Professional Documents
Culture Documents
M AK A LELER KÜLLİYATI - I
EDEBİYAT
ARAŞTIRMALARI
3. Baskı
-:/�._
TÜRKiYE CUMHURIYETl'NIN YETMIŞBEŞ YILI
1999
İ Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
il.
TÜRK E DEBİYATI'NIN MENŞE>i
( s. 49- 130)
111.
Ü Z A N
(1 3 1 - 1 44 )
iV.
B A H ş 1
( s. 1 45 - 1 56)
V.
v. - XVI. ASIRLARDA TÜRK ŞAİRLERİ
(S. 157-164)
VI.
SAZŞAİRLERİ : DüN VE BUGÜN
(S. 165-193)
VII.
TÜRK EDEBİYATl'NDA <AşıK TARZl'NIN
MENŞE > VE TEKAMÜLÜ
(S. 1 95-238)
lar da olur ki, bu hal, dini ayinlerde de ayni suretle göze çar
par. İşte biz, güzel san<atların başlangıcını, bedii hissin doğup
gelişmesini ve pek tabii olarak şiirin ilk şeklini, içtimai hayatın
bu tezahürlerinde görüyoruz 3•
yeye, kabileye ait ahval ve vekayi'i tahlide ve namlarını i'laya hizmet ede
ceğine kani' idiler,, (Medeniyet-i lslamiyye Tarihi tercemesi, c. m., s. 49-50) .
ı o B r o c k e l m a nn, Encyclopidie de l' lslam, s. 4og- ı o. Ma'mafih B r o c
k e l m a n n da, C l. H u a r t gibi, eski Arap şiirlerinin din i - sihirbtiztine vaz<ı
yetini, Arap edebiyatının dini başlangıcını, içtimaiyat bakımından açık ve
kat<i olarak gösteremiyor ve edebi nevi<}erden hangisinin önce, hangilerinin
daha sonraya ait olduğunu, şiirin mUsıki ve raks ile münasebet derecesini
vazıh ve terkibi bir surette meydana koyamıyor.
ıı B e a u v o i s, La Grande Encyclopidie, c. xvıı., s. 507.
TÜRK EDEBİY ATl'NIN M�NŞE'İ 57
lumat, onların asırlarca evvelki hal ve mevkı<lerini dahi pek ala aydınlatır ve
izah edebilir; çünkü, asırların geçmesine rağmen, mesela Kırgızlar'ın, Altay
lılar'ın içtimai hayatları hissolunur derecede değişmemiştir ; binaenaleyh
biz, bütün alimlerin kıymet verip kabul ettikleri usule tabi< olarak ve tarihi
vesikaları da tamamiyle gözönüne alarak, bugünkü müşahadelerden maziyi
canlandırmağa çalıştık. Prof. R a d lo ff, Türkler'in eski i'tikatlarını bu usul
ile tedkik etmiştir. V a m b e ry'nin aşağıdaki mütaleası da bu görüş tarzımızı
kuvvetlendiriyor : "Orta-Asya'daki Türk kabileleri, bugün bile, atalarının
eski Avrupa tarihlerinde yazılıp kalmış hayatlarını sürmektedirler. Onların
58 TÜRK EDEBİYATl'NIN MENŞE'İ
tabiat ve ahlakı, geçim tarzları, içtimai nizamları hala devam ediyor." Şama
nilik mübhem namı altında toplanan mecmua-i i'tikddô.t ile Şamanlar hakkında
bilhassa şu kaynaklardan maİUmat aldık : C h a n t e p i e de l a S a uss aye,
Dinler Tarihi (Manuel d' Histoire des Religions, Paris, 1 904, s. 33 v.d. ;
Dr. E d m . B u c k l e y tarafından bilhassa R a d lo ff 'dan ıktibasen yazılan
mebhas. -Antropoloji ltıgati : A n d r e L e fe v r e tarafından yazılan Şamanilik
bahsi. - Büyük Ansiklopedi : F e c r tarafından yazılan Şamanilik bahsi.
Dinler Tarihi mecmuası : Şamanilik kelimesinin isti <mali hakkında, V a n
G e n n e p tarafından yazılan makale, ı 903 ; ve daha sair bazı eser ve
makaleler.
11 Z i y a G ö k a l p, Eski Türkler'de l;tima t Teıkilô.t, MilU Tetebbu'lar
mecmuası, sayı 3 , s. 385-456.
TÜRK EDEBİYATl'NIN MENŞE'İ 59
Oğuz efsanesi, kısaca şöyledir : Mogol Hanı K a r a h a n'ın bir çocuğu oldu ;
çocuk bir yaşına gelince, Mogol adeti gereğince K a r a h a n, ileri gelenleri
toplıyarak, "Oğluma ad veriniz !,, dedi ; fakat birdenbire çocuk söze başlı
yarak, "Benim adım O ğ u z H u s r e v'dir !,, dedi ve tabii ona bu adı verdiler ;
Şeh-Name-i Cengizf müllifi bu harıkayı şu suretle anlatıyor (Ş e m s - i K a ş a n i,
Hamidiye Kütübhanesi, Lala vakfı, nu. 3 54) :
Büyücülük dini hakim olduğu esnada büyük bir dini mevki <i
haiz olan şair - n2hô.ni'ler, törecilik zuhur edince adeta bir sihirbaz
mahiyetini aldılar ; eski din büyü şeklinde yalnız kadınlarla
şamanların meşgalesi oldu ; ma <mafih thaosseisme denilen Halk
theoisme'i, Çinliler'in iş sahasindaki hayatları üzerinde nasıl te'sir
gösteriyorsa, eski Türkler'de de öyle oldu : Her hareket muayyen
zaman ve mekanlarda, muayyen şartlar dairesinde yapılıyor
du ; Kam'ların bütün endişeleri, her hareketin iyi, mübarek
şartlar içinde, hala yaşayan tabiriyle eşref saatte yapılması
idi . Aksi takdirde, fena ruhların işe karışması korkusu vardı.
Esasen Türkler T a n r ı'yı ve Tali ilahlar demek olan idi'leri
korkunç görmüyorlardt ; çünkü bunlardan hiçbir kötülük
gelemezdi ; kendilerinden kötülük gelecek olan ruhlar, Şamanlar'a
ait olan Tirsu ilaheleri idi ki, bunlar, şamanlar ve kadınlar
gibi, toprağa ve sol kola mensuptular: İşte Kam'lar, bu her
iki devirde de pek mühim bir içtimai mevkıe maliktiler ; ilk
büyücülük zamanında bütün ruhani ayinlerde bulundukları
gibi, törecilik devresinde de, yarı - dini bir mahiyet alan eski
ayinlerde yine dini - sihirbô.zane bir yer tutuyorlardı : Bu ayinlerde,
tabii, birtakım bestelerle beraber dini güfteler, yahut sihir
tekerlemeleri vücude gelmişse de, maatteessüf, bu devirlerden
bize hiçbir eser kalmamıştır .
ile iştigal illeti, hatta en yüksek İslam alimleri arasında bile devam etmiştir ;
o kadar ki, S a l i h Z e k i B ey, Türk büyük riyaziyecilerinden K a tl i- z a d e
R u m i'den bahsederken, "Şayan-ı iftihardır ki, K ad i- z a d e'nin, zamanında
pek ziyade revaç bulan alıkam-ı nücum'a dair hiçbir eserine tesadüf edilmemiş
ve mUınaileyh, riyaziyat-ı hakikiye tfairesinden asla ayrılmamıştır,, kaydını
ilaveye hacet görüyor (Asar-ı Bôlcıye, c. ı ., s. 1 90) . U l u g B e y gibi cidden
alim ve dindar bir riyaziyeci bile, alıkam-ı nücı1m'a inanmaktan bir türlü
kendini alamamıştı (Ayni eser, s. 1 93 ).
2 3 Asar-ı Bôlcıye, c. ı ., s. ı 8o.
2 4 Zfc-i llhani'den naklen, Ş e r e fe d d i n.
Edebiyat Araştırmalan - V.
66 TÜRK EDEBİYATI'NIN MENŞE'İ
onu tabib, hekim, danişmend, filozof kelimeleriyle izah ettiği gibi, hekimlik etmek,
filozof olmak manalarına kamlamak masdarını da zikrediyor. V a m b e r y'nin
verdiği mana da buna yakındır : "Kam : Sahir, Kamlamak : Sihir yapmak,
hastayı şifa-yab etmek (Va m b e r y, Cagataische Sprachstudien, p. 3 1 2) . Peşte'
deki, Çagatayca-Farst Şinas € Lagati' nd e kam kelimesi tabib ve hekim, danişmend
tarzında izah olunduğu gibi, P a v e t de C o u r t e i l l e'in bu kelimeye verdiği
mana da bundan farklı değildir.,, Oğuzlar'da kamlar sol kola, yani Üçoklar'a
mensup idiler ; binaenaleyh Üçoklar arasında kam tabirini çok miktarda
.
