Professional Documents
Culture Documents
Dil Meseleleri
Uygulama Üzerine Yazılar il
Dil Meseleleri
Uygulama Üzerine Yazılar il
Necmiye Alpay
ISBN-13: 978-605-316-131-8
Dil Meseleleri
UYGULAMA ÜZERiNE YAZILAR il
�metis
içindekiler
Sunuş 11
Teşekkür 13
1 GENEL BAKI$ 15
Ezberci Türkçeciler 11
"Dilde bozulma" 17
Ayinleşme 20
Dilin taşıdıkları 22
Latin alfabesine geçiş ve okuma kültürü 24
2 SÖYLEM BiLMECELERi
"Dilin cinsiyeti" üzerine 28
Dile bakış, topluma bakış 31
Toptancı kavramlar, dışlayıcı sloganlar 34
Kırıcı deyimler ve eğretilemeler 36
Kavramda boşluk 42
Sözlüklerdeki ırkçılık 44
Söylem bilmeceleri 47
Gösterge, derin yapı, üstdil... 54
3 ANLATIM SORU(N)LARI 57
7 DiL VE EDEBiYAT
ôykü ve dil 183
Bir Şey Oldu üzerine notlar 187
Anı-öyküler 189
Anı-roman, anı-öykü 192
Kaveko 194
Yasaklama? 196
Margos'un tatlı dili 198
Bir dilin olağanüstülüğü 200
Orhan Pamuk'un Nobel konuşması 205
Eşsiz Olana. Yakınlık 207
Korkunun ırmağında 209
Acı anne 211
Murat Belge ve dil 213
Metne bilgi anlayışı açısından da bakmak 215
"Dünya düşüncesi"nin içinde 217
Eleştirel mesafeler 219
Bir göstergebilimci 221
Berrak ve bereketli 223
8 ANADiLi, YENiDEN
Dil, ulus, toplum... 226
lkidillilik 229
Nahoşem 231
lkidilli eğitim modellerine genel bakış 233
Anadili söylemleri 235
Prof. Dr. Aydın Köksal 237
Sons6z 247
Kaynakça 249
Dizin 253
Sunuş
Necmiye Alpay
İstanbul, Şubat 2018
Necmiye Alpay
1
GENEL BAKIŞ
Ezberci Türkçeciler
Ayinleşme3
çevesinde devlet eliyle, ancak hukuken özerk olarak kurulmuştu. Dil anlayışında
köklü bir değişiklik arzu eden 1 2 Eylül 1980 darbesinin iktidarı, özerkliği tehlikeli
bulup kurumu hukuken devlete bağlamıştı. O devlet kurumu, Atatürk Kültür, Dil
ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu'dur (AKDTYKTDK).
6. AKDTYKTDK İnternet sitesinde konuyla ilgili sayfalara bakınız: tdk.gov.tr/
index. php?option=com_content&view=article&id=840&catid=34&Itemid= 1
(Erişim tarihi: Ekim 2017)
22 on. MESELELERİ
Dilin taşıdıkları
ten okuma yazma bilmiyordu. Dolaylı etki ise, büyük kültürel de
ğişiklikler yoluyla olacaktı. Batılı ve laik bir kültür, devletle olan
her tür ilişki kanalıyla insanların yaşamına girecekti artık; en çok
da, askere giden gençler ve mahalleye ya da köye gelen öğretmenler
aracılığıyla.
Belirli bir geçiş sürecinin sonucunda, Arap alfabesiyle olan iliş
kimiz iki okuma türü ve bir okuma/yazma türü ile sınırlanmış ol
du:
1) Kuran başta olmak üzere dinsel metinlerin okunması;
2) Harf devrimi öncesine ait metinlerin okunması;
3 ) Arap ve Fars filolojileri çerçevesindeki okuma/yazma edim
leri.
Harf devrimi sonrasında genel okuryazarlık oranının zaman içe
risinde hızla arttığını biliyoruz. Arap alfabesiyle yazılmış metinlerle
ilgili olarak yukarıda saydığım türlerle sınırlanan okuma oranının
aynı hızla artmadığını tahmin edebiliriz. Arap alfabesi artık tüm
okullarda değil, yalnızca üniversitelerin türkoloji ve filoloji bölüm
lerinde bir uzmanlık bilgisi olarak, Kuran kurslarında ve derslerinde
de özel bir kullanımıyla öğretilmektedir. Okuma kültürü, harf dev
rimiyle birlikte gitgide hızlanan bir yazısal birikim ve gerek diğer
dillerden yapılan, gerekse dil içi (Osmanlıcadan) çevirilerle içerik
kazanmıştır.
Bugün bu içeriğin yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Pek çok yönü
var bu yetersizliğin. Öyle sanıyorum ki, alfabeyle ilişkili olan baş
lıca yön, dil içi çeviri ihtiyaçlarının büyüklüğüyle ve yapılan çevi
rilerin sunuluşundaki sorunlarla ilgilidir.
Türkçe kültürde Latin alfabesinin artık geri dönülmez bir biçim
de benimsenip yerleşmiş olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, henüz gi
derilememiş olan eksikliklere, hepimizin bildiği bazı yeni sorunla
rın eklendiğine dikkat çekmeden bitirmeyeyim.
Bunlardan biri, Osmanlıcanın bugünkü Türkçede de yaşayan, her
okuryazarın bilmesi gereken kısmına ilişkin genel bilgilerin müfre
data alınmamış olmasıdır. Bunun bugünkü Türkçe alfabeyle Türkçe
dersleri çerçevesinde verilecek temel bilgiler düzeyindeki bir Os
manlıcaya giriş dersiyle mümkün olabileceği fikrindeyim. Böyle
likle öğrencinin zihninde güncel Türkçeyle Osmanlıcanın ilişkisi
GENEL BAKIŞ 27
"Dilin cinsiyeti" denince benim aklıma iki ayn düzlem geliyor: ya
pısal düzlem ve söylem düzlemi.
Yapısal düzlemde daha çok cins ayrımları ile cins ayrımcılığı yer
alıyor. - Sözün hemen burasında, bu iki terim arasındaki farkın ya
şamsallığına dikkat çekmeliyim: İlki (cins aynmları) bedenlerimiz
temelinde ve az çok masum olabilirken, ikincisi, yani cins(iyet) ay
rımcılığı, diğer adıyla cinsiyetçilik, tamamen ideolojik, edinilmiş
bir kategori oluyor ve erk-ek egemenliğine dayanıyor. Benzer bir
biçimde, "cinsiyetli/cinsiyetçi" ayrımı arasındaki fark da temel
önemde. Bu iki kavramdan da birincisi bedensel ve bünyesel, ikin
cisi ideolojik.ı
Söylem düzleminde ise, cins ayrımcılığını da içeren,"kadın di
li","dişil dil","eril dil","erkek dili", ecriture /eminine (kadın ya
zısı/dişil yazı) gibi bir dizi kategori ve kavramdan söz edilebilir.
Bu bakış açısını 20. yüzyılın ortalarından itibaren yazmaya baş
layan feminist düşünürlere borçluyuz. Feministler toplumlardaki
cins ayrımcılığını hayatın bütün alanlarında keşfetme çabası içinde,
dildeki cinsiyetçiliği de deyim yerindeyse suçüstü yakaladılar. Dil
ciler bazı dillerdeki yapısal cinsiyetliliği (dişil/eril ayrımını; İng.
3. Türkçe dahil bazı dillerde yapısal cins ayrımı yok, ancak diğer dillerden alı
nan sözcük ve yapılarla birlikte cins ayrımı da gelebiliyor, sefir/sefire, mual
lim/muallime örneklerindeki gibi.
30 DİL MESELELERİ
işaret edilenler gerçekte çoğu kez Türkiye'nin değil, belirli bir uy
gulamanın karşıtı olan kişilerdir. Ama toptancı bir adlandırmayla,
sözgelimi, "filanca hükümetin/politikanın/uygulamanın" gibi söz
cükler yerine "Türkiye'nin" sözcüğü kullanılmakta, "karşıt" yerine
de "düşman" denmektedir. Burada kimsenin bir söz sanatı gördü
ğünü sanmıyorum, ne söyleyenlerin ne de dinleyen konumundaki
lerin: Söz, farkında bile olunmadan, bire bir algılanmaktadır.
Dünyada gerçekten "Türkiye düşmanı" yok mudur? Herhalde
vardır, ırkçılığın ya da önyargının en uç noktasında bulunan birileri.
Ama bu sözü kullananların kastı genellikle öyleleri değildir. Örtbas
etmek istedikleri her neyse oraya yöneltirler böyle kalıpları.
Örneğimizdeki "Türkiye" adlandırmasının gördüğü toptancılık
işlevini, "AB, ABD, Müslümanlar, küreselleşme, Batı, Doğu, Batı
lılar, Doğulular" gibi havada uçuşan bazı adlar da görüyor; bu kez
devletin değil, çok sayıda kimsenin ağzından söylenmek üzere. Bir
bilinç yükseltme yöntemi olarak, bu tür adları her okuduğumuzda
ya da kullandığımızda, "hangi" sorusunu sormamızı öneriyorum:
Hangi AB? Hangi ABD? Hangi Müslümanlar? vb.
Örnek olarak, BirGün'de yayımlanan, dil konulu bazı forum ya
zılarına bakalım. Önce Toprak Işık'ın yazısı (6.5.2004 tarihli Bir
Gün): "İngilizce konuşanlar bizden daha iyi romanlar, öyküler ve
şiirler yazıyorlar."
Soralım: Hangi "İngilizce konuşanlar"? Kimin belirlediği ölçü
lere göre "daha iyi"? Yanıtın peşine düşsek, "kanon" kavramına ve
ilgili tartışmalara ulaşacağız. Oradan da, "egemen ideoloji" mese
lelerine.
Toprak Işık: "Bilimde de felsefede de bizden ilerideler."
Şu aralar öyleler, evet. Ama buradaki "onlar" ve "biz" toptancı
lığına da dikkat edilmeli. Hangi "onlar"? Hangi "biz"? Yine, hangi
ölçütlere göre? En çok gördüğümüz "İngilizce konuşan"lardan biri
olarak George W. Bush mu bilimde ve felsefede ileridedir? "Biz"e
gelince, bana kalırsa, İngilizce konuşan Arthur Miller, Angela Da
vis, Marlon Brando "biz"dendir ve sevilesi bir ABD'nin varlığına
işareuirler. Buna karşılık, "onlar"ın olsun diyeceğim epey "Türkçe
konuşan" çıkar.
SÖYLEM BİLMECELERİ 33
Ulusallık
Hidayet Karakuş 22 Haziran 2004 tarihli BirGün'de, benim bir
eleştirimi yanıtlamaya çalışırken şöyle demiş: "yazısının bütünün
den anladığıma göre ' ulusallık' kavramı onun tüylerini diken diken
ediyor."
Karakuş, yan yarıya doğru anlamış. Ulusallık kavramı, emperyal
zihniyetle kullanıldığında gerçekten de tüylerimi diken diken edi
yor. Örneğin, Bush'un, "ne yapıyorsak ulusal çıkarlarımız için ya
pıyoruz" dediğini duyduğumda. Hele ardından, "elbette barış ve de
mokrasi için" diye eklediğinde.
Bush zihniyetinin her yerde, İngiltere'de, İtalya'da, bu arada bi
zim toplumumuzda uzantılarının olduğu, üstelik bunların Susur
luk'ta açığa çıkanlardan ibaret olmadıkları biliniyor.
Ama eskiden, kendini solcu sayanlar arasında bulunmazlardı hiç
değilse. Artık bulunuyorlar: "Ulusal" çerçevede, emperyal olanla
emperyalizme karşı olanı birbirinden ayırmamakta ayak diriyorlar.
Ulusal olan, benim gözümde, emperyalizme karşı ise iyidir, ken
disi emperyalse değil. Emperyalizme karşı olmak ise ille de ulusal
düzlemde hareket etmek anlamına gelmiyor. Bireyselden tutun, çok
çeşitli düzlemlerde hareket edilebilir; ulusallık bunlardan yalnızca
biridir.
Karakuş, "Ne pahasına olursa olsun küreselleşmeci olan dostlar"
diyor. Benim mesela, öyle dostlarım yok. Ne pahasına olursa olsun
küreselleşmeci olanlar, küreselleşmenin emperyalist cenahındandır
lar.
Ne pahasına olursa olsun ulusalcı olanlarsa, belirli bağlamlarda
emperyalizme karşı, başka belirli ve tarihsel bağlamlarda da kendi
ülkesinin emperyal politikalarına sahip çıkan ya da göz yumanlar
dır. Onlardan da "dostlar" diye söz etmek istemem.
"Kahrolsun ABDl n
"Kahrolsun ABD" ve "Katil ABD Ortadoğu'dan defol" gibi slogan
lar, "ABD" kavramının içeriği düşünülmeden kullanılıyor.
Bu sloganları böyle biçimlendirdiğiniz zaman, ABD'yi emperya
listlere armağan etmiş oluyorsunuz. ABD egemenleri ile halkı ara
sındaki aynın siliniyor. Slogan, "kahrolsun ABD" değil,"kahrolsun
ABD emperyalizmi" olmalı.
Ayetullah Humeyni ve yandaşları gibi "ABD karşıtları" bizim
toplumumuzda da vardır herhalde ama, sayıları pek fazla değildir.
Oysa bu söz, "ABD karşıtı" sözü, çoğunlukla ABD yönetimine ya
da emperyalizmine karşı olanlar kastedilerek kullanılıyor. Arada
kaynayan, dışlanan ise ABD halkı oluyor. Tıpkı İsrail halkı gibi.
Yukarıdaki yazıda, "sakat, kör, sağır, hasta" gibi belirli insan du
rumlarını anlatan sözcükleri düzanlamlan dışında, olumsuzlayıcı
sıfat olarak kullanma alışkanlığının o durumlardaki insanlar için in
citici olabileceğinden söz ederek,"gözünü açmak" fiilini "farkına
varmasını sağlamak" anlamında kullanmanın da bu tür bir etkisi
olabilir demiştim. Bu fikre itirazlar geldi.
İtirazlar, bu tür deyimsel kullanımların anlambilim çerçevesin
deki açıklamasına dikkat çekiyor: "Gözümüzü açan bir kitap" ya da
"bu iş sakat" dediğimizde bu sözlerin anlamını belirleyen, bağlam
dır. Bağlam, aklımıza ilk gelenin sakat ya da gözünü açamayan
kimseler olmasını önler.
Elbette öyle. Gelgelelim, ''bağlam" ve"anlam", birer terim değil,
kavram. Başka bir deyişle, içerikleri tekil durumlara göre farklılık
gösterebiliyor. "Alınmak" fiili de bu farklılıkların sonucunda ortaya
çıkmıyor mu?
Murat Menteş ise "sakat" sözcüğü yerine önce "özürlü", sonra
"engelli" gibi sıfatların kullanılmasında, yumuşatma isteğinin, bize
SÖYLEM BİLMECELERİ 39
Azınlık10
Kavramda boşluk 12
Laiklik kavramıyla ilgili bir boşluk var. Şu soruya yeterli bir yanıt
verilmemesinden, hatta sorunun sorulmamasından ileri gelen bir
boşluk: "Dine dayalı devlet" ilkesinin yerini laiklik alırken dinin
yerini alan nedir? Başka bir deyişle, laik devletin, dolayısıyla ona
bağımlı olan toplumun dayanağı nedir?
Laiklik kavramı genellikle devlet işleriyle din işlerinin birbirin
den ayınlması biçiminde tanımlanıp buna bir de din ve vicdan öz
gürlüğünün güvence altına alınması ekleniyor.
İzleyebildiğim kadarıyla laiklikle ilgili tartışmalar doğrudan bu
tanımdan çok, tanımın yorumlanışında, daha doğrusu uygulanış tar
zında yoğunlaşıyor: Devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayn ol
duğu bir toplumda Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum buluna
bilir mi bulunamaz mı, bulunabilirse bu kurum yalnızca İslamiyeti,
onun da yalnızca belirli bir mezhebini esas alarak bir tür "cami ku
rumu" gibi çalışabilir mi çalışamaz mı, türban takmak din ve inanç
özgürlüğüne dahil midir değil midir vb.
Benim bu yazıda dikkat çekmek istediğim nokta, bu yönlerdeki
akıl yürütmelerden çok, denebilirse diğer yönde ve daha belirleyici
bir düzlemde yer alan, ilk paragraftaki soru: Din işleriyle devlet iş
lerini birbirinden ayırdığınızda, devletin, dolayısıyla onun düzenle
mesine bağımlı durumdaki toplumun, hangi esasa dayanması gere-
Sözlüklerdeki ırkçılık1 3
Söylem bilmeceleri
uTürkn nedlr714
301 . madde15
Irak nedir?
Abdullah Gül, "halkıyla barışık bir Irak" diliyordu.
Sizce buradaki "Irak" sözcüğünün kapsamı nedir?
cinayetin türleri
"Korku cinayeti", "öfke cinayeti", "aşk cinayeti", "kıskançlık cina
yeti" ... Bu terimler bildiğim kadarıyla ceza hukukunda yer almıyor.
Korku, öfke, kıskançlık vb. duygu adlan hukukta olsa olsa hafifle
tici nedenler başlığı altında yer alıyordur, birer cinayet türü olarak
değil.
Buna karşılık, hukukun "töre cinayeti" ve "namus cinayeti" te
rimlerini kullandığını görüyoruz. Bu adlandırma farkının kaynağı
ne olabilir?
52 Dtr.. MESELELERİ
normal cinayet
Bazı yazarlar, açacakları konu için, okura " ... -yi düşündünüz mü
hiç" diye sorarlar, ardından "ben düşünmemiştim de" vb. gibilerden
ortaklaşmaksızın. Belli ki o konuyu kimsenin düşünmemiş oldu
ğundan çok emindirler. Oysa çoğu zaman o konuyla ilgili bir yığın
kitap vardır. Acaba neden öyle deme gereğini duyarlar?
5N1 K1 H
sakat
Öldürülenln vasfı
Savaş kurbanlarıyla ilgili haber ve yorumlarda neden vasıf belirtme
gereği duyulur? Asker annesi Neriman Okay'ın isyanından söz
ederken ille de "Bilgisayar mühendisi oğlunu teröre kurban veren"
denmesi gibi? Oğlunu Irak'taki savaşa kurban vermiş olan ABD'li
anne Cindy Sheehan'la Neriman Okay arasında haklı olarak koşut
luk kuran bir yazıda bile?
