Professional Documents
Culture Documents
***
ıı e
Şam'da sayısız ağaç, çimenlik alan ve geniş parklar, Amman'da
sadece zengin Haşimoğulları' nca değil aynı zamanda Suudi
Arabistan ve Körfez Emirlikleri'nin varlıklı vatandaşları tara
fından yaptırılan taş oymalı dev villalarla dolu mahalleler var
dı. Beyrut'ta ise sahilin canlılığı, restoranlar ve kafeler, yürü
yüş yapanlar ve koşanlar şaşırtıcıydı. Beyrut'ta ilkinden daha
az memnuniyet verici bir diğer sürpriz ise polis ve askerlerin
fazlalığıydı. Her kavşakta en az iki silahlı emniyet görevlisi
olurdu. Bunlardan bazıları Suriyeli, bazıları Lübnanlıydı ve
beraberce şehri saran sıkı bir güvenlik çemberi oluşturuyor
lar, bilgi toplamayı ya da ekip için kaçış noktaları bulmayı
zorlaştırıyorlardı. Bu konu istihbarat notlarında her zaman
belirtilirdi ama şahsen görmek işin operasyonel yönüne yeni
bir anlam katıyordu.
Mazraa'nın güneyinde durum çok daha kötüydü. Şiilerin
yoğun olarak yaşadığı Dahiye, iki mahalleyi içeriyordu. Ku
zeydeki Bir el Abid, çok kadı özel mülkler ve dar, sakin so
kaklarıyla diğer Arap şehirlerini hatırlatıyordu. Öte yandan
güneydeki Haret Hreik, sürekli ve sonu gelmeyen trafiğe yol
açan yaya ve taşıt yoğunluğunu kaldırmayan dar sokaklarıyla
çirkin, altı ila sekiz kadı bir apartmanlar öbeğiydi.
Dahiye'nin kalbi, Hizbullah'ın özerk bölgesiydi. "Sınır
lar" ve barikatlar her aracı durduran ve arayan Hizbullah' ın
silahlı nöbetçileriyle donatılmıştı. Körfezi dolaşan yol, göç
men kamplarından ve en fakir mahallelerden geçerken bile
görece rahat olsa da, Hizbullah'ın kontrolündeki özerk böl
geye girmek çelik gibi sinirler ve sağlam bir hikaye gerektiri
yordu. Beyrut'un Hıristiyan sakinleri bile girmeyi denemeye
cesaret edemiyordu.
Bir yıldan biraz daha uzun bir süre önce ekip lideri ola
rak Gadi ve en tecrübeli adamlarından Udi, Dahiye'ye Ebu
Halid'in yerini bulmak için gözcü olarak gitmişlerdi. Ora
ya, Hizbullah'ın denizaşırı operasyonlarının başı Ebu Halid
tarafından yönlendirilen bir intihar bombacısı Kudüs'te bir
pazarda kendini havaya uçurup yüzlerce kişiyi öldürdükten
sadece birkaç gün sonra gönderilmişlerdi. Gadi ve Udi Ebu
Halid'in ofisinin iki mahalleyi ayıran ve sahil yolunu Beyrut
Şam yoluyla birleştiren geniş bir cadde üzerindeki bir ofis
binasında, trafiğin yoğun olduğu ama epey rahat aktığı bir
noktada olduğunu öğrendiklerinde memnun olmuşlardı. So
kağa yakınındaki mahallenin ismini vermişlerdi: El Obeiri.
Her Arap şehrinde olduğu gibi tek tük birilerinin dikkatini
çektiklerini her ikisinin de fark etmesine rağmen binanın al
tında, sokak hizasında bulunan dükkanlar, Udi'nin neredeyse
şüphe uyandırmadan bilgi toplamasına imkan tanımıştı.
Ebu Halid'in Bir el Abid'de üç kadı apartmanların oldu
ğu dar bir sokaktaki evini tespit etmek biraz daha fazla çaba
gerektirmişti. Mahallenin yapısı yaya olarak, hatta kiralık
bir arabayla dolaşmayı neredeyse imkansız kılıyordu. Bina
lardan biri, yerel bir ajan tarafından hazırlanan rapora daya
nılarak verilen istihbarat brifinginde tarif edilene uyuyordu.
Mahalleden birkaç defa geçtikten sonra binanın otoparkın
da, aynı zamanda ofiste de park edildiğini gördükleri açık
yeşil bir Mercedes'i belirlemeyi başarmışlardı. Bir sonraki
sabah El Obeiri Sokağı'nın girişinde beklerken Ebu Halid'i
aynı Mercedes'in içinde gördüler. Bulmacanın parçaları bir
araya gelmeye başlamıştı ve araba farklı yerlerde başka Hiz
bullah militanlarıyla görüldüğünde yeni operasyon ihtimal
leri ortaya çıkmıştı.
Gadi, istihbarat işinin bir sonraki aşamasını planlamak ve
ilave bilgiler toplamak için ikinci bir ekip göndermek üzere
ilk bulgularla İsrail' e dönmeye karar vermişti. O ve Udi orada
şimdiden çok vakit geçirmişlerdi; ofisin yanındaki dükkanın
sahibinin ya da Ebu Halid'in evine en yakın barikattaki gü
venlik görevlisinin şüphelenip şüphelenmediğini bilmenin
yolu yoktu. Bir polis devletinde şüphelenmekten tutuklan
maya giden yol kısadır, Hizbullah'ın dokunulmazlığı olan
• ı 10
bölgede ise şüphelenmekten kaçırılmaya ya da öldürülmeye
giden yol daha da kısadır.
İsrail' e döndüğünde Gadi, Ebu Halid'in arabasına gece evi
nin ya da belki belli şartlar gözetilerek gündüz ofisinin otopar
kında patlayıcı bir düzenek yerleştirilmesi fikrine odaklanılması
nı ve istihbarat toplama çalışmalarına devam edilmesini önerdi.
Bu tip bir operasyon için karısının ve çocuklarının da arabayı
kullanıp kullanmadığı gibi bilgilere ihtiyaç duyacaklardı.
• ı 12
" Evine daha önce iki kez gelmiştim," diye cevapladı Gadi,
Amerikan aksanlı Arapça'yla. "Hıristiyan hastanesinde bera
ber çalışıyoruz. "
Gadi midesinde kelebekler delice uçuşurken gülümsüyor
du. Kendisiyle hapishane arasında bir gülücüğün duruyor
olması ilk kez başına gelen bir şey değildi ama önceki durum
larda en azından elinde, karşı tarafta birisinin cevap vereceği
bir telefon numarası gibi, hikayesini bir şeye dayandırmak
için imkanı olmuştu. Ama şimdi hiçbir şey yoktu. Bir çift
başıboş Kalaşnikof dünyanın sonu olmasa da sonuna epey
yakındı. İki el ateşten sonra o ve Mondeo'su göz açıp kapa
yıncaya kadar oradan uzaklaşmış olurdu. Gadi onları nasıl
vuracağını ve arabayı nereye döndüreceğini zaten planlamıştı.
Çabuk toparlanıp onu vurmazlarsa ya da yoldaşları giderken
ona yetişmezlerse kaçmak için bir şansı vardı. Tam da başarı
sız olan operasyonda Ronen'in başına geldiği gibi. Sadece bu
sefer o gün kendisinin yaptığı gibi bir arabayı sinsice kalaba
lığın içine sürecek kimse yoktu.
Nöbetçiler zinciri indirdi.
Arabası Ebu Halid' in dar sokağına girer girmez Gadi uzak
tan binanın otopark girişinde kaldırıma yerleştirilmiş küçük,
yeni güvenlik kulübesini gördü; operasyonumuzdan ders al
dıklarının göstergesi, diye düşündü. Sokağın iki tarafındaki
binaları gözden geçirdi, güvenlik kulübesinde bir hareketlilik
gördü ve bakışını başka tarafa çevirdi; mahalleden ilk geçişin
de korumanın dikkatini çekmek istemiyordu. Korumanın ne
kadar uyanık olduğunu ya da orada görevlendirilmiş başka bi
risinin olup olmadığını bilmesinin hala bir yolu yoktu.
Bugün için bu kadarı yeterli, diye düşündü Gadi ve araba
sını Corniche'teki küçük bir otele doğru çevirdi. Daha yakın
larda bulunan otellerden birinde kalmak mahalledeki varlığını
mazur gösterirdi ama geçen sene oralarda kalmıştı ve şehrin
güneyindeki diğer otellerde bir yabancı olarak kesinlikle hoş
karşılanmazdı.
Bu, Ronen'in mahallede bilgi topladığı ikinci geceydi. Bir
gece keşif devriyesi ve iki de gündüz gezisiyle zaten öğrenebi
leceği kadar şey öğrenmişti. Ebu Halid'in evinin silahlı bir nö
betçi tarafından yirmi dört saat gözetim altında tutulduğunu
da biliyordu. Şimdi nöbetçi arabayı, binayı, bahçeyi, komşu
bahçeleri kontrol ediyor mu, yoksa çoğu güvenlik görevlisi gibi
kulübedeki bir sandalyeye çöküp dış dünyayla irtibatını nere
deyse keserek arada uyukluyor mu onu görmek istiyordu.
Ronen kiralık BMW'siyle geçerken korumanın kulübesin
de oturduğunu gördü, ilk kavşaktan sağa döndü, durdu, ara
badan çıktı ve komşu binanın bahçesine girdi. Bu yeri daha
önce gün içinde gözüne kestirmişti; kolonlar üzerinde duran
evin altındaki geniş alan yüksek çitlerle çevrilmişti. Burası Ebu
Halid'in evini izlemek için mükemmel bir noktaydı: nöbetçi
den iki bina aşağıda, yolun karşısında, hareketlerini izleyebile
cek kadar yakın ama dikkatini çekmeyecek kadar uzakta. Nö
betçinin kendi bulunduğu yöne bakmayacağından neredeyse
kesinlikle emin olabilirdi.
Yakın çevre, arabasına inen her komşu, top oynayan her
çocuk, avare avare dolaşan her genç grup daha açık bir düş
mandı. Bir yabancının burada bir dakika olsun hayatta kalma
şansı yoktu; onlarca silahlı adamın çevre binalardan inmesi
için sadece birkaç çığlık yeterliydi. Bu hissi çok iyi biliyordu
ve hala taze olan anısı tüylerini ürpertiyordu.
Ronen binanın etrafını dolaştı, otoparktaki araçların ara
sından geçti ve en uzaktaki kolonun dibinde durdu. Nöbetçi
kulübesini iyi görüyordu ve çitte eğer komşulardan biri ken
disini fark ederse arasından kaçabileceği bir nokta belirlemişti.
Orada bir saatten fazla kalmasına gerek olmadığına karar
verdi; eğer nöbetçi saatte bir dolaşması yönünde bir emir al
dıysa bunu öğrenmiş olacaktı ya da içeride bir saatten uzun
süre kalırsa o zaman düzenli aralıklarla dolaşmaya çıkmadığı
varsayılabilirdi.
Bunun gibi bir gözetleme işi normalde saatlerini benzer
•ı 14
koşullarda geçirmiş Ronen için zor olmazdı. Fakat bu sefer
tamamen farklı hissediyordu; telaşa kapılıyor, her birkaç da
kikada bir saatine bakıyordu. Pis su borusundan geçen suyun
sesi, bir kedi, bir pencerenin çarpılması, kısacası geçmişte onu
rahatsız etmeyen bütün sesler şimdi onu korkutuyordu. Bir
araba geçerken özellikle eğer sağa dönmüş ve farları üzerinde
parlamışsa hızla eğiliyordu. Başka bir gözetleme noktasından,
merdiven boşluğundaki ışık yandığında, oradan gitmesi için
onu uyaracak hiç kimse yoktu.
Ve hepsi bu da değildi. Kendisiyle ilgili bir şey her zamanki
gibi yolunda gitmiyordu. Havalimanında maruz kaldığı et
raflı soruşturmayı ancak bu şekilde açıklayabilirdi. V ize gö
revlisinin sınır memuruna döndüğünü, sınır memurunun da
gümrük komisyoncusuna işaret ettiğini fark etmişti. Gümrük
komisyoncusunun içeri alıp bavulunu boşaltırken vize gö
revlisiyle sınır memurunun sorduğu soruların aynısını tekrar
sorduğu tek Batılı oydu. Sorulara asabi cevap vermişti. Onu
hedef almaları hayret verici değildi: Tıraş olmamıştı, üzerin
de kot, polo yaka tişört ve bir ceket vardı. Niyetini, içindeki
kötülüğü ve hatta yüzündeki deliliği okuyabildiklerini hisse
diyordu. Naamah'ın söylediği başına geliyordu. Onun delice
azmini görebiliyorlardı. Demek "suç teşkil eden azim"in öte
sinde bir aşama daha var Gadi, diye düşündü Ronen.
Ronen hissettiği telaşın ya da baskının karşı karşıya kal
dığı taktiksel zorluklardan kaynaklanmadığını biliyordu. Her
kuralı çiğniyordu ama bu duygu ve düşüncelerin bilincine iş
lemesine izin vermeyecekti. Hedefi öldürme kararı onun üze
rinde bir yerde, Başbakan, Savunma Bakanı, Mossad Başkanı,
Araştırma Bölümü seviyesinde dikkatli ve yeterli bir değerlen
dirmeden sonra verilmişti ve muhtemelen başka bir dizi unsu
ru içeriyordu. Şimdi ise kendi kendine karar veriyordu. Özel
olarak bu adamın, Ebu Halid'in öldürülmesi kararının daha
önceden alındığı doğruydu; eğer o zaman bu iş yerinde bulun
duysa, özellikle İsrail'in Afula şehrine yapılan son saldırıdan
sonra ahlaki yönden ve Hizbullah'ın üzerinde yaratacağı etki
açısından şimdi de öyleydi. Ama ne zamandan beri bir " Bir
Numara" sadece suikastı yapacağı uygun zamana değil aynı
zamanda suikasta da kendi başına karar veriyordu? Ve başarılı
ya da başarısız, sebep olacağı muhtemel karışıklıklara ilişkin
hangi muhasebeleri yapmıştı?
Yapmamıştı, yapmak da istememişti; sadece mahvettiği
şeyi düzeltmek istiyordu. Ama kimi kandırıyordu ki? Başara
madığı şeyi başarmak istiyordu. Tam olarak komutanı Gadi
gibi, özellikle de karısı Naarnah gibi kabiliyetli olduğunu ispat
etmek istiyordu; daha da ötesi, her şeyi tek başına yapabilir
di. Geçen yıl daha ilk seferiydi ve hiç kimsenin onu önceden
hazırlamadığı küçük bir sürpriz, acil durum planında kimse
nin bahsetmediği bir olasılık meydana gelmişti. Şimdi ikinci
seferiydi ve diplomasını almıştı: Daha önce filmler dışında hiç
kimsenin yapamadığı şeyi kendi başına yapabilirdi.
Şimdi de geçen sefer olduğu gibi zamanı kısıtlıydı. Ama
bu sefer başarabilirdi. Onu endişelendiren, başka bir saldırı
emrini vermeden Ebu Halid'i öldürmeyi başarma düşüncesi
nin yarattığı baskı değildi. Ebu Halid'in birçok saldırıyı plan
ladığı biliniyordu ve kesinlikle planlamaya devam da ede
cekti. Hissettiği etraftakilerin üzerindeki baskısı da değildi:
Arkanızı kollayan kimse yokken ve her an biri bağırarak sizi
gafil avlayabilecekken tek başına çalışmak kolay değildi ama
bununla da başa çıkabilirdi. Onu endişelendiren, Mossad'dı.
Onun nerede olduğunu anlamaları ve onu durdurmaya ça
lışmaları ne kadar sürerdi? Naamah'ın anlaması ve Gadi'ye
koşması, dolayısıyla da bütün sistemi ona karşı harekete ge
çirmesi ne kadar sürerdi?
Bir an önce, kesinlikle de içindeki, onun yaptığı şeyi tüm
açıklığıyla görmesini engelleyen ve sadece alışılmış, otomatik
hareketlerin etkilemesine izin veren sis dağılmadan bu işi bi
tirmek ve orayı terk etmek istiyordu.
Nöbetçi kulübesinden çıktı, gerindi, bahçenin etrafında
•ı 16
bir tur attı ve tekrar içeri girdi. Ronen bahçeyi turlarken ne
yaptığını görmek için onun bir sonraki devriyesini yakından
izlemek istiyordu. Arabayı kontrol etmiş miydi? Ronen soka
ğın karşısına, Ebu Halid'in evinden iki kapı aşağıda bulunan
binaya, oradan da çitleri aşarak Ebu Halid'inkine bitişik bina
ya geçti ve oradan izlemeye başladı. Gadi başka tarafa bakarak
arabayla önünden geçerken adam orada duruyordu.
Kaderlerin tayin edildiği bir yere benzemiyordu. Askeri
üsteki, biri kovuşturmalar için kullanılan, diğeri komisyon
üyelerinin ofislerini barındıran iki prefabrik binadan oluşan
Soruşturma Komisyonu'nun ofislerini ilk kez gördüğünde
böyle düşünmüştü Gadi. İki binanın arasına gerilmiş tente
soruşturmanın başlangıcında biraz gölge sağlasa da kovuştur
maların sarktığı kış aylarında yağmaya başlayan yağmurdan
koruyamıyordu.
İki bina alelacele tellerle ayrılmış, girişe bir nöbetçi yerleşti
rilmişti. Kovuşturma kayıtlarında birçok gizli bilgi birikmişti,
bu yüzden yirmi dört saat korunuyor olması Gadi'ye yerinde
göründü. Zaten asıl detaylar pay sahibi olan taraflarca sızdırıl
mıştı. İsrail medyası halkı her gün gelişmelerden haberdar edi
yor fakat olayları o kadar saptırıyordu ki sadece doğrudan işin
içinde olan insanlar oldukça sınırlı gerçeklere dayanan esas
durum ile yorumcuların fantastik kurgularını ayırabiliyordu.
Her halükarda artık hepsi geçmişte kaldı sayılır, diye dü
şündü Gadi. Başlangıçta üst üste üç gün süren ifadesinden ayrı
olarak ilave ayrıntılara ulaşmak ya da anlattıklarını diğer ajan
larla ve merkezdeki personelin ifadesiyle karşılaştırmak için üç
kez daha çağırmışlardı. Ve nihayet bugün, geçen ay boyunca
durmaksızın yollarda olduğu için birçok kez ertelenen özetle
me yapılacaktı. Ekip iki eski Sovyet cumhuriyetinden İran'a
uzun ve dolambaçlı bir yoldan yapılacak silah sevkıyatını ta
kip ediyordu ve Ukrayna'daki üsten çıktığı andan beri peşinde
oldukları kamyonlardan birinin izini bir an olsun kaybetmek
bütün operasyonun sonunu getirirdi. Gadi işin başında de
ğilse de operasyon için gerekliydi. Rusça bilgisi problemleri
çözmesini, tabelayı okumasını, şüphelenen bir polis memu
ruyla konuşmasını ya da bir otele kayıt yaptırmasını sağlıyor,
böylelikle Kafkas dağları boyunca Gürcistan'dan Azerbaycan' a
seyahat eden bir grup Avrupalının varlığı dikkat çekmiyordu.
Gadi tam söylenen saatte vardı. Orada, boş tek bir anını
bile geçirmek istemezdi ama Rikki, komisyon sekreteri, onu
gördü ve odasında ona katılmasını işaret etti.
"Senden öncekinin işi henüz bitmedi," dedi suça ortaklık
eden bir sırıtmayla. "En azından sana bir fincan kahve ikram
edebilirim."
"Sonunda bugün bizimle işleri bitiyor değil mi?" diye sor
du Gadi, ofise girerken.
Kadın kahveyi koymak üzere baştan çıkarıcı, armut biçimli
kalçalarını ona dönerek eğilirken gülümsedi.
Öyle kal, demek istedi Gadi: Bu sevdiğim pozisyon, ha
reket etme. Ama flört etmenin zamanı olmadığını biliyordu.
Ve böyle bir şeyi aslında hiç söyleyemezdi. Komisyonda neler
olduğunu öğrenmek için sorgulananlardan birinin ona bariz
bir hayranlık gösterip göstermediğini merak etti. Şu anda ko
misyonda kimin sorgulandığını bile sormamak için kendini
dizginledi. Tam bu sırada kapı açıldı ve Ronen dışarı çıktı.
Ronen ofise doğru yürürken düşünceli görünüyordu,
omuzları biraz düşmüştü ama siyah giysileri ve uzun boyuy
la hala etkileyiciydi. Tek parmağıyla yakasından tuttuğu bir
1 1 20
motosiklet ceketini omzuna atmıştı. Gadi, Ronen'in komis
yonu etkilemek için özel olarak giyinmemiş olmasını takdir
etti. Ronen, ofisin kapısına vardığında Gadi'yi fark etti ve bir
an irkildi, sonra tepkisinden utanmış gibi gülümsedi.
"Karşılaşmak için tuhaf bir yer, " dedi Gadi.
Ronen ekipten iki ay önce, Soruşturma Komisyonu'nda
rüzgarın hangi yönden estiğini anladığında geçici olarak izne
ayrılmıştı, Mossad'ın eğitim okulunda istihbarat ve karşı istih
barat dersleri veriyordu.
"Tuhaf mı? Bilmem, bundan daha tuhaf yerlerde bulun
duğumuz oldu, " dedi ve ekledi: ''Ama daha tehlikeli değildi. "
Yüzü ciddileşti ve bakışını Gadi'nin üzerinde sabitledi.
Gadi komisyonda Ronen'in durumunun iyi olmadığını bili
yordu; Ronen'in bunun için kendisini suçlamadığını umuyor
du. Suçun ikisi arasında eşit şekilde bölüştürülebileceğini dü
şündü ama komisyon üyeleri, belki sadece ona tuzaklar kurup
duran Shalgi hariç, kovuşturmalar boyunca Ronen'i tutmuştu.
"Gadi, seni bekliyorlar, " dedi Rikki.
Gadi onu duymazdan geldi ve Ronen' e yaklaşarak eli
ni uzattı. Gadi'den yarım baş kadar uzun olan Ronen uzun,
kemikli parmaklarıyla Gadi'ninkileri, söyleyemediği her şeyi
açığa vuran bir güç ve hararetle yakalayarak onun elini sıktı.
Ronen'den daha yapılı ve güçlü olan Gadi'nin ilk şaşkınlığını
üzerinden atıp Ronen'in elini bütün gücüyle kavramasıyla, iki
adam ortak bir içtenlikle el sıkıştılar.
"İyi şanslar, " dedi Ronen, parmaklarını gevşetip gitmek
üzere dönerken. Gidişine bir özür olarak zayıf, şaşkın bir gü
lümsemeyle, "Bizi gizli bir anlaşma yapmakla suçlamalarını
istemeyiz, " dedi.
Benim tanıdığım adam bu değil, diye düşündü Gadi, endi
şeyle Ronen'in uzaklaşmasını izlerken. Ronen'in, ekibin eğitim
tesisine gelişinin üzerinden on yıl geçmişti. Mossad'ın sınıflara
ayıran uzun sürecini yeni tamamlamış ve ajanlık eğitimi için
gönderilmişti. O zamanlar Gadi eğitimden sorumluydu ve sekiz
ay sonra, kursun sonunda, beraberinde bir grup yeni ajan geti
rerek ekibin yardımcı komutanı oldu.
Grup, Deniz Komando Filotillası' nda görevli olan üç eski
denizci, daha önce Fransız Ordusu'nda komando olarak görev
yapmış bir göçmen ve iki savaş pilotundan oluşuyordu; Gadi,
önceden paraşütçü olduğundan tarafsız kalamadığı denizciler
ve paraşütçüler arasındaki geleneksel rekabetten kurtulduğu
için en azından rahatlamıştı. Üç denizci kendini beğenmiş
likleriyle paraşütçüler olmadan da yeterince çabuk sinirine
dokunmayı başarmışlardı. Ancak denizcilerin yumuşak, deliş
men ve hatta cazibeli kibrini pilotların züppe ve biraz azam etli
kibrinden ayırt etmeyi neden sonra öğrendi.
Havacıların egolarını biraz söndürmek için Gadi, kendisi
nin şahsen öğrettiği göğüs göğüse dövüş gibi fiziksel güç iste
yen aktivitelere ağırlık vermeye başladı, çünkü pilotlar daha
güçsüzdü. Ama onu hepsinden çok kışkırtan, eğitim şefi rakibi
ve dolayısıyla kum torbası olan sırık gibi uzun, kaslı Ronen'di.
Ronen'in dövüş anlayışı, yumruk yiyip düştükten sonra tükü
rükler saçarak "Tamam, ama bir yıl içinde neler yapabileceği
mi bekle de gör bakalım . . . " gibi şeyler gevelemesi Gadi'nin
hoşuna girmeye başlamıştı. Sonra yeni bir yumruk yer, düşer
ve bu sefer yarı baygın, "Şunu iki yıl yapalım," derdi.
İki yıl sonra Gadi ekibin komutanı olma yolundaydı ve
Ronen genç, fazlasıyla haşin bir ajandı. Elinde sakin tavırla
rından, çevreye uyum sağlamasından ve kuşku uyandırdığı bir
durumda gülümsemesinden veya güzel konuşmasından başka
silahının bulunmadığı yabancı, düşman topraklarda iş görecek
biri için gerekli esneklik ve rahatlığı alışkanlık haline getir
meyi öğrenememişti. Gadi Ronen'in kontratını üçüncü yılın
sonunda yenileyip yenilememeyi düşünüyordu ama akıllı ve
tecrübeli bir birim başkanı, bir mücevherin ne kadar değer
liyse o kadar zor işleneceğini ama buna değeceğini söylemişti.
Ronen'e eğitiminin sonunda diplomasını verdiği için ken
disini sorumlu hissediyor ve ona kendisini kanıtlaması için fır-
1 1 22
saclar sunmaya devam ediyordu. Hala, onlarca ilave görevden
sonra Ronen katılığını kıramamış, ortama uyum sağlamayı
öğrenememişti. Bu süre zarfında ekip komutanı olan Gadi,
pratik sebeplerle ondan vazgeçmiş, onu daha kolay görevlere,
bilhassa Avrupa'ya atamış ve yıllar içinde ona takım lideri ya
da tetiği çeken "Bir Numara" gibi isimlerle hicap etmekten im
tina etmişti. Bu, Ronen'e sonunda bir şans verdiği Beyrut'caki
o berbat operasyona kadar böyleydi.
Gadi, kovuşturmaların sürdürüldüğü bina ile arasındaki
birkaç metrelik yolu yürüdü ve Ronen'e son bir kez bakmak
için döndü. Ronen giriş kapısının yanındaki çalıların oraya
park ettiği motosikletinin üzerine eğilmişti ve dönüp bakma
dı. Gadi derin bir nefes aldı ve odaya girdi.
11 24
Beyrut'tan döndüklerinde çevrelerini saran bir grup insan
her şeyden önce onları hayatta ve sağlıklı gördüğü için mem
nundu. Ama daha sonra Gadi hiç kimsenin kendilerini affet
mek niyetinde olmadığını fark etti. Kabul edilebilir aksilikler
olurdu ama silahını çektikten sonra ateş etmemeye karar veren
ve kızgın bir güruhun kendisini kovalamasına neden olan bir
ajan bunlardan biri değildi. Gadi'nin şahsen müdahale edip
son dakikada Ronen ve John'u linç edilmek üzerelerken yaralı
halde kurtardığı doğruydu. Kaçış planının tamamen olması ge
rektiği gibi, geride hiç yaralı bırakmadan işlediği de doğruydu.
Ama bunlar durumu hafifletmeye yetmiyordu. Ebu Halid'in
Mossad'ın ajanlarının nasıl kaçtığını anlatırken gülümseyen
yüzünü bütün o televizyon ekranlarından silmenin yolu yoktu.
Bu şekilde başarısız olmanın bir özrü yoktu, özellikle de
olay medyaya yansıyıp hepsinin aptallar gibi gözükmesine yol
açmışken. Operasyon Birimi kırgın ve öfkeliydi ancak Gadi
daha sonra Mossad' ın daha az övülen birimlerindeki insanla
rın içten içe sevindiklerini öğrenince başarısızlıklarının med
yada teşhir edilmesinin kötünün iyisi olduğunu anladı.
O olaydan sonra Gadi dünyanın dört bir yanında birçok
operasyonu yürütmeye devam etti, bazıları Beyrut'ta başarısız
olan operasyondan çok daha çetrefilliydi ama o başarısızlığa
dahil olan herkesin er ya da geç Mossad'dan ayrılmak zorun
da bırakılacağını biliyordu. Soruşturma Komisyonu' nun onu
suçlu ya da masum bulması önemli değildi; Genel Merkez'in
koridorlarında karar çoktan verilmişti. Birimin ününün ne ka
darının geçen on yılda Ronen, kendisi ve diğerleri sayesinde
kazan ılmış olduğu da önemli değildi. Bu ün, Bayt Lid'de mey
dana gelen büyük terörist saldırıyı takiben intikam için ger
çekleştirilen İslami Cephe' nin başı Halili' nin öldürülmesi gibi,
Mossad çalışanları tarafından bir araya getirilen parça pinçik
bilgilere dayanıyor ve halka neredeyse daha da azı ulaşıyordu.
Ama şimdi bunu kim hatırlıyordu ki? Ve İsrail'in güvenliği için
hayati olan çok önemli bilgilerin elde edildiği yüzlerce başarılı
gizli operasyonu kim biliyordu? Gadi ve Ronen Mossad'ı şimdi
maskara etmişlerdi ve bedelini ödeyecek olanlar da onlardı. So
ruşturma Komisyonu çok az şey değiştirebilirdi.
11 26
gezdirerek. " Operasyonun planlama yönüyle de derinleme
sine ilgilendiniz. Ekip komutanı olarak planlamadan ben
sorumluyum. Bir kez daha sadece kendimi gösterebilirim."
"Sesin buna tamamen ikna olmuşsun gibi çıkmıyor," dedi
Nov.
"Emir almak böyle bir şeydir," dedi Gadi. Söylediği şeyi
düşünerek duraksadı. "İşimizin genel ifadelerle size anlatıldı
ğını ve sizin bunun gibi bir operasyonun gerçekten bir istisna
olduğunu anladığınızı biliyorum. Bizim birimimizin görevi
özel operasyonlar sırasında istihbarat toplamaktır. Bizden, an
cak ihtiyaç doğduğunda suikast yapmamız istenir, bunu başa
rabilecek en eğitimli birim bizimki olduğu için."
Uzun boylu ve sarışın olan Shalgi, Gadi'ye sabırsızca gelen
bir tonda sözünü böldü: "Evet, bunu anlıyoruz. Aynı düşman
hatlarının gerisinde bilgi toplamakla görevlendirilen İSK'nin •
ı ı ıs
her an düşmanlarına dönüşebilecek insanlarla çevriliyken,
bilmemesi gereken bir dilde cevap vermeyi göze alırken ya
da daha önce başka yerde başka bir kimlikle tanıştığı biriyle
karşılaştığında hissettiği yalnızlığı anlama ihtimali neydi ki?
Muhalif bir çevrede, oranın makul davranış kurallarına zıt
olarak çalışmak, göze batmadan gözlemlemek, takip etmek,
bilgi toplamak, çevresindeki herkesle aynı giyinmek zorunda
olduğunu, yaptığı her hatanın bilmediği sonuçlara yol açarak
kendisini polisle karşı karşıya getirebileceğini bir general na
sıl anlayabilirdi? Ya da işi öyle gerektirdiği için neredeyse her
seferinde tuhaf saatlerde oteline girip çıkarken şüphe uyan
dırabileceğini? Ve tüm bu tehlikeleri dengelemek için elinde
olanlar sadece sahte bir pasaport, sahte bir kimlik, uydurma
bir hikaye ve emniyet ve özgüven duygusu duygusunu yansıt
ması beklenen bir gülümsemeydi.
Komisyon üyelerinin, sokaklarda hüküm süren kuralların
akışına göre ilerleyebilmenin, insanı içine çekebilecek bir gir
daba benzeyen bir pusuyu fark edebilmenin kaç yıllık tecrübe
istediğini, bu kurallarla ne kadar içli dışlı olmak gerektiğini
anlayabilmelerini sağlama şansı neydi? Bu kuralları yaşamamış
birine, saatler ve günler süren manevralar ve simülasyonlar,
uzun geceler süren acil durum planı analizleri yapılsa, kaçış
planları çizilmiş olsa bile sokakta, gerçek zamanlı olarak farklı
kuralların işlediğini nasıl anlatırdınız? Sonuçta neredeyse sa
dece duyuöcesi işaretleri algılama yeteneği görevin başarısını
belirlerdi: Sağdan beşinci arabadaki çift, özel dedektif, yak
laşan yaşlı adamın köpeği hırlıyor ve saldırabilir, karşılaşmak
üzere olduğun iki genç seninle konuşacak gibi. Bazen bu yete
nek oradadır, bazen değildir.
Yani belki de ancak şimdi o sokakta, o belirli anda olanla
rın bütün o calim manevralarına, bu özel operasyonun planla
masına bağlı olduğu kadar, ondan ayrı, ondan kopuk olarak,
görevi omuzlarına yüklenmiş olan yalnız bir adamın karakte
rine ve yeteneklerine de bağlı olduğunu anlıyorlardı.
Gadi'ye şimdi başvuruyor olmaları, aynı kendisinden önce
Ronen'e başvurmaları gibi bir yardım çığlığıydı.
Gadi devam etti: "Her rütbenin kendi sorumluluğu vardır.
Silahını çekip ateşlemeyi başaramayan el Ronen'e aitti ama o
elde benden Başbakan'a kadar bütün emir-komuta zinciri ası
lıydı. O el tek başına ya da başıboş hareket etmedi. Hepimizin
parçası olduğu bir şeyin sonucu olarak hareket ediyordu."
"Son bir soru," diye sertçe araya girdi Shalgi, "sadece
·
Başbakan'a değindiğin için. 'Sorumluluk burada durur' deyi
şini biliyor musun? Kararların verildiği ve sorumluluğun alın
dığı yer burası."
Gadi kafasıyla onayladı. Shalgi'nin geçmişinin etkisiz ka
rarları kabullenmesine hiçbir şekilde izin vermeyeceğini bili
yordu. Askeri kariyerinde ona büyük düşüşlere mal olan hata
lar olmuştu ve şimdi, hakim rolünde, kimsenin paçayı kolayca
sıyırmasına izin vermeyecekti.
" Bu deyişin Mossad'da birinin masasının üstüne konması
gerektiğini düşünmüyor musun? Sorumluluğun Mossad'darı
bu kadar kolay kapı dışarı edilmesi sana adil geliyor mu?"
"Buna cevap vermem gerektiğini düşünmüyorum," dedi
yavaşça Gadi. "Size sadece bu olayda, yaşadığım başka hiçbir
olayda olmadığı kadar, zaman sınırlamasının Başbakan tara
fından konulduğunu hatırlatacağım."
***
1 1 30
kaldırdı, vitesi küçülttü, koruluğun içindeki patikadan nere
deyse sessizce indi.
Önceleri ordudan, sonrasında, ekibe katıldıktan sonra da
alışılmış denizaşırı seyahatlerden eve, bu eşi olmayan yere,
bu sakin vahaya dönerken duyduğu heyecan neredeyse hiç
değişmemişti. Sonra Ronen'in her halini görmüş ve yaşamış
olmasına rağmen onun dönüşünü merakla ve aşkla bekleyen
Naamah' a dönerken de aynı heyecanı duyardı; hep bir gün
döndüğünde onun gitmiş olacağından korkuyordu. Ondan
sonra da Ronen'in ebeveynlerinin arka bahçesine denize kar
şı kondurdukları yeni evlerinin yapı iskelesine; kendi elleriyle
bitirmeye niyet ettiği ama henüz bitiremediği hemen her şeye
dönerken de. Ve son günlerde, minik kızının içinde şimdi çok
karmaşık duygular uyandıran kokusu.na ve o muhteşem gülü
şüne dönerken de.
Anne babasınınkine varana dek bütün eski, hava şartların
dan yıpranmış evleri geçerek köyün sokaklarında motorunu
sürdü, sonra kendisininkine giden dar yola saptı. Ağır deniz
havasını içine çekti ve daha motoru kapatmadan aşağıdaki
taşlı sahile vuran dalgaların sesini duyabildi. Eve girmeden
önce bir an için durdu, motoruna yaslandı; kabus gibi geçen
günü sona ermişti ya da belki bu daha sadece bir başlangıçtı.
Etrafındaki her şey ruh haline son derece uyuyordu: yavaş
yavaş inen karanlık, rüzgar, dalgalı deniz. İçeride Naamah
ve Lital şımartmak için onu bekliyorlardı, bu zevkin tadını
çıkarabilecek durumda olmadığını hissediyordu. Endişeleri
omzunda bir yük haline gelen ve onu sinirlendiren anne ba
bası evlerindeydi. Ve bunun ötesinde hiç kimse, bir zamanlar
anne babasının evinin verandasında askerlik anılarını anlatıp
dinlemek için her cuma toplanan arkadaşlarından bir teki bile
yoktu. Serüvenlerinin detaylarını paylaşmak imkansız hale
gelince sayıları azalmış ve sonra Naamah' ı getirip günlerini
onunla yalnız geçirmeyi tercih etmeye başladığında tamamen
ortadan kaybolmuşlardı.
Ronen kapının kolunu dirseğiyle indirdi ve iki elinde alışve
riş torbalarıyla içeri girdi. Hafif müzik ve yemek kokusu ken
disiyle beraber içeri giren dalga sesi ve deniz kokusuna karıştı.
Ayağıyla kapıyı kapadı ve bir anda dışarıyla ilişkisi kesildi.
" Ronen?"
Çarpan kapının sesi mutfakta ağır ağır pişen yemeğe arada
göz atabilmek için yemek odasında kitap okuyan Naamah'ı
uyarmıştı. Ronen elindeki torbaları tezgaha bırakırken Naa
mah kitabını ters çevirip masanın üzerine bırakarak mutfağa
gelip ona arkadan sarıldı.
"Zor muydu.;>"
Ronen yavaşça döndü. Dışarıda, motosikletinin üzerin
de rüzgara karşı, soruşturmacılara karşı sert olmak onun için
kolaydı ama Naamah'ın sözleri, dokunuşu, evin sıcaklığı, ko
kular, müzik hepsi bütün vücudunun titremesi için işbirliği
içindeydi. Eğer titreme koruyucu kabuğuna ulaşacak olursa
onu geri dönüşü olmayacak şekilde kıracaktı, aynı bir civcivin
yumurtanın kabuğunu kırması gibi.
Yüzüne bakmadan bile Naamah Ronen'in çok endişeli ol
duğunu anlayabiliyordu.
"Bugün neden oraya geri gitmek zorunda kaldın?"
" Konuyu toparlamak için," dedi, aldıklarını buzdolabına
yerleştirirken. "Sonuç olarak kimin suçlu olduğunu düşündü
ğümü söylememi istediler. "
"'ve.
T . . ;>"
. d'ıye sordu Naamah .
Ronen buzdolabının kapağını kapadı ve karısının yüzüne
bakmak zorunda kalmamak için uzaklaştı.
"Bir Numara olarak işi sonuçlandırıp sonuçlandırmamanın
benim kararım olduğunu söyledim. Durumu yanlış değerlendi
ren ve hatalı karar veren bendim. Bunda açık olmayan ne var ki?"
Onun arkasında dolanan Naamah şaşırıp durdu.
" Onlara doğrudan kendi hatan olduğunu mu söyledin?
Sadece senin?" Sesi hayal kırıklığıyla azar karışımı bir tona
bürünmüştü.
1
Ronen sertçe ona doğru döndü. "Evet, sonuç olarak be
nimdi," dedi kızgınlıkla. "Ama başka faktörler de var," diye
ekledi usulca. Bir an sonra yine sinirle, "Her halükarda benim
üzerime atacaklar," dedi.
Saatine -dalgıç saatiydi- göz attı.
"Haberler başladı. Bugün hangi yalanları veriyorlar, neler
sızdırıldı görmek istiyorum." Oturma odasına doğru gider
ken durup Lital'in yerde bıraktığı bir oyuncağı aldı ve odanın
köşesindeki oyuncak sandığının içine yavaşça attı. Her akşam
ekranın karşısına oturuyor, her kelimeyi hırsla dinleyip küfür
ediyor, bilgi sızdıran her kimse yakalayıp birini bilgi sızdırdığı,
diğerini her şeyi Mossad'daki herkesi kirletecek şekilde çarpıt
tığı için iki taşağını da sökeceğine yeminler ediyordu.
Naarnah onu takip etmeden önce bir an duraksadı. Ronen
şu anda kesinlikle büyüklük taslamasını istemezdi. Yeni işe alı
nanlar için verilen partide ilk tanıştıklarında, Ronen daha ye
niyken, Naamah, yalnız birçok operasyonda İki Numara ola
rak görev almış eski bir ajan değil aynı zamanda Gadi'nin eski
sevgilisiydi. Ronen'in ve diğer yeni alınanların, yani Gadi'nin
stajyerlerinin gözünde, bu Naamah'ı da pratikte komutan ya
pıyordu. Ama aslında Naamah'a hayran olmak için uzun boyu
ve koyu teni, yontulmuş Sefarad yüzü, düz burnu, çıkık çene
si, koyu parlak gözleri ve uzun siyah saçları dışında başka şeye
ihtiyaç yoktu, bir Ramenko dansçısı olabilirdi.
Naamah'ın Gadi'yi, komutan yardımcısı olduğunda, bü
tün işaretler Gadi' nin hayatının uyanık olarak geçen her
saatini kaplayacak bir iş olan komutanlığa yükseleceğini
gösterdiğinde bıraktığı söyleniyordu. Ekip komutanı sade
ce yükü bölüşen ajanların tersine denizaşırı her operasyona
eşlik etmekle kalmaz, aynı zamanda kendi ülkesinde eğitim
çalışmalarına katılıp gözlem yapmakla, Genel Merkez'deki
tartışmalara katılmakla, operasyonları planlamakla yükümlü
olurdu. "İsrail Devleti'nin uzun kolları"ndan birinin komu
tanının başka bir şeye vakti yoktu. Ronen, kastanyetinin bir
tıkırtısıyla etrafındaki bütün dansçıların önünde eğileceği
Naamah'ın gerçekten kendisini seçmesine çok şaşırdı; o da
çok seyahat edecek, tatbikatlara katılacak, belki bir gün ko
mutanlığa yükselecekti. Y ine de kendisini seçmişti.
Başlarda Ronen başına gelen her şeyi tüm detaylarıyla
Naarnah'a anlatırdı: Biri gelip kendisine yolunu kaybedip kay
betmediğini sorana kadar nasıl sokağın köşesinde durup hede
fin düklci.nını izlediğini; Naarnah güler ve anında bu işin daha
iyi yapılacağı üç ya da dört metot üretirdi (dükkanın karşısında
bir otobüs durağı yok muydu ya da oturup gözlem yapabilece
ği bir kafe?). Ya da bir gece nasıl başka bir ajanla beraber ara
banın içinde beklerken şüphelenen bir komşu arayıp şikayette
bulunduğu için bir polisin arabanın camına vurup belgelerini
görmek istediğini; Naarnah katılarak gülmeye başlar, kadın
ajanların nereye kaybolduğunu sorar ve iki adam görevlendi
rilmesi şartsa en azından arada sırada öpüşmeleri gerektiğini
söylerdi. Ronen Gadi'yi ve eskiden buna benzer sonsuz sayı
daki gecede Naarnah'ın ortağı olmuş ajanları kıskandığını fark
eder, sonra onu kucağına alıp yatağa fırlatır, Naamah'ın o çok
sevdiği o güçle ve çocuksu hislerle yanına giderdi.
Zamanla tavsiyelerine daha kapalı hale geldi ve Naamah
en sonunda onun gerçekten çekindiğini hissetmeye başladı.
Ronen'in stajeri olarak kalamayacak kadar tecrübe edindi
ğinin farkına vararak bunun normal olduğunu düşündü ve
operasyonlarını anlatırken sadece ilgi ve merakla dinleyerek
tavsiye vermeyi bıraktı. Kafasında kolaylıkla yakaladığı hata
larını listeliyor ve daha uygun bir zamanda bahsetmek üzere
depoluyordu.
Ama şimdi bu, artık bir ajan olarak tecrübesiyle ilgili bir
mesele değildi: Şimdi bütün karakteri sorgulanıyordu ve bir
anda bütün o eski kurtların, üstlerinin onu nasıl çaba sarf
etmeden parçalara ayırdıkları gözünün önüne geldi. Masu
miyeti, iyi kalpliliği, dürüstlüğü gibi onu iyi bir koca, baba
ve arkadaş yapan ama ekibin sokak hayatına ve kesinlikle de
• ı 34
bir sorgu odasına uygun olmayan özellikleri yüzünden teh
likeyi fark edememişti bile. Daha önce nasıl olup da bunu
düşünemediğine şaşırarak kendine kızdı. Daha önce nasıl bu
konuyla ilgili konuşup ona kendisini savunmasını öğütleme
mişti? Ve şimdi her şey olup bittikten sonra bir şey söyleme
nin anlamı neydi?
Koltukta oturup kumandanın düğmelerine basarken onu
izledi ve ona karşı olan aşkı kabardı. Onun gibi bir adam
bu günlerde bulunmuyor, dedi kendi kendine, yıllar önce ar
kadaşı Dalia'nın Ronen hakkında tavsiyesine başvurduğun
da verdiği cevabı kelimesi kelimesine tekrarlayarak. Senden
genç ve masumsa ne olmuş, demişti o zaman Dalia, uzun
ve yakışıklı fiziğine değinmeden. Dalia Ronen'in büyük, güç
lü ellerinin Naamah'ın üzerinde dolaşırken ne kadar şefkatli
olduğunu da bilemezdi. Çok sevimli bir adam, dedi Dalia,
gerçekten iyi bir parça.
Gözlerinden yaşlar taşmak üzereyken Naamah Ronen'in ya
nına oturdu, ayaklarını koltuğa çekip başını Ronen'in omzuna
yasladı. Ronen acıyla irkildi ve Naamah hemen başını kaldır
dı. Ah, özür dilerim, unuttum, diye mırıldandı ve Ronen' e her
gün Beyrut utancını hatırlatan kurşun yemiş omzunun acısı
kendi acısıymış gibi içine işledi. Ronen şimdi Batı Şeria'dan
görüntüler gösteren ekrana bakmaya devam ediyordu.
"Lital sen gelinceye kadar ayakta kalmak istedi ama burada
koltuğun üzerinde uyuyakaldı. Onu biraz önce yatağına yatır
dım. İçeri gidip onu görmek ister misin?"
Ronen tepki vermedi. Kızlarıyla ilişkisinde bir şey kötü
gidiyordu ama Naamah ne olduğundan emin değildi. Bütün
dertler üst üste gelmişti. Usulca parmaklarını ensesindeki saç
ların arasında dolaştırdı.
"Hepsinden seni sorumlu tuttuklarını sanmıyorum. Ya di
ğerleri? Emir-komuta zincirinin son halkası nedir biliyorum,
ama yine de zincirin bir parçası. Zaten seni en başta suçlayabi
lirlerdi. Neden bunun için aylarca soruşturma yapma ihtiyacı
duysunlar? Eminim tüm sisteme ilişkin bir eleştirileri olacak."
"Senin zamanında soruşturma komisyonları yoktu," dedi
Ronen, kısa bir sessizlikten sonra gözlerini ekrandan ayırma
dan. "Kendi içlerinde sessizce hallederlerdi. Dolayısıyla alınan
dersler gerçekti ve herkes gerçekten kendi hatalarının sorum
luluğunu üstlenirdi. Şimdiki bambaşka bir hikaye."
Konu olarak başka şeylerle beraber istihbarat meselelerini
de ele alan televizyon yorumcusu Milken ekranda belirdi. Ro
nen Naamah'ın dokunuşundan kaçarak öne eğildi.
"Mossad'ın Beyrut'taki başarısızlığını inceleyen Soruştur
ma Komisyonu bugün olayın kahramanlarının ifade özetlerini
dinledi,'' dedi Milken. "Tahmin edildiği gibi ajanlar üst kade
meleri planlama hataları ve operasyon yönetimi yüzünden, üst
kademeler de ekibi iyi bir planı uygulayamamakla suçladı."
Naamah bir şey söyleyecek oldu ama Ronen onu susturdu.
"Ya da,'' diye devam etti Milken, "önemli tanıklardan biri
nin çok renkli bir şekilde ifade ettiği gibi, aktarıyorum: 'Asıl
mayı hak eden herkes, silahı çeken o ele asılıydı.' Kısaca,'' dedi
yüzünü sunucu kadına dönerek, "bu olayda büyük, erdemli
kahramanlar yok. Komisyon üyeleri buna katılıyor mu, yoksa
Mossad'ın, İstihbarat Toplama ve Özel Operasyonları Batır
ma Teşkilatı'nın taklit elmas halesi en azından bir kısmının
gözlerini kör mü etmiş, yarın göreceğiz." Sunucu kendisine
teşekkür ederken Milken kendi sözlerini onaylar gibi kafasını
sallarken gülümsemesini bastırarak kameraya döndü. Sonra
yüzü ekrandan kayboldu ve sıradaki görüntü belirdi.
Naamah yüzünde endişe dolu bir ifadeyle "Milken'in dedi
ği doğru mu?" diye Ronen'e sordu.
" Ben sadece kendi söylediğimi biliyorum, o da tam tersiy
di,'' diye cevap verdi Ronen kumandayla televizyonu kapatır
ken. "Bu pislik son altı aydır yalanlar söyleyip duruyor ama bu
kimsenin umurunda değil gibi."
"Belki diğerlerinden yaptığı alıntılar doğrudur. Belki sade
ce sen suçu üzerine aldın. Yani, hepsini uyduruyor olamaz."
•ı 36
Ronen ayağa kalkıp Naamah'a baktı.
"Hepsini uyduruyor olamaz mı? Sen kendin bana
Halili'den kurtulduğumuz gün Milken'in, öldürülen İbrahim
El Sheikh'in kim olduğunu anlatırken duyduğu ve anlattığı
her detay son derece yanlış olduğu için yanlış adamı öldürdü
ğümüzü düşünmeye başladığını söylemiştin. "
"Bu doğru," diye kabul etti Naamah pişmanlıkla. Ekip
Halili'ye, kılık değiştirip sahte kimlik kullanmasına rağmen,
ufak bir adadaki bir konaklama yerinde yakalamış ve gazeteci
ler, vurulma şekli sayesinde adamın açıkça bir terörist olduğu
nu anlamışlardı. Daha o zamanlar İbrahim El Sheikh'in İslami
Cephe'nin başındaki sahte isim olduğunu bilmiyorlardı, do
layısıyla büyük bir hata yapmamak için genel -daha doğrusu
tamamen uydurma- ifadeler kullanmışlardı.
" İşte olan bu," dedi Ronen, dışarı çıkmak üzere dönerken
konuşmayı bitirerek, "bilgi sahibi olmayınca uyduruyorlar. "
"Ama senin üzerine kalamaz. Önlemek için bir şeyler yap
malıyız," dedi Naamah, ama kendi kendine mi konuşuyordu,
Ronen'le mi belli değildi. "Gadi'yle konuşmak istiyorum," di
yerek telefona yöneldi.
"Sakın Gadi'yle benim için konuşma," diye alçak sesle ho
murdandı Ronen. Bu noktada Gadi'yle ilişkiyi bitiren tarafın
Naamah olmasının, Gadi'nin bir eşi ve iki çocuğu olmasının ya
da Lital'e sahip olmalarının bir önemi yoktu; Naamah'ın Gadi'ye
yardım ermesi için ricada bulunmasını kabul edemezdi. Kendi
başarısızlığı için derinlerde bir yerde Gadi'yi suçlarken olmazdı.
Ronen Naamah'ın elinden ahizeyi aldı.
" Ronen! " Sesi boğazında düğümlendi.
"Ne demek Ronen? Yaptığın ilk iş Gadi'ye koşmakken nasıl
sakin kalmamı bekliyorsun?"
"İlk iş mi? Bu operasyon ve soruşturma başladığından beri
altı aydır bir kez bile konuşmadık. Ve zaten ekipte olduğun
on yıl boyunca hemen hiç görüşmedik. O senin komutanın,
görüşmek durumunda,."
"Seni rahatsız eden şey bu mu?" diye sordu Ronen, dudak
larında acı bir gülümsemeyle. ''Aramamış olması mı? Merak
etme, seni unutmadı. Yıllardır beni onun Naamah'ına uygun
olup olmadığımı görmek için test ettiğini anlamadım mı sa
nıyorsun? Ve kendisine denk olduğumu göremeyesin diye
ekipteki en kıdemli kişiyken bile Bir Numaralığa terfi etmeme
engel olduğunu bilmiyor musun?"
"Ronen, ilişkimiz sen daha ekibe girmeden önce bitmişti,"
dedi Naamah keyifsizlikle koltuktan kalkarken. Ama Ronen
onu dinlemeden devam etti:
"Ancak zar zor İki Numara olmama izin verdi. Sen, tabii ki
onun hep İki Numarasıydın. Ateş ermene bile izin verirdi. Se
nin kadar iyi olmadığımı ispat etmeye çalıştığını düşünmüyor
musun yani?"
"Gerçekten böyle olduğunu düşündüğüne inanmıyorum.
Onca yıldan sonra . . . "
• ı 38
Gadi'den hiç bahsetmemenin bunu sağlayacağını ummuştu.
Ama işte, hiçbirinin işe yaramadığı kanıtlanmıştı.
***
***
1 1 40
mutan ve onun Bir Numarası tarafından oynandığı açıktı. Da
hası, başka herhangi birinin yaptığı işin hususi sonuçlarını ke
sin olarak saptamak da zordu. Gözetleme ekibi görevini etkin
bir şekilde yerine getirmişti, tahliye ekibi ve bir engel olarak
yerleştirilen araba da öyle. Ronen'in destek kuvveti de silah
tutukluk yaparsa diye yanındaydı, harekete geçmediler ve bir
suçları yoktu. Ronen onlara bir problem olduğunu söyleme
miş, sadece tetiği çekmemeye karar vermişti ve destek kuvveti
ne onun yerine ateş etmeleri için bir komut verilmemişti.
Gadi ifadesiz bir yüzle telaş içinde odaya girdi, Ronen he
men arkasında morali bozuk duruyordu. Hemen sorular so
rulmaya başlandı ama Gadi ekip üyelerinden oturmalarını rica
etti. Bir kısmı brifing odasının köşesindeki televizyona bakan
kanepe ve koltuklara beraberce oturdular. Diğerleri sandalye
leri çekip eşmerkezli daireler oluşturarak odayı doldurdular.
Ronen de onlarla beraber otururken Gadi ayakta kaldı.
"Mossad Başkanı bize komisyon kararlarının bir özetini
okudu," diyerek formaliteleri adayıp konuya girdi Gadi. "He
men sonuca geleceğim. Komisyon bunun her biri başka so
rumluluk seviyesinde bir dizi yanlış kararın sonucu olduğunu
belirtmiş. Mossad Başkanı ekibi gönderdiği için yönetimsel
sorumluluğa sahip. İstifa etmesi gerektiği yönünde azınlıkta
kalan bir görüş vardı ama komisyon onun görevinde kalma
sını önermiş. Ben planın eksik kısımlarından sorumluyum,
Ronen kararsızlık gösterdiğinde, ateş edilmesini sağlayacak
bir parola belirlememiş olmak gibi. Yine de komisyona göre
eylemlerim operasyonun başarısızlığına doğrudan etki etme
miş, dolayısıyla benimle ilgili herhangi bir önerileri yok. Si
zinle ilgili de," dedi ve yakında oturan Ronen dışında tüm
ekibe bakarak, "bir yorum yapılmamış. Ronen emir-komuta
zincirinin son halkasıydı ama komisyon sadece onun eylem
lerinin operasyonun başarısız olmasını önleyebileceğine ya
da buna sebep olabileceğine karar vermiş. Soruşturmalarını
tamamladıktan sonra bile Ronen'in neden silahını çekip ateş
etmediğini anlayamadıklarını, belki de silahını çekmek için
çok acele edip tetiği çekmekte çok çekimser kaldığını belirt
mişler. Bu nedenle onu operasyonel akcivicelerden çekmeyi
öneriyorlar. Raporun özeti burada, okumak isteyen alabilir."
Gadi ceket cebinden bir deste fotokopi kağıdı çıkarıp dai
resel sandalye sıralarının arkasındaki küçük bir masaya fırlattı.
Buna rağmen birkaç kişi hemen uzanıp kağıtları aldı.
"Ama her şeyden önce şunu bilmenizi isterim ki," dedi
Gadi, fısıldaşmalar ve homurdanmaların sesi çok yükselme
den, "ben Ronen'den daha az sorumlu değilim, hacca daha da
fazla sorumluyum. Gerektiği kadar istihbarat toplamamız için
yeterli zamanın olmadığını, her zaman yaptığımız gibi simü
lasyonlar yapamadığımızı biliyordum ve yine de hiç kimsenin
masasını yumruklayıp onları istifa etmekle tehdit etmedim.
Komisyon kararları bundan farklı olsaydı kendimi daha rahat
hissederdim fakat ne yazık ki söyledikleri bunlar.
"Başbakan'a istifamı vermek istediğimi söyledim ama toplu
tepki gösterileriyle uğraşmaya niyeti olmadığını ve komite ne
öneriyorsa onu yerine getireceğini söyledi."
Gadi ekibinin söylediklerinin ne kadarına inandığını ya da
inanıp inanmadığını bilmiyordu. Ne kadar suçlu hissettiğini,
komisyonun suçu Ronen'e değil de onun omuzlarına yık
sa kendini ne kadar iyi hissedeceğini kimse bilemezdi. Y ıllar
boyunca Ronen'e uyguladığı onca testten ve sınavdan sonra
kendisinin masum, Ronen'in suçlu bulunduğu bu talihsizlik,
sadece Ronen'le ilişkisi açısından değil aynı zamanda Ronen'in
diğer ajanlar arasındaki konumu ve tabii Naamah'la ilişkisi
açısından da çok problemli bir durum yaratıyordu.
"Operasyonel faaliyetlerden kasıt ne?" diye sordu daha
genç ajanlardan biri olan David. " Bu, Bir Numara olamayaca
ğı anlamına mı, yoksa operasyonlarda hiçbir görev alamayaca
ğı anlamına mı geliyor?"
"Ronen'in operasyonel faaliyetlere katılması yasaklandı.
1 1 42
Komisyon operasyon görevleri arasında fark gözetmiyor," diye
cevap verdi Gadi.
''Ama farklılar," dedi Sharon, Ronen'in öne eğilmiş yüzüne
göz atarak. Sharon birçok denizaşırı görevde Ronen'in ortağı
olmuştu. "Nasıl olur da Mossad'ın başı operasyonel aktivitele
ri onaylamaya, sen de komuta etmeye devam ederken Ronen
görev alamaz?"
Başka bir ses, "Peki ya Doron?" dedi. "Operasyon Birim
Şefi olarak kalmaya devam edebiliyor mu?"
"Ya Başbakan? O bizi akıl almaz zaman sınırlamalarıyla sı
kıştırmaya devam edebilecek mi?" diye seslendi arkadan biri.
"Sakin olun arkadaşlar," dedi Gadi. "Nasıl hissettiğinizi an
lıyorum ve ben de hemen hemen aynı şeyleri hissediyorum.
Ama Başbakan'ı biz atamıyoruz ve emirleri kimin vereceğine
de biz karar vermiyoruz. Biraz vicdan muhasebesi yapıp böy
le emirler aldığımızda nasıl davranmamız gerekiyor ona karar
vermeliyiz."
"Burada o şartlar altında Ronen'den daha iyi performans
sergileyecek kimse bulunmuyor," dedi Danny, ekibe ilk katıl
dığında Ronen'in sorumluluğunda olan genç bir ajandı. "Ro
nen hakkında verilen kararlar aslında hepimiz hakkında."
"Kendini kaptırma, olur mu?" dedi yaşça büyük ajanlardan
biri olan lzzy sinirli sinirli. Beyrut operasyonunun hemen ön
cesinde Gadi'nin yardımcılığına atanmıştı. "Ve lütfen beni af
fet," dedi Ronen'e, sonra tekrar Danny'ye döndü. ''Ama birden
Ronen hakkındaki eleştirini unutmuş gibisin. Silahını çekme
den birkaç adım geri atmamış, gözlerini her şeyi görmek için,
kulaklarını her şeyi duymak için açmamış olmamasına ne ka
dar kızdığını unuttun herhalde. Burada neler oluyor? Hiçbiri
miz çaylak değiliz, burası da Hollywood değil, silahını çekersin
ve ne olacaksa olur. Bütün bunları tartıştığımızı unuttun mu?
Bu durumda hepimizi aynı kaba koyma, olur mu?"
" Izzy, iş olup bittikten sonra hepimiz akıllıyız," dedi en yaşlı
ajan Udi İngiliz aksanıyla, "sahadaki eylemlerimizi sonrasında,
mikroskop altında incelemek akıl işi değil. Kontrollü koşullarda
planlama yapılması ile görevin sokağa taşınmasının tamamen
ayrı iki şey olması gibi. Bunu hepimiz biliyoruz. Sen de ben
de birbirimizi planlama aşamasında öngörülmeyen ve operas
yon sonrası analizde hiç yapılmaması gerektiği ortaya çıkan nice
hataları yaparken görmüşüzdür. Ama böyle şeyler olur, bunu
hepimiz biliyoruz çünkü sokağın kendi kuralları vardır."