görüyoruz : Kitab-ı Dede Korkut' da Bayındır Han'ın künyesi Kamgan Oğlu'dur
ki, Kam Han oğlu olmak lazım gelir. Yine Üçoklar içinde Kam Böre vardır ki
Bamsı Beyrek'in babasıdır. O halde Töre, Türkler'in askeri ve siyasi mahiyeti
haiz muahhar bir dinleri idi ; büyücülük ise, eski Totemizm'in kalıntısı olmak
68 TÜRK EDEBİYATI'NIN MENŞE'İ
matı veriyor : " Ozan : Mani tarzında vezinsiz bir nağme ve teranedir ki
K a r a H a n ve O ğ u z H a n hikaye ve destanında söylerler. - Ozancı, davul
ve def çalarak, Ozan yani mani ve şarkı okuyan adam,, ( Lugat-ı Çagatayi ve
Türkt-i Osmani ) . Peşte'deki Çagatay - Fars i lügatinin izahı da bu tarzdadır :
<c , J.:..ur � � l )J .J ...i .>�.Jı J.A; .)� . !llJI �l:· ; � �! 4 JJ.:..; ly;- .;_,]., .!..4 ıı
P a v e t d e C o u r t e i l le, bunu nasılsa yanlış anlıyarak, "Bunun icadı Oğuz
Han ve Karahan'a isnad edilir,, diyor ki, ozan'ın, O ğ uz H a n ve K a r a H a n
vasfında söylenmesinden galattır. V a m b e r y'nin Çagatay Lugatçesi'nde bulun
mıyan bu kelime hakkında S ü l e y m a n E fend i'nin verdiği tafsilat, ozan
ların an<anevi mahiyetini pek iyi göstermektedir. R a d loff tarafından neşre
dilen Uygur harfleriyle yazılmış bir Oğuz efsanesinde de Ulug Türk adlı
ihtiyar bir bakıcı görüyoruz ki, ozanların bu kutsi an<anevi mahiyetini pek iyi
anlatıyor : " O ğ u z H a n tarafında beyaz sakallı, koyu saçlı, pek akıllı,
ihtiyar bir adam vardı ; pek anlayışlı, pek iyi düşünür bir adamdı. Bir bakıcı
olan bu adamın ismi U l u g T ü r k idi. Birgün rü'yasında altun bir yay ve üç
gümüş ok gördü. Bu altun yay, Doğu' dan Batı'ya kadar uzanıyor ve bu üç ok
gece tarafına uçuyordu. Uyandıktan sonra rü'yada gördüğünü O ğ u z H a n'a
bildirerek dedi ki : Ey benim hakanım ! Sana malum ola ki ey benim prensim . ? . . . .
muhtelif olsun. Her şeyi bize Cenab-ı Hak bahşetsin. Toprak ve tohumu o bahş ve
ihsan etsin. U l u g T ü r k'ün sözleri, O ğ u z H a n'ın hoşuna gitti ve onun
rcca ile olan nasihatini yerine getirdi . . . . ,, (R a d l off, Das Kudatgu Bilik,
Tom ı., p. x-xı, 282-83 ) . Müsteşrık B a r t h o l d, zamanı ve yazıldığı yer belli
bulunmamakla beraber, dost, düşman gibi Farsca kelimeleri de ihtiva eden bu
parçanın İslam te'sirlerinden uzak olduğunu söylüyor ki, biz de bu mütalea-
TÜRK EDEBİYATI'NIN MENŞE'İ
grafi ile aldırılmış bir nüshası Asar-ı İslamiye ve Milliye Tedkik Encümeni
kütüphanesinde mevcut olan bu mühim eser, Oğuzlar'ın esatiri devrelerine
ait oniki hikayeyi ihtiva ettiği için Oğuz-Name ismi ile şöhret bulmuştur. Asır
larca önce, Anadolu'daki Ozanlar bu hikayeleri kopuzları ile terennüm
ederlerdi. İşte bu "kitap, mevzun bir nesir ile tertip edilen o esatiri hikaye
lerden birkısmını içine almaktadır. Prof. B a r t h o 1 d , K o r k u t At a'nın,
Oğuzlar'ın eskiden yerleşmiş bulundukları Slr-Derya kenarlarında ve Türk
men bozkırlarında tanınmış bir velf, hekim, ozan olmak üzre telakki edildiğini,
önceleri Azerbaycan'da Derbend civarlarında bu Oğuz efsanelerinin yaygın
olduğunu söylüyor (B a r t h o l d, Encyclopidie de l' lslam, Art., Ghw:.z) . Osmanlı
tarihçilerinin verdikleri malumata göre, Osmanlılar'da Oğuz efsaneleri'nin
xvı. asırda hala yaşadığına hükmedebiliriz.
31
• • • • • • ve-bi'l-cümle M ev l a n a Ş e y h i, asrının ser-amedi ve zamanın
TÜRK EDEBİYATl'NIN MENŞE'İ
A Y İ N L E R D E ŞiiR
w lf'.:ı l j .L!.:ı 4 w.Jı;- ı; J;;S' J.J:i � ıJ...;_,.. J. �; wl::-- .;.:ı .:ı_,; J..,ı. w.Jı;
-l:.�T .;.:ı rl.J"' .J 1 .r l .J w l:.!_,; w�I J I ,4,.� 1-:"�:i � .J .c.;S::� � wT ı.;l.!�· �T .; .:ı
cJı� wlS".J.:ı .J wLS:� .;S:... .ü �· ı.; �ı;- �--- JI w.Jı;- ı.; J.!4 � (.f.J. J.J.J w.Jı;
�ş 1.&-.:ı .J �T wt> � �ı _,.; J*"' .1, w\5" .:ı.;J> Jı.... .J wı-'!� J.Jj+" ı
� 4 JS:w..:ı:i � .J "'="� � ,_,-;_,.. J I l.:i d �"'LA! ı!.IU l.J::P" ı.;� ı.;� 1 J. .J
• � .J.rA- .J .;l;. f i .J .cl' c!": .l:.;4 .ı.:>- 1.ül -0 I.; ı.;J lS:.!. �li .J �.:ı ol .;
11 .sa .l�L.c· .;l....> I w ljŞ .J t� .; Ll:- J. .:ı_,.!.j ,§. ı ı!.11.il� tl _,;I Umumi
avlardan sonra mutlaka şrylan'lar tertibedilir, bilhassa saltanat
M.nedanına mensup şehzadelerin ilk def<a ava iştirak etmeleri
büyük şenlikler yapılmasını lüzumlu kılardı : Mesela, H ü l a g u
ile K u b i l ay mu<tad olan yaşa erişerek ilk def<a ava çıktıkları
zaman, C e n g i z H a n büyük toylar, ceşn'ler yapmıştı 54•
Cengiz ailesinde gördüğümüz bu umumi av merasimini,
Timur saltanatında da görüyoruz. N a z m i- z a d e'nin İ b n
<A r a bş a h' dan naklen verdiği tafsilat, C ü v e y n i'nin verdiği
bilgilere pek ziyade benzediği cihetle, Timur devrinde de eski
an<anenin devam ettiği anlaşılıyor : "Timur, birgün şikar kastlı
ile sahraları geşt-ü güzar ve yemin ve yesar ve cenup ve şimalde
olan ahali-i bilad ve reaya ve askeri şikar sürmelerin tenbih
etmekle, etrafta olan piyade ve süvari gani ve fakir, sagir ve
kebir, dağlardan ve sahralardan ve ormanlardan enva-i vuhuş
ve arslan ve tilki ve ceyran makCılelerin sürüp Timur'un cemiyet
gahına getirdiklerinde, hayvanat-ı mecmua mevc-der mevc
derya gibi temevvuç edip, hayran ve serkerdan iken tabi ve
nefir ve surnalar çalındığı gibi hayvanlar muztarib ve ateş-i
tehayyürleri mültehip olup, heybet-i ma'reke ve sevad-ı asker-i
Çagatay ile kurt koyuna ve kaplan tilkiye ve arslan kediye can
havfından sığınıp feryat ederken, Timur'un kendü evlad ve
evlad-ı evladı ve ümera ve vüzera-zadelerin emr-i şikara şuru'
etsinler deyu ferman-ı Timuri sadır olmağın, bela-yi asmani
gibi herbiri bir hayvanın canına düşüp güleştikçe, Timur kah
·
kah a ile hande ve sibyam emr-i şikare tahris etmekle, geril
Mısır basımı, s. 2 ı g.
58 Hemen tamamıyle xv.-xvı. asra ait kaynaklardan alınarak vücude
yeniferilere ilhak olundu. Üf alay samsuncu, zagarcı, turnacı dô.hil olmamak üz.re,
sekbanların mecmuu otuz.üç alaydı. Bu alayların dört büyük zabiti, bizim zamanımıza
kadar, yeniçeri ağalarının maiyyetinde en büyük zabit idiler. Osmanlılar'ın almış
oldukları efkara göre büyük zabitler av hizmetlerinden müste'ar ünvanlarla iktisab-ı
necabet ederler ; nasıl ki küçük yeniferi zabitleri de matbah hizmetlerinden me'huz
ünvanlarla . . Şu garabetin sebebi, Avıalılar'ın ezmine-i attkadanberi yerleşmiş fikir
lerince, sayd muharebenin en güz.el misali olduğu gibi, yiyecek de kavganın en mühim
levazımından biri bulunmasından ibarettir,, (D' Ohsson ve daha sair kaynaklardan
naklen Hammer tercemesi, c. ı ., s. 288) . Y ı l d ı r ı m'ın Timurl e n g'e karşı
icra ettiği av hakkında H a m m e r , Ş e r e fe d d i n Yez d i'den naklen ma
lumat veriyor (Hammer tercemesi, c. ıı., s. 62).
8 0 Tarih-i Osman ! Encümeni Mecmuası 'na ek olarak neşredilen Kanurı
ndme-i Al-i Osman1 s. 1 2,
86 TÜRK EDEBİYA TI'NIN MENŞE'İ
hon, p. 59-60.