Hani ölen kişi mühendis ya da doktor değil de "boş gezenin boş
kalfası" olsa, yeni evlenmiş ya da evlemnek üzere, yeni baba olmuş
ya da olmak üzere vb. değerlerden birine dahil olmasa, o insanın öl
dürülmesi o kadar da önem taşımayacak mıdır?
ADLAR gözlemcilere,
ATASÖZLERİ ebeveynlere,
BAGLAÇLAR hikayecilere,
BUYRUK KİPİ despotlara, öfkelilere ve çoğunluklara,
CÜMLELER bütüncülere,
DEVRİK CÜMLELER hızlılarla ahenkçilere,
EDATLAR sağlamcılara,
Fttt..LER aktif kimselere,
-MIŞ KİPİ dedikoducularla masalcılara,
SIFATLAR kolaycılarla safdillere
SORU BİRİMLERİ kuşkuculara,
TEKNİK TERİMLER hünerlilere,
TÜMLEÇLER takıntılılara,
ÜNLEMLER heyecanlılara,
YEMİNLER yalancılara,
ZARFLAR titizlere
Yukarıdakilerin tümü ve hiçbiri yaratıcı yazarlara.1
Vazgeçilen ekler
Soru: Neden "T.C. Başbakanlık" da "T.C. Başbakanlığı" değil?
Burada, tamlama yerine telegrafık biçim (sıralama biçimi) yeğlen
miş. Tamlama biçimi yeğlenseydi, tıpkı "T.C. Hükümeti" ya da
"T.C. vatandaşı" dendiği gibi, bu kuruma da "T.C. Başbakanlığı"
denecekti.
Tamlama eklerinden vazgeçmenin pek çok örneği var. "4 Levent,
17 sokak, çocuk pantolon, salata tabak" ... Ünlü spiker Jülide Güli-
"Bir parantez açarak anlatı bir anda üçüncü tekil şahısa geçtiğin
de... " (Asuman Kafaoğlu-Büke, 19.8.2004 tarihli Cumhuriyet Kitap)
ldi/-(y)di
"İmek" ekfiilinin geçmiş zaman çekimi olan "idi", ayn mı yazılma
lı bitişik mi? "İdi" ile "-[y]di" arasında anlam farkı var mı? Marga
rete 1. Ersen ve Fatma Okumuş bu konudaki tartışmaları anarak aşa
ğıdaki örnekler üzerinden fı.krimi sormuşlardı:
"Gerçi Nejat Efendiden sonra İstanbulda en iyi Türk piyanist, o
idi." (Halide Edib)
" ... yalnız biraz eski kafalı idi; eski gördüklerine bağlıydı." (Re
fı.k Halid Karay)
"Kenan Paşa'nın babası, büyük babası da paşa idi. Kayınpederi,
büyük kayınpederi, onlar da paşaydılar." (Aziz Nesin)
"Basın dayanılmaz bir baskı altında idi." (Toktamış Ateş)
"Sahi tahta bacakla yüzebilir mi idi insan." (Haldun Taner)
"Başasistan ile savcı yardımcısı ferahlamış gibi idiler." (Haldun
Taner)
"Hiçbir inceleyici, hiçbir tarihçi, tarihin belli bir evresinde karşıt
duruma düşmüş iki kahraman için 'Ben ondan yana da değilim,
bundan yana da değilim' diyemez, derse betimlemeci tarih yapmış,
yorumdan kaçınmış olur. Osmanlı tarihçileri (vakanüvisleri) genel
likle böyle idiler" (Melih Cevdet Anday).
"Böyle muhteşem oynamak Fenerbahçe'nin takım tabiatında var
idi ise bu rötar niye be çocuklar!" (Milliyet)
rasgele/rast gele
"Rasgele" ile "rast gele" aynı şey değil. "Rasgele"nin anlamı, "ge
lişigüzel, uzun boylu düşünmeksizin"dir; "rasgele bir muhatap se
çip seslendim" örneğindeki gibi. Balıkçılara dileğimiz ise "rast ge
le" olmalı, çünkü fiili ayn yazıyoruz ("rast gelmek; rastlamak, rast
laşmak"). "Gelişigüzel" anlamındaki "rasgele" de herhalde aynı
köktendir ama o kendine özgü bir anlam kazanmış durumda. Bunun
imla yoluyla belirgin kılınması iyi bir durum.
sulstimal/sullstimal
Yakın zamanlara kadar iki İ 'yle yazılıyordu ama zamanla yaygın
kullanımda İ'lerin biri düştü: "suistimal". Yine de, Dil Demeği'nin
Yazım Kılavuzu dahil, hfila iki İ'yle yazanlara rastlanıyor.
Bu sözcüğün, biraz uzun olmakla birlikte "kötüye kullanma" gi
bi bir Türkçe karşılığının bulunduğunu da hatırlatayım (sui: kötü,
istimal: kullanım).
9. Sözcüğün bu tanımı Yaşar Çağbayır'ın Ötüken Türkçe Sözlük ünde yer alı
'
"Ek midir ilgeç midir" diye tartışılan ve yaygın olarak "soru eki"
adıyla bilinen "mİ'nin cümleye yerleştirilmesi her zaman kolay ol
muyor. 10 Özellikle, bir söz sanatı ve biçem öğesi olarak kullanılma
ya başladığından beri.
Bu konudaki notlarımı yazıya dönüştürme kararını verdiren ör
nek, dil kullanımında rahat bir yazar olan Feridun Andaç 'tan:
"Otuz yıldır her şeyi 'ret' edip gidip denizin koyunda yaşayan
birinin ardına düştüm; sevgili okurum. Bir yazar olarak merak, ya
yıncı olarak da keşif(miydi)ti benim için ... Kimdi mi bu?" (Cumhu
riyet, 25.4.2005).
Buradaki ilk soru eki kullanımı [keşif(miydi)ti], Selçuk Altun'u
akla getiriyor.
Soru ekiyle ya da değil, sözcük içi ayraç kullanarak çeşitli bile
şimler oluşturmak edebiyatta Selçuk Altun, gazetecilikte Mustafa
Balbay gibi bazı yazarlarda biçem öğesine dönüşmekle birlikte öte
den beri başka pek çok yazar tarafından da zaman zaman başvuru
lan, verimli bir uygulama. Ayraçlı ya da eğik çizgili sözcük oyunları
düzyazıda ilk kez 1980'li yılların mizah dergilerinde dikkatimi çek
mişti.
10. Soru eki "-mİ'', dilbilimde "artbiçimce (İng. enclitic)" sınıfından sayılıyor.
Biçimceler, sözcüğe benzemekle birlikte bağımsız da olmayan birimler.
70 DİL MESELELERİ
Soru: "Edebiyat" zaten çoğul bir sözcük değil mi? Edebiyat yazı
lan, dünya edebiyatları gibi ifadeler doğru mudur?
Sondan başlayayım: "Dünya edebiyatı" sözü ile "dünya edebi
yatları" sözü arasında anlam farkı var. Dolayısıyla, yerine göre ol
mak üzere ikisi de "doğru".
"Dünya edebiyatı", isim babalığını Goethe'nin yaptığı önemli bir
kavram (Alın. Weltliteratur). Goethe tanım vermemiş ama, kabaca,
tüm ulus ve halklara ait olabilen edebiyat, diyebiliriz.
"Dünya edebiyatları" dediğimizde ise genellikle coğrafi bölge
lere, uluslara, dillere ya da topluluklara göre ayınlan edebiyatlar ak
la gelir: Türk edebiyatı, Alman edebiyatı, Arap edebiyatı, Avrupa
edebiyatı gibi.
"Edebiyat" sözcüğünün çoğulluğu meselesine gelince: Arapça
kökenli çoğul sözcüklerin çoğu gibi "edebiyat" sözcüğü de Türk
çede çoğulluğunu yitirmiş durumda; icraat, beyanat, haşerat, tatbi
kat gibi, edebiyat da galatımeşhurlardan. Bu sözcüklerin tekil bi
çimleri pek dolaşımda olmadığından, Türkçe çoğul eki almalarına
"yanlış" diyemeyiz.
kafatası, kartopu...
"Kafatası" sözcüğü çoğul eki aldığında nasıl yazılmalı, "kafatasıla
n" mı, yoksa "kafatasları" mı? Ya "kartopu" sözcüğünün çoğulu?
"Kartopular" mı "kartoplan" mı?
72 DİL MESELELERİ
Birbirine karıştırılanlar
ad/ başlık
İngilizcedeki title sözcüğünün etkisiyle olmalı, Türkçede kitaplar
için de "başlık" sözcüğünün kullanıldığına rastlanıyor. Oysa Türk
çede kitapların, romanların, öykülerin ve şiirlerin "ad"ı olur, yazı
ların, denemelerin ve bölümlerin ise başlığı.
"Jose Bove, Gilles Luneau ile yazdıkları İtaatsizliğe Çağrı baş
lıklı kitabında... " (Alunet İnsel, 20.5.2017 tarihli Cumhuriyet)
Öneri: " ... adlı kitabında ... "
arkadaş grubu/ekürl11
Her kalabalığa "güruh'', her arkadaş grubuna "eküri" denir mi?
Şu an elli yaşın üstünde olanlar bu _soruya büyük olasılıkla olumsuz
yanıt verecek ve bu iki sözcüğün yalnızca olumsuzlayıcı içerikle
kullanılması gerektiğini söyleyeceklerdir. 28 Ekim 2009'da TRT
2'de yayımlanan bir kültür-sanat programında sunucu, sanat orta
mındaki insanları kastederek "güruh", belirli sanatçı grupları söz
konusu olduğunda da "eküriden kopmamak" demişti. Sonraki ku
şaklarda bu tür daha başka kullanımlara da rastladım.
Bu durum dilbilimde "anlam iyileşmesi" denen olayın resmidir.
Aynca, birbirimizi ne derece anladığımızın göstergesi.
ayrılıkçılık/ ayrımcılık
1 1 . Radikal, 5. 1 1 .2009.
ANLATIM SORU(N)LARI 75
ayrım/ ayrımcılık
baş başa/başabaş
bölücülük/ ayrımcılık/ayrılıkçılık
"Türkiye'de geçici kadrolu onbinlerce memur varken iki milletve
kilinin teklifiyle sadece imam ve hatip olanlarına kadro vermeye ça
lışmak bölücülük değil de nedir?" (Milletvekili Ali Kemal Kumku
moğlu'nun sözleri, 28.4.2005 tarihli Cumhuriyet)
"Bölücülük" sözcüğü Türkçeye "aynlıkçılık" anlamıyla yerleş-
ANLATIM SORU(N)LARI 77
cilt/derl 2
direk/direkt/doğrudan
2. Radikal, 8.4.2010.
78 DİL MESELELERİ
görev/unvan3
" ... yalnız okurun değil, yazarların da gözaltında tuttuğu bir köşe
bu." (M. Sadık Aslankara, 1 .4.2004 tarihli Cumhuriyet Kitap)
Aslankara gözaltında tutmaktan değil, göz önünde tutmaktan
söz ediyor olmalı.
"Banka kayıtları gözaltında." (24.6.2006 tarihli Cumhuriyet)
Burada kastedilen ise, banka kayıtlarının göz hapsinde tutul
makta olduğu.
gözlemek/ gözlemlemek
Bu iki fiil arasında anlam farkı var. Her ikisi de "dikkatle bakmak,
incelemek" anlamlarını içermekle birlikte, "gözlemlemek" fiili da
ha çok gündelik olmayan (bilimsel, teknolojik, edebi, felsefi vb.)
bilgiler elde etme amacına yönelik bir dikkati anlatırken, "gözle
mek" uzunca süreli her dikkatli bakış için kullanılabiliyor. "Gözle
mek" fiilinin aynca "yolunu gözlemek" örneğindeki gibi beklenti
anlatan kullanımları da bulunuyor.
80 DİL MESELELERİ
günlük/gündellk
Irk, soy, etni (kavim) gibi kavramlar öylesine ürkütücü ki, çoğu
kişi bunlar üstüne düşünmekten kaçıyor. Ya hiç kullanmıyor bu kav
ramları, ya da üstünde düşünmeden kullanıyor. Oysa etnik özgürlük
talebi ile ırkçılığı birbirinden ayırmak herkes için temel önemde bir
sorumluluk.
istem/istenç
istihare/istiare
" ' [R]üya görme'nin AKP'nin gerçek tabanında egemen olan İslami
kültürde bir karşılığı vardır, istiareye yatmak oradan gelir." (Nuran
Yıldız, 19. 1 0.2003 tarihli Radikal İki)
İstiare, bir edebiyat terimi. Yeni Türkçesi "eğretileme", Batı dil
lerinden gelen karşılığı, "metafor". Örneğimizdeki sözcük "istiha
re" olmalı: "istihareye yatmak".
kabristanlık/kabristan/mezarlık
kaçınılmaz/vazgeçilmez
"[Ş]iir yazmaya soyunan her insanın, 'Dil şairin "ne"si olur?' soru
suna doğru bir şekilde cevap vermesi kaçınılmazdır." (Osman Ha
kan A., Varlık dergisi, Mayıs 2005)
"Kaçınılmaz" sözcüğü, "başka türlü yapılamayan" anlamına ge
lir. Her şiir yazmaya soyunan, "Dil şairin 'ne'si olur" sorusuna doğ
ru cevap vermekten başka türlü yapamıyor mu? Öyle olsa Osman
Hakan A. bu yazıyı yazma gereğini duymazdı. Sanıyorum, yazar
"kaçınılmazdır" diyor ama, "vazgeçilmezdir" demek istiyor.
"Vazgeçilmezdir" diyeceksek cümleyi başka türlü kurmak gere
kecek elbette. Ancak, kişisel olarak daha iyi bulduğum bir olanak
82 DİL MESELELERİ
daha var: Yazar "doğru bir şekilde" demekten vazgeçse hem "doğ
ru"nun tekçiliğinden kurtulacak, hem de cümlesinde sorun kalma
yacak: "[Ş]iir yazmaya soyunan her insanın, 'Dil şairin "ne"si olur?'
sorusuna cevap vermesi vazgeçilmezdir."
kamu/kamuoyu/kamusal alan
"Kamuoyu" terimi, başlangıçta "yurttaşların görüşleri (İng. public
opinion)" gibi bir anlam taşısın diye önerilmişken, giderek "yurt
taşlar, cumhur" anlamında kullanılır oldu. Başka bir deyişle "ka
muoyu" sözcüğünün anlamında bir kayma, daha doğrusu anlam
alanında genişleme meydana geldi.
Bunun nedeni Türkçede "kamu" sözcüğünün aslen hem "dev
let" hem de "toplum" anlamını taşıması olabilir. Örneğin, "kamu
davası" dediğimizde devletin taraf olduğu davaları, "kamu kesimi"
ya da "kamu sektörü" dediğimizde devlete ait iktisadi işleri kastet
miş oluruz (belediyelere ait olanları bile değil). Buna karşılık, "ka
mu düzeni" dediğimizde akla gelen, toplumun bütününü ilgilendi
ren düzendir. "Kamuoyu" sözcüğünü yeğleme eğiliminin nedeni
bunları birbirinden ayırt etme endişesi olabiljr, ne de olsa kimsenin
"kamuoyu"nu devlet sanması tehlikesi yoktur!
"Kamu" demişken, "kamusal alan" kavramına da dikkat çekme
den geçmeyeyim. Bu kavram toplum bilimlerinin kuramlarında "ki
şisel/mahrem alan" anlamındaki "özel alan"ın tersi olarak, diğer ki
şilere açık olan alan anlamına geliyor. Sözgelimi, insanların evleri
özel alan, işyerleri ve sokaklar, meydanlar, kamusal alan sayılıyor.
Toplum bilimlerinde durum buyken, türban tartışmaları sırasın
da aynı kavram siyaset sahnesinde de sıkça kullanıldı; ancak, top
lum bilimlerindeki anlamıyla değil, "resmi yerler, devlete ait alan
lar" anlamında. Anlaşılan, söz şık bulunup kullanılıyordu ama, ço
ğu zaman olduğu gibi, içeriğini öğrenme ya da düşünme zahmetine
katlanılmıyordu. Oysa türban meselesi gibi tartışmalarda "kamu
sal" yerine "resmi" dense hem saydamlık daha kolay sağlanır, hem
de bilimsel kavram yerini korumuş ve netleşmiş olur.
ANLATIM SORU(N)LARI 83
kurgu/kurmaca -
Milan/ Milano
Milan, bir futbol takımının adı.
İtalya'daki kentin adı ise, Milan değil, Milano.
"New York Moda Haftası'ndan sonra Londra, Madrid ve Milan
dünyaca ünlü modacı, tasarımcı ve mankenlerin akınına uğrayacak
... Milan Belediye Başkanı ... " (16.9.2006 tarihli Radikal)
Milan adlı futbol takımının (ve herhalde İngilizcenin etkisi) yü
zünden, bildik, tanıdık, bin yıllık Milano'nun adı "Milan"a dönüşü
yor.
84 DİL MESELELERİ
mülklye/ Mü ikiye
"Mülkiye" sözcüğü büyük harfle başlatıldığında, "Ankara Üniver
sitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi" anlamına gelir. Bu fakültenin eski
adıdır Mülkiye.
Küçük harfle başlatılan "mülkiye" sözcüğü ise "sivil kamu gö
revleri ve görevlileri" anlamına geliyor.4 İdari bir terim. Dolayısıy
la, "mülkiye müfettişi" tamlamasının büyük harfle başlatılması ge
rekmiyor. Bu müfettişler, Mülkiye Mektebi'ni (AÜSBF'yi) değil, si
vil (asker olmayan) kamu görevlilerini teftiş etmekle görevlidir.
Sorunlu örnek: "Olayların ardından bir Mülkiye ve bir polis baş
müfettişi, ön inceleme raporu hazırlamıştı." (Oral Çalışlar, 16.9.
2006 tarihli Cumhuriyet)
Öneri: "Olayların ardından bir mülkiye ve bir polis başmüfettişi,
ön inceleme raporu hazırlamıştı."
ne ki / ne var ki
Soru: Cümlelerin başında kullanıldığına rastlanan "ne ki" ne anla
ma geliyor?
Yanıt: "Ne ki" bağlacı, "ne var ki'nin kısaltılmışı. "Nedir ki" di
yenler de var. Türkçe, bir bağlaç cenneti.
