağı bir şey olamaz ve şimdi lütfen dışarı çıkın
da hazırlanayım.” Gözlerini kısarak yüzümü inceleyen adam,
en küçük bir duygu kırıntısı göremeyince sıkıntıyla iç çekip dı­
şarı çıktı.

Daha dur sen, henüz Yankı ile gerçek anlamda tanınmadın


adamım!

Taburcu işlemlerim bu sabah yapılmıştı. Dolaba benim için I


koydukları siyah tişört ve pantolonu hızlıca giydim. Dokuz gün |
boyunca hastanede kalmaktan gına gelmişti. Ciğerlerim için I
verdikleri ilaçlar bile aslında işe yaramıyordu. Zaman içinde be­
denim kendi kendini iyileştiriyordu. Dışarı çıktığımda koridor­
da beni bekliyordu. Tek kelime etmeden peşine takıldığımda
asansöre binip birlikte hastaneden çıktık. Park halinde duran
arabasına yönelen adam, peşinden gitmediğimi anlayınca bana
doğru döndü. “Neyi bekliyorsun?" Acaba benimle kafa mı bu­
luyor bu adam!

"Hafızanızda bir sorun mu var, Altuğ Bey?" Ona ismiyle


hitap ermem gerilmesine neden olmuştu. “Yanılmıyorsam bir
daha hiçbir şekilde sizi görmek istemediğimi söylemiştim.” Her
zamankinden daha mesafeli duruşum fazlasıyla canını sıkmış
olmalı ki her iki yanında duran elleri yumruk olmuştu.
MARAL ATMACA 265

Dişlerinin arasından, “Şu arabaya bin ve daha sakin bir yerde


konuşalım!" dediğinde omuz silktim. “Sedef!" Sabrının sonuna
gelmiş gibi kaşlarını çatarak bıkkınlık içinde soludu. “Çocuk
olma? Gerçekten seni bırakacağımı düşünüyor olamazsın, değil
mi?" diyerek üzerime yürüyünce bu dengesiz adamın gerekirse
zorla beni tesise götüreceğini anladım. Bunu bildiğim için arka­
mı dönerek koşmaya başladım.

“Sedefi" diye bağırdığında daha hızlı koşmaya başladım.


“Uzak durun artık benden!"

Hemen arkamda, “Beni delirtmeye bir son ver!" diyen sesi­


ni duyunca kaldırıma çıkmıştım ki kendi ayağıma takılıp yere
düştüm. “Yemin ederim, bıktım ya! Rekorlar kitabına yazılsam
sakarlıkta birinciliği alırım!" Sızlayan diz kapaklarımı ovaladı­
ğımda onun sinirden gülen sesini duydum. “Bu konuda kimse
eline su dökemez,” diye gülerek yanıma geldi. Aklınca bana laf
mı soktu?
Düştüğüm yerden başımı kaldırıp bana üstten bakışlar atan
kişiye baktım. “Siz bana sakar diyerek çaktırmadan hakaret mi
eniniz?” diyerek kaşlarımı çattığımda gülüşünü saklamak için
dudaklarının içini ısırdı. “Henüz sana hakaret edecek kadar ak­
lımı yitirmedim.” Alay ediyordu pislik!

“Gidelim." Elini tutmam için uzatınca oturduğum yerde


göz devirdim. “Gelmiyorum”

Etrafımızdan gelip geçen insanlara kısa bir bakış attıktan


sonra bir ayağının üzerinde diz çöktü. “Onun istediği gibi
davranıyorsun.” Bana bir şeyler açıklamakta zorlanıyor gibiy­
di. “Anla artık, seni benden uzak tutmaya çalışıyor.” Çenemi
hafifçe sıkarak başımı kaldırdı ve ona bakmamı sağladı. “Seni
ondan koruyacak tek kişi benim, bunu biliyor.” Gözlerime
baktığında bakışları yumuşadı. “Bırakamam seni Sedef, buna
henüz hazır değilim. Yanımda, yakınımda, saklımda kal,” diye
fısıldadığında sesi o kadar çaresiz ve yalvarırcasına çıkmıştı ki,
kahretsin, sanki bana muhtaç gibiydi. Daha ilginci ise o da en

Scanned with CamScanner


266 YARALASAR-11

az benim kadar şoka girmiş görünüyordu. Sanki bunları kendi


iradesi dışında söylemiş gibiydi. Ne sözlerinde ne de gözlerinde
yalan vardı.

“Bu da ne şimdi?” Elini irerek ayağa kalktım. “Kendinizi


nasıl kandırıyorsunuz, bilmiyorum ama bal gibi hoşlanmadın
öte hislcriniz.'* dedim. Delirmiş gibi söylediklerimden sonra
yutkunarak bana bakan adam gerçekten kör gibiydi.

“Sen neden bahsediyorsun?" diyen afallamış sesi neredeyse


beni güldürecekti. Onu kolay kolay böyle şaşkın bir halde gö­
remezdiniz.

“Seviyorsun oğlum beni.” Evet, gözlerinin içine bakarak


bunları söyledim. “Farkında değilsin, değil mi? Pekâlâ, ben fark
etmeni sağlayayım." İşte şimdi elime düşmüştü. Bu adamı teni
sevdiğine pişman etmezsem benden salağı yok.
Utanıp kızarmadan seviyorsun dememin fokundan hâlâ
madt. Ama bende durumlar böyle işliyordu. Lafı dolandırmadan
doğrudan ateş et!
“Bak şimdi." Ona doğru bir adım atarak tüm mesafeleri yık­
tım. “Beni o yangının ortasında gördüğünde ne hissenin?"

Gözlerine baktığımda gördüğüm korku, gülümsememi sağ­


ladı. “Korktun, değil mi? Bir daha uyanamayacağımdan kork­
tun. Seni sinir krizlerine uğratan deli tavırlarımın, sesimin, gü­
lüşümün, benimle ilgili her şeyin yok olmasından çok korktun,
değil mi?" Nefesini tutarak o yangın gecesini hatırlayınca afal­
layarak başını eğip yüzüme baktı. Orada yaşadığı duyguların
ne anlama geldiğini sonunda fark etmişti. “Peki, ben uyanınca
ne hissettin? önce derin bir nefes aldın ve hemen sonrasında
tüm bedenin gevşedi." Gözlerindeki o duygu yoğunluğu doğru
tahminde bulunduğumu gösteriyordu.
Aramızdaki mesafeyi kapatarak ona iyice yaklaştım ve elimi
kaldırıp sol göğsüne bastırdım. “Bak, kalbin nasıl da hızlı atıyor
çünkü bunun sebebi benim. Şimdi de korkuyorsun, değil mi?
MARAL ATMACA 267
I
Yeni fark ettiğin duyguların seni korkutuyor. Gitmemden kor­
I
kuyorsun. Evet, sen adamım, beni kaybetmekten korkuyorsun. I
Şimdi sadece i; için olduğuna inanarak istediğin kadar kendini t

kandır ama seviyorsun.” Peki, onun gibi zeki birine gerçekleri


gösteren kiyi olmama ne demeli?
Elimi çekerek zafer kazanmış bir edayla dağılan yüzüne bak-
um ve geriye doğru yürüdüm. Ellerimi iki yana doğru açarak,
"Gerçekleri sonunda fark ettin, evet," deyip kendimi göster­
dim. “Ama geç kaldın çünkü beni çoktan kaybettin. Ya da hiç
kazanamadın mı demeliyim? Malum, benim hislerim seninki-
nin aksine küçük bir hoşlanmadan fazlası değil." Son noktayı
koyduğumda yerinde kaskatı kesilerek gerilmişti.

İçte böyle Alaz Altug Sipahi! İlk aşama tamam, sen bir de bu
oyunun ikinci perdesini gör.
Onu bu sarsılmış haliyle bırakıp arkamı dönerek rahatlamış
bir şekilde yoluma devam ettim. İstediği kadar inkâr etsin, anık
söylediğim şeylerden kaçamazdı. Ondan uzaklaşalı sadece iki
dakika olmuştu ki bir anda kolumu sertçe sıkarak beni geri­
ye çevirdi. “Ne yapıyorsun sen?" Kolumu kunarmaya çalıştım
ama mümkün değildi, bırakmıyordu. "Böyle habersiz gelinir
mi? Aklımı aldın vicdansızın oğlu!" Korkudan zavallı kalbim
güm güm atıyordu. Bir an öcü geldi sandı aptal kalbim.
"Güzel!" İnkâr etmek yerine kabul ederek hırladı dişlerinin
arasından. “Durumu eşitledik çünkü sen bende akıl namına
hiçbir şey bırakmadın!" Hemen sonrasında ensemdeki saçlan-
mı eline doladı ve başımı kaldırıp beni öptü.

Kasap gibi adam yemin ederim. Bildiğin döverek seviyor insan


kılıklı hayvan.
Dudaklarımı hoyratça öpen adamın derdi neydi, bilmiyor­
dum ama bir şeylerin acısını benden çıkarmak ister gibi sertti.
Ona direnebilirdim ama yapmadım çünkü beni öpmeye de­
vam ersin istiyordum. Parmak uçlarımdan yükselerek tişörtünü
sıkıca kavradım ve onu kendime doğru çektim. Dudaklarımı

Scanned with CamScanner


268 YARAUSAR • İt

hareket ettirerek ona karşılık verdiğim esnada burnuma gelen


çikolata kokusu beni yine acıktırmıştı. Onu yemek ister gibi
öptüğümün farkında değildim. Dudaklarıma son bir öpücük
kondurup usulca benden ayrılınca gülümsedi, “Kokum seni
gerçekten acıktırıyor olmalı.” Nefes nefese kalmış bir şekilde
başımı salladım. “Çikolataya hiçbir kız karşı koyamaz, yani
obur olduğum için değil," dedim. Beni göğsüne çekti, gülüşü
mest ediyordu. Bu adam gülmesin çünkü gülünce bildiğin beni
kontrolü alana alarak her şeyi unutturuyor. Tamam, bu kadar
romantizm bana yeterli.

“Ha bir de..." Başımı onun göğsünden kaldırdım ve yüzüne


bakarak sırıttım. “Beni bir daha öpme!" Dizimi kaldırıp tüm
gücümle bacak arasına geçirirken bir saniye bile tereddüt et­
medim.

inşallah kısır kalır!

İnleyerek acı içinde yüzünü buruşturdu, iki büklüm olunca


hemen ondan uzaklaştım. “Sen!" Çektiği acı yüzünden kıpkır­
mızı olurken yüzündeki kaslar seğiriyordu. “Sen neden normal
kızlar gibi kızınca tokat atmayı bilmiyorsun?" Canı çok yanmış
olmalı ki yerinde kilitlenip kalmıştı. “Ben çok normalim çün­
kü, anormal olan onlar. Ayrıca burada biz bizeyiz. Kabul et, bir
tokat seni kesmezdi." Canı yanarken bile bir an gülecek gibi
olmuştu.

Acıyı seviyorsa bir tekme daha atarım yani, benim için hiç so­
run değiL

Kendine gelmek için bir süre nefes egzersizleri yaptıktan


sonra nihayet doğrulmuştu. “Hırsını çıkardığına göre artık gi­
delim mi?”

“Gelmiyorum dedim ya!"

“Sabrımı zorlama, Sedef. Gerekirse seni zorla götürürüm."

“Allah senin belanı ne zaman verecek, merak ediyorum."

Gülerek bana baktı. “Seninle zaten belamı vermiş, baş be­


MARAL ATMACA 260

lası.” Burada bela ben miyim? Kurban olsun bana. Benim nerem
bela?

fa önceki samimiyeti bırakıp tekrar resmiyeti takınmıştım.


“Benden olsa olsa ödül olur. Benim gibi birini bulmuşsunuz,
öpüp başınıza koyacağınıza siz ancak nankörlük yapın!" diye
kızdığımda sırıtarak dudaklarıma baktı ve “öperim,” diyerek
beni çıldırttı. Ben ne diyordum, bu sapık adam ne anlıyordu.

Onun yoğun bakışlarına aldanmayıp ciddi tavrımı takındım


çünkü bu yolun dönüşü yoktu artık. "Sizinle bir yere gelmem,
bu hatayı tekrar yapmam.” Yüzü ciddileşirken bana doğru yak­
laştı. Gerçekten beni kazanmak istediğini görebiliyordum. “Bu
sefer oyun yok, plan yok, ihanet yok.” Gözleriyle bana yalva-
nrken elini uzam. Kısık sesle, “Şimdi elimi tut ki aldığım her
nefesi bana zehrederek al intikamını benden. Bunu kaçarak de­
ğil Sedef, yanımda olarak yap... Ama tut elimi,” dediğinde bo­
ğazımda bir yumru oluştu, yutkunamadım. O kadar çok hayal
kırıklığı yaşattı ki ona yakın olmak ve ondan kaçmak arasında
tereddütlerim vardı.

Hissediyorum, uzattığı elini tutmam veya tutmamam belirle­


yecek aramızdaki adı konulmamış şeyi.

Kararımı vermem uzun sürmediği için eline bakarak derin


bir nefes aldım. “Yapamam,” diyerek geriye doğru adım atmaya
başladım. “Üzgünüm, Altuğ Sipahi ama sana o çiftlik evinde
söylediklerimin arkasındayım. Sen bendeki Sedefi seni uyar­
mama rağmen kullanmak istedin ve ben de şendeki Alaz'ı bi­
tirmeden tutmam o eli,” dedim. Beklemediği sözler karşısında
yerinde sendeleyen adamın elini havada bıraktım ve ona sırtımı
dönerek uzaklaştım.

iki tatlı söze ve bir öpücüğe aldanacak kadar aptal değilim. O


bensizliği iliklerine kadar yalamadan dönmem.

Scanned with CamScanner


7

Bir ay sonra

Alruğ

Kendi düşüncelerimde boğulurken kum torbasına daha sen


bir yumruk atmak bile beni rahatlatmıyordu. Çıkmıyordu ak­
lımdan! Onu görmeyeli bir ayı geçmişti ve sesi sürekli kulakla­
rımda, yüzü ise hep aklımdaydı. Gitmişti! Kal diye yalvarmama
rağmen bir kere bile arkasına bakmadan çekip gitmişti. Evet,
onu durdurmamıştım çünkü söyledikleriyle beni sersemletmeyi
başarmıştı! Hâlâ söylediklerinin şokundayken o çoktan gözden
kaybolmuştu. Aradım, şu bir ayda gideceği veya gitme ihtimali
olan her yeri aradım. Yoktu! Hiçbir yerde yoktu! Yanında ne bir
telefonu vardı ne de parası. Beş kuruşu yokken bir aydır han­
gi cehennemdeydi? Babasının yanına da gitmemişti, annesinin
evine hiç uğramamıştı. Onu yanımdan hiç ayırmamalıydım
ama aptal kadın iki dakika yerinde durmuyorken bu çok zordu.

"Seviyorsun oğlum beni,u .

Hiç aklımdan çıkmayan bu cümleyle yumruğum havada


kalmıştı. “Kahretsin!” Onu her anlamda istiyordum. Aptal, ço­
cuksu tavırları beni güldürüyordu ve sesi beni cezbederken ra­
hat hareketleri beni ona çekiyordu. Dobraydı, Sedef. Lafını asla
esirgemez, aklında ne varsa dili onu söylerdi. Bir kadına göre
fazlasıyla cesur ve özgüvenliydi. Kimsesiz birinin olması gere-

Scanned with CamScanner


272 YARALASAR • II

kenden daha fada güveniyordu kendisine. En önemlisi duy­


gusal yanını çok iyi bastırıyordu. O ses kaydından sonra bana
gözyaşları içinde nefretini haykırmasını beklemiştim. Başka biri
olsa bunu yapardı lâkin o, her ikimizle alay ederek içindekileri
döktükten sonra çekip gitmişti.

Geri dönmesini istiyorum.


Başlattığım bu Dnet oyunda küçük bir kadın beni yendi.
"Sedefi" Onu bulduğumda şu bir ayda aklımı meşgul etmek
neymiş ödeyecekti!

“Olmuyor mu?” Atalay ın sesini duyunca doğrularak elim­


deki sargıları çıkardım ve ağaca astığım tişörtümü aldım. "Bunu
o kaçağın yanına bırakmam.” Tişörtü terli olmamı umursama­
dan üzerime geçirdiğimde güldü. 'O kıza deli oluyorsun, kar­
deşim.* Evet, bir şekilde beni delirttiği doğruydu. Dua etsin onu
bulmayayım.
“Yine yüzünü dağıtmamı ister misin?” dedim. Ağaçların ara­
sından geçerek tesise doğru yürürken peşimden geldi. "Bunu
zaten yaptın/ dedi. Sedefe o kayıtları gönderdiği için bunu
fazlasıyla hak etmişti. Arabada bilerek o konuyu açan ve sesi­
mi kaydeden kendisiydi. Arabam her gün kontrolden geçerken
başka biri benden izinsiz girip ses kayıt cihazı yerleştiremezdi.

“Sedefi bulana kadar karşıma çıkmanı tavsiye etmem"


Onu bulamadığım her saniye Atalay’ı daha fazla yumruklama
isteğinden kurtulamıyordum.

“Bunu senin için yaptığımı biliyorsun.” öyle yaptığını sa­


nıyordu. “Yankı zor bir kız. Eğer kendisini sana kaptırdığında
planın onaya çıksaydı, emin ol, şimdi olduğundan daha be­
ter süründürürdü seni.” Henüz yolun başındayken bunu öğ­
renmesini istemişti. Aralayın tek derdi benim bazı şeyleri fark
etmemdi. Tıpkı Sedef gibi Atalay da ona yakın davranmamın
planlı olduğunu düşündüğü için bunu yapmıştı. Yanılıyordu!
Aralayın sayesinde değildi çünkü bazı şeyleri anlamamı sağla­
MARAL ATMACA 273
yan Sedefin söyledikleriydi. Kahretsin ki ne kadar kaçmaya ça­
lışsam da haklıydı. Küçük çaylağıma fena tutulmuştum.

“Ya başına bir şey geldiyse?” Her geçen gün endişem bü­
yürken Atalay her zamanki gibi bu halimden inanılmaz zevk
alıyordu. “Bir gün seni bir kadın için böylesine çıldırmış gö­
receğim aklımın ucundan bile geçmezdi,” dediğinde kaşlarımı
çanım. Sonunda alay eden tavrından kurtuldu. “Yankı’dan
bahsediyoruz kardeşim, başını belaya sokmazsa asıl o zaman kı­
yamet alameti olur," dedi. Sözlerine karşılık istemeden güldüm.
Nerede olursa olsun o sivri dili ve sakarlığı yüzünden aksini
düşünmek mümkün değildi. Buna rağmen bir şekilde başının
çaresine bakacağını da biliyordum.

“Vay canına, şuraya bak dostum,” dedi. “Bahse girerim se­


ninki onunla girdiği bir dövüşten sağ çıkamaz. Ezeli rakip ol­
duklarını düşünürsek küçük ajan geri döndüğünde olası bir
dövüş kaçınılmaz,” diye büyük bir hayranlıkla konuşunca ba­
şımı çevirdim ve baktığı dövüş sahasındaki kızı gördüm. Sedef
sürekli firar ederken Pars kendi çaylağını oldukça iyi eğitmişti.

Sabah ezanında uyumak yerine Pars ile bahçede dövüşen


Fulyada fazlasıyla büyük bir ilerleme vardı. Hareketleri o kadar
hızlıydı ki Sedefin aldığı bir aylık eğicimle bu kızın karşısında
gerçekten hiç şansı yoktu. “Yakında Sedefe meydan okuya­
cak,” diyen Atalay bana dönünce başımı salladım. “Şuraya bak,
hamleleri fazla nefret dolu. O, şu anda Pars ile değil, Sedef ile
dövüşüyor.” İlkfirsatta Sedefi küçük düşürmek için ona meydan
okuyacağını biliyorum.
“Nasıl bu kadar emin olabilirsin?”

Güldüm. “Çünkü Pars her yıl bana meydan okuyor."

Sürekli bana karşı kaybettiği için çaylağını geliştiriyordu.


Böylelikle Fulya’nın kazanmasını sağlayarak bana karşı ilk za­
ferini alacaktı. Benden daha iyi bir eğitmen olduğunu kanıtla­
maya kararlıydı. “Böyle bir şeye izin vermezsin, değil mi?” Beni
düşündüren Parsa karşı kaybetmem değildi, en büyük sorun

Scanned with CamScanner


274 YARAUSAR-II

Fulya ve Sedef(i. İkisinin arasındaki düşmanlık düşündüğüm­


den daha hızlı ilerliyordu. Ever, Pars ve ben de birbirimizden
nefret ederdik ama ikimiz de teşkilatın gözde ajanları olduğy.
muz için duracağımız yeri biliyorduk, özel duygularımız uh
işimizin önüne geçmezdi. Çoğu konuda benden yardım aldığı
da oluyordu ve aynı şekilde birçok defa hayatımı kurtarmıştı.
Aramızdaki sözlere dayalı sürtüşme hiçbir zaman görevlerimi-
zi etkilememişti. Ancak kızlar fazlasıyla toy ve nefret doluydu,
ikisi de sının aşmaya meyilliydi, özellikle Fulya o sınırı çoktan
aşmışken, Sedef i de peşinden çekmesi an meselesiydi.

"Pars neden hâlâ Fulyayı burada tutuyor? Fulya, Feride nin


dolaylı yoldan katili, bunu bana sen söyledin. Fulya nın seri
katille işbirliği yaptığını söyledin ve bana bir kanıt bile sun­
madığın halde sana inanmayı seçtim. Neden onu tutuklayıp
sorgulamıyoruz? Kodese göndermek için neyi bekliyoruz? Bu
kız fazlasıyla tehlikeli." Evet, Fulya nın ormanda sebep olduğu
şeyleri herkesten önce fark etmiştim. Lâkin bir süre daha ap­
talı oynayarak olaylara seyirci kalmalıydım. Böyle bir zaman­
da yapılacak en küçük bir hata işime gelmezdi. Pars* a kalsaydı,
çoktan çaylağından kurtulurdu ama bunu yapmasına ben izin
vermedim. Yarasalar son olanlardan sonra fazlasıyla gergindi ve
Fulya nın şimdi tutuklanması onları psikolojik olarak etkileye­
bilirdi. İçlerinden birini tutuklamak diğerlerinin bizden daha
fâzla korkmasına neden olabilirdi. Onları bekleyen bir katil var­
ken Yarasaların tesisten ayrılmalarını göze alamazdım. Fulya bir
süre daha burada kalmaya devam edecekti ve bu dava kapanın­
ca hak ettiği cezayı alacaktı.

“Ortalığı karıştırmadığı sürece bir süre daha burada kalabi­


lir, Atalay. Daha sonra yaptığı şeyin hesabını bize değil, yakı­
ya verecek." Yaktığım sigaramdan büyük bir nefes alırken yine
aklıma Sedef gelmişti. Sedefi çemberin dışında tutmanın bir
yolunu bulmalıydım. Oyundaki en önemli taşlardan biriyken
bu nasıl olacaktı, bilmiyordum.

Beni dönüştürdüğü bu adamdan nefret ediyorum.

te
MARAL ATMACA 275

“Sence neden hiç sesi çıkmıyor?" Kimden bahsettiğini bili­


yordum. Bu suskunluğu beni de tedirgin ediyordu. Yarasaları
kaçırıp onlarla küçük bir oyun oynadıktan sonra kayıplara ka­
rışmıştı. “Kokumun aynısını bulacak kadar yakınımızda, Ata-
hy." Parmaklarımın arasındaki sigaradan bir nefes alarak ona
doğru döndüm. “Sedefin kafasını karıştıracak kadar içimizde."
Bekliyordu! Neyi beklediğini bilmiyordum ama tekrar saldır­
mak için bir şeyleri bekliyordu. Ansızın fark ettiğim şeylerle
kendime kızdım. Bunu daha önce nasıl anlayamadım! Beklediği
şey benim Sedefe olan duygularımın farkına varmamdı. Kendi
zaafının benim de zaafım olmasını beklemişti! Durumu eşitle­
yerek Sedefi bana karşı korudu çünkü ona zarar vermeyecek
kadar ona bağlanmamı bekliyordu.

“Siz ikiniz yine ne işler karıştırıyorsunuz?” Parsın sesi beni


Sedeften uzaklaştırınca, başımı kaldırdım ve Fulya ile ikisini
karşımda buldum.

Gözlerimle Fulyayı gösterip, “Çaylağından bahsediyorduk,"


dedim. “Çok iyi gidiyor.” Fulyanın gözleri o gereksiz kibirle
ışıldayınca, Pars çaylağına olan tahammülsüzlüğünü gizlemeye
çalışarak güldü. “Senin çaylağının aksine öyle.” Rahat bir şekil­
de sigaramı içerek onu cevapsız bıraktım çünkü bu sözler öyle­
sine söylenmişti. Son olanlardan sonra başta Pars olmak üzere
onun ekibi de çocuklar konusunda yaptıkları hataları anladılar.
Aramızdaki sorunları çocuklara yansıttıkları için çocuklar da
haliyle eğitmenlerini örnek alıyordu. Ve böyle olunca diğer gru­
ba karşı cephe alıyorlardı. En büyük kanıtı ise kaçırılınca bir­
lik olmak yerine ayrılmalarıydı. Ancak çocukların aralarındaki
düşmanlığı sadece Pars ve takımına yüklemem doğru değildi.
Onların arasındaki sorun geçmişe dayandığı için eğitmenler ol­
masaydı bile yine değişen bir şey olmazdı.

“Seninle biraz konuşalım,” dediğimde, Atalay mesajı aldığı


için Fulya ile birlikte yanımızdan ayrıldı. “Neden hâlâ onu eği­
tiyorsun?” dedim. Kendi arkadaşını satan biri için zamanını boş
yere harcıyordu.

Scanned with CamScanner


276 YARALASAR -II

“Bundan zevk almıyorum/ dedi. Gözleriyle elimdeki s|p.


rap gösterince çakmakla birlikte sigara paketini ona uzattım.
“Sonuçta hâlâ tehdit altında, benim işim onu her şekilde eğit,
mek ve korumak.” Bir dal sigara alıp yaktıktan sonra çakma!
sigara paketini geri uzattı. “Burada kalması hata çünkü Fc-
ride’ye yaptığı gibi diğer çocuklara da zarar verebilir." Bunun
farkmdaydım, tekrarı olmasın diye Fulya yı yakından izletiyor­
dum.

“Eğer buna tekrar kalkışırsa...” Başımı çevirerek ona baktım.


“Bitir işini,” dedim. Onu bırakıp tesise doğru yürürken ikinci
bir hataya ne Pars ne de ben göz yumardık.

“örgütteki şu köstebek... Ondan hâlâ bir ses çıkmadı mı.’"


dediğinde adım atmayı bırakıp alay ederek ona döndüm. “Ken­
di görevin hakkında benden yardım mı istiyorsun?” Bana olan
tahammülsüzlüğü yüzünden okunurken sakin kalmak adına
kendisini zorladığını görüyordum. “Yardım edecek misin, onu
söyle?" Tabii ki yardım edeceğim. Pars ile aramızdaki sorunlar
dan dolayı görevlerinde başarısız olmasını istemiyorum. Her biri­
mizin başarısızlığı birçok masum insanın hayatına sebep olabilir.

“Gereken cevapları Michaefdan alırsın,” dediğimde bu onu


kızdırmak için yeterli olmuştu. Bana olan sinirli bakışlan gün
içinde ilk kez keyfimi yerine getirdi. “Neden şaşırıyorum ki?
Her şeyi kontrolün altında tutmak senin en büyük hastalığın,"
dedi. Onun için önceden araştırma yaptığıma daha fazla mutlu
olamazdı. Hem de suratımı dağıtmayı isteyecek kadar.

Yoluma devam edeceğim esnada aklıma gelenlerle yeniden


ona döndüm. “Sepetinde çürük bir elma var, Pars. Onu benim
için bul.” Yüzü o kadar hızlı bir şekilde değişmişti ki bunun için
onu yadırgamadım. Aynı ihaneti benim ekibimden biri yap­
saydı, daha kötüsünü hissedeceğimi biliyordum. Yıllardır sın
sına vuruştuğu arkadaşlarından biri sadece bize değil, birliğe
de ihanet ediyordu. Ekip lideri olarak onu bulup konuşturmak
Pars'm işiydi. Her ne kadar ondan hoşlanmıyor olsam da onun
yerine bunu yapamazdım. Bu, onu herkesin önünde rencide
MARAL ATMACA 277 I
etmek olurdu. Haini bularak cezalandırmak onun hakkıydı. Bu
I
ona acı verse de tereddütsüz yapacaktı. İşinde profesyonel oldu­
ı
ğu için bu konuda ona olan güvenim sonsuzdu.

“Böyle düşünmeni sağlayan sebep ne?” İçindeki endişeye


rağmen ondan beklediğim gibi hızlı bir şekilde kendisini topar­
lamıştı. “Şüphelerim var diyelim. Umarım yanılan ben olurum
ama sen yine de araştır. Bir şeyler bulursan kimseye yansıtma­
dan bana gel." Onu kendi sorunlarıyla bırakarak yoluma devam
ettim. Ne yazık ki bu ilk kez yaşadığımız bir şey değildi. Na­
diren de olsa aramızda mutlaka hainler çıkıyordu. Tıpkı yıllar
önceki eğitmenim gibi. Daha fazla güç ve mevki çoğu kişiyi
yolundan saptırabilirdi.

Gözlerimi karanlığa açtığımda son günlerde her gece gör­


düğüm kâbuslardan birini yeniden görmüştüm. Etkisinden
kurtulamıyordum. Uzanıp gece lambasını yaktım ve ellerimle
şakaklarıma baskı uyguladım. “Neden beni rahat bırakmıyor­
sun?"

^Şendeki Alazı almadan tutmam o eli. ” diyen sesi kulakla­


rımda yankılanınca ter içinde nefes aldım. “Bendeki her şeyi
almış gibisin zaten!” Gidişi karabasan gibi hayatıma çökmüştü
ve beni kahrediyordu. Nereye gitmişti?

Onun gibi düşünmeye çalıştım ancak kızdaki çılgın düşün­


me kabiliyeti kimsede yoktu, öyle biri benden kaçmak için
nereye gidebilirdi? Babasına gitmezdi çünkü ilk oraya bakaca­
ğımı bilirdi. Annesine ise hiç gitmezdi, hatta ona gitmek yerine
ölmeyi yeğlerdi. Daha önce yaşadığı mahalleye ve o sokaklara
ise hiç gitmemişti. Sedef Sarmaşık zeki ve hafife alınmayacak
biriydi. Gittiği yer her neredeyse kesinlikle aklıma gelmeyecek
bir yer seçmiş olmalıydı. Aniden beynimdeki şimşekler çakınca
tüm bedenim buz kesti. “Beni aptal yerine koymuş olamazsın!"
Onu hep uzaklarda arayacağımı bildiği için ya yakınımda sakla­
nıyorsa?

Scanned with CamScanner


278 YARALASAR-II
Onu aramayacağım tek yer bana ait olan yen yani çiftlik!

Yatıktan aceleyle indiğimde beni oyuna getirdiği için ona


deli gibi kızgındım. Hissettiğim öfkeye rağmen dudaklarımdan
çıkan kahkahaya engel olamadım. Benden kaçmak için beni^
evime gidecek kadar deli bir kadjnla başım büyük beladaydı
Böyle uçuk bir planı ondan başkası yapamazdı. Açıkçası benî
alt etmesi hoşuma gitmiş olmalı ki uzun zaman sonra dudakla,
rımdaki gülümsemeye engel olamadım.

SedefSarmaşık'ı hafife almakla büyük hata etmişim.

Yankı
“Daha kahvaltı bile etmeden sabahın köründe beni bura,
ya getirdiğine inanamıyorum!” Eğer biraz daha bağırırsa yemin
ederim engellifalan dinlemeyeceğim, onu şu büyük göle atacağım.
Bir aydır onu öldürmemiş olmam benim açımdan iyi bir şeydi.

“ömrümü yedin, Aslı!” Oturduğum yerdeki otları hırsla ko­


parmaya başladım. “İki dakika sus anık! Ne güzel, seni günejin
doğuşunu izlemeye getirdim." Ne var yani hiç uykum gelmiyor
diye her sabah saat altıda onunla buraya geliyorsam? Hem sa­
yemde temiz hava alıyordu nankör.

“Sen güneşten nefret edersin.” Ne diyebilirim ki? Şu bir ayda


beni fazlasıyla iyi tanımıştı.

“Gölü izlemek diyecektim.”

“Sudan daha fazla nefret edersin.”

“Ağaçlar fena değil.”

“Hepsinin yakılmasını istediğine göre onlardan da nefret


ediyorsun.”

“Yerdeki otları ve bitkileri sevdim.”

“Nefretle kopardığın şu bitkileri ve otları mı diyorsun?'


MARAL ATMACA 279

"Allah senin de belanı versin, Aslı!” diyerek yolduğum odan


kafasına fırlatınca gülerek ayaklarını gösterdi. “Zaten vermiş."
Eskiden kendisine acırdı ama şu bir ayda ona acısıyla dalga geç­
meyi öğretmem iyi bir şeydi. En azından artık sürekli sızlanıp
sakat olduğunu söylemiyordu.

Saçlarımı uçuşturan rüzgâr, etrafımdaki sık ağaçların ara­


sında cıvıldayan kuşlarla bütünleşince yüzümü buruşturdum.
"Şaka bir yana, bu güzel doğadan bile nefret ediyorsun,” diyerek
yüzünü kapatan saçlarını çektiğinde gözleri durgun bir karan­
lığa büründü. “Bu kadar nefreti içine nasıl sığdırabiliyorsun?”
Bunu gerçekten merak etmesi garipti. Aslı benim hakkımdaki
şeyleri kolay kolay sorgulayan biri değildi.

“Beni güçlü kılıyor.” Yerdeki çakıl taşlarını toplayıp göle


doğru yürüdüm. “Güzel olan her şey o kadar ulaşılmaz ki onlar­
dan nefret etmek daha kolay.” Taşlardan birini göle fırlattığım­
da çıkan ses ve taşın düştüğü yerde oluşan çember şeklindeki
dalgalanma beni gülümsetti.

“Peki, en büyük nefretin kime veya neye?” diye sordu. Ken-


dimeydi ve yaşamak zorunda bırakıldığım hayata.

Ona cevap vermeyince başka bir soru yöneltti. “Sevdiğin bir


şey veya biri oldu mu, Yankı?” Ona sırtımı döndüğüm için bu­
ğulanan gözlerimi görmemesi iyi bir şeydi. Kuzey vardı. Evet,
ağabeyim gibi sevdiğim o serseri vardı. Sonra Efe ve diğerleri de
vardı. Hepsini ne çok özlemiştim. Biri daha vardı, görmek için
deli olduğum ama görmemek için kaçtığım biri daha vardı.

0 da beni özlüyor mudur?

O gün izimi kaybettirmeyi başardığımda yanımda hiç para


olmayınca nereye gideceğimi bilememiştim. Onun beni arama­
yacağı bir yere gitmeliydim ve aklıma gelen tek yer burası ol­
muştu. Eğer düşmanından kaçacaksan seni aramayacağı tek yer
kendi evi olurdu, ben de bu taktiği uygulamıştım. İşe yaramıştı
da çünkü bir aydır izimi bulamamıştı. Üstelik çiftliktekileri sıkı
sıkı tembihlediğim için arayıp yerimi ona söylemediler. Mutlu

Scanned with CamScanner


280 YARALASAR-II

olmalıydım, değil mi? Sonunda ondan kurtulduğum için mı


lu olmalıydım. Ama kalbim onu sayıklarken ben mutlu olan:
yordum. Bu ona biçtiğim cezaydı çünkü bensizlik, banayapd
şeylerin kefaretiydi. O zaman neden canı yanan bendim? Bas
bir horlanmaydı benimki, değil mi? O halde neden deli gj(
onu özlüyordum?

Onun gibi kalpsiz birine tutuiduysam Allah benim de belam,


versin.

İnşallah bensiz bir güzel sürünüyordur o soysuz.

“Yankı, gidelim mi anık? Babaannem sadece bir saat dedi


ama üç saattir buradayız,” dedi. Boş avuçlarıma baktığımda
dalgınlıkla tüm taşları göle atmış olduğumu yeni fark ettim.
“Tamam," diye yanıtladım. Ona doğru dönerek yanına gittim
ve sandalyesinin arkasına geçerek onu itmeye başladım.

Gölden uzaklaşmaya başladığımızda her ikimiz de sırılsık­


lam olmuştuk. Az önce göldeki suları Aslı ya atıp onu ıslatırken
ayağım takılınca suya düşmüştüm ve ben de ıslanmıştım. İki­
mizin ıslanmasının suçlusu Aslı ydı çünkü beni kızdırdığı için
onu ıslatmaya karar vermiştim. Aslı’mn tekerlekli sandalyesini
iterek yürürken, çalılardan ses gelince durduk. Aslı korku için­
de bana bakarken ne yapacağımı bilmiyordum. Burada yalnız
olduğumuzu sanıyordum. İkimiz de gözlerimizi çalılara dikmiş,
hiç kıpırdamıyorduk. Önce hırlamayı andıran sesler duyduk vr
hemen ardından çalıların arkasından bir köpek çıktı. Aslı ürke­
rek, “Yankı,” diye kısık sesle konuştu. İrice bir köpekti ve bize
doğru hırlayarak gelişi pek dost canlısı gibi gelmemişti.

“Sakin ol, Aslı,” dedim fakat ben de çok korkuyordum. Kö­


pek sivri dişlerini gösterip hırlayarak bize yaklaşırken korkma­
mamız imkânsızdı. Eğer yalnız olsaydım, hemen kaçabilirdim
fakat yalnız değildim ve Aslı yürüyemiyordu.

Gözlerimi köpekten ayırmadan bir çıkış yolu arıyordum.


Avına usul usul yaklaşan bir canavar gibiydi ve Aslı varken sa­
vunmasız durumdaydım. Küçük adımlarla Aslı'nm önüne ge-
MARAL ATMACA 281

çerek tıpkı bir kalkan gibi ona siper oldum. Bir köpeğe karşı
pnsım var mıydı, emin değildim ancak Aslı bana emanetti ve
onu korumalıydım. Aslı arkamda, "Korkuyorum, Yanla "dedi.
Ben de ondan farklı bir durumda değildim.

Köpek aramızdaki son birkaç adımı kapatmak üzereyken,


çok yakınımızdan gelen silah seslerini duyduk. Silah sesleri kö­
peği korkutup kaçırmıştı. Giden köpeğin arkasından bakarken
rahat bir nefes aldım. “Gi-gitti," diyen Aslının sesi korkudan
ağlamaklı çıkmıştı.

Köpek gitmişti ancak duyduğumuz adım sesleri az önce al­


dığımız nefesi boğazımızda bırakmıştı. "Biri geliyor," dedim
etrafımı kontrol ederek. Kahretsin, bu yer gittikçe ürkütücü
olmaya başlamıştı!

Bu sefer de aynı korkuyla gelen kişiyi beklemeye başlamışuk


Gözlerimizi adım seslerinin geldiği yöne çevirmiştik Saniyeler
içinde ağaçların arasından İshak çıkınca ikinci kez rahat bir ne­
fes aldık "Bizi korkuttun," dedim elimi göğsüme bastırarak

İshak’ın elindeki silahı görünce az önce ateş eden kişinin o


olduğunu anladım. İçimden bir ses bizi köpekten kurtarmak
için havaya ateş ettiğini söylüyordu. Silahı beline takarken,
"Korkmanız da gerekiyor," dedi.

Aslı onu görünce az önceki korkak halinden hemen sıyrıldı.


"Neden?" diye sordu. Başını kaldırıp alay edercesine ona ba­
kıyordu. "Bir köpekten daha tehlikeli olduğunu mu söylüyor­
sun?" Bu kızın İshak ile ne alıp vermediği vardı? Tamam, onun
evine gittiğimizde bizi çok kızdırdı ama Aslı da özellikle onu
kızdırmaya çalışıyor gibiydi.

İshak’ın gözleri onu bulunca fark ettim ki aynı alaycılık şim­


di onda da vardı. “Evet," dedi gözlerini Aslıdan ayırmadan.
"Bir köpekten daha tehlikeliyim." Kaşlarını usulca yukarı kal­
dırdı. “Sana bunu kanıtlamamı ister misin» Sipahi’nin yeğeni?”

diye konuştu.

Scanned with CamScanner


2H2 YARALASAR-ll

Hissettiğim gerginlik yüzünden hemen söze karıştım. “fien-


ce buna hiç gerek yok, Turşu Surat," dedim. “Biz de zaten p.
diyorduk."

Kaşlarını çatarak bana döndü. “Turşu Surat mı?" diye hu.


zursuzluk içinde sorunca Aslı güldü. "Yankı, insanlara lakap
takmaya bayılır." Abartılı bir şekilde baştan aşağı İshak’ı süzdü
ve gözleri onun yüzünde durdu. "Sürekli surat astığını düşü­
nürsek bence sana uygun bir isim bulmuş olabilir," deyince çıl­
dırmak üzere olduğumu fark ettim. Ben bir an önce gitmenin
derdin dey i m fakat bu kız bela peşindeydi.

İshak ona kibirli bakışlar atarken, “Demek kişiye uygun


isimler buluyor, öyle mi?” dedi meydan okuyarak. “Peki, sana
hangi ismi buldu? Hadsiz, ukala veya süpürgesiz cadı mı? Bun­
lardan hangisi?" dediğinde gülmeye başladım ama Aslı bu söz­
lere sinirlenmişti. Bence süpürgesiz cadı fena değildi.

“Her neyse...” diyen adam ikimize baktı. “Buralar iki kadın


için güvenli değil. Başınızı daha fazla belaya sokmak istemiyor­
sanız bir daha kadın başınıza bu kadar uzağa gelmeyin," deyip
geldiği yöne doğru yürüdü. Sinirlerimi bozmayı başarmıştı. Ne
demek kadın başınıza?
Kadın başmaymış! Eski kafalı mağara adamı!
Aslı başını çevirip giden adamın arkasında iç çekerek ona
bakınca güldüm. “Bence iyi bir hikâye olmazdı.” Yine ne diyor­
sun dcrcesine bana dönünce gülüşüm büyüdü. “Bir an onunla
evlendiğinizi düşündüm de...” diyerek kıkırdadığımda onu si­
nirlendirmeye başladığımı fark ettim.

“Bilirsin işte, çocuğunuz falan olmuş ve İshak’a, 'Baba,


annem ile nasıl tanıştınız?* diye soruyor ve tabii o da, 'Anneni
görünce kalbimden vuruldum evladım»*diyor. Tabii, çocuk asıl
meseleyi bilmediği için ellerini çenesinin altında birleştirerek,
'Ayy çok romantik,'diyor. Turşu Surat ise kaşlarını çatıp, 'Nemi
romantik, geri zekâlı! Annen elindeki silahla beni gerçekten kal­
bimden vurdu!' diyor ve zavallı çocuk şoke oluyor.” Aklıma bu
Y MARAL ATMACA

sahne gelince ben gülmemi durduramazken Aslı nın utançtan


283

rengi kıpkırmızı olmuştu.

Kesinlikle unutulmayacak bir ilk karşılafmalan var.

Onu daha fazla utandırmak istesem de ikimiz de ıslanmıştık


ve soğuktan donmak üzereydik. Daha fazla oyalanmadan çiftli­
ğe doğru yola çıktık. Göl fazla uzakta olmadığı için yirmi daki­
ka içinde çiftliğe gelmiştik. “Aman Allah’ım!” Elindeki budama
makasını yere atan Kemal amca, bizi görünce koşarak yanımıza
geldi. “Size ne oldu, kızlar?” Korkudan rengi atan adama te­
bessüm ettim. Başımıza gelenleri anlatsam bile inanmazdı. Az
kalsın bir köpeğin saldırısına uğruyorduk.

“Hanımım!” Daha biz bu yaşlı adama cevap vermeden te­


laşla öyle bir bağırdı ki kısa süre sonra ev halkı koşarak dışarı
çıkmıştı.

Arkasında çalışanlarla bize doğru gelen babaanne gözlerini


irice açtı. “Neden ıslaksınız?” Keyfimizden değil herhalde.

“Sıkıldık da biraz gölde yüzelim dedik, babaanne,” dedim.

“Bu havada mı? Aslı bu halde nasıl yüzebilir? Hem sen de


daha önce yüzme bilmediğini söylememiş miydin?” Yaşına rağ­
men çok keskin bir hafızası vardı. Düşündüğü gibi göle girme­
miştik. Sadece sıkıntıdan ikimizi de ıslatmıştım.

“Aslı yüzünden ben bu haldeyim, Firavun un Kızı ve emin


ol, çok da güzel yüzüyormuş,” diye homurdandığımda soğuk­
tan titremeden duramıyordum. Onun yüzünden yanna kalma­
dan hasta olacağımı hissediyordum. Et o da beni kızdırmasaydı
ulanmak zorunda kalmazdık.

“içeri geçin hemen.” Babaanneye başımı salladığım esnada


çiftliğe giren arabayı görünce nefes alamadım. Bu araba kahret­
sin ki ona aitti!

Bu adam peşimi bırakmayacak.

Scanned with CamScanner


284 YARA1^SAR-II

"Sattınız mı beni!" diye alınarak mırıldandığımda onlarda


en az benim kadar şaşkın görünüyorlardı.
Soluğum boğazıma tıkandı. Bahçede duran siyah arabanın
kapısı açılınca her şey benim için durmuştu. Sabah güneşinin
ışıltısı uzun saçlarına düşerken, kâinat ayaklarının bastığı yere
diz çökmüş gibiydi. Elinin tersiyle arabanın kapısını sertçe ka­
panı. Olağanüstü görünüşü beni benden alıyordu. Bacaklarını
saran siyah kot pantolonu ve üzerine giydiği beyaz tişörtünün
uyumunun onu çok karizmatik gösterdiği acı bir gerçekti. Göz­
lerindeki siyah güneş gözlükleri bende onu çıkarıp gözlerine
bakma istediği yaratırken, kulağındaki siyah kablosuz kulaklık
onu tam anlamıyla bir ajan olarak gösteriyordu. Her adımıyla
yoğun bir özgüven ve yenilmez bir güç saçılıyordu sanki. Lanet
giresice adam, üzerimdeki etkisinin farkında olarak güneş göz­
lüklerini çıkartınca beni yoğun bakışlarının hedefine aldı. Şu
bir aytn özlemi yüzünden mi yoksa bu adam her geçen gün daha
yakıçıklt mı oluyor, bilmiyorum ama kalbim göğsüme sığmıyor. Bir
erkek nasıl olurdu da bu kadar akla zarar olurdu? İşte Alaz Al­
tuğ Sipahi bunun en büyük kanıtıydı.
Bana doğru geliyordu.

Ve içte sonum olan adam tam karçımda!

Aramızda sadece bir adım bırakarak durunca diğerleri sus­


muş, ikimizi izliyordu. Ne ben ne de o başka bir yere bakı­
yorduk. Sanki bakışlarımız ile birbirimize meydan okuyorduk.
“Şimdi nereye kaçacaksın, Sedef Sarmaşık?" Boğuk çıkan sesine
ve gözlerinde gördüğüm o yoğun duyguya inanmak istemedim.
Ancak öyle bir bakıyordu ki gözleri büyük bir tutku ve özlem
doluydu.
Bana kaçacak yer mi yok canım?

Başımı kaldırıp yüzüne dikkatli bir şekilde bakınca kalbimin


sesini duyacak diye korktum, “özlemiş gibisiniz," dedim alay
ederek. Dudağının bir tarafı tembelce yukarı doğru kıvrıldı ve
gülümsedi. “Gibisi az kalır kadın... özledim." İstemsiz bir şe-
MARAL ATMACA 28$

Julde tebessüm ettim. Şu bir ayda gerçekten bensizlik canına


tak etmiş gibiydi.

Tam da görmeyi beklediğim bir sahne çünkü artık benimle


oyun oynanmayacağını bir güzel anlamıştır.

Beni izlerken başını sallayınca bir konuda pes etmiş gibi bir
tavrı olduğunu düşündüm. “Sen kazandın,” dedi ve elini ikinci
kez bana uzattı. “Şu bir ayda kendinle beraber bendeki Alazı
da aldın. Şimdi tut elimi ve benden aldıklarını geri ver." Sitem-
kâr sesi içimi yakıp kavurdu çünkü beni istiyordu ve benimle
birlikte ondan aldığım benliğini istiyordu. Alaz Altuğ Sipahi,
bugün bana karşı aldığı ilk mağlubiyetiyle tam karşımdaydı.

Bu eli bir kere tutarsam geri dönüşüm olmaz. Bir daha ne ben
onu bırakırım ne de o beni bırakır.

“Sedef..? İsmim dudaklarından yalvarırcasına çıktı. “Ken­


dim olarak geldim sana. Görmek istediğin adam olarak geldim.
Yalansız ve oyunsuz, sadece ben olarak geldim. Anık kaçma
benden ve tut elimi? Gözleri böylesine içtenlikle bakarken ona
hayır demek imkânsız geliyordu, özellikle samimi çıkan sesi
daha önce hiç duymadığım bir şefkatin kollarına itiyordu beni.

Sonum olacak bu adam. Sonum olacak ve beni yakacak. Ama


yanacaksam yangınım o olsun istiyorum.

Soluğunu tutarak benden cevap beklerken elinin içine bı­


raktım titreyen elimi. Kısık bir sesle. “Ben yanarsam seni de
yakarım ve bil diye söylüyorum, ben dediğimi yaparım? dedi­
ğimde avuçlarının arasındaki elimi Öyle bir sıktı ki kaçmamdan
korkarcasına yaptı bunu. Bu sıcak eller beni bir daha bırakma­
yacak gibi sahiplenmişti.

Yüzünde rahatlamayla karışık bir tebessüm oluştuğunda, hiç


vakit kaybetmeden beni göğsüne çekti ve kollarını sımsıkı bana
sardı. “Merak etme, ne tür bir kaçık olduğunu bildiğim için
buna ikinci kez cesaret edemem? Burnunu saçlarıma gömerek
kokumu uzun uzun içine çekince kollarımı boynuna sardım.

Scanned with CamScanner


286 YARALASAR ■ II

İlk kez bir adam tarafından sevilmek istedim. Onun tarafından


çok sevilmek istedim çünkü avuçlarına bıraktığım elim değil,
aslında kalbimdi. Şimdi ya yaralarımı saracaktı ya da daha fazla
kanatacaktı. Seçimi ona bıraktım çünkü artık kalbimi avuçla-
nnda tutuyordu.
Sıkıyorsa kanatsın, onu buna pişman ederim!
T

Kendimden beklenmeyecek bir karar vermiş ve Buzdağı’na


evet demiştim. Doğru mu yaptım yoksa yanlış mı, onu zaman
gösterecekti. Ne diyeyim, Allah utandırmasın. Evet, Alaz için
hâlâ tereddütlerim vardı fakat bana karşı dürüst olduğunu gör­
müşken ona daha fazla direnemezdim. Ben de bir insandım
sonuçta ve göğsümde taşıdığım kalbimi daha fazla görmezden
gelemezdim. Ayrıca ona verdiğim bu şansı da ziyan ederse başı­
na gelecekleri iyi biliyordu. Ben asla bir kalp kırıklığı yüzünden
gözyaşı döküp yas tutan biri olamazdım. En kötüsünü yapsın
vc beni bir kadınla aldatsın diyelim. Ağlayıp hayıflanmak yeri­
ne ben de gider onu aldatırdım. Evet, böyle bir akıl hastasıydım
işte. Çektiğim acı kadar çektirir ve yandığım kadar yakardım.
Yaşadığım her şeyle intikam ateşini ellerimde tutar ve beni ya­
kan herkesi o ateşte yakmasını iyi bilirdim. Bir kere gözümü
kararttım mı kendi sonumu getirme pahasına herkesin sonu
olurdum. Yani öyle erkektir, her hain yapabilir yok bende. Safaş­
kımı içime gömerek başıma gelen her şeyi sineye çekeyim kafasında
delilim Bir erkek yapıyorsa o kadın daha beterini yapmalıydı
ona bence. Diğer kadınları bilmem ama Yankı Sarmaşık’ın ya­
pacaklarının bir sınırı olamazdı. Çünkü kendimi tanıyordum;
deliydim ben ve yapardım.

Çiftliktekilerin tüm itirazlarına rağmen üzerimi değiştir­


dikten sonra kahvaltıyı yapınca yola çıkmıştık. Ben doğrudan
tesise gideceğimizi düşünürken, Alaz bana hiçbir açıklama yap­
madan elimden tutarak beni bir hastaneye getirmişti. İçeri gir-

Scanned with CamScanner


2M YARALASAR-II

diğimizde ne ara doktordan randevu aldığını bile bilmiyordum.


Kendimi bir göz doktorunun karşısında bulmuştum. Bir lûrû
ışıklı cihazdan geçen gözlerim yaşardığı için her an isyan etmek
üzereydim. Nihayet yaşlı doktorun odasına geçince Alaz ayak*
ta dikilirken sabırsız bir ses tonuyla, “Gözlerin durumu nasıl?'
diye sordu.