Ronen, akranları tartışmaya devam ederken sanki konu
kendisi hakkında değilmiş gibi oturmaya devam etti. Bir ta
nesi bile suçlu olduğuna ilişkin karara karşı çıkmıyordu; ekip
teki yakın arkadaşları bile ona kızgındı, böyle bir talihsizliğin
olmaması gerektiğini düşünüyorlardı. Eleştirdikleri, sorumlu
ların listesi oldukça uzunken sadece Ronen'in bedel ödüyor
olmasıydı. Aynı zamanda geçmişte katıldığı yüzlerce olaysız
biten görev varken onun operasyonel aktivitelerden tamamen
men edilmiş olmasına da öfkelilerdi. Bir Numara olmaması
gerektiği doğruydu ama sıradan bir ajan da olamayacak mıydı?
Gadi düşünceli düşünceli dinleyerek ayakta durmaya de
vam etti. Komisyonda sorulmayan ama hep orada, geri plan
da duran bir soru vardı: Neden Ronen'i Bir Numara olarak
seçmişti? Bir keresinde bir görevden sonra ateş etmeden önce
gözlerinin her şeyi üstten gören bir tepegöze dönüştüğünü
hissettiğini ve vücudunun sokakta olan her harekete tepki
verdiğini söyleyen Gadi'ydi. Bir operasyonu yürütürken en
ufak hışırtıya duyarlı dev bir alıcıya dönüşür, düşünceleri bil
gisayardaki bir satranç programı kadar açık ve keskin olur
du. Her şey dikkate alınıp değerlendirilir ve o yapmak üzere
olduğu şeyi ve yakınında bulanan her bir kişinin tepkilerini
her zaman gerçek zamanın üç adım önünde görürdü. Aynı
zamanda kendini de dışarıdan, bir film izler gibi görebilirdi.
Tam olarak nerede olduğunu ve diğerlerine nasıl göründüğü
nü bilirdi. Ve sonra usulca, fark edilmeden harekete geçerdi.
Adım atma, silah çekme, ateş etme. Birden çok cılız bir ses
duyulur ve biri vücudunun çeşitli parçalarını bir arada tutan
• ı 44
bir tel kopmuş gibi düşer ve bedeni kuklacının elinden kur
tulmuş bir kukla gibi yere çarpardı, filmlerde olduğundan çok
farklı şekilde. Ve oradan geçenlerin tepkilerini görürdü: bakıp
yürümeye devam edenleri, omzunun üstünden şöyle bir bakış
atanları, şok içinde uzaklaşanları, yıldırım çarpmış gibi oldu
ğu yerde kalakalanları, yardım etmek için eğilenleri . . . Ve o,
arkasında tam olarak neler olduğunu, kaçış aracının beklediği
sokağa sapana kadar kaç adım atması gerektiğini bilerek bir
gölge ya da bir esinti gibi gelip geçenlerin arasına karışır ve
ancak sokağa saptıktan sonra sanki biri filmin sesini yeniden
açmış, ruhu bedenine aniden geri dönüyormuş gibi kabur
galarında bir darbe hissederdi. Bir anda sokaktaki sesler, ko
kular, görüntüler ve vericisinden gelen parazitler üzerine hü
cum ederdi. Tekrar ayağı yere basar, tüm duyuları ve sorumlu
olduğu yaşamsal mekanizma geri gelir, ekibini tehlikeden
uzaklaştırır ve vericisinden derin, sakin sesiyle operasyonun
sorunsuz tamamlandığı bilgisini verirdi.
Tekrar tekrar kendisine ekibinden kimin Bir Numara olacak
yetkinliğe sahip olduğunu sormuştu. Bu iş başka hiçbir şeyle
kıyaslanamazdı; hedefine doğru gizlice yüzen bir deniz koman
dosu, düşman uçağını hemen arkasından takip eden bir savaş
pilotu ya da iyi korunan bir hedefe ateş altında ansızın saldıran
bir paraşütçü asker olmak gibi değildi. En yakın benzerlik bel
ki yedinci dan iki Japon savaş sanatları ustası arasındaki savaş
dansıyla kurulabilirdi. Kendisi lotus pozisyonunda otururken
yaşlı ustanın arkasında elinde tahta bir kılıçla saldırmaya hazır
beklediği çok uzun bir dakika boyunca Gadi'nin onu görme
den ve hatta nefesini bile hissetmeden kılıcın üzerine ineceği
ve bedenini ışık hızıyla yana savuracağı anı seçmesine benziyor
du. Onu Ninjitsu ustalarının nadir erişilen menebesine çıkaran
şey bu histi. Bunda mistik bir yan yoktu, sadece yüksek bir yo
ğunlaşma anı, havadaki titreşimi hissedebilme, akıl ve bedene
tamamen hükmedebilme ve yakın çevresini kontrol edebilme
becerisi. Ekibinden kim bu kontrol seviyesine erişebilirdi?
Binlerce başvurudan sadece biri Mossad'da çalışmaya uy
gundu ve yüzlerce Mossad çalışanından sadece biri görevi
düşman hattı gerisinde bilgi toplamak ve özel gizli operas
yonlar gerçekleştirmek olan ekibinde kendine bir yer bula
bilirdi. Herhangi bir zamanda ekipte tetiği çekmeyi üstle
nebilecek, işi yapıp bir gölge gibi gözden kaybolabilecek bir
ya da iki kişi olur, diye düşündü. Kendi bölgelerinde çalışan
mafya adamları yetiştirmek kolaydı. İranlı tetikçiler elçiliği
diplomatik plakalı arabalarla, silahlarını diplomatik valizler
içinde taşıyarak terk eder, tetiği çeker ve sonra diplomatik
dokunulmazlık sayesinde elçilik binasına geri dönerlerdi.
Ama diplomatik pasaport olmadan bir düşman başkentine
sızmak, tetikteki görevlileri masumca geçmek, hiç kimsenin
dikkat etmediği bir sokak kedisi gibi doğru zaman gelinceye
kadar beklemek, saldırıyı gerçekleştirip tek bir parmak izi bile
bırakmadan sıvışmak, havalimanında polis müfettişlerinin
burunlarının ucundan kalbin deli gibi atarak ama yüzünde
sakin bir ifadeyle uçağa, özgürlüğüne giderken aradıklarının
sen olduğunun farkında olmamalarını sağlamak - işte tüm
bunlar tamamen bambaşka bir sanattı.
İki kişiyi yetiştirmiş fakat ikisi de ayrılmıştı. lzzy ayrıla
cağını açıklayınca Gadi onu kendi yardımcısı yapmıştı ve
şimdi de sadece bölümlerinin başı Doron, onu bir sonra
ki ekip komutanı yapacağını söylediği için kalmaya devam
ediyordu. Udi hiçbir zaman o tip bir iş için uygun olmamış
tı ve sıradaki, kıdeme göre, Ronen'di. Beyrut'a doğru yola
çıkmalarının arifesinde, Ronen ilk kez Bir Numara olarak
görevlendirilmişken Gadi, onca yıl Naamah yüzünden mi
Ronen'i seçmediğini kendi kendine sormuştu. Onu yanlış
anlamış, ilerlemesini geçerli bir neden olmaksızın engelle
miş, onu çok sert olup esnek olmamakla haksız yere mi suç
lamıştı? Bir sonraki nesli eğitmeye başlamış olmalıydı fakat
genç ajanlar arasında daha iyisini bulamamıştı. Operasyon
ların uygulanmasını lzzy ve kendisi arasında bölüştürmeye
• ı 46
devam etmesi doğru değildi, özellikle de lzzy yardımcı ko
mutan olarak tüm lojistik işleri idare etmeye devam eder
ken. Ve böylece Ronen'in sırası gelmiş ve Ronen kendisiyle
beraber herkesi dibe çekmişti.
Bu felaketin meydana geldiği zamandan beri onu rahatsız
eden suçluluk hissinin ve astının aksine suçsuz bulunmanın
yarattığı hoşnutsuzluğun yanı sıra Gadi Ronen' e karşı derin bir
sempati besliyordu. Esnek olmadığı ve dalavere yapamadığı,
rol yapma kabiliyetinin sınırlı olduğu doğruydu ama aynı şey
ler Gadi' nin kendisi için de söylenemez miydi? Şimdiye kadar
bir insanın ne kadar güçlü ve açık sözlü, dürüst, masum ve iyi
kalpli olursa rol yapma yeteneğinden o denli yoksun olduğunu
sadece Ronen değil başkaları sayesinde de öğrenmemiş miydi?
Ve Ronen gerçekten kelimenin tam manasıyla iyi bir adam
dı; hilekar olamamasını istekle ve azimle tela.fi etmişti. Gadi,
omuzları kambur, bakışları yere dönük Ronen' e baktı ve kor
kunç bir hüznün karın boşluğunu sıkıştırdığını hissetti.
Gadi tartışmayı farklı bir yöne çevirmek istedi. Elini kal
dırdı ve birkaç mırıltıdan sonra sessizlik sağlandı.
"İşimizin üstlerimizi eleştirmek ya da soruşturmanın so
nucu hakkında dedikodu yapmak olmadığını yinelemek iste
rim. Bizim her şeyden önce değerlendirmemiz gereken konu
Ronen. Ronen'in nasıl bir insan olduğunu hepimiz biliyoruz,
onu yargılayanların her birinin altına etmesini sağlayacak nice
görevleri gerçekleştirdiğini hepimiz gördük. Umarım komis
yonun önerisini Ronen'in bizimle kalmasını sağlayacak şekil
de yorumlamakta özgür oluruz, bunun için gereken herkese
baskı yapacağım. Her halükarda kesin olan tek şey var: Ronen
bizi bırakmıyor ve biz de Ronen'i bırakmıyoruz. Bugün oldu
ğu gibi gelecekte de ailemizin ve bütün sosyal aktivitelerimizin
bir parçası olacak. Ondan vazgeçmiyoruz."
Konuşmasının tonundan Gadi'nin kendisi de memnun
değildi; Ronen' e bakınca ağzından dökülenler sadece bunlar
olmuştu. Konuşmasını bitirince hoşuna gitmeyen birtakım
mırıldanmalar duydu: Naamah'ın adı geçiyordu. Oda tekrar
sakinleşince Gadi Ronen' e döndü.
"Herhangi bir şey söylemek ister misin Ronen?" diye sordu
alçak sesle.
• ı 48
yondan sonra iş Ronen'i eleştirmeye gelince sözlerini sakınmı
yorlardı. Artık sadece otel rezervasyonu yapmak, araba kira
lamak, ofis ve şirketlerde soruşturmalar yapmak gibi "temiz"
işlerle ilgilenen Udi Ronen'e nazik bir şekilde çıkışırken lzzy
eleştirilerini sertçe dile getiriyordu. Ronen'in özellikle küs
tahça davrandığı Viyana'daki bir gözetleme operasyonundan
sonra lzzy Ronen'e "Orduya geri dön. Muharebedeymiş gibi
davranmayı hiçbir zaman bırakmadın ve bir ajan olmayı da
hiçbir zaman öğrenemeyeceksin," diye fırça atmıştı.
Ve bir de Naamah yüzünden her şeyi daha keskin bir ışık
altında gören Gadi vardı. Tabii ki Naamah yüzündendi. Di
ğer hiç kimsenin onu Gadi kadar eleştirmemesinin sebebi
buydu. Ama Gadi'nin haklı olduğunu kanıtlamamış mıydı?
Belki ekibin başka bir üyesi silahını o .şartlar altında çekmez
di ya da en azından orada elinde silahla kalakalmak.tansa işi
bitirirdi. Diğer yandan, eğer önceden gerekli hazırlıkları yapa
bilmiş, on yıl arka sıralarda zaman geçirip daha kolay görev
lerde bulunduktan sonra birden Beyrut'un Şii mahallesinde
bir ölüm-kalım savaşının ortasına atılmamış olsa bu yaşanır
mıydı? Bu, tüm konulara ilişkin birkaç saniye süren, bildiğin
ve olduğun her şeyin teste tabi tutulduğu bir final sınavıydı.
Ama şimdi ne önemi vardı ki? Sonuçlar biliniyordu ve herke
sin onlar hakkında bir fikri vardı. Soruşturma Komisyonu'nun
önünde, hatta ondan önce de uzun günler boyunca süren ekip
içi ve kapsamlı Operasyon Birimi soruşturmalarında söyleye
ceklerini söylemişti. Kendini ve orada olan herkesi birçok kez
dinlemişti; geçen yıllar boyunca hemen hemen hiçbir hatası,
aksiliklerin hepsi karmaşık şartlarda gerçekleşmiş ve onların
üstesinden iyi, saygı duyulacak şekilde, hatta zarafetle gelmiş
olsa da tartışılıp analiz edilmeden bırakılmamıştı. Bunlara
şimdi değinmenin yararı neydi?
Gadi bir an bekledi, Ronen'in boş ifadesinin sırasıyla hay
rete, kızgınlığa, sonra da kabullenmeye dönüştüğünü gördü.
Devam etti.
"Şahsi kanaatimi sizlerle paylaşmak isterim," dedi. Ajan
ların Ronen konusundan kendilerini koparmalarını sağlamak
için durakladı. "Her şeyden önce sözlüğümüze yeni bir kav
ram eklememiz gerektiğini düşünüyorum: 'Suç teşkil eden
azim'. Suç teşkil eden ihmalin akrabası." Söylediği şeyi sindir
diklerinden emin olmak için bir süre durdu.
1 1 50
başı ve şimdi denizaşırı biriminin üst düzey temsilcisi olan
Coby de, Operasyon Birimi' ni bir önceki müdürden devral
makta olan Doron da oradaydı.
Birim başkanı boğazını temizleyip "Biz bir görevin uy
gunluğuyla ilgilenmiyoruz, sadece yapıp yapamayacağımızla
ilgileniyoruz. Bu 'yapılamayacak' bir örnek değil, bu görevi
kesinlikle yerine getirebiliriz. Alınacak riskler var, onları da
amirimize ileteceğiz. Kararı o verecek," dedi.
Bu, birim başkanının kendi rolünü algılayış şekliyle uyuş
sa da Gadi'nin gündeme getirdiği konuya bir cevap değildi
aslında. İki personel amiri "suç teşkil eden azim" terimini sor
guladı ama Coby "Burada suçlular olduğunu düşünüyorsan o
zaman kalk ve burayı terk et," diyerek ona saldırdı. Doron da
dahil diğerleri sessiz kaldı. Sadece İstihbarat Bölüm Başkanı
ölçünün iki yıl önce olduğundan farklı yerde olduğunu kabul
etmeye cesaret etti ama hiç kimse alenen Gadi'yi destekleme
di. Sonrasında, koridorda Rami Gadi' nin omzuna vurarak ona
gülümsedi, başka bir ekibin başı olan Yankol, "Söylesene, ay
rılmaya mı karar verdin? Sistemin içinde kalmayı planlayan
biri böyle konuşmaz," dedi.
Gadi, kimsenin bir operasyona, hele ki Birim Şefi' nin
desteklediği bir operasyona alenen karşı çıkmaya cesaret
edemediği bu kusurlu kurumsal yapının ne kadar sağlam
olduğunu o an anladı. Kendisi gibi hissediyor olması gere
ken ekip komutanları bile konuşmaya cesaret edememişti.
Bundan kısa bir süre sonra Amman, Beyrut ve ekip komu
tanının Yankol olduğu Avusturya'da bir dizi aksilik meydana
gelmişti. Genel merkez bunu içselleştirmese de en azından
ben kendi ekibime işleyeceğim, tabii eğer çok geç değilse,
diye düşündü Gadi.
"Operasyonda olan biteni 'suç teşkil eden azim'den daha
iyi özetleyebilecek bir ifade düşünemiyorum," diye devam etti
Gadi. "Başbakan'ı suçlamanın bir anlamı yok. Hiç kimse gö
revi yerine getirmemiz için kafamıza silah dayamadı ve yeteri
kadar tatbikat yapmadan yola çıktığımızı biliyorduk. Hedefin
yerini belirledikten sonra birçok detayı sahada çözmemiz ge
rekeceği için hiçbirimizin içi rahat değildi ama yine de yaptık.
Ve işte bu, suç teşkil eden azimdir."
"Neden o kadar acele hareket ettiğimizi unuttun mu?" diye
bağırdı lzzy.
"Hiçbir şeyi unutmadım," dedi sertçe Gadi. Birden
lzzy'nin gözüne her şey yolunda görünmüştü. Soruşturma
Komisyonu'nun Gadi onu sorumluluktan muaf tuttu diye
hakkında hiçbir yorum yapmadığı lzzy. Yardımcımın operas
yonda belirgin bir rolü yoktu, demişti Gadi; lzzy'nin sorumlu
olduğu lojistik konusunda da herhangi bir problem çıkma
mıştı. lzzy'nin sürecin her aşamasına dahil olduğu gerçeği onu
-ne kendi ne de Doron'un gözünde- Gadi'den sonraki ekip
komutanı olmaktan mahrum bırakmıyordu. Ve şimdi lzzy di
ğer ajanlar arasında da konumunu belirlemeye başlamıştı.
"Hala," diye söze başladı Gadi, başlangıç noktasına döne
rek, "hazır olmadığımızı dile getirmenin bizim sorumlulu
ğumuz olduğunu düşünüyorum. Yukarıdan gelen talimatları
nasıl ele alabileceğimizi kendi içimizde değerlendirmeliyiz.
Eğer yapabileceğimizden kesinlikle emin ve istekli değilsek
üstlerimizi memnun etmekte, onların isteklerine rıza göster
mekte haklı değiliz. İsrail Devleti başarısızlığımızın bedelini
ödemek konusunda isteksiz ve başarısız. Bu durum, bu olayda
Başbakan'dan başlayarak en alt düzey gazeteciye, bizim ora
da olduğumuzu bilmeyen ve bizimle Mossad'ın beceriksizleri
diye şakalaşan arkadaşlarımızdan komşularımıza kadar her se
viyedeki insan tarafından kanıtlandı."
Gadi'nin son sözleri birkaç kişinin oturdukları yerde kı
pırdanmasına neden olmuştu; birçoğunun Mossad ajanlarıyla
konuştuklarını bilmeyen insanların Mossad' a yönelik eleştiri
lerini dinlemek gibi sevimsiz tecrübeleri olmuştu.
"Sonuç olarak benim bütün bunlardan çıkardığım, bizim
evet efendimci olmayı bırakacağımız. Her birimizin görevi
1 1 52
almamamız gerektiğini bilirken sessiz kalması sadece suç teş
kil eden azimden değil aynı zamanda fazlasıyla terbiyeli ve
itaatkar olmasından. Amirlerimize 'Ne? Aklını mı kaçırdın?'
demek bizim için uygun değil ama söylemezsek de bizden ger
çekten ne istediklerini bilmelerine imkan yok. Onlar küçük
detayların farkında değiller."
Gadi dinleyicilerinin üstünde yarattığı etkiyi tartma
ya çalıştı ama net bir fikir sahibi olamadı. Deniz Komando
Filocillası'nın denizcileri ya da İsrail Savunma Kuvvetleri Özel
Kuvvetler Komando Birimi'nin üyeleri gibi kendilerini taar
ruz birliği olarak gören insanların sadece bir grup iyi çocuk ol
duklarını kavramaları kolay değildi. Ama Gadi onları tanıyor
du ve cam olarak da öyleydiler. Yafa ya da Rarnla'daki sıradan
bir suçlu için aynı şeyi söyleyemezdiniz ama Mossad doğuştan
katilleri ya da hırsızları işe almazdı. İyi çocukları alır, onlara
yalan söylemeyi, gizlice bir yere girmeyi, öldürmeyi öğretirdi.
Ve bunun için ödenen bir bedel olurdu.
"Bence sessiz kalmak, bizim, İsrail'in uzun kollarının, as
lında bir grup iyi, kibar, evet efendimci olduğumuzu ifade et
menin bir yolu. Bana göre artık en azından bu sona ermiş oldu
ve umarım aynı şey sizin için de geçerlidir."
Gadi, hem Ronen'in hem de operasyonun hatasının aynı
yerden kaynaklandığını anlamıştı. Sadece iyi niyetli adamlar
bunun gibi zorlayıcı bir operasyonun gerçekleştirilmesine izin
verir ve sadece iyi niyetli adamlar son anda tereddüde kapılır
dı. Ronen zaten hatasının bedelini ödemişti; şimdi Gadi'nin
istediği, tüm organizasyonun kronik hastalığını iyileştirmekti.
Sistemin her bir unsurla ayrı ayrı ilgilenebileceği ortadaydı ve
hemen her operasyonda sonuç alındığı da gerçekti. Ama teş
kilatın iyi bir adamın fazlasıyla zorlayıcı bir operasyonda Bir
Numara olarak görev alması gibi savunulamaz bir eleştiri kar
şısında başarılı olması mümkün değildi.
Ajanlar odada huzursuzca etraflarına bakındılar, çenelerini
sadece Gadi'ye olan saygılarından kapalı tutuyorlardı; henüz
kendisiyle aynı fikirde olmadıklarını anladı. İddiasını yeteri
kadar açık ortaya koymakta başarılı olduğundan emin değildi.
Öne sürmeye çalıştığı neden ile sonuç arasındaki gizli bağlan
tıyı anlamak onun da biraz zamanını almıştı. Ne anladılarsa
anladılar, diye düşünerek tekrar Ronen' e baktı.
"Ronen, fikrini değiştirdin mi?"
***
ı ı s4
geçirdiği arkadaşları ona yalnızca ihanet etmemişlerdi, ondan
tamamen farklıydılar da.
Ronen neredeyse fiziksel olarak içinde bir şeylerin kırıldı
ğını hissetti. Bir de Naamah'ın ona çok saf ve iyi olduğunu
söylemesini düşünüyordu. Öyleyse bu insanlar neydi? Gadi
haklıydı, onlar gerçekten sadece bir grup iyi çocuk, bir grup
evet efendimciydiler ama onları bir şeyin değiştirebileceği
ni düşünüyorsa bu konuda yanılıyordu. Bu olaydan şahsen
etkilenmemiş kimse değişmeyecekti; sadece kendisi, Ronen
bu darbeye göğüs germişti. Savaşmalı mıydı? Yalan mı söy
lemeliydi? Ya da ifadesini yumuşatmalı mıydı? Çok doğru ve
dürüst mü davranmıştı? Hayır, tam tersine: Bugüne kadarki
tutarlılığı şimdiden sonra olacak olana kıyasla hiçbir şeydi.
Gadi gerçekten ne düşündüklerini söylemelerini, sadece söy
lenenleri yerine getirmemelerini mi söylüyordu? Tamam, o da
aynen bunu yapacaktı.
Oda sessizdi, insanlar Ronen'in sözüne devam etmesini
bekliyordu. Hayrete düşmüş olan Gadi de söyleyecek söz bu
lamıyordu. İçinden, devam et Ronen içindekileri dök, diye
düşündü. Öyle yapman herkes için iyi olacak. Fakat Ronen
içindekileri dökmek istemiyordu, kafasında yeni kelimeler bi
çimlenmedi ve içine yayılan karanlıkta ayırt edebildiği tek his
hafif bir mide bulantısıydı. Ayağa kalktı ve odayı terk etti.
1 1 56
kabılarla doldururken kendi kendine, acaba bu bavullar bile
benim değil mi, diye sordu.
Sonra birden durdu. Neden bu hiç istemediği ve ihtiyaç
duymadığı kıyafetleri topladığını merak etti; ne takım elbise
leri, ne şık ayakkabıları ne de bavulları istiyordu. Hayatının o
dönemi bitmişti.
Sharon odaya girince Ronen ona döndü. Sharon gözlerin
de yaşlarla ona sarıldı. Elleriyle gömleğini ve sırtını kavradı.
Ronen ona hafifçe sarılarak karşılık verdi.
Beraber ilk seyahatlerinde Tel Aviv'deki eğitim çalışma
larında olduğu gibi Ronen, Sharon'un ilgisinin sadece yeni
bir ajanın kursta öğrendiklerinin aslında ne kadar az oldu
ğunu her gün kendisine gösteren kıdemli eğitmenine duydu
ğu hayranlıktan ibaret olduğundan emin değildi. İkinci yol
culuklarında danışma ya da olayları analiz etme arzusunun,
Sharon'un arzu ettiği gibi kendisinin ya da onun otel odasın
da sürüp gitmesinin sadece mesleki kaygılardan kaynaklan
madığı ortaya çıkmaya başlamıştı. Uzun boylu ve epey çekici
olan Sharon Ronen' e göre biraz fazla zayıftı ama küçük sert
göğüslerinin, uzun ince boynunun ve sıkı bir kalçada son
lanan Vogue standartlarındaki uzun, güzel bacaklarının bir
büyüsü olduğu kesindi. Ronen onu görmezden geldi, o da
imalarla yetindi. Ta ki Paris' e kadar.
Basit bir görevdi. Fransa'nın başkentinde İranlı bir terörist
yapılanmasını ortaya çıkarmak üzere İranlı istihbaratçıların
gittikleri yerleri, buluştukları kişileri, kaldıkları gizli daireleri
tespit edeceklerdi.
Sharon otel odasının kapısında belirip "Ekip yönetmelikle
rinde eğitmenine 3.şık olmakla ilgili bir şey var mı bilmiyorum
ama bunu kendi başına bulmana bel bağlayamam," dedi.
Ronen gülümsedi, Sharon'un sarı, kısa, erkeksi saçlarını ka
rıştırarak, "Önemli olan yönetmelikler değil. Ve teşekkür ede
rim ama bunu bu noktada bırakalım," dedi. Sharon kızarınca
ekledi: "Çok sevimlisin."
"Sevimli mi?" Sharon ona şaşkınlık, kızgınlık ve meydan
okuma karışımı bir ifadeyle baktı.
Sharon'dan birkaç yaş daha büyük olan Ronen konu ka
dınlar olunca bir oğlan çocuğu gibiydi. Naamah onun hayal
edebileceği ve hayal ettiği her şeydi.
"Söyleme şeklini kastetmiştim. Sen çok, çok güzel bir ka
dınsın. Çekicisin de. Ama bu noktada duralım," dedi yine.
Sharon yaklaştı, parmak uçlarında yükseldi ve onun bur
nunun ucunu öptü. Geri dönüp dışarı çıktı ama Ronen onun
dudaklarındaki küçük, gizli zafer gülümsemesini fark etmişti.
Bunun sadece bir zaman meselesi olduğunu biliyordu.
Bir yıl daha geçti. Sharon artık operasyonel aktivitelere
tam olarak katılıyordu. O ve Ronen İran' a konvansiyonel ol
mayan silah parçaları sağlayan bir fabrikaya gizlice girmişler
di. Henüz onlar içeride çalışırlarken dışarıda gözcülük yapan
ajanlar beklenmeyen misafirlerin geldiğini bildirdiler. Takım
planlandığı gibi dağıldı. Ronen ve Sharon onları kaçırmak
için bekleyen arabanın karşı tarafındaki ağaçlığa çekildiler ve
bir saatlik yoldan sonra saklanmak için dağdaki bir otelin boş
kalan tek odasını bulabildiler.
Duş aldıktan, otomattan aldıkları sandviçleri yiyip yine oto
mattan aldıkları kahveleri içtikten sonra hiç konuşmadılar. Ro
nen ne o ne de kendisi için mazeretler üretmek istemiyordu. Ya
bancı, alışık olmadığı bir vücudun dokunuşunun ve kokusunun
ne kadar heyecan verici olabileceğini, küçük kaygan bir dilin
ağzında dolaşmasının harikalığını, uzun ince bacakların beline
dolanmasının büyüsünü, daha fazlası için yalvaran baygın bir
sesi unutmuştu. Yalvaran, Naarnah gibi talep eden değil.
Ronen ilk seferinde kendini haklı görmeyi başarmıştı ama
ikincisinde Naamah'a karşı kendini kötü hissetti. Ekipte sır
tutmanın ne kadar zor olduğunu da biliyordu ve önlerindeki
partiyi, Naamah'ın, kendisiyle Sharon arasında geçenleri bi
len insanların arasına karışacağı partiyi düşünmek ona daya
nılmaz geliyordu.
ıı ss
Ronen bu konuda Sharon'la konuşmadı, sadece kendilerini
tekrar beraber bir otelde bulabilecekleri durumların oluşma
masını ayarladı. Sharon da görünüşe göre vazgeçmişti.
Şimdi kollarında ağlıyordu ve Ronen onun kendisi için
mi, yoksa ilişkilerinin bir geleceği olmadığı için mi ağladığını
bilmiyordu. Sharon'un sırtını kavrayan kendi elleri gevşekti.
Ronen onun da ellerini gevşettiğini hissetti, sonunda Sharon
kendisini bıraktı ve aceleyle odadan çıktı.
1 1 62
du. Elinde sıcak bir fincan kahveyle -güneşin batışı ve deniz
den gelen rüzgarın şiddetini artırmasıyla sıcaklık düşmüş olur
du- oturup pembenin önce turuncuya, sonra kızıla ve sonra
her an koyulaşan mora dönüşmesini, göğün her bir parçasının
sürekli değişmesini içine çeker gibi izlerdi. Güneş battıktan
sonra bile ışınları, kuzey ve güneydeki bulutlar çoktan mor
dan gecenin koyu mavisine dönmüşken, battığı yerin hemen
üstündeki bulutların kenarlarını altın rengine boyamaya de
vam ederdi. Batıdaki bulutlar içlerinde saklı olan ışığın tadını
çıkarmaya devam eder, ondan ancak yavaş yavaş feragat eder,
savaşmadan bırakmaz, prizmadaki renkleri teker teker kaybe
derdi; önce altın, sonra pembe, sonra turuncu ve sonunda ka
çınılmaz olan karanlık.
Bulutların aslında kendi kuralları, her an değişen kendi
şekil ve renkleri vardı. Bazıları güneşin altın rengi ışınlarını
emer, onları pembe olarak yansıtırlardı. Bazıları onları tavan
arasına boya rengi seçerken kullandığı boya kataloğunda ismi
bulunmayan renklere kırarlardı. Sadece doğrultu belliydi:
Her şey karanlığa doğru yol alıyordu. Her akşam yakalayıp
saklamaya çalıştığı şeyin kaybolması zaman meselesiydi. Ya
kın zamana kadar güneşin ufka -deniz çizgisine değil onun
hemen biraz üstüne- değmesiyle düzleşmeye başlayıp önce
bir Rus Ortodoks kilisesinin soğan şekilli kubbesine, sonra
bir cami kubbesine, sonra bazen bir bomba patlamış gibi
bir haleyle taçlanan bir masa lambası şapkasına dönüştükten
sonra aniden denizin üzerinde sadece parlayan bir çizgi gibi
kalıp sonra yok olması arasında geçen sürenin iki ya da üç
dakika olduğunu fark etmemişti.
Mevsimler birbirini kovalarken güneş battıktan sonra
çok daha uzun süren bu zamanın güzelliğinde teselli bulmak
mümkün oluyordu. "Eksi altı derece" oluncaya kadar geçen
on beş dakika, güneşin ufkun altı derece altında olduğu ve gü
neş ışınları tepelerin zirvelerini aydınlatarak, bulutlardan priz
ma gibi yansıyarak can çekiştiği için hala düşman tarafından
görülebilir olduğun ve suyun altında kalman gereken zaman;
"eksi on iki derece" oluncaya kadar bir on beş dakika daha,
güneş zaten teslim olduğundan savaşı kaybettiği ve arkasında
sürüklediği koyu mor ve mavinin gecenin krallığı için yolu
döşediği için kafanı sudan çıkarabileceğin ve yavaşça sığ su
lara yüzebileceğin zaman; ve "eksi on sekiz derece" oluncaya,
hava tamamen kararıncaya kadar on beş dakika daha, çöme
lerek, çitleri geçerek ilerlediğin, pozisyon aldığın ve saldırmak
için emir beklediğin zaman. Tüm bunlar başka bir filmin gö
rüntüleriydi, çok uzakta kalan, artık bir parçası olduğundan
emin olamadığı bir filmin.
Önce en dıştan ele geçirerek ve sonra, bunun başka tür
lü sonlanmasının mümkün olmadığını bildiği için sessiz ve
şamatasız merkezi kuşatarak, geniş bir yay şeklinde sokulan
istilacı gecenin güzelliği de teselli veriyordu. Ve merkez cep
hedeki savaş tamamlanmadan önce, gece, ışık kalıntılarının
ufukta tam önünde beyaz bayrak sallamasına izin veriyordu.
Orada burada birer yıldız. Savaş sona erdiği anda bayrak taşı
yıcılar siperden beyaz bayrağı tekrar tekrar kaldırıyordu. Belki
de bunlar aslında mezar taşlarıydı, sonucu belli olan savaşın
kayıpları, "Cennet' in parıltısı gibi parlayanlar". Daha baştan
başarısızlığa yazgılı, demişti Soruşturma Komisyonu.
Ama belki hiç de öyle değildi. Belki "Tanrı bir kapıyı kapar,
diğerini açar" dı ve tek bir kötü niyetli, kör eden kuru güneş,
ona ordudaki bitmez tükenmez yürüyüşlerde eşlik eden güneş
yerine yalnız seyir eğitiminde olduğu gibi gece görüşüne yar
dım eden birçok küçük yıldız vardı. Çok fazla olduklarında
bir araya gelen halelerini görebiliyor, aniden Samanyolu be
lirgin hale geliyor ve çalıştığı kitaplarda gördüğü haritalardan,
kendisini, Dünya'yı, Güneş Sistemi'ni çevreleyen yüz milyar
yıldızın oluşturduğu tekerleğin tek bir teli olan ve üzerinde
parlayan kuşağa göre nerede olduğunu bilebiliyordu.
Nerede olduğunu gerçekten biliyor muydu? Düşüncesi bile
komikti. Aslında değil nerede olduğunu, kim olduğunu bile
' 1 64
bilmiyordu. Annesinin, babasının, verandadaki arkadaşlarının,
çocukluğunun Ronen'i miydi, yoksa Lübnan'da baskınlar yapan
Deniz Komando Filotillası'nın Ronen'i mi, Avrupa sokakların
daki gözetleme ve içeriye sızma görevlerinin Ronen'i mi ya da
kontrol edemediği büyük mutlulukların ve yoğun tutkuların,
Naarnah'ın Ronen'i mi? İçeride bir yerde gizli bir acıya dokun
duğu için birden yanaklarından yaşlar yuvarlanır, Naarnah on
ları yalar, olanca gücüyle başını kollarının arasına alır, kendisi de
gözünde yaşlarla, bu kadar sevmenin mümkün olduğunu ben
de bilmiyordum, derdi ve bunlar Ronen'in ona inandığı yegane
zamanlardı. Ya da her hazırlık ve ayrılış kalbini ikiye ayırdığın
dan evden ayrılmamayı tercih eden Lital'in Ronen'i mi; ya da,
Sharon'a karşı koyamayan, eve kendisine kızmış halde gelip
kızgınlığını anne babasına ya da Naamah'a yönelten yalancı
Ronen mi; yoksa ekipte on yıl, daha önce de Deniz Komando
Filotillası' nda beş yıl boyunca çalışmasının ve yaşamının amacı
olan, tüm varlığıyla Bir Numara olması gereken kritik anda, bir
anda Lital'in babası ve sahilde oynayan bir çocuk olmaya geri
dönen, bütün dünyası altüst olmuş ve bütün bir ulusun yükü
nün omuzlarına çökmesiyle parçalanan başarısız Ronen mi?
Ama kim olduğunu ya da daha ne kadar var olmaya de
vam edeceğini bilmese de karanlıkta, denizden esen rüzgarda,
altında hareket eden ve nefes alan karanlığın içinden görebil
diği kıyıya vuran dalgaların köpüğünde teselli bulabiliyordu.
Bazen öylece uyuyakalır, Naamah da parmak uçlarında ona
yaklaşarak çocukluğundan beri onun olan yün battaniyesini
üzerine örterdi.
***
•ı 66
mı, diye sordu: "Bütün gün pantolonumda senin kokunla do
lcişmak istemiyorum." Daha Gadi pantolonunu çıkarırken Na
amah onu içine almıştı bile ve Gadi "Komşular her an gelebilir,
biraz yavaş ol," demiş, Naamah da onun omzunu ısırmıştı. Ve
Gadi'yi yatağa çekmiş, sırtüstü yatırıp üzerine çıkmış ve içinden
kayıp çıkmasın diye aşağı yukarı değil ileri geri gidip gelerek bo
şalmıştı. "Böyle gelmen için birkaç Arap'ın ölmesinin gerekmesi
çok kötü,'' demişti Gadi. Aynı gece eve dönmek üzere denize
açılınca ''Akdeniz'deki en aşağılık sevişme"yi kutlamışlardı ve
sonrasında sakinleşince Naamah ona "Birçok adamla seks yap
tım ama bir tek seni becerdim,'' demişti. Aşıktı ve bunun olması
gereken şey olduğundan emindi.
"Daha önce aramadığım için üzgünüm," dedi Gadi, kendi
düşüncelerini toplayıp Naamah'ı anılarından kopararak.
"Üzülme,'' dedi Naamah soğuk soğuk. "Aşk hiçbir zaman
üzgün olduğunu söylemek wrunda kalmamak demektir."
Gadi hattın diğer ucunda gülümsedi. İşte Naamah ve onun
farklı anlamlara çekilebilecek sözleri. Gadi onun bunu yaptığı
nın farkında olup olmadığından emin değildi, yıllardır hiçbir
yere varmayan bu oyunların. Ronen emrinde çalışırken, hele
ki şimdi bunun olmasına izin veremezdi. Bu yüzden onunla
iletişimini kesmişti: Naamah'ın aslında onu istediğini ve aptal
ca bir oyunun her birini farklı yönlere savurduğunu keşfetmesi
çok korkunç olurdu. Helena ile arası kötü olduğundan değil
ama bir doğanın yarattığı yollar, bir de insanların yarattığı yol
lar vardı. Naamah'la paylaştığı yol ilkiydi.
"Tamam, üzgün değilim ama yaşadığınız şeyleri düşün
meden geçirdiğim tek bir gün bile yok. Her ikinizin de." Ses
tonunu yumuşatmak için çaba gösterdi: "Ronen benimle ko
nuşmaya hazır mıdır dersin? Havaalanına gidiyorum ve dü
şündüm de . . .
"
• ı 68
''Ama yapmadın," diye kısaca özetleyerek Naarnah konuş
mayı bitirdi.
Gadi düşünceleriyle baş başa kaldı. Onu üzen Naamah'ın
mesafeli oluşu değil, Ronen'in onunla konuşmak isteme
mesiydi. Gadi'ye bir daha kendisine iş teklifinde bulunma
masını, artık kimseyle konuşmak istemediğini, hayatında o
defterin kapandığını söylediği zaman ortada olan isteksiz
likti. Ama yine de Gadi denemişti; Ronen onun şahsi başa
rısızlığıydı. Onu eğiten, diplomasını veren, çalıştıran oydu;
Ronen'in adına Mossad'ı yumuşatması gereken kişi oydu.
Komisyonun önerilerinin cehennemin dibine kadar yolu
vardı, burada on sekiz yaşından beri ülkeye hizmet etmiş ve
ne merkezde masa başında bedava öğle yemeği yiyerek altmış
beş yaşına kadar oturmak ne de Tel Aviv sokaklarında yeni
ajanları eğiterek eğlenmek isteyen bir adamdan bahsediyor
duk. Böyle kaç tane adam vardı ki?
En başta Gadi onu ek.ipte İsrail'deki eğitimlerden sorum
lu mühimmat ve nefsi müdafaa baş eğitmeni olarak tutmak
istemişti ama ne var ki bu seçenek hem Ronen hem de Ge
nel Merkez tarafından reddedildi. Birimin başı Gadi'ye, "Bu
komisyonun önerilerine uygun değil," Ronen ise, "Yarım iş
olmaz. Ya hep ya hiç," demişti. Ronen'in ekibin çevresinde
bile kalmak istemediği belli olunca Gadi onun için savaşmak
ta daha özgür olmuştu. Şimdi hiç kimse Naamah'ı yakınında
tutmak istediğini fısıldayarnazdı. Ronen evde çürürken hiçbir
şey olmamış gibi davranmak ona dayanılmaz geliyordu. Ken
disi bunun Naamah'la hiçbir alakasının olmadığını biliyordu
ya bu onun için yeterliydi. Bu, bir komutanla onun astı ara
sındaydı. İki arkadaş arasında.
Evet, her şeye rağmen arkadaştılar. Yurtdışı seyahatlerde gö
zetleme yaparken uzun saatler boyunca beraber vakit geçirmiş
ya da motosikletle hedef takip etmiş veya yabancı bir şehirde
bir otel odasında sadece oturmuşlardı. Gadi kendini ona çok
yakın hissediyor, diğer ekip üyeleri gibi onu da küçük kardeşi,
orcağı gibi görüyordu. Gadi ekibini gerçekten seviyordu. Her
birinin korkuyla, evden uzak olmakla, düşman bir çevrede bu
lunmakla başa çıkma yöntemleri farklıydı; her birinin cesaret,
zeki, kıvraklık, muhakeme ve sadakat gibi özellikleri benzer
sizdi. Bazıları aynı zamanda hilekardı ki onlarla uğraşması ko
lay olmuyordu ama en azından Ronen'le bu açıdan problem
yaşamıyordu. Ve her birinin kendine özgü davranışları vardı;
ne de olsa tamamen normal olan hiç kimse onların bulunduk
ları yere ulaşamazdı. Dışarıdan hiç kimsenin ne yaptığınızı bi
lemeyeceği, bu "teşekkür" beklemeyen işi yapmak muhakkak
parlak bir zeki ve gizli bir delilik istiyordu. -
Şimdi ise küçük kardeşi yaralanmıştı ve bunda onun da
payı vardı; yardıma ihtiyacı vardı ve Gadi ona yardım edebi
lirdi, dolayısıyla yapabileceği her şeyi yapacaktı. Naamah' ın
varlığı arka planda solup kayboluyordu. Bunu onun için yap
mıyordu; bu, onun ve Ronen'in arasındaydı. Başka ekip başla
rını, başka departmanları devamlı arayarak adını şimdiden bir
baş belasına çıkardığını biliyordu. Ama üstleri olumlu cevap
verip enteresan işler bulduklarında bile Ronen kararlıydı: Ge
nel Merkez çalışanlarından biri olmayacaktı, "Yeni Başlayan
ların Eğitimcisi" olmaya hevesli değildi.
Son seyahatine çıkmadan önce Gadi bir kez daha Ronen' e
daha az ön planda olan, Avrupa'daki terör faaliyetlerini takip
eden, güven içinde çalışan bir ekipte iş verilmesini rica et
mişti. Doron çok hevesli gibi görünmese de konuyu Mossad
Başkanı' na ileteceğine söz vermişti.
***
•1 70
kadar yerlerinden kalkmadılar. Takım elbiseler içinde, kalın
paltolar ve küçük valizler taşıyarak sıranın sonuna katıldılar
ama kendileriyle terminale gidecek otobüse doğru ilerleyen
diğer yolcular arasında mesafe bıraktılar.
Havanın yeni kararmış olması, merdivenden inen üçlünün
diğer yolculardan ayrılmalarını ve uçağın burnunda kendileri
ni bekleyen iki Mazda Lantis ve bir minibüse doğru yürüme
lerini mümkün kıldı. Operasyon Birimi Şefi Doron ve birimin
İstihbarat Bölüm Müdürü Eli onları bekliyordu. Üç sürücü
de arabalarından indi ve Gadi, David ve Ina'nın ellerini sıktı.
"Şef, yürüttüğünüz operasyonla ilgili en içten tebriklerini
iletti," dedi Doron Gadi'nin elini sıkarken. Gadi Doron'la bir
çok görevde bulunmuştu ve onu birçok kez tatsız durumlardan
kurtaran profesyonelliğine, cesaretine, soğukkanlılığına saygısı
büyüktü. Doron Beyrut'taki başarısızlıktan kendini kurtarıp
Gadi ve ekibine sırt çevirince, iyi görünüşlü ve sıradışı uzun,
kıvırcık saçlı Doron'la arasına mesafe koymuştu. Sanki kullan
dıkları metodu hala ekip komutanı olduğu sıralarda Doron'un
kendisi bulmamış ve işe yarayacağından tamamen emin olma
sa operasyonun yapılmasını önleyemezmiş gibi!
Yine de Gadi Doron'un havaalanına kadar gelip Başkan'ın
tebriklerini iletmesini, adet olduğu üzere sıradışı önemli başarı
lara gösterilen bu jesti takdir ediyordu. Rus-İran silah antlaşma
sını rayından çıkarmak için gösterilen politik çabalar başarısızlı
ğa uğrayınca yapılabilecek tek şey, sevkıyatın hazırlandığı Sibirya
askeri üssüne girmek ve işi başka şekilde bozmak olmuştu. Bu
operasyonun en wr kısmı askeri üsse girmek ya da yaklaşmak
ta olan devriye tarafından tutuklanmak korkusu değil soğuktu.
Arka arkaya geceler boyunca üsse girmiş ve karanlıkta, korkunç
soğukta, dişleri takırdayıp elleri titreyerek, hep en ufak teknik
hatanın tüm çabaları boşa çıkaracağını bilerek çalışmışlardı.
Birkaç takdir sözcüğünden sonra Doron, "Mossad Başka
nı yarın sabaha koyduğumuz dönüş soruşturmasına katılmak
istiyor," dedi.
"Yarın sabah mı?" David hayal kırıklığını saklamayı becere
medi. ''Ama karımı iki haftadır görmedim!"
lna, "Böylesi daha iyi," dedi, "bittikten sonra biraz izne çı-
karız."
"İzne raporlarınızı yazdıktan sonra çıkarsınız," dedi Eli.
"Bizi öldürüyorsunuz," diye lafı bağladı David üzgün üzgün.
"Tamam, daha fazla vakit kaybedersek yazık olur. Şoför iki-
nizi de bırakacak," dedi Doron, David ve lna'ya.
Gadi kollarını ikisinin omuzlarına koydu ve Doron' a,
"Yeni nesil ajanlarımız bize ilerisi için bir-iki şey öğretecek.
Güle güle çocuklar," dedi David ve Ina'ya, "yarın görüşürüz."
David ve Ina minibüse bindi ve minibüs uzaklaştı.
Bir başka şoför Gadi'ye arabasının anahtarlarını verdi
ve Eli'yle birlikte Mazda'ya bindi, Doron da onlarla Genel
Merkez' e dönecekti.
"Sürekli Ronen'i düşündüm," dedi Gadi Doron'a ayrılır
larken. "Biliyorsun bu operasyon için istihbarat toplamaya
başlayan oydu."
"Hayır, hatırlayamadım," dedi Doron.
"Evet. Bize üsle ilgili, operasyonun nasıl yapılacağına ka
rar vermemizi sağlayan bilgiyi getiren Ronen'di. Boş ver, şimdi
konu o değil. Başkan Ronen ile ilgili talebime cevap verdi mi?
Şimdi evine uğramayı düşünüyorum ve ona bunu söylemeyi
umut ediyordum."
"Henüz onunla bu konu hakkında konuşmadım ama hiç
şansı yok. Komisyon kararlarına göre Avrupa'da çalışmak da
operasyonel faaliyete giriyor."
"Frankfurt'ta yapılacak bir gözetlemeyi nasıl olur da bir
Arap ülkesindeki ya da Sibirya'daki bir operasyonla karşılaştı
rabilirsin? Neredeyse bir eğitim manevrası düzeyinde."
"Ve Ronen eğitmen olmak istememişti," dedi Doron sertçe.
" Komisyon kararlarını işine geldiği gibi yorumlamak yeri
ne neden heyet üyelerine danışmıyor ve eğer gerekliyse onlara
karşı gelmiyorsun? Bu bir siyah-beyaz sorunu değil."
ıı n
"Bu kesinlikle siyah-beyaz sorunu," diye cevap verdi Do
ron. "Onu operasyonel faaliyetlerden uzak tutmamızı söyle
diler."
"Onlar önerilerdi, talimatlar değil. Benim kadar sen de çok
iyi biliyorsun ki eğer Ronen' e görev süresini Avrupa'da ya da
Asya'da ya da Güney Afrika'da gözetleme yaparak bitirmesi
için bir şans verilse çok başarılı olur."
"Bu konuyu tekrar açmayacağız," dedi Doron, konuşmayı
sona erdirerek.
Doron Gadi'den yaşça biraz daha büyüktü ve eğitimleri he
men hemen aynıydı ama Gadi'nin üniversitede geçirdiği yıllar
boyunca Doron ajan olarak hizmet vermiş ve ekipte takım ko
mutanı olmuştu. Gadi Mossad' a Rusça bilgisi sebebiyle "tek
bir görev" için çağrıldığında Doron ekip komutanı olabilecek
niteliklere sahip biri olarak öne çıkmıştı bile. Karşılıklı olarak
birbirlerine profesyonel anlamda saygı duyuyorlardı ama şim
di, on beş sene sonra, ordudaki bir generalin rütbesine eş bir
pozisyonda olan Doron üstünlüğünü kullanıp Gadi'ye haddi
ni bildirmesini biliyordu.
''Anlıyorum," dedi Gadi sinirli sinirli. Arabasına bindi; palto
sunu ve valizini yan kolruğa anı, motoru çalıştırdı ve uzaklaştı.
***
1 1 74
"Uçaktan şimdi indim. Ronen' e operasyondan bahsetmek
istiyordum. Başlangıç aşamasında üzerinde çalıştığı bir şeydi."
Ronen' e bahsetmek mi? Büyükannene bahset, demek istedi
Naamah ve onun ne düşündüğünü yüzündeki ifadeden anla
yan Gadi kendi kendine buraya gerçekten Ronen'le konuşmak
için gelip gelmediğini sordu.
"Evet, şey, çoktan uyudu bile," dedi Naamah kısaca.
"Hay Allah," dedi Gadi, . içgüdüsel olarak gömleğinin ko
lundan bir türlü kurtulmayan saatine bakabilmek için bileğini
sallayarak.
"Bu kıyafetlere hiç alışamayacağım," dedi.
"Saat dokuz falan," dedi Naamah. "Kuşlarla beraber uyku
ya dalıyor."
"Onlarla beraber de uyanıyor mu?"
"Öyle olmasını isterdim. Okuldan dönünce onu uyandıra
bilirsem ne mutlu bana."
"Bu sene izin aldın sanıyordum."
"Lital'le beraber olabilmem için öyle planlamıştık ama Ro
nen artık evde olunca ben de işe dönebildim. Önümüzdeki
yıl sözleşme sona erdiğinde ücretli izin alıp daha fazla para
kazanmak için başka bir işe gireceğim."
"Yani günlerini Lital'le mi geçiriyor?"
"'Yapılan her plan değişim için bir sıçrama tahtasıdır.' Onu
bakıcıya bırakıyorum."
Naamah evinin yakınlarındaki Rupin Lisesi' nde beden eği
timi öğretmeniydi. Ekibe girdiğinde Wingate Enstitüsü'ndeki
eğitimi yarım kalmıştı ve o yıl tamamlamayı planlıyordu.
Naamah'ın ücretli iznini ertelemesi ve Ronen'in Lital'e baka
mıyor olması Gadi'ye endişelendirmişti. Ama daha fazla kötü
haber almak istemediği için konuyu değiştirmeye karar verdi.
"Hadi, onu uyandır, memnun olacaktır."
"Hayır, öyle olacağını sanmam."
"Uyandırmazsan üzülmez mi?"
"Bilmiyorum. Sonunda sizi unutmaya başladı," dedi Naamah
biraz durakladıktan sonra, "seni böyle, operasyondan eve döner
ken görmek ona iyi gelmez. Aslında, senin açından da bu epey
aptalca bir davranış."
"Sen bilirsin. Ama yazık oldu. En azından ona bu votkayı
bırakabilir miyim?"
"Tam da ihtiyacım olan şey. Sanırım son şişeyi dün bitir
mişti."
"Bu kulağa pek iyi gelmiyor."
"Evet, iyi değil. Baksana, içeri girmek ister misin? Burada
ayakta konuşmak aptalca."
Gadi kapıdan girip Naamah'ı mutfağa kadar takip etti.
Mutfak dolaplarına gömülmüş küçük ampuller mutfağı soluk
bir ışıkla aydınlatıyordu.
"Şimdi bu şişeyi getirdiğim için kendimi gerçekten kötü
hissediyorum. Lütfen kaldırır mısın?"
Naamah kıkırdadı ve şişeyi Gadi'nin elinden aldı. Parmak
ları bir an için birbirine değdi. Gadi mutfak masasına oturdu
ve şarapların arasına şişeyi yerleştirmek için uzanırken yandan
görebildiği Naamah'ın bedeninde gözlerini gezdirdi. Uzun,
gür siyah atkuyruğu havada sallanıyor, vücudunu saran koşu
kıyafetleri göğüslerini ve biçimli kalçasını ortaya çıkarıyordu.
"Bitiyor,'' dedi Naamah.
"Ne bitiyor?" diye sordu Gadi, bakışlarını aceleyle kaçıra
rak.
"İçki stoğu. Şişeni buraya sokmamın senin için bir sakınca
sı yok değil mi? Bu sayede Ronen, senin şerefine şişenin dibini
görmek zorunda hissetmez kendini."
Naamah masaya döndü ve oturdu.
"Biliyor musun, görevden tuhaf bir ruh hali içinde dön
dük. Yani en azından ben öyle döndüm. Havaalanındaki
karşılama bile eskisi gibi değildi. Kimse 'ulusun güvenliğini
güçlendirmek'ten ya da hatırlayabileceğin diğer zırvalardan
bahsetmedi. Hiçbir şey eskisi gibi değil."
Kısa bir sessizlikten sonra yumuşak, sakin bir tonda ekledi:
• ı 76
"Sen bile bir zamanlar olduğun kişi değilsin, Naamonet. Par
don: Bayan Dolev."
"Bir de bana sor," dedi Naamah.
***
1 1 78
bozulmamış bahar gibi.
"Bilmem gereken başka bir şey var mı? Yardım edebilece
ğim herhangi bir şey?" Elinin tersiyle hafifçe Naamah'ın yana
ğına dokundu. Naamah kibarca elini uzaklaştırdı.
"S anmıyorum."
Gadi arkasını döndü ve karanlıkta uzaklaştı. Naamah ka
pıyı sessizce kapadı ve arkasına yaslandı, onun her gidişinde
olduğu gibi yine kalbi sıkışıyordu.
"O kimdi?"
Yatak odasından yükselen Ronen'in sesi onu ha.la kapıya
yaslanmış dururken hazırlıksız yakalamıştı.
"Gadi. Rusya'daki bir operasyondan dönmüş ve sana on
dan bahsetmek istiyordu."
''Ama bekleyecek zamanı yoktu. Orospu çocuğunun her
zamanki hali."
"Ona uyuduğunu söyledim."
"Onu koruma, olmaz mı? O piç beni uyandırabilirdi. Her
halde mutlu olmuştur, listesinden 'başımdan attığım ajanı zi
yaret et' sekmesini silebilir."
"Seni başından mı attı? Ah, lütfen Ronen. Katledilmenden
bir dakika önce seni oradan kurtardığını unutma lütfen."
"Her zaman onun tarafında olmandan bıktım," dedi Ro
nen Naamah'ın sözünü keserek. "Belki seni görmek için gel
miştir, benim uyuyor olmam da işine geldi."
Ronen mutfağa girdi, Bay Romantik evine gittiği için ta
vandaki lambanın açılmış olması dikkatini çekti. İçki dolabına
gitti, yeni votka şişesini görmezden gelip onun yerine hemen
hemen boşalmış olan viski şişesini çıkardı.
Kendini yatağında oturmaya, odasından çıkmamaya, ne ko
nuştuklarını dinlememeye, hatta hayal bile etmemeye wrladığı
uzun dakikalar Ronen' e sonsuz gibi gelmiş, şakaklarındaki da
marlar patlayacak gibi olmuştu. Böyle zamanlarda insanın zih
ninden ne kadar çok kötü düşünce geçiyor ve mantığa kulak
verip dengeyi bulmak ne kadar zor oluyordu. Gadi'nin hayatını
kurtardığı ve bu konuya neredeyse hiç değinmedikleri doğruy
du; Rusya'dan dönüşte ona operasyondan bahsetmek için uğra
mış olması da, soluk mutfak ışığında onu uyandırmamak için
fısıldamış olmaları da mantıklıydı. Ama içinden bunları dile
getiren ses çok zayıftı ve sadece öfkesini büyütmeye yarıyor
du. Gadi'den hiçbir iyilik istemiyordu; onu bataklığa gönderen
Gadi'nin kendisini oradan çıkarmasını istemiyordu; kendisinin
başlattığı ama Gadi'nin itibar kazandığı operasyon hakkında
hiçbir şey duymak istemiyordu; Gadi' nin kendisine iyi davran
masını, karanlıkta karısıyla oturmasını istemiyordu. Gadi' nin
hayatından cehennem olup gitmesini istiyordu.
Naamah kapıda durmuş ona ve şişeye bakıyordu.
"Ona ihtiyacın yok. Bunu bize neden yapıyorsun?" diye
yalvardı.
"Bize mi?" diye gürledi Ronen, masaya bir bardak koyar
ken. "Bunu 'bize' mi yapıyorum?"
Ağır ağır oturdu, bardağını doldurdu ve çabucak birkaç yu
dum içip yüzünü buruşturdu. Elini Naamah' a uzattı. "Gel de
bana hala 'biz' olduğumuzu göster."
Naamah isteksizce teslim oldu. Ronen'in yüzündeki çarpıl
mış ifade yok olmadı. Naamah'ın bildiği Ronen'e, Ronen'ine
hiç benzemiyordu ve Lital uyanabilirdi.
"Senin yüzünden değil," dedi Ronen, onun tüylerini diken
diken eden bir kahkaha atarak. "Uyuyordum, o yüzden sabah
olduğu gibi ereksiyon halindeyim." Onu kendine çekti.
"Sarhoşsun," dedi Naamah yüzü ona ve eski pijama altın
dan çıkarak aralarında bir vites kolu gibi duran aletine dönük
olarak kucağına otururken. Ronen kollarını ona sıkıca dola
yıp elleriyle kalçalarını bastırarak kendine yaklaştırdı, penisi
bacaklarının arasına sıkışmış vulvasının üst kısmına sürtü
nüyordu. Naamah yüzünü onun yüzüne eğip saçlarını, alnı
nı, gözkapaklarım ve alkolle ıslanmış ağzını öptü. Ronen'in
dudakları ve dili yavaş yavaş karşılık vermeye başladı. Şimdi
ıı so
onun çok sevdiği genç oğlan çocuğu ve sarhoş adam bir araya
gelmeye başlamıştı. Aşk ve iğrenme karmaşası karnının ve
şakaklarının yanmasına neden oldu. Birkaç becerikli eğilip
bükülmeyle külodunu çıkarıp kucağına tekrar oturmayı ba
şardı. Vajinasının dudaklarıyla aletini kavradı ve usulca aşağı
yukarı hareket etmeye başladı. Kısa bir an için onu yumuşat
masını, kalbini tekrar kazanmasını, aşkına onu inandırması
nı bilen Naamah'tı; ama sonra bir anda evli bir kadın olmaya
geri döndü. Kocası aylardır onu kendinden uzaklaştırmıştı
-seks yaptıkları birkaç sefer bir makine gibi davranmıştı- ve
şimdi uyanıyor, onu istiyor ve bütün vücudunu yenilenen
bir umutla dolduruyordu.
Ronen Naamah' ın üstündekini kaldırıp başını içine soktu,
göğüslerinden birini emerken diğerini avucuyla okşadı. Di
ğer elinin parmaklarıyla sırtındaki duyarlı noktalara dokunup
onun sıçrayarak zevkten inlemesine neden oldu. Naamah esir
olmuş şekilde kafasını kaldırıp Ronen'in ensesindeki saçları
çekti. Koca bebeğinin saçlarını.
Naamah elini onun penisine indirdi, kendini biraz kaldırıp
onu içine kaydırdı ve onu olması gerekenden çok daha zevk
dolu bir ateşle yakan, kısa bir an için bir zamanlarki aşkına
döndüren o muhteşem patlamayı hissetmek için hareket et
mesine bile gerek kalmamıştı.
***
ıı sı
daha yaşlı ve daha çirkin görünüyordu. Milken'in cep telefonu
çaldı: "Evet, kesinlikle, onunla konuşmam şimdi bitti," dedi
Milken yüksek sesle sanki canlı yayındaymış gibi. "Bu adamın
nasıl bir baş belası olduğuna inanamazsın, ona Hadera'nın be
lediye başkanlığı yarışında büyük faydamın dokunabileceğini
söyledim, oradaki yerel bir gazetede tam sayfam var. Ve o hıyar
bana ne cevap verdi dersin? Hadera onu ilgilendirmiyormuş!
Sanki ben ona borçluymuşum gibi! Başına o kadar bela sar
dıktan onra ve neredeyse onu bir yalan makinesi testine soka l
caklarken bütün bu saçmalıklar. Ona, üzgünüm dostum, sana
önerebileceğim tek şey bu, dedim . . . "
�ı
Biri Ronen ve Milken arasına girip oturdu. Yüzü genç ve ll
tanıdıktı ama Ronen kim olduğunu hatırlayamadı. Milken f
devam etti: "Tabii ki sakinleşecek, şimdi onun bana ihtiyacı
var, benim ona değil.''
Telefonunu kapattı, bir zafer mimiğiyle genç meslektaşına
ıl lı:
I'
�
gülümsedi. "Siparişi verdin mi?" diye sordu. ı
"Evet, yemek yolda. Kendime de seninkinin aynını sipa
' '
, ı:,
!'
riş verdim." Milken ona şaşkınlıkla baktı. ''Aynını mı?! Biraz 'i
i;
aceleci değil misin?" diye kıkırdadı. "Haberi kovalamaktansa , ')
ı ı s4
"Hapse attıkları adamın adresi zaten bende var," dedi Mil
ken. "Nasıl diye sorma, var işte. Oraya git, ortamı kokla. Ada
mın kim olduğunu, kayıtlarını bul, renkli bir şeyler - belki
okuldan atılmıştır, bu büyük kahraman acaba orduda neler
yaptı, haberlerde kullanabileceğim şeyler işte."
