You are on page 1of 300

Orijinal adı: D UET iN BEIRUT

Telif hakkı© Mishka Ben-David


İbrani Edebiyatı Çeviri Enstitüsü'nün onayıyla yayımlanmıştır.
Yazan: Mishka Ben-David

Tanıtım amaçlı kısa alıntılar dışında yayıncının


yazılı izni olmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz.

İngilizce'den çeviren: Arın Rubacı


Yayına hazırlayan: Işıl Ölmez
Redaksiyon: Elif Mutlu
Düzelti: Fulya Tıikel
Kapak tasarım: Kerem Yavi
Grafik tasarım: Sevgi Aslan

1 . Baskı: Mart 2014


Türkçe yayın hakları© Koton Kitap, 2014
ISBN 978-605-64686-0-5

Baskı: Kitap Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.


Merk. Efendi Mah., Davutpaşa Cad. No: 123
Kat: 1 Topkapı, Zeytinburnu - İSTANBUL
Tel: 0212 482 99 10 Sertifika No: 16053

KOTON KİTAP Y AYINCILIK B ASIM VE


TANITIM HİZME T LERİ LTD. ŞTİ.
Keresteciler Sitesi, Kestane Sok., No: 14, Kat: 3
3401O Merter, Güngören / İstanbul - TÜRKİYE
Tel: +90 (212) 553 46 95 - Fax: +90 (2 l 2) 554 25 38
www .kotonkitap.com Sertifika No: 2271 l
Beyrut'ta Düet
1 1
GİRİŞ

Terminalin üstündeki ışıklı tabela Gadi'ye, Uluslararası


Beyrut Havalimanı'na hoş geldiniz diyordu. Önceki sefer kul­
landığı geçerli vizesi olan pasaportu getirmeyi tercih etmemiş­
ti çünkü yetkililerin geçen seneki olayları ne kadar ciddiyetle
araştırdıklarını, isminin bir çeşit kara listede olup olmadığı­
nı bilmesine imkan yoktu. V ize memuru, sınır görevlisi veya
gümrük komisyoncusunun hafızası özellikle keskin değilse ge­
çişte bir problem yaşamayacağını düşündü.
Alitalia' nın Roma'dan gelen uçağının çoğu L-Obnanlı, bir
kısmı İtalyan, çok azı da başka ülkelerin işadamlarından olu­
şan yolcularıyla beraber ilerledi. Her zamanki gibi işadamları
inmek için acele ederken Gadi turistlerle geride kaldı. Üze­
rinde sadece ceketi -uçakta öteki yolcuları inceledikten sonra
kravatını çıkarmıştı- ve taşıdığı el bagajıyla kendisine uygun
bir imajı, hali vakti yerinde bir turist ile ciddi bir işadamı
arası bir görüntüsü vardı.
Yenilenmiş terminal pırıl pırıl ve neredeyse boştu; duty­
free satış elemanları mağazaların girişlerinde durmuş, ince bir
sıra halinde geçip giden yolcuları izliyorlardı. Gadi asansörle
ikinci kata, vize bölümüne çıktı. İki Finli sırt çantalı turistin
kafalarının üzerinden dikkatle bakınca görevlinin geçen Bey­
rut ziyaretinde vizesini kontrol eden memur olduğunu gördü.
Bir ajanın yaptığı yolculukların sayısı arttıkça hissettiği kor­
kunun derecesinin azaldığı ne kadar doğru olsa da, korkunun
hiçbir zaman tam olarak kaybolmadığı da bir gerçekti. Onlara
haklı korkularını ve bunlarla nasıl başa çıktığını anlattığında
astları onun bile midesine kramplar girdiğini öğrenince şaşı­
rıyorlardı. Düşman topraklarında, diyelim sınır memuruna
yaklaşırken, yolunda gitmeyen bir şey olursa başının büyük
belaya gireceğini bilmene rağmen korku hissetmemek insanın
tabiatına aykırıydı.
Yalan söylemesinin, gümrükten mal kaçırmasının veya
sahte belgeler kullanmasının ülkesinin iyiliği için olduğunu
bilmesi, Gadi'nin korkusunun azalmasına yardımcı oluyor­
du. Yalancı değildi; bir amaç uğruna yalan söylüyordu. Bir
casustu. Fakat şimdi bu mantığın arkasına saklanamıyordu;
düşman bir devletin toprağına kimsenin onaylamadığı bir
görevi yerine getirmek üzere izinsiz girerken kendi ülkesine
de yalan söylüyordu.
Birden üstlendiği şeyden endişeye kapıldı. Ya hesapları ha­
talıysa? Ya doğru olanın Ronen'e ulaşmak ve onu eve dönmeye
ikna etmek olduğu konusunda yanılıyorsa? Bu kadar büyük
bir sorumluluk almaya, bir ulusun kaderiyle oynamaya nasıl
cesaret etmişti? Tehlikede olan şey çok büyüktü. Kim olduğu­
nu düşünüyordu, Süpermen mi? James Bond bile sayılmazdı.
Önündeki turistin işi bitti. Memur ona ilerlemesini işaret etti.
"İyi akşamlar," dedi Gadi, pasaportunu ve vize ücretini me­
mura uzatırken.
Memur onu inceleyip pasaportunun sayfalarını karıştırdık­
tan sonra tekrar Gadi'ye baktı.
"Lübnan' a ilk gelişiniz mi?" diye sordu sakince.
Gadi öyle olduğunu söyledi ve gülümsedi. Memurun yü-
zünde beliren güvensizlikle bir şeyi anımsamaya çalışmanın
karışımı bir ifade göründüğü kadar çabuk kayboldu. Kaşları
bir an "Öyle olsun" der gibi kalktı, parayı aldı ve vizeyi pa­
saporta yapıştırdı. Gadi teşekkür etti ve pasaport kontrolüne
doğru ilerledi.
Memurlardan biri ona tamamen yabancı geldi, dolayısıyla
Gadi onun sırasına girdi. Küçük bir Beyrut haritasına dalmış
olan iki Finli kadın yine önündeydi.
"Yardıma ihtiyacınız var mı?" diye sordu Gadi, gülümseyerek.
"Şehirde sadece bir gece kalacağız," diye cevap verdi biri.
" Otel önermemi ister misiniz?"
"İnternet üzerinden lntercontinental'de bir oda ayırtmıştık."
Memur Finlilere işaret etti. Pasaportları hemen damgala-
nan turistler ilerlediler. Gadi bankoya yaklaştı.
"Sizinle aşağıda buluşuruz," diye arkalarından bağırdı. On­
lara ve memura aynı anda gülümseyerek pasaportunu uzattı.
Memur pasaporttaki fotoğrafı Gadi'yle karşılaştırdı, vizeyi
buldu ve damgaladı.
"İ yı· tatı·11er, Bay. . . " pasaporta baktı, " . . . Ford, " ded'ı.
Gadi yüzünde hila belli belirsiz bir gülümsemeyle ilerle­
di. Bu dönüşümü nasıl becerdiği hakkında en ufak bir fik­
ri yoktu. Gülümsemeyi zor bulduğundan değil ama bunun
kendisine bu kadar kolay gelmesine halen şaşırıyordu. Eğitimi
sırasında hile, rol kesme, numara yapma konularında zayıftı;
ne zaman olursa olsun onu dövüştürün, ona baskın yaptırın,
hedef izlettirin ama yalan söyletmeyin. Ne var ki zaman üze­
rinde etkisini göstermişti.
Terminalin en alt katına indi, Hertz bankosuna gitti ve
kilometre sayacı sadece birkaç kilometreyi gösteren bir Ford
Mondeo kiraladı. Satış temsilcisi onu arabaya götürdü.
"Beyrut'ta nasıl seyahat etmeniz gerektiğini açıklamak zo­
rundayım çünkü bazı mahalleler oldukça tehlikelidir," dedi.
"Önemli değil, başa çıkarım," dedi Gadi, çantasını yan kol­
tuğa yerleştirip direksiyona otururken.
"Beyrut'u biliyor musunuz?" diye sordu Hertz sacış temsilcisi.
Gadi motoru çalışcırdı. "Şehir şehirdir. Çok şehir biliyo­
rum." Gülümsedi ve arabayı sürdü.
Sacış temsilcisi içten bir endişeyle mırıldandı: ''Ama bu­
rası. .. tehlikelidir.. . "

***

Ebu Halid'in ofisine giden Beyrut'un anacaddesinden


geçerken Gadi' nin içinde cuhaf bir his vardı. Yükselen yeni
binaları fark etmişti ama sanki bu sokaklarda, geçen seneden
beri hiçbir şey değişmemiş gibiydi. Beyrut'a ilk kez geldiği,
hiçbir şeyin onun için tanıdık olmadığı zamanları hacırladı.
Bundan on yıl önceydi. Ajanlar bilmece gibi bir şehri çözme­
yi severdi; doğruydu, şehir şehirdir. Ya da daha iyi anlatmak
gerekirse, her bölgenin şehirleri birbirine benzer: Avrupa
şehirlerinin her zaman bir ring caddesi, şehrin merkezinde
yayalara ayrılmış bölgeleri, bir katedrali, meydanı ve eski
surların yakınında bir belediye binası vardır. Arap şehirle­
rinde merkezi bir çarşı, şehri ikiye bölen geniş bulvarlar olur,
hükümet binaları ve oteller serpiştirilmiştir ve varoşlarda
göçmen kampları vardır.
Beyrut'ta Corniche, hem ring caddesi hem de ana bulvar
görevi görüyordu. Kuzeyde limandan başlayıp koy boyunca
devam eden, bacıya doğru sahil kenarında gezi yoluna dönü­
şüp sonra doğuya dönen, eski Hırisciyan ve Müslüman şehirle
güney merkezinde göçmen kampı bulunan Şii mahallesi ara­
sında sınır teşkil eden geniş, dairesel bir caddeydi. Corniche'in
her bölümü ayrı bir isim ve ayrı bir karaktere sahipti; Gadi'nin
ekip arkadaşları caddeye bir bölümünün isminden harekede
Corniche el Mazraa diyorlardı.
Bununla birlikte her şehrin sürprizleri de vardır. Nehrin
Mavi Nil ve Beyaz Nil diye ayrıldığı yerde konumlanan şehri
boydan boya kaplayan çayırlarıyla Hartum onları şaşırtmışcı.

ıı e
Şam'da sayısız ağaç, çimenlik alan ve geniş parklar, Amman'da
sadece zengin Haşimoğulları' nca değil aynı zamanda Suudi
Arabistan ve Körfez Emirlikleri'nin varlıklı vatandaşları tara­
fından yaptırılan taş oymalı dev villalarla dolu mahalleler var­
dı. Beyrut'ta ise sahilin canlılığı, restoranlar ve kafeler, yürü­
yüş yapanlar ve koşanlar şaşırtıcıydı. Beyrut'ta ilkinden daha
az memnuniyet verici bir diğer sürpriz ise polis ve askerlerin
fazlalığıydı. Her kavşakta en az iki silahlı emniyet görevlisi
olurdu. Bunlardan bazıları Suriyeli, bazıları Lübnanlıydı ve
beraberce şehri saran sıkı bir güvenlik çemberi oluşturuyor­
lar, bilgi toplamayı ya da ekip için kaçış noktaları bulmayı
zorlaştırıyorlardı. Bu konu istihbarat notlarında her zaman
belirtilirdi ama şahsen görmek işin operasyonel yönüne yeni
bir anlam katıyordu.
Mazraa'nın güneyinde durum çok daha kötüydü. Şiilerin
yoğun olarak yaşadığı Dahiye, iki mahalleyi içeriyordu. Ku­
zeydeki Bir el Abid, çok kadı özel mülkler ve dar, sakin so­
kaklarıyla diğer Arap şehirlerini hatırlatıyordu. Öte yandan
güneydeki Haret Hreik, sürekli ve sonu gelmeyen trafiğe yol
açan yaya ve taşıt yoğunluğunu kaldırmayan dar sokaklarıyla
çirkin, altı ila sekiz kadı bir apartmanlar öbeğiydi.
Dahiye'nin kalbi, Hizbullah'ın özerk bölgesiydi. "Sınır­
lar" ve barikatlar her aracı durduran ve arayan Hizbullah' ın
silahlı nöbetçileriyle donatılmıştı. Körfezi dolaşan yol, göç­
men kamplarından ve en fakir mahallelerden geçerken bile
görece rahat olsa da, Hizbullah'ın kontrolündeki özerk böl­
geye girmek çelik gibi sinirler ve sağlam bir hikaye gerektiri­
yordu. Beyrut'un Hıristiyan sakinleri bile girmeyi denemeye
cesaret edemiyordu.

Bir yıldan biraz daha uzun bir süre önce ekip lideri ola­
rak Gadi ve en tecrübeli adamlarından Udi, Dahiye'ye Ebu
Halid'in yerini bulmak için gözcü olarak gitmişlerdi. Ora­
ya, Hizbullah'ın denizaşırı operasyonlarının başı Ebu Halid
tarafından yönlendirilen bir intihar bombacısı Kudüs'te bir
pazarda kendini havaya uçurup yüzlerce kişiyi öldürdükten
sadece birkaç gün sonra gönderilmişlerdi. Gadi ve Udi Ebu
Halid'in ofisinin iki mahalleyi ayıran ve sahil yolunu Beyrut­
Şam yoluyla birleştiren geniş bir cadde üzerindeki bir ofis
binasında, trafiğin yoğun olduğu ama epey rahat aktığı bir
noktada olduğunu öğrendiklerinde memnun olmuşlardı. So­
kağa yakınındaki mahallenin ismini vermişlerdi: El Obeiri.
Her Arap şehrinde olduğu gibi tek tük birilerinin dikkatini
çektiklerini her ikisinin de fark etmesine rağmen binanın al­
tında, sokak hizasında bulunan dükkanlar, Udi'nin neredeyse
şüphe uyandırmadan bilgi toplamasına imkan tanımıştı.
Ebu Halid'in Bir el Abid'de üç kadı apartmanların oldu­
ğu dar bir sokaktaki evini tespit etmek biraz daha fazla çaba
gerektirmişti. Mahallenin yapısı yaya olarak, hatta kiralık
bir arabayla dolaşmayı neredeyse imkansız kılıyordu. Bina­
lardan biri, yerel bir ajan tarafından hazırlanan rapora daya­
nılarak verilen istihbarat brifinginde tarif edilene uyuyordu.
Mahalleden birkaç defa geçtikten sonra binanın otoparkın­
da, aynı zamanda ofiste de park edildiğini gördükleri açık
yeşil bir Mercedes'i belirlemeyi başarmışlardı. Bir sonraki
sabah El Obeiri Sokağı'nın girişinde beklerken Ebu Halid'i
aynı Mercedes'in içinde gördüler. Bulmacanın parçaları bir
araya gelmeye başlamıştı ve araba farklı yerlerde başka Hiz­
bullah militanlarıyla görüldüğünde yeni operasyon ihtimal­
leri ortaya çıkmıştı.
Gadi, istihbarat işinin bir sonraki aşamasını planlamak ve
ilave bilgiler toplamak için ikinci bir ekip göndermek üzere
ilk bulgularla İsrail' e dönmeye karar vermişti. O ve Udi orada
şimdiden çok vakit geçirmişlerdi; ofisin yanındaki dükkanın
sahibinin ya da Ebu Halid'in evine en yakın barikattaki gü­
venlik görevlisinin şüphelenip şüphelenmediğini bilmenin
yolu yoktu. Bir polis devletinde şüphelenmekten tutuklan­
maya giden yol kısadır, Hizbullah'ın dokunulmazlığı olan

• ı 10
bölgede ise şüphelenmekten kaçırılmaya ya da öldürülmeye
giden yol daha da kısadır.
İsrail' e döndüğünde Gadi, Ebu Halid'in arabasına gece evi­
nin ya da belki belli şartlar gözetilerek gündüz ofisinin otopar­
kında patlayıcı bir düzenek yerleştirilmesi fikrine odaklanılması­
nı ve istihbarat toplama çalışmalarına devam edilmesini önerdi.
Bu tip bir operasyon için karısının ve çocuklarının da arabayı
kullanıp kullanmadığı gibi bilgilere ihtiyaç duyacaklardı.

Ancak bu arada Ebu Halid bomba yüklü araçla başka bir


saldırı emri daha vermişti. Kudüs'te daha fazla ceset vardı ve
Gadi' nin ekibine hemen harekete geçmeleri talimatı verildi.
Daha fazla bilgi toplamadan bir arabaya bomba yerleştirmek
sakıncalıydı. Olay yerinde bulunan masumlar yaralanabileceği
ve bunu bir başka bomba yüklü araç ya da Celile'ye Katyuşa
füzesi yağdırmak gibi bir misilleme izleyebileceği için Başba­
kan da çekimserdi.
Gadi, Operasyon Birim Şefi Doron'un Mossad Başkanı ve
Başbakan'la yaptıkları toplantıdan döndükten hemen sonra
personeli topladığı o günü çok iyi hatırlıyordu. Acil ve tama­
men bir noktaya odaklanan bir operasyon emri vermişlerdi.
Saldırı emirlerini veren ve teröristleri gönderen Ebu Halid ol­
duğuna göre hemen öldürülmesi gereken kişi de Ebu Halid'di.
Tüm istihbarat çalışmaları, kaçış yollarını planlamakla ilgili
olanlar bile askıya alınmıştı.
Sadece iki gün sonra Gadi, Doron ve Mossad Başkanı plan­
larını Başbakan' a sundular. Gadi acil durum planı hazırlama­
ya ya da simülasyon yapmaya hiç zaman olmayacağını kısaca
belirtmek için fırsat kolladı. Ekibin bir kısmı, " Bir Numara"
-nişancı- Ronen de dahil, Beyrut'u bilmiyorlardı ve çatışma
içeren bir operasyonun wrunlu aşaması olan kaçış rotalarının
öğrenilmesi işine ayıracak zaman yoktu. Ne var ki bunun bir
göreve başlamak için kesinlikle doğru bir yol olmadığını söy­
lemekten vazgeçti.
Kararın verildiği bir önceki toplantıda tüm bunları
Başkan'ın ve Doron'un Başbakan'a zaten söylemiş oldukla­
rını mı varsaymıştı? Çok geç olduğunu ya da her halükarda
bunu yapmanın üstü olan Doron'un görevi olduğunu mu
düşünmüştü? Yoksa eylemin harareti içinde, terörist saldırı­
ların baskısıyla da, bölümün gözüpek operasyon geleneğinin
doğası gereği böyle şeyler söylenmiyor muydu?
Gadi tüm bu sorulara hala cevap veremiyordu. Ama bir
sene sonra baktığında bütün bu süreç ona tamamen delice
geliyordu. Aynı sokaklarda geziyordu, her şey ona aynı gözü­
küyordu ama o zaman başarısızlıkla sonuçlanan bu operasyon
ülkesinde kargaşaya neden olmuştu.
Gadi, Ebu Halid'in ofisine yaklaşırken akşam olduğuna ve
dükkanların kapalı olmasına sevindi. Bu ilk geçişinde binada­
ki dükkan sahiplerinden birine tanıdık gelebileceğinden endi­
şelenmesine gerek yoktu.
Y ine de ofis binasıyla karşılaştığında içinde bir şey kıpır­
dadı. Otopark boştu ve gelip geçen kimsenin olmadığı kaldı­
rımda iki silahlı asker ona doğru yürüyordu. Binanın içinde
güvenliğe ilişkin hiçbir belirti göremedi ama belki de bu ikisi
en yakın kavşağa yerleştirilmiş iki çift asker için takviyeydi.
Nefesinin uzaklaştıkça normale döndüğünü hissederek binayı
geride bıraktı. Ronen'in varlığına ilişkin henüz herhangi bir
işaret görmemişti ama zaten şu an orada olması için herhangi
bir neden de yoktu.
Bir el Abid'in girişinde iki silahlı nöbetçi tarafından tutu­
lan zincirli bir barikatta durduruldu.
" Doktor ltzmat Abdül Ganem'e," dedi Gadi. Bu, önceki
yıl üzerinde detaylıca çalıştıkları hikayeydi. Şimdi herhangi
bir dayanağı yoktu. Hizbullah' ın nöbetçilerinin tembel ol­
duklarını ve araştırmayacaklarını umut etmekten başka yapa­
bileceği bir şey yoktu.
"Niye gelip seni buradan almadı?" diye sordu nöbetçi. Ba­
tılıların mahalleye kendi başlarına girdikleri nadirdi.

• ı 12
" Evine daha önce iki kez gelmiştim," diye cevapladı Gadi,
Amerikan aksanlı Arapça'yla. "Hıristiyan hastanesinde bera­
ber çalışıyoruz. "
Gadi midesinde kelebekler delice uçuşurken gülümsüyor­
du. Kendisiyle hapishane arasında bir gülücüğün duruyor
olması ilk kez başına gelen bir şey değildi ama önceki durum­
larda en azından elinde, karşı tarafta birisinin cevap vereceği
bir telefon numarası gibi, hikayesini bir şeye dayandırmak
için imkanı olmuştu. Ama şimdi hiçbir şey yoktu. Bir çift
başıboş Kalaşnikof dünyanın sonu olmasa da sonuna epey
yakındı. İki el ateşten sonra o ve Mondeo'su göz açıp kapa­
yıncaya kadar oradan uzaklaşmış olurdu. Gadi onları nasıl
vuracağını ve arabayı nereye döndüreceğini zaten planlamıştı.
Çabuk toparlanıp onu vurmazlarsa ya da yoldaşları giderken
ona yetişmezlerse kaçmak için bir şansı vardı. Tam da başarı­
sız olan operasyonda Ronen'in başına geldiği gibi. Sadece bu
sefer o gün kendisinin yaptığı gibi bir arabayı sinsice kalaba­
lığın içine sürecek kimse yoktu.
Nöbetçiler zinciri indirdi.
Arabası Ebu Halid' in dar sokağına girer girmez Gadi uzak­
tan binanın otopark girişinde kaldırıma yerleştirilmiş küçük,
yeni güvenlik kulübesini gördü; operasyonumuzdan ders al­
dıklarının göstergesi, diye düşündü. Sokağın iki tarafındaki
binaları gözden geçirdi, güvenlik kulübesinde bir hareketlilik
gördü ve bakışını başka tarafa çevirdi; mahalleden ilk geçişin­
de korumanın dikkatini çekmek istemiyordu. Korumanın ne
kadar uyanık olduğunu ya da orada görevlendirilmiş başka bi­
risinin olup olmadığını bilmesinin hala bir yolu yoktu.
Bugün için bu kadarı yeterli, diye düşündü Gadi ve araba­
sını Corniche'teki küçük bir otele doğru çevirdi. Daha yakın­
larda bulunan otellerden birinde kalmak mahalledeki varlığını
mazur gösterirdi ama geçen sene oralarda kalmıştı ve şehrin
güneyindeki diğer otellerde bir yabancı olarak kesinlikle hoş
karşılanmazdı.
Bu, Ronen'in mahallede bilgi topladığı ikinci geceydi. Bir
gece keşif devriyesi ve iki de gündüz gezisiyle zaten öğrenebi­
leceği kadar şey öğrenmişti. Ebu Halid'in evinin silahlı bir nö­
betçi tarafından yirmi dört saat gözetim altında tutulduğunu
da biliyordu. Şimdi nöbetçi arabayı, binayı, bahçeyi, komşu
bahçeleri kontrol ediyor mu, yoksa çoğu güvenlik görevlisi gibi
kulübedeki bir sandalyeye çöküp dış dünyayla irtibatını nere­
deyse keserek arada uyukluyor mu onu görmek istiyordu.
Ronen kiralık BMW'siyle geçerken korumanın kulübesin­
de oturduğunu gördü, ilk kavşaktan sağa döndü, durdu, ara­
badan çıktı ve komşu binanın bahçesine girdi. Bu yeri daha
önce gün içinde gözüne kestirmişti; kolonlar üzerinde duran
evin altındaki geniş alan yüksek çitlerle çevrilmişti. Burası Ebu
Halid'in evini izlemek için mükemmel bir noktaydı: nöbetçi­
den iki bina aşağıda, yolun karşısında, hareketlerini izleyebile­
cek kadar yakın ama dikkatini çekmeyecek kadar uzakta. Nö­
betçinin kendi bulunduğu yöne bakmayacağından neredeyse
kesinlikle emin olabilirdi.
Yakın çevre, arabasına inen her komşu, top oynayan her
çocuk, avare avare dolaşan her genç grup daha açık bir düş­
mandı. Bir yabancının burada bir dakika olsun hayatta kalma
şansı yoktu; onlarca silahlı adamın çevre binalardan inmesi
için sadece birkaç çığlık yeterliydi. Bu hissi çok iyi biliyordu
ve hala taze olan anısı tüylerini ürpertiyordu.
Ronen binanın etrafını dolaştı, otoparktaki araçların ara­
sından geçti ve en uzaktaki kolonun dibinde durdu. Nöbetçi
kulübesini iyi görüyordu ve çitte eğer komşulardan biri ken­
disini fark ederse arasından kaçabileceği bir nokta belirlemişti.
Orada bir saatten fazla kalmasına gerek olmadığına karar
verdi; eğer nöbetçi saatte bir dolaşması yönünde bir emir al­
dıysa bunu öğrenmiş olacaktı ya da içeride bir saatten uzun
süre kalırsa o zaman düzenli aralıklarla dolaşmaya çıkmadığı
varsayılabilirdi.
Bunun gibi bir gözetleme işi normalde saatlerini benzer

•ı 14
koşullarda geçirmiş Ronen için zor olmazdı. Fakat bu sefer
tamamen farklı hissediyordu; telaşa kapılıyor, her birkaç da­
kikada bir saatine bakıyordu. Pis su borusundan geçen suyun
sesi, bir kedi, bir pencerenin çarpılması, kısacası geçmişte onu
rahatsız etmeyen bütün sesler şimdi onu korkutuyordu. Bir
araba geçerken özellikle eğer sağa dönmüş ve farları üzerinde
parlamışsa hızla eğiliyordu. Başka bir gözetleme noktasından,
merdiven boşluğundaki ışık yandığında, oradan gitmesi için
onu uyaracak hiç kimse yoktu.
Ve hepsi bu da değildi. Kendisiyle ilgili bir şey her zamanki
gibi yolunda gitmiyordu. Havalimanında maruz kaldığı et­
raflı soruşturmayı ancak bu şekilde açıklayabilirdi. V ize gö­
revlisinin sınır memuruna döndüğünü, sınır memurunun da
gümrük komisyoncusuna işaret ettiğini fark etmişti. Gümrük
komisyoncusunun içeri alıp bavulunu boşaltırken vize gö­
revlisiyle sınır memurunun sorduğu soruların aynısını tekrar
sorduğu tek Batılı oydu. Sorulara asabi cevap vermişti. Onu
hedef almaları hayret verici değildi: Tıraş olmamıştı, üzerin­
de kot, polo yaka tişört ve bir ceket vardı. Niyetini, içindeki
kötülüğü ve hatta yüzündeki deliliği okuyabildiklerini hisse­
diyordu. Naamah'ın söylediği başına geliyordu. Onun delice
azmini görebiliyorlardı. Demek "suç teşkil eden azim"in öte­
sinde bir aşama daha var Gadi, diye düşündü Ronen.
Ronen hissettiği telaşın ya da baskının karşı karşıya kal­
dığı taktiksel zorluklardan kaynaklanmadığını biliyordu. Her
kuralı çiğniyordu ama bu duygu ve düşüncelerin bilincine iş­
lemesine izin vermeyecekti. Hedefi öldürme kararı onun üze­
rinde bir yerde, Başbakan, Savunma Bakanı, Mossad Başkanı,
Araştırma Bölümü seviyesinde dikkatli ve yeterli bir değerlen­
dirmeden sonra verilmişti ve muhtemelen başka bir dizi unsu­
ru içeriyordu. Şimdi ise kendi kendine karar veriyordu. Özel
olarak bu adamın, Ebu Halid'in öldürülmesi kararının daha
önceden alındığı doğruydu; eğer o zaman bu iş yerinde bulun­
duysa, özellikle İsrail'in Afula şehrine yapılan son saldırıdan
sonra ahlaki yönden ve Hizbullah'ın üzerinde yaratacağı etki
açısından şimdi de öyleydi. Ama ne zamandan beri bir " Bir
Numara" sadece suikastı yapacağı uygun zamana değil aynı
zamanda suikasta da kendi başına karar veriyordu? Ve başarılı
ya da başarısız, sebep olacağı muhtemel karışıklıklara ilişkin
hangi muhasebeleri yapmıştı?
Yapmamıştı, yapmak da istememişti; sadece mahvettiği
şeyi düzeltmek istiyordu. Ama kimi kandırıyordu ki? Başara­
madığı şeyi başarmak istiyordu. Tam olarak komutanı Gadi
gibi, özellikle de karısı Naarnah gibi kabiliyetli olduğunu ispat
etmek istiyordu; daha da ötesi, her şeyi tek başına yapabilir­
di. Geçen yıl daha ilk seferiydi ve hiç kimsenin onu önceden
hazırlamadığı küçük bir sürpriz, acil durum planında kimse­
nin bahsetmediği bir olasılık meydana gelmişti. Şimdi ikinci
seferiydi ve diplomasını almıştı: Daha önce filmler dışında hiç
kimsenin yapamadığı şeyi kendi başına yapabilirdi.
Şimdi de geçen sefer olduğu gibi zamanı kısıtlıydı. Ama
bu sefer başarabilirdi. Onu endişelendiren, başka bir saldırı
emrini vermeden Ebu Halid'i öldürmeyi başarma düşüncesi­
nin yarattığı baskı değildi. Ebu Halid'in birçok saldırıyı plan­
ladığı biliniyordu ve kesinlikle planlamaya devam da ede­
cekti. Hissettiği etraftakilerin üzerindeki baskısı da değildi:
Arkanızı kollayan kimse yokken ve her an biri bağırarak sizi
gafil avlayabilecekken tek başına çalışmak kolay değildi ama
bununla da başa çıkabilirdi. Onu endişelendiren, Mossad'dı.
Onun nerede olduğunu anlamaları ve onu durdurmaya ça­
lışmaları ne kadar sürerdi? Naamah'ın anlaması ve Gadi'ye
koşması, dolayısıyla da bütün sistemi ona karşı harekete ge­
çirmesi ne kadar sürerdi?
Bir an önce, kesinlikle de içindeki, onun yaptığı şeyi tüm
açıklığıyla görmesini engelleyen ve sadece alışılmış, otomatik
hareketlerin etkilemesine izin veren sis dağılmadan bu işi bi­
tirmek ve orayı terk etmek istiyordu.
Nöbetçi kulübesinden çıktı, gerindi, bahçenin etrafında

•ı 16
bir tur attı ve tekrar içeri girdi. Ronen bahçeyi turlarken ne
yaptığını görmek için onun bir sonraki devriyesini yakından
izlemek istiyordu. Arabayı kontrol etmiş miydi? Ronen soka­
ğın karşısına, Ebu Halid'in evinden iki kapı aşağıda bulunan
binaya, oradan da çitleri aşarak Ebu Halid'inkine bitişik bina­
ya geçti ve oradan izlemeye başladı. Gadi başka tarafa bakarak
arabayla önünden geçerken adam orada duruyordu.
Kaderlerin tayin edildiği bir yere benzemiyordu. Askeri
üsteki, biri kovuşturmalar için kullanılan, diğeri komisyon
üyelerinin ofislerini barındıran iki prefabrik binadan oluşan
Soruşturma Komisyonu'nun ofislerini ilk kez gördüğünde
böyle düşünmüştü Gadi. İki binanın arasına gerilmiş tente
soruşturmanın başlangıcında biraz gölge sağlasa da kovuştur­
maların sarktığı kış aylarında yağmaya başlayan yağmurdan
koruyamıyordu.
İki bina alelacele tellerle ayrılmış, girişe bir nöbetçi yerleşti­
rilmişti. Kovuşturma kayıtlarında birçok gizli bilgi birikmişti,
bu yüzden yirmi dört saat korunuyor olması Gadi'ye yerinde
göründü. Zaten asıl detaylar pay sahibi olan taraflarca sızdırıl­
mıştı. İsrail medyası halkı her gün gelişmelerden haberdar edi­
yor fakat olayları o kadar saptırıyordu ki sadece doğrudan işin
içinde olan insanlar oldukça sınırlı gerçeklere dayanan esas
durum ile yorumcuların fantastik kurgularını ayırabiliyordu.
Her halükarda artık hepsi geçmişte kaldı sayılır, diye dü­
şündü Gadi. Başlangıçta üst üste üç gün süren ifadesinden ayrı
olarak ilave ayrıntılara ulaşmak ya da anlattıklarını diğer ajan­
larla ve merkezdeki personelin ifadesiyle karşılaştırmak için üç
kez daha çağırmışlardı. Ve nihayet bugün, geçen ay boyunca
durmaksızın yollarda olduğu için birçok kez ertelenen özetle­
me yapılacaktı. Ekip iki eski Sovyet cumhuriyetinden İran'a
uzun ve dolambaçlı bir yoldan yapılacak silah sevkıyatını ta­
kip ediyordu ve Ukrayna'daki üsten çıktığı andan beri peşinde
oldukları kamyonlardan birinin izini bir an olsun kaybetmek
bütün operasyonun sonunu getirirdi. Gadi işin başında de­
ğilse de operasyon için gerekliydi. Rusça bilgisi problemleri
çözmesini, tabelayı okumasını, şüphelenen bir polis memu­
ruyla konuşmasını ya da bir otele kayıt yaptırmasını sağlıyor,
böylelikle Kafkas dağları boyunca Gürcistan'dan Azerbaycan' a
seyahat eden bir grup Avrupalının varlığı dikkat çekmiyordu.
Gadi tam söylenen saatte vardı. Orada, boş tek bir anını
bile geçirmek istemezdi ama Rikki, komisyon sekreteri, onu
gördü ve odasında ona katılmasını işaret etti.
"Senden öncekinin işi henüz bitmedi," dedi suça ortaklık
eden bir sırıtmayla. "En azından sana bir fincan kahve ikram
edebilirim."
"Sonunda bugün bizimle işleri bitiyor değil mi?" diye sor­
du Gadi, ofise girerken.
Kadın kahveyi koymak üzere baştan çıkarıcı, armut biçimli
kalçalarını ona dönerek eğilirken gülümsedi.
Öyle kal, demek istedi Gadi: Bu sevdiğim pozisyon, ha­
reket etme. Ama flört etmenin zamanı olmadığını biliyordu.
Ve böyle bir şeyi aslında hiç söyleyemezdi. Komisyonda neler
olduğunu öğrenmek için sorgulananlardan birinin ona bariz
bir hayranlık gösterip göstermediğini merak etti. Şu anda ko­
misyonda kimin sorgulandığını bile sormamak için kendini
dizginledi. Tam bu sırada kapı açıldı ve Ronen dışarı çıktı.
Ronen ofise doğru yürürken düşünceli görünüyordu,
omuzları biraz düşmüştü ama siyah giysileri ve uzun boyuy­
la hala etkileyiciydi. Tek parmağıyla yakasından tuttuğu bir

1 1 20
motosiklet ceketini omzuna atmıştı. Gadi, Ronen'in komis­
yonu etkilemek için özel olarak giyinmemiş olmasını takdir
etti. Ronen, ofisin kapısına vardığında Gadi'yi fark etti ve bir
an irkildi, sonra tepkisinden utanmış gibi gülümsedi.
"Karşılaşmak için tuhaf bir yer, " dedi Gadi.
Ronen ekipten iki ay önce, Soruşturma Komisyonu'nda
rüzgarın hangi yönden estiğini anladığında geçici olarak izne
ayrılmıştı, Mossad'ın eğitim okulunda istihbarat ve karşı istih­
barat dersleri veriyordu.
"Tuhaf mı? Bilmem, bundan daha tuhaf yerlerde bulun­
duğumuz oldu, " dedi ve ekledi: ''Ama daha tehlikeli değildi. "
Yüzü ciddileşti ve bakışını Gadi'nin üzerinde sabitledi.
Gadi komisyonda Ronen'in durumunun iyi olmadığını bili­
yordu; Ronen'in bunun için kendisini suçlamadığını umuyor­
du. Suçun ikisi arasında eşit şekilde bölüştürülebileceğini dü­
şündü ama komisyon üyeleri, belki sadece ona tuzaklar kurup
duran Shalgi hariç, kovuşturmalar boyunca Ronen'i tutmuştu.
"Gadi, seni bekliyorlar, " dedi Rikki.
Gadi onu duymazdan geldi ve Ronen' e yaklaşarak eli­
ni uzattı. Gadi'den yarım baş kadar uzun olan Ronen uzun,
kemikli parmaklarıyla Gadi'ninkileri, söyleyemediği her şeyi
açığa vuran bir güç ve hararetle yakalayarak onun elini sıktı.
Ronen'den daha yapılı ve güçlü olan Gadi'nin ilk şaşkınlığını
üzerinden atıp Ronen'in elini bütün gücüyle kavramasıyla, iki
adam ortak bir içtenlikle el sıkıştılar.
"İyi şanslar, " dedi Ronen, parmaklarını gevşetip gitmek
üzere dönerken. Gidişine bir özür olarak zayıf, şaşkın bir gü­
lümsemeyle, "Bizi gizli bir anlaşma yapmakla suçlamalarını
istemeyiz, " dedi.
Benim tanıdığım adam bu değil, diye düşündü Gadi, endi­
şeyle Ronen'in uzaklaşmasını izlerken. Ronen'in, ekibin eğitim
tesisine gelişinin üzerinden on yıl geçmişti. Mossad'ın sınıflara
ayıran uzun sürecini yeni tamamlamış ve ajanlık eğitimi için
gönderilmişti. O zamanlar Gadi eğitimden sorumluydu ve sekiz
ay sonra, kursun sonunda, beraberinde bir grup yeni ajan geti­
rerek ekibin yardımcı komutanı oldu.
Grup, Deniz Komando Filotillası' nda görevli olan üç eski
denizci, daha önce Fransız Ordusu'nda komando olarak görev
yapmış bir göçmen ve iki savaş pilotundan oluşuyordu; Gadi,
önceden paraşütçü olduğundan tarafsız kalamadığı denizciler
ve paraşütçüler arasındaki geleneksel rekabetten kurtulduğu
için en azından rahatlamıştı. Üç denizci kendini beğenmiş­
likleriyle paraşütçüler olmadan da yeterince çabuk sinirine
dokunmayı başarmışlardı. Ancak denizcilerin yumuşak, deliş­
men ve hatta cazibeli kibrini pilotların züppe ve biraz azam etli
kibrinden ayırt etmeyi neden sonra öğrendi.
Havacıların egolarını biraz söndürmek için Gadi, kendisi­
nin şahsen öğrettiği göğüs göğüse dövüş gibi fiziksel güç iste­
yen aktivitelere ağırlık vermeye başladı, çünkü pilotlar daha
güçsüzdü. Ama onu hepsinden çok kışkırtan, eğitim şefi rakibi
ve dolayısıyla kum torbası olan sırık gibi uzun, kaslı Ronen'di.
Ronen'in dövüş anlayışı, yumruk yiyip düştükten sonra tükü­
rükler saçarak "Tamam, ama bir yıl içinde neler yapabileceği­
mi bekle de gör bakalım . . . " gibi şeyler gevelemesi Gadi'nin
hoşuna girmeye başlamıştı. Sonra yeni bir yumruk yer, düşer
ve bu sefer yarı baygın, "Şunu iki yıl yapalım," derdi.
İki yıl sonra Gadi ekibin komutanı olma yolundaydı ve
Ronen genç, fazlasıyla haşin bir ajandı. Elinde sakin tavırla­
rından, çevreye uyum sağlamasından ve kuşku uyandırdığı bir
durumda gülümsemesinden veya güzel konuşmasından başka
silahının bulunmadığı yabancı, düşman topraklarda iş görecek
biri için gerekli esneklik ve rahatlığı alışkanlık haline getir­
meyi öğrenememişti. Gadi Ronen'in kontratını üçüncü yılın
sonunda yenileyip yenilememeyi düşünüyordu ama akıllı ve
tecrübeli bir birim başkanı, bir mücevherin ne kadar değer­
liyse o kadar zor işleneceğini ama buna değeceğini söylemişti.
Ronen'e eğitiminin sonunda diplomasını verdiği için ken­
disini sorumlu hissediyor ve ona kendisini kanıtlaması için fır-

1 1 22
saclar sunmaya devam ediyordu. Hala, onlarca ilave görevden
sonra Ronen katılığını kıramamış, ortama uyum sağlamayı
öğrenememişti. Bu süre zarfında ekip komutanı olan Gadi,
pratik sebeplerle ondan vazgeçmiş, onu daha kolay görevlere,
bilhassa Avrupa'ya atamış ve yıllar içinde ona takım lideri ya
da tetiği çeken "Bir Numara" gibi isimlerle hicap etmekten im­
tina etmişti. Bu, Ronen'e sonunda bir şans verdiği Beyrut'caki
o berbat operasyona kadar böyleydi.
Gadi, kovuşturmaların sürdürüldüğü bina ile arasındaki
birkaç metrelik yolu yürüdü ve Ronen'e son bir kez bakmak
için döndü. Ronen giriş kapısının yanındaki çalıların oraya
park ettiği motosikletinin üzerine eğilmişti ve dönüp bakma­
dı. Gadi derin bir nefes aldı ve odaya girdi.

Eski prefabrik yapının bir duvarı, konferans salonunu ge­


nişletmek ve atmosferine belki de hiçbir zaman sahip olamadı­
ğı saygı ve nezaket içeren bir mahkeme salonu izlenimi katmak
için kaldırılmıştı. Komisyon üyeleri salonun arka kısmında,
gri-yeşil bir ordu battaniyesiyle örtülmüş üç küçük masanın
arkasında oturuyorlardı. Her birinin bir mikrofonu ve bir not
defteri vardı. Gadi odanın diğer ucundaki, yüzü oturum üye­
lerine dönük duran mikrofonlu küçük tanık masasına doğru
ilerledi. Başkan Nov, kalın çerçeveli gözlüğünün arkasından
Gadi'ye dostça bakarken iki ast komisyon üyesi, Shalgi ve Tal,
bir şeyler yazmakla meşguldüler.
Komisyonun başına getirilmeden önce Nov, büyük bir fir­
manın yönetim kurulu başkanıydı; Tal, Milis Kuvvecleri'nde
tuğgenerallikten yeni emekli olmuştu; Shalgi de Milis
Kuvvetleri'nde kıdemli subaydı ve halka açık bir şirketin ba­
şında bulunuyordu. Mossad ajanları için komisyonda, sahada
değerlendirilmesi gerekenleri, küçük ayrıntıları anlayan, diğer
operasyonları bilen ve bazı şeyleri kıyaslayabilen biri olmaz­
sa Beyrut görevinin deli işi görüneceği açıktı. Ebu Halid'i,
Hizbullah'ın denizaşırı operasyonlar sorumlusunu, Beyrut'un
Şii mahallesinin kalbindeki sıkı korunan merkez ofisinde vu­
rup sessizce kaçmanın olası olduğuna kim inanırdı? Görevin
başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından gelen aşağılanma
duygusu içinde, böyle bir komisyon üyesi için usulca ralepre
bulunulmuş ve önemsenmemişti.
Oturuma, Mossad'ın Beyrur'raki Başarısızlığını Soruşturma
Komisyonu adı verilmişti ki bu, soruşturmanın parametreleri­
ni açıkça belirtiyordu: Hedefin seçilmesi ve onaylanması ya da
karar alınması süreci araştırılmayacak, işin operasyonel yönüne
odaklanılacakrı. Başbakan, onun hükümerreki danışmanları ve
hedefi onaylayan ordu soruşturma dışında bırakılacakrı. Baş­
larda bu karar eleştiri copladı fakar soruşturma sürüp girrikçe
eleştirenlerin hepsi, Mossad' ın Operasyon Birimi' nde kendi
aralarında acı acı söylenen ajanlar hariç, işin peşini bırakrı.
Sorguya çekilen bir insanla onu sorgulayanlar arasındaki
ilişki ilginçtir. Burada, karşısında, kendisiyle ortak noktası çok
az olan üç kişinin olduğunu düşündü Gadi, ne var ki sadece
birkaç gün içinde geleceğine karar verecek olanlar onlardı. So­
ruşturmanın sürdüğü aylar boyunca Gadi ve komisyon üyeleri
aralarında hatırı sayılır bir saygı geliştirmişlerdi. Bu, birçok
yabancıyla olduğu gibi, bu cip operasyonlarda görev alan ve
başarısız olan insanlara karşı duyulan tereddüde başlamışrı.
Ama bu ve bunun gibi başka operasyonların detayları komis­
yon üyeleri için aydınlandıkça Gadi, kendisine duydukları
hayranlığın arrrığını hissediyordu, özellikle de kafasını rekrar
rekrar aslanın ağzına sokmak için akademik kariyerini bırak­
ma kararı göz önünde rurulursa. Bu operasyon düğüm nok­
tasındayken, Ronen işi berbat errikren sonra da yaptığı ram
olarak buydu, böylelikle çok daha körü sonuçları engellemişti.
Her ne kadar başarısızlıktaki payının çok küçük olmadığı­
nı hissetse de soruşturmanın sonucu hakkında Gadi' nin için­
de iyi bir his vardı. Komisyon onu sorumluluktan tamamen
kurtarsa bile yine de Mossad'lı günlerinin sona ermekte oldu­
ğunu hissediyordu.

11 24
Beyrut'tan döndüklerinde çevrelerini saran bir grup insan
her şeyden önce onları hayatta ve sağlıklı gördüğü için mem­
nundu. Ama daha sonra Gadi hiç kimsenin kendilerini affet­
mek niyetinde olmadığını fark etti. Kabul edilebilir aksilikler
olurdu ama silahını çektikten sonra ateş etmemeye karar veren
ve kızgın bir güruhun kendisini kovalamasına neden olan bir
ajan bunlardan biri değildi. Gadi'nin şahsen müdahale edip
son dakikada Ronen ve John'u linç edilmek üzerelerken yaralı
halde kurtardığı doğruydu. Kaçış planının tamamen olması ge­
rektiği gibi, geride hiç yaralı bırakmadan işlediği de doğruydu.
Ama bunlar durumu hafifletmeye yetmiyordu. Ebu Halid'in
Mossad'ın ajanlarının nasıl kaçtığını anlatırken gülümseyen
yüzünü bütün o televizyon ekranlarından silmenin yolu yoktu.
Bu şekilde başarısız olmanın bir özrü yoktu, özellikle de
olay medyaya yansıyıp hepsinin aptallar gibi gözükmesine yol
açmışken. Operasyon Birimi kırgın ve öfkeliydi ancak Gadi
daha sonra Mossad' ın daha az övülen birimlerindeki insanla­
rın içten içe sevindiklerini öğrenince başarısızlıklarının med­
yada teşhir edilmesinin kötünün iyisi olduğunu anladı.
O olaydan sonra Gadi dünyanın dört bir yanında birçok
operasyonu yürütmeye devam etti, bazıları Beyrut'ta başarısız
olan operasyondan çok daha çetrefilliydi ama o başarısızlığa
dahil olan herkesin er ya da geç Mossad'dan ayrılmak zorun­
da bırakılacağını biliyordu. Soruşturma Komisyonu' nun onu
suçlu ya da masum bulması önemli değildi; Genel Merkez'in
koridorlarında karar çoktan verilmişti. Birimin ününün ne ka­
darının geçen on yılda Ronen, kendisi ve diğerleri sayesinde
kazan ılmış olduğu da önemli değildi. Bu ün, Bayt Lid'de mey­
dana gelen büyük terörist saldırıyı takiben intikam için ger­
çekleştirilen İslami Cephe' nin başı Halili' nin öldürülmesi gibi,
Mossad çalışanları tarafından bir araya getirilen parça pinçik
bilgilere dayanıyor ve halka neredeyse daha da azı ulaşıyordu.
Ama şimdi bunu kim hatırlıyordu ki? Ve İsrail'in güvenliği için
hayati olan çok önemli bilgilerin elde edildiği yüzlerce başarılı
gizli operasyonu kim biliyordu? Gadi ve Ronen Mossad'ı şimdi
maskara etmişlerdi ve bedelini ödeyecek olanlar da onlardı. So­
ruşturma Komisyonu çok az şey değiştirebilirdi.

"Gadi, başarısızlığın nedenini iki cümleyle özetlemen ve


suçlu tarafları belirtmen istenirse, ne dersin?" diye sordu Nov.
Aylar boyunca süren soruşturma Gadi'yi bu soruya hazır­
lamamıştı. Heyet üyeleri prosedürleri, tatbikatları, kumanda
sorumluluğunu, orada Beyrut'ta neler olduğunu derinlemesi­
ne soruşturmuşlardı ama soruşturulmaktan birini suçlamaya
bu ani rol değişikliği onu gafil avladı. Şimdiye dek soruları, en
azından sonuçla ilgili endişelenmemeye karar verdiğinden beri
kolayca ve gönül rızasıyla cevaplamıştı. Sonunda dışarıdan bi­
rinin eski prosedürlerin tozunu atacağı ve operasyonun çok
tehlikeli olduğunu ve gerçekten gerekli olmadığını söyleyeceği
umudunu beslemeye başlamıştı. Ama bu rahatlık omuzlarına
inen büyük bir yükle yok oldu: Gerçekten kimin suçlu ol­
duğunu düşündüğünü söylemesini mi bekliyorlardı? Onun,
Gadi'nin, suçta pay sahibi olduğu kesin olan taraflardan biri­
nin? Gerçekten suçu astlarından birine atacağını mı düşünü­
yorlardı? Ya da üstlerinden birine? Ya da kendisine?
Daha tam olarak ne zaman bir cevap formüle ettiğinden
emin olmadan kendi konuşmasını duydu. Sanki kendisini
yandan, omuzları kamburlaşmış, biraz üzgün bir halde, he­
yetin üç üyesi de merakla onu süzerken, bakışlarını Nov'a
indirdiğini görebiliyordu. Mahkemeden çok antropolojik bir
araştırmaya benziyordu. Ya da daha doğrusu bir fazilet testi­
ne. Ya da belki heyet üyeleri bulgularının soruşturma altın­
dakilerin düşünceleriyle ne kadar uyuştuğunu görmek için
kendilerini test ediyorlardı.
" Operasyona ben komuta ettim. Sahada otorite de so­
rumluluk da bölünmez. Dolayısıyla eğer sorumluyu bulma­
nız gerekiyorsa hiyerarşik olarak o kişi ben olmalıyım. Ve
bir şey daha," dedi, bakışlarını bir heyet üyesinden diğerine

11 26
gezdirerek. " Operasyonun planlama yönüyle de derinleme­
sine ilgilendiniz. Ekip komutanı olarak planlamadan ben
sorumluyum. Bir kez daha sadece kendimi gösterebilirim."
"Sesin buna tamamen ikna olmuşsun gibi çıkmıyor," dedi
Nov.
"Emir almak böyle bir şeydir," dedi Gadi. Söylediği şeyi
düşünerek duraksadı. "İşimizin genel ifadelerle size anlatıldı­
ğını ve sizin bunun gibi bir operasyonun gerçekten bir istisna
olduğunu anladığınızı biliyorum. Bizim birimimizin görevi
özel operasyonlar sırasında istihbarat toplamaktır. Bizden, an­
cak ihtiyaç doğduğunda suikast yapmamız istenir, bunu başa­
rabilecek en eğitimli birim bizimki olduğu için."
Uzun boylu ve sarışın olan Shalgi, Gadi'ye sabırsızca gelen
bir tonda sözünü böldü: "Evet, bunu anlıyoruz. Aynı düşman
hatlarının gerisinde bilgi toplamakla görevlendirilen İSK'nin •

Özel Kuvvetler Komando Birimi gibi. Yapılması gereken baş­


ka bir şey olduğunda onu da yaparlar çünkü en deneyimli sa­
vaşçılar onlardır. Böyle olduğu halde görev görevdir."
Gadi, Shalgi' nin araya girmesini göz ardı ederek devam etti:
"Bir Arap ülkesinde bilgi toplamanın bazen bir suikast gerçek­
leştirmek kadar zor ve tehlikeli olduğunu anlıyorsunuz. Ayrı­
ca çevreye ve şartlara bağlı olarak Beyrut'takinden daha kolay
olmayan, hedefin, kaçmanın zor olduğu bir adada bulunduğu
vakada olduğu gibi başka suikastlar olmuştur. Her operasyonu
karmaşıklığına göre planlarız. Ama bu sefer terörist saldırıların
sıklığı ve yukarıdan gelen baskılar sebebiyle bize çok kısıtlı bir
zaman verildi ve," Gadi doğru sözcüğü aradı, "çuvalladık."
Bakışlarını indirdi. Nov sözlerinin bir etki yaratmasını
sağlamak için bir anlığına bekledi, sonra kibarca "Gadi, sana
sorumluluk hakkında soru sormadığımıza dikkatini çekerim.
Emir-komuta zinciri bizim için oldukça açık. Sana suç hak­
kında soru sordum," dedi.

• İsrail Savunma Kuvvecleri, IDF.


"Ronen de sahadaki son karar verici olarak sorumluluğu
üzerine aldı ama suçta üstlerinin ve planlamacıların da payı
olduğunu söyledi, " diye ekledi Shalgi. "Şöyle söyleyeyim: Se­
nin kendi başına suçlu olan taraf olmadığın açık. Yüzde olarak
suçu, diğer pay sahibi olanlara nasıl bölüştürürdün?"
Gadi Shalgi'ye bakarak tekrar duraksadı, sonra usulca ce­
vap verdi: "Öncelikle, Ronen'in ne söylediğini bana aktardı­
ğın için üzgünüm. Bu doğru değil ve umarım göz ardı ede­
bilirim. Bana, bu talihsizlik özellikle hangi eylem farklı olsa
önlenmiş olurdu, diye soruyorsan, Ronen'inki olduğunu söy­
leyebilirim. Ama bana hazırlıklar aşamasında düşünülmeyen
şeyleri, yeterince dikkatli tartışılmayan acil durum planlarını,
yeterince tatbik edilmeyen simülasyonları soracak olursan
ben ve emir-komuta zincirindeki üstlerim suçludur. Mantık­
sız zaman çizelgesini ben hazırlamadım ama daha fazla zaman
da istemedim. Nedeni son zamanlardaki terörist saldırılar ol­
duğu kadar hiçbir zaman 'yapamam' ya da 'henüz hazır deği­
lim' diyemememizdi. "
Üç heyet üyesi birbirlerine baktılar.
"Suçun Ronen ve üstleri arasında yarı yarıya bölüştürülme­
si gerektiğini mi düşünüyorsun?" diye sordu Tal.
"Böyle bir hesaplama nasıl yapılır bilemem," dedi Gadi
sesinde bir öfke tınısıyla. Burada neler oluyor, diye düşün­
dü. Aylar süren soruşturma sonunda komisyon üyeleri suçu
kendisinin, Gadi'nin mi bölmesine ihtiyaç duyuyordu? Soruş­
turma altındayken fikrinin ne anlamı olabilirdi? Kendi karar­
larının ne kadar yerinde olduğunu mu görmek istiyorlardı?
Birden, onca aydan sonra bile bu tip bir işin ince ayrıntılarını
ya da gerçek tehlikelerini kavramadıklarının, anlamadıkları­
nın farkına vardı. Ve tabii olanaklarını da.
Ancak şimdi, soruşturmanın sonuna vardıklarında bunu
anlayabiliyorlardı. Ve gerçekten, hayatını tanklar ve uçak­
ların koruması altında ilerleyerek geçiren orduda görevli bir
tuğgeneralin bir Mossad ajanının yabancı bir şehirde, etrafı

ı ı ıs
her an düşmanlarına dönüşebilecek insanlarla çevriliyken,
bilmemesi gereken bir dilde cevap vermeyi göze alırken ya
da daha önce başka yerde başka bir kimlikle tanıştığı biriyle
karşılaştığında hissettiği yalnızlığı anlama ihtimali neydi ki?
Muhalif bir çevrede, oranın makul davranış kurallarına zıt
olarak çalışmak, göze batmadan gözlemlemek, takip etmek,
bilgi toplamak, çevresindeki herkesle aynı giyinmek zorunda
olduğunu, yaptığı her hatanın bilmediği sonuçlara yol açarak
kendisini polisle karşı karşıya getirebileceğini bir general na­
sıl anlayabilirdi? Ya da işi öyle gerektirdiği için neredeyse her
seferinde tuhaf saatlerde oteline girip çıkarken şüphe uyan­
dırabileceğini? Ve tüm bu tehlikeleri dengelemek için elinde
olanlar sadece sahte bir pasaport, sahte bir kimlik, uydurma
bir hikaye ve emniyet ve özgüven duygusu duygusunu yansıt­
ması beklenen bir gülümsemeydi.
Komisyon üyelerinin, sokaklarda hüküm süren kuralların
akışına göre ilerleyebilmenin, insanı içine çekebilecek bir gir­
daba benzeyen bir pusuyu fark edebilmenin kaç yıllık tecrübe
istediğini, bu kurallarla ne kadar içli dışlı olmak gerektiğini
anlayabilmelerini sağlama şansı neydi? Bu kuralları yaşamamış
birine, saatler ve günler süren manevralar ve simülasyonlar,
uzun geceler süren acil durum planı analizleri yapılsa, kaçış
planları çizilmiş olsa bile sokakta, gerçek zamanlı olarak farklı
kuralların işlediğini nasıl anlatırdınız? Sonuçta neredeyse sa­
dece duyuöcesi işaretleri algılama yeteneği görevin başarısını
belirlerdi: Sağdan beşinci arabadaki çift, özel dedektif, yak­
laşan yaşlı adamın köpeği hırlıyor ve saldırabilir, karşılaşmak
üzere olduğun iki genç seninle konuşacak gibi. Bazen bu yete­
nek oradadır, bazen değildir.
Yani belki de ancak şimdi o sokakta, o belirli anda olanla­
rın bütün o calim manevralarına, bu özel operasyonun planla­
masına bağlı olduğu kadar, ondan ayrı, ondan kopuk olarak,
görevi omuzlarına yüklenmiş olan yalnız bir adamın karakte­
rine ve yeteneklerine de bağlı olduğunu anlıyorlardı.
Gadi'ye şimdi başvuruyor olmaları, aynı kendisinden önce
Ronen'e başvurmaları gibi bir yardım çığlığıydı.
Gadi devam etti: "Her rütbenin kendi sorumluluğu vardır.
Silahını çekip ateşlemeyi başaramayan el Ronen'e aitti ama o
elde benden Başbakan'a kadar bütün emir-komuta zinciri ası­
lıydı. O el tek başına ya da başıboş hareket etmedi. Hepimizin
parçası olduğu bir şeyin sonucu olarak hareket ediyordu."
"Son bir soru," diye sertçe araya girdi Shalgi, "sadece
·
Başbakan'a değindiğin için. 'Sorumluluk burada durur' deyi­
şini biliyor musun? Kararların verildiği ve sorumluluğun alın­
dığı yer burası."
Gadi kafasıyla onayladı. Shalgi'nin geçmişinin etkisiz ka­
rarları kabullenmesine hiçbir şekilde izin vermeyeceğini bili­
yordu. Askeri kariyerinde ona büyük düşüşlere mal olan hata­
lar olmuştu ve şimdi, hakim rolünde, kimsenin paçayı kolayca
sıyırmasına izin vermeyecekti.
" Bu deyişin Mossad'da birinin masasının üstüne konması
gerektiğini düşünmüyor musun? Sorumluluğun Mossad'darı
bu kadar kolay kapı dışarı edilmesi sana adil geliyor mu?"
"Buna cevap vermem gerektiğini düşünmüyorum," dedi
yavaşça Gadi. "Size sadece bu olayda, yaşadığım başka hiçbir
olayda olmadığı kadar, zaman sınırlamasının Başbakan tara­
fından konulduğunu hatırlatacağım."

***

Anacaddeden yaşadığı köye giden yola saparken Ronen,


kışın denizin kokusu her nedense daha keskin, diye düşün­
dü. Limon ağacı çiçeklerinin de, ıslak toprağın da kokusunu
alıyordu; hepsini ciğerlerine çekmek için kaskının vizörünü

• "The buck stops here."Amerikan Başkanı Harry Truman tarafından popülerleş­


tirilen bir Amerikan deyişi. Sorumluluk burada durur anlamına gelir. Görevde ol­
duğu süre boyunca Harry Truman'ın masasında üzerinde bu deyişin yaz ıl ı olduğu
ahşap bir isimlik vardı. (ç.n.)

1 1 30
kaldırdı, vitesi küçülttü, koruluğun içindeki patikadan nere­
deyse sessizce indi.
Önceleri ordudan, sonrasında, ekibe katıldıktan sonra da
alışılmış denizaşırı seyahatlerden eve, bu eşi olmayan yere,
bu sakin vahaya dönerken duyduğu heyecan neredeyse hiç
değişmemişti. Sonra Ronen'in her halini görmüş ve yaşamış
olmasına rağmen onun dönüşünü merakla ve aşkla bekleyen
Naamah' a dönerken de aynı heyecanı duyardı; hep bir gün
döndüğünde onun gitmiş olacağından korkuyordu. Ondan
sonra da Ronen'in ebeveynlerinin arka bahçesine denize kar­
şı kondurdukları yeni evlerinin yapı iskelesine; kendi elleriyle
bitirmeye niyet ettiği ama henüz bitiremediği hemen her şeye
dönerken de. Ve son günlerde, minik kızının içinde şimdi çok
karmaşık duygular uyandıran kokusu.na ve o muhteşem gülü­
şüne dönerken de.
Anne babasınınkine varana dek bütün eski, hava şartların­
dan yıpranmış evleri geçerek köyün sokaklarında motorunu
sürdü, sonra kendisininkine giden dar yola saptı. Ağır deniz
havasını içine çekti ve daha motoru kapatmadan aşağıdaki
taşlı sahile vuran dalgaların sesini duyabildi. Eve girmeden
önce bir an için durdu, motoruna yaslandı; kabus gibi geçen
günü sona ermişti ya da belki bu daha sadece bir başlangıçtı.
Etrafındaki her şey ruh haline son derece uyuyordu: yavaş
yavaş inen karanlık, rüzgar, dalgalı deniz. İçeride Naamah
ve Lital şımartmak için onu bekliyorlardı, bu zevkin tadını
çıkarabilecek durumda olmadığını hissediyordu. Endişeleri
omzunda bir yük haline gelen ve onu sinirlendiren anne ba­
bası evlerindeydi. Ve bunun ötesinde hiç kimse, bir zamanlar
anne babasının evinin verandasında askerlik anılarını anlatıp
dinlemek için her cuma toplanan arkadaşlarından bir teki bile
yoktu. Serüvenlerinin detaylarını paylaşmak imkansız hale
gelince sayıları azalmış ve sonra Naamah' ı getirip günlerini
onunla yalnız geçirmeyi tercih etmeye başladığında tamamen
ortadan kaybolmuşlardı.
Ronen kapının kolunu dirseğiyle indirdi ve iki elinde alışve­
riş torbalarıyla içeri girdi. Hafif müzik ve yemek kokusu ken­
disiyle beraber içeri giren dalga sesi ve deniz kokusuna karıştı.
Ayağıyla kapıyı kapadı ve bir anda dışarıyla ilişkisi kesildi.
" Ronen?"
Çarpan kapının sesi mutfakta ağır ağır pişen yemeğe arada
göz atabilmek için yemek odasında kitap okuyan Naamah'ı
uyarmıştı. Ronen elindeki torbaları tezgaha bırakırken Naa­
mah kitabını ters çevirip masanın üzerine bırakarak mutfağa
gelip ona arkadan sarıldı.
"Zor muydu.;>"
Ronen yavaşça döndü. Dışarıda, motosikletinin üzerin­
de rüzgara karşı, soruşturmacılara karşı sert olmak onun için
kolaydı ama Naamah'ın sözleri, dokunuşu, evin sıcaklığı, ko­
kular, müzik hepsi bütün vücudunun titremesi için işbirliği
içindeydi. Eğer titreme koruyucu kabuğuna ulaşacak olursa
onu geri dönüşü olmayacak şekilde kıracaktı, aynı bir civcivin
yumurtanın kabuğunu kırması gibi.
Yüzüne bakmadan bile Naamah Ronen'in çok endişeli ol­
duğunu anlayabiliyordu.
"Bugün neden oraya geri gitmek zorunda kaldın?"
" Konuyu toparlamak için," dedi, aldıklarını buzdolabına
yerleştirirken. "Sonuç olarak kimin suçlu olduğunu düşündü­
ğümü söylememi istediler. "
"'ve.
T . . ;>"
. d'ıye sordu Naamah .
Ronen buzdolabının kapağını kapadı ve karısının yüzüne
bakmak zorunda kalmamak için uzaklaştı.
"Bir Numara olarak işi sonuçlandırıp sonuçlandırmamanın
benim kararım olduğunu söyledim. Durumu yanlış değerlendi­
ren ve hatalı karar veren bendim. Bunda açık olmayan ne var ki?"
Onun arkasında dolanan Naamah şaşırıp durdu.
" Onlara doğrudan kendi hatan olduğunu mu söyledin?
Sadece senin?" Sesi hayal kırıklığıyla azar karışımı bir tona
bürünmüştü.

1
Ronen sertçe ona doğru döndü. "Evet, sonuç olarak be­
nimdi," dedi kızgınlıkla. "Ama başka faktörler de var," diye
ekledi usulca. Bir an sonra yine sinirle, "Her halükarda benim
üzerime atacaklar," dedi.
Saatine -dalgıç saatiydi- göz attı.
"Haberler başladı. Bugün hangi yalanları veriyorlar, neler
sızdırıldı görmek istiyorum." Oturma odasına doğru gider­
ken durup Lital'in yerde bıraktığı bir oyuncağı aldı ve odanın
köşesindeki oyuncak sandığının içine yavaşça attı. Her akşam
ekranın karşısına oturuyor, her kelimeyi hırsla dinleyip küfür
ediyor, bilgi sızdıran her kimse yakalayıp birini bilgi sızdırdığı,
diğerini her şeyi Mossad'daki herkesi kirletecek şekilde çarpıt­
tığı için iki taşağını da sökeceğine yeminler ediyordu.
Naarnah onu takip etmeden önce bir an duraksadı. Ronen
şu anda kesinlikle büyüklük taslamasını istemezdi. Yeni işe alı­
nanlar için verilen partide ilk tanıştıklarında, Ronen daha ye­
niyken, Naamah, yalnız birçok operasyonda İki Numara ola­
rak görev almış eski bir ajan değil aynı zamanda Gadi'nin eski
sevgilisiydi. Ronen'in ve diğer yeni alınanların, yani Gadi'nin
stajyerlerinin gözünde, bu Naamah'ı da pratikte komutan ya­
pıyordu. Ama aslında Naamah'a hayran olmak için uzun boyu
ve koyu teni, yontulmuş Sefarad yüzü, düz burnu, çıkık çene­
si, koyu parlak gözleri ve uzun siyah saçları dışında başka şeye
ihtiyaç yoktu, bir Ramenko dansçısı olabilirdi.
Naamah'ın Gadi'yi, komutan yardımcısı olduğunda, bü­
tün işaretler Gadi' nin hayatının uyanık olarak geçen her
saatini kaplayacak bir iş olan komutanlığa yükseleceğini
gösterdiğinde bıraktığı söyleniyordu. Ekip komutanı sade­
ce yükü bölüşen ajanların tersine denizaşırı her operasyona
eşlik etmekle kalmaz, aynı zamanda kendi ülkesinde eğitim
çalışmalarına katılıp gözlem yapmakla, Genel Merkez'deki
tartışmalara katılmakla, operasyonları planlamakla yükümlü
olurdu. "İsrail Devleti'nin uzun kolları"ndan birinin komu­
tanının başka bir şeye vakti yoktu. Ronen, kastanyetinin bir
tıkırtısıyla etrafındaki bütün dansçıların önünde eğileceği
Naamah'ın gerçekten kendisini seçmesine çok şaşırdı; o da
çok seyahat edecek, tatbikatlara katılacak, belki bir gün ko­
mutanlığa yükselecekti. Y ine de kendisini seçmişti.
Başlarda Ronen başına gelen her şeyi tüm detaylarıyla
Naarnah'a anlatırdı: Biri gelip kendisine yolunu kaybedip kay­
betmediğini sorana kadar nasıl sokağın köşesinde durup hede­
fin düklci.nını izlediğini; Naarnah güler ve anında bu işin daha
iyi yapılacağı üç ya da dört metot üretirdi (dükkanın karşısında
bir otobüs durağı yok muydu ya da oturup gözlem yapabilece­
ği bir kafe?). Ya da bir gece nasıl başka bir ajanla beraber ara­
banın içinde beklerken şüphelenen bir komşu arayıp şikayette
bulunduğu için bir polisin arabanın camına vurup belgelerini
görmek istediğini; Naarnah katılarak gülmeye başlar, kadın
ajanların nereye kaybolduğunu sorar ve iki adam görevlendi­
rilmesi şartsa en azından arada sırada öpüşmeleri gerektiğini
söylerdi. Ronen Gadi'yi ve eskiden buna benzer sonsuz sayı­
daki gecede Naarnah'ın ortağı olmuş ajanları kıskandığını fark
eder, sonra onu kucağına alıp yatağa fırlatır, Naamah'ın o çok
sevdiği o güçle ve çocuksu hislerle yanına giderdi.
Zamanla tavsiyelerine daha kapalı hale geldi ve Naamah
en sonunda onun gerçekten çekindiğini hissetmeye başladı.
Ronen'in stajeri olarak kalamayacak kadar tecrübe edindi­
ğinin farkına vararak bunun normal olduğunu düşündü ve
operasyonlarını anlatırken sadece ilgi ve merakla dinleyerek
tavsiye vermeyi bıraktı. Kafasında kolaylıkla yakaladığı hata­
larını listeliyor ve daha uygun bir zamanda bahsetmek üzere
depoluyordu.
Ama şimdi bu, artık bir ajan olarak tecrübesiyle ilgili bir
mesele değildi: Şimdi bütün karakteri sorgulanıyordu ve bir
anda bütün o eski kurtların, üstlerinin onu nasıl çaba sarf
etmeden parçalara ayırdıkları gözünün önüne geldi. Masu­
miyeti, iyi kalpliliği, dürüstlüğü gibi onu iyi bir koca, baba
ve arkadaş yapan ama ekibin sokak hayatına ve kesinlikle de

• ı 34
bir sorgu odasına uygun olmayan özellikleri yüzünden teh­
likeyi fark edememişti bile. Daha önce nasıl olup da bunu
düşünemediğine şaşırarak kendine kızdı. Daha önce nasıl bu
konuyla ilgili konuşup ona kendisini savunmasını öğütleme­
mişti? Ve şimdi her şey olup bittikten sonra bir şey söyleme­
nin anlamı neydi?
Koltukta oturup kumandanın düğmelerine basarken onu
izledi ve ona karşı olan aşkı kabardı. Onun gibi bir adam
bu günlerde bulunmuyor, dedi kendi kendine, yıllar önce ar­
kadaşı Dalia'nın Ronen hakkında tavsiyesine başvurduğun­
da verdiği cevabı kelimesi kelimesine tekrarlayarak. Senden
genç ve masumsa ne olmuş, demişti o zaman Dalia, uzun
ve yakışıklı fiziğine değinmeden. Dalia Ronen'in büyük, güç­
lü ellerinin Naamah'ın üzerinde dolaşırken ne kadar şefkatli
olduğunu da bilemezdi. Çok sevimli bir adam, dedi Dalia,
gerçekten iyi bir parça.
Gözlerinden yaşlar taşmak üzereyken Naamah Ronen'in ya­
nına oturdu, ayaklarını koltuğa çekip başını Ronen'in omzuna
yasladı. Ronen acıyla irkildi ve Naamah hemen başını kaldır­
dı. Ah, özür dilerim, unuttum, diye mırıldandı ve Ronen' e her
gün Beyrut utancını hatırlatan kurşun yemiş omzunun acısı
kendi acısıymış gibi içine işledi. Ronen şimdi Batı Şeria'dan
görüntüler gösteren ekrana bakmaya devam ediyordu.
"Lital sen gelinceye kadar ayakta kalmak istedi ama burada
koltuğun üzerinde uyuyakaldı. Onu biraz önce yatağına yatır­
dım. İçeri gidip onu görmek ister misin?"
Ronen tepki vermedi. Kızlarıyla ilişkisinde bir şey kötü
gidiyordu ama Naamah ne olduğundan emin değildi. Bütün
dertler üst üste gelmişti. Usulca parmaklarını ensesindeki saç­
ların arasında dolaştırdı.
"Hepsinden seni sorumlu tuttuklarını sanmıyorum. Ya di­
ğerleri? Emir-komuta zincirinin son halkası nedir biliyorum,
ama yine de zincirin bir parçası. Zaten seni en başta suçlayabi­
lirlerdi. Neden bunun için aylarca soruşturma yapma ihtiyacı
duysunlar? Eminim tüm sisteme ilişkin bir eleştirileri olacak."
"Senin zamanında soruşturma komisyonları yoktu," dedi
Ronen, kısa bir sessizlikten sonra gözlerini ekrandan ayırma­
dan. "Kendi içlerinde sessizce hallederlerdi. Dolayısıyla alınan
dersler gerçekti ve herkes gerçekten kendi hatalarının sorum­
luluğunu üstlenirdi. Şimdiki bambaşka bir hikaye."
Konu olarak başka şeylerle beraber istihbarat meselelerini
de ele alan televizyon yorumcusu Milken ekranda belirdi. Ro­
nen Naamah'ın dokunuşundan kaçarak öne eğildi.
"Mossad'ın Beyrut'taki başarısızlığını inceleyen Soruştur­
ma Komisyonu bugün olayın kahramanlarının ifade özetlerini
dinledi,'' dedi Milken. "Tahmin edildiği gibi ajanlar üst kade­
meleri planlama hataları ve operasyon yönetimi yüzünden, üst
kademeler de ekibi iyi bir planı uygulayamamakla suçladı."
Naamah bir şey söyleyecek oldu ama Ronen onu susturdu.
"Ya da,'' diye devam etti Milken, "önemli tanıklardan biri­
nin çok renkli bir şekilde ifade ettiği gibi, aktarıyorum: 'Asıl­
mayı hak eden herkes, silahı çeken o ele asılıydı.' Kısaca,'' dedi
yüzünü sunucu kadına dönerek, "bu olayda büyük, erdemli
kahramanlar yok. Komisyon üyeleri buna katılıyor mu, yoksa
Mossad'ın, İstihbarat Toplama ve Özel Operasyonları Batır­
ma Teşkilatı'nın taklit elmas halesi en azından bir kısmının
gözlerini kör mü etmiş, yarın göreceğiz." Sunucu kendisine
teşekkür ederken Milken kendi sözlerini onaylar gibi kafasını
sallarken gülümsemesini bastırarak kameraya döndü. Sonra
yüzü ekrandan kayboldu ve sıradaki görüntü belirdi.
Naamah yüzünde endişe dolu bir ifadeyle "Milken'in dedi­
ği doğru mu?" diye Ronen'e sordu.
" Ben sadece kendi söylediğimi biliyorum, o da tam tersiy­
di,'' diye cevap verdi Ronen kumandayla televizyonu kapatır­
ken. "Bu pislik son altı aydır yalanlar söyleyip duruyor ama bu
kimsenin umurunda değil gibi."
"Belki diğerlerinden yaptığı alıntılar doğrudur. Belki sade­
ce sen suçu üzerine aldın. Yani, hepsini uyduruyor olamaz."

•ı 36
Ronen ayağa kalkıp Naamah'a baktı.
"Hepsini uyduruyor olamaz mı? Sen kendin bana
Halili'den kurtulduğumuz gün Milken'in, öldürülen İbrahim
El Sheikh'in kim olduğunu anlatırken duyduğu ve anlattığı
her detay son derece yanlış olduğu için yanlış adamı öldürdü­
ğümüzü düşünmeye başladığını söylemiştin. "
"Bu doğru," diye kabul etti Naamah pişmanlıkla. Ekip
Halili'ye, kılık değiştirip sahte kimlik kullanmasına rağmen,
ufak bir adadaki bir konaklama yerinde yakalamış ve gazeteci­
ler, vurulma şekli sayesinde adamın açıkça bir terörist olduğu­
nu anlamışlardı. Daha o zamanlar İbrahim El Sheikh'in İslami
Cephe'nin başındaki sahte isim olduğunu bilmiyorlardı, do­
layısıyla büyük bir hata yapmamak için genel -daha doğrusu
tamamen uydurma- ifadeler kullanmışlardı.
" İşte olan bu," dedi Ronen, dışarı çıkmak üzere dönerken
konuşmayı bitirerek, "bilgi sahibi olmayınca uyduruyorlar. "
"Ama senin üzerine kalamaz. Önlemek için bir şeyler yap­
malıyız," dedi Naamah, ama kendi kendine mi konuşuyordu,
Ronen'le mi belli değildi. "Gadi'yle konuşmak istiyorum," di­
yerek telefona yöneldi.
"Sakın Gadi'yle benim için konuşma," diye alçak sesle ho­
murdandı Ronen. Bu noktada Gadi'yle ilişkiyi bitiren tarafın
Naamah olmasının, Gadi'nin bir eşi ve iki çocuğu olmasının ya
da Lital'e sahip olmalarının bir önemi yoktu; Naamah'ın Gadi'ye
yardım ermesi için ricada bulunmasını kabul edemezdi. Kendi
başarısızlığı için derinlerde bir yerde Gadi'yi suçlarken olmazdı.
Ronen Naamah'ın elinden ahizeyi aldı.
" Ronen! " Sesi boğazında düğümlendi.
"Ne demek Ronen? Yaptığın ilk iş Gadi'ye koşmakken nasıl
sakin kalmamı bekliyorsun?"
"İlk iş mi? Bu operasyon ve soruşturma başladığından beri
altı aydır bir kez bile konuşmadık. Ve zaten ekipte olduğun
on yıl boyunca hemen hiç görüşmedik. O senin komutanın,
görüşmek durumunda,."
"Seni rahatsız eden şey bu mu?" diye sordu Ronen, dudak­
larında acı bir gülümsemeyle. ''Aramamış olması mı? Merak
etme, seni unutmadı. Yıllardır beni onun Naamah'ına uygun
olup olmadığımı görmek için test ettiğini anlamadım mı sa­
nıyorsun? Ve kendisine denk olduğumu göremeyesin diye
ekipteki en kıdemli kişiyken bile Bir Numaralığa terfi etmeme
engel olduğunu bilmiyor musun?"
"Ronen, ilişkimiz sen daha ekibe girmeden önce bitmişti,"
dedi Naamah keyifsizlikle koltuktan kalkarken. Ama Ronen
onu dinlemeden devam etti:
"Ancak zar zor İki Numara olmama izin verdi. Sen, tabii ki
onun hep İki Numarasıydın. Ateş ermene bile izin verirdi. Se­
nin kadar iyi olmadığımı ispat etmeye çalıştığını düşünmüyor
musun yani?"
"Gerçekten böyle olduğunu düşündüğüne inanmıyorum.
Onca yıldan sonra . . . "

Birden aralarındaki bütün o korku, şüphe ve öfke cek bir


odakta toplanmıştı: Gadi. Arkadaşı Dalia, sırf Gadi'yi rahatsız
etmek için onun yeni ajanlarından biriyle çıkmaya başladığın­
da ne demişti? Bu konu çok tehlikeli, onunla oyun oynama.
Bir gün senin başında patlayacak.
Ronen'le ilk çıkmaya başladığında bu gerçekten Gadi'ye
meydan okumak içindi. Naamah ona bir ekip liderinin karısı
olarak hayatına devam etmek istemediğini söyledikten sonra
Gadi, Danimarkalı güzel bir üniversite öğrencisi bulmakta ge­
cikmemiş, düğün davetiyesi de hemen arkasından gelmişti. İlk
başta Ronen Naamah'ın Gadi'ye olan ilgisini göz ardı edemi­
yordu: "Gadi çıkmamız hakkında ne düşünüyor acaba? Hiç­
bir şey mi? Onu gerçekten ilgilendirmiyor mu? Ya çocuklar?"
"Çocuklarla ya da Gadi'yle senin hakkında konuşmuyorum,"
diye cevap verirdi Ronen biraz kırılmış olarak.
Ronen ile aralarındakinin aşk olduğunu anladığında onun
kalbine ektiği kıskançlık ve şüphe tohumlarını ortadan kal­
dırmak için artık çok geçti. Evliliklerinin, kızları Lital'in,

• ı 38
Gadi'den hiç bahsetmemenin bunu sağlayacağını ummuştu.
Ama işte, hiçbirinin işe yaramadığı kanıtlanmıştı.

***

Televizyon ekiplerin ve muhabirlerin oluşturduğu insan


barikatı, Toyota rriarka resmi aracı, Başbakanlık Ofisi'nin
otoparkının demir çubuklarla kapatılmış girişine birkaç met­
re kala durdurdu. Nov elinde bir evrak çantasıyla aracın ön
koltuğundan inerken boş boş gülümsedi. Bir anda etrafı yü­
züne mikrofon doğrultan muhabirlerle çevrildi. Shalgi ve Tal
isteksizce arka koltuktan inince Nov'u çevreleyen kalabalıkta
önlere ulaşamayan diğer haberciler de ellerinde mikrofonlarıy­
la onların önüne koştu.
"Mossad Başkanı'mn kovulmasını tavsiye edeceğiniz doğru
mu?" diye bir muhabir sorarken, bir ikincisi, "Bu da, kapıyı
koruyan er suçu üstlendiği için üst kademelerin yara almadan
kurtulduğu Planörcüler Gecesi gibi bir dava mı olacak?" diye
araya girdi.
Nov girişteki nöbetçi kulübesine doğru kalabalığı yara­
rak ilerlemeye çalışırken cevap vermeden sabırla gülümsedi.
Shalgi ve Tal de arkasından onu takip etmeye çalışıyorlardı.
Planörcüler Gecesi hakkında soru soran gazetecinin yanından
geçerlerken Shalgi, bir sır veriyormuş gibi gülümseyerek "Bu­
nun olmasına izin vermedim," dedi.
Kanal Bir haberlerinin muhabiri, Nov'un kolunu bir an
tuttu. "Halk soruşturmanın sonuçlarını öğrenmeyi hak etmi­
�,,
yor mu.
Nov ona dönünce muhabirler ordusu birbirlerini sustura­
rak dinlemek için hücum etti.
"Soruşturma Komisyonu Başbakan tarafından atanmıştır,
bu sebeple sonuçlar da Başbakan' a verilecektir. Aslına bakar­
sanız raporun büyük bir kısmı, varılan sonuçlar öyle olmasa
da çok gizli. Eğer Başbakan açıklama gereği duyarsa uygun bir
zamanda bunu yapacaktır. Teşekkür ederim beyler."
Nov ve beraberindekiler binaya girip gözden kaybolunca,
bütün o soru yağmuru arkalarından kayarak kapanan cam
kapıya takıldı. Radyo muhabirleri izlenimlerini mikrofona,
yazılı medya muhabirleri ses kayıt cihazlarına, televizyon mu­
habirleri ise kameralara aktarmak üzere aceleyle döndüler.
"Beyrut'taki başarısızlıktan altı ay sonra," dedi Kanal Bir
muhabiri kameraya, " Soruşturma Komisyonu bugün, bulgu­
lar, ifadeler ve kısa bir sonuç bölümünden oluşan kalın bir
raporu teslim etti. Komisyon üyeleri doğal olarak ihtiyatlı ses­
sizliklerini korurken ana kararları ortaya çıkarmayı başardık:
Komisyon üyelerine göre daha baştan başarısızlığa mahkum
Beyrut operasyonuna, yapılan sistematik hatalar y.ol açtı.
Çoğunluk oyuyla komisyon suçu operasyon aşamasına yük­
lerken muhalif oya sahip Komisyon Üyesi Shalgi, Mossad
Başkanı' nın da sorumluluğu kabul edip makamını bırakması
gerektiğini belirtti."

***

Onlarca genç kadın ve erkek -neredeyse bütün ekip- bri­


fing odasında toplanmış Gadi ve Ronen'in Mossad Başkanı' nın
ofisinde yapılan toplantıdan dönmelerini bekliyorlardı. Haber
bültenlerinde başarısızlığa uğrayan Beyrut operasyonlarıyla il­
gili söylenenleri duymuş, bu talihsizliğin parçası olan her bir
kişinin sorumlu tutulacağını öğrenmişlerdi. Komisyon rapo­
runun bütün bölümleri zaten internette bulunabiliyordu ama
ajanların, bunların sızdırılan gerçek bilgiler mi, yoksa uydu­
rulmuş şeyler mi olduğunu bilme ihtimalleri yoktu. Yapılacak
tek şey, resmi açıklamayı beklemekti. Mossad Başkanı'nın ofi­
sine Gadi'yle beraber sadece Ronen'in çağırılmış olması bul­
guların ikisinin üstünde yoğunlaştığını gösteriyordu.
Bu, zaten birçok ajanın düşünceleriyle de uyuşuyordu:
Operasyonda neredeyse hepsi görev aldıysa da başrollerin ko-

1 1 40
mutan ve onun Bir Numarası tarafından oynandığı açıktı. Da­
hası, başka herhangi birinin yaptığı işin hususi sonuçlarını ke­
sin olarak saptamak da zordu. Gözetleme ekibi görevini etkin
bir şekilde yerine getirmişti, tahliye ekibi ve bir engel olarak
yerleştirilen araba da öyle. Ronen'in destek kuvveti de silah
tutukluk yaparsa diye yanındaydı, harekete geçmediler ve bir
suçları yoktu. Ronen onlara bir problem olduğunu söyleme­
miş, sadece tetiği çekmemeye karar vermişti ve destek kuvveti­
ne onun yerine ateş etmeleri için bir komut verilmemişti.