Masasında oturan doktor elindeki sonuçları göstererek te­


bessüm etti. “1 ile 10 derece arası miyop, 1 ile 7 derece arası
hipermetrop. Astigmat rahatsızlığı olan hastalarımıza lazer te­
davisi uygulayabiliyoruz. Sedef Hanımdın göz kornea tabakası
ince olmadığı için ameliyatta herhangi bir sıkıntı olacağını san­
mıyorum," dedi. Ameliyat lafını duyunca istemsiz bir şekilde
gerildim. Beklenmedik bir ameliyat istemiyordum.

Allah aşkına, benim burada ne işim var?

“Ameliyat olamam," diyerek hemen karşı çıktım. “Gözlen­


me uygun bir lens işimi görür.” Evet, son zamanlarda aksiyon-
lu geçen hayatım yüzünden gözlükler bana sorun çıkarıyordu.
Ancak bunun için lensleri düşünebilirdim, ameliyat olmazdı.

“Bu kalıcı bir çözüm değil.” Beni ikna etmeye yemin etmij
gibi görünen doktor, masasından bana doğru eğildi. “Tekno­
loji artık çok gelişti. Sadece yirmi dakikalık küçük bir operas­
yonla sizi lensten ve gözlükten kurtarabiliriz. Emin olun, lazer
tedavisiyle gözlükler ve lensler olmadan daha iyi görebilirsiniz.
Yirmi dakikalık bir işlemden sonra iki saat gibi bir süre gözlem
altında tutulduktan sonra taburcu olabilirsiniz. Sadece bir gün
boyunca gözlerinizde hafif bir sulanma ve kaşıntı olacaktır. Bu­
nun dışında bir sorun yaşayacağınızı sanmıyorum.” Tamam, iyi
konuşuyordu ama o yirmi dakikalık işlemde narkoz beni etkile­
mediği için canımın ne kadar yanacağını tahmin edemiyordu.

“Sabah konuştuğumuz gibi her şey hazır mı?" Alaz ın söyle­


dikleri yine beni kızdırdı. Bana sormadan bunu ayarlamış ola­
maz. Doktor, “Evet, gönderdiğiniz hastane raporları incelendi.
Sedef Hanım’ın herhangi bir rahatsızlığı yok. Eğer o da isterse
yarım saat sonra ameliyata başlayabiliriz,” dediğinde oturdu­
ğum yerden öfkeyle ayağa kalktım ve bu kuralcı adamın karşısı-
ı —k.

J
MARAL ATMACA 299

nı dikildim. “Benim onayımı bile almadan raporlarımı buraya


getirmiş olamazsın!" Daha önce Mutluyla yaşananlardan dolayı
geçici bir körlük yaşamıştım. Bu yüzden gözlerime birçok test
yapmışlardı. Bu zorba adam ise daha çiftliğe gelmeden raporla­
rımı buraya göndermiş ve ameliyat için hazırlıkları başlatmıştı!
üstelik bana sormadan bu kararı vermişti.

Adam kafasına eseni sorgusuz sualsiz yapan bir deli!

Alaz, “Bize biraz müsaade eder misiniz?" dedi. Doktor ba­


şını sallayarak dışarı çıkınca yavaşça bana doğru döndü. "Sana
sorsaydım kabul edecek miydin?" Yine yapıyordu! Yine kendi
bildiğini uygulayıp bunun için izin bile almıyordu.

“Hayır." O lanet yüzüne yumruğumu geçirmemek için ken­


dimi zor tutuyordum. “Şimdi de hayır diyorum. Bir daha be­
nim adıma karar verme." Ona daha bu sabah evet demiştim
ama öğleye kendimi bir hastanede bulmuştum!

“Sakin olacak mısın artık?” Şu ruhsuz halleri yemin ederim


bende öfkeden çığlık atma isteğini çoğaltıyordu. “Bunu senin
için yaptığımı neden anlamıyorsun?" Elleri omuzlarımı kavra­
dığında ona küfretmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Peşinde biri var Sedef. Hadi onu da geçtim, sen teşkilatın bir
üyesi olma yolundasın. Bir tehlike esnasında gözlüklerinin ol­
madığını düşün. Evet, onlar olmadan da dövüşebiliyorsun ama
yönünü nasıl bulacaksın?” Beni ikna etmek için kullandığı yu­
muşak ses tonu şu anda kesinlikle işe yaramıyordu. Söyledikle­
rinde haklı bile olsa bu emrivaki tavrı onun dediğini yapacağım
anlamına gelmiyordu. O ameliyata uyanık bir halde girecek
olan kendisi değildi tabii.

“Mantıklı düşün.” İnadımı kırmak için üzerime eğildi. “Sen


sadece sıradan bir çaylak değilsin artık. Altı kişilik bir ekibin var
ve onları hayatta tutmak istiyorsan seni engelleyen tüm kusur­
larından kurtulmalısın.” Ameliyatta çekeceğim acıyı düşünür­
ken o aptallar umurumda bile değildi. Herkes kendi bacağından
asılır, bir zahmet baksınlar başlarının çaresine. Ben mi dedim li­
der olarak beni seçin diye! Daha kendime hayrım yokken benim
neyime liderlik!

Scanned with CamScanner


290 VARALASAR-II
Geriye çekilerek onun temasından kurtuldum. “İlaçlar
fayda etmiyor ama!" Ellerim yumruk olmuş bir şekilde bağırt
ğımda gülümsedi. “Ameliyat esnasında uyanık olman gereltiyi f
Sedef. Bu bir lazer tedavisi ve gözlerin açık olmalı. Anestezi
damla ile gözlerinin hareketlerini kısıtlayacaklar.”

“Anestezi beni uyutmuyorken o damla nasıl gözlerime et£j


edecek?" Bu küçük ayrıntıyı da düşünmüş olmalı ki yeniden
bana yaklaşarak tebessüm etti. “Doktor işinin ehli biri ve bu
sorundan ona önceden bahsederek raporlarını gönderdim. Göz
ve bedenin işlevi tek bir doğrultuda hareket etmediği için dam­
lanın işe yarayacağını söylemeseydi şimdi burada olmazdık."
Çenemi tutarak başımı kaldırdı. “Sadece yirmi dakikalık küçük
bir operasyon, Sedef. Söz veriyorum, hiç acı hissetmeyeceksin."
Bu iş gittikçe aklıma yatmaya başladığı için bu sefer itiraz et­
medim. Bu can sıkıcı gözlüklerden gerçekten kurtulabilir miyim!
Onları her kaybettiğimde başıma gelenleri hatırlayınca, bunun
kendi iyiliğim için olduğunu sonunda anladım.

“Tamam.” Kabul ettiğimde kafamın arkasında tutarak ba­


şımı göğsüne çekti. Saçlarımın tepesine dudaklarını bastırınca I
tebessüm ederek kollarımı ona sardım. “Canım yanana bunun I
hesabını sorarım.” Beni sımsıkı sararken çenesini başıma yasla­
yıp güldü. “Bunu yapacağına olan inancım tam, huysuz kadın."

Her şey söylediği gibi olmuştu, hatta düşündüğümden daha


kolay olmuştu. Üzerimdeki kıyafetleri bile çıkarmam istenme­
di benden. Tek yaptığım saçlarımı toplayarak plastik boneyi
takmaktı. Ameliyathaneye girince baş kısmında lazer cihazının
olduğu sedyeye sırtüstü uzandım. Doktorum yukarı bakmamı
söyleyince büyük cihaza doğru başımı dik bir pozisyonda kal­
dırdım. Hemen yan tarafta bilgisayar vardı ve kafamın üstünde­
ki kocaman lazer cihazının kamerası gözlerimi bilgisayara yan­
sıtıyordu. önlüğünü ve eldivenlerini takan doktor, tıpkı benim
gibi kafasına bir bone takmış bir halde yanıma geldi. Her iki
gözüme anestetik damlayı sıktı. “Lazer cihazına bakın, Sedef
Hanım.” Gözlerim kaskatı kesilmeden önce dediğini yaptım.

1 I
MARAL ATMACA 291

Yukarı bakınca doktor cihazın dürbünü andıran merceklerini


gözlerimin hizasına ayarladı. Evet, nihayet banlıyorduk

Operasyon başarılı geçmişti ve bir hemşirenin yardımıyla


odaya alınmıştım. Yaklaşık beş saat odada hemşirelerin gözeti­
mi altında kaldım. Bu süreçte Alaz hep yanımdaydı. Gözlerime
sıktıkları damla etkisini kaybedince gözlerim sulanmaya başla­
mıştı. Lâkin telaşlanmadım çünkü bunun olağan bir şey oldu­
ğunu söylemişlerdi. Sorunsuz bir şekilde hastaneden çıkmayı
başarmıştık. Hava sıcak olmasına rağmen Alaz arabanın cam­
larını açmama izin vermemişti. Küçük bir esintinin bile göz­
lerimi çok fazla sulandıracağından bahsedip durmuştu. Ne za­
man elim gözlerime gitse bana engel olmuş ve onları kaşımama
izin vermemişti. Tesise geldiğimizde arabadan inmeden hemen
önce bana güneş gözlüklerini taktı. Yarına kadar her türlü toz
ihtimaline karşı gözlükleri çıkarmamam gerektiği konusunda
ısrarcı olmuştu.
Kimseye görünmeme izin vermeyen Alaz, doğruca beni oda­
ma çıkardı. Gündüz olmasına rağmen dinlenmem gerektiğini
söyleyince itiraz etmedim. Bir süre sonra zaten gözlerim kapan­
mış ve kendimi uykuda bulmuştum. Uyurgezerliğim tutarsa ve
gözlerime hasar verirsem diye endişelenmişti. Ben tüm gün ve
tüm gece deliksiz bir uyku sürerken Alaz, ertesi sabaha kadar
gözlerini dahi kırpmadan odamdaki koltukta nöbet tutmuştu.
Sabah uyandığımda hâlâ koltukta oturuyor ve hiç sitem etmek­
sizin beni izliyordu. Gözlerim için belirlenen tehlikeli süreyi
geride bırakmış olmalıyız ki hiçbir şey söylemeden yanıma gel­
mişti. Saçlarımı yüzümden çekmiş ve alnıma küçük bir öpücük
kondurarak kendi odasına geçmişti.
Birbirine yapışan kirpiklerimi kırpıştırarak yataktan çıktı­
ğımda bile hâlâ gözlerim kaşınıyor ve sulanıyordu. Birkaç gün
bunun böyle devam edeceğini bildiğim için korkmadım. Hızlı
bir şekilde üzerimi değiştirerek kendimle olan işimi bitirmiş­
tim. Gözlerimin nasıl göründüğünü merak ettiğim için aynanın
karşısına geçtim. Her an ağlayacakmışım gibi buğulu gözüken

Scanned with CamScanner


292 YARALASAR - II

mavi gözlerimin akında hafif kızarıklık vardı. Bunun dışındı


gözlüksüz ilk kez gördüğüm yansımamı uzun uzun izlemekten
kendimi alamadım. Numaralı gözlükler yüzünden daha iri gö­
rünen gözlerim» şimdi çok daha güzel görünüyordu. Bir gözlük
insanı nasıl olduğundan daha çirkin gösterirdi? İşte bunu fimdi
daha iyi anlıyordum. Gözlükler olmadan gerçekten daha farklı
vebence gözalıcıydım.
Odamdan çıkarak asansöre bindim ve kısa sürede 3.kaca in­
dim. Koridordaki insanların arasından geçerek yemekhaneye
girdim. Kahvaltı saati olduğu için herkes buradaydı. Benden
önce gelen eğitmenim kendi masasında sigarasını içerken» san­
ki varlığımı hissetmiş gibi başını kaldırdı ve göz göze geldik
Ameliyat yüzünden mi bilinmez ama baktığı ilk şey gözlerim
olmuştu. Büyük bir hayranlıkla beni izleyip bana göz kırpınca
gülümsedim. Gözlerimin dumandan rahatsız olacağını dükün­
müş olmalı ki sigarasını söndürdü ve açık camları kontrol etti.
Bu adam son olanlardan sonra fazla sevilesi olmuştu.
Çocuklardan beni ilk fark eden Efe olmuştu. Ayağa kalka­
rak, “Yankı!” diye bağırdığında herkesin gözleri beni buldu.
“Efe Can?” Gülerek ona doğru bir adım atmıştım ki Kuzey kaş­
larını çatarak onu kolundan çekip oturtunca afalladım.
Bu da neydi fimdi?

“Neler oluyor?” Kafim karışmış bir şekilde onların masa­


sına doğru yürürken, Naz’ın söyledikleriyle durmak zorunda
kaldım. “Hiç zahmet etme demek oluyor çünkü bu masada sanı
yer yok!” diye bağıran kızın sözlerine bir anlam veremedim. Bu
yine ne saçmalıyor?

“Bana masa mı yok, aptal!” diyerek elimle etraftaki masaları


gösterdim. “Ben bu tavrınızın nedenini öğrenmek istiyorum."
Hakan alay edercesine güldü. Bunlara ne olduğunu bilmi­
yordum ama garip davranıyorlardı. “Gerçekten mi? Hâlâ anla­
madın mı?” Allah'ım çıldıracağım! Söylemezlerse nasıl anlayaca­
ğım? Bildiğim kadarıyla henüz zihin okuyamıyorum.
MARALATMACA 293

“Şunu anlatacak mısınız artık?" Herkes bizi izliyordu ve ben,

•‘Uzatma, kızım,” diyen Yiğit’in sesi fazlasıyla mesafeli çı­


lanca ne kaçırdığımı sorgulamaya bajladım. “Her fırsatta bizi
bırakıp giden birinin aramızda yeri yok.” Başta anlayamadım
ama daha sonra onları bırakıp bir ay boyunca dönmediğim için
bana kızgın olduklarını fark ettim.

"Ne yapacaktım?” En az onlar kadar sinirli olduğum için


hiç düşünmeden konuşmak gibi bir hata yaptım. “Pardon da
kendi hayatımı yalamak varken sizin babınızı mı bekleyecek­
tim?” Hepsi kaklarını çatarak bana baksa da umursamadım.
Kızdığımda ağzıma geleni söylediğim için bunları bana söylet­
mek onların suçuydu.
“Sen asla değişmeyeceksin!” diyen Ecrin ayağa kalkarak üze­
rime yürüdüğünde yerimden hiç kıpırdamadım. “Biz hep senin
ilk gözden çıkardıkların olacağız.” Yanıma gelip beni sertçe it­
tiğinde kaşlarımı çattım. “İkinci defi bunu yaparsan...” Daha
sözlerim bitmeden yumruğunu karnıma geçirince bende şalter­
ler atmıştı. “Ne yapacaksın?” dedi yüzsüzce!
Şimdi görür ne yapacağımı!

Aramızdaki mesafeyi kapattığım gibi bana vurduğu elinin


bileğini tuttum. Tüm gücümle bileğini bükeceğim esnada, “Se­
def!” diye bağıran Efe’nin sesiyle, babımdan aşağıya kaynar sular
dökülmüş gibi hissettim. Şaşkınlık içinde sıktığım elin sahibine
bakıyordum. Allah kahretsin, ben ne halt ediyordum! “Bunu
gerçekten yapacaktın?” Ecrin in şaşkın yüzüne baktığımda en
az onun kadar afallamıştım. “Ben...” Az önce bana ne olduğunu
bilmediğim için söyleyecek bir şeyler bulamıyordum.
Onun bileğini kırmayı istedim!

Kuzey ile göz göze geldiğimizde yüzümde ne gördü, bilmi­


yordum ama dişlerinin arasından bir şeyler söyleyerek hemen
ayağa kalkmıştı. Her şey etrafımda dönerken yerimde sendele­
diğim esnada, “Kuzey, düşecek!" diyerek telaşa kapılan Yiğit m
sesini duydum ve Kuzey koşarak beni kollarının arasına almayı

Scanned with CamScanner


294 YARALASAR -11

başardı. “Geçti» güzelim,11 dedi. Saçlarımı okşayarak beni sa­


kinleştiren çocuğun söylediklerini neden anlamıyordum? Nc
geçmişti?

'Müdire anne, yapma!” diyen sesim kulağımda yankılandı.


'Müdire anne, çok acıyor!*

'Fulyanın elini yaktığın için bu cezayı hak ettin, Sedefi* Ful­


yanın elini ben yakmamıştım, nasıl yandığını bile hatırlamı­
yordum.

'Yemin ederim ben yapmadım. "

'Seni cezalandırmak istemiyorum, Sedef ama sen bencil bir


kızsın. “

'Değilim müdire anne! Ben kimseyi incitmedim.u

'Seni sevdiğimi biliyorsun, değil mi? Ama bunu hak ettin!"


Kadın, bileğimi tutup sertçe kıvırınca duyduğum acı yüzün­
den haykırdım. “Sedef, yapma!” Kuzey beni göğsüne bastırıp
ağlamaklı bir sesle yalvardı. “Gözünü seveyim, hatırlamaya ça­
lışma.” Farkında olmadan geçmişi hatırlayınca attığım çığlığı
buradaki herkes duymuştu.

Fulya yüzünden kim bilir daha ne gibi acılar yaşadım.

“Bileğimi kıracaktı...” Elimi tutarak Kuzey’e gösterdim.


“Müdire anne bileğimi kıracaktı, Kuzey,” dediğimde gözleri
doldu ve çaresizlik içinde başını salladı. Geçmişim fazla acı do­
luydu.

“Hakan?” Ağlayarak ismini fısıldadığımda, beni Kuzeyin


kollarından çekip aldı ve sımsıkı sarıldı. “Buradayım Sakar.
Hadi, gidelim kardeşim." Beni bırakmadan kapıya doğru çekiş­
tirince Alazın bakışlarına maruz kaldım. Gözlerindeki o yakıcı
öfke bana ve çocuklara değildi, kurtaramadığı geçmişim içindi.
Çünkü buradaki herkes bu garip tavrımın geçmişten kaynak­
landığını anlamıştı.
MARAL ATMACA 295

Fulyanın yüzündeki sırıtmaya bakılırsa o da geçmişte bana


yaşattığı o sahneyi hatırlamıştı, İkimizden biri yok olmadıkça
bu kıza olan nefretim dinmeyccckti!

Bahçeye çıkarak tesisten uzaklaşana kadar Hakan ile ikimiz


hiç konuşmamıştık. Yeterince uzaklaştığımızda acı çeken gözle­
rine baktım. “Beni asla affetme," diyerek hıçkırdığımda gözleri
dolarak kolumdan tuttuğu gibi beni göğsüne çekti. *Neo gün
ne de bugün... Ben sana hiç kızmadım.” Ona sarılarak içimde­
ki tüm zehri akıtmak istercesine ağladım. O gün müdire anne
Fulya yüzünden bileğimi neredeyse kıracak kadar bükmüştü
ve onu durduran kişi Hakan olmuştu. Yiğit ve Kuzey yatakha­
nedeydi ama Hakan koridorda yürürken çığlığımı duymuş ve
müdire annenin odasına dalmıştı. Henüz sekiz yaşlarındaydı sa­
nırım ama içeri girip müdire anneyi öyle bir itmişti ki kadın şa­
şırmıştı. Hemen sonrasında kadın, Hakan kendisinden geçene
kadar onu dövmüştü. Küçücük çocuk olduğunu umursamadan
ağzından kanlar gelene kadar onu dövmüştü. En acısı ise ben
bir köşeye çekilmiş, sadece ağlayarak izlemekle yetinmiştim. O
benim yüzümden acı çekerken ben sadece izlemiştim. İşte tam
o an müdire annenin haklı olduğunu anlamıştım. Ben bencil
biriydim ve o günden sonra bunu kendime hep hatırlattım. Ben
bencil biriyim ve sadece kendimi düşünürüm.
“Bize de yer var mı?” Hakan ile birbirimizden usulca ayrılın­
ca, Yarasaların peşimizden geldiğini gördüm. “Bu affedildiğim
anlamına mı geliyor?" Ağlamaklı çıkan sesimi duyup hepsi ko­
şarak üzerimize çullanınca gülmeye başladık. Evet, kocaman bir
çember şeklinde birbirimize sarılmıştık.

Bu aptalların hepsi geçmişim ve ben artık geçmişimden kaç­


mayacağım.
Başımı kaldırdığımda 2. katın terasında bizi izleyen Alaz ı ve
ekibini gördüm. Yoğun bakışlarını buradan bile hissediyordum.
Buket başını onun göğsüne yaslamıştı. Buket’e tebessüm ederek
kollarını ona doladı ve saçlarına bir öpücük kondurdu. Alaz ve
Buket, ben ve Kuzey gibiydi.

Scanned with CamScanner


296 YARALASAR - II

Bir ayda neler yaptığımla ilgili çocuklarla uzun uzun soh­


bet etmek iyi gelmişti. Akşam yemeğinden sonra hemen odama
çıkmak istemedim. Biraz temiz hava almak en doğal hakkım
diye düşündüm. Ancak en alt kata indiğimde Fulyanın kireç
gibi bir yüzle tesise girdiğini gördüm. Kollarını kendisine do­
layan kız ürkmüş gibi görünüyordu. Sürekli etrafına tedirgin
bakışlar atarak yürüyünce yüzümü buruşturdum. “Allah’ın sala­
ğı, gören de bahçede öcü gördü sanır,” diye homurdanarak ona
sırtımı döneceğim esnada aniden durdum. “Bu salak gerçekten
öcüyü görmüş olmasın?” Onun işbirlikçisi olma ihtimali oldu­
ğuna göre bu mümkündü.

Aceleyle asansöre doğru yürüyen kızın arkasından bağırdım.


“Şşt, yılan! Onun yüzünü gördün, değil mi?” diye alay ederek
konuştuğumda hemen arkasını dönünce göz göze geldik “Ne
saçmalıyorsun yine sen?” Açıkçası o ip gibi ince kaşlarını çat­
ması beni zerre kadar korkutmuyordu.

“Diyorum ki...” Cümlemi bilerek yarım bırakıp ona doğ­


ru yürüdüm, “öcü, Feride’yi satacak kadar ne vadetti sana?"
Sözlerim başta onu afallattı lâkin bana olan nefreti az önceki
korkusundan daha büyük olmalı ki hızla aramızdaki mesafeyi
kapattı. “Aranma!” diye tısladığında gülümsedim. “Aranıyorum
diyelim, ne yapacaksın?” diyerek iyice yaklaştım. “Hadi bana
haddimi bildirsene?” Evet, kaynıyorum çünkü bu kızı bir kaçık
suda boğmak isterken kendime hâkim olmam çok zor. Hadi bana
vur sinsi yt lan, vur ki yüzünü dağıtmam için bir sebebim olsun!
Dikkatli bir şekilde beni inceleyen kız, bana o kadar yaklaş­
tı ki neredeyse burunlarımız birbirine değecekti. “Neden artık
şu işi bitirmiyoruz?" Tehlikeyle parıldayan mavi gözleri bana
meydan okurken gülümsemem tüm yüzüme yayıldı. “Tadım,
her an dudaklarıma yapışacakmış gibi bana sokulmasın mı?
Yok yani, biri görüp yanlış anlar falan. Adımın seninle anıl­
ması intihar sebebim olur. Benden bu kadar kolay kurtulmak
istemezsin, değil mi?” Hiçbir şeyi ciddiye almayan karakterim
onu deli ediyordu. Neyse ki başını biraz geriye çekmişti aptal.
O kadar yakındık ki gerçekten hoş bir görüntü sunmuyorduk.
MARAL ATMACA 297
Sedef Sarmaşık asla geri adım atmayacağına göre bu iş ona dü­
rüyordu.

Gerçi dışarıdan bakan herkes her an birbirimize dalacağımı­


zı anlardı çünkü nefret dolu gözlerimiz bizim için bu işi hal­
lediyordu. Sabırsız bir sesle, “Eec?” dedi. Neden bahsettiğini
anlamadım. MCevap vermediğine göre meydan okumam seni
korkunu." En büyük zaafım kolay gaza gelen biri olmamdı ve
biri bana meydan okursa ucunda ölüm bile olsa ben girerdim
o kavgaya.

Bu yılan yokluğumda kendisini ne kadar geliştirmiş olabilir ki?


Bu maç her şekilde benimdi.

Fulya hâlâ benden cevap beklerken izlenil iyotmuşuz hissiyle


dolup taştım. Başımı çevirip etrafıma bakındığımda gerçekten
izlendiğimizi gördüm. Koridorda bu kadar kişinin varlığını na­
sıl fark etmedim, bilmiyordum. Belki de kendimi Fulyaya fazla
kaptırmıştım. Yarasalar, Çakallar ve her iki rakımın eğitmenleri
neredeyse etrafımızı çember şeklinde sarmışlardı. Fulya ve ben
ise bu çemberin tam ortasındaydık. Benim gibi Fulya da onla­
rı fark edince keyiflendi. “Ever paçavra, cevabın ne? Meydan
okumamı kabul ediyor musun?” Sırf onlar duysun diye bilerek
sesini yükseltmişti yılan.

Şimdi gıcıklığına hayır demek vardı ama karizmayı çizdir­


mek de olmazdı. Sonuçta benim de burada kendimce bir say­
gınlığım vardı. Kimi kandırıyordum ki? Burada kimse beni in­
san yerine koymuyordu!

Alaz ile göz göze geldiğimizde ilk kez o eşsiz güzellikteki göz­
lerinde endişeyi gördüm. Fakat bu endişesi kendi adına değildi.
Evet, benim içindi. Canımın yanacağından korkar gibiydi ve
gözleri âdeta bana yalvarıp kabul etme der gibi bakıyordu. İs­
temsiz bir şekilde kaşlarımı çattım. Fulya'nın benden daha iyi
olduğunu düşünüyor olamazdı, değil mi? Daha ilginç olansa
Kuzey de yapma derccsine gözleriyle beni uyarıyordu. Naz ve
Ecrin korkuyla nefesini tutmuş, Hakan ve Yiğit de aynı on­
lar gibi bakıyordu. En cesurları beni caydırmaya çalışırken hiç
ummadığım biri, yap şunu der gibi bakıyordu. Efe Can? Evet,

Scanned with CamScanner


29fi YARALASAR - II

Efe nin bakışlarında tereddüt veya endişe yoktu. Aksine kabul


etmezsem hayal kırıklığına uğrayacak gibi duruyordu. Etrafın-
daki kişileri kontrol eni ve kimsenin ona bakmadığını görünce
dudaklarını oynatıp, “Güven bana,” dedi. Efe'nin yabancısı ok
duğum bu gizemli hali bana garip gelse de ona göz kırptığımda
mesajı almıştı.
Fulya ya dönerek omuzlarımı dikleştirdim vc “Kabul ediyo­
rum/* dedim. Fulya ve takımı gülerken, başta Alaz olmak özere
benim destekçilerim sinirlenmişti. Allah aşkına, bunların som-
nu ne! Ak taraf küçük bir dövüş. Ne kadar zor olabilir kil Eğer
kaybedersem Efeyi kimse elimden alamaz! Kabul ederken birazdı
onun gazına gelmiş olabilirim.

Fulya ve takımı şimdiden galibiyet nidalarıyla yanımızdan


ayrılırken, Ecrin sertçe kolumu sıktı. Bu kız neden herfinatta
beni tartaklıyor! “Sen gerçekten aptalsın, Sarmaşık!”

“Duramıyor!” Süslü bir ayağını yere vurup çocuk gibi te­


pinmeye başladı. “Bu kız iki dakika rahat duramıyor!” Hakkını
yiyemem, o ayakkabılarla Söyleşine tepinmek her yiğidin harcı
değildi.
Yiğit de benimle aynı şeyleri düşünüyor olmalı ki onun
ayaklarına bakıp sırıttı. “Kız Nazile, o şeylerle biraz daha kedi
görmüş yavru köpek gibi tepinirsen bileğini burkacaksın.” Naz
onun yaptığı benzetmeyi duyup gözlerini irice açarken biz ço­
cuklara bunu izlemek düşmüştü.
Hakan gülerek, “Köpek görmüş kedi diyecektin sanırım!”
dediğinde başını olumsuz anlamda sallayıp beni gösterdi. “Kedi
orada, Süslü de ne zaman onu görse bir şekilde tepindiğine göre
yavru köpek de o oluyor.” Ben ona ters ters bakıp somurturken
diğerlerinin keyfine diyecek yoktu. Resmen adım Kedi olarak
kalmıştı. İşin ironik kısmı kedilerden nefret ediyor olmamdı.
“Sen bana köpek mi dedin?” diyen Süslü’nün jetonu anlaşı­
lan benimkinden geç düşüyordu. Yiğit, “Hayır,” deyip gülerek
Kuzey in arkasına saklandı. “Yavru köpek dedim.” Naz yine çıl­
dırmış gibi bağırınca çantasından biber gazını çıkardı. Kuzey
MARAL ATMACA 299

başına gelecekleri anlamış olmalı ki, “Sakın!” diye onu uyardı.


Fakat Naz elindeki şeyi Yiğit’e doğru sıktı ve Yiğit uyanıklık
yapıp Kuzey in arkasına saklanınca, Kuzeyin gözleri yandı.
Yanan gözlerini ovuşturan Kuzey, “öldün kızım sen!" diye
gürlediğinde Naz, korkuyla elindeki biber gazını Ecrinin eline
tutuşturdu ve Ecrin i ona doğru gelen Kuzcy’in önüne itti. Bu
Yiğit ve Naz gerçekten çok uyumlu bir çift çünkü ikisi de çok uya-
ntk!

Kuzey yanan gözlerini açamadığı için Naz’ın olduğu tarafa


birkaç adım atmıştı ki kollarına itilen kızı Naz sandı. “Şimdi
nereye kaçacaksın?” Boğazından hırlar gibi bir ses çıkartarak
Ecrinin kolunu sertçe sıkınca, zavallı kız hâlâ düştüğü duru­
mun şokundaydı. Daha kötüsü ise Kuzey gözleri kapalı olduğu
için onu Naz sanıyordu.
Ecrin canı yanmış olmalı ki kendisini kurtarmaya çalışıyor*
dıı. Kuzey onun kolunu daha sert sıkınca inledi. “Seni uyarmış*
tim, değil mi?” deyince Ecrin hiç konuşmadı. Elini kaldırıp Ku­
zeyin kapalı gözlerine dokununca yutkunan çocuk kimsenin
dikkatinden kaçmamıştı. Naz kırk yılın başında bir işe yaradı.
Ecrinin parmakları onun acısını almak ister gibi göz ka­
paklarının üzerinde gezindi. Kuzey yerinde kaskatı kesilirken,
Ecrin sanki bizim burada olduğumuzu unutmuş gibi aşk dolu
gözlerle Kuzeyi izliyordu. Daha sonra hepimizi afallatacak bir
şey yaptı. Parmak uçlarında yükseldi ve dudaklarını Kuzeyin
kapalı gözlerine ürkekçe değdirdi. “Yok artık!diye fısıldayan
Hakan'ı durduran kişi, onları sırıtarak izleyen Yiğit olmuştu.
Anlaşılan herkes gibi o da devamını merak ediyordu.
Bir süre ikisi birbirinin nefes alışlarını dinledikten sonra Ec­
rin usulca ondan uzaklaştı. Kuzey gözlerini yavaşça açtığında
siyah gözleri kızarsa da eskisi gibi canı acımıyor gibiydi. En son
Nazı kollarında tuttuğunu sanıyordu ama şimdi karşısında Ec­
rini bulmak onu şaşırtmamıştı. Belki de Ecrinin ve Nazın ko­
kusunu birbirinden ayırt etmeyi başarmıştı. “Bir daha...” dedi

Scanned with CamScanner


300 YARALASAR-ll

ve Ecrine dikkatlice bakarken duraksadı. ‘Sakın gözlerimden


öpme!" diye uyardıktan sonra Ecrin in kırgın gözlerine bakım,
dan yanından geçip gitmişti.
Ecrin in yaşadığı üzüntüyü görmemek imkânsızdı. Kız her
an ağlayabilirdi. Gülerek, “Hey, Korci i!" dedim ve ağlamaklı
yüzüne baktım. “O serserinin bazı batıl inançları var ve bunla/,
dan biri de senin az önce yaptığın şeyle ilgili. Kuzey e göre biri-
ni gözlerinden öpmek ayrılık getirirmiş. Yani sana veda etmek
istemediği için kızdı." Kuzeyi en iyi ben tanırdım. O serserinin
sert görünüşünün akında yatan gizli gerçekleri benden iyi kim-
se bilemezdi.
Başta onunla dalga geçiyorum diye düşündü ama bana inan-
mayı seçmiş olmalı İd üzgün halinden çok çabuk sıyrıldı. “Cid-
di misin?" Ciddiydim.
“Çocukken ben zorla onu gözlerinden öperdim ve ayrıkça-
ğız diye korkar, bana hep kızardı. En son onu kızdırmak için
yine gözlerinden öptüm.” Derin bir iç çektim. “Ve birkaç hafta
sonra yurttan kaçarak onu bıraktım." Söylediklerim onu rahat­
latmak için değildi çünkü Kuzey gerçekten böyle şeylere ina­
nıyordu. Sorsanız asla kabul etmezdi ama onu iyi ranıyordum,
özellikle onu gözlerinden öptükten sonra ayrıldığımız için bu
inancına körü körüne bağlandı.
Eğer böyle şeylere azıcık inansaydım, sırf sonsuza kadar ay­
rılalım diye gider öcüyü gözlerinden öperdim.
Tamam, bu iğrenç.

“Nereye gidiyoruz, Ahmet?”


“Dövüş sahasına. Sakın kaçmayı düşünme çünkü eğitme­
ninin kesin emri var,” diye gülerek beni uyardı. Ona ters ters
baktım. Çam ağaçlarının arasından geçmeye başladık. Sabahın
dokuzunda yine ne eğitimi bu?

Açık alana çıkınca halatlarla çevrili ringin hemen yanında


duran eğitmenleri ve karşılarındaki çaylakları gördüm. “Ne i{-
MARAL ATMACA JO!

[er dönüyor burada ajan?" diye sordum. Herkesin ciddi tavrı


arkaya dönüp kaçma isteğimi pekiştirdi.
"öğrenirsin birazdan."
“Ben sana küstüm Ahmetçiğim," dediğimde durup bana
baktı. “Niye?" diye sordu. Ellerimle gözlerimi gösterdim. “Ar­
tık gözlük takmıyorum ama bunu hiç fark etmedin." Sadece
o değil, kimse fark etmemişti ve bu çok onur kırıcıydı! Neden
kimse bana iltifat etmiyordu ki!
Dikkatli bir şekilde gözlerime bakan adam, “Haklısın, hiç
fark etmemiştim," deyince dirseğimi karın boşluğuna geçirdim.
“Bir dahaki sefere fark edersin artık!” diye homurdandığımda
susmak zorunda kalmıştı. Güzel gözlerimi çirkin gösteren o
gözlüklerden kurtulmuş olmamı herkes fark etmeliydi.
Nihayet kalabalığın yanına geldiğimizde herkes geç kaldı­
ğım için sitemliydi. “Assolistler hep en son gelir sözünü hiç duy­
madınız mı?” dediğimde Yosun kıkırdarken diğerleri anık beni
görmezden gelmeyi öğrenmişti. Onları umursamadan ben de
kendi eğitmenimin karşısına geçtim. Dakik biri sayılırdım as­
lında. Sadece onlar buluşma yerine hep erken geliyorlardı.
“Herkes geldiğine göre artık başlayalım.” Takımın sözcüsü
olan Simay konuşmaya başladı. “Bugün bu gördüğünüz ringde
dövüşeceksiniz fakat birbirinizle değil, biz eğitmenlerle. Hepi­
nizin ne kadar yol katettiğini böylece daha iyi anlayabiliriz. Ra­
kiplerinizi siz seçeceksiniz ve kendi eğitmenleriniz dışında her
eğitmeni seçebilirsiniz.” Al işte! İki gün rahat bir uyku çektim ya.
illa onu burnumdan getirsinler

Elimi kaldırarak söze karıştım. “Neden kendi eğitmenleri­


mizle dövüşemiyoruz?” Alazın yaramaz bakışları beni buldu ve
dudakları usulca kıvrıldı ve “Çaylağımla olan bir müsabakada
hiç şansım yok," dedi. Arsız bakışları dudaklarımda oyalanınca
tenimi basan ateş yutkunmamı sağladı. Bu pislik herkesin içinde
böyle aç gözlerle bana bakmayı kesse iyi olur.

“Haklısınız.” Onun tutkulu bakışlarına alay ederek karşılık


verdim. “Allah korusun, elimde falan kalırsınız. Sonra başım

Scanned with CamScanner


302 YARALASAR -11

belaya girsin istemiyorum,” diye övündüğümde başını geriye


atarak güldü vicdansızın oğlu. “Beni bu kadar düşünmen gu.
rurumu okşadı çaylak. Elinde kalmayı isterdim.” Sesindeki 0
kinayeyi umarım sadece ben anlamışımdır. Bu adam gittikçe
haylaz biri olmaya başladı.

Dişlerimin arasından tıslarcasına, “Biraz daha böyle devanı


ederseniz olacak olan bu, sevgili eğitmenim,” dediğimde tek
kaşını yukan kaldırdı. “Cümlendeki dokuzuncu kelimenin so­
nuna "m" harfini getirmeyi dene,” dedi. Ne demek istediğini
anlamamıştım. Yine sayılara olan takıntısını devreye sokmuş­
tu. Az önce kurduğum cümlenin tüm kelimelerini saymıştım.
Dokuzuncu kelime,“sevgili” kelimesiydi. O kelimenin sonuna
“m" eklediğimde ise ortaya, “sevgilim" sözcüğü çıkıyordu. N<>
Doğru mu anladım? Başımı kaldırdığımda gülümseyerek bana
baktı ve yerin dibine girdim. Bu pislik ilk günden böyle yaparsa
yakında herkes aramızdaki şeyi anlayacaktı! Neyseki diğerleri
kurduğum son cümleyi kaçırdıkları için ne konuştuğumuzu
anlamamışlardı.

Başımı dikleştirip meydan okumasına aynı şekilde karşılık


verdim. “A-L-L-A-H B-E-L-A-N-I V-E-R-S-l-N.” Her harfi
tek tek söyleyerek sırıttım. “Hepsini birleştirince ne demek iste­
diğimi anlarsınız.” O çoktan birleştirmiş olmalı ki dudaklarına
sevimli bir gülümseme yerleşti. “Kız her şekilde bela okumakta
çığır açmış,” diyerek gülen Atalay’a bakılırsa herkes ne demek
istediğimi anlamıştı.

“Evet, artık başlayalım mı?” Pars ikimizin çekişmesinden


sıkılmış gibi araya girmekte gecikmemişti. “Sırasıyla herkes ra*
kibini seçsin. Kendi eğitmeninizi seçemezsiniz dedik çünkü...”
Alaza imayla baktı. “Bazıları kendi çaylağına zarar vermekten
çekinecek kadar amatör.” Alaz onu zerre kadar umursamadı.
Zaten buradaki herkes Alazın işinde ne kadar profesyonel ol*
duğunu bildiği için bu sözlere aldırmadı bile. Ben bu adamın
canımı çıkartana kadar beni çalıştırdığı günleri biliyordum. O
mu bana zarar vermekten çekinecekti? Söz konusu eğitim olun*
ca bu adam durmak bilmiyordu.

h
MARAL ATMACA 303

Bana bakan Fulya sırıttı ve “Altuğ’u seçiyorum," dedi. Ak­


lından geçenleri tahmin etmek çok kolaydı. Dövüş esnasında
onunla bol bol flört ederek aklınca beni kıskandıracaktı. Zerre
kadar umurumda değildi. Gözlerimin önünde öpüşseler bile
bir erkek için bir kıza kafayı takacak biri değildim. Onunla
olan düşmanlığımın sebebi Alaz değildi, geçmişti ve süregelen
yanlışlarıydı. Fulya, bana rakip olacak kadar önemsediğim biri
hiçbir zaman olamayacaktı.

Kuzey gülerek, “Pars'ı seçiyorum," dedi. Ekip olarak Pars tan


nefret ettiğimiz için Kuzey onu seçmişti.

“Yosun.” Şafak ürkekçe buradaki en nahif eğitmeni seçti.


Yosun onu fazla hırpalamayacağını göstermek için tebessüm
ederek ona göz kırptı.

Herkes rakibini difine göre seçiyordu.

“Kızıl bende.” Ecrin ise Esad’ın silikonlu eğitmenini seçmiş­


ti. Kadının tehlikeli gülüşüne bakılırsa bu, yanlış bir seçimdi.
Keşke Simay ı seçseydi.

“Atalay.” Tunç» Yeşil Gözlü Yakışıklıyı seçti. Genelde seçim­


ler hep rakip takımın eğitmenleri yönünde oluyordu.

“Şu adını bilmediğim kel adamı seçtim,” diyen Yiğit’in söy­


ledikleri bizi güldürdü. Yiğit, Feride’nin iri kıyım eğitmenini
seçmişti.

“Yavuz.” Esad da Hakan’ın eğitmenini seçti ve Hakan,


“Nail,” diyerek Şafak’ın eğirmenini seçti. Çoğunun ismini yeni
öğreniyordum. Belki de bu, karşı takımdakilerin ismini hiç me­
rak etmediğim içindi. Naz, diğer takımdan AraFın eğitmenini;
Araf, Michael’ı; Efe korktuğu için bir erkek yerine bizim takım­
dan Afrodit’i ve Halil kendi takımından birini seçince geriye
sadece ben kalmıştım.

Ben kimi seçeceğim fimdi? Geriye doğru düzgün adam kalmadı


ki? Pardon geriye hiç kadın eğitmen kalmadı. Herkes bana me­
rakla bakarken güldüm. “Benim için fark etmez, kim istiyorsa
o olsun rakibim. Nasıl olsa bu işin sonunda hepimiz bir hafta

Scanned with CamScanner


304 YA RA LA SAR - II

istirahate çekileceğiz.” Sonuçta rakiplerimiz eğitmenler olduğu


için her şekilde kaportada büyük hasar olacaktı.

“Ben dövüşeceğim onunla." Hemen arkamda yankılanan seı


sanki, “Kara Murat benim,” der gibi bir anda ortaya çıkmıştı.
Kara Murat o oluyorsa ben kim oluyordum? Hain Bizans mı?
Kendi saçma düşüncelerime kıkırdayarak başımı iki yanıma sal­
ladım. Şu aklımın bir sınırı yoktu.

Herkes rengi atmış bir şekilde arkama bakınca merak ederek


geriye doğru döndüm. “Şaka mı bu?” Daha önce bir kez gelen
Araçların burada ne işi olduğunu anlamadım. İçlerinden biri
benimle dövüşmek mi istedi? Peki hangisi? “Eee, hanginiz Kara
Murat?" Hepsi yine ne saçmalıyorsun der gibi bana bakıyordu.
Mizah anlayışları olmaması benim suçum değil

Siyah takım elbiseli adam öne çıkmıştı. Boynunda yarasa


dövmesi olan adamdı bu. Güneş gözlüklerinin altından artığı
yoğun bakışları beni tedirgin ediyordu. “Küçük ajanımıza yeni
görevini bildirmek için geldik," dedi. “Sanırım görevden önce
bu iş için uygun olup olmadığını bize kanıtlaması için küçük
bir müsabaka fena olmaz." Bu ses tonu bana bir yerlerden ta­
nıdık geliyordu ama nereden? Daha önce buraya infazımı dur­
durmak için gelmişti ve sesini hiç duymamıştım.

Hadi, çıkar şu lanet gözlükleri.

“Bu söz konusu değil.” Alaz sakin görünüyor olabilirdi ama


bu teklif sonrasında sakin kalamayacağını biliyordum. Daha
doğru düzgün eğirim bile almamışken ne görevinden bahsedi­
yordu bunlar?

“Neden?" Dövmeli adamın yanındaki kumral kişi konuştu.


“Yoksa onun bir ajan olmak için yeterli kriterlere sahip olma­
dığını mı düşünüyorsun?” Pars aradığı fırsatı bulmuş gibi sın­
arken, Alaz nasıl böyle soğuk ve sabırlı duruyordu, anlamıyor­
dum. Üstlerden biri bana açık açık meydan okuyordu, önce
Fulya, şimdi de bu! İki günde iki meydan okuma gerçekten
harika.1

M
MARAL ATMACA 305 /

"Sedefin eksikleri olduğu bir sır değil." Alaz gözlüklü adama |


doğru bir adım attı. “Çaylağım yerine benimle ringe çıkmaya (
ne deniniz?” Üstlerden birine meydan okuduğunda ekibindeki 1'
herkes yutkunmuştu. Başına ciddi bir bela almak üzereydi ve
bu, onu hiç korkutmuyordu.

"Neden seçimi ortağına bırakmıyoruz?” Gözlüklerinin altın-


daki delici bakışları beni bulmuştu. “Senin bu konudaki fikrin
ne? Yerine eğirmenini çıkarırsan bana uyar ancak karar verme­
den önce sonuçlarını iyi düşün." Gizli tehdidini anlamamak
için aptal olmak gerekiyordu. Benim yerime Alaz çıkana ve bu
adam kaybederse her ikimize de münasip bir ceza vereceğini
açıkça ima etmişti. Bu adamın benimle sorunu neydi?

Tehdidi duyduğunda yumruklarını sıkan Alaz, amiri oldu­


ğunu unutarak ona doğru bir adım atınca kolunu tutarak onu
durdurdum. “Kabul ediyorum." Hızlı bir şekilde bana doğru
dönünce, öfkeden kararan gözlerine bakmak beni korkuttuğu
için dövmeli adama döndüm. “Sizinle dövüşeceğim." En fâzla
ağzımı burnumu kırardı, hepsi bu. Fazla abartmaya gerek yoktu
bence. Hem diğer Yarasaların rakipleri de kolay lokma değildi.
Bugünün sonunda hepimiz hastanelik olmayı garanti aluna al­
mış bulunuyorduk.

Acaba uzun zamandır aksattığım oturma eylemime geri mi


dönsem? Yere bağdaş kurup oturan boğa rolüne bürünmeme az
kaldı.

“Güzel.” Adam siyah güneş gözlüklerini çıkartınca gördü­


ğüm o gözler soluğumu kesmişti. Bu mümkün değil! Yerim­
de sendelerken en büyük kâbusum olan gözlere bakıyordum.
Onunla ilgili her şeyi unutabilirdim, hem de her şeyi. Sesini»
boyunu, o arsız ve iğrenç gülüşünü unutabilirdim ama bu göz­
leri hiçbir güç bana unutturamazdı. O gece çocuk bedenimi
arzulayan bu gözleri nasıl unutabilirdim ki? Karanlık olabilir­
di ama ben karanlıkta bile bedenime göz diken bu kahrolası
gözleri görmüş ve zihnime kazımıştım. Gözleriyle beni soyan
ve kendi çirkin nefsine kurban seçen bu adamı unutamazdım!
Evet, bu oydu! Yıllar sonra tacizcim tam karşımdaydı. Uğruna

Scanned with CamScanner


306 YARALASAR-11

sekiz yıl ceza aldığım bu adam hangi yüzle bana bakm ..


Onu bir daha asla görmeyeceğimi düşünürken en büyük k'
sum nasıl karşımda durabilirdi? Tanımıyordu beni! Hayır ıU'
aşağılık gözler kim olduğumu biliyor gibi bakmıyordu. Sarh
ken haptım kararttığı kıza baktığını bilmiyordu bu cani?t
Bastığım toprak ayaklarımın akından kayarken başım dönüta.
ve kulaklarımda o sarsıcı uğultu çınlıyordu.

“Sen/ kimse duyamaz. ”

Tam şu esnada birileri canımın ne denli yandığını ve at


tığım sessiz çığlıkları duymalıydı. Duymalı İd beni karşımda
dikilen karanlığımdan kurtarsın. “Sedef?" Yüz ifademden ne
anlamıştı, bilmiyorum ama Alaz endişeyle bana bakıyordu.
“Titriyorsun..." Bedenimdeki güç çekilince dizlerim büküldü
ve yere düşeceğim esnada belimi kavradı. “Neyin var senin?*
Ona bakamıyordum çünkü gözlerimi karanlık adamın gözle­
rinden çekemiyordum. Sanki kriz geçirir gibi hem üşüyor hem
de su içinde kalacak kadar terliyordum. O geceki sesi hiç kesil­
miyordu. Bense kusmak üzereydim. İçinde bulunduğum sarsıcı
gerçek tokat misali yüzüme çarptı.

Bu tacizci ile mi dövüşecektim?


Korku... Eminim ki herkesin korktuğu bir şey vardır. Kü­
çük bir çocuğun yatağının alcında saklanan hayali canavarı dü­
şünün. Ya da birinin canından çok sevdiği birine karşı hissettiği
kaybetme korkusunu. En basitinden hasta yatağında Azrail’i
bekleyen birinin ölüm korkusunu düşünün. Şimdi de en büyük
korkunuzu hiç olmayacak bir zamanda karşınızda bulduğunuzu
düşünün. Ne hissederdiniz? Korkardınız, değil mi? En büyük
korkunuz sizi çok korkuturdu, değil mi? Ben de korkuyordum,
o kadar çok korkuyordum ki kendimi on dön yaşındaki savun­
masız bir çocuk olarak görecek kadar korkuyordum. Hep yap­
tığım gibi avaz avaz bağırmak istiyordum ama yapamıyordum
çünkü birileri anlar diye korkuyordum. Kimse bana inanmaz
diye korkuyordum. En önemlisi birileri bana inanır diye çok
korkuyordum. Biliyorum, çelişkideydim ama Kuzey inanırdı
bana, Yarasaların hepsi de inanırdı bana. Peki ya sonra? Onların
akimda şöyle bir sahne canlanacaktı: On dön yaşındaki küçük
bir kız yerde ve onun üzerine çıkıp kıyafederini parçalamaya
çalışan bir adam İşte beni asıl korkutan bu görüntüyü akılla­
rında canlandırmalarıydı. O adamın ellerini benim üzerimde
hayal etmeleri beni korkuttuğu kadar utandırıyordu da. Evet,
bu benim utancım değildi ama utanan taraf ben olduğuma göre
bu kimin umurundaydı.

Ben anda kendimden bile korkarken ne yapacağımı bilmi­


yorum.
308 YARALASAR ■ II

Daha beceri ise bu adamın bana meydan okumalıydı. Ona


vurmak için bile dokunamazdım, midem bu kadarına izin
vermiyordu. Onun da ikinci defa bana dokunmasına izin ver.
mekcense ölmeyi yeğlerdim. O halde ben ne yapacaktım? Eğer
yerime Alaz’ı çıkartırsam Alaz acımazdı. Şu anda bile beni kor­
kuttuğunu anladığı için amirine öldürecekmiş gibi bakarken
asla ona karşı kaybetmezdi. Fakat bu adam da kendinden düşük
rütbede olan birine karşı kaybederse rahat durmayacak birine
benziyordu. Her iki seçenek de birbirinden beterken ben ne
yapacaktım? Yankı böyle köşeye sıkışınca ne yapardı? Tabi ya!
Üçüncü bir seçenek bulur ve herkese onu kabul ettirirdi. Daha
önce bunu hep yapmıştım yine yapardım. Bana yaptığı her şe­
yin hesabını soracaktım ondan ama böyle değil herkesin içinde
hiç değil.

Alaz kolumu tuttuğu için derin bir nefes alıp ondan uzak­
laştım. Adama bakıp. “Konuşabilir miyiz?" diye sordum. Alaz
kaşlarını çattığında tacizci adama doğru isteksizce bir adım at-
um. “Yalnız," dedim.

Bu tavrımı anlamasa da başını sallayarak ağaçlara doğru yü­


rüdü. Peşinden gideceğim esnada Alaz kolumu sertçe kavradı.
Dişlerinin arasından öfkeyle, “Senin onunla konuşacak neyin
var?" dediğinde bu garip hallerimin onu şüphelendirdiğini an­
lamıştım. “Kolumu bırak!” diyerek onu uyardım. Şu anda öyle
bir ruh halindeyim ki hiçbir erkeğin dokunuşuna tahammül
edebileceğimi sanmıyordum.

“Sedef!” demişti ki, “Dokunma bana!" dedim. Kötü olduğu­


mu gören adam elini anında çekmişti lakın gözlerini kısarak bu
değişken ruh halimi çözmeye çalışıyordu. Hayır! O lanet zekâsı
bunu anlamamalıydı.

Yüzümü daha fazla incelemesin diye kaçamasına onun yanın­


dan uzaklaştım ve adamın peşinden gittim. Çok uzakta değil,
sadece diğerlerinin bizi duyamayacağı bir mesafede durmuştuk
ancak hepsi bizi gördüğü için merakla izliyordu. “Evet, konul­
mak istediğin konu ne?” diye sordu. Bana üstünlük taslama-
MARAL ATMACA 309
ya devam ettiği için tiksintiyle güldüm. “Beni ummadın mı?'
dedim. Aramızdaki üç adımlık mesafe bana güven veriyordu.
‘Dikkatli bak.” Yüzümdeki her an kusacakmış gibi duran ifa­
deyi silmeye çalışmadım çünkü gerçekten her an koşabilirdim.