Yani bu orospu çocuğu Yankol'u teşhir edecekti. Büyük
ihtimalle ona sadece "Y" diyecek ama hakkında o kadar zehir
li detay verecekti ki bu halkı eğlendirmeye ve Yankol'u mas
kara etmeye yetecekti. Milken'in söylemediği, Hizbullah'ın
Avrupa'daki her adamının sürekli peşinde olan Yankol ve
onun gibiler sayesinde İsrailli toplulukların Alpler'de huzur
içinde kayak yapabildiği ve Avrupa'da on yıldır bir terörist sal
dırının olmadığı ya da sadece aylar, yıllar süren zor pis işlerin
Avrupa'da Müslümanların yoğun olarak yerleştiği bölgelerde,
Tel Aviv'in Azrieli Kuleleri'ne uçakla çarpabilecek terörist hüc
relerinin yükselmesini önlediğiydi.
"Sadece orada yaşayan 'Ebu' adlı birinin Hizbullah'la bağlan
tılı olup olmadığını öğrenmek adına Avusturya'daki bir bodrum
katına gecenin bir yarısı zorla girmeleri için insanlar gönderiyor
olmaları sana da abartılı gelmiyor mu?" dedi genç adam. "Bu
enayilerin yapacak daha iyi işleri yok mu?" Birden Ronen onun
kim olduğunu hatırladı: Soyadı Haramati idi. Radyo için bazen
istihbarat meseleleri üzerine haberler sunuyordu ve gazetelerden
birinde bir köşede ağzına geleni söylüyordu.
" Doğrusu şu ki," dedi Milken dikkatle, "enayi değiller, ama
onların kahraman olduğunu söylersek biz ne yaparız? Arada sı
rada hata yapmasalar biz ne hakkında konuşacağız? Hey, sipa
rişimizi unuttular mı? Yemek eleştirmeni değilsem n'olmuş?"
"Ben gider getiririm," dedi Haramati ve sandalyesinden
kalkıp restorana girdi. Bir dakika sonra içi yemekle dolu büyük
bir tepsiyle dışarı çıktı. Yerine giderken geçeceği yol Ronen'in
masasına çok yakındı.
Ronen kayıtsızca ayağını uzattı. Haramati takılıp düştü,
tepsi ve bütün içindekiler Milken'in üzerine döküldü.
Haramati ve Milken şaşkınlıkla ayağa kalktılar; uzattığı
ayağını masanın altına geri çekmek zahmetine bile katlanma
yan Ronen' e dönüp ters ters baktılar. O da onlara artan bir
ilgiyle, sakin sakin, dudaklarının ucunda bir gülümsemeyle
baktı. Makarna, salata ve meyve suyu içinde çok komik görü
nüyorlardı, çok çaresiz, şaşkın ve öfkeli.
Bir garson içeriden koşarak gelip tepsiyi kendisi getirmedi
ği için özür diledi. "Kapa çeneni, aptal!" dedi Milken ağzın
dan tükürükler saçarak Haramati'yle beraber aceleyle restora
na doğru ilerlerken.
Ronen tadı şimdi özellikle güzelleşen kahvesini bitirdi. Eve
geri dönüş yolculuğu uzun zamandır bu kadar rahat, kırların
görüntüsü ve kokusuyla bu kadar uyumlu olmamıştı. Hala
içinde yanan ateşin yok olduğunu hissetmiyordu ama alevi
biraz küçülmüştü.
***
ı ı s6
karşısında donakalan Hizbullah liderlerinin, uluslararası terör
şebekelerine İsrail' e saldırmaktan vazgeçtiklerini söylediklerini
iddia edenlere tokat gibi oldu."
Ebu Halid, Şii türbanı altında sakallı, gülümseyen yüzüyle
bir an ekranda belirdi. İstihbarat amirlerinin operasyon öncesi
evini, arabasını, günlük rutinini, karısını ve beş çocuğunu ve
bir parçası olduğu tüm terörist aktiviteleri anlatan yarı yasal
"suç kaydı" nı kapsayan dosyayla beraber temin ettikleri fotoğ
raRardakine benziyordu. Hizbullah'ın mücadelesini İsrail'in
saldırıya daha açık olduğu bölgelere, Latin Arnerika'ya,
Asya'ya, Afrika'ya ve elbet İsrail'in kendisine kaydırma fikri
ondan çıkmıştı. Devrim Muhafızları Ordusu'nun desteği
ni ve Buenos Aires ve Londra'daki İsrail elçiliklerini havaya
uçurmak için lojistik desteklerini almak üzere şahsen Tahran'a
uçan oydu. İsrail'e gönderilen her intihar bombacısını görev
lendiren oydu. Yankol'un yakalandığı bodrum katında yaşa
yan ajan gibi Avrupa'daki ajanların ve denetleyicilerin rapor
verdiği kişi oydu. Bütün yollar ona çıkıyordu ve bütün tali
matlar ondan geliyordu; iki yüzden fazla kişinin ölümünden
şahsen sorumluydu. Belge ihtiyatlı bir şekilde Ebu Halid'in
işten uzaklaştırılmasının Hizbullah'ın İsrail'deki ya da dünya
nın herhangi bir yerindeki operasyon kabiliyetini bir süreliği
ne etkisiz hale getireceğini belirtiyordu.
Bir felakete dönüşen suikast girişimlerinden bu yana ge
çen huzur ve sessizlik dolu bir yıl Mossad'daki bazı insanla
rın Hizbullah liderinin değiştiğini varsaymalarına yol açmıştı.
Ama işte ekranda canlarına kıyılan insanlar ve Ebu Halid'in,
Milken' in incecik gülümsemesi gibi, bu varsayımın tersini ka
nıtlayan sırıtık yüzü vardı.
Ronen neredeyse bir yıldır kalbinin derinliklerinde, belki
de verdiği zararın o kadar da kötü olmadığı hayalini beslemiş
ti. Dahası, bazı yorumcular eğer tetiği çekseydi Hizbullah' ın
misillemesinin bir sürü ölüme yol açabileceğini söylemişler
di. Aynı Genel Sekreter Musavi öldürüldüğünde Hizbullah'ın
Arjantin'de harekete geçmiş olması gibi. Etrafındaki diğer her
şey paramparça olurken bir tek bu teorinin Ronen'in hayatına
bir anlam verdiği zamanlar olmuştu. Ve işte şimdi yine, hoşu
na gitse de gitmese de kendi hareketlerinin ve başarısızlıkları
nın ayrılmaz bir parçası olduğu bir karışıklığın içindeydi.
Milken haklıydı. Karakterinin bir parçası olan saldırgan
alaycılığına rağmen haklıydı. Gerçeğin tüm bedenini kurşun
gibi ağırlaştırdığını hissetti. Ağır ağır koltuktan kalktı ve yatak
odasına doğru yürüdü. Dolaptaki bir yığın giysinin altından
metal bir kutuyu çekip içinden silahını çıkardı. Ajan olmak
üzere aldığı eğitimi bitirdiğinde kendisine verilen ağır, gümüş
ve siyah renkli bir Jericho tabancasıydı. Ronen ağır tabancayı
elinde tarttı ve içinden yükselen ateşi hissetmemezlik edemedi.
Bu geçen on beş yılda silahlar vücudunun birer uzantısı hali
ne gelmişti: Ordu tarafından verilmiş M 1 6'sını teslim ettikten
sonra zarif Baretta'dan ayrılmak da ona zor gelmişti ama sonra
çabucak Glock 1 7' nin etkili, neredeyse çirkin gelenekselliğine
alışmıştı. Ama kayıt ilanlarında bahsedilen "birbirine sıkı sı
kıya bağlı Mossad ailesi"ne girdiğinde sahip olduğu umutları
sembolize eden bu Jericho, en kalpten bağlı olduğuydu. Bu,
o aileden ayrılışının bu kadar soğuk ve nihai göründüğü bu
gün bile böyleydi. Ronen dolabın çekmecesinden içi dokuz
milimetrelik kurşunla dolu gümüş gri bir şarjör çıkardı. Geri
planda hila Milken'i duyabiliyordu:
"Dahası, çok da riske girmeden şunu iddia ediyorum ki
Mossad' ın Amman, Beyrut ve yine yakın tarihte Avusturya'daki
başarısız işleri olmasaydı bugünkü saldırı gerçekleşmeyebilirdi."
Canı cehenneme. Ronen hantal hantal oturma odasına yü
rüyüp koltuktaki yerine oturdu ve silahını okşadı. Çok kuru,
diye düşündü; ruhsatını yenilediğinde gittiği atış poligonun
dan beri ona dokunmamıştı ve o zaman sürdüğü ince yağ ta
bakası neredeyse yok olmuştu. Şarjörü yerine taktı.
Milken yüzünde yarım bir gülümsemeyle sağındaki haber
spikerine döndü: "Belki Mossad'ın Ürdünlü, İngiliz, Fransız
ı ı ss
ya da Avusturyalı benzerlerinden işi onların yerine yapmasını
istemesi yerinde olur."
Bu, Ronen'in, iyi rating getiren ve üstleri tarafından kı
nanmayan dizginlenemez ahlaksızlığına, anlamakta zorlandığı
dengesiz kaynaklarına, yeri geldiğinde övgüde bulunmakta
gösterdiği gönülsüzlüğe ve hatta bu son kibirli, sinik demeci
ne rağmen söylediği her şey gerçeğin bir zerresini barındırdı
ğından Milken'e cehenneme gitmesi için küfretmek zorunda
kaldığı üçüncü seferdi.
Gerçeğin bir zerresi bir yorumcunun ihtiyacı olan tek şey-
di. Ne kadar kısmi ve şüpheli olursa olsun gerçeğin bir zer
resiyle kuşanmak, profesyonellikten tamamen yoksun olunca
çarpıtılmış bir tablo çizmeyi mümkün kılıyor ve bununla ga
yet güzel yaşanabiliyordu. Ama benim işimde sadece yüzde
yüzlük başarı geçerlidir, diye düşündü hüzünle, daha azı değil.
Ronen silahın namlusunu yere doğrulttu ve horozunu kal
dırdı. Ağır kızak yataktaki bir damla yağın üzerinde geriye
doğru kaydı. Ronen parmaklarını gevşetti ve ateşleme meka
nizması şarjörün en üstündeki mermiyi alıp namluya sürerek
eski yerine döndü. Kurulu horoz Ronen'in başparmağının ta
banına sürtüyordu.
Milken kameraya gülümseyerek cümlesini tamamladı:
"Sonuçlar çok daha iyi olabilirdi, bundan çok eminim."
Beyrut'taki o lanet olasıca son seferin aksine şimdi tabanca
Ronen'in eline rahat, doğru, dengeli geliyordu. Yavaşça nam
luyu kaldırdı.
• 1 90
3
1 1 92
Sharon ve Leslie kapıya arkaları dönük oturuyorlardı. Ön
lerindeki masaya ve odanın uzun duvarları boyunca karşılıklı
duran yataklarına onlarca fotoğraf yayılmıştı.
''Ah, geldiğin iyi oldu, bizim bazı kararları vermemize yar
dım edebilirsin," dedi Sharon. "Tekli çekimler panoramalar
dan daha iyi ama istihbarat amiri panoramaları seviyor."
"Siz sahaya ilk kez çıkmadan önce hangisinin elinize geç
mesini tercih ederdiniz onu düşünüp ona göre karar verin,"
dedi Gadi. "Ve bu abartılı çalışkanlığın sebebi nedir bu arada?"
"Raporumuz bu öğleden sonra başka bir ekibin brifingin
de kullanılacakmış," diye cevap verdi Leslie. "Söylesene, James
Bond' a da her seyahatinden sonra rapor yazdırıyorlar mıydı?"
Ofisine geri dönerken Gadi, küçük spor salonundan geç
ti. Mecalin mecale değme sesi içeri bakmasına sebep oldu; iki
ekip üyesi ağırlık kaldırıyorlardı. Gadi onlara saatini işaret etti.
Saat cam olarak sekizdi ve bugün daha sonra yapacakları ma
nevraların hazırlıkları ile ilgili bir brifinge katılmaları gereki
yordu. Ekibe atanan İstihbarat Amiri Moshe şimdiden elinde
haritalar ve brifing dosyalarıyla bekliyordu. Katılımcılar teker
teker coplanmaya başladı.
• ı 94
bir şey söylemeden haklı olduğunu hissetti.
"Ve . . ."
"Ve evet, oraya geri döndüğünü düşünüyorum," dedi Naa
mah Gadi'nin cümlesini tamamlayarak.
"Oraya mı?" Gadi yanılıyor olmayı umuyordu.
"Neden bahsettiğimi biliyorsun, telefonda daha fazlasını
söyleyemem. Evet, geçen sene bitiremediği işi bitirmek üzere
geri gitti."
Gadi doğru sözcükleri bulamıyordu. Terlemeye başlamıştı,
gömleğini çıkarttı.
"Herhangi bir şey söyledi mi, ima etti mi?"
"Gadi, bu evde onunla ben yaşıyorum, sen değil," diye sö
zünü kesti Naamah. "Sadece biliyorum."
"Bekle, oraya geliyorum."
Gadi telefonu kapadı ve diyafona bastı. Bu içgüdüle
rin mantıksal analizlerden daha önemli olduğu durumlar
dan biri olsa da onaya ihtiyacı vardı. Afula'dan sonra Genel
Merkez'de yapılan tartışmalarda Gadi de Ebu Halid hakkın
da bir şey yapılması gerektiğini düşünmüş, Ebu Halid'in ye
niden baş hedef olarak belirlenmesini talep etmişti. Ne var ki
bunun olmayacağını, Afula'nın bombalanmasından hemen
sonra Ebu Halid'in Hizbullah'ın genel merkezinde üst po
litik bir pozisyona atandığını ve isminin listeden tamamen
çıkarıldığını öğrenmişti.
Gadi araştırmacı moddan aktif moda geçti. Doron yurtdı
şındaydı ve kaybedilecek bir an bile yoktu.
"Tamar, lütfen bana mümkün olduğu kadar çabuk Mos
sad Başkanı'yla bir toplantı ayarla. Bir saat içinde demek is
tiyorum."
"Doron yurtdışında olduğundan bu zor olacaktır. Yeni Baş
kan birim şeflerinin Genel Merkez personeliyle yapılan bütün
toplantılara katılması konusunda ısrar ediyor."
"Ona acil bir durum olduğunu söyle,'' dedi Gadi. "Ben
Naamah'ın evine gidiyorum ve sonra onun ofisine çıkacağım.
Hillel' e hemen odama gelmesini söyle."
Gadi' nin idari asistanlarından biri olan Hillel kapının eşi
ğinde belirdi. Tamar merakla omzunun üzerinden bakıyordu.
Gadi bu noktada gereksiz bilgi yaymak istemiyor ama Hillel' e
verdiği talimatların meseleyi açık edeceğini biliyordu.
"Hillel, lütfen Ronen'in herhangi bir belgesi kayıp mı diye
bakıp Ben Gurion Havalimanı'ndan Ronen'in ismini kulla
nan birinin çıkış yapıp yapmadığını Şin Bet'ten doğrulatabilir
misin?" Bu, İsrail milli güvenlik servisi Şin Bec'in yurtdışın
daki dengi Mossad'a düzenli olarak sunduğu bir hizmetti.
"Dün sabahtan başlayarak Ben Gurion'dan kalkan bütün
uçuşlarda gerçek adı Ronen Dolev'i ve kullandığı diğer bütün
adları kontrol edin."
Ayağa kalktı, motosiklet ceketini kaptı ve Tamar ve Hillel'in
yanından geçerken "Sonuçlar için beni cep telefonumdan ara.
Ve bundan kimseye bahsetme," dedi.
• ı 96
"Evet. Ama endişelenmeye dün gece başladım. Son zaman
larda saatlerce ortadan kayboluyordu ama geceleri mutlaka
geri gelirdi."
"Peki Beyrut'a gittiğini neden düşünüyorsun?"
"Çünkü orada takıldı. Bir sene boyunca o olaydan başka
hiçbir şey düşünmedi."
"Sana bu konuda herhangi bir şey söyledi mi?"
"Söylemesine gerek yoktu. Olan biten açıktı. Zaten son
zamanlarda pek konuşmuyorduk," dedi Naamah, gözlerini
indirerek.
Gadi duraksadı, sonra ellerini Naamah'ın omuzlarına koy
du ve gözlerine baktı.
"Naamonet, beni iyi dinle. Onu gözaltına almaları için
Lübnan' a bir ekip gönderilmesini önereceğim."
"Gözaltına almak mı?" Naamah kendini onun ellerinden
kurtardı.
"Harekete geçmesini engellemeleri ve eve getirmeleri için.
Diğer türlü korkunç bir felaket olacak."
Naamah ona arkasını döndü. Bu muhtemelen yapılması
gereken şeydi ama Gadi ve adamlarının Ronen'i yakalamak
için yola çıkmaları fikri onu rahatsız etti.
"Bu, Ronen'e karşı değil onu korumak için yapılacak. Eğer
gerçekten Ebu Halid'i öldürmek amacıyla yola çıktıysa başını
ne tip bir belaya sokacak biliyor musun? Sadece kendi başını
değil, bütün ülkeyi de. Eğer başarılı olursa Celile üzerine Kat
yuşa füzeleri atmaya başlarlar. Ve Tanrı korusun onu orada
yakalarlarsa. . .
"
• ı 98
tarafında olduğu için memnundu. En azından Naamah onun
tarafındaydı. Böyle olmak ona yakışıyordu ve Gadi'de onu ve
Ronen'i karmaşadan çekip çıkarma isteği doğuruyordu. Ken
dini içinde bulduğu -Gadi'nin onu içine soktuğu- durum
baş edemeyeceği bir durumken elinden gelen her şeyi yapan
Ronen de, geçen yılını yaralı, sarsılmış hastasını iyileştirmeye
adayan ve ne nefretinin ne sevgisinin onu görevinden alıkoy
masına izin vermeyen Naamah da bunu hak etmiyorlardı.
"Doğru," diye cevap verdi dalgın dalgın. "Şimdi çözülmesi
mümkün değil. Ve Lübnan'a gidersem bu senin için de olacak."
Gadi döndü ve kapıya doğru yürüdü; Naamah olduğu yer
de kaldı. Doğru olduğunu biliyordu, kendisi için de olacak
tı; Ronen için, devlet için ve Gadi'nin kendisi için de. Onun
ne kadar işkence içinde olduğunu, bu yeni problemi çözmek
için sadece zorunluluk değil aynı zamanda arzu hissettiğini
görüyordu. Ama ona karşı hissettiği sevecenlik diğer hisleriyle,
özellikle de o anda büyük bir tehlike altında olabilecek olan
Ronen için hissettiği korkuyla kıyaslanamazdı.
Sevdiklerini tehlikeye atmadan nasıl Ronen'i sağ salim eve
getirebileceklerini tahayyül edemiyordu. Kendini kazananın
olmadığı, sadece çok kaybedenlerin ve daha az kaybedenle
rin bulunduğu, sadece daha çok suçlu ve daha az suçlunun
bulunduğu bir karışıklığın içine hapsolmuş bulmuştu. Ve şu
an ne hissetmesi gerekiyordu? Kocasını evine getirecekleri için
minnettarlık mı?
"Sadece size teşekkür etmemi beklemeyin," dedi.
1 1 100
açık olan ne söyleyeyim. Eğer onu oradan çıkarmazsan ben
böylece, olduğum gibi oraya girer ve ona söylemem gerekeni
söylerim," dedi.
Avigur seçeneği olmayan bir insan edasıyla omuzlarını
silkti. Gadi'nin yaşlarında olmasına rağmen Gadi'nin aslında
kokteyl partisi olan bir toplantıya deri ceketi ve motosiklet
kaskıyla girmesi düşüncesi onun için katlanılmazdı. "Yeniden
deneyeceğim," diyerek iç geçirdi ve resepsiyon salonuna doğru
döndü. Kapıyı açtığında Gadi etrafı ellerinde kokteyl kadehle
ri olan takım elbiseli adamlarla çevrili, üzeri sandviç ve kekler
le dolu uzun bir masanın farkına vardı. Kapı kapandı ve mutlu
seslerin izleri arkasında kayboldu.
Sarah Gadi'ye doğru eğildi. "Eskiden olsa böyle bekletil
mezdin," diye fısıldadı.
"Sadece ben mi yoksa Operasyon'daki herkes mi?"
"Ben Operasyon'daki herkesten korktuğunu düşünüyorum
gerçekten," dedi gülümseyerek.
"Zaman değişti," dedi Gadi yeni Mossad Başkanı'nın sesini
taklit ederek.
Avigur resepsiyon salonundan çıktı ve Gadi'ye Başkan'ın
ofisine doğru kendisini takip etmesini işaret etti.
"Sanırım bu, wr kullanmanın hala işe yaradığını kanıtlı
yor," dedi Gadi Sarah'ya gülümseyerek. Daphna'dan ofisini
aramasını istedi. Hillel ve Tamar'ın araştırmalarında acele et
melerini istiyordu.
103 1 1
Mossad'ın Avrupa ofisinin başı olarak görev yaptığı dönem
den tanıdığı İtalyan gizli servisinden insanları kokteyle davet
etmişti. Ama daha onların eşliğinin tadına varamadan Avigur
onu Gadi ile acil bir toplantı için dışarı çağırdı.
Mossad Başkanı odaya sabırsızlık havası içinde girdi. Kol
tuğunun arkasına yaslanarak kısılmış gözlerle Gadi'yi dinledi.
Gadi, adamın bir askerden çok bir profesörünkine benzeyen
yüzünü, gevşek bedenini, pahalı takım elbisesinin saklayama
dığı ufak göbek çıkıntısını süzdü ve masasına bırakmak üzere
olduğu şey için üzüldü.
Gadi, Mossad'ı, etraftaki en karışık ve en duyarlı teşkilat
lardan birini yönetmenin nasıl bir şey olabileceğini düşündü.
Araştırma ve organizasyon kabiliyetleri ya da diğer organizas
yonlarla iyi ilişkiler kurma becerisi karmaşık görevleri yönet
mekten daha az önemli değildi. Yine de bir ajan olarak geniş
tecrübe sahibi olmayan birinin ne anlattığı durumu ne de bu
durumdan çıkış seçeneklerini anlayabileceğini düşünmeden
edemiyordu. Beni tanımıyor, diye düşündü, hakkımda çok az
şey biliyor ve söyleyeceklerime gereken önemi veremez.
Gadi sözünü bitirdikten sonra Beaufort duyduklarına
inanmayı reddederek duraksadı. Ona saçmalık gibi geliyordu.
Doron burada olsaydı sapla samanı çoktan birbirinden ayırır
dı, diye düşündü. "Söylesene," dedi, "senin içine doğan şey
le ilgili benim ne yapmam gerekiyor? Başbakan'ı arayıp ona
adamlarımdan birinin yetkisi olmadan Ebu Halid'i öldürmek
üzere yola çıkmış olabileceğini ama bundan çok da emin ol
madığımı söylemem mi? Sadece içine öyle doğduğu için, öyle
mi?" Şikayet olarak başlayan şey saldırıya dönmüştü.
"Bu sadece içime doğan bir his değil," dedi Gadi sakin
sakin, "ben Ronen'i de karısı Naamah'ı da neredeyse on yıldır
tanıyorum. Karısı Ronen'den önce benim ajanlarımdandı. O
Ronen'in orada olduğundan emin ve ona güvenebileceğimi
biliyorum."
Başkan Gadi'yi şaşırttı. "Evet, onu duydum ve bana çok
• ı 104
sağlıklı bir durum gibi geldiğini söyleyemeyeceğim. Her
halükarda," diye devam etti, "ha.la sadece tahmin sınırlarında.
Yanılıyorsam beni düzelt ama Ronen'in Ebu Halid'i öldürmek
üzere yola çıktığına ilişkin gerçek bir bilgi sahibi değiliz."
"Ronen hakkını kendi eliyle alması olası tipte biri. Hayatı
kendi kurallarına göre yaşar. Ve şimdi kovuluşundan dolayı
bütün sisteme çok öfkeli ..."
"İstifa etti!" dedi Başkan sözünü keserek. "Kovulmadı, is
tifa etti. Sana operasyonel olmayan iş tekliflerini reddettiğini
hatırlatırım."
"Ronen' e göre hepsi bir. Eğer bırakıp giderse insanların
mutlu olacağını düşünmeye sevk edildi." Kısa bir duraksa
madan sonra ekledi: ''Aynı benim, insanlar artık terfimle ilgili
konuşmaktan kaçındığı ve yerime gelecek kişi arkamda sıraya
girdiği için günlerimin sayılı olduğunu düşünmeye sevk edil
mem gibi. Ama tartışmaya geldiğimiz konu bu değil."
"Gerçekten tartışmaya geldiğimiz konu bu değil,'' dedi Baş
karı çabucak, kalkacakmış gibi sandalyesini geriye çekerek.
"Dolayısıyla beni şimdi kariyerinle meşgul etme."
"Hayır, ama eğer Ronen'i durdurmak için bir şey yapmaz
sak Mossad'ın ve İsrail Devleti'nin kendini içinde bulacağı
felaketle ilgili seni meşgul etmek durumundayım." Gadi se
sindeki tırmanmakta olan öfkeyi hissedebiliyordu.
"Lübnan'da yapacağımız herhangi bir operasyon sadece
daha büyük bir rezalet anlamına geliyorken tam olarak ne ya
pacaksın?"
Gadi Beaufort' un sesindeki gerçek çaresizliği hissetti. O
anda anladı ki Beaufon'u Ronen'i yakalamak için bir ekip
göndermeye ikna etme ihtimali, Lübnan'da devamlı varlık
gösteren başka bir ülkenin gizli servisinden yararlanması ih
timali gibi sıfırdı.
"Onu ben durdurabilirim,'' dedi, "Ebu Halid'i bulmak için
nereye gideceğini biliyorum. Eğer yanıma bir ya da iki adam
daha almama izin verirsen bugün yola çıkabilir ve onu Ebu
ıos ıı
Halid'e ulaşmadan yakalayabiliriz. En kötü ihtimalle onu za
rarsız hale getiririz."
"Kulağa gerçekten sevimli geliyor. Mossad ajanları
Beyrut'un Şii mahallesinin kalbindeki Ebu Halid'in evinin
önünde kavga ediyor. Beyrut'u biraz biliyorum, lütfen senar
yoyu tamamlamama izin ver: Korumaların dikkatini çekiyor,
birkaçını vuruyor ve birkaç saniye içinde ortaya çıkan onlarca
sı tarafından vuruluyorsunuz. Sana tanıdık geliyor mu?"
Gadi gözlerini indirdi. Mossad Başkanı'nın öfkesi aşikardı
ve büyük oranda da haklı olduğunu itiraf etmesi gerekiyordu.
Gadi sessiz kaldı ve Beaufort devam etti: "Ya da aynı oranda
korkunç şekilde Hizbullah sizi rehin alır. Sence İsrail Devleti
üç vatandaşının daha rehin alınmasını kaldırabilir mi?"
Gadi bir kelime bile etmedi.
"Hala gideceği yere ulaştığına dair olumlu bir teyit almadın
değil mi?"
"Evet, sadece dün Paris' e gittiğinin teyidini aldım."
Başkan ayağa kalktı. Birbirinden beter çeşitli olasılıklar ça
bucak zihninden geçti. Ve yine de Gadi'nin haklı olmama
sı ihtimali, iyi bir ihtimal vardı. Doron'un fikrini duymaya,
çeşitli olasılıkların kendisine düzenli bir şekilde sunulmasına
ihtiyacı vardı. Tek bir adamın varsayımlarına dayanarak hızlı
bir karar vermesi mümkün değildi.
"Paris'ten insan her yere uçabilir," dedi Beaufort. "Beyrut'a
giren yolcular listesinde olduğunu onaylar onaylamaz bana
haber ver. Bu arada Doron' a bilgi vermeni ve Planlama ve İs
tihbarat ekibini de olaya dahil etmeni istiyorum. Doron' a beni
aramasını ve görüşlerini bildirmesini söyle. Uygun olabilecek
planlar üzerinde çalışmaya başlayın."
Mossad Başkanı gitmek üzere arkasını döndü.
"Cevap süresini kısaltacak bir seçenek daha var," dedi Gadi,
Beaufort'un tekrar kendisine yönelmesini sağlayarak, "birim
de işleri başlatabilir ve sonra Avrupa'ya gidebilirim, böylelikle
harekete geçmeye karar verirseniz birkaç saat içinde, hatta bu
• ı 106
gece orada olabilirim."
Beaufort koltuğuna geri döndü ve Gadi'nin sözlerini de
ğerlendirdi.
"Söylediğin mantıklı ama planlama aşamasında nasıl bulu
nacaksın?"
"Doron'la iyi anlaşır, aynı doğrultuda düşünürüz. En kötü
ihtimalle arkadan gelecek olan ekip üyeleri bana detayları bil
dirir."
"Tamam, aktarma için Avrupa'ya gitmeni onaylıyorum
ama önce buradaki planlama sürecini başlat. Doron' a haber
ver. Sen burada olmayacaksan Doron'un planlama için gelme
si gerekir."
Ayağa kalktı ve aceleyle odayı terk etti. Gadi kafası karış
mış, oturduğu yerde kalakaldı. Bir sürü şey yurtdışında bulu
nan Doron' a ulaşabilmesine, ona şifreli olarak olabildiğince
çok detay vermesine, onun da kendisiyle aynı hislere sahip ol
masına bağlıydı. Aynı zamanda geçen her an Beyrut'taki teh
likeyi ağırlaştırıyordu. Gadi durumun şimdiden Mossad'daki
üst kademedekilerin çözüm bulmak için ellerinden geleni
yapmalarını gerektirecek kadar ağır olduğunu düşünüyordu
ama onun yerine kendisi "planlama sürecini başlatmak" üzere
gönderiliyordu.
Tüm yük onun omuzlarına yüklenmişti. Gadi öfkeyle san
dalyesinden kalktı ve odadan çıktı. Çıkış yolunda Avigur'un
yanından geçerken "Söylesene, burada kararların kendi başını
kurtarma politikası doğrultusunda verilmediği olur mu? Du
rumun ciddiyetine göre gerçek kararların verildiği? Ya da, bu
da gerçek kararları sahadaki bizlere bırakmak için başka bir
fırsat mı?" dedi. Resepsiyon bankosundan ceketini ve kaskını
aldı ve geride üç şaşırmış insan bırakarak aşağıdaki Operasyon
Birimi'ne aceleyle indi.
•ı 108
iki ya da üç gün sürecekti. Halbuki hemen yarın ya da en geç
ondan sonraki gün Ronen Ebu Halid'i öldürebilir ya da bunu
yapmaya çalışırken yakalanabilirdi.
Gadi uçuş ve aktarma listelerini kontrol etti. Dön saat
ten az bir süre içinde kalkacak olan Roma uçuşu onun o gece
Beyrut' a aktarma yapabileceği son uçuştu. Herhangi bir ge
cikme varışını bir tam gün ötelerdi. Geriye tek bir çıkar yol
kalıyordu: Sadece o Ronen'i yakalayabilirdi ve bunu ancak
hemen yola çıkarsa yapabilirdi. Aldığı şahsi risk çok büyüktü
ama bunu herkesten önce ve en çok Ronen'e, sonra da olay
ların akışından etkilenen herkese -isim isim kim olduklarını
saymak için durmadı- borçlu olduğunu hissediyordu.
Eli kendi bölümündeki istihbarat amirlerinden birini ve
Arye de yardımcılarından birini ön planlamaya başlamaları
için tahsis etti. Gadi büroyu Doron' a daha detaylı bir bil
gi iletmek için kullandı: Aktarma için Roma'ya gidiyorum.
Planlama süreci devam ediyor. Acilen seni bekliyorum, he
men Beaufort' u ara. Genel merkezdeki hiç kimse o zamana
kadar Gadi'nin Beyrut'a gitmek üzere karar verdiğini bilmi
yordu. Onay alırsa problem yoktu ama almazsa döndüğünde
yankılarıyla uğraşacaktı.
***
1 1 1 10
dolaşırken Gadi tüfeğinin dipçiğiyle kaktüsü yarıp geçerek
herkesi hayrete düşürmüştü. Gadi, planlandığı gibi düz bir ro
tayı takip etmeleri gerektiğini ve eğer etrafını dolaşırlarsa aynı
çizgide kalamayabileceklerini söylemişti. Tam olarak bahsedi
len noktaya, Celile'deki bir Arap köyünün girişinde bulunan
dar koruluktaki belli bir zeytin ağacına ulaşmayı başaran sa
dece o olmuştu. Herkes takdir ederek gülmüştü ve Helena bu
küçük hikayenin Gadi'nin karakterinin bir yönünün, onun
doğruluğunun, ciddiyetinin, işi kestirme yoldan halletmeyi
reddedişinin mükemmel bir örneği olduğunu biliyordu. Ama
bu, zaten Gadi ona bir süre kur yaptıktan ve kendisi hakkında
daha fazla şeyi, karakterinin Helena'nın başkalarıyla paylaş
maktan nefret ettiği yönlerini, adanmış, düşkün aşkını, yumu
şaklığını, sadece onun için sakladığı aptallıklarını ve kahkaha
sını göstermesinden sonraydı.
Helena onun şimdi kendisine vermek istediği öpücüğün
yumuşak bir aşk öpücüğü olduğunu biliyordu ama gözlerin
deki bakış şimdiden dikenli bir kaktüs çitin içinden geçen
Gadi'ye aitti. Helena' nın kafasından karmaşık düşünceler ge
çiyordu: Onu nasıl durdurabilirdi? Onun oradan ayrılmasını
ne engelleyebilirdi? Kelimeler öne gelişigüzel atılıyordu. İzin
almadan ve yardım olmadan gidemezsin. Neden sen, neden
her şeyi kendi omuzlarında olduğunu hissediyorsun? Sen
Mossad Başkanı'na söyledin, şimdi iş onun elinde, riskleri bi
liyor. Eğer verilen karar hiçbir şey yapmamaksa bu mantıklı.
Gadi gülümsedi. Helena karşısında İsrail doğumlu biri gibi
konuşuyordu: Sen ona söyledin, artık onun elinde. Aynı po
zisyonda olsalar bu arkadaşlarının birçoğuna kafi gelirdi. Ve
tam olarak bu onlarla kendisi arasında neredeyse aşılamaz bir
mesafe yaratıyordu. Shalgi'nin söylediği şey neydi? Sorumlu
luk burada durur. Sorumluluğu daha fazla başkasına aktarma
yacak ve üstlerini de artık suçlamayacaktı.
"Ronen benim şahsi sorumluluğum," diye cevap verdi Gadi
usulca Helena' nın narin parfüm bulutunun içinde karşılık
ııı ı•
bulamayan dudaklarını onunkinden ayırırken. "Onun atıldığı
gibi ben de atılabilirdim. Dolayısıyla şimdi kendi başını, hepi
mizin başını çok kötü bir belaya soktuğuna göre onu ve hepi
mizi ben bu beladan çıkarmalıyım."
Helena' nın kafa karışıklığını ancak o zaman anlayabildi.
Helena yıllardır başarısızca Gadi'nin işini kapının dışında bı
rakabileceği bir yuva kurmaya çalışmıştı. Küçük ortak yerleşim
yerindeki komşularının çoğu Mossad ve diğer güvenlik teşki
latları çalışanları olsa da Helena onların eşleriyle ilişki kurma
mıştı. Ekip kültüründen çok uzaktı, kocasının geçmişiyle ilgili
bilmesi gerekenleri, Naamah dahil biliyordu ama bu bilgi hiç
bir zaman tam bir tablo oluşturmuyordu; kafasındaki yapboz
hiç tamamlanmıyor ve eksik parçalar onu rahatsız ediyordu.
Helena Gadi'nin izin verilmese de bu delice yolculuğa çıka
cağını ve bunun muhtemelen en tehlikeli yolculuğu olacağını
biliyordu -yalnız başına, belki yardım olmadan- iki hasma
karşı: Ronen ve çevredekiler. Naamah'ın bu kararda etkili ol
duğu Helena için çok açıktı; ne de olsa Gadi onu evinde ziya
ret etmişti, o da tabii ki ondan kocasını kurtarmasını istemişti
ve Gadi tam da kendi hayatını riske atmaya hazır cinsten bir
şövalyeydi. Helena ayrılış anlarını karartmamak için herhangi
bir şey söylemekten geri durabilirdi ama çoğunlukla yaptığı
gibi içinde tutmak yerine meseleleri masaya yatırırsa Gadi'nin
aklının başına gelebileceğini düşündü.
"Onu mu, Naamah'ı mı koruyorsun?"
Gadi bir an geri çekildi, sonra bir araya getirebildiği olanca
şefkatiyle "Bu d� nereden çıktı, Iloush?" dedi.
"Bunu kendin göremiyor musun? Eğer bu hikayeyi başka
bir kadından duysan bu kadar hızlı harekete geçer miydin?"
Gadi buna açık bir cevap vermesi gerektiğini biliyor
du. Helena' nın şu anki sıkıntısı çok derinden geliyordu ve
Gadi'nin bunu geri kalan kısa zamanda bulup yok etmesi
mümkün değildi. Tekrar Helena'ya karşı duyduğu sevgi ve şef
katin içini sardığını hissetti.
1 1 1 12
"Naamah bu tür şeyleri uydurmaz. Onu bundan emin ola
bilecek kadar tanıyorum."
"Çok iyi," diye geveledi Helena yıllar içinde artan, en gizli
yere, derinliklere saklamayı becerdiğini, hatta belki de kocası
nın aşkı sayesinde silindiğini düşündüğü acılıkla.
Gadi yataktan kalkıp dolaba yöneldi. Bir kravat aldı ve
bağlamaya başladı. Naamah'la uzun süre önce sona eren, geç
mişte kaldığını söylediği ilişkisini tekrar tekrar anlatmanın an
lamı yoktu. Ama yine de şüpheler devam ediyordu. Helena
da ayağa kalkarak onu şaşırttı, dolabın diğer kapağına gitti ve
Gadi' nin üzerindeki pantolona uygun ceketi çıkarttı
"Bu delilik, başka bir açıklamam yok," dedi Helena sür
mekte olan sessizliği bozarak. "Bana sana gelenin Naamah
olmadığını, senden gitmeni istemediğini mi söylemek istiyor
sun?" İçinde Naamah'ı kullanarak Gadi'nin gidişini engelleme
isteği ile endişesini ve hissettiği aşağılanmayı vurgulama isteği
birbirine karışmıştı.
Gadi ona doğru bir adım atıp ona sarıldı. "Beni aradı ve
olanları anlattı. Oraya gitme ihtimalimi hiç düşünmedi."
Bu, aslına bakılır�a Helena'ya doğru göründü. Bu tip _delice
bir fikir ancak Gadi'nin ya hep ya hiççi beyninden çıkabilir
di. Gadi' nin kendisine sarılmasına izin verdi, hareket etmedi.
Sonra kollarından ayrıldı ve Gadi'nin ceketi elinde aşağı indi.
1 1 3 11
"Onlar kıçlarını kaldırana kadar çok geç olacak. Ve eğer
Roma uçağına atlayıp bu gece Beyrut' a bağlantı uçuşunu ya
kalamazsam çok geç kalabilirim."
"İkiniz de kendinizi bir tür Hizbulah zindanında bulacak
sınız. O tabii ki seni de kendisiyle beraber cehenneme götür
mek istiyor. Senden nefret ediyor olmalı."
"Beni görünce oyunun bittiğini anlayacağına inanıyorum.
İntihar etmek için orada değil," dedi Gadi, son zamanlarda ne
kadar kötüleştiği ve orada tam olarak hangi Ronen'in karşısına
çıkacağı hakkında gerçekten hiçbir fikri olmadığını düşünür
ken Helena kadar kendini de ikna etmek için.
"Orada başına bir şey gelse kimsenin haberi olmayacak.
Sadece bir trafik kazası olsa bile. Ve buradaki hiç kimse sana
yardım edemeyecek."
Gadi, diğer Mossad ajanlarının karıları gibi Helena'nın da
her şeye gücü yeten Mossad'ın herhangi bir talihsizlikten on
ları kurtarmaya geleceği inancıyla yaşadığını biliyordu. Sahte
pasaportunun sadece ilk intibada işe yaradığını, dili sürçecek
ya da biri onu kontrol etmeye kalkacak olsa güvenecek hiç
bir şeyinin olmadığını, kendi başına tamamladığı her görevde
hissettiği yalnızlık hissini hayal bile edemezdi. Ninjitsu'da dör
düncü dan olmasının Beyrut'un ya da Tahran'ın orta yerinde
ona hiç yardımı dokunmazdı; kimse onu Hizbullah'ın ya da
Devrim Muhafızları'nm mahzenlerinden kurtaramazdı. "Gö
revde olup da Kazakistan'da bir kaza geçirsem de kimsenin ha
beri olmaz," dedi Gadi. Saatine baktı ve kapıya doğru yöneldi.
"En azından çocukların eve gelmesini bekleyemez misin?
Onlarla vedalaşmadan ülkeyi terk ettiğin hemen hiç olmadı."
İkisi de Helena'nın daha önce hiç kullanmadığı bir silahı
kullandığını biliyorlardı. Gadi iki küçük çocuğu için deli olu
yordu. Bir Arap ülkesinden Avrupa'ya varıp evi aradığında te
lefonu Ami ya da Ruth açarsa gözlerinden yaşların süzüldüğü
nü Helena bile bilmiyordu. Ama geç saatte eve geldiği birçok
gece henüz uyumamış olmaları ümidiyle odalarına koştuğunu
•ı 1 14
biliyordu. Başını onların küçük uyuyan bedenlerine yaslar ve
dışarı çıktığında Helena'ya gözleri nemlenmiş gibi gelir, bu da
Helena'nın gözlerinin dolmasına sebep olurdu. Yine de ikisi
de onu gitmekten hiçbir şeyin alıkoyamayacağını biliyorlardı.
Gadi tekrar saatine bakıp üzüntüyle kafasını hayır anla
mında salladı.
"Eğer Tanrı korusun başına bir şey gelirse seni hiçbir za
man affetmeyecekler," dedi Helena, "ben de öyle."
Gadi boş fincanını tezgaha koydu, gidip Helena'ya sarıldı.
"İşimden nefret et ama benden etme, Iloush."
Bu onun Gadi'siydi: aşk ifadeleri, gönül alan sözleri ve uz
laşmaz inadıyla. Tüm bunlar bir paket halinde geliyordu.
"En azından bana Genel Merkez'le konuşacağına ve Roma'da
bu konu hakkında biraz daha düşüneceğine dair söz ver."
"Söz veriyorum," dedi Gadi.
"Ceketini buruşturuyorsun," dedi Helena gözyaşlarının
arasından gülerek.
"Bu son, söz veriyorum."
"Ya evet, aynı çocuklar gibi," dedi omzunun üzerinden.
"Son seferden sonra, en son sefer ve sonra en en son sefer ve
sonra . . . Kaç yıldır bana bunu, yakında yalnızca benim olaca
ğını söylüyorsun?"
Gadi, onun bayıldığı aksanının etkisiyle eriyerek daha sıkı
sarıldı ve Helena yarı gülme yarı ağlama denebilecek bir ses
çıkardı.
Gadi, Piazza Barberini'deki otelinin önünde bulunan
ankesörlü bir telefondan söz verdiği gibi -aslında zaten ara
yacaktı- Genel Merkez'i aradı. Planları da yeniden gözden
geçirdi. Ama tahmin ettiği gibi ofiste işler ağır akıyordu: Do
ron İsrail' e dönmek üzere uçuyordu, varışını takiben gece geç
saatte bir toplantı yapılacaktı. İstihbarat Bölüm Müdürü Eli
Gadi'ye Doron'un "histerik durum değerlendirmesi" netice
sinde geri çağırılmasına oldukça kızdığını ve kendisinin biri
min gerçek savaş protokolüne geçileceğine inanmakta zorlan
dığını söyledi. "Eğer genel direktör bir şeyleri değiştirmezse,"
dedi Gadi'ye, "hiç kimse yapabileceğinin minimumundan
fazla bir şey yapmayacak."
Hiç kimse o gece Beyrut' a devam etmesi için izin vermeye
cekti ve bunun yarın gerçekleşmesi de çok zayıf bir ihtimaldi.
Gadi şimdi Beyrut'a uçmanın Mossad' ın idaresine ve kuralla
rına alenen karşı gelmek demek olacağını biliyordu. İleri bir
adım daha atmak için bir operasyonel avantaj var olsa da bu
kesinlikle tamamen kitaba uygun yapılmayan, başarısı resmi
1 11 1 1
bir ödüle, başarısızlığı ise kovulmaya ya da hapse neden olan
bir operasyon değildi; bu, nereden bakılırsa bakılsın kazanı
lacak hiçbir şeyin olmadığı bir operasyondu. Yine de bir şans
vermesi gerekiyordu. Gadi, hayatında ilk kez hiçbir kuralın,
hazırlığın, destek kuvvetin olmadığı bir göreve, başarılı olması
halinde bile başarısızlık kokacak bir göreve gidiyordu.
***
1 19 1 1
Güneye doğru döndü. Yalnızca birkaç dakika sonra ana
caddenin sıkışıklığını geride bırakmıştı; Ebu Halid'in mahal
lesi henüz uyanmamıştı ve barikattaki uykulu görevliler ona
neredeyse hiç dikkat etmedi. Ebu Halid'inkine çıkan, kolonlar
üzerinde üç kadı evlerin bulunduğu bu tanıdık mahalledeki
dar sokakta çok az trafik vardı.
Gadi hareketlerini dikkatli planlamıştı. Ebu Halid'in evi
soldan beşinci evdi. Ebu Halid ofisine giderken evinden sağa
doğru dönecekti. Eğer Ronen pusuya yatmış onu bekliyorsa
kesinlikle soldaki ilk dört evden birinde, korumanın görüş
alanı dışında saklanıyor olacaktı.
Gadi yavaşlayıp ağır ağır ilerlemeye devam etti. Başını ha
reket ettirmeden gözleriyle sağı solu taradı. Sokak boyunca,
bahçelerin içinde, evlerin altında binalar boyunca park edil
miş çok fazla araba vardı. Ebu Halid'in evinin oradaki nöbetçi
kulübesine yaklaşıyordu.
Soldan üçüncü evin altındaki park alanında kiralık bir
araba gibi görünen bir araç gözüne çarptı ve anlık bir kararla
kendi arabasını kenara, eğer kulübesinde kalırsa nöbetçinin
kendisini göremeyeceği bir yere çekti.
Gadi arabadan çıkmadan önce binaya baktı. Tüm veranda
pencereleri kapalıydı. Park alanına birkaç metrelik mesafeyi
yürüdü ve uzun adımlarla birçok aracın arasına park edilmiş
olan kiralık BMW'ye doğru ilerledi. Başta araba boş gibi gö
rünüyordu ama sonra karşılaşacaklarını bilerek bakışlarını
başka tarafa çeviren Ronen doğruldu.
Gadi derin derin iç geçirdi, BMW' nin yolcu tarafına geçti,
kapıyı açıp oturdu. ''Arabayı çalıştırıp hareket et," dedi.
Ronen tam karşıya bakıyor, yüzündeki tek bir kas bile ha
reket etmiyordu. Sonra yavaşça, başını çevirmeden, "Araba
dan çık ve buradan uzaklaş. Senin buna karışmanı istemiyo
rum," dedi.
"Her şeyden önce buradan ikimizin de çekip gitmesi gere
kiyor. Ondan sonra konuşacağız."
•ı 120
Ronen, elleri direksiyon simidinde karşıya bakmaya devam
etti. "Seninle hiçbir şeyi tartışmaya niyetim yok. Çok geç ol
madan arabadan çık ve buradan uzaklaş."
Gadi, "Çok geç değil," diyerek söze başladı ama sonra
Ronen'in çenesinin gerildiğini gördü ve bir anda gizli umu
du -onu orada görmenin Ronen'i hemen kendine getireceği
umudu- yıkılmıştı. Ronen burada astı değildi, ona ve bütün
sisteme karşı nefretle doluydu ve kesinlikle otoritesini kabul
etmeyecekti. Şu anda onu sakinleştirmek ve acele hareket et
memesini sağlamak Gadi' nin işiydi. Ve bir B Planı vardı ki o da
Ronen'e operasyon ekibinin Beyrut' a gelmek üzere olduğunu
söylemekti. Gadi Ronen' e Ebu Halid'e uyarı gönderildiğini de
söyleyebilirdi ama o zaman Ronen'in kendini bütün sistemle
savaşıyormuş gibi algılaması olasıydı ve Gadi onu herhangi bir
şeye ikna etme şansını kaybederdi. Gadi başka bir plan seçti.
Sesini yumuşattı:
"Eğer şimdi burayı yavaşça terk edersek kimse burada ol
duğumuzu bilmeyecek. Henüz hiç kimse benim burada oldu
ğumu bilmiyor, sözüme güvenebilirsin."
Ronen Mossad'ın buna karışıp kendisini engellemeye çalı
şacağından şüphelenmesine rağmen hareket etme hızları kar
şısında hayret düşmüştü.
Başını yavaşça Gadi'ye doğru çevirdi. "Senin sözün uzun
zamandır bana bir şey ifade etmiyor. Yine de bu işe karışman
çok kötü oldu," dedi Gadi'yi şaşırtarak. "Çık dışarı. Hem bu
raya nasıl geldin? Burada olduğumu nereden biliyordun?"
Ancak o zaman Gadi Ronen'in etrafında olan biten her
şeyden ne kadar kopuk olduğunu fark etti. Evet, Naamah'ın
Beyrut'a gittiğini tahmin edeceğini ve Mossad'la bu kadar
çabuk bağlantı kuracağını ya da uluslararası havayollarının
yolcu listelerine ulaşmak konusunda bu kadar usta oldukları
nı bilemezdi ama onun yerini tespit edebilmiş olmalarına şa
şırması da neydi? Ronen, nasıl elde edildiklerini hiç sorgula
maksızın istihbarat raporlarına güvenen, emniyetli ve eksiksiz
1 21 ı•
olduklarına inanan tipte ajanlardandı. Daha az masum, daha
şüpheci, her bir parça bilgi için istihbarat memurunu sıkıştı
ran diğer tipte ajanlar da vardı. İstihbarat memuru da ajanlara
sadece görevi yerine getirmek için gerekli olduğu kadar bilgi
verildiğinden kıvırmaya çalışırdı. Hedefin çocukları hakkın
da detaylı bilgi elde etmek için bir okulun bilgisayarına giril
miş olması, yerel bir ajanın hedefin evine seyyar satıcı olarak
gönderilmesi, bir hava fotoğrafından hedefin aracının detay
larının belirlenmesi ya da başka bir ajanın önceki gözetleme
görevinden hedefin ofisine geçmesi onları ilgilendirmezdi.
Ronen'in dış görünüşündeki serdiği ile saRığı arasındaki
çelişki hiç bu kadar belirgin olmamıştı. Gadi, onun sorusuna
cevap verip Naamah'tan bahsetmenin, ona şimdi yalan söyle
mek kadar yanlış olacağını anladı. Soruyu görmezden gelmeye
karar verdi. Gadi kendini gergin ve kararlı hissediyordu ama
yumuşak yumuşak konuşmaya devam etti:
"Ronen, bunu bir düşün. Bu sadece seninle ilgili değil.
Mossad'ı olduğu kadar bütün ülkeyi karmaşaya sürüklüyor
sun. Beni de öyle."
"Ben her şeyi düşündüm," diye cevap verdi Ronen, yüz ifa
desi perdelenmiş olarak, "ve başka hiç kimseyi düşünmek gibi
bir niyetim yok, tıpkı kimsenin beni düşünmediği gibi."
İkna ve anlayış da işe yaramayacak, diye düşündü Gadi. "Ro
nen, kendini kontrol et. Aklı başında biri gibi konuşmuyorsun."
Bir an için Ronen'in fersiz ifadesinde bir şey parladı ve ba
şını tekrar önüne çevirdi.
"Belki de artık aklım başımda değildir," dedi düşünceli dü
şünceli, "bir deli deli olduğunu bilir mi dersin?" diye sordu
tekrar Gadi'ye dönerek.
Gadi' nin ona takıldığını düşüneceğini biliyordu ama niyeti
kesinlikle bu değildi. Aylar boyunca Naamah eğer yardım almaz
sa sonunun kötü olacağını söylemişti. Birimin psikoloğu Benny
iki kez evlerine gelmiş ama Ronen onunla görüşmeyi reddetmiş
ti. Kendi kendine bunalımda olmaya hakkım var, diye düşün-
•ı 122
müştü: Diğer ajanlar kendilerinin Mossad için büyük bir felake
te, en büyüğüne, yıllarca konuşulacak bir şeye neden olduklarını
söyleyemezlerdi; diğer ajanlar bir soruşturma komisyonu tarafın
dan töhmet altında bırakılıp ekipten atılrnamışa.
"Belki deli olduğumu bilirsem bu benim normal olduğu
mu kanıtlar?" diye cevap beklemeden Gadi'ye sordu. "Delir
mek için oldukça iyi nedenlerim olduğunu kabul edelim,"
dedi ve sustu.
Ne kadar da aptalım, diye kendi kendine küfretti Gadi.
İstemeden Ronen'in kanayan yarasına parmak basmıştı.
Ronen'in deli olduğunu nasıl ima edebilmişti? Durumu bir an
önce normalleştirmesi gerekiyordu.
"Deli bir adam diğerine 'Hadi delirelim,' demiş, diğeri de
cevap vermiş: 'Delirdin mi?"' diyerek Gadi elini Ronen'in om
zuna koydu ve Ronen küçük bir kahkaha attı.
Birden donakaldılar. Otoparkın diğer tarafında biri belir
mişti. Adam arabasına bindi ve motoru çalıştırdı. Çıkışa giden
yol arabalarının yanından geçiyordu. Ronen ve Gadi birbirle
rine baktılar. Aralarındaki huzursuzluk dağıldı; o anda sadece
karar anında bulunan iki deneyimli ajandılar. Gadi öne eğildi
ve Ronen de başını Gadi' nin sırtına yasladı. Arabanın geçişini
duydular ama Ronen başını kaldırmak için biraz bekledi, dışa
rıyı kolladı ve doğruldu. Gadi de aynı şekilde davrandı.
"Ronen, burada kalamayız. Az sonra başka bir komşu dışa
rı çıkacak ve benim kadar sen de çok iyi biliyorsun ki buralar
daki iki adamdan biri Hizbullah üyesi."
"Öyleyse git!" diye cevap verdi Ronen öfkeyle. "Benden
ne istiyorsun? O aşağılık herif hila insanları havaya uçuruyor,
ben de onu öldüreceğim!"
"Her şeyden önce ilk olarak sana son durumu bildireyim.
İdari bir göreve terfi ettirildi. Ve ikinci olarak, bu şekilde ger
çekten İsrail' e yardım ettiğini mi düşünüyorsun?"
Ronen ağzını kapalı tutup Gadi'ye bakmaktan kaçındı. Ora
yı terk etmek gibi bir niyeti yoktu. Gadi öfkesinin yükseldiğini
123 1 1
hissetti; Ronen'i evine geri götürebileceğinden bu kadar emin
olduğu için kendine Ronen'den daha fazla kızıyordu.
"Gerçekten beyinsizin tekisin. Gerçekten kararlısın, öyle
mi? Karar verdin ve öyle olacak. Seni vazgeçirmenin yolu yok,
ha? Tamam, dinle o zaman Yalnız Kovboy. Oyun bitti. Ne ya
pacağımı iyice dinle."
Gadi kafasında küçük bir sesin iyi düşün, dediğini duydu.
İyi düşün. Bu, İsrail sokaklarındaki iki kızgın şoför arasında
geçen bir kavga ya da ekipte yapılan bir liderlik talimi değildi.
Bu, bir operasyondu, gerçek olan bir şeydi. Daha önce bir kez
daha buradaydın ve yetersiz planlama yapıldığı için başarısız
oldun. Ve yine burada aynı hataları yapıyorsun. Doğaçlama
yapmanın, içinden geldiği gibi davranmanın hiç zamanı değil.
Daha da ötesi, bu küçük sokaktan bir aşağı bir yukarı insanlar
ve araçlar geçmeye başlıyor ve en ufak bir kıvılcım bütün alanı
yangın yerine döndürebilir.
Ama bu küçük ses zayıftı. Gadi kumar oynamaya karar ver
di. Sadece hemen önlerindeki, Ronen'in tek yönlü amacının
peşindeyken göremediği tehlikeyi görebiliyordu. Her an bir şey
olabilir, kendilerini bir kez daha kızgın bir çete tarafından kuşa
tılmış bulabilirlerdi. Ronen'i oradan çıkarması gerekiyordu.
"Ben Ebu Halid'in binasında bulunan kulübedeki nöbet
çiye gidiyorum," dedi Ronen'in kendisine inanma ihtimalinin
ne kadar olduğunu düşünmeden. "Ona şüpheli birinin bu
otoparkta olduğunu söyleyeceğim. Onun buraya gelmesi ve
güvenlik kuvvetlerinin bölgeyi kapatması birkaç saniye alır.
İstediğin bu mu? İşleri herkes için berbat etmene izin vereme
yeceğimi anlamıyor musun?"
Neredeyse tamamen Ronen'in kontrolünde olan bir du
rum yarattığını biliyordu. Tabii ki arabada kalabilirdi ama o
zaman bütün kartlar Ronen'in elinde olacaktı.
Kısa bir sessizlikten sonra Ronen hor gören bir tavırla ona
baktı ve "Öyleyse durma. Git. Beyinsiz olmaktan bahsedene
de bakın. Durma git," dedi.
1 1 124
Gözleri öfkeyle birbirlerine kilitlendi. Ronen planını sonu
na kadar uygulamaya hazırdı ve eğer sinirleri dayanırsa bütün
dikkatleri üzerinde toplayacaktı. Ama sonra onun gözlerinde
ki inançsızlık pırıltısını gördü; Ronen kendisine inanmıyordu.
Nöbetçinin karışmasını göze aldığından değildi, Gadi'nin nö
betçiyi işin içine karıştıracağına, ekibin altın kuralı olan diğe
rinin yanında durma ilkesini çiğneyeceğine inanmamasından
dı. Rahatça kaçabilecek olsan da kafanı tekrar aslanın ağzına
sokup arkadaşını kurtarırdın.
Gadi bu kuralı, şu anda bulundukları yerden çok uzak ol
mayan bir noktada, bir yıl önce ispatlamıştı. John ve Ronen
kaçmaya çalışırken arabalarına açılan yaylım ateşi sonucun
da ikisi de vurulmuş, John direksiyonu yana kırınca araba bir
engele çarpıp durmuştu. Sokağın karşı tarafında yüzü Ebu
Halid'in ofisine dönük arabasının yanında ayakta durarak
operasyonu seyretmekte olan Gadi, arabasına adadığı gibi
karşı şeritte ters yönden gelen arabaların arasına dalmış, kur
şunlardan delik deşik olmuş aracın etrafına toplanmaya başla
mış linç etmeye hazır onlarca seyirciyi dağıtmıştı. Havaya ateş
ederek Ronen ve John'u kendi arabasına çekmiş, gaz pedalına
basıp hızla oradan uzaklaşmıştı.
Şimdi de o kuralı çiğneyeceğini ilan ediyor ve Ronen ona
inanmıyordu. Gadi'nin onu ihbar etmeyeceğini, hala kodlara ve
kurallara inandığını biliyordu. Güvenini test etmem için önüm
de otuz saniyelik bir yürüyüş var, diye düşündü Gadi. Eğer onun
güveni kazanırsa benim kumarım başarısız olmuş olacak. Gadi
sağa sola baktı. Etrafta kimse yoktu. Önünde bir fırsat penceresi
açılmıştı. Kapıyı açıp dışarı çıktı ve sokağa doğru yürüdü.
***
ıı ı ıs
gerginlikle, kavşaklardaki polisleri ve askerleri inceleyerek ve
dikiz aynalarından bir devriyenin bir anda arkalarında belirip
belirmeyeceğine bakarak arabayı kullanıyordu. Arada sırada
yanında kamburunu çıkarmış, hayata küsmüş, içine kapanık
oturan Ronen' e göz atıyordu. Ebu Halid' in komşularıyla ya
şadıkları sahnenin bir sonucu olarak Ronen'in halka açık bir
yerde kendini tutacağını umuyordu ve bu yüzden tam olarak
öyle bir yere doğru ilerledi.
Şehrin kuzey ucunda, yat limanının yanındaki restoran
kompleksi başta önlerindeki bir saati geçirmek için mükem
mel bir yer gibi göründü ama buruşmuş ve kirli kıyafetleriy
le Ronen'e bakınca Gadi oraya gidemeyeceklerine ikna oldu.
Bulundukları sahil yolundan çok uzak olmayan, batı mahal
lesinin kalbinde, genelde işçilerin gittiği büyük bir restoran
aklına geldi. Orada daha az dikkat çekerlerdi, dolayısıyla Gadi
arabayı bir tepeye tırmanan, garajlar, depolar ve inşaat malze
meleri satan düklcinlarla dolu bir yan yola soktu. Ronen eski
haline geri dönmeye başlıyordu: daha dik oturdu, geçtikleri
yerlere dikkat etti. Gadi restoranı yüz metre geçip büyük bir
mağazanın önüne park etti.
Ronen'in hila sabahki olaylar yüzünden kafası karışıktı;
sessiz kalıp Gadi neye karar verirse onu yapmak ona uyuyor
du. O da operasyonel açıdan arabayı bırakıp geçici bir sığınak
bulmaları gerektiğini düşünüyordu. Ronen üzerindeki tozu,
kiri temizlemek için silkelenmeye başladı ve arabadan çıkmak
üzere arkasını dönünce Gadi de elleriyle kibarca onun sırtı
na yapışanları fırçaladı. Ronen Gadi'nin işini bitirmesi için
oturduğu yerden kalkmadan bekledi. Kısa bir süre için yine
Gadi' nin disiplinli, güvenilir astı olmuştu.
1 1 130
yarım saat sonra alabilirsiniz."