öncellkle I önce
Sözünüze "öncelikle" diye başlamadan önce, acaba bu "-likle" eki
fazla değil mi diye bir bakmanızda yarar var, çünkü işlevi vurgula
mak olan bu ek son dönemde fazla yaygınlaştı:
"Öncelikle 5-6 orta boy patatesi yıkayıp soyun." (Cumhuriyet,
3 1 .8.2017)
Bir editör de benim "Önce... " diye başladığım bir yazıyı "Önce
likle... " diye başlar hale getirmişti, hiç gerekmediği halde. "Önce"
demek neyimize yetmiyor, "öncelik" kavramı neden klişeleştirili
yor, anlamak kolay değil.
öngörü / blllcillk/tahmln
"Öngörmek" fiilinin yerleşik anlamı, plan, program, yasa vb. yoluy
la geleceği düzenlemek. Eski adıyla, "derpiş etmek". "Yasanın ön
gördüğü cezalar günümüzün gerçeklerine uymuyor", "2005 yılba
şında YTL 'ye geçilmesi öngörülüyor" örneklerindeki gibi.
Bu fiil sık sık, önceden görmek, sezmek ya da tahmin etmek an
lamında kullanılıyor. Örnekler:
"[Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Panorama adlı romanı için]
Fuat'ın ve Ahmet Nazmi'nin öldürülüşünde, ( ... ) günümüzün Hiz
bullah eylemlerini çağrıştıran bir öngörü yattığını da söylemek ge
rekir." (Ahmet Oktay, Romanımıza Ne Oldu ?, Dünya Kit., 2003,
s. 63)
Öneri: " ... günümüzün Hizbullah eylemlerini çağrıştıran bir sez
ginin yattığını da... "
Aynı kaynaktan bir örnek daha: "Maraş ve Sivas katliamlarını
öngörmüş bu romanı... " (s. 58)
Öneri: "Maraş ve Sivas katliamlarını önceden görebilmiş [olan]
bu romanı... "
polltlka/slyaset
"Devletin politikasında siyaset yoktur." (TRT 2, 1 8.8.2009, 2 1 :55)
Bu bir totoloji mi, yoksa "politika" sözcüğü ile "siyaset" sözcü
ğü arasında oluşan anlam farkının resmi mi? İlgili TRT mensubu
nun demek istediği şuydu sanıyorum: Devletin işleyişine herhangi
bir siyasi partinin doğrultusu değil, bütünüyle kendine özgü temel
ve evrensel ilkeleri egemen olmalıdır.
"Siyaset" sözcüğü, başta siyasiler olmak üzere çoğu kişi için ar
tık neredeyse yalnızca "siyasi partilerin edimleri, siyasi partilerle il
gili olan" anlamına geliyor.
salım I salınım
"Salınım" sözcüğü, sarkaç hareketinin adı. Gaz çıkışını kastediyor
sak, "salım" demeliyiz: "Sera gazı salımı" vb.
saygı I saygınlık
Saygınlık sözcüğü, "itibar" anlamına gelsin diye önerilmişti, büyük
ölçüde de öyle kullanılıyor. Gelgelelim, arada bir de "saygı" sözcü
ğüyle karıştırılıyor. Sorunlu örnek:
"Başlangıçta şarap ithalatı yapan işletme sahipleri, geliştirmiş
oldukları yöntemlerle bugün insanların saygınlığını kazanan bir ku
lüp olma yolunda ilerliyor." (1 1 .4.2004 tarihli Cumhuriyet Dergi)
Öneri: " ... bugün insanların saygısını kazanan ... "
sivil itaatsizlik/kampanya
Recep Tayyip Erdoğan, "sivil" kavramının çeşitli kullanımlarını
birbirine karıştırıyor. Şöyle diyebiliyor örneğin: "Yalan yanlış haber
yapan gruplara karşı partimin üst kurulianyla konuşurum, gerekirse
sivil itaatsizlik yaparız ( ... ) Sivil inisiyatif kullanma hakkım yok
mu?" (19.3.2009 tarihli Milliyet)
Görevdeki devlet adamlarının edimlerine "sivil itaatsizlik" den
mez oysa. Çünkü "sivil itaatsizlik" ve "sivil inisiyatif" kavramları
bağlamında "sivil"den kasıt, "devlet dışı"dır: Herhangi bir devlet
mensupluğu sıfatıyla "sivil" olarak hareket edemezsiniz. Kısacası
kişi bu bağlamda hem başbakan, hem de sivil olamaz; ikisinden bi
rini seçmesi gerekir.
Devlet yöneticilerinin "sivil" sıfatını taşıyabileceği tek bağlam,
"asker-sivil" eksenidir. Başbakanlar yalnızca "asker-sivil" ayrımı
açısından sivil sayılır; tıpkı asker olmayan diğer devlet görevlileri
gibi.
sosyal/toplumsal
Bu iki sözcük, belirli örneklerde aynı anlamı karşılamakla birlikte,
her zaman birbirinin yerine kullanılamıyor. Örneğin, "toplum mü
hendisliği" ile "sosyal mühendislik" kavramları arasında anlam far
kı var. Burada, "sosyal" sözcüğünün "sosyal hizmetler", "sosyal
yardım kuruluşları", "sosyal sigorta" gibi örneklerde ortaya çıkan
toplumsal adalet içerikli çeşitlemesi devreye giriyor.
söylem I söyleyiş
"Telaffuz" kavramının Türkçe kökenli karşılığı "söylem" midir,
"söyleyiş" mi?
"Türkçe Sözlük"lerde "telaffuz" maddesine bakılırsa, "telaffuz"
un karşılığı "söyleyiş" ve "söyleniş"tir; bu çerçevede "söylem" söz
cüğüne yer verilmiyor. İyi de ediliyor. Türkçe telaffuz alanının baş
lıca başvuru kaynağı da "söyleyiş" diyor: Konuşma Dili ve Türkçe
nin Söyleyiş Sözlüğü (Ergenç: 1995).
Gelgelelim, yine "Türkçe Sözlük"lerde "söylem" maddesine
baktığımızda, ille karşılık olarak "söyleyiş"in verildiğini görüyoruz.
ANLATIM SORU(N)LARI 89
şeyler/eşya
Emre Kongar, Orhan Pamuk'un Nobel konuşmasındaki " ... babamın
eşyalarını karıştırdığımı ... " sözünü eleştirirken şöyle yazıyordu:
" 'Eşya' , şey'in çoğuludur. Eşyalar denilmez. Osmanlı kültürü üze
rine kitap yazan Pamuk'un halkın genellikle yaptığı bu hatadan ka
çınması beklenirdi."
"Eşya" sözcüğü sözlüklerde bata çoğul olmakla birlikte, kavra
mın tekili uygulamada her zaman "şey" olmayabiliyor. Kongar'ın
eleştirdiği yerdeki "eşyalar" sözcüğünün yerine "eşyasını" desek,
bir tekillik kuşkusu doğuyor. Dolayısıyla, " ... babamın eşyalarını
karıştırdığımı ... " sözünde bir sorun yok bence: "Evrak" sözcüğü gi
bi "eşya" da Arapçada ve ilk geldiğinde Osmanlı Türkçesinde ço
ğuldu ama, bugün "evrak"ın tam olarak, "eşya"nın da kısmen tekil
leşmiş olduğu söylenebilir.
tezat/ tezatlı
"Tezat görüntü" (23.5.2005 tarihli Cumhuriyet'te arabaşlık). Tezat
sözcüğü, "karşıtlık, zıtlık" anlamına geliyor. "İki görüntü arasındaki
tezat" örneğindeki gibi. "Tezat görüntü" dediğinizde ise, "zıtlık gö
rüntü" demiş oluyorsunuz.
örnekte sözü edilen, Emine Erdoğan, Esma Esad, Suzanne Mü
barek ve Benazir Butto'nun görüntüleri arasındaki zıtlık. Öneri:
"Tezatlı görüntü".
Haberdeki kasıt yalnızca görünüş olmayıp içerikle de bağlantı
landırıldığına göre, "çelişkili görüntü" de önerilebilir.
90 DİL MESELELERİ
ücret/ fiyat
Fiyat, nesnelerin parasal karşılığı. İnsan emeğinin parasal karşılığı
na "ücret" diyoruz. "Çeviri fiyatı" değil, "çeviri ücreti".
vaka/ vakıa
vatandaş?
Başka ülkelerin Türklerinden söz ederken bir türlü uygun bir adlan
dırma bulunamıyor. Bir bakıyorsunuz "soydaş", bir bakıyorsunuz
"vatandaş" denmiş.
Emekli General Nejat Eslen de, "Kıbns'taki vatandaşlarımızın
güvenliği" diyordu (Kanal Türk, 20.4.2005). Bağlamdan anlaşılan
ise Kıbns'taki vatandaşlarımız değil, Kıbrıslı Türklerdi.
ve/veya
Soru, "yuvarlak veya düz modelde" dediğimiz bir durum için, "ve
ya" yerine "ve" kullanmayı seçersek ne olacağına ilişkin:
" ' Yuvarlak ve düz modellerde' mi dememiz uygun olur (1+1 gi
bi düşünerek, 2 model [çoğul] olduğu için), yoksa 'Yuvarlak ve düz
modelde' mi dememiz uygun olur. (Modelde kelimesine bağlandı
ğını düşünerek... )"
6. tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.59bd
l c7d533960.07730649 (Erişim tarihi: 7. 1 .201 8).
92 DİL MESELELERİ
yazın/edebiyat
"[İnsanın] iki değişik konudaki iki ayn anlatımı eşanlı olarak ger
çekleştirme yeteneği yoktur" (Kasar 1995: 67). Bu örnekteki gibi tü
mü kapsayan bir yapabilirlik ya da yapamazlık söz konusu olduğun
da seçilecek sözcük "yetenek" değil "yeti" olmalı. Yetenek dediği
miz, insanlarda birbirinden farklı derecelerde bulunan, genellikle
de doğuştan geldiği varsayılan yapabilme özelliğidir. Eski adıyla,
kabiliyet. Yetinin eski adı, meleke. Yetenek sözcüğünü "yeti" ve
"beceri" yerine de kullanma eğilimi, Türkçeyi yoksullaştıran eği
limlerden.
Bir örnek de AKDTYKTDK'den (2000) . Türkçe öğretimindeki
ANLATIM SORU(N)LARI 93
bu sebepten dolayı
çifte ettlrgenler
görevden azletmek
içi kof
"Kof" sözcüğü zaten "içi boş" anlamına gelir. "Kof" diyorsak, "içi"
diye eklememiz gerekmez.
kur fiyatı
"Kur" sözcüğü, yabancı paraların Türk lirası cinsinden değeri an
lamına geldiği için, "fiyat" anlamını zaten içeriyor. Başka bir deyiş-
ANLATIM SORU(N)LARI 95
le, maliyeciler her "kur fiyatı" dediklerinde "döviz değeri fiyatı" de
miş oluyorlar. Kur dersem anlaşılmaz diye korkuyorlar belki. Ama
o zaman "döviz fiyatı" ya da "döviz değerleri" diyebilirler; küresel
leşme nedeniyle, dövizin ne olduğunu bilmeyenimiz kalmadı nasıl
olsa. "Kur'un ne olduğu ise o kadar net değil anlaşılan.
sonucunu çıkarsamak
"Çıkarsamak" fiili zaten "sonuç çıkarmak" anlamına gelir. Bu fiili
kullanıyorsak aynca "sonucunu" diye eklemek gerekmez. İlle de
"sonucunu" demeyi gerektiren durumlarda, "çıkarsamak" değil,
"çıkarmak" demek yerinde olur.
sözde
"1950'ler ABD'sini kasıp kavuran MacCarthy dönemi ve sözde ko
münist avı görüntüsü altında ... toplumun ve sanatın susturulma ça
bası ... " (Ayşe Emel Mesci, Cumhuriyet, 2 1 .2.2005)
Buradaki "sözde" ile başlayan beş sözcüklük anlatımı neye yor
mak gerektiği ilk anda tahmin edilebilir gibi görünse de, dilin ma
tematiği açısından bakınca emin olmak zorlaşıyor. Öneride buluna
mıyorum.
Türkçe dili
Dil adları, genellikle kavim adlarına "-CA" yapını eki getirilerek tü
retildiğinden, "dil" anlamını zaten içerir. "Almanca" sözcüğü "Al
man dili" anlamına gelir, "İtalyanca" sözcüğü "İtalyan dili" anlamı
na, "Türkçe" sözcüğü de "Türk dili" anlamına. Dolayısıyla, "Türk
çe dili" dediğinizde "Türk dili dili" demiş oluyorsunuz. İkisinden
biri yeterli: "Türkçe" ya da "Türk dili". Aynı durum diğer dil adları
için de geçerli.
yanlış önyargı
"Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD), Avrupa'da Türkiye
hakkındaki yanlış önyargıları kırmak ... amacıyla... " (Cumhuriyet,
1 2.8.2004)
TÜGİAD bazı önyargıları doğru mu buluyor acaba? Önyargı kav
ramı, önceden (yargı konusu olayı bilmeden ya da yargılanacak ki-
ANLATIM SORU(N)LARI 97
zaman süresi
"opsiyon. Bir malın, belirli bir süre içerisinde belirli bir fiyata satı
mı için mal satıcısının malı alacak olan kişiye vermiş olduğu zaman
süresi."9
"Süre" sözcüğü zaten "zaman cinsinden uzunluk, zaman aralığı"
anlamına gelir. "Süre"ye aynca "zaman" sözcüğünü eklemek ge
rekmez.
Örneğimizi fazlalıklarından arındırıp yeniden yazalım:
"Bir malın belirli bir fiyata satımı için satıcının alıcıya tanıdıtı
süre."
Aynı biçimde, "süreç" kavramı da "zaman" boyutunu zaten içer
diği için, "zaman" sözcüğünü eklemek gerekmiyor. "Bir iki daki
kada" diyebilecekken "bir iki dakikalık bir zaman sürecinde" diye
rek sözü uzatan yazarın derdi ya dalgınlıktır ya da çok kısa bir sü
rede yoğun bir şeyler olduğunu anlatmak için lafı farkında olmadan
uzatmıştır.
Klişeler
Recep Tayyip Erdoğan'ın dolguları ise şunlar: " ... -nln gayreti
içindeyiz" " ... -nln gayreti içinde olanlar var" "ciddi manada... "
' ' '
"şu anda", "bir defa... ", " ... bu noktada... ", " ... çok daha farklı bir... "
"Farklı" sıfatı Erdoğan'da tam bir joker; birkaç sıfatın yerini tu
tabiliyor.
Bazen de iki dolguyu bir arada kullanıyor Erdoğan: " ... Bir siya
si parti de, bu noktada bir defa, PKK'nın terör örgütü olduğunu ka
bul etmek durumundadır." (Milliyet, 7.4.2006)
Sözlü dile ait dolgu maddelerinden biri de, üst düzey profesyo
nel konuşmacılar dışında hemen hepimizin konuşurken arada bir
pes perdeden çıkardığı "ııı" sesidir. Türkçede bu "ııı", kapalı ve ge
nizden söylenen, ağırbaşlı bir "ııı"dır. Bunun bir de Amerikancası
var; "ı" sesinin hafifçe daha açık, A'ya yakın ve daha dinamik bir
tonda çıkarıldığı, sonunda inlemeyi andırır bir H sesinin bulunduğu
bir "ıııh". Deniz Baykal'ın "ıııh"ları böyledir; bazen iki kez üst üste,
telaşlı bir tonda çıkarır Baykal bu sesi. Hilmi Yavuz'un "ııı"ları ise
bazen Türkçenin "ııı"lanna, bazen Amerikan "ıııh"larına yakındır.
Jokerlere gelince. Bunların bir bölümü de aynı kişiye ait özgül
dolgu sözlerinden oluşuyor. Ancak, "joker" derken esas olarak, adı
üstünde başka sözcüklerin yerine (deyimleşmeksizin) kullanılan
sözcükleri kastediyorum. Aşağıda son dönemlerin iki jokerine işa
ret edeceğim: "adına" ve "yaşanan".
adına
Daha önce de değinmiştim (2004: 108); "adına" sözcüğü, "için, açı
sından, amacıyla, konusunda, uğruna" gibi sözcüklerin ve "adı al
tında" sözünün yerini alma yönünde hızla yaygınlaşan bir jokere
dönüştü: "Şiir kitaplarına özen gösterilmesi adına iyi bir örnek",
"Ben sözünü ettiğin kavramları, objeleri, nesneleri sorgulamak, sor
gulanmak adına da kullanıyorum", "popülerlik adına iyinin kovul
ması", "insanlığın geleceği adına bencil bir davranış", "tanımak,
anlamak, öğrenmek adına ... " örneklerindeki gibi. Yakında "işe git
mek adına evden çıktım" diyen olursa şaşmamalı.
ANLATIM SORU(N)LARI 101
yaşanan -
Haberleri)
Türkçede cümle kurmanın birkaç yolu vardır, belirli bir anlamı
iletmek için bunlardan birini seçersiniz, ancak, cümleyi düzgünce
toparlamak her zaman kolay değildir. Jokerlerin bu toparlama işin
de yardımcı olduğu söylenebilir. "Yaşanan" jokerinin bu kullanımı
nın bir klişe olarak doğmuş olduğu söylenebilir. Klişe, bütünüyle
mekanik bir edimle kullanılmaktadır. Aksi halde, "yaşanan ölüm
ler"deki tuhaflığı fark etmemek mümkün mü?
Belki de, yıllardır ölümleri kanıksamak zorunda kalan ruhları
mız ölüm haberlerinde bile yaşamdan söz etmenin yollarını arayıp
buluyordur.
"Yaşamak" fiilinin büründüğü tek yeni biçim yukarıdaki değil.
Yenilikler arasında, "deneyim" anlamında kullanılan "yaşanmışlık"
sözcüğü de var. Dolayısıyla, bu dil olgusunda, joker ihtiyacının yanı
sıra, "-ki" ekinin yazılmasında çekilen güçlüklerin ve "deney/ de
neyim" karışıklığından kurtulma arzusunun da rolü olabilir.
