You are on page 1of 406

Genel Yayın: 9 3 0

Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan


varlığının en müşahhas şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin be­
nimsenmesiyle başlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, bu ifade­
nin zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir mil­
letin, diğer milletler edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu
kendi idrakinde tekrar etmesi; zeka ve anlama kudretini o eser­
ler nispetinde artırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır.
İşte tercüme faaliyetini, biz, bu bakımdan ehemmiyetli ve me­
deniyet davamız için müessir bellemekteyiz. Zekasının her cep­
hesini bu türlü eserlerin her türlüsüne tevcih edebilmiş milletler­
de düşüncenin en silinmez vasıtası olan yazı ve onun mimarisi
demek olan edebiyat, bütün kütlenin ruhuna kadar işliyen ve si­
nen bir tesire sahiptir. Bu tesirdeki fert ve cemiyet ittisali, za­
manda ve mekanda bütün hudutları delip aşacak bir sağlamlık
ve yaygınlığı gösterir. Hangi milletin kütüpanesi bu yönden zen­
ginse o millet, medeniyet aleminde daha yüksek bir idrak sevi­
yesinde demektir. Bu itibarla tercüme hareketini sistemli ve dik­
katli bir surette idare etmek, Türk irfanının en önemli bir cep­
hesini kuvvetlendirmek, onun genişlemesine, ilerlemesine hiz­
met etmektir. Bu yolda bilgi ve emeklerini esirgemiyen Türk
münevverlerine şükranla duyguluyum. Onların himmetleri ile
beş sene içinde, hiç değilse, devlet eli ile yüz ciltlik, hususi teşeb­
büslerin gayreti ve gene devletin yardımı ile, onun dört beş mis­
li fazla olmak üzere zengin bir tercüme kütüpanemiz olacaktır.
Bilhassa Türk dilinin, bu emeklerden elde edeceği büyük fayda­
yı düşünüp de şimdiden tercüme faaliyetine yakın ilgi ve sevgi
duymamak, hiçbir Türk okuru için mümkün olamıyacaktır.

23 Haziran 1941
Maarif Vekili
Hasan Ali Yücel
HASAN ALİ YÜCEL KLASİKLER DİZİSİ

HONORE DE BAIZAC
MODES TE MIGNON
ÖZGÜN ADI

MODES TE MIGNON

©TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2006

REDAKSİYON OKUMASI

ELİF GÖKTEKE

DÜZELTİ

ALEV ÖZGÜNER

GÖRSEL YÖNETMEN

BİROL BAYRAM

GRAFİK TASARIM UYGULAMA

İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

(BU ÇEVİRİNİN OKTAY RİFAT'IN YAPTIGI İLK BİÇİMİ 1947 YILINDA M.E.B.
KLASİKLERİ ARASINDA YAYIMLANMIŞTIR.)

İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI'NDA

1. BASKI NİSAN 2006, İSTANBUL

ISBN 975-458-728-0 (CİLTLİ)


ISBN 975-458-729-9 (KARTON KAPAKLI)

BASKI

ALTAN MA TBA A LTD.


(0212) 629 03 74
YÜZYIL MAH., MATBAACILAR SİT., 222/A,

BAGCILAR, İSTANBUL

CİLT

DERYA MÜCELLİT LTD.


(0212) 501 02 72

TÜRKİYE İŞ B ANKASI KÜLTÜR YAYINLARI


MEŞELİK SOKAGI ıh BEYOGLU 34430 İSTANBUL

T. (0212) 252 39 91
E (0212) 252 39 95
www.iskulturyayinlari.com.tr
00
HASAN � .

ALI
YUCEL
KLASiKLER
J) 1./.ı1.ı 1

vı ıı

,,.

HONORE DE BALZAC
MODESTE MIGNON

FRANSIZCA ASLIN DAN ÇEVİRENLER:


OKTAY Rİ FAT-SAMİ H Rİ FAT

$BANKASI

T0RKIYE

Kültür Yayınlar.
Balzac Üstüne Birkaç Söz

Honon� de Balzac 1 6 Mayıs 1 799'da Tours'da doğdu. 20


Ağustos 1 8 50'de, elli bir yaşında Paris'te öldü. Kendini bir
kişizade gibi satmak istemesine karşın orta halli bir ailenin
çocuğudur. Okuyup yazmaya Vendôme kolejinde başladı,
sonra Paris'e geldi ve otuz yaşına kadar oldukça karışık, fır­
tınalı bir yaşam sürdü. 1822'den 1828'e kadar kötü bir ma­
hallede, kötü bir tavanarasında, kimi zaman arkadaşı Le Po­
itevin Saint-Alme'la birlikte, kimi zaman kendi başına, Ho­
race de Saint-Aubin ya da Lord Rhoone adlarıyla sayısız se­
rüven romanı yazdı. En güzel romanlarını 1 829' dan sonra
yazmıştır. İnsanlık Komedyası bu son romanların genel adı­
dır. Balzac, avukat katipliği, noter katipliği gibi işler yapmış,
zengin olmayı tasarlamış, işi matbaacılığa, ticarete dökmüş
ama başarılı olamamıştır. Kitaplarından biraz yüzü gülmeye
başladığı sıralarda, "Matbaacılık bunca paramı yedi, şimdi
bana bu paraları geri vermeli " dermiş. Balzac hiç de hayırlı
olmayan girişimleri sonunda çektiği para sıkıntılarını, günde
on dört saat roman yazarak hafifletmeye çalışmıştır. Bütün
gün çalıştıktan sonra akşam saat yedide yatar, geceyarısın­
dan sonra saat birde kalkar, uyuklamamak için kahve üstü­
ne kahve içerdi. Romanlarının düzeltilmesi, yazılmasından
daha çok zaman alıyordu. Balzac'ın kötü yazdığını söyleyen­
ler vardır. Giderek Flaubert'in ve Flaubert'le birlikte başla­
yan sanatlı yazı yazmak isteğinin Balzac'a bir tepki olduğu
v
Balzac

da söylenebilir. Ama ne tuhaftır ki Flaubert'in biçemi, sonra­


dan Balzac'ın biçeminden daha çok eleştiriye uğramıştır.
Fransız eleştirmen Thibaudet aynen şöyle der: "Balzac'ın bi­
çemindeki gelişme, Massillon'un yanında daha az kıvrak,
Rousseau'nun yanında daha kusurlu, Chateaubriand'ın ya­
nında daha az akıcı kalır. Balzac, yürüyen atların, insanların
adımıyla ilerler. Güçlü ama ahenksizdir. Kulak, gecikmeden
anlar ki bu geçen, büyük Napoleon ordusudur. " Yine Thi­
baudet'ye göre Balzac'ın roman tekniği, Walter Scott'un ro­
man tekniğine benzer: Çevrenin sağlam ve ağır bir biçimde
betimlenmesi, uzun girişler, kimi zaman hızlanan, kimi za -
man yavaşlayan, birbirine sıkı sıkıya bağlı entrikalar, doğal­
lığından kaybetmeyen edebiyatlı bir konuşturma tarzı, cer­
bezeden çok güç, genel olarak da öykü anlatmaktan çok ro­
mancı olma isteği.
Balzac başlı başına bir dünya, uçsuz bucaksız bir ülkedir.
İnsanlık Komedyası'nın önsözünde kendisinin de dediği gibi
yapıtının " bir coğrafyası, bir soykütüğü, aileleri, ülkeleri, eş­
yaları, insanları, olayları, armaları, kişizadeleri, kentsoylula­
rı, sanatçıları, köylüleri, politikacıları, kibar züppeleri, ordu­
su, kısacası bütün bir dünyası " vardır. Hemen hemen hiçbir
sanatçı, Balzac'ınki kadar geniş, Balzac'ınki kadar kapsamlı
bir sanat dünyası kuramamıştır. Taine, Balzac için, "Shakes­
peare ve Saint-Simon'la birlikte insan doğası üstüne elimizde
bulunan en büyük belge hazinesidir" der.
Walt Disney'in filmlerinde, boşluğa doğru uzatılmış bir
kalasın üstünden yürüyüp boşluğa çıktığı halde kendini ha­
la bu kalasın üstünde sandığı için düşmeden yürüyen ördek
gibi, yaşamdan Balzac'ın romanlarına geçen okuyucu da
kendini hala yaşamın içinde sanır; hem Walt Disney filmle­
rindeki ördeğin tersine, boşlukta yürüdüğünün birdenbire
farkına vararak tökezlemez de. Balzac yaşamı bilir, yaşamın
dokusunu bilir, toplumu bilir; olaylar arasındaki ilişkileri,
sanki bir bilgin gibi önceden incelemiştir. Oysa hiç de bilgin
değildir. Bilgin görünmek, büyük bir düşünce adamı gibi

Modeste Mignon

davranmak istediği zaman epeyce sıkıcı olur. Kitaplarında


kendinden, kendi düşüncelerinden söz açtı mı tatsızlaşır, bu­
na karşılık yaşamı, toplumu, başkalarını anlatmaya başla­
yınca olağanüstü bir anlatıcı kesilir. Büyük romancı olma­
mak neredeyse elinde değildir. Kralcı ve Katolik olduğunu
söylese de yan tutmayı bir türlü beceremez. Düşüncelerinin,
duygularının, yaşamın akışı önünde sanki eli böğründe kalır.
Balzac, sözcüğün bugünkü anlamıyla yaman bir gerçekçidir;
gerçeğin anlaşılması güç, kavranması çetin bir nesne olduğu­
nu unutmaz. Sadece görünüşle yetinmez; düş gücüyle, bilgi­
siyle, deneyimiyle, aklıyla önceden kavramaya çalıştığı ger­
çeği, romanlarında yeni baştan kurmaya çalışır. Yeryüzünde
yeni bir şey icat etmenin olanaksızlığını, icat sandığımız şey­
lerin tanınmayacak biçimde maskelenmiş, bayağılaştırılmış,
giderek öldürülmüş cansız varlıklar olduğunu bilen bütün
büyük romancılar gibi, içinde yuvarlanıp gittiği toplumu, ya­
şamı, bütün karışık öğeleriyle kitaplarında yeniden yaşat­
maktan başka bir şey düşünmez; istediğine de ulaşır. Bu ba­
kımdan onun sanatına, öncelikle çözümlemeye dayanan, bi­
leşimci bir sanat da diyebiliriz. Kitaplarında yaşamdan az
çok uzaklaşıyormuş gibi duran yan, bu bileşimcilikten ileri
gelir. Çevirisini sunduğumuz kitabın bir yerinde de dediği gi­
bi, kahramanlarını, kimi zaman birçok insanın değişik yan­
larını biraraya getirerek yaratır. Romanlarında hemen herke­
sin bir tutkusu vardır. Grandet cimridir, paraya düşkündür.
Kuzen Pons koleksiyon meraklısıdır, Goriot Baba kızlarına
tutkundur; Claes, çok sevdiği ailesini yoksulluğa sürükleye­
cek kadar bir buluşa bağlıdır vb.
Modeste Mignon'a gelince, Balzac bu kitabı 1 844'te ya­
zarak Kontes Hanska'ya ithaf etmiştir. Kontesle on altı yıl se­
viştiğini, ona uzaktan uzağa güzel mektuplar yazdığını kitap­
lar söyler. Ölümünden pek az önce bu kadınla evlenmiştir.

Oktay Rifat
vıı
E"E"E"E"..-"E"E"E"E"E"E"e<·-·
- -·iCI'.·
• • • • ·iCI'.·<·<· <· <·<.· ...
• - • - • • - ·iC'.· <.·
---.·e<·-·
• •

Modeste Mignon
E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:E:

Bir Polonyalı Kadına

Ey aşkıyla melek, hülyalarıyla şeytan, inancıyla çocuk,


deneyimiyle yaşlı, kafasıyla erkek, gönlüyle dişi, umuduyla
dev, acısıyla ana, düşleriyle şair kadın! Ey esir bir ülkenin kı­
zı! Sen ki hala Güzellik'in ta kendisisin, yapıtımı sana adıyo­
rum. Aşkın, hülyan, inancın, deneyimin, acın, umudun ve
düşlerin, ruhundaki şiirin yanında pek sönük kalan bu kita­
bın örgüsünü tutan zincirlere benziyor; o şiir ki, yüzünde be­
lirdiği zaman, biz hayranların, yeryüzünden silinip gitmiş bir
dilin yazısını okumaya çalışan bilginlere döneriz.
DE BALZAC.
I. Fare Kapanı

1829 yılı Ekim ayı başlarında Noter Bay Simon Babylas


Latournelle, oğluyla kol kola Le Havre'dan Ingouville'e gidi­
yordu. Yanında karısı, onun yanında da bir yaver gibi yürü­
yen ve küçük, kambur bir adam olan başkatibi Jean Butscha
vardı. Bu dört kişiden en az ikisi, bu yolu her akşam yürür­
lerdi. Yolun, İtalyanların cornice dedikleri tarzda kendi üstü­
ne kıvrılan dirseğine geldiklerinde noter, önlerindeki ya da
arkalarındaki taraçaların tepesinden birilerinin kendilerini
dinleyip dinlemediğini anlamak için çevresine bakındı, sonra
da "ne olur ne olmaz " diyerek sesini alçalttı ve oğluna:
- Exupere, dedi; sana şimdi söyleyeceğim küçük manev­
rayı, aklını başına toplayarak kıvırmaya çalış; anlamını kav­
ramaya kalkışma . Eğer anlayacak olursan, bu sırrı, içindeki
o Styks ırmağına 1 atmanı sana emrediyorum; her noterin,
hukukçuluk mesleğine hazırlanan her erkeğin, başkalarının
sırları için böyle bir Styks'i bulunmalı. Önce Bayan Mig­
non'la kızına, Bay ve Bayan Dumay'ye, eğer Köşk'teyse Bay
Gobenheim'a saygılarını sun, hatırlarını sor. Bu konuşmalar
bitip yeniden sessizlik olduğunda Bay Dumay seni bir köşe­
ye çekecektir. Bay Dumay seninle konuşurken, benden sana

Yunan mitologyasında yeraltı ülkesinde akan bir nehir.

5
Balzac

izin, hiç ara vermeden, merakla Matmazel Modeste'e baka­


caksın. Sevgili dostum Dumay, sana gidip dolaşmanı, yakla­
şık bir saat kadar gezindikten sonra da, saat dokuza doğru,
telaşlı bir tavırla dönmeni söyleyecek. Döndüğün zaman so­
luk soluğa kalmış gibi yapacaksın, sonra da Dumay'nin ku­
lağına eğilerek yavaşça, ama Matmazel Modeste'e duyurabi­
leceğin bir sesle, "Delikanlı geliyor! " diyeceksin.
Exupere hukuk fakültesine başlamak üzere ertesi gün Pa­
ris'e gidiyordu. Latournelle bunu fırsat bilmiş, oğluna verdi­
ği buyruktan da anlaşılacağı gibi, aralarında tasarladıkları
dolabı çevirmeleri için dostu Dumay'ye, oğlunun yardımını
önermişti. Butscha utangaç bir edayla patronunun karısına :
- Yoksa Matmazel Modeste'ten kuşku mu duyuluyor,
bir gizlisi mi var? diye sordu.
Bayan Latournelle kocasının koluna girerken:
- Sen sus Butscha ! diye yanıtladı onu.
Asliye mahkemesi zabıt katibinin kızı olan Bayan Lato­
urnelle, babasının işi nedeniyle adliyeci bir aileden geldiğini
söyleme hakkını her zaman kendinde bulmuştu. Bu sav, yü­
zü gözü biraz fazlaca sivilceli bu kadının neden, kararları
beybabası tarafından çiziktirilen mahkemenin heybetine bü­
rünmeye çalıştığını da açıklar. Bayan Latournelle enfiye çe­
ker, dimdik yürür, kendini önemli bir kadınmış gibi satar ve
tıpkı tıpkısına elektrikle bir an için diriltilmiş bir mumyaya
benzerdi. Tatsız sesine soylulara yakışır bir eda vermeye ça­
lışır, ama ne bunu becerebilir, ne de bilgisizliğini saklamak
elinden gelirdi. Başına oturttuğu çiçekli şapkalara, şakakla­
rından sarkıttığı takma buklelere, beğenip aldığı giysilere ba­
kınca insan, bu kadının toplum için yararlı bir yaratık oldu­
ğunu düşünürdü. Öyle ya, Bayan Latournelle gibileri olma­
sa dükkancılar bütün bunları kime satar? Aslında hayırsever
ve sofu bir insan olan bu kadının bütün bu gülünç yanlarını
kimse fark etmeyebilirdi belki; ama zaman zaman ortaya tu­
haf yaratıklar salarak şaka yapmaktan hoşlanan doğa ona

6
Modeste Mignon

öyle bir sırık hamalı boyu vermişti ki, bu taşra hanımının


kendine özgü buluşları büsbütün sırıtır olmuştu. Le Hav­
re' dan hiç çıkmamıştı; Le Havre'a toz kondurmaz, her şeyi
'Le Havre'dan satın alır, Le Havre terzilerinden giyinirdi. Te­
peden tırnağa Normandiyalı olduğunu söyler, babasına bü­
yük saygı duyar, kocasına tapardı. Ufak tefek bir adam olan
Latournelle, evde kalıp otuz üç yaşına gelmiş bu kızla evlen­
meyi göze almış, ondan bir oğlu bile olmuştu. Zabıt katibi­
nin verdiği altmış bin frank drahomayı nerden olsa alabile­
ceğini düşünenler, onun pek de herkeste görülmeyen bu gö­
züpekliğini, Minotauros'un saldırısından 2 kaçınma isteğine
vermişlerdi; genç ve güzel bir kızla evlenerek ocağını ateşe
verme tedbirsizliğini göstermiş olsaydı, kişisel olanaklarıyla
boynuz takmaktan çok zor kurtulabilirdi. Noter, Matmazel
Agnes'in (kızın adı Agnes'ti ) eşsiz erdemlerini hemen gör­
müş, bir koca için kadın güzelliğinin ne kadar geçici bir şey
olduğunu kavramıştı. Exupere'e, bu önemsiz delikanlıya ge­
lince, ona bu Normandiyalı adını vaftiz olurken zabıt katibi
takmıştı. Bayan Latournelle, otuz altıncı baharında ana ol­
duğuna hala o kadar şaşıyordu ki, eğer gerekseydi, kendini
sıkıp oğluna meme verebilirdi yine - bu kadının çılgın ana­
lık duygusu, ancak böyle bir abartıyla anlatılabilir. Kiliseye
giderlerken, aklına herhangi bir şey getirmeden, genç dostu
Modeste'e önde yürüyen güzel Exupere'ini gösterip, " Oğ­
lum ne kadar da yakışıklı değil mi ? " diye sorduğu zaman,
Modeste Mignon, "Bugün hava ne kötü" der gibi, "Size
benziyor" diye yanıtlardı onu. Noterle dostu Dumay'nin,
Evliliğin Fizyolojisi adlı kitabımızda " fare kapanı " diye ad­
landırdığımız türden bir tuzağa düşürmek istedikleri bu
genç kıza yaklaşık üç yıldan beri Bayan Latournelle'in

2
Balzac, Evliliğin Fizyolojisi adlı yapıtında, evli kadınlara rahat vermeyen
aşıkları, Yunan mitologyasının bir yaratığına, boğa başlı, insan beden li
Minotauros'a benzetir.

7
Balzac

chaperon'luk3 yaptığını da söylersek, okuyucularımız, son


derece ikincil bir kişilik olan Exupere' den söz etmeyi neden
gerekli gördüğümüzü anlayacaklardır.
Latournelle'e gelince, gözünüzün önüne ufak tefek bir
adam getirin; saf bir dürüstlükle bağdaşacak kadar kurnaz,
ama Le Havre halkının artık alıştığı o tuhaf yüzünü gören
her yabancının dolandırıcı sanacağı biri . Fazla duyarlı oldu­
ğu söylenen ve her zaman kanlı görünen gözlerini korumak
için yeşil gözlükler takmak zorundaydı saygın Noterimiz.
Oldukça seyrek kaşları, koyu gözlük çerçevesinin biraz üs­
tünde sanki ikinci bir çember daha çiziyordu. Sokakta rast­
ladığınız birilerinin yüzünde, bir boşlukla birbirinden ayrı­
lan ve üst üste düşen bu iki çemberin nasıl bir etki yarattı­
ğını şimdiye dek gözlemediyseniz, böyle bir yüzün sizi nasıl
tedirgin edeceğini hayal bile edemezsiniz; hele bir de bu bu­
ruşuk, bu solgun yüz, ressamların kedi suratından kopya et­
tiği Mephistopheles'in4 yüzü gibi bir sivrilikle bitiyorsa ! . . İş­
te böyle biriydi Babylas Latournelle. Bu çirkin yeşil gözlük­
lerin üstünde dazlak kafası yükseliyor, tepesinde kıpırdayıp
duran perukası alnının bir tarafını daraltıp, bir tarafını ge­
nişletiyor, üstelik de bu perukanın her yanından tel tel be­
yaz saçlar fışkırıyordu. Hep siyah giysiler giyen bu çöp ba­
caklı, böcek gibi Normandiyalının yüzüne dünyanın en na­
muslu adamlarından biri olduğunu bilerek baktığında, in­
san, içiyle dışının neden böyle birbirini tutmadığını düşünü­
yor, nedenini kestiremiyordu.
Yüzüstü bırakılmış, zavallı bir evlilik dışı çocuk olan
Jean Butscha, Zabıt Katibi Labrosse'la kızı tarafından büyü­
tülmüş, çalışa çalışa noter başkatipliğine yükselmişti; patro­
nunun sofrasında yiyor, evinde yatıp kalkıyor ve ayda dokuz

_,
Toplum içinde genç kızlara eşlik eden, genellikle daha yaşlı kadınlara ve­
rilen ad.
4
Şeytan .

8
Modeste Mignon

yüz frank alıyordu. Bu, gençlikle hiçbir ilişkisi olmayan, ne­


redeyse cüce denebilecek adam, Modeste'e bir tanrıça gibi
tapıyordu; onun için canını verebilirdi. İri gözkapaklarının
altına sıkışmış iki namlu deliğine benzer gözleri, kıvır kıvır
saçlarının altında ezilmiş gibi duran çiçekbozuğu yüzü ve ne­
reye koyacağını bilemediği kocaman elleriyle bu zavallı ya­
ratık, yedi yaşından beri insanların acıyan bakışları altında
yaşıyordu. Bilmem bu adamı açıklamak için daha fazlasını
söylemeye gerek var mı ? Sessiz sedasız, kendi içine kapalı,
dürüst, dindar bir yaşam süren Butscha, "Sevda Harita­
sı " nda "Umutsuz Aşk "5 adı verilen geniş ülkede, "Ar­
zu "nun çorak, yüce bozkırlarında yolculuk ediyordu aslın­
da. Modeste, bu çirkin noter başkatibine "esrarengiz cüce"
adını takmıştı. Bu adı duyan Butscha, Walter Scott'un roma­
nını okumuş, sonra da Modeste'e, "Tehlikeli bir günde esra­
rengiz cücenizden bir gül ister misiniz ? " demişti.
Genç kızlar, hoşlarına gitmeyen bir erkeğe nasıl korkunç
bakışlarla bakarlarsa, Modeste de Butscha'ya öyle bir bakış
fırlatmış ve sevdalısının ruhunu çamurdan kulübesine geri
tıkmıştı . Butscha, clerc obscur6 diyordu kendine; ama bu
sözcük oyununun, dükkan kapılarına asılan tabelalar kadar
eski olduğunu bilmiyordu; tıpkı patronunun karısı gibi o da
Le Havre'dan hiç çıkmamıştı.
Latournelle ailesinin gittiği yerden söz ederken, Le Hav­
re'ı tanımayanlar için, burayla ilgili bir iki şey söylemek ge­
rektiğini sanıyorum - Latournelle ailesi diyorum, çünkü no­
ter başkatibi de artık bu aileden sayılıyordu.

5
1 7. yüzyılın Fransız romancıları, özellikle de Madame de Scuderi, düşsel
bir aşk diyarı düşünmüşler ve haritasını çizerek bazı belirli bölgelere ayır­
mışlardı.
6
Türkçeye "gizemli zabıt katibi" diye çevrilebilir. Butscha burada, "alaca­
karanlık " anlamına gelen clair-obscur sözcüğüyle katip anlamındaki dere
sözcüğünün ses benzerliğinden yararlanarak bir sözcük oyunu yapıyor.

9
II. Ingouville'in Kısa Betimi

Le Havre'ın lngouville'i, Paris'in Montmartre'ına benzer:


Eteklerinde kentin yayıldığı yüksek bir tepedir o da. Şu fark­
la ki, Seine ırmağıyla deniz, bu tepeyi ve kenti çepçevre ku­
şatırlar. Ayrıca Le Havre'ın çevresinde, onu dar bir alana sı­
kıştıran surlar vardır. Son olarak da ırmağın denize döküldü­
ğü yer, liman ve havuzlar, Paris'in elli bin evinden bambaşka
bir görünüm oluşturur. Montmartre'ın eteklerinde bir ardu­
vaz denizi, donup kalmış mavi dalgalarını önümüze serer;
oysa lngouville' den bakınca sanki rüzgarda sallanan, hare­
ketli çatılar görürürüz. Rouen'dan denize kadar, suya yakla­
şıp uzaklaşarak ırmak boyunca uzanan, kentleri, boğazları,
koyaklarıyla eşsiz güzellik hazinelerine sahip bu yükselti, Le
Havre'ın zenginleşmeye başladığı 1 8 1 6 yılından başlayarak,
lngouville'de çok büyük bir değer kazanmıştır. Görkemli
bahçelerindeki çiçeklerin güzel kokularına karışan deniz ha­
vasını soluyabilmek için bu basamak basamak yükselen te­
peye villalar yaptıran tüccarların Auteuil'ü, Ville-d' Avray'si,
Montmorency'si7 haline gelmiştir. Bu işini bilen tüccarlar, Le
Havre'ın gittikçe kalabalıklaşması, havuzların büyümesi,
buna karşılık surların yerinden kıpırdamaması yüzünden

Dönem Fransa'sının ünlü, zengin sayfiye yerleri .

11
Balzac

birbirine giren, havasız, çoğunlukla bahçesiz evlerinin, tez­


gahlarının yorgunluğunu burada çıkarırlar; burada biraz so­
luk alırlar. Le Havre'ın içi ne kadar gamlıysa, Ingouville o
kadar güler yüzlüdür. Toplumsal gelişim yasası, bugün Le
Havre'dan daha büyük bir alana yayılan ve tepenin altında
bir yılan gibi uzayıp giden Graville mahallesini de mantar gi­
bi yerden bitirmiştir. lngouville' de, en tepede, tek bir sokak
vardır. Ve benzer başka yerlerde olduğu gibi burada da Sei­
ne'e bakan evlerin, yolun öteki tarafında kalan ve önlerinde­
ki çatıların üstünden manzarayı görebilmek için ayaklarının
ucuna basan seyirciler gibi yükselen evlere göre, ister istemez
çok büyük bir üstünlüğü vardır. Bununla birlikte, başka yer­
lerde olduğu gibi Ingouville'de de görüş hakkını düzenleyen
kurallar vardır. En tepeye düşen birkaç ev, komşu yapıların
alabildiğine yükselmesine engel olan bu haktan yararlanır­
lar; bu yüzden de ötekilerden daha iyi konumdadırlar. Ayrı­
ca girintili çıkıntılı kayalık, yol yol oyulmuştur ve tiyatro bi­
çimli basamaklarından aşağıya kadar inilir; bu aralıklardan
kimi ev kenti, kimisi ırmağı, kimisi de denizi görebilir. Tepe
pek dik değildir ama yine de oldukça sarp bir yarla sona erer.
Tepenin üstünde yılan gibi kıvrılan so � ağın ucundan, içlerin­
de Sainte-Adresse benzeri -azizli adlarını şimdi pek anımsa­
madığım- bir iki köy bulunan boğazlar ve denizin kükredi­
ği küçük koylar görünür. Ingouville'in neredeyse bomboş
duran bu tarafı, Seine vadisine bakan güzel villalarla çarpıcı
bir zıtlık oluşturur. Acaba burada yeşilliğin rüzgardan zarar
göreceği mi düşünülmüştür? Yoksa tüccarlar, bu dik yamaç­
ların gerektirdiği harcamalardan mı kaçınmışlardır? Her
neyse, buradan vapurla geçen yolcu, lngouville'in batı yama­
cını sel yataklarıyla delik deşik ve çırılçıplak gördüğünde,
güzel giysiler giymiş, kokular sürmüş bir zenginin yanında
üstü başı dökülen bu yoksula şaşırıp kalır.

12
III. Köşk

1 829 yılında, denize bakan yamacın son evlerinden biri­


ne -ki bu ev bugün büyük olasılıkla Ingouville'in ortasına
düşmekte ve belki yine aynı adla anılmaktadır- Köşk adı ve­
rilirdi. 8 Önündeki küçük bahçesiyle aslında bir bekçi konu­
tu olarak yapılmıştı. Bağlı olduğu ev, kendi özel parkı, bah­
çesi, kuşluğu, limonluğu, çayırları olan büyük bir villaydı ve
sahibi, bu yapıyı evinin görkemine yakışır bir biçime sok­
mak hevesine kapılarak bir cottage9 biçiminde yeniden yap­
tırmıştı. Villasının çiçeklerle, tarhlarla süslü çimenliğini ve ta­
raçasını bu yapıdan alçak bir duvarla ayırmış, duvar boyu­
na da yapıyı gözlerden gizleyecek bir çit dikmişti. Sahibinin
tüm çabalarına karşın yine de "Köşk " diye anılan bu yapı­
nın arkasında bostanlarla yemiş bahçeleri uzanır. Bu ineksiz,
süthanesiz Köşk'ün, yol üstünde, kazıkları yeşillikten görün­
meyen bir çitten başka duvarı yoktur. Yolun öteki yakasına
düşen ve görüş hakkına uymak zorunda olan karşıki evin
duvarı da buna benzer kazıklı bir çitten oluşur ve Köşk'teki­
ler bu çitin üstünden Le Havre'ı görebilirler. İşte bu küçücük
ev, yanıbaşındaki villanın sahibi Bay Vilquin'in içine dert ol-

Metinde Chalet: Dağ köşkü.


İngiliz kır evi.

13
Ba/zac

muştu. Bakınız neden. Süslemeleriyle, "Burada milyonlar


ışıldar! " diye bas bas bağıran bu konutu yaptıran adam,
bahçesini kırlara doğru alabildiğine genişletmişti; "Bahçı­
vanlarımı burnumun dibinde istemiyorum da ondan" diyor­
du soranlara. Köşk bitince de, burada ancak bir dost oturtu­
labilirdi artık. Vilquin' den önceki mal sahibi Bay Mignon,
kasadarını çok severdi -öykümüz, Dumay'nin de onu ne çok
sevdiğini gösterecektir- ve tuttu, Köşk'ü ona kiraladı. Yasal
işlemlere çok önem veren Dumay, patronuna, aylığı üç yüz
franktan on iki yıllık bir sözleşme imzalattı. Bay Mignon bu
sözleşmeyi seve seve imzalarken:
- Sevgili Dumay, diyordu; iyi düşün taşın! On iki yıl be­
nimle yaşamayı kabul ediyorsun.
Ne var ki, ileride anlatacağımız kimi olaylar sonucunda,
bir zamanlar Le Havre'ın en zengin tüccarı olan Bay Mig­
non'un mülkleri, piyasadaki hasımlarından Vilquin'e satıldı.
Ama ünlü Mignon Villası'nı ele geçirmenin sevinciyle başı
dönen Vilquin, bu kira sözleşmesinin bozulmasını istemeyi
unuttu. Dumay, satışa engel olmamak için Vilquin'in her is­
tediğini imzalamaya hazırdı. Ama satış işlemleri olup bitince
bir öç alma duygusuyla kendi sözleşmesine sarıldı. Vilquin'in
burnunun dibinde, Vilquin ailesinin içinde, Vilquin'i gözle­
yerek, Vilquin'i rahatsız ederek, kısacası bir atsineği gibi Vil­
quin'e yapışık yaşamaya başladı. Sabahları penceresinden
bu mücevher gibi yapıya, güneşte bir yakut gibi ışıldayan bu
altmış bin franklık eve gözü ilişen Vilquin de, her seferinde
kızgınlığını açığa vuran bir hareket yapıyordu. Bu yakut
benzetmesi de gerçeğe çok yakındı: Mimar, Köşk'ün yapı­
mında en güzelinden kırmızı tuğlalar kullanmış, aralarını da
beyaz bir harçla derzletmişti. Pencereler parlak yeşile, ahşap­
lar sarıya bakan bir kahverengiye boyanmıştı. Çatı geniş bir
saçakla bitiyor, birinci katı oymalı güzel bir galeri süslüyor,
cephenin tam ortasından ileriye doğru da bir verandanın
camlı kafesi çıkıyordu. Zemin katta güzel bir salonla bir ye-

14
Modeste Mignon

mek odası vardı; genel çizgileri ve süslemesiyle ince bir sade­


lik sergileyen ahşap merdivenin sahanlığı, bu ikisini birbirin­
den ayırıyordu. Mutfak, yemek odasına bitişikti. Salonun
içinden de Bay ve Bayan Dumay'nin yatak odası olarak kul­
landıkları bir odaya geçiliyordu. Mimar, birinci kata iki bü­
yük oda yapmış, her birinin içine de birer banyo koymuştu;
veranda, bu odalar için salon işlevi görüyordu. Daha da üst­
te, birbirine yaslanmış iki iskambil kağıdını andıran çatının
altında, iki hizmetçi odası yer alıyordu. Yuvarlak birer tepe
penceresinden ışık alan bu odalar, çatı arasına sıkışmış olma­
larına karşın oldukça genişti. Vilquin, bostanlarla yemiş
bahçeleri tarafından bir duvar yükseltme küçüklüğünü gös­
terince, bu öç almadan sonra sözleşmenin Köşk'e bıraktığı
birkaç yüz metre karelik bahçe, tam bir Paris bahçesine ben­
zemişti. Köşk'le uyumlu bir tarzda inşa edilen ve boyanan
uşak odaları, kiler, ahır gibi ekler, komşu evin duvarına biti­
şikti. Bu güzel evin içi de dışıyla uyumluydu. Baştan aşağı
sert ağaçtan bir parkeyle kaplanan salon, Çin resimlerine öy­
künen göz alıcı tablolarla süslenmişti. Duvarlarda, altın çer­
çeveli siyah zeminler üstünde Çinlilerin renk renk kuşları,
görülmemiş yeşillikte yaprakları ve o masalsı desenleri parıl­
dıyordu. Yemek odası baştan başa bir kuzey ağacıyla kap­
lanmış ve ahşapları, o güzel Rus köy evlerindeki gibi oyma­
larla, kabartmalarla süslenmişti. Sahanlıkla merdiven boşlu­
ğunun oluşturduğu küçük giriş, eski ahşap rengine boyanmış
ve gotik süslemelerle bezenmişti . Hint kumaşlarıyla kaplı ya­
tak odaları, çok pahalıya patlamış bir sadeliği sergiliyorlar­
dı. Kasadarla karısının yattığı odaysa, ahşap kaplı tavan ve
duvarlarıyla bir yolcu gemisi kamarasına benziyordu. Evin
donatımına gösterilmiş bu delice özen, Vilquin'in öfkesini de
açıklıyordu. Villanın zavallı yeni sahibi, buraya kızıyla da­
madını yerleştirmek istiyordu. Dumay'nin de bildiği bu tasa­
rı, ileride onun Brötanyalı inadını anlamamıza da yardımcı
olacaktır belki . Köşk'e kafesli küçük demir bir kapıdan giri-

15
Balzac

lirdi. Kapının demir çubukları, çitten ve kazıklarından olsa


olsa birkaç parmak daha yüksekti. Görkemli çimenlikle ay­
nı genişlikteki küçük bahçe, o zamanlar çiçeklerle, güllerle,
dalyalarla, en güzel ve en nadir limonluk bitkileriyle doluy­
du. Çünkü -işte Vilquin'in canını yakan bir şey daha- "Ha­
nımefendi'nin limonluğu" diye anılan küçük, zarif bir keyif
limonluğu da Köşk'ün bir parçası olarak yapılmıştı; Vilquin
Villası'nı Köşk'ten ayırıyor, daha doğrusu ona bağlıyordu.
Dumay, açık veren kasasının acısını bu limonluğa gösterdiği
özenle unutur, içindeki uzak ülke bitkileri de Modeste'in çok
hoşuna giderdi. Eskiden Vilquin Villası 'nın bilardo salonu,
kule biçiminde büyük bir kuşlukla limonluğa açılırdı . Ama
yemiş bahçesini görmesini engelleyen o duvarın örülmesin­
den sonra, Dumay de limonlukla kuşluk arasındaki kapıyı
örmüş ve "Duvara duvar!" demişti. Kentin tüccarları Vilqu­
in'e takılmak için, " Siz duvar değil, birbirinizin başına çorap
örüyorsunuz" diyorlardı. Bu herkesin kıskandığı borsa
oyuncusu, her gün yeni bir şakayla selamlanıyordu Bor­
sa'da. 1 827 yılında Vilquin, sözleşmeyi bozmak için Du­
may'ye altı bin frank aylık, on bin frank da zarar ziyan öde­
meyi önerdi. Kasadar, patronunun eski adamı Gobenhe­
im' dan topu topu bin ekü aylık almasına karşın öneriyi geri
çevirdi. Dumay, inanın bana, yazgının cilvesiyle Normandi­
ya toprağında sürgün vermiş bir Brötanyalıydı. Üç milyonun
üstünde oturan Normandiyalı Vilquin'in, Köşk'ün kiracıla­
rına nasıl kinlendiğini artık siz hesap edin. Zenginlere altın­
larının hiçbir işe yaramadığını kanıtlamaktan, milyonlara
karşı işlenen bu suçtan daha büyük cinayet mi olur? Öfke­
siyle Le Havre'da dillere düşen Vilquin, bu sefer de Du­
may'ye güzel bir ev bağışlamaya kalktı, ama yine geri çevril­
di. Le Havre, bu inattan endişelenmeye başlamıştı artık. Bir­
çokları için bunun tek nedeni vardı: " Dumay Brötanyalıy­
dı !" Oysa kasadar, Bayan Mignon'un, özellikle de Matma­
zel Modeste'in buradan başka hiçbir evde rahat edemeyece-

16
Modeste Mignon

ğini düşünüyordu. Baş tacı ettiği bu iki insan, kendilerine ya­


kışan bir yerde oturuyor, en azından bu güzel köşkün keyfi­
ni sürüyorlardı; tahtından inmiş krallar bile burada, çevrele­
rindeki nesnelerin görkemini yitirmeden, düşmüş insanların
her zaman özlemini çektiği o saray havası içinde yaşayıp gi­
debilirlerdi. Okurun, gerek her zaman Modeste'in çevresin­
de bulunan insanları, gerekse oturduğu evi önceden tanıdığı­
na pişman olacağını sanmıyorum. Çünkü insanlar ve eşya, o
yaşta bir kızın geleceğini, en az yaradılışı kadar etkiler; bu in­
sanların ve eşyanın da yaradılış üstünde silinmez bir iki izi
kalmazsa eğer! ..

17
IV. Bir Aile Buluşması

Latournelle'lerin Köşk'e girişlerini gören bir yabancı,


bunların buraya her akşam geldiğini hemen anlardı. Noter,
Le Havre'ın genç bankerlerinden, Parisli büyük şirket patro­
nu Gobenheim-Keller'in akrabası genç Gobenheim'ı salonda
gorunce:
- Bakıyorum erkencisiniz efendim! dedi.
Solgun yüzlü bu genç adam, hareketsiz bakışlarında bü­
yüleyici birşeyler olan o kara gözlü sarışınlardan biriydi. Az
konuşurdu; eğlenceye düşkün değildi. Hep kara giysiler gi­
yerdi ve bir veremli gibi zayıf olmasına karşın sağlam yapı­
lıydı. Eski patronunun ailesiyle görüşür, kasadarın evine ge­
lip giderdi ama, onlara duyduğu sevgiden çok, işine geldiği
için böyle davranırdı. Çünkü köşkte whist iki paraya oyna­
nırdı; giyinip kuşanmaya da gerek yoktu. Ağzına şekerli su­
dan başka bir şey sürmez, karşılığında nezaket sözleri söyle­
meye de gerek görmezdi. Mignon'lara bağlılığını görenler,
Gobenheim'ın duygulu bir adam olduğunu düşünürler, bu
arada Le Havre'ın kibarlarıyla düşüp kalkmasına ve gerek­
siz harcamalar yaparak evinin düzenini sarsmasına da gerek
kalmazdı. Kendini para kazanmaya adamış bu adam her ak­
şam saat on buçukta uyur, sabah beş dedi mi kalkardı. La­
tournelle'le Butscha'nın ağzı sıkı insanlar olduğunu bildiği

19
Balzac

için en çapraşık konuları onların yanında açar, bedava tara­


fından noterin görüşlerini alır, böylece piyasa dedikodularını
da gerçek değerlerine indirgerdi. Bu sarraf çırağı ( bu adı ona
Butscha takmıştı ) kimya biliminin "emici" diye tanımladığı
yaratıklardandı. Keller'ler, açık deniz ticaretini öğrenmesi
için onu parayla Mignon şirketine yerleştirmişler, ama şirke­
tin başına gelen felaketten sonra Köşk'ten hiç kimse, Goben­
heim'dan hiçbir şey, küçücük bir iş bile istememişti; vereceği
yanıt biliniyordu. Bu delikanlı Modeste'e bile iki paralık bir
taşbaskıya bakar gibi bakardı. Zaman zaman sıkılarak söy­
lediği birkaç sözcükten akıllı bir adam olduğu anlaşılan za­
vallı Butscha, Gobenheim için, "O, Ticaret denen dev maki­
nanın pistonlarından biridir" diyordu.
Latournelle'lerin dördü birden, siyah kadife giysili yaş­
lı bir hanımı derin bir saygıyla selamladılar. Kadın oturdu­
ğu koltuktan kalkmadı; çünkü iki gözüne birden o sarı per­
deden inmişti . Bayan Mignon, tek bir tümceyle anlatılabi­
lir: Bu kadının soylu yüzünden, kusursuz yaşamlarıyla Yaz­
gı'nın sillelerine meydan okuyan, ama onun oklarına hedef
ola ola, sonunda o kalabalık Niobe'ler 1 0 kabilesini oluştu­
ran analardan biri olduğu hemen anlaşılıyordu. Başına gü­
zelce oturtulmuş kıvırcık sarı perukası, Mirevelt'in 1 1 resmi­
ni yaptığı o bourgmestre12 eşlerinin yüzlerine benzer, be­
yaz, cansız yüzüne yakışmıştı. Son derece özenli giyimi, ka­
dife pa buçları, dantel yakası, omuzlarındaki derli toplu şal,
bütün bunlar Modeste'in annesine ne kadar iyi baktığını
gösteriyordu.

ıo
Yunan mitologyasının acılı ana simgesi. Kral Tantalos'un kızıdır; doğur­
ganlığıyla övünerek tanrıça Leto'yu kızdırınca Apollon ve Artemis, bir
düzine çocuğunu oklarıyla öldürmüşler, çocuklarına günlerce ağlayan
acılı Niobe de sonunda tanrı buyruğuyla taşa çevrilmiştir.
11
Michel von Mirevelt: Holandalı bir ressam ( 1 56 7- 1 64 1 ).
12
Hollanda, Belçika, İsviçre komünlerinde birinci yargıç; başka ülkelerdeki
belediye başkanının işlevini görür.

20
Modeste Mignon

Bu hoş salonda noterin istediği sessizlik sağlanınca, her­


kesin bakışları bir an için annesinin yanında oturan ve ona
bir başörtüsü işleyen Modeste'e yöneldi. Eve konuk gelmiş
bütün bu insanların, giderek her gün görüşenlerin bile birbir­
lerine sorduğu beylik soruların altındaki gizli meraktan, genç
kızın ev halkınca bir tuzağa düşürülmek istendiğini en ilgisiz
biri bile anlayabilirdi; ne var ki Gobenheim ilgisizden de
öteydi; hiçbir şeyin farkına varmadı ve oyun masasının
mumlarını yaktı. Dumay'nin halini gören Butscha ve Lato­
umelle, özellikle de kocasının Modeste'e göz koyacak erke­
ği kuduz köpek gibi gebertmekten çekinmeyeceğini bilen Ba­
yan Dumay, yerlerinde duramaz oldular. Yemekten sonra
kasadar, iki güzel Pirene köpeğiyle birlikte dolaşmaya çık­
mış, iyi bekçilik etmediklerinden kuşkulandığı bu hayvanla­
rı Mignon'un eski yarıcılarından birine bırakmıştı; Latour­
nelle'lerin gelmesinden biraz önce de başucundan tabancala­
rını almış ve Modeste'e göstermeden şöminenin üstüne koy­
muştu. En azından tuhaf görünmesi gereken bu hazırlıklar,
genç kızın dikkatini bile çekmemişti.
Hep alçak sesle konuşmasına ve hep kendini dinliyormuş
gibi görünmesine karşın bu eski Muhafız Alayı teğmeninin,
bu ufak tefek, tıknaz, çiçekbozuğu Brötanyalının yüzünde
öyle bir soğukkanlılık, öyle bir kararlılık vardı ki, yirmi yıl­
lık ordu yaşamında kimse onunla şakalaşmaya kalkışma­
mıştı. Duru mavi gözleri iki çelik parçasına benzerdi. Tavır­
ları, yüzünün havası, konuşma tarzı, giyimi kuşamı, hepsi de
o kısacık Dumay adına uygun düşerdi. Herkesin çok iyi bil­
diği gücü yüzünden, hiçbir saldırıdan korkmazdı. Bir yum­
rukta karşısındakini öldürebilirdi. Bir seferinde Bautzen' de,
bu inanılmaz işi yapmıştı da: Birliğinin gerisinde ve silahsız
kaldığı bir gün, bir Saksonyalıyla karşı karşıya gelince ada­
mı bir yumrukta yere sermişti. Bu adamın kararlı ve tatlı yü­
zü, tragedyalara özgü bir yüceliğe bürünmüştü şimdi; yüzü
gibi renksiz dudaklarında beliren gerilmeyi, Brötanyalılara

21
Balzac

özgü bir iç güçle bastırdı; alnı, herkesin fark ettiği ve soğuk


olduğunu kestirebildiği hafif bir terle ıslandı. Noter, bütün
bunlardan mahkemelik bir facia doğabileceğini biliyordu.
Gerçekten de kasadara göre Modeste Mignon'un başında,
onurla, inançla, toplum bağlarından çok daha değerli duy­
gularla ilişkili bir iş dönüyordu ve felaketle sonuçlanması du­
rumunda ancak Tanrının hüküm verebileceği bir antlaşma­
nın sonucuydu bütün bunlar. Dramların çoğu, olaylara iliş­
kin düşüncelerimizin içinde saklıdır. Bize birer dram gibi gö­
rünen olaylar da ruhumuzun, yaradılışımıza göre, ya dram
ya da komedya biçimine soktuğu konulardan başka bir şey
değildir aslında.
Modeste'i gözlemekle görevli Bayan Latournelle'le Ba­
yan Dumay'nin tavırlarında yapmacıklı bir eda, seslerinde
bir titreme belirmişti; ama kendisinden kuşku duyulan kız­
cağız işine o kadar dalmış görünüyordu ki, hiçbir şeyin far­
kına varmadı. Pamuk ipliklerini tek tek, nakışçıları hasetlen­
direcek bir ustalıkla yerine oturtuyordu Modeste. Başlanmış
bir çiçeği tamamlayan yaprağın dolgusundan duyduğu se­
vinç, yüzünden apaçık okunuyordu. Patronunun karısıyla
Gobenheim'ın arasında oturan cüceyse gözyaşlarını güçlük­
le tutuyor, nasıl etsem de Modeste'in yanına sokulup kulağı­
na iki sözcük fısıldasam diye düşünüyordu. Bayan Latour­
nelle, sofulara özgü o şeytan zekasıyla Bayan Mignon'un
karşısına oturarak Modeste'i tek başına bırakmıştı. Gözleri
görmediği için sessiz duran ve her zamankinden daha solgun
görünen Bayan Mignon'un, Modeste'in başından geçecek sı­
navı bildiği anlaşılıyordu. Belki de bu oyunu hem gerekli gö­
rüyor, hem de bu son dakikada içten içe kınıyordu. Bu yüz­
den susuyor, ama içi kan ağlıyordu. Tuzağın tetiği durumun­
daki Exupere, bir rastlantıyla karıştığı bu oyundan hiçbir şey
anlamıyor, Gobenheim da yaradılışı gereği en az Modeste
kadar kayıtsız görünüyordu. İşin içyüzünü bilen bir izleyici
için, hiçbir şeyden haberi olmayanlarla, heyecandan, dikkat-

22
Modeste Mignon

ten kıvrananlar arasındaki bu fark görülecek şeydi. Bugün


romancılar, böyle heyecan verici durumlardan her zaman­
kinden çok yararlanıyorlar; hakları da var. Çünkü doğa, her
zaman onlardan baskın çıkmıştır. Burada da göreceğiniz gi­
bi doğa -ve onun içinde ikinci bir doğa demek olan toplum
düzeni- tıpkı sellerin ressamın elinden gelmeyecek güzellikte
biçimler çizmesi, taşları yalayarak ya da yerlerini değiştirerek
mimarları, yontucuları şaşırtan hünerler göstermesi gibi, bu
öyküyü de bir romandan daha ilginç hale getirmeye niyetlen­
mişti bir kez.

23
V. Modele Benzeyen Bir Portre

Saat sekizdi. Bu mevsimde günbatımı, son ışıklarını bu


saatte saçar. Bu akşam da gökyüzünde tek bulut görünmü­
yor, ılık hava toprağı okşuyor, çiçekler kokuyor, gezintiden
dönen birkaç yolcunun ayağı altında kumların çıtırdadığı
duyuluyor, deniz ayna gibi parlıyordu. Hava o kadar sakin­
di ki, oyun masasının üstünde yanan mumların alevi, pence­
re açık olmasına karşın kıpırdamıyordu bile. Bütün bu in­
sanların, Pitti 1 3 Sarayı'nın övüncesi Margherita Doni'nin14
seyrine dalan bir ressamın derin dikkatiyle inceledikleri bu
genç kızın yüzüne, bu salon, bu akşam, bu ev, nasıl da güzel
bir çerçeve oluşturuyordu! İyi ama Catullus'un çiçeği gibi
kapalı büyüyen Modeste, bunca özene değer miydi acaba ? ..
Kafesi tanıdınız, işte size kuş.
İngiliz çizerlerin Güzel Kadın Albümleri için icat ettiği de­
nizkızları kadar ince, yirmi yaşında, fidan gibi bir genç kız
olan Modeste'te, tıpkı bir zamanlar annesinde olduğu gibi,
özel bir tür zarifliğin cilveli belirtileri göze çarpıyordu he-

13
Floransa saraylarından biri. Medici 'lerin rakibi Pini ailesi tarafından yap­
tırılmıştır.
14
Balzac, 1 3 37 Nisan ayında Pini Sarayı'nı gezmiş ve ünlü Maddalena Do­
ni portresini görmüştü. Adın yanlış yazılması, aradan geçen epeyce uzun
zamandan olmalı.

25
Balzac

men; bu, Fransa'da pek az anlaşılmış bir zarifliktir ve biz ona


"çıtkırıldımlık " deriz; oysa Alman kızlarında öyle bir gönül
şiiridir ki, bedenin yüzeyine dek yansır; aptal kızlarda bir
yapmacık gibi durur, ama akıllılarda tanrısal tavırlara dönü­
şür. Solgun altın rengi saçlarıyla herkesin dikkatini çeken
Modeste de, besbelli Havva'nın anısına "tanrısal sarışın " de­
nen kadınlardandı. Atlası andıran derisi, etinin üstüne geril­
miş ipek kağıtlara benziyor, kışın soğuğuyla ürperen bu ten,
bakışların güneşiyle canlanıyor ve bu görüntü karşısında el,
göze hasetleniyordu. İngiliz modasına uygun bukle bukle
sarkan tüy gibi hafif saçlarının altında, kusursuz biçimine
bakıp pergelle çizilmiş diyebileceğiniz alnı, düşüncelerle ay­
dınlanmış olmasına karşın bir ağırbaşlılık ve durgunluğa va­
ran bir dinginlik izlenimi veriyordu insana. Bu kadar berrak,
duru, bu kadar düzgün bir alın, nerede, ne zaman görülmüş­
tür ? Sanki incilerdeki o şafak ışıltısına benzer bir parıltı var­
dı bu alında . Çocuk gözleri gibi duru, gümüşe çalan mavi
gözleri, Çin resimlerinin fırçayla çizilmiş çizgileri gibi hafifçe
başlayan kaşlarının kemerleriyle uyum içinde, bu alnın tüm
muzipliğini ve tüm masumluğunu açığa vuruyordu. Bu ruh
saflığı, gözlerin çevresinde, ucunda, şakaklarda, yalnızca in­
ce tenli insanlarda görülen o mavi damarlı sedef rengiyle de
belli ediyordu kendini. Raffaello'nun madonna'larını15 andı­
ran kusursuz yuvarlak yüzü, elmacıkkemiklerinin soluk, ba­
kirelere özgü rengiyle, o Bengal pembesi gibi tatlı rengiyle
göz alıyor, yarı saydam gözkapaklarının ucundaki uzun kir­
piklerinden, yanaklarının üstüne, ışıkla karışmış gölgeler dö­
külüyordu. O sırada eğik duran sütbeyaz narin boynu, Leo­
nardo da Vinci'nin çok sevdiği, o uzaklaşıyormuş duygusu­
nu veren çizgileri çağrıştırıyordu. On sekizinci yüzyılın yap­
ma benlerini anımsatan bir iki küçük çil, Modeste'in İtalyan
melek ressamlarınca düşlenmiş yaratıklardan biri olmadığı-

ıs İtalyan resminde Meryemana betimlerine verilen genel ad.

26
Modeste Mignon

nı, bu dünyanın kızı olduğunu söylüyordu. Hem etli, hem in­


ce, hem de biraz alaycı dudaklarından cinsellik okunuyor;
çok narin olmamasına karşın yay gibi esnek beli, korsenin
zararlı baskısından medet uman genç kızlar gibi bir kısırlık
duygusu uyandırmıyordu insanda. Pazen, çelik ve korse ba­
ğı, rüzgarda sallanan bir kavak fidanına benzetebileceğimiz
bu zarif bedenin yılan gibi çizgilerine çekidüzen veriyor, ama
onları baştan yaratmıyordu. Kiraz rengi şeritlerle bezenmiş,
uzun etekli, açık gri bir giysi, göğsünü belli belirsiz meydana
çıkarıyor, sadece boynu omuzlara bitiştiren ilk kıvrımları
açıkta bırakan bir yakayla da, henüz biraz zayıf omuzlarını
örtüyordu. Pembe kanatlı, keskin çizgili, zarif bir Yunan
heykeli burnu, bu hem akıllı, hem de hülyalı yüze tanımlan­
ması zor birşeyler katıyor, neredeyse mistik diyebileceğimiz
alnına egemen olan şiirsellik, ağzının kösnü belirtileriyle ya­
lanlanıyor, kararsız derin gözbebekleri, en ustaca alayla tam
bir saflık arasında gidip geliyordu. Dışardan bakan biri, ku­
lağı her an tetikte görünen, en küçük sesleri duyan ve burnu
her an İdeal'in mavi çiçeğinin kokusuna açık bu kızın içinde
her şafak harekete geçen şiirlerle günün sıradan uğraşları
arasında, kısacası Düş'le Gerçek arasında sürekli bir savaş
olduğunu düşünürdü. Modeste, meraklı ve çekingen, alın
yazısını bilen, bütünüyle iffetli bir kızdı ve Raffaello'nunki­
lerden çok İspanyol bakirelerine benziyordu.
Dumay'nin Exupere'e, "Biraz gelir misiniz delikanlı! " de­
diğini duyunca Modeste başını kaldırdı. Bir köşede konuş­
tuklarını gördükten sonra da Dumay'nin çocuğa Paris'te ya­
pılacak bir iş havale ettiğini sandı. Çevresindeki dostlarına,
sessiz durmalarına şaşıyormuş gibi baktı ve iriyarı Bayan La­
tournelle'in sunak adını taktığı oyun masasını göstererek
çok doğal bir sesle:
- Yoksa oynamıyor musunuz ? diye sordu.
Exupere'le işi biten Dumay:
- Oynayalım, diye yanıtladı onu.

27
Balzac

Bayan Latournelle noter başkatibine, masada onu Bayan


Mignon'la kızının oluşturduğu gruptan ayıracak bir yer gös­
terirken:
- Sen buraya otur, Butscha, dedi.
Dumay de karısına:
- Sen de şöyle gel ! diyerek yanına oturmasını emretti.
Otuz altı yaşında, ufak tefek bir Amerikalı olan Bayan
Dumay, gizlice gözyaşlarını sildi. Modeste'i çok severdi ve
korkunç şeyler olacağını düşünüyordu.
- Pek neşeli değilsiniz bu akşam, dedi Modeste.
Kağıtlarını sıraya dizen Gobenheim:
- Oynuyoruz, diye yanıtladı onu.
Şimdiden merakımızı kurcalayan bu durum, Dumay'nin
Modeste'e göre konumunu açıkladığımızda çok daha ilginç
hale gelecektir kuşkusuz. Ama bu anlatılanların kısalığı on­
ları biraz kurulaştırdıysa eğer, bunun, bu sahneyi çabuk bi­
tirmek için gösterdiğimiz aceleye ve -bütün dramlarda oldu­
ğu gibi- olayların· önceden kısaca özetlenmesi gereğine veri­
lip bağışlanmasını dileriz.

28
VI. Sahne Önü

Dumay ( Anne-François-Bernard) Vannes'da doğdu;


1 799' da asker olarak İtalya' daki orduya katıldı. Devrim
mahkemesi başkanıyken ataklığıyla dikkat çeken babasının,
avukatlığı pek beceremeyip 9 Thermidor'dan sonra idam
edilmesi üzerine ülkede duramamıştı. Annesi de kederden
ölünce, Anne nesi var nesi yok satmış, yirmi iki yaşında ve or­
dularımızın yenilmeye başladığı bir zamanda İtalya 'ya koş­
muştu. Var eyaletinde, buna benzer nedenlerle şan şöhret pe­
şine düşmüş, savaş meydanını Provence'tan daha az tehlikeli
bulan bir delikanlıya rastladı. Paris'e bu adı taşıyan bir so­
kak, bir de Kardinal Mignon'un yaptırdığı konağı kazandı­
ran ünlü ailenin son çocuğu Charles Mignon'un babası, bir
kurnazlık yaparak La Bastie topraklarını, Kontluk'un 16 bu
güzel malikanesini Devrim'in pençesinden kurtarmak iste­
mişti. Sonradan "Vatandaş Mignon" olan La Bastie Kontu,
dönemin bütün korkakları gibi, kendi kafasını kestirmekten­
se başkalarının kafasını kesmeyi daha sağlıklı bir yol olarak
görmüştü. Bu sahte terörcü, Thermidor' da ortadan yok oldu;
adı da göçmenler listesine geçti. La Bastie Kontluğu satıldı.
Gözden düşen şatonun sivri kuleleri yerle bir edildi. Sonunda

10
"Kontluk" ( Comtat) ya da Venaissin Kontluğu, Güney Fransa'nın bir
bölgesidir.

29
Balzac

Orange' da ele geçen Vatandaş Mignon, karısı ve çocuklarıy­


la birlikte topluca öldürüldü; yalnızca babasının isteğiyle Yu­
karı Alpler'de bir yere sığınan Charles Mignon bu kıyımdan
kurtuldu. Aldığı korkunç haberlerle yıkılan Charles, Genevre
dağının bir vadisinde fırtınanın yatışmasını bekledi, giderken
babasının eline sıkıştırdığı birkaç Louis altınıyla burada,
1 799 yılına kadar.yaşadı. Sonunda, yirmi üç yaşında, tam ol­
gunlaştığında gerçek bir yüceliğe erişen o güney güzelliğin­
den, örneğini Hadrianus'un gözdesi Antinous'ta gördüğü­
müz o anlı şanlı gösterişten başka hiçbir varlığı bulunmayan
Charles, Provence'lılara özgü gözüpekliğini, başka birçokları
gibi bir yetenek saydı ve savaşın kırmızı çuhasında sınamaya
karar verdi. Ordu karargahına giderken, Nice'te Brötanyalı­
ya rastladı. Yazgılarındaki benzerlik ve yaradılışlarındaki
fark yüzünden arkadaş olan bu iki piyade eri, kıyametin or­
ta yerinde aynı bardaktan su içtiler, aynı peksimeti ikiye bö­
lüp yediler: Marengo savaşından sonra barış yapıldığı zaman
ikisi de çavuştu. Savaş yeniden başlayınca Charles Mignon
atlı sınıfına geçmeyi başardı; ama artık arkadaşını görmez ol­
du. Mignon de La Bastie'lerin sonuncusu, 1 8 12'de Legion
d'Honneur nişanını takmış, bir süvari alayına binbaşı olmuş­
tu; İmparator'un kendisine albaylık rütbesiyle birlikte yeni­
den La Bastie Kontu unvanını vereceğini umuyordu. Ruslara
esir düşünce birçokları gibi Sibirya'ya sürüldü. Yolculuğu
birlikte yaptığı, nişansız, gözüpek, ama yollara düşmüş o bir
milyon küçük rütbeli asker gibi mutsuz, zavallı bir teğmeni
tanıdı: Anne Dumay'ydi bu. Napoleon, imparatorluğunun
resmini, bu insanlardan dokunmuş bir bezin üstüne çizmiştir
işte. Yarbay Mignon Sibirya'da zaman öldürmek için, Baba
Scevola'nın 1 7 birşeyler öğretmeye gerek görmediği Brötanya­
lıya hesap ve yazı dersi verdi. Bu ilk yol arkadaşının öyle bu-

17
Balzac, Dumay'nin babasını, Cumhuriyet yasalarını acımasızca uygula­
masıyla ünlü, Romalı konsül Publuis Mucius Scaevola'ya benzetiyor.

30
Modeste Mignon

lunmaz bir yüreği vardı ki ona bütün dertlerini, bütün sevinç­


lerini açabiliyordu Charles Mignon. Bir zamanlar bütün gü­
zel delikanlıların başına gelen şey, sonunda bu Provence ço­
cuğunun da başına gelmiş, 1 804'te Frankfurt'ta bir bankerin
biricik kızı Bettina Wallenrod, ona vurulmuştu. Charles, bü­
yük bir coşkuyla evlenmişti Bettina'yla: Kız zengindi, kentin
en güzel kızıydı; üstelik delikanlı sadece bir teğmen olarak
görüyordu kendini, dönemin askerlerini bekleyen o son dere­
ce karışık gelecekten başka serveti yoktu. Eski bir Alman ba­
ronu olan yaşlı Wallenrod (bankacılar her zaman barondur)
bu yakışıklı teğmenin, Mignon de La Bastie'lerin tek varisi
olduğunu anlayınca çok sevindi; bir ressamın (o sıralar
Frankfurt'ta bulunan bir ressamın) örnek Alman kızı diye
resmini yaptığı sarışın Bettina'nın sevdasını hoş gördü. Wal­
lenrod, torunlarına daha doğmadan La Bastie-Wallenrod
Kontları adını vererek, kızına yılda otuz bin frank gelir sağ­
layacak kadar bir parayı Fransız bankalarına yatırdı. Draho­
ma diye verdiği bu sermaye, pek fazla bir şey olmadığı için
kasasını pek az sarsmıştı. Öte yandan borçluların her zaman
yaptığı gibi davranan imparatorluk, altı aylıkları bile düzgün
ödemiyordu. Bu yüzden de Charles, bu yatırımdan korku­
yordu; imparatorluğun kartalına Alman baronu kadar gü­
venmiyordu. İnsan, içini dışını bildiği şeye güçlükle inanır ya
da hayran olur - ki hayranlık da geçici bir inançtır. Makinist,
gelip geçenlerin bayıldığı makinasından korkar; subaylarsa,
Napoleon dönemi makinasının kömürü değilse bile makinis­
ti sayılırlardı. Baron de Wallenrod-Tustall-Bartenstild, bir
terslik çıkarsa karı kocanın yardımına koşacağına söz verdi.
Charles, Bettina Wallenrod'u, onun kendisini sevdiği kadar
sevdi; bu da öyle böyle bir sevgi değildi. Bir Provence'lı co­
şarsa duyguları tümüyle içten gelir. Hem, Albrecht Dürer'in
bir resminden çıkmışa benzeyen bu melek huylu sarışını,
Frankfurt'un bu parmakla gösterilen zengin kızını sevmemek
elde miydi? Charles'ın dört çocuğu oldu; ama Brötanyalıya

31
Balzac

derdini döktüğü sıralarda yalnızca iki kızı kalmıştı. Duma y,


askerleri bütün çocukların babası yapan o duyguyla -Char­
let 1 8 resimlerine ne güzel aktarır o duyguyu !- bu iki kızı, da­
ha görmeden sevdi. Çocukların büyüğü Bettina-Caroline
1 805'te, küçüğü Marie-Modeste 1 808'de doğmuştu.
Sevdiklerinden haber alamayan zavallı yarbay, 1 8 14'te,
teğmenle birlikte yürüye yürüye Rusya'dan Prusya'ya geçe­
rek geri döndü. Rütbe farkı gözetmeyen bu iki arkadaş, Na­
poleon'un Cannes'a ayak bastığı gün Frankfurt'a vardılar.
Charles karısını Frankfurt'ta buldu ama kadın yastaydı.
Kendisini onca seven, ölüm döşeğinde bile onu güler yüzlü
görmek isteyen babasını yitirme bahtsızlığına uğramıştı. Yaş­
lı Wallenrod, imparatorluğun başına gelen felaketlerden son­
ra yaşamamıştı. Napoleon'un dehasına güvenerek yetmiş iki
yaşında pamuğa yatırım yapmaya kalkışmış, dehanın olay­
ları alt edebileceği gibi onlara yenik düşebileceğini de düşün­
memişti. Gerçek Wallenrod-Tustall-Bartenstild .. sülalesinden
geriye kalan bu son Wallenrod, İmparator'un o koca Fransa
seferinde kaybettiği yaklaşık adam sayısı kadar pamuk bal­
yası satın almıştı. Goriot'lar türünden bir adam olan bu ba­
ba, kızının korkunç üzüntüsünü hafifletmek için Alman ağ­
zı bir Fransızcayla, "Pamuktan ölüyorum " demişti, " ama
kimseye, bir pul borç bırakmadan ölüyorum. " Böylece bu
Almanyalı Fransız, kızının pek sevdiği dili konuşmaya çalı­
şırken ölmüştü. İmparator, iki kızıyla karısını bu büyük ve
çift taraflı yıkımdan sağ salim kurtardığı için sevine sevine
Paris'e gelen Charles Mignon'u Zırhlı Muhafız Alayı albay­
lığına getirdi ve ona Legion d 'Honneur nişanının comman­
dant rütbesini verdi. Ne var ki, Napoleon'un ilk zaferiyle ge­
neral ve kont olacağını düşünen albayın düşü, Waterloo'nun
kan dalgaları içinde yok olup gitti. Hafifçe yaralanan albay,
Loire'a doğru çekildi; terhisten önce de Tours'dan ayrıldı .

18
Toussaint-Nicolas-Charlet ( 1 792-1 845) Fransız çizer ve litograf; asker re­
simleriyle ünlüdür.

32
VII. Sıradan Bir Dram

1 8 1 6 baharında Charles, otuz bin franklık gelirini para -


ya çevirdi ve eline aşağı yukarı dört yüz bin frank geçti. Na­
poleon askerlerinin daha şimdiden hırpalanmaya başladığı
ülkeden Amerika'ya giderek zengin olmaya karar verdi. Sa­
vaşta olağan görülebilecek bir rastlantıyla, Waterloo'yu izle­
yen kargaşalıkta atının terkisine alarak yaşamını kurtardığı
Dumay'yle birlikte Paris'ten Le Havre'a geçti. Dumay de al­
bayın düşüncelerine, umutsuzluğuna katılıyordu. Charles,
sadık bir köpek gibi peşinden ayrılmayan Brötanyalıya (za­
vallı asker iki küçük kıza tapıyordu) sivillikte de emrinde kal­
masını önerdi; bu söz dinleme ve emir alma alışkanlığıyla, bu
dürüstlük ve bağlılıkla teğmenin hem yararlı, hem de sadık
bir yardımcı olacağını düşünüyordu. Dumay de, meşe dalın­
da biten ökseotu gibi rahat rahat yaşayabileceği bir aileye ka­
bul edildiğini görünce çok sevindi. Albay Amerika'ya geç­
mek için fırsat kolluyor, gemiler arasından birini seçmeye ça­
lışıp, gidecekleri yerlerde neler yapabileceğini düşünüyordu
ki, bir gün, barışta Le Havre'ın parlak bir geleceği olabilece­
ğinden söz edildiğini duydu. İki kentsoylunun bu konudaki
düşüncelerini dinlerken, para yapmak için bir yol sezer gibi
oldu ve aynı anda hem armatör, hem banker, hem de mülk
sahibi oldu. İki yüz bin frangıyla topraklar, evler satın aldı.

33
Balzac

Lyon'dan ucuza satın aldığı Fransız ipliklerini bir gemiye


yükleyerek New York'a doğru yola çıkardı. Adamı Dumay
de gemiyle birlikte gitti. Albay, Royale sokağının en güzel
evine yerleşerek Provence'lılara özgü o büyük zekası ve bece­
rikliliğiyle bankacılık işlerini öğrenedursun, Dumay serveti
ikiye katladı ve yanında, yok pahasına satın alınmış, bir ge­
mi yükü pamukla geri geldi. Bu iki katlı iş, Mignon şirketine
çok büyük bir sermaye kazandırdı. Bunun üzerine albay, In­
gouville'deki villayı satın aldı; Dumay'ye de, yaptığı işe kar­
şılık Royale sokağında küçük bir ev verdi. Zavallı Brötanya­
lı New York'tan gelirken, pamukla birlikte ufak tefek, güzel
bir de kadın getirmişti; her şeyden önce Dumay'nin Fransız
oluşu hoşuna gitmişti kadının. Miss Grummer'in yaklaşık
dört bin doları, yani yirmi bin frangı vardı. Dumay bu para­
yı da albayının işine yatırdı. Gemi işleticisinin alter ego'su 1 9
haline gelen Dumay, az zamanda defter tutmayı, kendi deyi­
miyle "ticaretin başçavuşlarına " çok gerekli bu bilgiyi öğren­
di. Yirmi yıldan beri para denen şeyin yüzünü görmeyen bu
saf asker, cömert komutanının güzelce dayayıp döşediği bir
evin tapusunu cebine koyup, yatırdığı paralara karşılık bin
iki yüz frank faiz, üç bin altı yüz frank da aylık alınca kendi­
ni dünyanın en mutlu adamı saydı . Teğmen Dumay, düşün­
de bile görmemişti böyle bir şeyi . Hele Le Havre'daki şirket­
lerin en zengininin vazgeçilmez adamı olduğunu düşündük­
çe büsbütün koltukları kabarıyordu. Ufak tefek, oldukça da
güzel bir Amerikalı olan Bayan Dumay, bütün çocuklarını
daha doğarken yitirmek bahtsızlığına uğramış, son doğum­
da başına gelenler yüzünden de çocuk yapma umudunu büs­
bütün yitirmişti. Bu yüzden, o da Dumay gibi iki küçük Mat­
mazel Mignon'a bağlandı; Dumay'ye gelince, kendi çocukla­
rı olsa bile bunları daha çok sevecekti o. Tutumlu yaşamaya
alışık bir çiftçi kızı olan Bayan Dumay'ye, kendisi ve evi için

19 Latince: Öteki ben.

34
Modeste Mignon

iki bin iki yüz frank yetiyordu. Böylece Dumay, her yıl Mig­
non şirketine iki bin franktan biraz fazlasını daha yatırıyor­
du. Yıllık bilançoyu inceleyen patronu, gördüğü işlere karşı­
lık kasadarın hesabına bir de ikramiye ekliyordu. 1 824'te ka­
sadarın hesabı elli sekiz bin franga yükselmişti. İşte tam bu
sırada Charles Mignon, unvanı artık ağza alınmayan La Bas­
tie Kontu, kasadarını Köşk'e yerleştirmekle büsbütün mutlu
etti. İşte şimdi de bu Köşk'te, Modeste'le annesi, kendi halle­
rinde yaşayıp gidiyorlardı.
Kocası bıraktığı zaman hala güzel bir kadın olan Bayan
Mignon'un bugünkü acıklı haline, Charles'ı ülkeden uzak­
laştıran felaket yol açmıştı. Sağlıklı bir yemişin içinde yuva­
lanmış kurda benzeyen bir keder, bu tatlı Alman kadınını üç
yılda çökertmişti . Bayan Mignon'u kemiren acının hesabını
çıkartmak hiç de zor değildi. Küçücükken ölen iki yavrusu,
onun hiçbir şeyi unutmayan ruhunda bir çift mezar bulmuş­
lardı kendilerine. Charles'ın Sibirya'da tutsak kaldığı süre
içinde bu sevdalı kadın, her gün yavaş yavaş öldü. Zengin
Wallenrod şirketinin batması ve zavallı bankerin beş parasız
ölmesi, kocasının yaşamıyla ilgili kuşkular içinde yüzen Bet­
tina'ya son darbe oldu. Bu Alman çiçeği Charles'ına kavu­
şunca az daha sevincinden ölecekti. Bunun ardından impa­
ratorluğun ikinci kez düşüşü, ülkeden gitme düşünceleri, ona
aynı hummanın yeni bir aşaması gibi geldi. Ama sonunda on
yıl süren kesintisiz bir bolluk, Le Havre' da parmakla göste­
rilen evlerinin eğlenceleri, akşam yemekleri, balolar, mutlu
tüccarın verdiği ziyafetler, Mignon Villası'nın görkemi, koca­
sına gösterilen büyük sevgi ve saygı, Charles'ın kendisinden
başka erkek bilmeyen karısına, bu ilk göz ağrısına kendini
bütünüyle vermesi, bütün bunlar, bu zavallı kadını yeniden
yaşama döndürdü. Ne var ki, artık mutluluğa inandığı, fırtı­
nayla geçen gününün güzel bir akşamla biteceğini umduğu
bir anda, bu çifte ailenin yüreklerine gömdükleri görülmemiş
bir felaket -ki biraz sonra ondan söz edeceğiz- sanki mutsuz

35
Balzac

günlerin bir uyarısı olmuşnı onun için. 1 826 yılının Ocak


ayında tüm Le Havre, Charles Mignon'u milletvekili seçme­
ye hazırlanırken, bir ziyafetin ortasında, New York'tan, Pa­
ris'ten, Londra 'dan gelen üç mektup, gönencin sırça sarayı­
na koca birer çekiç gibi inmişti. Yıkım, on dakika içinde, bu
benzersiz mutluluğun üstüne akbaba kanatlarıyla çöküver­
mişti; tıpkı 1 8 12'de Napoleon ordusunun üstüne çöken so­
ğuk gibi. Bütün bir geceyi Dumay'yle hesap yaparak geçir­
dikten sonra Charles Mignon, kararını vermişti. Bütün mal­
ları, eşyaları da katmak koşuluyla, borçlarının tümünü öde­
meye yetiyordu. Albay, teğmene:
- Le Havre, süründüğümü görmeyecek, demişti; Du-
may, altmış bin frangını yüzde altı faizle alıyorum ...
- Yüzde üçle, albayım.
Charles Mignon kararını vermiş bir insan tavrıyla:
- Öyleyse faizsiz alıyorum, diye yanıt vermişti. Yapaca­
ğım yeni işlerde payını ayıracağım, artık elimden çıkan Mo­
deste yarın hareket ediyor; kaptan beni de götürüyor. Karım­
la kızım sana emanet. Kesinlikle mektup yazmayacağım!
Benden ha ber çıkmazsa iyi ha ber demektir!
Teğmenliği elden bırakmayan Dumay, albayına, ne gibi
işlere girişeceğini anlamak için tek soru sormamıştı; Latour­
nelle' e anlayışlı bir edayla:
- Albayım yapacağını bilir, demişti.
Ertesi sabah gün doğarken, patronunu İstanbul'a giden
Modeste gemisine götürmüştü. Orada geminin kıçında, Brö­
tanyalı, Provence'lıya:
- Son emirleriniz nedir albayım ? diye sormuştu. Gözle­
ri yaşaran baba, heyecanlı bir sesle:
- Köşk'e tek bir erkek bile yaklaşmasın, demişti . Son
çocuğumu, bir buldoğun koruyacağı gibi koru Dumay!
İkinci kızımı baştan çıkarmaya çalışacak adamı gebert !
Hiçbir şeyden yılma, gerekirse idamı göze al, seni yalnız bı­
rakmam !

36
Modeste Mignon

- Gözünüz arkada kalmasın albayım. Sizi anlıyorum.


Ölürüm de Matmazel Modeste'i emanet ettiğiniz gibi size tes­
lim ederim. Beni bilirsiniz, iki Pirene köpeğimizi de bilirsiniz.
Kızınıza kimse sokulamaz. Sözü uzattığım için özür dilerim.
İki asker, Sibirya'nın göbeğinde birbirlerini tartıp öğren­
miş iki insan gibi kucaklaştılar. Aynı gün, Le Havre Postası,
şu korkunç, sade, güçlü ve dürüst "günün haberi "ni ilk say­
fasında yayımladı:
" Charles Mignon şirketi, ödemelerine ara vermektedir.
Aşağıda adları yazılı tasfiye görevlileri, bütün borçları öde­
meyi üstlenmişlerdir. Bugünden başlayarak, vadeli senetler,
üçüncü kişi durumundaki taşıyıcılara iskonto edilebilir.
Mülk ve toprakların satışı, yürürlükteki hesapları bütünüyle
karşılamaktadır.
"Bu duyuru, kurumun onuru adına, Le Havre piyasasın­
da herhangi bir kredi sarsıntısına meydan vermemek için ya­
pılmıştır.
"Bay Charles Mignon, Modeste vapuruyla Anadolu'ya
hareket etmiş, taşınır taşınmaz bütün malların satışı için de
tam yetki vermiştir.
" Dumay (banka hesapları tasfiye görevlisi); Latournelle,
noter (kent ve kırdaki malların tasfiye görevlisi ); Gobenheim
(ticari senetlerin tasfiye görevlisi) . "
Latournelle, tüm servetini, 1 8 1 7'de Le Havre'ın en güzel
noterlik bürosunu satın alması için ona yüz bin frank ödünç
veren Mösyö Mignon'un iyiliğine borçluydu. Parasız pulsuz,
on yıl bir noterin yanında başkatiplik yapan bu zavallı
adam, o sıralar kırk yaşlarına varmıştı ve yaşamının sonuna
kadar başkatiplikten kurtulabileceğini sanmıyordu. Tüm Le
Havre'da bağlılığı Dumay'ninkiyle kıyaslanabilecek tek kişi
o oldu. Çünkü Gobenheim, tasfiyeden yararlanarak Bay
Mignon'un ilişkilerini ve işlerini sürdürmüş, böylece de ken­
di küçük bankasını kurabilmişti. Borsa'da, limanda, bütün
ticaret evlerinde herkes bu işe üzülürken, bu namuslu, hayır-

37
Balzac

sever, kusursuz adamı herkes ağız birliği etmiş gibi överken,


Latournelle'le Dumay, karıncalar gibi sessiz sedasız, durma­
dan çalışıyor, malları satıp savıyor, paraya çeviriyorlar, borç
ödüyor, hesapları temizliyorlardı. Vilquin villayı, kentteki evi
ve çiftliği satın almakla bir cömertlik gösterisi yapmak iste­
miş, Latournelle de demiri tavında döverek Vilquin'den iyi
bir para koparmıştı. İnsanlar Bayan Mignon'la kızını ziyaret
etmek istediler; ama ikisi de Charles'ın sözünü dinleyerek,
onun gittiği gün Köşk'e geçmişlerdi. Charles'ın gidişi, bir iki
saat kadar da gizlenmişti onlardan. Yürekli banker, karısıy­
la kızının kederine kapılmamak için onları uykularında öp­
müştü. Mignon şirketinin kapısına üç yüze yakın kart bıra­
kıldı. Ama on beş gün sonra, Charles'ın önceden tahmin et­
tiği gibi çevrelerini saran derin kayıtsızlık, bu iki kadına, ve­
rilen karardaki sağduyu ve büyüklüğü apaçık gösterdi. Du­
may, efendisine, New York'ta, Londra'da ve Paris'te temsil­
ciler tuttu. Yıkıma yol açan üç bankanın tasfiyelerini izleye­
rek 1 826'dan 1 828 'e kadar beş yüz bin frank topladı. Bu pa­
ra, Charles'ın servetinin sekizde biriydi ve Dumay, hareket
gecesi yazılan emirlere uyarak 1 828 yılı başında bu beş yüz
bin frangı, Mongenod firması aracılığıyla New York'a, Bay
Mignon'un hesabına yolladı. Bütün bu işler askerce görüldü.
Yalnızca Charles'ın, Bayan Mignon'la kızının kişisel gereksi­
nimleri için ayrılmasını emrettiği otuz bin frangı ayırmadı
Dumay. Brötanyalı, kentteki evini yirmi bin franga satarak
bu parayı Bayan Mignon'a verdi; elinde ne kadar çok para
olursa, albay o kadar çabuk döner diye düşünüyordu. Evi
tam değerine satın alan ve Köşk'tekilere kapısını her zaman
için açık tutan Latournelle'e, " Bazen, otuz bin frank yüzün­
den insan mahvolabilir" demişti.
Bilmem o zamanlar kopan fırtınayı anımsar mısınız ?
1 825'ten 1 826 'ya kadar başlıca ticaret piyasalarını altüst
eden, aralarında Ticaret Mahkemesi başkanının da bulun­
duğu birçok Paris bankerinin batmasına yol açan bunalım,
Le Havre'ın ünlü Mignon şirketini işte bu hallere sokmuştu.
38
VIII. Sıradan Bir Oykü

On yıl bolluk içinde geçen bir kentsoylu yaşamının böy­


lesine büyük bir düşüşle sona ermesi, kocasından bir kez da­
ha ayrı düşen ve anlaşıldığı kadarıyla Sibirya'daki sürgün ya­
şamı kadar maceralı, tehlikeli bir işe atılan Charles'dan tek
haber alamayan Bettina Wallenrod için ölümcül bir darbe
olabilirdi; ama bu gözle görülür üzüntüler, onu asıl ölüme
doğru götüren acıyla karşılaştırıldığında, bir aileyi kemirip
yıkıma sürükleyen hayırsız çocuğun verdiği acı yanında, o ai­
lenin gündelik sıkıntıları gibi kalıyordu. Bu ananın ciğerine
düşen cehennem taşı, Ingouville'in küçük mezarlığında yatan
bir ölünün mezar taşıydı ve üstünde şu satırlar okunuyordu:

Yirmi iki yaşında ölen


BEITINA-CAROLINE MIGNON
Ruhu için dua edin.
1 827

Bu mezar yazıtı, başka birçok ölü için olduğu gibi, bu


genç kız için de bilinmedik bir kitabın " içindekiler" sayfası­
na benzetilebilir. Kitaba gelince, işte onun albayla teğmenin
vedalaşırken birbirlerine verdikleri sözleri kavramamıza yar­
dım edebilecek yürekler acısı bir özeti:

39
Balzac

Georges d'Estourny adında, yakışıklı, genç bir adam, de­


nizi görmek gibi sudan bir bahaneyle Le Havre'a geldi ve
orada Caroline Mignon'a rastladı. Paris'in sözde kibarları­
nın elinde her zaman bir iki tavsiye mektubu bulunur; o da
böylece Mignon'ların bir dostu aracılığıyla lngouville' de ve­
rilen bir şenliğe davet edildi. Hem Caroline'e, hem de para­
sına iyice tutulan Parisli delikanlı, bu işin sonunun iyiye va­
racağını görür gibi oldu. Kızı baştan çıkarmak için üç ay, her
çareye başvurdu; sonunda da Caroline'i kaçırdı. Kızları olan
bir aile babası, nasıl okumadığı kitapları, gazeteleri ortalıkta
bırakmazsa, tanımadığı genç bir adamı da evine sokmamalı.
Genç kız masumluğu süt gibidir; bir gök gürültüsünden, ze­
hirli bir kokudan, sıcak havadan, küçücük bir şeyden, bir so­
luktan bile bozuluverir. Büyük kızının veda mektubunu oku­
yan Charles Mignon, Bayan Dumay'yi hemen Paris'e yolla­
dı. Aile hekiminin, ani bir yolculuk tavsiye ettiğini ileri sür­
düler; hekim de bu bahaneyi yalancı çıkarmadı. Ama Le
Havre'da dedikodular aldı yürüdü . "Nasıl ? O genç, iriyarı,
al yanaklı, kömür gözlü, kara saçlı kız mı ? .. O mu verem? "
"Yaa, o işte. Bir tedbirsizlik etmiş diyorlar. " Vilquin ailesin­
den biri hemen atılıyordu: "Aman, aman ! Ne yapmış ? " "Bir
at gezintisinden kan ter içinde dönmüş, buzlu su içmiş; en
azından Doktor Troussenard'ın dediği bu. " Bayan Dumay
geri döndüğünde Mignon ailesinin dertlerinden kimse söz et­
mez olmuştu artık. Ne Caroline'in yokluğunun, ne de kasa­
darın karısının dönüşünün farkına varan olmadı. 1 82 7 yılı
başlarında gazeteler, polisin kumarda sürekli hile yapmakla
suçladığı Georges d'Estourny'nin yargılandığını yazdılar. Bu
acımasız genç, Le Havre'daki tasfiye sonucunda gözünden
düşen Matmazel Mignon'la ilgilenmeden sırra kadem bastı.
Caroline çok geçmeden, hem alçakça yüzüstü bırakıldığını,
hem de baba ocağının yıkıma uğradığını öğrendi. Ölümcül,
korkunç bir hastalığın pençesinde geri döndü ve birkaç gün
içinde Köşk'te sönüverdi. Ölümü en azından onurunu kur-

40
Modeste Mignon

tardı. Çünkü, kızı kaçtığı zaman Bay Mignon'un ortaya attı­


ğı hastalık öyküsüne ve Matmazel Caroline'in hekimin öne­
risi üzerine Nice' e gittiğine aşağı yukarı herkes inandı. Anne­
si, son dakikaya kadar kızını kurtarabileceğini sanmıştı.
Charles Modeste'i, o da Bettina'yı çok severdi. Bu ayırt etme­
de dokunaklı birşeyler vardı. Çünkü Bettina tıpkı Charles'a
benzerdi, Modeste de annesine. Böylece karı koca, birbirleri­
ne olan aşklarını çocuklarında da sürdürüyorlardı. Provence
kızı Caroline, güneyli kadınlarda hayran olduğumuz o kuz­
gun kanadı gibi kara, güzel saçlarını, yıldız gibi parlayan ka­
ra badem gözlerini, esmerliğini, tüylü bir yemişinkini andı­
ran teninin altın rengini, kemerli ayaklarını, etekliğini hışır­
datan İspanyol belini babasından almıştı. Bu yüzden ana ba­
ba, iki kızkardeşi birbirinden ayıran bu güzel farklara bakıp
övünürlerdi. Bir kötülük düşünmeden, "Biri şeytan, biri me­
lek ! " diyordu insanlar. Dedikleri de çıktı.
Odasına kapanıp kimsenin yüzünü görmek istemeden bir
ay boyunca gözyaşı döken zavallı Almanın gözleri hastalan­
dı. Kör olmadan önce, bütün dostlarının direnmesine karşın
Caroline'in mezarını görmeye gitti. Parlak güneşli bir hava­
da gözlerini kapayan insan, nasıl son kez baktığı şeyin par­
lak, kırmızı hayal ini görmeye devam ederse, bu son imge de
onun karanlığı içinde öylece rengarenk kaldı. Bu korkunç,
bu çifte yıkımdan sonra, üstelik babasının da haberi olma­
dan Modeste'in tek çocuk kalması, D umay'nin bağlılığını
da, korkularını da büsbütün arttırdı. Çocuğu olmayan bü­
tün kadınlar gibi Modeste için deli olan Bayan Dumay, ka­
dın kadına dostluklardan çekinen kocasının buyruklarını
dinlemekle birlikte, çocuğu gibi gördüğü bu kızın üstüne bü­
tün sevecenliğiyle düştü. Aldığı talimat son derece açıktı. Du­
may, " Hangi düzeyde, hangi yaşta olursa olsun " demişti,
"eğer bir erkek Modeste'le konuşur, kıza gözlerini diker ya
da göz süzerse, kendini ölmüş bilsin ! Beynini yakarım; son­
ra da gider kralın savcısına teslim olurum. Ben ölürüm ama

41
Balzac

belki o kurtulur. Eğer kafamın kesilmesini istemiyorsan, ken­


te indiğim zaman benim yerime kıza iyice göz kulak olur­
sun. " Dumay, üç yıldan beri her akşam silahlarını gözden ge­
çiriyordu. Söz verirken iki Pirene köpeğini de yarı yarıya he­
saba katmış gibiydi. Bu üstün zekalı iki hayvandan biri evin
içinde yatıyor, ötekiyse küçük bir kulübede bekliyordu; bu
kulübeden hiç çıkmaz ve havlamazdı. Ama bu iki köpeğin
bir yabancının etine dişlerini geçirecekleri gün korkunç şey­
ler olacağı belliydi.