Ertesi gün nöbetçilerden birinin vardiyası bitip ötekininki
başlarken arada geçen zamanda geri dönme niyetiyle hızlı bir
ayrılış düzenleyebilirdi ama Genel Merkez ona geri dönmesi
için asla izin vermezdi. Neden gece bekçisi erken gelmişti ki?
Yarın gece de erken gelmeyeceğinden nasıl emin olabilirlerdi?
Ofiste arkalarında bir delil bırakmışlar mıydı?
Şirket arşivinin akustik asma tavanını destekleyen kiri
şe kafa kafaya uzanmışlardı. Gadi, Ronen'in boylu boyunca
yatan vücudundan gelen kokuyu hatırlayabiliyordu. Hemen
altlarında çalışanların gelip gittiğini görebiliyorlardı.
Ertesi gece Danny gündüz bekçisinin gittiğini ve binanın
boş olduğunu rapor etmişti. Bu sefer malzemeleri fotoğraf
lama ve bilgisayardan dosya kopyalama işlerini gece bekçisi
gelmeden bitirmişler, tuvalet penceresinden pissu oluğuna,
oradan bodruma ve oradan da John'un arabasına ulaşmışlardı.
Ülkelerine dönünce operasyon sonrası soruşturmada ver
diği karar her açıdan değerlendirilmişti ama başarılı olundu
ğunda tartışma olmazdı. Eskiden, ''Aptalca olan şey işe yarasa
da aptalcadır," denirdi ama son zamanlarda her şey sonucuyla
değerlendiriliyor gibi görünüyordu.
Garson Gadi'nin kahvaltısını getirdi.
"Dalga geçiyor olmalısın. Ne bekliyordun, John'un adamı
ezmesini mi?" dedi garson gittikten sonra.
"O zaman istediğim tam olarak buydu," diye cevap verdi
Ronen. Kısa bir duraksamadan sonra ekledi: "Sen ve Leslie
tünelden kaçtıktan sonra ne yaptım zannediyorsun?"
"Ben operasyon sonrası soruşturmada sıra dışı bir şey ko
nuşulduğunu hatırlamıyorum," dedi Gadi.
"Tabii ki. Rapor edecek kadar deli miyim zannediyorsun?
Kurallara uygun oynasaydım şu an burada olmazdın."
"Deme!" dedi Gadi gülümseyerek.
Ronen kurallara göre oynamış olsa Gadi'nin orada, Beyrut'ta
olmayacağını anlamıştı.
131 ,.
"Öyle demek istemedim. Burada., yaşayanların arasında de
mek istiyorum. İki polis sizi takip etmeye başlamıştı. Silahları
nı çekip ateş etmek üzere oldukları bence çok açıktı. O yüzden
arabayı geri geri kaldırımın üzerine çıkardım. Onlarla tünel
arasındaki mesafe hemen hemen bir araba genişliği kadardı.
Başka seçenek olmadığına karar verdim, onların yolunu kese
cek ve gerekirse onları ezecektim."
"Ve . . . ?" Ronen susunca Gadi kafasını tabaktan kaldırdı.
"Ne demek 've'? Arkaya doğru atlayıp silahlarının kabza
sıyla pencerelere vurdular, ben biraz olay yarattım ve arabayı
çektiğimde siz diğer tarafta gözden kaybolmuştunuz. Benim
arkamdan kenarda beklemem için bağırdılar ama sizin peşi
nizden koşmaya devam ettiler. Ben de doğal olarak oradan
uzaklaştım."
"Şey, ilk olarak, gecikmiş bir teşekkür etmek istiyorum,"
dedi Gadi. "İkincisi, problem tam olarak bu. Sen kurallar
senin için yapılmadı zannediyorsun." Gadi, garson kahveleri
yenilemek için sürahi ile yaklaşmakta olduğundan Ronen'e
konuşmamasını işaret etti.
"Kurallar onları koyanlar içindir, bu şekilde bize zarar verip
kendi kıçlarını kurtarabilirler," dedi sonunda Ronen.
"Senin derdin ne?" dedi Gadi kızgın kızgın. "Bir Hizbullah
militanına zarar vermekle bir Arjantinliye ya da Pakistanlı bir
polise zarar vermek arasındaki farkı göremiyor musun? Onlar
bize ne yaptı?"
"Bize zarar vermeye çalışan herkesle bir problemim var, bu
insan bir polis olup kötü talihi yüzünden yanlış zamanda yan
lış yerde bulunsa bile. Sen de benim kadar iyi biliyorsun ki o
tavanda birimiz gaz çıkarsa hayatımızın geri kalanı boyunca
John o nöbetçiyi ezmedi diye ağlayabilirdik."
"Eğer Yankol'un ekibi onları tutuklamaya gelen Avustur
yalı polisi vursaydı Mossad nasıl görünürdü? Bunu kolaylıkla
yapabilirlerdi, biliyorsun."
"Kesinlikle. Bu da kuralın ne kadar aptalca olduğunu
1 1 132
gösteriyor. Sabah birisi adamı bodrumda baygın halde bu
lurdu ve kimse de kimin yaptığını bilmezdi." Ronen'in sesi
yükseliyordu.
"Dinle, Beyrut'un operasyon sonrası soruşturmasında or
taya çıkmadı ama," diye devam etti, "John beni Ebu Halid'in
ofisinden aldıktan sonra ve ben nereden çıktıkları belli olma
yan iki polisi vurmayıp onlar bize ateş açınca engele çarptık ve
tüm o insanlar etrafımıza toplanmaya başladılar. Otuz saniye
içinde neredeyse yüz kişi toplanmıştı ve Ebu Halid'in bağır
dığını ve bütün o karışıklığı görünce bir şeyler döndüğünü
anladılar. Gözlerinde cinayet vardı, bunu görebiliyordum. Si
lah hila elimdeydi ve onlardan biri kapıyı açtığında namluyu
hızla suratına vurdum. Oradan sağ çıkmak istiyorsam, birkaç
surat dağıtmak zorunda olduğumu biliyordum ama sonra
birden silah sesleri geldi ve herkes durup geriye çekildi. Ne
olup bittiğini bilmiyordum, sonra sen geldin ve beni kendi
arabana çektin. Eğer gelmeseydin kesinlikle onlara ateş etmek
durumunda kalacaktım, gerçekten sadece sıradan vatandaşlar
olsalar bile. Beni linç etmek isteyen vatandaşlar," diye ekledi.
"Şimdi ne zaman sol tarafıma yatsam o iki lanet olası polise
ateş etmediğim için kendime küfrediyorum."
Ateş etmeliydin, diye düşündü Gadi, ama Ebu Halid'e
susturucuyla, o iki polise değil. Her şey plana göre ilerlerdi.
Ama şimdi bunu konuşmanın sırası değildi. Gadi kelimele
rini özenle seçerek, "Umarım söylediğin şeyde ciddi değilsin
dir," dedi yavaşça. "Havaya birkaç el ateş yeterliydi. Güvenle
kaçmak için sıradan insanları vurmaya gerek yoktu. Çok fazla
KGB filmi seyretmişsin."
"İşte mesele bu, sen ve patronların hiçbir şey öğrenmemiş
siniz," diye cevap verdi Ronen. "Kirli işler yapıp temiz kalabi
leceğinizi zannediyorsunuz. Kafanı kullan, öyle olmuyor. Pis
lik üzerine yapışır ve kötü kokar. Ama biz, beyaz gömlekleri
olan temizlik işçileriyiz. Bu meslekte sevecenliğe yer olmadığı
nı o tamamen aptal, kendini beğenmiş teşkilata göstermenin
1 33 1 1
zamanı geldi. Kibar, küçük evet efendimcilere yer yok."
"Sakin ol," dedi Gadi kendilerini izleyen garsonu fark
edince.
"Hemen yönetimin tarafını tutuyorsun," diye devam etti
Ronen. "Ya biz? Senin o 'masum' kuralların elimi kolumu bağ
larken tehlikeli noktalardan nasıl güvenle kaçacağım?"
"Şimdi de yönetimin tarafında mı olduğumu zannediyor
sun?" diye sordu Gadi. "Senin buradan sağ salim çıkmanı sağ
lamak için burada olduğumu göremiyor musun?"
Ronen gözlerini indirdi, mahcup olmuştu. Kahvesini yu
dumladı ve birden kalkıp arabanın anahtarlarını alarak telaşla
restoranı terk etti.
Gadi ayağa kalktı ve aceleyle garsonu çağırdı. Garson ise
hiç acele etmedi. Gadi cüzdanını çıkarıp içinden yirmi dolar
aldı ve yaklaşmakta olan garsona doğru sallayarak, "Bu yeterli
mi?" diye sordu.
Kahvaltısı ve Ronen'in kahvesi bu tutarın yarısından biraz
fazla var yoktu ama Gadi üstünü bekleyemezdi. Garson ne
düşünürse düşünsün.
Garson memnuniyetle gülümsedi. Gadi parayı masaya bı
raktı ve Ronen'in arkasından hızla çıktı. Kapıya ulaştığında
BMW'nin tepenin ardına doğru kaybolmakta olduğunu gördü.
1 1 134
5
1 35 1 1
Bölge sessizdi. Mondeo'nun izlendiğine ilişkin hiçbir işaret
göremedi. Kulübedeki nöbetçi kayıtsızlık içindeydi, dolayısıy
la Gadi arabayı çalıştırıp uzaklaştı. Barikatta görevliler kuşku
lanmadılar, daha çok gelen araçlarla ilgileniyorlardı. Demek ki
"temiz" di, takip edilmiyordu ama bu, yine de birinin sokak
ta bırakılan kiralık arabanın kimin olduğunu araştırmadığını
göstermezdi. Otelini değiştirme şansı vardı ama bu sadece onu
arayan El Muhaberat memurlarını geciktirmeye yarardı ve otel
değişikliği kendi başına bile şüphe doğu�urdu.
Ronen de aynı şeyleri düşünüyor olmalı, diye düşündü
Gadi, o yüzden otelini değiştirip değiştirmediğini öğrenmek
iyi bir fikir olabilirdi. Gadi Ebu Halid'in ofisinin etrafını ve
daha önceki istihbarat coplama görevinde gittikleri yerleri dik
katle kontrol ederek yavaş yavaş araba kullanmaya devam etti.
Ronen hiçbirinde görünmedi. Ebu Halid'in arabası da öyle.
1 1 136
Mossad'ın Gadi'ye aynı üniversitede yüksek lisans tezini bi
tirmesi için izin verdiği yıl, okumaktı. Ama Helena kendini
Mossad operasyonları ekip lideriyle evlenmiş ve iki küçük
çocuk annesi olarak bulmuştu. Şahsen bir sürü insanı öldür
müş bir adamın kafasından geçenleri anlamaya, şefkatinin
gerçekten şefkat, tatlı sözlerinin gerçekten tatlı, sevgisinin
gerçekten sevgi olduğuna ve derinde bir yerlerde depolanmış
şiddet dolu sırların bir gün ortaya çıkıp her şeyi yıkıp yok
etmeyeceğine inanmaya zorlanmıştı. İsrailli bir kadın bile bu
ikiye bölünmeyi, bir emir ya da kararla katil bölmesine giren
ve arkasından o bölmeyi sımsıkı kapatıp şefkate geçen bir
beyni anlamakta zorlanırdı.
"Aramam bu kadar zaman aldığı için gerçekten üzgünüm,"
dedi Gadi. "Dün gece yolculuğuma devam ettim. Ronen'le
buluşup onunla konuştum ama onu henüz ikna edemedim."
Gadi meseleyi gerçekte olduğundan daha olumlu yansıt
tığını biliyordu ama Helena'nın korkularını yatıştırmak ve
diğerlerine rahatlatıcı bir mesaj göndermek onun için önem
liydi. Ronen'le ilk irtibatı kurmuşken ve onunla tekrar yakın
laşmaya başlamak üzereyken kimsenin tuhaf fikirler öne sür
mesini istemiyordu.
"Tanrım, daha önce hiç bu kadar gerilmemiştim. Sabahki
ilk dersimi iptal ettim. Senden haber almadan evden ayrılama
dım. Sonra bunun zaman alabileceğini anlayıp okula gittim.
Ama aklım evde kaldı."
Gadi güldü. "Sabah erken onunla birlikteydim, o yüzden
daha önce arayamadım. Aslında, aramak bile tam olarak ku
rallara uygun değil."
"Şikayet etmiyorum, sadece çok endişelendim. Olayların
nasıl gelişeceğini bilmiyordum. Öğrencilerim de beni öldü
rürdü, biliyorum, çünkü ikinci ders Chaucer üzerine sınav ol
dular. Sanırım okula gitmemin tek sebebi buydu."
"Ben evden uzaktayken gecelerini böyle mi geçiriyorsun?
Canterbury Hikayeleri ile?"
1 37 1 1
"Keşke şu anda kafam bunu yapacak kadar yerinde olsay
dı," dedi Helena iç geçirerek. Gadi bu iç çekişte onun kendisi
ne duyduğu tılsımlı, masum aşkı hissediyordu. Sadece kendi
siyle ilgili her şey karmaşıktı, yarısı karanlıktaydı. Bu açıdan o
ve Naamah ruh ikiziydiler, tek kelime söylemeden birbirlerine
Gadi ve Helena'nın hiç olamayacağı kadar yakın olabiliyorlar
dı. Helena'ya olan aşkını ise besleyip büyütmek zorundaydı.
"Çocuklar nasıl?"
"Vedalaşmadığın için biraz kızdılar ama ben onlara acil bir
durum olduğunu anlattım. Ve bir şey daha," diye ekledi kısa
süreli bir duraksamadan sonra, "onlara bunun seyahate çık
tığın son sefer olduğunu söyledim. Bunu söylemeli miydim
bilmiyorum ama onları biraz rahatlatmam gerekiyordu."
"Önemli değil," dedi Gadi ses tonun � korumaya çalışarak,
"söz verdiğim şey buydu." Eğer söz konusu düşünceleri ve ni
yeti saç rengi kadar açık ve duru olan Helena olmasaydı, onun
kendisini bağlamaya çalıştığından şüphelenirdi. Ama şimdi
bunu tartışmaya açmanın zamanı değildi. Mesajını iletmek
için bütün nezaketini toplaması gerekiyordu.
"Senden bir şey yapmanı isteyebilir miyim? Biraz . . . hassas
bir konu?"
Helena mırıldanarak kabul etti.
"Doron'u ve Naamah'ı aramanı istiyorum. Onlara burada
olduğumu, Ronen'le buluştuğumu ve konuyla ilgili çalıştığımı
söyle."
"Naamah'ı o aramadı mı?" Helena Naamah'la konuşmak
zorunda kalmaktan kurtulmayı umuyordu.
"Sanmıyorum. Lütfen benim için yap, olur mu?"
Helena ona Doron'u neden kendisinin aramadığını sor
madı. Mossad'la bağlantılı bir numarayı aramanın sorun ola
bileceğini anlamış mıydı? Yoksa Operasyon Birimi ile karşı
karşıya olduğu hassas pozisyonu mu fark etmişti? Orada bir
vatan haini mi, yoksa bir kahraman mı olduğunu bilmesi
nin bir yolu yoktu. Ama biriyle diğeri arasındaki mesafenin
1 1 138
Genel Merkez'in yoğun, hararetli atmosferinde hemen he
men hiç olduğunu biliyordu. Onu nasıl gördüklerini ölçme
den ona kesin olarak İsrail' e dönme emri verebilecek olan
Doron'la bir telefon konuşması yapma riskine giremezdi.
Beyrut'tan Roma'ya devam etmek için onay alınması gerekti
ğini "anlamamak" bir şeydi, emirlere karşı gelmek tamamen
başka bir şey.
Telefon görüşmeleri Gadi'ye göre bulunduğu şartlarda ka
bul edilebilir süreyi şimdiden aşmıştı. Helena anne babasına
bir şey söylemesi gerekip gerekmediğini bilmek istiyordu; bir
an düşündükten sonra onlara selamını iletmesini ama bu se
yahatin diğerlerinden farklı olduğunu öğrenmelerine izin ver
memesini söyledi.
Gadi etrafına baktı, şüpheli bir şey görmedi ve arabası
na bindi. Şimdiye kadar anne babasını nasıl düşünmemişti?
O gittiğinde ne kadar acı çektiklerini biliyordu; hiçbir şey
onları bir seyahatten sonra sağ salim evden aradığı zamanki
kadar mutlu etmiyordu. Onları hiç yurcdışından aramamış
tı, bu mümkün olduğunda bile. Bunun kötü örnek olacağını
düşünmüştü, selamlarını Helena aracılığıyla almaya ist�kliy
diler. Bu, onları Helena'ya yakınlaştırmanın bir başka yoluy
du. Başlarda, oğullarını kendi buzlar ülkesine götürecek bu
Kuzey Avrupalı periden şüphelenmişlerdi. Ancak sonraları,
yurtdışında geçirdiği zamanların niteliği onlar için belirgin
leştikçe annesi belki Danimarka'da sessiz sakin oturmanın
onun için daha iyi olacağını, o ve ağabeyi paraşütçü oldu
ğundan beri geçirdiği endişe dolu yılların kendisine yettiği
ni söylemişti. Gadi endişenin yanında azımsanmayacak bir
gururun olduğunu biliyordu, özellikle babası için. Babası
bunu onlar için ya da daha doğrusu onlar yüzünden yaptığını
biliyordu. Sovyet dönemi ve Alman işgali sırasındaki kişisel
tarihleri yüzünden. Onları Filistin' e getiren büyük hayal za
man içinde gerçekleşebilsin diye.
Bu, aynı zamanda Rus Dili ve Edebiyatı üzerine yaptığı
yüksek lisans tezini bırakmasının da nedeniydi. Mossad ge
lip bunun sadece tek bir görev olacağına söz vermişti. Rusça
bilgisi yüzünden kendisi dışında koca İsrail Devleti'nde başka
hiç kimse yapamazdı. İşin tadına varmıştı ve oltaya yakalandı;
birden İsrail'in Bağımsızlık Savaşı'nın daha tamamlanmadığı
nı gösceren, cerörist saldırı dalgalarının yinelendiği ve Müslü
man ülkelerin konvansiyonel olmayan silahlar gelişcirdiği bir
zamanda yaptığı çalışmalar ona bir lüks gibi göründü.
Birkaç dakika daha direksiyon salladıktan sonra Gadi takip
edilmediğinden emin oldu ve bir başka telefon kulübesinin
önünde durdu. Bay Jesse Smith'in otelden çıkış yaptığını öğ
rendiğine şaşırmadı. Şimdi Gadi tekrar otelleri aramaya başla
madan önce bir ya da iki saat beklemek zorundaydı.
***
• ı 140
vermek durumundaydı. İçeri girip kimse söylemeden kapıyı
arkasından kapadı.
"Rapor etmem gereken iki şey var," dedi bir yığın kağıda
meşgul Başkan' ın karşısındaki sandalyeye otururken.
"Umarım kötü haberler ve iyi haberlerdir." Her zamanki
gibi Beaufort'un gelişmiş alaycı zekası iş başındaydı.
"Orta karar kötü haberler ve korkunç haberler," dedi Do-
ron, Başkan'ı duymak üzere olduklarına hazırlayarak.
"Kötü haberle başla."
"Gadi dün gece Beyrut'a ulaşmış."
Başkan'ın gözleri kısıldı. "Onu orada bulacağımızı hisset
miştim, senin şu Rambo'n . . . Korkunç haberler de Ronen'le
işbirliği yapmış olması mı?"
" Hayır, hayır,'' dedi Doron, bu fikir karşısında dehşete ka
pılarak. "O yüzden 'orta karar kötü' dedim. Şimdi Gadi'nin
karısıyla konuştum. Ronen'i alıkoymak için gittiği açık ve
başarılı olacağına ilişkin bir umut da var. Karısı, Gadi'nin
Ronen'le buluştuğunu ve 'bu konuda çalıştığını' söyledi."
"Ne demek 'bu konuda çalışıyor'? Onunla nerede buluş
muş?"
"Hiçbir şey net değil. Karısından bize iletmesini istediği
mesaj bu ve doğru olup olmadığını bile bilemiyorum."
"Ben de bu bilgiye güvenemeyeceğimizi düşünüyorum,"
dedi Beaufort ve bir an düşünmek için duraksadı. "Senin
tarafında bir şeyler bozulmuş Doron, bir çeşit hukuksuzluk
hüküm sürüyor, tüm bunlar bittikten sonra baştan aşağıya
yeniden örgütlemek zorunda kalacağız. Söylesene," diye de
vam etti, "bu bilgiyi elde etmenin bütün bir gün sürmesinin
iyi bir nedeni var mı?"
"Ronen için Paris'ten kalkan bütün uçuşların yolcu listesini
kontrol etmek sorunlu oldu. Gadi içinse, bakmaya sadece bir
kaç saat önce başladık. . . "
"Bir cevap beklemiyordum," diye sözünü kesti Başkan.
''Ama Gadi'nin karısından alman pasif raporlarla tatmin olmuş
141 ı•
değilim. Sence neden kendisi seni doğrudan aramadı?"
"Sadece tahmin edebilirim. Ona derhal geri dönmesini
söyleyeceğimizi biliyor."
"Peki. Konuya gel."
Doron yutkunmaya çalıştı ama ağzı çok kurumuştu. "Gö
rünüşe göre Ronen ekibin eski silah deposuna bir ziyarette bu
lunmuş. Araştırmalarımıza göre bir patlayıcı kayıp."
"Patlayıcı mı!" dedi Beaufort, şaşkınlık içinde. "Ronen ora
ya nasıl girmiş?"
Doron ilk sorusunu kafasını sallayarak onaylayıp aceleyle
ikinci sorusuna cevap verdi: " Kilitlerin şifrelerini biliyordu.
Ve girişte kullandığı manyetik kartı sayesinde kimliğini doğ
rulayabiliyoruz."
"Hila kartı mı var?!"
Doron, "Evet, görünüşe bakılırsa ondan hiç geri almamı
şız. Patlayıcı sadece bir prototipti," dedi, korkunç, umutsuz
açıklamasına devam ederek, "Mühimmat Bölümü test etme
miz için bize gönderdiğinde kullanmamaya karar vermiştik,
dolayısıyla eski depoya koyduk."
"Bu patlayıcı ilgili bilmem gereken özel bir şey ya da bir
problem var mı?"
"İki parçadan oluşuyor, patlayıcının kendisi ve uzun men
zilli operasyon için anteni olan bir alıcı. Ama patlayıcı ve an
ten arasındaki kabloyu bir zaman ayarlayıcıya bağlayan bir çe
şit elektrik devresi var. Böylelikle kablonun bağlantısını kesen
kişi aslında saati devreye geçiriyor."
"Bir başka deyişle bu, bir çeşit bubi tuzağı."
"Kesinlikle. Zaman ayarlayıcı önceden veya yirmi dört saat
içinde ne zamana ayarlandıysa o zaman patlatabilirdi. Biz bu
nun uzaktan kumandalı bir patlayıcı için iyi bir fikir olmadı
ğına karar verdik ve geliştirilmesini durdurduk."
"Ronen'in onu Beyrut'a sokmuş olması ihtimali nedir?"
"Henüz geliştirme aşamasında olduğumuz için metal ka
pağı takılmamıştı, sadece plastikten yapılma geçici kapağı var.
•ı 142
Dolayısıyla patlayıcı metal dedektöründe fark edilmeyecektir,
ancak polis köpekleri fark edebilir. Geçtiği havalimanlarında
polis köpekleri kullanılmıyor."
"Bu bizi tamamen farklı bir aşamaya getiriyor," dedi Baş
kan bu yeni bilgiyi bir an düşündükten sonra. "Sizin Gadi'yi
göz önüne alarak oluşturduğunuz seçenekler hazır mı?"
Doron onayladı.
"Senin bana sabah erken saatlerde söylediğine bakarsak,
en hızlı seçenek Arap kılığına girerek operasyon yapan ekibi,
Mistaravim'i kullanmak, öyle mi?"
"Evet, Lübnan' a geçerken Avrupa'dan aktarma yapmak ve
benzeri problemleri ortadan kaldırmak istiyorsak öyle. Onla
rı Lübnan' a yerleşik metotlarla, helikopterlerle ya da karadan
götüreceğiz."
"Onların Lübnan evrakları var mı?"
"Evet."
"Ve diğer ekipler kadar yetenekliler değil mi? Adam kaçır
manın üstesinden gelebilirler."
"Diğerleri gibi bir operasyon ekibi onlar da. Birçoğu İSK
ve Şin Bet'teki benzer birimlerde çalıştı."
"Detaylı bir plan hazırla ve tüm ilgili kişilerle birlikte hazır
olur olmaz bana tekrar rapor ver. Ben Dışilişkiler Birimi ile
irtibat kuracağım, sen de birimindeki psikoloğu gelirken bera
berinde getir. Bu ikisinin arasındaki ilişkiyi anlayan birinden
bilgi almak istiyorum ve Gadi ile karısının aracılığı haricinde
görüşemiyor olmamızla ilgili bir şeyler yap. Bunu tamamen
kabul edilemez buluyorum."
Başkan masasının üzerinde duran bir dizi telefona doğru
döndü ve Doron odayı terk etti. Operasyonun bütün kompli
kasyonlarına ve risklerine rağmen Başkan gerçekte ne kadar teh
likeli olduğunu anlamadan sorumluluğu Doron'a vermişti ve
Doron rahatlamış hissediyordu. En azından bir şey yapıyorlardı
ve bir şey yapmak onun uzmanlık alanıydı. Hedefleri, düşman
ları tam olarak kimdi? Bunun hala belirlenmesi gerekiyordu.
143 1 1
Çıkarken Başkan'ın sekreterine diyafondan, "Bana
Başbakan' ı bağlayın," dediğini duydu. "Çok acil."
***
1 1 144
beraber Arnerican Express kartı hemen her zaman olduğu
gibi gerekeni yapmıştı. Kot, tişört giyiyor olmanız ve tıraş
olmamış olmanız önemli değildi. Eşyalarınızın arasında pat
layıcı parçaları olması bile önemli değildi.
Ronen odadaki şık mobilyalara -yeşil kadife kaplı oymalı
koltuklar ve çok büyük bir sayvarılı karyola- hızla göz attı,
sonra az sayıdaki giyeceklerini hızla dolaba ve çekmecelere yer
leştirdi. Oda hizmetçileri o dışarı çıktıktarı kısa bir süre sonra
mutlaka odasına uğrarlardı ve uyanık güvenlik memurlarına
şüpheli bir rapor vermelerini istemiyordu.
Kapının koluna "Rahatsız Etmeyin" kartını astı, kapıyı
kilitledi ve zinciri taktı, sonra patlayıcının eşyalarının arasına
birbirinden ayrı olarak saklanmış arıa parçalarını birleştirme
ye başladı. Parçaları valizinden, el çantasından, paltosundarı
çıkardı, sonra kendini lüks mermer banyoya kilitledi. Muslu
ğu açıp küveti doldurmaya başladı, böylelikle küstah bir otel
çalışanı -her yerde bulunabilecek cinsten- açar açmaz suyun
sesini duyunca daha zincirle karşılaşmadan kapıyı kapatacaktı.
Patlayıcının ana parçalarını bir araya getirmek, onla
rı sarmak ve aletlerle birlikte el çarıtasına yerleştirmek fazla
zamanını almadı. Bu kadar hassas bir işe girişirken uzaktarı
kumandayı üzerinde taşımamak için bir bantla yatağın yarım
da.ki komodinin çekmecelerinden birinin arkasına yapıştırdı.
Koyu renk giysiler ve paltosunu giydikten sonra gitmeye ha
zırdı. Geriye yapılacak küçük bir şey kalmıştı: patlayıcıyı Ebu
Halid'in arabasına yerleştirmek.
Bundan kısa bir süre sonra Ronen arabasını şehir merkezi
ne park etti, yanma el çantasını aldı ve bir taksi çağırdı. Bunun
Mossad'da hiç yapmadıkları bir şey olduğunu düşündü: birta
kım gereçler ve neredeyse hazır bir patlayıcıyla taksiye binmek.
Taksi Ebu Halid'in evinin önünden geçtiğinde hava ne
redeyse kararmıştı. Ama Ronen yine de kulübesinde oturan
nöbetçiyi ve otoparktaki bir Mercedes'i ayırt edebildi. Onun
gerçekten Ebu Halid'in Mercedes'i olmasını umdu; karanlıkta
145 1 1
renginin açık yeşil olup olmadığını söylemek zordu.
Ronen taksiden Ebu Halid'in sokağının arkasındaki sokak
ta indi. Ebu Halid'inkinin arkasındaki binanın bahçesine gir
mesi gerekiyordu, oradan Mercedes' e ulaşacaktı.
Gece daha geç saatlerde, ev sahipleri evlerine girdiğinde ve
nöbetçinin uykusu gelmeye başladığında çalışmaya başlamak
çok daha iyi olurdu ama Ronen daha fazla bekleyemeyeceğini
biliyordu. İki saat içinde Ebu Halid Sheraton' a gitmek üzere
çıkacaktı ve o zamana kadar Ronen otele geri dönmüş, uzak
tan kumandayı kullanmaya hazır durumda olmalıydı.
1 1 146
Ronen gözlerini eğmek wrunda kaldı. Bu görünmez sürücü
nün arabada yaptığı her ne ise bitirmesi için geçen süre Ronen' e
sonsuzmuş gibi geldi. İşinin bu kadar uzun sürmesinin sebebi
neydi? Tuhaf bir şey mi dikkatini çekmişti? Ronen kıpırdamaya
korkuyordu. Ve eğer adam bir şey fark ettiyse ne yapmalıydı?
Ona saldırmalı mı? Anı olsun diye aldığı küçük bir hançer el
çantasında, elinin altındaydı. Ya nöbetçi kulübesinden çıktıysa?
Ya da arabada birden fazla insan varsa? Kaçmalı mıydı? Nereye?
Yakınlarda bir arabası bile yoktu. Ya orada açıkta duran patlayıcı
ne olacaktı? Olduğu gibi bırakmalı mıydı? Bunlar acemilerin,
yeni işe alınanların sorunlarıydı; eğitimden böyle aptalca bir
planlama yüzünden atılabilirdin. Ne düşünüyordu? Gerçekten
istediği için işe yarayacağını mı? Böyle bir operasyon için bütün
bir ekibi görevlendirecek standart operasyon kurallarının gelişi
güzel, mantıkdışı ortaya çıktığını mı?
Motor sustu ve farlar söndü. Ronen'in etrafı sessizlikle çev
relendi. Gözlerini kaldırdı ve kasları gerildi. Her şeye hazır
lıklı olmalıydı. Arabanın kapısı açıldı ve içindeki lamba yanıp
Ronen'e kadar ulaştı. Hareket etme, nefes alma. Sadece gözleri
hareket edip sürücünün arabadan ineceği yöne döndü. Araba
dan bir şeyler çıkarırken adamı bir gölge olarak gördü.
"Bugün geç saate kadar çalıştın ha?" gibi bir şey soran nö
betçinin sesi Ronen'in kanını dondurdu. Nöbetçi kulübesinin
dışında, yakındaydı. Adam doğrulup cevap verdi: "Her za
manki gibi." Arabanın kapısı ha.la açıktı ve ışık üzerinde parla
maya devam ederken birkaç dakika daha sohbet ettiler. Ronen
konuşulanları anlamadı.
Kapı hızla kapandığında Ronen istemdışı irkildi. Araba
alarmının ikili bip sesi farların bir kez daha üzerinde parlama
sına neden oldu ama sürücünün ve nöbetçinin sesleri uzakla
şıyordu ve şimdi Ronen birkaç dakika önce sanki sesi kısılmış
gibi hissettiği kalbinin atışını duyabiliyordu. Birbirleriyle ve
dalaştılar. Adam binaya girdi ve merdiven boşluğunun ışıkları
yandı. Ya nöbetçi?
147 1 1
Ronen çalıların arasından dikkatle baktı. Nöbetçi kulübe
sine giriyordu. İşine geri dönmenin zamanıydı.
Çabucak patlayıcıyı bir araya getirdi ve uzaktan kumanda
olmaksızın patlama tehlikesi olmasa da dikkatle eline aldı. Ça
lıların üzerinden önce bir bacağını, sonra diğerini attı ve eğile
rek Ebu Halid'in arabasına yaklaştı. Cebinden aletleri çıkardı
ve kayarak arabanın altına yattı.
Patlayıcıyı arabanın altına monte etmek çok çabuk ve olay
sız oldu. Ara sıra metal metale çarpınca dondu kaldı ama ona
gang gibi gelen ses kulübesindeki nöbetçiye ulaşmadı bile.
Patlayıcının her iki parçasını yerlerine yanında getirdiği banda
sabitledi ve metal bantlarla güçlendirdi, iki parçayı birleştiren
anten kablosunun sıkı sıkıya bağlı olup olmadığını kontrol
etti ve sonra kayarak arabanın altından çıktı. Durup bir an
etrafı dinledi; görünüşe göre nöbetçi hala kulübesindeydi, çö
melerek çalılara doğru ilerledi, gizlice üstlerinden adadı, boş
kutuları çantasına doldurdu, paltosunu aldı ve sokağa doğru
yöneldi. Sokağın ışığında ne kadar kirlendiğini görünce palto
sunu giydi ve yürümeye devam etti. İki saat sonra Ebu Halid
ve arkadaşları havaya uçacaktı.
1 1 148
banyodan çıktı ve televizyonu açmaya gitti.
Orada, Gadi'yi odanın diğer tarafındaki koltukta rahat ra
hat otururken buldu. Bir an irkildi, sonra bir kahkaha patlattı.
Havluyla ellerini kuruladı ve ışıkları açtı.
"Niye şaşırıyorum ki? Onlarca 'Ebu'yu bulup odalarına gir
diğine göre beni bulmak senin için zor bir şey değil. Yine de
iyi iş başardın, tebrikler. Buraya geleli çok olmadı."
Gadi kendisine sükunetle, "Sen benim için bir 'Ebu' değil
sin Ronen ama evet, teknik aynı," dediğinde Ronen, Gadi'nin
durumdan keyif mi aldığını, yoksa profesyonelce mi davran
dığını anlayamadı.
"Amaç da öyle," dedi Ronen, düşüncesini tamamlayarak.
"Böyle düşünmen gerçekten çok kötü. Senin için burada
yım. Eğer bunu sana açıkça ifade edemediysem çok başarısız
oldum demektir. Ama bedelini ikimiz de ödeyeceğiz."
"Kapı orada," dedi Ronen, koluyla işaret ederek.
Ronen'in tartışmalarını baştan almaya hiç niyeti yoktu.
Gadi'nin savunması öngörülebilir ve kendisi de ne pahası
na olursa olsun bu görevi tamamlamaya niyetli olduğundan
tartışmak onları bir yere götürmezdi. Gadi nasıl böyle bir
oyuncak, bir kukla olabiliyordu? Bir sene önce sadece Ebu
Halid'i vurmayı değil, aynı zamanda bir grup dostuyla be
raber öldürmeyi istiyordu. Talebi geri çevrilmiş, o da bunu
kabul etmişti. Şimdi de görünüşe bakılırsa Mossad onu,
Ronen'i -ilk başta yapılmasını istedikleri şeyi yapacak olan
adamı- yakalamasını istiyordu, dolayısıyla Gadi de doğal
olarak bunu yapacaktı.
Ronen minibara gitti, minik bir şişe viski çıkardı ve iki bar
dağa koydu. Birini Gadi'ye uzatıp karşısına oturdu.
Gadi ikna etmek için çabalamaktan vazgeçmiyordu.
"Diyelim ki hiç kimseyi umursamıyorsun. Diyelim ki her
kes seni aldattı. Ne olmuş? Bir adamı öldürmeye karar verip
bütün bir ulus için işleri karıştırmaya ne hakkın var? Sen ken
dini ne zannediyorsun, Tanrı mı?"
149 11
Ronen viskisini bitirdi ve bir an çenesini kenetleyip son
ra, "Aslında Tanrı olduğumu düşünmüyorum ama kim öyle
düşünüyor biliyor musun? Sizin ona verdiğiniz listeden öl
dürmek istediği insanı seçen Başbakan. Ve tabii bu tip listeler
oluşturmaya cüret eden sizler de. Benim için bunun Araştır
ma Birimi ya da İstihbarat Bölümü ya da Mossad Başkanı
olup olmamasının bir anlamı yok. Ve sen Gadi, sen de bunun
bir parçasısın. Tanrı'nın yardımcısı gibi davranıyorsun: Dün
birini öldürmeye karar verdin ve bugün adamın yeni bir işi
oldu diye onu affediyorsun. Ya da belki de Tanrı gibi her şeyi
bilenlersiniz ve yarın o adam birini öldürecek mi öldürmeye
cek mi biliyorsunuz."
Ronen ayağa kalkıp bardağını sıkıca kavrayarak odada yü
rüdü. Gadi merakla onu inceliyordu. Birden tamamen farklı
bir Ronen olmuştu; ekip üyelerinin yıllarca tartışmaya cesaret
edemeden beraber yaşadıkları şeyler hakkında konuşuyordu.
Her biri kendi vicdan muhasebelerini yapıp genellikle bunu
bastırır, bu konuyla ilgili kesin cevaplar arayan hemen herke
sin silahını bir kenara bırakıp bu işe uygun olmadığını kabul
etmesi gerekeceği için kalplerini koruma zırhlarının arkasında
muhafaza ederlerdi. Bu işi yapmaya devam edebilen çok az
kişi bile her hedef için kendilerini doğrulamak zorunda kala
cak ve hedefi uyarmanın ya da sadece yaralamanın bir seçenek
olmadığına ikna edilmeleri gerekecekti. Ama hiçbir teşkilat
böyle bir davranışa dayanamazdı.
Gadi'nin kendisi de, Sınıflandırma Bölümü'nün kararları
na, bir hedefin gözetlenmesini ya da ajan olarak işe alınma
sını ya da nadiren de olsa öldürülmesini önermenin kimin
işi olduğuna karışmadan edemezdi. Sorular sormuş, mesele
leri netleştirmiş ve her bir hedefin öldürülmesinin gereklili
ği konusunda engel teşkil etmişti. Hedefin "ellerinin kanlı"
olduğundan, saldırı düzenlemeye devam ettiğinden emin
olabilirler miydi? Her bir olasılığı düşünüp elemişler miydi?
"Bürokratik" suikastlardan çok şüpheliydi: Araştırmacılar
1 1 150
uyarılarda bulunmaya mecbur hissediyorlardı, Sınıflandırma
Bölümü bir hedef göstermeleri konusunda yapılan baskıyı his
sediyordu, müdürler çalışanlarına iş yaratmak ve Operasyon
Birimi varlığını haklı çıkarmak istiyordu. Bir ekip komuta
nı ve astlarının sözcüsü olarak sorduğu zor sorular bir şekilde
katlanılırdı ama hakkında başka insanların işlerine burnunu
soktuğu konusunda şikayetler vardı: Araştırmayı yapan insan
lar araştırmayı yapar, hedefleri önerenler hedefleri önerir, ka
rarları verenler kararları verir, operasyonları yapanlar da ope
rasyonları yaparlardı.
Gadi' nin içinde her zaman Ronen'in kendini o koruyucu
zırhın içinde muhafaza edemediğine dair bir his vardı ama
şimdi Ronen çok daha fazlasını söylüyordu.
"Kızıyla aramda elli-altmış santim ya var ya yoktu. O orada
olduğu için görevin iptal olduğunu söylemeni bekledim. Ama
Tanrı teröristlerin çocuklarına acımıyor. Mossad da ve dolayı
sıyla sen de. Ve ben sadece elçiydim. Bu yüzden sakın beni ken
dimi Tanrı zannediyorum diye suçlamaya cüret edeyim deme."
Ronen düşüncelerini bitirmeye gönüllü olmadıysa da ima
ettiği şey açıktı. Bununla beraber operasyon sonrası uzun iç
soruşturmalarda, meslektaşları onu suçladığında bile söyleme
ye cesaret edemediği bir şeyi ortaya koyuyordu.
Gadi bütün o sahneyi tekrar zihninde canlandırdı. Soka
ğın karşısında ayakta duruyordu. John kaçış arabasında, yan
binanın önünde park halindeydi. Ronen binanın girişinde,
merdivenlerin tepesindeydi. Ebu Halid merdivenlerin altında
duran arabasından çıkmış, el sallamış ve merdivenleri çıkma
ya başlamıştı. Ronen ona yaklaşıp silahını çekmişti. Tam o
anda küçük bir kız arabadan atlayıp merdivenlerden yukarı
babasına, "Yabba, Yabba" diyerek koşmuştu. Kızın arabada
olduğunu hiç kimse bilmiyordu. Ebu Halid kıza dönmüş,
birden şaşıran şoför arabadan çıkıp kızın arkasından koşmuş
tu. Ve orada Ronen, uzun susturuculu silahını çekmiş dikili
yor ve ateş etmiyordu.
15 1 ı•
Vur, demişti Gadi yakasına tutturulmuş vericinin ağızlı
ğına, vursana. Ama Ronen öylece dikilmiş, donmuştu. Şoför
onu görmüş ve bağırmıştı. Ebu Halid şoförünün baktığı yöne
dönmüş ve silahın namlusuyla burun buruna gelip korkudan
donakalmıştı. Kızı pantolonuna asılıyor, ona sesleniyordu.
Ateş et, demişti Gadi. Aksine Ronen silahını indirmiş ve Ebu
Halid'den gözlerini ayırmadan merdivende kenara çekilmişti.
Gadi birazdan bir ayaklanma olacağını biliyordu. ''John, şim
di, çabuk onu al!" diye emretmişti. John tekerlekleri inleterek
kalkmış, Ebu Halid'in arabasını geçmiş ve hızla kapıyı açmıştı.
Ronen koşarak merdivenlerden inmiş ve arabaya atlamıştı.
Gadi'nin zihnindeki tablo netleşti. Demek Ronen'in ateş
etmesini engelleyen şey buydu! Kızı görmüşlerdi, hatta Soruş
turma Komisyonu' nda da ondan bahsedilmişti. Ama Ronen
vuramamasının nedeninin o olduğunu ima etmemişti ve ekip
ten hiç kimse bu olasılığı dile getirmemişti. Ekibin patlatmak
üzere oldukları aracın aile bireylerini taşıdığını öğrenince gö
revi iptal ettiği olmuştu ama hiç kimse bir aile üyesinin varlı
ğı yüzünden tetiği çekememezlik etmemişti. Ve birimlerinin
tarihini çalışan herkes gibi Ronen de karılarının yanında öl
dürülen adamlar, çocuklarının yanında öldürülen babalarla il
gili operasyonları duymuştu. Duymuş ve sesini çıkarmamıştı.
Utanmış mıydı? Bu yüzden mi sebebini açıklamamıştı? Ona
profesyonelliğe aykırı mı gelmişti? Safça? Çocukça? Uzun sü
reden sonra kendisine duyulan güveni suiistimal etmiş gibi mi?
Hatta belki sonuçlara bakılacak olursa aptalca ve sorumsuzca?
Gadi elini Ronen'nin omzuna koydu. "Kimse seni o şartlar
altında ateş etmedin diye suçlayamaz Ronen,'' dedi sakince.
Ama aynı zamanda Gadi içinden bir başka sesin şöyle dediğini
duydu: Ya ateş et ya da silahını çekme, suikast izci çocuklara
göre bir oyun değil. Ve üçüncü bir ses soruyordu: Profesyonel
liğin küçük bir çocuğun gözlerindeki bakıştan daha önemli
olduğu doğru mu? Ya da kendisi silahını çekse ve ancak ondan
sonra çocuğu görmüş olsa ne yapardı? Geçmişte, istihbarat
ı ı ı sı
toplarken kurbanlarının çocuklarını görmüştü. Ama silahını
ateşlerken hiç onlarla karşı karşıya kaldığı olmamıştı.
Gadi' nin kendi sorularını cevaplayacak zamanı yoktu.
Ronen omzundaki elinden kurtuldu ve odanın diğer tarafına
yürüdü. Öfkeyle, "Birincisi orada neler olup bittiğini daha
yeni yeni anlamaya başlıyorsun. Ve ikincisi, artık bunun için
biraz geç,'' dedi.
"O zaman şimdi de onun küçük kızını düşün Ronen,'' dedi
Gadi.
Ronen sertçe ona döndü: "Şu an tek düşünebildiğim onun
yüzünden Afula'da öldürülen insanlar ve onla.rın çocukları. Ve
bunun benim başarısızlığım yüzünden yaşanmış olabileceği.
Ebuların çocukları ile Cohenlerin çocukları arasında seçim
yapmak zorunda kaldığım için hepinizden nefret ediyorum."
"Kendi kızını seç Ronen, yakında babasız kalacak."
Ronen minibara gidip başka bir küçük şişe çıkardı. "Yeter.
Beni yalnız bırak. Aynı anda hem senin zırvalarına hem de
kendiminkilere yetecek kadar kuvvetim yok. Burada benim
komutanım değilsin."
Ronen tekrar bardağını doldurdu ve bardağı hala tamamen
dolu olan Gadi'ye doğru ilerledi ve o anda Gadi ayakkabı ve
pantolonundaki kiri fark etti. Yüzü karardı.
''Arabasıyla uğraşmışsın."
Ronen bir an dondu, şaşırmıştı, sonra Gadi'nin pantolo
nuna ve ayakkabılarına yönelttiği bakışlarını takip etti. Gadi
bardağını bıraktı ve koltuğundan kalktı, Ronen'i sertçe ite
rek banyoya doğru gitti. Ona karşı hissettiği iyilik ve şefkat
mermer tezgahtaki kirli tişörtünü ve lavabodaki kir ve yağ
kalıntılarını gördüğü anda buhar olup uçtu. Elinde tişörtle
banyodan çıktı.
''Arabasına patlayıcı yerleştirmişsin," dedi.
"İyi iş, Sherlock,'' dedi Ronen yüzünde alaycı bir gülüm
semeyle.
Gadi'nin yüzü hala ciddi ve endişeliydi. Patlayıcıyı nereden
1 53 1 1
bulmuş olabilirdi? Doğaçlama bir şeyler mi yapmıştı, malzeme
leri kaçak olarak sokmayı mı başarmıştı ya da belki de Beyrut'tan
mı almıştı? Her halükarda, neden ülkeyi terk etmemişti? Yoksa
Ronen'i tam ülkeyi terk edecekken mi yakalamıştı?
Gadi dolaba gitti ve Ronen'in elbiselerinin orada olduğunu
gördü. Hayır, çabucak kaçmayı planlamıyordu.
"Demek gecikmeli," dedi Gadi sesli düşünerek. Ronen,
Gadi araştırmasına devam ederken onu küçümsemeyle karışık
bir merakla izledi.
"Yaklaşıyorsun ama korkarım hila epey uzaktasın, sevgili
Watson. Sanırım sana Sherlock demekle hata ettim."
Gadi anlamaya başlamıştı, parçalar yerlerine oturuyor
du. Ronen çok rahattı, zamanı vardı. Bu durumda gecikmeli
bomba olamazdı. Uzaktan patlatabileceği bir bomba olma
lıydı! Ama neden otel değiştirmişti ve her yer olabilecekken
Sheraton'daydı? Ronen lüks bir ortamda intihar etmek isteye
cek tiplerden değildi . . . Olay tam burada gerçekleşecek olmalı!
"Ebu Halid buraya geliyor ve onu uzaktan kumandayla öl
düreceksin." Ronen'in yüzündeki gülümseme silindi.
Gadi otelin girişini gören pencereye gitti ve perdeyi araladı.
Bir dizi Mercedes yeraltı otoparkına doğru yol alıyorlardı.
"Gelmeye başladılar," dedi Gadi geri dönüp perdenin tek
rar kapanmasına izin verirken. Elini uzattı, yüzü çok ciddiydi.
"Bana uzaktan kumandayı ver."
Ronen gülümsemeye çalıştı. "Baş üstüne efendim. Ben de
onun için buraya gelmiştim."
"Ronen, oyun oynamanın zamanı değil," dedi Gadi sert
bir sesle.
"Gergin misin komutan? Belki de sıcak-soğuk oynamalı
yız. Asma tavandan başla, belki oraya saklamışımdır?"
"Ronen!" diye bağırdı Gadi sabırsızlıkla.
"Hayır mı? Peki. Öyleyse bana karşılığında ne vereceksin?"
dedi çocuksu bir gülümsemeyle.
"Ronen!" dedi Gadi uyarır bir tonda.
• ı 1 54
"Mizah anlayışını tamamen kaybetmişsin. Belki bana iş
kence etmek istersin? Ne de olsa bu bana uzaktan kumanda
nın nerede olduğunu söyletmenin tek yolu."
Gadi tekrar pencereye gitti ve aşağı baktı. Tam da başka
bir Mercedes'in kuyruğu yeraltı garajına doğru gözden kay
boluyordu. Yavaşça arkasına döndü, viski bardağını aldı ve bir
dikişte bitirdi. Tek kelime etmeden bardağı Ronen' e doğru
uzattı. Ronen gülümseyerek bardağı aldı.
Gadi bardağı Ronen'e uzatmadan kararını vermişti: Ronen
uzaktan kumandayı kendi iradesiyle vermeyi reddediyordu ve
onun için kavga etmeleri birinin yanlışlıkla düğmeye basmasına
ve arabayı boşken ya da doluyken havaya uçurmasına neden ola
bilirdi. Uzaktan kumandayı bulmak istiyorsa Ronen'i devreden
çıkarması gerekiyordu. Kumanda hiç şüphesiz odanın içinde
saklıydı ve arama işini fazla ses çıkarmadan yapması gerekiyordu.
Ronen minibarın kapağını açmak üzereyken Gadi hızla bir
kaç adım atıp aralarındaki mesafeyi kapattı. Sağ elini Ronen'in
sol omzunun üzerine kaldırdı ve doğrudan boynuna bir shoto
darbesi indirdi. Darbenin şiddetini de planlamayı başarmıştı,
eğer tam güçle indirilse boynu ya da omuru kırarak öldürebi
lir, fakat biraz tereddüdü indirilirse sadece yoğun bir acı vere
bilirdi. Ronen'in sadece yarım saat kadar yerde kalmasını ve
sonra sağlıklı bir şekilde ayaklanmasını istediğinden, darbenin
şiddeti ve yeri kesinlikle kusursuz olmalıydı.
Ronen'in kafası sallandı, dizleri boşaldı ve kalın halının
üzerine yığıldı. Gadi'nin bardağı elinden yere düştü.
Gadi hemen üzerine eğildi, gözkapaklarım kaldırıp nabzı
nı kontrol etti. Bayılmıştı. Gadi gevşek bedenini kaldırıp onu
yatağa yatırdı. Ronen'in valizinin yanında duran spor ayak
kabılarından bağları çıkarıp birini Ronen'in ellerini birbirine
ve sonra yatağın başucuna bağlamak için, diğerini de ayak
larını yatağın ayakucuna bağlamak için kullandı. Parmağını
ayakkabı bağıyla Ronen'in el ve ayak bilekleri arasına sokarak
çok sıkı bağlamadığından, kan dolaşımını engellemediğinden
1 55 1 1
emin oldu. Bu mesafe uyanınca Ronen'in iplerden kurtulma
sını mümkün kılacaktı ama kan dolaşımını kesmekten iyiydi.
Şimdi Gadi uzaktan kumandayı aramaya başlamıştı. Onu bu
lursa Ronen'in planını gerçekleştirmesini önleyecek ve bu ona -
hatta belki de Genel Merkez'in izniyle- patlayıcıyı Ebu Halid'in
arabasından söküp almak ya da almamak ve bunu yapacaksa ne
zaman yapacağı konusunda düşünecek zaman verecekti. Gadi
biliyordu ki uzaktan kumanda elinde olmadığı sürece Ronen bir
anda herkesi çok büyük bir belaya sürükleyebilirdi.
Gadi Ronen'in paltosunun ve pantolonunun ceplerine bak
tı. Sonra valizini yatağın üstüne boşalttı ama kumanda orada
değildi. Valizin gizli bölmesi olup olmadığına baktı ama bu
lamadı. Dolapta bulduğu elbiseleri, çorapları, iç çamaşırlarını
silkeledi ama hiçbir şey yoktu. Odada bulduğu el çantasını
ters yüz etti, birkaç boş kutu içinden düştü. Gadi durdu ve de
rin bir nefes aldı. Parçaları sakladığı yer burasıydı. Demek ger
çekten bir patlayıcı vardı, bu sadece çılgın bir tahmin değildi.
Bu adam cesurdu ve aptal değildi. Çılgın ama profesyoneldi.
Gadi üzerinde korkunç bir baskının oluşmaya başladığını his
setti. Ronen'i biraz kaydırıp yatağı kaldırdı. Hiçbir şey yoktu.
Bir sandalyenin üzerine çıkıp asma tavanın bir parçasını kaldı
rıp içine baktı. Onu orada bulmak hemen hemen imkansızdı.
Masaların çekmeceleri boştu ve koltuk minderlerinin altında
hiçbir şey yoktu, duvardaki resimlerin de öyle.
Lanet olasıca şey nerede olabilirdi? Gadi Ronen'i kontrol etti.
Ha.la baygın durumdaydı ama çok uzun sürmezdi. Ve Ronen'i
böyle bağlı ne kadar tutabilirdi ki? Bu şartlar altınd;ı en iyi seçe
nek toplantı bitene ve katılımcılar dağılana kadar onu bağlı bı
rakmaktı. O anki tehlike geçmiş olacak ve sonra ne yapacağına
karar verecekti. Ama Ronen'in uyandığında nasıl tepki vereceği
ni öngörmek imkansızdı, vahşileşebilir, bağırabilirdi. Gadi onu
tekrar bayıltamazdı, göreceği zarar çok büyük olurdu.
Ronen etkisiz haldeyken patlayıcının sökülmesi gittikçe daha
gerekli hale geliyordu. Gadi'nin üzerine bir umutsuzluk çöktü,
'I ıs6
bir koltuğa oturdu. Planlarında gerçekten bu yoktu: Ronen'e
yetişip onunla açıkça konuşmak, tartışmak, hacca kavga etmek
bir şeydi, korkunç zaman sınırlamaları içinde Ebu Halid' in ara
basını bulup gizlice altına girmek ve patlayıcıyı parçalarına ayır
mak başka bir şey. Bu, tam bir delilikti. Her yerin koruma ve şo
för dolu olduğuna şüphe yoktu. Ve Ronen bu arada uyanabilir
ve Gadi arabanın altındayken bombayı patlatabilirdi. Bunların
hepsi çok iç karartıcıydı ama bu korkunç felaketin gerçekten
önüne geçmek istiyorsa başka ne seçeneği vardı ki?
Gadi ağır ağır ayağa kalktı. Ronen'in el çantasında bir
tornavida gördüğünü hatırlıyordu; onu bulup cebine attı.
Ronen'in aletleri arasında ne bir fener ne de bir yan keski var
dı. Karanlıkta patlayıcıyı sökmeyi nasıl başaracaktı? Hila bay
gın olan Ronen' e baktı. Başka şansı yoktu. Bu işi önündeki
beş-on dakika içinde yapıp bitirmek zorundaydı. Eğer bomba
yı etkisiz hale getirmeyi ya da arabadan sökmeyi başaramazsa
en azından anten kablosunu kesebilirdi.
Gadi kapıya gitti, "Rahatsız Etmeyin" kartını kapının dışı
na astı, kilidin düğmesine bastı ve kapıyı arkasından kapadı.
***
1 57 1 1
isteyebilecekleri yabancı -mümkünse Beyrut'ta özellikle güçlü
olan Batı Avrupalı- bir istihbarat teşkilatı olup olmadığına
bakmasını istemişti. Sonra ona Gadi' nin orada olduğu habe
rini iletmişti ve şimdi konuyla ilgili Aloni'nin müdürlerinin
fikrini duymak istiyordu.
İlk olarak CIA ile ilişkilerden sorumlu müdür konuştu ve
doğrudan hiçbir Amerikan elçilik aracının Şii mahallelerinin
yakınına gitmeyeceğini ve Beyrut'taki Amerikan istihbaratının
kapasitesinin elektronik gözetlemeden ibaret olduğunu söyle
di. Onun Batı Avrupa'dan sorumlu meslektaşı Şii bölgelerin
de devriye gezebilecek birçok istihbarat servisi olduğunu ama
ondan fazlasını yapmayacaklarını söyledi. "Onları başka Arap
ülkelerindeki birleşik operasyonlarda gözlemlemiştik. Güzel
söz söylemesini biliyorlar ve tabii ki diplomatik araçlar içinde
dolaşıp elçiliklerinden telefon dinleyebilirler ama operasyon
ekipleri, özellikle de Ronen'i kaçırabilecek tipte bir operasyon
ekipleri yok." Beyrut'ta başıboş dolaşan iki İsrailli ajan hakkın
daki bilginin elçiliklerden sızabileceğinden endişe ettiğini de
ifade etti. Bu servislerin masa altından Hizbullah ve Suriye ile
ne tip ilişkiler geliştirdiklerini biliyordu.
Tesadüfen İsrail'de bulunan ve toplantıya katılması iste
nen Mossad'ın Almanya temsilcisi, Alman gizli servislerinin
Beyrut'ta adam kaçırma gibi düşmanca bir operasyonu yü
rütecek donanıma sahip olmadıklarını söyledi. "Daha da kö
tüsü,'' diye ekledi, "böyle bir isteği muhakkak kendilerinin
Hizbullah'la dostça görüşme önerilerine meşruiyet katmak için
istismar edeceklerdir, aynı kayıp askerlerimiz ve özellikle Ron
Arad' ın izini sürmek için yardım istediğimizde İranlılara karşı
yaptıkları gibi. Buna meşruiyet kazandırmanın anlamı yok."
Oradaki herkes bunu Ortadoğu'yu yeniden alevlenen bü
yük bir yangından kurtaracak bir önlem olarak yansıtacak ol
salar bile hiçbir Doğu Avrupa teşkilatına güvenmenin müm
kün olmadığını düşünüyordu.
Batılı meslektaşlarından Gadi ve Ronen'in bir sığınağa
• ı • 58
ihtiyacı olması ya da Gadi'nin Ronen'in hakkından gelmesi
durumunda onlara elçiliklerinin kapılarını açmalarını iste
meleri ihtimalini tartıştılar. Gerçekten de Doron'un Helena
ile yaptığı görüşme ikisinin iletişim kurduğunu ortaya çıkar
mıştı ama bunun nasıl bir iletişim olduğunu bilmiyorlardı.
Çeşitli seçenekleri kısaca analiz ettikten sonra Aloni şöy
le itiraz etti: "Eğer Gadi ve Ronen Lübnanlılar onları takip
ederken bir elçiliğe ulaşırlarsa hiçbir delegasyon, söz vermiş
olsalar bile onlara kapılarını aÇmaz. Ve eğer yabancı bir elçilik
onları binalarına alırsa ve Lübnanlılar bunu bir soruşturma
sürecinde bulurlarsa sonuç İsrail'in arada sıkışıp kaldığı siyasi
bir kriz olur. Hizbullah'ın elçilik çevresini büyük bir kuşatma
tertipleyip 'Siyonist ajanlar'ın kendilerine verilmesini istediği
sahneyi gözümde canlandırabiliyorum. Eğer kendimizi böyle
bir pozisyonda bulursak Tanrı bizim -ve o yabancı delegasyo
nun- yardımcısı olsun."
Doron her halükarda, bir delegasyon kabul etse bile, Ronen
ve Gadi'ye belli bir elçiliğe sığınabileceklerini söyleme fırsat
larının olmayacağını belirtti. Sonunda bilginin sızma tehlikesi
bu seçeneği ortadan kaldırdı.
Aloni'nin ortaya koyduğu sonuç, Beyrut'ta görev yapan
hiçbir yabancı istihbarat servisinin yardım edebilecek kapasi
tesinin olmadığıydı. Bir diğer deyişle, biriminin yapabileceği
hiçbir şey yoktu. Lübnan'da bir güvenlik ağı, yumuşak düşüş
ihtimalleri yoktu; her başarısızlık bir felaketle sonuçlanacaktı.
Beaufort Aloni'nin takımına teşekkür etti ve onları gönde
rip Aloni'nin kalmasını istedi. Daha onlar çıkmadan Beaufort
taslak halindeki operasyon emrini yine eline alıp dikkatle oku
maya başladı.
***
1 59 1 1
mahallesinde yarım yamalak bir savaş prosedürü kullanarak
sahneye konacak bir operasyon planı.
Doron Beaufort'un kendisini teslim etmekle görevlen
dirdiği ve kendi talimatnamesine göre Planlama Müdürü'ne
hazırlattığı operasyon emrinin sonuçlarını çok iyi biliyordu.
Beyrut'ta daha önce Doron'un kendisinin de görev aldığı ve
bazılarını yönettiği İsrail operasyonları olmuştu, dolayısıyla
başarılı olan bütün o operasyonların ortak paydasının titiz
planlama, çok detaylı bir istihbarat çalışması ve taviz verilme
yen hazırlıklar olduğu açıktı. Başarı, tek tek her birine gerekli
özen gösterilmiş olan küçük detaylara bağlıydı.
Benzer şekilde, oradaki başarısızlıklar da telaş yüzündendi.
Bütün başarısız operasyonların -sayısı çok azdı ama başarısız
lıklar yankılanmaya eğilimli olurdu- ortak paydası, çatışma
prosedürünün her bölümünden kısmak wrunda kaldıkları
sıkıştırılmış zaman çizelgesiydi. Bunun da Mossad geleneği
nin bir parçası olduğu doğruydu; yetmişlerde ve seksenlerde,
o henüz ekibin genç bir üyesiyken bir Arap ülkesinden gelen
bir teröristin hemen arkasından Kıbrıs, Atina ya da Roma'ya
inerlerdi, istihbarat bilgilendirmelerini havalimanında aldıkla
rı, temel planlamaları hedef Filistinlilerin gittiği kafelerde yap
tıkları olmuştu. O zamanlar ekibin gücü, gizli ilişkiler, gece
kulüpleri, camiler, genelevler ve teröristlerin kısa ziyaretleri
boyunca sık sık gittiği buluşma yerlerine iyice aşina olmalarını
sağlayan gelişmiş keşif çalışmasındaydı.
