You are on page 1of 527

ÖRNEKLI

HAKASÇA-TÜRKÇE
SÖZLÜK

Ekrem ARIKOGLU
-A-
a (ı.) ünl. A!, ha! "Iblhdök tınanatsan, aalay s. Pembe: "Aalay çıbek hur
haydağ polar, a?" M. Kokov ç Evin- ağamnah surıp alam."\I. Maynaşev
de dinlenip dursan nasıl olur ha?) (Dedemden pembe ipek kemer is-
teyeyim.) aalay arah pembemsi,
a, nime sin çoohtazın? a, ne de-
rengi pembeye yakın olan. aalay
din? arah kögenek kizîbîsken his pala
a (ıı.) bağ. Fakat: "A mağaa kapusta pembemsi elbise giymiş kız çocu-
kirek."H. Tinikov (Fakat bana laha- ğu.
na gerek.) aalcı (ı.) tıp. Enfeksiyon hastalıklarının
aaca 1. Nine. 2. Yaşlı kadınlara hitap genel adı. aalcı ağırığdan üreen
şekli. kîzî enfeksiyon hastalığından ölen
aahta- 1. Bağırmak, çağırmak: "Konsar kişi. uluğ aalcı çiçek hastalığı.
aahtap ılğapçathan tuhmazın kîçîk aalcı kızamık, sohır aalcı çi­
çasharça." S. Karaçakov (Konsar, çek hastalığı, çil aalcı tıp. su çiçe-
bağırarak ağlayan kardeşini sakin- ği, îzîk aalcı sıtma, çorıh aalcı sal-
gın hastalık.
leştiriyor.) Haydi aahtazan, îdök
yanılanar. Atasözü (Nasıl bağırır- aalcı (ıı.) Misafir, konuk: "Çir nime
san öyle yankılanır.) aba çili idlbîzlp aalcızın sıylaan." İ.
Kotyuşev (Yemek yapıp misafirini
aahtapça ayı gibi bağırıyor. 2. Hav-
ağırlamış.) aalcı pol-misafir olmak:
lamak, çenilemek: "Çohıraday, tura
"Amdı ol Payusanıh çurtında stol
honıp, çabal aahtap pazoh çügürîp
kistinde uluğ aalcı polip odırğan."
odır." N. Domojakov (Ala köpek, A. Çerpakov (Şimdi o Payusan'nm
bazen durup, kötü şekilde havlayıp evinde, masa başında saygın misa-
yeniden koşmaya başlıyor.) fir olup oturuyordu.) aalcı sıyla- mi­
aahtaas s. Yaygaracı, bağırtkan. safir ağırlamak: "Payusa kilin ökls
aahtas Bağırma, çığırma, yaygara. tee polza, klleg dee çoğıl, aalcı
sıylap odırça." A. Çerpakov
aahtas- 1. Bağrışmak, karşılıklı bağır­ (Payusa gelin kocasız da olsa, te-
mak: "E-e, ol palıhtapçathan pala- laşa kapılmadan misafir ağırlayıp
lar, hoora tudıp alıp, aahtasçalar, duruyor.)
iskîrgen Agur."A. Çerpakov (Heey!,
aalcıbay s. Misafirperver, konuksever:
o balık avlayan çocuklar, alabalık
"Aydo aalcıbay kîzî polcah poltır."
yakalamışlar bağrışıyorlar, diye ha-
V. Kobyakov (Aydo misafirperver
ber vermiş Agur.) 2. Havlaşmak, bir kişiymiş.)
çenileşmek.
aalcıla- Misafir, konuk etmek. Miske'ni
aahtat- Bağırtmak, bağırmasına yol ibge aalcılaam Miske'yi eve misafir
açmak. ettim.
aal 1. Köy. Ala saashan aaldan sıh aalcıhğ s. Misafirli, misafiri olan, konuğu
polbinça, izîrîk ir ibîn pîlînminçe. olan. olar aalcıhğ polğannar onla-
Atasözii (Ala saksağan köyden rın misafiri varmış.
çıkamaz, esrik er evini bilmez.) ha­ aalcıtura Otel.
lın aal büyük köy. 2. Köyle ilgili, aaldağı s. Köylü, köye ait: "Aaldağılar,
köysel, köye ait. aal sovedi köy ih- am niik tınıp, pir orınğa
tiyar heyeti, aal sovedi çıılıs çıılıshannar." İ. Topoyev (Köylüler
sıhhan köy ihtiyar heyeti toplanmış. rahatlayıp, bir yere toplanmışlar.)
aaldağı ügretçî köy öğretmeni.
3. Yurt, oba.
aal-honcıh -22-
aarhı
aal-honcıh tekr. Komşu, konu komşu. resimli ağır ipek perdeler.) 4. Ağır,
aal-honcıhtı tun ayranğa yavaş: "Anan, odırğan girmen aar
hığırcannar konu komşuyu 'tun ay- pazıstığ azahtarına tura honıp..."V.
ran' bayramına çağırmışlar. Tatarova (Sonra oturduğu yerden
aal-kün tekr. Köy halkı, aal-kün pîrîgîp, yavaş basan ayakları üzerine kal-
pomıs i t e n köy halkı toplanıp yar- kıp...) aar çurtas zor hayat, aar
dımlaşm ç kün zor gün. aar tın- zor nefes al-
mak, aar çör- gebe kalmak, aar
aalla- Konuk olmak, misafir olmak:
maşına ağır vasıta.
"Mağaa aallap kil çörîner, - teen." I.
aar (ıı.) k Oraya, öteye: "Sırayın aar
Kotyuşev (Bana misafir olunuz,
aylandırça." \l. Şulbayeva (Yüzünü
demiş.)
öteye döndürüyor.) aar- peer
aaltağ Misafirlik, misafir olma durumu.
tekr. oraya buraya, dağınık olarak.
aallas Misafirlik, konuk olma.
aar aylanza ay oshas, peer
aallas- 1. (birbirine) Misafir olmak. 2. aylanza kün oshas oraya dönse
(birbirini) Konuk çağırmak. ay gibi, beriye dönse güneş gibi.
aallat- Misafir ağırlamak, konuk etmek: aar-peer oylas- oraya buraya ko-
"Aalcını pazoh aal ibîre ortı haraa şuşmak, aar- tödîr tekr. oraya, ora­
irtîre aallattılar." G. Topanov (Ko- ya buraya, bir aşağı bir yukarı:
nuğu yine köyün yanında gece ya- "îzîkten közenekser aar-tödîr pastır
rısına kadar ağırladılar.) çörgen abis..." A. Kuzugaşev (Ka-
aallığ s. Köyü olan. köp aailığ rayon pıdan pencereye doğru gidip gelen
çok köyü olan ilçe. papaz...)
aan Kötülük getiren ölü hayvan ruhu. aar (m.) Arı: "Karın, aarlar tutça, mööt
satpaza, pilbes kaydı çurtir." N.
aday aanı ölü köpek ruhu.
Tyukpiyekov (iyi ki arıcılık yapıyo-
aancıl Melek, kızının îkî innînde îkî rum, bal satmasam bilmiyorum na-
aancıl odırça insanın iki omzunda sıl geçinirim.) aar çıdazı arı iğnesi.
iki melek oturur. aar uyazı arı kovanı.
aanı- Kazanmak, edinmek, sahip olmak.
aarçı Ayran çökeltisi, lor peyniri.
aanığ Kazanma, edinme. aarçılığ s. İçinde ayran çökeltisi bulunan
aanıs- (birlikte) Kazanmak, elde etmek. yemek, aarçılığ ügre içinde ayran
aanıt- Kazandırmak, edindirmek, elde çökeltisi bulunan çorba.
ettirmek. aar-çük tekr. Külfet, ağır yük.
aar (ı.) 1. s. Ağır, çetin, güç: "Kîzî
aarda zf. 1. Çok, fazla, aarda mayıh-
ılğaanın körerge paza isterge aar."
çok yorulmak. 2. Büsbütün, iyiden
A. Çerpakov (insanın ağlamasını
iyiye, tamamen: "Aarda sıdabin
görmek ve duymak zor.) 2. s. Ağır,
pariza, ineyîn çidînîp, hada gide
tartıda çok çeken, hafif karşıtı:
salcannar, anan hızı-kızözî
"TirlTg toraat aal arazındağt hatığ
aparğanca, çay tooza mında
çolca aar hahaanı söörtene toğdırat
çurtacannar." A. Çerpakov (Bütü-
pariğan."H. Tyukpiyekov (Terli do-
nüyle dayanamaz olunca, karısını
ru at köyün içindeki sert yoldan ağır
yanına alıp kaybolurlardı, sonra kızı
at arabasını sürükleyerek takırdat-
damadı götürene kadar, yaz bo-
mış.) 3. s. Ağır, değeri çok olan,
yunca burada yaşarlardı.)
gösterişli: " Közenekterde oyıh
hoostığ aar torğı örkller." V. aarhı s. Uzak, uzaktaki, öte, ötedeki:
Şulbayeva (Pencerelerde işlemeli, "Suum-saamğa aarhı komnatadan
-23- aastal-
aarın-
apsah sıh kilgen." N. Domojakov sünmek. 2. Yorgunluk duymak,
(Gürültü patırtıya uzak odadan ihti- kendini yorgun hissetmek.
yar ıkıp gelmiş.) aarhı sarin uzak- aarsın- 1. Sıkılmak, utanmak. 2.
tak ç yer, memleket, aarhı peerkî Ağırsınmak, yüksünmek, ağır oldu-
oradaki buradaki. ğunu düşünmek: "Aar daa polzam,
aarın- Utanmak, sıkılmak, çekinmek. adam çurtına / Aarsınmin çitîr, anı
surınçam." M. Kilçiçekov (Ağır da
aarıncah s. Utangaç, sıkılgan, krş.
olsam ata yurduma / Yüksünmeden
aarsıncah.
ulaştır, bunu istiyorum.)
aarındır- Utandırmak.
aarınıs Utanma, arlanma, sıkılma. aarsıncah kaç. s. Utangaç, sıkılgan, krş.
aarınmas s. Utanmaz, arlanmaz, sıkıl- aarıncah
maz, krş. aarsınmas. aarsınmas kaç. s. Utanmaz, arlanmaz,
aarla- 1. Ağırlamak, saygı göstermek: sıkılmaz, krş. aarınmas.
"Aalcını aarlap, postarınzar aartın zf. Uzaktan, öteden.
hığırarlar." A. Çerpakov (Misafiri a- aas (ahsı) 1. Ağız, başın ön kısmı:
ğırlayıp, evlerine çağırırlar.) "Adının ahsın tut kilîp, adın
uluğlarnı aarla- büyüklere saygı öktemnede çağdap alıp, izen dee
göstermek. 2. Biri adına kutlama pirbin, tarıncah ünnen orıstap
yapmak. 3. İkramda bulunmak. tapsaan."N. Domojakov (Atının ağ-
aarlağcı s. Misafirperver, konuksever. zını tutup, hırçınlaştırarak yaklaştı-
aarlan- Sıkıntı duymak, rahatsızlık his- rıp, selâm da vermeden, sinirli bir
setmek. sesle Rusça konuşmuş.) 2. Ağız,
aarlandır- Sıkıntı vermek. dudakların çevrelediği bölüm:
aarlanıs Rahatsız olma, rahatsız oluş. "Ağas çîrçenı tınastapçathan
aarlas- Ağırlamak, birbirine ağırlamak, aassar tut pirgen." N. Domojakov
birbirine saygı göstermek. (Ağaç kaseyi nefes alan ağza doğ-
aarlas itibar, nüfuz: "Partiya püün ru tutmuş.) 3. Ağız, kapların veya
aarlasta nimes, ülgüzin çîdir eşyaların açık yanı: "Ahsı çoh
salğan."V. Şulbayeva (Parti bugün gorşoktarda suğ daa tudılbazın
itibarlı değil, iktidarını yitirdi.) habınmaan." N. Domojakov (Ağzı
aarlastığ s. Saygın, itibarlı: "Kfzee at olmayan kaplarda su tutulamaya-
pirerî - andağ uğaa aarlastığ nime." cağını dsunememiş.) 4. Ağız, a-
G. Kazaçinova (İnsana ad vermek karsuyun üş derenin ağzı. Ah Üüs
böyle çok saygın bir şey.) ahsında çurtaan Ak Üüs ağzında
aarlat- 1. Ağırlatmak, ikram ettirmek. 2. yaşamış.
Hürmet ettirmek, saygı göstertmek.
aarlığ (ı.) s. 1. Pahalı, aarlığ knigalar aashın- Pişman olmak, pişmanlık duy­
pahalı kitaplar. 2. Kıymetli, değerli: mak.
"Altmnan aarlığ sîlıg çlidimzih." M. aasta- 1. Dedikodu etmek, biri hakkında
Kilçiçekov (Altından değerli, temiz konuşmak. 2. Demek, söylemek,
gencimsin.)" Vanya, harındastan konuşmak.
daa arlığzıh."V. Şulbayeva (Vanya, aastal- Kötü söylemek, küfretmek:
kardeşten de değerlisin.) 3. Saygın, "Polızii çoh Aydo oolahtıh açığ
hatırlı, itibarlı, aarlığ aalcı saygın tabızı aastalıp, ah sınnanıbıshan
konuk. 4. Sevgili, aarlığ nancım Yakınnah azın polbin oylapça." V.
sevgili dostum. Kobyakov (Yapacak bir şeyi olma­
aarlığ (ıı.) s. Anlı, arısı olan, arı bulunan. yan Aydocuğun acı sesi kötü söyle-
aarlığ ağas anlı ağaç. yip, vahşîleşen Yakın'dan uzakla-
aarsı- 1. Ağırsamak, yük saymak, yük- şamayarak koşuyor.)
aastan- abığa
aastan- 1. Ağzını bozmak, küfretmek:
(Yakın, vücudunun acımasına da-
"Een-aastanma, amoh min oollar
yanamayıp, gözlerini sağa sola çe-
hığır kilem." V. Şulbayeva (Yalnız virip bağırıyor.)
zannedip küfretme, şimdi gençleri abahay 1. Eş, karı. 2. Güzel, çirkin karşı-
çağıracağım.) 2. Kendisi hakkında tı: "Kem prayzman abahay?
konuşmak, aastançam Yemin ede- Matilda." V. Şulbayeva (Kim her-
rim!. kesten güzel? Matilda.) aydan arığ
aat zool. 1. Angut, ördekgillerden bir kuş abahay, künden sîlîg abahay ay-
türü. aat irepçî oshas ınağlar an- dan aydınlık güzel, güneşten parlak
gut ifti gibi sevgililer. 2. Angutla il- güzel. 3. Kraliçe.
gili ç aat nımırhazı angut yumurtası. abahayla- Süslemek, güzelleştirmek.
aatıs Uzun peynir kurutma ızgarası, ib abahaylan- Süslenmek, güzelleşmek.
üstüne salçan aatıs ev üstüne ko- abajur Abajur.
nan peynir kurutma ızgarası.
abala- Ayı avlamak.
aatta- Angut kuşu avlamak: "PîstJh
abalas- (birlikte) Ayı avlamak.
çonnıh irke huzı aattarnı, palam,
aattirğa pir dee çarabas." V. abalat- Ayı avlatmak.
Tatarova (Yavrum bizim halkımızın abalığ s. Ayılı, abalığ çir ayılı yer.
sevimli kuşu olan angutları hiç av- aban hitap sözü. (Çocuk dilinde) ba-
lamamak gerek.) bacığım): "Tfgî çalaas tağlar
ab Av. ozarinda haydağ dipolar, aban? -
aba (ı.) 1. Ayı. Aba înekke harındas tip his tigir tözlndegî çalaas
nimes. Atasözü (Ayı ineğe kardeş tağlarzar közitken."N. Tyukpiyekov
değil.) Abadan horıhsan, tayğaa (Şu dağlar karşısında neresi var
daa par polbassın. Atasözü (Ayı- babacığım?, diye kız göğün ufkun-
dan korkarsan, ormana da gide- daki çıplak dağları göstermiş.)
mezsin.) 2. Ayıyla ilgili, aba palazı abanarçı s. Kötü, kusurlu, kıt. abanarçı
ayı yavrusu, aba idî ayı eti. aba înî sağıstığ dar görüşlü.
ayı ini. abanat Borç.
aba (ıı.) sag. Baba: "Abam çaadan ayla- abanattığ s. Borçlu
nıp odır."F. Burnakov (Babam sa-
abbreviyatura gr. Kısaltma.
vaştan dönüyor.)
aba- (tef derisini) Isıtmak. abdır Sertleştirilmiş post. krş. aldır
abaa Ağabey, kendinden büyük erkek: abdıra 1. Sandık: Altın abdıramnı çil
Imıner fzîbîzîner, Payapan abaa." pazında pîr hati asçam. Bilmece.
V. Şulbayeva (İlâcınızı içiniz, Guguk kuşu. (Altın sandığımı yılda
Payapan ağabey.) bir defa açarım.) 2. Kutu.
abaan (abaay) hitap sözü. Ağabey, abhazets Abaza, Abazistanlı.
kendinden büyük erkekler için hitap abıdıl- Sallanmak: "Sarığ tonnığ çılğı
sözü. abaan ibden kilgen ağabey hadarçızı at üstünde, uluğ pizîktegi
evden gelmiş. çili, abıdıla tüs halğan." V. Kokov
aba çistegî bot. Ağaç çileği, ahududu, (Sarı elbiseli yılkı çobanı at üstün­
krş. abağadı. de, büyük beşikteki gibi sallanıver-
aba ğadı bot. Ağaç çileği, ahududu, krş. miş.)
aba çiştegî abıdıs- (birlikte) Sallamak.
abağır- Bağırmak, yüksek sesle hay- abıdıs Sallayarak avutma.
kırmak: "Yakın, idinin ağırğanına abığ bot. Bodur sedir.
sıdanmin, harahtarın alas-sulas
abığa 1. Abla. 2. Kendinden büyük kadı-
körîp, abağırça." N. Domojakov
na hitap sözü. krş. abıla
-25-
abıl aca
abıl (ı.) Büyük kürek. abıthıs Beşik.
abıl (ıı.) Bataklık içinde ormanlı tepe. abıttırt- Mayışmak, uyuşmak, uyukla-
abıl ayı Mayıs. mak: "Sarnah tanğa paza kün
çıliina abıttırt salğan çılğı
abıla- Grup hâlinde saldırmak, etrafını hadarçızı." N. Domojakov (Serin
çevirerek saldırmak: "Çalğıs ashırnı tandan ve gün ışığından mayışan
abılaan püürlernfh çîtîg, sooh yılkı çobanı.)
tîsterî." N. Nerbişev (Yalnız aygırın
abıy hitap sözü. Ağabey, amca.
etrafını çeviren kurtların keskin, so-
ğuk dişleri.) abıya 1. Amcazade, kuzen. 2. Akraba
erkeklerin birbirlerine hitap sözü.
abıla Teyze, abla, söyleyenin kendisin-
abızın Elti: "Abızmah, kîlebe. Agurnıh
den büyük kadına hitap sözü:
hılığın am na körçezm me." A.
"Çarabas, Pıçon abıya, moynı pos
Çerpakov (Elticiğim aldırma,
torğayahtı çarabas." N. Domojakov
Ağur'un huyunu yeni mi görüyor-
(Yaramaz, Pıçon abla, boynu boş sun.)
toygar yaramaz.) krş. abığa
abissinets Habeş, Habeşistanlı.
abılağ Saldırı, sürü olarak saldırma.
abonement Abonman.
abılan- Grup hâlinde saldırıp avlanmak.
abonent Abone. abonementten
abılas- Grup hâlinde saldırmak, (birlikte) tuzalançathan kîzî abonent
saldırmak. polcan abonelikten faydalanan kişi
abılat- Grup hâlinde saldırtmak, hücum abonedir, abonirovat pol- abone
olmak, teatrda loja abonirovat
ettirmek.
pol-tiyatroda loca abonesi olmak.
abır Zengin akrabaların yaptığı ödünç abordaj Borda, rampa.
mal yardımı, at abın atı ödünç ola-
rak vermek. abort Çocuk düşürme, düşürtme, ara
abırla- Ödünç istemek, inek abırlap tastaanı orıstap abort polça ço­
cuk düşürmenin Rusçası abort'tur.
parça ödünç inek istiyor.
abra Telega, atlı araba; at arabası.
abırthı Yulaf unu veya tahılla yapılan
iecek türü: "Talğannı ayrannan a- abrikos 1. Kayısı (meyvesi) 2. Kayısı
ç ay ba abırthınah haarıp, îzîp alzah, (ağacı) abrikos ağazı kayısı ağacı.
haydağ daa aar toğısta tabırah abrikos varenyezî kayısı reçeli.
suhsabassıh, astabassın." N. absolyutizm Mutlakiyet, saltçılık.
Tyukpiyekov (Kavrulup dövülmüş absolyutnay s. Mutlak, salt.
buğdayı ayranla veya abırthıyla ka- abstraktno zf. Soyut, mücerret: "Sin,
rıştırıp yersen, ne kadar da zor iş îcen, abstraktno çoohtanma." V.
olsa çabuk acıkmazsın.) ons Şulbayeva (Sen, anne, soyut ko-
abırthızı kvas (biraya benzer bir tür nuşma.)
içecek.) abstraktsiya Soyutlama: "A-a, söögîçoh
abis Papaz: "Ol uroktı minin alnında söster ol, îcen, abstraktsiya." V.
abis pirgenneh peer üs ay irtîp par- Şulbayeva (A, içi boş sözler bunlar
dı." A. Kuzugaşev (Dersi papaz anne, soyutlama.)
verdiğinden beriliç ay geçti.) abzats Satır başı, paragraf.
abıshacah İhtiyar, yaşı ilerlemiş. aca 1. Ağabey: "Hığır, aca, pu pismonı."
V. Şulbayeva (Oku, ağabey bu
abıt- Avutmak, dinlendirmek: "îzîg künde
mektubu.) 2. Amca: "Haydan
sarnah abıtça noza."N. Domojakov
körçezer, Sıbos acamnah Toray
(Sıcak günde rüzgâr serinliği din- acam sınap gide salarlar." A.
lendiriyor ne de olsa.)
-26-
açan açıl-
Çerpakov (Ne biliyorsunuz, Sıbos kargamış.) 2. Acılaşmak. 3. Üzül-
amcamla Toray amcam belki ger- mek, kederlenmek/
çekten gelirler.) açığlığ s. Acılı, üzüntülü.
açan hitap sözü. Amcacığım, ağabeyci- açıh (ı.) S. 1. Açık, üstü kapalı olmayan
ğim: "Todıl açan, tohta, - ağırın yer: "Annah pasha ol arada uluğ
tapsaan Tireek." A. Çerpakov (Todıl açıh hazaa." V. Kobyakov (Ondan
amca dur, yavaşça seslendi başka orada büyük açık ahır.) 2.
Tireek.)
Açık, iki ucu birbirine bağlı olma­
açı Amca çocuğu, açı harındas tekr. yan: "Açıh tînîn at pazı nah sol
amcazade, açı piçe tekr. amca kı- hırına azıra tastabıshan." V.
zı. Kobyakov (Açık dizginini atın ba-
açı- 1. Acımak, ekşimek, süt acıdı süt şından atarak sol yanına geçirmiş.)
ekşidi, bozuldu. 2. Sızlamak, acı- Çatısının çolı açıh, çabalnın çolı
mak, çüreem açıpça yüreğim çabıh. Atasözü (Güzelin yolu açık,
sızlıyor.
kötünün yolu kapalı.) 3. Açık, en-
açıbaan s. Mayasız, tatsız. gelsiz: "Kün harağı kîrçetken
açığ s. 1. Acı, tatlı karşıtı, açığ muksun açıhtarda hushacahtar ön ne pazı
acı soğan. 2. Acı, keder: "Andağ tabısnah sarnasçathannar." S.
açığnı paza sıdap polbin." V. Çarkov (Gün ışığı giren açıklarda
Maynaşev (Böyle acıya bir daha kuşlar farklı seslerle ötüşüyorlar.)
dayanamayıp.) Açiina tus salba, krş. azıh.
ayranına süt urba. Atasözü. (Acı-
sına tuz ekme, ayranına süt dök- açıh (ıı.) Av, avlanma, ancılar açıhha
me.) Açığ nimee kîrbeende, parğan avcılar ava gitmiş.
tadılığ nime tanıbassın. Atasözü açıh-çanh tekr. 1. Açık, aydınlık: "ibnîh
(Acıya düşmeden, tatlıyı tanımaz- îstî allığ, açıh-çanh." V. Kobyakov
sın.) 3. Acı, şiddetli: "Mındağ açığ (Evin içi geniş açık aydınlık.) 2.
soohtığ, amir haraalarda ças Parlak, güzel: "îcezî, açıh-çanh
hulunnığ çılğılar hıralar ornında sıraylığ ipçi, hızıcaan pozına çaba
honadır." N. Nerbişev (Böyle şid­ tartıp, nımzah sastığ pazıcaanah
detli soğuklu, sakin günlerde genç
sıybaan." N. Domojakov (Annesi
kulunlu yılkılar tarlalarda geceler.)
açığ hıshı acı ciğlık. 4. Ekşi. 5. parlak yüzlü kadın, kızını kendine
Rahatsızlık veric ç açığ as alkollü çekip, yumuşak saçlı başından
içecek: "As-tamah çazap, açığ as sıvazlıyor.) 3. Açık, apaçık, belirgin:
turğızıp, uluğ siy salğan." A. "Anan, homzınıstığ sağıstarın hıya
Çerpakov (Yemek yapıp, içki hazır- tastap, açıh-çanh çooğın hoşça."V.
fayıp büyük ağırlama y a p m . ) açığ Tatarova (Sonra, kötü fikirlerini bir
suğ içki, alkollü içecek ış votka: tarafa bırakıp, açık sözüne devam
"Pîske îzTrtçe açığ suğnı." V. ediyor.) 4. Şen şakrak, neşeli:
Mayneşev (Bize içiriyor içkiyi.) açığ "Olarğa paba-îcelernîh kömes tee
tîl acı söz: "Payağı çazıda açıh-çanh külînîsterî uluğ sıyıh