42
IX. Bir Kuşku

Ana kızın Köşk'te nasıl bir yaşam sürdürdüklerini kesti­


rebilirsiniz artık. Latournelle'ler hemen her akşam, çoğu za­
man da Gobenheim'la birlikte dostlarını ziyarete geliyor,
whist oynuyorlardı. Le Havre'daki işler, taşra yaşamının
ufak tefek olayları konuşuluyordu masada. Akşam saat do­
kuzla on arasında konuklar kalkıp gidiyordu. Modeste an­
nesini yatırıyor, birlikte dua ediyorlar, umutlarını yineleyip
uzaklardaki sevgili yolcudan söz ediyorlardı. Saat onda Mo­
deste annesini öpüp odasına çekiliyordu. Ertesi gün yine ay­
nı özenle onu yataktan kaldırıyor, aynı dualar ediliyor, aynı
sözler söyleniyordu. Annenin o korkunç sakatlığa uğrayıp
görme yetisini yitirdiği günden sonra Modeste onun oda
hizmetçisi olmuş, yorulmadan, bıkıp usanmadan hep aynı
özeni göstermiş, övülesi bir kız olduğunu kanıtlamıştı. Genç
kızlarda az görülen bir tatlılıkla, ona her zaman çok büyük
bir sevgi gösteriyor, bu da olup bitenlere tanık olan herkesi
çok etkiliyordu. Bu yüzden hem Latournelle'ler, hem de Bay
Dumay'yle karısı için Modeste, ahlak açısından, sizin de ta­
nıdığınız o lekesiz inciydi. Güneşli havalarda Bayan Mig­
non'la Bayan Dumay, öğle yemeğiyle akşam yemeği arasın­
da deniz kıyısına kadar küçük bir gezinti yapıyorlardı; Mo­
deste de onlarla gidiyordu, çünkü bahtsız köre yardım et-

43
Balzac

mek için iki kişi gerekiyordu. Arasına bu açıklamayı sığdır­


dığımız sahneden bir ay önce, Bayan Dumay uzun bir gezin­
tide Modeste'i eğl�ndirip oyalarken Bayan Mignon, biricik
dostları Bayan Latournelle, noter ve Dumay'yi toplayıp on­
larla konuşmuştu: "Beni dinleyin dostlarım " demişti, "kı­
zım birini seviyor, bunu hissediyorum, görüyorum . . . Tuhaf
bir değişim oldu bu kızda. Sizler nasıl farkına varmadınız,
bilmiyorum ... " Teğmen, " Hay canına yandığımın! " diye ba­
ğırmıştı. "Sözümü kesmeyin Dumay! Modeste, iki aydan
beri sanki bir erkekle buluşacakmış gi bi süsleniyor. Ayakka­
bı beğenmiyor, ayaklarını güzel göstermek istiyor, kundura­
cısı Bayan Gobet'ye çıkışıyor. Terzisiyle de aynı durumda .
Kimi gün bakıyorum, zavallı yavrum sanki birini bekliyor­
muş gibi dikkatli, sessiz duruyor. Bir şey sordunuz mu, bek­
lemesine engel olmuşsunuz, gizli hesaplarını bozmuşsunuz
gibi kısa yanıtlar veriyor. Sonra beklediği insan gelmiş gi­
bi ... " " Hay canına yandığımın ! " "Yerinize oturun Dumay"
demişti yine kör kadın. "Evet, beklediği insan gelmiş gibi se­
viniyor. Siz bu sevinci görmüyorsunuz. Dünyaya bakmaya
alışık gözlerinizle bu sevincin çok ince belirtilerini yakalaya­
mıyorsunuz. Bu sevinç onun sesinden, sözcükleri söyleyişin­
den belli oluyor; kimi vurgularından bunu sezinliyorum.
Oturup düşünecek yerde karmakarışık hareketler yaparak
delice bir güç harcıyor Modeste . . . Kısacası bu kız mutlu!
Ortaya attığı düşüncelerde bile bir ince görünme çabası var.
Ah ! Dostlarım, mutluluğu da, mutsuzluğu da iyi bilirim
ben . . . Zavallı Modeste'imin beni öpmesinden, içinde olup
bitenleri anlıyorum; beklediğine kavuşup kavuşmadığını,
endişede olup olmadığını seziyorum. Öpmeden öpmeye fark
var; masum bir kızda bile bu böyledir; çünkü Modeste ma­
sumluğun ta kendisi, ama sanki görmüş geçirmiş bir ma­
sumluk bu. Benim gözüm görmüyor ama sevgimin gözleri
açıktır. Sizden kızıma göz kulak olmanızı istiyorum. " O an­
dan sonra Dumay kafasının tası attığı için, noter bir bilme-

44
Modeste Mignon

ceyi çözmek isteyen adamın merakıyla, Bayan Latournelle


aldatılmış bir dadı olarak, Bayan Dumay de kocasının kor­
kularına kapılarak, birer casus gibi Modeste'in peşine düş­
tüler; yanından bir saniye bile ayrılmadılar. Dumay, kıskanç
bir İspanyol gibi paltosuna bürünüp gecelerini pencere altla­
rında geçiriyordu; ama tüm asker açıkgözlülüğüne karşın
hiçbir iz bulamadı. Vilquin parkındaki bülbüllerden ya da
peri padişahının şehzadelerinden birine sevdalanmış değilse
Modeste'in kimseyi görmesine, içeri almasına, kimseye işa­
ret etmesine olanak yoktu. Modeste'in uyuduğunu gözleriy­
le gördükten sonra gidip yatan Bayan Dumay, kocası gibi
pür dikkat, Köşk'ün üstündeki yollarda dolaştı. En küçük
bir hareketi bile gözden kaçırılmayan, dikkatle çözümlenen
bu dürüstlüğü tartışılmaz kız, dört açıkgözün kuşkularını
öyle bir gideriş giderdi ki, dostları Bayan Mignon'a deli gö­
züyle bakmaya ve "Üzüntüden böyle oldu " demeye başladı­
lar. Bayan Mignon'a, "Kızınızdan boş yere kuşkulanıyorsu­
nuz " deme görevini de, Modeste'i eliyle kiliseye götürüp ge­
tiren Bayan Latournelle'e verdiler. "Modeste heyecanlı bir
kız " dedi o da Bayan Mignon'a. "Kimi şairin şiirlerine, ki­
mi yazarın yazısına bayılıyor. Bir Mahkumun Son Günleri
adlı o cellat senfonisinin ( bu yakıştırma, koruyucusu kadına
hiç durmadan bedava nükteler bulan Butscha'nındı) onu
nasıl etkilediğini görmediniz mi ? Bu kız Bay Hugo'nun hay­
ranı, delisi ! Bu adamlar bu düşünceleri nereden de bulurlar
bilmem (Bayan Latournelle gibileri için Victor Hugo, La­
martine, Byron, hep 'bu adamlar'dır) . Modeste, bana Chil­
de Harold' dan söz etti; bir pot kırmamak, birlikte üstünde
düşünüp taşınabilmek için hele şunu bir okuyayım dedim.
Çeviriden midir nedir, midem bulanma ya başladı, gözlerim
karardı, okumayı sürdüremedim. O ne benzetmeler öyle!
İnsanın kulağını tırmalıyor: Yok efendim dağılıp giden ka­
yalar, savaşın lavları! .. Ne de olsa yolculuk eden kişi bir İn­
giliz; gariplik beklenir, beklenir ama, her şeyin bir sınırı var!

45
Ba/zac

Tam İspanya'ya geldik diyorsunuz, bir de bakıyorsunuz Alp


Dağlarının üstünde bulutlardasınız. Tutup selleri, yıldızları
konuşturuyor. Bir de herkes bakire ! .. İnsanın sabrı tükeni­
yor! Sonunda Napoleon savaşlarından sonra sayfaları dol­
duran alevli güllelerden, borazan gürültüsünden canımız sı­
kıldı. Modeste bu abartıların çevirmenin işi olduğunu söylü­
yor; İngilizcesini okumalı, diyor. Ben Exupere'in hatırı için
bile İngilizce öğrenmedim, Lord Byron için öğrenecek deği­
lim ya ! Bence Ducray-Duminil'in romanları bu İngiliz ro­
manlarından bin kez daha iyi. Ben Normandiyalıyım, ya­
bancı şeylerden pek hoşlanmam, hele İngiltere' den gelenler­
den . . . " Bayan Mignon, sonsuz yasına karşın, Bayan Lato­
urnelle'i Childe Harold'u okurken gözünün önüne getirince
gülümsemekten kendini alamadı. Noterin asık suratlı karısı,
bu gülümsemeyi düşüncelerinin kabul edilmiş olmasına yor­
du: " Böylece, Bayan Mignon'cuğum, siz Modeste'in hayal­
lerine, okumalarının etkilerine bakıp birilerine gönül verdi­
ğini sandınız. Modeste yirmi yaşında. İnsan bu yaşta kendi
kendini sever. Aynaya bakmak için süslenir. Ben rahmetli
kızkardeşime erkek şapkası giydirirdim de 'bay bayan' oyu­
nu oynardık . . . Sizin Frankfurt'ta mutlu bir gençliğiniz ol­
muş. Ama hakkını verelim ! Modeste'in bir eğlencesi yok.
Bir dediğini iki etmiyoruz, doğru, ama gözetlendiğini biliyor.
Bereket kitapları seviyor; başka bir kız olsa bu yaşama ko­
lay kolay katlanamazdı. Haydi ! Sizden başka sevdiği yok
onun ! .. Üstelik şu Lord Byron'un korsanlarına, Walter
Scott'un roman kahramanlarına, sizin şu Almanlara, Eg­
mont kontlarına, Werther'e, Schiller'e, bütün şu 'Err'li in­
sanlara bayıldığına şükredin. " Bayan Mignon'un sesini çı­
karmadığını görüp korkan Dumay, saygılı bir edayla, "Peki,
ne diyorsunuz Madam? " demişti. "Modeste yalnızca öylesi­
ne sevdalı değil, birini seviyor! " yanıtını vermişti dediğinden
şaşmayan anne. " Madam, bu işte benim yaşamım söz ko­
nusu. Ama yine de benim için değil, zavallı karım, albayım

46
Modeste Mignon

ve sizin için, annenin mi, yoksa kapıdaki köpeğin mi yanıl­


dığını anlamaya çalışırsam beni hoş görün. " "Yanılan sizsi­
niz Dumay! " demişti zavallı kör. "Ah! Kızımın yüzünü gö­
rebilseydim! .. " Bayan Latournelle, "Peki kimi sevebilir?" di­
ye sormuştu; "Ben Exupere'ime güvenirim. " Dumay, " Go­
benheim da olamaz" diye sürdürmüştü sözü; " albay gitti gi­
deli onu haftada ya sekiz saat gördük ya dokuz. Zaten bu
paradan başka bir şey düşünmeyen adamın gözü Modeste'i
görmüyor bile. Amcası Gobenheim-Keller ona, 'Adamakıllı
zengin ol da sana Keller'lerden bir kız alalım' demiş. Onda
bu kafa varken Modeste'in kız mı oğlan mı olduğunun bile
farkına varmaz. Burada gördüğümüz erkeklerin hepsi bu iş­
te. Zavallı küçük kamburu, Butscha'yı saymıyorum. " Note­
rin karısına dönerek, "Butscha'yı severim" demişti; "sizin
Dumay'nizdir ve Modeste'e göz dikecek olursa, Vannes usu­
lü temiz bir kötek yiyeceğini bilir. Bir gelenimiz gidenimiz
yok. Başınıza . . . başınıza gelen felaketten sonra Modeste'i
kiliseye götürüp getiren Bayan Latournelle, bugünlerde ayin
sırasında onu hiç gözünden ayırmamış; kuşkulu hiçbir şey
görmedim, diyor. Son olarak da, eğer size her şeyi söylemek
gerekiyorsa, bir aydan beri evin çevresindeki yollara elimle
tırmık çekiyorum; sabahları ayak izi falan görmüyorum. "
"Tırmık ne pahalı, ne de kullanması zor bir şeydir" yanıtını
vermişti Almanlığı tutan Bayan Mignon. Dumay, " Ya kö­
pekler ? " diye sormuş, Bayan Mignon, " Sevdalılar köpekle­
ri büyülemenin yollarını bilir" demişti. " Eğer haklı çıkarsa­
nız kendimi öldürürüm. Çünkü mahvoldum demektir ! " di­
ye haykırmıştı Dumay. Bayan Mignon, "Niçin Dumay? "
demişti. "Ah Madam, albayın yüzüne nasıl bakarım? Bana
gemide: Dumay, Modeste'in onuru uğrunda idamdan bile
korkma ! demişti. Ya albay kızını bıraktığı gibi saf ve iffetli
bulmazsa; hele artık tek çocuğuyken ! . . " Bayan Mignon
duygulanarak, "Bilirim, ikinizi de bilirim! " diye yanıtlamış­
tı onu. Bayan Dumay, "Eğer Modeste beşiğindeki kadar saf

47
Ba/zac

değilse cehennem ateşlerinde yanayım ! " demişti. Dumay,


"Eğer kontes birşeyler denememe izin verirse anlaması ko­
lay " diye sürdürmüştü sözü. "Ne de olsa serde askerlik var,
dolap çevirmesini biliriz ! " " Sonuncu çocuğumuza bir zarar
gelmemesi koşuluyla durumu aydınlatabilecek her şeyi yap­
manıza izin veriyorum. " Bayan Dumay, "Bunca iyi sakla­
nan bir genç kız sırrını nasıl edip de öğreneceksin Anne ? " di­
ye sormuştu.
Teğmen de, " Ben ne dersem onu yapın " diye bağırmıştı.
"Hepiniz gereklisiniz bana ! "
Bu kısacık özet ustaca geliştirilse, bir yörenin adetlerini
gözlerimiz önünde bütünüyle canlandırabilir, kimbilir ne çok
aile de orada kendi yaşamlarından kimi olayları tanıyabilir­
di; ama bu haliyle bile, yaşlı askerin genç bir kıza karşı savaş
açtığı ve kör bir ananın farkına vardığı gönül sırrını meyda­
na çıkarmaya çalıştığı bu akşam, insanlar ve eşyalar konu­
sunda verdiğimiz küçük ayrıntıların ne denli önemli olduğu­
nu göstermeye yetiyor sanırız.

48
X. Sorun Çözümlenmiyor

Zaman zaman whist oyuncularının bilmecemsi sözleriy­


le kesilen korkunç bir sessizlik içinde bir saat geçti: "Kara
maça ! " " Koz ! " "Kes! " "Sağlam kağıdımız var mı ? " "İki tri !
(aynen) " "Sekize ! " " Kim kağıt veriyor ? " Avrupa soyluları
için günümüzün en heyecan verici tümceleriydi bunlar. Mo­
deste, annesinin sessizliğine şaşmadan çalışıyordu. Bir ara
Bayan Mignon'un mendili, etekliğinin üstünden yere kaydı.
Butscha mendili kaldırmak için yere eğilip Modeste'e yaklaş­
tı; doğrulurken de kulağına usulca, " Dikkatli olun ! " dedi.
Modeste şaşkın gözlerini cüceye çevirdi; Butscha'ya sivriliği
giderilmiş gibi gelen bu bakışlar, adamın içini anlatılmaz bir
sevinçle doldurdu. Derisini soyarcasına ellerini ovuşturan za­
vallı kambur, "Kimseyi sevdiği yok ! " dedi kendi kendine. Bu
sırada Exupere önce çiçek bahçesine, sonra eve daldı; rüzgar
gibi salona girdi ve Dumay'nin kulağına, "İşte delikanlı! " di­
ye fısıldadı. Dumay ayağa kalktı, tabancalarını alıp salondan
çıktı.
- Eyvah! Tanrım ! Ya onu öldürürse ? . . diye bağırdı iki
göz iki çeşme boşanan Bayan Dumay.
Dostlarına saf bir edayla ve hiçbir korku belirtisi göster­
meden bakan Modeste:
- Ne var ? Ne oluyor? diye sordu.

49
Balzac

- Köşk'ün çevresinde bir delikanlı dolaşıyormuş da ! . .


diye yanıtladı Bayan Latournelle.
Modeste:
- İyi de Dumay niye öldürüsün onu ? diye sordu.
- Sancta simplicitas! .. 20 dedi, patronunun yüzüne, Leb-
run 'ün tablosunda Babil'i seyreden İskender gibi gururla ba­
kan Butscha.
Yerinden kalkıp gitmeye hazırlanan kızına, annesi:
- Nereye gidiyorsun Modeste ? diye sordu.
Modeste, bir armonikanınki kadar duru bir sesle:
- Yatmanız için hazırlık yapacağım anne, yanıtını ver­
di.
- Bu işten zararlı çıktınız, dedi cüce, geri döndüğü za­
man Dumay'ye.
- Meryemana gibidir Modeste'imiz, o kadar usludur!
dedi heyecanla Bayan Latournelle.
- Ah Tanrım, dedi kasadar. Bu heyecan beni bitiriyor;
epeyce dayanıklıyımdır oysa !
- Bu akşam yaptıklarınızdan tek bir şey anladıysam ne
olayım! dedi Gobenheim; Delirdiniz mi yahu!
- Oysa söz konusu olan şey, bir hazine ! dedi Gobenhe­
im'ın kulağına yetişmek için ayaklarının ucunda yükselen
Butscha.
- Ne yazık ki Dumay, size söylediklerimden hemen he­
men eminim, diye yineledi Bayan Mignon.
Dumay:
- Şimdi de Madam, dedi sakin bir sesle; bize yanıldığı­
mızı göstermek size düşer.
Ortada yalnızca Modeste'in onuruyla ilgili birşeyler dön­
düğünü anlayan Gobenheim, yeni bir rubber'ın2 1 olanaksız­
lığını görerek şapkasını aldı, selam verdi, cebinde on paralık
kazancıyla çıkıp gitti.

20
Latince: Ey kutsal saflık!
21 İ ngilizce, kağıt oyununda ortaklık .

50
Modeste Mignon

- Exupere ve sen Butscha, haydi siz de gidin, dedi Bayan


Latournelle. Le Havre'a inin; bir tiyatro oyununa yetişecek
zamanınız var. Paralarınız benden !
Bayan Mignon dört dostuyla yalnız kalınca, Bayan Lato­
urnelle, ne de olsa serde Brötanyalılık olduğu için bu inatçı
ananın halinden anlayan Dumay'ye, ardından da iskambil
kağıtlarıyla oynayan kocasına baktıktan sonra sözün kendi­
sine düştüğünü sandı.
- Haydi Bayan Mignon, dedi; size bu kararı verdiren
olay nedir, anlatın bize ?
- Ah, dostum! Eğer müzikten anlasaydınız, sevda üstü­
ne birşeyler söylediği zaman Modeste'in dilinden benim gibi
anlardınız.
Caroline'le Modeste'in, kentteki evden Köşk'e taşınan
birkaç kadın eşyası arasında bir de piyanoları vardı. Zaman
zaman, bir öğretmeni olmadan piyano çalışırdı Modeste ve
sıkıntılarını böyle giderirdi. Doğuştan yetenekliydi müziğe ve
annesini eğlendirmek için piyano çalardı. İçinden geldiği gi­
bi şarkı söyler, annesinin öğrettiği Alman havalarını yineler­
di. Bu derslerle bu çabalar, yetenekli yaradılışlar için doğal
sayılabilecek bir sonuç vermiş ve Modeste, kendi de farkın­
da olmadan, armoni bilmeyen birinin elinden geleceği kada­
rıyla, sadece ezgiden oluşan basit, hüzünlü şarkılar bestele­
meye başlamıştı. Şiir için imge ve duygu neyse, müzik için de
ezgi odur: Kendiliğinden açılıveren bir çiçektir. Armoninin
icadından önce her ülkenin ulusal ezgileri vardı. Bitkibilim
çiçeklerden sonra gelmiştir. Resim sanatıyla ilgili, suluboya
yapan ablasını izlerken edindikleri dışında bir bilgisi olma­
yan Modeste de, örneğin Raffaello'nun, Tiziano'nun, Ru­
bens'in, Murillo'nun, Rembrandt'ın, Albrecht Dürer'in ya
da Holbein'ın bir resmi karşısında, yani her ülkenin ideal gü­
zeli önünde, büyülenip kendinden geçebilirdi. Ne var ki,
özellikle bir aydan beri bülbüller gibi ötmeye, anlamıyla ve
şiirselliğiyle annesinin dikkatini çeken bazı denemelere giriş-

51
Balzac

meye başlamıştı Modeste. Kadıncağız Modeste'in beste yap­


maya böylesine merak sardığını, yazarı belirsiz birtakım söz­
leri bestelemeye kalkıştığını görerek şaşıyordu.
- Eğer yalnızca bunlara bakıp kuşkulanıyorsanız, ben
buna buluttan nem kapmak derim! dedi Bayan Latoumelle,
Bayan Mignon'a.
Dumay'nin üstüne bir hüzün çökmüştü:
- Brötanya'da kızlar şarkı söylemeye başladı mı, yavuk­
lu kapının önünde demektir!
- Çalıp söylemeye başladığı zaman Modeste'i size gös­
tereceğim, dedi Bayan Mignon. O zaman görün bakın ! . .
Bayan Dumay:
- Zavallı kızcağız, dedi; üzüntümüzü bilseydi o da üzü­
lürdü. Hele Dumay'nin durumunu öğrense, hemen gerçeği
söylerdi bize !
- Dostlarım, dedi Bayan Mignon; yarın kızımı sorguya
çekeceğim. Belki de hileyle elde edeceğimizden fazlasını gü­
zellikle öğreniriz.
Acaba bu dürüst Bartholo'ların, 22 bu sadık gözcülerin,
bu açıkgöz Pirene köpeklerinin, yavukluyu, çevrilen dola bı
ve bacayı saran ateşi görmelerine, duymalarına, fark etme­
lerine zaman kalmadan, her yerde, her zaman olduğu gibi
Ele Avuca Sığmaz Kız oyunu2 3 mu oynanıyordu bu evde
de ? . . Mahpusla gardiyanların, zindan baskısıyla özgürlü­
ğün birbirlerine meydan okumalarının sonucu değildi bu;
Yaratılış perdesinin kalktığı gün oynanan ilk "Havva cen­
nette " sahnesinin sonsuza dek yinelenmesiydi yalnızca. An­
neyle bekçi köpeklerinden hangisi haklıydı şimdi ? Modes­
te'in çevresindekilerden hiçbiri, bu genç kız yüreğini anla­
yamazdı. Çünkü -şuna iyice inanın- bu kızın ruhu, yüzü-

22
Beaumarchais'nin Seuil Berberi adlı yapıtındaki meraklı, kıskanç vasi.
23
1 8 . yüzyıldan başlayarak Fransa'da bu adı taşıyan çok sayıda komik ope­
ra, bale-pandomim ve komedya sahnelenmiştir.

52
Modeste Mignon

nü yalancı çıkarmıyordu. Modeste yaşamını, bugün yadsı­


nan bir dünyaya taşımıştı - tıpkı on altıncı yüzyılda Kris­
tof Kolomb'un dünyasının yadsındığı gibi. Bereket, ağzını
açıp da kimseye bir şey söylemiyordu; yoksa deli damgası­
nı yerdi. Şimdi gelin, geçmişin Modeste üstündeki etkisini
açıklayalım her şeyden önce.

53
XI. Yıkımdan Alınan Ders

İki olay, bu genç kızın hem ruhunu güçlendirmiş, hem de


zekasını geliştirmişti. Bettina 'nın başına gelenlerden ağızları
yanan Bay ve Bayan Mignon, son felakete uğramadan önce,
Modeste'i başgöz etmeye karar vermişler ve kızlarına zengin
bir bankerin, 1 8 1 5'ten beri Le Havre'da oturan bir Ham­
burglunun oğlunu seçmişlerdi. Adam da aileye gönül borcu
duyuyordu zaten. Francisque Althor adındaki bu genç, Le
Havre'ın bu kibar züppesi, kentsoyluların pek hoşlandığı o
bayağı güzellikle donanmış, İngilizlerin "mastok " 24 dediği
türden (yanağından kan damlayan, kanlı canlı, irikıyım) de­
likanlı, felaket sırasında nişanlısını hemen bırakıverdi; ne
Modeste, ne Bayan Mignon, ne de Dumay'ler bir daha yü­
zünü görmediler. Latournelle bir gün baba Jacob Althor'a
bu konuda birşeyler sormaya kalkışmış ama Alman omuz­
larını silkmiş ve: " Ne demek istediğinizi anlamıyorum! " de­
mişti. Kulağına küpe olsun diye Modeste'e yetiştirilen bu ya­
nıt, Dumay'yle Latournelle'in bu alçakça ihanet konusuna
getirdikleri oldukça geniş açıklamalar sayesinde iyi sindiril­
miş bir ders yerine geçti. Charles Mignon'un iki kızı da bi­
raz şımartılmış çocuklardı; atları ve adamları vardı; ata bi-

24
Mastochs (Almanca ): Besiye çekilmiş öküz.

55
Balzac

ner, tehlikeli bir özgürlük içinde yaşarlardı. Emrinde resmi


bir yavuklu olduğunu gören Modeste, Francisque'in elini
öpmesine, ata binerken belinden tutup yardım etmesine ses
çıkarmamıştı. Ondan çiçekler almış, nişanlılara bir saygı ve
yakınlık belirtisi olarak verilen o ufak tefek armağanları ka­
bul etmişti. Tutmuş bir de kese işlemişti delikanlıya; bütün
iyi insanlar gibi, bunun arada güçlü bir bağ olacağına inan­
mıştı; oysa Gobenheim, Vilquin, Althor gibileri, böyle şeyle­
ri bağ değil, örümcek ağı sayarlar. Bayan Mignon'la Modes­
te'in Köşk'e yerleşmelerini izleyen bahar aylarında bir gün,
Francisque Althor Vilquin'lere yemeğe geldi. Modeste'i çi­
menlik duvarının üstünde gördüğü halde başını çevirdi. Al­
tı hafta sonra da Vilquin'in büyük kızıyla evlendi. Modeste
de, gençliğine, güzelliğine ve soyluluğuna karşın, üç ay için
yalnızca bir Matmazel Milyon gibi görüldüğünü anladı.
Böylece Modeste'in herkesçe bilinen yoksulluğu da, Du­
may'lerin tedbirliliği, Latournelle'lerin uyanıklığı kadar
Köşk'ün çevresini koruyan bir bekçi oldu . Artık Mignon'la­
rın kızından onu aşağılamak için söz açıyorlardı yalnızca:
" Zavallıcığın sonunu merak ediyorum; evde kaldı artık ! "
"Şu talihe bak! Çevresinde fır dönsünler, Althor'ların oğluy­
la söz kesilsin de şimdi suratına bakan bulunmasın ! " " On­
ca bolluk içinde büyü, sonra böyle beş kuruşa muhtaç ol! "
Bu aşağılamaların gizliden gizliye yapıldığı, Modeste'in de
bunları yalnızca sezinlediği sanılmasın. Le Ha vre' dan lngo­
uville' e gezmeye gelen ve Bayan Mignon'la kızının Köşk'te
oturduklarını bildikleri için bu güzel evin önünden, onlar­
dan söz ederek geçen kızların, delikanlıların ağzından, kaç
kez buna benzer sözler dinlemişti Modeste. Vilquin'lerin ba­
zı dostları, bu iki kadının eski görkemli günlerini anımsatan
bağlar, bahçeler arasında yaşamak istemelerine çoğu zaman
şaşıyorlardı. Modeste, kapalı kepenklerin ardından sık sık
böyle küstahlıklar duydu. Belki de Vilquin'lere kiracılarını
evden atma konusunda yardım etmek için, çiçek tarhlarının

56
Modeste Mignon

çevresinde dolaşırken, "Bilmem ki nasıl da otururlar ora­


da ! " diyorlardı. "Ne yerler, ne içerler? Ne yapabilirler ora­
da ? " "Yaşlı kadın kör olmuş! " "Nasıl, Modeste yine güzel
mi ? Artık atları da yok ! Yine kırım kırım kırıtıyor mu ? " Ha­
setten doğan, ta geçmişe kadar sıçrayan bu iğrenç, bu acı, bu
haince sözleri hangi genç kız d uysa, ya kıpkırmızı kesilir ya
ağlar ya da öfkeden kudururdu. Ama Modeste sanki tiyat­
rodaymış da oyunculara gülüyormuş gibi gülüyordu bunla­
ra . Gururu, aşağıdan yukarıya doğru yükselen bu sözlerin
düzeyine inmiyordu.
Öbür olay, bu esnafça alçaklıktan daha da ağır olmuştu.
Bettina-Caroline, ablasına çocukluğun bağlılığıyla, el değ­
memiş bir düş gücüne özgü merakla bakan Modeste'in kol­
larında ölmüştü. İki kızkardeş, gecelerin sessizliği içinde bir­
birlerine birçok sırlarını açmışlardı. Bettina, masum kızkar­
deşinin gözünde öyle dokunaklı bir ilginçliğe bürünmüştü
ki sormayın! Sevdayı sadece felaket aracılığıyla tanımıştı
Bettina; sevdiği için ölüyordu. İki genç kız arasında her er­
kek, dünyanın en rezil adamı da olsa, yine bir aşıktır. Sev­
da, insanın en değişmez yanlarından biridir; gönül yanıldı­
ğını hiçbir zaman kabul etmek istemez. Georges d'Estourny
de, istediği kadar kumarbaz, zevk düşkünü, suçlu olsun, bu
iki genç kızın anılarında, Le Havre eğlencelerinde göze çar­
pan şık bir Parisli kibarzade, bütün kadınların göz diktiği
bir adam (Bettina onu o cilveli Madam Vilquin'in elinden
aldığını sanmıştı ), son olarak da Bettina'nın mutlu sevgilisi
olarak yaşıyordu. Genç bir kızın hayranlığı, tüm toplumsal
kınamalardan daha güçlüdür. Bettina'ya bakılırsa Adalet
yanıltılmıştı. Onu altı ay seven ( Georges, bu süre içinde onu
Paris'te gizli bir yerde saklamış, bu sayede kendisi de özgür
kalmıştı), hem de deli gibi seven bir adam, nasıl olur da
mahkemede hüküm giyerdi ! . . Böylece Bettina, ölüm döşe­
ğinde sevda aşılamıştı kızkardeşine. Bu iki genç kız, düşlem­
lerinde büsbütün büyüyen bu büyük tutku dramından sık

57
Balzac

sık söz etmişler ve Bettina, mezarına Modeste'in saflığını da


götürürken, bütünüyle gözü açılmış bir durumda değilse bi­
le büyük bir merakın pençesinde bırakmıştı kızkardeşini.
Bu arada pişmanlık sivri dişlerini yüreğine sık sık geçirdiği
için kardeşine öğüt vermekten de geri kalmamıştı Bettina.
İtiraflarının arasında Modeste'e hep doğru yolu göstermiş,
aileye kesin biçimde boyun eğmesini öğütlemişti . Ölümün­
den bir gün önce, gözyaşlarıyla ıslanan bu yatağı anımsa­
ması, bunca acının bile zor bağışlattığı bu davranışa öykün­
memesi için kızkardeşine yalvarmıştı. Bettina kendini aile­
nin başına yıkım getirmekle suçlamış, babası tarafından ba­
ğışlanmadığını düşünerek umutsuzluk içinde ölmüştü. Bun­
ca pişmanlık karşısında yumuşayan Din'in avutmalarına
karşın, son dakikada bile, yürekleri paralayan bir sesle,
" Baba ! Baba ! " diye bağırmadan gözlerini kapayamamıştı .
Ölümünden bir saat önce Modeste'e, "Ancak evleneceğin
adamı sev" demişti; "özellikle annemize babamıza haber
vermeden hiçbir övgüye kulak asma ! " Ölüm döşeğinde söy­
lenen bu etkileyici, bu doğru sözler, üstelik Bettina ona bü­
yük bir de yemin ettirdiği için, Modeste'in aklında büsbü­
tün yer etti. Bir peygamber gi bi ilerisini gören zavallı Betti­
na, yastığının altından bir yüzük çıkardı . Yüzüğün yazı ya­
zıla bilecek bir yerine Le Havre'da, sadık hizmetçisi Françoi­
se Cochet'ye şu sözcükleri kazdırmıştı: Bettina 'yı düşün!
1 82 7. Son nefesini vermeden birkaç dakika önce, evlenince­
ye kadar taşıması dileğiyle yüzüğü kardeşinin parmağına
geçirdi. Bu iki genç kız arasında, yürekler acısı pişmanlıklar­
dan ve ayrılığın öldürücü rüzgarlarıyla bunca çabuk sona
eren kısa bir mevsimin betimlemelerinden oluşan tuhaf bir
yığın yükselmişti; ve o kısacık mevsimde bile, kötülüğün
verdiği korku, gözyaşlarına, üzüntülere ve anılara her za­
man baskın çıkmıştı.
Bununla birlikte, sefaleti örten güzel bir çatının altına
korkunç bir hastalıktan ölmek için dönen aldatılmış kızın

58
Modeste Mignon

dramı, babasının uğradığı felaket, Vilquin'lerin damadının


alçaklığı, anasının kederden kör olması, bütün bunlar Mo­
deste'in açığa vurduğu yüzeysel yanlarla ilgili şeylerdi yalnız­
ca ve Dumay'lerle Latournelle'ler bundan ötesini göremiyor­
lardı; çünkü kimsenin sevgisi ana'nın yerini tutmaz!

59
XII. Kızların Yüreğinde Fırsat
Kollayan Düşman

Bu cicili bicili Köşk'te, Dumay'nin yetiştirdiği güzel çiçek­


ler arasında sürüp giden tekdüze yaşamın, bu saat gibi hiç
şaşmayan alışkanlıkların, bu taşra uysallığının, bir yanda iş
işlenirken öte yanda oynanan kağıt oyunlarının, yalnızca
gündönümlerinde denizin kükremeleriyle bozulan sessizli­
ğin, bu manastır dinginliğinin altında, aslında son derece fır­
tınalı bir yaşam, düşüncelerle sürdürülen bir yaşam, bir Tin­
sel Dünya yaşamı gizleniyordu. Zaman zaman genç kızların
yaptıkları yanlışlara şaşarız; ama çoğu kez o sırada, hayalle­
rin alttan alta oyduğu el değmemiş yüreklerine değneğiyle
dokunabilecek kör bir anaları yoktur yanlarında. Modeste,
önünden bir erkeğin geçebileceğini, düşlerini dolduran ve
Dumay'nin kurşununa göğüs gerip onu terkisine alacak o
güzel atlının geçebileceğini düşünerek penceresini açtığı za­
man Dumay'ler uyuyorlardı. Ablasının ölümünden sonra
kolu kanadı kırılan Modeste, kendini bitip tükenmez oku­
malara vermişti; aptala dönünceye kadar okuyor, okuyordu.
İki dili de konuşacak gibi yetiştirildiği için Fransızca kadar
Almanca da biliyordu; daha sonra ablasıyla birlikte Bayan
Dumay'den İngilizce de öğrenmişlerdi . Çevresindeki eğitim­
siz kişiler ne okuduğuna pek bakmadılar; o da ruhunu İngi-
61
Balzac

liz, Alman, Fransız yazınlarının yeni başyapıtlarıyla besleme­


ye başladı. Lord Byron, Goethe, Schiller, Walter Scott, Hu­
go, Lamartine, Crabbe, Moore, on yedinci ve on sekizinci
yüzyılların büyük yapıtları, tarih, tiyatro, Rabelais'den Ma­
nan Lescaut'ya bir sürü roman, Montaigne'in Deneme­
ler'inden Diderot'ya, koşuk masallardan La Nouvelle
Heloise'e bir sürü kitapla bu üç ülkenin düşünce dünyaları,
durgun saflığı ve gem vurulmuş bakireliğiyle yüceliğe erişen
bu zekayı karmakarışık imgelerle doldurdu; ve bu kafadan,
deha ya, üstün yeteneğe karşı, parlak, donanımlı, içten, güç­
lü, kesin bir hayranlık doğdu. Her yeni kitap Modeste için
büyük bir olay oluyordu artık . Daha önce de gördüğümüz
gibi Bayan Latournelle'i korkutan bir başyapıt onu mutlu
ediyor, kitap yüreğini altüst etmezse üzülüyordu. Gençliğin
güzel düşleriyle dolu bu ruhta, bir heyecan, bir "lirizm " kay­
nıyordu için için. Ne var ki, bu alev alev yaşamdan dışarıya
bir kıvılcım bile sıçramıyor, Teğmen Dumay, karısı ya da La­
tournelle, hiçbir şeyin farkında olmuyorlardı. Ama gözleri
görmeyen ananın kulakları, çıtırtıları işitmişti. Bu arada tüm
sıradan insanlara karşı duymaya başladığı derin küçümse­
me, çok geçmeden Modeste'in yüzüne, o Germen saflığını
azaltan, üstelik çehresindeki bir özelliğe de çok uygun düşen,
tanımlanması zor bir gurur, bir tür yabanıllık vermişti. Saç
diplerinin alnında oluşturduğu sivri uç, kaşlarının arasında
düşüncenin şimdiden meydana çıkardığı hafif çizgiyi devam
ettirir gibi görünüyor, bu da yüzündeki o yabanıl dışavuru­
mu belki biraz fazlaca güçlendiriyordu. Charles'ın, gitmeden
önce, zekası nedeniyle "dilli düdüğüm " diye sevdiği bu tatlı
çocuğun sesi, üç dilin öğrenimiyle eşsiz bir kıvraklık
kazanmıştı. Dahası bu üstünlük, hem kulağı hem de gönlü
okşayan taze, tatlı bir ses tınısıyla büsbütün güçleniyordu.
Anası, kızının alnında yazılı büyük gelecek umutlarını göre­
miyordu ama bu sevdalı sesin vurgularında, erginleşen ruhu­
nun değişimlerini gözleyebiliyordu. Bu açgözlü okumalar-

62
Modeste Mignon

dan sonra yeni bir oyun dönemi başladı Modeste için: Can­
lı imgelemlere özgü o tuhaf yetenek sayesinde, rüyada gibi
düzenlenmiş bir yaşamın oyuncusu olabilen, istediği şeyleri
gerçeğe benzeyecek kadar güçlü bir biçimde gözünün önüne
getirebilen, düşünceyle zevk alabilen, her şeyi, giderek yılları
bile ele geçirip kendini evlenmiş, yaşlanmış, V. Karl gibi ken­
di cenazesini uğurlarken görebilen, kısacası yaşam ve -sırası
geldiğinde- ölüm komedyalarını oynayabilen kişilerin oyu­
nuydu bu. Modeste'e gelince, o, aşk komedyasını oynuyor­
du. Tüm toplumsal aşamalardan geçerek dilediği gibi sevil­
diğini varsayıyordu örneğin. Acıklı bir romanın kahramanı
oluyor, kimi zaman cellada, kimi zaman sonunda idam edi­
len alçağın birine gönül veriyor ya da ablası gibi, arası yal­
nızca Ağır Ceza'yla bozuk, meteliksiz, yakışıklı bir delikan­
lıya sevdalanıyordu. Kimi zaman kendini kibar bir fahişenin
yerine koyuyor, ardı arası kesilmeyen ziyafetlerde Ninon25
gibi erkeklerle alay ediyordu. Kimi zaman serüvenci bir ka­
dının, kimi zaman gözde bir oyuncunun yaşamını yaşıyor,
Gil Blas'lar26 gibi rastlantıdan rastlantıya, Pasta'lar,27 Malib­
ran'lar,28 Florine'ler gibi başarıdan başarıya koşuyordu. Bu
ürkütücü olaylardan usanınca da gerçek yaşama dönüyordu
hemen. Bir noterle evleniyor, namuslu, karınca kaderince bir
yaşam sürüyordu. Kendini Bayan Latournelle'in yerine ko­
yuyor, zor bir yaşam tarzını kabulleniyor, servet yapmak için
gerekli bütün sıkıntılara katlanıyordu. Ama tekrar romanla­
ra dönüyordu sonra. Güzelliği için seviliyordu: Yüce Meclis
üyesi birinin genç, değişik, sanatçı yaradılışlı oğlu, onun yü­
reğini keşfediyor, alnında parlayan ve De Stael benzeri ka­
dınlara vergi o deha yıldızını fark ediyordu. En sonunda ba-

25
Ninon de Lenclos ( 1 620- 1 705): Döneminin bütün büyük yazarlarını,
önemli kişilerini salonunda toplayan, güzelliğiyle, zekasıyla ünlü bir kadın.
26
Le Sage'ın ünlü roman kahramanı.
27
Giuditta Pasta ( 1 798-1 865): Ünlü bir İtalyan şarkıcısı.
28
Maria-Felicia Garcia ( 1 808- 1 836 ): Paris'te doğmuş İspanyol şarkıcısı.

63
Balzac

bası milyoner olup geri dönüyordu. Zengin deneyimine da­


yanarak, yavuklularını bir bir sınavdan geçiriyor, ama hep
özgür kalıyordu. Görkemli bir şatosu, adamları, arabaları
oluyor, lüksün akla gelebilecek tüm tuhaflıkları içinde yaşı­
yor, taliplerini kırk yaşına kadar oyalıyor, bu yaşa geldiğinde
de birini seçiyordu. Bu tek nüsha basılmış Binbir Gece Ma­
salı, bir yıl kadar sürdü ve Modeste'e, düşünceyle doymanın
ne olduğunu öğretti. Yaşamını sık sık avcunun içinde tutup,
filozofça, fazlasıyla acılı, fazlasıyla ağırbaşlı bir edayla ve çok
sık, "Peki ya sonra ? . . " dediği için de üstün yetenekli kişilerin
kapıldığı, sonra da kendilerini bir yapıtın sonsuz çalışmala­
rına vererek kurtulmaya çalıştıkları o derin tiksintiye yarı be­
line dek gömülmedi hiçbir zaman. Gençliği ve böyle zengin
bir yaradılışı olmasaydı, manastıra kapanırdı Modeste. Bu
tokluk, içi hala Katolikliğin esiniyle dolu bu genç kızı Tan­
rının sonsuzluğuna ve sevgisine ulaştırdı. Hayırseverliği ken­
dine, yaşamının asıl işi olarak seçti. Ama gönlünde, bir çiçe­
ğin bağrındaki zehirli böcek gibi yatan hevesleri besleyecek
birşeyler bulamayınca, kara kederlere daldı bu kez. Yoksul
kadınların çocuklarına sessiz sedasız çamaşır dikiyor, on
üçüncü kağıdını kestiği ya da elinden son kozunu da çektiği
için Dumay'ye çıkışan Bay Latoumelle'in homur homur söy­
lenmesini dalgın bir tavırla dinliyordu. Bu arada inanç, çok
garip bir yola itti Modeste'i. Kendini Katoliklik açısından
bütünüyle kusursuz hale getirirse tam anlamıyla "ereceğini " ,
böylece de Tanrının kendisini dinleyerek her istediğini yapa­
cağını düşündü. "İsa Mesih'e bakılırsa inanç dağları yerin­
den oynatırmış; O havarisini Taberiye gölünde yürüttü. Ben­
se Tanrıdan bir koca istiyorum yalnızca " diyordu. "Bu, de­
nizin üstünde gezinmekten daha kolay olsa gerek ! " Büyük
perhizi oruç tutarak geçirdi; en küçük bir günah bile işleme­
di. Sonra da artık, bir kiliseden çıkışında, annesinin uygun
göreceği, kendine yakışır ve peşinden çılgın gibi gelecek ya­
kışıklı bir delikanlıya rastlayacağı günün geldiğine karar ver-

64
Modeste Mignon

di. Ne var ki Tanrıdan bir melek göndermesini istediği gün,


ardına epeyce iğrenç bir yoksul takıldı . Yağmur bardaklar­
dan boşanıyor, çevrede tek bir delikanlı bile görünmüyordu.
Gemilerden inen İngilizleri görmek için limana gezmeye git­
ti. Gelgelelim hepsi de yanlarında Modeste kadar güzel İngi­
liz kızları getirmişlerdi. Yolunu şaşırmış Childe Harold'a
benzer kimse yoktu ortalarda. Böyle zamanlarda, hayalinin
çöküntüsü üstünde böyle eli böğründe kaldığında, ağlamaya
başlardı. Üç kez Tanrının adını andığı bir gün, düşlerini dol­
duran erkeğin sonunda kiliseye geldiğini sandı; Bayan Lato­
urnelle'i tek tek bütün sütunların arkasına bakması için zor­
luyor, adamın incelik gösterip saklandığını sanıyordu. Bu
olaydan sonra Tanrıyı da tahtından indirdi. Kendine göre so­
rular ve yanıtlar bularak düşsel sevgiliyle sık sık konuşuyor,
üstelik onu çok da akıllı buluyordu.
Gönlünün romanlarda gizlenen bu büyük saplantısı,
kendisine bekçilik eden saf insanların onca hayran kaldığı
bilgeliğin de nedeni oldu. Modeste'e sürü sürü Francisque
Althor'lar, oğul Vilquin'ler bulup getirebilirlerdi; ama o bu
taşralı takımına gönül indirmek istemiyordu. Yalnızca ve
düpedüz üstün yetenekli birini arıyordu o. Gözüne bir bü­
yükelçi kestiren kız, avukata nasıl tepeden bakarsa, o da or­
ta halli insanların yeteneklerini küçümsüyordu. Parayı da,
taptığı sevgilinin ayaklarına atmak için istiyordu zaten. Ka­
dınlığın incelikleriyle dolu yüreği, düşlerindeki insanların üs­
tünde belirdiği altın zeminden çok daha zengindi; çünkü ge­
ce gündüz düşündüğü şey, Tasso, Milton, Jean Jacques-Ro­
usseau, Murat ya da Kristof Kolomb gibi bir adamı mutlu
ve zengin etmekti. Sağken adları çoğu kez hiç duyulmamış
bu şehitlerin altında yanan odun yığınlarını söndürmek isti­
yordu onun ruhu; ve sıradan felaketlerden pek az etkileni­
yordu. Adı konmamış acılara , büyük düşünce ıstıraplarına
susamıştı Modeste. Jean-Jacques'ın o yabanıl insansevmez­
liğini bile yumuşatacak merhemler karıyor, araştırmalara

65
Balzac

dalıyor, ezgiler besteliyor, binbir çareye başvuruyordu. Kimi


zaman Lord Byron'un karısı oluyor, Manfred şiirindeki gibi
düşsel bir havaya bürünerek kocasının gerçeğe karşı duydu­
ğu küçümsemeyi anlıyor, onu bir Katolik yapıp çıkararak da
kuşkularını keşfediyordu. On yedinci yüzyılın bütün kadın­
larını, Moliere'i hüzünler içinde bıraktıkları için suçluyordu.
" Nasıl olur da " diyordu, "her üstün yetenekli kişiye, sevda­
lı, zengin, güzel bir kadın koşup gelmez; Lara'daki29 o gi­
zemli page30 gibi, ona kul köle olmaz ? " Gördüğünüz gibi,
İngiliz şairin Gulnare3 1 aracılığıyla dile getirdiği acıları iyi
kavramıştı. Claude Crebillon'a32 gelip kendini sunan, yaza­
rın da evlendiği genç İngiliz kızının yaptığına hayrandı. Ster­
ne'le Eliza Draper'in33 öyküsü de birkaç ay yaşamını dol­
durdu, onu mutlu etti. Kendini böyle bir serüvenin kahra­
manı yerine koyarak birkaç kez Eliza'nın yüce rolünü ince­
ledi. Yazdığı mektuplarda büyük bir incelikle anlatılan o
hayran olunası duyarlık karşısında gözlerinden, İngiliz ya­
zarlarının bu en akıllısının -söylenene bakılırsa- dökmediği
gözyaşları döküldü.
Böylece Modeste, yalnızca kitapları değil, sevdiği yazar­
ların huyunu suyunu anlamaya çalışarak da bir süre oyalan­
dı. Obermann'ın yazarı34 Goldsmith, Charles Nodier, Manı-

29
Lord Byron'un bir şiiri; Lara'ya sevdalanan bir kadın, erkek kılığına gire­
rek sevgilisinin eşlikçileri arasına page olarak katılır.
30
( Fransızca; " paj" okunur) Silah k ullanmayı ve saray adetlerini öğrenme­
si için bir kralın, bir derebeyinin ya da soylu bir hanımın hizmetine veri­
len genç soylu.
31 Byron'un Korsan'ında, Conrad'ı hapisten kaçırıp peşinden giden padişah
gözdesi.
32
Claude Crebillon ( 1 707- 1 777), Fransız romancısı; şair Crebillon'un oğ­
lu.
33
İngiliz yazarı Laurence Steme ( 1 7 1 3- 1 768), Doğu Hindistan Şirketi me­
murlarından Daniel Draper'ın eşi Elizabeth Sclater'le kısa bir "serüven"
yaşamış ama ilişkileri daha çok, karşılıklı yazdıkları mektuplarla sınırlı
kalmıştı.
34
Etienne Piverr de 5enancour ( 1 770-1 846 ).

66
Modeste Mignon

rin gibi en yoksul, en dertli yazarlar, birer tanrıydı onun için.


Onların acılarını anlamaya, dinsel düşünce ve düşlerle karı­
şık yoksulluklarının gizine varmaya çalışıyor, yüreğinin tüm
zenginliğini bu çabaya döküyordu. Yeteneklerinin kurbanı
olmuş bu sanatçılara para pul, bolluk bağışlıyordu düşlerin­
de. Bu soylu merhamet, çalışmanın zorluklarına karşı göste­
rilen bu anlayış, bu sanat saygısı, kadın gönüllerinde uçuşan
heveslerin en ender rastlananıdır. Bu, her şeyden önce, Tan­
rıyla kadın arasında bir sırdır sanki; çünkü bunda, Fransa'da
yapılan işlerin en güçlü yardımcısı olan o gurur okşayıcılık­
tan, o gösterişten eser yoktur.

67
XIII. Genç Kızların İlk Romanı

Düşüncelerindeki bu üçüncü aşamadan sonra Modeste,


bu olağandışı varlıklardan birinin yüreğine sokulmak, dü­
şünceyi harekete geçiren yayları, dehanın gizliden gizliye ya­
şadığı mutsuzlukları, onun ne istediğini, ne olduğunu anla­
ma sevdasına kapıldı. Böylece, arzularının, heveslerinin iki­
de bir dayatması, ruhunun boşluktaki yolculukları, geleceğin
karanlığında seçilen sivrilikler, aşkını topluca, tek bir nokta­
ya yöneltme sabırsızlığı, yaşama ilişkin düşüncelerinin soylu­
luğu, annesi gibi bir taşra yaşamının bataklığında sürünmek­
tense daha üstün bir alemde acı çekmeyi yeğlemesi, kendi
kendine verdiği, uygunsuz bir davranışta bulunmama, baba
ocağına saygı gösterme, evine hep sevinç getirme kararları,
bütün bu duygu dünyası, sonunda belirgin bir biçime kavuş­
tu Modeste'te. Bir şairin, bir sanatçının, şu insan kalabalığın­
dan üstün birinin yaşam arkadaşı olmak istedi; ama onu
kendisi seçmeli ve yüreğini, yaşamını, tutkunun dertlerinden
kurtulmuş sonsuz sevecenliğini, ancak onu derinlemesine in­
celedikten sonra vermeliydi. Bu güzel romanın tadını çıkar­
maya başladı önce. Ruhunu derin bir dinginlik sardı. Yüzü
hafifçe renklendi. Daha önce gördüğünüz o eşsiz insan, Al­
man güzelliğinin simgesi, Köşk'ün onuru, Bayan Latournel­
le'le Dumay'lerin övüncü genç kız haline geldi. Bu andan

69
Balzac

sonra da ikili bir yaşamı oldu Modeste'in. Köşk'ün ufak te­


fek gündelik işlerini alçakgönüllülükle, sevgiyle görüyor,
maddesel yaşamı ruhun dua içinde gelişmesini sağlayacak
biçimde düzenleyip her zaman birşeyler yapan Aziz Bruno
keşişleri gibi, o da evde çalışarak düşünce yaşamının şiirini
dizginliyordu. Bütün büyük zekalar, düşünceye egemen ol­
mak için kendilerini el işlerine verirler. Spinoza gözlük camı
tıraşlar, Bayle çatılarda kiremit sayar, Montesquieu bahçe iş­
lerinde çalışırdı. Böylece bedene bir kez boyun eğdirildi mi,
ruh büyük bir güven içinde kanatlarını açar. Kızının gönlü­
nü okuyan Bayan Mignon haklıydı demek. Modeste sevi­
yordu. O binde bir başa gelen, o pek az anlaşılan platonik
aşkla, genç kızların ilk kurunnısu, tüm duyguların en incesi,
yüreğin ilk hazzı olan o aşkla seviyordu. Bilinmez'in, Ola­
naksız'ın, Düş'ün kupasından içiyordu kana kana. Genç kız­
ların cennetinin o uzaklarda öten, gözle görülür gibi olup ele
geçmeyen, hiçbir tüfeğin kurşunuyla vurulmayan, parlak bü­
yülü renkleriyle, değerli taşlarıyla gözleri kamaştıran ve so­
nunda, Gerçek, yanında belediye başkanı ve tanıklarla çirkin
bir Harpya35 biçiminde ortaya çıktığında bir daha ortalarda
görünmeyen o mavi kuşu hayran hayran seyrediyordu. Sev­
giliyi görmeden aşkın bütün şiirini ele geçirmek ! Ne tatlı bir
çapkınlık ! Ne başıboş, ne uçucu bir sanrı !
Şimdi de size, bu genç kızın yaşamına yön veren anlam­
sız, aptalca rastlantıdan söz edelim.
Modeste bir kitapçı vitrininde, gözde yazarlarından Ca­
nalis'in taşbaskı bir resmini görmüştü. İğrenç birtakım he­
saplarla üretilen, üstelik de ünlü insanların kişiliğine, sanki
yüzleri kamu malıymış gibi uluorta saldıran bu resimlerin
ne kadar yanıltıcı olduğunu bilirsiniz. Canalis bu resimde,
biraz Byron'u anımsatan bir tavırda duruyor, rüzgarda da­
ğılmış saçlarını, çıplak boynunu ve bütün ozanlarda bulun-

35
Kadın başlı, alıcıkuş bedenli bir mitologya yaratığı.

70
Modeste Mignon

ması gereken ala bildiğine geniş alnını halkın hayranlığına


sunuyordu. Napoleon'un kazandığı şan şöhret, ne kadar
çok çiçeği burnunda mareşal adayının ölümüne yol açtıysa,
Victor Hugo'nun alnı da bir o kadar kafanın tıraş edilmesi­
ne neden olmuştur. Tecimsel gereklerle yüceleştirilen bu yüz,
Modeste'i çok etkiledi. Bu resmi satın aldığı gün, bir yan­
dan da Arthez'in en güzel kitaplarından biri yayımlanmıştı.
Modeste açısından övünülecek bir durum olmasa da şura­
sını itiraf edelim ki, ünlü yazarla ünlü şair arasında epeyce
bocaladı. İyi de, ya bu iki ünlü adam da evliyse! . . Modeste
işe önce zavallı Bettina-Caroline'in Le Havre'dan giderken
yanında götürüp getirdiği, Bayan Mignon'la Bayan Du­
may'nin öteki gündelikçilere yeğledikleri, Le Havre'da otu­
ran Françoise Cochet'nin işbirliğini sağlama almakla başla­
dı. Bu oldukça çirkin kızcağızı odasına götürdü; annesine,
babasına en küçük bir üzüntü bile vermeyeceğine, genç bir
kızın yapabileceğinden fazlasını yapmayacağına yeminler
etti. Ağzını açıp kimseye bir şey söylemezse, daha sonra, ba­
bası döndüğünde ona rahat bir yaşam sağlayacağına söz
verdi. Ne mi istiyordu ? Küçük bir şey, masumca bir şey.
Modeste'in suçortağından tek istediği, vereceği mektupları
postaya atması ve Françoise Cochet adına gelecek mektup­
ları kendisine getirmesiydi. Anlaşmaya vardıklarında, Mo­
deste Canalis'in şiirlerinin yayıncısı Dauriat'ya kısa ve nazik
bir mektup yazdı. Bu mektupta, büyük şairin çıkarları doğ­
rultusunda, Canalis'in evli olup olmadığını soruyor, yanıtın
Le Havre'a Matmazel Françoise adına ve " bekler-posta "
olarak gönderilmesini rica ediyordu.

71
XIV. Bir Kitapçı Mektubu

B u mektubu ciddiye alamayan Dauriat, yazıhanesinde


beş altı gazetecinin birlikte kaleme aldığı ve her birinin ayrı
ayrı alaylarıyla dolu bir mektupla yanıtladı onu.

" Matmazel,
" Canalis ( Baron de), Constant Cyr Melchior; Fransız Aka­
demisi üyesi; 1 8 00'de Canalis'te (Correze) doğmuştur. Boyu beş
ayak, dört parmaktır; iyi durumda, aşılı ve safkandır. Askeri
yoklamada sağlam çıkmıştır ve çok sağlıklıdır. Correze'de ba­
badan kalma küçük bir toprağı vardır; evlenmek niyetindedir
ama ancak çok zengin biriyle evlenmek istemektedir.
"Armasının yarısı kırmızı minedendir ve üstünde altın bir
balta görülür, öteki yarısıysa siyah minderdir ve üstünde gümüş
bir istiridye kabuğu36 vardır. Tepede bir baron tacı, yanda iki
çam ağacı bulunmaktadır. 'ALTIN DEMİR 'dir yazısı, pek yok­
suldur anasının kuzusu!
" Auvergne kayıtlarına bakılırsa, Birinci Haçlı Seferi'nde
Kutsal Topraklar'a doğru yola çıkan ilk Canalis'in bir balta­
dan başka silahı yoktu. Çünkü beş parasızdı ve bu yoksulluk,

36
Armalardaki istiridye kabuğu, aileden birinin Haçlı Seferlerine katıldığı­
nı gösterir.

73
Balzac

o gün bu gün soyunun yakasını bırakmadı. Armanın anlamı


da bu olsa gerek. Baltadan çıka çıka bir istiridye kabuğu çık­
mıştır. Bugün bir sürü kafiri bozguna uğratmakla ünlü bu Ba­
ron Cenapları, o dönemde cankurtaran arabaları henüz icat
edilmemiş olduğunden Kudüs'te, Askalon yolunda, peygamber
buzağısı gibi çırılçıplak ve meteliksiz can vermiştir.
"Birkaç sepet atkestanesinden başka gelir getirmeyen Cana­
lis şatosunda, yıkılmış iki kuleden başka bir şey yoktur. Bu ku­
leleri birbirine bağlayan duvarın üstündeki sarmaşık, hayran
olunacak kadar güzel, şatonun vergisi de yirmi iki franktır.
" Aşağıda imzası bulunan yayıncı, kendini pek pahalıya sa­
tan Canalis'in her şiir kitabının cildine on bin frank ödemekte
olduğunu anımsatmak ister.
" Correze'li şair, Balıkçılar Cenneti sokağı, 29 numarada,
'Meleksi Okul'dan bir ozana uygun bir yerde oturmaktadır. Şi­
ir, küçük balıkları her zaman çekmiştir! Tanrı bağışlaya !
" Söylenenlere bakılırsa Saint-Germain mahallesinden kimi
soylu bayanlar, sık sık bu cennetin yolunu tutmakta ve Tan­
rıyı korumaktadırlar. Kral X. Charles, ondan bir devlet görev­
lisi olabileceğine inanacak kadar önem vermektedir bu büyük
ozana; son günlerde ona Legion d'Honneur nişanının subay­
lık rütbesini, daha da önemlisi, Dışişleri Bakanlığı'na bağlı
Danıştay raportörlüğünü vermiştir. Öte yandan bu görevler,
bu büyük adamın Güzel Sanatlara Destek Fonu'ndan ayda üç
bin frank almasına kesinlikle engel olmamaktadır. Parasal
alanda elde ettiği bu başarı, kitapçılık mesleğini Mısır'ın başı­
na gelmeyen sekizinci bir afetle: Dizeler'le karşı karşıya bırak­
mıştır!37
" Canalis'in yapıtlarının Didot tarafından büyük boy ince
pütürlü kağıt üstünde yapılan son baskısı beş cilt tutmaktadır

37
Tevrat'a göre Yahudilerin toptan göçüne izin verilmemesi yüzünden Mı­
sır binakım afetlere, bu arada kurbağa, sivrisinek, karasinek, çekirge sal­
dırısına uğramıştır. Fransızcada vers (dize) sözcüğu, ver ( böcek, kun) söz­
cüğü gibi okunur ve romancı burada bir söz oyunu yapmaktadır.

74
Modeste Mignon

ve Bixiou, Joseph Bridau, Schinner, Sommervieux vb. çizerle­


rin desenleriyle süslenmiştir. Posta parası içinde, dokuz franga
gönderilir. "
Bu mektup Modeste'i, bir lalenin üstüne düşen parke ta­
şı gibi ezdi. Danıştay'da raportörlük yapan, bakanlıktan ay­
lık, bir yerlerden ödenek alan, Legion d'Honneur rozeti pe­
şinde koşan, Saint-Germain mahallesi kadınlarınca şımartı­
lan bu şair, nehir boylarında hüzünler, düşler içinde dolaşan,
çalışmaktan canı çıkan, oturduğu tavan arasında yatmaya
şiirle dopdolu giden o zavallı ozana benziyor muydu ? .. Yine
de Modeste, " Canalis'i ben adam ettim ! Nathan'ı ben adam
ettim! " demeye getiren kıskanç kitapçının alayını sezdi. Ca­
nalis'in son derece aldatıcı, tepeden tırnağa ikiyüzlü şiirlerini
yeniden okudu. Belki burada bu şiirlerle ilgili kısa bir açıkla­
ma da yapmamız gerekiyor; en azından Modeste'in bu şiir­
lere neden hayranlık duyduğunu anlayabilmek için.

75
XV. Meleksi Okul'un Bir Şairi

Canalis, "Meleksi Okul " un önderi Lamartine'den bir


hastabakıcı yaltaklığı, sahte bir tatlılık ve hemen hoşa giden
bir düzgünlükle ayırt edilir. Eğer yüce çığlıklı önder bir kar­
talsa, pembe beyaz Canalis bir turnaya benzetilebilir. Kadın­
lar onda, eksikliğini duydukları bir dost, ağzı sıkı bir sırdaş,
onları duyan, anlayan ve kendi kendilerine açıklayan birini
bulurlar. Bu sevecen, bu düşler kurmayı seven ruha yakınlık
duyan Modeste de, Canalis'in son kitabında Dauriat'nın bı­
raktığı geniş boşluklara kurşunkalemiyle içini dökmüştü he­
men. Canalis'te yaşam verme gücü yoktur, yarattığı şeylere
can vermeyi bilmez; ama Modeste'inki gibi ne olduğu tam
kestirilemeyen acıları dindirmeyi iyi bilir. Genç kızlara onla­
rın dilinde seslenir, en kanlı yaraların acısını uyuşturarak
iniltileri, belki hıçkırıkları bile susturur. Hastalara güzel söy­
levler çekmek, güçlü heyecanların ilacını sunmak değildir
onun işi; ahenkli ve inandırıcı bir sesle, "Ben de sizin gibi
mutsuzum, sizi iyi anlıyorum; gelin bana, şu ırmağın kıyısın­
da, şu söğütlerin altında birlikte ağlayalım " demekle yetinir.
İnsanlar da bu sese kapılırlar! Ninniye benzer, boş ve tın tın
öten şiirini dinlerler. Bu açıdan Nodier'yi anımsatan Canalis,
bir düzyazı yazarında doğal görülebilecek ama onda yapma­
cıklı duran saflığıyla, inceliğiyle, gülümsemesiyle, yaprakları

77
Balzac

dökülmüş çiçekleriyle, çocuk felsefesiyle sizleri büyüler. Sizi


aldatmacanın kırlarına götürmek için, ilk günlerin dilini ol­
dukça iyi taklit eder. Kartallara karşı acımasızdır insan; on­
lardan elmas nitelikleri, bozulmak bilmez bir kusursuzluk
bekler; oysa Canalis'in kusuruna bakılmaz; ona her şey ba­
ğışlanır. İyi birine, özellikle de insancıl birine benzer. Saf, şa­
şırmış, toy, çaresiz ya da gönlü kırılmış bir melek gibi dur­
masını bilen bir kadın, bütün bunları kendine nasıl yakıştı­
rırsa, Canalis'te Meleksi Okul ozanlarının yapmacıklarını
kendine öyle yakıştırır. Edindiği izlenimleri bir daha gözden
geçiren Modeste de sonunda bu Bemardin de Saint-Pier­
re'inki kadar güzel yüze güvendi . Kitapçıyı dinlemedi. Ağus­
tos ayı başlarında, kimilerince hala çağdaş Ülker'in38 yıldız­
larından biri sayılan bu Dorat39 bozuntusuna aşağıdaki
mektubu yazdı .

1.

Bay de Canalis'e.

" Şimdiye kadar, Mösyö, birçok kez size yazmaya kalkıştım.


Nedenini tahmin edersiniz: Yeteneğinizden ne denli hoşlandığı­
mı söylemek istiyordum. Evet, size, şiirlerinizi okumaktan baş­
ka mutluluğu olmayan, köşesine çekilmiş, zavallı bir taşra kızı­
nın hayranlığını bildirme gereğini duyuyordum. Ben size
Rene'den geldim. Hüzün, insanı düş kurmaya yöneltiyor. Şim­
diye dek kimbilir kaç kadın, gizli düşüncelerinin övgülerini ser­
miştir önünüze ?.. Bu kalabalıkta beni seçmeniz olasılığı var
mı ? .. Ruhumla dolu şu kağıt parçasının, yakanızı bırakmayan
o lavanta kokulu mektuplardan ne fazlalığı olabilir? Üstelik

38
Ülker takımyıldızı; Fransızcada P/eiade; 1 6 . yüzyılın ünlü bir şiir akımı­
nın adıdır.
39
Jean Dorat ( 1 508 - 1 5 8 8 ), Pleiade akımı ozanlarındandır.

78
Modeste Mignon

ötekilerden daha da sıkılarak çıkıyorum karşınıza: Beni tanıma­


nızı istemiyorum ve sanki beni uzun zamandan beri tanıyor­
muşsunuz gibi, sizden tam bir güven bekliyorum.
"Ne olur, yanıt verin bana. Günün birinde ortaya çıkacağı­
ma söz vermiyorum ama bütünüyle böyle bir şey olmayacak da
demiyorum. Bu satırlara başka ne ekleyebilirim ki ? .. Bu mektu­
bu yazmak için harcadığım çabayı anlayın ne olur! Size çok
dostça elimi uzatmama izin verin .
"Hizmetkarınız
"O. d'Este-M.

" Eğer yanıt verme inceliğini gösterirseniz, mektubunuzu


lütfen Le Havre'a, Matmazel F. Cochet adına, bekler-posta
gönderin. "

Hayalci olsun olmasın bütün genç kızlar, Modeste'in bir­


kaç gün nasıl bir sabırsızlık içinde yaşadığını artık kolayca
kestirebilirler. Hava alev alev yanıyor, ağaçlar gözüne kuş
tüyleri gibi görünüyordu. Bedenini duyumsamıyor, doğanın
içinde uçuyor, bastığı yer ayağının altından kayıyordu. Posta
kurumuna hayranlık duyarak, uzaklara doğru yol alan kü­
çük mektup kağıdının peşinden gitti, yirmi yaşında ilk kez is­
tediği bir şeyi yapan bir insanın duyacağı mutluluğu duydu.
Tıpkı ortaçağdaki gibi ruhunu cinlere, perilere kaptırmıştı
sanki. Şairin oturduğu evi, çalışma odasını gözünün önüne
getirdi, mektubunu açışını gördü; bu arada sonu gelmeyen
varsayımlar kuruyordu durmadan. Şiirini birkaç çizgiyle ta­
nımladığımıza göre, şair konusunda da birşeyler söylememiz
gerekiyor artık. Ufak tefek, zayıf, kibar tavırlı, esmer bir
adamdı Canalis; danayı andıran oldukça güzel bir yüzü var­
dı; gururdan çok kibir sahibi kişiler gibi biraz ufak başlıydı.
Lüksü, gösterişi, büyüklüğü severdi. Para, herkesten çok
onun için bir gereksinimdi. Şairliği kadar soyu sopuyla da
övünen bu adam, kendini beğenmişliğiyle atalarının saygınlı-

79
Balzac

ğını da zedelemişti. Üstelik Canalis'ler, Navarrein'ler, Cadig­


nan'lar, Grandlieu'ler, Negrepelisse'ler gibi bir soy da değildi.
Buna karşılık doğa, onu gönlüne göre yaratmıştı. Sesi doku­
naklıydı; gözlerinde şairlerden beklenen o Doğulu ışık parlar,
tavırlarında oldukça hoş bir incelik göze çarpardı. Ama ya­
radılışından gelen bir şarlatanlık, neredeyse bütün bu üstün­
lükleri alıp götürürdü. Rolüne inanmış bir oyuncuydu. Sırf
öyle alıştığı için ayağını zarif bir edayla uzatır; söylediği şata­
fatlı boş sözler gerçekten içinden gelir; yapmacığı huy edindi­
ği için kendine hep bir dram kahramanı süsü verirdi. Bu tür
kusurlar, sürekli bir eliaçıklıkla, şövalyece davranışın tersi bir
türedi savurganlığıyla atbaşı gider çoğu kez. Ne var ki, Ca­
nalis'in işi Don Kişotluğa dökecek kadar inancı yoktu. Ama
gönlü yükseklerde olduğu için her şeyi güzel tarafından alır­
dı. Her fırsatta bir çıban başı gibi patlak veren şiiri, aslında
hiç de akılsız sayılmayacak bu şaire çok zarar veriyor, yetene­
ği, zekasının kendini göstermesine engel oluyordu. Şöhreti
aklını başından almıştı ve ondan daha büyük görünıneye ça­
lışıyordu her zaman. Bu yüzden de, örneklerine sık sık rast­
landığı gibi, kişiliği, düşüncesinin ürünlerine bütünüyle ters
düşüyordu. O nazlı, o çocukça, o sevecenlik dolu parçalar, o
dingin, o göllerin aynası gibi saf dizeler, üstünden dişilik akan
o okşayıcı şiirler, diplomat işi frakının içinde bunalan, siyasal
güç düşleri kuran, insanı öğürtecek kadar soyluluk taslayan,
gerek şiir, gerekse sevda alanında kazandığı başarılarla şımar­
mış heveslerine yetecek geliri elde etmek için servet diye çır­
pınan, bu süslü püslü, bu kendini beğenmiş, bu ufak tefek,
gözü yükseklerde adamın elinden çıkıyordu. Görevinden se­
kiz bin frank, ödenek faslından üç bin frank, Akademi' den
iki bin frank, Canalis topraklarının tarım masrafları yüzün­
den kırpıla kırpıla azalan baba mirası gelirden de bin ekü40
hesabıyla toplam olarak her yıl eline on beş bin frank geçi-

40
Üstünde Fransa'nın arması bulunan eski bir para birimi.

80
Modeste Mignon

yor, üstelik şiirle kazandığı yaklaşık on bin frankla geliri yir­


mi beş bin franga yükseliyordu. Bu para, Modeste'in kahra­
manına yetmiyor, açıktan beş altı bin frank daha harcıyordu.
Bereket, krallık hazinesi ve bakanlığın örtülü ödeneği, o za­
mana dek açığını kapamıştı. Kral'ın kutsanma töreni için
yazdığı bir şiir de ona gümüş bir sofra takınu getirmişti. Ca­
nalis, ailesinin Fransa Kralı'na saygı göstermesinin bir görev
olduğunu söyleyerek para kabul etmemiş, Şövalye-Kral bu­
nun üzerine gülümsemiş ve Odiot'ya, Zafre'in o ünlü dizele­
rinin çok pahalı bir basımını ısmarlamıştı:

Hey gidi şair! Övünmek mi istersin yoksa


Cömertlikte Onuncu Charles'ı gölgede bırakmakla ?4 1

Bu tarihten sonra Canalis, gazetecilerin çok yerinde deyi­


miyle dağarcığını tüketti; bir türlü yeni bir şiir biçimi bulup
çıkaramıyordu ortaya. Sazında yedi değil, tek tel vardı; onu
da çalmıştı ve halkın karşısında susmaktan ya da bu telle
kendini asmaktan başka yapacak şeyi kalmamıştı. Canalis'i
sevmeyen De Marsay bir gün bir şaka etmiş, bu şakanın ze­
hirli iğnesi, şairin onurunu en duyarlı noktasından yarala­
mıştı . "Canalis" demişti, " bana savaştan sonra Büyük Fre­
derik'in gösterdiği en yürekli adamı anımsatıyor, düdüğüyle
hala aynı havayı üfleyen o borazancıyı! "
Bunun üzerine siyasete atılmak istedi Canalis; Chaulieu
Dükü'nün Madrid elçiliği sırasında elçiliğe bağlı bir görevli
olarak İspanya'ya gidince, bunu başlangıç için bir fırsat say­
dı. Ama salonlarda onun elçiliğe değil de düşese bağlı oldu­
ğu söyleniyordu. Bir sözcüğün insanın yaşamını değiştirdiği
ne çok görülmüştür! Alp ötesinin eski cumhurbaşkanı, Pie-

41
Voltaire'in Zaire adlı dramının iki dizesinin değiştirilerek duruma uyar­
lanmış biçimi. Odiot krallık kuyumcusudur; ısmarlanan "baskı " da as­
lında bir gümüş takımdır.

81
Balzac

monte'nin en büyük avukatı Colla'ya kırk yaşlarındayken


arkadaşlarından biri, bitkibilimden hiç anlamadığını söyle­
miş; Colla buna alınmış, çalışıp Jussieu ayarında bir bitkibi­
limci olmuş, çiçekler yetiştirmiş, yeni türler yaratmış, on yıl­
lık bir çalışmadan sonra da Piemonte Bitkileri'ni, Latince ya­
yımlamış. Bizim sönmüş şair da kendi kendine: "Ne de olsa
Canning'le Chateaubriand da politika adamıdır " demişti;
"hem böylece De Marsay'ye, ondan üstün olduğumu da
gösteririm ! " Canalis büyük bir politika kitabı yazmayı çok
isterdi; ama Fransız düzyazısının, bir düşünceyi on iki hece­
lik dört dizede anlatmaya alışmış insanların kolay altından
kalkamayacağı zorluklarıyla karşı karşıya kalıp işi kıvırama­
maktan korkuyordu. Zamanın şairlerinden yalnızca üçü,
Hugo, Theophile Gautier ve De Vigny, Voltaire'le Racine,
Moliere'le Rabelais gibi, hem şairlik, hem de yazarlık onuru­
nu kişiliklerinde bir araya getirebilmiştir; Fransız yazınında
çok seyrek görülen bu erdem, ona sahip olan şaire büyük bir
seçkinlik verir. Bizim Saint-Germain mahallesi şairine gelin­
ce, o, arabasını Devlet Yönetimi'nin koruyucu çatısı altına
çekmeye çalışmakla akıllılık ediyordu besbelli.

82
XVI. Özel Sekreterlerin Özellikleri

Canalis, Danıştay raportörü olunca, kendine bir sekreter


tutma gereğini duydu. Birçok durumda onun yerine geçebi­
lecek, kitapçılarla, yayıncılarla uğraşacak, gazetelerdeki şöh­
retiyle ilgilenecek, gerekirse politikada bile kendine yardım
edebilecek bir dost, kısacası onun için kendini ateşe atabile­
cek biri olmalıydı bu. Bilim, sanat ya da yazı alanında şöh­
ret kazanmış birçok insanın Paris'te bir iki dalkavukları, gü­
neşlerinin ışığında yaşayan muhafız yüzbaşıları ya da bir
mabeyincileri vardır; bunlar öyle yaverlerdir ki en incelikli
işleri görürler, gerekti mi okkanın altına da bunlar gider.
Taptıkları adamın gölgesinde çalışırlar, efendilerinin ne bü­
tünüyle uşağı, ne de bütünüyle dengidirler; tanıtım işlerini
yürütmekte üstlerine yoktur; saldırıda başta gider, geri çekil­
mede arkaya kalırlar; bütün işleri çevirirler; umutları kırıl­
madıkça ya da istedikleri oluncaya dek bağlılıktan şaşmaz­
lar. Kimi bağlandığı büyük adamın pek değer bilmediğini
söyler, kimi sömürüldüğünü sanır, çoğu bu meslekten bezer.
Ancak pek azı, bu tatlı duygu birliğinden, üstün bir adamla
içlidışlı olmakta aranması gereken bu biricik ödülden, Mu­
hammed'in kendi düzeyine dek yükselttiği Ali kadar hoşnut
kalır. Özsaygılarının yanılttığı birçokları da kendilerini efen­
dileriyle, o büyük adamla bir tutar. Modeste'in anladığı

83
Balzac

tarzda bağlılık pek azdır, özellikle de getirisiz ve umutsuz­


dur. Bununla birlikte ortaya Menneval'ler42 de çıkar zaman
zaman; bir kenarda yaşamayı, dinginlik içinde çalışmayı se­
ven adamlar, yolunu şaşırıp toplumumuza karışmış manas­
tırsız Benedikten'ler,43 her yerden çok Paris'te bulunur. Şair­
lerin dilindeki şiir, bu yürekli kuzuların eylemlerinde, özel
yaşamlarındadır. Gönülleriyle, bir köşede kurdukları hayal­
lerle, sevgileriyle şairdir onlar; oysa ötekiler, kağıt üstünde,
aklın kırlarında ve -Lord Byron gibi- dize başına şu kadar
paraya şairdirler ! Tıpkı ellerinden başka bir iş gelmediği için
-ne yazık ki- mürekkepleriyle, günümüzün bu Hippokre­
ne44 suyuyla geçinen oncası gibi . . .
Canalis'in şöhretine ve sözde politik zekasının parlak ge­
leceğine kapılan genç bir Sayıştay denetçisi, böylelikle Cha­
ulieu Düşesi'nin de ekmeğine yağ süren Bayan d'Espart'ın
önerisiyle, şairin gönüllü sekreteri oldu. Bir tüccar, malları­
na alıcı çıkan ilk müşteriye nasıl dört elle sarılırsa, Canalis
de delikanlının üstüne öyle düştü. Bu taze arkadaşlık, baş­
langıçta dostluğa çok benziyordu. Bu genç, 1 82 7' de iktidar­
dan düşen bakanlardan birinin yanında buna benzer bir iş
görmüş, bakan da ayrılırken onu Sayıştay'a yerleştirmeyi ih­
mal etmemişti. Yirmi yedi yaşında Legion d'Honneur nişanı
taşıyan ve işinden aldığı aylıktan başka parası olmayan bu
genç adam, Ernest de La Briere, iş dünyasını iyi tanıyor, dört
yıl önemli bir bakanın yazıhanesinde çalıştığı için de çok şey
biliyordu. Yumuşak huylu ve sevimliydi. Neredeyse utan­
gaçtı ve iyi duygularla dolu bir yüreği vardı. Ön safa geç­
mekten nefret ederdi. Ülkesini sever, yararlı olmak ister, ama
gösterişe de kolay aldanırdı. Ona bıraksanız, başbakan ol-

42
Claude-François, Baron de Meneval ( 1 778-1 850), Napoleon Bonapar­
te'ın özel sekreteri.
43
Aziz Benedictus tarikatı rahipleri.
44
Yunan mitologyasında Pegasos adı verilen kanatlı atın ayağıyla toprak­
tan fışkımığı su. Esin perileri Musa'lar, bu kaynaktan su içerdi.

84
Modeste Mignon

maktansa Napoleon gibi bir adamın yanında sekreterlik


yapmayı yeğlerdi. Ernest, Canalis'le dost olunca onun için
çok büyük işler yaptı. Ama aradan on sekiz ay geçince, yal­
nızca şiirlerinde şair görünen bu adamın kuruluğunu anladı.
Papaz giysisi giymekle papaz olunmaz derler; bu atalar sözü
özellikle yazın alanında doğrudur. Yaradılışla yeteneğin bir­
birine uyduğu son derece seyrek görülür. İnsanın yetileri,
onun bir özeti değildir. Görünür sonuçlarıyla bizi şaşırtan
bu ayrılık, henüz araştırılmamış, belki de araştırılması ola­
naksız bir gizemden ileri gelir. Sanat alanında insan eli, bey­
nin bir uzantısıdır. Beyinse, her türden ürünleriyle birlikte,
vatandaşın, aile babasının, özel bireyin erdemleri dediğimiz
duygulardan bütünüyle bağımsız bir biçimde, kafatasının
altında çiçeklenen apayrı bir dünyadır. Ama bu da kesin de­
ğildir. İnsanın hiçbir şeyi kesin değildir zaten. Yeteneğin se­
fahatle köreleceği, içkiyle yok olup gideceği doğrudur; ama
erdemli birinin, sağlıklı bir yaşam sürerek yetenek sahibi ol­
ması da olanaksızdır. Öte yandan, aşkın ressamı Vergili­
us'un hiçbir Dido'ya45 aşık olmadığı hemen hemen kanıt­
lanmıştır; örnek vatandaş Rousseau da bütün bir soylular sı­
nıfını aklayacak kadar kendini beğenmiş biriydi. Buna kar­
şılık Michelangelo'yla Raffaello, bize dehanın, biçimin ve
yaradılışın, birbirlerine ne denli uya bileceğini göstermişler­
dir. Erkeklerde tinselliğin karşısında yetenek neyse, kadın­
larda da güzellik aşağı yukarı odur; verilen bir sözdür. Yü­
rekleri ve yaradılışları yetenekleri kadar kusursuz insanlara
iki kat hayran olmalıyız. Bizim şairin içinde en kötü bencil­
liğin, tutkuyla karışık bencilliğin gizlendiğini anladığı halde
(çünkü bencilliğin sevimli türleri de vardır) Ernest, anlaşıl­
maz bir utanma duygusuyla Canalis'ten ayrılamadı. Dürüst
insanlar bağlarını kolayca koparamazlar, özellikle de isteye
isteye kurdukları bağları. Bu yüzden de, Modeste'in mektu-

45
Vergilius'un ünlü yapın Aeneis 'te Aeneas'ın aşık olduğu Kartaca kraliçesi.

85
Balzac

bu postada gidedursun, sekreter şairle iyi geçiniyor, ama


tüm iyi yürüyen birlikteliklerde olduğu gibi özveride bulu­
nan hep kendisi oluyordu. La Briere, Canalis'in kendisine iç­
tenlikle açıldığını da unutmuyordu. Zaten bütün yaşamı bo­
yunca büyük sayılacak, Marmontel gibi baş üstünde tutula­
cak bu adamın kusurları, her zaman parlak niteliklerinin
öteki yüzü olmuştu. Gururu ve kendini beğenmişliği olma­
saydı bugünkü politika yaşamı için o denli gerekli bir araç­
tan, kulağa hoş gelen o sözleri söyleme yeteneğinden yoksun
kalacaktı belki. Kuruluğu, doğruluğa ve dürüstlüğe yol açı­
yor; bir cömertlik yaldızı, gösteriş merakını örtüyordu. Top­
lum sonuçlara bakar, amaçlar Tanrıyı ilgilendirir. Yine de
Modeste'in mektubu geldiği zaman, Ernest, Canalis konu­
sunda yanılmıyordu artık.

86
XVII. Ünlü Bir Şaire
Mektup Yazın da Görün

İki dost öğle yemeklerini yemişler, şairin çalışma odasın­


da sohbete dalmışlardı; o sıralar bir avlunun dibinde, önü
bahçeli bir apartmanın alt katındaydı bu oda.
- Geçenlerde Bayan Chaulieu'ye de söylüyordum, de­
di Canalis; piyasaya yeni bir iki şiir sürmeliyim. Çevrenin
hayranlığı azalıyor; ne zamandır imzasız mektup aldığım
yoktu.
La Briere:
- Tanımadığınız bir kadın mı ? diye sordu.
- Tanımadığım bir kadın! Bir D'Este; Le Havre'da otu-
ruyormuş. Besbelli takma bir ad.
Canalis mektubu La Briere' e verdi. Bu şiir, bu gizli heye­
can, kısacası Modeste'in yüreği, kayıtsızca, kendini beğen­
miş bir edayla uzatıldı.
- Ne güzel ! dedi La Briere heyecanla. Birinin gönlünde
böylesine masumca duygular uyandırabilmek ne güzel şey.
Zavallı bir kadını, eğitimin, doğanın, toplumun belirlediği
alışkanlıkların dışına çıkarmaya, o alışkanlıkları bozmaya
zorlamak ne hoş ! Nasıl da ayrıcalıkları var şu deha dediği­
miz şeyin! Bir genç kızın, gerçek bir genç kızın, hiçbir art ni­
yeti olmadan, heyecanla yazdığı böyle bir mektup . . .

87
Ba/zac

Canalis atıldı:
- Evet, ne olmuş ?
- İnsan Tasso kadar bile acı çekse, sonunda bir ödülü
var demektir, dedi La Briere.
- Dostum, dedi Canalis, birincisinde, ikincisinde böy­
le denir; ama mektuplar otuzu bulduğunda ! . . Bu heyecanlı
genç kızın, şırfıntının biri olduğunu anladığınızda ! . . Şair
heyecanıyla o parlak yolları aşıp, sonra da bir taşın üstüne
oturmuş, elini size uzatan bir İngiliz kokanasıyla karşılaştı­
ğınızda ! .. Bu posta meleği, orta güzellikte, koca arayan, za­
vallı bir kıza dönüştüğünde ! . . O zaman taşkınlık durulur
işte !
La Briere gülümsedi:
- Şöhretin, bazı gösterişli çiçekler gibi zehirli bir yanı ol­
duğuna inanmaya başlıyorum.
- Üstelik dostum, diye devam etti Canalis, bütün bu ka­
dınların, en içten oldukları zaman bile, erişilmez bir hayalle­
ri vardır ve siz bu hayalin yerini çok ender tutabilirsiniz. Ka­
dınlar, şairin -benim için de dendiği gibi- biraz kibirlice ola­
bileceğini düşünmezler. Onu huysuz, kararsız biri yapan bir
tür çalkantının elinde hırpalanan bu adamın halinden anla­
mazlar; onu hep büyük, hep güzel isterler. Sanat yeteneğinin
bir hastalık olduğunu akıllarına hiç getirmezler. Nathan'ın
Florine'le yaşadığını, D' Arthez'in çok şişman, Joseph Brida­
u'nun çok sıska olduğunu, Beranger'nin pek güzel yayan yü­
rüdüğünü, Tanrının bile aksırıp tıksırabileceğini hesap et­
mezler. Hem şair, hem de güzel delikanlı Lucien de Ru­
bempre, bulunmaz bir anka kuşudur. O zaman da gidip bir­
takım iğneli övgüler işitmenin, umduğunu bulamamış bir
kadının şaşkın bakışları karşısında tepesinden soğuk sular
dökülmüşe dönmenin ne gereği var? . .
- Öyleyse, dedi La Briere, gerçek şair, Tanrı gibi alemle­
rinin ortasında saklı kalmalı, yalnızca yarattıklarıyla kendi­
ni belli etmeli ...

88
Modeste Mignon

Canalis:
- Şöhret o zaman insana biraz pahalıya oturur, diye ya­
nıt verdi. Yaşamın iyi yanları da var.
Bir fincan çay doldururken:
- Örneğin, diye sürdürdü sözlerini, soylu ve güzel bir
kadın, bir şaire sevdalandığında, bir oyuncuya gönül veren
düşes gibi tiyatronun sahne tavanına ya da alt kat localarına
saklanmaz. Güzelliğine, parasına, adına güvenir, bütün o
destanlarda olduğu gibi, Ben su perisi Kalypso, Telemak­
hos'un sevdalısı diyecek gücü kendinde bulur. Yanıltmaca,
küçük zekaların işidir. Bir süredir maskeli yüzlere yanıt ver­
miyorum artık . . .
Gözleri dolu dolu olan La Briere heyecanla:
- Ah ne olurdu bir kadın bana kendiliğinden gelseydi ! . .
,

dedi. Sana şöyle yanıt verebilirim sevgili Canalis: Zavallı bir


kızcağız, hiçbir zaman ünlü bir adama gözlerini kaldırmaya
cesaret edemez; çekingendir, gururludur, endişelidir ! Her za­
man bir yıldız, bir . . .
- Bir prenses böylelerinin başına konar değil mi ? dedi
bir kahkaha atan Canalis. Dostum, böyle şeyler yüz yılda bir
kez olur. Böyle bir sevda, yüz yılda bir açan o çiçek gibidir.
Genç, zengin, güzel prenseslerin işleri başlarından aşkındır.
Bütün değerli çiçekler gibi bunların çevresini de, içi mürver
ağacı gibi boş bir aptallar ve iyi yetişmiş soylu beyler çiti sa­
rar. Ne yazık ki, benim düşlerim . . . benim düşlerimin billuru
ki, Correze'den buraya çiçeklerle işlenmişti; hem de ne coş­
kuyla ! . . uzun zamandan beri ayaklarımın ucunda parampar­
ça ! (Artık söz etmeyelim bundan. ) Hayır, hayır, bütün imza­
sız mektupların arkasında bir dilenci gizlidir! Üstelik ne sır­
naşıklıktır o! Genç ve güzel olduğunu varsayarak bir mek­
tup yaz bu kızcağıza, görürsün. Başka şeye gerek yok. İnsan
bütün kadınları sevemez. Apollon da -en azından Belvede­
re' deki yontusunda- biraz kendisini kollaması gereken yakı­
şıklı bir veremlidir.

89
Balzac

- Ama bir kızın böyle mektup yazması için kendisine


güvenmesi, sevgisiyle, güzelliğiyle, en tapılası sevgiliyi bile
gölgede bırakacağına inanması gerekir, dedi Ernest.
Canalis:
- Ah Ernest! Çok genç Ernest! diye yanıtladı onu, İzin
ver de beni mutlu eden güzel düşesime dört elle sarılayım.
- Haklısın, yerden göğe kadar haklısın, dedi Ernest.
Yine de genç sekreter Modeste'in mektubunu, içindeki
gizli anlamı kavramaya çalışarak üst üste okudu. Canalis'e:
- Bunun içinde en küçük bir abartı yok, dedi. Sana da­
hi diyen de yok; kız senin yüreğine seslenmiş. Bu alçakgönül­
lülük kokusu, bu önerilen anlaşma beni baştan çıkarabilir­
di . . .
Canalis:
- Yanıtını sen ver, benim yerime imzala, bu serüvenin
sonuna dek git bakalım; öyle eğlenceli bir şey olacağını da
sanma, diye yanıt verdi gülümseyerek. Üç ay sonra görüşü­
rüz; üç ay sürerse elbet . . .
Dört gün sonra Modeste, güzel bir kağıda yazılmış, iç içe
iki zarfa konmuş, Canalis'in armasını taşıyan bir mühürle
kapatılmış aşağıdaki mektubu elinde tutuyordu.

90
XVIII. Baştan Bir Öğüt

II.

Matmazel O. d'Este-M. 'ye.

" Matmazel '


" Güzel yapıtlara duyulan hayranlığın -benimkilerin de öyle
olduğunu varsayarsak eğer- öyle kutsal, öyle saf bir yanı vardır
ki, bana yazma girişiminizi her türlü alaydan koruyacak, her
mahkemede haklı çıkaracaktır. Her şeyden önce böylesi sözle­
rin insana her zaman -hak etmese bile- verdiği mutluluktan do­
layı size teşekkür ederim; çünkü şairin iyisi de kötüsü de, içten­
likle kendini övgüye değer görür; özsaygı bu denli dayanıksız­
dır övgü karşısında. Eleştirinin açtığı yaraları iyi edecek bu mer­
hem karşılığında tanımadığım birine gösterebileceğim en büyük
dostluk -canlı hayallerini öldürme pahasına da olsa- onunla
deneyimimin hasadını paylaşmak olmaz mı ?
Matmazel, genç bir kızın elde edebileceği en güzel ödül, te­
miz, saf, lekesiz bir yaşamın çiçeğidir. Yaşamda yalnız mısınız ?
Söylenecek bir şey yoktur. Ama bir aileniz, bir anneniz, bir ba­
banız varsa, tanımadığınız bir şaire yazdığınız böyle bir mektu­
bun onları ne denli üzeceğini düşünün bir ! Yazarların hepsi me­
lek değildir, onların da kusurları vardır. İçlerinden hercaisi, ap-

91
Balzac

talı, kendini beğenmişi, gözü yükseklerde olanı, ayyaşı çıkar.