En kötü hatalar, bu sürüp giden operasyon metodu -ekibin
hedefin yerini belirlemekte, saldırısını sahadaki komutanın
takdirine göre yapmakta özgür olduğu- güvenliğin sıkı oldu
ğu, ekibin çok iyi bilmediği yerlerde uygulandığında yapılırdı.
Beyrut'ta ya da Amman'da akışına bırakılan bir operasyon ya
pamazdınız. Bu şehirlerde operasyon en küçük detayına kadar
hesaplanmalı ve ancak çok geniş bir istihbarat çalışması ve titiz
hazırlıklar yapıldıktan sonra gerçekleştirilmeliydi.
Doron, yabancı pasaportu olduğu keşfedilince ordu
•ı 160
karargahına çağırılmıştı. Kısa bir eğitim kursundan sonra
kendini Avrupa' nın dört bir yanında terörist kovalarken bul
muştu. Operasyonlarının ve başarılarının sayısı yüzlerceydi.
İronik olarak, ekibe ve sonra da bütün birime özel planlama
yöntemlerini sunan, işe doğaçlama operasyon günlerinde baş
lamış olan Doron'du. Şimdi Mossad Başkanı'na korkunç bir
doğaçlama, çok aşina olunmayan bir bölgede saldırgan, kaba
hareketler içeren bir görev için hazırlanmış operasyon emrinin
taslağını sunmuş olması da aynı derecede ironikti: fazla dikkat
çekmeden gerçekleştirilmesi neredeyse imkansız ve zayiat ol
madan başarıya ulaşma ihtimali çok düşük olan bir operasyon.
Sonunda planını teslim etti çünkü Beaufort'un Başbakan'a
bu karışıklık için bir çözüm -herhangi bir çözüm- sunmak
zorunda olma sıkıntısını hissediyor ve bu karışıklığı kendisi
nin iki çalışanı yarattığı için kendini suçluyordu. Doron ikisi
ni de yabancılaştırdığının gayet farkındaydı, ikisinin de kendi
siyle ilgili bir sürü, en azından gerçek niyetlerini kendisinden
saklayacak kadar şikayetleri ve öfkeleri vardı. Sadece ona uy
gun bir iş bulmakta başarısız olduğu, düşüşünü yumuşatmak
için çok az şey yaptığı Ronen'in değil, aynı zamanda Doron'un
kendisini pozisyonundan alma girişimlerinin farkında olan
Gadi'nin de. Bu artık ona güvenmediğinden değil -Doron
Gadi' nin herhangi bir görevde herkesten daha iyi performans
göstereceğini biliyordu- komisyon tarafından aklandığından
beri ortalıkta suçu yüzünden okunur gibi dolaşmasındandı.
Gadi'nin yanında Doron'un kendini temize çıkarma suçu, ka
bul etmeyi reddettiği suç öne çıkıyordu. Ana Operasyon eki
binin başındaki kişinin, kendini Doron'un dengi gibi gören
ve bağımsızlığıyla çok fazla kibirlenen biri değil de görevini
kendisine borçlu biri olsa kendini çok daha iyi hissederdi.
Beaufort'a verdiği evrakta Doron riskleri vurgulamıştı: Hede
fin ofisinde ya da evinde korumalarla çatışma, ateş altında takip,
olası deniz ya da hava yoluyla kurtarma gereksinimi. Mossad
Başkanı'nın bunu Başbakan'a bu halde sunması gerekecekti.
161 ı •
Ne var ki bu tip riskler işin içindeyken bir operasyona
girişilmemesi gerektiğini biliyordu. Öyleyse nasıl, o parlak,
temkinli siciline rağmen, bir kez daha aynı tuzağa düşmüş
tü? Neden Başkan' a, üzgünüm, size sunabileceğim uygun bir
plan yok, diyememişti? Ve bir süredir anlamdan yoksun bir
"sıfır hata" sloganına dönmeye çalışmıyorlar mıydı? Birimin
geleneğinde "bir planım yok" ya da "yapamam" demek ol
madığı için mi? Doron bir an için kendine yabancılaştı. Bu
kendisi -değerlendirmeleri her zaman yerinde olan makul,
sakin mizaçlı adam- değildi.
Daha sonra Mossad Başkanı'yla baş başa oturacak ve ona
bunu söyleyecekti. Ne de olsa operasyon emrinde yazılı olan
şeyler Beaufort için tamamen teorikti. Ayrıntıların farkında
değildi; ekibin gerçekten kendilerini Lübnanlı olarak yuttur
mayı becerip beceremeyeceklerini bilemezdi ya da ateş altında
oradan kaçmanın ne kadar korkunç olabileceğini. Bunların
hepsini ona anlatması gerekiyordu. Sonra.
1 1 162
sunmaya mecbur kalmaya niyeti yoktu. "İzin verin size belli
başlı seçenekleri açıklayayım," dedi, "ilki, Gadi'nin işi yap
masına izin vermek. İkincisi, hemen hemen senin bana ver
diğin plan doğrultusunda Doron, muhtemelen Mistaravim
ekibini Gadi' nin yardımına göndermek. Üçüncüsü Gadi'yi
eve geri getirmeye çalışıp Ronen'i kendi haline bırakmak.
Ona ne olursa olur; herhangi bir sorumluluk üstlenmeyiz.
Belki farkında değilsiniz ama Ronen yetki verilmeden kendi
isteğiyle Lübnan' a seyahat etmiş bağımsız bir İsrail Devleti
vatandaşı. İsrail Devleti ya da Mossad tarafından görevlendi
rilmiş değil. Burada, onu kurtarma ihtimalini tartışmak üzere
toplanmış olmamız adil muamelenin ötesinde. Yasal olarak
ona karşı hiçbir yükümlülüğümüz yok. Ahlaki olarak olup ol
madığı tartışmaya açık. Sadece onu harekete geçiren sebepleri
tahmin edebiliriz ve akıl sağlığının sallantıda olduğuna inan
mamız için nedenimiz var. Bunların hepsini göz ardı edeme
yeceğimiz üçüncü seçenekle alakalı olarak dile getiriyorum.
Ama hadi birinciyle başlayalım. Doron."
"Hem Gadi hem de Ronen Beyrut'u oldukça iyi biliyor,"
diye başladı Doron her zaman olduğu gibi doğrudan konuya
girerek, "bu, Ronen Ebu Halid'in yerini tespit etmekte hiç
zorlanmayacak demektir. Ve görünen o ki Gadi de Ronen'i
bulmayı başardı. Ama bunun ne demek olduğunu tam olarak
bilemiyorum. Tahminime göre buluştukları yer Ebu Halid'in
tehlikeli bir bölgede bulunan evi değil, büyük ihtimalle ana
bir cadde üzerinde olan ofisi civarında."
"Sonuçlar derken kastettiğim bu değildi," dedi Başkan sö
zünü keserek. "Ve sana daha önce de söylediğim gibi, şu ile
tişimsizlik problemini çözmen gerekiyor. Gadi ile doğrudan
iletişim kuramıyor olmamız ve karanlıkta yolumuzu bulmaya
çalışmaya zorlanmamız kabul edilemez."
Doron kızardı ve iyi bir cevabı olmadığı için işittiği azarı gör
mezden geldi. Doğrudan Beaufort'un çizdiği hatların ana nok
tası üzerinde devam etti: "Eğer Ronen patlayıcıyı yerleştirecek
163 1 1
olursa Gadi'nin onu patlatmaktan alıkoyma şansı çok düşük."
"Bir şey söylemek istiyorum," dedi Benny bu sözleri takip
eden utanç verici sessizliği bozarak.
"Lütfen," dedi Beaufort, eliyle işaret ederek.
"Buluşmalarının nasıl sonuçlanacağı sorusu sadece ope
rasyonel bir soru değil. İşin içinde korkunç karışık insan iliş
kileri var."
Benny'nin söylediklerden hoşlanmayan Doron araya girdi:
"Başkan'ın psikolojik profillerle ilgilendiğini sanmıyorum. So
nuca ulaşmak istiyor."
Doron'un bu ani saldırganlığına şaşıran Benny, onun küs
tahlığını görmezden gelmeye çalışarak sadece soruyu cevapla
dı: "Sonuç şu: Ronen bu işi bitirecek kadar çıldırmış durumda
ve onu önleyebilecek insan Gadi olmayabilir. Sorun Gadi'nin
Ronen' e kıyasla operasyonel kabiliyetleri değil, daha çok
Gadi'nin Ronen'in gözünde onu terk edip ortada bırakmış
olan teşkilatın bir temsilcisi olması." Benny Başkan'ın yüzün
deki sert ifadeyi görünce sözlerine devam etmek için acele etti:
"Başarısızlığın sorumlusu olarak görülen ve aksini ispatlamaya
çalışan Ronen'in karşısındaki Gadi ise başarılı bulunan kişi. Ve
sonuçta Naamah için rekabet her zaman arka planda olacak.
Ronen hatasını anlasa da Gadi'yi orada gördüğü anda sırf sayı
yapmak uğruna suikastı gerçekleştirebilir."
" Bu epey büyük bir sonuç oldu," dedi Doron azımsanma
yacak bir güvensizlik taşıyan bir gülümsemeyle. Ama Benny
istifini bozmadan devam etti:
"Gadi içinse, bilinçaltında Ronen'in bu çılgınlığı sonuna
kadar götürmesini istemesi gibi bir olasılığı göz ardı edemem,
aynı Gadi'nin -yine bilinçaltında- durumu eşitlemek için
Ronen'in kendisini yenmesine izin verebileceği olasılığını
göz ardı edemeyeceğim gibi. Durumun karışıklığı şu ki ben
olsam ikisinin irtibat kurmuş olması gibi basit bir şeye çok
önem vermezdim."
Benny içten içe, amacı bütün birim ajanları, Mistaravim,
1 1 1 64
istihbarat memurları, ceknokraclar ve cabii geri kalan cüm
Mossad çalışanlarının çözemediği Gordion Düğümü'ne kı
lıç savurmak olan Gadi'nin inacçı deliliğine hayran olmadan
edemiyordu. Yine de ceşkilacın kendilerine bir şey borçlu
olduğuna inanan bu iki adamın gizlice birlik olabileceğini
hissediyordu.
"Bu iş başladığından beri eşleriyle konuşuyorum," dedi
sözlerini güvenilir kılmak iscer gibi. "İkisinin de söyleyecekleri
çok şey vardı, dinleyecek olsanız," dedi doğrudan Başkan'a,
"durumun karışıklığını anlayabilirsiniz. Sırası gelmişken
Gadi'nin de Mossad'la ilgili şikayecleri var, kuyusunun kazıl
dığını düşünüyor ve ikisinin arasında gizli bir anlaşmaya yol
açabilecek bir durum olamazmış gibi yapamam."
Şimdi Benny Başkan'ın gözlerinde de hoşnucsuzluğu göre
biliyordu. Beauforc soruşcurma komisyonunun kendisini iki
dulla boy ölçüşmek zorunda bırakabileceğini şimdiden hisse
debiliyordu.
"Bana yarın bir 'Kadınlar Günü' ayarlayın, neler hisseccik
lerini duyalım, bakalım biz onlara nasıl yardımcı olabiliriz ve
onlar bize nasıl yardımcı olabilir," dedi Başkan Avigur'a. ''Basit
bir soru sordum," dedi kendisine bakan adama dönerek, "ve
sizi buraya bana nutuk çekesiniz diye çağırmadım. Söyledik
lerinden anladığım," dedi Psikoloğa, "Gadi seçeneği yeterince
iyi değil. Psikolojik açıdan konuşursak sonuçlardan emin ola
mayız. Senin söylediklerinden de operasyonel olarak aynı şeyi
anlıyorum Doron." İki adam da başlarıyla onayladı.
"Yani gerçekçi olursak," dedi Başkan, "iki seçeneğimiz kal
dı: Miscaravim ekibi ya da Ronen'i kendi haline bırakmak."
Girmek üzere zorla ayağa kalkan Benny'ye teşekkür ecci. Daha
söyleyeceği çok şey vardı.
165 1 1
kahvesinden içti ve bedeninin uyuşukluktan sıyrıldığını his
setti. İki birim şefinin sunacağı şeyi biliyordu: bir taraf savaş,
diğer taraf feragat.
Doron'un Başkan'a verdiği taslakta "Beyrut sokaklarında
çatışma'' . . . "yaralı" . . . "kurtarma için askeri müdahale" gibi
ifadeler vardı: kısacası, gerçek bir facia. Yaşlı hilekar Aloni,
baştan teslim olduğunu, yardımcı olamayacağını ve sanki
esas umurunda olan onlardan puan kazanmakmış gibi aslın
da servislerden yardım istemek istemediğini kendisi söylemek
zorunda kalmasın diye bölüm müdürlerinden oluşan ekibini
getirmişti. Beaufort'un kendisi Lübnan'da aktifken Falanjistle
rin faaliyetini gizlice yönetmenin yanı sıra Falanjistlerin tavır
larını değiştirmesi ihtimaline karşı Beyrut'taki birçok yabancı
istihbarat servisinin yerel sorumlularıyla kuvvetli bağlar kur
muştu. Aloni ise bölgeyi ihmal etmişti.
Mossad'da otuz beş yıl Beaufort' a yükselen yıldızlara,
gelecek vaat eden delikanlılara güvenmemeyi öğretmişti.
Aloni artık genç olduğundan değil ama kendisi Dışilişki
ler Birimi'ni bıraktığında Aloni'den on yaş büyüktü. On yıl
daha çok bağlantı, kişisel ilişki, birleşik operasyon ve onu
diğer ajansların şeflerine bağlayan daha çok sır demekti. O
ve İtalyan gizli servisinin dışilişkiler sorumlusu karşılıklı
ziyaretlerde beraber yemek yaptıkları zaman, hazırladıkla
rı sadece makarna değil aynı zamanda hiçbir zaman resmi
onay alınamayacak olan gizli faaliyetleri mümkün kılan bir
ilişkiydi. Şimdi bu ilişkileri iyi bir şekilde kullanmanın tam
zamanıydı. Ama bugünün yıldızları tepeye tırmanırken geç
tikleri makamlarda ancak bir ya da iki yıl kaldıkları için bu
tip ilişkileri kuracak fırsat olmuyordu.
Doron ve ekibine gelince; Başkan'ın onlar hakkında daha
da büyük kuşkuları vardı. James Bond çağının geçtiğini, hiçbir
Avrupalı ulusun sokaklarında Filistinli teröristleri öldürerek do
laşan Mossad ajanlarına hazır olmadığını halen anlamamışlar
dı. Neredeyse bütün dünya ülkeleri Filistinlilerle bir anlaşmaya
1 1 166
varmışlardı ve Ortadoğulu bir "kabile savaşı"nın savaş meyda
nı olmaya gönüllü değillerdi. Dünya çapında çeşitli gizli servis
teşkilatlarının başkanlarını iyi tanıyordu: Gösterişli, iyi eğitimli
analistlerdi, istihbarat toplama ve analiz yapma konusunda çok
kabiliyetli ama herhangi bir macera hissinden uzaktılar. Hepsi
de sadece barış ve sükunet istiyordu. Hepsi de büyük ve güçlü
ülke İsrail'in mazlum bir halkla uğraştığını düşünen bir nesle
mensuptu. Bugünkü durumun ortaya çıkmasına neden olan
şartları sadece teoride biliyorlardı: Soykırım, Arap komşuların
süregiden saldırıları ve Filistinlilerin İsrail'in var olma hakkını
kabul etmekte gösterdiği gönülsüzlüğe karşı bağımsızlık mü
cadelesini. Değerlendirmeleri geneldi; İsrail, Arap ülkeleri ve
İslam dünyasının karşısında devede kulaktı. İslami terör onları
vurduğunda ve onlar da karşılık vermeye karar verdiklerinde
bile İsrail'in yardımını istemiyorlardı ve kendi bölgelerinde İs
rail maçoluğuna kesinlikle tahammül göstermiyorlardı. Ama
bunlar Doron'un, onun seleflerinin ve adamlarının anlamak
tan uzak olduğu şeylerdi.
Sokaktaki adamın, medyanın ve ülkenin liderlerinin son
birkaç senede çeşitli başarısızlıklara gösterdiği tepkiler ona
operasyonlardakilerin özümseyemediği başka bir şey daha öğ
retmişti: İsrail halkının başarısızlığa tahammülü yoktu. Şart
ları, planı, uygulamada meydana gelen sapmaları incelerlerdi;
cadı avında altına bakılmamış taş kalmazdı. Her muhabir zarar
verici bilgiler ortaya çıkarmakta, her yorumcu alaycı yorumlar
yapmakta bir diğeriyle yarışır, her politikacı meslektaşlarından
daha masum olduğunu öne sürer, her askeri yetkili kendi silah
arkadaşlarından daha hızlı olaylara ilişkin bilgisini ve ilgisini
inkar ederdi. İsrail halkına Beyrut'ta bir sene önce başarısız
olan görevi haklı gösterecek nedenler sunmaları mümkün ol
muş olsa da halka bu sefer ne mazeret sunabilirlerdi?
1 67 1 1
iması taşıyor gibi görünen zeki bir ifadeyle kendisinin umur
samaz suratını ilgiyle inceliyordu. Kurtuluş bu ikisinden mi
gelecekti?
Beaufort'un karşısında oturan iki generalinin ona hiç iyi ha
ber getirememiş olmasının yarattığı hayal kırıklığı, bir farkın
dalıkla birleşti: Bu durumu başına kendisi sarmıştı. Ronen'in
çeşidi pozisyonlara atanması için Gadi'nin ilettiği talepler
masasına gelmiş, o ise derhal reddetmişti. Dahası, Gadi'nin
Mossad'daki görev süresinin bitirilmesi için Doron'un yaptı
ğı girişimleri desteklemiş, Gadi' nin yardımcısı lzzy ile yakın
gelecekte ekibin komutasını almasıyla ilgili bir anlaşma yap
masına, personel müdürüne Gadi'ye uygun bir pozisyon öner
memesi talimatını vermesine izin vermişti.
Gadi'nin başarılarının uzun bir liste oluşturduğunu, teş
kilatın ona çok şey borçlu olduğunu ve Genel Merkez'de ona
uygun birkaç pozisyon bulunduğunu biliyordu. Ama başa
rısızlığın dokunduğu herkesin Mossad'dan uzaklaştırılması
anlayışını, şimdi fark ediyordu ki çok kolay benimsemişti.
Dahası, böyle bir duruşun olumlu bir mesaj , başarısızlığın
tolere edilmediği mesajı vereceğine kendini çok çabuk ikna
etmişti. Bir süredir Mossad'da kendisinin işe alım ve işten
çıkarma politikalarının her türlü insani değerlendirmeden
yoksun olduğu söylentileri dolaşıyordu. Ama her hatanın
kritik olduğu böyle bir teşkilatı yönetmenin etkili yöntemi
de bu değil miydi?
Beaufort Başbakan' a sakin sakin Beyrut fiyaskosuyla il
gisi olan herkesi kovduğunu söylediğini hayal ettiğini inkar
edemezdi; bunu gazetelerde "Mossad Personeli İçinde Bahar
Temizliği" başlığıyla verilen övgü dolu haberler takip edecek
ti. Şimdi ise aksine "Mossad Kontrolden Çıkıyor" başlıklı bir
makale olacaktı ve Başbakan'a nasıl olup da kovulan bir ajanın
teşkilatın hiç haberi olmadan burnunun ucunda delirdiğini ve
yüksek kademe bir komutanın yetki verilmeden arkasından
gittiğini açıklamak zorunda kalacaktı. Tüm bunlar yetmez-
1 1 1 68
miş gibi kendi gözünde seçenek bile olmayan iki sefil seçenek
sunmak zorunda kalacaktı. Bunu daha onlarla tartışmak üzere
masaya oturmadan önce bile biliyordu.
***
169 1 1
birkaç saniyesi vardı. Ronen'i dakikalar önce bıraktığı ve büyük
bir patlama sesinin her an duyulabileceği düşünülürse tereddüt
edecek zamanı yoktu. Mercedeslerinkine paralel sırada araba
dan arabaya geçerek aralardan Ebu Halid'in plakasını bulmaya
çalıştı. Karanlıkta wr oluyordu ama iki tanesi hariç tümüne
bakmayı başardı. Korumanın geçmesini bekledi ve sonra hız
la söz konusu iki arabaya doğru hızla süründü. Yakından Ebu
Halid'in Mercedes'ini tespit edebildi ve altına girdi.
Patlayıcının genelde yerleştirildiği yerleri heyecanla araması
bir sonuç vermedi. Ronen arabanın içine girip bombayı içeri
mi yerleştirmişti? Mesela sürücü koltuğunun altına? Eğer az bir
miktar patlayıcı kullanıyorsa bu mantıklı olurdu. Bu düşünce
Gadi'nin içini korkuyla doldurdu. Eğer durum buysa iki koru
mayı yolundan çekmesi gerekiyordu - iki kişiydiler ve tabii ki
silahları vardı. İmkansız değildi ama daha fazla karışıklığa ihti
yacı yoktu. Arabanın altını elleriyle kontrol etmeye devam etti.
Gadi'nin parmakları ana aksın hemen üzerinde patlayıcı
yı buldu.
***
1 1 170
kucağına getirdi -hala birbirlerine ve yatak başına bağlı durum
daydılar- ve dişleriyle düğümü çözmeye başladı. Hafifçe bağ
lanmış ayakkabı bağı işini kolaylaştırdı ve göz açıp kapayana
dek ayağındaki bağları çözmeye başlamıştı. İplerden kurtulup
yataktan atladı ama boynunda yine o korkunç acıyı hissetti.
Oda etrafında dönüyordu, tekrar yatağa çöktü.
Yeniden odaklanmayı başardığında eşyalarının odaya saçıl
mış, dolap kapaklarının ve çekmecelerin açılmış olduğunu gör
dü. Gadi uzaktan kumandayı bulmayı başarmış mıydı? Kendini
wrlukla kaldırdı, komodine gitti ve durdu: Bu çok kolay ol
muştu. Yatak çok kolay dağılmıştı, elleri çok gevşek bağlanmış
tı, aldığı darbe o kadar güçlü değildi. Oda bile çok bariz şekilde,
Gadi'nin kesinlikle uzaktan kumandayı aradığını belli edecek
şekilde dağıalmıştı. Belki de Gadi şu anda onu bir köşeden ku
mandayı nereden çıkaracağını görmek için seyrediyordu? Gadi,
o yaşlı kurnaz tilki, kesinlikle böyle bir şey yapabilirdi. Sonra da
gülümseyecek ve dostça sırtına vuracaktı. Ronen etrafına baktı;
iki noktada asma tavan yerine yerleştirilmemişti. Orada mıydı?
Tuvalet masasının önünde duran yuvarlak ahşap sandalye cam
birinin altına yerleştirilmişti. Ronen üzerine çıkıp kafasını ta
vana soktu. Gadi orada değildi. İkinci noktayı da kontrol edip
odayı gözden geçirdi. Gadi'den eser yoktu.
Bir an için Ronen kendini tatmin olmuş hissetti: Görünüşe
göre Büyük Gadi bu hamleyi düşünememişti; onun yerine ya
yardım getirmeye gitmişti ya da arabanın altına girmiş patla
yıcıyı etkisiz hale getirmeye çalışıyordu . . .
Patlayıcıyı etkisiz hale getirmek! Tam da şu anda arabanın
altında benim operasyonumu sona erdiriyor olmak kesinlikle
Gadi'ye, o pisliğe yakışır. Etrafta bütün o korumalar olsa da
bunu yapabilecek yeteneğe sahip!
Ronen hızla komodine gitti, en alt çekmeceyi zorlukla
çıkardı ve elini içeri soktu. Uzaktan kumanda orada arkada
yapıştırılmış duruyordu. Birbiriyle çelişen düşünceler zihni
ne ve bedenine hücum etti: Demek Gadi onu bulamamıştı,
1 71 , •
şanslıydı. Ne kadar da aptalım, elimi öyle dikkatsizce savu
rurken yanlışlıkla aktive edebilirdim. Onu dikkatle dışarı
çıkarmalıyım. Ya şimdiye kadar bombayı etkisiz hale getir
meyi başardıysa? Ya başaramadıysa ne yapmalıyım, koşup
onu durdurmalı mı? Korumalara mı yakalatmalıyım? Ya da
bombayı patlatmalı? Belki hemen şimdi buradan patlatabili
rim. Ama ya Gadi şu anda oradaysa? Ya da hiç kimse, ne Ebu
Halid ne başka bir Ebu orada değilse? Her düşünce Ronen'in
her eğilip kalktığında hissettiği baş dönmesiyle birleştiğinde
kendi sıcak ve soğuk dalgalarını ve şiddetlenen titremeleri
beraberinde getirdi.
Önce durumu değerlendirip öyle karar verecekti. Ronen
kıyafetlerinin üzerine saçıldığı yatağa giderek bir tişört giydi
ve aceleyle kapıya gitti. Kapının kilidini açtı ve koridora göz
attı. "Rahatsız Etmeyin" işareti kapı kolunun üzerindeydi. Bu
şartlar altında bile Gadi Gadi'ydi. Ronen işareti yerine astı ve
hızla asansöre gitti.
Asansör ikinci katla yeraltı otoparkı arasında gidip gidip
geliyordu. Sonunda Ronen'e geldiğinde otopark düğmesine
bastı ama asansör ikinci katta durdu. Kapılar açıldı. Bir otel
güvenlik görevlisi, kamuflaj giysili ve silahlı bir Hizbullah'la
beraber duruyordu. İkisi birden onu süzerken Ronen'in kalbi
bir an neredeyse duracaktı. Görünüşü anlaşılan onları rahat
latmıştı, koridordan asansörlere doğru gelmekte olan bir grup
Müslüman din adamını karşılamak üzere arkalarını döndüler.
Ronen onların arkasından holün ucunda sarık, başörtüsü ve
ordu beresinden bir deniz gördü. Herkes hareket halindeydi,
anlaşılan konferans sona ermişti. Şimdi ne olacaktı? Aşağıya
onlarla beraber mi inecekti?
Güvenlik görevlilerinin sırtları hila ona dönüktü. Ronen
hızla elini uzatıp KAPI KAPAMA düğmesine bastı. Kapı hol
deki homurtuların üzerine kayarak kapanırken Ronen arka
sını dönen iki adamın kızgın bakışlarını yakaladı. Asansör
inişine devam etti.
ı ı ın
***
1 73 1 1
"Sabırlı ol, oğlum. İkinci adres Mossad'da önemli birinin
adresi. Hikaye çok açık değil, ama Operasyon Birimi'nde bu
ikisinin karıştığı bir çeşit isyan var gibi görünüyor. Bazı insan
lar yetkileri olmaksızın operasyona gitmiş - bana ne operas
yonu ya da nerede söylemedi ama şu anda olup bitiyor. Senin
acil olarak bu iki adres üzerinde çalışmanı istiyorum. Kim,
ne, ne zaman. Eşleri muhakkak ne olup bittiğini biliyordur,
aşırı duyarlı olacaklardır. Dolayısıyla adımlarını dikkatli at. Bu
sana söz verdiğim büyük fırsat olabilir."
Haramati adresleri yazdı.
"Sesinde o öldürme içgüdüsünü duyamıyorum," dedi Mil
ken. " Bu sadece gazetecilik değil: Dünyanın seninle uğraşma
ması gerektiğini, günün bir gün senin günün olacağını anla
masını sağlamaya başlamalısın."
"Yarın turları atar, konuya açıklık getirmek için seni ara
rım," dedi Haramati, Milken'in son sözlerini göz ardı ederek.
O zavallı pasaklının işi bitti, diye düşündü Haramati o gün
kendisine açıkça tuzak kuran o adamı bekleyen şeyleri düşü
nerek acımaya yakın bir hisle. Bunu hak etmiş sayılırdı ama
Milken maskara etmeden işin peşini bırakmayacaktı; sansür
sınırları içerisinde tüm tanıdıklarının onu tanıyabileceği şe
kilde zekice ismini eğip bükecek ve onu kasabanın soytarısına
dönüştürene kadar durmayacaktı.
***
• ı 174
nın yolu yoksa patlayıcıyı söküp nasıl etkisiz hale getirecekti?
Hepsi tamamen doğaçlama yapılan, görünen o ki Ronen'in bir
araya getirdiği bir şeydi. Hepsini tümden söküp çıkarması ve
sonra başka bir yerde onunla uğraşması gerekecekti. Bir sonraki
araba sırasında bir motor çalıştı ve farları Gadi'yi aydınlattı. Do
nakaldı. Araba gitti ve Gadi işine devam etti. Elleri terliyordu,
metal telleri ve bantları buldu; düğüm yapılmış telleri döndü
rerek çözmeye başladı. Tellerin uçları parmaklarını kesiyordu.
Asansörün zili tekrar tekrar çaldı. Daha çok ses ve çalışan
arabalar. Gadi telleri açmaya devam etti. Parmak uçlarından
kanlar süzülüyordu ama patlayıcıya ve alıcıya sarılı en az üç ya
da dört metal halka daha vardı. Zamanı tükeniyordu. Yakındaki
bir arabanın kapısının açılıp kapandığını duydu, insanlar konu
şup gülüyorlardı. Konferansın sona erdiğini ve insanların dağıl
maya başladığını anladı. Parmaklarının acısı çok artınca tellerin
olmadığı yerleri dolduran geniş bantları sökmeye başladı. En iyi
ihtimalle birkaç dakikası vardı. Sağ ve solundaki arabalar hila
yerindeydi; eğer Ebu Halid ya da şoförü kendisini gafil avlarsa
siper alabilmesi için en az birinin yerinde kalması gerekiyordu.
Yaptığı tam bir delilikti; buna benzer bir planı asla onay
lamaz ve uygulamazdı. Birden operasyonun kendi sıcaklığı
içinde ne kadar uca sürüklenebildiğini, kendini sırf şansa
bağlı pozisyonlarda bulmamak için sınırlamalara ne kadar ih
tiyacı olduğunu anladı. Bu üç arabanın sahibi aynı anda gelse
ne olacaktı? Çoktan oradan çıkmış olması gerekirdi: Dene
miş ve başarısız olmuştu, şimdi Ronen' e dönmeli ve uzaktan
kumandayla ilgilenmeliydi. Ya Ronen uyandıysa ve elinde
kumandayla penceresinin kenarında Mercedes'in dışarı çık
masını bekliyorsa? Patlayıcıyı sökmek için tüm ihtiyacı olan
iki dakikaydı. Belki de zamanı vardı. En azından patlayıcıyı
alıcıya bağlayan kabloyu çıkarabilirdi. Birkaç saniye alacaktı
ve Ronen daha fazla zarar veremeyecekti. Bu, kötünün iyisiy
di. Bombayı bulduklarında ödenecek bedel büyüktü ama en
azından patlamamış olacaktı.
1 75 1 1
Otomatik kapı kilidinin sesi tam olarak Gadi' nin kulak
larında çınladı. Bir çift ayakkabı aniden yakınında belirdi ve
durdu. Uçları kendisine doğru bakıyordu. Gadi nefesini tuttu.
Kahretsin, patlayıcının ve alıcının etrafında sadece bir metal
bant ve birkaç bant halkası kalmıştı. Derin bir nefes alıp devam
etti. Kapı açıldı. Arabanın diğer tarafında başka bir çift ayakka
bı belirdi ve yolcu kapısı da açıldı. Yukarıda sesler duydu, son
ra sesler gittikçe yakınlaştı, ayaklar arttı ve arka kapılar açıldı.
Bir bacak yok oldu, araba biraz çöktü, sonra diğer bacaklar da
yok oldu ve araba neredeyse göğsüne değecek kadar yakınlaştı.
Arabadan dönerek çıkamayacaktı, arada omuzlarını döndüre
bilecek mesafe kalmamıştı. Sırtüstü yılan gibi sürünerek çık
ması gerekecekti. Tabii eğer bunu yapacak zamanı varsa. Sağa
mı, sola mı gitmeliydi? Sağında sesler vardı, bir kabloyu bile
sökecek zaman kalmamıştı. Yapılacak tek şey anten kablosunu
koparmaktı. Eliyle kabloyu buldu ve çekti. Bütün patlayıcı sal
landı, yerinden oynadı ama kablo kopmadı. Motor, titremesi
Gadi'nin göğsüne vurarak çalıştı. Bütün gücüyle kabloyu elin
de tutarak kendini arabanın altından dışarı çekmeye başladı.
Başı çıkmıştı, geri vites lambası yanıyordu, kendini çekmeye
devam etti. Şimdi bacakları ve gövdesi de çıkmıştı ama eli hala
kabloyu tutuyordu. Araba hareket etmeye başladı.
***
• ı 176
ilerledi. Ronen yolcularına bakmak için durdu. Pencere kena
rında oturan adam tanıdık geldi, Ebu Halid'in ofisinin mutat
ziyaretçilerinden biriydi. Yolcu koltuğundaki adam yüzünü
Ronen' e döndü. Bu, Ebu Halid'di.
Ronen içgüdüsel olarak kafasını başka yöne çevirdi ve uzak
tan kumanda için elini cebine götürdü. Adam karanlıkta onu
görmemişti. Ronen uzaktan kumandayı, önünde başka bir ara
ba olduğu için yavaş hareket eden arabaya doğrulttu. Birden,
Ronen göz ucuyla Ebu Halid'in Mercedes'inin yanında park
edilmiş olan arabanın altında hareket eden bir şey gördü. Ba
kışlarını bir bacağın kaybolduğunu gördüğü arabanın altındaki
karanlık noktaya çevirdi. Bunun Gadi olduğunu hemen anladı.
Ebu Halid'in arabası ondan uzaklaşıyordu; Ronen hala ku
mandayı arabaya doğru tutuyor, parmağı düğmenin üzerinde
geziniyordu. Araba hala Gadi'ye çok yakındı ve altındaki pat
layıcı onunla aynı hizadaydı. Lanet olsun Gadi, diye fısıldadı,
yüzüne üzgün bir ifade yayıldı. Düğmeye basamadı, arabanın
en azından on beş metre kadar daha uzaklaşmasının bekleye
cek ve ancak ondan sonra patlayıcıyı aktive edecekti. Araba
hala uzaktan kumandanın menzilinde olacaktı . . .
İnsanlar kızgınlıkla seslenerek asansörden indiler. Cevap
Mercedeslerin olduğu yerden geldi. Ronen çömeldi ve kendi
sine en yakın arabanın penceresinden etrafı gözetledi. Başka
bir araba onunla Ebu Halid'in Mercedes'inin arasına girdi.
Her saniye onunla avı arasına mesafe koyuyordu. Artık, niha
yet, Gadi tehlikenin uzağında kalmıştı. Sonunda ne olacaksa
olacaktı. Ebu Halid menzil dışına çıkmak üzereydi.
Ronen düğmeye bastı, yere çömeldi ve hiç gelmeyecek pat
lama sesi için kulaklarını tıkadı.
Arap rolü yapan Mistaravim timinin eğitim tesisi İngiliz
mandası zamanında İngilizlerin askeri üssüydü ve uzun tonoz
lu çatılı bir sürü bina hala yerinde duruyordu. İnişli çıkışlı
kum tepecikleri denize iniyor ve üssün harp okulu birliklerince
kullanıldığı zamanlardan kalan engel pisti şimdi Mossad ajan
ları tarafından beden eğitimi için kullanılıyor, özel sahil şeridi
deniz çıkarması, yüzme, dalış eğitimlerine olanak tanıyordu.
Eski binalarla servis yolunun arasına inşa edilen büyük hangar
Mistaravim tarafından kullanılacak araçların hazırlanması için
bir garaj olarak kullanılmasının yanı sıra spor etkinlikleri ve
brifing salonu olarak da kullanılıyordu. Sabah serinliği han
garın içinde iyice hissedilir olduğundan Doron dışarıda güneş
alan bir yerde oturmayı önerdi.
Kuvvetli deniz rüzgarları yüzünden eğilmiş bir ağacın ya
nında bir bank vardı. İki ajan hangardan bir bank daha getirip
ilkinin arkasına yerleştirdi. Ellerinde sert sade kahveleriyle dört
Mistaravim ve ekibin komutanı parkalarına sarınmış olarak
ilkine oturdular. Arkalarında İstihbarat ve Planlama Bölümü
1 79 1 1
müdürleri ile Mühimmat ve İletişim memurları vardı. Diğer
birkaç resmi görevli yanlarında ayakta duruyordu. Birim Şefi
Doron karşılarında durdu.
Doron bir gün önce Genel Merkez personeline hazırlık
larına devam etme talimatı vermiş olmasına rağmen yine de
Beaufort gece yarısı Başbakanlık ofisinden arayıp da ikinci
seçeneğin seçildiğini söylediğinde kulaklarına inanamamıştı.
" Rami seçeneğini mi kastediyorsun?" Mistaravim timinin
komutanının ismini vererek doğrulamak istemişti. Mossad
Başkanı onayladı; gerçekten de Başbakan'ın kararı buydu.
Doron karar verdiğinde Başbakan'ın yanında Beaufort dı
şında başka kimin olduğunu bilmiyordu. Muhtemelen askeri
danışmanı, hatta belki İSK kurmay başkanı vardı. Beaufort
Doron'u beraberinde götürmemişti çünkü birinci seçene
ği, hiçbir şey yapmamak seçeneğini önermeyi düşünüyordu.
Toplantının sonunda Doron ve Aloni'ye " Beyrut'ta kan gö
lündense adam kaçırma daha iyi," demişti. Ama Başbakan
ikinci seçeneği seçmişti. Doron ona riskler ve olası kompli
kasyonlar anlatıldı mı ya da nasıl anlatıldı, Beaufort kendisini
ikna etmeye çalıştı mı, fikrine karşı çıktı mı, direndi mi ya da
sadece "diğer seçeneği önerdiğini" belirtmekle mi yetindi bile
miyordu. Ve şimdi Mossad kendini istemediği bir başka çılgın
operasyonun içinde bulmuştu.
Askeri geçmişi olan bir Başbakan'ın potansiyel karışıklıkla
rı anlaması ve gerçekleşmesine mani olması akla yatkındı ama
Doron, Başbakan'ın değerlendirmelerinin taktik değerlendir
melerden çok farklı ve öngörmenin ya da gerçekleştikten sonra
bile anlamanın zor olduğunu geçmişte görmüştü. Stratejik bir
hedefe yönelik tehlikeli bir görevin onayı sağduyulu stratej ik
müzakereler sonucunda verilmiş olabileceği gibi yaklaşmakta
olan seçimler yüzünden de verilmiş olabilirdi; benzer şekilde
Başbakan' ın Amerika Birleşik Devletleri' ne yapacağı bir ziya
ret aylardır üzerinde çalıştıkları mükemmel bir operasyonun
muhtemel bir mahcubiyetten kaçınmak için iptal edilmesine
•ı 180
neden olabilirdi. Başbakan'ın -her başbakanın- Mossad üze
rindeki hakimiyeti tamdı: Başkanı o atar ve en hassas ope
rasyonlara kendi başına karar verirdi ki Doron bu durumdan
sıklıkla rahatsız olurdu. Mossad başkanları Başbakan'a karşı
gelemezdi ve her başbakan da Mossad'ı ülkenin çıkarları için
değil kendi politik çıkarları için kullanmaktan geri duramaz
dı. Doron'un kariyerinde gizli nedenlerinin bu olduğundan
şüphelendiği iki ya da üç görev olmuştu; şu anki durumda
da böyle bir ihtimali tamamen inkar edemezdi. Ama bununla
ilgili ne yapabilirdi ki? Beaufort'la bununla ilgili konuşurdu
ama bu ne işe yarardı? Ve bu arada kaybedilecek zaman yoktu.
Başbakan'ın kararıyla ilgili onayı aldıktan sonra Doron
birim personelini harekete geçirdi, destek kuvvetleri çağırdı
ve Mistaravim tesisindeki bu brifinge kadar kalan zamanında
onlarla beraber çalıştı. Ekip şimdi karşısında toplanmış uyku
lu uykulu oturuyordu. Zaten olup bitenleri biliyorlardı ama
Doron şimdi onlara resmi olarak İsrail Devleti' nin hayatlarıyla
kumar oynamaya karar verdiğini söyleyecekti. Bu işi yapmanın
doğru yolu neydi? Ya da önlenebilir miydi? Doron doğrudan
pratik konulara girmeye karar verdi. Güçlü olduğu nokta buy
du ve zaten diğer meseleleri üstleriyle çözmesi gerekiyordu.
"Sanırım sizi buraya bu sabah bu kadar erken saatte geti
ren şeyin anahatları ve aciliyeti ile ilgili daha önceden bilgi
lendirildiniz," dedi. "Hazırlıklarınıza hemen başlayabilmeniz
için ekiplerimiz bütün gece planlar, mühimmat, vericiler ve
araçlar üzerinde çalıştı.
"Mümkün olan en kısa sürede Beyrut'a varmak istiyoruz
ve bunun en hızlı yolu, sizi bu gece Beyrut'a bir saatten biraz
daha uzak süren bir mesafede, Lübnan Dağı civarında bırak
mak. Hava kuvvetleriyle gerekli ayarlamaları yaptık. O bölge
de deniz çıkarmaları konusunda daha tecrübeli olduğunuzu
biliyorum ama bu bizim bir gün daha kaybetmemize neden
olur. Ronen, tahmin ettiğimiz gibi Ebu Halid'in arabasına
bir patlayıcı yerleştirmeyi planlıyorsa bunu büyük ihtimalle
181 ı •
gece yapacak -tabii eğer hala yapmadıysa- ve sabah Ebu
Halid evinden ofisine giderken patlatacaktır. Bu önümüz
deki saatler içinde gerçekleşebilir ama eğer ağırdan alıyorsa
onu durdurmak için bir şansımız olabilir. Bu yüzden hemen
işe koyulmanızı istiyoruz. Bu göreve Lübnan'da çalışmak
konusunda en tecrübeli ekip olduğunuz için seçildiğiniz
herhalde aşikardır."
Bu operasyon için seçilen timin komutanı Yoav elini kal
dırdı. Yaşı otuz civarındaydı, Batı Şeria'da benzer bir İSK
Mistaravim birimine komuta etmiş, oradan ayrıldıktan son
ra Lübnan'da Şin Bet için çalışmıştı. İSK Lübnan'dan çıkınca
Mossad tarafından işe alınmıştı.
"Eğer Ronen direnirse onu kaçırmamız mı bekleniyor?"
"Direnirse başka şansımız yok. Bugün yapacağınız talimin
bir kısmı adam kaçırma uygulamasını da içeriyor," diye cevap
ladı Doron. Brifinge tekrar geri dönmek istiyordu ama Yoav
tekrar konuştu:
''Adam kaçırma, Ronen gibi iyi eğitilmiş biri karşı koymaya
kalkışacak olursa oldukça şiddetli ve oldukça çirkin olabilir.
Ne kadar güç kullanmamıza müsaade ediliyor? Bizim için o
ne, bir düşman mı?"
Bu kelimenin kullanılması Doron'un hoşuna gitmemişti.
"O sizin düşmanınız değil, rakibiniz. O bizden biri ama bize
karşı. Sizden sağduyulu davranmanızı bekliyorum."
Yoav rahatsız rahatsız kımıldandı. İki yıl kadar önce
Ronen'le geniş çaplı, iki ekibin ortaklaşa yürüttüğü bir operas
yona katılmıştı . Şimdi ise rakibiydi. Açık talimatlar istiyordu
ama onun yerine kendisine sağduyusunu kullanması yönünde
izin verilmişti. İzin verilen tam olarak neydi? Ronen'i silah
la tehdit etmek mi? Onu kafasından vurmak mı? Eğer karşı
koymaya devam ederse onu orada bırakıp çekip gitmek mi?
Neden karan onun vermesi gerekiyordu? Doron'un ileride bu
konuya açıklık getireceğini anlamıştı ama bu arada ha.la soru
lacak birkaç sorusu vardı:
ıı ı sı
"Eğer onunla evin yakınlarında bir boğuşma olursa tahmi
nime göre onların kuvvetleri bu işe karışacak ve bir çatışmaya
girmemiz gerekecek," dedi.
"Ronen'in nerede pusuya yatacağını bilmemizin imkanı
yok," diye cevap verdi Doron. "Büyük ihtimalle Ebu Halid'in
ofisine yakın, onun trafikte kaybolmasını kolaylaştıracak ana
caddede olacaktır. Evden ofise bütün rotayı taramanız gere
kecek, o kadar uzun değil. Ama her ihtimale karşı sizin için
hazırlanan cephaneyi görmek üzeresiniz. Karşı koyduğunuz
her ne olursa olsun onu bastırabilecek ve oradan sağ salim çı
kabileceksiniz. Bugün de bir idman yapacaksınız."
Yoav baştan savılamıyordu. "Oradan ayrıldıktan sonra bizi
takip edecekler. Nereye kaçmamızı istiyorsunuz?"
"Eğer takipçilerinizi ekemezseniz bir . gündüz kurtarma
operasyonu gerçekleştireceğiz. Eğer hava kararana kadar da
yanabilirseniz o zaman geldiğiniz gibi, bir Yasur helikopteriy
le ya da deniz yoluyla döneceksiniz. Ordu teyakkuzda," dedi
Doron. "Bu demektir ki aynı zamanda gizlenme yerlerine gi
den yolları, pistleri ve sahilleri çok iyi öğrenmeniz gerekiyor.
Bunun için içinizden birini istihbarat memurlarıyla oturup
çalışması için ayırmanızı isteyeceğim."
Doron sözlerini bitirince bir an huzursuzluk yaşandı.
"Zaman çizelgesi böyle bir operasyon için biraz delice, siz
ce de öyle değil mi?" dedi Yoav. "Bana göre kaçış rotalarının
planlanması bile kendi başına iki gün alır." Kimsenin kendisi
ni korkaklıkla suçlamayacağını biliyordu; aranan teröristleri -
bir Arap kılığında - Nablus ya da El Halil'de şehrin kalbinden
çekip çıkardığı ve kızgın bir çeteden ateş altında kaçtığı olduk
ça fazla sayıda operasyonda görev almıştı ve Mossad'ın hizme
tinde daha önce Hizbullah'ın, Hamas'ın ve İslami Cihad'ın
sığınaklarının derinliklerine sızmıştı. Konuları masaya yatıra
cak referansları vardı. Ama bu konuların diğer ajanların önün
de değil birim başlarıyla yalnız konuşulmasının bir Mossad
pratiği olduğunu öğrenecek kadar uzun süredir orada değildi.
183 1 1
Doron bu tip uyarılara karşı anlayışlı olsa da bu diyaloğu sona
erdirmeye karar verdi:
"Her şeyden önce ben henüz genel plandan bahsederken
sen şimdiden acil durum planlaması aşamasındasın. Aslın
da Ronen ile mücadele, ateş altında kurtarma ve kaçış ile
ilgili yapılan acil durum planları var ama sizin varlığınızın
Ronen'in planından vazgeçmesini sağlayacağını ve oradan
güvenle ayrılacağınızı düşünüyoruz. Ve eğer öyle olmazsa
bile Beyrut'ta bir yabancının kaçırılmasının zorunlu olarak
hemen bir çatışmaya yol açacağı kesin değil. Onlardan biri
ni kaçırmıyorsunuz. Bunlardan ayrı olarak sahip olduğunuz
tecrübeyle beraber bugünkü eğitim seansından sonra bu işi
çabucak, etkili ve nazik bir şekilde bitireceğinizi umuyorum.''
Sözlerinin sindirilmesini beklemek için verdiği küçük bir ara
dan sonra devam etti: "Dahası, fazla seçeneğimiz yok. Eğer
bu gece bu adımı atmazsak çok geç olabilir. Unutmayın ki
bizim ana düşüncemiz tüm bu işin sessiz sedasız bitebileceği
ve bitmesinin gerektiği."
tık sıradaki Mistaravim ajanlarından Moussa, yanında otu
ran Daoud'a doğru eğilip "Son başarısızlıklarından hiçbir şey
öğrenmemişler," diye fısıldadı.
Plan ikisine de çok aceleye getirilmiş ve tehlikeli görünü
yordu ama gözle görülür şekilde tehlikeli oları diğer görevler
den sağ salim dönmüşlerdi ve sisteme güvenmeyi öğrenmiş
lerdi: Yukarıda bir yerlerde kararlar verilmeden önce meseleler
muhakkak dikkatle değerlendiriliyordu.
Doron bir kez daha "sistem"in temsilcisi durumuna düşme
hızına şaşırarak karşısındaki iki esmer adama baktı.
"Homurdanmalar duyuyorum. Bir itirazınız mı var?"
Kimse konuşmadı. Moussa ve Daoud önlerine baktılar; iti
razları dile getirecek olanlar Yoav ve Rami idi, onlar değil ve
Yaov fena bir iş çıkartmıyordu.
"Eğer yoksa," diyerek bitirdi Doron, "yapacağımız çok iş
var. Rami size bugünün programını iletecek."
•ı 184
Rami, kalktı. "Eğer sözümü kesmezseniz omletler soğu
madan yemek salonuna gidebiliriz," dedi sözüne başlarken
adamlarını güldürerek; bazıları bunun Doron ve Yoav arasın
daki diyaloğun örtülü bir eleştirisi olduğunu anlamıştı. Rami
Doron'un cevaplarından, planlama oturumuna Rami'nin
ekibini almayı reddetmiş olmasından, ilk planlamayı sadece
İstihbarat ve Planlama bölümleriyle yapmaya zorlamasından
hoşlanmadığı kadar hoşlanmamıştı.
Rami'nin ekibi, Operasyon Birimi'nin diğer tüm ekipleri
gibi garip bir karışımdı: Bir tarafta ordudan sert bir disiplin,
diğer tarafta çok sayıda operasyondan geçerek beraber olgun
laşan insanların dostluğu vardı. Astlarından bazılarının -bazı
operasyonlar için özellikle seçilen takım komutanlarının ise
kesin olarak- kendisi kadar tecrübeli olduğunun farkındaydı.
Her birinin tecrübesi Mossad' a katılmadan önce Batı Şeria'da
İSK Mistaravim timine komuta ettiği yıllar boyunca biriktir
diği kendi tecrübesi gibi biriktirilmişti. İntifada sırasında Batı
Şeria'da olan bazıları kendisinden de fazla çatışma tecrübesi
kazanmıştı; Rami o yılları Beyrut, Sur ve Sayda'daki göçmen
kamplarında istihbarat toplayıp çok değerli bilgiler temin ede
rek geçirmişti.
Ekibindeki onlarca ajanı motive eden şey, hem karşılıklı
olarak birbirlerine duydukları saygı hem de planlamada ve
uygulamada hepsinin ortak olmasıydı. Genel Merkez'den ha
zır bir plan sunulması kararını beğenmemişti; ajanların biz
zat, her birinin kendini o sokaklarda hayal ederek yaptıkları
plan her zaman daha iyiydi. Ama Doron fikirler ve tartışma
larla zaman kaybetmek de, ajanların değerli uykularından
mahrum olmalarını da -öyle demişti- istememişti. Rami' nin
ekibi olan bitenden hoşnut değildi, o kadarı açıktı. Yoav so
nuçları sis perdesi içinde olan bir operasyona komuta etmek
üzere görevlendirilmiş bir kişinin otoritesiyle konuşmuştu
ama böyle bir planın kendilerine dayatılmış olmasıyla ilgili
hoşnutsuzluğunda yalnız değildi.
ıss ıı
Rami, takımın önce tam bir istihbarat brifingi alacağını,
sonra Yossi'nin, şoförün, seyir talimatları için istihbarat me
murlarıyla kalacağını duyurdu. Moussa boş kaldığı zaman
larda ona katılacaktı. Yoav, acil durum planları dahil detay
lar üzerine çalışmak için Rami, Doron ve Planlama Bölümü
Müdürü'yle toplanacaktı; Eli bu sebeple bir istihbarat memu
ru daha görevlendirecekti. Ondan sonra takım, çeşitli durum
larda adam kaçırma çalışması ve sonrasında da bir dizi atış
talimi yapacaktı. Çeşitli seyir rotaları öğrendikten sonra Yossi
de operasyonel araba kullanma teknikleri çalışacaktı.
"Bu akşam yedi gibi işleri toparlayacağız," diyerek sözlerini
sonlandırdı Rami. "Bu da bize on iki saatten az bir zaman bıra
kıyor ki bu çok kısıtlı bir süre. Akşam saat sekizde Birim Şefi'yle,
saat dokuzda ise Mossad Başkanı'yla bilgilendirme toplantısı ya
pacağız. Sonrasında tam saati duyurulacak gece yola çıkış saatin
den önce şahsi hazırlıklar için zaman olacak. Şimdi eğer sorusu
olan yoksa -olmadığından eminim çünkü diğer türlü omletleri
tekrar ısıtmamız gerekecek- yemeğe geçelim. Duyduğuma göre
hangarda misafirler için de bir masa hazırlamışlar."
***
• ı 186
Eğer bir şansım kaldıysa, diye düşündü Ronen, şimdi, Ebu
Halid evinden çıkar çıkmaz kullansam iyi olur. Gadi'nin ora
da olabileceğini biliyordu ama zaten her yerde olabilirdi.
Ronen otoparkın içinde ilerledi. Sabah sakinliğinde hiçbir şey
orada daha birkaç saat önce gerçekleşen olaylar hakkında ipucu
vermiyordu. En başta küçük bir eylem için -uzaktan kumanda
daki kırmızı düğmeye basmak gibi- bütün kişiliğinin, geçmişi
nin ve uğruna savaştığı her şeyin bir araya gelmesini gerektiren
kritik bir anda eyleme geçememiş bir insan gibi hissetmişti. Aynı
o zaman da, parmağı tetiğin üzerinde Ebu Halid'in Lital'inin
yüzündeki ifadeyi gördüğünde harekete geçemediği gibi. Gadi
tehlike menzilinden çıkıp düğmeye bastığında çok geç olmuş
tu. Bunu takip eden, kendisiyle büyük başarısı arasında duran
adamla ödeşmek için otel odasında oturup Gadi'nin dönmesini
beklediği verimsiz saatler öfke ve hayal kırıklığı doluydu.
Şimdi hafif bir uyku ve duştan sonra işler kendisine farklı
görünüyordu. Hayır, bu bir başarısızlık değil, aslında bir çe
şit başarıydı. Gadi'yi zarar vermeyi göze alamazdı. Düğmeye
basmamak -Ebu Halid ve arkadaşları sadece bir metre ötede,
arabada olmasına rağmen- o anın en önemli testiydi. Başlan
gıçtaki, ilkel arzusuna tersti, bütün hazırlıklarına, umutlarına
ve başarma isteğine tersti. Değerleri, Gadi' nin hayatının göre
vin başarıyla tamamlanmasına karşılık adil bir bedel olacağını
düşündürtecek kadar karışmamıştı. Dolayısıyla işte, deliliğe
dönmüş azim testinde başarısız olmamıştı. Bir önceki Beyrut
operasyonu bile yeni bir ışık altında değerlendirilmeliydi.
Yine de onunla başarısı arasında duran Gadi'ydi.
Ronen arabasının kapısını açtı. Yolcu koltuğu yatık haldey
di ve üstünde Gadi uzanıyordu.
Ronen oturup iç geçirdi. Gülse mi ağlasa mı bilmiyordu.
"Tam bir piçsin, biliyorsun değil mi?" dedi Gadi gözleri
uykulu, koltuğunu doğrultmaya başlarken.
"Bu sabah çıkıp onu havaya uçurmaya gideceğimi bildiğin
için mi beni burada bekledin?"
"Özür dilerim," dedi Gadi koltuğunu doğrulcma işini ta
mamlayarak.
"Biliyor musun, dün gece seni son anda fark ettim. Ne
redeyse düğmeye çoktan basmış olacaktım. Arabadaki diğer
dört şehitle beraber Cennet'e giderdin, sizin payınıza üç yüz
elli bakire ayrılmış olurdu. Senden uzaklaştıkları zaman araya
arabalar girmişti ve bütün iş yattı."
Durum buysa, diye düşündü Gadi, Ronen deli değildi ve ken
disinden nefret etmiyordu; yine de minnettarlığının onu planın
dan saptırmasına izin veremezdi. "Sana içtenlikle teşekkür ede
rim, çok düşüncelisin. Ama sanırım hesabın sonucu üç yüz altmış
olacak, kişi başı yetmiş iki bakire, tabii eğer yanılmıyorsam."
"Senden sıkılmaya başladım, biliyor musun?"
"Tahmin edebiliyorum. Ama belki bana bundan dışarıda
bahsetmek istersin. Otoparkın içinde dolaşan bir koruma var.
Beni otelime götürebilir misin?"
Ronen iç geçirdi, umutsuzca başını salladı, motoru çalıştır
dı ve otoparktan çıktı.
Araba şehrin bu saatte ha.la sakin olan anacaddesi üzerinde
kesintiye uğramaksızın yol almaya başladı. Gadi'nin gözleri
etrafı taradı ama otelin yakınlarında hiçbir şey bulamadı. Bir
devriye minibüsü her zamanki gibi köşede park etmişti, polis
ler uykuluydu. Bu sabah trafik yoğun değildi, bu erken saate
uygundu. Gadi penceresini açıp serin havayı soludu; arabanın
içini hoş bir deniz kokusu doldurdu. Göğsünde hapsolmuş
olan, rahatlamanın verdiği derin iç çekişi zor zapt edebildi.
"Operasyonumu nasıl mahvettiğin hakkında en ufak bir
fikrin yok," dedi Ronen. "Ebu Halid'den ayrı olarak arabada
başkomutanlarını da tespit ettim -onu Ebu Halid'in ofisine
girip çıkarken birçok kez görmüştük- ve aynı zamanda birkaç
kişi daha vardı. Onların hepsini beraber havaya uçurmak ne
demek olurdu biliyor musun? Bunun ülken için ne işe yaraya
cağının farkında mısın? Mossad'ın itibarı için?"
" Sola dön," dedi Gadi.
ıı ı ss
Ronen gibi Gadi de önceki gece olanları düşünmeye de
vam etmişti. Arabanın altından sürünerek çıktıktan sonra ön
tekerlek kolunu sıyı rmıştı. Mercedes durmuş ve son derece
yavaş çıkışa doğru dönmeye başlamıştı. Çok uzun bir an için
arabadan birinin kendisini görüp görmediğini bilememişti.
Kendini dev bir piton gibi yandaki arabanın altına sıkıştırmış
tı ama Ebu Halid'in arabası gitmekte acele etmiyordu. Nin
jitsuda dördüncü dan olması ve elindeki tornavida, Gadi'nin
kendini korumak için tüm sahip oldukları bunlardı. Bahane
yok, açıklama yok. Üzerine ateş açmadan arabanın altından
çıkmasına bile izin verirler miydi? Ne de olsa bu Hizbullah'tı;
ateş açmanın kuralları katı değildi.
Sonunda Mercedes birden hareket etmiş, tam karşısında
iki araba arasında çömelmiş, kolları uzanmış duran Ronen'i
görmüştü. Elinde tuttuğu şeyin ne olduğu açıktı, neden o po
zisyonda durduğu ve eğer antenin bağlantısını koparmamış
olsa ne olacağı da: Patlayıcının güçsüz gövdesi her yöne doğru
patlayacak ve saçılan şarapneller arabadaki dört yolcuya oldu
ğu gibi kendisine de isabet edecekti. Ya eğer kabloyu tama
men koparamadıysa, ya hala küçük bir parçası bağlı kaldıysa?
Buna karşın bütün patlayıcı sallanıyordu, neredeyse arabadan
ayrılmıştı. Hizbullah'ın Meçhul Asker Anıtı'na teslim edilen
ne kahramanca bir son.
Bu tuhaf durumun orta yerinde içinde mantığa aykırı bir
şey o saniyede arabanın yolcularıyla birlikte havaya uçmasını
istemişti. Ne etkileyici bir kapanış, ne şiirsel bir adalet olurdu:
Bir yıl önce tasarladığı planı bir yıl sonra Ronen gerçekleştiri
yordu. Kurbanın da Gadi'nin kendisi olması ne yazıktı.
189 1 1
"Sağa dön."
Ronen sağa döndü ve Gadi'ye baktı. Kirli kıyafecleri dik
katini çekti.
"Pislenmişsin. Arabanın altında tam olarak ne yapıyordun?
Paclayıcıyı etkisiz hale getirmeyi başardın mı?"
"Hayır," diye cevap verdi Gadi. Kabloyu kopardığından ve
uzaktan kumandanın artık paclayıcıyı çalıştıramayacağından
neredeyse emindi. Ronen'in düğmeye bastığı şartlar altında
bunu doğrulamak mümkün değildi ama her halükarda şimdi
bunu ona söylemenin zamanı değildi. Ronen'in tekrar delir
mesini ya da Ebu Halid'i öldürmek için yeni bir yol bulmasını
istemiyordu. Gadi'nin zihni, eve dönünce Ronen'i olabildi
ğince çok beladan uzak tutabilecek yolları tasarlamakla meş
guldü.
''Arabanı kirlettiysem özür dilerim," dedi konuyu değişti
rerek. "Çok kirli olduğum için sana ya da kendi otelime geri
dönemedim. Sheraton' a taksiyle gelmiştim. Sağa dön, tam bu
radan."
Ronen dar yola son anda döndü ve küçük bir otelin yanın
da durdu. " Bu çöplükte mi kalıyorsun?"
"Bu seyahat için masraflarım ödenmiyor," dedi Gadi güle
rek.
''Ah, tabii benimkiler ödeniyor. Şu Sheraton Coral Beach
Hotel bana ne kadara mal oluyor haberin var mı?"
"Dinle Ronen, hadi şu işi bitirelim," dedi Gadi kibarca,
karşılıklı esprili şik.ayeclerde bulunmalarını fırsat bilerek. ''As
lında ne kendine ne de İsrail' e zarar vermek istemiyorsun.
Operasyon bitti, bunu sen de benim kadar iyi biliyorsun. Bu
işin peşini bırak."