Büyük bir dikkatle beni süzdükten sonra alay edercesine


güldü. "Tanımalı mıyım?” Yumruklarımı sıktığımda gülmek ve
çığlık atmak arasında sıkışıp kalmıştım. "Evet!” dedim. Beni
unutmak gibi bir lüksü yoktu. "Herkes beni unutabilir ama se­
nin beni unutmana izin vermem! Ben nasıl ki senin gibi ahlaksız
birini unutamıyorsam sen de beni unutamazsın!" Öfke içinde
kısık bir sesle konuştuğumda, bu tavrıma bir anlam veremediği
için bu sefer daha bir özenle yüzümü incelemeye koyuldu.

u Kimse seni duyamaz? O geceki sözlerini gözlerine bakarak


tekrarladım. “Hadi, bağır, kimse senin için gelmeyecek? Biranda
rengi attı, ben ise gülümsedim. "Evet, o çocuk benim. Hani
tecavüz etmeye kalkıştığın on dört yaşındaki çocuk! Hani se­
nin yüzünden ölen o küçük kız çocuğunun cezasının bedelini
ödeyen o zavallı benim. Gazetelerin üçüncü sayfalarında, ‘Cam
hırsız,* diye manşetleri süsleyen o kız benim!” Bazı şeyleri anım­
sadı. Gözlerini büyüterek rengi atmış bir şekilde defalarca beni
süzdüğüne göre bazı şeyleri hatırlamıştı. O geceyi tamamen
unutmaması iyi bir şeydi çünkü çok yakında bedel ödemesi
gerekecekti. Benim çektiğim cezanın aynısını hana çok daha
fazlasını çekmeliydi. Bunu kendim için istemiyordum, sebebi
olduğu Dilan için istiyordum.

"Şensin...” Bunu yeni (ark etmiş gibi şaşkınlıkla bana ba­


kıyordu. Şimdi bakışları bir yabancıya bakar gibi değildi. Te­
dirgindi. Hızlı bir şekilde diğerlerini kontrol eni, kimsenin bu
rezilliği bilmesini istemiyordu. "Sarhoştum.” Bana sunduğu tek
mazerete karşılık acı içinde güldüm ve "Ben değildim,” dedim.

Gözlerim dolduğunda elimle kendimi gösterdim. "Ben sar­


hoş değildim, anlıyor musun?” Bir adım daha geriye giderek
aramızdaki mesafeyi kendimce biraz daha açtım. "Ben, bana
yaşattığın her şeyi yıllarca hatırlayacak kadar kendimdeydim.”

Scanned with CamScanner


310 YARALASAR-II

Sırf diğerleri duymasın diye fısıldıyordum ve bu, bana acı ve­


riyordu. Oysaki avaz avaz bağırarak ona olan nefretimi hay­
kırmak istiyordum. Elimle gözlerini bizden ayırmayan ALu'ı
gösterdim. “Görüyorsun, değil mi? Seninle şu anda konuşu-
yor olmam bile onu deliniyor. Peki, sevgilisine tecavüz ermeye
kalkıştığını öğrenirse sana ne yapar?” Sertçe yutkunan adamın
gözlerinde oluşan o korku görülmeye değerdi. Alaz onu böyle
korkuttuğuna göre benim bile bilmediğim karanlık bir tarafi
olmalıydı.

“Ona söylemeyeceksin!” Aniden telaşa kapılarak üzerime


yürüdüğünde sıçrayarak geriye çekildim. “Kimse sana inanmaz,
senin sözüne karşı benim sözüm!” Ne bekliyordum ki? Pişman­
lık mı? Hayır, bu adam ne bana ne de onun yüzünden ölen o
küçük çocuğa yaptıklarından zerre kadar pişmanlık duymuyor­
du. Aksine utanmasa beni sen kışkırttın diyecek kadar anızdı.

“Bunu..." Sakinleşmek için derin bir nefes alırken kriz ge­


çirir gibi titriyordum. "Yanına bırakmayacağım. Şimdi topla
adamlarını ve defol git buradan. Senin gibi birinin bana do­
kunmasına tahammülüm yok. Alaz’a her şeyi anlatmamı iste­
miyorsan geri adım atarsın.” Cesaretimi toplayarak tam karşı­
sında durduğumda bana cesaret veren Alazın varlığı ve olası bir
tehlikede beni koruyacak olmasıydı. “Bir dahaki görüşmemizde
bu kadar sabırlı olmayacağım." Sözlerimi ciddiye almıyordu,
belki de ciddiye almadığı bendim. Yoksa dudaklarındaki o uka­
la sırıtma neden belirsin ki?

“Bana ne yapabilirsin ki?” dedi. Arsızlığını yansıtan gözleri


bedenimi süzdükçe koyulaşıyordu. “Yükseklerde gözü olan bir
fahişe, Altug’u parmağında oynatacak ne tür meziyetlere sahip,
merak enim.” Pişkin bir halde gülerek aramızdaki mesafeyi ka­
pattı. “Belki de o gece yarım bıraktığım işi ilk fırsatta tamam­
lamalıyım." Kan beynime sıçrarken hayatımda ilk kez öfkeyi
kelimenin her anlamıyla ruhumda hissediyordum. O gece bana
saldırdığında bile bu kadar öfkelendiğimi hatırlamıyordum.
Belki de o gece ve sonrasında suçu alkole atarak bu acımasızlığı
MARAL ATMACA 311

kendimce hafifletmeye çalışmıştım. Ancak şu anda sarhoş de­


ğildi vc yapaklarından zerre kadar pişmanlık duymadığını dile i
getiriyordu, işte bu da gözümü karartıp sağduyumu yitirmeme
sebep olmuştu.

Onun ölmesi gerekiyordu! Bana ve Dilan'a yaptıkları için


pişmanlık duymuyorsa yaşamayı hak etmiyordu! “Bunun için
pişman olmayacağım!" dedim öfke içinde. Gözlerim belindeki
silahı buldu. Onu alarak beynini dağıtmak için tam bir atakta
bulunacaktım ki son anda öfkemi kontrol altına aldım. Bunun
tek sebebi Alazın başına iş açmamaktı. Ben de bunun yerine
daha farklı bir şey yaptım. Hiç ummadığı için biranda hızlı bir
şekilde aramızdaki mesafeyi kapattım. Belindeki silahı alarak
geriye bile çekilmeden tüm gücümle bacak arasına dizimi geçir­
dim. Dudaklarından daha iniltisi çıkmadan hafif bükülmüştü
ki silahın kabzasını kafasına geçirdim. Âdeta hayvan gibi böğü-
rerek dizlerinin üzerine düşmüştü.

Onunla gelen tüm adamlar bana silah çekmişti. Şaşkınlığı


üzerinden çabuk atan Alazın daha eli silahına gitmeden hemen
buna müdahale enim. “Bu da ne demek?” diye sordum onlara.
Aptalı oynayarak her an tetiğe basmak üzere olan adamlara şaş­
kın gözlerle baktım. “Benim müsabakam onunla değil miydi?
Bir ajan sadece yeteneğiyle değil, zekâsıyla da en iyisi olmalı."
Ben masumum dercesine onlara bakıyordum. “Eğitmenimin
bana öğrettiği ilk şey, yeteneğimin yetersiz kaldığı yerde aklımı
devreye sokmamdı.” Elimle karşımda iki büklüm olmuş ve ka­
fasından şakaklarına doğru kan akan adamı gösterdim. “Onu
yenecek kadar eğitimim yoktu ve ben de konuşma bahanesiyle
onu buraya çağırdım. Durumu kendi lehime çevirdim, bir ajan­
dan beklediğiniz taktikler bunlar değil mi?" İçimdeki tiksinti­
ye rağmen gülmeye çalışarak bu aşağılık sapığa baktım. “Sizce
bunun için ceza almam gerekiyor mu?" diye sordum. Gözleri
ever dercesine ölüm tutkusuyla yanarken seğiren çenesiyle diş­
lerinin arasından, “Hayır!" dedi. Tebessüm ederek adamlarına
döndüm. “Gördüğünüz gibi ortada bir sorun yok, beyler." Al
tana üçüncü seçenek hayvan herifi

Scanned with CamScanner


312 YARALASAR ■ II

Alaz bana bakmıyordu. Bana bakmadığı gibi beni duymu­


yordu da. Onun kararan keskin bakışlarının hedefinde yeni
ayağa kalkmayı başaran sapık vardı. Ne bir şey söylüyordu ne
de en küçük bir hareket belirtisi gösteriyordu. Onu buz gibi
gözleriyle zihninde öldürerek binlerce parçaya bölüyordu. Evet,
her şeyi anlamıştı ruhumun şifası. Nasıl anlamasın ki? Onun
gibi eğitimli bir ajanın yetenekleri içinde mutlaka dudak oku­
mak da olmalıydı. Ya da karşımdaki adamı görünce verdiğim
tepkilerden ve onunla konuşurken takındığım mimiklerimden
anlamıştı. Gözlerimdeki o hep gördüğü dokunulma korkusun*
dan yine anlardı. Aksini düşünmek aptallık olurdu çünkü Alaz
Alnığ Sipahi, zekâsıyla koskoca tesisi kontrolü altına almışken
bunu kaçırmazdı. Bu yüzden tacizci adama bakarken gözlerinde
henüz yapmadığı kadiamların izleri vardı. Bu sebeple yumruk
yaptığı ellerini cebine saklamıştı. Hayır, diğerlerinden bunu
saklamasının sebebi konumunu düşünmesi değildi. Bu bakış­
larını tanıyordum, o çoktan tacizci adamın kaderini çizmiş ve
son noktayı koymuştu.

Karşımdaki şeref yoksunu adam kendisini tamamen topar­


layınca elimdeki silahı sertçe aldı. Bana yaklaşarak aramızdaki
son adımı kapattı. “Tekrar görüşeceğiz,” dedi kısık bir sesle.
Söyledikleri beni korkutmuyordu, beni korkutan şey gözlerinde
gördüğüm o karanlıktı. Bu yaptığımı yanıma bırakmayacaktı
ama beni öldürmek için elini çabuk tutmasını sağlayacak olan
asıl sebep, beni susturmayı istemesiydi. Bu skandali benimle
birlikte toprağa gömmeye kararlıydı.

Adamlarına doğru yürüyünce onlar gerçeği bilmediği için


çoktan silahlarını indirmişlerdi. Böyle zeki bir çaylağı en iyi
şekilde eğittiği için Alaz’ı tebrik ederek gitmişlerdi. Şu bahsi
geçen görevi daha sonra Alaz vasıtasıyla bana bildireceklerine
emindim. Onlar gidince diğerleri hâlâ az önce yaptığım şeyin
şokunu yaşıyordu. Nihayet buzdan gözleri beni bulan eğit­
menim, tesisi işaret ederek o tarafa yöneldi. Nasıl olsa az önce
dövüş sıramı savuşturduğum için onu takip ettim. Diğerleri
henüz başlamamıştı ama ben çok hızlı bir şekilde bundan kur­
tulmuştum.
MARAL ATMACA 313

Tesise girince ne bana baktı ne de benimle konuştu. Hata


asansöre binince bile benden yana hiç bakmadı. Üst kata çı­
karak odama girene kadar bu böyle devam etti. Kapıyı kapa­
tınca nihayet başını kaldırıp bana bakmıştı. Ben endişe içinde
ne söyleyeceğini beklerken yanıma geldi ve belimden tuttuğu
gibi beni göğsüne çekti. Tüm direncim kırıldı, hıçkırarak ağla­
dım. Bahçede o adamla olanları hatırladıkça daha fazla ağlama­
ya başladım. “Alaz oydu...” Zehrimi gözyaşları vasıtasıyla onun
göğsüne akıtırken geçmişte yaşadığım her şeyi yeniden hatır­
lamak neredeyse aklımı kaçırmama sebep olacaktı. “Bana..."
diyerek sustuğumda ensemi kavrayıp başımı göğsüne bastırır­
ken öfkeden gerilen bedeninin farkmdaydım. “Biliyorum güze­
lim” Korkularımı almak ister gibi saçlarımı şefkatle okşuyordu.
“Biliyorum Sedef, biliyorum." Dudaklarını saçlarıma bastırdı,
öpüşü bile fazla merhamet doluydu. O beni gerçekten düşü­
nüyor ve bana değer veriyordu. Şimdi daha iyi anlıyordum ki
bu adamın sevgisinde artık yalan yoktu.

Ben kendime gelip rahatlayana kadar göğsünde ağlamama


izin vermişti ve saçlarıma kondurduğu öpücüklerle yalnız ol­
madığımı hissettirmişti. Kendimi daha iyi hissettiğimi anlayın­
ca elimi tutarak beni yatağın üzerine çekmiş, kendisi de yanıma
oturmuştu. “Şimdi beni dinle" dedi. Parmak uçlarıyla uzanıp
gözyaşlarımı sildi. Benim aksime o hiç iyi görünmüyordu. Be­
nim iyi hissetmem için dakikalarca uğraştı ama kendisi fazla­
sıyla kızgın olduğumu gizleyemiyordu. “Ne Çetin in konumu
umurumda ne de şu anda kendi konumumu düşünüyorum.
Eğer hâlâ yaşıyorsa bunun tek sebebi sana özgürlüğünü verecek
olması." Hiçbir şey anlamıyordum. Yıllar önce mahkum eden
bu pislik şimdi nasıl özgür bırakabilirdi?

“Sedef?" Göğsünü şişirerek sıkıntılı bir nefes alırken ıslak


yüzüme yapışan saçlarımı çekti. “Bu seri katil olayı çözülün­
ce yeniden cezaevine döneceksin. Eğer Çetin i konuşturursak
o çocuğu öldürmediğini gösteren kanıtları mahkemeye sunup
masumiyetini kanıtlayabiliriz." Korkumu görünce yanağımı
avucunun içine aldı. “Senin için gereken her şeyi yapacağım

Scanned with CamScanner


JU YARAlASAR-ll

ama bir konuda yardımına ihtiyacım var. Ona işkence etsem


dahi konuşturansam. Zaten tehdit altında verdiği ifadenin
mahkemede bir hükmü olmaz." Benden o Çetin denilen pisliği
konuşturmamı mı istiyordu? Ya ne istediği hakkında en küçük
bir fikri bile yoktu ya da istediği şeyin ne denli ağır olduğunu
bilmiyordu.
Elini iterek ayağa kalktım ancak kolumdan tutarak tekrar
kalktığım yere oturmamı sağladı. “Kolay olmadığını biliyo-
rum." Benden böyle bir şey istediğine göre yeterince bilmiyor­
du. “Benim gözetimim altında olacaksın ama o yalnız olduğu­
nuzu düşünecek." Ne kadar da kolay anlatıyordu! Ben o adamı
tekrar görmek zorunda kalacaktım ve tekrar sesini duyacak,
varlığıyla acı çekecektim!
“Bunu yapmayacağım!” Elimi tutan elini sertçe ittim.Tekrir
ayağa kalktığımda öfkemi ondan çıkarmak ister gibi bağırdım.
“Beni buna zorlamayı bırak çünkü onu görmek istemiyorum.
Alaz benden bunu bekleyemezsin!”
“Asıl sen, benden seni kaybetmemi bekleyemezsin!" Bu sefer
kolumu daha sert tutarak beni ikinci kez yanına çekti. “Zehrin
kanıma işlerken senden vazgeçmemi benden bekleme, Sarma­
şık!" Belki bana bağırmadı ama gür çıkan sesiyle söyledikleri
beni susturmaya yetmişti. Belki de beni susturan sözlerinin al­
tında saklı kalan sevgisinin derinliği oldu. Belki de kahvelerin­
deki aşkın saflığıydı, emin değildim.
“Bunu yapmazsan onu öldürmek zorunda kalacağım, Sedef
çünkü ilk fırsatta senden kurtulmaya çalışacak!” Elinin altındı-
ki battaniyeyi sıkarken tiim kasları seğiriyordu. “Ve ben, onu
öldürdüğüm anda elindeki son kurtuluş biletini yakmış olaca­
ğım. Neden anlamıyorsun? Ben seni tekrar o hücreye gönde-
remem. Eskiden belki ama şimdi asla!” Bana ters ters bakarak
sinirini benden çıkarmamak için bir hışımla ayağa kalktı. Nor­
malde asla söylemeyeceği şeyleri öfke anında söylemesi onu hep
kızdırma isteğimi getiriyor olsa da kendi iyiliğim için bunu ya­
pacak kadar aptal değildim.
MARAL ATMACA 315

uNc tür bir plan hazırlayacaksın, bilmiyorum ama beni


yalnız bırakırsan seni doğduğun güne pişman ederim, Sipahi!"
dediğimde tam kapıya yönelmişti. Ona istediği şeyi vermiştim.
Rahatlayarak sesli bir şekilde verdiği nefesleri duymuştum. “Ya­
pacağını biliyorum/’ dedi. Bana doğru dönerek yanıma geldi
ve belimden tutup beni biraz yukarı çekerek yarakta uzanmamı
sağladı. Başım yastıkla buluşurken hâlâ ciddi ifadesinden bir
şey kaybetmemişti. “Her an bir çılgınlık yaparak Çetini ziya­
ret edebilirim. Kontrolümü kaybederek her şeyi kana bulamam
an meselesi.” Yanıma uzanarak kollarını belime sardı, yüzünü
boynuma gömerek kokumu sesli bir şekilde içine çekti. “Neden
kokunla beni zehirleyerek uyutmuyorsun, Sarmaşık?" Gülerek
kollarımı ona sararken bana zehirli sarmaşık muamelesi yapma­
yı bırakması gerektiğini düşündüm. Gerçek anlamda sakinleş­
meye ihtiyacı olduğu için bu sefer sessiz kalarak onu kollarımda
uyutmayı seçtim.

1 hafta sonra
“Daha hızlı,”

“Deniyorum Efe!”

Ayağımı kaldırıp ona tekme atmak istedim fakat bacağımı


tutarak yere düşmeme sebep oldu. “Yeterince iyi değilsin.” Yer­
de acıyla inlerken zaten bunun farkmdaydım. Farkında oldu­
ğum bir başka şey de Efenin lanet olası ustaca taktikleriydi.
Allah aşkına, bu çocuk her derste sürekli ağlıyordu. Bu teknikleri
hangi ara öğrendi?

O tacizci adamı düşünmemek için Efe nin bana yardım­


cı olmasına izin vermiştim. Tamam, itiraf ediyorum, benden
korü olduğunu düşündüğüm için bunu yapmıştım. Fakat beni
yanıltan çocuk, her komutuyla bir haftadır beni dehşete dü­
şürüyordu. “Bana vurmayı dene.” Başımı sallayıp ayağa kalk-

Scanned with CamScanner


316 YARALASAR - U

tim. Yüzüne doğru savurduğum yumruğumu havada yakalayıp


bileğimi hafifçe bükünce inledim. “Efe Can! Kolumu kırdın
vicdansız!* Bileğimi bırakmadan dirseğime diğer elini koydu vç
bileğimi yukarı doğru kaldırınca bağırdım. “Bu açıdan kolunu
iki farklı yerden kırabilirim ve sen çığlık atmaktan başka bir şey
yapmayarak buna izin veriyorsun» Yankıcığım." Yankûı bauını
Bu gerçekten benim tanıdığım ödlek çocuk mu?

Bu kadar şeyi Yosundan öğrenmişti. Nasıl bir beyni vardı,


bilmiyordum ama eğitim esnasında sürekli korkarak ağlasa
da aslında tüm komutları hacker beynine kazımıştı. Kolumu
bırakarak iç çekti. “Fulya ile maçın iki gün sonra ve sen hâlâ
hazır değilsin* O gün Fulyanın meydan okumasını neden ka­
bul etmemi istediğini şimdi anlıyordum. Efe bana kendisi ders
vermek istemişti çünkü bir haftadır gece gündüz gizlice arka
bahçeye kaçıp çalışıyorduk.

“Dövüşmeyi herkesten daha iyi biliyorsun." Gözlerimi kı­


sarak ona yaklaştım. “O zaman bu korkaklığın nedir oğlum?
Tüm temel hareketleri biliyorsun ama tokat bile atamıyorsun?
Yanakları önce hafifçe pembeleşti. Ardından utançla kızardı.
"Şey, ben çok fazla şey bilirim ama bunu uygulamaya koya­
mam." Mümkünmüş gibi daha fazla kızardı. “Karşımdaki kim
olursa olsun birine şiddet uygulayamam. öyle bir an geldiğinde
öğrendiğim her şeyi korkudan unutuyorum ” Naif ruhlu biri
olduğu için bunları zaten tahmin ediyordum. O sadece bir
hacker değil, aynı zamanda gördüğü her şeyi aklına kazıyacak
kadar zeki biriydi. Ancak tehlike esnasında korkusu onu savun­
masız bırakıyor ve psikolojik olarak etkiliyordu.

Onu, “insanlar savunma derslerini tehlike anlarında kullan­


mak için öğrenir, Efe Can. O an bunu yapamıyorsa bildikleri ne
işe yarar ki?” diye azarladığımda dudağı titreyen çocuğun yine
gözleri dolunca kendime kızdım. Ama Allah aşkına, bildiklerini
hiç uygulamıyorsa tüm bunları bilmeyen biriyle aynı konumda
oluyor. Bilgi kullanılmadığı sürece bir işe yaramaz ki.

“Olsun be Efe Can.” Birazdan ağlayacağını bildiğim için


daha fazla üzerine gitmeyi bıraktım ve gülerek hafifçe omuzu­
MARAL ATMACA 317
na vurdum. “Sen bana öğret ve ben de senden öğrendiğim her
şeyle seni daha fazla koruyayım,” dediğimde ikimiz de güldük.
Bu, iki tarafın da kazanacağı bir anlaşmaydı. Onda taktik vardı,
bende de o taktikleri uygulayacak cesaret. Evet, her şekilde bir­
birimizi tamamlıyorduk.

“Tesise kadar yarışalım mı?” Gece ikide başlayan dersimiz


pbah sekize kadar sürdüğü için henüz kahvaltı yapmamıştık.
“Yine düşersin,” diye homurdandığında gülerek karşılık vererek
koşmaya başladım.

bir haftada gerçekten ondan çok şey öğrendim.

Birlikte koşmaya başladığımızda, “Şu gizemli katil hakkında


ram olarak neler biliyorsun?" diye sorunca az kalsın düşüyor­
dum ama neyse ki dengemi koruyup düşmedim. “Uzun boylu,
kendi sesini değiştiriyor, yarasalara âşık, psikopat ve öldürmeyi
seviyor. Uzun boylu olduğunu söylemiş miydim?"

“Başka? İyi düşün, unuttuğun bir şeyler olmalı?” Katili en


u benim kadar merak ettiğini düşündüğüm için sorulan beni
rahatsız etmiyordu.

“Fulya ile işbirliği yaptığını düşünüyorum. Her ikisi de bana


kafayı taktığı için düşmanlarımın müttefikliği beni aşırı mut­
lu etti. Ha bir de çikolata kokuyor! Feride nin ölümünde de
Fulya nın parmağı olduğunu düşünüyorum.” Bu sefer koşarken
tökezleyen o olmuştu. Koşmayı bırakıp rengi atmış bir şekilde
bana bakınca bu hali dikkatimden kaçmadı.

“Az önce ne dedin sen?"

“Fulya ile işbirliği yaptığını mı?"

“Hayır diğeri.”

"Feridc'nin ölümüyle ilgili olan kısım mı?”

“Sondan önceki cümlen!”

“Bağırma bana! Madem duydun, neden soruyorsun? Daki­


kada kaç cümle kurduğumu nereden bileyim ben?” diye ba-
318 YARAI.ASAR -11

ğırdığımda sabır dilenir gibi burnundan soludu. “Kokuyla j|


gili olan kısım Yankıcığım!" Bak bâld bağırıyor ya! Aynca Jfy,
söylediklerim onu neden biç yırtmadı da bu gereksiz ayrını^
takıldı!

İkinci kez, “Çikolata kokuyor,” diye tekrarladığımda gözle­


rini kıstı. “Emin misin?"

"Eminim. Bir şekilde öcü ve Alaz aynı kokuyu kullanıyor.


Alazın parfümünün aynısını bulmuş olmalı. Kafamı karıştır-
mak için yanıma gelirken o parfümü sıkıyor ama benim ya-
nımdan ayrılınca kimse anlamasın diye kendi parfümünü kul-
lanıyor olmalı.” Bunlar benim gözlemlediğim şeylerden yoh
çıkarak şüphelendiklerimdi. Ne kadar doğru olduğunu zaman
gösterecekti.

Dikkatli bir şekilde yüzümü incelerken yalan söylemediği­


mi fark edince bir süre düşünüyormuş gibi hiç ses çıkarmadan
çenesini sıvazladı. “Efe Can?” Temkinli adımlarla ona yaklaş­
tım. “Ne buldun kuzum?” Yine abla rolüne büründüğümde bir
süre hiç konuşmadı fakat daha sonra aklına bir şey gelmiş gibi
gözlerini irice açtı. “Çikolata kokan biriyle karşılaştım sanki!"
Güldüm. “Alaz, değil mi? Dedim ya, o da öyle kokuyor." Çok
çabuk itiraz etti. “Hayır, o değildi ama şimdi kim olduğunu
hatırlamıyorum, Yankı. Ancak eğitmenin değildi çünkü o an
tek düşündüğüm senin eğitmenin ile aynı kokuya sahip olduk­
larıydı.” Aynı anda soluğumuzu tutarak yutkunduk. Efe aptalı
katil ile karşılaşmış olabilirdi ve bunu şimdi fark ediyordu. Bu
da demek oluyordu ki katil gerçekten Alaz değildi, sadece ikisi
de aynı kokuya sahipti.

“Efe?” Tehlikeli bir şekilde sırıttım. “O kişiyi hatırlamıyor­


san kaçsan iyi olur çünkü ona bu kadar yaklaşmışken senin
zayıf hafızan yüzünden...” demiştim ki Efe arkasına bile bak­
madan kaçınca sinirden bağırarak onu kovalamaya başladım.
“Unuttun değil mi» geri zekâlı!"
MARAL ATMACA 319

“Kaç Efe çünkü seni yakalarsam o beynini söküp unuttuğun


kısımları senden alacağı m!"

“Yankıcığım, peşimden koşmayı bırakır mısın? Senden


korkmaya banladım"

“Kork zaten, kuş beyinli!" Yüzüstü yere yapıştığımda acıyla


inledim. Sanırım bir miktar toprak dudaklarıma yapışmıştı ve
ben onu yemiştim.

Ellerimi yere bastırıp homurdanarak oturdum. Düştüğüm


için ağzıma doluşan toprağı tükürüp dudaklarımı sildim. "Bu
çok gurur kırıcı," dedim. Sızlayan dizlerime baktığımda şortu­
mun açıkta bıraktığı diz kapaklarımın hafiften soyulduğunu ve
biraz kanadığını gördüm. “Zavallı bacaklarım, sizin tek suçu­
nuz benim bacaklarım olmanız.” Eminim, şimdi bir mankenin
bacakları olmak için her şeyi yaparlardı. Her iki bacağımdan
sızan küçük miktarda kanı görünce ağlamak istedim. “Ama bu
kadın da bildiğin nankörlük. Ne yapayım yani? Bir mankenle
anlaşarak bacak nakli mi?” Tamam, ben sakar olabilirdim ama
onlarda benden aşağı kalmıyordu. Sonuçta düşmeme onlar ne­
den oluyordu ama niyeyse sakar olan hep ben oluyordum. Gü­
lüşme sesleri duyunca kimin sohbetimi bozduğunu merak et­
tim. Umanm bunun için geçerli bir mazereti vardır. Allah, bana
gülen herkesin belasını versin!

Alaz ve takımı, Pars ve takımı, Çakallar ve Yarasaların hep­


si tepemde dikilmiş, gülüyordu. Efe salağı ise görünürde yok­
tu! Bahçede Efeyi kovalamaya kendimi o kadar kaptırmıştım
ki bunların burada olduğunu görmemiştim. Koşarak buraya
gelmiş lâkin Efe yüzünden hiç birinin (arkına varmadan yere
yapışmıştım. “Bu kız kendi bacaklarıyla mı konuşuyordu?" Bu­
ketin şoka giren sesiyle hepsi kıkırdayınca utanç duygusu tüm
benliğimi sardı.

Ben kendi kıyafetlerimle bile konuşan biriyim, bacaklarımla


konuşmamın nesi yanlış?
320 VARALASAR - li
*Onu eğitmek yerine neden bir akıl hastanesine götürdü,
yorsun?" Atalay’ın gülerek Alaz a söyledikleri bence hiç komik
değildi. Bildiğim kadarıyla zekâm henüz istifa bayrağını çek­
memişti.

“Katılıyorum.0 Fulya tiksinerek bana bulanmak için yine bir


bahane bulmuştu. İşin garip tarafı her defasında benimle uğra­
şacak malzemeyi ona benim vermemdi. “Bu akıl hastası delide
ne bulduğunu hâlâ anlamadım.” Bu kızdaki ar daman çıda­
makla kalmamış, aynı zamanda paramparça olmuştu. Çünkü
artık herkesin içinde utanmadan sevgilim olacak ruhsuza ası­
lıyordu.

“Ben deli değilim, ahmak.” Düştüğüm yerden başımı kal­


dırıp ona baktım. “Sadece bu dünya benim gibi ender kişilikte
olan birinin varlığına hâlâ alışamadı. Üstün meziyetlerimden
dolayı evren beni dışlıyorsa Allah onun da belasını versin.*
Alazın yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. O beni asla yadır­
gamıyordu. Diğerlerinin ne düşündüğü açıkçası pek de umu­
rumda değildi.

Buzdağı alayla, “Oradan kalkmayı düşünüyor musun?” de­


diğinde bakışlarımı ona çevirdim. “Ne münasebet, ben düşme­
sem de zaten buraya oturmayı düşünüyordum. Şimdi lütfen
beni yalnız bırakın, güneşimi kapatıyorsunuz." Madem rrzilol­
dum, bari üste çıkayım. Gururumdan akşama kadar burada böyle
oturabilirim çünkü ben gururlu bir kızım.
Allah aşkına, kimi kandırıyorum ki? Kendimden daha yünüz
birini tanımıyorum.
“Yürü Sedef!” dediğinde ona karşı çıkmadım. “Rica ederse­
niz neden olmasın?” Ne diyebilirim ki ben, ben olmayı bıraka­
mıyorum.
içimi delen bakışları sabırsızca üzerimde oyalanınca bekle­
diğim sözler gelmişti. “Sen oturmaya son vererek yürüyecek
misin yoksa bunu benim mi yapmamı tercih edersin?” Evet,
buyurgan tavrına bakılırsa o da kendisi olmayı bırakamıyordu.
MARAL ATMACA 321
Ne uyumlu bir çift ama! İnat ettim, kalkmıyorum. İnatla kalk-
mamı bekliyor. Ben daha inatçı olduğum için yine kalkmıyorum.

Ve bu pislik, herkesin içinde üzerime yürüyüp beni kucağına


alarak kaldırdı.

Kendimi bir anda onun kucağında bulmayı beklemiyordum.


“Yalnız dikkatinizi çekerim, ben hâlâ oturur pozisyonunda ol­
duğum için kaybeden sîzsiniz,” diye homurdandığımda önce
başını eğerek yüzüme baktı, daha sonra ise kalbimi durduracak
güzellikte gülümsedi. “İnadını severim senin.” Kendimi tuta­
mayıp ben de güldüm. Aramızdaki ilişki normal değildi.

Herkes bize bakarak bıyık altından sırıtırken aramızdaki iliş­


kiyi çoktan anladıklarını zaten biliyordum. Gerçi Alaz bunu hiç
saklamıyordu. Fulyanın kıskanç bakışları eşliğinde Alaz beni
onlardan uzaklaştırdı. Onları tamamen geride bırakınca onun
kucağından yere adadım. Fulya salağına bu kadar gösteri yeter­
di çünkü beni daha fazla kucağında taşırsa aşırı romantizmden
kriz geçirebilirdim. Bir anda yere adadığım için az kalsın yine
düşüyordum. “Bir yerini incitebilirdin.” Bu hareketimi onayla­
madığını göstermekte fazla gecikmedi.

“Günde kaç kez düştüğümün farkında mısın?”

“Bu da seni hep kollarımda tutmam için iyi bir sebep.” Tabii
ona da bahane çıkıyordu.

“Sayende hepsi aramızdaki şeyi anladı.”

“Saklıyor muyduk?” Bugün fazla mı hazır cevap yoksa bana


mı öyle geliyor?
ölüyordum! Yemin ederim şu iki günde ötüp ölüp diril­
dim. Hani bir söz vardır ya, insan sevdiğine kıyamaz diye. Ya­
lan! Allah o sözü söyleyen kişinin de belasını versin! Güya üst
mevkide bir sevgilim vardı ama bunun sefasını sürmek varken
ben resmen sürünüyordum. Üstelik beni süründüren kişi de ta
kendisiydi! Şu iki günde beni öyle bir maratona sokmuştu ki
antrenmanlar yüzünden kırılmadık kemiğimi bırakmamıştı.
Sabah başlayıp gece on ikide biten eğitim mi olurmuş? Kendi­
mi yatağa attığımda sızacak kadar canımı çıkarmıştı. Beni nasıl
yormuşsa artık iki gündür uyurgezerliğim bile tutmamıştı çün­
kü uykumda bile kalkacak halim yoktu! Adam resmen uyurge­
zerliğin tedavisini buldu, haberi yok.

Eminim, bela okuma rekorunu şu iki günde kırmışımdır.


İnsan sevgilisine canım, gülüm der fakat ben hep bela okuyor­
dum son günlerde. Derhal ilişkimize bir ara vermeliydik. Aksi
takdirde ya o beni öldürecekti ya da ben onu öldürecektim ve
ortada ara verilecek bir ilişki kalmayacaktı.

Perijan halime bakan Yarasaların eğlenerek attığı kahkahala­


ra hiç değinmiyorum bile. “Sadece bu kadar mısın?” Havadaki
yumruğumu yakalayıp dizini karın boşluğuma geçirince yere
düştüm ve nefes almaya çalıştım. Kahretsin, ciğerlerim işlevini
yitirmiş gibi nefes alamıyorum. En kötüsü ise canım o kadar
çok yanıyordu ki yeniden ayağa kalkacağımı sanmıyordum. Bu
324 YARALASAR - II

adam niye bir kaza kurşunuyla geberip gitmiyordu ki? Beni^


bildiğim bir erkeğin eli sevmek için dokunurdu sevgilisine am3
onun elleri dövmek için kalkıyordu!

“Aj’ağa kalk ve devam er." Bir daha bu cümleyi söylerse yemin


ederim buradan firar ederim. Bıktım bu lanet giresice cümleden!

Ciğerlerime yavaş yavaş remiz havayı çekerken yerde iki


büklüm kan ter içinde kalmıştım. “Senin benimle zorun ne
be adam?" Konuşurken acıdan dolayı sesim titriyordu. “Yeter
artık." Başımı kaldırarak saçlarımın arasından bana üstten ba­
kışlar aran zalime baktım. “İnsan sevgilisine gül uzatır, sense
yumruk uzatıyorsun! Ne anladım ben bu ilişkiden? Sürekli da­
yak yemekten başka bir şey bilmiyorum.”

“Göl mü istiyorsun?” Onu mu dedim bengimdi!

"Allah’ım!” Sinirden bağırdım. “Güllerden nefret ederim.


Hediyelerden, gereksiz takılardan, saçma ve değerli mücevher­
lerden, vıcık vıcık şiirlerden ve romantizmden! Ama yumruk
yemek yerine şu durumda bir büker deniz yosununa bile ra­
zıyım!” diye haykırdığımda verdiği tek tepki kaşlarını yukarı
kaldırmak olmuştu.

“Deniz yosunu mu? İlginç bir zevk.” Yok arkadaş, benimle


bildiğin alay ediyordu. “He, yosun.” Ayağa kalkmak için kendi­
mi zorladım. “Göle git ve bana yosun bul fakat gölün bataklık
olduğuna emin ol. Eğer şansım varsa dibi boylarsın da ben de
rahat ederim!” Fulya salağı hangi cehennemde? Gelip bu kalpsizi
biraz kur yapsın da ben de o esnada kaçabileyim.

“Kiraz çiçekleri ” Ayağa kalktığımda söylediği anlamsız şey­


leri duyup başımı kaldırdım. “Anlamadım.” Bana doğru yak­
laşarak yüzüme yapışan saçlarımı çekti. “Deniz yosunu yerine
kiraz çiçeklerini tercih edersin diye düşündüm." Anlamayarak
ona baktığımda üzerime eğilip güldü. “Nefret etmediğin tek
çiçek." Bu bilgiyi nereden öğrendiğinin şaşkınlığını yaşıyordum
çünkü kendimden bile sakladığım küçük bir sırdı bu.
MARAL ATMACA 325

Daha önce odacına gizlice girdiğimde vazoda kiraz çiçeği


vardı, değil mi? Yanlı; hatırlamıyorsam iki şişeyi kırarak bana
verdiği örnekte arada kalan da aynı kiraz çiçeğiydi. Zaten o gece
gösterdiği örnekte beni temsil etsin diye özellikle kiraz çiçeğini
seçmişti. Ne yani, benim sevdiğim tek çiçek diye mi o gece oda­
sında kiraz çiçekleri vardı?

İyice bana yaklaşarak yüzünü boynuma gömünce nefes ala­


madım. Burnunu kışkırtıcı bir yavaşlıkla boynuma sürtüp de­
rin bir iç çekti. “Vişne ve kirazları bu yüzden çok seviyorsun."
Kokumu içine çekmeye devam ediyordu. "Teninin yaydığı bü­
yüleyici kokuyu anımsatıyor kiraz çiçeğinin ılık esintisi,” de­
yince aklına bir şey gelmiş gibi gülümsedi. "Ve taze kurabiye
kokuyorsun. Sanırım yediğin şeylerin kokusu tenine siniyor,"
dediğinde gözlerim büyümüştü. Kokum hakkında ilk kez açık­
layıcı bir yorumda bulunmuştu. Zeytin koktuğuma emindim
çünkü şampuanım ve losyonum yeşil zeytin özlüydü. Belki de
çok fazla vişne suyu içtiğim için ona öyle geliyordu. Allah aşkı­
na, insanlar bitki değil ki koku üretsin? Yine de sözleriyle aklı­
mı başımdan aldığını biliyordum. adam işini biliyor.

"Yanlışın var.” Aceleyle ondan uzaklaştım. “Şu anda ter ve


kan koktuğuma eminim.” Evet, romantik anlann içine etmek
gibi üstün bir yeteneğim olmalıydı. Başını geriye atarak içten­
likle güldü. “Benim senden aldığım kokuyu kimse alamaz.”
Tazı gibi her kokuyu anında yakaladığını maalesef iyi biliyor­
dum ama sevdiğim tek çiçeğin ne olduğunu bulması geri adım
atmamı engelliyordu. Bana ait şeyleri hiç zorlanmadan öğren­
mesinden hoşlanmıyordum.

“Çok yoruldum, artık ara verelim mi?” Konuyu çiçeklerden


uzaklaştırırken hemen farklı bir şeyler söyledim. Zaten üstüm
başım kan revan içinde olduğu için yorgunluktan geberiyor­
dum.

Bileğindeki saate bakınca bana kara haberi vermekten hiç


çekinmedi, “öğle yemeğine henüz üç saat var, Sedef. Ara ver­
meyi unut. Ben bir sigara içene kadar kum torbasına birkaç
326 YARALASAR - II

yumruk at." Tesisin 5. katındaki spor salonunda olduğumuz


için camdan atlayarak kaçamazdım. Beni bırakmayacağım bil­
diğim için kum torbasına ağlamaklı gözlerle baktım. Burada
kendim kum torbası olmuşken yumruk atmak hiç kolay değil­
di. “Hiç halim yok? Utanmasam çocuk gibi yere oturup ağ­
layacak durumdaydım. İşe yaramayacağını bildiğim için bunu
bile yapmaya üşeniyordum.

Pencerenin yanma koyduğu ceketinin yanına giderek sigara


paketini çıkardı. “Eğer kaytarmaya devam edersen ceza olarak
öğle yemeğine gitmeyeceksin? Ayaklarımı yere vurarak istek­
sizce kum torbasına doğru yürüdüm. “Kalpsiz zorba? diye
homurdandığımda neşeli sesini duymak ses tellerinin icabına
bakmam için beni teşvik ediyordu. “Bir şey mi dedin?” Kum
torbasına bir yumruk attım. “Demedim bir şey1? Ya firar edece­
ğim ya da bu gidişle bu herifin elinde kalacağım!

“Ah!" Fulya’nın çığlığını duyduğumda tıpkı burada çalışan


diğer Yarasalar gibi ben de başımı çevirerek ona baktım. Yerde
sol ayak bileğini tutarak acıyla inliyordu. Gözlerim Pars’ı andı
ama o burada yoktu. Anlaşılan bugün Fulya tek başına antren­
man yapıyordu.

“Bir sorun mu var?” diyen Alaz Fulyanın yanına gittiğinde


kaşlarımı yukarı kaldırdım. Bir sorun varsa da o kadar eğitme­
nin arasında ilgilenmek ona mı düşmüştü? Ben bugüne kadar
defalarca yara almıştım ama nedense bir kere bile bana yardım
etmemişti.

Dudakları titreyen kız, Alaz’a acı dolu bakışlar attı. “Bileğim


çok acıyor? Eminim çok acıyordur!

Diz çöken Alaz, ilgili bir şekilde kızın ayak bileğini tutup
kontrol edince kum torbasına bir yumruk daha anım. “Burkul­
muş olabilir? Ne var bunda! Benimkiler her Allah'ın günü bur­
kuluyor Peki, ben bir şey diyor muyum! Hayır! Çünkü kimsenin
vsırdtrn
MARAL ATMACA 327

Yanıma gelen Araf» “Numara yapıyor," dediğinde afallayarak


ona döndüm. Gözleriyle Fulyayı gösterdi. “Herkesi kontrol et­
tikten sonra kimsenin ona bakmadığına emin oldu ve Altuğ'un
dikkatini çekmek için kendini yere attı,” dediğinde Fulyaya
döndüm. Alaz a bir şeyler anlatan cilveli tavrını görünce Araf ın
haklı olduğunu anladım.

“Bana bunu neden söyledin?" dediğimde güldü ve “Kıs­


kançlıktan kum torbasını delmemen için," dedi. Kıskanmak
nıt? Fulyayı mı? Hiç sanmıyorum. Bu kız çaylak olarak rakibim
olabilirdi ama kadın olarak benim karşımda hiç şansı yoktu.

“Emin ol, Alazı öpse bile kıskanmam," dediğimde gülüşü


büyüdü ve “Bu sözlerini unutma çünkü sanırım onu öpme­
ye hazırlanıyor," dedi. Ne? Fulya ya döndüğümde mavi gözleri
şeytanca ışıldadı ve onu izleyip izlemediğimi görmek için bana
döndü. Hemen sonrasında Alaza doğru uzanıp onun yüzünü
kavradı ve öptü. Bu kadar ileri gitmiş olamaz!

Gözlerimi irice açarak onlara baktım. Diğerleri de benim


gibi afallamış bir şekilde o ikisini izliyordu. Alaz ın yüzündeki
şaşkınlığa bakılırsa o da bunu beklemiyordu. Fulya'nın öpücü­
ğüne karşılık kızı itmediğine göre gerçekten afallamış olmalıy­
dı. Eğitmenler ve Yarasalar bir bana bakıyordu bir de o ikisine.
Haliyle bu da kendimi hakarete uğramış gibi hissetmeme ne­
den oluyordu çünkü şu anda sevgilimin dudaklarında başka bir
kadının dudakları vardı. İçimde fokurdayan öfke beni afallattı.
Neydi bu delici duygunun ismi? Kıskançlık mıydı? Yok anık,
Fulyayı kıskanıyor olamazdım. Peki ya Alaz? Asıl kıskandığım
o olabilir miydi? Ben gerçekten bir erkeği kıskanıyor olabilir
miydim? Fulya’nın ona dokunan dudaklarını deşmek istedi­
ğime göre o şuursuz duyguyu gerçekten yaşıyor olmalıydım.
Herkes bana bakmaya bir son vermeli! Ne bekliyorlar? Bir tepki
vermemi mi? Hayatımda ilk kez kıskançlığın ne olduğunu öğre­
nirken nasıl bir tepki verebilirdim ki? Ayrıca Alaz hâlâ o kızdan
neden uzaklaşmamıştı?

Bir insanın üzerine bu kadar gelinmez ki arkadaş!


328 VARALASAR ■ II
"Üç saniyen var.” İçimdeki öfke ateşine inat gayet sakin bir
şekilde Alaza baktım. “O kızdan uzaklaşman için üç saniyen
var, aksi takdirde...” Elimle yanımda duran Arafı gösterdim.
“Onu öperim ve ben sana bunları anlatırken çoktan iki sani­
yen bini.” Araf a doğru bir adım attığım esnada söylediklerim
aklını başına getirmiş gibi hemen Fulyayı iterek kaşlarını çattı.
Fulyayı, “Bunu bir daha yapma!” diye sertçe uyardı ve elinin
teniyle dudaklarını silerek ayağa kalktı. İyi bari, tonunda bir
tepki gösterdi.

“Gerçekten bunu yapacak kadar çıldırmadığını düşünüyo­


rum," diyerek gülen Araf’a omuz silktim. “Bir saniye içinde
ondan ayrılmasaydı, bunu yapacak kadar çılgın biri olduğumu
anlardın, Karaoğlan.” Başını iki yana sallayarak homurdanan
çocuk, deli olduğumla ilgili bir şeyler söylüyordu. Alaz’ın bize
attığı gazap dolu bakışları umursamadan kapıya doğru yürü­
düm.

"Sedefi” Evet, Alaz Bey gözlerimin önünde öpüldüğü yet­


mezmiş gibi bir de öfkeyle bana seslendi. “Ne?” dedim. “Senin
için zemzem suyu bulmaya gidiyorum. Bir yılanın zehrini akıt­
tığı dudaklarını kırk kere zemzem suyuyla yıkamazsan akşama
öteki tarafa geçmiş olursun. Ve hayır, eğitimden kaçmak için
bunu yapmıyorum, sadece eğitmenini düşünen vicdanlı bir
çaylağım.” Fulya yılanı beklediği gibi kıskançlıktan gözyaşla­
rına boğulmadığım için küplere binmişti. Tabii, içimde kopan
yangınları bilmiyordu. Allah her ikisinin de belasını versin!

“Oğlum, kızdaki cesarete bak. Resmen herkesin içinde onu


öptü,” dedi Yiğit. Eğer biraz daha konuşmaya devam ederse
oturduğumuz kuleden onu aşağıya atabilirdim. Evet, ekipçe
engelli eğitim sahasındaki kulenin üzerine çıkmıştık ve başka
konu yokmuş gibi herkes Fulya yılanının yaptığı iğrençliği ko­
nuşuyordu.
MARAL ATMACA 329

Sırf o ikisini görmemek için öğle yemeği yemeye bile gitme­


dim. Yalnız kalmak için bu tahta kuleye tırmandım ama Yara­
salar sağ olsun, anında beni buldular. “Cesaret değil canım o."
Süslü yüzünü buruşturdu. “Bildiğin gurursuzluk.”

Yiğit» “Katılmıyorum,” diyerek sırıttı. “Sizden daha cesa-


redi olduğu için kıskanıyorsunuz. Sonuçta herkesin gözlerinin
önünde bir erkeği öpecek kadar cesaretli olmadığınızı hepimiz
biliyoruz." Resmen gel beni öp dercesinc Süslüyü kışkırtıyordu,
uyanık.

Ecrin, “Kıskanmak mı?” diyerek küçümseyen bir bakış attı.


"Onu kıskanacak kadar ciddiye almıyoruz. Bir erkeği öpmenin
cesaretle ne ilgisi var?”

“Bu birini gözlerinden öpmeye benzemez, Koreli,” diyen


Kuzey de tartışmaya katılarak arkasına yaslandı. Yiğit'in uzat­
tığı sigara paketinden bir dal alıp yaktı. “Herkesin içinde bir
erkeği öpecek kadar cesaretli olduğunu düşünüyor musun ger­
çekten?" Ecrin'in kızaran yanaklarını görünce, “Ben de öyle
düşünmüştüm,” dedi ve keyifli bir şekilde sigarasından büyük
bir nefes çekti. Bağımlı olan Hakandı ama tiryaki olan Yiğit ve
Kuzeydi. Ne çelişki ama!

“Saçmalık,” dedim ve ayaklarımı boşluğa doğru uzatarak


onlara döndüm. “Alt tarafı bir öpücük Bu kadar abarttığınıza
inanamıyorum. Herkes yapabilir bunu.” Şu erkeklerin ne kadar
budala olduklarını bazen gerçekten unutuyordum.

“Herkes yapabilir,” diyen Hakan kahkaha anı ve devam eni:


“Ama siz üçünüz yapamazsınız.” Erkekler gülerek onu onay­
layınca biz kızlar aynı anda kaşlarımızı çattık. Süslü, “Tabii ki
yapabiliriz!” diye ani bir çıkış yaptı. Bu sırada erkekler göz göze
geldi ve ben ne yapmaya çalıştıklarını anladım. Bu üçü bizi kış­
kırtarak ilk adımı kızların atmasını sağlayacaktı.

Kahretsin! Fulya olayı bahaneydi, bu pislikler kendi çıkar­


larının peşindeydi. Yiğit’in Süslüden hoşlandığını herkes bi­
liyordu ve Nazın onu öpmesi işine gelirdi. Kuzey de çapkın
330 YARALASAR - II

biri olabilirdi ama o da Ecrinle ilgileniyor gibiydi. Afrodit ile


olan ilişkisini bile bitirmişti. Ever, Ecrinin onu öpmesini is-
terdi. Hakanın ise tek çıkarı, olacakları izleyerek her zamanki
gibi eğlenmek olurdu. Efe zaten çok az konuştuğu için olayın
dışındaydı. Bu gidişle araya kaynayacak olan bendim çünkü
Fulyadan sonra Alazı hayatta öpmeyecektim.

“Yeme bizi Nazile, yapamazsınız.”

Süslü, “Yaparız, değil mi kızlar?” dedi.

Ecrin, “O kadar zor olmasa gerek,” diyerek bana döndü. “Ya


belki de yapamayız. Hemen gaza gelmese miydik?” dediğimde
Süslü ve Koreli kafama bir tane geçirince az kalsın aşağıya düşü­
yordum. “Kızım, bildiğiniz tuzak...” dediğimde ikinci defa on­
lar tarafından kafama darbe aldım. Güya çok çabuk gaza gelen
bendim, halbuki bu ikisi benden beterdi. “Tamam!” Pes ederek
bu iki aptalın yanında yer aldım. “Yaparız.” Asla yapamayacağız

Erkekler birbirine zafer dolu bakışlar atınca Ecrin ve Nazı


kuleden aşağı atmak istedim. Yiğit, “Yapın da görelim o za­
man,” dediğinde ikisi aynı anda yutkununca sonunda oyuna
geldiklerini anladılar, aptallar.

“Yarın," diyen Kuzey in meydan okuyan bakışları Ecrini


buldu. “Kedicik’in maçı için herkes bir araya geldiğinde senden
sağlam bir performans bekliyorum, Koreli." Ecrin kırmızının
her tonuna bürünürken Kuzey pisliğinin keyfine diyecek yok­
tu. Oh olsun bu aptala, bu sefir hiç karıkmayacağım.

Hakan, “Her anını videoya çekeceğim,” dediğinde yanım­


daki su şişesini alıp kafasına fırlattım. “Bana ne bakıyorsun, Al­
lah m bağımlısı! Arada kaynadığımı görmüyor musun?” dedim.
Ayağa kalktı ve “Sakar, kalksana bir ayağa,” dedi. Yine neyin
peşinde olduğunu anlamasam da dediğini yaptım.

“Kalktım işte...” Bir anda beni kucağına alınca ne yapacağını


miadım ve bağırarak kendimi kurtarmaya çalıştım. “Geri zekâ­
lı, pis bağımlı! Sakın bunu yapma!” diye haykırdığım esnada,
MARAL ATMACA 331

•Çok geç. Sakar." dedi ve gülerek beni aşağıya fırlattı. Çığlık


çığlığa yere doğru düşüyordum. Bu çocuk neden tüm gereksiz fa-
kalan benim üzerimde yapıyor, bilmiyorum ama bu sefer elimden
kurtulamaz, Siyah, deri minderlere yapıştım ve acı dolu inilti­
nle engel olamadım. “Allah belanı...'* demiştim ki yukarıdan
bana gülen Hakan’a arkadan yaklaşan Ecrin i gördüm. Koreli
onu itince, “Hayır!” diye fısıldadım. Yuvarlanarak yan tarafa
çekildim.