Saflık denen şey istediği kadar heybetli, Fransız şairi istediği ka­
dar şövalye yaradılışlı olsun, Paris'te size önce kendini sevdirip
sonra aldatacak çok sayıda soysuz panayır ozanına rastlayabi­
lirsiniz. O zaman mektubunuz benim anladığım gibi anlaşılma­
yacak, başka anlamlara çekilecektir. Yazınızda sizin düşünme­
diğiniz, saflığınız yüzünden aklınızdan bile geçirmediğiniz bir
düşünce bulacaklardır. Ne kadar yazar varsa, o kadar da yara­
dılış vardır. Beni, sizi anlayabilecek biri gibi görmeniz koltukla­
rımı kabarttı. Eğer ikiyüzlü bir sanatçının, kitapları hüzünlü,
ama yaşamı vur patlasın çal oynasın geçen bir alaycının eline
düşseydiniz, bu yüce tedbirsizliğin sonunda kötü bir adamla,
kadınların peşinden ayrılmayan, kahveden, meyhaneden çık­
mayan biriyle karşılaşabilirdiniz. Mücevhercinin göz kamaştırı­
cı hünerleriyle bezenip baloya giderken, bunları yapan damarlı
kolları, üstü başı dökülen işçileri, bu emek ürünü çiçeklerin pı­
rıl pırıl çıktığı iğrenç tezgahları nasıl düşünmüyorsanız, sarma­
şıklı çardağın altında şiir okuyup düşüncelere daldığınızda da,
o dizeleri şiirselliğinden uzaklaştıran puro kokusunu duymu­
yors unuz. Biraz daha ileri gideyim ! . . Yalnız başınıza, büyük ola­
sılıkla bir deniz kıyısında sürdüğünüz o hülyalı yaşam, işi -her
şeyi betimlemek zorunda olduğu için- her şeyi anlamak olan şa­
iri ne kadar ilgilendirir sanıyorsunuz? Bizim genç kızlarımız o
denli kusursuzdur ki, Havva kızlarının hiçbiri onlarla yarışa­
maz. Düş'ün yerini hangi Gerçek tutabilir ? Siz ki, uslu akıllı bir
ana olmak için yetiştirilmiş bir genç kızsınız, olsa olsa 'herkesin
sevdiği bir cehennem' diyebileceğimiz bu iğrenç başkentte yaşa­
yan şairlerin korkunç bir çalkantı içinde geçen yaşamlarını öğ­
renmekle elinize ne geçer? Eğer merak dolu genç kız yaşamını­
zın tekdüzeliğini gidermek amacıyla kaleme sarıldıysanız, yoz­
laşmaya benzer bir şey yok mu bunda ? Mektubunuza ne anlam
vermeliyim ? Toplumun dışladığı bir sınıftansınız da uzakta bir
dost mu arıyorsunuz ? Çirkinsiniz de dertleşecek kimsesi bulun­
mayan güzel bir ruhunuz olduğunu mu hissediyorsunuz ? Ne

92
Modeste Mignon

yazık ki, bunlar beni şu üzücü sonuca götürüyor: Ya çok şeyler


yaptınız ya da yeterince yapmadınız. Ya burada duralım, ya da
devam ederseniz, bana yazdıklarınızdan daha fazlasını söyleyin.
Ama Matmazel, eğer gençseniz, güzelseniz, bir aileniz varsa ve
yüreğinizden dışarı taşmak isteyen, Mecdelli Meryem 'in İsa 'nın
ayaklarına sürdüğü türden tanrısal bir koku duyumsuyorsanız,
bırakın, size yaraşır biri değerinizi bilsin ve bütün iyi genç kız­
ların olması gerektiği gibi kusursuz bir kadın, erdemli bir anne
olun. Bir şairin gönlü, genç bir kız için çok zavallı bir kazanç­
tır: Şair takımının burnu büyük olur; bir kadının haklı gururu­
nu incitebilecek, yaşam deneyimi olmayan bir sevgiyi örseleye­
bilecek bir sürü sivrilikleri vardır. Bir şairle evlenecek kadın,
onu kendine koca olarak seçmeden önce uzun zaman sevmeli,
melekler gibi iyi ve hoşgörülü olmaya, analığın bütün erdemle­
rini edinmeye karar vermelidir. Bu niteliklerse, Matmazel, genç
bir kızda henüz çekirdek halindedir.
" Gerçeği olduğu gibi dinleyin. Baş döndürücü övgülerinize
karşılık onu size söylemek zorunda değil miyim ? Büyük bir şöh­
retle evlenmek onur verici bir şeydir ama, çok geçmeden üstün
bir adamın da, insan olarak, başkalarından farklı olmadığı gö­
rülür. Üstelik, ondan mucizeler beklediğimiz ölçüde, umutları­
mızı da boşa çıkaracaktır. Ünlü şairler, güzelliği göklere çıkarı­
lıp da kendisini gördüğümüz zaman, 'Ben daha iyi bir şey sanı­
yordum' dediğimiz kadınlara benzerler; size o mektubu yazdır­
tan perinin, yani Düş Gücü'nün çizdiği portreye pek az benzer­
ler. Son olarak da şunu söyleyelim: Düşünsel nitelikler, gözle gö­
rülmeyen bir evrende gelişip çiçeklenir; şairin karısı da bunların
yalnızca sıkıntısını çeker; mücevherleri takmak yerine onların
nasıl yapıldıklarını görür. Eğer böyle ayrıcalıklı bir durum, gös­
terişiyle sizi büyülediyse, bilin ki bu işin zevki kısa sürede tüke­
nir. Uzaktan dümdüz görünen bir yerin bu kadar pürüzlü, bun­
ca parıltılı bir tepenin bu kadar soğuk oluşu insanı öfkelendirir!
Üstelik zorluklarla başı hoş olmayan kadınlar, ilk bakışta işin
püf noktasını kavradıklarını sanarak, bir zamanlar hayran kal-

93
Balzac

dıkları şeyi artık beğenmemeye başlarlar. Mektubumu son bir


düşünceyle bitiriyorum; bunu üstü kapalı bir rica sayarsanız ya­
nılırsınız; bu bir dost öğüdüdür. Ruhların anlaşması, birbirin­
den hiçbir şey gizlemeyen insanlar arasında olanaklıdır. Bir ya­
bancıya olduğunuz gibi görünebilecek misiniz ? Bu düşüncemin
sonuçlarına girmede� duruyorum.
" Bütün kadınlara, Mannazel, giderek adsız ve maskeli olan­
lara bile göstermek zorunda olduğumuz saygılarla . "

94
XIX. İşler Kızışıyor

Bu mektubu bütün bir gün, balinaları ateş gibi yanan kor­


sesiyle teni arasında saklamak ! . . Okunmasını her şeyin uyu­
duğu saate, gece yarısına bırakmak, tutuşan bir düşlemin ku­
runtuları içinde o heybetli sessizliği beklemek! . . Şaire için için
teşekkürler yağdırırken aklından binbir mektup geçirmek,
bütün olasılıkları gözünün önüne getirmek! . . Sonra da akla
gelmeyen tek şey: Hayalin en uçucu biçimleri üstüne damla­
yan ve onları, yaşamı eriten siyanür asidi gibi eritip bitiren bu
soğuk su damlası! . . İnsan yapayalnız da olsa gizlenmekten,
Modeste'in yaptığı gibi mumu söndürüp, başını çarşaflara
gömüp ağlamaktan başka ne yapar böyle bir durumda !
Ağustosun ilk günleriydi. Modeste ayağa kalktı. Odasın­
da dolaştı, sonra gidip pencereyi açtı. Havasızlıktan bunalı­
yordu. Çiçeklerden yükselen kokuları içine çekti; gecenin
verdiği özel tazelik vardı bu kokularda. Ay ışığı vurmuş de­
niz, ayna gibi parlıyordu. Vilquin parkındaki ağaçlardan bi­
rinde bir bülbül örttü. "İşte sana şair ! " dedi Modeste; öfke­
si geçti. Kafasında en acı düşünceler birbirini kovaladı. Gü­
cenmişti. Mektubu bir daha okumak istedi. Mumu yaktı. Bu
özene bezene yazılmış yazının üstünde durdu. Ve sonunda
gerçek dünyanın boğucu sesini duydu. " O haklı ben haksı­
zım" dedi kendi kendine. Ama yıldızlarla bezenmiş bir şair

95
Ba/zac

giysisinin altından Moliere'in yaşlı adamlarından birinin çı­


kacağına nasıl inanır insan ? . . Bir kadın ya da genç kız suçüs­
tü yakalandı mı, o suçun tanığına, suçu işleyene ya da suçun
nesnesine derin bir kin beslemeye başlar. Bu yüzden de ger­
çek, doğal, yabanıl Modeste, dürüstlük dersi veren bu ada­
mı alt etmek, çelişkiye düşürmek, ona tepeden inme bir ders
vermek için korkunç bir istek duydu içinde. Bir yandan oku­
duğu kitaplar, bir yandan ablasının uzun can çekişmesi, bir
yandan da yalnızlığın insanı içine düşürdüğü tehlikeli derin
düşüncelerle kafası karışan bu tertemiz genç kız, yüzünde
güneş ışığını duyumsayınca şaşırdı. Demek Kuşku'nun engin
denizlerinde volta vura vura üç saat geçirmişti. Böyle geceler
hiç unutulmaz. Hemen babasının armağanı Çin masasının
başına geçti Modeste. Genç insanların yüreklerinin dibinde
titreşen o yakıcı öç alma duygusunun yazdırdığı bir mektu­
bu kaleme aldı.

III.

Bay de Canalis'e.

"Mösyö,
"Siz kuşkusuz büyük bir ozansınız; ama bir fazlalığınız da­
ha var: Dürüst bir insansınız. Uçurumun kıyısında dolaşan genç
bir kıza bunca dürüst, bunca açık davrandıktan sonra şu soru­
ya da hiçbir ikiyüzlülüğe sapmadan, dolambaçsız bir yanıt ve­
rebilir misiniz?
"Biri kulağınıza, 'Matmazel O. d'Este-M.'nin altı milyonu
var, koca diye bir aptala varmak da istemiyor' tümcesini fısılda­
saydı, ki bal gibi doğru olabilir bu, benimkine yanıt olarak gön­
derdiğiniz o mektubu yazar mıydınız ? Aynı şeyleri düşünür, ay­
nı şeyleri söyler miydiniz?
"Bu varsayımı bir an için doğru kabul edin. Kendi kendiniz­
le nasılsanız benimle de öyle olun, çekinmeyin, yirmi yaşında-

96
Modeste Mignon

yım ama çok daha büyüğüm, açıkça konuşmanız sizi gözüm­


den düşürmez. İçten düşüncenizi, eğer lütfedip gönderirseniz,
okur okumaz birinci mektubunuzun yanıtını vereceğim.
" Sık sık yüceliğe erişen sanat yeteneğinize hayran olduktan
sonra, şimdi de inceliğinize, dürüstlüğünüze karşılık saygılarımı
sunmama ızın verın.
" Alçakgönüll ü hizmetkarınız,
"O. d'Este-M. "

97
XX. Yeke Yek

Emest de La Briere bu mektubu alınca dolaşmak için bul­


varlara çıktı. Kabına sığamıyor, fırtınaya tutulmuş kırılgan
bir kayığa benziyordu; öyle bir fırtına ki, zaman zaman pu­
sulanın bütün yönlerinden esiyordu rüzgar. Sık rastlanan
türden bir delikanlı, gerçek bir Parisli, " Bırak şu şırfıntıyı"
der, işin içinden çıkardı. Ama kendisine önerilen bu yemine
benzer şey, bu doğruluğa çağrı, bu soylu, bu iyi ruhlu gencin
içinde, bütün vicdanlarda uyuklayan o üç yargıcı ayaklan­
dırdı. Onur, Gerçek ve Adalet, yerlerinden doğrulmuş, var
güçleriyle bağırıyorlardı: "Ah sevgili Emest, zengin bir kıza
ders vermeye kalkmazdın herhalde! " diyordu Gerçek. "Ah
delikanlım! Dosdoğru Le Havre'ın yolunu tutar, kızın güzel
olup olmadığını anlamaya çalışırdın; üstelik üstün yetenekli­
ler takımının böyle yeğlenmesi seni çok mutsuz ederdi. Ama
arkadaşına çelmeyi takıp da onun yerine geçebilsen, Matma­
zel d'Este'ten daha güzeli olmazdı. " " Ne ! . . " diyordu Adalet.
" Siz ki parasız ama akıllı, en azından elinden iş gelen insan­
larsınız, zengin kızların kapınızda uşak diye tutmayacağınız
adamlara varmasına içerlersiniz ! Yoksul, yetenekli, güzel bir
delikanlıyı, soylu, zengin bir kızla birleştirmeye hiçbir zaman
yanaşmayan, parayı paraya eklemek için çırpınan bu çağın
maddeciliğine atıp tutarsınız! Ama biri çıkıp çağın bu anla-

99
Ba/zac

yışına başkaldırınca da şair beyefendimiz kalkıp kızcağızın


yüreğini kırar! " " Zengin ya da yoksul, genç ya da yaşlı, gü­
zel ya da çirkin, ne olursa olsun bu kızın hakkı var; akıllı bir
kız bu, şairi kişisel çıkarın çamuruna yuvarlıyor" diye bağı­
rıyordu Onur; "dürüst, soylu ve açık, her şeyden önce de iç­
ten geldiği gibi bir yanıtı hak ediyor bu kız! Kendini şöyle bir
tart, elini vicdanına koy, yüreğini bütün küçüklüklerden
arındır. Moliere'in Alceste'i46 seni görse ne der ? " Böylece Po­
issonniere bulvarından yola çıkan La Briere, öylesine düşün­
celere dalmış, öyle yavaş yürümüştü ki, bir saat sonra ancak
Les Capucines bulvarına vara bildi. O dönemde Sainte-Cha­
pelle yanında bulunan Sayıştay'a gitmek için nehir boyuna
indi. Orada da hesaplara bakacak yerde bir kararsızlık için­
de çırpındı durdu. "Altı milyonu yoktur, bu kesin" diyordu,
"ama sorun orada değil. . . " Altı gün sonra Modeste aşağıda­
ki mektubu aldı:

IV.

Matmazel O. d'Este-M. ye.

"Mannazel '

"Adınız D'Este değil. Bunu asıl adınızı gizlemek için kulla-


nıyorsunuz. Kendisi konusunda yalan söyleyen birine, isteğini­
zi yerine getirerek, doğruyu söylemem gerekir mi bilmiyorum ?
Dinleyin beni: Sorunuza karşılık ben de size bir soru soruyo­
rum. Ünlü bir aileden mi, soylu bir aileden mi, yoksa kentsoy­
lu bir aileden misiniz? Elbette ki ahlak tektir, değişmez; ama in­
sana yükleyeceği zorunluluklar, yerine göre değişebilir. Güneşin
dağı taşı başka başka aydınlatarak o hayran kaldığımız farklı­
lıkları ortaya çıkarması gibi, o da toplumsal görevi düzeye, sı-

46
Moliere'in Le Misanthrope adlı oyununun her şeyi olduğu gibi söyleyen,
bu yüzden de insanlarla geçinemeyen kahramanı.

1 00
Modeste Mignon

nıfa uydurur. Bir er için kusur sayabileceğimiz şey, general için


büyük bir suçtur; bunun tersi de doğrudur. Tarlada hasat kaldı­
ran köylü kadınla, günde on beş meteliğe çalışan bir işçinin, kü­
çük bir esnaf kızının, genç bir kentsoylu kadınının, zengin bir
tüccar çocuğunun, soylu bir ailenin mirasına konacak genç bir
hanımefendinin, D'Este soyundan bir kızın uyacağı kurallar ay­
rı ayrıdır. Bir kral, bir altın lirayı yerden almak için eğilmemeli,
ama rençber, düşürdüğü on kuruşu aramak için geri dönmeli­
dir; her ikisi de aynı ekonomi yasalarına uymak zorunda olsa­
lar bile. Altı milyonu olan bir D'Este, başına geniş kenarlı, tüy­
lü bir şapka geçirip kırbacını şaklatarak, altındaki Kuzey Afri­
ka atını mahmuzlayarak, üstünde altın işlemeli binici giysisi ve
arkasında uşağıyla bir şaire gelip, 'Şiiri severim ve Leonora'nın
Tasso'ya ettiklerinin cezasını çekmek istiyorum' diyebilir. Oysa
bir esnaf kızı aynı şeyi yapmaya kalkarsa gülünç olur. Toplu­
mun hangi sınıfındansınız ? Bana içtenlikle yanıt verin. Ben de
sorunuzu aynı içtenlikle yanıtlayacağım.
" Sizi tanıma mutluluğuna henüz erişmediğime ve daha şim­
diden bir tür şiirsel uyuşmayla birbirimize bağlandığımıza göre,
size birtakım bayağı sözler söyleyip saygılar sunmayı gereksiz
buluyorum. Sokaklarda kitapları satılan bir adamı bocalatma­
nız bile, zaferle sonuçlanmış bir muzipliktir belki."

Ernest'in, onurlu bir adamda yakışıksız kaçmayacak kadar


bir kurnazlığı vardı. Mektubunun yanıtını da ilk postayla aldı.

v.

Bay de Canalis'e.

"Gittikçe daha akla yakın şeyler söylüyorsunuz sevgili şair


dostum. Babam konttur. Soyumuzda, kardinallerin krallarla
hemen hemen bir tutulduğu dönemde yetişmiş ünlü bir kardi­
nal var. Bugün neredeyse her şeyini yitirmiş durumda olan ai-

101
Balzac

lem, benimle sona eriyor; ama ben en seçkin ortamlara, en üst


düzeyden topluluklara girebilmek için istenen bütün niteliklere
sahibim. Kısacası Canalis'lerden aşağı kalmıyoruz. Size arma­
mızı göndermemiş olmamı anlayışla karşılayın. Benim gibi iç­
tenlikle yanıt vermeye çalışın. Size hala aşağıdaki gibi seslenip
seslenemeyeceğimi öğrenmek için yanıtınızı bekliyorum:

" Hizmetkarınız,
"O. d'Este-M. "

1 02
XXI. Düşman Safiarına Bir Keşif Gezisi

"Bu bacaksız kendini amma da ağıra satıyor" diye söy­


lendi La Briere; "ama acaba içten mi? . . " Bir bakanın dört yıl
özel sekreterliğini yapmak, Paris'te oturmak, birtakım entri­
kalar gözlemek cezasız kalamazdı elbette; bu görkemli ken­
tin sarhoş edici havası, en saf insanın bile az çok başını dön­
dürüyordu. "İyi ki Canalis değilim" diye sevinen genç Sayış­
tay denetçisi, oturup bir mektup daha yazdı; istenen açıkla­
manın önemini ve bakanlıktaki işlerin çokluğunu bahane
ederek yanıtını başka bir gün göndereceğini bildirdi; sonra
da Le Havre'a giden posta arabasında bir yer ayırttı. Posta
genel müdüründen Le Havre'daki müdür için bir tezkerecik
almayı da unutmadı. Bu tezkerede La Briere'e yardımcı
olunması ve kimseye bir şey söylenmemesi isteniyordu. Böy­
lece Ernest, Françoise Cochet'nin postaneye geldiğini göre­
bildi. Belli etmeden peşine takıldı. Kız önde, o arkada Ingo­
uville'in tepesine kadar çıktılar. Delikanlı Köşk'ün pencere­
sinde Modeste Mignon'u gördü. Genç kız, "Ne haber Fran­
çoise ? " diye sordu. "Evet Matmazel, bir tane var" diye ya­
nıt verdi işçi kız. Bu tanrısal sarışının güzelliğine vurulan Er­
nest geri döndü, yoldan geçen birine bu güzel evin sahibini
sordu. Adam evi göstererek, "Bu mu? " dedi. " Evet dos­
tum. " " Bay Vilquin'indir. Le Havre'ın en zengin gemi dona-

1 03
Ba/zac

tanı. Mallarının hesabını kendi de bilmez! " Paris'e dönmek


için Le Havre'a inerken La Briere, "Tarihte Kardinal Vilqu­
in diye birini anımsamıyorum " diye söyleniyordu kendi ken­
dine. Doğal olarak Vilquin ailesi konusunda posta müdürü­
ne sorular sordu; Vilquin'lerin çok zengin olduklarını öğren­
di. Bay Vilquin'in bir oğluyla iki kızı vardı; biri Althor'un oğ­
luyla evliydi. La Briere, Vilquin'lerle bir ilgisi varmış gibi gö­
rünmekten çekindi; müdür alaylı alaylı yüzüne bakmaya
başlamıştı bile. Yine de, " Şu sırada evlerinde kendilerinden
başka kimse var mı ? " diye sordu. " Şimdi, D'Herouville'ler
var. Bay Vilquin'in küçük kızı, genç dükle evlenecekmiş di­
yorlar. " La Briere, Valois'lar zamanında ünlü bir Kardinal
D'Herouville yaşamıştı, dedi kendi kendine; IV. Henri zama­
nında da dük unvanı verilen o müthiş mareşal vardı .47 Er­
nest Paris'e döndü ve mektupların arkasını kesmemeye ka­
rar verdi; Modeste'i, düşlerinde yaşatacak ve yoksul ya da
zengin, iyi bir insansa, onunla seve seve evlenmeyi düşüne­
cek kadar görebilmişti.
Siz Fransa'nın zavallı kadınları, gelin de kendinizi gizle­
meye kalkışın! Arabaların meydanlara gidiş geliş saatlerini
saptayan, mektupları sayan, hem kutuya atıldıkları an, hem
de dağıtılırken iki kez damgalayan, evleri numaralayan, ka­
pılarını pencerelerini işledikten sonra kat planlarını vergi
defterlerine geçiren, ve yakında bütün toprağını, en küçük
parçasına, en ufak noktasına kadar Kadastro yönetiminin
kocaman kağıtlarına geçirmek gibi, bir devin buyruğuyla48
devlere yaraşır bir işi başaracak bu uygarlığın ortasında, ufa­
cık bir serüvene atılmaya kalkışın bakalım! Ey tedbirsiz kız­
lar! Polisin gözünden değil, en ücra köyde en önemsiz işleri
kurcalayan, kaymakamın yediği tatlıları hesap eden, küçük
gelir sahibinin kapısındaki kavun kabuklarını gözünden ka-

4.,.
L'Enfant maudit ( Lanetli Çocuk ) romanına gönderme.
48 Napoleon Bonaparte.

1 04
Modeste Mignon

çırmayan, tutumlu elin küpüne istif ettiği altınların sesini


duymaya çalışan, her akşam ocak başında köydeki, kasaba­
daki, kentteki zenginlikleri tahmine çalışan, o durup dinlen­
mek bilmeyen dedikodudan yakanızı sıyırın da görelim!
Modeste, Ernest'in bu son derece masum casusluğundan kü­
çük bir yanlışlık sayesinde kurtulmuş, Ernest de yaptığına
hemen pişman oluvermişti. Hangi Parisli, küçük bir taşra kı­
zının oyununa gelmek ister ? Ama şu, "Hiçbir şeye aldan­
ma ! " sözü, o çirkin özdeyiş, insandaki tüm soylu duyguları
silip süpürüverir.
Bu dürüst gencin nasıl bir duygular savaşının pençesinde
kıvrandığını, vicdanına inen darbelerin izini taşıyan mektu­
bundan kolayca anlıyoruz.
İşte birkaç gün sonra, güzel bir yaz günü, Modeste'in,
penceresinde okuduğu mektup.

1 05
XXII. Çok Bilmiş Kız,
Al da Oku Bakalım!

VI.

Matmazel O. d'Este-M. 'ye.

"Matmazel '

"Hiçbir ikiyüzlül üğe yeltenmeden yanıt veriyorum: Evet,


çok zengin olduğunuzu kesin olarak bilseydim bütünüyle baş­
ka türlü davranırdım. Neden mi ? Nedenini aradım, size de söy­
leyeyim. İçimizde doğuştan bir duygu var; bizi mutluluğu ara­
maya, mutluluğu ele geçirmeye zorlayan, üstelik toplum yaşa­
mının gereğinden fazla geliştirdiği bir duygu. Çoğu insan mut­
luluğu, mutluluğun araçlarıyla karıştırır; onlara göre para, en
büyük mutluluk kaynağıdır. Demek ki, dünya kurulalı beri zen­
ginliği bir din haline getiren o toplumsal duygunun etkisiyle ho­
şunuza gitmeye çalışacaktım. En azından böyle sanıyorum. He­
nüz genç bir adamdan, sağduyuyu duyguların yerine geçiren o
olgunluk beklenmemeli. Bütün insanların yüreğinde gizlenen o
hayvansal içgüdü, bir avla karşılaştığımızda onun üstüne atıl­
maya itiyor bizi. Demek ki, size ders verecek yerde gönül okşa­
yıcı sözler söyleyecek, övgüler sıralayacaktım. Küçüldüğümü
düşünmeyecek miydim ? Düşünecektim elbette. Ama Matma-

1 07
Balzac

zel, başarının da insanı temize çıkaran bir yanı vardır. Peki ya


mutluluk ? . . O başka bir şeydir. Acaba bu biçimde elde ettiğim
eşimden çekinmeyecek miydim ? . . Çekinecektim elbette. Girişi­
miniz, ergeç asıl niteliğine dönecekti. Kocanız, onu gözünüzde
ne kadar büyütürseniz büyütün, kendisini aşağıladığınız için kı­
nayacaktı sizi. Eninde sonunda, siz bile onu hor görmeye başla­
yacaktınız belJ<i. Sıradan erkek, para için evliliğin yarattığı kör­
düğümü zorbalığın kılıcıyla keser. Güçlü erkek bağışlar. Şairse
yanar yakılır. İşte Matmazel, size dosdoğru bir yanıt.
" Şimdi beni iyi dinleyin. Hem yeterince tanımadığım sizin­
le, hem de az tanıdığım kendimle ilgili derin derin düşünmemi
sağlayıp bir zafer kazandınız. Her yüreğin derinliğinde çörekle­
nen o bir sürü kötü düşünceyi deşme becerisini gösterdiniz. Ne
var ki, benim yüreğimden büyüklüğe benzer bir şey çıktı ve ben,
tıpkı denizde çarpıp parçalanabileceğimiz kayaları bize gösteren
bir feneri selamlar gibi gönül borcuyla selamlıyorum sizi. Tanrı
sizden razı olsun. Şimdi günah çıkaracağım size; çünkü önüme
dünyanın hazinesini yığsalar, ne sizin gözünüzden, ne de kendi
gözümden düşmek isterim.
"Kim olduğunuzu öğrenmek istedim. Le Havre'dan yeni
döndüm. Françoise Cochet'yi gördüm. Ingouville'e kadar pe­
şinden giderek, sizi o görkemli villanızda görebildim. Bir şairin
düşlerindeki kadın kadar güzelsiniz. Ama Matmazel d'Herou­
ville'de gizlenmiş Matmazel Vilquin misiniz, yoksa Matmazel
Vilquin'de gizli Matmazel d'Herouville mi, bilmiyorum. Hak­
kım olduğu halde bu casusluk yüzümü kızarttı, araştırmayı bı­
raktım. Merakımı uyandırdınız; biraz kadınca davrandığım
için bana kızmayın; bu kadarı da bir şairin hakkı değil midir?
Artık size yüreğimi açtım, onu okumanıza izin verdim ve şim­
di söyleyeceklerimin de içtenliğine inanabilirsiniz. Sizi pek az
da olsa görmek, düşüncemi değiştirmeye yetti. Siz kadından
çok bir şair ve bir şiirsiniz. Evet, sizde güzellikten daha değerli
bir şey var. Siz Sanat'ın düşlediği o güzelsiniz, o Hülya'sınız . . .
Sıradan bir yaşama yazgılı genç kızlarda ayıplanabilecek bir gi-

1 08
Modeste Mignon

rişim, size yakıştırdığım bir yaradılıştan geldiğinde her şey de­


ğişir. Toplum yaşamının bir kuşak oluşturmak üzere yeryüzüne
rastgele serpiştirdiği sayısız insan arasında kuraldışılar da var­
dır. Eğer mektubunuz, yasaların kadınlara reva gördüğü yaşam
biçimi üstüne kurulmuş uzun ve şairce düşlerin bir sonucuysa;
eğer yetişmiş üstün zekanızın esinine kapılıp, kendisine deha gi­
bi ender rastlanır bir nitelik yakıştırdığınız bir adamın özel ya­
şamını öğrenmek ve size benzer bir insanla, cinsinizin dayattığı
sınırlamalardan bütünüyle sıyrılarak, sıradan ilişkiler dışında
bir dostluk kurmak istediyseniz, kesinlikle kuraldışı birisiniz
siz! Kalabalığın davranışlarını ölçmeye yarayan yasa, sizin ka­
rarınız karşısında çok dar kapsamlı kalır. Ama bu durumda, bi­
rinci mektubumdaki o sözü bütün gücüyle yinelemek gerekir:
Ya çok şey yaptınız ya da yeterince yapmadınız. Öte yandan
yüreğimi deşmeye zorlamakla bana ettiğiniz iyilik için size ne
kadar teşekkür etsem azdır. Evlenmenin bir zengin olma yolu
olduğu düşüncesini, Fransa'da oldukça yaygın bu yanlışı benim
gözümde düzelttiniz. Vicdanımdaki karışıklığın içinden kutsan­
mış bir ses duydum. Kendime bir yaşam arkadaşı seçerken, aç­
gözlü biri gibi davranmamak için servetimi tek başıma yapma­
ya, kendi kendime yemin ettim. Sonra da içimde uyandırdığı­
nız yakışıksız merakı ayıpladım, önledim. Altı milyonunuz ola­
maz. Le Havre'da bu kadar paralı bir genç kız, kimliğini gizle­
yemez; Ahır Beyi'ni49 Vilquin'lerinizin üstüne salan, Paris'te
zengin kız avına çıktığını gördüğüm o soylu aileler sürüsü, kim­
liğinizi çoktan ortaya çıkarırdı. Böylece bu anlattığım duygular,
kafamda -her türlü kurmaca ya da gerçeğin dışında- kesin bir
kural biçiminde ortaya çıktı. Şimdi bana genel yasaya uyma­
ması hoş görülebilecek bir ruhunuz olduğunu kanıtlayın; hem
bu ikinci, hem de birinci mektubuma hak verdiğinizi görecek­
siniz. Eğer bir kentsoylu yaşamı sürecekseniz, toplumu ayakta

49
Le Grand-Ecuyer saraya bağlı yüksek bir görev. Vilquin'lere konuk olan
Herouville Dükü'nün unvanı.

1 09
Balzac

tutan o sarsılmaz yasaya boyun eğin. Üstün bir kadınsanız, si­


ze hayranım; ama eğer dizginlemeniz gereken içgüdüye boyun
eğmek istiyorsanız, acırım size; ne yapalım, Toplum düzeni
böyle ister. Clarissa Harlowe50 adlı o ev içi destanından çıkan
hayranlık verici ders şudur: Yasal ve dürüst aşkı, olayın kurba­
nı kadını yıkıma sürükler; çünkü bu aşk aileye karşın doğmak­
ta, gelişmekte, sürüp gitmektedir. Aile ne kadar sersemce, ne
kadar acımasız bir şey olursa olsun, Lovelace'e5 1 karşı haklıdır.
Aile, Toplum demektir. İnanın bana, bir kız için de, bir kadın
için de hüner, en ateşli hevesleri, her zaman törelerin, gelenek­
lerin cenderesine hapsetmektedir. Eğer Madam de Stael gibi bir
kızım olsaydı, on beşinde ölmesini isterdim. Kızınızın halktan
alkış toplamak için tiyatro salaşlarında kendisini sergilediğini,
içiniz yanmadan düşünebilir misiniz? Bir kadın, düşlerinin giz­
li şiiriyle hangi yüksekliğe ulaşırsa ulaşsın, üstün yanlarını aile
ocağına feda etmelidir. Bir genç kızın atılımları, dehası, iyiye,
yüceye karşı duyduğu eğilim, kısacası bütün şiiri, kabul ettiği
erkeğin, doğuracağı çocuklarındır. Sizde gizli bir istek seziyo­
rum; kadınların içinde yaşamak zorunda kaldıkları dar çerçe­
veyi genişletmek, evliliğe heyecanı, aşkı sokmak istiyorsunuz.
Bu güzel bir düştür, olanaksız değildir, ama zordur; ve -şu gü­
lünç deyimi bağışlayacak olursanız- 'takımı bozulmuş'lara, eş­
siz kalmışlara inat, gerçekleştiği de olmuştur.
" Eğer bir tür platonik dostluk arıyorsanız bu dostluk size
gelecekte bir üzüntü kaynağı olabilir. Mektubunuzu oyun olsun
diye yazdıysanız, bu oyunu sürdürmeyin. Bu küçük serüven bu­
rada bitti değil mi ? .. Bir iki yararı da olmadı değil: Benim dü­
rüstlük duygum güçlendi, siz de toplum yaşamı üstüne kesin
düşünceler edinmiş olmalısınız. Gözlerinizi gerçek yaşama çevi­
rin, yazının kadınlığınızda doğurduğu geçici coşkuyu, cinsinizin
erdemlerine katın. Elveda, Matmazel; değer vererek onurlandı-

50
İngiliz yazarı Samuel Richardson'un ( 1 689- 1 76 1 ) ünlü romanı.
51
Ünlü bir İngiliz şairi ( 1 6 1 8- 1 657).

110
Modeste Mignon

rın beni. Sizi ya da siz sandığım kişiyi gördükten sonra mektu­


bunuz bana doğal geldi . Böyle güzel bir çiçek, şiirin güneşine
doğru dönmeliydi. Çiçekleri, müziği, denizin görkemini, doğa­
nın güzelliklerini nasıl seviyorsanız, şiiri de öylece, ruhun bir sü­
sü gibi sevin ! Ama şairler konusunda size söyleme onuruna eriş­
tiğim bütün o şeyleri unutmayın ! Bir serseme varmaktan kaçı­
nın, Tanrının sizin için yarattığı yaşam arkadaşını sabırla ara­
yın. İnanın bana, sizi anlayabilecek, mutlu edebilecek birçok
akıllı insan vardır. Eğer zengin olsaydım, siz de yoksul olsaydı­
nız, bir gün servetimle yüreğimi ayaklarınızın altına sererdim;
ruhunuzun zenginliğine, dürüstlüğüne inanıyorum çünkü. Ya­
şamımı da, onurumu da tam bir güvenle size emanet edebilir­
dim. Bir kez daha, elveda, sarışın Havva'nın sarışın kızı ! "

111
XXIII. Modeste, Açık Bir
Üstünlük Kazanıyor

Bu mektubu çölde bir yudum su içercesine okuyunca,


Modeste'in yüreğine çöken dağlar kalktı; sonra planını ha­
zırlarken yaptığı yanlışları anladı. Bunları hemen düzeltti;
birkaç zarf hazırlayıp üstlerine kendi eliyle Ingouville'deki
adresini yazarak Françoise'a verirken bir daha Köşk'e gel­
memesini tembihledi . Françoise evine dönünce, bundan böy­
le Paris'ten gelecek her mektubu bu zarflardan birinin içine
koyacak ve Le Havre'dan gizlice postaya verecekti. Modes­
te postacıyı, her gün geçtiği saatte Köşk'ün kapısında bekle­
yerek kendisi karşılamaya karar verdi. Aldığı mektupta Ca­
nalis'in gösterişli imgesinin ardında soylu ve yoksul La
Briere'in yüreği çarpıyordu; Modeste'te uyandırdığı duygu­
lara gelince, bir bir kumsala gelip dağılan dalgalar gibi sayı­
sızdı bu duygular. Modeste'se gözlerini açık denize dikmiş,
Paris gibi bir deryada melek gibi bir adam avlayabildiği için,
yetenekle iyi bir yüreğin kimi zaman seçkin insanlarda da
yan yana gelebileceğini öğrendiği için, önsezinin kendisine
bunca iyi şeyler getiren büyülü sesini dinlediği için seviniyor­
du. Demek artık güçlü bir ilgi, yaşamını canlandıracaktı. Bu
güzel evin duvarları yıkılmış, kafesinin çubukları kırılmıştı.
Düşüncesi, kanatlarını açmış uçuyordu. Ufka bakarak:

1 13
Balzac

- Ah babacığım, bizi ç o k zengin et! dedi kendi kendi-


ne.
Ernest de La Briere'in beş gün sonra okuduğu mektup,
bize her türlü açıklamadan fazlasını söyleyecekti zaten.

vıı.

Bay de Canalis'e.

" Dostum -izin verin de size dostum diyeyim- beni büyüle­


diniz. Sonuncu olmamasını dilediğim bu ilk mektupta olduğu­
nuzdan başka türlü çıkmanızı istemem. Genç bir kızı bu kadar
incelikle bir şairden başka kim bağışlayabilir, kim anlayabilirdi ?
"Size içimi, mektubunuzun ilk satırlarını yazdıran o içtenlik­
le dökmek istiyorum. Önce şunu söyleyeyim ki, çok şükür beni
tanımıyorsunuz. Evet, sevinerek söylüyorum, ne o iğrenç Mat­
mazel Vilquin'im ben, ne de bir türlü kabul edilebilir bir yaşta
karar kılamayıp otuzla elli arasında sallanan o pek kuru ve pek
soylu Matmazel d'Herouville. Kardinal d'Herouville de kilise
tarihinde ailemizin biricik şöhretli kişisi dediğim kardinalden
daha önce ünlenmiştir. Biricik diyorum, çünkü ufak tefek gene­
ralleri, küçük çapta papazları şöhret saymıyorum. Üstelik Vil­
quin'lerin görkemli villasında da oturmuyorum. Tanrıya şükür,
damarlarımda o dükkan tezgahlarında soğumuş kanın zerresi
yok. Soyum hem Almanya'dan, hem de Fransa'nın güneyinden
geliyor; kafamda Almanya'nın düşleri, kanımda Provence'ın
ateşi var. Baba tarafından da, ana tarafından da soyluyum. Ana
tarafım Gotha Almanağı'nın52 bütün sayfalarını doldurur. Ve
artık sıkı önlemler aldım. Hiç kimse, devlet yetkilileri bile asıl
kimliğimi ortaya çıkaramaz. Böyle örtülü ve gizli kalacağım.
Kendime ve Normandiyalıların dediği gibi dünyalığıma gelince,

52
1 765'ten başlayarak yayımlanan bir almanak; önemli kişilerin soykütük­
lerini saptar.

1 14
Modeste Mignon

emin olun ki, hiç olmazsa o gördüğünüz kızcağız (mutluluğa er­


miş de haberi yok) kadar güzelim, sokağa çıktığım zaman pe­
şimden Fransa'nın on beyzadesi yürümez ama parasız pulsuz
bir kızcağız da sayılmam; o iğrenç 'milyonları için sevilen genç
kız' vodvili bana da oynandı. Son olarak da, ne olur hiçbir bi­
çimde, bahse tutuşsanız bile, beni bulmaya kalkışmayın! Özgür
olsam da, ne yazık ki koruma altındayım; önce kendi kendimin
koruması altındayım, sonra da, çekildiğim yere sokulmaya kal­
kışırsanız göğsünüzün ortasına bir bıçak saplamaktan çekinme­
yecek birtakım yürekli insanların koruması altında. Bunu cesa­
retinizi ya da merakınızı ayaklandırmak için söylemiyorum. Si­
zin ilginizi çekmek, sizi kendime bağlamak için bu duygulardan
hiçbirine gereksinimim olmadığını sanıyorum.
"Şimdi de ilk vaazınızın, oldukça genişletilmiş ikinci baskı­
sına yanıt vereyım.
" Bir itirafta bulunmamı ister misiniz? Sizi bu kadar güven­
siz, kendimi de doğaçlamalarıyla her zaman canımı sıkmış bir
Corinne53 gibi görünce, bugüne dek birçok onuncu Musa'nın54
merakınızı uyandırarak sizi çifte vadilerine55 çektiğini ve okul­
lu şiirlerinin yemişinden tatmaya davet ettiğini sanmıştım. Me­
rak etmeyin dostum, şiiri severim ama dağarcığımda manzume­
cikler taşımam; çoraplarım bembeyaz56 ve hep öyle kalacaklar.
Hiçbir zaman bir iki ciltlik saçmalıklarla canınızı sıkmayaca­
ğım. Ve bir gün size, 'Koşun, gelin! ' dersem, artık siz de biliyor­
sunuz ki yaşlı, yoksul, çirkin bir kızla karşılaşmayacaksınız. Ah
dostum! Le Havre'a geldiğinize ne kadar üzüldüğümü. bilemez­
siniz. Romanım dediğiniz şeyi böylece değiştirdiniz. Hayır, mek­
tuplarıma inanıp yüreğimin içine adım adım girdikten sonra
evinden çıkıp ilk kez buluşacağımız yere bir çocuk saflığıyla ge­
lebilecek kadar büyük, güvenli, uzak görüşlü bir adama sakla-

5
3 Madam de Stael.
54
Yunan mitologyasının dokuz esin perisi.
55
Pamassos ve Helikon dağları arasında Musa'ların oturduğu yer.
56
Fransızlar, yazarlık taslayan, bilgiç kadınlara bas bleu (mavi çorap) derler.

1 15
Balzac

<lığını hazineyi yalnızca Tanrının güçlü elleri tartabilir! Ancak


üstün yetenekli birinin, bu kadar saf yürekli olabileceğini düşü­
nüyordum. Siz o hazinenin bir parçasını kırdınız. Sizi bağışlıyo­
rum; ne de olsa Paris'te yaşıyorsunuz, hem dediğiniz gibi şair de
eninde sonunda insandır. Yoksa bu yüzden beni, düşlerin büyü­
lü bahçesini ekip biçen bir kızcağız yerine mi koyacaksınız?
Çoktan yıkılıp harap olmuş bir şatonun kırık vitraylarına taş
atıp eğlenmeye kalkmayın. Siz ki akıllı bir adamsınız, nasıl ol­
du da ilk mektubunuzda verdiğiniz bilgiççe dersi, Matmazel
d'Este'in kendi kendine zaten verdiğini kestiremediniz? Hayır,
sevgili şair, benim ilk mektubum, yol boyunca sağa sola sataşa­
rak giden, meyva ağaçlarının altında ödeyeceği vergileri hesap­
layan mal sahibini korkutmaktan hoşlanan çocuğun fırlattığı
bir çakıltaşı değildi; deniz kıyısında yüksek bir kayanın üstüne
oturmuş, bulunmaz av umudunda bir balıkçının ustalıkla sal­
landırılmış oltasıydı.
"Aile üstüne söylediğiniz güzel şeylerin hepsini doğru bulu­
yorum. Hoşuma gidecek, kendime yakışır bulacağım erkek,
anamın babamın izniyle yaşamıma da, yüreğime de sahip ola­
caktır. Onları ne üzmek, ne de tuzağa düşürmek isterim. Onla­
ra söz geçireceğimden kuşkum yok; önyargılı insanlar da değil­
ler. Sonuç olarak, heveslerimin, hayallerimin karşısında kendi­
mi güçlü hissediyorum. Kendi elimle kendime bir kale yaptım
ve bu kalenin bir hazine beklercesine üstüme titreyenlerin son­
suz bağlılığıyla kuşatılmasına göz yumdum. Oysa ovada da ko­
ruyabilirdim kendimi. Çünkü, şunu bilin ki, rastlantılar sırtıma
iyi su verilmiş bir zırh geçirdi; bu zırhın üstünde, 'Küçümseme'
sözcüğü yazılıdır. Hesap kokan her şeye, bütünüyle soylu, te­
miz, çıkarsız olmayan her şeye karşı sonsuz bir nefret duyarım.
Hayale kaçmaksızın güzele, 'en iyi'ye taparım. Ama bir zaman­
lar düşlerimde sırf kendim için hayalci oldum. Bu yüzden de işin
içyüzünü, bana sözünü ettiğiniz toplum yaşamına ilişkin o ba­
yağılıklara dek öğrendim.
"Şimdilik iki dosttan başka bir şey değiliz, olamayız da. İn­
san tanımadığı biriyle ne diye dost olsun diyeceksiniz. Ben kişi
1 16
Modeste Mignon

olarak sizi tanımıyorum; ama ruhunuz, yüreğiniz yabancım de­


ğil. Onları kendime yakın buluyorum. İçimde tek sırdaş olarak
üstün yetenekli birini isteyen sonsuz duygular var. Gönlümdeki
şiirin boşa gitmesini istemiyorum. Bu şiir, yalnızca Tanrı için
parlayabileceği gibi, sizin için de parlayabilir. İçimizi dökebile­
ceğimiz iyi bir arkadaştan değerli ne vardır? Dürüst bir kızın,
gün ışığına doğru koşan küçük sinekçikler gibi size doğru uçu­
şan ilk çiçeklerini geri mi çevireceksiniz ? Genç bir kızın içten
duygularını paylaşma mutluluğuna, ruhun bu kayrasına hiç
erişmediğinizden kuşkum yok ! Dinleyin o gevezelikleri; şimdiye
dek kendinden başka kimseye söylemediği şarkıları kabul edin!
Daha sonra, ruhlarımız iyice kardeş, yaradılışlarımız da birbiri­
ne uygun çıkarsa, beyaz saçlı emektar bir uşak, bir yol kenarın­
da, sizi bir köşke, bir villaya, bir şatoya, bir saraya götürmek
için bekleyecektir. Bu sarı ve kahverengi evlilik yuvasının (evli­
likle onca güçlenen Avusturya bayrağının renkleri bunlar) nasıl
bir şey olacağını da, bu işin bir sonuca varıp varmayacağını da
şimdilik bilmiyorum. Ama bunun oldukça şiirsel, Matmazel
d'Este'in de iyi huylu bir kız olduğunu kabul edin. Özgürlüğü­
nüzü mü elinizden alıyor? Kıskanç bir edayla gelip Paris salon­
larını mı araştırıyor? Bir zamanlar Paladin'lerin57 gönül rızasıy­
la kollarına taktıkları emprinse'in, o zincirin ödevlerini mi yük­
lüyor omuzlarınıza ? Sizden bütünüyle tinsel, gizemli bir anlaş­
ma istemiyor mu yalnızca ? Haydi ! Mutsuz, yaralı, yorgun ol­
duğunuz zaman yüreğime gelin ! Bana her şeyi söyleyin, hiçbir
şey gizlemeyin. Bütün acılarınızı iyi edecek merhemlerim var.
Yirmi yaşındayım, dostum, ama aklım ellisinde ve ne yazık ki,
bir başka benliğimde, tutkunun en lezzetli yanlarıyla en kor­
kunç yanlarını duyumsadım. İnsan yüreğinde ne korkaklıklar,
ne alçaklıklar bulunabileceğini biliyorum ve yine de bütün genç
kızların en dürüstüyüm. Hayır, artık hayal kurmuyorum; ben­
de şimdi daha iyisi var. İnançlarım var, dinim var. Bakın, şimdi
de içini dökme oyununa başlıyorum.

;- Charlemagne'ın çevresindeki soylu beyler.

117
Balzac

"Kendim seçmem koşuluyla kocam, nasıl bir adam olursa


olsun, uykusunu gönül rahatlığıyla uyuyabilir, kalkıp ta Hindis­
tan'a gidebilir. Dönüşünde, giderken bıraktığı gergefin başında
bulacaktır beni; her ilmikte kendisi için yazılmış bir şiirin dizele­
rini görür gibi olacaktır. Onun yokluğunda gözlerim hiçbir göz­
le karşılaşmamış, hiçbir erkek, fısıltısıyla kulağımı incitmemiş
olacaktır. Güzel ve aldatıcı bir görünüşe kapılmış olsam bile, bu
adam düşüncemin bütün çiçeklerini, sevgimin bütün işvelerini,
dilenmeyen gururlu boyun eğişimin sessiz özverilerini derecektir.
Evet, istemediği sürece, hiçbir zaman kocamın peşinden dışarı­
ya gitmemeye karar verdim; onun yuvasının tanrıçası olacağım.
İşte benim insanca dinim. Bedenle yaşamın birlikteliği gibi bir­
likte olacağım bir erkeği, neden kendim seçip sınamayayım? Ya­
şam insanı rahatsız eder mi hiç? Ya sevdiğinin tersine giden ka­
dın neye benzer? Yaşama değil, hastalığa. Yaşam derken de, her
saati bir zevk haline sokan o mutlu sağlığı anlıyorum ben.
"Gözümde değeri hiç eksilmeyecek mektubunuza dönüyo­
rum. Evet, şaka bir yana, bu mektubun içinde beklediğim şey­
leri, ciğerlere hava nasıl gerekliyse aileye de öylece gerekli olan,
şiirsellikten uzak duyguları buldum; bunlar olmazsa mutluluk
da olmaz. Dürüst bir adam gibi davranmak, şairce düşünmek,
kadınca sevmek; bunun artık bir hayal olmadığını anlıyorum.
" Elveda dostum. Şimdilik yoksulum; yüzümdeki maskeyi,
gizliliğimi, zaptedilmez hisarımı bana sevdiren şeylerden biri de
bu. Dergi'de son şiirlerinizi okudum; ruhunuzun sade ve gizli
büyüklükleriyle tanıştıktan sonra, bilseniz nasıl büyük bir tat al­
dım onlardan !
" Genç bir kızın Tanrıya sizin için candan dua ettiğini, yalnız
sizi düşündüğünü, bir ana ve bir babadan başka rakibiniz olma­
dığını bilmek, bilmem sizi mutsuz eder mi ? Sizinle dolu, sizin
için yazılmış, yalnızca sizin tarafınızdan okunacak sayfaları ge­
ri çevirmenizin nedeni olabilir mi ? Siz de benim gibi yapın. Şim­
dilik o kadar az kadınım ki, eksiksiz ve doğru şeyler söylemek
koşuluyla içinizi dökmeniz beni mutlu etmeye yetecektir.

"Sizin O. d'Este-M.'niz. "

1 18
XXIV. Bilinmeyenin Gücü

Bu mektubu, okuyup bitirdikten sonra bir saattir elinde


tuttuğunu fark eden genç denetçi:
- Tanrım, şimdiden aşık mı oldum ? dedi heyecanla. Na­
sıl bir karar vermeli ? Bizim büyük Şair'le mektuplaştığını sa­
nıyor ! Bu oyuna devam etmeli mi ? Kırk yaşında bir kadın
mıdır, yoksa yirmi yaşında bir kız mı ?
Bilinmeyenin uçurumu karşısında büyülenmiş kalmıştı
Emest. Bilinmeyen, karanlık bir sonsuzluktur ve dünyada
ondan daha çekici hiçbir şey yoktur. Bu karanlık boşlukta za­
man zaman beliren bir iki kıvılcım, parlak izler bırakarak
Martynn'inkilere58 benzer hayalleri renklendirir. Canalis'inki
gibi dolu bir yaşamda böyle bir serüven, sellerin kayalık ya­
taklarından sürüklenen mavi bir çiçek gibi yok olup gider.
Ama koruyucusunun simgelediği türden derli toplu işlere gi­
rişmek isteyen, o zamana kadar da oyalanmak için emzikle
Canalis'i politikaya hazırlayan bir Sayıştay denetçisinin yaşa­
mında iş değişir; imgesini o güzel sarışınla karıştırmaktan
kendini alamadığı böyle bir genç kız, insanın yüreğine yerle­
şir, bir kentsoylu yaşamına, kümese dalan kurt benzeri giren

58
Fantastik manzara resimleriyle ünlü İngiliz ressamı John Martin ( 1 789-
1 854 ); Balzac bu adı, 1 828'de ölen İngiliz gravürcü John Martyn'in adıy­
la karıştırıp yanlış yazıyor.

1 19
Ba/zac

romanların yapabileceği b ütün kötülükleri yapar. Böylece Er­


nest de, Le Havre'daki gizemli genç kızdan başka bir şey dü­
şünmez oldu. Ona, aşağıda okuyacağınız, inceden inceye dü­
şünülmüş, özene bezene yazılmış yanıtı gönderdi; bu mektup­
ta öfkeyle karışık bir sevda başgöstermeye başlıyordu artık.

VIII.

Matmazel O. d'Este-M. 'ye.

" Matmazel, insana -yalan da olsa- bir olgunluk simgesi gi­


bi görünmek, en azından bir mutluluk başlangıcı göstermek,
sonra da eğer umduğunuz gibi çıkmazsa, yüzüstü bırakıp kıya­
mete dek üzüntüler içinde kıvrandırmak gibi bir art düşünceyle
zavallı bir şairin gönlüne çöreklenmek size yakışır mı ? Düşün­
celerinizin zarif dizisini sergilemeye başlayan mektubunuzun
yolunu gözlemek, ne büyük bir tedbirsizlikmiş meğer! Bunca
yürekliliği bunca özgünlükle, bu denli zengin bir düş gücünü
bunca duyguyla birleştirmeyi bilen gizemli bir kadına, insan
çok kolay sevdalanır. Bu ilk iç dökmeyi okuduktan sonra kim
sizinle tanışmak istemez? Sizi düşünürken aklımı yitirmemek
için büyük çabalar harcamam gerekiyor, çünkü bir erkeğin yü­
reğini ve kafasını altüst edecek ne varsa bir araya getirmişsiniz.
Bu yüzden, bazı alçakgönüllü karşı çıkışlarda bulunabilmek
için soğukkanlılığımın şu an geriye kalan son kırıntılarından ya­
rarlanacağım. Birbirimize yazacağımız mektuplar, yaradılışımı­
zın genel anlamını sergilemekten çok, elimizden çıktıkları anın
birer dışavurumu olacaklarına göre, yaşam karşısında hem bi­
raz doğru, hem de biraz ikiyüzlü olan bu mektupların, ne den­
li güzel olurlarsa olsunlar, birbirimizi gündelik, sıradan yaşam
içinde sınamanın yerini tutabileceğine inanıyor musunuz? İnsan
iki yanlıdır. Önce görünmeyen bir yaşam, yüreğin yaşamı var ve
mektuplar ona yetebilir. Bir de kendiliğinden sürüp giden bir
yaşam var ve ne yazık ki, insanların gözünde, sizin yaşınızda bir

1 20
Modeste Mignon

kızın kestiremeyeceği kadar önemlidir. Bu iki yaşamın da, gön­


lünüzde okşadığınız hayale uyması gerekir. Buysa, hemen söy­
leyeyim ki, pek ender rastlanır bir şeydir. Yalnızlığa çekilmiş,
hem olgun, hem de lekesiz bir ruhun, saf, içten, çıkar gözetme­
yen övgüleri, Paris'in edebiyat dünyasına karışmış birinin yaşa­
dığı tüm üzüntüleri, aldığı tüm yaraları, gördüğü tüm ihanetle­
ri, rengiyle, kokusuyla unutturacak, göksel bir çiçektir. Bu yüz­
den, sizinkine benzer bir çıkışla ben de size teşekkür ediyorum.
Acılarımla sizin sadaka incileriniz arasında yapacağımız bu şiir­
sel değiş tokuştan sonra benden ne bekleyebilirsiniz ? Bende ne
Lord Byron'un o olağanüstü toplumsal konumu var, ne de de­
hası. Her şeyden önce, kafamda onunki gibi bir sahte lanetlen­
mişlik ve uydurma toplumsal yıkım halesi de yok. Böyle bir du­
rumda ondan ne beklerdiniz peki ? Dostluğunu değil mi ? Evet
ama, sadece gururlu biri olabilecekken, dostlukları ürküten, ya­
ralayıcı ve hastalıklı bir kibir, Byron'u yiyip bitiriyordu; ben ki
ondan bin kez küçüğüm, bende de yaşamı tatsızlaştıran, dost­
luğu çekilmez bir yük haline sokan yaradılış çelişkileri buluna­
maz mı ? .. Düşlerinize karşılık elinize ne geçer bu durumda ? Bü­
tünüyle sizin olmayacak bir yaşamın sıkıntıları değil mi ? Bu an­
laşma bir deliliktir. Bakın neden. Her şeyden önce tasarladığınız
bu şiir, bir aşırmadan başka bir şey değildi. Almanya' da bir
genç kız -sizin gibi yarım değil, tam bir Alman kızı- yirmi yaşı­
nın sarhoşluğuyla, evli olduğunu bile bile, Goethe'ye sevdalan­
dı. Onu dostu, dini, tanrısı yaptı. Bayan Goethe de, tam bir Al­
man kadını ve bir şair karısı gibi davranarak, bu aşkı alaycı bir
hoşgörüyle karşıladı; ama bu, Bettina'yı hastalığından kurtar­
madı! Ne oldu bilir misiniz? Bu hayalperest kız sonunda, kendi
halinde, şişman bir Almana vardı . Biz bizeyken şunu da söyle­
yelim ki, bir dahinin kulu kölesi olacak, anlayışta onun düzeyi­
ne yükselecek, ressamların düşsel kiliselerinin kepenklerine çiz­
dikleri o tanrısal kadınlardan biri gibi ölünceye dek ona sofuca
tapacak, Almanya Goethe'yi yitirdiğinde, tıpkı Lord Bolingbro­
ke'un o sevgilisi gibi, kimsenin yüzünü görmemek için elini ete-

121
Balzac

ğini dünyadan çekecek genç bir kız, evet itiraf edelim ki böyle
bir kız, kurtarıcımız İsa'nın kanlı utkusuna katılan Mecdelli
Meryem gibi şairin şanına katılacaktır. Bu işin yüce tarafı; ama
tersine ne dersiniz ? Ben, ne Lord Byron, ne Goethe'yim; bu iki
şiir ve bencillik devinden hiçbiri değilim, yalnızca beğenilen bir
iki şiirin yazarıyım ve bana tapılmasını isteyemem. Aziz olma­
ya da pek yatkın değilim. Hem yürekliyim, hem de gözüm yük­
seklerde; zengin olmak istiyorum ve daha gencim. Beni oldu­
ğum gibi görün. Kral'ın iyiliği, bakanlarının koruyuculuğu sa­
yesinde geçinip gidiyorum. Herkes gibi bir insanım. Herhangi
bir aptal gibi Paris'in gece eğlencelerine gider gelirim; ne var ki,
bindiğim arabanın tekerlekleri -zamanımızın gerektirdiği gibi­
Ana Defter' e işlenmiş gelirlerin sağlamlaştırdığı bir toprağa bas­
maz. Zengin olmadığım gibi, çatı katının, anlaşılmamış çalış­
maların, sefalet içinde onurun benden daha üstün kimi insanla­
ra, örneğin D' Arthez'e sağladığı saygınlık da yoktur bende.
Gencecik heyecanınızın büyüleyici hayallerine, nasıl sıradan bir
son aradığınızı biliyor musunuz? Gelin, burada bırakalım bu
işi. Gözünüze bulunmaz Hint kumaşı gibi görünme mutluluğu­
na eriştimse, siz de benim için gökyüzünde ışıldayıp kaybolan o
yıldızlar gibi erişilmez, ışıklı bir şey oldunuz. Yaşamımızın bu
aşamasını hiçbir şey karartmasın. Eğer böyle devam edersek si­
zi sevebilirim, engelleri hiçe sayan, gönlü belki kısa ömürlü ama
alabildiğine hoyrat ateşlerle nıtuşturan o delice sevdalardan bi­
rine düşebilirim. Bir de gözünüze girdiğimi, bu serüveni son de­
rece sıradan bir sonuca bağladığımızı düşünün: Nikah, bir aile
yuvası, çocuklar . . . Belise'le Henriette Chrysale59 bir arada, ola­
cak şey mi ? .. Elveda öyleyse! "

59
Moliere'in Les Femmes Savantes (Bilgiç Kadınlar) oyunundan iki tip; zıt
yaradılışlı iki insan.

1 22
XXV. Ruhların Evliliği
IX.

Bay de Canalis'e.

" Dostum; mektubunuz beni sevindirdiği kadar üzdü de.


Kimbilir, belki de yakında, birbirimizin mektuplarını okurken
sadece sevineceğiz. Beni iyi anlayın. Tanrıya yalvarıp yakarır,
ondan bir sürü şeyler isteriz; oysa Tanrı hiç ses vermez. Ben
Tanrının bize vermediği yanıtları sizden bekliyorum. Matma­
zel de Gournay'yle Montaigne'in dostluğu yinelenemez mi ?
Sismonde de Sismondi'yle60 eşinin Cenevre'deki aile yaşamla­
rını bilir misiniz ? Birileri anlatmıştı: Gelmiş geçmiş çiftlerin en
hoşuymuş; tıpkı yaşlılıklarına dek mutlu bir ömür süren Pesca­
ra Markisi'yle Markizi gibi. Tanrım! Tıpkı bir senfonide oldu­
ğu gibi iki harpın uzaktan birbirine seslenmesi, karşılıklı titreş­
mesi ve çok güzel bir ezgi yaratması olanaksız mıdır? Yeryü­
zünde yalnızca insan, hem harp, hem çalgıcı, hem de dinleyici­
dir. Yoksa benim sıradan kadınlarınkine benzer bir kaygı taşı­
dığımı mı sanıyorsunuz? Kibarlar dünyasının insanlarıyla dü-

60
Tarihçi Sismonde de Sismondi ( 1 773-1 842) ve İngiliz eşi Jessie Ailen,
Balzac'ın 1 8 32-33 yıllarında tan ıdığı ve sık sık örnek gösterdiği mutlu
bir çifttir.

123
Balzac

şüp kalktığınızı, oralarda Paris'in en güzel, en akıllı kadınları­


nı gördüğünüzü bilmiyor muyum sanki. Bu denizkızlarından
birinin, soğuk pullarıyla sizi sarma lütfunda bulunduğunu,
sonra da şiirsellikten uzak düşünceleriyle beni üzen o yanıtı
yazdırttığını düşünemez miyim? Paris'teki cilve çiçeklerinden
daha güzel bir şey vardır dostum; o da insanlık gururudur. De­
ha dediğimiz yüce dorukların tepesinde yetişen bir çiçektir bu;
ve üstün yetenekli kişiler, göklerdeki başlarıyla topladıkları bu­
lutları serperek onu yetiştirip büyütürler. Ben işte bu çiçeği ye­
tiştirmek ve açtırmak istiyorum; çünkü onun yabanıl ve tatlı
kokuları tükenmek bilmez; sonsuzdur. Hiçbir bayağı yanım ol­
madığına inanma onurunu bana bağışlayın ne olur! Eğer Bet­
tina olsaydım, çünkü neyi anıştırmak istediğinizi biliyorum,
hiçbir zaman Madam d'Arnim olmazdım. Eğer Lord Byron'un
kadınlardan biri olsaydım, şu anda manastırdaydım. Beni ca­
nevimden vurdunuz. Tanımıyorsunuz beni, ama tanıyaca ksı­
nız. Kendimde, hiçbir gurura kapılmadan söylenebilecek yüce
birşeyler duyuyorum. Tanrı, sözünü ettiğim o ulu dağların te­
pesinde yetişen melez bitkinin köklerini ruhuma daldırmış bir
kez; onu bir saksıya koyup, penceremin önünde ölmesini gör­
mek istemiyorum. Hayır, baş döndürücü kokularıyla bu eşsiz,
bu görkemli çiçek, yaşamın bayağılıklarına düşmeyecek. Sizin­
dir o, hiçbir göz değmeden, sonsuza dek sizindir! Evet, sevgili
dostum, bütün düşüncelerim, en gizlileri, en çılgınları bile si­
zindir. Genç bir kızın yüreği, olduğu gibi sizin . Bu sonsuz sev­
gi sizin . Eğer kişiliğiniz umduğum gibi çıkmazsa hiç evlenme­
yeceğim; yalnızca gönlün yaşamıyla, sizin aklınızla, sizin duy­
gularınızla yaşayabilirim. Hoşlanıyorum onlardan; her zaman
için, şimdiki gibi dostunuz kalabilirim. Tinsel yanınızda bir gü­
zellik var ki, bu bana yeter. Benim yerim orası. Günün birinde
şairin yaşlı hizmetçisi, biraz a nnesi, biraz kahyası, biraz aklı,
biraz da başının tacı olma düşüncesi karşısında dehşetle gerile­
meyen bu genç ve güzel köleyi küçük görmeyin. Sizin gibi in­
sanlar için çok gerekli olan bu sadık kız, kendisine her derdi-

1 24
Modeste Mignon

nizi açabileceğiniz, sözlerinizi kimi zaman başını sallayarak


dinleyen, yağmurdan ıslanmış ya da üzgün döndüğünüz za­
man sizi karşılamak için lambanın ışığında iş işleyerek uykusuz
bekleyen, saf, karşılıksız dostluğun ta kendisidir. İşte benim
yazgım; kocasına sonsuza dek bağlı, mutlu bir kadın olmak
değilse eğer. Hangisi olursa olsun, benim için hava hoş. Mat­
mazel d'Este ona iki üç çocuk doğurmadı, sıradan bir Madam
Vilquin olmadı diye Fransa batacak değil ya ! Bana gelince, hiç­
bir zaman evde kalmayacağım ben. İyilikseverlikle, büyük bir
adamın varlığına gizliden gizliye katılmakla ana olacağım; ona
şu dünyadaki düşüncelerimi, çabalarımı sunacağım. Bayağılık­
tan tiksinirim. Özgürüm, zenginim, kendimi genç ve güzel his­
sediyorum; Yüce Meclis'ten birinin oğlu diye budalanın birine,
bir gün içinde bata bilecek bir tüccara, bana nazını çektirecek
güzel bir adama ya da karısı olduğum için günde yirmi kez yü­
zümü kızartacak birine varmayacağım. Bu konuda hiç merak
etmeyin. Babam her istediğimi yapar, bir dediğimi iki etmez.
Eğer şairimin hoşuna gidersem, o da benim hoşuma giderse,
aşkımızın parlak köşkü öyle yükseğe kurulur ki, hiçbir felaket
ona erişemez. Ben dişi bir kartal yavrusuyum; beni gördüğü­
nüz zaman gözümden anlayacaksınız. Dediklerimi bir kez da­
ha yineleyecek değilim, ama bir iki sözcükle şunu söyleyeyim:
Şimdi babamın arzusuyla hapsedildiğim için mutlu olduğum
gibi, aşkın beni hapsetmesiyle de dünyanın en mutlu kadını
olacağım. Peki dostum, benim yüzümden başımıza gelen şeyle­
ri bir roman gerçeği gibi görelim şimdi de.
" Bir kuleye kapatılmış, düş gücü zengin bir genç kız, ancak
gözleriyle dolaşabildiği bahçede koşmak için çıldırır. Demir par­
maklığını sökecek bir çare bulur, pencereden atlar, bahçe duva­
rını aşar, gidip komşuda gülüp oynar. Sonsuza dek oynanacak
bir vodvildir bu ! . . İşte benim ruhum bu genç kızdır; komşunun
bahçesi de sizin dehanız. Çok doğal değil mi ? Güzel ayaklar çi­
tini kırdı diye şikayet edecek komşu var mıdır? Bunları şaire ya­
zıyorum; ama Moliere'in komedyasındaki yüce mantıkçı başka

1 25
Ba/zac

nedenler isterse, onları da gösteririm. Sevgili Geronte,6 1 evlilik­


ler çoğu zaman mantıkdışıdır. Bir aile, genç bir adamla ilgili bil­
giler edinir. Komşunun salık verdiği ya da bir baloda avlanan bu
Uandre'ın62 hırsızlığı ya da gözle görülür bir kusuru yoksa, ye­
terince zenginse, bir kolej ya da hukuk okulu bitirmiş ve eğitim­
le ilgili basmakalıp gerekleri yerine getirmişse, giysilerini üstüne
oturtmasını becerebiliyorsa, gelip kızı görmesine izin verilir. Ta
sabahtan giydirilip kuşatılan kıza da annesi, dilini tutmasını,
içinden geçenleri belli etmemesini, fırıl fırıl döndükten sonra gü­
lümseyen oyuncu gibi gülümsemesini söylemiştir; gerçek yara­
dılışını açığa vurmanın tehlikeleri konusunda kesin uyarılarla
donatılan bu kıza bilgiçlik taslamaması da özellikle öğütlenmiş­
tir. Para sorunlarını aralarında iyice görüşüp kararlaştırdıktan
sonra her iki taraf, oğlanla kızın birbirini tanıması, anlaması
için budalaca bir çaba harcarlar; oysa kendilerini şimdiden bağ­
lı gören bu iki kişi, baş başa kaldıkları, konuştukları, gezintiye
çıktıkları bu oldukça kısa süreler içinde hiç de özgür davrana­
mazlar. Erkek, bu durumlarda bedeni gibi ruhunu da şık giysi­
ler altına gizler; kız da kendi köşesinden aynı şeyi yapar. Çiçek
demetlerinin, takıların, tiyatroların araya karıştığı bu acıklı ko­
medyaya da, 'nişanlıya kur yapma' adı verilir. İşte beni çileden
çıkaran şey. Ruhların uzun uzadıya kaynaşmasına olanak ver­
meden yasal evliliğe geçmek istemiyorum ben. Genç bir kıza,
bütün yaşamında en çok bu anda düşünme yetisi, ikinci bir gö­
rüş, deneyim gibi şeyler gereklidir. Özgürlüğüne, mutluluğuna
oynamaktadır; oysa eline ne zar, ne de zar fincanı verilir; bahse
girer, kendini beğendirmeye çalışır. Ben istedikten sonra kendi­
mi, kendi elimle mutsuz edebilirim; buna hem hakkım var, hem
de iznim; üstelik gücüm, kuvvetim de yeter. Annem de böyle
yapmış; içinden gelen sese kulak vererek, bir toplantıda güzelli-

61
Moliere'in Les Fourberies de Scapin (Scapin'in Dolapları) oyununun ki­
şilerinden biri.
62
Aynı oyundan bir başka kişi.

126
Modeste Mignon

ğine tutulduğu, dünyanın en yüce gönüllü, en sadık, en sevgi do­


lu adamıyla evlenmiş. Sizin bekar, şair ve güzel olduğunuzu bi­
liyorum. İsterse Apollon kadar güzel olsun, evli bir meslektaşı­
nızı kendime dert ortağı seçmezdim, bundan emin olabilirsiniz.
Annem, belki de Biçim'in dehası sayabileceğimiz Güzellik'e ka­
pılmış; benim karşıma biçimle ruh bir arada çıkmış, neden ka­
pılma yayım? Sizi mektuplaşıp inceleyerek mi, yoksa birkaç ay­
lık üstünkörü bir 'kur' dönemine başlayarak mı daha iyi tanı­
rım? İşte soru bu, derdi Hamlet. Ama sevgili Chrysale,63 benim
yöntemimin en azından ikimizi de tehlikeye atmama üstünlüğü
yok mu ? Aşkın kendine göre hayalleri, her hayalin de bir yarını
vardır. İşte, bütün bir ömür için birbirine bağlandıklarını sanan
sevdalıların ikide bir ayrılmalarının nedeni budur. Gerçek sınav,
acı ve mutluluktur. İki insan bu çifte sınavdan geçtikten, kusur­
larını da erdemlerini de ortaya koyduktan, birbirinin huyunu
suyunu iyice öğrendikten sonradır ki, el ele ölüme dek gidebilir­
ler. Bu küçük oyunun bir sonu olmadığını kim söylemiş sevgili
Argante? .. 64 Hiç değilse mektuplaşmanın tadını almadık mı ?
" Emirlerinizi bekliyorum, soylu efendim, ve gönlüm sizinle.

" Hizmetkarınız,
"O. d'Este-M. "

x.

Matmazel O. d'Este-M.'ye.

" İşte bakın, siz bir şeytansınız, sizi seviyorum; istediğiniz bu


muydu, ey kimselere benzemeyen kız! Yoksa taşrada canınız sı­
kılıyor da bir şairin yapabileceği aptallıklara bakıp gönül eğlen­
dirmek mi istiyorsunuz? Hiç de hoş bir davranış olmazdı bu. İki

63
L'Etourdi ( Şaşkın) adlı oyundan bir başka Moliere kahramanı.
64
Aynı oyundan bir başka kişi.

127
Balzac

mektubunuzda da öyle bir muziplik havası esiyor ki, bir Parisli


bundan kolayca kuşkulanabilir. Ama artık aklım başımda de­
ğil; yaşamım, geleceğim vereceğiniz yanıta bağlı. Söyleyin bana,
biri size toplum alışkanlıklarını hesaba katmaksızın, sınırsız bir
sevgi duyduğunu söylese, hoşunuza gider mi bu ? Elbette sizi ta­
nımama izin verirseniz . . . Hoşunuza gidip gitmeyeceğimi bilme­
mek de beni epeyce üzüyor, kararsızlık içinde bırakıyor. Eğer
bana olumlu yanıt verirseniz, yaşamımı değiştirir, mutluluk adı­
nı verme deliliğini gösterdiğimiz bir sürü sıkıntıya veda ederim.
Ey tanımadığım sevgili güzel kız! Mutluluk, sizin de düşlediği­
niz gibi, duyguların birbiriyle iyice kaynaşmasından, ruhların
bütünüyle uyuşmasından, akışına kapılıp gitmek zorunda oldu­
ğumuz yaşam etkinliklerinin erişilmez bir güzellikle (Tanrının
burada, yeryüzünde izin verdiği kadarıyla) bezenmesinden, son
olarak da sadakat denen şeyden daha değerli bir gönül bağlılı­
ğından doğar. Ama her akıllı insanın, daha yaşamın başlangı­
cında, düşünce kanatlarını denemeye başlar başlamaz bakışla­
rıyla okşadığı, gözlerini üstüne diktikten sonra da sert olduğu
kadar bayağı bir engele çarpıp parçalandığını gördüğü o şiir,
genç kızların ve şairlerin düşü o büyük nimet ortada dururken,
bir özveriden söz edebilir mi ? Çünkü, aşağı yukarı bütün insan­
lar için, civcivini çok zor veren bu gizemli yumurtanın üstüne
Gerçek, ayağıyla hemen basıverir. Bu yüzden de size henüz ne
kendimden, ne geçmişimden, ne yaradılışımdan, ne de beni ne­
redeyse oğlu gibi seven, benim de ana bildiğim bir kadınla
aramdaki sevgi bağından söz açacağım. Siz, yaşamımdaki etki­
sini 'özveri' sözcüğüyle açıklayabileceğim bu sevgiyi iyice sars­
tınız; siz beni, nankör demeyeceğim ama, şimdiden vefasız yap­
tınız; sizin için yeterli mi bu ? Ah ! Konuşun, tek bir sözcük söy­
leyin, gözlerim kapanıncaya dek, Pescara Markisi'nin karısını,
Romeo'nun Juliet'i sevdiği gibi büyük bir bağlılıkla seveyim si­
zi! Yaşamımız, en azından benim için, o kaygısız tanrısal mut­
luluk olacak; tıpkı Dante'nin, Cehennem'inden çok daha üstün
bir şiir olan Cennet'inde söz ettiği gibi. Ne gariptir ki, düşlen-

128
Modeste Mignon

miş bir yaşamın sanrıya benzer akışına kendimi bırakıp -belki


de sizin gibi- daldığım derin düşünceler arasında kendimden
değil de sizden kuşku duyuyorum. Evet, sevgilim, kolumu sev­
diğim kadına vererek, ruhun güzel havalarını hiçbir zaman boz­
madan, tatlı bir yavaşlıkla ve her zaman güler yüzle mezara ka­
dar gidecek gücü, böyle sevebilme gücünü kendimde buluyo­
rum. Evet, ikimizin de yaşlanacağı günleri gözümün önüne kor­
kusuzca getirebiliyorum; o övgüye değer İtalyan tarihçisi65 gibi
saçlarımıza ak düşeceğini ve yüreklerimizin hep aynı, ama mev­
simlerin ruhuna göre değişen bir sevgiyle çarpacağını biliyorum.
Bakın, dostunuzdan başka bir şey olmamaya katlanamıyorum
artık. İstediği kadar içimde --dediğiniz gibi- bir Chrysale, bir
Oronte, bir Argante yaşasın, tüller içinde bir kadının güzel elle­
riyle uzattığı kupadan, domino'sunu, 66 maskesini yırtıp yüzünü
görmek hırsıyla yanmadan içecek kadar yaşlı değilim. Ya artık
mektup yazmayın bana ya da umut verin. Ya aralayın peçenizi
göreyim ya da bu oyundan çıkayım. Size elveda mı demem ge­
rek ? Yoksa dostunuz diye imza edebilir miyim ? "

65
Bir süre önce adı geçen Sismondi.
66 Bir tür maskeli balo giysisi.

1 29
XXVI. Mektuplaşmaların
Sonu Nereye Varır?
XI.

Bay de Canalis 'e.

" Bu ne koltuk kabartacak şey böyle! Ağırbaşlı Anselme, ne


çabuk güzel Leandre'a dönüşüverdi ? Bu değişikliği neye yorma­
lı? Karaladığım o satırlara mı ? Ruhumun çiçeklerine kıyasla,
bahçedeki güllerin yanında karakalemle çizilmiş bir gül gibi ka­
lan o düşüncelere mi ? Yoksa ben sandığınız o genç kızın, aslın­
da bana kıyasla hanımının yanında hizmetçi gibi kalan o kızın
anısına mı ? Yerlerimizi mi değiştik ? Akıl ben miyim ? Hayal siz
misiniz? Haydi, şakayı bırakalım. Mektubunuz bana baş dön­
dürücü hazlar tattırdı; aile duygusuna borçlu olmadığım ilk haz­
lar. Bir şairin dediği gibi, Tanrının ördüğü gizemli yakınlık bağ­
larının yanında sıradan insanlara bu denli önemli gelen kan bağ­
larının değeri nedir ki? Size teşekkür ediyorum . . . Hayır, böyle
şeylere teşekkür edilmez . . . Bana tattırdığınız mutluluk için Tan­
rı sizi kutsasın diyorum. Ruhuma saçtığınız sevinç adına mutlu
olun. Bana toplum yaşamının gözle görülür bazı haksızlıklarını
açıkladınız. Şan ve şöhrette öyle parlak, öyle erkeksi bir yan var
ki, yalnızca erkeğe yaraşıyor. Tanrı, bizim bu haleyi taşımamızı

131
Balzac

yasaklamış ve onun korkunç ışığıyla sarılı alınları serinletmemiz


için bize aşkı, sevecenliği bırakmış. Görevimin ne olduğunu du­
yumsadım; daha doğrusu bunu bana siz anımsattınız.
" Kimi sabahlar, dostum, uykumdan anlatılmaz bir tatlılık
duygusu içinde uyandım. Tatlı ve tanrısal bir tür huzur içinde
kendimi cennette hissettim. İlk düşüncem, bir kutsanmaydı san­
ki. Kahramanca eylemlerle, savaşlarla, Roma usulü şenliklerle,
coşkulu şiirlerle dolu güney akşamlarıma karşılık, bunlara Al­
manya sabahlarım adını takmıştım. Ateşli bir sabırsızlık içinde
olduğunuzu gösteren mektubunuzu okuyunca, bana havayı,
doğayı sevdiren, sonunda sevdiğim biri için öleceğimi hissetti­
ren o göksel sabahların tazeliğini duydum gönlümde. Bir şiiri­
niz, Bir Genç Kızın Şarkısı, sevincin bir tatlılık, duanın bir ge­
reksinim haline geldiği o güzelim dakikaları betimler; en çok bu
parçanızı severim . Bütün övgülerimi bir tümceye sığdırayım is­
terseniz: Sizi kendime yaraşır buluyorum! ..
" Kısa olmasına karşın mektubunuzdan içinizi okudum.
Evet, coşkulu davranışlarınızı, keskin merakınızı, tasarılarınızı,
birinin (kim acaba ? ) yüreğin yangınına demet demet taşıdığı
odunları görür gibi oldum. Ama sizi, isteğinizi yerine getirecek
kadar tanımıyorum. Dinleyin sevgili dost, ancak bu gizlilik, açı­
lıp ruhun derinliklerini gösterme iznini veriyor bana. Bir kez gö­
rüştük mü, birbirimizi tanıma umudu uçar gider. Bir anlaşma is­
ter misiniz? İlk anlaşmamızdan bir zarar gördünüz mü? Onun­
la saygımı kazandınız. Saygının eklendiği bir hayranlık da az
şey değildir dostum. Önce bana kısaca yaşamınızı yazın. Sonra
da, sanki eski bir dostunuzla sohbet edercesine, hiçbir şey sak­
lamadan, Paris'te nasıl yaşadığınızı günü gününe anlatın . O za­
man ben de dostluğumuza bir adım daha attırırım. Sizi görü­
rüm, dostum, size söz veriyorum. Bu kadarı da yeter sanıyo­
rum . . . Bütün bunlar, sevgili dost, önceden söyleyeyim ki, ne bir
entrika, ne de bir serüvendir; bütün bunların sonu, erkek ağzıy­
la söyleyeyim, bir çapkınlığa da çıkmayacaktır. Söz konusu olan
benim yaşamım; ve düşüncelerimi size olduğu gibi açarken za-

132
Modeste Mignon

man zaman korkunç pişmanlıklar da duyuyorum; çünkü gö­


züm gibi sevdiğim annemle babamın yaşamları da söz konusu
bu işte; seçtiğim erkek onların da hoşuna gitmeli, arkadaşımı
gerçek bir oğul gibi görebilmeliler.
"Tanrının melek kanatlarıyla süslediği, ama her zaman me­
lekler kadar kusursuz kılmadığı gururlu ruhunuz, ailenin, aile­
ye ilişkin ufak tefek zorunlulukların önünde ne dereceye kadar
eğilebilir? .. Bunları şimdiye dek kafamda ne çok evirip çevirdim
bir bilseniz! Evet, size gelmeden önce kendi kendime, 'Haydi ! . . '
dedim ama yüreğim a z daha çatlayacaktı bu yolda; aşacağım
yolların çoraklığını, tırmanacağım Alpler'in karşıma çıkaracağı
zorlukları da kendimden gizlemedim. Uzun uzun hepsini dü­
şündüm. Sizin gibi önemli kişilerin, esinledikleri ve kapıldıkları
aşklarla sevip sevildiklerini, başlarından bir sürü roman konu­
su geçtiğini, hele sizin, kadınların varlarını yoklarını verdikleri
o soylu sanrıları besleyerek, ilk sayfalarda kalmaktan çok o ro­
manları sonuna dek götürdüğünüzü bilmiyor muyum sanki.
Ama ben yine de, 'Haydi ! ' diyebildim. Çünkü soğuklukla suç­
ladığınız o yüksek insanlık tepelerinin coğrafyasını, sandığınız­
dan çok daha iyi inceledim. Byron'la Goethe'nin iki bencillik ve
şiir devi olduğunu söyleyen siz değil misiniz? Buyrun işte! Siz de
yalınkat insanlar gibi yanılıyorsunuz dostum; ama belki de bu­
nu iyilikten, yalancı bir alçakgönüllülükten ya da benden kaç­
ma isteğiyle söylediniz. Çalışmanın sonuçlarını kişiliğin gelişme­
siyle karıştırmak sıradan insanlara yakışır, size değil. Ne Lord
Byron, ne Goethe, ne Walter Scott, ne Cuvier, ne de herhangi bir
mucit, dilediğini yapabilir; düşüncelerinin kölesidirler. Bu gi­
zemli güç, bir kadından da kıskançtır; onları bütünüyle içine çe­
ker, kendi yararına yaşatıp öldürür. Bu gizli varlığın gözle görü­
lür belirtileri, sonuç açısından bencilliğe benzerse de, kendini
çağının hazlarına, eğitimine ya da büyüklüğüne adamış bir ada­
ma nasıl bencil diyebiliriz? Her şeyini çocuğuna feda eden bir
ana, kişiliğinden bir şey yitirmiş sayılır mı ? Üstün yetenekli ki­
şiyi gözden düşürmeye çalışanlar, onun doğurgan analığını gö-

1 33
Balzac

remiyorlar. İşte sorun burada. Şairin yaşamı öyle sürekli bir öz­
veridir ki, kendini sıradan bir yaşamın zevklerine vermek istedi­
ğinde çok büyük bir düzenlemeye ginnesi gerekir; bu yüzden
de, örneğin Moliere gibi, duyguları en dokunaklı buhranlar
içinde betimlerken, o duygularla yaşamaya kalkarsa, büyük
mutsuzluklara uğrar. Çünkü bana göre, özel yaşamıyla üst üste
konduğunda Moliere'in güldürüsü korkunçtur. Dehanın yüce
gönüllülüğü, bana yarı yarıya tanrısal bir şey gibi görünüyor; si­
zi de bu sözde bencillerden oluşan soylu ailenin üyeleri arasına
katıyorum. Bütün o ruh çiçeklerini, o en sevdiğim çiçekleri hay­
ranlıkla seyrettiğim bir yerde kuruluğu, hesaplılığı, yükseklere
dikilmiş gözleri bulsaydım nasıl sonsuz bir acıya düşerdim bile­
mezsiniz ! Daha on altı yaşımdayken düş kırıklığını kapımda
buldum. Yirmi yaşımda da şöhretin bir yalan olduğunu, yüre­
ğimde gizli bunca duyguyu yapıtlarında yaşatan bir adamın,
yalnız onun için açılan bu yüreği anlamadığını görürsem,
kimbilir ne hallere girerim? Ah dostum, bana neler olur bilir mi­
siniz ? İşte size içimi dışımı döküyorum: O zaman babama, 'Ba­
na istediğiniz damadı getirin' derim; 'benim bir dilediğim yok,
beni kendiniz için evlendirin. ' Bu adam ister noter, ister banker,
ister cimri, ister budala, ister taşralı, ister yağmurlu bir hava gi­
bi sıkıcı, ister halktan bir adam gibi bayağı olsun; ister bir fab­
rikada çalışsın, ister iyi yürekli ama kafasız askerin biri olsun,
onun için en boynu bükük, en dikkatli köle olurum. Ama kim­
bilir ne korkunç şeydir, böyle her an kendini biraz öldürmek !
Gönlüm hiçbir zaman, sevilen bir güneşin canlandırıcı ışığında
sereserpe dolaşamaz artık. Ve şu anda zindanının demirlerini
sarsan, gözlerimde şimşekler çaktıran, size doğru kanatlanıp
uçan ve bir Polymnia gibi çalışma odanızın bir köşesine konup
oranın havasını ciğerlerine doldururken her şeyi tatlı bir merak­
la bir bir gözden geçiren bu yaratığın kendi kendine kıydığını,
ne annemin, ne babamın, ne de çocuklarımın kulaklarına fısıl­
dayacak kimse çıkmaz. Zaman zaman kocamla birlikte gittiği­
miz kırlarda tadına doyulmaz bir sabahla karşılaştığımda, yav-

1 34
Modeste Mignon

rularımdan bir iki adım uzaklaşıp gizlice acı gözyaşları döke­


rim. Bir de sevdaya kurban giden kızlara, bir iki gülümseme uğ­
runa işkenceler içinde kıvranan bu şair ruhlu zavallılara yüre­
ğimden biraz sevgi, kesemden biraz para ayırırım! .. Ama size
inanıyorum dostum. Bu inanç, gizli tutkumun doğurduğu en
tuhaf düşünceleri bile yola getiriyor. Duygularımda öyle bir sağ­
lamlık, yüreğimde öyle bir sevme gücü, öyle mantıklı bir karar­
lılık, -ve eğer aşk göreve dönüşebilirse- kendi kendime yükledi­
ğim bu görevi yerine getirecek öyle bir kahramanlık yeteneği
görüyorum ki, başladığımız kitabın ortasına gelmiş olmak isti­
yorum artık; ne kadar açık konuşuyorum görüyorsunuz!
" Eğer ikimizi baş başa ve mutlu düşlediğim o harika sığına­
ğa peşimden gelebilseydiniz, tasarılarımı öğrenseydiniz, kendi­
nizi tutamaz, içinde çılgınlık sözcüğü geçen korkunç bir tümce
kaçırırdınız ağzınızdan; belki de bir şaire bu kadar çok şiir gön­
derdiğim için beni acımasızca cezalandırırdınız. Evet, doğanın
ışık saçmamız için bize bağışladığı yirmi yıl süresince tam bir pı­
nar olmak istiyorum ben; güzel bir ülke gibi tükenmez bir kay­
nak olmak istiyorum. Doymuşluk denen şeyi, cilveyle, incelikle
uzaklaştırmak istiyorum. Kadınlar kendilerini giyim kuşama,
süse püse versinler; ben dostuma dört elle sarılacağım. Mutlu­
luğu çeşnilendirmek istiyorum ben, sevgiye biraz zeka karıştır­
mak, bağlılığa tuzunu biberini katmak istiyorum. Çok şey iste­
yen bir kızım ben; geçmişteki rakiplerimi orada öldürmek, bir
eşin tatlılığıyla, gururlu özverisiyle dış dünyanın kederlerini gi­
dermek, kuşların yuvalarına bir iki gün gösterdikleri özeni, bü­
tün yaşamım boyunca evime göstermek istiyorum. Bu çok bü­
yük drahoma, büyük bir adam içindi; bayağı alışverişlerin ça­
muruna düşmeden büyük bir adama verilmeliydi. Birinci mek­
tubumu yine bir hata sayıyor musunuz şimdi ? Fırtına bir gül fi­
danını görkemli bir söğüdün göğsüne nasıl yerleştirirse, gizemli
bir istencin rüzgarı da beni size öylece getirdi. Şurada, yüreği­
min üstünde sakladığım mektubunuzda, Haçlı Seferlerine katı­
lan atanız gibi, 'Tanrı böyle istiyor' diye haykırıyordunuz.

1 35
Ba/zac

" Korkuyorum: 'Ne geveze şey!' diyeceksiniz diye. Oysa çev­


remdekilerin hepsi, 'Bizim küçük hanım, sanki dut yemiş bül­
bül! ' diyor benim için.
"O. d'Este-M. "

Bu mektupların İnsanlık Komedyası'nda yer almasını


hoşgörülerine borçlu olduğumuz kimi okurlar, onları çok il­
ginç buldular; ne var ki, çok katı bir gizlilik maskesi altında
kalem oynatan bu iki insanın d üellosu, herkese aynı derece
çekici gelmemiş olabilir. Yüz kişiden sekseni, belki de sıkıl­
mıştır bu çatışmadan. Meşrutiyetle yönetilen her ülkede ço­
ğunluğa -bu çoğunluk yalnızca bir varsayım bile olsa- borç­
lu olduğumuz saygı, Modeste'le Ernest'in eylül ayı içinde
birbirlerine yazdıkları öteki on bir mektubu yayımlamamıza
engel oldu. Eğer yeterli bir çoğunluk bunların yayımlanma­
sını isterse, günün birinde buna yeniden olanak bulabileceği­
mızı sanıyorum.
Zavallı sekreter, bu iyi yürekli göründüğü kadar saldır­
gan kızın istekleri karşısında ayaklanan kahramanca duy­
gularını, bu iki özgür ruhun uygunluğunu gören herkesin
kendi imgeleminde, olduklarından daha da güzelleştireceği
bu mektuplarda bir bir sayıp döktü . Ernest bu tatlı kağıtlar
için yaşıyordu artık; tıpkı banka kağıtları için yaşayan bir
cimri gibi. Modeste'e gelince, onun da şanlı bir yaşamı al­
tüst etmekten ve aradaki uzaklığa karşın bu yaşamın varı
yoğu haline gelmekten aldığı haz, yerini derin bir sevdaya
bırakıyordu. Ernest'in yüreği, Canalis'in şöhretini tamamlı­
yordu. Kusursuz bir aşık yaratmak için, ne yazık ki, çoğu
zaman iki erkeğin bir araya gelmesi gerekir; tıpkı edebiyat­
ta, birbirine benzer birkaç insanın özellikleriyle tek bir tip
yaratılması gi bi. Bir salonda içlidışlı konuşurken kaç kadın
şöyle demiştir kimbilir: "Şu adam, tam ruhuma uyacak bi­
ri; oysa ben, yalnızca duyularımın düşlediği ötekini sevdiği­
mi hissediyorum! "

1 36
Modeste Mignon

Modeste'in aşağıya a ktardığımız son mektubunda, bu


mektuplaşmanın iki sevgiliyi, dolambaçlı yollardan geçire­
rek götürdüğü Sülünler Adası'nı67 görebiliyoruz a rtık.