Ronen kelimeleri tartarmış gibi dosdoğru karşıya baktı.
"Bildiğin gibi geçtiğimiz birkaç ay İsrail'de kafede oturacak,
insanlarla konuşacak, televizyon seyredecek zamanım oldu.
Dolayısıyla sana şunu söyleyebilirim ki bu ülke ve bu insanlar
benim Mossad' a savunmak için girdiklerim değil. Savunmak
1 1 190
istediğim insanlar da değil. Onların çıkarını düşünmeyi bırak
tım, artık sadece kendi çıkarımı düşüneceğim."
"Neden? Her şey para ve rütbeyle ölçüldüğü için mi?"
"Sadece o yüzden değil. Kendimi, bir kafede oturunca et
rafımı saran para ve seks dışında hiçbir şeyi umursamayan
borsacılar, gazeteciler ve kulağı küpeli, kel homolar arasın
da bir uzaylı gibi hissediyorum. Ama bu ülkeyi yönetenler o
adamlar."
"Bekle bir dakika," diye araya girdi Gadi. İlk başta
Ronen'in tasvirine gülmüş fakat sonra ciddileşmeye başlamış
tı. " Her şeyden önce, sen ne zaman böyle ilkel ve dar kafa
lı oldun? Bu sana uymuyor. Ve ikincisi, biz Moskova'da eksi
kırk derecede etrafta dolaşırken insanların Frishman Sokağı
sahilinde olduğunu, Tahran'da yüz derecelik havada yürürken
insanların Sheinkin Sokağı'ndaki klimalı kafelerde oturduğu
nu biliyorduk ve bunu aslında onlar için yapıyor olmamız
sorun değildi."
"Geçtiğimiz bir senede o tutumdan uzaklaştım," dedi Ro
nen. "Kafelerde oturmaları normalmiş gibi davranıyorlar, on
ların orada oturmasını sağlamak için köpek gibi çalışan enayi
lerin olması normalmiş gibi."
"Ne bekliyordun ki? Bütün ülkenin orduya katılacağını,
tarla süreceğini ve halk türküleri söyleyeceğini mi? Senden
bundan daha olgun bir dünya görüşü beklerdim. Her neyse,
bu her zaman böyleydi; Bağımsızlık Savaşı'nda bile gönüllü
den çok yoklama kaçağı vardı. Doğada da bu böyle."
"Doğada en azından savaşın galibi dişileri hamile bırak
maya hak kazanıyor. Burada tam tersi. Kadınlar bile bir tür
mutasyon geçirmiş gibiler, yoklama kaçaklarını ve masa başı
işlerde çalışanları üç haftada bir eve gelebilen ve hayatı ateş
hattında geçen muharebe askerlerine tercih ediyorlar."
"Yani şimdi kadınlar konusunda da mı uzmansın? Din
le, seninle yüzlerce saat süren konuşmalarımız oldu ve daha
önce senin hiç böyle saçmalıklar söylediğini duymadım. Eğer
19 1 ı •
birinden nefret etmek istiyorsan benden nefret et, sistemden
nefret et ama tüm dünyadan değil. Ve sana söyleyeceğim iki
şey daha var," dedi Gadi, rahatsız rahatsız etrafına bakına
rak. Odasına gitmiş olmayı, resepsiyon görevlisinin şüpheli
bakışlarından kurtulmayı dilerdi. Yine de istisnasız herkes
patlayıcıyı yeni baştan ateşleyebileceğinden, burada dikkatle
etkisiz hale getirmek zorunda olduğu yeni mayınlar ortaya
çıkardıklarını hissediyordu.
"Doğada sadece gönüllü savaşçılarını grubun önüne ko
yan, onlara iyi bedel ödenmesini sağlayan türler hayatta kalır.
Eğer senin söylediğin doğru olsaydı -eğer toplumumuz bor
sacıları, gazetecileri ve masa başında çalışan askerleri tercih
etseydi- o zaman soyumuz tükenmek üzere olurdu. Doğanın
gerçekleri çok basittir: Hayatta kalan sürüler savaşmaya ha
zır yeteri kadar bireye sahip olanlardır ve bizim sürümüzde
bu sen ve ben, David ve John ve bütün diğerleri. Eğer biz
gönüllü olmazsak o zaman senin Lital'inin ve benim Arni ve
Ruth'umun soyu tükenecek."
Gadi Lital'den bahsetmesinin Ronen'i doğru yöne çekece
ğini umuyordu. Ronen'in nasıl tepki vereceğini bilemediğin
den Naamah'ın adını anmaya cesaret edememişti.
"İkincisi," diye eklemekten kendini alamadı, "biz tam ola
rak galip sayılmayız. İşi berbat ettik ve nedenleri kimseyi ilgi
lendirmiyor."
"Ben buna katılmıyorum," dedi Ronen sözünü kesip deli
ci bir bakış atarak, "batırdığımız her işe karşılık binlerce ba
şarımız var ama kimse onlar yüzünden bize itibar etmiyor."
Gadi bunu iyice düşündü, sonra konuşmayı bitirmek için
başka bir taktik denedi: " Hila Mossad'ı bu kadar önemsiyor
olman şaşırtıcı. Artık aş bunu. Sinirli bir eşcinsel düşmanı
olacağına trende uy. Git o takım elbiseli borsacılardan ya da
küpeli eşcinsellerden olalım. Biz işin kaymağını yerken diğer
herkese bok yedireceğiz."
"Aha! Bütün o yıllar boyunca beni çekici bulduğunu ve
• ı 1 92
bunu tuhaf bir şekilde ifade ettiğini biliyordum." İkisi .de kah
kahalara boğuldu. "Gazeteci olmamı önermediğin için şanslı
sın, böyle bir aşağılamanın altında kalamazdım," dedi Ronen
ciddileşerek. "Problem şu, bizi, hepimizi, Lital'i, Ami'yi ve
Rurh'u bile öldürmek isteyen insanların eğer hiçbir şey yap
mazsak başarılı olacağına inanıyorum."
Yemi yuttu, diye düşündü Gadi, ama hiç sevinemedi. Top
lum o kadar değişmiş, yeni bir değerler sistemine geçmiş ve
sadece o ve arkadaşları bunu fark etmeyip hala artık kimsenin
inanmadığı bir şeyi, değerinden bihaber insanlar tarafından
fırlatıp atılmış silik bir altın mücevher parçasıymış gibi kurtar
maya çalışıyor olabilirler miydi? Yine de avantaj sağlamak için
son bir girişimde bulunmalıydı:
"Yani, ülken için endişelendiğinden onu böyle bir felakete
sürüklemek istedin, öyle mi?"
Ronen sessizleşti ve kafasını pencereye doğru çevirdi. Gadi
motoru kapattı ve anahtarı aldı.
"Beni bir dakika bekleyebilir misin? Sadece kıyafetlerimi de
ğiştirmek istiyorum, böyle kendimi rahat hissetmiyorum," dedi
gülümseyerek arabadan inerken. Ronen afallamıştı. Gadi bunun
bir kumar olduğunu biliyordu; mesajının ona ulaştığını düşünü
yor olmasına rağmen Ronen yine öfkeden deliye dönebilir ya da
üzerine yürüyebilirdi. Ve şimdi Ronen'e güvendiğini göstermesi
gerekiyordu. Ona güveniyordu evet. Ama anahtarlarla değil.
***
1 93 1 1
için ayrılan silahların dizildiği büyük masanın etrafına top
landı. Kısaltılmış M 1 6'lar ve mini-Uziler, birkaç tanksavar
tüfek bombası fırlatma rampası, RPG 'ler, roketler, tabancalar,
susturucular, bıçaklar ve el bombaları. "Biri bunun gerçek
ten bir savaşa dönüşebileceğini düşünüyor," diye mırıldandı
Doron'un büro şefi masaya göz gezdirirken.
"İhtiyaçları olmayacağını umalım," diye cevap verdi Mü
himmat Bölüm Müdürü Peter, "çünkü eğer olursa onlar için
üzgünüm, onları yakalayan her kimse onun için de, bizim için
de üzgünüm. Zaten bunların bir kısmını götürüyor olacaklar.
Silahlarını seçmeleri gerekiyor."
Kulağın içine yerleştirilen minicik vericiler, daha uzun me
safelerle ve İsrail'le iletişim kurmak için kullanılan daha büyük
vericilerle beraber başka bir masanın üzerindeydi. Cihazları
getiren İletişim Müdürü Avi masaya şahsi bir GPS navigasyon
aleti ekledi. Bu gereçlerin de "minimum malzeme" politikası
na bağlı olarak küçük bir kısmı takımla beraber gidecekti.
Eli, onları hep beraber hangarın başka bir bölümüne çağır
dı. Kendi başına ayakta duran iki kalın, V şeklinde katlanmış,
hemen hemen iki metreye iki metre mukavva bölmenin ya
nında duruyordu. Birincisinde bir bölü elli bin ölçeğinde bir
Lübnan şehir merkezi haritası ve aynı alana ait bir dizi hava
fotoğrafı vardı. Diğeri uygun hava fotoğraflarıyla Beyrut'un
daha büyük bir haritasıydı. Haritadan ve fotoğraflardan çıkan
oklar bölmenin kenarlarında etiketleri olan bir dizi yakın çe
kim ve renkli fotoğrafın dizilmesine yol açmıştı: hedefin evi,
Hizbullah'ın denizaşırı terör operasyonları genel merkezi, po
lis istasyonları, numaralandırılmış çeşitli barikatlar.
Biraz zaman ve teşvik istedi ama sonunda ekip üyeleri böl
melerin karşısındaki sandalyelerde yerlerini aldılar. Genel Mer
kez personelinden bazıları onlara katılırken, bazıları uzaklaştı.
Eli ilk bölmenin genel bir değerlendirmesini sundu: "İniş
bölgesinden Beyrut'a giderken kullanılması tercih edilen rotalar
yeşille işaretlenmiştir. Daimi barikatlar -bildiklerimiz- kırmızı
1 1 194
ve barikatların etrafından dol�an alternatif rotalar mavi."
İkinci bölmeye geçti. "Bunlar şehrin girişinden Dahiye'ye
giden çeşitli rotalar. Ebu Halid'in evinden ofisine giderken
her gün kullandığı yol maviyle belirlenmiş ve bunlar," dedi bir
dizi yakın çekim hava ve yer fotoğraflarını göstererek, "evi ve
ofisi arasındaki binalar. Çarpıyla işaretlenmiş olanlar gözetle
me için en uygun noktalar, Ronen'in amacı içinse bütün rota.
Ronen herhangi birinde olabilir, o yüzden tamamını aramanız
önemli. Burada," dedi yerde duran iki katlanmış bölmeyi gös
tererek, "kaçış rotalarıyla ilgili ihtiyacınız olan her şeyi bula
caksınız. Öğrenilecek çok şey var," dedi Yossi ve Moussa'ya dö
nerek. "Umarım uykunuzu almışsınızdır ve zihniniz açıktır."
"İyi bir uyku ve açık bir zihinle bile bunlar için bir haftaya
ihtiyacım olur." diyerek kendi kendine güldü Yossi.
"Ben bölgeyi bildiğinizi, bu kursun sadece bilginizi tazele
mek için verildiğini sanıyordum," diye şakalaştı Eli.
''Ah, bana ne? Günün sonunda rotaları bildiğime dair bel
geyi imzalayacak olan sensin," dedi Yossi.
''Ama orada bizi bir yerden bir yere götürmek zorunda olan
sensin kuş beyinli," dedi Daoud ensesine bir şaplak atarak.
"Merak etme Eli," dedi Moussa. "Yossi o yolları oldukça
iyi biliyor ve şimdi onları öğreneceğiz. Ama söylesene bana,
aramızda kalsın," dedi etrafına bir göz atıp sesini alçaltarak,
"bu delilik gerçekten makul bulunuyor mu?"
Eli cevap vermedi. Dört istihbarat memurunu bütün gece
çalıştırıp istihbaratı güncelleştirerek malzemeleri hazırlatmış,
genellikle Mistaravim timiyle çalışan İstihbarat Memuru
Yitzhaki'ye kaçış rotaları üzerinde çalışmasını söylemişti ve
onlar da işlerini sabaha karşı ancak bitirebilmişlerdi. Yossi ve
Moussa' nın bu sürede bu malzemeyi tamamen öğrenmeleri
mümkün değildi. Bu koşullarda bu deliliğin makul bulunacak
bir tarafı yoktu. Ya diğer koşullara ne demeli? Mesela zarara
karşı elde edilecek fayda ya da riske karşı b�arı ihtimali?
Eli'nin yine bir cevabı yoktu. O da burada, saha ajanlarının
1 95 1 1
arasında büyümüştü ve diğer birçokları gibi sahada çalışmak
la Genel Merkez'de çalışmak arasında bocalamıştı. Operasyon
kursundan sonra birime gelip orduda istihbarat eğitimi aldığı
"keşfedildiğinde" istihbarat memuru olarak Doron'un ekibi
ne atanmış ve eylemlerinde görev almıştı. Bazıları uzun yıllar
yurcdışında kalmasını gerektiren birkaç pozisyon değiştirdik
ten sonra Eli, birimin İstihbarat Bölüm Müdürlüğü'ne atan
mıştı. Bazıları çeşitli operasyon ekiplerine atanan ondan fazla
istihbarat memurunun işlerinden sorumlu olduğu halde orada
bile, kendini operasyonlar sırasında sahada, ajanlara mümkün
olduğunca yakın konumlandırmanın yollarını aradı. Kendini
onlara yakın hissediyor ve Moussa' nın sorusundan yükselen
ifade edilmemiş hayal kırıklıklarını hissedebiliyordu.
Hayır, Eli'nin bir cevabı yoktu. Sadece son anda "bu delili
ğe" gerek kalmayacağı yönünde kendinin bile bilmediği, bas
tırılmış bir umudu vardı. Böyle, yukarıdaki birinin aklı başına
geldiği için ya da son karar anı gelince suya düşen bir sürü
operasyon vardı. Belki bu sefer de öyle olacaktı.
***
Gadi kısa bir duş aldıktan sonra -Ronen'i çok uzun süre
yalnız bırakmanın belaya davetiye çıkartmak olduğunu düşü
nüyordu- yeni kıyafetlerle tıraş olmuş şekilde arabaya döndü.
Ronen'e BMW'yi "soğumaya bırakıp" Mondeo'ya geçmeleri
ni ve daha az dikkat çekecekleri bir yere gitmelerini önerdi.
Yarım saat kadar sonra Junya yat limanının üstündeki seyir
noktasının otoparkına park etmişlerdi. Oralı bir aile yakında
park etmiş arabalarından manzarayı seyrediyorlardı ve yanla
rındaki arabada bulunanlarsa belli ki turistti. Gadi ve Ronen
Mondeo'dan çıkıp korkuluklara yaslandılar, her biri kendi
düşüncelerine dalmış şekilde yat limanına bakıyordu.
"Ronen," dedi Gadi bir süre sonra şefkatle arkadaşına ba
karak, "kendi ve ailenin iyiliği için bana uzaktan kumandayı
• ı 196
ver." Yine Naamah'ın ismini kullanmaktan çekinmişti.
Ronen tepki vermedi.
"İsrail'e dönünce hakkında dava açılacağı açık, o yüzden
fikrini değiştirdiğin ve kumandayı bana özgür iradenle verdi
ğin yönünde ifade vermem senin için daha iyi olur."
"Eğer işime burnunu sokmasaydın hiç kimsenin haberi
olmayacaktı. O yüzden şimdi bana senin yüzünden açılacak
davada yardımcı olacakmışsın gibi konuşma," dedi Ronen
kızgınlıkla.
"Eğer Ebu Halid havaya uçmuş olsaydı, bunu yapanın sen
olduğunu bilmeyecekler miydi sanıyorsun?" diye ekledi Gadi
düşünceli düşünceli. "Ronen, ne yaparsam yapayım, ne söyler
sem söyleyeyim senin için burada olduğuma inanmıyorsun."
"Bunu kanıtlayana kadar inanmıyorum," dedi Ronen ba
kışlarını denize çevirerek.
"Düşünebildiğim tek 'kanıt' cezanın hafifletilmesi için ya
pacağın başvuruya zarar verecektir."
"Ne?" dedi Ronen dalga geçerek. Şaşırmıştı.
"Tamam," dedi Gadi karara varmış bir insanın tonlamasıy
la. "Dinle beni, bunu söylediğimi daha sonra inkar edeceğim:
Uzaktan kumanda işe yaramaz."
"Neden peki?" diye sordu Ronen şüpheyle.
"Çünkü arabanın altındayken kablosunu kopardım. Senin
işine yaramayacak."
Muclak bir şaşkınlık Ronen'in yüzüne yayıldı ve terlemeye
başladı.
"Ne yaptın!" diye bağırdı panik ve umutsuzluk dolu bir sesle.
Her şey Gadi'nin azimli elleriyle sebep olduğu ve yine Ronen'in
sorwnlu tutulacağı bir başka başarısızlıkla yok olmuştu.
Gadi, kendi açısından Ronen'in duygu parlamasını an
layamamıştı. Ronen'in sadece sonunda bu kişisel görevinin
bittiğini anladığını ve bu yeni gelişmeye üzüldüğünü sanıyor
du. ''Anten kablosunu paclayıcıdan ayırdım," diye tekrarladı
duygusuz duygusuz.
Ronen yanıldığını umuyordu. Yeterli zamanı yoktu, karan
lıktı; belki de başka bir şeyi koparmıştı. Belki de bunu ona
uzaktan kumandayı vermesini sağlamak için söylüyordu.
"Kopardığın şeyin o olduğuna emin misin?" diye sordu
Ronen gerginlikle.
"Evet, eminim," diye cevap verdi Ronen. İsrail'e dönünce
soruşturmada yalan söylemeden kabloyu kopardığından emin
olamadığını, diğer bir deyişle Ronen'in operasyonun bittiğini
bilmeden kumandayı kendisine uzattığını söyleyebilirdi.
Ronen arabaya döndü ve birden, sönmüş bir balon gibi
oturdu. Gadi'ye göre zamanlama mükemmeldi. Şimdi gezi
yolu, gelip geçmekte olan koşucular, hücum etmeye başlayan
turistlerle canlanmaya başladığı için daha az dikkat çekmeleri
yerinde olurdu. Gadi direksiyona oturdu; Ronen yolcu koltu
ğunda kamburlaşmış, kaşlarındaki terleri siliyordu.
"Ne tip bir patlayıcı olduğunu fark etmemişsin," dedi ses
sizce, kendi kendine konuşur gibi.
"Normal değil mi? Ama senin uydurduğun bir başka ka
pakla," dedi Gadi, esmer, ince uzun, uzun saçlı önlerinden ko
şarak geçen genç kadınla bakışırken, "ortada kablosu olan iki
parça algıladım."
"Hayır," dedi Ronen neredeyse fısıldayarak. "Normal pat
layıcılara erişimim yoktu. Eski depodan kullanımdışı olan bir
patlayıcı aldım . . ."
Gadi, sararmıştı, sözünü böldü: "Bir dakika, zaman ayarlı
olan mı?"
"Evet, seni aptal," dedi Ronen yavaşça. "Anten kablosu ko
partıldığı zaman otomatik olarak saati devreye giren patlayı
cı," dedi bütün tabloyu gözler önüne sererek.
Ronen'in ne sesinde bir eleştiri iması ne de söylediklerinde
bir provokasyon belirtisi vardı. Neredeyse öfke bile duymuyor
du; özellikle de eğer patlayıcıyı Ronen'in kendisinin hazırla
dığını zannediyorsa Gadi'nin patlayıcının normal olmadığını
tahmin etmesi mümkün değildi. Aynı zamanda ekibin eski
•ı 198
deposunda bir yerlere birinin yıllar önce sıradışı bir patlayıcı
koyduğunu hatırlayıp -baskı altında olduğu o şartlarda, araba
nın altında, insanlar ona yaklaşırken- Ronen'in onu çaldığını
düşünmesi beklenemezdi. Patlayıcıyı zamanında sökmeyi başa
ramayınca her olasılığı düşünmemiş olması da şaşırtıcı değildi;
anten kablosunu koparıp uzaktan kumandayı etkisiz kılmaya
o anda düşünmeden karar vermişti. Yine de günahların bağış
lanması bir işe yaramazdı, zarar verilmişti. Bu sefer zarar veren
son darbeyi indiren Gadi'nin eli idiyse de o elin uzandığı beden
Ronen'in bedeniydi. Bu gerçekten kaçmanın yolu yoktu.
Gadi'nin beyninin çarkları kendini içeriden patlabilecek
bir hızda dönüyordu. Kendi aşırı özgüvenine, acele kararları
na, eylemlerini planlamayı becerememesine ve bütün ihtimal
leri düşünememesine küfretti. Bir anlamda Ronen gibi fazla
savaş odaklı olduğuna ve özellikle de kabloyu koparır kopar
maz kendisini de havaya uçurabileceğini anlayınca bunca yıl
dan sonra bile böyle bir işte gerekli olan güvenlik önlemlerini
benimseyip özümseyememiş olmasına.
"Saati ne zamana kurmuştun?"
"Sorun da bu, kurmamıştım," diye cevap verdi Ronen.
"Uzaktan kumandayla patlatmayı düşünüyordum."
"Bir dakika. Bu demektir ki otomatik ayarı var," dedi
Gadi, avuçlarını şakaklarına bastırarak. Nabzı son sürat atı
yordu. "Mantıklı olan, eğer kurmazsan ya hemen ya da oto
matik ayarında patlaması." Ve hemen patlamadı, diye düşün
dü derhal Gadi, şanslı olduğunu kabul etmek için bir dakika
harcamayarak.
"Söz konusu olan mantık değil elektronik," dedi Ronen,
son derece pratik olduğu için kulağa kesinlikle düşmanca ge
len bir tonda. "Yaklaşık olarak ne zaman bağlantısını kestin?"
Gadi gayri ihtiyari saatine baktı. "Tam olarak bilemiyorum.
Gece on iki buçuk ya da bir? Tam senin geldiğin sıralardı. Kaç
civarı olduğunu hatırlıyor musun?"
Şimdi saatine bakma sırası Ronen'deydi. "Hayır. Ama bu,
1 99 1 1
eğer acele hareket edersek zamanımız olabilir demektir." Ro
nen şimdiden başarısızlıkla uzlaşmıştı. Patlayıcıya her ne ola
caksa olacaktı, şimdi oradan gitmeleri gerekiyordu.
''Acele hareket etmek mi?" diye şaşırdı Gadi. "Nereye?"
"Lübnan dışına, o şey patlayıp onlar sınırları kapatmadan."
1 1 200
karşı mı bilmiyordu. Ronen'in birden böyle bir tavır deği
şikliği göstermiş olmasına inanması zordu ama en azından
onunla kavga etmiyordu. Tek başına bu bile epey olumluydu.
Arabayı geri vitese aldı ve otoparkta geriye döndürdü. Suriye
askeri aracının yanından geçtiler; iki subay ve iki güzel, genç
kadın tam arabadan iniyorlardı. Artmaya başlayan trafikte
yola çıkabilmek için bir boşluk bekledi ve sonra lüks Maroni
te villaları yönüne hızla döndü.
201 ı •
operasyon riskini göze almaya istekli olmazdı. Ölü İsraillilerin
vücutlarının ortaya saçılmasındansa bombanın patlamasını ve
berbat sonuçlarıyla sonra uğraşmayı tercih ederlerdi. Yine de
İsrail'i arama fikri aklını çelmişti.
Gadi ufak bir kafenin otoparkına girdi.
"Hadi bir şeyler içelim, biraz sakinleşmeye ihtiyacım var,"
dedi. "Burada ankesörlü bir telefon var. Evlerimizi arayıp ka
rılarımıza sakinleşebileceklerini söyleyelim. Eminim Naamah
çok endişelenmiştir."
"Sen Naamah için mi endişeleniyorsun!" diye patladı Ronen.
"Sakin ol adamım, her şeye atlıyorsun! Sadece ben Helena
ile zaten konuştum, o yüzden."
1 1 202
ne olduğunu bilemediğinden utanarak teşekkür edip ofisten
aceleyle çıkmıştı.
Gadi ona işlerin Ronen'le yoluna girdiğini söyledi. Ondan
Doron'u tekrar aramasını istedi; Ronen'in onun yanında ol
duğunu bilmeleri ve bu noktada herhangi bir oyun oynamaya
kalkışmamaları gerekiyordu.
Bu mesaj gönderme sistemine muhtemelen artık gerek yok
tu ve hatta doğrudan olmayan her iletişim gibi bir risk faktörü
içeriyordu ama Gadi hila eğer doğrudan konuşursa Doron'dan
duyabileceklerinden şüpheleniyordu. Durumu detaylı olarak
anlatamayacaktı ve işi batırabilirlerdi. Şimdi, operasyonun
sonu yaklaşmışken, sorumluluğunu paylaşmayacaktı.
"Ona hila çözmem gereken bir karışıklık olduğunu ama bu
nun Ronen'le ilgili olmadığını söyle. Yanında getirdiği şeyle ilgisi
var." Gadi Helena'ya bu noktanın üzerinde durmasını ve ertesi
gün Avrupa'ya doğru harekete geçeceklerini eklemesini söyledi.
Ders zili konuşmalarını kısa kesti. Helena arkasındaki öğ
retmenlerin yerlerinden kalkarken, fincanlarını lavaboya ko
yarken ve koridorlarda öğrencilerin sınıflarına koşarken çıkar
dıkları tanıdık sesleri duyabiliyordu.
Gadi ona öpücüklerini gönderdi ve hoşça kal dedi. Onu
ikilemde bırakmıştı: Öğretmenler odası boşalmıştı, koridor
larda kimse yoktu. Helena küçük telefon defterini açtı ve
Tamar'ı aradı. "Gadi'den acil bir mesajım var, bana Doron'u
bağlar mısın lütfen?"
Doron ofis telefonuna da, cep telefonuna da cevap vermi
yordu. Helena'nın öğrencilerinden biri öğretmenler odasına
kafasını uzattı ve dersleri olup olmadığını sordu.
"Geliyorum," diye cevap verdi Helena. "Lütfen herkese ses
sizce sınıfta beni beklemelerini söyle." Bazen böyle şeyler olur
du; önemli bir şey olduğunda çocuklar da bunu hissederdi.
"Tamam, ulaşır ulaşmaz ona beraber olduklarını söyleyin,"
dedi Tamar'a. "Gadi bunun gerçekten önemli olduğunu söylü
yor. Aynı zamanda Ronen'in getirdiği şeyle ilgili çözmesi gereken
203 1 1
bir şey olduğunu ve yarın döneceklerini söyledi. Şey, biliyor mu
sun?" dedi tekrar düşünerek, "Cep telefonwnu Doron'un beni
geri arayabilmesi için ders sırasında açık bırakacağım. Cep tele
fonu kullanımı hakkında öğrencilerime verdiğim bir senelik eği
timi bozacak ama bu son derece önemli. O yüzden lütfen onun
fırsat bulur bulmaz beni aramasını sağlayın."
***
1 1 204
"Evet, ama beni asıl endişelendiren," dedi Doron, "kaçı
rılan arabanın kapılarının açık kalması ve Yossi'nin Yoav'ın
kapısı açıkken yola çıkması. Bu tehlikeli ve çok dikkat çeker.
Arabanın kapılarının kapanmasını manevraya dahil etmek
üzerine çalışmalıyız."
Diğer gözlemciler de izlenimlerini belirttikten sonra Yoav,
"Tamam, bunun üzerinde çalışacağız," dedi.
"Senden atış talimleri, bireysel ve grup dövüş egzersizleri
için iki saat ayırmanı istiyorum," dedi Doron. "Saat şimdi on
iki. Dörtte döneceğim ve döndüğümde ateş altında barikattan
geçme, geriye doğru takipçilere ateş etme ve takipteki bir ara
bayı adatma talimlerini görmek istiyorum."
205 1 1
"Yoav'ın planlamaya katılmamış olmasından memnun de
ğilim," dedi Doron, elindeki kağıtlara bakarak. "Burada on
larca örnek var ve herhangi birini hatırlayabileceğinin ya da
sadece üstünden okuyarak önerilen her reaksiyonun altında
yatan mantığı anlayabileceğinin bir garantisi yok."
"Yoav'ın nefes alacak zamanı yok," diye homurdandı Rami.
"Ondan seyir rotalarını mümkün olduğunca etraflıca öğren
mesini istiyorum ki çeşidi seçenekler arasında tercih yapabil
sin. Adam kaçırma, atış talimleri yapmak wrunda ve sonra da
ekiple yola çıkıyor."
Doron sessiz kaldı. Rami'nin kendisine söylemeye cesaret
ettiği şeyi, o Mossad Başkanı' na söylemeye cesaret edememiş
ti. Herkes, söylemeye cesaret edemeden daha baştan başarısız
olmaya mahkum bir göreve koyulduklarını biliyordu. Belki
de Beaufort' a bunu söylemesi için Rami'yi yanına almalıydı.
Sonuçlar önceden belliyken Başkan'ın brifingini beklemenin
anlamı neydi ki?
Ama bir önceki gece Beaufort'un kendisine ilettiği sürp
riz karardan sonra Doron Başkan' a durumu anlatmak için
Rami'den kendisine katılmasını istemenin bir yardımı olma
yacağını biliyordu. Operasyon tertibinde riskler güzelce belge
lenmiş ve bunun hiçbir yararı olmamıştı.
Ve başarılı olmaları, her şeyin kolaylıkla çözülmesi tabii ki
mümkündü; belki Ronen sessizce teslim olacaktı ya da belki
olabilecek en kötü şey meraklı bir nöbetçinin boynuna bir
darbe indirmek veya boğazını kesmekti. Bu işi güzel bir şe
kilde başarıyla sonuçlandırabilirlerdi. Mossad' ın ve Başkan'ın
sıkıntısı bu kadar belirgin ve meydana gelmesi muhtemel ka
rışıklık bu kadar büyükken daha başlamadan havlu atmayı
nasıl düşünebilmişti?
Doron elindeki kağıda göz gezdirdi. "Önce kaçış rota
sı acil durum planları üzerinde çalışalım," dedi. "Sonra da,
eğer zaman kalırsa, Lübnan' a inişlerinin detaylarıyla ilgile
niriz. Örnek: Adam kaçırma sırasında tespit edildiniz, bir
1 1 206
yaygara koptu, korumalar alarma geçti, bölgeden kaçıyor
sunuz ve bütün gece boyunca nöbetçilerin bulunduğu 1 8
numaralı barikata geldiniz. Atılacak adım ne olmalı?"
Yitzhaki evin bulunduğu bölgeyi gösteren hava fotoğrafın
daki barikatı işaret etti. Rami cevap vermek için ağzını açarken
Doron'un telefonu çaldı. Arkasını diğerlerine döndü; arayan
Tamar'dı, özür dileyerek Gadi'den acil bir mesaj iletmek üzere
Helena'nın aradığını açıkladı. Telefonun ekranında çok sayıda
cevapsız arama olduğunu gördü: Onunla konuşacaktı.
201 1 1
7
209 1 1
kişinin Ronen olduğundan kimsenin şüphesi kalmamıştı,
özellikle de kısa bir süre sonra boş boş evde oturduğu ortaya
çıkınca. Eski, oturmuş bir kasabada bile kendi içlerinden bir
kahramanla duyulan gurur hemen başkalarının acısından se
vinmeye dönüşebilir.
Evde geçirdiği aylardan sonra Ronen'in ortadan kayboluşu
nu anne babasından bir gün bile saklamak mümkün değildi.
Başta Naamah onlara yalan söylemeyi düşünmüştü ama -er
ya da geç karşı karşıya kalmak zorunda oldukları- gerçek onu
bir düşmana dönüştürürdü. Onlarla şüphelerini paylaşmak
istememiş ama bir gün daha geçince nereye gittiğini söyleme
den evden ayrıldığını ve Mossad'ın onu aradığını söylemek zo
runda kalmıştı. Bunu takip eden iki gün zarfında sanki geçen
günler değil senelermiş gibi nasıl sararıp solduklarını izlemişti.
"Ya siz nasılsınız Bayan Dolev?" diye sordu Beaufort, sanki
Naamah'ın bir cümlelik cevabı Ronen'in anne babasıyla ilgili
meseleyi yeterince açıklamış gibi.
Genç bir ajan olarak Naamah Mossad Başkanı'na büyük
bir saygı duyuyordu. Ama Mossad'daki görevi uzak geçmişi
nin bir parçası olmaya başlayıp yaşı kıdemli komutanlarınki
ne yaklaştıkça her şey başka görünmeye başlamıştı. Naamah
Doron'u ha.la genç, kendine aşırı güvenli bir ekip komutanı
olarak hatırlıyor, bu da onun genel olarak bir birim sorum
lusunda görmeyi beklediği yerinde hüküm verme ve ölçülü
lük özelliklerine sahip olup olmadığını sorgulamasına neden
oluyordu. Diğer taraftan Mossad Başkanı bitkin görünüyor
du; gözlerini açık tutmakta zorlandığı hemen fark ediliyordu
ve Naamah onun uyuşuk omuzlarının Üzerlerine yüklenen
göreve uygun olup olmadığından emin değildi. Kesinlikle
zekiydi ve çok analitik olduğunu duymuştu. Güzel de ko
nuşuyordu. Büyük ihtimalle ülkelerin liderlerini ve hiç kuş
kusuz yabancı istihbarat servislerinin başkanlarını iyi idare
ediyordu. Ama Ronen'ini eve getirmeye ne kadar yetkindi?
Ve yetkinlik demişken Doron neden bu toplantıda değildi?
1 1 210
Söyleyecek hiçbir şeyi yok muydu? Onunla buluşmaktan mı
kaçınıyordu? Ya da kocasını geri getirmek üzere bir operas
yonun, Gadi'nin bahsettiği operasyonun ortasında mıydı?
Peki, Gadi' nin bu işteki rolü neydi? Onun ülkeyi terk etti
ğini biliyordu ama hiç kimse bir bilgi paylaşmaya yanaşmı
yordu, her gün konuştuğu Benny bile. "Açıksözlülüğüm için
beni bağışlayın ama benim nasıl olduğumu ya da bu günleri
nasıl geçirdiğimi veya Benny' nin duymakla ilgilendiği ve se
nin de duymanı istediği Ronen'in Mossad'a karşı hissettiği
şeyleri sormanın zamanı değil. Bunu çok uzun zaman önce
sormalıydınız."
"Lütfen Naarnah, seninle her gün iletişimdeydim ..."
Benny onu sakinleştirmek istedi ama Başkan araya girdi:
"Ona yardım edebilmek için seninle işbirliği yapmak isteği
mizi söylemeye geldik."
Benny rahatlayarak arkasına yaslandı, Başkan'ın meseleleri
tersine çevirmekteki becerisinden etkilenmişti. Ama Naamah
buna kanmayacaktı.
"Yardım etmek mi? Ona şimdi mi yardım etmek istiyor
sunuz? Onu köpeklerin önüne atmak yerine Lübnan seyaha
tinden hemen önce Rusya'da toplanan istihbarat için ona bir
ödül vererek yardım edebilirdiniz."
"Sevgili hanımefendi, yıl sonunda verilecek ödüle aday ol
ması mümkün . . ."
''Ah lütfen," dedi Naamah. "On yıldır o çapta onlarca iş
yaptı ve hiçbir zaman bir övgü almadı. Ah pardon, üç tane
takdir mektubu aldı ama ikisi Başbakan'dandı, sizden değil.
Ama tabii ki bir soruşturma komisyonu kararı aldı. En azın
dan ikisini de alsaydı bir şekilde birbirini dengeleyebilirdi."
"Bir övgü o zaman uygun olmazdı Bayan Dolev. Nasıl gö
rüneceğini düşünün."
"Nasıl görünürdü?" diye soruya soruyla karşılık verdi Na
amah. "Ve kime? Medyaya mı? Eminim medyayı memnun
etmek için ondan kurtuldunuz."
211 ı•
Naamah dudaklarını ısırdı ve sustu. Bu konuşma ümit et
tiği doğrultuda gitmiyordu. Öfkesini şu anda özellikle sıkıl
mış gözüken Mossad Başkanı'nın üzerine boşaltmayı planla
mamıştı. İyi haberler getirmesini beklemediyse de hala gizli
umutlar besliyordu. Belki şapkasından bir tavşan çıkaracaktı;
hatta belki de bu tavşan kendisi olacaktı. Ronen'i eve getir
mekte Gadi'den daha başarılı olacağı fikri Gadi'yle yaptığı son
konuşmada aklından geçmişti ama bu umutsuz bir girişim
olurdu: Gadi ile işbirliği yapmak Ronen'in tepesini gerçekten
attırabilirdi. Şimdi işler başkaydı. Gadi zaten oradaydı.
"Ben de tam olarak bu yüzden bugün gelmeyi kabul ettim,
ona yardım etmek için," dedi Naamah usulca. "Ebu Halid'in
mahallesini bilmiyorum ama Beyrut'u hala oldukça iyi ha
tırlıyorum. Kullandığım pasaportlardan biri, Güney Afrikalı
olduğum, hala geçerli ve onu kullanabilirim. Beyrut' a uçabi
lirim ve eğer benim ona ulaşmama yardım ederseniz Ronen'i
bundan vazgeçirme şansım herkesten daha yüksek."
Mossad Başkanı ve Psikolog birbirlerine baktılar.
"Bakın, bu anlık delice bir düşünce değil, bütün gece bunu
düşündüm. Siz oraya Gadi'yi gönderdiniz ama bu büyük bir
yüzleşmeye yol açabilir: Her biri diğerine karşı o kadar dolu ki
her an bir kavga patlak verebilir ya da birbirlerini zekalarıyla
alt etmeye kalkabilir, hatta zarar verebilirler. Benimle ise her
şey tamamen farklı olacaktır."
Benny Beaufort' a baktı, hazırladığı psikolojik analizi hatır
layıp hatırlamadığını merak ediyordu. Şu an Naamah' ın söy
lediklerinin aynısını belirtmişti. Naamah'ın fikri çok parlaktı;
Beyrut'ta onaya çıkması Ronen üzerinde bir sihirli değnek et
kisi yapabilirdi. Ama Gadi'nin orada kendi inisiyatifiyle bulun
duğunu bilmiyordu: Beyrut'ta bulacağı şey tahmininden biraz
farklıydı. Bir psikolog olarak Ronen'in onunla uslu bir çocuk
gibi eve döneceğinden emin olabilir miydi? Gerçekten kontro
lünü kaybetmiş ve onu ve çocuğunu bırakmaya hazırlanmış,
Naamah' ı dul, çocuğunu ise babasız bırakma riskini almış ise
1 1 212
nasıl davranacağını kim öngörebilirdi? Daha Gadi'nin kendisi
Genel Merkez'in talimatlarını takip etmezken Naamah'ın Gadi
ve Ronen arasındaki savaşı nasıl ateşleyeceğini kim bilebilirdi?
Beaufort da benzer şeyler düşünüyordu ve Benny gibi ses
siz kaldı.
Bu yer bu tip bir kararın verileceği yer, bu insanlar bu ka
rarı verebilecek insanlar değil, diye düşündü Naamah. Doron
da burada olmalıydı. Beyrut' a gidişinin gerçekten ne anlama
geleceğini bilebilecek bir tek o vardı, Şii mahallelerinde dola
şan otuzlu yaşlarının ortalarındaki bir Güney Afrikalı kadın.
Üstlerine bu tip bir eylemi önerebilecek, ona eşlik edip onu
arabayla gezdirebilecek birini atamaya karar verebilecek kişi
oydu. Fikrini ilk açıkladığında Benny'nin yüzündeki olum
lu ifadeden onun bu fikri sevdiğini anlamıştı; diğer yandan
Beaufort'un yüzünden ne düşündüğü anlaşılmıyordu ve şimdi
Benny'nin gözlerindeki ışık da sönmüş gibiydi. Anlaşılan o ki
kendi-başını-kurtar aşamasına geçmişlerdi.
"Bakın," dedi Naamah sessizliği bozarak. "Bu fikri onun da
düşüncelerini almak için Doron'la paylaşmanızı önereceğim.
Bir tepeye koca bir tugayla saldırabilir -ve birçok zayiat 'vere
bilir- ya da küçük bir ekibi helikopterle tepenin üzerine bıra
kabilirsiniz. Ne planladınız bilmiyorum ama ben size çabuk ve
neredeyse risksiz bir çözüm öneriyorum."
Naamah'ın verdiği örnek Beaufort'un bilincine nüfuz et
mişti. Naamah'ı içeri sokup üçünü beraber dışarı çıkarmak en
zarif çözüm olabilirdi. Ama hala Ronen'le iletişim kurmasının
üzerinden bir buçuk gün geçtiğinden bunu Gadi'nin başaraca
ğı umudunu besliyordu. Bunun yanı sıra Başbakan'ın haliha
zırda onayladığı bir plan da vardı ve o cenahta sorun çıkarmayı
istemiyordu. Nasıl olup da Naamah'ı baştan düşünmemişler
di? Ve tabii bu arada işler karışıp Naamah Hizbullah'ın eline
düşse bu dışarıdan nasıl görünürdü? Bir bebeğin hem anne
hem babasını aslanın inine gönderdiğini ve bunun Mossad' ın
bulabildiği en iyi çözüm olduğunu nasıl açıklayabilirdi?
213 1 1
"Ben bütün haklardan, taleplerden ve davalardan vazgeçe
rim," diye ekledi iki adam da konuşmayınca. "Kontrat, ope
rasyon tertibi ya da hayat sigortasıyla ilgilenmiyorum. Sadece
Ronen'i geri getirmek istiyorum. Bunu siz de istiyorsunuz. Eğer
tercihiniz bu yönde olursa bunu bir başvuru olarak kabul edin:
Teklifi ben yapıyorum ve bütün riskleri ben üstleniyorum."
***
Talim, biri açık biri kapalı iki barikata bir hızlı, bir de yavaş
yaklaşmayı içeriyordu. Barikatta iki, üç ve dört asker varken
ve bir de yakın bir binada teyakkuzda bir askeri birlik varken
ateş açma alıştırması yaptılar. "Nöbetçiler"e arabanın önünden
yaklaşma, sürücü tarafından yaklaşma, yolcu tarafından yaklaş
ma ve her üç yönden birden yaklaşma talimatı verildi. Bazen
"Ronen" işbirliği yaparak sakince oturdu, bu durumda hedef
nöbetçileri sakinleştirerek hızlı bir bahane bulup arabayı sür
meye devam etmekti; bazense "Ronen" vahşileşti, bu durumda
da ajanlar araba daha durmadan nöbetçilere ateş açtı.
Her şey saniyelerle ölçülüyordu. Yoav parolayı söylüyor ve
susturuculu mini-Uziler bir anda ortaya çıkıyor, boya topları
nöbetçilerin alnında ve göğsünde patlıyordu. Bütün bir birlik
işin içine girdiğinde bölükler daha neredeyse binanın dışına
çıkamadan birkaç uzun şarjörle hizaya getirilmiş oluyordu.
Doron takipçilere karşı yapılan talimlerin de başarılı geçti
ğini hissediyordu. Moussa ve Daoud kısa namlulu M I 6'larım
dışarıyı gözleyerek koltukların altından çıkardılar, namlularını
kurşun geçirmez arka penceredeki iki delikten vurarak geçirip
takipteki arabanın ön camını boyayla kapladılar. Ve zırhlı araç
taki insanlar özellikle inatçı olduğunda Yoav tavan penceresini
açıp ayağa kalktı ve onlara yalancı bir RPG roketi fırlattı.
"Tamam, Yossi, senin neler yapabileceğini görelim,'' dedi
Doron ve araç talimi için ayrılan alana yöneldiler. El freni,
direksiyon simidi ve gaz pedalını kullanarak Yossi arabayı
1 1 214
kaydırıp geldiği yönün ters istikametine çevirdi ve el freni
ni biraz daha önce bıraktığında bunu yapma niyeti -ya da
ihtimali- olduğu anlaşılmaksızın doksan derecelik bir dönüş
gerçekleştirdi. Yolun kenarındaki su oluğuna girdi, dik bir
yokuştan çıktı ve çöl için kumlu ve çamurlu yollarda sadece
dört çekerli bir aracın yapmaya cesaret edebileceği sürüş tek
niklerini sergiledi.
Bir sonraki aşama helikoptere biniş ve iniş talimleriydi.
Günün sonuna doğru denize değmek üzere olan, dalgaların
hemen üzerinde duran güneşin içinden çıkmış gibi birden bir
Yasur helikopteri belirdi. CH-53 Sea Stallion savaş helikopteri
eğitim tesisinin ucundaki iniş pistine ilerleyip inmeden önce
bir daire çizdi. İçinden dört yana askerler dağılıp Yasur'un çev
resinde pozisyon aldı. Aracın arkası aşağıya doğru açılıp bir
rampa meydana getirdi. İçinden bir Mercedes belirip yavaşça
aşağıya indikten sonra hızla uzaklaştı. Askerler koşarak heli
koptere geri döndü, rampa kapandı. Helikopter kalktı, yönü
nü değiştirdi ve gözden kayboldu. Yossi arabayı çevirip komu
tanların inişi izlediği yere doğru sürdü.
"İyi bir zamanlama," dedi Doron. "Alanın uygun olduğun
dan emin olmaları için askerlere biraz daha fazla süre verin ve
ondan sonra dışarı çıkın. Biraz yavaşlatın Yossi." Mossad ve
Hava Kuvvetleri arasında irtibat yetkilisi olarak görev yapan
astsubaya dönüp, ''Askerlere ve helikopter ekibine araba ken
dilerinden belli bir mesafe uzaklaşana kadar yerlerinde kalma
larını söyleyin," dedi.
Rami ve Yoav'a "Her şeyi bir de tamamen karanlık çökünce
tekrarlamanızı istiyorum," dedi Doron saatine bakarak, "yarım
saat içinde. Ondan sonra brifinglere başlayacağız. Mossad Başka
nı gelir gelmez son brifingi yapacağız ve sonra yola çıkacaksınız."
***
21 5 1 1
bağlanan trafiği düşünemediği için kendine küfrederek yol
alıyordu. Mossad Başkanı'yla yapılacak toplantıya geç kalmak
ne büyük saygısızlıktı! Gadi' nin hikayeleri sayesinde birkaç
Mossad Başkanı'nı biliyor olsa da daha önce hiçbiriyle tanış
mamıştı. Gadi ailesini Genel Merkez'den uzak tuttuğu için
sadece kısa süre önce psikolog olan Benny ile tanışmış ve onu
oldukça anlayışlı ve destekleyici bulmuştu.
Helena bu buluşmadan ne beklemesi gerektiğini bilmiyor
du. Birkaç dileği ve umudu vardı ve özellikle de Mossad'ın
Gadi'yi sağ salim eve getirmek için ne yaptığını bilmek isti
yordu. Yol uzadıkça geç kaldığı için kendine daha çok kızıyor,
Mossad ve Başkanı'na olan öfkesi pekişiyordu. Gadi'yi din
lemeyi reddettikten ve Gadi kendi başına yola çıktıktan son
ra kendisinden ne istiyordu? Özür dilemek için mi kendisini
çağırtmıştı? Ne yapmak üzere olduğunu açıklamak için mi?
Birden bu toplantıdan iyi bir şey çıkmayacağını düşündü.
Eğer kolay bir çözümleri olsaydı onunla konuşmazlardı. Eğer
tehlikeli bir maceraya atılmak üzerelerse istedikleri neydi? İzni
mi? Ehliyetsiz bir hastaya yapılacak ameliyat için ailesinden
onay alınması gibi miydi? Ya da belki Gadi'yi kafeslemek, ken
disinden Gadi'nin Beyrut'ta yetkisi olmadığını bilerek bulun
duğunu, tüm risklerin farkında olduğunu duymak istiyorlar
dı. Gadi'den Soruşturma Komisyonu hakkında bunun gerçek
bir olasılık olabileceğini bilecek kadar çok şey duymuştu. Ama
belki de hala bir şekilde yardımcı olabilirdi.
Duygu ve düşüncelerinden kafası karışmış olan Helena
dönüş noktasını geçtikten sonra solundaki oteli fark etti. Sa
ğındaki denize inen çimenlik alanın içinde bulunan otoparka
dönerken dudaklarından uzun Danca bir küfür döküldü.
***
Helena onu bir süredir takip etmekte olan ve peşi sıra oto
parka giren arabayı fark etmemişti. Bu, Haramati'ydi. Sabah
1 1 21 6
erken saatlerde Naamah'ın evini bir su arıtma cihazı satıcısı
rolünde aramış ve ona kocasının evde olmadığını duyduğuna
üzüldüğünü söylemişti. "Ona nasıl ulaşabileceğimi ya da ne
zaman eve döneceğini söyleyebilir misiniz? Bu genellikle er
keklerin anladığı teknik bir konu."
"Ben teknik işlerden iyi anlarım ve konu hakkında bilgi
almak isterim," dedi Naamah sabırla, ama Haramati kocalar
olmadan pazarlık yapmadığı konusunda ısrarcı oldu: "Kadın
lar dinleyip sonra kocası geldiğinde onun karar vereceğini söy
lüyor ve ben de dansa yeni baştan başlamak zorunda kalıyo
rum." Kocasının ne zaman geri döneceğini tekrar sorunca bu
küçük şoveniste karşı sabrı tükenen Naamah telefonu onun
suratına kapatmıştı.
Haramati onu köyünün girişinde . beklemiş ve sonra
Rupin Kavşağı'ndaki okuluna kadar takip etmişti. Ondan
sonra hızla çalıştığı gazeteye gitmiş, kendisini bekleyen
birkaç işi tamamlamış ve öğleden sonra Rupin' e dönmüş
tü. Naamah'ın arabasının otoparkta olduğunu gördüğüne
memnun oldu ve onu rahatça izleyebileceği bir gözetleme
yeri seçti. Özel dedektif ya da belki de gizli ajan rolü oyna
mak hoşuna gitmişti ama saatler boyunca bastıran uykuyla
boğuşmak zorunda kalacağını göz önüne almamıştı. Gözü
nü açtığında Naamah'ın arabasının hızla yola çıktığını gö
rene kadar uyuyup uyuyup uyanmıştı. Ona yetişmek için
acele etti ama trafikte kaybetti.
Naamah'ın arabası evinin yanında değildi, Haramati de bir
kooperatif yerleşiminde bulunan diğer adreste şansını dene
meye karar verdi. Alçak çalılarla çevrili bakımlı evi gözetlerken
onu kimse rahatsız etmedi. Bir saat kadar sonra Helena evden
çıktı. Haramati onu nispeten kolay takip etti. Kesin olan bir
şey var, dedi kendi kendine, Mossad'daki bu şanslı piçler güzel
kadınları nasıl tavlayacağını biliyor.
21 7 1 1
Otoparkın girişindeki tabela ona on beş dakika sonra park etme
nin ücretsiz olacağını söylüyordu, dolayısıyla o da park biletin
deki tarih ve saati kazımakla uğraşmadı. Hızla sahil kenarındaki
gezi yolundan otele doğru yürüdü. Tam karşıda, hemen ilerisin
de bir kaya parçasına dayanmış kararmakta olan denizi seyreden
Naamah'ı gördü. Durdu, kalp atışları hızlanmıştı. İlk düşüncesi
Naamah' ın ne kadar güzel olduğuydu, yüzü hafifçe güneşin de
nize battığı noktaya dönmüştü. Solgun ışıkta keskin hatlı profili
bütünüyle ortaya çıkmıştı; dar uzun burnu, çenesi. Deniz esinti
si sırtına dökülen uzun, siyah saçlarını dalgalandırıyordu. Ve ne
kadar da havalı, diye düşündü Naamah'ın ne giydiğine dikkat
edince: bir eşofinan. Kendisi ise dolabını karıştırmış, önce şık bir
kıyafet, sonra bir döpiyes, daha sonra spor ama şık bir kıyafet, en
sonunda da sevimli, çok neşeli olmayıp bir iş toplantısına uygun
olan bir elbise seçmiş ve şık bir çift ayakkabı giymişti. Yanında da
saygın bir hava katmak dışında hiçbir amacı olmayan ince ipek
bir ceket getirmişti. Naamah da şüphesiz Mossad Başkanı'yla
toplantıya gelmişti, buna rağmen ondan ne kadar farklıydı; o da
sıkıntılar içindeydi ve o da kocasını kurtarmak için elinden gelen
her şeyi yapıyordu. Gadi'nin Naamah yüzünden şu an orada, teh
ditlerle dolu bir tuzakta bulunduğu düşüncesi birden ikisinin dert
ortağı iki kız kardeş olduklarını fark etmesiyle yok oldu. İçinde
bir sıcaklıkla birlikte Naamah'ın ne yapılması gerektiğini bileceği
ümidi doğdu. Kesinlikle Helena'dan daha fazlasını bilmesi gere
kirdi, ne de olsa orada daha önce bulunmuştu. Gadi ile birlikte.
"Naamah?" dedi Helena çekinerek. Dalgalar sesini yuttu.
"Naamah?" diye tekrarladı iki adım daha atarak.
Naamah gözlerini açarak ona doğru döndü. Helena ka
rarmakta olan havada bile onun gözlerindeki üzüntüyle ka
rışık endişeyi gördü. Yine de onu fark ettikten hemen sonra
Naamah'ın yüzünde bu yabancı kadına duyduğu acımanın
izini taşıyan zayıf bir gülümseme oluşmaya başladı. Mossad
Başkanı'yla görüşmek için özene bezene giyinmiş, karşısında
duruyordu. Hiç şüphesiz görüşmenin içeriği hakkında en ufak
1 1 218
bir fikri yoktu. Helena'nın sabırsızlıkla bekleyeceği hiçbir şey
olmadığını bilen Naamah'ın merhamet dolu gülümsemesi ge
nişledi, otelin üst lobisindeki kafede, Avrupa moda dergile
rinin kapağından fırlamış gibi görünen sarışın, güzel kadını
bekleyen iyi bir haber yoktu.
Naamah ve Helena nadir durumlarda, ekip üyeleri ve eşleri
ekibi bırakan üyelerle bir araya geldiğinde karşılaşırdı. Naamah
protokolün incelikleriyle ilgilenmediği, Gadi'nin sevdiği ka
dınla havadan sudan konuşmadığı için ve Helena da nasıl yak
laşacağını bilemediğinden birbirlerinden uzak durur, hemen
hemen hiç konuşmazlardı. Naamah bu kadının Gadi'yi neye
dönüştürdüğünü düşünmek istemiyordu, tıpkı Helena'nın
vahşi ve dizginlenemez gözüken Naamah'ın Gadi'yi içine sü
rüklediği tutkulu seks hayatını düşünmeyi tercih etmediği gibi.
Şimdi, birden bunlar Helena'nın gözünde bir avantaja dönüş
tü. Naamah'ın Gadi'nin başarısında bir çıkarı vardı ve nedenle
ri önemli değildi, kendisinin kendi özel nedenleriyle Ronen'in
eve sağ sağlim dönmesini istiyor olması gibi.
"Seni de mi buraya çağırdılar?" diye sordu kibarca Naamah.
"Evet, ama biraz geciktim. Çocuklar, trafik."
"Ben Lital' i Ronen'in anne babasına bırakıp okuldan doğ
ruca buraya geldim," dedi eşofmanını işaret ederek.
Helena tereddüt etti. Muhtemelen kızmış olan Mossad
Başkanı ve Psikolog onu bekliyorlardı ama Beyrut felaketi için
doğru çözümün Naamah'ta olduğunu düşünüyordu. Güneşin
ardında bıraktığı, kuzey, güney ve doğudan bastıran karanlık
ta kaybolmakta olan son renklerin, denizden esen rüzgarın ve
dalga seslerinin fonunda iki kadını bir yakınlık halesi kuşattı;
Helena onu karanlıkla birlikte geride bırakmayı istemiyordu.
Naamah'tan ayrılmak istemiyordu.
"Bir kahve içecek zamanın var mı?" diye sorarken buldu
kendini.
Naamah gülümsedi, şaşırmıştı. "Ya onlar ne olacak?" diye
sordu, oteli işaret ederek.
21 9 1 1
"Bu toplantıyı çok kısa tutmayı planlıyorum, sadece bir
nezaket ziyareti. Yardımcı olabileceklerini sanmıyorum. Bura
da beni birkaç dakika bekleyebilir misin?"
Naamah, bu kadında sandığımdan fazlası var, diye düşüne
rek içtenlikle bekleyebileceğini söyledi.
Uzaktan olan biteni seyreden Haramati kaşlarını kaşıdı.
Şans eseri gerçek bir entrikaya mı denk gelmişti? Karşıdan
karşıya geçen Helena'yı takip etmeye devam etti.
***
• ı 220
anda o eski kötli hisse dönüştü. Demek hala bana güvenmi
yor, diye düşündü Ronen. Ve neden güvenecekti ki?
Aslında neden bu deliliğe uyuyordu ki? Bunu ne zaman ka
bul etmişti? Gadi kontrolü eline almıştı ve onun peşinden sü
rükleniyordu, aynı eski günlerdeki gibi. Ne de olsa Ebu Halid'in
öldürülmemesi gerektiğine ikna olmamıştı. Karısı ve çocukları
nın da ölmesi onu rahatsız ederdi ama o kadar da değil: Ebu
Halid' in intihar bombacıları şüphe yok ki yeterince kadın ve ço
cuk öldürmüştü. Arabanın boşken havaya uçması gibi bir kaza
ya da bunun İsrail' in kuzey sınırında yol açabileceği karışıklık şu
an Gadi ve kendisinin aldığı elle tutulur riske oranla çok teorik
kalıyordu. Öyleyse neden bunun bir parçası oluyordu?
Gadi her ne olursa olsun patlayıcıyı etkisiz hale getireceğini
açıkladığı anda her şey değişmişti. İçinde kaybolduğu bu ka
lın sis bulutuna rağmen bu kadarı Ronen için açıktı. Uzaktan
kumanda olmadan patlayıcı üzerinde herhangi bir kontrolü ve
Gadi'yi patlayıcıyı etkisiz hale getirmekten alıkoymasının bir
yolu yoktu. Ne yapabilirdi ki, onu sersemletmeye mi çalışa
caktı? Polisi mi arayacaktı? Söz konusu olamazdı. Operasyonu
sona ermişti; bunun sonunda eğer birisi ölecekse bu büyük
ihtimalle Gadi olacaktı.
Çünkü Gadi her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar
gidecekti. Sadece iki kişinin böyle bir operasyonun üstesin
den gelebileceğini düşünmek yeterince büyük bir delilikken
bunu kendi başına yapmasına izin veremezdi. Ronen kendini
suçlu ya da bu durumdan sorumlu hissetmiyordu; o sadece
kendi deliliğinden sorumluydu. Şu anki hareketlerini belirle
yen Gadi'nin deliliği ise sadece Gadi'ye aitti. Ronen şimdi onu
yalnız başına bırakamazdı, bu böyleydi. Böyle olmasını sağla
yan dürtülerine bir isim koymamayı tercih etti.
221 ı•
Gadi'nin yanına giderken kulübenin içinden çıkan diğer ikisi
arabanın kiralık olduğunu fark edince silahlarının namluları
na mermi sürdüler.
"Pasaport lütfen," dedi ilk anda yabancı olduklarını fark
eden nöbetçi.
Gadi ceketinden pasaportunu çıkarıp ona uzattı, son
ra Ronen'inkini alıp iletti. İki nöbetçi arabanın iki yanında
açıkta, silahlarını onlara doğrultmuş durdukları için, Gadi ve
Ronen'in -eğer gerekirse- tepki verecek zamanları olmazdı
ama kısaca pasaportlara baktıktan sonra nöbetçi Gadi'ye pasa
portları geri verdi.
"'Pasaport lütfen!' Bunu hiç duymuş muydun? Bu, pa
saportumu ilk isteyişleri. Hizbullah gerçekten devlet içinde
devlet yarattı," dedi Gadi, arabayı hareket ettirdikten bir-iki
dakika sonra.
"Neler oluyor dersin? Bomba patlamış ve yeni talimatlar
almış olabilirler mi?"
"Zannetmem. Eğer öyle olsaydı kolayca geçmemize izin
vermezlerdi. Bence bu yerel bir inisiyatif."
"Ya da durmadan Doktor ltzmat'ı ziyaret edip duran iki
yabancının gerçekten iki masum yabancı olup olmadığını bil
mek istediler," dedi Ronen.
"Eğer gerçekten şüphelenseler o isimde biri olmadığını bu
lurlar ve en azından bizi sorgularlardı. İçeri girdik bile, görevi
mize odaklanalım."
Gadi'nin pratikliği Ronen'in içini rahatlatmamıştı. Ya bu
bir tuzaksa? Ama Gadi Birim Şefi'nden duymaktan hiç hazzet
mediği sözleri tam olarak tekrarladı: "Bir operasyonu gerçek
leştirmemek için her zaman neden vardır." Gadi'yi niyetinden
vazgeçirmek için mesnetsiz korkulardan fazlasına ihtiyacı var
dı. Bir kez daha Ronen kendinden daha güçlü birine boyun
eğmiş gibi hissediyordu. Bir an duraksadıktan sonra konuştu:
"Gadi, bombayı etkisiz hale getirmek için saati sökersek
ne olacağından emin değiliz ya da bir tuzak falan varsa. Peter
1 1 222
muhtemelen şimdi evdedir, onu ararsak Doron'la irtibat kura
madan bize cevap vermek zorunda kalacaktır."
Gadi bunun üzerine düşündü. Ronen'in söylediği doğruy
du: Böyle bir telefon konuşması çok işlerine yarardı. Eğer saa
ti sökmek patlayıcıyı harekete geçiriyorsa bombanın yüzünde
patlamasına engel olabilirdi. Ama bölüm müdürlerinin Genel
Merkez'in niyetinin onları geri getirmek olduğunu biliyor ol
ması ihtimali vardı ve Peter telefonu açar açmaz onlara İsrail'e
geri dönmeleri için verilen emri iletebilirdi.