87 Birinci abide, şimal ciheti. T h o m s e n'in eserinden aynen naklet
kelürti. Yugyıparıb kelürip tike birti. Çin' den yıgaç kelürip öz-yer[- -]
Bunca budun saçın kulkakın[ . . . . . . b ]içti , Edgü özlig atın, kara kisin,
kök-tayang'ın sansız kelürip kop kotı 73,,. Ölünün, vefat zamanı
ile cenaze merasimi arasında daima geçtiğini gördüğümüz
bu altı aylık kadar bir müddet, Çin kaynaklarının yukarıda
zikrettiğimiz malumatını tamamıyle kuvvetlendiriyor 74•
Tuğ ayininin daha Hiyung-nu'larda da bulunduğunu
tarih bize gösteriyor : "Hiyung-nu'larda cenaze vuku<unda,
tabut, vefat edenin zenginliğine göre, altun ve gümüş mücev
herler ile süslenilirdi. Hizmetkarlar cenazenin arkası sıra
giderler, vefat eden hayatta imiş gibi ölüye hizmet ederlerdi.
Birtakım güçlü kuvvetli gençler de cenazeyi takibederlerdi.
Bunlar, gömme merasiminden sonra girecek olan yeni ay başın
da biribirleri ile güreşe başlayıp ay sonuna kadar devam eder
lerdi. Bu esnada birçok esirlerin başı kesilirdi ; güreşen pehlivan
lara da birer ölçek ayran dağıtılırdı. Bu güreş, Orta-Asya'daki
Kazaklar arasında hala mevcuttur. Yalnız, esirlerin kurban
edilmesi yerine, deve ve koyun kesip güreşcilere ve ayinde hazır
bulunan sair halka yemek yedirmek adet olmuştur. Hiyung-nu'-
unda bir sene devamlı olarak hergün garip bir matem merasimi icra eder.
Şöyle ki: Bunun ölümüne rastlamış olan vakit ve saatte birtakım ağlayıcı
karılar gelir, ağlayıp haykırarak bazı mersiyeler söylerler ki, bu resimde,
matem tutmakla vazifeli olup da orada olan kavim ve kabilesinin hepsi hazır
bulunmak lazımdır; bununla beraber, oradakiler, mersiye okuyacakların
geldiği zaman her ne iş ve güç ile meşgul idiyseler, yine ana devamla, ölenin
yüzünden hissettikleri dert ve ayrılık acısını devam ettirmek ve yenilemek için
dayanılmaz surette vukua gelen feryad ve figanlar arasında kiminin çubu
ğunu içmekte ve kiminin silahlarını silip parlatmakta ve kiminin yemek ye
mekte olduklarını ve kadınlara gelince, anların da bu sıkıntılı çadırın içinde
hepsi diz çöküp mersiye okuyanların ahengine uydurarak birlikte bağırıp ça
ğırmakta ve gözyaşı dökmekte olmalarıyle beraber, bir an işlerinden geri kal
mayıp, kiminin yün taramakta ve kiminin mekiği çevirmekte ve diğer her bi
rerlerinin dahi ev işlerine ait birer işle meşgtil olmağa devam etmekte olduk
larını görmek gerçekten eğlenceli birşeydir. Ölen kimsenin dostlarından her
birisi, vefatı birkaç ay sonra haber almış olsa bile, bir kerre bu resimde
hazır bulunmak lazımdır. İşbu matem merasimi, ekseriya geceleri icra
olunduğundan, ziyaretçilerden biri geldikte, çadırın önünde en az bir çey
rek kadar, kudurmuşcasına nale ve feryat ile, orada bulunduğunu bildirir ;
eğer vefat eden adam batur yani bahadır ünvanını kazanmış bir kahraman ise,
anın mezarı üzerine topraktan bir tepe yapılır ki, bu tepelere yozka tabir
olunur. Böyle bir adamın mezarı üzerine Türkmenler'den herbiri en az yedi
kürek toprak atmak adet olduğundan, ekseriya çevresi altmış ve yüksekliği
yirmibeş-otuz ayak büyüklüğünde tepeler hasıl olur ki, o geniş sahralarda
bulunan bu mezarlar pek uzak mesafelerden görülür ve her biri, içinde
gömülü olan şahsın namiyle yadolunur. Bu adet, vaktiyle Hunlar arasında
bulunduğu gibi, hala Macarlar'da da vardır,, (V a m b e r y, Bir Sahte Dervişin
A.rya"'.)'ı Vüsta'da Seyahati, Vakit matbaası, 1 2 95, s. 39-40) . Müsteşrık Z a b o
rows k i, Türkmenler'in yabancı unsurlarla karışmakla beraber, milli adet
lerini hala muhafaza ettiklerini söylerken, Türkmen nevha-kerleri ile eski
Orhunyugcu'ları, sıgıtcı'ları arasındaki benzerlıği ve bu adetin Türkmenler'de
asırlarca evvel mevcudiyetini ehemmiyetle kaydediyor (Z a b o ro w s k i, La
Grande Encyclopldie, tom. 3 1 ., P. 484-85) .
8 3 Ravzatü's-Safa, Bombay basımı, c . vı., s . 2 35. Daha fazla tafsilat için
İ b n A r a b ş a h'a bakınız ( <Acaibü'l-Makdflr, s. 1 74- 1 75) ; bu eserin N a z m i
z a d e tercemesi, s . 182- 1 83 ) .
TÜRK EDEBİYATl'NIN MENŞE'İ 97
karalar giyiyorlar (Kitab-ı Dede Korkut, s. 4-8, 49) . Kitabın hemen bütün hi
kiyelerinde bu matem adetlerini gösterir parçalara tesadüf olunmaktadır.
Bu eserin toplanması ve tertibi Osmanlılar zamanında olduğu için, matem
renginin siyah olmasındaki sebep anlaşılıyor.
81 Türkler'le asırlarca münasebette bulunan İranlılar'da da, halk
arasında yaşıyan birtakım mersiyeler vardı. N a rşah i'nin rivayetine göre,
x. asırda, Acem esatirinde Türkler'in hükümdar ve mümess eli olarak gös
Türk- Tatar Tarihi 'inden aldık (S. 40) . Z e k i V e l t d i, bunu aynen, Rus
müsteşrıklarından aldığını söyliyerek Yu 1 u g T i g i n 'in şiirleri hakkında
onlar tarafından mühim tedkikler icra edildiğini bildiriyor ve kaynak olarak
bir Rus aliminin mühim bir· makalesini zikrediyor. Bütün çalışmalarımıza
rağmen, bu makaleyi buldurup terceme ettirmek mümkün olamadığı cihetle,
bu mes'ele hakkında kitabımızın bu basımında layıkıyle malumat veremi
yeceğiz. Bizzat kitabe metinleri üzerinde icra ettiğimiz tedkikler neticesinde,
yukarıki şiir parçasının bilhassa birinci kitabenin cenub-i şarki cihetinde
bulunduğu ve fakat yukarıda naklettiğimiz şekil ile, kitabedeki şekil ara
sında biraz ayrılık olduğu kendini gösteriyor. Kitabedeki şekil aynen budur :
"Bunca hitig hitigme K ü l t i g i n atısı Y u l ı g- T i g i n bitidim yigirmi gün
olurub bu taşga bu tamga kop Y u l ı g-T i g i n bitidim." Kitabede hiç
bozulmamış olan bu parçadan sonra, ortadan ve nihayetten iki bozuk yeri
bulunan diğer bir kısım daha var ki, onda bir nazım mahiyeti göremedik.
İkinci kitabede yine ayni mealde bulunan parça -baş tarafta iki yerden ve
nihayetten biraz eksik ve ortası çok bozuk olmakla beraber- yine az-çok
nazım edasını havi sayılabilir : B i l g e K a g a n bedizin, bitigin Y u l ı g-T i g i n
bitidim. Bunça barkıg, bedizıg özıg . . . . . Kagan atısı Y u l ı g-T i g i n tört
kün olurıb bitidim, bediztım ya . . . ,,. Acaba, Z e k i V e l l d i'ye kaynak olan
Rus alimi, bu iki parçayı biribiriyle karşılaştırarak mı yukarıki parçayı mey
dana çıkardı, bu noktayı bilemiyoruz. Her halde yukarıdaki ilk parçanın
şekil ve eda itibariyle Dfvanu Lt1gtiti t- Türk'deki eski mersiye parçalarına
'
benzediği muhakkaktır.
1 1 "Bir Kazak ifin kabilesi, hayatında olduğu gibi mematında da mühimdir ;
Kazak, dünyaya veda etti mi, hemen bütün erkan-ı kabilenin vedaati ile istirahatgah-ı
ebedtsine (sal edilir. Herkes bildiğini okuyarak ölünün afvedilmesi hakkında Tanrı'nın
merhametini taleb eyler. Bundan sonra ta'ziyet merasimi icra edilir. Ölünün akraba ve
teallt1ktitı, erkan-ı kah tle birer birer matem-zede ailenin nezdine gelerek biliyor ise
kendileri, yahut bilen birisi tarafından fatihalar okunulur ; sevabı ölünün rt1huna
itlıô.f edilir. Herkes dilinin döndüğü kadar mümkün mertebe fasih ve mukaffa sözlerle
merht1mun iyilikleri, mehasin-i ahlakı hakkında irô.d-ı kelam eder. Başlarını göğüs
lerine, bellerine sarkıtarak muhtez ve ağlryan sadalar ile mersiyeler, medhiyeler söyli
yerek ve kendi tabirlerince yuğ' lamakta (nevha etmekte) olan kadın ve kızlan dinle-
1 00 TÜRK EDEBİYATI'NIN MENŞE'İ
dikten sonra, birtakım sözlerle tesliyyet verir ve ağzı içinden dualar okuyarak çıkar,,
(H a 1 i m S a b i t, Altaylar'a Doğru, Türk rurdu, nu. 63 , s. 2 1 08) .