XXIII.

Bay de Canalis'e.

" Bu Pazar Le Havre'a gelin; kiliseye girin, bir saatlik ayin­


den sonra şöyle birkaç kez dolaşıp kimseyle konuşmadan çıkın;
kim olursa olsun kimseye bir şey sormayın; ama yakanızda be­
yaz bir gül olsun. Sonra Paris'e dönün; Paris'te bir yanıt bula­
caksınız. Ama bu beklediğiniz yanıt olmayacak; size söyledim,
gelecek henüz benim ellerimde değil. . . Hem sizi görmeden evet
dersem büyük bir delilik yapmış olmaz mıyım? .. Bir kez göre­
yim, sizi incitmeden hayır da diyebilirim. Nasıl olsa kim oldu­
ğumu öğrenemeyeceksiniz. "

ç
İspanya 'yla Fransa arasında, Bidassoa ırmağı üstünde bir ada. İspanya
kralı Felipe'yle XIV. Louis burada bir barış antlaşması imzalamış ve Pren­
ses Marie-Therese'le Fransa Kralı'nın evlenmelerine karar verilmişti. Bu
ada Balzac için evliliği simgeliyor.

137
XXVII. Kör Annenin Gözleri
Herkesten İyi Görüyor

Bu mektup, Modeste'le Dumay'nin boş yere çekiştikleri


günden bir gün önce yola çıkmıştı. Mutlu Modeste, hastalık­
lı bir sabırsızlıkla pazar gününü, gözlerin düşünceyi ve gön­
lü haklı ya da haksız çıkaracağı anı bekliyordu; bir kadının
yaşamındaki en önemli anlardan biri olan bu an, üç ay giz­
liden gizliye süren bir alışveriş sonucunda, en coşkulu kızın
bile arzulayacağı şiirsel bir havaya bürünmüştü. Annesinden
başka herkes, bekleyişten doğan bu durgunluğu masumlu­
ğun verdiği bir dinginlik sanıyordu. Ama aile yasaları, din
bağları ne kadar güçlü olursa olsun öyle Julie d'Etanges'lar,
öyle Clarissa'lar, öyle silme kadeh gibi ağzına dek dolu ruh­
lar vardır ki, günün birinde tanrısal bir baskı altında taşıve­
rirler. Modeste'in taşkın gençliğini dizginlemek için yabanıl
bir güç harcaması, örtülü kalabilmesi, olağanüstü bir şey de­
ğil miydi? Şunu da söyleyelim ki ablasının anısı, toplumun
bütün engellerinden daha ağır basıyordu; babasına, ailesine
karşı yüzünü kara çıkarmamak için istencini çelikleştirmişti.
Ama ne heyecanlar geçirmişti bu arada ! Bir ananın bunları
sezmemesine olanak var mıydı ?
Ertesi gün, Modeste'le Bayan Dumay, Bayan Mignon'u
güneşe çıkardılar; götürüp çiçeklerin arasındaki sıraya oturt-

1 39
Ba/zac

tular. Kör kadın, yıpranmış, solgun yüzünü açık denize doğ­


ru çevirdi; denizden gelen kokuyu ciğerlerine doldururken
yanında kalan Modeste'in elini tuttu. Ama tam kızını sorgu­
ya çekeceği sırada, ana yüreği bağışlamayla çıkışma arasın­
da bocalıyordu hala; çünkü aşkın ne olduğunu biliyordu. Ve
Modeste'i, tıpkı sözde Canalis gibi, eşsiz bir varlık olarak gö­
rüyordu o da.
- Umarım baban geç kalmaz ! dedi analara özgü bir tat­
lılıkla; Eğer biraz daha gecikirse, sevdiklerinden yalnız seni
bulacak. Modeste, ondan hiç ayrılmayacağına bir daha söz
ver bana !
Modeste, annesinin ellerini dudaklarına götürdü, hafifçe
öptü:
- Bir daha söylememe gerek var mı ? . .
- Ah yavrum! Çünkü ben de babamı terk ettim, koca-
mın peşinden gitmek için ! . . Oysa babam yalnızdı, benden
başka çocuğu yoktu . . . Tanrı bana bunun cezasını mı çekti­
riyor yoksa ? . . Senden istediğim: Babanın uygun göreceği bi­
riyle evlen, ona her zaman yüreğinde bir yer ayır, onu mut­
luluğuna feda etme ve her zaman ailenin içinde tut. Gözle­
rim kapanmadan önce ona dileklerimi yazmıştım, bunları
yerine getirecektir. Servetini dağıtmamasını söyledim; senden
çekindiğim için değil, ama insan bir damada ne kadar güve­
nebilir ? Örneğin ben, kızım, akıllıca mı davrandım ? Tek bir
bakış, alın yazımı belirledi. Güzellik, o onca aldatıcı tabela,
bana doğruyu söyledi; ama senin için aynı şey olur mu ba­
kalım ? Zavallı yavrum, eğer annen gibi görünüşe kapılırsan,
eğer bir erkeği beğenirsen, seçtiğin adamın ahlakını, yüreği­
ni, geçmişini araştırma işini babana bırakacağına yemin et
bana !
- Babamın rızası olmadan hiçbir zaman evlenmeyece­
ğim, diye yanıt verdi Modeste.
Bu yanıtı alan anne, bir süre derin bir sessizlik içinde kal­
dı; yarı ölü yüzünden, bütün körler gibi, kızının bu sözünde-

1 40
Modeste Mignon

ki vurguyu içinde evirip çevirerek düşündüğü belli oluyordu.


Uzun bir sessizliğin ardından:
- Bak kızım, dedi sonunda; Caroline'in hatası beni azar
azar öldürdü; sen de böyle bir hataya düşersen, baban yaşa­
maz; bilirim onu, kendini öldürür; onun için yeryüzünde ne
yaşam, ne de mutluluk kalır artık !
Modeste annesinden uzaklaşmak için bir iki adım gerile­
di, az sonra tekrar annesine sokuldu. Bayan Mignon, "Ne­
den beni bıraktın ? " diye sordu.
- Beni ağlattın anne, diye yanıtladı Modeste.
Bayan Mignon, kızını kucağına oturtup göğsüne bastır­
dıktan sonra:
- Peki öyleyse meleğim, dedi; öp beni. Burada bir sevdi-
ğin yok, peşinde bir adam filan da yok değil mi ?
- Hayır, canım anneciğim, diye yanıtladı küçük kurnaz.
- Yemin edebilir misin?
- A! Elbette! " dedi Modeste heyecanla.
Bayan Mignon artık bir şey söylemedi; ama yine de kuş­
kudaydı.
- Eğer kendine bir koca seçersen, babanın haberi olur
değil mi ?
- Bunun için hem ablama, hem de sana, anneme söz
verdim. Sabah akşam parmağındaki Bettina 'yı düşün sözü­
nü okuyan biri yanlış yapar mı ! Zavallı ablacığım ! . .
Modeste tam, " Zavallı ablacığım! " dediğinde anayla kız
arasında bir sessizlik olmuş, Bayan Mignon'un kör gözle­
rinden yaşlar dökülmeye başlamıştı. Modeste annesinin
önünde diz çökmüş, "Bağışla, bağışla beni anneciğim" di­
yor, ama kadının gözyaşları dinmek bilmiyordu. İşte tam bu
sırada Dumay, bu eşi bulunmaz adam, Ingouville yokuşunu
hızlı hızlı tırmanıyordu ve kasadarın böyle acele ettiği hiç
görülmemişti.

141
XXVIII. Tahmin Edilen Baht Dönüşü

Üç mektup yıkım getirmişti, bir mektup servet getiriyor­


du şimdi. Daha o sabah Dumay, Çin denizlerinden gelen bir
kaptandan, patronunun, bu biricik dostunun ilk mektubunu
almıştı.

Mignon şirketinin eski kasadarı


Bay Anne D umay'ye.

"Sevgili dostum Dumay, eğer deniz bir terslik çıkarmazsa,


sana bu mektubu getiren geminin hemen arkasından ben de ge­
liyorum. Kendi alıştığım gemimden ayrılmak istemedim. Sana,
'Haber çıkmazsa iyi haberdir! ' demiştim. Bu mektupta verece­
ğim ilk haberle keyfin yerine gelecek. Çünkü haber şu: 'En aşa­
ğı yedi milyonum var.' Bu servetin büyük bir bölümünü çivit
olarak, üçte birini Londra ve Paris üstüne çekilmiş sağlam se­
netler biçiminde, öteki üçte birini de çil altın halinde getiriyo­
rum. Gönderdiğin para sayesinde istediğim rakamı tutturabil­
dim; kızlarımdan her birine ikişer milyon ayırmak, kendim de
biraz rahat etmek istiyordum. Hepsi de benden on kat zengin
Kanton şirketleri hesabına, toptan afyon alıp sattım. Çinli tüc­
carların ne kadar zengin olduklarını, siz Avrupa'da bilemezsi­
niz. Anadolu'dan ucuza afyon alıp, Kanton'da bunun ticaretini

1 43
Balzac

yapan şirketlere sattım. Son seferim Malezya adalarına oldu;


elimdeki afyonu en iyi cins çivitle değiştirdim. Bu yüzden, belki
de beş-altı yüz bin frank daha kazanacağım; çünkü çividin yal­
nızca bana mal olduğu fiyatı hesap ediyorum. Sağlığım hiç bo­
zulmadı, hiç hastalanmadım. Çocukları için çalışmak diye bu­
na denir! İkinci yıldan sonra Mignon'u satın alabildim: Tik ağa­
cından, çift katlı, bakır çivili, iki direkli, güzel bir yelkenli. İçi­
nin döşemesini kendime göre yaptırdım. Bunun değeri de baş­
ka. Deniz yaşamı, ticaretin gerektirdiği çalışma, bir tür uzun yol
kaptanı olmak için harcadığım çabalar bana çok yaradı; sağlı­
ğımı bu sayede koruyabildim. Sana bunlardan söz etmek, iki kı­
zımdan ve sevgili karımdan söz etmek sayılmaz mı ? Beni Betti­
na 'mdan ayıran alçak, battığımı duyunca yakasını bırakmıştır
umarım; sürüden ayrılan kuzu da ağılına dönmüştür. Onun
drahomasında bir fazlalık gerekecek. Üç kadınım ve Dumay'm;
dördünüz de bu üç yıl içinde hiç aklımdan çıkmadınız. Zengin
oldun Dumay. Benim servetim dışında payın, beş yüz altmış bin
frank tutuyor; bu parayı sana bir havaleyle gönderiyorum. New
York'tan uyarılan Mongenod şirketi, bu parayı sadece sana
ödeyecek. Birkaç ay sonra sağ salim hepinizi görmeyi umuyo­
rum. Şimdi sevgili Dumay, yalnızca sana yazıyorum, çünkü zen­
gin olduğumun duyulmasını istemiyorum; hem de dönüşümü
benim meleklerime yavaş yavaş haber verme işini sana bırakı­
yorum. Artık ticaretten bıktım, Le Havre'dan ayrılmak istiyo­
rum. Damatlarımı seçme işini çok önemsiyorum. La Bastie top­
raklarıyla şatosunu tekrar satın almak, en azından yüz bin
frank gelir getirecek bir majora-ı6 8 oluşturmak, damatlarımdan
birine adımı ve unvanımı vermek için de Kral'dan izin almak is­
tiyorum. Zenginliğin uğursuz gösterişi yüzünden başımıza gelen
felaketleri biliyorsun Dumay. Kızlarımdan birinin onurunu yi­
tirdim. Cava'dan bahtsız bir babayla birlikte geldik; Hollanda-

68
Miras yoluyla, bölünmeden büyük çocuğa geçen ve bir soyluluk unvanı­
na bağlı mülk.

1 44
Modeste Mignon

lı zavallı bir tüccar; dokuz milyonu var ve iki kızını da sefillere


kaptırmış; birlikte çocuklar gibi ağladık. Onun için, zengin ol­
duğumu kimse bilmesin istiyorum. Bu yüzden Le Havre'a değil,
Marsilya'ya ineceğim. İkinci kaptanım Provence'lı, ailemin eski
bir emektarı; ona da küçük bir servet kazandırdım. Castagno­
uld 'ya La Bastie'yi satın alması için talimat vereceğim. Çivitleri
de Mongenod şirketi aracılığıyla sattıracağım. Paramı Fransa
Bankası'na yatıracağım; göze batmayacak bir servetle, yaklaşık
bir milyon franklık malım varmış gibi sizleri görmeye gelece­
ğim. Kızlarımın görünürde ikişer yüz bin frankları olacak. Adı­
mı, armamı, unvanlarımı kullanabilecek, bizimle yaşayabilecek
birer damat bulmak işine çok önem vereceğim. İkisi de, senin
benim gibi sağlam, ağırbaşlı, dürüst insanlar olmalı. Senden bir
an bile kuşku duymadım, sevgili dostum. Her zaman, iyi yürek­
li, eşsiz karımın, seninkinin ve senin, el ele verip kızımın çevre­
sine aşılmaz bir set çektiğinizi, bana kalan melek kızımın temiz
alnını umutla öpebileceğimi düşündüm. Eğer hatasını örtbas
edebildinizse Bettina-Caroline zengin olacak. Savaştan, ticaret­
ten sonra şimdi de tarım yapacağız; sen de kahyamız olacaksın.
Nasıl, işine geliyor mu ? Bu arada, sevgili dostum, aileme karşı
dilediğin gibi hareket et; başarılarımı ister söyle, ister söyleme.
Sana güvenirim. Nasıl uygun görüyorsan öyle yap. Dört yılda
insanlar çok değişebilir. Karımın kızlarına duyduğu sevgiden
çok korkarım; karar vermeyi sana bırakıyorum. Hoşça kal, sev­
gili Dumay. Kızlarımla karıma söyle: Onları sabah akşam tüm
yüreğimle kucaklamaktan bir gün bile geri kalmadım. Gönder­
diğim ikinci kırk bin franklık havale -ki o da kişiyedir- karım­
la kızlarım için, şimdilik.
" Patronun ve dostun,
"Charles Mignon. "

Bayan Mignon kızın� :


- Baban ge l iyor, dedi .
- Nerden anladın anne ? diye sordu Mode s te .

1 45
Balzac

- Dumay'yi, yalnızca bize verilecek bu haber koşturabi-


1.ır .1
Kendi düşüncelerine dalıp giden Modeste'se Dumay'yi ne
görmüş, ne de geldiğini duymuştu.

1 46
XXIX. Müzikli Bir Aşk İlanı

- Zafer! diye bağırdı teğmen, kapıdan adımını atar at­


maz; Albay hiç hastalanmamış Madam ve yakında dönü­
yor . . . Mignon'la geliyor, kendi malı güzel bir gemiymiş; sö­
zünü ettiği navlunla birlikte sekiz yüz, dokuz yüz bin frank
eder sanıyorum. Ama ağzınızı açıp kimseye bir şey söyleme­
menizi istiyor; rahmetli kızımızın başına gelen felaket, yüre­
ğini oyup durmuş besbelli.
- Orada bir mezar yeri hazırlamış ona, dedi Bayan Mig­
non.
- Bu felaketin nedenini, delikanlıların büyük servetlere
göz dikmesinde buluyor; bana da doğru geliyor bu. Zavallı
albayım, sürüden ayrılan kuzuyu aramızda göreceğini sanı­
yor. Kendi kendimize sevinelim, kimseye bir şey söylemeye­
lim, becerebilirsek Latournelle'e bile ...
Sonra Modeste'in kulağına eğildi:
- Matmazel, dedi; ailenin kaybını ve bu olayın kor­
kunç sonuçlarını bir mektupla babanıza bildirin; onu kar­
şılaşacağı acıklı sahneye hazırlayın. Mektubu ona Le Hav­
re'a gelişinden önce ulaştırma işini üstüme alıyorum. Ne de
olsa Paris'ten geçmek zorunda. Uzun uzun yazın, zamanı­
nız var; mektubu pazartesi götürürüm. Pazartesi Paris'e gi­
deceğim sanırım.

1 47
Ba/zac

Modeste, Canalis'le Dumay'nin karşılaşmalarından


korktu; Canalis'e yazıp buluşacakları günü ileriye atmak için
odasına çıkmak istedi.
Dumay, alabildiğine alçakgönüllü bir tavırla Modeste'in
yolunu kesti:
- Söyleyin bana, Matmazel, dedi; babası kızını bıraktı­
ğı gibi, gönlünde yalnızca anasına babasına duyduğu sevgiy­
le bulacak değil mi ?
Modeste Dumay'ye üstten, gururlu bir edayla baktı:
- Hem kendime, hem ablama, hem de anneme; "Babam
benimle övünecek, avunacak, mutlu olacak" diye yemin et­
tim. Aşağılayıcı kuşkularla, babamı yakında aramızda göre­
ceğimi öğrenmenin sevincini zehir etmeyin bana. Bir genç kız
yüreğinin çarpması engellenemez; taştan değilim ya ! Bu be­
den aileminse, yürek de benim. Birini seversem, annemle ba­
bam bunu bilecekler. Nasıl, hoşnut kaldınız mı Mösyö ?
Dumay:
- Teşekkür ederim Matmazel, dedi; dünyalar benim ol­
du; ama suratıma bir tokat çarparak da bana pekala "Du­
may " diyebilirdiniz.
- Bir delikanlıyla bakışmadığına, konuşmadığına yemin
et! dedi Bayan Mignon.
Modeste, kendisini gülümseyerek, muzip bir genç kız gi-
bi gözden geçiren Dumay'ye bakıp gülümserken:
- Yemin edebilirim anneciğim, yanıtını verdi.
Modeste evden içeri girince Dumay:
- Demek gerçekten yanlışmış, dedi.
Bayan Mignon:
- Kızım Modeste'in bazı kusurları olabilir, diye yanıtla­
dı; " ama yalan söyleyemez. "
- İyi ! diye sözü sürdürdü teğmen; gönlümüz rahat etsin,
umarım felaket bir daha kapımızı çalmaz.
- Tanrının izniyle ! dedi Bayan Mignon. Siz onu göre­
ceksiniz Dumay; ama ben yalnızca sesini duyacağım . . . Ne
çok hüzün var mutluluğumda !
148
Modeste Mignon

Bu sırada Modeste, bir yandan babasının dönmesine se­


viniyor, bir yandan da yumurtalarını kıran Perrette gibi üzü­
lüyordu. Dumay'nin söylediği paradan daha fazlasını um­
muştu. Şairi adına gözünü hırs bürüdüğü için, ikinci mektu­
bunda sözünü ettiği altı milyonun hiç olmazsa yarısını gön­
lünden geçirmişti. Çifte sevinciyle, kendini görece yoksul
görmekten doğan küçük üzüntüsü arasında piyanosunun
başına geçti. Piyano, nice genç kızın dert ortağıdır; ona öfke­
lerini, sevinçlerini söyler, çalma biçimlerindeki küçük deği­
şikliklerle de bunları belli ederler. Dumay pencerelerin altın­
da dolaşırken karısıyla konuşuyor, zengin olduklarını haber
veriyor, arzularını, dileklerini, niyetlerini öğrenmeye çalışı­
yordu. Kocası gibi Bayan Dumay'nin de Mignon ailesinden
başka ailesi yoktu. Karı koca, eğer La Bastie Kontu Proven­
ce' a giderse, onunla birlikte orada yaşamaya, paralarını da
Modeste'in çocuklarından gereksinim duyacak olana bırak­
maya karar verdiler. Bayan Mignon:
- Modeste'i dinleyin, diye seslendi onlara; ancak sevda­
lı bir kız müzik bilmeden böyle ezgiler çıkarabilir...
Evler yanıp yıkılsa, servetler batsa, babalar yolculuktan
dönse, imparatorluklar çökse, kolera bir kenti kemirip bitir­
se, yine de bir genç kızın aşkı yolundan dönmez; tıpkı doğa­
nın şaşmadan işlemesi gibi; tıpkı ortasında onu emecek bir
şey çıkmazsa dünyayı bir ucundan delip öteki ucuna geçebi­
lecek o asit, 69 kimyanın o korkunç buluşu gibi!
İşte size Modeste'e durumunun esinlediği şarkı. Bu dört­
lükler, Dauriat'nın söz ettiği baskının ikinci cildinde yer alı­
yor, ama yine de burada onları yinelemek gereğini duyuyo­
ruz. Çünkü genç kız, ezgiye uydurabilmek için şiirin sağını
solunu değiştirmiş, ölçülerini bozmuştu; bu da, çoğu zaman
biraz fazla ustalık göstermeye meraklı şairin şiirlerindeki pü­
rüzsüzlüğe hayran okurları şaşırtabilirdi.

69 Büyük olasılıkla 1 840'larda üstünde çalışılan nitrik asit.

1 49
Balzac

BİR GENÇ KIZIN ŞARKISI

Uyan, uyan sevgilim, bak çayırkuşu


Güneşte kanadını germiş ötüyor.
Uyan artık sevgilim, işte menekşe
Uyanmış, buhurunu Tanrıya sunuyor.

Uyuyup dinlenmiş her canlı çiçek.


Görmek için kendini gözlerini açıyor,
Hepsinin aynası birer damla çiy,
Bir günün incileri yapraklarında.

Hava öyle berrak ki güllerin meleği


Çiçekleri kutsayarak geçirmiş geceyi.
Gökten inmiş, renklerini tazelemiş,
Hepsi de onun için açılmış besbelli.

Uyan artık sevgilim, bak çayırkuşu


Güneşte kanadını germiş ötüyor.
Uyanmayan kalmadı, sevgilim uyan,
Menekşe buhurunu Tanrıya sunuyor.

Ve işte Modeste'in müziği; gelişen tipografi yöntemleri


artık onu aktarmanuza olanak veriyor. Ne var ki çok lezzet­
li bir dışavurum, büyük şarkıcılarda hayran olduğumuz tür­
den bir büyüleyicilik kazandırıyordu bu müziğe; bu da hiç­
bir tipografinin, hiçbir resim ya da ses yazısının, tam olarak
veremeyeceği bir şeydi.

1 50
Modeste Mignon

PfANO

1\ 1 l •

.
. �
• 1
- - - � - -
- - -
-

1
Mon cceur, leve.-toi ! Deja l'aloue't. . .

ı\ 1

- - �
,.

1 "I t 1 -t -t i
- - -
..
i -
. •
..
- - - -
.. - - . -

·�
..
..

1\ l ' 1
� �
� - - -
- - -
. �
-
-
-
- -
.
r�
:
.

,,ı 1 , ' 1 •

,. • te, Secoue en chantaot. son aile ausoleil . Ne dors


' •
- � � . � -
. '"

t 1 ..
• •
� � ".,j � • •

• • . j • • •
-

- � - � . . - . .
.
-

il\ 1 l l l 1 .....
" . - .

- - .. - - - - - - J

...
1

plus, moncceur, car la v Lo.let • . te E . leve a. Dieu len.


ıl\ 1
� � _. .

,.
-

- - - -
-
- -
• • • •
.,
'
. . . . . • . .
- .
� -
- � . . � � .
.
'
...
...

..

151
Balzac

j1 1 --- 3 l l - '
., - - - - -
- - . - , ·- -
- - - -
.. . L ' � . . . ..

- r • ' -

• cens de son re - ve il . Cbaque fleur vi . va nte et

� 1

. . - - -
- - - -
• • • •
.... . .... . ... .... ... ....

• • . • •
- . -
:
-· .. - - - - - � " �
r . . � - - - -
'
.. - ., ..

'1

bieD repo . s e e , O u . v ran t t our a les y e ux pour se


.
toıır

j\ 1 1 .... - 1 1
� -
- - - �
,,
- - - - . -
v - - -- - - --
u , � .
1 1 .r r ,
da.rus son c .:ı . I i c: e uu peu de ro . s e
.,
A Per . le d uıı

'
voı r, . e.

\ 1
- - - ... .. - ...
. �
. - - - - - -
,- ,-
-
1
-
.... ... .... .. .... ... .... ....


. . ; ; •
- .
• •

: �
.. . - - r r - - ,:: ,.
I - . - - - -

., .. .. ..
� I 1 �I 1

jour qu.i lui ser t de mL roır. On sent da.ns l 'air pur quc

1 52
Modeste Mignon

e - closes. il vient d'en hauı ra_vi.

\ 1 .
l. l . l 1
.

:
. . - � .
- - - - - . - .
. - - - .. .,,. - .

' '
- . -

• veileurs cıou. lcurs ! Aiıısi , ıev&-ıoı. puisque Jhlouet • .

ı\ 1

1
� - . - -
.� .

el ..
- .

iri-
-
• • •
..
- - -

.

� >
1 � • .. • .. .. .

..
.
-

!
.::
,
.. - - - - - . - -

- . - - - - - � _. -
r
" ..

'il • -

ı� l L. l _-_. 3
"
:
- -

:
-
- - . � . - _. _. � - -
. .. ,,..
-
- - . . - . �
-

..,
.

• -
r 1 r r

_ te Secoue ·en clıantant son 3.ile au so . l e i l; Rieone dort


fı 1
- ..
- - _. . .
. r -;
• u
.., -= 1 ... .. -4 -t i
...
1 1

,
- - - -

t
- - - - -

,
. .
- . - _. _. . _. - _. .
- - .

... .. - -

.. ..

153
Balzac

� I
. .
-

:

. �.
- - - - - -
� - - - � I"'\ ,_

. :
. �. • A 1
-

. .
- ,, 1 � -
t' ........, r. r 1
.� 1 1

plus,. la vı.o Jette


,

J}lO Jl creur, _ E. leve a D i cu l'en _


jJ 1 l
.
-;
- � _, _. -
\
'

- -

-i .; ..... ., -t -t -1 i
- -

.. = ; :
.
- -

3-
" - - -

=
, _. _. � � - - �
= -

-
-· - ..

71
-

i .. '1

..
1
. .
-

.
-

. .
- - - -
- r- - ..._ . - _. . - �
,_ -· ' � " - -

-
� � _,
• r r • J r .. ..__.... .. r. r
Rien ne dort plus , mo :J cro ı.ı r, la v Lo .
,

• cens de son rc .vci l .


ı 1
- .. _. _. - � ... -

'
• i 1 1 1 i i .. 1
- -

. . .!
-

. .
-
- -
•. . - - - - -

. � _.
, - - - - - - -
. _, -


' .. -·
1
- -

1 1 ..

1 54
Modeste Mignon

- Ne güzel, dedi Bayan Dumay. Modeste müzikten an­


lıyor, işte o kadar!
Bayan Mignon'un kuşkusunu kendi içinde duyup ürpe­
ren kasadar:
- Ateş bacayı sarmış! dedi heyecanla.
- Seviyor, diye yineledi Bayan Mignon.

1 55
XXX. Kamburun Fizyolojisi

Dinledikleri parçanın su götürmez tanıklığıyla, Modes­


te'in gizliden gizliye sevda çektiğine kasadarı inandıran Ba­
yan Mignon, patronunun dönüşüne ve başarılarına sevinen
Dumay'nin neşesini kaçırdı. Zavallı Brötanyalı Le Havre'a,
Gobenheim'ın yanındaki işine döndü. Akşam yemeğine eve
gelmeden önce Latournelle'lere uğrayarak kaygılarını sayıp
döktü, onlardan yeniden yardım istedi. Kapının eşiğinde no­
terden ayrılırken:
- Evet sevgili dostum, dedi; ben de Madam'la aynı dü­
şüncedeyim. Bu kızın birini sevdiği kesin; ötesini de şeytan
bilir ! Onurum beş paralık oldu.
- Üzülmeyin Dumay, diye yanıtladı onu ufak tefek no­
ter; el ele verirsek bu kızla nasıl olsa başa çıkarız; sevda çe­
ken bir kız, günün birinde bir açık verecektir nasıl olsa; ak­
şama bu işi konuşuruz.
Böylece Mignon ailesine bağlı herkes, yaşlı askerin her şe­
yi meydana çıkaracağını sandığı deneyden bir gün önceki
kaygılara yeniden kapıldı. Bunca gayretin boşa gitmesi Du­
may'ye öyle dokunmuştu ki, bu bilmeceyi çözmeden Paris'e
gidip parasını almak istemiyordu. Duyguları çıkarlardan de­
ğerli gören bu insanların hepsi de o anda, eğer albay bir de
kızını bıraktığı gibi masum bulmazsa, Bettina'nın ölümüne

1 57
Balzac

ve karısının kör oluşuna dayanamaz, acısından ölür diye dü­


şünüyorlardı. Zavallı Dumay'nin umutsuzluğu, Latournel­
le'leri öyle etkilemişti ki, o sabah Paris'e yolcu ettikleri
Exupere'in gidişini bile unuttular. Akşam yemeğinde karı ko­
ca, bir de Butscha baş başa kalınca, sorunun parçalarını her
yönde evirip çevirdiler, bütün olasılıkları bir bir gözden ge­
çirdiler. Bayan Latournelle:
- Eğer Modeste, Le Havre'dan birini sevseydi dün kor­
kardı, dedi; demek sevgilisi burada değil.
- Sabah Dumay'nin önünde, kimseyle bakışıp konuş-
madığına annesine yemin etmiş, dedi noter.
Butscha:
- Acaba benim gibi mi seviyor ? dedi.
Bayan Latoumelle:
- Sen nasıl seviyormuşsun bakalım zavallı yavrum? di­
ye sordu.
Küçük kambur:
- Yalnız kendim için seviyorum Madam, diye yanıt ver-
di; uzaktan, buradan yıldızlara kadar bir uzaklıktan . . .
Bayan Latournelle güldü:
- Koca aptal! Nasıl oluyormuş o öyle?
Butscha:
- Ah Madam! dedi; sizin kamburum sandığınız şey, be­
nim kanatlarımın kılıfıdır.
- Senin o mühürün anlamı da bu demek! dedi noter.
Başkatibin yıldız biçimli bir mühürü vardı; üstünde de
Chastillonest hanedanının düsturu olan, Fulgens, sequar ( Pı­
rıl pırıl, peşindeyim) sözcükleri yazılıydı . Butscha kendi ken­
dine konuşur gibi:
- İnsanın en güzeli de, en çirkini kadar kuşkucu olabilir,
dedi; "sadece güzelliği için sevilmekten korkacak kadar akıl­
lıdır Modeste.
Kamburlar, varlıklarını bütünüyle topluma borçlu, ola­
ğanüstü yaratıklardır; çünkü doğanın düzeninde zayıflarla

158
Modeste Mignon

sakatlar ölüp gitmelidir. Bu görünüşte bahtsız kişilerde,


belkemiğinin bükülmesi ya da kıvrılmasıyla sanki bir kovuk
oluşur ve sinirsel akışkanlar, burada, öteki insanlara göre da­
ha büyük miktarlarda toplanır; bu merkezde işlenir, hareke­
te geçer, iç varlığı canlandırmak üzere buradan bir ışık gibi
saçılırlar. Bu olay, kimi zaman manyetizmanın bulup çıkar­
dığı, ama çoğu zaman tinsel dünyanın enginliği içinde kay­
bolup giden güçlerin türemesine neden olur. Üstün bir yanı
olmayan kambur göremezsiniz: Ya akıllı ve neşeli ya tepeden
tırnağa kötü ya da melek gibi iyidirler. Üstünlüklerini kendi­
leri de bilmeyen bu varlıklar, canlı kalabilmek için çeşitli en­
gellere karşı verdikleri savaşta, böylesine olağanüstü bir bi­
çimde yoğunlaşmış güçlerini tüketmezlerse, hiçbir zaman sa­
natın eliyle uyandırılmayacak çalgılar gibi, Butscha gibi,
kendi içlerinde yaşayıp giderler. Cinleri, korkunç cüceleri,
eciş bücüş perileri, Rabelais'nin deyimiyle " bulunmaz mer­
hemlerle, iksirlerle dolu bu şişeler soyu "nu borçlu olduğu­
muz o boşinançların, o halk söylencelerinin açıklaması bu­
dur işte. Ve bu yüzden Butscha, Modeste'i anlamaya çok
yaklaşmıştı. Rusya'nın karları arasında tek başına yüzüstü
kaldıkları zaman bile, "Yaşasın İmparator" diye bağıran as­
kerler gibi her an ölmeye hazır bir hizmetkarın, umutsuz bir
sevdalının merakıyla, Modeste'in sırrını kendisi için öğren­
meye karar verdi. Köşk'e giden patronlarının peşine takıldı­
ğı zaman iyice kaygılıydı; çünkü genç kızı düşüreceği tuzağı,
bütün bu gözünü dört açmış, kulağı kirişte insanlardan giz­
lemesi gerekiyordu. Bir cerrahın gizli bir yaraya basmasıyla
beliren bir ürperme, bir bakışma gibi bir şey olacaktı bu. O
akşam Gobenheim gelmediği için Butscha, Bay Dumay'yle
birlikte, Bay ve Bayan Latournelle'e karşı oyuna oturdu.
Modeste, saat dokuza doğru annesinin yatak hazırlıklarını
yapmak için odadan çıkınca, Bayan Mignon'la dostları çe­
kinmeden konuşmaya başladılar; ama genç kızın birini sev­
diğine inanmaya başlayan zavallı başkatip, bu düşüncenin

159
Balzac

verdiği üzüntüyle, tıpkı bir akşam önce Gobenheim'ın yap­


tığı gibi, konuşulanlarla ilgilenmedi.
- Ne oluyor Butscha, neyin var senin ? diye bağırdı bu­
na şaşıran Bayan Latournelle. Seni gören öksüz kaldın sa­
nır . . .
İsveçli bir gemicinin yüzüstü bıraktığı, annesi de bir
hastanede kederden ölen çocuğun gözlerinden bir damla
yaş aktı. Üzgün bir sesle:
- Dünyada sizden başka kimsem yok, yanıtını verdi;
sizin merhametiniz o denli dindarca ki, her zaman acıya­
caksınız bana; ben de hiçbir zaman size nankörlük etmeye-
cegım.
"' .

Bu yanıt, bu sahneye tanık olan herkesin gönlünde ay­


nı derecede duyarlı bir tele, incelik teline dokundu. Bayan
Mignon:
- Hepimiz sizi severiz Bay Butscha, dedi heyecanlı bir
sesle.
Babacan Dumay atıldı:
- Bugüne bugün altı yüz bin frangını var! dedi; Le
Havre'a noter olursun, Latournelle'in yerine geçersin.
Amerikalı kadın da zavallı kamburun elini avuçlarına
alıp sıkmıştı. Bu arada Latournelle başını kaldırıp Du­
may'ye bakmış ve:
- Demek altı yüz bin frangınız var! diye bağırmıştı;
Öyleyse bu hanımefendilerin burada işi ne ? . . Hani Modes­
te'in atı ? Hani müzik, resim öğretmenleri ? . .
Amerikalı:
- Yani . . . dedi; ancak birkaç saatten beri bu kadar pa-
rası var.
Bayan Mignon:
- Şşt! .. diyerek susturdu onu.
Bütün bu heyecanlı konuşmalar arasında Butscha'nın
heybetli hanımı yerinden kıpırdamamış, oğlanın yüzüne
bakıyordu.

1 60
Modeste Mignon

- Yavrucuğum, dedi; herkesin seni ne kadar sevdiğini


bildiğim için, kullandığım deyimin nereye varacağını kestire­
medim. Ama düştüğüm bu küçük hatadan dolayı bana te­
şekkür etmelisin; eşsiz niteliklerin sayesinde nasıl dostlar
edindiğini öğrenmiş oldun.
- Bay Mignon'dan haber aldınız demek ? diye sordu no-
ter.
Bayan Mignon:
- Geliyor, yanıtını verdi. Ama bu haberi bizden başka
kimse bilmesin. Kocam, Butscha'nın bizi yalnız bırakmadı­
ğını, herkes bize sırt çevirirken onun tam bir dostluk göster­
diğini öğrenirse onu destekleme işini yalnızca size bırakmaz
Dumay.
Sonra yüzünü Butscha 'ya doğru çevirmeye çalışarak:
- Bu yüzden, sevgili dostum, diye sözünü sürdürdü; La­
tournelle'le görüşmelere şimdiden başlayabilirsiniz.
Latournelle:
- Yaşı geldi zaten, dedi; yirmi altıyı sürüyor. Büroyu sa­
na devretmek için elimden geleni yapmak boynumun borcu­
dur oğlum!
Modeste salonun kapısını açtığı zaman, Bayan Mig­
non'un ellerini ağlayarak öpen Butscha'nın yüzü gözü yaş
içindeydi.

161
XXXI. Modeste Tuzağa Düşüyor

- Esrarengiz cücemi kim üzdü ? diye sordu genç kız.


Butscha:
- Ah ! Matmazel Modeste, biz, felaketin beşiğinde bü­
yüyen çocuklar, üzüntüden ağlar mıyız hiç? diye bağırdı. Ak­
raba bildiğim insanlar, en az benim onlara duyduğum kadar
büyük bir sevgi gösterdiler bana. Noter oluyorum, zengin de
olabilirim. Aman! Aman ! Yoksul Butscha, günün birinde
belki zengin Butscha olacak. Siz bu bacaksızın nasıl gözüpek
biri olduğunu bilemezsiniz! . .
Kambur, kısık, iri gözkapaklarının arasından bir ışık gibi
süzülen bakışlarını Modeste'e çevirdikten sonra göğsündeki
boşluğa güçlü bir yumruk indirdi ve gidip ocağın önünde
durdu. Bu beklenmedik olayda sultanının gönlünü okumak
için bir fırsat sezmişti. Dumay, bir an için başkatibin Modes­
te'e açılmayı göze aldığını sandı; dostlarına hızlı bir bakış fır­
lattı; onlar da bu bakışın anlamını kavradılar; merakla karı­
şık bir öfkeyle küçük kamburu seyre koyuldular.
- Düşlerim var, benim de ! . . dedi gözlerini Modeste'ten
ayırmayan Butscha.
Genç kızın gözlerini yere indirmesi, başkatibe tam bir iti­
raf gibi geldi.
- Siz romanları seversiniz; izin verin de bu sevinçle size
bir sırrımı açayım; siz de bana yaşamım için kurduğum ro-

1 63
Balzac

manın bir sona bağlanıp bağlanamayacağını söyleyin; yoksa


para pul neye yarar? Para herkesten çok bana mutluluk ve­
rir; çünkü bence mutluluk, sevdiğim varlığı zengin etmektir!
Siz ki, Matmazel, bunca şeyler bilirsiniz, söyleyin bana, bir
insan, biçimine bakılmadan, çirkin ya da güzel, yalnızca ru­
hu için sevilebilir mi ?
Modeste gözlerini kaldırıp Butscha'ya baktı . Bakışların­
da korkunç bir sorgulama vardı; çünkü o da Dumay gibi
Butscha 'dan kuşkulanmıştı şimdi.
- Zengin olduğumda, yoksul, güzel bir kız arayacağım;
benim gibi yüzüstü bırakılmış, çok acı çekmiş, bahtsız bir
kız. Ona mektup yazacağım, onu avutacağım, onun iyilik
perisi olacağım. Benim gönlümü, ruhumu okuyacak; hem
büyük bir incelikle uzattığım altınları alacak, hem de doğuş­
ta, rastlantının benim gülünç bedenimden esirgediği bütün
güzelliklerle bezenmiş düşüncelerime sahip olacak ! Bilginle­
rin araştırdığı bir neden gibi saklı kalacağım. Tanrı da güzel
değildir belki, kim bilir ? . . Meraktan çıldıran bu kızcağız do­
ğal olarak beni görmek isteyecek. Ama ben ona korkunç de­
recede çirkin olduğumu söyleyeceğim, çirkinliğimi ayrıntıla­
rıyla anlatacağım . . .
Tam burada Modeste, gözlerini Butscha'ya büsbütün
dikti. " Benim aşklarım konusunda ne biliyorsunuz ? " diye
sorsaydı bundan daha açık davranmış olmazdı .
- Eğer gönlümdeki şiir sayesinde sevilmek mutluluğuna
erişirsem! . . Eğer, günün birinde bu kadına, sadece biraz bi­
çimsiz görünebilirsem, itiraf edin ki en güzel insandan, böy­
le sizin gibi göklere yaraşır bir kızın sevebileceği üstün yete­
nekli birinden çok daha mutlu olurum . . . "
Kambur, Modeste'in yanaklarına hücum eden kırmızılık­
tan genç kızın bütün sırlarını anladı.
- İyi de, insanın sevdiğini zenginleştirmesi, ona bedeni­
ni unutturarak tinsel açıdan kendini beğendirmesi; sevilme­
nin yolu bu mu ? İşte yoksul kamburun düşü. Dünkü düşü:

1 64
Modeste Mignon

Çünkü bugün eşsiz anneniz noter olmama yardım edeceği


sözünü vermekle bana yarınki hazinemin anahtarını uzatmış
oluyor. Ama bir Gobenheim' a dönüşmeden önce, bu kor­
kunç değişiklik gerçekten yararlı mı ona bakmak gerek. Siz,
bu konuda siz ne düşünüyorsunuz Matmazel ? . .
Modeste o kadar şaşırmıştı ki, Butscha'nın kendisine bir
soru sorduğunu fark etmedi. A şığın tuzağı, askerin tuzağın­
dan daha iyi kurulmuştu; zavallı şaşkın kız sesini çıkarama­
dı. Bayan Latournelle kocasına usulca:
- Zavallı Butscha ! dedi; Delirdi mi ne ? ..
- Güzel'le Canavar masalını yaşamak istiyorsunuz, ya-
nıtını verebildi sonunda Modeste. Ama unutuyorsunuz ki
Canavar, sonunda güzel bir prense dönüşür.
- Öyle mi sanıyorsunuz ? dedi cüce; Oysa ben bu deği­
şikliği, ruhun göz kamaştırıcı ışığıyla biçimi yok ederek ken­
dini açığa vurması gibi düşünmüşümdür hep. Eğer sevilmez­
sem gizli kalırım, işte bu!
Sonra patronunun karısına dönerek:
- Sizlerin Madam, bundan böyle hizmetinizde bir cüce
yerine bir yaşam, bir servet bulunacak, dedi.
Yerine oturdu. Soğukkanlı, sakin bir tavır takınarak ma­
sadaki üç oyuncuya :
- Kim dağıtıyor? diye sordu. Ama içinden acı acı şöyle
diyordu: "Bu kız kendisi için sevilmek istiyor, büyük adam
geçinen biriyle de mektuplaşıyor; işi ne kadar ilerletti aca­
ba ? "
Modeste annesine:
- Anneciğim, dedi; saat ona çeyrek var.
Bayan Mignon dostlarıyla vedalaştı, yatmaya gitti.
Gizlice sevmek isteyenler, peşlerine Pirene köpekleri, ana-
lar, Dumay'ler, Latournelle'ler düştüğünde pek de tehlikede
sa yılmazlar; ama bir sevdalı düştüğünde ?.. Elmasa karşı el­
mas, ateşe karşı ateş, zekaya karşı zeka demektir bu; öyle ku­
sursuz bir eşitliktir ki, iki taraf da birbirine göz açtırmaz.

1 65
XXXII. Butscha 'nın Mutluluğu

Pazar sabahı Butscha, her gün Modeste'i kiliseye götür­


meye gelen Bayan Latournelle'den önce davrandı, postacıyı
bekleyerek köşkün önünde bir aşağı bir yukarı dolaşmaya
başladı. Sonunda postacı görününce bu önemsiz görevliye:
- Bugün Matmazel Modeste'e mektup var mı ? diye
sordu.
- Yok Mösyö, yok . . .
- Biz de bu sıralarda hükümetin gedikli müşterisi olduk
hani ! dedi başkatip.
- Ya ! Öyle ! diye yanıtladı postacı.
Modeste bu kısa konuşmayı odasından duydu. Bu saat­
lerde kepenginin arkasına gizlenir, postacıyı beklerdi. Merdi­
venlerden indi, ön bahçeye çıktı; oradan titrek bir sesle:
- Bay Butscha ! diye seslendi.
Kambur, Modeste'in açtığı küçük kapıya doğru yürür­
ken:
- Geliyorum Matmazel ! dedi.
Genç kız, kölesini bakışlarıyla ve bir kraliçe tavrıyla ez­
meye çalışarak:
- Bir kadının sevgisini hak eden erdemleriniz arasında,
yaptığınız bu utanç verici casusluk da var mı ? diye sordu.
Butscha gururlu bir edayla:

1 67
Balzac

- Evet Matmazel ! diye yanıt verdi. Solucanların yıldız­


lara bir yararı dokunabileceğine inanmazdım! diye alçak ses­
le devam etti. Ama dokunabilirmiş. Kendini, bir kez kokla­
yıp atmak için kopartılan çiçek gibi size veren, yaşamın sil­
lesini yemiş biri yerine, sırrınızı, annenizin, Dumay'nin, Ba­
yan Latournelle'in öğrenmesini ister miydiniz ? Hepsi de sev­
diğinizin farkında. Ama yalnızca ben işin içyüzünü biliyo­
rum. Beni, açıkgöz bir köpek gibi hizmetinize alın; sözünü­
zü dinlerim, sizi korurum, hiç havlamam, sizi yargılamam.
Bırakın, size bir yararım dokunsun. Babanız başınıza Du­
may'yi dikmiş; alın Butscha'yı, görün bakın neler olur ! . . Hiç­
bir şey, bir kemik bile istemeyen zavallı bir Butscha !
- Peki öyleyse, sizi deneyeceğim, dedi bu kadar akıllı bir
bekçiden kurtulmak isteyen Modeste. Hemen şimdi koşun,
Graville'den Le Havre'a kadar bütün otelleri dolaşın; İngil­
tere'den Bay Arthur adında biri gelmiş mi . . .
Butscha saygı dolu bir edayla Modeste'in sözünü kesti:
- Dinleyin Matmazel, dedi; gidip deniz kenarında dola­
şayım daha iyi, çünkü bugün benim kiliseye gelmemi istemi­
yorsunuz. İşin doğrusu bu.
Modeste, aptalca bir şaşkınlık içinde cüceye baktı.
- Dinleyin Matmazel ! Yüzünüzü atkılara, pamuklara
sarmışsınız ama pek de nezleye benzemiyorsunuz. Şapkanı­
zın önündeki çifte peçeye gelince, o da görülmeden görmek
ıçın.
Modeste kızararak:
- Bu kadar anlayış nereden ileri geliyor ? dedi.
- Ne diyeyim Matmazel ! Korse de giymemişsiniz ! İnsan
nezle olunca, böyle kat kat eteklikler giyip bedenini sakla­
maz; ellerine eski püskü eldivenler geçirmez; bu kötü pabuç­
ları o güzelim ayaklara reva görmez. Bu kötü giysileri . . .
Modeste:
- Yeter! dedi. Peki, sözümü dinlediğinizi nereden bilece­
ğim?

168
Modeste Mignon

- Patronum Sainte-Adresse'e gidecekti; canı da istemi­


yordu. Ama iyi adamdır, beni pazarımdan etmek istemedi.
Ona, sizin yerinize ben giderim, diyeceğim ...
- Bunu yaparsanız size güvenirim ...
- Size Le Havre'da gerekli olmayacağımdan emin misi-
niz ?
Modeste, bulutsuz gökyüzünü gösterdi:
- Evet. Dinleyin beni esrarengiz cüce! Bakın, az önce
uçan kuşlardan gökte bir iz kaldı mı ? Benim yaptığım şeyler
de, şu hava kadar saf ve hiçbir iz bırakmadan geçip gider.
Dumay'yi yatıştırın, Latournelle'leri yatıştırın, annemi yatış­
tırın . . .
Sonra güneşte saydamlaşan, kıvrık parmaklı ince elini
göstererek devam etti:
- Ve bilin ki bu ele, babamın dönüşünden önce, o sev­
gili denen şeyin dudakları değmeyecek; kimseye evlenme sö­
zu vermeyecegım.
- Peki neden bugün kiliseye gelmemi istemiyorsunuz
..
oy1 eyse .;ı . . .
- Size bu kadar şey söyledim; sizden bazı şeyler istedim !
Yine de bana soru mu soruyorsunuz ?
Butscha sesini çıkarmadı, Modeste'i selamlayarak patro­
nuna koştu; kimsenin haberi olmadan Modeste'in hizmetine
girdiği için sevinç içindeydi.
Bir saat sonra Bay ve Bayan Latoumelle, Modeste'i alma­
ya geldiler; ama o, korkunç bir diş ağrısından şikayet ediyor­
du.
- Elim varıp da giyinemedim, dedi.
- Öyleyse gitmeyin, kalın ! dedi noterin alık karısı.
- Yoo hayır! diye yanıtladı Modeste; Babamın sağ salim
dönüşüne dua edeceğim. Hem böyle sarılıp sarmalanıp so­
kağa çıkarsam, iyi bile gelebilir diye düşündüm.
Böylece Modeste, Bayan Latournelle'in yanında tek başı­
na, kilisenin yolunu tuttu . Az sonra büyük şairini göreceğini

1 69
Balzac

düşünerek için için titriyordu, huzursuzdu ve bu huzursuzlu­


ğun nedenini sorar korkusuyla Bayan Latournelle'in koluna
girmemişti. Tek bir bakış, ilk bakış, geleceğini belirleyecek
değil miydi ?

1 70
XXXIII. Mösyö de La Briere'in
Boy Portresi

İnsanın yaşamında ilk buluşma anı kadar tadına doyul­


maz bir an var mıdır ? Yüreğin dibinde gizlenen ve o an uya­
nan duygular, bir daha yaşanabilir mi ? Ernest de La
Briere'in yaptığı gibi, usturanın en keskinini, gömleğin en
iyisini, yakanın en kusursuzunu, giysinin en güzelini arar­
ken duyulan o adsız hazlar bir daha bulunur mu? İnsan bu
eşsiz anla ilişkili her şeyi tanrılaştırır; kendi kendine, kadı­
nınkilerden hiç de aşağı kalmayan, gizli şiirler yaratır. Ama
iki taraf da bunları anladığı gün, her şey uçup gider ! Bütün
bunlar, ormanlar içinde kaybolmuş, yabanıl yemişlerin hem
tatlı, hem buruk çiçeğine, o güneşin sevincine benzemez mi ?
Ya da Canalis'in Bir Genç Kızın Şa rkıs ı 'nda dediği gibi, çi­
çekler perisinin izniyle kendi kendini görebilen bitkinin se­
vinci böyle bir şey değil midir ? Sırası gelmişken şunu da söy­
leyelim ki, yaşama çalışıp didinmeyle, para sıkıntılarıyla
başlayan birçok insan gibi, alçakgönüllü La Briere de bugü­
ne dek sevda nedir bilmemişti. Le Havre'a bir gün önce, ak­
şamüstü gelmiş, yol yorgunluğunu gidermek için cilveli bir
kadın gibi erkenden yatmıştı . Şimdi de güzelce yıkandıktan
sonra düşünüp taşınmış, kendisine en yakışacak şeyleri giyi­
nip kuşanmıştı . Modeste'in yazacağı son mektubu haklı
1 71
Balzac

göstermek için, burada La Briere'i tepeden tırnağa anlatma


sırasının geldiğini sanıyoruz.
Toulouse'lu iyi bir aileden dünyaya gelen Emest, onu ko­
ruyucu kanatları altına alan bakanın uzaktan akrabasıydı.
Davranışlarındaki seçkinlik, daha beşikteyken eğitim görme­
ye başladığını, ama iş yaşamına erken atılmakla zorlanma­
dan ağırbaşlı biri haline geldiğini gösteriyordu; zamansız
ağırbaşlılık, kolayca ukalalığa dönüşebilir çünkü. Orta boy­
luydu; renksiz ama sıcak görünümlü yüzü tatlı ve inceydi;
küçük bıyıkları, Mazarin70 tarzı bir "virgül " sakalı vardı.
Yüzünün biçimi ve dudakları o kadar zarif; saydam mineli,
neredeyse takma gibi duran düzgün dişleri o kadar kadıncay­
dı ki, sakal bıyık gibi erkeklik işaretleri de olmasa insan onu
kılık değiştirmiş bir genç kız sanabilirdi. Bütün bu kadınca
niteliklere yüzü gibi tatlı, Türklerinkine benzer gözkapakla­
rının altında ışıldayan mavi gözleri gibi tatlı bir de ses ekle­
yin, bakanın genç sekreterine neden Matmazel de La Briere
dediğini çok iyi anlarsınız. Kara, gür saçlarının çepeçevre sar­
dığı, pürüzsüz, dolgun alnı düşler kurmaya yatkın görünü­
yor ve hüzünlü yüz ifadesine bütünüyle uygun düşüyordu.
Göz çukurlarının üst çıkıntıları, zarif biçimlerine karşın ba­
kışlarını gölgeliyor ve yüzünden okunan hüzne, gözbebekle­
rinin üstüne fazlaca inen gözkapaklarının yarattığı -deyim
yerindeyse- " fiziksel " bir içliliği ekliyordu. Alçakgönüllülük
sözcüğüyle karşıladığımız o gizli kuşku, genç adamın hem
çizgilerini, hem kişiliğini belirliyordu böylece. Resim mantı­
ğına göre bu başın alışılagelenden daha uzun çizilmesi, bir­
denbire biten çeneyle saçların daralttığı alın arasında daha
büyük bir uzaklık bırakılması gerektiğini söylersek, bu bütü-

70 Guilio Mazarini ( 1 602- 1 66 1 ), İtalyan kardinal ve devlet adamı. XIII. ve


XIV. Louis dönemlerinde Fransa başbakanı olmuş, ülkenin politik yaşa­
mında önemli roller üstlenmiştir. Resimlerinde, genellikle çenesini süsle­
yen kısa sivri bir sakalla betimlenmiştir.

1 72
Modeste Mignon

nü daha iyi anlatmış oluruz belki. Bu yüzden Emest'in yüzü


neredeyse yassı görünüyordu. Kıskanç insanlarınki gibi biraz
dolgunca ve birbirine yakın kaşlarının arasına çalışma yaşa­
mı, daha şimdiden çiziklerini oymuştu. Zayıf olmasına kar­
şın geç gelişen, ama otuzunda birdenbire şişmanlayan insan­
lardandı La Briere. Fransa tarihini iyi bilenler, bu genç ada­
mı, o görkemli ve anlaşılmaz XIII. Louis'ye benzetebilirdi
belki. Nedeni bilinmeyen bir hüzünle her zaman alçakgönül­
lü, tacının altında silik duran, av yorgunluklarını seven, ça­
lışmaktan nefret eden, metresine el süremeyecek kadar utan­
gaç, dostunun kellesinin uçurulmasına göz yumacak kadar
kayıtsız o Fransa kralına; bütün bunlar da babasının öcünü
annesinden almış olmanın pişmanlığıyla açıklanabilirdi olsa
olsa: ya Katolik bir Hamlet'ti o ya da iyileşmez bir hastalığı
vardı. Ama XIII. Louis'yi sarartıp solduran, gücünü kuvveti­
ni elinden alan kemirgen kurt, Ernest'te basit bir kendine gü­
vensizlikti yalnızca; bir kadının, "Seni ne çok seviyorum" de­
diğini duymamış bir erkeğin utangaçlığından, özellikle de ya­
rarsız bir bağlılıktan başka bir şey değildi. Bir hükümetin dü­
şüşünde71 monarşinin ölüm çanlarının çaldığını duyan bu
zavallı delikanlı, Canalis'in kişiliğinde, zarif yosunlar altına
gizlenmiş bir kayaya rastlamıştı. Bağlanacak güçlü bir adam
arıyordu; ve bu kendine efendi arayan kaniş sabırsızlığı, kö­
peğini bulmuş bir kral havası veriyordu ötekine. Bu küçük
şeyler, bu duygular, yüzüne yayılmış bu acılı renk, kadınlar
tarafından "Karanlık Güzel" sınıfına sokulduğunu duyunca
oldukça kızan denetçiyi sandığından çok daha güzelleştiri­
yordu; artık bu tarz bir güzelliğin modası geçmiş, şimdi her­
kes kendi borusunu kendi öttürmeye bakıyor olsa da ...
Böylece bizim güvensiz Ernest, kendini göstermek için
modaya uygun giysilerden medet ummuştu yalnızca. Her şe-


Kralcı Villele hükümetinin 1 827'de düşüşü, Balzac için Fransa'da krallı­
ğın sonunu getiren olayların başlangıcıdır.

1 73
Balzac

yin ilk bakışa bağlı olduğu bu buluşma için siyah bir panto­
lon, özene bezene boyanmış çizmeler, düğmeleri opal taşın­
dan son derece zarif gömleğini açıkta bırakan kükürt rengi
bir yelek, yeni bir yöntemle sırta ve bele yapıştırılmış gibi du­
ran, yakası nişan rozetiyle süslü küçük mavi bir redingot giy­
miş, siyah bir de kravat bağlamıştı. Ellerine Floransa tuncu
renginde oğlak derisi eldivenler geçirmişti; sol elinde de, XIV.
Louis dönemi edasıyla küçük bastonunu ve şapkasını tutu­
yordu. Böylece hem kilise adabına uymuş, hem de ışıkta pı­
rıl pırıl parlayan, hünerle taranmış saçlarını açıkta bırakmış­
tı. Ayin başlar başlamaz kilisenin kapısının önüne dikilip bü­
tün Hıristiyanlara, özellikle de parmaklarını kutsal suya ba­
tıran kızlara bir bir bakarak içeri girenleri gözden geçirdi.
Kiliseye ayak basar basmaz içinden bir ses Modeste'e,
"İşte ! " dedi. Bu redingot, bu bütünüyle Parisli eda, bu rozet,
bu eldivenler, bu baston, bu saç kokusu, bunların hiçbiri Le
Havre işi değildi. Ve La Briere, ufak tefek noteri, noterin iri­
yarı, burnu havada karısını ve kıvrımları altında Modeste'i
gizleyen bohçayı (kadınlara özgü bir deyimdir bu) gözden
geçirmek için döndüğünde, zavallı kızcağız, iyice hazırlıklı
olmasına karşın, kapının ışığıyla baştan başa aydınlanan bu
şairane yüzü görünce yüreğinden vurulmuşa döndü. Yanıl­
'
mıyordu. Küçük beyaz bir gül, rozeti yarı yarıya örtmüştü.
Acaba Emest, kulaklarına kadar geçirdiği, çifte peçeli, eski
şapkası altında gizli sevgilisini tanıyacak mıydı ? .. Modeste
aşkın altıncı hissinden o kadar korktu ki, yaşlı bir kadın gi­
bi yürümeye başladı birden.
Ufak tefek Latoumelle yerine doğru giderken:
- Hanım, şu bey Le Havre'lı değil, dedi karısına.
- Buraya öyle çok yabancı geliyor ki ! diye yanıt verdi
karısı.
- İyi de, dedi noter; bu ya hancılar, geçmişi iki yüzyılı
bulmayan kilisemizi görmeye niye gelsin?

1 74
XXXIV. Aşkı Gizlemenin
Zorluğu Kanıtlanıyor

Ernest ayin boyunca kapıda durdu; kadınların arasında


umduğuna benzer kimseye rastlamamıştı. Modeste de ancak
ayin sonunda kendine gelip, titremesinin önüne geçebildi.
Öyle sevinçler duydu ki, bunu ancak kendisi anlatabilir. So­
nunda döşeme taşlarının üstünde, saygın bir erkeğin ayak
seslerini işitti; çünkü ayin bitmişti ve Ernest, bir iki meraklı
sofu dışında kimsenin kalmadığı kiliseyi dolaşıyor, içerdeki­
leri dikkatle inceliyordu. Peçesi inik bir kadının önünden ge­
çerken, kadının elindeki dua kitabının tiril tiril titrediğini
gördü; ondan başka yüzünü örten kimse olmadığı için kuş­
kulandı. Modeste'in kılığını, meraklı bir yavuklu dikkatiyle
inceleyince de kuşkusu kalmadı. Bayan Latournelle kiliseden
çıkınca o da çıktı, uygun bir uzaklıktan onu izledi; Modes­
te'le birlikte Royale sokağına saptıklarını gördü; Matmazel
Mignon, ikindi ayinini her zaman burada beklerdi. Ernest,
kapısında bir tabela bulunan evi gözden geçirdikten sonra,
oradan geçenlerden birine noterin adını sordu. Adam, Le
Havre'ın birinci noteri Latournelle'in adını neredeyse gurur­
la söyledi. Delikanlı evin içini görebilme umuduyla Royale
sokağından geçtiğinde, Modeste aşığını gördü. Büsbütün
hastalandığını ileri sürerek kiliseye gitmedi. Bayan Latour-

1 75
Balzac

nelle de yanında kaldı. Böylece ne olduysa Ernest'in yol pa­


rasına oldu. Ingouville'de dolaşmayı göze alamadı; söz din­
lemeyi bir onur borcu saydı. Arabanın hareketini beklerken
bir mektup yazarak Paris'e döndü; Le Havre damgalı bu
mektup, Françoise Cochet'nin eline ertesi günü geçecekti.
Her pazar Latournelle'le karısı, ikindi ayininden sonra
Modeste'i Köşk'e götürür, akşama da yemeğe kalırladı. Bu
yüzden genç kızın hastalığı geçer gibi olunca, yanlarına Buts­
cha'yı da alarak Ingouville'in yolunu tuttular. Mutlu Modes­
te, eve gelince süslenip püslendi. Yemeğe indiği zaman, sa­
bahleyin kılık değiştirdiğini, yalancı nezlesini unutmuş, bir
şarkı mırıldanıyordu:

Uyanma yan kalmadı, sevgilim uyan,


Menekşe buhurunu Tanrıya sunuyor.

Butscha Modeste'i görünce hafif bir ürperti geçirdi. Genç


kız gerçekten değişmişti. Aşkın kanatları omuzlarına bağlan­
mış gibiydi ve bir hava perisine benziyordu; yanaklarında
hazzın tanrısal rengi belirmişti. Bayan Mignon kızına :
- Bestelediğin bu güzel ezginin sözleri kimin ? diye sor­
du.
Modeste'in rengi, boynundan alnına kadar, en güzelin­
den bir kırmızıya döndü:
- Canalis'in anne, diye yanıtladı .
Modeste'in sesindeki vurgudan ve kızarmasından, sırrın
eksik kalan biricik noktasını da öğrenen cüce:
- Canalis! diye bağırdı. O büyük şair romanslar da mı
yazıyor yoksa ? . .
Genç kız:
- Hayır, bunlar sadece bazı dörtlükler, diye yanıtladı
onu; aklımda kalan Alman havalarına uydurarak söylüyo­
rum.
- Yok, yok, dedi Bayan Mignon; bu senin müziğin
kızım!
1 76
Modeste Mignon

Modeste büsbütün kızardığını hissedince, Butscha'yı kü­


çük bahçeye sürükleyerek odadan çıktı.
- Bana büyük bir yararınız dokunabilir, dedi alçak ses­
le. Dumay, babamın kazandığı parayı annemden de, benden
de gizliyor. Bu paranın ne kadar olduğunu bilmek istiyorum.
Dumay o zaman babama beş yüz bin frank kadar bir şey
göndermemiş miydi ? Babam sermayesini iki misline çıkar­
mak için dört yıl Le Havre' dan uzaklaşacak adam değildir.
Hem de kendi malı bir gemiyle dönüyor, Dumay'ye ayırdığı
hisse aşağı yukarı altı yüz bin frangı buluyor.
- Dumay'ye sormaya gerek yok, diye yanıt verdi Buts­
cha. Babanız, siz de biliyorsunuz, buradan gittiği zaman dört
milyon yitirmişti. Büyük olasılıkla bu parayı yeniden kazan­
dı; ama Dumay'ye karından da yüzde on vermiştir. Brötanya­
lının aldığını söylediği paraya bakıp, patronumla ben, alba­
yın altı ya da yedi milyon frangı olduğunu sanıyoruz.
Modeste kollarını göğsünde kavuşturup gözlerini gökyü­
züne kaldırdıktan sonra:
- Babacığım! dedi; bana iki kez yaşam vermiş olacak­
sın.
Butscha:
- Ah Matmazel ! dedi; Siz bir şairi seviyorsunuz ! Ama
bu tür adamların hepsi, az çok kendine aşıktır. Sizi yeterince
sevebilecek mi acaba ? Sözcükleri birbirine uydurmaya çalı­
şan bir söz işçisi, çok sıkıcı biri olabilir. Bir tohum nasıl çiçek
değilse, bir şair de şiir değildir !
- Butscha, dünyada bu kadar güzel bir erkek görme­
dim !
- Güzellik, Matmazel, kusurları gizleyen bir örtüdür ço-
gu zaman.
v

- Dünyanın en iyi yürekli insanı.


Cüce ellerini kavuşturarak:
- Tanrı izin verir de haklı çıkarsınız, mutlu olursunuz
umarım! dedi. Bu adamın da, sizin gibi, Jean Butscha adlı bir

1 77
Ba/zac

hendesi olacak. O zaman noterlikten vazgeçerim. Okumaya,


bilime veririm kendimi ...
- Peki neden ?
- Ne yapalım Matmazel ! Eğer öğretmenleri olmama
izin verirseniz çocuklarınızı yetiştirmek için . . . Ah ! Bir
öğüdümü dinleseniz ! . . Gelin, bu işi bana bırakın : Bu
adamın yaşayışını, alışkanlıklarını öğrenebilirim. İyi mi,
kötü mü, öfkeli mi, sakin mi, hak ettiğiniz saygıyı size
gösterebilir mi, sizi her şeyden, giderek sanatından bile
üstün tutarak, eksiksiz bir sevgiyle sevebilir mi, anlaya­
bilirim.
- Ne çıkar bundan, " dedi genç kız safça; mademki ben
onu seviyorum!
Kambur:
- Eh ! Bu da doğru, diye yanıtladı onu.
Tam bu sırada Bayan Mignon dostlarına:
- Kızım, bu sabah sevdiği adamı görmüş ! diyordu.
- Latournelle! Senin o çok merak ettiğin sarı yelekli
adam olsa gerek, dedi heyecanla noterin karısı. Bu delikan­
lının yakasında küçük, güzel bir beyaz gül vardı.
Modeste'in annesi:
- Tamam, dedi; kendini tanıtmak için takmıştır"
Noterin karısı:
- Bu delikanlının Legion d'Honneur nişanı da vardı, di­
ye devam etti; yakışıklı bir adam! Ama aldanıyoruz! Modes­
te peçesini kaldırmadı. Yoksul bir kız gibi sarınıp sarmalan­
mıştı .
- Evet, dedi noter; hasta olduğunu söylüyordu. Oysa
şimdi şapkasını çıkarmış. Üstelik de turp gibi ! . .
Dumay:
- Anlaşılır iş değil ! dedi heyecanla.
- Ne yazık ki, dedi noter; " her şey apaçık ortada !
Bayan Mignon, Butscha'nın önünden içeri giren Mo­
deste'e:

1 78
Modeste Mignon

- Yavrucuğum, dedi; bu sabah kilisede temiz pak giyin­


miş bir delikanlı gördün mü ? Yakasına beyaz bir gül takılıy­
mış; bir de nişanı varmış . . .
Herkesin dikkatinden Modeste'in düşebileceği tuzağı an­
layan Butscha:
- Ben gördüm! diye atıldı. Grindot'ydu o; kilisenin ona­
rımı için belediyenin pazarlığa giriştiği ünlü mimar; Paris'ten
geldi. Bu sabah Sainte-Adresse'e giderken baktım, kilisenin
dışını gözden geçiriyordu.
Cücenin, kendini toparlaması için zaman kazandırdığı
Modeste:
- Demek mimarmış, dedi. Ben de merak etmiştim.
Dumay, Butscha'ya ters ters baktı. Durumu kavrayan
Modeste, içinden geçenleri saklayan bir tavır takındı. Du­
may, alabildiğine kuşkulandı; ertesi gün belediyeye gidip
beklenen mimarın Le Havre'a gerçekten gelip gelmediğini
öğrenmeye karar verdi. Modeste'in geleceğinden endişe eden
Butscha da, Paris'e gidip Canalis'in peşine düşmeyi kafasına
koydu.
Bu arada Gobenheim whist oynamaya geldi. Gelir gel­
mez de kaynayan duyguları yatıştırdı. Modeste, bir çeşit sa­
bırsızlıkla annesinin yatmasını bekliyordu. Mektup yazacak­
tı, mektuplarını ancak geceleri yazabiliyordu. Herkesin uyu­
duğuna karar verince de aşkın yazdırdığı şu mektubu kale­
me aldı:

1 79
XXXV. Tam Almak İsteyeceğiniz
Gibi Bir Mektup

xxıv.

Bay de Canalis'e.

" Ah ! Sevgili dostum! Gravür satıcılarının vitrinlerinde sergi­


lenen portreleriniz nasıl da yalancıymış meğer! Ne aptalmışım!
O korkunç taşbaskı resimle nasıl da avunuyordum! Böyle güzel
bir insanı sevdiğim için utanıyorum şimdi ! Hayır, Parisli kadın­
ların, sizin o düşlerindeki erkek olduğunuzu görmeyecek kadar
toptan budala olduklarını düşünemiyorum ! Siz mi kenarda kö­
şede kalmışsınız! Siz mi aşksızsınız! . . Çalışmayla geçen sönük
yaşamınızdan dem vuran, bugüne dek boş yere bağlanacak bir
kadın, bir tanrıça aradığınızı söyleyen son mektubunuzun tek
sözcüğüne inanmıyorum. Fazlasıyla sevilmişsiniz siz Mösyö; bir
manolya gibi soluk ve tatlı alnınızdan apaçık belli; ve ben bu
yüzden mutsuz olacağım. Neyim ben şimdi ? . . Neden beni yaşa­
ma döndürmeye çalıştınız? Bir an için canımın taş gibi ağır be­
denimden çekildiğini duyumsadım. Ruhum, billur zindanını
parçaladı, damarlarımda dolaşmaya başladı. Sonra da ansızın
nesnelerin soğuk sessizliği sona erdi ve her şey dile geldi. Doğa­
da ne varsa, benimle konuşmaya başladı. Eski kilise, ışıkla dol-

181
Balzac

muş gibi geldi birdenbire; bir İtalyan katedrali gibi altınla, ma­
vilikle ışılda yan kemerleri, başımın üstünde pırıl pırıl yandı .
Meleklerin din şehitlerine söylediği şarkılar, onlara acılarını
unutturan o uyumlu ezgiler, orgun sesine eşlik etti. Le Havre'ın
çirkin kaldırımları, gözüme çiçekli bir yol gibi göründü; sevecen
dilinden o zamana dek pek de anlamadığım deniz, birdenbire
eski bir dost gibi geldi. Bahçemdeki, limonluğumdaki güllerin,
uzun zamandan beri beni sevdiklerini anladım; bana sevmemi
söylüyorlardı yavaşça. Kiliseden dönüşümde hepsi de bana gü­
lümsedi. Çiçeklerin küçük çanlarını sallayarak, 'Melchior' dedi­
ğini, adınızı mırıldandığını duydum. Adınız bulutlarda yazılıy­
dı, okudum. Evet, işte senin sayende yaşıyorum, ey Lord
Byron'dan, o baştan başa yapmacık ve soğuk, yüzü İngilte­
re'nin havası gibi donuk Byron'dan bin kez daha güzel şair! Si­
yah peçemi delip geçen Doğulu bakışların bedenime değer değ­
mez, kanın yüreğime doldu, elim ayağım tutuştu. Ah! Anamız
bizi doğurduğunda yaşamı böyle duyumsamıyoruz biz! Sana
bir şey olsa, o anda ben de ölürüm; artık varlığım yalnızca se­
nin düşüncene bağlı. Müzikteki tanrısal uyumun neye yaradığı­
nı artık biliyorum: Aşkı dile getirmek için melekler icat etmiş
onu besbelli. Hem üstün yetenekli, hem de güzel olmak, bu bi­
raz fazla Melchior'um! İnsan doğarken birinden birini seçmeli.
Özellikle bir aydır bana gösterdiğiniz saygıyı, sevgiyi düşündük­
çe, acaba bir düşte miyim diyorum. Hayır bana açmadığınız bir
sır var! Hangi kadın sizi ölmeden başkasına bırakır ? Ah ! İnan­
madığım bir aşkla birlikte, gönlüme kıskançlık da doldu. Böy­
le bir yangın akla gelir miydi? Ne inanılmaz, ne yeni bir hülya
bu! Şimdi çirkin olmanı istiyorum ! Dönüşte ne delilikler yap­
madım. Bütün sarı dalyalar, güzel yeleğinizi anımsattı bana, bü­
tün beyaz güller dostum oldu; onları tüm benliğim gibi sizin
olan bir bakışla selamladım! Soylu beyzademin elindeki eldive­
nin renginden taşlardaki ayak seslerine kadar, hepsi de belleği­
me öylesine bire bir işlendi ki, altmış yıl da geçse bu şenliğin en
küçük ayrıntısını, havanın o günkü rengini, bir sütuna vuran

1 82
Modeste Mignon

gün ışığının yansımasını göreceğim, yarıda kestiğiniz duayı işi­


teceğim, mihraptaki buhur kokusunu duyacağım, ayinden son­
ra sen geçerken bizi kutsayan papazın ellerini başlarımız üstün­
de hisseder gibi olacağım. Şu iyi yürekli papaz Marcellin, bizi
şimdiden evlendirdi bile! Beklenmedik heyecanların yeni dün­
yasını duyumsamaktan doğan bu insanüstü hazzın yerini, an­
cak bunları size sayıp dökmekle, bütün mutluluğumu bir güneş
cömertliğiyle ruhuma serpen adama geri vermekten aldığım haz
tutabilir. Bu yüzden artık peçemi açıyorum, sevgilim. Gelin! He­
men gelin! Maskemi sevinçle çıkarıyorum !
" Le Havre'daki Mignon şirketini duymuşsunuzdur. Onarıl­
ması olanaksız bir felaket sonucunda ben onun tek mirasçısı ol­
dum. Auvergne'li bir yiğitten gelen bizleri aşağı görmeyin. Mig­
non de La Bastie'lerin arması, Canalis'lerinkini küçük düşür­
mez. Armamızın kırmızı zeminini, üstünde dört altın yuvarlak
bulunan bir kuşak, yukarıdan aşağıya çaprazlama ikiye böler.
Her bölümde birer haç vardır; üstünde bir kardinal şapkası, alt­
ta da destek niyetine saçaklar. . . Ve sevgilim, armamızdaki söze
bağlı kalacağım: Una fides, unus Dominus!72 Gerçek inanç ve
tek efendi!
" Belki de, dostum, bütün yaptıklarımdan ve burada açıkla­
dığım şeylerden sonra adımda küçük bir alaycılık bulacaksınız.
Adım Modeste.73 O. d'Este-M. diye imza atarken aslında sizi
hiç aldatmadım. Servetimden söz ederken de aldatmadım; sizi
bunca akıllı uslu birine çeviren o miktarı bulur sanıyorum. Pa­
ranın gözünüzde değersiz bir şey olduğunu çok iyi bildiğim için
bu kadar sadelikle sözünü edebiliyorum. Bununla birlikte mut­
luluğumuza paradan gelen bir eylem ve hareket özgürlüğünü
kazandırabildiğim için, bir başka ülke görme hevesine kapıldı­
ğımızda, 'Haydi! ' deyip, parayı pulu düşünmeden, güzel bir
arabanın içinde yan yana uçar gibi gidebileceğimiz için bilseniz


Tek inanç, tek Tanrı.
73 Sözcük anlamı: Alçakgönüllü.

1 83
Balzac

ne kadar mutluyum! Bir de Kral'a, 'Yüce Meclis üyelerinde bu­


lunmasını istediğiniz servete sahibim ! ' deme hakkını size vere­
bileceğim için mutluyum. Böylece Modeste Mignon'un size az
çok bir yararı dokunacak; parası da amaçların en soylusuna
hizmet edecek. Hizmetkarınıza gelince, onu bir kez penceresin­
de, ev giysileri içinde gördünüz . . . Evet, sarışın Havva'nın sarı­
şın kızı, tanımadığınız sevgilinizdi. Ama bugünkü Modeste, o
günkü Modeste'e ne kadar az benziyor bilseniz! Biri bir kefene
bürünmüştü, ötekine ( bunu kaç kez söyledim) siz yaşamı verdi­
niz. Bu saf, bu haklı aşk, sonunda çıktığı yolculuktan zengin dö­
nen babamın izin vereceği bu aşk, içinde uyuduğum mezardan
hem çocuksu, hem güçlü elleriyle kaldırdı beni. Çiçekleri diril­
ten güneş gibi beni dirilttiniz. Sevgilinizin bakışı, artık o küçük
yaramaz Modeste'in bakışı değil. Hayır, bu bakış, utangaç bir
bakış artık, mutluluğu görür gibi oluyor ve lekesiz gözkapakla­
rının ardına gizleniyor. Bugün yazgımı hak etmemekten korku­
yorum! Kral bütün görkemiyle gözüktü; efendimin karşısında,
tıpkı şu Grammont Şövalyesi'ni hileli zarlarla dolandıran oyun­
cu gibi, hafifliklerinin bağışlanmasını isteyen, boynu bükük bir
bende var. Üzülme sevgili şair, ben senin Mignon'un olurum.
Hem de Goethe'ninkinden daha mutlu bir Mignon;74 çünkü
sen beni vatanımdan, yüreğinden sürmezsin değil mi ? Bir nişan­
lı gibi dilekler sıraladığım şu anda Vilquin parkında bir bülbül,
senin yerine bana yanıt veriyor. Ah! Ne olur, onca saf, onca say­
dam, onca dolu tek bir notayla, tıpkı bir meleğin getirdiği müj­
de gibi, gönlümü sevince, aşka boğan bülbülün yalan söyleme­
diğini hemen bildir bana ! . .
" Babam Marsilya'dan geliyor ve Paris'ten geçecek. Acenta­
lığını yaptığı Mongenod şirketi, adresini bilir. Gidip onu görün,
sevgili Melchior, beni sevdiğinizi söyleyin, ama sakın sizi ne ka­
dar çok sevdiğimi söylemeye kalkmayın. Bu sır, her zaman ara­
mızda kalsın; Tanrıdan başka kimse bilmesin! Ben, sevgilim,

�4
Wilhelm Meister'in kişilerinden biri.

1 84
Modeste Mignon

her şeyi olduğu gibi anneme açacağım. Wallenrod-Tustall-Bar­


tenstild'lerin kızı, bana okşamalarla hak verecek; hem gizli,
hem romanlara yaraşır, hem insanca, hem de tanrısal şiirimizi
duymaktan mutlu olacak. Kızının itiraflarını dinlediniz, şimdi
de babası La Bastie Kontu'nun rızasını alın.

" Modeste'iniz.

" P.S. - Sakın babamın rızasını almadan Le Havre'a gelme­


yin. Eğer beni seviyorsanız onu Paris'ten geçerken bulmayı be­
cerirsiniz. "

- Neler yapıyorsunuz bu saatte Matmazel Modeste? di­


ye sordu D umay.
Modeste:
- Babama mektup yazıyorum, yanıtını verdi yaşlı aske­
re; yarın gideceğinizi söyleyen siz değil miydiniz ?
Dumay verecek yanıt bulamadı; gidip yattı; Modeste de
babasına uzun bir mektup yazmaya koyuldu.
Ertesi gün Françoise Cochet Köşk'e gelip genç hanımına
aşağıdaki mektubu verdi -pulun üstündeki Le Havre dam­
gasından ödü patlamıştı-, sonra da Modeste'in yazdığı mek­
tubu a lıp götürdü.

Matmazel O. d'Este-M.'ye.

" İçimden bir ses, bir oğuldan başka çocukları olmayan Bay
ve Bayan Latournelle'in arasında duran ve onca dikkatle örtü­
nüp kılık değiştirmiş kadının siz olduğunuzu bana söyledi. Ah
sevgilim, orta halli, gösterişsiz, şansız şöhretsiz, dahası parasız
pulsuz bir insan çıkarsanız, ne kadar sevinirim bilemezsiniz! Ar­
tık beni tanıyorsunuz, doğruyu söyleyemez misiniz sanki ? . . Ben,
yalnızca aşkla, yürekle, sizinle şairim. Şu Normandiya Oteli'ne
kapanıp kalmak, pencerelerden gördüğüm lngouville'e çıkma-

1 85
Balzac

mak için, ne büyük bir sevgi gücüne gereksinim duyduğumu da


bilemezsiniz! Beni, sizi sevdiğim gibi sevecek misiniz? Bu karar­
sızlık içinde Le Havre'dan Paris'e gitmek, sizi sevdiğim için ve

sanki bir suç işlemişim gibi cezalandırılmak olmaz mı ? Körü


körüne sözünüzü dinledim. Hemen bir mektup yazın bana;
çünkü sizin gizeminize karşılık ben de gizemli davrandım. Artık
kimliğimi gizleyen maskeyi yüzümden atarak ne biçim bir şair
olduğumu söylemeli, bu iğreti şöhretten vazgeçmeliyim.

Bu mektup Modeste'i çok kaygılandırdı. Son satırları üst


üste okuyup bir anlam vermeye çalıştığı sırada, Françoise,
kendi mektubunu çoktan postaya atmıştı. Odasına çıktı ve
açıklama isteyen bir yanıt yazdı.

1 86
XXXVI. İşler Karışıyor

Bir yanda böyle küçük küçük olaylar olurken, öte yanda


Le Havre'da da Modeste'e kaygısını unutturacak başka ufak
tefek işler dönüyordu. Dumay, erkenden kente inmiş, iki gün
önce Le Havre'a hiçbir mimarın gelmediğini hemen öğren­
mişti. Butscha'nın yalanına çok öfkelendi; Belediye'den La­
tournelle'lere koştu. Cüce, yalan söylemekle bu işte parmağı
olduğunu göstermişti; Dumay, bunun nedenini anlamalıydı.
Noterlik'te, başkatibi göremeyince dostu notere:
- Sizin şu Butscha beyfendi nerede ? diye sordu.
- Butscha, sevgili dostum, Paris'in yolunu tuttu. Va-
purla gitti. Bu sabah erken erken limanda bir gemiciye rast­
lamış; adam buna babasının, hani şu İsveçli gemicinin zen­
gin olduğunu söylemiş. Butscha 'nın babası Hindistan'a git­
miş, bir prense, Marhattes'lere hizmet etmiş ve şimdi Pa-
rıs 'teymış . . .
.
.

Dumay:
- Masal bunlar, diye bağırdı; alçaklık, oyun! O uğursuz
kamburu elime geçiririm ben; sırf bu iş için Paris'e gidiyo­
rum ! Butscha bizi aldatıyor. Modeste'le ilgili birşeyler bili­
yor, ama ağzını açıp da tek söz etmiyor. Eğer bu işe burnu­
nu soktuysa ! . . Noter falan olamaz, onu anasının yanına
yollarım, sefalete . . .

187
Ba/zac

Dumay'nin öfkesinden korkan Latournelle:


- Durun bakalım dostum, dedi; yargılamadan adam as­
mayalım !
Dumay, kuşkularının nedenini açıkladıktan sonra Bayan
Latournelle'in Köşk'e gidip kendisi yokken Modeste'e göz
kulak olmasını rica etti.
- Albayı Paris'te bulursunuz, dedi noter. Bu sabahki Ti­
caret Gazetesi'nde, liman giriş çıkış haberlerinde, Marsilya
maddesinde . . .
Gazeteyi uzattı:
- Bakın, işte: "Bettina-Mignon; Kaptan Mignon; girişi 6
Ekim." Bugün ayın 1 7'si. Patronun döndüğünü şu anda bü­
tün Le Havre biliyor . . .
Dumay Gobenheim'dan, bundan böyle kendisini göre­
vinden bağışlamasını rica ettikten sonra hemen Köşk'e çıktı.
Modeste, babasına yazdığı mektupla Canalis'e yazdığı mek­
tupların zarflarını kapatırken, o da kapıdan giriyordu. Bu iki
mektubun, adreslerinden başka her şeyleri, zarfları, kalınlık­
ları aynıydı. Modeste, babasına yazdığı mektubu, Melchi­
or'una yazdığı mektubun üstüne koyduğunu sanıyordu; oy­
sa tam tersini yapmıştı. Yaşamın ufak tefek işleri arasında sık
sık düşülen bu hata, annesinin de, Dumay'nin de Modeste'in
sırrını öğrenmesine yol açtı. Teğmen salonda, Bayan Mig­
non'a ateşli ateşli birşeyler anlatıyor, Modeste'in ikiyüzlülü­
ğü, Butscha 'nın yardakçılığı yüzünden içinde uyanan yeni
kuşkuları sayıp döküyordu.
- Bırakın Madam, dedi; koynumuzda yılan beslemişiz.
Bu insan bozmalarında ruh denen şeye yer yoktur ! . .
Modeste, babasının mektubunu sevgilisinin mektubu sa­
narak önlüğünün cebine koydu, elinde Canalis'in mektu­
buyla aşağıya indi; Dumay de, hemen Paris'e gideceğini söy­
lüyordu bu sırada. Genç kız, salonun kapısından girerken:
- Ne kızıyorsunuz benim esrarengiz cüceme, dedi; hem
ne diye bağırıyorsunuz?

1 88
Modeste Mignon

- Butscha, Matmazel, bu sabah Paris'e gitmiş, nedenini


bilirsiniz herhalde! . . O sarı yelekli sözde mimarla bir dolap
çevirmek için olacak; buraya mimar falan gelmemiş, kambu­
run yalanı meydana çıktı !
Modeste heyecanlandı; cücenin Canalis üstüne araştırma
yapmak için gittiğini anladı. Sarardı, bir iskemleye çöktü.
- Bulurum onu, yakalarım ! dedi Dumay.
Sonra elini uzatarak:
- Babanıza yazdığınız mektup değil mi ? diye devam et­
ti; Mongenod'ya yollarım. Umarım ben giderken albay gel­
mez . . .
Modeste mektubu verdi. Gözlüksüz okuyabilen küçük
Dumay, zarfın üstündeki adrese şöyle bir göz attı.
- Baron de Canalis, Paradis-Poissonniere sokağı, numa­
ra 29 . . Bu da ne demek ? ..
.

Bayan Mignon:
- Ah kızım, işte sevdiğin adam! diye bağırdı; Müzikle­
diğin şiirler onundu . . .
- Yukardaki o çerçeveli resim de onun değil mi ? dedi
Dumay.
Modeste yavrularını koruyan bir dişi arslan gibi ayaklan­
dı:
- Verin o mektubu bana Bay Dumay !
Teğmen:
- Buyurun Matmazel, yanıtını verdi.
Modeste, Canalis'in mektubunu göğsüne soktu, Du­
may'ye babasınınkini uzattı.
- Neler yapabileceğinizi bilirim Dumay, dedi; ama eğer
Bay Canalis'in kılına dokunursanız bu evden çıkıp giderim,
bir daha da dönmem!
- Annenizi öldüreceksiniz küçükhanım, dedi Dumay.
Sonra salondan dışarı çıkıp karısına seslendi .
Modeste'in uğursuz tümcesiyle canevinden vurulan za­
vallı anne bayılmıştı.

1 89
Balzac

- Elveda karıcığım, dedi Dumay, küçük Amerikalıy:


öperek; sen anneyi koru, ben kızı kurtamaya gidiyorum.
Modeste'le Bayan Dumay'yi Bayan Mignon'un yanında
bırakarak, birkaç dakikada hazırlığını yaptı, Le Havre'a in­
di. Bir saat sonra posta arabasında, ancak tutkunun ya da
kazanç hırsının tekerleklere verebileceği bir hızla yol alıyor-
·

du.
Modeste'in çabalarıyla kendine gelen Bayan Mignon, kı­
zının kollarında odasına çıktı. Baş başa kaldıkları zaman si­
tem olarak yalnızca şunları söyledi :
- Ne yaptın zavallı çocuk ? Niye benden gizledin ? Bu ka­
dar katı mıyım ben ? ..
Genç kız ağlayarak:
- Elbette ki sana her şeyi söyleyecektim, diye yanıtladı
onu.
Her şeyi annesine anlattı. Yazdığı mektupları, aldığı ya­
nıtları okudu. Bu iyi yürekli Alman kadının gönlüne, şiirinin
gülünü yaprak yaprak döktü; günün yarısı böyle geçti. İçini
dökmeyi bitirip de her şeyi bağışlayan körün dudaklarında
neredeyse bir gülümseme belirdiğini görünce, kendini ağla­
yarak onun göğsüne attı. Gözyaşları arasında:
- Anneciğim, dedi; sizin yüreğiniz baştan başa altındır,
baştan başa şiirdir. Siz Tanrının sevgili kulusunuz; Tanrı si­
zin gönlünüzü, bütün yaşamı kaplayan o saf, o biricik, o
göksel aşkla doldurmak için yaratmış ! Ben ki sizin yolunuz­
dan giderek kocamdan başkasını sevmeyeceğim, siz şu anda
ellerinizi ıslatan gözyaşlarının ne kadar acı olduğunu anla­
malısınız. Bu renk renk kanatlı kelebek, kızınızın bir ana gi­
bi üstüne titreyerek yetiştirdiği bu ikiz ruh, benim kutsal aş­
kım, bu canlı, bu yaşayan sır, bayağı ellere düştü. Bana yol
göstermek gibi zavallı bir bahaneyle onun kanatlarını, tüyle­
rini yolacaklar. Bakacaklar: Bu üstün yetenekli kişi, rastgele
bir banker kadar dürüst mü, Melchior'um bir kenara para­
lar yığabilir mi, kurtulması gereken bir tutkusu var mı, bir

1 90
Modeste Mignon

gençlik serüveni yüzünden kentsoyluların gözünden düşmüş


mü ? Nedir ki bu bizim aşkımızın yanında, güneşin önünde
bulut ! . . Neler becerecekler kimbilir ? İşte bak elim; ateşim
var ! Beni öldürecekler!
Öldürücü bir titremeye tutulan Modeste, yatağına yat­
mak zorunda kaldı ve hem annesinin, hem de Bayan Lato­
urnelle'le Bayan Dumay'nin akıllarını başlarından aldı; teğ­
men Paris'teyken ona hep baktılar. Bu arada olayların man­
tığı, yaşanan dramı bir an için Paris' e taşımıştı.