"Bir fikrim var. Ebu Halid'in oradan bir kez geçip duruma
bakalım," dedi Gadi. "Eğer yapabilirsek yaparız ve eğer ortalık
kalabalıksa ve zaman öldürmemiz gerekirse Peter'i ararız. Eğer
bizi durdurmaya kalkarsa ne yapacağımı bilirim; ne de olsa
emirlerimi ondan almıyorum. Ve Ronen . . . " Ronen'in ona
dönmesini bekleyerek ekledi, "teşekkür ederim."
"Ne için?"
"Kalmaya karar verdiğin için. Taraf değiştirmenin ne kadar
zor olduğunu tahmin edebiliyorum, özellikle de başarma ihti
malimiz sınırdayken. Eğer istersen hala ayrılabilirsin."
Ronen kafasını çevirdi. "Gazla," dedi.
Duygusallığa zaman yoktu. İçinde bulundukları durum
gerçekten çok kötüydü; fark edilme, bir kovalamaca sonunda
yakalanma ya da mahallenin yatağa girmesini bekledikten son
ra patlayıcıyla beraber havaya uçma ihtimalleri çok yüksekti.
Bunu yapmaya karar veren Gadi idi ama onların Beyrut'ta sı
kışıp kalmalarını sağlayan da Ronen'in kendisiydi. Dolayısıyla
Gadi'nin teşekkürü gereksizdi, ayrılması için sunduğu seçenek
de öyle. Gadi' nin kendisine içinden geldiği gibi küfretmesini
tercih ederdi ya da çenesini kapamasını.
Ebu Halid'in evinin önünden geçtiler. Mercedes orada de
ğildi. Kahretsin, dediler aynı anda. Şimdi zaman öldürmek
zorundaydılar. Ne zaman döneceğini bilmenin bir yolu yoktu.
"Bu arada," dedi Ronen gülümsemesini örtmeye çalışarak,
"en azından belki havaya uçar." Gadi, gülüp küfrederek hafifçe
223 1 1
ensesine vurdu. Sonra ciddileşerek, "Bu komik değil," dedi.
Ronen ısrar etti: "Hadi şimdi Peter'i arayacak bir yer bulalım."
***
1 1 224
ona destek olmadıklarını söyledim. Onu işleri temizlemesi
için kendi başına bıraktılar," diye devam etti Helena. Naamah
Gadi'nin temizlemek zorunda kaldığı "pisliğin" Ronen olduğu
gerçeğini göz ardı etmeye çalıştı.
"Dolayısıyla şimdi de kendi başınıza işleri temizlemeniz
için sizden ayrılacağım," diyerek konuşmasını bitirdi, kelimesi
kelimesine kendi sözlerinden alıntı yaparak. Bir an düşündük
ten sonra ekledi: "Umarım bunun ters bir etkisi olmaz."
"Ben de öyle," dedi Naamah, Mossad'ın harekete geçmesini
sağlayabilecek bir fırsatı kaçırıp kaçırmadıklarını merak ederek.
Gadi'nin oraya yalnız gitmiş olduğu gerçeği ancak Beauforc'la
yaptığı konuşma sırasında onun için netleşmişti ve ancak şimdi
-Helena ile otururken- onun bunu Mossad'ın desteği olma
dan yaptığını anlıyordu. Demek durum pırıl pırıl zırhı için
deki şövalye Gadi'ye karşı kafesteki kaplan Ronen'di; karışacak
başka biri onlarla savaşabilir, onları kurtaramazdı. "Beyrut'ta
onlara neler olabileceğini düşünmek oldukça korkutucu."
Şehrin ismine değinince telaşlanan Naamah kimsenin onu
duyup duymadığını görmek için etrafına baktı. Kafe, karanlık
girişte yeni beliren bir adamın dışında boştu. Garson bakışını
yakalayıp masaya yaklaştı. Helena bir meyve suyu, Naamah da
bir kahve daha istedi. Garson masadan gittikten sonra oluşan
sessizlikte Naamah bu kadına yapılması gereken hareketi yap
mak istediğini -ve yapabileceğini- hissetti. Gadi ile sonlan
dıramadığı konular, ona karşı hala hissettiği hisler Helena'ya
karşı bastırılmış bir hınca dönüşmemeliydi. Gücenecek biri
varsa o da Helena'ydı. Ama Helena Gadi'nin Beyrut'ta Ronen
ile görüştüğünü ona haber vermekle Naamah'ın şu anda ona
duyduğu sempatinin temelini oluşturmuştu.
"Sana telefon ettiğin için teşekkür etmek istiyorum," dedi.
"Telefonun beni kurtardı."
Naamah bunun Helena için kolay olmadığını tahmin
edebiliyordu. Kocanın eski sevgilisini aramak çok hoş olma
sa gerekti. Dışarıdan pek belli olmasa da, seyrek konuşmaları
22s ıı
sadece gizli anlamlarla kısıtlı olsa da Gadi ile aralarındaki
gerilimli ilişki Helena'nın dikkatli gözlerinden kaçmamışcı.
Belki de bazı eski yaraları iyileştirmenin tam zamanıydı.
"Bütün bu yıllar boyunca Ronen'i sevdiğimi biliyordum,''
dedi Naamah dikkatle, her kelimeyi tartarak, "ama gittiğinden
beri onsuz deliye döndüm."
Bu kelimeler onu tatmin etmişti, duygularını tam olarak ifa
de ediyorlardı. Belki bütün duygularını kapsamıyordu ama ke
sinlikle esası buydu. Bu gerçekti, sadece gerçeğin hepsi değildi.
"Gadi arayana kadar ben de deliye dönmüştüm. Sadece
kime kızmam gerektiğini bilmiyordum. Ona mı, Mossad'a
mı, sana mı,'' dedi Helena kendisine serbestçe konuşma izin
vererek.
"Bana mı? Neden bana?" Helena'nın duygularını aktarma
ya istekli olması Naamah için suçtan daha rahatsız ediciydi.
"Çünkü senin için bir şey hissetmiyor olsa oraya gitmeye
ceğine inanıyordum."
Naamah bakışlarını indirdi ve ağzının içinde birkaç cevap
geveledi. Gadi'nin kendisini düşündüğünü inkar edemezdi;
Helena ona inanmazdı ve bu, aralarında oluşmaya başlayan
bir örümcek ağı kadar narin yakınlığı bozardı. Mantığına baş
vuracakcı.
"Eğer gerçekten bana karşı bir şey hissetseydi, kocamı kur
tarmak için böyle bir risk alır mıydı?"
"Bunu ben de düşündüm ama söz konusu Gadi olunca bu
mümkün."
Mantık şüpheye ya da bir kez ekildikten sonra tedavisi ol
mayan kıskançlık tohumuna bir cevap olamazdı. Konuşmayı
farklı bir yöne çevirmek zorundaydı. Belki Helena bazı cevap
lar, belki bir parça huzur arıyordu. Ama bunun için daha çok
erkendi; Helena'nın Naamah'ın inkarlarına inanmasına yete
cek kadar yakınlaşmamışlardı.
"Gerçekten suçlu olan tarafa kızmak çok daha anlamlı
olur."
1 1 226
"Kocalarımız mı? Mossad mı?" Helena meraklanmıştı.
Naamah tekrar etrafına baktı; bu sefer Helena Mossad'ın
isminden ihtiyatsızca bahsetmişti. Onların ardından kafeye gi
ren adam arkalarındaki masaya oturmuştu, sırtı ona dönüktü.
Ne saygısızlık, diye düşündü Naamah: Kafe bomboştu. Ama
en çok da Helena'ya Ronen demeyip "kocalarımız" dediği için
minnettar kaldı; sadece Ronen'i suçlamamıştı.
"Her birimizin diğer kocaya kızgın olmak için nedenleri
var, ne de olsa ikisi de diğerinin şu anda bulundukları yere
gitmesine neden oldu. O yüzden . . . Ofise kızgın olmak ko
nusunda anlaşalım," dedi Mossad yerine kullanacağı kelimeyi
dikkatle seçerek.
Helene hemen anlaşmayı doğrulayacak bir gerekçe buldu.
"Sizin evinizde durum nasıl bilmem ama bizimkinde ofis her
şeyden önce gelir: aşkımızdan, hatta çocuklarımızdan bile. Bu,
tam bir bağımlılık."
''Aynısı," diye itiraf etti Naamah.
"Siz de mi portakal suyu istemiştiniz?" diye sordu garson.
Tam o sırada siparişlerle masaya gelmiş ve Naamah'ın kendi
siyle konuştuğunu zannetmişti. İki kadın kahkahalarla güldü.
Garson bardaklarını masaya bıraktı ve arkalarındaki masada
oturan adama mönüyü uzattı.
"Ben bunun nasıl bir şey olduğunu kendimden biliyo
rum. Ronen aracılığıyla o dünyaya bir şekilde bağlı kalmaya
devam ettim. Ama onun için bir ayrılma süreci olmadı, bir
anda ve bütünüyle koptu. Bir giyotinle öldürülmüş gibiydi.
Arkasında bıraktığı insanlar da ona ölmüş gibi davrandı,"
dedi, Gadi'yi de kapsayan bir genelleme yapmaktan kendini
alamayarak.
"Orada çalışırken oradan daha önemli ya da büyüleyici hiç
bir şey olmadığını düşünüyorsun. Ayrılınca bu çok zor oluyor,
özellikle de Ronen örneğinde olduğu gibi bu ayrılık kesinse."
Bir an düşündü ve ekledi: "Belki gerçekten de başka hiçbir şey
o kadar önemli ya da büyüleyici değildir."
227 11
"Ben bir cafe latte alacağım," dedi Naamah'ın arkasındaki
adam.
Bu o sabah arayan su arıtma cihazı satıcısının sesiydi. Na
amah arkasına dönerken sandalyesinin yere sürterek çıkardığı
ses Haramati'nin başını çevirmesine sebep oldu.
"Onca yer varken neden burada oturuyorsunuz?" diye sor
du Naamah, yüzü gergin ve ciddi.
"Bir problem mi var?" diye sordu Haramati, masum taklidi
yaparak.
"Problem şu ki ben tesadüflere inanmam," dedi sert sert
Naamah.
"Onu tanıyor musun?" diye sordu Helena, yavaş yavaş olan
bitenin farkına varmaya başladı. "Sanırım bu adamı toplantı
ya gelmek için çıkarken evimin yanında gördüm ve şimdi de
otelin lobisinde."
Naamah sandalyesini tamamen çevirip Haramati'nin tara
fına oturdu. Haramati birden mönüyle ilgilenmeye başladı.
Naamah'a göre o ya Mossad tarafından peşlerine takılan biri
ya bir gazeteci ya da yabancı bir ajandı; hepsi de eşit derece
de mümkündü. "Seni kim gönderdi?" diye sordu, utancından
faydalanmaya çalışarak.
Haramati mönüyü incelemeye devam etti ama bunun kötü
bitebileceğini anladı. Sadece açıkça kim olduğunun onaya çı
kabileceği ya da görevinde başarısız olacağı için değildi. Ken
dini bu kadınlar tarafından her an çağırılabilecek olan polis
ler tarafından sorgulanırken bile bulabileceğini anladı. Sessiz
kalırsa belki gideceklerini düşünmüştü ama Naamah'ın ona
sessiz kalma hakkı vermeye niyeti yoktu.
"Bana cevap vermeyi düşünüyor musun?"
Eşofmanlar içindeki bu atletik yapılı kadın her an köpü
recekmiş gibi duruyordu. Sonraki aşama tahmin ettiğinden
de tehdit ediciydi. Elini ceketinin cebine soktu ve içinde
kartvizitlerinin olduğu deri bir kutu çıkardı. Kartların üze
rinde İsrail Yayın Kurumu'nun ve büyük bir akşam gazete-
1 1 228
sinin logosuyla beraber Dan Haramati, Gazeteci yazıyordu.
"Eğer görünmezlik pelerini giymiş Bay Harry Potter değil
sen," dedi birdenbire Naamah, "sen gerçek bir baş belasısın,
biliyorsun değil mi?"
"İşim gereği," diye şakalaştı Haramati keyifsiz keyifsiz.
Naarnah bir bilginin sızdığını ve birinin büyük bir haber
yakalamaya çalıştığını anlamıştı. Eğer şimdi aşırı tepki göste
rirse bu, karşısındakinin şüphelerini doğru çıkartırdı. Şimdi
yapmakta olduğundan daha büyük bir olay çıkartırsa sadece
onun "Mossad Eşleri Neden Gergin" başlıklı bir yazı yazması
na vesile olmuş olurdu.
Sonunda farklı bir yöntem izlemeye karar verdi: "Özel bir
sohbet yapmakta olan iki arkadaşı engellemek seni rahatsız et
miyor mu?"
"Tam tersine, kesinlikle rahatsız ediyor," dedi Haramati,
kendini toparlayarak. "Konuşmanıza devam etmenizle epey
ilgileniyorum."
"Hadi buradan gidelim," dedi Helena, o Kuzeyli soğuklu
ğunu koruyarak.
Naamah hissettiği saldırganlıktan durumun gerektirdiği
geri adımı atmaya geçmekte zorlanıyordu. O kendini beğen
miş yüzüne tokat atma ya da onu ensesinden yakalayıp dışarı
atma arzusundan kurtulamıyordu.
"Bir dakika. Neden o değil de biz gidiyoruz?"
Haramati'nin kahvesiyle mutfaktan çıkan garson gördüğü
sahneye şaşırarak yarı yolda durdu.
"Boş ver. Yarın gazetede bununla ilgili bir şey okumak iste
mezsin değil mi?" diye sordu Helena.
Naarnah bunun olmasına izin verebilecekleri son şey oldu
ğunu fark edip kendini kontrol etti. Gazetede bir tek kelime
çıkarsa kocaları çok büyük bir tehlikede olabilirdi ve Mossad
tarafından yapılacak herhangi bir kurtarma girişimi alelacele
iptal edilirdi. Gazetecinin ismini ve çalıştığı yerleri biliyordu;
hikayenin ortaya çıkmasını engellemeleri için Mossad'ı hemen
229 11
uyarmalıydı. Helena elli şekellik bir banknot çıkarmıştı ve onu
masaya bıraktı. İki kadın oradan ayrıldılar.
Haramati rahatlayarak gülümsedi, omuzlarını silkti, cebin
den küçük bir ses kayıt cihazı çıkarttı ve onu kapattı. Çan
tasından bir dizüstü bilgisayar çıkarttı, masaya yerleştirdi,
programın açılmasını beklerken kahvesinden bir yudum aldı.
Sonra "Mossad Eşlerinin Güzel Yaşamları" başlıklı yeni bir
dosya açtı. Hemen altına, programın bir alt başlık istediği yere
ise şunları ekledi, "Kocalar İsrail' in Parasıyla Keyif Çatıyor -
Eşler Vergi Mükelleflerinin Parasıyla''.
Haramati koca bir yudum kahveyi daha yutup uzun par
maklarıyla hızla yazmaya başladı "İki Mossad ajanının karısı,
sırayla. Mossad Başkanı'ndan başkası olmayan eşlikçi/eriyle tabii
ki lüks bir otelde vergi mükelleflerinin parakırıykı birer fincan
kahve içtikten sonra, Tel Aviv gezi yolu üzerindeki bir kafide gö
rüldü. İki kadın olup biteni birbirlerine ankıtmak için bir araya
gelmişti. Rastkıntı eseri, eşleri şu anda yurtdışında, bir kaynağın
aktardığına göre 'Mossad'ın yakın uımanda üstlendiği en okı
ğandışı görevlerden biri' ile ilgilenmekte."
Haramati yazdıklarını okudu ve iç geçirdi. Naamah'ın göz
lerinde sadece öfke değil korku da görmüştü. Hiç kimseyi de
şifre etmemiş ve bir zarar vermemişti ama nefret dolu ya da
ilkesiz birinin haberini bir sıçrama tahtası olarak kullanmasına
yetecek kadar ipucu vardı. Paragrafı seçti, kahvesinden bir yu
dum aldı ve tekrar okudu. Milken'le konuşsam iyi olacak, diye
düşündü silme tuşuna basarken.
1 1 230
olmazdı; her halükarda bu haberi kocalarının canına mal ol
madan derhal ortadan kaldırmak için ellerinden gelen her şeyi
yapmaları gerekiyordu. Her gazete muhabiri sansürün etrafın
dan dolaşmasını bilirdi. Belki Mossad Başkanı'nın İsrail Yayın
Kurumu'na ya da gazetenin genel yayın yönetmenine açacağı
bir telefon bunu durdurabilirdi. Cep telefonunu çıkarıp önce
Benny'yi, sonra Tamar'ı aradı, böylece Beaufort'a mesajı iki
farklı kaynaktan ulaşacaktı.
231 ı•
kala havalimanının kapısında indirmiş ve operasyon asistanı
çıkış kapılarına kadar onlara eşlik etmişti. Birkaç saat içinde
üç uçak ajanları Batı'daki varış noktalarına taşımış ve operas
yon asistanı Gadi'ye hınzırca gülümseyerek bir sonraki uçağın
Hong Kong' a gittiğini söylemişti. Bu kulağa çok da fena gel
miyordu. Ondan sonra sadece Paris'e bir gece uçuşu vardı.
"Sen Hong Kong'a git, ben Paris'e uçarım," demişti Gadi.
Uzakdoğu'ya uçmak Gadi'nin İsrail'e dönüşünü iki-üç gün
geciktirirdi ve operasyonun başarısızlığından büyük hayal kı
rıklığına uğramış olan Gadi olabildiğince çabuk ekibinin ya
nına dönüp operasyon sonrası soruşturmayı gerçekleştirmek
istiyordu. Gadi oteline geri dönmüştü. Saat akşama yaklaşı
yordu. Duş almış, sonra gömleğinde kan lekeleri aramış, onun
yerine pantolonunda birkaç leke bulmuştu. Lekeleri yıkayıp
eşyalarını toplamış ve oda servisinden yemek istemişti. Önün
deki saatlerin hayatının en uzun saatleri olacağını biliyordu.
Paris' e gitmek üzere yola çıkmasına daha dört saat vardı,
Gadi televizyonda İsrail akşam haberlerini açtı. Karlı ekranda
sunucuyu seçebiliyordu; sol yanında kanalın kötü şöhretli skan
dal habercisi Milken oturmaktaydı. Kötü haberler Gadi' nin içi
ne doğmuştu. "Başka hiçbir kaynak tarafından doğrulanmayan
Hizbullah Radyosu'nun haberine göre," diye başlamıştı Milken,
"Hizbullah'ın denizaşırı terör operasyonlarının başındaki kişiye
bu öğle saatlerinde bir suikast girişiminde bulunuldu. İsimsiz
suikastçı Beyrut'taki ofisinin önünde kendisine silah çek.ip bir
talihsizlik eseri ateş etmedi. İsimsiz suikastçı firar arabasıyla kaç
tı ama civardaki polisler ateş ederek arabadaki diğer yolcuları ya
raladı. Yaralılar ekip arkadaşları tarafından kurtarıldı ve şu anda
onları bulmak için yapılan çalışmalar halen devam ediyor. Firar
arabasında kan lekeleri bulundu. Birçok işarete ve Hizbullah
Radyosu' na göre sözü geçen kişiler Mossad ajanları. Belirtildiği
gibi bu haber henüz başka kaynaklarca doğrulanmadı."
Gadi birden sırtında bir ürperti hissetmişti. Helena, diye
düşündü. Ve Naamah. Herkesin anne babası ve çocukları.
1 1 232
Saatine baktı: Ronen Londra'ya inmiş olmalıydı ve John da
birkaç dakika içinde Kopenhag'da olacaktı. Ronen ve John -
refakatçilerinin yardımıyla-ayakta kalmayı başarmış ve hatta
sınır polisinin kulağına bir şey fısıldanmadan pasaport kont
rolünden geçmiş olsalar da daha İsrail' e gitmek üzere bir baş
ka uçağa bineceklerdi ve bu en iyi ihtimalle birkaç saat sonra
gerçekleşecekti. Diğer herkes ha.la yoldaydı. Yakalanmayacak
larından emin olmanın yolu yoktu.
Haber ajansları çok nadir Hizbullah Radyosu'ndan alıntı
yapardı. Siyonist düşmanla yaptıkları birçok çatışma habe
rinin sonradan uydurma olduğu ortaya çıkmıştı, dolayısıyla
önde gelen yayın istasyonları onları güvenilir bir haber kay
nağı olarak kullanmayı bırakmıştı. Ama eğer İsrail Yayın Ku
rumu bunu haber yapmaya karar verdiyse o zaman güvenilir
olmalıydı. Haber bülteni bir anda yayılacak ve hiç vakit kay
betmeden CNN ve BBC tarafından kullanılacaktı.
Görünüşte gerçek mücadele Avrupa'daki güvenlik teşkilat
larıyla değil Hizbullah ve yerel güvenlik güçleriyle olduğundan
Beyrut'taki güvenliğime doğrudan bir tehdit oluşturmuyor,
diye düşündü Gadi. Ama çelişkili de olsa Lübnan güvenlik
güçleri, Hizbullah'tan aldıkları histerik haberlerdense İYK'nın
yayınlarına inanmaya daha eğilimliydi.
Mossad ekibinin bir kısmı yolda, bir kısmı da daha
Beyrut'tayken tam olarak kim bu habere onay verecek kadar
sorumsuz olabilmişti? Ne çeşit hasta ruhlu bir haber avcısı
böyle bir bülteni tam yetki almadan, bu işe karışanların nere
de olduğunu, başlarına ne gelebileceğini ya da ailelerinin nasıl
tepki vereceklerini bilmeden yayınlardı?
Gadi dinlemeye devam etmişti. Görünüşe göre biri araya
girmişti ve akşam haberlerinde olaydan daha fazla bahsedil
medi; Milken kendi zehrini yutmaya zorlanmıştı ve sessizce
stüdyoyu terk etti. Kısa bir süre seçeneklerini gözden geçir
dikten sonra Gadi gece yarısında hiçbir şey değişmemiş gibi
havalimanına gitmeye karar verdi.
233 1 1
Havalimanında gerçekten de güvenlik artırılmıştı ama
bunlar Lübnan polisleriydi, Hizbullah ya da Suriye kuv
vetleri değil. Otoriteler suikast girişimi hikayesini pek yut
mamışlardı. Gadi'ye faaliyetleri, toplantıları, vaktini nerede
geçirdiği ile ilgili bir dizi soru sordular ama dört saatlik ha
zırlıktan sonra her sorunun cevabı hazırdı. Geri kalanını da
gülümsemesi, rahat ve kibar tutumuyla deli gibi çarpan kal
bini gizleyerek halletti. Geri dönüşünden kısa bir süre sonra
Helena'ya, en büyük küfürleri İsrail Yayın Kurumu'na savur
mak istediğini söylemişti.
***
1 1 234
Doron'a eşlerle yaptığı görüşmeleri, özellikle de Naamah'ın
Beyrut'a gitme önerisini anlattı. "Ama Gadi'nin Helena'yla
yaptığı son telefon görüşmesine bakılacak olursa," diye devam
etti, "sanırım artık buna ihtiyaç kalmadı. İşlerin kontrol altı
na alındığı izlenimini taşıyorum. Hatta belki de bu operasyon
için çok aceleci olmamalıyız."
''Aceleci olmamak bunu yirmi dört saat, yarın akşama kadar
ertelemek demek çünkü ekibi oraya gündüz sokma ihtimali
miz yok," dedi Doron. "Çok geç olabilir. Ama diğer taraftan,"
diye devam etti, en sonunda Başkan' a zaman çizelgesi mesele
sinden bahsetme fırsatını yakalayarak, "bu bize hazırlıklar için
kullanabileceğimiz bir gün daha verir."
"Operasyonu ertelemenin neticeleri çok ciddi," diyerek
ona katıldı Beaufort. Önünde masa bulunan oturma sırala
rını ve arkalarına yerleştirilen bölmeleri başıyla göstererek,
"Hazırlıkların sonucunu gördükten sonra bunu Başbakan'a
danışacağım," dedi. Diğerlerine iki yeni bölme daha ek
lenmişti ve hepsi İstihbarat Bölümü'nün memurlarının ve
teknik ressamlarının gün içinde hazırlamayı başardıkları
açıklamalar ve başlıklarla bezenmiş yakın çekim hava ve yer
fotoğraflarıyla kaplıydı.
Doron dikkatlerini çekmek ve topluluğa sıralarına dönme
lerini işaret etmek için iki kez ellerini çırptı. Mossad Başkanı
neyi başardıklarını görecek, operasyonla ilgili karar verecekti
ve Doron da son yirmi dört saattir tamamen detaylarla ilgile
niyor olduğundan planın bütünüyle ilgili fikir tazeleme fırsatı
bulacaktı. Ellerinde kahveleri ve kekleriyle yerlerine oturan
topluluk, Mossad Başkanı kendilerine seslenmek üzere ayağa
kalktığında sustu.
"Basitçe dile getirecek olursam, buraya ulusunuzu sonuç
ları çok kötü, geçmişteki başarısızlıklardan daha kötü olabi
lecek bir karışıklıktan kurtarmak üzere çağırıldınız." Dilini
dudaklarının üzerinde dolaştırıp keskin bakışlarla kaşlarını
çatarak orada bulunanları gözden geçirdi. Bu görevin önemini
235 1 1
anlıyorlar mıydı? Eylemlerinin ülkeyi bir bataklığa sürükleye
bileceğinin ya da oradan kurtarabileceğinin farkında mıydı
lar? Karşısında duran her bir genç savaşçı -ya da ondan biraz
büyük komutanları- şansını tam olarak ne kadar wrlayabi
leceğini bilecek kadar bilgeliğe, atılganlığa ve esnekliğe sahip
miydi? Hangi riskin gerekli ve hangisinin kaçınılası olduğunu
biliyorlar mıydı? Ne zaman işleri zorlayıp ve ne zaman hızla
kaçacaklarını? Bu hissi onlara geçirmek mümkün müydü?
"Büyük ihtimalle şu anda Beyrut'ta eski bir Mossad ajanı
Mossad'la ve/veya Hizbullah'ın Denizaşırı Terör Operasyon
ları Şefi Ebu Halid'le ödeşmeye çalışıyor ve bir başka Mossad
ajanı hemen hemen kendi inisiyatifiyle onu durdurmaya ça
lışıyor. Bu öğleden sonra bir araya geldiklerini ve beraber ça
lışmaya başladıklarını öğrendik. Henüz bu ne anlama geliyor
bilmiyoruz. Tahminimiz Gadi'nin Ronen'i durdurduğu ve
yarın beraber İsrail' e dönebilecekleri yönünde. Diğer yandan,
Gadi kendi kendine hareket ettiği ve bütün iletişim yetkili
olmayan üçüncü bir kişi tarafından sağlandığı için bu sade
ce bir tahmin olmaktan öteye geçemiyor. Anladığımıza göre
Ronen'in yanında götürdüğü patlayıcıda meydana gelen bir
komplikasyon söz konusu. Bu patlayıcı arabaya ya da başka
bir yere yerleştirildi mi, onu da bilmiyoruz. Tüm bu nedenler
yüzünden operasyonu iptal etmek için bir gerekçe olmadığı
na karar verdik."
Aslında Mossad Başkanı, şu anda yaptığı gibi operasyo
nel detaylardan bahsederken değil de resmi değerlendirmeler,
çeşidi olasılıklar, stratejik ve politik düzlemdeki sonuçlardan
bahsederken ayaklarının yere daha sağlam bastığını hissederdi.
Yoav'ın, Lübnan'a inecekleri saatten Bir el Abid'e varacakları
zamana, sonra buluşmaya ya da adam kaçırmaya ve sonra da
geri çekilmeye kadar operasyonu tanımlamasına imkan veren
birkaç soruyla yetindi. Yossi kaçış seçeneklerini anlatmak için
haritaları ve hava fotoğraflarını kullanırken, Daoud ve Moussa
adam kaçırma ve barikatları geçme konularında birçok özel
1 1 236
soruya cevap verdi. Mossad Başkanı'nın soruları bitmişti.
"Herhangi bir şey söylemek isteyen var mı? Bir yorumu
olan, çözümlenmemiş meseleler olduğunu düşünen biri var
mı?" diye sordu. Sıralardan birtakım mırıldanmalar yükselip
sonra dindi. "Bu bir evet mi, yoksa hayır mı?" diye söylendi
Beauforc.
"Sadece bizim önceki deneyimlerden bildiğimiz," diye ara
ya girdi Doron, "bu tip bir operasyonun, potansiyel aksilik
leri önleyebilmek için, çok daha uzun bir hazırlık sürecini
gerektirdiği."
Doron, hem en azından bu kadarını yinelemek wrunda
olduğunu hem de böyle bir oturumda en fazla bu kadarını
söyleyebileceğini hissediyordu.
Brifingin sona erdiği anla yola çıkış anı arasındaki süre,
yarım kalan şeylerin tamamlandığı, resmin tamamına odak
lanıldığı zamandı. Bu resim Doron'un zihninde, kısa bir süre
önce başarısızlığa mahkum gibi görünüyor olsa da şimdi ba
şarıya ulaşma ihtimali bulunan bir operasyon olarak şekil al
maya başlamıştı. Ekibi onların emrinde olan bütün istihbarat
mekanizmalarını kullanmış ve sonuçlar akmaya başlamıŞtı.
Ebu Halid'in evinin ve çevresinin hava fotoğraflarının ku
sursuz analizi ve yorumu bölgedeki bütün barikatları olduğu
gibi evinin girişindeki nöbetçi kulübesini de tespit etmişti;
şimdi bile, Eli'nin bölümündeki fotoğraf analizcileri iniş ala
nını ve erişim yollarını güncellenen hava fotoğraflarından
kontrol ediyorlardı. Kuzey Beyrut'tan Dahiye'ye anayollar
kontrol edilmişti ve her an kontrol noktaları ve alarm durum
ları hakkı nda güncellenmiş bir rapor almayı bekliyorlardı.
Ajanlar iyi eğitimliydi ve Gadi'nin onların tarafında olması
gerektiğini hatırlamaları gerekiyordu - yalnızca Gadi takımın
gücünü ikiye katlardı. Belki de kendi başına Ronen'le me
seleyi halletmiş ve bu arada "Ronen'in beraberinde getirdiği
şey" ile ilgili problem her ne ise üstesinden gelmişti. Doron
tabii ki Gadi'nin yeteneklerini inkar etmiyordu. Meseleye
237 1 1
tam bir iyimserlikle bakınca Mistaravim oraya sadece Gadi
ve Ronen'i eve getirmeye gidiyor olabilirdi ya da ikisinin çok
tan ayrıldığını öğrenebilirlerdi. Ama daha az iyimser olarak,
bütün çekinceleri, itirazları göz önüne alsa bile bu operasyo
nun hala başarılı olma potansiyeli vardı. Sonuç olarak bir işi
yapanlar ve bir de konuşanlar vardır, diye düşündü Doron,
işi kalpleriyle yapanlar, operasyonu yapma kararı verildiği za
man, eyleme geçmemek için nedenler bulmak yerine, ajanla
ra başarılı olmaları için ihtiyaç duyacakları her şeyi sağlamak
için çalışırdı. Kendini adrenalin denizine bırakmadan önce
bu nedenleri bastırıp bastırmadığından şüphelendi.
Doron, Mossad Başkanı'nın orada olanlara şans dilediğini
duydu.
1 1 238
karar doksan dakika daha, yere inmelerinden hemen öncesine
ertelendi. Bu arada, onları yola çıkar. İyi şanslar Doron."
Doron'un içindeki çatışmanın son zerresi Mossad Başkanı
ve Başbakan operasyonu gerçekleştirmeye karar verdiği anda
kayboldu. Birçok şey, neredeyse her şey Yoav ve adamlarının
operasyon kabiliyetlerine bağlıydı. Ama eğer komuta odasın
dan karar verilmesi gerekirse sorumluluk ona düşecekti ve
bunu ondan daha iyi yapabilecek kimse yoktu. Damarların
dan pompalanmaya başlayan adrenalin bunu doğruluyordu.
"Kalkıştan önce adamları görmek ister misiniz?" diye sordu
Doron.
"Evet, tabii ki," dedi Başkan, yorgunluğunu ve endişesini
gizlemeye çalışarak.
Doron ve Beaufort helikoptere birkaç yüz metrelik mesafe
yi Başkan' ın arabasıyla gittiler. Helikopter rampasının yanında
Genel Merkez'den bir grup insanla el sıkışan Yoav ve ekibinin
yanma doğru ilerlediler. Doron Yoav'ı kenara çekti.
"Şimdilik sadece uçuş için okey aldık. İnmeden önce bi
zimle mutlaka irtibata geçin."
Yoav memnuniyetsizlikle başını salladı. "Şimdi ile o zcµnan
arasında ne değişecek? Adamlarımın yolda operasyon havası
na girmesini istiyorum, onların boşlukta kalıp son dakikaya
kadar operasyonun yapılıp yapılmayacağından emin olmama
larını istemiyorum."
"Onlara neyi söyleyip neyi söylemeyeceğini sana bırakıyo
rum," dedi Doron omzuna vurarak. "Ve iyi şanslar."
Yoav ekibinin arkasından helikopterin içindeki soluk kırmı
zı ışıkta kayboldu. Onu, son dakikada teknik bir problem ol
madığını onaylamak üzere Mühimmat Şefi Peter, inişten son
ra vericileri aktive edecek olan iletişimden sorumlu Avi ve son
dakika istihbarat bilgilendirmelerini iletip gelebilecek raporla
rı güncelleyecek olan Eli izledi. Üçü, helikopter Mistaravim'i
bıraktıktan sonra İsrail' e geri dönecekti. Arka rampa yavaş
yavaş kalktı ve kapandı. Aracın içinden gelen ışık yok oldu.
239 1 1
Alçak sesle çalışan motorlar bir anda gücünü artırdı ve perva
neler dönmeye başladı.
Mossad Başkanı başka bir şey söylemeden arabasına bindi
ve uzaklaştı. Doron ve Genel Merkez görevlileri helikopterin
pervanesinin çıkardığı tozdan ve rüzgardan gözlerini kırpıştı
rarak grup halinde durmaya devam etti.
Helikopter on metre kadar dikine yükseldi, önce bir tara
fa, sonra diğer tarafa yam, burnunu indirdi ve denize doğru
atıldı. Grup bir müddet hiç konuşmadan olduğu yerde kaldı.
Birden Doron onlara döndü ve ellerini sıktı; bu, o andan son
ra çok fazla şeyin, yüzünü her bir detayı düşünerek talihlerini
sağlama bağlamayanlara çevirmemeyi seçen Şans Meleği'nin
elinde olduğunu çok iyi bilen birinin jestiydi.
Üzerilerine çöken endişe ve gerginlik -ve hatta belki de
hüzün- duvarında bir gedik açmayı uman Doron, "Komuta
odasında görüşmek üzere," dedi keyifsiz bir gülüşle. Arabasına
doğru yürüdü. Genel Merkez personeli, ajanları düşman ül
kelere gönderirken her zaman endişeli olurdu ve gerginlik hiç
değişmezdi. Belki sadece hüzün bu göreve mahsustu.
•ı 240
8
ı4 ı I'
olurdu. Belki çoktan yola çıkmıştı ve komuta odası görevlilerle
doluydu ve işte Peter de oradaydı . . .
Bu senaryonun doğurduğu aciliyet hissi Gadi ve Ronen'in
daha erken harekete geçmeye çalışmasına neden oldu. Etraf
ları yeterli sayıda düşmanla çevriliydi, bir de birimden bir
ekibin mahallede sinsi sinsi dolaşmasına ihtiyaçları yoktu.
Sokağın karşı tarafındaki ikinci bina, Ebu Halid'in binası
nın çaprazındaki, gözlemlemek, oyalanmak, saklanmak ve
gerekirse de bahane yaratmak için iyi bir zemin sağlıyordu.
Önlerindeki bir saati burada geçireceklerdi; Gadi ayakta du
rup çitin üzerinden gelip geçenleri ve nöbetçinin hareketle
rini izlerken Ronen çömelmiş, binanın kolonlarından birine
dayanmıştı.
Sokaktan giderek daha az araba geçmeye başlamıştı ve yü
rüyenlerin sayısı da azaldı. Gadi son araba geçeli beş dakika,
son yaya geçeli yedi dakika saymıştı. Bir başka araba geçti,
sonra yan binada sohbet eden iki kız oradan ayrıldı, biri bina
ya girdi, diğeri ise ters istikamete ilerledi. Sokak daha uykuya
dalmamıştı - evine daha on beş dakika önce gelen Ebu Halid
de öyle. Arabanın gün ortasında havaya uçmamış olması saa
tin on iki saate değil büyük ihtimalle yirmi dört saate ayarlı ol
duğunu gösteriyordu. Biri hila saklandıkları otopark alanına
girip onları gafil avlayabilirdi ama eğer hesaplamaları doğruysa
patlayıcının saatinin ayarlandığı yirmi dört saat gece yarısı do
luyordu ve gece yarısına az kalmıştı.
Temel problemleri, duruma göre bir araba ya da bir insan
yoldan geçerken kendini göstermek için kulübesinden çıkan
nöbetçiydi. Hila tetikteydi ama eğer onu etkisiz hale getire
cek olurlarsa bayılmış ya da yerinde görünmeyen bir nöbetçi
oradan geçen herhangi birinin destek çağırmasına neden ola
bilirdi. Gadi sokağın biraz daha sakinleşmesi için bir müddet
beklemek zorunda kaldı.
***
•ı 242
Üzerlerinde haritaların ve fotoğrafların bulunduğu bütün
bölmeler şimdi, Birim Şefi'nin bürosunun yanma kurulan ko
muta odasında duruyordu. İletişim sorumlusunun asistanı Al
bert, masanın üstüne yanlarında etiketleri olan vericileri dizdi:
ekiple iletişim, Ordu Acil Hattı, Mossad Acil Hattı, Hava ve De
niz Kuvvetleri'nden temsilcilerin bulunduğu Ziyaretçi Odası' na
bağlı bir telefon ve Mossad Başkanı'na bağlı bir diyafon.
Doron Mistaravim'le bilgilendirme toplantısındayken ko
muta odasını düzenleyen Planlama Bölümü Müdürü Arye,
kimlerin oturacağını belirlemek için sandalyelere etiketler
yapıştırmıştı: Ortada Birim Şefi, sağ ve sol yanma Planlama
ve İstihbarat bölümleri müdürleri ve daha ileriye de Mühim
mat ve İletişim görevlileri ile operasyon günlüğü tutmak üzere
kendi yardımcılarından biri oturacaktı . .
"Yanıma Rami'nin, vericilerin karşısına da Albert'in otur
masını istiyorum," dedi Doron odaya girer girmez. "Yitzhaki
tam karşıma oturup harita ve fotoğrafları idare edecek. İleti
şim için kod adları gösteren bir tablo istiyorum. Ve Mossad
Başkanı için de bir yer ayır." Eli' nin yokluğunda görev yapacak
olan İstihbarat Memuru Yitzhaki masanın karşı tarafına yer
leşmek üzere aceleyle ilerleyip iniş alanının hava fotoğrafları
nı ve Beyrut'a gidiş rotasını gösteren haritayı dağıtıp altlarına
daha sonrası için bir Beyrut haritası iliştirdi. Albert daha ön
ceden hazırladığı kod adları tablosunu masanın üzerine veri
cilerin yanına koydu. "Yardımcılarından birinin de operasyon
günlüğüne notlar almasını istiyorum, hepsi bu, diğer herkes
dışarı çıksın," dedi Doron Arye'ye. Bu operasyonun gelişme
leri o kadar sıra dışı olabilirdi ki etrafta gereksiz bir çift kula
ğın bulunmasını istemiyordu. Operasyon için nihai onay bir
saat içinde, inişe yakın verilecekti -ya da verilmeyecekti- ama
Doron'a göre operasyon çoktan uygulamaya konulmuştu.
Arye yutkundu ve masanın sonuna, operasyon günlüğünü
tutan kişinin yanma oturdu. Bu küçük hakaret olmadan da bu
herkesi günlerce meşgul eden operasyon ona zararlı ve gereksiz
243 1 1
görünmüştü. Eski bir ekip komutanı olarak Arye, Gadi'nin
bir komutan gibi davranmadığını düşündüğünü gizlemedi.
Bu, bir yönetmelik ihlaliydi ve Gadi yargılanmalı ve hakkında
işlem yapılmalıydı.
Rütbe ve askeri mahkeme sistemi olmadan çok katı bir
disiplinin yürürlükte olduğu Mossad'da birçok kişi Arye gibi
düşünüyordu. Yazılı olan -ya da olmayan- herhangi bir ku
ralın ya da yönetmeliğin ihlali hınçla karşılanırdı, özellikle de
bu sefer olduğu gibi operasyonel disiplinden taviz verildiyse.
Psikolog Benny, Gadi'nin eylemlerinde övülmeye değer
bir şey bulan ya da en azından bunu söylemeye cesaret eden
çok az kişiden biriydi. "Prosedürlere ve değerlere sahip olmak
önemli ama biri onları ihlal ettiğinde bunun teşkilatın yara
rına mı zararına mı olduğuna bakmak gerek," demişti. "Biz
tutumunu düzenli olarak gözden geçiren bir teşkilat değiliz."
***
•ı 244
geçmek, bütün takımla kendisine düzgün bir şema halinde
verilen ama astlarının bakmaya neredeyse fırsat bulamadık
ları ana acil durum planlarını gözden geçirmek ve en çok da
Ronen ve Gadi'yi buldukları anda neler olacağını tartışmak
istiyordu. Ne de olsa, en kötü senaryoya -düşmanca bir adam
kaçırma- wrlansalar bile bu adamların meslektaşları olduğu
nu akıllarında tutmaları önemliydi. Tüm bunları tamamla
ması için yalnızca doksan dakikası vardı.
Yoav, Yossi'nin yanında arabanın ön koltuğunda, Moussa
ve Daoud ise arkada oturuyorlardı. Arabanın iki tarafında da
askerler ve onlarla gelen üç Genel Merkez personeli, helikop
terin içinde sıralanan alçak sıralara yerleşmişti. Helikopterin
içindeki ışık söndürülmüştü, sadece köşelerde dört yeşil acil
durum lambası yanıp sönüyordu. Motorların gümbürtüsü
içeride daha az duyulsa da aracı sarsıyordu ve pencerelerden
dışarıda görülebilen karanlık hem huzurlu hem de gergin,
kendine has bir atmosfer yaratıyordu. Kimse konuşmuyordu.
Yoav etrafına baktı. Yossi düşünceli görünüyordu, Yoav
kendi enerjisinin de düştüğünü hissetti. Adamlarına bu belir
sizlikten bahsetmemiş ve onların operasyonun gerçekten yapı
lacağını kabullenmelerini sağlamıştı. Daoud ve Moussa enerji
toplamak için uyumayı başarmıştı. Ama görevin gözle görü
lür kesinliği Yossi'nin uzun süreli bir yenidoğan sarılığından
yeni kurtulan oğlunu ve yürümekte hala wrlanan ama buna
rağmen bebeğine kendi başına bakmak wrunda kalan karısı
nı düşünerek içine kapanmasına sebep olmuştu. Eğer her şey
planlandığı gibi giderse yirmi dört saatten az bir sürede ona
tekrar kavuşacaktı. Ama ya gitmezse? Yoav'ın gözünde çocuk
ları, diğer eşlerin tersine kocasının işinden ve Mossad ailesine
dahil olmasından mutlu olan karısı canlandı. Bunların o anda
düşünmemesi gereken şeyler olduğunu biliyordu.
"Rotaları yeniden gözden geçirmek ister misin Yusuf?" diye
sordu Yoav ve bir küskünlük ifadesiyle karşılaştı: Yaptıkları iş
nedeniyle Arap kültürünü�etk.isinde kalıp kendilerini kaptıran
245 1 1
bazı meslektaşlarının tersine, Yossi, isminin Arapça versiyonuyla
çağırılmaktan hoşlanmıyordu. "İş"ini ve "hayat"ını tam olarak
ayırıyordu. Ancak tekrar düşününce, Yoav'ın sadece onu ope
rasyon havasına sokmaya çalıştığını anladı. Bir saatten biraz
uzun bir süre sonra köylerinden Burç Hamud'daki bir şantiyeye
giden sürücü Yusuf, ustabaşı Münir ve işçiler Musa ve Davud
olacaklardı. Ve Burç Hamud'u geçip Beyrut Nehri'ni aştıkla
rında hikayeleri değişecekti. Burç Hamud'daki evlerinden El
Ouzai'daki sahil boyunca inşa edilmekte olan yeni gelişim böl
gesine gidiyor olacaklardı. Ve Dahiye'deki barikatlarda hikaye
tamamen yön değiştirecek ve güneyden, Sayda bölgesinden El
Sheikh'ten, biraz kuzeyden onları almak üzere gelen müteahhit
le buluşuyor olacaklardı.
Ama henüz Yusuf'a dönüşmeye hazır değildi. Aslında, ne
Yossi ne de Yusuf olarak Yitzhaki'nin saatlerdir kafasına soktu
ğu rotaları gözden geçirmek içinden gelmiyordu.
"Tamam, ben Eli ile üzerinden geçerken dinle o zaman,"
dedi Yoav. Yossi'den arka koltuğa geçmesini istedi ve sürücü
koltuğuna Eli'yi çağırdı. Eli düzgünce katlanmış lamine ha
ritayı direksiyonun ve gösterge panelinin üzerine serdi. He
likopter denizin üzerinde alçalarak kuzeye doğru devam etti.
1 1 246
"Baylar, hala biraz zamanımız var," dedi Yoav, adamlarını
boş yere yatıştırmaya çalışarak. Zaten düşük olan konsantras
yon kabiliyetleri o sırada tamamen kaybolmuştu. Yossi sürücü
koltuğuna geri döndü ve adamları son dakika hazırlıkları ile
meşgulken Yoav acil durum planları tablosunu çıkardı, araba
nın ışığına tuttu ve okumaya başladı - aslında o da konsantre
olmakta zorlanıyordu. Karnının içini tanıdık bir ürperti ele
geçirdi; birkaç dakika içinde operasyonun gerekli olup olma
dığını anlayacak, kendisinin ve adamlarının başlarını aslanın
ağzına sokmaları mı istenecek, yoksa bundan esirgenecekler
mi öğrenecekti.
Pilotun sesi tekrar duyuldu: "İnişe beş dakika." Helikopter
hareketlendi.
Askerler kurşun geçirmez yeleklerini giyip miğferlerini tak
tılar ve silahlarını toparlamaya başladılar. Mistaravim malze
melerinin yanlarında olduğunu ve uygunsuz olacak herhangi
bir şeyin Mercedes'te görünür şekilde bırakılmadığını yeniden
kontrol ettikten sonra doğru pozisyonlarına geçti.
Genel Merkez'den üç kişi arabanın etrafında toplanıp takı
mın elini sıktı. Yoav arabadaki gizli vericileri aktive etti. Hafif
bir cızım oldu ve sonra parazit duyulmaz oldu. Sistem karşı
lık vermiyordu. İletişim Memuru Yoav'ın kapısını açtı ve içeri
uzanıp düğmelerle oynadı. Biraz sonra paraziti tekrar duyuldu.
"Üç, üç," dedi Yoav. "Onay bekleniyor."
"Sizi duyuyoruz. Üç. Bekle." Bu, komuta odasından
Albert'in sesiydi.
Yoav gergin ve tetikte bekledi. Ekibi "üç"ün ne anlama gel
diğini, operasyonla ilgili son kararın ancak şimdi verildiğini bil
miyordu. Eğer şimdi geri dönecek olurlarsa adamları ona kin
beslerlerdi; eğer devam edecek olurlarsa zaten operasyon hava
sına girmiş olacaklardı. B�çuşun süresi neredeyse hamilelik
süresi kadar önemliydi: Bu kısa, sıkıştırılmış sürede bir görevde
olduğunu ve geri dönüş olmadığını içselleştirmek durumunday
dın. Uçuşun sonunda omzunda yeni sorumluluklar ve yüklerin
247 1 1
olacağı yeni bir gerçekliğe dahil olacaktın. Son kontrol ve hazır
lıklarından sonra, her ekip üyesi -konuşmadan, kendi kendine
sevdikleriyle vedalaştı. Ama Yoav hala bunu yapamıyordu.
Sonsuzluk kadar uzun bir dakika geçti. Ne bekliyorlar, diye
düşündü Yoav. Helikopter inmek üzereydi.
"Devam." Radyodan duyulan Doron'un sesiydi: "Devam
edin ve iyi şanslar."
Yoav derin bir nefes aldı. Harekete geçme isteği ile operas
yonun gereksiz bulunup iptal edileceği umudu arasında gelip
giden duygu sarkacı birdenbire durdu. Onun yerini bilincini,
bütün diğer düşüncelerini bir kenara iterek uğraşılması gere
ken bütün detaylar doldurdu. Operasyon başlamıştı.
"İnişe bir dakika." Acil durum ışıkları kapatıldı. Herkes
yerlerinde kaskatı oturmuş, o kadar sessizdi ki motorların
cansız gürültüsünün dışında adamların nefes alıp verişlerini
ve kalp atışlarını duymak bile neredeyse imkansızdı. Pencere
lerden dağın karanlık yüzünü ve üzerinde biraz daha açık renk
gözüken gökyüzünü görebiliyorlardı.
1 1 248
ve arabanın yanında durarak gözlerinde gece görüş gözlüğü,
elinde bir harita ve pusulayla etrafına bakcı. Çok dar bir yayla
üzerinde, ürünleri toplanmış bir tarlanın ortasındaydılar. GPS
yerlerini oldukça doğru gösteriyordu ve işaret edeceği, araba
nın tarladan çıkıp dar bir toprak yolla kıvrılarak birkaç kilo
metre sonra güneye giden şose yola birleşeceği yönü bulabildi.
Arabanın sağında kalan bir noktayı işaret etti. "Yoav, Yossi,
tam orada, buradan hemen hemen yüz metre kadar ileride si
zin toprak yolunuz başlıyor."
Araba farları kapalı şekilde ilerlemeye ba.Şladı. Yoav yola
bakıyordu, Yossi gece sürüşüyle meşguldü, sadece arka koltuk
taki Daoud hafifçe el salladı.
Eli, Peter ve Avi, karartılmış Mercedes'in yolcularıyla iki
yanlış teşebbüsten sonra yolu buluşunu ve -hala farları ka
palı şekilde- hızlanışını sessizce izledi. Üçü helikoptere geri
döndü, bir müddet sonra da askerler geri döndüler. Motorlar
gürledi, helikopter tozdan bir sütun oluşturarak kalktı, sağa
döndü ve geldiği yönde geri uçtu.
249 1 1
"Konuşmaya devam ederseniz onları duyamayacağız," dedi
Birim Şefi.
Sessizlik içinde birkaç dakika daha geçti. Helikopter gittik
çe uzaklaşıyordu; eğer Mercedes planladıkları gibi ilerlediyse
şose yola varmış olmalıydı. Olasılıklar sonsuzdu ve birçoğu
komuta odasında toplananların aklından geçti. Vericilerle il
gili bir problem mi vardı? Bu çok olasıydı. Arabayla ilgili me
kanik bir problem mi olmuştu? Bir çiftçiye mi rastlamışlardı?
Bir güvenlik kuvvetine rastlamışlar ve o yüzden mi rapor ve
remiyorlardı? Belki de araba devrilmişti? Tüm bunlar önceki
operasyonlarda olan şeylerdi.
Doron, rahat olmaya çalışan bir ses tonuyla, "Peki Rami,
bize görüşlerini açıkla," dedi.
" Ben de Yitzhaki gibi düşünüyorum. Benim tahminime
göre görüş alanı açık ve Yoav fark edilmeden anacaddeye ulaş
mak istiyor. Sonrasında göstermelik hikayeyle işleri daha ko
lay olacaktır."
"Bu, acil durum planının parçası mı?" diye sordu Doron.
"Hayır." Rami gülümsedi. "Geleneğin bir parçası."
"Şu andan itibaren bunu da acil durum planlarına ekle
yelim. Bu operasyon halen uygulamaya konmadı, önümüzde
daha saatler var ve bizi gerecek herhangi bir doğaçlama hare
kete ihtiyacımız yok," dedi Doron usulca. Ancak onun soğuk
kanlılığını ve kendine hakimiyetini bilenler ne kadar sinirli
olduğunu anlardı.
Doron'un sekreteri üstü içeceklerle dolu küçük bir servis
arabasıyla içeri girdi. Kapıdan girer girmez içerisinin ne kadar
sessiz olduğunu fark edip servis arabasını bir kenara bıraktı ve
tek kelime etmeden dışarı çıktı.
Doron ofisinde oturmuş istihbarat raporlarını inceleyen
Beaufort'u gecikme hakkında bilgilendirmek için diyafonu
kullandı. Uçuş ve yere iniş esnasında varlığına ihtiyaç du
yulmayacağı için, Beaufort'un ekip Beyrut'a ulaştıktan son
ra komuta odasındakilere katılmasını bekliyorlardı; ne var ki
1 1 25 0
beklenmedik gelişmeler meydana gelirse bir dakika içinde ko
muta odasında olabilirdi.
Helikopter kıyı çizgisini geçtiğini rapor etti. Bundan sonra
eğer helikopteri Lübnan'a geri göndermeleri gerekirse Hava
Kuvvetleri Komutanı ile görüşmeleri gerekecekti.
Yoav'ın sesi vericiden duyulana kadar birçok uzun dakika
geçti. "Sekiz," diye bildirdi.
Yitzhaki saatine baktı ve imleci eğer planlanan hızda gitti
lerse şu anda olmaları gereken -iniş alanından on beş kilomet
re uzaklıkta- noktaya tuttu.
"Ya da belki patlayan bir lastiği değiştirdiler ve hila dağdan
aşağıya iniyorlar," dedi Doron ilk defa gülümseyerek. Soda al
mak için arkaya uzandı. " Beyrut'tan önce başka herhangi bir
rapor beklemiyoruz, öyle değil mi?" diye sordu tabloya baka
rak. Albert kafasını salladı. "İyi, o zaman ben ofisimden pat
rona rapor vereceğim. Rami, bu süre zarfında yetkili sensin."
Doron'un gidişiyle yan odalarda haber bekleyen bazı çalı
şanlar başlarını komuta odasının içine uzattılar ve odada bir
rahatlama fısıltısı dalgalandı.
251 ı •
Cuniye-Beyrut yolunun yanındaki İstihbarat tarafından bili
nen ilk daimi barikat noktasına ulaştılar. Hafif silahlar barın
dıran gizli bölmeler kolay ulaşılması için hazırlandı.
Yere, geçiş için çok da bir alan bırakmayan birbirine paralel
iki sıra kapan yerleştirilmişti ve Mistaravim yolun kenarında
yanan ateşi görebiliyordu. Yossi yavaşlayarak kapanın başında
bekleyen iki polisin yanında durdu. İlki belgelerini isterken
ikincisi arabanın diğer tarafından canı sıkkın bir şekilde onları
inceledi. Diğer iki polis memuru üzerine içinde Türk kahvesi
olan bir cezve konmuş ateşin yanında duruyordu: Biri şarkı
mırıldanıyor, diğeri de aşağı yukarı zıplıyor, dans ediyordu.
Yoav onlara gülümsedi, Daoud ve Moussa da dostça baktılar.
Memur belgelerini getirdi ve Yossi arabayı sürmeye başladı.
Yoav penceresini kapadı ve Moussa polis memuru gibi şarkıyı
mırıldanmaya başladı. "Soğuk bir rüzgar esiyor," dedi popüler
bir açık hava şarkısına başlayarak. "Bir çıra ekle, ateş yanmaya
devam ediyor," diye devam etti hepsi hep bir ağızdan.
***
1 1 252
ayıran çitten atlayıp çömelerek kulübeye yaklaştığını görebiliyor
du. Nöbetçi Ronen'in ayak seslerini duydu ve içgüdüsel olarak
kafasını kulübenin arka tarafındaki küçük pencereye çevirdi.
Gadi nöbetçiyle arasında kalan mesafeyi hızla aşıp o daha
kendisine saldırana bakma fırsatı bulamadan kaburgalarına
bir yumruk indirdi. Gadi yumruğunun kırılan kaburgaların
dan arasından geçtiğini hissetti; nöbetçi inledi ve iki büklüm
oldu. Gadi onu nefes borusundan yakalayıp yukarı kaldırdı.
Ronen kulübenin penceresinin · dışından boynuna bir ip do
layıp çekince nöbetçinin boğazından hafif bir hırıltıdan başka
bir şey çıkmadı. Nöbetçinin vücudu kulübenin arka duvarı
na yapıştı ve kendinden geçtiği için kafası öne düştü. Ronen
ipi gevşetirken Gadi onu kaldırıp sandalyesine oturttu. Tü
feğinden şarjörünü çıkarıp yakındaki çalıların arasına fırlattı
ve tüfeği askısını boynuna geçirerek kucağına bıraktı. Gadi
nöbetçinin kemerindeki tabancayı fark etti. "Buna dikkat et
meyerek hata yaptık," diye fısıldadı Ronen'e. Çeşitli planlar
üzerinde tartışırlarken hep bir Kalaşnikof'u doğrultup nişan
alarak horozunun kaldırılacağı süreyi hesaba katmışlardı. Ama
tabanca çekmek hiç zaman almazdı, bir saniyede ateş etme
ye hazır olurdun. Gadi tabancayı aldı, şöyle bir göz attı ve
Ronen' e göz kırparak kendi beline soktu.
"Onu bağlamamız gerekmediğine emin misin?" diye sordu
Ronen. Planın her aşamasının üzerinden birçok kez geçmiş
lerdi ama nöbetçiyi operasyonlarının tam ortasında serbest
bırakmak içine sinmiyordu.
"Eğer biri gelip onu bağlı görürse bütün mahalleyi buraya
toplar. Bu şekilde uyuduğunu düşünecekler ve o kendisi bile
ona ne olduğunu hatırlamayacak," diye cevap verdi Gadi fısıl
dayarak.
Ronen' e birkaç metre uzakta, sokak ışıklarının ulaşmadığı
otoparkın girişindeki kaldırımın yakınında durmasını işaret etti.
"Orada sen dur," diye karşılık verdi Ronen. "Onu ben söke
ceğim. Nasıl bağladığımı ben biliyorum."
253 1 1
''Artık nasıl bağladığın önemli değil. Zaten onu sökmek be
nim kararımdı, o yüzden ben yapacağım. Oraya git!"
Ronen'in teklifinin bir mantığı vardı ve Gadi zamanı gel
diğinde sorumluluğu üstlenmeye ve risk almaya gönüllü ol
masını takdir ediyordu. Ama bu şövalyelik gösterisi yapılacak
zaman değildi.
Gadi çömelerek Ebu Halid'in arabasına doğru ilerlerken
Ronen kendisine söyleneni yaptı.
***
1 1 254
Araba ilerledi, tekrar durdu ve Daoud'u sola kıvrılan sokağı
araştırması için indirdi. Yoav ve Yossi Ebu Halid'in sokağına
doğru arabayı yavaşça sürmeye devam etti.
Ronen arabanın yaklaşmakta olduğunu gördü ve karanlığa
doğru birkaç adım geri attı. Geçmekte olan arabanın farları
onu yakalayamadığı gibi Ronen de uyumakta olan nöbetçi
yi gören Yoav'ın gülümsemesini yakalayamadı. Yoav Daoud'a
kendileri civardaki sokakları kontrol ederken gelip sokağı yaya
olarak dolaşması talimatını verdi.
2 55 1 1
Daoud sokakta Ronen' e doğru ilerliyordu. Ronen tekrar
öksürdü ve Daoud başını çevirmeden, adımlarını yavaşlat
madan karanlıkta suretini zar zor seçerek Ronen'i görebildi.
Hiçbir tepki göstermeden yanından geçti. Bu arada yerinde
başı önüne sarkmış oturan nöbetçiyi de gördü. Bunun uyuk
lamakta olan bir adamın pozisyonu olamayacağına hükmetti.
Ronen'in boğazını temizlediğini duydu ve bu geleneksel işa
retleri kullanıyor olmasına gülümsedi. Gömleğinin yakasında
ki minik mikrofona fısıldamadan önce on adım daha ilerledi.
"Onu buldu!" dedi Yoav Yossi'ye. "Moussa'yı al." Yossi hız
la Moussa'nın dolaştığı sokağa döndü. Daoud Ronen'in onun
kim olduğunu anladığına ilişkin hiçbir işaret olmadığını ve
Daoud yaklaşırken öksürüp uzaklaşırken boğazını temizledi
ğini söyledi. Birkaç saniye sonra Moussa arabadaydı. Yoav İs
rail vericisini faaliyete geçirdi.
"Daoud hedefin evinin girişinde Ronen'i tespit etti," diye
rapor verdi.
***
1 1 256
"Belirsiz," dedi Yoav bir an duraksayıp. "Ama belli ki ya
kınlarda çünkü Ronen olağan işaretleşme yöntemlerini kul-
,,
1anıyor.
"Barikatlarla ilgili durum nedir?" diye sordu Doron.
"Sadece daimi olanlar. Etraflarından dolaşabiliriz. Genel
olarak durum sakin."
"Hazırlanıp bekleyin," dedi Doron, iletişimi sonlandırarak.
Yanında oturan Beaufort' a döndü.
"Bence durum uygun, harekete geçmeliler."
"Gadi hakkında karar vermeye yetecek kadar bilgi sahibi
olduğumuzu düşünmüyorum,'' diye cevap verdi Beaufort.
Bu arada Eli masaya Ebu Halid'in mahallesinin büyültül
müş hava fotoğraflarını yaydı.
Doron, "Ben Ronen'e karşı harekete geçmesi için Yoav' a
yetki vermeyi öneriyorum. Gadi ortaya çıkarsa acil durum
planları ne yapılması gerektiğini belirtiyor."
Beaufort ısrarcıydı. "Ben herhangi bir sürpriz istemiyorum.
Eğer Gadi oradaysa Mistaravim ne yapacak?"