Gadi ifadesiz bir yüzle telaş içinde odaya girdi, Ronen he­
men arkasında morali bozuk duruyordu. Hemen sorular so­
rulmaya başlandı ama Gadi ekip üyelerinden oturmalarını rica
etti. Bir kısmı brifing odasının köşesindeki televizyona bakan
kanepe ve koltuklara beraberce oturdular. Diğerleri sandalye­
leri çekip eşmerkezli daireler oluşturarak odayı doldurdular.
Ronen de onlarla beraber otururken Gadi ayakta kaldı.
"Mossad Başkanı bize komisyon kararlarının bir özetini
okudu," diyerek formaliteleri adayıp konuya girdi Gadi. "He­
men sonuca geleceğim. Komisyon bunun her biri başka so­
rumluluk seviyesinde bir dizi yanlış kararın sonucu olduğunu
belirtmiş. Mossad Başkanı ekibi gönderdiği için yönetimsel
sorumluluğa sahip. İstifa etmesi gerektiği yönünde azınlıkta
kalan bir görüş vardı ama komisyon onun görevinde kalma­
sını önermiş. Ben planın eksik kısımlarından sorumluyum,
Ronen kararsızlık gösterdiğinde, ateş edilmesini sağlayacak
bir parola belirlememiş olmak gibi. Yine de komisyona göre
eylemlerim operasyonun başarısızlığına doğrudan etki etme­
miş, dolayısıyla benimle ilgili herhangi bir önerileri yok. Si­
zinle ilgili de," dedi ve yakında oturan Ronen dışında tüm
ekibe bakarak, "bir yorum yapılmamış. Ronen emir-komuta
zincirinin son halkasıydı ama komisyon sadece onun eylem­
lerinin operasyonun başarısız olmasını önleyebileceğine ya
da buna sebep olabileceğine karar vermiş. Soruşturmalarını
tamamladıktan sonra bile Ronen'in neden silahını çekip ateş
etmediğini anlayamadıklarını, belki de silahını çekmek için
çok acele edip tetiği çekmekte çok çekimser kaldığını belirt­
mişler. Bu nedenle onu operasyonel akcivicelerden çekmeyi
öneriyorlar. Raporun özeti burada, okumak isteyen alabilir."
Gadi ceket cebinden bir deste fotokopi kağıdı çıkarıp dai­
resel sandalye sıralarının arkasındaki küçük bir masaya fırlattı.
Buna rağmen birkaç kişi hemen uzanıp kağıtları aldı.
"Ama her şeyden önce şunu bilmenizi isterim ki," dedi
Gadi, fısıldaşmalar ve homurdanmaların sesi çok yükselme­
den, "ben Ronen'den daha az sorumlu değilim, hacca daha da
fazla sorumluyum. Gerektiği kadar istihbarat toplamamız için
yeterli zamanın olmadığını, her zaman yaptığımız gibi simü­
lasyonlar yapamadığımızı biliyordum ve yine de hiç kimsenin
masasını yumruklayıp onları istifa etmekle tehdit etmedim.
Komisyon kararları bundan farklı olsaydı kendimi daha rahat
hissederdim fakat ne yazık ki söyledikleri bunlar.
"Başbakan'a istifamı vermek istediğimi söyledim ama toplu
tepki gösterileriyle uğraşmaya niyeti olmadığını ve komite ne
öneriyorsa onu yerine getireceğini söyledi."
Gadi ekibinin söylediklerinin ne kadarına inandığını ya da
inanıp inanmadığını bilmiyordu. Ne kadar suçlu hissettiğini,
komisyonun suçu Ronen'e değil de onun omuzlarına yık­
sa kendini ne kadar iyi hissedeceğini kimse bilemezdi. Y ıllar
boyunca Ronen'e uyguladığı onca testten ve sınavdan sonra
kendisinin masum, Ronen'in suçlu bulunduğu bu talihsizlik,
sadece Ronen'le ilişkisi açısından değil aynı zamanda Ronen'in
diğer ajanlar arasındaki konumu ve tabii Naamah'la ilişkisi
açısından da çok problemli bir durum yaratıyordu.
"Operasyonel faaliyetlerden kasıt ne?" diye sordu daha
genç ajanlardan biri olan David. " Bu, Bir Numara olamayaca­
ğı anlamına mı, yoksa operasyonlarda hiçbir görev alamayaca­
ğı anlamına mı geliyor?"
"Ronen'in operasyonel faaliyetlere katılması yasaklandı.

1 1 42
Komisyon operasyon görevleri arasında fark gözetmiyor," diye
cevap verdi Gadi.
''Ama farklılar," dedi Sharon, Ronen'in öne eğilmiş yüzüne
göz atarak. Sharon birçok denizaşırı görevde Ronen'in ortağı
olmuştu. "Nasıl olur da Mossad'ın başı operasyonel aktivitele­
ri onaylamaya, sen de komuta etmeye devam ederken Ronen
görev alamaz?"
Başka bir ses, "Peki ya Doron?" dedi. "Operasyon Birim
Şefi olarak kalmaya devam edebiliyor mu?"
"Ya Başbakan? O bizi akıl almaz zaman sınırlamalarıyla sı­
kıştırmaya devam edebilecek mi?" diye seslendi arkadan biri.
"Sakin olun arkadaşlar," dedi Gadi. "Nasıl hissettiğinizi an­
lıyorum ve ben de hemen hemen aynı şeyleri hissediyorum.
Ama Başbakan'ı biz atamıyoruz ve emirleri kimin vereceğine
de biz karar vermiyoruz. Biraz vicdan muhasebesi yapıp böy­
le emirler aldığımızda nasıl davranmamız gerekiyor ona karar
vermeliyiz."
"Burada o şartlar altında Ronen'den daha iyi performans
sergileyecek kimse bulunmuyor," dedi Danny, ekibe ilk katıl­
dığında Ronen'in sorumluluğunda olan genç bir ajandı. "Ro­
nen hakkında verilen kararlar aslında hepimiz hakkında."
"Kendini kaptırma, olur mu?" dedi yaşça büyük ajanlardan
biri olan lzzy sinirli sinirli. Beyrut operasyonunun hemen ön­
cesinde Gadi'nin yardımcılığına atanmıştı. "Ve lütfen beni af­
fet," dedi Ronen'e, sonra tekrar Danny'ye döndü. ''Ama birden
Ronen hakkındaki eleştirini unutmuş gibisin. Silahını çekme­
den birkaç adım geri atmamış, gözlerini her şeyi görmek için,
kulaklarını her şeyi duymak için açmamış olmamasına ne ka­
dar kızdığını unuttun herhalde. Burada neler oluyor? Hiçbiri­
miz çaylak değiliz, burası da Hollywood değil, silahını çekersin
ve ne olacaksa olur. Bütün bunları tartıştığımızı unuttun mu?
Bu durumda hepimizi aynı kaba koyma, olur mu?"
" Izzy, iş olup bittikten sonra hepimiz akıllıyız," dedi en yaşlı
ajan Udi İngiliz aksanıyla, "sahadaki eylemlerimizi sonrasında,
mikroskop altında incelemek akıl işi değil. Kontrollü koşullarda
planlama yapılması ile görevin sokağa taşınmasının tamamen
ayrı iki şey olması gibi. Bunu hepimiz biliyoruz. Sen de ben
de birbirimizi planlama aşamasında öngörülmeyen ve operas­
yon sonrası analizde hiç yapılmaması gerektiği ortaya çıkan nice
hataları yaparken görmüşüzdür. Ama böyle şeyler olur, bunu
hepimiz biliyoruz çünkü sokağın kendi kuralları vardır."
Ronen, akranları tartışmaya devam ederken sanki konu
kendisi hakkında değilmiş gibi oturmaya devam etti. Bir ta­
nesi bile suçlu olduğuna ilişkin karara karşı çıkmıyordu; ekip­
teki yakın arkadaşları bile ona kızgındı, böyle bir talihsizliğin
olmaması gerektiğini düşünüyorlardı. Eleştirdikleri, sorumlu­
ların listesi oldukça uzunken sadece Ronen'in bedel ödüyor
olmasıydı. Aynı zamanda geçmişte katıldığı yüzlerce olaysız
biten görev varken onun operasyonel aktivitelerden tamamen
men edilmiş olmasına da öfkelilerdi. Bir Numara olmaması
gerektiği doğruydu ama sıradan bir ajan da olamayacak mıydı?
Gadi düşünceli düşünceli dinleyerek ayakta durmaya de­
vam etti. Komisyonda sorulmayan ama hep orada, geri plan­
da duran bir soru vardı: Neden Ronen'i Bir Numara olarak
seçmişti? Bir keresinde bir görevden sonra ateş etmeden önce
gözlerinin her şeyi üstten gören bir tepegöze dönüştüğünü
hissettiğini ve vücudunun sokakta olan her harekete tepki
verdiğini söyleyen Gadi'ydi. Bir operasyonu yürütürken en
ufak hışırtıya duyarlı dev bir alıcıya dönüşür, düşünceleri bil­
gisayardaki bir satranç programı kadar açık ve keskin olur­
du. Her şey dikkate alınıp değerlendirilir ve o yapmak üzere
olduğu şeyi ve yakınında bulanan her bir kişinin tepkilerini
her zaman gerçek zamanın üç adım önünde görürdü. Aynı
zamanda kendini de dışarıdan, bir film izler gibi görebilirdi.
Tam olarak nerede olduğunu ve diğerlerine nasıl göründüğü­
nü bilirdi. Ve sonra usulca, fark edilmeden harekete geçerdi.
Adım atma, silah çekme, ateş etme. Birden çok cılız bir ses
duyulur ve biri vücudunun çeşitli parçalarını bir arada tutan

• ı 44
bir tel kopmuş gibi düşer ve bedeni kuklacının elinden kur­
tulmuş bir kukla gibi yere çarpardı, filmlerde olduğundan çok
farklı şekilde. Ve oradan geçenlerin tepkilerini görürdü: bakıp
yürümeye devam edenleri, omzunun üstünden şöyle bir bakış
atanları, şok içinde uzaklaşanları, yıldırım çarpmış gibi oldu­
ğu yerde kalakalanları, yardım etmek için eğilenleri . . . Ve o,
arkasında tam olarak neler olduğunu, kaçış aracının beklediği
sokağa sapana kadar kaç adım atması gerektiğini bilerek bir
gölge ya da bir esinti gibi gelip geçenlerin arasına karışır ve
ancak sokağa saptıktan sonra sanki biri filmin sesini yeniden
açmış, ruhu bedenine aniden geri dönüyormuş gibi kabur­
galarında bir darbe hissederdi. Bir anda sokaktaki sesler, ko­
kular, görüntüler ve vericisinden gelen parazitler üzerine hü­
cum ederdi. Tekrar ayağı yere basar, tüm duyuları ve sorumlu
olduğu yaşamsal mekanizma geri gelir, ekibini tehlikeden
uzaklaştırır ve vericisinden derin, sakin sesiyle operasyonun
sorunsuz tamamlandığı bilgisini verirdi.
Tekrar tekrar kendisine ekibinden kimin Bir Numara olacak
yetkinliğe sahip olduğunu sormuştu. Bu iş başka hiçbir şeyle
kıyaslanamazdı; hedefine doğru gizlice yüzen bir deniz koman­
dosu, düşman uçağını hemen arkasından takip eden bir savaş
pilotu ya da iyi korunan bir hedefe ateş altında ansızın saldıran
bir paraşütçü asker olmak gibi değildi. En yakın benzerlik bel­
ki yedinci dan iki Japon savaş sanatları ustası arasındaki savaş
dansıyla kurulabilirdi. Kendisi lotus pozisyonunda otururken
yaşlı ustanın arkasında elinde tahta bir kılıçla saldırmaya hazır
beklediği çok uzun bir dakika boyunca Gadi'nin onu görme­
den ve hatta nefesini bile hissetmeden kılıcın üzerine ineceği
ve bedenini ışık hızıyla yana savuracağı anı seçmesine benziyor­
du. Onu Ninjitsu ustalarının nadir erişilen menebesine çıkaran
şey bu histi. Bunda mistik bir yan yoktu, sadece yüksek bir yo­
ğunlaşma anı, havadaki titreşimi hissedebilme, akıl ve bedene
tamamen hükmedebilme ve yakın çevresini kontrol edebilme
becerisi. Ekibinden kim bu kontrol seviyesine erişebilirdi?
Binlerce başvurudan sadece biri Mossad'da çalışmaya uy­
gundu ve yüzlerce Mossad çalışanından sadece biri görevi
düşman hattı gerisinde bilgi toplamak ve özel gizli operas­
yonlar gerçekleştirmek olan ekibinde kendine bir yer bula­
bilirdi. Herhangi bir zamanda ekipte tetiği çekmeyi üstle­
nebilecek, işi yapıp bir gölge gibi gözden kaybolabilecek bir
ya da iki kişi olur, diye düşündü. Kendi bölgelerinde çalışan
mafya adamları yetiştirmek kolaydı. İranlı tetikçiler elçiliği
diplomatik plakalı arabalarla, silahlarını diplomatik valizler
içinde taşıyarak terk eder, tetiği çeker ve sonra diplomatik
dokunulmazlık sayesinde elçilik binasına geri dönerlerdi.
Ama diplomatik pasaport olmadan bir düşman başkentine
sızmak, tetikteki görevlileri masumca geçmek, hiç kimsenin
dikkat etmediği bir sokak kedisi gibi doğru zaman gelinceye
kadar beklemek, saldırıyı gerçekleştirip tek bir parmak izi bile
bırakmadan sıvışmak, havalimanında polis müfettişlerinin
burunlarının ucundan kalbin deli gibi atarak ama yüzünde
sakin bir ifadeyle uçağa, özgürlüğüne giderken aradıklarının
sen olduğunun farkında olmamalarını sağlamak - işte tüm
bunlar tamamen bambaşka bir sanattı.
İki kişiyi yetiştirmiş fakat ikisi de ayrılmıştı. lzzy ayrıla­
cağını açıklayınca Gadi onu kendi yardımcısı yapmıştı ve
şimdi de sadece bölümlerinin başı Doron, onu bir sonra­
ki ekip komutanı yapacağını söylediği için kalmaya devam
ediyordu. Udi hiçbir zaman o tip bir iş için uygun olmamış­
tı ve sıradaki, kıdeme göre, Ronen'di. Beyrut'a doğru yola
çıkmalarının arifesinde, Ronen ilk kez Bir Numara olarak
görevlendirilmişken Gadi, onca yıl Naamah yüzünden mi
Ronen'i seçmediğini kendi kendine sormuştu. Onu yanlış
anlamış, ilerlemesini geçerli bir neden olmaksızın engelle­
miş, onu çok sert olup esnek olmamakla haksız yere mi suç­
lamıştı? Bir sonraki nesli eğitmeye başlamış olmalıydı fakat
genç ajanlar arasında daha iyisini bulamamıştı. Operasyon­
ların uygulanmasını lzzy ve kendisi arasında bölüştürmeye

• ı 46
devam etmesi doğru değildi, özellikle de lzzy yardımcı ko­
mutan olarak tüm lojistik işleri idare etmeye devam eder­
ken. Ve böylece Ronen'in sırası gelmiş ve Ronen kendisiyle
beraber herkesi dibe çekmişti.
Bu felaketin meydana geldiği zamandan beri onu rahatsız
eden suçluluk hissinin ve astının aksine suçsuz bulunmanın
yarattığı hoşnutsuzluğun yanı sıra Gadi Ronen' e karşı derin bir
sempati besliyordu. Esnek olmadığı ve dalavere yapamadığı,
rol yapma kabiliyetinin sınırlı olduğu doğruydu ama aynı şey­
ler Gadi' nin kendisi için de söylenemez miydi? Şimdiye kadar
bir insanın ne kadar güçlü ve açık sözlü, dürüst, masum ve iyi
kalpli olursa rol yapma yeteneğinden o denli yoksun olduğunu
sadece Ronen değil başkaları sayesinde de öğrenmemiş miydi?
Ve Ronen gerçekten kelimenin tam manasıyla iyi bir adam­
dı; hilekar olamamasını istekle ve azimle tela.fi etmişti. Gadi,
omuzları kambur, bakışları yere dönük Ronen' e baktı ve kor­
kunç bir hüznün karın boşluğunu sıkıştırdığını hissetti.
Gadi tartışmayı farklı bir yöne çevirmek istedi. Elini kal­
dırdı ve birkaç mırıltıdan sonra sessizlik sağlandı.
"İşimizin üstlerimizi eleştirmek ya da soruşturmanın so­
nucu hakkında dedikodu yapmak olmadığını yinelemek iste­
rim. Bizim her şeyden önce değerlendirmemiz gereken konu
Ronen. Ronen'in nasıl bir insan olduğunu hepimiz biliyoruz,
onu yargılayanların her birinin altına etmesini sağlayacak nice
görevleri gerçekleştirdiğini hepimiz gördük. Umarım komis­
yonun önerisini Ronen'in bizimle kalmasını sağlayacak şekil­
de yorumlamakta özgür oluruz, bunun için gereken herkese
baskı yapacağım. Her halükarda kesin olan tek şey var: Ronen
bizi bırakmıyor ve biz de Ronen'i bırakmıyoruz. Bugün oldu­
ğu gibi gelecekte de ailemizin ve bütün sosyal aktivitelerimizin
bir parçası olacak. Ondan vazgeçmiyoruz."
Konuşmasının tonundan Gadi'nin kendisi de memnun
değildi; Ronen' e bakınca ağzından dökülenler sadece bunlar
olmuştu. Konuşmasını bitirince hoşuna gitmeyen birtakım
mırıldanmalar duydu: Naamah'ın adı geçiyordu. Oda tekrar
sakinleşince Gadi Ronen' e döndü.
"Herhangi bir şey söylemek ister misin Ronen?" diye sordu
alçak sesle.

Ronen kafasını salladı. O da Naamah'ın ismini duymuş ve


bağlantıyı kurmuştu; ekibin onu tutanlar ve ona iftira atan­
lar olarak ikiye bölündüğünü anlıyordu. Genç olanlar, ekip­
teki ilk yıllarında kendisi tarafından eğitilen David, Danny,
Sharon ve diğerleri onun tarafındaydı. Sekiz aylık eğitimden
sonra bilinmesi gereken her şeyi bildiklerini düşünürlerken
onunla yolculuk yapmaya başlamış ve eğitim kurslarının Ati­
na sokaklarından apayrı olduğunu anlamışlardı. Ronen onlara
şehrin merkezinden kaçış rotalarını gösterirken "Bu sokakları
bir taksi şoföründen daha iyi biliyorsunuz," demişti bir kere­
sinde David hayranlıkla. Ve Sharon iş saatlerinden sonra, otel
odasında belirgin şekilde cilve yaparak fazladan tavsiyeler al­
mak için çaba harcamıştı.
Ekipte biraz daha uzun süredir, üç ila beş yıldır bulunan
diğer grup birden çok kez Ronen'in gözetlemede biraz uzun
kaldığını, biri ona gelip bir şey mi arıyorsunuz, diye sordu­
ğunda da gülümsemeyi ve yardım istemeyi beceremediği için
terslenip dönüp giderek şüphe uyandırdığını görmüşlerdi.
Onlar neden Ronen'in değil de kendilerinin daha hassas işlere,
daha tehlikeli görevlere verildiklerini anlıyorlardı. Her zaman
her görevi üstlenmeye gönüllü olan, gece boyunca kar altında
gözetleme yapmaktan, belli bir yere ulaşmak için yirmi dört
saat durmaksızın araba kullanmaktan şikayet etmeyen Ronen
Avrupa, Afrika, Asya ve Güney Amerika' nın kralıydı ama di­
ğerleri Tahran, Şam ve Beyrut'ta çoktan onun geçirebileceği
zamandan fazlasını geçirmişlerdi. Ona kıdem olarak hak ettiği
saygıyı gösteriyor ama görev dönüşü yapılan soruşturmalarda
onu eleştirmekten geri durmuyorlardı.
lzzy ve Udi gibi daha deneyimli ajanlar, hemen her operas-

• ı 48
yondan sonra iş Ronen'i eleştirmeye gelince sözlerini sakınmı­
yorlardı. Artık sadece otel rezervasyonu yapmak, araba kira­
lamak, ofis ve şirketlerde soruşturmalar yapmak gibi "temiz"
işlerle ilgilenen Udi Ronen'e nazik bir şekilde çıkışırken lzzy
eleştirilerini sertçe dile getiriyordu. Ronen'in özellikle küs­
tahça davrandığı Viyana'daki bir gözetleme operasyonundan
sonra lzzy Ronen'e "Orduya geri dön. Muharebedeymiş gibi
davranmayı hiçbir zaman bırakmadın ve bir ajan olmayı da
hiçbir zaman öğrenemeyeceksin," diye fırça atmıştı.
Ve bir de Naamah yüzünden her şeyi daha keskin bir ışık
altında gören Gadi vardı. Tabii ki Naamah yüzündendi. Di­
ğer hiç kimsenin onu Gadi kadar eleştirmemesinin sebebi
buydu. Ama Gadi'nin haklı olduğunu kanıtlamamış mıydı?
Belki ekibin başka bir üyesi silahını o .şartlar altında çekmez­
di ya da en azından orada elinde silahla kalakalmak.tansa işi
bitirirdi. Diğer yandan, eğer önceden gerekli hazırlıkları yapa­
bilmiş, on yıl arka sıralarda zaman geçirip daha kolay görev­
lerde bulunduktan sonra birden Beyrut'un Şii mahallesinde
bir ölüm-kalım savaşının ortasına atılmamış olsa bu yaşanır
mıydı? Bu, tüm konulara ilişkin birkaç saniye süren, bildiğin
ve olduğun her şeyin teste tabi tutulduğu bir final sınavıydı.
Ama şimdi ne önemi vardı ki? Sonuçlar biliniyordu ve herke­
sin onlar hakkında bir fikri vardı. Soruşturma Komisyonu'nun
önünde, hatta ondan önce de uzun günler boyunca süren ekip
içi ve kapsamlı Operasyon Birimi soruşturmalarında söyleye­
ceklerini söylemişti. Kendini ve orada olan herkesi birçok kez
dinlemişti; geçen yıllar boyunca hemen hemen hiçbir hatası,
aksiliklerin hepsi karmaşık şartlarda gerçekleşmiş ve onların
üstesinden iyi, saygı duyulacak şekilde, hatta zarafetle gelmiş
olsa da tartışılıp analiz edilmeden bırakılmamıştı. Bunlara
şimdi değinmenin yararı neydi?
Gadi bir an bekledi, Ronen'in boş ifadesinin sırasıyla hay­
rete, kızgınlığa, sonra da kabullenmeye dönüştüğünü gördü.
Devam etti.
"Şahsi kanaatimi sizlerle paylaşmak isterim," dedi. Ajan­
ların Ronen konusundan kendilerini koparmalarını sağlamak
için durakladı. "Her şeyden önce sözlüğümüze yeni bir kav­
ram eklememiz gerektiğini düşünüyorum: 'Suç teşkil eden
azim'. Suç teşkil eden ihmalin akrabası." Söylediği şeyi sindir­
diklerinden emin olmak için bir süre durdu.

Orada bulunan kimse Gadi'nin bu terimi daha önceki


birim başkanıyla yaptığı bir görüşmede kullandığını ve tüm
bölüm başkanlarını kızdırdığını bilemezdi. Planlama Bölümü
Lübnan'ın derinliklerinde yapılacak çok karışık bir operasyo­
nun planlarını sunmuştu. Operasyonda ajanların görevi yeri­
ne getirmek için doğru zaman gelene kadar yolun kenarındaki
tepelerde saklanması gerekiyordu. Gadi söz istemişti.
"Bunu ekibiyle görevi gerçekleştirmek durumunda kalacak
kişi ben olduğum için söylemiyorum; Arap kılığında görev ya­
pan ajanlardan oluşan Mistaravim timi ile Rami'yi de ya da her
kimi istiyorsanız onu da gönderebilirsiniz. Ben sadece geçen bir
yıldaki operasyonlarımıza bakarak şunu görüyorum: Sürekli
risk seviyesini yükseltiyoruz. Terazinin birinde 'azim eksikliği',
diğerinde 'suç teşkil eden azim' yazıyor ve bu iki gözden sürekli
ikincisine ağırlık konulmaya devam ediliyor. Benim görüşüme
göre böyle riskler almanın yerinde olacağı operasyonlar sade­
ce konvansiyonel olmayan silahların sevkıyatına engel olmak
gibi stratejik önemi olanlar ya da kayıp askerimiz Ron Arad'ı
özgürlüğüne kavuşturmak gibi ulusal önemi olanlar. Ve bizim
burada konuştuğumuz konu bu değil."
Gadi konuşmasını bitirince oda sessizliğe gömüldü. Bir an
kendisine bakan yüzlerdeki ifadenin onaylama mı, şaşkınlık
mı olduğunu anlayamadı. Orada bulunanlar birimin kıdemli
komuta memurlarıydı: Operasyon ekiplerinin üç komuta­
nı -ki biri rütbesi ordudaki albaya denk düşen Gadi'ydi- ile
birimin Planlama, İstihbarat ve Mühimmat bölümlerinin
başkanları görüşmeye katılıyorlardı. Daha önce planlamanın

1 1 50
başı ve şimdi denizaşırı biriminin üst düzey temsilcisi olan
Coby de, Operasyon Birimi' ni bir önceki müdürden devral­
makta olan Doron da oradaydı.
Birim başkanı boğazını temizleyip "Biz bir görevin uy­
gunluğuyla ilgilenmiyoruz, sadece yapıp yapamayacağımızla
ilgileniyoruz. Bu 'yapılamayacak' bir örnek değil, bu görevi
kesinlikle yerine getirebiliriz. Alınacak riskler var, onları da
amirimize ileteceğiz. Kararı o verecek," dedi.
Bu, birim başkanının kendi rolünü algılayış şekliyle uyuş­
sa da Gadi'nin gündeme getirdiği konuya bir cevap değildi
aslında. İki personel amiri "suç teşkil eden azim" terimini sor­
guladı ama Coby "Burada suçlular olduğunu düşünüyorsan o
zaman kalk ve burayı terk et," diyerek ona saldırdı. Doron da
dahil diğerleri sessiz kaldı. Sadece İstihbarat Bölüm Başkanı
ölçünün iki yıl önce olduğundan farklı yerde olduğunu kabul
etmeye cesaret etti ama hiç kimse alenen Gadi'yi destekleme­
di. Sonrasında, koridorda Rami Gadi' nin omzuna vurarak ona
gülümsedi, başka bir ekibin başı olan Yankol, "Söylesene, ay­
rılmaya mı karar verdin? Sistemin içinde kalmayı planlayan
biri böyle konuşmaz," dedi.
Gadi, kimsenin bir operasyona, hele ki Birim Şefi' nin
desteklediği bir operasyona alenen karşı çıkmaya cesaret
edemediği bu kusurlu kurumsal yapının ne kadar sağlam
olduğunu o an anladı. Kendisi gibi hissediyor olması gere­
ken ekip komutanları bile konuşmaya cesaret edememişti.
Bundan kısa bir süre sonra Amman, Beyrut ve ekip komu­
tanının Yankol olduğu Avusturya'da bir dizi aksilik meydana
gelmişti. Genel merkez bunu içselleştirmese de en azından
ben kendi ekibime işleyeceğim, tabii eğer çok geç değilse,
diye düşündü Gadi.
"Operasyonda olan biteni 'suç teşkil eden azim'den daha
iyi özetleyebilecek bir ifade düşünemiyorum," diye devam etti
Gadi. "Başbakan'ı suçlamanın bir anlamı yok. Hiç kimse gö­
revi yerine getirmemiz için kafamıza silah dayamadı ve yeteri
kadar tatbikat yapmadan yola çıktığımızı biliyorduk. Hedefin
yerini belirledikten sonra birçok detayı sahada çözmemiz ge­
rekeceği için hiçbirimizin içi rahat değildi ama yine de yaptık.
Ve işte bu, suç teşkil eden azimdir."
"Neden o kadar acele hareket ettiğimizi unuttun mu?" diye
bağırdı lzzy.
"Hiçbir şeyi unutmadım," dedi sertçe Gadi. Birden
lzzy'nin gözüne her şey yolunda görünmüştü. Soruşturma
Komisyonu'nun Gadi onu sorumluluktan muaf tuttu diye
hakkında hiçbir yorum yapmadığı lzzy. Yardımcımın operas­
yonda belirgin bir rolü yoktu, demişti Gadi; lzzy'nin sorumlu
olduğu lojistik konusunda da herhangi bir problem çıkma­
mıştı. lzzy'nin sürecin her aşamasına dahil olduğu gerçeği onu
-ne kendi ne de Doron'un gözünde- Gadi'den sonraki ekip
komutanı olmaktan mahrum bırakmıyordu. Ve şimdi lzzy di­
ğer ajanlar arasında da konumunu belirlemeye başlamıştı.
"Hala," diye söze başladı Gadi, başlangıç noktasına döne­
rek, "hazır olmadığımızı dile getirmenin bizim sorumlulu­
ğumuz olduğunu düşünüyorum. Yukarıdan gelen talimatları
nasıl ele alabileceğimizi kendi içimizde değerlendirmeliyiz.
Eğer yapabileceğimizden kesinlikle emin ve istekli değilsek
üstlerimizi memnun etmekte, onların isteklerine rıza göster­
mekte haklı değiliz. İsrail Devleti başarısızlığımızın bedelini
ödemek konusunda isteksiz ve başarısız. Bu durum, bu olayda
Başbakan'dan başlayarak en alt düzey gazeteciye, bizim ora­
da olduğumuzu bilmeyen ve bizimle Mossad'ın beceriksizleri
diye şakalaşan arkadaşlarımızdan komşularımıza kadar her se­
viyedeki insan tarafından kanıtlandı."
Gadi'nin son sözleri birkaç kişinin oturdukları yerde kı­
pırdanmasına neden olmuştu; birçoğunun Mossad ajanlarıyla
konuştuklarını bilmeyen insanların Mossad' a yönelik eleştiri­
lerini dinlemek gibi sevimsiz tecrübeleri olmuştu.
"Sonuç olarak benim bütün bunlardan çıkardığım, bizim
evet efendimci olmayı bırakacağımız. Her birimizin görevi

1 1 52
almamamız gerektiğini bilirken sessiz kalması sadece suç teş­
kil eden azimden değil aynı zamanda fazlasıyla terbiyeli ve
itaatkar olmasından. Amirlerimize 'Ne? Aklını mı kaçırdın?'
demek bizim için uygun değil ama söylemezsek de bizden ger­
çekten ne istediklerini bilmelerine imkan yok. Onlar küçük
detayların farkında değiller."
Gadi dinleyicilerinin üstünde yarattığı etkiyi tartma­
ya çalıştı ama net bir fikir sahibi olamadı. Deniz Komando
Filocillası'nın denizcileri ya da İsrail Savunma Kuvvetleri Özel
Kuvvetler Komando Birimi'nin üyeleri gibi kendilerini taar­
ruz birliği olarak gören insanların sadece bir grup iyi çocuk ol­
duklarını kavramaları kolay değildi. Ama Gadi onları tanıyor­
du ve cam olarak da öyleydiler. Yafa ya da Rarnla'daki sıradan
bir suçlu için aynı şeyi söyleyemezdiniz ama Mossad doğuştan
katilleri ya da hırsızları işe almazdı. İyi çocukları alır, onlara
yalan söylemeyi, gizlice bir yere girmeyi, öldürmeyi öğretirdi.
Ve bunun için ödenen bir bedel olurdu.
"Bence sessiz kalmak, bizim, İsrail'in uzun kollarının, as­
lında bir grup iyi, kibar, evet efendimci olduğumuzu ifade et­
menin bir yolu. Bana göre artık en azından bu sona ermiş oldu
ve umarım aynı şey sizin için de geçerlidir."
Gadi, hem Ronen'in hem de operasyonun hatasının aynı
yerden kaynaklandığını anlamıştı. Sadece iyi niyetli adamlar
bunun gibi zorlayıcı bir operasyonun gerçekleştirilmesine izin
verir ve sadece iyi niyetli adamlar son anda tereddüde kapılır­
dı. Ronen zaten hatasının bedelini ödemişti; şimdi Gadi'nin
istediği, tüm organizasyonun kronik hastalığını iyileştirmekti.
Sistemin her bir unsurla ayrı ayrı ilgilenebileceği ortadaydı ve
hemen her operasyonda sonuç alındığı da gerçekti. Ama teş­
kilatın iyi bir adamın fazlasıyla zorlayıcı bir operasyonda Bir
Numara olarak görev alması gibi savunulamaz bir eleştiri kar­
şısında başarılı olması mümkün değildi.
Ajanlar odada huzursuzca etraflarına bakındılar, çenelerini
sadece Gadi'ye olan saygılarından kapalı tutuyorlardı; henüz
kendisiyle aynı fikirde olmadıklarını anladı. İddiasını yeteri
kadar açık ortaya koymakta başarılı olduğundan emin değildi.
Öne sürmeye çalıştığı neden ile sonuç arasındaki gizli bağlan­
tıyı anlamak onun da biraz zamanını almıştı. Ne anladılarsa
anladılar, diye düşünerek tekrar Ronen' e baktı.
"Ronen, fikrini değiştirdin mi?"

***

Ronen dudaklarında acı bir gülümsemeyle gözlerini kal­


dırdı. Aslında Gadi'yi kendisinin aşırı azminden, sonuçları
her ne olursa olsun devam etmektense bırakıp şartlar daha
avantajlı olduğunda tekrar denemenin daha iyi olduğundan
kaç kez bahsettiğine dikkat ederek dinliyordu. Ama şimdi fark
ettiği, Gadi'nin evet efendimci olmaları hakkındaki serzeniş­
leri ile arkadaşlarının öğretmen sorun çıkaran kişiyi sınıftan
atınca hiçbir şey söylemeyen çocuklar gibi ikaz edilmişçesine
sessiz kaldığı bu toplantı arasındaki bağlantıydı. Komisyonun
bulguları hakkındaki yumuşatılmış eleştirilerini ne kadar da
çabuk bir kenara bırakmışlardı.
"Evet efendimciler,'' dedi Ronen gerginlikle dolu sessizli­
ğe doğru, "başkalarının kararlarının önemli olduğunu düşü­
nenler, başkalarının kendileri hakkındaki kararlarına uyan­
lardır." Birden, orada daha fazla kalamayacağını, oradaki
varlığının uzamasının komisyon kararlarının doğru olduğu­
nu kabul etmek anlamına geleceğini, operasyonel olmayan
işlere getirilmeyi kabul etmeye gönüllüymüş gibi olacağını
hissetti. "Bir evet efendimci kendi aklına başvurmaz, sadece
söyleneni yapar. Tanrı bütün küçük iyi evet efendimcilerin
yardımcısı olsun."
Onu diğerlerinden ayıran saydam duvar, diğer taraftakiler
zorlukla seçilebilecek kadar buğulanmış gibiydi. Günlerini,
gecelerini, aylarını ve yıllarını dünyanın beş kıtasındaki gö­
zetlemelerde, takiplerde, gizlenmelerde, kaçışlarda beraber

ı ı s4
geçirdiği arkadaşları ona yalnızca ihanet etmemişlerdi, ondan
tamamen farklıydılar da.
Ronen neredeyse fiziksel olarak içinde bir şeylerin kırıldı­
ğını hissetti. Bir de Naamah'ın ona çok saf ve iyi olduğunu
söylemesini düşünüyordu. Öyleyse bu insanlar neydi? Gadi
haklıydı, onlar gerçekten sadece bir grup iyi çocuk, bir grup
evet efendimciydiler ama onları bir şeyin değiştirebileceği­
ni düşünüyorsa bu konuda yanılıyordu. Bu olaydan şahsen
etkilenmemiş kimse değişmeyecekti; sadece kendisi, Ronen
bu darbeye göğüs germişti. Savaşmalı mıydı? Yalan mı söy­
lemeliydi? Ya da ifadesini yumuşatmalı mıydı? Çok doğru ve
dürüst mü davranmıştı? Hayır, tam tersine: Bugüne kadarki
tutarlılığı şimdiden sonra olacak olana kıyasla hiçbir şeydi.
Gadi gerçekten ne düşündüklerini söylemelerini, sadece söy­
lenenleri yerine getirmemelerini mi söylüyordu? Tamam, o da
aynen bunu yapacaktı.
Oda sessizdi, insanlar Ronen'in sözüne devam etmesini
bekliyordu. Hayrete düşmüş olan Gadi de söyleyecek söz bu­
lamıyordu. İçinden, devam et Ronen içindekileri dök, diye
düşündü. Öyle yapman herkes için iyi olacak. Fakat Ronen
içindekileri dökmek istemiyordu, kafasında yeni kelimeler bi­
çimlenmedi ve içine yayılan karanlıkta ayırt edebildiği tek his
hafif bir mide bulantısıydı. Ayağa kalktı ve odayı terk etti.

Ronen ağır ağır çıkıp odasına yöneldi. Odası asıl olarak


çalışmak, rapor yazmak ve manevralar arasında dinlenmek
içindi ama meslekte on yıl orayı Ronen'in ekipteki tarihçesini
anlatan şeylerin deposu haline dönüştürmüştü.
Masasının arkasında asılı duran mantar pano gelişigüzel bir
şekilde Ronen'in fotoğraflarıyla kaplıydı: takım elbise giymiş
Arap şeyhleriyle kahve içerken, oryantal tarzda döşenmiş bir
restoranda yerel işadamlarıyla yemek yerken, karlı bir havali­
manında küçük bir özel jetin yanında bir Rus kalpağıyla gös­
teriş yaparken, isimsiz bir marinada zengin yatların arasında
bir hız teknesinde giderken, ekip manevraları sırasında balı­
kadam elbisesiyle bir plastik botta otururken, dünyanın çeşitli
başkentlerinde ekip üyeleriyle sarılmış poz verirken.
Ronen büyük bir seyahat çantasını açtı ve içine fotoğrafla­
rı doldurmaya başladı. Ondan sonra topladığı onlarca hatıra
objesini, rengarenk taşlarla üzerine egzotik olan ya da o kadar
da egzotik olmayan birçok ülkenin isimleri yazılmış kuruları,
fildişi, altın, gümüş ve bakır işlemeli kılıfları olan bıçakları dik­
katle raflardan boşalttı. Büyük bir özenle çantaya tahtadan ve
deriden yapılmış atları, develeri, filleri ve son olarak da Brezilya,
Arjantin ve Paraguay'ın birleştiği bölgeye yaptığı kısa bir seya­
hatte kendisine aşık oluveren genç bir kadının ona verdiği yün
ve deriden yapılmış lamayı ekledi. Bu noktadaki birçok şehirde
Hizbullah bir altyapı kurmaya karar vermiş ve Buenos Aires'teki
İsrail elçiliğini bombalayan adamları buradan göndermişti. O,
Danny ve David oraya yakın lguazu Şelaleri' ni görmeye gelen
binlerce curisnen üçü gibi davranarak Hizbullah' ın adamlarının
yaşadığı, ibadet ettiği, toplandığı yerleri bulana kadar bir aşağı
bir yukarı dolaşıp sonra Gadi, lzzy ve binakım küçük kayıt ci­
hazlarıyla geri dönmüşlerdi. O andan sonra elçiliklerinden biri­
ni havaya uçurmayı planlayacak olurlarsa önceden bileceklerdi.
Ronen odadaki yatağın üzerine biri büyük biri küçük iki
bavul yerleştirip içine dar metal dolaptan çıkardığı kıyafetleri
yerleştirmeye başladı: iki takım elbise, yazlık ve kışlık birçok
takım elbise ceketi, hayatının geri kalanında giyebileceğinden
fazla beyaz gömlek ve artık ihtiyaç duymayacağı çok çeşitli
kravatlar. Dolabın çekmecelerinden kotları, fitilli kadife pan­
tolonları, eşofman takımlarını, ekose gömlekleri -beş kıtada
her durum için gerekli olabilecek kıyafetleri- çıkardı. Harca­
malarının neredeyse dörtte birini teşkil eden yıllık kıyafet büt­
çesiyle alınmış bu giysileri tutmasının doğru olup olmadığın­
dan bir an şüphe etmesine rağmen dolaptan çıkarıp bavullara
atmaya devam etti. Yatağın altından kumaş bir seyahat çantası
çekip içini siyah, kahverengi, şık, gündelik, yazlık, kışlık ayak-

1 1 56
kabılarla doldururken kendi kendine, acaba bu bavullar bile
benim değil mi, diye sordu.
Sonra birden durdu. Neden bu hiç istemediği ve ihtiyaç
duymadığı kıyafetleri topladığını merak etti; ne takım elbise­
leri, ne şık ayakkabıları ne de bavulları istiyordu. Hayatının o
dönemi bitmişti.
Sharon odaya girince Ronen ona döndü. Sharon gözlerin­
de yaşlarla ona sarıldı. Elleriyle gömleğini ve sırtını kavradı.
Ronen ona hafifçe sarılarak karşılık verdi.
Beraber ilk seyahatlerinde Tel Aviv'deki eğitim çalışma­
larında olduğu gibi Ronen, Sharon'un ilgisinin sadece yeni
bir ajanın kursta öğrendiklerinin aslında ne kadar az oldu­
ğunu her gün kendisine gösteren kıdemli eğitmenine duydu­
ğu hayranlıktan ibaret olduğundan emin değildi. İkinci yol­
culuklarında danışma ya da olayları analiz etme arzusunun,
Sharon'un arzu ettiği gibi kendisinin ya da onun otel odasın­
da sürüp gitmesinin sadece mesleki kaygılardan kaynaklan­
madığı ortaya çıkmaya başlamıştı. Uzun boylu ve epey çekici
olan Sharon Ronen' e göre biraz fazla zayıftı ama küçük sert
göğüslerinin, uzun ince boynunun ve sıkı bir kalçada son­
lanan Vogue standartlarındaki uzun, güzel bacaklarının bir
büyüsü olduğu kesindi. Ronen onu görmezden geldi, o da
imalarla yetindi. Ta ki Paris' e kadar.
Basit bir görevdi. Fransa'nın başkentinde İranlı bir terörist
yapılanmasını ortaya çıkarmak üzere İranlı istihbaratçıların
gittikleri yerleri, buluştukları kişileri, kaldıkları gizli daireleri
tespit edeceklerdi.
Sharon otel odasının kapısında belirip "Ekip yönetmelikle­
rinde eğitmenine 3.şık olmakla ilgili bir şey var mı bilmiyorum
ama bunu kendi başına bulmana bel bağlayamam," dedi.
Ronen gülümsedi, Sharon'un sarı, kısa, erkeksi saçlarını ka­
rıştırarak, "Önemli olan yönetmelikler değil. Ve teşekkür ede­
rim ama bunu bu noktada bırakalım," dedi. Sharon kızarınca
ekledi: "Çok sevimlisin."
"Sevimli mi?" Sharon ona şaşkınlık, kızgınlık ve meydan
okuma karışımı bir ifadeyle baktı.
Sharon'dan birkaç yaş daha büyük olan Ronen konu ka­
dınlar olunca bir oğlan çocuğu gibiydi. Naamah onun hayal
edebileceği ve hayal ettiği her şeydi.
"Söyleme şeklini kastetmiştim. Sen çok, çok güzel bir ka­
dınsın. Çekicisin de. Ama bu noktada duralım," dedi yine.
Sharon yaklaştı, parmak uçlarında yükseldi ve onun bur­
nunun ucunu öptü. Geri dönüp dışarı çıktı ama Ronen onun
dudaklarındaki küçük, gizli zafer gülümsemesini fark etmişti.
Bunun sadece bir zaman meselesi olduğunu biliyordu.
Bir yıl daha geçti. Sharon artık operasyonel aktivitelere
tam olarak katılıyordu. O ve Ronen İran' a konvansiyonel ol­
mayan silah parçaları sağlayan bir fabrikaya gizlice girmişler­
di. Henüz onlar içeride çalışırlarken dışarıda gözcülük yapan
ajanlar beklenmeyen misafirlerin geldiğini bildirdiler. Takım
planlandığı gibi dağıldı. Ronen ve Sharon onları kaçırmak
için bekleyen arabanın karşı tarafındaki ağaçlığa çekildiler ve
bir saatlik yoldan sonra saklanmak için dağdaki bir otelin boş
kalan tek odasını bulabildiler.
Duş aldıktan, otomattan aldıkları sandviçleri yiyip yine oto­
mattan aldıkları kahveleri içtikten sonra hiç konuşmadılar. Ro­
nen ne o ne de kendisi için mazeretler üretmek istemiyordu. Ya­
bancı, alışık olmadığı bir vücudun dokunuşunun ve kokusunun
ne kadar heyecan verici olabileceğini, küçük kaygan bir dilin
ağzında dolaşmasının harikalığını, uzun ince bacakların beline
dolanmasının büyüsünü, daha fazlası için yalvaran baygın bir
sesi unutmuştu. Yalvaran, Naarnah gibi talep eden değil.
Ronen ilk seferinde kendini haklı görmeyi başarmıştı ama
ikincisinde Naamah'a karşı kendini kötü hissetti. Ekipte sır
tutmanın ne kadar zor olduğunu da biliyordu ve önlerindeki
partiyi, Naamah'ın, kendisiyle Sharon arasında geçenleri bi­
len insanların arasına karışacağı partiyi düşünmek ona daya­
nılmaz geliyordu.

ıı ss
Ronen bu konuda Sharon'la konuşmadı, sadece kendilerini
tekrar beraber bir otelde bulabilecekleri durumların oluşma­
masını ayarladı. Sharon da görünüşe göre vazgeçmişti.
Şimdi kollarında ağlıyordu ve Ronen onun kendisi için
mi, yoksa ilişkilerinin bir geleceği olmadığı için mi ağladığını
bilmiyordu. Sharon'un sırtını kavrayan kendi elleri gevşekti.
Ronen onun da ellerini gevşettiğini hissetti, sonunda Sharon
kendisini bıraktı ve aceleyle odadan çıktı.

Odanın duvarlarında sadece üç çerçeve kalmıştı. Ronen


onları yavaşça, sırayla her birine bakarak indirdi. Birincisinde
etrafında Etiyopyalı çocuklarla çöldeydi. Başbakan'ın yazdığı
bir yazı şöyle diyordu: "Siyonizm'i bir hayalden gerçeğe dö­
nüştüren birkaç kişiye ithaf edilmiştir." Bu Mossad'daki ilk
senesinde gerçekleşmişti. İkincisi Mossad Başkanı tarafından
"İsrail güvenliği ve istihbaratı için çok değerli bilgiler elde
edilen bir operasyonda, düşman hattı arkasında çok zor ko­
şullarda hedefe ulaşmakta gösterilen kararlılık" için verilmiş
bir teşekkür belgesiydi. Ronen üçüncüyü de duvardan aldı.
Bu şair ve şarkı sözü yazarı Haim Hefer'in Adres isimli şiiriy­
di. Dizeler şöyle diyordu:

Sağlığına kadeh kaldırmak istiyor bu ulusun insanları


Perde arkasında gizlilik içinde çalışan arkadaşlarımız
Kalpten bir teşekkür gönderirdik bir bilsek
Neresi gönderileceği yer mektupların, hangi adres.

Üzerinde başka bir başbakan tarafından yazılmış bir yazı


vardı: "Patlayıcı Şimşek Operasyonu'na katılan Ronen'e: Ad­
resi bilen ben, sana teşekkür ediyorum."
Ronen çerçevelenmiş şiire ve yazıya baktı, üç çerçeveyi ya­
vaşça küçük çöp kutusuna bıraktı ve odadan çıktı.
2

Evinin arkasında dalgalar üzerinde sörf yapmak için dün­


yadaki bütün zamanlar onundu. Ronen sörf tahtasını aletle­
rin durduğu barakadan aldı, kalkan plastik parçalarını soydu,
biraz yağ ve boya sürdükten sonra sörf tahtası yeni . gibi ol­
muştu. Kendi başına sörf yaptı; başka hiç kimse sörf sezonu
gelmeden dalgalar üzerinde kayacak kadar deli değildi. Bazen
tepenin üzerindeki evlerinin bahçesinden kendisini seyreden
Naamah' ın suretini görüyordu. Vücudu hareketleri oldukça
çabuk hatırlıyor, dalgadan dalgaya ustalık.la slalom yapıyor­
du. Hissettiklerini de aynı çabukluk.la hatırlamayı umut etti;
ama günler, hafcalar boyunca soğuk suyla temas etmek, dal­
gaların üzerinde dolaşmak ve denize hakim olmak, o sonsuz
hazzın, sörf yaparken içinde titreşen zafer hissinin anısını
canlandırmaya bile yetmedi.
Onlara hiç uygun olmayan tuzlu topraklarda gül dikmek
için dünyadaki bütün zamanlara sahipti. Büyük çukurlar aça­
cak, onları toprak.la dolduracak, gülleri dikecek, sulayacak
ve yapraklarda rüzgar yüzünden biriken tuzları temizleyecek
zaman vardı. Ve güllerin arasına mevsimlik çiçek dikecek ve
solgun tuzlu toprağı girintili çıkıntılı sahil taşlarıyla çevreleyip
küçük bir su kabıyla sulanan koyu kahverengi çiçek tarhlarını
kırmızı, pembe, mor ve beyaz çiçeklerle bezeyecek kadar. Na­
amah kendisine bahar yaklaşırken delikli sulama borusu döşe­
menin iyi bir fikir olup olmayacağını sordu ama Ronen ona
gerekli olmadığını söyledi. Sulama için yeterli zamanı vardı.
Ve küçük bir spor salonuna dönüştürmek istediği bod­
rum katını temizlemek için de dünyadaki bütün zamanlara
sahipti. Kum ve çimento getirip zemine ince bir tabaka beton
dökerek düzleştirdi, duvarları beyaza boyadı, ağırlık kaldırma
ünitesini onardı ve çok amaçlı kondisyon aletiyle bir de koşu
bandı siparişi verdi. Yağmur sezonunun başlamasıyla Ronen
sahilde koşmayı bıraktı, koşu bandına geçti, sonra da buna bir
saat ağırlık çalışmayı ekledi. Lital uyurken Naamah aşağı iner,
onunla beraber çalışır, hızlanmış nefes alıp verişleri konuşma
ihtiyacının yerine geçer, kelimelerin eksikliğini örtbas ederdi.
Tekrar çalışmaya başladığında, bu kendi kendine dayattığı
avarelik ayları geride kaldığında ofis olarak kullanabileceği kü­
çük tavan arasının duvarlarına kaplama yapmak için de dün­
yanın bütün zamanlarına sahipti. Çatı penceresinden görünen
tek şey denizdi ve kendini saatlerce, beraberinde getirdiği ince
ahşap kaplama parçalarının yanında boş boş durup büyülen­
miş halde denizi izlerken buluyordu. Neredeyse pencerenin
önünden her geçişinde manzara onu oraya hapsediyor ve de­
nizin her seferinde söyleyeceği farklı bir şey oluyordu. Bazen
sonsuz olasılıkların koyu, çok koyu mavisi, bazen belirsiz bir
geleceğin durgun gök mavisi, bazen titrek yeşil, bazen tehlike­
lerle dolu bir griydi. Öğleden sonraları, görüşü ve düşünceyi
kör eden bir altın rengine bürünürdü. Ve alacakaranlıkta - ta­
mam, alacakaranlığı tavan arasındaki manzara çok dar oldu­
ğundan denize bakan verandada geçirmeyi tercih ederdi.
Alacakaranlıkta gökyüzünün ve denizin her bir parçasının
Ronen'in gözleriyle yediği farklı bir şekli, farklı bir rengi olur-

1 1 62
du. Elinde sıcak bir fincan kahveyle -güneşin batışı ve deniz­
den gelen rüzgarın şiddetini artırmasıyla sıcaklık düşmüş olur­
du- oturup pembenin önce turuncuya, sonra kızıla ve sonra
her an koyulaşan mora dönüşmesini, göğün her bir parçasının
sürekli değişmesini içine çeker gibi izlerdi. Güneş battıktan
sonra bile ışınları, kuzey ve güneydeki bulutlar çoktan mor­
dan gecenin koyu mavisine dönmüşken, battığı yerin hemen
üstündeki bulutların kenarlarını altın rengine boyamaya de­
vam ederdi. Batıdaki bulutlar içlerinde saklı olan ışığın tadını
çıkarmaya devam eder, ondan ancak yavaş yavaş feragat eder,
savaşmadan bırakmaz, prizmadaki renkleri teker teker kaybe­
derdi; önce altın, sonra pembe, sonra turuncu ve sonunda ka­
çınılmaz olan karanlık.
Bulutların aslında kendi kuralları, her an değişen kendi
şekil ve renkleri vardı. Bazıları güneşin altın rengi ışınlarını
emer, onları pembe olarak yansıtırlardı. Bazıları onları tavan
arasına boya rengi seçerken kullandığı boya kataloğunda ismi
bulunmayan renklere kırarlardı. Sadece doğrultu belliydi:
Her şey karanlığa doğru yol alıyordu. Her akşam yakalayıp
saklamaya çalıştığı şeyin kaybolması zaman meselesiydi. Ya­
kın zamana kadar güneşin ufka -deniz çizgisine değil onun
hemen biraz üstüne- değmesiyle düzleşmeye başlayıp önce
bir Rus Ortodoks kilisesinin soğan şekilli kubbesine, sonra
bir cami kubbesine, sonra bazen bir bomba patlamış gibi
bir haleyle taçlanan bir masa lambası şapkasına dönüştükten
sonra aniden denizin üzerinde sadece parlayan bir çizgi gibi
kalıp sonra yok olması arasında geçen sürenin iki ya da üç
dakika olduğunu fark etmemişti.
Mevsimler birbirini kovalarken güneş battıktan sonra
çok daha uzun süren bu zamanın güzelliğinde teselli bulmak
mümkün oluyordu. "Eksi altı derece" oluncaya kadar geçen
on beş dakika, güneşin ufkun altı derece altında olduğu ve gü­
neş ışınları tepelerin zirvelerini aydınlatarak, bulutlardan priz­
ma gibi yansıyarak can çekiştiği için hala düşman tarafından
görülebilir olduğun ve suyun altında kalman gereken zaman;
"eksi on iki derece" oluncaya kadar bir on beş dakika daha,
güneş zaten teslim olduğundan savaşı kaybettiği ve arkasında
sürüklediği koyu mor ve mavinin gecenin krallığı için yolu
döşediği için kafanı sudan çıkarabileceğin ve yavaşça sığ su­
lara yüzebileceğin zaman; ve "eksi on sekiz derece" oluncaya,
hava tamamen kararıncaya kadar on beş dakika daha, çöme­
lerek, çitleri geçerek ilerlediğin, pozisyon aldığın ve saldırmak
için emir beklediğin zaman. Tüm bunlar başka bir filmin gö­
rüntüleriydi, çok uzakta kalan, artık bir parçası olduğundan
emin olamadığı bir filmin.
Önce en dıştan ele geçirerek ve sonra, bunun başka tür­
lü sonlanmasının mümkün olmadığını bildiği için sessiz ve
şamatasız merkezi kuşatarak, geniş bir yay şeklinde sokulan
istilacı gecenin güzelliği de teselli veriyordu. Ve merkez cep­
hedeki savaş tamamlanmadan önce, gece, ışık kalıntılarının
ufukta tam önünde beyaz bayrak sallamasına izin veriyordu.
Orada burada birer yıldız. Savaş sona erdiği anda bayrak taşı­
yıcılar siperden beyaz bayrağı tekrar tekrar kaldırıyordu. Belki
de bunlar aslında mezar taşlarıydı, sonucu belli olan savaşın
kayıpları, "Cennet' in parıltısı gibi parlayanlar". Daha baştan
başarısızlığa yazgılı, demişti Soruşturma Komisyonu.
Ama belki hiç de öyle değildi. Belki "Tanrı bir kapıyı kapar,
diğerini açar" dı ve tek bir kötü niyetli, kör eden kuru güneş,
ona ordudaki bitmez tükenmez yürüyüşlerde eşlik eden güneş
yerine yalnız seyir eğitiminde olduğu gibi gece görüşüne yar­
dım eden birçok küçük yıldız vardı. Çok fazla olduklarında
bir araya gelen halelerini görebiliyor, aniden Samanyolu be­
lirgin hale geliyor ve çalıştığı kitaplarda gördüğü haritalardan,
kendisini, Dünya'yı, Güneş Sistemi'ni çevreleyen yüz milyar
yıldızın oluşturduğu tekerleğin tek bir teli olan ve üzerinde
parlayan kuşağa göre nerede olduğunu bilebiliyordu.
Nerede olduğunu gerçekten biliyor muydu? Düşüncesi bile
komikti. Aslında değil nerede olduğunu, kim olduğunu bile

' 1 64
bilmiyordu. Annesinin, babasının, verandadaki arkadaşlarının,
çocukluğunun Ronen'i miydi, yoksa Lübnan'da baskınlar yapan
Deniz Komando Filotillası'nın Ronen'i mi, Avrupa sokakların­
daki gözetleme ve içeriye sızma görevlerinin Ronen'i mi ya da
kontrol edemediği büyük mutlulukların ve yoğun tutkuların,
Naarnah'ın Ronen'i mi? İçeride bir yerde gizli bir acıya dokun­
duğu için birden yanaklarından yaşlar yuvarlanır, Naarnah on­
ları yalar, olanca gücüyle başını kollarının arasına alır, kendisi de
gözünde yaşlarla, bu kadar sevmenin mümkün olduğunu ben
de bilmiyordum, derdi ve bunlar Ronen'in ona inandığı yegane
zamanlardı. Ya da her hazırlık ve ayrılış kalbini ikiye ayırdığın­
dan evden ayrılmamayı tercih eden Lital'in Ronen'i mi; ya da,
Sharon'a karşı koyamayan, eve kendisine kızmış halde gelip
kızgınlığını anne babasına ya da Naamah'a yönelten yalancı
Ronen mi; yoksa ekipte on yıl, daha önce de Deniz Komando
Filotillası' nda beş yıl boyunca çalışmasının ve yaşamının amacı
olan, tüm varlığıyla Bir Numara olması gereken kritik anda, bir
anda Lital'in babası ve sahilde oynayan bir çocuk olmaya geri
dönen, bütün dünyası altüst olmuş ve bütün bir ulusun yükü­
nün omuzlarına çökmesiyle parçalanan başarısız Ronen mi?
Ama kim olduğunu ya da daha ne kadar var olmaya de­
vam edeceğini bilmese de karanlıkta, denizden esen rüzgarda,
altında hareket eden ve nefes alan karanlığın içinden görebil­
diği kıyıya vuran dalgaların köpüğünde teselli bulabiliyordu.
Bazen öylece uyuyakalır, Naamah da parmak uçlarında ona
yaklaşarak çocukluğundan beri onun olan yün battaniyesini
üzerine örterdi.

***

Naamah ahizeye "Bayan Dolev, buyrun," dedi, neşeli ol­


maktan çok azarlar tonda bir sesle. Hattın diğer ucundaki
Gadi şaşırmıştı. "Daha önce aramadığım için üzgünüm Na­
amonet," dedi. Gadi' nin ona taktığı, başka bir zamana, başka
bir duruma ait bu takma isim Naamah'ı irkiltti. Hiçbir şey
olmamış gibi ona bu isimle hitap edebileceğini nasıl düşü­
nebiliyordu? Bunca zaman sonra ona başka bir şekilde değil
Naamonet diye sesleniyordu. Sanki Ronen'e -ve kendi kendi­
sine- sayısız kereler aralarındaki ilişkinin bitmiş bir ilişki ol­
duğunu söylememiş gibi. Ama hayatın kendi kuralları, kendi
akışı vardı ve Gadi her zaman arka plandaydı.
"Daha erken aramam gerektiğini biliyordum, istedim de,
ayrıca bu ne de olsa benim işim ama Ronen aramamamı söy­
lediğinden beri bu bir probleme dönüştü,'' dedi Gadi tered­
dütle, "ve bu ay çok yoğundu. Seyahatlerin arasında neredeyse
sadece iki gün evde olabildim."
"Evde." Eğer Naamah'ın Gadi'ye ültimatom vermesine ne­
den olan saldırganlığı olmasa, eğer Gadi'nin onunla orta yolu
bulmayı dahi reddetmesine neden olan inatçılığı ve kibri olmasa
Naamah'ın da evi olabilecek evde. Sanki aşkları var olmamış,
sanki öylesine eşsiz ve büyüleyici deneyimleri paylaşmamışlar,
sanki hiç delicesine sevişmemişler gibi. Başka kim K.ıbrıs'ta bir
motosiklette sevgilisinin arkasına oturup Nahariya saldırısından
birkaç gün sonra saldırıyı gerçekleştiren Suriyeli üç FHKC aja­
nını taşıyan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi temsilcisinin araba­
sına yetişmiş, mini-Uzi silahını sevgilisiyle uyum içinde çekerek
-adam sürücü koltuğuna, kadın yolcu koltuğuna- cephanesi­
ni boşaltmış, aracı mermi deliği içinde bırakmıştı. Gadi gaza
yüklenip ileri atılınca ona sımsıkı yapışmıştı ve üç hızlı dönüş­
ten sonra engebeli bir yolun yakınında park edilmiş penceresiz
minibüse ulaşmışlardı. Sürücü hemen rampayı indirmiş ve göz
açıp kapayıncaya kadar motosikletle beraber içine girmişlerdi.
Çabucak kasklarını çıkarıp deri kıyafetlerini değiştirmiş, silah­
larını verip yakınlarda park edilmiş Fiat'ın anahtarını almış,
şehre geri dönmüş, doğrudan gizlenecekleri daireye gitmişlerdi.
Ya Gadi kapıyı arkalarından kapatır kapatmaz sevişmeleri. Na­
amah çoktan üzerine yapıştığı için arkasını dönmeye bile fırsat
bulamamıştı, o kadar ıslaktı ki Gadi evde çamaşır makinesi var

•ı 66
mı, diye sordu: "Bütün gün pantolonumda senin kokunla do­
lcişmak istemiyorum." Daha Gadi pantolonunu çıkarırken Na­
amah onu içine almıştı bile ve Gadi "Komşular her an gelebilir,
biraz yavaş ol," demiş, Naamah da onun omzunu ısırmıştı. Ve
Gadi'yi yatağa çekmiş, sırtüstü yatırıp üzerine çıkmış ve içinden
kayıp çıkmasın diye aşağı yukarı değil ileri geri gidip gelerek bo­
şalmıştı. "Böyle gelmen için birkaç Arap'ın ölmesinin gerekmesi
çok kötü,'' demişti Gadi. Aynı gece eve dönmek üzere denize
açılınca ''Akdeniz'deki en aşağılık sevişme"yi kutlamışlardı ve
sonrasında sakinleşince Naamah ona "Birçok adamla seks yap­
tım ama bir tek seni becerdim,'' demişti. Aşıktı ve bunun olması
gereken şey olduğundan emindi.
"Daha önce aramadığım için üzgünüm," dedi Gadi, kendi
düşüncelerini toplayıp Naamah'ı anılarından kopararak.
"Üzülme,'' dedi Naamah soğuk soğuk. "Aşk hiçbir zaman
üzgün olduğunu söylemek wrunda kalmamak demektir."
Gadi hattın diğer ucunda gülümsedi. İşte Naamah ve onun
farklı anlamlara çekilebilecek sözleri. Gadi onun bunu yaptığı­
nın farkında olup olmadığından emin değildi, yıllardır hiçbir
yere varmayan bu oyunların. Ronen emrinde çalışırken, hele
ki şimdi bunun olmasına izin veremezdi. Bu yüzden onunla
iletişimini kesmişti: Naamah'ın aslında onu istediğini ve aptal­
ca bir oyunun her birini farklı yönlere savurduğunu keşfetmesi
çok korkunç olurdu. Helena ile arası kötü olduğundan değil
ama bir doğanın yarattığı yollar, bir de insanların yarattığı yol­
lar vardı. Naamah'la paylaştığı yol ilkiydi.
"Tamam, üzgün değilim ama yaşadığınız şeyleri düşün­
meden geçirdiğim tek bir gün bile yok. Her ikinizin de." Ses
tonunu yumuşatmak için çaba gösterdi: "Ronen benimle ko­
nuşmaya hazır mıdır dersin? Havaalanına gidiyorum ve dü­
şündüm de . . .
"

"Bir dakika bekle." Naamah' ın sesi tekrar mesafeli ve so­


ğuktu.
Mutfağı geçip bahçeye çıkan kapıya gitti. Ronen, üzerinde
eski bir asker pantolonu ve mavi bir tişört, arkası ona dönük
çiçek tarhlarının başında çömelmiş yabani otları ayıklıyordu.
"Gadi arıyor," dedi Naamah, ahizenin ağız kısmını eliyle
kapatarak, "havalimanına gitmek üzere yoldaymış ve bir mer­
haba demek istiyor."
Ronen çömeldiği yerden kalkmayarak yan döndü. "Ona
meşgul olduğumu söyle," dedi ve yeniden yabani otlarına
döndü.
"Hadi ama Ronen," dedi Naamah hem itiraz hem ayıpla­
ma içeren bir tonda ama Ronen cevap vermedi. Sırtı gerildi ve
parmakları öfkeyle otları ayıklamaya devam etti. Naamah iç
geçirdi, içeri girdi ve ahizeyi tekrar kulağına yaklaştırdı.
"İkinizle ilgili bir gelişme kaydedemiyorum. Sen ve senin
'iş'in, o ve onun yabani otları. Görünüşe göre yabani otlar
daha önemli. Konuşmak istemiyor."
"En azından bahçe çiçek açıyor."
"Bahçe gerçekten bakımlı," dedi Naamah, Gadi'nin oyunu­
nu reddederek, "ama Ronen canlılığını yitiriyor. Ve bahçeyi sap­
lantı haline getirmiş olmasından gerçekten hoşlanmıyorum."
"Hiçbir şey yapmadığını zannediyordum. En azından son
konuşmamızda bana öyle söylemiştin." En son ne zaman ko­
nuşmuşlardı, iki ay önce mi? Ronen ona bir daha aramamasını
söylediğinde miydi?
"Evet, ama hiçbir şey yapmama konusunda takıntılı.
Mossad' ı tamamen bırakması bir hataydı." Bir an düşündük­
ten sonra ekledi: "Prensipleri devreye girdi."
"Ona yapmaya hazır olduğu işi vermeleri için elimden ge­
len her şeyi yaptım," dedi Gadi.
Bir kez daha Ronen'in sözcüsüne dönüşen, olayları gör­
memiş ve teşkilatın tepki göstermesinin nedenini anlamıyor­
muş gibi, tamamen onun tarafını tutarak Naamah'tan özür
diliyordu.
"Gerçekten Mossad'da kalmasını istedim, keşke daha fazla
şey yapabilseydim," diye ekledi.

• ı 68
''Ama yapmadın," diye kısaca özetleyerek Naarnah konuş­
mayı bitirdi.
Gadi düşünceleriyle baş başa kaldı. Onu üzen Naamah'ın
mesafeli oluşu değil, Ronen'in onunla konuşmak isteme­
mesiydi. Gadi'ye bir daha kendisine iş teklifinde bulunma­
masını, artık kimseyle konuşmak istemediğini, hayatında o
defterin kapandığını söylediği zaman ortada olan isteksiz­
likti. Ama yine de Gadi denemişti; Ronen onun şahsi başa­
rısızlığıydı. Onu eğiten, diplomasını veren, çalıştıran oydu;
Ronen'in adına Mossad'ı yumuşatması gereken kişi oydu.
Komisyonun önerilerinin cehennemin dibine kadar yolu
vardı, burada on sekiz yaşından beri ülkeye hizmet etmiş ve
ne merkezde masa başında bedava öğle yemeği yiyerek altmış
beş yaşına kadar oturmak ne de Tel Aviv sokaklarında yeni
ajanları eğiterek eğlenmek isteyen bir adamdan bahsediyor­
duk. Böyle kaç tane adam vardı ki?
En başta Gadi onu ek.ipte İsrail'deki eğitimlerden sorum­
lu mühimmat ve nefsi müdafaa baş eğitmeni olarak tutmak
istemişti ama ne var ki bu seçenek hem Ronen hem de Ge­
nel Merkez tarafından reddedildi. Birimin başı Gadi'ye, "Bu
komisyonun önerilerine uygun değil," Ronen ise, "Yarım iş
olmaz. Ya hep ya hiç," demişti. Ronen'in ekibin çevresinde
bile kalmak istemediği belli olunca Gadi onun için savaşmak­
ta daha özgür olmuştu. Şimdi hiç kimse Naamah'ı yakınında
tutmak istediğini fısıldayarnazdı. Ronen evde çürürken hiçbir
şey olmamış gibi davranmak ona dayanılmaz geliyordu. Ken­
disi bunun Naamah'la hiçbir alakasının olmadığını biliyordu
ya bu onun için yeterliydi. Bu, bir komutanla onun astı ara­
sındaydı. İki arkadaş arasında.
Evet, her şeye rağmen arkadaştılar. Yurtdışı seyahatlerde gö­
zetleme yaparken uzun saatler boyunca beraber vakit geçirmiş
ya da motosikletle hedef takip etmiş veya yabancı bir şehirde
bir otel odasında sadece oturmuşlardı. Gadi kendini ona çok
yakın hissediyor, diğer ekip üyeleri gibi onu da küçük kardeşi,
orcağı gibi görüyordu. Gadi ekibini gerçekten seviyordu. Her
birinin korkuyla, evden uzak olmakla, düşman bir çevrede bu­
lunmakla başa çıkma yöntemleri farklıydı; her birinin cesaret,
zeki, kıvraklık, muhakeme ve sadakat gibi özellikleri benzer­
sizdi. Bazıları aynı zamanda hilekardı ki onlarla uğraşması ko­
lay olmuyordu ama en azından Ronen'le bu açıdan problem
yaşamıyordu. Ve her birinin kendine özgü davranışları vardı;
ne de olsa tamamen normal olan hiç kimse onların bulunduk­
ları yere ulaşamazdı. Dışarıdan hiç kimsenin ne yaptığınızı bi­
lemeyeceği, bu "teşekkür" beklemeyen işi yapmak muhakkak
parlak bir zeki ve gizli bir delilik istiyordu. -
Şimdi ise küçük kardeşi yaralanmıştı ve bunda onun da
payı vardı; yardıma ihtiyacı vardı ve Gadi ona yardım edebi­
lirdi, dolayısıyla yapabileceği her şeyi yapacaktı. Naamah' ın
varlığı arka planda solup kayboluyordu. Bunu onun için yap­
mıyordu; bu, onun ve Ronen'in arasındaydı. Başka ekip başla­
rını, başka departmanları devamlı arayarak adını şimdiden bir
baş belasına çıkardığını biliyordu. Ama üstleri olumlu cevap
verip enteresan işler bulduklarında bile Ronen kararlıydı: Ge­
nel Merkez çalışanlarından biri olmayacaktı, "Yeni Başlayan­
ların Eğitimcisi" olmaya hevesli değildi.
Son seyahatine çıkmadan önce Gadi bir kez daha Ronen' e
daha az ön planda olan, Avrupa'daki terör faaliyetlerini takip
eden, güven içinde çalışan bir ekipte iş verilmesini rica et­
mişti. Doron çok hevesli gibi görünmese de konuyu Mossad
Başkanı' na ileteceğine söz vermişti.

***

Helsinki'den gelen El Al uçağı terminale biraz uzak bir


mesafede durdu. Uçak daha durmadan ayağa kalkıp koridor­
da bekleyen yolcular hidrolik merdivenler yerleştirilir yerleş­
tirilmez kapıya hücum etti. Gadi, David ve ekibe yeni katıl­
mış Rusça konuşabilen lna, uçağın ön tarafındaki sıra azalana

•1 70
kadar yerlerinden kalkmadılar. Takım elbiseler içinde, kalın
paltolar ve küçük valizler taşıyarak sıranın sonuna katıldılar
ama kendileriyle terminale gidecek otobüse doğru ilerleyen
diğer yolcular arasında mesafe bıraktılar.
Havanın yeni kararmış olması, merdivenden inen üçlünün
diğer yolculardan ayrılmalarını ve uçağın burnunda kendileri­
ni bekleyen iki Mazda Lantis ve bir minibüse doğru yürüme­
lerini mümkün kıldı. Operasyon Birimi Şefi Doron ve birimin
İstihbarat Bölüm Müdürü Eli onları bekliyordu. Üç sürücü
de arabalarından indi ve Gadi, David ve Ina'nın ellerini sıktı.
"Şef, yürüttüğünüz operasyonla ilgili en içten tebriklerini
iletti," dedi Doron Gadi'nin elini sıkarken. Gadi Doron'la bir­
çok görevde bulunmuştu ve onu birçok kez tatsız durumlardan
kurtaran profesyonelliğine, cesaretine, soğukkanlılığına saygısı
büyüktü. Doron Beyrut'taki başarısızlıktan kendini kurtarıp
Gadi ve ekibine sırt çevirince, iyi görünüşlü ve sıradışı uzun,
kıvırcık saçlı Doron'la arasına mesafe koymuştu. Sanki kullan­
dıkları metodu hala ekip komutanı olduğu sıralarda Doron'un
kendisi bulmamış ve işe yarayacağından tamamen emin olma­
sa operasyonun yapılmasını önleyemezmiş gibi!
Yine de Gadi Doron'un havaalanına kadar gelip Başkan'ın
tebriklerini iletmesini, adet olduğu üzere sıradışı önemli başarı­
lara gösterilen bu jesti takdir ediyordu. Rus-İran silah antlaşma­
sını rayından çıkarmak için gösterilen politik çabalar başarısızlı­
ğa uğrayınca yapılabilecek tek şey, sevkıyatın hazırlandığı Sibirya
askeri üssüne girmek ve işi başka şekilde bozmak olmuştu. Bu
operasyonun en wr kısmı askeri üsse girmek ya da yaklaşmak­
ta olan devriye tarafından tutuklanmak korkusu değil soğuktu.
Arka arkaya geceler boyunca üsse girmiş ve karanlıkta, korkunç
soğukta, dişleri takırdayıp elleri titreyerek, hep en ufak teknik
hatanın tüm çabaları boşa çıkaracağını bilerek çalışmışlardı.
Birkaç takdir sözcüğünden sonra Doron, "Mossad Başka­
nı yarın sabaha koyduğumuz dönüş soruşturmasına katılmak
istiyor," dedi.
"Yarın sabah mı?" David hayal kırıklığını saklamayı becere­
medi. ''Ama karımı iki haftadır görmedim!"
lna, "Böylesi daha iyi," dedi, "bittikten sonra biraz izne çı-
karız."
"İzne raporlarınızı yazdıktan sonra çıkarsınız," dedi Eli.
"Bizi öldürüyorsunuz," diye lafı bağladı David üzgün üzgün.
"Tamam, daha fazla vakit kaybedersek yazık olur. Şoför iki-
nizi de bırakacak," dedi Doron, David ve lna'ya.
Gadi kollarını ikisinin omuzlarına koydu ve Doron' a,
"Yeni nesil ajanlarımız bize ilerisi için bir-iki şey öğretecek.
Güle güle çocuklar," dedi David ve Ina'ya, "yarın görüşürüz."
David ve Ina minibüse bindi ve minibüs uzaklaştı.
Bir başka şoför Gadi'ye arabasının anahtarlarını verdi
ve Eli'yle birlikte Mazda'ya bindi, Doron da onlarla Genel
Merkez' e dönecekti.
"Sürekli Ronen'i düşündüm," dedi Gadi Doron'a ayrılır­
larken. "Biliyorsun bu operasyon için istihbarat toplamaya
başlayan oydu."
"Hayır, hatırlayamadım," dedi Doron.
"Evet. Bize üsle ilgili, operasyonun nasıl yapılacağına ka­
rar vermemizi sağlayan bilgiyi getiren Ronen'di. Boş ver, şimdi
konu o değil. Başkan Ronen ile ilgili talebime cevap verdi mi?
Şimdi evine uğramayı düşünüyorum ve ona bunu söylemeyi
umut ediyordum."
"Henüz onunla bu konu hakkında konuşmadım ama hiç
şansı yok. Komisyon kararlarına göre Avrupa'da çalışmak da
operasyonel faaliyete giriyor."
"Frankfurt'ta yapılacak bir gözetlemeyi nasıl olur da bir
Arap ülkesindeki ya da Sibirya'daki bir operasyonla karşılaştı­
rabilirsin? Neredeyse bir eğitim manevrası düzeyinde."
"Ve Ronen eğitmen olmak istememişti," dedi Doron sertçe.
" Komisyon kararlarını işine geldiği gibi yorumlamak yeri­
ne neden heyet üyelerine danışmıyor ve eğer gerekliyse onlara
karşı gelmiyorsun? Bu bir siyah-beyaz sorunu değil."

ıı n
"Bu kesinlikle siyah-beyaz sorunu," diye cevap verdi Do­
ron. "Onu operasyonel faaliyetlerden uzak tutmamızı söyle­
diler."
"Onlar önerilerdi, talimatlar değil. Benim kadar sen de çok
iyi biliyorsun ki eğer Ronen' e görev süresini Avrupa'da ya da
Asya'da ya da Güney Afrika'da gözetleme yaparak bitirmesi
için bir şans verilse çok başarılı olur."
"Bu konuyu tekrar açmayacağız," dedi Doron, konuşmayı
sona erdirerek.
Doron Gadi'den yaşça biraz daha büyüktü ve eğitimleri he­
men hemen aynıydı ama Gadi'nin üniversitede geçirdiği yıllar
boyunca Doron ajan olarak hizmet vermiş ve ekipte takım ko­
mutanı olmuştu. Gadi Mossad' a Rusça bilgisi sebebiyle "tek
bir görev" için çağrıldığında Doron ekip komutanı olabilecek
niteliklere sahip biri olarak öne çıkmıştı bile. Karşılıklı olarak
birbirlerine profesyonel anlamda saygı duyuyorlardı ama şim­
di, on beş sene sonra, ordudaki bir generalin rütbesine eş bir
pozisyonda olan Doron üstünlüğünü kullanıp Gadi'ye haddi­
ni bildirmesini biliyordu.
''Anlıyorum," dedi Gadi sinirli sinirli. Arabasına bindi; palto­
sunu ve valizini yan kolruğa anı, motoru çalıştırdı ve uzaklaştı.

***

Naamah usulca Lital'i yatağına yatırdı. Son zamanlarda


bebek huzursuz ve aksiydi ve bu artık diş çıkardığı için de de­
ğildi. Kulak testi de bir sonuç vermemişti ama zaten Naarnah
ondan da olmadığını biliyordu. Ronen yüzündendi.
Odadan çıkarken Liral' e "Yanında oturması için babanı ça­
ğıracağım," diye fısıldayıp oturma odasına gitti.
Ronen televizyon karşısında uyuyakalmıştı. Naamah için­
de yükselen öfkeyi hissedebiliyordu: On dakika önce Ronen'e
uyumadan önce Lital'le biraz vakit geçirmesini söylemişti.
Birkaç dakikaya gelirim, demişti Ronen, Nature Channel'da
bağımlısı olduğu bir programı seyrederken. Naamah bir an
tereddüt edip sonra ona yaklaştı ve yavaşça sağlam olan sağ
omzunu sarstı.
"Ronen, Liral iyi geceler öpücüğünü bekliyor."
Ronen gözlerini açtı fakat bir şey söylemedi.
"İçeri git, her an uykuya dalabilir."
Ronen tekrar gözlerini kapadı. Naamah öfkeyle omzunu
sarstı.
"Böyle devam edemezsin. Neredeyse iki aydır onu kolla­
rına almadın, onu öpmedin. Sana neler oluyor? Çoğunlukla
yurtdışında olduğun zamanlarda bile onunla şimdi olduğun­
dan daha fazla zaman geçiriyordun."
Ronen kendini koltuktan zorla kaldırıp yatak odalarına
doğru sürükledi.
"Odası bu tarafta," dedi Naamah, ters istikameti göstere­
rek, "unutmuş olabilirsin. Neden her zaman çok yorgunsun?"
diye arkasından hiddetle söylendi Ronen odaya dönerken.
"Bütün gün boyunca hiçbir şey yapmıyorsun. Artık bahçede
bile çalıştığın yok!"
Liral odasından "Baba, baba!" diye seslenerek babasını ça­
ğırdı ve Naamah kendini Ronen'in kalktığı koltuğa bıraktı.
Ona neler oluyordu ve neden Liral onun yabancılaşmasının,
kendi kendine dayattığı inzivanın yükünü taşıyordu? Ronen'in
kızına duyduğu büyük sevgi nereye kaybolmuştu? Liral' e sım­
sıkı sarılıp onu baştan ayağa öpücüklere boğarken Ronen'in
onu inciteceğinden korktuğu zamanlar olmuştu, şimdiyse ona
zorlukla gülümseyebiliyordu.

Kapının zili Naamah'ın düşüncelerini böldü. Kapıyı açıp


elinde bir şişe Rus votkasıyla Gadi'nin orada durduğunu gö­
rünce şaşırdı. Onu içeri davet etmeden önce duraksadığı an
boyunca, başarısız telefon konuşmalarının üzerinden ne kadar
zaman geçtiğini, bu habersiz ziyaretinin sebebini ve Ronen'in
ne düşüneceğini, ne yapacağını ya da ne söyleyeceğini düşündü.

1 1 74
"Uçaktan şimdi indim. Ronen' e operasyondan bahsetmek
istiyordum. Başlangıç aşamasında üzerinde çalıştığı bir şeydi."
Ronen' e bahsetmek mi? Büyükannene bahset, demek istedi
Naamah ve onun ne düşündüğünü yüzündeki ifadeden anla­
yan Gadi kendi kendine buraya gerçekten Ronen'le konuşmak
için gelip gelmediğini sordu.
"Evet, şey, çoktan uyudu bile," dedi Naamah kısaca.
"Hay Allah," dedi Gadi, . içgüdüsel olarak gömleğinin ko­
lundan bir türlü kurtulmayan saatine bakabilmek için bileğini
sallayarak.
"Bu kıyafetlere hiç alışamayacağım," dedi.
"Saat dokuz falan," dedi Naamah. "Kuşlarla beraber uyku­
ya dalıyor."
"Onlarla beraber de uyanıyor mu?"
"Öyle olmasını isterdim. Okuldan dönünce onu uyandıra­
bilirsem ne mutlu bana."
"Bu sene izin aldın sanıyordum."
"Lital'le beraber olabilmem için öyle planlamıştık ama Ro­
nen artık evde olunca ben de işe dönebildim. Önümüzdeki
yıl sözleşme sona erdiğinde ücretli izin alıp daha fazla para
kazanmak için başka bir işe gireceğim."
"Yani günlerini Lital'le mi geçiriyor?"
"'Yapılan her plan değişim için bir sıçrama tahtasıdır.' Onu
bakıcıya bırakıyorum."
Naamah evinin yakınlarındaki Rupin Lisesi' nde beden eği­
timi öğretmeniydi. Ekibe girdiğinde Wingate Enstitüsü'ndeki
eğitimi yarım kalmıştı ve o yıl tamamlamayı planlıyordu.
Naamah'ın ücretli iznini ertelemesi ve Ronen'in Lital'e baka­
mıyor olması Gadi'ye endişelendirmişti. Ama daha fazla kötü
haber almak istemediği için konuyu değiştirmeye karar verdi.
"Hadi, onu uyandır, memnun olacaktır."
"Hayır, öyle olacağını sanmam."
"Uyandırmazsan üzülmez mi?"
"Bilmiyorum. Sonunda sizi unutmaya başladı," dedi Naamah
biraz durakladıktan sonra, "seni böyle, operasyondan eve döner­
ken görmek ona iyi gelmez. Aslında, senin açından da bu epey
aptalca bir davranış."
"Sen bilirsin. Ama yazık oldu. En azından ona bu votkayı
bırakabilir miyim?"
"Tam da ihtiyacım olan şey. Sanırım son şişeyi dün bitir­
mişti."
"Bu kulağa pek iyi gelmiyor."
"Evet, iyi değil. Baksana, içeri girmek ister misin? Burada
ayakta konuşmak aptalca."
Gadi kapıdan girip Naamah'ı mutfağa kadar takip etti.
Mutfak dolaplarına gömülmüş küçük ampuller mutfağı soluk
bir ışıkla aydınlatıyordu.
"Şimdi bu şişeyi getirdiğim için kendimi gerçekten kötü
hissediyorum. Lütfen kaldırır mısın?"
Naamah kıkırdadı ve şişeyi Gadi'nin elinden aldı. Parmak­
ları bir an için birbirine değdi. Gadi mutfak masasına oturdu
ve şarapların arasına şişeyi yerleştirmek için uzanırken yandan
görebildiği Naamah'ın bedeninde gözlerini gezdirdi. Uzun,
gür siyah atkuyruğu havada sallanıyor, vücudunu saran koşu
kıyafetleri göğüslerini ve biçimli kalçasını ortaya çıkarıyordu.
"Bitiyor,'' dedi Naamah.
"Ne bitiyor?" diye sordu Gadi, bakışlarını aceleyle kaçıra­
rak.
"İçki stoğu. Şişeni buraya sokmamın senin için bir sakınca­
sı yok değil mi? Bu sayede Ronen, senin şerefine şişenin dibini
görmek zorunda hissetmez kendini."
Naamah masaya döndü ve oturdu.
"Biliyor musun, görevden tuhaf bir ruh hali içinde dön­
dük. Yani en azından ben öyle döndüm. Havaalanındaki
karşılama bile eskisi gibi değildi. Kimse 'ulusun güvenliğini
güçlendirmek'ten ya da hatırlayabileceğin diğer zırvalardan
bahsetmedi. Hiçbir şey eskisi gibi değil."
Kısa bir sessizlikten sonra yumuşak, sakin bir tonda ekledi:
• ı 76
"Sen bile bir zamanlar olduğun kişi değilsin, Naamonet. Par­
don: Bayan Dolev."
"Bir de bana sor," dedi Naamah.

Ronen yatak odasından mutfağa doğru sendeleyerek ilerle­


di; mutfaktan gelen sesler onu yatağından çıkarmıştı. Yaklaşıp
Gadi'nin sesini tanıyınca şaşırdı ve durdu. Bulunduğu yerden
sadece karşı duvara düşen gölgelerini görebiliyordu. Yumu­
şak ışıklar ve kısık seslerle romantik bir atmosferin oluştuğu
kesindi ama başka bir cephede daha savaşacak gücü kalma­
mıştı ve Lital'le olduğu gibi Naamah'la da ilişkisi gözlerinin
önünde dağılıyordu; arkadaşları, gelecek için yaptığı planlar
onu bir bir terk etmişti, her şey ona karşı birleşmişti, hepsi
birbirine bağlıydı. Ve hepsi o bir saniyelik hata anında, o te­
reddüt anında başlamıştı. Meselenin kaynağı oydu ve ona geri
dönmesi gerekiyordu. Yıkılan bir çadırda olduğu gibi sadece
bir kanadı kaldırmak işe yaramazdı, ortaya gidip merkezdeki
direği kaldırmak gerekiyordu, o zaman her şey ayağa kalkacak
ve sakince yerine oturacaktı.
Ama şimdi burada durup bir casus gibi onları dinlemeye­
cekti; ya onlara katılacak ya da rüyasız uykusuna geri dönecek­
ti. Hayır, mutfağa girmeyecekti.