4
iMLA SORUNLARI
A'laşma
anayasa/Anayasa
cumhurbaşkanı I Cumhurbaşkanı
Belirli bir cumhurbaşkanından söz ediyorsak, C'yi büyük yazmak
ve kesme işareti kullanmak gerekiyor: Cumhurbaşkanı'nca, Cum
hurbaşkanı'ndan vb. Soyut bir durumdan söz ediyorsak, büyük harf
ve kesme işareti gerekmiyor: "Büyükelçilerin güven mektupları
cumhurbaşkanınca kabul edilir" vb.
Tüm unvanların, ayrıca "bay, bayan, bey, hanım, hanımefendi"
gibi saygı ve san sözcüklerinin imlasında aynı kural geçerli.
Peki ya "eski İçişleri Bakanları'ndan" imlası? (Ali Sirmen,
24. 12.2017 tarihli Cumhuriyet)
Buradaki unvan çoğul olduğundan, küçük harfle başlatılması
gerekirdi: "eski içişleri bakanlarından... "
ortodoks/Ortodoks
Ortodoks sözcüğünün iki ayn anlamı var: 1 ) Hıristiyanlıktaki Orto
doksluk mezhebine ait ya da mensup; 2) dogmatik. Her ne kadar
sözlükler ve imla kılavuzları sözcüğü hep büyük harfle başlatıyorsa
da, bana kalırsa anlamın daha iyi iletilmesi için bu iki kullanım ara
sındaki fark imlayla da belirtilmeli; dinsel anlamıyla kullanılan
"Ortodoks" sözcüğü büyük harfle, "dogmatik" anlamında kullanı
lan ise küçük harfle başlatılmalı. Büyük harf, anlam farklılığına yol
açabiliyor.
örnek: "Popüler müziğe dair toplumcu-Ortodoks tavırla, bu mü
ziğe... " (Orhan Kfilıyaoğlu, 9.5.2004 tarihli Akşam-tık dergisi)
Örneği aldığım kaynaktaki bağlamdan "dogmatik" kavramı an
laşılıyorsa da, büyük harfli "Ortodoks" imlası uzak da olsa mezhep
çağrışımına yol açabiliyor. Küçük harfli imla bu çağrışımı önleye
bilir.
slt/SIT
"Sit'' sözcüğü, Fransızcadan geliyor (le site). "Eski kent, kale için
deki kent, içinde kazı yapılan eski kent" gibi anlamlan var. Bu an
lama gelen sözcüğü büyük harfle yazanlar bunun bir kısaltma oldu
ğunu sanıyorlar belki de. Oysa kısaltma değil.
tann /Tanrı
Tann sözcüğünün imlasıyla ilgili sorun, bu sözcüğün yerine göre
özel ad olarak, yerine göre de cins adı olarak kullanılabilmesi. Tek
tannlı dinlerin tanrısı anlamında kullanıldığında elbette ki tıpkı "Al
lah" gibi özel addır ve büyük harfle yazılıp aldığı eklerden kesme
işaretiyle ayınlması gerekir. Bunun dışında, genel olarak tann ol
gusundan söz ederken özel ad olmadığından, büyük harfle başlat -
1 . Daha önce bu kural da büyük harfle başlamak biçimindeydi (" ... Köyü, ...
İli, ... İlçesi, ... Mahallesi"), son kılavuzlarda değişti.
1 06 DİL MESELELERİ
toplantı adları
"Kopenhag zirvesi" yazarken "zirvesi" büyük harfle mi başlar?
"Avrupa-Akdeniz sürecinin Ara Dönem Dışişleri Bakanlan Toplan
tısı'na katılmak üzere... " cümlesinde geçen toplantı adının büyük
harfle başlatılması yerinde midir?
Bir kurumun tüzüğünde özel bir organ olarak belirtilmiş olma
dıkça, zirve, toplantı vb. adlarını büyük harfle başlatmak için bir ne
den yok.
*
İlk harfi büyük yazıldığı halde eklerini kesme işaretiyle ayırmak ge
rekmeyen sözcükler de var. Bunlar daha çok, özel adlardan türetil
miş olanlardır: "Türkçede, Atatürkçülerin, Kanadalılardan" vb. Bu
kuralın istisnası, kişi ve yer adlarının aldığı çekim ekleridir: Türki
ye'den, Türkin'a, Şarköy'den vb.
.. De" bağlacı
Dizinlerdeki sorunlar
Ek sorunları
Kaynaştırma ünsüzleri 2
Soru: "Saka Su'yun katkılarıyla" mı, "Saka Su'nun katkılarıyla"
mı?
Yanıt: Ruhi Su, Su Yücel gibi kişi adlarına iyelik eki getirmek
gerektiğinde kaynaştırma ünsüzü olarak Y kullanmıyoruz: "Ruhi
Su'nun ezgileri", "Su'nun resimleri" vb. Dolayısıyla, kişi adı olmasa
da bir özel ad olan "Saka Su" için aynı ilke geçerli olmalı: "Saka
Su'nun Katkılarıyla."
Soru: Kılıçdaroğlu'ya mı, Kılıçdaroğlu'na mı?
Yanıt: Bileşik sözcüklerin aldığı ekler, bileşimdeki ikinci söz
cüğe göre düzenlenir. Bu kural özel adlar için de geçerli: Kılıçda
roğlu'na, Eroğlu'ndan.
E'leşme
Saatlerin ekleri
"Saat 3:00'da" değil, "saat 3 :00'te". Çünkü, özel bir vurgulama ih
tiyacı olmadıkça, "saat üç sıfır sıfırda" demeyiz, "saat üçte" deriz.
6:00'da, 5:00'te, 14:40'ta...
İMLA SORUNLARI 115
Virgül 4
4. Aynca bkz. elinizdeki kitapta "Dil Demeği'nin Yazım Kılavuzu" başlıklı bö
lüm.
1 16 DİL MESELELERİ
Yabancı özel adların imlası bütün diller için bir zorluk kaynağı. Av
rupa basınında Papa XVI. Benedictus dönemini hatırlayanlar bilir.
Bu ad her Avrupa ülkesinde başka bir imlayla yazılıyordu: Bene
dict/Benedictus, Benedikt/Benediktus, Benoit, Benedykt, Bene
detto, Benedicto... Her ülkenin kendi geleneğine göre biçimlenen
imlalar. Ve o ülkelerden yayılan metinler yoluyla dünyaya yayılan
çeşitlilik. Dönemin Türkçe gazeteleri dahil.
Türkçe imlanın yürürlükteki kuralına göre, Latin alfabesini kul
lanan dillere ait özel adlar Türkçede de özgün imlalarıyla yazılır.
Bunun tek istisnası, yerleşik, geleneksel bir Türkçe uyarlaması bu
lunan, "Napolyon, Şarlo, Londra, Münib, Kalifomiya" vb. adlardır.
Peki, yukarıda verdiğim papa örneğindeki gibi durumlarda Türk
çenin tavn nasıl olmalı?
Genel bir not. Dilbilimde, ses uyumu gibi nedenlerle yerine göre
farklılaşabilen seslerin büyük harfle gösterildiğini bilmekte yarar
var. Örneğin, Türkçede "-ecek, -acak" (gidecek, bulacak) gibi bi
çimler alabilen ek, tek bir anlatımla "-EcEK" biçiminde yazılır. Ger
çi inceleme konusu olan dil hangisiyse o dili anadili olarak konu
şanlar için, biçimlerden yalnızca birinin anılması da yeterli olabilir.
Sözgeliıni, Türkçeyi anadili olarak konuşanlar, "-ecek" ekinden söz
edildiğinde bunun yerine göre "-acak" biçimini aldığını zaten bilir.
Ancak, belirli bir dilin kılavuzlarında yalnızca anadili konuşucula
nna seslenilmediği için, birimin aldığı tüm biçimlerin gösterilme
sine dikkat edilir. Her noktanın titizlikle belirtilmesini gerektiren
bilimsel çalışmalarda da öyledir. Dil Derneği'nin Yazım Kılavuzu da
öyle yapmaya çalışıyor, ancak en kısa yola başvurmayıp olası bi
çimlerin tümünü art arda sıralıyor: "Virgül" başlıklı bölümün 17.
paragrafında, ele alınan eklerin her biri için ayraç içinde verilen bi
çimler batın sayılır bir kalabalık oluşturmuş. Eklerden yalnızca bi
rini aktarıyorum: "-dıkça (-dikçe, dukça, -dükçe, -tikçe, -tıkça, -tuk
ça, -tükçe)". Gösterilmek istenen özellik, bu ekte yer alan beş sesten
üçünün, yerine göre değişebildiğidir. Dilbilimin söz konusu olana
ğından yararlandığımızda, ekin bu özelliğini "-TlkçA" biçiminde
tek seferde gösterebiliyoruz. Diğer ekler için de aynı yöntemi kul
landığımızda paragraf yarıyarıya kısalır: "-İp, -ErEk, -İncE, -mE
dEn, -mEksİzİn, -TlkçA, -EIİ, -ken, -DİğİndE". Dille ilgilenen her
okur yazarın işine yarayabilecek bir gösterme biçimi söz konusu.
1 30 DİL MESELELERİ
ler" ısrarı aynca, "dil bilgisi" ile "dilbilgisi", "ön yargı" ile "önyar
gı'', "çok anlamlı" ile "çokanlamlı" arasındaki farkın ayırt edileme
diğini gösteriyor.
WXQ tartışmaları
AKDTYKTDK'den mektup 22
Mektubun başlığı, "TDK'den açıklama". Metni tam tamına şöyle:
25. Bkz. "Türkçede gerçekten önek yok mu?", Alpay 2000: 83.
İMLA SORUNLARI 1 37
Ekim 2003 tarihli yazıda, "türev" sözcüğü için, "türemek fiil kö
künden kuzey lehçelerinden alınan -v (-av,-ev) ekiyle yapılmıştır"
diyor.
Zülfıkar'ın anlatımından "türemek"in bir fiil kökü olduğu anlamı
çıkıyor ama, yazar "türemek fiilinin kökünden... " demek istiyor ol
malı.
Bizi yine temeldeki kuralcı anlayışa götüren tipik bir tavır ola
rak, bu yazılarda da resmi yetkeden medet umulduğunu görüyoruz:
"[T]elevizyondaki ilgililer, alan uzmanları ve öğretim elemanları
Batı'dan gelen terimleri dile yerleştirmek için adeta yarışıyorlar.
Türk Dil Kurumu ise, bu gelişmeleri takip edip karşılıklar öneriyor
ama bu önerileri, herhangi bir yaptırım olmadığından tutunmu
yor[ ... )" (Şubat 2004)
Toplumsal etkinin makbul olanı saygınlığa dayalı olanı değil mi
dir? Öneriler "yaptınm"la tutunabilir mi?
kellme/tamlama
Zülfikar, "kelime" sözcüğünü bilinen anlamının yanı sıra "tamla
ma" anlamında da kullanıyor. İşte örnekler:
"Türkçe Sözlük'e henüz girmemiş olmakla birlikte kır koşusu bi
çiminde bir kelimemiz bulunmaktadır." (Aralık 2002)
"Sözlüklerimizde de yer alan bu deyim aslında bir çeviri kelime
dir." (Ağustos 2002)
Yazar, Türkçede yeni bir anlam kazanmış olan "yavaş çekim"
tamlamasından söz ederken, aynı yazı içinde bu tamlamayı bir sefer
"söz" olarak, bir sefer de "kelime" olarak adlandırıyor (Ocak 2003).
Bu konudaki son örnek de şu:
"Türk Hava Yollarının kelimesindeki ... " (Haziran 2004)
Bütün bu tuhaflıklar,26 AKDTYKTDK 'nın "sözcük" yerine ''söz"
26. Bir dil profesörünün yazılarında yer aldıkları için "tuhaflıklar" diyorum.
1 40 DİL MESELELERİ
bolluk/fazlalık
"Her bilim dalında ve sanat kolunda olduğu gibi bizde terim bollu
ğu bulunmaktadır. Terim bolluğu kavram kargaşasına da yol açmış
tır." (Kasım 2003)
Bağlama bakılırsa yazar terim bolluğundan değil, terim fazlalı
ğından söz etmektedir. Birinci cümledeki kullanımı ironik saysak
bile, ikincisinde ironiden çıkılmış olması beklenirdi.
gerçek/gerçeklik
" ... realist'in karşılığının gerçekçi, realite'nin karşılığının ise gerçek
olduğu görülecektir." (Aralık 1999)
"Realist"in karşılığı "gerçekçi"dir ama, "realite"nin karşılığı
"gerçek"ten çok, "gerçeklik" olmalı.
olmazsa olmaz/vazgeçilmez
Zülfikar bu iki kavramın "eş" olduğunu, "olmazsa olmaz"ın sine
qua non'dan geldiğini yazıyor (Haziran 2003).
Olmazsa olmaz sözü gerçekten de sine qua non 'un karşılığı. An
cak, "vazgeçilmez"le ikisinin anlam alanlan tam olarak örtüşmü
yor. "Olmazsa olmaz" kavramının anlam alanında nedensellik iliş
kisi var; belirli bir sonucun ortaya çıkmasında kaçınılmaz olarak rol
oynayan [koşul] anlamına geliyor bu söz. Oysa "vazgeçilmez" kav
ramı bir başına nedensellik bildirmiyor. Sözgelimi, bir kimse ken
disi için yazarken kurşunkalemin vazgeçilmez olduğunu söyleyebi
lir ama kurşunkalem dediğimiz gereç, yazma işi için "olmazsa ol
maz" değildir.
İMLA SORUNLARI 141
de/-de
"Şehir kavramı İlk Çağda daha geniş anlamıyla Latincede site'dir.
Bizim güney sahillerimizdeki Side'de aynı kelimedir." (Kasım
2003)
Burada "Side'de" biçimindeki imla, durum eki anlatıyor. Oysa
bağlam öyle gösteriyor ki yazarın kastı "de" bağlacıdır. Doğrusu:
" ... Side de... "
anadll Ianadili
tirgen eki fazlalığı, edilgen eki fazlalığı, iyelik eki fazlalığı, "bir"
fazlalığı, virgül eksikliği, virgül fazlalığı, birbirine karıştırılan kav
ramlar, imla hataları vb. Bunları tek tek örnekleyecek değilim, bu
rada yalnızca herkesi ilgilendirebilecek noktalara değindim. Değin
mek istediğim son birkaç nokta, Zülfıkar'ın yazılarındaki söylemin
bazı ideolojik özellikleri:
lrkçılık
Zülfıkar, A. Ragıp Akyavaş'ın Asitane adlı kitabından şu alıntıyı ya
parken alıntıdaki korkunç ırkçılığın farkına varmıyor:
"Eski İstanbullular Mart için ayların çingenesidir derler ama ba
kın bu sene bir çingeneliğini görmedik. Aksine kibar davrandı. Söy
lemeye hacet yok, asaletli aydır vesselam ... " (Nisan 2001 )
Gerçi Prof. Zülfıkar "asaletli/soylu" sıfatında ırkçılık görmeyen
tek yazar değil ama, alıntıdaki ırkçılık da "asaletli" sıfatının içerdi
ğinden ibaret değil.
Şovenizm
"Türk yerine Türkiyeli demek ne kadar yakışıksızsa, Türk devleti
yerine Türkiye devleti de bence o derece yakışıksız bir ifadedir."
(Temmuz 2000)
Diyelim ki yazar, Türkiyeli olup da farklı kökenden gelen yurt
taşlarımızın da Türk diye anılmasında ısrarlıdır. Bu takıntılı durum
fazlasıyla yaygın olduğundan, çok yakın zamanlara kadar anlaşılır
bir yanı vardı belki. Ama şu küçülen dünyada, sözgelimi, Kıbrıslı,
Azerbaycanlı, Makedonyalı ve Türkiyeli Türkler bir arada düşünü
lürken gerek duyulacağı açık olan bir sıfattır bu "Türkiyeli" sıfatı.
Durum böyleyken, Zülfıkar'da yarattığı gibi bir alerji yaratmasının
şovenizmden başka açıklaması olabilir mi?
"Kendi varlığının, ulus olmanın dille bağlantılı olduğunu sürekli
hatırlamalıdır." (Haziran 2004)
Bir dilci, dil ile ulus olmayı bire bir bağlantılandırabilir mi?
Ulus olmayan topluluklara ait dilleri böyle peşin peşin harcayabilir
mi? Bunun günümüz dilbilimindeki adı ve yeri nedir?
İMLA SORUNLARI 143
Militarizm -
"Spor terimlerini 1900'1ü yılların başında savaş düzenini göz önüne
alarak adlandıran bu asker millet, kale, müdafaa hattı, hücum hattı
sözlerini kullanmıştır." (Mayıs 2004)
Zülfikar "bu asker millet" sözünü olumlayarak kullanıyor. Türk
lerin savaşçı kavimlerden bilindiği doğrudur. Ama artık, kavim ola
rak "asker millet" olmaktan daha barışçı değerleri öne çıkarmanın
zamanı gelmedi mi?
Cinsiyetçilik
Zülfıkar da "kadın" sözcüğünden korkanlardan. Roman kahraman
ları için "bayan kahraman" diyor (Ocak 2003).
1 . Burada "kod", dil anlamında. Bir dilde konuşur ya da yazarken araya başka
bir dile ait birimler kanştınnak söz konusu.
İNGİLİZCEDEN GELENLER 1 45
Brecht de kimmiş?
İngilizcesi "Szechwan", Fransızcası "Se-Tchouan", Almancası
"Sezuan". Çin'deki bir bölgenin adı. Peki Türkçesi ne?