Tam tahmin ettiğim gibi Hakan benim az önce bulundu­


ğum yere düşmüştü. Efenin, “Lütfen yapmayın!" diyen sesini
duyunca başımı kaldırdım. Kuzey, Efe yi itti. Kuzey in yüksek­
lik korkusuna rağmen Naz da Kuzey’i itmişti. Devamında Yiğit
önce Naz’ı ve hemen ardından da Ecrin’i itmişti. Fakat Ecrin
onu da kendisiyle aşağıya çekince hepimiz yeri boylanıştık.

Herkes inleyerek doğrulmaya çalışırken Efe Can sanki beto­


na çakılmış gibi gözlerini sıkıca kapatmış, ağlıyordu, “öldüm
mü? öldüm, değil mi? İnanmıyorum, ben öldüm!” Garibim,
feryat figan ediyor, öldüğünü düşünerek ağlıyordu. Biri ona yer­
lerde özel kaplama minderler olduğunu ve o yükseklikten düşünce
ölünmeyeceğim anlatsın.

Erkekler afallayarak birbirine bakıyordu ve hiçbiri böyle bir


şey beklemiyordu. “Ne diye kız gibi bağırıyor oğlum bu?” diyen
Yiğit, Efe'nin bu hallerine bir türlü alışamamıştı.

Hakan, “Buyurun cenaze namazına. Ağlak öldüğünü düşü­


nüyor,” diyerek güldü ve bu kez haklıydı.

Kuzey başını kaldırıp kule ve yer arasındaki mesafeyi he­


sapladı. “Bu yükseklikten mi?” Sesi o kadar şaşkın çıkmıştı ki
hepimiz dayanamayıp kıkırdadık. Evet, bu yükseklikten. “Psiko­
lojimi bozan bu çocuğu gruptan atabiliyor muyuz?” diyen Yiğit
bizi kahkahalara boğdu. Mümkün olsa Efe’den kurtulmak için
bir saniye bile beklemeyeceğini iyi biliyorduk.

Dayanamayıp, “Efe Can,” diye yattığı yerde salya sümük


ağlayan çocuğa seslendim. “Yaşıyorsun, gözlerini açarsan anlar-
332 YARALASAR • 11

sın." Gözyaşlarını sildi ve ela gözlerini kırpıştırarak açtı.


yaşadığını anlamak için bedenini konrrol etti, sonra ise raha-
layıp küskün bakışlarla bana baktı. “Çok korktum Yankıcığ^'
beni tutmadığın için sana küstüm,” dedi. Herkes banabakar^
bıyık altından gülerken ben doğru duyup duymadığım konu
sunda çelişkiye düşmüştüm. Kollarımı açıp onu tutmamı gerç^
ten istemiş olamaz, değil mi?

“Kusura bakma, Efe ya,n diye sitemle homurdandım. "Seni


tutmayı düşünemediğim için çok büyük ayıp ettim.”

“Ettin tabii," diyerek ayağa kalkınca hıh dercesinc bir ha­


reket yaptı. “Bazen çok düşüncesiz olabiliyorsun, Yankıcığım,’’
diyerek yanımdan geçip giden Efe, beni afallattı. Diğerlerine
dönerek, “Az önce tam olarak ne oldu?” dediğimde hepsi gül.
meye başladı. Acaba ezilmek pahasına kollarımı açıp Efe Çan’ı
tutsa mıydım? Ne diyorum ben ya, bunlar bende akıl namına bir
şey bırakmadı.

Odama gelince günün yorgunluğunu üzerimden atmak için


ilk iş güzel bir banyo yaptım. Üzerime tişört ve tayt gibi rahat
bir şeyler giydikten sonra saçlarımı kurutma işini üşenerek ger­
çekleştirdim. Yatağa girip öğle uykusuna dalacaktım lâkin teras­
ta duyduğum seslerle duraksadım. “Yanlış mı duydum acaba?”
dedim. Bir kadının gür kahkahasıydı bu.

Balkonun kapısını açıp dışarı çıkınca, Alaz ın kendi tarafın­


daki koltuklardan birine oturduğunu gördüm. Odalarımız yan
yana olduğu için ikimizin balkonu da yan yanaydı. Kısacası
diğer çıkış kapısını kullanmadan da buradan odasına girebilir­
dim. Ayaklarını ortadaki sehpanın üzerine uzatmış, oturduğu
yerde sigarasını içiyordu ve diğer eli Buket’in omuzundaydı.
Buket ise kollarını onun beline sarmış, kafasını Alaz ın göğsüne
yaslayarak ona bir şeyler anlatıyordu. “Atalay'ın yüzünü görme­
liydin, Yosun ona bir sevgilisi olduğunu söyleyince şoka girdi?
Buket kahkaha atınca Alaz’ın dudakları kıvrılmıştı. “Bu yalanı
Yosun a kim söyletti? Sen mi yoksa Simay mı?” Ben de bir ara
Bayan Kırmızı Dudak’ın gerçekten sevgilisi var sanmış ve se­
vinmiştim.
MARAL ATMACA 333

'Tabii ki Doktorun fikriydi.” Psikolojiden anladığı için


kendi aralarında Simaya böyle sesleniyorlardı. ‘‘Benim yön­
temlerimi bilirsin,” dedi Buket ve gülerek ondan hafifçe uzak­
laştı. Yine sadece yarım adet ve mini şort giydiği için baştan
çıkana bedeni gözler önündeydi. “Birazcık kadınlığını kullan­
sa şimdiye kadar kaç tane Atalay kafeslemişti,” dedi. Bu lanet
tanrıça şimdi neden göğüslerini benim eğitmenimin gözlerine
sokuyordu? Anladık, taç gibi hatunsun ama biz gariplerin ne suçu
var? Allah bazı çeyleri vermeyince vermiyor işte.

Alaz kaşlarını çatarak ona ters ters baktı. Buket'e karşı fazla
korumacıydı. “Elimde kalacaksın, Buket! Seninle kadınlar ve
erkekler hakkında konuşmak hoşuma gitmiyor,” diye azarlayın­
ca Buket şuh bir kahkaha atarak rujlu dudaklarını onun yanağı­
na bastırdı. Geri çekilince gördüm ki öptüğü yere dudaklarının
izini bırakmıştı. “Ama en çok beni seviyorsun, değil mi?” dedi.
Sesi küçük bir kız çocuğu gibi şımarık ve ilgiye muhtaç çıkınca
Alaz ona tebessüm etti. “Maalesef en çok seni seviyorum,” diye
karşılık verdi. Dudaklarını onun alnına bastırınca tebessüm et­
tim. Onlar ekipte birbirine çok yakın olan iki kişiydiler. Alaz ın
onu kız kardeşi gibi gördüğünü Pars a yaptıklarını öğrenince
anlamıştım. Buket ise sadece bakışlarıyla onu ağabeyi ve tek
ailesi olarak gördüğünü çok güzel yansıtıyordu.

Onları rahatsız etmek istemedim. Ses çıkarmadan yeniden


odama gitmek için geriye doğru bir adım atmıştım ki ayağıma
takılarak kalçamın üzerine düştüm. “Ah, lanet!" diye homur­
dandım. Başımı kaldırınca her ikisinin de beni izlediğini gör­
düm.

“Ne zamandır bizi gözetliyorsun?” Biri şu adama onları gö­


zetlemediğimi söylesin.

“Terasın ortak olduğunun farkında mısınız?” Genelde yalnız


olmadığımız sürece resmiyeti bırakmıyorum.

Buket oturduğu yerde rahatsızca kıpırdandı» diğer koltuğa


geçerek Alaz’dan uzaklaştı ve “Umarım yanlış anlamamışındır,
534 YARALASAR -II

hayatım," dedi. Umursamaz bir şekilde omuz silktim. “Oradan


bakınca bir erkeği kıskanacak birine mi benziyorum?” dedim.
Her ikisi de tek kaşını kaldırıp bana bakınca, bakışlarına, “Ne?'
diye karşılık verdim.

“İnsan sevdiğini kıskanır, tatlım.” Bacaklarımı bağdaş ya­


parak daha rahat bir şekilde oturdum. “Bir konuda anlaşalım
Bayan Afrodit, ben onu sevmiyorum. Sadece hoşlanmak gibi
bir halt yedim.” Sevgi ve hoşlanmak arasında çok fark var diy>
biliyorum.

“Ah!” Eliyle kafasına hafifçe vurdu. “Sen Fulyanın yaptığı


şeyden dolayı kıskandığın için böyle kızgınsın.”

“Kızgın değilim.”

“Kızgın olduğunu görebiliyorum ama bu konuda seni suçla-


yamam. Altuğ, kendini affettirmek için hâlâ bir şey yapmadın
mı? Biz kadınlar, ateşli âşıklara karşı koyamayız.” Allah'ım sana
geliyorum, bu edepsiz kadın yine uçtu!

“Ben o gruba girmiyorum ve ateşli ateşsiz fark etmez, bir


âşık istemiyorum!” diye bağırdığımda gülerek AJaz a döndü.
“Gördüğün gibi kıskançlıktan çok fazla kızmış.” Bu kadın şu
anda asıl kızdığım kişinin kendisi olduğunu gerçekten fark etmi­
yor mu? Ayrıca ateşli âşık nedir, Allah aşkına!

Bukefin iki dakikada beni nasıl çıldırttığını gören Alaz, mü­


dahale etmek yerine arkasına yaslanarak keyifle beni izliyordu.
“Bu kadar yeter, ben uyumaya gidiyorum,” dedim. Kaşlarımı
çatarak öfkeli bakışlarımı ona yönlendirdim. “Umarım yine
eğitim diye tutturmazsınız. Malum bedenimin yarınki maç için
dinlenmesi gerekiyor,” dedim. Ayağa kalktığımda dudağının
kenarı yavaşça kıvrıldı. “Tüm öğleden sonra seni dinlen diye
rahat bırakmıştım." Kısacası sen dersten kaçtığını düşün ama as­
lında seni azat eden benim, diyor küstah.

“Gergin gibisin.”
MARAL ATMACA 335

“Kaybetmekten korkuyorum.” Gerçekleri çarpıtmadan itiraf


eniğimde Ahmet tebessüm ederek beni durdurdu. Dün günün
geri kalanını uyuyarak geçirmiştim, şimdi ise refakatçim olan
Ahmet beni bahçedeki dövüş sahasına götürüyordu, “Korkma,”
dedi ve güven vermek ister gibi gözlerime baktı. “Kazanman
veya kaybetmen önemli değil. Asıl önemli olan o ringe çıkacak
cesareti kendinden bulman.” Sorun da buydu zaten, bu sabah
uyanınca tüm cesaretimin uçup gittiğini fark etmiştim.

“Söylemesi kolay tabii, ne de olsa orada rezil olacak olan sen


değilsin.”

Gülerek yürümeye devam ettik. “Gergin olduğunda her za­


mankinden daha huysuz oluyorsun.”

“Derya ve bebek nasıl?” dedim. Konuyu kendi huysuzlu­


ğumdan uzaklaştırmam dikkatinden kaçmadığı için güldü.
“İkisi de çok iyi. Derya bana ve bebeğimize bir şans vermeye
karar verdi,” dedi. Gözlerindeki büyük aşkı görmek her defa­
sında içimi ısıtıyordu. “Hele şükür, aklı başına geldi.” Kendimi
tutamayıp tebessüm ettim. Derya’ya ne kadar âşık olduğunu
bildiğim için onun adına gerçekten mutlu olmuştum.

Ağaçların arasından çıkarak açık alana girdiğimizde gülüşü


bir anda solmuştu. “Sorun ne?” dedim. Beni duymuyormuş
gibi bir yere bakıp duruyordu. Başımı çevirince biraz ilerideki
sahasının yanında bizi bekleyen kalabalığı gördüm. “Ahmet?”
dedim. Bakışlarını takip edince dikkatli bir şekilde Atalay'a
baktığını gördüm. “Sorun ne?” diye üsteledim. Elimi omzuna
koyduğumda kendisine gelmiş gibi başını iki yana salladı ve
“Yok bir şey,” diye geçiştirdi. Bir şey olduğu çok açıktı.

“Bana söylemezsen tek bir adım dahi atmam,” diye inadaşıp


yerimde durunca tereddüt ederek bana döndü. “Geveze olabi­
lirim ama şimdiye kadar iyi sır sakladığımı anlamış olman ge­
rekiyor,” dedim. Bir konuda kararsız kaldığını görebiliyordum
ama bana güvenmeyi seçmiş olmalı ki derin bir nefes aldı ve
pes ederek başını salladı. “Dün gece Alnığ benden Atalay’ı top-
336 YARALASAR ■ !1

Jantı odasına çağırmamı isredi,” dedi. Konuşurken zorlanıyor


gibiydi. Bunu bana söylemenin iyi bir fikir olup olmadığım
sorguluyordu. “Biliyorum, saçma ama onu bulmak için bahçe­
ye çıktığımda bir tuhaflık dikkatimi çekti.” Gittikçe meraklan*
mıştım. Devam ersin diye hiç konuşmadım ama o, bunu bana
söylemeyi düşünmüyor olmalı ki ağırdan alıyordu.

“Dikkatini çeken ne oldu?” diye sorduğumda sanki biri bizi


duyacakmış gibi etrafını kontrol ederek bana yaklaştı. “Şu ar­
kadaşınla konuşuyordu sanki Atalay, onu daha çok korkutmuş
gibi geldi bana. Nasıl desem..." Bir süre duraksadı. “Ona bağı­
rıyor gibiydi. Uzaktan duyduğum tek şey, ‘Sessiz kalacaksın!'
gibi bir şeydi. Benim geldiğimi görünce kendisini toparladı ve
arkadaşına tebessüm etti. Fakat çocuk o kadar çok korkmuştu
ki bir kez bile bana bakmadan kireç gibi bir yüzle kaçarcasına
gitti.” Duyduklarım karşısında Atalay ın olduğu tarafa baktı­
ğımda onun Efe yi izlediğini gördüm. Efe ise başını yerden kal­
dırmıyordu.

“Efe mi?" Kafam karışmış bir halde ona doğru döndüm.


“Atalay, Efeyi neden korkutsun ki? O çocuk herkesten daha
fâzla zararsız." En az benim kadar kafası karışmış gibiydi. “Bil­
miyorum, Yankı, sadece dikkatimi çekti. Belki de bana öyle gel­
miştir." Haklı olabilirdi, belki de karanlıkta gördüklerini yanlış
değerlendirdi. Aralay’dan bahsediyorduk, o daima neşeli ve bi­
rini üzmeyecek kadar ince ruhlu biriydi. O yüzden bu konuyu
fazla kurcalamadım ama ilk fırsatta Efe ile konuşacaktım.

Gruba yaklaştığımızda Fulya beni baştan aşağı süzdü. “Bir


an korkup kaçtığını düşündüm." Saçmalık, ben korksam bilebil
meydan okumadan asla kaçmam.
“Sana da günaydın ydan." Beyaz bir sporcu atleti ve siyah
tayt giymişti ve tam karşımda duruyordu. Ağzımı burnumu
kırmak için sabırsızlandığını görüyordum. Açıkçası ne kadar iyi
olduğu umurumda değildi, bugün bu kıza karşı kaybedersem
gider kafama sıkardım. Ya da sıkmam, meydanı ona bırakacak
kadar aptal değilim.
MARAL ATMACA 3J7

-Şşt, Sakar.” Hakan gülerek kaşlarını kaldırdı. “Bak bende


ne var?” Elindeki küçük kamerayı gösterdiğinde tüm keyfim
kaçtı. Bu pislik dünkü bahis konusunu bana hatırlatacak zama­
nı bulmuştu. Tüm eğitmenlerin ve çaylakların içinde bir erkeği
öpecek kadar aklımı yitirmemiştim henüz. Allah bu Fulyanın
da belasını versin!
Kızlara baktığımda Yiğit ve Kuzey dışında her yere bakıyor­
lardı. Diğerleri bir şey anlamasa da erkeklerin keyfine diyecek
yoktu. Yiğit gülerek Süslüye döndü ve “Nazbüke?" dedi. Kı­
kırdamadan duramadım. “Bir şey unutmadın mı?" Süslü bir
ayağını sertçe yere vurarak ona doğru döndü. “Nazbüke ne lan!
Darbuka der gibi. Allah'ın kıt akıllısı, sana kaç kere söyleyece­
ğim, adım Naz!” diye bağırarak asıl konuyu unutturmaya çalış­
tığını görebiliyordum ama Yiğit bu fırsatı kaçırmayacaktı.

"Boş ver şimdi adını Naşide, hepimiz seni bekliyoruz." Bu


sefer hepimiz kahkaha attık çünkü bu çocuğun isim konusunda
bu kadar yaratıcı olması komikti. Bugüne kadar belki de yüz­
lerce kez N ile başlayan isim söylemişti ama hiçbiri Naz değildi.

"Yankı?" Süslü dün yediği haltın utancıyla yardım için bana


dönünce Yiğit'in gülüşü büyüdü. “Kızım sen ne bakıyorsun
ona? Farkındaysan o da ateş hattında.”

“Tamam!” Süslü sonunda pes ederek Yiğit’e yaklaşınca Ha­


kan hemen kamerayı çalıştırdı. Diğerleri konuya Fransız kaldık­
ları için sadece izlerken, biz yedi Yarasa birazdan ne olacağını iyi
biliyorduk. Süslü iyice Yiğit'e yaklaştı ve derin bir nefes alarak
uzanıp yanağına bir öpücük kondurdu. “Bu ne kızım?” Yiğit
itiraz etmekte gecikmedi. “Çocuk mu kandırıyorsun? Doğru
düzgün öp beni,” diye azarlayınca Süslü utançtan yerin dibine
girerken güldüm. Bu ikisi gerçekten çok komikti.

“Hadisene Namzet.” Diğerleri bir şey anlamıyordu ancak


izledikleri İkiliye onlar da gülmeye başlamıştı. “Üzerime gel­
me!" Naz her an ayağındaki topuklu ayakkabıyı çıkartabilirdi.
"Sen benim üzerime gel,” diyen Yiğit arsızca sırıttı, “öp beni,
33» YARALASAR-II
Nazutr.” Süslü bir küfür savurup parmak uçlarında yükseldi vç
sonunda dudaklarını onun dudaklarına bastırdı.

Ancak dudaklarını onun dudaklarına değdirdiği an sadece


bir saniye içinde hızla geri çekildi. “Ben bunu saymam," diye
homurdanan Yiğit gerçekten hiçbir şey anlamamıştı çünkü her
şey sadece bir saniye içinde olup bitmişti. "Şansını zorlama is­
tenen,” diye kızan Naz, ondan uzaklaştı. “Ne kadar süreceğini
konuşmadığımız için bal gibi de sayılır,” diyen Naz aceleylear-
kama saklandı. Yiğit ise daha fazlasını beklediği için ona ters
ters bakıyordu.

Kız haklıydı, süre hakkında kimse bir şey dememişti. Ay­


rıca yanılmıyorsam bahsin konusu bir erkeği herkesin içinde
öpmekti, yani Yiğit ve Kuzey*i öpme şartı yoktu. Bu iki akıllı
Esad’ı veTunç’u öpmeye kalksaydı, zaten bizim erkeklerin üçü
de anında müdahale eder ve sonuçta kazanan kızlar olurdu.

“Burada tam olarak neler oluyor?” diyen Yosuna kimse ce­


vap vermedi. Bu bahis bizim aramızdaki sırlardan biriydi.

Sıra Kuzey’e gelmiş olmalı ki alıcı gözle Ecrin'i süzüyordu.


“Baştan anlaşalım Koreli, ben Yiğit gibi azla yetinmem.” Ecrin
yutkunarak etrafına bakıyordu. Belli etmiyordu ama kızhnn
içinde en duygusalı ve utangacı oydu. Bunu nasıl yapacak, ben
de çok merak ediyorum.

uŞey, ben...” Geriye doğru bir adım attığında kaçmaya çalış­


tığını anlayıp güldüm. “Nereye?” diyen Süslü de onun ne yap­
tığını anlamış olacak ki kaşlarını çattı. “Kaçmayı aklından bile
geçirme, onlara kaybedemeyiz!”

“Geri zekâlı yarım Efe!” Dayanamayıp kafasına bir tane ge­


çirdim. “Ne kazanması? Görmüyor musun, yapsak da yapım­
sak da her şekilde kazanan onlar.” Adamlar resmen öpülerek
zaten kazanıyorlardı. Yapmasak bu sefer de bizimle alay ederek
kazanacaklardı. Bu işte bizim kazancımız sıfırdı.
V I
MARAL ATMACA 339

Süslü, “Gururumuz nc olacak?" dedi. Bit kız tam dayaklık.


"Gurursuzum ben oğlum, o yüzden ben pas geçiyorum" dedim.
Hiçbir güç bana o şeyi yaptıramazdı. Zaten gurur dedikleri tek
dişi kalmış gereksiz canavar bende işe yaramıyordu. İnsanlar
gurur adı altında ne saçmalıklar yapıyordu.

“Tüm gün böyle bekleyecek miyim?" Kuzey pisliği kendi


öpücüğünü almaya kararlıydı. Zaten bir sapık olduğunu düşü­
nürsek buna hiç şaşırmamıştım. “Tamam..." Ecrin kekeleyin­
ce Kuzey'in dudakları kıvrıldı. “Korkuyor musun?" Gözlerini
kırpıştırarak ona bakan Ecrin in yanakları pembenin en güzel
tonuna büründü. Bunu gören Kuzeyin tebessümü alaycı ol­
maktan çıktı. Utanmak Ecrine gerçekten çok yakışıyordu. Bu
kızdaki masumiyetin güzelliği inanılmazdı.

Ürkek adımlar atarak Kuzey in tam karşısında durunca titre­


diğini fark ettim. “Ben...” Başını kaldırarak onun yüzüne baktı.
“Şey ben..." Aynı şeyi kısık bir sesle tekrarladı. “Nasıl yapıldığı­
nı bilmiyorum," diye itiraf ettiğinde Kuzey ona öyle bir baktı ki
sanki şu anda karşısındaki savunmasız kızı çok farklı görüyor­
du. Ecrin in ilk öpücüğü olacağını anlaması onu derinden sars­
mışa. ilk diye bir şeyleri adlandıracak kadar duygusal değildim
ama tıpkı Ecrin gibi benim de ilk öpücüğüm Aslı yüzünden
bahis konusu olarak Alaz a gitmişti. Gerçi şimdi olsa yine hayır
demezdim ama konumuz bu değildi.

Kuzey’in yüzünde içtenlikle bir tebessüm oluşunca eğilip


Ecrin in yüzünü avuçları arasına aldı ve dudaklarını onun alnı­
na bastırdı. “Bunu senden alarak bahis konusu yapmayacağım,
Koreli. Bunu gerçekten hak eden biriyle yaşamalısın,” dedi. Bu
kesinlikle Kuzeyden beklemediğim bir tepkiydi. Kadınlar söz
konusu olunca asla durmazdı ama şimdi durduğuna göre bu
demek oluyordu ki Ecrine olan hisleri düşündüğümden daha
derindi.

Kaşlarımı çatarak Alaz1 a döndüm. Bu pislik benim öpücü­


ğümü resmen bahis konusu yapmıştı ve bundan zerre pişman­
lık duymamıştı. Adaletin batsın dünya!
340 YARALASAR-ll

“Artık başlayalım mı!” Parsın sabırsız sesine karşılık başımı


»Hadım. Ecrine daha fazla bakamadım çünkü kız» Kuzey onu
istemediği için öpmediğini düşündü ve hayal kırıklığı içinde
ondan uzaklaşmıştı. Kuzcy'in canıma okumayacağını bilsem
her şeyi bağırarak söylerdim ama can tatlıydı sonuçta.

Herkes kenara çekilince Pars kendi çaylağını bir köşeye çek.


miş» ona taktikler veriyordu. Alaz bana bakıp Fulya yı gösterdi.
“Sol yumruğu fazlasıyla zayıf»" dedi. Sadece benim duyacağım
bir sesle konuştu: “Onun sağ yumruklarından korun ve hep sol
koluna yüklen» en önemlisi..? Omuzlarımı kavrayıp ona bak­
mamı sağladı. “Seni kışkırtmasına sakın izin verme. Dün beni
öpmesi planlıydı ve bugün bunu senin üzerinde kullanacak"
Onu onaylasam da kontrolümü kaybettiğimde neler olur, ben
de bilmiyordum.

Aklımdan geçenleri anlamış gibi çenemi tutarak başımı kal­


dırdı. “öfkeni avantaja çevirmeyi dene. Şuursuzca kullanılan
bir öfke senin için dezavantaj.” Çenemi hafifçe okşadı. Kah­
verengi hareleri sıcacık bakıyordu. “Dün öyle bir hareket bek­
lemediğim için tepki vermem uzun sürdü," dediğinde kaşları­
mı çanım. “Ve bunu bana söylemek için bu kadar bekledin!"
dedim imayla. Ayaklarımı yerden kesecek şekilde gülümsedi.
“Seni tanıdığım için bir açıklama yapmadım. Eğer benden
şüphelendiğini düşünseydim, bu konuşmayı o anda yapardık’
Haklıydı, Fulya onu öpse de Alaz ın bana olan duygularını iyi
bildiğim için olanları ciddiye almamıştım.

“Peki, bana şimdi niye bir açıklama yaptın?" dedim. “Sağı


solu belli olmayan kaçık bir sevgilim olduğu için önceden
tedbir alıyorum diyelim,” dîye karşılık verdi. Beni bana şikâ­
yet ettiğinde kendimi tutamayıp güldüm. Beni göğsüne çekti
ve kollarını bana sardı. “Kaybetmen umurumda değil, Sedef
Dayanamadığın yerde seni buradan götürmem için bir işaretin
yeter,” dedi. Benim için korkuyordu, canım yanar korkusuyla
k:U k.. r-— :—1--------- 1. c------- • n ı « ■
MARAL ATMACA 341

Zaman gelmişti. Eğilerek etrafı kalın halatlarla çevrili ringin


içine girdim. Doğrulduğumda Fulyanın da ringin içine gire­
rek. bana doğru geldiğini gördüm. “Nihayet büyük gün geldi,"
dedi. Sanki Kurban Bayramı geldi, ne bu heyecan? Yok azizim, bu
hun cidden sorunları var. Kurban Bayramı demiçken yılın en sev­
diğim günüdür çünkü bir tek o günlerde kamım doyardt eskiden.

Fulya sabırsızca, “Başlayalım mı anık?" dediğinde başımı


salladım. Üzerimdeki yün hırkayı çıkartarak rastgele kenara
atttm. “Çocukluğumuzdan beri bana yaptıklarını düşünürsek
bence de büyük gün geldi,” dedim. Fulya ile aramızda yılların
kini vardı ve bugün her ne olursa olsun yenilen taraf olmamak
için elimden geleni yapacaktım.
Sedef kenara çekilebilir çünkü bugün sahne sırası Yankı Sar-
maşık'tn!
Gizemli Kişiden

Hangisinin dövüş sanatları konusunda daha iyi oldu­


ğunu bilmiyordum ama izlemesi zevkli olacaktı, iki güçlü
Yarasa nihayet karşı karşıyaydı, kazanacak olan tarafsa şu
an için meçhuldü. Fulya gücünü bitmek bilmeyen hırsların­
dan alıyordu. Yankı ise âdeta nefretten besleniyordu, ikisi
de masum değildi, ikisi de saflığın özünü içinde taşımıyor­
du. Bu kızlar aileleri tarafından dışlandığı için kendilerin­
den başka kimseyi önemsemiyordu. Gerçi bu konuda Yankı
rakibine göre daha az bencildi. Fulya hedefleri konusunda
yoluna çıkan herkesi bir kalemde silecek biriydi. Merhamet
nedir bilmezdi. Bu yönü beni cezbediyordu. Çok yakında
ölecek olması ne biiyiik kayıp!

Yankı’ya gelince... Asla tam olarak Yankı olamayacak­


tı. Yanındaki arkadaşlarına çocukluktan gelen bir sevgiyle
bağlı oldukça asla zincirlerini kıramazdı. Altug, onu Sedef
kalmaya zorlarken tamamen Yankı olamazdı. Benim iste­
diğim de buydu çünkü Sedef, Yankı’yı zayıf kılıyordu. Bu
yüzden bana karşı çıkamayacak kadar zayıftı ve benden
korkmalıydı. Benim yanımda bana itaat eden Sedef, diğer­
lerinin yanında hepsinin nefretini kazanacak kadar Yankı
olmalıydı. Yalnızlaşmalıydı ki bana koşulsuz itaat edebilsin.
Dikbaşlı ve asi olması onda en tiksindiğim özellikti. Benim
küçük Yarasam bana boyun eğmeliydi ve bunun için de çok
güzel bir planım vardı. AltuğMan kurtulmadıkça o bana
.144 VARALASAR • 11

bağlanamazdı. Altuğ’un bu oyundan çıkma vakti gelmi|t£


Yann gece bu iş bitecekti. Sadece Altuğ'dan değil, bana en­
gel olacak herkesten yarın gece kurtulmak için sabırsızları,
yordum.

Bulunduğum yerden onları izlerken tesise doğru giden


Efc’yi görünce dudaklarım kıvrıldı. Çalan telefonu açarken
gözlerimi ondan ayırmadım. “Efe’yi alın ve konuşmadan
onu ortadan kaldırın.'* Gerçekleri çözmüştü bu korkak
çocuk Al tuğ’a ya da en önemlisi Yankı'ya bir şey söyleme­
den ortadan kalkmalıydı. Şu anda herkes Fulya ve Yankı'ya
odaklandığı için kimse onun yokluğunun farkına varmazdı.

"Öldürelim mi?" Telefonun diğer ucundan gelen soruyla


gözlerim Fulya’dan sıkı bir yumruk yiyen kızı buldu. "Evet,
on dakika içinde öldüğünü duymak istiyorum.” Zekâsın­
dan çok, korkak olması ilgimi çekiyordu. Bu sebeple şu ana
kadar ona dokunmamıştım. Korkusu onu kölem yaparken
zekâsını diğerlerine karşı kullanabilirdim. Lâkin arkadaş­
larına olan bağlılığını görmek onu gözden çıkarmama se­
bep oluyordu. Fulya gibi aldım kütlansaydı, bir süre daha
yaşamasına izin verebilirdim ama sıska çocuk arkadaşlarına
ihanet edecek birine benzemiyordu. Benim safımda yer al­
mayacaksa yaşaması gereksizdi.

Gözlerimi Yankı'dan ayırmazken Fulya’nın onu fazlasıy­


la zorladığını görmek dudaklarımın kıvrılmasını sağladı.
Acı çekmesini seviyordum, onun savunmasızlığı hoşuma gi­
diyordu. Özellikle acıyla attığı çığlıklar beni mest ediyordu.
Hayatta tutmak istediğim tek kişi olmasına rağmen acı çek­
tirmek istediğim tek kişi de yine oydu. Fulya onun kamına
tekme atınca geriye doğru sendelerken, başını kaldırıp etra­
fındaki kişilere baktı. Yüzüne yapışan saçları çekerken göz­
leri birini arar gibiydi. "Kuzey!” diye bağırarak ağzındaki
kanı tükürdü. “Efe hangi cehennemde? Git ve onu buraya
getir!’1 diye bağırdığında Fulya’nın hamlesinden kendisini
MARAL ATMACA 345

jOn onda kurtarmıştı. Şimdi Efc’yi neden istemiştik Planla-


nmi fark edecek kadar zeki değildi!

Kaşlarımı çattığımda Fulya’nın yerinde olmayı ne kadar


çok İstediğimi fark ettim! Bana karşı yaptığı her hareket ona
^kence yapma arzumu çoğaltıyordu. Kuzey tesise doğru
Efeyi bulmak için gidince,14İkisini de fazla ses çıkarmadan
öldürün!” dedim telefonun diğer tarafında olan adamıma.
(Onıeralar çoktan devre dışı kaldığı için temiz bir iş olacak*
U( Ancak Yankı’ nın bu ani çıkışı Al tuğ’u uyandırmış olmalı
ki kaşlannı çatarak etrafına baktı. Efe’yi bulamayınca o da
Kıue/in peşinden gitmişti. “Altuğ geliyor! Kameraları der­
hal çalıştır. Çocuğa da dokunmayın,” dedim. Tüm planlan­
an altüst eden kıza yumruklarımı sıkarak baktım. Bu yaptı-
gt şeyin cezasını ödeyecekti. Efe içeride Altuğ’a bildiklerini
anlatırsa işim biterdi!

Şu an için tek temennim Efe’nin konuşmak için Yankı’yı


beki em esiydi. Böylece o boşluktan faydalanarak onu orta­
dan kaldırabilirdim! “Sana yarın için söylediklerimi hatır­
lıyor musun?” Telefondan gelen onaylayan mırıltılarla du­
daklarım kıvrıldı. “Yann bu iş bitmeli. Ne demek istediğimi
anladın mı?”

“Merak etme, her şey plana uygun gidiyor. Gidecekle­


ri mekândaki garsonlardan birini tuttum. Söylediğin gibi
eğitmenlerin yemeğinin içine zehir ve çaylaklarınkine de
uyku ilacı katacak.” Yarın Buket’in doğum günüydü. Altuğ
onun doğum gününü kutlamak için lüks bir restoranı yarın
için kapatmıştı. Bu bilgiye ulaşmam çok zor olmamıştı. O
yüzden hangi restorana gideceklerini öğrenmiştim. Büyük
ihtimalle kendisi yemekteyken çaylakları burada savunma­
sız bırakmayacaktı. Onları da yemeğe götüreceğine emin­
dim. Altuğ*un zekâsını hafife almamam gerektiğini bildi­
ğim için başlangıç yemeklerinin içinde zehir olmayacaktı.
Ancak sohbet ilerledikçe gevşeyecekleri için daha sonra ge­
lecek tüm yemeklerin içinde son derece ölümcül bir zehir

Scanned with CamSca


346 YARAIjKSAR - II
olacaktı. Onlar ölümü hissedip kan kusarak kıvranmaya
başladıklarında Yarasalar derin bir uykuya dalacaktı. Reı-
toranda onlardan başka kimse olmayacağı için müdahale
edecek de kimse olmayacaktı. Diğer garsonların işini bi­
tirdikten sonra ortaya çıkan adamlarım Yarasaları alırken,
ben de ölmek üzere olan Altuğ’a patronun kim olduğunu
zevkle gösterecektim. Bu planda hataya yer yoktu, kusursuz
bir plandı. Yarasalar için özel hazırlattığım küçük sürpri.
zim onlara en büyük işkence olurken ben hepsinin acısın,
dan beslenip eğlenebilecektim. Bunca yıl yalamalarına izin
vermiştim. Şimdi benim Yarasaların hasat zamanıydı. Alaz
Altuğ Sipahi, yarın bu oyunu kimin kazandığını görecekti»

Kuzey ve Efe ile birlikte yeniden dövüş sahasına geldik,


■erinde Efc’nin konuşmadığını tavırlarından anladım. Beni
bulacak nasıl bir kanıt bulmuş olabilirdi, bilmiyordum ama
kim olduğumu bildiğine emindim. İyice hararetlenen dö­
vüşe odaklandığımda herkesin nefesini tuttuğunu gördüm
çünkü Yankı kanlar içinde yerdeydi. Altuğ yumruklarını
sıkarken Fulya’nın o budala kıza karşı daha acımasız olma­
sını istedim. Ancak yerde dizlerinin üzerinde olan küçük
Yarasam, dudaklarından kanlar akarken aniden gülmeye
başladı. “Hadi ama sinsi yılan, bana daha fazlasını yapmak
istediğini sanıyordum,” dedi. Dizlerinin üzerindeyken gü­
lerek söyledikleri aklını kaçırdığını gösteriyordu.

“Yapma!” Altuğ’un tısladığını duydum. “Onu kışkırt­


ma!” Benim olanın acı çekmesinden hoşlanmıyordu ve bu
da oyunu daha eğlenceli kılıyordu. Çünkü küçük Yarasam
acı çektikçe onun da acı çektiğini bilmek bana inanılmaz bir
haz veriyordu. Yankı’nın onun zaafı haline gelmesi için çok
sabretmiştim. Artık istese de onu bana karşı kullanamazdı.

“Sabırlı ol, tatlım,” diyen Fulya gülerek ona doğru yü­


rüdü ve tam çenesine attığı tekmeyle Yankı’yı sırtüstü yere
düşürdü. “Henüz yeni ısınıyorum.” Bu kızdaki acımasızlığı
seviyordum ve bir o kadar da beni iğrendiriyordu.
MARAL ATMACA 347

İnleyerek doğrulmaya çalışırken elini yere bastırdı ve


fulya tüm gücüyle karnına tekme atınca yere yığıldı. Kar-
nını (utarak attığı çığlıkları deli gibi arzuluyordum. Gözle­
rimi kapatarak onun çığlığını dinlemek için inanılmaz bir
İstek duydum. “Kahretsin, bu iyiydi!” Canı yanarken bile
hâlâ nasıl alay ettiğini anlayamıyordum. Hiçbir zaman onu
gerçekten ciddiyetini takınmış bir şekilde göremeyeceği m in
faikındaydım. Alaycı olmak onun karakterinin büyük bir
parçasıydı.

“Yalnız...” dediğinde öksürmeye başladı. Yüzü yere doğ­


ru bakarken ellerinin ve dizlerinin üzerinde duruyordu.
‘Yeterince iyi değilsin çünkü hâlâ yaşıyorum.” Yediği onca
dayağa rağmen ayağa kalkmayı başardı. Yüzü yara bere için­
de kalmıştı ve burnundaki kanlar dudaklarından çenesine
süzülüyordu. Siyah saçları fazla terlediği için yüzüne ya­
pışırken ayakta zor duruyordu. “Beni öldürmek istemiyor
musun?” Dudaklarındaki kanı elinin tersiyle sildi. “İşte
sana bir fırsat.” Kollarını iki yanma açarak güldü. “Hadi,
bitirsene işimi! Alsana yersiz intikamını.” Eceline susamıştı
ama ölmesine asla izin veremezdim. Acısı bana zevk verse de
ölümü beni çıldırtırdı! O bana aitti ve benim olanın canını
kimse alamazdı. Buna izin vermeyecektim.

“Zavallı Sedefcik” Fulya sırıtarak onunla olan mesa­


fesini iki adımda kapattı. Sert bir yumruk savurduğunda
gözleri tehlikeli bir şekilde ışıldayan Yankı, onun bileğini
hıvada tuttu. “Sedef mi?” Kahkaha atarak onun bileğini ani
bir hamleyle bükerek Fulya’nın arkasına geçti. Fulya’nın bi­
leğini sırtında tek eliyle sabitlerken, diğer eliyle ensesinde­
ki saçları kavradı. “Çok ayıp, tatlım çünkü ben seni henüz
Yankı ile tanıştırmadım!” Saçlarından asılarak onun başını
hafifçe geriye çektiği gibi yere doğru fırlattı.

‘Yok artık” Ormanda bana fazlasıyla zorluk çıkaran


Yosun şaşkındı. “Yediği onca dayağa rağmen bunu yapacak
M8 YARALASAR-ll

gücü nereden buldu?** Altug un rahatlayarak verdiği n


ler canımı sıktı. Hayır» bu dövüşten mutlu ayrılamazdı!

Fulya*ya doğru yürüdüğü esnada yerdeki kız bir anda ona


doğru döndü ve Yankı*nın bacağını tutarak çekti. Şimdi ild-
si de yerdeydi. “Sen bana yaptıklarının hesabını vermeden
buradan çıkmayacaksın!'* Fulya öfkeyle gürleyip Yankının
üzerine atlayınca, yumruklarını büyük bir nefretle onun
yüzüne geçirdi, işin garip yanı, Yankı kendisini savunmak
için hiçbir şey yapmıyordu.

“Bu kadar yeter, başlarım böyle maça!** diyen Kuzey, kaş­


larını çatarak dövüş sahasına doğru bir adım atmıştı ki Ec­
rin koşarak onun önüne geçti. “Bunu yaparsan Yankı ken­
disine geldiğinde çok kızar?*

“Umurumda değil!’* diyen Kuzey yumruklarını sıkıyor­


du. SedeFin acısına kayıtsız kalamıyordu. “Şuna baksana,
kendisini savunacak hali bile yok Bu saçma işi bitirece­
ğim.** Yankı*nın yediği her yumrukta Kuzey daha fazla çıl­
dırıyordu. Onun için hazırladığım sürprizi bilseydi, arka­
daşı yerine kendisi için endişelenmesi gerektiğini de bilirdi.

Naz, “Biraz daha bekleyelim,** dediğinde kaşlarını çatan


Yiğit, “Neyi? ölmesini mi? Bu gidişle ölecek, bunu izleme­
yeceğim!** diye bağırdı.

Hakan, “Onun yerine beni çıkarın!’* derken çenesi seği­


riyordu. “Karşıma da Fulya’yı temsil eden Esad ya da artık
o takımda kaç erkek varsa çıkarın ama Sakarı alın oradan!”
Takımdaki erkeklerin hepsi çıldırmıştı. Fulya’nın erkek ol­
masını ne çok istediklerini görebiliyordum. Tabii, Efe dı­
şında... O gereksiz çocuk ağlamaktan başka bir şey yapmı­
yordu.
Üçüne de öfkeyle bakan Ecrin, “Bizim hoşumuza mı
gidiyor onu böyle izlemek!” diyerek onları kontrol altında
tutmaya çalışmıştı. “Ama Sarmaşık kendinden geçip bayı­
lana kadar kimse müdahale etmeyecek Siz erkeklerde işler
MARAL ATMACA 349

nosıl yürüyor, bilmem fakat biz, kızların kaybetmeye taham­


mülü yok/’ dedi. Hepsi isteksizce tamam anlamında başını
plladı lâkin bu gönülsüz bir teslimiyetti.

Fulyaya bakarak, “Bilmiyordum!” diye öfkeyle bağıran


Yankı’nm feryadıyla tüm gözler ona çevrildi. “Çocuktum!”
fulyayı üzerinden iterek ellerini yere bastırınca zorlukla
birkaç denemenin ardından ayağa kalkabildi. “Yedi yaşında
yaptığım bir şey için beni suçlamaktan vazgeç.” Soluk solu­
ğa ellerini dizlerine koymuş, nefes almaya çalışıyordu. Tam
olarak hangi konudan bahsediyordu?

Fulya bağırarak, “Ben de çocuktum!” dedi ve kızın üze­


rine yürüdü. “Yalan söylediğinde ben de çocuktum.” Nefret
dolu yumruğu Yan ki’m n yüzünü buldu. Burnundan fışkı­
ran kanlar duracak gibi değildi.

Herkes ne olduğunu çözmeye çalışırken çoğu kişi geçmi­


şi konuştuklarını anladı. Bu ikisinin arasında geçmişte her
ne olduysa şimdi bu durumdaydılar. Fulya onun saçlarına
yapışınca dudaklarını Yankı’nın kulağına yaklaştırdı ve her
ne söylediyse Yankı’nm mavi gözlerinin adım adım nasıl
değiştiğini gördüm. Fulya sırıtarak hâlâ bir şeyler söylüyor­
du fakat Yankı yerinde kaskatı kesilmiş, hiç kıpırdamıyor­
du. Ölüm, evet ilk kez küçük Yarasa’mın gözlerinde ölümü
görüyordum. “Sen hastasın!” diye bağırarak Fulya’yı itmesi
uzun sürmedi. “Aman Allah’ım, senin tedavi olmaya ihti­
yacın var!” Şoka girmiş gibiydi. “Ve bugün bu iş bitecek!”
diye bağırdığında sanki yeniden doğmuş gibi güçlü görü­
nüyordu. Yankı şu an nefretten doğmuş bir ölüm meleğini
andırıyordu. Kanla yıkanmış güzel bir ölüm meleğini.

“Hadi!” Ruhsuzca Fulya’ya doğru bir adım attı. “Bitire­


lim şu işi!” Bu sözlerden sonra nefesimi tuttuğumu fark et­
tim. Bu gözlerde Sedef’ten en küçük bir iz yoktu, bu gözler
Yankı Sarmaşık*a aitti.
3*»0 YARALASAR - II

Yankı
Beni yere düşürüp üzerime çıkmadan önce ne demişti bu
salak? "Geçmişte benî yalancı olmakla suçlarken de böyle ıq
çekiyor muydun?” Evet» ram olarak böyle söylemişti. Sorduğu
soruya gelirsek de şu anda yediğim yumruklar yüzünden acı
çektiğim doğruydu ama geçmiş derken neyi kastediyordu? Zih­
nimde hayal meyal bir sahne canlandığında Fulya nın yumruk­
larını bedenimde hissettim. Yanığım yerden ona karşılık vere­
meyecek kadar geçmişe çekilmiştim.

13 yıl önce / Menekşe Çocuk Yurdu


Müdire annenin kapısını tıklatarak odasına girdim, öğle
vakti beni neden çağırdığını merale ediyordum. Dikkatimi ma­
sasında oturan kadından daha çok çeken bir şey vardı. 0 da
karşısında ayakta duran çocuktu. “Gel Sedef," dedi ve tebessüm
etti. Kapıyı kapatmamı işaret edince dediğini yaptım ve Ful-
ya nın yanında durdum.

“Yine ne yılanlık yaptın da buradayım, Fulya?” Karşımdaki


müdire anneye bakarak fısıldadığımda o da aynı şekilde müdire
anneyi izliyordu. “Kes sesini ve sadece sana sorulan sorulan ya­
lansız cevap ver.” Tıslar gibi çıkardığı ses bana gerçekten yılan­
ları hatırlattı. Eğer Kuzey doğru söylediyse, yani benim annem
bir kediyse o zaman Fulya nın annesi de bir yılan mı oluyordu?
Yılanlarla bir akrabalığı olmalıydı.

“Yılanları sever misin Fulya?” Bunu gerçekten merak ettiğim


için sormuştum. Soruma karşılık kaşlarını çattı. Kolumu tutup
ısırınca haykırdım. “Bırak! Zehrin kanıma karıştıysa sana bunu
ödetirim!” O benim koluma dişlerini geçirirken ben de onun
saçlarını ellerime dolayıp tüm gücümle çekmeye başladım.

“Ayrılın, derhal!” Müdire anne bir eliyle Fulyayı geriye doğ­


ru çekerken, diğer eliyle de beni çekmeye çalışıyordu. “Bıktım
MARAL ATMACA 351

Jıin kavganızdan! Sedefi Fulya!" Gök gürültüsünü andıran $e-


siyle konuşması demek, ağır bir ceza yola çıkmış ve birazdan
bire uhşacak demekti.

Fulya ile ayrıldığımızda kolumda bıraktığı diş izlerine bakıp


sırırtı. Ona gülerek karşılık verdim. “Bak bende ne var?" Elim­
deki bir avuç sarı saçı gösterince, aptal kız bunu yeni fark etmiş
gibi bağırdı. Tekrar bana saldırınca müdire anne hemen araya
girdi. "Fulya, pencerenin yanında dur!” Kaşlarını çatarak bana
döndü. "Sen de kapının yanma geç Sedefi” Çok zeki kadın ves-
iflam. önce sanki bunun olacağını bilmiyormuş gibi bizi yan
yana getirdi, şimdi de kendince önlem alıyordu.

Fulya ile birbirimizden uzak köşelerde durduğumuzda mü­


dire anne işini sağlama almış, ortada dikiliyordu. "Sedef...” de­
diği an hemen lafa girdim. “Ben çalmadım! Bu yılanın hiçbir
şeyini çalmadım. Kıyafetlerini de parçalamadım ve yatağına
gece gizlice su da dökmedim. Genelde ne zaman korksa yatağı­
na işiyor ve Sedefsu döktü diye yalan söylüyor. Yemekhanedeki
□baklan da kırmadım, dolabınızı karıştıran da ben değilim ve
daha aklıma gelmeyen bir sürü şeyi de ben yapmadım.” Kadın
afallayarak bana bakarken sadece omuz silktim. Genelde bu tür
suçlamalar için beni odasına çağırdığından önceden savunma­
mı yapayım demiştim. Çünkü doğrudan Fulyadan duydukla­
rıyla beni yargılayıp ceza veriyor, kendimi savunmama hiç izin
vermiyordu.

"Umarım büyüdüğünde bu çenenin bir ayarı olur.” Sanırım


bana güzel bir şey söylemedi.

“Her neyse." Sanki görünmez sinekleri kovalıyormuş gibi


elini yüzüne doğru salladı. “Fulya, bahçıvanımız Ufuk Bey’in
onu taciz ettiğini söylüyor ve sen her şeyi görmüşsün. Bu doğru
mu?" Gözlerini kısarak bana bakıyordu. Eğer bana tacizin keli­
me anlamını söylerse belki ona cevap verebilirdim.

Acaba küfür gibi bir }ey mi bu taciz dediği?


352 YARALASAR-İt

Sabiniz sesiyle, “Konuşsana, evladım!” dediğinde


kaşıdım. “Taciz ne, müdire anne?*’ Benden bıkmış gibi bak^
kadın, sorduğum soruyu nasıl cevaplayacağını düşünüyordu
"Dokunmak, Sedef. Bahçıvan Ufuk, gerçekten Fulya ya dokun
maya çalıştı mı?"

“Niye, Fulyaya dokunamaz mı?” dediğimde her ikisi de üze­


rime atlayacak gibi bakınca, ben tam olarak hangi kısmı anla­
madığımı bilemedim.

“Aptal mısın, evladım? Daha nasıl anlatabilirim?”

“Aptal değilim, yedi yaşındayım. Benim anlayacağım şekilde


anlarsan? Bildiğim kadarıyla büyük insanlar bana çocuk diyor."

“Sedefi”

“Allah belamı versin ki bir şey anlamadım!” Ağlamaklı bir


sesle hızlıca konuştum. Bana ne zaman bağırsa canımı yaktığı
için korkmaya başlardım.

“Boynumu kokladı!” Fulya da ağlayacak gibiydi. “Arka


bahçede kolumu sıkarak boynumu kokladığını sen de gör­
dün! Hadi, anlat ona.” Bir süre hiç konuşmadan düşündüm.
Bu sabah Ecrin i bulmak için arka bahçeye gittiğimde onlan
gördüğümü hatırladım. Ufuk amca Fulya nın kolunu sıkarak
onun üzerine eğilmişti, Fulya ise ağlıyordu. Yanlarına giderek
ne olduğunu sorduğumda ise Ufuk amca hemen Fulyadan
uzaklaşmıştı. Fulya ağlayarak yurda koşarken Ufuk amca bana
onun saçına yapışan sakızı çıkartırken istemeden canını yaktı­
ğını söylemişti.

“Yalan söylüyor, Ufuk amca ona hiç dokunmadı," dedim.


Fulya gözlerini irice açarak bana bakıyordu. Lâkin bana yaptığı
gibi Ufuk amcanın da ceza alması için yine yalan söylediğini
bildiğimden onu görmezden geldim. Bu kız, insanlara zarar
vermeden duramıyordu.

“Yalan değildi!" dedi ve ağlayarak üzerime atıldı ama müdire


MARAL ATMACA 353

İtmezsin!" dedi. Onun yüzünden o karanlık kilerde korktuğum


gibi mi korkmuştu? Veya yapmadığım şeyler yüzünden yediğim
dayaklar kadar mıydı? Hayır, bu kız korkunun ne olduğunu
bilmiyordu.

"Yalan söylemeyi kes, ben dediğin gibi bir şey görmedim."


Son söylediklerimden sonra müdire anne ilk kez bana inanmayı
seçmişti. “Fulya, dışarı çık!"

“Ama...”

“Sana dışarı çık dedim!" Fulya yerinden sıçrarken kapıya


doğru yürüdü. Fakat yanımda durunca gözlerinde her zaman­
kinden daha büyük bir kin vardı. “Bunu yanına bırakmam!"
Kıı, kapıyı çarpıp çıkınca müdire anne bana doğru döndü.
•Gidebilirsin Sedef.” Tebessüm ederek başımı salladım ve kapı­
ya yöneldim. Az önce burada ne olmuştu, bilmiyordum.

Elim kapı kolunu bulunca içimden kendime kızarak müdire


m neye döndüm. “Ağlıyordu.” Gözleri hemen beni bulan kadı­
na başımı salladım. “Fulya orada ağlıyordu. Ufuk amca onun
bir kolunu sıkarak üzerine eğilmişken Fulya ağlıyordu ve çok
korkmuştu. Ufuk amca bana onun saçındaki sakızı çıkardığını
söyledi. Taciz ne demek gerçeklen bilmiyorum ama gördükle­
rim bu kadar. Bilirsiniz, Fulya kolay ağlayan bir kız değil, özel­
likle saçına yapışan bir sakız yüzünden asla ağlamaz ama bu
sabah ağlıyordu.” Kadının rengi atmıştı. Yumruklarını sıkarak
polisi ararken beni dışarı çıkartmıştı.

0 günden sonra Ufuk amcayı hiç görmemiştim.

Şimdiki zaman

Çıldırmıştı ve beni de çıldırtmayı başarmıştı akıl hastası.


Kahretsin! Fulya gerçekten hastaydı! Yüzüme sayısız yumruk
yerken onu üzerimden ittim. “Bilmiyordum!" Hatırladıkları­
mın etkisiyle bağırdım. “Çocuktum!" O yaşlarda bir erkeğin
tadzine uğramak nedir, bilemezdim. “Yedi yaşımdayken yaptı­
3M YARALASAR-11

ğım bir şey için beni suçlamaktan vazgeç!” Kendimi zorlay^


ayağa kalkmayı başarmıştım. Bu kızın ciddi sorunları olduğum
amk emindim.