***

Naamah masadan kalkıp tavandaki lambayı açarken


Gadi'ye "Ne içmek istersin?" diye sordu.
"İçmesem daha iyi. Başka bir zaman tekrar gelirim."
"Ronen'in seni görmek istemediğini söylediğim halde bu­
radasın. Bu ziyaret bizi iki adım ileri gitmişken bir buçuk
adım geri götürür."
Gadi elinde olmadan "biz" demiş olmasına takıldı. "Sen de
mi benim sizi bir daha ziyaret etmemi istemiyorsun? Sen de
hala bana kızgın mısın?" diye sordu usulca.
"Benim ne hissedip ne istediğim önemli değil. Ronen' e iyi
gelmiyor. Şu an ben sadece onun iyiliğini düşünüyorum, ta­
mam mı?" Ona meydan okuyan bir bakış fırlattı.
"Özür dilerim. Orospu çocukluğu yapmak istememiştim."
"Görünen o ki bu konuyla ilgili bir problemin var. İsteme­
den de olsa sürekli öyleymiş gibi davranıyorsun."
Gadi mahcupça kafasını kaşıdı. Naamah gülümsedi,
Gadi'nin masada duran elinin üstüne hafifçe vurdu ve elini
uzunca bir an onun elinin üzerinde bıraktı.
"Kocaman oğlansın, atlatırsın. Seni teselli etmek isteyecek
bir sürü adam ve kadın var."
''Artık değil," dedi Gadi usulca. "Üstüne yapışan başarı­
sızlık havasının insanları nasıl kaçırdığını görmek inanılmaz.
Gerçek arkadaşları dalkavuklardan ayıran turnusol kağıdı gibi.
Ama bu zaten seni hep rahatsız ederdi değil mi, her zaman
etrafımda olan onca insan?"
"Sen herkese aittin, bense sadece benim olacak birini isti-
,
yordum. ,
"Ve Ronen öyle mi?"
"O sana, Mossad' a aitti. Ama şimdi evde olunca onu, yal­
nızlığını gerçekten hissedebiliyorum. Yani şimdi evet, sadece
bana ait."
Gadi iç geçirdi, yavaşça ayağa kalktı ve kapıya doğru iler­
ledi. Naamah hemen arkasından takip ediyordu. Kapıyı açtı,
arkasına dönüp onu yanağından öptü. Naamah öpücüğü so­
ğuk karşıladı.
Gadi onun şampuan, vücut losyonu ve kendi bedeninin
hoş bir karışımı olan, çok yakın ama aslında çok uzak koku­
sunu aldı. Birden Naamah ile sarı saçlı, mavi gözlü, açık tenli,
yumuşak, yuvarlak hatları ve tatlı bir sesi olan Helena arasın­
daki farklılıkları düşündü. Kokuları arasındaki fark, farklılık­
larını diğer her şeyden daha iyi tarif ediyordu. Naamah deniz
gibi, ateş gibi, yağmur ya da fırtına gibi kokuyordu, Helena ise
çiçekler, çimen ve yaklaşan yaz, sonbahar ya da kış tarafından

1 1 78
bozulmamış bahar gibi.
"Bilmem gereken başka bir şey var mı? Yardım edebilece­
ğim herhangi bir şey?" Elinin tersiyle hafifçe Naamah'ın yana­
ğına dokundu. Naamah kibarca elini uzaklaştırdı.
"S anmıyorum."
Gadi arkasını döndü ve karanlıkta uzaklaştı. Naamah ka­
pıyı sessizce kapadı ve arkasına yaslandı, onun her gidişinde
olduğu gibi yine kalbi sıkışıyordu.

"O kimdi?"
Yatak odasından yükselen Ronen'in sesi onu ha.la kapıya
yaslanmış dururken hazırlıksız yakalamıştı.
"Gadi. Rusya'daki bir operasyondan dönmüş ve sana on­
dan bahsetmek istiyordu."
''Ama bekleyecek zamanı yoktu. Orospu çocuğunun her
zamanki hali."
"Ona uyuduğunu söyledim."
"Onu koruma, olmaz mı? O piç beni uyandırabilirdi. Her­
halde mutlu olmuştur, listesinden 'başımdan attığım ajanı zi­
yaret et' sekmesini silebilir."
"Seni başından mı attı? Ah, lütfen Ronen. Katledilmenden
bir dakika önce seni oradan kurtardığını unutma lütfen."
"Her zaman onun tarafında olmandan bıktım," dedi Ro­
nen Naamah'ın sözünü keserek. "Belki seni görmek için gel­
miştir, benim uyuyor olmam da işine geldi."
Ronen mutfağa girdi, Bay Romantik evine gittiği için ta­
vandaki lambanın açılmış olması dikkatini çekti. İçki dolabına
gitti, yeni votka şişesini görmezden gelip onun yerine hemen
hemen boşalmış olan viski şişesini çıkardı.
Kendini yatağında oturmaya, odasından çıkmamaya, ne ko­
nuştuklarını dinlememeye, hatta hayal bile etmemeye wrladığı
uzun dakikalar Ronen' e sonsuz gibi gelmiş, şakaklarındaki da­
marlar patlayacak gibi olmuştu. Böyle zamanlarda insanın zih­
ninden ne kadar çok kötü düşünce geçiyor ve mantığa kulak
verip dengeyi bulmak ne kadar zor oluyordu. Gadi'nin hayatını
kurtardığı ve bu konuya neredeyse hiç değinmedikleri doğruy­
du; Rusya'dan dönüşte ona operasyondan bahsetmek için uğra­
mış olması da, soluk mutfak ışığında onu uyandırmamak için
fısıldamış olmaları da mantıklıydı. Ama içinden bunları dile
getiren ses çok zayıftı ve sadece öfkesini büyütmeye yarıyor­
du. Gadi'den hiçbir iyilik istemiyordu; onu bataklığa gönderen
Gadi'nin kendisini oradan çıkarmasını istemiyordu; kendisinin
başlattığı ama Gadi'nin itibar kazandığı operasyon hakkında
hiçbir şey duymak istemiyordu; Gadi' nin kendisine iyi davran­
masını, karanlıkta karısıyla oturmasını istemiyordu. Gadi' nin
hayatından cehennem olup gitmesini istiyordu.
Naamah kapıda durmuş ona ve şişeye bakıyordu.
"Ona ihtiyacın yok. Bunu bize neden yapıyorsun?" diye
yalvardı.
"Bize mi?" diye gürledi Ronen, masaya bir bardak koyar­
ken. "Bunu 'bize' mi yapıyorum?"
Ağır ağır oturdu, bardağını doldurdu ve çabucak birkaç yu­
dum içip yüzünü buruşturdu. Elini Naamah' a uzattı. "Gel de
bana hala 'biz' olduğumuzu göster."
Naamah isteksizce teslim oldu. Ronen'in yüzündeki çarpıl­
mış ifade yok olmadı. Naamah'ın bildiği Ronen'e, Ronen'ine
hiç benzemiyordu ve Lital uyanabilirdi.
"Senin yüzünden değil," dedi Ronen, onun tüylerini diken
diken eden bir kahkaha atarak. "Uyuyordum, o yüzden sabah
olduğu gibi ereksiyon halindeyim." Onu kendine çekti.
"Sarhoşsun," dedi Naamah yüzü ona ve eski pijama altın­
dan çıkarak aralarında bir vites kolu gibi duran aletine dönük
olarak kucağına otururken. Ronen kollarını ona sıkıca dola­
yıp elleriyle kalçalarını bastırarak kendine yaklaştırdı, penisi
bacaklarının arasına sıkışmış vulvasının üst kısmına sürtü­
nüyordu. Naamah yüzünü onun yüzüne eğip saçlarını, alnı­
nı, gözkapaklarım ve alkolle ıslanmış ağzını öptü. Ronen'in
dudakları ve dili yavaş yavaş karşılık vermeye başladı. Şimdi

ıı so
onun çok sevdiği genç oğlan çocuğu ve sarhoş adam bir araya
gelmeye başlamıştı. Aşk ve iğrenme karmaşası karnının ve
şakaklarının yanmasına neden oldu. Birkaç becerikli eğilip
bükülmeyle külodunu çıkarıp kucağına tekrar oturmayı ba­
şardı. Vajinasının dudaklarıyla aletini kavradı ve usulca aşağı
yukarı hareket etmeye başladı. Kısa bir an için onu yumuşat­
masını, kalbini tekrar kazanmasını, aşkına onu inandırması­
nı bilen Naamah'tı; ama sonra bir anda evli bir kadın olmaya
geri döndü. Kocası aylardır onu kendinden uzaklaştırmıştı
-seks yaptıkları birkaç sefer bir makine gibi davranmıştı- ve
şimdi uyanıyor, onu istiyor ve bütün vücudunu yenilenen
bir umutla dolduruyordu.
Ronen Naamah' ın üstündekini kaldırıp başını içine soktu,
göğüslerinden birini emerken diğerini avucuyla okşadı. Di­
ğer elinin parmaklarıyla sırtındaki duyarlı noktalara dokunup
onun sıçrayarak zevkten inlemesine neden oldu. Naamah esir
olmuş şekilde kafasını kaldırıp Ronen'in ensesindeki saçları
çekti. Koca bebeğinin saçlarını.
Naamah elini onun penisine indirdi, kendini biraz kaldırıp
onu içine kaydırdı ve onu olması gerekenden çok daha zevk
dolu bir ateşle yakan, kısa bir an için bir zamanlarki aşkına
döndüren o muhteşem patlamayı hissetmek için hareket et­
mesine bile gerek kalmamıştı.

***

Liral ve Naamah, bodrum ve tavan arası, deniz ve bahçe


üç koldan etrafını sarıyordu. İlk birkaç ayda olduğu gibi anı­
lar ve düşünceler tarafından boğulmuyordu ama şimdi hepsi
beraber bir girdaba dönüşerek yeni, henüz açık olmayan ama
yine de tehditkar olan bir şey yaratıyordu. Ara sıra geç sabah
saatlerinde motosikletiyle nispeten boş sokaklarda dolaşırken
o üç koldan da kurtulmayı başarıyordu. Bir polise, sert bir vi­
raja ya da şeridinden taşmış bir kamyona rastlama düşüncesi
onu rahatsız etmiyordu; rüzgarın suratına çarpması için vi­
zörünü kaldırdığından incecik bir çizgiye dönmüş gözleriyle
onları göremiyordu bile. Ve eğer yol onu son zamanlarda sık
sık olduğu gibi Tel Aviv sahil şeridindeki bir gezinti yoluna
götürüyorsa, eh, bu da onu rahatsız etmezdi. Deniz aynı de­
niz, koku aynı kokuydu ama görülecek çok şey olduğundan
gözleri biraz daha açılırdı: insan sesleri, renkler ve görüntüler
ve pişirilen yemeklerin tanıdık olmayan kokuları. Hila içinde
bir yerlerde, istenmeyen gebelik, hoş olmayan düşüncelerin
gayri meşru çocuğu ve öfke dolu anılar, ihanet ve terk edilme,
büyümeye ve kuvvetlenmeye devam ediyordu.
Denize iki blok uzaklıktaki, Bograshov Caddesi'nin yokuş
aşağıya inmeye başladığı yerdeki genç işadamlarının, bor­
sacıların ve gazetecilerin gittiği, özel olarak bu kafeyi ne za­
man seçmişti? Minderli metal sandalyelerine Tel Aviv'in Kim
Kimdir'inin -Ronen'in tanımamak için çaba gösterdiği- deri
motosiklet ceketi ve botları içindeki kendisinin yanında takım
elbiseleri, kravatları ve küpeleriyle sahte sarışınların tünediği
öteki küçük yuvarlak masalara yakın bir yerde kaldırım üstün­
deki küçük bir yuvarlak masaya oturdu. Ve güneşle arasında
durarak onu gözlerini daha da açmak wrunda bırakan mini
etekli bir garson tarafından getirilen büyük boy espresso'yu
ne zaman ısmarlamıştı? Ben Yehuda Caddesi' nin köşesinde bir
araba kuyruğu kaplumbağa hızıyla hareket ediyor, yavaş çekim
bir kaleydoskop görüntüsü yaratıyordu ve acı kahve, dilinden
bağırsaklarına inerken kendini iyi hissetti.
Bir ses onu tadı güneş ışığından uzaklaştırıp nahoş yerle­
re sürüklediğinde kendini bu şekilde, uzun bir süredir transa
girmiş bir halde buldu. Onu kafasından uzaklaştırmaya çalıştı
ama Milken'in sesi ısrarcıydı: "İçeri gir ve kıza her zamankin­
den istediğimi söyle. O bilir."
Ronen'in başı bir robot kadar mekanik bir şekilde döndü,
gözleri hareketsiz kalmaya çalışırken sadece zum sessizce çalıştı.
Evet, bu, kanlı canlı Milken'di, sadece makyajsız belirgin şekilde

ıı sı
daha yaşlı ve daha çirkin görünüyordu. Milken'in cep telefonu
çaldı: "Evet, kesinlikle, onunla konuşmam şimdi bitti," dedi
Milken yüksek sesle sanki canlı yayındaymış gibi. "Bu adamın
nasıl bir baş belası olduğuna inanamazsın, ona Hadera'nın be­
lediye başkanlığı yarışında büyük faydamın dokunabileceğini
söyledim, oradaki yerel bir gazetede tam sayfam var. Ve o hıyar
bana ne cevap verdi dersin? Hadera onu ilgilendirmiyormuş!
Sanki ben ona borçluymuşum gibi! Başına o kadar bela sar­
dıktan onra ve neredeyse onu bir yalan makinesi testine soka­ l
caklarken bütün bu saçmalıklar. Ona, üzgünüm dostum, sana
önerebileceğim tek şey bu, dedim . . . "
�ı
Biri Ronen ve Milken arasına girip oturdu. Yüzü genç ve ll
tanıdıktı ama Ronen kim olduğunu hatırlayamadı. Milken f
devam etti: "Tabii ki sakinleşecek, şimdi onun bana ihtiyacı
var, benim ona değil.''
Telefonunu kapattı, bir zafer mimiğiyle genç meslektaşına
ıl lı:
I'

gülümsedi. "Siparişi verdin mi?" diye sordu. ı
"Evet, yemek yolda. Kendime de seninkinin aynını sipa­
' '
, ı:,

!'
riş verdim." Milken ona şaşkınlıkla baktı. ''Aynını mı?! Biraz 'i
i;
aceleci değil misin?" diye kıkırdadı. "Haberi kovalamaktansa , ')

bir kafede oturup haberin sana gelmesini beklediğin noktaya


gelmek için daha çok ter dökmen gerekecek." ., i'

"Ben tembel değilim," dedi genç adam. "Zaten haber sana


gelmiyor. Haberi sen yapıyorsun.''
"İyi dedin," dedi Milken tatmin olmuş bir gülümsemeyle.
"Bir ülkeyi bu şekilde yönetirsin. Ama her şeyden önce çalış­
man gerekir. Birkaç gün önce Avusturya'da olanlara dönelim."
Ronen başını gayri ihtiyari yanındaki masaya eğerken ku­
lak kaslarının gerildiğini hissedebiliyordu.
Yankol ve ekibi Avusturya'da rutin bir operasyonla uğraşı­
yorlardı: Bir kez daha Hizbullah'a bağlı bir Lübnan vatandaşı
Mossad'la işbirliği yapmayan bir Avrupa ülkesine yerleşmiş ve
Avrupa'da terörist saldırıları mümkün kılacak ya da teröristler
için İsrail' e güvenli bir geçiş oluşturacak bir yapılanma kurmaya
başlamıştı. Ve bir kez daha ekip o kişinin peşine düşmüştü, daha
önce yüzlerce kez yaptıkları çeşit bir işti, bağlantılarını takip et­
mek ve bütün şebekeyi ortaya çıkarmak. Ama bu sefer bir şeyler
yolunda gitmemiş ve polise ihbar edilmişlerdi. Yankol ekibini
güven içinde dışarı çıkardıktan sonra işi bitirmek için geride
kalmış ama polis gelmeden kaçmayı becerememişti.
Ronen Yankol'u sadece ismen biliyordu. Yanında olan in­
sanları bilmiyordu, bir başka "Ronen" ya da "Sharon" ya da
"David". Gündüzleri üniversiteye gidip geceleri barlarda takıl­
maktansa gündüzleri bilgi toplayıp geceleri gözetleme yapan
genç insanlar.
Avusturya'daki talihsizliği duyduğunda kalbi daralmıştı.
Bir diğer başarısızlık, bir diğer aşağılanma, bir diğer medya
festivali, sanki yakalanan İsrail değil Mısır ekibiymiş gibi.
Nispeten daha güvenli bir ortamda yaşanan bu başarısızlı­
ğın Beyrut'taki kendi başarısızlığının vahametini azaltaca­
ğını söyleyen düşünce kırıntısını zihninden kovdu. Onların
da muhtemelen baştan kısıtlı bir zaman çizelgeleri vardı ve
ideal koşulları beklemek de istememişlerdi. Ronen Yankol'un
ikilemini düşünmek bile istemiyordu; ekibiyle birlikte acil
çıkıştan kaçıp işin peşini bırakmak mı, yoksa polisin birkaç
dakika gecikmesi ihtimalini değerlendirip işini bitirerek ka­
nıtları temizlemek mi? Belki bu da bir suç teşkil eden azim
vakasıydı ama kendisi de tam olarak aynı şekilde davranırdı,
Gadi de öyle. İşi bitirip kıl payı kaçmakla bütün kabloları
açıkta bıraktıktan sonra polis gecikince saçını başını yolmak
ve Genel Merkez'de neden "kaçtığını" açıklamak zorunda kal­
mak arasında dağlar kadar fark vardı.
Yankol tabii ki ekibini organize edip polisleri etkisiz hale
getirerek kaçmayı düşünmemişti. Yönetmeliklerde böyle bir
şey yoktu. Aynı Ronen'in kaçış arabasının önünde dizilmiş
olan Lübnanlı polisleri vurmayı aklından bile geçirmemesi
gibi. Omzundaki kurşun yaraları yönetmeliklerde ne kadar
çok boşluk olduğunu ortaya koyuyordu.

ı ı s4
"Hapse attıkları adamın adresi zaten bende var," dedi Mil­
ken. "Nasıl diye sorma, var işte. Oraya git, ortamı kokla. Ada­
mın kim olduğunu, kayıtlarını bul, renkli bir şeyler - belki
okuldan atılmıştır, bu büyük kahraman acaba orduda neler
yaptı, haberlerde kullanabileceğim şeyler işte."
Yani bu orospu çocuğu Yankol'u teşhir edecekti. Büyük
ihtimalle ona sadece "Y" diyecek ama hakkında o kadar zehir­
li detay verecekti ki bu halkı eğlendirmeye ve Yankol'u mas­
kara etmeye yetecekti. Milken'in söylemediği, Hizbullah'ın
Avrupa'daki her adamının sürekli peşinde olan Yankol ve
onun gibiler sayesinde İsrailli toplulukların Alpler'de huzur
içinde kayak yapabildiği ve Avrupa'da on yıldır bir terörist sal­
dırının olmadığı ya da sadece aylar, yıllar süren zor pis işlerin
Avrupa'da Müslümanların yoğun olarak yerleştiği bölgelerde,
Tel Aviv'in Azrieli Kuleleri'ne uçakla çarpabilecek terörist hüc­
relerinin yükselmesini önlediğiydi.
"Sadece orada yaşayan 'Ebu' adlı birinin Hizbullah'la bağlan­
tılı olup olmadığını öğrenmek adına Avusturya'daki bir bodrum
katına gecenin bir yarısı zorla girmeleri için insanlar gönderiyor
olmaları sana da abartılı gelmiyor mu?" dedi genç adam. "Bu
enayilerin yapacak daha iyi işleri yok mu?" Birden Ronen onun
kim olduğunu hatırladı: Soyadı Haramati idi. Radyo için bazen
istihbarat meseleleri üzerine haberler sunuyordu ve gazetelerden
birinde bir köşede ağzına geleni söylüyordu.
" Doğrusu şu ki," dedi Milken dikkatle, "enayi değiller, ama
onların kahraman olduğunu söylersek biz ne yaparız? Arada sı­
rada hata yapmasalar biz ne hakkında konuşacağız? Hey, sipa­
rişimizi unuttular mı? Yemek eleştirmeni değilsem n'olmuş?"
"Ben gider getiririm," dedi Haramati ve sandalyesinden
kalkıp restorana girdi. Bir dakika sonra içi yemekle dolu büyük
bir tepsiyle dışarı çıktı. Yerine giderken geçeceği yol Ronen'in
masasına çok yakındı.
Ronen kayıtsızca ayağını uzattı. Haramati takılıp düştü,
tepsi ve bütün içindekiler Milken'in üzerine döküldü.
Haramati ve Milken şaşkınlıkla ayağa kalktılar; uzattığı
ayağını masanın altına geri çekmek zahmetine bile katlanma­
yan Ronen' e dönüp ters ters baktılar. O da onlara artan bir
ilgiyle, sakin sakin, dudaklarının ucunda bir gülümsemeyle
baktı. Makarna, salata ve meyve suyu içinde çok komik görü­
nüyorlardı, çok çaresiz, şaşkın ve öfkeli.
Bir garson içeriden koşarak gelip tepsiyi kendisi getirmedi­
ği için özür diledi. "Kapa çeneni, aptal!" dedi Milken ağzın­
dan tükürükler saçarak Haramati'yle beraber aceleyle restora­
na doğru ilerlerken.
Ronen tadı şimdi özellikle güzelleşen kahvesini bitirdi. Eve
geri dönüş yolculuğu uzun zamandır bu kadar rahat, kırların
görüntüsü ve kokusuyla bu kadar uyumlu olmamıştı. Hala
içinde yanan ateşin yok olduğunu hissetmiyordu ama alevi
biraz küçülmüştü.

***

Bu sefer Afula merkez otogarında cesetler vardı. Ronen her


zamankinden önce televizyon karşısındaki yerini almıştı, karnı
düğüm düğümdü. Sağlık görevlileri yaralılara bakıyor, polisler
meraklı kalabalığı uzakta tutmaya çalışıyor, ambulanslar gelip
gidiyor, insanlar ağlıyordu. Lübnan'dan kaçışıyla sonuçlanan
olaylar girdabına onu fırlatan terörist saldırıları hatırlamıştı.
Endişe içinde beklerken iki olay arasında bir ilişki olmaması
için dua etti. Ama haberci Hizbullah'ın uluslararası operas­
yonlar ofisinin bu olayı da üstlendiğini duyurdu.
İçinde hissettiği dehşet yetmezmiş gibi ekranda Milken'in
yüzü belirdi. Onu son gördüğünde içtiği kahvenin acı tadını o
zaman olduğu gibi damağında hissedebiliyordu.
"Kudüs'teki intihar saldırıları dizisinden sonra bu, bir yılı
aşkın süredir Hizbullah'ın İsrail'de gerçekleştirdiği ilk saldı­
rı," dedi Milken. "Bu, Beyrut'ta Ebu Halid'e başarısız suikast
girişimiyle Mossad ajanlarının sergilediği etkileyici kabiliyet

ı ı s6
karşısında donakalan Hizbullah liderlerinin, uluslararası terör
şebekelerine İsrail' e saldırmaktan vazgeçtiklerini söylediklerini
iddia edenlere tokat gibi oldu."
Ebu Halid, Şii türbanı altında sakallı, gülümseyen yüzüyle
bir an ekranda belirdi. İstihbarat amirlerinin operasyon öncesi
evini, arabasını, günlük rutinini, karısını ve beş çocuğunu ve
bir parçası olduğu tüm terörist aktiviteleri anlatan yarı yasal
"suç kaydı" nı kapsayan dosyayla beraber temin ettikleri fotoğ­
raRardakine benziyordu. Hizbullah'ın mücadelesini İsrail'in
saldırıya daha açık olduğu bölgelere, Latin Arnerika'ya,
Asya'ya, Afrika'ya ve elbet İsrail'in kendisine kaydırma fikri
ondan çıkmıştı. Devrim Muhafızları Ordusu'nun desteği­
ni ve Buenos Aires ve Londra'daki İsrail elçiliklerini havaya
uçurmak için lojistik desteklerini almak üzere şahsen Tahran'a
uçan oydu. İsrail'e gönderilen her intihar bombacısını görev­
lendiren oydu. Yankol'un yakalandığı bodrum katında yaşa­
yan ajan gibi Avrupa'daki ajanların ve denetleyicilerin rapor
verdiği kişi oydu. Bütün yollar ona çıkıyordu ve bütün tali­
matlar ondan geliyordu; iki yüzden fazla kişinin ölümünden
şahsen sorumluydu. Belge ihtiyatlı bir şekilde Ebu Halid'in
işten uzaklaştırılmasının Hizbullah'ın İsrail'deki ya da dünya­
nın herhangi bir yerindeki operasyon kabiliyetini bir süreliği­
ne etkisiz hale getireceğini belirtiyordu.
Bir felakete dönüşen suikast girişimlerinden bu yana ge­
çen huzur ve sessizlik dolu bir yıl Mossad'daki bazı insanla­
rın Hizbullah liderinin değiştiğini varsaymalarına yol açmıştı.
Ama işte ekranda canlarına kıyılan insanlar ve Ebu Halid'in,
Milken' in incecik gülümsemesi gibi, bu varsayımın tersini ka­
nıtlayan sırıtık yüzü vardı.
Ronen neredeyse bir yıldır kalbinin derinliklerinde, belki
de verdiği zararın o kadar da kötü olmadığı hayalini beslemiş­
ti. Dahası, bazı yorumcular eğer tetiği çekseydi Hizbullah' ın
misillemesinin bir sürü ölüme yol açabileceğini söylemişler­
di. Aynı Genel Sekreter Musavi öldürüldüğünde Hizbullah'ın
Arjantin'de harekete geçmiş olması gibi. Etrafındaki diğer her
şey paramparça olurken bir tek bu teorinin Ronen'in hayatına
bir anlam verdiği zamanlar olmuştu. Ve işte şimdi yine, hoşu­
na gitse de gitmese de kendi hareketlerinin ve başarısızlıkları­
nın ayrılmaz bir parçası olduğu bir karışıklığın içindeydi.
Milken haklıydı. Karakterinin bir parçası olan saldırgan
alaycılığına rağmen haklıydı. Gerçeğin tüm bedenini kurşun
gibi ağırlaştırdığını hissetti. Ağır ağır koltuktan kalktı ve yatak
odasına doğru yürüdü. Dolaptaki bir yığın giysinin altından
metal bir kutuyu çekip içinden silahını çıkardı. Ajan olmak
üzere aldığı eğitimi bitirdiğinde kendisine verilen ağır, gümüş
ve siyah renkli bir Jericho tabancasıydı. Ronen ağır tabancayı
elinde tarttı ve içinden yükselen ateşi hissetmemezlik edemedi.
Bu geçen on beş yılda silahlar vücudunun birer uzantısı hali­
ne gelmişti: Ordu tarafından verilmiş M 1 6'sını teslim ettikten
sonra zarif Baretta'dan ayrılmak da ona zor gelmişti ama sonra
çabucak Glock 1 7' nin etkili, neredeyse çirkin gelenekselliğine
alışmıştı. Ama kayıt ilanlarında bahsedilen "birbirine sıkı sı­
kıya bağlı Mossad ailesi"ne girdiğinde sahip olduğu umutları
sembolize eden bu Jericho, en kalpten bağlı olduğuydu. Bu,
o aileden ayrılışının bu kadar soğuk ve nihai göründüğü bu­
gün bile böyleydi. Ronen dolabın çekmecesinden içi dokuz
milimetrelik kurşunla dolu gümüş gri bir şarjör çıkardı. Geri
planda hila Milken'i duyabiliyordu:
"Dahası, çok da riske girmeden şunu iddia ediyorum ki
Mossad' ın Amman, Beyrut ve yine yakın tarihte Avusturya'daki
başarısız işleri olmasaydı bugünkü saldırı gerçekleşmeyebilirdi."
Canı cehenneme. Ronen hantal hantal oturma odasına yü­
rüyüp koltuktaki yerine oturdu ve silahını okşadı. Çok kuru,
diye düşündü; ruhsatını yenilediğinde gittiği atış poligonun­
dan beri ona dokunmamıştı ve o zaman sürdüğü ince yağ ta­
bakası neredeyse yok olmuştu. Şarjörü yerine taktı.
Milken yüzünde yarım bir gülümsemeyle sağındaki haber
spikerine döndü: "Belki Mossad'ın Ürdünlü, İngiliz, Fransız

ı ı ss
ya da Avusturyalı benzerlerinden işi onların yerine yapmasını
istemesi yerinde olur."
Bu, Ronen'in, iyi rating getiren ve üstleri tarafından kı­
nanmayan dizginlenemez ahlaksızlığına, anlamakta zorlandığı
dengesiz kaynaklarına, yeri geldiğinde övgüde bulunmakta
gösterdiği gönülsüzlüğe ve hatta bu son kibirli, sinik demeci­
ne rağmen söylediği her şey gerçeğin bir zerresini barındırdı­
ğından Milken'e cehenneme gitmesi için küfretmek zorunda
kaldığı üçüncü seferdi.
Gerçeğin bir zerresi bir yorumcunun ihtiyacı olan tek şey-
di. Ne kadar kısmi ve şüpheli olursa olsun gerçeğin bir zer­
resiyle kuşanmak, profesyonellikten tamamen yoksun olunca
çarpıtılmış bir tablo çizmeyi mümkün kılıyor ve bununla ga­
yet güzel yaşanabiliyordu. Ama benim işimde sadece yüzde
yüzlük başarı geçerlidir, diye düşündü hüzünle, daha azı değil.
Ronen silahın namlusunu yere doğrulttu ve horozunu kal­
dırdı. Ağır kızak yataktaki bir damla yağın üzerinde geriye
doğru kaydı. Ronen parmaklarını gevşetti ve ateşleme meka­
nizması şarjörün en üstündeki mermiyi alıp namluya sürerek
eski yerine döndü. Kurulu horoz Ronen'in başparmağının ta­
banına sürtüyordu.
Milken kameraya gülümseyerek cümlesini tamamladı:
"Sonuçlar çok daha iyi olabilirdi, bundan çok eminim."
Beyrut'taki o lanet olasıca son seferin aksine şimdi tabanca
Ronen'in eline rahat, doğru, dengeli geliyordu. Yavaşça nam­
luyu kaldırdı.

Naamah, yanında mama sandalyesine oturmuş yemek yi­


yen Lital'le beraber mutfaktaydı. Ronen'i aile hayatının gün­
lük ritüellerine dahil etmekten çoktan vazgeçmişti. Sonuçsuz
gezintilerinden dönüp gerçekten evde olduğu zamanlarda
bile. Tavan arasındaki onarım işlerini yapmadığında, bahçeyle
ilgilenmediğinde ya da bodrum katta vücut çalışmadığında -
son zamanlarda bunlar için fazla enerjisi yoktu- televizyonun
önünde bir çuval gibi oturup kalıyordu. Onu azarlarsa ya da
Lital için yardım etmesini isterse Ronen'in bir başka viski şişe­
sinin daha dibini göreceğini biliyordu. Sanki orada olduğunu
görmüyormuş gibi dokunmadan bıraktığı tek şişe Gadi'nin
getirdiği votka şişesiydi.
Afula saldırısı haberleri Naamah'ın zihninde tehlike çanla­
rı çaldırdı. Ronen'in açık yaraları üzerinde oluşmaya başlamış
kabukların koparılması gaddarlıktı. Milken'in sesini duyabi­
liyor ve onun Ronen üzerindeki etkisini biliyordu. Lital' e ye­
meğini yedirmeyi bitirip onu yatırdıktan sonra hemen oturma
odasında Ronen' e katılacaktı.
Korkunç bir patlamanın takip ettiği bir el silah sesi kafası­
nın içindeymiş gibi gümbürdedi. Lital'in yüzü buruştu ve ço­
cuk acı acı ağlamaya başladı. Naamah orada ne bulacağından
korkarak oturma odasına koştu.
Ronen kımıldamadan koltukta oturuyordu. Tabanca elin­
de, bacaklarının üzerinde gevşekçe duruyor, namludan hala
dumanlar yükseliyordu. Odanın öteki ucunda televizyon pa­
ramparça bir halde yerdeydi.

• 1 90
3

Sabah saat sekiz, ekip üyelerinin ve eğitim tesisindeki Genel


Merkez personelinin olağan bir araya gelme saatiydi ama genç
olanlardan ikisi ya da üçü güne vücut ya da savunma sanatları
çalışarak başlamak için bir, hatta iki saat erken gelirdi. Bunlar
Ronen'in eğittiği ekip üyeleriydi; onlara Gadi'den öğrendiği
ama onun gibi bir aile kurduktan sonra bırakmadığı bu gelene­
ği miras bırakmıştı. Ronen'in Mossad'dan ayrılışından beri bu
erken sabah seanslarına onsuz devam ediyorlardı.
Gadi tesise her zamanki gibi sekize birkaç dakika kala gel-
di. Ekip komutanı olarak bir arabası vardı ama onu geceleri
eğitim tesisinin otoparkında bırakır, sadece işle ilgili buluş­
malarda ya da diğerlerini de alması gerektiğinde kullanırdı.
Aksi takdirde motosiklet kullanıyordu; bu şekilde işe gidiş ge­
lişlerde trafik yoğunluğundan etkilenmeyerek programına tam
olarak uyabiliyordu. Ekip üyelerinin çoğu motosiklet delisiydi
ve üçe ayrılıyorlardı: Suzuki heveslileri, Honda hayranları ve
aristokratlar, BMW çocukları.
Ronen kendine evlilik hediyesi olarak piyasaya yeni sürülen
bir Suzuki 600 aldığında Gadi, iletişimsiz geçen epey uzun bir
süreden sonra Naamah'ı arayıp bunun bir intihar makinesi oldu­
ğu konusunda onu uyarması gerektiğini düşünmüştü. Kendisi
hızlı, küçük bir Vespa kullanan Naamah Ronen'in siparişini en­
gelleyememiş ama hemen kendi Vespa'sını Ronen'in Suzuki'sine
ciddi bir rakip olan küçük bir spor arabayla değiştirmişti. Gadi
kariyerine küçük, sağlam bir Honda 250 ile başlamıştı. Yıllar
sonra bir BMW 850'ye geçtiğinde bile Honda'nın klasik gö­
rüntüsünü sevmeye devam etmişti. BMW'nin cüssesinin trafik
yoğunluğunda her zaman işe yaramadığı doğruydu ama Helena
arkada otururken gerekli güvenliği sağlıyordu.
Gadi'yi tanıdık bir yemek kokusu karşıladı. Erken sabah
sporundan sonra ekip üyeleri kendilerini duş sonrası proteini
yüksek bir kahvaltıyla şımartıyorlardı ve Gadi genellikle on­
lara kahve içmek için katılırdı. Mutfakta pişmekte olan om­
letlerin kahve, şampuan ve after shave ile karışan kokusu çok
sevdiği kendine has, belirgin, hoş bir aroma meydana getirirdi.
"Buna inanmayacaksın ama Sharon ve Leslie'yi sabah saat
altıda burada Varşova raporlarını yazarken buldum," dedi sarı
saçları hila ıslak olan David.
"Dün akşam ben çıkarken de yazıyorlardı, umarım geceyi
burada geçirmemişlerdir," dedi Gadi.
"Hayır, saat altıdan biraz önce benimle beraber geldiler,"
diye yanıtladı Danny.
Gadi kendine bir fincan kahve koyarken, "Ben gidip bir
şunlara uğrayayım," dedi.
"Bugün ters uçan tekme atmayı başardım," diye arkasından
seslendi Danny.
Gadi "Hemen dönüyorum," diyerek koridorda ilerlerken
David'in kendisi hakkında yaptığı yorumu kaçırdı: "Bu tip
şeyler artık eskisi gibi Gadi' nin ilgisini çekmiyor." Danny de
ekledi: "Beyrut görevinden, özellikle de komisyonun bulguları
açıklandığından beri Gadi değişti, artık 'işe kalbini koyma­
dan', sadece gerekli olan şeyleri yapıyor."

1 1 92
Sharon ve Leslie kapıya arkaları dönük oturuyorlardı. Ön­
lerindeki masaya ve odanın uzun duvarları boyunca karşılıklı
duran yataklarına onlarca fotoğraf yayılmıştı.
''Ah, geldiğin iyi oldu, bizim bazı kararları vermemize yar­
dım edebilirsin," dedi Sharon. "Tekli çekimler panoramalar­
dan daha iyi ama istihbarat amiri panoramaları seviyor."
"Siz sahaya ilk kez çıkmadan önce hangisinin elinize geç­
mesini tercih ederdiniz onu düşünüp ona göre karar verin,"
dedi Gadi. "Ve bu abartılı çalışkanlığın sebebi nedir bu arada?"
"Raporumuz bu öğleden sonra başka bir ekibin brifingin­
de kullanılacakmış," diye cevap verdi Leslie. "Söylesene, James
Bond' a da her seyahatinden sonra rapor yazdırıyorlar mıydı?"
Ofisine geri dönerken Gadi, küçük spor salonundan geç­
ti. Mecalin mecale değme sesi içeri bakmasına sebep oldu; iki
ekip üyesi ağırlık kaldırıyorlardı. Gadi onlara saatini işaret etti.
Saat cam olarak sekizdi ve bugün daha sonra yapacakları ma­
nevraların hazırlıkları ile ilgili bir brifinge katılmaları gereki­
yordu. Ekibe atanan İstihbarat Amiri Moshe şimdiden elinde
haritalar ve brifing dosyalarıyla bekliyordu. Katılımcılar teker
teker coplanmaya başladı.

Ekibin sekreteri Tamar, elinde bir fincan kahve ile bilgisa­


yarların arasında, her birini açıp şifreleri girerek ve yazıcıları
açarak dolanıyordu. Gadi'yi gördüğünde onu neşeyle selamla­
dı. Gadi bir gülümseme ile karşılık vererek odasına girdi.
Gadi' nin ofisi, ekip genel merkezinin toplantı odası ve
ekiple işi olan diğer birim amirlerinin buluşma yeri görevi­
ni görüyordu. Duvarlar İsrail Savunma Kuvvetleri operasyon
personel müdürü tarafından İSK birliklerinin uzaktaki bir kı­
yıya sessizce inmelerinin ya da bir Arap ülkesinin derinlikle­
rindeki hedeflere ulaşmalarının sağlandığı operasyonlara kar­
şılık verilen başarı sertifikaları ile kaplıydı. Duvarlarda aynı
zamanda ekip üyelerinin dünyanın dört bir tarafında çekilmiş
fotoğrafları ve üzeri çeşidi operasyonlardan hatıra kalan özel
objelerle dolu raflar vardı: ekibin etkisiz hale getirdiği koncey­
nırlardan çıkan eşyaların ve kullandıkları kostümlerin yanında
göze çarpan cezveler, nargileler ve mücevherli kılıçlar.
Dar sandalyelerle çevrili uzun T şeklindeki masa odanın
ortasına doğru uzanıyordu. Gadi, kendisini diğerlerinden
uzakta bırakan T şeklinin başındaki her zamanki yerine otur­
du. Tamar'ın getireceği çıktıları bekledi. Mossad birkaç yıl
önce "kağıtsız bir ofis"e dönüşmüş olsa da o belgelerini ek­
randan değil, bir markerle yeniden okumak ve derinine in­
mek istediği bilgileri işaretlemek için matbu kağıttan okuma­
yı tercih ediyordu. Masasında ona bakan iki orta boy fotoğraf
vardı. Birinde yalnız Helena, diğerinde dördü, kendisi, Hele­
na ve iki çocukları, Ami ve Ruth, Dan River Doğal Parkı'nda
yürüyüşteydiler.
Tamar diyafondan seslendi:
"Ronen'in Naamah'ı hacca."
Naamah'ın onu tesisten araması o kadar nadirdi ki Gadi
hemen ahizeyi kaldırdı.
"Ronen ortadan kayboldu," dedi Naamah daha merhaba
demeden.
Gadi'nin yüreği hopladı.
"Ne zaman?"
"Dün."
"Ve nerede olduğu hakkında hiçbir fikrin yok mu?"
"Sorun da bu. Evet, var ve bu çok kötü."
"Neden bahsediyorsun?" diye kekeledi Gadi. "Sana ne söy­
ledi?"
"Bana hiçbir şey söylemedi. Dün sabah gitti ve geri dön­
medi. Dün gece endişelenmiştim ama bütün hastaneleri ve
polisi aradıktan sonra tekerlekli küçük valizinin ortadan kay­
bolduğunu fark ettim. Banyo takımlarının ve çeşidi kıyafetle­
rinin de öyle. Geri geleceğini ya da telefon edeceğini umdum
ama öyle olmadı."
Gadi, Naamah' ın aklından geçen şeyi biliyordu ve daha o

• ı 94
bir şey söylemeden haklı olduğunu hissetti.
"Ve . . ."
"Ve evet, oraya geri döndüğünü düşünüyorum," dedi Naa­
mah Gadi'nin cümlesini tamamlayarak.
"Oraya mı?" Gadi yanılıyor olmayı umuyordu.
"Neden bahsettiğimi biliyorsun, telefonda daha fazlasını
söyleyemem. Evet, geçen sene bitiremediği işi bitirmek üzere
geri gitti."
Gadi doğru sözcükleri bulamıyordu. Terlemeye başlamıştı,
gömleğini çıkarttı.
"Herhangi bir şey söyledi mi, ima etti mi?"
"Gadi, bu evde onunla ben yaşıyorum, sen değil," diye sö­
zünü kesti Naamah. "Sadece biliyorum."
"Bekle, oraya geliyorum."
Gadi telefonu kapadı ve diyafona bastı. Bu içgüdüle­
rin mantıksal analizlerden daha önemli olduğu durumlar­
dan biri olsa da onaya ihtiyacı vardı. Afula'dan sonra Genel
Merkez'de yapılan tartışmalarda Gadi de Ebu Halid hakkın­
da bir şey yapılması gerektiğini düşünmüş, Ebu Halid'in ye­
niden baş hedef olarak belirlenmesini talep etmişti. Ne var ki
bunun olmayacağını, Afula'nın bombalanmasından hemen
sonra Ebu Halid'in Hizbullah'ın genel merkezinde üst po­
litik bir pozisyona atandığını ve isminin listeden tamamen
çıkarıldığını öğrenmişti.
Gadi araştırmacı moddan aktif moda geçti. Doron yurtdı­
şındaydı ve kaybedilecek bir an bile yoktu.
"Tamar, lütfen bana mümkün olduğu kadar çabuk Mos­
sad Başkanı'yla bir toplantı ayarla. Bir saat içinde demek is­
tiyorum."
"Doron yurtdışında olduğundan bu zor olacaktır. Yeni Baş­
kan birim şeflerinin Genel Merkez personeliyle yapılan bütün
toplantılara katılması konusunda ısrar ediyor."
"Ona acil bir durum olduğunu söyle,'' dedi Gadi. "Ben
Naamah'ın evine gidiyorum ve sonra onun ofisine çıkacağım.
Hillel' e hemen odama gelmesini söyle."
Gadi' nin idari asistanlarından biri olan Hillel kapının eşi­
ğinde belirdi. Tamar merakla omzunun üzerinden bakıyordu.
Gadi bu noktada gereksiz bilgi yaymak istemiyor ama Hillel' e
verdiği talimatların meseleyi açık edeceğini biliyordu.
"Hillel, lütfen Ronen'in herhangi bir belgesi kayıp mı diye
bakıp Ben Gurion Havalimanı'ndan Ronen'in ismini kulla­
nan birinin çıkış yapıp yapmadığını Şin Bet'ten doğrulatabilir
misin?" Bu, İsrail milli güvenlik servisi Şin Bec'in yurtdışın­
daki dengi Mossad'a düzenli olarak sunduğu bir hizmetti.
"Dün sabahtan başlayarak Ben Gurion'dan kalkan bütün
uçuşlarda gerçek adı Ronen Dolev'i ve kullandığı diğer bütün
adları kontrol edin."
Ayağa kalktı, motosiklet ceketini kaptı ve Tamar ve Hillel'in
yanından geçerken "Sonuçlar için beni cep telefonumdan ara.
Ve bundan kimseye bahsetme," dedi.

Motosikletle gitmek Gadi' nin zikzak çizerek sahil otoyo­


lunda büyük bir süratle kuzeye, Gadi'nin evine doğru yol
almasını sağladı ama beklenmedik bir trafik sıkışıklığı tek­
rar hız yapabileceği Sharon Vadisi'nin tarımla uğraşan küçük
yerleşim yerlerinin arasından dolaşan ve eski Tel Aviv-Hayfa
yoluna doğru giden toprak yollara sapmasına neden oldu.
Son birkaç haftadır Ronen'le kendisine dayattığı mesafe bir
bumerang gibi geri dönmüştü. Ronen gerçekten kötüleşmeye
devam ettiyse Gadi bunu görememişti. Neden Naamah arayıp
herhangi bir şey söylememişti? Sadece onun da, kendisinin de
yanılıyor olmasını umdu.
Gadi elinde kaskıyla kapıyı çaldı. Naamah kapıyı açtığın­
da formaliteleri atlayıp içeri girdi. Naamah' ın üzerinde kot ve
üstüne oturan triko bir tişört vardı ve annesiyle telefon görüş­
mesini bitirmek üzereydi.
"Onu hiçbir yerde bulamıyorum. Her şeyi denedim."
"Dünden beri mi demiştin?"

• ı 96
"Evet. Ama endişelenmeye dün gece başladım. Son zaman­
larda saatlerce ortadan kayboluyordu ama geceleri mutlaka
geri gelirdi."
"Peki Beyrut'a gittiğini neden düşünüyorsun?"
"Çünkü orada takıldı. Bir sene boyunca o olaydan başka
hiçbir şey düşünmedi."
"Sana bu konuda herhangi bir şey söyledi mi?"
"Söylemesine gerek yoktu. Olan biten açıktı. Zaten son
zamanlarda pek konuşmuyorduk," dedi Naamah, gözlerini
indirerek.
Gadi duraksadı, sonra ellerini Naamah'ın omuzlarına koy­
du ve gözlerine baktı.
"Naamonet, beni iyi dinle. Onu gözaltına almaları için
Lübnan' a bir ekip gönderilmesini önereceğim."
"Gözaltına almak mı?" Naamah kendini onun ellerinden
kurtardı.
"Harekete geçmesini engellemeleri ve eve getirmeleri için.
Diğer türlü korkunç bir felaket olacak."
Naamah ona arkasını döndü. Bu muhtemelen yapılması
gereken şeydi ama Gadi ve adamlarının Ronen'i yakalamak
için yola çıkmaları fikri onu rahatsız etti.
"Bu, Ronen'e karşı değil onu korumak için yapılacak. Eğer
gerçekten Ebu Halid'i öldürmek amacıyla yola çıktıysa başını
ne tip bir belaya sokacak biliyor musun? Sadece kendi başını
değil, bütün ülkeyi de. Eğer başarılı olursa Celile üzerine Kat­
yuşa füzeleri atmaya başlarlar. Ve Tanrı korusun onu orada
yakalarlarsa. . .
"

Naamah tepki göstermedi. Gadi' nin söylediği her şeyin


doğru olduğunu biliyordu ama acaba hangi seçeneğin ger­
çekleşmesi ihtimali daha yüksekti? Ronen'in eve kendisine
zarar gelmeden dönmesinin mi? Gadi ve ekibinin onu iradesi
dışında eve getirmesinin mi? Yoksa Ronen, Gadi ve diğerle­
rinin başlarının belaya girmesinin mi? Beyrut ve söz konusu
kişiler hakkı nda bildiklerine dayanarak üç seçeneğe de eşit
şans tanıyordu. Bir ekip gönderilmesine karşı çıkamazdı ama
destekleyemezdi de.
"Naamah, yeniden düşünmeni istiyorum çünkü eğer yanı­
lıyorsan, eğer başka bir açıklaması varsa yok yere çok büyük
bir risk alıyoruz demektir."
Naamah tekrar ona doğru döndü. ''Afula'daki saldırı onu
tamamen bozdu. Oradaki insanların ölümünden kendisinin
sorumlu olduğunu düşünüyor."
"O konuda ben de çok kötü hissediyorum," dedi Gadi
usulca. "Ama bu, Ebu Halid'i öldürmeye karar verdiğinin ka­
nıtı değil. Mossad Başkanı'yla toplantıya gitmek üzereyim ve
hiçbir delilim yok."
Naamah haklı olduğundan kesinlikle emindi. Gadi'nin
Ronen'in televizyona ateş ettiğini ya da düşüşünün başka işa­
retlerini bilemeyeceği doğruydu ama elinde "kanıt" olması ko­
nusundaki ısrarı onu kızdırdı.
"Merak etme," dedi dalga geçerek, "suçu ben üstlenirim.
Karşı konulamayan Soruşturma Komisyonu'na da kesin ola­
rak Lübnan'da olduğunu bildiğimi söylerim, olur mu? Böyle­
ce sen de bir kez daha temize çıkmış olursun; bunu dert etme­
ne gerek yok. Sorun onunla orada, Ebu Halid'in burnunun
dibinde başa çıkıp çıkamayacağın. Ne de olsa sana yardımcı
olmayacak ve seninle eve isteyerek dönmeyecektir. Başına ge­
lenlerin çoğu için seni suçluyor ve şimdi bunlarla uğraşmak
zorunda kalacaksın."
"Naamah, ben ..."
''Ah, boş versene Gadi," dedi Naamah, Gadi daha ne söyle­
yeceğine karar vermeden onun sözünü keserek. "Bunu kendin
göremiyor musun? Her şey bir başka şeye bağlı, hiç kimse şim­
di bunu çözemez. Ronen hiç kimseyi, özellikle de seni affetme
yetisine sahip değil."
Gadi sessiz kaldı. "Özellikle de seni" ifadesi daha fazla açık­
lamaya gerek bırakmıyordu. O kadar açıktı ki Naamah'la ters
düşmenin anlamı yoktu. Gadi, Naamah kesin olarak Ronen'in

• ı 98
tarafında olduğu için memnundu. En azından Naamah onun
tarafındaydı. Böyle olmak ona yakışıyordu ve Gadi'de onu ve
Ronen'i karmaşadan çekip çıkarma isteği doğuruyordu. Ken­
dini içinde bulduğu -Gadi'nin onu içine soktuğu- durum
baş edemeyeceği bir durumken elinden gelen her şeyi yapan
Ronen de, geçen yılını yaralı, sarsılmış hastasını iyileştirmeye
adayan ve ne nefretinin ne sevgisinin onu görevinden alıkoy­
masına izin vermeyen Naamah da bunu hak etmiyorlardı.
"Doğru," diye cevap verdi dalgın dalgın. "Şimdi çözülmesi
mümkün değil. Ve Lübnan'a gidersem bu senin için de olacak."
Gadi döndü ve kapıya doğru yürüdü; Naamah olduğu yer­
de kaldı. Doğru olduğunu biliyordu, kendisi için de olacak­
tı; Ronen için, devlet için ve Gadi'nin kendisi için de. Onun
ne kadar işkence içinde olduğunu, bu yeni problemi çözmek
için sadece zorunluluk değil aynı zamanda arzu hissettiğini
görüyordu. Ama ona karşı hissettiği sevecenlik diğer hisleriyle,
özellikle de o anda büyük bir tehlike altında olabilecek olan
Ronen için hissettiği korkuyla kıyaslanamazdı.
Sevdiklerini tehlikeye atmadan nasıl Ronen'i sağ salim eve
getirebileceklerini tahayyül edemiyordu. Kendini kazananın
olmadığı, sadece çok kaybedenlerin ve daha az kaybedenle­
rin bulunduğu, sadece daha çok suçlu ve daha az suçlunun
bulunduğu bir karışıklığın içine hapsolmuş bulmuştu. Ve şu
an ne hissetmesi gerekiyordu? Kocasını evine getirecekleri için
minnettarlık mı?
"Sadece size teşekkür etmemi beklemeyin," dedi.

Mossad Başkanı' nın uzun süredir sekreteri olan Sarah


Gadi'yi sevecenlikle karşıladı. Onu ekip komutanlığına ter­
fi ettiğinden ve başkanın odasındaki toplantılara katılmaya
başladığından beri tanıyordu ama daha önce de ekip toplan­
tılarında, sadece Başkan'ın en yakın ve en güvenilir çalışan­
larına tanınan bir ayrıcalık olarak patronlarına eşlik ederken
görmüştü.
Diğer sekreter Daphna, Sarah'nın yanına oturdu. Çok
gençti ve gözleri hala diğer ekip ajanlarıyla buluşmanın he­
yecanıyla ve hayranlıkla parlıyordu. Mossad ajanlarının nis­
peten küçük bir kısmı gerçekten dünyanın dört bir tarafını
gezip istihbarat toplayarak izinsiz girişler gerçekleştirir ya da
dinleme cihazları yerleştirirdi ve ekibin çok küçük bir yüzde­
si düşman hattı gerisine istihbarat toplamak üzere atanırdı.
Mossad Genel Merkezi'nde bile sadece bir avuç personel yüz­
lerini görebilirdi.
Gadi'nin Başkan'ın bürosuna gitmek için çok az fırsatı ol­
muştu. Ekip operasyonlarıyla ilgili görüşmeler sadece diğer
birimlerden idari personelin katılmasına gerek olduğunda
orada yapılırdı ve o zaman bile çoğunlukla Operasyon Birim
Şefi ekibi temsil ederdi. Sadece nadiren, özellikle operasyonel
ayrıntılar diğer birimlerin faaliyetlerini etkileyebileceği zaman
bu oturumda ekip komutanının söyleyeceklerini duymak ge­
rekli olurdu.
Gadi sekreterin karşılama bankosunda ayakta dikiliyordu.
Tamar'a Mossad Başkanı'nın öğleden sonraya kadar meşgul
olduğu söylenmişti ve Gadi büro amirinin yardımıyla bazı şey­
leri kaydırmaya çabalıyordu.
Avigur iç kapılardan birinde belirdi.
"Gadi, Saralı bana senin acil bir meselen olduğunu söyle­
diği andan beri inan denedim. Seninle en erken . . . " ceketinin
kolundan saatini kurtarıp baktı, "iki saat sonra görüşebilir."
"Söylesene, ben Çince mi konuşuyorum?" diye sordu Gadi.
"'Acil'in 'acil' demek olduğunu anlamıyor musun? Daha önce
buna benzer bir istekte bulunduğumu gördün mü?"
"Anlıyorum ama bir problem var. İtalyan meslektaşı ve
onun üst düzey çalışanları ile görüşüyor, şimdi seninle konu­
şamayacağı açık."
Gadi ufak çapta bir olay çıkarmadan istediğini elde ede­
meyeceğini anladı, içinde büyümekte olan öfkeden istifade
ederek bankonun üzerinden Avigur'a eğilip sakin sakin, "Sana

1 1 100
açık olan ne söyleyeyim. Eğer onu oradan çıkarmazsan ben
böylece, olduğum gibi oraya girer ve ona söylemem gerekeni
söylerim," dedi.
Avigur seçeneği olmayan bir insan edasıyla omuzlarını
silkti. Gadi'nin yaşlarında olmasına rağmen Gadi'nin aslında
kokteyl partisi olan bir toplantıya deri ceketi ve motosiklet
kaskıyla girmesi düşüncesi onun için katlanılmazdı. "Yeniden
deneyeceğim," diyerek iç geçirdi ve resepsiyon salonuna doğru
döndü. Kapıyı açtığında Gadi etrafı ellerinde kokteyl kadehle­
ri olan takım elbiseli adamlarla çevrili, üzeri sandviç ve kekler­
le dolu uzun bir masanın farkına vardı. Kapı kapandı ve mutlu
seslerin izleri arkasında kayboldu.
Sarah Gadi'ye doğru eğildi. "Eskiden olsa böyle bekletil­
mezdin," diye fısıldadı.
"Sadece ben mi yoksa Operasyon'daki herkes mi?"
"Ben Operasyon'daki herkesten korktuğunu düşünüyorum
gerçekten," dedi gülümseyerek.
"Zaman değişti," dedi Gadi yeni Mossad Başkanı'nın sesini
taklit ederek.
Avigur resepsiyon salonundan çıktı ve Gadi'ye Başkan'ın
ofisine doğru kendisini takip etmesini işaret etti.
"Sanırım bu, wr kullanmanın hala işe yaradığını kanıtlı­
yor," dedi Gadi Sarah'ya gülümseyerek. Daphna'dan ofisini
aramasını istedi. Hillel ve Tamar'ın araştırmalarında acele et­
melerini istiyordu.

Mossad Başkanı'nın mütevazı ofisi Tel Aviv'in kuzeyinde­


ki Hyatt Hotel' e benzeyen yeni binanın üçüncü katındaydı.
Asma saksılar her katta yeşil yapraktan aşağıya, merkezi avluya
doğru inen perdeler oluşturuyordu. İşe alınmak üzere seçilmiş
ve burada yirmi dört saatlerini geçiren yüzlerce idare persone­
li binayı istihbaratı özümseyen, işleyen ve değerlendiren çok
verimli bir fabrikaya dönüştürmüşlerdi. Burası, istihbarat top­
lama, operasyon yapma emirlerinin verildiği yerdi, tamamı şu
101 ı •
an Gadi ve Avigur'un içinde beklediği merkezi ofisten kontrol
ediliyordu.
Gadi'nin cep telefonu çaldı. Arayan Hillel'di.
"Hislerin doğruymuş," dedi Gadi'ye. "'Küçük not
defterleri'nden biri kayıp."
"Hangisi?" Gadi bilmek istiyordu.
Hillel bu bilgiyi vermenin doğru şeklini arayarak duraksadı.
"Görevden aldığımız, kullanmamaya karar verdiğimiz."
Gadi Ronen'in çeşidi pasaportlarını hatırlamaya çalıştı.
Evet, bir pasaportunu dondurmuşlardı. Ronen'in o pasaport­
taki ismi ]esse Smith'di.
"Jerry Seinfeld?" diye sordu Gadi.
Gadi'nin baş harfleri kullandığını anlamak Hillel'in bir
anını aldı. Güldü ve Gadi'nin tahminini doğruladı. "O isim­
deki bir adam dün öğleden sonra Paris' e gitmek üzere İsrail'den
ayrılmış," diye ekledi.
Yani korktukları şey başlarına geliyordu. Bu Gadi'nin yeni
Mossad Başkanı'yla şahsen ilk görüşmesiydi. Ona nasıl hitap
edeceğinden bile emin değildi. Başkan diye mi? Daha önce­
kine hitap ettiği gibi ilk ismiyle mi? Ya da Lübnan'daki Fa­
lanjistlerle iletişimden sorumlu olduğu zamanlardaki kod adı
olan Beaufort diye mi?
Sahada grup komutanı, sonrasında yardımcı ekip komu­
tanı ve ekip komutanı olarak çalıştığı süre boyunca Gadi dört
farklı Mossad Başkanı altında hizmet vermişti. Her biri birinci
öncelik olarak esas işi yapan -ve sayıları çok da fazla olmayan­
saha ajanlarıyla tanışmayı görev edinmişlerdi. Yeni Başkan he­
nüz bunu uygun görmemişti.
Beaufort göreve, uzun kariyeri sonuna erişmiş gibi görü­
nürken getirilmişti. Dışilişkiler Birimi ve İstihbarat Birimi'nde
birçok pozisyonda bulunmuş ve Personel Müdürü olmuştu.
Mossad Başkan Yardımcılığı' na çok uygun görülüyor ama asla
gelecek Mossad Başkanı olarak düşünülmüyordu. Beaufort'un
Başbakan' la, İSK'yi doğrudan Beyrut'a soktuğu 1 982'deki
•ı 1 02
Lübnan Savaşı'na dayanan yakın şahsi bağı hayret verici şe­
kilde ona zirveye çıkan yolu açtı. Yine de altmışına merdiven
dayayan Beaufort, işin gerekliliklerinin kendi yaşında bir ada­
mın yeterliliğini aştığını hissediyordu.
İstihbarat bilgilendirmelerini büyük bir ilgiyle her sabah
saat altı buçukta ofisine gelir gelmez okuyordu. Detaylara ta­
mamen hakimdi ve büyük bir hızla resmin tamamını çıkara­
biliyordu. Saat yedi buçukta çeşidi birimlerle toplantılarına
başlardı. İstihbarat toplama görevlerine doğru vurguyu ve ta­
limatları vermek veya idari ya da personelle ilgili konularda
karar almak gibi kendi uzmanlık alanlarındaki işlerde karar
almakta hiç sorun yaşamazdı. Mossad ve onun başka ülkeler­
deki benzerleriyle ve İsrail'in diplomatik ilişkiler kurmadığı
devletlerle arasındaki ilişkilerle uğraşmaktan özel olarak hoş­
lanıyordu. Bu konuda ilgili gezilerde ve gizli görüşmelerde
bile şahsen bulunuyordu. Yine de Operasyon Birimi'nden
insanlarla toplantı yapmaktan kaçamıyordu; onların hiçbir
zaman ertelenemeyen, her zamanki acil toplantıları, "sahada
adamları" olduğu için alınması gereken acil kararları vardı.
Dolayısıyla kapısına, başarısı ya da başarısızlığı, sahadaki dav­
ranışların çok ufak ayrıntılarına, verilen ya da verilmeyen bir
tek parolaya, kumanda odasının bir hamleyi onaylayıp onay­
lamamasına, otoritenin sahadaki komutana devredilip devre­
dilmemesine bağlı operasyonlarla ilgili kararlar bırakırlardı.
Ondan bu tip şeylere karar vermesini nasıl bekliyorlardı? Tek­
rar tekrar gece geç saatlerde ilave toplantılar yapmak zorunda
kalıyor, tekrar tekrar iş gününü gece geç saatlerde yorgun,
gözleri sulanmış tamamlıyordu.
Neden kendisinin alıştığı tarzda geleneksel istihbarat top­
lama yöntemleriyle, yerel ajanlar ve yabancı istihbarat ajans­
larıyla idare edemiyorlardı? Beraber çalıştığı bu Tarzanlar her
şeyi kendileri yapmak istiyorlardı: İşleri kendi deyimleriyle
yüzde yüz "İsrail malı" olmalıydı.
Beaufort, verimli bir işbirliğine teşekkür jesti olarak

103 1 1
Mossad'ın Avrupa ofisinin başı olarak görev yaptığı dönem­
den tanıdığı İtalyan gizli servisinden insanları kokteyle davet
etmişti. Ama daha onların eşliğinin tadına varamadan Avigur
onu Gadi ile acil bir toplantı için dışarı çağırdı.
Mossad Başkanı odaya sabırsızlık havası içinde girdi. Kol­
tuğunun arkasına yaslanarak kısılmış gözlerle Gadi'yi dinledi.
Gadi, adamın bir askerden çok bir profesörünkine benzeyen
yüzünü, gevşek bedenini, pahalı takım elbisesinin saklayama­
dığı ufak göbek çıkıntısını süzdü ve masasına bırakmak üzere
olduğu şey için üzüldü.
Gadi, Mossad'ı, etraftaki en karışık ve en duyarlı teşkilat­
lardan birini yönetmenin nasıl bir şey olabileceğini düşündü.
Araştırma ve organizasyon kabiliyetleri ya da diğer organizas­
yonlarla iyi ilişkiler kurma becerisi karmaşık görevleri yönet­
mekten daha az önemli değildi. Yine de bir ajan olarak geniş
tecrübe sahibi olmayan birinin ne anlattığı durumu ne de bu
durumdan çıkış seçeneklerini anlayabileceğini düşünmeden
edemiyordu. Beni tanımıyor, diye düşündü, hakkımda çok az
şey biliyor ve söyleyeceklerime gereken önemi veremez.
Gadi sözünü bitirdikten sonra Beaufort duyduklarına
inanmayı reddederek duraksadı. Ona saçmalık gibi geliyordu.
Doron burada olsaydı sapla samanı çoktan birbirinden ayırır­
dı, diye düşündü. "Söylesene," dedi, "senin içine doğan şey­
le ilgili benim ne yapmam gerekiyor? Başbakan'ı arayıp ona
adamlarımdan birinin yetkisi olmadan Ebu Halid'i öldürmek
üzere yola çıkmış olabileceğini ama bundan çok da emin ol­
madığımı söylemem mi? Sadece içine öyle doğduğu için, öyle
mi?" Şikayet olarak başlayan şey saldırıya dönmüştü.
"Bu sadece içime doğan bir his değil," dedi Gadi sakin
sakin, "ben Ronen'i de karısı Naamah'ı da neredeyse on yıldır
tanıyorum. Karısı Ronen'den önce benim ajanlarımdandı. O
Ronen'in orada olduğundan emin ve ona güvenebileceğimi
biliyorum."
Başkan Gadi'yi şaşırttı. "Evet, onu duydum ve bana çok

• ı 104
sağlıklı bir durum gibi geldiğini söyleyemeyeceğim. Her
halükarda," diye devam etti, "ha.la sadece tahmin sınırlarında.
Yanılıyorsam beni düzelt ama Ronen'in Ebu Halid'i öldürmek
üzere yola çıktığına ilişkin gerçek bir bilgi sahibi değiliz."
"Ronen hakkını kendi eliyle alması olası tipte biri. Hayatı
kendi kurallarına göre yaşar. Ve şimdi kovuluşundan dolayı
bütün sisteme çok öfkeli ..."
"İstifa etti!" dedi Başkan sözünü keserek. "Kovulmadı, is­
tifa etti. Sana operasyonel olmayan iş tekliflerini reddettiğini
hatırlatırım."
"Ronen' e göre hepsi bir. Eğer bırakıp giderse insanların
mutlu olacağını düşünmeye sevk edildi." Kısa bir duraksa­
madan sonra ekledi: ''Aynı benim, insanlar artık terfimle ilgili
konuşmaktan kaçındığı ve yerime gelecek kişi arkamda sıraya
girdiği için günlerimin sayılı olduğunu düşünmeye sevk edil­
mem gibi. Ama tartışmaya geldiğimiz konu bu değil."
"Gerçekten tartışmaya geldiğimiz konu bu değil,'' dedi Baş­
karı çabucak, kalkacakmış gibi sandalyesini geriye çekerek.
"Dolayısıyla beni şimdi kariyerinle meşgul etme."
"Hayır, ama eğer Ronen'i durdurmak için bir şey yapmaz­
sak Mossad'ın ve İsrail Devleti'nin kendini içinde bulacağı
felaketle ilgili seni meşgul etmek durumundayım." Gadi se­
sindeki tırmanmakta olan öfkeyi hissedebiliyordu.
"Lübnan'da yapacağımız herhangi bir operasyon sadece
daha büyük bir rezalet anlamına geliyorken tam olarak ne ya­
pacaksın?"
Gadi Beaufort' un sesindeki gerçek çaresizliği hissetti. O
anda anladı ki Beaufon'u Ronen'i yakalamak için bir ekip
göndermeye ikna etme ihtimali, Lübnan'da devamlı varlık
gösteren başka bir ülkenin gizli servisinden yararlanması ih­
timali gibi sıfırdı.
"Onu ben durdurabilirim,'' dedi, "Ebu Halid'i bulmak için
nereye gideceğini biliyorum. Eğer yanıma bir ya da iki adam
daha almama izin verirsen bugün yola çıkabilir ve onu Ebu

ıos ıı
Halid'e ulaşmadan yakalayabiliriz. En kötü ihtimalle onu za­
rarsız hale getiririz."
"Kulağa gerçekten sevimli geliyor. Mossad ajanları
Beyrut'un Şii mahallesinin kalbindeki Ebu Halid'in evinin
önünde kavga ediyor. Beyrut'u biraz biliyorum, lütfen senar­
yoyu tamamlamama izin ver: Korumaların dikkatini çekiyor,
birkaçını vuruyor ve birkaç saniye içinde ortaya çıkan onlarca­
sı tarafından vuruluyorsunuz. Sana tanıdık geliyor mu?"
Gadi gözlerini indirdi. Mossad Başkanı'nın öfkesi aşikardı
ve büyük oranda da haklı olduğunu itiraf etmesi gerekiyordu.
Gadi sessiz kaldı ve Beaufort devam etti: "Ya da aynı oranda
korkunç şekilde Hizbullah sizi rehin alır. Sence İsrail Devleti
üç vatandaşının daha rehin alınmasını kaldırabilir mi?"
Gadi bir kelime bile etmedi.
"Hala gideceği yere ulaştığına dair olumlu bir teyit almadın
değil mi?"
"Evet, sadece dün Paris' e gittiğinin teyidini aldım."
Başkan ayağa kalktı. Birbirinden beter çeşitli olasılıklar ça­
bucak zihninden geçti. Ve yine de Gadi'nin haklı olmama­
sı ihtimali, iyi bir ihtimal vardı. Doron'un fikrini duymaya,
çeşitli olasılıkların kendisine düzenli bir şekilde sunulmasına
ihtiyacı vardı. Tek bir adamın varsayımlarına dayanarak hızlı
bir karar vermesi mümkün değildi.
"Paris'ten insan her yere uçabilir," dedi Beaufort. "Beyrut'a
giren yolcular listesinde olduğunu onaylar onaylamaz bana
haber ver. Bu arada Doron' a bilgi vermeni ve Planlama ve İs­
tihbarat ekibini de olaya dahil etmeni istiyorum. Doron' a beni
aramasını ve görüşlerini bildirmesini söyle. Uygun olabilecek
planlar üzerinde çalışmaya başlayın."
Mossad Başkanı gitmek üzere arkasını döndü.
"Cevap süresini kısaltacak bir seçenek daha var," dedi Gadi,
Beaufort'un tekrar kendisine yönelmesini sağlayarak, "birim­
de işleri başlatabilir ve sonra Avrupa'ya gidebilirim, böylelikle
harekete geçmeye karar verirseniz birkaç saat içinde, hatta bu

• ı 106
gece orada olabilirim."
Beaufort koltuğuna geri döndü ve Gadi'nin sözlerini de­
ğerlendirdi.
"Söylediğin mantıklı ama planlama aşamasında nasıl bulu­
nacaksın?"
"Doron'la iyi anlaşır, aynı doğrultuda düşünürüz. En kötü
ihtimalle arkadan gelecek olan ekip üyeleri bana detayları bil­
dirir."
"Tamam, aktarma için Avrupa'ya gitmeni onaylıyorum
ama önce buradaki planlama sürecini başlat. Doron' a haber
ver. Sen burada olmayacaksan Doron'un planlama için gelme­
si gerekir."
Ayağa kalktı ve aceleyle odayı terk etti. Gadi kafası karış­
mış, oturduğu yerde kalakaldı. Bir sürü şey yurtdışında bulu­
nan Doron' a ulaşabilmesine, ona şifreli olarak olabildiğince
çok detay vermesine, onun da kendisiyle aynı hislere sahip ol­
masına bağlıydı. Aynı zamanda geçen her an Beyrut'taki teh­
likeyi ağırlaştırıyordu. Gadi durumun şimdiden Mossad'daki
üst kademedekilerin çözüm bulmak için ellerinden geleni
yapmalarını gerektirecek kadar ağır olduğunu düşünüyordu
ama onun yerine kendisi "planlama sürecini başlatmak" üzere
gönderiliyordu.
Tüm yük onun omuzlarına yüklenmişti. Gadi öfkeyle san­
dalyesinden kalktı ve odadan çıktı. Çıkış yolunda Avigur'un
yanından geçerken "Söylesene, burada kararların kendi başını
kurtarma politikası doğrultusunda verilmediği olur mu? Du­
rumun ciddiyetine göre gerçek kararların verildiği? Ya da, bu
da gerçek kararları sahadaki bizlere bırakmak için başka bir
fırsat mı?" dedi. Resepsiyon bankosundan ceketini ve kaskını
aldı ve geride üç şaşırmış insan bırakarak aşağıdaki Operasyon
Birimi'ne aceleyle indi.

Gadi Operasyon Birim Şefı'nin bürosunda bir saattir


Doron' a ulaşmaya çalıştıklarını öğrendi. Onlardan bir başka
acil mesaj göndermelerini ve kendisi için Roma'ya bir uçak
bileti ve orada bir otel ayarlamalarını istedi, sonra da İstihba­
rat ve Planlama müdürleriyle "planlama sürecini başlatmak"
üzere oradan ayrıldı.
Gadi için İstihbarat Bölümü personelinin uygun istihba­
rat kaynaklarından bilgi istemeleri ve güncel bilgi edinmeleri
önemliydi: Örneğin Ebu Halid' in terfisinin yeni bir ofis, hatta
yeni bir eve taşınmasına ya da başka bir araç kullanıyor olma­
sına sebep olmuş olması kuvvetli bir ihtimaldi.
Gadi arkadaşlarıyla oturmuş plan yaparken zamanının
giderek azaldığını fark etti. İstihbarat Bölüm Müdürü Eli
dikkatle dinleyip Gadi'nin söylediklerine katılırken bütün
birimin iş programının uygulanmasından sorumlu Planlama
Bölüm Müdürü Arye Gadi'nin teorisini reddediyor ve sadece
üstü öyle talimat verdiği için planlama sürecine dahil oluyor­
du. "Bana sorarsan," dedi Gadi'ye kızgın kızgın, "sadece Ro­
nen delirdi diye bütün birimin böylesine riskli bir pozisyona
girmesini haklı kılacak bir sebep göremiyorum. Mossad ve As­
keri İstihbarat'ın farklı bölümlerinden ajandamıza sığdırmak
için kafa patlattığım ve ekiplerin korkunç bir iş yoğunluğu ol­
duğu ve nefes alacak zamanları olmadığı için sığdıramadığım
onlarca operasyon talebi var. Yani şimdi bunun için mi zaman
harcamamız gerekiyor?!"
Eli aceleyle "adamlarından birini" sahada bırakamayacak­
larını belirtti ama Gadi Planlama Müdürü'nün çıkışının ce­
vap vermeye değer olmadığını düşündü. Arye' nin "bu" dedi­
ği bir insan, onun öğrencisi, astı, silah arkadaşıydı. Gadi'ye
göre Ronen'i kurtarıp kurtarmamak tartışmaya açık değildi.
Gadi, Ebu Halid'in evini ya da işini değiştirmediğini öğren­
mişti, yine de onun hesabına göre bu ilk planlama toplantısı­
na ve güncel istihbarat profili hazırlığına ihtiyaç vardı. En iyi
ihtimalle Doron dönene kadar saatler geçecek, sonra Mossad
Başkanı' na planı onaylaması için gidip detayları bildirecekler,
test edip Başbakan'ın onayını alacaklardı ve tüm bunlar en az

•ı 108
iki ya da üç gün sürecekti. Halbuki hemen yarın ya da en geç
ondan sonraki gün Ronen Ebu Halid'i öldürebilir ya da bunu
yapmaya çalışırken yakalanabilirdi.
Gadi uçuş ve aktarma listelerini kontrol etti. Dön saat­
ten az bir süre içinde kalkacak olan Roma uçuşu onun o gece
Beyrut' a aktarma yapabileceği son uçuştu. Herhangi bir ge­
cikme varışını bir tam gün ötelerdi. Geriye tek bir çıkar yol
kalıyordu: Sadece o Ronen'i yakalayabilirdi ve bunu ancak
hemen yola çıkarsa yapabilirdi. Aldığı şahsi risk çok büyüktü
ama bunu herkesten önce ve en çok Ronen'e, sonra da olay­
ların akışından etkilenen herkese -isim isim kim olduklarını
saymak için durmadı- borçlu olduğunu hissediyordu.
Eli kendi bölümündeki istihbarat amirlerinden birini ve
Arye de yardımcılarından birini ön planlamaya başlamaları
için tahsis etti. Gadi büroyu Doron' a daha detaylı bir bil­
gi iletmek için kullandı: Aktarma için Roma'ya gidiyorum.
Planlama süreci devam ediyor. Acilen seni bekliyorum, he­
men Beaufort' u ara. Genel merkezdeki hiç kimse o zamana
kadar Gadi'nin Beyrut'a gitmek üzere karar verdiğini bilmi­
yordu. Onay alırsa problem yoktu ama almazsa döndüğünde
yankılarıyla uğraşacaktı.

***

Gadi'nin karısı Helena, İngilizce öğretmenliği yaptığı


bölge okulundan eve döndüğünde kocasını valiz hazırlarken
görünce şaşırdı. Gadi ona bütün o sabah olanları anlatırken
odalarındaki yatağın üzerinde aralarında açık bir valizle baş
başa oturuyorlardı.
Mossad yönetmelikleri Gadi' nin Helena'ya katıldığı operas­
yonları anlatmasına izin veriyordu ama o çok tehlikeli olanları
ya da şiddet içerenleri anlatmazdı. Gadi'nin bir Arap ülkesin­
de olduğunu bilmeden bile Helena odaklanmasını imkansız
hale getiren nice uykusuz günler ve geceler geçirmişti. Bu sefer
olası komplikasyonların ona her şeyi söylemesini gerektirdiği­
ni biliyordu, onay olsa da olmasa da Beyrut'a gitme kararını
bile. Olay olup bittikten sonra bunun Ronen'i kurtarmak için
şahsi bir görev olduğunu öğrenmesini istemiyordu.
Gadi'nin Helena'nın ne kadar üzgün olduğunu anlaması
için kendisine bir şey söylemesine gerek yoktu. Güzel mavi
gözlerindeki parıltı Gadi Naamah'ı ziyaretinden bahseder
bahsetmez söndü ve Mossad Başkanı'yla yaptığı toplantıdan
söz edince Helena'nın nadiren kapıldığı bir parça öfke duda­
ğının köşesini titretti. Gadi'nin içi titredi ve valizin üzerinden
Helena'nın kapalı kalan dudaklarını öpmek için eğildi.
Gadi ile evlilik hayatı Helena'yı bu ana hazırlamıştı çünkü
bu, tam olarak Gadi'nin kendisiydi. Daha onunla ilk karşılaş­
tığında bile, bir yıl okuyacağı İsrail' e gelişinden kısa bir süre
sonra üniversitenin havuzunda, onun karakterindeki, yıllar
içinde ona çok tanıdık gelen çelişkileri fark etmişti. Şezlong­
da oturup güneşlenirken Helena'nın Danimarka'da ikinci dil
olarak öğrendiği Rusça aslından Budala'yı okuyan adaleli bir
adam. Kısa bir süre konuşmuşlardı ve ona gönülçelen bir
gülümsemeyle sadece ilk üç sayfasını okuduktan sonra bile
bunun eline aldığı en muhteşem kitap olduğunu bildiğini
söylemişti. Prens Mışkin'i bu kadar çok seven bir adam iyi bir
insan olmalı, demişti kendi kendine. Gadi diğer öğrenciler­
den daha büyük ve daha içine kapanıktı ama aslına bakılırsa
bu Helena'ya çok uyuyordu. İnatçı olduğu kadar yumuşak
ve sevecen olabilen bakışlarına aşık olmuştu. Onun doğrucu,
dürüst ve tanıdığı bütün İsraillilerden bir şekilde farklı, daha
yumuşak ve kibar olan düşünme şekline, konuşmasına, dav­
ranışlarına aşık olmuştu.
Evlenmelerinden bir süre önce Gadi' nin sırayla birbirleri
hakkında abartılı hikayeler anlatan ordudan arkadaşlarıyla
oturmuşlardı. Hikayelerden biri yağmurlu bir gecede en az
otuz metre uzunluğunda dikenli kaktüsten bir çite rastladıkla­
rı bir yön tayini talimi hakkındaydı. Diğer herkes etrafından

1 1 1 10
dolaşırken Gadi tüfeğinin dipçiğiyle kaktüsü yarıp geçerek
herkesi hayrete düşürmüştü. Gadi, planlandığı gibi düz bir ro­
tayı takip etmeleri gerektiğini ve eğer etrafını dolaşırlarsa aynı
çizgide kalamayabileceklerini söylemişti. Tam olarak bahsedi­
len noktaya, Celile'deki bir Arap köyünün girişinde bulunan
dar koruluktaki belli bir zeytin ağacına ulaşmayı başaran sa­
dece o olmuştu. Herkes takdir ederek gülmüştü ve Helena bu
küçük hikayenin Gadi'nin karakterinin bir yönünün, onun
doğruluğunun, ciddiyetinin, işi kestirme yoldan halletmeyi
reddedişinin mükemmel bir örneği olduğunu biliyordu. Ama
bu, zaten Gadi ona bir süre kur yaptıktan ve kendisi hakkında
daha fazla şeyi, karakterinin Helena'nın başkalarıyla paylaş­
maktan nefret ettiği yönlerini, adanmış, düşkün aşkını, yumu­
şaklığını, sadece onun için sakladığı aptallıklarını ve kahkaha­
sını göstermesinden sonraydı.
Helena onun şimdi kendisine vermek istediği öpücüğün
yumuşak bir aşk öpücüğü olduğunu biliyordu ama gözlerin­
deki bakış şimdiden dikenli bir kaktüs çitin içinden geçen
Gadi'ye aitti. Helena' nın kafasından karmaşık düşünceler ge­
çiyordu: Onu nasıl durdurabilirdi? Onun oradan ayrılmasını
ne engelleyebilirdi? Kelimeler öne gelişigüzel atılıyordu. İzin
almadan ve yardım olmadan gidemezsin. Neden sen, neden
her şeyi kendi omuzlarında olduğunu hissediyorsun? Sen
Mossad Başkanı'na söyledin, şimdi iş onun elinde, riskleri bi­
liyor. Eğer verilen karar hiçbir şey yapmamaksa bu mantıklı.
Gadi gülümsedi. Helena karşısında İsrail doğumlu biri gibi
konuşuyordu: Sen ona söyledin, artık onun elinde. Aynı po­
zisyonda olsalar bu arkadaşlarının birçoğuna kafi gelirdi. Ve
tam olarak bu onlarla kendisi arasında neredeyse aşılamaz bir
mesafe yaratıyordu. Shalgi'nin söylediği şey neydi? Sorumlu­
luk burada durur. Sorumluluğu daha fazla başkasına aktarma­
yacak ve üstlerini de artık suçlamayacaktı.
"Ronen benim şahsi sorumluluğum," diye cevap verdi Gadi
usulca Helena' nın narin parfüm bulutunun içinde karşılık

ııı ı•
bulamayan dudaklarını onunkinden ayırırken. "Onun atıldığı
gibi ben de atılabilirdim. Dolayısıyla şimdi kendi başını, hepi­
mizin başını çok kötü bir belaya soktuğuna göre onu ve hepi­
mizi ben bu beladan çıkarmalıyım."
Helena' nın kafa karışıklığını ancak o zaman anlayabildi.
Helena yıllardır başarısızca Gadi'nin işini kapının dışında bı­
rakabileceği bir yuva kurmaya çalışmıştı. Küçük ortak yerleşim
yerindeki komşularının çoğu Mossad ve diğer güvenlik teşki­
latları çalışanları olsa da Helena onların eşleriyle ilişki kurma­
mıştı. Ekip kültüründen çok uzaktı, kocasının geçmişiyle ilgili
bilmesi gerekenleri, Naamah dahil biliyordu ama bu bilgi hiç­
bir zaman tam bir tablo oluşturmuyordu; kafasındaki yapboz
hiç tamamlanmıyor ve eksik parçalar onu rahatsız ediyordu.
Helena Gadi'nin izin verilmese de bu delice yolculuğa çıka­
cağını ve bunun muhtemelen en tehlikeli yolculuğu olacağını
biliyordu -yalnız başına, belki yardım olmadan- iki hasma
karşı: Ronen ve çevredekiler. Naamah'ın bu kararda etkili ol­
duğu Helena için çok açıktı; ne de olsa Gadi onu evinde ziya­
ret etmişti, o da tabii ki ondan kocasını kurtarmasını istemişti
ve Gadi tam da kendi hayatını riske atmaya hazır cinsten bir
şövalyeydi. Helena ayrılış anlarını karartmamak için herhangi
bir şey söylemekten geri durabilirdi ama çoğunlukla yaptığı
gibi içinde tutmak yerine meseleleri masaya yatırırsa Gadi'nin
aklının başına gelebileceğini düşündü.
"Onu mu, Naamah'ı mı koruyorsun?"
Gadi bir an geri çekildi, sonra bir araya getirebildiği olanca
şefkatiyle "Bu d� nereden çıktı, Iloush?" dedi.
"Bunu kendin göremiyor musun? Eğer bu hikayeyi başka
bir kadından duysan bu kadar hızlı harekete geçer miydin?"
Gadi buna açık bir cevap vermesi gerektiğini biliyor­
du. Helena' nın şu anki sıkıntısı çok derinden geliyordu ve
Gadi'nin bunu geri kalan kısa zamanda bulup yok etmesi
mümkün değildi. Tekrar Helena'ya karşı duyduğu sevgi ve şef­
katin içini sardığını hissetti.

1 1 1 12
"Naamah bu tür şeyleri uydurmaz. Onu bundan emin ola­
bilecek kadar tanıyorum."
"Çok iyi," diye geveledi Helena yıllar içinde artan, en gizli
yere, derinliklere saklamayı becerdiğini, hatta belki de kocası­
nın aşkı sayesinde silindiğini düşündüğü acılıkla.
Gadi yataktan kalkıp dolaba yöneldi. Bir kravat aldı ve
bağlamaya başladı. Naamah'la uzun süre önce sona eren, geç­
mişte kaldığını söylediği ilişkisini tekrar tekrar anlatmanın an­
lamı yoktu. Ama yine de şüpheler devam ediyordu. Helena
da ayağa kalkarak onu şaşırttı, dolabın diğer kapağına gitti ve
Gadi' nin üzerindeki pantolona uygun ceketi çıkarttı
"Bu delilik, başka bir açıklamam yok," dedi Helena sür­
mekte olan sessizliği bozarak. "Bana sana gelenin Naamah
olmadığını, senden gitmeni istemediğini mi söylemek istiyor­
sun?" İçinde Naamah'ı kullanarak Gadi'nin gidişini engelleme
isteği ile endişesini ve hissettiği aşağılanmayı vurgulama isteği
birbirine karışmıştı.
Gadi ona doğru bir adım atıp ona sarıldı. "Beni aradı ve
olanları anlattı. Oraya gitme ihtimalimi hiç düşünmedi."
Bu, aslına bakılır�a Helena'ya doğru göründü. Bu tip _delice
bir fikir ancak Gadi'nin ya hep ya hiççi beyninden çıkabilir­
di. Gadi' nin kendisine sarılmasına izin verdi, hareket etmedi.
Sonra kollarından ayrıldı ve Gadi'nin ceketi elinde aşağı indi.

Gadi bir dakika sonra valizi kapatılmış ve kravatı sıkıca bağ­


lanmış olarak mutfağa geldi. Gadi'nin valizini toplamak üze­
re yukarı çıkmadan önce çalıştırdığı kahve makinesi kahveyi
hazırlamıştı, o da kendine bir fincan koydu. Helena Gadi' nin
kendisine katılma teklifini reddetti.
"Kendine bu konuyu düşünmek için birkaç saat zaman
tanı. Belki Ronen'le ilgili başka bir şey akla gelir. Belki seninle
birlikte başka birini de yollarlar." Ağzından bir kez daha karı­
şık, her biri Gadi'nin bu delice niyetlerinden uzaklaşmak için
tutunacağını umduğu bir başka ip olan fikirler dökülüyordu.