toğashan açığ tîl çi?"N. Domojakov oshas potadır." N. Tinikov (Onlara
(Deminki ovada karşılaştığı acı söz anne babalarının biraz neşeyle
ne?) gülmeleri büyük ödül gibi gelmiş.)
açığlan-1. Sinirlenmek, öfkelenmek: açıl- Açılmak: "Torkanıh harahtan uluğ
"Açın paynıh hıytığın / Açığlanıp ol açılıbıshannar." V. Kobyakov
harğaan." P. Ştıgaşev (Aç gözlü (Torka'nın gözleri irice açılıvermiş.)
zenginin cimriliğini / Sinirlenip o krş. azıl-
açılış -27- adal-
açılıs Açılma, açılış. açırğastığ s. Üzüntü verici, acınacak :
açın s. 1. Aç gözlü: "Çe köp polğan açın "Sığararçıhpın. Açırğastığ, andağ
annar çalğıs ashırğa." N. Nerbişev zakon çoğıl." V. Şulbayeva (Çıka-
(Fakat fazla gelmiş aç gözlü yırtıcı- rırdım. Üzüntü verici ki öyle bir ka-
lar yalnız aygıra.) 2>irtıcı, vahşî. nun yok.)
açın hustar yırtıcı kuşlar: açırha- Aç gözlülük etmek, tamahkârlık
"Kürgennîh hırında açın hustarnıh etmek.
tük-tağı cayıl haltır." N. Domojakov açış Acıtma, ekşitme.
(Kurganın üzerinde yırtıcı kuşların açış- (ı.) (birlikte) Açmak.
tüyleri yayılmış.) açış- (ıı.) 1. Acı duymak, acımak: "Anı la
açın- (ı.) Acımak, merhamet etmek: isterıneh, Aydonıh çüregî, nime
" Huday-abacah andada sağaa hazalğan çili, açıza tüsken." V.
açınar." V. Şulbayeva (Tanrı o za- Kobyakov (Onu duyar duymaz,
man sana merhamet eder.) Aydo'nun yüreği, bir şey saplanmış
gibi acıyıverdi.) 2. Ekşitmek, tadını
açın- (ıı.) Aç gözlülük etmek.
acı hâle getirmek. 3. (birlikte) Acı­
açınaacı s. bk. açıncah mak, üzülmek.
açıncah s. Merhametli, krş. açınaacı açıt- 1. Acıtmak: "Nımırtah, nımırtah /
açınıs- (birbirine) Acımak, acısını Çüreeçeemnî açıtpa." V. Şulbayeva
paylaşmak. (Kuş kirazı, kuş kirazı / Yüreciğimi
acıtma.) 2. Mayalamak, ekşitmek.
açınıs Merhamet, acıyış.
3. Acılaştırmak.
açınıstığ s. Acınacak, zavallı, açmıstığ
açıthı Maya.
körîngen zavallı görünmüş.
ada 1. Baba: "Min dee adamnan tanı zıp
açınmas s. Acımasız, merhametsiz. alarga. Min Timke oolğıh polçam."
açırğan-1. Sinirlenmek, öfkelenmek: V. Şulbayeva (Ben de babamla ta-
"Anan, acırgan parıp, tartıbısham." nışayım. Ben Timke oğlun oluyo-
V. Şuibayeva (Sonra, sinirlenip çe- rum.) 2. Ata. Ada çirîne ay-tıs
kiverdim.) 2. Üzülmek, acımak. pirbes; uluğnı uludar, klçîgnî
açırğancıh s. 1. Kızgın, öfkeli. 2. Üzücü. kîsteder. Atasözü (Ata yerine hu-
zur vermez, büyüğü uludur, küçüğü
açırğandır- 1. Sinirlendirmek, öfkelen- kişnetir.) ada çir- suu ana yurt,
dirmek: "Tapsaan Hohanah ağa, memleket: "Ada çir-suubıs
Kabrisfi açırğandırıp." İ. Kostyakov çobağda, arğıstar,-teen ol amir,
(Seslenmiş Hohanah ona, Kabris'i hoyığ ünneh." F. Burnakov (Ana
sinirlendirip.) 2. Üzmek, canını sık- yurdumuz acı içinde arkadaşlar,
mak. demiş o sert bir sesle.)
açırğanıs 1. Üzülme, kederlenme, üzün- ada- 1. Adını söylemek, adıyla hitap
t ü . 2. Sinirlenme, öfkelenme, kız- etmek: "Ol pozın îdi irkelep adaan
gınlık, krş. açırğas kîzînî am na kördü." V. Kobyakov
açırğanıs- (birbirine) 1. Üzülmek, keder- (O, kendi adını böyle sevgiyle söy-
leyen birine yeni rastladı.) 2. Ad
lenmek. 2. (birbirine, birlikte) Sinir­
vermek, ad koymak: "Minîh adam
lenmek, kızmak.
adaan adım par." V. Şulbayeva
açırğas Üzüntü, keder, acı: "Çe olarnıh (Benim babamın koyduğu adım
köglerînde / İstîl parça açırğas taa." var.)
N. Tinikov (Fakat onların şarkıların- adağ 1. Adlandırma. 2. Telâffuz etme.
da / Duyuluyor keder de.) krş. ada- îce tekr. Ebeveyn.
açırğanıs
-28-
adalğı aforizm
adal- Adlandırılmak: "Töreen tîlde pray adılğa Ayran karıştırma sopası krş. adığ
adalçalar / Nince le par ahnar, adım Hakas millî elbisesinin eteğindeki
hustar." M. Kilçiçekov (Ana dilde süs.
hep adlandırılmakta / Ne kadar var-
adımna- Giysiye şerit dikmek.
sa avlar, kuşlar.)
adına Dağarcık, torba.
adalğı Küçük balta, nacak.
adalğı padej gr. İsmin yalın hâli. adır ünl. A dur!, Dur hele!: "Harassam,
naukanı isker çörgizem, andağ
adalıs Adaş: "Anı iki pöle, ağaaoh adalıs
toğıs la polzın adır." G. Topanov
çarıh ünnig uluğ nimes suğ ahça."
F. Bumakov (Onu ikiye bölerek, (Çalışırsam, bilimi doğuya getiririm,
onunla adaş güzel sesli küçük dere öyle iş de olsun hele dur!)
akıyor.) krş. adaş (ı.) adırğa Dokuma tezgahında uzun ipleri
adan (ı.) 1. zool. Erkek deve. 2. mec. ayıran araç.
(Kam) Tefi. adjaretster Acarlar. Acar halkından
adan (ıı.) Savunma, müdafaa etme. olanlar.
adan- Adlanmak. administrativnay s. İdarî, yönetimsel.
adancıl Savunucu, müdafi. administartivnay ondaynan
çarğanı idarî bölgelere ayırmak.
adanmınan hitap sözü. Saygın, saygı-
administrator İdareci, yönetici.
değer.
adanna-Taklit etmek. administratsiya Müdüriyet, yönetim.
adaş (ı.) Adaş. krş. adalıs. administrirovat pol-Yönetmek.
adaş (ıı.) Ata, cet. admiral Amiral, admiral kibî amiral
elbisesi.
adaş (m.) Adlandırma, isim verme.
adaş- 1. Adaş olmak. 2. Birbirine ad adres Adres, poçta adrezî posta adresi.
takmak. adresant Gönderici.
adat- İsim verdirmek, ad koydurmak. adresat Alacak olan, alıcı.
adattır- Telâffuz ettirmek. adresovat pol- Birinin adına gönder-
aday Köpek. Çabal kîzî çağadan mek.
habadır, çabal aday soonan adrestığ s. Adresli, adrestığ pis'mo
habadır. Atasözü (Kötü kişi yaka- adresli mektup.
dan tutar, kötü köpek arkadan ka- advokat Avukat.
par.) adyutant Yaver.
adayam hitap sözü. Yavrucuğum, sevgi-
lim. aerodrom Hava meydanı, hava alanı.
aday-hus tekr. Evcil hayvanlar, mal(iar): aeroklub Havacılık kulübü, havacılık
"Mal daa, aday-hus taa tabıs derneği.
sığarbaan." V. Kobyakov (Mal da aeroklub Havacılık kulübü.
kuş köpek de ses çıkarmamış.)
aeroplan Uçak.
aday kögenegî Bebeğin ilk giysisi.
aeroport Hava limanı, hava alanı.
adaylığ s. Köpekli. adaylığ kîzî köpekli
aerosor Motorlu kızak.
kişi.
aerostat Hava balonu.
aday taban 1. Enik 2. mec. Köpoğlu.
affekt Şiddetli sinir bunalımı.
aday-tülgü tekr. Bir çocuk oyunu.
adıgeyetsler Adıgeyler. afgannar Afgan, Afganistanlı.
adığ Ayran karıştırma sopası, krş. afişa Afiş.
adılğa aforizm Aforizm, özlü söz.
afrikanskay ağartıs
afrikanskay s. Afrika'yla ilgili, Afrikalı. ağaa (ıı.) zm. Ona: "Am pu künnen sığa-
agent 1. Acente. 2. Ajan. ra ağaa/Amir çurtas kirek polar tip."
agentsvo Acente, ajans. M.Kilçiçekov (Şimdi bugünden son-
ra ona / Rahat hayat gerekir deyip.)
agentura İstihbarat servisi.
ağaa hoza zf. Üstelik, ayrıca: "Ağaa
agglyutinativnay gr. Bitişmeli (dil), ilti-
hoza, Hoortay haçan daa kfzî
sakî. nimezine tenmeen." N. Domojakov
agglyutinatsiya gr. Bitişme, bitişim. (Ayrıca, Hoortay hiçbir zaman in-
agitator Ajitatör, propagandacı. sanların eşyasına dokunmamış.)
agitatsiyonnay Ajitasyon, propaganda- agahta- Ağnamak, toprakta yuvarlan-
cılık. mak.
agitatsiya Ajitasyon, propaganda. agahtan- Ağnamak, (hayvan) yere yatıp
agitirovat pol- Propaganda yapmak. yuvarlanmak.
agitkampaniya Propaganda kampanya- ağamdıh s. bk. ağamsıh, ağılbay
sı. ağamsıh s. Beyazımsı, ağamsıh sarığ
açık sarı, krem renginde, krş.
agitkollektiv Propaganda grubu.
ağılbay.
agitmassov Propaganda kampanyası. ağan Dede(ciğim.) (Genellikle babanın
agitpunkt Propaganda merkezi. babası için kullanılan hitap sözü.):
agrarnay s. Toprakla ilgili, agrarnay "Mağaa, ağan, nımahtarın kirek
surığ toprak meselesi. çoğıl. Olarnı kiçlg palaiarğa ıs
agregat Makineler takımı, ünitesi. çörîner." V. Tatarova (Dedeciğim,
bana masalların gereği yok. Onları
agressivnay s. Saldırganlık. küçük çocuklara anlatınız.)
agressiya Tecavüz, saldırganlık. ağar- 1. Ağarmak, beyazlaşmak, harlığ
agressor Saldırgan, mütecaviz. hıshı keldi, çazılar ağar pardı karlı
agrobiologiçeskay s. Agrobiyolojik, kış geldi ovalar ağardı. 2. Aydın-
tarım biyolojisiyle ilgili. lanmak, tigîr ağarıbıstı gök ağardı.
agrobiologiya Agrobiyoloji, tarım biyolo- 3. Ağarmak, kırlaşmak, pazı ağar-
jisi. saçları ağarmak/4. Rengi atmak,
ağarmak, sırayı ağar- yüzü ağar­
agronom Tarım uzmanı: "Sîrernın mak, solmak. 5. Rengi solmak, at­
pastiinar, sovhozha agronom mak, pladım künge ağar pardı el-
polarğa hığırıp, mini çoo haîhırttı." bisem güneşten ağardı.
G. Topanov (Sizin müdür, beni
ağar çaa tekr. Kanlı savaş.
sovhozda tarım uzmanı olmaya
çağırarak çok güldürdü.) ağar suğ Akarsu: "Hum cazı halza
îstînde / Humın çuup ağar suğ
agronomiçeskay s. Tarım tekniğiyle polğay"M. Kokov (Kum yazı kalsa
ilgili, agronomiçeskay institüt Ta- içinde / Kumunu yıkayan akarsu
rım enstitüsü. varmış.)
agronomiya Tarım bilgisi. ağart- Ağartmak, beyazlatmak: "Anın
agrotehnika Tarım tekniği. sırayı ot çarığında, tos çili, ağarta
ağa 1. Dede, babanın babası: "Hoortay tartıp parğan körîn turadır." V.
ağa irtök turadır." N. Domojakov Kobyakov (Onun yüzü ateş ışığın-
da, kütük gibi, ağarmış görünüyor-
(Hoortay dede erken kalkar.) 2. Ba-
du.)
ba tarafından büyük erkekler.
ağartıs Ağartma, ağartış.
ağaa (ı.) Ağabey.
agas -30-
agır-
ağas 1. Ağaç. Ağastı pîr hati saap ha geniştir.) Arağa ardatça, ağıl
andara kis polbassın. Atasözü (A- sağıstı saybapça Atasözü. (İçki
ğacı bir defa vurmakla kesip yıka- yorar, aklı fikri dağıtır.) ağıl sağıs
mazsın.) sırğay ağas kuru ağaç. tekr. akıl fikir.
ağas odırtarı ağaç dikme. 2. s. ağıl (ıı.) 1. (ok) Ucu. 2. İğne. 3. (balıkta)
Ağaçla ilgili, ağaç. ağas Solungaç.
promışlennozı ağaç sanayii, ağas ağıl- Alıp gelmek, getirmek: "Ağıl
tahta ağaç köprü. pirbeze, 'me-e-e' tıp tapsapçam."
ağasta- Ağaç kesmek. N. Tinikov (Getirmezse: "mee-e" d i -
ağas-tas tekr. Ev bark. ye sesleniyorum.)
ağastığ s. Ağaçlı: "İrten sıhhan kûn ağılan Tenha, sakin: "Ağıları çathan
harağı, iirgî tuşta çabırılabas, kider Hakasiyanı / Aasha daa albacah ah
tutyan aram ağastığ tağnın pazına han." M. Arşanov (Tenha duran
kölenîbîsken." V. Kobyakov (Sabah Hakasya'yı / Ağzına da almamış Ak
doğan güneş akşam vakti arkada Han.)
duran seyrek ağaçlı dağın başına ağılahha zf. Yalnız, yalnız olarak.
yaslanmış.) ağastığ uçastoğ ağaç­
lı meydan. ağılan- Toprakta yuvarlanmak, krş.
ağahtan-
ağa-uucalar tekr. Dede nineler, atalar,
büyükler: "Ağa-uucalar çüs çil ağılbay s. Beyazımsı: "Hayzı iblerdeh
minin alnında püdîrgen irgl soğın- ağ ilbay kök ıstar sıhhlapçathannar."
mağın turalarda." V. Şulbayeva N. Domojakov (Bazı evlerden be­
(Dede nineler bundan yüz yıl önce yazımsı mavi dumanlar çıkıyor.)
yapılan eski püskü evlerde.) krş. ağamdıh, ağamsıh.
ağazah Fidan, ağaççık. ağıldır- Getirtmek: "Yakın çılnıh hoyın
ağbah s. Dağınık (saç): "Çirden kök irte çashıda hadarçılarına peer
odıcahtar körînglep odırçalar paza, ağıldıradır." V. Kobyakov (Yakın,
ağbah sastığ kîzınm sastarı çîli." V. her yıl koyunlarını baharın erkek
Kobyakov (Yerden yeşil otlar görü- vaktinde çobanlarına buraya getirti-
nüyorlar yine, dağınık saçlı kişinin yor.)
saçları gibi.)
ağılla- Ağla balık tutmak.
ağbah ot bot. Deve elması.
ağın 1. Akım. çılığ ağın sıcak akım. 2.
ağbahna- (saç) Karışmak, karmakarışık
Akma, akış. ağın suğ a) akarsu, b)
olmak'.
akımı fazfa olan su. Alığ kî z înî
ağbara- (saç) Karmakarışık olmak, da-
albınan, ağın suğnı salbınan Ata­
ğılmak, krş. ağbay-
sözü (Aptal kişi konuşmayla anlaşı-
ağbarat- (saçfKarıştırmak, dağıtmak.
lır, akarsu salla geçilir.) 3. Akın,
ağbay- (saç) Karmakarışık olmak, da- göç, kuşların sürü hâlinde göçü:
ğılmak: "Ağbah sastığ kîzînîh "Küsküde ağın pariza / Pazoh oyın
sastarı çîli, çılahottar ağbayızıp
turğıs parça." N. Tinikov (Güzün
odırçalar" V. Kobyakov (Karışık
göç ederken / Yine oyun oynuyor.)
saçlı kişinin saçları gibi, otlar birbi-
rine karışmış duruyorlar.) krş. ağınna- Kuşlar göç etmek.
ağbara- ağınnığ s. 1. Akışı yüksek su, akımlı. 2.
ağıl (ı.) Akıl: "Algım çirnîh üstü / Uğaa Akın, göçmen kuşların göçü.
algım potadır. /Ağıllığ kîzînîh ağılı / ağır- 1. Ağrımak: "Pazım minîh
Annahoh ali iğ potadır. S. Kadı şev ağırbinça, îceh."V. Şulbayeva (Be-
(Geniş yeryüzünün üstü / Çok ge- nim basim ağrımıyor, anne.) Pas
niştir / Akıllı kişinin aklı / Ondan da- ağırza ş paltırğa niik. Atasözü (Baş
ağrısa baldıra hafif.) 2. Hasta ol- (Böyle şişlik nasıl ağrıtmayacaksa.)
mak: "Feofan ağırca. Tözekteh dee palığnı ağırt- yarayı deşmek.
turbmça." V. Şulbayeva (Feofan ağış- Akıtmak: "Oolnın, ahsına üs-tört
hastalandı, döşekten bile samnah suğ ağıshan." N.
kalkamıyor.) krş. ağrı- Domojakov (Oğlanın ağzına üç dört
ağıraaçı s. Hastalıklı, zayıf, mariz. kaşık su akıtmış.)
ağırığ tıp. 1. Hasta: "Payapan pırolığ, çe ağıspa Balık ağı.
ol am ağırığ, körceh kîzîzî çoğıl."V.
ağıştır-Akıttırmak.
Şulbayeva (Payapan suçlu/fakat o
şimdi hasta, bakacak kimsesi yok.) ağıt- Şarkı söylemek.
2. Ağrı, sızı. tîs ağırii diş ağrısı. 3. ağıya hus zool. Tepeli doğan.
Hastalık, harah ağırığları göz has- ağızığ Akıtma, akıtış.
talıkları. ağlah 1. s. Az sayıda, ağlan çon sayısı
ağırığlığ s. Hasta, hastalıklı: "Hotı az halk. 2. s. Ücra, tenha, ıssız.
huzurii ağırığlığ ulğaat parğan ağlah çir ıssız yer. 3. zf. Yalnız, tek
kîzînî türce dee soona saldırbin başına, alında ol ağlahha çurtaan
kizîbîzerî kirek polça." i. Kotyuşev önce o yalnız yaşamış.
(Apandisit hastalıklı kişiyi hiç za-
ağlan- Ağnamak, toprakta yuvarlanmak.
man kaybetmeden ameliyat etmek
gerek.) ağnıh Samur yakalama tuzağı.
ağırıs s. Ağır, yavaş, sakin. ağrı- Ağrımak, krş. ağır-
ağrin zf. Yavaş, sakin. Ağrin parzan,
ağırın zf. Yavaş, ağır: "Sanca ağırın daa
çoohtanza, anı prayzı is salğan." İ. ırah polarzın Atasözü. (Yavaş gi-
Topoyev (Sanca, yavaş da konuşsa dersen, uzağa varırsın.) ağrin arah
onu hepsi duymuşlar.) ağırin- Yavaşça, ağırca, krş. ağırın
köölce tekr. yavaş yavaş; şöyle ağrincah zf. Yavaşça, sessizce.
böyle: "Ağıhn-köölce çilçörcem."M. ağzır s. Seyrek
Şulbayeva (Şöyle böyle yaşıyo-
ah (ı.) s. 1. Ak, beyaz, ah plat beyaz
rum.)
elbise, ah çahayah oshas
ağırsı- Kendini iyi hissetmemek. köbîkternen çazağlığ polğan ak,
ağırsım s. Ağrılı, acı veren: "Çüreenîn çiçek gibi köpüklerle süslenmiş i-
haydağ-da ağırsım ünnerîn is taap miş. ah arah beyazımsı. 2. Güzel,
odırğan." N. Nerbişev (Yüreğinin alımlı: "Ah tayğazınıh annarınan /
her türlü ağrılı seslerini dinleyip dur- Arığlarınıh hustarınah." M. Arşanov
muş.) (Güzel taygasmın avlarıyla / Or-
ağırsın- Rahatsızlık duymak. manlarının kuşlarıyla.) 3. Ak, kır. ah
ağırsınıs Rahatsızlanma, kendini iyi sastığ kır saçlı. 4. Kır, boz. ah at
hissetmeme. kır at. 5. Masum, suçsuz, anın ahin
ağırsınıstığ s. Ağrıtan, acı veren, sızla- haydan körim onun suçsuz oldu-
tan: "Yağor ol külînîste kinetîn uğaa ğunu nereden bileyim, ah küren
sürdesfig, çürek ağırsınıstığ bej (rengi.), ah oy ak kula. ah
sustalıstar kör taphan."N. Nerbişev hamahtığ sakar, alnında akı olan
(Yağor, o gülümsemede aniden çok hayvan, ah azahtığ hızıl toraat ak
korkunç, yürek ağrıtan pırıltılar gör- ayaklı kızıl doru at. ah sağıstığ s.
müş.) iyi kalpli, iyi niyetli, iyi düşünceli:
ağırt- Ağrıtmak: "Mındağ sîsteg nime "Pray ah sağıstığlar sinîh sarihda."
haydi ağırtpas sa." I. Kotyuşev V. Şulbayeva (Bütün iyi düşünceli-
-32- ahsafinada
ah
ler senin yanında.) ah aba zool. ak solumak. 2. (köpek) Dili dışarda so-
ayı, kutup ayısı, ah ahsır zool. bir luklanmak.
ördek türü. ah çayaan Budizm, ah ahınnas- Soluk soluğa kalmak: "Sah ol
halas beyaz ekmek, ah it beyaz et. tuşta injenerneh Sanpir apsah
ah kiik zool. geyik, ah kiik palazı ahıhnaspinah çitkenner." S. Çarkov
geyik yavrusu, ah kiik müüsterî (Tam o sırada mühendisle Sanpir
geyik boynuzları, ah kiik odı bot. soluk soluğa ulaşmışlar.)
kutup likeni, ah köten zool. bir tür ahınnastığ s. Yorgun, bitkin: "Pazoh
kuş. ah palıh zool. bir tür somon. çağınahtın çitken irfnîh ahınnastığ
ah parcıh zool. sığırcık, ah pırçıh ün/VN. Domojakov (Yne yakından
ak nohut, ah sarığ baba tarafından gelen kocasının yorgun sesi.)
akraba kişi. ah saydan ıvır zıvır, ev ahpıyah Oyuncak, kukla.
eşyası, ah sır allık, ah tas su mer- ahsa- Aksamak: "Ol, sol azağın eeldıre
meri, kaymak taşı. ah tirek bot. ak- pazıp, ağassar ahşap çor sıhhan."
kavak: "Ol odırthan ah tirekter/ V. Kobyakov (O, sol ayağını eğerek
Turadan pözîk ös parğannar." M. basıp, ormana doğru aksayarak git-
Kilçiçekov (Onun diktiği akkavaklar/ miş.)
Evden yüksek büyümüşler.) ah
ahsah s. Aksak, topal: "Kop hoynıh
tülgü zool. Ak tilki.
soonah pastanaalbin, pır toyman
ah (ıı.) Hedef, nişan tahtası. hara ahsah hoyıcah."V. Kobyakov
ah- 1. Akmak. İkî çahsı pîrîkse, (Çok koyunun arkasından yürüye-
arazınnaîi suğ ahpas, îkî çabal meyen, boynuzsuz kara topal ko-
pîrîkse, arazınan han ağar. Atasö- yuncuk.) Aal arazında ahsah
zü (İki güzel bir olsa, arasından su putuh çörçedir. Bilmece, ayak sesi
akmaz, iki kötü bir olsa, arasından (Köy içinde aksak horoz yürüyor.)
kan akar.) han palığdan a h a kan ahsah-püksek tekr. Topal kambur, sa-
yaradan akıyor. 2. Suda süriç klene- kat: "İbdeh sıhpacah ahsah-
rek ^gitmek: "Ağın suğlarnı indîm / püksekter, kirî-hurular çiitternm
Ahça tayğanıh ağazı." M. Arşanov soonca çolca subalızıbıshannar."
(Coşkun sular aşağı / Akıyor orma- M. Kokov (Evden çıkmayan topal
nın ağacı.) kamburlar; yaşlılar gençlerin ardın-
ahça Para:" Yakın mağaa, anın malın dan yola dizilmişler.)
hadarğan üçün, ahçanı süreelîg ahsan- 1. Söylemek, anlatmak. 2. Dua
pirîbîstî."V. Kobyakov (Yakın bana, etmek, yalvarmak.
onun malını otlattığım için parayı ahsanıs 1. Söyleme, söyleyiş. 2. Dua
sürekli verdi.) Hızıl tülgü ahçaa etme, yalvarma.
turcafi, his kîzî halına turcafi. Ata-
ahsanna- Aksamak: "Külye iney 'huday-
sözü (Kızıl tilki para için bekler, kız
huday' la tirge mahzıri, nandıra
kişi başlık için bekler.) çaçın ahça
ahsahni halğan." N. Nerbişev
kağıt para. ahçazı çoh parasız, pa-
(Külye nine: "Tanrım, Tanrım" diye-
rası olmayan; ahça çoh parasız.
rek acele edip, dönüp aksayarak
kümüs ahça gümüş para.
gitmiş.)
ahçalığ s. 1. Zengin, parası olan. 2.
ahsafinada zf. Aksayarak, topallayarak:
Yanında para bulunan, paralı.
"Hıshırıp ala îzîkser ahsahnada
ahçalığzın ma? paran var mı?. haalap sıhhan." A. Çerpakov (Bağı-
ahhay Halk, topluluk. rarak kapıya doğru aksayarak çık-
ahınna- 1. Soluk soluğa kalmak, hızlı mış.)
ahsımay -33- aktual'nay