“Ben de çocuktum." Yumruklarını sıkarak üzerime yürüdü


“Sen o gün yalan söylediğinde ben de çocuktumAramızdaki
mesafeyi kapatarak yüzüme öyle bir yumruk attı ki burnumdan
fışkıran kanlar bir süre durmayacak gibiydi. Gözlerim neden­
sizce sızlarken başım dönmeye başlamıştı.

Saçlarımı kavrayıp dudaklarını kulağımın yakınına getirince


durmaya niyeti olmadığını anladım. “Şimdi sana olan nefre­
timi anlıyor musun? Tecavüze uğramak üzere olduğunu duy­
duğumda ne kadar sevindim, anlatamam.” Sırıtarak kulağıma
söyledikleriyle tüm bedenim taş kesildi. Sonunda sabrımı tü­
ketmişti. İnsan kendisine yapılan bir şeyi başkası yaşasın iste­
mezdi ama Fulyada durum tam tersi işliyordu. Üstelik ona yar­
dım eden bendim! Ufuk denilen adamı yurttan gönderen şey,
benim müdire anneye söylediklerimdi. Ancak bunu bilmediği
için benden nefret ettiğini söylüyordu. Bu sadece onun baha-
nesiydi. Evet, kendince uydurduğu bir yalandı bu çünkü o olay
olmadan önce de Fulya benden nefret ediyor ve her fırsatta ca­
nımı yakıyordu.

“Sana olanlar ve Feride’ye olanlar umurumda bile değil.


Evet, Feride’yi ben sattım.” Bu sözleri sadece benim duyacağım
bir şekilde fısıldamıştı. Duyduklarım tüm kontrolümü kaybet­
meme yetmişti. İçimde bir yerler ölürken bugün ölümü bu kıza
yaşatmak istedim. Birden fazla adam tarafindan tecavüze uğ­
rayarak ölen Feride’yi düşündükçe, ben kendi insanlığımdan
utanmışken Fulya buna nasıl izin vermişti? Feride ile hiç yakın
olmadığımız halde ben oradan gitmesine izin verdim diye ken­
dimi suçlarken, bu kız kendi arkadaşına bunu nasıl yapabilmiş­
ti? Çocuk yaşta yaşadığı tacizi hâlâ unutamayan biri, Feride’yc
nasıl daha kötüsünü yaşatabilirdi!

“Sen hastasın!’1 Onu iterek kendimden uzaklaştırdım.


MARAL ATMACA 355

iyi değildi. "Ve bugün bu iş bitecek!" diye bağırdığımda artık


kaybetmeye tahammülüm yoktu. Yaşamayı hak etmiyordu, dü­
şünceleri kirli birinin cezasını bizzat kendim verecektim.

"Hadi!" Ona doğru yürüdüm. “Bitirelim şu işi!” Bunu Feri­


de ve kendim için yapacaktım.

Şu bir saat tüm kemiklerimi kıracak kadar usta bir dövüşçü


olduğunu anlamama yetmişti. Ancak ben hâlâ pes etmemiştim.
Yumruğunu bana doğru savurduğunda başımı eğerek onun
hamlesini savuşturdum. Hemen arkasından attığı tekme ve de­
vam eden yumruklardan da kaçmanın bir yolunu bulmuştum.
Onu yenmek için yetenekten fazlası gerekiyordu çünkü ben­
den daha iyiydi. Kazanmak istiyorsam aklımı kullanarak doğ­
ru stratejiler yapmalıydım. Evet, çok öfkeliydim ama Alazın
söylediklerini kulak ardı edemezdim. Öfkemi dizginleyip ak­
lımı devreye sokmazsam kaybetmem kesinleşirdi, Rakibimi
yeteneklerimden çok aklımla alt etmeliydim. “Ufuk amcayı
gönderen benim." Kaşlarını çattığında güldüm. “Evet, yılancık,
düşündüğünün aksine senin gibi zavallı konumuna düşmemek
için gördüklerimi müdire anneye anlattım. Hemen o gün Ufuk
amca nasıl yurttan ayrıldı sanıyorsun? Gerçekten şahit olma­
dan müdire annenin sana inandığını düşünmedin, değil mi?”
dediğimde dişlerini sıktı, benim ona yardım etmiş olmam fikri­
ne bile tahammülü yoktu. “Yalan söylüyorsun!" diye bağırarak
yeni bir yumruk daha savurdu ama geriye çekilerek kendimi
kurtardım. “Doğru söylediğimi biliyorsun. O kadının tek bir
kişinin sözüyle hareket etmeyeceğini en az benim kadar iyi bi­
liyorsun." Hareketleri daha da hırçınlaştığında attığı yumruk­
lar plansızlaştı. Onu tanıyordum, benim tarafımdan geçmişte
korunduğunu bilmeyi sindiremezdi. Herkesin yardımını kabul
ederdi lâkin benim yapacağım bir iyilik onu delirtirdi.

Rakibin senden daha güçlüyse ilk kural: Onu kışkırtarak öfke­


lenmesini sağla.

Ancak duracağın zamanı bil çünkü bu ters tepebilir.


356 YARALASAR ■ II
*Kes sesini,* diye tıslayarak boynuma doğru savurduğu tek­
meye karşılık hemen yere eğilerek kurtulmayı başarmışım).
“Sana acıdığım için yardım ettim.* özellikle her defasında sol
elini tutarak itiyor ve sağ eliyle yumruk atmasını sağlıyordum.
Böylece tek bir koluna yüklendiği için daha çabuk yoruluyor­
du. "Sen zavallısın, Fulya.” Yine sol bileğini havada yakaladım
fakat bu sefer tüm gücümü toplayarak sağ omzuna yumruğu­
mu geçirdim. “Benden nefret etmene sebep olan şey, bu olay
değil.” Bileğini kurtarıp omuzlarımı kavradı ve âdeta kükreye­
rek kafasını yüzüme gömdü. Düşündüğümden de güçlüydû!
Sanırım burnum kırıldı!

Kan burnumdan daha yoğun akarken, her şey etrafımda


dönüyor gibiydi. Dizlerim bükülünce kendimi yerde buldum.
“Senin acımana ihtiyacım yok!” diye bağırdı. Gözleri karardı­
ğında karın boşluğuma arağı tekme yüzünden sinüstü düşer­
ken nefes alamıyordum. “Asıl acınacak durumda olan sensin!’
dedi. Şuurunu kaybetmiş gibi karnımın üzerine oturarak beni
yumruklamaya başladığında hissettiğim acının bir tarifi yoktu.

Bir yıl boyunca aynaya bakmama karan aldım. Kahrettin, kız


bu if için doğmuş gibi yumruk atıyor!

Yiiz ameliyatı olmak istemediğim için dördüncü yumruğu­


nu zar zor tutabilmiştim. “Benden nefret ediyorsun çünkü sa­
hip olduklarım sende yok...” dedim. Konuştukça burnumdan
akan kanları yuttuğum için bunları söylerken çok zorlanıyor­
dum. “Seni gerçekten seven arkadaşların yok.” Titreyen bede­
nim yüzünden onun iki bileğini güçlükle tutarken, üzerimde
olduğu için nefes alamıyordum. “İkimizin de ailesi yok ama
doğduğumdan beri yanımda olan arkadaşlarım bana aile oldu­
ğu için benden nefret ediyorsun.” Dişlerimi sıkıyordum. Fizik­
sel olarak bana çok ağır hasarlar vermeyi başarmıştı. “Annemin
yıllar sonra benim için dönmesi benden nefret etme sebebin.
Babamın beni çok sevmesi ve Alaz ın beni seçmesi benden nef­
ret etme sebebin. Görmüyor musun, sorunların var! Sahip ol-
MARAL ATMACA 357

duldan m a takıntılısın! Sen benim olan her şeyi istiyorsun ama


bunu kazanarak değil, çalarak yapmak istiyorsun. Kızım sen
Alazı bile sevmiyorsun, sadece benim sevgilim diye onu takıntı
haline getirdin.” Alaz yerine başka bir erkekle sevgili olsaydım,
o zaman onu da severdi çünkü benim olan her şey ilgisini çe­
kerdi. Hastaydı. O kadar çok öfkelenmişti ki gözleri seğirirken
diğerleri bunları duydu mu diye paniklemişti. Başını onlara
doğru çevirdiği an istediğim olmuştu, sonunda dikkatini dağıt­
mayı başarmıştım. Bunu fırsata çevirerek daha o kendisini to-
pırlayamadan bacaklarımı beline doladım. Çevik bir hareketle
onu altıma aldım.

Fulya beklemediği hamlem karşısında afallayınca sırıttım.


“Şimdi sıra bende.” Yumruk yaptığım sol elimi onun burnuna
geçirdim. Tekrar ve tekrar yumruklarımı aynı yere geçirerek acı­
dan çığlık atmasını sağladım. Yumruklarım kan içinde kalırken
ben durmadım. Onun burnundan akan kanlar ve kulaklarıma
gelen seslerle kırılan şeyin sadece benim burnum olmadığını
bilmek ona daha fazla vurmamı sağladı. Etrafımdaki tüm sesler
kesilirken kontrolümü kaybetmiş gibiydim. Sadece daha fazla
vurmak istiyordum, daha fazla acı çeksin istiyordum ve yaktığı
kadar yakmak istiyordum

Alaz ın, “Sedef, dur!” diyen sesini duyduğumda alcımda olan


kızın kanlar içinde kalmış yüzüne baktım. Hâlâ bilincini kay­
betmediği için durmam bu aşamada iyi olmazdı. Ona tekrar
vuracağım esnada Alaz yeniden “Sedefi" diye bağırdı. Başımı
çevirip saçlarımın arasından baktım. “O bana vururken neden
onu durdurmaya çalışmadınız? Bu adaletiniz benden başka her­
kse işliyor!" dediğimde kalbimin üzerine aldığım darbeyle ge­
riye doğru savruldum. Bu aşağılık adam dikkatimi dağıtmıştı!
Fulya öksürerek kalkmaya çalışırken, kalbim durmuş gibi elimi
göğsüme bastırıp kendime gelmeye çalıştım.

Allah aşkına, artık ikimizden biri kazansın! Canım çıktı bu-


nida!
358 YARALASAR-ll

Tekrar birbirimize doğru atıldığımızda Alaz ın, “İkiniz dc


durun!" sesiyle aynı anda ona döndük. “Biçti! Bir kazanan yok
İkinizden biri emrime itaatsizlik yapar ve rakibine vurursa ceza
alır.” Şimdi söylenecek söz müydü bu? Her ikimiz de ciddi ya-
raJar almış ve yorulmuştuk. On dakika daha beklese ikimizden
biri illaki pes edecekti.

Alaz, maçı neden durdurduğunu diğerlerine açıkladığında


söylediklerinin hiçbiri beni ikna etmedi. “Fulyada yetenek var,
Sedefte ise akıl. Yeteneğin olmayınca aldın bir yere kadar seni
idare edebilir ve sadece yeteneğin varsa aynı şekilde belli bir
yere kadar ilerleyebilirsin. Biri aklıyla diğeri yeteneğiyle mü­
cadele ederken bu yarışın bir kazananı olamaz. Tecrübelerime
dayanarak söyleyebilirim ki her ikisi de aynı anda kendinden
geçebilir.” Bu sözleri herkesi düşündürdü. Fulya ile ben ise bir­
birimize öfkeli bakışlar attık.

Afirodit güldü ve “Haklısın, güç olarak eşitler. Sıkı rakip


oldukları için hayatımda soluksuz izlediğim tek müsabaka di­
yebilirim,” dedi. Fulya ile güç olarak bile olsa aynı kategoride
anılmak sinirimi bozmuştu. Üstelik burası hangi ara böyle kala-
balıklaşmıştı? Artık sadece eğitmenler ve çaylaklar yoktu, tesisin
yarısı maçı izlemeye gelmişti.

“Fark eniysen...” dedim ve nefes nefese dudağımdaki kam


elimin tersiyle silerken elimle Alaz’ı gösterdim. “Bana zeki der­
ken sana bildiğin geri zekalı dedi.” Belki anlamamıştır diye bu
küçük ayrıntıyı ona hatırlatmayı görev bilmiştim.

“Sen hâlâ akıllanmadın anlaşılan!” diye bağırarak üzerime


yürüyünce ben de ona doğru yürüdüm. “Sen de öyle!” dedim
ve tam birbirimize yeniden saldırmak üzereydik ki Fulya sen­
deleyip yere düştü. Güldüm. “Sanırım şu bahsettiğiniz güç ola­
yında ben ondan biraz daha öndeyim...” Birden her şey etra­
fımda dönmeye başladı. Bedenim titredi ve dizlerim bükülünce
kendimi yerde buldum. Gözlerim kapanmadan hemen önce
Alaz ın söylediklerini duymuştum. “Tam olarak bundan bah-
MARAL ATMACA 359

scdiyorduml” Gördüğüm son şey, ringe atlayarak bana doğru


aceleyle yürüdüğüydü.
Ah ulant beş saniye daha dayamaydım, yarına kazanan benim
i\yt Fulyayı delinebilirdim.
III. MUM
Ağrıyordu, acıyı iliklerime kadar hissederken her yanım çok
ağrıyordu. Aynadaki yansımama bakmaksa canımı daha çok
yakıyordu çünkü berbar görünüyordum. Gözlerimin altı şişmiş
ve hafif hafif morarmaya başlamıştı. Elmacık kemiklerimdeki
kızarıklık çok yoğundu. Uyandığımda burnumun içine silikon
tamponlar yerleştirdiklerini fark ertim. Dediklerine göre eski
halinegelene kadar tamponlar kalmalıymış. Patlamış dudağımı
görüp yüzümü buruştururken, gözlerim boynumdaki morluğa
takıldı. Bu morluklardan göğsümde ve karnımda da vardı. Ful­
ya gerçekten beni çok zorlamıştı ama burnundaki tampona ka­
dar aynı izleri onun da taşıdığını bilmek bir nebze rahatlamamı
sağlıyordu. Aldığım sigara kokusundan sonra arkama döndüm.
Alaz balkon kapısına sinini yaslamış, sigarasını içerek beni izli­
yordu. Balkon kapısı açıktı ve odama gelmek için şu ana kadar
o kapıyı kullanmamıştı.

“Nasıl görünüyorum?” Konuşurken patlamış dudaklarım


yüzünden canım yanıyordu. Gözleri baştan aşağı beni süzen
adam, “Berbat,” deyince güldüm. En azından dürüstçe cevap
vermişti.

Kendimi yorgunlukla yatağın üzerine bırakıp ona baktım.


“Kazanamadım,” dedim. Sigarasının izmaritini balkona doğru
fırlatırken içeri girdi. “Kaybetmedin.”

Beyaz gömlek giymek bu adama çok yakışıyordu. Bazı er­


keklerin aksine açık renkler onun üzerinde çok iyi duruyordu.
362 YARALASAR -11

“Ama kazanamadım da? Yanıma oturduğunda bir elini dizle*


rimin üzerine koydum ve gömleğinin kollarını düzgünce kat­
ladım. Aynı şeyi diğer koluna da yaptığımda kaşlarını usulca
yukarı kaldırdı. "Böyle daha mı iyi görünüyorum?” Başımı sal­
ladığımda gülümsemişti.

“Aldığın eksik eğitime rağmen orada harika bir iş çıkardın."


Bu sözleri beni teselli etmek için değildi, gerçekten inanarak
söylüyordu. "Dikkatimi dağıtmasaydın daha iyi olabilirdim."
Elini uzatıp yüzümdeki yaralara iç çekerek dokundu. “Onu
öldürecektin, Sedef? İtiraz etmeye hazırlandığım esnada işaret
parmağını hafifçe dudaklarıma bastırarak beni susturdu. “Sen
bile farkında değildin ama ben gözlerine bakınca bir sonraki
adımını gördüm, ölüm vardı gözlerinde Sedef, en fazla iki
yumruk sonra karanlık bir tatminsizlik yaşayacaktın. Sonraki
adımın daha kimse sana müdahale etmeden Fulya’nm boynu­
nu kırmak olacaktı. Ben orada Fulyayı korumadım, ben orada
Sedefi Yankıdan korudum? dedi. Gözlerimin içine bakarak
söyledikleri beni öylesine sarsmıştı ki. Dün olanları düşününce
Alaz müdahale etmeden önceki halim aklıma geldi ve sertçe
yutkundum. Evet, yapardım. O zaman farkında değildim ama
şimdi yapacağımı biliyordum. Feride hakkında yaptığı itiraf
bana bunu gerçekten yaptıracaktı. Engel olmasaydı, şu anda bir
katile dönüşmüş olabilirdim.

Dudaklarımdaki elini tutarak aramıza koydum ama elini


tutmayı bırakmadım. “Bunu yapmayı hiç bırakma? diye fısıl­
dadığımda aslında pek de konuşacak durumda değildim. “Bana
rağmen beni hep koru? dedim. Onun yanında ilk kez tüm gar-
dimi düşürmüştüm ve bu durum, yüzünde içtenlikle bir tebes­
süm oluşturdu. “İşte şimdi yanımda sadece Sedef’i görüyorum
ve ben bu kızı hep böyle görmek için yapmam gereken ne varsa
yapacağım? dedi. Kalbimde ılık bir rüzgâr esiyordu ve ben,
artık onun beni koruduğunu biliyordum. Hiçbir zaman yaptığı
şeyleri açıklamazdı ama her defasında mantıklı bir açıklaması
olduğu için anık ona güvendiğimi fark ettim.
MARAL ATMACA 363

Böyle uzun uzun birbirimizi izlerken onun yoğun bakışla-


n dudaklarımı bulunca bedenim ısınmaya başlamıştı. “Artık
normale dönebilir miyiz? Gözlerin sürekli dudaklarıma kayıyor
jnıa dudaklarımın patladığını düşünürsek bu iyi bir fikir değil,”
diye homurdandığımda başını geriye atarak kahkaha attı. “Asla
yaşıtların gibi normal tepkiler vermeyeceksin, değil mi?" dedi.
Gülerek beni göğsüne çekince saçlarımı öptü. “Delisin Sedef
ve ben böyle olmana vurgunum.” Kollarımı ona sardım. En
azından milyonda bir görülen nadir kişiliğimin farkında olması
iyi bir şeydi. Hep söylediğim gibi ben bu dünyaya fazlaydım.
Bugün çok mu uysalım yoksa bana mı öyle geliyor? Kesin yediğim
İraklar bende yan etki yaptı.

*Şimdi söyleyeceklerimi iyi dinle,” dedi ve ellerini yüzüme


koyarak ona bakmamı sağladı. “Bir gün olur da yanında olmaz­
sam rol yap, Sedef. O an kendi hayatını nasıl kurtarman gere­
kirse öyle rol yap ki herkes buna inansın, istediğinde soğuk­
kanlı biri olduğunu biliyorum ve düşündüğünden daha zekisin.
Her ne olursa olsun sakın çığlık atma. Canını yakan her şeye
rağmen ben yanında yoksam çığlıklarını kendine sakla.” Bir ko­
nuda beni uyarıyordu ancak bunu açıkça söylemesine bir şeyler
engel olmalıydı ki doğrudan bana bir açıklama yapamıyordu.

“Asıl rakibinin acından zevk aldığını anlarsan, ölecek bile ol­


san sakın çığlık atma,” dedi. Âdeta bunun için bana yalvarıyor­
du. “Çığlık atarsan daha fazlasını duymak için daha çok canını
yakmak isteyebilir.” Bir şey bulmuştu, değil mi? Onunla ilgili
bir şeyler bulmuştu, belki de bulduğu şey oydu. Alaz çığlığımın
ona zevk verdiğini fark ettiyse bunun tek sebebi olabilirdi. O da
onu bulmuş olmasıydı.

“Farkında değilsin ama sesinde bir büyü var,” dedi. Elleri yü­
zümde oyalanırken fazla garip davranıyordu. “Sivri diline rağ­
men karşındaki herkesi güldürüp etkin altına alabiliyorsun. Acı
dolu çığlığın bazılarının içindeki merhameti ortaya çıkartabili­
yor fakat aynı zamanda hasta ruhlu insanların çığlığını tekrar
duymalarını sağlıyor.” Yüzümü ellerinin arasına alarak dudakla-
3M YARALASAR - II

nma canımı yakmayacak küçük bir buse kondurdu. “Yarasalar


Sedef, tıpkı onlar gibi çığlığında farklı bir frekans var. O yüz,
den bu söylediklerimi asla unutma ve tehdit altında hissedersen
asla çığlık atma? Bir şey biliyordu, burada bahsettiği herhangi
biri değildi. Bunu fark edemeyecek kadar aptal biri değildim
öcüden bahsediyordu ancak bunu hep yaptığı gibi üstü k
söylüyordu. Ona, düşündüğümden daha çok yaklaşmış olmalı
ki onun çığlıklarımdan zevk aldığını öğrenmişti. Belki de dü­
şündüğüm gibi onu gerçekten bulmuştu fakat doğrudan bana
söylemiyordu. Bir planı vardı. Bir planı hep olurdu.

“Tamam? Bunu kurcalamamam onu rahatlatmıştı lâkin


kendimi tanıyordum. Bu işin peşini asla bırakmayacaktım. Efe!
Evet, aradığım tüm cevaplar ondaydı. İlk fırsatta Efe Can ı bul­
malıydım.

“Tüm gece ağrıların yüzünden sayıkladın, biraz uyu. Bu ak­


şam Buket’in doğum günü için hep birlikte dışarı çıkacağız.
Dinlensen iyi olur? Onu onaylayıp yatağa girdiğimde balko­
nu kullanarak kendi odasına gitmeden Önce, “Bu gece büyük
bîr gece olacak, Sedef. Buket’in doğum günü bu sefer fark­
lı olacak,*1 diye mırıldanarak gidince arkasından bakakaldım.
Bukef in doğum günü müydü? İşin yoksa güzellik tanrıçasına
hediye düşünüp dur. Aman boş versene, benim orada olmam bile
onun için en büyük hediye. Hem tesisten hiç çıkamazken ona nanl
hediye alabilirim? Üstelik Alaz bu gece hakkında konuşurken çok
garip davrandı. Böyle komut alınca da inadına uykum gelmiyor.
Hem sabahın dokuzunda kim uyur ki?

Yataktan çıktım. Dolaptan lila rengi yazlık bir elbise alarak


banyoya girdim. Üzerimdeki pijamaları çıkartıp elbiseyi giyer­
ken, bedenimdeki çürükler Fulyadan bir kez daha nefret etme­
me sebep olmuştu, tnce askılı elbiseyi giyerek banyodan çıktım.
Yumruk attığım için hasar gören parmak boğumlarım sargılıydı.
Bu yüzden elimi rahat kullanamıyordum. Çantamdaki telefonu
alarak elbisenin cebine sıkıştırdım. Bugünlük böyle idare ede­
cektim çünkü bu sıcakta çanta taşımak hiç bana göre değildi.
MARAL ATMACA 365

Her iki kimliğimi de cebime koymuştum. Umarım onları kul-


Itnmama gerek kalmaz. Tam odadan çıkacakken vazgeçip terasa
yöneldim. Önce Alaz a Efe’de herhangi bir tuhaflık sezip sezme­
diğinin sorsam daha iyiydi. Onun tarafına geçtiğimde balkon
(apışı açık olduğu için zorlanmadan içeri girebilmiştim. Odada
onu bulamayınca banyonun kapısına bakam. Yanılmamıştım,
içeriden gelen su seslerine bakılırsa duş alıyordu. Buraya ilk kez
gizlice girdiğimde başıma gelenleri hatırlayınca kendime küf­
rettim. “İkinci bir havlu olayı yaşanmadan çık şuradan!*' diye­
rek kendimi azarladım. Hemen geldiğim yolu geri yürüyecek­
ken yatağın üzerinde siyah, kadife ve dikdörtgen kutuyu görüp
durdum. UO kutuyu açmıyorsun, Sedef. Sen başkalarının özel
eşyasını kurcalamayacak kadar hanımefendi bir kızsın.” Kendi
meziyetlerimi kendime hatırlattığımda gözlerim, balkon kapısı
ve kutu arasında mekik dokuyordu.

Sakın açma Sedef kızım kesin anlar. Çok ayıp olur. Belki an-
lamaz. bu da bir ihtimal. Adam kutuyu koyduğu yeri santimine
kadar beynine kazımıştır. Kesin anlar. Yakalanmazsam sorun ol­
maz, değil mi? Hem ben kim, hanımefendi olmak kimdi yani.
Kazanan taraf merak duygum olunca yatağın yanma gidip
kutuyu elime aldım. Banyo kapısını kontrol ederek dikdört­
gen kutuyu yavaşça açtım. İçinde kalem, bileklik, kolye ya da
mücevher gibi bir şey görmeyi beklediğim doğruydu ancak bir
toka, kesinlikle beklemediğim bir şeydi. Bu bizim kullandığı­
mız rokalardan değildi, daha çok Japon kadınlarının saçlarına
taktıkları şiş şeklindeki rokalardandı. Evet, onlardan biriydi ve
çok güzeldi. Krem rengi, uzun iğne kısmını saçımıza takıyor­
duk. Tokanın dışarıda kalan kısmı ise muhteşemdi. Bir sürü
küçük, pembe kiraz çiçeğinden oluşuyordu ve çiçeklerin arasın­
daki minik, pembe yapraklar çok hoştu. Dalından koparılmış
kiraz çiçeğini andıran rokanın işçiliği mükemmeldi. Bu akşam
Buket in doğum günü olduğu için ona aldığını düşündüm lâ­
kin daha önce kiraz çiçekleri hakkındaki konuşmamız aklıma
gelince bana almış olması da bir ihtimaldi. Üçüncü ihtimal ise
Fulyaya geçmiş olsun hediyesi olarak almış olmasıydı ki bu,
onun ölüm sebebi olurdu.
366 VARALA5AR • II
BBeğendin mi?" Arkamdaydı! İlık nefesini ensemde
decek kadar yakınımdaydı. Ben bir de ajan olacaktım ama
zaman gizli saklı bir şey yapsam hemen yakalanıyordum

AS* biçim bir ajan olduğumu hâlâ anlamadım.

“Üzerinde havludan başka bir şey yok, değil mi?" Arl^^


bakmaya korkarken konuyu değiştirmeye çalıştım. Güldü.
Imda havlu da yok." Gözlerimi irice açtığımda çenesini boynu
ma yaslayıp güldü. "Ama bu senin için sorun olmaz, değilip
Ne de olsa kız arkadaşımsın ve seninle, eşyalarımı karıştıran
kadar çoğu şeyi geride bıraktık,” dedi eğlenen sesiyle. Utandı^
Eğer çıplak oluşunun şaşkınlığı içerisinde olmasaydım ona sağ.
lam bir cevap verebilirdim.

Biri bu terbiyesiz adama giyinmesini söylesin.

“Sen utanmıyor musun küçücük bir çocuğa edepsiz imalarda


bulunmaya?” Elimdeki saç iğnesini her an ona saplayacakmışım
gibi sıkıca tutarken belimden kavradığı gibi beni göğsüne çekli
“Yirmi yadındaki bir kız, çocuk değildir.” Boğuk çıkan sesiyle
iyice afalladım. Omuzlarım onun çıplak göğüslerine değince
yutkundum. “Allah aşkına, git üzerini giyin!” Put gibi karşım­
daki duvara bakıyordum ve arkama dönmeye cesaretim yoktu.

“Odamda rahat olmayı tercih ederim,” dedi eğlenerek Bu


sözler üzerine dirseğimi karın boşluğuna geçirdim. Gözlerimi
sımsıkı kapatarak ona doğru döndüm ve bu kez de yumruğumu
yüzüne geçirdim. “Aklınca benimle eğleniyor musun?" Bacağı­
mı kaldırıp dizine tekme attığımda çıldırmıştı. “Dün olanlar­
dan sonra bu enerjiyi nereden buluyorsun?” O eğlenen lesiyok
mu, beni deli ediyor. Sakın gözlerini açma Sedefyoksa bozulan
psikolojini kimse düzeltemez!

Doğrulduğunu hissedince nefesimi düzene koyarak tüm al­


gılarımı açtım. “Oynamak mı istiyorsun? Hadi, göster bana ne
kadar iyi olduğunu!" Etrafımda döndüğünü biliyordum lâkin
unuttuğu bir şey vardı; karanlıkta çok daha iyiydim.
MARAL ATMACA 367

Yüzüme doğru gelen bir şey hissettiğim anda başımı eğdim


ve ona doğru savurdum. Fakat bileğimi havada tu­
tarak belime yapıştırıp beni göğsüne çekti. “Sağ elin bu kadar
zayıfken ilk yumruğunu hep sol elinle at.” Nefesini yüzümde
hissederken sırıttım. “Kolay oldu," dedim. Gözlerimi usulca
açtığımda nemli saçları ve yüzü çok yakınımdaydı. Gözlerine
bakarak iyice ona yaklaştım ve dudaklarımızın arasında birkaç
santim mesafe bıraktım. “Şu anda ağır yaralısınız, efendim."
Kaşlarını hafif çatarak ne demek istediğimi anlamak için ba­
şını eğdi ve tam kalbinin üzerinde duran saç iğnesini görünce
afalladı. “Bunu nasıl yaptın?" Az önce sağ elimi tutup belime
doğru bükmüştü ve solak biri olduğum için saç tokasını hedefi
hiç şaşırmadan kalbinin üzerine getirmiştim. O beni izleyerek
gardım düşürmüştü ve isteseydim kalbinde küçük bir delik aça­
bilirdim.

“Benim yanımda dikkatin kolay dağılıyor." Şimdi bir eğit­


men gibi konuşma sırası bendeydi. “Dikkat et.” Dudaklarımı
kışkırtıcı bir yavaşlıkla dudaklarına sürttüğümde boğazından
erkeksi bir hırıltı yükseldi. “Sonun olabilirim.” Aramızdaki saç
rokasını umursamadan ensemdeki saçlarımı kavrayınca gülüm­
sedi. “ölmek için güzel bir sebep,” diye fısıldadı ve dudaklarını
benim dudaklarıma bastırdı. Parmak uçlarımda yükselerek ona
karşılık verdim.

Bana ne zaman dokunsa tüm duvarlarımı yıkıp beni savun­


masız bırakıyor.

Dudağımdaki yara canımı yakınca acıyla inledim. Bu> onu


durdurmaya yetmişti. “Canını mı yaktım?” Yüzümü ellerinin
ansına alıp alnını benim alnıma bastırdığında nefes nefesey-
dim. “Çok değil.” Tebessüm etmem onu rahatlatmış gibi alnı-
mı küçük bir öpücük kondurdu ve geri çekildi. Çıplak kasları
nefesimi keserken üzerindeki siyah eşofman altını görünce ona
ters ters baktım. “Düzenbaz adam, beni gerçekten korkuttun!”
Anadan doğma bir halde olduğunu düşündüğüm için az önce
ecel terleri dökmüştüm.
36$ yaralasar • ıı

"Çırpınışların yaptığın şeyin cczasıydı." Elimdeki rokayı j jt


\r omuzlarımdan tutarak ona sırtımı dönmemi sağladı.
şeyi sana almamı sağlayan asıl sebep, tıpkı az önceki gibi gerek,
tiğindc bir silah gibi kullanabilmen. Ama gördüğüm kadarıyla
sen zaten bunu yapabiliyorsun." Saçlarımı dağınık topuz yapt|
ve iğneli rokayla tutturdu. Ona döndüm. “Dikkat çekmeyecek
bir şey" dedi. Gözleri saçlarımdaki tokada oyalandı. MVe sana
yakıştı." Ondan aldığım ilk hediye bile bir çeşit silah görevi gör.
düğü için gülümsedim ve teşekkür ederek boy aynasına doğru
yürüdüm. Enseme doğru dökülen saçlarımı benden daha iyi
toplamıştı. Siyah saçlarımın arasındaki pembe kiraz çiçekleri
gerçekten çok güzel duruyordu. Ellerim rokanın üzerinde oya­
lanırken, “Beğendim ama hâlâ hediyelerden nefret ediyorum,"
dedim.

Güldü. “Biliyorum." Hayatım boyunca aldığım ilk hediyey­


di. özellikle ilk hediyemin onun tarafından gelmiş olmasının
bendeki önemini bilemezdi. Bu küçük rokayı hep saklayacağı­
mı bilmese de olurdu. Bir hediyenin beni bu kadar etkilemesi
çok garipti.

“Nereye kayboldun, bonus kafa!" Efe’ye küfürler yağdırarak


tesisin içinde onu bulmaya çalışıyordum. Alaz gelen telefonla
dışarı çıkınca ben de Efe yi bulmak için işe koyulmuştum.

“Yankı!" En alt kara indiğimde beni gören Şafak koşarak


yanıma geldi. “Merhaba,” diyerek yüzümü incelemeye başladı.
O an gözlerindeki üzüntüyü gördüm. “Şey, iyi görünüyorsun,"
diye bir şeyler geveledi. Aslında bunun anlamı berbat görünü-
yorsundu ama bunu bana doğrudan söyleyemeyecek kadar ki­
bardı.

“Ya, ne demezsin!" dedim alay ederek. “Ne istiyorsun bakar


kör?” Bir işi düşmezse bana yaklaşmazdı çünkü benden çekini­
yordu.
MARAL ATMACA 369

Gözlerini büyüterek, “Bakar kör mü?” dedi. Gülerek başımı


ylbdım. "Aynen öyle kuzum. O kadar körsün ki burnunun
ucunda olan şeyleri göremiyorsun." Yok ben dayanamayacağım,
5ır saklamak bana göre değil, Amfin onu sendiğini söyleyeceğim.
da gidip Kuzeye Korelinin ona abayı yaktığını, Naza da
Yifi'i söyledim mi değmeyin keyfime.

“Seni anlamıyorum»” dedi. Şaşırmadım, neden? Çünkü çoğu


uman ben de kendimi anlamıyorum.

Tam her şeyi anlatacaktım ki» “Araf nerede, onu soracak­


tan?’ dediğinde afalladım. Bu soruyu Araf sorsa bu kadar şaşır­
mayacağıma emindim. “Oradan bakılınca navigasyon cihazına
mı benziyorum? Bana ne soruyorsun, geri zekâlı! Sen buraday­
san o da kesin on adım uzağım udadır. Azıcık kafanı çalıştırır­
san güzelliğinden bir şey kaybetmezsin,’* dediğimde bu aptal kız
yine bir şey anlamamıştı.

“Şey» sen iyi misin?" Fenalık geçirir gibi elimin tersini al­
nınla koydum. “Ay Allah*ım, bela okumayayım diyorum ama
gördüğün gibi bu muhterem kulunun üzerine çok fazla geliyor­
lar,” diye homurdanınca deli görmüş gibi bakan kız yutkuna­
rak, ‘Sonra görüşürüz, sen biraz dinlensen iyi olur,’* dedi. Kaçar
gibi benden uzaklaştığı yetmezmiş gibi arada korkuyla arkasına
bakarak onu rakip edip etmediğimi kontrol ediyordu. Yok artık!
Onu takip edip boğazına yapışacağımı düşünmüyor, değil mi?

“Şensin deli!" diye arkasından bağırdığımda Şafak çoktan


koridoru dönerek gözden kaybolmuştu. Lâkin duyduğum er­
kek kahkahası kesinlikle Araf1 a aitti. “Ben demedim mi on
idim uzağımızda diye!” Şafak'ın gittiği yere doğru bağırarak ar­
kaya döndüğümde Araf gerçekten pencerenin yanındaki devasa
çiçeğin yakınında duruyordu. Bu kocaman salon bitkisi onu iyi
gizliyordu. “Platoniğin sayende deli olduğumu düşünüyor" de­
dim. Kapıya doğru yürürken gülerek peşime takıldı. “Onu suç­
layamazsın, buradaki herkesin böyle düşündüğüne eminim.”
Bu sözleri duymak ne kadar iyi geldi, anlatamam.
370 YARALASAR-ll

Bana yetişip yanımda yürümeye başlarken yüzüme baktı vc


"Berbat görünüyorsun," dedi. “Suratını tuz ruhuna yatırmışa
gibi şiş ve mosmor.” Kadın ruhundan zerre kadar anlamayan bu
çocuk, biraz daha böyle devam ederse elimden kalacaktı.

Neden erkek cinsinden kimse bana iltifat etmiyor? Bunun yeri,


ne askerlik arkadaşlarıymışım gibi böyle açıksözlüler?

“Sağ ol ya, sanki ben bunu bilmiyordum,” diye sızlanmaya


başladığımda gülerek omuz silkti. “Rica ederim, acı gerçekler,"
diye karşılık verdiğinde kaşlarımı çattım. Onunsa gülüşü tüm
yüzüne yayıldı. “Kendini daha iyi hissedeceksen Fulya da se­
ninle aynı durumda ” Bir süre düşünür gibi susarak tekrar yü­
zümü inceledi. “Yok, onun bir gözü fazladan morarmış. Senin
aksine yüzü eski haline gelene kadar insanların içine çıkmaz o.
Buradakilerin göz zevkini bozmayacak kadar düşünceli? Sinir­
den bukalemun gibi renkten renge girmeye başladığımda daha
çok güldü pislik!

Onu tanıdığım ilk zamanlar kimseyle konuşmuyor ve kim­


seye gülmüyordu. Şimdi de değişen bir şey yoktu, hâlâ kendisi­
ni dışarıdaki insanlara kapatmış durumdaydı. Tek fark, benim
yanımda farklı biri oluyordu. Bahçenin ortasında durup ona
baktım. “Sen benden hoşlanıyor olamazsın, değil mi?” dedim.
Duyduklarının şaşkınlığıyla bana bakıyordu. “Tamam, kabul
ediyorum. Yakışıklılık konusunda ikizinle, yani Kuzey ile yarı­
şırsınız ama Alaz ı aldatırsam canıma okur.” Gözlerimi kısarak
tek solukta söylediklerimin onun üzerindeki etkisini izliyor­
dum. Ben öyle lafı dolandıracak biri olmadığım için doğrudan
sordum.

sağ gösterip sol vuracaksa bilelim, sonuçta tedbir hayat


kurtarır.

önce bir süre hiç konuşmadan beni izledi, daha sonra ise
gülerek başını iki yana salladı. “Böyle bir şeyi bir erkeğe dam­
dan düşer gibi ancak sen sorabilirdin. Senden hoşlandığımı da
nereden çıkardın?” Muzip bakışları, zaten böyle bir şey olma-
MARAL ATMACA 371

jigıni anlatıyordu. Rahatlayıp derin bir nefes verdiğimde daha


çok c^lenmcye başlamıştı.
•Sana sormalı," dedim. Tekrar yürümeye başladık. “Şafak
jj dahil herkesin yanında asosyal biri oluyorsun ama benim
jAiinda farklı biri oluyorsun." İlk günlerde benden kaçan ço­
cuk. fimdi kend‘ isteİ'ylc yanımda olunca aklıma ilk gelen bu
-jnıuştu. Benim gibi kırk fikirli birinin aklına hep olmayacak
şeyler geldiğini o da biliyormuş gibi tebessüm etmişti.

“O zamanlar da seni tanımıyordum." Beni gördüğü yerde


jjıkJaştığı günlerden bahsediyordu. Hatta bir ara kaçmasın
diye çığlık atacağımı söyleyerek onu tehdit ettiğimi hatırlıyor­
dum-
“Uzaktan tanıdığım kadarıyla geveze ve sinir bozucu dere­
cede sakar bir kızdın ki hâlâ öylesin.” Kendi iyiliği için susması
yıtkiyor.

“Ancak zamanla seni tanıdıkça daha fazlası olduğunu gör­


düm. Komiksin ve ne zaman yanında olsam kendimi gülerken
buluyorum. En önemlisi kendinsin, kimsenin senin hakkında
ne düşündüğünü umursamadan kendi bildiğini okuyacak ka­
dir doğalsın. Başka bir kıza berbat görünüyorsun desem iki gün
surat asar ama sen gülüp geçiyorsun.” Farkında olmadan tebes­
süm ettim. Ona değer veriyordum, Fulya’nın takımında olsa
dı Araf ı seviyordum ve benim hakkımda düşündükleri beni
mutlu etmişti.
“Benden hoşlanmadığına emin misin? Söylediklerin bana sı-
nlsıklam âşık olduğunu gösteriyor ama ilk davranan kaparmış.
Beni kaybettiğine yan artık." Oyunbaz bir sesle söylediklerim
karşısında bana eşlik ederek elini kalbine koydu. “Bu acıyla ya­
şayabilirim.” İkimiz de gülüyorduk ve ben, ondan gerçekten iyi
bir arkadaş olacağını bir kez daha anladım. Zaten Alaz dışında­
ki erkekleri bir şekilde arkadaşım yapmak gibi kötü bir huyum
vardı.
372 YARALASAR - II

Araf bana biraz daha eşlik ettikten sonra Şafak'ı bulmak için
gidince tek başıma Efeyi bulmaya karar verdim. Tesisin her
odasına bakmıştım, şimdi geriye sadece bahçe kalmıştı. "Ne­
nedesin, Efe?” Ağaçların arasına daldığımda içimde bir sıkıntı
vardı. Onu en son dün dövüşürken görmüştüm, bugün ise hiç
görmemiştim. Dün Fulya ile dövüşürken bile aklım Efetieydi.
Onu gözlerimin önünden ayırmamam gerektiğini bildiğim için
yokluğunu hemen fark etmiştim.

"En küçük bir haca olmamalı!” diyen bir ses duydum. Bir
ağacın arkasına saklanarak konuşan kişiyi gözetledim.

"Hayır,” diyen kişi az ilerideki ağacın yanında durmuştu ve


sırtı bana dönüktü. “Onun hemen şimdi ölmesi Altug u uyan­
dırır.” Soluğumu tuttuğum esnada yüzünü hafifçe döndürdü­
ğünde onu gördüm.

Atalay değil mi bul

Karşısındaki kişiye âdeta kükrer gibi, “Çocuğu bir depo­


da tut!” dedi. "Bu akşam Bukefin doğum gününde Altug ve
diğer eğitmenlerden kurtulmak varken risk alamayız. Hangi
depo dedin? Sancarlı’da olan mı?” Çığlığım duyulmasın diye
ellerimle dudaklarımı sıkıca kapattım. Atalay ne diyordu böyle?
Altuğ'dan kurtulmak mil Yani Alazdan mil Bu lanet yerde neler
oluyorl öcü Atalay mil

İyi ama o zaman bizi damgalarken on beş yaşlarında olması


gerekiyordu ama Alaz ile aynı yaşlardaydı. Yaş faktörünü göz
ardı edemezdim. Peki, çocuk katilleri Böyle bir şey mümkün mü!
Bir insan on beş yaşında bir seri katile dönüşebilir mil “Ses çı­
karmadan uzaklaş, Sedef,” diye fısıldayarak geriye doğru adım
atmak için ayağımı kaldırmıştım ki aniden durdum. Ben nor-
malde de çok sakarlık yapıyordum, şimdi bu panik halinde ke­
sin yine düşerdim. İnsanın kendisini bilmesi iyi bir şeydi.

Gayet dikkatli bir şekilde önce başımı çevirip yeri kontrol


enim. Herhangi bir taş veya dal göremeyince geriye dönüp
yavaşça bir adım attım. İyi gidiyordum, ikinci hatta üçüncü
MARAL ATMACA 373
I
I
ılımımda da bir sorun çıkmamıştı. Omuzlarım gevşeyince bu
id başaracağıma emin olmuştum. Yürümeyi yeni öğrenen be­
bekler gibi kollarımı her iki yanımda açarak yürümeye başla­
dım. Sanki bir ipin üzerinde yürüyen cambaz gibi sağa ve sola
doğru bükülüp yürüyordum. “Kahretsin, yürümenin bu kadar
zor olduğunu daha önce hiç fark etmemiştim.’' Bu sakarlıkla
yürümek bile işkence gibiydi çünkü düşeceğim korkusuyla san-
jd yürümeyi unutmuştum.
Sadece dokuz adım kadar uzaklaşmıştım ki karşımda bir
kedi gördüm. “Pist! Çekil oğlum yolumdan. Bak, öcü Atalay
beni görmeden uzaklaşmalıyım,” diye fısıldadım ama bu geri
zekili kedi gözlerini dikmiş, bana bakmaktan başka bir şey
yapmıyordu. Ve tam o anda fark ettiğim şeylerle bildiğim tüm
küfürleri savurdum. Ben bu kediyi sanki daha önce gördüm! Bu
grimsi tüyler! Bu çakmak çakmak bakan gözler! Bu o kedi!

“Seni numaracı tüy yumağı!” Tıpkı bir kaplan gibi hırla­


yarak kedinin üzerine atladım. Ben yere yüzüstü yapışmışken
o yine kaçmanın bir yolunu bulmuştu. “Yankı?" Hemen ar­
kamdan geliyordu bu ses. Uzandığım yerden başımı kaldırdım.
Bir ağaca adayarak bana küstah bakışlar atan kediye küfrettim.
"Köpeklere boğduracağım oğlum seni.”

“Beni mi? Anlamadım?” Bu öcü kılıklı Atalay şimdi kendisi-


ni o kediyle niye kıyaslıyor ki? Sanınm yerden kalksam daha iyi
olacak.

Ellerimi yere bastırıp derin bir nefes alarak ona doğru dön­
düm. Korkudan kireç gibi olan yüzüm beni ele vermiş olmalı ki
gözlerini kısarak beni inceliyordu. “Ne kadarını duydun?” Bir
ürperti beni esir almıştı. Her şeyi haykıracağım esnada Alaz ın
söyledikleri aklıma gelince sustum. Belinde silahı varken en
doğru karar rol yapmaktı.

"Neyi?” Aptalı oynayarak gülüp elimle ağacın tepesindeki


kediyi gösterdim. “Bu numaracı kediye ona yapacağım Çin iş­
kencelerini anlatmakla o kadar meşguldüm ki burada olduğu­
374 YARALASAR-ll

nu fark etmedim? Birini arar gibi etrafıma bakındım. “Lûtfen


bana eğitmenimin burada olmadığını söyle. Malum, bir kediyle
konuşurken yakalanmak hoş değil? dedim. Her zamanki vur-
dumduymaz tavrımı takındım ve rahatmışım gibi bir izlenin)
yaratmaya çalıştım. Oysaki hiç rahat değildim, özellikle Atalay
bana doğru gelirken!

“öyle mi?" Kaşlarını sorgulayıcı bir şekilde yukarı kaldırdı.


“Ne zamandır Altug un senin hakkmdaki düşüncülerini umur-
suyorsun? Sen kimsenin senin hakkındaki düşüncelerini önem­
semezsin." Fazlasıyla zekice bir soruydu bu. Bela okumamak
için susmuştum. Gittikçe bana daha çok yaklaşıyordu. Acaba
çığlık atsam kaç kişi sesimi duyardı? Bendeki bu şansla hiç kimse!
Allah onların da belasını versin!

“Bir sorun mu var?” Bir sorun olduğunu çok iyi biliyordu.


“Neden kaçıyorsun?” O sorana kadar geriye doğru gittiğimin
farkında değildim.

“Üzerime gelmeyi kes!” Kendimi tutamayıp en sonunda öf­


kelendim. Bunu en çok Alaz yapıyordu ve onda da tepkim aynı
oluyordu. İnsanların üzerimde baskı kurarak beni köşeye kıstır­
maları her zaman öfkelenmeme sebep olurdu.

Verdiğim tepkiyle artık telefon konuşmalarım duyduğum­


dan emin olan Atalay, elini ceketinin iç cebine koyduğu an so­
luğum kesilene kadar bağırdım: “Silahlı saldırıya uğruyorum?
Ağaçtaki kedi yere atlayıp boyundan büyük kükredi. Atalay ın
üzerine adadığı gibi yüzüne tırnaklarını geçirmeye başlamıştı.
“Hadi canım!" Bu kedi gerçekten böyle bir şey yaptı mı? Bildi­
ğin kaplan kesilmişti ve Atalay kediden kurtulmaya çalışıyordu.
“Parçala onu oğlum!” diye heyecanlanarak bağırdım. “Sakmbı-
rakma oğlum Fikri, ablan yardıma geliyor? Savaş naraları ata­
rak Atalaya doğru koştum ve kediyi yere attığı an tüm gücümle
bacak arasına sen bir tekme attım. “Kahretsin, Yankı!” Dizle­
rinin üzerine düşünce ikinci tekmem yüzünü bulmuştu. “Bir
daha Fikri ye saygısızlık etme!” diye bağırarak hemen arkaya
döndüm ve tesise doğru koşmaya başladım. Az önce öldümgi
MARAL ATMACA 375

dişvndüğlm kediyi savunduğuma inanamıyorum. Düşmanımın


fâmanı bir kedi bile olsa dünya ahireî benim dostumdur.

Ağaçların arasında son sürat koşarken bir dala takılıp yeri


boyladım. Duyduğum miyavlama sesiyle başımı kaldırdığımda
o kedi yine tam karşımda duruyordu. “Tövbe ya, oğlum sen ne
gaksın lan! İn misin cin misin belli değil!” diye bağırarak ayağa
kalktım ve tekrar koştum. Başımı çevirip baktım ama kedinin
duıduğu yerde beni izlediğini görünce ofladım, “öcü peşimiz­
de diyorum» sen orada ne hale ediyorsun? Koşsana Fikri!” Sanki
benimle dalga geçer gibi arkasına döndü ve kuyruğunu sallaya­
rak gitti. Bu kedi kesinlikle tam dayaklık.

Onu boş verip Atalay kendini toparlamadan yeniden koşma­


ya başladım. Kaçırılan o çocuk Efe olmalıydı çünkü onu hiçbir
yerde bulamadım. Ancak ne Alaz ın ne de diğerlerinin henüz
Efenin kaçırıldığını bildiğini sanmıyordum. Peki, Alaz a gelen
o telefon kimdendi? Kaşlarını çatarak hemen çıkmıştı odadan.
Tesiste olmadığını biliyordum, o yüzden Aralayın yaptıklarını
ona daha sonra söyleyebilirdim. Şimdi Efe yi geç olmadan kur­
tarmalıydım. Tesisin kapısından geçtiğim an kolumdan tutulup
geriye çekildiğimde bağırdım. “Her şeyi mahvetmene izin vere­
mem!" Atalay kolumu sıkarak beni durdurduğunda soluğum
kesilene kadar bağırdım. “Seni duydum! Altuğ ölmeli gibi bir
şey dedin ve Efe yi kaçırdın!” Kendimi ondan kurtarmaya ça­
lışıyordum. O kedi yüzünden yanağında ve çenesinde küçük
pençe izleri vardı.

“Her şeyi batırıyorsun, Yankı!” Sabrı taşmış gibi bağırıyor­


du. Beni, kendime gelmemi ister gibi sarstı. “Bir halt bildiğin
yok. Beni dinlemezsen her şeyi mahvedeceksin. Odama gide­
lim, konuşalım.” Kendi kulaklarımla duyduklarımı göz ardı edip
odasına gidecek kadar aptal olduğumu mu düşünüyor? O odaya
pmsnn bir daha asla eskisi gibi çıkamayacağımı bilecek kadar
Mm başımda.

"Açıklamanı Alaz'a yaparsın!" Kolumu çekmeye çalıştığımda


beni bırakmayan adam, tekrar konuşacağı esnada duyduğumuz
ses onu hareketsiz kılmıştı. “Bırak onu!"
376 YARALASAR - II
Her ikimiz de babımızı çevirdiğimizde Yosun u birkaç adIrn
uzağımızda, yanında Buket ve Simay ile bizi izlerken gördüm
'‘Bu doğru mu?” Hayal kırıklığı içinde Atalay’a bakıyordu
“Yankı'nın söyledikleri doğru mu?” Sanırım az önce söyledik­
lerimi duymuştu. Teni kireç gibi beyazlamıştı. Ağlamamak içjn
kendisini zor tuttuğunu görebiliyordum.

“Yosun...” Atalay daha onun adını yeni söylemişti ki Yosun


bir anda ağlamaya başladı. “Biliyordum! Her şeyi biliyordum!*
diye gözyaşları içinde bağırırken neyi bildiğini merak cnim.
“Son günlerdeki o gizli telefon konuşmalarından anlamalıy­
dım. İbrahim öldüğünde o kayıtları silenin sen olduğunu bil-
diğim halde kon duramadı m.” Kalbimde bir sızı oluştu, bu ka­
dın hiç ağlamasın istedim. Yosun o kadar çocuk ruhlu ve temiz
kalpliydi ki gözyaşı dökmeyi hak etmiyordu.

Kolumu tutan eli yavaşça yan tarafına düşen Atalay da en az


onun kadar sarsılmış görünüyordu. “Ama şimdi konduruyor­
sun? Sesindeki hüzün bir an beni afallattı. “Sen beni hiç mi
tanımadın, Yosun?” diye sorduğunda havada sinir bozucu bir
sessizlik oluştu ve Atalay onun gözlerinde ne gördüyse yutkun­
du. “Beni hiç tanımamışsın!”