2008 yılında orada bir deprem olunca, Türkçede adı yokmuş gi
bi "Siçuan" dedi bütün basın. Şimdi depremin yıldönümlerinde ay
nı ad kullanılıyor. Oysa Brecht'in ünlü oyunu "Sezuan'ın İyi İnsa
nı"yla birlikte, "Sezuan" denmişti. Demek oyun unutuldu, İngilizce
üstün geldi, bölge yeniden adlandırıldı. (Radikal, 14.5.2009)
derogasyon
AB sürecinde, Fransızca söylenişiyle geldi. "İhlal, aykırılık" gibi
anlamları var. Serbest dolaşım gibi herkese tanınan hakların size ta
nınmamasına, "haksızlık" yerine "derogasyon" diyorlar.
destlnasyon
Turizm terimi olarak dolaşıma girmiş görünüyor. Varış yeri, gidile
cek yer, gidilecek ülke, uğrak. Eski adıyla, menzil.
eliptik
Dil alanında, sözlüklere de geçmiş güzel bir Türkçesi var bu teri
min: eksiltili. Daha çok dil ve edebiyat alanında kullanılan bir te
rim. Geriye kalan kısmı söylenmesi gerekmeyecek kadar açık olan
cümleleri eksiltili yapıda kurabiliyoruz: "Hele o gün gelsin !" örne
ğindeki gibi.
inovasyon
Türkçede karşılığı yok sanılıyor ama, gayet mantıklı, sade ve yer
leşik bir karşılığı var: "yenilik". "Yenilenme" değil, "yenilik". Ye
nilenme, "renovasyon'un karşılığı.
kartlng
Çevirmen Bilal Çölgeçen'in katkısı:
"Karting, lunapark gibi yerlerde görebileceğiniz küçük pistlerde
yada resmen daha büyük yanş alanlarında ' go-kart' ya da 'kart' de
nilen küçük yanş arabalarıyla yapılan 'sporun' adı. Büyük yanş ara
balarıyla yanşa hazırlık olduğu için 'motor sporlarına ilk adım' sa
yılıyor.
"Kelimenin Türkçeleşmeden Türkçeye yerleştiği çok açık. Şöyle
kullanmakta yarar var. Kart: Küçük yanş arabası ve karting: Küçük
yarış arabalarıyla yapılan yarış."
komedyen
İstanbul Sinema Festivali'ne katılan bir Fransız film yönetmeni,
kendisine deneyimsiz oyuncuları yönetmenin güçlükleri sorulunca,
"Herkes aktördür, bazı oyuncular hariç (Tout le monde est acteur,
sauf quelques comediens)" dedi ama, çeviri "Herkes aktördür, bazı
komedyenler hariç" biçiminde olunca o nefis söz güme gitti. Fran
sızcadaki comedien sözcüğünü Türkçeye "komedyen" diye değil,
"oyuncu" diye çevirmek gerekiyor. "Komedyen" Türkçede yalnızca
komedi oyuncuları için kullanılan bir sıfata dönüşmüştür ama,
Fransızcada tüm oyuncuları kapsar. (Radikal, 9.4.2009)
konsolide etmek
Sağlama bağlamak demek. Yeni değil ama, eskiden (Fransızcadan
geldiğinde) yalnızca borçlar için, bir iktisat tekniği bağlamında kul
lanılırken şimdi siyasal vb. alanlara da yayılma eğiliminde. Belki
siyaset de bir borçlanma psikolojisiyle yürütüldüğündendir.
krlmlnallze etmek
Günümüzün eleştirel düşüncesinde önem taşıyan, verimli, aydınla-
1 48 Db... MESELELERİ
otorite
Batı dillerinden' gelen "otorite" sözcüğü, yalnızca "idare" ve "yö
netim" sözcüklerinin yerine değil, bazen de "makam" sözcüğünün
yerine kullanılıyor. "İlgili makamlar"dan "ilgili otoriteler"e giden
yoldayız.
Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan'la ilgili bir haber: "Bugün
teknik bir ekibimiz İngiltere'ye gidiyor. İlgili otoritelerle görüşmek
üzere."2
pik, trend
"Bu pik, yani yüksek fiyat ( . . . ) düşüş trendinde... " Enerji Bakanı
Hilmi Güler, petrol fiyatlarından söz ediyor (24. 1 2.2008).
Yüksek fiyat diye açıklandığına göre, bu "pik"ten kasıt herhalde
"zirve" ya da "tavan"dır. Şimdi bunu peak diye mi yazmalıyız, yok
sa "pik" diye mi?!
"Trend" sözcüğü ise son yıllarda, "moda olan" anlamında kulla
nılır oldu: "Çizmede son trend" örneğindeki gibi. Ama sayın bakan
herhalde şu bildiğimiz "eğilim"den söz ediyordu. Bu durumda, öne
ri: "Bu tavan fiyat ( ... ) düşme eğiliminde ... "
pozisyon
Çevriyazı, Türkçeye gelen sözcüklerin başlıca uyarlanma yordamı.
"Eski usul" dediğim yordam. Günümüzde İngilizceleşme de çoğu
olguda söyleyiş açısından eskiden olduğu gibi Fransızca söyleyiş
üzerinden gerçekleşiyor.
"Pozisyon" Fransızcadan geleli yıllar olmuştu, Türkçede "ko
num" anlamında kullanılıyordu. Şimdi, henüz sözlüklere geçmemiş
olmakla birlikte, "tavır, mevki, görev" gibi anlamlarda da kullanılı
yor.
2. www.bthaber.com/haber/gundem/ingilterenin-yasagi-kaldiracagini-dusu
nuyoruz-306092.html (Erişim tarihi: 28.3.2017).
İNGİLİZCEDEN GELENLER 1 49
promosyon
"Tanıtım"ı öneriyorum ama, bu sözcüğün anlamı tanıtımı aşıyor. İyi
tanım, Dil Demeği'nin sözlüğünden: "Bir malı geniş yığınlara ta
nıtmak, beğendirmek ve o malın sürümünü sağlamak amacıyla ya
pılan çalışmaların tümü." Bazen bu çalışmalar çerçevesinde bedel
siz olarak dağıtılan malzeme için de kullanılor: "Promosyon ola
rak... "
prospektüs
Türkçesi: Tanıtmalık, tarife.
realize etmek
İktisattaki anlamı, "parasal işlem yapmak". Günümüz iktisadının
felsefesi böyle: Düzanlamı "gerçekleştirmek" ve "kavramak" olan
fiili, paraya bağlıyor.
reyting
İzlenme oranı.
rezidans
Batı dillerindeki yerleşik anlamı "ikamet" ve "ikametgah". Son
otuz kırk yıldır bunların yanında yeni bir anlam kazandı ve Türk
çeye de bu anlamla geldi: Lüks apartman. Alışılmış "lüks inşaat"tan
da daha lüks şeyler bunlar, ortak hizmetkhları olan modem ikamet
gahlar, beyazlara mahsus. Bazı reklamlarda İngilizce imlasıyla da
boy gösteriyor: residence.
röveşata
İngilizcedeki reverseshot (tersine vuruş) sözcüğünden gelmiş. Fut-
3. www.osym.gov.tr{fR,335 l/bazi-kamu-kurumlarinin-kadro-ve-suzlesmeli
pozisyonlarina-yerlestinne-yapmak-icin-adaylarclan-tercih-alinmasina-iliskin-du
yuru.html (Erişim tarihi: 28.7.2017).
1 50 Oh. MESELELERİ
bolda bir atraksiyonun adı. Ve elbette, nefis bir filmin adında da yer
almış: "Tabutta Röveşata".
sekürltizasyon
"Borç" ve "ipotek" gibi sözcükler irkiltici bir duruma geldiğinden
olmalı, borç yerine "kredi", borç senedi yerine "bono", ipotekli kre
di yerine "mortgage", borç senedi alım satımı yerine "seküritizas
yon" gibi, henüz kokusu çıkmamış sözcükler yeğleniyor.
Doç. Dr. Saygın Eyüpgiller'in verdiği bilgiye göre, meslek men
supları Türkçede "seküritizasyon" karşılığı olarak "menkul kıymet
leştirme" terimini kullanmaktadırlar.
sltasyon
Fransızca söylenişiyle geldi. "Alıntı [yapmak], gönderme[de bulun
mak]" demek. Eski adıyla, atıf (A kısa).
skorer
İngilizceden takla atarak gelenlerden. İngilizcesi scorer. Türkçesi
"golcü", "en çok sayı yapan"...
stabil
"İstikrarlı" demek. Latince kökenli.
tema
İzlek demek. Bu sözcük Türkçeye yeni gelmedi ama, bu kez "tema
tik" biçimiyle de yaygınlaşma eğiliminde. Hem bu açıdan, hem de
"teması" gibi ek almış biçimlerinin "tema/temas" karışıklığına yol
açabilmesi bakımından, kavramın Türkçesini anımsatmak gereğini
duyuyorum: İzlek, izleksel. "İzlence"yle karıştırılmaması kaydıyla
elbette: "İzlence", program anlamına geliyor.
terörlze etmek/olmak
Bu fiiller geldikleri Batı dillerinde "korkutmak, sindirmek" anlamı
na gelir. Türkçede ise son zamanlarda buna ek olarak "terörist gibi
göstermek" anlamını da kazandı. Katmerli bir anlam yüklenme ola
yı.
İNGİLİZCEDEN GELENLER 151
vizyon
"İki lider çözüme ilişkin vizyonlarını paylaştılar." (Bir haber bülte
ninden, 13.5.20 1 5) Belli ki görüşlerini paylaşmışlar bu sayın lider
ler.
açılım
Galiba ouverture'den geldi: "Iran supreme leader dismisses Obama
ouvertures (İran'ın dini lideri, Obarna'nın açılımlarını geri çeviri
yor)" (2 1 .3.2009 tarihli basın). Eskiden Türkçeye Fransızcadan
uyarlanmış olarak gelmişti, "uvertür".
Atiantik
"Atlas Okyanusu" adlandırması neredeyse unutuldu. Onun yerini
aynlmak/gltmek
"IMF ayrıldı zamlar geldi" (1 1 .8.2004 tarihli gazeteler).
Ayrılmak fiilinin bu tür kullanımları, İngilizcedeki to leave fii
linin etkisine benziyor. Türkçede ayrılmak fiilinin gitmek anlamın
da kullanıldığına eskiden de rastlanırdı ama, yalnızca ayrılma yeri
nin de belirtildiği durumlarda: "IMF heyeti Ankara'dan ayrıldı" ör
neğindeki gibi.
Örneğimiz için öneri: "IMF gitti zamlar geldi."
casus bel//
çaln merkezi
Cali [center]'dan sözcüğü sözcüğüne çeviri. Gerçekte herhangi bir
çağnyla ilgisi yok, düpedüz "başvuru telefonu" demek.
Türkçe sözlüklerdeki "çağrı" maddesine "telefonla hizmet veren
bilgi merkezi" gibilerden bir tanım eklemek gerekecek.
İNGh..İZCEDEN GELENLER 1 53
çıkmak
"Çıkmak" fiili İngilizcedeki to go out'tan gelip gençlerce benim
sendi. "Sevgiliyiz" sözü biraz fazla mahrem, fazla özel kaçacağı
için, daha örtülü bir kavram olan "çıkmak" kullanılıyor. Ondan ön
ce de, boy friend /gir/ friend'den çeviri olarak "erkek arkadaş/kız
arkadaş" gelmişti İngilizceden.
çok tarz
Stylish, very stylish.
daklkllk / isabet
"[B]roşürün üslubu şaşmaz bir dakiklikle Rauf Denktaş'a ait oldu
ğunu belli ediyor." (Murat Belge, 30. 1 .2004 tarihli Radikal)
1 54 DİL MESELELERİ
dernekleşme hakkı
Freedom ofassociation sözünün Türkçesi, "dernekleşme hakkı" de
ğil, "örgütlenme hakkı".
dilsel/ dllblllmsel
dokunuş/ üslup
" ... onca efekt, onca teknolojik dokunuş bir anlamda hayal gücünü
ete kemiği büründürürken .. " (Radikal, 30.7.2010)
.
duygusal katsayı
düzensiz göçmen
Resmi makamlar bile "düzensiz göçmen" diyor. "Kayıtdışı göç
men" demek. İngilizce irregular migrant'tan geldi.
İNGll.İZCEDEN GELENLER 155
entelektüel .
"Entelektüel" sözcüğü Batı dillerinde hem ad hem sıfat olarak kul
lanılabiliyor. Ad olarak kullanımını Türkçeye yerine göre "aydın",
yerine göre de "entelektüel" diye çeviriyoruz.
Sıfat olarak kullanıldığında ise "entelektüel"den çok, yerine/
bağlamına göre "zihinsel" ya da "düşünsel" demek gerekebilir:
"Entelektüel yaşamında" ile "düşünsel yaşamında" arasında anlam
farkı var.
eşitçe/aynı biçimde
İngilizce equally'nin bir kullanımı var ki, Türkçede "aynı derecede/
aynı biçimde" anlamına geliyor. "Ödünçlemeli" çevirilerde, bu an
lamı vermek yerine "eşitçe" ya da "eşit olarak" dendiğine rastlanı
yor.
etki
İngilizcedeki effect sözcüğünü Türkçeye her zaman "etki" diye çe
viremeyiz. Yerine göre "sonuç" da olabilir. (Etki: injluence)
günün sonunda
At the end of the day'den geldi. Türkçesi: "eninde sonunda, sonuç
ta".
hili/ylne de
Jaws adlı filmde, civarda köpekbalığı olduğunu bildiği halde idari
makamlara plajı boşaltma kararı aldırmayı başaramayan şerif, oğlu
köpekbalığı tarafından öldürülen bir anne tarafından suçlanıyor.
Şöyle diyor suçlayan kişi: "Siz biliyordunuz ve benim oğlum hfila
ölü."
Bu koşullar, ölmüş biri için "hata ölü" diyebileceğimiz koşullar
değil. Belli ki çeviride bir sorun var. "Hfila" diye çevrilen sözcüğün
İngilizcesi stili olmalı: My son is stili dead: Benim oğlum yine de
öldü.
hl kiye/ haber
Televizyonlardaki haber bülteni sunucularının dilinde, özellikle
uzun uzadıya konu edinilen haberlerin kastedildiği bir "hikaye" söz
cüğü belirdi. Galiba İngilizcedekine dönüştü iş: Story sözcüğünün
bir anlamı "hikaye" ise, diğer anlamı da "haber" değil midir? Uzun
ca bir öykü içeren haberler için böyle bir terime ihtiyaç da vardı as
lında. Gerçi hata, söze "bu hikayenin" diye başlandığını duyduğu
muzda hafiften bir argo izlenimi doğacak gibi oluyor.
hOkümet verileri
İngilizcedeki government sözcüğünün tek anlamı "hükümet" değil.
Aynca, yerine göre, ad olarak "yönetim", sıfat olarak "resmi" anla
mına da gelebiliyor.
Bu arada government data, "hükümet verileri" değil, "resmi ve
riler".
İNGİLİZCEDEN GELENLER 1 57
kamusal alan
Bu kavramın iki farklı kullanımı oluştu Türkçede. Biri, İngilizcede
(public space) ve dünya ortak kültüründe olduğu üzere, "özel alan"
kavramıyla çift oluşturuyor. Buradaki "kamusal"ın anlamı "herkese
açık olan"dır, "özel"in anlamı ise, "kişisel/mahrem".
"Kamusal alan" kavramının Türkçede oluşan ikinci kullanımı
ise, "kamusal" dediğinde "kamu kurumlarına ait" demiş oluyor. Bu
bağlamdaki "kamusal alan" da, resmi ve kamusal denetim altındaki
mekan ve kurumlar oluyor. Eski adıyla "kamu sektörü/devlet sek
törü".
kelimelendirme
Wording'den geldi. "Uygun kelimeyi bulmak, uygun bir anlatıma
kavuşturmak" anlamına geliyor.
kopya
Basımevinden çıkan kitaplardan her birine "nüsha" denirdi eskiden.
Şimdi kopya (copy!) baskın çıkıyor gibi.
meydan okuma
İngilizcedeki challenge, challenging sözcüğü her seferinde "mey
dan okuma" diye çevriliyor. Oysa bu sözcüğün "zorluk, zorlayıcı"
gibi anlamları da var. Çevirmenler bağlamla uğraşmak yerine işin
kolayına kaçtıkları için, karşımıza olur olmaz "meydan okuma"lar
çıkıyor! Türkçe, İngilizcenin yoksulluklarını üstlenmek zorunday
mış gibi.
1 58 Db... MESELELERİ
nepotlzm
Baş belalarımızdan birinin adı olan "kayırmacılık" sözcüğü neden
se ya "adam kayırmacılık" biçiminde çekilip uzatılır, ya da kulla
nılmayıp küpte saklanır. Sözlüklerde de yalnızca "kayırmak" fiili
var, "kayırmacılık" unutulmuş. Bu nedenle olmalı, kavrama ihtiyaç
duyanlar Türkçede karşılığı yok sanıp "nepotizm" demeye başladı.
neskafe
"Hazır kahve" demek varken her zaman "neskafe" demek bir ulus
lararası tekele reklamcı olmak anlamına geliyor diyenlere hak ver
memek zor. Gelgelelim, bu haklılık giderek siliniyor. Neskafe iste
d.iğimiz garson bunu zaten artık yalnızca hazır kahve olarak anlıyor,
ille de o belirli marka olarak değil. "Bir hazır kahve lütfen" dedi
ğimizde ise garsonun kafası karışıyor. Açıklayayım deseniz, bütün
bir söylev gerekli. Sanıyorum, tıpkı "jilet" örneğindeki gibi "nes
kafe" de özel ad olmasının yanı sıra cins adı olarak yerleşti dünya
dillerine. Türkçede bu cins adını K'yle yazıyoruz: neskafe. Özel ad
olarak, C'yle yazılıyor.
nlk
Önce nick biçiminde, olduğu gibi gelmişti İngilizceden ve daha çok
sanal ortamda kullanılıyordu. Giderek "nik" oldu ve basılı metinle
re geçti: "İçindeki 'bir dost' nikli fesat komşu canavarı uyanmış."
(Nur Çintay, 2.8.2005 tarihli Radikal)
Nick'in Türkçede "takma ad, mahlas, imza, işaret" gibi karşılık
ları var. Örneğimiz için öneri: "İçindeki 'bir dost' imzalı fesat kom
şu canavarı uyanmış."
İNGİLİZCEDEN GELENLER 1 59
not etmek .
Diplomaside, "dikkate almak" anlamına geliyor. Gündelik dilde
"sen yaz bunu bi kenara" dediğimiz durum. İngilizce to note 'tan
geldi.
ortakgörü
Elkitabı denebilecek ölçüde geniş kapsamlı, büyük emek ürünü, iyi
bir sözlük olan Felsefe Sözlüğü'nde (Bilim ve Sanat Yay.), "sağdu
yu" yerine "ortakgörü" dendiğini fark ettim ("ortakgörü felsefesi"
vb). İngilizcesi ve Almancası common sense, Fransızcası sens com
mun olan kavramın Türkçesi "sağduyu"dur oysa; eski adıyla, "ak
lıselim".