ahsat- Aksatarak yürütmek, topallatmak. korkudan şaşkın görünüyor.


ahsı bk. aas akademiçeskay s. Akademik, akade-
ahsımay s. Arsız, hayasız. miyle ilgili, akademiçeskay ças
ahsır Aygır. krş. ashır Akademik saat.
ahta (ı.) Köpeği iğdiş etme. akademik Akademi üyesi.
ahta (ıı.) Geyiğin postundaki beyaz leke. akademiya Akademi: "Mında toğınar
kiiktîn ahtazınan pörîk itken geyi­ üçün Moskvada akademiyanı
ğin postunun beyaz yerinden börk tooshan tîpçe polbas pa za." G.
yapmış. Topanov (Burada çalışmak için mi
ahta- Aklamak, suçsuzluğunu ortaya Moskova'da akademiyi bitirdin de-
çıkarmak, pırolığ polzam minî mezler mi ya.)
ahtabazçıhtar suçlu olsaydım beni akatsiya bot. Akasya.
aklamazlardı. akkaya ünl. Ha!, ya!
ahtağ Aklama, suçsuzluğu ortaya çıkma. akkompanement müz. Eşlik, refakat,
ahtal- Aklanmak, suçsuzluğu ortaya vomal.
çıkmak.
akkompanirovat pol- Vokalistlik, eşlik
ahtala- (köpeği) iğdiş etmek. îrgek
etmek.
adaynı ahtala- erkek köpeği
iğdiş etmek. akkompanivator Vokalist, eşlik eden.
ahtan- Aklanmak, suçsuz bulunmak: akkord müz. Akort.
"Tın ahtanma, püürîcek! Cazı anın akkordeon müz. Akordeon.
tut polbazan, aal malın kites akkreditiv ekon. Akretitiv.
sıhçazıhf N. Tinikov (Kendi kendini akkumulyator tek. Akü, akümülatör.
aklama kurtcagız! Yazıdaki vahşî
akkumulyatornay tek. s. Aküyle ilgili.
hayvanları tutamazsan evcil hay-
vanları gözetlemeye başlıyorsun!) akrobat Akrobat, cambaz.
akrobatiçeskay s. Akrobatik, cambazla
ahtanaaçı s. Aklanmış, aklanan.
ilgili.
ahtanıs Aklanış, aklanma.
aksiyoma Aksiyom.
ahtar Aklar, kral yanlıları, komünizm
akt Eylem, hareket, prolağ akt iddiana-
karşıtları: "Olar ahtar (kazaklar)
polğannar." V. Kobyakov (Onlar Ak­ me.
lar 'Kazaklar' imiş.) aktiv İleri gelenler, partiynay aktiv Par-
ahtas- 1. Yalvarmak. 2. Tövbe etmek. tinin önde gelenleri.
suğnı kizerge ahtashan polğan aktivist Faal üye.
suyu geçmeye tövbe etmiş. aktivnay s. Faal, aktif.
ahtat- Suçsuzluğunu ortaya çıkartmak, aktivnost' Faaliyet, aktiflik.
aklatmak. aktovay zal Toplantı salonu.
ahtığ s. Gözbebeği üzerinde beyaz aktrisa Aktris: "Mağaa öhnenerge kirek,
lekesi olan. aktrisabın nooza." V. Şulbayeva
ah-tik tekr. zf. Şaşkın, şaşırmış: (Ben renklenmeliyim, aktrisim ne de
"Pahalarının mihti haba tartıp olsa.)
alğanın körbin halıp, ah-tik pol
aktsent Aksan.
parıp odırğannar." N. Domojakov
(Babalarının tüfeği kapıp aldığını aktsiyoner Hissedar, ortak.
görmeyerek şaşıp kalmışlar.) ah-tik akttığ s. Perdelik, üs akttığ pyesa üç
pol- şaşırmak, şaşkınlıktan dona- perdelik oyun.
kalmak, ah-tik tur- şakın vaziyette aktual'nay s. Aktüel, güncel.
durmak, horıhhannah ah-tik turca
aktyor -34- alah-
aktyor Aktör. ala at ala at. hara-ala kara ala. ala
aktyorskay s. Aktörle ilgili. pula ala, alacalı.
akula Köpek balığı. ala (ıı.) Koruyucu melek, kîzî alazı
akustika Akustik. çörçe, kîzee körînminçe insanın
akuşerka Ebe, doğum ebesi. koruyucu meleği bulunuyor, kişiye
görünmüyor.
akuşyor Doğum hekimi.
alaağıs- İlişki kurmak; iş yapmak.
akvamarin Yeşil mavi renkte değerli taş,
akvamarin. alaah- Çıldırmak, delirmek: "Alay
Hoortay alaağıbıstı ba?' N.
akvarel' Sulu boya.
Domojakov (Yoksa Hoortay delirdi
akvarel'nay s. Sulu boya(lı.) akva-
mi?.) alaah parğan kîzî a) düşün-
rel'nay sırlar sulu boyalar.
cesiz, akılsız, b) akıl hastası, W
akvariyum Akvaryum.
alah-
al (ı.) Ön: "Sooh çabıh polzın, alnın azth alaahtır- Aldatmak, kandırmak: "Partiya
polzın."V. Şulbayeva (Ardın kapalı mini alaahtır salğan." V. Şulbayeva
olsun önün açık.)
(Parti beni aldattı.)
al (ıı.) Hile, kandırma. alaahtırıs Aldatma, yalan: "Çurtas -
al (ııı.) Genişlik. alaahtırıs. Örînîs - alaahtırıs." N.
al- 1. Almak. Çazağ kîzînîn ülüzîn attığ Nerbişev (Hayat yalan. Mutluluk ya­
kîzî al bas. Atasözü (Yayanın payı- lan.)
nı atlı almaz.) 2. Almak, kendine u- alaahtırt- Aklını yitirtmek, deli etmek:
laştırılmak, iletilmek: "Kicee pîçîk "Kem irennerge alaahtırtça? -
alğam."V. ulbayeva (Dün mektup Matilda." V. Şulbayeva (Kim erkek-
aldım.) 3 Ş Almak, satın almak: lere aklını yitirtiyor?-Matilda.)
"Alcıbay - ahça surıp alarbın,
alaamdır s. Aptal, yaramaz, haylaz:
pirerler, andada pray nimenî sadıp "Pastığın ol sinîh ol, alaamdır." V.
alarbın." S. Çarkov (Alcıbay, para Şulbayeva (Yöneticin senin o, ap­
isteyip alırım/verirler, o zaman her tal.)
şeyi satın alırım.) 4. mat. Çıkarmak.
alaas s. Aptal.
5. Almak, biri ile evlenmek: "Oolgın
hat alca - beloruskanı." V. alaasım s. Düşüncesiz, kaygısız, hafif
Şulbayeva (Oğlun kadın alıyor, düşünceli.
Belorus'u.) 6. Bir şeyi kendisi için alaazan s. Delişmen, zıpır.
yapmak anlamında yardımcı fiil ola- alabarıs bk. ala parıs.
rak kullanılır: "Kil peer, çey oortap ala çayaan Yaratıcı, Tanrı.
alarzın." V. Şulbayeva (Buraya gel alaçıh Alacık, keçe çadır.
çay içersin.) minin cazım al benim alah- Akıldan yoksun kalmak, alıklaş-
kadar yaşa. pala al- çocuğa dadılık mak: "Ölglep parğan palalarıhnı
etmek, sağısha al-/aklında tut- sağıp alahçazın, sağızıh daa hısha
mak, unutmamak. polıbıshanıhnı pîlbinçezîh." A.
ala (ı.) S. Ala: "Am daa köfinçe ala Çerpakov (Ölen çocuklarını düşü-
harahta / İne südî oshas as- nüp aklını yitiriyorsun, aklın da kı-
tamahtarı / Am daa tadıpça hatığ saldığını bilmiyorsun.) alah parğan
naağımda." M. Kilçiçekov (Hâlâ da kîzî aklını kaybetmiş kişi. Külükpîn
tîp k ü r k e b e , küstîgbîn tîp
görünüyor ala gözde / Anne sütü
alahpa üç Atasözü. (Kudretliyim diye
gibi yiyecekleri / Hâlâ da tat veriyor
güvenme, güçlüyüm diye aptallaş-
sert damağımda.) ala înek ala inek.
ma.) krş. alaah-
-
alayba -
alahay (ı.) s. 1. Dalgın, dikkatsiz, özen- N. Tinikov (Artık martık şeyler dü-
siz. 2. Budala, ahmak. krş. alaray şünüyor, köyden çıkmayan ala
alahay (ıı.) Genç kızların saç örgüsün- saksağan.) Aal arazındağı ala
deki süs. saashannarnı ispe Atasözü. (Köy
alahçı Tarlada işlenmeyen yer. içindeki ala saksağanları dinleme.)
alahtır- Kandırmak, yanıltmak: alaşımY Hafif, hoppa, düşüncesiz.
"Haraçhaylar alahtırbaan,- sağınca alas-sulas tekr. Şaşkın, şaşırmış: "Ya-
Fedor Pavloviç." N. Domojakov kın, idinin acjirğanına sıdanmin,
(Kırlangıçlar yanıltmadı, diye düşü- harahtarın alas-sulas körîp,
nüyor Fedor Pavloviç.) abağırça."V. Kobyakov (Yakın, eti-
ala huça Gençlerin oynadığı bir oyun. nin ağrımasına dayanamayarak,
ala manıs Yeni doğmuş bebek. gözleriyle şaşkın şaşkın bakıp, ba-
ğırıyor.)
alan as- Aklını yitirmek.: "Ol, alan
azıbıshan p / 7 / , sağızına nime dee alasta- Hastayı, evi kötülüklerden ko-
kirbinlbîsken."\. Kotyuşev (O, aklını rumak için tütsülemek.
yitirmiş gibi, aklına hiçbir şey gir- alastan- Kötü ruhlara karşı kendini
memiş.) tütsülemek: "Pîste çıılıshan tuğan-
alanhı Karları erimiş yer, açıklık. honıhtar/lrben otnah alastanıp alıp."
V. Maynaşev (Bize toplanan hısım
ala parıs zool. Aslan. akrabalar/ Kekik otuyla tütsülenip.)
alapay Dışı kurşunla kaplanmış aşık alas-uias tekr. 1. Darmadağınık, düzen-
kemiği, alapay kî z î mec. hoppa, zı- siz. 2. Şaşkın.
pır, alapay çooh mec. şen şakrak
ala-tarta tekr. zf. Hızla, çabucak, hemen:
konuşma. "Çomapnah Marğa külînlzfbök tura
ala puğa zool. Tatlı su levreği. Ala puğa parğannar, ala-tarta tîceh dee nime
palıhtan mün sıhpinça, alığ taap polbinıbıshannar." İ. Kotyuşev
kîzînîn ansınan hıyğa sös (Çomap'la Marğa gülüşerek kalk-
sıhpinça. Atasözü. (Tatlı su levre- mışlar, aceleyle diyecek bir şey de
ğinden çorba olmaz, alık kişinin ağ- bulamamışlar.)
zından güzel söz çıkmaz.) alay (ı.) kaç. esk. Aralık, alay ayı aralık
alaray s. 1. Dağınık, dikkatsiz. 2. Buda- ayı.
la, aptal. krş. alahay (ı.) alay (ıı.) bağ. 1. Yoksa: "Alay ol
alan mat. Çıkarma. hacannah andağ ba?" A. Çerpakov
(Yoksa o uzun zamandır öyle mi?).
alarta kör- Ayı gibi bakmak, gözlerini
2. Veya, ya da: "Kirek ol pîske alay
çıkararak bakmak.
kirek çoğıl." V. Şulbayeva (Gerek o
alartpah 1. Kötü güç, şeytan, kî z înî bize veya gereksiz.)
alartpah haap parğan kişiyi şeytan
alay alay tekr. Ya... ya: "Surığnı könî
kapmış. 2. (kötü gücün engeli.)
turğısçam alay ol, alay pîs." V.
ham tuzazına aalartah polar ka-
Şulbayeva (Soruyu doğru soruyo-
mın yardımına engel olmak.
rum, ya o ya biz.)
aias (ı.) zool. Ağaçkakan. alayba bağ. Veya, ya da: "Alay ba,
alas (ıı.) s. Budala, aptal, sersem. kîçîglemîh pîreezî ılğabıssa, tir
alas (m.) Evi, hastayı kötü ruhlara karşı 'Pîstîh arada kizek nahmır aabıstı
tütsüleme. tah?'"Q. Kazaçinova (Veya ç küçük-
lerin birisi ağlasa: "Bizim orada bi-
ala saashan zool. Ala saksağan: raz yağmur yağmış olmalı" der.)
"Arthan-urthan nime sağaa daa
haladır, aaldah sıhpas ala
saashan!" N. Tinikov (Artık martık