191
XXXVII. Kıssadan Hisse

Ernest de La Briere gibi gerçekten alçakgönüllü insanlar,


hele kendi değerlerini bildikleri halde sevilmediklerini, beğe­
nilmediklerini görenler, bu genç adamın Modeste'in mektu­
bunu okurken duyduğu sonsuz hazzı kolayca anlayacaklar­
dır. Demek, genç, saf yürekli ve kurnaz sevgilisi, onu akıllı,
yüce ruhlu bulduğu gibi bir de güzel buluyordu! Bu övgü,
övgülerin en yücesidir. Neden mi ? Çünkü güzellik, yaratıcı­
nın, ruhundan birşeyler kattığı yapıtına attığı imzadır. Çün­
kü güzellik, Tanrının kendini açığa vurmasıdır. Ve onu olma­
dığı yerde görmek, büyülü bir bakışla güzelliği yaratmak, aş­
kın son sözü değil midir ? Bu yüzden zavallı denetçi de alkış­
lanan bir yazar heyecanıyla, "İşte seviliyorum! " diye bağır­
mıştı. İster yosma, ister genç kız olsun, bir kadın yalan da ol­
sa, " Güzelsin " der, erkek de bu sözün ince zehirine kapılır­
sa, bu güzel yalancıya, bu doğruyu gören ya da aldanan ka­
dına ömrü boyunca tutulur. Bu kadın artık onun dünyası
olur, bu tanıklığı her zaman duymak ister, bir prens bile ol­
sa, bu sözden bıkmak bilmez! Ernest, odasında gururla do­
laştı; aynanın başına geçerek yüzüne yandan, karşıdan, ha­
fifçe yan dönüp baktı; kendinde bir kusur bulmaya çalıştı.
Ama şeytancasına inandırıcı bir ses ona, "Modeste haklı ! "
diyordu. Mektuba döndü, okudu, bir daha okudu, tanrısal

1 93
Ba/zac

sarışınını gözünün önüne getirdi, onunla konuştu ! Sonra.


coşkusunun tam ortasında aklına korkunç bir düşünce gel­
di: " Beni Canalis sanıyor, üstelik milyonları var bu kızın! '.
Bütün mutluluğu, uyurgezerler gibi bir çatının tepesine çı­
kan, bir ses duyan, sonra da adımını atıp kaldırımın üstün­
de paramparça olan adam gibi boşluğa yuvarlanıverdi. "Ba­
şımda bu şöhret halesi olmazsa çirkin de olurum ! " diye söy­
lendi. "Kendimi amma da kötü bir duruma düşürdüm! " La
Briere tam da mektuplarındaki gibi bir adamdı, tıpkı görün­
düğü gibi yüreği saf ve soylu bir insandı; onurlu birinin yap­
ması gerekenleri görüp duraksaması olanaksızdı. Hemen gi­
dip -eğer Paris'teyse- Modeste'in babasına her şeyi itiraf et­
meye, sonra da Canalis'i bulup şu Paris şakasının ciddi so­
nucunu anlatmaya karar verdi. Ona bu kararı, kızın çok
zengin olması verdirmişti. Özellikle de, onca içten davranmış
olmasına karşın, sırf drahomasını dolandırmak için kızla
mektuplaşarak onu baştan çıkarmaya çalışmış olmasından
kuşkulanılmasını istemiyordu. Evinden çıkıp Chantereine
sokağına, servetini, anlaşmalarını ve ilişkilerini bir bölümüy­
le La Briere'in koruyucusu bakana borçlu olan Banker Mon­
genod'ya giderken gözleri yaşlıydı.
La Briere, Mongenod şirketinin yöneticisiyle görüşüp, tu­
haf durumunun gerektirdiği bütün bilgileri alırken, Cana­
lis'in evinde de, teğmenin ansızın yola çıkışından tahmin
edebileceğimiz bir sahne oynanıyordu.

1 94
XXXVIII. Meleksi Okul'un Ozanıyla
Bir Napoleon Askerinin Karşılaşması
ve Askerin Tümüyle Bozguna Uğraması

Yol boyunca Brötanyalı kanı durmadan kaynayan Du­


may'nin gerçek bir imparatorluk ordusu askeri olarak "şa­
ir" denince aklına, önemsiz bir maskara, hep aynı şeyleri yi­
neleyen bir zevzek, tavanarasında oturan, kara giysisinin
rengi atmış, yarım pabuçla dolaşan, çamaşırları pislikten gö­
rünmeyen, burnunu karıştıran, Butscha gibi birşeyler karala­
madığı zamanlar aklı bir karış havada gezen bir adam gelir­
di. Ama şairin oturduğu güzel eve girip, bir uşağın avluda
araba yıkadığını, görkemli bir yemek odasında da banker gi­
bi giyinmiş başka bir uşağın beklediğini görünce, tepesinden
aşağı bir kova soğuk su yemişe döndü; kafasında ve yüreğin­
de homurdayan kaynama biraz yatıştı. Genç bir seyis, onu
salondaki uşağa gönderdi; o da teğmeni tepeden tırnağa süz­
dü ve Baron Cenapları'nın görülemeyeceğini bildirdi; sözle­
rini bitirirken de:
- Baron Cenapları'nın bugün Danıştay'da oturumu var,
dedi.
Dumay:
- Gerçekten de, diye sordu; Bay Canalis'in, hani şu şiir­
ler yazan kişinin evindeyim değil mi ? ..

1 95
Balzac

Uşak:
- Baron de Canalis sözünü ettiğiniz o büyük şairdir, di­
ye yanıt verdi; hem de Danıştay'ın Dışişleri Bakanlığı'na
bağlı raportörüdür.
Buraya -kendi aşağılayıcı deyimiyle- bir "şaar" bozuntu­
sunu tokatlamaya gelen Dumay, karşısında büyük bir devlet
memuru bulmuştu. Bekletildiği şatafatlı salonda, Canalis'in
oda uşağı tarafından iskemleye bırakılmış frakı ve üstünde
parlayan nişan çubuğunu görünce düşünmeye başladı . Az
sonra, gerek işçiliği, gerekse gösterişiyle dikkati çeken, yal­
dızlı gümüş bir kupaya gözleri takıldı; kupanın üstündeki,
"Madam 75 tarafından verilmiştir" yazısı kafasını karıştırdı.
Bakınmayı sürdürünce bir kaidenin tepesinde, üstüne, "Ma­
dam La Dauphine76 tarafından verilmiştir" tümcesi işlenmiş
bir Sevres porseleni gördü. Uşak efendisine, sırf kendisini
görmek için Le Havre'dan gelmiş bir adamı, Dumay adında
birini kabul edip etmeyeceğini soradursun, bütün bu sessiz
uyarılar Dumay'nin aklını başına getirdi.
Canalis:
- Ne biçim adam? diye sordu.
- Temiz pak giyinmiş bir adam, nişanı da var. . .
Efendisinin işareti üzerine uşak odadan çıktı, salona gele­
rek:
- Bay Dumay ! diye seslendi.
Dumay çağrıldığını duyup, zarif olduğu kadar zengin bir
çalışma odasında, güzellikte Mignon'ların evindeki halıların
en güzelinden hiç de aşağı kalma yan bir seccadenin üstünde
ayakta duran Canalis'in karşısına çıkınca ve gösterişli sabah­
lığının püskülleriyle oynayan şairin çalımlı bakışlarıyla kar­
şılaşınca o kadar şaşırdı ki, büyük adamı kendisine şu soru­
yu sormak · zorunda bıraktı:

75
Kralın erkek kardeşinin eşi.
76
Kralın büyük oğlunun (veliahtın) eşi.

1 96
Modeste Mignon

- Ziyaretinizin nedenini öğrenebilir miyim ?


Ayakta kalan Dumay:
- Bayım, diye söze başladı.
Canalis, Dumay'nin sözünü kesti:
- Eğer söyleyeceğiniz uzunsa oturmanızı rica edeceğim.
Bunu söyledikten sonra da Voltaire tarzı koltuğuna gö-
mülerek bacak bacak üstüne attı; üstteki bacağını sallaya
sallaya gözünün üstüne kadar çıkardı, kendi asker deyimiy­
le iyiden iyiye hizaya gelen Dumay'ye gözlerini dikti.
- Sizi dinliyorum bayım, dedi daha sonra; az zamanım
var. Bakan beni bekliyor.
Dumay:
- Bayım, dedi; çok kısa keseceğim. Le Havre'da oturan
genç bir bayanı, nasıl olduğunu bilmem ama, baştan çıkar­
mışsınız. İki soylu ailenin son umudu, güzel, zengin bir kız.
Niyetlerinizin ne olduğunu öğrenmeye geldim.
Üç aydan beri önemli işlerle uğraşan, Legion d'Honneur
nişanının commandeur rütbesini almaya ve Almanya'nın bir
yerine ortaelçi olarak gitmeye çalışan Canalis, Le Havre'dan
gelen mektubu iyice unutmuştu.
- Ben mi ? dedi şaşırarak.
Dumay:
- Siz, diye yineledi.
Canalis:
- Bayım, diye yanıtladı gülümseyerek; ne demek isteği­
nizi anlamıyorum, söyledikleriniz kulağıma Çince gibi geli­
yor! Ben mi bir kızı baştan çıkarmışım? Ben ki . . . ( Dudakla­
rında görkemli bir gülümseme belirdi. ) Hadi canım! Dünya­
nın en güzel şeftalilerini yetiştiren eşsiz meyva bahçelerim
dururken, küçük, yabanıl bir yemiş çalmaktan zevk duyacak
kadar çocuk değilim. Gönlümü kime verdiğimi bütün Paris
bilir. Le Havre'da bir genç kız yazdığım şiirleri okuyup ba­
na, aslında hak etmediğim bir hayranlık duymuş olabilir,
aziz bayım. Buna da şaşırmam! Bu çok doğal bir şey ! İşte ! Şu

1 97
Balzac

sedef kakmalı, dantel gibi işlenmiş demirlerle süslü, güzel


çekmeceye bakın . . . Bu çekmece Papa X. Leon'dan kalmadır.
Bana Düşes de Chaulieu verdi, o da İspanya kralından almış.
Bunun içinde Avrupa'nın dört köşesinden, tanımadığım ka­
dınlardan, genç kızlardan gelen mektuplar durur. Bir ruhtan
derlenen ve saygıdeğer bir coşku anında gönderilen bu çiçek
destelerine derin bir saygım var ! Evet, gönlün atılımı benim
için soylu, yüce bir şeydir! . . Başkaları, alaycı kişiler bu mek­
tupları büküp büküp sigaralarını yakarlar; ya da karılarına
verirler, onlar da bunlarla saç kıvırır. Ama ben bekarım ba­
yım ve bu saf yürekli, bu hiçbir karşılık beklemeyen sunula­
rı, bir tür kutsal sandıkta saklamak inceliğini gösteririm. So­
nuç olarak bunları bir tür dinsel saygıyla toplarım ve ölür­
ken hepsini gözümün önünde yaktıracağım. Beni gülünç bu­
lan varsa bulsun! Ne yapayım! Ben gönül borcu nedir bili­
rim. Bu tanıklıklar, eleştirilere, yazın yaşamının sıkıntılarına
katlanmama yardım eder. Gazetenin birine pusu kuran bir
düşman piştovunu çevirip beni arkamdan vurdu mu, şu çek­
meceye bakar: " Orada burada, acısını unutturduğum, eğlen­
dirdiğim ya da yarasını sardığım birkaç kişi var . . . " derim
kendi kendime.
Büyük bir oyuncu ustalığıyla söylenen bu şiir, küçük
kasadarı şa şırtmıştı; gözleri büyüyor, şaşkınlığıyla şairi eğ­
lendiriyordu. Sonunda, çalımından yanına varılmayan
Canalis:
- Size, dedi; durumunuzu çok iyi anladığım için, bu ha­
zineyi açma iznini vereceğim. Bakın, içinde aradığınız kız var
mı; ama ben hesabımı bilirim, adlar hep aklımda kalır ve ya­
nıldığınız o kadar . . .
- Zavallı bir çocuk, şu Paris denen çukurda bakın ne
hallere giriyor! dedi Dumay. Anasının babasının gözbebeği,
dostlarının sevinci, bir ailenin övünç kaynağı, altı sadık insa­
nın, yürekleriyle, paraları pullarıyla felakete uğramaması
için siper oldukları zavallı bir kız ...

1 98
Modeste Mignon

Biraz durduktan sonra sözlerini şöyle sürdürdü:


- Bayım, siz büyük bir şairsiniz, bense zavallı bir aske­
rim. Ülkeme on beş yıl hizmet ettim; rütbem büyük değildi.
Kulağımın dibinden az gülle geçmedi ! Esir olarak tutuldu­
ğum Sibirya'yı bir baştan bir başa geçtim. Ruslar beni bir
kitbit'in77 üstüne bir eşya gibi atıverdiler. Çekmediğim kal­
madı. Onca arkadaşımın öldüğünü gördüm . . . Ama hiçbir
zaman bu başıma gelmemişti, beni iliklerime kadar dondur­
dunuz ! . .
Dumay, ozanı heyecanlandırdığını sanıyordu ama yalnız­
ca kolnıklarını kabartmıştı; ama bu bile olacak şey değildi,
çünkü bu gözü yukarılarda adam, Övgü'nün başına serptiği
ilk güzel kokuları anımsamaz olmuştu artık. Bir Napoleon
askerini ürpertmeyi tuhaf bularak elini Dumay'nin omzuna
koydu; tumturaklı bir edayla:
- Yiğidim! dedi; Bu genç kız siz için her şeydir . . . Ama
toplum için nedir ki? . . Bir hiç ! Şu anda, Çin'e en yararlı
"mandarin" bu dünyadan çekip gitmeyegörsün, bütün ülke
yas tutar; ama bizi pek mi üzer sanki ? İngilizler Hindis­
tan' da, hepsi de bizim gibi binlerce insan öldürür; sizinle ko­
nuştuğumuz şu anda, orada belki dünyanın en güzel kadını­
nı yakıyorlar. Ama siz yemeden içmeden kesilmiyorsunuz
değil mi ? Şu anda Paris'te saman üstünde oturan bir sürü an­
ne var; doğuruyorlar da çocuklarını saracak bez bulamıyor­
lar. . . İşte beş Louis'lik bir fincanda nefis bir çay ve ben Pa­
risli kadınlara, "Güzel! Güzel! Tanrısal! Nefis! İnsanın ru­
huna işliyor! " dedirtmek için şiirler yazıyorum. Toplum, tıp­
kı doğa gibi, unutkanın biridir. Bu yaptığınıza on yıl sonra
şaşarsınız. Öyle bir kenttesiniz ki, burada insanlar ölür, evle­
nir, bir buluşmada sevdalanır, genç kızlar kendilerini zehirler,
üstün yetenekli kişiyle insanlığa yararlı olabilecek bir sürü
tasarısı, yan yana, çoğu zaman aynı çatı altında, birbirinden

-:: Rusya'da kullanılan kaba saba bir atlı araba türü.

1 99
Balzac

habersiz göçüp gider! Siz de gelmişsiniz şu sıradan soru kar­


şısında kederden bayılmamızı istiyorsunuz: Yok efendim, Le
Havre'dan bir kız var mıymış, yok muymuş ? . . İnanılır gibi
d egı
v •1 ı. . . s·ız ...
- Bir de şairim diyorsunuz, dedi Dumay; anlattıklarınız­
dan hiçbirini içinizden duymuyor musunuz ? . .
Şair gülerek yanıt verdi:
- Eğer şarkısını söylediğimiz acıları, sevinçleri duysay­
dık, birkaç ay içinde yıpranır, eski çizmelere dönerdik. Ba­
kın, Le Havre'dan kalkıp Paris'e, Canalis'in evine gelen biri
eli boş dönmemeli. Bir asker olarak ( Canalis burada bir Ho­
meros kahramanının boyunu posunu ve edasını takındı) şu
gerçeği şairden öğrenin: İnsanın tüm yüce duyguları, öylesi­
ne kişisel şiirlerdir ki, en yakın dostu bile bunlarla ilgilenmez.
Bu yalnızca size ait bir hazinedir, bir...
Canalis'i dehşetle izleyen Dumay:
- Sözünüzü kestiğim için özür dilerim, dedi; Le Havre'a
hiç geldiniz mi ?
- 1 824 baharında Londra'ya giderken, bir gün bir gece
kalmıştım.
Dumay:
- Siz onurlu bir insansınız, diye devam etti; "Matmazel
Modeste Mignon adındaki birini tanımadığınıza yemin ede­
bilir misiniz ?
- Bu adı ilk kez duyuyorum, dedi Canalis.
Dumay:
- Ah bayım! diye bağırdı; çok çapraşık bir işle karşı kar­
şıyayım demek ! . . Araştırmalarımda bana yardım edeceğinize
söz verir misiniz ? Besbelli, bu işte sizin adınızı kullanmışlar!
Dün Le Havre'dan bir meknıp almanız gerekiyordu! ..
- Mektup falan almadım, dedi Canalis; ve size yardım
için elimden geleni yapacağıma emin olabilirsiniz.
Dumay, kaygılar içinde Canalis'ten ayrıldı; o yezit Buts­
cha'nın, Modeste'i baştan çıkarmak için bu büyük şairin kı-

200
Modeste Mignon

lığına girdiğini sanıyordu. Oysa öç alan bir prens gibi akıllı


ve kurnaz, bir casus kadar da becerikli olan Butscha, tıpkı
bir ağacın kabuğunun altında yoluna giden böcek gibi, kü­
çüklüğü sayesinde kimsenin gözüne çarpmadan, Canalis'in
yaşamını ve yaptıklarını gözden geçiriyordu.

20 1
XXXIX. Babalara Yaraşır Bir Düşünce

Brötanyalı çıkalı daha pek az olmuştu ki, La Briere dos­


tunun çalışma odasına girdi. Doğal olarak da Canalis ona Le
Havre'dan gelen şu adamdan söz etti.
Ernest:
- Tamam! dedi; Modeste Mignon. Ben de özellikle bu iş
için gelmiştim.
- Bak hele! diye bağırdı Canalis; aracı kullanıp bu işi be­
cermişim öyle mi ? . .
- Evet, b u dramın düğüm noktası d a burada. Dünya­
nın en güzel kızı beni seviyor, sevgili dostum. Öyle güzel ki,
Paris'in en güzelleri halt etmiş yanında ! Öyle bir gönlü var,
öyle bir edebiyat meraklısı ki, tam bir Clarissa Harlowe der­
sin ! Beni gördü, benden hoşlandı ve beni büyük Canalis sa­
nıyor! .. Dahası da var. Modeste Mignon soylu bir aileden.
Mongenod, babası La Bastie Kontu'nun altı milyon kadar
bir parası olduğunu söylüyor. Adam üç günden beri bura­
da. Mongenod araya girdi; kendisiyle saat ikide buluşmak
üzere sözleştik; Mongenod gönderdiği tezkerede kızının
mutluluğuyla ilgili bir konu olduğunu yazmış. Anlıyorsun
değil mi, babasını görmeden önce her şeyi sana açıklamam
gerekiyordu.
Canalis çalımlı bir edayla:

203
Balzac

- Akılla el ele vermiş güzelliğin binbir güzel kokusu için­


de altın yemişler veren portakal ağacı gibi eşsiz bir varlık, za­
rif bir fidan, gerçek bir sevgi, katıksız bir mutluluk, şöhretin
güneşinde açan bunca çiçeğin arasında duruyormuş da elden
kaçırmışız! .. dedi.
Gözlerini indirip halısına baktı, düşüncelerini belli etmek
istemiyordu. Biraz durup soğukkanlılığını ele aldıktan sonra :
- Bu cicili bicili kağıtlardan taşan baş döndürücü koku­
lar, aklımızı başımızdan alan tümceler arasında gerçek yüre­
ği, aşkı övgü kılığına bürünen ve bizi bizim için seven, bize
mutluluğu getiren o genç kızı, o genç kadını nasıl, dedi; "na­
sıl fark edebilir insan ? .. Ya melek ya da iblis olmak gerekir
bunun için; bense gözü yükseklerde bir Danıştay raportö­
ründen başka bir şey değilim. Ah ! Dostum, şöhret bizi bir
hedefe döndürüyor ve binlerce ok bize nişan alıyor. Bizlerden
biri, " sudan" bir şiiri sayesinde78 zengin bir kızla evlendi;
ben ki daha sokulganım, daha kadınlara göre bir erkeğim,
benimkini elden kaçırmışım . . .
La Briere'e bakarak:
- Peki, bu kızcağızı seviyor musun ? diye sordu.
- Çok ! .. diye yanıtladı La Briere.
Şair, dostunun koluna girip yaslandı :
- Öyleyse m utlu ol Ernest! dedi. Bir rastlantı sonucu,
sana karşı görevimi yerine getirmişim. İşte bana bağlılığı­
nın büyük ödülü: Mutluluğun için elimden geleni yapaca-
gım.
..,

Canalis aslında öfkeden kuduruyordu ama başka türlü


davranması olanaksızdı; başına gelen felaketin kaidesi üs­
tünde bir heykel gibi kuruluyordu. Genç denetçinin gözleri
yaşardı; Canalis'i kucaklayıp öptü:
- Ah Canalis, ben seni hiç tanımamışım ! ..
Şair çalımlı bir alaycılıkla:

""8
Lamartine'in zengin bir kadınla evlenmesinde rol oynayan ünlü " Göl" şiiri.

204
Modeste Mignon

- Ne yaparsın, dedi; dünyayı dolaşmak için zaman ge-


rekir.
- Şu sonsuz serveti bir düşün ! dedi La Briere.
Canalis güzel sözlerine ince bir el hareketiyle eşlik ederek:
- İyi bir yere düşmüyor mu dostu m?.. diye yanıtladı
onu.
- Melchior, dedi La Briere; ölüm bizi ayırana dek kar­
deşiz artık! . .
Şairin elini sıkarak birdenbire odadan çıktı; bir an önce
Bay Mignon'u görmek istiyordu.
Bu sırada La Bastie Kontu, onu bir av gibi bekleyen acı­
ların pençesine düşmüştü. Kızının mektubundan Bettina­
Caroline'in öldüğünü, karısının kör olduğunu öğrenmişti.
Biraz önce de Dumay, Modeste'in arapsaçına dönmüş aşkı­
nı anlatmıştı. Bay Mignon, sadık dostuna:
- Beni yalnız bırak, dedi.
Teğmen kapıyı kapar kapamaz, zavallı baba kendini
bir sedirin üstüne attı, başını avuçlarının içine aldı; gözle­
rine yaşlar doldu; bunlar her zaman görülmeyen, elli altı
yaşında bir adamın gözkapakları arasından dökülmeden
yuvarlanan, yalnızca çevresini ıslatan, hemen kurumasıyla
tekrar belirmesi bir olan, zayıf gözyaşlarıydı; insanın son­
baharında elinde kalan son çiy taneleri . . . Birdenbire bir
kaplan gibi sıçrayarak odada dolaşmaya başladı : " Çoluk
çocuk sahibi misin, evli misin, " diye bağırdı " bir değil beş
yüreğin var, hepsini de hançerlere uzatmışsın ! Baba mısın,
elin kolun bağlı felakete teslim olmuşsun! Şu D'Esto­
urny'ye bir rastlasam öldürürdüm ! Kızların mı var ? . . Biri
bir dolandırıcıya düşer, öteki, Modeste'im, bir şairin altın
yaldızlı kağıdını kalkan gibi kullanan alçağın birine. Keş­
ke Canalis olsaydı, bu kadar kötü olmazdı. Ya bu sevdalı
Scapin ? . " 79
.

-9
Moliere'in Scapin 'in Dolapları oyununun dalavere simgesi kahramanı.

205
Ba/zac

Elinde olmadan, korkunç bir gücü açığa vuran bir hare­


ket yaptı:
- Şu iki elimle boğarım . . . dedi. Peki sonra ! . . Ya kızım
kederden ölürse ! . .
Princes Otelinin pencerelerinden, dışarıyı görmeden bak­
tı, sonra gelip yeniden koltuğa oturdu, bir daha da kıpırda­
madı. Hindistan'a altı kez gidip gelmenin yorgunluğu, alım
satım işlerinin kaygıları, alt edilen tehlikeler, acılar, Charles
Mignon'un saçlarını kırlaştırmıştı. Çizgileri onca saf o güzel
asker yüzü, Malezya'nın, Çin'in, Anadolu'nun güneşiyle ba­
kır gibi olmuş, heybetli bir anlam kazanmıştı ve şu anda acı,
bu yüzü daha da yüceleştiriyordu.
- Mongenod da, şimdi gelip benimle kızım hakkında
konuşacak delikanlıya güvenebileceğimi söylüyor . . .
Tam bu sırada uşaklardan biri Ernest de La Briere'in gel­
diğini haber verdi. La Bastie Kontu, bu uşakları, elinden ge­
lip geçen adamlar arasından seçmiş ve dört yıl içinde bunla­
rı kendine iyice bağlamıştı.
- Dostum Mongenod tarafından geliyorsunuz değil n1i
Mösyö ? dedi.
Bu Othello'nunki gibi karanlık ve gamlı yüze utangaç bir
edayla bakan Ernest:
- Evet, diye yanıt verdi. Adım Ernest de La Briere. Eski
başbakanla aile bağlarım var ve bakanlığı sırasında özel sek­
reterliğini yaptım. Başbakanlıktan düşünce Ekselansları beni
Sayıştay'a yerleştirdiler. Şimdi orada birinci sınıf denetçiyim,
yükselip Sayıştay başkanı bile olabilirim.
- Bütün bunların Matmazel de La Bastie'yle ne ilişkisi
var? diye sordu Charles Mignon.
- Mösyö, kızınızı seviyorum, kızınız tarafından da se­
vilmek gibi umulmadık bir mutluluğa ermiş bulunuyo­
rum . . .
Ernest, sinirlenen babanın korkunç bir hareketini durdu­
rarak sözlerini şöyle sürdürdü :

206
Modeste Mignon

- Beni dinleyin Mösyö, size dünyanın en tuhaf itirafın­


da bulunacağım, onurlu bir insan için utanç verici şeyler söy­
leyeceğim. Davranışımın en korkunç, belki de en doğal ceza­
sı, bu sırrı size açmak zorunda olmam değil. . . Çünkü sizden
çok kızınızdan korkuyorum.
Ernest, bu küçük aşk macerasının başlangıcını, saflıkla ve
içtenliğin verdiği soylulukla anlattı. Yanında getirdiği yirmi­
den fazla mektubu vermeyi, Canalis'le son konuşmalarını
anlatmayı da unutmadı. Bay Mignon mektupları okuyup bi­
tirince, sararıp solan ve yalvarır gibi bakan zavallı aşık, Pro­
vence'lının ateş saçan bakışları önünde titremeye başladı.
Charles:
- Bayım, dedi; bütün bu işlerde sadece bir yanlışlık var;
ama çok önemli bir yanlışlık. Kızımın altı milyonu yok. En
çok iki yüz bin franklık bir drahoması ve pek de sağlam ol­
mayan kimi umutları var yalnızca .
Ernest, ayağa kalktı; Charles Mignon'a sarılıp göğsünde
sıktı :
- Ah Mösyö, dedi; üstümden büyük bir yük aldınız! . .
Belki artık mutluluğuma hiçbir şey karşı koyamaz! . . Beni
koruyanlar var, yükselip Sayıştay başkanı olacağım. On bin
frangı bile olsa, drahomasını ben verecek bile olsam, yine de
Matmazel Modeste'le evlenirim; siz nasıl karınızı mutlu etti­
nizse ben de onu mutlu ederim! Oğlunuz olurum sizin . . .
(Evet bayım, ben de babasızım.) İşte size yüreğimin en deri­
ninden geçenler!
Charles Mignon üç adım geriledi. Gözlerini La Briere' e
dikti; bakışı, kılıfına giren bir hançer gibi delikanlının gözle.:.
rinden içeri daldı; bu mutlu yüzde, bu içi gülen gözlerde en
kusursuz saflığı, en arı doğruluğu bularak öylece sessiz dur­
du. İşitilir işitilmez bir sesle, "Kader yüzüme gülüyor mu
yoksa ! .. " dedi kendi kendine. "Bu delikanlıda inci gibi bir
damat bulmuş olabilir miyim? "
Odada bir süre sinirli sinirli dolaştıktan sonra:

207
Ba/zac

- Buraya gelip öğrenmek istediğiniz karara kesinlikle


boyun eğmelisiniz Mösyö, dedi; yoksa şu anda bana oyun
oynuyorsunuz demektir.
- Ah ! Mösyö!
Baba, bir bakışıyla La Briere'i yerine çiviledi:
- Beni dinleyin. Ne sert davranacağım, ne de insafsızlık
ve haksızlık yapacağım. Kendi kendinize yarattığınız bu
yanlış durumun getirisine de, götürüsüne de katlanacaksı­
nız. Kızım, zamanımızın en büyük şairlerinden birini sevdi­
ğini sanıyor; her şeyden önce de onun şöhretine kapılmış.
Mademki babasıyım, kızımın yolunda bir deniz feneri gibi
parlayan bir adamın "Ün "üyle, rastlantının her zamanki
alaycılığıyla öne sürdüğü zavallı " Gerçek " arasında bir seç­
me yapmasını sağlamam doğru olmaz mı ? Onun ya Cana­
lis'i ya da sizi seçebilecek bir durumda olması gerekmez mi ?
Az önce size söylediğim, işlerimle ilgili şeyleri, onurlu biri
olarak kimseye söylemeyeceğinize güveniyorum. Dostunuz
Baron de Canalis'le birlikte ekim ayının ikinci yarısını, ge­
lip Le Havre'da geçireceksiniz. Evim her ikinize de açıktır.
Kızım rahat rahat sizleri inceleyebilecek. Rakibinizi elinizle
getireceğinizi, Kont de La Bastie'nin aslı astarı olmayan mil­
yonlarına ilişkin ne derlerse desinler, ağzınızdan bir şey ka­
çırmayacağınızı unutmayın. Yarın Le Havre'dayım. Oraya
vardıktan üç gün sonra sizleri bekliyorum. Güle güle ba­
yım . . .
Zavallı La Briere, çok yavaş adımlarla Canalis'in evine
döndü. Bu arada kendisiyle baş başa kalan şair, Prens de Tal­
leyrand'ın onca övdüğü o ikinci sesle harekete geçen -birin­
ci ses, Doğa'nın sesidir; ikincisiyse Toplum'un sesi- bir dü­
şünce seline kendini bırakıp gitmişti.
- Karşıma altı milyonluk bir kız çıktı ve ben, karanlı­
ğın içinde altınların ışıldadığını göremedim! Bu kadar bü­
yük bir servetle, Yüce Meclis üyesi, kont, elçi olabilirdim. El
yazımı isteyen nice esnaf kızına, aptallara, dalaverecilere ya-

208
Modeste Mignon

nıt verdim; ve tam Tanrının altın bir melek, seçkin bir ruh
gönderdiği gün, bu maskeli balonun entrikalarından sıkıl­
dım. Adam sen de! Yeniden harika bir şiir yazarım, böyle
bir devlet kuşu bir daha başıma konar. Şöhretimin ışığında
horozlanan La Briere sersemi mutlu mu acaba ? . . Ne hırsız­
lık ama ! Ben modellik yapacağım, o heykel olacak ! Tıpkı
Bertrand'la Raton'un öyküsü. 8 0 Altı milyona bir melek, bir
Mignon de La Bastie, şiiri, şairi seven soylu bir peri . Üstelik
genç kızın dostu o yürekli askere, tuttum pazılarımı göste­
rip güçlülük tasladım; bu fiziksel güç adamını, Alkides8 1 hü­
nerleri göstermeye kalkışarak tinsel güçle şaşırtma ya çalış­
tım. Tam kendimi bir melek gibi satmanın sırasıyken Na­
poleon'luk tasladım. Sonunda bir dostum olacak, ama bu
biraz tuzluya patlayacak bana. Ama dostluk ne güzel şey !
Altı milyon, işte bir dostun fiyatı. Bu kadara pek fazla dost
edinilemez doğrusu !
Tam bu sırada La Briere, dostunun çalışma odasına gir-
di. Üzgündü. Canalis:
- Neyin var, ne oldu? diye sordu.
- Baba, kızının iki Canalis'i bir arada görüp birinden bi-
rını seçmesını ıstıyor.
• 1 • • • •

Şair gülerek:
- Zavallı çocuk, dedi. Çok akıllı bir adam bu baba . . .
La Briere acınacak haldeydi:
- Seni Le Havre'a götüreceğime onurum üstüne söz ver­
dim.
Canalis:
- Oğlum, dedi; onurun söz konusuysa elbette bana gü­
venebilirsin. Bir aylık izin isterim . . .

80
La Fonraine'in "Maymunla Kedi " öyküsünde kedi Racon, ocaktan kes­
taneleri binbir zahmetle aşırırken maymun bunları çıtır çıtır yer.
81
Herakles'in ölümlü dedesinden aldığı ad ( Alkaios oğlu); kahraman, bir­
çok metinde bu adla anılır.

209
Ba/zac

- Ama Modeste çok güzel ! diye bağırdı La Briere umut­


suzluk içinde. Beni kolayca alt edersin. Ben de yazgının yü­
züme güldüğünü görünce şaşırmıştım. "Yanılıyor ! " diyor­
dum kendi kendime.
Canalis çirkin bir sevinçle:
- Görürüz canım, dedi.
Akşamüstü yemekten sonra Charles Mignon'la kasadarı,
üç frank yol parasına, uçar gibi Paris'ten Le Havre'a gidiyor­
lardı. Baba, bekçi köpeğini nöbetten almış ve hem Modes­
te'in aşkı, hem de Butscha konusunda bütünüyle rahatlat­
mıştı.
Mongenod'dan gerek Canalis'e, gerekse La Briere'e iliş-
kin bilgiler alan Charles:
- İşler yolunda gidiyor dostum Dumay, dedi.
Sonra da neşeli bir sesle:
- Bir ipte iki cambaz göreceğiz, diye ekledi.
Bununla birlikte eski dostuna Köşk'te oynanacak ko­
medya konusunda kimseye bir şey söylememesini tembihle­
di; intikamların en tatlısı, daha doğrusu, bir babanın kızına
vereceği ders olacaktı bu. Paris'ten Le Havre'a kadar iki
dost, uzun bir konuşmaya daldılar. Albay, bu dört yıl içinde
ailesinin başından geçen olayları, en küçük ayrıntılarına dek
öğrendi. O da Dumay'ye, büyük cerrah Desplein'in ay sonu­
na doğru gelip kontesin gözlerini muayene edeceğini ve ya­
pılacak bir şey olup olmadığını söyleyeceğini bildirdi.

210
XL. Ev İçinde Trajedi-Komedya

Köşk'te öğle yemeğinin yendiği saatten az önce, okkalı


bir bahşişe konmayı uman bir arabacının kırbaç şakırtıları,
iki askerin dönüşünü ailelerine haber verdi. Ancak uzun bir
yokluktan sonra evine dönen bir babanın sevinci, böyle bir
patırtıya yol açabilirdi. Kadınların hepsi küçük kapının önü­
ne birikmişlerdi. Edebiyatın -neyse ki- hiçbir zaman betim­
lemek zorunda kalmadığı böylesi bir şenliğin sarhoşluğunu
anlayabilecek pek çok ba ba, pek çok çocuk, belki de çocuk­
tan çok baba vardır! Çünkü en güzel sözler de, şiir de, böy­
lesi heyecanların yanında hiç kalır. Kimbilir, belki de tatlı he­
yecanlar çok da yazınsal değildir. O gün, Mignon ailesinin
sevincini azaltabilecek tek söz söylenmedi. Yatağından ilk
kez o gün için kalkan Modeste'i sarartıp solduran bu sözde
"gizemli" aşk konusunda, baba, anne ve kız arasında sanki
bir ateşkes imzalanmıştı. Albay, gerçek askerlere özgü o hay­
ranlık verici incelikle bütün gün karısıyla yan yana, el ele
oturdu. Modeste'i, bu ince, bu zarif, bu şiirsel güzelliği sey­
retmekten usanmadı. Duygulu insanlar, kendilerini böyle
ufak tefek şeylerle belli etmezler mi hep ? Babasıyla, annesi­
nin hüzünlü sevinçlerini bozmaktan korkan Modeste, ikide
bir gelip yolcunun alnını öpüyordu; böyle durmadan öpme­
si de iki kişi için öpmek istemesindendi sanki. Albay, Modes­
te'in kendisini okşadığı bir sırada elini sıkarak:

21 1
Balzac

- Canım kızım, seni anlıyorum, dedi.


Modeste, annesini göstererek babasının kulağına:
- Susun ! yanıtını verdi.
Dumay'nin kurnaz kurnaz sesini çıkarmadan oturuşu,
Paris yolculuğunun sonuçları konusunda Modeste'i kaygı­
landırıyordu. Arada bir göz ucuyla teğmene bakıyor, ama bu
hiçbir şey belli etmeyen adamın içinde neler döndüğünü bir
türlü kestiremiyordu. Albay, tedbirli bir ba ba gibi davrana­
rak, biricik kızının içini okumaya çalışıyor, bütün ailenin
mutluluğunu ilgilendiren konuyu herkese açmadan önce de
karısına danışmak istiyordu. Akşamüstü:
- Yarın sevgili kızım, dedi; erken kalk; hava iyi olursa
deniz kenarına gezmeye gideriz . . . Biraz şiirlerinizden söz et­
meliyiz Matmazel de La Bastie!
Modeste, babasının -Dumay'nin dudaklarında da yankı­
lanan- bir gülümsemesiyle bu sözden başka bir ipucu elde
edemedi. Ama bu kadarcığı bile hem kaygılarını yatıştırmış
hem de merakını uyandırmıştı . Aklına o kadar çok olasılık
geliyordu ki, geç saatlere kadar uyuyamadı. Ertesi gün de al­
baydan önce kalkıp hazırlandı.
Denize giden yola çıkar çıkmaz:
- Sanırım her şeyi biliyorsunuz babacığım, dedi Modes-
te.
Babası:
- Her şeyi, diye yanıt verdi; hem senin bilmediğin başka
birçok şeyi de! . .
Bu söz üzerine baba kız bir süre konuşmadan yürüdüler.
- Söyle bana çocuğum, anasının üstüne titrediği bir kız,
nasıl olur da ona danışmadan, tanımadığı bir adama mek­
tup yazar, böylesine önemli bir işe girişir ?
- Annem izin vermezdi ki babacığım!
- "ence akıllıca ıru bu yaptığın ? Diyelim ki, ister istemez
tek başına yetiştin; ama nasıl oldu da -haydi utanmayı bir
yana bıraktın diyelim- mantığın ve aklın, bunun bir erkeğe

212
Modeste Mignon

sırnaşmak olduğunu söylemedi sana ? Benim kızım, elimde


kalan biricik çocuğum, böyle gurursuz, düşüncesiz mi ola­
caktı? .. Ah! Modeste ! Babana Paris'te iki saat cehennem acı­
ları yaşattın. Çünkü sonuç olarak, ahlak açısından sen de
Bettina gibi hareket ettin; üstelik onun gibi baştan çıkarılma­
dın, böyle bir özürün de yok. Soğukkanlılıkla hoppalık ettin
ki, bu hoppalığa kafa aşkı derler; Fransız kadının en kor­
kunç illetidir.
Modeste, iki göz iki çeşme boşandı:
- Ben mi gurursuzum ? .. diyordu ağlarken. O beni daha
görmedi bile ! . .
- Adını biliyor.
- Üç ay mektuplaşıp birbirimizi anladıktan, yanılmadı-
ğımı gözlerimle gördükten sonra söyledim.
- Ah benim yolunu şaşırmış meleğim, evet, mutluluğu­
nuzu tehlikeye düşüren, ailenizin onurunu lekeleyen bu deli­
liğe bir de mantıklı bahane bulmuşsunuz!
Modeste sinirli bir hareketle:
- İyi de, babacığım, bu cüretimi bağışlarsanız mutlu ola-
cağım dedi.
- Demek yalnızca bir cüret ha ? diye bağırdı babası.
Genç kız heyecanlı bir sesle:
- Annemin bile göze aldığı bir cüret! diye yanıtladı.
- Asi çocuk ! Anneniz beni bir baloda gördü; akşam da
onu çok seven babasına, beni sevdiğini, benimle mutlu ola­
bileceğini söyledi . . . Açık söyle Modeste, insanın, biraz hızlı
bir biçimde de olsa -bunu kabul ediyorum- bir babanın göz­
leri önünde aşık olmasıyla, tanımadığı birine mektup yaz­
mak gibi bir delilik yapması arasında ne benzerlik var? ..
- Tanımadığı birine mi ? .. Söyleyin baba, en büyük şair­
lerimizden biri değil mi bu tanımadığımız adam? Ahlakı da,
yaşamı da, gün gibi herkesin gözü önünde; kötülenmeye de,
iftira edilmeye de açık. Şöhretin sarıp sarmaladığı bir insan.
Hem babacığım, güzel ruhu gibi kendinin de iyi olduğunu

213
Balzac

görünceye kadar, Shakespeare'in kızlarından biri gibi, yazın­


sal bir kişilik, bir tiyatro kahramanı olmaktan ileri gitmedim
ben.
- Tanrım ! Zavallı çocuğum, evlilikle şiiri karıştırıyor­
sun; dünya kurulduğundan beri kızlar her zaman aile içine
hapsedildiyse, Tanrı ve toplum yasası, onları baba rızasının
sert boyunduruğu altına koyduysa, tam da şu sizi büyüleyen,
gözlerinizi kamaştıran, bu yüzden gerçek değerini kestireme­
diğiniz şiirlerin yol açabileceği felaketlerden korumak içindir
bu. Şiir, yaşamın zevklerinden biridir ama bütün yaşam de­
mek değildir.
- Olup bitenlerin mahkemesi önünde henüz askıda du­
ran bir dava bu, baba! Aileyle gönüllerimiz arasında sürekli
bir çatışma vardır.
Albay sert bir edayla:
-. Bu direniş sayesinde mutlu olacak çocuğun vay hali­
ne ! dedi. 1 8 1 3 'te arkadaşlarımdan biri, Aiglemont Markisi,
babasının rızası olmadan dayısının kızıyla evlendi; genç kı­
zın aşk sandığı bu inat, o karı kocaya pahalıya mal oldu . 82 . .

Bu işlerde ailenin dediği dediktir ! ..


- Nişanlım bana bunların hepsini anlattı, diye yanıt ver­
di Modeste. Bir süre Orgon gibi davrandı, şairleri gözümden
düşürmeye çalışma yürekliliğini bile gösterdi.
Charles Mignon, Modeste'i endişelendiren, muzip bir
edayla gülümsedi:
- Okudum mektuplarınızı; ama sana şunu da söyleye­
yim ki, o sonuncu mektubu baştan çıkmış bir kız, bir Julie
d'Etanges bile yazmazdı ! Tanrım, bu romanlar ne kötülük­
ler ediyor bize ! ..
- Romancılar yazmazsa, biz yaşamımızı romana çeviri­
riz. Bu yüzden, okumak daha iyi! Bugün, XIV. Louis ya da
XV. Louis dönemlerine göre daha az serüven yaşanıyor; oy-

82
Balzac'ın başka bir romanına (Le Femme de trenle ans) gönderme.

2 14
Modeste Mignon

sa o zamanlar bu kadar çok roman basılmazdı. Zaten mek­


tupları okudunuzsa, size damat olarak dünyanın en saygılı
çocuğunu, en melek gibi, en dürüst insanını seçtiğimi görür­
sünüz. En az annemle sizin sevdiğiniz kadar birbirimizi sevi­
yoruz. Evet, hakkınız var, pek de gereği gibi hareket etmedik;
diyelim ki bir hata ettim . . .
Kızının sözünü kesen baba:
- Mektuplarınızı okudum, diye yineledi . Bu yüzden de
onun, senin kendi davranışını sana nasıl haklı göstermeye
çalıştığını biliyorum; yaşamı iyi bilen, aşık bir kadın, böyle
davranabilir belki; ama aynı davranış, yirmi yaşında bir kız
için büyük bir hatadır.
- Kentsoylular için, yaşamı pergelle çizen, ölçülü biçili
Gobenheim'lar için öyle. Sanatın, şiirin dünyasından dışarı
çıkmayalım baba! Biz genç kızlar için iki yol vardır: Ya bir er­
keğe sevgimizi binbir cilveyle belli ederiz ya da doğrudan doğ­
ruya açılırız. Bu ikincisi daha büyük, daha soylu değil mi?
Bizleri, genç Fransız kızlarını, herhangi bir mal gibi üç ayda,
kimi zaman ay sonundan önce devrediveriyor ailelerimiz; şu
Matmazel Vilquin gibi; ama İngiltere'de, İsviçre'de, Alman­
ya'da, aşağı yukarı benim izlediğim yoldan gidilerek evlenili­
yor. Ne dersiniz buna? Ben de biraz Alman değil miyim?
Albay kızına bakarak:
- Çocuk ! diye bağırdı. Fransa'nın üstünlüğü, sağduyu­
sundan ve güzel dilinin akla verdiği mantık gücünden gelir;
dünyanın Aklı buradadır! İngiltere'yle Almanya 'nın töreleri
bu konuda biraz hayalcidir, ama oradaki büyük aileler de yi­
ne bizim kurallarımıza uyarlar. Yaşamı çok iyi tanıyan ana
babanızın, ruhunuzu geliştirmek, mutluluğunuzu sağlamak
ve sizleri dünyanın tehlikelerinden korumakla yükümlü ol­
duklarını düşünmek istemiyor musunuz hiç?
Sonra kendi kendine:
- Tanrım, dedi; bu onların hatası mı, yoksa bizim hata­
mız mı ? İnsanın çocuklarını prangaya mı vurması gerekiyor?

215
Balzac

Onları mutlu etmek isteyen, bu yüzden de bağrımıza bastı­


ran sevginin cezasını mı çekeceğiz yoksa ? . .
Modeste, babasının gözyaşlarıyla söylediği bu yakarıya
benzer sözleri dinlerken ona gözünün ucuyla baktı.
- Gönlü özgür bir kız, seçeceği kocanın yalnızca yakı­
şıklı bir delikanlı olmakla kalmayıp, hem üstün yetenekli.
hem de soylu ve iyi konumda biri olmasını isterse bu suç
mudur ? Örneğin benimki gibi uysal bir beyzade olmasını
isterse ?
- Onu seviyor musun ? dedi babası.
Modeste başını albayın göğsüne dayayarak:
- Bakın babacığım, dedi; eğer öldüğümü görmek istemi­
yorsanız . . .
- Yeter, diyerek kızının sözünü kesti yaşlı asker; görüyo-
rum ki sarsılmaz bir aşkın var.
- Sarsılmaz!
- Seni hiçbir şey değiştiremez mi ?
- Dünyada hiçbir şey.
Yaşlı asker sözlerine şöyle devam etti:
- Aklına hiçbir olay, hiçbir ihanet kuşkusu gelmiyor
mu? Ne olursa olsun hoş bir insan diye sever misin onu ? Ör­
neğin D'Estourny gibi bir adam olsa da sever misin ?
- Babacığım, kızınızı tanımıyorsunuz. Ben bir alçağı,
inançsız, onursuz birini, ipten kazıktan kurtulmuş bir adamı
sevebilir miyim hiç ?
- Peki ya aldatıldınsa ? . .
- O zarif, o saf, neredeyse melankolik çocuk mu beni al-
datacak? .. Gülüyorsunuz; ya da onu görmediniz.
- Neyse ki aşkın, az önce söylediğin gibi mutlak değil
artık. Şiirini değiştirebilecek bazı olasılıkları görmeni sağ­
layabiliyorum. Bak! Babalar da bir işe yarayabiliyor demek
k ı. ., . .
- Kızınıza bir ders vermek istiyorsunuz baba; üstelik bir
"Uygulamalı Ahlak " dersine dönüyor bu.

216
Modeste Mignon

Charles Mignon sert bir edayla:


- Zavallı şaşkın, dedi; bu dersi veren ben değilim; geçi­
receğin sarsıntıyı hafifletmeye çalışmaktan başka yaptığım
bir şey yok . . .
- Yeter baba, yaşamımla oynamayın, dedi Modeste sa­
rararak.
- Haydi kızım, cesaretini topla. Yaşamla sen oynadın, o
da şimdi seninle oynuyor . . . (Modeste şaşkın şaşkın babası­
na baktı.) Ya sevdiğin adam, dört gün önce Le Havre kilise­
sinde gördüğün o delikanlı, sefilin biriyse . . .
- Olamaz, dedi Modeste; o esmer, solgun yüz, şiirle do­
lu o soylu çehre . . .
Albay kızının sözünü kesti :
- Bir yalandan başka bir şey değil ! Şu yola çıkmak için
yelken açan balıkçı nasıl ben değilsem, o da o kadar Mösyö
de Canalis değil.
- İçimde neleri öldürdünüz biliyor musunuz? .. dedi Mo­
deste.
- Kendine gel yavrum; eğer rastlantı, işlediğin hata­
nın cezasını o hatanın içinde verdiyse, bu onarılması ola­
naksız bir felaket değildir. Mektup İarında gönlüğü açtı­
ğın, o gördüğün delikanlı, dürüst bir çocuk. Gelip bana
derdini açtı. Seni seviyor ve onu damat olarak kabul ede­
bilirim.
Modeste derinden yaralı bir sesle:
- Canalis değil de kim peki ? . . diye sordu .
- Sekereteri ! . . Ernest de La Briere. Soylu değil; herkes gi-
bi, ama erdemli, güvenilebilir bir adam, anaların, babaların
hoşuna gidecek biri. Zaten bize ne ? Sen görmüş beğenmiş­
sin, hiçbir şeyin duygularını değiştiremeyeceğini söylüyor­
sun. Onu seçmişsin, ruhunu tanıyorsun; dışı gibi içi de güzel
bir çocuk ! . .
La Bastie Kontu'nun sözü, Modeste'in iç çekmesiyle ke­
sildi. Zavallı kız sararmış, gözlerini denize dikmiş, ölü gibi

217
Balzac

kaskatı kesilmişti. "Herkes gibi, ama erdemli, güvenilebilir


bir adam, anaların, babaların hoşuna gidecek biri . . . " Bu söz­
ler, bir kurşun gibi yüreğine saplanmıştı.
- Aldatıldım . . . diyebildi sonunda.
- Tıpkı ablan gibi; neyse ki bu biraz daha hafifi.
Modeste, babasıyla oturduğu tümseğin üstünden kalka­
rak:
- Dönelim mi baba ? dedi. Bak, babacığım; sana Tanrı­
nın önünde yemin ediyorum, evlenme işimde, sen ne dilersen
yapacağım, bu dilek ne olursa olsun.
Babası alaylı bir sesle:
- Şimdiden soğudun mu yoksa ? diye sordu.
- Ben dürüst bir adam seviyordum, alnı açık, sizin gibi
dürüst, bir oyuncu gibi suratını değiştirmeyecek, başkasının
şöhret boyalarını yüzüne sürmeyecek bir adam . . .
- Hani seni hiçbir şey değiştiremezdi ? dedi albay yine
alaylı alaylı.
Modeste, ellerini kavuşturdu, babasına amansız bir kay­
gı içinde baktı:
- Benimle oynamıyorsunuz değil mi ? dedi. Alaylarınız­
la gönlümü, en değerli inançlarımı zedelediğinizi bilmiyorsu­
nuz.
- Tanrı beni korusun! Sana sadece doğruyu söyledim.
Genç kız biraz durdu, biraz tumturaklı bir edayla:
- Ne kadar iyisiniz babacığım, dedi.
Charles Mignon:
- Üstelik mektupların da onda ! dedi . Ne dersin ? . .
Eğer sevgi dolu delice duyguların bir şairin eline geçsey­
miş, mektuplarınla sigara yakarmış, Dumay öyle söylü­
yor.
- Ama ! . . Biraz ileri gidiyorsunuz . . .
- Canalis ona öyle demiş . . .
- Canalis'i görmüş mü ?
- Evet, diye yanıtladı albay.

218
Modeste Mignon

Konuşmadan yürüdüler. Birkaç adım attıktan sonra


Modeste:
- Şimdi anladım, dedi; bu beyefendinin şiiri ve şairleri
bu kadar yermesinin nedenini! Bu bacaksız sekreterin böy­
le . . .
Sonra durarak:
- Sanki, diye devam etti; erdemleri, nitelikleri, güzel
duyguları da bir gösterişten başka bir şey olamaz mı ? . . Bir
ad ve şöhret hırsızı, bal gibi de . . .
- Kilitleri sökebilir, Hazine'yi soyup soğana çevirebilir,
sokak ortasında adam öldürebilir! . . dedi Charles Mignon
gülerek. Siz, yaşamı tanımayan, başına buyruk genç kızlar
böylesiniz işte! Bir kadını aldatabilecek erkek, sizin için ister
istemez ya ipten kurtulmadır ya günün birinde ipe boynunu
uzatacaktır.
Bu alay Modeste'i yatıştırdı. Yeniden bir sessizlik oldu.
Albay:
- Yavrum, diye devam etti; erkekler sizin gönlünüzü
kazanmaya çalışır, sizler de korunmaya çalışırsınız; bu top­
lumda da, doğada da böyledir. Sen işi tersine çevirdin.
Doğru mu bu yaptığın? Yanlış durumdaki biri ne yapsa
yanlış olur. Demek asıl kabahat sende. Hayır, bir kadının
hoşuna gitmeye uğraşan erkek canavar değildir; cinayet, al­
çaklık bir yana, sonucu ne olursa olsun saldırı hakkı bize
tanınmıştır. Bir erkek bir kadını aldatsa da hala erdemli bi­
ri sayıla bilir; bu düpedüz, erkeğin aradığı nitelikleri kadın­
da bulamamış olması demektir. Ancak bir kraliçe, bir
oyuncu, ya da erkekten kraliçe gibi kat kat üstün bir kadın,
ilk adımı atarsa pek fazla yadırganmaz. Ama bir genç kız
böyle mi ! .. Böyle bir suça istediği kadar incelik, istediği ka­
dar şiir, istediği kadar önlem katsın, yine de Tanrının ona
armağan ettiği güzellik, kutsallık, büyüklük adına nesi var­
sa hepsine sırt çevirmiş olur.
Modeste acı acı:

219
Balzac

- Efendisini ara, uşağına düş ! . . Gönül Kısmet Oyu­


nu'nu83 tek taraflı oynadım. Kendime gelemem ben artık . . .
- Delisin sen ! . . Mösyö Ernest de La Briere, benim gö­
zümde en aşağı Baron de Canalis ayarında bir adam; bir baş­
bakana özel sekreterlik yapmış, Sayıştay'da denetçi, duygu­
lu bir çocuk, seni de seviyor; ama şiir yazmıyor . . . Evet ka­
bul ediyorum, şiir yazmıyor; ama yüreği şiirle dolu olabilir.
Modeste'in bir tiksinme hareketi üstüne de:
- Sonunda ikisini de göreceksin, dedi albay; yalancı Ca­
nalis'i de, gerçek Canalis'i de . . .
- Ah! Baba ! ..
- Evlenme işinde, her ne dersem yapacağına yemin et-
medin mi ? Öyleyse, aralarından birini seçer, hangisini beğe­
nirsen onunla evlenirsin. Kırda, denizde, avda, balıkta, bu
adamların huyunu suyunu iyice öğrenmeye çalışırsın; işe bir
şiirle başladın, bir çoban türküsüyle bitirirsin!

83
Marivaux'nun bir oyunu Ueux de l'Amour et du Hasard).

220
XLI. Düşkırıklığı

Modeste başını eğdi; babasıyla birlikte Köşk'e dönerken


onu dinliyor, kısa kısa yanıtlar veriyordu. Bir kartalın yuva­
sına kadar uçtuğunu sanmış, sonra o yükseklikten çamurla­
rın içine yuvarlanmış, kendi gözünde küçülmüştü. Zamanı­
mız yazarlarından birinin şiirsel diliyle84 söyleyelim isterse­
niz: "Nazik ayaklarının Gerçek'in cam kırıklarına dayanma­
yacağını hissedince, genç, utangaç bir kızın, menekşeler ser­
pilmiş düşlerinden, bir yosmanın en olmayacak arzularına
kadar kadınlık adına ne varsa, hepsini bu narin göğüste top­
la yan Hayal, onu sihirli bahçelerinin ortasına götürmüş, şu
talihe bakın ki orada hiç beklenmedik bir manzarayla karşı­
laşmış, topraktan yüce çiçeğinin yerine, kara bir adamotu­
nun tüylü, eciş bücüş ayaklarının çıktığını görmüştü. " Mo­
deste, aşkının mistik yüceliğinde uçarken birdenbire kendini
düz, yayvan, iki yanı çukurlu, hendekli bir yolda, kısacası sı­
radanlığın eğri büğrü taşlarla kaplı yolunda buluyordu.
Hangi yüreği coşkulu kız, böyle yükseklerden düşer de bir
yerini kırmaz ? Kimin önüne böyle saçmıştı incilerini? Sokak­
taki tiyatro oyuncusu, sahnedeki kadın kahramana nasıl

84
Romanın el yazmasındaki bir nottan, kastedilen yazarın Theophile Ga­
utier olduğu anlaşılıyor.

221
Balzac

benzemezse, iki saat önce gezmeye çıkan Modeste de şimd:


Köşk'e dönen Modeste'e o kadar benzemiyordu. Görüntü­
süyle içler acısı bir uyuşukluğa kapıldı. Güneş kararmış, do­
ğa bulutlanmış, çiçekler artık ona bir şey söylemez olmuştu.
Bütün aşırı yaradılışlı kızlar gibi, düşkırıklığı kadehinden bi­
raz fazlaca içti. Boynunu Aile'nin, Toplum'un boyunduruğu­
na hemen uzatmak istemediği için bir süre daha Gerçek'le
çatıştı; onu ağır, amansız, sıkıntılı buluyordu. Babasının, an­
nesinin avutmalarını dinlemedi bile; kendini ruhun acılarının
eline bırakmakta bir tür yabanıl haz buldu.
- Zavallı Butscha, dedi bir akşam; demek hakkı varmış!
Bu söz, onun az zamanda Gerçek'in çorak ovalarında,
kara bir hüznün kılavuzluğunda aldığı yolu gösteriyordu.
Hüzün, bütün umutlarımızın tepetaklak olmasından doğar
ve bir hastalıktır; çoğu zaman da insanı öldürür. Bir düşün­
cenin, hangi yoldan, hangi araçlarla, bedende bir zehirle
aynı çözülmeyi yarattığını, umutsuzluğun iştahı nasıl kaçır­
dığını, mideyi nasıl harap ettiğini, en sağlam insanı nasıl da
yere vurduğunu araştırmak, bugün fizyoloj inin başlıca işle­
rinden biri olmalıydı. Modeste'te de bunlar oldu. Üç gün
içinde karasevdaya tutulmuş birine döndü; şarkı söylemi­
yor, yüzünü kimse güldüremiyor, anasını, babasını, dostla­
rını korkutuyordu.

222
XLII. Dostlar Arasında

Charles Mignon, iki arkadaşın gelmediğini görünce ken­


disi gidip onları getirmeye kalktı. Ama dördüncü gün Bay
Latournelle'e bazı haberlerle geldi. Bakınız nasıl:
Canalis, bu paralı evliliğin çekiciliğine kendini iyiden iyi­
ye kaptırmış, La Briere'i gölgede bırakmak için elinden gele­
ni yapıyor, ama delikanlının günün birinde kendisini, dost­
luk kurallarını çiğnemekle suçlamasını da istemiyordu. Aşı­
ğını bir genç kızın gözünden düşürmek için onu aşağı bir ko­
numda göstermenin en etkili yol olacağını düşünen şair, sağ­
lık bozukluğu bahanesiyle lngouville' de bir ay için küçük bir
sayfiye evi kiralayıp birlikte oturmalarını, çok doğal bir
edayla La Briere'e önerdi. La Briere ilk anda bu öneriyi çok
doğal bulup kabul edince, Canalis dostunun bütün harca­
malarını üstüne aldı; yolculuğun hazırlıklarını da tek başına
yaptı. Uşağını Le Havre'a gönderdi ve Ingouville'de yazlık
bir ev kiralamak amacıyla Bay Latournelle'e başvurmasını
söyledi; noterin, olanı biteni bire bin katarak Mignon ailesi­
ne anlatacağını düşünüyordu. Ernest'le Canalis'in bu serüve­
nin bütün ayrıntıları üstünde durduklarını, geveze La
Briere'in de rakibine bir sürü bilgi verdiğini kestirmek zor
değil. Efendisinin neler istediğini iyi bilen uşak, bunları faz­
lasıyla yerine getirdi: Hem politika, hem de yazın alanında-

223
Bafzac

ki çifte çabaları yüzünden yorulan büyük şairin, hekimlerir.


öğüdünü dinleyerek ve yeniden güç kazanmak amacıyla Le
Havre'a, birkaç deniz banyosu almaya geleceğini gürültüyle
ilan etti. Bu büyük adam, sekreterinin, ahçısının, iki uşakla
arabacısının yanı sıra bir de oda hizmetine bakan Bay Ger­
main Bonnet'yi getiriyor ve ona göre bir ev tutulmasını isti­
yordu. Şairin beğenip bir ay için kiraladığı araba da oldukça
güzeldi, bir iki gezintiye çıkılabilirdi. Baron Cenapları'yla
sekreteri at gezintilerini de sevdikleri için Germain, Le Hav­
re çevresinden kirayla tutulabilecek, hem koşuma, hem bine­
ğe gelir iki hayvan arıyordu. Ufak tefek Latournelle'in önü­
ne düşüp yazlık köşkleri gezerken sekreterin üstünde fazla
duruyordu Germain; Mösyö de La Briere'in buralarda rahat
edemeyeceğini söylüyordu. Böylece iki evi geri çevirdi.
- Baron Cenapları, diyordu; sekreterine en iyi dostu gi­
bi davranır. Eğer Mösyö de La Briere'e, Baron Cenapları'na
gösterilen saygı gösterilmezse, paparayı yediğimin resmidir! . .
Ne d e olsa Mösyö de La Briere, bugüne bugün Sayıştay'da
denetçidir !
Germain hep kara çuhalar içinde dolaşıyor, elinde temiz
eldivenleri, ayağında çizmeleriyle bir efendi gibi giyiniyordu.
Çevrede nasıl bir etki bıraktığını, bu uşağa bakanların büyük
şairi gözlerinde nasıl büyüttüklerini artık siz hesap edin!
Akıllı bir adamın uşağı da sonunda akıllı olur; çünkü efen­
disinin aklı, nasıl olsa ona da bulaşır. Germain, Canalis'in
sözünü dinledi, görevini dallandırıp budaklandırmadı, gös­
terişsiz, kendi halinde bir adam gibi davrandı. Zavallı La
Briere, Germain'in kendisine verdiği zararın ve rıza gösterdi­
ği küçülmenin farkında değildi; oysa aşağı tabakanın bir iki
dedikodusu, Modeste'in kulağına kadar gitmişti bile. Böyle­
ce Canalis dostunu "maiyetinde ", kendi ara basında getire­
cek, Ernest'in yaradılışı da, içine düştüğü durumun sahteliği­
ni zamanında fark etmesini ve bir çare bulmasını engelleye­
cekti. Canalis'in arabasına armaları işleniyor, terzilere giysi-

224
Modeste Mignon

ler ısmarlanıyor, Charles Mignon'un verip veriştirdiği gecik­


me de işte bundan ileri geliyordu; şair, en önemsizi bile genç
bir kızı fazlasıyla etkileyecek bu ayrıntıların uçsuz bucaksız
dünyasına dalmıştı. Beşinci günü Latournelle, Charles Mig­
non'a:
- İçiniz rahat etsin, dedi; Canalis'in adamı bu akşam iş­
lerini bitirdi. Sanvic'te Bayan Amaury'nin köşkünü, mobil­
yasıyla birlikte yedi yüz franga kiraladı; efendisine de bir
mektup yazarak yola çıkabileceğini, geldiğinde her şeyi hazır
bulacağını bildirdi. Böylece pazar günü buraya geliyorlar. Bu
arada Butscha'dan da bir mektup aldım . . . Bakın uzun değil:
"Sevgili patronum, pazardan önce dönemeyeceğim. Sizi ilgi­
lendiren birinin mutluluğu konusunda son derece önemli ba­
zı bilgiler elde etmek üzereyim. "

225
XLIII. Modeste'in Planı

Canalis'le La Briere'in geleceğini öğrenmesi, Modeste'in


üzüntüsünü azaltmadı; kendini düşmüş olma duygusundan,
utancından bir türlü kurtaramıyordu; babasının sandığı ka­
dar hoppa bir kız değildi aslında. Öyle bir hoppalık vardır
ki, ruhtan gelir, hoşa gider, hiç de kusur sayılmaz; buna aş­
kın terbiyesi, nezaketi diyebiliriz; Charles Mignon da kızını
azarlarken, hoşa gitme isteğiyle kafa aşkını, sevme susuzlu­
ğuyla hesaplı davranışı ayırt etmemişti. Tam bir Napoleon
ordusu albayıydı ve bu mektupları bir solukta okuyunca, kı­
zının bir şaire sırnaştığını sanmıştı; ama konuyu uzatmamak
için buraya almadığımız mektupları okuyan, işten anlar biri,
Modeste'in ilk mektuplarındaki saldırgan ve hafifmeşrep
edayı çabucak değiştirdiğini, kadınlar için oldukça doğal bir
geçişle utangaç ve zarif bir sakınım göstermeye başladığını
hayranlıkla görürdü. Babası bir noktada acımasızca haklıy­
dı. Üç katlı bir sevdaya tutulan Modeste, son mektubunda,
sanki her şey olup bitmiş de evleniyorlarmış gibi bir ağız kul­
lanmıştı. Bu mektuptan çok utanıyordu. Bu yüzden, ruhunu
neredeyse çırılçıplak açtığı bu kendine yakışmayan adama
konukseverlik göstermeye zorladığı için, babasını çok sert,
çok acımasız buluyordu. Dumay'ye şairle ne konuştuklarını
sormuş ve bu konuşmanın bütün ayrıntılarını kurnazca an-

227
Balzac

lattırmıştı; Canalis'i, teğmenin dediği kadar kaba bulmuyor­


du. Bu yazın Don Juan'ının bin üç85 kadınından gelen mek­
tupları sakladığı, o papa çekmecesine gülümsüyordu. Birkaç
kez babasına, "Ona mektup yazan bir ben değilmişim; nice
seçkin kadın, şairin defne tacı için yaprak göndermişler! " di­
yecek oldu.
Modeste'in yaradılışı o hafta içinde bir değişime uğradı.
Bu felaket -böylesine şiir dolu bir insan için gerçek bir fela­
ket oldu bu değişim- genç kızın içinde gizli kalmış kavrama
yetisini ve şeytanlığı uyandırdı; taliplerinin çekeceği vardı ar­
tık. Gerçekten de böyledir: Genç bir kadın sevdiğinden soğu­
du mu, doğru düşünmeye başlar. Her şeyi, hızlı bir tartma
yetisi ve alaycı bir edayla gözden geçirir; Shakespeare, Kuru
Gürültü'sündeki Beatrix'le bunu çok güzel anlatır. Modeste,
erkeklere karşı derin bir tiksinti duymaya başlamıştı; en seç­
kinleri bile umutlarını boşa çıkarmıştı çünkü. Kadının aşkta
tiksinme sandığı şey, yalnızca gerçeği görmesidir; ama gönül
konusunda hiçbir kadın, özellikle genç kız, gerçeği göremez.
Hayran olmazsa, küçümser. Böylece, dayanılmaz acılar çek­
tikten sonra Modeste, üstüne küçümseme sözcüğünü kazıdı­
ğını söylediği o zırhı giymek zorunda kaldı ister istemez; şim­
di artık "talipler güldürüsü " adını verdiği oyunda -başoyun­
cu o olsa da- bir seyirci gibi bulunabilirdi. Özellikle Bay de
La Briere'i sürekli olarak küçük düşürmeyi tasarlıyordu.
- Modeste kurtuldu, dedi Bayan Mignon kocasına, gü­
lerek; gerçek Canalis'i sevmeye çalışarak yalancısından inti­
kam almak istiyor.
Gerçekten de Modeste'in planı buydu. Öylesine bayağı­
ca bir plandı ki, annesi bile, kendisine dertlerini açan kızına,
Bay de La Briere'e karşı son derece iyi davranmasını öğütle­
mek zorunda kaldı.

85
Mille e tre; Mozart'ın Don Giovanni operasının ünlü aryasının verdiği sa­
yı .

228
XLIV. Üçüncü Bir Talip

Cumartesi akşamı Bayan Latournelle:


- Şu iki delikanlı, peşlerine düşecek casus sayısını bir bil­
seler! dedi; Sekiz kişi, bir an bile gözünü ayırmayacak üstle­
rinden!
Latournelle:
- Ne ikisi karıcığım, dedi; Üç, üç ! Gobenheim daha gel­
medi, söyleyebilirim.
Modeste başını kaldırmıştı; odadakilerin hepsi de, Mo­
deste gibi, ufak tefek notere bakıyorlardı.
- Üçüncü bir sevdalı, hem de gerçekten sevdalı biri ya-
rışa katılıyor . . .
- Haydi canım! .. dedi Charles Mignon.
Noter çalımlı bir edayla:
- Evet, dedi; öyle herhangi biri de değil: Herouville Dü­
kü Cenapları, Saint-Sever Markisi, Nivron Dükü, Bayeux
Kontu, Essigny Vikontu, Ahır Beyi, Yüce Meclis üyesi, Or­
dre de l'Eperon ve Toison d'or Şövalyesi, Grand d'Espagne86
ve eski Normandiya valisinin oğlu. Vilquin'lerde kaldığı sı­
rada Matmazel Modeste'i görmüş ve o sırada -dün Baye­
ux'den gelen noterinin dediğine bakılırsa- Modeste'in yete-

86
Kralın önünde başını açmak zorunda olmayan en yüksek sınıftan soylu.

229
Balzac

rince zengin olmayışına üzülmüş. Babası Fransa'ya döndü­


ğünde tamtakır kuru bakır Herouville Şatosu'yla bir kızkar­
deşten başka bir şey bulamamış çünkü. Genç dük, şu anda
otuz üç yaşında.
Noter saygıyla albaya dönerek:
- Size bu konuda resmen öneride bulunmakla görevlen­
dirildim Kont Cenapları, dedi.
Albay:
- Modeste'e sorun, diye yanıtladı onu; kafesinde bir
kuş daha ister mi acaba ? Bana gelince, ben şu Ahır Beyi Ce­
napları'nın kızımın çevresinde dönüp dolaşmasına izin veri­
yorum.
Charles Mignon'un kimseyi görmemek, Köşk'ten dışarı
çıkmamak, çıkarsa hep Modeste'le birlikte çıkmak için elin­
den geleni yapmasına karşın, ister istemez Köşk'e gelip giden
Gobenheim, sağda solda Dumay'nin parasından söz etmişti.
Çünkü Dumay, Modeste'in bu ikinci babası, yanından ayrı­
lırken Gobenheim'a:
- Albayımın kahyası olacağım, demişti; bütün paramı
da, içinden karımın ayıracağı miktar dışında, Modeste'imin
çocuklarına bırakacağım . . .
Le Havre'da herkes, Latournelle'in kendi kendine sordu­
ğu şu çok basit soruyu yinelemişti:
- Dumay'nin payına altı yüz bin frank düşerse, Bay
Charles Mignon'un kimbilir ne kadar parası vardır ? Üstelik
Dumay'yi de kahya alıyor yanına ! . .
- Bay Mignon, çivit yüklü, kendi malı bir gemiyle geldi,
deniyordu Borsa' da; gemiyi hesaba katmasak da yalnızca çi­
vit, servetim dediği paradan fazla tutar.
Albay, yolculukları sırasında binbir özenle seçtiği uşak­
larına yol vermek istememiş, bu yüzden Ingouville'in altın­
da, altı aylık bir ev kiralamak zorunda kalmıştı; oda hizme­
tine bakan bir uşağı, zenci bir aşçısı, yine zenci bir arabacı­
sı, melez bir hizmetçisi ve çok sadık iki melez uşağı vardı.

230
Modeste Mignon

Arabacı, efendisiyle küçükhanıma binek atları, albayla teğ­


meni getiren arabaya da koşum hayvanları bulmaya çalışı­
yordu. Paris'ten satın alınan araba son modaydı; üstünde
La Bastie'lerin kontluk tacını taşıyan armalar göze çarpı­
yordu. Dört yıldan beri Hindistan'ın sınırsız zenginlikleri,
Hong tüccarları, 87 Kanton İngilizleri arasında yaşayan biri
için hiç de önemli olmayan bu şeyler, Le Havre tüccarları­
nın, Graville ve Ingouville halkının diline düştü. Beş gün
içinde, ateş alan bir barut izi gibi, Normandiya'da çok bü­
yük dedikodulara yol açtı:
- Bay Mignon Çin'den milyonlar getirdi, diyorlardı
Rouen'da; hem gelirken yolda kont oluvermiş!
Konuşanlardan biri:
- Devrimden önce La Bastie kontuydu zaten, diye yanıt
veriyordu.
- Yirmi beş yıldan beri Charles Mignon diye anılan bir
özgürlükçüye "Kont Cenapları" deniyor, daha neler gelecek
başımıza ! . .
Modeste, ana babasının ve dostlarının ağızlarından bir
şey kaçırmamış olmalarına karşın, birdenbire Normandi­
ya'nın en zengin kızı oluverdi; herkes, erdemlerini görmeye
başladı. Herouville Dükü'nün halasıyla kızkardeşi, Baye­
ux'de, kala balık bir salonda, Bay Charles Mignon'un, Kar­
dinal Mignon'dan gelen kontluk unvan ve armalarına hak
kazandığını söylemişlerdi; armaların üstündeki şapkayla al­
tındaki saçaklar da bu kardinalin anısına bir bağlılık işare­
tiydi. Halayla yeğen, Matmazel de La Bastie'yi Vilquin'lerde
otururken şöyle bir görmüşler, hemen yoksul düşen aile reis­
leri akıllarına gelmişti. Genç dükün halası:
- Matmazel de La Bastie, güzel olduğu kadar zenginse,
demişti; taşrada ondan iyisini bulamayız. Hem en azından
soylu bu kız !

8-
Kanton'da Avrupalılarla ticaret yapma ayrıcalığı bulunan tüccarlar birliği.

231
Ba/zac

Bu taş Vilquin'lere atılmıştı. Çünkü D'Herouville'ler, Vil ­


quin'lere gelerek kendilerini küçük düşürdükleri gibi, üstüne
üstlük bir de anlaşamamışlardı.
Bu aile oyununa, Aristoteles ve Horatius yasalarının ter­
sine88 bir kişi daha katacak olan küçük küçük olaylar bun­
lardı işte; ama ortaya bunca geç çıkan bu adamın portresi­
nin çizilmesi ve yaşamöyküsü, kendileri pek ufak tefek biri
oldukları için uzun zamanımızı almayacak ve dük, tarihte
olduğu gibi, kitabımızda da fazla bir yer tutmayacaktır. Son
Normandiya valisinin ömrünün sonbaharının meyvası olan
Dük d'Herouville Cenapları, 1 796'da Viyana'da, göç sıra­
sında doğmuştu . Babası yaşlı mareşal, Kral'la birlikte
1 8 1 4'te ülkeye dönmüş, Nivron Dükü unvanını almış, ama
oğlunu evlendiremeden, 1 8 1 9' da ölmüştü. Oğluna o çok
büyük Herouville Şatosu'ndan, parkından, şatoya bağlı bir
iki yerden ve epeyce zor geri satın alınmış bir çiftlikten baş­
ka bir şey bırakamamıştı; topluca, on beş bin frank gelir ge­
tiriyordu bunlar. XVIII . Louis genç adama, Ahır Beyi unva­
nını vermiş, X. Charles zamanında da yoksul Yüce Meclis
üyelerine verilen on iki bin franklık bir yıllık bağlanmıştı. Bu
aile için Ahır Beyi aylığıyla yirmi yedi bin franklık bir geli­
rin ne değeri olabilirdi ? Gerçi Paris'te Kral'ın arabaları, genç
dükün emrine amadeydi; Saint-Thomas-du-Louvre sokağın­
daki Büyük Ahır' da bir konağı vardı; vardı ama, aylığını kı­
şın yiyip bitiriyor, yirmi yedi bin frangı da yazın Normandi­
ya' da harcıyordu. Bu beyzadenin şimdiye dek evlenememe­
si, kendinden çok La Fontaine'in masallarını bilmeyen hala­
sı yüzündendi; Matmazel d'Herouville, çağın anlayışının
tersine gidip çok yukarılara göz dikmişti; o sıralar parasız ai­
lelelerin -büyük bir adları da olsa- malların eşit bölüşümü
sonucunda zaten zor duruma düşmüş oğullarını zengin et-

88
Aristoteles ve Horatius, antik tiyatronun ve şiirin kurallarını saptayan
başlıca yazarlardır.

232
Modeste Mignon

meye çabalayan yüksek Fransız soyluları arasından zengin


kızlar bulmalarına olanak yoktu. Genç Dük d'Herouville'e
kazançlı bir evlilik yaptırabilmek için büyük bankacı ailele­
re yanaşmak, onlara güler yüzlü davranmak gerekiyordu;
gelgelelim D'Herouville'lerin burnu havada kızı, bunların
da hepsini incitici sözlerle gücendirmişti. Restauration'un89
ilk yıllarında 1 8 1 7'den 1 825'e kadar Matmazel d'Herouvil­
le hep milyonların peşinde koştuğu halde, banker Monge­
nod 'nun kızını istememiş, sonra da bu kızla Mösyö de Fon­
taine evlenmişti. Hep kendi hatası yüzünden elden kaçan
güzel fırsatlardan sonra, şimdi de Nucingen'lerin servetinin
yüz kızartıcı yollardan yapıldığını ileri sürüyor ve Bayan
Nucingen'in, kızını düşes yapma isteğine olumlu yanıt ver­
mek istemiyordu. D'Herouville'leri eski görkemli günlerine
döndürmek isteyen Kral, bu evlenmeyi neredeyse yüreklen­
dirmiş, gerçekleşmeyince de Matmazel d'Herouville'e her­
kesin içinde deli damgasını vurmuştu. Halası, yeğenini gü­
lünç duruma düşürmüştü böylece; dük de gülünç duruma
düşmeye çok yatkındı doğrusu. Gerçekten öyledir: İnsana
ilişkin büyük şeyler alıp başını gitti mi geriye kırıntılar, Ra­
belais'nin dediği gibi böyle hurdalar kalır; Fransız soyluları
da bu yüzyılda gereğinden fazla tortu bırakmıştır. Gerçi bu
uzun töreler tarihinde,9 0 ne papazların, ne de soyluların ya­
kınmaya hakkı vardır. Bu iki büyük ve görkemli toplumsal
zorunluluk, burada tam anlamıyla temsil edilmişlerdir; ve
nasıl bir kitabımızda Mortsauf Kontu'nda bir göçmen tipi­
ni canlandırıp ( bkz. Vadideki Zambak ), Espard Markisi'nde
soyluların tüm soyluluğunu belirttiysek ( bkz. Yasak ) burada
da tarafsızlığımızı koruyup, bu türün yozlaştığını gösterme­
miz gerekir; yoksa o güzelim tarihçi tanımından vazgeçmiş

89 Fransa tarihinde Bourbon'ların tahtlarını geri almalarıyla ( 1 8 1 4 ) düşüş­


leri ( 1 830) arasındaki dönem.
90
Balzac İnsanlık Komedyası 'ndan söz ediyor.

233
Ba/zac

olmaz mıyız? Nasıl olmuş da, o güçlüler, o babayiğitler so­


yu, krallığa ünlü bir mareşal, kiliseye kardinaller, Valois'la­
ra kaptanlar, XIV. Louis'ye yürekli savaşçılar yetiştiren o
D'Herouville'lerin mağrur soyu, Butscha'dan daha ufak te­
fek birine, böyle sıska bir adama gelip dayanmıştır? Bu so­
ruyu Paris'in birden fazla salonunda sorabilirsiniz: Fran­
sa'nın en büyük ailelerinden birinin adı okunur; bakarsınız
içeriye ufak tefek, narin, zayıf, çelimsiz bir adam, zamanın­
dan önce çökmüş bir ihtiyar ya da tuhaf bir yaratık girer;
düş gücünüz, eski bir büyüklüğün izlerinden bir belirti bul­
mak için boş yere çırpınır. XV. Louis zamanının eğlenceleri,
bu uğursuz ve bencil dönemin içki ve zevk alemleri, ardın­
da, büyük erdemleri uyuşup gitmiş, çalımından başka bir şe­
yi kalmamış, güçsüz bir kuşak bıraktı. Gösteriş: İşte soylu­
ların elden çıkarmadığı biricik kalıt! Bu yüzden, tek tük özel
durumlar bir yana bırakılacak olursa, XVI. Louis'nin içinde
ölüp gittiği kendini koyvermişlik, Madam de Pompado­
ur'un saltanatının zavallı kalıntılarıyla açıklanabilir. Ne var
ki, sarışın, solgun, çelimsiz, mavi gözlü bir genç olan Ahır
Beyi'nin düşüncelerinde belirli bir saygınlık olmadığını da
söyleyemeyiz. Ama bir yandan boyunun kısalığı, bir yandan
da onu Vilquin'lerin peşinden boş yere koşturan halasının
hataları, genç adamı son derece utangaç biri haline getirmiş­
ti . D'Herouville'lerin soyu, zaten bir düşük yüzünden az da­
ha sona erecekti. ( bkz. Felsefi Denemeler, Lanetli Çocuk ).
XIII. Louis'nin dük unvanını verdiği Büyük Mareşal -aile
içinde böyle anılırdı- seksen iki yaşında evlenmiş ve doğal
olarak aile devam etmişti. Neyse ki genç dük, kadınları se­
viyor ama onları gereğinden fazla yüceltiyor, fazla saygı gös­
teriyor, onlara tapıyor ve ancak saygı gösterilmesi gerekme­
yenlerin yanında rahatlıyordu. Bu yüzden de, bir bölümüy­
le iki yanlı bir yaşam sürdürmek zorunda kalmıştı. Saint­
Germain mahallesinin salonlarında, ya da isterseniz hanım­
ların kabul odalarında diyelim, gönül verdiği kadınlardan

234
Modeste Mignon

yüz bulamayınca, bunun acısını hafifmeşrep tazelerden çıka­


rıyordu. Bu yaşam biçimi ve kısacık boyu, acı çeker gibi gö­
rünen yüzü, heyecanlı mavi gözleri, onu insanların gözünde
büsbütün gülünç duruma düşürüyordu. Doğrusunu isterse­
niz haksız yere: Çünkü dük, çok akıllı ve ince bir adamdı;
ama gösterişsiz zekası, ancak sıkılganlığı elden bıraktığı za­
man kendini gösterebiliyordu. Bu yüzden, epeyce para kar­
şılığında en iyi dostu diye geçinen oyuncu Fanny-Beaupre,
onun için, "İyi bir şaraptır" demişti, " ama öyle sıkı sıkıya tı­
palıdır ki açacağı kırar ! " Ahır Beyi'nin uzaktan uzağa sev­
mekten başka bir şey yapamadığı güzel Maufrigneuse Düşe­
si 'nin, onunla ilgili söylediği söz de, ne yazık ki bütün iğne­
li sözler gibi ağızdan ağıza yayılmıştı. " O " demişti düşes,
" usta ellerden çıkmış bir mücevher etkisi bırakıyor bende;
ama pamuklar içinde duran, kullanılmaktan çok eşe dosta
gösterilen bir mücevher! " Daha da kötüsü, Ahır Beyi, çok
iyi bir binici olmasına karşın, unvanına ters düşen boyu po­
suyla X. Charles'ı bile güldürmüştü. İnsanlar kitap gibidir;
değerleri çoğunlukla iş işten geçtikten sonra anlaşılır. Mo­
deste de, Dük d'Herouville'i, boşu boşuna Vilquin'lerde kal­
dığı o günlerde, uzaktan şöyle bir görmüş ve ister istemez
bütün bunlar aklına gelmişti . Ama şimdi bu koşullarda,
Dük d'Herouville'in adaylar arasına katılmasının, ona yaz­
gısını iki Canalis'in eline de bırakmama olanağını verdiğini
ve bunun ne denli önemli olduğunu anladı. Latournelle'e:
- Neden, dedi; "Dük d'Herouville de adaylar arasına
kabul edilmesin? "
Sonra babasına muzip bir edayla bakarak sözlerini şöyle
sürdürdü :
- Yoksulluğumuza karşın zengin bir kız sayılıyorum. Bu
yüzden artık koşullarımı açıklamam gerekecek . . . Bir hafta­
dan beri Gobenheim'ın bakışları nasıl da değişti görmediniz
mi ? Şu whist partilerini, bana beslediği sessiz sedasız bir hay­
ranlığın hesabına yazamadığına üzülüyor.

235
Balzac

Bayan Latournelle atıldı:


- Aman canım, sus ! İşte geliyor.
- Althor'un babası perişan, dedi Gobenheim içeri girer-
ken Bay Mignon'a.
Kont de La Bastie:
- Neden ? diye sordu.
- Vilquin'in batacağı söyleniyor, Borsa sizin milyonları-
nız olduğuna inanıyor. . .
Charles Mignon çok kuru bir sesle:
- Hindistan'daki girişimlerimi bilen yok, diye yanıt ver­
di; hem işlerimini sırlarını herkese söylemeye meraklı deği­
lim!
Sonra arkadaşının kulağına eğilerek:
- Dumay, dedi; eğer Vilquin sıkıntıdaysa, onun verdiği­
ni peşin ödeyerek bizim villaya geçebiliriz belki.
Bu işler dönedursun, Canalis'le La Briere, pazar sabahı
erkenden gelip Bayan Amaury'nin köşküne yerleştiler. Arka­
sından Dük d'Herouville'in de salı günü, halası ve kızkarde­
şiyle birlikte, hava değişimi bahanesiyle Graville'de kirala­
nan bir eve geleceği öğrenildi. Bu rekabeti görenler, Matma­
zel Modeste yüzünden lngouville' de kiraların yükseleceğini
söylüyorlardı Borsa'da. Vilquin'lerin büyük kızı da düşesli­
ğin elden gittiğini anlayınca öfkesinden:
- Bu gidişle burayı hastaneye çevirecek bu kız, demiş-
tı .
Köşk'te oynanacak bu ezeli Zengin Kız komedyasına,91
Modeste'in durumu göz önüne alınacak olursa, kendisinin
de şaka yollu söylediği gibi, bal gibi de Bir Genç Kızın Prog­
ramı adı takılabilirdi; çünkü Modeste, uğradığı düşkırıklı­
ğından sonra, erdemleri beklentilerini tam olarak karşılaya­
cak bir adamla evlenmeye kesin karar vermişti.

91
Bu adı taşıyan birkaç komedyadan Scribe ve Delavigne'in 1 823 tarihli
oyunu ünlüdür.

236
XLV. Babanın Olağanüstü Olduğu Bölüm

Geldiklerinin ertesi günü, hala içlidışlı dost olan iki rakip,


akşama Köşk'e gitmek için hazırlığa başladılar. Bütün bir pa­
zar gününü, denklerini, eşyalarını açmakla, Bayan Ama­
ury'nin köşküne yerleşmekle, bir aylık konukluğun gerekti­
receği düzenlemeleri yapmakla geçirmişlerdi. Bir bakan çö­
mezi niteliğiyle çeşitli hilelere başvurma hakkını kendinde
bulan şair her şeyi hesaplıyor ve Le Havre'a gelişinin çevre­
de yaratabileceği gürültüden yararlanmak istiyordu. Öyle
ya, bu gürültünün yankıları, Köşk'ten pekala duyulabilirdi.
" Yorgun adam " havasındaki Canalis dışarı çıkmadı. La
Briere, gidip iki kez Köşk'ün önünde dolaştı . Bir tür umut­
suzluk içinde gönül çekiyor, hoşa gitmemiş olmaktan deli gi­
bi korkuyor, geleceğini kara bulutlarla kaplı görüyordu. İki
dost pazartesi günü akşam yemeğine indiklerinde, her ikisi
de ilk ziyareti, ziyaretlerin bu en önemlisini düşünerek giyin­
mişlerdi. La Briere'in üstünde pazar günü kilisede giydiği
giysiler vardı. Ama kendini büyük bir yıldızın gezegeni gibi
görüyordu ve artık yazgının ellerine bırakmıştı. Canalis'e ge­
lince, o ne siyah giysisini, ne nişanlarını, ne de koruyucusu
Düşes de Chaulieu'yle ve Saint-Germain mahallesinin en seç­
kin insanlarıyla düşüp kalkarak büsbütün kusursuzlaştırdığı
salon davranışlarını ihmal etmiş, kibar züppeliğin bütün in­
celiklerini gözetmişti; oysa zavallı La Briere, umutsuz bir

237
Balzac

adamın boyun eğmişliği içindeydi. Yemekte, efendilerine hiz­


met eden Germain, bu aykırılığa gülümsemekten kendini
alamadı. İkinci yemekte, içeriye oldukça "diplomatça " ya da
daha doğrusu, kaygılı bir tavırla girdi. Canalis'e hafifçe:
- Efendimiz, Ahır Beyi'nin de Graville'e, Baron Cenap­
ları'yla Bay de La Briere'in tutulduğu aynı rahatsızlıktan
kurtulmak üzere geleceğini biliyorlar mı ? dedi.
Canalis:
- Şu ufak tefek Herouville Dükü mü ? diye bağırdı.
- Evet efendim.
- Matmazel de La Bastie için mi geliyor ? diye sordu La
Briere kızararak.
Germain:
- Matmazel Mignon için! diye yanıt verdi.
Canalis, La Briere' e baktı:
- Bizimle oynuyorlar! dedi.
Ernest heyecanla:
- Yola çıkışımızdan beri ilk kez biz diyorsun, diye yanıt­
ladı; şimdiye kadar hep ben diyordun !
Melchior kendini tutamayarak güldü:
- Beni bilirsin, dedi. Ama bizler, ne saraya bağlı büyük
bir görevle, ne düklük, meclis üyeliği gibi unvanlarla, ne de
benim yazdığım bir rapor üzerine Danıştay'ın D'Herouville
ailesine verdiği bataklıklarla başa çıkacak durumdayız.
La Briere ciddiyetle karışık muzip bir edayla:
- Beyefendileri, kızkardeşinin kişiliğinde sana bir "tesel­
li armağanı" sunuyor, dedi.
Bu sırada, La Bastie Kontu'nun geldiği haber verildi. İki
genç, kontun gelmesini bekleyerek ayağa kalktılar. La Briere,
Canalis'i tanıtmak için heyecanla ileri doğru atıldı. Charles
Mignon, genç denetçiye:
- Paris'teki ziyaretinize karşılık vermem gerekiyordu,
dedi; buraya gelirken büyük şairlerimizden birini göreceğim
için de ayrıca seviniyordum.