Ahmet Cevizci'nin Felsefe Terimleri Sözlüğü, bence yerinde ola
rak, "sağduyu felsefesi" diyor.
oyuncu
Özellikle uluslararası/ bölgesel olaylara ilişkin haberlerin İngilizce
sinde actor olarak adlandırılan faillerine Türkçede "oyuncu" den
mesinin her şeyi biraz fazla hafifleten bir yanı var. Bu kullanımda
kastedilen, "özne"dir aslında. İngilizcenin konuşurları, o dildeki öz
ne sözcüğü (subject) kullanışlı olmadığı için "oyuncu" diyor olabi
lirler, emperyallere göre hava hoş. Türkçe için bir de Arapçadan ge
len "fail" sözcüğü var ama, o biraz yaşlı, biraz da fazla suçlu oldu
ğundan, sahiplenen çıkmıyor.
1 60 DİL MESELELERİ
önceden ödeneblllr
Payable in advance'ın Türkçesi, "önceden ödenebilir" değil, "öde
meler peşindir".
önemli değil
Teşekkür edene "önemli değil" karşılığını vermek İngilizceden gel
di. Türkçesi "bir şey değil" ya da "estağfurullah"tı; ikincisinin say
gı düzeyi daha yüksek olmak üzere. Bir ara "estağfurullah"ın "ay
nen öyle" anlamına geldiği şakası ciddiye alındı ve yanlış bilgi ola
rak hızla yayıldı. Böylece, "ne demek, rica ederim"in yanındaki ye
rini "önemli değil"e kaptırması kolaylaştı.
özgürle,mek/kurtulmak
"Öğrenci eylemlerinin başlangıçtan beri üniversiteleri dış denetim
den özgürleşmeye çalıştığını söylemek daha uygun olacaktır"
(Chomsky 2002: 19-20).
Chomsky metnin İngilizcesinde to free fiilinin ilişkisel biçimini
kullanarak tofreefrom outside control diyor. Çevirmenin kullandığı
"özgürleşmek" fiilinin ise dolaysız bir ilişkiselliği yok. Her gördü
ğümüz free sözcüğüne "özgür" karşılığını yapıştırmadan önce, sa
ğında solunda ne var diye bakmakta yarar var, diğer tüm sözcükler
gibi. Cümledeki düşüklüğü de (sözdizimi hatasını) düzelterek öne
reyim: "... üniversiteleri dış denetimden kurtarmaya çalıştığını söy
lemek..."
raporlamak
"Yöneticilerin cinsiyetinin çalışan cinsiyetiyle kombinasyonunu or
taya çıkarmaya çalışan son araştırmaya katılan erkeklerin yüzde
26'sı, kadınların ise yüzde 3 1'i bir kadına raporladığını belirtmiş."
(Milliyet'in 3.2.2008 tarihli İnsan Kaynakları eki.)
Buradaki "raporlamak" fiili, çeviri deneyimlerimden biliyorum,
İngilizcedeki to report to fiilinden geliyor. To report fiili, bir to daha
eklemediğiniz sürece "raporlamak" diye çevrilebilir, ama to report
to'nun Türkçesi, " [birine] bağlı olarak çalışmak"tır. Dolayısıyla,
yukarıdaki örnekte gördüğümüz "bir kadına raporladığını" sözü,
"bir kadına bağlı olarak çalıştığını" olacak.
İNGtt..İZCEDEN GELENLER 161
reaksiyoner
Bu sözcük Fransızcadan "gerici" anlamıyla gelmişti. Artık "tepkici,
tepkisel, karşıt" gibi anlamlarını Türkçede de yükleneceğe benzer:
Daha önce Göksel Aymaz'ın bu sıfatı 26.3.2004 tarihli Radikal Ki
tap'taki yazısında Imrnanuel Wallerstein için kullandığını not etmi
şim, hem de iki kez kullanmış, ikincisinde "yaratıcı bir reaksiyoner
liğe" biçiminde olmak üzere. Bir başka örnek, Ahmet İnsel'in 2
Ekim 201 7 tarihli Cumhuriyet'teki yazısının başlığı: "Reaksiyoner
hınç". Yazının içeriği, buradaki "reaksiyoner" sıfatının, "gerici" an
lamında değil, "tepkici" anlamında kullanıldığını gösteriyor.5
tüketici
Bu sözcüğü, bilinen anlamının yanı sıra İngilizcedeki exhaustive'in
karşılığı olarak kullananlara rastlanıyor. Kasıt, "son birimine kadar
kullanmak" ya da "kapsam dışı bir şey bırakmamak". Ne var ki,
"tüketici" sözcüğünün anlam alanında "yok etmek, bitirmek" de
var. Dolayısıyla, exhaustive karşılığı olarak "kapsayıcı" ya da yeri
ne göre "tümü kapsayıcı/kuşatıcı" derunesini öneriyorum, yol ya
kınken. "Tüketici"nin de "üretici"den çok fazla ayrılmamasını.
ya da
Rosa Luxemburg'un Friedrich Engels'ten esinlendiği ünlü sözüdür:
"Ya sosyalizm ya barbarlık!" İngilizcesi: Socialism or Barbarism!
Bu sözün Türkçeye ödünçleme çevirisi, "Sosyalizm ya da bar
barlık" biçiminde.
5. www.cumhuriyet.eom.tr/koseyazisi/8 1 5694/Reaksiyoner_hinc.hbnl
162 Dtt.. MESELELERİ
yardım edin
Yabancı filmlerde kimsenin "İmdat!" diye bağınnaması size de tu
haf gelmiyor mu? Zor durumda kalanlar "Yardım edin!" diye bağı
rıyor. Eh, to help fiilini bir kez "yardım etmek" diye öğrendiniz mi,
tutup her help için başka karşılık arayacak haliniz yok ya!
zaman/saat
Zavallı İngilizce, bazen fazlasıyla bağlam bağımlısı kalıyor. Time
sözcüğünün ne çok anlamı olduğuna bakın: Zaman, hava, süre, sa
at...
Reaction time sözünü bağlam dışı, yani böyle bir başına görsek
ve çevirmemiz gerekse herhalde "tepki zamanı/tepki saati/tepki
süresi" seçenekleri arasında kararsız kalırız. Gerçi etkinlik duyuru
su gibi gayet net olan bağlamlarda bile, belki de bilgisayar prog
ramlarının azizliğidir, "saat" bilgisi için "zaman" sözcüğünün kul
lanıldığı oluyor.
zaman tutucu
Bilimkurgu alanını çağrıştırıyor ama, ne yazık ki değil. Spor prog
ramlarında kulağıma çalınıyor bu söz. Eskiden "saat tutmak" denen
işlemden söz ediyor olmalılar. İngilizcedeki time sözcüğünün yerine
göre zaman, yerine göre saat anlamına geldiği unutuluyor. Program
larda "tarih, saat, yer" biçiminde verilmesi gereken bilgilerin "tarih,
zaman, yer" diye çevrildiğine de rastlanıyor, tarihler zamana dahil
değilmiş gibi.
zamansız
İngilizcesitimeless olan felsefi kavramı Türkçeye "zamansız" diye
çevirenler oluyor. İyi bir karşılık değil bu, çünkü gündelik dilde
"zamansız" dediğinizde, "uygun olmayan bir zamanda (yapılan),
İNGİLİZCEDEN GELENLER 163
acknowledge
İngilizcedeki acknowledge sözcüğünün Türkçesi yok mu? Bu söz
cüğün de diğer bazı sözcükler gibi Türkçesi yok, Türkçeleri var; bir
değil, birkaç karşılık. Diller arasındaki bu tür anlam alanı farklılık
ları çeviri mesleğinin püf noktalarından. Hangi karşılığı kullanaca
ğınız, duruma göre değişiyor. Acknowledge: kabul etmek, kabullen
mek, doğruluğunu kabul etmek, teslim etmek, tesellüm etmek,
onaylamak, ikrar etmek... Birinden birini seçeceksiniz, bağlam haz
retleri hangisini gerektiriyorsa.
Bu tür sözcüklerden, sesi/söylenişi fazla yabancı kaçmayanların
Türkçeye girmesi kolay oluyor: "Renovasyon" diyorsunuz örneğin,
hem şık duruyor, hem de yanlış çeviri tehlikesinden kurtuluyorsu
nuz. Ama "eknovlıc" gibi Türkçede hiç tanıdık durmayan bir söz
cük söz konusu oldu mu, böyle yapamıyoruz. İlle Türkçe karşılığını
bulacağız, başka yolu yok.
"anti" enflasyonu
"Anti mantar ve anti iltihapsal özelikleri ile ... "
"Anti-" önekinin bu tür örnekleri yerine, "önleyici" sözcüğü kul-
6. Dilhilim sözlükleri matrix language için "haşat dil , ana dil" gibi karşılıklar
veriyor ama, kanımca her tür yanlış anlamayı önlemek açısından "ev sahibi dil"
denmesi daha uygun olur. Matrix clause için ise "ana cümle" denmesi yerleşik ve
uygundur.
1 66 D İL MESELELERİ
cool
Ajda Pekkan 1960'lı yıllarda, Türkçeyi İngilizce gibi telaffuz etti
ği şarkılarla ünlü olmuştu. Sonraki bir albümünün adı da Cool Ka
dın imiş. Cool, dünya gençlerinin dilinde unutulmaz Batı Yakasının
Hikdyesi nden beri jokerleşen bir sıfat. "Soğuk, serin, serinkanlı"
'
dan başka, "esaslı, güzel" gibi anlamları var ve artık yalnızca kişiler
için değil, nesnelerle olaylar için de kullanılıyor.
euro/avro
Bir ara bazı gazeteler ve yazarlar "avro"yu benimsemişti. Medyanın
bir bölümü ve Dil Derneği nedense avro diyenleri yalnız bıraktı.
Belki de euro'yu yarı özel adlardan sayarak olduğu gibi kalsın de
mişlerdir. Yaygınlığa bakılırsa haklı çıktılar ve Dil Demeği'nin
Türkçe Sözlük'ü ile Yazım Kılavuzu'nun yeni baskıları euro'da ayak
diriyor. AKDTYKTDK ise "avro"yu sözlüğüne ve kılavuzuna al
maktan başka, "avrovil" diye bir iktisat sözcüğü bile türetmiş du
rumda; euro'ya, gönderme için bile yer vermiyor. Bu arada toplu
mumuz ve Merkez Bankası euro diye yazıp /yuro/ diye okuyor, de
mek o da olduğu gibi gelenlerden.
fitness center
"Form tutma merkezi" demek. Fitness için "dinçlik" karşılığını
önerenler varsa da, dinçlik kavramı işin biçimsel yönünü içermiyor.
"Fazla kiloları" olan biri de dinç olabilir. Oysafitness'tan kasıt, tıp
kı daha önce Fransızcadan gelmiş olan "form" sözcüğündeki (for
munda olmak, vb.) gibi, biçimi de içeren bir dinçlik.
grand prix
"Büyük ödül" demek. Bu terim Türkçede "İstanbul Grand Prix'si"
şeklinde özel ad statüsü kazanmış durumda.
İNGİLİZCEDEN GELENLER 167
jet-lag
AKDTYKTDK sözlüğü, "jet yorgunluğu" karşılığını öneriyor.
post
Hem ses hem çağrışım açısından son derece tanıdık bir sözcük. Şu
kullanım aynı derecede tanıdık mı, bir bakalım:
"Önemli bir posta gelen her kişi..." (Gürkan Hacır, CNN Türk,
1 8. 1 .201 8)
Bağlamdan haberimiz olmadığında, buradaki "posta" çekimini
bildiğimiz posta olarak anlarız. Ancak bağlam, bu sözü şöyle yaz
mamızı gerektirecek kadar ayn bir anlam yaratıyordu:
"Önemli bir post'a gelen her kişi ... "
Evet, anlaşılmış olduğu üzere Hacır, önemli bir mevkiye gelen
kişilerden söz ediyor ve İngilizceden gelen bir sözcüğü kullanıyor
du.
site-spesific
"Belirli bir yere özgü" demek. Sözgelimi, belirli bir bina ya da
meydan için özel olarak yapılmış bir heykel site-specific olarak ni
telendirilebiliyor. Sondaki C'yi K'ye çevirip Türkçede öylece kul
lananlara da rastlanıyor.
SPA ve Wellness
Esenlik merkezi? (Sağ ve esen kalınız.)
start almak
İlk gelen "start vermek"ti; spor karşılaşmalarında, "yarışı başlat
mak" yerine böyle deme gereği duyulmuştu nedense. (Nedensesi
herhalde uluslararası yarışmalara olan ilgi ve katılımın, Türkçeye
olan ilgiden daha yüksek bir hızla artmasıdır.) "Start vermek" söz
lüklere de girdi.
"Start almak" ise daha sonra gelip yaygınlaştı ve Dil Demeği'nin
sözlüğüne değilse bile, AKDTYKTDK sözlüğüne girdi.
"Başlamak" anlamına geliyor ama kastedilen öyle sıradan bir
başlangıç değil; anlı şanlı, tantanalı bir başlangıç. Bazen de, hazır
lıkların başlaması.
168 DİL MESELELERİ
stiker
Çıkartma demek. "Çıkartma'', sözlüklere de geçmiş bir sözcük.
Acaba yalnızca çocuklar kullanıyor sanıldığı için mi gerek duyuldu
stiker'a? Her tür yapıştırma işaretin- adı oysa, çıkartma. "Asker çı
karrna"yla karışma tehlikesi de yok.
top 10
"[ . ] kullanıcılarının top lO'u."
. .
"İlk on" varken "top ten" deme alışkanlığı yukarıdaki gibi komik
sonuçlar verebiliyor. Nasıl okuyacağız? "[ ] kullanıcılannın top
...
van
Kapalı kamyonet.
iktisat terlmlerl
bari/ /varil
Petrol fiyatlarındaki artıştan söz ederken "barit" diyenlere rastlanı
yor. İngilizcedeki barrel, Fransızcadaki bari/ sözcüğü, "varil"le
olan ses benzerliği nedeniyle karıştınlıyor olınalı: Türkçede "barit"
diye bir sözcük yok.
barter
Modern takas sistemi. "Garanti Barter Genel Müdürü" gibi sıfatlara
rastlanıyor mesela.
carry trade
Faizi düşük para birimleri cinsinden borçlanarak yüksek getirili
enstrümanlara yatının yapmak.
İNGİLİZCEDEN GELENLER 169
CEO
factoring
Alacağını kırdırmak. Eskiden emeklilerin henüz vakti gelmemiş
maaşlarını belirli bir yüzdesi eksiğiyle o an ödeyecek birine devret
meleri gibi işlemler.
forex
Yabancı para. Döviz. (Foreign exchange'den bozma.)
hedge fonları
[Yüksek riskli] yatırım fonları.
know-how
Yerine göre "teknik beceri, uygulama becerisi" ya da yalnızca "be
ceri".
mortgage
İpoteğe dayalı konut kredisi dernek. İpotekli kredi.
off-shore
Off-shore terimi yerleşme yolunda epey yol aldı, "off-shore'cular"
diye türetime bile girdi. Oysa "kıyı bankası / bankacılığı" diye bir
karşılığı da bulunuyor. Gerçekte kastedilen, kıyıda değil, kıyı (sınır)
ötesinde, parayı gözlerden ve vergilerden uzak tutmak için kurul
muş (eskiden İsviçre bankalarının yaptığı işleri yapan) bankalar,
banka şubeleri ve oralardaki hesaplar.
170 DİL MESELELERİ
subprime
Geri ödeme gücü zayıf olanlara uygulanan kredi faizleri. Geri öde
me gücünüz azsa, güçlülerden daha fazla faiz ödüyorsunuz.
Spor terlmlerl
Diyarbaklf Türkçesi 1
Mustafa Gazi'nin, bir bölümü tatlı dilli bir sözlük olan bu kitabı, dil
cileri ilgilendirdiği kadar kapı komşusunu merak edenleri de ilgi
lendirecektir: Diyarbakır Türkçesi: Melmeketten Efesine Yansıma
lar (2006).
Kitap, taşıdığı ruh açısından o büyük karikatürcünün, Doğan Gü
zel'in Qırıq adlı çizgiromanına (1997) metinsel bir kardeş sanki.
Mustafa Gazi, sözcükleri ve deyimleriyle Türkçenin Diyarbakır ağ
zının sözlüğünü oluşturmuş. Sıcacık bir sözlük. Toplum olabilme
mize giden yoldaki esaslı bir boşluğu doldurmaya aday metinler
den.
Boşluk dediğim şeyden ilk kez, 24 Aralık 2007 günü Diyarba
kır'da yapılan "Anadili'nde Eğitim Hakkı" konulu panelde söz et
miştim; Kürt aydınlarını, dil ve eğitimle ilgili sorunları somut ay
rıntılarıyla yazıya dökerek çok okunan Türkçe gazete ve dergilere
göndermedikleri için eleştirmiştim.
Gerçekten de, Kürtlerin yaygın basındaki yazıları Kürt sorununu
daha çok dolaysız siyasal düzeyde ele alıyordu. Bu tür yazılar da
gerekli, hatta vazgeçilmez olmakla birlikte, somut yaşantıların ge
niş okur kitlesine ulaşan yayınlarda özgül olarak dile getirilmesi
başlı başına bir gerekliliktir.
Panelde bana iletilen sorulardan biri de bu eleştirime ilişkindi.
Olası gerginlikleri önlemek için sorular yazılı olarak alındığından,
ilk kez 1980 sonrasında bir dönem Attila İlhan'ın çıkardığı Cönk
dergisinde karşılaşmıştım.
Ünlü'nün kitaba verdiği başlıktaki "inciler" sözcüğü yanıltıcı
olabilir: İlk elde gülünçlük derecesinde hatalı sözleri çağrıştıran bir
sözcüktür bu. Oysa kitabın içeriğine bakılırsa yazar "inci değerinde
sözler" demek istiyor. Türkçe şiirlerden ve daha başka metinlerden
kendi başına değer taşıyan bölümler alıntılanmış, her alıntıya da bil
gilendirici küçük notlar eklenmiş. Fikir Fazıl Hüsnü Dağlarca'dan
gelmiş. İyi bir seçki. Yanımızda gezdirip parça bölük zamanlarda
göz atabileceğimiz kitaplardan.
Yazar, önsözde belirttiğine göre, çok az sayıda da olsa bazı ya
bancı ya da Osmanlıca söz ve sözcükleri günümüz Türkçesine uyar
lamış. Alıntılardan yararlanmak isteyeceklerin dikkat etmesi gere
ken, tehlikeli bir yöntem bu. Bana kalırsa böyle durumlarda her za
man metnin aslı da verilmeli.