"Bizim tahminimiz Gadi'nin bizim yanımızda olduğu yö
nünde, onlara yardım edecektir."
"Y:a degı
v •1se.�»
"İkisini birden alt edemezler, o senaryo için hazırlıklı de
ğiller. Bence bu noktada beklenmedik ihtimaller yaratmamıza
gerek yok."
"Ne demek 'beklenmedik'?" dedi Beaufort kızgınlıkla.
"Onların güçlerini birleştirdiğini biliyoruz, bu da iki ihtimal
var demek: Ya bizim tarafımızdalar ya da bize karşılar. Nasıl
'beklenmedik' diyebiliyorsun?"
***
257 1 1
olduğu, Ronen'inse olmadığı. Başka türlü olduğunu öğrenene
kadar bu varsayıma bağlı kalacağız. Ama aralarında neler olup
bittiğini hala bilmiyoruz. Eğer ikisi de Mercedes'in yanındaysa
belki bir şeyler değişmiştir. Nöbetçiye bu kadar yakınken hiç
kimseyi bir şey yapmaya ikna etmek mümkün değil: Ronen
yalnızsa onu kaçıracağız. Eğer Gadi de oradaysa siz Ronen'in
üzerine yürürken ben Gadi'ye yaklaşırım. Bize göre nöbetçi
ciddi bir tehlike oluşturuyor. Eğer gerekli görürsem onu etki
siz hale getiririm."
" Bence o zaten etkisiz hale getirilmiş," diye tekrarladı
Daoud.
"Ölü mü? Bayıltılmış mı? Ne zamandır?"
"Hiçbir fikrim yok."
"Yani hala bir tehdit oluşturuyor," dedi Yoev.
Moussa' nın omzuna hafifçe vurarak ona arabadan inmesi
talimatını verdi. Moussa kısa boylu, iri yapılı, bıyıklı ve kı
vırcık saçlı bir adamdı. Tehditkar olmayan görünüşünün, so
ğukkanlı ve kontrollü olmasının ve inanılmaz yumruğunun
-İSK'de başka bir gizli Mistaravim timinde görev yaparken
Batı Şeria'da düzinelerce insanı bir yumrukta yere sermişti
birleşimi sayesinde operasyonu başlatmak üzere seçilmişti.
Moussa Ronen' e doğru yürümeye başladı.
"Bir Numarayı gönderdim," dedi Yoav komuta odasına.
"Sokak boş, operasyon için iyi şartlara sahibim."
ı ı 2ss
yardımcı olacağını ve durum ne olursa olsun müttefik kabul
edildiğini hatırlatmanın zararı olmazdı.
"Onlara hatırlatacağım," dedi Doron, "ama duruma bize
tarif edildiği şekilde yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Ronen'i gördüler ama Gadi'yi görmediler. Harekete geçmeyi
onerırım.''
.. . .
***
2 59 1 1
Ronen'in karnına ne kadar hızlı vuracağını hesaplayarak yum
ruk yaptı. Ama Ronen arkasına döndüğünde planını değiştir
di. Ronen'i boğazından yakaladı, kalçasını Ronen'in arkasına
bastırıp onu arkaya doğru bükerek boğma etkisini artırdı.
Yoav ve Daoud arabadan kapıları açık bırakarak atladı. Da
oud Ronen'i belinden kavrarken Yoav da ayaklarını tutarak
kaldırdı. Sağ kolu Ronen'in boynuna dolanmış olarak arabaya
binen Moussa'nın peşi sıra Daoud da arabaya bindi. Ronen'in
sallanan bacakları Yoav'ın kapıyı kapamasını engelledi.
Her şeyden önce, buradan gidelim, diye düşündü Yoav.
Ronen'in bacaklarını bıraktı, öndeki yolcu koltuğuna koştu ve
araba yalpalayarak ilerledi. Yoav, Ronen'in bacaklarını kontrol
edebilmek için koltuğunda arkaya doğru döndü. Ronen'e kim
olduklarını söylemeye çalıştı ama Ronen'in diziyle çenesine
indirdiği keskin bir darbe sözünü yarıda kesti. Daoud onun
ellerini kelepçelemeye çalıştı ama Ronen'in sağ yumruğu yü
züne art arda darbeler indirdi; Moussa diğer elinin parmak
larıyla gözlerine saldıran Ronen'in boynunu sıkmaya devam
etti. Ronen'in tekmelerinden biri boynuna inince Yossi araba
yı kaldırım kenarına çaptı ve kontrol altına almakta zorlandı.
"Biz Mossad'danız! Aynı taraftayız!" dedi Yoav yüzüne bir
tekme daha yerken. Kendi kendine, başka şansım yok, dedi ve
Ronen'in kaburgalarına kuvvetli bir yumruk indirdi. Ronen'in
soluğunun bir an kesilmesi diğer üçünün ellerini kelepçele
mesine fırsat verdi. Ama arabanın kapısı açık şekilde gitmeye
devam edemezlerdi. Yossi kenara çekti ve yeniden ona boyun
eğdirmeye, kim olduklarını anlatmaya çalıştılar. Ama güçlükle
nefes alan Ronen çırpınıyor ve hiçbir şey duyamıyordu.
"Onu bayılt," dedi Yoav Moussa'ya. O da Ronen'in boy
nundaki baskıyı artırdı.
1 1 260
hiç kimse yoktu. Belki de nöbetçi kendine gelmişti ya da biri
nöbeti devralmaya gelmişti ya da yerel bir devriye arabası geç
mişti - zihninde birçok olasılık canlandı. Ama Ronen nere
deydi? Belki saklanıyordu ama ortalık sakinken neden saklan
maya devam edecekti ki? Endişesi güvenliğinden üstün geldi
ve kaldırıma doğru hızla ilerledi.
Sokağın aşağısında, kaldırımın kenarında, eski bir
Mercedes'ten bir çift bacağın dışarı fırladığını, tekme atıp çır
pındığını görebiliyordu. Sonra birden bacaklar içeri çek.ildi ve
uzun bir kol arabanın içinden uzanıp kapıyı çekerek kapattı.
Ronen kaçırılmıştı!
261 ı•
üzere geri dönemeyecekti. Eğer orada patlayacak olursa da ön
lemeye çalıştıkları zarara neden olmuş olacaklardı.
Patlayıcıyı aldı ve sokağa koştu. Tam da Mercedes'in kuy
ruğu yolun sonundan sağa dönüyordu. Daha sonra hangi
yöne döneceklerini bilemeyeceği için kaybedecek bir dakikası
bile yoktu. Yolda gördüğü ilk boş arsada ondan kurtulacaktı.
Ama önce Ronen'i kurtarmalıydı.
BMW'ye oturup patlayıcıyı yolcu koltuğuna koyduğu
anda bu yaptığının tamamen delilik olduğunu biliyordu. Ne
den sınırları sonuna kadar zorlaması gerekiyordu, neden hep
uçurumun ucunda boşluğa bakarak durmak zorundaydı?
Mercedes'i çılgınca takip etmeye başladı. Yolun sonun
da savrularak sağa döndü ve gaza basıp her köşe başında
fren yaparak Mercedes'i aradı. Eğer kaçıranlar gerçekten
Hizbullah'tansa herhangi bir dar yan sokağa girmiş olabilirler
di: Her bina onların saklandığı yer olabilirdi. Yine de Gadi onu
Haret Hreik' e, bölgelerinin kalbine götüreceklerini düşündü.
Mercedes'i bulamayınca Haret Hreik' e yöneldi. Herhangi bir
barikattan geçmek zorunda kalmadan Bir el Abid'den çıkmak
için tek yönlü bir sokaktan hızla geçip iki mahalleyi ayıran
anayol olan El Obeiri yolunun girişindeki dur levhasının ya
nında bir anlığına yavaşladı. Uzakta, sol tarafında, anacadde
den doğuya doğru gitmekte olan Mercedes'i fark edebildi.
Onu Bekaa Vadisi' ne götürüyor olmalılar, diye düşündü.
Bu ona kendini toplayıp düşünmesi için ve bu yoğun nüfuslu
alandan çıkar çıkmaz yan koltukta duran saatli bombadan
kurtulması için zaman tanıyordu. Bu yol üzerinde Beyrut
Şam yoluyla birleşmeden önce birkaç boş arsa olduğunu ha
tırladı; oradaki bir patlama kimsenin İsrail'i suçlamasınaları
na neden olmazdı.
1 1 262
dudağı, Daoud'un burnu kanıyordu. Yoav bir mini-Uzi taşıyor
du ve bir başka silah da Yossi' nin kucağındaydı. Barikatın etra
fından dolaşıp mahalleyi terk ettiler ve Beyrut'un doğusundan
dolaşan yola doğru hızla ilerlediler. Ronen'i ona ciddi şekilde
zarar vermeden sakinleştirmeleri gerekiyordu. Yoav daha az ka
labalık bir mahalleye ulaşana kadar bekledi. El Sheikh'in güney
ucunda öyle bir yer buldular. Yossi hemen arabayı yavaşlattı ve
Yoav dizlerinin üzerinde doğrulup yüzünü arka koltuğa doğru
döndü. Moussa'ya Ronen'in boğazını biraz rahatlatmasını işaret
etti. "Ronen," dedi, "biz birimdeniz. Dinle beni, biz Mossad'ız.
Rami'nin ekibi. Şam'da birkaç yıl önce beraber çalışmıştık. Ya
kından bak, hatırlayacaksın."
Ronen'in gözlerinde bir hatırlama ve kavrama belirtisi ya
nıp söndü ve vahşice karşı koyduğu için duyduğu fakat algıla
yamadığı konuşmaların ve seslerin ayırdına vardı. Birden hep
beraber -kendisi yüzünden- iyi niyetle de olsa Gadi'yi doğ
rudan cehenneme gönderdiklerini fark etti. Yoav Moussa'ya
Ronen'i tamamen bırakmasını işaret etti. Konuşabildiğinde
Ronen'in sesi güçlükle duyulabiliyordu: "Gadi patlayıcıyla be
raber Ebu Halid'in arabasının yanında."
263 1 1
Eğer isabet ettiremezse Ronen'in hayatta kalma şansı çok azdı.
Ve başarılı olsa bile Ronen'i kendi arabasına çekip kaçması ge
rekecekti: Yol çok boş değildi ve tanıklar olacaktı. Ve bir de
hala yanında tıklayan saatli bir bomba vardı. Plan kötüydü: İlk
önce patlayıcıdan kurtulması gerekiyordu, kaçıranları Beyrut
Şam yolunda tamamen şehir dışına çıkana kadar takip edecek
ve ancak ondan sonra harekete geçecekti.
Gadi hızını düşürdü ama şaşırtıcı bir şekilde kaçıranlar da
yavaşladı. Arabanın içinde tuhaf bir hareketlilik vardı; görü
nüşe göre yolcu koltuğunda oturan kişi tüm vücuduyla arka
koltuğa doğru dönmüştü. Ronen' e ne yapıyorlardı? Gadi pat
layıcıya bakıp küfretti. Zaman ayarlayıcı konusunda risk al
malı mıydı? Ronen'in hayacını şansa bırakıp ondan kurtulmalı
mıydı? Harekete geçmeyi erteleyernezdi.
Mercedes birden yoldan bankete çıktı. Ronen'i öldürmüş
ler miydi? Şu anda öldürüyorlar mıydı? Mercedes durdu. O
da arabayı onların yanma çekecekti; oldukları yerde durunca
vurulmaları çok daha kolay olacaktı.
Gadi sağ pencereyi açtı, yan koltukta duran tabancayı
aldı ve sağ eliyle sıkıca kavrayıp parmağını tetiğe yerleştirdi.
Gözünü arabadan ayırmadan silahını kaldırıp yavaşlayarak
Mercedes'in yanma yanaştı.
Ronen'i göremiyordu ama ön koltuktan arkaya eğilen ada
mın yüzü tanıdık geliyordu. Aynı anda diğer yüzler de kendi
sine döndü, sürücünün ve arkadaki diğer iki adamın yüzleri.
Sürücü kendisine bir rnini-Uzi doğrulturken Gadi silahını ona
çevirdi. O kısacık anda Yossi silahın arkasında Gadi' nin yü
zünü gördü ve Gadi bu adamların Mistaravirn olduğunu fark
etti. Silahını tam da Yossi kendininkini indirirken yanındaki
koltuğa bıraktı. Dernek Mossad harekete geçmişti, hem de ne
büyük bir hızla! Şimdi Moussa' nın kalkmasına yardım ettiği
Ronen'i görebiliyordu, boğazı düğümlendi. Kolaylıkla birbir
lerini vurmuş olabilirlerdi, Beyrut'un banliyölerinde çifte ateş.
Mistaravirn her zaman acele işe şeytan karıştığını söyleyen
1 1 264
Arap deyimini kullanırdı ama bazen Şans Meleği aslında acele
işin yanında olurdu.
"Patlayıcı burada, arabada," dedi Gadi, kendini toparlar
toparlamaz. "Henüz etkisiz hale getirmedim. Zaman ayarlayı
cının kaç saate kurulduğunu biliyor musunuz?"
Yoav' ın da cevaplamadan önce kendini toparlamak için bir
kaç saniyeye ihtiyacı vardı. "Hayır, hiç kimse patlayıcıyı etkisiz
hale getirmek wrunda kalabileceğimiz ihtimalini düşünmedi.
Onu ne yapmayı planlıyorsun?" diye sordu.
"Şu arsaya atmayı," dedi Gadi, sağdaki iki bina arasında
kalan boş arsayı göstererek, "ve sonra da buradan cehennem
olup gitmeyi. Ama komuta odasına bilgi verin, belki başka bir
önerileri olur. Onlardan Peter'den kaç saate kurulu olduğu
nu öğrenmelerini isteyin. Eğer daha zamanımız olduğundan
eminse onu etkisiz hale getiririm."
Gadi' nin arabası sağ şeridin ortasındaydı ve geçen birçok
araba ona korna çaldı. Birkaç metre ileri gidip o da BMW'yi
diğer arabanın önüne bankete soktu. Eğer onu etkisiz hale ge
tirecek zamanı olduğu ortaya çıkarsa diye beklerken patlayıcı
nın plastik kabını çıkartmaya başladı.
Artık bağlı olmayan Ronen ağrıyan yanını tutup topal
layarak Gadi'nin arabasına geldi. Ronen'i görünce Gadi'nin
dudaklarının kenarında küçük bir gülümseme oluştu. Bu iki
günde ilişkilerinde ne kadar çok gelgit yaşanmıştı! Ama bu
eski sınıf arkadaşlarının yıllar sonra kavuştuğu bir toplantı
değildi. . .
"Gadi, sen n e yapıyorsun!" Ronen Gadi'nin patlayıcı üze
rinde çalıştığını görünce çok şaşırmıştı. "Komuta odasında ne
söylediklerinin ne önemi var? Bu deli inadın yetti artık, sadece
kurtul şundan!"
"Onlara birkaç saniye daha veriyorum. Hila bana verecek
bir cevapları yok mu?" Patlayıcıya baktı ve kabı üzerinde ça
lışmaya geri dönerken usulca, "Git buradan Ronen. Sen de
havaya uçarsan çok yazık olur," dedi.
265 ı•
"Seninle konuşulmaz," diye homurdandı Ronen. Topal
layarak Mercedes' e geri döndü ve Yoav' a, "Ona patlayıcıdan
kurtulması, hepimizi havaya uçurmadan bu deliliğe son ver
mesi gerektiğini söyle," dedi.
Gadi, kendini bir kez daha engelleyemiyormuş gibi gö
ründüğü bıçak sırtı durumlardan birine soktuğunu çok iyi
biliyordu. Bu, birkaç arkadaşının dediği gibi ölümle flört
etmek değildi. Ölüm hayatını ölçtüğü kıstaslardan biriydi.
Ölümün kaçınılmaz olduğunu bilmesi hayattan ne istediğini,
aynı zamanda hangi hedeflerin önemsiz olduğunu fark etme
sini sağlıyordu. Helena, Ami ve Ruth'u sevmek, hayatının bir
parçasını, genlerinin dikte ettiği gibi, ait olduğu o kalabalık
aileye ya da o kabileye ya da o insanlara adamak istiyordu;
enerjisini ölümünden sonra, artık onun için hiçbir anlam ifa
de etmeyecek olan zamanda hatırlanacak bir isim yaratmaya
harcamak istemiyordu.
Ölüm kaçınılmazdı, tek gerçek soru, ne zaman olacağıydı:
Bu görüş Gadi'nin tehlikeli görevleri neredeyse sükunetle ele
almasını sağlıyordu. Bir de tehlike anlarında, tam da şu anda
ve daha önce sayısız kereler olduğu gibi damarlarında akan
adrenalin vardı. Ve başka bir faktör de aslına bakılırsa deli
likti, açık ve net. Diğer türlü patlayıcıdan derhal kurtulurdu.
Ne de olsa ölümü acele etmesi için zorl.amanın anlamı yoktu.
Yine de bu deliliğine _izin verilmesi gerekirdi: Bu meslek ger
çekten normal insanlara göre değildi.
•ı 266
9
267 1 1
Yoav ekledi: ''Anten kablosunun bağlantısı koparıldıktan son
ra. Eğer hala zaman varsa etkisiz hale getirmek istiyor."
Komuta odasında bir tedirginlik havası dalgalandı. Du
rum, kablonun durumu da dahil hala belirsizdi. Peter hatır
lamaya çalışıyordu.
"Otomatik ayarın yirmi dört saat olduğuna neredeyse emi
nim ama üzerine yemin edemem," dedi sonunda. Sözlerinin
içeriği herkes için açıktı: Eğer yanılıyorsa bu Gadi'nin hayatı
na mal olabilir ya da patlayıcının Beyrut'un varoşlarında bıra
kılmasına sebep olabilirdi. Tam ajanlar şehirden ayrılmak ÜV!
reyken meydana gelecek bir patlama sorun yaratırdı, özellikle
de barikatlarda yaşanacak teyakkuz hali düşünülecek olursa.
"Bu tür durumlarda 'neredeyse emin olmak' diye bir şey
söz konusu olamaz," dedi Doron Peter'e bir bakış fırlatarak.
"O bilgi ofisimde. Koşup bakabilirim. Birkaç yıl oldu ..."
"O zaman koş," dedi Doron sözünü keserek. Peter, utana
rak hızla harekete geçti.
Doron meseleyi Peter'in cevabını beklemeden çözmeye ka
rar verdi.
"Saat ne zaman ve nasıl aktive edildi?" dedi vericinin mik
rofonuna.
"Bunun ne önemi var?" dedi Mossad Başkanı, kendine ge
lerek. "Ondan kurtulması gerektiği açık."
Ne var ki daha Doron cevap veremeden Lübnan'dan kısa
bir cevap geldi: "Dün gece on iki buçuk civarı." Bütün gözler
büyük duvar saatine döndü. Saat neredeyse on iki buçuktu.
"Hepiniz delirdiniz mi?" diye sordu Mossad Başkanı. "Gadi
Beyrut'ta oturup bir bombayı etkisiz hale getirmek mi istiyor?
Çabuk ondan kurtulmasını söyleyin."
Beaufort, Gadi'nin bomba imhası konusundaki becerileri
hakkında hiçbir şey bilmiyor ve hiç de ilgilenmiyordu. Patlayı
cının önlerindeki birkaç dakika içinde patlayıp işleri korkunç
şekilde karıştıracak olmasının yol açtığı korku dayanılmazdı
ve Beyrut'ta boş bir arsada patlayan bir bombanın yaratacağı
1 1 268
etkiyle kıyas kabul etmezdi.
Doron kızardı ve hakareti yuttu. "Önce Peter'in cevabını
bekleyelim, belki hala zaman vardır ve bombayı nüfusun ol
duğu bir bölgede bırakmak zorunda kalmayız. Etrafta çocuk
lar varken patlayabilir. . ."
"Ya da şu anda Gadi'nin suratında. Hemen ondan kurtul
masını söyle. Şimdi kaybettirdiğin bir dakika bile çok kritik,''
dedi Başkan öfkeyle.
Doron yavaşça mikrofonu kaldırdı.
***
269 1 1
devreleri ve tellerin karmaşık yapısı karşısında duruyordu.
İşine kendini o kadar kaptırmıştı ki yanıp sönen turuncu
ışıkları fark etmedi.
Onlara bilgi vermeleri için yeterince zaman tanıdım, dedi
kendi kendine, zaman doldu. Patlayıcıyı bırakmayı düşündü
ğü yerin boş olduğundan emin olmak için etrafa bakındı ve
ancak o zaman devriye arabasını fark etti. Bir saniye sonra da
polis memurunun kendisine doğru geldiğini gördü. Tabancayı
aldı; yanındaki koltukta açıkta duran patlayıcı varken başka
şansı yoktu. Arabaya ulaşır ulaşmaz polisi kafasından vurması
ve sonra Yoav'ın başının belada olması ihtimaline karşı devriye
arabasına koşması gerekecekti.
• ı 270
için bir şanstı. Hep beraber onu sürücü koltuğuna oturttular,
başı direksiyona düşüyordu.
"Bu adamdan da kurtulmalıyız,'' dedi Daoud. Yoav, tüm
gözlerin bir cevap için kendisine döndüğünü gördü. Kendi
güvenlikleri göz önüne alınınca haklılardı. Sürücü yakında
kendine gelecek ve güvenlik kuvvetleri Mercedes ve BMW'yi
aramaya başlayacaktı. Bir an meseleyi değerlendirdi: Durum
belirsizdi, açık ve yakın bir tehlike yoktu. Başka bir araba
nın daha durmasına yol açmadan karar vermesi gerekiyordu.
Mercedes'e dönüp komuta odasının tavsiyesini soracak zaman
yoktu. Acilen oradan ayrılmaları gerekiyordu. Yoav mini
Uzi'sini ters çevirip sürücünün kafasına indirdi.
"Bu, onun olayları hatırlamasını biraz geciktirir," dedi.
Daoud ve Moussa şüpheyle ona baktı.
"Bir fikrim var," dedi Ronen birden. " Bu, işi tamamen çö
zebilir," Gadi'nin patlayıcıyı arsanın ortasında birkaç parça
eski hurdayla saklamak üzere olduğu yere koştu.
Bir dakikadan az bir süre sonra patlayıcı Land Rover'da ve
Mercedes ile BMW ise yoldaydı.
***
271 1 1
Bu tepeden tırnağa silahlı dört Mistaravim'i adam kaçırmaya
göndermek tehlikeli ve gereksizdi. Ya şu anda bomba patladıy
sa ve Beyrut'ta cesetler, yaralılar ve esirler varsa?
"Bana Başbakan'ı bağla," dedi Beaufot. "Şimdi."
1 1 272
BMW' nin yolcularıyla ilişkilendirmemesi gerekirdi. Ama daha
Gadi bu mesele üzerine düşüncelerini toparlayamadan uzaktan
cansız bir patlama sesi duyuldu.
Gadi içgüdüsel olarak saatine göz attı. Bombayı zamanında
etkisiz hale getirmeyi başarabilir miydi? Gözleri dikiz aynası
na, geride bıraktıkları barikattaki nöbetçilere yöneldi ama nö
betçiler başka bir arabayı kontrol etmekle meşguldüler.
Bütün bu kurtarma görevinin sonucu -kendisinin ve
Mistaravim'in- onu başarılı bir operasyon haline getirse de
olanlar herhangi bir araştırma komitesinin standartlarına uy
gun değildi. Yani bu ne anlama geliyordu? Mossad da "sıfır
aksilik" mottosunu "cesaret eden kazanır" a mı çevirmeliydi?
Toplum, medya ve Mossad'ın kendisi aksilikler konusunda bu
kadar anlayışsızken bu mümkün müydü?
Gadi ve Ronen, Antalis'in girişinde sahil yolundan ayrılıp
girintili çıkıntılı yoldan tepelere doğru, karanlık uykulu köy
lerin arasından tırmanarak Mercedes'i takip ederken gecenin
serinleten esintisi açık pencereden içeri esiyordu. Onları takip
eden başka araç yoktu. Şehirde o anda bir çeşit karışıklık ol
muş ve barikatlara uyarılar gönderilmiş olsa da bir tek kişi bile
orada olduklarını bilmiyordu.
Ronen yine direksiyona geçmişti. Gadi onun omzuna vurdu.
"Böylelikle," dedi Ronen araba anahtarını kapmadan önce
Beyrut'taki bir kafede yaptıkları konuşmayı hatırlayıp gülüm
seyerek, "sanırım kanun adamlarının yabancı bir ülkedeki yet
kilerini yürürlükten kaldırdık."
"Fazla bir şansımız yoktu. Sana gelip BMW'de neler
olup bittiğini kontrol etmeye kararlıydı. Zaten o yetkileri
Ebu Halid'in nöbetçisinin icabına bakarak çoktan ortadan
kaldırdık ama bir kez olsun benim düşüncemi kabul etmen
güzel."
"Şaşıracaksın ama bu senin düşünceni kabul ettiğim tek
konu değil."
Ronen fazlasını duymak için bekledi.
273 1 1
"Geçtiğimiz iki gün içinde parçası olduğumuz teşkilat
hakkı nda düşünecek çok zamanım oldu."
"Senin parçası olduğun," diye onu düzeltti Ronen.
"Senin olmaman zaten meselenin özü. Eğer teşkilatın için
deki herkes birbirini tutsa, yeri geldiğinde takdir edebilse ya
da en azından bağışlayıcı olabilse harici düşmanlıkla baş etmek
mümkün olur. Senin ve benim şimdi yaptığımız ne affedilme
ye ne de desteğe layık olmayan şeyden bahsetmiyorum. Ben
sıradan operasyonlardan, yüz tanenin içinde başarısız olan bir
tanesinden bahsediyorum."
***
• ı 274
Ronen'le ilgili durum patlayıcıya ve on un yol açtığı her şeye
bağlı olarak haliyle çok daha ciddi."
"Gadi seninle onun arasında bir yanlış anlaşılmanın söz
konusu olduğunu öne sürerse Lübnan'a yetkisi olmadan
girdiğini ispatlamak zor olacak," dedi Doron bir an düşün
dükten sonra. "Ve patlayıcı konusu da problemli. Ronen'in
depoya girdiğini biliyoruz ama kayıp patlayıcıyı onun aldığı
na ya da onu kullandığına ilişkin bir kanıtımız yok. Sadece
kendisi itiraf ederse ya da Gadi onun aleyhine ifade verirse
onu suçlayabiliriz."
"Öyleyse böl ve ele geçir," dedi Başkan. "Zaten Gadi'yle
daha az problemim var, baştan beri niyeti iyiydi ve o olmasa
şu anda ne halde olurduk bilemiyorum. Başbakan'ın sana ve
bana göstereceği takdirin çoğunu o hak ediyor."
"Her şeyi Ronen'in üstüne atıp Gadi'yi temize çıkarmanın
doğru olduğunu düşünmüyorum. İkisiyle daha önce de bu
noktaya gelmiştik; bu, aslında Soruşturma Komisyonu'nun
karar verdiği şeydi. Gadi'nin birime bir kahraman olarak geri
dönmesine izin veremem, sonuçtan o da payını almalı."
"Eh, öyleyse aylardır yapmaya çalıştığın şey için işte sana
fırsat - kov onu," dedi Beaufort. "Gerçi ben senin ondan kur
tulmak için neden bu kadar acele ettiğini hiç anlamadım. Alı
şılmışın dışında olduğu doğru ama işi bitiriyor."
Doron sessiz kaldı, keyifsizdi.
"En azından," diye toparladı Başkan, "Ronen hakkında
hemfikiriz. Bu konuda tavize yer yok, artık bir Mossad ajanı
değil ve onu korumaya niyetim yok. Ona karşı tavrımızın onu
bu eyleme sürüklediğini öne süreceğini tahmin ediyorum ama
şikayetlerini dile getirmesine fırsat vermeye niyetim yok. Hu
kuk müşavirimizin bu konuda çalışmasını ve Ronen ayağını
yere basar basmaz havaalanından alınmasını sağla."
"Ya Gadi?" diye ısrar etti Doron.
"Birime girmekten men edilmiş olduğunu ona bildir . . . "
" . . . ve ekibe," diye ekledi Doron. "Açık bir mesaj vermek
275 1 1
önemli. Gadi hakkındaki düşünceler farklı farklı ama yöne
timden verilecek açık bir mesaj herkesin aynı çizgide toplan
masını sağlayacaktır. Herkes dediğim, iki-üç doğrucu tip dı
şındaki herkes."
"Nasıl istersen. Ben bütün çalışanlara bu ikisinin en yüksek
cezayı alacağına ilişkin bir duyuru göndereceğim. Ama abart
mayalım. Bu zorlu sınav iyi bir şekilde bitiyor, minnettar ol
malıyız. İkimizi de pek iyi göstermeyecek bir patırtı başlatmak
gibi bir niyetim yok."
***
• ı 276
listesini yaptım. Eminim listenin başında yer aldığının farkın
dasındır," dedi yüzünde bir gülümsemeyle, gözlerini tekrar
yola çevirmeden önce Gadi'ye bir bakış atarak.
"O sadece benim sorumlu olduğum operasyonel bir ha
taydı. Geri kalan her şey saçmalık. Küçük kızının arabadan
çıkıp ona doğru koştuğunu yeterince erken fark edemedim
ve o pozisyonda ateş edemeyeceğime karar verdim. Ondan
sonra da yolumuzu kapatan iki polis memurunu vurmama
yı tercih ettim. Bunların her biri benim kendi hatalarımdı.
Eğer Başbakan kendi politik çıkarları için bizi kullanmaya ça
lıştıysa ve eğer Mossad Başkanı onu durdurması gerekirken
durdurmadıysa ve eğer sen, ben daha hazır değilken beni Bir
Numara yaptıysan her biriniz kendi iç hesaplaşmanızı yap
malısınız. Kimse benim bu operasyonun bir parçası olmam
ya da Bir Numara olmayı kabul etmem için kafama silah da
yamadı. Dolayısıyla kabul edip bu göreve başladığım andan
itibaren hatalar benim hatalarım. Konu kapanmıştır. Ve eğer
Liral yüzünden bir problemim varsa," dedi sesi çatallanınca
öksürüp boğazını temizleyerek, "o görevimi yerine getirmeme
mani olduğu için sonucun bedelini İsrail Halkı'nın ödemesi,
savunulamaz."
Ronen'in söyledikleri Gadi'nin zihninde zincirleme bir re
aksiyona yol açtı. Neredeyse bir yıldır kafasında dönüp duran
kelimeler ve cümleler birden yerli yerine oturdu.
Beraber Başbakan' ın karşısında oturduklarında Mossad
Başkanı'nın ve Birim Şefi'nin konumunu ve onurunu gör
mezden gelmesi gereken kişi oydu; zaman çizelgesi bu kadar
budanmış bir göreve girişmenin imkansız olduğunu söy
lemesi gerekirdi. Bunu Başbakan kendi başına bilemezdi,
Mossad Başkanı da öyle; o mevkiye Operasyon Birimi' nden
yükselerek gelmemişti. Ve Birim Şefi biliyor ve dile getirme
si gerekiyor olsa da bu, kendi sorumluluğunu, söylenmesi
gereken şeyi söylememiş olmasından kaynaklanan kendi su
çunu azaltmazdı.
211 1 1
Onu ne alıkoymuştu? Daha kıdemli bir amirin yanında
kendi amirlerine karşı gelmelerine engel olan o nefret uyandı
rıcı gelenek mi? Rütbesinin kısıtlamalarının ve Mossad hiye
rarşisinin arkasına saklanmayı tercih ettiğine göre söylenmesi
gereken şeyi söylemek için gerekli olan cesaretten -medeni
cesaretten- yoksun muydu?
Kendi dünyasında tek suçlu olan taraf kendisiydi ve gerisi
Ronen'in de söylediği gibi saçmalıktı.
1 1 278
"Geride bırakacağımız arabayı tepeden aşağıya atacağız,"
dedi Gadi. Yoav'ın operasyonu kendi yöntemleriyle bitirmesi
ne müsaade ediyordu ama bunun gibi bazı konular kendi üst
rütbesini ve deneyimini gerektiriyordu. .
Yoav Mercedes' e döndü ve Gadi soğuk yüzünden pencereyi
kapadı. Saat gece yarısı biri geçmişti ve bin sekiz yüz metre
yükseklikteydiler; dondurucu soğuk arabanın içine nüfuz et
mişti.
"Eğer BMW'yi burada bırakırlarsa benim belgelerimin
hiçbir değeri olmayacak. Başka hiç kimse onları kullanamaz,"
dedi Ronen.
"Bu doğru ama BMW'yi burada bırakmak, buranın bir iniş
noktası olduğunu belli eder. Her halükarda belgelerin seni çok
endişelendirmesin. Benimkiler de öyle. Lübnan'dan çıkış dam
gaları olmadan pasaportlarımız hemen hemen değersiz. Eninde
sonunda Lübnan otoriteleri Bay Smith ve Bay Ford'un ülkele
rinde kaldıklarını keşfedecek. Geldiler ve hiç gitmediler."
"Demek sonuç olarak yine kaçırılanlar listesinde yerimizi
aldık," dedi Ronen. "Ama gerçekten, senin pasaportuna yazık
olmadı mı?"
"Ona daha fazla ihtiyaç duyacağımı sanmıyorum," dedi
Gadi hüzünle.
Yoav arabalarına geri döndü. "Tamam, BMW'yi beraberi
mizde götürüp Mercedes'i buluşma noktasının yakınlarındaki
bir vadiye atıyoruz. Vericiyi alın," dedi kulaklıklarıyla beraber
ufak bir tertibatı onlara uzatarak. "Üç yüz metreye kadar çeki
yor. Karanlıkta kaybolursak, bizi arayın."
279 1 1
''Aslında Beyrut'a giden o uçağa bindiğim anda ayrıldım,"
diye cevap verdi Gadi.
"Bunu tavsiye etmem," dedi Ronen, bütün dikkatini araba
kullanmaya vermek için öne doğru eğilerek. "Kendini dışarıda
bulmak kolay değil, özellikle de teşkilatın olağanüstü yetenek
lerini gördükten sonra. Örneğin bugün bu işi Mistaravim'le
tek bir günde halletmeleri gibi. Evde televizyondan terörist
saldırılar hakkındaki haberleri izliyor olacak, kimlerin hare
kete geçmek üzere hazırlandıklarını bilecek ve sen artık bir
oyuncu bile olmayacaksın. Bu seni çileden çıkaracak. Aynı za
manda benim gibi onlarla bağlantının tamamen kesileceğini
bilmelisin. Bir yerden kötü ayrılmak gerçekten wr oluyor. Bü
tün arkadaşlarının nasıl birden ortadan kaybolduğuna inana
mazsın. lzzy' nin seni emekliye ayrılanlar için verilen partilere
çağırmasını bile bekleme. Çağırmayacak. Birinin ilerlemesine
ne kadar yardımcı olursan seni o kadar çabuk unutuyor."
"İnsanları ve operasyonları özleyeceğimi biliyorum ve bu
hayatımın en anlamlı kısmıydı," dedi Gadi, "ama teşkilatla
artık hiç uyuşmuyormuşum gibi hissediyorum. Geçen sene
Beyrut'ta yaptıkları her hatayı bu görevde Mistaravim'le tek
rarladılar. Neden? Çünkü meslektaşlarına güvenebilirler ve
üstün başarı kültürü onların düşündüklerini açıkça söyleme
lerine engel oldu."
" Küçük iyi çocuklar," dedi Ronen gülümseyerek. "Evet
efendimciler."
"Artık sessiz kalmayı ya da sadece doğru şeyleri söylemeyi
uygun bulmuyorum," diye devam etti Gadi. "Konuşmam ge
rektiği zaman ben kendim de konuşmadım ve 'suç teşkil eden
azim' göstermeye devam ettim. İnanmadığım şeyleri yaptım
çünkü teşkilatın kurallarını tamamen benimsemiştim. Ama
bu artık benim için de teşkilat için de iyi değil. Bir zamanlar
birbirimize aşıktık, mutlu bir evliliğimiz oldu ama artık her
şey bitti," dedi melankolik bir gülümsemeyle.
"Böyle hissettiğine üzüldüm," dedi Ronen. Gadi'nin Mos-
ı ı ıso
sad adına -ve aslında genel olarak toplum adına, kendi sözlü
saldırılarını dikkate alarak- yaptığı konuşmalar Ronen' e tam
tersine umut aşılamıştı. Meseleyi daha da açıklığa kavuştur
mak istedi: "Öyleyse söylesene bu, medya ve toplum meselesi
ne uyandığın anlamına mı geliyor?"
"Şu an kendim dışında kimseyi yargılayacak durumda oldu
ğumu sanmıyorum. Ama şimdi durumu oldukça iyi özetleyen
bir Rus atasözü aklıma geldi: 'Kahramanlarını onurlandırma
yan bir ulusun onurlandırılacak kahramanları olmayacaktır."'
281 ı •
ve özellikle de gece yerleşim yerlerinin ışıkları sarı sarı parlar
ken tam olarak nasıl göründüğünü gözünün önüne getirebi
liyordu. Yarmuk Nehri'nin üstünde, Akraba'daki seyir nokta
sından ya da Umm el Kis'ten Ürdün'ün ve Bet Şean Vadisi'nin
yeşil, kahverengi, sarı ve mavi bölümlerini görmenin kendisi
için ne kadar heyecan verici olduğunu hatırlıyordu. Ne zaman
İsrail'i düşman ülkelerin birinden görse hissettiği yalnızlık her
zamankinden daha şiddetli oluyordu.
Ve bu son defaydı, Bay Ford'dan ve diğer bütün sahte kim
liklerinden ayrılışı, İsrail'i çok az İsraillinin deneyimleme fır
satı bulduğu açılardan son görüşüydü. Hayatının çok önemli
bir parçasını geride bırakıyordu.
"Size doğru geliyoruz," dedi Gadi vericiye. "Gece görüş
gözlüklerinizle bakın ve uçurumdan uçmadan önce bize ha
ber verin."
Ronen vites değiştirdi ve yavaşça ilerlediler.
• ı 282
çobanın yanından geçmiş, o da onları ihbar etmiş olabilirdi.
Ya da bir köy bekçisi hiçbir yere ulaşmayan bir yolda giden iki
arabaya şaşırmış ve şüphelerini aktarmış olabilirdi. Beyrut'ta
meydana gelen patlamanın ardından güvenlik kuvvetlerinin
ne tip bir arama ve devriye çalışması yaptıkları hakkında da
en ufak bir fikre sahip değillerdi. Bu tip zamanlarda beklemek
her zamankinden zordu.
Ronen sessizliği bozdu: "Sonunda bana Bir Numaraya
verdiğin bilgilendirmenin ne olduğunu söyleyecek misin?
Beyrut'taki son operasyon öncesinde bana verme fırsatı bu
lamadığın bilgilendirmenin?" Bunu yapmasını başarısızlığa
uğrayan operasyondan beri çeşitli defalar Gadi'den istemişti.
Gadi ile tetiği çekecek insan arasındaki bu özel, fısıldanan
toplantı bilinen bir ritüeldi ama Ronen . kısaltılan zaman çi
zelgesi yüzünden bunu kaçırmıştı. Felaketlerinden sonra Gadi
vermediği bilgilendirmeyi yeni baştan yapmasının ne işe yara
yacağını anlamamıştı ama şimdi Ronen'in isteğini yerine ge
tirmenin doğru olacağını düşündü.
"Sana özet halini, en önemli noktaları söyleyeceğim," dedi
kısa bir süre durakladıktan sonra. "Siyonist kısmı atlayıp doğ
rudan ikinci bölüme geçiyorum."
Mercedes, içinde Yossi ve Yoav ile iniş alanından tepenin
ucuna doğru uzaklaştırılırken duraksayıp sonra devam etti:
"Cinayetler işleyen ve işlemeye devam etmeye niyetli olan bir
teröristi öldüreceksin. Haklı sebeplerin var ve ülken de senin
arkanda. Ama o da kendi nedenleri olan bir insan ve sen bu
işi yapmayı seçtiğin için yapacaksın. Bir makinenin dişli çarkı
değilsin. Yani şimdi iki seçeneğin var: Bunun senin seçimin ol
madığını söyleyebilir ve evine dönebilirsin ya da yapmak üzere
olduğun şeyle barıştıktan sonra işe koyulabilirsin.
"Eğer devam etmeye karar verirsen herhangi bir şeyin yo
lunda gitmeyebileceğini göz önünde bulundurmalısın. Sadece
operasyonel olarak değil aynı zamanda ahlaken de."
Dağdan aşağıya yuvarlanan ve aşağıdaki kayalara çarpan
283 1 1
Mercedes'in boğuk gümbürtüsü duyulunca tekrar duraksadı.
"Bu yüzden ülkeni, eğer ateş etmezsen meydana gelebile
cek terörist saldırıları düşün. Ve sonrasında bu yeni durum
da ne yapacağınla ilgili kararın senin, sadece senin olduğunu,
olduğun ve temsil ettiğin şeyden, bir ajandan, bir İsrailliden,
şefkatli bir insandan, hatta mantıklı bile diyebileceğimiz bir
insandan çıktığını hatırla," dedi yüzüne bir gülümseme yayıl
mış şekilde Ronen'e bir bakış atarak, "ama her şeyden önce bir
insandan. Geçmişte Bir Numara olanlara söylediğim ve eğer
fırsat olsa sana da söylemiş olacağım şey bu."
Arka kapı açıldı ve Yossi ve Yoav içeri girdi. Bir an için
parlayan arabanın iç lambasının ışığında Gadi Ronen'in ya
naklarından süzülen yaşların izlerini gördüğünü zannetti. Ro
nen orada, Ebu Halid ve kızının karşısında, dinleme fırsatı
bulamadığı bilgilendirmeye uygun davranmıştı: bir insan gibi.
Bunun meşruiyet kazanması şimdiye kadar neredeyse bir yıl
sürmüştü.
Ronen, hiçbir zaman Gadi'nin kısa konuşmasında orada
özellikle onun için yaptığı değişiklikleri bilemeyecekti.
"Gidelim," dedi Yoav. "Helikopter beş dakika içinde orada
olacak."
Gece görüş gözlüğünü Ronen' e verdi ve iniş noktasına
doğru kayalar ve çukurlar arasında zikzak çizerek birkaç yüz
metre ilerlediler. Moussa ve Daoud bir grup teçhizatın yanın
da duruyorlardı.
"Beş dakikayla ne demek istediklerini biliyorum," dedi
Gadi koltuğunu arkaya doğru yatırıp arka koltukta yayılmak
isteyen Yoav'ı umutsuzluğa düşürerek. "O uçan hurda buraya
ulaştığında beni uyandırın.''
ı ı ıs4
10
ıss ıı
katıldı. Hiç kimseyle konuşmak gibi bir niyeti yoktu. Gadi,
Arye, Rami ve Yoav karşılıklı olarak -Ronen'in varlığı yüzün
den minimum coşkuyla- kısaca birbirlerini tebrik edip sırtlarını
sıvazladıktan sonra arabanın içinde oturdular. Başta aralarında
hiç konuşma geçmedi; durum düşman ülkelerden kalkış yap
tıkları diğer seferlere benzese de bu sefer bir neşe hissedilmi
yordu. Her şey sessiz sakin sona ermişti ama hepsi gereksiz ve
tamamen anlamsızdı ve sonuçlardan etkilenecek olanlar vardı.
Ronen düşüncelerinde kaybolmuş şekilde oturuyor, ken
dini bekleyen şeyleri düşünüyordu. Bu sefer iş Soruşturma
Komisyonu'yla değil bir ceza davasıyla, hatta belki hapiste son
lanacaktı. Eğer ülkenin güvenlik teşkilatları onun bir düşman
olduğuna karar verirse her hak.im onların uyarılarını dikkate
alacak ve onların talimatlarına göre kendisini hapse tıkacak.
ti. Onun bir önceki resmi görevinde başaramadığını bu sefer
doğru şekilde yapmayı, çuvalladığı için İsraillileri öldürmeye
devam eden bir teröristin eylemlerine son vermeyi istediğini
dinlemeye kim gönüllü olurdu?
Batıya doğru giden helikopterin acil durum aydınlatmaları
nın verdiği solgun ışıkta Ronen, uzun ellerinin ve göğsüne çekil
miş sivri dizlerinin çizgilerini takip etti ve vücuduna tamamen
yabancı gibi hissetti. Sadece bir gece önce bombayı yerleştiren
bu eller kendisinin değil gibiydi. Bilincini kaplayan ağırbaşlılık
içinde kendi kendisine neler olduğunu açıklamakta zorlandı;
sanki bir parçası geride, gerçek olamayacağını fark edip uyan
dırılmayı beklediği korkunç bir kabusun içinde kalmış gibiydi.
Ama sağında ve solunda oturan, tanıdığı ama kendisiyle konuş
mayan adamlar bunun bir rüya olmadığını ortaya koyuyordu.
Birden Naamah' ın orada olmasını diledi. Öyle olsa da ko
nuşmazdı ama başını omzuna yaslayabilir, parmaklarını onun
parmaklarına dolayabilir ve tüm bedenini saran titremeye kar
şılık onun sıcaklığını soluyabilirdi.
Neredeyse yirmi dakikalık sessizlikten sonra pilot kıyı şeri
dini geçtiklerini anons etti. Lübnan sınırlarından çıkmışlardı.
• ı 286
Önlerinde hila uzun bir yolculuk vardı, Beyrut'un kuzeyindeki
denizin üstündeydiler ama artık hiçbir omuz üstünden ateşle
nen füze ya da uçaksavar mermisi onlar için tehdit oluşturamaz
dı. Helikopterdeki adamlar rahatladılar. Sadece düşüncelerine
ve düşlerine dalmış olan Ronen diğerlerinden ayrıydı.
Rami ve Arye ancak şimdi Gadi ve Yoav' a her şeyin nasıl
gittiğini sorabildiler. Yoav olanların kısa bir özetini yaptı, ar
dından Gadi, "Kes şunu. Mutlaka bir soruşturma komisyonu
kurulacak, neden benimkiyle çelişen bir yoruma bulaşayım
ki?" dedi. Eğer sessiz kalacak olursa Ronen hakkında çok az
şey bileceklerdi. İkisini de düşman bir devlete girmekle suçla
yacaklardı ama bunun ötesinde ne biliyorlardı ki?
"Bu doğru," dedi Arye. "Bir soruşturma memuru şimdiden
atandı ama biz şimdilik sadece patlayıcının nasıl çalındığını
kontrol etmek istiyoruz."
"Soruşturma yapmayan ya da soruşturma altında olmayan
biri kaldı mı?" diye sordu Gadi.
"Çok değil, ama onlar da o noktaya gelecek," diye cevap
verdi Rami arka koltuktan.
Yoav Gadi'ye yönelerek ekledi: "Seni soruşturmayacakları
nı mı düşünüyorsun? Ne de olsa yetki almadan gittin."
"Ya sen?" dedi Gadi gülümseyerek. "Bu kadar kolay kurtu
lacağını mı zannediyorsun? O polis memuruna yaptıklarından
ve onları havaya uçurmamızdan sonra." Yoav' ın ani kahkahası
birden kesildi. Bir kahraman olarak döndüğünü düşünmesini
sağlayacak yeterli sebebi vardı ama birden mevcut şartlar altın
da bir soruşturma komisyonuna Hizbullah'ın adamını neden
vurduğunu ya da patlayıcının güvenlik kuvvetlerinin aracına
yerleştirilmesine neden onay verdiğini açıklamak durumunda
kalma ihtimali vardı.
287 1 1
şey geride kalmıştı, zihninde Lübnan Dağı'ndan gördüğü,
Beyrut'tan Hayfa'ya uzanan yüzlerce kilometrelik manzarayı
tutmak daha iyiydi. O olağanüstü manzarayı ilk kez paraşüt
birliğinde genç bir subay olarak Hermon Dağı'nın zirvesinde
bir görevdeyken gördüğünden bu yana ne kadar mesafe kat
etmiş olduğunu düşündü. Tırmanışlarına şafak vakti başla
mışlardı, tepeye ulaşana kadar çıktıkları her birkaç elli metre,
üzerinde erimemiş kar birikintileri olan birkaç kilometrelik
kahverengi, beyaz damalı toprakları önlerine seriyordu. Tepe
de doğudaki vadinin ortasında Şam'ı, batıda Beyrut'u ve deni
zi ve arkalarına döndüklerinde pamuk yığını gibi görünen kar
tümsekleriyle Golan Tepeleri' ni ve oradan aşağıda Celile'yi,
yemyeşil Karmel Dağı'na ve Hayfa Körfezi'ne kadar bütün
toprakları görmüşlerdi. Nefes almakta zorlanıyordu ama bu,
kız arkadaşının -o zamanlar orduyu bıraktıktan sonra Güney
Amerika'da çıktığı bir seyahatteydi- kendisine dağın birinden
yazdığı bir mektuptan alıntı yapmasına engel olmamıştı: Tan
rı kendisi dünyayı böyle görüyor olmalı.
Kat ettiği uzun yol kendisine her zaman büyüleyici görün
müştü - gerçekten dünyadaki çok az insan bu kadar çok se
yahati, macerayı ve başarıyı hak etmişti. Ama birden dünya
küçülmüş, o zamanın Karmel Dağı ve bugünün Lübnan Dağı
çok benzer görünmüştü, aynı teröristlerin, silah tüccarlarının
ve ruhlarını şeytana satan bilim adamlarının peşine düştüğü
bütün o başkentler, metropoller ve taşra şehirleri gibi. Ve bir
kaç boş saatini gergin uykularda geçirdiği beş kıtadaki bütün
o otel odaları, iki kişilik yatağın bir tarafı her zaman bozulma
dan kalan tek bir otel odası gibiydi.
ıı ıss
larındaki uyuşmazlıktan mı kaynaklandığını bilemiyordu.
Ama onu rahatsız eden şey sadece bu değildi. Bu neyin iyi,
neyin kötü olduğunu hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğin,
hoş görülebilir olanın yasaklandığı ve yasaklananın hoş görül
düğü karanlık, aldatıcı, güvenilmez dünyada yaşamaya devam
etme kabiliyetinden yoksundu. Diyelim ki yaşlı bir kadını bir
baltayla öldürmedin de öldürme yetkisine sahip olduğun bir
teröristi vurdun diye suçlandığın ve cezasının yakında kesile
ceği bir dünya. Boşa kürek çekmeyi gerektiren bu işi yapmaya
devam edenlere hayranlık duyuyordu ama artık onlardan biri
değildi.
Gadi, ilk kez bu iş için uygun olmamakla kalmayıp layık
da olmadığını düşündü. Kurallara uymak için gerekli olan al
çak.gönüllülükten, kurallar doğru olanı işaret ettiği zaman bile
yoksun olabilirdi.
***
289 1 1
korkusu ve tüm bunları yaşatmış olmanın yüreğini dağlayan
derin üzüntüsü birbirine karışmış durumdaydı.
Onları karşılayan gün doğmadan önceki hava, sadece dok
san dakika önce geride bıraktıkları Lübnan Dağı'nın soğuğun
dan otuz derece daha sıcaktı. Hila helikopterin motorundan
gelen yakıt dumanıyla karışmış olsa da Gadi havayı derin de
rin ciğerlerine çekti. Koku ve rüzgar ona çok güzel gelmişti;
sıcak Tel Aviv havasının bir uçağın kapısında yüzüne çarpması
bu tuhaf meslekteki sevdiği şeylerden biriydi.
Bir helikopterle askeri bir üsse ya da Hayfa'daki deniz üs
sünde bulunan bir gemiye yaptığı inişler ayrı bir bayram ha
vasını beraberinde getirirdi. Bir helikopterde ya da gemide o
ve adamlarına kendi özel köşeleri tahsis edilirdi ve Mossad
ajanlarını düşman bir ülkenin kalbinden alan askerlerin yü
zündeki hayranlık dolu ifadeleri fark etmek zor olmazdı. Hava
üslerinde ya da rıhtımlarda her zaman birim tarafından gön
derilen neşeli bir karşılama komitesiyle karşılanırlardı.
Ne var ki o anki durum garip bir karışımdı: Bir helikopter
ve bir Arap ülkesinden kurtarma görevi vardı ama atmosfer
yabancıydı ve yabancılaştırıyordu.
Gadi ve Ronen helikopterin etrafındaki koşuşturmacadan
uzaklaştılar. Rami, Yoav ve adamlarının iniş alanının ucundaki
minibüsün yanında birimden birkaç sempatizanla toplandığı
nı görebiliyor ve o yönden gelen kahkahaları duyabiliyorlardı.
Helikopterin arkasında askerler kendilerine katılan askeri bir
aracın yanında ekipmanlarını düzenliyorlardı. Yer mürettebatı
helikopterdeki bir grup boruyu ve kapağı kontrol ediyordu.
Helikopter sadece çevresindeki sarı projektörlerle aydınla
tılmış asfalt alanın tam ortasında duruyordu. Bir tarafta yer
alan alçak bir bina sırasının, diğer tarafta iniş ışıklarının uzan
dığını seçebiliyorlardı. Uzaklarda Tel Aviv'in ışıkları görünü
yordu ve arkalarında denizin sesini duyabiliyorlardı. Önle
rindeki karanlığın içinden iki beyaz Mazda Lantis üstlerine
doğru geliyordu.
• ı 290
Gadi şoförün yanında Helena'nın oturduğu kendi ara
basını tanıdı. Naamah da birim araçlarından biri olan diğer
Lamis'in arka koltuğundan indi.
"İki araba, bizim için bütün imkanlarını kullanmışlar!"
dedi Ronen keyifsiz bir gülümsemeyle Naamah' a doğru yü
rürken. Ancak Naamah'ın "Seni çok seviyorum" dediğini ne
redeyse kaçırdığı uzun bir kucaklaşmadan sonra Naamah' ın
omzunun üstünden Lital'in arabada oturduğunu gördü.
Ciğerlerine çektiği bütün hava boğazında toplandı ve o her
ne ise orada durmayıp onu boğarak gözlerine ulaşcı ve hava
basıncıyla olmuş gibi bir anda göz pınarlarını boşalttı. Ronen
kendini Naamah'tan kurtardı, arabanın kapısını hızla açtı ve du
daklarını Lital'in küçük kafasına bastırdı. Onu öpücüklere boğ
du, sonra başını kucağına gömüp ağladı. Baba, dedi küçük kız
hafifçe başına vurup saçını çekerek. Babasının sarsılan omuzları
karnını o kadar gıdıklamışcı ki kontrol edilemez bir kahkahaya
boğuldu. Naamah gözlerinde yaşlarla yanlarında duruyordu.
***
291 ı•
Üçüncü bir Lantis karanlıkta bir kenarda durdu. İçinde
Doron ve uzun zamandır Operasyon Birimi' nin gizli bir orta
ğı olan İsrail Polis Genel Merkezi'nden bir görevli vardı.
"Yedek kuvvete ihtiyacımız olmayacağına emin misin?"
diye sordu görevli.
''Abartma. Sadece incelikle ele alınması gerekiyor. Bunu
bekleyip beklemediğini ya da ne durumda olduğunu bilmi
yorum. Hadi harekete geçelim. Konuşmayı ben yaparım, sen
benim yasal desteğim olacaksın. Seni görmesine izin verelim
ki bu fikre alışabilsin."
"Diğer adam müdahale etmez mi?"
"Umarım ermez. Onun evine dönmesine izin veriyoruz. Daha
sonra onunla bir araya gelip nasıl ilerleyeceğimize bakacağız."
Lantis yavaşça ilerleyip Naamah'ın yanında durdu. Do
ron arabadan inip onun elini sıktı. Ronen arabadan çıktı ve
Doron ona da elini uzam. Birbirlerine baktılar, sonra Ronen
kenarda duran polis memurunu gördü ve durumu anladı.
Göğsüne soğuk bir yumru oturdu. Bunu bekliyordu ama
polis memurunu görünce bunun teşkilat içinde çözülmesi
ni, bir duruşmaya çıksa bile hapishaneye gitmek durumunda
kalmamayı ne kadar umut ettiğini anladı. Memurun korku
ları yersizdi, Ronen'in karşı koymak gibi bir niyeti yoktu.
Tüm benliği kederle dolmuştu ve bu kederden bir kabulleniş
ve yeni bir berraklık yükselmişti. Ronen ödemesi gereken be
deli ödemek için oradaydı. Ödedikten sonra hayatının bu
bölümü -Mossad'la sorunlu olarak geçen bu bölümü- arka
sında kalmış olacak, gelecekte ondan kopması kesinleşecekti.
Kim olduğunu biliyordu: Ebu Halid'in suikastçısı değil sa
dece Lital'in babası ve Naamah'ın kocasıydı. Hayatının eski
bölümünün kapanması yeni bölümünün başlaması için duy
duğu beklentileri körükledi.
1 1 2 92
gidip onunla sakince konuştu. Doron Gadi'ye doğru geldi.
Helena'ya başıyla selam verip Gadi'nin elini sıktı.
"Konuşacak çok şeyimiz var," dedi soğuk bir edayla.
"Beaufort ve ben seninle yarın sabah sekizde Ben Yehuda
Caddesi' ndeki operasyon dairesinde buluşmak istiyoruz. O
zamana kadar ekipten ya da genel merkezden herhangi biriyle
irtibat kurma."
Gadi gözünün ucuyla Ronen ve Naarnah'ın öpüşüp uzun
uzun kucaklaştıklarını gördü. Ronen Doron'un arabasına git
ti, Gadi için olan biten açıktı: Kendisi Mossad'dan ve ekibin
den uzaklaştırılıyor, Ronen de demir parmaklıkların arkasına
gönderiliyordu.
"Ona Naarnah ve Lital'le bir gün veremez misiniz?" dedi
Gadi öfkeyle.
Doron cevap vermedi. Kafasını çevirdi, bu görüşmeyi bir
an evvel bitirmek istediği belliydi.
Gadi Ronen' in kaderini nasıl tamamen kabullendiğini gör
dü ve ona karşı büyük bir şefkat hissetti. Ronen'i tutuklamala
rının gerekçesini anlıyordu ama Soruşturma Komisyonu' ndan
çok tanıdık gelen bu düzenin kendini tekrar etmesini tedde
diyordu. Ronen bir hücreye gider ve Naamah da orada tek
başına kalırken kendisi Helena'yla eve dönemezdi.
Bu yeni durumun birçok bilinmeyeni vardı. Ona büyük
ihtimalle reddeceği bir teklif getirebilirler ve o da kendisini
Ronen'in yan hücresinde bulabilirdi. Her şey sabah necleşe
cekti. Şimdi yapabileceği, en azından izin verdikleri son ana
kadar Ronen'in yanında olmaktı. Gadi Helena'ya döndü.
"Iloush, orada Ronen'le beraber olmalıyım," dedi Helena' nın
alnından öperek. Helena ona hayretle baktı ve Gadi olanları
ona birkaç kelimeyle açıkladı.
''Ama sen . . . "
" Hayır, ben hapse atılmayacağım. Sadece orada onunla ol
mak istiyorum. Anlıyor musun?"
Helena anlamıyordu.
293 1 1
"Sadece yanında olup destek vermek için. Sonra eve gele
ceğim," dedi Gadi ve Helena şaşkın şaşkın ona bakarken onun
yanından uzaklaştı.
Gadi Ronen'in yanına, Doron'un arabasının arka koltuğu
na oturdu.
"Ben de gelebilir miyim?" diye sordu, onu orada gördüğü
ne şaşıran Doron' a.
"Gönüllü hapse izin vermiyoruz,'' dedi polis memuru.
"Bu da nedir, güzel bir arkadaşlığın başlangıcı mı?" dedi
Doron, rahatsızlığını yenerek.
"Hayır, güzel bir kariyerin sonu,'' dedi Gadi.
1 1 294
eliyle onun yüzüne bütün gücüyle bir tokat indirecekti. Eği
tim yıllarında öğrendiği cinsten bir darbe değil, öfkesinin ve
horgörüsünün sonucu olacak bir tokatla bir yumruk arası bir
şey. Haramati arkaya doğru sendeleyecek, makine Naamah' ın
ellerinde kalırken o yere düşecekti. Bir anda makineyi açıp
filmi kapının ışığının altına tutacak, ondan sonra da kibarca
Harama ti' nin bedeninin üstüne bırakacaktı.
"Umarım tepki göstermeyeceksin," dedi Helena. "Gadi,
Ronen ve Doron bir şey yapmadı. Eğer ona bir makale yaz
ması için malzeme verirsek hiçbir şeyi sessiz sakin çözemeyiz."
"Ama sansürün hiçbir şey yapmayacağını biliyoruz." Naa
mah bir an Haramati'ye bakıp düşündü.
"Tamam, devam et," dedi şoföre, kapısını kapatarak. "Bıra
kalım şansını denesin."
295 11
T EŞ E KKÜR
***
297 1 1
atfettiğim için bu fikir benim aklıma gelmemişti. Uri olma
saydı bu kitap hiç yazılmamış olacaktı. Ona faydalı yorumları
için de ayrıca en derin teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu kitap Askeri Sansür Kurulu, Mossad ve Bakanlık
Kamu Çalışanları Yayınları Komisyonu tarafından uzun bir
denetleme sürecine tabi tutuldu. O kurumların temsilcilerine
dürüstlükleri, işbirlikleri ve profesyonellikleri için teşekkürle
rımı sunarım.
Bu kitabın izin süreci yayımcısı Keter Yayınevi Ltd'den bü
yük bir sabır isteyen bir süreç oldu. Baş editör Zvika Meir ve
Keter'deki diğer herkese kitaba inandıkları için teşekkür ederim.
Bu kitapta -gerçek hayatta da olduğu gibi- çocuklarıyla
beraber yüksek bir bedel ödeyen Mossad çalışanlarının eşleri
önemli bir rol oynadı. Aileme -karım Shina'ya ve çocuklarım
Shiri, Regev ve Omer'e- bu bedeli anlayış ve sevgiyle kabul
ettikleri için kalbimin derinliklerinden teşekkür ederim.
•ı 298
S t . Pe t e r s b u r g 'd a
YASAK AŞ K
MISHKA BEN-DAVID