1 1 3 11
"Onlar kıçlarını kaldırana kadar çok geç olacak. Ve eğer
Roma uçağına atlayıp bu gece Beyrut' a bağlantı uçuşunu ya­
kalamazsam çok geç kalabilirim."
"İkiniz de kendinizi bir tür Hizbulah zindanında bulacak­
sınız. O tabii ki seni de kendisiyle beraber cehenneme götür­
mek istiyor. Senden nefret ediyor olmalı."
"Beni görünce oyunun bittiğini anlayacağına inanıyorum.
İntihar etmek için orada değil," dedi Gadi, son zamanlarda ne
kadar kötüleştiği ve orada tam olarak hangi Ronen'in karşısına
çıkacağı hakkında gerçekten hiçbir fikri olmadığını düşünür­
ken Helena kadar kendini de ikna etmek için.
"Orada başına bir şey gelse kimsenin haberi olmayacak.
Sadece bir trafik kazası olsa bile. Ve buradaki hiç kimse sana
yardım edemeyecek."
Gadi, diğer Mossad ajanlarının karıları gibi Helena'nın da
her şeye gücü yeten Mossad'ın herhangi bir talihsizlikten on­
ları kurtarmaya geleceği inancıyla yaşadığını biliyordu. Sahte
pasaportunun sadece ilk intibada işe yaradığını, dili sürçecek
ya da biri onu kontrol etmeye kalkacak olsa güvenecek hiç­
bir şeyinin olmadığını, kendi başına tamamladığı her görevde
hissettiği yalnızlık hissini hayal bile edemezdi. Ninjitsu'da dör­
düncü dan olmasının Beyrut'un ya da Tahran'ın orta yerinde
ona hiç yardımı dokunmazdı; kimse onu Hizbullah'ın ya da
Devrim Muhafızları'nm mahzenlerinden kurtaramazdı. "Gö­
revde olup da Kazakistan'da bir kaza geçirsem de kimsenin ha­
beri olmaz," dedi Gadi. Saatine baktı ve kapıya doğru yöneldi.
"En azından çocukların eve gelmesini bekleyemez misin?
Onlarla vedalaşmadan ülkeyi terk ettiğin hemen hiç olmadı."
İkisi de Helena'nın daha önce hiç kullanmadığı bir silahı
kullandığını biliyorlardı. Gadi iki küçük çocuğu için deli olu­
yordu. Bir Arap ülkesinden Avrupa'ya varıp evi aradığında te­
lefonu Ami ya da Ruth açarsa gözlerinden yaşların süzüldüğü­
nü Helena bile bilmiyordu. Ama geç saatte eve geldiği birçok
gece henüz uyumamış olmaları ümidiyle odalarına koştuğunu
•ı 1 14
biliyordu. Başını onların küçük uyuyan bedenlerine yaslar ve
dışarı çıktığında Helena'ya gözleri nemlenmiş gibi gelir, bu da
Helena'nın gözlerinin dolmasına sebep olurdu. Yine de ikisi
de onu gitmekten hiçbir şeyin alıkoyamayacağını biliyorlardı.
Gadi tekrar saatine bakıp üzüntüyle kafasını hayır anla­
mında salladı.
"Eğer Tanrı korusun başına bir şey gelirse seni hiçbir za­
man affetmeyecekler," dedi Helena, "ben de öyle."
Gadi boş fincanını tezgaha koydu, gidip Helena'ya sarıldı.
"İşimden nefret et ama benden etme, Iloush."
Bu onun Gadi'siydi: aşk ifadeleri, gönül alan sözleri ve uz­
laşmaz inadıyla. Tüm bunlar bir paket halinde geliyordu.
"En azından bana Genel Merkez'le konuşacağına ve Roma'da
bu konu hakkında biraz daha düşüneceğine dair söz ver."
"Söz veriyorum," dedi Gadi.
"Ceketini buruşturuyorsun," dedi Helena gözyaşlarının
arasından gülerek.
"Bu son, söz veriyorum."
"Ya evet, aynı çocuklar gibi," dedi omzunun üzerinden.
"Son seferden sonra, en son sefer ve sonra en en son sefer ve
sonra . . . Kaç yıldır bana bunu, yakında yalnızca benim olaca­
ğını söylüyorsun?"
Gadi, onun bayıldığı aksanının etkisiyle eriyerek daha sıkı
sarıldı ve Helena yarı gülme yarı ağlama denebilecek bir ses
çıkardı.
Gadi, Piazza Barberini'deki otelinin önünde bulunan
ankesörlü bir telefondan söz verdiği gibi -aslında zaten ara­
yacaktı- Genel Merkez'i aradı. Planları da yeniden gözden
geçirdi. Ama tahmin ettiği gibi ofiste işler ağır akıyordu: Do­
ron İsrail' e dönmek üzere uçuyordu, varışını takiben gece geç
saatte bir toplantı yapılacaktı. İstihbarat Bölüm Müdürü Eli
Gadi'ye Doron'un "histerik durum değerlendirmesi" netice­
sinde geri çağırılmasına oldukça kızdığını ve kendisinin biri­
min gerçek savaş protokolüne geçileceğine inanmakta zorlan­
dığını söyledi. "Eğer genel direktör bir şeyleri değiştirmezse,"
dedi Gadi'ye, "hiç kimse yapabileceğinin minimumundan
fazla bir şey yapmayacak."
Hiç kimse o gece Beyrut' a devam etmesi için izin vermeye­
cekti ve bunun yarın gerçekleşmesi de çok zayıf bir ihtimaldi.
Gadi şimdi Beyrut'a uçmanın Mossad' ın idaresine ve kuralla­
rına alenen karşı gelmek demek olacağını biliyordu. İleri bir
adım daha atmak için bir operasyonel avantaj var olsa da bu
kesinlikle tamamen kitaba uygun yapılmayan, başarısı resmi

1 11 1 1
bir ödüle, başarısızlığı ise kovulmaya ya da hapse neden olan
bir operasyon değildi; bu, nereden bakılırsa bakılsın kazanı­
lacak hiçbir şeyin olmadığı bir operasyondu. Yine de bir şans
vermesi gerekiyordu. Gadi, hayatında ilk kez hiçbir kuralın,
hazırlığın, destek kuvvetin olmadığı bir göreve, başarılı olması
halinde bile başarısızlık kokacak bir göreve gidiyordu.

Gadi'nin otele kaydı sorunsuz tamamlandı. Araba kirala­


ma işi ve biraz önce Dahiye'ye yaptığı ziyaret de öyle olmuş­
tu. Resepsiyon görevlisi pasaportunu bırakmasını rica edin­
ce Gadi şaşırmış gibi davranarak nedenini ve süresini sordu.
"Yarın sabaha kadar," cevabını aldı, "ama eğer sizin için ger­
çekten önemliyse iki saat içinde geri alabilirsiniz." Az sonra,
lobide oturmuş kahvesini içerken El Muhaberat ajanlarının -
gizli polis- resepsiyon bankosuna yanaşarak pasaportları alıp
ayrıldıklarını gördü.
Bir kumar: Pasaportundaki fotoğraf önceki yıl kullandığı­
na benziyordu. Karşılaştıracaklar mıydı? Her halükarda acaba
o soruşturmanın derinliği ne kadardı?
Sorulursa kendisiyle geçen yıl Lübnan' ı ziyaret eden Mar­
tinson denilen adam arasındaki benzerliğe şaşırmış görünecek,
hacca gülümseyecekti. Bu arada sabırlı olması, karın kaslarını
sıkması ve beklemesi gerekecekti. Ne de olsa işinin bundan
çok daha wr yönleri vardı. Eğer baş edemiyorsan kendine baş­
ka bir iş arayacaktın.
Gadi kahvesini bitirdi. Ronen'in kaldığı oteli bulması ge­
rekiyordu. Geç bir saatti ve çok sayıda telefon açmak şüphe
çekerdi. Otel odasından arayamazdı ve kendi otelinin lobisin­
deki telefonu kullanarak dikkat çekmek istemiyordu.
Gadi karşıdan karşıya geçti ve büyük bir otele girdi. Lo­
bideki ankesörlü telefondan Beyrut otellerini arayarak Bay
]esse Smith'i sormaya başladı. Lobi biraz fazla boştu ve otel
güvenliği onu baştan ayağa süzerek bir kez yanından geçti.
Gadi on aramalık bir limit koymaya karar verdi, sonra başka
ıı ı ıs
bir otele geçecekti ama şans eseri o kadar uzun sürmedi: Lis­
tedeki yedinci otelde, Mar Elias'daki operatör aramayı Bay
]esse Smith' e aktarmak üzereydi. Gadi operatöre hemen geri
arayacağını söyledi ve telefonu kapadı. Ronen'in telefonunun
dinleniyor olabileceği endişesiyle aceleyle lobiyi terk etti. Ro­
nen en azından kodlara göre doğru şekilde işini yapıyor, diye
düşündü Gadi: Beyrut-Şam yolu üzerinde küçük bir otel olan
Mar Elias, onun Hizbullah'ın yurtdışı operasyonlar ofisinin
bulunduğu El Obeiri yolunu günün hemen her saatinde kul­
lanmasını haklı kılıyordu.
Gadi saatine baktı; neredeyse gece yarısıydı. Mar Elias'a şim­
di gidip Ronen'le işleri yoluna koymalı mıydı? Şehrin dışındaki
küçük bir otele gitmek şüphe uyandırabilirdi ve bir gün ve iki
gecelik keşif gezileri sırasında Ronen'in peşine kimleri taktığı­
nı kim bilebilirdi ki. Eğer otelde görünürse kendini doğrudan
Ronen'in odasını gözetleyen güvenlik güçlerinin kollarında bu­
labilirdi. Onu tarafsız bir yerde yakalamak daha iyi olacaktı. Bu
durumda yarın erkenden işe başlamaya karar verdi, ya otelinin
dışında ya da Ebu Halid'in evinin civarında onu pusuya düşüre­
cekti. Ronen'in gece çok fazla zarar veremeyeceğini umdu;
Her halükarda ilk önce pasaportunu geri almak istiyordu.

***

Hiç durmayan bir şehir, diye düşündü Gadi kendi kendine


gülümseyerek ertesi gün çok erken saatte otelin otoparkından
çıkarken. Hayret verecek kadar çok sayıda insan gelip geçiyor­
du. Koşucular gezi yolunda ve yandaki üsten çıkan Suriyeli
bir asker birliği de caddenin karşı tarafında bir düzen içinde
koşuyorlardı. Şehrin merkezini çevreleyen geniş bulvar bo­
yunca, kavşaklarda çift çift duran silahlı polisleri gözleyerek
erken kalkmış seyyar satıcı arabaları, taksiler ve banliyölerden
Beyrut'un merkezine gelen çalışanların hırpani araçları arasın­
da zikzak çizerek araba kullandı.

1 19 1 1
Güneye doğru döndü. Yalnızca birkaç dakika sonra ana­
caddenin sıkışıklığını geride bırakmıştı; Ebu Halid'in mahal­
lesi henüz uyanmamıştı ve barikattaki uykulu görevliler ona
neredeyse hiç dikkat etmedi. Ebu Halid'inkine çıkan, kolonlar
üzerinde üç kadı evlerin bulunduğu bu tanıdık mahalledeki
dar sokakta çok az trafik vardı.
Gadi hareketlerini dikkatli planlamıştı. Ebu Halid'in evi
soldan beşinci evdi. Ebu Halid ofisine giderken evinden sağa
doğru dönecekti. Eğer Ronen pusuya yatmış onu bekliyorsa
kesinlikle soldaki ilk dört evden birinde, korumanın görüş
alanı dışında saklanıyor olacaktı.
Gadi yavaşlayıp ağır ağır ilerlemeye devam etti. Başını ha­
reket ettirmeden gözleriyle sağı solu taradı. Sokak boyunca,
bahçelerin içinde, evlerin altında binalar boyunca park edil­
miş çok fazla araba vardı. Ebu Halid'in evinin oradaki nöbetçi
kulübesine yaklaşıyordu.
Soldan üçüncü evin altındaki park alanında kiralık bir
araba gibi görünen bir araç gözüne çarptı ve anlık bir kararla
kendi arabasını kenara, eğer kulübesinde kalırsa nöbetçinin
kendisini göremeyeceği bir yere çekti.
Gadi arabadan çıkmadan önce binaya baktı. Tüm veranda
pencereleri kapalıydı. Park alanına birkaç metrelik mesafeyi
yürüdü ve uzun adımlarla birçok aracın arasına park edilmiş
olan kiralık BMW'ye doğru ilerledi. Başta araba boş gibi gö­
rünüyordu ama sonra karşılaşacaklarını bilerek bakışlarını
başka tarafa çeviren Ronen doğruldu.
Gadi derin derin iç geçirdi, BMW' nin yolcu tarafına geçti,
kapıyı açıp oturdu. ''Arabayı çalıştırıp hareket et," dedi.
Ronen tam karşıya bakıyor, yüzündeki tek bir kas bile ha­
reket etmiyordu. Sonra yavaşça, başını çevirmeden, "Araba­
dan çık ve buradan uzaklaş. Senin buna karışmanı istemiyo­
rum," dedi.
"Her şeyden önce buradan ikimizin de çekip gitmesi gere­
kiyor. Ondan sonra konuşacağız."

•ı 120
Ronen, elleri direksiyon simidinde karşıya bakmaya devam
etti. "Seninle hiçbir şeyi tartışmaya niyetim yok. Çok geç ol­
madan arabadan çık ve buradan uzaklaş."
Gadi, "Çok geç değil," diyerek söze başladı ama sonra
Ronen'in çenesinin gerildiğini gördü ve bir anda gizli umu­
du -onu orada görmenin Ronen'i hemen kendine getireceği
umudu- yıkılmıştı. Ronen burada astı değildi, ona ve bütün
sisteme karşı nefretle doluydu ve kesinlikle otoritesini kabul
etmeyecekti. Şu anda onu sakinleştirmek ve acele hareket et­
memesini sağlamak Gadi' nin işiydi. Ve bir B Planı vardı ki o da
Ronen'e operasyon ekibinin Beyrut' a gelmek üzere olduğunu
söylemekti. Gadi Ronen' e Ebu Halid'e uyarı gönderildiğini de
söyleyebilirdi ama o zaman Ronen'in kendini bütün sistemle
savaşıyormuş gibi algılaması olasıydı ve Gadi onu herhangi bir
şeye ikna etme şansını kaybederdi. Gadi başka bir plan seçti.
Sesini yumuşattı:
"Eğer şimdi burayı yavaşça terk edersek kimse burada ol­
duğumuzu bilmeyecek. Henüz hiç kimse benim burada oldu­
ğumu bilmiyor, sözüme güvenebilirsin."
Ronen Mossad'ın buna karışıp kendisini engellemeye çalı­
şacağından şüphelenmesine rağmen hareket etme hızları kar­
şısında hayret düşmüştü.
Başını yavaşça Gadi'ye doğru çevirdi. "Senin sözün uzun
zamandır bana bir şey ifade etmiyor. Yine de bu işe karışman
çok kötü oldu," dedi Gadi'yi şaşırtarak. "Çık dışarı. Hem bu­
raya nasıl geldin? Burada olduğumu nereden biliyordun?"
Ancak o zaman Gadi Ronen'in etrafında olan biten her
şeyden ne kadar kopuk olduğunu fark etti. Evet, Naamah'ın
Beyrut'a gittiğini tahmin edeceğini ve Mossad'la bu kadar
çabuk bağlantı kuracağını ya da uluslararası havayollarının
yolcu listelerine ulaşmak konusunda bu kadar usta oldukları­
nı bilemezdi ama onun yerini tespit edebilmiş olmalarına şa­
şırması da neydi? Ronen, nasıl elde edildiklerini hiç sorgula­
maksızın istihbarat raporlarına güvenen, emniyetli ve eksiksiz

1 21 ı•
olduklarına inanan tipte ajanlardandı. Daha az masum, daha
şüpheci, her bir parça bilgi için istihbarat memurunu sıkıştı­
ran diğer tipte ajanlar da vardı. İstihbarat memuru da ajanlara
sadece görevi yerine getirmek için gerekli olduğu kadar bilgi
verildiğinden kıvırmaya çalışırdı. Hedefin çocukları hakkın­
da detaylı bilgi elde etmek için bir okulun bilgisayarına giril­
miş olması, yerel bir ajanın hedefin evine seyyar satıcı olarak
gönderilmesi, bir hava fotoğrafından hedefin aracının detay­
larının belirlenmesi ya da başka bir ajanın önceki gözetleme
görevinden hedefin ofisine geçmesi onları ilgilendirmezdi.
Ronen'in dış görünüşündeki serdiği ile saRığı arasındaki
çelişki hiç bu kadar belirgin olmamıştı. Gadi, onun sorusuna
cevap verip Naamah'tan bahsetmenin, ona şimdi yalan söyle­
mek kadar yanlış olacağını anladı. Soruyu görmezden gelmeye
karar verdi. Gadi kendini gergin ve kararlı hissediyordu ama
yumuşak yumuşak konuşmaya devam etti:
"Ronen, bunu bir düşün. Bu sadece seninle ilgili değil.
Mossad'ı olduğu kadar bütün ülkeyi karmaşaya sürüklüyor­
sun. Beni de öyle."
"Ben her şeyi düşündüm," diye cevap verdi Ronen, yüz ifa­
desi perdelenmiş olarak, "ve başka hiç kimseyi düşünmek gibi
bir niyetim yok, tıpkı kimsenin beni düşünmediği gibi."
İkna ve anlayış da işe yaramayacak, diye düşündü Gadi. "Ro­
nen, kendini kontrol et. Aklı başında biri gibi konuşmuyorsun."
Bir an için Ronen'in fersiz ifadesinde bir şey parladı ve ba­
şını tekrar önüne çevirdi.
"Belki de artık aklım başımda değildir," dedi düşünceli dü­
şünceli, "bir deli deli olduğunu bilir mi dersin?" diye sordu
tekrar Gadi'ye dönerek.
Gadi' nin ona takıldığını düşüneceğini biliyordu ama niyeti
kesinlikle bu değildi. Aylar boyunca Naamah eğer yardım almaz­
sa sonunun kötü olacağını söylemişti. Birimin psikoloğu Benny
iki kez evlerine gelmiş ama Ronen onunla görüşmeyi reddetmiş­
ti. Kendi kendine bunalımda olmaya hakkım var, diye düşün-
•ı 122
müştü: Diğer ajanlar kendilerinin Mossad için büyük bir felake­
te, en büyüğüne, yıllarca konuşulacak bir şeye neden olduklarını
söyleyemezlerdi; diğer ajanlar bir soruşturma komisyonu tarafın­
dan töhmet altında bırakılıp ekipten atılrnamışa.
"Belki deli olduğumu bilirsem bu benim normal olduğu­
mu kanıtlar?" diye cevap beklemeden Gadi'ye sordu. "Delir­
mek için oldukça iyi nedenlerim olduğunu kabul edelim,"
dedi ve sustu.
Ne kadar da aptalım, diye kendi kendine küfretti Gadi.
İstemeden Ronen'in kanayan yarasına parmak basmıştı.
Ronen'in deli olduğunu nasıl ima edebilmişti? Durumu bir an
önce normalleştirmesi gerekiyordu.
"Deli bir adam diğerine 'Hadi delirelim,' demiş, diğeri de
cevap vermiş: 'Delirdin mi?"' diyerek Gadi elini Ronen'in om­
zuna koydu ve Ronen küçük bir kahkaha attı.
Birden donakaldılar. Otoparkın diğer tarafında biri belir­
mişti. Adam arabasına bindi ve motoru çalıştırdı. Çıkışa giden
yol arabalarının yanından geçiyordu. Ronen ve Gadi birbirle­
rine baktılar. Aralarındaki huzursuzluk dağıldı; o anda sadece
karar anında bulunan iki deneyimli ajandılar. Gadi öne eğildi
ve Ronen de başını Gadi' nin sırtına yasladı. Arabanın geçişini
duydular ama Ronen başını kaldırmak için biraz bekledi, dışa­
rıyı kolladı ve doğruldu. Gadi de aynı şekilde davrandı.
"Ronen, burada kalamayız. Az sonra başka bir komşu dışa­
rı çıkacak ve benim kadar sen de çok iyi biliyorsun ki buralar­
daki iki adamdan biri Hizbullah üyesi."
"Öyleyse git!" diye cevap verdi Ronen öfkeyle. "Benden
ne istiyorsun? O aşağılık herif hila insanları havaya uçuruyor,
ben de onu öldüreceğim!"
"Her şeyden önce ilk olarak sana son durumu bildireyim.
İdari bir göreve terfi ettirildi. Ve ikinci olarak, bu şekilde ger­
çekten İsrail' e yardım ettiğini mi düşünüyorsun?"
Ronen ağzını kapalı tutup Gadi'ye bakmaktan kaçındı. Ora­
yı terk etmek gibi bir niyeti yoktu. Gadi öfkesinin yükseldiğini

123 1 1
hissetti; Ronen'i evine geri götürebileceğinden bu kadar emin
olduğu için kendine Ronen'den daha fazla kızıyordu.
"Gerçekten beyinsizin tekisin. Gerçekten kararlısın, öyle
mi? Karar verdin ve öyle olacak. Seni vazgeçirmenin yolu yok,
ha? Tamam, dinle o zaman Yalnız Kovboy. Oyun bitti. Ne ya­
pacağımı iyice dinle."
Gadi kafasında küçük bir sesin iyi düşün, dediğini duydu.
İyi düşün. Bu, İsrail sokaklarındaki iki kızgın şoför arasında
geçen bir kavga ya da ekipte yapılan bir liderlik talimi değildi.
Bu, bir operasyondu, gerçek olan bir şeydi. Daha önce bir kez
daha buradaydın ve yetersiz planlama yapıldığı için başarısız
oldun. Ve yine burada aynı hataları yapıyorsun. Doğaçlama
yapmanın, içinden geldiği gibi davranmanın hiç zamanı değil.
Daha da ötesi, bu küçük sokaktan bir aşağı bir yukarı insanlar
ve araçlar geçmeye başlıyor ve en ufak bir kıvılcım bütün alanı
yangın yerine döndürebilir.
Ama bu küçük ses zayıftı. Gadi kumar oynamaya karar ver­
di. Sadece hemen önlerindeki, Ronen'in tek yönlü amacının
peşindeyken göremediği tehlikeyi görebiliyordu. Her an bir şey
olabilir, kendilerini bir kez daha kızgın bir çete tarafından kuşa­
tılmış bulabilirlerdi. Ronen'i oradan çıkarması gerekiyordu.
"Ben Ebu Halid'in binasında bulunan kulübedeki nöbet­
çiye gidiyorum," dedi Ronen'in kendisine inanma ihtimalinin
ne kadar olduğunu düşünmeden. "Ona şüpheli birinin bu
otoparkta olduğunu söyleyeceğim. Onun buraya gelmesi ve
güvenlik kuvvetlerinin bölgeyi kapatması birkaç saniye alır.
İstediğin bu mu? İşleri herkes için berbat etmene izin vereme­
yeceğimi anlamıyor musun?"
Neredeyse tamamen Ronen'in kontrolünde olan bir du­
rum yarattığını biliyordu. Tabii ki arabada kalabilirdi ama o
zaman bütün kartlar Ronen'in elinde olacaktı.
Kısa bir sessizlikten sonra Ronen hor gören bir tavırla ona
baktı ve "Öyleyse durma. Git. Beyinsiz olmaktan bahsedene
de bakın. Durma git," dedi.

1 1 124
Gözleri öfkeyle birbirlerine kilitlendi. Ronen planını sonu­
na kadar uygulamaya hazırdı ve eğer sinirleri dayanırsa bütün
dikkatleri üzerinde toplayacaktı. Ama sonra onun gözlerinde­
ki inançsızlık pırıltısını gördü; Ronen kendisine inanmıyordu.
Nöbetçinin karışmasını göze aldığından değildi, Gadi'nin nö­
betçiyi işin içine karıştıracağına, ekibin altın kuralı olan diğe­
rinin yanında durma ilkesini çiğneyeceğine inanmamasından­
dı. Rahatça kaçabilecek olsan da kafanı tekrar aslanın ağzına
sokup arkadaşını kurtarırdın.
Gadi bu kuralı, şu anda bulundukları yerden çok uzak ol­
mayan bir noktada, bir yıl önce ispatlamıştı. John ve Ronen
kaçmaya çalışırken arabalarına açılan yaylım ateşi sonucun­
da ikisi de vurulmuş, John direksiyonu yana kırınca araba bir
engele çarpıp durmuştu. Sokağın karşı tarafında yüzü Ebu
Halid'in ofisine dönük arabasının yanında ayakta durarak
operasyonu seyretmekte olan Gadi, arabasına adadığı gibi
karşı şeritte ters yönden gelen arabaların arasına dalmış, kur­
şunlardan delik deşik olmuş aracın etrafına toplanmaya başla­
mış linç etmeye hazır onlarca seyirciyi dağıtmıştı. Havaya ateş
ederek Ronen ve John'u kendi arabasına çekmiş, gaz pedalına
basıp hızla oradan uzaklaşmıştı.
Şimdi de o kuralı çiğneyeceğini ilan ediyor ve Ronen ona
inanmıyordu. Gadi'nin onu ihbar etmeyeceğini, hala kodlara ve
kurallara inandığını biliyordu. Güvenini test etmem için önüm­
de otuz saniyelik bir yürüyüş var, diye düşündü Gadi. Eğer onun
güveni kazanırsa benim kumarım başarısız olmuş olacak. Gadi
sağa sola baktı. Etrafta kimse yoktu. Önünde bir fırsat penceresi
açılmıştı. Kapıyı açıp dışarı çıktı ve sokağa doğru yürüdü.

Olan biten Ronen'in zihninde şekillendi. Bu bir bulmaca,


zihin jimnastiği ya da Naamah'ın talipleri arasındaki bir horoz
dövüşü değildi. Gadi bedeli her ne olursa olsun onu durdur­
mak için oradaydı. Bu bedel Ronen'in başı bile olsa. Canın
cehenneme Gadi, diye söylendi. O kadar mı? Benden o kadar
ı ıs ıı
mı nefret ediyorsun? Beni yaralayacak kadar? Teşkilata o kadar
mı az şey ifade ediyorum? Mossad'a bu kadar mı itaatkirsın?
Kaskatı kesilmiş uzuvları onu sarsan öfke dalgasıyla çözülü­
yordu. Her şeyin canı cehennemeydi.
Ronen arabadan çıktı. Gadi sokağa yaklaşırken arabanın
kapısının açıldığını, Ronen'in ayak seslerini duydu. İyi, işe ya­
rıyor, diye düşünerek yavaşladı.
Ronen deli gibi koşarak onu yakaladı, sağ kolunu Gadi'nin
boynuna doladı ve onu muazzam bir kuvvetle yana eğdi.
"Beni durduramayacaksın," dedi Gadi'ye boğuk bir sesle
tıslayarak. "Kesinlikle bu şekilde değil."
Ronen o kadar sıkı yakalamıştı ki Gadi gerçekten bir an
kendini kaybetti. Görüşlerinin bir kez daha hatalı olduğunu
anlayacak kadar kendine gelmesi birkaç saniye sürdü: Davra­
nışları Ronen'in mantığını yerine getirmemişti. Sol dirseğini
Ronen'in karın boşluğuna indirdi ve aynı elinin yumruğuyla
hayalarına vurdu. Ronen acı içinde inledi. Gadi topuğunu kal­
dırıp Ronen'in ayağının üzerine indirdi ve Ronen'in suratına
yapışmayı umarak sağ elini körlemesine savurdu. Bir şeye çarp­
tı. Her iki eli de Ronen'in ha.la Gadi'nin boynunu sıkıştıran
kolunu yakaladı ve hızla çekti. Boynunun etrafındaki ilmek bi­
raz rahatlayınca başını kurtardı. Vakit kaybetmeden Ronen'in
kolunu arkaya büktü ve onu arabaya doğru sürükledi.
"Delirdin mi?" diye fısıldadı Gadi. "Dikkat çekmek mi isti­
yorsun? Geçen seferden hiçbir şey öğrenmedin mi?"
Binanın altına girer girmez Gadi Ronen'in kolunu bıraktı
ve onu BMW'nin kaputuna doğru itti. Ronen elleriyle düşü­
şünü yumuşattı ve çabucak arkasına döndü.
"O bekçiyle konuşayım deme sakın," dedi.
"Öyleyse git buradan."
Ronen yavaşça doğruldu ve ona bakan Gadi'yi yukarıdan
süzdü. Ronen'in kolu Gadi'nin arkaya büktüğü yerden acıyor
ve Gadi'nin sert, güçlü hamlelerine maruz kalan diğer uzuvları
da ağrıyordu. Gadi' nin kendisine nasıl bu kadar çabuk zarar
•ı 1 26
verdiğini anlayamıyordu. Bilinci tümüyle karşısında duran,
sabit, sessiz, inatçı, hedefine giden yolu kesen Gadi'nin görün­
tüsüyle doluydu. Gadi bir kez daha eve zafer kazanmış olarak
dönecekti; Soruşturma Komisyonu bir kez daha Ronen'in işleri
berbat ettiğini ve Gadi'nin her şeyi düzelttiğini söyleyecekti. Ve
Naamah bir kez daha ona bakıp tek bir kelime etmeden ikisinin
arasından hangisinin daha iyi olduğunu, Gadi'nin yine tam za­
manında devreye girmiş olmasının ne büyük bir şans olduğunu
kabul edecekti. Ekip de görevin gizliliğine ve sürpriz faktörüne
rağmen bir kez daha Ronen'in başarısız olduğunu söyleyecek­
ti. Ama bu sefer emir-komuta zincirinin sonunda değildi, tüm
zincir oydu. Ve Gadi işte burada karşısındaydı, kolları iki ya­
nında sarkmış şekilde omuzları biraz düşmüş, hükmünü açık­
lamış sessizce Ronen'in emrine uymasını bekliyordu. Bu sefer
değil. Bu sefer değil, lanet olası. Bu görev yeterince karmaşıktı,
hayatı yeterince karışıktı ve vermek zorunda olduğu kararlar
yeterince zordu. Artık ortadan kaybolup gitseydi ya!
Gadi, Ronen'in gözlerinde yaklaşmakta olan şeyi gördü ve
bir an için onun bu yeni öfke patlamasını bastırmayı başaraca­
ğını umdu ama yine de kendini bir saldırıya hazırladı. Ronen'in
arabayı bırakıp öfkeyle kendisine doğru atıldığını gördü ve vü­
cudu gerildi. Onca yıllık karate eğitimine rağmen Ronen ha.la
kalbinle değil kafanla, vücudunla değil gözlerinle dövüştüğünü
öğrenemedi, diye düşündü Gadi bir an. Sırayla önce sağ sonra
sol kolunu kaldırarak Ronen'in vahşice savurduğu yumrukları­
nı karşıladı. Gadi, Ronen'in hayalarına atmaya çalıştığı tekmeyi
engellemek için arkaya doğru adım atıp kollarını çapraz şeklin­
de önünde bağladı. İş bu noktaya nasıl geldi, diye düşündü, tam
da Mossad Başkanı'nın öngördüğü gibi Ebu Halid'in evinin iki
kapı ötesinde birbirlerine girmişlerdi. Çılgınlık.
Ronen'in öfkesi tazelenmişti. Gadi ufak adımlarla gerileyerek
yeni darbeleri engellerken otopark alanının dışına, yukarıdaki ve­
randaların birinden bakan herhangi bir insanın onu görebilece­
ğini bir noktaya itildi. Öne ve sağa doğru fırlayıp kaburgalarına
ve karın boşluğuna iki sert yumruk atarak Ronen'den kurtuldu.
Ronen'in bir an için soluğu kesildi ve Gadi onu havaya kaldırıp
yere fırlatabilmek için sağ kolunu Ronen'in sol kolunun alandan
geçirip kalçasını Ronen'in karnına dayadı. Bacakları havada tam
bir daire çizdi ve Ronen gümbürtüyle yere düştü. Daha başına
gdeni anlayamadan Gadi ağır bedenini onun üz.erine aap kolu­
nu bir mengene gibi Ronen'in boynuna doladı ve omzuyla başını
yere doğru bastırdı. Ronen'in ciğerlerinde hava kalmadı, bir ses
çıkaramadı ve bilincinin bulanmaya başladığını hissetti.
" Müfik, çabuk buraya gel!" dedi üstlerinde korkmuş bir
kadın sesi.
" Kahretsin! " diye homurdandı Gadi ve kolunu gevşetti.
Binanın siperinden sadece bir metre kadar dışarıdaydılar ve
hemen oradan gitmeleri gerekiyordu. Aşağıya sesler geliyordu:
bir kadın, kocası ve bağırışları duyan komşular. Verandaların­
da uyanma ve giyinme sürecinin çeşitli aşamalarında belirdi­
ler. Kadın heyecanla onlara kaçırdıkları sahneyi anlatıyordu.
Gadi Ronen'i kaldırıp yolcu koltuğuna taşıdı ve arabanın
kaputu üzerinden atlayıp sürücü koltuğuna geçti. Hizbullah'ın
silahlı adamları bir dakikadan kısa bir sürede orada olacaklar­
dı. Motoru çalıştırdı ve otoparktan tekerlekleri inleterek hızla
çıktı. Dikiz aynasından Ebu Halid'in binasındaki nöbetçinin
arkalarından koştuğunu görebiliyordu. Gadi sağa ve sonra hız­
la sola, şehir merkezine giden en kısa yola döndü.
Bir dakika geçmeden sirenleri çalan bir Land Rover aksi
istikamette yanlarından geçti. Yardım etmek için barikatta­
ki yerlerini bırakmış iki görevli arkasına asılmıştı. Komşular
arabanın tarifini verirken Gadi ve Ronen şehir merkezinin
içinde kaybolmuşlardı bile.

***

Şehrin en batı ucunda, Corniche'in Ras-Beyrut yönün­


de yoğun olan trafiğin içine girince Gadi yavaşladı ama hala

ıı ı ıs
gerginlikle, kavşaklardaki polisleri ve askerleri inceleyerek ve
dikiz aynalarından bir devriyenin bir anda arkalarında belirip
belirmeyeceğine bakarak arabayı kullanıyordu. Arada sırada
yanında kamburunu çıkarmış, hayata küsmüş, içine kapanık
oturan Ronen' e göz atıyordu. Ebu Halid' in komşularıyla ya­
şadıkları sahnenin bir sonucu olarak Ronen'in halka açık bir
yerde kendini tutacağını umuyordu ve bu yüzden tam olarak
öyle bir yere doğru ilerledi.
Şehrin kuzey ucunda, yat limanının yanındaki restoran
kompleksi başta önlerindeki bir saati geçirmek için mükem­
mel bir yer gibi göründü ama buruşmuş ve kirli kıyafetleriy­
le Ronen'e bakınca Gadi oraya gidemeyeceklerine ikna oldu.
Bulundukları sahil yolundan çok uzak olmayan, batı mahal­
lesinin kalbinde, genelde işçilerin gittiği büyük bir restoran
aklına geldi. Orada daha az dikkat çekerlerdi, dolayısıyla Gadi
arabayı bir tepeye tırmanan, garajlar, depolar ve inşaat malze­
meleri satan düklcinlarla dolu bir yan yola soktu. Ronen eski
haline geri dönmeye başlıyordu: daha dik oturdu, geçtikleri
yerlere dikkat etti. Gadi restoranı yüz metre geçip büyük bir
mağazanın önüne park etti.
Ronen'in hila sabahki olaylar yüzünden kafası karışıktı;
sessiz kalıp Gadi neye karar verirse onu yapmak ona uyuyor­
du. O da operasyonel açıdan arabayı bırakıp geçici bir sığınak
bulmaları gerektiğini düşünüyordu. Ronen üzerindeki tozu,
kiri temizlemek için silkelenmeye başladı ve arabadan çıkmak
üzere arkasını dönünce Gadi de elleriyle kibarca onun sırtı­
na yapışanları fırçaladı. Ronen Gadi'nin işini bitirmesi için
oturduğu yerden kalkmadan bekledi. Kısa bir süre için yine
Gadi' nin disiplinli, güvenilir astı olmuştu.

Gadi pencerenin yanındaki, sokağa bakan bir masayı seçti,


böylelikle arabayı görebilecekti. Eğer bir devriye arabası du­
rur ve mağazanın içinde olduklarını varsayarsa o ve Ronen'in
kaçmak için birkaç dakikaları olacaktı. Yanlarındaki masalar
boştu; diğer yemek yiyenler içeride kasaya daha yakın oturu­
yorlardı. Garson onların yanına gelmek için kat ettiği uzun
yolun canını sıktığını saklamaya çalışmadı.
"Tam kahvaltı," dedi Gadi, mönüyü işaret ederek.
"Kahve," diye homurdandı Ronen sanki sipariş vermeye
zorlanıyormuş gibi.
Garson uzaklaşınca Gadi, öğüt vermekle olanları hatırla­
mak arası bir tonda "Biliyorsun değil mi, akıllıca davranma­
dık, sadece şansımız yaver gitti," dedi.
"Şans mı?" dedi Ronen dudak bükerek. "Seni gördüğüm
anda gerçekten büyük ödülü kazanmış gibi hissettim."
Gadi güldü ve konuyu değiştirmeye çalıştı. Mevcut du­
rumdan bahsetmeden önce Ronen'i yumuşatması gerektiğini
biliyordu. "Şans, bizim lanet olası işimizde tüm hazırlıklar ya­
pıldıktan sonra bile oyunun adı."
"Hayır, öyle değil," dedi Ronen ciddi ciddi. "Kurallar yü­
zünden şansa güvenmek zorunda kalıyoruz."
"Kuralların ne alakası var?"
"Her şeyle alakası var. Karaçi'deki kimya şirketinin tava­
nında bütün bir gün sadece aptal bir kural masum insanlar
incitilemez dediği için seninle sıkışıp kalmıştık. Öyle olmasa
dışarıda olan John ve Danny güvenlik görevlisinin bizi bulma­
masını sağlayabilir, biz de VIP'ler gibi oradan çıkıp giderdik."
Çatal bıçakları getiren çocuğun gelişi Gadi'ye sahneyi zih­
ninde canlandırma fırsatı verdi.
"Gece bekçisi şimdi geldi, John'un arabasına yaklaşıyor,"
demişti Danny' nin sesi vericiden gecenin sessizliğinde.
John'un arabası binanın girişinin hemen yakımda, karan­
lık bir noktada park halindeydi. Bir karışıklık durumunda
kapıdan çıkan herhangi birini ezebilir, Gadi ve Ronen de bi­
nadan kaçarak arabaya atlayabilirdi. Ama Gadi aksine karar
vermişti.
"Kendinizi göstermeyin," demişti usulca. "Biz günü burada
geçireceğiz ve siz de bizi yarın gece gündüz bekçisi gittikten

1 1 130
yarım saat sonra alabilirsiniz."
Ertesi gün nöbetçilerden birinin vardiyası bitip ötekininki
başlarken arada geçen zamanda geri dönme niyetiyle hızlı bir
ayrılış düzenleyebilirdi ama Genel Merkez ona geri dönmesi
için asla izin vermezdi. Neden gece bekçisi erken gelmişti ki?
Yarın gece de erken gelmeyeceğinden nasıl emin olabilirlerdi?
Ofiste arkalarında bir delil bırakmışlar mıydı?
Şirket arşivinin akustik asma tavanını destekleyen kiri­
şe kafa kafaya uzanmışlardı. Gadi, Ronen'in boylu boyunca
yatan vücudundan gelen kokuyu hatırlayabiliyordu. Hemen
altlarında çalışanların gelip gittiğini görebiliyorlardı.
Ertesi gece Danny gündüz bekçisinin gittiğini ve binanın
boş olduğunu rapor etmişti. Bu sefer malzemeleri fotoğraf­
lama ve bilgisayardan dosya kopyalama işlerini gece bekçisi
gelmeden bitirmişler, tuvalet penceresinden pissu oluğuna,
oradan bodruma ve oradan da John'un arabasına ulaşmışlardı.
Ülkelerine dönünce operasyon sonrası soruşturmada ver­
diği karar her açıdan değerlendirilmişti ama başarılı olundu­
ğunda tartışma olmazdı. Eskiden, ''Aptalca olan şey işe yarasa
da aptalcadır," denirdi ama son zamanlarda her şey sonucuyla
değerlendiriliyor gibi görünüyordu.
Garson Gadi'nin kahvaltısını getirdi.
"Dalga geçiyor olmalısın. Ne bekliyordun, John'un adamı
ezmesini mi?" dedi garson gittikten sonra.
"O zaman istediğim tam olarak buydu," diye cevap verdi
Ronen. Kısa bir duraksamadan sonra ekledi: "Sen ve Leslie
tünelden kaçtıktan sonra ne yaptım zannediyorsun?"
"Ben operasyon sonrası soruşturmada sıra dışı bir şey ko­
nuşulduğunu hatırlamıyorum," dedi Gadi.
"Tabii ki. Rapor edecek kadar deli miyim zannediyorsun?
Kurallara uygun oynasaydım şu an burada olmazdın."
"Deme!" dedi Gadi gülümseyerek.
Ronen kurallara göre oynamış olsa Gadi'nin orada, Beyrut'ta
olmayacağını anlamıştı.
131 ,.
"Öyle demek istemedim. Burada., yaşayanların arasında de­
mek istiyorum. İki polis sizi takip etmeye başlamıştı. Silahları­
nı çekip ateş etmek üzere oldukları bence çok açıktı. O yüzden
arabayı geri geri kaldırımın üzerine çıkardım. Onlarla tünel
arasındaki mesafe hemen hemen bir araba genişliği kadardı.
Başka seçenek olmadığına karar verdim, onların yolunu kese­
cek ve gerekirse onları ezecektim."
"Ve . . . ?" Ronen susunca Gadi kafasını tabaktan kaldırdı.
"Ne demek 've'? Arkaya doğru atlayıp silahlarının kabza­
sıyla pencerelere vurdular, ben biraz olay yarattım ve arabayı
çektiğimde siz diğer tarafta gözden kaybolmuştunuz. Benim
arkamdan kenarda beklemem için bağırdılar ama sizin peşi­
nizden koşmaya devam ettiler. Ben de doğal olarak oradan
uzaklaştım."
"Şey, ilk olarak, gecikmiş bir teşekkür etmek istiyorum,"
dedi Gadi. "İkincisi, problem tam olarak bu. Sen kurallar
senin için yapılmadı zannediyorsun." Gadi, garson kahveleri
yenilemek için sürahi ile yaklaşmakta olduğundan Ronen'e
konuşmamasını işaret etti.
"Kurallar onları koyanlar içindir, bu şekilde bize zarar verip
kendi kıçlarını kurtarabilirler," dedi sonunda Ronen.
"Senin derdin ne?" dedi Gadi kızgın kızgın. "Bir Hizbullah
militanına zarar vermekle bir Arjantinliye ya da Pakistanlı bir
polise zarar vermek arasındaki farkı göremiyor musun? Onlar
bize ne yaptı?"
"Bize zarar vermeye çalışan herkesle bir problemim var, bu
insan bir polis olup kötü talihi yüzünden yanlış zamanda yan­
lış yerde bulunsa bile. Sen de benim kadar iyi biliyorsun ki o
tavanda birimiz gaz çıkarsa hayatımızın geri kalanı boyunca
John o nöbetçiyi ezmedi diye ağlayabilirdik."
"Eğer Yankol'un ekibi onları tutuklamaya gelen Avustur­
yalı polisi vursaydı Mossad nasıl görünürdü? Bunu kolaylıkla
yapabilirlerdi, biliyorsun."
"Kesinlikle. Bu da kuralın ne kadar aptalca olduğunu

1 1 132
gösteriyor. Sabah birisi adamı bodrumda baygın halde bu­
lurdu ve kimse de kimin yaptığını bilmezdi." Ronen'in sesi
yükseliyordu.
"Dinle, Beyrut'un operasyon sonrası soruşturmasında or­
taya çıkmadı ama," diye devam etti, "John beni Ebu Halid'in
ofisinden aldıktan sonra ve ben nereden çıktıkları belli olma­
yan iki polisi vurmayıp onlar bize ateş açınca engele çarptık ve
tüm o insanlar etrafımıza toplanmaya başladılar. Otuz saniye
içinde neredeyse yüz kişi toplanmıştı ve Ebu Halid'in bağır­
dığını ve bütün o karışıklığı görünce bir şeyler döndüğünü
anladılar. Gözlerinde cinayet vardı, bunu görebiliyordum. Si­
lah hila elimdeydi ve onlardan biri kapıyı açtığında namluyu
hızla suratına vurdum. Oradan sağ çıkmak istiyorsam, birkaç
surat dağıtmak zorunda olduğumu biliyordum ama sonra
birden silah sesleri geldi ve herkes durup geriye çekildi. Ne
olup bittiğini bilmiyordum, sonra sen geldin ve beni kendi
arabana çektin. Eğer gelmeseydin kesinlikle onlara ateş etmek
durumunda kalacaktım, gerçekten sadece sıradan vatandaşlar
olsalar bile. Beni linç etmek isteyen vatandaşlar," diye ekledi.
"Şimdi ne zaman sol tarafıma yatsam o iki lanet olası polise
ateş etmediğim için kendime küfrediyorum."
Ateş etmeliydin, diye düşündü Gadi, ama Ebu Halid'e
susturucuyla, o iki polise değil. Her şey plana göre ilerlerdi.
Ama şimdi bunu konuşmanın sırası değildi. Gadi kelimele­
rini özenle seçerek, "Umarım söylediğin şeyde ciddi değilsin­
dir," dedi yavaşça. "Havaya birkaç el ateş yeterliydi. Güvenle
kaçmak için sıradan insanları vurmaya gerek yoktu. Çok fazla
KGB filmi seyretmişsin."
"İşte mesele bu, sen ve patronların hiçbir şey öğrenmemiş­
siniz," diye cevap verdi Ronen. "Kirli işler yapıp temiz kalabi­
leceğinizi zannediyorsunuz. Kafanı kullan, öyle olmuyor. Pis­
lik üzerine yapışır ve kötü kokar. Ama biz, beyaz gömlekleri
olan temizlik işçileriyiz. Bu meslekte sevecenliğe yer olmadığı­
nı o tamamen aptal, kendini beğenmiş teşkilata göstermenin

1 33 1 1
zamanı geldi. Kibar, küçük evet efendimcilere yer yok."
"Sakin ol," dedi Gadi kendilerini izleyen garsonu fark
edince.
"Hemen yönetimin tarafını tutuyorsun," diye devam etti
Ronen. "Ya biz? Senin o 'masum' kuralların elimi kolumu bağ­
larken tehlikeli noktalardan nasıl güvenle kaçacağım?"
"Şimdi de yönetimin tarafında mı olduğumu zannediyor­
sun?" diye sordu Gadi. "Senin buradan sağ salim çıkmanı sağ­
lamak için burada olduğumu göremiyor musun?"
Ronen gözlerini indirdi, mahcup olmuştu. Kahvesini yu­
dumladı ve birden kalkıp arabanın anahtarlarını alarak telaşla
restoranı terk etti.
Gadi ayağa kalktı ve aceleyle garsonu çağırdı. Garson ise
hiç acele etmedi. Gadi cüzdanını çıkarıp içinden yirmi dolar
aldı ve yaklaşmakta olan garsona doğru sallayarak, "Bu yeterli
mi?" diye sordu.
Kahvaltısı ve Ronen'in kahvesi bu tutarın yarısından biraz
fazla var yoktu ama Gadi üstünü bekleyemezdi. Garson ne
düşünürse düşünsün.
Garson memnuniyetle gülümsedi. Gadi parayı masaya bı­
raktı ve Ronen'in arkasından hızla çıktı. Kapıya ulaştığında
BMW'nin tepenin ardına doğru kaybolmakta olduğunu gördü.

1 1 134
5

Gadi, Ronen'in kendisini atlatmayı başardığını kabul er­


mek zorundaydı. Ronen'i tekrar Ebu Halid'in bulunabileceği
yerlerde aramak zorundaydı ve bunun için Ebu Halid'in evi­
nin yanında bıraktığı Mondeo'ya ihtiyacı vardı. Ebu Halid bu
günlerde onu kimin koruduğunu öğrense çok şaşırırdı.
Saatine baktı. O sabah Ronen ile karşılaşmasından bu yana
sadece iki saat geçmişti. Komşular onu kiralık bir arabada aceley­
le giderken görmüşlerdi, iki kişi olduklarını ve kavga ettiklerini
de. Aynı binanın kaldırım kenarında park edilmiş ikinci kira­
lık arabanın da kendilerinin olduğunu rahmin etmeleri güç ol­
mazdı. Mondeo çoktan gözetim altına alınmış olabilirdi. Başka
bir araba kiralayabilirdi ama Bir el Abid'de Mondeo'yu bir süre
bırakmak şüphe uyandırır ve bir soruşturma ona ulaşmalarını
sağlardı. Ne kadar çabuk onu oradan çıkarabilirse o kadar iyiy­
di. Gadi, taksi tutmaya karar verdi. Bir kez daha eski bahaneyi
kullanarak sürücüye, Ebu Halid' in sokağından geçip bir sonraki
sokağın köşesinde durmayı gerektirecek olan Dr. Iczmat Abdül
Ganem'in adresini verdi. Orada inip taksiciye parasını ödedi.

1 35 1 1
Bölge sessizdi. Mondeo'nun izlendiğine ilişkin hiçbir işaret
göremedi. Kulübedeki nöbetçi kayıtsızlık içindeydi, dolayısıy­
la Gadi arabayı çalıştırıp uzaklaştı. Barikatta görevliler kuşku­
lanmadılar, daha çok gelen araçlarla ilgileniyorlardı. Demek ki
"temiz" di, takip edilmiyordu ama bu, yine de birinin sokak­
ta bırakılan kiralık arabanın kimin olduğunu araştırmadığını
göstermezdi. Otelini değiştirme şansı vardı ama bu sadece onu
arayan El Muhaberat memurlarını geciktirmeye yarardı ve otel
değişikliği kendi başına bile şüphe doğu�urdu.
Ronen de aynı şeyleri düşünüyor olmalı, diye düşündü
Gadi, o yüzden otelini değiştirip değiştirmediğini öğrenmek
iyi bir fikir olabilirdi. Gadi Ebu Halid'in ofisinin etrafını ve
daha önceki istihbarat coplama görevinde gittikleri yerleri dik­
katle kontrol ederek yavaş yavaş araba kullanmaya devam etti.
Ronen hiçbirinde görünmedi. Ebu Halid'in arabası da öyle.

Gadi, bir dizi adresi kontrol ettikten sonra Batı Beyrut'taki


bir alışveriş merkezinde bulunan ankesörlü telefonların ya­
nında durdu. Helena hiç şüphesiz endişelenmişti, onu arayıp
iyi olduğunu bildirmesi gerekiyordu. Ayrıca ondan Genel
Merkez'e ve Naamah'a mesajlar iletmesini isteyecekti. Bazı
telefonlar yerlerinden kopartılmıştı ve bütün kabinler grafi­
tiyle kaplanmış haldeydi. Bu pek davetkar bir durum değildi
ama daha konuksever olan oteller çok uzakta kalmıştı. Sadece
Helena'ya ulaşması gerekiyordu, bunu ona borçluydu.
Çevirdiği dikkat çekmeyen uluslararası numarayı İsrail' e
aktaran uydu bağlantısı yüzünden zaman zaman anlaşılmaz
olan Helena'nın sesi birkaç çalıştan sonra cevap verdi.
"Ah, Tanrı'ya şükürler olsun, endişeyle aramanı bekliyordum!"
Danimarkalı aksam uluslararası telefon konuşmalarında
kullanmaya alışkın olduğu İngilizce'de İbranice'de olduğun­
dan daha belirgindi ve sadece sesini duymak bile Gadi'nin
içini tadı hislerle doldurdu. Güzel Danimarkalısı bunu
hak etmek için ne yapmıştı? Tek istediği İsrail'de bir yıl,

1 1 136
Mossad'ın Gadi'ye aynı üniversitede yüksek lisans tezini bi­
tirmesi için izin verdiği yıl, okumaktı. Ama Helena kendini
Mossad operasyonları ekip lideriyle evlenmiş ve iki küçük
çocuk annesi olarak bulmuştu. Şahsen bir sürü insanı öldür­
müş bir adamın kafasından geçenleri anlamaya, şefkatinin
gerçekten şefkat, tatlı sözlerinin gerçekten tatlı, sevgisinin
gerçekten sevgi olduğuna ve derinde bir yerlerde depolanmış
şiddet dolu sırların bir gün ortaya çıkıp her şeyi yıkıp yok
etmeyeceğine inanmaya zorlanmıştı. İsrailli bir kadın bile bu
ikiye bölünmeyi, bir emir ya da kararla katil bölmesine giren
ve arkasından o bölmeyi sımsıkı kapatıp şefkate geçen bir
beyni anlamakta zorlanırdı.
"Aramam bu kadar zaman aldığı için gerçekten üzgünüm,"
dedi Gadi. "Dün gece yolculuğuma devam ettim. Ronen'le
buluşup onunla konuştum ama onu henüz ikna edemedim."
Gadi meseleyi gerçekte olduğundan daha olumlu yansıt­
tığını biliyordu ama Helena'nın korkularını yatıştırmak ve
diğerlerine rahatlatıcı bir mesaj göndermek onun için önem­
liydi. Ronen'le ilk irtibatı kurmuşken ve onunla tekrar yakın­
laşmaya başlamak üzereyken kimsenin tuhaf fikirler öne sür­
mesini istemiyordu.
"Tanrım, daha önce hiç bu kadar gerilmemiştim. Sabahki
ilk dersimi iptal ettim. Senden haber almadan evden ayrılama­
dım. Sonra bunun zaman alabileceğini anlayıp okula gittim.
Ama aklım evde kaldı."
Gadi güldü. "Sabah erken onunla birlikteydim, o yüzden
daha önce arayamadım. Aslında, aramak bile tam olarak ku­
rallara uygun değil."
"Şikayet etmiyorum, sadece çok endişelendim. Olayların
nasıl gelişeceğini bilmiyordum. Öğrencilerim de beni öldü­
rürdü, biliyorum, çünkü ikinci ders Chaucer üzerine sınav ol­
dular. Sanırım okula gitmemin tek sebebi buydu."
"Ben evden uzaktayken gecelerini böyle mi geçiriyorsun?
Canterbury Hikayeleri ile?"
1 37 1 1
"Keşke şu anda kafam bunu yapacak kadar yerinde olsay­
dı," dedi Helena iç geçirerek. Gadi bu iç çekişte onun kendisi­
ne duyduğu tılsımlı, masum aşkı hissediyordu. Sadece kendi­
siyle ilgili her şey karmaşıktı, yarısı karanlıktaydı. Bu açıdan o
ve Naamah ruh ikiziydiler, tek kelime söylemeden birbirlerine
Gadi ve Helena'nın hiç olamayacağı kadar yakın olabiliyorlar­
dı. Helena'ya olan aşkını ise besleyip büyütmek zorundaydı.
"Çocuklar nasıl?"
"Vedalaşmadığın için biraz kızdılar ama ben onlara acil bir
durum olduğunu anlattım. Ve bir şey daha," diye ekledi kısa
süreli bir duraksamadan sonra, "onlara bunun seyahate çık­
tığın son sefer olduğunu söyledim. Bunu söylemeli miydim
bilmiyorum ama onları biraz rahatlatmam gerekiyordu."
"Önemli değil," dedi Gadi ses tonun � korumaya çalışarak,
"söz verdiğim şey buydu." Eğer söz konusu düşünceleri ve ni­
yeti saç rengi kadar açık ve duru olan Helena olmasaydı, onun
kendisini bağlamaya çalıştığından şüphelenirdi. Ama şimdi
bunu tartışmaya açmanın zamanı değildi. Mesajını iletmek
için bütün nezaketini toplaması gerekiyordu.
"Senden bir şey yapmanı isteyebilir miyim? Biraz . . . hassas
bir konu?"
Helena mırıldanarak kabul etti.
"Doron'u ve Naamah'ı aramanı istiyorum. Onlara burada
olduğumu, Ronen'le buluştuğumu ve konuyla ilgili çalıştığımı
söyle."
"Naamah'ı o aramadı mı?" Helena Naamah'la konuşmak
zorunda kalmaktan kurtulmayı umuyordu.
"Sanmıyorum. Lütfen benim için yap, olur mu?"
Helena ona Doron'u neden kendisinin aramadığını sor­
madı. Mossad'la bağlantılı bir numarayı aramanın sorun ola­
bileceğini anlamış mıydı? Yoksa Operasyon Birimi ile karşı
karşıya olduğu hassas pozisyonu mu fark etmişti? Orada bir
vatan haini mi, yoksa bir kahraman mı olduğunu bilmesi­
nin bir yolu yoktu. Ama biriyle diğeri arasındaki mesafenin

1 1 138
Genel Merkez'in yoğun, hararetli atmosferinde hemen he­
men hiç olduğunu biliyordu. Onu nasıl gördüklerini ölçme­
den ona kesin olarak İsrail' e dönme emri verebilecek olan
Doron'la bir telefon konuşması yapma riskine giremezdi.
Beyrut'tan Roma'ya devam etmek için onay alınması gerekti­
ğini "anlamamak" bir şeydi, emirlere karşı gelmek tamamen
başka bir şey.
Telefon görüşmeleri Gadi'ye göre bulunduğu şartlarda ka­
bul edilebilir süreyi şimdiden aşmıştı. Helena anne babasına
bir şey söylemesi gerekip gerekmediğini bilmek istiyordu; bir
an düşündükten sonra onlara selamını iletmesini ama bu se­
yahatin diğerlerinden farklı olduğunu öğrenmelerine izin ver­
memesini söyledi.
Gadi etrafına baktı, şüpheli bir şey görmedi ve arabası­
na bindi. Şimdiye kadar anne babasını nasıl düşünmemişti?
O gittiğinde ne kadar acı çektiklerini biliyordu; hiçbir şey
onları bir seyahatten sonra sağ salim evden aradığı zamanki
kadar mutlu etmiyordu. Onları hiç yurcdışından aramamış­
tı, bu mümkün olduğunda bile. Bunun kötü örnek olacağını
düşünmüştü, selamlarını Helena aracılığıyla almaya ist�kliy­
diler. Bu, onları Helena'ya yakınlaştırmanın bir başka yoluy­
du. Başlarda, oğullarını kendi buzlar ülkesine götürecek bu
Kuzey Avrupalı periden şüphelenmişlerdi. Ancak sonraları,
yurtdışında geçirdiği zamanların niteliği onlar için belirgin­
leştikçe annesi belki Danimarka'da sessiz sakin oturmanın
onun için daha iyi olacağını, o ve ağabeyi paraşütçü oldu­
ğundan beri geçirdiği endişe dolu yılların kendisine yettiği­
ni söylemişti. Gadi endişenin yanında azımsanmayacak bir
gururun olduğunu biliyordu, özellikle babası için. Babası
bunu onlar için ya da daha doğrusu onlar yüzünden yaptığını
biliyordu. Sovyet dönemi ve Alman işgali sırasındaki kişisel
tarihleri yüzünden. Onları Filistin' e getiren büyük hayal za­
man içinde gerçekleşebilsin diye.
Bu, aynı zamanda Rus Dili ve Edebiyatı üzerine yaptığı
yüksek lisans tezini bırakmasının da nedeniydi. Mossad ge­
lip bunun sadece tek bir görev olacağına söz vermişti. Rusça
bilgisi yüzünden kendisi dışında koca İsrail Devleti'nde başka
hiç kimse yapamazdı. İşin tadına varmıştı ve oltaya yakalandı;
birden İsrail'in Bağımsızlık Savaşı'nın daha tamamlanmadığı­
nı gösceren, cerörist saldırı dalgalarının yinelendiği ve Müslü­
man ülkelerin konvansiyonel olmayan silahlar gelişcirdiği bir
zamanda yaptığı çalışmalar ona bir lüks gibi göründü.
Birkaç dakika daha direksiyon salladıktan sonra Gadi takip
edilmediğinden emin oldu ve bir başka telefon kulübesinin
önünde durdu. Bay Jesse Smith'in otelden çıkış yaptığını öğ­
rendiğine şaşırmadı. Şimdi Gadi tekrar otelleri aramaya başla­
madan önce bir ya da iki saat beklemek zorundaydı.

***

Doron, Mossad Başkanı'nın ofisine doğru giderken hiç ol­


madığı kadar mutsuz görünüyordu. Acil toplantı isteği hemen
kabul edilmişti, o da merdivenlerden koşarak yukarı çıktı.
İsrail'e önceki gece, Ronen'in gerçekten Ortadoğu
Havayolları'nın Paris'ten hareket eden uçağıyla Lübnan'a in­
diği belli olur olmaz apar topar dönmüştü. Başkan konuyla
ilgili Başbakan' ı bilgilendirmiş ve Doron' a biriminde çeşitli
operasyon alternatifleri hazırlayıp onay için ertesi gün ofisine
getirmesi talimatını vermişti.
Doron'un raporu o sabah erken saatlerde Gadi'den haber
alınamadığını ve Gadi'nin Roma'da onun için oda ayrılan ote­
le hiç giriş yapmadığını ortaya koyuyordu. Mossad Başkanı
Doron'a, Gadi'nin yerinin bulunması için istihbarat toplama
araçlarının kullanılması ve bu yeni duruma uygun operasyon
planları hazırlanması talimatı vermişti. Bu yapılana kadar
ofisindeki toplantıyı ertelemiş, bu arada da Doron'dan birim
tarafından üretilen çeşidi eylem seçeneklerinin bir özetini is­
temişti. Ve şimdi Doron iki, hatta üç kat daha kötü haberler

• ı 140
vermek durumundaydı. İçeri girip kimse söylemeden kapıyı
arkasından kapadı.
"Rapor etmem gereken iki şey var," dedi bir yığın kağıda
meşgul Başkan' ın karşısındaki sandalyeye otururken.
"Umarım kötü haberler ve iyi haberlerdir." Her zamanki
gibi Beaufort'un gelişmiş alaycı zekası iş başındaydı.
"Orta karar kötü haberler ve korkunç haberler," dedi Do-
ron, Başkan'ı duymak üzere olduklarına hazırlayarak.
"Kötü haberle başla."
"Gadi dün gece Beyrut'a ulaşmış."
Başkan'ın gözleri kısıldı. "Onu orada bulacağımızı hisset­
miştim, senin şu Rambo'n . . . Korkunç haberler de Ronen'le
işbirliği yapmış olması mı?"
" Hayır, hayır,'' dedi Doron, bu fikir karşısında dehşete ka­
pılarak. "O yüzden 'orta karar kötü' dedim. Şimdi Gadi'nin
karısıyla konuştum. Ronen'i alıkoymak için gittiği açık ve
başarılı olacağına ilişkin bir umut da var. Karısı, Gadi'nin
Ronen'le buluştuğunu ve 'bu konuda çalıştığını' söyledi."
"Ne demek 'bu konuda çalışıyor'? Onunla nerede buluş­
muş?"
"Hiçbir şey net değil. Karısından bize iletmesini istediği
mesaj bu ve doğru olup olmadığını bile bilemiyorum."
"Ben de bu bilgiye güvenemeyeceğimizi düşünüyorum,"
dedi Beaufort ve bir an düşünmek için duraksadı. "Senin
tarafında bir şeyler bozulmuş Doron, bir çeşit hukuksuzluk
hüküm sürüyor, tüm bunlar bittikten sonra baştan aşağıya
yeniden örgütlemek zorunda kalacağız. Söylesene," diye de­
vam etti, "bu bilgiyi elde etmenin bütün bir gün sürmesinin
iyi bir nedeni var mı?"
"Ronen için Paris'ten kalkan bütün uçuşların yolcu listesini
kontrol etmek sorunlu oldu. Gadi içinse, bakmaya sadece bir­
kaç saat önce başladık. . . "
"Bir cevap beklemiyordum," diye sözünü kesti Başkan.
''Ama Gadi'nin karısından alman pasif raporlarla tatmin olmuş

141 ı•
değilim. Sence neden kendisi seni doğrudan aramadı?"
"Sadece tahmin edebilirim. Ona derhal geri dönmesini
söyleyeceğimizi biliyor."
"Peki. Konuya gel."
Doron yutkunmaya çalıştı ama ağzı çok kurumuştu. "Gö­
rünüşe göre Ronen ekibin eski silah deposuna bir ziyarette bu­
lunmuş. Araştırmalarımıza göre bir patlayıcı kayıp."
"Patlayıcı mı!" dedi Beaufort, şaşkınlık içinde. "Ronen ora­
ya nasıl girmiş?"
Doron ilk sorusunu kafasını sallayarak onaylayıp aceleyle
ikinci sorusuna cevap verdi: " Kilitlerin şifrelerini biliyordu.
Ve girişte kullandığı manyetik kartı sayesinde kimliğini doğ­
rulayabiliyoruz."
"Hila kartı mı var?!"
Doron, "Evet, görünüşe bakılırsa ondan hiç geri almamı­
şız. Patlayıcı sadece bir prototipti," dedi, korkunç, umutsuz
açıklamasına devam ederek, "Mühimmat Bölümü test etme­
miz için bize gönderdiğinde kullanmamaya karar vermiştik,
dolayısıyla eski depoya koyduk."
"Bu patlayıcı ilgili bilmem gereken özel bir şey ya da bir
problem var mı?"
"İki parçadan oluşuyor, patlayıcının kendisi ve uzun men­
zilli operasyon için anteni olan bir alıcı. Ama patlayıcı ve an­
ten arasındaki kabloyu bir zaman ayarlayıcıya bağlayan bir çe­
şit elektrik devresi var. Böylelikle kablonun bağlantısını kesen
kişi aslında saati devreye geçiriyor."
"Bir başka deyişle bu, bir çeşit bubi tuzağı."
"Kesinlikle. Zaman ayarlayıcı önceden veya yirmi dört saat
içinde ne zamana ayarlandıysa o zaman patlatabilirdi. Biz bu­
nun uzaktan kumandalı bir patlayıcı için iyi bir fikir olmadı­
ğına karar verdik ve geliştirilmesini durdurduk."
"Ronen'in onu Beyrut'a sokmuş olması ihtimali nedir?"
"Henüz geliştirme aşamasında olduğumuz için metal ka­
pağı takılmamıştı, sadece plastikten yapılma geçici kapağı var.

•ı 142
Dolayısıyla patlayıcı metal dedektöründe fark edilmeyecektir,
ancak polis köpekleri fark edebilir. Geçtiği havalimanlarında
polis köpekleri kullanılmıyor."
"Bu bizi tamamen farklı bir aşamaya getiriyor," dedi Baş­
kan bu yeni bilgiyi bir an düşündükten sonra. "Sizin Gadi'yi
göz önüne alarak oluşturduğunuz seçenekler hazır mı?"
Doron onayladı.
"Senin bana sabah erken saatlerde söylediğine bakarsak,
en hızlı seçenek Arap kılığına girerek operasyon yapan ekibi,
Mistaravim'i kullanmak, öyle mi?"
"Evet, Lübnan' a geçerken Avrupa'dan aktarma yapmak ve
benzeri problemleri ortadan kaldırmak istiyorsak öyle. Onla­
rı Lübnan' a yerleşik metotlarla, helikopterlerle ya da karadan
götüreceğiz."
"Onların Lübnan evrakları var mı?"
"Evet."
"Ve diğer ekipler kadar yetenekliler değil mi? Adam kaçır­
manın üstesinden gelebilirler."
"Diğerleri gibi bir operasyon ekibi onlar da. Birçoğu İSK
ve Şin Bet'teki benzer birimlerde çalıştı."
"Detaylı bir plan hazırla ve tüm ilgili kişilerle birlikte hazır
olur olmaz bana tekrar rapor ver. Ben Dışilişkiler Birimi ile
irtibat kuracağım, sen de birimindeki psikoloğu gelirken bera­
berinde getir. Bu ikisinin arasındaki ilişkiyi anlayan birinden
bilgi almak istiyorum ve Gadi ile karısının aracılığı haricinde
görüşemiyor olmamızla ilgili bir şeyler yap. Bunu tamamen
kabul edilemez buluyorum."
Başkan masasının üzerinde duran bir dizi telefona doğru
döndü ve Doron odayı terk etti. Operasyonun bütün kompli­
kasyonlarına ve risklerine rağmen Başkan gerçekte ne kadar teh­
likeli olduğunu anlamadan sorumluluğu Doron'a vermişti ve
Doron rahatlamış hissediyordu. En azından bir şey yapıyorlardı
ve bir şey yapmak onun uzmanlık alanıydı. Hedefleri, düşman­
ları tam olarak kimdi? Bunun hala belirlenmesi gerekiyordu.

143 1 1
Çıkarken Başkan'ın sekreterine diyafondan, "Bana
Başbakan' ı bağlayın," dediğini duydu. "Çok acil."

***

Gadi'yi ektiği restorandan uzaklaşırken komutanının yü­


zündeki şaşkınlık ifadesi Ronen'i memnun etmişti. Gadi'nin
yoluna bir engel daha koyduğu doğruydu ama Ronen'in pes
etmeye hiç niyeti yoktu.
Ebu Halid büyük ihtimalle hali evinde olsa da Ronen ara­
bayı Bir el Abid'e süremezdi. Gadi'nin mahallede dolaşıp ken­
disini arayacağını, komşuların onu tanıyabileceğini biliyordu.
Polise veya Hizbullah devriyelerine BMW' nin tam bir tarifi­
nin yapılmış olması bile muhtemeldi. Olayların soğumasını
beklemesi gerekiyordu. Ronen kaldığı otel yönünde devam
etti. Duş alıp kirli kıyafetlerini değiştirebilir ve sonraki adım­
larını planlayabilirdi.
Mar Elias'daki odasına girince Ronen her zaman yaptı­
ğı gibi televizyondaki ve radyodaki yerel kanalları açtı. Duş
aldıktan sonra Hizbullah' ın ruhani lideri Şeyh Fadlallah' ın o
gece Sheraton Otel'de konferans vereceğine ilişkin bir duyuru
çalındı kulağına. Anıştırmalar ona göre çok açıktı ve Arapçası
Ebu Halid dahil bütün Hizbullah seçkinlerinin orada olacağı­
nı anlayabilecek kadar iyiydi. Üzerinden ter boşandı. Daha iyi
bir fırsat hayal edemezdi. Ama planlarını -tekrar- değiştirmeli
ve işleri hızlandırmalıydı. İlk olarak Sheraton'a yerleşmeliydi;
bu şekilde oteli doldurup taşıracak bütün o güvenlik görevli­
leri arasından serbestçe geçebilecekti.

Sheracon' ın resepsiyon bankosuna yaklaşmadan Ronen,


otelin hem açık hem de yeraltı otoparkını kontrol etti. Bir
otel lobisine girdiği bu ikinci seferde oldukça tuhaf olan
görünüşü güvenlik görevlisinin dikkatini çektiyse de kim­
se eşyalarını aramaya cesaret edemedi: Yabancı pasaportuyla

1 1 144
beraber Arnerican Express kartı hemen her zaman olduğu
gibi gerekeni yapmıştı. Kot, tişört giyiyor olmanız ve tıraş
olmamış olmanız önemli değildi. Eşyalarınızın arasında pat­
layıcı parçaları olması bile önemli değildi.
Ronen odadaki şık mobilyalara -yeşil kadife kaplı oymalı
koltuklar ve çok büyük bir sayvarılı karyola- hızla göz attı,
sonra az sayıdaki giyeceklerini hızla dolaba ve çekmecelere yer­
leştirdi. Oda hizmetçileri o dışarı çıktıktarı kısa bir süre sonra
mutlaka odasına uğrarlardı ve uyanık güvenlik memurlarına
şüpheli bir rapor vermelerini istemiyordu.
Kapının koluna "Rahatsız Etmeyin" kartını astı, kapıyı
kilitledi ve zinciri taktı, sonra patlayıcının eşyalarının arasına
birbirinden ayrı olarak saklanmış arıa parçalarını birleştirme­
ye başladı. Parçaları valizinden, el çantasından, paltosundarı
çıkardı, sonra kendini lüks mermer banyoya kilitledi. Muslu­
ğu açıp küveti doldurmaya başladı, böylelikle küstah bir otel
çalışanı -her yerde bulunabilecek cinsten- açar açmaz suyun
sesini duyunca daha zincirle karşılaşmadan kapıyı kapatacaktı.
Patlayıcının ana parçalarını bir araya getirmek, onla­
rı sarmak ve aletlerle birlikte el çarıtasına yerleştirmek fazla
zamanını almadı. Bu kadar hassas bir işe girişirken uzaktarı
kumandayı üzerinde taşımamak için bir bantla yatağın yarım­
da.ki komodinin çekmecelerinden birinin arkasına yapıştırdı.
Koyu renk giysiler ve paltosunu giydikten sonra gitmeye ha­
zırdı. Geriye yapılacak küçük bir şey kalmıştı: patlayıcıyı Ebu
Halid'in arabasına yerleştirmek.
Bundan kısa bir süre sonra Ronen arabasını şehir merkezi­
ne park etti, yanma el çantasını aldı ve bir taksi çağırdı. Bunun
Mossad'da hiç yapmadıkları bir şey olduğunu düşündü: birta­
kım gereçler ve neredeyse hazır bir patlayıcıyla taksiye binmek.
Taksi Ebu Halid'in evinin önünden geçtiğinde hava ne­
redeyse kararmıştı. Ama Ronen yine de kulübesinde oturan
nöbetçiyi ve otoparktaki bir Mercedes'i ayırt edebildi. Onun
gerçekten Ebu Halid'in Mercedes'i olmasını umdu; karanlıkta

145 1 1
renginin açık yeşil olup olmadığını söylemek zordu.
Ronen taksiden Ebu Halid'in sokağının arkasındaki sokak­
ta indi. Ebu Halid'inkinin arkasındaki binanın bahçesine gir­
mesi gerekiyordu, oradan Mercedes' e ulaşacaktı.
Gece daha geç saatlerde, ev sahipleri evlerine girdiğinde ve
nöbetçinin uykusu gelmeye başladığında çalışmaya başlamak
çok daha iyi olurdu ama Ronen daha fazla bekleyemeyeceğini
biliyordu. İki saat içinde Ebu Halid Sheraton' a gitmek üzere
çıkacaktı ve o zamana kadar Ronen otele geri dönmüş, uzak­
tan kumandayı kullanmaya hazır durumda olmalıydı.

Bir verandada karanlıkta oturmuş onu izleyen kimse ol­


madığını umut etmekten başka çaresi yoktu. Binanın etrafını
dolaştı, bahçeyi Ebu Halid'in binasının bahçesinden ayıran
çalılardan oluşan çite yaklaştı ve Mercedes'in gerçekten Ebu
Halid'inki olduğunu gördü. Şimdi patlayıcıyı neredeyse nö­
betçinin burnunun dibinde -ya da daha doğrusu hemen arka­
sında- birleştirmesi gerekiyordu.
Uygun bir yer aradı. Bahçede hiçbir yer uygun değildi; oto­
parka giren her araç onu hemen gözler önüne sererdi. Mossad
hiçbir zaman böyle bir risk almama izin vermezdi, diye düşün­
dü çalılarda dizlerinin üstüne çökerken. Paltosunu yere serdi,
sonra çantasından kutuları çıkarıp çeşidi parçaları paketlerin­
den çıkardı ve birleştirmeye başladı.
Vidalar yerlerinde olduğu için sadece iki ya da üç dakika­
ya ihtiyacı vardı ve karanlıkta seçebilmesi için kablolar bant­
la işaretlenmişti. Çok çabuk çalıştı, kalbinin çarptığını nasıl
olup da duymadığına hayret ediyordu. Sonra işi tam karşıdan
yarıda kesildi: Bir araba Ebu Halid' in binasını çevreleyen oto­
parka girmiş, yönünü Ronen'in arkasında çömelmiş olduğu
çalılığa çevirmiş ve çalılığı -ve Ronen'i- ışığa boğmuştu. Ro­
nen donakaldı; yere yatmanın ya da geri çekilmenin bir an­
lamı yoktu. Tek şansı şoförün çalıların arasından ona dikkat
etmemiş olmasıydı. Kör edici bir far doğrudan gözüne girince

1 1 146
Ronen gözlerini eğmek wrunda kaldı. Bu görünmez sürücü­
nün arabada yaptığı her ne ise bitirmesi için geçen süre Ronen' e
sonsuzmuş gibi geldi. İşinin bu kadar uzun sürmesinin sebebi
neydi? Tuhaf bir şey mi dikkatini çekmişti? Ronen kıpırdamaya
korkuyordu. Ve eğer adam bir şey fark ettiyse ne yapmalıydı?
Ona saldırmalı mı? Anı olsun diye aldığı küçük bir hançer el
çantasında, elinin altındaydı. Ya nöbetçi kulübesinden çıktıysa?
Ya da arabada birden fazla insan varsa? Kaçmalı mıydı? Nereye?
Yakınlarda bir arabası bile yoktu. Ya orada açıkta duran patlayıcı
ne olacaktı? Olduğu gibi bırakmalı mıydı? Bunlar acemilerin,
yeni işe alınanların sorunlarıydı; eğitimden böyle aptalca bir
planlama yüzünden atılabilirdin. Ne düşünüyordu? Gerçekten
istediği için işe yarayacağını mı? Böyle bir operasyon için bütün
bir ekibi görevlendirecek standart operasyon kurallarının gelişi­
güzel, mantıkdışı ortaya çıktığını mı?
Motor sustu ve farlar söndü. Ronen'in etrafı sessizlikle çev­
relendi. Gözlerini kaldırdı ve kasları gerildi. Her şeye hazır­
lıklı olmalıydı. Arabanın kapısı açıldı ve içindeki lamba yanıp
Ronen'e kadar ulaştı. Hareket etme, nefes alma. Sadece gözleri
hareket edip sürücünün arabadan ineceği yöne döndü. Araba­
dan bir şeyler çıkarırken adamı bir gölge olarak gördü.
"Bugün geç saate kadar çalıştın ha?" gibi bir şey soran nö­
betçinin sesi Ronen'in kanını dondurdu. Nöbetçi kulübesinin
dışında, yakındaydı. Adam doğrulup cevap verdi: "Her za­
manki gibi." Arabanın kapısı ha.la açıktı ve ışık üzerinde parla­
maya devam ederken birkaç dakika daha sohbet ettiler. Ronen
konuşulanları anlamadı.
Kapı hızla kapandığında Ronen istemdışı irkildi. Araba
alarmının ikili bip sesi farların bir kez daha üzerinde parlama­
sına neden oldu ama sürücünün ve nöbetçinin sesleri uzakla­
şıyordu ve şimdi Ronen birkaç dakika önce sanki sesi kısılmış
gibi hissettiği kalbinin atışını duyabiliyordu. Birbirleriyle ve­
dalaştılar. Adam binaya girdi ve merdiven boşluğunun ışıkları
yandı. Ya nöbetçi?

147 1 1
Ronen çalıların arasından dikkatle baktı. Nöbetçi kulübe­
sine giriyordu. İşine geri dönmenin zamanıydı.
Çabucak patlayıcıyı bir araya getirdi ve uzaktan kumanda
olmaksızın patlama tehlikesi olmasa da dikkatle eline aldı. Ça­
lıların üzerinden önce bir bacağını, sonra diğerini attı ve eğile­
rek Ebu Halid'in arabasına yaklaştı. Cebinden aletleri çıkardı
ve kayarak arabanın altına yattı.
Patlayıcıyı arabanın altına monte etmek çok çabuk ve olay­
sız oldu. Ara sıra metal metale çarpınca dondu kaldı ama ona
gang gibi gelen ses kulübesindeki nöbetçiye ulaşmadı bile.
Patlayıcının her iki parçasını yerlerine yanında getirdiği banda
sabitledi ve metal bantlarla güçlendirdi, iki parçayı birleştiren
anten kablosunun sıkı sıkıya bağlı olup olmadığını kontrol
etti ve sonra kayarak arabanın altından çıktı. Durup bir an
etrafı dinledi; görünüşe göre nöbetçi hala kulübesindeydi, çö­
melerek çalılara doğru ilerledi, gizlice üstlerinden adadı, boş
kutuları çantasına doldurdu, paltosunu aldı ve sokağa doğru
yöneldi. Sokağın ışığında ne kadar kirlendiğini görünce palto­
sunu giydi ve yürümeye devam etti. İki saat sonra Ebu Halid
ve arkadaşları havaya uçacaktı.

Ronen arabasını Sheraton'ın yeraltı garajının en uzak nok­


tasına park etti. Bu, onun gerekirse garaj ı boydan boya kat
ederek Ebu Halid'in arabasını aramasına imkan verecekti.
Henüz artırılmış güvenlik önlemlerine dair bir işaret yoktu.
İnsanların pantolonunun paçalarındaki, ayakkabılarındaki
ve yüzündeki kirlere dikkat etmeleri riskini alamayacağı için
otoparktan lobiye uğramadan doğrudan odasının bulundu­
ğu kata çıktı.
Manyetik kart kapıyı hafif bir klik sesiyle açtı. Ronen girip
kapıyı arkasından kapattı ve holün ışığını yaktı. Paltosunu çı­
karıp kapının yanındaki askıya astı ve banyoya girdi. Tişörtü
gerçekten kirliydi ve ellerinde ve yüzünde yağ lekeleri vardı.
Tişörtünü çıkarıp elini yüzünü yıkadı. Havluyu boynuna asıp

1 1 148
banyodan çıktı ve televizyonu açmaya gitti.
Orada, Gadi'yi odanın diğer tarafındaki koltukta rahat ra­
hat otururken buldu. Bir an irkildi, sonra bir kahkaha patlattı.
Havluyla ellerini kuruladı ve ışıkları açtı.
"Niye şaşırıyorum ki? Onlarca 'Ebu'yu bulup odalarına gir­
diğine göre beni bulmak senin için zor bir şey değil. Yine de
iyi iş başardın, tebrikler. Buraya geleli çok olmadı."
Gadi kendisine sükunetle, "Sen benim için bir 'Ebu' değil­
sin Ronen ama evet, teknik aynı," dediğinde Ronen, Gadi'nin
durumdan keyif mi aldığını, yoksa profesyonelce mi davran­
dığını anlayamadı.
"Amaç da öyle," dedi Ronen, düşüncesini tamamlayarak.
"Böyle düşünmen gerçekten çok kötü. Senin için burada­
yım. Eğer bunu sana açıkça ifade edemediysem çok başarısız
oldum demektir. Ama bedelini ikimiz de ödeyeceğiz."
"Kapı orada," dedi Ronen, koluyla işaret ederek.
Ronen'in tartışmalarını baştan almaya hiç niyeti yoktu.
Gadi'nin savunması öngörülebilir ve kendisi de ne pahası­
na olursa olsun bu görevi tamamlamaya niyetli olduğundan
tartışmak onları bir yere götürmezdi. Gadi nasıl böyle bir
oyuncak, bir kukla olabiliyordu? Bir sene önce sadece Ebu
Halid'i vurmayı değil, aynı zamanda bir grup dostuyla be­
raber öldürmeyi istiyordu. Talebi geri çevrilmiş, o da bunu
kabul etmişti. Şimdi de görünüşe bakılırsa Mossad onu,
Ronen'i -ilk başta yapılmasını istedikleri şeyi yapacak olan
adamı- yakalamasını istiyordu, dolayısıyla Gadi de doğal
olarak bunu yapacaktı.
Ronen minibara gitti, minik bir şişe viski çıkardı ve iki bar­
dağa koydu. Birini Gadi'ye uzatıp karşısına oturdu.
Gadi ikna etmek için çabalamaktan vazgeçmiyordu.
"Diyelim ki hiç kimseyi umursamıyorsun. Diyelim ki her­
kes seni aldattı. Ne olmuş? Bir adamı öldürmeye karar verip
bütün bir ulus için işleri karıştırmaya ne hakkın var? Sen ken­
dini ne zannediyorsun, Tanrı mı?"