H Le Turkestan et Le Tibet, p. 247.
93 Devlet§® Tezkiresi, prof. Browne taraftndan bastırılan nüsha, s. 64.
H "Hiyung-nu'larda yirmidört amir her yılın ilk ayında tamamen
iptida Han, tcmürü tutub örs üzre koyub çekiç ile urur, andan sonra bü-
TÜRK EDEBİYATl'NIN MENŞE'İ 101
yükleri urur. Ol günü gayet aziz tutarlar. Dağdan çıkıp ataları vilayetine
avdet ettikleridir,, (Ah m e d V e fi k P a ş a tercemesi, s. 48) sözleriyle Türk
ler'de yılda bir yapılan büyük bir ayinden bahsediyor. N a s i r T us i'nin
Zlc-i llJıan t de : "Mogol padişahları sene ve ayların ilk günlerinde ve kendi
'
K o P u z
..G� ıJT .J. [ _,� ;.. j _, �� _, J.:.!S' � - � ıJT ek-- .J. _, -l;j t... � ?.- 1 .ı �Y;"
•ıı J.:...!S' � .J" J.! .)� ı:,T .ı ı.; _, ı y � ı J
j � J 1 _,; �T JJ � I J
jl,... J� .; J.l! .J � �\$ .)j 4 j_,j
j_,j .J.ı::� !.l J j.J; c.S�.) J J"' !.l _;y
101j .JP; JS".Js' �� _,;J � 1 ��
1oa Ben Oruf, namaz i;in, siçu için esrüdüm * Tesbih, seccade için dinle emnette
K o p u z (HusUıı i kütüphanemizdeki yazma Dlvön'ından) .
TÜRK EDEBİYATI'NIN MENŞE'İ 1 07
1 04
Müze Kütüphanesi'nde 236 numarada kayıdlı yegane nüshasından.
1011 Husüsi kütüphanemizdeki Husrev ve Şlrln nüshasından.
1 08 Sehi Tezkiresi, s. 42 ve Latifi Tezkiresi, s. 297.
1 07 Sehi Tezkiresi, s. 98 .
108 G i b b'in The History of Ottoman Poetry (Osmanlı Şiir Tarihi) adlı
eserinden, s. ı 07.
1 08 TÜRK EDEBİYATl'NIN MENŞE'İ
ı ı ı V. 265 a.
11 2 c . ı . , s. 638.
113 C. vı. , s. 20 ı .
TÜRK EDEBİYATl'NIN MENŞE,İ 109
TÜRKLER'DE MUSIKI
dıktan sonra bile ll'l, şiir ile musıkinin beraberliği daha asırlarca
devam etmiş, yani bütün milletlerde olduğu gibi, Türkler'de de
ozan ile kopuzcu pek sonraki zamanlarda ayrılmıştır. Bütün
Eski Şark milletlerinde olduğu gibi, Türk şair-musıkişinası,
dini yahut yarı-dini ayinlerde kopuziyle mabudu takdis ve
tebcil ediyor, hükümdarın menkabelerine dair kasideler okuyor,
yahut eski esatiri kahramanların hikayelerini, O ğ u z H a n
ve K a r a H a n menkabelerini anlatıyordu. Umumi ayinlerde
şiirin ve şairin mevkı<i hakkında verdiğimiz izahlar ile bugünkü
Altay Türkler'inde baksı'ların kopuz'la yaptıkları muhtelif işler
birleştirilince, eski Türk şair-musıkişinasının cemiyetteki yeri
kolayca canlandırılabilir.
Henüz yabancı medeniyetlerin büyük te'sirine maruz
kalmıyarak iptida i besatetlerini mümkün mertebe muhafaza
eden Kırgızlar'da ve Altaylılar'da olduğu gibi, eski Türkler'de
de musıki ve oyun halk arasında pek yaygındı : H i y u e n - Ç a n g ,
Kufa cihetlerinde d e bu iki san<at şubesinin pek ilerlemiş oldu
ğunu söylediği gibi, V a n g - y e n - t e de, Turfanlılar'ın seyahate
çıktıkları zaman musıki aletlerini yanlarında taşıyacak derecede
musıkiye tutkun olduklarım söylüyor 117• Etnografi ve musıki ta
rihi tedkikleri, Türkler' in eski halk . musıkisinin şekil ve tarzım
meydana çıkarıncaya kadar bu mes'ele ilim alemi için meçhul
kalacaktır ; biz yalnız elimizdeki tarihi vesikalara dayanarak
dini mahiyeti haiz olan eski Türk musıkisi hakkında tarihi
malumat vermekle iktifa edeceğiz.
XV. asır musıki alimlerinden olup Türk saraylariyle sıkı
bağlılığı bulunan H o c a < A b d ü' l-K a d i r M e r a g i'nin muhtelif
eserlerinden elde edilen malumata göre, Türkler'in Arap ve
Acemler'den ayrı milli bir musıkisi olduğuna hükmedebiliriz :
Türk ve Mogollar'ın musıki aletleri ile icra ettikleri terennümlere
kök, sesle okuduklarına da ır ve dola derlerdi ; kök'lerin adedi
senenin günlerine müsavi olmak üzre 366 olup, her gün hakanın
huzurunda bu kök'lerden birinin terennümü teşrifat ıktizasından
dı ; yalnız, bu kök'lerden Bisun Kök namı verilen dokuz tanesinin
ufki bir sô.rette gerilmiş bir ip görülür. Bu ipin üzerinde umumiyetle dokuzdan
ibaret olmak üzre şeritler raptedilmiştir. Bunlar, torunlarının himayesiyle
mükellef dokuz atanın ruhlarını temsil eden Altay Türkleri'ndeki Somu'ların
bir taklidinden ibarettir. Türkler'de millete büyük hizmetler edenlere Tar
hanlık rütbesi verirlerdi ; tarhanlar, dokuz cürme kadar cezadan muaf idi ;
imtiyazı, dokuzuncu batın evladına kadar tevarüs ederdi . . . Beş-balıg Uygur
ları, Dokuz-Oğuz namını almışlardı . . . Mogollar'da bir hükümdara dokuz
esir, dokuz fil, v. b. takdim olunurdu. M e n g ü'nun cülüsunda prensler kendi
sine dokuz parçadan mürekkep dokuz hediye takdim ettiler. Caniler afvolu
nunca, otağ-ı hüm�yun kapısında dokuz def<a secde etmek, dokuz kerre dokuz
hediye takdim eylemek mecbô.riyetinde idiler,, (Z i y a G ö k a l p, Eski Türk
ler'de içtima i Te1kilat, Milli Tetebbfl<lar, sayı 3 , s. 4 1 9-420) . Mogollar'ın,
Türkler'den aldıkları bu dokuzun kudsiliği telakkisine, Mogol tarihinin her
�ifesinde tesadüf olunur : Ç a g a t a y Han, bir def<a yasaya muhalif saydığı
;bir harekette bulunduğu halde, O k t a y H an'ın afvına mazhar olduğundan,
teşekkür maksadıyle ona dokuz at takdim etti (Ravzatü's- Safa, c. v., s. 5 3) .
1 12 TÜRK EDEBİYATl'NIN MENŞE'İ
Türk Memlukleri'nde de, bizde olduğu gibi mehter-hane, yani ordu muzıkası
vardı ve bunlara Tabl-hane derlerdi. H a m m e r, Mısır ümerasından yirmi
dördünün tahl-hane'ye malik olup sahib-i tablhanat ünvanını aldıklarını söy
lüyor (H a m m e r t e r c e m es i, c. ıv., s. 1 9 1 - 1 92). Bunlar hakkında daha
ziyade tafsilat almak için M a k rlz i'deki Lt: j _, �;JI 4) _,JJI J-.r.?:" f � ıı
• L.. �\_r , başlıklı bahse müracaat ediniz (Kitabü<l hatett ve'l-asar, c. ıı., s. 2 1 5) .
TÜRK EDEBİYATI'NIN MENŞE'İ 1 13
.
<1 .ı22::ı::ı)' J � �� �t.ı...... J.JJ.ı .s-::ıy. (j..r � L:.:;- ?-T J ::ı �j.J\.... �ı
M e r a g a l ı A b d ü ' 1 -K a d i r'in zikrettiği bu dokuz kök'ün
adları Uluk Kök ile Kutatku aradan çıkarılacak olursa, daha çok
Mogol isimlerine benziyorsa da, Mogollar'ın bütün müesseselerini
Türkler' den alacak kadar iptidai ve her şeyden mahrum oldukları
düşünülünce, bu o kadar büyük birşey ifade etmez ; olabilir ki
bu kök'lerden bazısının Türkçe isimleri A b d ü' l- K a di r zamanına
kadar unutulmuş ve yerlerini Mogolca isimler almıştur. Her
halde bu kelimeler hakkında icra edilecek lisan tedkikleri netice
sinde tarihi bazı noktaların aydınlanması ve bunların belki de
Türkçe kelimeler olduğunun tesbiti umulmaktadır.
Kök kelimesi, bütün Çagatay lugatlerinin verdiği bilgilere
göre mavi, sema, asıl, dikiş, ahenk ve sada manalarına gelir ; biz,
daha xı. asırda Türkler arasında kö"k'ün bu muhtelif manalarda
ve bilhassa beste yerinde kullanıldığını biliyoruz ı23• Nitekim
eski Çagatayca şiirlerde tıpkı A b d ü' l-K a d i r ' i n kullandığı
manada, yani beste karşılığı olarak birçok def<a kullanılmıştır 12-1.