238
Modeste Mignon

Şair gülerek:
- Büyük mü Mösyö ? . . diye yanıt verdi; Napoleon'un
saltanatıyla başlayan bu yüzyılda, artık büyük bir şey ola­
maz . Bizler her şeyden önce, bir sözde büyük şairler kala­
balığıyız ! . . Üstelik ikinci sınıf adamlar öyle güzel üstün
yetenek taklidi yapıyorlar ki, büyük şöhretlere artık yer
yok.
La Bastie Kontu:
- Bu yüzden mi politikaya atıldınız? diye sordu.
Şair:
- Orada da aynı şey, dedi; bundan sonra büyük devlet
adamı da yetişmez. Olsa olsa olayların düzeyine az çok eri­
şen kimseler çıkar. Asker hurcuyla vergi borcunu birbirine
karıştıran Anayasa'nın bize getirdiği böyle bir rejim içinde,
ancak sizin Çin'e gidip aradığınız şeye, paraya güvenilebi­
lir!
Melchior, kendinden ve gelecekteki kayınbabasında bı­
raktığı izlenimden hoşnut, Germain' e döndü:
- Kahvelerimizi salonda içeriz, dedi ve tüccarı salona
davet etti. O sırada La Briere söze karıştı:
- Size çok teşekkür ederim Kont Cenapları, dedi; arka­
daşımı evinize nasıl getireceğimi bir türlü bilemiyordum; be­
ni bu sıkıntıdan kurtardınız. Yüce gönüllü olduğunuz kadar
ince zekalısınız da ...
- Yok canım! dedi Charles Mignon; bütün Provence'lı-
ların bu kadarcık aklı vardır.
Canalis:
- Demek Provence'lısınız? diye sordu.
La Briere:
- Dostumu hoş görün, dedi; benim gibi La Bastie'lerin
tarihini incelemedi henüz.
Bu dostça anımsatma üzerine Canalis, Ernest'e şöyle bir
baktı.
Provence'lı, büyük şaire:

239
Balzac

- Eğer sağlığınız izin verirse evimi onurlandırmanızı is­


teyeceğim, dedi; bu bizim için özel bir gün, eskilerin dediği
gibi, albo notanda lapillo 92 bir gün olacak. Küçücük bir ev­
de bunca büyük bir şöhreti ağırlamak bizim için biraz güç
olacak ama, ne yapalım ki, şiirlerinizi besteleyecek kadar si­
ze hayranlık duyan kızımın sabırsızlığını gidereceksiniz.
- Sizde şöhretten iyisi var, dedi Canalis; Ernest'e bakılır­
sa güzellik sizin evdeymiş.
Charles:
- Biraz taşralı bulacağınız bir kızcağız, diye yanıtladı
onu.
Canalis kuru bir edayla:
- Söylendiğine göre Dük d'Herouville'in talip olduğu
bir taşralı, dedi.
Bay Mignon güneylilere özgü sinsi bir saflıkla:
- Kızımı özgür bırakıyorum, diye yanıt verdi. Dükler,
prensler, sıradan insanlar, benim için hepsi bir; üstün yete­
nekli biri bile . . . Hiçbir söz vermek istemem; Modeste'imin
seçeceği delikanlı damadım olacaktır. . .
Sonra La Briere'in yüzüne bakarak:
- Daha doğrusu, dedi; oğlum olacaktır. Ne yapalım
ki, Bayan de La Bastie Alman, bizim törelerimizi kabul
etmiyor. Ben de bu iki kadının sözünden dışarı çıkmam.
Ara bayı sürmektense içinde gitmeyi yeğlerim. Bu ciddi
şeylerden gülerek söz edebiliriz; çünkü Dük d'Herouvil­
le'i daha görmedik ve nasıl aracıyla yapılan evliliklere
ınanmıyorsam, ana baba zoruyla yapılan evliliklere de
ınanmam.
Canal is:
- Mutluluğun felsefe taşını evlilikte arayan iki delikanlı
için hem umut kırıcı, hem de umut verici sözler, dedi.
Charles Mignon:

92
Latince: "Beyaz taşla işaretlenecek. " Romalılar beyazı uğurlu sayarlardı.

240
Modeste Mignon

- Ana babanın, kızın ve taliplerin bütünüyle özgür ol­


ması koşulunu, yararlı, gerekli ve akıllıca bulmuyor musu­
nuz? diye sordu.
Canalis, La Briere'in bir bakışı üstüne sustu; havadan su­
dan konuşmaya başladılar. Bahçede bir iki dolaştıktan son­
ra baba, iki arkadaşı beklediğini söyleyerek gitti.
Canalis:
- Sepetleniyoruz, dedi; sen de benim kadar anladın bu­
nu. Ben de onun yerinde olsam, ne kadar hoş insanlar olur­
sak olalım, Ahır Beyi'yle bizler arasında bir an duraksamaz­
dım.
- Sanmam, diye yanıtladı La Briere; öyle sanıyorum ki
bu iyi yürekli asker, buraya bir an önce seni görmeye ve evi­
nin bizlere açık olduğunu, bu işe de karışmayacağını söyle­
meye geldi. Senin şöhretine kapılan Modeste, benim kişiliği­
me kandı, şimdi Şiir'le Gerçek arasında. Ben de Gerçek ol­
mak bahtsızlığı içindeyim.
Canalis, kahve fincanlarını toplamaya gelen uşağa:
- Germain, dedi; söyle arabayı hazırlasınlar. Yarım saa­
te kadar çıkacağız. Köşk'e gitmeden önce biraz dolaşmak is­
tıyoruz.

24 1
XLVI. Delikanlılardan Birinin Sanıldığından
Daha Evli Olduğunun Anlaşılması

Delikanlıların ikisi de Modeste'i görmek için sabırsızlan­


makta birbirinden aşağı kalmıyor, ama La Briere bu görüş­
meden çekiniyor, Canalis ise kibirli bir güvenle gidiyordu
oraya. Ernest'in, kızın babasına yaklaşması ve Canalis'in pa­
tavatsızlığını meydana çıkararak tüccarın soyluluk gururunu
okşaması, şairi kendine bir rol biçmeye yöneltti. Bir yandan
Modeste'i baştan çıkarmak için elinden geleni yapmaya, öte
yandan da umursamıyormuş gibi durarak onu beğenmediği
duygusunu vermeye, böylece de genç kızın özsaygısını ayak­
landırmaya karar verdi. Güzel Chaulieu Düşesi'nin öğrenci­
si olduğu için "kadınları iyi tanır"a çıkan şöhretine uygun
davranıyor, oysa tek bir tutkunun kurbanı mutlu kulların
çoğu gibi, kadınları tanımıyordu. Zavallı Ernest arabadaki
köşesinde, gerçek bir sevdanın verdiği acılar içinde, incinmiş
ve yaralanmış bir kızın öfkesini, küçümsemesini, tepeden
bakmasını önceden duyumsayarak üzgün üzgün susadur­
sun, Canalis yeni bir oyunda önemli bir role çıkacak aktör
gibi sessiz sedasız hazırlanıyordu. İkisi de mutlu insanlara
benzemiyordu kesinlikle. Üstelik bu olup bitenler, Canalis'in
çıkarlarına ciddi zararlar verebilirdi. Evlenmeyi şöyle bir ak­
lından geçirmesi bile, Chaulieu Düşesi'yle aralarında aşağı
243
Ba/zac

yukarı on yıldan beri süregiden o ciddi dostluk bağını hemen


koparabilirdi. Yolculuğuna, yorgunluk gibi, doğru olduğu
zaman bile kadınların inanmayacağı beylik bir bahane bul­
muştu ve vicdanı onu biraz rahatsız ediyordu.
Vicdan sözcüğü La Briere'e öyle ikiyüzlüce göründü ki,
şair ona üzüntüsünü açtığı zaman omuz silkti:
- Bana öyle geliyor ki dostum, senin vicdan dediğin, sa­
dece Bayan de Chaulieu'nün sevgisini kaybedip, gururunu
okşayan kimi zevklerden, kimi gündelik ayrıcalıklardan ve
bir alışkanlıktan yoksun kalma korkusu. Çünkü Modeste'i
elde edebilirsen, sekiz yıldan beri çoktan tükenen bir sevda­
nın kırıntılarından, hiç üzülmeden vazgeçersin. "Buraya ne­
den geldiğimi öğrenirse düşesin gözünden düşerim, bundan
korkuyorum" desen sana kolayca inanırım. Düşesten vaz­
geçmek, üstelik Köşk'te de bir iş becerememek, işte bu biraz
acıklı olur. İki seçenek arasında kalmışsın, vicdan sızısı sanı­
yorsun.
Övgü beklerken doğru sözle karşılaşan herkes gibi canı
sıkılan Canalis:
- Sen duygu nedir bilmiyorsun, dedi.
La Briere gülerek:
- İşte iki karılı bir adamın j üriye söylemesi gerekenler,
diye yanıtladı onu.
Bu iğneleme de Canalis'in hoşuna gitmedi; La Briere'i bir
sekretere yakışmayacak derecede şakacı ve teklifsiz buldu.

244
XLVII. Şair Neredeyse Güzel
Bir Kadındır

Canalis'in adamları gibi giyinmiş bir arabacının sürdüğü


görkemli bir faytonun kapıya dayanması, iki talibin beklen­
diği köşkte büyük bir heyecan uyandırdı; Butscha'yla dükten
başka öykümüzün bütün kahramanları da oradaydı. Araba­
nın sesini duyar duymaz pencereye koşan Bayan Latournel­
le, Dumay'ye:
- Şair hangisi ? diye sordu .
- Şu trampetçi çavuşu gibi yürüyen, diye yanıtladı kasa-
dar.
Noterin karısı, kendisine bakıldığını bilen bir adam
edasıyla salına salına yürüyen Melchior'u iyice gözden ge­
çirerek:
- Yaa ! dedi.
Dünyanın en sade adamı olan Dumay'nin bu benzetme­
sinde biraz insafsızlıkla birlikte doğru bir yan da vardı. Ken­
dilerinden genç erkeklerle düşüp kalkan kadınlar, sevgilileri­
ni nasıl pohpohlar, şımartırlarsa, bu soylu kadın da Canalis'i
öyle pohpohlamış, şımartmıştı; bu yüzden de kendini beğen­
mişin biri olup çıkmıştı şair. Bir erkeği kendine sonsuza dek
bağlamak isteyen yaşlıca bir kadın, herhangi bir rekabeti
olanaksız kılmak için sevgilisinin kusurlarını büyük birer er-

245
Balzac

demmiş gibi göklere çıkarmakla işe başlar; çünkü rakibi, bir


erkeğin hemen de alışıverdiği bu çok ince övgülerin sırrını
birdenbire kavrayamaz. Doğuştan kendini beğenmiş olma­
yan insanlar bile, bu kadınca manevradan sonra kendilerini
beğenmeye başlarlar. Güzel Chaulieu Düşesi'nin eline genç
yaşta düşen Canalis de, beğenisini herkesin örnek aldığı bir
kadının hoşuna gittiğini görerek, yapmacıklarını kendine ya­
kıştırmaya başlamıştı. Bunlar çok ince şeylerdir ama anlatıl­
maları olanaksız değildir. Böylece Melchior, hayran oluna­
cak bir şiir okuma yeteneğine sahip olduğu halde, duyduğu
nazik övgüler yüzünden, ne şairin, ne de oyuncunun bir da­
ha geri dönemeyeceği bir abartıya yönelmiş ve kendisi için,
"Şiir değil maval okuyor" dedirtmişti (hep o De Marsay'nin
başının altından çıkıyordu bunlar); heceleri gereğinden fazla
uzatıyor, kendi söylediğini kendi de dinliyordu. Tiyatrocu
ağzıyla söylersek, arayı biraz fazla soğutuyordu. Dinleyicile­
rine arada bir, "Nasıl ? " der gibi bakıyor, şiirini kendi de be­
ğenip duruyor, sanatçı takımının ağzından çıkan bütün söz­
ler gibi hoş bir deyimle, oyuncuların "salıncak " dedikleri bü­
tün oyun hilelerine başvuruyordu. Doğrusu Canalis'in bir
sürü taklitçisi de çıkmış ve bir çığırın başı olmuştu. Şiirlerini
böyle abartıyla okuya okuya, sözlerini de biraz abartıyla
söylemeye, Dumay'yle konuşurken de görüldüğü gibi, soh­
betine bir söylev çeşnisi katmaya başlamıştı. Bir kez kafa
hoppalaşmaya görsün, insanın hali tavrı da ister istemez et­
ki altında kalır. Böylece Canalis de yürürken salınmaya, ken­
dine duruşlar bulmaya, aynalara kaçamak bakışlar atmaya
ve konuşmasını çalımlı tavrına uydurmaya başlamıştı. Çev­
rede bırakacağı etkiye o kadar önem veriyordu ki, Blondet
gibi bir alaycı, saçlarına, çizmelerine ya da frakının kuyruğu­
na gözlerini dikerek şairi şaşırtabileceğine bahse girmiş ve
bahsi kazanmıştı. Çiçeği burnunda gençliğinin hatırına çeki­
len bu yapmacık tavırları, aradan on yıl geçip Melchior bi­
raz yıpranınca, büsbütün kokana işi olmaya başlamıştı. Ki-

246
Modeste Mignon

barlar dünyasının yaşam tarzı, erkeği de kadınlar kadar yo­


rar. Hem belki de düşesin şairden yirmi yaş büyük olması,
Bayan de Chaulieu'den çok Canalis'i etkiliyordu. Çünkü in­
sanlar düşesi hep güzel, hep kırışıksız, hep boyasız, hep acı­
masız görüyorlardı. Ne yazık ki, alçakgönüllülüklerinin tadı
kaçınca, gözlerindeki tatlılık yalancı bir anlam alınca, yüzle­
rinin ifadesi bir yapmacığa bürününce, zekalarının cilası al­
tından kararmış iskeletleri sırıtınca, kadınları da erkekleri de
uyaracak tek bir dost çıkmaz. Yalnızca üstün yetenekli kişi­
ler, yılan gibi kendini yenilemeyi bilir. Her şeyde olduğu gibi
zariflik konusunda da yaşlanmayan yalnızca gönüldür. İyi
yürekli insanlar sadedir. Oysa bildiğiniz gibi Canalis katı yü­
rekliydi. Düşüncenin gözlere sağladığı durgunluğu yerli yer­
siz taklide kalkışır, böylece bakışlarının güzelliğini de kötüye
kullanırdı. Son olarak da övgü, onun çok getiri beklediği bir
alışverişti. Yüzeysel insanların hoşuna giden övgüleri, baya­
ğılıklarıyla, bir amaç güdüyormuş duygusunu veren küstah­
lıklarıyla, ince insanlara bir aşağılama gibi gelebilirdi. Ger­
çekten de tam bir dalkavuk gibi yalan söylerdi Melchior. Bir
seferinde, dışişleri bakanı olarak kürsüye çıkıp verdiği söy­
levle pek de iyi bir etki bırakmayan Dük de Chaulieu'ye yü­
zü kızarmadan, "Efendimiz, kürsüde yüceldiniz! " demişti.
Küçük dozlarda verilmiş başarısızlıklarla kimbilir nice Ca­
nalis bu yapmacıklardan kurtulabilirdi aslında! Saint-Ger­
main mahallesinin yaldızlı salonlarında oldukça hafif kalan
bu kusurlar, bambaşka türden gülünç insanlar yetiştiren taş­
ranın göbeğinde büsbütün göze batar; çünkü o salonlarda
herkes biraz gülünçtür, üstelik bu tür böbürlenmeler, yapma­
cıklar, daha doğrusu çabalar, aşırı bir lüksün, paha biçilmez
giysilerin arasına karışarak belki de bağışlatırlar kendilerini.
Hem iki dirhem bir çekirdek, hem de yapmacıklı bir insan
olan Canalis, artık değişemezdi zaten; düşesin onu döktüğü
kalıba gireli çok olmuştu. Üstelik çok Parisli, daha doğrusu
çok Fransızdı. Parisli, her şeyin her yerde Paris'teki gibi,

247
Balzac

Fransız da Fransa'daki gibi olmamasına şaşar. Oysa ince be­


ğeni, kendi yaradılışından fazla bir şey yitirmeden yabancı­
ların alışkanlıklarına uymayı gerektirir. Örnek centilmen Al­
kibiades, böyle biriydi. Gerçek zariflik, esnektir; bütün ko­
şullara uyar, toplumun her tabakasıyla kaynaşır, kimi kent­
soylu karılarının göz alıcı tüyleri, dallı güllü giysileriyle salın­
dıkları sokağa o, güzel dikilmiş, ucuz bir giysiyle çıkmasını
bilir. Ama, onu ondan çok kendisi için seven bir kadının et­
kisinde kalan Canalis, her yanda borusunu öttürmek, her
yerde olduğunu olmak istiyordu. Paris'teki büyük adamlar­
dan birkaçının da kapıldığı bir hataya düşerek hayranlarını
yanında gezdirdiğini sanıyordu.

248
XLVIII. Oyuna Görkemli Bir Giriş

Şair salona ölçülü biçili bir tavırla girerken, La Briere da­


yak yemekten korkan bir köpek gibi süzülmüştü içeriye.
Canalis, Bayan Mignon'a bir iltifat savurup kadınları se-
lamladıktan sonra Dumay'yi görünce:
- İşte bizim asker! dedi.
Sonra tumturaklı bir edayla elini uzatarak:
- Nasıl, endişeleriniz yatıştı değil mi ? diye ekledi; ama
küçükhanımı görünce, insan bu endişeleri çok iyi anlıyor.
Ben yeryüzü yaratıklarından söz etmiştim, meleklerden
değil.
Salondakilerin halinden tavrından, herkesin bu sözlerin
anlamını merak ettiği anlaşılıyordu. Herkesin bir açıklama
beklediğini anla yan şair:
- Napoleon, diye devam etti; çok büyük olduğu için ya­
şamayan imparatorluğunu, böyle demir gibi adamların
omuzlarına, bu temel direklerinin üstüne yüklemek istemiş­
ti. Oysa böyle işlerde ancak zaman, bir çimento işlevini gö­
rebilir. İşte bu adamlardan birini heyecanlandırmış olmayı
büyük bir başarı sayıyorum. Ama gerçekten gurur duyula­
cak bir başarı mı bu ? Benim bunda fazla bir katkım yok.
Düşüncenin olguyu yenmesiydi bu. Çatışmalarınız sevgili
Bay Dumay, kahramanca görevleriniz Kont Cenapları, kısa­
cası savaş, Napoleon'un düşüncesinin büründüğü biçim ol-
249
Balzac

du. Bütün bunlardan ne kaldı geriye ? Onları örten çayır çi­


men habersiz; ekinlere sorun, yerlerini bile gösteremez. Ta­
rihçi olmasa, yazılarımız olmasa, gelecek, bu kahramanca
dönemi bilmeyebilirdi! Böylece on beş yıllık savaşlarınız, ar­
tık düşüncelerden başka bir şey değil; imparatorluğu da bu
kurtaracak zaten; şairler onu bir şiire dönüştürecek ! Böylesi
savaşlar kazanmayı bilen bir ülke, bunları şarkılarla yücelt­
meyi de bilmeli !
Canalis, gözlerini salondakilerin yüzünde bir bir gezdire­
rek, bu taşralıların şaşkınlık parsasını toplamak için durdu.
- Sizi görmemekten duyduğum üzüntüyü, sözlerinizi
dinlerken bana duyurduğunuz hazla nasıl giderdiğinizi bile­
mezsiniz! dedi Bayan Mignon.
Canalis'e hayran olmaya karar veren Modeste -ki öykü­
müzün başladığı gün üstünde bulunan giysileri giymişti­
hayran ve şaşkın görünüyordu; elinden işi düşmüş, işlemeye
bağlı bir sap iplik parmaklarına takılı kalmıştı. Sekreterin bi­
raz geride kaldığı fark eden Charles:
- Modeste, işte Mösyö de La Briere, " dedi, "Mösyö Er­
nest, işte kızım.
Genç kız, Ernest'e soğuk bir selam verdi, sanki onu ilk
kez görüyormuş gibi baktı; kızarmadan:
- Bağışlayın Mösyö dedi; Fransa'nın en büyük şairine
duyduğum büyük hayranlık, başkalarını görmeme engel
olursa, dostlarım bunu yeterli bir özür sayarlar.
Matmazel Mars'ın93 onca ünlü sesi gibi körpe ve vurgu­
lu bu ses, Modeste'in güzelliğiyle zaten başı dönen zavallı de­
netçiyi büsbütün büyüledi; şaşkınlık içinde, gerçekten için­
den gelseydi yüce diyebileceğimiz bir yanıt verdi:
- Ama o benim dostum!
Modeste:
- Öyleyse beni bağışladınız, yanıtını verdi.

93
Dönemin ünlü bir Comedie Française oyuncusu.

250
Modeste Mignon

Canalis, Ernest'in omzuna elini koyup, Ephestion'a yas­


lanan İskender gibi yaslandı:
- Dosttan da ileri, dedi; birbirimizi iki kardeş gibi seve­
rız . . .
Bayan Latournelle, Ernest'i ufak tefek notere göstererek
ansızın büyük şairin sözünü kesti:
- Bu bay, hani kilisede gördüğümüz o kimsenin tanıma-
dığı adam değil mi ?
Charles Mignon, Ernest'in kızardığını görerek:
- Neden olmasın ? .. diye yanıt verdi.
Modeste soğuk bir edayla işini yeniden eline aldı.
Dumay'nin yanına oturan La Briere:
- Madam'ın hakkı olabilir, dedi; Le Havre'a iki kez gel­
dim.
Genç kızın güzelliğine vurulan Canalis, Modeste'in hay­
ranlığını yanlış anladı ve tam istediği etkiyi bıraktığı için ken­
dini kutladı.
Genç kız, Bayan Latournelle'in densizliği yüzünden yarı­
da kalan konuşmayı canlandırmak için:
- Sadık bir dostu olmayan üstün yetenekli kişiye kalpsiz
diyeceğim gelir, dedi.
Canalis:
- Ernest'in bağlılığına bakıp kendimi bir şey sanabili­
rim, diye yanıtladı onu; çünkü bu sevgili Pylades94 tepeden
tırnağa yetenektir. Barıştan bu yana gelip geçen bütün ba­
kanlardan en büyüğünün sağ koluydu. Olağanüstü bir ko­
numu olmasına karşın politikada bana yol göstermeyi üs­
tüne aldı. Bana işleri öğretir, deneyimiyle besler, oysa en
yüksek görevlere göz dikebilecek biridir. Benden iyidir kı­
sacası ! . .
Modeste'in bir hareketi üstüne, zarif bir edayla:

94
Orestes'in yoldaşı; eski Yunan yazınında bir dostluk simgesi olarak
gösterilir.

25 1
Balzac

- Benim dile getirdiğim şiir, onun gönlündedir, diye de­


vam etti Melchior; bunları yüzüne karşı söylüyorum, çünkü
bir rahibe kadar alçakgönüllüdür.
Ne yapacağını şaşıran La Briere:
- Yeter, yeter! dedi; kızını evlendirmek isteyen bir anaya
benziyorsun sevgili dostum.
Charles Mignon, Canalis'e dönerek:
- Nasıl oluyor da, diye sordu; bir politikacı olmayı dü­
şünüyorsunuz ?
Modeste:
- Bir şair için şiirden vazgeçmektir bu, dedi; politika
maddeci insanların işidir . . .
- Ah Matmazel! Bugün politika kürsüsü dünyanın en
büyük tiyatrosu haline geldi; şövalyeliğin dövüş alanı şimdi
burası. Vaktiyle bütün yürekli insanlar orduda toplanırmış,
şimdi de bütün akıllı insanlar politikada buluşacak.
Canalis savaş atına atladı, on dakika boyunca politika
yaşamından söz etti: Şiirin, devlet adamının önsözü olduğu­
nu . . . Bugün, hatibin her şeyi genelleştiren yüce bir adam, bir
düşünce çobanı haline geldiğini . . . Bir şairin, eğer ülkesine
geleceğin yolunu gösterebiliyorsa, kendi kendisi olmaktan
çıkmayacağını . . . Chateaubriand'ı örnek vererek, onun gü­
nün birinde yazınsal yanından çok, politikacılığıyla önemli
görüleceğini ... Fransız politika kürsüsünün insanlığa yol gös­
teren bir meşale olacağını . . . Bugün sözlü savaşımın, savaş
meydanının yerine geçtiğini . . . Meclisteki bir oturumun Aus­
terlitz'in yerini tuttuğunu, hatiplerin generaller düzeyine
yükseldiğini, tıpkı savaştaymış gibi yaşamların, cesaretlerin,
güçlerin yitirilmesine yol aça bildiklerini, tıpkı generallerin
savaşta yıprandığı kadar yıprandıklarını söyledi. "Söz " dedi,
"insanın göze alabileceği en korkunç savurganlık, bir canlı
akım savurganlığı demek değil midir? " vb. vb ...
Yeni zamanların beylik düşüncelerinden oluşan, ama caf­
caflı deyimlerle, yeni sözcüklerle süslenen bu doğaçlama, Ba -

252
Modeste Mignon

ron de Canalis'in günün birinde politika alanında büyük bir


şöhret kazanacağını kanıtlama amacını güden bu söylev, no­
terin, Gobenheim'in, Bayan Latournelle'in ve Bayan Mig­
non'un üstünde derin bir etki bıraktı . Modeste bir gösteride
gibiydi ve oyuncuya hayranlıkla bakıyordu; tıpkı kendisini
hayran hayran izleyen Ernest gibi. La Briere bütün bu sözle­
ri ezbere bilse de, genç kızın çıldırırcasına vurulduğu gözle­
rinden bir kez daha dinliyordu onları. Modeste, bu gerçek­
ten sevdalı gencin kendisine mektup yazarken, mektuplarını
okurken kafasında yarattığı öteki Modeste'lerin hepsini göl­
gede bırakmıştı şimdi .
Hayranlarını bıktırmak istemeyen Canalis'in, süresini
önceden belirlediği bu ziyaret, gelecek pazartesi yapılacak
bir akşam yemeği çağrısıyla sona erdi. Kont de La Bastie:
- Pazartesiye kadar Köşk'ten çıkıyoruz, dedi; burası yi­
ne Dumay'nin evi oluyor. Biraz önce dostum Latournelle'in
yazıhanesinde Vilquin'le bir sözleşme imzaladım; altı ay için­
de verdiğim parayı ödeyemezse villa bana kalacak; eski evi­
me dönüyorum.
- Umarım Vilquin ona ödünç verdiğiniz parayı ödeye­
mez, dedi Dumay.
Canalis:
- Orada, servetinize uygun bir evde oturacaksınız,
dedi.
Charles Mignon hemen yanıtladı onu:
- Varsayılan servetime uygun bir ev.
Canalis, Modeste'e döndü; sevimli bir edayla eğilerek:
- Bu madonna benzeri kızın, dedi; tanrısal niteliklerine
uygun bir yerde oturmaması günah olurdu.
Canalis'in Modeste'le ilgili söyledikleri, bu kadarla kaldı.
Genç kıza bakmıyor gibi yapmış, evlenmeyi aklından geçir­
mesi olanaksız biri gibi davranmıştı. İki Parislinin ayak ses­
leri bahçenin kumlarında uzaklaşırken noterin karısı:
- Ah Bayan Mignon, dedi; ne akıllı adam!

253
Balzac

- Parası var mı ? Bütün sorun burada, diye yanıtladı onu


Gobenheim.
Modeste penceredeydi; büyük şairin tek bir hareketini
kaçırmıyor, Ernest de La Briere'e bir kerecik olsun bakmı­
yordu. Bay Mignon içeri girdikten, Modeste de dönen fay­
tondan iki dostun son selamını alıp yerine oturduktan sonra
büyük bir tartışma oldu. Taşralılar, ilk kez görüştükleri Pa­
risliler hakkında böyle u�un uzadıya konuşurlar. Bayan La­
tournelle'in, Modeste'in ve annesinin karşılıklı övgüleri ara­
sında, Gobenheim, "Zengin mi ? " sorusunu yineledi.
- Zengin olmuş olmamış, ne çıkar ! yanıtını verdi Mo­
deste. Bay Canalis'in, devletin en yüksek mertebelerine geçe­
cek bir adam olduğunu görmüyor musunuz ? Onda servetten
daha iyisi, paranın anahtarı var.
- Ya bakan olur ya da elçi, dedi Bay Mignon.
Latournelle:
- Yine de cenaze harcamalarını vergi mükellefleri öder,
dedi.
- Neden ? diye sordu Charles Mignon.
- Matmazel Modeste'in bol keseden "kazanır " dediği
paraların hepsini yiyecek birine benziyor da ondan.
Canalis'e bir türlü ısınamayan Dumay:
- Kendisini bir madonna'ya benzeten şairi, Matmazel
Modeste övmez de ne yapar ? dedi.
Gobenheim, ısrarla whist masasını hazırlıyordu, çünkü
Bay Mignon'un dönüşünden beri Latournelle'le Dumay, fişi­
ni on paradan oynamaya razı olmuşlardı.
Bay Mignon, bir pencere önünde, kızına:
- Haydi meleğim, babacığının her şeyi düşündüğünü
itiraf et ! dedi. Eğer Paris'teki eski terzine, alışveriş ettiğin
yerlere bu akşam siparişlerini verirsen, sekiz gün sonra zen­
gin bir kıza yakışacak biçimde giyinir kuşanırsın, biz de bu
arada eski evimize yerleşiriz. Sana güzel bir midilli aldım,
bir biniş giysisi yaptırmayı da unutma, Ahır Beyi bu kadar­
cık bir özene değer.
254
Modeste Mignon

Yanaklarında sağlığın renkleri görünmeye başlayan Mo-


deste:
- Hem, dedi; gezdirilecek bu kadar konuğumuz var.
- Sekreter pek konuşmadı, dedi Bayan Mignon.
Bayan Latournelle:
- Sersemin biri, yanıtını verdi. Şair herkesle ayrı ayrı il­
gilendi. Köşkü kiralarken verdiği zahmetlere karşılık Latour­
nelle'e teşekkür etti. Bana da, " Kocanız sanki bir kadına da­
nışmış da bu evi kiralamış" dedi. Oysa öteki oturdu kaldı
orada; bir İspanyol gibi gamlı, gözleri bir noktaya dikilmiş,
sanki yiyecekti Modeste'i. Bana öyle baksaydı korkardım
doğrusu.
- Güzel bir sesi var, dedi Bayan Mignon.
Yan gözle babasına bakan Modeste:
- Buraya şair hesabına, Mignon'lar üstüne bilgi edinme­
ye gelmiş olmalı, dedi; çünkü kilisede gördüğümüz gerçekten
oydu.
Bayan Dumay'yle Bayan Latournelle, Ernest'in yolculu­
ğuyla ilgili bu açıklamayı kabul ettiler.
Canalis, araba köşkten biraz uzaklaşır uzaklaşmaz:
- Biliyor musun Ernest, dedi; Paris kibarları arasında
bu güzel kız ayarında, evlenilecek tek bir kadın göremiyo­
rum.
La Briere acı acı :
- Olan oldu, yanıtını verdi; seni seviyor, daha doğrusu
sevecek. Şöhretin sayesinde yarı yolu aştın. Kısacası her şey
senin emrinde. Bir dahaki sefere Köşk'e yalnız gidersin.
Modeste beni alabildiğine küçümsüyor, hakkı da var. Elde
edemeyeceğim bir kızı gidip hayran hayran seyretmenin, is­
temenin, sevmenin, bu işkencelere katlanmanın ne gereği
var!
Bir iki avutucu söz gevelerken Sezar'ın ünlü tümcesini95
yeni bir biçimde söylemiş olmaktan hoşnut kaldığı belli olan

95 " Geldim, gördüm, yendim! "

255
Balzac

Canalis, Düşes de Chaulieu'yle ilişkisini kesme isteğini de


açığa vurdu. Bu konuşmaya dayanamayan La Briere, araba­
dan inmek için, nasıl olduğu pek belli olmayan gecenin gü­
zelliğini bahane ederek, deli gibi deniz kenarına koştu. Ken­
disini gözleyen iki gümrük görevlisini endişeye düşürdüğü­
nün farkına varmadan, bir tür çılgınlık içinde, kimi zaman
hızlı hızlı yürüyerek, kendi kendine konuşarak, kimi zaman
oturup, kimi zaman kalkarak, on bir buçuğa kadar kıyıda
kaldı. Modeste'in akıllıca düşüncelerine, saldırganca saflığı­
na vurulduktan sonra, kendisini on gün önce Le Havre kili­
sesine sürükleyen bütün o nedenlere, genç kızın güzelliği kar­
şısında duyduğu tapma derecesindeki hayranlığı, yani ne­
densiz sevdayı, açıklamasız aşkı ekliyordu şimdi de.

256
XLIX. La Briere'e Kıyasla Butscha,
Mutluluğa Kıyasla Din Gibidir

Köşk'e döndü; ama Pirene köpekleri o kadar havladılar


ki Modeste'in pencerelerini seyretme mutluluğunu yaşaya­
madı. Bir ressam son tabakanın altında kalan boya katlarını
nasıl umursamazsa, sevda işinde de böyle şeyler, sevdalı için
önemsizdir. Ne var ki aşk, her şeyiyle bunlardan oluşur, tıp­
kı sanatın, bütünüyle göze görünmeyen çabalardan oluşma­
sı gibi; sonunda bunlardan, kadının ve toplumun -çoğu za­
man geç de olsa- hayran kaldığı büyük bir ressam, gerçek
bir sevdalı çıkar.
- Ne yapalım! diye kendi kendine bağırdı La Briere; bu­
rada kalacağım, acı çekeceğim, onu göreceğim, bencilce, yal­
nız kendim için seveceğim! Şu kendinden başkasını düşün­
meyen Canalis'e varsa da, Modeste benim güneşim, yaşa­
mım olacak, onun soluğunu içime çekeceğim, sevindi mi se­
vineceğim, üzüldü mü sararıp solacağım.
Yol kenarındaki çalının dibinden bir ses yükseldi:
- Sevda diye buna derler Mösyö ! Şu işe bakın !
Matmazel de La Bastie'ye herkes mi vurgun ? . .
Ve ansızın Butscha ortaya çıktı, gözlerini La Briere'e dik­
ti. La Briere, öfkesini yatıştırırken cüceyi ay ışığında bir süz­
dü, sonra yanıt vermeden bir iki adım geriledi. Butscha:
257
Balzac

- Aynı bölükteki askerlerin biraz daha dost olmaları ge­


rekir, dedi. Siz Canalis'i sevmiyorsanız, ben de çok bayılmı­
yorum ona.
- Canalis dostumdur, dedi Ernest.
- Demek o küçük sekreter sizsiniz, diye yanıtladı cüce.
La Briere:
- Şunu iyi bilin ki bayım, dedi; ben kimsenin sekreteri
falan değilim. Krallığın yüksek mahkemelerinden birinde de­
netçıyım.
- Bay de La Briere'i selamlamaktan onur duyarım, de­
di Butscha . " Ben de Le Havre'ın en üst danışmanı Noter
Bay Latournelle'in başkatibiyim ve konumum kuşkusuz si­
zinkinden iyi. Evet, dört yıldan beri hemen hemen her ak­
şam, Matmazel de La Bastie'yi görme mutluluğuna eriştim;
bundan böyle de, tıpkı Tuileries Sarayı 'nda yaşayan bir
kral uşağı gibi, onun yanında yaşamak isterim. Rusya tah­
tını verseler, " Güneşe fazlaca düşkünüm ! " diye yanıtlarım.
Böylece size, bütünüyle temiz duygularla, kendimden çok
onunla ilgili olduğumu söylemiş oluyorum. O kibirli Cha­
ulieu Düşesi'nin, Bayan Canalis'in mutluluğuna sevineceği­
ni mi sanıyorsunuz ? Eğer Bay Germain'e vurgun oda hiz­
metçisi, bu yakışıklı uşağın Le Havre yolculuğundan kuş­
kulanmaya başlayıp, hanımının saçlarını yaparken şikaye­
te başlarsa . . .
La Briere, Butscha'nın sözünü keserek:
- Bunları da nereden öğrendiniz ? diye sordu.
Butscha :
- Her şeyden önce serde noter katipliği var, dedi; hem
siz benim kamburumu görmediniz mi ? İçi çeşit çeşit icatlar­
la doludur. Matmazel Philoxene Jacmin'le akraba çıktım,
kendisi Honfleur'lüdür, annem de Honfleur'lüdür ve Jac­
min'lerin soyundandır . . . Honfleur'de Jacmin'lerin on bir
kolu vardır. Böylece, olmayan bir mirasın kokusunu alan ku­
zinim, bana bir sürü şey anlattı . . .

258
Modeste Mignon

- Düşes kincidir! . . dedi La Briere.


- "Bir kraliçe gibi " dedi Philoxene ! diye yanıtladı Buts-
cha; Kocalıktan öteye geçemediği için Dük Cenapları'nı ha­
la bağışlamamış. Nefreti de sevgisi gibiymiş. Huyunu suyu­
nu, süsünü, hoşlandığı şeyleri, dinle ilgili düşüncelerini, kü­
çüklüklerini biliyorum; Philoxene bana onun içini dışını gös­
terdi. Bayan de Chaulieu'yü görmek için Opera'ya gittim,
doğrusu verdiğim on franga acımadım ( gösteriden söz etmi­
yorum) ! Eğer bizim sözde kuzin, hanımının ellinci baharını
sürdüğünü söylemeseydi, ben otuz demeye çekinirdim. Kış
nedir bilmemiş bu düşes !
La Briere:
- Evet dedi; eski topraktır . . . Eğer düşes tasarılarını öğ­
renirse Canalis'in çok canı sıkılır. Öyle umarım ki bayım,
onurlu bir insana yakışmayacak bu casusluğu burada bıra­
kırsınız . . .
Butscha gururlu bir edayla:
- Bayım, dedi; Modeste benim için devlet gibidir! Ben
casusluk yapmıyorum, işin sonrasını görüyorum. Düşes ge­
rekirse buraya gelecek, ya da yerli yerinde oturacak, bana
bağlı bir şey. . .
- Size mi ?
- Bana .
La Briere:
- Nasıl oluyor bu? .. diye sordu.
Eğilip yerden bir ot koparan küçük kambur:
- İşte ! dedi; Bakın ! . . Şu ot, insanın saraylarını kendisi
için yaptığını sanır; günün birinde, tıpkı derebeyliğin şato­
suna girip onu yere seren halk gibi, en sağlam yerleştirilmiş
mermerleri söküp atar. Zayıfın her yana sokulabilen gücü,
güçlünün toplarına dayalı gücünden büyüktür. Biz üç kapı
bekçisiyiz ve Modeste'i mutlu etmeye yemin ettik; gerekirse
onun için onurumuzu satarız. Hoşça kalın Mösyö; eğer
Matmazel de La Bastie'yi seviyorsanız, bu konuştuklarımı-

259
Ba/zac

zı unutun ve şu elimi sıkın, çünkü temiz yürekli birine ben­


ziyorsunuz ! . . Köşk'ü göreceğim gelmişti; buraya tam da o,
mumunu söndürürken geldim, köpekler havlayınca sizi
fark ettim, öfkeyle söylendiğinizi duydum. Bu yüzden aynı
"Sonsuz Bağlılık Bölüğü "nde hizmet ettiğimizi söylemeye
cesaret ettım.
La Briere kamburun elini sıkarken:
- Pekala ! dedi; Yalnız bana bir dostluk edin: Matmazel
Modeste'in Canalis'e gizlice yazdığı mektuplardan önce biri­
ne sevdalanıp sevdalanmadığını söyleyin.
Butscha boğuk bir sesle:
- Kuşku duymak, onu aşağılamak olmaz mı ? . . yanıtını
verdi; hem, bakalım şimdi aşık mı ? Sevip sevmediğini kendi
biliyor mu ? Bu dörtlük tüccarının, bu edebiyat düzenbazının
aklına, dehasına, ruhuna vuruldu.
Ellerini ovuşturarak:
- Ama onu inceleyecek diye devam etti; biz de inceleye­
ceğiz; bu güzel tavırlı beyzadenin gerçek yaradılışını ortaya
çıkaracağım, göreceğiz bakalım açgözlülüğünün, kibrinin
yumruk gibi kafasını ! Yeter ki Modeste, gözü dünyayı gör­
meyecek kadar sevdalanmasın ! . .
- Onun önünde, sanki olağanüstü bir şey karşısınday­
mış gibi ağzı açık kaldı ! dedi heyecanla La Briere ve böylece
kıskandığını da ağzından kaçırmış oldu.
Butscha:
- Eğer dedi; temiz yürekli, dürüst bir çocuksa, eğer onu
seviyorsa, ona yaraşacak biriyse ve düşesten vazgeçerse, o
zaman gidip düşesi kandırırım! . . Bakın Mösyö, şu yolu izle­
yin, on dakika sonra evdesiniz!
Butscha, bir iki adım attıktan sonra geri döndü. Gerçek
bir sevdalı gibi sabaha dek Modeste'in sözünü etmekten
usanmayacak zavallı Emest'e seslendi.
- Mösyö, dedi; büyük şairimizi görme onuruna henüz
erişemedim; bu eşsiz yaratığı, konuşurken, gülerken, kalkıp

260
Modeste Mignon

otururken görmeyi pek isterdim. Bana bir iyilik edin, öbür


gün akşama Köşk'e gelin ve uzunca kalın; insan dediğin bir
saatte belli olmaz. Matmazel Modeste'i seviyor mu, sevebi­
lir mi, sevecek mi, ben herkesten önce anlarım.
- Siz bu iş için biraz genç . . .
Butscha, La Briere'in sözünü kesti:
- Profesör olmak için evet! dedi. Ama biz sakatlar, yüz
yaşında doğarız. Dahası da var! .. Bir hasta, uzun zaman has­
ta yatarsa, hekimden çok hekim olur. Hastalığın içini dışını
öğrenir; bu da her işini bilen hekimin harcı değildir. Bir ka­
dının çirkin ya da kambur diye hor gördüğü erkek, aşka dü­
şerse, sevda bahsinde öyle usta olur ki, sonunda sağlığını ka­
zanan hasta gibi, bu işte en yaman erkekle aşık atabilir. Yal­
nızca aptallıktır iyileşmeyen. Altı yaşından beri (şimdi yirmi
beş yaşındayım) ne annem var, ne babam. Toplumun hayır­
severliği annem, kralın savcısı da babam.
Ernest'in bir hareketi üstüne:
- Üzülmeyin, dedi; durumuma göre neşem yerinde . . .
Bundan altı yıl önce, Latournelle'lerde hizmet eden bir kadı­
nın küstah bakışları, sevmek istemekle hata ettiğimi yüzüme
vurduğundan beri seviyorum, kadınları inceliyorum. İşe çir­
kinlerinden başladım; boğaya saldıracaksan önce boynuzla­
rından tut derler. Bu yüzden önce patronumun karısını ince­
ledim, oysa bana melek gibi davranır. Belki de hata ettim.
Ama ne yapalım, önce onu imbiğimden geçirdim ve sonun­
da, gönlünün içine yerleşmiş şu düşünceyi buldum: " Ben,
pek o kadar çirkin bir kadın değilim aslında ! " Bütün sofulu­
ğuna karşın, bu düşünceyi parmağıma dolayarak, onu uçu­
rumun kenarına götürür, orada bırakabilirdim!
- Modeste'i de incelediniz mi ?
- Daha önce söyledim, diye yanıtladı kambur; Fransa
nasıl Kral'ınsa, benim yaşamım da onundur. Paris'te neden
casusluk ettiğimi şimdi anladınız mı ? Bu tapılası kızın ru­
hunda, gönlünde, kafasında, ne kadar çok soyluluk, gurur,

261
Balzac

bağlılık, beklenmedik zariflik, usanmak bilmez iyilik, gerçek


inanç, sevinç, bilgi, incelik, tatlı dil bulunduğunu benden
başka kimse bilmez! ..
Butscha, gözlerinden sızan iki damla yaşı silmek için
mendilini çıkardı; La Briere kamburun elini uzun süre bı­
rakmadı .
- Onun aydınlığında yaşayacağım ! Bu ışık onda başlar,
bende biter. Doğa, ışıkla ve sözle Tanrıya nasıl bağlıysa, ben
de ona biraz öyle bağlıyım. Hoşça kalın Mösyö! Ben öm­
rümde bu kadar gevezelik etmedim; sizi Matmazel de La
Bastie'nin pencereleri önünde görünce, sizin de onu benim
tarzımda sevdiğinizi anladım !
Butscha, yanıt beklemeden zavallı sevdalının yanından
uzaklaştı; ama genç adamın yarasına az çok merhem olmuş­
tu bu konuşma . Ernest, başkatibin Canalis cephesinde ken­
dine yandaş aradığını ve gevezeliğinin asıl amacının bu oldu­
ğunu fark etmeden Butscha'yla dost olmaya karar verdi.
Uyumadan önce aklına türlü düşünceler geldi; kararlar ver­
di, nasıl hareket etmesi gerektiği üstüne tasarılar kurdu. Oy­
sa bu sırada dostu Canalis, zafer kazanmış biri gibi uyuyor­
du; dürüst insanlarınkinden sonra, uykuların en tatlısıdır bu.

262
L. Yazarın Çok Önemsediği Bir Bölüm

Öğle yemeğinde iki dost, ertesi akşam Köşk'e gidip bir


taşra whist'inin tadını çıkarmaya karar verdiler. Ama da­
ha önce, zaman öldürmek için, hem arabaya koşmak, hem
de binmek amacıyla satın alınan hayvanlarını eyerletip
çevrede rastgele dolaşmaya başladılar, Çin'i nasıl tanımı­
yorlarsa Le Havre'ı da o kadar tanımıyorlardı çünkü ve
Fransa'da bir Fransıza en yabancı gelen şey, Fransa'dır.
Hor görüldüğünü, bahtsız bir sevdalı olduğunu düşünen
Ernest, ilk mektuplaşmaya başladıklarında Modeste'in
sorduğu o soru üzerine kendini nasıl incelediyse, yine öy­
lece incelemeye başladı. Felaket insanın erdemlerini geliş­
tirir derler, ama aslında yalnızca erdemli insanlarınkini ge­
liştirir; çünkü böylesi bir özsaygı temizliğine, sadece içi te­
miz insanlar girişir. La Briere kendi kendine, acılarını bir
Spartalı gibi içine gömme, saygınlığını koruma ve hiçbir
küçüklük yapmama sözünü vermişti; oysa drahomanın
büyüklüğünden başı dönen Canalis, Modeste'i tuzağa dü­
şürmek için hiçbir fırsatı kaçırmamaya kararlıydı. Biri
bencillik, öteki bağlılık simgesi bu iki insan, oldukça tuhaf
sonuçlar veren tinsel bir yasaya uyarak yaradılışlarına ters
düşen yollara başvuruyorlardı. Çıkarını düşünen, dünya­
da gözü yokmuş gibi bir tavır takınıyor, hatır gönül yap-

263
Balzac

mayı sevense gururun yalçın tepelerine sığınıyordu. Bu


olaya politikada da rastlanır. Politika alanında insan ken­
dini o kadar çok tersine çevirir ki, halk, politikacının yü­
zü neresi, tersi neresi kestiremez olur.

2 64
LI. Herouville Dükü Sahneye Giriyor

Yemekten sonra iki dost, o akşam Bay Latournelle'in


Köşk'e tanıtacağı Ahır Beyi'nin geldiğini Germain'den öğ­
rendiler. Matmazel d'Herouville, doğrudan yeğenini gönde­
recek yerde bir uşak yollayarak noterden gelmesini rica et­
miş, böylece daha ilk adımda bu saygın adamı yaralamanın
bir yolunu bulmuştu; oysa yeğeni gitseydi, Ahır Beyi'nin evi­
ne gelmiş olmasıyla ömrünün sonuna dek övünebilirdi Lato­
urnelle. Bu yüzden notercik de, dükü arabayla Ingouville'e
götürmesini önerdiği zaman Matmazel d'Herouville Cenap­
ları'na, oraya karısını götürmek zorunda olduğunu söyledi.
Noterin biraz bozulmuş halinden ortada onarılacak bir pot
olduğunu anlayan dük, nazikçe:
- Eğer izin verirseniz, kendilerini evden alma onurunu
ben üstleneyim, diyerek araya girdi.
Dediği dedik Matmazel d'Herouville'in öfkeyle doğrul­
masına karşın dük, noterle birlikte yola çıktı. Kapısının
önünde göz kamaştırıcı bir arabanın durduğunu ve basama­
ğının saray giysileri giymiş uşaklar tarafından indirildiğini
gören noterin karısı, Ahır Beyi'nin kendisini almaya geldiği­
ni anlayınca, eldivenleriyle şemsiyesini bulup o gülünç halini
ve saygınlığını takınıncaya kadar akla karayı seçti. Ufak te­
fek dükün karşısında nezaketten kırılarak kendini bir kez
arabaya atınca da iyiliği tuttu:
265
Balzac

- Peki ya Butscha ! diye bağırdı.


Dük gülümseyerek:
- Butscha'yı da alalım, dedi.
Arabanın gösterişine kapılıp oraya biriken liman işçileri,
üç bacaksız adamla noterin uzun ve kara kuru karısını bir
arada görünce gülüşerek birbirlerine baktılar. Bordeaux'lu
bir gemici:
- Herifleri uç uca lehimleseler, bu sırık karıya belki bir
erkek eder! dedi.
Uşağın hareket emrini beklediğini gören dük, nazikçe:
- Başka götürülecek bir şeyiniz var mı efendim ? dedi.
Kıpkırmızı kesilen ve kocasına, "Bir pot mu kırdım ? " der
gibi bakan noterin karısı :
- Yok Dük Cenapları, yanıtını verdi.
Butscha da:
- Götürülecek bir eşya yerine koymakla, Dük Hazretle­
ri beni onurlandırıyorlar, dedi; benim gibi zavallı bir noter
katibinin ne değeri olabilir ki!
Butscha'nın bunları gülerek söylemiş olmasına karşın
dük kızardı, hiç yanıt vermedi. Büyüklerin, kendilerinden
aşağı konumda kişilerle şakalaşması her zaman hatadır. Şa­
ka bir oyundur ve oyunda eşitlik gerekir. Bu yüzden de, bu
geçici eşitliğin sakıncalarını gidermek için, oyun biter bitmez
oyunculara birbirini tanımazlıktan gelme hakkı tanınmıştır.
Ahır Beyi'nin ziyaretinin, çok büyük bir iş konuşmak gi­
bi akla yakın bir bahanesi vardı: İki ırmak ağzı arasında de­
nizin gerilemesiyle boş kalan uçsuz bucaksız bir alanın de­
ğerlendirilmesi işiydi bu ve alanın sahipliği, Danıştay kara­
rıyla D'Herouville ailesine verilmişti. Burada en azından iki
köprüye gelgit kapakları yapmak, bir kilometre boyunda,
yedi-sekiz yüz dönümlük batak bir bölgeyi kurutmak, kanal­
lar, yollar açmak gerekiyordu. Dük d'Herouville arazinin
durumunu anlatınca, Charles Mignon, hala kendi kendine
hareket eden bu toprakların iyice oturmasını beklemek ge­
rektiğini ileri sürdü. Sözlerini bitirirken:
266
Modeste Mignon

- Bu sorunu ancak, Tanrının da yardımıyla ailenizi zen­


ginleştiren zaman çözebilir, dedi. İşe girişmeden once en
azından bir elli yıl beklemek akıllıca olur.
Dük:
- Kont Cenapları, dedi; böylece kestirip atmayın. Gelin
Herouville' e, her şeyi bir de yerinde görün.
Charles Mignon, bir yatırımcının bu işi sakin kafayla in­
celemesi gerektiğini söyleyerek Dük d'Herouville'e Köşk'e
yeniden gelmesi için bir bahane hazırladı. Dük Modeste'in
görünüşünden çok etkilendi; kızkardeşiyle halasının genç
kızdan söz edildiğini duyduklarını ve onunla tanışmaktan
mutlu olacaklarını söyleyerek Modeste'i evine çağırmak için
izin istedi. Bunun üstüne Charles Mignon, villaya geçtikleri
gün bu iki hanımefendiyi akşam yemeğine çağırmaya doğru­
dan kendisinin gideceğini, o sırada da kızını kendileriyle ta­
nıştıracağını söyledi; dük de bunu kabul etti. Soylu beyefen­
dinin mavi kordonu,9 6 adı sanı, özellikle de hazla parlayan
gözleri, Modeste'i oldukça etkiledi; ama genç kız, konuşma­
sını, halini tavrını, soyluluğunu bir an bile bozmadı. X.
Charles'ın saray çevresinden birinin akşamları whist oyna­
madan duramayacağı düşünülerek her akşam Köşk'e gelme­
si rica edilen dük, evden neredeyse istemeye istemeye ayrıldı.
Böylece Modeste, ertesi gün üç sevdalısını da bir arada göre­
bilecekti. Genç kızlar ne derse desin ve gönlün mantığı iste­
diği kadar beğenip seçtiği kişiye dünyaları feda etmeyi gerek­
tirsin, insanın çevresini kendini göstermek ya da beğendir­
mek isteyen, birbirine rakip taliplerin, şöhretli, sivrilmiş kim­
selerin ya da beyzadelerin alması son derece gönül okşayıcı
bir şeydir. Biraz gözünüzden düşürme pahasına da olsa şunu
söyleyeyim ki Modeste, birbirinden farklı bu üç zekayı, en
nazlı ailenin bile öpüp başına koyacağı bu üç adamı birbiri­
ne düşürme zevki karşısında, mektuplarında sayıp döktüğü

96
Saint-Esprit (Kutsal-Ruh) nişanının simgesi.

267
Balzac

duyguların sarsıldığını itiraf edecekti sonradan. Bununla bir­


likte, ona artık sadece bir hesap hatası gibi görünen korkunç
yarasının verdiği bir tür kurnazlık, insanlardan nefret etme­
ye varan bir muziplik, bu özsaygı hazzını büfük ölçüde diz­
ginliyordu. Babası gülerek:
- Nasıl Modeste, düşes olmak ister misin ? diye sorduğu
zaman alaycı bir edayla eğilerek:
- Mutsuzluk beni filozof yaptı, diye yanıt verdi.
- Olsa olsa baron eşi olursunuz öyleyse, ha ? dedi Butscha.
Babası atıldı:
- Ya da da vikontes!
Modeste heyecanla:
- Nasıl ? diye sordu.
- Eğer Mösyö de La Briere'le evlenirsen, kraldan paye-
lerimin ve unvanlarımın damadıma aktarılmasını istemeye
yüzümüz olur.
Modeste acı acı:
- O, dedi; böyle ad değişikliklerine bayılır.
Bay Mignon'un, Bayan Mignon'un, bir de Dumay'nin
anlayabileceği bu iğnelemeden Butscha, hiçbir şey anlamadı.
Bayan Latournelle:
- Evlenmeden söz açıldı mı bütün erkekler kılık değişti­
rir, dedi; kadınlar da onlara örnek olur. Dünyaya geldim ge­
leli duyarım: "Falanca hanım ya da falanca bey iyi bir evli­
lik yaptı" derler. Böyle olunca öteki tarafın kötü bir evlilik
yapmış olması gerekmez mi ?
- Evlenme, dedi Butscha ; dava gibidir. Taraflardan bi­
ri her zaman hoşnutsuzdur; ve bir taraf ötekini aldatıyor­
sa, evlilerin yarısı da ister istemez ötekinin zararına dolap
çevırır.
- Peki Butscha Cenapları, sonuç ? dedi Modeste.
Noter katibi:
- İnsan düşmanının dolaplarına karşı gözünü dört aç­
malı, yanıtını verdi.

268
Modeste Mignon

Charles Mignon, deniz kıyısındaki konuşmalarını anım-


sattı:
- Ben sana demedim mi güzelim !
Latournelle:
- Erkekler evlenmek için öyle göz boyarlar ki, dedi; ana­
ların başlarından savmak istedikleri kızlara yaptırdığı göz
boyamacılığı, bunun yanında hiç kalır.
- Hileye izin var öyleyse! dedi Modeste.
Gobenheim:
- Karşılıklı olmak koşuluyla, dedi; kimsenin kimsede
hakkı kalmaz.
Bu konuşma, oyun sırasında, gündelik deyimiyle "ora­
dan oraya atlayarak ", küçük noterin, küçük Dumay'nin ve
küçük Butscha'nın, pek beğendikleri Dük d'Herouville'le il­
gili " ileri geri " değerlendirmeleri arasında sürüp gidiyordu.
Bayan Mignon gülümseyerek:
- Görüyorum ki, Bayan Latournelle'le kocam burada
birer ucube gibi kalıyor, dedi.
Butscha, patronu kağıt dağıtırken:
- Bereket, diye yanıt verdi; albayım pek uzun boylu de­
ğildir. Çünkü insan hem uzun, hem akıllı olsun; böylesi ko­
lay kolay bulunmaz!
Evlilikte hileye izin olup olmadığı konulu bu küçük tar­
tışma olmasaydı, Butscha'nın sabırsızlıkla beklediği akşamın
öyküsünü okuyucularımız belki de biraz uzunca bulacaklar­
dı. Ama uğrunda gizli kapaklı sayısız küçüklüğün yapıldığı
o "servet" denen şey, Ernest'in Modeste'e verdiği yanıtta on­
ca içtenlikle tanımladığı toplumsal duyguyla durmaksızın
gelişen büyük bir ilginin, özel yaşamın küçük ayrıntılarına
da duyulmasını nasıl olsa sağlayacaktır.

269
LII. Bir Bilim Prensi

Sabahleyin Desplein geldi ve Le Havre'daki menzilden


atlar getirtilip arabaya koşulana kadar, yaklaşık bir saat kal­
dı. Bayan Mignon'u muayene ettikten sonra, hastanın tekrar
görebileceğini, bir ay sonra ameliyat yapılmasının uygun
olacağını söyledi. Bu önemli inceleme, doğal olarak Köşk'te­
kilerin önünde yapıldı; hepsi de heyecandan titriyor, bu bi­
lim prensinin kararını bekliyordu. Bilimler Akademisi'nin
ünlü üyesi, pencerenin aydınlığında körün gözlerini inceler­
ken ona kısa kısa on kadar soru sordu. Bu ünlü adamın za­
mana bu kadar değer verişine şaşan Modeste, yol arabasının
kitaplarla dolu olduğunu gördü; bilgin, Paris'e dönerken
bunları okumayı düşünüyordu; çünkü bir akşam önce yola
çıkmış, geceyi yolda uyuyarak geçirmişti. Desplein'in Bayan
Mignon'un yanıtları üstüne yaptığı hızlı ve apaçık değerlen­
dirmeler, sözü uzatmadan konuşması, hali tavrı, bütün bun­
lar Modeste'e ilk kez, üstün yetenekli insanlarla ilgili doğru
şeyler öğretti. İkinci sınıf bir adam olan Canalis'le, üstünün
üstünü biri olan Desplein arasındaki büyük farkları görür gi­
bi oldu. Üstün yetenekli kişi için bu yeteneğin bilinci, şöhre­
tinin sağlamlığı, gözlerden uzak bir avlak gibidir ve haklı gu­
ruru orada, kendi kendine yaşar, kimseyi rahatsız etmeden
soluk alıp verir. Öte yandan böyle kişilerin, insanlarla ve nes-

271
Balzac

nelerle savaşmaktan, geçici bir mevsimin hasadını dermek


için eline geçen maldan vergi sektirmeyen gümrükçünün aç­
gözlü gururuyla sabırsızlanan moda kahramanların kendile­
rini beğendirme çabalarına da zamanı kalmaz. Elinden bun­
ca kadın geçen, onları büyülteciyle ve neşteriyle bir biçimde
inceleyen bu büyük hekimin genç kızın eşsiz güzelliğine hay­
ran olmuş görünmesi, Modeste'i büsbütün büyüledi. Adı ka­
baya çıkmış Desplein, bu ününe hiç de uymayan ve gereğin­
de takınmasını bildiği incelikli bir edayla:
- Bir ananın böyle güzel bir kızı görmekten yoksun kal­
ması gerçekten yazık olurdu, dedi.
Modeste, büyük cerrahın yemeyi kabul ettiği basit bir ye­
meği, ona kendi eliyle getirdi. Sayısız hastanın yoluna baktı­
ğı bilgini, küçük kapının önünde bekleyen arabaya kadar,
babası ve Dumay'yle birlikte geçirdi . Orada gözleri umutla
ışıl ışıl:
- Demek sevgili annem beni görebilecek ? diye sordu yi-
ne.
Desplein gülümseyerek:
- Evet güzelim, dedi; söz veriyorum, hem zaten sizi al­
datamam, benim de bir kızım var ! ..
Beklenmedik bir zariflikle dolup taşan bu sözden sonra
atlar Desplein'i alıp götürdü. Büyük insanlara özgü bu bek­
lenmedik şeyler kadar ne büyüleyebilir insanı !
Bu ziyaret, günün olayı oldu; Modeste'in ruhunda ışıltılı
bir iz bıraktı. Heyecanlı genç kız, fiziksel acılarla uğraşmak­
tan hiçbir bencilliği kalmamış, yaşamını herkese adamış bu
adama, bütün saflığıyla hayran kaldı.

2 72
LIII. Modeste�in İlk Deneyi

Akşam olup da Gobenheim, Latournelle'ler, Butscha, Ca­


nalis, Emest ve Dük d'Herouville Köşk'te toplanınca, herkes
Desplein'in verdiği müjdeden dolayı Mignon ailesini kutladı.
Konuşma kendiliğinden, yeteneğini ne yazık ki yalnızca bil­
ginler takımının ve Fakülte'nin değerlendirebileceği bu ada­
ma geldi; mektuplarındaki Modeste'liği tutan genç kız da bu
konuşmada başı çekiyordu.
Gobenheim, günümüzde iktisatçılarla bankerlerin gö­
zünde üstün yetenekli kişiyi tanımlayan şeyi şu tümceyle or­
taya atıverdi:
- Çılgınca para kazanıyor!
- Paraya çok düşkün diyorlar, diye yanıtladı onu Ca-
nalis.
Modeste'in Desplein'i övmesi, şairi rahatsız ediyordu.
Kendini beğenmişlik de tıpkı kadın gibidir. Başka birini öv­
dünüz ya da sevgi gösterdiniz mi, ikisi de bir şey yitirdikleri­
ni sanır. Voltaire, Paris'in iki gün için hayran kaldığı bir ser­
serinin zekasını kıskanmıştı; tıpkı hizmetçisine gözünüz değ­
diğinde alınan düşes gibi . Bu iki duygu da o kadar cimridir
ki, bir zavallıya gösterilmiş iyi davranışı kendinden esirgen­
miş sanır. Modeste, gülümseyerek:
- Dehayı gündelik ölçülere vurmanın doğru olduğuna
inanıyor musunuz Mösyö ? dedi.

273
Balzac

- Belki de her şeyden önce, diye yanıt verdi Canalis; de­


hayı tanımlamak gerekir ve dehanın koşullarından biri, yeni
birşeyler yaratmaktır: Bir biçim, bir sistem, bir güç icat et­
mektir. Napoleon, öteki üstün yetenek belirtilerinin yanında,
bir yaratıcıydı aynı zamanda. Kendine özgü bir savaş yönte­
mi buldu. Walter Scott yaratıcıdır, Linne yaratıcıdır, Geof­
froy, Saint-Hilaire, Cuvier yaratıcıdır. Bunlar birinci sınıf üs­
tün yeteneklilerdir, bilgiyi ya da sanatı yenilerler, çoğaltırlar
ya da değiştirirler. Oysa Desplein'in büyük yeteneği, önceden
bulunmuş kuralları iyi uygulamaktan ve Tanrı vergisi bir ye­
tiyle, bünyelerin değişimlerini gözleyerek doğanın ameliyat
için belirlediği anı kestirmekten başka bir şey değil. O, Hip­
pokrates gibi bir bilim kurmadı. Galenos, Broussais ya da
Rasori gibi bir sistem de bulmadı. Desplein, uygulama ala­
nında üstün yeteneklidir; tıpkı Moscheles'in piyano, Pagani­
ni'nin keman çalması, Farinelli'nin gırtlağını kullanması gi­
bi; bunlar çok yetenekli adamlardır ama müzik yapıtını ya­
ratmazlar. Beethoven'le Catalani yan yana geldiğinde, izin
verin de birine dehanın, sanat uğruna kendini feda etmenin
ölümsüz tacını, ötekineyse çil liralar sunalım. Böylece biriyle
ödeşmiş oluruz; oysa ötekine dünya hiçbir zaman borcunu
ödeyemez. Baron'a97 fazlasıyla para verdik, oysa Moliere'e
olan borcumuz gün geçtikçe artıyor.
La Briere, tatlı tatlı söyleşirken sanki kürsüdeymiş gibi
konuşmaya başlayan şairin güvenli edasıyla taban tabana
zıt, yumuşak ve ahenkli bir sesle:
- Öyle sanıyorum ki dostum, dedi; sen düşüncelere, ge­
reğinden fazla değer veriyorsun. Bence dehanın değeri, her
şeyden önce yararıyla ölçülmeli. Bir gün yontusu dikilecek
Parmentier, Jacquard, Papin gibiler de birer üstün yetenekli­
dir. Bunlar bir bakıma devletlerin çehresini değiştirmiş ya da
değiştirecek kişilerdir. Bu açıdan düşünce adamları da Desp-

97
Moliere'in kumpanyasından bir oyuncu.

2 74
Modeste Mignon

lein'i, güçlü eliyle gözyaşlarını , acılarını dindirdiği bütün bir


kuşakla birlikte gözlerinin önüne getireceklerdir.
Bu düşüncenin Ernest tarafından ileri sürülmesi, Modes­
te'in ondan yana çıkmaması için yeterliydi.
- Öyleyse Mösyö, dedi; on orakçının işini görecek bir
makinayla samanını bozmadan ekin biçmenin kolayını bu­
lacak adama da dahi mi diyeceğiz?
Bayan Mignon:
- Elbette kızım, dedi; böylece ekmeğini daha ucuza yi­
yen fakir fukara bu adama dua eder, yoksulların duasını ala­
nı da Tanrı sever.
Modeste, başını sallayarak:
- Bu, dedi; yararı sanatın önüne geçirmek olur.
- Yarar olmazsa, dedi Charles Mignon; sanat nasıl do-
ğar ? Neye dayanır şiir? Neyle geçinir? Nereye sığınır? Kim
verir parasını şairin! . .
Modeste:
- Aman babacığım, dedi; bu, kaptanlara, bakkallara,
köylülere yakışacak bir düşünce! ..
Sonra La Briere'i göstererek:
- Bu toplumsal sorunun çözümüyle ilgilenen Gobenhe­
im'la sayın denetçinin bu düşünceyi desteklemelerini anla­
rım; ama sizin -ki yaşamınız bu yüzyılın en yararsız şiiridir­
bir devin isteklerine uyarak Avrupa'nın dört bucağında
akıttığınız kanlar, çektiğiniz büyük acılar, Cumhuriyet'in
vatana bağladığı on eyaletin elden çıkmasına engel olama­
dığına göre, nasıl olur da bu, romantiklerin deyimiyle son
derece perruque98 düşünceye kapılırsınız ? . . Çin'den geldiği­
niz besbelli !
Modeste'in sözlerindeki saygısızlık, bile bile takındığı,
tepeden bakan, küçümseyen bir tavırla büsbütün ağırlaşı­
yordu; Bayan Latournelle, Bayan Mignon ve Dumay şaşı-

98 Eski kafalı.

275
Balzac

rıp kalmışlardı. Bayan Latournelle, dört açılmış gözlerine


karşın neler olup bittiğini anlamıyordu. Bir casus kadar
dikkatli Butscha, Bay Mignon'un yüzünün ansızın öfke­
den kıpkırmızı kesildiğini görünce ona anlamlı anlamlı
baktı. Butscha'nın bakışlarıyla kendini toplayan albay gü­
lümseyerek:
- Az daha Matmazel, dedi; babanıza saygısızlık edecek-
tiniz. İşte çocuklarını şımartmanın sonu.
Modeste küstah bir edayla :
- Ben bu evin biricik kızıyım ! yanıtını verdi.
Noter sözcüğün üstüne basarak:
- Biricik ! diye yineledi.
Modeste Latournelle'e döndü ve çok soğuk bir tavırla:
- Babam kendisine öğretmenlik etmemden çok hoşlanır,
dedi; o beni dünyaya getirdi, ben ona birşeyler öğretiyorum;
bana yine borçlu kalıyor.
Bayan Mignon:
- Her şeyin bir yolu yordamı, bir zamanı var, dedi.
Canalis ayağa kalktı; koleksiyonundaki tavırların en gü-
zelini takınıp ocağa yaslanarak:
- Ama Matmazel'in hakkı var, dedi. Tanrı uzgörüsüyle
insana yiyecek verdi, giysi verdi, ama sanatı doğrudan doğ­
ruya vermedi. "Yaşamak için toprağa eğilecek, düşünmek
için bana yükseleceksin! " dedi insanoğluna. Bize bedenin
yaşamı kadar ruhun yaşamı da gerekli. Demek ki iki türlü
yarar var. Elbette ki, bir kitabı ayakka bı diye ayağınıza ge­
çiremezsiniz. Bir destan şiiri, yarar açısından belediyenin
dağıttığı ucuz çorbanın yerini tutmaz. En güzel düşünceyi
bile, yelken diye gemi direğine çekemezsiniz. Bir otoklav ka­
zanı, yerinden iki parmak kımıldamakla, kaputbezinin met­
resini otuz metelik daha ucuza mal eder, doğru; ama bu ma­
kina ve endüstrinin gelişmeleri, bir ulusa can vermez, onun
yaşadığını geleceğe duyurmaz. Mısır sanatı, Meksika sana­
tı, Yunan sanatı, Roma sanatı, yararsız sanılan başyapıtla-

276
Modeste Mignon

rıyla, bu ulusların zamanın geniş uzamında var olduklarını


kanıtlar; ama bu arada dahi yetiştirmemiş kimi büyük ulus­
lar, yeryüzünden kartvizitlerini bırakmadan gelip geçerler.
Üstün yetenekli kişinin yapıtları, bir uygarlığın doruk nok­
tasıdır99 ve çok büyük bir yararı önceler. Bir tiyatro yapıtı­
nı bir çift pabuca, Saint-Ouen kilisesini bir değirmene elbet­
te değişmezsiniz. Uluslar da, insanlarınkine benzer duygu­
larla hareket eder; bir insanın en büyük isteğiyse, nasıl fizik­
sel olarak çoğalıp soyunu sürdürüyorsa, tinsel olarak da
sürdürmektir. Bir ulusun geleceğe kalmasını sağlamak da,
üstün yetenekli kişilerin işidir. Fransa şu sıralar bu savın
doğruluğunu bütün gücüyle kanıtlıyor. Gerçi endüstride, ti­
carette, gemicilikte İngiltere'den geri kaldı ama, sanatçıla­
rıyla, yetenekli insanlarıyla, ürettiği şeylerdeki ince beğeniy­
le, dünyanın başını çekiyor. Bugün gelip ustalık belgesini
Paris'ten almayan tek sanatçı ya da düşünce adamı yok. Bu­
gün yalnız Fransa' da bir resim çığırı var; egemenliğimizi Ki­
tap' la, Kılıç'tan daha uzun süre ve daha güvenle sürdürece­
ğiz. Ernest'in düşüncesine göre lüksün çiçeklerini, kadının
güzelliğini, müziği, resmi, şiiri ortadan kaldırmak gerekiyor;
Toplum'un altı üstüne gelmez elbet; ama sorarım, o zaman
kim bu yaşamı ister ? Yararlı her şey iğrençt�r, çirkindir. Bir
evde mutfak olmasa olmaz, ama mutfakta oturup kalkıl­
maz. Tıpkı burası gibi, gereksiz görünen şeylerle süslenmiş
salonlarda yaşarız. Şu hoş resimler, şu oymalı ahşaplar neye
yarar ? Güzellik, yalnızca bize yararsız gibi görünen şeyler­
dedir ! On altıncı yüzyıla, hayran olunacak kadar yerinde
bir deyimle "Rönesans " adını verdik. Bu yüzyıl, yeni bir
dünyanın şafağı oldu; tıpkı her kuşağın hesaba katılmayan
milyonlarca insanı gibi, var olmak dışında hiçbir özelliği ol­
mayan geçmiş bir iki yüzyıl unutulup gittiğinde, bu yüzyıl­
dan hala söz edilecek.

99 Latince: doruk.

277
Balzac

Tumturaklı bir edayla çekilen bu söylevden sonraki ses­


sizliği Dük d'Herouville gülünç bir edayla bozdu:
- Partal, partal ama ben partallarımı severim, dedi. ı oo

1 00
Moliere: Les Femmes Savantes ( Bilgiç Kadınlar), il. perde, il. sahneden
bir replik.

278
LIV. Şair, Alıştırmalarını Yapıyor

- Siz sanatı, üstün yetenekli kişinin, içinde at oynatma­


ya çağırıldığı bir alan sayıyorsunuz, " dedi Canalis'e saldırı­
ya geçen Butscha; iyi de, böyle bir sanat var mı dünyada ?
Toplum insanının inanmaya alıştığı muhteşem bir yalan de­
ğil mi bu ? Gidip Tanrının yaptığını seyretmek dururken oda­
ma neden bir Normandiya manzarası asayım ? Düşlerimizde
" İlyada "dan çok daha güzel ne şiirler var! Valognes'da, Ca­
rentan'da, Provence'ta, Arles'da az bir paraya, hepsi de Ti­
ziano'nun resimlerindeki kadar güzel Venüs'ler bulabilirim.
Mahkeme Gazetesi'nde Walter Scott'unkilere taş çıkartacak
romanlar yayımlanıyor, mürekkeple değil basbayağı kanla
yazılmış, korkunç biçimde sonuçlanan romanlar. . . Bence
mutluluk ve erdem, sanatın ve dehanın üstündedir.
- Aferin Butscha ! dedi Bayan Latournelle.
Modeste'in gözlerinden ve halinden tavrından okunan
saf hayranlığı izlemeyi bir an için bırakan Canalis, La
Briere'e:
- Ne dedi ? diye sordu.
Gördüğü kötü davranış, özellikle de genç kızın, babasına
yaptığı saygısızlık Ernest'i o kadar üzmüştü ki Canalis'e ya­
nıt vermedi; Modeste'ten ayırmadığı hüzünlü bakışlarından
çok düşünceli olduğu anlaşılıyordu. Başkatibin ileri sürdüğü
kanıtları Dük d'Herouville de akıllıca yineledi ve Azize The-

279
Ba/zac

resa'nın kendinden geçmelerini, Lord Byron'un yapıtların­


dan üstün bulduğunu söyleyerek sözünü bitirdi. Modeste:
- Aman Dük Cenapları, diye yanıtladı onu; sözünü et­
tiğiniz şey bütünüyle kişisel bir şiirdir, oysa Byron'un ya da
Moliere'in dehasından bütün dünya yararlanır!
Charles Mignon heyecanla :
- Sen önce, dedi; "Baron Cenapları'yla uzlaş. Şimdi de
dehanın, tıpkı pamuk gibi, yararlı olmasını istiyorsun. Ama
belki bu mantığı da, zavallı babacığın gibi perruque bulur­
sun, eski kafalı bulursun.
Butscha, La Briere ve Bayan Latournelle birbirlerine alay­
lı alaylı bakarak Modeste'i öyle sinirlendirdiler ki, bir süre ne
diyeceğini bilemedi.
Canalis genç kıza gülümseyerek:
- Matmazel, dedi; üzülmeyin; ne yenildik, ne de çelişki­
ye düştük. Yazın, müzik, resim, mimarlık, yontuculuk, han­
gisinden söz edersek edelim, her sanat yapıtının, tıpkı öteki
ticaret ürünleri gibi somut bir toplumsal yararı vardır. Sanat,
ticaretin ta kendisidir ve ticareti içerir. Bugün her kitap, ya­
zarına on bin frank kadar bir para getirir; kitabın yapımıysa
matbaacılık, kağıtçılık, kitapçılık, dökümcülük, yani binler­
ce çalışan kol gerektirir. Beethoven'in bir senfonisini çalmak,
Rossini'nin bir operasını sahneye koymak için de yine bu ka­
dar kola, makinaya, işliğe gereksinim vardır. Hele bir anıt
yapımının nelere mal olduğunu düşünürsek, karşı çıkışları­
nın büsbütün suya düştüğünü görürüz. Bu yüzden deha
ürünlerinin çok pahalı bir temele dayandığını ve ister istemez
işçiye yararlı olduğunu ileri sürebiliriz.
Canalis, bu sava dayanarak bir süre konuştu; sayısız par­
lak imge kullanıyor, söylediklerini kendi de beğeniyordu;
ama çoğu büyük konuşmacının başına geldiği gibi sonunda
kendini söze başladığı noktada buldu; farkında olmadan La
Briere'in düşüncesine katıldı. Ufak tefek Dük d'Herouville
incelikle:

280
Modeste Mignon

- Sevinçle görüyorum ki, siz Meşrutiyet'in büyük bir


devlet adamı olacaksınız sevgili baron, dedi.
Canalis de, bir büyük adam tavrıyla:
- Bütün tartışmalarımızda neyi kanıtlarız ? dedi; Olsa ol­
sa şu çok eski sözün doğruluğunu: Her şey doğrudur ve her
şey yanlıştır! Öyle ortamlar vardır ki, ahlak gerçekleri orada,
tıpkı hayvanlarla bitkiler gibi, tanınmayacak kadar değişir.
- Toplum, aklın süzgecinden geçmiş şeylerle yaşar, diye
yanıtladı onu Dük d'Herouville.
Bayan Latournelle kocasına alçak sesle:
- Amma da hafiflik ! dedi.
Bunu işiten Gobenheim da:
- Şair o . . . yanıtını verdi .
Dinleyicilerinden fersah fersah yüksekte uçan, belki felse­
fe içerikli son sözünde de haklı olan Canalis, bütün yüzlerde
beliren soğuk ifadeyi, bir bilgisizlik işareti olarak kabul etti;
ama Modeste'in kendisini anladığını görünce sevindi; oysa
başlıca kaygıları Parislilere taşranın varlığını, zekasını ve bil­
geliğini kanıtlamak olan taşralılara söz bırakmadan sürdü­
rülen bir monoloğun ne kadar yaralayıcı olabileceğini hesap
etmemişti. Dük, konuşmayı değiştirmek için:
- Chaulieu Düşesi'ni uzun zamandan beri mi görmü-
yorsunuz ? diye sordu Canalis'e.
Canalis:
- Altı gün önce kendisinden ayrıldım, yanıtını verdi .
- Nasıllar, iyiler mi ? dedi dük.
- Çok iyi.
- Mektup yazdığınızda kendisine beni anımsatırsanız
çok sevinirim.
- Hoş bir kadın olduğunu söylüyorlar, dedi Modeste,
düke dönerek.
Ahır Beyi:
- Baron Cenapları bu konuda bir şey söylemeye benden
daha yetkilidir, diye yanıtladı onu.

28 1
Balzac

Canalis, Mösyö d'Herouville'in hainliğine aldırmadan:


- Hoştan da fazla, dedi; ama ben bu işte tarafsız değilim
Matmazel, arada on seneyi bulan bir dostluk var. Bütün iyi
yanlarımı ona borçluyum; beni kibarlar dünyasının tehlike­
lerinden korudu. Son olarak da Dük de Chaulieu elimden
tuttu, beni bu yola soktu. Bu ailenin koruması olmasaydı,
kral ve prensesler benim gibi zavallı bir şairi nereden bilecek­
ti; bu yüzden ona olan sevgim, her zaman bir gönül borcuy­
la karışık olacaktır.
Bu sözler, neredeyse gözyaşlarıyla söylenmişti. Modeste,
yumuşadı:
- Size bunca güzel şiir, böylesine güzel bir duygu esinle­
yen kadını ne kadar sevsek azdır, dedi. Esin perisiz şair olur
mu ?
Canalis:
- Olsa bile kalpsiz olur, yanıtını verdi; Voltaire'den baş­
ka kimseyi sevmemiş Voltaire gibi, kuru şiirler yazar.
Brötanyalı, Canalis'e:
- Dile getirdiğiniz duygulardan hiçbirini aslında hisset­
mediğinizi Paris'te bana söyleme lütfunda bulunmamış mıy­
dınız ? diye sordu.
Şair gülerek:
- Doğru yiğit askerim benim, dedi; doğru ama, şunu da
bilin ki insan hem düşünce yaşamında, hem de gerçek ya­
şamda çok duygulu olabilir. Kimi zaman hissetmeden güzel
duygular dile getirebilir; kimi zaman da duyar ama söyleye­
mez.
Modeste'e bakarak büyüklenen bir edayla :
- Örneğin, dedi; dostum La Briere deli gibi sevdalı; ben
de onun kadar sevdalıyım elbette. Ama ben -eğer hayal kur­
muyorsam- öyle sanıyorum ki aşkıma, gücüne uygun yazın­
sal bir biçim verebilirim.
Sonra Modeste'e dönerek yapmacıklı bir incelikle:
- Ama yarın akılsız bir adam olmayacağıma söz vere­
mem, diye devam etti.

282
Modeste Mignon

Şair böylece her engeli aşıyor, aşkı uğruna hiçbir şeyin al­
tında kalmıyor, Modeste de onun zekasına, tumturaklı söz­
lerini büsbütün cilalayan o benzerini hiç görmediği Parisli ze­
kasına hayran kalıyordu. Bayan Mignon'un bir sözüne kar­
şılık Katolik dini ve dindar bir kadınla evlenmenin vereceği
mutluluk üstüne çekilen görkemli söylevi dinleyen Butscha,
ufak tefek Latournelle'in kulağına :
- Nasıl da çekirge gibi sıçrıyor! dedi.
Modeste'in gözlerine bir perde çekilmiş gibiydi. Bir yan­
dan dinlediği sözlerin etkisi, bir yandan da Canalis'le inadı­
na ilgilenmesi, şairin özentiliğini, konuşmasındaki abartıyı,
duygunun yerine geçirdiği çalımı, noter katibine deminki in­
safsızca sözü söyleten bütün o tutarsızlıkları görmesine engel
oluyordu. Oysa Butscha, bunların hiçbirini gözünden kaçır­
mıyordu. Bay Mignon'un, Dumay'nin, Butscha'nın, Latour­
nelle'in, Fransa'da hep böyle oradan oraya atlayarak konu­
şulduğunu hesaba katmayıp Canalis'in tutarsızlığına şaştık­
ları yerde Modeste, şairin esnekliğine hayran kalıyor, onu
hayallerinin dolambaçlı yollarına sürükleyerek, "Beni sevi­
yor! " diyordu. Butscha 'ysa, bir gösteri diyebileceğimiz bu
sahnenin bütün izleyicileri gibi Canalis'te, bencillerin o baş­
lıca kusurunu görmüştü. Şair, salonlarda kendini dinletmeye
alışmış bütün insanlar gibi biraz fazla açığa vuruyordu bu
kusurunu. Melchior'un yüzünde, kimi zaman karşısındaki­
nin ne diyeceğini önceden kestirdiği için, kimi zaman hiç din­
lemediği ya da başka şey düşünerek dinlediği için, insanın
gururu inciten ve ne diyeceğini şaşırtan bir dalgınlık okunu­
yordu. Birini dinlememek yalnızca terbiyesizlik değildir; ay­
nı zamanda bir küçümseme belirtisidir. Canalis de bu alış­
kanlığı biraz ileri vardırıyor, çoğu zaman yanıt bekleyen bir
sözü yanıtlamayı unutuyor, nazikçe bir geçişe gerek görme­
den aklına takılan başka bir konuya atlayıveriyordu. Yüksek
konumdaki bir adamın yapacağı böyle bir küstahlık, karşı
çıkılmadan kabul edilse de yüreklerin derinliğine, bir kin, bir
intikam tohumu düşürür; aynı düzeyde insanlar arasındaysa

283
Balzac

dostluğun bozulmasına bile neden olabilir. Melchior kimi za­


man kendini dinlemeye zorlasa da, bu kez başka bir kusuru­
na kurban gidiyor, kendini karşısındakine bir türlü bütünüy­
le veremiyordu. Hiç dinlememek kadar kötü gelmese de, bu
yarım özveri de insanı rahatsız eder, keyfini kaçırır. İnsan iliş­
kilerinde en çok getiri getiren şey, dikkat sadakasıdır. "İyi
dinleyenin yolu açık olur! " sözü yalnız bir İncil öğüdü değil,
iyi bir kazanç yoludur aynı zamanda . Tutun bu öğüdü, her
kusurunuz, en kötü alışkanlıklarınız bile bağışlanır. Canalis,
Modeste'in gözüne girmek için her şeye katlanıyor, ona kar­
şı nazik davranıyordu ama ötekilere de sık sık gerçek yüzü­
nü belli ediyordu.
Modeste, salonda işkence çeken on kişiye acımadan Ca­
nalis'ten bir şiir okumasını rica etti; şairin göklere çıkarılan
şiir okuyuşunu duymak istiyordu. Canalis, Modeste'in uzat­
tığı kitabı aldı; şiirleri arasından en çok beğenilen ve Moo­
re'un Meleklerin Aşkı adlı şiirinin bir taklidi olan Vitalis'i,
tıpkı bir kumru gibi guruldayarak okumaya başladı. Bayan
Latournelle, Bayan Dumay, Gobenheim ve kasadar, bir iki
kez esnemekten kendilerini alamadılar. Yelpaze gibi açılmış
beş iskambil kağıdını şaire uzatan Gobenheim:
- Eğer bir de whist oynamayı biliyorsanız, dedi; sizden
daha kusursuz birini görmediğimi itiraf edeceğim!
Bu soru herkesi güldürdü, çünkü herkes Gobenheim gibi
düşünüyordu.
- Geri kalan günlerimi taşrada geçirecek kadar bilirim,
yanıtını verdi Canalis.
Sonra kitabı konsolun üstüne fırlatarak küstah bir edayla:
- Gereğinden fazla söz ve edebiyatla whist oyuncuları­
nın canını sıktım sanırım, diye ekledi.
Bu küçük ayrıntı, bir salonun kahramanı kesilen birinin,
Canalis gibi kendi ortamının dışına çıktığında karşılaşacağı
tehlikeleri gösterir; çünkü o zaman, çevresinden uzaklaşıp
daha üstün bir tiyatroya geçtiği zaman yeteneğini de yitiren,
yalnızca belirli bir seyirci grubunun sevdiği oyuncuya benzer.

284
LV. Modeste Rolüne Alışıyor

Baronla dükü oyun masasına karşılıklı oturttular; Go­


benheim da Latournelle'in eşi oldu. Modeste, Ernest'in yüre­
ğini parçalayarak gidip şairin yanına oturdu; delikanlı, he­
veslerine kapılmış bu genç kızın yüzünde Canalis'e duyduğu
hayranlığın gitgide artan belirtilerini izliyordu. La Briere,
Melchior'un ne denli güçlü bir büyüleme yetisine sahip oldu­
ğunu bilmiyordu; doğa, genellikle utangaç olan içten insan­
lardan bu yetiyi çoğu kez esirgemiştir. Bu yeti, bir tür gözü­
peklik, zihin cambazlığı diyeceğimiz bir canlılık, dahası biraz
da oyunculuk yeteneği ister. Zaten, törel açıdan bakıldığın­
da, her zaman bir oyuncu yanı yok mudur şairin? Bununla
birlikte insanın, birtakım duyguları, onları hissetmeden ama
bütün değişkelerini bilerek dile getirmesiyle, özel yaşamın ti­
yatrosunda başarı kazanmak için bunları hissediyormuş gibi
davranması başka başka şeylerdir. Kibarlar dünyasında ya­
şayan birine gerekli olan ikiyüzlülük, çoğu zaman şairi yoz­
laştırır ama, tıpkı yalnızlık içinde yaşayan büyük adamın so­
nunda duygularını düşüncelere dönüştürmesi gibi, şairin de
yeteneğinin verilerini, zorunlu olarak ortaya çıkmış bir duy­
gunun dışavurumuna dönüştürmesine yardımcı olabilir.
- Gözünü milyonlara dikmiş, diyordu La Briere acı acı;
gerçekten sevdalıymış gibi görünecek, sonunda da Modeste'i
inandıracak !