§YJMHVffll
albah aldanış
albah (ı.) Güç. alcaastığ s. Hatalı.
albah (ıı.) Uzak görüş. alcah s. Yavaş, hantal, ağır.
albahı s. Aptal. alcas- (çiçek) Açılmak: "Çahayahtar
alban (ı.) 1. Haraç. 2. Vergi. alcasçadır / Çarın künge örînîp." P.
Ştıgaşev (Çiçekler açılıyor / Parlak
alban (ıı.) bot. Kırmızı çayır çiçeği.
güneşe sevinip.)
albanets Arnavut.
alçah s. Badi badi yürüyen: "Çazağ
albatı Tebaa, halk. îzîkten uzun hızıl kögenektîg alçah
albatı-çon tekr. Tebaa, halk. ipçî kilgen." N. Domojakov (Nakışlı
albı Hile. Alığ kîzî n î albınan, ağın kapıdan uzun kızıl elbiseli badi yü-
suğnı saibman. Atasözü (Alığ kişi- rüyüşlü kadın gelmiş.)
nin hileyle, akarsuyun salla üste- alçanna- Salına salına gitmek.
sinden gelinir.) alçay- Bacakları biçimsizce açılmak,
albığa zool. 1. Samur, hayvan adı. 2. eğri durmak.
Samur, samur kürkü: Irtken alçı Aşık kemiğinin çukur tarafı, alçı tüs-
hıshızın çalaas hıstaam, çalğıs atınca aşık kemiğinin çukur yanı
albığa la pöriimnen porastanğam." üste gelmek.
V. Tatarova (Geçen kış başım açık alda-1. Aldatmak, kandırmak. 2. Kan-
kışı geçirdim, biricik samur börküm- dırmak, avutmak, teselli etmek:
leWlendim.) "Sıda, palam, arsa, türce idîp, suğ
albığala- Samur avlamak. uçurir, -aldapça pabazı, hızıcahtın
pazın sıybapça." N. Domojakov
a l b ı h - 1 . Gelişigüzel, özensiz yapmak. 2. (Dayan, yavrum, belki birazdan
Telâşa kapılmak, acele etmek: suyla karşılaşırız, avutuyor babası
"Albıhanına tamarı tulğalça oshas." kızcağızın başını sıvazlayarak.)
A. Çerpakov (Acele etmesinden aldağ Teselli, kandırma, avutma.
damarı tıkanıyor gibi.)
aldağla- Kandırmak, teselli etmek: "Kem
albın Avcının koruycu meleği. kemnl-de aldağlaan, soldatha
albırhay Göğüs kafesi kemiği. alılbinçathan klzM Kîzi tir be ze
tip."?:Bumakov (Bazıları birbirleri-
albı-silbî tekr. 1. Çapraz. 2. Sihir, büyü.
ni teselli etmiş, askere alınmayan
al'bom Albüm. kişiye adam denmez diye.)
albot Bölge sorumlusu, vali. aldağlığ s. Çabuk kanan, ikna olan.
alcaah- Sersemlemek, afallamak. aldan- Yalvarmak, af dilemek, özür di-
alcaas 1. Yanlış, hata: "Çiit tuşta alcaas lemek: "Paza pîdi pir dee
taa pol parça." V. Şulbayeva uzubaspın, sohpa mini, pir dee
(Gençlikte yanlış da yapılıyor.) 2. uzubaspın, malımnı tooza çıımi -
Yanılgı, yanlışlık: "Ol alcaas aldanca Aydo." V. Kobyakov (Bir
polğan, uluğ alcaas." V. Şulbayeva daha hiç uyumam, vurma bana, hiç
(O yanılgı olmuş, büyük yanılgı.) uyumam, malımın hepsini toplaya-
yım, diye yalvarıyor Aydo.)
alcaasta- Yanılmak, hata yapmak, yan­
lışlık yapmak. aldandır- 1. Kandırmak: "Sirer mini ür
aldandırarğa sağınçazar ba?" V.
alcaastan- Yanılmak: "Sin
Kobyakov (Siz beni uzun süre kan-
sağınçazın, Matilda kîzi homayı?
dıracağınızı mı zannediyorsunuz?.)
Alçaastançazın." V. Şulbayeva
2. Yalvartmak.
(Sen Matilde'nın kötü biri olduğunu
düşünüyorsun, yanılıyorsun.) aldanış 1. Avunma, kanma. 2. Yalvar-
ma, yakarma, yalvarış.
aldanıstığ -37-
alğıstığ
aldanıstığ s. Yakarıcı, yalvarışlı: toğıstı srok alnında toldırar üçün
"Aldanıstığ ünneh tapsaan Arma marığlas alğıpça İşi zamanından
Petrovna." N. Domojakov (Yalvarış- önce bitirmek için yarış büyüyor.
lı sesle seslenmiş Arina Petrovna.) algım s. Geniş: "Tura istîg arığ, algım."
aldır Sertleştirilmiş hayvan postu. krş. N. Tyukpiyekov (Ev güzel, temiz,
abdır geniş.) algım çirnîn üstü geniş
aldır- 1. Aldırmak: "Aldırıbıshan adı, yeryüzü, algım strana geniş ülke.
hanaazı çi?" N. Domojakov (Aldır- alğırtm zf. Uzaktan, ham alğırtm
dığı atı, arabası ne?) 2. mat. Çı- hamnapça kam uzaktan kamlıyor.
kartmak. 3. Yenilmek, mağlup ol- alğıs Teşekkür: "Uluğ alğıs sirerge,
mak. Küs sağısha aldırtça. Atasö- harındastar! Mağaa kirtlndîher." S.
zü (Güç akla yenilir.) Çarkov (Çok teşekkürler size, kar-
aldıra zf. (bir yere) Doğru, -e doğru: deşler! Bana inandınız.) Uluğdan
"Ağban suğzar aldıra tarthan çolça alğıs al, kîçîgden sös sur. Atasö-
parir." M. Çebodayev (Abakan Ir- zü (Büyükten dua al, küçükten ha-
mağına doğru giden yoldan gidi- ber sor.) alğıs çitîr- teşekkür et­
yor.) soonan aldıra arkasından, mek: "Olğannar ağaa alğıstarın çitîr
ardından. turğannar." N. Tinikov (Çocuklar
aldırığ 1. Çağırma, davet. 2. istek, talep. ona teşekkür ediyorlar.)
aldırt- 1. Aldırtmak: "Anan oğırğa alğısçıl (Budistierde) İbadeti yönlendi-
aldtrtıbıshan ool." N. Nerbişev ren.
(Sonra hırsıza aldırmış oğlan.f 2. alğıs-sipsi tekr. Kıskaç, maşa.
Çağırtmak: "Pabazın şkolaa aiğısta- 1. Alkışlamak, teşekkür etmek,
aldırthan / Ügretçl köölce, memnuniyetini bildirmek, dua et­
ağırinca."M. Bainov (Babasını oku- mek: "Alğıstapçam, -teen Alcıbay,
la çağırtmış / Öğretmen, yavaşça, his sıyığın alıp" S. Çarkov (Teşek­
sakince.) kür ederim, demi Alcıbay, kızın
alebastr Kaymak taşı, su mermeri. hediyesini alarak. ş 2. Kutlamak:
al'fa Alfa. "Topıyah, olğannarnı çit kilgen Naa
çılnah alğıstap, harlan salğan
alfavit Alfabe.
süümegmeh olarğa sıyıhtar
alfavitnay s. Alfabetik. ü/epce."N. Tinikov (Topıyah çocuk-
algebra mat. Cebir. ların yeni yılını kutlayıp, ağzı büz-
alğa- 1. Şükranlarını sunmak, teşekkür gülü dağarcığından onlara hediye-
etmek. 2. Hayır duada bulunmak: ler veriyor.)
"Huday haziin pirJp Abiske /Alğaanı alğıstas 1. Müteşekkir olma, şükran
Masanın çitken." M. Bainov (Tanrı duyma: "Naytanıh tübî çoh
sağlığını verip Abis'e / Hayır duası harahtarında, altın ot çili, alğıstas
Masa'nın yerine ulaşmış.) 3. Başarı çarıpçathan." V. Tatarova
dilemek. (Nayta'nın derin gözlerinde, altın
alğas Hayır dua, alkış, alğas pir- şük­ ateş gibi iikran duygusu parılda-
ranlarını sunmak, alğas çittir- şük­ mış.) 2. ş eşekkür, şükranlarını i-
ranlarını sunmak. letme: "Ih aarlığ alğıstas sösterm
alğas- (birbirine) Memnuniyetini iletmek, Puşkinge olar ağılçalar." V.
teşekkür etmek, başarı dilemek MaVneşev (En kıymetli şükran söz-
alğay Tencere, çis algay bakır tencere. lerini Puşkin'e onlar getiriyorlar.)
algı- Genişlemek, yayılmak, büyümek. alğıstığ s. Müteşekkir.
alğıt -38- alınğan
alğıt- Genişletmek, büyütmek: "Pu kizer alnında maiîzıraba. Atasözü
orınnı, arığlabızıp, alğıdıbızarğa (Suyu geçecekken acele etme.) a-
kirek." S. Çarkov (Burayı temizleip lın tîster ön dişler, alın ayak ön
genişletmek gerek.) kürezîgnî ayak.
alğıt- mücadeleyi büyütmek. alın- 1. Akıldan yoksunlaşmak, aptallık
alığ s. 1. Alık, aptal, budala: "Ek, haydağ etmek. 2. (hayvan) Kudurmak. 3.
alığbın!" S. Karaçakov (Hey! Ne Almak, alınmak: "Udur pozıthan ört,
aptalım!) Ala puğa palıhtan mün tîzeh, küs alınıp, küülep..." İ.
sıhpinça, alığ kîzînîn ansınan Topoyev (Karşıdan tutuşturulan
hıyğa sös sıhpinça. Atasözü (Tatlı yangın, güçlenip, gürleyerek...)
su levreğinden çorba olmaz, alık ki- "irepçîler kîzînîn îstîn kisçeen
şinin ağzından güzel söz çıkmaz.) pastağızın na körîp, anın üçün
alığ-arah budalaca, aptalca. 2. Ku­ çaltanıp, oolahtarınıri kistîrçetkenîn
duz, alığ aday kuduz köpek. postarına alınçathannar." İ.
Kotyuşev (Aile insan karnının kesil-
alığlan- Alıklaşmak, aptallaşmak.
diğini ilk kez gördüklerinden, ondan
alığ-tolığ tekr. Akılsızlık. çekinip, çocuklarının kesilmesini
alın Kapris, n a z , cilve. kendilerine alınmışlar.) 4. tın alın-
alıhtan- Nazlanmak, kapris yapmak. Nefes almak: "Hacan tın alınıp
alıhtanaaçı bk. alıhtançıh. polbin / Ulam tiren patçabıs pîs." V.
Mayneşev (Her ne zaman nefes a-
alıhtançıh s. Kaprisli, nazlı, hırslı.
lamayıp / Daha da derine batıyo-
alıhtandır- Kapris yaptırmak, nazlandır-
ruz.)
mak.
alıhtığ s. Nazlı, cilveli, alıhtığ his cilveli alınca zf. 1. Ayrı, münferit: "Sah andoh
kız. aaldağılar alınca alınca kizekterge
çarılğlay sıhhannar." N. Nerbişev
alım 1. Alacak. Haram kîzîdegî alımnı,
(Tam o sırada köydekiler münferit
harağay pürî tüsse alarzın. Ata­
gruplara ayrılmışlar.) 2. Ayrı, ayrı
sözü (Cimri kişideki alacağı, çam
olarak, pos alınca kendi hâlinde:
yaprağını dökünce alırsın.) 2. Borç.
"Hayzıları daa pos alınca sağısha
alımğa kîr- borca girmek, borçlan-
tüsçetken çili pîldîrçe." S. Çarkov
mak.
(Bazıları da kendi hâlinde düşün-
alımna- Borçlanmak. meye başlamış gibi görünüyor.)
alımnığ s. Borçlu. Çabal kîzî alımnığ alında s. Eskiden, önce. alındağı kün
halbacan, çahsı itkennîfi ibîn önceki gün. alındağı çil Önceki yıl:
örtecen. Atasözü (Kötü kişi b o r l u "Alında polğan polza, nime
kalmaz, iyilik edenin evini yakar. ç polarcıh?" İ. Kotyuşev (Eskiden ol-
alımzığ s. Alımsı, rengi ala çalan. saydı, ne olurdu?.f
alın s. Ön: "Sidenni tur salğan piiler, alın alındır- Delirtmek, çıldırtmak, harah
azahtarınah ton çimi har purlada alındır- aptal yerine koymak,
toonp."H Nerbişev (Çit çevirir gibi göz boyamak, sağıs alındır- aklını
duran kısraklar, ön ayaklarıyla don başına getirmek: "Sağıs alındır anı,
yeri kan savurarak kütürtüyle ka- sinîn çooğınnı ister ol." V.
zıp.) Attın ibegîn çol parçatsan Şulbayeva (Aklını başına getir o-
pîlerzîn, kîzînîn cansızın çol parar nun, senin sözünü dinler o.)
alnında pîlerzîn. Atasözü (Atın çe-
alıngan s. Kuduz, alıngan aday kuduz
viğini yol gidersen bilirsin, insanın
köpek.
iyisini yola çıkmadan anlarsın.) Suğ
alınış -39- alnı-soo

alınış Kuduz olma. alizarin kim. Alizarin.


alınna- Koyulaşmak, yoğunlaşmak, alkogol' Alkol, alkogol' izerge alkol
kesifleşmek/ tuban halınnap içmek,
turğan duman yoğunlaşmış allan Allah.
alıp 1. Yiğit, alp: "Anan çaacı pu alıptı allegoriçeskay s. Alegorik.
izer oyiinzar altandırıbıshan." F.
allegoriya Alegori.
Bumakov (Sonra savaşçı bu yiğidi
eyerinin çukurluğuna bindirmiş.) 2. alleya Park yolu.
Güçlü, alıp traktör güçlü traktör. allığ s. Geniş, bol: "Küren attın
azahtarınıh arazı allığ azılıbıshan"
alıptan- Yiğitleşmek.
N. Domojakov (Yağız atın ayakları-
alıptığ s. Alplık, kahramanlık, bahadırlık. nın arası geniş açılmış.)
alıptığ nımah kahramanlık destanı.
alligator Timsah.
alış- (ı.) Değişmek: "Çurtaah hadoh. Min
alış parğam, Paynuş, min am alliteratsiya Aliterasyon.
pasha Varyabınf V. Şuibayeva almah Güç, kuvvet, almah saa çitpinçe
(Birlikte yaşayalım. Ben değiştim, gücü kuvveti yetmiyor.
Paynuş, ben şimdi başka almahay Borç.
Varyayım!.) al'manah 1. Almanak, takvim. 2. Belli
alış- (ıı.) 1. (birlikte) Almak 2. Evlenmek, periyotla çıkan dergi, kitap. Ah
karşılıklı birbirini almak. Tashıl almanağı Ah Tashıl alma-
alış 1. Alma, a h . 2. Ele geçirme, gorottı nağı.
alğanı şeh ş i ele geçirme. 3. Üretim, almaz Elmas, hısha almaz sadıp
istihsal. pirgen kıza elmas satın almış.
alıshah s. Değişken, değişebilir. ainı 1. Önü. alnına kîr- önüne geç-
mek. 2. Önce. çil planın srok al-
alıs-parıs tekr. Evlenme.
nında tolğırğabıs yıllık plânı za-
alıs-perîs tekr. Alış veriş. manından önce gerçekleştirdik.
alıştır- Değiştirmek: "Hıliihnı la pasha ide
alnı-kistî tekr. Önü arkası, tersi düzü:
/ Alıştır-îdipolarğa."'N. Tinikov (Ka- "Tonmın alnı-kistî pîldîs çoh pola
rakterini sadece / Değiştir öyle ol- izel parğan." V. Kobyakov (Palto-
maya.) nun tersi düzü belirsiz olacak şekil-
alıstırığ Değiştirme. de yıpranmış.)
alızaaçı s. Kararsız, değişken.
alnında zf. Önce, önceden, ol kirek tört
alızığ Değişme, değişim: "Ügrenerge çil minin alnında polğan o iş bun-
hıminçalar, toğınarğa hınminçalar, dan dört yıl önce olmuş.
alızığlar iderge hınminçalar." V.
alnınzar zf. ileri, önüne: "Aydo hahaanıh
Şuibayeva (Öğrenmekten
pirde alnınzar, pirde, soonzar sığıp
hoşlanmıyorlar, çalışmaktan la mahnanminça." V. Kobyakov
hoşlanmıyorlar, değişimler olma- (Aydo, acele etmeden arabanın bir
sından hoşlanmıyorlar.) önüne bir arkasına çıkıyor.)
alızığlığ s. Değişken. alnınzarhı s. Önündeki, karşısındaki:
aliment Nafaka: "Ol palaların öskîrbeen, "Sumkalar stol alnınzarhı skameyka
ya? Öskîrbeen. Aliment tölebeen, üstüne sal il parğan." i. Kotyuşev
ya? Tölebeen. Haydağ paba ol?' V. (Çantalar masa karşısındaki sıra
Şuibayeva (O çocuklarını büyütme- üstüne bırakılmış.)
di, değil mi? Büyütmedi. Nafaka
ödemedi, değil mi? Ödemedi. Nasıl alnınzartın zf. Önden, ileriden.
baba o?) alnı-soo tekr. zf. Önü ardı: "Min kisçem
kiçîg, tireen pflbin, alnı-soon
al'pinist -40-
am