Kök aslından, çalgı çalmak manasına köktamak ve köklamak
1 22 R a u f Y e k t a Bey, Türk ve Mogollar'daki bu dokuz kök hakkında
m J§' .J\ ')l!. 4 'l'l:;- J .c.li c.>l * i__,ı.s::j§' _;l:.....ı, I · � � �! ')l_,j ıJ lJL.. 11
y J jy c.>J L.. JI) * ;:,_,>- �4 ).a.. fa. !'.J � 4.i l j İ � ;:, ıı ve << j�_,i o.:S§' .J
<< �.Ul:;- J§' J .J J
F .J\ beyitleri ile, M i r H a y d a r M e c z u b'un, !.l Jy 11
<ı j �_,i "iS".J r � _,-J �I "9� * j_,j ')I �� !.l.Jjy �::J.J _r
parçasında olduğu
gibi (Süleyman Efendi ve Pavet de Courteille) .
1 11
\
B e au v o i s, La Grande Encyclopidie, tom. x11., p. 50 1 .
ı 27 Ölmk ( .!.1:J .J I ) kelimesi, bütün Çagatay lugatlerinin verdiği malu
mata ve xv. - xvı. asır Çagatay şiirlerinin kullanışına göre fayır pmen, türkü
TÜRK EDEBİYATl'NIN MENŞE'İ 1 15
İ LK MEVZULAR : LİRİZM
� � � � .;_ı=.Ş � 4T
y ). J �ç, r 4 1 J J I �_,k �
� o � j � Y JJ_JJ ı.s
.!l:J J\ �Lt. .!.i;J JI l.Sı.,. <.>l. � � l y
(Hususi kütüphanemizdeki lskender-Name nüshası) . Özbekler arasında hala
mevcut olan bu ölenk'lerin, Çin Türkistanı Türkleri'nde de bulunduğunu
G r e n a r d anlatıyor. Ona' göre, ora Türkler'indeki evlenme merasimi, İsla
miyet'ten önceki milli ayinlere pek benzemektedir ve Ölenk'lerin nekaratını
teşkil eden Hay hay ölenk hay ölenk parçası, manası bu gün de layıkıyle
anlaşılmıyan eski ve dini bir evlenme ilahisi kalıntısıdır. Yalnız, G r e n a r d,
bunu erkeklerin terennüm ettiğini söylüyor : Evlenecek erkek, dostları ile
birlikte, evlenmek istediği kızın evine gittiği esnada bu nağme terennüm
edilirmiş. Ölen, yahut Ölenk, bu manasiyle Kırgızlar arasında da bilin
mektedir (F. G r e n a r d, Le Turkestan et le Tibet, p. 248-49) . Her halde
Türk etnografisi hakkındaki malumat çoğaldıkça, eski Türk mtisıkisinin
şekil ve mahiyeti daha iyi anlaşılacaktır.
1 18 Z i y a G ö k a l p, Eski Türkler'de lftima f Teşkilat, s. 452.
1 16 TÜRK EDEBIYATl'NIN MENŞE , 1
telaffuz edildiği yazılı ise de (Hamid{ye Kütüphanesi, Lala vakfı, numara 744) ,
bu şekilde bir Türk ismi mevcut olmadığı için, bu iddia yukanki mütalea
mızı değiştiremez. İşte, E r t u n g a ismi, Türkler arasında pek yayılmış bir
nam olduğu cihetle, olabilir ki, yukarıdaki mersiye, tarihçe bilinen ve Miladi
vm. asra mensup olan bu iki T u n g a-T i g i n'den hiçbirine ait olmayıp,
tarihçe henüz bilinmeyen diğer bir T u n g a-T i g i n'e aittir.
1 31 Z i y a G ö k a l p, Eski Türk Teşkilat-ı lçtimaiyesi'nde, yaz ile kışın
farklarını geniş sfırette izah ettikten sonra diyor ki : "Eskimolar'da uzun
bir ipin ucunu yazın doğan fertler, diğer ucunu kışın doğan fertler tutarak
karşılıklı bir surette kendilerine doğru çekerler. Yaz çocukları diğer tarafı
kendilerine doğru çekerlerse, yazın avların çok olacağı anlaşılır ; aksi surette
kışın avların çok olacağına hükmedilir. Dfvtinu Lı1gtiti't- Türk'te Y a z ile
K ı ş'ın bir müşaaresi mevcuttur; bu beyitler, ihtimal ki, karşılıklı olarak
yaz erleri ile kış erleri tarafından okunurdu,, (Mill f Tetebbu<far, sayı 3 , s. 452 ) .
Bu müşaare Yabaku'larla geçen bir hadiseye ait tanzim edilmiş uzun bir
mersiyenin girizgahı kabilinden olup, başlı başına bir eser teşkil etmediği
cihetle, yukarıki ihtimal, bize göre, pek kuv.vetsizdir.
1 20 TÜRK EDEBİYATI'NIN MENŞE'İ
1 32
M a h m u d K a ş g a r i'nin verdiği malumata göre, Türkler Farslar'a
Tat namını verirlerdi. rağma ve Tohsi Türkleri, Uygur kafirlerine Tat der
lerdi. Tatsız Türk bolmas * Başsız börk bolmas atasözü, yalnız, börk'ün Türkler
arasındaki eskiliğini değil, daha xı. ası rd a bile Türkler'in Aceaıler'le karışmış
olduğunu gösterir. O zamanlar tat/aşmak, acemleşmek mariasına, tatıkmak
masdarı da mevcut idi (Dlvanu Lugati't- Türk, c. ıı., s. 224-225) .
1 22 TÜRK EDEBİYA TI'NIN MENŞE'İ
v E z İ N
5 Heceliler : Serbesttir.
6 Heceliler : 2+2+2 3+3
=
7 Heceliler : 4+ 3 3+4
=
8 Heceliler : 4+4
ıo Heceliler : 5+5
ıı Heceliler : 4+ 7
12 Heceliler : 5+ 7 6+6
= 4+4+4
=
13 Heceliler : 5+8 6+ 7
=
14 Heceliler : 7+ 7
ı5 Heceliler : 7+8
tek hecelilerde ise ekseriya ilk kısmın ikinciden daha çok sayıda
heceyi içine alması suretiyle vuku bulmaktadır. Bu muhtelif
cüzler arasında en çok kullanılanlar yedili, sekizli, onikili heceli
lerdir 141 .
İ L K ŞEKİLLER
AvINi TEMSİLLER
il.
ili.
ıv.
v.
VI.
VII.
VIII.
1 836) 'ndeki uzun bir notudur ki (S. 1 84-1 99), muhtelif Şark kaynakların
dan ve Garp seyahat-namelerinden istifade edilmiş olmasına rağmen, çok
dağınık ve müphemçlir. Bundan sonra V am b e r y , B e r e z i n , B a r t h o l d ,
B l o c h e t v. s. tarafından bu hususta yazılan bazı küçük notlar ehemmiyet li
sayılmaz. Yalnız S c h m i d t , R a m s t e d t ve P e l l i o t ' nun, kelimenin Çin
c e'den geldiği hakkındaki yazılan dikkate layıktır. Qu a t r e m e r e ' d e n
sonra, bu hususda nisbeten en geniş malumat, Türk Edebiyatının Menşe'i
adlı makalemizdedir (MTM, . İstanbul, 1 33 1 , ıv. , 2 1-25, 57 v. d. ; ma'mafih
buradaki bazı yanlış hükümleri, yukarıdaki izahlara göre düzeltmek ve
tamamlamak lazımdır) . -Kırgız-Kazak baksıları hakkında bk., A l e x i s de
L e v c h i n e , Description des lwrdes et des steppes des Kırghiz-Kazak (Paris, 1 840,
s. 335� - R a d l off, Das Schamantum und sein Kut/us (Leipzig, 1 885, s.
6o v. d.). - M i r o n i y eff, Zap. imp. Rus. geogr. obçş., 1 882- 1 888.- K u s
t a n a y eff, Etnog. o;erki Kirgiz Perovi Kaza/in, 1894, s. 4 1 -50.- E b u B e k i r
D iv a y e v , iz oblasti kirgizskib verovaniy, Bakıy. hak. lekar i koldun (Kazan,
1 899) , resimli.-]. Ca s t a g n e, Magie et exorcisme chez les Kazak-Kirghizes
et autres peuples Turks orientaux (Revue des Etudes lslamiques, Paris, ı 930 ,
ı ; bu makalede, baksılar'ın okudukları dualardan oldukça bol örnekler
vardır.- Bk., bir de R a d l o f f, Proben der Volkslitt, der Türkischen Stiimme
Süd-Sibiriens, 111. ; metin s. 46 v. d.
v.