149 11
Ronen viskisini bitirdi ve bir an çenesini kenetleyip son­
ra, "Aslında Tanrı olduğumu düşünmüyorum ama kim öyle
düşünüyor biliyor musun? Sizin ona verdiğiniz listeden öl­
dürmek istediği insanı seçen Başbakan. Ve tabii bu tip listeler
oluşturmaya cüret eden sizler de. Benim için bunun Araştır­
ma Birimi ya da İstihbarat Bölümü ya da Mossad Başkanı
olup olmamasının bir anlamı yok. Ve sen Gadi, sen de bunun
bir parçasısın. Tanrı'nın yardımcısı gibi davranıyorsun: Dün
birini öldürmeye karar verdin ve bugün adamın yeni bir işi
oldu diye onu affediyorsun. Ya da belki de Tanrı gibi her şeyi
bilenlersiniz ve yarın o adam birini öldürecek mi öldürmeye­
cek mi biliyorsunuz."
Ronen ayağa kalkıp bardağını sıkıca kavrayarak odada yü­
rüdü. Gadi merakla onu inceliyordu. Birden tamamen farklı
bir Ronen olmuştu; ekip üyelerinin yıllarca tartışmaya cesaret
edemeden beraber yaşadıkları şeyler hakkında konuşuyordu.
Her biri kendi vicdan muhasebelerini yapıp genellikle bunu
bastırır, bu konuyla ilgili kesin cevaplar arayan hemen herke­
sin silahını bir kenara bırakıp bu işe uygun olmadığını kabul
etmesi gerekeceği için kalplerini koruma zırhlarının arkasında
muhafaza ederlerdi. Bu işi yapmaya devam edebilen çok az
kişi bile her hedef için kendilerini doğrulamak zorunda kala­
cak ve hedefi uyarmanın ya da sadece yaralamanın bir seçenek
olmadığına ikna edilmeleri gerekecekti. Ama hiçbir teşkilat
böyle bir davranışa dayanamazdı.
Gadi'nin kendisi de, Sınıflandırma Bölümü'nün kararları­
na, bir hedefin gözetlenmesini ya da ajan olarak işe alınma­
sını ya da nadiren de olsa öldürülmesini önermenin kimin
işi olduğuna karışmadan edemezdi. Sorular sormuş, mesele­
leri netleştirmiş ve her bir hedefin öldürülmesinin gereklili­
ği konusunda engel teşkil etmişti. Hedefin "ellerinin kanlı"
olduğundan, saldırı düzenlemeye devam ettiğinden emin
olabilirler miydi? Her bir olasılığı düşünüp elemişler miydi?
"Bürokratik" suikastlardan çok şüpheliydi: Araştırmacılar

1 1 150
uyarılarda bulunmaya mecbur hissediyorlardı, Sınıflandırma
Bölümü bir hedef göstermeleri konusunda yapılan baskıyı his­
sediyordu, müdürler çalışanlarına iş yaratmak ve Operasyon
Birimi varlığını haklı çıkarmak istiyordu. Bir ekip komuta­
nı ve astlarının sözcüsü olarak sorduğu zor sorular bir şekilde
katlanılırdı ama hakkında başka insanların işlerine burnunu
soktuğu konusunda şikayetler vardı: Araştırmayı yapan insan­
lar araştırmayı yapar, hedefleri önerenler hedefleri önerir, ka­
rarları verenler kararları verir, operasyonları yapanlar da ope­
rasyonları yaparlardı.
Gadi' nin içinde her zaman Ronen'in kendini o koruyucu
zırhın içinde muhafaza edemediğine dair bir his vardı ama
şimdi Ronen çok daha fazlasını söylüyordu.
"Kızıyla aramda elli-altmış santim ya var ya yoktu. O orada
olduğu için görevin iptal olduğunu söylemeni bekledim. Ama
Tanrı teröristlerin çocuklarına acımıyor. Mossad da ve dolayı­
sıyla sen de. Ve ben sadece elçiydim. Bu yüzden sakın beni ken­
dimi Tanrı zannediyorum diye suçlamaya cüret edeyim deme."
Ronen düşüncelerini bitirmeye gönüllü olmadıysa da ima
ettiği şey açıktı. Bununla beraber operasyon sonrası uzun iç
soruşturmalarda, meslektaşları onu suçladığında bile söyleme­
ye cesaret edemediği bir şeyi ortaya koyuyordu.
Gadi bütün o sahneyi tekrar zihninde canlandırdı. Soka­
ğın karşısında ayakta duruyordu. John kaçış arabasında, yan
binanın önünde park halindeydi. Ronen binanın girişinde,
merdivenlerin tepesindeydi. Ebu Halid merdivenlerin altında
duran arabasından çıkmış, el sallamış ve merdivenleri çıkma­
ya başlamıştı. Ronen ona yaklaşıp silahını çekmişti. Tam o
anda küçük bir kız arabadan atlayıp merdivenlerden yukarı
babasına, "Yabba, Yabba" diyerek koşmuştu. Kızın arabada
olduğunu hiç kimse bilmiyordu. Ebu Halid kıza dönmüş,
birden şaşıran şoför arabadan çıkıp kızın arkasından koşmuş­
tu. Ve orada Ronen, uzun susturuculu silahını çekmiş dikili­
yor ve ateş etmiyordu.
15 1 ı•
Vur, demişti Gadi yakasına tutturulmuş vericinin ağızlı­
ğına, vursana. Ama Ronen öylece dikilmiş, donmuştu. Şoför
onu görmüş ve bağırmıştı. Ebu Halid şoförünün baktığı yöne
dönmüş ve silahın namlusuyla burun buruna gelip korkudan
donakalmıştı. Kızı pantolonuna asılıyor, ona sesleniyordu.
Ateş et, demişti Gadi. Aksine Ronen silahını indirmiş ve Ebu
Halid'den gözlerini ayırmadan merdivende kenara çekilmişti.
Gadi birazdan bir ayaklanma olacağını biliyordu. ''John, şim­
di, çabuk onu al!" diye emretmişti. John tekerlekleri inleterek
kalkmış, Ebu Halid'in arabasını geçmiş ve hızla kapıyı açmıştı.
Ronen koşarak merdivenlerden inmiş ve arabaya atlamıştı.
Gadi'nin zihnindeki tablo netleşti. Demek Ronen'in ateş
etmesini engelleyen şey buydu! Kızı görmüşlerdi, hatta Soruş­
turma Komisyonu' nda da ondan bahsedilmişti. Ama Ronen
vuramamasının nedeninin o olduğunu ima etmemişti ve ekip­
ten hiç kimse bu olasılığı dile getirmemişti. Ekibin patlatmak
üzere oldukları aracın aile bireylerini taşıdığını öğrenince gö­
revi iptal ettiği olmuştu ama hiç kimse bir aile üyesinin varlı­
ğı yüzünden tetiği çekememezlik etmemişti. Ve birimlerinin
tarihini çalışan herkes gibi Ronen de karılarının yanında öl­
dürülen adamlar, çocuklarının yanında öldürülen babalarla il­
gili operasyonları duymuştu. Duymuş ve sesini çıkarmamıştı.
Utanmış mıydı? Bu yüzden mi sebebini açıklamamıştı? Ona
profesyonelliğe aykırı mı gelmişti? Safça? Çocukça? Uzun sü­
reden sonra kendisine duyulan güveni suiistimal etmiş gibi mi?
Hatta belki sonuçlara bakılacak olursa aptalca ve sorumsuzca?
Gadi elini Ronen'nin omzuna koydu. "Kimse seni o şartlar
altında ateş etmedin diye suçlayamaz Ronen,'' dedi sakince.
Ama aynı zamanda Gadi içinden bir başka sesin şöyle dediğini
duydu: Ya ateş et ya da silahını çekme, suikast izci çocuklara
göre bir oyun değil. Ve üçüncü bir ses soruyordu: Profesyonel­
liğin küçük bir çocuğun gözlerindeki bakıştan daha önemli
olduğu doğru mu? Ya da kendisi silahını çekse ve ancak ondan
sonra çocuğu görmüş olsa ne yapardı? Geçmişte, istihbarat

ı ı ı sı
toplarken kurbanlarının çocuklarını görmüştü. Ama silahını
ateşlerken hiç onlarla karşı karşıya kaldığı olmamıştı.
Gadi' nin kendi sorularını cevaplayacak zamanı yoktu.
Ronen omzundaki elinden kurtuldu ve odanın diğer tarafına
yürüdü. Öfkeyle, "Birincisi orada neler olup bittiğini daha
yeni yeni anlamaya başlıyorsun. Ve ikincisi, artık bunun için
biraz geç,'' dedi.
"O zaman şimdi de onun küçük kızını düşün Ronen,'' dedi
Gadi.
Ronen sertçe ona döndü: "Şu an tek düşünebildiğim onun
yüzünden Afula'da öldürülen insanlar ve onla.rın çocukları. Ve
bunun benim başarısızlığım yüzünden yaşanmış olabileceği.
Ebuların çocukları ile Cohenlerin çocukları arasında seçim
yapmak zorunda kaldığım için hepinizden nefret ediyorum."
"Kendi kızını seç Ronen, yakında babasız kalacak."
Ronen minibara gidip başka bir küçük şişe çıkardı. "Yeter.
Beni yalnız bırak. Aynı anda hem senin zırvalarına hem de
kendiminkilere yetecek kadar kuvvetim yok. Burada benim
komutanım değilsin."
Ronen tekrar bardağını doldurdu ve bardağı hala tamamen
dolu olan Gadi'ye doğru ilerledi ve o anda Gadi ayakkabı ve
pantolonundaki kiri fark etti. Yüzü karardı.
''Arabasıyla uğraşmışsın."
Ronen bir an dondu, şaşırmıştı, sonra Gadi'nin pantolo­
nuna ve ayakkabılarına yönelttiği bakışlarını takip etti. Gadi
bardağını bıraktı ve koltuğundan kalktı, Ronen'i sertçe ite­
rek banyoya doğru gitti. Ona karşı hissettiği iyilik ve şefkat
mermer tezgahtaki kirli tişörtünü ve lavabodaki kir ve yağ
kalıntılarını gördüğü anda buhar olup uçtu. Elinde tişörtle
banyodan çıktı.
''Arabasına patlayıcı yerleştirmişsin," dedi.
"İyi iş, Sherlock,'' dedi Ronen yüzünde alaycı bir gülüm­
semeyle.
Gadi'nin yüzü hala ciddi ve endişeliydi. Patlayıcıyı nereden

1 53 1 1
bulmuş olabilirdi? Doğaçlama bir şeyler mi yapmıştı, malzeme­
leri kaçak olarak sokmayı mı başarmıştı ya da belki de Beyrut'tan
mı almıştı? Her halükarda, neden ülkeyi terk etmemişti? Yoksa
Ronen'i tam ülkeyi terk edecekken mi yakalamıştı?
Gadi dolaba gitti ve Ronen'in elbiselerinin orada olduğunu
gördü. Hayır, çabucak kaçmayı planlamıyordu.
"Demek gecikmeli," dedi Gadi sesli düşünerek. Ronen,
Gadi araştırmasına devam ederken onu küçümsemeyle karışık
bir merakla izledi.
"Yaklaşıyorsun ama korkarım hila epey uzaktasın, sevgili
Watson. Sanırım sana Sherlock demekle hata ettim."
Gadi anlamaya başlamıştı, parçalar yerlerine oturuyor­
du. Ronen çok rahattı, zamanı vardı. Bu durumda gecikmeli
bomba olamazdı. Uzaktan patlatabileceği bir bomba olma­
lıydı! Ama neden otel değiştirmişti ve her yer olabilecekken
Sheraton'daydı? Ronen lüks bir ortamda intihar etmek isteye­
cek tiplerden değildi . . . Olay tam burada gerçekleşecek olmalı!
"Ebu Halid buraya geliyor ve onu uzaktan kumandayla öl­
düreceksin." Ronen'in yüzündeki gülümseme silindi.
Gadi otelin girişini gören pencereye gitti ve perdeyi araladı.
Bir dizi Mercedes yeraltı otoparkına doğru yol alıyorlardı.
"Gelmeye başladılar," dedi Gadi geri dönüp perdenin tek­
rar kapanmasına izin verirken. Elini uzattı, yüzü çok ciddiydi.
"Bana uzaktan kumandayı ver."
Ronen gülümsemeye çalıştı. "Baş üstüne efendim. Ben de
onun için buraya gelmiştim."
"Ronen, oyun oynamanın zamanı değil," dedi Gadi sert
bir sesle.
"Gergin misin komutan? Belki de sıcak-soğuk oynamalı­
yız. Asma tavandan başla, belki oraya saklamışımdır?"
"Ronen!" diye bağırdı Gadi sabırsızlıkla.
"Hayır mı? Peki. Öyleyse bana karşılığında ne vereceksin?"
dedi çocuksu bir gülümsemeyle.
"Ronen!" dedi Gadi uyarır bir tonda.

• ı 1 54
"Mizah anlayışını tamamen kaybetmişsin. Belki bana iş­
kence etmek istersin? Ne de olsa bu bana uzaktan kumanda­
nın nerede olduğunu söyletmenin tek yolu."
Gadi tekrar pencereye gitti ve aşağı baktı. Tam da başka
bir Mercedes'in kuyruğu yeraltı garajına doğru gözden kay­
boluyordu. Yavaşça arkasına döndü, viski bardağını aldı ve bir
dikişte bitirdi. Tek kelime etmeden bardağı Ronen' e doğru
uzattı. Ronen gülümseyerek bardağı aldı.
Gadi bardağı Ronen'e uzatmadan kararını vermişti: Ronen
uzaktan kumandayı kendi iradesiyle vermeyi reddediyordu ve
onun için kavga etmeleri birinin yanlışlıkla düğmeye basmasına
ve arabayı boşken ya da doluyken havaya uçurmasına neden ola­
bilirdi. Uzaktan kumandayı bulmak istiyorsa Ronen'i devreden
çıkarması gerekiyordu. Kumanda hiç şüphesiz odanın içinde
saklıydı ve arama işini fazla ses çıkarmadan yapması gerekiyordu.
Ronen minibarın kapağını açmak üzereyken Gadi hızla bir­
kaç adım atıp aralarındaki mesafeyi kapattı. Sağ elini Ronen'in
sol omzunun üzerine kaldırdı ve doğrudan boynuna bir shoto
darbesi indirdi. Darbenin şiddetini de planlamayı başarmıştı,
eğer tam güçle indirilse boynu ya da omuru kırarak öldürebi­
lir, fakat biraz tereddüdü indirilirse sadece yoğun bir acı vere­
bilirdi. Ronen'in sadece yarım saat kadar yerde kalmasını ve
sonra sağlıklı bir şekilde ayaklanmasını istediğinden, darbenin
şiddeti ve yeri kesinlikle kusursuz olmalıydı.
Ronen'in kafası sallandı, dizleri boşaldı ve kalın halının
üzerine yığıldı. Gadi'nin bardağı elinden yere düştü.
Gadi hemen üzerine eğildi, gözkapaklarım kaldırıp nabzı­
nı kontrol etti. Bayılmıştı. Gadi gevşek bedenini kaldırıp onu
yatağa yatırdı. Ronen'in valizinin yanında duran spor ayak­
kabılarından bağları çıkarıp birini Ronen'in ellerini birbirine
ve sonra yatağın başucuna bağlamak için, diğerini de ayak­
larını yatağın ayakucuna bağlamak için kullandı. Parmağını
ayakkabı bağıyla Ronen'in el ve ayak bilekleri arasına sokarak
çok sıkı bağlamadığından, kan dolaşımını engellemediğinden

1 55 1 1
emin oldu. Bu mesafe uyanınca Ronen'in iplerden kurtulma­
sını mümkün kılacaktı ama kan dolaşımını kesmekten iyiydi.
Şimdi Gadi uzaktan kumandayı aramaya başlamıştı. Onu bu­
lursa Ronen'in planını gerçekleştirmesini önleyecek ve bu ona -
hatta belki de Genel Merkez'in izniyle- patlayıcıyı Ebu Halid'in
arabasından söküp almak ya da almamak ve bunu yapacaksa ne
zaman yapacağı konusunda düşünecek zaman verecekti. Gadi
biliyordu ki uzaktan kumanda elinde olmadığı sürece Ronen bir
anda herkesi çok büyük bir belaya sürükleyebilirdi.
Gadi Ronen'in paltosunun ve pantolonunun ceplerine bak­
tı. Sonra valizini yatağın üstüne boşalttı ama kumanda orada
değildi. Valizin gizli bölmesi olup olmadığına baktı ama bu­
lamadı. Dolapta bulduğu elbiseleri, çorapları, iç çamaşırlarını
silkeledi ama hiçbir şey yoktu. Odada bulduğu el çantasını
ters yüz etti, birkaç boş kutu içinden düştü. Gadi durdu ve de­
rin bir nefes aldı. Parçaları sakladığı yer burasıydı. Demek ger­
çekten bir patlayıcı vardı, bu sadece çılgın bir tahmin değildi.
Bu adam cesurdu ve aptal değildi. Çılgın ama profesyoneldi.
Gadi üzerinde korkunç bir baskının oluşmaya başladığını his­
setti. Ronen'i biraz kaydırıp yatağı kaldırdı. Hiçbir şey yoktu.
Bir sandalyenin üzerine çıkıp asma tavanın bir parçasını kaldı­
rıp içine baktı. Onu orada bulmak hemen hemen imkansızdı.
Masaların çekmeceleri boştu ve koltuk minderlerinin altında
hiçbir şey yoktu, duvardaki resimlerin de öyle.
Lanet olasıca şey nerede olabilirdi? Gadi Ronen'i kontrol etti.
Ha.la baygın durumdaydı ama çok uzun sürmezdi. Ve Ronen'i
böyle bağlı ne kadar tutabilirdi ki? Bu şartlar altınd;ı en iyi seçe­
nek toplantı bitene ve katılımcılar dağılana kadar onu bağlı bı­
rakmaktı. O anki tehlike geçmiş olacak ve sonra ne yapacağına
karar verecekti. Ama Ronen'in uyandığında nasıl tepki vereceği­
ni öngörmek imkansızdı, vahşileşebilir, bağırabilirdi. Gadi onu
tekrar bayıltamazdı, göreceği zarar çok büyük olurdu.
Ronen etkisiz haldeyken patlayıcının sökülmesi gittikçe daha
gerekli hale geliyordu. Gadi'nin üzerine bir umutsuzluk çöktü,

'I ıs6
bir koltuğa oturdu. Planlarında gerçekten bu yoktu: Ronen'e
yetişip onunla açıkça konuşmak, tartışmak, hacca kavga etmek
bir şeydi, korkunç zaman sınırlamaları içinde Ebu Halid' in ara­
basını bulup gizlice altına girmek ve patlayıcıyı parçalarına ayır­
mak başka bir şey. Bu, tam bir delilikti. Her yerin koruma ve şo­
för dolu olduğuna şüphe yoktu. Ve Ronen bu arada uyanabilir
ve Gadi arabanın altındayken bombayı patlatabilirdi. Bunların
hepsi çok iç karartıcıydı ama bu korkunç felaketin gerçekten
önüne geçmek istiyorsa başka ne seçeneği vardı ki?
Gadi ağır ağır ayağa kalktı. Ronen'in el çantasında bir
tornavida gördüğünü hatırlıyordu; onu bulup cebine attı.
Ronen'in aletleri arasında ne bir fener ne de bir yan keski var­
dı. Karanlıkta patlayıcıyı sökmeyi nasıl başaracaktı? Hila bay­
gın olan Ronen' e baktı. Başka şansı yoktu. Bu işi önündeki
beş-on dakika içinde yapıp bitirmek zorundaydı. Eğer bomba­
yı etkisiz hale getirmeyi ya da arabadan sökmeyi başaramazsa
en azından anten kablosunu kesebilirdi.
Gadi kapıya gitti, "Rahatsız Etmeyin" kartını kapının dışı­
na astı, kilidin düğmesine bastı ve kapıyı arkasından kapadı.

***

Yurcdışındaki istihbarat teşkilatlarıyla iletişimden sorum­


lu Dışilişkiler Birimi'nin başı Aloni, biriminin üç müdü­
rüyle başkanın odasının bitişiğindeki küçük toplantı salo­
nuna girdi. Doron ve birimin psikoloğu Benny halihazırda
Beauforc'un karşısına, Avigur da yanına oturmuştu. Beauforc
Doron'un hazırladığı operasyon emri teklif taslağını okuyor­
du, kafasını kaldırmadı. Aloni gözle görülür şekilde kasvetli
bir hava içindeydi. Elirii içtenlikle Doron ve Benny'ye uzam,
kendine bir yer seçti, yardımcıları da yanına oturdu.
Önceki gece Beaufort Aloni'ye durumu bildirmiş ve ondan
Ebu Halid'in evinin ve ofisinin oradan geçerek Ronen'i bu­
lup yakalamalarını ya da en azından ona bir mesaj iletmelerini

1 57 1 1
isteyebilecekleri yabancı -mümkünse Beyrut'ta özellikle güçlü
olan Batı Avrupalı- bir istihbarat teşkilatı olup olmadığına
bakmasını istemişti. Sonra ona Gadi' nin orada olduğu habe­
rini iletmişti ve şimdi konuyla ilgili Aloni'nin müdürlerinin
fikrini duymak istiyordu.
İlk olarak CIA ile ilişkilerden sorumlu müdür konuştu ve
doğrudan hiçbir Amerikan elçilik aracının Şii mahallelerinin
yakınına gitmeyeceğini ve Beyrut'taki Amerikan istihbaratının
kapasitesinin elektronik gözetlemeden ibaret olduğunu söyle­
di. Onun Batı Avrupa'dan sorumlu meslektaşı Şii bölgelerin­
de devriye gezebilecek birçok istihbarat servisi olduğunu ama
ondan fazlasını yapmayacaklarını söyledi. "Onları başka Arap
ülkelerindeki birleşik operasyonlarda gözlemlemiştik. Güzel
söz söylemesini biliyorlar ve tabii ki diplomatik araçlar içinde
dolaşıp elçiliklerinden telefon dinleyebilirler ama operasyon
ekipleri, özellikle de Ronen'i kaçırabilecek tipte bir operasyon
ekipleri yok." Beyrut'ta başıboş dolaşan iki İsrailli ajan hakkın­
daki bilginin elçiliklerden sızabileceğinden endişe ettiğini de
ifade etti. Bu servislerin masa altından Hizbullah ve Suriye ile
ne tip ilişkiler geliştirdiklerini biliyordu.
Tesadüfen İsrail'de bulunan ve toplantıya katılması iste­
nen Mossad'ın Almanya temsilcisi, Alman gizli servislerinin
Beyrut'ta adam kaçırma gibi düşmanca bir operasyonu yü­
rütecek donanıma sahip olmadıklarını söyledi. "Daha da kö­
tüsü,'' diye ekledi, "böyle bir isteği muhakkak kendilerinin
Hizbullah'la dostça görüşme önerilerine meşruiyet katmak için
istismar edeceklerdir, aynı kayıp askerlerimiz ve özellikle Ron
Arad' ın izini sürmek için yardım istediğimizde İranlılara karşı
yaptıkları gibi. Buna meşruiyet kazandırmanın anlamı yok."
Oradaki herkes bunu Ortadoğu'yu yeniden alevlenen bü­
yük bir yangından kurtaracak bir önlem olarak yansıtacak ol­
salar bile hiçbir Doğu Avrupa teşkilatına güvenmenin müm­
kün olmadığını düşünüyordu.
Batılı meslektaşlarından Gadi ve Ronen'in bir sığınağa
• ı • 58
ihtiyacı olması ya da Gadi'nin Ronen'in hakkından gelmesi
durumunda onlara elçiliklerinin kapılarını açmalarını iste­
meleri ihtimalini tartıştılar. Gerçekten de Doron'un Helena
ile yaptığı görüşme ikisinin iletişim kurduğunu ortaya çıkar­
mıştı ama bunun nasıl bir iletişim olduğunu bilmiyorlardı.
Çeşitli seçenekleri kısaca analiz ettikten sonra Aloni şöy­
le itiraz etti: "Eğer Gadi ve Ronen Lübnanlılar onları takip
ederken bir elçiliğe ulaşırlarsa hiçbir delegasyon, söz vermiş
olsalar bile onlara kapılarını aÇmaz. Ve eğer yabancı bir elçilik
onları binalarına alırsa ve Lübnanlılar bunu bir soruşturma
sürecinde bulurlarsa sonuç İsrail'in arada sıkışıp kaldığı siyasi
bir kriz olur. Hizbullah'ın elçilik çevresini büyük bir kuşatma
tertipleyip 'Siyonist ajanlar'ın kendilerine verilmesini istediği
sahneyi gözümde canlandırabiliyorum. Eğer kendimizi böyle
bir pozisyonda bulursak Tanrı bizim -ve o yabancı delegasyo­
nun- yardımcısı olsun."
Doron her halükarda, bir delegasyon kabul etse bile, Ronen
ve Gadi'ye belli bir elçiliğe sığınabileceklerini söyleme fırsat­
larının olmayacağını belirtti. Sonunda bilginin sızma tehlikesi
bu seçeneği ortadan kaldırdı.
Aloni'nin ortaya koyduğu sonuç, Beyrut'ta görev yapan
hiçbir yabancı istihbarat servisinin yardım edebilecek kapasi­
tesinin olmadığıydı. Bir diğer deyişle, biriminin yapabileceği
hiçbir şey yoktu. Lübnan'da bir güvenlik ağı, yumuşak düşüş
ihtimalleri yoktu; her başarısızlık bir felaketle sonuçlanacaktı.
Beaufort Aloni'nin takımına teşekkür etti ve onları gönde­
rip Aloni'nin kalmasını istedi. Daha onlar çıkmadan Beaufort
taslak halindeki operasyon emrini yine eline alıp dikkatle oku­
maya başladı.
***

Doron'un yuzu gizemliydi. Başkan'ın bürosundaki bu


toplantı onda melankolik bir dijlı vu hissi uyandırmıştı: Üze­
rinde şimdiden başarısızlık bayrağı dalgalanan, Beyrut'un Şii

1 59 1 1
mahallesinde yarım yamalak bir savaş prosedürü kullanarak
sahneye konacak bir operasyon planı.
Doron Beaufort'un kendisini teslim etmekle görevlen­
dirdiği ve kendi talimatnamesine göre Planlama Müdürü'ne
hazırlattığı operasyon emrinin sonuçlarını çok iyi biliyordu.
Beyrut'ta daha önce Doron'un kendisinin de görev aldığı ve
bazılarını yönettiği İsrail operasyonları olmuştu, dolayısıyla
başarılı olan bütün o operasyonların ortak paydasının titiz
planlama, çok detaylı bir istihbarat çalışması ve taviz verilme­
yen hazırlıklar olduğu açıktı. Başarı, tek tek her birine gerekli
özen gösterilmiş olan küçük detaylara bağlıydı.
Benzer şekilde, oradaki başarısızlıklar da telaş yüzündendi.
Bütün başarısız operasyonların -sayısı çok azdı ama başarısız­
lıklar yankılanmaya eğilimli olurdu- ortak paydası, çatışma
prosedürünün her bölümünden kısmak wrunda kaldıkları
sıkıştırılmış zaman çizelgesiydi. Bunun da Mossad geleneği­
nin bir parçası olduğu doğruydu; yetmişlerde ve seksenlerde,
o henüz ekibin genç bir üyesiyken bir Arap ülkesinden gelen
bir teröristin hemen arkasından Kıbrıs, Atina ya da Roma'ya
inerlerdi, istihbarat bilgilendirmelerini havalimanında aldıkla­
rı, temel planlamaları hedef Filistinlilerin gittiği kafelerde yap­
tıkları olmuştu. O zamanlar ekibin gücü, gizli ilişkiler, gece
kulüpleri, camiler, genelevler ve teröristlerin kısa ziyaretleri
boyunca sık sık gittiği buluşma yerlerine iyice aşina olmalarını
sağlayan gelişmiş keşif çalışmasındaydı.
En kötü hatalar, bu sürüp giden operasyon metodu -ekibin
hedefin yerini belirlemekte, saldırısını sahadaki komutanın
takdirine göre yapmakta özgür olduğu- güvenliğin sıkı oldu­
ğu, ekibin çok iyi bilmediği yerlerde uygulandığında yapılırdı.
Beyrut'ta ya da Amman'da akışına bırakılan bir operasyon ya­
pamazdınız. Bu şehirlerde operasyon en küçük detayına kadar
hesaplanmalı ve ancak çok geniş bir istihbarat çalışması ve titiz
hazırlıklar yapıldıktan sonra gerçekleştirilmeliydi.
Doron, yabancı pasaportu olduğu keşfedilince ordu

•ı 160
karargahına çağırılmıştı. Kısa bir eğitim kursundan sonra
kendini Avrupa' nın dört bir yanında terörist kovalarken bul­
muştu. Operasyonlarının ve başarılarının sayısı yüzlerceydi.
İronik olarak, ekibe ve sonra da bütün birime özel planlama
yöntemlerini sunan, işe doğaçlama operasyon günlerinde baş­
lamış olan Doron'du. Şimdi Mossad Başkanı'na korkunç bir
doğaçlama, çok aşina olunmayan bir bölgede saldırgan, kaba
hareketler içeren bir görev için hazırlanmış operasyon emrinin
taslağını sunmuş olması da aynı derecede ironikti: fazla dikkat
çekmeden gerçekleştirilmesi neredeyse imkansız ve zayiat ol­
madan başarıya ulaşma ihtimali çok düşük olan bir operasyon.
Sonunda planını teslim etti çünkü Beaufort'un Başbakan'a
bu karışıklık için bir çözüm -herhangi bir çözüm- sunmak
zorunda olma sıkıntısını hissediyor ve bu karışıklığı kendisi­
nin iki çalışanı yarattığı için kendini suçluyordu. Doron ikisi­
ni de yabancılaştırdığının gayet farkındaydı, ikisinin de kendi­
siyle ilgili bir sürü, en azından gerçek niyetlerini kendisinden
saklayacak kadar şikayetleri ve öfkeleri vardı. Sadece ona uy­
gun bir iş bulmakta başarısız olduğu, düşüşünü yumuşatmak
için çok az şey yaptığı Ronen'in değil, aynı zamanda Doron'un
kendisini pozisyonundan alma girişimlerinin farkında olan
Gadi'nin de. Bu artık ona güvenmediğinden değil -Doron
Gadi' nin herhangi bir görevde herkesten daha iyi performans
göstereceğini biliyordu- komisyon tarafından aklandığından
beri ortalıkta suçu yüzünden okunur gibi dolaşmasındandı.
Gadi'nin yanında Doron'un kendini temize çıkarma suçu, ka­
bul etmeyi reddettiği suç öne çıkıyordu. Ana Operasyon eki­
binin başındaki kişinin, kendini Doron'un dengi gibi gören
ve bağımsızlığıyla çok fazla kibirlenen biri değil de görevini
kendisine borçlu biri olsa kendini çok daha iyi hissederdi.
Beaufort'a verdiği evrakta Doron riskleri vurgulamıştı: Hede­
fin ofisinde ya da evinde korumalarla çatışma, ateş altında takip,
olası deniz ya da hava yoluyla kurtarma gereksinimi. Mossad
Başkanı'nın bunu Başbakan'a bu halde sunması gerekecekti.

161 ı •
Ne var ki bu tip riskler işin içindeyken bir operasyona
girişilmemesi gerektiğini biliyordu. Öyleyse nasıl, o parlak,
temkinli siciline rağmen, bir kez daha aynı tuzağa düşmüş­
tü? Neden Başkan' a, üzgünüm, size sunabileceğim uygun bir
plan yok, diyememişti? Ve bir süredir anlamdan yoksun bir
"sıfır hata" sloganına dönmeye çalışmıyorlar mıydı? Birimin
geleneğinde "bir planım yok" ya da "yapamam" demek ol­
madığı için mi? Doron bir an için kendine yabancılaştı. Bu
kendisi -değerlendirmeleri her zaman yerinde olan makul,
sakin mizaçlı adam- değildi.
Daha sonra Mossad Başkanı'yla baş başa oturacak ve ona
bunu söyleyecekti. Ne de olsa operasyon emrinde yazılı olan
şeyler Beaufort için tamamen teorikti. Ayrıntıların farkında
değildi; ekibin gerçekten kendilerini Lübnanlı olarak yuttur­
mayı becerip beceremeyeceklerini bilemezdi ya da ateş altında
oradan kaçmanın ne kadar korkunç olabileceğini. Bunların
hepsini ona anlatması gerekiyordu. Sonra.

Beaufort elindeki beş sayfayı incelemeyi bitirdi, tek kelime


etmeden masanın üzerine bıraktı, gözlüğünü çıkardı, arkasına
yaslandı ve bir araya gelen adamlara baktı.
"Şu senin planının çok tartışılması gerekiyor,'' dedi
Doron' a bakarak. Yüzünden aklından geçenler anlaşılmıyor­
du. "Senin adamlarının iktidarsızlığının da öyle," diye ekledi
Aloni'ye dönerek. ''Ama önce, hiç kimseyi göndermezsek bizi
bekleyen nedir onu daha iyi anlamak için biraz Gadi ve Ro­
nen hakkında konuşmak istiyorum. Bu yüzden birim psiko­
loğunun bize katılmasını istedim."
Benny boğazını temizledi. Başkan ona baktı ve konuşmaya
devam etti: "İkisinin de ne yapmak istediğini bildiğimizi varsa­
yarak öngörülen sonuçlara ilişkin görüşlerini öğrenmek istiyo­
rum. Önerilerimizi Başbakan'a bu gece sunmak wrundayım."

Onun gözünde kabul edilmez olan bütün o planları kendi­


sine sunmalarına izin vermeye ve sonra onları Başbakan' a da

1 1 162
sunmaya mecbur kalmaya niyeti yoktu. "İzin verin size belli
başlı seçenekleri açıklayayım," dedi, "ilki, Gadi'nin işi yap­
masına izin vermek. İkincisi, hemen hemen senin bana ver­
diğin plan doğrultusunda Doron, muhtemelen Mistaravim
ekibini Gadi' nin yardımına göndermek. Üçüncüsü Gadi'yi
eve geri getirmeye çalışıp Ronen'i kendi haline bırakmak.
Ona ne olursa olur; herhangi bir sorumluluk üstlenmeyiz.
Belki farkında değilsiniz ama Ronen yetki verilmeden kendi
isteğiyle Lübnan' a seyahat etmiş bağımsız bir İsrail Devleti
vatandaşı. İsrail Devleti ya da Mossad tarafından görevlendi­
rilmiş değil. Burada, onu kurtarma ihtimalini tartışmak üzere
toplanmış olmamız adil muamelenin ötesinde. Yasal olarak
ona karşı hiçbir yükümlülüğümüz yok. Ahlaki olarak olup ol­
madığı tartışmaya açık. Sadece onu harekete geçiren sebepleri
tahmin edebiliriz ve akıl sağlığının sallantıda olduğuna inan­
mamız için nedenimiz var. Bunların hepsini göz ardı edeme­
yeceğimiz üçüncü seçenekle alakalı olarak dile getiriyorum.
Ama hadi birinciyle başlayalım. Doron."
"Hem Gadi hem de Ronen Beyrut'u oldukça iyi biliyor,"
diye başladı Doron her zaman olduğu gibi doğrudan konuya
girerek, "bu, Ronen Ebu Halid'in yerini tespit etmekte hiç
zorlanmayacak demektir. Ve görünen o ki Gadi de Ronen'i
bulmayı başardı. Ama bunun ne demek olduğunu tam olarak
bilemiyorum. Tahminime göre buluştukları yer Ebu Halid'in
tehlikeli bir bölgede bulunan evi değil, büyük ihtimalle ana
bir cadde üzerinde olan ofisi civarında."
"Sonuçlar derken kastettiğim bu değildi," dedi Başkan sö­
zünü keserek. "Ve sana daha önce de söylediğim gibi, şu ile­
tişimsizlik problemini çözmen gerekiyor. Gadi ile doğrudan
iletişim kuramıyor olmamız ve karanlıkta yolumuzu bulmaya
çalışmaya zorlanmamız kabul edilemez."
Doron kızardı ve iyi bir cevabı olmadığı için işittiği azarı gör­
mezden geldi. Doğrudan Beaufort'un çizdiği hatların ana nok­
tası üzerinde devam etti: "Eğer Ronen patlayıcıyı yerleştirecek

163 1 1
olursa Gadi'nin onu patlatmaktan alıkoyma şansı çok düşük."
"Bir şey söylemek istiyorum," dedi Benny bu sözleri takip
eden utanç verici sessizliği bozarak.
"Lütfen," dedi Beaufort, eliyle işaret ederek.
"Buluşmalarının nasıl sonuçlanacağı sorusu sadece ope­
rasyonel bir soru değil. İşin içinde korkunç karışık insan iliş­
kileri var."
Benny'nin söylediklerden hoşlanmayan Doron araya girdi:
"Başkan'ın psikolojik profillerle ilgilendiğini sanmıyorum. So­
nuca ulaşmak istiyor."
Doron'un bu ani saldırganlığına şaşıran Benny, onun küs­
tahlığını görmezden gelmeye çalışarak sadece soruyu cevapla­
dı: "Sonuç şu: Ronen bu işi bitirecek kadar çıldırmış durumda
ve onu önleyebilecek insan Gadi olmayabilir. Sorun Gadi'nin
Ronen' e kıyasla operasyonel kabiliyetleri değil, daha çok
Gadi'nin Ronen'in gözünde onu terk edip ortada bırakmış
olan teşkilatın bir temsilcisi olması." Benny Başkan'ın yüzün­
deki sert ifadeyi görünce sözlerine devam etmek için acele etti:
"Başarısızlığın sorumlusu olarak görülen ve aksini ispatlamaya
çalışan Ronen'in karşısındaki Gadi ise başarılı bulunan kişi. Ve
sonuçta Naamah için rekabet her zaman arka planda olacak.
Ronen hatasını anlasa da Gadi'yi orada gördüğü anda sırf sayı
yapmak uğruna suikastı gerçekleştirebilir."
" Bu epey büyük bir sonuç oldu," dedi Doron azımsanma­
yacak bir güvensizlik taşıyan bir gülümsemeyle. Ama Benny
istifini bozmadan devam etti:
"Gadi içinse, bilinçaltında Ronen'in bu çılgınlığı sonuna
kadar götürmesini istemesi gibi bir olasılığı göz ardı edemem,
aynı Gadi'nin -yine bilinçaltında- durumu eşitlemek için
Ronen'in kendisini yenmesine izin verebileceği olasılığını
göz ardı edemeyeceğim gibi. Durumun karışıklığı şu ki ben
olsam ikisinin irtibat kurmuş olması gibi basit bir şeye çok
önem vermezdim."
Benny içten içe, amacı bütün birim ajanları, Mistaravim,

1 1 1 64
istihbarat memurları, ceknokraclar ve cabii geri kalan cüm
Mossad çalışanlarının çözemediği Gordion Düğümü'ne kı­
lıç savurmak olan Gadi'nin inacçı deliliğine hayran olmadan
edemiyordu. Yine de ceşkilacın kendilerine bir şey borçlu
olduğuna inanan bu iki adamın gizlice birlik olabileceğini
hissediyordu.
"Bu iş başladığından beri eşleriyle konuşuyorum," dedi
sözlerini güvenilir kılmak iscer gibi. "İkisinin de söyleyecekleri
çok şey vardı, dinleyecek olsanız," dedi doğrudan Başkan'a,
"durumun karışıklığını anlayabilirsiniz. Sırası gelmişken
Gadi'nin de Mossad'la ilgili şikayecleri var, kuyusunun kazıl­
dığını düşünüyor ve ikisinin arasında gizli bir anlaşmaya yol
açabilecek bir durum olamazmış gibi yapamam."
Şimdi Benny Başkan'ın gözlerinde de hoşnucsuzluğu göre­
biliyordu. Beauforc soruşcurma komisyonunun kendisini iki
dulla boy ölçüşmek zorunda bırakabileceğini şimdiden hisse­
debiliyordu.
"Bana yarın bir 'Kadınlar Günü' ayarlayın, neler hisseccik­
lerini duyalım, bakalım biz onlara nasıl yardımcı olabiliriz ve
onlar bize nasıl yardımcı olabilir," dedi Başkan Avigur'a. ''Basit
bir soru sordum," dedi kendisine bakan adama dönerek, "ve
sizi buraya bana nutuk çekesiniz diye çağırmadım. Söyledik­
lerinden anladığım," dedi Psikoloğa, "Gadi seçeneği yeterince
iyi değil. Psikolojik açıdan konuşursak sonuçlardan emin ola­
mayız. Senin söylediklerinden de operasyonel olarak aynı şeyi
anlıyorum Doron." İki adam da başlarıyla onayladı.
"Yani gerçekçi olursak," dedi Başkan, "iki seçeneğimiz kal­
dı: Miscaravim ekibi ya da Ronen'i kendi haline bırakmak."
Girmek üzere zorla ayağa kalkan Benny'ye teşekkür ecci. Daha
söyleyeceği çok şey vardı.

Saralı, Benny'nin ayrılışını fırsac bilerek küçük bir servis


arabasıyla içeri girdi. Başkan için soda ve sade kahve, Doron,
Aloni ve Avigur için makineden cappuccino vardı. Başkan

165 1 1
kahvesinden içti ve bedeninin uyuşukluktan sıyrıldığını his­
setti. İki birim şefinin sunacağı şeyi biliyordu: bir taraf savaş,
diğer taraf feragat.
Doron'un Başkan'a verdiği taslakta "Beyrut sokaklarında
çatışma'' . . . "yaralı" . . . "kurtarma için askeri müdahale" gibi
ifadeler vardı: kısacası, gerçek bir facia. Yaşlı hilekar Aloni,
baştan teslim olduğunu, yardımcı olamayacağını ve sanki
esas umurunda olan onlardan puan kazanmakmış gibi aslın­
da servislerden yardım istemek istemediğini kendisi söylemek
zorunda kalmasın diye bölüm müdürlerinden oluşan ekibini
getirmişti. Beaufort'un kendisi Lübnan'da aktifken Falanjistle­
rin faaliyetini gizlice yönetmenin yanı sıra Falanjistlerin tavır­
larını değiştirmesi ihtimaline karşı Beyrut'taki birçok yabancı
istihbarat servisinin yerel sorumlularıyla kuvvetli bağlar kur­
muştu. Aloni ise bölgeyi ihmal etmişti.
Mossad'da otuz beş yıl Beaufort' a yükselen yıldızlara,
gelecek vaat eden delikanlılara güvenmemeyi öğretmişti.
Aloni artık genç olduğundan değil ama kendisi Dışilişki­
ler Birimi'ni bıraktığında Aloni'den on yaş büyüktü. On yıl
daha çok bağlantı, kişisel ilişki, birleşik operasyon ve onu
diğer ajansların şeflerine bağlayan daha çok sır demekti. O
ve İtalyan gizli servisinin dışilişkiler sorumlusu karşılıklı
ziyaretlerde beraber yemek yaptıkları zaman, hazırladıkla­
rı sadece makarna değil aynı zamanda hiçbir zaman resmi
onay alınamayacak olan gizli faaliyetleri mümkün kılan bir
ilişkiydi. Şimdi bu ilişkileri iyi bir şekilde kullanmanın tam
zamanıydı. Ama bugünün yıldızları tepeye tırmanırken geç­
tikleri makamlarda ancak bir ya da iki yıl kaldıkları için bu
tip ilişkileri kuracak fırsat olmuyordu.
Doron ve ekibine gelince; Başkan'ın onlar hakkında daha
da büyük kuşkuları vardı. James Bond çağının geçtiğini, hiçbir
Avrupalı ulusun sokaklarında Filistinli teröristleri öldürerek do­
laşan Mossad ajanlarına hazır olmadığını halen anlamamışlar­
dı. Neredeyse bütün dünya ülkeleri Filistinlilerle bir anlaşmaya

1 1 166
varmışlardı ve Ortadoğulu bir "kabile savaşı"nın savaş meyda­
nı olmaya gönüllü değillerdi. Dünya çapında çeşitli gizli servis
teşkilatlarının başkanlarını iyi tanıyordu: Gösterişli, iyi eğitimli
analistlerdi, istihbarat toplama ve analiz yapma konusunda çok
kabiliyetli ama herhangi bir macera hissinden uzaktılar. Hepsi
de sadece barış ve sükunet istiyordu. Hepsi de büyük ve güçlü
ülke İsrail'in mazlum bir halkla uğraştığını düşünen bir nesle
mensuptu. Bugünkü durumun ortaya çıkmasına neden olan
şartları sadece teoride biliyorlardı: Soykırım, Arap komşuların
süregiden saldırıları ve Filistinlilerin İsrail'in var olma hakkını
kabul etmekte gösterdiği gönülsüzlüğe karşı bağımsızlık mü­
cadelesini. Değerlendirmeleri geneldi; İsrail, Arap ülkeleri ve
İslam dünyasının karşısında devede kulaktı. İslami terör onları
vurduğunda ve onlar da karşılık vermeye karar verdiklerinde
bile İsrail'in yardımını istemiyorlardı ve kendi bölgelerinde İs­
rail maçoluğuna kesinlikle tahammül göstermiyorlardı. Ama
bunlar Doron'un, onun seleflerinin ve adamlarının anlamak­
tan uzak olduğu şeylerdi.
Sokaktaki adamın, medyanın ve ülkenin liderlerinin son
birkaç senede çeşitli başarısızlıklara gösterdiği tepkiler ona
operasyonlardakilerin özümseyemediği başka bir şey daha öğ­
retmişti: İsrail halkının başarısızlığa tahammülü yoktu. Şart­
ları, planı, uygulamada meydana gelen sapmaları incelerlerdi;
cadı avında altına bakılmamış taş kalmazdı. Her muhabir zarar
verici bilgiler ortaya çıkarmakta, her yorumcu alaycı yorumlar
yapmakta bir diğeriyle yarışır, her politikacı meslektaşlarından
daha masum olduğunu öne sürer, her askeri yetkili kendi silah
arkadaşlarından daha hızlı olaylara ilişkin bilgisini ve ilgisini
inkar ederdi. İsrail halkına Beyrut'ta bir sene önce başarısız
olan görevi haklı gösterecek nedenler sunmaları mümkün ol­
muş olsa da halka bu sefer ne mazeret sunabilirlerdi?

Beaufort önünde oturan iki sessiz birim şefini izledi, biri


mavi gözlerini önüne indirmişti, diğeri karanlık, kışkırtma

1 67 1 1
iması taşıyor gibi görünen zeki bir ifadeyle kendisinin umur­
samaz suratını ilgiyle inceliyordu. Kurtuluş bu ikisinden mi
gelecekti?
Beaufort'un karşısında oturan iki generalinin ona hiç iyi ha­
ber getirememiş olmasının yarattığı hayal kırıklığı, bir farkın­
dalıkla birleşti: Bu durumu başına kendisi sarmıştı. Ronen'in
çeşidi pozisyonlara atanması için Gadi'nin ilettiği talepler
masasına gelmiş, o ise derhal reddetmişti. Dahası, Gadi'nin
Mossad'daki görev süresinin bitirilmesi için Doron'un yaptı­
ğı girişimleri desteklemiş, Gadi' nin yardımcısı lzzy ile yakın
gelecekte ekibin komutasını almasıyla ilgili bir anlaşma yap­
masına, personel müdürüne Gadi'ye uygun bir pozisyon öner­
memesi talimatını vermesine izin vermişti.
Gadi'nin başarılarının uzun bir liste oluşturduğunu, teş­
kilatın ona çok şey borçlu olduğunu ve Genel Merkez'de ona
uygun birkaç pozisyon bulunduğunu biliyordu. Ama başa­
rısızlığın dokunduğu herkesin Mossad'dan uzaklaştırılması
anlayışını, şimdi fark ediyordu ki çok kolay benimsemişti.
Dahası, böyle bir duruşun olumlu bir mesaj , başarısızlığın
tolere edilmediği mesajı vereceğine kendini çok çabuk ikna
etmişti. Bir süredir Mossad'da kendisinin işe alım ve işten
çıkarma politikalarının her türlü insani değerlendirmeden
yoksun olduğu söylentileri dolaşıyordu. Ama her hatanın
kritik olduğu böyle bir teşkilatı yönetmenin etkili yöntemi
de bu değil miydi?
Beaufort Başbakan' a sakin sakin Beyrut fiyaskosuyla il­
gisi olan herkesi kovduğunu söylediğini hayal ettiğini inkar
edemezdi; bunu gazetelerde "Mossad Personeli İçinde Bahar
Temizliği" başlığıyla verilen övgü dolu haberler takip edecek­
ti. Şimdi ise aksine "Mossad Kontrolden Çıkıyor" başlıklı bir
makale olacaktı ve Başbakan'a nasıl olup da kovulan bir ajanın
teşkilatın hiç haberi olmadan burnunun ucunda delirdiğini ve
yüksek kademe bir komutanın yetki verilmeden arkasından
gittiğini açıklamak zorunda kalacaktı. Tüm bunlar yetmez-

1 1 1 68
miş gibi kendi gözünde seçenek bile olmayan iki sefil seçenek
sunmak zorunda kalacaktı. Bunu daha onlarla tartışmak üzere
masaya oturmadan önce bile biliyordu.

***

Otoparka inmeye karar verdiği yangın merdiveninin en al­


tında Gadi, orada ne yaptığına ilişkin mantıklı bir açıklaması
olmadığını fark etti. Sheraton'daki park problemlerini bili­
yordu ve otel görevlisinin arabasını onun yerine park etmek
için -özellikle de Avrupalı gibi göründüğü için- ısrar edece­
ğini bildiğinden arabasını otelinde bırakıp Sheraton'a taksiyle
gelmişti. Şimdi otelin yeraltı otoparkında zaman geçirmesi
gerekecek ve oradan muhtemelen çok kirlenmiş olarak çıka­
caktı. Bunu fark edince dudaklarını ısırdı; eğer bunu birkaç
dakika önce düşünmüş olsaydı Ronen'in paltosunu alıp ona
sarınırdı. Ama aptalca bir şekilde, hiç aklına gelmemişti. La­
net olsun! Nasıl olup da kendini bir başka planlanmamış ope­
rasyonun içine sokmuştu, hem de aynı hedef üzerine? Ama
gerçekten başka ne şansı vardı?
Küçük ve duruma uygun biçimde karanlık olan koridor
Gadi'yi merdivenlerden otoparkın girişine ulaştırdı. Gadi ken­
dini duvara yaslayarak karartılmış alanı inceledi. Otoparkın
uzak bir köşesinde yürüyen Gadi'nin dikkatini sıra sıra dizil­
miş Mercedesler çekti. Daha dikkatli gözetleyince iki koruma
görevlisi gördü, biri arabaların arasında dolaşıyor, diğeri sabit
duruyordu. Bir ya da iki makam şoförünün de arabalarında
uyuyor olması muhtemeldi. Gadi yere eğilip Mercedeslere
doğru emekledi. Karanlıkta hepsi birbirine benziyordu, yan­
larına kadar gidip plakalara bakarak Ebu Halid'in arabasını
tespit etmesi gerekecekti.
Mercedes sırasının birkaç metre ötesindeki bir aracın ar­
kasında çömeldi. Onlara ulaşmak için devriye gezen koruma
geçtikten sonra sıranın sonuna ulaşıp geri dönene kadar sadece

169 1 1
birkaç saniyesi vardı. Ronen'i dakikalar önce bıraktığı ve büyük
bir patlama sesinin her an duyulabileceği düşünülürse tereddüt
edecek zamanı yoktu. Mercedeslerinkine paralel sırada araba­
dan arabaya geçerek aralardan Ebu Halid'in plakasını bulmaya
çalıştı. Karanlıkta wr oluyordu ama iki tanesi hariç tümüne
bakmayı başardı. Korumanın geçmesini bekledi ve sonra hız­
la söz konusu iki arabaya doğru hızla süründü. Yakından Ebu
Halid'in Mercedes'ini tespit edebildi ve altına girdi.
Patlayıcının genelde yerleştirildiği yerleri heyecanla araması
bir sonuç vermedi. Ronen arabanın içine girip bombayı içeri
mi yerleştirmişti? Mesela sürücü koltuğunun altına? Eğer az bir
miktar patlayıcı kullanıyorsa bu mantıklı olurdu. Bu düşünce
Gadi'nin içini korkuyla doldurdu. Eğer durum buysa iki koru­
mayı yolundan çekmesi gerekiyordu - iki kişiydiler ve tabii ki
silahları vardı. İmkansız değildi ama daha fazla karışıklığa ihti­
yacı yoktu. Arabanın altını elleriyle kontrol etmeye devam etti.
Gadi'nin parmakları ana aksın hemen üzerinde patlayıcı­
yı buldu.

***

Ronen gözlerini açtı ve yataktan kalkmaya çalıştı ama boy­


nundaki şiddetli ağrı onu yatağa yapıştırdı. İçinde bulunduğu
durum yavaş yavaş aydınlandı ve kavradığı şey zihnini uyan­
dırdı: O piç beni bir kez daha aldattı. Bir nefret dalgası üze­
rinden geçti. Başını yataktan kaldırabildiği kadar kaldırdı ve
etrafına baktı ama Gadi'yi göremedi.
"Çöz şunları seni orospu çocuğu!" diye seslendi odaya doğru
kontrollü bir sesle ama cevap veren olmadı. Neredeydi? Yardım
çağırmaya mı gitmişti? Belki de bu arada bazı ekip üyeleri gel­
mişti. Kollarını ve bacaklarını bütün gücüyle çekince sayvanlı
karyola şiddetle sallandı; yatak sağlam olmaktan çok güzeldi,
bu yüzden bir kez daha çektiğinde yatak başı öne doğru geldi.
Şans eseri sayvan Ronen'in üzerine düşmedi. Oturdu ve ellerini

1 1 170
kucağına getirdi -hala birbirlerine ve yatak başına bağlı durum­
daydılar- ve dişleriyle düğümü çözmeye başladı. Hafifçe bağ­
lanmış ayakkabı bağı işini kolaylaştırdı ve göz açıp kapayana
dek ayağındaki bağları çözmeye başlamıştı. İplerden kurtulup
yataktan atladı ama boynunda yine o korkunç acıyı hissetti.
Oda etrafında dönüyordu, tekrar yatağa çöktü.
Yeniden odaklanmayı başardığında eşyalarının odaya saçıl­
mış, dolap kapaklarının ve çekmecelerin açılmış olduğunu gör­
dü. Gadi uzaktan kumandayı bulmayı başarmış mıydı? Kendini
wrlukla kaldırdı, komodine gitti ve durdu: Bu çok kolay ol­
muştu. Yatak çok kolay dağılmıştı, elleri çok gevşek bağlanmış­
tı, aldığı darbe o kadar güçlü değildi. Oda bile çok bariz şekilde,
Gadi'nin kesinlikle uzaktan kumandayı aradığını belli edecek
şekilde dağıalmıştı. Belki de Gadi şu anda onu bir köşeden ku­
mandayı nereden çıkaracağını görmek için seyrediyordu? Gadi,
o yaşlı kurnaz tilki, kesinlikle böyle bir şey yapabilirdi. Sonra da
gülümseyecek ve dostça sırtına vuracaktı. Ronen etrafına baktı;
iki noktada asma tavan yerine yerleştirilmemişti. Orada mıydı?
Tuvalet masasının önünde duran yuvarlak ahşap sandalye cam
birinin altına yerleştirilmişti. Ronen üzerine çıkıp kafasını ta­
vana soktu. Gadi orada değildi. İkinci noktayı da kontrol edip
odayı gözden geçirdi. Gadi'den eser yoktu.
Bir an için Ronen kendini tatmin olmuş hissetti: Görünüşe
göre Büyük Gadi bu hamleyi düşünememişti; onun yerine ya
yardım getirmeye gitmişti ya da arabanın altına girmiş patla­
yıcıyı etkisiz hale getirmeye çalışıyordu . . .
Patlayıcıyı etkisiz hale getirmek! Tam da şu anda arabanın
altında benim operasyonumu sona erdiriyor olmak kesinlikle
Gadi'ye, o pisliğe yakışır. Etrafta bütün o korumalar olsa da
bunu yapabilecek yeteneğe sahip!
Ronen hızla komodine gitti, en alt çekmeceyi zorlukla
çıkardı ve elini içeri soktu. Uzaktan kumanda orada arkada
yapıştırılmış duruyordu. Birbiriyle çelişen düşünceler zihni­
ne ve bedenine hücum etti: Demek Gadi onu bulamamıştı,

1 71 , •
şanslıydı. Ne kadar da aptalım, elimi öyle dikkatsizce savu­
rurken yanlışlıkla aktive edebilirdim. Onu dikkatle dışarı
çıkarmalıyım. Ya şimdiye kadar bombayı etkisiz hale getir­
meyi başardıysa? Ya başaramadıysa ne yapmalıyım, koşup
onu durdurmalı mı? Korumalara mı yakalatmalıyım? Ya da
bombayı patlatmalı? Belki hemen şimdi buradan patlatabili­
rim. Ama ya Gadi şu anda oradaysa? Ya da hiç kimse, ne Ebu
Halid ne başka bir Ebu orada değilse? Her düşünce Ronen'in
her eğilip kalktığında hissettiği baş dönmesiyle birleştiğinde
kendi sıcak ve soğuk dalgalarını ve şiddetlenen titremeleri
beraberinde getirdi.
Önce durumu değerlendirip öyle karar verecekti. Ronen
kıyafetlerinin üzerine saçıldığı yatağa giderek bir tişört giydi
ve aceleyle kapıya gitti. Kapının kilidini açtı ve koridora göz
attı. "Rahatsız Etmeyin" işareti kapı kolunun üzerindeydi. Bu
şartlar altında bile Gadi Gadi'ydi. Ronen işareti yerine astı ve
hızla asansöre gitti.
Asansör ikinci katla yeraltı otoparkı arasında gidip gidip
geliyordu. Sonunda Ronen'e geldiğinde otopark düğmesine
bastı ama asansör ikinci katta durdu. Kapılar açıldı. Bir otel
güvenlik görevlisi, kamuflaj giysili ve silahlı bir Hizbullah'la
beraber duruyordu. İkisi birden onu süzerken Ronen'in kalbi
bir an neredeyse duracaktı. Görünüşü anlaşılan onları rahat­
latmıştı, koridordan asansörlere doğru gelmekte olan bir grup
Müslüman din adamını karşılamak üzere arkalarını döndüler.
Ronen onların arkasından holün ucunda sarık, başörtüsü ve
ordu beresinden bir deniz gördü. Herkes hareket halindeydi,
anlaşılan konferans sona ermişti. Şimdi ne olacaktı? Aşağıya
onlarla beraber mi inecekti?
Güvenlik görevlilerinin sırtları hila ona dönüktü. Ronen
hızla elini uzatıp KAPI KAPAMA düğmesine bastı. Kapı hol­
deki homurtuların üzerine kayarak kapanırken Ronen arka­
sını dönen iki adamın kızgın bakışlarını yakaladı. Asansör
inişine devam etti.

ı ı ın
***

Haramati' nin yatağının yanındaki telefon çaldı.


"Ben Milken." Bu tanıdık ses onu sarsıp uyandırmıştı. "Eli­
ne bir kağıt ve kalem al."
Yatağının yanındaki komodinde tuttuğu kalem kağıdı bul­
mak için lambayı yaktı. Uyuyan sevgilisi homurdandı, sonra
tekrar uykuya daldı.
"Bograshov Sokağı'ndaki kafedeki piçi hatırlıyor musun?"
Milken cevabını beklemedi. "İşte onunla ilgili bir şey buldum."
Beni gecenin bir yarısında bunu söylemek için mi uyandır­
dı? O zamandan beri birkaç hafta geçti, diye düşündü Hara­
mati tatsız tatsız. "Onun kim olduğunu nereden biliyorsun?"
"O gün kafedeki garsona motosikletin plakasını yazdır­
mıştım. İsmine ve adresine bakıp veritaba:nıma girdim. Şimdi
birden büyük bir şey yakaladım. Sana aşçı olan arkadaşımdan
bahsetmiş miydim?"
Haramati hatırlayamadı.
"Teşkilatından birini batırmak istediğinde beni evine ye­
meğe çağıran bir adam. Epey üst kademede. Onu gazete. için
yurcdışında çalıştığım günlerden tanıyorum."
.
"Derin Gırtlak?', diye şakalaştı Haramati.
"Onun gibi bir şey. Dinle: Şimdi onun evindeki bir yemek­
ten geldim ve bir şeyler, çok ama çok hassas bir şeyler oluyor.
Benim için birkaç detay öğrenmeni istiyorum. Bana her şeyi
söylemedi. Yazmaya hazır mısın?"
Haramati hazır olduğunu mırıldandı.
"Ondan iki adres öğrendim ve biri tanıdık geldi. Kontrol
ettim ve bingo! Bograshov'daki adam. Bu sana da şunu göste­
riyor, suç cezasız kalmaz."
"Ne söylediğin hakkında en ufak bir fikrim yok," diye itiraf
etti Haramati.

• Deep lhroat: 1 972 Amerikan yapımı porno film.

1 73 1 1
"Sabırlı ol, oğlum. İkinci adres Mossad'da önemli birinin
adresi. Hikaye çok açık değil, ama Operasyon Birimi'nde bu
ikisinin karıştığı bir çeşit isyan var gibi görünüyor. Bazı insan­
lar yetkileri olmaksızın operasyona gitmiş - bana ne operas­
yonu ya da nerede söylemedi ama şu anda olup bitiyor. Senin
acil olarak bu iki adres üzerinde çalışmanı istiyorum. Kim,
ne, ne zaman. Eşleri muhakkak ne olup bittiğini biliyordur,
aşırı duyarlı olacaklardır. Dolayısıyla adımlarını dikkatli at. Bu
sana söz verdiğim büyük fırsat olabilir."
Haramati adresleri yazdı.
"Sesinde o öldürme içgüdüsünü duyamıyorum," dedi Mil­
ken. " Bu sadece gazetecilik değil: Dünyanın seninle uğraşma­
ması gerektiğini, günün bir gün senin günün olacağını anla­
masını sağlamaya başlamalısın."
"Yarın turları atar, konuya açıklık getirmek için seni ara­
rım," dedi Haramati, Milken'in son sözlerini göz ardı ederek.
O zavallı pasaklının işi bitti, diye düşündü Haramati o gün
kendisine açıkça tuzak kuran o adamı bekleyen şeyleri düşü­
nerek acımaya yakın bir hisle. Bunu hak etmiş sayılırdı ama
Milken maskara etmeden işin peşini bırakmayacaktı; sansür
sınırları içerisinde tüm tanıdıklarının onu tanıyabileceği şe­
kilde zekice ismini eğip bükecek ve onu kasabanın soytarısına
dönüştürene kadar durmayacaktı.

***

Patlayıcı standart yönetmeliklerde belirtildiği şekilde monte


edilmemiş, metal bantlar ve kalın koli bantlarıyla sıkıca bağ­
lanmıştı. Gadi' nin elleri patlayıcının farklı bölümlerini -göv­
de, kablo, alıcı- karanlıkta körlemesine inceledi. Tornavidayla
gövdedeki dört vidayı bulmaya çalıştı ama başarılı olamadı.
Elleriyle yokladı ama vida delikleri yoktu. Patlayıcının kapağı
alışkın olduğundan farklıydı. Ronen orada ne yapmıştı?
Asansörün zili çaldı. Adımlar ve sesler geldi. Kutuyu açma-

• ı 174
nın yolu yoksa patlayıcıyı söküp nasıl etkisiz hale getirecekti?
Hepsi tamamen doğaçlama yapılan, görünen o ki Ronen'in bir
araya getirdiği bir şeydi. Hepsini tümden söküp çıkarması ve
sonra başka bir yerde onunla uğraşması gerekecekti. Bir sonraki
araba sırasında bir motor çalıştı ve farları Gadi'yi aydınlattı. Do­
nakaldı. Araba gitti ve Gadi işine devam etti. Elleri terliyordu,
metal telleri ve bantları buldu; düğüm yapılmış telleri döndü­
rerek çözmeye başladı. Tellerin uçları parmaklarını kesiyordu.
Asansörün zili tekrar tekrar çaldı. Daha çok ses ve çalışan
arabalar. Gadi telleri açmaya devam etti. Parmak uçlarından
kanlar süzülüyordu ama patlayıcıya ve alıcıya sarılı en az üç ya
da dört metal halka daha vardı. Zamanı tükeniyordu. Yakındaki
bir arabanın kapısının açılıp kapandığını duydu, insanlar konu­
şup gülüyorlardı. Konferansın sona erdiğini ve insanların dağıl­
maya başladığını anladı. Parmaklarının acısı çok artınca tellerin
olmadığı yerleri dolduran geniş bantları sökmeye başladı. En iyi
ihtimalle birkaç dakikası vardı. Sağ ve solundaki arabalar hila
yerindeydi; eğer Ebu Halid ya da şoförü kendisini gafil avlarsa
siper alabilmesi için en az birinin yerinde kalması gerekiyordu.
Yaptığı tam bir delilikti; buna benzer bir planı asla onay­
lamaz ve uygulamazdı. Birden operasyonun kendi sıcaklığı
içinde ne kadar uca sürüklenebildiğini, kendini sırf şansa
bağlı pozisyonlarda bulmamak için sınırlamalara ne kadar ih­
tiyacı olduğunu anladı. Bu üç arabanın sahibi aynı anda gelse
ne olacaktı? Çoktan oradan çıkmış olması gerekirdi: Dene­
miş ve başarısız olmuştu, şimdi Ronen' e dönmeli ve uzaktan
kumandayla ilgilenmeliydi. Ya Ronen uyandıysa ve elinde
kumandayla penceresinin kenarında Mercedes'in dışarı çık­
masını bekliyorsa? Patlayıcıyı sökmek için tüm ihtiyacı olan
iki dakikaydı. Belki de zamanı vardı. En azından patlayıcıyı
alıcıya bağlayan kabloyu çıkarabilirdi. Birkaç saniye alacaktı
ve Ronen daha fazla zarar veremeyecekti. Bu, kötünün iyisiy­
di. Bombayı bulduklarında ödenecek bedel büyüktü ama en
azından patlamamış olacaktı.

1 75 1 1
Otomatik kapı kilidinin sesi tam olarak Gadi' nin kulak­
larında çınladı. Bir çift ayakkabı aniden yakınında belirdi ve
durdu. Uçları kendisine doğru bakıyordu. Gadi nefesini tuttu.
Kahretsin, patlayıcının ve alıcının etrafında sadece bir metal
bant ve birkaç bant halkası kalmıştı. Derin bir nefes alıp devam
etti. Kapı açıldı. Arabanın diğer tarafında başka bir çift ayakka­
bı belirdi ve yolcu kapısı da açıldı. Yukarıda sesler duydu, son­
ra sesler gittikçe yakınlaştı, ayaklar arttı ve arka kapılar açıldı.
Bir bacak yok oldu, araba biraz çöktü, sonra diğer bacaklar da
yok oldu ve araba neredeyse göğsüne değecek kadar yakınlaştı.
Arabadan dönerek çıkamayacaktı, arada omuzlarını döndüre­
bilecek mesafe kalmamıştı. Sırtüstü yılan gibi sürünerek çık­
ması gerekecekti. Tabii eğer bunu yapacak zamanı varsa. Sağa
mı, sola mı gitmeliydi? Sağında sesler vardı, bir kabloyu bile
sökecek zaman kalmamıştı. Yapılacak tek şey anten kablosunu
koparmaktı. Eliyle kabloyu buldu ve çekti. Bütün patlayıcı sal­
landı, yerinden oynadı ama kablo kopmadı. Motor, titremesi
Gadi'nin göğsüne vurarak çalıştı. Bütün gücüyle kabloyu elin­
de tutarak kendini arabanın altından dışarı çekmeye başladı.
Başı çıkmıştı, geri vites lambası yanıyordu, kendini çekmeye
devam etti. Şimdi bacakları ve gövdesi de çıkmıştı ama eli hala
kabloyu tutuyordu. Araba hareket etmeye başladı.

***

Otoparka giden Hizbullahçı insan sürüsünün herhangi bir


şey yapmasına engel olacağını bildiğinden Ronen, asansörün
tavanındaki ufak yayları sökmüş ve asansör kapısıyla otopark
zemininin arasındaki boşluğa sıkıştırmıştı. Asansör yukarıdan
çağırıldığında sarsıldı ama sıkışıp kaldı.
Garaj ı gözden geçirdi, Mercedeslerin oluşturduğu sıranın
yanında dolanan insanlar dikkatini çekti. Hızla onlara doğ­
ru, bir sonraki sıraya yürüdü. Bir Mercedes, geri vites lam­
balarını yakarak geri çıkmaya başladı ve sonra çıkış yönünde

• ı 176
ilerledi. Ronen yolcularına bakmak için durdu. Pencere kena­
rında oturan adam tanıdık geldi, Ebu Halid'in ofisinin mutat
ziyaretçilerinden biriydi. Yolcu koltuğundaki adam yüzünü
Ronen' e döndü. Bu, Ebu Halid'di.
Ronen içgüdüsel olarak kafasını başka yöne çevirdi ve uzak­
tan kumanda için elini cebine götürdü. Adam karanlıkta onu
görmemişti. Ronen uzaktan kumandayı, önünde başka bir ara­
ba olduğu için yavaş hareket eden arabaya doğrulttu. Birden,
Ronen göz ucuyla Ebu Halid'in Mercedes'inin yanında park
edilmiş olan arabanın altında hareket eden bir şey gördü. Ba­
kışlarını bir bacağın kaybolduğunu gördüğü arabanın altındaki
karanlık noktaya çevirdi. Bunun Gadi olduğunu hemen anladı.
Ebu Halid'in arabası ondan uzaklaşıyordu; Ronen hala ku­
mandayı arabaya doğru tutuyor, parmağı düğmenin üzerinde
geziniyordu. Araba hala Gadi'ye çok yakındı ve altındaki pat­
layıcı onunla aynı hizadaydı. Lanet olsun Gadi, diye fısıldadı,
yüzüne üzgün bir ifade yayıldı. Düğmeye basamadı, arabanın
en azından on beş metre kadar daha uzaklaşmasının bekleye­
cek ve ancak ondan sonra patlayıcıyı aktive edecekti. Araba
hala uzaktan kumandanın menzilinde olacaktı . . .
İnsanlar kızgınlıkla seslenerek asansörden indiler. Cevap
Mercedeslerin olduğu yerden geldi. Ronen çömeldi ve kendi­
sine en yakın arabanın penceresinden etrafı gözetledi. Başka
bir araba onunla Ebu Halid'in Mercedes'inin arasına girdi.
Her saniye onunla avı arasına mesafe koyuyordu. Artık, niha­
yet, Gadi tehlikenin uzağında kalmıştı. Sonunda ne olacaksa
olacaktı. Ebu Halid menzil dışına çıkmak üzereydi.
Ronen düğmeye bastı, yere çömeldi ve hiç gelmeyecek pat­
lama sesi için kulaklarını tıkadı.
Arap rolü yapan Mistaravim timinin eğitim tesisi İngiliz
mandası zamanında İngilizlerin askeri üssüydü ve uzun tonoz­
lu çatılı bir sürü bina hala yerinde duruyordu. İnişli çıkışlı
kum tepecikleri denize iniyor ve üssün harp okulu birliklerince
kullanıldığı zamanlardan kalan engel pisti şimdi Mossad ajan­
ları tarafından beden eğitimi için kullanılıyor, özel sahil şeridi
deniz çıkarması, yüzme, dalış eğitimlerine olanak tanıyordu.
Eski binalarla servis yolunun arasına inşa edilen büyük hangar
Mistaravim tarafından kullanılacak araçların hazırlanması için
bir garaj olarak kullanılmasının yanı sıra spor etkinlikleri ve
brifing salonu olarak da kullanılıyordu. Sabah serinliği han­
garın içinde iyice hissedilir olduğundan Doron dışarıda güneş
alan bir yerde oturmayı önerdi.
Kuvvetli deniz rüzgarları yüzünden eğilmiş bir ağacın ya­
nında bir bank vardı. İki ajan hangardan bir bank daha getirip
ilkinin arkasına yerleştirdi. Ellerinde sert sade kahveleriyle dört
Mistaravim ve ekibin komutanı parkalarına sarınmış olarak
ilkine oturdular. Arkalarında İstihbarat ve Planlama Bölümü

1 79 1 1
müdürleri ile Mühimmat ve İletişim memurları vardı. Diğer
birkaç resmi görevli yanlarında ayakta duruyordu. Birim Şefi
Doron karşılarında durdu.
Doron bir gün önce Genel Merkez personeline hazırlık­
larına devam etme talimatı vermiş olmasına rağmen yine de
Beaufort gece yarısı Başbakanlık ofisinden arayıp da ikinci
seçeneğin seçildiğini söylediğinde kulaklarına inanamamıştı.
" Rami seçeneğini mi kastediyorsun?" Mistaravim timinin
komutanının ismini vererek doğrulamak istemişti. Mossad
Başkanı onayladı; gerçekten de Başbakan'ın kararı buydu.
Doron karar verdiğinde Başbakan'ın yanında Beaufort dı­
şında başka kimin olduğunu bilmiyordu. Muhtemelen askeri
danışmanı, hatta belki İSK kurmay başkanı vardı. Beaufort
Doron'u beraberinde götürmemişti çünkü birinci seçene­
ği, hiçbir şey yapmamak seçeneğini önermeyi düşünüyordu.
Toplantının sonunda Doron ve Aloni'ye " Beyrut'ta kan gö­
lündense adam kaçırma daha iyi," demişti. Ama Başbakan
ikinci seçeneği seçmişti. Doron ona riskler ve olası kompli­
kasyonlar anlatıldı mı ya da nasıl anlatıldı, Beaufort kendisini
ikna etmeye çalıştı mı, fikrine karşı çıktı mı, direndi mi ya da
sadece "diğer seçeneği önerdiğini" belirtmekle mi yetindi bile­
miyordu. Ve şimdi Mossad kendini istemediği bir başka çılgın
operasyonun içinde bulmuştu.
Askeri geçmişi olan bir Başbakan'ın potansiyel karışıklıkla­
rı anlaması ve gerçekleşmesine mani olması akla yatkındı ama
Doron, Başbakan'ın değerlendirmelerinin taktik değerlendir­
melerden çok farklı ve öngörmenin ya da gerçekleştikten sonra
bile anlamanın zor olduğunu geçmişte görmüştü. Stratejik bir
hedefe yönelik tehlikeli bir görevin onayı sağduyulu stratej ik
müzakereler sonucunda verilmiş olabileceği gibi yaklaşmakta
olan seçimler yüzünden de verilmiş olabilirdi; benzer şekilde
Başbakan' ın Amerika Birleşik Devletleri' ne yapacağı bir ziya­
ret aylardır üzerinde çalıştıkları mükemmel bir operasyonun
muhtemel bir mahcubiyetten kaçınmak için iptal edilmesine

•ı 180
neden olabilirdi. Başbakan'ın -her başbakanın- Mossad üze­
rindeki hakimiyeti tamdı: Başkanı o atar ve en hassas ope­
rasyonlara kendi başına karar verirdi ki Doron bu durumdan
sıklıkla rahatsız olurdu. Mossad başkanları Başbakan'a karşı
gelemezdi ve her başbakan da Mossad'ı ülkenin çıkarları için
değil kendi politik çıkarları için kullanmaktan geri duramaz­
dı. Doron'un kariyerinde gizli nedenlerinin bu olduğundan
şüphelendiği iki ya da üç görev olmuştu; şu anki durumda
da böyle bir ihtimali tamamen inkar edemezdi. Ama bununla
ilgili ne yapabilirdi ki? Beaufort'la bununla ilgili konuşurdu
ama bu ne işe yarardı? Ve bu arada kaybedilecek zaman yoktu.
Başbakan'ın kararıyla ilgili onayı aldıktan sonra Doron
birim personelini harekete geçirdi, destek kuvvetleri çağırdı
ve Mistaravim tesisindeki bu brifinge kadar kalan zamanında
onlarla beraber çalıştı. Ekip şimdi karşısında toplanmış uyku­
lu uykulu oturuyordu. Zaten olup bitenleri biliyorlardı ama
Doron şimdi onlara resmi olarak İsrail Devleti' nin hayatlarıyla
kumar oynamaya karar verdiğini söyleyecekti. Bu işi yapmanın
doğru yolu neydi? Ya da önlenebilir miydi? Doron doğrudan
pratik konulara girmeye karar verdi. Güçlü olduğu nokta buy­
du ve zaten diğer meseleleri üstleriyle çözmesi gerekiyordu.
"Sanırım sizi buraya bu sabah bu kadar erken saatte geti­
ren şeyin anahatları ve aciliyeti ile ilgili daha önceden bilgi­
lendirildiniz," dedi. "Hazırlıklarınıza hemen başlayabilmeniz
için ekiplerimiz bütün gece planlar, mühimmat, vericiler ve
araçlar üzerinde çalıştı.
"Mümkün olan en kısa sürede Beyrut'a varmak istiyoruz
ve bunun en hızlı yolu, sizi bu gece Beyrut'a bir saatten biraz
daha uzak süren bir mesafede, Lübnan Dağı civarında bırak­
mak. Hava kuvvetleriyle gerekli ayarlamaları yaptık. O bölge­
de deniz çıkarmaları konusunda daha tecrübeli olduğunuzu
biliyorum ama bu bizim bir gün daha kaybetmemize neden
olur. Ronen, tahmin ettiğimiz gibi Ebu Halid'in arabasına
bir patlayıcı yerleştirmeyi planlıyorsa bunu büyük ihtimalle

181 ı •
gece yapacak -tabii eğer hala yapmadıysa- ve sabah Ebu
Halid evinden ofisine giderken patlatacaktır. Bu önümüz­
deki saatler içinde gerçekleşebilir ama eğer ağırdan alıyorsa
onu durdurmak için bir şansımız olabilir. Bu yüzden hemen
işe koyulmanızı istiyoruz. Bu göreve Lübnan'da çalışmak
konusunda en tecrübeli ekip olduğunuz için seçildiğiniz
herhalde aşikardır."
Bu operasyon için seçilen timin komutanı Yoav elini kal­
dırdı. Yaşı otuz civarındaydı, Batı Şeria'da benzer bir İSK
Mistaravim birimine komuta etmiş, oradan ayrıldıktan son­
ra Lübnan'da Şin Bet için çalışmıştı. İSK Lübnan'dan çıkınca
Mossad tarafından işe alınmıştı.
"Eğer Ronen direnirse onu kaçırmamız mı bekleniyor?"
"Direnirse başka şansımız yok. Bugün yapacağınız talimin
bir kısmı adam kaçırma uygulamasını da içeriyor," diye cevap­
ladı Doron. Brifinge tekrar geri dönmek istiyordu ama Yoav
tekrar konuştu:
''Adam kaçırma, Ronen gibi iyi eğitilmiş biri karşı koymaya
kalkışacak olursa oldukça şiddetli ve oldukça çirkin olabilir.
Ne kadar güç kullanmamıza müsaade ediliyor? Bizim için o
ne, bir düşman mı?"
Bu kelimenin kullanılması Doron'un hoşuna gitmemişti.
"O sizin düşmanınız değil, rakibiniz. O bizden biri ama bize
karşı. Sizden sağduyulu davranmanızı bekliyorum."
Yoav rahatsız rahatsız kımıldandı. İki yıl kadar önce
Ronen'le geniş çaplı, iki ekibin ortaklaşa yürüttüğü bir operas­
yona katılmıştı . Şimdi ise rakibiydi. Açık talimatlar istiyordu
ama onun yerine kendisine sağduyusunu kullanması yönünde
izin verilmişti. İzin verilen tam olarak neydi? Ronen'i silah­
la tehdit etmek mi? Onu kafasından vurmak mı? Eğer karşı
koymaya devam ederse onu orada bırakıp çekip gitmek mi?
Neden karan onun vermesi gerekiyordu? Doron'un ileride bu
konuya açıklık getireceğini anlamıştı ama bu arada ha.la soru­
lacak birkaç sorusu vardı:

ıı ı sı
"Eğer onunla evin yakınlarında bir boğuşma olursa tahmi­
nime göre onların kuvvetleri bu işe karışacak ve bir çatışmaya
girmemiz gerekecek," dedi.
"Ronen'in nerede pusuya yatacağını bilmemizin imkanı
yok," diye cevap verdi Doron. "Büyük ihtimalle Ebu Halid'in
ofisine yakın, onun trafikte kaybolmasını kolaylaştıracak ana­
caddede olacaktır. Evden ofise bütün rotayı taramanız gere­
kecek, o kadar uzun değil. Ama her ihtimale karşı sizin için
hazırlanan cephaneyi görmek üzeresiniz. Karşı koyduğunuz
her ne olursa olsun onu bastırabilecek ve oradan sağ salim çı­
kabileceksiniz. Bugün de bir idman yapacaksınız."
Yoav baştan savılamıyordu. "Oradan ayrıldıktan sonra bizi
takip edecekler. Nereye kaçmamızı istiyorsunuz?"
"Eğer takipçilerinizi ekemezseniz bir . gündüz kurtarma
operasyonu gerçekleştireceğiz. Eğer hava kararana kadar da­
yanabilirseniz o zaman geldiğiniz gibi, bir Yasur helikopteriy­
le ya da deniz yoluyla döneceksiniz. Ordu teyakkuzda," dedi
Doron. "Bu demektir ki aynı zamanda gizlenme yerlerine gi­
den yolları, pistleri ve sahilleri çok iyi öğrenmeniz gerekiyor.
Bunun için içinizden birini istihbarat memurlarıyla oturup
çalışması için ayırmanızı isteyeceğim."
Doron sözlerini bitirince bir an huzursuzluk yaşandı.
"Zaman çizelgesi böyle bir operasyon için biraz delice, siz­
ce de öyle değil mi?" dedi Yoav. "Bana göre kaçış rotalarının
planlanması bile kendi başına iki gün alır." Kimsenin kendisi­
ni korkaklıkla suçlamayacağını biliyordu; aranan teröristleri -
bir Arap kılığında - Nablus ya da El Halil'de şehrin kalbinden
çekip çıkardığı ve kızgın bir çeteden ateş altında kaçtığı olduk­
ça fazla sayıda operasyonda görev almıştı ve Mossad'ın hizme­
tinde daha önce Hizbullah'ın, Hamas'ın ve İslami Cihad'ın
sığınaklarının derinliklerine sızmıştı. Konuları masaya yatıra­
cak referansları vardı. Ama bu konuların diğer ajanların önün­
de değil birim başlarıyla yalnız konuşulmasının bir Mossad
pratiği olduğunu öğrenecek kadar uzun süredir orada değildi.

183 1 1
Doron bu tip uyarılara karşı anlayışlı olsa da bu diyaloğu sona
erdirmeye karar verdi:
"Her şeyden önce ben henüz genel plandan bahsederken
sen şimdiden acil durum planlaması aşamasındasın. Aslın­
da Ronen ile mücadele, ateş altında kurtarma ve kaçış ile
ilgili yapılan acil durum planları var ama sizin varlığınızın
Ronen'in planından vazgeçmesini sağlayacağını ve oradan
güvenle ayrılacağınızı düşünüyoruz. Ve eğer öyle olmazsa
bile Beyrut'ta bir yabancının kaçırılmasının zorunlu olarak
hemen bir çatışmaya yol açacağı kesin değil. Onlardan biri­
ni kaçırmıyorsunuz. Bunlardan ayrı olarak sahip olduğunuz
tecrübeyle beraber bugünkü eğitim seansından sonra bu işi
çabucak, etkili ve nazik bir şekilde bitireceğinizi umuyorum.''
Sözlerinin sindirilmesini beklemek için verdiği küçük bir ara­
dan sonra devam etti: "Dahası, fazla seçeneğimiz yok. Eğer
bu gece bu adımı atmazsak çok geç olabilir. Unutmayın ki
bizim ana düşüncemiz tüm bu işin sessiz sedasız bitebileceği
ve bitmesinin gerektiği."
tık sıradaki Mistaravim ajanlarından Moussa, yanında otu­
ran Daoud'a doğru eğilip "Son başarısızlıklarından hiçbir şey
öğrenmemişler," diye fısıldadı.
Plan ikisine de çok aceleye getirilmiş ve tehlikeli görünü­
yordu ama gözle görülür şekilde tehlikeli oları diğer görevler­
den sağ salim dönmüşlerdi ve sisteme güvenmeyi öğrenmiş­
lerdi: Yukarıda bir yerlerde kararlar verilmeden önce meseleler
muhakkak dikkatle değerlendiriliyordu.
Doron bir kez daha "sistem"in temsilcisi durumuna düşme
hızına şaşırarak karşısındaki iki esmer adama baktı.
"Homurdanmalar duyuyorum. Bir itirazınız mı var?"
Kimse konuşmadı. Moussa ve Daoud önlerine baktılar; iti­
razları dile getirecek olanlar Yoav ve Rami idi, onlar değil ve
Yaov fena bir iş çıkartmıyordu.
"Eğer yoksa," diyerek bitirdi Doron, "yapacağımız çok iş
var. Rami size bugünün programını iletecek."

•ı 184
Rami, kalktı. "Eğer sözümü kesmezseniz omletler soğu­
madan yemek salonuna gidebiliriz," dedi sözüne başlarken
adamlarını güldürerek; bazıları bunun Doron ve Yoav arasın­
daki diyaloğun örtülü bir eleştirisi olduğunu anlamıştı. Rami
Doron'un cevaplarından, planlama oturumuna Rami'nin
ekibini almayı reddetmiş olmasından, ilk planlamayı sadece
İstihbarat ve Planlama bölümleriyle yapmaya zorlamasından
hoşlanmadığı kadar hoşlanmamıştı.
Rami'nin ekibi, Operasyon Birimi'nin diğer tüm ekipleri
gibi garip bir karışımdı: Bir tarafta ordudan sert bir disiplin,
diğer tarafta çok sayıda operasyondan geçerek beraber olgun­
laşan insanların dostluğu vardı. Astlarından bazılarının -bazı
operasyonlar için özellikle seçilen takım komutanlarının ise
kesin olarak- kendisi kadar tecrübeli olduğunun farkındaydı.
Her birinin tecrübesi Mossad' a katılmadan önce Batı Şeria'da
İSK Mistaravim timine komuta ettiği yıllar boyunca biriktir­
diği kendi tecrübesi gibi biriktirilmişti. İntifada sırasında Batı
Şeria'da olan bazıları kendisinden de fazla çatışma tecrübesi
kazanmıştı; Rami o yılları Beyrut, Sur ve Sayda'daki göçmen
kamplarında istihbarat toplayıp çok değerli bilgiler temin ede­
rek geçirmişti.
Ekibindeki onlarca ajanı motive eden şey, hem karşılıklı
olarak birbirlerine duydukları saygı hem de planlamada ve
uygulamada hepsinin ortak olmasıydı. Genel Merkez'den ha­
zır bir plan sunulması kararını beğenmemişti; ajanların biz­
zat, her birinin kendini o sokaklarda hayal ederek yaptıkları
plan her zaman daha iyiydi. Ama Doron fikirler ve tartışma­
larla zaman kaybetmek de, ajanların değerli uykularından
mahrum olmalarını da -öyle demişti- istememişti. Rami' nin
ekibi olan bitenden hoşnut değildi, o kadarı açıktı. Yoav so­
nuçları sis perdesi içinde olan bir operasyona komuta etmek
üzere görevlendirilmiş bir kişinin otoritesiyle konuşmuştu
ama böyle bir planın kendilerine dayatılmış olmasıyla ilgili
hoşnutsuzluğunda yalnız değildi.

ıss ıı
Rami, takımın önce tam bir istihbarat brifingi alacağını,
sonra Yossi'nin, şoförün, seyir talimatları için istihbarat me­
murlarıyla kalacağını duyurdu. Moussa boş kaldığı zaman­
larda ona katılacaktı. Yoav, acil durum planları dahil detay­
lar üzerine çalışmak için Rami, Doron ve Planlama Bölümü
Müdürü'yle toplanacaktı; Eli bu sebeple bir istihbarat memu­
ru daha görevlendirecekti. Ondan sonra takım, çeşitli durum­
larda adam kaçırma çalışması ve sonrasında da bir dizi atış
talimi yapacaktı. Çeşitli seyir rotaları öğrendikten sonra Yossi
de operasyonel araba kullanma teknikleri çalışacaktı.
"Bu akşam yedi gibi işleri toparlayacağız," diyerek sözlerini
sonlandırdı Rami. "Bu da bize on iki saatten az bir zaman bıra­
kıyor ki bu çok kısıtlı bir süre. Akşam saat sekizde Birim Şefi'yle,
saat dokuzda ise Mossad Başkanı'yla bilgilendirme toplantısı ya­
pacağız. Sonrasında tam saati duyurulacak gece yola çıkış saatin­
den önce şahsi hazırlıklar için zaman olacak. Şimdi eğer sorusu
olan yoksa -olmadığından eminim çünkü diğer türlü omletleri
tekrar ısıtmamız gerekecek- yemeğe geçelim. Duyduğuma göre
hangarda misafirler için de bir masa hazırlamışlar."