körînmin." V. Şulbayeva (Ben geçi- dolmaz hiçbir zaman, aç gözlü zen-


yorum geçidi derinliğini bilmeden, ginin gözüne altın dolmaz hiçbir za­
önünü arkasını görmeden.) man.)
al'pinist Dağcı. altıncı s. Altıncı. 6. icemnîn altıncı
al'pinizm Alpinizm, dağcılık. palazıbın annemin altıncı çocuğu-
al pozım tekr. Kendim. yum.
al't müz. Alto. altındağı s. Alt: "Altındağ/ imin ızırınnap,
alt Alt, aşağı. Pis'monın altında data harahtarın ağınan körce." V.
turğan mektubun alt kısmında tarih Tatarovna (Alt dudaklarını ısırıp,
vardı. gözlerinin akıyla bakıyor.)
alta- Üzerinden geçmek, aşmak, atla- altınna- 1. Altın çıkarmak. 2. Altınla
mak: "Ağlona tuhmacaanıh çurtına kaplamak. 3. Altınları ayırmak.
çidip, siden dee altaalahha, uluğ altınnal-Altın gibi görünmek: "Anan
konyuh polçathan." N. Nerbişev altınnalıp, pızığ puğday hıllarm
(Ağlona kardeşinin evine gelmiş, ç i - közftken."N. Domojakov (Sonra al­
ti atlanabilir, büyük ahır imiş.) irkin
tın gibi parlayan olgunlaşmış buğ-
alta- eşik atlamak.
day saplarını göstermiş.)
altam Adım.
altınnığ s. 1. Altın gibi: "Ay pray mir
altan- Ata binmek. Timîr adıma üstün pozınıh altınnığ çariinah
altandım. Bilmece, traktör. (Demir çarıdıbıshan." S. Çarkov (Ay bütün
atıma atladım.) Altanıp müner yeryüzünü kendi altın ışığıyla ay-
attığ pol, azıran çörer tamahtığ dınlatmış.) 2. Altınlı, içinde altın
pol. Atasözü (Binip gidecek atın ol- bulunan, altınnığ hum altınlı kum.
sun, yiyip gidecek azığın olsun.)
3. Altınlı, altın sahibi.
artandır- Ata bindirmek: "Zoykanı küren
altınzar zf. Aşağı, aşağıya: "Kün tigîr
atha attandır salğan." N.
tamının altınzar tüs pararğa timnen
Domojakov (Zoyka'yı konur ata bin-
salğan." N. Domojakov (Güneş gö-
dirmiş.) ğün tepesinden aşağıya düşmek i-
altay Altay, Altay boyundan olan. altay çin hazırlanmış.)
arğızım par Altay arkadaşım var. altınzarhı s. Kuzeydeki.
altı (ı.) Alt. Çathan tastın altına suğ daa altınzarıh Kuzey: "Altınzarinda uluğ
ahpacan. Atasözü (Yatan taşın al- nimes kölîçek." V. Kobyakov (Ku­
tından su akmaz.) suğ altında zey tarafında büyük olmayan göl.)
çörçef i kime denizaltı.
altolan zf. Altısı birlikte, altışar, altolanı
altı (ıı.) s. Altı, 6. altı pulunnığ tadar ib
parıbıshan altısı birlikte gitmiş.
tutkannar altı köşeli Hakas çadırı
(evi) kurmuşlar. alton s. Altmış: "Mağaa Mikola alton iki
tolgan, sin pit sala kiçig." N.
altı çüs s. Altı yüz. altı çüs salkovay
Tyukpiyekov (Ben altmış iki yaşımı
alğan altı yüz Ruble almış.
doldurdum, sen biraz küçüksün.)
altın Altın: "Olarğa pîs kirekpîs, hacan
alyuminievay s. Alüminyumla ilgili.
altın nımırhaçahtar tuupçabıs." V.
Şulbayeva (Onlara biz altın yumur- alyuminiy Alüminyum.
ta yumurtladığımız zaman gerekli- am zf. Şimdi: "Payapan pırolığ, çe ol am
yiz.) Huu pastın harağına hum ağ ir iğ, körceh kîzizî çoğıl." V.
tolbas hacan daa, açın paynın Şulbayeva (Payapan suçlu, fakat
harağına altın tolbas hacan daa. şimdi o hasta, bakacak kimsesi
Atasözü (Kır başlının gözüne kum yok.) am na zf. Hemen şimdi, şu
amal -41-
amır
anda: "Min am na pray nimenl amdı zf. Şimdi: "Anın amdı in sidik tus
sizîkke haapçam." V. Tatarova polğan."\. Kotyuşev (Şimdi onun en
(Ben her şeyi şu anda anlıyorum.) zor zamanı.) amdığı zf. şimdiki:
amize şimdi ise. amğa teere şim- "Amdığılar, tîzen, suğ la çîli îsçe-
diye kadar, amğı şimdiki, amdığı ler."V. Tatarova (Şimdikiler ise su
şimdiki, amğaa çitkence şimdiye gibi içiyorlar.)
kadar, am daa zf. a) Henüz: amerikanets s. Amerikalı, amerikanets
"Kördek se, pozı am daa çiit, a arğızım par Amerikalı arkadaşım
çooğı haydağ amallığ." V. var.
Şulbayeva (Baksana, kendisi henüz
amerikanka Amerikalı kadın.
genç, fakat konuşması akıllıca.) b)
Hâlâ: "Kireenceçurtap salğazın, ametist Ametist.
çurtastı am daa pîlbincezih." V. amfibiya Anfibi.
Şulbayeva (İhtiyarlayıncaya kadar amğa teere zf. Şimdiye kadar: "Amğa
yaşadın, hâlâ hayatı bilmiyorsun.) teere paylap polbaanda, am
amal Tabiat, yaratılış, karakter: "Çornap paylacaam haltır ba." V. Şulbayeva
Iliskecektî amali haapçathan kîzee (Şimdiye kadar zengin olmadıktan
le sanapçathan." İ. Kotyuşev sonra, şimdi zengin olacağım mı
(Çornap İliskecek'i karakteri oluş- kalmış.)
muş kişi olarak görmüş.) amğaa çitîre zf. Şimdiye kadar:
amalla- (ı.) 1. Çevik bir hareketle yaka- "Payusa, tîzen, çiittök ir çoh çat
lamak, amaliap tuttı çevik bir hare- halıp, amğaa çitîre ökîs çurtadı." A.
ketle yakaladı. 2. Yolunu, çaresini Çerpakov (Payusa ise, gençliğinde
bulmak, amaliap al- yolunu bularak kocasız kalıp şimdiye kadar dul ya-
almak. şadı.)
amalla-(ıı.) Teselli etmek, yatıştırmak: amğaa çitkence zf. Şimdiye kadar: "Ol,
"Amallaan îcezî, pahalarının amğaa çitkence, Aydonan bada
çoohtan polbaanın sizin salıp." V. mal hadarğan." V. Kobyakov (O,
Kobyakov (Teselli etmiş annesi, şimdiye kadar, Aydo ile birlikte mal
babalarının konuşamadığını seze- gütmüş.)
rek.) amğı s. Şimdiki: "Amğı ulustan nime le
amallığ s. 1. Maharetli, becerikli, uz. 2. polza sağı/V. Şulbayeva (Şimdiki
Zeki, hazır cevap. 3. Nazik, kördek insanlardan her şey beklenir.)
se, pozı am daa çiit, a çooğı amğı tus gr. Şimdiki zaman.
haydağ amallığ baksana, kendisi amir s. 1. Rahat: "Soonda, ür dee polbin,
henüz genç, fakat ne hazırcevap. pabam amir çadıbıshan." V.
amarikanskay s. Amerikayla ilgili. Kobyakov (Sonunda, çok geçme-
amarla- 1. Teselli etmek, avutmak. 2. den babam rahat uyudu.) 2. Huzur-
lu, sakin: "Mındağ açığ soohtığ,
İnandırmak, kandırmak.
amir haraalarda ças hulunnığ
ambitsiya Onur, özsaygı. çılğılar hıralar ornında honadır." N.
ambrazura Mazgal. Nerbişev (Böyle acı soğuklu, huzur-
ambulatoriya Dispanser. lu gecelerde, genç tayı olan yılkılar
ambulatornay s. Dispanserle ilgili. ekin yerlerinde geceler.) 3. Sakin,
ambulatornay imneg dispanser rahat: "Anan amir ünneh sölepçe."
tedavisi. V. Tatarova (Sonra sakin bir sesle
konuşuyor.)
amıra -42-
ananas
amıra- Sağlığına kavuşmak: "Ağıriin sala amza- Tatmak, tadına bakmak: "Nime
amırapça ba?" V. Şulbayeva (Has- hınzan, anı çî, amza." N.
talığın biraz iyileşiyoV mu?) Tyukpiyekov (Neyi seviyorsan onu
amırabas s. Huzursuz, rahatsız. ye, tadına bak.)
amzağ Tadış, tada bakış.
amırat- Sakinleştirmek: "Pozı pozın
amıratçathan çili, kürezîp, hol amzam Yudum, tadım.
salaalann tışlada tudıp odırça." V. amzor Tadım, yudum: "Pîr amzor daa,
Tatarova (Kendi kendini rahatlatır îcefi, pîr dee amzor." V. Kobyakov
gibi, mücadele edip el parmaklarını (Bir yudum da, anneciğim bir yu­
çıtlatıp duruyor.) dum.)
amir- hazıh tekr. Sağlık: "Amır-hazıh an 1. Hayvan: "Aymah-pasha an omazın
çörîher." V. Şulbayeva (Sağlıkla kis sal ç an olğannar sıbıcah ibfre
köglepcorgenner." N. Tinikov (Çe-
yaşayınız.) amır-hazıh çurta- sağ-
şitli hayvan kılığına bürünmüş ço-
lıklı şekilde yaşamak. cuklar fidanın etrafında şarkılar
amir- hazıhnan tekr. zf. Sağlıcakla: söylüyorlar.) 2. Yabanî hayvan,
"Çe, Klanya, amır-hazıhnah, min vahşî hayvan: "Cazı anın tut
de, çurtımzar aylanim." V. polbazah, aal malın kites sıhçazıhf
Şulbayeva (Haydi, Klanya, sağlı­ N. Tinikov (Ova hayvanını yakala-
cakla, ben de evime döneyim.) yamazsan, evcil hayvanları
gözetliyorsun.) an palazı av hayva-
amırsah s. Sakin. nı yavrusu.
amize Şimdiye kadar: "Sin, Karbay, nime
polip amize tözekte nayrapçazıh, ana (ı.) Anne.
toğızına parbinf V. Kobyakov (Sen, ana (ıı.) zm. İşte: "Ana ol arazınzartın
Karbay niçin şimdiye kadar döşekte çapçah atha müngen çalan körîne
dönüyorsunjsine gitmeyerek?) tüstf." F. Burnakov (işte o sırada
hızlı çıplak ata binmiş kişi göründü.)
ammiyak Amonyak.
amnistiya Af, bağış, amnistiya irtîr- anah 1. İğne yaprak: "Anahtarınah,
bağıslamak/affetmek. pürlerîneh suğ tamçılathlabızarğa
mahnanıbısçathannar." İ. Kotyuşev
amoh zf. Hemen, hemencecik, şimdi, şu
(İğne yapraklarından, yaprakların-
anda: "Sıda, hızıcaam, amoh suğa
çiderbîs." V. Kobyakov (Dayan kı- dan su damlaları dökülmüş.) 2.
zım, şimdi suya ulaşırız.) Köknar.
amorfnay kim. Şekilsiz, amorf. anahtığ s. İğne yapraklı (ağaç), anahtığ
ağastar iğne yapraklı ağaçlar.
amortizator Amortisör.
analitiçeskay s. Analitik.
amortizatsiya Amortisman.
analiz Analiz, analiz it- analiz etmek.
amper üz. Amper.
analog Analog: "Körgezer be andağ
ampermetr Vız. Ampermetre.
analoğ? A-a?" V. Şulbayeva (Gör-
ampir Ampir üslûbu. dünüz mü böyle analog? Haa?)
amplituda Genlik, amplitüt. anan zf. Daha sonra, sonra: "Anah
ampiua (tiyatroda) Rol. çurtınzar könî kire pastırğan." A.
ampula Ampul. Çerpakov (Daha sonra doğru evine
amputatsiya tıp. Ameliyatla kesip alma. girmiş.) Pumada sağınıp al, anan
çoohta. Atasözü (Önce düşün son­
amunitsiya ask. Askerî teçhizat.
ra konuş.) anan-arah sonra, daha
amyoba zool. Amip. sonra.
ananas bot. Ananas.
anar -
anekdottığ
anar- Fark etmek, farkına varmak: radan halk bu tür fikirlerde değil.)
"Çohır nime pılasçathan nimezîne andağoh s. Böyle, bunun gibi. andağoh
hustarnı tan önetîn çağdathan, tan
hara pastar Bunun gibi kara başlı-
aharbin halğan."H. Domojakov (A-
laca şey ele geçirdiği şeye kuşları lar.
bazen aniden yaklaştırıp, bazen andar- Devirmek, düşürmek, yıkmak:
farkına varıyor.) "Tidirler, püürler uluğ mal
ahdararda îdi tigîrden surınıs itçe-
anarhist Anarşist.
ler." N. Nerbişev (Kurtlar büyük
anarhiya Anarşi. hayvanı yıkarken gökten sorarlar-
anarhizm Anarşizm. mış derler.) hazır çil ağastar
anartın zf. Oradan. andarğan şiddetli rüzgâr ağaçları
anatomirovat pol- Teşrih etmek, açım- devirmiş.
lamak. andar zf. Oraya, ona: "Anın, pir dee
anatomiya Anatomi. horıhpin, çalğızaan andar parğanı,
anay- Kaçırmak, dikkat etmemek. anı pozın pozının harağında geroy
anca 1. O kadar, onca: "Anca daa il in" idip turğıshan." A. Kuzugaşev (O-
parğan polza."V. Şulbayeva ( ç ka­ nun, hiç korkmadan, tek başına o-
dar yıl geçmiş olsa da.) 2. Kat, mis- raya gitmesi, onu kendi gcizünde
li, îkî anca ashınah iki kat daha az. kahraman etmiş.)
ancağa zf. O zamana kadar. ahdara zf. Sırt üstü, arka üstü.
anca-mınca tekr. Biraz, birazcık, anca- andarhı s. Oradaki.
mınca hin partır birazcık sevmiş. andarıl- 1. Yıkılmak, devrilmek: "Ahdarıl
ancı Avcı: "Arici çiti, annaan annın izin parıp, sıbıcah, har üstünce kömes
kitepçetken oshas." V. Tatarova çıt parıp, îskît ağazına îlîn pardı."
(Avcı gibi, avladığı avının izini gö- M. Çebodayev (Yıkılıp, fidancık, kar
zetler gibi.) ancı milliği avcı tüfeği üzerinde biraz sürüklenerek çalıya
anda zf. 1. O zaman. 2. Orada, anda takıldı.) 2. Yere yatmak, devrilmek:
törîp öskem orada doğup büyü- "Noğa ahdarılıbıstıh. Tur, horıhpa!"
düm. V. Kobyakov (Niçin yattın. Kalk,
andağ s. 1. Öyle: "Andağ küstîg kîzinî korkma!). 3. Bitkin düşmek.
Aydo am na kördi." V. Kobyakov andar- peer zf. Ora bura, oraya bura-
(Öyle güçlü kişiyi Aydo ilk kez gör- ya.
dü.) 2. zf. Öyle, o şekilde, andağ andartın zf. Oradan: "Andartın haydar-
daa polza Öyle de olsa, öyle olsa da çıs sabıl kilgen." A. Çerpakov
da: "Çe andağ daa polza, çalan (Oradan bir koku yayılmış.)
oolnın sösterî hulahtannda am daa andı- Gözlerini dikmek: "Aydo, ağassar
île tapsasçathannar." N. aylanıp, andıp turca." V. Kobyakov
Domojakov (Fakat öyle de olsa atlı (Aydo, ağaca dönüp, gözlerini dike-
oğlanın sözleri kulaklarında hâlâ rek bakıyor.)
çınlıyor.) andıs Dikkatle bakış, gözlerini dikerek
andağı s. Oradaki: "Andağı tvorog oshas bakma.
çır iT N. Domojakov (Oradaki süz- andıs- Karşılıklı birbirine gözlerini dik­
me ç oğurt gibi yer ne?) mek, bakışmak. îkî püür tigîr
andağ-mındağ tekr. Şöyle böyle, bu tür: ahdısçalar. Bilmece, kızağın eğri
"Hakas aallarında olahay çon uçları, ((ki kurt göğe bakışıyor.)
andağ-mındağ sağ ıs tutpinça." N. anekdot Anekdot, fıkra.
Domojakov (Hakas köylerindeki sı- anekdottığ s. Fi kralı.
anemiya anod
anemiya tıp. Anemi.
angar Hangar. anker Maşa, kıskaç, ikili maşa.
angina tıp. Anjin. ankernay s. İkili maşalı.
angliçanin İngiliz. anketa Anket, anketa toldır sal- anket
angliçanka İngiliz kadın. doldurmak.
angliskay İngiliz, İngiliz'le ilgili.
anketnay s. Anketli, anketle ilgili.
afi-hus Hayvanlar: "Ancada öh-pazı ah-
hustarğa hubulıp alğan olğannar." anmaa Dikkatsiz, dalgın.
N. Tinikov (O zaman farklı hayvan anmaara- Karmakarışık görünmek,
kılığına bürünmüş çocuklar.) dağınık olmak.
anı zm. Onu: "Aal Jstinde anı körbeen, anman 1. Mıymıntı, bön, alık. 2. Dikkat-
anı pflbeen uluğ daa, kîçîg dee klzı siz, dağınık
çoh polğan." V. Kobyakov (Köyün
içinde onu görmeyen, onu tanıma- anmar Ambar: "Noğa mini anmarğa
yan büyük küçük kimse kalmamış.) odırtçah!"N. Domojakov (Niçin beni
anı- Kazanmak, elde etmek. ambara oturttu!)
anığ 1. Kazanç. 2. Mal, mülk, servet. 3. anmarah Küçük ambar.
Miras. 4. Ürün. anmarcı Ambarcı.
anıl Kuru sedir ağacı. anmay- Şaşırmak, hayrete düşmek:
anımcoh (anımçoh) Hoşça kal: "Am, "Küllnlstire körgen harahtarı anmay
paza toğashanca, anımçoh." S. salğan kîzllernln pîrsîneh pîrslnlh
Çarkov (Haydi yeniden karşılaşana sırayınzar oylas turlar."G. Topanov
kadar, hoşça kal.) (Gülümsemeyle bakan gözleri şaşı-
anımcohtas- (anımçohtas- ) Veda- ran insanların birinden diğerinin yü-
laşmak: "Alcıbaynan anımçohtazıp züne bakıyor.)
panbıshan." G. Topanov (Alcıbay'la anmayğan s. Şaşkın, sünepe, uyuşuk.
vedalaşıp gitmiş.)
anna- Avlamak: "Ahcı çili, ahnaan ahnıh
anın zm. Onun: "Çe Paska, fîzeh, anın "izm kitepçetken oshas." V.
sunğan holına pır dee haybin, hıya Tatarova (Avcı gibi, avladığı avın i-
pastınbıshan." V. Tatarova (Fakat
zini bekler gibi.)
Paska, onun uzattığı eline dikkat
etmeden dönüp gitmiş.) anın ara- annanar Bu yüzden, bu sebepten, ol am
zında o sırada: "Sütklp alıp, anın daa ağırığ noza, annanar çatça o
arazında çağın kilgen hooshanıh hâlâ hasta olmalı ki, bu y ü z d e n V
purnınah sirtezîblsken." V. tıyor.
Tatarova (Süt içip, o sırada yanına annacan aday Zağar, av köpeği.
gelen domuzun burnuna vurmuş.) annağ Avlayış, avlama.
anman Onunla. annah 1. Ondan, annan kîçîg ondan
anınzar Ona doğru: "Alığ polğanı üçün, küçük. 2. Oradan.
anıhzar körbin dee, pistin geroyıbıs annas Avlama, avlayış.
ograda Izlglnzer oylabıshan." A. anneksiya ilhak.
Kuzugaşev (Aptal olduğu için, ona anneksiyala- ilhak etmek.
da bakmayarak, bizim kahramanı-
annığ s. Avı bol olan yer.
mız bahçe kapısına doğru koşmuş.)
annıh Avcılık gereçleri.
anilin kim. Anilin. annotatsiya Özet.
anilinovay s. Anilinle ilgili, anilinovay annotirovat pol- Özetlemek.
sır anilin boya. anod tiz. Anot.
anis Anason. anonimnay s. Anonim.
anons apellyatsiyonnay
anons Anons. aparatçik Cihaz, araç: "A min nimee
ansambî' Topluluk, grup. çarabaan funksionerbîn, çon hırt
antagonistiçeskay 5. Uyuşmaz. körçetken apparatçikpin." V.
antagonizm Uyuşmazlık. Şulbayeva (Fakat ben bir işe yara-
mayan görevliyim, halkın nefret et-
antarktiçeskay s.Antarktika ile ilgili.
tiği bir aracım.)
antenna Anten.
antiçnay s. Antik, antiçnay pamyatnik apardır- Götürtmek.
antik heykel. ap-arığ tekr. s. Tertemiz, saf: "Atim
antifaşist Antifaşist. Petrovna tannaan kiçee pu ool ap-
antikvarnay s. Antika, antikvarnay arığ ons tîlıneh çoohtanğan, am,
tJzeh, pozınıh filînen çoohtasça." N.
magazin antika mağazası.
Domojakov (Arina Petrovna şaşır-
antilopa zool. Antilop. mış, dün bu oğlan tertemiz
antologiya ed. Antoloji. Rusçayla konuşmuştu, şimdi ise
antonim gr. Zıt anlamlı, antonim. kendi diliyle konuşuyor.)
antonovka Antonovka, bir elma türü.
aparıs- (birlikte) Götürmek.
antrakt Antrakt, perde arası.
apat Hile, oyun, fesat.
antrasit Antrasit.
antreprenyor tiy Özel tiyatro işletmeci- apatan- 1. Hile, oyun yapmak. 2. Cilve-
lenmek, his apatança kız cilveleni-
si.
yor.
antropologiya Antropoloji.
apatiçnay s. Gevşek, uyuşuk.
anzaa s. Ahmak, budala.
anzı- Aç gözlülükle bakmak. apatit Apatit.
anzı z / 7 ? . O, şu: "Üs çastığ Kerim apatitovay s. Apatitle ilgili.
ağ azı nar) çoohtasça. Anzı homay apatiya Duyumsamazlık, umursamazlık,
isçe." S. Karaçakov (Üç yasindaki gevşeklik: "Minîh pray nimee
Kerim, dedesiyle konuşuyor ş o ağır apatiya. Mağaa pîr dee nime kirek
işitiyor.) çoğıl." V. Şulbayeva (Ben hiçbir şe-
afizıh s. Vahşî gibi. yi umursamıyorum. Bana hiçbir şey
gerek değil.)
anzın- Kudurmak, canavar kesilmek.
ap (ı.) "Tıp" oyunu, susma oyunu, ap ap-ayas tekr. Apayaz, çok ayaz: "Tigîr
tîzeök, tapsabasha kirek"tıp" de- ap-ayas turca." S. Çarkov (Gök
yince susmak gerek. apayaz duruyor.)
ap (ıı.) 1. Büyü, sihir. 2. Hipnoz. apçah Koca, yaşlı koca; "Apçağımnı çi,
çııp salçanda, mini irge
ap (m.) Sıfatlarda pekiştirme yapar.
söleennerök" V. Şulbayeva (Ko-
ap-ağrin tekr. Çok yavaş.
camı gömdükten sonra beni kocaya
ap-amır tekr. Sakin, huzurlu: "Tigîrde vermek istediler.)
aram arah puluttar, pîr çirge çıılızıp,
kün sığızınzar subalısçalar. Çılığ, apçı- (ı.) (köpek) Çenilemek.
ap-amır." S. Çarkov (Gökte seyrek apçı- (ıı.) (yiyecek) Gevşemek, yumu-
bulutlar, bir yere toplanıp doğuya şamak, apçaan yablah yumuşamış
doğru gidiyorlar. Sıcak sakin.) patetes.
apar- Götürmek: "Sin, Torka, haydar ap-çîp tekr. Büyü, sihir.
parirzıh? Mini dee hada apar za, apel'sin Portakal, apel'sin varenyezi
pîree çirge aallap." V. Kobyakov portakal reçeli.
(Sen, Torka nereye gidiyorsun?
apellyatsiya istinaf.
Beni de birlikte götürsen bir yere
misafir olarak.) apellyatsiyonnay s. İstinafla ilgili.
apıyah -46-
ara
apıyah Oyuncak bebek. apsart Kısa boylu.
aplodirovat pol- Alkışlamak. apsıl Grip.
aplodisment Alkış. apsır- Aksırmak, hapşırmak: "Kinefin
aplomb Kendine güven. purnında hılcıhtanıbıshan, pladın
apogey Bir cismin yörüngesinin yeryü- daa suurarğa mahnanmin,
apsınbıshan." A. Kuzugaşev (Ani-
züne en uzak noktası.
den burnu gıcıklanmış, mendilini
apolitiçnay s. Apolitik, politikaya ilgisi çıkarmaya fırsat bulamadan aksır-
olmayan. mış.)
apologet Savunucu.
apsırt- Aksırtmak, hapşırtmak.
apopleksiçeskay s. Apopleksi, beyin a p t a - 1 . Büyüyle kendine bağlamak, sihir
inmesiyle ilgili. yapmak: "Çahayağas polıbızam /
apopleksiya Beyin inmesi. Sîlîg, sıfîg mondılarğa / Sinî aptap
aport Bir tür elma. alarga." V. Şulbayeva (Çiçekceğiz
apostrof gr. Apostrof, kesme işareti. olayım / Güzel güzel sallanıp / Seni
appağas s. Bembeyaz, apak: "Zoyka, büyülemeye.) 2. Hipnoz etmek, çı-
appağas sastığ, on çastığ htzıçah." lan örtektî aptap, tartıp alğan yı-
N. Domojakov (Zoyka, bembeyaz lan ördeği hipnoz edip çekip almış.
saçlı, on yaşında kızcağız.) aptağ Büyü, sihir.
apparat Makine, cihaz, fotografiçeskay aptağcı Cadı, büyücü, sihirbaz.
apparat fotoğraf makinesi. aptas Büyüleme, büyüleme, sihir yapma.
apparatura Teçhizat, cihazlar. apteçka Ecza dolabı veya kutusu.
appenditsit tıp. Apandisit. apteka Eczane.
appetit İştah. aptığ s. 1. Çekici, alımlı. 2. Sihirli, büyü-
applikatsiya Aplikasyon. lü.
apre!' Nisan. aptıh hara zool. Yalı çapkını.
apsah 1. ihtiyar: "Sanpir apsahnan hada ar 1. Güçlü, kuvvetli, ar püür güçlü kurt.
naa pol tözep çöre halğannar." S. 2. Pek, gayet, ar çalgıs yapayalnız.
Çarkov (Sanpir ihtiyarla birlikte yeni ar- (ı.) Kütüğü oymak.
salon döşemişler.) 2. Koca: "îzîkke ar- (ıı.) Zayıflamak, astaan harnı tosçıh,
hıstırılıp körze apsağt traktör üs- arğan pazı simîrcîk acıkan karnı
tünde." M. Kokov (Kapıya sıkışıp doydu, zayıflayan başı semirdi.
baktığında kocası traktör üstünde.)
ara 1. Ara, iç. "Çahsı çıstığ ot arazına
krş. apçah, abıshacah kîrîbîsken." V. Kobyakov (Güzel
apsah-iney tekr. İhtiyarlar, karı koca: kokulu ot arasına girivermiş.) îkî
"Aallarda sahay la apsah-ineyler. suğ arazı iki su arası. 2. Dolay, ci-
Noğa sîrer, hazıh çiitter, andar var, pu arada ol çoğıl burada o
parbinçazar?" V. Şulbayeva (Köy- yok. Ağas arazında hazanağım
lerde tek tük yaşlılar var. Niçin siz, haynapça. Bilmece, Karınca yuva-
sağlıklı gençler, oraya gitmiyor- sı. (Ağaç arasında kazancığım kay-
sunuz?) nıyor.) İkî çahsı pîrîkse, arazınnan
suğ ahpas, Tkî çabal pîrîkse,
apsahtığ s. Kocalı, kocası olan. Arağanı arazı nan han ağar. Atasözü (iki
amir îzîner, apsahtığ ipçıden güzel bir olsa, arasından su akmaz,
pîrîkpener. Atasözü. (İçkiyi sakin iki kötü bir olsa, arasından kan
içiniz, evli kadınla birlikte olmayı- akar.) çon arazında halk içinde.
nız.)
arab -47- arba