Kitabın terimcesine de itirazlarım var.
Birinci itirazım, "anakronizm" terimine karşılık olarak önerilen
"yanlış süreç" sözüne. Tanımdan da çıkarabildiğim kadarıyla yazar
burada "süre(ç)" derken "zaman" demek istiyor; "verilen tarih" ya
da "sözü edilen tarih" anlamında zaman. Dolayısıyla, "anakro
nizm" karşılığı olarak "zaman hatası" ya da Emin Özdemir'in Ede
biyat Bilgileri Söılüğü'nde önerdiği gibi "zamanda yanılma" daha
iyi. Dil Demeği'nin yayımladığı Yazın Terimleri Sözlüğü, "anakro
nizm" için "zamanlama hatası" karşılığını veriyor ama, iyi bir kar
şılık değil bu. "Zamanlama" terimi, "zaman yönünden planlama"
anlamına gelen yerleşik bir terim.
Ünlü'nün terimcesindeki ikinci sorun, "yaygın" sözcüğünün "po
pülist"e karşılık olarak verilmiş olması. Herhalde "popüler" diye
düzeltilecektir.
Terimceye olan bir başka itirazım ise daha temel bir noktaya gö
türdü beni:
Önerilen Türkçe karşılıklardan bazıları uygun, bazıları değil.
Sözgelimi, "nükte, espri" için önerilen "ince anlam" hiç uygun ol
mayanlardan. Ancak, "münacaat", "menkıbe" "mısra-ı berceste",
"beyt-i berceste" gibi Divan şiirine özgü terimlerin yerine "yalva
rış/yakarış", "övmece" "seçkin dize", "seçkin ikili" gibi Türkçe
KITAPLARLA DİL MESELELERİ 1 75
Öykü ve dil1
14 Şubat, Dünya Öykü Günü. Belki bir gün o da ikizi Sevgililer Gü
nü kadar ilgi görür.
İzmir Konak Belediyesi, 14 Şubat'ı fırsat bilip her yıl birkaç gün
süren öykü etkinlikleri düzenliyor. Edebiyatçılar Derneği ve Ege
Kültür Vakfı ile birlikte. Bu tür "gün"ler, ilgili alana yoğunlaşma
olanağı yaratmasıyla iyi, bürokrat törensellik tehlikesi açısından
kötü. İzmir öykü günlerine iyi yan egemen.
5. Öykü Günleri'ndeki konuşma başlıklarından biri, bir edebiyat
türü olarak öykünün dille olan ilişkisiyle ilgiliydi. önce "Anadili ve
Öykü" olarak düşünülüp, sonuçta programa "Öykünün Dile Katkı
sı" biçiminde geçen bir başlık. Okumakta olduğunuz yazı benim 5.
İzmir Öykü Günleri'nde bu konu üstüne bir düşünme çabası olarak
söylediklerimden oluşuyor.
Öykü-dil ilişkisi üzerine düşünme yordamı olarak iki bakış açı
sına başvurmayı öneriyorum: Dilde durup öyküye bakmak ve öy
küde durup dile bakmak. Bu iki bakış açısına farklı amaçlarla, ayn
ayn da başvurulabilir, başvuruluyor. Ama aralarında bir tamamla
yıcılık ilişkisi, bir karşılıklılık kurulduğunda verim artıyor.
Dilde durup öyküye bakmak derken, bir doğal dilde yazılmış öy
külere o doğal dil (bizim konumuz açısından, Türkçe; soyut anla
mıyla Türkçe) temel alınarak. bakılmasını kastediyorum.
Alıntı, Fatih Özgüven'in Bir Şey Oldu (2006) adlı öykü kitabındaki
"Boğaziçi Cinayetleri" öyküsünden (s. 108).
Acaba, buradaki öykü anlatıcısı, "TRT 2 tarzı titizlik" demekle
bir övgüde mi bulunuyor, yergide mi? Yoksa yalnızca bir saptama
mı bu?
Öykünün bütünü çerçevesinde bakıldığında, TRT 2 tarzı titizlik
sözünün, olumsuzlama olasılığını da içeren bir saptama olduğu yo
rumu geçerli sayılabilir. Bu, Fatih Özgüven öykülerinin, aşağıda sö
zünü edeceğim temel anlatım teknikleriyle de ilgili bir nokta.
Alıntıdaki ilk cümle öykünün anlatıcısına, diğer iki cümle ise sı
rasıyla Tamer ve Behçet adlı iki reklamcıya ait. Bir reklam çalışma
sı için kurgu tartışıyor bu iki öykü kişisi.
İkinci cümle nasıl yorumlanabilir peki? Olası yorumlar: 1 ) Ta
mer, Behçet karşısında cümlemi yanlış kurarım endişesiyle sözünü
evirip çeviriyor; 2) Tamer, "TRT 2 tarzı" titizlikle herhangi bir ilgisi
malizm böyle bir şey midir? Evet ama, bir kez daha: Minimalizm
den minimalizme fark var. Bir Şey Oldu'daki öyküler arasında da
öyle; minimallik şampiyonu, "Gürol'un Annesi" adlı öykü olmak
üzere.
Jale Parla'nın "kabuk öyküler" kavramı ile Ahmet Ergenç'in Na
bokov'dan alarak kullandığı "gergin cila" kavramı, birbirine çok ya
kın ve Fatih Özgüven'in minimalizmini aydınlatan kavramlar.
"Akıllı Şey" adlı öyküdeki, insanları ilk görüşümüz, ikinci, üçün
cü ve beşyüzüncü görüşümüz üstüne kesin önermeler içeren para
grafı (s. 2 1 : "Üçüncüyle beşyüzüncü arasında bir fark yoktur") oku
duğunda durup "öyle mi gerçekten" diye düşünmeyecek kimse yok
tur sanıyorum. Anlatıcının hınzırlığı var ama tabii. Dolayısıyla, dü
şünmeye devam edebiliriz: Öyle mi gerçekten, yoksa minimaliz
min içeriğe verdiği zarar mı bu paragraftaki, ya da hınzırlığı gizil
güç olmaktan çıkarıp fiiliyata dökmüş (kabuğu kırmış, cilayı boz
muş) bir anlatıcı mı, diye. Neyse ki iki sayfa sonra "Belagat etkiler
beni" diyor aynı anlatıcı ve hemen ekliyor: "Kesin noktalarla biten
cümleler."
Anı-öyküler 3
İstanbul Yolcuları, anı, öykü, dil vb. kavramların yanı sıra, daha
önce okuduğum başka öykü kitaplarıyla olan ilişkimi de yeniledi.
Kapağında "anı-öykü" yazmayan kitaplarda ortak özellikler görür
gibi oldum. Bu özelliklerden biri, yazarların, derinlerindeki gerçek
leri, çıplak haliyle bulmak, onlan yeniden değerlendirmek ihtiya
cıyla anlatan kadınlar olması: Anneannem yazan Fethiye Çetin, An
nem Gibi Olmadım yazan Mebuse Tekay, Gözlerini Değiştirsinler
Çocukların ve Duran Zaman yazan Ayfer Coşkun gibi. Farklı ger
çekler, kesişen duygular, ihtiyatla anlatan, "hikaye anlatıcısı" ka
dınlar.
192 DİL MESELELERİ
Anı-roman, anı-öykü 4
Kaveko 5
Yasaklama?7
1 1 . İş Kültür Yayınlan 2003 basımının arka kapağında hir bilgi yanlışı var:
"Hasan Ali Toptaş'ın daha önce kitap olarak yayınlanmamış yapın Yalnızlıklar"
deniliyor orada; oysa ille basım ondan on yıl önce, Kavram Yayınları tarafından
yapılmıştı.
202 DİL MESELELERİ
1 2. Romanın adı için ek: Bu iki sözcüklük tamlamada, tamlanan esastır, yani
doğu. Bunu romanın bütününde oluşan bağlamdan anlıyoruz: Toptaş'ın anlatısın
da esas olan "doğu"dur ve "uykuların" olmak, "doğu"nun esas özelliğidir.
DİL VE EDEBİYAT 203
düz Pamuk daha sonra bulmuş olmalı" diyor: "Çünkü 35 yıl sonra
dün, oğlu Pamuk, yaptığı Nobel ödülü kabul konuşmasında bu ba
vulu açtı."
Önemli olan, Orhan Pamuk'un bavuldakiler için söyledikleri ve
kurgusundaki güzellik.
Yukarıdaki yorumumda belki de Elif Şafak'ta rastladığım bavul
benzetmesinin etkisinde kalmışımdır. İhsan Yılmaz'ın Baba ve Piç'
le ilgili sorularını yanıtlarken şöyle diyordu Elif Şafak: "Geçmişi
bir an evvel elimizden çıkarılacak bir bavul gibi görmüşüz."
Orhan Pamuk'un "politik değil" denilen Nobel konuşması, yu
karıda sözünü ettiğim eğretileme açısından okununca politik boyu
tunu açığa vuruyor. Şu belirtik ve çok haklı saptamayla birlikte:
"[K]itap yakmalar, yazarları aşağılamalar milletler için karanlık ve
akılsız zamanların habercisi"dir.
Korkunun lrmağmda15
Acı anne 1 6
Büyük harfletj, tam olarak Almancadaki gibi değil ama, ona benzer
bir vurguyla kullanarak, benim "yarı özel ad" dediğim yapılar oluş
turuyor. Annesinin "Ağır Yürek Günleri" oluyor, "O Vakitler". Ta
sarruflu bir anlatım elde etmede rolü var bu yöntemin. Yükte hafif,
pahada. ağır bir dil.
Artık yaygınlaşmış bir Mağden yaratısı olarak, cümleleri bölme
de de ustalaşmış yazar: "Görmek istemediği şeyleri, görmüyor in
sanın gözü. Yüreği." (s. 28)
Bunlarla iç içe, örneğine yalnızca Yeşilçam dilinde rastlayabile
ceğimiz bir "anneciğim" bolluğu, bize hissettireceklerini hissettir
meye yetiyor. Yeşilçam dili, melodram, bugünün romancısının, ku
rallaşmış bir yasağı ya da yasaklaşmış bir uygulamayı aşması anla
mına geliyor. Hem de anahtarını vererek.
18. Radikal Kitap, 17.8.2007. Yazının ilk hali, "Jale Parla" başlığıyla yayım
lanmıştı.
216 o n. MESELELERİ
ya başvuracağım.
Yıllar önce Nemrut'un ziI"Vesini ziyaretim sırasında civar büfele
rin birinden bir kitap satın almıştım. Hani şu arkeolojik alanları an
latan, beyaz ve parlak kalın kağıtlı, net fotoğraflarla donatılmış, kı
sa tarih bilgileri içeren kitaplardan. Bir kır kahvesine oturmuş kitabı
karıştırırken, fotoğraflarda bir tuhaflık hissettim ve epey sonra an
ladım nedenini bu tuhaflığın: Fotoğrafların çoğu kolajdı ! Nem
rut'taki tanrı başı heykelleri, gerçektekine uymayan bir kompozis
yon içindeydi, boyutları da gerçekteki gibi görünmüyordu, kapılar
kolajdı vb. Tam, yazılardaki kolaj havasını keşfederken, karşıdaki
masadan biri geldi ve elinizdeki kitabın yazarı benim dedi.
Gerçekten de, kitabın arkasında, vesikalık gibi duran fotoğraftaki
kişi karşımda duruyordu. Kırk yaşlarında bir adam. Oturdu, sohbete
başladık, bir arkeolojik kazı işçisiydi kendisi. Uzun yıllar kazılarda
çalışmıştı ve sonuçta bir gün, bir kitap da ben yapayım demişti. Ya
nında çalıştığı hocaların kitaplarından ve bir matbaa çalışanı akra
basından yararlanmıştı bu iş için.
Kazı işçisinin kitaptaki kolajlar için yapabildiği tek açıklama, her
şeyin böyle daha güzel göründüğüydü. Metinleri geçtik (onlar ko
nusunda tutabileceği başka bir yol herhalde yoktu, ben de üsteleme
dim zaten). Ama fotoğrafla gerçeklik arasındaki bağ konusunda bir
türlü anlaşamıyorduk. Bu konuda diyalog kuramıyorduk daha doğ
rusu. Fazla iyi yapılmış olan kolajların Nemrut'la yeni ilgilenen in
sanları yanıltacağını anlatmanın yolunu bulamadım. Kazı işçisi, fo
toğraflar böyle çok daha güzel göründüğü halde neden ille de ilk
hallerinin geçerli olduğunu anlamıyordu. O bana şaşırıyordu, ben
de ona.
Bilgi anlayışlarımızın farklılığı açısından baksak, şaşacak pek
bir şey yoktu aslında: Onun gözünde fotoğraf denen şey, sanıyorum,
tüm sunumlarıyla soyut, bütünüyle süs ya da belki sanattı; fotoğra
fın bilgi vermekle bir ilgisi olsa bile, süsü de içeren, farklı, sanat
takine benzer bir bilgiydi o. Birbirimize şaşırdık, çünkü ikimiz de
insanlar arasındaki bilgi anlayışı farklılığının bilincinde değildik.
Bu durumun fazlasıyla yaygın olduğunu sanıyorum: Bütün za
manların kişi ve metinleriyle kendi aramızda bilgi açısından var
olan farklar yalnızca nicel ya da türselmiş gibi davranıyoruz. Yü-
DİL VE EDEBİYAT 217
19. Radikal Kitap, 10.8.2007. Yazının ille hali, "Nurdan Gürbilek" başlığıyla
yayımlanmıştı.
218 DİL MESELELERİ
Eleştirel mesafeler20
20. Radikal Kitap, 24.8.2007. Yazının ilk hali, "Orhan Koçak" başlığıyla ya
yımlanmıştı.
220 Db... MESELELERİ
Bir göstergebilimci21
2 1 . Radikal Kitap, 3 1 .8.2007. Yazının ille hali, "Mehmet Rifat" başlığıyla ya
yımlanmıştı.
222 DİL MESELELERİ
Berrak ve bereketli22
Böyle olunca da; "bir gün yolda yürürken bana, yağmurdan nefret
ederim demişti" ya da "hiç unutmam, bir gün bir köftecide oturup
köfteyle piyaz yemiştik de, biliyor musun şu köftenin tadını istako
za değişmem dediydi" gibisinden anılarınız olmuyor, olamıyor Tan
n'ya şükür.
[Nusret Hızır] Batı kültürünü didik didik bilirdi, belleği de çok güç
lüydü; ama düşüncelerine ve yargılarına, adı büyük (ya da adı du
yulmamış olduğu için etkisi büyük) tanıklar bulup buluşturmazdı.
bir başka bilg.iyi, dünyada bugün 6 bin küsur dilin yaşamakta oldu
ğu bilgisini düşünmek yeterli olabilir: Bu dillerden her biri bir ulusa
denk düşmekten fazlasıyla uzak. Almanca, İngilizce, Fransızca, İs
panyolca gibi bazı diller birden çok ulus tarafından konuşuluyor,
çok sayıda dil ise ulus sayılmayan topluluklar tarafından.
Dolayısıyla, "Dil ulusaldır" önermesi de, "Dil olmazsa millet de
olmaz" önermesi de geçersiz önermeler: Ulusal olmayan yüzlerce
dil var ve ayn bir dili olmadan "millet" olan çeşitli "millet"ler var.
Durum buyken, söz konusu önermelerin dayanağı ne olabilir?
Burada belki "ulus/millet" teriminden ne anlaşıldığını sormak
gerekiyor: Yukarıdaki iki alıntıda da bu terimin, modern "ulus"tan
çok, "kavim/etni" anlamında kullanıldığı söylenebilir. Sık sık kar
şılaştığımız bir durum bu. Sözünü ettiğim yazıların tipikliği biraz
da buradan ileri geliyor. Her iki yazının mantığında da, tek etnik
varlığın belirlediği bir "ulusal" bütün var. İkinci alıntıdaki "bir mil
letin ana dili" sözü bunun en açık göstergesi.
Bu sözün sahibi, Tülay Hergünlü, "anadili" terimini milletler
için kullanarak, terimi yeterince tanımadığını göstermiş oluyor.
"Anadili" terimi, bireyler için geçerli olan bir terim; "millet"i nasıl
tanımlarsanız tanımlayın, milletler ya da herhangi bir insan toplu
luğu için geçerli değil.
Gerçekte, "kavim/etni" dediğimiz varlığın dil dediğimiz varlıkla
bire bir ilişkili olduğu da tartışmalı bir nokta: Bazı bilimcilere göre,
genellikle "lehçe" denilen dilsel varlıklar bağımsız birer dildir. Söz
gelimi, Talat Tekin, "Türk Dilleri" diyor, bu adda bir kitabı da var
(1999).
Geçerken belirteyim, Tülay Hergünlü'nün "dünyada yaklaşık bir
milyar insanın değişik ağızlarda Türkçe konuştuğu" sözü de en az
bir adet bilgi yanlışı içeriyor: Hergünlü, "ağız" ile "lehçe"yi birbi
rine karıştırmış; "değişik lehçelerde Türkçe konuştuğu" demek is
tiyor.
Her durumda, dünyada 6 bin küsur dil olduğu bilgisi bir yanda,
"dil ulusaldır" önermesi başka bir yanda. Dil ulusaldır önermesini
kabul ettiğimiz anda, hem "ulusal" olmayan binlerce dili gözden çı
karmış oluyoruz, hem de yukarıda sözünü ettiğim İspanyolca, İngi
lizce, Fransızca ve Almanca gibi "çokuluslu" diller, düşünme ufku-
228 DİL MESELELERİ
Anadili dersi kuşkusuz bu dersin sınırlarını aşan çok yönlü bir ders
tir. Bütün öteki derslerde de anadilinden yararlanma, anadilini iyi
bilme söz konusudur. Aynı zamanda bütün öteki dersler de anadili
dersinin malzemesini, kaynağını oluştururlar. Böylece anadili dersi
yalnız bu dersin sınırları içinde kalmamakta, bütün öteki derslerle
tamamlayıcı bir nitelik taşımaktadır. ( . )
. .
lkidillilik 2
Nahoşem 3
3. Radikal, 17.6.2010.
232 Dtt.. MESELELERİ
Bu, yeni ve hayli ağırlık kazanmış bir görüş. Çalıştayın Kürt ka
tılımcıları gerçekten de devletten umutlarını büyük ölçüde yitirmiş
bir biçimde, kendi sorunlarını kendi olanaklarıyla çözmenin yolla
rını aramakta ve kendi içlerine dönmekteler. Eğitim dahil, sosyal ve
kültürel alanlarda çok sayıda yeni girişim, demek, dernekler arası
koordinasyon gibi sivil çalışma yordamlarını devreye sokuyorlar.