2 1 N a 'I m a , c. vı., s. 46. İbşir'in Sadaret alayını, hadiseye şahit olan Ev
liya Çelebi de tasvir ediyor : " . . . . Dörtbin kadar kaplan postlu, sırma üs
küflü, keçesi telli, mücevher tüfenkli, başlan otagalı, pür-silah müzeyyen
yeniçeri askeri Sadr-ı a'zam İbşir Paşa'yı ortaya alup, önünde oniki, eli çö
ğürlü yeniçeri şairleri,
1 Bu hususta kafi bir fikir edinmek için eskidenberi zengin bir halk ede
hiçbir şey kalmamıştır. Daha bir asır önce bu cins mahsullerin mebzul su
rette toplandığı Cenub-ı garbf Hırvatistan'da da bu edebiyat hemen ölmek üz
redir. Yalnız Dalmaçya'nın yabancı te'sirlerden uzak kalmış ve patriyarkal
hüviyetini saklamış olan dağlık mıntakalarında hala yaşamaktadır; fakat
bu edebiyatın en iyi muhafaza edildiği sahalar, xx. asır ortasına kadar feodal
Osmanlı Beyleri'nin hakim olduğu Müslüman Bosna ve Hersek ile, Karadağ,
Yenipazar sahalarıdır. Bu halk edebiyatını terennüm eden şairler gusle (bazı
yerlerde gusli, guslaç) adı verilen bir veya iki telli bir saz kullanırlar : Bosna'nın
şimal-i garb isindeki Müslüman şairler arasında münhasıran iki telli tanbura
(tambura veya tamburica) yayılmıştır ki, Bosna Hırıstiyan şairleri tarafından da
kullanılmaktadır. Dalmaçya, Hırvatistan, Slavonya'da da tesadüf edilen bu sazın
ismi bile, bütün bu sahalarda Osmanlı kültürünün te'sirini göstermektedir.
Türk halk edebiyat ve musıkisinin, A.rya'da ve Avrupa'da Türkler'le beraber
veya komşu yaşamış muhtelif kavimler üzerindeki tesir'lerinden aşağıda ay
rıca bahsedeceğimiz için, burada bu hususta birşey söyliyecek değiliz. Son
bir mütalea olarak, Sırp - Hırvat epik halk edebiyatının, ancak, coğrafi yahut
1 68 SAZŞAİRLERİ, DÜN ve BUGÜN
adlı başka bir şair, "onun Dfvan'ının adeta bir destana benzediğini, şehirli
ve köylü arasında şöhret bulduğunu" yazmıştı (Ayni eser, s. 226. Burada Sa
fai'nin adı Nidai şeklinde yazılmışsa da, bunun yanlış olduğu, eski ve sahih
yazma nüshalarda Safai olarak kayıtlı bulunmasından anlaşılıyor) . Sazşair
lerinin çok ehemmiyet kazandığı xvm. asır şairleri ve tezkirecileri de, onlar
hakkında ayni tezyif hislerini göstermekten geri durmamışlardır : Salim ve Sa
fai tezkireleri 'nde, Seyyid Vehbi'nin, Sünbülzade Vehbi'nin şiirlerinde tesadüf
edilen alay ve tahkirler buna bir örnektir (Antoloji cildlerinde, muhtelif asır
lara mensub sazşairlerinden bahsedilirken, bu hususta muhtelif deliller gös
terilmiştir) . lvfesnevi-i Mevlana'nın meşhur Şerhi'ni yazdığı için Şarih sıfatını
alan Ankaralı İsmail Efendi, şairleri dörde ayırır ve dördüncüleri şöyle tarif
eder : "Kelamı suret ve manadan hali olmakla esvat-ı hayvanat'a lahık o
lanlar ki, anlar hakkında Yave-guy ve Herze-cuy demek sadıktır,, (Miftahü'l
Belô.ga, s. 7, 8) . İşte, klasik edebiyat mensublarına göre, sazşairleri bu dör
düncü sınıfı teşkil ediyordu.
' XVI. as ırd a bir Tezkire-i Şu ara yazan Aşık Çelebi, o asrın meşhur şair
'
türlü türlü çalgılar (mesela kobuz, kara düzen, bozuk, tanbura, v.s.)
kullanmakla beraber, xvn. - xvm. asırlarda en ziyade föğür'e
rağbet ettiklerinden, Aşık ve sazşairleri tabirleri ile ayni manada
olarak föğürcü kelimesi de dilimizde uzun zamandanberi yer
leşmiştir.
Kahvehanelerde, bozahanelerde, mesirelerde, panayır
larda, hulasa kalabalık ve hayran bir dinleyici zümresi karşı
sında çalıp söylediklerinden, lıiribirleriyle müşa<are'lerde bulun
duklarından dolayı da Aşıklar kendilerini klasik şairlerin üs
tünde tutarlar. Geniş halk tabakası içinde Aşıklar'ın kazandık
ları şöhret ve rağbet, eserleri çok mahdut bir sınıf arasında ya
yılmış klasik şairlerden daha fazla olmuştur. XVI I . asırdan baş
lıyarak, İmparatorluk'un büyük merkezlerinde yetişen sazşair-
anlaşılacağı gibi, halk, şair denince mutlaka saz1airi anlıyor, saz çalmayan
bir şair bulunabileceğine ihtimal vermiyordu. Vehbi, Mağnisa'ya naib ol
duğu zaman, ahali onun meşhur bir şair olduğunu haber alarak çok sevin
mişler. Bir akşam Mağnisa'nın en ileri gelen a•yanından Kara· Osman Oğlu
Hacı Ömer Ağa, şehrin bütün büyükleri ile beraber şairi konağına davet
etmiş : Meğer herkes lstanbul'dan gelen bu şairi, meşhur bir sazşairi san
mışlar ; onun sazını ve sözünü dinlemek merakında imişler. Ev sahibi münasib
bir fırsat bularak, bütün davetliler namına, biraz saz çalmasını şaire teklif
edince, Vehbi kendisini a1ık sandıklarını anlamış ; kendisinin saz değil, söz
şairi olduğunu anlatmağa çalışmış ; fakat buna karşı, saz çalmayan şair ola
bileceğine ihtimal vermiyen Hacı Ömer Ağa, muttasıl ·gümüş telli, sedefli
tanburasını takdim ederek, birkaç nağme niyaz edermiş . . . Bu vak<ayı ese
rinde zarif bir şekilde nakleden Keçecizade İzzet Molla, evvelce yalan yahut
mübalegalı sandığı bu maceraP-ın Keşan'da kendi başına da geldiğini, çok
iri bir adam olduğu için, kendisine Küçük İmam lakabı verilen imamın da
kendisini sazşairi sandığını alaylı bir eda ile anlatır :
Ke1an camiinde imam-{ saglr
Saglr ldi gerf{ sığırdan keblr
Ded{ : Bir ikl mah sabreyledik
Dil-{ zare sabr lle cevreyledik
işittik ki, siz şair-l 1tihsız
Maarif semavatın<i mahsız
Değil haddimiz gerçi çaldırma saz
Gönül bir ikl nağme eyler nryaz
Meh-l ruzede etti ibram-ı tô.m
Bana, "Durma, me1ket !" deyü bir makam
Dedim : "Bedce çıkmıftı avazımız
Sitanbul'da terkeyledik sazımız !,,.
SAZŞAIRLERİ, DÜN ve BUGÜN 1 73
lehi, onun çok beğendiği şu beytini tesdis etmek suretiyle de takdirini göste
riyor :
Nideyim sahn-i çemen seyrini, cananım yok
Bir yanımca salınır snv-i hiramanım yok
Esnaf tabakasından yetişmiş ümm i bir adamın, klasik şairler silsilesi
içine girecek derecede güzel şiirleri ile şöhret kazanması, kendi fıtri isti<dadiyle
beraber, bilhassa, yetiştiği çevrenin yüksek kültür seviyesini de anlatabilir.
Eski edebiyatımızda buna daha birçok misaller bulabiliriz. Bunu gördükten
sonra, ümmi sazşflirlerinin mevcudiyeti artık hayrete değer bir hadise teşkil
etmez.
SAZŞAİRLERİ, DÜN ve BUGÜN 1 77
duğu gibi, şehirli Aşıklar da, devamlı seyahatleri ile, her muhitte
bağlar te'sis etmişler, te'sirlerini her tarafa yaymışlardır.
4 - Tekkelerin ve bilhassa Bektaşılık gibi Mteredoxe tari
katlere mensup tekkelerin verdiği edebi ve tasavvufi kültür,
muhtelif içtimai çevrelerde biribirinin aynidir : Köylerde ve gö
çebeler arasında çok yayılmış olan kızılbaşlık talimatı da bundan
çok farklı değildir. Hangi muhitte yetişirse yetişsin, umumiyetle
.Aşıklar üzerinde Bektaşılık te'siri bulunduğunu ise yukarıda söy
lemiştik.
İşte, bütün bu gibi amiller, köy ve şehir sazşairleri arasın
daki farkların derinleşmesine mani< olmuş ve xvu. asrın ilk de
ğilse bile, son yarısında Aşık tarzı, Aşık şiiri dediğimiz, belli kai
delere malik, yani "kendi nev<i içinde adeta klasikleşmiş" hu
susi bir edebiyatın vücude gelmesine pek çok yardım etmiştir.
savvıf şair Yunus Emre'den sonra kuvvetli bir manevi nüfüz ka
zanarak, ortodoks tarikatlere mensup devriş - şairler tarafından o
tarzda şiirler yazılmıştır ; ma <mafih bu şiir tarzının en ziyade he
teredoks tarikatler arasında inkişaf ettiğini ve bedii kıymet bakı
mından en orijinal, en kuvvetli mümessillerini -Kaygusuz Ab
dal, Hatayi, Pir Sultan Abdal gibi- Bektaşılar ve Kızılbaşlar
arasında bulduğu muhakkaktır.
Dil, vezin, nazım şekilleri ve hususiyetleri, ifade tarzı bakımla
rından Türk halk edebiyatının birçok unsurlarını almış olan bu
tekke edebiyatı, ideoloji itibariyle doğrudan doğruya klasik lslam
kültürü'ne bağlıdır. Aşık Yunus'un sade bir dille ifade ettiği fi
kirler, mesela Mevlana'ınn Farsça şiirlerindeki fikirlerden başka
birşey değildir : Her ikisi de, neo - platonisme (yeni eflatunculuk)
felsefesinin İ slam mutasavvıfları arasında doğurduğu pantheisme
idealiste meslekinin prensiplerine bağlı kalmışlardır. Bu fikirleri,
ya medrese'de İ slam felsefesini tahsil edenler, yahut, bir tasavvuf
tarikatine intisab ederek, yıllarca, tekke muhiti içinde dervişlik
yolunun erkan ve adabını öğrenenler layıkiyle anlıyabilirler.