285
Ba/zac

Ve rakibinden daha sevimli, daha akıllı görünmeye çalı­


şacak yerde Dük d'Herouville'i taklit ediyor, hüzünlü, kaygı­
lı ve dikkatli duruyordu. Ama bu saray adamının yaptığı gi­
bi genç kızın falsolarını inceleyecek yerde, sürekli, ezici bir
kıskançlığın pençesinde kıvranıyordu ve sevgilisini daha bir
kez bile kendine baktıramamıştı. Bir ara Butscha'yla birlikte
dışarı çıktı:
- Bitti, dedi; artık onu deli gibi seviyor, benden nefret
ediyor, hakkı da var! Hoş adam Canalis; susması bile akıllı­
ca, gözleri sevda, abartıları şiir dolu.
Butscha:
- Namuslu bir adam mıdır? diye sordu.
- Evet, diye yanıtladı La Briere; dürüsttür, yiğittir; Mo-
deste gibi bir kıza kapılırsa, Bayan de Chaulieu'yle düşüp
kalkarken edindiği ufak tefek kusurlardan vazgeçer.
- Siz ne iyi çocuksunuz, dedi küçük kambur. Ama onu
sevebilir mi ve sevecek midir?
La Briere:
- Bilmem, yanıtını verdi.
Biraz durduktan sonra da:
- Benden söz etti mi hiç ? diye sordu.
Butscha:
- Evet, dedi.
Modeste'in ad değiştirme konusunda söylediklerini La
Briere'e yineledi. Ernest, gidip kendini bir koltuğa attı . Başı­
nı avuçlarının içine aldı. Hem gözyaşlarını tutamıyor, hem
de Butscha'nın ağladığını görmesini istemiyordu. Oysa kam­
bur halden anlayacak adamdı.
- Neniz var, Mösyö ? diye sordu.
La Briere birdenbire yerinden kalkarak:
- Hakkı var ! . . dedi. Ben sefilin biriyim ...
Canalis'in onu yönlendirdiği aldatmacayı anlattı; ama
Modeste'e, o maskesini çıkarmadan önce her şeyi söylemek
istediğini belirtti. Birtakım çocukça sözlerle başına gelen fe-

286
Modeste Mignon

lakete atıp tuttu. Butscha, aşkın güçlü, tatlı saflığını, gerçek,


derin kaygılarını tanır gibi oldu; delikanlıya yakınlık duyma­
ya başladı.
- Neden, dedi; Matmazel Modeste'in önünde kendinizi
göstermiyorsunuz, rakibinize meydanı boş bırakıyorsu­
nuz ? . . .
La Briere:
- Ona bir şey söyleyeceğiniz zaman, dedi; boğazınızın
düğümlendiğini, dalgın da olsa yüzünüze baktığı zaman saç­
larınızın çekildiğini, derinizde birşeyler dolaştığını duymuyor
musunuz yoksa !
- Ama babasına neredeyse, "Siz sersemin birisiniz" de­
diği zaman kara kara kederlere dalacak kadar aklınız başı­
nızdaydı.
- Onda bulduğum kusursuzluğu yalanlayan bir davra­
nışını görünce, yüreğime bir hançer saplanır gibi oldu; o ka­
dar çok seviyorum onu!
- Ama Canalis ona hak verdi, diye yanıtladı Butscha.
La Briere de:
- Eğer Modeste'in onuru duygularından üstün olsaydı,
bu kadar üzülmezdim, dedi.
Bu sırada Modeste, arkasında Canalis, babası ve Bayan
Dumay, bu yıldızlı gecede biraz hava almak için dışarı çıktı­
lar. Canalis, oyunda kaybetmişti. Genç kız şairle dolaşa dur­
sun, Charles Mignon onlardan ayrılarak La Briere'in yanına
geldi. Delikanlıyı dikkatle süzerek gülümsedi:
- Dostunuz, dedi; avukat olmalıymış.
- Kont Cenapları, diye yanıtladı La Briere; bir şairi, ör-
neğin benim gibi sıradan birine uyguladığınız sert ölçütlerle
değerlendirmek doğru olmaz. Şairin bir görevi vardır. Şair,
her şeyin şiirini dile getirmek, doğası gereği her şeydeki şiiri
görmek durumundadır. Bu yüzden kendi kendine ters düştü­
ğünü sandığınız zaman, aslında yeteneğine sadık kalıyordur.
Meryemana resmi kadar, yosma resmi de yapabilen bir res-

287
Balzac

sanıdır o. Moliere, yaşlı kahramanlarında da, genç kahra­


manlarında da gerçekçidir; ve besbelli sağlam bir kafası var­
dı Moliere'in. Bu zeka oyunları, ikinci dereceden insanları
yozlaştırabilir, ama gerçek büyük adamların kişiliğini hiçbir
biçimde etkilemez.
Charles Mignon, La Briere'in elini sıkarken:
- Bu kolaylık, dedi,; insanın en azından birbirlerine ta­
ban tabana zıt eylemlerini kendi kendine haklı göstermesine
yarayabilir; özellikle politikada.
Bu sırada Canalis, Modeste'in şeytanca bir sözüne nazlı
bir edayla şöyle yanıt veriyordu:
- Ah Matmazel ! Hazların çoğalmasıyla duyguların güç­
ten düşeceğini sanmayın. Herkesten çok şairler, bağlılıkla ve
inançla sevmelidirler. Öncelikle Esin Perisi denen şeyi kıs­
kanmayın. İşi başından aşkın bir adamın eşi, dünyanın en
bahtlı insanıdır. İşsiz ya da zengin olduğu için boş oturan bir
kocanın kahrını çeken kadınların nasıl yanıp yakıldıklarını
bir duysanız, özgürlüğün, kendi evinde sultanlığın, bir Paris­
li için ne büyük nimet olduğunu anlarsınız. Bizler, evimizde
tüm egemenliği bir kadına veririz; çünkü küçük ruhluların
başvurduğu o zorbalığa kadar alçalmak elimizden gelmez.
Hem daha önemli işlerimiz var . . . Eğer günün birinde evle­
nirsem -ki yemin ederim benden çok uzak bir felaket bu­
tinsel bakımdan karımın, bir sevgilinin özgürlüğüne sahip
olmasını isterim; belki de kadına bütün çekiciliğini veren
kaynaktır özgürlük.
Canalis, Bay Mignon yeniden yanlarına gelinceye kadar
Modeste'le konuştu; sevdadan, evlenmeden, kadına tap­
maktan söz ederek bütün cerbezesini ve inceliklerini ortaya
döktü. Bir sessizlik olunca bunu fırsat bilen Charles da, kızı­
nı kolundan tutarak Ernest'in önüne götürdü; bu onurlu as­
ker, kızına bir açıklama girişiminde bulunmasını önermişti
delikanlıya. Ernest boğuk bir sesle:
- Matmazel, dedi; beni küçümsemenize daha fazla
dayanamayacağım. Kendimi savunmuyorum, haklı çık-

288
Modeste Mignon

maya da çalışmıyorum; yalnız şunu belirtmek isterim ki,


artık bir şaire değil, bir kişiye yazılmış övgü dolu mektu­
bunuzu, yani sonuncu mektubunuzu okumadan önce Le
Havre'dan gönderdiğim bir tezkereyle yanıldığınızı bildir­
mek istedim; bildirdim de. Size sayıp dökmek onuruna
eriştiğim duygular bütünüyle içtendir. Babanız Paris'te
yoksulluğunuzdan söz ettiği zaman benim için bir umut
ışığı belirmişti; ama şimdi, eğer her şey bittiyse, eğer payı­
ma sonsuz pişmanlıklardan başka bir şey düşmeyecekse,
her şeyin bana işkence ettiği bu yerde neden daha fazla ka­
layım? . . En azından bir kez gülümseyin bana, onu alıp gö­
türeyim ve gönlümde yer etsin.
Soğuk ve dalgın görünen Modeste:
- Mösyö, diye yanıtladı; bu evin efendisi ben değilim.
Ama burada kalmaktan hoşla nmayan, mutluluk duymayan
birini tuttuğum için de üzülürüm elbet.
Genç kız içeri girmek için Bayan Dumay'nin koluna gi­
rerek Ernest'i yalnız bıraktı. Bu aile sahnesinin bütün kişi­
leri biraz sonra yeniden salonda toplanınca Modeste'i,
Dük d'Herouville'in yanında, kurnaz bir Parisli kız gibi
onunla konuşup gülüşürken gördüler ve şaşıp kaldılar.
Genç kız dükün oyunuyla ilgileniyor, istediği öğütleri veri­
yor, rastlantının getirdiği soyluluğu, rastlantının getirdiği
yetenek ya da güzellikle aynı düzeye yükselterek ona kol­
tuklarını kabartacak sözler söylüyordu. Canalis, bu deği­
şikliğin nedenini biliyor ya da bildiğini sanıyordu; evliliği
bir felaket olara k nitelemek ve kendinden uzak olduğunu
söylemekle Modeste'i kışkırtmak istemiş ama bütün ateşle
oynayanlar gibi sonunda yine kendi yanmıştı. Modeste'in
gururu, küçümser tavrı, şairi telaşa düşürdü; sahteliği yü­
zünden büsbütün göze batan bir kıskançlık gösterisiyle ye­
niden genç kıza yaltaklanmaya başladı. Melekler gibi acı­
masız Modeste, gücünün tadını çıkardı ve doğal olarak bi­
raz ileri de gitti. Dük d'Herouville, ömründe böyle bir mut-

289
Balzac

luluk yaşamamıştı: bir kadın kendisine gülümsüyordu! Ak­


şam saat on birde, Köşk için bu biraz geç saatte, üç talip çı­
kıp gittiler; dük, Modeste'i hoş, Canalis son derece cilveli
buluyordu; La Briere'se genç kızın sertliğinden perişandı.

290
LVI. Taşrada Hayranlık Bu Kadar Sürer

Modeste, sekiz gün boyunca üç talibe, hep o akşamki gi­


bi davrandı; zaman zaman Dük d'Herouville'e umut veren
şakalarına, cilvelerine karşın, şair rakiplerini yaya bırakaca­
ğa benziyordu. Modeste'in babasına karşı saygısızca, biraz
fazla atakça davranması, bir zamanlar büyük bir evlat bağ­
lılığı göstererek kör annesi için seve seve gördüğü hizmetleri
şimdi nazlanarak yapması, hülyalı bir yaradılışın ve ta ço­
cukluktan beri hoşgörüyle karşılanan bir şımarıklığın sonu­
cu sayılabilirdi . Biraz ileri gitti mi, kendine göre ahlak kural­
ları icat ediyor, hafifliklerini, ayrıksı hallerini, ruhunun öz­
gürlüğüne yoruyordu. Dükle Canalis'e söz dinlemekten hoş­
lanmadığını itiraf ediyor ve bunu, evlenmesine gerçek bir en­
gel sayıyordu; böylece altın, kömür, süngertaşı ya da su çı­
karmak için toprağı delen insanlar gibi taliplerinin bu konu­
daki düşüncelerini öğrenmeye çalışıyordu. Ailenin villaya
yerleşeceği günden bir gün önce:
- Her aklıma eseni yapmama izin verecek, bunlara, sev­
gili annemin hoşgörüsü ve bir dediğimi iki etmeyen babamın
sevecenliğiyle katlanacak bir kocayı, dünyada bulamam, di­
yordu.
- Annenizle babanız sevildiklerini biliyorlar Matmazel,
dedi La Briere.

291
Balzac

- Emin olun ki Matmazel, dedi dük; kocanız elindeki


hazinenin değerini çok iyi bilecektir.
- Sizin aklınız ve kararlılığınız, kocanızı avcunuzun içi­
ne almaya yeter de artar bile, dedi Canalis gülerek.
Modeste gülümsüyordu; kurnazca sorulmuş bir soruya
ayrı ayrı üç yanıt verdirerek, yabancı bir elçiye üç bakanının
yaradılışlarını açıklayan IV. Henri de tıpkı böyle gülümsemiş
olmalıydı.
Yemek akşamı, Canalis'i ötekilere yeğleyen Modeste, ev­
le çiçek tarhları arasındaki kumlukta şairle baş başa dolaştı.
Genç kızın havasına, Canalis'in de tavırlarına bakıldığında,
Modeste'in Canalis'e yüz verdiği açıkça belli oluyordu. Bu
yüzden Matmazel d'Herouville'lerin ikisi de işe karışarak, bu
uygunsuz baş başalığa son verdiler; kadınların bu gibi du­
rumlarda her zaman gösterdiği bir beceriklilikle sözü saraya,
kralın özel hizmetinde bulunmanın güzelliğine getirdiler; kra­
lın özel hizmetlerinde çalışanlarla saray görevlileri arasında­
ki farkı vurguladılar. Gururuna seslenerek ve bir kadının ar­
zulaya bileceği konumların bu en yükseğini ballandıra ballan­
dıra anlatarak, Modeste'in gözlerini kamaştırmak istediler:
- İnsanın bir dük annesi olması, elle tutulur bir ayrıca­
lıktır, dedi yaşlı kız. Bu unvan bir servettir; kimse ona el sü­
remez ve öylece çocuklara devredilir.
Sohbetinin yarıda kaldığını gören Canalis'in keyfi kaç­
mıştı.
- Ahır Beyi'nin şimdiye dek büyük bir başarı kazana­
mamış olması nedendir acaba ? dedi. Bu unvanla bir erkek,
bu işlerde her istediğini elde edebilirdi.
Yaşlı kızlar Canalis'e, bir engerek yılanının, dişlediği ya­
raya akıtabileceği kadar zehir dolu bakışlarla baktılar. Hele
Modeste'in alaycı bir edayla gülümsediğini görünce öyle şa­
şırdılar ki, ne diyeceklerini bilemediler. Modeste:
- Ahır Beyi, şöhretinizin size verdiği gösterişsizliği hiç
kınadı mı ? dedi Canalis'e; neden siz onun alçakgönüllülüğü­
nü çekemiyorsunuz ?

292
Modeste Mignon

Yaşlı kız:
- Zaten şimdiye kadar, dedi; yeğenimin karşısına, düze­
yine uygun bir kadın çıkmadı. Kiminin bu konuma uygun
yalnızca serveti vardı; kimi parasızdı, ama akıllı fikirliydi.
Tanrı karşımıza, bir Herouville Düşesi'nin hem servetini,
hem zekasını, hem de soyluluğunu taşıyan bir insan çıkarsın
diye beklemekle iyi ettiğimizi itiraf etmeliyim.
Helene d'Herouville, yeni dostunu birkaç adım öteye çe­
kerek:
- Modeste'ciğim, dedi; bu ülkede bin tane Baron de Ca­
nalis vardır, Paris'te de onun ayarında yüz tane şair. Büyük
adamlıktan o kadar uzak ki, drahomasızlık yüzünden evle­
nemeyecek ve bir manastıra kapanacak kadar parasız oldu­
ğum halde ben bile ona varmam! Chaulieu Düşesi'nin on yıl­
dır sömürdüğü adamdan hayır mı gelir! Büyük şairin -söy­
lenenlere bakılırsa- yakasını bırakmayan o rahatsızlıklara
ancak altmışına merdiven dayamış, yaşlı bir kadın katlana­
bilir; hani XIV. Louis'de en hafifi bile dayanılmaz bir kusur
haline gelen şu hastalıklar. . . Ama düşes bunları, bir eşin bile­
ceği kadar bilemez; Canalis'le bir koca gibi burun buruna
yaşamamış ne de olsa ! . .
Kadınların aralarında çevirdikleri türden bir manevra ya
başvuran Helene d'Herouville de, Bayan de Chaulieu'yü çe­
kemeyen kadınların şair konusunda ortaya attıkları karala­
maları böylece Modeste'in kulağına fısıldamış oldu. Bu kü­
çük ayrıntı, genç kızlar arasında böyle dedikodular alışılmış
şeyler olsa da, La Bastie Kontu'nun servetine göz dikenlerin
aralarında ne denli çekiştiklerini açıkça gösteriyor bize.
Köşk'ün Modeste'le evlenmek isteyen bu üç kişiyle ilgili
kanıları, on gün içinde iyiden iyiye değişmişti. Bütünüyle Ca­
nalis'in zararına gelişen bu değişiklik, herhangi bir biçimde
ünlü olmuş insanları derinlemesine düşündürmesi gereken
kimi gözlemlere dayanıyordu. Ünlü birinin el yazısının peşi­
ne nasıl büyük bir tutkuyla düşüldüğüne bakılırsa, halkın

293
Balzac

ünlülere karşı derin bir merak beslediği yadsınamaz. Taşra­


lıların çoğu, ünlü kişilerin kravatlarını nasıl bağladıklarını,
caddede yürürken, sağa sola bakınıp zaman öldürürken, bir
pirzolayı gövdeye indirirken neler yaptıklarını, elbette ki tam
olarak bilemez. Sonra da modaya uygun giyinmiş ya da -az
çok geçici bile olsa- başına kıskanılan bir devlet kuşu kon­
muş birini gördüler mi, "Aaa! Bu muydu ! " ya da "Ne tu­
haf! " deyiverirler; ağızlarından buna benzer ünlemler çıkar.
Kısacası, her türden şöhretin, giderek haklı bir şöhretin bile
yarattığı o tuhaf büyü, pek uzun sürmez. Hele yüzeysel, alay­
cı ya da kıskanç insanlar üstünde bıraktığı etki, bir daha yi­
nelenmeyen, şimşek gibi çakıp sönen bir duyguya benzer.
Şöhret de, güneş gibi, uzaktan parlak ve ısıtıcı, yaklaşınca bir
dağ tepesi gibi soğuktur. Belki de insan, ancak akranları ara­
sında gerçekten büyüktür; belki de insanlık durumuyla iliş­
kili kusurlar bunların gözüne gözükmez de daha çok aşağı
tabakadan hayranların gözüne batar. Bir şair, her gün hoşa
gidebilmek için, sevimli hareketleriyle, nazik sözleriyle anla­
şılmazlıklarını unutturmasını bilen insanların yalancı zarafe­
tine başvurmak zorundadır; çünkü herkes ondan, yeteneğin­
den başka, kimi yüzeysel salon erdemleriyle aile soğuklukla­
rı da bekler. Saint-Germain mahallesinin büyük şairi de bu
toplumsal yasaya boyun eğmek istemeyince, konuşmasının
ilk akşamlar yarattığı hayranlığın yerini, yavaş yavaş aşağı­
layıcı bir kayıtsızlığın aldığını gördü. Ölçüsüzce harcanan
akıl karşısında ruh, billur dükkanını seyreden göze döner.
Canalis'in ateşi ve pırıltısı da, kendi deyimleriyle "dayanık­
lı" şeylerden hoşlanan bu insanları çabucak yormuştu. Çok
geçmeden sıradan bir adam gibi davranmak zorunda kalan
şair, La Briere'in herkesin gönlünü kazandığı yerde çok sayı­
da engelle karşılaştı; oysa aynı insanlar, önceleri La Briere'i
tatsız bulmuşlardı; şimdi de Ernest'i ona yeğleyerek Cana­
lis'in şöhretinden öç alma gereksinimini duyuyorlardı sanki.
En iyi insanlar bile böyledir işte. Sade ve iyi yürekli denetçi,

2 94
Modeste Mignon

kimsenin özsaygısını zedelemiyordu. Ona dönenler, onun iyi


yürekli, alçakgönüllü, sır saklamayı bilen ve iyi yetişmiş biri
olduğunu gördüler. Dük d'Herouville, politikadaki değeri
açısından Ernest'in Canalis'ten çok çok üstün olduğunu söy­
ledi. Tasso gibi oynak yaradılışlı, hırslı, bir saati saatine uy­
mayan şair, lüksü, büyüklüğü seviyor, sağa sola borçlanıyor­
du. Oysa bugün böyle, yarın başka türlü olmayan genç de­
netçi, akıllı uslu yaşıyor, ortalığı velveleye vermeden ötekine
berikine yararlı oluyor, ödül beklerken dilenmiyor ve tutum­
lu davranıp para biriktiriyordu. Zaten Canalis de, kendisin­
den gözlerini ayırmayan kentsoyluları haklı çıkaracak şeyler
yapıyordu durmadan. İki üç günden beri, sabırsızlıklara, bit­
kinliklere, şairlerin sinirli yaradılışından doğan ve görünür
bir nedeni olmayan hüzünlere kapılıyor, birdenbire keyifleni­
yor, birdenbire somurtuyordu. Bir türlü karar verip bir mek­
tup yazamadığı Chaulieu Düşesi'ne karşı gün geçtikçe artan
kusurlarının yarattığı kaygıdan doğan bu zıpırlıklar (taşrada
böyle denir) yumuşak Amerikalı kadının ve saygın Bayan
Latournelle'in gözünden kaçmıyordu; Bayan Mignon'la sık
sık bunlardan söz ediyorlardı. Canalis bu konuşmaların et­
kilerini fark etti, ama nedenlerini anlayamadı. Artık kendisi­
ne gösterilen dikkat aynı değildi; ilk günlerde o yüzlerde gör­
düğü hayranlık kalmamıştı; oysa Ernest artık kendini dinlet­
meye başlamıştı. Bu yüzden şair, iki günden beri Modeste'i
baştan çıkarmaya çalışıyor, baş başa kaldıkları zaman genç
kızı heyecanlı sözlerinin ağına sarmak için fırsatı kaçırmıyor­
du. Modeste'in yanaklarındaki pembelikten, zengin kızın
tatlı tatlı söylenen o abartılı övgüleri nasıl büyük bir haz ala­
rak dinlediğini anlayan yaşlı kızlar, işin kötüye gitmesinden
kaygılanarak kadınların bu gibi durumlarda başvurdukları
ultima ra tio 'ya 1 0 1 başvurdular ve en şiddetli bedensel tiksin­
meleri uyandıran, bu nedenle de hedefini pek az şaşıran ka-

ıo ı Latince: Son çare.

295
Balzac

ralamalara giriştiler. Sofraya oturdukları zaman sevgilisinin


alnında kara bulutların uçuştuğunu gören şair, Matmazel
d'Herouville'in bir hainlik yaptığını anladı; Modeste'le ko­
nuşabilmek için bir fırsat kollayarak genç kıza, kendisiyle ev­
lenmesini doğrudan önermeyi gerekli gördü. İki soylu kızla
Canalis'in, nezaket dışına çıkmayan ama pek de tatlı olma­
yan bir dille konuştuklarını duyan Gobenheim, şairle Ahır
Beyi'ni göstermek için, yanında oturan Butscha'nın kolunu
dümü. Noter katibinin kulağına:
- Bu ikisi, birbirlerini yere serecekler, dedi.
- Canalis'in dehası, tek başına kendi kendini yere ser-
meye yeter, yanıtını verdi cüce.

296
LVII. Modeste'in Niyeti Anlaşılıyor

Son derece şatafatlı bir hava içinde geçen, olağanüstü


güzellikte yemeklerin ikram edildiği yemekte dük, Canalis'i
iyice geride bıraktı. Bir gün önce binici giysileri gelen Mo­
deste, çevrede yapıla bilecek gezilerden söz etti . Konuşma
buraya dökülünce de bir sürek avı görmek istediğini ve bu
zevki hiç tatmadığını söyledi. Dük hemen atılarak Matma­
zel Mignon'a Le Havre'dan birkaç fersah uzakta, saraya
ait bir ormanda böyle bir av düzenletebileceğini söyledi;
Avcı Başı 1 02 Prens de Cadignan'la ilişkileri sayesinde genç
kıza sarayın görkemini ve büyüleyici yaşamını göstererek
genç kızın gözlerini kamaştırmak, böylece de kendisiyle ev­
lenerek bu dünyaya katılmaya heveslendirmek istiyordu .
Dükle Matmazel d'Herouville'lerin kaçamak bakışmaları
o denli, "Kız bizim ! " der gibiydi ki, bunları gözünden ka­
çırmayan ve elinde kişisel gösterişinden başka bir şey kal­
mayan Canalis, Modeste'ten bir sevgi işareti koparmak
için sabırsızlandı. D'Herouville'lerle amaçladığından fazla
ileri gittiği için azıcık kaygılanan Modeste, yemekten son­
ra parkta dolaşırlarken Melchior'la özellikle biraz önden
yürüdü. Oldukça doğal bir genç kız merakıyla Helene'in

1 02
Grand- Veneur; kralın sürek avlarını düzenleyen yüksek görevli.

297
Balzac

aktardığı dedikoduları ozana çıtlattı; Canalis'in şaşırdığını


görünce de bunları kimseye söylememesini istedi; şair de
buna söz verdi.
- Bu dedikodular, dedi Canalis; yüksek sosyetede son
derece yaygındır. Sizin dürüstlüğünüzü incitiyorlar ama ben
onlara güler geçerim; dahası sevinirim bile. Çünkü bu mat­
mazeller böyle yollara başvuruyorlarsa, Dük Cenapları'nın
çıkarlarını iyice tehlikede görüyorlar demektir.
Bu tür bir iletişimin sağladığı üstünlükten hemen yararla­
nan Canalis, içinde bir sevgi belirtisi sezmekte acele ettiği bu
açılmadan dolayı Modeste'e teşekkür ederken savunmasına
öylesine nükteyle dile getirilmiş bir tutku havası, öyle bir şa­
ka tadı kattı ki, genç kız, Ahır Beyi'yle olduğu kadar şairle
de biraz ileri gitmiş olduğunu anladı. Gözüpekliğin zamanı
geldiğini sezen Canalis, niyetini bütünüyle açığa vurdu. Mo­
deste'e ettiği yeminlerde, şiiri, ustaca yardımına çağırdığı
mehtap gibi ışıl ışıl parıldadı; bu aile şenliği için göz alıcı giy­
siler giymiş sevimli sarışının güzelliğini öve öve göklere çı­
kardı . Gecenin, ağaçların, gökle toprağın, kısacası bütün do­
ğanın yandaş olduğu bu ısmarlama heyecan, açgözlü aşığın
aklını başından almış olacak ki, sonunda parada pulda gözü
olmadığından söz etti; Diderot'nun o ünlü, "Bin beş yüz
frank, bir de Sophie'm" öyküsünü, kayınbabanın servetini
çok iyi bilen bütün aşıkların o, "Bir dam altı, bir de kalbin,
bana yeter! " masalını, üslubunun bütün incelikleriyle tazele­
yip sunmayı başardı. Modeste, bilinen bir tema üstünden
büyük bir ustalıkla çalınan bu konçertonun tadını iyice çı­
kardıktan sonra:
- Mösyö, dedi; annemin babamın beni özgür bırakma­
ları sayesinde sizi dinledim. Ama bunları asıl onlara söyle­
meniz gerekirdi.
- Pekala ! dedi Canalis; eğer annenizin babanızın rıza -
sını alırsam onların sözünü seve seve dinleyeceğinizi söyle­
yin bana.

298
Modeste Mignon

- Önceden biliyorum ki, diye yanıtladı Modeste; baba­


mın bazı tuhaf düşünceleri var ve bunlar, sizinki gibi soylu
bir ailenin haklı gururunu incitebilir; çünkü babam adıyla
unvanını torunlarına vermek istiyor.
- Ah! sevgili Modeste, insan sizin gibi bir koruyucu me­
leğe yaşamını teslim edebilmek için neler feda etmez!
Genç kız da, Matmazel d'Herouville'lerin yanına doğru
giderken:
- Bütün yaşamımı ilgilendiren bir konuda izin verirseniz
bir dakikada karar vermeyeyim, dedi.
Bu sırada bu iki soylu ve yaşlı kız, küçük Latournelle'i
kendi yanlarına çekmek için pohpohlayıp duruyorlardı. Ye­
ğeni Helene' den ayırt etmek için sadece aile adıyla anacağı­
mız Matmazel d'Herouville notere, X. Charles'ın kendileri­
ne bırakacağı Le Havre mahkemesi başkanlığının, onun gibi
yasalardan anlayan, dürüst bir adam için, işten çekildikten
sonra pek uygun bir görev olacağını çıtlatıyordu. La Briere'le
birlikte dolaşan ve gözüpek Melchior'un işi ilerletmesinden
korkan Butscha, bir yolunu bulup taş merdivenin altında
Modeste'le birkaç dakika konuşabildi; ötekiler bu sırada, o
vazgeçilmez whist'in şakalarına dalmak üzere yeniden içeri
girmişlerdi. Cüce sesini alçaltarak:
- Matmazel, dedi; umarım onunla senli benli değilsiniz­
dir henüz !
Modeste melekleri bile çileden çıkaracak bir gülümse­
meyle:
- Az kaldı esrarengiz cücem! diye yanıt verdi.
Başkatibin kolları yanına düştü, elleri basamaklara
değdi:
- Tanrım! diye bağırdı.
- Sizin pek ilgi gösterdiğiniz o kinci, o karanlık suratlı
denetçiden daha iyi değil mi ? diye yanıtladı onu Modeste.
Söz Ernest'e gelince, sırrını yalnızca genç kızların bildiği o
gururlu tavrı takınmıştı; böyledir genç kızlar: Onca yüksek-

299
Balzac

lere uçsunlar diye sanki bakirelik omuzlarına bir de kanat ta­


kar. Bir an durduktan sonra:
- O sizin küçük Mösyö de La Briere'iniz mi beni draho­
masız kabul edecek ? dedi.
Butscha, Modeste'i pencerelerden uzaklaştırmak için bir
iki adım gerileyerek:
- Babanıza sorun, diye yanıtladı onu. Beni dinleyin
. Matmazel, · karşınızdaki kişinin size yalnız yaşamını değil,
her zaman, her an, onurunu da feda edebileceğini biliyorsu­
nuz. Bana inanabilirsiniz, belki de babanıza söylemeyeceği­
niz şeyi bana söyleyebilirsiniz. O yüce Canalis paranıza ta­
mah etmediğini size söyledi de, onun için mi zavallı Ernest'e
böyle taş atıyorsunuz ?
- Evet.
- İnandınız mı ?
Modeste, Butscha'ya taktığı on-on iki addan birini kulla­
narak:
- Mau-clerc, dedi; özsaygımın gücünden kuşkulanıyor­
sunuz gibi geliyor bana !
- Gülüyorsunuz sevgili Matmazel, demek ciddi bir şey
yok, umarım alay ediyorsunuzdur onunla.
- Benimle evlenmek isteyen biriyle alay etmek hakkını
kendimde bulursam sonra bana ne dersiniz Bay Butscha ? Şu­
nu bilin ki Jean Baba, bir kız en hor görülecek iltifatları hor
görüyormuş gibi yapsa da, yine koltukları kabarır.
Başkatibin yüzü, şenlik yapan bir kent gibi aydınlandı.
- Öyleyse ben de sizin koltuklarınızı ka bartıyorum ?
dedi.
Modeste:
- Siz mi ? . . diye yanıtladı. Siz bana dostlukların en güze­
lini, bir ananın kızına beslediğine benzer, karşılık bekleme­
yen bir duyguyu sunuyorsunuz. Kendinizi kimseyle bir tut­
mayın, çünkü babam bile bana sevgi göstermek zorunda.
(Biraz durdu. ) Erkeklerin anladığı anlamda sizi sevdiğimi

300
Modeste Mignon

söyleyemem, ama size karşı duyduğum duygu sonsuzdur,


hiçbir zaman da değişmeyecektir.
Butscha, yerden bir çakıltaşı almak için eğiliyormuş gibi
yaparak Modeste'in ayakkabılarının ucuna dudaklarını değ­
dirdi ve orada gözlerinden bir damla yaş bıraktı.
- Öyleyse, dedi; bırakın da hazinesini bekleyen bir ej­
derha gibi sizi koruyayım. Şair, az önce güzel cümlelerinin
dantelini, vaatlerinin cicili bicili örtüsünü gözlerinizin önüne
serdi. Aşkını, şiirin en güzel ezgileriyle ilan etti, değil mi ?
Eğer bu soylu aşık, zengin olmadığınız kuşkusuna kapılıp
değişir, tedirgin, soğuk bir adam olursa, yine de onunla evle­
nir, onu sayar mısınız? . .
Modeste, tiksindiğini belli eden bir hareketle:
- O zaman tam bir Francisque Althor olmaz mı ? diye
yanıt verdi.
Butscha:
- Öyleyse, dedi; bu dekor değişikliğini yapma zevkini
bana bırakın. Hem bu değişikliğin birdenbire olmasını isti­
yorum; hem de arkasından, sevdalı şairinizi size yeniden aşık
edeceğimi sanıyorum; bazen kendi de farkında olmadan, na­
sıl aynı gecede bir o tarafı, bir bu tarafı idare etmeyi zarafet­
le becerebiliyorsa, size karşı da bir öyle, bir böyle davrana­
cağından kuşkum yok.
- Eğer haklıysanız, dedi Modeste; kime güvenmeli ?
- Sizi gerçekten sevene.
- Şu ufak tefek düke mi ?
Butscha, Modeste'e baktı . Konuşmadan birkaç adım yü­
rüdüler. Genç kızın neler düşündüğü belli olmuyor, yüzün­
den hiçbir şey anlaşılmıyordu.
- Küçükhanım, içinizde, suların altındaki deniz yo­
sunları gibi gizlenen, kendi kendinize bile açmaya kalkış­
madığınız o düşünceleri açığa vurmama izin verir misi­
niz ?
Modeste:

301
Balzac

- Ne o, dedi; benim özel-sırdaş-akıl hocam, bir de bana


ayna mı oluyor şimdi ?
Butscha, son derece alçakgönüllü bir hareketle:
- Hayır, ama bir yankı olabilirim, diye yanıtladı onu.
Dük sizi seviyor, ama biraz fazla seviyor. Ben ki bir cüceyim,
eğer gönlünüzün sonsuz inceliğini iyice anlayabildimse, bir
Tanrı gibi tapılmak sizin hoşunuza gitmez. Ama fazlasıyla
kadın olduğunuz için, her zaman ayaklarınıza kapanan, her
zaman güveneceğiniz bir adamdan nasıl hoşlanmazsanız,
Canalis gibi kendisini size yeğleyecek, bencilin birini de iste­
mezsiniz . . . Niçin mi ? Bilmiyorum. Gözlerinizden okudu­
ğum, belki de bütün kızlara özgü bu durumun nedenini an­
layabilmek için kadın, hem de yaşlı bir kadın olacağım geli­
yor. Bununla birlikte engin ruhunuzda bir tapılma gereksini­
mi de var. Ama bir erkek ayaklarınıza kapandığında, siz de
onun ayaklarına kapanamazsınız. Voltaire, "Böyle pek uza­
ğa gidilmez " dermiş. Demek ki, şu ufarak dükte, tinsel açı­
dan fazla bir yaltaklanma var, Canalis'teyse yeterince yok;
hiç yok dememek için böyle diyorum. Ahır Beyi'ne bir şey
söylediğiniz, bir yanıt verdiğiniz zaman ya da o size bir şey
söylerken, gülümsemelerinizin altına gizlenen ince alayı sezi­
yorum. Dükle hiçbir zaman mutsuz olmazsınız; eğer koca
diye dükü seçerseniz herkes sizi onaylar, ama siz de hiçbir za­
man onu sevemezsiniz. Bencilliğin soğukluğu gibi, devamlı
bir coşkunun sonsuz ateşi de kadınların gönlünde bir tür
hoşnutsuzluk uyandırır. Evliliğin hayal ettiğiniz zevklerini si­
ze verecek şey, böyle ardı arkası kesilmeyen bir başarı değil­
dir kuşkusuz; evlilikte öyle boyun eğmeler vardır ki gurur ve­
rir insana; mutlulukla gizlenen küçüklü büyüklü özveriler
gösterilir, nedensiz kaygılar duyulur, bir tür sarhoşlukla ho­
şa gitmeye çalışılır, beklenmedik büyüklükler önünde sevinç­
le eğilinir, insan birbirini sırlarına kadar anlar, kimi zaman
kadın, koruyucusunu aşkıyla korur . . .
- Siz büyücüsünüz ! dedi Modeste.

302
Modeste Mignon

- Canalis gibi kendinden başka kimseyi düşünmeyen,


hep, " ben, ben " diyen, babanıza ya da Ahır Beyi'ne bile
önem vermeyip dikkat etmeyen bir adamla evlenirseniz, bu
sefer de, duyguların o tatlı eşitliğini, yaşamın durmadan
paylaşılmasını, evlenmeyi göze aldıran o her zaman hoşa
gitme güvenini bulamazsınız ! . . Saygınlığınızı, boyun eğme­
nizi bile önemsemeyecek, sizi evine gerekli bir nesne haline
getirecek, onur konusundaki kayıtsızlığıyla sizi şimdiden
aşağılayan, gözü yükseklerde, ikinci sınıf bir adam . . . Serve­
tinize öyle susamış ki, tutup annenize bir tokat atsanız, sizi
kendine karşı aklayabilmek için gözlerini kapar. Böylece
Matmazel, ne küçük bir oyuncudan başka bir şey olmayan
büyük şairi, ne de kendisiyle evlenirseniz çevrenin gözünde
iyi bir eş sayılabilecek, ama size koca olamayacak Dük Ce­
napları'nı düşünüyorum . . .
- Yüreğim boş bir kitap Butscha ve siz bu kitaba kendi
elinizle yazdıklarınızı okuyorsunuz, diye yanıtladı onu Mo­
deste. Taşralı kininizle, sizi aşan her şeye düşman kesiliyor­
sunuz. Şairin bir politika adamı oluşunu, güzel konuşması­
nı, parlak bir geleceği olmasını çekemiyorsunuz, niyetlerine
kara çalıyorsunuz . . .
- Onun mu ? . . Matmazel. Tıpkı bir Vilquin gibi, size bir
gün içinde alçakça sırt çevirir o!
- Ya ! Öyleyse oynatın bu oyunu ona da görelim, hem . . .
- Üç güne kadar türlüsünü göreceksiniz, çarşambaya,
unutmayın! İşler tersine dönünce kopacak iğrenç patırtıyı
daha iyi duyabilmek için, o güne kadar Matmazel, bu kanar­
ya düdüğünün bütün nağmelerini dinleyip eğlenin !

303
LVIII. Ernest Mutlu

Modeste, salona neşe içinde girdi; erkekler arasından


yalnızca La Briere, sanki, " Kraliçe geliyor " denmiş gibi ye­
rinden fırladı; delikanlı bir pencerenin ağzına oturmuş ve
büyük olasılıkla oradan sevgilisini seyretmişti. Bu saygılı
davranış, çok canlı bir biçimde gereken her şeyi söylüyordu
ve en güzel söylevden daha etkileyiciydi. Söylenen sevda, ka­
nıtlanan sevdanın yerini tutmaz; yirmi yaşındaki bütün genç
kızlar, iş bu gerçeği sınama ya gelince ellisinde kesilirler. Baş­
tan çıkarıcıların her zaman kanıtlamaya çalıştığı da budur.
Küçümsenen sevdalı, genç kızı herkesin izlediği bir saygı
gösterisiyle selamlayan Canalis gibi Modeste'in yüzüne ba­
kacak yerde, Butscha gibi boynu bükük, neredeyse ürkek
bir edayla, onu alttan alta gözleriyle izledi. Gidip Canalis'in
yanına oturan ve oyununa ortak olmuş gibi görünen genç
kız, delikanlının bu davranışını gözden kaçırmadı. Konuş­
malar sırasında La Briere, Modeste'in babasına bir sözün­
den çarşamba günü yeniden ata binmeye başlayacağını an­
ladı; genç kız, binici giysilerinin görkemine uygun bir kırba­
ca gereksinim duyduğunu anımsatıyordu. Denetçi cüceye,
yangın yeri gibi harlanan bir bakış fırlattı; az sonra ikisi bir­
den taraçayı arşınlıyorlardı.
Emest:

305
Balzac

- Saat dokuz, dedi. Son hızla Paris'e gidiyorum. Yarın


sabah onda oradayım. Azizim Butscha, Modeste sizden bir
anı kabul edebilir, çünkü sizinle bir dostluğu var. İzin verir­
seniz ona sizin adınıza bir kırbaç armağan edeceğim. Şunu
da bilin ki bana böyle büyük bir iyilik ederseniz, size yalnız­
ca dostluk değil, minnet de duyacağım.
Noter katibi:
- Uzun etmeyin, dedi, talihlisiniz yine; umarım paranız
vardır! ..
- Canalis'e gelmeyeceğimi söyleyin. İki gün için bir ba­
hane bulsun.
Bir saat sonra posta arabasıyla yola çıkan Ernest, on iki
saatte Paris'e vardı; ilk işi Le Havre posta arabasında erte­
si gün için bir yer ayırtmak oldu. Arkasından Paris'in en
ünlü üç kuyumcusuna gitti; kamçı başlarını birbiriyle kı­
yaslıyor, sanatın yaratabileceği en görkemli, en güzel şeyi
arıyordu. Sonunda Stidmann'ın elinden çıkma güzel bir
kamçı topuzu buldu; bir Rus kadını ısmarlamış ama son­
radan parasını verememişti. Altın üstüne işlenmiş bir tilki
avını canlandıran bu sanat yapıtının tepesinde, bir denetçi
aylığıyla alınamayacak kadar pahalı bir yakut parlıyordu.
Ernest bütün biriktirdiği paraları verdi; tam yedi bin frank
saydı. Eski armanın yerine işlenmesi için La Bastie'lerin ar­
masını bırakarak her şeyin yirmi saat içinde hazır olmasını
istedi.
Bir incelik başyapıtı olan bu oyma topuz, kauçuk bir
kamçının başına geçirilerek kadife astarlı, kırmızı maroken
bir kılıfın içine yerleştirildi. Üstüne de birbirine geçmiş iki M
işlendi. La Briere, çarşamba günü postayla Le Havre'e dön­
dü, Canalis'le öğle yemeğine bile yetişti. Şair, sekreterinin gi­
dişini, Paris'ten gönderilen bir işle uğraştığını söyleyerek sak­
lamıştı. Denetçiyi karşılamak için araba durağında bekleyen
Butscha, bu sanat yapıtını hemen Françoise Cochet'ye götü­
rerek, Modeste'in tuvalet masasının üstüne koymasını tem-

306
Modeste Mignon

bihledi. Kırbacın bir kazaya uğramadan yerine gittiğini bir


göz işaretiyle La Briere'e haber vermek için Canalis'e gelen
noter katibi:
- Herhalde, dedi; Matmazel Modeste'le gezmeye siz de
geliyorsunuz değil mi ?
Ernest:
- Ben yatıp uyuyacağım, diye yanıtladı onu.
Canalis dostunun yüzüne şaşkınlıkla baktı:
- Şu işe bak. Seni anlamaz oldum artık!

307
LIX. Butscha'nın Çevirdiği Dolaplar
Ortaya Çıkıyor

Öğle yemeği yenecekti. Şair doğal olarak başkatibi de


sofraya buyur etti. Zaten Butscha da, belki La Briere gerek
duyup kendisini davet eder diye kalmıştı; çünkü Modeste'e
verdiği söz doğrultusunda oynadığı kambur oyununun iyi
sonuç verdiğini Germain'in yüzünden anlamıştı. Germain,
Canalis'in kulağına:
- Bay Latournelle'in katibini iyi ettiniz de yemeğe alı­
koydunuz efendim, dedi.
Uşağın efendisine yaptığı bir göz işareti üzerine Canalis'le
Germain salona gittiler.
- Bu sabah efendim, iki gün önce tanıştığım bir kayık
sahibinin daveti üzerine, balık avı izlemeye gittim.
Germain, Le Havre kahvelerinden birine girip bilardo
oynamak gibi düzeysiz bir iş yaptığını itiraf edemedi; oysa
Butscha, uşağı parmağında çevirebilmek için çevresini bazı
dostlarıyla sarmıştı orada. Canalis:
- İyi, dedi; ne olmuş, çabuk söyle!
- "Baron Cenapları, orada Bay Mignon konusunda bir
tartışmaya tanık oldum. Kimin adamı olduğumu bilmedik­
leri için de tartışmayı elimden geldiği kadar kızıştırdım. Ah
Baron Cenapları, limandaki dedikodulara bakılırsa bir tuza-
309
Balzac

ğa düşmek üzeresiniz. Matmazel de La Bastie'nin serveti, adı


gibi pek "alçakgönüllü " sanırım. Bay Mignon'u getiren ge­
mi kendinin değilmiş, Çinli tüccarlarınmış; bunlarla sonra
hesaplaşacakmış; bu konuda albayın yüzünü kızartacak şey­
ler söylüyorlar. Matmazel de La Bastie'yi dükle aranızda
paylaşamadığınızı duyunca sizi uyarma cesaretini kendimde
buldum; bu işte okkanın altına Dük Cenapları'nın gitmesi
daha iyi olur . . . Dönüşte, limanda şöyle bir gezindim. Tiyat­
ronun önünde tüccarlar dolaşıyordu, bir punduna getirip
aralarına sızdım. Adamcağızlar beni temiz pak görünce Le
Havre' dan söz etmeye başladılar; şuradan buradan derken,
sözü Albay Mignon'a getirdim; bunların söyledikleri, balık­
çıların anlattığına o kadar uyuyordu ki, size haber vermesey­
dim görevimi yapmamış olacaktım. İşte bu yüzden, yataktan
kalkarken de, giyinirken de efendimizin yanlarında buluna­
madım . . .
Modeste'e geri dönülemeyecek birtakım sözler verdiğini
düşünen Canalis heyecanla:
- Ne yapmalı ? dedi.
Şairin yıldırımla vurulmuşa döndüğünü gören Germain:
- Efendim kendisine ne kadar bağlı olduğumu bilir, de-
di; buna güvenerek bir öğüt vereceğim. Eğer katibi sarhoş
edebilirseniz bu konuda asıl sözü o söyler; ikinci şampanya
şişesinde bülbül kesilmezse üçüncüde dili çözülür. Bir gün
nasıl olsa büyükelçi olarak göreceğimiz efendimiz -Phi­
loxene, Düşes Cenapları'na böyle dendiğini kulağıyla duy­
muş- eğer Le Havre'lı bir noter katibinin hakkından gele­
mezse biraz tuhaf olur.
Bu sırada, bu balık avı partisinin gizli düzenleyicisi Buts­
cha da, Paris'e gidişinin nedenini Canalis'e söylememesi ve
yapacağı manevrayı engellememesi için denetçiyi uyarıyordu.
Başkatip, Le Havre'da Charles Mignon'a karşı gelişen bir
tepkiden yararlanmıştı. Bu tepkinin nedeni de şuydu: La Bas­
tie Kontu, yokluğunda karısıyla çocuklarına sırt çeviren eski

3 10
Modeste Mignon

dostlarını defterden silmişti. Bu eski dostlar, Mignon'un evin­


de büyük bir ziyafet verildiğini öğrendiklerinde villaya çağrı­
lacaklarını sanarak bir çağrı beklediler; ama Gobenheim, La­
tournelle'ler, dük ve iki Parisliden başkasının çağırılmadığı
anlaşılınca, Charles'ın kibirli davranışı konusunda atıp tut­
maya başladılar. Kontun kimseyle görüşmek istemeyişi, Le
Havre'a inmeyişi, asıl o zaman göze battı; bunun bir küçüm­
seme sonucu olduğunu sanan Le Havre'lılar da, Mignon'la­
rın ani servetini dillerine dolayarak öç almaya kalktılar. De­
dikodular sürüp giderken, villanın geri alınması için Vilqu­
in'e ödenen parayı Dumay'nin verdiğini çok geçmeden öğ­
rendiler. Bu durum, bazı azılıların, kara çalmayı, Charles'ın
sözde ortakları Kanton tüccarlarıyla arasında çıkabilecek bir
anlaşmazlığı öngörerek paralarını sadık dostu Dumay'ye
emanet ettiğini düşünmeye kadar vardırmalarına yol açtı.
Servetini gizlemekten başka bir şey düşünmeyen Charles'ın
yarım ağızla söylediği sözler, tembihli adamlarının ağız birli­
ği edişi, bu kabaca uydurulmuş masalları doğrular gibiydi;
tüccarları birbiri arkasından atıp tutmaya yönelten o kötüle­
me alışkanlığıyla herkes de bunlara inanıyordu. Le Havre'ı
kuranlardan birinin zenginliği, bir zamanlar nasıl hemşerilik
ruhuyla övüldüyse, şimdi de taşra kıskançlığıyla yeriliyordu.
Balıkçılara zaman zaman iyiliği dokunan başkatip, onlardan
ağız birliği etmelerini ve bu sırrı saklamalarını istemişti. İste­
diğinden fazlası oldu. Kayık sahibi Germain'e, akrabasından
bir gemicinin, albayı getiren geminin satılmasından sonra
açıkta kalarak Marsilya'dan geldiğini, bu akrabadan duydu­
ğuna göre geminin Castagnould isminde birinin hesabına sa­
tıldığını, navluna gelince, üç-dört yüz bin franktan fazla et­
meyeceğini söyledi. Canalis, uşak salondan çıkarken:
- Germain, dedi; bize şampanyayla Bordeaux şarabı ge­
tir. Bu Normandiyalı adliyeci, bizim gibi bir şairin konukse­
verliğini her zaman anımsamalıdır . . .
Sonra elini cücenin omzuna dayayarak:

311
Balzac

- Üstelik kendisi, diye devam etti; Le Figaro gazetesi


kadar da şakacıysa . . . Bu küçük gazeteci zekası, şampan­
yayla birlikte köpürüp taşmalı. Biz de içeriz değil mi Er­
nest ? . .
Sonra La Briere'e döndü:
- İnan, iki yıl var ki, şöyle doğru dürüst bir sarhoş ol­
madım!
Başkatip:
- İçkiyle sarhoş olmadım derseniz inanırım, diye yanıt­
ladı onu; yoksa kendi kendinize bakarak her gün kafayı bu­
luyorsunuz. Övülme denen şeyi doya doya tadıyorsunuz.
Güzelsiniz, şairsiniz, yaşarken ünlenmişsiniz, dehanıza uy­
gun konuşuyorsunuz, bütün kadınların hoşuna gidiyorsu­
nuz; patronumun karısı bile sizi beğeniyor. Yeryüzünde gör­
düğüm Valide Sultan'ların ( bundan başkasını da görmedim)
en güzeline kendinizi sevdirdikten sonra, isterseniz, Matma­
zel de La Bastie'yle de evlenebilirsiniz . . . Geleceğinizi (güzel
bir unvan, Yüce Meclis üyeliği, büyükelçilik) hesaba katma­
dan, yalnızca bugünkü niteliklerinizi saymakla içmeden sar­
hoş oldum işte! ..
Canalis:
- Bütün bu toplumsal şatafat, servet olmazsa beş para
etmez! dedi. Burada erkek erkeğeyiz, güzel duygular ancak
sözde hoşa gider.
Noter katibi anlamlı bir hareket yaparak:
- Bir de yeri geldiğinde, dedi.
Sözünün kesilmesine gülümseyen şair:
- Siz ki bayım, dedi; sözleşmeler düzenlersiniz, sıcacık
bir yuvanın aslında sefalet demek olduğunu benim kadar bi­
lirsiniz elbette.
Butscha, sofrada, Piyangoya Konan Ev'deki 1 0 3 Trigaudin
rolünü oynayarak, işçi tekerlemelerinden hiç de aşağı kalma-

1 03
Picard ve Radet'nin tek perdelik komedyası.

312
Modeste Mignon

yan noterlik tekerlemeleriyle Ernest'i neredeyse korkuttu. Le


Havre'ın yüz kızartıcı öykülerini, servetlerin tarihçesini, ka­
dın maceralarını, Normandiya'nın "işin içinden çık da nasıl
çıkarsan çık " ilkesine uygun olarak, elde yasa işlenen suçla­
rı anlattı. Atıp tutmadığı kimse kalmadı; şarap, yağmur bo­
rularından geçen sel gibi gırtlağından aktıkça dili çözülüyor­
du. Canalis, Butscha'nın bardağına şarap doldururken:
- Biliyor musun La Briere, dedi; bu delikanlı dehşet bir
elçilik katibi olur!..
Cüce, küstahlığı karbonik asit gazının pıtırtılarına karı­
şan bir bakışla Canalis'i süzdükten sonra:
- Olur ama, patronunu da yerinden eder, dedi. Sizin de
tepenize çıkacak kadar nankörlüğüm, dalaverem vardır. Şa­
irin tepesinde eciş bücüş, zamansız doğmuş bir yaratık! . . Gö­
rülmemiş şey değil, çok bile görülür... özellikle kitapçılıkta.
Haydi canım, öyle kılıç yutmuş gibi bakmayın yüzüme.
Evet, büyük dahi dostum, siz üstün bir adamsınız ve gönül
borcu denen şeyin aptalca bir söz olduğunu bilirsiniz; söz­
lükte bulunur ama insan gönlünde yeri yoktur. Değerli oldu­
ğu bir yer varsa bile orası ne Parnassos'tur, ne Pindos. 1 04 Be­
ni büyüttüğü için patronumun karısına çok mu borcum var
sanıyorsunuz ? Bütün kent, paraların en değerlisiyle, saygıy­
la, sözle, hayranlıkla bu hesabı çoktan temizledi. Gururumu­
za bir gelir sağlamak için yapılan iyilikleri iyilik saymam. İn­
sanlar aralarında bir hizmet alışverişi yaparlar, gönül borcu
sözcüğü de bir alacağı gösterir, işte o kadar. Dalavereye ge­
lince, dalavere tanrımdır benim!
Canalis'in bir hareketine karşılık:
- Nasıl! diye devam etti; becerikli bir adama, dahilerin
bile üstesinden gelme gücünü veren, büyüklerin kusurlarını,
zayıf yanlarını sürekli incelemeye ve her şeyin en uygun za­
manını bilmeye dayanan o yeteneğe bayılmaz mısınız? Sorun

1 04 Mitologyaya göre esin perilerinin ve Apollon'un yaşadığı dağlar.

313
Ba/zac

bakalım diplomatlara: Başarıların en güzeli, kurnazlığın gü­


cü yenmesi değil midir? Katibiniz olsaydım, Baron Cenapla­
rı, çok geçmez başbakan olurdunuz, çünkü bu benim işime
gelirdi! . . Bu tür yeteneklerime bir örnek ister misiniz? Beni
dinliyor musunuz ? Matmazel Modeste'in size bayılması ho­
şunuza gidiyor, hakkınız var. Bu kızı ben de severim, gerçek
bir Paris kızıdır. Taşrada da tek tük böyle Parisliler yetişir! . .
Bizim Modeste'le evlenen erkek ilerler . . .
Sonra havada yumruğunu sallayarak:
- Böyledir bizim Modeste, dedi. Korkulacak bir hasmı­
nız var: Dük ! Üç güne kalmadan onu Le Havre'dan uzaklaş­
tırırsam ne verirsiniz bana ?
Şair, Butscha'nın bardağını doldurarak:
- Bitirelim şu şişeyi, dedi.
Noter katibi dokuzuncu şampanya kadehini de mideye
yuvarlarken:
- Sarhoş edeceksiniz beni ! diye yanıtladı onu. Bir saat
kadar kestirebileceğim bir yatak var mı burada ? Patronum
ağzına bir dirhem içki koymaz, karısı da öyle; ikisi de gözü­
mün yaşına bakmazlar, azarlarlar beni. Hakları da var, ak­
lım başımda değil, yapılacak bir sürü sözleşme de beni bek-
i.ıyor '. ..
Sonra, tıpkı sarhoşlar gibi bir geçişe gerek duymadan ön­
ceki düşüncelerine dönerek:
- Ama ne bellek ! .. dedi. Gönül borcu duygumdan hiç de
aşağı kalmıyor.
Şair:
- Butscha, dedi; daha demin nankör olduğunu söylü­
yordun, bir sözün bir sözünü tutmuyor.
Başkatip:
- Hiç de değil, diye yanıt verdi. Unutmak, neredeyse he­
men her zaman anımsamaktır! Haydi! Durmayın! Dehşet
bir katip olmak için biçilmiş kaftanım ben . . .
Konuşmanın kendiliğinden istediği yola döküldüğünü
görerek sevinen Canalis:
314
Modeste Mignon

- Nasıl edeceksin de dükü buradan yollayacaksın ? diye


sordu.
Noter katibi, gürültülü bir hıçkırıktan sonra:
- Orası sizi ilgilendirmez! yanıtını verdi.
Butscha başını omuzlarının arasında döndürdü; gözlerini
Germain'den La Briere'e, La Briere'den Canalis'e çevirdi; sar­
hoş olacaklarını anlayıp, çevreden kendilerine nasıl bakıldı­
ğını anlamak isteyen insanlar gibiydi: Sarhoşluk fırtınasında
özsaygı, suyun yüzünde kalabilen biricik duygudur çünkü.
- Siz büyük şairimiz, az alaycı değilsiniz hani! Beni oku­
yucularınızdan biri sandınız galiba, siz ki dostunuzu doludiz­
gin Paris'e yolladınız, Mignon ailesi hakkında bilgi almak
için . . . Saçmalıyorum, saçmalıyorsun, saçmalıyoruz . . . İyi !
Ama ne söylediğimi bilecek kadar aklı başında bir adam ol­
duğuma inanmak onurunu bağışlayın bana . Noter Latour­
nelle'in başkatibi niteliğiyle içim kapalı bir kutudur . . . Ağ­
zımdan müşterilere dair tek söz alamazsınız. Her şeyi bilirim
ama hiçbir şeyi de bilmem. Üstelik kimi sevdiğimi herkes bi­
lir. Modeste'i severim, öğrencimdir, iyi biriyle evlenmeli . . .
Gerekirse düke istediğimi yaptırırım. Ama siz evlenme . . .
- Germain, kahve, likörler . . . dedi Canalis.
Butscha, baştan çıkmamaya çalışan bir sahte bakire eda­
sıyla elini kaldırarak:
- Likörler mi ? diye tekrarladı. Ah zavallı sözleşmele­
rim ! . . Bir de evlenme sözleşmesi vardı. Bizim ikinci katip de
sersemin biridir hani. Kadının kişisel mallarının hesabına ol­
madık bir çentik atabilir. Kendini yakışıklı sanıyor, ne o, beş
kadem, altı parmak boyu varmış . . . Budala ! . .
Canalis:
- Buyurun dedi; çay özü, adalarda yapılan bir likör. Siz
ki Matmazel Modeste'in danıştığı . . .
- Danışır bana . . .
- Peki öyleyse! Ne dersiniz beni seviyor mu ?
Cüce, ustalıkla taklit ettiği bir uyuşukluktan silkinerek:

315
Balzac

- Dükten fazla, diye yanıt verdi. Sizi, parada gözünüz


olmadığı için seviyor. Sizin için büyük özverilerde bulunabi­
leceğini, üstten baştan geçeceğini, yılda bin eküden fazla har­
camayacağını söylüyordu; kendisiyle evlenmekle iyi bir iş
yaptığınızı size bütün yaşamıyla göstermek istiyormuş. Pek,
pek (hıçkırık ) dürüst bir kızdır, işiniz iş! Okumuş yazmıştır,
hangi taşı kaldırsanız altından çıkar!
Canalis:
- Bu, bir de üç yüz bin frank, dedi.
Başkatip sevinçle:
- Belki o kadar vardır, diye devam etti. Mignon Ba­
ba 'nın . . . baba olarak üstüne yoktur ( bu yüzden severim
onu . . . ); kızını güzelce başgöz etmek için nesi var nesi yok ve-
rir . . . Bu albay, şu sizin Restauration yüzünden ( hıçkırık) ya-
rı maaşla geçinmeye alıştı; Dumay'yle Le Havre'da birtakım
dalavereler çevirerek yaşarsa keyfine diyecek olmaz; tabii üç
yüz bin frangı küçüğe verir . . . Ama Dumay'yi unutmayalım;
o da servetini Modeste'e bırakacak. Dumay, biliyorsunuz ki
Brötanyalıdır. Brötanyalılara güvenilir, caymak nedir bilmez­
ler; patronu kadar da parası vardır. Bununla birlikte sözümü
dinlerler, hiç olmazsa sizin dinlediğiniz kadar; oysa her za­
man da böyle güzel konuşmam, onlara dedim ki: " Eve fazla
veriyorsunuz; Vilquin evi size bırakırsa, iki yüz bin frangınız
beş kuruş bile getirmez . . . Geçinmek için geriye yüz bin frank
kalıyor demek; bence yetmez . . . " Şu sırada albayla Dumay
bu işi konuşuyorlar. İnanın bana, Modeste, zengin kızdır. Li­
mandakiler budalaca şeyler söylüyor, kıskançlıklarından . . .
Buralarda kimde böyle drahoma var ?
Butscha hesabı tutmak için parmaklarını kaldırdı; sol eli­
nin başparmağını büküp, sağ elinin işaretparmağına değdi­
rerek:
- Nakit iki ya da üç yüz bin frank, biir ! . . dedi.
Sol elinin işaretparmağını açarak:
- Mignon Villası'nın çıplak mülkiyeti, ikii ! . . diye devam
ettı.
316
Modeste Mignon

Sonra ortaparmağını uzattı :


- Dumay'nin serveti, üüç ! Bu iki yaşlı asker, öteki dün­
yaya parola sormaya gittiler mi, Modeste Anamız altı yüz
bin franga kondu demektir.
Arasına küçük küçük kadeh devirmelerin de karıştığı bu
saf ve kabaca dertleşme, Butscha'yı sarhoş ettiği kadar Ca­
nalis'i de ayılttı. Genç bir taşralı olan noter katibi için bu ser­
vet elbette çok büyüktü; başını sağ elinin avcuna alarak dir­
seğini görkemli bir edayla masaya dayadı. Kendi kendine
söylenerek gözlerini kırpıştırdı.
- Miras hukuku adı altında servetleri altüst eden yasa
bu hızla giderse, yirmi yıl sonra milyonluk bir kız, parada
gözü olmayan bir tefeci gibi parmakla gösterilecek. Mo­
deste'in yılda on iki bin frank yiyeceğini, bunun da draho­
masının faizi olduğunu söyleyeceksiniz. Ama iyi kızdır . . .
İyi kızdır . . . İyi kız. Yani görüyorsunuz ya . . . (Bir şaire im­
geyle anlatmak gerek ! . . ) evet, maymun gibi muzip bir ka­
kımdır!
Canalis, La Briere'e dönerek yavaşça:
- Sen ne diyordun ? dedi. Hani altı milyonu vardı? ..
- Dostum diye yanıt verdi Ernest; izin verirsen sana bir
şey söyleyeyim: Ben ağzımı açamazdım, yemin ettim, bu ka­
darını bile söylememeliydim . . .
- Kime yemin ettin ?
- Bay Mignon'a.
- Nasıl ! Ernest, sen ki paranın bana ne kadar gerekli ol-
duğunu biliyorsun . . .
Butscha horluyordu.
Canalis'in rengi solmuştu:
- . . . Sen ki durumumu, evlenirsem Grenelle sokağında
neler kaybedeceğimi biliyorsun, okkanın altına gittiğimi gö­
rünce kılın kıpırdamayacak mı ? . . dedi. Bu iki dost arasında
bir iş; ve bizim dostluğumuz, senin o kurnaz Provence'lıyla
yaptığın anlaşmadan önce gelir . . .

317
Balzac

- Sevgili dostum, dedi Ernest; Modeste'i o kadar çok se­


viyorum ki . . .
Şair:
- Aptal ! Modeste'i sana bırakıyorum, diye bağırdı . Bo­
zuyor musun yeminini ? ..
- Sana şimdi söyleyeceklerimi unutacağına, bana karşı,
ne olursa olsun bunları söylememişim gibi davranacağına,
namusun üstüne söz verir misin ?
- Ölmüş anamın üstüne yemin ederim.
- Pekala öyleyse ! Paris'te Bay Mignon bana, parasının
Mongenod'ların sözünü ettiği muazzam servetin çok altında
olduğunu söyledi. Albay kızına iki yüz bin frank vermeyi dü­
şünüyor. Şimdi Melchior, kızın babası çekindiği için mi böy­
le söyledi, yoksa içten miydi, bu soruyu yanıtlayabilecek du­
rumda değilim. Eğer Modeste gönül indirip bana varmak is­
terse, onu drahomasız da alırım.
Canalis:
- Ukalanın biri! dedi; İnsanı ürkütecek bir eğitimi var,
okumadığı kitap kalmamış, bilmediği şey yok . . .
La Briere'in bir hareketine karşılık da:
- Ama kuramsal olarak elbette, diye devam etti. Şıma­
rık bir çocuk; doğumundan başlayarak lüks içinde büyü­
müş, beş yıldan beri de lüksünden yoksun! Aman dostum,
iyi düşün !
Butscha uykusundan uyanarak:
- Şiir ve kara kaplı kitap, dedi; sizin işiniz şiir, benim
işim kara kaplı kitap. Aramızda dağlar var. İmdi, kara ku­
rudan gelir, kuru yaşı akla getirir. Yedirdiniz içirdiniz bana,
severim sizi . . . yaş tahtaya basmayın! . . İyi bir öğüt şarabını­
za da, likörünüze de bedeldir. Bay Mignon da likör gibi tat­
lıdır hani, hem de namuslu adamların tatlısı . . . Hiç durma­
yın, binin ata, şimdi kızıyla birliktedir. Ona doğrudan doğ­
ruya yanaşabilirsiniz; açın bu drahoma meselesini, size açık­
ça yanıtını verir, o zaman benim sarhoşluğum, sizin büyük-

318
Modeste Mignon

lüğünüz kadar gerçekten görürsünüz kesesinin dibini. Birlik­


te çekip gidiyoruz değil mi Le Havre'dan? . . Mademki sarhoş
olduğumu sanarak benimle alay eden şu delikanlı sizden ay­
rılıyor, katibiniz ben olayım . . . Haydi canım bırakın kızı o
alsın.
Canalis giyinmek için ayağa kalktı.
Butscha, La Briere'e, Gobenheim gibi soğukkanlılıkla ve
alçak sesle:
- Sesinizi çıkarmayın, dedi; ölümüne gidiyor.
Sonra Canalis'e Paris bıçkınları gibi göz kırparak:
- Güle güle üstadım, diye bağırdı; Madam Amaury'nin
kameriyesinde ötmeme izin var mı ? ..
- Burası eviniz, yanıtını verdi şair.
Noter katibi, Canalis'in hizmetindeki üç uşağın gülüş­
meleri arasında, ince yollardan, çiçek tarhlarının arasından,
kapalı bir pencereden çıkmaya uğraşırken sonu gelmez zik­
zaklar çizen böceklerin inatçı zarifliğiyle geçerek kameriye­
ye vardı. Kameriyeye girip de uşaklar çekilince boyalı tahta
bir sıranın üstüne oturdu, elde ettiği başarının sevincinden
kendini kaybetti. Büyük bir adamı faka bastırmış, üstelik
yalnızca yüzünden maskesini çıkarmakla kalmamış, bu
maskeyi tutan ipleri çözdüğünü de görmüştü; şimdi de ken­
di yazdığı piyese gülen bir yazar gibi, bu vis comica'nın ı o s
büyük değerini kavramaktan doğan bir duyguyla katıla ka­
tıla gülüyordu.
- İnsanlar birer topaçtır, iş bedenlerine sarılacak ipi bul­
makta, diye söylendi kendi kendine. Matmazel Modeste at­
tan düştü, bacağını kırdı deseler ben de bayılmaz mıyım,
sanki!

1 05 Güldürme yetisi.

319
LX. Cana/is Gerçekçi Yanını Açığa Vuruyor

Bu sırada Modeste, babasıyla Dük d'Herouville'e, aldığı


güzel armağanı gösteriyordu. Baştan aşağı donanmış bir mi­
dilliye binmiş, cam yeşili ince çuhadan güzel bir binici giysi­
si giymiş, başına yeşil peçeli küçük bir şapka, eline geyik de­
risi eldivenler geçirmişti. Ayağındaki kadife botların üstüne,
pantolonunun dantelli süsleri dökülüyordu. Düşünüldüğü
için çok mutluydu; düşünülmek kadınların her zaman hoşu­
na gider. Genç kız, kırbacın pırıl pırıl yanan başını uzatarak:
- Sizden mi Dük Cenapları ? .. diye sordu. Üstünde bir
kart vardı. Kartta da, " Bil bakalım kimden " yazılıydı ve ge­
risi nokta nokta bırakılmıştı. Françoise'la Bayan Dumay, bu
şirin hediyeyi Butscha'nın verdiğini söylüyorlar. Ama sevgili
Butscha'm böyle güzel bir yakut a1acak kadar zengin değil­
dir ! Öte yandan pazar günü babama kırbacını olmadığını
söylemiştim; o da Rouen' dan şunu aldırtmış bana.
Modeste, babasının elindeki kırbacı gösteriyordu. Bu kır­
baç o sıralar pek moda olan, sonra da gittikçe gözden düşen
bir tarzda yapılmış, ucuna serpme firuze işlenmişti. Dük na­
zik bir edayla:
- Size böyle güzel bir mücevher armağan edebilme hak­
kına kavuşmak için yaşamımın on yılını feda ederdim, diye
yanıtladı onu.

321
Balzac

Canalis'in atla geldiğini gören Modeste:


- Öyleyse, işte bu yürekli adam! diye bağırdı. Böyle gü­
zel şeyleri ancak şairler bulabilir.
Sonra Melchior'a:
- Efendim, dedi; babam size darılacak, böylece savur­
ganlığınızı hoş görmeyenlerin ekmeğine yağ sürüyorsu­
nuz.
Canal is saf saf:
- Demek La Briere bunun için öyle telaşla Le Havre'dan
Paris'e gitti ! dedi yanıt olarak.
Modeste, sarardı; La Briere'i küçümsediğini gösteren bir
canlılıkla kırbacı Françoise Cochet'ye attı.
- Sekreteriniz buna nasıl cüret eder ? dedi. Verin bana o
kırbacı baba !
Melchior, dörtnala kalkan kızı izlerken:
- Zavallı çocuk yatağında yorgunluktan pelte gibi yatı­
yor, diye sözlerini sürdürdü. Çok katı yüreklisiniz Matmazel.
Ernest, "Beni anımsaması için bundan başka çarem kalma­
dı" dedi bana.
- Her önüne gelenden bir armağan kabul eden bir ka­
dın, gözünüzden düşmez mi ? diye sordu Modeste.
Canalis'ten yanıt alamadığını görünce de bu dikkatsizliği
atların gürültüsüne verdi . Dük:
- Sizi seven insanları üzmekten ne kadar hoşlanıyorsu­
nuz! dedi Modeste'e. Bu soyluluk, bu gurur, aşırı hareketle­
rinize o kadar uymuyor ki, birtakım muziplikler tasarlaya­
rak kendi kendinize iftira ettiğinizden kuşkulanmaya başla­
dım artık.
Modeste gülerek:
- Gözünüzden bir şey kaçmıyor Dük Cenapları, diye
yanıt verdi; tam bir koca kavrayışına sahipsiniz.
Aşağı yukarı bir kilometre konuşmadan yol aldılar. Ca­
nalis'in gözlerinde o eski ateşi görememek Modeste'i şaşırtı­
yordu. Şair manzaranın güzelliğine dalmış görünüyor, ama

322
Modeste Mignon

bu hayranlığın doğal sayılması için gereğinden fazla dalgın


duruyordu. Modeste bir gün önce aynı adama, denizde ba­
tan güneşin eşsiz renklerini gösterip onun bir sağır gibi hare­
ketsiz durduğunu görünce:
- Ne oldu! Görmüyor musunuz yoksa ? diye sormuştu.
Şair de:
- Gözlerim ellerinizden başka şey görmüyor, diye yanıt
vermıştı.
Genç kız sataşmak için Canalis'e:
- " Bay de La Briere ata binmesini bilir mi ? " dedi.
Canalis, Gobenheim'ın albayın gelişinden önceki halini
andıran bir soğuklukla:
- Pek iyi bilmez, ama üstünde durur, diye yanıt verdi.
Bay Mignon'un isteği üzerine, güzel bir vadiden geçerek
Seine ırmağı kıyısında yükselen bir tepeye çıkmak için sapı­
lan bir kestirmede hayvanının hızını, albayın yanına düşecek
biçimde kesen Canalis, Modeste'le dükü önde bıraktı.
- Kont Cenapları, dedi; siz dürüst bir askersiniz; sanırım
açık konuşmamı da iyi karşılarsınız. Evlenme önerileri, bü­
tün o vahşice ya da isterseniz gereğinden fazla uygarca tar­
tışmalarıyla başkalarının ağzına düştü mü, bundan · zarar
görmeyen kalmaz. Bizler soy1 u insanlarız, ikimizden de laf
çıkmaz. Siz de benim gibi, artık o her şeye şaşılan çağı geçir­
diniz. Dostça konuşalım ve ilk adımı ben atıyorum. Yirmi
dokuz yaşımdayım, malım mülküm yok, gözü yükseklerde
bir insanım. Matmazel Modeste çok hoşuma gidiyor ve bu­
nu siz de fark etmişsinizdir. Sevgili kızınızın, bile bile kendi­
ne yakıştırdığı kusurlara karşın . . .
Albay gülerek:
- Asıl kusurlarını saymıyorsunuz, dedi.
- Kendisiyle seve seve evlenebilirim, onu mutlu edeceği-
mi de sanıyorum. Servetin, bugün ortada olan geleceğim açı­
sından çok önemi var. Evlenecek bütün genç kızlar, ne de ol­
sa sevilmelidirler! Bununla birlikte sevgili Modeste'inizi dra-

323
Balzac

homasız evlendirecek bir insan olmadığınızı biliyorum. Du­


rumum, o aşk evliliği denen türden bir evlilik yapmamı da,
en aşağı benim kadar parası olmayan bir kadın almamı da
engelliyor. Görevimden, Akademi' den ve yayıncımdan eli­
me, yılda yaklaşık otuz bin frank geçer; bu, bekar biri için de
iyi paradır doğrusu. Karımla birlikte altmış bin franklık bir
gelir sağlayabilirsek aşağı yukarı bugünkü gibi yaşayabili­
rim. Matmazel Modeste'e bir milyon veriyor musunuz ?
Albay bir Cizvit kurnazlığıyla:
- Ah! Nerede Mösyö! diye yanıtladı onu.
Canalis birdenbire:
- Öyleyse konuştuklarımızı unutalım, dedi; tutalım ki
ıslık çaldık. Davranış biçimimden hoşnut kalacaksınız Kont
Cenapları; kendimi sevimli kızınızın mutsuz ettiği insanlar
arasında saydıracağım. Kimseye bir şey söylemeyeceğinize
söz verin; Matmazel Modeste'e bile . . .
Sonra Charles'ın gönlünü almak için:
- Çünkü, diye devam etti; durumumda öyle bir değişik­
lik olabilir ki, kızınızı drahomasız da alabilirim.
- Size yemin ederim, dedi albay. Taşra halkının da Paris
halkı gibi, kazanılan ya da yitirilen servetleri nasıl bir abar­
tıyla diline doladığını bilirsiniz bayım. Mutluluk da yıkım da
büyütülür; oysa bizler, ne söylendiği kadar mutsuz, ne de
söylendiği kadar mutluyuzdur. Ticarette, hesaplar kapatıl­
dıktan sonra en güvenli yatırım, toprağa yapılan yatırımdır.
Acentalarımın raporlarını büyük bir sabırsızlıkla bekliyo­
rum. Malların, gemimin satılması, Çin'deki hesaplarımın
kapatılması, daha hiçbir şey bitmedi. Kaç param olduğunu
ancak on ay sonra öğrenebileceğim. Bununla birlikte, Bay de
La Briere'e, Paris'te, kızıma nakit olarak iki yüz bin franklık
bir drahoma vermeye söz vermiştim. Toprak olarak da bir
majorat oluşturmak, damadıma unvan ve payelerimi devret­
me iznini alarak torunlarımın geleceğini sağlama bağlamak
ıstıyorum.

324
Modeste Mignon

Canalis, bu yanıtı başından beri dinlemiyordu. Dört atlı,


genişçe bir yola çıkınca atlarını yan yana sürerek bir yaylaya
vardılar; buradan zengin Seine havzası, Rouen'a doğru kuş­
bakışı görünüyor, arkada da hala deniz seçiliyordu . Seine kı­
yılarına bunca haklı bir ün kazandıran manzaraların en gü­
zelini seyre dalan Canalis:
- Sanırım Butscha'nın hakkı var, dedi; Tanrı büyük bir
manzara ressamı.
- Hele avda, sevgili baron, diye yanıt verdi dük; doğa
bir sesle, sessizlik içinde bir gürültüyle canlandığı zaman, bir­
denbire göze çarpan manzaralar, değişken etkileriyle insana
gerçekten yüce bir şey gibi görünür.
Modeste, şaire bir tür şaşkınlıkla bakarak:
- Güneş tükenmek bilmeyen bir renk paletidir, dedi.
Genç kızın, şairi biraz dalgın bulduğunu söylemesi üzeri-
ne Canalis, kendini düşüncelerine kaptırdığını ileri sürdü;
yazarların başka insanlardan fazla bir de bu bahaneleri var­
dır. İnsana sakin, filozofça bir yaşam sürmeyi öğütleyen bu
tatlı, bu zengin kır manzarası karşısında Modeste:
- Yaşamımızı, binbir yalancı gereksinimle, gereğinden
fazla uyarılmış heveslerimizle büyüterek kibarlar dünyasına
taşıdığımız için bilmem ki mutlu muyuz ? dedi.
Şair:
- Bu çoban şiiri, her zaman altın bir masanın üstünde
yazılmıştır, diye yanıtladı onu.
Albay:
- Belki de bir tavanarasında hissedilmiştir, diye ekle­
di.
Modeste, Canalis'e baktı ama şair gözlerini çevirdi; genç
kız o anda kulaklarında bir çınlama duydu, önünde her şey
kararır gibi oldu; buz gibi bir edayla:
- Sahi, bugün çarşamba ! diye bağırdı.
Modeste için acıklı bir biçim alan bu sahne sırasında
düşünme fırsatını bulan Dük d'Herouville, tumturaklı bir
tavırla:

325
Balzac

- Matmazel Modeste'in elbette geçici olan bir duygusu­


nu övmek için söylemiyorum, dedi; ama kibarlar dünyasın­
dan, saraydan, Paris'ten öyle tiksindim ki, kendileri gibi akıl­
lı, zarif biriyle evlenirsem, bir Herouville Düşesi'yle birlikte
şatoma çekilip çevremdekilere iyilik ederek, bataklıklarımı
kurutarak, çocuklarımı büyüterek bir filozof gibi yaşamak
ıstıyorum.
Modeste bu soylu beyzadeye uzun uzun baktıktan sonra :
- Bunu unutmayacağım Dük Cenapları, diye yanıt ver-
di. Bana iltifat ediyorsunuz; bana hoppalığı kondurmuyor­
sunuz, yalnız yaşayabilecek kadar zengin bir içim olduğunu
varsayıyorsunuz.
Sonra gözlerinde bir acımayla Canalis'e bakarak:
- Belki de yazgım budur, diye ekledi.
Şair:
- Bu, dedi; pek zengin olmayan bütün insanların yazgı­
sıdır. Paris bir Babil lüksü ister. Nasıl edip de şimdiye dek bu
yaşama dayanabildiğime zaman zaman şaşarım.
Dük saf bir edayla:
- Kral'ın varlığı ikimize de yeter, dedi. Çünkü biz Ma­
jesteleri'nin iyilikleri sayesinde yaşıyoruz. Eğer ahır beyleri,
Büyük diye anılan Cinq-Mars'ın düşmesinden sonra, hep bi­
zim soyumuzdan çıkmamış olsaydı, Herouville'i Kara Çe­
te'ye 1 06 satmak zorunda kalırdık. Evlenme işine para sorun­
larını karıştırdığım için bilseniz ne kadar utanıyorum Mat­
mazel ! . .
Gönülden gelen bu sözlerin sadeliği, bu yakınmadaki iç­
tenlik Modeste'e dokundu.
- Bugün, dedi Canalis; Fransa'da hiç kimse Dük Cenap­
ları, bir kızla kişisel değeri, zarifliği, erdemleri ya da güzelliği
için evlenme deliliğini gösterecek kadar zengin değil. . .

106 Fransız Devri mi'nden sonra, yıkıp malzemesini satmak üzere şatoları
alan yıkıcı şirketi.

326
Modeste Mignon

Albay, artık hiçbir şaşkınlık göstermeyen Modeste'i göz­


den geçirdikten sonra, Canalis'e tuhaf bir edayla baktı.
- Servetini zamanla yıpranan eski ailelerin zararlarını
gidermeye adamak, onurlu bir insan için ne güzel bir iş !
dedi.
Genç kız ağırbaşlı bir edayla:
- Hakkın var baba ! diye yanıtladı onu.

327
LXI. Cana/is Sevildiğine
Biraz Fazla İnanıyor

Albay, Canalis'le dükten, kuralları bir yana bırakıp bini­


ci giysileriyle akşam yemeğine gelmelerini istedi; kendi de üs­
tünü değiştirmeyeceğini söyleyerek onlara önayak oldu.
Köşk'e döndüklerinde Modeste giysilerini çıkarmaya gitti;
bu arada Paris'ten gelen ve o kadar insafsızca hor gördüğü
mücevheri merakla gözden geçirdi. Bir süredir oda hizmeti­
ne bakan Françoise Cochet'ye:
- Şimdi ne güzel şeyler yapıyorlar, dedi.
- Üstelik şu zavallı delikanlının da ateşi varmış Matma-
zel . . .
- Sana kim söyledi ? . .
- Bay Butscha ! Dediği günde sözünü tuttuğunu size
anımsatmamı da rica etti: "Matmazel bunu her halde fark
etmiştir" dedi.
Modeste, sultanlara yaraşır sadelikte giysiler giyerek sa­
lona indi. Albayın koluna girerek yüksek sesle:
- Babacığım, dedi; gidin Mösyö de La Briere'in hatırını
sorun. Hem ne olur, armağanını da geri verin. Gerek serve­
timin, gerekse beğenimin, olsa olsa kraliçelere ya da yosma­
lara yakışacak bir şeyi kullanmama izin vermediğini de söy­
leyebilirsiniz. Ayrıca nişanlımdan başka kimseden armağan
329
Balzac

alamam. Bu kırbacı, onu satın alabilecek derecede zengin ol­


duğunuza karar verinceye kadar saklamasını da bu mert de­
likanlıdan rica edin.
Albay Modeste'i alnından öperek:
- Benim çılgın kızcağızım, demek çok aklı başında biriy­
miş, dedi.
Canalis, Bayan Mignon'la Dük d'Herouville'in konuş­
maya dalmalarını fırsat bilerek taraçaya çıktı. Modeste de
merakından Canalis'in arkasından gitti. Oysa şair, kendisiy­
le evlenmek istediği için peşinden geldiğini sandı .
Askerlerin çark etmek dediği ve "gözü yükseklerde " liğin
kurallarına göre bu durumdaki her erkeğin aynı hızla baş­
vurmak zorunda kalacağı bu manevrayı, bu kadar utanmaz­
ca yaptığı için korkuya kapılan Canalis, bahtsız Modeste'in
geldiğini görünce ileri sürebileceği, akla yakın bahaneler ara­
maya başladı. Sesini tatlılaştırarak:
- Sevgili Modeste, dedi; ilişkilerimizin çerçevesini aşa­
rak size bir şey anımsatırsam acaba bana gücenir misiniz?
Bay d'Herouville'e verdiğiniz yanıtların, seven bir insanı,
özellikle de ruhu kadın olan, duyarlı, gerçek bir aşkın binbir
kıskançlığını duyumsayan bir şairi nasıl üzdüğünü bilemez­
siniz. O hoppalıkları, o hesaplı hafiflikleri, bizleri incelemek
için yaptığınızı anlamayacak olsaydım, diplomatlığını nere­
de kalırdı ? ..
Modeste, zeki, çabuk ve çapkınca bir hareketle başını
kaldırdı; benzerine ancak içgüdüleriyle zariflik mucizeleri
yaratan bazı hayvanlarda rastlanacak bir hareketti bu.
- . . . Bu yüzden, eve döndüğüm zaman her şeyi anlamış­
tım. Yaradılışınıza ve yüzünüze uygun inceliğiniz beni hay­
ran bırakıyordu. Merak etmeyin, bu uydurma ikiyüzlülüğün
altında, her zaman tapılacak bir saflık bulunduğundan bir
an bile kuşku duymadım. Hayır, zekanız ve eğitiminiz, evle­
neceğimiz kadından beklediğimiz o paha biçilmez saflığın en
küçük bir parçasını bile alıp götürmemiş. Siz, bir şairin, bir

330
Modeste Mignon

diplomatın, bir düşünce adamının, yaşamda iyi yerlere gel­


mek için yaratılmış bir insanın karısı olmayı hak ediyorsu­
nuz; size bağlı olduğum kadar hayranım da. Sizin gibi biri ta­
rafından seçildiği için kendini beğenmişliği gurura dönüşe­
cek, o tanrısal dokunuşunuzla kusurları birer erdem haline
gelecek adamın sevgisine dün inanırken bir komedya oyna­
madınızsa eğer, yalvarırım size, onun kötü bir alışkanlık ha­
line gelen duygularına dokunmayın. Ruhumda kıskançlık
her şeyi eriten bir felaket haline geldi; bana onun bütün gü­
cünü gösterdiniz; korkunç bir şey bu ve ruhumda ne varsa
kırıp döküyor!
Modeste'in bir hareketine karşılık:
- Hayır ! . . diye devam etti; Othello'nunki gibi bir kıs­
kançlık değil. Tanrı esirgesin! . . Bu benim kıskançlığım! Bu
açıdan biraz şımartıldım. Bugüne kadar --eksiksiz olmaktan
epeyce uzak olsa da- bana mutluluk veren biricik sevgiyi bi­
liyorsunuz! (Başını salladı.) Bütün uluslar aşkı bir çocuk bi­
çiminde betimlerler; çünkü önünde koskoca bir yaşam ol­
ma yan aşk düşünülemez. Oysa benim duygumun ömrünü
doğa belirlemişti. Ölü doğmuştu bu duygu. Yüreğimdeki bu
acılı noktayı, temkinli bir analık duygusuyla anlayan düşes,
onu yatıştırmayı da bildi. Aşkın hazlarını tadamayacağını
gören, hisseden kadın, meleklere yaraşır incelikler gösterir.
Bu yüzden düşes bana, demin söylediğim türden en küçük
bir acı çektirmedi. On yıl içinde onun bir sözle, bir bakışla
bile amacından saptığını görmedim. Ben sözlere, düşüncele­
re, bakışlara, herkesten çok değer veririm. Eğer bir bakış be­
nim için uçsuz bucaksız bir hazineyse, ufacık bir kuşku da
öldürücü bir zehirdir, hemen etkisini gösterir, artık sevmez
olurum. Titremeyi, umutlanmayı, beklemeyi seven kalabalı­
ğın tersine benim gözümde aşk, eksiksiz, çocuksu, sonsuz bir
güven içinde sürüp gitmelidir. Kadınların hoppalıklarıyla
yeryüzünde bize hazırladıkları o cennetle cehennem arası
yer, benim için korkunç bir mutluluktur; ondan kaçınırım.

331
Balzac

Benim için aşk ya cennettir ya cehennem. Cehennemi iste­


mem ve cennetin sonsuz mavi göğüne dayanacak gücüm var.
Kendimi olduğum gibi veririm ben. Gelecekte de ne bir sır­
rım, ne bir kuşkum, ne de bir aldatmacam olacak; karşı ta­
raftan da aynı şeyi beklerim. Sizden kuşku duymakla belki
sizi incitiyorum! Ama bunları söylerken, düşünün ki yalnız­
ca kendimden söz ediyorum . . .
Chaulieu Düşesi'ni bir gürz gibi kullanan bu söylevin iğ­
neli yanları Modeste'i yaralamıştı;
- Hem de çok söz ediyorsunuz, diye yanıt verdi şaire;
ama ne kadar söz etseniz azdır. Size hayran olmaya alıştım
sevgili şairim!
- Peki öyleyse, size gösterdiğim bu körü körüne bağlılı­
ğı, siz de bana göstermeye söz veriyor musunuz ? Güzel değil
mi bu bağlılık ? Sizin istediğiniz de bu değil miydi? ..
- Neden sevgili şair, kör, dilsiz, biraz da aptal biriyle ev­
lenmiyorsunuz ? Ben her açıdan kocamın hoşuna gitmekten
başka bir şey düşünmüyorum. Siz, bir kız için kendi eliniz­
le hazırladığınız mutluluğu, ufacık bir hareket, ufacık bir
bakış yüzünden geri alabileceğinizi söyleyip gözdağı veri­
yorsunuz. Kuşun kanatlarını kesiyor, sonra da uçmasını is­
tiyorsunuz. Şairlerin bir saati bir saatine uymaz dendiğini
bilirdim . . .
Canalis'in karşı çıkar gibi bir hareket yaptığını görünce:
- Haksız olarak elbette, diye devam etti; çünkü sıra­
dan insanlar, şairlerin zekalarındaki canlılığın farkında ol­
madıkları için bunu bir kusur sayarlar. Ama üstün yete­
nekli birinin, böylesi bir oyun için çelişkili koşullar icat
edip sonra buna yaşam adını vereceği aklıma gelmezdi
doğrusu. Hani peri masallarında eziyet edilen kızlar var­
dır; büyücüler bunlara yapılmayacak işler verir, iyi periler
de onların yardımına koşar. . . İşte siz de bu büyücülere
benziyorsunuz; suçu bana yüklemek için benden olmaya­
cak şeyler istiyorsunuz . . .

332
Modeste Mignon

Canalis, Butscha'nın akıllıca yönlendirdiği bu ince, bu


akıllı kızın bozuşma isteğini fark ettiğini görünce, kuru bir
edayla:
- Buradaki peri, gerçek aşk olsa gerek, dedi.
- Şu anda, sevgili şair, kendi oğullarının kaç parası oldu-
ğunu söylemeden, alacakları kızın drahomasını beğenmeyen
ana babalara benziyorsunuz. Bana karşı üstten alıyorsunuz,
nazlanıyorsunuz ama, acaba buna hakkınız var mı, düşün­
müyorsunuz. Kuru kuruya görüşmelerle, uzlaşmalarla sevgi­
ye varılmaz. Zavallı Dük d'Herouville, Steme'in Tobie Am­
cası gibi işleri oluruna bırakıyor; şu farkla ki ben o dul Bayan
Wadman değilim. Hoş ! Şiir üstüne kurduğum hayallerin öl­
düğünü görmekle şu anda biraz dul da sayılırım ya, neyse!
Biz genç kızlar, hayal dünyalarımıza uymayan şeylere bir tür­
lü inanmak istemeyiz! . . Bunları bana önceden söylemişlerdi!
Ah dostum! Aramızda kötü bir anlaşmazlık çıkarıyorsunuz;
size yakışmıyor, dünkü Melchior'u tanıyamıyorum!
- Çünkü Melchior sizin gözü yükseklerde bir insan ol­
duğunuzu anladı ve bununla . . .
Modeste imparatoriçelere yaraşır bir bakışla Canalis'i
süzdü.
- . . . Ama ben de günün birinde büyükelçi olacağım,
Yüce Meclis üyesi olacağım, tıpkı onun gibi!
Genç kız merdivenlerden çıkarken:
- Siz beni bir esnaf kızı sanıyorsunuz, dedi.
Sonra dayanamadı, birdenbire geri döndü; soğukkanlılı­
ğını yitirmiş, soluk soluğa kalmıştı.
- Ama aptal yerine koymanız daha da küstahça, diye
devam etti; davranışınızın Le Havre'daki budalaca dediko­
dular yüzünden değiştiğini biliyorum; hizmetçim Françoise,
bu dedikoduları anlattı bana.
Canalis, bir tiyatro oyuncusu edasıyla:
- Ah! Modeste, buna inanabilir misiniz? dedi. Öyleyse
sizinle paranız için evlenmek istediğimi sanıyorsunuz!

333
Balzac

Modeste, küçümseme şimşekleri saçan gözlerini şaire çe­


virerek:
- Seine kıyısındaki o ibret verici söylevlerinizden sonra
yine de kuşku duyuyorsam, yanıldığımı göstermek size dü­
şer; o zaman nasıl olmamı isterseniz öyle olurum! dedi.
Canalis, genç kızın peşi sıra yürürken kendi kendine:
- Beni bu tuzağa düşürebileceğini sanıyorsan yanılıyor­
sun yavrucuğum, diye söyleniyordu; ben çocuk değilim! Bor­
neo Kralı'ndan daha fazla önemsemediğim bu bacaksız kur­
nazın saygısını kazanmak için zahmet edecek de değilim!
Ama bana çirkin bir duygu yakıştırmakla takındığım yeni
tavra bir neden göstermiş oluyor. Ne de kurnaz şey ! . . La
Briere aptaldır zaten, sırtına semeri vuracaklar! Beş yıl sonra
kızla birlikte haline güleriz !
Bu tartışma yüzünden Canalis'le Modeste'in arasına gi­
ren soğukluk daha o akşam kimsenin gözünden kaçmadı.
Canalis La Briere'in rahatsızlığını bahane ederek erkenden
izin istedi; meydanı Ahır Beyi'ne bıraktı . Saat on bire doğru
patronunun karısını almaya gelen Butscha, Modeste'e güle­
rek usulca:
- Nasıl, haklı mıymışım ? diye sordu.
Modeste:
- Ne yazık ki evet, yanıtını verdi.
- Ama, anlaşmamıza uyarak, geri dönebilmesi için ka-
pıyı aralık bıraktınız mı ?
- Çok öfkelendim, dedi Modeste. Bu alçaklık karşısın­
da bütün kanım tepeme çıktı, ne biçim adam olduğunu yü­
züne söyleyiverdim!
- Böylesi daha iyi ! Birbirinizle doğru dürüst konuşama­
yacak kadar arayı bozduktan sonra onu yeniden aşık etme­
yi, eteklerini tutuşturmayı üstüme alıyorum, o kadar ki, siz
bile inanacaksınız.
- Yapmayın Butscha, o büyük bir şair, bir beyzade, akıl­
lı bir adam . . .

334
Modeste Mignon

- Babanızın sekiz milyonu yanında bunların hesabı mı


olur!
- Sekiz milyonu mu ? .. dedi Modeste.
- Patronum bugünlerde noterliği satıyor, Provence'a
gidip babanızın yardımcısı Castagnould'nun önerdiği alış­
verişleri yönetecek. La Bastie topraklarını eski haline getir­
mek için yapılacak anlaşmalar dört milyonu buluyor; ba­
banız ne satın almak gerekiyorsa hepsine razı olmuş. İki
milyonluk bir drahomanız var; albay, Paris'e yerleşmeniz
için, evle eşya harcaması olarak bir milyon daha ayırmış!
Hesaplayın !
Modeste, Butscha'ya bakarak:
- Tamam, dedi; Herouville Düşesi olabilirim artık.
Noter katibi, La Briere'den yana çıktı:
- Eğer o Canalis maskarası olmasaydı, çocuğun kırba­
cını benden gelmiş gibi kabul edebilirdiniz.
- Beni kendi beğeninize göre evlendirmek istemeyesiniz
sakın ? dedi Modeste gülerek.
Noter katibi:
- Bu saygın çocuk da benim kadar sevdalı, diye yanıt
verdi; üstelik sekiz gün onu sevdiniz; ve yürekli biri.
- Peki saraylı takımından biriyle başa çıkabilir mi ? To­
pu topu altı kişi bunlar: Huzur Papazı, Mühürdar, Başmabe­
yinci, Kilercibaşı, Ahır Beyi, Büyük Amiral; ayrıca artık Ahır
Beyi de atanmıyor.
- Halk ki, Matmazel, bir sürü kötü yürekli Butscha'lar­
dan oluşur, altı ay içinde bu büyük adamları silip süpürüve­
rir. 1 07 Hem bugün ne değeri var soyluluğun ? Fransa'dan to­
pu topu bin gerçek soylu çıkmaz. D'Herouville'lerin soyu,
Robert de Normandie adında bir değnekli kapıcıdan türe-

1 07
Balzac bazı kahramanlarına geleceği görme yetisi yakıştırmaktan hoşla­
nıyor; kısa süre sonra meydana gelen 1 8 30 Temmuz Devrimi, Butscha'yı
haklı çıkaracaktır.