de. ara tasta-düşük yapmak, kî z î aralas 1. Karışma, katışma. 2. Dağınık-


arazına kır- birinin işine karışmak. lık, düzensizlik.
ara hon- gecelemek. Tk î ara ikiz. aralas- 1. Girmek, girişmek, marığlasha
arab Arap. aralas- yarışa girmek, katılmak. 2.
aracan Sert içki. Karışmak, katışmak: "Pîreezî ört
üzürerge aralashan." i. Topoyev
aracı Arabulucu, aracı.
(Biri yangın söndürmeye katılmış.)
araçıla- Kurtarmak, müdafaa etmek,
himaye etmek, savunmak: "Açın aralaspas s. Kayıtsız, umursuz,
annın ahsına kîrerdeh köp aralastır- 1. Karıştırmak, içine sokmak.
araçılidır." V. Kobyakov (Vahşî 2. Arasından geçirmek.
hayvan ağzına girmekten çok kur- aralazığ Karışma, müdahale.
tarmış.) aralığ s. Karışık, karma.
araçılağcı Müdafii, savunan, kurtarıcı: arali zf. Arasından, içinden: "Kök
"Ok, aarlığ arğızım, araçılağcım."V. puluttarnı arali /Küülek çil ç / 7 / ',
Kobyakov (Oo, kıymetli arkadaşım, uçuhham.S. Kadışev (Gök bulutlar
kurtarıcım.) arasından/ Küülek yel gibi uçuyor.)
aracıları- Kendini savunmak: 2. Karışık olarak.
"Araçılanıhar! -hıshırıbıshan aram s. Seyrek, aralıklı, yer yer: "Kider
Sorkay." S. Çarkov (Kendinizi sa- turğan aram ağastığ tağnıh pazına
vunun, diye bağırmış Sorkay.) kölenibîsken/V. Kobyakov (Batıda
araçılanıs Savunma, müdafaa. duran seyrek ağaçlı dağın başına
araçılas Müdafaa, savunma: "Muhariap yaslanmış.) aram, çe çeçen
çil hada kilgen araçılanıs kibîrî."H. çoohta. Atasözü. (Az ama öz ko-
Nerbişev (Binlerce yılla birlikte ge- nuş.) aram sağıstığ akılsız, aklı kıt,
len müdafaa geleneği.) budala.
araçon Bir tür sert içecek, krş. aracan aramna- Seyrekleşmek, azalmak.
arada Orada: "Annah pasha ol arada aramzar s. 1. Eksik, kusurlu. 2. Prema­
uluğ açıh hazaa." V. Kobyakov türe, erken doğan, aramzar pala
(Ondan başka orada büyük açık a- pramatüre bebek.
hır.) aran Ahır, ağıl. mal aranı mal ahırı.
arağa içki, alkollü içecek, arağa ur- içki aran-çula tekr. Mitolojik kanatlı at, des-
koymak: "Butılkadan arağa urıp a- tanlarda yiğitlerin bindiği at.
lıp, stakanın çirge ooda tastabısça."
aran- paraan tekr. Pılı pırtı, kap
V. Şulbayeva (Şişeden içki koyup,
bardağı fırlatıp parçalıyor.) kaçak.
aray s. Yavaş, ağır, sakin.
arağala-içki içmek.
arazında içinde: "Olar türçenîh ne ara-
arağalığ s. İçkili
zında tın çahsı tanızıp alğannar."V.
arah 1. Sıfatlara gelerek -rak anlamını Kobyakov (Onlar kısa süre içinde
verir, sarığ arah sarımsı, sarırak. 2.
çok iyi tanışmışlar.)
Zarf-fiil eki almı fiillerden sonra ge-
lerek -arak ş nlamı verir: "At arba (ı.) Arpa.
üstüneh tanış nimes kîzî külînîp arba (ıı. ) Telega, atlı araba.
arah suulana tüsken."\/. Kobyakov arba- 1. Büyücülük yapmak, büyülemek.
(At üstünden tanımadığı kişi gü- 2. Şaman tefini ısıtmak. 3. Lanet
lümseyerek konuşmaya başlamış.) okumak, beddua etmek. 3. Aforoz
a r a l a - 1 . Arasından gitmek, yürümek. 2. etmek.
Katmak, karıştırmak, çayğa süt a-
rala-çaya süt katmak/
arbağ arğa
arbağ 1. Büyü, sihir. 2. Lanet, beddua. arçol 1. Baş örtüsü, şal. 2. Bez, çıkın
3. Aforoz arda- (ı.) Suda boğulmak, palam suğa
arban (ı.) İri, büyük, arban kîzî iri insan, ardadı çocuğum suda boğuldu.
krş. arbm arda- (ıı.) 2. Bozulmak, çürümek: "Ardap
arban (ıı.) Saadet, mutluluk, krş. arbıs parar, min çîp polbinam." V.
Şulbayeva (Bozulur, ben ç iyemiyo-
arban- 1. Büyücülük yapmak 2. (kendi- rum.) 2. mec. Bozulmak, yoldan
sine) Büyü yapılmak, okunmak. çıkmak: "Çon ardap parir, sağıs-
arbannığ s. Mesut, mutlu, arbannığ kîzî köfinîlerî arığli pasha pol parir." V.
mutlu kişi. Şulbayeva (Halk bozuluyor, akıl
arbat- 1. Büyü yaptırmak. 2. Aforoz fikirleri tamamıyla değişiyor.) 3.
edilmek, abısha arbathan kîzî, ür Zedelenmek, sakatlanmak.
çurtabinça papaz tarafından afo­ ardağ 1. s. Bozuk, kusurlu. 2. Bozulma,
roz edilmiş kişi çok yaşamaz. çürüme.
arbın s. İri, büyük: "İren Karamaşev ardat- 1. Bozmak, çürütmek. 2. mec.
Ağbaynın oolğı Çornap tîp arbın Bozmak, yoldan çıkarmak: "Sin an-
kîzî polğan." İ. Kotyuşev (Yaşlı da pîr-îkî le künge prayzın ardat
Karamşev Ağbay'ın oğlu Çornap kilerzîn." V. Şulbayeva (Sen orada
adında büyük biriymiş.) sadece bir iki günde herkesi yoldan
çıkarırsın.) 3. Zedelemek.
arbıs Saadet, mutluluk, krş. arban (ıı.)
ardı- Kabuğunu soymak, temizlemek.
arbıstığ s. Şanslı, talihli. yablah ardı- patates soy­
arbıt Tılsım. mak, nımırthanın kibegîn ardı-
arbıtta- Sihir yapmak, büyü yapmak, yumurtanın kabuğunu soymak.
büyülemek. ardıl- Kabuğu soyulmak, temizlenmek.
arbitr Hakem. ardıs Kabuğu soyulma, temizlenme,
arbitraj Hakem heyeti, jüri. temizleniş.
arbuz Karpuz. ardıs- (birlikte) Kabuğunu soymak, te­
mizlemek.
arcan Şifalı su.
ardıt- Kabuğunu soydurmak, temiz-
arçı ( « . ) Düğünde gelinin ailesinin verdiği
letmek, arıtmak.
yiyecekler.
arena Arena.
arçı (ıı.) (havada) Çiy.
arenda Kira. turanı arendaa al- evi
arçılığ s. iyli, çiyi olan. arçılığ çil kiralamak.
poiza Çcahsiçil polar çiyli yıl olur-
sa, iyi yıl olur/ arendala- Kiralamak.
arçımah Heybe, torba, atha arçımah arendnay s. Kirayla ilgili.
art- ata heybe asmak. arest Tevkif, tutuklama.
arçımahtığ s. Heybeli, heybesi olan: arestovat pol- Tutuklamak, tevkif
"Nimezînen-de ol tağ uluğ etmek: "Olar Yakınnı, anda
arçımahtığ kîzî suğ oortirğa çat arestovat polip, ağılıp odırğan
salğanğa tööy." (Her şeyiyle o dağ, poltırlar." V. Kobyakov (Onlar Ya-
büyük heybeli kişinin yatıp su içme- kın'ı orada tutuklayıp getirmişler.)
sindeki şekline benziyor.)
argo gr. Argo.
arçın Ardıç, tağ arçını dağ ardıcı, arçın
ottan alastan- ardıç yapra- arğa (ı.) 1. Arka, sırt. arğanardan tudıp
ğıyla kötülüklerden korunmak için alim sırtınızdan tutayım, arğamda
tütsülenmek. sırtımda. 2. Sıradağ, tağ arğazı sı-
radağlar. 3. Sırtla ilgili. 4. Orman
-49-
arga arhaiçeskay
arğa (ıı.) Güç, yetenek, kabiliyet. arğa miizî Omurilik.
arğa (m.) Pek çok, bütün, tüm. arğa mal arğa- möriy tekr. Güç yarışı,
bütün hayvanlar. mücadele.
arğa- Nakış işlemek. arğan s. Sahte, gerçek olmayan, arğan
arğa paa Paldım. arğa paa sari (kumaşın) ters yüzü. arğan
mökeytpinçe paldımı eğilmesini sös yalan.
engelliyor. arğartın zf. Uzaktan, uzakta.
arğaas s. Tembel, üşengeç: "Ol ibde arğas- Birbirine arka çıkmak, yardım-
arğaas iren arğazın tırbahtan laşmak.
odırça polar." N. Nerbişev (O evde arğas s. 1. Nazlı, cilveli 2. Tembel, ü-
tembel erkek sırtını kaşıyıp oturu- şengeç. krş. arğaas
yor olmalı.) krş. arğas arğa- süme tekr. Usûl, hüner, beceri.
arğaastan- Tembellik etmek, ü- arğı Kanal, ark.
şenmek.
arğı- Kız istemek, dünür gitmek.
arğal Bütün, hep. arğal çon Halk, toplu-
arğıcan kîzî Dünürcü.
luk, kalabalık, arğal mal bütün
hayvanlar. arğıl 1. Mamut. 2. Mamutla ilgili, arğıl
müüzî mamut boynuzu. 3. Masal-
arğala- (otları) Bastırmak, kümelemek.
larda cadının sağmal hayvanı, huu
arğalığ s. ^. Sıradağlı, yüksek zirveli: hat arğıl çohta, süt çoh halça ca­
"Küdet arğalığ sınzar sıh kilgen." F. dı sağmal hayvanı olmayınca süt-
Bumakov (Küdet sıradağlı zirveye süz kalır. 4. Yabanî koç.
doğru çıkmış.) 2. İki dikişli, çizgili:
arğımah Güçlü ve hızlı at, argımak.
"îkî arğalığ çol, pirde töne sığıp,
pirde oyımğa tüzîp..." N. arğımah ülükün Noel bayramı.
Domojakov (İki çizgili yol, bazen arğımahta- Noeü kutlamak.
tümseğe çıkıp, bazen çukura dü- argın tas Sarp, yalçın kaya.
şüp...) arğıs (ı.) 1. Arkadaş: "Sinneh dee artın
arğamcı Kement, kendir, halat, ip: arğıs tappadım." M. Kilçiçekov
"Çobat suğ hara çohır hıl arğamcı (Senden iyi arkadaş bulamadım.)
tartıl parğan çili körin turğan." N. Annap-hustap sığarda, îzestîg
Domojakov (Çobat ırmağı kara ala arğıs taap al. Atasözü (Ava çıkar-
kıl urgan çekilmiş gibi görünüyor- ken, güvenilir arkadaş bul.) 2. Or-
du.) nîske arğamcı ince sicim, ip. tak, arğısha al- ortak olarak almak.
hıl arğamcı kıl i p . At ügrederde, 3. Yardımcı.
arğamcın pik polzın, çonğa arğıs (ıı.) Söz kesme, nişan.
çoohtirda, çooğıh sın polzın. Ata-
arğıs (m.) Utanç, utanma.
sözü (At eğitirken, ipin sağlam ol-
sun, halka konuşurken, sözün doğ- arğıssıra- Arkadaşın yokluğu çekmek.
ru olsun. arğıstan- 1. Arkadaş olmak. 2. Birlikte
arğamcıla- İple, kemetle bağla- gitmek.
mak: "Külük Kim suğnı, arğamcılap. arğıstas- Arkadaş olmak.
. " M . Kilçiçekov (Yiğit Kem ırmağını, arğıstas Arkadaşlaşma, dost olma.
bağlayıp.V arğı-tirgî tekr. Eyer takımı.
arğamcılas Kementle, iple bağlama. arha- Çapraz dikmek.
arğamcılat- Kementle, kendirle, iple arhah 1. Atkı. 2. (kumaş) Kenarı.
bağlatmak.
arhaiçeskay s. Arkaik, eski.
arhaizm arıstığ

arhaizm Arkaizm, eskilik. arığla- 1. Temizlemek: "Pu orınnı,


arhay- Yükselmek. arığlabızıp, alğıdıbızarğa kirek." S.
arheologiçeskay s. Arkeolojik. Çarkov (Bu yeri, temizleyip, geniş-
fetmek gerek.) 2. Ayıklamak, sa-
arheologiya Arkeoloji. pından ayırmak: "Hıshızın, man
arhı 1. iskele, sehpa. 2. (tavanda) Kiriş, polza, molotaynan saap, tanğa
krş. arthı arığlacannar." N. Tyukpiyekov (Kı-
arhıt 1. Köprü ayağı. 2. iskele, sehpa 3. şın vakit olursa patozla çekip, er-
kenden ayıklıyorlar.)
Kiriş. krş. arthı, arhı.
arhipelag Takımada. arığlan- Temizlenmek.
arhitektor Mimar. arığlas Temizleme, temizleyiş.
arhitekturnay s. Mimarlık, mimarî. arığlas- Temizlemesine yardım etmek.
arığlat- Temizletmek.
arhiv Arşiv.
arığli zf. Büsbütün, tamamıyla:
arı- Temizlenmek.
"Könnîlerî arığli pasha pol park." V.
arıda zf. Tertemiz oluncaya kadar. Şulbayeva (Gönülleri büsbütün
arığ (ı.) 1. Orman, ormanlık alan, nehir başka oluyor.)
kıyısında ormanlık: "Arığda toğas arıh (ı.) 1. Gübre, fışkı: "Hoortay apsah,
parza, çistek-miskelerin, tasti, ay- saray üstünen huruğ arıhtar teerip,
hut çoh tisçenner." N. Tyukpiyekov tonınm sol ideene salıp, tüs
(Ormanda karşılaşınca yemişlerini parğan." N. Domojakov (İhtiyar
atarak kaçıp kayboluyorlar.) Aalğa Hoortay, kümes üstünden kuru
kîrzen, tamah çî; arığa kîrzen, hat gübreler derleyip, elbisesinin sol
çî. Atasözü (Köye girersen yemek eteğine koyup, inivermiş.) 2. Cüruf.
ye, ormana girersen yemiş ye.) 2. arıh (ıı.) s. Zayıf, cılız, arık. arıh »t yağsız
(ırmakta) Adacık. et.
arığ (ıı.) s. 1. Temizj "Pozıhar arığ kip arıh-torıh tekr. Fakirlik, yoksulluk.
kizfbîzmer." i. Kotyuşev (Kendiniz arın- Utanmak, sıkılmak, arlanmak:
temiz elbise giyiniz.) 2. Saf, arı, a- "Annan daa annarçıhsın / Sınap
çık: "Arığ ons tîlînen çoohtanğan par polza uyadın." N. Tinikov (On-
Fedor Pavloviç." N. Domojakov dan da utanırdın / Gerçekten var
(Temiz Rusçayla konuşmuş Fedor olsa utancın.)
Pavloviç.) Ayıthan sös arığ polzın, arıncah s. Sıkılgan, utangaç.
athan uh palığlıg polzın. Atasözü annıstığ s. Ayıp, yüz kızartıcı, utanç
(Söylenen söz açık olsun, atılan verici.
mermi (ok) yaralayıcı olsun.) 3. arış (ı.) Utanç, ar.
Parlak, aydınlık, güzel, tan athan
arış 1. Çavdar: "Ah çazaa çayılğan arış,
arığ kün sıhhan tan atmış parlak
puğday ol polça." İ. Kostyakov (Ak
güneş doğmuş. 4. Duru/berrak,
ovaya yayılan çavdar, buğday o-
temiz: "Arığ suğlarnı kîrletçetken."
dur.) 2. Çavdar, çavdardan, arış
M. Kilçiçekov (Berrak suları kirlet-
îpek çavdar ekmegY
miş.) arığ çüzînnîg güzel yüzlü. 5.
Temizlik: "Miri inek hazaazınıh arı- arıstığ s. Ayıp, utanç verici: "Varya, sin
ğın am daa tooza ardaalahpın, ügredfglîg kfzîzîh, arıstığ nimes pe
parıp, toos kilim." V. Kobyakov sağaa pidi çoohtanarğa?" V.
(Ben inek ahırının temizliğini henüz Şulbayeva (Varya sen öğrenimli ki-
bitirmedim, gidip temizliği bitireyim.) şisin, ayıp değil mi sana böyle ko-
arığ kii temiz hava. nuşmak.)
arıt -51- artıh kün
arıt- Arıtmak, temizlemek, silmek. arsılan Aslan.
arıttır- Temizletmek, arıttırmak, sildir- arsılığ s. Kötü ruhlu, içine şeytan girmiş.
mek. arsılığ kîzîde pala polbas içine kö-
arifmetika mat. Aritmetik. tü ruh girmiş kişinin çocuğu olmaz.
arinca zf. Çok, pek, büsbütün: "Çar üstü arsıllan- Yabanleşmek.
arınca ırah nimes." A. Kuzugaşev arşin Arşın.
(Yar üstü çok uzak değil.) art (ı.) Arka.
aristokrat Aristokrat. art (ıı.) Geçit, aşıt. uluğ art büyük geçit.
aristokratiya Aristokrasi. art- (ı.) Artmak, fazla gelmek.
ariya müz. Arya. art- (ıı.) 1. Asmak: "Anan ol, mıltığın
arka Köprü kemeri. ihriîne artıp, tödîr pastırarğa
timnenJbîsken." \l. Tatarova (Sonra
arkut Sehpa.
o, tüfeğini omzuna asıp, geri gitme-
arlama Açık, bariz. ye hazırlanmış.) 2. Yüklemek.
arlan- 1. Aralanmak, açılmak. 2. Güneş Müner atha hum artpa, îzer suğa
doğmak, parlamak, arlanıp kün han urba. Atasözü (Binek atına
sıhhan aralanıp güneş doğmuş. kum yükleme, içme suyuna kan
arlandır-1. Aralatmak. 2. Parlatmak. dökme.) 3. Üstünden atmak, suçu
armatura Donanım. birine yüklemek, ol pray toğıstı
armiya 1. Ordu. 2. Asker: "Armiyağa ağaa artıbıshan bütün işi ona yük-
parar alnında, Payan ösken sınman lemiş (yıkmış.)
çabızah arah, hara harahttğ hızıcah artas Şelale, çağlayan.
polcah." S. Çarkov (Askere gitme- artel' Artel, anonim şirket.
den önce, Payan yaratılışından kı- arteziyanskay s. Artezyen.
saca, kara gözlü kızcağız idi.) arteziyanskay kolotsa artezyen
arna- 1. Adamak, ithaf etmek. 2. Say- kuyusu.
mak, saygı göstermek.
arthan-urthan tekr. Artık: "Arthan-urthan
aron Ayrı, başka, diğer. nime sağaa daa haladır."N. Tinikov
arsa 1. zf. Belki: "Eezîhe pulğa huzurun (Artıklar sana da kalıyor.)
matap/Andada, arsa, körerçahsı." arthı 1. Kiriş. 2. iskele, sehpa.
N. Tinikov (Sahibine salla kuyruğu-
artığ Suda sığ yer.
nu özenle / O zaman, belki, bakar
güzel.) 2. Mı, acaba? artıh 1. Fazla, min artıh pirdîm ben
fazla verdim, artıh kör- imrenmek,
arsah s. Pürüzlü, pürtüklü, düzgün ol-
gıpta etmek. 2. Güzel, iyi, yeğ: "Ah
mayan. hazır) putken artıh çirîmnî / Altı çil
arsah sın (dağda) Geçit, boğaz. çör'ıp, çirundubadım."M. Kilçiçekov
arsan- Göz değmek, nazar değmek. (Akağaç yetişen güzel yurdumu /
arsanıs Nazar, göz değmesi. Altı yıldan beri hiç unutmadım.)
arsay- Dimdik durmak, ucu sivrice yukarı Çahsı harındas polğanı, pay
çıkmak. polğanınan artıh. Atasözü (iyi kar-
deşinin olması zengin olmaktan iyi-
arsenal Cephanelik, silâhhane.
dir) 3. Pek, çok, artıh küstîg pek
arşı Kötü ruh. arşını ham çara saapça güçlü.
kötü ruhu kam çıkarıyor.
artıh çil Artık yıl.
arsığ Maile, aklan.
artıh kün Artık gün, şubatın 29. günü.
arsıl Yabanî, arsıl aba yabanî ayı.
artıh-puzuh -52- asharah

artıh-puzuh tekr. Artık, fazla. art- soonda tekr. Arkada, geride.