İ şte, bu ikinci kısım insanlar arasında, ümmi oldukları halde,
tasavvuf felsefesinin bütün inceliklerini öğrenmiş olanlar pek
çoktu. Her tarikat mensupları, kendi mesleklerinin propagan
dasını mümkün olduğu kadar geniş bir nisbette yapmak için,
imkan derecesinde sade bir dille ve halk edebiyatı an<anelerine
uygun eserler yazıyorlardı. Her tarikatin edebi mahsulleri, ken
dilerine mahsus erkan ve adabı ve kendi velilerinin menkabe
lerini terennüm eden hususi birer propaganda vasıtası idi ; fa
kat, ister ortodoks, ister heteredoks bütün tarikatlerin birtakım müş
terek ve umumi felsefi - ahlaki prensipleri, evliya menkabelerine
ait müşterek an<aneleri vardı ki, işte bu müşterek telô.kktler, şehir
lerden köylere ve aşiretlere kadar memleketin bütün çevrelerinde
her türlü tasavvuf propagandalarını kolaylıkla karşılıyacak psi
kolojik bir vaz<iyet yaratmakta idi. Bütün bu amillerin te'siri
altında, muhtelif halk tabakaları arasına yayılmış olan tekke ede
biyatının bu populaire mahsullerinden başka, bir de aruz ile ve
klasik şiir kaidelerine uygun olarak vücude getirilmiş yüksek
sınıfa mahsus birkısım tekke edebiyatı mahsulleri daha varsa
da, bunun mevzuumuzla yakın bir alakası yoktur.
1 86 SAZŞA1RLER1, DÜN ve BUGÜN
GİRİŞ
'AŞIK EDEBİYATI HAKKINDAKİ TELAKKI
3 " Ahirü >I-emr Acem olmayıp, müte<accim olduğu zahir oldu. Meğer
• • •
7 Künhü'l-Ahhtir :
" . . . Hafi olmaya ki Osman Han ve Orhan Han ve
Sultan Murad Han zamanlarında şuaradan kimse zuhuru ma'lum değildir.
Mücerret sade nazma kadir bazı Varsağı-gu'lar dahi şöhret bulmamıştır.
Zira ol zamanda sükkan-ı mülk-i Rum ekseriya Guzat-ı Etrak ve Tatar
idügi ma'lum ve sair ahali-i merz-u bum ise evlad-ı kefereden zuhur etmiş
bir bölük sade-levh idükleri mefhum olmağın ' içlerinde şiir-şinasları bile
rna<dum idi,, (C. v, s. 1 1 5) .
8 Lô.tlfi Tezkiresi, s. 83.
• Mevzü<atü'l-• Utüm, c. ı . , s. 343.
204 'AŞIK TARZI'NIN MENŞE' ve TEKAMÜLÜ
Senin gibi diyeydim şi'ri ben di Mezi ölup ili şöhret bulurdn
Eğer evsafın{ Divan' a yazsam Geyik Destanı ol vaktin olurdü
Z a m i r i'nin : "Korkutma Sırat ile yolu seçeriz vaiz * ll geçtiği köprüden biz de
geçeriz vaiz matla'lı - ve aruzun mef<ulü mefa<{lün mef' ulü mefa'{lün cü'züne
benzer - ilahisidir. Sonraları, Sultan Murad m. gibi mutasavvıfane yara
dılışlı klasik şairler de hece vezni ile ilahiler tanziminde mahzur görmemiş
lerdir. Müşarileyhin, " Uyan ry gözlerim gafletten uyan" mısra'ı ile başlayan
meşhur ilahisi buna bir delildir (Müstakim-zade Mecmuası, Es'ad Efendi Kütüp
hanesi, nu. 3397) H. 1 085'de vefat eden Kırım hanlarından M e h m e d G i r a y
ıv.'ın "A r i f mahlasıyle bazı ilahileri ve Evzan-ı Türki'de bazı eş' arı,, mevcut
olduğu tarihçe sabit ve muhakkaksa da, müverrih ve münekkidlerimiz onları
yazılmağa değer bulmayıp terketmişlerdir (Gülbün-i Hanan, s. 57.-Es-seb'ü's
Seyyar) . Tıbkı S u l t a n M u r a d'ın ilahisi gibi, M e h m e d G i r a y'ın milli
vezin ile yazılı eserlerine de tarih ve tezkirelerde değil, hususi mecmualarda
tesadüf olunabilir : Elimizde mevcut, Bu dehrin haline ryledim nazar * Her
biri bir derde giriftar ancak * Kemale erince hlır ile gülüzar * Bülbiilün adeti
ah-ü zar ancak parçasıyle başlayan koşması, Aşık tarzının hususiyetlerini
gösteren güzel bir eserdir. Bundan sonra, yavaş yavaş, tekke şairlerinin
milli vezin ile yazdıkları eserler -sırf tasavvufi mahiyetlerine dayanılarak
tarih ve tezkirelere girmeğe başlamıştır : Mesela tezkire yazan S a fa y i, Mev
levi şeyhlerinden meşhur A d e m D e d e'nin, "Derd ehli libasını aşk ile giyen
gelsün * Zehrini şeker gibi zevk ile yiyen gelsin'' matla'lı ilahisini zikr ile, "Aziz-i
mümaileyhin terennümat-ı ney-pare ıklimi mutabık-ı usul-i sôfiyane ve
eş'ar-ı halet- şiarı bi-tekellüf-ü aşıkane,, olduğunu kaydediyor ; müşarileyhin.
S a k ı b D e d e'nin Seflne'sinde de, "Kurtar bizi neft elinden" mısra'ı ile baş
layan bir ilahisi zikredilmiştir (C. 11., s. 50) . Kezalik yine Safô.y f Tezkiresi nde,
'
17 Ş e y h i'ye kadar gelen Osmanlı şairleri ezgi, deyiş gibi milli şekiller
mısra <larında ezgi kelimesini beste makamında ve hiçbir tezyif manası kasdetmi
yerek kullanıyor; halbuki xvı. asırdan itibaren gelen klasik şairler bu milU
şekil ve besteleri -halk arasında bütün kuvvetiyle canlı olmasına rağmen
istihfaf etmek öğünmesinden ayrılamamışlardır. Serseri şair Bağdadlı Ruhi'
nin aşağıdaki kıt'asında ezgi'nin nasıl alay edercesine bir tarzda kullanıldığı
görülüyor :
Nekadar vtir ise Şirvan'da kaı:.ô. bahşetmiş
Ltıtfidip herkese ptişii-yi saddet-küster
Dün kultiğima ;alındi bize olmUJ ÇtiN
Korkann ;ala ;alii ezgiye döndürmeJeler
11 Evliyti Çelebt Seyahat-Namesi, c. m., s. 5 1 8.
2ı2 'AŞIK TARZI'NIN MENŞE' ve TEKAMÜLÜ
zUıne hakkında Tarih Encümeni Mecmuası nda yeter derecede izahat veril-
'
20 Afihnet-i-Keşan, s. 93.
21 İ lahiler yazan tekke şairleriyle halk şairleri müstesna olmak üzre,
milli vezin ve milli şekiller Şark ve Garp Türkleri arasında daima terkedil
miştir. Or.ta-Asya'da H o c a A h m e d Y e s e v i ve onu takibedenlerin, Garp
Türkleri'nde Y u n u s ve peyrevlerinin milli eserleri, edebi tekamülümüzün
son safhalarına kadar, hususi bir edebi tarz halinde devam edip durursa da,
asıl klasik şiirlerd� milli vezne ve milli şekillere hemen hiç tesadüf edilemez.