335
Balzac

miş. Hem o yassı suratlı iki ihtiyar kız, ağzınızda tat bırak­
maz. Nasıl olsa kont kızısınız; eğer ille de düşes olmak isti­
yorsanız, Papa, kimi tüccarlara gösterdiği iyiliği size de gös­
terir; size nia'lı, agno'lu bir düşeslik satar. Bir saray unvanı
için mutluluğunuzu tehlikeye atmayın !

336
LXII. Politik Bir Mektup

Canalis'in düşünceleri o gece büsbütün gerçekçi bir biçim


aldı. Dünyada parasız bir kadınla evlenmekten daha berbat
bir şey göremiyordu. Bay Mignon'un milyonlarına kapılıp,
Modeste'e kendimi göstereceğim, Dük d'Herouville'i gölge­
de bırakacağım derken geçirdiği tehlikeler aklına geldikçe
yüreğinin ucu titriyordu hala. Chaulieu Düşesi, Le Havre' da
geçirdiği günlere kimbilir ne gözle bakıyordu; üstelik on dört
günden beri ona tek bir mektup bile yazmamış olması, du­
rumunu büsbütün ağırlaştırıyordu; oysa Paris'te, haftada
dört beş mektup yazarlardı birbirlerine.
- Bir de kadıncağız bana Legion d'Honneur nişanının
commandeur'lük unvanıyla, Baden-Baden Büyük Dükü'nün
yanında bir ortaelçilik koparmaya çalışıyor! diye söylendi
kendi kendine.
Şairlerle büyük tüccarların geleceği sezmelerini sağlayan
o içgüdünün verdiği hızla kararını verdi, masanın başına ge­
çerek aşağıdaki mektubu yazdı:

Madam la Düşes de Chaulieu'ye,

"Sevgili Eleonore, benden hala bir haber alamadığına şaşı­


yorsundur; ama burada sadece sağlığıma yeniden kavuşmak
için kalmadım; Bizim La Briere ciğe bir tür borç ödemem de ge-
'

337
Balzac

rekiyordu. Bu zavallı delikanlı, Modeste de La Bastie adında bir


hanımkıza adamakıllı tutuldu; çelimsiz, önemsiz, eli ayağına
dolaşan bir kızcağız. Bu arada şunu da söyleyeyim ki, bu Mo­
deste hanımefendinin edebiyata meraklı olmak gibi bir kusuru
da var, yaradılışının kötülüğünden ileri gelen birtakım tuhaf he­
vesleri, ikide bir değişmeleri, öfkelenmeleri şairliğine veriyor. Er­
nest'i bilirsin, hemen kapana giriverir; bu yüzden onu yalnız bı­
rakmak istemedim. Öte yandan Matmazel de La Bastie, Melc­
hior'unla göze batacak biçimde kırıştırmaya da kalktı. Kolları­
nın zayıflığına, tüm kızlarınki gibi sıska omuzlarına, Bayan de
Rochefide'inkilerden gösterişsiz saçlarına, kuşkuyla bakan kü­
çük, külrengi gözlerine karşın sana rakip olmaya kalkıştı. Biraz
kabaca oldu ama, bu arsızın yaltaklanmalarını yüzgeri ettim.
Bilirsin, gerçek sevda böyledir. Dünyanın bütün kadınları wnu­
rumda değil benim; bir araya gelseler senin tırnağın etmezler!
" Bu zengin tazenin çevresindeki insanlara, ister istemez za­
man geçirdiğim bu adamlara gelince: İnsanın midesini bulandı­
ran bir sürü esnaf. Acı bana ! Gecelerimi noter katipleriyle, no­
ter karılarıyla, kasadarlarla, taşralı bir tefeciyle geçiriyorum.
Grenelle sokağındaki akşamlarla arada dağlar olduğunu söyle­
meye gerek yok elbette. Peder beyin Çin'den gelen sözde serve­
ti, önüne gelene talip olan Ahır Beyi'ni de aramıza kattı. Şu ün­
lü Herouville bataklıklarının ekilebilecek hale gelmesi için altı­
yedi milyon gerektiği söyleniyor; bu yüzden adamın gözünü pa­
ra hırsı bürümüş. Kral, ufarak düke verdiği armağanın ne ka­
dar uğursuz olduğunu bilmiyor. Sevgili kayınbabasının beş pa­
rasız olabileceğini aklına getirmeyen bu 'muhterem', bir tek be­
ni kıskanıyor. La Briere de kendine siper olan dostunun yanın­
da, alttan alta sevgilisinin gönlünü kazanmaya çalışıyor. Öte
yandan ben, şair ben, Ernest'in heyecanına bakmadan işin na­
sıl sağlama bağlanabileceğini düşünüyorum. Kızın serveti üstü­
ne edindiğim bilgiler, sekreterimizin geleceğini kara bulutlarla
kaplı gösteriyor; çünkü nişanlısının her türlü servetin altını üs­
tüne getirecek keskinlikte dişleri var. Eğer meleğim bize bir iyi-

338
Modeste Mignon

lik etmek isterse, ailenin bankacısı Mongenod'yu çağırtıp, ken­


dine özgü becerisiyle sorguya çekerek bu işin içyüzünü öğren­
meye çalışır. İmparatorluk Muhafız Alayı eski süvari albayların­
dan Bay Mignon, yedi yıl Mongenod'ların acentalığını yapmış.
Kıza en fazla iki yüz bin franklık bir drahoma verileceği söyle­
niyor; hanımkızı Emest'e istemeden önce elimde somut bir şey
olması gerekir. Bizimkiler nişanlanır nişanlanmaz Paris'e döne­
ceğim. Bu işi bizim sevdalının yararına bitirmenin yolunu bili­
yorum; Bay Mignon'un kontluk payesinin damadına devredile­
bilmesi için izin almak gerekir. Bu izni alsa alsa Ernest alır, oğ­
lanın bu kadar hizmeti var; hele üçümüz, sen, dük ve ben bu işi
desteklersek iş tamamdır. Ernest yetenekli çocuktur, kolayca Sa­
yıştay başkanı olur; yılda yirmi beş bin frank, ömür boyu bir
görev, bir de eş, daha ne ister zavallı!
" Ah sevgilim, Grenelle sokağını bilsen nasıl göreceğim gel­
di. On beş günlük ayrılık, eğer aşkı öldürmezse, insanı yeni sev­
daya tutulmuş gibi çileden çıkarır; sen aşkımı ölümsüzleştiren
nedenleri benden iyi bilirsin. Ölsem, mezarda kemiklerim seni
sever. Artık dayanamayacağım! Eğer on gün daha kalmam ge­
rekirse, birkaç saat için Paris'e geleceğim.
"Dük, ucuna asılacağım şu kordonu koparabildi mi bana ?
Gelecek yıl, sevgilim, yine Baden içmelerine gereksinim duya­
cak mısın ? Bizim 'Karanlık Güzel'in dem çekişlerini, hep kendi
kendinin benzeri kalan ve yakında on yaşına basacak mutlu aş­
kımızın ezgileriyle karşılaştırınca, evlilik büsbütün gözümden
düştü; bu işleri hiç bu kadar yakından görmemiştim. Ah! sevgi­
lim, günah denen şey, iki varlığı birbirine yasa' dan daha iyi bağ­
lıyor, değil mi ? "
B u düşünceden yola çıkan Canalis, a nılarından ve emel­
lerinden söz ederek, fazlaca özel yaşama ilişkin olduğu için
burada yayımlayamayacağımız iki sayfa daha yazdı.

339
LXIII. Soylu Bir Çift

Şairin bu mektubu postaya attığı günden bir gün önce


Butscha, sözde akrabası Philoxene'den gelen bir mektuba
Jean Jacmin adıyla bir yanıt kaleme alarak şairin on iki sa­
at önüne geçmişti. Öte yandan Philoxene'e o mektubu yaz­
dıran da düşesti; on beş gündür meraktan kıvranıyor,
Melchior'un tek bir satır yazmamış olmasına içerliyordu .
Noter katibinin, elli yaşında bir kadının özsaygısını hemen
ayaklandırıverecek yanıtını okuyunca, Albay Mignon'un
serveti konusunda bir araştırma yapmış ve gerçeği öğren­
mişti. İhanete uğradığını, milyonlar için yüzüstü bırakıldı­
ğını anlayan Eleonore köpürdü, kinlendi, soğukkanlılıkla
öç almaya karar verdi. Philoxene, hanımının görkemli oda­
sına kapıyı vurarak girip de onu gözleri yaş içinde görünce
donakaldı . Düşese on beş yıldır hizmet ederdi, böyle şey
görmemıştı.
- İnsan on yıllık bir mutluluğun bedelini on dakikada
ödüyor! dedi heyecanla Bayan de Chaulieu.
- Le Havre'dan bir mektup var, efendim.
Eleonore, Philoxene'in odada olduğunu unutup Cana­
lis'in mektubunu okumaya başladı; okudukça yüzünde bir
tatlılık beliriyor, hizmetçisini büsbütün şaşırtıyordu. Boğulan
birine uzatılan baston boyu bir sopa, krallara yaraşır bir yol

34 1
Balzac

gibi gelir ona; mutlu Eleonore da sevdayla çıkarın, gerçekle


yalanın yan yana gittiği bu dört sayfayı okudukça Canalis'in
iyi niyetine inanıyordu. O ki, banker gider gitmez Melchi­
or'un commandeur'lüğünü -çok geç olmamışsa- geri bırak­
tırmak için kocasını çağırtmıştı, yüceliğe erişen bir duygu cö­
mertliğine kapılıyordu şimdi.
- Zavallı çocuk ! diye düşündü; Hiç de kötü bir düşün­
cesi yokmuş ! Beni ilk günkü gibi seviyor, bana her şeyini söy­
lüyor.
Baş hizmetçisini ayakta, tuvalet masasını toplamak ister
gibi görünce.
- Philoxene ! dedi.
- Buyurun Madam.
- Aynamı ver kızım!
Eleonore aynada kendine baktı; alnının uzaktan bakılın­
ca kaybolan derin çizgilerini görerek göğüs geçirdi; aşka ve­
da ettiğini sanıyordu böylece.
Kadınlığın bütün küçüklüklerini geride bırakan, insanın
birkaç dakika için başını döndüren erkekçe bir düşünce ak­
lına geldi; Kuzey'in Semiramis'i de genç güzel rakibini Mo­
monov'la 1 08 evlendirme yüce gönüllülüğünü gösterdiği za­
man böyle bir sarhoşluğa kapılmıştı işte.
- Madem suçu yok, diye düşündü; bu küçük Matmazel
Mignon dediği kadar çirkinse eğer, ona hem kızı, hem de
milyonlarını alırım.
Kapı zarif bir edayla üç kez vurulunca, kocasının geldiği­
ni anlayarak gidip eliyle açtı.
Dük, saraylıların onca ustalıkla takınmayı bildiği, bu­
dalaların da her zaman aldandığı o sevinçli ve heyecanlı ta­
vırla:
- Seni pek iyi gördüm karıcığım, dedi.

ı os
Rus Çariçesi II. Katerina, rakibesi Prenses Dariia Fedorovna Çerbato­
va 'yı, eski bir gözdesi olan Momonov'la evlendirmişti.

342
Modeste Mignon

- Henri'ciğim, dedi Düşes de Chaulieu; siz ki bir yıllık


bakanlığınız boyunca -üstelik bu işin bundan fazla sürmeye­
ceğini bile bile- kendinizi her zaman Kral için feda ettiniz,
Melchior'un atamasını nasıl oldu da bir türlü yaptıramadı­
nız, doğrusu şaşıyorum!
Dük Philoxene'e baktı; hizmetçi, Le Havre'dan gelen ve
tuvalet masasının üstünde duran mektubu belli belirsiz bir
işaretle Dük de Chaulieu'ye gösterdi. Dük saf bir edayla:
- Almanya'da içiniz sıkılacak, dedi; Melchior'la bozu-
şup döneceksiniz oradan.
- Neden?
Eski elçi gülünç bir saflıkla:
- Hep burun buruna olmayacak mısınız? . . diye yanıtla­
dı.
- Hayır, dedi düşes; onu evlendireceğim.
Dük gülümsedi:
- D'Herouville'e bakılırsa, sevgili Canalis'imiz pek de
yardımınızı beklemiyormuş. Dün Grandlieu, Ahır Beyi'nin
kendisine yazdığı bir mektuptan bazı parçalar okudu bana;
bunları kulağınıza gelmesi için halası yazdırmış olmalı; çün­
kü, hep drahoma peşinde koşan Matmazel d'Herouville,
hemen hemen her akşam benim Grandlieu'yle whist oyna­
dığımı biliyor. D'Herouville'cik, Prens de Cadignan'dan
Normandiya'ya gelip krallık adına bir av partisi düzenleme­
sini istiyor; bu hanımkızın, onuruna böyle bir sürek avı ya­
pıldığını görerek kendinden geçmesi için Kral'ı da getirme­
sini rica ediyor. X. Charles'ın iki çift sözü gerçekten işleri
yoluna koyar. D'Herouville kızın son derece güzel olduğu­
nu söylüyor!
Düşes kocasının sözünü keserek:
- Henri, Le Havre'a gidiyoruz, dedi heyecanla.
Bir zamanlar XVIII. Louis'nin sırdaşlarından olan bu
adam ağırbaşlı bir edayla:
- Peki ne bahane bulacağız? dedi.

343
Balzac

- Ömrümde hiç av görmedim.


- Kral gelseydi iyi olurdu; ama bu kadar uzak bir yere
gidip avlanmak az eziyet değil; bu yüzden de gelmeyecek,
kendisiyle konuştum.
- Madame gelebilir belki . . .
- Daha iyi olur, dedi dük. Maufrigneuse Düşesi, onu
Rosny'den çekip çıkarmanıza yardım edebilir. Böylece kral
da, av takımlarının kullanılmasından rahatsız olmaz.
Sonra babaca bir sevecenlikle:
- Gitmeyin Le Havre'a sevgilim, dedi; bu herkesin dili­
ne düşmek olur. Durun, aklıma iyi bir çare geliyor: Broton­
ne ormanının öteki yanında Gaspard'ın Rosembray Şatosu
var. Biri kalkıp, bütün bu insanları şatosuna çağırmasinı söy­
lese ne olur sanki ?
- Kim ? diye sordu Eleonore.
- Karısı düşes canım ! . . Matmazel d'Herouville'le "Kut-
sal Masa " da hep ortak oynarlar. Bu ihtiyar kız kulağına fı­
sıldadı mı, o da gidip Gaspard'a önerebilir.
- Eşsiz bir adamsınız, dedi Eleonore. İhtiyar kızla Dia­
ne' a hemen iki satır yazacağım; çünkü av giysisi yaptırma­
mız da gerekiyor. O küçük şapka sanırım insanı çok gençleş­
tirir. Dün İngiliz elçisinin evinde kazandınız mı ? . .
Dük:
- Evet, diye yanıt verdi; borcumu ödedim.
- Aman Henri, Melchior'un şu çifte atamasından önce
başka işe bakmayın ! . .

344
LXIV. Kadınlarla Her Zaman Kuralına
Göre Oynamak Gerekmediği Kanıtlanıyor

Güzel Diane de Maufrigneuse'e on satırlık bir mektup,


Matmazel d'Herouville'e de bir not yazan Eleonore, aşağıya
aktardığımız yanıtını Canalis'in yalanları karşısında bir kır­
baç gibi şaklattı:

Mösyö Baron de Cana/is' e.

" Sevgili şair; Matmazel de La Bastie'nin çok güzel oldu­


ğunu biliyorum; Mongenod babasının sekiz milyonu oldu­
ğunu söyledi; sizi onunla evlendirmeyi düşünüyordum; bana
karşı gösterdiğiniz güvensizliğe bu yüzden çok kızıyorum.
Eğer Le Havre'a La Briere'i evlendirmek için gittinizse, git­
meden önce bana neden haber vermediniz, doğrusu anlaya­
mıyorum . Benim nasıl meraklı bir insan olduğumu bilirsiniz,
neden on beş günden beri dostunuza tek satır yazmadınız ?
Mektu bunuz biraz geç geldi; bankacıyı daha önce görmüş­
tüm. Çocuksunuz Melchior, bize kurnazlık etmeye kalkıyor­
sunuz. İyi değil bu yaptığınız. Başvurduğunuz yöntemler
dükü de sinirlendiriyor, soyluluğunuzdan kuşku duyuyor;
buysa işi anneniz hanımefendinin onurundan kuşku duyma­
ya dek götürür.

345
Balzac

"Olanı biteni gelip gözümle görmek istiyorum. Dük


d'Herouville'in Matmazel de La Bastie için düzenlediği ava sa­
nırım Madam'la birlikte gelmek onuruna erişeceğim; Rosem­
bray' de davetli olara � kalmanızı sağlamaya çalışacağım; çünkü
av için büyük olasılıkla Dük de Verneuil'lerde buluşulacak.
"Dostluk duygularımın sonsuzluğuna inanabilirsiniz, sevgi­
li şair.
Eleonore de M."

Canalis, öğle yemeğinde aldığı bu mektubu masanın üs­


tünden La Briere'in burnuna doğru fırlattı.
- Şuna bak Ernest! dedi; İşte bu kadından aldığım iki bi­
ninci aşk mektubu ve bir tek " sen " yok içinde ! Şanlı Eleono­
re, hiçbir zaman bundan fazla açık vermez. Durma, evlen
dosnım ! En kötü evlilik bile bu boyundurukların en tatlısın­
dan iyidir! . . Ben dünyanın en büyük salağıyım. Modeste mil­
yoner ve ben onu bütünüyle yitirdim. Aramızda kutup rüz­
garları esiyor ve üç gün öncesinin o tropikal sıcaklarına geri
dönmek artık olanaksız. Ahır Beyi'nin sırtını yere getirmeni
çok isterim. Düşese de buraya senin için geldiğimi söyledim
ve bu yüzden senin için çalışacağım.
- Ne yazık ki Melchior, sarayın gösterişli yaşamına,
dükün gözleri önüne ustaca serdiği debdebe ve görkeme
kapılmaması için Modeste'in çok yüce, çok sağlam, çok
soylu bir yaradılışı olması gerek; yeryüzünde bu kadar
kusursuz birinin var olabileceğine inanmıyorum. Bunun­
la birlikte, eğer o hala mektuplarının Modeste'iyse umut
kesilmez . . .
Canalis:
- Sevgiline ve dünyaya böyle pembe gözlükler ardından
bakmak hoşuna mı gidiyor, koca budala ! dedi.
Odadan çıkarak bahçeye gezinmeye gitti . İki yalan ara­
sında yakayı ele verdiği için ne yapacağını kestiremiyordu.
Kameriyeye girip oturdu:

346
Modeste Mignon

- Kuralların dışına çıkma da bak nasıl kaybediyorsun!


diye söylendi . Aklı olan her erkek, benim dört gün önce yap­
tığım gibi yapar, içine düştüğünü sandığı tuzaktan kurtulma­
ya bakardı. İnsan böyle durumlarda düğümü çözmeye kalk­
maz, koparır! . . Haydi, soğukkanlılığı elden bırakmayalım;
sakin, gururlu, gücenmiş biri gibi duralım. Onurum, başka
türlü davranmama izin vermez. Modeste'in gözüne yeniden,
ancak bir İngiliz gibi soğukkanlı davranırsam girebilirim.
Hem bu işin içinden eski mutluluğumu yitirmeden çıkabilir­
sem on yıllık bağlılığım da boşa gitmez, Eleonore beni yine
paralı biriyle evlendirir!

347
LXV. Gerçek Aşk

Bir yandan albayın parası, bir yandan da Modeste'in de


güzelliğiyle alevlenen bütün tutkular bu av partisinde karşı
karşıya gelecekti; bu yüzden rakipler arasında ateşkese ben­
zer bir şey yaşanıyordu şimdi. Bu orman şenliğine hazırlan­
makla geçen iki üç gün içinde Mignon Villası'nın salonunda,
üyeleri birbirine çok bağlı ailelerde görülen türden sakin bir
hava esti. Canalis, Modeste'e gücenikliğine dört elle sarıla­
rak herkese karşı nazik davranmaya çalıştı; kendini beğen­
mişliğinden, o şatafatlı sözlerinden vazgeçti, yapmacığı bir
yana bırakan akıllı insanların sevimliliğine döndü. Gobenhe­
im'la para işlerinden, albayla savaştan, Bayan Mignon'la Al­
manya' dan, Bayan Latournelle'le ev işlerinden söz ediyor,
hepsini La Briere' den yana döndürmeye çalışıyordu. Dük
d'Herouville meydanı bir süre için iki dosta bıraktı; çünkü
Rosembray'ye gidip Dük de Verneuil'le görüşmek, Avcı Ba­
şı Prens de Cadignan tarafından verilen buyrukların yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek zorunda kalmıştı. Bu
arada gülünç şeyler de eksik olmuyordu. Canalis Ahır Be­
yi'nin gösterdiği inceliği hafifletmeye çalışıyor, Köşk'e her
akşam gelen iki Matmazel d'Herouville her şeyi abartıyor,
Modeste de bütün bunların arasında ne yapacağını şaşırıyor­
du. Şair, bu av partisinin kahramanı olmayacağını, giderek

349
Ba/zac

göze bile çarpmayacağını söylüyordu genç kıza. Madam,


Avcı Başı'nın üvey kızı Düşes de Maufrigneuse, Düşes de
Chaulieu ve saraydan bazı kadınlarla birlikte gelecekti; bu
kadınlar arasında küçük bir kızın kendini göstermesi ola­
naksızdı. Büyük olasılıkla Rouen garnizonundan subaylar
da çağrılacaktı ava vb. vb . . . Helene, şimdiden yengesi yerine
koyduğu Modeste'e durmadan Madam'la tanıştırılacağını
söylüyordu. Dük de Verneuil, kuşkusuz onu ve babasını Ro­
sembray'de gece yatısına alıkoyacaktı. Eğer albay, Kral'dan
bir kayra, örneğin bir Yüce Meclis üyeliği koparmak istiyor­
sa bundan daha güzel bir fırsat olamazdı, çünkü üçüncü gün
ava Kral da gelebilirdi. Modeste de, Düşes de Chaulieu, De
Maufrigneuse, De Lenoncourt-Chaulieu gibi sarayın en gü­
zel kadınları tarafından sevecenlikle karşılanınca bundan
hoşnut kalacak, Saint-Germain mahallesi konusundaki
olumsuz düşüncelerinden kurtulacaktı. Saldırıları, karşı sal­
dırıları ve türlü türlü hileleriyle son derece eğlenceli, ufak
çapta bir savaş oldu bu. Dumay'ler, Latournelle'ler, Goben­
heim ve Butscha onu büyük bir keyifle izlediler; aralarında
küçük bir topluluk oluşturmuş, soylulara ağızlarına geleni
söylüyor, küçüklüklerini dikkatle gözlemliyor ve acımasızca
deşip inceliyorlardı.
D'Herouville tarafının söylediği şeyler, sonunda Dük de
Verneuil'ün ve Avcı Başı'nın nazik çağrılarıyla gerçekleşti:
Kont de La Bastie, kızıyla birlikte, gelecek kasımın 7, 8, 9 ve
l O'uncu günleri Rosembray'de yapılacak büyük ava çağrıldı.
İçi uğursuz sezgilerle dolup taşan La Briere, buruk tadını
ancak birbirinden bir süreliğine ya da sonsuza dek ayrılan
aşıkların bildiği o büyük sabırsızlıkla Modeste'e bu kadar
yakın olmanın tadını çıkarıyordu. Kimsenin farkına varma­
dığı bu gelip geçici mutluluklar, "Artık hiç umut kalmadı "
türünden hüzünlü düşüncelere karışınca, zaten yüzünden
gözünden buna benzer duygular akan genç adam, yürekler
acısı bir görünüme büründü. Gözü kaşı olan, yürüyen, uyak-

350
Modeste Mignon

sız göğüs geçiren, canlı bir ağıttan daha şiirsel bir şey yoktur
dünyada.
Sonunda Dük d'Herouville çıkageldi; Seine ırmağı geçil­
dikten sonra dükün arabasında, Matmazel d'Herouville'ler­
le birlikte gitmesi gereken Modeste'in yola çıkacağı günü ka­
rarlaştırmak istiyordu. Hayranlık verici bir kibarlık sergile­
yen dük, Canalis'le La Briere'i de ava davet etti ve Bay Mig­
non gibi onlara da birer at ayırdığını söyledi. Albay, kızının
üç aşığından, yola çıkacakları gün öğle yemeğini birlikte ye­
melerini rica etti. O zaman da Canalis, son günlerde kafasın­
da olgunlaşan bir tasarıyı gerçekleştirmeye karar verdi. Dü­
şese, Ahır Beyi'ne ve La Briere'e oyun ederek Modeste'i alt­
tan alta yeniden ele geçirmek istiyordu; onun gibi diplomat
olmaya niyetlenmiş biri, içinde bulunduğu bu duruma katla­
namazdı. Öte yandan La Briere de Modeste'e sonsuza dek
elveda demeye karar vermişti. Böylece taliplerden her biri, üç
haftadan beri süregiden bir savaşımın sona ermek üzere ol­
duğunu anlayarak, karar verilmeden önce yargıca bir sözcük
daha sokuşturan davacı gibi, söyleyeceği son sözü düşünü­
yordu. Yola çıkmadan bir gün önce albay, yemekten sonra
kızını kolundan tutarak karar verme zamanının artık geldi­
ğini hissettirdi.
- Rosembray' de D'Herouville ailesine karşı zor bir du-
ruma düşeceğiz, dedi. Düşes olmak istiyor musun?
- Hayır babacığım, diye yanıt verdi Modeste.
- Sakın Canalis'e gönül vermiş olmayasın ?
Genç kız, bir çocuk sabırsızlığıyla:
- Elbette hayır babacığım, bin kez hayır! dedi.
Albay, Modeste'e bir tür sevinçle baktı:
- Bak, bu işte seni ben etkilemedim, dedi heyecanla;
artık sana şunu açıklayabilirim ki, ben daha Paris'te da­
madımı seçmiştim. Zengin olmadığıma inandırdığımda,
delikanlı boynuma sarılarak üstünden bir yük kalktığını
söylemişti.

35 1
Ba/zac

Modeste kızardı:
- Kimden söz ediyorsunuz baba ? diye sordu.
Kont de La Bastie, dönüşünün hemen ertesi günü Mo­
deste'in düşlerini altüst eden o cümleyi, alaycı bir edayla yi­
neleyerek:
- O erdemli, ahlakına güvenilir kişiden, diye yanıt ver­
di.
- Ama ben ondan söz etmedim baba ! Dükü geri çevir­
me işini bana bırakın; tanırım onu, gönlünü almasını bili­
rım.
- Demek daha birinden birini seçmedin ?
- Daha seçmedim. Geleceğimin bilmecesinde çözeme-
diğim bir iki hece daha var. Ama saray ortamını şöyle bir
çırpıda gördükten sonra Rosembray' de size sırrımı söyleye-
cegım.
"' .

Albay, Modeste'le birlikte dolaştığı yolun karşısından La


Briere'in geldiğini görünce:
- Ava gidiyorsunuz değil mi ? diye bağırdı.
- Hayır albayım, diye yanıt verdi Emest; sizden ve
Matmazel Modeste'ten izin almaya geliyorum, Paris'e dö-
necegım.
..., .

Modeste, utangaç Ernest'in sözünü keserek yüzüne bak­


tıktan sonra :
- Hiç de meraklı değilsiniz, dedi.
- Kalmam için istenmesi yeter; ama bunu ummaya bi-
le cesaret edemem, diye yanıt verdi Emest.
Albay, kızıyla zavallı Ernest'i bir an için baş başa bıraka­
rak Canalis'i karşılamaya giderken:
- İş buna kalsın, dedi; kalırsanız beni çok sevindirirsi­
niz!
La Briere, umutsuz bir adamın cesaretiyle gözlerini Mo­
deste' e kaldırarak:
- Matmazel, dedi; sizden bir ricam var. . .
- Benden mi?

352
Modeste Mignon

- Giderayak beni bağışlamanızı istiyorum. Biliyorum ki


bir daha hiç mutlu olamayacağım; besbelli kendi suçum yü­
zünden yitirdiğim mutluluğuma yanıp duracağım. Ama hiç
olmazsa . . .
Modeste delikanlının sözünü heyecanlı bir sesle, Canalis
gibi keserek:
- Bizi bütünüyle bırakıp gitmeden önce sizden bir şey
öğrenmek istiyorum. Bir kez başkasının adını kullandınız di­
ye bu sefer de beni aldatmak küçüklüğünü göstereceğinizi
sanmıyorum, dedi.
Küçüklük sözü Ernest'i sararttı.
- Çok acımasızsınız, diye inledi.
- Doğruyu söyleyecek misiniz?
Genç adam, şiddetli bir çarpıntı yüzünden hafifleyen se­
siyle:
- Bu aşağılayıcı soruyu bana sormaya hakkınız var, di­
ye yanıt verdi.
- Peki! Mektuplarımı Mösyö de Canalis'e okudunuz
mu ?
- Hayır Matmazel. Albaya okutmamın nedenine gelin­
ce, sevgimin nasıl doğduğunu, sizi bu hevesten vazgeçirmek
için nasıl içten çabalar harcadığımı kendisine göstererek bağ­
lılığımı kanıtlamak istedim.
Modeste bir tür sabırsızlıkla:
- Bu iğrenç maskaralık nereden aklınıza geldi peki ? di­
ye sordu.
La Briere, Modeste'in ilk mektubunun yol açtığı sahneyi,
güneşte payını arayan bitki gibi şöhrete doğru koşan bir genç
kız için beslediği iyimser düşünceleri dile getirdiğinde, Cana­
lis'in nasıl kendisine meydan okur gibi bir tavır takındığını,
harfi harfine anlattı.
Modeste, heyecanını belli etmeksizin:
- Yeter, diye yanıtladı; sizi sevmesem bile değer veri­
yorum.

353
Balzac

Bu basit tümce La Briere'i birdenbire şaşkına çevirdi.


Sendelediğini fark ederek aklı başından gitmiş biri gibi bir
ağaca dayandı. Yoluna devam eden Modeste, başını çevirdi
ve hemen geri döndü. Delikanlıyı elinden tutup düşmesini
önleyerek:
- Neniz var? diye sordu.
Ernest'in eli buz kesilmiş, yüzü bir zambak gibi beyazlaş­
mış, bütün kanı yüreğine çekilmişti.
- Bağışlayın Matmazel, dedi; o kadar küçümsendiğimi
sanıyordum ki . . .
Modeste, tepeden bakan bir edayla:
- Ama sizi sevdiğimi söylemedim, diye yanıtladı.
Sonra yeniden La Briere'i yalnız bıraktı. Bu sözün ağırlı­
ğına karşın delikanlının ayakları yerden kesildi. Bastığı top­
rak altında oynuyordu; ağaçlar baştan başa çiçekle donan­
mış, gök pembe bir renge bürünmüş, hava tıpkı sonu iyi bi­
ten peri masallarının aşk tapınaklarında olduğu gibi mavim­
si bir renk almıştı. Böyle zamanlarda kadınlar Janus 1 0 9 gibi­
dirler; başlarını çevirmeden, arkalarında olup biteni bilirler.
Modeste de bu sevdalı gencin davranışında, Butscha tarzı bir
aşkın kesin belirtilerini gördü; bir kadın bundan başka ne is­
teyebilirdi ? Demek La Briere onun gözünden düşmemek için
çırpınıyordu; bunu bilmek, Modeste'in içini sonsuz tatlılıkta
bir heyecanla doldurdu.
Canalis, albaydan ayrılıp Modeste'in yanına gelince:
- Matmazel, dedi; duygularıma pek değer vermediğini­
zi bildiğim halde, ne zamandan beri alnımda taşıdığım bir le­
keyi artık temizlemek istiyorum, çünkü bunu bir namus bor­
cu sayıyorum. Buraya gelişimden beş gün sonra bakın Düşes
de Chaulieu bana ne yazmıştı.
Düşesin Mongenod'yu gördüğünü ve Melchior'u Mo­
deste'le evlendirmek istediğini bildiren mektubunun ilk satır-

1 09
Geçmişi de geleceği de bildiği için iki yüzlü betimlenen Roma tanrısı.

3 54
Modeste Mignon

larını genç kıza okuttu; sonra alt bölümünü yırtarak bu sa­


tırları Modeste'e verdi. Gerisini cebine koyarken:
- Altını gösteremem ama, dedi; yazıyı doğrulayabilme­
niz için bu birkaç satırı, inceliğinize güvenerek size veriyo­
rum. Çirkin duygular beslediğimden kuşkulanan bir kız, be­
nim bir oyun oynadığıma, bir dolap çevirdiğime de pekala
inanabilir. Ama bu mektup, sizinle bozuşmamın, aşağılık bir
çıkar düşüncesine dayanmadığını kanıtlar.
Sonra, ağlar gibi bir sesle:
- Ah Modeste ! diye devam etti; Şairinizin, Bayan de
Chaulieu'nün şairinin, yalnız düşüncesi değil, gönlü de şiir
doludur. Düşesi göreceksiniz, hakkımda hüküm vermek için
o zamana kadar bekleyin.
Modeste şaşkına dönmüştü. Canalis uzaklaşınca :
- Şu işe bak ! Hepsi de melek kesildi, diye söylendi;
bunlarla evlenilmez ki! İnsan sınıfından bir dük var arala­
rında.
Koltuğunun altında bir paketle gözüken Butscha:
- Matmazel Modeste, bu av beni korkutuyor, dedi.
"Rüyamda atınızın sizi kaçırdığını gördüm; Rouen'a gidip
size bir İspanyol gemi aldım, hiçbir atın bu gemi azıya ala­
mayacağını söylediler; yalvarırım bunu kullanın; albaya
gösterdim, fazlasıyla teşekkürler etti; o kadarına da değ­
mezdi oysa .
Bu anaç özen karşısında gözleri yaşaran Modeste:
- Benim zavallı Butscha'cığım! dedi.
Butscha, mirasçısı olduğu yaşlı bir akrabanın ölüm habe­
rini duymuş gibi sevinçten sıçraya sıçraya uzaklaştı.
Modeste salona dönerek:
- Babacığım, dedi; o güzel kırbacı da almak isterdim;
Bay de La Briere'e sizin şu Van Ostade tablosuyla değiştir­
meyı onersenız ...
Albay, Regensburg'lu bir kentsoyludan satın aldığı, girdi­
ği savaşların biricik anısı bu tablo önünde Ernest'e böyle bir

355
Balzac

öneride bulunurken, Modeste, kurnazca delikanlıya baktı .


La Briere'in aceleyle odadan çıktığını görünce kendi kendi­
ne, "Ava gelecek ! " dedi.
Böylece Modeste'in üç aşığı da Rosembray'ye geldiler; ne
tuhaftır ki üçünün de yüreği umut doluydu, üçü de genç kı­
zın eşsiz erdemlerine hayrandı.

356
LXVI. Modeste'in Rosembray'ye
Görkemli Girişi

Dük de Verneuil'ün, ulusal mülklerin satışını yasallaştır­


mak üzere meclisin kabul ettiği bir milyar franklık tazminat­
tan payına düşen parayla yeni satın aldığı Rosembray top­
rakları, görkem ve gösterişte Mesniere ya da Balleroy'yla kı­
yaslanabilecek güzel şatosuyla ünlüdür. Bu heybetli ve soylu
yapıya, iki yanında dört sıra asırlık karaağaçlar yükselen ge­
niş bir yoldan girilir; daha sonra iki bekçi evinin arasından
ve Versailles'ınki gibi eğimli, kasalara dikilmiş büyük porta­
kal ağaçlarıyla süslü, parmaklıkları göz alıcı güzellikte, geniş
bir tören avlusundan geçilir. Avludan bakıldığında, şatonun
karşılıklı iki ana bölümü arasında, duvara gömülü ve yivli
bir sütun dizisiyle ayrılmış iki sıra üstünde, söveleri işli, kü­
çük camlı, on dokuz yüksek pencere göze çarpar. İtalyan tar­
zı çatıyı, parmaklıklı bir saçak kuşatır; çatıdan yükselen kes­
me taş bacalar, zafer imgesi silah çatkılarıyla bezelidir, çün­
kü Rosembray, XIV. Louis zamanında Cottin adında bir ver­
gi toplayıcı tarafından yaptırılmıştır. Yapının parka bakan
cephesi, avlu tarafındakinden, sütunlu beş penceresi ve tepe­
sinde görkemli bir alınlık yükselen çıkıntısıyla ayırt edilir. Ai­
lesinin biricik mirasçısı Matmazel Cottin, babasının malları­
nı Marigny ailesine getirince Marigny'ler bu alınlığa, Coyse-
357
Balzac

vox'nın elinden çıkma bir gündoğumu kabartması kondur­


muşlardır. Kabartmanın altında iki melek, üstünde: Sol no­
bis benignus 1 1 0 sözleri yazılı bir kurdela tutarlar. Bu yazı, Bü­
yük Kral'ın 1 1 1 onuruna, eskisinin yerine yazdırılmıştır. Çün­
kü Büyük Kral, en önemsiz gözdelerinden biri olan Marki de
Marigny'yi dük yapmıştır.
Büyük yuvarlak basamaklı ve taş parmaklıklı merdiven­
lerden bakan kişinin önünde Versailles'ın büyük kanalı gibi
uzun ve geniş bir göl, en güzel İngiliz çimenliklerini aratma­
yan, içlerinde sonbahar çiçeklerinin parıldadığı tarhlarla çev­
rili yeşil bir alanın eteğinden başlayıp, göz alabildiğine uza­
nır. Her iki yanda Fransız tarzı iki bahçenin dört köşe çiçek­
likleri, ağaçlıklı yolları, Lenôtre üslubunda yazılmış güzel
sayfaları göze çarpar. Bu iki bahçenin çevresi, boydan boya,
yaklaşık otuz dönümlük bir koruluk alanla çevrilidir ve bu
alanda, XV. Louis zamanında, İngiliz tarzı bahçeler düzen­
lenmiştir. Taraçadan görünen manzaranın gerisinde, biri
devlete, öteki saraya ait iki orman arasında kalan Rosem­
bray ormanı uzanır. Yeryüzünde bundan güzel bir manzara­
ya rastlamak pek de kolay değildir.
Modeste'in ağaçlı yoldan şatoya gelişi epeyce etkileyici
oldu. Önce Fransa sarayının işaretlerini taşıyan bir araba gö­
ründü; yanında at üstünde Ahır Beyi, albay, Canalis ve La
Briere vardı; önlerinden tören giysileri içinde bir uşak gidi­
yor, arkalarından da, aralarında bir melezle bir de zenci bu­
lunan on uşakla albayın eşyalarını ve iki oda hizmetçisini ta­
şıyan zarif briçkası geliyordu. Dört atlı arabayı, yola çoğu
zaman Kral'dan çok adamla çıkan Ahır Beyi'nin buyruğuy­
la süslü püslü giyinmiş genç seyisler sürüyordu. İçeri girip bu
küçük Versailles'ı gören ve bu büyük soyluların görkemiyle

ı ıo
Latince: Güneş bize mutluluk verir; " Güneş Kral" XIV. Louis'yi anıştır-
ma.
1 11
XIV. Louis.

358
Modeste Mignon

gözleri kamaşan Modeste, ünlü düşeslerle nasıl konuşacağı­


nı düşündü birdenbire; sonradan görme, yapmacıklı, taşralı
biri gibi görünmekten korktu; aklı başından gitti, bu av eğ­
lencesini istediğine pişman oldu.
Neyse ki, araba durduğunda karşısına ilk çıkan, kıvırcık
sarı perukalı, yaşlı bir adam oldu; ihtiyarın sakin, dolgun,
pürüzsüz yüzünde babacan bir gülümseme ve yarı yarıya
dalgın bir bakışla neredeyse saygın bir edaya bürünen, pa -
pazlara yaraşır bir neşe göze çarpıyordu. 1 800' de ölen çok
zengin bir başbakanın biricik kızı, kupkuru, dimdik, dört ço­
cuk anası dindar düşes de tıpatıp Bayan Latournelle'e benzi­
yordu - eğer ki düş gücümüz, noterin karısını, bu gerçekten
rahibelere özgü görünümün tüm zarifliğiyle güzelleştirmemi­
ze izin verirse elbette! Matmazel d'Herouville, kendisi gibi
burnu havada olduğu için yakınlık duyduğu düşesi coşkuy­
la kucaklayarak:
- Günaydın Hortense'cığım, dedi; izin verin de size ve
sevgili dükümüze bu küçük meleği, Matmazel de La Basti­
e'yi tanıştırayım.
- Sizden o kadar söz ettiler ki Matmazel, aramızda gör-
mek için sabırsızlanıyorduk, dedi düşes.
Dük de Verneuil de zarif bir hayranlıkla başını eğerek:
- Yitirdiğimiz zamana üzülelim, diye ekledi.
Ahır Beyi albayı kolundan tutup, hareketlerinden ve söz­
lerinden açıkça okunan bir saygıyla dükle düşese göstererek:
- Kont de La Bastie, dedi.
Albay düşesi selamladı; düke elini uzattı. Mösyö de Ver-
neuil:
- Hoş geldiniz Kont Cenapları, dedi ona.
Sonra Modeste'e bakarak:
- Elmas gibi bir kızınız var, diye ekledi.

359
LXVII. Bir Düşes Öfkesi

Düşes, Modeste'in koluna girerek onu büyük bir salo­


na götürdü; salonda, ocağın çevresine toplanmış dokuz on
kadın vardı . Dükle birlikte gelen erkekler taraçada gezin­
meye başladılar; yalnızca Canalis, saygılı bir edayla, gurur­
lu Eleonore'un yanına sokuldu. Gergef işleyen düşes, Ver­
neuil'lerin kızına kullanacağı renkler konusunda öğütler
veriyordu.
Modeste'in parmağına iğne yastığından bir iğne batsaydı,
Düşes de Chaulieu'nün kendisine fırlattığı gururlu, küçümser,
buz gibi bakıştan duyduğu acıyı duymazdı. İçeri girer girmez
yalnızca bu kadını görmüş, kim olduğunu da hemen anlamış­
tı. Sevgimizle gözümüzde onca büyüttüğümüz kadınların, bu
sevimli yaratıkların aslında ne denli acımasız olduklarını an­
lamak için onları kendi aralarında görmek gerekir. Modes­
te' in farkında olmadan gösterdiği aptalca hayranlık, Eleono­
re'dan başka herhangi bir kadının gönlünü kazanabilirdi;
çünkü genç kız, eğer yaşını bilmeseydi düşesi otuz beşlik bir
kadın sanacaktı. Ama şaşılacak neler neler görecekti daha !
Bizim şair de tam o sırada, bir " büyük hanımefendi " öf­
kesiyle baş başa kalmıştı. Böyle bir öfke, sphinks'lerin 1 1 2 en

1 12
Sfenks; kadın yüzlü ve göğüslü, aslan ayaklı ve kuyruklu, dişi mitologya
canavarı.

36 1
Balzac

korkuncudur; yüzü gülümser, ama geri kalanı yabanıllığın ta


kendisidir. Krallar bile, metreslerinin çelik bir zırhın altına
gizledikleri o son derece soğuk nezaketle nasıl baş edecekle­
rini bilemezler. Kadının güzel yüzü gülümserken çelik insana
batar; el, kol, beden, hepsi çeliktendir. Canalis bu çeliğe tu­
tunmaya çalışıyor, parmakları kayıyor, ne dese kadının yüre­
ğine söz geçiremiyordu. Düşesin zarif yüzü, zarif konuşma­
sı, zarif hali tavrı, eksi yirmi beş dereceye inen öfkesinin çe­
liğini bütün gözlerden gizliyordu. Modeste'in yolculukla bir
kat daha artan erişilmez güzelliği, Diane de Maufrigneuse
kadar zevkle giyinmiş olması, Eleonore'un kafasında düşüne
düşüne birikmiş barutu bir anda ateşlemişti.
Bütün kadınlar, üç sevdalısıyla birlikte gelen günün sul­
tanını arabadan inerken görmek için pencereye üşüştüler.
Diane:
- Ne tanrısal bir güzellik! Nereden çıkmış bu böyle! de­
yince, yüreğinden vurulan Bayan de Chaulieu:
- O kadar da meraklı görünmeyelim, dedi. Bunun üze­
rine kadınlar salona dağıldılar, her biri eski tavrını takındı;
Düşes de Chaulieu de içinde dört bir yana saldırmak isteyen
binlerce zehirli yılanın kıvrandığını duydu. Matmazel
d'Herouville Düşes de Verneuil'e anıştırmalı bir edayla ve
usulca:
- Eleonore, koca Melchior'unu pek de iyi karşılamıyor,
dedi.
Laure de Verneuil sade bir edayla:
- Maufrigneuse Düşesi aralarında bir soğukluk olduğu­
nu düşünüyor, diye yanıtladı.
Kibarlar dünyasında sık sık söylenen bu söz ne kadar da
hayranlık vericidir! İnsan, kutup rüzgarlarını duyar gibi olur.
Modeste, Sacre-Coeur' den ı ı 3 iki ay önce çıkmış bu sevimli
genç kıza :

1 13 Bir mana stır.

3 62
Modeste Mignon

- Neden acaba ? diye sordu.


Kızına susması için işaret eden dindar düşes:
- Bu büyük adam, dedi; sağlık nedenleriyle Le Havre'a
gittiğini söylemiş, ama on beş gün geçmiş, tek satır bile yaz­
mamış . . .
Modeste, Laure'un, Helene'in ve Matmazel d'Herouvil­
le'in gözünden kaçmayan bir hareket yapmaktan kendini
alamadı. Dindar düşes, sözünü sürdürerek:
- Oysa o sırada Bayan de Chaulieu, onun commandeur
unvanıyla Baden-Baden'e ortaelçi atanmasına çalışıyordu,
dedi.
- Canalis'e yakışmaz, dedi Matmazel d'Herouville; her
şeyini düşese borçludur.
Modeste, saf bir edayla Helene'e:
- Neden Bayan de Chaulieu Le Havre'a gelmedi ? diye
sordu.
Düşes de Verneuil:
- Kızım, diye yanıt verdi; Bayan de Chaulieu'nün canı­
nı alsalar ağzından söz çıkmaz; baksanıza nasıl da bir krali­
çe gibi! Başını satırın altına verseler Marie Stuart gibi gülüm­
ser; güzel Eleonore'umuzun damarlarında o kan var zaten.
Modeste:
- Bayan de Chaulieu ona yazmamış mı peki ? diye sor­
du.
Matmazel d'Herouville kolunu dürtünce açılmak için ce­
saret alan düşes:
- Diane'ın söylediğine bakılırsa Canalis'in on gün önce
yazdığı bir mektuba çok kanlı bir yanıt vermiş.
Bu sözleri duyan Modeste, Canalis adına utancından kıp­
kırmızı kesildi; şairi ayaklarının altında ezmeyi düşünmedi
ama, hançer darbelerinden daha acımasız bir oyun oynaya­
rak ondan öç almayı da istedi. Düşes de Chaulieu'ye gurur­
lu bir edayla baktı. Bu bakışta sekiz milyon parlıyordu.
- Bay Melchior ! . . dedi.

363
LXVIII. Bir Genç Kız Oyunu

Bütün kadınlar başlarını kaldırdılar; bir gergefinin önün­


de Canalis'le usul usul konuşan düşese, bir de kavgaya tutuş­
muş iki sevgiliyi rahat bırakmayacak kadar terbiyesiz genç
kıza baktılar. Görülmemiş bir şeydi bu. Diane de Maufrig­
neuse, " Çocuğun hakkı var! " der gibi başını salladı. Sonun­
da on iki kadın da birbirlerine gülümsediler; çünkü hepsi de,
herkesin malına göz dikip gençlerin hakkını yiyecek kadar
güzel olan bu elli altı yaşındaki kadını kıskanıyorlardı. Mel­
chior Modeste'e kızgın kızgın baktı; karşısında uşağı varmış
gibi bir tavır takındı. Düşesse, yemek yerken rahatsız edilen
bir dişi aslan hareketiyle başını eğdi; ama gergefinden ayır­
madığı gözleri şairin üstüne neredeyse kırmızı alevler saçıyor,
her sözcüğünde üç katlı bir aşağılama gizlenen iğnelemele­
riyle Canalis'in yüreğini deşiyordu. Modeste, kendini dinlet­
mesini bilen bir sesle:
- Bay Melchior! dedi yeniden.
Şair:
- Ne var Matmazel? .. diye sordu.
Yerinden kalkmak zorunda kalan Canalis, pencerenin
önünde duran gergefle, ocağın yanında, Düşes de Verneu­
il'ün kanepesinde oturan Modeste'in arasında ayakta kaldı.
Eleonore'un üstüne dikilen bakışları altında, bu gözü yük-

365
Ba/zac

seklerde adamın aklına ne yaralayıcı şeyler geldiğini artık siz


düşünün. Modeste'in dediğini yapsa, koruyucusu olan ka­
dınla arasında her şey bitecekti. Genç kızı dinlemese, köleli­
ğini ilan edecek, yirmi beş günlük alçaklığının getirisini hiçe
indirecek, incelik ve nezaketin en basit kurallarını da çiğne­
miş olacaktı. Bütün bunlar ne kadar büyük bir aptallıksa,
düşes de o kadar emredercesine istiyordu bu aptallığı yap­
masını. Bir yanda Modeste'in güzelliğiyle parası, öbür yan­
da Eleonore'un etkinliğiyle üstündeki hakları arasında boca­
layan, çıkarıyla onuru arasında kalan Canalis'in kararsızlığı,
arenada yaşamını tehlikeye atan bir matadorun durumu ka­
dar korkunçtu. Kumar masasının başında, beş dakika içinde
her şeyini yitirdiğini ya da zengin olduğunu gören bir ada­
mın yüreği, Canalis'inki gibi böyle damarlarını çatlatırcasına
çarpabilirdi ancak. Modeste şaire:
- Matmazel d'Herouville arabadan inerken bana öyle
acele ettirdi ki, mendilimi unutmuşum . . . dedi.
Canalis, anlamlı bir biçimde irkildi; Modeste, bu sabırsız­
lık belirtisine karşın sözünü sürdürdü:
- Hem, dedi; cüzdanımın anahtarını da bu mendile bağ­
lamıştım; cüzdanımın içinde önemli bir mektup parçası var­
dı. Melchior, lütfen bu mendili getirtiverin . . .
Aynı derecede öfkeli bir melekle bir kaplan arasında sap­
sarı kesilen Canalis, artık duraksamadı; kaplan ona daha az
tehlikeli göründü; tam yanıt vereceği sırada salonun kapısın­
dan La Briere girince, delikanlı ona neredeyse gökten inmiş
başmelek Mikail gibi göründü.
Canalis:
- Ernest, bak, Matmazel de La Bastie senden bir şey is­
tiyor, dedi ve hemen gergefin yanındaki iskemlesine döndü.
Ernest'se kimseye selam vermeden Modeste'e doğru koş­
tu, gözü ondan başkasını görmüyordu. Genç kızın ricasını,
yüzünden akan bir sevinçle dinledikten sonra salondan çı­
karken bütün kadınların gözüne girmişti.

366
Modeste Mignon

Modeste Helene' e, düşesin hırsla işlediği gergefi göstere­


rek:
- Bir şair için ne tuhaf uğraş ? dedi.
Ernest'in araya girmesinden pek hoşnut kalmayan
Eleonore, Melchior' a alçak sesle:
- Eğer onunla konuşursan, yüzüne bir kerecik olsun ba­
karsan, aramızdaki her şeyi bitmiş bil, diyordu. Hem unut­
ma, ben yokken seni gözetleyecek gözler bırakacağım ar­
kamda.

367
LXIX. Örnek Bir Çıkış

Böyle dedikten sonra, orta boylu bir kadın olan düşes ye­
rinden kalktı, Diane de Maufrigneuse'ün bulunduğu yana
doğru yürüdü; bir dişi geyik gibi küçük, sinirli adımlarla iler­
liyordu; ellisini geçtikleri halde güzel kalan bütün kadınlar
gibi etine dolgundu ama, tombulluğunun altında yine de eş­
siz bir incelik göze çarpıyordu. Bu tür kadınlara bu inceliği,
hem fazla şişmanlamalarına engel olan, hem de etlerini diri
tutan sağlam sinir sistemleri verir. Düşesin benzersiz bir soy­
luluk içinde hafif hafif yürüyüşü de başka türlü açıklana­
mazdı. Ancak soylulukları Nuh'tan başlayan kadınlar, bir
köylü karısı gibi tombul olmalarına karşın Eleonore gibi
heybetli kalabilirler. Bedeninin üst bölümüne gösterilen öze­
ni, düşese bir kraliçe inceliği ve bir genç kadın kıvraklığı ve­
ren o sabah tuvaleti için harcanan çabaları bir filozof görse
Philoxene'e acırdı. Gür ve boyasız saçlarının örgülerini başı­
nın üstünde, büyük bir hotoz biçiminde çekinmeden topla­
yan Eleonore, kar gibi beyaz boynunu, güzel biçimli göğsü­
nü ve omuzlarını, göz kamaştırıcı çıplak kollarını ve ünlü el­
lerini övünerek gösteriyordu herkese. Modeste düşesin, "O
hepimizin sultanıdır! " denen kadınlardan biri olduğunu, bü­
tün rakipleri gibi anladı. Eleonore'un, artık Fransa'da tek
tük görülen o büyük hanımefendilerden biri olduğu apaçık

369
Balzac

ortadaydı . Böyle bir kadında başın duruşundaki heybeti,


boynun şu ya da bu kıvrımındaki inceliği, hareketlerdeki
uyumu, tavırlardaki saygınlığı, ayrıntıyla bütünün kusursuz
biçimde kaynaşmasından doğan seçkinliği, o artık doğal ha­
le gelen ve bir kadını büyülten, kutsallaştıran küçük hileler­
deki soyluluğu açıklamaya çalışmak, yüceliği çözümlemeye
kalkışmak olur. İnsan bu şiirin tadını Paganini dinler gibi al­
malı, açıklamaya çalışmamalıdır; çünkü neden, her zaman,
gözle görünür hale gelen ruhtur. Düşes, Helene'le halasını se­
lamlamak için başını eğdi, sonra işveli, duru, heyecansız bir
sesle Diane'a:
- Giyinme zamanı gelmedi mi Düşes? dedi.
Ardından, kollarını ona uzatan gelini ve Matmazel
d'Herouville'le birlikte kapıya doğru yürüdü. Salondan çı­
karken ihtiyar kıza usulca birşeyler söyledi; Matmazel
d'Herouville de ona sarılıp:
- Ne sevimlisiniz! dedi.
Bu, "Bugün bize ettiğiniz iyiliğe karşılık ne isteseniz yapa­
rım" demekti.
Matmazel d'Herouville casusluk göreviyle salona dönün­
ce, Canalis kadının ilk bakışından, düşesin o sözü boşuna
gözdağı vermek için savurmadığını anladı. Çömez diplomat,
böyle çetin bir savaşa girişecek gücü kendinde bulamadı;
neyse ki zekası yardımına yetişti ve saygınlığı yitirmek paha­
sına da olsa, açık davranmaya karar verdi. Ernest, Modes­
te'in mendiliyle görününce, onu kolundan tutup çimenliğe
götürdü.
- Sevgili dostum, dedi; dünyanın en mutsuz erkeği ol­
masam da en gülünç erkeğiyim; içine düştüğüm şu eşekarı­
sı kovanından kurtulmak için de sana güveniyorum. Mo­
deste şeytanı, bir çıkmaza girdiğimi anladı, benimle alay
ediyor; bir aptallık edip ona Bayan de Chaulieu'nün mektu­
bundan bir parça vermiştim; az önce bu mektup parçasın­
dan söz etti. Eğer onu düşese gösterirse, Eleonore'la aramız

3 70
Modeste Mignon

bir daha düzelmez. Ne olur, hemen bu kağıdı Modeste'ten


iste ! Kendisinde gözüm olmadığını, ondan hiçbir şey iste­
mediğimi benim adıma söyle. Aramızda hiçbir şey geçme­
miş gibi davranmasını, inceliğinden, genç kız dürüstlüğün­
den bekliyorum. Benimle konuşmamasını rica ediyorum;
dahası, bana kötü davranması için yalvarıyorum. Ondan
kıskançlık dolu bir öfke göstermesini istemeye cesaret ede­
mem elbette . . . gerçi bu çok işime yarardı ama . . . Haydi git,
ben burada bekliyorum .

371
LXX. Sosyetenin Kabataslak Bir Resmi

Salona girerken Ernest de La Briere, Havre Muhafızları


bölüğünden genç bir subayla karşılaştı; Rosny' den gelen Vi­
kont de Serizy, Madam'ın meclisin açılışında hazır bulun­
mak zorunda kaldığını haber vermeye gelmişti. Mecliste ya­
pılan bu törene ne kadar önem verildiğini herkes anımsar; o
gün X. Charles, ailesinin tüm üyeleri arasında söylevini ver­
miş, veliahtın eşiyle Madam da törene localarından katılmış­
lardı. Prensesin gelemeyeceği için üzüldüğü haberini ulaştır­
makla görevlendirilen elçi, Diane için özel olarak seçilmişti;
çünkü bu güzel kadına vurgun olduğu söylenirdi. Bir devlet
bakanının oğlu olan bu sevimli delikanlı, kralın yaveri, aile­
sinin biricik oğlu ve büyük bir servetin mirasçısı nitelikleriy­
le yüksek görevlere adaydı. D üşes de Maufrigneuse'e gelin­
ce, o yalnızca Bayan de Serizy'nin yaşlılığını vurgulamak için
vikonnın çevresinde dönüp dolaşmasına izin verirdi, çünkü
yelpazelerin arkasında dolaşan dedikodulara göre, Bayan de
Serizy de yakışıklı Lucien de Rubempre'yi onun elinden al­
mıştı.
Düşes de Verneuil genç subaya:
- Umarım ki, dedi; Rosembray'de kalma onurunu bize
bağışlarsınız.
Bu sofu kadın, hem dedikodulara kulak kabartmaktan
geri kalmaz, hem de dükün özenle bir araya getirdiği konuk-

373
Balzac

ların hoppalıklarına göz yumardı. Bu kusursuz kadınların,


yolunu şaşırmış kuzuları hoşgörüyle ağıllarına döndürme
bahanesi altında nelere göz yumduklarını Tanrı bilir!
Ahır Beyi:
- Hükümet işlerini hesaba katmamıştık, dedi; ve Ro­
sembray, Düşes Cenapları, büyük bir onurdan yoksun kala­
cak . . .
Lacivert çuha giysiler giymiş, hanımların izniyle av kas­
ketini başından çıkarmayan, uzun boylu, aşağı yukarı yetmiş
beşlik, kuru bir ihtiyar:
- Daha iyi ya, biz de rahat ederiz! dedi.
Dük de Bourbon'a çok benzeyen bu adam, son büyük
Fransız soylularından Avcı Başı Prens de Cadignan'ın ta ken­
disiydi. La Briere'in Modeste'le bir dakika konuşabilmek
için izin istemek üzere kanapenin arkasına geçmeye çalıştığı
bir sırada salona, otuz sekiz yaşlarında, ufak tefek, şişman,
sıradan bir adam girdi.
Düşes de Verneuil Modeste'e:
- Oğlum, Prens de Loudon, dedi.
Vendee süvari birliğinin ünlü generalinin, gözüpekliğiyle,
çektiği işkencelerle dillere destan ettiği "Prens de Loudon "
unvanının nasıl birine kaldığını gören Modeste, taze yüzün­
de beliren şaşkınlığı gizleyemedi.
Son Dük de Verneuil, ailenin üçüncü oğluydu; babası
sürgüne giderken, dört çocuktan sağ kalan bu biricik oğlunu
yanında götürmüştü.
Düşes:
- Gaspard! diyerek oğlunu yanına çağırdı.
Genç prens yaklaşınca, düşes ona Modeste'i göstererek:
- Matmazel de La Bastie, dostum! dedi.
Desplein;in biricik kızıyla evlenmesi kararlaştırılan deli­
kanlı, genç kızı, babasının tersine, güzelliğine bir hayranlık
göstermeden selamladı. Modeste de böylece, zamane gençle­
riyle eski dönemin yaşlılarını kıyaslama olanağını buldu;

3 74
Modeste Mignon

çünkü biraz önce Prens de Cadignan ona birkaç güzel söz


söylemiş, Kral'a gösterdiği saygıyı kadınlara da gösterdiğini
kanıtlamıştı. Bayan de Chaulieu'nün büyük oğlu Dük de
Rhetore de, tıpkı Prens de Loudon gibi neredeyse kaba bir
tavırla selamladı genç kızı; küstahlıkla karışık saygısız bir
hali vardı. Oğullarla babalar arasındaki bu fark, belki de ço­
cukların kendilerine ataları kadar değer vermemelerinden,
içlerinde gücün yalnızca gölgesini bulabildikleri için de bü­
yüklüğün gereklerini yerine getirmeyi yararsız bulmaların­
dan ileri geliyordu. Oysa babalar, çevreleri bütünüyle karar­
dığı halde hala güneşin yaldızlı ışınlarıyla parıldayan tepeler
gibi, sönüp giden büyüklüklerinin ayrılmaz parçası olan ter­
biyeyi elden bırakmıyorlardı.
Sonunda Ernest Modeste'e bir iki sözcük fısıldayınca
genç kız yerinden kalktı. Modeste'in giyinmeye gideceğini
sanan düşes, çıngırağın ipini çekti:
- Güzelim, dedi; sizi dairenize götürsünler.

3 75
LXXI. La Briere Her Zamanki Gibi
Hayranlık Verici

Ernest, Modeste'le birlikte büyük merdivene kadar yürü­


dü, orada zavallı Canalis'in ricasını aktardı; Melchior'un sı­
kıntısını anlatarak genç kızı yumuşatmaya çalıştı.
- Görüyorsunuz ya, seviyor! dedi. Bir tutsak o, ve zin-
cirlerini koparabileceğini sandı.
Modeste:
- Bu azılı hesapçıda sevginin işi ne! . . diye yanıtladı onu.
- Matmazel, siz daha çok gençsiniz, yaşamın darboğaz-
larını bilmezsiniz. Kendinden yaşlı bir kadının boyunduruğu
altına giren bir erkeğin tüm tutarsızlıklarını hoş görmek ge­
rekir; çünkü elinden bir şey gelmez. Canalis'in bu tanrıçaya
neler feda ettiğini düşünün bir! O kadar çok ekti ki, hasadı
kaldırmamazlık edemez artık; düşes onun için on yıllık özen
ve mutluluğu simgeliyor. Siz, yükselme merakı gururuna -ne
yazık ki- ağır basan bu şaire her şeyi unutturmuştunuz. Ama
Bayan de Chaulieu'yü yeniden görünce neler yitirdiğini an­
ladı. Eğer Canalis'i tanısaydınız, ona yardım ederdiniz. Ya­
şamını geri dönülmez biçimde altüst etmiş bir çocuktur o ! . .
Ona hesapçı diyorsunuz, oysa bütün şairler gibi hep yanlış
hesap yapar! Heyecanlı, çocuk ruhlu insanlardır onlar. Ço-
377
Balzac

cuklar gibi her parlak şeye kapılır, her parlak şeyin peşinden
koşarlar ! . . Bir zamanlar atları, tabloları sevdi, şöhreti sevdi;
silah takımları, Rönesans ve XV. Louis tarzı eşyalar almak
için tablolarını sattı. Şimdi de gözü yüksek yerlerde. Kabul
edin ki, bu hevesleri hep büyük şeyler!
Modeste:
- Yeter, dedi.
Sonra gözüne babası ilişince, kendisine eşlik etmesi için
başıyla işaret etti.
Ernest' e de:
- Gelin, dedi; size o iki satır yazıyı vereceğim; götürün o
büyük adama, bütün istediklerini de yapacağımı söyleyin;
ama bir koşulla ! Alman tiyatrosunun en güzel yapıtlarından
birini yalnızca benim için oynaması çok hoşuma gitti; kendi­
sine teşekkürlerimi bildirmenizi istiyorum. Faust'la Kont
d'Egmont'un, Goethe'nin en güzel yapıtları olmadığını bili­
yorum artık.
Ernest, muzip kızın yüzüne şaşkın şaşkın bakınca da :
- Onun başyapıtı Torquato Tasso'dur, diye ekledi.
Sonra gülümseyerek:
- Bay de Canalis'e söyleyin, onu bir daha okusun, dedi.
Bunları sözcüğü sözcüğüne dostunuza aktarmanızı rica edi­
yorum; çünkü kendisini kınamıyorum, tersine, davranışını
haklı buluyorum; şu küçük farkla ki, Eleonore'un çılgınlığı
sayesinde umarım iyice akıllanacaktır.
Düşesin baş hizmetçisi, Modeste'le babasını dairelerine
götürdü; bu arada Françoise Cochet de her şeyi yerleştirmiş­
ti. Odaların döşenmesindeki incelik ve beğeni albayı şaşırttı .
Françoise, şatoda, aynı beğeniyle döşenmiş, bunun gibi otuz
daire bulunduğunu söyledi. Modeste:
- Malikane dediğin böyle olur, diye söylendi.
Albay:
- Merak etme, diye yanıt verdi; La Bastie Kontu sana
buna benzer bir şato yaptırır.
Modeste Mignon

Modeste, mektubu Ernest' e uzatarak:


- Buyurun Mösyö, dedi; gidin dostumuzu meraktan
kurtarın.
Dostumuz sözünü duyan denetçi, duraladı; bununla bir
duygu ortaklığından söz edip etmediğini anlamak ister gibi
Modeste'e baktı. Bu duralamanın anlamını kavrayan genç
kız:
- Haydi gitsenize, dedi; dostunuz sizi bekliyor!
La Briere kıpkırmızı kesildi, umutsuzluktan beter bir kuş­
ku, bir kaygı, bir heyecan içinde çıkıp gitti. Gerçek sevdalı­
lar için mutluluğun yaklaşması, Katolik şiirin o güzel deyi­
miyle, "cennetin kapısı " denen şeye benzer; orası da karan­
lık, aşılması zor, dar, sonsuz bir üzüntünün son çığlıklarıyla
çınlayan bir yerdir.

3 79
LXXII. Gerçekler Şiire Ağır Basıyor

Bir saat sonra seçkin misafirlerin hepsi salonda toplan­


mıştı; yemek zamanını beklerken kimi whist oynuyor, kimi
konuşuyor, kadınlar ufak tefek el işleri yapıyorlardı. Avcı Ba­
şı, Bay Mignon'a Çin'den, girdiği savaşlardan, Portenduere,
L'Estorade, Maucombe gibi Provence'lı ailelerden söz ettiri­
yor, yeni bir görev istemediği için hata ettiğini, kendisine al­
baylık rütbesiyle Muhafız Alayı'nda bir görev vermenin çok
kolay olacağını söylüyordu. Sonra gülümseyerek:
- Sizin gibi soylu, sizin gibi zengin bir insan, bugünkü
"muhalefet"in kanılarını paylaşmamalı, dedi.
Bu seçkin insanlar Modeste'in hem çok hoşuna gitti, hem
de burada kaldığı süre içinde davranışları büsbütün kusur­
suzlaştı; bu insanları görmeseydi, belki de bütün yaşamında
eksik birşeyler kalacaktı. Mekaniğe yetenekli birine bir saat
göstermek, ona bütün bir makina dünyasının kapılarını aç­
mak demektir; içinde uyuklayan tohumlar hemen filiz verir.
Tıpkı bunun gibi, Modeste de, Düşes de Maufrigneuse'le
Düşes de Chaulieu'nün bütün güzel yanlarını benimsemeyi
bildi. Kentsoylu kadınlarının gülünç bir özentiye düşecekleri
yerde, her şey bir eğitim oldu onun için. Modeste gibi soylu,
okumuş yazmış, yetenekli bir kızın bu ortama uyması doğal­
dı. Genç kız, soylular dünyasıyla kentsoylular dünyasını, taş-

381
Balzac

rayla Saint-Germain mahallesini ayıran farkları gördü; ara­


daki neredeyse elle tutulmaz incelikleri kavradı; sonunda
" büyük hanımefendi zarifliği" denen şeyin varlığını kabul et­
ti; bu zarifliği elde etme umudunu da yitirmedi. Babasıyla La
Briere'i, bu Olympos'a 1 1 4 Canalis'ten çok daha fazla yakıştı­
rıyordu. Büyük şair, o gerçek ve tartışılmaz gücünü, düşün­
ce gücünü bir yana bırakıp ortaelçiliğe göz diken, comman­

deur'lük peşinde koşan, bütün bu yıldızlar takımına kendini


beğendirmek zorunda bir dilekçe memurundan başka bir şey
değildi artık onun için. Yükseklerde gözü olmayan Ernest de
La Briere olduğu gibi görünüyor, oysa -halk ağzıyla söyle­
mek gerekirse- yılışık bir çocuk mertebesine inen Melchior,
Loudon Prensi'nin, Rhetore Dükü'nün, Serizy Vikontu'nun,
Maufrigneuse Dükü'nün çevresinde dört dönüyordu. Hiz­
metleriyle ve Napoleon'un değer verdiği kişiler arasında ol­
makla övünen La Bastie Kontu Albay Mignon gibi açık açık
konuşamıyordu. Modeste, bu güçlü adamların arasında tu­
tunabilmek için, Melchior'un durmadan kafasını yorduğu­
nu, sürekli olarak güldürecek bir nükte, şaşırtacak bir söz,
koltuk kabartacak bir övgü aradığını fark etti. Bu tavusku­
şunun foyası, sonunda burada ortaya çıkmıştı.

1 14
Yunan mitologyasında tanrıların oturduğu dağ.

382
LXXIII. Modeste Saygın Bir
Davranış Sergiliyor

Akşamın bir saatinde Modeste, Ahır Beyi'yle salonun bir


köşesine çekildi. Dükü buraya, artık kendi kendinin gözün­
den düşmeden körüklemeye devam edemeyeceği bir savaşa
son vermek için çağırmıştı.
- Dük Cenapları, dedi; beni tanısaydınız, gösterdiğiniz
ilginin beni ne kadar duygulandırdığını anlardınız. Özellikle
yaradılışınıza duyduğum derin saygı ve sizinki gibi bir ruhun
esinlediği dostluk duyguları nedeniyle, özsaygınızı incitebile­
cek en küçük bir hareketten kaçınmak istiyorum. Siz daha
Le Havre'a gelmeden önce ben, sevilmeyi hak eden bir insa­
nı, derin, gerçek bir aşkla seviyordum ve o insan, bu sevgi­
den hala habersiz. Şunu da söyleyeyim ki, eğer ona böyle gö­
nülden bağlanmış olmasaydım, sizi seçerdim; sizin soylu ve
güzel niteliklerinizi apaçık gördüm. Bunu söylerken, bir genç
kızın olabileceğinden çok daha içten konuşuyorum. Kızkar­
deşinizle halanızın ağızlarından kaçırdıkları birkaç sözcük,
beni sizinle böyle konuşmaya zorluyor. Eğer gerekli görürse­
niz, yarın ava gitmeden önce annem, bir haber göndererek
ve önemli bir hastalık bahanesiyle beni çağırtmış olsun. Sizin
özenerek hazırladığınız bir şenliğe rızanız olmadan katılmak
istemiyorum; eğer sırrımı orada açığa vursaydım, haklı gu-
383
Balzac

rurunuzu inciterek sizi üzebilirdim. Öyleyse buraya neden


geldiğimi sorabilirsiniz bana . Evet, kabul etmeyebilirdim.
Önüne geçemediğim bir merakı suç saymayacak kadar bü­
yüklük gösterin, ne olur ! Ama size bundan daha nazik bir
konudan söz etmek istiyorum. Babamla benim size ne kadar
dost olduğumuzu bilemezsiniz; beni tanıdığınız zaman ilk
düşünceniz servet olduğuna göre -bunu zarifçe dile getirece­
ğiniz acınızı avutmak için kullanmak istemem ama- size şu­
nu da söyleyeyim ki, babam Herouville malikanesinin so­
runlarıyla ilgileniyor; dostu Dumay de bu işi olacak gibi gö­
rüyor; dahası, bir şirket kurmak için girişimlerde bile bulun­
du. Gobenheim, Dumay ve babam, bir milyon beş yüz bin
frank veriyorlar; üstünü de, bu işe ciddi bir ilgi göstererek
güven verecekleri birtakım sermaye sahiplerinden toplaya­
caklar. Ben Düşes d'Herouville olmak onuruna erişemeyece­
ğim ama büyük olasılıkla size, eşinizi, bulunduğu soylu or­
tamdan, dilediğiniz gibi seçmek olanağını verebileceğim.
Dükün bir hareketi üstüne:
- Ne olur, bırakın sözümü bitireyim ! dedi.
O sırada Matmazel d'Herouville de yeğenine:
- Kardeşinin heyecanına bak, diyordu; artık bir kızkar­
deş kazandığına inanabilirsin.
- . . . Dük Cenapları, diye devam etti Modeste; buna ilk
at gezintimizde, durumunuzdan yakındığınızı duyduğum za­
man karar vermiştim. Size söylemek istediğim buydu. O gün
benim alın yazım belli oldu. lngouville' de bir eş bulamadınız
belki, ama dostlar buldunuz; eğer bizi dost olarak kabul et­
meye gönül indirirseniz elbette . . .
Modeste'in önceden hazırladığı bu sözler öyle bir incelik­
le söylenmişti ki, Ahır Beyi'nin gözleri yaşardı; Modeste'in
elini öptü.
- Av için burada kalın, dedi dük. Değerli bir insan ol­
madığım için bu tür geri çevrilmelere alıştım. Sizin de, alba­
yın da dostluğunuzu kabul ediyorum. Yalnız, dostlarınızın

3 84
Modeste Mignon

gösterdiği özveriyi kabul etmeden önce, izin verin de Herou­


ville bataklıklarını kurutmanın tehlikeli bir iş olmadığını, sö­
zünü ettiğiniz şirkete bir getiri sağlayabileceğini, bu işi bilen
insanlara danışıp iyice anlayayım. Siz yüce ruhlu bir kızsınız.
Sadece dostunuz kalmak çok acı bir şeyse de, ben bundan
her zaman onur duyacağım, her fırsatta dostluğumu kanıt­
layacağım.
- Ne olursa olsun Dük Cenapları, bu sır aramızda kal­
sın; eğer bir engel çıkmazsa seçtiğim insanı herkese, annemin
iyileşmesinden sonra bildireceğim. Annemin, ilk bakışlarıyla
gelecekteki kocamı ve beni kutsamasını istiyorum.
Prens de Cadignan yatmaya giderken:
- Bayanlar, dedi, duyduğuma göre birçoğunuz yarın bi­
zimle birlikte ava geliyormuşsunuz; yalnız size şunu söyle­
mek isterim: Eğer tam bir avcı olmak istiyorsanız, gerçek av­
cılar gibi erkenden, güneşle birlikte kalkmalısınız. Sözümüz
sekiz buçukta. Yaşamımda çoğu kez kadınların da erkekler
kadar gayretli olduğunu gördüm; ama kadınların gayreti
uzun sürmüyor; gerçek avcılar gibi ayaküstü yiyeceğimiz öğ­
le yemeği dışında, bütün gün at üstünde durabilmek için bi­
raz inat etmeniz gerekecek. Hala hepiniz kusursuz birer bi­
nici gibi görünmeye niyetli misiniz ? . .
- Ben zorundayım Prens, dedi Modeste kurnazca .
Düşes de Chaulieu de:
- Kendi adıma ben hazırım, dedi.
Prens:
- Kızım Diane'ı tanırım, diye devam etti; adını küçük
düşürmez. Demek hepinizin merakı ayaklandı. Yine de Ba­
yan de Verneuil'le kızı ve burada kalacaklar için geyiği göl
kenarına kadar sürmenin yoluna bakacağım.
Avcı Başı salondan çıkınca Prens de Loudon:
- Merak etmeyin bayanlar, dedi; şu ayaküstü yemek,
muhteşem bir çadırda yenecek !

385
LXXIV. Av Buluşması, Aşk Buluşması

Ertesi gün tanyeri ağarmaya başlarken havanın güzel


olacağı her şeyden belli oluyordu. Gümüş rengi hafif bir
dumanla kaplı gökyüzünde yer yer, duru mavi lekeler gö­
rünüyordu; küçük beyaz bulutları şimdiden dağıtan ku­
zeybatı rüzgarı, öğleye doğru göğü iyice temizleyecekti.
Yanlarında eşlik edecek hanımları olmayan Avcı Başı,
Loudon Prensi ve Rhetore D ükü, şatodan çıkıp buluşma
yerine doğru herkesten önce yola koyuldukları zaman,
ağaçların sarı zemini üstünde beyaz bir leke halinde beli­
ren şato bacalarının, sis örtüsünü delip geçtiğini gördüler.
Normandiya'da ağaçlar, kırmızıya bakan sarı yaprakları­
nı, güzel güz aylarının sonuna dek dökmezler. Dük de
Rhetore, prense :
- Hanımların talihi var, dedi.
Avcı Başı:
- Dünkü övünmelerine karşın, sanırım onlarsız avlana­
cağız, diye yanıtladı onu.
- Hepsinin bir göz ağrısı var, gelmemezlik edemezler, di­
ye ekledi dük.
Tam bu sırada gözüpek avcılarımız -Prens de Lou­
don'la Dük de Rhetore Nemrut soyundan geliyorlardı ve
Saint-Germain mahallesinin en iyi nişancıları diye tanın-

387
Balzac

mışlardı - bir tartışma gürültüsü duydular, Rosembray or­


manının buluşma yeri olarak seçilen girişlerinden birine,
yosun kaplı piramidiyle göze çarpan bir alana doğru hay­
vanlarını dörtnala kaldırdılar. Tartışmanın nedenini de az
sonra anladılar: Son zamanlarda bir İngilizliktir tutturan
Prens de Loudon, Avcı Başı'nın emrine bir İngiliz av takı­
mı vermişti. Kısa boylu, sarışın, solgun yüzlü, küstah, so­
ğukkanlı ve az Fransızca bilen bir İngiliz de, gelip alanın bir
köşesine yerleşmişti. Üstü başı, bütün İngilizler gibi (en aşa­
ğı tabakadan olanlar bile böyledir) tertemizdi. Adı John
Barry'ydi; kırmızı çuhadan, sıkı belli, Verneuil'lerin arma­
sını ta şıyan gümüş düğmeli kısa bir redingot, beyaz deri bir
pantolon, üstü kıvrık botlar, çizgili bir yelek ve siyah kadi­
fe yakalı bir pelerin giymişti. Elinde küçük bir av kamçısı
tutuyor, sol yanından, ipek kordonlu, bakır bir boru sarkı­
yordu. Bu baş köpekçinin yanında, açık kahverengi benek­
li, beyaz, uzun bacaklı, ince burunlu, küçük başlı, küçük
kulaklı, saf Fox-Hound cinsi, iki büyük av köpeği duruyor­
du. Prensin bir sürü para harcayıp getirttiği bu adam, ya­
şadığı yörenin en ünlü köpekçilerindendi; on beş atla alt­
mış cins köpekten kurulmuş bir takıma komuta ediyordu.
Pek de av meraklısı olmayan düke büyük bir harcama ka ­
pısıydı bütün bunlar; ama oğlunun bu krallara yakışır he­
vesini kırmak istemiyordu. Uşaklar, atlarla birlikte biraz
ötede, tam bir sessizlik içinde bekliyorlardı.
John buluşma yerine geldiğinde, Kral'a ait iki köpek sü­
rüsünün başındaki üç köpekçiyle karşılaşmıştı. Prens de Ca­
dignan'ın bu usta köpekçileri, buraya daha önce arabayla
gelmişlerdi; adamlarının tavırları, Fransız işi giysileri, küstah
İngilizle tam bir zıtlık oluşturuyordu. Prensin bu gözde
adamları, kenarlı, üç köşeli, çok yassı ve çok geniş şapkalar
giymişlerdi. Güneşten rüzgardan yanmış, kıpır kıpır, buru­
şuk yüzleri, kendini ava kaptırmış bütün insanların yüzleri
gibi göze batacak kadar kuru, zayıf ve sinirliydi; kıvılcımlar

388
Modeste Mignon

saçan gözleri yüzlerini aydınlatıyordu sanki. Ellerinde Dam­


pierre tarzı 1 1 5 büyük borular vardı. Bu borular, yeşil şayak­
tan şeritlere sarılmış, yalnızca ağızları açıkta bırakılmıştı.
Adamlar köpeklerini, kimi zaman bakışlarıyla, kimi zaman
da seslenerek yerlerinde tutuyorlardı. Kral'ın uyruklarından
çok daha sadık bir topluluk oluşturuyordu bu gururlu hay­
vanlar. Üstlerinde beyaz, kahverengi, siyah lekeler göze çar­
pıyordu; yüzleri tıpkı tıpkısına Napoleon askerlerininki gi­
biydi. Ufacık bir çıtırtıda tutuşan gözleri elmas gibi parlıyor­
du. Kimi Poitou' dan gelmişti, ince belli, geniş omuzlu, yatık
pençeli, uzun kulaklıydı; kimi İngiltere'dendi, beyaz, tazı gi­
bi ince belli, karınsız, küçük kulaklı, yarışlık hayvanlardı.
Gençlerin hepsi de sabırsız, hepsi de gürültücüydü; oysa ora­
larında buralarında yara izleri seçilen yaşlılar, sessizce topra-
ğa uzanarak başlarını ön ayaklarına dayamış, vahşiler gibi
toprağı dinliyorlardı.
İngilizlerin geldiğini gören köpeklerle Kral'ın adamları
aralarında bakıştılar; birbirlerine şu soruyu soruyorlardı
sanki: "Yalnız avlanamayacak mıyız yoksa ? . . Bu, Majestele­
ri'nin av takımına hakaret sayılmaz mı ? "
Fransız köpekçilerin emektar yöneticisi Bay Jacquin La
Roulie'yle genç İngiliz John Barry arasında şaka yollu başla­
yan tartışma birdenbire kızıştı.
Bu tartışmanın nedenini uzaktan anlayan iki prensten
Avcı Başı, atını mahmuzladı, buyurgan bir sesle:
- Geyiği kim çevirdi ? diyerek tartışmayı kesti.
İngiliz:
- Ben, efendimiz, diye yanıt verdi.
Prens de Cadignan, John Barry'nin anlattıklarını dinle­
dikten sonra:
- İyi, dedi.

ı ı .ı
Marki de Dampierre, XV. Louis'nin Avcı Başısıdır. Av boruları icat etmiş,
av havaları yazmıştır.

3�
Balzac

Sanki onun büyüklüğünü hissetmiş gibi, köpekler de,


uşaklar da saygılı bir tavır almışlardı . Prens, günlük emir­
leri bildirdi: Çünkü av savaş gibidir ve X. Charles'ın Avcı
Başısı da ormanların Napoleon'uydu. Yakın zamanlarda
Birinci Avcı'nın 1 1 6 avcılığa getirdiği eşsiz düzen sayesinde,
o sadece bu işin stratej isiyle, yüks �k bilimiyle uğraşabilirdi .
Prens de Loudon'un takımına, tıpkı bir süvari birliği gibi,
geyiği göle sürme işini vererek, günlük düzen içindeki gö­
revini açıkladı; Kral'ın köpekleri, avı şatonun karşısına dü­
şen saray ormanına sokmayı başarınca, bu takım harekete
geçecekti. Avcı Başı, avın en çetin yanını emektar uşakları­
nın omuzlarına yüklemekle onların özsaygısını zedeleme­
miş oldu; bir yandan da köpekleriyle atlarının güç ve yete­
neğini göstermesine olanak vererek İngilizin hem gönlünü
aldı, hem de onu, gerçekten usta olduğu bir işe sürdü. Böy­
lece iki takım karşı karşıya kalacak ve rekabet duygusuyla
harikalar yaratacaklardı.
La Roulie saygıyla:
- Efendimiz daha beklememizi emrediyorlar mı ? dedi.
Prens:
- Anlıyorum dostum, diye yanıt verdi; geç oldu; ama . . .
İkinci köpekçi, en usta köpeğinin havayı koklayışına dik-
kat ederek:
- Jupiter'in fetiche 1 1 7 kokular almasına bakılırsa bayan-
lar geliyor, dedi.
Loudon Prensi gülümseyerek:
- Fetiche mi ? diye yineledi.
Rhetore Dükü:
- Belki fetide demek istiyor, dedi.
Avcı Başı:

1 16
Saraya bağlı ve avcılıkla ilişkili bir başka yüksek görevli.
1 17
Put, tapıncak, fetiş anlamındaki fetiche sözcüğüyle tiksinç anlamındaki
fetide sözcüğü arasındaki ses benzerliğine dayalı sözcük oyununu çevir­
meden bıraktık.

3 90
Modeste Mignon

- Öyle olmalı, dedi; çünkü Bay Laravine'e bakılırsa kö­


pek kokmayan her şey pistir.
Gerçekten de üç prens, on altı atlık bir kalabalığın uzak­
tan geldiğini gördüler; başta dört hanımın yeşil peçeleri par­
lıyordu. Babası, Ahır Beyi ve küçük La Briere'le birlikte en
önde yol alan Modeste, Vikont de Serizy'nin eşlik ettiği Dü­
şes de Maufrigneuse'le yan yana ilerliyordu. Arkalarında, ar­
tık öfke izi taşımayan bir yüzle şaire gülümseyen Düşes de
Chaulieu'yle Canalis vardı. Tombulluğuna karşın çok güzel
ata binen Düşes de Chaulieu, kırmızı giysiler içindeki avcıla­
rın, çevrelerinde köpekleri, köpekçileri, yanlarında av boru­
larıyla sanki Van der Meulen'in fırçasından çıkmışa benzer
bir manzara oluşturduğu açıklığa gelince Modeste'in yanına
sokuldu, bir gün önce tek söz söylemediği bu kıza surat et­
meyi kendine yakıştıramamıştı. Her şeyi yerinde ve zama­
nında yapmasını bilen Avcı Başı övgülerini bitirince Eleono­
re, Modeste'in küçücük elinde parlayan o değerli kamçı to­
puzuna dikkat etme inceliğini gösterdi; kamçıyı görmek için
zarif bir edayla genç kızdan izin istedi. Sonra bu başyapıtı
Diane de Maufrigneuse'e göstererek:
- Gördüğüm bu türden şeylerin en güzeli, dedi.
Kırbacı Modeste'e uzatırken de:
- Hem sahibine de pek uyuyor, diye ekledi.
Matmazel de La Bastie, La Briere'e sevecen ve muzip bir
edayla baktı; sevdalısı bu bakışta gizli bir itiraf sezebilirdi.
Genç kız:
- Düşes Cenapları, diye yanıt verdi; hele bunun bir sev­
dalıdan geldiğini düşünürsek, çok özel bir armağan sayılmaz
mı ?
Bayan de Maufrigneuse:
- Ben olsam, dedi; XIV. Louis'nin anısına bunu hakları­
mın tanınması olarak kabul ederdim. 1 1 8

1 18
1 655 yılında XIV. Louis, kralın haklarını tartışan meclisin toplantı salo­
nuna, av kılığında ve elinde kırbacıyla girmişti.

391
Balzac

La Briere'in gözleri yaşardı; elinden atının dizginleri düş­


tü; kendi de az kalsın düşüyordu. Ama Modeste'in ikinci bir
bakışıyla kendini toparladı; bu bakış ona mutluluğunu belli
etmemesini buyuruyordu. Yola çıkıldı. Dük d'Herouville,
genç denetçiye alçak sesle:
- Eşinizi mutlu edeceğinizi umarım, dedi; her zaman
emrinizdeyim, böyle sevimli iki insanın mutluluğuna hizmet
etmek boynumun borcudur.

3 92
LXXV. Sonuç

Bunca büyük gönül ve para sorunlarının çözüldüğü bu


önemli günde, Avcı Başı tek bir şey düşünüyordu: Acaba ge­
yik, ölmek için gölü geçip şatonun önündeki çimenliğe gele­
bilecek miydi ? .. Büyük avcılar, şahın belirli bir karede mat
olacağını önceden söyleyen satranç oyuncularına benzer. Bu
talihli ihtiyar da dediğini yaptı ve eşsiz bir av gerçekleştirdi;
ama üçüncü gün hava yağışlı olduğu için hanımlar gelmedi­
ler.
Dük de Verneuil'ün konukları, Rosembray'de beş gün
kaldılar. Sonuncu gün, Gazette de France, Baron de Cana­
lis'in, Legion d'Honneur nişanının commandeur rütbesiyle
Karlsruhe'ye ortaelçi atandığını bildiriyordu.
Aralık ayının ilk günlerinde Kontes de La Bastie, Desple­
in'in ameliyatı sayesinde Ernest de La Briere'i görebildiğinde
Modeste'in elini sıktı, kulağına:
- Ben de olsam onu seçerdim, dedi.
Şubat ayının sonuna doğru Bay Mignon'un Provence'ta­
ki vekili, iyi yürekli ve eşsiz Latournelle, bütün satın alma
sözleşmelerini imzaladı. Yine bu dönemde La Bastie ailesi,
Kral' dan, unvan ve payelerinin Ernest de La Briere'e aktarıl­
ması için izin çıkarmanın yanısıra, evlenme sözleşmesini
Kral'a imzalatmak gibi yüksek bir onura da erişti; Ernest, Vi-

393
rıaızac

kont de La Bastie-La Briere adını aldı. Yüz bin franktan faz­


la bir gelirle eski haline dönen La Bastie toprakları, sarayın
nisan sonuna doğru onayladığı beratla bir majorat haline
geldi.
Düğünde, Canalis'le, beş yıl özel sekreterliğini yaptığı
bakan, La Briere' e tanıklık ettiler. Gelinin tanıkları da Dük
d'Herouville'le Mignon'ların borçlarını bol bol ödedikten
sonra bile iyiliğini uzun zaman unutamadıkları Desplein
oldu .
Belki okurlar, törelerimizi inceleyen bu uzun öyküde Bay
ve Bayan de La Bastie-La Briere'le ileride yeniden karşılaşa­
caklardır. Bu işten anlayanlar o zaman, bilgili ve zeki bir ka­
dınla evliliğin ne kadar tatlı, ne kadar kolay olduğunu bir
kez daha göreceklerdir; çünkü söz verdiği gibi bilgiçliğin gü­
lünç yanlarından kaçınmasını bilen Modeste, hala kocası­
nın, ailesinin, dostlarının göğsünü kabartmakta, onlara mut­
luluk vermektedir.

Paris, Mart-Temmuz 1 844

3 94

You might also like