Yosun başını iki yana salladı. “Tanıdığımı sanıyordum.” Be­


lindeki silahı çıkarıp Atalaya doğrulttu. “Ya da tanımam için
bana hiç fırsat vermedin.” Parmağı tetiğe gitti. Bunu yaparken
acı çekiyor gibiydi. “Ellerini ensende birleştir ve diz çök!" diye
bağırdığında en az Simay ve Buket kadar şoke olmuştum.

Yosun gibi şeker bir kadından beklenmeyecek hareket bunlar.

“Bunu asla yapmam!” Yosun*un ona inanmaması Atalayı


hayal kırıklığına uğrattığı kadar kızdırmıştı da. “Beni vuramaz­
sın çünkü sen bu kadar cesur değilsin!” Yosun gözyaşları içinde
buruk bir tebessüm etti. “Bunun cesaretle bir ilgisi yok, bu be­
nim sana olan duygum...” demişti ki sustu.

Atalay devam et dercesine bakıyordu. “Allah’ım, sen sabır


ver!” diyerek derin bir nefes aldım. Sonra elimle Yosun u gös-
MARAL ATMACA 377
tertrtk öcü Atalay a döndüm ve * Kısacası diyor ki seni vuracak
fcadjr cesurum ama çocukluğumuzdan beri senin gibi şerefsiz
vt çocuk düşmanı bir damgacıya âşığım!” dedim. Herkes şaş­
ınca bana dönünce Yosun yerin dibine girmiş ve bana “Yankı!”
diye bağırmıştı. Bana niye bağırıyor, anlamıyorum. Nasılsa Ata-
öldürecek, bari içinde kalmasın diye onun yerine ben söyledim
■Ne?" dedim. “Siz yapamayınca tercüme işi bana kaldı. Ta­
nım» bunu yaparken kendimden de bir şeyler kattım ama sa­
dece şerefsiz ve damgacı kısmı bana ait. Ah, çocuk düşmanı
kısmı da bana ait. Bu arada şerefsiz olduğunu da söylemiş miy­
dim?” Hepsi bana ne saçmalıyorsun dercesine bakıyordu. Tam
olarak hangi kısmı anlamadıklarını bilmiyordum.

'Bana âşık mısın?” Gerçekten Atalay bunu sordu mu?

Yosun cam bir şey söyleyecekti ki, “Evet, dedim ya!" diye
bağırarak araya girmeyi kendime borç bildim.

Gözlerini büyüten Atalay, bunu yeni fark etmiş gibi duru­


yordu. “Peki, sevgilin?”

“Yok sevgilisi!” Evet, yine ben.


'Buket sevgilin olduğunu söylemişti.”

“Halt etmiş, seni kıskandırmak için yalan söylemişler.” Bunu


iıjykym de benim. Ne yapayım yani, Yosuna kalsa sabaha kadar
SUSUY.

'Yani?” Atalay ona doğru bir adım attı. “Bir sevgilin yok
bunun jeton kaç küfeli? Bir türlü anlamak bilmi­
yordu.

Ben tam yeniden konuşmak için ağzımı açmıştım ki dördü


birden bana, “Yankı, sen sus!" diye bağırınca somurtarak sus­
tum. Bu insanlara gerçekten iyilik yaramıyordu.

Atalay» “Yosun...” dediğinde yine çenemi tutamadım.


‘Gençler bu hararetli ilişkinize gerçekten hayran kaldım ama
Yosun tetiğe basman gerek çünkü öcü, Atalay. Ve...” deyip asan­
söre doğru koştum. “Benim gitmem gerekiyor!”
378 YARALASAR -11
Üçüncü asansörün düğmesine basçım ve kapı açılınca hc.
men içeri girdim. Anılay kaşlarını çatmıştı. “Buraya gell*
bağırarak bana doğru bir adım atmıştı ki Yosun silahını yeniden
Atalay’a doğrultup, “Yerinde kal, tutuklusun!" dedi. Atahy'ın
“Gitmesine izin verirseniz tüm uğraşlarım heba olacak, Ahug
bu sefer çıldırır!" diyen bağırışlarını duyduğumda kapılar çok-
ran kapanmıştı.

Kapı açıldı, zemin kata inmiştim. Hemen otoparka girmiş,


tim ki peş peşe giden üç arabanın içinde bizim çocukları gö.
rünce afalladım. Üstelik üçüncü arabada Esad, Tunç ve Halil de
vardı. Biraz ilerideki arabanın yanında duran Ahmet’i ve onun
karşısındaki Fulya, Araf ve Şafak’ı gördüm. Tartışıyorlar gibi bir
ifâdeleri vardı. “Altug un haberi olmadan kimse tesisten çdq.
maz.” Ahmet onları bir konuda ikna etmeye çalışıyordu.

“Diğerleri nereye gidiyor? Onları götüren ajanlan daha önce


gördüğümü hatırlamıyorum," diyen Ahmet, aynı zamanda sü­
rekli elindeki telefonla bir şeyler yapıyordu. Ahmet meraklı ba­
kışlarını AraFa çevirdi. “Burada neler oluyor? Altuga ulaşamı­
yorum," diyerek yeniden telefonu kulağına götürmüştü ki Araf
kaşlarını çattı. “Efe’nin kaçırıldığına dair telefonumuza mesaj
geldi! Adresi bile atmışken neden bize engel oluyorsun?" diye
sordu. Şimdi hepsinin aceleyle nereye gittiği anlaşılıyordu.

“Diğer ajanlar, senin gibi sorun çıkarmadılar ve çocuklan


götürmeyi kabul ettiler," diyen Şafak bile fazla sabırsız görünü­
yordu. “Peki, sen neden geçmemize izin vermiyorsun?" Htpti
beni beklemeden gitmiş ama bana niye tek kelime etmediler?

“Çünkü bu bir tuzak olabilir!” Ahmet onları ikna edeme­


yince sakin olmak için derin bir nefes aldı. “Eminim Altuğ,
Efe’yi bulacaktır ama sizin burada kalmanız gerekiyor. Diğerle­
rine yetişip onları durdurmam gerekirken burada sizinle vakit
kaybediyorum.” Ahmet bizim için endişeleniyor olabilirdi ama
Efe kayıpken ben de burada durup beklemeyecektim. Üstelik
Çakallar bile ona yardım etmek için gitmişken ben hiç dura­
mazdım.
MARAL ATMACA 379
•Beni Efeye götür," dediğimde hepsinin dikkatini çekmiş­
ti. Ahmet tam itiraz etmeye hazırlanıyordu ki, “Sen götür-
^tceksen anahtarı ver, Araf götürür," dedim. Kesin bir dille
^nuşmğumu duyunca pes etti. “Tuzak olabilir." Omuz silke-
arabanın yanında durdum. “Dua edelim ki olmasın." Araf
jflâhtar için elini uzatınca sıkıntıyla burnundan soluyan Ahmet
Lasını salladı ve “Ben götürürüm,” dedi. Ahmet şoför koltu­
ğun» geçince tebessüm ettim, bizi bu durumda bırakacak biri
defciM-
Ben ön koltuğa oturdum, Araf ve Şafak da arka koltuğa
0(urdu. Fulya, “O sünepe umurumda değil, ben odama gidi-
jurum," dediğinde Araf alayla güldü. “Bence de sen gelme. Biz
Efö'yi kurtardığımızda Yankı yine kahraman ilan edilince sen
odanda oturursun artık," dedi. Fulyanın damarına basmış ol­
malıydı ki Fulya arabaya bindi ve Araf ın yanına oturdu. Böyle-
a araba hareket etti. Acaba ben de onun gibi berbat mı görünü-
jtnmiYokya, benim bir gözüm mor değil. Onu boş verip Efeye
odaklanmaya çalıştım, diğer aptallar başlarını belaya sokmadan
onlara yetişmem gerekiyordu.

Nedense içimden bir tes kendi ayaklarımızla sonumuzu getir­


meye gittiğimizi söylüyor.
Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Yaklaşık iki saattir yol­
daydık ve hâlâ Efe’nin olduğu yere gelememiştik Şehir dışına
çıkağımızı yol üstündeki tabelalardan anlıyordum. Çocuklar
öndeki arabalardaydı. Ahmet onları kaybetmemeye çalışarak
takip ediyordu. Kuzey, Ecrin, Naz, Yiğit ve Hakan da o ara­
balardan birindeydi. Efe’nin kaçırıldığını duydukları an hepsi
beni beklemeden yola çıkmıştı. Belki de bahçede olduğum için
beni aramakla vakit kaybetmek istememişlerdi. Şimdi ise gide­
ceğimiz yer bile meçhuldü fakat biz, eğitmenleri atlatarak firar
etmiştik Atalay ve diğerleri bizi bulmak için tesisten çıkmışsa
bile şu iki saatte çoktan izimizi kaybettirmiştik, içimdeki sıkma
her an çoğalırken boğuluyor gibi oluyordum. Bir şeyleri gözden
kaçırdığımı hissediyorum, atladığım bir şeyler var ama ne?
“Hangi depoda tutuluyor bu çocuk? İki saattir bir türlü bu­
lamadık," diye sızlandığımda Ahmet hızını biraz daha arttırdı.
“Şehrin dışında Sancarlı diye bir köyde.” Bunu zaten bildiğim
için yola odaklanmaya çalıştım.

“Daha ne kadar var?” diyen Fulya arka koltukta sabırsızca


kıpırdandı. “Bu yabani şeyin yanında oturmak canımı sıkıyor!*
Yabani diye bahsettiği kişi Araf oluyordu. Arkaya baktığımda
Araf iki kızın ortasında oturmuştu ve kimseyi umursamadan
yola bakıyordu.

Fulya yine rahatsız olmuş gibi Araf ı itmeye çalıştı. Tam eli­
ni Arafın omuzuna koyduğu sırada Şafak ona döndü. “Madem
582 YARALASAR - II

rahatsızsın, o halde yol boyunca ona dokunmak yerine neden


ellerini çekmiyorsun?" Şafiık’ın çıkışı beni mutlu ederken Araf
şaşkındı. Evet, çekingen kızımız onu kıskanıyordu.

"Ne oldu» küçük solucan?" Fulya ona tiksinerek baktıktan


sonra güldü. "Kıskandın mı yoksa?" Araf da bunun cevabını
duymak ister gibi merakla ona bakmaya devam etti. Şafak hem
utanmıştı hem de gözleri dolmuştu. Yardım ister gibi bana ba*
kınca yanaklarımın içini havayla doldurup şişirdim. “Sana ne,
kızım!" Kahrolası vicdanım Şafâk'ın dolan gözlerine dayana*
madiği için mecburen Fulya*ya cevap vermiştim. Bana sararsa
belki Şafak’ı rahat bırakırdı. “Kıskanır ya da kıskanmaz, sanj
ne? Şurada doğru düzgün düşünmeme bir türlü izin vermedin!*
Yol boyunca onun sızlanmalarını dinlemekten aklımı bir türlü
toplayamadım.

“Düşünmek ve sen?" Beni küçümsercesine kahkaha anı.


“Gevezelikten başka bir şey bilir misin sen?"

“Bir terslik var, sarı yılan." Onun dalga geçen tavrının aksi­
ne gayet ciddiydim. Ahmet» “Ne demek istiyorsun?" dediğinde
önüme döndüm. “Emin değilim ama atladığım bir şeyler vat
Katilin Atalay olması bana pek inandırıcı gelmiyor." Eğer katil
Atalay olsaydı, Alaz bunu fark ederdi. Onun gibi zeki biri ya­
nındaki adamın tüm hareketlerini analiz eder, gerçeği anlardı.
Alaz böyle bir şeyi fark etmeyecek biri değildi.

“Atalay mı?” Araf’ın sesi şaşkın çıkmıştı.

Şafak, “Katil o mu?” dedi tereddütle.

“Atalay, Altug a düşkün.” Fulya nın bu sözlerinden tek an­


ladığım öcünün kim olduğunu onun da bilmiyor olduğuydu.
Kime çalıştığını bilmezken bize ihanet etmişti.

Ahmet’ten cevap gelmeyince, “Sen ne düşünüyorsun?” de­


dim. Şehir dışında engebeli bir yola girdiğimizde kabak tarla­
sında çalışan birkaç kişiyi gördüm. Tabeladaki Çamlı Höyük
Köyüne Hoş Geldiniz yazısını okuyunca yüzümü ekşittim. Bu
MARAL ATMACA 383
ruh hâliyle hiçbir yer bana hoş gelmiyordu. Üstelik geride bı-
I
rikuğımıı tarlaların aksine şimdi kabak hasadı yapan köylüler
P
pktu, sadece boş araziler vardı. Etrafta insanlar olmayınca iz­
leyecek bir şeyler bulamadığım için gittikçe büyüyen sıkıntım
'i
hiç çekilmiyordu. “Atalay olamaz,” diyen Ahmet’in de benimle
jynı fikirde olması beni biraz rahatlattı. “Eğer o olsaydı, Al-
(ujbunu anlardı ama aradığımız kişiyle birlikte hareket ediyor
olma ihtimali olabilir.” Her iki ihtimali ben de düşünmüştüm
ama orada Yosuna bakarken nasıl desem, suçsuz görünüyordu.
Eğer Atalay öcü değilse o zaman telefonda söyledikleri ne anla­
ma geliyordu?

Büyük bir su deposunun yakınından geçerken Ahmet, “Ne


düşünüyorsun?” diye sorduğunda omuz silktim. “Bilmiyorum,
sadece yanlış giden bir şeyler olduğunu hissediyorum." Başka
soru sormamıştı, kimse sormamıştı. Hepimiz kafamızın içinde­
ki sorulara cevap ararken kimse konuşmamıştı.

Araf, “Burası hangi köy? Feyzah denilen yer burası mı?” de­
diğinde, Ahmet aynadan ona bakarak başını olumsuz anlam­
dı salladı. "Sancarh’dayız, Efenin tutulduğu yer burası.” Arka
tarafta oturanlar tamam anlamında birkaç mırıltı çıkardıktan
sonra susmuşlardı.

Köyü geride bırakıp ormanlık bir alana girdik ve ağaçların


içinden geçmeye başladık, öndeki arabaların izini kaybetmiştik
İlkin Ahmet onları bulacağını söylediği için içim rahattı. Ne
oluna olsun bizim çocukları bulmalıydım. Birine bile bir şey
olacak diye aklım çıkıyordu. O aptallan bulup hepsinin canına
ohujacapm. Tuvaletim gelince kendime küftenim. Yola çıkma­
dan önce o kadar vişne suyu içersem olacağı buydu. “İhtiyaç
molası verebilir miyiz?” En küçük bir utanma belirtisi göster­
meden bunu direkt sordum. Hem neden utanacaktım ki? So­
nuçta insan veya hayvan fark etmez, herkes bu işi yapıyordu.
Allah'ım, kendi içimde bile iğrencim. Ama tutulacak bir şey değil
hı, pldiği an yapmam şart.
JM YARALASAR - II

"Ciddi misin sen?** Fulya yine o tiz sesiyle tısladı. “Böyle b|r
durumda yapacak başka bir şey gelmedi mi aklına?” Mesane^
patlamak üzereyken yapacak daha iyi bir şeyler maalesef gelmj.
yordu aklıma.

•Altıma mı işeyeyim?” Bacaklarımı birbirine bastırdım. "Be­


bekler gibi bez takmıyorum. Başka bir fikrin yoksa kapat çe­
neni!” Araf ve Ahmet gülerken, Şafak utançla inlemişti. Fulya
ise tiksinerek öğürür gibi bir ses çıkardı. “Sana kadın demeye
utanıyorum. Erkeklerin olduğu bir yerde nasıl konuşman ge­
rektiğini bilemeyecek kadar cahilsin.” Biri bu kıza erkeklerin fa
tuvalete gittiğini ve bizim gibi onların da sık sık bu iji yaptığını I
söylesin. Ayrıca tuvalete gitmeyi istediğim için neden cahil olduğu. I
mu anlamaya çabşmak bile istemiyorum.
“Sen kibarlıktan kırılabilirsin, ahmak ama bu araba hemen
durmazsa altıma yaparak sana ne kadar kibar olduğumu kanıt­
larıyla göstermek zorunda kalacağım. Islak kanıtlar.” Gerçeklen
dediğimi yapacağımı anlayan Fulya, sinirden bağırdı. “Durdur
arabayı, bu kız koltuğa yapmadan durdur şunu!” Sonunda şaka
yapmadığımı anlamıştı, süper zekâ.

Ahmet gülerek arabayı bir iğde çalısının yanında durdurdu.


Arabadan nasıl indiğimi hatırlamıyordum. Yerimde rahatsızca
zıplarken, “Şafak, in hadi!” diye bağırarak bacaklarımı birbirine
sürttüm. “Bana gözcülük yapacaksın.” Birinin gelme ihtimaline
karşı Şafak’ı yanımda götürmem en mantıklısıydı.

Şafak arabadan inince Ahmet fazla oyalanmamamız gerekti­


ği konusunda bizi uyarmıştı. Biraz yürüdükten sonra kuşburnu
ağacının yanındaki kayaların arkasına geçip hızlıca işimi bitir­
dim. Şafak ağacın birinden kuşburnu kopartıp yüzünü astı.
“Keşke telefonum yanımda olsaydı, haritadan bakarak bu San-
carlı hangi ilçeye bağlı öğrenebilirdim.” Buna ne gerek vardı ki?
Sorsak Ahmet zaten bu köyün hangi ilçeye bağlı olduğunu bize
söylerdi.

Bekle bir dakika, Sancarlı mı dedi o?


MARAL ATMACA 385 j.
Tüm tabelaları eksiksiz takip etmiştim ve az önceki tabela- .
Jj Çamlı Höyük yazdığına emindim. “Sancarlı’da değiliz ki.**
(Jstümü düzeltirken elindeki kuşburnunu yere atıp ayağının »
Jtında ezdi. “Sancarlı’dayız, Yankı. Arabada Araf senin şu re-
fjatçinc sorarken onun dediklerini duymadın mı?” Ellerim
hareketsizce iki yanıma düşerken aniden beynimde çakan şim­
şeklerle yutkundum.

Efenin hangi köyde tutulduğunu sorduğumda bana Sancar-


h demişti.
Atalay da telefonda konuştuğu kişiye Sancarlı demişti. İyi
ima bu bilgiyi sadece Atalay ve onu dinlediğim için ben biliyor-
ı dum. Peki, Ahmet nereden öğrenmişti? “Size gelen mesajdaki
adres Feyzah mıydı?" Şafak başını sallayınca kafam daha çok
karıştı- Araf arabada Feyzah denilen yere daha ne kadar kal­
dığıyla ilgili bir soru sormuştu. Onlara gelen adreste Sancarlı
yerine Feyzah yazdığını daha yeni fark ediyordum. Üstelik Ah­
met ona Efenin Sancarlı’da tutulduğunu ve oraya geldiğimizi
söylemişti. Ahmet Sancarh’yı nereden biliyordu ve neden Çam­
lı Höyükte olduğumuzu söylemedi? Burada tam olarak neler
iönûyor?

Şafak, “Sen iyi misin? Rengin soldu sanki?” deyip koluma


dokunduğunda kendime gelmek için derin bir nefes aldım.
■Bilmiyorum.” Alaz ile konuşmadan iyi olacağımı da sanmıyor­
dum. “Tabii ya, telefon!” diyerek kendime küfredip sutyenimin
ansına sakladığım telefonu çıkardım. Bunu gerçekten unuttuğu­
ma inanamıyorum, Alazı arayıp neler olduğunu sormalıyım!

Telefonumu kurcaladığımda kapalı olduğunu görünce si­


nirden inledim. Gece uyurken gelen operatör mesajlarına kl­
üp telefonu kapatmıştım. Sabahsa telefonu açmayı unutarak
sutyenimin arasına sakladığımı hatırlıyordum. “Haritaya mı
bakacaksın?" Şafakın yersiz sorusunu görmezden gelerek ace­
leyle telefonu yeniden açtım. Yerimde duramıyordum, cevabını
indiğim soruları Alaz yanı d ayabilirdi.
386 YARA1ASAR - İl
Nihayet telefon tamamen açıldı. Üst üste bir sürü mesaj gc|.
mişti. Hepsinin Alazdan gelmiş olması da beni daha çok endi-
şelendirdi. Tek tek tüm mesajları okumakla vakit kaybetmek
yerine doğrudan onu aradım çünkü içimden bir ses oyalanma­
mam gerektiğini söylüyordu. Daha ilk aramada, “Sedefi” diyen
sesini duyunca, ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesimi
rahatlayarak verdim.

“Neredesiniz, Sedef?” Sesi endişeli geliyordu. “Alaz, biz..”


demiştim ki vazgeçip aklımdaki ilk soruyu sordum. “Atalay as­
lında...” Bu sefer sözlerimi kesen o olmuştu. “Her şeyi biliyo­
rum’? diye bağırdı. “Ne bildiğini düşünüyorsan yanılıyorsun.
Kahretsin, her şeyi mahvettin, Sedefi Onun işini bu gece bitire­
cektim vc sen bu yaptığınla tüm planlarımı altüst ettin! Şimdi
bana derhal nerede olduğunu söyle!” öfkeyle gürleyen sesi beni
tedirgin etmişti ve daha fazla soru işaretini aklıma düşürmüştü.

“Bana bağıracağına git öcü kılıklı Atalay’dan hesap sor.” San­


ki beni görecekmiş gibi başımı kaldırıp omuzlarımı dik tuttum.
“Efe’yi kaçırtan ve senden kurtulmak isteyen o! Her şeyi duy­
dum, Atalay bu işin içinde?

“Atalay, bu dünyada benim gözüm kapalı hayatımı emanet


edeceğim tek kişi!” diye öyle bir bağırmıştı ki az kalsın korku­
dan telefon ellerimden düşecekti. “Ben yerini tespit edene ka­
dar sakın o telefonu kapatma. İşimi kolaylaştırmak için nerede
olduğunu söyleyebilirsin!” Atalay a nasıl güvenebilir?

“Sen iyi misin? Atalay göründüğü gibi biri değilmiş.” İnat


ederek onu ikna etmeye çalıştım çünkü çocukluk arkadaşına
hainliği konduramasa da gerçek olan buydu.

“Hâlâ bulamadınız mı nerede olduğunu?” Bu soruyu bana


değil yanındakilere sormuş olmalıydı. “Tehlikedesiniz Sedefi”
diye hırladı. “Hiçbiriniz onun yanında güvende değilsiniz!”

“İçin rahat edecekse öcünün yanında değiliz. Ayrıca yalnız


da değiliz. Ahmet bizimle “
MARAL ATMACA 387

। korkman gereken o!” diye bağırdı. “Aradığımız adam


beri Arda’ydı!" Arda kim ya? Bu adam niye daha
^k>M^,tyor ^met in &erfek ismi Are^ °Milir mi? Eğer
A’*** II harfi tutturmayı bafarmiftm demektir. Allah'ım ben
^ltrdi}û«üyorum!

f - da kim» bilmiyorum ama Ahmet’e güveniyorum. Malum


banı lafiy1 ta^n 117121 Ahmet öyle değil. Hadi ama» Ahmet
1 * kansın* âşık- Derya varken neden öcüye dönüşüp be-
* takılsın ki?” Evet, burada bir tutarsızlık vardı ve bu
n,,n ıZjjk Ahmet'i masum yapıyordu. Karısına sırılsıklam âşık
biri başkasını takıntı haline getirmezdi.

Ve tam o esnada öfkeyle haykırarak söyledikleri tüm bedeni-


’n baştan ayağa ürpermesine neden oldu. “Nerede olduğunu
W Sedef, onun karısı yıllar önce öldü!” Ne? öldü mü?
soy
Telefon parmaklarımın arasından kaydı ve yerdeki sivri taş­
kın üzerine düşüp kapanırken serrçe yutkundum. Ne demişti
jyle? Karısı <Mü mü? Ama bu imkânsız çünkü Derya hamiley­
di üstelik Ahmet, sürekli onunla telefonda konuşuyordu. Bu
durumda Derya nasıl ölü olabilirdi? Ayrıca öcü çikolata koku­
yordu ama Ahmet hep yakınımda olduğu için ondan çikolataya
benzer bir koku almamıştım. Üstelik İbrahim’in öldürüldüğü
esnada cezalı olduğum için bahçede odun kesiyordum ve Ah­
met o sırada yanımdaydı. Yani İbrahim’i de öldüren o olamaz­
dı. Hayır, Alaz bir yerde hata yapıyordu Ahmet, öcü olamazdı.

Ona beş yaşında, Sedef Hepsinden yaş olarak daha büyük.


On iki yıl önce yirmi üç yaşında olmalı. Yaşı Ahmet'e tamamen
yuyor. Allah kahretsin!

Sertçe yutkunarak Şafak’a baktım, şimdi şoka giremezdim.


Soğukkanlı olmak zorundayım. Hemen yerdeki telefonu alarak
dine tutuşturdum ve “Şafak git!” dedim. “Yankı, neler oluyor?”
dedi. Etrafımızı kontrol ederek iyice ona yaklaşıp omuzlarını
luvndım. “Şimdi beni iyi dinle çünkü bu hayati Önem taşı-
pn bit durum. Ormanın kuzey tarafına doğru koş! Arkana bile
388 YARALASAR • II

bıkmadan koşuyorsun, Şafak! Ormandan çıkınca sakın


la girme, tarlaların arasından gidersen kimse seni bulam^ /
su deposu bulana kadar koş ve su deposunu görünce
doğru yönünü değiştir. Yarım saat sonra Çamlı Höyük köy?
gireceksin. İlk iş. köydeki karakola gidip başımıza gelenleri ?
latman! Orada bir telefon bul ve Alaz ı arayıp Çamlı Höyty'
olduğumuzu söyle. Bu süre zarfında köye gidene kadar tel '
açmayı dene, eğer hâlâ çalışıyorsa köye gitmeden Alaz ı
solukta söylediklerimden sonra Şafak sadece şaşkın bir şekj]^
bana bakınca, "Git hadi!" diye bağırdım. Onu gerçekten ko<
kurmuş olmalıyım ki tek bir soru dahi sormadan telefonu t
tutarak koşmaya başladı.

Eğer gerçekten katil Ahmet ise Şafak B-planı olarak dışar^


olmalıydı. A-planını ise henüz düşünmemiştim ama doğaçla^
bir şeyler yapacaktım. “Yankı?" Tam arkamda Ahmet’in sesı^
duyunca yutkundum. Eğer öcü oysa bendeki değişikliği hemen
fark edip işimi bitirirdi. Allah kahretsin, nasıl tepki venetfa
bilmiyorum! "Rolyap. Sedef. Tehlikeyi hissettiğin an nasıl hayatu
kalman gerekiyorsa öyle rol yap.* Alazın sözleri aklıma gelince
sakin kalmaya çalıştım. Söylemesi kolaydı tabii ama bu durum,
da sıkıysa o gelsin rol yapsın! Adam sanki bunları yaş ayacağımı
bilircesine beni uyarmıştı. Yemin ederim medyum gibi.

Derin bir nefes alarak yüzüme inandırıcı olduğunu düşün­


düğüm bir tebessüm kondurup ona döndüm. “Ah, çok mu oya­
landım?" Yalandan somurtarak Şafak’ın girtiği yerin tam teni
olan yönü işaret ettim. “O korkak kızı birlikte kalmamız için
ikna etmeye çalışıyordum ama Şafak olacak ödlek bir andı ağ­
lamaya başladı ve ölmek istemediğini söyleyerek kaçıp gitti?"
Hafif sitemli çıkan sesime ben bile inanmıştım. Ne olursa okun
Şafak bulunmamalıydı.

Hadi, seni ele verecek bir şey yap.

Elimle gösterdiğim yere bakınca bir süre hiç konuşnui.


"öyle mi?” Yüz ifâdesi ne kızgın ne de öfkeliydi. “Bu konuda
ona kızanlayız, başımıza neler geleceğini henüz bilmiyoruz’
MARAL ATMACA 389

Her zamanki gibi anlayışlıydı. Hayır, bu adam katil olamazdı.


ya usta bir oyuncuydu ya da ben detayları gözden kaçıracak ka­
dir onun öcü olduğuna inanmak istemiyordum. Alaz ın söyle­
diklerine rağmen ben katilin Ahmet gibi sevdiğim biri olmasını
kabul edemiyordum.

Pangibi biri dururken Ahmet katil olmamalı.

"Sen iyi misin?” Yanıma gelerek üzerime eğildi. “Gözlerin


doldu.” Başımı kaldırıp ona baktığımda gözlerinde gördüğüm
ilgiyle yanaklarımdan süzülen bir damla yaşa engel olamadım.
"Anık iyi olmak istiyorum, ajan.” Bir kabulleniş vardı benliği­
min tenha sokaklarında. Kabul etmek istemeyen kalbime inat,
mantığım her şeyin farkındaydı. “Deryanın hamileliği nasıl gi­
diyor?1 İşte yine olmuştu, yine gözleri aşkla ışıldamıştı. Onun
adını bile duymak bu adamın bakışlarını değiştirirken mantığı­
mı görmezden gelerek ona güvenmeyi seçtim.

*0 iyi. Şimdi bu nereden çıktı?" Bir süre yüzüne bakarak


aradığım cevapları bulmaya çalıştım ama işe yaramayınca omuz
silkerek yürümeye başladım. “Bilmem, aklıma geldi." Buraya
gelmeyelim diye bizi ikna etmeye çalışan adam katil olamazdı.

Birkaç dakika sonra arabanın bulunduğu yere geldiğimizde


Araf ve Fulya dışarı çıkmış, bizi bekliyordu. “Şafak nerede?”
Araf ın sesiyle bir an boş bulunup etrafıma bakınınca, Ahmet’in
telefonuyla bir şeyler yaparak beni takip eniğini gördüm. O te­
lefonla ne yapıyordu? Bunu öğrenmenin bir yolu vardı.

Aramızda sadece iki adım kala daha o başını telefondan kal­


dırmadan hemen Araf a doğru döndüm. “Gitti!” diye bağırdım
kızgın bir sesle. “O korkak kız bizi bırakıp kaçtı!” Güya Şafak’ın
gittiği yeri gösteriyormuş um gibi elimi kaldırıp arkaya doğru
savurdum ve hedefi şaşırmadım. Elim telefona çarpınca tele­
fon yere düştü. “Ah! Üzgünüm.” Daha Ahmet yere eğilmeden,
“Ben hallederim," dedim. Hemen diz çökerek yaprakların üze­
rine düşen telefonu aldım. Benim telefonum gibi sivri taşların
üzerine düşmediği için telefon hâlâ açıktı. Temizliyormuş gibi
300 YARALASAR - II

yaparak dikkatli bir şekilde baktığımda biriyle mesajlaştıgln


gördüm. Son yazdığı şey ise korkudan nefesimi kesmişti. *

*Kız kaçtı! Ormandan çıkmadan önce derhal onu bul!9

Allah belasını versin, bu mesaj her şeyi açıklıyordu!

Telefon sertçe elimden alınırken duygularımı gizlemek içjn


başımı iyice eğdim ve ayakkabılarımın bağcığını düzeltmeye
başladım. “Bu kadar kızma. Derya ile olan özel mesajlarını^
bakmadığıma yemin edebilirim.” Gülerek ayağa kalktığımda
gözlerini kısarak beni izleyen adamdan ilk kez gerçek anlam-
da korktum. Saf bir karanlık gördüğüm gözler, hızlı bir şekil­
de değişip eski ilgi dolu bakışlara ev sahipliği yapmıştı. Fakat
ben o gördüğüm tehlikeli karanlığı unutacağımı sanmıyordum
“Sorun değil, hadi gidelim," diyerek başımı salladığımda neden
fırsatını bulmuşken Şafak ile birlikte kaçmadığımı sorguladım.
Hayır, yapamazdım. Efe ve arkadaşlarım onun elindeyken ben
bir korkak gibi kaçamazdım. Soğukkanlı olup bir şekilde arka-
daşlarımı kurtarmalıydım ama nasıl?

“Onun gitmesine öylece izin mi verdin?” Araf sitem ederek


etrafını gösterdi. “Böyle bir yerde başına neler geleceğini hiç mi
düşünmedin?” Bana kızsa da aslında Şafak’ı göndererek sevdiği
kızın hayatını kurtarmıştım. Eğer yakalanmazsa belki de Yara­
saların içinde hayatta kalan tek kişi olacaktı.

Ahmet’in gerçekte kim olduğu fikri beni şoka uğrattığı için


ona cevap vermeden arabaya geçtim. Fulya arka koltuğa otu­
rurken Ahmet dışarıda Şafak’ın peşinden gitmeye çalışan Araf ı
kalması için ikna etmeye çalışıyordu. Ahmet ile ilgili çok fazla
tutarsızlık vardı lâkin hepsinin cevabını çok ama çok yakında
alacağımı biliyordum, öcü veya işbirlikçisi fark etmez, o da bu
işin içindeydi. Bunu nasıl anlamadım diye kendime sormu­
yordum çünkü anlamam imkânsızdı, öcüyü ilk kez yüz yüze
gördüğüm zaman yedi yaşındaydım. Çok korkmuştum ve acı
çekiyordum. Yani yılların etkisiyle bir gece yarısı uykuluyken
gördüğüm bir yüzü unutmam mümkündü. Herkes unuturdu.
MARAL ATMACA 391

iddia eden kişi yalan söylerdi. Lâkin hareketlerinden an-


Ijnulıydım, değil mi? Ama bu da çok zordu çünkü rolünü o
idariyi oynamıştı ki sadece beni değil, bu zamana kadar Alazı
jje (andırmayı başarmıştı. Hakan ile saldırıya uğradığımız
bize saldıran kişi ölü bulunmuştu. Çünkü dikkat çekme­
mek için kendisi bu işi yapmamıştı ama orada iki kişi oldukla­
rı biliyordum. İbrahim olayında da aynı şey olmuştu! Cinayet
Jıpmında yanımda olduğu için ne Alazın ne de benim şüpheli
Üsteme girmişti. Nasd girsin ki? Adam her fırsatta onları övüp
avunarak hiçbir şüpheye yer bırakmamıştı. Ve Derya... Der­
enin öldüğünü benden saklayıp karısına âşık bir adam profili
çizerek ondan hiç şüphelenmememi sağlamıştı. Evet, Ahmet’i
göz ardı etmeme sebep olan en büyük faktör Derya’ydı. tyi ama
Derya ölmüşse bu hasta adam bana haftalarca kimi anlattı? Öl­
müş bir kadın nasıl hamile olurdu ve nasıl ondan boşanmak
İsteyebilirdi? İşte bu kısım tam bir muammaydı.

Hortladı mı bu kadın, ne yaptı?

Ahmet, “Bana neden öyle bakıyorsun?” dediğinde ona bak­


tığımın bile farkında değildim. Üstelik Araf’ı bir şekilde ikna
etmiş olmalı ki çocuk arka koltukta oturuyordu ve araba hare­
ket ediyordu. Düşüncelere o kadar çok dalmıştım ki arabanın
çalıştığını bile fark ermemiştim.

Ona cevap vermeden yola döndüğümde bakışlarını üzerim­


de hissedebiliyordum. Yanlış bir şey söylememek için susmam
en doğrusuydu. Biliyordum, gerçeği saklayarak Araf ve Fulya yı
da tehlikeye atıyordum. Ancak şimdi her şeyi itiraf etsem ne
olacaktı ki? Belki bir şekilde Ahmet’ten kurtulabilirdik. Peki,
diğer Yarasalar ne olacaktı? Orada ellerinde dokuz kişi varken
ödece iki kişinin hayatı için riske giremezdim. Ben bir ajan­
dım vc şu durumda kurtardıklarımla yetinmek yerine hepsini
kurtarmanın bir yolunu bulmalıydım. Asıl soru ben niye böyle
sikindim?Tum hayatımı altüst eden adam hemen sol tarafımda
dururken ben nasıl böyle hissiz olabiliyordum? Şokta olmalıy­
dım, bunun başka bir açıklaması olamazdı.
392 YARALASAR-ll

Yaklaşık prim saat sonra yüksek dağların eteklerindeki


ağaçlar azalmaya başlamıştı. İki kath büyük bir dağ evini gör.
düğümüzde araba yavaşladı. Tahra çitlerle çevrili evin bahçesine
girdiğimizde park halinde duran iki araba daha gördüm. Araba-
dan indiğimizde çoktan ikindi olmuştu. Yola çıktığımızda beni
yakan güneş» bulutların arkasına saklanmıştı. Yağmur yağacaktı
çünkü gökyüzündeki kara bulutlar bunun habercisiydi. Başımı
kaldırıp perdeleri kapalı taş eve baktım. Bu ev ben lanetliyi
diye haykırırcasma gözlerime korkutucu geldi. Bacasında bir
leylek yuvası vardı. Daha ürpertici olan ise evin çatısının et­
rafında uçuşan kuşlar... Yarasalar... Bu kasvetli havada ortaya
çıkıp iğrenç çığlıklarıyla ruhumu köreltiyorlardı. “Neredeyiz
biz? Bu ne böyle perili köşk gibi?” Fulya ya daha fazlası oldu­
ğunu söylemek istedim çünkü bu evde daha fazlası olduğunu
biliyordum.

“Asıl soru...” diyen Araf, kaşlarını çatarak Ahmet’e döndü.


“Madem Efe burada tutuluyor, o zaman neden dışarıda kimse
yok? Bu adamlar herhangi bir tedbir almadı mı?” Şafak gittiği
için huysuzdu ve onun gitmesine izin verdiğim için benden ta­
rafa hiç bakmıyordu.

İçeriden eli silahlı üç adam çıkarken Ahmet yanıma geldi


ve elini belime koydu. “Sen cevap vermek ister misin, küçük
Yarasam?” Kahretsin!

İşte şimdi tüm taşlar yerine oturmuştu. Bedenim korku­


dan kasılıyordu. Gırtlağından çıkardığı bu sesi iyi biliyordum.
Kâbusum olan bu ses, tüm gerçekleri en acı şekilde yüzüme
çarpmıştı. Başımı çevirip yüzüne baktığımda kendimi yurttaki
yatağımda bulmuştum. "Yankı” demişti o gece. "Artık onun
adı Yankı,.”
Dikkadi bir şekilde yüzüne bakıyordum. Sesi kulaklarımda
yankılanırken ben o geceye dair bir iz bulmanın peşindeydim.
Şimdilerde kısacık olan saçları, o zamanlar daha uzundu. Evet
saçlarını hatırlamıştım. O gece yirmili yaşlarında olduğu için
yüzü biraz daha yuvarlak ve dolgundu. Fakat şimdi otuzlu yaş-
MARAL ATMACA 393

tasında olduğu için uzun ve biçimli bir yüzü vardı. Çene


l^yle değişmişti. Gençliğini geride bırakmış gibi köşeli bir
h^^daha erkeksi yüz harları vardı. Peki ya gözleri? O gece
f^rtJüğümü düşündüren karanlık gözlerinin aslında ela ve
fonlarında olduğunu şimdi fark etmem büyük bir ka-
M^ı^jiim aylardır bayatımdaydı, onunla konuşmuş ve ona
' ûjken bunu görememiştim. Bu büyük bir hayal kırıklığı-
neden olmuştu. Ben şokta değildim, hayır. Bu
n*^ligimin sebebi şok değildi. Ben kırılmış hissediyordum,
f lfT1C kırılmıştım ve çok övündüğüm aklıma küsmüştüm.
Jemediğim bu gerçeklerle ben kendime küsmüştüm.

halimi hiç sevmedim.

Evden çıkan o üç adama bakan Ahmet, çocukları gösterdi.


•0ü ikisini diğerlerinin yanına götürün.” Fulya ve Araf aynı
jnda kaşlax,nl çatmışlardı. Fulya, “Bu da ne demek oluyor?”
diye bağırdığında Araf gözlerime bakmış ve aradığı cevabı al-
mıju. “O mu?” Hayretler içinde yanımdaki adama bakarken
odece başımı salladım. Bir adam silahını onun şakağına bas­
kınca Araf ile göz göze geldik. Gözleri birçok şey söylüyordu.
Kendi için değil, Şafak’m kaçmasına yardım eniğimi anladığı
için suskunluğu gözlerine yansıyor ve bana çok fazla şey söylü­
yordu. 'Teşekkür ederim,” diyerek tebessüm ettiğinde gözlerim
doldu. Anlamıştı, gerçekleri fark edince Şafak’ı gönderdiğimi
anlamıştı. Ahmet'in öcü olduğunu bildiğim halde onları bura­
ya getirdiğim için bana kızgın görünmüyordu.

"Sen!” Hâlâ belimi tutan adama nefretle baktı. “Bizim de­


ğil, bu evden senin ölün çıkacak!” Adamların ona dokunmasına
firat bile vermeden eve doğru yürüdü. Fulya hiçbir şey anlama­
dığı için bağırarak onu tutan adamlardan kurtulmaya çalışıyor­
du. "Bırakın beni! Burada neler oluyor, bilmiyorum ama Altuğ
beni bulacak!” Ya, ne demezsin. Eminim, Fulya nın kaçırıldığını
fytn Alaz, yemeden içmeden kesilmiştir.

Eğer onları Efe nin olduğu yere götürüyorlarsa Efe zaten


onlara Ahmet hakkındaki gerçekleri anlatırdı. Sadece ikimiz
VM YARALASAR-H

kalınca başını eğip tebessüm ederek bana baktı. “Bir şey söyle,
mcyecek misin? Her şeyi öğrendiğini biliyorum. Şafak’ı o yüz.
den gönderdin. Beni asıl şaşırtan da bu, şimdiye kadar bir tepki
göstermen ya da en azından bela okuman gerekmiyor muydu?
Seni böyle ciddi görmeye alışık değilim." İşin tuhaf kısmı ben
de kendimi böyle görmeye alışkın değildim. Aklımdaki sorula­
ra cevap vermediği sürece böyle kalacağımı da biliyordum.

Yavaşça geriye doğru çekilip onun temasından kurtulduğum


sırada gök gürültüsünü duymak iyi gelmemişti. “Mutlu?" diye
zorlukla fısıldadığımda başını salladı. “O ölürken izledin ama
uyurgezer olduğun için hatırlamıyorsun." Gözyaşlarını yanak­
larımı ıslatırken başımı iki yana sallayarak inkâr ettim. “Ben
hatırlamıyorum... Ben yapmadım, değil mi?” Onu öldüren ben
olamazdım. Bıçak uyandığımda elimde olsa da bu bir tuzaktı.

“Tabii ki sen yapmadın,” dediğinde rahatlayıp sesli bir şe­


kilde nefesimi verdiğimde, “Onu yaralayan bendim,” dedi.
Devamında duyacaklarımdan korkuyordum. Gözlerimin içine
bakarak, “Ama benim isteğimle öldüren kişi şendin,” dediğin­
de kulaklarımı kapattım. “Yalan söylüyorsun!” Hafif çiseleyen
yağmur gökyüzünden süzülürken hıçkırarak ona baktım. “Ben
yapmadım, onu ben öldürmedim!” diye bağıra bağıra ağladı­
ğımda güldü. “Rahatla artık, sen bir şey yapmadın. İzlemek
dışında bir şey yapmadın.” Nasıl da alay ediyordu benimle! Bir
an gerçekten Mutlu yu öldürdüğümü düşünmüştüm! Zafer na­
raları atan bir savaşçı gibi rehavete kapıldığını görebiliyordum.
Bu oyun onun için bitmişti çünkü tüm Yarasalar elindeydi ve
kaybeden Alaz Altuğ Sipahi’ydi.

“İbrahim ölürken yanımdaydın ama!” dedim. Fırsatını bul­


muşken tüm cevapları almalıydım.

Yağmur onu ıslatmaya başladığında önemsiz bir konuyu ko-


nuşuyormuşuz gibi umursamazca güldü. “Evet.”
MARAL ATMACA 395

,rijdemSorduğum her sorup cevap veriyordu. “Çiğdem


/ bana yırdım etti» diyebilirim. İbrahim tesisten ayrılmak
Altuğ’a söylemek için Çiğdem’in yanından ayrılaca-
pâda ona zehri enjekte etti. Plan basitti: Çiğdem onunla
P -i ediyormuş gibi yaparak bir şekilde onu korkutacaktı ve
^Lyn soluğu tesisteki tek kıdemli ajanın yanında alacaktı,
kadar her şey planlandığı gibi gitti hatta daha iyisi ol-
, j önceden zehirlenen İbrahim, Altug un odasına girme-
onunla aynı asansöre bindi. İbrahim, Çiğdem’in ona yap-
jhrinı Altug a anlatamadan öldü. Evet, buraya kadar her şey
j,- m gibiydi lâkin Atalay, Altug u suçlayacağım kanıtları
jjpjjna izin vermeden tüm kamera kayıtlarını sildi!” Sonlara
joğru öfkeli çıkan sesiyle kafam karışmıştı. Atalay ona çalışı-
ttdtn böyle bir }ey yapsın kil Yoksa Atalay gerçekten masum
i-

*lyi ama Atalay senin adamın değil mi?” dediğimde yüzünü


buruşturup kaşlarını çattı. “Olmasını isterdim ama değil. Son
pinkrdc sürekli Altuğ hakkında olumsuz şeyler söylüyordu.
İtiraf etmeliyim, iki arkadaşın arasının bozuk olması işime ge-
[inü. 0 yüzden Çiğdem’i Atalay’a gönderdim. Bunun Altug un
planı olduğundan şüphelendiğim için Atalay’ı konuşturma işi
Çiğdem’indi. Odasına gidip sabaha kadar onunla sohbet ederek
Atalay m sarhoş olmasını sağladı. Bilirsin» sarhoş insanlar asla
yalan söylemez ve Atalay zil zurna sarhoşken bile sürekli Al-
tug u şikâyet edip ona haddini bildirmek istediğini söyleyince
ona inandık!" Sinirden kahkaha attı. “Ama Altug u fazla hafife
almışım. Atalay’ı bu işin içine sokmadan önce alkol konusunda
dı onu eğiniğini anlamalıydım!” Gözleri öfkeyle harlananınca
gerçekten Alazdan ölümüne nefret ettiğini anladım. Anladığım
kadanyla Alaz her adımını düşünerek çoğu kez onu kendi oyu­
nunda yenmişti.

“Çiğdem kim?”
’Esad’ın kızıl eğitmeni.” Lanet olası silikonlu cadı! O kadın
Pars ın ekibinde değil miydi?
396 YARALASAR -1!

O an fark ettiğim {eyler soluğumu kesmişti. “Atalay


takımına Fcridenin ölümünden sonra girdi, değil mi?' CpJ'
gözlerinden cevabımı alınca şaşırdım. Bu yüzden Ferid< _
sonra ölümler durdu. Aman Allah ım, Alaz henüz senin
olduğunu bile bilmeden Atalay’ı devreye soktu ve ölümleri 4 .
durarak zaman kazandı!” Atalay, Alazın sağ koluydu ve öy|ç
birinin Alaz a ihaneti, Arda'ya kazandığını düşündürdüğü .
rahatlamıştı. Eminim, Atalay bir şekilde Altuğ'a zarar ve^
için Ardaya daha iyi teklifler sunmuştu. Atalay, Arda'yı oyala
yıp Yarasaların ölümünü geciktirdi ve bu sürede Alaz, Arda'ya
bulmak için zaman kazandı. Vay canına, Alaz gerçekten dâhi
ama bir o kadar da adi! Bana önceden bunlardan bahsetmeliyi

“Peki, Atalay sana çalıştığını biliyor muydu?” diye sordum


Alaz ve Atalay» hain olarak Esad’m kızıl eğitmeni Çiğdem’i bi.
liyordu. Peki ya Çiğdem’in kime çalıştığını da biliyorlar mıydı?
Aklıma gelen yeni soruyu sormadan edemedim. “Aralayınaj.
lında hiç Alaz a ihanet etmediğini nasıl anladın?” dedim. Kor^
korka sorduğum soruya cevap vermez sanıyordum ama o beni
yanılttı. “Atalay bu işin arkasındaki isim olarak Çiğdem'i biliyor­
du. Aralayın bir hain olduğunu dün gece odasına yerleştirdiği­
miz ses kayıt cihazı sayesinde anladım. Altuğ ile konuşurken bu
gece hakkındaki planlarını duymak benim planlarımı bozduğu
için farklı bir yol izledim. Atalay bile Efenin Sancarlı'datutul­
duğunu düşündüğü için Alrug u oraya gönderdi. Tabii, Altuğo
depoya girdiği an çoktan havaya uçmuştur.” Keyifli bir şekilde
güldü ve “Parçalara ayrıldığını görmeyi isterdim,” dedi. Alazın
ölmediğini ve onunla telefonda konuştuğumu bilmese de olur­
du. Neden bana Efenin ve Aralayın konuşmalarını anlattığını
daha iyi anlıyordum. Aralayın ona ihanet ettiğinden şüphelen­
miş ve katilin o olduğunu düşünmemi sağlamıştı. İşe de yara­
mıştı çünkü ondan duyduklarım yüzünden Atalay dikkatimi
çekmişti ve telefon olayıyla da onu dinlemeden yargılamıştım!

“Arabaya binmemem için beni ve diğerlerini ikna etmeye


çalışıyordun,” dedim. Aşağıya indiğimde diğerlerini uyardığını

görmüştüm.
MARAL ATMACA 397

-Çiğdem seni izliyordu. Beni arayıp Atalay ile olan tartış*


^ııı anlattı. Tabii, o esnada Atalay ile konuşan kişi de Çiğ­
demdi ama Atalay onu tesiste değil, Efe'nin yanında sanıyor­
du Oysaki Çiğdem o esnada her ikinizi de izliyordu. Altuğ’un
gerçek planını öğrendikten sonra Efe’yi kaçırtarak onu tesisten
çıkarmayı başardım. Geriye sadece onun yokluğunda Yarasala­
rı almak kalıyordu ve bunun için herkese mesaj atmam yetti.
Tek sorun şendin, bir mesajla seni tesisten çıkaramayacağımı
biliyordum. Atalay'ı duyman aradığım fırsattı, böylece kendi
ayaklarınla bana geldin. Diğerlerinin arabalara binmesine izin
verdim. Senin asansöre bindiğini söyleyen Çiğdem'in mesajıyla
geriye kalan Yarasaları kalmaları için ikna etmeye çalışarak bana
daha fazla güvenmeni sağladım? Umarım Alaz çoktan o kızıl
fotanı yakalamıştır. Her olayın altından Çiğdem çıkar oldu.
“Kokunuz?” Gözlerim amaçsızca onun teninde gezindi.
"Aynı kokuya sahipsiniz. Yani geceleri kim olduğunu bilme­
den senden aldığım koku öyleydi.” öğrendiğim her bilgi beni
ürkütürken vereceği cevabı soluğumu tutarak bekliyordum.
Korkuyordum ve korkum hastaymışım gibi hissetmeme neden
oluyordu.

Cebindeki küçük esans şişesini çıkartıp parmaklarının ara­


sında çevirdi. “Şu çikolata esansı onun rahatlamak için kullan­
dığı basit bir şey.” Gözlerini küçük şişeden çekip bakışlarını
üzerime kenetledi. “Odasında ikinci bir şişe olması güzel, değil
mi? Altuğ bunu sürekli kullanırken ben sadece seni ziyaret etti­
ğim günler bu kokuya katlanmak zorundaydım.” Onu çalmıştı!
Hıntz kılıklı pis öcü! Ayrıca o koku çok güzeldi, özellikle Alaz
kullandığında.
“Allah senin gibi öcünün belasını versin! Ruh hastası hırsız!"
diye bağırdığımda sesimdeki isyana güldü. “Bakıyorum da nor­
male dönüyorsun.” Gel. bir de bunu bana sor.
Her ikimiz de yağmurun altında sırılsıklam olurken bana
iyice yaklaşınca yutkundum. “Başka sorun var mı?” Islanan el­
bise tenime yapıştığı için gözleri açlıkla tenimde gezinirken bo-
398 YARALA SAR ■ I!
ğulduğumu hisseni m. “Derya?” Ürkerek geriye çekilmeye çalış,
rım. “Derya olayı ne? Ve şu Yarasa takıntının sebebi ne?'Teli,
likeli bir şekilde dudakları kıvrılan adam, elimi sıkıca tutunca
kurtulmama izin vermeden beni eve doğru çekiştirdi. “Bunun
cevabı evde. Karım ile tanışmanı uzun zamandır bekliyorum
küçük Yarasam.” Bu da ne demekti şimdi? ölü birisiyle nasıj
tanışabilirdim ki? Belki deölmemişti karısı. Ya Alaz haklıya *
Derya gerçekten ölmüşse? Allah aşkına» evin içinde beni bekl^
bir mezar mı var? Bu adam ölünün mezarlığa gömülmesi gerekıj.
ğini bilmiyor mu yoksa?
Bir hissizlik vardı üzerimde, o her zamanki cazgır halimden
eser yok gibi hissediyordum. Bunun sebebi beynimin hâlâ yala­
dığım trajediyle meşgul olmasıydı. Nedenler çok fazla, nasıllar
içler acısı ve niyeler bugün cevapsız kalmaya mahkûmdu. Kati­
lin Ahmet olmasının bir nedeni olamazdı. Otuz çocuğu acıma­
sızca damgalayıp çoğunu katletmesine nasıl sorusu çok yetersiz
kalırdı. Çünkü cevap vahşetti! Ve bütün bunları niye yaptı? İşte
asıl sorulması gereken soru buydu. Peki, vereceği hangi cevap
onu haklı çıkaracaktı? Bunun bir cevabı olamazdı ki! O haya­
tımızın ırzına geçmiş bir canavardı. Hiç acımadan bizi dam­
galayıp yıllarca kolumuzda bir mühürle yaşamımıza neden ol­
muştu. Çoğu çocuk sabah uyandığında kolundaki yarının nasıl
olduğunu bilmeden eski hayatına dönüp yaşamaya devam et­
mişti. Ama ben yağmurlu bir gecede o cehennemden kaçtığım
günden beri bir kâbusu yaşıyordum. Ben onun bir gün benim
için gelecek olması fikriyle yılları geride bırakmıştım. Kolum­
daki damga bir gün bile onu unutmama izin vermemişken en
büyük nefretim kendimeydi. Çünkü bana yaptığı şeyi yıllarca
hatırlamış ancak onun yüzünü unutmuştum. Unutmamam ge­
reken en önemli şeyi unuttuğum için kendimi de suçluyordum.