artıhsın- Çok görmek. as (ı.) zf. Az. Köp pîlîp, as çoohtap çör
artıhta- Bir şeyden fazla olmak, üstün Atasözü. (Çok bilip, az konuş.)
gelmek, üstün tutmak. as (ıı.) 1. Aş, yemek, as tustığ sofrası
geniş, eli açık. 2. Buğday, as
artıhtas Üstün tutulma.
kiskenî buğday biçmek. as
artıhtas- Birbirinden üstün tutmak.
öskîrerî buğday yetiştirmek. 3. Ta-
artıhtat- Birbirinden üstün tutulmak. hıl, hububat, as taarı- ekin ekmek.
artıl- Asılmak, yüklenmek: "Panaa artılıp. as (m.) s. Aç: "As hatığ aar çıtlarda /
Pana, sin mağaa kömezek tee
Çalaas oolah filen çöreen." M.
hînminçazıh ma?" V. Şulbayeva
Bainov (Aç susuz ağır yıllarda /
(Pana'ya asılıp. Pana sen beni azı-
Çalaas oğul arayıp durmuş.)
cık da sevmiyor musun?.)
as (iv.) zool. As, gelincik.
artın- Yüklenmek: "Kök sıbıcahtı
artınıp / Köp çonnığ aalzar min kil- as- (ı.) 1. Açmak. 2. mec. Açmak:
dim." N. Tinikov (Yeşil fideciği yük- "Mağaa çahsı kızı uruncah polza,
lenip/ Kalabalık köye ben geldim.) pray çüreemni as pirercîkpm." V.
Tatarova (İyi bir insanla karşılaş-
artıncah 1. Yük, bagaj: "Sol sarinzar
sam, bütün yüreğimi açardım.)
saba tartçathan artıncahtah
harağın as- gözünü açmak.
azırılıp." N. Domojakov (Sol yanın-
közenek as- pencereyi
da sallanan yükünden ayrılıp.) 2.
açmak, pis'mo as- mektup aç­
mec. Dert, tasa.
mak, tan as- tan açmak, atmak. 3.
artındır- Yükletmek. (düğme) Çözmek, kögenegîn as-
artış- 1. Bırakmak, koymak, artırmak: gömleğinin düğmesini çözmek.
"Pozmın adın artızıp töllerge." A. as- (ıı.) 1. Kaybolmak, as parğan
Kızıçakov (Kendi adını bırakarak kaybolmuş.
nesillere.) 2. Yüklemek. 3. (birlikte)
as- (m.) 1. Batmak, kün ashanda,
Asmak.
harashı polğanda. güneş battığın-
a r t ı ş t ı r - 1 . Bıraktırmak. 2. Yer ayırtmak. da, karanlık olduğunda. 2. Aşmak:
artızılğan s. Ayırtılmış, artızılğan orın Athan uğım tağ as-pardı. Bilmece,
ayırtılmış yer. yıldız kayması. (Attığım ok dağı aş-
artikulyatsiya gr. Boğumlanma. tı.) 3. Geçmek, çil as pardı yıl geç-
artillerist ask. Topçu. t i , ol altonnah as parğan o, altmı-
şını geçti: Hanat sabınminça,
artilleriya ask. Topçuluk.
huştan asça. Bilmece, uçak. (Ka-
artist Sanatçı, artist: "Sınnah çoohtaza, nat çırpmıyor, kuşu geçiyor.) 4. Ga-
artist kızee artisttenök çurtirğa lip gelmek, habıshanda min
kirek." V. Şulbayeva (Gerçeği ko- asham kapışınca (güreşince) ben
nuşmak gerekirse sanatçı sanatçıy- kazandım. 5. (su) Taşmak, suğ
la yaşamalı.) hazannı as pardı su kazandan taş-
artistiçeskay s. Sanatkârlıkla ilgili. tı.
artistka Aktris, bayan sanatçı: "Sin, asbest Asbest.
Keres, çahsı artistkazıh." V. asfal't Asfalt.
Şulbayeva (Sen, Keres güzel akt-
asfal'tirovannay s. Asfaltlı.
rissin.)
asfal'tirovannay çol asfalt yol.
artpah 1. Sundurma. 2. Giysi askısı. 3.
asharah s. Aç göz.
Üzerine ekin konan çapraz sırıklar.
-53-
ashay astıh
ashay Alay, istihza. aspahtas- Kucaklaşmak. alnınan
ashayla- Alaya almak: " (Pozın aspahtazıp anımcohtasça kucak-
ashaylap) tınarğa niik, çurtirğa laşıp vedalaşıyor.
örMstîg." V. Şulbayeva ("Kendiyle aspahtıg s. Geçitli, aşıtlı. aspahtıg tağ
alay ederek" nefes almak hafif, ya- geçitli dağ/
şamak mutluluk verici.) aspan 1. Yarı iğdiş edilmiş hayvan. 2.
ashaylığ s. Alaylı, müstehzi. Hadım. 3. İktidarsız
ashı Askı. aspirant Asistan.
aspirantura Asistanlık eğitimi.
ashıl s. Sık, geçilmez (orman.)
assambleya Asamble, kurul.
ashıldım s. 1. Ekşi (içki.) 2. Az ekşimiş
(yiyecek.) assıra- Canı yemek istemek.
ashın- (ı.) Kendini kötü hissetmek, kötü- assırah s. Çabuk acıkan.
lüğü hissetmek. assignovat pol- Ödenek ayırmak, tahsis
etmek.
ashın- (ıı.) Yemin etmek.
assimilyatsiya gr. Benzeşme, asimilas-
ashın Yalnız, tek. yon.
ashınacah s. Azıcık. assimilyatsiya Asimilasyon.
ashınah 1. s. Az, azıcık 2. zf. Az: assistent Asistan, yardımcı.
"Aydonın çörbeen cifi dee ashınah
as-suğ tekr. Gıda, yiyecek.
halıbıshan." V. Kobyakov
(Aydo'nun gitmediği yer de çok az asta- Acıkmak: "Pabam çat halğan
çaada / Itsem astan astap üreen."
kalmış.) 3. Kısır, yoksul.
M. Bainov (Babam oluvermiş sa-
ashın-pushun tekr. Serseri, avare. vaşta / Belki yemeksizlikten acıkıp
ashın-tiskîn tekr. Kaçkın, mülteci. ölmüş.) Hada astap, hada suhsap
ashır 1. Aygır: "Ashırlar haydağ kirekte çör, çe arğızınnı tastaba. Atasözü.
haydağ ün piredîrgennerîn çılğılar (Birlikte aç kal, birlikte susa, fakat
pîlçeler." N. Domojakov (Aygırların arkadaşını ter k etme.)
nasıl bir olayda nasıl bir ses verdi- astağ Açlık, acıkma.
ğini yılkılar bilirler.) 2. Erkek (hay- as-tamah tekr. Yemek, yiyecek, as-
van) ashır hozan erkek tavşan. tamah sal- yemek koymak: "As-
ashır tanah Horoz. tamah çazap, aç iğ as turğızıp, uluğ
siy salğan." A: Çerpakov (Yemek
ashır tibe Buğra, erkek deve. hazırlayıp, içki yapıp ağırlamış.)
ashırlığ s. Aygırlı. ashırlığ çılğı ayğırlı
astan- Hastalıktan sakınmak.
yılkı.
astat- Acıktırmak.
aspah (ı.) Kucak. astı Kama verilen ücret.
aspah (ıı.) 1. Çıkrık. 2. Yay, zemberek. astığ s. 1. Buğdaylı, buğdaydan. 2. Ek-
aspah (m.) Aşıt, geçit: "Ah ölen ottığ ah mekli, ekmeği olan.
çazıda, aspah hırlığ tağlarda
Aydonın çörbeen ç'ıfı dee ashınah
halıbıshan." V. Kobyakov (Ak otlu astığ-suglığ tekr. Konuksever,
ak yazıda, aşıtlı dağlarda, Aydo'nun misafirperver.
gitmediği yeri de az kalmış.) astıh- Yolunu kaybetmek: "Hacanoh
kîlepçem / Haydağ çirde
aspahta- (ı.) Kucaklamak.
astıhçazıh? / Alay minneh
aspahta- (ıı.) Geçitten geçmek.
çazınçazıh?" V. Şulbayeva (Ne
zamandır arıyorum / Nerelerde
astrologiya -54-
atlas
kayboldun / Yoksa benden saklanı- atığ Atış, ateş etme. krş. athın.
yor musun?) atığcı 1. Atıcı, nişancı. 2. Avcı.
astrologiya Astroloji. atığıs- Atılmak, hoplayıp zıplamak.
astronomiçeskay s. Astronomik, gök atıh- Atılmak, fırlamak, zıplamak: "Ol
bilimiyle ilgili. pularzar, hus la çili, atığıp odırğan."
astronomiya Astronomi, gök bilimi. N. Domojakov (O, bunlara doğru,
at (ı.) Ad. Pay kîzînîn izî halar, hıyğa kuş gibi fırlamış.)
kîzînîn adı halar. Atasözü (Zengi- atıhtır- 1. Atlatmak, zıplatmak. 2. mec.
nin malı kalır, iyinin adı kalır.) Atmak, yalan söylemek.
Hurup taa parza, köinîfi odı halar; atıl- Atılmak, ateş edilmek: "Pirde,
öl tee halza, hıyğanın adı halar. atılgan soğan çili, annarnı soona
Atasözü (Kurusa da gölün otu kalır, halğıza, hııyti tüsçe." N. Nerbişev
ölse de iyinin adı kalır.) at plr-ad (Bazen atılan mermi gibi, onları ar-
vermek, kniganın adı kitabın adı. kada bırakarak hırıldıyor.)
adı-solazı adı sanı, lâkabı. atılcah Kendi kendine ateş eden.
at ( ı s . ) At. Çahsı attı çörîzînen pılceler, atım Atım, atış, mesafe ölçüsü, uh atımı
çahsı k îzî n î toğızınan körceler.
ok atma mesafesi.
Atasözü. (Güzel at yürüyüşünden
atın- Kendini vurmak.
bilinir, iyi insan doğuşundan belli
olur.) torığ at doru at/2. Atla ilgili. atır- Vurulmak, vurulup öldürülmek:
at hılı at kılı. at idi at eti. adı çoh "Aydo andağ horğıstığ çoohtı,
uhnah atırğan teenin, alnında
atsız, at tirli at koşumu.
uluğlardan na isçen." V. Kobyakov
at- 1. Ateş etmek. Ayıthan sös arığ
(Aydo öyle korkunç şeyi, mermiyle
polzın, athan uh palığlığ polzın.
vurulmayı, daha önce sadece bü-
Atasözü (Söylenen söz temiz olsun, yüklerden duymuştu.)
atılan kurşun yaralayıcı olsun.)
mıltıhnan at- silâhla ateş etmek. 2. atış Atış, ateş etme: "Olar çazıdağı atıştı
(tan) Atmak, tan at- tan atmak. 3. iskenner,"H. Domojakov (Onlar ya-
Ateş ederek vurmak: "Olarnı atarğa zıdaki ateş etmeyi duymuşlar.) atış
çarabas noo?' V. Tatarova (Onları marığlazı atış yarışması.
vurmak yasak ha?) atış- Birbirine ateş etmek: "Ahtarbınan
atıshabıs, -tidir Çabus." V.
ataanna- Kıskanmak, imrenmek.
Kobyakov (Beyazlarla birbirimize
ataist Ate, ateist. ateş ettik, diyor Çabus.)
ataka Atak, taarruz, hücum. atıştır- (ateş) Ettirmek.
atakala- Atak yapmak, taarruz etmek, atıy- Kızmak, öfkelenmek: "Pu çağınğı
hücum etmek. çir alilin huyğalar atıyta
atan Buğra, erkek deve. hoorıldırıbıshan." N. Domojakov
atanah Eski mezarlık. (Bu yakındaki yerin geniliğini ta-
atarha- Gıpta etmek, imrenmek, kıs- banların kızgınlığı dolduru ş or.)
kanmak. atızah Kemikle oynanan bir oyun.
atarhaas Haset etme. atlb Dört köşeli ağaçla kaplı, kafesli bir
tür yapı.
atarhah Gıpta eden, imrenen.
atlas (ı.) coğ. Atlas.
at çili At yılı, on iki hayvanlı takvimin
atlas (ıı.) 1. Atlas (kumaş). 2. Atlas, atlas
sekizinci yılı. kumaştan, atlas kip kisken atlas
athın Atış, ateş etme. krş. atığ elbise giymiş.
athıs Balık avlamak için kullanılan dar
uçlu ok.
atlet -55- avtomaşina
atlet Atlet, atletizm sporuyla uğraşan. avansovay s. Avansla ilgili, avansovay
atletiçeskay s. Atlet, atletik. otçyot avans hesabı.
atmosfera Atmosfer. avantyura Macera, sergüzeşt, serüven.
atom Atom, bir bomba türü. avantyurist Maceracı.
atomnay s. Atom, atomsal, atomla ilgili. avantyuristiçeskay s. Maceracıyla ilgili.
atomnay bomba atom bombası. avantyurnay s. Macerayla ilgili.
atomnay energiya atom enerjisi. avaretster Avarlar.
atom vegi atom çağı: "Atom avariya Kaza, trafik kazası, avariya
vegmde min sîrlezîp ala pol- kaza olmak.
tasharlabassım." V. Şulbayeva (A-
avariynay s. Kaza ile ilgili, avariynay
tom çağında titreyerek taşraya gi-
demem.) komanda ilk yardım ekibi.
avgust Ağustos, sigîzînçî ay avgust
atpah 1. Solungaç. 2. Ok ucu. 3. Çengel polça sekizinci ay ağustostur.
ucu.
aviyatsiyonnay s. Uçakla, havacılıkla
atrarha- İmrenmek.
ilgili.
attaşe Ataşe, voennay attaşe askerî aviyatsiya Havacılık.
ataşe. aviyabaza Hava üssü, uçak üssü.
attestat Diploma, bitirme belgesi. aviyanosets Uçak gemisi.
attestatsiya Rütbe, şahadetname ver- aviyapoçta Uçak postası.
me.
aviyazavod Uçak fabrikası.
attığ (ı.) S. Atlı: "Çorğa pora attığ Yakın avstraliets Avusturalyalı.
türce polarman Aydonıh tuzına çide
avstraliyka Avusturalyalı kadın.
tüsken." V. Kobyakov (Yorga bora
atlı Yakın, çok geçmeden Aydo'nun avstraliyskay s. Avusturalya'yla ilgili.
yanına yetişti.) Çazağ kî z înîn avstriets Avusturyalı.
ülözîn attığ kızı albas. Atasözü avto çügürîs Otomobil yarışı.
(Yaya kişinin ülüşünü atlı kişi avtobaza 1. Garaj. 2. Nakliyat şirketi.
almaz.) avtobiyografiçeskay Otobiyografiyle
attığ (ıı.) s. Adlı: "Haydi M attığ pol ilgili.
parğam, amoh pîllp alarzar." G. avtobiyografiya Otobiyografi, özgeçmiş.
Kazaçinova (Nasıl iki adlı olduğumu avtobus Otobüs: "Çe avtobus
şimdi biliyorsunuz.) Kîzî polza attığ stantsiyazar irtlp partır paza tanda
polar, kiik polza tüktîg polar. Ata­ la irten polar." G. Topanov (Fakat
sözü (insanın adı olur, geyiğin tüyü otobüs istasyona doğru geçip gitti,
olur.) yeni bir otobüs ancak yarın sabah
olacak.)
attır-Ateş ettirmek. avtogennay s. Kaynak, avtogennay
attraktsiyon (sirkte) Numara. pızırığ kaynak işi.
auditoriya Konferans salonu, amfi. avtograf 1. El yazısı. 2. İmza.
aut Aut, hariç. avtomaşina Araba, otomobil: "Annanoh
avangard Öncü, lider. sığara M avtomaşinazı, kop san
avangardnay s. Öncü, öncülükle ilgili. köffglîg attan Şirazar gosudarstvaa
pirceh as tölirge tartıpçalar." M.
avanpost ask. İleri karakol, avanpostta Kokov (Ondan sonra iki araba, ok
tur- ileri karakolda görev yapmak. atlı arabayla Şira'ya hükümete ç e-
avans Avans, avans al- avans almak. recek hububat taşıyorlar.)
avans pir-avans vermek.
avtomat -56- ayah-hamıs
avtomat Otomat, otomatik. sım, uluğ hırlas ayı aralık, ayı
avtomatçik Otomatik tabancalı er. çitpeen pala ayını doldurmamış
avtomatiçeskay s. Otomatik olarak, bebek, erken doğmuş bebek.
av
otomatik, avtomatiçeskay mıltıh " ( ' • ) (göz) Kamaşmak.
otomatik silâh. ay- (ıı.) (gücü) Kaybolmak.
avtomatizatsiya Otomatikleştirme. ay çarii Ay ışığı.
avtomobii' Otomobil, azıh avtomobü' ay tolızı Dolunay.
açık otomobil. avtomobiPnan par- aya (ı.) 1. Aya: "O/, adı suğa çiikelektök,
otomobille gitmek. halıhtap parıp, M ayazman suğ
avtonomiya Özerklik, muhtariyet. tübîne tayan salğan." N.
avtonomnay s. Otonom, özerk, muhtar. Domojakov (O, atı suya ulaşma-
avtonomnay respublika otonom dan, adımlarla gidip, iki ayasıyla
cumhuriyet, avtonomnay oblast' suyun derinliğine yaslanmış.) 2.
(hayvanda) Taban.
otonom bölge.
avtoportret Kendi portresi. aya (ıı.) Yay.
avtor Yazar, kiniganın avtoru kitabın aya- Acımak, merhamet etmek: "Ol amdı
sağınca, îcem-pabamnıh hoynında
yazarı.
polğanda olar mini' ayacahnar." V.
avtoremontnay s. Otomobil tamiriyle
Kobyakov (O şimdi düşünüyor, an-
ilgili. nemin babamın koynundayken on-
avtoritet Otorite, avtoritedi par otoritesi lar bana acıyorlardı.)
var. ayaaçı s. Merhametli.
avtoritetnay s. itibarlı, saygın, etkili,
ayabas s. Merhametsiz, acımasız.
yetkili.
avtoritettîg s. Otoriteli. ayabin zf. Acımadan, hoyratça:
"Annahar ol, kuzin ayabin,
avtorizovannay Kendi eserinin tercü-
toğınçathan toğızında uluğ
mesini tasvip etme. çidîglerge çidıp alarga hınca." S.
avtorlığ s. Yazarı belli. Çarkov (Bu yüzden o, gücüne acı­
avtoruçka Dolma kalem. madan, çalıştığı işinde büyük başa-
avtotransport 1. Karayolu taşıtları. 2. rılar elde etmek istiyor.)
Karayolu taşımacılığı. ayağ Merhamet, acıma, ayağ çoh mer­
avtozavod Otomobil fabrikası. hametsiz, acımasız.
ay (ı.) Çok, pek. ay-tüben pek çok. ay- ayagastığ s. Kaseli, kaseyle: "Tashartın
çiit ipçf km, bollarında çarımdıh 1-
tıs pek yavaş, ay-sım sakin, yavaş. pek paza timfr ayagastığ süt
ay (ıı.) Ay!, ah!: "Ay-a-ay, haamalar! - tudınıp, kir kilgen." V. Kobyakov
hoylarınzar körîp. hıyğanah (Dışarıdan genç kadın, ellerinde ya-
tabısnah hıshırıbısça. V. Kobyakov rım ekmek ve demir kaseyle süt
(Ay, ay alçaklar!, diye koyunlarına tutarak girivermiş.)
doğru bakıp ince sesle bağırıyor.)
ayağlığ s. Acınacak durumda olan.
ay (ııı.) 1. Gökteki ay. ay oshas ay gibi.
2. Ay, yılın on ikide biri. ay pazı ay ayah Kase, kadeh, fincan, tas. timîr
başı. ay say her ay. çil ayı ocak. ayah demir kase. sın ayah porse-
azığ ayı şubat, uluğ körîk ayı len kase. süleyke ayah cam kase.
mart. kîçîg körîk ayı nisan. ıra ayah-hamıs tekr. Kap kaak: "Ayah-
tartcan ay mayıs, pîs ayı haziran. hamıstı turğızıp, çiceh ç ime timnep
tos ayı temmuz, ot ayı ağustos, hı- çor." G. Topanov (Kap kaçağı ko-
ra kiscen ay veya orğah ayı eylül. yup, yiyecek hazırlıyor.) İgîrîne it
çarıs ayı ekim. kîçîg hırlas ayı ka-
-57-
ayah-samnah aygı
polğanda, pügürîne mün aybalğı s. zf. Yavaş, ağır. min kirîp
tolganda, arğanı simîrîp, astaanı parıp, aybalğı pol pardım ben
toshanda, ayah-hamızın îde pirdî yaşlanıp, ağırlaştım.
eğrisini et dolunca, büklümüne ye- aybın- Gereğinden fazla kalmak, alıko-
mek dolunca, zayıfı semirip, aç o- nulmak, geç kalmak: "Anın ol «aal
lanı doyduğunda kap kaçağını top- ırah nimes, aybınmanar, oray
ladı. polıbıstı», - teen ondayı polğan."U
ayah-samnah tekr. Kap kaçak. Domojakov (Onun, o köy uzakta
ayala- Ayasıyla vurmak. değil, gereğinden fazla kalmayın,
ayan 1. Sözsüz şarkı. 2. Nakarat geç oldu diye tavsiyesi olmuş.)
ayan- Acımak, korumak, ayan-parğan aybınıs Gecikme, geç kalma.
kızı pinti, açgözlü kişi. aybınıstığ s. Uzun süren.
ayan Bahis, ayan tut- bahse girmek: aybıs Ok ucu.
"Çe, Gavril Vasilyeviç, ayan tut!
aylanğan andar Hohanah ağa." i. aybuh Balık ağı.
Kostyakov (Haydi, Gavril aydas s. 1. Güçlü, kuvvetli, dayanıklı.
Vasilyeviç, bahis tut!, diye dönmüş aydas motorlığ traktör güçlü mo-
ona Hohanah ağa.) torlu traktör. 2. Sağlıklı, sıhhatli
ayanmas s. Gözü pek, yılmaz, özverili. aydas pol- sağlığına kavuşmak:
ayartım Astım ruhu, iyesi. "/A /7 7 oolaahar aydas polar." İ.
Kotyuşev (Artık oğlunuz sağlığına
ayas 1. Ayaz, açık hava. ayas kün ayaz
kavuşacak.)
gün. ayas tigîr puluttap pardı a-
yaz gökyüzü bulutlandı. 2. Ayaz, aydıs- Konuşmak.
soğuk: "Hazır ayas sooh polğlabıstı aydıs Konuşma, söyleşme.
/ Hara pulut hoyıpça." A. Topanov. ayğah (hayvanda) Tırnak.
(Sert ayaz soğuk oldu / Kara bulut
ayğahtığ s. Tırnaklı: "Azığlığ ah,
yoğunlaşıyor.) 2. Gökyüzü, kök
ayas mavi gök. ayğahtığ hus plske / Açınnanıp,
kop hatı çarbanğan." İ. Kapçıgaşev
ayas- (ı.) (hava) Ayazlamak. (Azılı av, ayaklı kuş bize / Aç gözlü-
ayas- (ıı.) (Birbirine) Acımak. lük edip, çok kez bize yapışmış.)
ayasta- (hava) Açılıp soğuklaşmak: ayğas- Oynamak, meşgul olmak, uğ-
"Tashar tiglr ayastabızıp / Tazılama raşmak: "Horıhpa, pu yapon
sooh hırlapça." A. Topanov
nimecekneh min ür ayğaspaspın."
(Dışarda gök ayazladı / Sert soğuk
V. Tatarova (Korkma, bu Japon o-
kaplanıyor.)
yuncağıyla uzun süre uğraşmam.)
ayastan- Gökyüzü açılmak, ayazlanmak.
ayğashah s. Meşgul, bir şeyle uğraşan.
ayastığ (ı.) s. Ayaz, bulutsuz soğuk
havalı. ayğastır- Uğraştırmak, meşgul etmek:
"Paza pirsin küresneh
ayastığ (ıı.) s. 1. Tatlı, kıymetli: "Mağaa
ayğastırçam." V. Şulbayeva (Diğe-
tınım ayastığ, -teen Sorkay" S.
rini güreşle uğraştırıyorum.)
Çarkov (Bana canım tatlı, demiş