***

Ronen ertesi sabah iyi giyinmiş, tıraş olmuş, saçı taranmış


şekilde çok erken saatte otoparka gitti. Kendi kendine yeni
bir raunda başladığını söylemişti -yeniden ringe tırmanıyor
gibiydi- ve birtakım ayarlamalar yapması gerekiyordu; en
azından dış görünüşünün çevre üzerinde sakinleştirici bir et­
kisi olmalıydı. Patlayıcının durumunu, Gadi'nin ne yapmayı
başardığını ya da başarıp başaramadığını bilmiyordu. Patlayıcı
Gadi yüzünden mi, yoksa Ebu Halid'in arabasıyla aralarında­
ki mesafe ya da aralarına giren araç yüzünden mi patlamamış­
tı? Gadi orada uzanıp bir şey yapmış ya da yapmaya çalışmış­
tı. Sonrasında Ronen'in otel odasına dönmemişti; belki Ebu
Halid' in evine, patlayıcıyı sökme işine devam etmeye gitmişti.

• ı 186
Eğer bir şansım kaldıysa, diye düşündü Ronen, şimdi, Ebu
Halid evinden çıkar çıkmaz kullansam iyi olur. Gadi'nin ora­
da olabileceğini biliyordu ama zaten her yerde olabilirdi.
Ronen otoparkın içinde ilerledi. Sabah sakinliğinde hiçbir şey
orada daha birkaç saat önce gerçekleşen olaylar hakkında ipucu
vermiyordu. En başta küçük bir eylem için -uzaktan kumanda­
daki kırmızı düğmeye basmak gibi- bütün kişiliğinin, geçmişi­
nin ve uğruna savaştığı her şeyin bir araya gelmesini gerektiren
kritik bir anda eyleme geçememiş bir insan gibi hissetmişti. Aynı
o zaman da, parmağı tetiğin üzerinde Ebu Halid'in Lital'inin
yüzündeki ifadeyi gördüğünde harekete geçemediği gibi. Gadi
tehlike menzilinden çıkıp düğmeye bastığında çok geç olmuş­
tu. Bunu takip eden, kendisiyle büyük başarısı arasında duran
adamla ödeşmek için otel odasında oturup Gadi'nin dönmesini
beklediği verimsiz saatler öfke ve hayal kırıklığı doluydu.
Şimdi hafif bir uyku ve duştan sonra işler kendisine farklı
görünüyordu. Hayır, bu bir başarısızlık değil, aslında bir çe­
şit başarıydı. Gadi'yi zarar vermeyi göze alamazdı. Düğmeye
basmamak -Ebu Halid ve arkadaşları sadece bir metre ötede,
arabada olmasına rağmen- o anın en önemli testiydi. Başlan­
gıçtaki, ilkel arzusuna tersti, bütün hazırlıklarına, umutlarına
ve başarma isteğine tersti. Değerleri, Gadi' nin hayatının göre­
vin başarıyla tamamlanmasına karşılık adil bir bedel olacağını
düşündürtecek kadar karışmamıştı. Dolayısıyla işte, deliliğe
dönmüş azim testinde başarısız olmamıştı. Bir önceki Beyrut
operasyonu bile yeni bir ışık altında değerlendirilmeliydi.
Yine de onunla başarısı arasında duran Gadi'ydi.
Ronen arabasının kapısını açtı. Yolcu koltuğu yatık haldey­
di ve üstünde Gadi uzanıyordu.
Ronen oturup iç geçirdi. Gülse mi ağlasa mı bilmiyordu.
"Tam bir piçsin, biliyorsun değil mi?" dedi Gadi gözleri
uykulu, koltuğunu doğrultmaya başlarken.
"Bu sabah çıkıp onu havaya uçurmaya gideceğimi bildiğin
için mi beni burada bekledin?"
"Özür dilerim," dedi Gadi koltuğunu doğrulcma işini ta­
mamlayarak.
"Biliyor musun, dün gece seni son anda fark ettim. Ne­
redeyse düğmeye çoktan basmış olacaktım. Arabadaki diğer
dört şehitle beraber Cennet'e giderdin, sizin payınıza üç yüz
elli bakire ayrılmış olurdu. Senden uzaklaştıkları zaman araya
arabalar girmişti ve bütün iş yattı."
Durum buysa, diye düşündü Gadi, Ronen deli değildi ve ken­
disinden nefret etmiyordu; yine de minnettarlığının onu planın­
dan saptırmasına izin veremezdi. "Sana içtenlikle teşekkür ede­
rim, çok düşüncelisin. Ama sanırım hesabın sonucu üç yüz altmış
olacak, kişi başı yetmiş iki bakire, tabii eğer yanılmıyorsam."
"Senden sıkılmaya başladım, biliyor musun?"
"Tahmin edebiliyorum. Ama belki bana bundan dışarıda
bahsetmek istersin. Otoparkın içinde dolaşan bir koruma var.
Beni otelime götürebilir misin?"
Ronen iç geçirdi, umutsuzca başını salladı, motoru çalıştır­
dı ve otoparktan çıktı.
Araba şehrin bu saatte ha.la sakin olan anacaddesi üzerinde
kesintiye uğramaksızın yol almaya başladı. Gadi'nin gözleri
etrafı taradı ama otelin yakınlarında hiçbir şey bulamadı. Bir
devriye minibüsü her zamanki gibi köşede park etmişti, polis­
ler uykuluydu. Bu sabah trafik yoğun değildi, bu erken saate
uygundu. Gadi penceresini açıp serin havayı soludu; arabanın
içini hoş bir deniz kokusu doldurdu. Göğsünde hapsolmuş
olan, rahatlamanın verdiği derin iç çekişi zor zapt edebildi.
"Operasyonumu nasıl mahvettiğin hakkında en ufak bir
fikrin yok," dedi Ronen. "Ebu Halid'den ayrı olarak arabada
başkomutanlarını da tespit ettim -onu Ebu Halid'in ofisine
girip çıkarken birçok kez görmüştük- ve aynı zamanda birkaç
kişi daha vardı. Onların hepsini beraber havaya uçurmak ne
demek olurdu biliyor musun? Bunun ülken için ne işe yaraya­
cağının farkında mısın? Mossad'ın itibarı için?"
" Sola dön," dedi Gadi.

ıı ı ss
Ronen gibi Gadi de önceki gece olanları düşünmeye de­
vam etmişti. Arabanın altından sürünerek çıktıktan sonra ön
tekerlek kolunu sıyı rmıştı. Mercedes durmuş ve son derece
yavaş çıkışa doğru dönmeye başlamıştı. Çok uzun bir an için
arabadan birinin kendisini görüp görmediğini bilememişti.
Kendini dev bir piton gibi yandaki arabanın altına sıkıştırmış­
tı ama Ebu Halid'in arabası gitmekte acele etmiyordu. Nin­
jitsuda dördüncü dan olması ve elindeki tornavida, Gadi'nin
kendini korumak için tüm sahip oldukları bunlardı. Bahane
yok, açıklama yok. Üzerine ateş açmadan arabanın altından
çıkmasına bile izin verirler miydi? Ne de olsa bu Hizbullah'tı;
ateş açmanın kuralları katı değildi.
Sonunda Mercedes birden hareket etmiş, tam karşısında
iki araba arasında çömelmiş, kolları uzanmış duran Ronen'i
görmüştü. Elinde tuttuğu şeyin ne olduğu açıktı, neden o po­
zisyonda durduğu ve eğer antenin bağlantısını koparmamış
olsa ne olacağı da: Patlayıcının güçsüz gövdesi her yöne doğru
patlayacak ve saçılan şarapneller arabadaki dört yolcuya oldu­
ğu gibi kendisine de isabet edecekti. Ya eğer kabloyu tama­
men koparamadıysa, ya hala küçük bir parçası bağlı kaldıysa?
Buna karşın bütün patlayıcı sallanıyordu, neredeyse arabadan
ayrılmıştı. Hizbullah'ın Meçhul Asker Anıtı'na teslim edilen
ne kahramanca bir son.
Bu tuhaf durumun orta yerinde içinde mantığa aykırı bir
şey o saniyede arabanın yolcularıyla birlikte havaya uçmasını
istemişti. Ne etkileyici bir kapanış, ne şiirsel bir adalet olurdu:
Bir yıl önce tasarladığı planı bir yıl sonra Ronen gerçekleştiri­
yordu. Kurbanın da Gadi'nin kendisi olması ne yazıktı.

Ronen ona bakmadan ve monoloğunun hızını kesmeden


köşeyi döndü. "Benim hayatımı mahvetmeyi neredeyse görev
edindin. Bunu on yıldır yapıyorsun, burnunu sokmaman ge­
reken zamanlarda işime karışıp ilgi göstermen gereken zaman­
larda uzak durarak."

189 1 1
"Sağa dön."
Ronen sağa döndü ve Gadi'ye baktı. Kirli kıyafecleri dik­
katini çekti.
"Pislenmişsin. Arabanın altında tam olarak ne yapıyordun?
Paclayıcıyı etkisiz hale getirmeyi başardın mı?"
"Hayır," diye cevap verdi Gadi. Kabloyu kopardığından ve
uzaktan kumandanın artık paclayıcıyı çalıştıramayacağından
neredeyse emindi. Ronen'in düğmeye bastığı şartlar altında
bunu doğrulamak mümkün değildi ama her halükarda şimdi
bunu ona söylemenin zamanı değildi. Ronen'in tekrar delir­
mesini ya da Ebu Halid'i öldürmek için yeni bir yol bulmasını
istemiyordu. Gadi'nin zihni, eve dönünce Ronen'i olabildi­
ğince çok beladan uzak tutabilecek yolları tasarlamakla meş­
guldü.
''Arabanı kirlettiysem özür dilerim," dedi konuyu değişti­
rerek. "Çok kirli olduğum için sana ya da kendi otelime geri
dönemedim. Sheraton' a taksiyle gelmiştim. Sağa dön, tam bu­
radan."
Ronen dar yola son anda döndü ve küçük bir otelin yanın­
da durdu. " Bu çöplükte mi kalıyorsun?"
"Bu seyahat için masraflarım ödenmiyor," dedi Gadi güle­
rek.
''Ah, tabii benimkiler ödeniyor. Şu Sheraton Coral Beach
Hotel bana ne kadara mal oluyor haberin var mı?"
"Dinle Ronen, hadi şu işi bitirelim," dedi Gadi kibarca,
karşılıklı esprili şik.ayeclerde bulunmalarını fırsat bilerek. ''As­
lında ne kendine ne de İsrail' e zarar vermek istemiyorsun.
Operasyon bitti, bunu sen de benim kadar iyi biliyorsun. Bu
işin peşini bırak."
Ronen kelimeleri tartarmış gibi dosdoğru karşıya baktı.
"Bildiğin gibi geçtiğimiz birkaç ay İsrail'de kafede oturacak,
insanlarla konuşacak, televizyon seyredecek zamanım oldu.
Dolayısıyla sana şunu söyleyebilirim ki bu ülke ve bu insanlar
benim Mossad' a savunmak için girdiklerim değil. Savunmak

1 1 190
istediğim insanlar da değil. Onların çıkarını düşünmeyi bırak­
tım, artık sadece kendi çıkarımı düşüneceğim."
"Neden? Her şey para ve rütbeyle ölçüldüğü için mi?"
"Sadece o yüzden değil. Kendimi, bir kafede oturunca et­
rafımı saran para ve seks dışında hiçbir şeyi umursamayan
borsacılar, gazeteciler ve kulağı küpeli, kel homolar arasın­
da bir uzaylı gibi hissediyorum. Ama bu ülkeyi yönetenler o
adamlar."
"Bekle bir dakika," diye araya girdi Gadi. İlk başta
Ronen'in tasvirine gülmüş fakat sonra ciddileşmeye başlamış­
tı. " Her şeyden önce, sen ne zaman böyle ilkel ve dar kafa­
lı oldun? Bu sana uymuyor. Ve ikincisi, biz Moskova'da eksi
kırk derecede etrafta dolaşırken insanların Frishman Sokağı
sahilinde olduğunu, Tahran'da yüz derecelik havada yürürken
insanların Sheinkin Sokağı'ndaki klimalı kafelerde oturduğu­
nu biliyorduk ve bunu aslında onlar için yapıyor olmamız
sorun değildi."
"Geçtiğimiz bir senede o tutumdan uzaklaştım," dedi Ro­
nen. "Kafelerde oturmaları normalmiş gibi davranıyorlar, on­
ların orada oturmasını sağlamak için köpek gibi çalışan enayi­
lerin olması normalmiş gibi."
"Ne bekliyordun ki? Bütün ülkenin orduya katılacağını,
tarla süreceğini ve halk türküleri söyleyeceğini mi? Senden
bundan daha olgun bir dünya görüşü beklerdim. Her neyse,
bu her zaman böyleydi; Bağımsızlık Savaşı'nda bile gönüllü­
den çok yoklama kaçağı vardı. Doğada da bu böyle."
"Doğada en azından savaşın galibi dişileri hamile bırak­
maya hak kazanıyor. Burada tam tersi. Kadınlar bile bir tür
mutasyon geçirmiş gibiler, yoklama kaçaklarını ve masa başı
işlerde çalışanları üç haftada bir eve gelebilen ve hayatı ateş
hattında geçen muharebe askerlerine tercih ediyorlar."
"Yani şimdi kadınlar konusunda da mı uzmansın? Din­
le, seninle yüzlerce saat süren konuşmalarımız oldu ve daha
önce senin hiç böyle saçmalıklar söylediğini duymadım. Eğer

19 1 ı •
birinden nefret etmek istiyorsan benden nefret et, sistemden
nefret et ama tüm dünyadan değil. Ve sana söyleyeceğim iki
şey daha var," dedi Gadi, rahatsız rahatsız etrafına bakına­
rak. Odasına gitmiş olmayı, resepsiyon görevlisinin şüpheli
bakışlarından kurtulmayı dilerdi. Yine de istisnasız herkes
patlayıcıyı yeni baştan ateşleyebileceğinden, burada dikkatle
etkisiz hale getirmek zorunda olduğu yeni mayınlar ortaya
çıkardıklarını hissediyordu.
"Doğada sadece gönüllü savaşçılarını grubun önüne ko­
yan, onlara iyi bedel ödenmesini sağlayan türler hayatta kalır.
Eğer senin söylediğin doğru olsaydı -eğer toplumumuz bor­
sacıları, gazetecileri ve masa başında çalışan askerleri tercih
etseydi- o zaman soyumuz tükenmek üzere olurdu. Doğanın
gerçekleri çok basittir: Hayatta kalan sürüler savaşmaya ha­
zır yeteri kadar bireye sahip olanlardır ve bizim sürümüzde
bu sen ve ben, David ve John ve bütün diğerleri. Eğer biz
gönüllü olmazsak o zaman senin Lital'inin ve benim Arni ve
Ruth'umun soyu tükenecek."
Gadi Lital'den bahsetmesinin Ronen'i doğru yöne çekece­
ğini umuyordu. Ronen'in nasıl tepki vereceğini bilemediğin­
den Naamah'ın adını anmaya cesaret edememişti.
"İkincisi," diye eklemekten kendini alamadı, "biz tam ola­
rak galip sayılmayız. İşi berbat ettik ve nedenleri kimseyi ilgi­
lendirmiyor."
"Ben buna katılmıyorum," dedi Ronen sözünü kesip deli­
ci bir bakış atarak, "batırdığımız her işe karşılık binlerce ba­
şarımız var ama kimse onlar yüzünden bize itibar etmiyor."
Gadi bunu iyice düşündü, sonra konuşmayı bitirmek için
başka bir taktik denedi: " Hila Mossad'ı bu kadar önemsiyor
olman şaşırtıcı. Artık aş bunu. Sinirli bir eşcinsel düşmanı
olacağına trende uy. Git o takım elbiseli borsacılardan ya da
küpeli eşcinsellerden olalım. Biz işin kaymağını yerken diğer
herkese bok yedireceğiz."
"Aha! Bütün o yıllar boyunca beni çekici bulduğunu ve

• ı 1 92
bunu tuhaf bir şekilde ifade ettiğini biliyordum." İkisi .de kah­
kahalara boğuldu. "Gazeteci olmamı önermediğin için şanslı­
sın, böyle bir aşağılamanın altında kalamazdım," dedi Ronen
ciddileşerek. "Problem şu, bizi, hepimizi, Lital'i, Ami'yi ve
Rurh'u bile öldürmek isteyen insanların eğer hiçbir şey yap­
mazsak başarılı olacağına inanıyorum."
Yemi yuttu, diye düşündü Gadi, ama hiç sevinemedi. Top­
lum o kadar değişmiş, yeni bir değerler sistemine geçmiş ve
sadece o ve arkadaşları bunu fark etmeyip hala artık kimsenin
inanmadığı bir şeyi, değerinden bihaber insanlar tarafından
fırlatıp atılmış silik bir altın mücevher parçasıymış gibi kurtar­
maya çalışıyor olabilirler miydi? Yine de avantaj sağlamak için
son bir girişimde bulunmalıydı:
"Yani, ülken için endişelendiğinden onu böyle bir felakete
sürüklemek istedin, öyle mi?"
Ronen sessizleşti ve kafasını pencereye doğru çevirdi. Gadi
motoru kapattı ve anahtarı aldı.
"Beni bir dakika bekleyebilir misin? Sadece kıyafetlerimi de­
ğiştirmek istiyorum, böyle kendimi rahat hissetmiyorum," dedi
gülümseyerek arabadan inerken. Ronen afallamıştı. Gadi bunun
bir kumar olduğunu biliyordu; mesajının ona ulaştığını düşünü­
yor olmasına rağmen Ronen yine öfkeden deliye dönebilir ya da
üzerine yürüyebilirdi. Ve şimdi Ronen'e güvendiğini göstermesi
gerekiyordu. Ona güveniyordu evet. Ama anahtarlarla değil.

***

Omlederini, peynirlerini ve keklerini midelerine hızla indir­


dikten sonra, orada bulunan adamların çoğu ellerinde kahve
fincanlarıyla hangardaki araçlara yöneldi. İçeride cipler, askeri
tip minibüsler, eski, yıpranmış bir Mercedes ve bir de daha
yeni, doksanlı yılların başından, üzerinde birçok teknisyenin
GPS ve gizli silah bölmeleri monte etmek için çalışmakta ol­
duğu başka bir Mercedes vardı. Diğerleri üzerine operasyon

1 93 1 1
için ayrılan silahların dizildiği büyük masanın etrafına top­
landı. Kısaltılmış M 1 6'lar ve mini-Uziler, birkaç tanksavar
tüfek bombası fırlatma rampası, RPG 'ler, roketler, tabancalar,
susturucular, bıçaklar ve el bombaları. "Biri bunun gerçek­
ten bir savaşa dönüşebileceğini düşünüyor," diye mırıldandı
Doron'un büro şefi masaya göz gezdirirken.
"İhtiyaçları olmayacağını umalım," diye cevap verdi Mü­
himmat Bölüm Müdürü Peter, "çünkü eğer olursa onlar için
üzgünüm, onları yakalayan her kimse onun için de, bizim için
de üzgünüm. Zaten bunların bir kısmını götürüyor olacaklar.
Silahlarını seçmeleri gerekiyor."
Kulağın içine yerleştirilen minicik vericiler, daha uzun me­
safelerle ve İsrail'le iletişim kurmak için kullanılan daha büyük
vericilerle beraber başka bir masanın üzerindeydi. Cihazları
getiren İletişim Müdürü Avi masaya şahsi bir GPS navigasyon
aleti ekledi. Bu gereçlerin de "minimum malzeme" politikası­
na bağlı olarak küçük bir kısmı takımla beraber gidecekti.
Eli, onları hep beraber hangarın başka bir bölümüne çağır­
dı. Kendi başına ayakta duran iki kalın, V şeklinde katlanmış,
hemen hemen iki metreye iki metre mukavva bölmenin ya­
nında duruyordu. Birincisinde bir bölü elli bin ölçeğinde bir
Lübnan şehir merkezi haritası ve aynı alana ait bir dizi hava
fotoğrafı vardı. Diğeri uygun hava fotoğraflarıyla Beyrut'un
daha büyük bir haritasıydı. Haritadan ve fotoğraflardan çıkan
oklar bölmenin kenarlarında etiketleri olan bir dizi yakın çe­
kim ve renkli fotoğrafın dizilmesine yol açmıştı: hedefin evi,
Hizbullah'ın denizaşırı terör operasyonları genel merkezi, po­
lis istasyonları, numaralandırılmış çeşitli barikatlar.
Biraz zaman ve teşvik istedi ama sonunda ekip üyeleri böl­
melerin karşısındaki sandalyelerde yerlerini aldılar. Genel Mer­
kez personelinden bazıları onlara katılırken, bazıları uzaklaştı.
Eli ilk bölmenin genel bir değerlendirmesini sundu: "İniş
bölgesinden Beyrut'a giderken kullanılması tercih edilen rotalar
yeşille işaretlenmiştir. Daimi barikatlar -bildiklerimiz- kırmızı

1 1 194
ve barikatların etrafından dol�an alternatif rotalar mavi."
İkinci bölmeye geçti. "Bunlar şehrin girişinden Dahiye'ye
giden çeşitli rotalar. Ebu Halid'in evinden ofisine giderken
her gün kullandığı yol maviyle belirlenmiş ve bunlar," dedi bir
dizi yakın çekim hava ve yer fotoğraflarını göstererek, "evi ve
ofisi arasındaki binalar. Çarpıyla işaretlenmiş olanlar gözetle­
me için en uygun noktalar, Ronen'in amacı içinse bütün rota.
Ronen herhangi birinde olabilir, o yüzden tamamını aramanız
önemli. Burada," dedi yerde duran iki katlanmış bölmeyi gös­
tererek, "kaçış rotalarıyla ilgili ihtiyacınız olan her şeyi bula­
caksınız. Öğrenilecek çok şey var," dedi Yossi ve Moussa'ya dö­
nerek. "Umarım uykunuzu almışsınızdır ve zihniniz açıktır."
"İyi bir uyku ve açık bir zihinle bile bunlar için bir haftaya
ihtiyacım olur." diyerek kendi kendine güldü Yossi.
"Ben bölgeyi bildiğinizi, bu kursun sadece bilginizi tazele­
mek için verildiğini sanıyordum," diye şakalaştı Eli.
''Ah, bana ne? Günün sonunda rotaları bildiğime dair bel­
geyi imzalayacak olan sensin," dedi Yossi.
''Ama orada bizi bir yerden bir yere götürmek zorunda olan
sensin kuş beyinli," dedi Daoud ensesine bir şaplak atarak.
"Merak etme Eli," dedi Moussa. "Yossi o yolları oldukça
iyi biliyor ve şimdi onları öğreneceğiz. Ama söylesene bana,
aramızda kalsın," dedi etrafına bir göz atıp sesini alçaltarak,
"bu delilik gerçekten makul bulunuyor mu?"
Eli cevap vermedi. Dört istihbarat memurunu bütün gece
çalıştırıp istihbaratı güncelleştirerek malzemeleri hazırlatmış,
genellikle Mistaravim timiyle çalışan İstihbarat Memuru
Yitzhaki'ye kaçış rotaları üzerinde çalışmasını söylemişti ve
onlar da işlerini sabaha karşı ancak bitirebilmişlerdi. Yossi ve
Moussa' nın bu sürede bu malzemeyi tamamen öğrenmeleri
mümkün değildi. Bu koşullarda bu deliliğin makul bulunacak
bir tarafı yoktu. Ya diğer koşullara ne demeli? Mesela zarara
karşı elde edilecek fayda ya da riske karşı b�arı ihtimali?
Eli'nin yine bir cevabı yoktu. O da burada, saha ajanlarının

1 95 1 1
arasında büyümüştü ve diğer birçokları gibi sahada çalışmak­
la Genel Merkez'de çalışmak arasında bocalamıştı. Operasyon
kursundan sonra birime gelip orduda istihbarat eğitimi aldığı
"keşfedildiğinde" istihbarat memuru olarak Doron'un ekibi­
ne atanmış ve eylemlerinde görev almıştı. Bazıları uzun yıllar
yurcdışında kalmasını gerektiren birkaç pozisyon değiştirdik­
ten sonra Eli, birimin İstihbarat Bölüm Müdürlüğü'ne atan­
mıştı. Bazıları çeşitli operasyon ekiplerine atanan ondan fazla
istihbarat memurunun işlerinden sorumlu olduğu halde orada
bile, kendini operasyonlar sırasında sahada, ajanlara mümkün
olduğunca yakın konumlandırmanın yollarını aradı. Kendini
onlara yakın hissediyor ve Moussa' nın sorusundan yükselen
ifade edilmemiş hayal kırıklıklarını hissedebiliyordu.
Hayır, Eli'nin bir cevabı yoktu. Sadece son anda "bu delili­
ğe" gerek kalmayacağı yönünde kendinin bile bilmediği, bas­
tırılmış bir umudu vardı. Böyle, yukarıdaki birinin aklı başına
geldiği için ya da son karar anı gelince suya düşen bir sürü
operasyon vardı. Belki bu sefer de öyle olacaktı.

***

Gadi kısa bir duş aldıktan sonra -Ronen'i çok uzun süre
yalnız bırakmanın belaya davetiye çıkartmak olduğunu düşü­
nüyordu- yeni kıyafetlerle tıraş olmuş şekilde arabaya döndü.
Ronen'e BMW'yi "soğumaya bırakıp" Mondeo'ya geçmeleri­
ni ve daha az dikkat çekecekleri bir yere gitmelerini önerdi.
Yarım saat kadar sonra Junya yat limanının üstündeki seyir
noktasının otoparkına park etmişlerdi. Oralı bir aile yakında
park etmiş arabalarından manzarayı seyrediyorlardı ve yanla­
rındaki arabada bulunanlarsa belli ki turistti. Gadi ve Ronen
Mondeo'dan çıkıp korkuluklara yaslandılar, her biri kendi
düşüncelerine dalmış şekilde yat limanına bakıyordu.
"Ronen," dedi Gadi bir süre sonra şefkatle arkadaşına ba­
karak, "kendi ve ailenin iyiliği için bana uzaktan kumandayı

• ı 196
ver." Yine Naamah'ın ismini kullanmaktan çekinmişti.
Ronen tepki vermedi.
"İsrail'e dönünce hakkında dava açılacağı açık, o yüzden
fikrini değiştirdiğin ve kumandayı bana özgür iradenle verdi­
ğin yönünde ifade vermem senin için daha iyi olur."
"Eğer işime burnunu sokmasaydın hiç kimsenin haberi
olmayacaktı. O yüzden şimdi bana senin yüzünden açılacak
davada yardımcı olacakmışsın gibi konuşma," dedi Ronen
kızgınlıkla.
"Eğer Ebu Halid havaya uçmuş olsaydı, bunu yapanın sen
olduğunu bilmeyecekler miydi sanıyorsun?" diye ekledi Gadi
düşünceli düşünceli. "Ronen, ne yaparsam yapayım, ne söyler­
sem söyleyeyim senin için burada olduğuma inanmıyorsun."
"Bunu kanıtlayana kadar inanmıyorum," dedi Ronen ba­
kışlarını denize çevirerek.
"Düşünebildiğim tek 'kanıt' cezanın hafifletilmesi için ya­
pacağın başvuruya zarar verecektir."
"Ne?" dedi Ronen dalga geçerek. Şaşırmıştı.
"Tamam," dedi Gadi karara varmış bir insanın tonlamasıy­
la. "Dinle beni, bunu söylediğimi daha sonra inkar edeceğim:
Uzaktan kumanda işe yaramaz."
"Neden peki?" diye sordu Ronen şüpheyle.
"Çünkü arabanın altındayken kablosunu kopardım. Senin
işine yaramayacak."
Muclak bir şaşkınlık Ronen'in yüzüne yayıldı ve terlemeye
başladı.
"Ne yaptın!" diye bağırdı panik ve umutsuzluk dolu bir sesle.
Her şey Gadi'nin azimli elleriyle sebep olduğu ve yine Ronen'in
sorwnlu tutulacağı bir başka başarısızlıkla yok olmuştu.
Gadi, kendi açısından Ronen'in duygu parlamasını an­
layamamıştı. Ronen'in sadece sonunda bu kişisel görevinin
bittiğini anladığını ve bu yeni gelişmeye üzüldüğünü sanıyor­
du. ''Anten kablosunu paclayıcıdan ayırdım," diye tekrarladı
duygusuz duygusuz.
Ronen yanıldığını umuyordu. Yeterli zamanı yoktu, karan­
lıktı; belki de başka bir şeyi koparmıştı. Belki de bunu ona
uzaktan kumandayı vermesini sağlamak için söylüyordu.
"Kopardığın şeyin o olduğuna emin misin?" diye sordu
Ronen gerginlikle.
"Evet, eminim," diye cevap verdi Ronen. İsrail'e dönünce
soruşturmada yalan söylemeden kabloyu kopardığından emin
olamadığını, diğer bir deyişle Ronen'in operasyonun bittiğini
bilmeden kumandayı kendisine uzattığını söyleyebilirdi.
Ronen arabaya döndü ve birden, sönmüş bir balon gibi
oturdu. Gadi'ye göre zamanlama mükemmeldi. Şimdi gezi
yolu, gelip geçmekte olan koşucular, hücum etmeye başlayan
turistlerle canlanmaya başladığı için daha az dikkat çekmeleri
yerinde olurdu. Gadi direksiyona oturdu; Ronen yolcu koltu­
ğunda kamburlaşmış, kaşlarındaki terleri siliyordu.
"Ne tip bir patlayıcı olduğunu fark etmemişsin," dedi ses­
sizce, kendi kendine konuşur gibi.
"Normal değil mi? Ama senin uydurduğun bir başka ka­
pakla," dedi Gadi, esmer, ince uzun, uzun saçlı önlerinden ko­
şarak geçen genç kadınla bakışırken, "ortada kablosu olan iki
parça algıladım."
"Hayır," dedi Ronen neredeyse fısıldayarak. "Normal pat­
layıcılara erişimim yoktu. Eski depodan kullanımdışı olan bir
patlayıcı aldım . . ."
Gadi, sararmıştı, sözünü böldü: "Bir dakika, zaman ayarlı
olan mı?"
"Evet, seni aptal," dedi Ronen yavaşça. "Anten kablosu ko­
partıldığı zaman otomatik olarak saati devreye giren patlayı­
cı," dedi bütün tabloyu gözler önüne sererek.
Ronen'in ne sesinde bir eleştiri iması ne de söylediklerinde
bir provokasyon belirtisi vardı. Neredeyse öfke bile duymuyor­
du; özellikle de eğer patlayıcıyı Ronen'in kendisinin hazırla­
dığını zannediyorsa Gadi'nin patlayıcının normal olmadığını
tahmin etmesi mümkün değildi. Aynı zamanda ekibin eski

•ı 198
deposunda bir yerlere birinin yıllar önce sıradışı bir patlayıcı
koyduğunu hatırlayıp -baskı altında olduğu o şartlarda, araba­
nın altında, insanlar ona yaklaşırken- Ronen'in onu çaldığını
düşünmesi beklenemezdi. Patlayıcıyı zamanında sökmeyi başa­
ramayınca her olasılığı düşünmemiş olması da şaşırtıcı değildi;
anten kablosunu koparıp uzaktan kumandayı etkisiz kılmaya
o anda düşünmeden karar vermişti. Yine de günahların bağış­
lanması bir işe yaramazdı, zarar verilmişti. Bu sefer zarar veren
son darbeyi indiren Gadi'nin eli idiyse de o elin uzandığı beden
Ronen'in bedeniydi. Bu gerçekten kaçmanın yolu yoktu.
Gadi'nin beyninin çarkları kendini içeriden patlabilecek
bir hızda dönüyordu. Kendi aşırı özgüvenine, acele kararları­
na, eylemlerini planlamayı becerememesine ve bütün ihtimal­
leri düşünememesine küfretti. Bir anlamda Ronen gibi fazla
savaş odaklı olduğuna ve özellikle de kabloyu koparır kopar­
maz kendisini de havaya uçurabileceğini anlayınca bunca yıl­
dan sonra bile böyle bir işte gerekli olan güvenlik önlemlerini
benimseyip özümseyememiş olmasına.
"Saati ne zamana kurmuştun?"
"Sorun da bu, kurmamıştım," diye cevap verdi Ronen.
"Uzaktan kumandayla patlatmayı düşünüyordum."
"Bir dakika. Bu demektir ki otomatik ayarı var," dedi
Gadi, avuçlarını şakaklarına bastırarak. Nabzı son sürat atı­
yordu. "Mantıklı olan, eğer kurmazsan ya hemen ya da oto­
matik ayarında patlaması." Ve hemen patlamadı, diye düşün­
dü derhal Gadi, şanslı olduğunu kabul etmek için bir dakika
harcamayarak.
"Söz konusu olan mantık değil elektronik," dedi Ronen,
son derece pratik olduğu için kulağa kesinlikle düşmanca ge­
len bir tonda. "Yaklaşık olarak ne zaman bağlantısını kestin?"
Gadi gayri ihtiyari saatine baktı. "Tam olarak bilemiyorum.
Gece on iki buçuk ya da bir? Tam senin geldiğin sıralardı. Kaç
civarı olduğunu hatırlıyor musun?"
Şimdi saatine bakma sırası Ronen'deydi. "Hayır. Ama bu,

1 99 1 1
eğer acele hareket edersek zamanımız olabilir demektir." Ro­
nen şimdiden başarısızlıkla uzlaşmıştı. Patlayıcıya her ne ola­
caksa olacaktı, şimdi oradan gitmeleri gerekiyordu.
''Acele hareket etmek mi?" diye şaşırdı Gadi. "Nereye?"
"Lübnan dışına, o şey patlayıp onlar sınırları kapatmadan."

Patlamak üzere olan bir bombayı geride bırakmak Gadi'nin


değerlendirmek istediği son ihtimaldi. Motoru çalıştırıp kısaca,
"Patlayıcıyı etkisiz hale getirmeden bir yere gitmiyoruz," dedi.
"Delirdin mi?" diye çıkıştı Ronen. "Eğer şansımız tükenir­
se -benimle olduğun sürece mutlaka öyle olacaktır- o şey yü­
zümüzde patlar." Gülümsedi. ''Ama biraz şansımız varsa Ebu
Halid arabadayken patlar."
"Ve belki karısı ve kızı da yanında olur, belki de o sırada
bir komşusu yanından geçer. O bombayı orada bırakmıyoruz.
Bunun bir başka felaket olacağını göremiyor musun? Konu
sadece arabadan sökmek değil, aynı zamanda etkisiz hale ge­
tirmeliyiz. Dahiye' nin orta yerinde bırakamayız."
"Unut bunu," dedi Ronen. "Nasıl etkisiz hale getirebilirim
hiçbir fikrim yok ve bunu yapmaya niyetim de yok."
"Ben bu tip patlayıcıları etkisiz hale getirdim," dedi Gadi.
"Umarım nasıl olduğunu hatırlayabilirim."
"Yani sadece şansımızı deneyeceğiz öyle mi?" dedi Ronen
dalga geçerek.
"'Biz' değil," dedi Gadi ağırbaşlılıkla, "ben. Bu sefer aptal­
lık eden bendim."
"Bunu göreceğiz," dedi Ronen.
Gadi bunun bütün plana yönelik bir eleştiri mi olduğunu,
yoksa Ronen'in kendisine katılmaya karar verdiği ve patla­
yıcıyı etkisiz hale getirme hakkı üzerinde tartıştığı anlamına
mı geldiğini bilmiyordu. Hangisi olduğunu sormak üzereydi
ama tam o anda Suriyeli bir askeri araç otopark alanına girip
birkaç metre ötelerine park etti. Şimdi bir hikaye uydurmak
için zamanları yoktu. Ve Ronen onunla birlikte mi, yoksa ona

1 1 200
karşı mı bilmiyordu. Ronen'in birden böyle bir tavır deği­
şikliği göstermiş olmasına inanması zordu ama en azından
onunla kavga etmiyordu. Tek başına bu bile epey olumluydu.
Arabayı geri vitese aldı ve otoparkta geriye döndürdü. Suriye
askeri aracının yanından geçtiler; iki subay ve iki güzel, genç
kadın tam arabadan iniyorlardı. Artmaya başlayan trafikte
yola çıkabilmek için bir boşluk bekledi ve sonra lüks Maroni­
te villaları yönüne hızla döndü.

Villaların arasından, camları açık arabayı sürerken Gadi,


seçeneklerini düşündü. Zaman kontrollü patlayıcı kullandık­
ları, hedefi arabasında yakalama ihtimaliyle ajanların kaçış
fırsatlarını dengelemeye ihtiyaç duydukları operasyonları ha­
tırladı. Bir noktada, hafızasından bulup çıkarmaya çalıştığı
bilgilere boğulmuşken Gadi, Ronen'e eğer bomba o sırada
patlamamışsa on iki saat sonra patlayacağını düşünmenin
mümkün olduğunu söyledi.
"Ya da yirmi dört. Otomatik kurulumuna bağlı," diye ce­
vapladı Ronen.
"Neden? Kadran tam on iki saat sonra devirini tamamlıyor
ve devreyi kapatıyor," dedi Gadi.
Ronen katılarak güldü. "Ne kadranı? Eski bir düzenek ola­
bilir ama o kadar da eski değil. Dijital."
Gadi, Ne kadar aptalım, der gibi kafasını salladı.
"Belki de Peter'i aramalıyız? Muhakkak biliyordur," diye
önerdi Ronen.
"Biz" diyor olması Ronen'in kendisinin tarafında olduğunu
gösteriyordu ama Gadi bunu ona doğrudan sormamaya karar
verdi. Ronen'i dahil etmek istemesine rağmen önerisini kabul
edemezdi. Bir Genel Merkez personeli olarak Peter onlara ce­
vap vermeden önce izin alması gerekirdi ve büyük ihtimalle
oradan derhal Çıkıp gitmeleri söylenecekti. Helena'nın mesajı
onlara ulaşmış ve biraz sakinleşmiş, onu affetmiş olsalar da hiç
kimse Ebu Halid'in binasının hemen altındaki otoparkta bir

201 ı •
operasyon riskini göze almaya istekli olmazdı. Ölü İsraillilerin
vücutlarının ortaya saçılmasındansa bombanın patlamasını ve
berbat sonuçlarıyla sonra uğraşmayı tercih ederlerdi. Yine de
İsrail'i arama fikri aklını çelmişti.
Gadi ufak bir kafenin otoparkına girdi.
"Hadi bir şeyler içelim, biraz sakinleşmeye ihtiyacım var,"
dedi. "Burada ankesörlü bir telefon var. Evlerimizi arayıp ka­
rılarımıza sakinleşebileceklerini söyleyelim. Eminim Naamah
çok endişelenmiştir."
"Sen Naamah için mi endişeleniyorsun!" diye patladı Ronen.
"Sakin ol adamım, her şeye atlıyorsun! Sadece ben Helena
ile zaten konuştum, o yüzden."

Gadi Helena'yı öğretmenler odasında, teneffüste yakaladı.


Yumuşak, uzatılmış bir "merhaba" diyerek diğer öğretmenlere
sırtını döndüğü bir anlık sürede -köşeye doğru hızla giderken
altın sarısı saçları bir yay çizerek havalanıp sonra tekrar omuzla­
rına düşmüştü- odayı, herkesin nasıl bir anda dikkat kesildiği­
ni, konuşmaların yarıda bırakıldığını, gözlerin ona doğru dön­
düğünü ve kulak kabartıldığını görmüştü. Hepsi iyi niyettendi;
meslektaşları kocası hiçbir zaman etrafta olmayıp bu konudan
hiç bahsetmeyen ve muhtemelen nerede olduğunu bilmeyen
bu sevimli İngilizce öğretmeni için endişeleniyorlardı.
Bir fikirleri vardı ve bazıları emin bir kaynaktan bilgisi
olan arkadaşlarından bazı şeyler duymuşlardı. Kocası ordu­
da kıdemli subay olan ve sadece hafta sonları eve gelen biri
onu dert ortağı edinmiş, ona nasıl başa çıktığını, çocukları­
nın ebeveyn-öğretmen toplantıları ya da gece aktiviteleri için
ayarlamalar yapıp yapmadığını sormuş, yardım etmeyi tek­
lif etmişti. Hiç doğrudan sormamışlar, arada sırada imalar­
da bulunmuşlardı. Bir keresinde, İslami Cihad Örgütü'nün
başı Şikaki' nin suikastından sonra müdür kendisini ofisine
çağırmış, "Kocan tabii ki oradaydı değil mi?" diye sormuş­
tu. "Lütfen ona takdirlerimi ilet." Helena uygun tepkinin

1 1 202
ne olduğunu bilemediğinden utanarak teşekkür edip ofisten
aceleyle çıkmıştı.
Gadi ona işlerin Ronen'le yoluna girdiğini söyledi. Ondan
Doron'u tekrar aramasını istedi; Ronen'in onun yanında ol­
duğunu bilmeleri ve bu noktada herhangi bir oyun oynamaya
kalkışmamaları gerekiyordu.
Bu mesaj gönderme sistemine muhtemelen artık gerek yok­
tu ve hatta doğrudan olmayan her iletişim gibi bir risk faktörü
içeriyordu ama Gadi hila eğer doğrudan konuşursa Doron'dan
duyabileceklerinden şüpheleniyordu. Durumu detaylı olarak
anlatamayacaktı ve işi batırabilirlerdi. Şimdi, operasyonun
sonu yaklaşmışken, sorumluluğunu paylaşmayacaktı.
"Ona hila çözmem gereken bir karışıklık olduğunu ama bu­
nun Ronen'le ilgili olmadığını söyle. Yanında getirdiği şeyle ilgisi
var." Gadi Helena'ya bu noktanın üzerinde durmasını ve ertesi
gün Avrupa'ya doğru harekete geçeceklerini eklemesini söyledi.
Ders zili konuşmalarını kısa kesti. Helena arkasındaki öğ­
retmenlerin yerlerinden kalkarken, fincanlarını lavaboya ko­
yarken ve koridorlarda öğrencilerin sınıflarına koşarken çıkar­
dıkları tanıdık sesleri duyabiliyordu.
Gadi ona öpücüklerini gönderdi ve hoşça kal dedi. Onu
ikilemde bırakmıştı: Öğretmenler odası boşalmıştı, koridor­
larda kimse yoktu. Helena küçük telefon defterini açtı ve
Tamar'ı aradı. "Gadi'den acil bir mesajım var, bana Doron'u
bağlar mısın lütfen?"
Doron ofis telefonuna da, cep telefonuna da cevap vermi­
yordu. Helena'nın öğrencilerinden biri öğretmenler odasına
kafasını uzattı ve dersleri olup olmadığını sordu.
"Geliyorum," diye cevap verdi Helena. "Lütfen herkese ses­
sizce sınıfta beni beklemelerini söyle." Bazen böyle şeyler olur­
du; önemli bir şey olduğunda çocuklar da bunu hissederdi.
"Tamam, ulaşır ulaşmaz ona beraber olduklarını söyleyin,"
dedi Tamar'a. "Gadi bunun gerçekten önemli olduğunu söylü­
yor. Aynı zamanda Ronen'in getirdiği şeyle ilgili çözmesi gereken

203 1 1
bir şey olduğunu ve yarın döneceklerini söyledi. Şey, biliyor mu­
sun?" dedi tekrar düşünerek, "Cep telefonwnu Doron'un beni
geri arayabilmesi için ders sırasında açık bırakacağım. Cep tele­
fonu kullanımı hakkında öğrencilerime verdiğim bir senelik eği­
timi bozacak ama bu son derece önemli. O yüzden lütfen onun
fırsat bulur bulmaz beni aramasını sağlayın."

***

Eğitim tesisinin içindeki sokakların birinde park edilmiş


bir arabada bir adam oturuyordu. Moussa ona önden, kaldı­
rımdan yaklaşırken Yoav ve Daoud arkadan geldiler. Arabaya
epey yaklaşınca Moussa, sürücünün dikkatini çekmek için
durdu ve yüksek sesle hapşırdı. Bu işaretle Yoav ve Daoud
arabanın kapılarını açtı: Daoud arka koltuğa kayıp sürücü­
nün boynunun etrafına ince bir tel dolarken Yoav da yolcu
koltuğu tarafından girip ellerini kavradı. Yossi arabasını sü­
rüp kaçırılanın bulunduğu arabaya paralel durdu ve kapıları­
nı açtı. Daoud arka koltuktan sıçrayıp Moussa'nın sürücüyü
arabadan çıkarmasına yardım ederken Yoav adamın kafasını
kavrayıp boynunu sıkmaya devam etti. Moussa bacaklarını
tutarak Yossi'nin arabasının arka koltuğuna oturdu. Daoud
ve Yoav başını ve bedenini tutarak onu takip ettiler. Yossi
arabayı uzaklaştırdı.
Rami ve Doron, ekibi göğüs göğüse dövüş hocası Micky ile
birlikte kaldırımdan izliyorlardı. Önden izleyen Eli ve arkadan
izleyen Yitzhaki de diğerlerine katıldı. Karşı kaldırımda duran
Planlama Bölüm Müdürü Arye ve diğer birkaç kişi sokağın
karşısına geçti. Yossi arabayı geri getirdi ve Yoav'ın ekibi ko­
mutanlara katıldı.
"Hapşırıktan Yossi'nin arabayı uzaklaştırmasına kadar ge­
çen süre on yedi saniye," dedi Eli kronometresine bakarak.
"Bunun beş ya da altı saniyesini daha kırpabilirler," dedi
Micky.

1 1 204
"Evet, ama beni asıl endişelendiren," dedi Doron, "kaçı­
rılan arabanın kapılarının açık kalması ve Yossi'nin Yoav'ın
kapısı açıkken yola çıkması. Bu tehlikeli ve çok dikkat çeker.
Arabanın kapılarının kapanmasını manevraya dahil etmek
üzerine çalışmalıyız."
Diğer gözlemciler de izlenimlerini belirttikten sonra Yoav,
"Tamam, bunun üzerinde çalışacağız," dedi.
"Senden atış talimleri, bireysel ve grup dövüş egzersizleri
için iki saat ayırmanı istiyorum," dedi Doron. "Saat şimdi on
iki. Dörtte döneceğim ve döndüğümde ateş altında barikattan
geçme, geriye doğru takipçilere ateş etme ve takipteki bir ara­
bayı adatma talimlerini görmek istiyorum."

Yoav ve takımı Micky ile birlikte manevralarını geliştirmek


için çalışmaya giderlerken Doron, Rami, istihbarat memurları
ve Planlama Bölüm Müdürü zaman çizelgesine ve acil durum
planlarına son hali vermek üzere hangara girdiler. Üzerinde
harita ve fotoğrafların olduğu bölmenin karşısına oturdular.
"Yossi seyir planını öğrendi mi?" diye sordu Doron.
"Onunla kesintisiz üç saat çalıştık," diye cevapladı Yitzha­
ki, "ilk saat bütün ekiple birlikte, sonra diğerleri manevralara
çalışmak üzere ayrıldı. Kaçış rotalarıyla ilgili temel bilgileri
ona aktarmak için en azından iki saate daha ihtiyacım var."
" Ki buna sahip olamayabilirsin," dedi Rami.
"En kötü ihtimalle onunla çalışmaya Başkan'ın brifinginden
sonra yola çıkış saatine kadar devam edebilirsin," dedi Eli. "Se­
çime bağlı bütün planları bir araya getirirsen burada, bazıları
dağlardaki veya tarlalardaki toprak yollar olmak üzere öğrenile­
cek yüzlerce kilometrelik yol var. Bunların hepsinin ezberlenmesi
mümkün değil, yanlarına gizli haritalar almaları gerekecek. Yitz­
haki, Yossi ile yalnızca bir ve ikinci seçenekler üzerinde duruyor."
Doron bazıları Rami'nin yardımıyla İstihbarat ve Planlama
bölümleri tarafından gece, diğerleri ise o dakikaya kadar ancak
hazırlanan acil durum planı çizelgesini aldı.

205 1 1
"Yoav'ın planlamaya katılmamış olmasından memnun de­
ğilim," dedi Doron, elindeki kağıtlara bakarak. "Burada on­
larca örnek var ve herhangi birini hatırlayabileceğinin ya da
sadece üstünden okuyarak önerilen her reaksiyonun altında
yatan mantığı anlayabileceğinin bir garantisi yok."
"Yoav'ın nefes alacak zamanı yok," diye homurdandı Rami.
"Ondan seyir rotalarını mümkün olduğunca etraflıca öğren­
mesini istiyorum ki çeşidi seçenekler arasında tercih yapabil­
sin. Adam kaçırma, atış talimleri yapmak wrunda ve sonra da
ekiple yola çıkıyor."
Doron sessiz kaldı. Rami'nin kendisine söylemeye cesaret
ettiği şeyi, o Mossad Başkanı' na söylemeye cesaret edememiş­
ti. Herkes, söylemeye cesaret edemeden daha baştan başarısız
olmaya mahkum bir göreve koyulduklarını biliyordu. Belki
de Beaufort' a bunu söylemesi için Rami'yi yanına almalıydı.
Sonuçlar önceden belliyken Başkan'ın brifingini beklemenin
anlamı neydi ki?
Ama bir önceki gece Beaufort'un kendisine ilettiği sürp­
riz karardan sonra Doron Başkan' a durumu anlatmak için
Rami'den kendisine katılmasını istemenin bir yardımı olma­
yacağını biliyordu. Operasyon tertibinde riskler güzelce belge­
lenmiş ve bunun hiçbir yararı olmamıştı.
Ve başarılı olmaları, her şeyin kolaylıkla çözülmesi tabii ki
mümkündü; belki Ronen sessizce teslim olacaktı ya da belki
olabilecek en kötü şey meraklı bir nöbetçinin boynuna bir
darbe indirmek veya boğazını kesmekti. Bu işi güzel bir şe­
kilde başarıyla sonuçlandırabilirlerdi. Mossad' ın ve Başkan'ın
sıkıntısı bu kadar belirgin ve meydana gelmesi muhtemel ka­
rışıklık bu kadar büyükken daha başlamadan havlu atmayı
nasıl düşünebilmişti?
Doron elindeki kağıda göz gezdirdi. "Önce kaçış rota­
sı acil durum planları üzerinde çalışalım," dedi. "Sonra da,
eğer zaman kalırsa, Lübnan' a inişlerinin detaylarıyla ilgile­
niriz. Örnek: Adam kaçırma sırasında tespit edildiniz, bir

1 1 206
yaygara koptu, korumalar alarma geçti, bölgeden kaçıyor­
sunuz ve bütün gece boyunca nöbetçilerin bulunduğu 1 8
numaralı barikata geldiniz. Atılacak adım ne olmalı?"
Yitzhaki evin bulunduğu bölgeyi gösteren hava fotoğrafın­
daki barikatı işaret etti. Rami cevap vermek için ağzını açarken
Doron'un telefonu çaldı. Arkasını diğerlerine döndü; arayan
Tamar'dı, özür dileyerek Gadi'den acil bir mesaj iletmek üzere
Helena'nın aradığını açıkladı. Telefonun ekranında çok sayıda
cevapsız arama olduğunu gördü: Onunla konuşacaktı.

201 1 1
7

Işınları Dan Panorama Oteli'nin üst lobisindeki küçük ka­


fenin koyu renk camlı pencerelerinde eriyen geç öğleden sonra
güneşi denizin üzerinde asılıydı. Sahil ile Yafa'ya giden trafik
yüzünden uğuldayan yol arasındaki bir parça çimenlikte birkaç
çocuk cop oynuyordu. Lobide çok az otel misafiri vardı -biri­
min psikoloğu Benny de burayı bu yüzden seçmişti- ama yine
de Beaufort ve Naarnah üzerinde kahve fincanları ve kekler
olan küçük masanın üzerine eğilmiş kısık sesle konuşuyorlardı.
Naamah'ın üzerinde bir eşofman vardı. Okuldan çıktık­
tan sonra Tel Aviv'deki bu toplantıya gelmeden önce ancak
Lital'i kreşten alıp Ronen'in anne babasına bırakacak kadar
vakti olmuştu.
"Bununla nasıl başa çıkıyorlar?" diye sordu Benny.
"Korkunç," diye cevap verdi Naamah. Deniz komandosu
olduğu günden başlayıp sonra da Mossad'da onlar için gurur
kaynağı olan oğullarının işten atılması onlar için küçük dü­
şürücü olmuştu. Soruşturma Komisyonu'nun kararları halka
açıklanınca, deniz kenarındaki küçük köylerinde bahsedilen

209 1 1
kişinin Ronen olduğundan kimsenin şüphesi kalmamıştı,
özellikle de kısa bir süre sonra boş boş evde oturduğu ortaya
çıkınca. Eski, oturmuş bir kasabada bile kendi içlerinden bir
kahramanla duyulan gurur hemen başkalarının acısından se­
vinmeye dönüşebilir.
Evde geçirdiği aylardan sonra Ronen'in ortadan kayboluşu­
nu anne babasından bir gün bile saklamak mümkün değildi.
Başta Naamah onlara yalan söylemeyi düşünmüştü ama -er
ya da geç karşı karşıya kalmak zorunda oldukları- gerçek onu
bir düşmana dönüştürürdü. Onlarla şüphelerini paylaşmak
istememiş ama bir gün daha geçince nereye gittiğini söyleme­
den evden ayrıldığını ve Mossad'ın onu aradığını söylemek zo­
runda kalmıştı. Bunu takip eden iki gün zarfında sanki geçen
günler değil senelermiş gibi nasıl sararıp solduklarını izlemişti.
"Ya siz nasılsınız Bayan Dolev?" diye sordu Beaufort, sanki
Naamah'ın bir cümlelik cevabı Ronen'in anne babasıyla ilgili
meseleyi yeterince açıklamış gibi.
Genç bir ajan olarak Naamah Mossad Başkanı'na büyük
bir saygı duyuyordu. Ama Mossad'daki görevi uzak geçmişi­
nin bir parçası olmaya başlayıp yaşı kıdemli komutanlarınki­
ne yaklaştıkça her şey başka görünmeye başlamıştı. Naamah
Doron'u ha.la genç, kendine aşırı güvenli bir ekip komutanı
olarak hatırlıyor, bu da onun genel olarak bir birim sorum­
lusunda görmeyi beklediği yerinde hüküm verme ve ölçülü­
lük özelliklerine sahip olup olmadığını sorgulamasına neden
oluyordu. Diğer taraftan Mossad Başkanı bitkin görünüyor­
du; gözlerini açık tutmakta zorlandığı hemen fark ediliyordu
ve Naamah onun uyuşuk omuzlarının Üzerlerine yüklenen
göreve uygun olup olmadığından emin değildi. Kesinlikle
zekiydi ve çok analitik olduğunu duymuştu. Güzel de ko­
nuşuyordu. Büyük ihtimalle ülkelerin liderlerini ve hiç kuş­
kusuz yabancı istihbarat servislerinin başkanlarını iyi idare
ediyordu. Ama Ronen'ini eve getirmeye ne kadar yetkindi?
Ve yetkinlik demişken Doron neden bu toplantıda değildi?

1 1 210
Söyleyecek hiçbir şeyi yok muydu? Onunla buluşmaktan mı
kaçınıyordu? Ya da kocasını geri getirmek üzere bir operas­
yonun, Gadi'nin bahsettiği operasyonun ortasında mıydı?
Peki, Gadi' nin bu işteki rolü neydi? Onun ülkeyi terk etti­
ğini biliyordu ama hiç kimse bir bilgi paylaşmaya yanaşmı­
yordu, her gün konuştuğu Benny bile. "Açıksözlülüğüm için
beni bağışlayın ama benim nasıl olduğumu ya da bu günleri
nasıl geçirdiğimi veya Benny' nin duymakla ilgilendiği ve se­
nin de duymanı istediği Ronen'in Mossad'a karşı hissettiği
şeyleri sormanın zamanı değil. Bunu çok uzun zaman önce
sormalıydınız."
"Lütfen Naarnah, seninle her gün iletişimdeydim ..."
Benny onu sakinleştirmek istedi ama Başkan araya girdi:
"Ona yardım edebilmek için seninle işbirliği yapmak isteği­
mizi söylemeye geldik."
Benny rahatlayarak arkasına yaslandı, Başkan'ın meseleleri
tersine çevirmekteki becerisinden etkilenmişti. Ama Naamah
buna kanmayacaktı.
"Yardım etmek mi? Ona şimdi mi yardım etmek istiyor­
sunuz? Onu köpeklerin önüne atmak yerine Lübnan seyaha­
tinden hemen önce Rusya'da toplanan istihbarat için ona bir
ödül vererek yardım edebilirdiniz."
"Sevgili hanımefendi, yıl sonunda verilecek ödüle aday ol­
ması mümkün . . ."
''Ah lütfen," dedi Naamah. "On yıldır o çapta onlarca iş
yaptı ve hiçbir zaman bir övgü almadı. Ah pardon, üç tane
takdir mektubu aldı ama ikisi Başbakan'dandı, sizden değil.
Ama tabii ki bir soruşturma komisyonu kararı aldı. En azın­
dan ikisini de alsaydı bir şekilde birbirini dengeleyebilirdi."
"Bir övgü o zaman uygun olmazdı Bayan Dolev. Nasıl gö­
rüneceğini düşünün."
"Nasıl görünürdü?" diye soruya soruyla karşılık verdi Na­
amah. "Ve kime? Medyaya mı? Eminim medyayı memnun
etmek için ondan kurtuldunuz."

211 ı•
Naamah dudaklarını ısırdı ve sustu. Bu konuşma ümit et­
tiği doğrultuda gitmiyordu. Öfkesini şu anda özellikle sıkıl­
mış gözüken Mossad Başkanı'nın üzerine boşaltmayı planla­
mamıştı. İyi haberler getirmesini beklemediyse de hala gizli
umutlar besliyordu. Belki şapkasından bir tavşan çıkaracaktı;
hatta belki de bu tavşan kendisi olacaktı. Ronen'i eve getir­
mekte Gadi'den daha başarılı olacağı fikri Gadi'yle yaptığı son
konuşmada aklından geçmişti ama bu umutsuz bir girişim
olurdu: Gadi ile işbirliği yapmak Ronen'in tepesini gerçekten
attırabilirdi. Şimdi işler başkaydı. Gadi zaten oradaydı.
"Ben de tam olarak bu yüzden bugün gelmeyi kabul ettim,
ona yardım etmek için," dedi Naamah usulca. "Ebu Halid'in
mahallesini bilmiyorum ama Beyrut'u hala oldukça iyi ha­
tırlıyorum. Kullandığım pasaportlardan biri, Güney Afrikalı
olduğum, hala geçerli ve onu kullanabilirim. Beyrut' a uçabi­
lirim ve eğer benim ona ulaşmama yardım ederseniz Ronen'i
bundan vazgeçirme şansım herkesten daha yüksek."
Mossad Başkanı ve Psikolog birbirlerine baktılar.
"Bakın, bu anlık delice bir düşünce değil, bütün gece bunu
düşündüm. Siz oraya Gadi'yi gönderdiniz ama bu büyük bir
yüzleşmeye yol açabilir: Her biri diğerine karşı o kadar dolu ki
her an bir kavga patlak verebilir ya da birbirlerini zekalarıyla
alt etmeye kalkabilir, hatta zarar verebilirler. Benimle ise her
şey tamamen farklı olacaktır."
Benny Beaufort' a baktı, hazırladığı psikolojik analizi hatır­
layıp hatırlamadığını merak ediyordu. Şu an Naamah' ın söy­
lediklerinin aynısını belirtmişti. Naamah'ın fikri çok parlaktı;
Beyrut'ta onaya çıkması Ronen üzerinde bir sihirli değnek et­
kisi yapabilirdi. Ama Gadi'nin orada kendi inisiyatifiyle bulun­
duğunu bilmiyordu: Beyrut'ta bulacağı şey tahmininden biraz
farklıydı. Bir psikolog olarak Ronen'in onunla uslu bir çocuk
gibi eve döneceğinden emin olabilir miydi? Gerçekten kontro­
lünü kaybetmiş ve onu ve çocuğunu bırakmaya hazırlanmış,
Naamah' ı dul, çocuğunu ise babasız bırakma riskini almış ise

1 1 212
nasıl davranacağını kim öngörebilirdi? Daha Gadi'nin kendisi
Genel Merkez'in talimatlarını takip etmezken Naamah'ın Gadi
ve Ronen arasındaki savaşı nasıl ateşleyeceğini kim bilebilirdi?
Beaufort da benzer şeyler düşünüyordu ve Benny gibi ses­
siz kaldı.
Bu yer bu tip bir kararın verileceği yer, bu insanlar bu ka­
rarı verebilecek insanlar değil, diye düşündü Naamah. Doron
da burada olmalıydı. Beyrut' a gidişinin gerçekten ne anlama
geleceğini bilebilecek bir tek o vardı, Şii mahallelerinde dola­
şan otuzlu yaşlarının ortalarındaki bir Güney Afrikalı kadın.
Üstlerine bu tip bir eylemi önerebilecek, ona eşlik edip onu
arabayla gezdirebilecek birini atamaya karar verebilecek kişi
oydu. Fikrini ilk açıkladığında Benny'nin yüzündeki olum­
lu ifadeden onun bu fikri sevdiğini anlamıştı; diğer yandan
Beaufort'un yüzünden ne düşündüğü anlaşılmıyordu ve şimdi
Benny'nin gözlerindeki ışık da sönmüş gibiydi. Anlaşılan o ki
kendi-başını-kurtar aşamasına geçmişlerdi.
"Bakın," dedi Naamah sessizliği bozarak. "Bu fikri onun da
düşüncelerini almak için Doron'la paylaşmanızı önereceğim.
Bir tepeye koca bir tugayla saldırabilir -ve birçok zayiat 'vere­
bilir- ya da küçük bir ekibi helikopterle tepenin üzerine bıra­
kabilirsiniz. Ne planladınız bilmiyorum ama ben size çabuk ve
neredeyse risksiz bir çözüm öneriyorum."
Naamah'ın verdiği örnek Beaufort'un bilincine nüfuz et­
mişti. Naamah'ı içeri sokup üçünü beraber dışarı çıkarmak en
zarif çözüm olabilirdi. Ama hala Ronen'le iletişim kurmasının
üzerinden bir buçuk gün geçtiğinden bunu Gadi'nin başaraca­
ğı umudunu besliyordu. Bunun yanı sıra Başbakan'ın haliha­
zırda onayladığı bir plan da vardı ve o cenahta sorun çıkarmayı
istemiyordu. Nasıl olup da Naamah'ı baştan düşünmemişler­
di? Ve tabii bu arada işler karışıp Naamah Hizbullah'ın eline
düşse bu dışarıdan nasıl görünürdü? Bir bebeğin hem anne
hem babasını aslanın inine gönderdiğini ve bunun Mossad' ın
bulabildiği en iyi çözüm olduğunu nasıl açıklayabilirdi?

213 1 1
"Ben bütün haklardan, taleplerden ve davalardan vazgeçe­
rim," diye ekledi iki adam da konuşmayınca. "Kontrat, ope­
rasyon tertibi ya da hayat sigortasıyla ilgilenmiyorum. Sadece
Ronen'i geri getirmek istiyorum. Bunu siz de istiyorsunuz. Eğer
tercihiniz bu yönde olursa bunu bir başvuru olarak kabul edin:
Teklifi ben yapıyorum ve bütün riskleri ben üstleniyorum."

***

Talim, biri açık biri kapalı iki barikata bir hızlı, bir de yavaş
yaklaşmayı içeriyordu. Barikatta iki, üç ve dört asker varken
ve bir de yakın bir binada teyakkuzda bir askeri birlik varken
ateş açma alıştırması yaptılar. "Nöbetçiler"e arabanın önünden
yaklaşma, sürücü tarafından yaklaşma, yolcu tarafından yaklaş­
ma ve her üç yönden birden yaklaşma talimatı verildi. Bazen
"Ronen" işbirliği yaparak sakince oturdu, bu durumda hedef
nöbetçileri sakinleştirerek hızlı bir bahane bulup arabayı sür­
meye devam etmekti; bazense "Ronen" vahşileşti, bu durumda
da ajanlar araba daha durmadan nöbetçilere ateş açtı.
Her şey saniyelerle ölçülüyordu. Yoav parolayı söylüyor ve
susturuculu mini-Uziler bir anda ortaya çıkıyor, boya topları
nöbetçilerin alnında ve göğsünde patlıyordu. Bütün bir birlik
işin içine girdiğinde bölükler daha neredeyse binanın dışına
çıkamadan birkaç uzun şarjörle hizaya getirilmiş oluyordu.
Doron takipçilere karşı yapılan talimlerin de başarılı geçti­
ğini hissediyordu. Moussa ve Daoud kısa namlulu M I 6'larım
dışarıyı gözleyerek koltukların altından çıkardılar, namlularını
kurşun geçirmez arka penceredeki iki delikten vurarak geçirip
takipteki arabanın ön camını boyayla kapladılar. Ve zırhlı araç­
taki insanlar özellikle inatçı olduğunda Yoav tavan penceresini
açıp ayağa kalktı ve onlara yalancı bir RPG roketi fırlattı.
"Tamam, Yossi, senin neler yapabileceğini görelim,'' dedi
Doron ve araç talimi için ayrılan alana yöneldiler. El freni,
direksiyon simidi ve gaz pedalını kullanarak Yossi arabayı

1 1 214
kaydırıp geldiği yönün ters istikametine çevirdi ve el freni­
ni biraz daha önce bıraktığında bunu yapma niyeti -ya da
ihtimali- olduğu anlaşılmaksızın doksan derecelik bir dönüş
gerçekleştirdi. Yolun kenarındaki su oluğuna girdi, dik bir
yokuştan çıktı ve çöl için kumlu ve çamurlu yollarda sadece
dört çekerli bir aracın yapmaya cesaret edebileceği sürüş tek­
niklerini sergiledi.
Bir sonraki aşama helikoptere biniş ve iniş talimleriydi.
Günün sonuna doğru denize değmek üzere olan, dalgaların
hemen üzerinde duran güneşin içinden çıkmış gibi birden bir
Yasur helikopteri belirdi. CH-53 Sea Stallion savaş helikopteri
eğitim tesisinin ucundaki iniş pistine ilerleyip inmeden önce
bir daire çizdi. İçinden dört yana askerler dağılıp Yasur'un çev­
resinde pozisyon aldı. Aracın arkası aşağıya doğru açılıp bir
rampa meydana getirdi. İçinden bir Mercedes belirip yavaşça
aşağıya indikten sonra hızla uzaklaştı. Askerler koşarak heli­
koptere geri döndü, rampa kapandı. Helikopter kalktı, yönü­
nü değiştirdi ve gözden kayboldu. Yossi arabayı çevirip komu­
tanların inişi izlediği yere doğru sürdü.
"İyi bir zamanlama," dedi Doron. "Alanın uygun olduğun­
dan emin olmaları için askerlere biraz daha fazla süre verin ve
ondan sonra dışarı çıkın. Biraz yavaşlatın Yossi." Mossad ve
Hava Kuvvetleri arasında irtibat yetkilisi olarak görev yapan
astsubaya dönüp, ''Askerlere ve helikopter ekibine araba ken­
dilerinden belli bir mesafe uzaklaşana kadar yerlerinde kalma­
larını söyleyin," dedi.
Rami ve Yoav'a "Her şeyi bir de tamamen karanlık çökünce
tekrarlamanızı istiyorum," dedi Doron saatine bakarak, "yarım
saat içinde. Ondan sonra brifinglere başlayacağız. Mossad Başka­
nı gelir gelmez son brifingi yapacağız ve sonra yola çıkacaksınız."

***

Helena Güney Tel Aviv'in kalabalığında, Yafa ve Bat Yam'a

21 5 1 1
bağlanan trafiği düşünemediği için kendine küfrederek yol
alıyordu. Mossad Başkanı'yla yapılacak toplantıya geç kalmak
ne büyük saygısızlıktı! Gadi' nin hikayeleri sayesinde birkaç
Mossad Başkanı'nı biliyor olsa da daha önce hiçbiriyle tanış­
mamıştı. Gadi ailesini Genel Merkez'den uzak tuttuğu için
sadece kısa süre önce psikolog olan Benny ile tanışmış ve onu
oldukça anlayışlı ve destekleyici bulmuştu.
Helena bu buluşmadan ne beklemesi gerektiğini bilmiyor­
du. Birkaç dileği ve umudu vardı ve özellikle de Mossad'ın
Gadi'yi sağ salim eve getirmek için ne yaptığını bilmek isti­
yordu. Yol uzadıkça geç kaldığı için kendine daha çok kızıyor,
Mossad ve Başkanı'na olan öfkesi pekişiyordu. Gadi'yi din­
lemeyi reddettikten ve Gadi kendi başına yola çıktıktan son­
ra kendisinden ne istiyordu? Özür dilemek için mi kendisini
çağırtmıştı? Ne yapmak üzere olduğunu açıklamak için mi?
Birden bu toplantıdan iyi bir şey çıkmayacağını düşündü.
Eğer kolay bir çözümleri olsaydı onunla konuşmazlardı. Eğer
tehlikeli bir maceraya atılmak üzerelerse istedikleri neydi? İzni
mi? Ehliyetsiz bir hastaya yapılacak ameliyat için ailesinden
onay alınması gibi miydi? Ya da belki Gadi'yi kafeslemek, ken­
disinden Gadi'nin Beyrut'ta yetkisi olmadığını bilerek bulun­
duğunu, tüm risklerin farkında olduğunu duymak istiyorlar­
dı. Gadi'den Soruşturma Komisyonu hakkında bunun gerçek
bir olasılık olabileceğini bilecek kadar çok şey duymuştu. Ama
belki de hala bir şekilde yardımcı olabilirdi.
Duygu ve düşüncelerinden kafası karışmış olan Helena
dönüş noktasını geçtikten sonra solundaki oteli fark etti. Sa­
ğındaki denize inen çimenlik alanın içinde bulunan otoparka
dönerken dudaklarından uzun Danca bir küfür döküldü.

***

Helena onu bir süredir takip etmekte olan ve peşi sıra oto­
parka giren arabayı fark etmemişti. Bu, Haramati'ydi. Sabah

1 1 21 6
erken saatlerde Naamah'ın evini bir su arıtma cihazı satıcısı
rolünde aramış ve ona kocasının evde olmadığını duyduğuna
üzüldüğünü söylemişti. "Ona nasıl ulaşabileceğimi ya da ne
zaman eve döneceğini söyleyebilir misiniz? Bu genellikle er­
keklerin anladığı teknik bir konu."
"Ben teknik işlerden iyi anlarım ve konu hakkında bilgi
almak isterim," dedi Naamah sabırla, ama Haramati kocalar
olmadan pazarlık yapmadığı konusunda ısrarcı oldu: "Kadın­
lar dinleyip sonra kocası geldiğinde onun karar vereceğini söy­
lüyor ve ben de dansa yeni baştan başlamak zorunda kalıyo­
rum." Kocasının ne zaman geri döneceğini tekrar sorunca bu
küçük şoveniste karşı sabrı tükenen Naamah telefonu onun
suratına kapatmıştı.
Haramati onu köyünün girişinde . beklemiş ve sonra
Rupin Kavşağı'ndaki okuluna kadar takip etmişti. Ondan
sonra hızla çalıştığı gazeteye gitmiş, kendisini bekleyen
birkaç işi tamamlamış ve öğleden sonra Rupin' e dönmüş­
tü. Naamah'ın arabasının otoparkta olduğunu gördüğüne
memnun oldu ve onu rahatça izleyebileceği bir gözetleme
yeri seçti. Özel dedektif ya da belki de gizli ajan rolü oyna­
mak hoşuna gitmişti ama saatler boyunca bastıran uykuyla
boğuşmak zorunda kalacağını göz önüne almamıştı. Gözü­
nü açtığında Naamah'ın arabasının hızla yola çıktığını gö­
rene kadar uyuyup uyuyup uyanmıştı. Ona yetişmek için
acele etti ama trafikte kaybetti.
Naamah'ın arabası evinin yanında değildi, Haramati de bir
kooperatif yerleşiminde bulunan diğer adreste şansını dene­
meye karar verdi. Alçak çalılarla çevrili bakımlı evi gözetlerken
onu kimse rahatsız etmedi. Bir saat kadar sonra Helena evden
çıktı. Haramati onu nispeten kolay takip etti. Kesin olan bir
şey var, dedi kendi kendine, Mossad'daki bu şanslı piçler güzel
kadınları nasıl tavlayacağını biliyor.

Helena saatine baktı; sadece birkaç dakika geç kalmıştı.

21 7 1 1
Otoparkın girişindeki tabela ona on beş dakika sonra park etme­
nin ücretsiz olacağını söylüyordu, dolayısıyla o da park biletin­
deki tarih ve saati kazımakla uğraşmadı. Hızla sahil kenarındaki
gezi yolundan otele doğru yürüdü. Tam karşıda, hemen ilerisin­
de bir kaya parçasına dayanmış kararmakta olan denizi seyreden
Naamah'ı gördü. Durdu, kalp atışları hızlanmıştı. İlk düşüncesi
Naamah' ın ne kadar güzel olduğuydu, yüzü hafifçe güneşin de­
nize battığı noktaya dönmüştü. Solgun ışıkta keskin hatlı profili
bütünüyle ortaya çıkmıştı; dar uzun burnu, çenesi. Deniz esinti­
si sırtına dökülen uzun, siyah saçlarını dalgalandırıyordu. Ve ne
kadar da havalı, diye düşündü Naamah'ın ne giydiğine dikkat
edince: bir eşofinan. Kendisi ise dolabını karıştırmış, önce şık bir
kıyafet, sonra bir döpiyes, daha sonra spor ama şık bir kıyafet, en
sonunda da sevimli, çok neşeli olmayıp bir iş toplantısına uygun
olan bir elbise seçmiş ve şık bir çift ayakkabı giymişti. Yanında da
saygın bir hava katmak dışında hiçbir amacı olmayan ince ipek
bir ceket getirmişti. Naamah da şüphesiz Mossad Başkanı'yla
toplantıya gelmişti, buna rağmen ondan ne kadar farklıydı; o da
sıkıntılar içindeydi ve o da kocasını kurtarmak için elinden gelen
her şeyi yapıyordu. Gadi'nin Naamah yüzünden şu an orada, teh­
ditlerle dolu bir tuzakta bulunduğu düşüncesi birden ikisinin dert
ortağı iki kız kardeş olduklarını fark etmesiyle yok oldu. İçinde
bir sıcaklıkla birlikte Naamah'ın ne yapılması gerektiğini bileceği
ümidi doğdu. Kesinlikle Helena'dan daha fazlasını bilmesi gere­
kirdi, ne de olsa orada daha önce bulunmuştu. Gadi ile birlikte.
"Naamah?" dedi Helena çekinerek. Dalgalar sesini yuttu.
"Naamah?" diye tekrarladı iki adım daha atarak.
Naamah gözlerini açarak ona doğru döndü. Helena ka­
rarmakta olan havada bile onun gözlerindeki üzüntüyle ka­
rışık endişeyi gördü. Yine de onu fark ettikten hemen sonra
Naamah'ın yüzünde bu yabancı kadına duyduğu acımanın
izini taşıyan zayıf bir gülümseme oluşmaya başladı. Mossad
Başkanı'yla görüşmek için özene bezene giyinmiş, karşısında
duruyordu. Hiç şüphesiz görüşmenin içeriği hakkında en ufak

1 1 218
bir fikri yoktu. Helena'nın sabırsızlıkla bekleyeceği hiçbir şey
olmadığını bilen Naamah'ın merhamet dolu gülümsemesi ge­
nişledi, otelin üst lobisindeki kafede, Avrupa moda dergile­
rinin kapağından fırlamış gibi görünen sarışın, güzel kadını
bekleyen iyi bir haber yoktu.
Naamah ve Helena nadir durumlarda, ekip üyeleri ve eşleri
ekibi bırakan üyelerle bir araya geldiğinde karşılaşırdı. Naamah
protokolün incelikleriyle ilgilenmediği, Gadi'nin sevdiği ka­
dınla havadan sudan konuşmadığı için ve Helena da nasıl yak­
laşacağını bilemediğinden birbirlerinden uzak durur, hemen
hemen hiç konuşmazlardı. Naamah bu kadının Gadi'yi neye
dönüştürdüğünü düşünmek istemiyordu, tıpkı Helena'nın
vahşi ve dizginlenemez gözüken Naamah'ın Gadi'yi içine sü­
rüklediği tutkulu seks hayatını düşünmeyi tercih etmediği gibi.
Şimdi, birden bunlar Helena'nın gözünde bir avantaja dönüş­
tü. Naamah'ın Gadi'nin başarısında bir çıkarı vardı ve nedenle­
ri önemli değildi, kendisinin kendi özel nedenleriyle Ronen'in
eve sağ sağlim dönmesini istiyor olması gibi.
"Seni de mi buraya çağırdılar?" diye sordu kibarca Naamah.
"Evet, ama biraz geciktim. Çocuklar, trafik."
"Ben Lital' i Ronen'in anne babasına bırakıp okuldan doğ­
ruca buraya geldim," dedi eşofmanını işaret ederek.
Helena tereddüt etti. Muhtemelen kızmış olan Mossad
Başkanı ve Psikolog onu bekliyorlardı ama Beyrut felaketi için
doğru çözümün Naamah'ta olduğunu düşünüyordu. Güneşin
ardında bıraktığı, kuzey, güney ve doğudan bastıran karanlık­
ta kaybolmakta olan son renklerin, denizden esen rüzgarın ve
dalga seslerinin fonunda iki kadını bir yakınlık halesi kuşattı;
Helena onu karanlıkla birlikte geride bırakmayı istemiyordu.
Naamah'tan ayrılmak istemiyordu.
"Bir kahve içecek zamanın var mı?" diye sorarken buldu
kendini.
Naamah gülümsedi, şaşırmıştı. "Ya onlar ne olacak?" diye
sordu, oteli işaret ederek.

21 9 1 1
"Bu toplantıyı çok kısa tutmayı planlıyorum, sadece bir
nezaket ziyareti. Yardımcı olabileceklerini sanmıyorum. Bura­
da beni birkaç dakika bekleyebilir misin?"
Naamah, bu kadında sandığımdan fazlası var, diye düşüne­
rek içtenlikle bekleyebileceğini söyledi.
Uzaktan olan biteni seyreden Haramati kaşlarını kaşıdı.
Şans eseri gerçek bir entrikaya mı denk gelmişti? Karşıdan
karşıya geçen Helena'yı takip etmeye devam etti.

***

Gadi'nin kullandığı Ronen'in kiralık BMW'si Ebu Halid'in


mahallesi Bir el Abid girişine yaklaştı. Hava kararmadan Gadi
arabanın farlarından birinin bir ampulünü yerinden çıkarmış­
tı, böylelikle mahalledeki birçok araba gibi farlarının parlak­
lığı eşit değildi. Bu şekilde BMW belki daha az öne çıkardı.
Hangi arabayı kullanacaklarını bir süre tartışmışlardı: BMW
daha çok dikkat çekerdi, ama Şii mahallelerinde bile BMW'si
olan birçok zengin insan olduğunu tecrübelerinden biliyorlar­
dı, Ford Mondeo ise neredeyse sadece araba kiralama şirket­
leri tarafından kullanılıyordu. Ve bir saldırıdan kaçış halinde
BMW'nin belli başlı avantajları vardı.
"Ben geldiğimde Doktor ltzmat hikayesini kullanmıştım.
Ya sen?"
"Ben de," diye güldü Ronen.
"İşe yarıyor. Onu kullanmaya devam edelim."
"Herhangi bir desteği var mı?"
"Şimdi mi? Tabii ki yok. Biz afişe olduktan sonra altyapı­
yı ortadan kaldırdılar. Nöbetçilerin aramayacağına güveniyo­
rum. Ararlarsa sen karatede oldukça iyisindir."
Ronen Gadi'nin iltifatının kendisi için ne kadar önemli ol­
duğunu fark edince hayal kırıklığına uğradı.
"Sadece benim emrim olmadan bir şey yapma," diye belirt­
me ihtiyacı duydu Gadi ve hissettiği o memnuniyet hissi bir

• ı 220
anda o eski kötli hisse dönüştü. Demek hala bana güvenmi­
yor, diye düşündü Ronen. Ve neden güvenecekti ki?
Aslında neden bu deliliğe uyuyordu ki? Bunu ne zaman ka­
bul etmişti? Gadi kontrolü eline almıştı ve onun peşinden sü­
rükleniyordu, aynı eski günlerdeki gibi. Ne de olsa Ebu Halid'in
öldürülmemesi gerektiğine ikna olmamıştı. Karısı ve çocukları­
nın da ölmesi onu rahatsız ederdi ama o kadar da değil: Ebu
Halid' in intihar bombacıları şüphe yok ki yeterince kadın ve ço­
cuk öldürmüştü. Arabanın boşken havaya uçması gibi bir kaza
ya da bunun İsrail' in kuzey sınırında yol açabileceği karışıklık şu
an Gadi ve kendisinin aldığı elle tutulur riske oranla çok teorik
kalıyordu. Öyleyse neden bunun bir parçası oluyordu?
Gadi her ne olursa olsun patlayıcıyı etkisiz hale getireceğini
açıkladığı anda her şey değişmişti. İçinde kaybolduğu bu ka­
lın sis bulutuna rağmen bu kadarı Ronen için açıktı. Uzaktan
kumanda olmadan patlayıcı üzerinde herhangi bir kontrolü ve
Gadi'yi patlayıcıyı etkisiz hale getirmekten alıkoymasının bir
yolu yoktu. Ne yapabilirdi ki, onu sersemletmeye mi çalışa­
caktı? Polisi mi arayacaktı? Söz konusu olamazdı. Operasyonu
sona ermişti; bunun sonunda eğer birisi ölecekse bu büyük
ihtimalle Gadi olacaktı.
Çünkü Gadi her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar
gidecekti. Sadece iki kişinin böyle bir operasyonun üstesin­
den gelebileceğini düşünmek yeterince büyük bir delilikken
bunu kendi başına yapmasına izin veremezdi. Ronen kendini
suçlu ya da bu durumdan sorumlu hissetmiyordu; o sadece
kendi deliliğinden sorumluydu. Şu anki hareketlerini belirle­
yen Gadi'nin deliliği ise sadece Gadi'ye aitti. Ronen şimdi onu
yalnız başına bırakamazdı, bu böyleydi. Böyle olmasını sağla­
yan dürtülerine bir isim koymamayı tercih etti.

Gadi yanında aydınlatılmış ufak bir kulübeyle barikatı


gördükleri zaman sadece biraz yavaşladı. Elinde bir Kalaşni­
kof tutan yalnız bir nöbetçi durmalarını işaret etti. Nöbetçi

221 ı•
Gadi'nin yanına giderken kulübenin içinden çıkan diğer ikisi
arabanın kiralık olduğunu fark edince silahlarının namluları­
na mermi sürdüler.
"Pasaport lütfen," dedi ilk anda yabancı olduklarını fark
eden nöbetçi.
Gadi ceketinden pasaportunu çıkarıp ona uzattı, son­
ra Ronen'inkini alıp iletti. İki nöbetçi arabanın iki yanında
açıkta, silahlarını onlara doğrultmuş durdukları için, Gadi ve
Ronen'in -eğer gerekirse- tepki verecek zamanları olmazdı
ama kısaca pasaportlara baktıktan sonra nöbetçi Gadi'ye pasa­
portları geri verdi.
"'Pasaport lütfen!' Bunu hiç duymuş muydun? Bu, pa­
saportumu ilk isteyişleri. Hizbullah gerçekten devlet içinde
devlet yarattı," dedi Gadi, arabayı hareket ettirdikten bir-iki
dakika sonra.
"Neler oluyor dersin? Bomba patlamış ve yeni talimatlar
almış olabilirler mi?"
"Zannetmem. Eğer öyle olsaydı kolayca geçmemize izin
vermezlerdi. Bence bu yerel bir inisiyatif."
"Ya da durmadan Doktor ltzmat'ı ziyaret edip duran iki
yabancının gerçekten iki masum yabancı olup olmadığını bil­
mek istediler," dedi Ronen.
"Eğer gerçekten şüphelenseler o isimde biri olmadığını bu­
lurlar ve en azından bizi sorgularlardı. İçeri girdik bile, görevi­
mize odaklanalım."
Gadi'nin pratikliği Ronen'in içini rahatlatmamıştı. Ya bu
bir tuzaksa? Ama Gadi Birim Şefi'nden duymaktan hiç hazzet­
mediği sözleri tam olarak tekrarladı: "Bir operasyonu gerçek­
leştirmemek için her zaman neden vardır." Gadi'yi niyetinden
vazgeçirmek için mesnetsiz korkulardan fazlasına ihtiyacı var­
dı. Bir kez daha Ronen kendinden daha güçlü birine boyun
eğmiş gibi hissediyordu. Bir an duraksadıktan sonra konuştu:
"Gadi, bombayı etkisiz hale getirmek için saati sökersek
ne olacağından emin değiliz ya da bir tuzak falan varsa. Peter

1 1 222
muhtemelen şimdi evdedir, onu ararsak Doron'la irtibat kura­
madan bize cevap vermek zorunda kalacaktır."
Gadi bunun üzerine düşündü. Ronen'in söylediği doğruy­
du: Böyle bir telefon konuşması çok işlerine yarardı. Eğer saa­
ti sökmek patlayıcıyı harekete geçiriyorsa bombanın yüzünde
patlamasına engel olabilirdi. Ama bölüm müdürlerinin Genel
Merkez'in niyetinin onları geri getirmek olduğunu biliyor ol­
ması ihtimali vardı ve Peter telefonu açar açmaz onlara İsrail'e
geri dönmeleri için verilen emri iletebilirdi.
"Bir fikrim var. Ebu Halid'in oradan bir kez geçip duruma
bakalım," dedi Gadi. "Eğer yapabilirsek yaparız ve eğer ortalık
kalabalıksa ve zaman öldürmemiz gerekirse Peter'i ararız. Eğer
bizi durdurmaya kalkarsa ne yapacağımı bilirim; ne de olsa
emirlerimi ondan almıyorum. Ve Ronen . . . " Ronen'in ona
dönmesini bekleyerek ekledi, "teşekkür ederim."
"Ne için?"
"Kalmaya karar verdiğin için. Taraf değiştirmenin ne kadar
zor olduğunu tahmin edebiliyorum, özellikle de başarma ihti­
malimiz sınırdayken. Eğer istersen hala ayrılabilirsin."
Ronen kafasını çevirdi. "Gazla," dedi.
Duygusallığa zaman yoktu. İçinde bulundukları durum
gerçekten çok kötüydü; fark edilme, bir kovalamaca sonunda
yakalanma ya da mahallenin yatağa girmesini bekledikten son­
ra patlayıcıyla beraber havaya uçma ihtimalleri çok yüksekti.
Bunu yapmaya karar veren Gadi idi ama onların Beyrut'ta sı­
kışıp kalmalarını sağlayan da Ronen'in kendisiydi. Dolayısıyla
Gadi'nin teşekkürü gereksizdi, ayrılması için sunduğu seçenek
de öyle. Gadi' nin kendisine içinden geldiği gibi küfretmesini
tercih ederdi ya da çenesini kapamasını.
Ebu Halid'in evinin önünden geçtiler. Mercedes orada de­
ğildi. Kahretsin, dediler aynı anda. Şimdi zaman öldürmek
zorundaydılar. Ne zaman döneceğini bilmenin bir yolu yoktu.
"Bu arada," dedi Ronen gülümsemesini örtmeye çalışarak,
"en azından belki havaya uçar." Gadi, gülüp küfrederek hafifçe

223 1 1
ensesine vurdu. Sonra ciddileşerek, "Bu komik değil," dedi.
Ronen ısrar etti: "Hadi şimdi Peter'i arayacak bir yer bulalım."