Çalıştayda yapılan konuşmalar arasında iki hekim katılımcının
söyledikleri, anadili meselesinin neden yaşamsal bir boyut olduğu
nu sözcüğün gerçek anlamıyla ortaya koyuyordu:
Kürt kadınlarının önemli bir bölümü Türkçe bilmediğinden ve
yakın zamanda öğrenmeleri gibi bir perspektif de bulunmadığın
dan, bölgede çalışmakta olan kırk hekime 2009'da Diyarbakır Ta
bip Odası tarafından gereken ölçüde Kürtçe öğrenmeleri amacıyla
kurs verilmiş ve aynı amaç için iki de kitap yayımlanmış.
Hekimler için dil açısından "gereken ölçü" denen şey, "anam
nez" adını verdikleri hastalık öyküsünü tam olarak almalarına ve
hastaya açıklama yapmalarına yetecek Kürtçedir. Bunun olmadığı
koşulları düşünmek zor olmamalı. Hekimlerin hastaya uygulanacak
müdahaleler konusunda hastayı bilgilendirip onun iznini almaları
zorunluluğunun bu koşullarda hayli lüks kaldığı anlaşılıyor, tıpkı
diğer haklar gibi.
Diyarbakır'da yaşayan ve çalıştay dışında görüşüp bir röportaj4
yapma fırsatını bulduğum üçüncü bir hekim, Necdet İpekyüz, çoğu
Türkçe bilmeyen hastaların doktor karşısında sarf ettikleri tek sö
zün "Nahoşem"5 olduğunu anlattı. Doktor sordukça hasta yineliyor:
"Nahoşem". Tıpkı Gülsüm Cengiz'in ünlü "Kamber Ateş" şiirinde
ki "nasılsın" sözcüğü gibi yankılanıyor şimdi zihnimde bu söz.
Çalıştaydaki doktorlar, öğrenim çağına geldiğinde dil nedeniyle
4. bianet.org/bianet/toplum/1 22883-travmaya-cati-alti
5. Bir okurdan, "nahoşem" biçiminde yazdığım sözcüğün Kurmançi imlasını
belirten bir mektup geldi: "Nahoş" sözcüğü nexweş biçiminde yazılır, bunun bi
rinci kişiye göre çekimlenmiş hfili de nexweşim'dir, diyor okur. Kendisine teşek
kür ederim.
Başka bir okur mektubunda da, "Nahoşem" başlıklı yazıda sözünü ettiğim
anadili olgularına ilk elden bir tanıklığın yanı sıra, bu konuyu işleyen, Zazaca bir
romandan söz ediliyor: İlhami Sertkaya'nın Kılama Şilane (Şilan'ın Türküsü).
Umarım Türkçeye çevrilir.
ANADİLİ, YENİDEN 233
Anadili söylemleri 6
altında ezilmişti ki, tam bir bilgi yoksunluğu ve önyargı fazlalığı or
tamında kalmıştık. O arada yalnızca erkeklerden oluşan konuşmacı
gruplarının türban konusunu tartışması gibi, dilbilimcilerin ve eğit
bilimcilerin olmadığı ortamlarda anadili konusu tartışıldığından ol
malı, "anadil/anadili" farkı silinip gidiyordu.
Sözlükçüler herhalde farkındadır, "anadil" sözcüğü bir süredir
"anadili" anlamında kullanılan bir galatımeşhura dönüştü. Bu, dil
bilim açısından aynı zamanda bir iç sorun, bir terim sorunu anlamı
na geliyor, çünkü "anadil" demek, dil doğuran dil demek. Latince,
bir anadildir ve Fransızca, İspanyolca, İtalyanca gibi dilleri doğur
muştur. Oğuzca, bir anadildir ve Türkiye Türkçesi, Türkmence,
Azeri Türkçesi gibi bir dizi lehçe/dil doğurmuştur. Oğuzcanın ana
sı Ana Türkçe, onun da anası "İlk Türkçe"dir vb. (bkz. Tekin ve Öl
mez 1999).
Şimdi tutup bu "anadil" terimini "anadili" anlamında, yani bire
yin "annesinden [ya da anne işlevi gören kişi(ler)den] edindiği ('öğ
rendiği' değil, edindiği) dil" anlamında kullandınız mı, terime ikin
ci bir anlam yüklemiş oluyorsunuz. Dünya literatüründe yerleşik iki
terimi tutup tek terime indirgemek bir terbiye yokluğuna işaret. Dil
bilimcilerin ya da eğitbilimcilerin onyıllarca konuşamamış olduğu
na işaret de diyebiliriz. Düşünce/ifade özgürlüğünden yoksunluk
tam böyle bir şey.
Arada bir uyaran çıksa bile bala birbirine karıştırılan diğer bir te
rim çifti de, "anadilinde eğitim" ile "anadil eğitimi" ya da "anadilin
öğretilmesi" oluyor. Bir öncekinden farklı bir karışıklık biçimi bu:
Onun kadar masum değil ve şimdiye kadar çoktan ortadan kalkmış
olması gerekirdi. Öğretmenlerin bunca çabasına rağmen eğitbilim
cilerin hala ortalıkta görünmemesi, konuyu yazıp çizmeye başlama
maları, yalnızca baskılardan değil, onun bir sonucu olarak cahil ka
lınmış olmasından da kaynaklanmaktadır diyebiliriz. Sorun eski,
ama devekuşu politikasıyla görmezden gelinmiş. Gerçekte bütün
bir dünyanın deneyimi var incelenecek, yığınla yazı okunup yazı
lacak, eğitbilim (varsa) yenilenecek. .. Büyük iş. Hele bir de siyasi
oklar tam ters yönü işaret etmeyi sürdürürken, pek şans yokmuş gi
bi de görülebilir.
Bu konuda genel düzlemi aşan tek inceleme, anadilinde eğitimin
ANADtt..t, YENİDEN 237
maliyeti ne olabilir konulu bir yazıydı. Hangi ilkelere dayalı bir eği
timin maliyeti hangi yönteme göre hesaplanıyor belli değildi ama,
sonuç kesindi: Bu maliyetin altından kalkılamaz!
Anadilinde eğitim meselesi, adı üstünde, öncelikle bir pedagoji
sorunu; "pedagoji" sözcüğü eğitim bilimi (=eğitbilim) anlamına ge
liyor. Sorun çokboyutlu ve pedagoji bu boyutların en temel önemde
olanlarından biri.
Konuya biraz eğilenler ve bu arada öğretmenler, anadilinin uzun
süre bir kırmızı çizgi konusu olamayacak kadar ivedi ve çokboyutlu
olduğunu biliyor ya da seziyor. Yasin Ceylan'ın yazdığı özyaşam
öyküsel tanıklığın (Radikal İki, 3 Ekim 2010) benzerleriyle her an
karşılaşabiliyor onlar. Zora dayalı bir asimilasyonun dolaysız aracı
olmak ya da olmamak ikilemiyle karşı karşıyalar. Özellikle de artık
"bilmiyordum, meseleyi göremiyordum" deme olanağının kalma
dığı günümüz koşullarında.
Asimilasyonun bir insanlık suçu olduğunu söyleyerek tarihe ge
çen Erdoğan ise, tam da anadilinde eğitim talebi konusunda Türki
ye'nin resmi dilini hatırlatmakla yetinmesinden birkaç gün sonra,
Almanya'da Türkçeyi kastederek anadilinde eğitim talebinde bulu
nuyordu. Acaba Türkçe Almanya'da resmi dil olsun mu demek is
tiyordu? !
Dilin bir iletişim aracı olduğu doğru ama sık sık unutulan yönü, ay
nı zamanda düşünme aracı olduğu. Diliniz ne kadar gelişkinse dü
şünceniz de o kadar gelişkin. Düşünce üretimi ancak dil aracılığıyla
olabiliyor. Dilbilgisi ise, buna imla da dahil, dil bilinciyle ilgili.
Kullandığınız aracı iyi tanımanızla, iyi kullanmanızla ilgili. Birbi
rimizin ne demek istediğini anlamamız zaten sanıldığı kadar kolay
değil. Kastımızı anlatmamız da öyle. Dilbilgisi ve imla gibi bilgiler,
dilimize askeri bir disiplin kazandırmak için değil, birbirimizin dü
şüncesini anlamamızı kolaylaştırmak için var. Bir tek virgülün nasıl
da farklı anlamlara yol açabildiği hep bilinir ama sık sık da unutu
luyor.
Bir de modem toplum olma meselesi var elbette. Almanya'da yıl
lar boyu en çok satan edebiyat dışı kitap, Almanca imla kılavuzu
olmuş. Modem toplum demek, başka araçlarının yanı sıra dilini de
alabildiğine standartlaştırmış toplum demek. İyi ve kötü yanlarıy
la.
dar metin kalır, tıpkı müzelerdeki eserler gibi. Eserler elbette değer
lidir, sınırsızca bilgiye ve yoruma açıktır ama, artık kendi kendisi
nin üstdili olamıyordur, başka dillere konu/konuk olabiliyordur an
cak. Ölen dillerden bazılarının bilinen bir müzesi bile yoktur, en
azından şimdilik:, teknolojilerin yetersizliği nedeniyle.
Belki teselli olabiliriz: Bilimsel teknolojik devrim ataların "söz
uçar yazı kalır" sözünü de eskitti. Çoktandır, seslerimiz de kayda
geçiyor. Ve "dil" sözcüğü habire yeni anlamlar kazanırken, kütüp
haneler büyüyor. Metinler bir yandan elim elim elenirken, bir yan
dan da, yalnızca edebiyat ve diğer sözel sanatlarda değil, hatta on
lardan da çok, bilimin sayısız dalları ve felsefe gibi daha çevrilebilir
alanlarda, dünya insanlarının onsuz edemeyeceği ortak kütüphane
(ler) gelişiyor.
Hiçbir dili kütüphanesinin ve konuşan bireylerinin dışında, yal
nızca "kap" olaralc düşünemeyiz. Hiçbir dil, kabından ya da dilbi
limin verdiği adla "anlatım düzlemi"nden ibaret değil. "Anlatım
düzlemi" kavrarnı, kullanışlı bir soyutlamadan ibaret. Dilbilim her
ne kadar uzun yıllar bu düzlemi konu edinegeldiyse de, 20. yüzyıl
da diğer boyutlar da bir bir kendini dayatarak yeni disiplinler halin
de ortaya konuldu: Toplumdilbilim, sesbilim, anlambilim, çeviribi
lim, metindilbilirn, söylem çözümlemesi, kökenbilim, edimbilim,
sözlükbilim, ruhdilbilim, göstergebilim vb.
Her birimiz zaman zaman kendi bireysel kütüphanemizi yokla
rız. Bazen sevinir bazen fena halde yüksünürüz. Karşımızdaki bi
rilerinin kütüphanesi konusunda da böyledir halimiz.
Dilimizin kütiipbanesi ne durumda? Hangi dillerin hangi kütüp
hanelerine ihtiyacımız var?
Bu soru her dil için bir uğrakta kaçınılmaz hale gelir. Her dil,
kendi kütüphanesi ile Dünya Kütüphanesi arasında karşılaştırmalar
yapmak, bağlar kurmak zorundadır. Sağa bakar, sola bakar, önüne
arkasına bakar. Bazen gaiplerden inanılmaz bir ses duyar.
Kaynakça
Duhın, Dieter (2009) Kapitalizmde Korku, çev. Sargut Şölçün, İstanbul: Kır
mızı.
Ercilasun, Ahmet 8. (2000), Avrupa'da YO§ayan Türk Çocuklarının Ana Dili
Sorunları Toplantısı, Ankara: AKDTYKTDK Yay.
Ergenç, İclal (1995) Konuşma Dili ve Türkçenin Söyleyiş Sözlüğü, İstanbul:
Simurg.
Gazi, Mustafa (2006) Diyarbakır Türkçesi: Melmeketten �lesine Yansımalar,
İstanbul: Do.
Güçlü, Nazmiye (2004) araba aldım kadın oldum, İstanbul: Nokta.
Gürbilek, Nurdan (1986) Vitrinde Yaşamak: 1980'/erin Kültürel İklimi, İstan-
bul: Metis.
- (1995) Yer Değiştiren Gölge, İstanbul: Metis.
Güzel, Doğan (1997) Qırıq, Diyarbakır: Avesta.
Hatiboğlu, Vecihe (197 1) İkileme, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.
Heboyan, Esther (2007) İstanbul Yolcuları, çev. Sosi Dolanoğlu, İstanbul:
Aras.
İmer, Kamile, Ahmet Kocaman, A. Sumru Özsoy (20 1 1), Dilbilim Sözlüğü,
İstanbul: Boğaziçi Üni. Yay.
İplikçi, Müge (2013) Söyleşi: Gülenay Börekçi, www.haberturk. com/yazar
lar/gulenay-borekci/901461-muge-iplikciden-mutluluk-kitabi.
İzgören, Ahmet Şerif (2004), Avcunuzdaki Kelebek, Ankara: Elma.
Kasar, Sündüz Öztürk (1995) "Hedef Kitle Olarak Çocukları Alan Yazılı Ba
sında Dil Kullanımı", Kitle İletişim Araçlarında Dil Kullanımı içinde,
Ankara: Dil Derneği Yay.
Kaya, Hasan (2005) Kürt Öykü Antolojisi, İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
Koç, Nurettin (1990) Yeni Dilbilgisi, İstanbul: İnkılap Kitabevi.
Koçak, Orhan (1995) İmgenin Halleri: Mithat Şen'in Resmine Doğru Üç De
neme, İstanbul: Metis.
- (2009) "Dağlarca ve 'Etkiler' Sorunu", Fazıl Hüsnü Dağlarca içinde,
Kültür Bakanlığı Yay.
Korkmaz, Zeynep (2003) Türkiye Türkçesi Grameri: Şekil Bilgisi, Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınlan.
Köksal, Aydın (2003) Dil ile Ekin, İstanbul: Toroslu Kitaplığı.
Lewis, Geoffrey (2004) Trajik Başarı: Türk Dil Reformu, çev. Mehınet Fatih
Uslu, İstanbul: Gelenek.
Mağden, Perihan (2002) İki Genç Kızın Romanı, İstanbul: Everest.
- (2007) Biz Kimden Kaçıyorduk Anne, İstanbul: Can.
Margosyan, Mıgırdiç (1992) Gdvur Mahallesi, İstanbul: Aras.
(1995) Söyle Margos Nerelisin?, İstanbul: Aras.
(1998) Biletimiz İstanbu/'a Kesildi, İstanbul: Aras.
(2006) Tespih Taneleri, İstanbul : Aras.
KAYNAKÇA 25 1
Japonya, 47 1 44-45
jargon, 18, 61 komedyen/oyuncu, 147
jet-lag, 167 Kongar, Emre, 89, 98
konsolide etmek, 147
kabiliyet, 92 kopya, 157
kabristanlık/kabristan/mezarlık, 8 1 Korat, Gürsel, 70
kaçınılmaz/vazgeçilmez, 8 1 Korkmaz, Zeynep, 1 10, 178
Kadıoğlu, Ayşe, 90 korku, 209- 10, 223, 241
Kafaoğlu-Büke, Asuman, 65 köken dil, 137
Kaflca, Franz, 2 1 O Köksal, Aydın, 237-9
Kihyaoğlu, Orhan, 85, 105 köy olmayan köyler, 104
kakışma, 21, 6 1 -62, 93, 95, 1 1 8 kriminalize etmek, 147-48
kamu/kamuoyu/kamusal alan, 82, Kuday, Neval, 13
1 57 Kumkumoğlu, Ali Kemal, 77
kapitalizm, 145, 209 "kur fiyatı", 94
Karakuş, Hidayet, 33-35 kurgu/kurmaca, 83
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, 85 Kurmançi, 23 1 -32
Karasu, Bilge, 1 24 kurum adlan, 1 20-23
Karay, Refık Halit, 65, 1 86 Küçük, Murat B., 13
karting, 147 Küçükoğlu, Rıza, 47-48
Kasar, Sündüz Öztürk, 92 küfür, 36
kavim, 45, 49, 50, 8 1 , 96, 143, 146, küreselleşme, 32, 34, 95, 138
227 Kürt, 35-36, 40, 45-46, 48, 50, 53,
Kaya, Hasan, 1 86 80, 132-33, 134, 1 7 1 , 230-33, 235
kayıtdışı, 154 Kürtçe, 1 8, 45, 1 17, 1 3 1 -34, 145,
kaynaklar, 19, 30, 31, 48, 58, 63-64, 172-73, 179, 1 86, 230-33
70, 109, 1 18, 131, 1 80-8 1, 2 1 4
kelimelendinne, 157 laiklik, 42-44
Kemal Tahir, 194 Latin alfabesi, 24-26, 1 16-1 8, 133-34,
kesme imi/işareti, 104-6, 108, 1 13- 14, 173
1 20-2 1, 127, 164-65, 192, 198 Latince, 12, 1 1 1, 1 17, 144, 1 50, 152,
Kılıçdaroğlu, Kemal, 1 1 2 236, 242
kısa öykü, 85-86 Le Guin, Ursula K., 75
kısaltmalar, 129-30, 164, 169 lehçe, 27, 49, 139, 177, 227, 23 1 , 236
-kt eki, 101, 1 10- 1 1 , 1 19 Lewis, Geoffrey, l 8 l
Kilimci, Ayşe, 199 Luxemburg, Rosa, 161
kişi adı, 1 1 2, 1 27
klişeler, 97-99 Mağden, Perihan, 2 il -13
klişecilik, 30, l l 8 Mallarme, Stephane, 208
know-how, 169 Margosyan, Mıgırdiç, 190, 198-200
Kocaman. Ahmet. 95 masal dili, 57, 204
Koç, Nurettin, 66, l 10 "masum" olmak, 5 1
Koçak, Orhan, 99, 219-22 mazeret, 1 53
kod değiştirirni/kod kanştınmı, medyatizm, l 7
DİZİN 259