XI. asırda yazılan v� Türk edebiyatının en eski manzum eseri gibi telakki
edilen Kudatgu-Bilig bile, mana ve mevzuundaki dikkati çeken asliliğine
rağmen, Şeh-.Name vezni ile yazılmıştır. İlkönce Orhun Ab ideleri 'nde tesadüf
edilen milli vezne gelince, mutasavvıflar hariç, İran edebiyatını taklid eden
şairler arasında asla rağbet görmemiş, Türkçe'nin aruz vezinleriyle hiç
ünsiyyet etmediği en eski zamanlarda bile, hatta basit halk lisaniyle yazı
yazanlar tarafından da kabul olunmamıştır. Anadolu Türkleri'nin en eski
edebi eserleri olarak tanıdığımız M e v l a n a'nın, S u l t a n V e l e d'in, G ü l
ş e h r i'nin eserleri, Şark Türkleri'nde Kudatgu-Bilig'i takibeden Hibetü'l
Haktiyık, Mahzenii'l-Emir gibi manzumeler, hep İran vezin ve şekillerinin
kuvvetli te'sirleri altında vücude gelmiştir. Çagatay edebiyatının yükselme
devri ve Şark Türkleri'nin milli bir uyanma devri sayabileceğimiz xv. asırda,
218 'AŞIK TARZIN'IN MENŞE' ve TEKAMÜLÜ
"Ta Rab havas cem'ide B tib u r ' n u has kıl * Ttilıut avam tefrikasıdın halas kıl"
matla<ıyle, halk kitlesine karşı beslediği hissi pek iyi gösteren B a b u r Ş a h'tan,
milli vezne daha fazla kıymet vermesini beklemek manasızdır ; yukarıki
parçaya gelince, lisanın Acem'ane ifadesi gözönüne alınmazsa, şekil ve
vezin itibariyle, Türkler'in bugün bize intikal edebilmiş en eski halk şiirlerini
hatırlatmaktadır. Garp Türkleri'ne gelince, şair N e d i m'e kadar halk vez
niyle tasavvufi olmayan eser yazmış hemen hiçbir büyük san <atkara tesadüf
edilmiyor ; Dlvtin'ında mahalli intıbMara çok tesadüf edilen ve umumi hayatın
her bir zevk hadisesi için sade ve zarif şarkılar tanzim eden N e d i m, o zaman
pek beğenilen ve umumileşen sazşairlerini taklit ederek, şu güzel türküyü
yazmıştı (Nedim Dlvanı , İstanbul, 1 29 1 , s. 1 22) :
bari edayi * Sürelim zevk-u safayi", yahut, hece veznine pek benzeyen "Kim
görse ol la' l-i mülü * Olur eslr-i kakülii * Olsam sezadır bülbülü * Açılmış b ir
sakız.gülü" gibi, o devir zevk hayatının hususi noktalarına ait telmihler,
ihamlarla dolu _bu sade terennümler, mlısıki meclislerinde, mesirelerde lez
zetle okunuyordu. Halis Efendi K ü tüphanesi' nde bu zamana ait tesadüf
ettiğim dikkate değer bir mecmuada, hece vezninin sekizlisiyle yazı l mış
birtakım garip manzumerler var ki, o devrin mesire alemlerini, kadın eğlen
celerini bütün hususiyetleriyle anlatıyor. Kimin tarafından yazıldığı tasrih
edilmemekle beraber, v a s ı f'ın te'sirinde y az ıld ığı tamamiyle anlaşılan bu
milli vezinle yazılı manzumelerden Hasb-i hal-i zendn başhklı uzun şiirin
bazı parç alarını naklediyoruz : �
1. 4· 7·
Kimisi hentuya biner, Bir bölük güzel han ı mlar, iri ıeh-dane leblebi,
Kimi salıncaktan iner, Dedim aceba bu kimler, O ıekerli muhallebi,
Kimi de kayıkla gider. O maşrfl.ba, tas slmler. Şekerli /tfbet but gibi.
.
2. 5· 8.
Sırmalı ehram serilmiş, Ferace/eri de pek denk, Kavrıd""'I fındıkçı hacı,
Biri oturup kurulmuş, Çingeneler eyler ahenk, O ıekerli dondurmacı,
Gören ona aşık olmuş. Başıma cihan oldu teng. Aman o sakız-helvacı.
.
3· 6. 9·
Çalınır bir tarafta saz, O güzel güzel fOcuklar, Bir tarafta ayı oynar,
.Man f ve şarkı yek-avaz, Ellerinde y�ylar, oklar, Bir tarafta ""!)'mun oynar,
Bir tarafta da hokkabaz. Bir tarafta da· oyunlar. Bu 'accü'l-'acdibten var.
mesini naklediyoruz :
Öyle bir yosmadır kim yoktur eşi, Kim görse beğenmez o mah-veşi,
Güzellik göğünün parlak güneşi, Muhabbet ufkunun bir ziyasıdır.
Pek yalışıdır onun şir in likiisı, Her sözü sohbeti tavr-ü edası,
Zerre denlü amma yoktur vefası, Dem-ursa da kuru iddiasıdır.
Devr-i sam isinin halka her günü, Oldu semahatle sevinç düğünü,
Bermek i denilen lran düşkünü, Bab-ı ihsanının bir gedasıdır.
-Çat-ı paki gibi c Alt' dir ismi, Devlete, millete lazımdır cismi,
Tann gölgesinin sadr-ı a'zamı, Osmanlı halkınıtr mültecasıdır.
Tann'nın katında ağ olsun yüzü Adl ile eyledi kurtlan, kuzu,
Ne lazım bu yolda uzatmak sözü, Devlet gemisinin na-hudtisıdır.
'AşIK TARZI'NIN MENŞE' ve TEKAMÜLÜ 225
ettiği his hala anlaşılıyor ve bu esrarlı karanlık altında o his, garip, ilahi,
yüksek bir mahiyet alıyordu. Veda'larda, Zend-Avesta'da Roma liturjilerinde
meçhulün bu sihirli nüfUzuna epeyi tesadüf edilebilir. Esasen bütün ede
biyat tarihlerinin ve medeniyet tarihinin tedkikleri ile sabittir ki, esatiri
şarkılar önce sihribazane bir mahiyeti haiz oldukları halde, bu dini his yavaş
yavaş yükselip gelişmeğe mazhar olmuştur. Rig- Veda ilahilerindeki mistik ide
alizm buna vazih bir delildir. İçtimai topluluk, oldukça yüksek bir dini his
ile mütehassis ve yüksek bir içtimai şekle malik olunca, husu.si şarkılar, mesela
harb şarkıları, av şarkıları, ziraat şarkıları tanzim olunmağa başlar ki, bu
temayül, dini mevzulardan dini olmayan mevzulara doğru bir tekamülün
neticesidir ( C o r n ej o, llm-i içtima'-ı umumi, c. ıı ., s. 279-285) . H e rb e r t
S p e n c e r, llm-i içtima' Esaslan adlı meşhur eserinin v . cildinde (ıv. kısım,
s. 48-68) , sınai ve mesleki müesseselerin tekamülünden bahsederken, kendi
nazariyesine bağlı kalmak için, ilk medeniyetlerin şiirini na-mefruk (farksız)
olarak gösteriyor ; bu görüş tarzına göre ilk şarkılarda lirik, epik, dramatik
unsurlar biribiriyle kaynaşmış bir halde bulunuyormuş. Zamanımızdaki
tedkikler, bunun hakikate uygun olmadığını pek ala isbat etmiştir. Mehô.di-i
San'at namındaki meşhur eserin muharriri G r o s s e , bunun aksini uzun delil
lerle isbat ediyor (Mebadi-i san' at, dokuzuncu hah, s. 1 78) ; ma<mafih bu,
hiçbir veçhile bizim yukarıdaki nazariyemizi değiştirmez : İbtidai kavim
lerin şiirlerinde tabiat ve aşk hisleri yok gibidir ; Polinezyalılar'ın, yahut
sair ibtidai kavimlere üstün şiirlere malik olan Eskimolar'ın şarkılarında
bile bu hislere tesadüf olunamıyor ; C o r n ej o'nun mütaleası veçhile, bu
hislere tesadüf edebilmek için, medeniyetin daha yukarı basamaklarına
çıkmak icabeylemekt�dir ; ma<mafih bütün bu ibtidai kavimlerde, muh
telif zevk seviyelerine mahsus muhtelif derece edebiyatları aramak hatadır :
Onların şairleri orta seviyenin üstüne nldiren çıkabilecek, kari'lerine tefevvuk
edecek bir kabiliyete malik olurlar ; hepsi ayni işlerle meşgül oldukları için,
hayatın bu zarureti, onları ayni seviyeden yukarı çıkarmaz : Bütün Avus
turyalılar'ın bi'l-bedahe şiir inşad edecek kadar şair olmaları bundan dolayı
dır. Avusturyalılar eski bir mazide gelmiş bazı pirlerin hatıralarını hala
saklıyorlarsa da, bu, kabilelerde muhtelif zevk ve his seviyelerinin varlığım
asla isbat etmez (Mebadi-i san' at, s. 2o8-2og) . Her halde, içtimai işbölümünün,
edebiyat sahasında zümre edebiyatları vücude getirecek derecedeki geniş
te'sirlerini, medeniyetin yüksek merhalelerinde aramak ihtiyacındayız.
'AŞIK TARZI'NIN MENŞE' ve TEKAMÜLÜ 229
puzları ile, ' ' Yoktur sizinle viremiz. * Eğrili gidi Eğrili " tarzında
varsağılarla bedii ihtiyaçlarını tatmin ediyorlardı 3•3• KezaHk
Şark Türkleri'nde de, Timur ahfadının saraylarında Acem beste
Eğrili, gidi Eğrili * deyu terkib-i bend edip türkü bağlamışlar idi, bu def<a
38 ilimlerde Ust1l adlı eserin Edebiyat Tarihi bölümü (S. 22 1 -264) , Paris,
yeti tam bir sadakatle izah etmek usulü, yüksek sınıf edebiyat
mahsullerini mücerred ve ferdi bir surette sıralanmaktan
ibaret olan eski nakıs tedkik usulünü kökünden yıkacaktır.
İ çtimai hadiselerin hepsinde olduğu gibi, edebi hadiseler de o
kadar karışık ve biribiriyl e o kadar alakalıdır ki, mesela biz
de, halk edebiyatını anlamadan B a k i ve N e f< i'lerin yüksek
edebiyatını kavrayabilmek imkansız ve bu ikincisini terk ve
ihmal ederek diğerlerini anlamağa çalışmak manasızdır.
Edebiyat Tarihi tedkikinde henüz hiç tatbik edilmeyen ve tat
bikı halinde uzak bir istikbalde içtimaiyat ilminin mücerred
bir nazari ilim olarak teessüsüne yardım edeceği de muhakkak
bulunan bu görüş tarzını, asıl mevzuumuza bir an evvel girmek
için, daha fazla izaha lüzum görmüyoruz . Esasen, gelecek bahis
lerde, edebi tekamül hakkındaki bu telakkinin, Aşık tarzının
tedkikinden nasıl meydana çıktığı geniş surette izah edilecektir.