Hep aklımla övünürüm ve tesise girdiğimden beri onunla soh­


bet ederken aslında en büyük geri zekâlı olduğumu kanıtladım.
Allah benim de belamı versin artık! Gerçi vermif ama fimdi o
konuya hiç girmeyelim.
400 YARALASAR - II

Beni kandırdı! Geceleri boğazımı sıkıp beni tehdit


adam gündüzleri beni çok güzel kandırdı. O mu çok zekiyi
yoksa ben mi çok aptaldım, emin değilim. Lâkin öyle herleş
hayrete düşüren bir zekâsı olmadığının da farkındaydım. Ze^
olarak Alaz’ın eline su dökemezdi. İkisi birbirinden o kad^
farklıydı ki. Alaz onu her şekilde gözü kapalı alt ederdi. A!^
onun için açık adres bir düşmandı. Ahmet veya Arda artık adı
her ne haltsa tüm bu süre zarfında Alazdan daha fazla avan­
tajlıydı. Düşmanının kim olduğunu biliyordu; arkadaşlarını,
sevgilisini, konumunu, zaaflarını hatta kaldığı odaya kadar Alaz
hakkında her şeyi biliyordu. Çünkü Alaz saklanarak oynamak
yerine doğrudan ona meydan okuyordu. Fakat Alaz onun hak­
kında hiçbir şey bilmiyordu. Düşmanının kim olduğunu, kaç
yaşında olduğunu, arkadaşlarını, evini, kaldığı odayı ve daha
bunun gibi birçok şeyi bilmiyordu. Ahmet’in elinde Alazı bi­
tirecek binlerce bilgi varken, Alaz’m elinde rakibine dair hiçbir
şey yoktu. Buna rağmen Ahmet bir türlü Alaz ı bitiremezken,
Alaz bir şekilde onu durdurmayı başarmıştı. Evet, Ahmet her
şekilde daha avantajlıydı fakat elindekileri kullanacak kadar
akıllı değildi. Alaz ise sıfır bilgiyle rakibini yavaşlatacak kadar
dâhiydi.

Alaz, bu işi kabul etmeden önce otuz Yarasa nın hepsinin


dosyasını okumuştu. Daha benim bile haberim olmadan Ah­
met ismimi değiştirmiş ve isim değişikliğini dosyama işlemişti.
İşte bu işi kabul etmesinin sebebi buydu çünkü daha Türkiye’ye
gelmeden katil hakkında ilk ipucunu yakalamıştı... Ben. Bunun
için beni cezaevinden çıkardı ve tüm ısrarlarıma rağmen inat
ederek beni çaylağı yaptı. Elindeki tek bilgi, çaylağının birsen
katilin gözdesi olduğuydu ve o, bir adım daha ileri giderek beni
zehirlemişti. Böylece üstlerle bağlantısı olduğunu da anlamış­
tı. Benim sayemde katilin kendisiyle aynı kokuyu kullandığını
öğrenmiş ve bir risk alarak en yakın arkadaşını bu kanlı oyuna
sokmuştu.

Kimseye belli etmeden kim bilir kaç hafta boyunca Atalayı


her konuda eğitmişti. Gündüzleri beni eğitirken geceleri Ata-
MARAL ATMACA 401

ile meşgul olan adam, acaba hiç doğru düzgün dinlenmiş


Her adımını hesaplayarak attığı için Atalay sayesinde
Çiğdem denilen kadını öğrendiğine emin olmuştum. Ama
i.. harekete geçmek yerine asıl kişiyi bulmak için beklemiş-
• Ve bulmuştu da! Belki dün hiçbir şeyin farkında değildim
âfna onu asıl katile götüren kişinin ben ve Fulya olduğumuzu
jjuk biliyordum. Evet, o maça izin vermesinin bir sebebi de bu
olmalıydı. Çünkü biz dövüşürken herkes gibi Ahmet de ora­
daydı ve herkes maçı izlerken Alaz aynı zamanda herkesi izli­
yordu. Ahmet bizi izlerken bir şekilde kendisini ek verecek bir
şey yapmış olmalıydı ki Alaz onun çığlıklarımdan zevk aldığını
görmüştü. Bu yüzden Alaz bu sabah beni uyarmıştı. Büyük ih­
timalle dün o maçta katilin Ahmet olduğundan emin olmuştu.

Alaz attığı her adımı hesaplayarak hareket edecek kadar


planlı çalışıyordu. Ahmet ise eline geçen her fırsatı avantaja
çevirmek için doğaçlama oynuyordu. Kazanan kimdi, ben de
bilmiyordum.

Ne diyebilirim kil Daha kötü olan kazansın.


Kapıdan içeri geçerek eve girdiğimizde elimi bırakmadan
beni peşinden sürükleyip merdivenlere doğru çekiştirdi. Bur­
numa gelen küf ve rutubet kokusu beni rahatsız etmişti. Alt
kattan gelen bağırışlar bizim çocuklara aitti. Neden beni onla­
rın yanına götürmüyordu, anlamış değildim. Basamaklardaki
tozlara bakılırsa buraya uzun zaman sonra sadece ikimizin çık­
tığı belliydi. Her adımımla basamaklardan gıcırtılı sesler geliyor
ve toz yığını yüzünden kendi ayak izimi geride bırakıyordum.
Beni sürüklediği için birkaç kez tökezlemiştim. Bu sırada hava­
da uçuşan tozlar burnuma kaçarak beni hapşırtmıştı. Bu adam
beni nereye götürüyordu?

Eğer Derya yukarıdaysa basamaklar tozlu olduğuna göre bu


kadın odasından hiç çıkmıyor muydu? Hadi onu geçtim, ye­
meğini kim götürüyordu? Çünkü basamaklarda bir karış toz
olmasına rağmen hiç ayak izi yoktu.
402 YARALASAR - H
Tövbf ya, bu kadın kamım doyurmak için uçarak as..-
iniyor? **

“Resmen karda yürüyüp izini belli etmemiş,” diye


dandiğim esnada uçuşan tozlar beni yeniden hapşırtug.,'
burnumdaki tamponlar canımı yakmıştı.
Nihayet basamakları bitirdiğimizde elimi çekmeye ça|1)tA
fakat bırakmadı. Koridorun hemen karşısında duran siyah ,ı.
mir kapının önünde durunca kaşlarımı çatarak diğer iki
gösterdim. “Neden şu kapılar cam ve ahşaptan oluşurken bu
kapı cezaevlerindeki gibi demirden?” Kapı gerçekten ığr
demirdendi. Üstelik üzerinde cezaevindeki gibi kare şekli^
küçük bir penceresi vardı. Acaba bir hapishaneden mi çalm^
bu kapıyı? Çünkü gerçekten oradakilere benziyordu.
mi biliyorum* Sekiz yıl hükümyemiş biri olarak ben bilmyctfa
de kim bilecek.

Ceketinin cebinden eskiden kalma olduğu belli olan t>i(


anahtar çıkartırken bana küçük bir açıklama yaptı. “Buruj,
Derya kalıyor.” Aman ne kadar da açıklayıcı bir cevap olmujtu.
Bu kıt zekâlı öcü, karısını burada esir tutuyor olamazdı, değil
mi? Harika! Kurtarmam gereken biri daha.
Demir kapı paslanmış olmalı ki kulak tırmalayan sesler çı­
kartarak açılmıştı. Eliyle içeriyi gösterdi. “Hadi, küçük Yan-
sam, Derya seninle tanışmak için sabırsızlanıyor." Aynı iyini
kendim için söyleyemeyeceğim. Yine de korka korka küçük adım­
lar atarak içeri girdim.
Allah’ım lütfen Deryanın yarasa kanatlan olmasın, l/pml
aşağı indiği konusunda çaka yapmıştım. Derya bir yarasa da d
masın. Belli mi olur, bu yarasa düşkünü adam onlardan birim
nikâh kıymış olabilir. Derya vampir de olmasın. Allah'ım, litfn
Derya sadece insan olsun.

İçimden dualar ederek odanın içine girdiğimde ilk dikla-


timi çeken buranın iğrenç koktuğuydu. Bir çöplüğe girmişim
gibi iğrenç kokuyordu. Hayır, şimdi kusmayacağım. Dikkatimi
MARAL ATMACA 403

eken bir diğer şey ise açık pencereler olmuştu. Bu oda evin
batı cephesinde olduğu için az önce dışarıdayken penceresini
yit görmemem normaldi çünkü arka bahçeye bakıyordu. Rüz-
gir perdeleri içeriye doğru uçuşturuyor, yağmurun şırıltısı daha
çok duyuluyordu. Pencerenin hemen önünde bir terlik vardı.
Terliğin eşi neredeydi? Birkaç adım daha attığımda ayaklarıma
değen bir şeyle başımı yavaşça yere doğru eğdim. Kirden gri­
leşen eski yün halının üzerinde terliğin eşi duruyordu. Ancak
hemen yanında parçalanmış vazo olduğunu düşündüğüm şeyin
parçaları vardı. Eğilip sarı çiçekli porselen parçalarına dikkat­
li baktığımda birkaç parçanın üzerindeki kırmızı lekeleri gör­
düm. Şey lekesi gibiydi... Kan! Titremeye başladığımda yavaşça
doğrulup korkumu gizlemeye çalıştım. Kapısı kırık elbise do­
labına doğru yürüdüğümde onun beni izlediğini biliyordum.
Kırık dolap kapısını hafif çekiştirince dolabın kulpunda kırmızı
bir leke gördüm. Üstelik askıdaki elbiselerden biri beyazdı ve
aynı leke bu elbisede de vardı. Titreyen parmaklarımı uzata­
rak elbiseyi askıdan çıkartıp inceledim. Ütüsü hiç bozulmamış,
uzun kollu, dantelli, ipek elbisenin aslında bir gelinlik olduğu­
nu görünce yutkundum. Yerlere kadar uzanan gelinliğin tülden
kollarına ve göğüs kısmına sıçrayan lekelerin kan olduğunu
anlamam tüylerimi diken diken etmişti. Bu kanlı gelinlik Der­
yaya ait olmalıydı.
“Sen ne yaptın?” diyerek korkuyla başımı kaldırdığımda ka­
pının yanında durmuş, beni izliyordu. “Ne yapmışım?” Sesin­
deki bu tehlikeli tını da neyin nesiydi?
Pencerenin yanındaki çiçekli terliği gösterdim. Burada ter­
liğin sadece bir teki vardı. Diğeri kırıklarla dolu halının üze­
rindeydi. “Odaya girdiğinde Derya orada durmuş, pencereden
dışarıyı izliyordu.” Elimdeki gelinliği bırakmadan pencereyi
gösterdiğimde dudakları kıvrıldı. “Devam et.” Gözyaşlarına sü­
zülürken başımı salladım. “Senin geldiğini anladı.” Durduğum
yerde o sahneyi gözlerimin önünde canlandırmaya başladım.
Oda sanki bir anda yıllar önceki bakımlı ve güzel haline geri
dönmüştü. Derya pencerenin yanında sabahlığıyla dışarıyı izli­
yordu ve kocası içeri girince korkuyla geriye dönüyordu.
404 YARALASAR-ll

"Onun yanına gittin,” diye devam ettiğimde o günü


yormuş gibi tebessüm ederek pencerenin olduğu yere b^ı
“Güzel bir sabahtı, günq ışıkları onun tenine yansırken
güzeldi. Yanına gittim vc kokusunu hissetmek için ona sırnsıi
sanldım,” dedi.

"Ama o bunu istemiyordu, değil mi?” Kendimi tutama^


gozyaşlanm süzüldü. “Gerçek seni tanıdıktan sonra send^
korkmaya başladı. Sen ona sarılırken o senden kunuln^
çalışıyordu! Seni itti, kaçarken de ayağındaki terliklerden
orada kaldı.” Pencerenin yanında duran terliği işaret ettikte
sonra halının üzerindeki kırık vazo parçalarını ve hemen birkaç
adım ilerideki küçük ahşap sehpayı gösterdim. “Gitmek istedi
senden kurtulmak istedi ama sen buna izin vermedin. Daha q
odadan çıkmadan ona yetiştin! Söylesene, bu vazo kimin bede­
nînde kırıldı? Senin» değil mi? Gitmesine engel olmaya çalışua
ve o, senden kurtulmak için eline geçen ilk şeyi, yani
kafanda kırdı." Gözlerinin içine baktığımda orada gördüğüm
kabulleniş doğru tahminlerde bulunduğumu gösteriyordu,

Artık Derya’ya ne olduğunu az çok biliyordum ve bildik­


lerim beni kahrediyordu. Devam et dercesine bana bakına
konuşmak için kendimi cesaretlendirdim. Yanında bulundu-
ğum kırık dolabı gösterdim. “Sana vurduğu için kontrolünü
kaybettin." Ahmet olarak onu hiç kızdırmadığım için değişken
karakterini belki fark etmemiştim. Ancak geceleri karşımı çı­
kan öcünün öfke kontrolü olmayan bir deli olduğunu tecrübe
edecek kadar iyi biliyordum. “Onu tutarak bu dolaba doğnı
savurdun.” Derya nm saçlarına asılarak sertçe dolaba savurdu­
ğu anlar gözlerimin önüne geldi. “Yine sana direnince saçları­
nı kavradın ve dolabın kapısı menteşelerinden oynayana kadar
defalarca onun yüzünü kapıya çarptın!” Hasar görmüş dolabın
kırık camındaki kanları gösterdim. “Kırılan camların parçala­
dığı yüzünün kanları bunlar!" Elimdeki gelinliği yere fırlattım.
“Düğün günü ne hayallerle giydiği gelinliğinin üzerine kendi
kanı sıçradı!" Onu tanımıyor olabilirdim ama Deryanın çığ­
lıklarına ev sahipliği yapan bu odanın içinde o kadının acısını
hissediyordum.
MARAL ATMACA 405

Gazpşlmm1 sertçe silerek yerinden hiç kıpırdamadan beni


ideyen adama nefretle baktım. "Derya nerede?" diye bağırdım.
•0 nerede? Ne yaptın ona?” Hiç tanımadığım bir kadının çek­
tiği aubı ruhumda hissederken, bana cevap vermesi gerekliğini
düşündüm.
"Kendin bul" dedi. Gözlerim dolaptaki kanlardan yere
laydı. Beyaz fayanslardaki kurumuş, hatta tozlardan dolayı si­
yahlaşan kan lekelerini takip ederek kendi etrafımda döndüm.
Başım yere doğru eğilmiş bir halde yerdeki lekelerin peşinden
yürüyordum. Yaklaşık altı adım sonra yerdeki izler aniden ke­
silince başımı usulca kaldırdım ve yatağı gördüm. Korkudan,
“Anne!!" diye öyle bir bağırdım ki, herkesin çığlığımı alt kattan
duyduğuna emindim. Ben en son korkudan ne zaman o kadını
sayıkladım, bilmiyordum.

“Ben..." Yatağa baktıkça korkudan çıldıracakmışım gibi olu­


yordum. Tırnaklarımı saçlarımın arasına geçirerek onları yol­
mak ister gibi çekiştirdiğimin farkında değildim. “Sen!" Göz­
lerimi yataktan çekemiyordum. Gördüklerimse beni dehşete
düşürüyordu. Deryaya ne yapmıştı böyle?

Evet» Derya yatağın üzerindeydi ve çok korkunç görünü­


yordu. Yatakta gördüğüm şey Derya değildi» Deryadan geriye
kalanlardı. Bir iskelet! Evet, bir insandan geriye kalan kemiklere
bakıyordum. Saçları beyazdı, bir zamanlar siyah veya sarı hatta
belki de kızıl olan saçları şimdi bembeyazdı. Saçları derisiyle
kafatasının üzerinde gevşekçe duruyordu. Kafasındaki deriler
dökülmüştü ve yer yer kafatası görünüyordu. Yüzü ise daha
korkunçtu. Gözlerinin olması gereken yerde iki karanlık çukur
vardı ve gözleri yoktu. Burnu» hatta dudakları da yoktu! Diş­
lerinin köklerini görebiliyordum çünkü çene kısmındaki tüm
deri ve yağ dokusu yok olmuştu. Yanağındaki çürümüş deri, el­
macık kemiklerine yapışmıştı lâkin yanağında da küçük delik­
ler vardı. Boynu ise felaketti» sanki bir yaratık boynundaki her
şeyi yemiş gibi sararmıştı ve kemik dokusunu görebiliyordum.
Kemiğe dönmüş kollan yatağın her iki yanında zincirli duru-
406 VARALASAR - II
yordu. Belki bir zamanlar onun bileklerim sıkan kel^
»imdi kemiğe dönüşen bileklerine çok bol geliyordu. Ed^
kunıyTjp buruşarak kemiklerine yapışmıştı. Üzerindeki ı
mütevazı geceliği bile bol geliyordu, özellikle karın kisu),
çalanmış, kanlardan dolayı bordo bir renk almıştı. Sanki b|f^
onun iç organlarını yemiş gibi gecelik üzerinde çok eğreti
yordu. Ayak bileklerine kadar yatağa kelepçeli kadım hj^
hıçkırıklara boğuldum. Altındaki yatak onun kanının
almıştı. Evet, iskelete dönen kadının yattığı yer kurumuj , .
gölü gibiydi. "Onu yaralı bir şekilde buraya zincirledin!"
Gözyaşlarını akarken ayakta duracak gücüm yoktu. 'Öylece
taktın! Hastaneye götürseydin iyileşirdi ama sen onu yarılı bj,
şekilde aç ve susuz öylece burada bıraktın! Kan kokusuyla ona
saldıran sıçanların onu delik deşik etmesine izin verdin. Y^.
nın iltihaplanmasına hatta kurtlanmasına izin verdin. Btaftaki
haşereler onu canlı canlı yerken sen onun çığlıklarıyla ruhunu
doyurdun!" diye acıyla haykırıp çıldırmış bir öfkeyle ellerimi
sağa sola sallıyordum. Bu kadına yaptığı işkence akıl alır
değildi!
Kesinlikle sadist bir akıl hastasıydı!

“O anık önemsiz, önemli olan sensin.”


“Sen bir canavarsın!” diye haykırdım. Kan emici sülükle
gibi gözyaşlarımdan ve ona duyduğum korkumdan beslendiği­
ni görebiliyordum.
Yatağın yanındaki komodinin üzerindeki çerçeveyi gördü­
ğümde sersemlemiştim. Zorlukla oraya yöneldim. Çerçeveyi
alıp camın üzerindeki tozları silince on dokuz yaşlannda gü­
zel bir kız gördüm. Elindeki evlilik cüzdanını havaya kaldırmış
ve az önce yere fırlattığım gelinliği giymiş bir halde kocama
gülümseyen bir kız gördüm. Fakat beni asıl afallatan bu kız
ile olan inanılmaz benzerliğimizdi. Siyah, parlak saçları du­
vağının altında dağınık topuz yapılmıştı ve koyu mavi gözleri
mutlulukla ışıldıyordu. Sol yanağımdaki belirsiz gamzeye kadar
benziyorduk. Şoka girdiğim esnada elimdeki çerçeve yere dû-
MARAL ATMACA 407

, oklarımın önünde parçalandı. “Aman Allahım!" diyerek


ödediğimde usulca ona doğru döndüm. “Bu yüzden beni
J.&İİ nıi? Bende Deryayı görüyorsun ve ona bu kadar iş-
Sce cıtığine göre çığlığıma bile aynı. Sen o gece bana bakınca
öldürdüğün karının çocukluğunu gördün. Çığlığımı duyunca
4ı onu hissettin,” dedim. Bu hasta adam onu öldürmüş ve ona
benzediğim için de beni seçmişti. Kesinlikle aklını kaçırmış ol-
malıydı!
"Hayır.” Kapıyı arkasından kapatıp bana doğru gelince geri­
ye doğru gitmeye başladım. "Derya ölmedi. Gözlerimin içine
bıkan adamın ela gözleri büyük bir aşkla ışıldayınca sertçe yut­
kundum. “Kahretsin!” Şimdi tüm gerçekleri görebiliyordum. O
beni Derya sanıyordu! Derya’dan her bahsettiğinde gözleri aşkla
ışıldıyordu ama aslında o esnada bana bakıyordu! Beni Derya
sandığı için kendi zihninde benimle ilgili düşler kuruyordu.
Çocukları çok severdim ve eminim ki Derya da çok seviyordu.
0 yüzden bana Derya nın öğretmen olduğunu söylemişti. Belki
de Derya daha üniversiteyi bile bitirememişti ama öldürdüğü
karısını bana anlatırken aslında beni bana anlatıyordu. Benimle
evlendiğini, hamile kaldığımı ve ona karşı anlayışsız olduğumu
anlatıyordu. Çünkü yataktaki çürümüş cesede bakarken gözle­
rinde ne bir duygu ne de acıma belirtisi vardı. Fakat bana ba­
kıp Derya dedikçe gözleri ışıldıyordu! Kahretsin, bu ruh hastası
beni karısı sanıyordu!
Karısına olan büyük aşkını hayranlıkla dinlediğim adamın
bakışları, meğerse o esnada beni karısı olarak gördüğü için öyle
aşk doluymuş! “Bana öyle bakma, sevgilim,” dediğinde ben şoka
girerken cebinden çıkardığı kimlik gibi bir şeyi bana uzattı. Eli­
me aldığımda bunun Deryanın kimliği olduğunu gördüm fa­
kat okuduğum isim nefesimi kesmişti. Derya Yankı özer!
Yankı mâ Bana karısının isimlerinden birini mi vermişti?

“Beni affettin mi?” Ben tam bu adam yine ne saçmalıyor


diye düşünürken yanaklarımı avuçlarının içine aldı. “Sana
yaptıklarım yüzünden bana kızdığını biliyorum, sevgilim ama
408 YARALASAR - II

üzerime geldiğini kabul etmelisin. Yanla." Acaba şu anda n


ya olan Yanla ya yaptıklarını mı anlatıyordu? Yoksa Sedtr
Yankıya yaptıklarını mı söylüyordu? Bir daha bir Allah\nL,
bana Yankı derse var ya! ^4

Hak ettin." Bunu bana gerçekten söyledi. Umarhane L


*’«• Daha evlendi üç ay olmuşken benden boşanmak £
dm. dedi ve yanaklarıma sertçe baskı uygulayınca. “Dokunm
bana diye bağmarak geriye çekildim. “Üç ay bile senin gjb.k
deliyle geçirmek için çok!" Sağ yanağ.ma öyle sert bir t0L“
ki kendimi yatağa savrulmuş bir halde buldum. Bu yatakta^
vardiya! Ah, olamaz amaya!
Korkarak başımı kaldırdığımda yüzüm Deryanın çj^.
muş iç organlarından kalan parçalara bakıyordu. Gördûkltrin
ve burnuma gelen çürümüş et kokusuyla daha çığlık atmanu
gerek kalmadan öğürerek karnına kustum. “Affedenin, Derya
ben... öğğk." Kusmaya başladığımda burnumun direği Mıj
ve ben mide özsuyumu çıkarana kadar Deryanın çürümüş ka­
burgalarına ve karnına kustum. Allah'ım, ölüye olan saygım nft
Bu yaptığımdan sonra gece ruhu hortlayıp karşıma çıkarak btn^
hesap sorsa hakkıdır.
Saçlarımı kavrayan cani» beni sertçe çekerek onun üzerinden
alıp yere fırlatmıştı. “O gün de böyle yaptın!" Gözü dönmüş
gibi üzerime yürüdüğünde ellerimi yere bastırarak geriye doğru
sürünmeye başladım. “Karnında bebeğim varken benden
şanmak istedin!” Bana yetişip boğazımı kavradığında hıçkırıklar
içinde ağlamaya başladım. Nefes almaya çalışırken, “Ben sana
bir şey yapmadan..." dediğimde daha çok çıldırd.. ,Yapuıf
Yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuş ve boynundaki damatlar dışan
fırlamıştı. “Sana acı çektirmemi istedin ve böylece karnındık
bebeğimi öldürdün!" Çenesi seğirirken bu ruh *1«u3ın,d"’*
möne korkmaya baylad.m. "Ama bak. yine
kahkaha attı Değişken ruh haline yetışemıyordum. Sem«l
dürdüm ve'benitn için yeniden do^n.

sın!" Acaba ona en yakın Miniğe gitmeyi


ne olurdu? Adam resmen çıldırmış. bu gıdı}
MARAL ATMACA 409

*Rolyap. Sdrf "


Zıkkım! Kolaysa bu şartlarda gel de sen yap!
Sakin olup aklımı çalıştırmalıydım ama o beni boğarken bu
çok zordu. “Ne-nefes alamıyorum." Çırpınarak direnmeye ça­
lınırken, “Ahmet," dedim. Boğazımı daha sen sıkınca, “Arda...”
diye adını fısıldadım. “Hata yaptım. Evet, ben sadece sana ai-
tim. Yaptıklarım için beni affet lütfen. Bize bir şans daha ver­
melisin,” diye fısıltıyla yalvardığımda boğazımı sıkmayı bıraktı,
öksürerek nefes almaya çalıştım. Can tadı demişler, yaşamak
için bu delinin suyuna giderek bir sure Derya olabilirim. Allah
affetsin, zaten rahmetli Deryanın üzerine kusarak yeterince
günaha girmiştim. Şimdi bir de onun yerini almak günah def­
terimi bir hayli kabartıyordu. Ama sonum Derya gibi olmasın
istiyorsam buna mecburdum.

“Beni anlayacağını biliyordum.” Az önceki öfkeli haline na­


zaran şimdi bana sevgi dolu bakması yok mu... Yemin ederim,
delilik sebebim olurdu. “Seni affediyorum, Deryam.” İyi bari,
en azından Yankı dememişti. Elini uzatıp gozyaşlarımı sildi.
Mutlu olabilirsin, seni affettim.” Ya ne demezsin! Şu anda o
kadar çok mutluyum ki mutluluğumu anlatacak doğru kelimeleri
bulamıyorum. Beni affetmiş! Sanki affedilecek bir şey yaptım. Tek
suçum Öldürdüğü karısına benzemek. Kahrolası genler!
“Sağ olasın ya, Allah senden razı olsun.” Kendimi tutamayıp
alay eniğimde kaşlarını çatarak saçlarımı tunu ve sertçe çeke­
rek beni ayağa kaldırdı. “Önce benden boşanmak istediğin için
cezanı çekeceksin, sonra mutlu olacağız!" Saçlarımı çekiştirerek
beni kapıya doğru sürükleyen adama çığlık attım. “Bırak! Anla
anık ben Derya ya da Yankı değilim! Sedef benim adım, Sedef!"
Ne kadar bağırsam da saçlarımı bırakmadı. Yüzüm yere bakar­
ken beni peşinden sürükleyerek odadan çıkarmıştı pislik!

Birkaç kez merdivenlerden düşme tehlikesi geçirsem de ni­


hayet kurtuldum derken bir kat daha aşağı indik. Saç diplerimi
acıtıyordu ve tırnaklarımı ellerine geçirsem de beni bırakma­
410 YARALASAR - II

dı. Basamaklar bittiğinde açık bir kapıdan beni içeri fırl^


dizlerimin üzerine savrularak düştüm. Hayvan! Düştu^
yerde nefes nefese otururken, Yankı... dedi Efe. Tanıdık
nin sesiyle başımı hemen kaldırınca saçlarımın arasından^
gördüm. “Efe Can?’* Ever, bu oydu.

Ayağa kalkarak etrafıma baktığımda tüm çocukların bu


rumda tutulduğunu gördüm. Hepsi bir sandalyeye bağlın^
yan yana oturtulmuştu. Daha tuhaf olan ise ayaklanod^
ayakkabılar çıkarılmıştı ve ayaklarını su dolu kovaya koymuj.
lardı. Deponun ortasında, araba aküsünü andıran büyük bir
makine ve makineye bağlı on üç renkli kablo vardı. Kablolar
her biri çocukların ayaklarının içinde olduğu büyük plastik
kovasının içindeydi. Hepsi sırayla yan yana dizilmişken Fuly^
ve Hakan’ın arasındaki sandalye boştu. Efe dahil herkes bun-
daydı. Dikkatli bir şekilde baktığımda henüz hiçbirinin darbe
almadığını gördüm. Başımı çevirip kendi etrafımda dönerek
depoyu incelemeye başladığımda gördüklerim beni daha da şa­
şırttı. Çocukların tam karşısındaki duvarın önünde kameralı
ses ve ışıklandırma vardı. Dikkatli bir şekilde baktığımda film
setini andıran büyük kameraların son kontrollerini yapan dön
kişi gördüm. Hepsinin de yüzünde şu filmdeki gibi Çığlık mas­
kesi vardı ve bu, onları daha korkunç gösteriyordu. Bu kanun­
larla bizi mi çekecekler? Sağtaraftaki duvarı kaplayan demirden
rafları gördüm. Rafların içindeki kesici aletler, zincirler, silahta
ve daha ürkütücü birçok alet vardı. Bir sürü rahatsız edici ci­
yaklama sesi duyunca yutkunarak başımı yukarı kaldırıp tavana
baktım. “Hass!” diye küfrettiğimde tavanda asılı duran onlara
kafese bakıyordum. Evet, tavanda gerçekten bir sürü kafes var­
dı. Dahası her birinin içinde bir yarasa vardı. Gördüklerimin
dehşetiyle ayakta zor dururken başımı iyice geriye atıp kafesleri
saydım. Otuz! Toplamda otuz kafes vardı.

Allah'ım sana geliyorum, al bu mübarek kulunu yanına.


Otuz kafeste otuz yarasa ve yerde otuz Yarasa’dan geriye ka­
lan çocuklar vardı. Gözlerimi kısarak birkaç adım yürürken
MARAL ATMACA 411

,, tjvana bakıyordum. Işıklardan rahatsız olan hayvanların


dwıdî hizi temsil ettiğini gördüm çünkü kafesteki çoğu Yarasa

4 nılçtj Evet, ayaklarından bir iple kafese asılan hayvanlar hiç


bpırdamıyordu. Kara sinekler cesetlerinin etrafında uçuşuyor
r leş kokusu tüm depoyu sarıyordu. Hayatta kalan çocukların
sayısı kadar canlı yarasa vardı. Bazıları ayaklarını kafesin de­
mirine geçirip kanatlarını kendisine sarmıştı. Bazısı da ışıktan
mıdır bilinmez çığlık atarak kafesten kurtulmaya çalışıyordu.
Bizi bu hayvanlara bağlayan ortak kader neydi? Her iki taraf da
şıi anda tutsaktı.

Onlara daha fazla bakmak istemediğim için kendimi topar­


layıp çocuklara döndüm. “Aleykümselam gençlik." Kuzey gül­
dü. “Bir sen eksiktin, Kedicik." Burada olmamak için neler ver­
mezdim çünkü bize pek de iyi bakmayacakları belli oluyordu.

Elimle dizlerine kadar ıslandıkları su kovalarını gösterdim.


Hayırdır, yokluğumda serinlemeye mi karar verdiniz?” Yiğit
kollarını bağlı olduğu iplerden kurtarmaya çalışırken sırıttı ve
Beynin mi durdu Kuzey’in kedisi? Elektrik verecekler oğlum
bize. Bir yerlerimizden dumanlar çıkana kadar kızartacak­
lar bizi. Daha açık konuşayım mı kızım?” dedi. Her ne kadar
korksam da gülerek başımı hayır anlamında salladım. Bu çocuk
beni her defasında erkek olarak gördüğü için açık konuşmasını
kaldıracağımı sanmıyordum.

Efe, Yankıcığım, ben çok korkuyorum," diye ağlamaya


başladığında Yiğit ona ters ters bakarak isyan eni. “Bunu niye
benim yanıma koydular lan! Nurfetan, neredesin kızım?” dedi­
ğinde hemen solunda duran Naz kaşlarını çattı. “Buradayım ve
adım Naz!”

Ahmet kolumu tutarak, “Yerine geç sevgili karım,” dediğin­


de herkesin gözleri beni bulmuştu.

Hakan dişlerinin arasından, “Karım mı dedi lan bu it?" de­


diğinde gülerek başımı salladım. “Tanıştırayım, akıl hastası ko­
cam Arda, soyadı sanırım özerdi. Ondan boşanmak istediğim
412 YARALASAR - II 1

için beni buraya cezalandırmaya getirdi ama merak tf,


sonra çok mutlu olacakmışız." Herkes şaşkınlıkla han,7%
ken, bu sahnenin bir benzerini daha önce yaşadığım |
durumda bile gülüşümü engelleyemedim. Evet, üst katt, 'X |
ğimizin detayları hakkında beni fazlasıyla bilgilendirme?11*-

Kuzey kaşlarını tehlikeli bir şekilde çatıp, Kocan mp',


yertk bana kızmakta çok gecikmedi. “Hangi ara evlendi?
kocan oldu, arıza kedi!" Ben sanki fok meraklıyım milletin i ?
olmaya. Naz da kızarak bana döndü. “Derhal boşanıyor^.
Bunun için önce evlenmem gerekiyordu ki bunun için de
mı kaçırmış olmalıydım.
“Boşanması için önce yaşaması gerekiyor? Ecrin homur­
danarak kolumu bırakmamakta inat eden adamı gösterdi. *Bu
melek kılığına girmiş iblisin onu bırakacağını sanmam." Hak.
lıydı, adam ellerini üzerimden çekmiyordu. Neyse ki karanljk
duygusu şu durumda beni esir almıyordu çünkü ilgilenmem
gereken daha ciddi sorunlarım vardı.

“Onun kocası değil? Efe yutkunarak Ahmet’i gösterdi, \


def onun ölen karısı Derya Yankı özer’e çok benzediği için bu
hasta adam ikisini aynı kişi sanıyor? Gözleri nefretle Ahmet'e
bakıyordu. “Sedef bana onun çikolata koktuğunu söyleyin­
ce bir süre sonra o kokuyu bu adamdan aldığımı hatırladım.
Bahçede Atalay'a katil hakkında bir şeyler bulduğumu ve sözde
refakatçinin Altuğ ile aynı koktuğunu söyledim. Daha ben tam
konuşmadan Arda geldiği için Atalay sessiz kalmam konusunda
beni uyardı. O gece odama gitmeden önce Yosundan onun ger­
çek adının Arda özer olduğunu öğrendim ve zor olsa da tüm
hesaplarına girdim. Ancak hakkında hiç işe yarar bilgi yokken
karısının fotoğrafını görünce katilin o olduğunu anladım. Çün­
kü her iki kadın da inanılmaz derecede birbirine benziyordum
ikisinin de adı Yankı ydı. Her ikisine aynı ismi vermesi bile onu
şüpheli yapıyordu. Evet, Deryaya ikinci bir isim veren de oydu
çünkü Yankı ismi için Derya mahkemeye onunla evlendikten
sonra başvurmuş. Sabah maçtayken Atalay bu koku olayını dûo
MARAL ATMACA 413

Altuft’a söylemiş olmalı ki Altuğ'un sürekli onu izlediğini


. yc bcn maçtan sonra bu isim benzerliğini henüz kim-
P^nhtamadan beni kaçırdı!” Gerçek katilin Ahmet olduğu-
Anladığımda bu detayları az çok kendi kafamda çözdüğüm
p<k şaşırmadım. Ama öfkeden deliren çocuklar için aynı
jeyleri söyleyemeyecektim.
Küfürler havada uçuşurken bir sandalyede bağlı oturan Ful­
yanın tiz sesini duydum. “Ne? O sen misin?" Gözlerini kırpış­
tırarak Ahmet’e bakıyordu. Daha sonra ise durumu yeni idrak
etmiş gibi tükürükler saçarak bağırmaya başladı. “Ben sana yar­
im ettim! Bana dokunmayacağını söylemiştin!" Oh, iyi oldu
bu talaga. Ruhunu şeytana satarsa cehenneme en ön sırada böyle
bilet alır.
“Yani Yankı haklı mıydı?” Tunç sinirlenerek iplerden kurtul­
maya çalışıyordu. “Sattın mı lan Fcride’yi! O kız senin takımın-
daydı! Sadece Tunç un değil, duyduklarından sonra Esad’ın
bile bakışları değişmişti.

“Demek ki neymiş?” Elimle kendimi gösterdim. “Benim


gibi güzel ahlaklı biri dururken bir yılanın peşinden gitmeye­
cekmişsiniz.” Her şeyde olduğu gibi yine kendime pay çıkar­
dığımda takım homurdanırken, “Yürü!" dedi Öcü. Oflayarak
Fulya ve Hakan'ın arasındaki boş sandalyeye oturdum. “Bekle
bir dakika.” Oturduğum gibi ayağa kalktım. “Ben niye diren­
meden kurbanlık koyunlar gibi hemen oturuyorum?" Yanında
duran iki adam bana silah çektiğinde sırıttım. “Aslında koyun­
lar* çok severim.” Yeniden yerime otururken bir adam kalın bir
halada beni sandalyeye bağladı.

Adam kollarımı yan tarafımdan sab i deyip halatı tam beş


kez etrafımda dolayarak beni sandalyeye mantolamıştı. Tam
karnımın üzerinde sıkı bir düğüm atarak işini bitirince ayak­
kabılarımı çıkarmak için eğildi, “önümde diz çöküp ayaklan­
ma kapanman gururumu okşadı lakın bence buna gerek yok-
Bîr kraliçenin ruhunu taşıyor olabilirim ama siz sevgili halkı­
mın önümde eğilmesini istemeyecek kadar alçakgönüllüyüm."
414 YARALASAR-11

Adam başını kaldırıp deli görmüş gibi bana bakarken Y^


kıkırdamıştı. Birazdan işkence göreceğimiz için bu anın
çıkarıyorduk.

“Sen iyi değilsin!” Adam ayakkabılarımı çıkartırken P


kızaran gözleriyle bana bakıyordu. “Hepimizi öldürecek]^
sen neden aklını kaçırmış gibi böyle dalga geçiyorsun?
yolundaymış gibi davranmayı bırak çünkü hiçbir şey yol
değil! Korkuyorum, lanet olsun, ölmekten çok korkuyor
diye hıçkırıklar içinde bağırınca yüzümü tiksintiyle buruJ^

dum. O gün Feride nin de böyle korktuğuna eminim.


“Sana olanlar umurumda değil.” Bu konuda şaka yapmış
dum, gerçekten ona olacakları düşünmüyordum. “Eğer kOrj.
kısmına değineceksek o zaman Deryayla tanışmadıysan yeıf
rince korkmamışsındır yılan.”

“Delirmişsin sen!” Tabii, Derya faktörüyle bizzat tanışma^,


ğı için rahattı. Bugün kimse benim kadar korkmuş olamazdı,
ben sadece belli etmiyordum.

Diğerlerinin paniklememesi için benim cesur görünmem


gerekiyordu çünkü ben böyle oldukça onlar korkularını unu­
tuyordu. Oysaki şu anda sadece gözyaşlarına boğulurcasına ağ.
lam ak istiyordum.

Başarmalısın, Şafak. Tek kurtuluşumuz sensin.


Çıplak ayaklarım buz gibi suya girdiğinde ürperdim. Maske­
li kişi geri çekilince duvarın yanındaki uzun demir çubuğu alıp
tavana baktı. Demirin ucundaki kancayla hayatta kalan yansa-
■arın kafeslerini sırasıyla indirdi. Daha sonra ise o kafeslen her
birimizin önüne koydu. Başımı eğip kovanın hemen yanında
duran kafesteki hayvana baktım. Simsiyah derisinde küçük, yu*
m uşak tüyler vardı lâkin bedeninin büyük kısmı tüysüz ve siyah
deridendi. İki nohutu andıran siyah gözleri vahşi bir şekilde
etrafını izliyor, el kadar bedeni çırpınmadan duramıyordu. Ba*
şının üzerinde küçük, üçgen şeklinde kulakları vardı ve kanat­
ları pençelerine yapışıktı. “Eee?” Hâlâ hayvanı izlerken bunun
MARAL ATMACA 415

ınhma geldiğini merak etmiştim. “Şimdi ne olacak bize?


EJektrik vererek bir çeşit ruh transferi mi yapacaksınız? Eğer
Öyleyse önceden söyleyeyim benim ruhum bedenimi seviyor,
bu çirkin şeyin içine girmez.” Ruhumu bir yarasaya bağışlamayı
iibul etmiyorum, zaten pek bağışlayıcı bir insan değilim.
Araba gerçekten bir çeşit ruh ayini mi yapacağız? Ayrıca hâlâ
yınsalara olan takıntısını açıklamamıştı. Kapının sol tarafında
jürin demir masaya doğru yürüyen adam, eski koltuğa oru­
cuna masanın üzerinde duran yuvarlak cam fanusu gösterdi.
Top büyüklüğündeki fanusun içinde katlanmış beyaz kâğıtlar
duruyordu. Hemen onun yanında duran bir fanus daha vardı
ve ikinci cam fanusun içindeki kâğıtlar kırmızıydı. “Bir oyun
oynayacağız." Keyifli bir şekilde gülerek beyaz kâğıtların olduğu
fanusu gösterdi. “Bunun içindeki kâğıtlarda her birinizin ismi
yazıyor." Diğer cam fanusu gösterdi. “Burada da alacağınız ce­
zalar yazıyor" Hastalıklı gözleri her birimizin üzerinde gezindi.
"Size çıkan cezanın ister hepsini isterseniz de yarısını yarasala­
rınıza pas geçebilirsiniz." Hepimiz başımızı eğerek ayaklarımı­
zın dibinde olan yarasalara baktık. “İyi." Güldüm. “Bu hayvan
umurumda değil, bana çıkan cezanın hepsini o alabilir." Bazıla­
rı bana onaylamaz bakışlar atarken bu beni daha çok güldürdü.
Ben acı çekeceğime o çeksin, bana ne ki.
“Yalnız..." Sinsi bakışları tehlikeli bir şekilde beni buldu.
'Oyunda tek bir kural var; yarasanız ölürse siz de ölürsünüz.
Onu yaşattığınız sürece hayatta kalabilirsiniz.” Lanet olsun, ne
yapmaya çalıştığını anlamıştım.

O kırmızı kâğıtların her biri aklımızın bile alamayacağı iş­


kencelerle doluydu. Dayanamayacaktık! Bir süre sonra sırf o
işkencelerden kurtulmak için pası yarasalarımıza atacaktık ve
bu hayvanlar ölünce biz de ölecektik. Aslında sırayı onlara
vererek kendi sonumuzu getirecektik. Ya çektiğimiz her acıya
katlanacak ya da yarasalara bu acıyı devrederek onlarla birlikte
ölecektik. Biz Yarasalar olarak biliniyorduk ve şu anda hayana
LUomn hu yarasaların yaşamasına bağlıydı, ölmemek için
416 VARALASAR - II

onları yaşatacaktık!Ne büyük ironi ama! Ben fimdi bu hay^


meşin diye dua mı edeceğim! Bana ne ki ondan geberip *
“Ve bu süreçte daha sonra izlemek için hepiniz kayıt a]
olacaksınız. Merak etmeyin, bu gecenin sonunda her bir j
onun kopyası yakınlarınıza ulaşacak. Nasıl öldüğünüzü bil *
onların da hakkı, değil mi?” Nasıl bir psikopattı bu, aldım ıfo/
yordu. Bizi işkenceler içinde öldürecek, daha sonra canı j|U
dıkça çektiği görüntüleri izleyerek bundan keyif alacaktı

“Oyunun sonuna kadar dayanmalısın, sevgilim. Eğcr


zan boyunca hayatta kalmayı başarırsan söz veriyorum, birlik*
mutlu olacağımız bir ülkeye gideceğiz." Gözyaşlanm yanjjj
nmdan akarken bunun olacağına inanamıyordum. Sabaha ka
yıdann kopyasını gönderecekti ve tanıdığımız herkes bu v^
izleyecekti. Babalarım? Onlar da görür müydü? Peki ya annem
olacak kadın? O da sıcak yatağında çektiklerimi izler miydi? Ve
Alaz? Hayır, o çekeceğim işkenceleri görmemeliydi.

Hepimiz burada ölecektik! Bu akşamın sabahında hiçbirimiz


bu oyundan sağ çıkamayacaktık. Kameraların yanında dunu
adam, “Her şey hazır," dediğinde öcü sırıttı. “Çekmeye başla.’
Elini cam fanuslardan birine daldırıp biraz karıştırdıktan sonu
rastgele beyaz bir kâğıt çıkardı. Daha sonra ise diğer fanusun
kırmızı bir kâğıt çıkartarak masaya koydu. “Bakalım ilk şanslı
Yarasamız kimmiş?” Küçük kâğıdı zarifçe açarken hepimiz kor­
kuyla nefesimizi tutmuştuk.

Lütfen ben olmamayım.


Takımımdan biri de olmasın.
Diğer takımdakiler de olmasın.
Allah'ım lütfen sadece Fulya olsun.
Kameralar her birimizi çekerken sessizlik içinde söyleyece­
ği ismi bekliyorduk. Başını kaldırıp sinir bozucu bir yavaşlıkla
sırasıyla hepimize baktı ve gözleri beni es geçerek yanımdaki
Hakan'da durdu. “Hakan inanç.” Soluğumu tutarak başımı
MARAL ATMACA 417

çevirip yanımda duran çocuğa baktım. Başına gelenleri kabul­


lenmiş gibi öylece, bomboş bakıyordu. Hayır, Hakan olmazdı,
hiçbirimiz olamazdık!

Bize ceza veriyordu ama suçumuz neydi, onu açıklamıyor­


du. Tek suçumuz ailelerimiz tarafından bir yurda bırakılmak
mıydı? Bizi oraya bırakarak bir caninin hedefi haline getiren
ailelerimiz yerine neden ceza çeken biz oluyorduk?

'‘Bakalım cezan neymiş!" Kırmızı kâğıdı alıp açtığında göz-


yaşhrıma engel olamadım. Orada ne yazarsa yazsın Hakan’ın
anı yanacaktı. Buradan bir şekilde kurtulmayı başatsak bile
bize yaptıklarından sonra hiçbirimiz eskisi gibi olamayacakuk.

Hissediyordum çok şey değişecekti çünkü her birimiz çök­


ün kan kaybetmeye başlamıştık. “Ve cezan..." dedi. Belli ki
reyting uğruna lafı dolandıran sunucular gibi ağırdan alacaktı
bu oyunu.
Elim kolum bağlı bir şekilde sandalyede oturuyordum. San­
ki beynim durmuş gibiydi, aklıma yapacak hiçbir gelmiyordu.
Derin bir nefes alarak tekrar düşündüm. Uzun süredir aradığı­
mız öcü Ahmet’ti ve gerçek adı Ahmet değildi. Karısını öldür­
müştü, beni de karısı sanacak kadar hastaydı. Şu anda Çamlı
Höyük diye bir köydeydik. Hepimiz onun tutsağıydık ve bi­
razdan işkence çekerek onu mutlu edecektik. Depoda Ahmet
dışında yüzü maskeli sadece altı adam vardı ve tüm kameralar
bizi çekiyordu. Ayaklarım buz gibi su dolu bir kovanın için­
deydi. Kurada adı çıkan Hakan’a vereceği cezayı korkuyla bek­
liyorduk. Evet» şu ana kadar yaşadıklarımız bunlardan ibareni.
Peki, Alaz hangi cehennemdeydi? Eğer koltuğuna yayılıp elinde
şarabıyla televizyon karşısında keyfine bakıyorsa... Allah onun
da belasını versin!
Buradaki tek yetkili benim fakat çenem dışında hiçbir silahım
yok.

Ah» bana ne ki? Herkes kendi payına düşeni alsın artık» so­
nuçta her koyun kendi bacağından asılırmış. Elindeki kırmı­
zı ceza kartını evirip çeviren bu hasta ve sadist adam sonunda
konuştuğunda hepimiz soluğumuzu tutmuştuk. “Evet cezan...”
deyip sırıtarak Hakan’a bakıyordu. Biraz daha ağırdan alırsa
kriz geçirebilirdim. “Bir uzvunu senden alacağız»" dedi. Uzvun
derken acaba şu her insanda olan kol, bacak, kaş, göz gibi bir
şeyden mi bahsediyordu?
420 YARALASAR-II

"Af buyur?" Daha diğerleri şoktan çıkamamıştı. Bense yjn.


çenemi tutamamıştım. “Seninkiler iş görmüyor mu da Çocuğa
uzuvlarından istiyorsun?" dediğimde keyifli bir şekilde kahk^
anı. "Ah sevgilim, hep böyle şakacıydın.” Sırıttım. "Elimi ç$z
de ne kadar şakacı olduğumu sana göstereyim, hayatım. Şöy|c
bacak arana sen bir tekme seni tatmin eder mi?" dediğim^
kaşlarını çattı. Şimdi gülme sırası bendeydi.

“Evet," deyip adamlarına bir işaret yaptı. Adamlardan biri


dışarı çıkıp dinde bir elektrikli testereyle döndü. Hakan'ın bel
ki de ilk kez bağırdığını duydum. O da haklıydı, bu testere
insanı bağırtacak kadar korkunçtu. “Kararını verdin mi? Bede­
ninde fazlalık olan yer neresi?” diye sordu. Aklıma fesatça şeyler
gelince kendimi tutamayıp güldüm. Evet, yine tüm gözler bana
çevrilmişti.

Gülüşüm Hakan’ı rahatsız etmişti. Bana doğru dönüp, “Bu


komik mi?" diyerek homurdanınca daha fazla güldüm. "Bence
küçük bir parçanı feda edebilirsin,” diyerek gözlerimle bacalda-
nnı işaret enim. Erkekler ağız dolusu küfrederken kızlar benim
gibi gülmeye başlamıştı.

Testereli adam başını sallayıp, “Tamam,” diyerek Bağımlı ya


doğru yürüyünce Hakan, “Sakın!" diye bağırdı. “Bence de ta­
mam ” dedim. Hakan eğer iplerden kurtulursa beni öldürürdü.

“Gebertirim seni, Sakar!” diye öfke içinde bağırdı ve testereli


adama döndü. “Kolumu kes daha iyi!”

“Buldum!” diye aniden bağırdığımda yine herkesin merak­


lı bakışlarının hedefi olmuştum. “Hakan'ın cezasını yarasasına
verin,” dedim. Kulağa çok canice geliyordu fakat Hakan ve ya­
rasa arasında seçim yapmalıydık.

Fulya’nın sinirli çığlığını duydum. “Salaksın! öleceğiz hepi­


miz!" diye bağırdı ve salya sümük ağlamaya başladı. “Sen hifi
işin şakasındasın.” Bunu, onunla işbirliği yapıp takım arkadaşı­
nı satmadan önce düşünecekti. Şimdi hiçbir şey yapmamış gibi
MARAL ATMACA 421

İçiliyordu. Ayrıca Hakan’ın cezalını yaramasına devretmesi


pusunda yapmıyordum.

Onun ağlamasını zerre kadar umursamadan kameralara


döndüm- ‘'Merhaba, Türkiye. Ben Sedef Yankı Sarmadık. Şu
nnımda gördüğünüz gereksiz ise Fulya yılanı.” Tamam, can­
lı yayında değildik fakat belki bu görüntüler medyaya sızardı.
Bunu izleyecek herkese bir şeyler söylemek istiyordum. “Eğer
beni destekliyorsanız Sarmaşık yazıp 6048’e gönderin. Yok,
eğer Fulyayı destekliyorsanız... Yılan yazıp 5264’e gönderin,"
dediğimde bu yılan öyle bir çığlık attı ki hayatımda ilk kez Yiğit
gibi ağız dolusu küfür etmek istedim. Halka mağduru oynayıp
duygu sömürüsü yapıyor olabilirdi.

Fulya iplerden kurtulmaya çalışırken bağırdı.“Aptal! Sen


hiçbir şeyi ciddiye almayan bir aptaldan başka bir şey değilsin!"
dedi.

Onu daha fazla kızdırmak için güldüm. “En azından kendi


ekibimi sırtından vuran bir hain değilim!”