***

"Problemler mi? Yok canım!" dedi Helena, Naamah için


Beaufort ve Benny ile yaptığı görüşmeyi canlandırırken ken­
dini taklit ederek. "Ne? Talep ettiği anda Mossad Başkanı ona
yardım etmedi mi? Olamaz! Doron daha görev süresi bitme­
den yerine getireceği kişiyi atadı mı? Mümkün değil! Personel
müdürü, teşkilatın onun istifa etmesini istediğini göstermek
için onunla oynayarak hata yapmasına neden olmaya mı çalı­
şıyordu? Kesinlikle inanılır şey değil!"
Naamah güldü. Küçük, boş bir kafede oturuyorlardı;
Naamah'ın önünde boş bir kahve fincanı duruyordu. Helena
hem şu anki neşeli haliyle hem de görüşmede kullandığı ona
göre biraz abartılı kendinden emin tavırla kendisini de şaşırt­
mıştı. Sert ve hesapçı olmaya alışkın değildi, şaka yapmazdı
ama şimdi dakikalar içinde kendini ikinci kez şaşırtıyordu.
Sanki Naamah'ın bir parçası görüşmede ona katılmış, onun
ağzından konuşmuş gibiydi.
" Her neyse, bunların hepsi saçmalık," dedi, ciddileşerek.
"Onlara herhangi bir konuda yardım edemeyeceğimi hemen
anladım. Beni esas endişelendirense herhangi bir şey yapacak­
larmış hissini bende uyandırmamaları oldu. Bu beni epey si­
nirlendirdi. Bu konuşmaya sadece kendi kıçlarını kurtarmak
için mi ihtiyaç duydular?"
Naamah, bu ifadeyi kullanır kullanmaz çıkık elmacıkke­
mikli yüzü kızaran güzel Helena' nın ağzından çıkanlara gü­
lümsemeden edemedi. Belki bu yumuşak dış görünüşün al­
tında Naamah'ın Gadi'nin onsuz yaşayabildiğine inanmakta
zorluk çektiği gizli bir çekicilik vardı. Bu kendisi için daha mı
iyiydi, yoksa daha mı kötü?
"Onlara tıpkı önceki operasyonda olduğu gibi şimdi de

1 1 224
ona destek olmadıklarını söyledim. Onu işleri temizlemesi
için kendi başına bıraktılar," diye devam etti Helena. Naamah
Gadi'nin temizlemek zorunda kaldığı "pisliğin" Ronen olduğu
gerçeğini göz ardı etmeye çalıştı.
"Dolayısıyla şimdi de kendi başınıza işleri temizlemeniz
için sizden ayrılacağım," diyerek konuşmasını bitirdi, kelimesi
kelimesine kendi sözlerinden alıntı yaparak. Bir an düşündük­
ten sonra ekledi: "Umarım bunun ters bir etkisi olmaz."
"Ben de öyle," dedi Naamah, Mossad'ın harekete geçmesini
sağlayabilecek bir fırsatı kaçırıp kaçırmadıklarını merak ederek.
Gadi'nin oraya yalnız gitmiş olduğu gerçeği ancak Beauforc'la
yaptığı konuşma sırasında onun için netleşmişti ve ancak şimdi
-Helena ile otururken- onun bunu Mossad'ın desteği olma­
dan yaptığını anlıyordu. Demek durum pırıl pırıl zırhı için­
deki şövalye Gadi'ye karşı kafesteki kaplan Ronen'di; karışacak
başka biri onlarla savaşabilir, onları kurtaramazdı. "Beyrut'ta
onlara neler olabileceğini düşünmek oldukça korkutucu."
Şehrin ismine değinince telaşlanan Naamah kimsenin onu
duyup duymadığını görmek için etrafına baktı. Kafe, karanlık
girişte yeni beliren bir adamın dışında boştu. Garson bakışını
yakalayıp masaya yaklaştı. Helena bir meyve suyu, Naamah da
bir kahve daha istedi. Garson masadan gittikten sonra oluşan
sessizlikte Naamah bu kadına yapılması gereken hareketi yap­
mak istediğini -ve yapabileceğini- hissetti. Gadi ile sonlan­
dıramadığı konular, ona karşı hala hissettiği hisler Helena'ya
karşı bastırılmış bir hınca dönüşmemeliydi. Gücenecek biri
varsa o da Helena'ydı. Ama Helena Gadi'nin Beyrut'ta Ronen
ile görüştüğünü ona haber vermekle Naamah'ın şu anda ona
duyduğu sempatinin temelini oluşturmuştu.
"Sana telefon ettiğin için teşekkür etmek istiyorum," dedi.
"Telefonun beni kurtardı."
Naamah bunun Helena için kolay olmadığını tahmin
edebiliyordu. Kocanın eski sevgilisini aramak çok hoş olma­
sa gerekti. Dışarıdan pek belli olmasa da, seyrek konuşmaları

22s ıı
sadece gizli anlamlarla kısıtlı olsa da Gadi ile aralarındaki
gerilimli ilişki Helena'nın dikkatli gözlerinden kaçmamışcı.
Belki de bazı eski yaraları iyileştirmenin tam zamanıydı.
"Bütün bu yıllar boyunca Ronen'i sevdiğimi biliyordum,''
dedi Naamah dikkatle, her kelimeyi tartarak, "ama gittiğinden
beri onsuz deliye döndüm."
Bu kelimeler onu tatmin etmişti, duygularını tam olarak ifa­
de ediyorlardı. Belki bütün duygularını kapsamıyordu ama ke­
sinlikle esası buydu. Bu gerçekti, sadece gerçeğin hepsi değildi.
"Gadi arayana kadar ben de deliye dönmüştüm. Sadece
kime kızmam gerektiğini bilmiyordum. Ona mı, Mossad'a
mı, sana mı,'' dedi Helena kendisine serbestçe konuşma izin
vererek.
"Bana mı? Neden bana?" Helena'nın duygularını aktarma­
ya istekli olması Naamah için suçtan daha rahatsız ediciydi.
"Çünkü senin için bir şey hissetmiyor olsa oraya gitmeye­
ceğine inanıyordum."
Naamah bakışlarını indirdi ve ağzının içinde birkaç cevap
geveledi. Gadi'nin kendisini düşündüğünü inkar edemezdi;
Helena ona inanmazdı ve bu, aralarında oluşmaya başlayan
bir örümcek ağı kadar narin yakınlığı bozardı. Mantığına baş­
vuracakcı.
"Eğer gerçekten bana karşı bir şey hissetseydi, kocamı kur­
tarmak için böyle bir risk alır mıydı?"
"Bunu ben de düşündüm ama söz konusu Gadi olunca bu
mümkün."
Mantık şüpheye ya da bir kez ekildikten sonra tedavisi ol­
mayan kıskançlık tohumuna bir cevap olamazdı. Konuşmayı
farklı bir yöne çevirmek zorundaydı. Belki Helena bazı cevap­
lar, belki bir parça huzur arıyordu. Ama bunun için daha çok
erkendi; Helena'nın Naamah'ın inkarlarına inanmasına yete­
cek kadar yakınlaşmamışlardı.
"Gerçekten suçlu olan tarafa kızmak çok daha anlamlı
olur."

1 1 226
"Kocalarımız mı? Mossad mı?" Helena meraklanmıştı.
Naamah tekrar etrafına baktı; bu sefer Helena Mossad'ın
isminden ihtiyatsızca bahsetmişti. Onların ardından kafeye gi­
ren adam arkalarındaki masaya oturmuştu, sırtı ona dönüktü.
Ne saygısızlık, diye düşündü Naamah: Kafe bomboştu. Ama
en çok da Helena'ya Ronen demeyip "kocalarımız" dediği için
minnettar kaldı; sadece Ronen'i suçlamamıştı.
"Her birimizin diğer kocaya kızgın olmak için nedenleri
var, ne de olsa ikisi de diğerinin şu anda bulundukları yere
gitmesine neden oldu. O yüzden . . . Ofise kızgın olmak ko­
nusunda anlaşalım," dedi Mossad yerine kullanacağı kelimeyi
dikkatle seçerek.
Helene hemen anlaşmayı doğrulayacak bir gerekçe buldu.
"Sizin evinizde durum nasıl bilmem ama bizimkinde ofis her
şeyden önce gelir: aşkımızdan, hatta çocuklarımızdan bile. Bu,
tam bir bağımlılık."
''Aynısı," diye itiraf etti Naamah.
"Siz de mi portakal suyu istemiştiniz?" diye sordu garson.
Tam o sırada siparişlerle masaya gelmiş ve Naamah'ın kendi­
siyle konuştuğunu zannetmişti. İki kadın kahkahalarla güldü.
Garson bardaklarını masaya bıraktı ve arkalarındaki masada
oturan adama mönüyü uzattı.
"Ben bunun nasıl bir şey olduğunu kendimden biliyo­
rum. Ronen aracılığıyla o dünyaya bir şekilde bağlı kalmaya
devam ettim. Ama onun için bir ayrılma süreci olmadı, bir
anda ve bütünüyle koptu. Bir giyotinle öldürülmüş gibiydi.
Arkasında bıraktığı insanlar da ona ölmüş gibi davrandı,"
dedi, Gadi'yi de kapsayan bir genelleme yapmaktan kendini
alamayarak.
"Orada çalışırken oradan daha önemli ya da büyüleyici hiç­
bir şey olmadığını düşünüyorsun. Ayrılınca bu çok zor oluyor,
özellikle de Ronen örneğinde olduğu gibi bu ayrılık kesinse."
Bir an düşündü ve ekledi: "Belki gerçekten de başka hiçbir şey
o kadar önemli ya da büyüleyici değildir."

227 11
"Ben bir cafe latte alacağım," dedi Naamah'ın arkasındaki
adam.
Bu o sabah arayan su arıtma cihazı satıcısının sesiydi. Na­
amah arkasına dönerken sandalyesinin yere sürterek çıkardığı
ses Haramati'nin başını çevirmesine sebep oldu.
"Onca yer varken neden burada oturuyorsunuz?" diye sor­
du Naamah, yüzü gergin ve ciddi.
"Bir problem mi var?" diye sordu Haramati, masum taklidi
yaparak.
"Problem şu ki ben tesadüflere inanmam," dedi sert sert
Naamah.
"Onu tanıyor musun?" diye sordu Helena, yavaş yavaş olan
bitenin farkına varmaya başladı. "Sanırım bu adamı toplantı­
ya gelmek için çıkarken evimin yanında gördüm ve şimdi de
otelin lobisinde."
Naamah sandalyesini tamamen çevirip Haramati'nin tara­
fına oturdu. Haramati birden mönüyle ilgilenmeye başladı.
Naamah'a göre o ya Mossad tarafından peşlerine takılan biri
ya bir gazeteci ya da yabancı bir ajandı; hepsi de eşit derece­
de mümkündü. "Seni kim gönderdi?" diye sordu, utancından
faydalanmaya çalışarak.
Haramati mönüyü incelemeye devam etti ama bunun kötü
bitebileceğini anladı. Sadece açıkça kim olduğunun onaya çı­
kabileceği ya da görevinde başarısız olacağı için değildi. Ken­
dini bu kadınlar tarafından her an çağırılabilecek olan polis­
ler tarafından sorgulanırken bile bulabileceğini anladı. Sessiz
kalırsa belki gideceklerini düşünmüştü ama Naamah'ın ona
sessiz kalma hakkı vermeye niyeti yoktu.
"Bana cevap vermeyi düşünüyor musun?"
Eşofmanlar içindeki bu atletik yapılı kadın her an köpü­
recekmiş gibi duruyordu. Sonraki aşama tahmin ettiğinden
de tehdit ediciydi. Elini ceketinin cebine soktu ve içinde
kartvizitlerinin olduğu deri bir kutu çıkardı. Kartların üze­
rinde İsrail Yayın Kurumu'nun ve büyük bir akşam gazete-

1 1 228
sinin logosuyla beraber Dan Haramati, Gazeteci yazıyordu.
"Eğer görünmezlik pelerini giymiş Bay Harry Potter değil­
sen," dedi birdenbire Naamah, "sen gerçek bir baş belasısın,
biliyorsun değil mi?"
"İşim gereği," diye şakalaştı Haramati keyifsiz keyifsiz.
Naarnah bir bilginin sızdığını ve birinin büyük bir haber
yakalamaya çalıştığını anlamıştı. Eğer şimdi aşırı tepki göste­
rirse bu, karşısındakinin şüphelerini doğru çıkartırdı. Şimdi
yapmakta olduğundan daha büyük bir olay çıkartırsa sadece
onun "Mossad Eşleri Neden Gergin" başlıklı bir yazı yazması­
na vesile olmuş olurdu.
Sonunda farklı bir yöntem izlemeye karar verdi: "Özel bir
sohbet yapmakta olan iki arkadaşı engellemek seni rahatsız et­
miyor mu?"
"Tam tersine, kesinlikle rahatsız ediyor," dedi Haramati,
kendini toparlayarak. "Konuşmanıza devam etmenizle epey
ilgileniyorum."
"Hadi buradan gidelim," dedi Helena, o Kuzeyli soğuklu­
ğunu koruyarak.
Naamah hissettiği saldırganlıktan durumun gerektirdiği
geri adımı atmaya geçmekte zorlanıyordu. O kendini beğen­
miş yüzüne tokat atma ya da onu ensesinden yakalayıp dışarı
atma arzusundan kurtulamıyordu.
"Bir dakika. Neden o değil de biz gidiyoruz?"
Haramati'nin kahvesiyle mutfaktan çıkan garson gördüğü
sahneye şaşırarak yarı yolda durdu.
"Boş ver. Yarın gazetede bununla ilgili bir şey okumak iste­
mezsin değil mi?" diye sordu Helena.
Naarnah bunun olmasına izin verebilecekleri son şey oldu­
ğunu fark edip kendini kontrol etti. Gazetede bir tek kelime
çıkarsa kocaları çok büyük bir tehlikede olabilirdi ve Mossad
tarafından yapılacak herhangi bir kurtarma girişimi alelacele
iptal edilirdi. Gazetecinin ismini ve çalıştığı yerleri biliyordu;
hikayenin ortaya çıkmasını engellemeleri için Mossad'ı hemen

229 11
uyarmalıydı. Helena elli şekellik bir banknot çıkarmıştı ve onu
masaya bıraktı. İki kadın oradan ayrıldılar.
Haramati rahatlayarak gülümsedi, omuzlarını silkti, cebin­
den küçük bir ses kayıt cihazı çıkarttı ve onu kapattı. Çan­
tasından bir dizüstü bilgisayar çıkarttı, masaya yerleştirdi,
programın açılmasını beklerken kahvesinden bir yudum aldı.
Sonra "Mossad Eşlerinin Güzel Yaşamları" başlıklı yeni bir
dosya açtı. Hemen altına, programın bir alt başlık istediği yere
ise şunları ekledi, "Kocalar İsrail' in Parasıyla Keyif Çatıyor -
Eşler Vergi Mükelleflerinin Parasıyla''.
Haramati koca bir yudum kahveyi daha yutup uzun par­
maklarıyla hızla yazmaya başladı "İki Mossad ajanının karısı,
sırayla. Mossad Başkanı'ndan başkası olmayan eşlikçi/eriyle tabii
ki lüks bir otelde vergi mükelleflerinin parakırıykı birer fincan
kahve içtikten sonra, Tel Aviv gezi yolu üzerindeki bir kafide gö­
rüldü. İki kadın olup biteni birbirlerine ankıtmak için bir araya
gelmişti. Rastkıntı eseri, eşleri şu anda yurtdışında, bir kaynağın
aktardığına göre 'Mossad'ın yakın uımanda üstlendiği en okı­
ğandışı görevlerden biri' ile ilgilenmekte."
Haramati yazdıklarını okudu ve iç geçirdi. Naamah'ın göz­
lerinde sadece öfke değil korku da görmüştü. Hiç kimseyi de­
şifre etmemiş ve bir zarar vermemişti ama nefret dolu ya da
ilkesiz birinin haberini bir sıçrama tahtası olarak kullanmasına
yetecek kadar ipucu vardı. Paragrafı seçti, kahvesinden bir yu­
dum aldı ve tekrar okudu. Milken'le konuşsam iyi olacak, diye
düşündü silme tuşuna basarken.

Dışarı çıktıkları anda Helena, "Mossad'ı bundan haberdar


etmeliyiz," diye fısıldadı. "Ne duyduysa onu yayımlamadan
durdurmaları gerekiyor."
Naamah görünüşe göre Haramati'ye ulaşan bilginin sızma­
sını engellemenin bir yolu olmadığı gibi yayımlanmasını dur­
durma şanslarının da olmamasından korkuyordu. Büyük bir
haber yakalayan bir gazetecinin sözlüğünde "vicdan" kelimesi

1 1 230
olmazdı; her halükarda bu haberi kocalarının canına mal ol­
madan derhal ortadan kaldırmak için ellerinden gelen her şeyi
yapmaları gerekiyordu. Her gazete muhabiri sansürün etrafın­
dan dolaşmasını bilirdi. Belki Mossad Başkanı'nın İsrail Yayın
Kurumu'na ya da gazetenin genel yayın yönetmenine açacağı
bir telefon bunu durdurabilirdi. Cep telefonunu çıkarıp önce
Benny'yi, sonra Tamar'ı aradı, böylece Beaufort'a mesajı iki
farklı kaynaktan ulaşacaktı.

Naamah gibi Helena da çok umutlu değildi. Başarısız ol­


dukları Beyrut operasyonunu takip eden, daha ajanlar sağ sa­
lim evlerine dönmeden yapılan televizyon haberini Gadi'nin
nasıl tarif ettiğini çok iyi hatırlıyordu. Gadi, Ronen ve John'u
öfkeli kalabalığın elinden kurtaralı daha birkaç saat olmuştu.
Dar bir yolun sonunda, kaçış arabalarını stratejik olarak üçü­
nü gelip geçenlerin meraklı bakışlarından koruyacak şekilde
yerleştirip yaralarına pansuman yapmıştı. Şaşırtıcı bir şekilde
ana damarlardan hiçbiri zarar görmemiş ve kemikleri kırılma­
mıştı. Ronen ve John dişlerini sıkarak uçabileceklerini söyle­
mişlerdi. Gadi ekibine buluşma yerine gitmelerini söylemişti.
Operasyon asistanı önceden havalimanına gitmiş, Ronen
ve John için, her birine eşlik eden ekip üyeleriyle birlikte, ta­
rifeye göre Batı'ya giden ilk uçuşlara bilet almıştı: Londra ve
Kopenhag. Kaybetmekte oldukları kan giysilerinden sızma­
dan, biri hava sahasını kapatma emri vermeden Lübnan'dan
ayrılmaları gerekiyordu. Genel Merkez'le yapılan müzakere­
lerde havadan nakil ve denizden kurtarma gibi birçok seçenek
tartışılmış ama suikast girişimiyle ilgili medyada hiçbir haber
yer almadığından ülkeden normal tarifeli uçuşlarla ayrılmala­
rına karar verilmişti.
Gadi buluşma yerlerinden ajanları coplayıp ellerinde­
ki vericileri, mikrofonları ve diğer bütün suçlanmalara yol
açabilecek kanıtları almış, onları cesaretlendirmiş, olanları
açıklamış ve sakinleştirmişti. Her birini check-in' e dakikalar

231 ı•
kala havalimanının kapısında indirmiş ve operasyon asistanı
çıkış kapılarına kadar onlara eşlik etmişti. Birkaç saat içinde
üç uçak ajanları Batı'daki varış noktalarına taşımış ve operas­
yon asistanı Gadi'ye hınzırca gülümseyerek bir sonraki uçağın
Hong Kong' a gittiğini söylemişti. Bu kulağa çok da fena gel­
miyordu. Ondan sonra sadece Paris'e bir gece uçuşu vardı.
"Sen Hong Kong'a git, ben Paris'e uçarım," demişti Gadi.
Uzakdoğu'ya uçmak Gadi'nin İsrail'e dönüşünü iki-üç gün
geciktirirdi ve operasyonun başarısızlığından büyük hayal kı­
rıklığına uğramış olan Gadi olabildiğince çabuk ekibinin ya­
nına dönüp operasyon sonrası soruşturmayı gerçekleştirmek
istiyordu. Gadi oteline geri dönmüştü. Saat akşama yaklaşı­
yordu. Duş almış, sonra gömleğinde kan lekeleri aramış, onun
yerine pantolonunda birkaç leke bulmuştu. Lekeleri yıkayıp
eşyalarını toplamış ve oda servisinden yemek istemişti. Önün­
deki saatlerin hayatının en uzun saatleri olacağını biliyordu.
Paris' e gitmek üzere yola çıkmasına daha dört saat vardı,
Gadi televizyonda İsrail akşam haberlerini açtı. Karlı ekranda
sunucuyu seçebiliyordu; sol yanında kanalın kötü şöhretli skan­
dal habercisi Milken oturmaktaydı. Kötü haberler Gadi' nin içi­
ne doğmuştu. "Başka hiçbir kaynak tarafından doğrulanmayan
Hizbullah Radyosu'nun haberine göre," diye başlamıştı Milken,
"Hizbullah'ın denizaşırı terör operasyonlarının başındaki kişiye
bu öğle saatlerinde bir suikast girişiminde bulunuldu. İsimsiz
suikastçı Beyrut'taki ofisinin önünde kendisine silah çek.ip bir
talihsizlik eseri ateş etmedi. İsimsiz suikastçı firar arabasıyla kaç­
tı ama civardaki polisler ateş ederek arabadaki diğer yolcuları ya­
raladı. Yaralılar ekip arkadaşları tarafından kurtarıldı ve şu anda
onları bulmak için yapılan çalışmalar halen devam ediyor. Firar
arabasında kan lekeleri bulundu. Birçok işarete ve Hizbullah
Radyosu' na göre sözü geçen kişiler Mossad ajanları. Belirtildiği
gibi bu haber henüz başka kaynaklarca doğrulanmadı."
Gadi birden sırtında bir ürperti hissetmişti. Helena, diye
düşündü. Ve Naamah. Herkesin anne babası ve çocukları.

1 1 232
Saatine baktı: Ronen Londra'ya inmiş olmalıydı ve John da
birkaç dakika içinde Kopenhag'da olacaktı. Ronen ve John -
refakatçilerinin yardımıyla-ayakta kalmayı başarmış ve hatta
sınır polisinin kulağına bir şey fısıldanmadan pasaport kont­
rolünden geçmiş olsalar da daha İsrail' e gitmek üzere bir baş­
ka uçağa bineceklerdi ve bu en iyi ihtimalle birkaç saat sonra
gerçekleşecekti. Diğer herkes ha.la yoldaydı. Yakalanmayacak­
larından emin olmanın yolu yoktu.
Haber ajansları çok nadir Hizbullah Radyosu'ndan alıntı
yapardı. Siyonist düşmanla yaptıkları birçok çatışma habe­
rinin sonradan uydurma olduğu ortaya çıkmıştı, dolayısıyla
önde gelen yayın istasyonları onları güvenilir bir haber kay­
nağı olarak kullanmayı bırakmıştı. Ama eğer İsrail Yayın Ku­
rumu bunu haber yapmaya karar verdiyse o zaman güvenilir
olmalıydı. Haber bülteni bir anda yayılacak ve hiç vakit kay­
betmeden CNN ve BBC tarafından kullanılacaktı.
Görünüşte gerçek mücadele Avrupa'daki güvenlik teşkilat­
larıyla değil Hizbullah ve yerel güvenlik güçleriyle olduğundan
Beyrut'taki güvenliğime doğrudan bir tehdit oluşturmuyor,
diye düşündü Gadi. Ama çelişkili de olsa Lübnan güvenlik
güçleri, Hizbullah'tan aldıkları histerik haberlerdense İYK'nın
yayınlarına inanmaya daha eğilimliydi.
Mossad ekibinin bir kısmı yolda, bir kısmı da daha
Beyrut'tayken tam olarak kim bu habere onay verecek kadar
sorumsuz olabilmişti? Ne çeşit hasta ruhlu bir haber avcısı
böyle bir bülteni tam yetki almadan, bu işe karışanların nere­
de olduğunu, başlarına ne gelebileceğini ya da ailelerinin nasıl
tepki vereceklerini bilmeden yayınlardı?
Gadi dinlemeye devam etmişti. Görünüşe göre biri araya
girmişti ve akşam haberlerinde olaydan daha fazla bahsedil­
medi; Milken kendi zehrini yutmaya zorlanmıştı ve sessizce
stüdyoyu terk etti. Kısa bir süre seçeneklerini gözden geçir­
dikten sonra Gadi gece yarısında hiçbir şey değişmemiş gibi
havalimanına gitmeye karar verdi.

233 1 1
Havalimanında gerçekten de güvenlik artırılmıştı ama
bunlar Lübnan polisleriydi, Hizbullah ya da Suriye kuv­
vetleri değil. Otoriteler suikast girişimi hikayesini pek yut­
mamışlardı. Gadi'ye faaliyetleri, toplantıları, vaktini nerede
geçirdiği ile ilgili bir dizi soru sordular ama dört saatlik ha­
zırlıktan sonra her sorunun cevabı hazırdı. Geri kalanını da
gülümsemesi, rahat ve kibar tutumuyla deli gibi çarpan kal­
bini gizleyerek halletti. Geri dönüşünden kısa bir süre sonra
Helena'ya, en büyük küfürleri İsrail Yayın Kurumu'na savur­
mak istediğini söylemişti.

Benny'nin Naamah ve Helena'ya "mümkün olan herkesin"


araya girdiğini söylemesine rağmen ertesi sabah Haramati'nin
haberi gazetedeydi. Kafede yazıldığı halinden yumuşatılmıştı
ama halen zarar verebilirdi.
"Yayımlanmasını engellemek için bir sebep yoktu," diye­
rek özür diledi Büro Şefi Avigur, Beaufort'un isteği üzerine
açıklama yapmak için telefon ettiğinde. "Mossad'ın medya
karşısındaki gücünü anlayabildiğinizden eminim ve sansür
ofisi de bu günlerde oldukça sınırlandırılmış durumda. Eğer
makaleyi okursanız gerçekten zarar verici nitelikte olmadığı­
nı göreceksiniz."

***

Mistaravim timinin deneyimli üyeleri Mossad Başkanı'yla


yaptıkları sabahın erken saatlerine dek süren ve operasyon
planının her bir detayının üzerinden geçilen brifingleri ha­
tırladılar. İçinde bulundukları durumda, Doron tarafından
detaylı bir operasyon bilgilendirme toplantısı yapılmış ve Baş­
kan gelene kadar devam etmişti. Doron Beaufort'la özel olarak
konuşmak için durduğunda ajanlar mutfaktan onlar için ha­
zırlanıp gelen kekler, börekler ve sandviçlerle resmi bir kahve
molasına dönüşen kısa bir ara için fırsat buldular. Beaufort

1 1 234
Doron'a eşlerle yaptığı görüşmeleri, özellikle de Naamah'ın
Beyrut'a gitme önerisini anlattı. "Ama Gadi'nin Helena'yla
yaptığı son telefon görüşmesine bakılacak olursa," diye devam
etti, "sanırım artık buna ihtiyaç kalmadı. İşlerin kontrol altı­
na alındığı izlenimini taşıyorum. Hatta belki de bu operasyon
için çok aceleci olmamalıyız."
''Aceleci olmamak bunu yirmi dört saat, yarın akşama kadar
ertelemek demek çünkü ekibi oraya gündüz sokma ihtimali­
miz yok," dedi Doron. "Çok geç olabilir. Ama diğer taraftan,"
diye devam etti, en sonunda Başkan' a zaman çizelgesi mesele­
sinden bahsetme fırsatını yakalayarak, "bu bize hazırlıklar için
kullanabileceğimiz bir gün daha verir."
"Operasyonu ertelemenin neticeleri çok ciddi," diyerek
ona katıldı Beaufort. Önünde masa bulunan oturma sırala­
rını ve arkalarına yerleştirilen bölmeleri başıyla göstererek,
"Hazırlıkların sonucunu gördükten sonra bunu Başbakan'a
danışacağım," dedi. Diğerlerine iki yeni bölme daha ek­
lenmişti ve hepsi İstihbarat Bölümü'nün memurlarının ve
teknik ressamlarının gün içinde hazırlamayı başardıkları
açıklamalar ve başlıklarla bezenmiş yakın çekim hava ve yer
fotoğraflarıyla kaplıydı.
Doron dikkatlerini çekmek ve topluluğa sıralarına dönme­
lerini işaret etmek için iki kez ellerini çırptı. Mossad Başkanı
neyi başardıklarını görecek, operasyonla ilgili karar verecekti
ve Doron da son yirmi dört saattir tamamen detaylarla ilgile­
niyor olduğundan planın bütünüyle ilgili fikir tazeleme fırsatı
bulacaktı. Ellerinde kahveleri ve kekleriyle yerlerine oturan
topluluk, Mossad Başkanı kendilerine seslenmek üzere ayağa
kalktığında sustu.
"Basitçe dile getirecek olursam, buraya ulusunuzu sonuç­
ları çok kötü, geçmişteki başarısızlıklardan daha kötü olabi­
lecek bir karışıklıktan kurtarmak üzere çağırıldınız." Dilini
dudaklarının üzerinde dolaştırıp keskin bakışlarla kaşlarını
çatarak orada bulunanları gözden geçirdi. Bu görevin önemini

235 1 1
anlıyorlar mıydı? Eylemlerinin ülkeyi bir bataklığa sürükleye­
bileceğinin ya da oradan kurtarabileceğinin farkında mıydı­
lar? Karşısında duran her bir genç savaşçı -ya da ondan biraz
büyük komutanları- şansını tam olarak ne kadar wrlayabi­
leceğini bilecek kadar bilgeliğe, atılganlığa ve esnekliğe sahip
miydi? Hangi riskin gerekli ve hangisinin kaçınılası olduğunu
biliyorlar mıydı? Ne zaman işleri zorlayıp ve ne zaman hızla
kaçacaklarını? Bu hissi onlara geçirmek mümkün müydü?
"Büyük ihtimalle şu anda Beyrut'ta eski bir Mossad ajanı
Mossad'la ve/veya Hizbullah'ın Denizaşırı Terör Operasyon­
ları Şefi Ebu Halid'le ödeşmeye çalışıyor ve bir başka Mossad
ajanı hemen hemen kendi inisiyatifiyle onu durdurmaya ça­
lışıyor. Bu öğleden sonra bir araya geldiklerini ve beraber ça­
lışmaya başladıklarını öğrendik. Henüz bu ne anlama geliyor
bilmiyoruz. Tahminimiz Gadi'nin Ronen'i durdurduğu ve
yarın beraber İsrail' e dönebilecekleri yönünde. Diğer yandan,
Gadi kendi kendine hareket ettiği ve bütün iletişim yetkili
olmayan üçüncü bir kişi tarafından sağlandığı için bu sade­
ce bir tahmin olmaktan öteye geçemiyor. Anladığımıza göre
Ronen'in yanında götürdüğü patlayıcıda meydana gelen bir
komplikasyon söz konusu. Bu patlayıcı arabaya ya da başka
bir yere yerleştirildi mi, onu da bilmiyoruz. Tüm bu nedenler
yüzünden operasyonu iptal etmek için bir gerekçe olmadığı­
na karar verdik."
Aslında Mossad Başkanı, şu anda yaptığı gibi operasyo­
nel detaylardan bahsederken değil de resmi değerlendirmeler,
çeşidi olasılıklar, stratejik ve politik düzlemdeki sonuçlardan
bahsederken ayaklarının yere daha sağlam bastığını hissederdi.
Yoav'ın, Lübnan'a inecekleri saatten Bir el Abid'e varacakları
zamana, sonra buluşmaya ya da adam kaçırmaya ve sonra da
geri çekilmeye kadar operasyonu tanımlamasına imkan veren
birkaç soruyla yetindi. Yossi kaçış seçeneklerini anlatmak için
haritaları ve hava fotoğraflarını kullanırken, Daoud ve Moussa
adam kaçırma ve barikatları geçme konularında birçok özel

1 1 236
soruya cevap verdi. Mossad Başkanı'nın soruları bitmişti.
"Herhangi bir şey söylemek isteyen var mı? Bir yorumu
olan, çözümlenmemiş meseleler olduğunu düşünen biri var
mı?" diye sordu. Sıralardan birtakım mırıldanmalar yükselip
sonra dindi. "Bu bir evet mi, yoksa hayır mı?" diye söylendi
Beauforc.
"Sadece bizim önceki deneyimlerden bildiğimiz," diye ara­
ya girdi Doron, "bu tip bir operasyonun, potansiyel aksilik­
leri önleyebilmek için, çok daha uzun bir hazırlık sürecini
gerektirdiği."
Doron, hem en azından bu kadarını yinelemek wrunda
olduğunu hem de böyle bir oturumda en fazla bu kadarını
söyleyebileceğini hissediyordu.
Brifingin sona erdiği anla yola çıkış anı arasındaki süre,
yarım kalan şeylerin tamamlandığı, resmin tamamına odak­
lanıldığı zamandı. Bu resim Doron'un zihninde, kısa bir süre
önce başarısızlığa mahkum gibi görünüyor olsa da şimdi ba­
şarıya ulaşma ihtimali bulunan bir operasyon olarak şekil al­
maya başlamıştı. Ekibi onların emrinde olan bütün istihbarat
mekanizmalarını kullanmış ve sonuçlar akmaya başlamıŞtı.
Ebu Halid'in evinin ve çevresinin hava fotoğraflarının ku­
sursuz analizi ve yorumu bölgedeki bütün barikatları olduğu
gibi evinin girişindeki nöbetçi kulübesini de tespit etmişti;
şimdi bile, Eli'nin bölümündeki fotoğraf analizcileri iniş ala­
nını ve erişim yollarını güncellenen hava fotoğraflarından
kontrol ediyorlardı. Kuzey Beyrut'tan Dahiye'ye anayollar
kontrol edilmişti ve her an kontrol noktaları ve alarm durum­
ları hakkı nda güncellenmiş bir rapor almayı bekliyorlardı.
Ajanlar iyi eğitimliydi ve Gadi'nin onların tarafında olması
gerektiğini hatırlamaları gerekiyordu - yalnızca Gadi takımın
gücünü ikiye katlardı. Belki de kendi başına Ronen'le me­
seleyi halletmiş ve bu arada "Ronen'in beraberinde getirdiği
şey" ile ilgili problem her ne ise üstesinden gelmişti. Doron
tabii ki Gadi'nin yeteneklerini inkar etmiyordu. Meseleye

237 1 1
tam bir iyimserlikle bakınca Mistaravim oraya sadece Gadi
ve Ronen'i eve getirmeye gidiyor olabilirdi ya da ikisinin çok­
tan ayrıldığını öğrenebilirlerdi. Ama daha az iyimser olarak,
bütün çekinceleri, itirazları göz önüne alsa bile bu operasyo­
nun hala başarılı olma potansiyeli vardı. Sonuç olarak bir işi
yapanlar ve bir de konuşanlar vardır, diye düşündü Doron,
işi kalpleriyle yapanlar, operasyonu yapma kararı verildiği za­
man, eyleme geçmemek için nedenler bulmak yerine, ajanla­
ra başarılı olmaları için ihtiyaç duyacakları her şeyi sağlamak
için çalışırdı. Kendini adrenalin denizine bırakmadan önce
bu nedenleri bastırıp bastırmadığından şüphelendi.
Doron, Mossad Başkanı'nın orada olanlara şans dilediğini
duydu.

Bir grup teknisyen Mercedes'i helikopterin zeminine sa­


bitliyordu. Yasur'un yanındaki pilotlar oturup kahve içerek
kendi aralarında konuşurlarken, askerler uzun namlulu keskin
nişancı tüfekleri, gece gözlükleri ve füzeleriyle kendi grupla­
rını oluşturmuşlardı. Hangarın kapıları açıldı ve Mistaravim
timi genel merkezden bazı resmi görevliler eşliğinde helikop­
tere doğru ilerledi.
Beaufort Başbakan'la kısa bir telefon görüşmesi yaparken
Doron ve Mossad Başkanı geride kaldı. Doron konuşmayı din­
ledi ve daha bitmeden Büro Şefi'ni adamlara helikoptere bin­
meleri talimatını vermek üzere gönderdi. "Cevap 'evet' olacak,
o zaman neden değerli vaktimizi kaybedelim?" dedi meselenin
nasıl sunulduğunu duyunca. Telefonda Beaufort Başbakan'a
belli başlı noktaları sıralamıştı: Gadi' nin Ronen'le bir araya gel­
diğini ama aralarındaki ilişkinin belirsiz olduğunu; patlayıcıyla
ilgili bir problem varmış gibi göründüğünü ama ne olduğunun
bilinmediğini; yirmi dört saatlik hazırlığın yeterli olmamasına
rağmen ekibin hazır olduğunu ve daha fazla ertelemenin zama­
nında müdahale şansını ortadan kaldıracağını.
Mossad Başkanı bir dakika sonra telefonu kapadı. "Nihai

1 1 238
karar doksan dakika daha, yere inmelerinden hemen öncesine
ertelendi. Bu arada, onları yola çıkar. İyi şanslar Doron."
Doron'un içindeki çatışmanın son zerresi Mossad Başkanı
ve Başbakan operasyonu gerçekleştirmeye karar verdiği anda
kayboldu. Birçok şey, neredeyse her şey Yoav ve adamlarının
operasyon kabiliyetlerine bağlıydı. Ama eğer komuta odasın­
dan karar verilmesi gerekirse sorumluluk ona düşecekti ve
bunu ondan daha iyi yapabilecek kimse yoktu. Damarların­
dan pompalanmaya başlayan adrenalin bunu doğruluyordu.
"Kalkıştan önce adamları görmek ister misiniz?" diye sordu
Doron.
"Evet, tabii ki," dedi Başkan, yorgunluğunu ve endişesini
gizlemeye çalışarak.
Doron ve Beaufort helikoptere birkaç yüz metrelik mesafe­
yi Başkan' ın arabasıyla gittiler. Helikopter rampasının yanında
Genel Merkez'den bir grup insanla el sıkışan Yoav ve ekibinin
yanma doğru ilerlediler. Doron Yoav'ı kenara çekti.
"Şimdilik sadece uçuş için okey aldık. İnmeden önce bi­
zimle mutlaka irtibata geçin."
Yoav memnuniyetsizlikle başını salladı. "Şimdi ile o zcµnan
arasında ne değişecek? Adamlarımın yolda operasyon havası­
na girmesini istiyorum, onların boşlukta kalıp son dakikaya
kadar operasyonun yapılıp yapılmayacağından emin olmama­
larını istemiyorum."
"Onlara neyi söyleyip neyi söylemeyeceğini sana bırakıyo­
rum," dedi Doron omzuna vurarak. "Ve iyi şanslar."
Yoav ekibinin arkasından helikopterin içindeki soluk kırmı­
zı ışıkta kayboldu. Onu, son dakikada teknik bir problem ol­
madığını onaylamak üzere Mühimmat Şefi Peter, inişten son­
ra vericileri aktive edecek olan iletişimden sorumlu Avi ve son
dakika istihbarat bilgilendirmelerini iletip gelebilecek raporla­
rı güncelleyecek olan Eli izledi. Üçü, helikopter Mistaravim'i
bıraktıktan sonra İsrail' e geri dönecekti. Arka rampa yavaş
yavaş kalktı ve kapandı. Aracın içinden gelen ışık yok oldu.

239 1 1
Alçak sesle çalışan motorlar bir anda gücünü artırdı ve perva­
neler dönmeye başladı.
Mossad Başkanı başka bir şey söylemeden arabasına bindi
ve uzaklaştı. Doron ve Genel Merkez görevlileri helikopterin
pervanesinin çıkardığı tozdan ve rüzgardan gözlerini kırpıştı­
rarak grup halinde durmaya devam etti.
Helikopter on metre kadar dikine yükseldi, önce bir tara­
fa, sonra diğer tarafa yam, burnunu indirdi ve denize doğru
atıldı. Grup bir müddet hiç konuşmadan olduğu yerde kaldı.
Birden Doron onlara döndü ve ellerini sıktı; bu, o andan son­
ra çok fazla şeyin, yüzünü her bir detayı düşünerek talihlerini
sağlama bağlamayanlara çevirmemeyi seçen Şans Meleği'nin
elinde olduğunu çok iyi bilen birinin jestiydi.
Üzerilerine çöken endişe ve gerginlik -ve hatta belki de
hüzün- duvarında bir gedik açmayı uman Doron, "Komuta
odasında görüşmek üzere," dedi keyifsiz bir gülüşle. Arabasına
doğru yürüdü. Genel Merkez personeli, ajanları düşman ül­
kelere gönderirken her zaman endişeli olurdu ve gerginlik hiç
değişmezdi. Belki sadece hüzün bu göreve mahsustu.

•ı 240
8

Peter'in evini aramak boşa giden bir çabaydı. Evde değildi


ve oğlunun sadece, "Babam işte, bu gece eve gelmeyecek," di­
yecek kadar bilgisi vardı. Kahretsin, bu da ne demekti? O gece
birimde olması planlanan bir operasyon yoktu. Belki Peter'i
bütün gece meşgul eden acil hazırlıklar vardı. Onlarla bağlan­
tılı olabilir miydi? Gadi, Helena'nın ilettiği yatıştırıcı mesajın
harekete geçmek için baskı yapan militan ruhluları bir kenarda
tutacağını umut etmişti. Ama mesajlarının istediği etkiyi yara­
tıp yaratmadığını bilemezdi. Son toplantılarındaki tutumuna
bakılacak olursa Beaufort Lübnan'da alelacele bir operasyona
girişmeyi destekleyecek son kişi olurdu. Tahmin edilmesi wr
olan Doron'un pozisyonuydu, özellikle de eğer Ronen'in pat­
layıcıyı çalarak Ebu Halid suikastını kaçınılmaz hale getirdiğini
fark ettilerse. Böyle bir durumda, iki ajanları başıboş dolaşırken
Başbakan'ın Doron' a kısa bir süre içinde onları eve dönmeye
ikna etmek ve hatta tutuklamak üzere birkaç kişiyi göndermesi
için izin vereceğini tahmin etmek wr değildi. Belki Doron' un
kendisi orada karşılarına çıkacaktı, bu tipik Doron davranışı

ı4 ı I'
olurdu. Belki çoktan yola çıkmıştı ve komuta odası görevlilerle
doluydu ve işte Peter de oradaydı . . .
Bu senaryonun doğurduğu aciliyet hissi Gadi ve Ronen'in
daha erken harekete geçmeye çalışmasına neden oldu. Etraf­
ları yeterli sayıda düşmanla çevriliydi, bir de birimden bir
ekibin mahallede sinsi sinsi dolaşmasına ihtiyaçları yoktu.
Sokağın karşı tarafındaki ikinci bina, Ebu Halid'in binası­
nın çaprazındaki, gözlemlemek, oyalanmak, saklanmak ve
gerekirse de bahane yaratmak için iyi bir zemin sağlıyordu.
Önlerindeki bir saati burada geçireceklerdi; Gadi ayakta du­
rup çitin üzerinden gelip geçenleri ve nöbetçinin hareketle­
rini izlerken Ronen çömelmiş, binanın kolonlarından birine
dayanmıştı.
Sokaktan giderek daha az araba geçmeye başlamıştı ve yü­
rüyenlerin sayısı da azaldı. Gadi son araba geçeli beş dakika,
son yaya geçeli yedi dakika saymıştı. Bir başka araba geçti,
sonra yan binada sohbet eden iki kız oradan ayrıldı, biri bina­
ya girdi, diğeri ise ters istikamete ilerledi. Sokak daha uykuya
dalmamıştı - evine daha on beş dakika önce gelen Ebu Halid
de öyle. Arabanın gün ortasında havaya uçmamış olması saa­
tin on iki saate değil büyük ihtimalle yirmi dört saate ayarlı ol­
duğunu gösteriyordu. Biri hila saklandıkları otopark alanına
girip onları gafil avlayabilirdi ama eğer hesaplamaları doğruysa
patlayıcının saatinin ayarlandığı yirmi dört saat gece yarısı do­
luyordu ve gece yarısına az kalmıştı.
Temel problemleri, duruma göre bir araba ya da bir insan
yoldan geçerken kendini göstermek için kulübesinden çıkan
nöbetçiydi. Hila tetikteydi ama eğer onu etkisiz hale getire­
cek olurlarsa bayılmış ya da yerinde görünmeyen bir nöbetçi
oradan geçen herhangi birinin destek çağırmasına neden ola­
bilirdi. Gadi sokağın biraz daha sakinleşmesi için bir müddet
beklemek zorunda kaldı.

***

•ı 242
Üzerlerinde haritaların ve fotoğrafların bulunduğu bütün
bölmeler şimdi, Birim Şefi'nin bürosunun yanma kurulan ko­
muta odasında duruyordu. İletişim sorumlusunun asistanı Al­
bert, masanın üstüne yanlarında etiketleri olan vericileri dizdi:
ekiple iletişim, Ordu Acil Hattı, Mossad Acil Hattı, Hava ve De­
niz Kuvvetleri'nden temsilcilerin bulunduğu Ziyaretçi Odası' na
bağlı bir telefon ve Mossad Başkanı'na bağlı bir diyafon.
Doron Mistaravim'le bilgilendirme toplantısındayken ko­
muta odasını düzenleyen Planlama Bölümü Müdürü Arye,
kimlerin oturacağını belirlemek için sandalyelere etiketler
yapıştırmıştı: Ortada Birim Şefi, sağ ve sol yanma Planlama
ve İstihbarat bölümleri müdürleri ve daha ileriye de Mühim­
mat ve İletişim görevlileri ile operasyon günlüğü tutmak üzere
kendi yardımcılarından biri oturacaktı . .
"Yanıma Rami'nin, vericilerin karşısına da Albert'in otur­
masını istiyorum," dedi Doron odaya girer girmez. "Yitzhaki
tam karşıma oturup harita ve fotoğrafları idare edecek. İleti­
şim için kod adları gösteren bir tablo istiyorum. Ve Mossad
Başkanı için de bir yer ayır." Eli' nin yokluğunda görev yapacak
olan İstihbarat Memuru Yitzhaki masanın karşı tarafına yer­
leşmek üzere aceleyle ilerleyip iniş alanının hava fotoğrafları­
nı ve Beyrut'a gidiş rotasını gösteren haritayı dağıtıp altlarına
daha sonrası için bir Beyrut haritası iliştirdi. Albert daha ön­
ceden hazırladığı kod adları tablosunu masanın üzerine veri­
cilerin yanına koydu. "Yardımcılarından birinin de operasyon
günlüğüne notlar almasını istiyorum, hepsi bu, diğer herkes
dışarı çıksın," dedi Doron Arye'ye. Bu operasyonun gelişme­
leri o kadar sıra dışı olabilirdi ki etrafta gereksiz bir çift kula­
ğın bulunmasını istemiyordu. Operasyon için nihai onay bir
saat içinde, inişe yakın verilecekti -ya da verilmeyecekti- ama
Doron'a göre operasyon çoktan uygulamaya konulmuştu.
Arye yutkundu ve masanın sonuna, operasyon günlüğünü
tutan kişinin yanma oturdu. Bu küçük hakaret olmadan da bu
herkesi günlerce meşgul eden operasyon ona zararlı ve gereksiz

243 1 1
görünmüştü. Eski bir ekip komutanı olarak Arye, Gadi'nin
bir komutan gibi davranmadığını düşündüğünü gizlemedi.
Bu, bir yönetmelik ihlaliydi ve Gadi yargılanmalı ve hakkında
işlem yapılmalıydı.
Rütbe ve askeri mahkeme sistemi olmadan çok katı bir
disiplinin yürürlükte olduğu Mossad'da birçok kişi Arye gibi
düşünüyordu. Yazılı olan -ya da olmayan- herhangi bir ku­
ralın ya da yönetmeliğin ihlali hınçla karşılanırdı, özellikle de
bu sefer olduğu gibi operasyonel disiplinden taviz verildiyse.
Psikolog Benny, Gadi'nin eylemlerinde övülmeye değer
bir şey bulan ya da en azından bunu söylemeye cesaret eden
çok az kişiden biriydi. "Prosedürlere ve değerlere sahip olmak
önemli ama biri onları ihlal ettiğinde bunun teşkilatın yara­
rına mı zararına mı olduğuna bakmak gerek," demişti. "Biz
tutumunu düzenli olarak gözden geçiren bir teşkilat değiliz."

Eli, helikopterle Lübnan' a gidip dönerken Beaufort ve


Doron'un komuta odasında gelişmeleri bekleyerek oturacak­
larını ve hiç şüphesiz Gadi ve Ronen'e ne yapacaklarını tartışa­
caklarını biliyordu. En azından yetkileri olmadan düşman bir
ülkeye girmeleri sebebiyle Mossad Başkanı' nın tutuklanmaları
yönünde emir vermesini engelleyecek bir şey yoktu. Mossad
gibi gücün üstünlük taslarnayla birleştiği vatansever bir teşki­
latta kuralları ihlal eden bir kişi için sonuçların yıkıcı olabile­
ceğini düşündü.
Tam helikoptere binmeden önce Eli, bu konudaki düşün­
cesini Doron'a iletme fırsatı bulabilmişti: "Her kural ihlali en
yüksek cezayla cezalandırılmamalıdır. Gadi'nin teşkilatı teşki­
latın kendisinden korumaya çalıştığını unutma."

***

Yoav uçuşa bitirilmemiş birkaç iş bırakmıştı: Yossi ve Eli


ile tam olarak çalışamadığı birkaç seyir rotasının üzerinden

•ı 244
geçmek, bütün takımla kendisine düzgün bir şema halinde
verilen ama astlarının bakmaya neredeyse fırsat bulamadık­
ları ana acil durum planlarını gözden geçirmek ve en çok da
Ronen ve Gadi'yi buldukları anda neler olacağını tartışmak
istiyordu. Ne de olsa, en kötü senaryoya -düşmanca bir adam
kaçırma- wrlansalar bile bu adamların meslektaşları olduğu­
nu akıllarında tutmaları önemliydi. Tüm bunları tamamla­
ması için yalnızca doksan dakikası vardı.
Yoav, Yossi'nin yanında arabanın ön koltuğunda, Moussa
ve Daoud ise arkada oturuyorlardı. Arabanın iki tarafında da
askerler ve onlarla gelen üç Genel Merkez personeli, helikop­
terin içinde sıralanan alçak sıralara yerleşmişti. Helikopterin
içindeki ışık söndürülmüştü, sadece köşelerde dört yeşil acil
durum lambası yanıp sönüyordu. Motorların gümbürtüsü
içeride daha az duyulsa da aracı sarsıyordu ve pencerelerden
dışarıda görülebilen karanlık hem huzurlu hem de gergin,
kendine has bir atmosfer yaratıyordu. Kimse konuşmuyordu.
Yoav etrafına baktı. Yossi düşünceli görünüyordu, Yoav
kendi enerjisinin de düştüğünü hissetti. Adamlarına bu belir­
sizlikten bahsetmemiş ve onların operasyonun gerçekten yapı­
lacağını kabullenmelerini sağlamıştı. Daoud ve Moussa enerji
toplamak için uyumayı başarmıştı. Ama görevin gözle görü­
lür kesinliği Yossi'nin uzun süreli bir yenidoğan sarılığından
yeni kurtulan oğlunu ve yürümekte hala wrlanan ama buna
rağmen bebeğine kendi başına bakmak wrunda kalan karısı­
nı düşünerek içine kapanmasına sebep olmuştu. Eğer her şey
planlandığı gibi giderse yirmi dört saatten az bir sürede ona
tekrar kavuşacaktı. Ama ya gitmezse? Yoav'ın gözünde çocuk­
ları, diğer eşlerin tersine kocasının işinden ve Mossad ailesine
dahil olmasından mutlu olan karısı canlandı. Bunların o anda
düşünmemesi gereken şeyler olduğunu biliyordu.
"Rotaları yeniden gözden geçirmek ister misin Yusuf?" diye
sordu Yoav ve bir küskünlük ifadesiyle karşılaştı: Yaptıkları iş
nedeniyle Arap kültürünü�etk.isinde kalıp kendilerini kaptıran

245 1 1
bazı meslektaşlarının tersine, Yossi, isminin Arapça versiyonuyla
çağırılmaktan hoşlanmıyordu. "İş"ini ve "hayat"ını tam olarak
ayırıyordu. Ancak tekrar düşününce, Yoav'ın sadece onu ope­
rasyon havasına sokmaya çalıştığını anladı. Bir saatten biraz
uzun bir süre sonra köylerinden Burç Hamud'daki bir şantiyeye
giden sürücü Yusuf, ustabaşı Münir ve işçiler Musa ve Davud
olacaklardı. Ve Burç Hamud'u geçip Beyrut Nehri'ni aştıkla­
rında hikayeleri değişecekti. Burç Hamud'daki evlerinden El
Ouzai'daki sahil boyunca inşa edilmekte olan yeni gelişim böl­
gesine gidiyor olacaklardı. Ve Dahiye'deki barikatlarda hikaye
tamamen yön değiştirecek ve güneyden, Sayda bölgesinden El
Sheikh'ten, biraz kuzeyden onları almak üzere gelen müteahhit­
le buluşuyor olacaklardı.
Ama henüz Yusuf'a dönüşmeye hazır değildi. Aslında, ne
Yossi ne de Yusuf olarak Yitzhaki'nin saatlerdir kafasına soktu­
ğu rotaları gözden geçirmek içinden gelmiyordu.
"Tamam, ben Eli ile üzerinden geçerken dinle o zaman,"
dedi Yoav. Yossi'den arka koltuğa geçmesini istedi ve sürücü
koltuğuna Eli'yi çağırdı. Eli düzgünce katlanmış lamine ha­
ritayı direksiyonun ve gösterge panelinin üzerine serdi. He­
likopter denizin üzerinde alçalarak kuzeye doğru devam etti.

Bir saat kadar sonra pilotun sesi hoparlörlerden duyuldu:


"Kıyı şeridini geçiyoruz."
Ani ikaz adamların kaslarının gerilmesine yol açtı. Askerler
içgüdüsel olarak silahlarını yokladılar ve Mistaravim gizli böl­
melerini son bir kez kontrol etmeye karar verdi. İletişim görev­
lisi Avi, vericileri kontrol etmesinin zamanı gelmiş gibi ayağa
kalktı. Artık Lübnan sınırları içindeydiler; her an biri onlara ateş
açabilir ve kendilerini bir çatışmanın ortasında bulabilirlerdi.
Helikopter şimdi Beyrut'un otuz kilometre kadar kuze­
yinde, önce doğuya, sonra güneye doğru iniş noktasına kadar
radara yakalanmamalarını sağlayacak derin bir dere yatağını
takip ederek ilerliyordu.

1 1 246
"Baylar, hala biraz zamanımız var," dedi Yoav, adamlarını
boş yere yatıştırmaya çalışarak. Zaten düşük olan konsantras­
yon kabiliyetleri o sırada tamamen kaybolmuştu. Yossi sürücü
koltuğuna geri döndü ve adamları son dakika hazırlıkları ile
meşgulken Yoav acil durum planları tablosunu çıkardı, araba­
nın ışığına tuttu ve okumaya başladı - aslında o da konsantre
olmakta zorlanıyordu. Karnının içini tanıdık bir ürperti ele
geçirdi; birkaç dakika içinde operasyonun gerekli olup olma­
dığını anlayacak, kendisinin ve adamlarının başlarını aslanın
ağzına sokmaları mı istenecek, yoksa bundan esirgenecekler
mi öğrenecekti.
Pilotun sesi tekrar duyuldu: "İnişe beş dakika." Helikopter
hareketlendi.
Askerler kurşun geçirmez yeleklerini giyip miğferlerini tak­
tılar ve silahlarını toparlamaya başladılar. Mistaravim malze­
melerinin yanlarında olduğunu ve uygunsuz olacak herhangi
bir şeyin Mercedes'te görünür şekilde bırakılmadığını yeniden
kontrol ettikten sonra doğru pozisyonlarına geçti.
Genel Merkez'den üç kişi arabanın etrafında toplanıp takı­
mın elini sıktı. Yoav arabadaki gizli vericileri aktive etti. Hafif
bir cızım oldu ve sonra parazit duyulmaz oldu. Sistem karşı­
lık vermiyordu. İletişim Memuru Yoav'ın kapısını açtı ve içeri
uzanıp düğmelerle oynadı. Biraz sonra paraziti tekrar duyuldu.
"Üç, üç," dedi Yoav. "Onay bekleniyor."
"Sizi duyuyoruz. Üç. Bekle." Bu, komuta odasından
Albert'in sesiydi.
Yoav gergin ve tetikte bekledi. Ekibi "üç"ün ne anlama gel­
diğini, operasyonla ilgili son kararın ancak şimdi verildiğini bil­
miyordu. Eğer şimdi geri dönecek olurlarsa adamları ona kin
beslerlerdi; eğer devam edecek olurlarsa zaten operasyon hava­
sına girmiş olacaklardı. B�çuşun süresi neredeyse hamilelik
süresi kadar önemliydi: Bu kısa, sıkıştırılmış sürede bir görevde
olduğunu ve geri dönüş olmadığını içselleştirmek durumunday­
dın. Uçuşun sonunda omzunda yeni sorumluluklar ve yüklerin

247 1 1
olacağı yeni bir gerçekliğe dahil olacaktın. Son kontrol ve hazır­
lıklarından sonra, her ekip üyesi -konuşmadan, kendi kendine­
sevdikleriyle vedalaştı. Ama Yoav hala bunu yapamıyordu.
Sonsuzluk kadar uzun bir dakika geçti. Ne bekliyorlar, diye
düşündü Yoav. Helikopter inmek üzereydi.
"Devam." Radyodan duyulan Doron'un sesiydi: "Devam
edin ve iyi şanslar."
Yoav derin bir nefes aldı. Harekete geçme isteği ile operas­
yonun gereksiz bulunup iptal edileceği umudu arasında gelip
giden duygu sarkacı birdenbire durdu. Onun yerini bilincini,
bütün diğer düşüncelerini bir kenara iterek uğraşılması gere­
ken bütün detaylar doldurdu. Operasyon başlamıştı.
"İnişe bir dakika." Acil durum ışıkları kapatıldı. Herkes
yerlerinde kaskatı oturmuş, o kadar sessizdi ki motorların
cansız gürültüsünün dışında adamların nefes alıp verişlerini
ve kalp atışlarını duymak bile neredeyse imkansızdı. Pencere­
lerden dağın karanlık yüzünü ve üzerinde biraz daha açık renk
gözüken gökyüzünü görebiliyorlardı.

Helikopter aygıtlarının yardımıyla tamamen karanlıkta


iniş yapmayı başardı. Pervane dönmeye devam ediyordu ve
iniş o kadar hafifti ki yolcular fark etmedi. Askerler silahlarını
yüklenmiş, gözlerinde gece görüş gözlükleriyle helikopterin
iki yanındaki küçük kapılardan tek sıra halinde dışarı çıkarlar­
ken teknisyenler Mercedes'i yerine sabitleyen metal zincirleri
çıkarmaya başladılar ve Yossi motoru çalıştırdı. Rampanın ki­
lidi açıldı ve indirilmek üzere hazırlandı.
Askerler, helikopterin iki yanında ve önünde yüzüstü, si­
lahlarını dışarıya doğru yöneltmiş şekilde pozisyonlarını aldı­
lar. Bölgenin müsait olduğunu bildirdiler. Rampa yavaş yavaş
indi ve Yossi arabayı öne doğru hareket ettirip tekerleklerin
bağlandığı yuvadan çıkmasını sağladı. Peter onu helikopterin
dışına yönlendirdi, Mercedes yavaşça ve neredeyse ses çıkar­
madan sadece kayarak rampayı aştı. Eli helikopterden çıktı

1 1 248
ve arabanın yanında durarak gözlerinde gece görüş gözlüğü,
elinde bir harita ve pusulayla etrafına bakcı. Çok dar bir yayla
üzerinde, ürünleri toplanmış bir tarlanın ortasındaydılar. GPS
yerlerini oldukça doğru gösteriyordu ve işaret edeceği, araba­
nın tarladan çıkıp dar bir toprak yolla kıvrılarak birkaç kilo­
metre sonra güneye giden şose yola birleşeceği yönü bulabildi.
Arabanın sağında kalan bir noktayı işaret etti. "Yoav, Yossi,
tam orada, buradan hemen hemen yüz metre kadar ileride si­
zin toprak yolunuz başlıyor."
Araba farları kapalı şekilde ilerlemeye ba.Şladı. Yoav yola
bakıyordu, Yossi gece sürüşüyle meşguldü, sadece arka koltuk­
taki Daoud hafifçe el salladı.
Eli, Peter ve Avi, karartılmış Mercedes'in yolcularıyla iki
yanlış teşebbüsten sonra yolu buluşunu ve -hala farları ka­
palı şekilde- hızlanışını sessizce izledi. Üçü helikoptere geri
döndü, bir müddet sonra da askerler geri döndüler. Motorlar
gürledi, helikopter tozdan bir sütun oluşturarak kalktı, sağa
döndü ve geldiği yönde geri uçtu.

"Yedi, yedi." Komuta odasında Avi'nin sesini duyabiliyor­


lardı. Geriden helikopterin sesi geliyordu.
"Yedi," dedi Doron önünde bulunan tablodan okuyarak.
"Lübnan'dan kalkış."
"Bir dakika içinde arabadan bir 'sekiz' alacağız, farlar açıl­
dığında," dedi Albert tabloya bakarak. Doron onu elini sal­
layarak susturdu. Yitzhaki lazer imlecini bölmeden indiri­
len büyültülmüş hava fotoğraflarının üzerinde dolaştırdı ve
Mercedes'in şu anda karanlıkta ilerlediği toprak yolu gösterdi.
Ama vericiden henüz ses gelmiyordu.
"Belki helikopterin uzaklaşmasını bekliyordur," diye dü­
şüncesini belirtti yardımcı iletişim görevlisi.
"Oldukça elverişli bir toprak yol. Belki görüş mesafesi iyi­
dir ve şose yolda farlarını yakmadan gitmeyi tercih etmiştir,"
dedi Yitzhaki.

249 1 1
"Konuşmaya devam ederseniz onları duyamayacağız," dedi
Birim Şefi.
Sessizlik içinde birkaç dakika daha geçti. Helikopter gittik­
çe uzaklaşıyordu; eğer Mercedes planladıkları gibi ilerlediyse
şose yola varmış olmalıydı. Olasılıklar sonsuzdu ve birçoğu
komuta odasında toplananların aklından geçti. Vericilerle il­
gili bir problem mi vardı? Bu çok olasıydı. Arabayla ilgili me­
kanik bir problem mi olmuştu? Bir çiftçiye mi rastlamışlardı?
Bir güvenlik kuvvetine rastlamışlar ve o yüzden mi rapor ve­
remiyorlardı? Belki de araba devrilmişti? Tüm bunlar önceki
operasyonlarda olan şeylerdi.
Doron, rahat olmaya çalışan bir ses tonuyla, "Peki Rami,
bize görüşlerini açıkla," dedi.
" Ben de Yitzhaki gibi düşünüyorum. Benim tahminime
göre görüş alanı açık ve Yoav fark edilmeden anacaddeye ulaş­
mak istiyor. Sonrasında göstermelik hikayeyle işleri daha ko­
lay olacaktır."
"Bu, acil durum planının parçası mı?" diye sordu Doron.
"Hayır." Rami gülümsedi. "Geleneğin bir parçası."
"Şu andan itibaren bunu da acil durum planlarına ekle­
yelim. Bu operasyon halen uygulamaya konmadı, önümüzde
daha saatler var ve bizi gerecek herhangi bir doğaçlama hare­
kete ihtiyacımız yok," dedi Doron usulca. Ancak onun soğuk­
kanlılığını ve kendine hakimiyetini bilenler ne kadar sinirli
olduğunu anlardı.
Doron'un sekreteri üstü içeceklerle dolu küçük bir servis
arabasıyla içeri girdi. Kapıdan girer girmez içerisinin ne kadar
sessiz olduğunu fark edip servis arabasını bir kenara bıraktı ve
tek kelime etmeden dışarı çıktı.
Doron ofisinde oturmuş istihbarat raporlarını inceleyen
Beaufort'u gecikme hakkında bilgilendirmek için diyafonu
kullandı. Uçuş ve yere iniş esnasında varlığına ihtiyaç du­
yulmayacağı için, Beaufort'un ekip Beyrut'a ulaştıktan son­
ra komuta odasındakilere katılmasını bekliyorlardı; ne var ki

1 1 25 0
beklenmedik gelişmeler meydana gelirse bir dakika içinde ko­
muta odasında olabilirdi.
Helikopter kıyı çizgisini geçtiğini rapor etti. Bundan sonra
eğer helikopteri Lübnan'a geri göndermeleri gerekirse Hava
Kuvvetleri Komutanı ile görüşmeleri gerekecekti.
Yoav'ın sesi vericiden duyulana kadar birçok uzun dakika
geçti. "Sekiz," diye bildirdi.
Yitzhaki saatine baktı ve imleci eğer planlanan hızda gitti­
lerse şu anda olmaları gereken -iniş alanından on beş kilomet­
re uzaklıkta- noktaya tuttu.
"Ya da belki patlayan bir lastiği değiştirdiler ve hila dağdan
aşağıya iniyorlar," dedi Doron ilk defa gülümseyerek. Soda al­
mak için arkaya uzandı. " Beyrut'tan önce başka herhangi bir
rapor beklemiyoruz, öyle değil mi?" diye sordu tabloya baka­
rak. Albert kafasını salladı. "İyi, o zaman ben ofisimden pat­
rona rapor vereceğim. Rami, bu süre zarfında yetkili sensin."
Doron'un gidişiyle yan odalarda haber bekleyen bazı çalı­
şanlar başlarını komuta odasının içine uzattılar ve odada bir
rahatlama fısıltısı dalgalandı.

Tarlanın köşesindeki toprak yola girer girmez Yoav,


Daoud'dan ayağının altındaki bölmeyi açmasını ve oraya
saklanmış olan paketi kendisine vermesini istedi. Yoav pake­
tin etrafındaki bezleri açıp içinden kendi inisiyatifiyle aldığı
gece görüş gözlüğünü çıkararak onları takmasını söylediğinde
Yossi' nin yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Dört Fi­
listinli işçinin gecenin o saatinde dağlarda ne yaptığını bir de
Rami ve Doron açıklamaya çalışsındı. Ayrılmadan önce bu
konuyu tartışacak zaman olmamıştı ve Yoav "minimum ekip­
man" politikasının bedelini adamlarının ödemesine izin ver­
meyecekti. Nüfuslu bölgelere farları yanmadan -ve fark edil­
meden- ulaşmayı tercih etmişti.
İniş alanından sahile inen sakin dolambaçlı dağ yolun­
da bir saat araba sürdükten sonra Jedeida'nın doğusunda,

251 ı •
Cuniye-Beyrut yolunun yanındaki İstihbarat tarafından bili­
nen ilk daimi barikat noktasına ulaştılar. Hafif silahlar barın­
dıran gizli bölmeler kolay ulaşılması için hazırlandı.
Yere, geçiş için çok da bir alan bırakmayan birbirine paralel
iki sıra kapan yerleştirilmişti ve Mistaravim yolun kenarında
yanan ateşi görebiliyordu. Yossi yavaşlayarak kapanın başında
bekleyen iki polisin yanında durdu. İlki belgelerini isterken
ikincisi arabanın diğer tarafından canı sıkkın bir şekilde onları
inceledi. Diğer iki polis memuru üzerine içinde Türk kahvesi
olan bir cezve konmuş ateşin yanında duruyordu: Biri şarkı
mırıldanıyor, diğeri de aşağı yukarı zıplıyor, dans ediyordu.
Yoav onlara gülümsedi, Daoud ve Moussa da dostça baktılar.
Memur belgelerini getirdi ve Yossi arabayı sürmeye başladı.
Yoav penceresini kapadı ve Moussa polis memuru gibi şarkıyı
mırıldanmaya başladı. "Soğuk bir rüzgar esiyor," dedi popüler
bir açık hava şarkısına başlayarak. "Bir çıra ekle, ateş yanmaya
devam ediyor," diye devam etti hepsi hep bir ağızdan.

***

Gadi Ronen'in başına hafifçe vurdu. "Tamam, sokak sakin.


Hadi gidelim."
Ronen sıçradı. "Uyuyakalmışım," dedi şaşkınlıkla.
"Nöbetçi ha.la her birkaç dakikada bir kulübesinden dışarı
çıkıyor. Seçeneğimiz yok, onu konuştuğumuz gibi etkisiz hale
getireceğiz. Şu anda içeride. Sokağın karşısına geç ve ona ar­
kadan yaklaş. Ben de bir dakika içinde harekete geçeceğim."
Ronen saklandığı yerden çaktırmadan doğruldu, iki tarafa da
baktı ve sonra sokağın karşısına, Ebu Halid'in evinin bitişiğinde­
ki binayı çevreleyen bahçeye geçti. Gadi sokağa çıktı: İki yönde
de hiç kimse yoktu. Karşı kaldırıma geçti ve nöbetçi kulübesi­
ne doğru ilerledi. Gadi görüş alanına girer girmez nöbetçi ayağa
kalktı, omzunda asılı Kalaşnikofu sıkıca kavradı. Gadi gözünün
ucuyla Ronen'in Ebu Halid'in bahçesini komşusununkinden

1 1 252
ayıran çitten atlayıp çömelerek kulübeye yaklaştığını görebiliyor­
du. Nöbetçi Ronen'in ayak seslerini duydu ve içgüdüsel olarak
kafasını kulübenin arka tarafındaki küçük pencereye çevirdi.
Gadi nöbetçiyle arasında kalan mesafeyi hızla aşıp o daha
kendisine saldırana bakma fırsatı bulamadan kaburgalarına
bir yumruk indirdi. Gadi yumruğunun kırılan kaburgaların­
dan arasından geçtiğini hissetti; nöbetçi inledi ve iki büklüm
oldu. Gadi onu nefes borusundan yakalayıp yukarı kaldırdı.
Ronen kulübenin penceresinin · dışından boynuna bir ip do­
layıp çekince nöbetçinin boğazından hafif bir hırıltıdan başka
bir şey çıkmadı. Nöbetçinin vücudu kulübenin arka duvarı­
na yapıştı ve kendinden geçtiği için kafası öne düştü. Ronen
ipi gevşetirken Gadi onu kaldırıp sandalyesine oturttu. Tü­
feğinden şarjörünü çıkarıp yakındaki çalıların arasına fırlattı
ve tüfeği askısını boynuna geçirerek kucağına bıraktı. Gadi
nöbetçinin kemerindeki tabancayı fark etti. "Buna dikkat et­
meyerek hata yaptık," diye fısıldadı Ronen'e. Çeşitli planlar
üzerinde tartışırlarken hep bir Kalaşnikof'u doğrultup nişan
alarak horozunun kaldırılacağı süreyi hesaba katmışlardı. Ama
tabanca çekmek hiç zaman almazdı, bir saniyede ateş etme­
ye hazır olurdun. Gadi tabancayı aldı, şöyle bir göz attı ve
Ronen' e göz kırparak kendi beline soktu.
"Onu bağlamamız gerekmediğine emin misin?" diye sordu
Ronen. Planın her aşamasının üzerinden birçok kez geçmiş­
lerdi ama nöbetçiyi operasyonlarının tam ortasında serbest
bırakmak içine sinmiyordu.
"Eğer biri gelip onu bağlı görürse bütün mahalleyi buraya
toplar. Bu şekilde uyuduğunu düşünecekler ve o kendisi bile
ona ne olduğunu hatırlamayacak," diye cevap verdi Gadi fısıl­
dayarak.
Ronen' e birkaç metre uzakta, sokak ışıklarının ulaşmadığı
otoparkın girişindeki kaldırımın yakınında durmasını işaret etti.
"Orada sen dur," diye karşılık verdi Ronen. "Onu ben söke­
ceğim. Nasıl bağladığımı ben biliyorum."

253 1 1
''Artık nasıl bağladığın önemli değil. Zaten onu sökmek be­
nim kararımdı, o yüzden ben yapacağım. Oraya git!"
Ronen'in teklifinin bir mantığı vardı ve Gadi zamanı gel­
diğinde sorumluluğu üstlenmeye ve risk almaya gönüllü ol­
masını takdir ediyordu. Ama bu şövalyelik gösterisi yapılacak
zaman değildi.
Gadi çömelerek Ebu Halid'in arabasına doğru ilerlerken
Ronen kendisine söyleneni yaptı.

***

Yoav ve ekibi doğuya doğru Beyrut'u pas geçti, dakikalar


içinde Burç Hamud ve Tel el Zaatar'a doğru kıvrıldılar ve şeh­
rin güneyindeki Beyrut Nehri' ni aşana kadar bir tek barikata
bile rastlamadılar. Nöbetçiler sıkılmıştı ve hoşgörülüydü: Gece
geç vakitte Filistinli işçileri evlerine taşıyan bir araba rastlan­
madık bir şey değildi. Oradan El Obeiri Caddesi' ne ulaştılar.
Yoav bina numaralarını kontrol ederek Ebu Halid'in ofisini
aradı ve yaklaştıklarında Yossi'ye yavaşlamasını söyledi. Bekle­
nildiği gibi bina o saatte karanlıktı ve yanındaki otopark alanı
boştu. Yoav bu bulguları komuta odasına aktardı ve Yossi'ye
arabayı Ebu Halid'in evine doğru çevirmesi talimatını verdi.
Yollar bomboştu ve Yoav Bir el Abid'in girişindeki barika­
tın çevresinden dolaşmaya karar verdi. Yossi'ye girişinde "gi­
rilmez" işareti olan dar bir sokağı ve oradan da bir başkasını
işaret etti. Ebu Halid'in sokağından bir blok ötede Yossi'ye
arabayı durdurmasını söyledi.
"Burada ayrılıyoruz," dedi Yoav. "Moussa, hazır mısın? Bu
senin sokağın," dedi sağı göstererek. "Bir sonraki kavşakta bu­
luşuruz. Herhangi bir şey ya da bir kişi görürsen bize haber
ver. Vericini kontrol et."
Moussa küçük kulaklığı kulağına yerleştirdi, arabadan çık­
tı ve Arapça rakamları saymaya başladı. Yossi araba radyosu­
nun sesini ayarladı.

1 1 254
Araba ilerledi, tekrar durdu ve Daoud'u sola kıvrılan sokağı
araştırması için indirdi. Yoav ve Yossi Ebu Halid'in sokağına
doğru arabayı yavaşça sürmeye devam etti.
Ronen arabanın yaklaşmakta olduğunu gördü ve karanlığa
doğru birkaç adım geri attı. Geçmekte olan arabanın farları
onu yakalayamadığı gibi Ronen de uyumakta olan nöbetçi­
yi gören Yoav'ın gülümsemesini yakalayamadı. Yoav Daoud'a
kendileri civardaki sokakları kontrol ederken gelip sokağı yaya
olarak dolaşması talimatını verdi.

Gadi arabanın altında patlayıcıyı tehlikeli bir biçimde sar­


karken buldu. Sadece bir metal bant onu şasiye bağlı tutar­
ken bir diğeri alıcıyı yerinde tutuyordu; ikisini bağlayan kablo
kopmuştu. Bu sefer yanında küçük bir fener ve yan keski var­
dı. Kabloları sökmekte zorlanmadı ama keski geniş bantlarda
bir işe yaramıyordu. Gadi'nin bandın ucunu bulup açmak dı­
şında başka bir şansı yoktu.
Boğuk bir öksürük sesi duydu. Bu, Ronen'in bir aksaklık
olduğunu haber veren işaretiydi. Hareketlerini kısıtladı ama
kalın bandı yavaş yavaş sökmeye devam etti.
Binadan, merdiven boşluğunun ışığı yanmadığına göre
muhtemelen birinci kattan bir adam çıktı. Otoparkı geçip
Ronen'in donmuş bir şekilde karanlıkta beklediği noktadan
birkaç metre öteye sokağın ortasına çıktı. Öksürük sesinin
oradan geldiğini düşündüğü kulübeye baktı, el salladı. Bir
cevap gelmeyince nöbetçinin uyuduğunu düşünüp yoluna
devam etti.
Ronen hafifçe hareket etmeye başlayan nöbetçiye yaklaş­
tı ve kendine gelmesine engel olmak için boynuna bir shoto
darbesi indirdi. Adamın başı öne düştü ve vücudu dengesini
kaybetti. Ronen onu omuzlarından yakaladı ve tekrar arkasına
yasladı. Ancak ondan sonra Gadi'ye her şeyin yolunda oldu­
ğunu belirtmek için boğazını temizledi. Ama Gadi zaten işini
yapmaya devam ediyordu.

2 55 1 1
Daoud sokakta Ronen' e doğru ilerliyordu. Ronen tekrar
öksürdü ve Daoud başını çevirmeden, adımlarını yavaşlat­
madan karanlıkta suretini zar zor seçerek Ronen'i görebildi.
Hiçbir tepki göstermeden yanından geçti. Bu arada yerinde
başı önüne sarkmış oturan nöbetçiyi de gördü. Bunun uyuk­
lamakta olan bir adamın pozisyonu olamayacağına hükmetti.
Ronen'in boğazını temizlediğini duydu ve bu geleneksel işa­
retleri kullanıyor olmasına gülümsedi. Gömleğinin yakasında­
ki minik mikrofona fısıldamadan önce on adım daha ilerledi.
"Onu buldu!" dedi Yoav Yossi'ye. "Moussa'yı al." Yossi hız­
la Moussa'nın dolaştığı sokağa döndü. Daoud Ronen'in onun
kim olduğunu anladığına ilişkin hiçbir işaret olmadığını ve
Daoud yaklaşırken öksürüp uzaklaşırken boğazını temizledi­
ğini söyledi. Birkaç saniye sonra Moussa arabadaydı. Yoav İs­
rail vericisini faaliyete geçirdi.
"Daoud hedefin evinin girişinde Ronen'i tespit etti," diye
rapor verdi.

***

Yoav'ın sözleri Doron, Beaufort ve uçuştan dönen üç Ge­


nel Merkez personeli ile kalabalıklaşan komuta odasını he­
yecanlandırdı. Kimse hareket etmedi; çıkan tek ses vericinin
çıkardığı parazit sesiydi.
"Durumu tarif et," dedi Doron sakince.
İletişim görevlisi sesi ayarladı ve Yoav' ın sesi odayı doldurdu:
"Sokak sessiz, şu an herhangi bir trafik yok. Daoud'un söy­
lediklerinden anladığım Ronen kaldırımdan bir metre kadar
içeride ve nöbetçi belli ki etkisiz hale getirilmiş. Bana göre
harekete geçmek için koşullar uygun."
" Bir dakika, bazı bilgiler eksik. Hedefin arabasını tespit et­
tiniz mi?"
"Evet, Mercedes otoparkta."
"Ya Gadi?"

1 1 256
"Belirsiz," dedi Yoav bir an duraksayıp. "Ama belli ki ya­
kınlarda çünkü Ronen olağan işaretleşme yöntemlerini kul-
,,
1anıyor.
"Barikatlarla ilgili durum nedir?" diye sordu Doron.
"Sadece daimi olanlar. Etraflarından dolaşabiliriz. Genel
olarak durum sakin."
"Hazırlanıp bekleyin," dedi Doron, iletişimi sonlandırarak.
Yanında oturan Beaufort' a döndü.
"Bence durum uygun, harekete geçmeliler."
"Gadi hakkında karar vermeye yetecek kadar bilgi sahibi
olduğumuzu düşünmüyorum,'' diye cevap verdi Beaufort.
Bu arada Eli masaya Ebu Halid'in mahallesinin büyültül­
müş hava fotoğraflarını yaydı.
Doron, "Ben Ronen'e karşı harekete geçmesi için Yoav' a
yetki vermeyi öneriyorum. Gadi ortaya çıkarsa acil durum
planları ne yapılması gerektiğini belirtiyor."
Beaufort ısrarcıydı. "Ben herhangi bir sürpriz istemiyorum.
Eğer Gadi oradaysa Mistaravim ne yapacak?"
"Bizim tahminimiz Gadi'nin bizim yanımızda olduğu yö­
nünde, onlara yardım edecektir."
"Y:a degı
v •1se.�»
"İkisini birden alt edemezler, o senaryo için hazırlıklı de­
ğiller. Bence bu noktada beklenmedik ihtimaller yaratmamıza
gerek yok."
"Ne demek 'beklenmedik'?" dedi Beaufort kızgınlıkla.
"Onların güçlerini birleştirdiğini biliyoruz, bu da iki ihtimal
var demek: Ya bizim tarafımızdalar ya da bize karşılar. Nasıl
'beklenmedik' diyebiliyorsun?"

***

Bundan sonra Yossi Ronen'in görüş alanından çıkmış, yü­


rümeye devam eden Daoud'u aldı. Daoud da arabadaki di­
ğerlerine katılınca Yoav, "Tahminimiz Gadi'nin yanımızda

257 1 1
olduğu, Ronen'inse olmadığı. Başka türlü olduğunu öğrenene
kadar bu varsayıma bağlı kalacağız. Ama aralarında neler olup
bittiğini hala bilmiyoruz. Eğer ikisi de Mercedes'in yanındaysa
belki bir şeyler değişmiştir. Nöbetçiye bu kadar yakınken hiç
kimseyi bir şey yapmaya ikna etmek mümkün değil: Ronen
yalnızsa onu kaçıracağız. Eğer Gadi de oradaysa siz Ronen'in
üzerine yürürken ben Gadi'ye yaklaşırım. Bize göre nöbetçi
ciddi bir tehlike oluşturuyor. Eğer gerekli görürsem onu etki­
siz hale getiririm."
" Bence o zaten etkisiz hale getirilmiş," diye tekrarladı
Daoud.
"Ölü mü? Bayıltılmış mı? Ne zamandır?"
"Hiçbir fikrim yok."
"Yani hala bir tehdit oluşturuyor," dedi Yoev.
Moussa' nın omzuna hafifçe vurarak ona arabadan inmesi
talimatını verdi. Moussa kısa boylu, iri yapılı, bıyıklı ve kı­
vırcık saçlı bir adamdı. Tehditkar olmayan görünüşünün, so­
ğukkanlı ve kontrollü olmasının ve inanılmaz yumruğunun
-İSK'de başka bir gizli Mistaravim timinde görev yaparken
Batı Şeria'da düzinelerce insanı bir yumrukta yere sermişti­
birleşimi sayesinde operasyonu başlatmak üzere seçilmişti.
Moussa Ronen' e doğru yürümeye başladı.
"Bir Numarayı gönderdim," dedi Yoav komuta odasına.
"Sokak boş, operasyon için iyi şartlara sahibim."

"Sokak boş ve Yoav ilk adamını gönderdi bile. Şartlar her


an değişebilir ve harekete geçme fırsatını kaçırabiliriz," diye
vurguladı Doron.
Mossad Başkanı bir an düşündü. "Yoav'la Gadi meselesini
netleştir."
Doron için her şey çok açıktı: yakınlık, şartlar; bir ope­
rasyonun başlangıcında yönetimle ilgili sorular sormaya baş­
layamayacağını biliyordu. Yine de Yoav' ın adamlarına, adre­
nalin bombardımanının orta yerinde, Gadi'nin kendilerine

ı ı 2ss
yardımcı olacağını ve durum ne olursa olsun müttefik kabul
edildiğini hatırlatmanın zararı olmazdı.
"Onlara hatırlatacağım," dedi Doron, "ama duruma bize
tarif edildiği şekilde yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Ronen'i gördüler ama Gadi'yi görmediler. Harekete geçmeyi
onerırım.''
.. . .

"Eğer şartların en uygun şartlar olduğuna ve meseleyi açık­


lamanın sebep olacağı iki dakikalık gecikmenin zararlı olaca­
ğına inanıyorsan," dedi Beauforc alçak sesle, "harekete geçil­
mesi için sana yetki veriyorum."
"Tamam çocuklar, çıkın,'' dedi Doron alıcıya. "Unutma­
yın, orada bir müttefikiniz var ve iyi şanslar."

***

Yoav Yossi'nin omzuna dokundu ve araba Moussa'nın arka­


sından ilerlemeye başladı.

Gadi patlayıcıyı sökme işini bitirdi, nazikçe yanına koydu


ve arabanın altından sürünerek çıktı. Yüzüstü dönüp kolları­
nı uzatarak patlayıcıyı dikkatle kendisine doğru çekti. Ronen
üçüncü kez öksürdü ve Gadi donakaldı. Kahretsin! Şu anda
otoparka giren herhangi biri tarafından patlayıcıyla beraber
görülebilirdi. Patlayıcıyı tekrar arabanın altına itmeye başladı.
Moussa kaldırımda her adımını hesaplayarak ilerlemeye
devam etti. Gadi'nin pozisyonunun farkına varan Ronen,
gelen her kimse yolunu kesmek üzere karanlıktan kaldırıma
çıktı. Bu kısa boylu iri adamın otoparka girmesine izin vere­
mezdi. Ama adam yolunda dümdüz ilerliyora benziyordu, bu
yüzden Ronen onunla göz göze gelmekten sakınarak, sanki bi­
nadan birinin çıkmasını bekliyormuş gibi ona arkasını döndü.
Moussa Ronen'le aynı hizaya geldiği anda ekibin geri kalanıyla
Mercedes yanlarına yanaştı.
Ronen'den hala birkaç adım ötede olan Moussa sağ elini,

2 59 1 1
Ronen'in karnına ne kadar hızlı vuracağını hesaplayarak yum­
ruk yaptı. Ama Ronen arkasına döndüğünde planını değiştir­
di. Ronen'i boğazından yakaladı, kalçasını Ronen'in arkasına
bastırıp onu arkaya doğru bükerek boğma etkisini artırdı.
Yoav ve Daoud arabadan kapıları açık bırakarak atladı. Da­
oud Ronen'i belinden kavrarken Yoav da ayaklarını tutarak
kaldırdı. Sağ kolu Ronen'in boynuna dolanmış olarak arabaya
binen Moussa'nın peşi sıra Daoud da arabaya bindi. Ronen'in
sallanan bacakları Yoav'ın kapıyı kapamasını engelledi.
Her şeyden önce, buradan gidelim, diye düşündü Yoav.
Ronen'in bacaklarını bıraktı, öndeki yolcu koltuğuna koştu ve
araba yalpalayarak ilerledi. Yoav, Ronen'in bacaklarını kontrol
edebilmek için koltuğunda arkaya doğru döndü. Ronen'e kim
olduklarını söylemeye çalıştı ama Ronen'in diziyle çenesine
indirdiği keskin bir darbe sözünü yarıda kesti. Daoud onun
ellerini kelepçelemeye çalıştı ama Ronen'in sağ yumruğu yü­
züne art arda darbeler indirdi; Moussa diğer elinin parmak­
larıyla gözlerine saldıran Ronen'in boynunu sıkmaya devam
etti. Ronen'in tekmelerinden biri boynuna inince Yossi araba­
yı kaldırım kenarına çaptı ve kontrol altına almakta zorlandı.
"Biz Mossad'danız! Aynı taraftayız!" dedi Yoav yüzüne bir
tekme daha yerken. Kendi kendine, başka şansım yok, dedi ve
Ronen'in kaburgalarına kuvvetli bir yumruk indirdi. Ronen'in
soluğunun bir an kesilmesi diğer üçünün ellerini kelepçele­
mesine fırsat verdi. Ama arabanın kapısı açık şekilde gitmeye
devam edemezlerdi. Yossi kenara çekti ve yeniden ona boyun
eğdirmeye, kim olduklarını anlatmaya çalıştılar. Ama güçlükle
nefes alan Ronen çırpınıyor ve hiçbir şey duyamıyordu.
"Onu bayılt," dedi Yoav Moussa'ya. O da Ronen'in boy­
nundaki baskıyı artırdı.

Hızla geçen birkaç saniyede Gadi zayıf birtakım sesler, son­


ra da bir arabanın uzaklaştığını duydu. Dizlerinin üzerinde
doğruldu ve Mercedes'in camlarından etrafa baktı: Civarda

1 1 260
hiç kimse yoktu. Belki de nöbetçi kendine gelmişti ya da biri
nöbeti devralmaya gelmişti ya da yerel bir devriye arabası geç­
mişti - zihninde birçok olasılık canlandı. Ama Ronen nere­
deydi? Belki saklanıyordu ama ortalık sakinken neden saklan­
maya devam edecekti ki? Endişesi güvenliğinden üstün geldi
ve kaldırıma doğru hızla ilerledi.
Sokağın aşağısında, kaldırımın kenarında, eski bir
Mercedes'ten bir çift bacağın dışarı fırladığını, tekme atıp çır­
pındığını görebiliyordu. Sonra birden bacaklar içeri çek.ildi ve
uzun bir kol arabanın içinden uzanıp kapıyı çekerek kapattı.
Ronen kaçırılmıştı!

"Euzübillah!" diye bir kadın çığlığı duyuldu. "Allah yar­


dımcımız olsun! Müfik, çabuk gel!" Tanıdık bir şey Gadi'nin
kulaklarında çınladı; bir kez daha bu, o komşuydu ve bir kez
daha Ronen dayak yiyordu.
Gadi tüm benliğiyle Ronen'i kurtarması gerektiğine
odaklanmıştı. İlk aklına gelen onu kaçıranların Hizbullah'ın
adamları olduğuydu. Belki biri mahallede etrafı kolaçan eden
iki yabancıyı fark etmişti, biri -belki de binadan biraz önce
çıkan adam- Ronen'i ya da bilinci yerinde olmayan nöbetçi­
yi görüp onları harekete geçirmişti ve onlar da Hizbullah'ın
en iyi yaptığı şeyi yapmıştı: adam kaçırma. Diğer olasılıklar
-bunların Lübnan güvenlik kuvvetleri ya da Mossad olabile­
ceği- zihninden gölge gibi geçip kayboldu; Lübnan güvenlik
kuvvetleri çok nadir Dahiye'ye girmeye teşebbüs ettiğinden
ve yatıştırıcı mesajları sebebiyle Mossad'ın bir operasyon dü­
zenlemek için çok az nedeni olduğundan ikisi de pek olası
değildi. Kaçıranlar her kim olursa olsun eğer gözden kaybe­
derse onları bulma ve Ronen'i kurtarma şansının sıfır olduğu­
nu biliyordu. Ronen'in arabası yakınlardaydı, tam ona doğru
atılmaya hazırlanmışken aklına geldi: patlayıcı!
Başta onu çalıların arasında bırakmayı düşündü ama yirmi
dört saatten geriye kalan kısa zaman diliminde onu yok etmek

261 ı•
üzere geri dönemeyecekti. Eğer orada patlayacak olursa da ön­
lemeye çalıştıkları zarara neden olmuş olacaklardı.
Patlayıcıyı aldı ve sokağa koştu. Tam da Mercedes'in kuy­
ruğu yolun sonundan sağa dönüyordu. Daha sonra hangi
yöne döneceklerini bilemeyeceği için kaybedecek bir dakikası
bile yoktu. Yolda gördüğü ilk boş arsada ondan kurtulacaktı.
Ama önce Ronen'i kurtarmalıydı.
BMW'ye oturup patlayıcıyı yolcu koltuğuna koyduğu
anda bu yaptığının tamamen delilik olduğunu biliyordu. Ne­
den sınırları sonuna kadar zorlaması gerekiyordu, neden hep
uçurumun ucunda boşluğa bakarak durmak zorundaydı?
Mercedes'i çılgınca takip etmeye başladı. Yolun sonun­
da savrularak sağa döndü ve gaza basıp her köşe başında
fren yaparak Mercedes'i aradı. Eğer kaçıranlar gerçekten
Hizbullah'tansa herhangi bir dar yan sokağa girmiş olabilirler­
di: Her bina onların saklandığı yer olabilirdi. Yine de Gadi onu
Haret Hreik' e, bölgelerinin kalbine götüreceklerini düşündü.
Mercedes'i bulamayınca Haret Hreik' e yöneldi. Herhangi bir
barikattan geçmek zorunda kalmadan Bir el Abid'den çıkmak
için tek yönlü bir sokaktan hızla geçip iki mahalleyi ayıran
anayol olan El Obeiri yolunun girişindeki dur levhasının ya­
nında bir anlığına yavaşladı. Uzakta, sol tarafında, anacadde­
den doğuya doğru gitmekte olan Mercedes'i fark edebildi.
Onu Bekaa Vadisi' ne götürüyor olmalılar, diye düşündü.
Bu ona kendini toplayıp düşünmesi için ve bu yoğun nüfuslu
alandan çıkar çıkmaz yan koltukta duran saatli bombadan
kurtulması için zaman tanıyordu. Bu yol üzerinde Beyrut­
Şam yoluyla birleşmeden önce birkaç boş arsa olduğunu ha­
tırladı; oradaki bir patlama kimsenin İsrail'i suçlamasınaları­
na neden olmazdı.

"Ronen benimle beraber, biraz karşı koydu. Yoldayım, Gadi


hakkında henüz bir ipucu yok," diye vericiye bildirdi Yoav.
Ronen yarı baygın mırıldanıyordu, ayakları bağlıydı. Yoav' ın

1 1 262
dudağı, Daoud'un burnu kanıyordu. Yoav bir mini-Uzi taşıyor­
du ve bir başka silah da Yossi' nin kucağındaydı. Barikatın etra­
fından dolaşıp mahalleyi terk ettiler ve Beyrut'un doğusundan
dolaşan yola doğru hızla ilerlediler. Ronen'i ona ciddi şekilde
zarar vermeden sakinleştirmeleri gerekiyordu. Yoav daha az ka­
labalık bir mahalleye ulaşana kadar bekledi. El Sheikh'in güney
ucunda öyle bir yer buldular. Yossi hemen arabayı yavaşlattı ve
Yoav dizlerinin üzerinde doğrulup yüzünü arka koltuğa doğru
döndü. Moussa'ya Ronen'in boğazını biraz rahatlatmasını işaret
etti. "Ronen," dedi, "biz birimdeniz. Dinle beni, biz Mossad'ız.
Rami'nin ekibi. Şam'da birkaç yıl önce beraber çalışmıştık. Ya­
kından bak, hatırlayacaksın."
Ronen'in gözlerinde bir hatırlama ve kavrama belirtisi ya­
nıp söndü ve vahşice karşı koyduğu için duyduğu fakat algıla­
yamadığı konuşmaların ve seslerin ayırdına vardı. Birden hep
beraber -kendisi yüzünden- iyi niyetle de olsa Gadi'yi doğ­
rudan cehenneme gönderdiklerini fark etti. Yoav Moussa'ya
Ronen'i tamamen bırakmasını işaret etti. Konuşabildiğinde
Ronen'in sesi güçlükle duyulabiliyordu: "Gadi patlayıcıyla be­
raber Ebu Halid'in arabasının yanında."

Gadi hızla Mercedes' e yaklaşıyordu ve bunun Ronen'i ka­


çıranların arabasını sollamak için doğru zaman ve yer olup
olmadığını düşündü. Nöbetçinin tabancasını -eski ağır bir
Webley- kontrol etmek için belinden çıkardı ve içinde altı
dokuz milimetrelik kurşun olduğunu gördü. Mercedes'te dört
kişi gibi göründüklerine göre arabanın yanına yanaşıp onlar
olup biteni anlayıp Ronen'i vurmadan önce, kendisinin onla­
rı kafalarından vurması gerekecekti. Sonra ilk seferinde başa­
ramadığı her neyse onu telafi etmek için iki kurşunu kalmış
olacaktı. Hareket halindeki bir arabadan ateş etmek konusun­
da iyi eğitimliydi ama araba sürerken ateş etme deneyimi hiç
yoktu. Arka pencereye iyice yanaşıp önce Ronen'i tutan ikisini,
sonra da sürücüyü ve yolcu koltuğunda oturan kişiyi vuracaktı.

263 1 1
Eğer isabet ettiremezse Ronen'in hayatta kalma şansı çok azdı.
Ve başarılı olsa bile Ronen'i kendi arabasına çekip kaçması ge­
rekecekti: Yol çok boş değildi ve tanıklar olacaktı. Ve bir de
hala yanında tıklayan saatli bir bomba vardı. Plan kötüydü: İlk
önce patlayıcıdan kurtulması gerekiyordu, kaçıranları Beyrut­
Şam yolunda tamamen şehir dışına çıkana kadar takip edecek
ve ancak ondan sonra harekete geçecekti.
Gadi hızını düşürdü ama şaşırtıcı bir şekilde kaçıranlar da
yavaşladı. Arabanın içinde tuhaf bir hareketlilik vardı; görü­
nüşe göre yolcu koltuğunda oturan kişi tüm vücuduyla arka
koltuğa doğru dönmüştü. Ronen' e ne yapıyorlardı? Gadi pat­
layıcıya bakıp küfretti. Zaman ayarlayıcı konusunda risk al­
malı mıydı? Ronen'in hayacını şansa bırakıp ondan kurtulmalı
mıydı? Harekete geçmeyi erteleyernezdi.
Mercedes birden yoldan bankete çıktı. Ronen'i öldürmüş­
ler miydi? Şu anda öldürüyorlar mıydı? Mercedes durdu. O
da arabayı onların yanma çekecekti; oldukları yerde durunca
vurulmaları çok daha kolay olacaktı.
Gadi sağ pencereyi açtı, yan koltukta duran tabancayı
aldı ve sağ eliyle sıkıca kavrayıp parmağını tetiğe yerleştirdi.
Gözünü arabadan ayırmadan silahını kaldırıp yavaşlayarak
Mercedes'in yanma yanaştı.
Ronen'i göremiyordu ama ön koltuktan arkaya eğilen ada­
mın yüzü tanıdık geliyordu. Aynı anda diğer yüzler de kendi­
sine döndü, sürücünün ve arkadaki diğer iki adamın yüzleri.
Sürücü kendisine bir rnini-Uzi doğrulturken Gadi silahını ona
çevirdi. O kısacık anda Yossi silahın arkasında Gadi' nin yü­
zünü gördü ve Gadi bu adamların Mistaravirn olduğunu fark
etti. Silahını tam da Yossi kendininkini indirirken yanındaki
koltuğa bıraktı. Dernek Mossad harekete geçmişti, hem de ne
büyük bir hızla! Şimdi Moussa' nın kalkmasına yardım ettiği
Ronen'i görebiliyordu, boğazı düğümlendi. Kolaylıkla birbir­
lerini vurmuş olabilirlerdi, Beyrut'un banliyölerinde çifte ateş.
Mistaravirn her zaman acele işe şeytan karıştığını söyleyen

1 1 264
Arap deyimini kullanırdı ama bazen Şans Meleği aslında acele
işin yanında olurdu.
"Patlayıcı burada, arabada," dedi Gadi, kendini toparlar
toparlamaz. "Henüz etkisiz hale getirmedim. Zaman ayarlayı­
cının kaç saate kurulduğunu biliyor musunuz?"
Yoav' ın da cevaplamadan önce kendini toparlamak için bir­
kaç saniyeye ihtiyacı vardı. "Hayır, hiç kimse patlayıcıyı etkisiz
hale getirmek wrunda kalabileceğimiz ihtimalini düşünmedi.
Onu ne yapmayı planlıyorsun?" diye sordu.
"Şu arsaya atmayı," dedi Gadi, sağdaki iki bina arasında
kalan boş arsayı göstererek, "ve sonra da buradan cehennem
olup gitmeyi. Ama komuta odasına bilgi verin, belki başka bir
önerileri olur. Onlardan Peter'den kaç saate kurulu olduğu­
nu öğrenmelerini isteyin. Eğer daha zamanımız olduğundan
eminse onu etkisiz hale getiririm."
Gadi' nin arabası sağ şeridin ortasındaydı ve geçen birçok
araba ona korna çaldı. Birkaç metre ileri gidip o da BMW'yi
diğer arabanın önüne bankete soktu. Eğer onu etkisiz hale ge­
tirecek zamanı olduğu ortaya çıkarsa diye beklerken patlayıcı­
nın plastik kabını çıkartmaya başladı.
Artık bağlı olmayan Ronen ağrıyan yanını tutup topal­
layarak Gadi'nin arabasına geldi. Ronen'i görünce Gadi'nin
dudaklarının kenarında küçük bir gülümseme oluştu. Bu iki
günde ilişkilerinde ne kadar çok gelgit yaşanmıştı! Ama bu
eski sınıf arkadaşlarının yıllar sonra kavuştuğu bir toplantı
değildi. . .
"Gadi, sen n e yapıyorsun!" Ronen Gadi'nin patlayıcı üze­
rinde çalıştığını görünce çok şaşırmıştı. "Komuta odasında ne
söylediklerinin ne önemi var? Bu deli inadın yetti artık, sadece
kurtul şundan!"
"Onlara birkaç saniye daha veriyorum. Hila bana verecek
bir cevapları yok mu?" Patlayıcıya baktı ve kabı üzerinde ça­
lışmaya geri dönerken usulca, "Git buradan Ronen. Sen de
havaya uçarsan çok yazık olur," dedi.

265 ı•
"Seninle konuşulmaz," diye homurdandı Ronen. Topal­
layarak Mercedes' e geri döndü ve Yoav' a, "Ona patlayıcıdan
kurtulması, hepimizi havaya uçurmadan bu deliliğe son ver­
mesi gerektiğini söyle," dedi.
Gadi, kendini bir kez daha engelleyemiyormuş gibi gö­
ründüğü bıçak sırtı durumlardan birine soktuğunu çok iyi
biliyordu. Bu, birkaç arkadaşının dediği gibi ölümle flört
etmek değildi. Ölüm hayatını ölçtüğü kıstaslardan biriydi.
Ölümün kaçınılmaz olduğunu bilmesi hayattan ne istediğini,
aynı zamanda hangi hedeflerin önemsiz olduğunu fark etme­
sini sağlıyordu. Helena, Ami ve Ruth'u sevmek, hayatının bir
parçasını, genlerinin dikte ettiği gibi, ait olduğu o kalabalık
aileye ya da o kabileye ya da o insanlara adamak istiyordu;
enerjisini ölümünden sonra, artık onun için hiçbir anlam ifa­
de etmeyecek olan zamanda hatırlanacak bir isim yaratmaya
harcamak istemiyordu.
Ölüm kaçınılmazdı, tek gerçek soru, ne zaman olacağıydı:
Bu görüş Gadi'nin tehlikeli görevleri neredeyse sükunetle ele
almasını sağlıyordu. Bir de tehlike anlarında, tam da şu anda
ve daha önce sayısız kereler olduğu gibi damarlarında akan
adrenalin vardı. Ve başka bir faktör de aslına bakılırsa deli­
likti, açık ve net. Diğer türlü patlayıcıdan derhal kurtulurdu.
Ne de olsa ölümü acele etmesi için zorl.amanın anlamı yoktu.
Yine de bu deliliğine _izin verilmesi gerekirdi: Bu meslek ger­
çekten normal insanlara göre değildi.

•ı 266
9

Doron'un Yoav'a verdiği harekete geçme onayı ile Yoav'ın


Ronen'in ellerinde olduğunu bildirmesi arasından sadece bir­
kaç dakika geçmişti - komuta odasında ölüm sessizliğinin
hakim olduğu, orada bulunan her adamın kendi düşünceleri
ve korkularıyla baş başa olduğu dakikalar. Yoav'ın raporundan
Dahiye'yi, her an tehlike içinde olunan alanı terk edip etme­
dikleri belli değildi. Beaufort da Doron gibi soru sorma isteği­
ni bastırdı. Doron'un bir önceki operasyonda "Bizim merakı­
mız bir etmen değil," dediğini hatırladı. "Uygun olduklarında
yönetmeliklere göre rapor vereceklerdir," demişti.
Bir an sonra Yoav'nın sesi sessizliği tekrar bozdu ve Gadi'nin
de patlayıcıyla birlikte yanlarında olduğunu ve talimat bekle­
diğini bildirdi.
"Durum net değil," dedi Doron vericiye. ''Açıkla."
"Hadet'in doğusundayım. Gadi de bir araba ve patlayıcıyla
burada. Patlayıcıyı buradaki iki bina arasında kalan boş arsaya
bırakmak istiyor. Peter'den saatin hangi süreye ayarlandığına
ilişkin bilgi istiyor." Arkadan Ronen'in sesini duyabiliyorlardı.

267 1 1
Yoav ekledi: ''Anten kablosunun bağlantısı koparıldıktan son­
ra. Eğer hala zaman varsa etkisiz hale getirmek istiyor."
Komuta odasında bir tedirginlik havası dalgalandı. Du­
rum, kablonun durumu da dahil hala belirsizdi. Peter hatır­
lamaya çalışıyordu.
"Otomatik ayarın yirmi dört saat olduğuna neredeyse emi­
nim ama üzerine yemin edemem," dedi sonunda. Sözlerinin
içeriği herkes için açıktı: Eğer yanılıyorsa bu Gadi'nin hayatı­
na mal olabilir ya da patlayıcının Beyrut'un varoşlarında bıra­
kılmasına sebep olabilirdi. Tam ajanlar şehirden ayrılmak ÜV!­
reyken meydana gelecek bir patlama sorun yaratırdı, özellikle
de barikatlarda yaşanacak teyakkuz hali düşünülecek olursa.
"Bu tür durumlarda 'neredeyse emin olmak' diye bir şey
söz konusu olamaz," dedi Doron Peter'e bir bakış fırlatarak.
"O bilgi ofisimde. Koşup bakabilirim. Birkaç yıl oldu ..."
"O zaman koş," dedi Doron sözünü keserek. Peter, utana­
rak hızla harekete geçti.
Doron meseleyi Peter'in cevabını beklemeden çözmeye ka­
rar verdi.
"Saat ne zaman ve nasıl aktive edildi?" dedi vericinin mik­
rofonuna.
"Bunun ne önemi var?" dedi Mossad Başkanı, kendine ge­
lerek. "Ondan kurtulması gerektiği açık."
Ne var ki daha Doron cevap veremeden Lübnan'dan kısa
bir cevap geldi: "Dün gece on iki buçuk civarı." Bütün gözler
büyük duvar saatine döndü. Saat neredeyse on iki buçuktu.
"Hepiniz delirdiniz mi?" diye sordu Mossad Başkanı. "Gadi
Beyrut'ta oturup bir bombayı etkisiz hale getirmek mi istiyor?
Çabuk ondan kurtulmasını söyleyin."
Beaufort, Gadi'nin bomba imhası konusundaki becerileri
hakkında hiçbir şey bilmiyor ve hiç de ilgilenmiyordu. Patlayı­
cının önlerindeki birkaç dakika içinde patlayıp işleri korkunç
şekilde karıştıracak olmasının yol açtığı korku dayanılmazdı
ve Beyrut'ta boş bir arsada patlayan bir bombanın yaratacağı

1 1 268
etkiyle kıyas kabul etmezdi.
Doron kızardı ve hakareti yuttu. "Önce Peter'in cevabını
bekleyelim, belki hala zaman vardır ve bombayı nüfusun ol­
duğu bir bölgede bırakmak zorunda kalmayız. Etrafta çocuk­
lar varken patlayabilir. . ."
"Ya da şu anda Gadi'nin suratında. Hemen ondan kurtul­
masını söyle. Şimdi kaybettirdiğin bir dakika bile çok kritik,''
dedi Başkan öfkeyle.
Doron yavaşça mikrofonu kaldırdı.

***

Güvenlik görevlilerini harekete geçirenin histerik komşu


mu, yoksa araba takibine tanıklık eden şüpheli bir vatandaş
mı olduğunu kimse bilemedi. Belki de sadece yolun kenarında
duran iki arabadan şüphelenip ne olup bittiğini görmek için
kenara çeken yanıp sönen turuncu lambalı bir Land Rover' ın
içindeki Hizbullah devriyesiydi. Mercedes'in yanında durarak
Yoav'la konuşmakta olan Ronen geldiklerini gördü. Arabadaki
dört adamı uyardı ve Yoav bu bilgiyi çabucak komuta odasına
iletti: "Bir devriye arabası geldi, kapatıyorum.'' Vericiyi kapat­
tı, susturuculu mini-Uzi'sini ceketinin içine sakladı ve araba­
nın kapısını açtı. " Ben emir vermeden kimse ateş etmesin,"
dedi Land Rover' a doğru ilerlemeden önce.
Yolcu koltuğunda oturan polis memuruna, "İyi akşamlar
efendim,'' dedi Arapça.
Aynı anda devriye arabasının sürücüsü araçtan inip
Mercedes'i geçerek BMW'ye doğru yürümeye başladı. Mo­
ussa ve Daoud arka kolnıkta aralarında konuşurken Ronen
Mercedes'in ön kapısının yanında ayakta dikilmeye devam
ediyordu. Polis tozlu Mercedes'in yolcularını görmezden gel­
di, gözleri öndeki parlak, yeni BMW'deydi.

Gadi dikkatle patlayıcının kapağını sökmüştü. Elektrik

269 1 1
devreleri ve tellerin karmaşık yapısı karşısında duruyordu.
İşine kendini o kadar kaptırmıştı ki yanıp sönen turuncu
ışıkları fark etmedi.
Onlara bilgi vermeleri için yeterince zaman tanıdım, dedi
kendi kendine, zaman doldu. Patlayıcıyı bırakmayı düşündü­
ğü yerin boş olduğundan emin olmak için etrafa bakındı ve
ancak o zaman devriye arabasını fark etti. Bir saniye sonra da
polis memurunun kendisine doğru geldiğini gördü. Tabancayı
aldı; yanındaki koltukta açıkta duran patlayıcı varken başka
şansı yoktu. Arabaya ulaşır ulaşmaz polisi kafasından vurması
ve sonra Yoav'ın başının belada olması ihtimaline karşı devriye
arabasına koşması gerekecekti.

Ronen de başka şansının olmadığını anladı. Arapça konu­


şamaz, polis memurunun BMW'ye ulaşmasını engelleyecek
bir konuşma başlatamazdı ve onun Gadi'yi patlayıcıyla gör­
mesine izin vermeye hiç niyeti yoktu. Hızla öne atıldı, polisi
boğazından yakaladı ve tüm gücünü kullanarak onu Mercedes
ve BMW'nin arasına, yere yatırana kadar bastırdı. Adamın
boğazını ancak ensesine kuvvetli bir darbe indirebilecek kadar
gevşetti. Adam hafifçe inledi ve bayıldı.
Belgelerini diğer polis memuruna henüz vermiş olan Yoav
anında harekete geçti. Land Rover'ın kapısını açtı: Sağ eliyle
adamı öne eğip sol eliyle boynuna keskin bir darbe indirdi.
Ama arabanın tavanı Yoav'ın gerekli hızı yakalamasını engelle­
di ve iri bir adam olan rakibi doğrulup Yoav' a vurmaya çalıştı
ve silahına davrandı. Yoav da kendi silahını çekti ve susturu­
cuyla boğuk iki el ateş Hizbullahçının kafasını patlattı.
İyi iş, diye düşündü Gadi. Arabadan çıktı, patlayıcıyı eline
aldı ve boş arsaya doğru yürüdü. Sadece çocukların ya da diğer
gelip geçenlerin dikkatini çekmemesi için üzerini kapayacak
bir şey bulması gerekiyordu.
Yossi ve Ronen bayılmış polis memurunu kollarından tu­
tup Land Rover' a sürüklediler. Gelip geçenin olmaması onlar

• ı 270
için bir şanstı. Hep beraber onu sürücü koltuğuna oturttular,
başı direksiyona düşüyordu.
"Bu adamdan da kurtulmalıyız,'' dedi Daoud. Yoav, tüm
gözlerin bir cevap için kendisine döndüğünü gördü. Kendi
güvenlikleri göz önüne alınınca haklılardı. Sürücü yakında
kendine gelecek ve güvenlik kuvvetleri Mercedes ve BMW'yi
aramaya başlayacaktı. Bir an meseleyi değerlendirdi: Durum
belirsizdi, açık ve yakın bir tehlike yoktu. Başka bir araba­
nın daha durmasına yol açmadan karar vermesi gerekiyordu.
Mercedes'e dönüp komuta odasının tavsiyesini soracak zaman
yoktu. Acilen oradan ayrılmaları gerekiyordu. Yoav mini­
Uzi'sini ters çevirip sürücünün kafasına indirdi.
"Bu, onun olayları hatırlamasını biraz geciktirir," dedi.
Daoud ve Moussa şüpheyle ona baktı.
"Bir fikrim var," dedi Ronen birden. " Bu, işi tamamen çö­
zebilir," Gadi'nin patlayıcıyı arsanın ortasında birkaç parça
eski hurdayla saklamak üzere olduğu yere koştu.
Bir dakikadan az bir süre sonra patlayıcı Land Rover'da ve
Mercedes ile BMW ise yoldaydı.

***

Doron ona Başkan' ın talimatlarını iletmeden bir saniye


önce Yoav'ın iletişimi kesmesi komuta odasında gergin ve öf­
keli bir atmosfer oluşmasına yol açtı.
Beaufort, bu operasyonu yapmaya hiç kalkışmamaları
gerektiğini düşünerek inledi. Ronen'i kendi haline bırakma­
yı önermişti: Tıpkı Mısırlıların Ras Burqa'da İsrailli turistle­
ri, Ürdünlülerin Naharaim'de İsrailli kız öğrencileri öldüren
"deli" askerleri gibi, şimdi de İsraillilerin deli askerleri vardı.
Ama Başbakan hiçbir şey yapmama ihtimalini duymak iste­
memişti, dolayısıyla Beaufort da Gadi'nin kendi başına onun­
la başa çıkmasını önermişti. İçgüdüleri operasyon grafiğini
olabildiğince düşük tutmalarını söylüyordu ve haklı çıkmıştı.

271 1 1
Bu tepeden tırnağa silahlı dört Mistaravim'i adam kaçırmaya
göndermek tehlikeli ve gereksizdi. Ya şu anda bomba patladıy­
sa ve Beyrut'ta cesetler, yaralılar ve esirler varsa?
"Bana Başbakan'ı bağla," dedi Beaufot. "Şimdi."

Vericiden Yoav'ın sesi duyuldu: "Hadise geçti, polisler


Land Roverlarında uyuyor ve patlayıcıdan kurtulduk."
Komuta odasında o kadar yüksek bir rahatlama sesi dal­
galandı ki Doron sessizlik için masayı yumruklamak zorun­
da kaldı.
"Polisler ne durumda?" dedi Doron, öğrenmek için ısrar
ediyordu.
"Land Roverlarındalar. Biri ebedi istirahatıine kavuştu, di­
ğeri de yolda."
Doron adamlarına karşı sevgiyle dolduğunu hissetti.
"Patlayıcıdan ne haber?" diye sordu, sesindeki duygusallığı
bastırmaya çalışarak.
"Land Rover'a koyduk."
Bu ilginç, hatta tuhaf bir karardı. Bunun yapılacak doğru
şey olduğu hiç de kesin değildi. Eğer hali yakınlardaysalar bel­
ki bir şey yapılabilirdi.
"Şu anki mevkiniz nedir?"
"Jedeida barikatına yaklaşıyoruz," dedi Yoav.
Bu, patlayıcı tarih oldu demekti; ondan bir daha bahset­
memek daha iyiydi. "Gadi ve Ronen nerede?"
''Arkamızda. Kapatmadan önce söylesene bizim eski hurda
yerine eve yeni bir BMW getirmemizi ister misin?"
"Siz iniş alanına varmadan tekrar konuşacağız," diye cevap­
ladı Doron. "İyi yolculuklar. İyi iş çıkardınız beyler."

Yoav belli ki barikattaki nöbetçilere ikna edici bir hikaye


uydurmuştu, BMW'ye sadece geçmesini işaret ettiler. O ve Ro­
nen eski Mercedes'i takip ederken, Gadi bunu önceden ayar­
lamış olmaları gerektiğini düşündü. Mistaravim'in kendilerini

1 1 272
BMW' nin yolcularıyla ilişkilendirmemesi gerekirdi. Ama daha
Gadi bu mesele üzerine düşüncelerini toparlayamadan uzaktan
cansız bir patlama sesi duyuldu.
Gadi içgüdüsel olarak saatine göz attı. Bombayı zamanında
etkisiz hale getirmeyi başarabilir miydi? Gözleri dikiz aynası­
na, geride bıraktıkları barikattaki nöbetçilere yöneldi ama nö­
betçiler başka bir arabayı kontrol etmekle meşguldüler.
Bütün bu kurtarma görevinin sonucu -kendisinin ve
Mistaravim'in- onu başarılı bir operasyon haline getirse de
olanlar herhangi bir araştırma komitesinin standartlarına uy­
gun değildi. Yani bu ne anlama geliyordu? Mossad da "sıfır
aksilik" mottosunu "cesaret eden kazanır" a mı çevirmeliydi?
Toplum, medya ve Mossad'ın kendisi aksilikler konusunda bu
kadar anlayışsızken bu mümkün müydü?
Gadi ve Ronen, Antalis'in girişinde sahil yolundan ayrılıp
girintili çıkıntılı yoldan tepelere doğru, karanlık uykulu köy­
lerin arasından tırmanarak Mercedes'i takip ederken gecenin
serinleten esintisi açık pencereden içeri esiyordu. Onları takip
eden başka araç yoktu. Şehirde o anda bir çeşit karışıklık ol­
muş ve barikatlara uyarılar gönderilmiş olsa da bir tek kişi bile
orada olduklarını bilmiyordu.
Ronen yine direksiyona geçmişti. Gadi onun omzuna vurdu.
"Böylelikle," dedi Ronen araba anahtarını kapmadan önce
Beyrut'taki bir kafede yaptıkları konuşmayı hatırlayıp gülüm­
seyerek, "sanırım kanun adamlarının yabancı bir ülkedeki yet­
kilerini yürürlükten kaldırdık."
"Fazla bir şansımız yoktu. Sana gelip BMW'de neler
olup bittiğini kontrol etmeye kararlıydı. Zaten o yetkileri
Ebu Halid'in nöbetçisinin icabına bakarak çoktan ortadan
kaldırdık ama bir kez olsun benim düşüncemi kabul etmen
güzel."
"Şaşıracaksın ama bu senin düşünceni kabul ettiğim tek
konu değil."
Ronen fazlasını duymak için bekledi.

273 1 1
"Geçtiğimiz iki gün içinde parçası olduğumuz teşkilat
hakkı nda düşünecek çok zamanım oldu."
"Senin parçası olduğun," diye onu düzeltti Ronen.
"Senin olmaman zaten meselenin özü. Eğer teşkilatın için­
deki herkes birbirini tutsa, yeri geldiğinde takdir edebilse ya
da en azından bağışlayıcı olabilse harici düşmanlıkla baş etmek
mümkün olur. Senin ve benim şimdi yaptığımız ne affedilme­
ye ne de desteğe layık olmayan şeyden bahsetmiyorum. Ben
sıradan operasyonlardan, yüz tanenin içinde başarısız olan bir
tanesinden bahsediyorum."

***

Rami ve Arye ajanları almaya giden Yasur helikopterine bi­


necekleri piste arabayla götürüldüler. "Henüz Gadi ve Ronen
bilmecesini çözmüş değiliz," dedi Beaufort onlara, "ve sizi her
şeyin düzgün gitmesini ve sağ salim buraya gelmelerini sağla­
manız için gönderiyorum."
"Sizin bu operasyona karşı olduğunuzu biliyorum," dedi
Doron Arye'ye, "ama bu, Gadi ve Ronen'le bir tartışmaya
girmenize sebep değil. Oraya indiğiniz anda saha komuta­
nı olacaksınız ama bir problem çıkmadığı takdirde sadece
bebek bakıcılığı yapmanızı istiyorum. Ve eğer çıkarsa Rami
ve adamları emrinizde." Mistaravim timinin komutanına
döndü. "Rami, lütfen Yoav ve ekibine teşekkürlerimizi ilet.
Buradaki birçok insan 'baştan başarısız olmaya mahkum' bir
göreve çıktıklarını düşünmüşlerdi ama onlar bunun şık bir
şekilde üstesinden geldiler."

"Bunun yasal kovuşturmalarla sonuçlanacağının farkında­


sındır," dedi Beaufort Doron'un ofisinde oturmuş helikopter
insanları alacağı noktaya yaklaştığında komuta odasına çağı­
rılmayı beklerlerken.
"Elimizde Lübnan'a yetkileri olmadan giren iki kişi var.

• ı 274
Ronen'le ilgili durum patlayıcıya ve on un yol açtığı her şeye
bağlı olarak haliyle çok daha ciddi."
"Gadi seninle onun arasında bir yanlış anlaşılmanın söz
konusu olduğunu öne sürerse Lübnan'a yetkisi olmadan
girdiğini ispatlamak zor olacak," dedi Doron bir an düşün­
dükten sonra. "Ve patlayıcı konusu da problemli. Ronen'in
depoya girdiğini biliyoruz ama kayıp patlayıcıyı onun aldığı­
na ya da onu kullandığına ilişkin bir kanıtımız yok. Sadece
kendisi itiraf ederse ya da Gadi onun aleyhine ifade verirse
onu suçlayabiliriz."
"Öyleyse böl ve ele geçir," dedi Başkan. "Zaten Gadi'yle
daha az problemim var, baştan beri niyeti iyiydi ve o olmasa
şu anda ne halde olurduk bilemiyorum. Başbakan'ın sana ve
bana göstereceği takdirin çoğunu o hak ediyor."
"Her şeyi Ronen'in üstüne atıp Gadi'yi temize çıkarmanın
doğru olduğunu düşünmüyorum. İkisiyle daha önce de bu
noktaya gelmiştik; bu, aslında Soruşturma Komisyonu'nun
karar verdiği şeydi. Gadi'nin birime bir kahraman olarak geri
dönmesine izin veremem, sonuçtan o da payını almalı."
"Eh, öyleyse aylardır yapmaya çalıştığın şey için işte sana
fırsat - kov onu," dedi Beaufort. "Gerçi ben senin ondan kur­
tulmak için neden bu kadar acele ettiğini hiç anlamadım. Alı­
şılmışın dışında olduğu doğru ama işi bitiriyor."
Doron sessiz kaldı, keyifsizdi.
"En azından," diye toparladı Başkan, "Ronen hakkında
hemfikiriz. Bu konuda tavize yer yok, artık bir Mossad ajanı
değil ve onu korumaya niyetim yok. Ona karşı tavrımızın onu
bu eyleme sürüklediğini öne süreceğini tahmin ediyorum ama
şikayetlerini dile getirmesine fırsat vermeye niyetim yok. Hu­
kuk müşavirimizin bu konuda çalışmasını ve Ronen ayağını
yere basar basmaz havaalanından alınmasını sağla."
"Ya Gadi?" diye ısrar etti Doron.
"Birime girmekten men edilmiş olduğunu ona bildir . . . "
" . . . ve ekibe," diye ekledi Doron. "Açık bir mesaj vermek

275 1 1
önemli. Gadi hakkındaki düşünceler farklı farklı ama yöne­
timden verilecek açık bir mesaj herkesin aynı çizgide toplan­
masını sağlayacaktır. Herkes dediğim, iki-üç doğrucu tip dı­
şındaki herkes."
"Nasıl istersen. Ben bütün çalışanlara bu ikisinin en yüksek
cezayı alacağına ilişkin bir duyuru göndereceğim. Ama abart­
mayalım. Bu zorlu sınav iyi bir şekilde bitiyor, minnettar ol­
malıyız. İkimizi de pek iyi göstermeyecek bir patırtı başlatmak
gibi bir niyetim yok."

***

Ronen Bikfaya Köyü'ne doğru dik ve dolambaçlı bir yolu


takip ediyordu. Köylerin girişlerine yakın bazen tek bir sokak
lambası bulunuyordu ama onun dışında yol tamamen karan­
lıktı. Farlar bazen virajlar ya da bayırlar yüzünden yolu göster­
miyor, Ronen'in boşluğa düşmemek için aniden fren yapma­
sına neden oluyordu.
"Şu son birkaç gündür ben de bir iç hesaplaşma yapıyorum
ve aslına bakarsan seninkinden farklı bir sonuca ulaştım," dedi
Ronen sakinlikle. Gadi karanlık yolları gözlemeyi bırakarak
ilgiyle ona baktı.
"Mossad'ın bize bir borcu yok ve orada sahip olduğumuz
-olmuş olduğumuz- dostlarımızın da öyle. Biz tam olarak acı­
nacak halde olan zavallılar değiliz. Çok az insan bizim yaptık­
larımızı deneyimleme fırsatına sahip olur. Siyonist olduğumuz
için orada olduğumuz doğru ama aynı zamanda yaptığımız­
dan zevk de aldığımız için oradaydık."
Gadi hiçbir şey söylemedi.
"Ve benim başıma gelene gelecek olursak,'' diye ekledi Ro­
nen bir yanıt gelmeyince, "beni batıran kişi bendim ve bedeli
ödemesi gereken kişi de benim. Düne kadar bu gerçeği kabul
etmemiştim. Komisyon raporunu okudum, arkadaşlarımızı
dinledim ve sorumlu tutup kin güttüğüm insanların uzun bir

• ı 276
listesini yaptım. Eminim listenin başında yer aldığının farkın­
dasındır," dedi yüzünde bir gülümsemeyle, gözlerini tekrar
yola çevirmeden önce Gadi'ye bir bakış atarak.
"O sadece benim sorumlu olduğum operasyonel bir ha­
taydı. Geri kalan her şey saçmalık. Küçük kızının arabadan
çıkıp ona doğru koştuğunu yeterince erken fark edemedim
ve o pozisyonda ateş edemeyeceğime karar verdim. Ondan
sonra da yolumuzu kapatan iki polis memurunu vurmama­
yı tercih ettim. Bunların her biri benim kendi hatalarımdı.
Eğer Başbakan kendi politik çıkarları için bizi kullanmaya ça­
lıştıysa ve eğer Mossad Başkanı onu durdurması gerekirken
durdurmadıysa ve eğer sen, ben daha hazır değilken beni Bir
Numara yaptıysan her biriniz kendi iç hesaplaşmanızı yap­
malısınız. Kimse benim bu operasyonun bir parçası olmam
ya da Bir Numara olmayı kabul etmem için kafama silah da­
yamadı. Dolayısıyla kabul edip bu göreve başladığım andan
itibaren hatalar benim hatalarım. Konu kapanmıştır. Ve eğer
Liral yüzünden bir problemim varsa," dedi sesi çatallanınca
öksürüp boğazını temizleyerek, "o görevimi yerine getirmeme
mani olduğu için sonucun bedelini İsrail Halkı'nın ödemesi,
savunulamaz."
Ronen'in söyledikleri Gadi'nin zihninde zincirleme bir re­
aksiyona yol açtı. Neredeyse bir yıldır kafasında dönüp duran
kelimeler ve cümleler birden yerli yerine oturdu.
Beraber Başbakan' ın karşısında oturduklarında Mossad
Başkanı'nın ve Birim Şefi'nin konumunu ve onurunu gör­
mezden gelmesi gereken kişi oydu; zaman çizelgesi bu kadar
budanmış bir göreve girişmenin imkansız olduğunu söy­
lemesi gerekirdi. Bunu Başbakan kendi başına bilemezdi,
Mossad Başkanı da öyle; o mevkiye Operasyon Birimi' nden
yükselerek gelmemişti. Ve Birim Şefi biliyor ve dile getirme­
si gerekiyor olsa da bu, kendi sorumluluğunu, söylenmesi
gereken şeyi söylememiş olmasından kaynaklanan kendi su­
çunu azaltmazdı.

211 1 1
Onu ne alıkoymuştu? Daha kıdemli bir amirin yanında
kendi amirlerine karşı gelmelerine engel olan o nefret uyandı­
rıcı gelenek mi? Rütbesinin kısıtlamalarının ve Mossad hiye­
rarşisinin arkasına saklanmayı tercih ettiğine göre söylenmesi
gereken şeyi söylemek için gerekli olan cesaretten -medeni
cesaretten- yoksun muydu?
Kendi dünyasında tek suçlu olan taraf kendisiydi ve gerisi
Ronen'in de söylediği gibi saçmalıktı.

Sadece bir kısmı asfalt kaplı, kalanı taş, çakıl ve çukurlar­


dan oluşan yol Biskanta'nın doğusunda sona erdi. Mercedes
durdu ve Ronen arkasına yanaştı. Yoav yanlarına geldi.
"Şimdi komuta odasıyla irtibat kurmalıyım. Helikopter
denizin üzerinde ve yere inmek için bizden haber bekliyor.
Buluşma noktasına varana kadar daha yaklaşık on beş kilo­
metre kadar toprak yolumuz var."
"Şimdiye kadar kat ettiğimiz yol nasıl bir yoldu ki?" diye
sordu Ronen, Yoav güldü.
"Bekle, daha başına gelecekleri bilmiyorsun. Farları sön­
dürerek gitmeyi planlıyorum. Oldukça açık bir gece ve muh­
temelen beni rahatça görebilirsin, o yüzden farlar olmadan
hemen peşimizden gelmeyi mi tercih edersin, yoksa belli bir
mesafe bırakarak farların açık gelmeyi mi?"
"Bu yolculuğu daha önce yaptınız," dedi Gadi, "yolda kötü
sürprizler yok mu?"
"Bu aynı yol değil. Yasur ilkinden çok uzak olmayan baş­
ka bir noktaya iniyor. İlk seferde inilen noktanın 'kirlenmiş'
olması ve birinin bizi orada bekliyor olması ihtimaline karşı
hemen hemen beş kilometre uzağına."
"Farlar olmadan bir deneyeyim," dedi Ronen. "İlk çukura
düştükten sonra açarım."
"O arabaya iyi bak. Komuta odasının bana BMW'yi mi
yoksa Mercedes'i mi getireceğimi bildirmesi gerekiyor. Yani
çukurlara düşmemeye çalış."

1 1 278
"Geride bırakacağımız arabayı tepeden aşağıya atacağız,"
dedi Gadi. Yoav'ın operasyonu kendi yöntemleriyle bitirmesi­
ne müsaade ediyordu ama bunun gibi bazı konular kendi üst
rütbesini ve deneyimini gerektiriyordu. .
Yoav Mercedes' e döndü ve Gadi soğuk yüzünden pencereyi
kapadı. Saat gece yarısı biri geçmişti ve bin sekiz yüz metre
yükseklikteydiler; dondurucu soğuk arabanın içine nüfuz et­
mişti.
"Eğer BMW'yi burada bırakırlarsa benim belgelerimin
hiçbir değeri olmayacak. Başka hiç kimse onları kullanamaz,"
dedi Ronen.
"Bu doğru ama BMW'yi burada bırakmak, buranın bir iniş
noktası olduğunu belli eder. Her halükarda belgelerin seni çok
endişelendirmesin. Benimkiler de öyle. Lübnan'dan çıkış dam­
gaları olmadan pasaportlarımız hemen hemen değersiz. Eninde
sonunda Lübnan otoriteleri Bay Smith ve Bay Ford'un ülkele­
rinde kaldıklarını keşfedecek. Geldiler ve hiç gitmediler."
"Demek sonuç olarak yine kaçırılanlar listesinde yerimizi
aldık," dedi Ronen. "Ama gerçekten, senin pasaportuna yazık
olmadı mı?"
"Ona daha fazla ihtiyaç duyacağımı sanmıyorum," dedi
Gadi hüzünle.
Yoav arabalarına geri döndü. "Tamam, BMW'yi beraberi­
mizde götürüp Mercedes'i buluşma noktasının yakınlarındaki
bir vadiye atıyoruz. Vericiyi alın," dedi kulaklıklarıyla beraber
ufak bir tertibatı onlara uzatarak. "Üç yüz metreye kadar çeki­
yor. Karanlıkta kaybolursak, bizi arayın."

Ronen motoru çalıştırdı ve yavaş yavaş Mercedes'i takip


etmeye başladı. Dönemeçlerde arabanın silueti bulutsuz gök­
yüzünün önünde açıkça seçiliyor ama tam önlerindeyken sıra­
dağların içinde kayboluyordu.
"Pasaportla ilgili söylediklerinden ayrılmaya karar verdiğini
anlıyorum, öyle mi?"

279 1 1
''Aslında Beyrut'a giden o uçağa bindiğim anda ayrıldım,"
diye cevap verdi Gadi.
"Bunu tavsiye etmem," dedi Ronen, bütün dikkatini araba
kullanmaya vermek için öne doğru eğilerek. "Kendini dışarıda
bulmak kolay değil, özellikle de teşkilatın olağanüstü yetenek­
lerini gördükten sonra. Örneğin bugün bu işi Mistaravim'le
tek bir günde halletmeleri gibi. Evde televizyondan terörist
saldırılar hakkındaki haberleri izliyor olacak, kimlerin hare­
kete geçmek üzere hazırlandıklarını bilecek ve sen artık bir
oyuncu bile olmayacaksın. Bu seni çileden çıkaracak. Aynı za­
manda benim gibi onlarla bağlantının tamamen kesileceğini
bilmelisin. Bir yerden kötü ayrılmak gerçekten wr oluyor. Bü­
tün arkadaşlarının nasıl birden ortadan kaybolduğuna inana­
mazsın. lzzy' nin seni emekliye ayrılanlar için verilen partilere
çağırmasını bile bekleme. Çağırmayacak. Birinin ilerlemesine
ne kadar yardımcı olursan seni o kadar çabuk unutuyor."
"İnsanları ve operasyonları özleyeceğimi biliyorum ve bu
hayatımın en anlamlı kısmıydı," dedi Gadi, "ama teşkilatla
artık hiç uyuşmuyormuşum gibi hissediyorum. Geçen sene
Beyrut'ta yaptıkları her hatayı bu görevde Mistaravim'le tek­
rarladılar. Neden? Çünkü meslektaşlarına güvenebilirler ve
üstün başarı kültürü onların düşündüklerini açıkça söyleme­
lerine engel oldu."
" Küçük iyi çocuklar," dedi Ronen gülümseyerek. "Evet
efendimciler."
"Artık sessiz kalmayı ya da sadece doğru şeyleri söylemeyi
uygun bulmuyorum," diye devam etti Gadi. "Konuşmam ge­
rektiği zaman ben kendim de konuşmadım ve 'suç teşkil eden
azim' göstermeye devam ettim. İnanmadığım şeyleri yaptım
çünkü teşkilatın kurallarını tamamen benimsemiştim. Ama
bu artık benim için de teşkilat için de iyi değil. Bir zamanlar
birbirimize aşıktık, mutlu bir evliliğimiz oldu ama artık her
şey bitti," dedi melankolik bir gülümsemeyle.
"Böyle hissettiğine üzüldüm," dedi Ronen. Gadi'nin Mos-

ı ı ıso
sad adına -ve aslında genel olarak toplum adına, kendi sözlü
saldırılarını dikkate alarak- yaptığı konuşmalar Ronen' e tam
tersine umut aşılamıştı. Meseleyi daha da açıklığa kavuştur­
mak istedi: "Öyleyse söylesene bu, medya ve toplum meselesi­
ne uyandığın anlamına mı geliyor?"
"Şu an kendim dışında kimseyi yargılayacak durumda oldu­
ğumu sanmıyorum. Ama şimdi durumu oldukça iyi özetleyen
bir Rus atasözü aklıma geldi: 'Kahramanlarını onurlandırma­
yan bir ulusun onurlandırılacak kahramanları olmayacaktır."'

Araba keskin bir virajı döndü ve ikisinin birden soluğu ke­


sildi: Neredeyse iki bin dört yüz metre yükseklikten, Jabel el
Ruissa' nın güney ucundan güneybatı manzarası önlerine se­
rildi; önce Beyrut, sonra güneye doğru Sayda, Sur ile İsrail'in
kuzeyinde bulunan Rosh Hanikra'nın tepeleri ardındaki Na­
hariya, Akka, ışıkların oluşturduğu yayın gölgesinde karan­
lıkta nefessiz kalmış Hayfa Körfezi' nin etrafındaki şehirler ve
üzerilerinde yüksekte, ışıl ışıl parlayan Hayfa.
Ronen frene bastı ve uzunca bir an, Gadi kendine gelip ve­
riciden Mistaravim' e durup kendilerini beklemelerini söyleye­
ne kadar ayaklarının altındaki büyüleyici manzaraya baktılar.
Ronen için Hayfa Limanı, ordu deneyiminin ayrılmaz bir
parçasıydı. Orası sadece dalıp, denize açılıp talim yaptıkları
yer değil aynı zamanda denizci üniformalarıyla yürüyüp ko­
mando nişanlarıyla caka satarak kız tavladıkları yerdi. Yıldan
yıla, bir gruptan diğer bir gruba aynı kulüp ve barlarda her
zaman denizcileri bekleyen kızlar olurdu. Orası aynı zamanda
her zaman Tirat Hacarmel'den çıkan rakipleriyle dövüştükleri
ve Ronen'in mecburi hizmetini tamamladıktan sonra iki yıl
daha deniz komandosu olarak görev yaptığı yerdi.
Gadi, bunun İsrail' e sınırın diğer tarafından son bakışı ol­
duğunu biliyordu. İsrail' e özellikle doğudan ama aynı zaman­
da güneyden ve kuzeyden de bakarken her zaman duygulanır­
dı. Özellikle Golan Tepeleri'nin Suriye tarafından gün içinde

281 ı •
ve özellikle de gece yerleşim yerlerinin ışıkları sarı sarı parlar­
ken tam olarak nasıl göründüğünü gözünün önüne getirebi­
liyordu. Yarmuk Nehri'nin üstünde, Akraba'daki seyir nokta­
sından ya da Umm el Kis'ten Ürdün'ün ve Bet Şean Vadisi'nin
yeşil, kahverengi, sarı ve mavi bölümlerini görmenin kendisi
için ne kadar heyecan verici olduğunu hatırlıyordu. Ne zaman
İsrail'i düşman ülkelerin birinden görse hissettiği yalnızlık her
zamankinden daha şiddetli oluyordu.
Ve bu son defaydı, Bay Ford'dan ve diğer bütün sahte kim­
liklerinden ayrılışı, İsrail'i çok az İsraillinin deneyimleme fır­
satı bulduğu açılardan son görüşüydü. Hayatının çok önemli
bir parçasını geride bırakıyordu.
"Size doğru geliyoruz," dedi Gadi vericiye. "Gece görüş
gözlüklerinizle bakın ve uçurumdan uçmadan önce bize ha­
ber verin."
Ronen vites değiştirdi ve yavaşça ilerlediler.

Bu seferki iniş alanı sıra dağların birinde bulunan bir çeşit


gizli yaylanın ufak düz bir noktasıydı. Yoav kendisi ve adamla­
rı küçük vadiyi ve çevresini incelerken Ronen ve Gadi'ye yolda
kalmalarını söylemişti.
" Burada her şey sakin," dedi geri dönünce, "helikopter bu­
raya on beş dakika içinde ulaşacak. İniş alanında Mercedes'ten
teçhizatlarımızı çıkaracağız, sonra ben arabayı vadiye doğru
itip sizinle döneceğim." Tekrar karanlıkta kayboldu. Sessizlik,
kasvetli dağlar, camların kapalı olmasına rağmen içeri giren
dondurucu rüzgar Gadi ve Ronen'in içinde o tanıdık ürper­
tiyi uyandırdı. Birkaç dakika sonra, silahlar ve vericiler iniş
sahasının bir kenarında toplandığında ve Mercedes vadinin
dibine doğru son yolculuğuna çıktığında yine başlarını kurta­
racak bir hikayelerinin olmadığı, eğer beklenmedik bir asker
devriyesi tarafından gafil avlanırlarsa sadece ateş gücünün on­
ları kurtarabileceği aşamada olacaklardı. Farları kapalı seyahat
etmeleri bu ihtimali azaltmıştı ama komşu bir köye giden bir

• ı 282
çobanın yanından geçmiş, o da onları ihbar etmiş olabilirdi.
Ya da bir köy bekçisi hiçbir yere ulaşmayan bir yolda giden iki
arabaya şaşırmış ve şüphelerini aktarmış olabilirdi. Beyrut'ta
meydana gelen patlamanın ardından güvenlik kuvvetlerinin
ne tip bir arama ve devriye çalışması yaptıkları hakkında da
en ufak bir fikre sahip değillerdi. Bu tip zamanlarda beklemek
her zamankinden zordu.
Ronen sessizliği bozdu: "Sonunda bana Bir Numaraya
verdiğin bilgilendirmenin ne olduğunu söyleyecek misin?
Beyrut'taki son operasyon öncesinde bana verme fırsatı bu­
lamadığın bilgilendirmenin?" Bunu yapmasını başarısızlığa
uğrayan operasyondan beri çeşitli defalar Gadi'den istemişti.
Gadi ile tetiği çekecek insan arasındaki bu özel, fısıldanan
toplantı bilinen bir ritüeldi ama Ronen . kısaltılan zaman çi­
zelgesi yüzünden bunu kaçırmıştı. Felaketlerinden sonra Gadi
vermediği bilgilendirmeyi yeni baştan yapmasının ne işe yara­
yacağını anlamamıştı ama şimdi Ronen'in isteğini yerine ge­
tirmenin doğru olacağını düşündü.
"Sana özet halini, en önemli noktaları söyleyeceğim," dedi
kısa bir süre durakladıktan sonra. "Siyonist kısmı atlayıp doğ­
rudan ikinci bölüme geçiyorum."
Mercedes, içinde Yossi ve Yoav ile iniş alanından tepenin
ucuna doğru uzaklaştırılırken duraksayıp sonra devam etti:
"Cinayetler işleyen ve işlemeye devam etmeye niyetli olan bir
teröristi öldüreceksin. Haklı sebeplerin var ve ülken de senin
arkanda. Ama o da kendi nedenleri olan bir insan ve sen bu
işi yapmayı seçtiğin için yapacaksın. Bir makinenin dişli çarkı
değilsin. Yani şimdi iki seçeneğin var: Bunun senin seçimin ol­
madığını söyleyebilir ve evine dönebilirsin ya da yapmak üzere
olduğun şeyle barıştıktan sonra işe koyulabilirsin.
"Eğer devam etmeye karar verirsen herhangi bir şeyin yo­
lunda gitmeyebileceğini göz önünde bulundurmalısın. Sadece
operasyonel olarak değil aynı zamanda ahlaken de."
Dağdan aşağıya yuvarlanan ve aşağıdaki kayalara çarpan

283 1 1
Mercedes'in boğuk gümbürtüsü duyulunca tekrar duraksadı.
"Bu yüzden ülkeni, eğer ateş etmezsen meydana gelebile­
cek terörist saldırıları düşün. Ve sonrasında bu yeni durum­
da ne yapacağınla ilgili kararın senin, sadece senin olduğunu,
olduğun ve temsil ettiğin şeyden, bir ajandan, bir İsrailliden,
şefkatli bir insandan, hatta mantıklı bile diyebileceğimiz bir
insandan çıktığını hatırla," dedi yüzüne bir gülümseme yayıl­
mış şekilde Ronen'e bir bakış atarak, "ama her şeyden önce bir
insandan. Geçmişte Bir Numara olanlara söylediğim ve eğer
fırsat olsa sana da söylemiş olacağım şey bu."
Arka kapı açıldı ve Yossi ve Yoav içeri girdi. Bir an için
parlayan arabanın iç lambasının ışığında Gadi Ronen'in ya­
naklarından süzülen yaşların izlerini gördüğünü zannetti. Ro­
nen orada, Ebu Halid ve kızının karşısında, dinleme fırsatı
bulamadığı bilgilendirmeye uygun davranmıştı: bir insan gibi.
Bunun meşruiyet kazanması şimdiye kadar neredeyse bir yıl
sürmüştü.
Ronen, hiçbir zaman Gadi'nin kısa konuşmasında orada
özellikle onun için yaptığı değişiklikleri bilemeyecekti.
"Gidelim," dedi Yoav. "Helikopter beş dakika içinde orada
olacak."
Gece görüş gözlüğünü Ronen' e verdi ve iniş noktasına
doğru kayalar ve çukurlar arasında zikzak çizerek birkaç yüz
metre ilerlediler. Moussa ve Daoud bir grup teçhizatın yanın­
da duruyorlardı.
"Beş dakikayla ne demek istediklerini biliyorum," dedi
Gadi koltuğunu arkaya doğru yatırıp arka koltukta yayılmak
isteyen Yoav'ı umutsuzluğa düşürerek. "O uçan hurda buraya
ulaştığında beni uyandırın.''

ı ı ıs4
10

Gadi, altındaki toprak gümbürdeyip gökte büyük kara bir


leke gibi görünen dev bir CH-53 helikopteri vadilerin birin­
den yükselerek adamlarının teçhizatlarıyla araziyi taraması
için havada kısa bir süre durduğunda henüz uykuya dalmayı
başaramamıştı. Yoav, vericiyi kullanarak helikopteri bulun­
dukları yere yönlendirdi ve helikopter inerken bir toz bulutu
göğe doğru yükselip tüm alanı yuttu.
Her yönü gözlem altında tutan Yoav'ın adamlarına güve­
nerek helikopterdeki askerlere normal güvenlik prosedürüne
göre ilerlemeleri talimatı verildi. Rampa indirildiğinde Arye
ve Rami ekibi karşılamak üzere dışarı çıktı. Teçhizatların yük­
lenmesine yardım ederek el sıkışmaları kalkış sonrasına, heli­
kopterin içine sakladılar.
Ronen BMW'yi helikopterin içine sürdü ve rampa kalkıp
yerine oturdu. Kalkıştan önce son bir kez etraflarına baktılar,
helikopter ineli en fazla iki dakika olmuştu. Ronen arabadan
indi ve yerine sabitlenmesine yardım etti, sonra helikopterin
içine sıralanmış sıralarda oturan askerler ile Mistaravim timine

ıss ıı
katıldı. Hiç kimseyle konuşmak gibi bir niyeti yoktu. Gadi,
Arye, Rami ve Yoav karşılıklı olarak -Ronen'in varlığı yüzün­
den minimum coşkuyla- kısaca birbirlerini tebrik edip sırtlarını
sıvazladıktan sonra arabanın içinde oturdular. Başta aralarında
hiç konuşma geçmedi; durum düşman ülkelerden kalkış yap­
tıkları diğer seferlere benzese de bu sefer bir neşe hissedilmi­
yordu. Her şey sessiz sakin sona ermişti ama hepsi gereksiz ve
tamamen anlamsızdı ve sonuçlardan etkilenecek olanlar vardı.
Ronen düşüncelerinde kaybolmuş şekilde oturuyor, ken­
dini bekleyen şeyleri düşünüyordu. Bu sefer iş Soruşturma
Komisyonu'yla değil bir ceza davasıyla, hatta belki hapiste son­
lanacaktı. Eğer ülkenin güvenlik teşkilatları onun bir düşman
olduğuna karar verirse her hak.im onların uyarılarını dikkate
alacak ve onların talimatlarına göre kendisini hapse tıkacak.­
ti. Onun bir önceki resmi görevinde başaramadığını bu sefer
doğru şekilde yapmayı, çuvalladığı için İsraillileri öldürmeye
devam eden bir teröristin eylemlerine son vermeyi istediğini
dinlemeye kim gönüllü olurdu?
Batıya doğru giden helikopterin acil durum aydınlatmaları­
nın verdiği solgun ışıkta Ronen, uzun ellerinin ve göğsüne çekil­
miş sivri dizlerinin çizgilerini takip etti ve vücuduna tamamen
yabancı gibi hissetti. Sadece bir gece önce bombayı yerleştiren
bu eller kendisinin değil gibiydi. Bilincini kaplayan ağırbaşlılık
içinde kendi kendisine neler olduğunu açıklamakta zorlandı;
sanki bir parçası geride, gerçek olamayacağını fark edip uyan­
dırılmayı beklediği korkunç bir kabusun içinde kalmış gibiydi.
Ama sağında ve solunda oturan, tanıdığı ama kendisiyle konuş­
mayan adamlar bunun bir rüya olmadığını ortaya koyuyordu.
Birden Naamah' ın orada olmasını diledi. Öyle olsa da ko­
nuşmazdı ama başını omzuna yaslayabilir, parmaklarını onun
parmaklarına dolayabilir ve tüm bedenini saran titremeye kar­
şılık onun sıcaklığını soluyabilirdi.
Neredeyse yirmi dakikalık sessizlikten sonra pilot kıyı şeri­
dini geçtiklerini anons etti. Lübnan sınırlarından çıkmışlardı.

• ı 286
Önlerinde hila uzun bir yolculuk vardı, Beyrut'un kuzeyindeki
denizin üstündeydiler ama artık hiçbir omuz üstünden ateşle­
nen füze ya da uçaksavar mermisi onlar için tehdit oluşturamaz­
dı. Helikopterdeki adamlar rahatladılar. Sadece düşüncelerine
ve düşlerine dalmış olan Ronen diğerlerinden ayrıydı.
Rami ve Arye ancak şimdi Gadi ve Yoav' a her şeyin nasıl
gittiğini sorabildiler. Yoav olanların kısa bir özetini yaptı, ar­
dından Gadi, "Kes şunu. Mutlaka bir soruşturma komisyonu
kurulacak, neden benimkiyle çelişen bir yoruma bulaşayım
ki?" dedi. Eğer sessiz kalacak olursa Ronen hakkında çok az
şey bileceklerdi. İkisini de düşman bir devlete girmekle suçla­
yacaklardı ama bunun ötesinde ne biliyorlardı ki?
"Bu doğru," dedi Arye. "Bir soruşturma memuru şimdiden
atandı ama biz şimdilik sadece patlayıcının nasıl çalındığını
kontrol etmek istiyoruz."
"Soruşturma yapmayan ya da soruşturma altında olmayan
biri kaldı mı?" diye sordu Gadi.
"Çok değil, ama onlar da o noktaya gelecek," diye cevap
verdi Rami arka koltuktan.
Yoav Gadi'ye yönelerek ekledi: "Seni soruşturmayacakları­
nı mı düşünüyorsun? Ne de olsa yetki almadan gittin."
"Ya sen?" dedi Gadi gülümseyerek. "Bu kadar kolay kurtu­
lacağını mı zannediyorsun? O polis memuruna yaptıklarından
ve onları havaya uçurmamızdan sonra." Yoav' ın ani kahkahası
birden kesildi. Bir kahraman olarak döndüğünü düşünmesini
sağlayacak yeterli sebebi vardı ama birden mevcut şartlar altın­
da bir soruşturma komisyonuna Hizbullah'ın adamını neden
vurduğunu ya da patlayıcının güvenlik kuvvetlerinin aracına
yerleştirilmesine neden onay verdiğini açıklamak durumunda
kalma ihtimali vardı.

Pilot Beyrut'un solda kaldığını anons etti ve birçok kişi


görebilmek için başını pencereye doğru çevirdi. BMW' nin
sürücü koltuğunda oturan Gadi bakmadı. Onun için her

287 1 1
şey geride kalmıştı, zihninde Lübnan Dağı'ndan gördüğü,
Beyrut'tan Hayfa'ya uzanan yüzlerce kilometrelik manzarayı
tutmak daha iyiydi. O olağanüstü manzarayı ilk kez paraşüt
birliğinde genç bir subay olarak Hermon Dağı'nın zirvesinde
bir görevdeyken gördüğünden bu yana ne kadar mesafe kat
etmiş olduğunu düşündü. Tırmanışlarına şafak vakti başla­
mışlardı, tepeye ulaşana kadar çıktıkları her birkaç elli metre,
üzerinde erimemiş kar birikintileri olan birkaç kilometrelik
kahverengi, beyaz damalı toprakları önlerine seriyordu. Tepe­
de doğudaki vadinin ortasında Şam'ı, batıda Beyrut'u ve deni­
zi ve arkalarına döndüklerinde pamuk yığını gibi görünen kar
tümsekleriyle Golan Tepeleri' ni ve oradan aşağıda Celile'yi,
yemyeşil Karmel Dağı'na ve Hayfa Körfezi'ne kadar bütün
toprakları görmüşlerdi. Nefes almakta zorlanıyordu ama bu,
kız arkadaşının -o zamanlar orduyu bıraktıktan sonra Güney
Amerika'da çıktığı bir seyahatteydi- kendisine dağın birinden
yazdığı bir mektuptan alıntı yapmasına engel olmamıştı: Tan­
rı kendisi dünyayı böyle görüyor olmalı.
Kat ettiği uzun yol kendisine her zaman büyüleyici görün­
müştü - gerçekten dünyadaki çok az insan bu kadar çok se­
yahati, macerayı ve başarıyı hak etmişti. Ama birden dünya
küçülmüş, o zamanın Karmel Dağı ve bugünün Lübnan Dağı
çok benzer görünmüştü, aynı teröristlerin, silah tüccarlarının
ve ruhlarını şeytana satan bilim adamlarının peşine düştüğü
bütün o başkentler, metropoller ve taşra şehirleri gibi. Ve bir­
kaç boş saatini gergin uykularda geçirdiği beş kıtadaki bütün
o otel odaları, iki kişilik yatağın bir tarafı her zaman bozulma­
dan kalan tek bir otel odası gibiydi.

Gadi bu seyahatin döngünün tamamlanmasını sağladığı­


nı, Beyrut' a bir önceki seyahatinde işlediği günahları telafi
ettiğini hissediyordu. Ama bunu kabul etmek kendisini ya­
tıştırmıyordu. Kaçırılan fırsatlar için üzülüyordu. Bir şeyler
yanlıştı ve bunun kendisinden mi, Mossad'dan mı, yoksa ara-

ıı ıss
larındaki uyuşmazlıktan mı kaynaklandığını bilemiyordu.
Ama onu rahatsız eden şey sadece bu değildi. Bu neyin iyi,
neyin kötü olduğunu hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğin,
hoş görülebilir olanın yasaklandığı ve yasaklananın hoş görül­
düğü karanlık, aldatıcı, güvenilmez dünyada yaşamaya devam
etme kabiliyetinden yoksundu. Diyelim ki yaşlı bir kadını bir
baltayla öldürmedin de öldürme yetkisine sahip olduğun bir
teröristi vurdun diye suçlandığın ve cezasının yakında kesile­
ceği bir dünya. Boşa kürek çekmeyi gerektiren bu işi yapmaya
devam edenlere hayranlık duyuyordu ama artık onlardan biri
değildi.
Gadi, ilk kez bu iş için uygun olmamakla kalmayıp layık
da olmadığını düşündü. Kurallara uymak için gerekli olan al­
çak.gönüllülükten, kurallar doğru olanı işaret ettiği zaman bile
yoksun olabilirdi.

***

Helikopterin motorları sustu. Yolcular yere inişi değil sade­


ce birden oluşan sessizliği fark ettiler. Işıklar yandı ve adamlar
uyanıp ayağa kalktılar. Mistaravim timi teçhizatlarını toplayıp
yan kapıdan çıktı. Askerler gelişlerini bekleyen bir ekibin yar­
dımıyla silahlarını toparladılar. Helikopter ekibi kendi kont­
rollerini gerçekleştirdi. Mühimmat Bölümü'nden bir memur
arabayı bağlarından kurtarırken birimin şoförlerinden biri
BMW'yi dışarı çıkarmak için helikoptere girdi. Gadi hala
dünyadan kopuk, sırada oturan Ronen'i bekledi. Çantaları el­
lerinde, yavaş yavaş dışarı çıkan BMW' nin yanı sıra rampadan
aşağıya indiler.
"Umarım bu küçük hediye için sana teşekkür ederler," dedi
Gadi, arabanın metal tavanına hafifçe vurarak.
Ronen'in yüzüne hüzünlü bir gülümseme yayıldı. Yor­
gundu ve ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. İçinde sağ
salim geri dönmüş olmanın neşesi, kendisini bekleyenlerin

289 1 1
korkusu ve tüm bunları yaşatmış olmanın yüreğini dağlayan
derin üzüntüsü birbirine karışmış durumdaydı.
Onları karşılayan gün doğmadan önceki hava, sadece dok­
san dakika önce geride bıraktıkları Lübnan Dağı'nın soğuğun­
dan otuz derece daha sıcaktı. Hila helikopterin motorundan
gelen yakıt dumanıyla karışmış olsa da Gadi havayı derin de­
rin ciğerlerine çekti. Koku ve rüzgar ona çok güzel gelmişti;
sıcak Tel Aviv havasının bir uçağın kapısında yüzüne çarpması
bu tuhaf meslekteki sevdiği şeylerden biriydi.
Bir helikopterle askeri bir üsse ya da Hayfa'daki deniz üs­
sünde bulunan bir gemiye yaptığı inişler ayrı bir bayram ha­
vasını beraberinde getirirdi. Bir helikopterde ya da gemide o
ve adamlarına kendi özel köşeleri tahsis edilirdi ve Mossad
ajanlarını düşman bir ülkenin kalbinden alan askerlerin yü­
zündeki hayranlık dolu ifadeleri fark etmek zor olmazdı. Hava
üslerinde ya da rıhtımlarda her zaman birim tarafından gön­
derilen neşeli bir karşılama komitesiyle karşılanırlardı.
Ne var ki o anki durum garip bir karışımdı: Bir helikopter
ve bir Arap ülkesinden kurtarma görevi vardı ama atmosfer
yabancıydı ve yabancılaştırıyordu.
Gadi ve Ronen helikopterin etrafındaki koşuşturmacadan
uzaklaştılar. Rami, Yoav ve adamlarının iniş alanının ucundaki
minibüsün yanında birimden birkaç sempatizanla toplandığı­
nı görebiliyor ve o yönden gelen kahkahaları duyabiliyorlardı.
Helikopterin arkasında askerler kendilerine katılan askeri bir
aracın yanında ekipmanlarını düzenliyorlardı. Yer mürettebatı
helikopterdeki bir grup boruyu ve kapağı kontrol ediyordu.
Helikopter sadece çevresindeki sarı projektörlerle aydınla­
tılmış asfalt alanın tam ortasında duruyordu. Bir tarafta yer
alan alçak bir bina sırasının, diğer tarafta iniş ışıklarının uzan­
dığını seçebiliyorlardı. Uzaklarda Tel Aviv'in ışıkları görünü­
yordu ve arkalarında denizin sesini duyabiliyorlardı. Önle­
rindeki karanlığın içinden iki beyaz Mazda Lantis üstlerine
doğru geliyordu.

• ı 290
Gadi şoförün yanında Helena'nın oturduğu kendi ara­
basını tanıdı. Naamah da birim araçlarından biri olan diğer
Lamis'in arka koltuğundan indi.
"İki araba, bizim için bütün imkanlarını kullanmışlar!"
dedi Ronen keyifsiz bir gülümsemeyle Naamah' a doğru yü­
rürken. Ancak Naamah'ın "Seni çok seviyorum" dediğini ne­
redeyse kaçırdığı uzun bir kucaklaşmadan sonra Naamah' ın
omzunun üstünden Lital'in arabada oturduğunu gördü.
Ciğerlerine çektiği bütün hava boğazında toplandı ve o her
ne ise orada durmayıp onu boğarak gözlerine ulaşcı ve hava
basıncıyla olmuş gibi bir anda göz pınarlarını boşalttı. Ronen
kendini Naamah'tan kurtardı, arabanın kapısını hızla açtı ve du­
daklarını Lital'in küçük kafasına bastırdı. Onu öpücüklere boğ­
du, sonra başını kucağına gömüp ağladı. Baba, dedi küçük kız
hafifçe başına vurup saçını çekerek. Babasının sarsılan omuzları
karnını o kadar gıdıklamışcı ki kontrol edilemez bir kahkahaya
boğuldu. Naamah gözlerinde yaşlarla yanlarında duruyordu.

***

Gadi Helena'nın yüzünü ellerinin arasına aldı.


"Son sefer?" dedi Helena yarı soran yarı direten bir ton­
da. Aksanı Gadi'yi eve, ona, Ami ve Ruth'a, o andan itibaren
tek ve biricik dünyası olacağından emin olduğu her şeye geri
döndürmüştü.
"En son sefer, geri dönüş yok," dedi gülerek Gadi. Onu
belinden kavradı, yerden kaldırıp havada döndürdü. Şaşırıp
utanan Helena sıkıca boynuna dolandı, yüzü parıldıyordu.
Onu yere bıraktıktan bir an sonra Gadi, Dolev ailesine
baktı. Ronen kızının yanında oturuyordu. Naamah arabanın
yanında ayaktaydı, göz göze geldiler.
"Teşekkürler," dedi Naamah ama sesi Gadi'nin kulaklarına
ulaşmamıştı. Gadi o sesin Naamah'ın ağzından bile çıkmadı­
ğını fark etti. Ancak dudaklarını okumak kolaydı.

291 ı•
Üçüncü bir Lantis karanlıkta bir kenarda durdu. İçinde
Doron ve uzun zamandır Operasyon Birimi' nin gizli bir orta­
ğı olan İsrail Polis Genel Merkezi'nden bir görevli vardı.
"Yedek kuvvete ihtiyacımız olmayacağına emin misin?"
diye sordu görevli.
''Abartma. Sadece incelikle ele alınması gerekiyor. Bunu
bekleyip beklemediğini ya da ne durumda olduğunu bilmi­
yorum. Hadi harekete geçelim. Konuşmayı ben yaparım, sen
benim yasal desteğim olacaksın. Seni görmesine izin verelim
ki bu fikre alışabilsin."
"Diğer adam müdahale etmez mi?"
"Umarım ermez. Onun evine dönmesine izin veriyoruz. Daha
sonra onunla bir araya gelip nasıl ilerleyeceğimize bakacağız."
Lantis yavaşça ilerleyip Naamah'ın yanında durdu. Do­
ron arabadan inip onun elini sıktı. Ronen arabadan çıktı ve
Doron ona da elini uzam. Birbirlerine baktılar, sonra Ronen
kenarda duran polis memurunu gördü ve durumu anladı.
Göğsüne soğuk bir yumru oturdu. Bunu bekliyordu ama
polis memurunu görünce bunun teşkilat içinde çözülmesi­
ni, bir duruşmaya çıksa bile hapishaneye gitmek durumunda
kalmamayı ne kadar umut ettiğini anladı. Memurun korku­
ları yersizdi, Ronen'in karşı koymak gibi bir niyeti yoktu.
Tüm benliği kederle dolmuştu ve bu kederden bir kabulleniş
ve yeni bir berraklık yükselmişti. Ronen ödemesi gereken be­
deli ödemek için oradaydı. Ödedikten sonra hayatının bu
bölümü -Mossad'la sorunlu olarak geçen bu bölümü- arka­
sında kalmış olacak, gelecekte ondan kopması kesinleşecekti.
Kim olduğunu biliyordu: Ebu Halid'in suikastçısı değil sa­
dece Lital'in babası ve Naamah'ın kocasıydı. Hayatının eski
bölümünün kapanması yeni bölümünün başlaması için duy­
duğu beklentileri körükledi.

Gadi, Doron'un Ronen'in omzuna kolunu dolayıp onu


bir kenara çekişini izledi. Bir süre sonra Ronen Naamah'a

1 1 2 92
gidip onunla sakince konuştu. Doron Gadi'ye doğru geldi.
Helena'ya başıyla selam verip Gadi'nin elini sıktı.
"Konuşacak çok şeyimiz var," dedi soğuk bir edayla.
"Beaufort ve ben seninle yarın sabah sekizde Ben Yehuda
Caddesi' ndeki operasyon dairesinde buluşmak istiyoruz. O
zamana kadar ekipten ya da genel merkezden herhangi biriyle
irtibat kurma."
Gadi gözünün ucuyla Ronen ve Naarnah'ın öpüşüp uzun
uzun kucaklaştıklarını gördü. Ronen Doron'un arabasına git­
ti, Gadi için olan biten açıktı: Kendisi Mossad'dan ve ekibin­
den uzaklaştırılıyor, Ronen de demir parmaklıkların arkasına
gönderiliyordu.
"Ona Naarnah ve Lital'le bir gün veremez misiniz?" dedi
Gadi öfkeyle.
Doron cevap vermedi. Kafasını çevirdi, bu görüşmeyi bir
an evvel bitirmek istediği belliydi.
Gadi Ronen' in kaderini nasıl tamamen kabullendiğini gör­
dü ve ona karşı büyük bir şefkat hissetti. Ronen'i tutuklamala­
rının gerekçesini anlıyordu ama Soruşturma Komisyonu' ndan
çok tanıdık gelen bu düzenin kendini tekrar etmesini tedde­
diyordu. Ronen bir hücreye gider ve Naamah da orada tek
başına kalırken kendisi Helena'yla eve dönemezdi.
Bu yeni durumun birçok bilinmeyeni vardı. Ona büyük
ihtimalle reddeceği bir teklif getirebilirler ve o da kendisini
Ronen'in yan hücresinde bulabilirdi. Her şey sabah necleşe­
cekti. Şimdi yapabileceği, en azından izin verdikleri son ana
kadar Ronen'in yanında olmaktı. Gadi Helena'ya döndü.
"Iloush, orada Ronen'le beraber olmalıyım," dedi Helena' nın
alnından öperek. Helena ona hayretle baktı ve Gadi olanları
ona birkaç kelimeyle açıkladı.
''Ama sen . . . "
" Hayır, ben hapse atılmayacağım. Sadece orada onunla ol­
mak istiyorum. Anlıyor musun?"
Helena anlamıyordu.

293 1 1
"Sadece yanında olup destek vermek için. Sonra eve gele­
ceğim," dedi Gadi ve Helena şaşkın şaşkın ona bakarken onun
yanından uzaklaştı.
Gadi Ronen'in yanına, Doron'un arabasının arka koltuğu­
na oturdu.
"Ben de gelebilir miyim?" diye sordu, onu orada gördüğü­
ne şaşıran Doron' a.
"Gönüllü hapse izin vermiyoruz,'' dedi polis memuru.
"Bu da nedir, güzel bir arkadaşlığın başlangıcı mı?" dedi
Doron, rahatsızlığını yenerek.
"Hayır, güzel bir kariyerin sonu,'' dedi Gadi.

Ama pencereden görünen manzara, Naamah'ın gidip


Helena'ya sarılması gerçekten güzel bir arkadaşlığın ispatıydı.
"Görünüşe göre Gadi arabasını kullanmayacak. Beraber
gidelim mi?" diye sordu Helena. Naamah onu yanaklarından
öptü. Lital'in iki yanına oturdular. Şaşıran şoför omuzlarını
silkti ve askeri havaalanının çık.ışına doğru Doron'un arabası­
nı takip etmeye başladı.

Küçük havaalanının kapısında patlayan fi.aş lambası yü­


zünden iki kadının bir an için gözleri karardı. Bir süre önce
Doron'un arabası önlerindeki kapıdan geçerken flaşın patladı­
ğını görmüşler ama bu ışığın bir fotoğraf makinesinden geldi­
ğini anlamamışlardı.
"Bir dakika,'' dedi Helena. "Bu şey değil mi, neydi ismi?"
"Dur, dur!" diye bağırdı Naamah ve şoför arabayı durdur­
du. Bu, Haramati'ydi.
"Şimdi tam olarak ne yapacağımı biliyorum,'' dedi Naamah.
"Onu bana kibarca verecek misin, vermeyecek misin?" diye
soracaktı elini fotoğraf makinesine doğru uzatarak.
"Hiç niyetim yok desem ne dersin?" diye cevap verecekti
Haramati o arsız tavrıyla.
Naamah tek eliyle fotoğraf makinesini yakalayacak ve diğer

1 1 294
eliyle onun yüzüne bütün gücüyle bir tokat indirecekti. Eği­
tim yıllarında öğrendiği cinsten bir darbe değil, öfkesinin ve
horgörüsünün sonucu olacak bir tokatla bir yumruk arası bir
şey. Haramati arkaya doğru sendeleyecek, makine Naamah' ın
ellerinde kalırken o yere düşecekti. Bir anda makineyi açıp
filmi kapının ışığının altına tutacak, ondan sonra da kibarca
Harama ti' nin bedeninin üstüne bırakacaktı.
"Umarım tepki göstermeyeceksin," dedi Helena. "Gadi,
Ronen ve Doron bir şey yapmadı. Eğer ona bir makale yaz­
ması için malzeme verirsek hiçbir şeyi sessiz sakin çözemeyiz."
"Ama sansürün hiçbir şey yapmayacağını biliyoruz." Naa­
mah bir an Haramati'ye bakıp düşündü.
"Tamam, devam et," dedi şoföre, kapısını kapatarak. "Bıra­
kalım şansını denesin."

Araba uzaklaşırken Haramati rahatlayarak iç geçirdi ve çal­


makta olan cep telefonuna cevap verdi.
"Hayır," dedi, "hiçbir şey yok."
Milken'in kızgın sesi telefondan bağırdı: "Böyle büyük bir
haberden bu şekilde vazgeçemezsin. Böyle özel bir bilgiyi elde
etmenin ne kadar zor olduğunu biliyor musun?"
Haramati sadece hayal edebiliyordu; Milken'in mükem­
mel bağlantılarına karşı saygıyla karışık bir korku duyuyor­
du. Sadece önemli bir şey olduğunu değil, aynı zamanda tam
olarak nerede olduğunu ve ne zaman sona ereceğini biliyor­
du. Arabanın arka koltuğunda polis memurunu, Gadi'yi ve
Ronen'i görmüş veya tutuklandıklarını ya da sorgulanmak
üzere götürüldüklerini tahmin etmişti. Eşlerini ve Naamah'ın
yüzündeki ifadeyi de fark etmişti. Onunla ilgili yaptıkları tar­
tışmanın içeriğini tahmin edebiliyordu. Haberin büyüklüğü­
nü ve bunun bu insanlara ne yapacağını çok iyi biliyordu.
"Üzgünüm," diyerek özür diledi Haramati. "Rapor edebi­
leceğim bir şey yok."

295 11
T EŞ E KKÜR

Beyrut'ta Düet ilk olarak, ben Mossad'dan ayrıldıktan


üç yıl sonra 2002 yılında İbranice basıldı. 2008 yılında
Hizbullah'ın güvenlik ve denizaşırı terör operasyonları so­
rumlusu İmad Muğniye arabasına yerleştirilen bir bombayla
öldürüldü. Hizbullah Mossad'ı suçladı ama şu ana kadar hiç
kimse bu cinayeti üstlenmedi.

***

Mossad'daki meslektaşlarıma on iki muhteşem yıl için


kalpten teşekkürlerimi yolluyorum.
Mossad'dan ayrıldıktan sonra senaryo yazma eğitimi aldım
ve final ödevim bu kitabın dayanağı olan bir senaryoydu. Yü­
reklendirmelerinden ötürü Senaryo Yazarlığı Okul Müdürü
ldit Shehori'ye, öğretmenlerime ve öğrenci arkadaşlarıma te­
şekkür etmek isterim.
Uri Adelman senaryonun ödül kazandığı törende oradaydı
ve bunu bir kitaba çevirmemi önerdi - filme hayali bir aksiyon

297 1 1
atfettiğim için bu fikir benim aklıma gelmemişti. Uri olma­
saydı bu kitap hiç yazılmamış olacaktı. Ona faydalı yorumları
için de ayrıca en derin teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu kitap Askeri Sansür Kurulu, Mossad ve Bakanlık
Kamu Çalışanları Yayınları Komisyonu tarafından uzun bir
denetleme sürecine tabi tutuldu. O kurumların temsilcilerine
dürüstlükleri, işbirlikleri ve profesyonellikleri için teşekkürle­
rımı sunarım.
Bu kitabın izin süreci yayımcısı Keter Yayınevi Ltd'den bü­
yük bir sabır isteyen bir süreç oldu. Baş editör Zvika Meir ve
Keter'deki diğer herkese kitaba inandıkları için teşekkür ederim.
Bu kitapta -gerçek hayatta da olduğu gibi- çocuklarıyla
beraber yüksek bir bedel ödeyen Mossad çalışanlarının eşleri
önemli bir rol oynadı. Aileme -karım Shina'ya ve çocuklarım
Shiri, Regev ve Omer'e- bu bedeli anlayış ve sevgiyle kabul
ettikleri için kalbimin derinliklerinden teşekkür ederim.

•ı 298
S t . Pe t e r s b u r g 'd a
YASAK AŞ K
MISHKA BEN-DAVID

You might also like