“Birazdan seni de göreceğiz!” dedi. “Kendi hayatın için kaç


kişiyi sattığını göreceğim!"

“Gör, geri zekâlı! Senin için parmağımı bile kıpırdatmaya­


cağımı iyi gör!”

Arda bize, “Yeter, kesin!” diye bağırınca ikimiz de homurda­


narak susmak zorunda kaldık Hakan’a bakıp, “Kararını verdin
mi?" diye sordu.

Pis bağımlı konuşmadan ondan önce davrandım. “Verdi


canım, kulağının kesilmesini istiyor ve cezasını yarasasına dev­
rediyor." Bunu beklemeyen öcü, işini bozduğum için yumruk­
larını sıkarak bana baktı. Elimden geldiğince bu cezalardan on­
ları kurtarmaya çalışacaktım.

Biri gitti, geriye kaldı altı. Kendimi de uymalıyım, değil mi?


Hakan sonunda az da olsa rahat bir nefes almıştı. “Sakar’ı
duydun," dedi. Biz, Arda'nın kendi koyduğu kuralları çiğneme-

-------------- 1 _ _ .'Al
422 YARALASAR - II

sini beklerken o, biri şaşırttı. Testereli adama bir işaret yaptı vt


adam testere)! bırakıp cebindeki bıçağı çıkardı. Küçükyarasayj
gerçekten üzülmüştüm. Ancak şu anda önceliğim arkadaşla-
nmdı ve onları korumalıydım.

Adam yarasanın yanına gelip diz çökerek kafesin kapısını


açtı. Elini uzatıp onu kafesten çıkarınca devamını görmemek
için başımı Fulyadan yana çevirdim. Sadece birkaç saniye için­
de duyduğum tiz sesle inleyerek gözlerimi kapatmıştım. Burada
öleceğiz, onlar da ölecek, biz de öleceğiz, hepimiz öleceğiz Gülen
sesiyle, “Devam edelim mi?" dediğinde yüzümdeki acı ifâde­
sini sildim. Her zamanki alaycı ifademi bulmak için kendimi
zorluyordum. Adam resmen delilik sınırlarında dolaşıyordu,
kızdırmaya gelmezdi.

Hakan'an yarasasına bakmamaya çalışarak başımı kaldırdı­


ğımda öcü yerine oturmuş, elini beyaz kâğıtların olduğu cam
fanusa daldırmıştı. Biz çıkacak olan ismi korkuyla beklerken,
“Tunç!" dedi. Bu çocuk diğer tarafta oturduğu için başımı eğ-
sem bile onu göremiyordum. Korktuğuna emindim, herkes
korkuyordu. Nefesimi tutarak kırmızı ceza kanını çekmesini
izledim. Dudakları yavaşça kıvrılırken kartı kameraya doğru çe­
Bekle, bu şey değil mi? ölüm oyunu! Ncnk
virdi. “Rus Ruleti!"
kan dondurucu işkenceler vana hepsini bizim için seçmiş olmalı.
Ahmet'in sesini ne yazık ki tekrar duydum. “Çözün şunu,*
deyince iki adamTunç'un iplerini çözdü. Daha sonra kolların-
dan sürükleyip onu hepimizin görebileceği bir alana getirdiler
Tunç'un kafesteki yarasasını da kafesiyle birlikte onun önüne
koydular. Hemen sonrasında öcü, masasındaki çekmeceden
eski bir silah çıkardı. Tek bir kurşun koyup çevirdikten sonn
silahı Tunç'un eline tutuşturdu. “Bir kurşun var içinde.” dedi.
“Kurşun sana gelirse olacakları biliyorsun ve yarasana gelirse?
Sadistçe güldü. “Yine olacakları biliyorsun." Tunç korkuy­
la yutkunmaya başladığında Kuzey’in öfkeli sesini duydum.
“Hiçbir şekilde kurtulma şansı yok! Senin yapacağın oyunun...'
MARAL ATMACA 423

jit küfretti. Onunla aynı öfkeyi paylaşıyordum. Her şekilde


öl'Jcekti! Kurşun kime giderse gitsin Tunç yine ölecekti çünkü

pırasası öldüğü an o da ölecek demekti.

Bu oyun hiç adil değil, kuralların hepsi bizim aleyhimize!


öcü bizi görmezden gelerek Tunç’a kuralları anlatmaya
başladı. "O silahı bana veya buradaki herhangi birine doğrul­
tursan, daha sen tetiğe basmadan ölürsün." Yaptığı bu küçük
hatırlatma sonrasında Tunç'un rengi sapsarı olmuştu. Bir çıkış
yolu yoktu! Varsa da bu şanlarda onu kurtaracak bir yol bula-
mıyordum.

Ahmet hepimizin sonunu getirmeye kararlı bir şekilde son


sözü söyledi: “Başla!" Gayet rahat bir şekilde yerine oturunca
tek yaptığım ona tiksinerek bakmak olmuştu. Allah aşkına,
Buzdağı hangi cehennemde kaldı? Buradaki çocukları kaybetmek­
ten korkuyorum. Bizim» bizi ondan koruyacak kimsemiz yoktu.
Alaz gelmeli ve bu işkenceyi bitirmeliydi.

Tunç ağlayarak başını iki yana sallayınca içim acıdı. Onu


zorladıkları şey hiç kolay değildi. “Ya-yapamam," dedi kısık bir
sesle. Elindeki silaha bakarken her an korkudan bayılacak gibi
duruyordu. Ahmet adamlarına bir işaret verince çocuk» üzeri­
ne doğrultulan silahları gördü ve daha çok titremeye başladı.
Derin bir nefes aldığında başka çaresi olmadığını gördü. Silahı
yavaşça kendi şakağına yaklaştırıp bir süre öylece durdu. “Yap­
ma..." diye fısıldadığımı duymayan çocuk tetiğe bastığında çı­
kan tok sesle hepimiz rahat bir nefes aldık. Lanet olsun» bu
oyun bitmeliydi!

Göğsünü hareket ettirecek şekilde birkaç kez büyük nefesler


alıp veren çocuk» bu sefer silahı kafesteki hayvana doğrultmuş­
tu. Ancak korkusundan eksilen hiçbir şey olmadı çünkü onu
bekleyen kaçınılmaz sonu ne yazık ki hepimiz biliyorduk. Ne­
fes alışları sıklaştığında kimseden ses çıkmıyordu. Titriyordu,
hem de ayazda kalmışçasına titreyip soğuk terler döküyordu.
424 YARAl-ASAR-11

Pamuğı usulca tetiğe gittiğinde, gözleri dolmuştu. Dayana^,


yıp onun yerine ben ağlamaya başladım. Ona bunu yaptır^
için Ahmet’ten ve bunun olmasını engelleyemediğim için k^.
diniden nefret ediyordum! Vc tetiğe bastığında, “Hayır!" diye
çığlık attım. Kahretsin!Tunç un silahı ateş alıp yarasasını öldür­
müştü. Saniyeler içinde Ahmet de tetiğe basmıştı. Evet, kurşun
Tunç'un kafatasını delip geçmişli. İkisi de ölmüştü, hem de H
tunda...

"Hayır..." diye fısıldadım. Bedeni yere düşünce, “Hayır!"


diye bağırdım. Yerdeki cesedini gördükçe ağlayarak daha çok
bağırdım. Herkes sustuğunda bu ölüm çukurunda sadece be-
nim çığlıklarım vardı. Yerde gözleri açık bir şekilde yatan çocu­
ğun patlamış beynini gördükçe delirmiş gibi çığlık çığlığa bağı­
rarak ağlıyordum. Akan kanı kirli zemini kırmızıya boyamıştı
Su kovasının içindeki çıplak ayaklarımı kandan korkmuşçasım
geri çekmek istedim. Ancak bunu yapacak gücü şu anda ken-
dimde bulamıyordum.

Hakan ağlamaklı bir sesle susmam için bana yalvardı. "Sa­


kar, bakma," dedi ama gözlerimi kapatamadım. Hemen yanım­
da duyduğum sesin Hakan’a ait olduğunu biliyordum. Fakat
ağlarken gözlerimi Tunç’un ölü bedeninden ayıramıyorduıa
“Öl-öldü," dedim hıçkırarak. “O öldü...”

Hakan yine bana, “Bakma,” dedi. Bakmayınca onun öldüğü


gerçeği değişecek miydi? Eğer öyleyse sonsuza kadar gözlerimi
karanlıkla örtebilirim.

“Tunç öldü, Hakan.”

“Sakar, bakma kızım.”

“öldü, Tunç öldü!” diye bağırdım. Hep aynı kelimelerde


takılmıştım ve söylediğim tek şey buydu. Tunç ölmüştü... Göz*
lerimin önünde ölmüştü!

Hakan, “Sedef, bakma dedim!” diye öyle bir gürledi ki şok


halinden çıkıp ona döndüm. Kaşlarını çatan çocuk yalvarılası-
MARAL ATMACA 425

nabına bakarak iç çekti. “Bakma, güzelim," dedi dolu gözlerle.


•Bakıp da hem kendini hem de bizi öldürme.” Yaşamıyorduk
|j Yaşamamıza hiç izin vermemişlerdi ve şimdi sırasıyla bizi
Öldüreceklerdi. Hıçkırıklar içinde başımı salladım. Gözyaşla­
rının onun canım yaktığını yıllar sonra ilk kez yine bu gece
görmüştüm. Zihnimde onunla ilgili geçmişten bir anı canlandı
hemen yanımda duran çocuğu ne kadar çok sevdiğimi bir
kez daha anladım.

“Ağlamayı kes ve düştüğün gibi ayağa kalk, Sakan ”


“Sen çok kötüsün, Hakan! Ne zaman düşsem benimle dalga
geçiyorsun ama beni hiç kaldırmıyorsun. Git buradan, ben Ku­
zeyimi istiyorum.9
Çünkü ben Kuzey kadar güçlü değilim. ”
“Ne demek istiyorsun!"
Kuzey sizin gözyaşlannıza alışkın ama döktüğünüz her damla
yaş beni zayıf kılıyor, kardeşim. O yüzden düşsen de benim için
ağlama. 9
Hakan! İtirafet, sende en az Kuzey kadar seviyorsun beni9
Sen laf neresinden anlıyorsun! Senin gibi sakar bir kızı seve­
cek kadar aptal mıyım!9
nDefol pis Hakan!9
“Git başımdan, Sakar!9
“Geber!9
“Yerden kalk, öyle bağır, kızım. Oha, sen çamurun üzerine mi
düştün!9
“Allah belanı versin ama!9
Göz göze geldiğimizde yurtta henüz çocukken sürekli tartış­
tığımız aklıma gelmişti. Buradaki her çocuk benim için çok de­
ğerliydi. Altısı da benim için kardeşten öteydi. “Ah, siz çocuk-
426 YARALASAR - Jl

lir» çok sıkıcısınız," diyen Ahmet i, yani Ardayı duydu^


Önce işlediği suçu umursamadan tekrar beyaz cam fanusu^
çına geçince, ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastı^^
Burası neden böyle sessizdi? Neden benim dışımda kimse Tün
için ağlamıyordu? Herkes bu kadar mı kendi canının derrfj^
düşmüştü? Evet, ölüm herkesi çok korkuturdu. En çokdabenj.
Ama ölüm görmek onları hiç mi korkutmuyordu? İçlerin^
en bencili hep ben olmuşken neden doğru düzgün selam bifc
vermediğim çocuğun yasını sadece ben tutuyordum?

Elini fanusa daldırıp yine küçük bir kâğıt çekerek açtı.


çıkan ismi okuyacaktı ki ben kendimi tutamayıp ondan önce
konuştum ve “Daire şeklinde orun bizi!" diye bağırdım. Ha
kesin Tunç’un ölümüne nasıl kayıtsız kaldığını görmek istiyor
dum. Böyle yanyana tek sıra halinde oturduğumuz için ude«
sağımda ve solumda oturan Fulya ile Hakan’ı görebiliyordun]

Kameraları göstererek güldü. “Hepinizin yüzleri görünecek


şekilde çekmemizin tek yolu bu. Yakınlarınızın ve ailenizin ıâ
son kez görmesini isteriz, değil mi?" Kan beynime sıçramışa,
mümkün olsa o sefil bedenini delik deşik ederdim. “Kimse
umurumda değil!’’ dedim. Başımı kaldırıp kameralara baktım.
“Merhaba, içinde bulunduğum dünyanın kirli insanlan. Beni
izliyor musunuz?" Dudaklarımda gerçeklikten uzak alay dolu
bir gülümseme oluştu. “İzliyorsunuz, değil mi? Korkudan dilini
yutmuş arkadaşlarımı, yerdeki beyni patlamış bu çocuğu izli-
yonunuz, değil mî? Peki eğleniyor musunuz? Biz burada ölümü
bekleyip sürünürken, siz bizim acımızla eğleniyor musunuz.’
Ah, tabii ki eğleniyorsunuz! Ne de olsa bana dokunmayan yı­
lan bin yıl yaşasın, değil mi?" Sinirden kameralara haykırdım.
“Hazır herkes benî izliyorken buradan size söyleyecek bir çift
lafım var. Sen sevgili anneciğim, kızını iyi izle çünkü burada
olmamın tek suçlusu sensin! Eğer beni o lanet yurda bıraknu-
saydın ben de bu adamın kurbanları arasında olmayacaktım!-
öfkem o kadar büyüktü ki içimdeki nefret duygusunu herkçe
MARAL ATMACA 427

rmak istiyordum. Ben burada acı çekerken onlar neden


S evinde oturuyordu?

“Şimdi Sevgili Türk Halkı...” diyerek devam ettim. “Biraz­


dın izleyeceğiniz tüm görüntüler kan ve şiddet içerdiği için lüt­
fen çocuklarınızı ekrandan uzak tutun,” dedim. Biliyorum, saç­
malıyordum fakat Alaz bizim için gelene kadar Arda’yı yavaş-
lâtmalıydım. Bu durumda gevezelik yapmak dışında elimdem
hiçbir şey gelmiyordu. En azından ben konuşmaya başlayınca
susmamı beklediği için işkencelerine birkaç dakika ara veriyor­
du. Eğer bu sadist, bir kişiyi daha gözlerimin önünde öldürürse
aklımı tamamen kaçırırdım.

Arda bana bakıp bıkkınlık içinde, “Bitti mi?” diye sordu.


Sabırla sözlerimi bitirmemi bekleyen adama tiksintiyle baktım.
Hiç vakit kaybetmeden elindeki beyaz kâğıdı bize gösterdi.
’Naz...” deyince Yığit’in küfreden sesini duydum.

Bakalım, Süslüye ne ceza çıkacak?


Kırmızı kâğıtlardan birini aldı ve çıkan cezayı okudu, den­
gesiz. “Cinsellik..” deyince hepimiz sustuk Gözlerimi irice
açtığımda o, sırıtarak Nazın olduğu yöne döndü. “Şanslısın,”
deyince kaşlarımı çattım. Bunu bir şans olarak mı görüyordu?
Bu lanet ceza tam olarak düşündüğüm şey olamazdı, değil mi?
Tacizi daha önce yaşamış biri olarak söylüyorum ki bu bizi Öl­
dürürdü.

Yiğit bağırarak kurtulmaya çalıştı. “Ne diyorsun oğlum


sen!" Bağlı olduğu iplerden kurtulmak için çırpınırken kızgın
sesi tüm depoda yankılandı. “Ona dokunanı yaşatmam lan!
Bunun için önce beni öldür!” Naz’a sırılsıklam âşık olduğunu
düşünürsek bu lanet ceza en çok onu bitirirdi.

Arda. Yiğit’i umursamadan adamlarına döndü. “Kızı alın ve


yukarıdaki odalardan birine götürün,” dedi. “Daha sonra on­
dan kurtulmayı unutmayın." Adamlar Naza doğru yürüyüp
onu çözmeye başlayınca gruptaki erkekler çıldırdı. “Çöz oğ-
«S YARALASAR-II

lum beni!" diyen Yiğit, delirmiş gibi bağırıyordu^ “Beni fa*


sana dünpnın kaç bucak olduğunu göstereyim! Ne Arda /jf
de adamları onu dinliyordu. Hepsi çıkan cezayı uygulama^
peşindeydi. Naz ağlayarak, "Hayır!” diye bağırdıkça Yiğit konr.
rolünü daha çok kaybediyordu. Kolay değildi ki. Bu yaşadı^,
nmızm hiçbiri için kolay değildi! Bunun adı ölüm değildi. Bu
ölümden daha beter bir şeydi.
Kuzeyin gözleri öfkeden koyulaşırken, “Bu kadarsın i^
sen!" diye gürledi. Onu daha önce bu kadar sinirli gördüğündü
hatırlamıyordum. Mümkün olsa onu tutan ipleri para/nparp
edecekti. “Bizden korkuyorsun, değil mi? Bu yüzden hepime
bağlıyken pisliklerini devam ettiriyorsun! Cesaretin varsa beni
çözenin!” diye bağırdı. Naz’ı çözdüklerinde Efe ve Ecrinin hiç-
kınk seslerini duydum. Çocukların nefret dolu sesleri birbirine
karıştığı için onlardan başka kimsenin sesini duymuyordum,
Naz’ı kollarından sürüklediklerini gören Yiğit, “Korkak*’
dedi. Çırpındığı için sandalyesi sallanıyordu ve durmayı niye­
ti yoktu. Arda'ya bakıp tüm öfkesini haykırdı. “Kendi kansını
öldüren hasta bir zavallıdan başka bir şey değilsin! Söylesene,
onu da adamlarının önüne mi anın?” dediği an istediği olmuş* I
tu. Sonunda Arda’nın öfkesini kendine yöneltmeyi başarmıştır I
Naz a zaman kazandırmak için eli kolu bağlıyken kendisini he- İ
def haline getirmişti.
Masasından kalkan Arda’nın gözlerini görmek yutkunmama
sebep oldu. Yiğit’c doğru yürüyüp ayaklarının önündeki moni­
törü çalıştırınca, Yiğit ve Naz aynı anda haykırdı. Ona elektrik
veriyordu! “Yiğit!” Naz kollarını turan adamlardan kendisini
kurtarmaya çalışırken telaşla bağırmaya başlamıştı. Naz, onu
tutan adamlar yüzünden hareket edemediği için, Durdu/
şunu!” diye ağlayarak yalvardı.

Gözyaşlarımı daha fazla tutamadım ve ağlayarak Ardaya


bakum. “Buna bir son ver artık! Biz sana hiçbir şey yapma-
dik!” diye ağlayarak bağırdım. Onun öfkesini hak edecek hiçbir
MARAL ATMACA 429

rf yapmamıştık fekat sebepsiz yere canımızı yakıyordu! Kol-


hrımdaki ipleri çekiştirirken, ayaklarımı kaldırdım ve içi su
dolu kovaya vurdum. Kova devrilince içindeki su dökülmüştü.
•Yiğit, kovayı dök!” diyerek bağırdım. * Herkes kendi kovasını
döksün!" dedim. Ayaklarımız suyun içinde olduğu için elektrik
saçan kabloyu suyun içine atarak bize elektrik veriyordu. Ta­
mam, şu anda sadece Yiğit e elektrik veriyordu ama birazdan
aynı şeyleri bize de yapacaktı. Fulya dahil herkes benim gibi
tekme atarak su kovalarından kurtulmuştu. Yiğit’in rahatlayan
sesini duymak bana çok iyi gelmişti.

Ancak işine taş koyduğum için burnundan soluyan Arda


için aynı şeyleri söyleyemeyecektim. Çenesi öfkeyle seğirirken
yanıma gelip bana Öyle sert bir tokat attı ki boynum kırıldı san­
dım. Kulaklarımdaki sarsıcı uğultuyla başımı Hakan'a doğru
döndürdüm. Arda saçlarıma asılarak kafamı kaldırdı ve ona
bakmamı sağladı. “O çeneni kendi iyiliğin için kapat!” diye hır­
layınca ağzımdaki kant yüzüne tükürdüm. “Oldu canım, başka
isteğin? dedim. Onunla alay etmem daha fazla çıldırmasına
sebep olmuştu, “ölmek mi istiyorsun?” diye bağırıp saçlarımı
daha fazla çekti. Saçlarıma koparırcasına asılınca çığlık atma­
mak için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Sana olan zaafıma
çok güvenme, sevgilim çünkü gerekirse seni öldürmekten de
çekinmem!” diyerek beni tehdit etmişti. Saçlarımı bırakmadan
attığı ikinci tokat yüzünden sinirlerim bozulduğu için gülmeye
başladım. Ya benimsin ya kara toprağın sözünün hakkını veri­
yordu!

Bu durumda onun olmayı tercih ederim. Kara toprak, aklını


kullanamayan aptalların olsun.
Gülmemden rahatsız olan Arda, “Akıl hastası!” deyip herce­
sine saçlarımı bıraktı ve tekrar Yiğit’in yanına gitti. Ben mi akıl
hastasıyım} Sanırım kendi sorununun hiç farkında değildi.

Ağrıyan boynumu umursamadan başımı öne doğru iyice


eğerek baktım. Bakmaz olsaydım çünkü geri zekâlı adam, yer-
430 YARALASAR • II

deki kabloyu aldı ve Yiğit’in boynuna bastırdı. Naz ac


sine tekrar bağırdı. “Lütfen, yapma!" dedi ama hep 0|^%
kimse onu ciddiye almıyordu. Naz onu tutan adarn?^
maya başlasa da gücü onlar için yeterli değildi. “Yiğjtp ’ V|
gözyaşlarına boğulan kız, benim de ağlamama se^
du çünkü Yiğit ölüyordu. Evet, titreyen bedenini ta ı"*'r
görebiliyordum. Ten rengi kırmızıya dönünce yüzünj UrM
damarlar şişerek belirginleşti. Yanıyordu sanki, burnu^
hafif yanık kokusu beni dehşete düşürmüştü. Dişlek k?
kenetlenmiş, gözleri baygın bakıyordu. Arda ona elek
dikçe nöbet geçirir gibi titriyordu. Gözleri kızarınca V'
dan ve kulaklarından kan geldi. Bu görüntü hepimi^^1
çok bağırmasına sebep olmuştu. Onun canı yandıkça^

acı hissediyorduk. Yiğit kanadıkça hepimiz kanıyorduk "n


anık1 Dur!” dedim çaresizlik içinde. Çırpınarak kendimizi ı
tatmaya çalışırken feryatlarımıza kayıtsız kalıyordu. Biz '
yalvardık ama o, hiç durmadı.

Gözyaşları içinde bağırıp yalvarmak dışında hiçbir şey^


mıyoruz.
Yiğit’in gözleri kapanıp başı yan tarafına düşünce ona elekt
rik vermeyi kesmişti. Hepimiz, “Yiğit!” diye haykırsak da Yi
git bizi duymadı. Ona defalarca seslendik fakat o, uyanmadı
“Yi-Yiğit..." diyen Naz, çırpınmayı bırakmıştı. Şoka girmiş ol
malı ki artık hareket etmiyordu. Yiğit e doğru sarsak adımla
atınca, gözlerindeki yaşların yerine yenisi birikiyordu. “Uy-u
yan,” dedi kısık bir sesle. Naz yere düşmek üzereydi ki adamla
kollarını tuttu ve onu dışarıya doğru sürüklemeye başladı. Na
onlara direnmedi, Yiğit’e olanlar onu öldürmüş gibiydi. Hi<
zorluk çıkarmadı. Sahi, az önce burada ne olmuştu? Ben nedeı
böyle sessizleşmiştim? Şimdi anlıyordum, Tunç'un ölümüyi
herkesin neden sustuğunu. Suskunlukları acıyı hissetmedikle
tinden değildi. Onları susturan şey, acıyı en derinlerde ya$J
maktı. Canımız yanıyordu. Canımızı yakan kişi canımızdanb
MARAL ATMACA 431

olduğu için biz acıya boyun eğip susmuştuk Burada ölen


Ses bizden bir parçaydı ve biz hızla kan kaybedip ölüyorduk.

Naz depodan henüz çıkmadan onu durdurdum ve son anda


kendimi toparlayıp, “Sana dokunmalarına izin verme!" dedim
ydvararak “Ne gerekiyorsa onu yap ama seni incitmelerine izin
verme!’ dedim. Naz yaşlı gözlerle başını çevirip bana bakmıştı.
•Yiğit için bunu yapmalısın..." diyerek hıçkırdım. “Gerekirse
öldür, Naz ama buna sakın izin verme,” dediğimde gözlerinde
oluşan nefreti gördüm. Evet, o gözlerdeki öldürme arzusunu
görmüştüm lâkin yenilgiyi de görmüştüm.

Hayır, fimdi pes edemez.


Nazı götürdüklerinde Arda, hepimizin perişan halini zevk
alarak izliyordu. Vakit kaybetmeden yeni bir kart seçince, his­
sizleşmiş gibi hiç tepki vermedik. Belki de önünde sonunda sı­
ranın hepimize geleceğini bildiğimizdendi bu suskunluğumuz.
Yeni kurbanını seçmişti: “Araf." Boş gözlerle ceza kanlarından
birini çekip alışını izledim. Kartı parmaklarının arasında evirip
çevirdi ve sonunda tek bir şey söyledi: “Dirgen.” Dirgen mi?Bu
da nesi?
Araf ı çözmeden sandalyeyi çekerek orta alana getirdiler.
Ben Araf1 ın tepki vermesini beklerken o yine susmayı seçmişti.
Kara gözleri kaderine teslim olmuş gibiydi. Dudaklarında bel­
li beliniz bir gülümseme vardı. Huzurlu görünüyordu. Evet,
üzerinde garip dinginlik vardı. Hayır, bu kaderine razı gelmek
değildi; ölüme meydan okumak hiç değildi. Onunkisi ölüme
kendi isteğiyle gitmekti. Başta bunun nedenini anlayamadım
ama daha sonra zihnimde tüm parçalar kendiliğinden yerine
oturdu. Araf ölüme gözü arkada kalarak gitmiyordu çünkü Şa­
fak burada değildi. Şafak kurtulmuştu ya bu, ona ölüm anında
bile huzur veriyordu. Sanırım şu romantik zırvalarla uğraşan­
lar bir yerde haklıydı, insan çok sevince, ölüm anında bile sev­
diklerini düşünüp mudu oluyordu. Sanırım bu, bir bende işe
yaramıyordu. Ben burada an çekiyorsam Alaz orada bir zahmet
432 YARALASAR - II

gebenin. Evet, gerçekten de sevgili Buzdağı benim taraf


jeviliyormuj.
Adımlardan biri depodaki raflardan ucu sivri, çat;
şey aldı. Onunla ne yapacağını gerçekten merak ed
Adam, Arafa yaklaştı. Saçlarından asılarak kafasını iyi
doğru çekti. Sivri uçlu demiri AraFın çenesinin altın;
nuna yerleştirince gözlerimi irice açtım. Şimdi ne yaş
anlamıştım! Araf’ın anık ne kadar yaşayacağı tamam
irade gücüne kalmıştı. Başını öne doğru eğince demj
uçlarından biri çenesinin altındaki yumuşak dokuyu pa
Diğer ucu ise boynuna saplanıp nefes borusunu parça);
Başını rahatsız edici bir pozisyonda tutarak arkaya do
mişti. Boynu gerilirken yutkunamıyordu bile. Nefes
çok zorlanıyordu. Boynunu rahat ettirmek için öne d
pırdamalıydı ancak bunu yaparsa ölürdü. Demirin siv
başı arkada olsa bile çenesine ve boynuna hafif saplını
biraz kanıyordu. Ellerini kullanmadan o ölüm aletim
kurtulamazdı. Her şekilde ölecekti çünkü bu pozisyon
dayanmazdı. Kendi sonunu kendi getirerek öleceğini bi
işte asıl felaket buydu. Kahretsin, bu gerçekten berbat b
ce yöntemiydi.

Bu Ahmet pisliğinin acaba Nazilerle bir akrabalığı


Çünkü bu, insanları zehirli gaz ile eritip sabunlajtınm
kotu.
“Saçmalık1" Kendimi tutamayıp yine sesimi yü!
“Kendi koyduğun kuralların dışına çıkmayı bırak. On
din, cezasını hayvanına verip vermeyeceğini sormadın,

Oturduğu yerden beni küçümsercesine göz devirt


dan daha zeki olduğunu düşünürdüm, sevgilim. Se
le bir cezayı yarasasına vermeyi kabul eder mi?" Se
düşündüğümde istemeden de olsa ona hak verdim,
hayvan hemen ölürdü ve böyle bir durumda tıpkı 1
dürdüğü gibi gözünü bile kırpmadan Araf’ı öldûrü
MARAL ATMACA 433

kendi çekerek birkaç dakika da olsa zaman kazanıyordu,


^lûlsûz teslimiyetimi gören adam gülerek elini beyaz fanusa
doğru uzattı. “Diyecek sözün yok, değil mi? Ben de öyle dû-
jûnmüjtüm.' diyerek benimle alay etti. Söyleyecek çok şeyim
nıdı ama bir akıl hastasında işe yaramayacağı için susuyordum.

'Gereksiz ayrıntılarla boş yere zaman harcamanın lüzumu


yok." dediğinde neyin peşinde olduğunu anladım. Alaz gelme­
den önce hepimizden kurtulmak istiyordu. Naza da cezasını
yarasasına devredip etmeyeceğini sormamıştı. Gerçi öyle saçma
bir cezayı Naz o kuşa nasıl devredebilirdi, orası da tam bir mu­
amma. Sanırım hayvanlara pas geçemeyeceğimiz cezalarla daha
çok karşılaşacaktık.

“Kuzey Sancak!” diyene kadar ben onun tekrar bir isim seç­
tiğinin farkında bile değildim. Naz’ın üst kattan gelen çığlık­
larını duymak beni mahvediyordu. Lütfen» kendini bir şekilde
onlardan korumayı başarmış olsun. Bunu hepimiz için ama en
çok da kendi için yapmalıydı.

Arda, Kuzey e bakıp, “Cezan...” diyerek güldü. Acımızdan


zevk alıyor, aşağılık canavar.
“Seçim," dedi. Ne demek istediğini
anlamadım. Neyin seçimi? Adamları durumu anlayıp Kuzey i
çözünce Kuzey yumruğunu maskeli adamlardan birinin yüzü­
ne geçirdi. Sanırım Kuzey, adamın burnunu kırmıştı. “Şimdi
hesaplaşma vakti!" diyen Kuzey’in çenesindeki tüm kaslar se­
ğiriyordu. Ona doğru gelen diğer adamın yumruğunu havada
tuttu. Adamın bileğini sertçe bükünce bu gece ilk kez rahat
bir nefes almıştım. Adam kırılan bileğini tutup acıyla bağırınca
çığlıklarından zevk aldığımı fark etmiştim. Kuzey onun işini
bitirmeden saçlarımın arasındaki soğuk metali hissettim. “Kızı
ölü görmek istiyorsan devam et!" diye bağırdı Arda. Tam ar-
kamdaydı ve silahı kafama dayamıştı. Onun soğuk sesini du­
yunca Kuzey hareket etmeyi bırakmıştı.

Beni öldürmeyi göze alamazdı. Belki de alabilirdi, bilemi­


yorum. Sonuçta karşımızda tımarhane kaçkını bir deli vardı.
434 YARALASAR - U
Adamlardan birinin silahını çıkartıp çocuklardan birine do
rulnuğunu gördüm. Ecrinden gelen iniltilere bakılırsa 11^
kurban oydu. Arda, “İkisinden biri bu gece ölecek ama kU(
rulacak olanı sen seçeceksin,” dedi. Kuzey yumruldannı
Bu herifin adalet anlayışına sövmek istiyordum. Aklınca seçift
yaptırarak kendi adaletini sağlıyordu.

“Hadi!" diyerek silahı iyice kafama bastırdı. “Kimin hayaca


kalmasını istiyorsan söyle!" Kuzey e baskı yapıyordu! Kuzeyi
gözleri endişeyle benim ve Ecrin’in üzerinde oyalanıyordu. Hiç
konuşmasın istedim. Hangimizi seçerse seçsin bir diğeri öle­
cekti. O benim çocukluğumdan bu yana tek koruyucum ve
ağabeyimdi. Ecrin için ise çocukluk aşkıydı, kalbini verdiği tek
adamdı. Peki, Kuzey için hangimizin sevgisi daha baskındı? Bu­
nun cevabını öğrenmeyi hiç istemiyordum, özellikle de bugoe

Ecrin’in ağlayarak, “Se-Sedef’i seç,” dediğini duyunca için


acıdı, ölüm hep en büyük korkum olmuştu. Evet, bcncilceydi
ama ölmek istemiyordum çünkü beni benden başka koruyu
hiç kimse yoktu. Fakat Ecrin'i de kaybetmek istemiyordum. İlla
birini ölüme terk etmek gerekiyorsa bu ben olabilirdim.

“Ecrin i seç,” diye fısıldadım, ölüm korkusu sesimin kuık


çıkmasına sebep olunca derin bir nefes aldım ve daha kararlı bir
şekilde, “Ecrin’i seçmelisin," dedim.

Kuzey, her ikimize de buruk bir tebessüm ettikten sonra


başını kaldırıp arkamdaki celladımıza baktı. Ne yapmak iste*
diğini anladım. Başımı iki yanıma hayır dercesine salladım. Ağ­
lamaktan yorulan gözlerim nasıl bu kadar çok gözyaşını içinde
barındırıyordu, bilemiyordum. Ever, yine ağlıyordum. Bana
bakan çocuğun dudakları kıvrıldı. Bu, yetim birinin kırgın te­
bessümüydü. Ecrin’c baktı ve içi yandı. Ecrine de kıyamadı,
onu ölümün kollarına itemezdi. Sonra yine gözleri beni buldu
Siyahları buğulandı, sis çöktü sevdiğim gözlerine ve yapamadı.
Benden de vazgeçemedi. Çok denedi bir seçim yapmayı ama ne
aklı kabul etti ne de yüreği buna izin verdi. Gözlerinde gördü-
MARAL ATMACA 435

&üm o yıkımın nedenini bilmek bile içimi acıtırken söyledikleri


ölüm gibiydi. “İkisini de seçiyorum," dedi. “İkisinden birinin
vebalini almaktansa ben onlar için ölürüm." İşte tam bu nok­
tada daha fazla gözyaşı döktüm. Bu çocuk sen görüntüsünün
aksine çok güzel seviyordu.

"Eğer istediğin buysa..." diyen Ahmet, namluyu ensemden


çekip Kuzeye doğrultu. Ecrin ile aynı anda, “Hayır!" diye ba­
ğırdık. Bizim itirazlarımız Kuzey in bedenine giren kurşunu
durdurmadı. Boğazım kanarcasına haykırdım. Onu vurmuştu!
Kuzey, kanayan bedenine bakarak bize doğru bir adım attı. Sar­
sakça arağı son adımda vedalaşmak ister gibiydi ve sonra her
şey bitti. İki kurşun! Kamına giren iki kurşun onun bedeni­
ni kanlar içinde bırakmaya yetmişti. Ecrin veryansın ederken,
kendi attığım çığlıkları susturmak istedim. Çocukların hepsi
acıyla Kuzey in adını sayıklıyor ve yere düşen çocuktan bir ses
gelsin diye yalvarıyordu. Fakat benim çığlıklarım susmuyordu.
Arda nın çığlıklarımdan zevk aldığını karşımda durup gülme­
sinden anladım. Ancak Kuzey yerde kanlar içinde yatarken hiç­
bir güç beni susturamazdı. Ona bunu hiç söylemedim ama o
benim ağabeyim gibiydi. Peki, bu gece kim ölmüştü? Kimsesiz­
liğimin kimsesi olan çocuk mu ölmüştü yoksa geride kalan ben
mi ölmüştüm?

Bu gece kim öldü?


"Kuzey." Gözlerim ağlamaktan ağrırken hıçkırarak fısıltımı
ona duyurmaya çalışıyordum. “Kuzey, uyan..." dedim. Neden
hiç kıpırdamıyordu? “Kuzey uyan!" diye öyle bir bağırdım ki çığ­
lığım yüzünden kafeslerdeki tüm yarasalar feryat ederek kanat
çırptı. “Beni bırakma! Söz verdin beni bırakmayacağına dair!
dedim baygın bedenine bakarak. Gidemezdi, aldığı her kurşun
benim tenimi yakarken beni bırakıp gidemezdi. Herkes giderdi
ama Kuzey benden hiç gitmezdi. Ona yaptığım onca şeye rağ­
men bana hep kızar ama sonra affederek yanımda kalırdı. “Sana
yalvarıyorum, kalk!” diye bağırdım. Kan neden bu kadar çoktu?
436 ÎARALASAR - II

Eğer bu gece Kuzey ölür ve ben hayatta kalırsam.., Yeni bû L


doğardı. Hepsinden daha gözü kara ve acımasız bir katily^’
dım kendimden. Arda nın eceli olacak kadar acımasız bir
dönüşürdüm!
Ardaya bakıp nefretle haykırdım. “Seç!" Ona olan nef^-
mi sesime vurup ağlayarak bağırdım. “Hadi, tüm kanlan pj
ve sonumuzu getir!” dedim. Kuzey bir ölü gibi yerde yatr^
ben daha fazla acı çekiyordum. Hani ölüm beni korkutuyor^)
O zaman neden cam şu saniyede ölümü arzuluyordum?
yır, ölüm korkunç değildi. Korkunç olan biz insanlardık ölj^
kurtuluştu, ölüm tek kurtuluşum uzdu.

Arda bir kart daha seçti. “Efe...” Çıkan isim gözyaşlan^


boğulmama neden olurken ceza kanından "uyuşturucu* pj.
mışu. Bize açık bir kapı sunmuyordu. Cezalarımızı yarudarj
bile devretmemize izin vermeden hepimizi öldürüyordu. 0 in­
san değildi, bunu yapan bir insan olamazdı.

Çekmeceden küçük bir kuru çıkartarak içinden bir şınogj


aldı. Şeffaf şişedeki tüm sıvıyı sonuna kadar çektiğinde^,
yarak hıçkırdım. “Ta-tamam, buldum. Onun yansını Efe’nin
yarasasına ver, kalan diğer yarısını Hakan’a ver. Ne de olsa onun
bünyesi alışık bu zehre,” dedim. Gözyaşlarını Kuzey ve Yiğit
için akarken, Ecrin in hıçkırıkları ve Naz’m yukarıdan gelen
çığlıkları bana hiç yardımcı olmuyordu.

Hakan, "Ne diyorsun kızım sen?” dedi. Bir yandan da ar­


kadaşlarımız için ağlıyordu. "Uyuşturucuyu bırakalı on gün
oldu.”

“İyi halt enin!” dedim burnumu çekerken. Gözyaşlanmın


içinde onu güçlükle görüyordum. “Bana mı sordun bırakırken?
Bu geceden sonra bıraksaydm keşke.”

“Sakar, yemin ederim, tam dayaklıksın!”

“Bağırma bana, Allah'ın pis bağımlısı!”


ı
|
MARAL ATMACA 437

-Kızım bıraktım diyorum, nesini anlamıyorsun?”

•Bırakmasaydın," dedim daha fazla ağlayarak. “Efe alışık de­


ğil, hepimiz biraz alacağız!” Başımı çevirip Fulya yılanına dön-
Jüm. “Sen de alacaksın, herkes alacak!" O kadar öfkeliydim ki
fulya ilk kez benden gerçek anlamda korkarak sessizce başını
sallamıştı. Hepimiz küçük bir doz alırsak Efeyi kurtarabilirdik
Aksi takdirde aşırı dozdan komaya girer ve ölürdü. Bir kayıp
daha vermeyi kaldıramazdım.

Tam o esnada Naz’dan gelen çığlıklar kesilmişti ve üst üste


beş kez silah sesi duyduk. “Naz!" diye haykırdım. Onu öldür­
müşlerdi, o da ölmüştü, herkes ölüyordu. Silah seslerini duyan
Ahmet güldü. “Tamam, istediğiniz gibi olsun," dedi. Şırıngayı
koluma saplayıp o sıvının birazını bana enjekte edince inledim.
Sokaklarda her türlü pisliğe karışmıştım ama uyuşturucudan
hep uzak durmuştum. Şimdi ise Efe için buna gönüllü olmuş­
tum.

Ahmet diğerlerine de teker teker uyuşturucuyu enjekte eder­


ken ben çoktan kendimden geçmiştim. O zehir kanıma karıştığı
an gerçek dünyadan kopup rüyalar alemine çekilmiştim. Uyan­
mak istemediğim güzel bir rüyaydı bu çünkü Kuzey yaşıyordu.
Hemen yanımda çimlerin üzerine uzanmıştı ve Ecrin ile dalga
geçiyordu. Yiğit gülerek Nazın ismini yanlış söylüyordu. Naz,
yine tepinerek çıldırıyordu. Hakan tüm sulu şakalarını benim
üzerimde yapıyor, Efe bize bakarak tebessüm ediyordu. Evet,
biz kimsesizliğin yitik çocukları çok mutluyduk. Gözlerim ka­
panmak üzereyken biri yüzüme hafifçe vurarak beni güzel rü­
yadan uyandırmaya çalıştı. “Uyumak yok sevgilim, henüz yeni
başlıyoruz," diyen bir ses duydum. Bu her kimse rüyalarımın
katili olduğu için ondan nefret enim. Ona direnerek kendimi
uykunun kollarına bıraktım.

Nehir kenarında çocuklarla gülüşüp konuşmak bana iyi ge­


liyordu. Fakat bir anda güneşli hava yerini kara bulutlara bı­
raka. Hepimiz endişeyle ayağa kalktığımızda kasvetli havadaki
438 YAKAU13AK ■ 11

şimşekler yüzünden Kuzey in arkasına saklanmak zonındı L


mıştım. Ve sonra karanlığın içinde bir gölge belirdi.
gece olmuştu? Az önceki güneş nereye kaybolmuştu? *K
Gölge elindeki silahı bana doğrulttu ve beni korumaya o]
Kuzeyi, Yiğit’i, Nazı ve diğerlerini vurunca çığlık atarak
ferimi açtım. Nefes nefese etrafıma bakınca yerde kanlar ki j
hareketsizce yatan Kuzeyi ve Tunç’u görüp yeniden ağ|an]J
başladım. Bu kabus ne zaman bitecekti? Akli dengemi tan^
men kaybetmeden bitmeliydi.
Ardanın yüzümü ellerinin arasına aldığını uyuşturucun^
tesiriyle hayal meyal hatırlıyordum. “Uyumak mı istiyorsun
sevgilim?” diye sordu. Uzanıp dudaklarıma bir öpücük kon­
durmuştu. Ona karşı koyamayacak kadar uyuşmuştu tüm be­
denim. “Uyuyacaksın ama zamanı geldiğinde.” Güldü. “Vc
benim kollarımda.” Bu asla olmayacak! Buradan kurtulur kur.
tulmaz ilk iş dudaklarımı tuz ruhuyla temizleyeceğim.

“Ahmet,” diyerek derin nefes aldım. Gerçek adına hâlâ alı­


şamamıştım. Başımı güçlükle geriye çekerek onun temasından
kurtuldum. “Sen neden artık geberip girmiyorsun?” Ciddi bir
şekilde sorduğum soru, onun kahkaha atmasına sebep oldu.
Yüzümü buruşturmak istedim. Fakat kafam uçmuşken bunu
yapamadım.
Kendimi biraz toparlayınca uyuşuk bakışlarım onu buldu.
“Alaz canına okuyacak,” dediğimde güldü. “Bunun için önce
beni bulması gerekiyor, sevgilim,” dedi. Bu saatten sonra bir A
lah'tn kulu bana sevgilim derse yemin ederim üzerine kusanm.

Gözlerim yeniden Kuzey’i bulunca gözyaşlarını büyük bir


kederle süzüldü. Ecrin in şu anda hissettikleri benimkinden
daha kötü olamazdı. Uyuşturucunun etkisindeyken bile kalbim
onlar için acıyordu. Baygın bir şekilde kirpiklerimi aralayıp Ar*
daya baktığımda yeni bir kağıt seçtiğini gördüm. Geriye kalan
birkaç kâğıdı eliyle karıştırdı ve içlerinden birini alarak açtı. Çı­
kan isim her kimse bu gece ilk kez gerçek anlamda gözlerini
MARAL ATMACA 439

hastalıkJj bir ifilde oluşmuştu. Başını usulca kaldırdı ve sırasıy­


la herkese baktı. Gözleri bende durduğunda dudakları yavaşça
lavrıldı. “Yankı Sarmaşık!” Harika! Hadi bakalım baflıyoruz.
Brn bu gece ölmezsem daha da ölmem. Yafasın fani dünya!

Ben onun kırmızı ceza kartlarından birini seçmesini bekler­


ken» masanın üzerindeki dizüscü bilgisayarı açtı ve telefonunu
çıkartarak bir kabloyla bilgisayara bağlandı. Kısa bir süre sonra
bilgisayara bakarak söylediği isim iliklerime kadar titrememe
neden olmuştu. “Merhaba Sipahi,” dedi. Konuştuğu kişi Alaz
mıydı?

"Amacına ulaştığını mı sanıyorsun?” Mikrofonu açmış ol­


malı ki Buzdağının soğuk sesini duymuştum. Sadece sesini
duymak bile kendimi güvende hissetmemi sağlıyordu.
Arda güldü. “Evet" dedi. “Bitti, ben kazandım.” Şimdi sa­
disti öldür hakkını yeme, gerçekten de o kazandı. Adam burada
bizi öldürmekten beter etti.

Alaz, “Ben bitti demeden bitmez, bunu en iyi sen biliyor­


sun, dedi. Alazın söyledikleri beni deli ediyordu. Bu saatten
sonra hiçbir halt bilmiyoruz oğlum biz. O burada olmadığı için
rahattı tabii.

“Hâlâ mı Sipahi?” öcünün gözleri zafer ateşiyle ışıldıyordu.


“İzlemedin mi?” İzlemek mi? Ne yapıyordu? Çektiği tüm ka­
yıtları aynı anda ona mı gönderiyordu? Belki de doğrudan ona
canlı yayın yapıyordu. Beynim uyuştuğu için hiçbir şey düşü­
necek durumda değildim.
“Her ayrıntısına kadar izliyorum.” Ne diyebilirdim ki? İyi
halt ediyordu. Ayrıca sesi neden bu kadar sakin çıkıyordu? Bize
olanları umursamıyor muydu? Tamam, onun işi katili yakala­
maktı ama biz o kadar mı değersizdik onun için? Bu ölümler
bile onun taştan kalbini yumuşatmayı başaramamış mıydı? Eğer
öyleyse Allah versin artık belasını da hepimiz rahatlayalım!
440 YARALASAR ■ II

Ahmet sırıtarak arkasına yaslanmıştı ve gözlerini ekranda^


ayırmıyordu. “Esad, Efe, Hakan, Ecrin, Halil, Fulya ve Y^.
ki...* Her birimizin ismini özellikle vurguladı. “Hayatta kalan
son Yarasalar. Onları kurtarmak istiyor musun? O zaman kü­
çük oyunumuza katılmak zorundasın. Şimdi seçim senin, Si­
pahi. Ya kızı seçersin ve diğerlerini tek bir kurşunla öldürürüm
ya da onları seçersin, Yankı ölür. Sana söz veriyorum, kimi se­
çersen seç diğerini bırakacağım.* Bu teklif karşısında nefesimi
tuttuğumun bile farkında değildim. Ayağa kalkarak bilgisayarı
bize doğru çevirince Alaz'ı gördüm.

İşte oradaydı gönlümün yanlış reçetesi.


Gözlerimi onun soğuk kahverengi gözlerinden ayıranın­
ken o, sırasıyla buradaki herkese bakıyordu. Yerde yatan Tunç'j
ve Kuzeye, deli gibi ağlayan Ecrin ile Efeye, korkudan çenesi
zangır zangır titreyen Fulya’ya, tepkisizliğini koruyan Hakan’a,
hâlâ boynundaki şeye direnen AraPa, bir de hiç sesi çıkmayan
Halil'e bakıyordu. Ve en sonunda kahve hareleri beni buldu,
yutkundu. Baktım, gözlerinden ruhunu görmek istercesine
baktım. Nefesini tenimde hissetmek istercesine baktım. Yarda*
et, kurtar bizi dercesine baktım. Ancak benim gözlerim ona
yüzlerce sebep için yalvararak bakarken o, sadece soğuk gözlerle
beni izliyordu. "Üzül”demek istedim. “Üzül, endişelen, benim
için kork be adam!” demek istedim! Lâkin sustum çünkü onun
yaptığı seçimi soğuk gözlerinde görmüştüm.

“Söyle hadi...* dedim. Dudaklarım acıyla kıvrılırken onun


karşısında ağlamadım. Gözlerim doldu ama ağlayanudım.
“Hadi, yaptığın seçimi söyle!" Nasıl da hissizim öyle, nastlda
ölüyüm bu gece.
Aslında acı çekiyordu, bunu biliyordum. Gizlemeye çalı­
yordu çünkü hayatının en zor kararını benimle veriyordu. Dahi
bu sabah öpüp kokladığı kadının ölüm fermanını imzalıyordu
Elbet onun için de zordur, değil mi? Ama bana olduğu ladır
zor değildir. Baktı yüzüme, uykusuz gözleri bir süre sadece beri
MARAL ATMACA 441

•Jcdi Alaz veda ediyordu bana. O kadar kişiyi ölüme atmaya-


kadar mantıklı düşünürdü. Peki, hep aklıyla hareket eden
adam. Arda’nın şakası olmadığını bilmiyor muydu? Kendi ka-
nsını öldüren bir adamın bana acımayacağını bilmiyor muydu?
0. bunu çok iyi biliyordu. Bu sadistin beni bile öldüreceğini
iyi biliyordu ama buna rağmen beni gözden çıkarıyordu çün­
kü başka şansı yoktu. Beni feda etmekten başka şansı yoktu.
Benim hayatıma karşılık tüm çocukların hayatı... Bunu yap­
maktan başka çıkar yolu yoktu. Her şeyden önce duygularını
bırakıp doğru kararı vermeliydi. Evet, bunu anlıyordum. En
doğru kararı verdiğini onaylıyordum ama gel gör ki ben de acı­
yordum. Aklım onun kararını destekliyordu fakat kalbim doğ­
ru ve yanlışı karıştırmış halde kırgındı. işte en çok acıtan buy­
du çünkü bu iş aklımdan çıkmış, kalbimin meselesi olmuştu.
Gözlerimin içine son kez baktı ve ölüm emrim dudaklarından
döküldü. “Diğerlerini seçiyorum," dedi. Bana baktı, bunu söy­
lerken gözlerimin içine bakıyordu. “Kızı öldürebilirsin!" Gözle­
rimden süzülen bir damla yaşa engel olamadım. Bu daha önce
de olmuştu ve bundan sonra da olacaktı. Onun için gözden
çıkarılan ilk kişi hep ben olacaktım.

Arda silahını bana doğrultunca tebessüm ederek bir zaman­


lar sevdiğim adama baktım. “Seni anlıyorum. Hayır, sana kız­
mıyorum da." Dudaklarım titrerken güçlü görünmeye çalıştım.
Savunmasız ve kimsesiz hissederken güçlü değildim. Asla onun
ilk seçimi olmayacaktım ve ben, bunu bilerek ölüme gidiyor­
dum. Kimse farkında değildi ama benim de canım yanıyordu.
Herkes bencil diyordu bana ama bencil diye yargıladıkları kişi
en çok acıyı çekiyordu.

Ttim hayatım boyunca herkes yaraladı beni ama kimse yarala­


rımı sarmadı.
Kendimi toparlayıp ona baktım. “Çocukları kurtardığın için
teşekkür ederim," diyerek ıslak gözlerle gülümsemeye çalıştım.
Kirpiklerim titredi, konuşmak için kendimi zorladım. “Ama
442 YARALASAR - II

eğer ölmez ve bir şekilde sağ kalırsam, sana yeminim olsun yaşa­
yıp yaşayacağın en büyük kâbusun olacağım. Ever, seni anlıyo­
rum ama bir o kadar da anlamıyorum,” dedim. Ben bazı şeyleri
anlıyorum anlamasına da, onun için atan kalbim anlamıyordu
ki. İnsan kendi kalbine bir şey anlatamazdı. Ben onu anlıyor­
dum ama kalbim kırgındı» acıyordu. Onu ne yapacaktık?

"Kurallar, sevgilim,” diyen Arda'nın parmağı tetiğe hafif bir


baskı yaptı. Bilgisayarın ekranındaki Alaz'ı izlemeye devam et­
tim. Ve Arda'nın “Hepimiz uymak zorundayız,” dediğini duy­
dum. Son duyduğum ses, bana kendi kurallarını hatırlatan
Arda'nın sesiydi. Hemen sonrasında Arda tetiğe bastı ve Alaz
gözlerini yumarak başını eğdi. Göğsüme saplanan bu acı da ne­
yin nesiydi? Neden kanıyordum? Alaz neden yenilmiştik içinde
gözlerini kaçırmışa? Hissettiğim bu acının sebebi neydi? Peki,
dudaklarımdan süzülen bu kanlar?

Acıyor, tek söyleyeceğim bu... Çok acıyor.

You might also like