Sorkay.) 2. Zavallı, acınacak: "Anın ayğat Kam ruhu.
ayastığ, aldanıstığ tabızı pirde ayğazaacı s. Bir şeyle uğraşan,
istîlîp, pirde istllbin parıbıs turadır." meşgul olan.
V. Kobyakıv (Onun acınacak yalva- ayğı 1. s. Kaygan, ayğı pus kaygan buz.
rışlı sesi bazen duyulup bazen 2. Hokey pisti.
duyulmuyor.)
aygır aymah
aygır- Bağırmak. parçam: V. Şulbayeva (Bu yüzden
ay-hut tekr. zf. Gürültü, patırtı: "Tastıhti devamlı girdaba doğru gidiyorum.)
arığda toğas parza, çistek- 2. Sarmal, helezoni, döner.
miskelerîn, huzuhtarın tasti, ay-hut aylanan pashıs Burma merdiven.
çoh tisçenner." N. Tyukpiyekov 3. Dönemeç: liHaydağ-da çurtas
(Dışardaki ormanda karşılaşsa, aylancıhtarında pozınıh ülüzî." N.
yemilerini, mantarlarını, çam fıstık- Nerbişev (Her türlü hayat dönemeç-
ların ş atarak sessizce kaçmışlar.) lerinde insanın ülüşü.)
ayığ Ayılma. aylandır- 1. Döndürmek, çevirmek, geri
getirmek, çurtasha hatap aylandır
ayıh-Gök açılmak.
salarğa yeniden hayata döndür­
ayıl- Ayılmak, kendine gelmek, talğan mek, hayiin aylandır- dikkatini
kîzî ayılça bayılan kişi ayılıyor. çekmek. 2. Ters yüz etmek.
ayıldır- Ayıltmak, kendine getirmek.
aylandıra zf. 1. Dönerek, aylandıra
ayıstığ s. Kamaştıran, göz alıcı: "Naa çathan çalbah çir üstü dönüp du-
künnîh harah ayıstığ sustarına ran yer yüzü. 2. Çevre, etraf:
tozın aralazıp toshalal tur ba tan." "Kûnrif aylandıra küğürt çolınıh
F. Bumakov (Yeni günün göz alıcı öhnerîneh putken teglek turca." A.
ışıklarına toz girip kabarıyor mu Kuzugaşev (Güneş çevresinde
ne.) gökkuşağı renklerinden oluşan yu-
ayıt- Söylemek, demek. Ayıthan sös varlak duruyor.)
arığ polzın, athan uh palıglıg aylanıs Dönüş, dönme, dönemeç, çir
polzın. Atasözü (Söylenen söz aylanızı yeryüzünün dönüşü, pas
temiz olsun, atılan ok (kurşun) ya- aylanızı baş dönmesi, aylanısta
ralayıcı olsun.) 2. Şarkı söylemek. minde tüs dönünce bende kal.
ayla-Dönmek: "Abanahnan Kola ortı aylanıs- Dönüşmek, birbirine dönmek:
çoldah kontorazaroh aylı tarttılar." "Iköleh amdı, udur-tödîr aylanızıp,
F. Burnakov (Abanah'la Kola orta çirge nannana çadıp aldılar." V.
yoldan büroya doğru döndüler.) Kobyakov (İkisi şimdi karşılıklı birbi­
aylaah- Merak sarmak. rine dönüp, yere yan yattılar.)
aylah Bir koyun hastalığı. aylanıstığ s. Dönüşlü, dönüşü olan.
aylahtan- Dönmek, dönüp durmak: "Pır aylanıstığ glagollar gr. dönüşlü fiil-
ondaynah çadıp polbin, aylahtanıp ler.
la çat turadır."\J. Kobyakov (Bir dü - aylas Dolambaç, viraj.
zende duramayıp, dönüp yatıyor.) aylığ (ı.) Gebe kadın.
aylahtandır- Döndürmek. aylığ (ıı.) 1. Aylı, ayı olan. aylığ haraa
aylahtanıs- (birlikte) Dönmek, çevrilmek. aylı gece. 2. Aylık, çiti aylığ yedi
aylan- Dönmek, çevrilmek, terben tazı aylık.
aylança değirmen taşı dönüyor. aylıh- Acımak: "Çider. Tınım aylıhça."V.
çoldan aylan-yoldan dönmek, ay­ Şulbayeva (Yeter. Canım acıyor.)
lan kil-dönmek, geri gelmek, amir ayli-künni tekr. Aylardır.
çurtas mağaa hatap aylan kilgen
aymah 1. Bölük, boy. 2. Çeşitli, aymah
rahat hayat bana yeniden geldi.
önnen çeşitli renkten: "Kolhoz çonı
aylancan îzîk Turnike. küstençedîr / Köp aymah as
aylanan 1. Girdap, burgaç, su çevirisi: taarirğa." P. Ştıgaşev (Kolhoz halkı
"Annanar udaa aylancıhha orta pol güçleniyor / Çeşitlfekin ekmeye.) 3.
aymah-pasha -59-
azah
Bölge. 4. Memleket, yurt. Mool yım diye yürüyüşünü hızlandırmak
aymağı Moğol yurdu. istiyor.) krş. aymıt-
aymah-pasha tekr. Türlü, çeşitli. ay-ool Hey! Oğul! Ay oğul!: "E-ezen, ay-
şkolanın aymah-pasha toğızına ool! - at üstünen tanış nimes kfzî
çahsı hayıp turarğa çöp pirîp, külînîp arah suulana tüsken." V.
hıyğı salça okulun çok çeşitli işleri- Kobyakov (Merhaba, ey oğul!, at
nin yapılması için yardım edip ba- üstünden tanımadığı kişi gülümse-
ğırıyor. yerek sesleniyor.)
aymas- Karışmak, karmakarışık olmak: ay-poraan Nizamsız, düzensiz, stol
"Çon am aymashan, olğannar daa üstînde ay-poraan masa üstü
postan alınca çörgleenner." F. karmakarışık.
Bumakov (Halk şimdi karmakarışık ayra (ı.) Aşık oynanan kemik.
oluyor, çocuklar da kendileri tek tek ayra (ıı.) Sadak.
yürüyorlar.)
ayran Ayran: "Talğannı ayrannah haarıp,
ay mastır- Karıştırmak. îzîp alzan, haydağ daa aar toğısta
aymın- Alıkonulmak. tabırah suhsabassıh, astabassın."
aymıt- Hızlandırmak, çabuklaştırmak, N. Tyukpiyekov (Kavrulmuş buğday
krş. aynıt- ununu ayranla karıştırıp içersen,
ayna Şeytan: "Minin kîzîm! Kördek, her türlü ağır işte, çabucak susayıp
munaan aynanı!' M. Kokov (Benim acıkmazsın.) ayran azı bir tür alkol-
adamım! Bak, bunak şeytana!) ha- lü içecek: "Amzabızıp Muza ayran
ra ayna şeytan, iblis, çabal ayna azın / Sarnabin polbadım, arğıstar!'
şeytan, iblis, aynam tutça çıldırıyo- M. Bainov (Tadarak Muza ayran iç-
rum, kendimi kaybediyorum! kisini / Türkü söylemeden edeme-
dim dostlar!) ayran-hımıs tekr. al-
ayna-çik tekr. Şeytan, kötü ruh: "Pîsffn
kollü içecek, ayran-suhsun tekr.
irgî-purunğılarıbıs, palaa ayna-çik
ayran, içecek.
sıınmazın tîp, ağaa pîree homay
arah, at taap alarga küstencehner." ay-sım tekr. Sessiz, sakin.
G. Kazaçinova (Bizim atalarımız ay-soonda Hemen sonra, ardından.
çocuğa kötü ruhlar yaklaşmasın di- ayt- Konuşmak.
ye, ona kötü anlamlı ad bulmaya aytıs Konuşma, konuşuş.
çalışıyorlarmış.)
aytıs- Konuşmak.
aynalan- Sövmek, kızmak.
ay-tıs tekr. Huzur, rahat, ay-tıs pir-
aynı- Artmak, hızlanmak.
rahat, huzur vermek.
aynıh- 1. Çıkmaza girmek. 2. Utanmak,
ayva Ayva.
sıkılmak. 3. Şüphelenmek, şaşır-
aza Şeytan.
mak.
azah (ıı.) Giysi, maymah-azah ayakka-
aynıs Hız, tempo.
bı, ödîk-azah ayakkabı, kip-azah
aynıstığ s. Acil, ivedi, aynıstığ toğıs acil giysi, elbise.
iş. azah 1. Ayak. alın azah ön ayak. kizîn
aynıt- Hızlandırmak, çabuklaştırmak. azah arka ayak. hırıh azah kırka-
toğıs aynıt-işi hızlandırmak: yak. 2. Ayak, araçta ayak. stol
"Harashı haraağa kîrlp, çoldah noo azağı masa ayağı, çalğıs azah çol
as halbim tîp, ol çönzîn aynıda patika: "Çomapnan Iliskecek
pirerge hınadır." V. Kobyakov (Ka- çardan inçetken çalğıs azah çolğa
ranlık gecede, yoldan kaybolmaya- çit kilgenner: " İ. Kotyuşev
azah-hollar
-60-
azır
(Çornap'la ilikecek yardan inen pa- azıh (ı.) S. Açık: "Nince le par nime îzıgl
tika yola inmişler.) azahha kır- (be- / Ipçî pîske tööle azıh." M. Kokov
bek) yürümeye başlamak. 3. Alt: (Ne kadar varsa kapılar / Biz kadın-
"Aal azağınzar, alay annan pözlk lara devamlı açık.)
arah tağlar hırinzar haydağ-da ötîg azıh (ıı.) Azık, yiyecek.
tabıstar istîle tüstî." A. Çerpakov azıh- Akmak.
(Köyün alt tarafına doğru, veya yük- azıhtığ s. Azıklı.
sek dağlara doğru keskin bir ses azıhtıra zt. Akıtarak.
işitiliyor.) 4. Son. çılnın azağı yılın azıh-tülüg tekr. Artık, annah sağaa
sonu. azıh-tülük çaçırapça ondan sana
azah-hollar tekr. El ve ayaklar, azah- artık kalıyor.
holları tal- el ve ayaklan uyuş- azıl- (ı.) 1. Açılmak. îzîk azıldı kapı
mak. açıldı. 2. Hava açılmak.
azahta- Bir alete ayak yapmak. azıl- (ıı.) Aşılmak, geçilmek.
azahtan- Yürümeye başlamak, ayağa azımah İstilâ, yağma.
kalkmak: "Pabah püün azahtanarğa azımahçı İstilacı, barbar.
poldı." V. Şulbayeva (Baban bugün azımahta- 1. İstilâ etmek. 2. Yağma
ayağa kalktı.) etmek, talan etmek.
azahtandır- Ayağa kaldırmak. azımahtan- Kendisi için ele geçirmek.
azahtas- İki kişi bacaklarını birleştirerek azın-(ı.) 1. Ayrılmak, uzaklaşmak:
"Yakınnah azın polbin oylapça."\l.
uyumak.
Kobyakov (Yakın'dan uzaklaşama-
azahtığ s. 1. Ayaklı: "Ol hıshacah sarığ yarak koşuyor.) 2. Açılmak: "Apsah,
tonnığ, Igîr azahtığ." V. Kobyakov ahsın sala azın salıp, ipçizer hızıl
(O kısa sarı elbiseli, eğri ayaklı.) 2. köbiglıg harahtarın suğlandıra
Hızlı, azahtığ at hızlı koşan at. körgen." A. Çerpakov (İhtiyar, ağzı-
nı biraz açıp, kadına kızıl köpüklü
azan- Korkmak, çekinmek.
gözleri sulanarak bakıyor." 3. Ken-
azancıh s. Boş inançlı. dine yol açmak, öne geçmek.
azanıs Boş inanç, batıl inanç. azın-(ıı.) 1. Yatağından taşmak. 2. Yük-
azanıstığ s. Boş, boşuna, beyhude: "Ol selmek, artmak.
arınca tay ma sağıstar / azın-(ııı.) Asılmak, asmak.
Çoohtanarğa daa azanıstığ." M.
azmada zf. Önceden, vaktinden önce:
Kilçiçekov (O çok yalan düşünceler "Kîçıgdeh sığara aar toğıs Torkanın
/ Konuşmak da boşuna.) iit tuzın azınadoh hızır saiğan." V.
azay Canlı doğurduktan sonra yavrunun ç obyakov (Küçüklükten beri ağır iş
Torka'nın gençliğini vaktinden önce
üzerindeki mukoza.
kısaltmış.)
azaylığ s. Sümüklü, mukozalı.
azındır- Taşırmak, kabartmak.
azbuka Alfabe kitabı.
azındıra zf. Önceden, azındıra ahsın
azerbaydjanets Azeri, Azerbaycanlı. azınma önceden ağzını açma.
azerbaydjanka Azerbaycanlı kadın. azır 1. Suda ayrım. 2. Çatallı, zirveli.
azerbaydjanskay s. Azerbaycan'la ilgili toğıs azır sın dokuz çatallı dağ. 3.
azığ (ı.) Aşıt, geçit. Dirgen, yaba.
azığ (ıı.) Azı (dişi.) azır- 1. Aşırmak, üstünden geirmek. 2.
Yutmak, aşırmak. 3. Ayırrç ak, böl-
azığ (in.) Ayı.
mek.
azığ ay Şubat.
- azos
azıra
azıra 1. zf. Üzerinden: "Vaskanın azırat- Besletmek, yemek verdirmek.
innîn azıra körçedip." A. Kuzugaşev azıray- Dallanıp budaklanmak, ayrış-
(Vaska'nın omzunun üstünden ba- mak: "Çar altındağı tıttar paza
karak.) tağ azıra dağ üstünden. 2. hazınnar azırayızıbısçathannar." İ.
zf. Fazla, -dan fazla, plan azıra Kotyuşev (Yar altındaki melez a-
planlanandan fazla: "Minin çabağa- ğaçları ve kayınlar dallanıp budak-
hulunnan hada pir mun azıra po­ lanıyorlar.)
lar." V. Kobyakov (Benim tay kulun- azırıh 1. Suda ayrım, ayrık, nehir kolu:
la birlikte binden fazladır.) 3. zf. Ağ- "Ağaa klrgleen azı rıhtan/ Alton
zına kadar, tepeleme, taşana ka- sanğa çit parça." A. Topanov (Ona
dar, stakannı azıra urıbızarğa karışan ayrımları / Altmış sayısına
bardağı ağzına kadar doldurmak. ulaşıyor. 2. Mal sürüsü.
azıra- (azra-) Yemlemek, beslemek, azırıhta-Ayrımlamak, kollara ayırmak.
büyütmek: "Amdı Kamat apsah,
Yakınnıh azırabinıbızarınah azırıhtan- Ayrımlanmak, kollara ayrıl-
mak.
horığıp, Aydonı daa irte
ushurıbısça." V. Kobyakov (Şimdi azırıhtığ s. Kolları çok olan akar su.
Kamat ihtiyar, Yakın'ın beslemeye- azırıl- Ayrılmak: "Yakınnıh Tzehedegî
ceğinden korkup, Aydo'yu da erken azağınıh maymağı azağınah
kaldırıyor.) suurınıp azırıl halbaan polza." V.
azırağ Besleme, yemek verme, yem Koyakov (Yakın'ın üzengideki aya-
verme. ğının çizmesi ayağından sıyrılıp
çıkmamış olsaydı.)
azırahtal- Nehir kollara ayrılmak.
azırılbas s. Ayrılmaz, azırılbas nancılar
azırahtığ s. Kollu, ayrımlı ırmak.
ayrılmaz dostlar.
azıral 1. is. Yemek: "Torka, çabızah
azırlan- Dallanıp budaklanmak, ayrım­
stolahha azıral timneen." V.
Kobyakov (Torka, alçak masaya lanmak, (nehir) kollara ayrılmak.
yemek hazırlamış.) irtengî azıral azırlığ s. Ayrımlı, çatallı, budaklı, dallı.
kahvaltı, iirdegî azıral akşam ye- köp azırlığ ağas çok dallı ağaç.
meği, künörtegî azıral öğle yeme- azırt- (ı.) Aşırtmak, yutturmak.
ği: 2. Yem. azırt- (ıı.) Ayırtmak.
azıran- Beslenmek, yemek yemek: azıt Aşıt, geçit.
"Azıranıp, tozınıp odırçathan azıy Geçen yıldan kalan tahıl.
polça." V. Kobyakov (Yemek yiyip,
aziyatskay s. Asyalı.
doyup oturuyor.)
azot Azot.
azırandı Besleme, büyütülmeye muhtaç.
azös Aç karın, azöske aç karnına.
azıras- 1. (birlikte) Beslemek, yetiştir-
mek.
-B-
ba mı? : "Toğın polar ba ol anda?' V. balansovay s. Bilanço, bilançoyla ilgili.
Şulbayeva (Çalışabilir mi o orada?) baiansovay otçyot bilanço hesabı.
babbit 1. Bebit madeni. 2. Bu maden- balerina Balerin.
den yapılan, babbitten itken balet Bale.
poişipnikter babitten yapılan rul- baletmeyster Baletmayster, bale rejisö-
manlar. rü.
babka Aşık kemiği: "Pulunnan îzepterîne baletnay s. Baleyle ilgili.
babkalar tıhtap alarm undubaanoh." balık Güneşte kurutulmuş balık sırtı.
A. Kuzugaşev (Köşeden ceplerine balka Kiriş, timîr balka demir kiriş.
aşık kemikleri sokuşturmayı unut- balkon Balkon, turanın balkonu evin
mamış.) balkonu, balkonğa bilet al- bileti
bad'ya Küçük kova. balkon için almak.
bagaj Bagaj, bagajha pir- eşyaları balkonnıg s. Balkonlu, balkonnıg tura
bagaja vermek, bagaj salçan va- balkonlu ev.
gon bagaj vagonu. bali 1. Derece. 2. Puan, not.
bagajnik Bagaj yeri. badada müz. Balat.
bagor Karmuk, zıpkın. ballast Yük, ağırlık.
bahça Bahçe, bostan. ballığ s. 1. Dereceli, toğıs ballığ çil
dokuz dereceli rüzgâr, ballığ
bak (ı.) Baş kasarası. sistema dereceli sistem. 2. Notlu,
bak (ıı.) Depo, hazne, teneke. puanlı.
bakaleya Bakkaliye, bakaleya magazini ballon Balon.
bakkal dükkânı. ballotirovat pol- 1. Oy vermek. 2. Oya
baken Tombaz. sunmak.
baklajan Patlıcan. ballotirovatsiya pol- 1. Oy verilmek. 2.
Oya sunulmak.
baklan zool. Karabatak.
ballotirovka 1. Oy verme 2. Oya sunma.
bakteriolog Bakteriyolog.
bambuk Bambu, Hint kamışı.
bakteriologiçeskay s. Bakteriyolojik. banan Muz.
bakteriologiçeskay tirîg bakteriyo- banda Çete, şebeke.
lojik silâh. bandaj Bandaj.
bakteriologiya Bakteriyoloji. banderol' Bandrol.
bakteriya Bakteri, mikrop. bandura Bir tür Ukrayna çalgısı.
bal Balo. bank 1. Banka, gosudarstvennay bank
bal'nay s. Balo, baloya ait. bal'nay devlet bankası. 2. Bankayla ilgili.
kögenek balo elbisesi, gece elbi- banktın akkreditivi banka akrediti-
sesi. fi.
balalayka Balalayka, bir tür müzik ens- banka Kavanoz, varenie bankazı reçel
trümanı: "Uluğ hızıcağı pır kavanozu.
turazında balalayka oynap bankacah Küçük kavanoz: "Suğlıg
odırçathan."H. Tyukpiyekov (Büyük bankacah ağılca." M. Şulbayeva. (
kızı bir odada balalayka çalıyor.) İçinde su olan küçük kavanoz geti-
balans Denge, bilanço, sadığ balanzı riyor.)
satış bilançosu. banket Ziyafet, şölen.
-64-
bankir begemot
bankir Banker. basketbolist sp. Basketbolcu.
banknot Banknot, kâğıt para. basketbolistka sp. Bayan basketbolcu.
bankrot Müflis, batkın, iflas etmiş. basmaç Basmacı
bankrotstvo Batma, iflas. basnya ed. Masal, halk hikâyesi.
bant Bant, fiyonk. basseyn Havuz: "Teatr, basseyn,
bar Bar: "Tasharlacannan toh polbassın. tasharlacan." V. Şulbayeva (Tiyat-
Kafe, restoran, bar." V. Şulbayeva. ro, yüzme havuzu taşraya çıkarıl-
(Dışarı çıkmakla doyamazsın. Kafe, malı.)
restoran, bar.) bastovat Grev. bastovat pol-grev yap-
bar'yer Bariyer, engel. mak.
baraban 1. Davul, baraban sap- davul başkir 1. Başkurt. 2. s. Bakurtlarla ilgili.
çalmak: "Baraban şahıslarına başkurt tîl Başkurt Tiş rkçesi.
kilîstîre hoybannap sıhça." V. başkirka Başkurt kadın.
Tatarovna (Davul vuruşlarına uy- başmak Potin.
gun kıvırmaya başlıyor.) 2. Davulla başnya Kule. başnya çası kule saati.
ilgili. batal'on ask. Tabur.
barabannay perebonka anat Kulak zarı batareyka Pil, batarya.
barabanşçik Davulcu. batereya Batarya.
barak Baraka: "Tayğadağı baraklardan batist 1. Patiska. 2. s. Patiskadan
sığar-sıhpazınanoh, Olca sarınğa batist kögenek patiska elbise.
kîrgen." N. Nerbişev (Ormandaki baton Somun (ekmek.)
barakalardan çıkar çıkmaz Olca batrak Irgat.
şarkı söylemeye başlıyor.) batsilla Basil, mikrop.
baranka Direksiyon simidi. bayan müz. Armonika.
barbaris bot. Sarı çalı, kadıntuzluğu, bayanist müz. Armonikacı.
amberbaris. bayka 1. Pazen. 2. s. Pazenden.
barda Bira imalında kullanılan arpa bayka kögenek pazen elbise.
posası. baza Baz, temel, üs. aviyatsiyonnay
barel'ef Barelyef. baza hava üssü.
barhat 1. Kadife. 2. s. Kadifeden bazar Pazar, mal satılan yer. püün
barhat kögenek kadife elbise. bazar polcah kün bu gün pazartn
barınya Barones, bey hanımı. kurulduğu gün: "Tabırah timnenîbîs,
min sinî bazarğa çitîre apar salam."
barış Kâr, kazanç.
V. Şulbayeva (Çabuk hazırlan, seni
barışnya Küçük hanım. pazara kadar götüreyim.)
barin B a r o n , ağa. bazis Temel, esas, baz.
bariton müz. Bariton. ekonomiçeskay bazis ekonomik
barja Duba. temel.
barka Barka, büyük sandal. be mi?: "Nince aallar irt parirlar, Jkî be,
üs pe, tanış tağlar körîn pastabıstı."
barometr Barometre.
A. Çerpakov (Nice köyleri geçtiler,
barrikada Barikat. iki mi, üç mü dağlar görünmeye
barrikadala-Barikat kurmak. başladı.)
barşçina Angarya. beda Belâ, felâket.
bas müz. Bas, basso. begemot zool. Su aygırı.
basketbol sp. Basketbol, basketbol
komandazı basketbol takımı.
belila -65-
botsman
belila Allık. bizon zool. Bizon.
belletrist ed. Hikayeci. blagodarnost' Minnet, şükran, memnu-
belogvardeyets Beyaz Ordu mensubu. niyet.
belorus Beyaz Rus. blank Matbu evrak.
beloruska Beyaz Rus kadın. blindaj ask Blindaj, muhafaza siperi.
benzin Benzin. blok 1. Blok, karton. 2. Blok, koalisyon,
berdenka Bir tüfek türü. grup.
beret Bere. blokada Abluka muhasara, talay
besprizornay s. Öksüz, bakımsız (ço- blokadazı deniz ablukası, muhasa-
cuk). rası.
beşmet Astarlı bir yelek türü. bloknot Bloknot.
beton 1. Beton. 2. s. Betondan: "Pu ah bluzka Bluz.
tasta çiton azıra klzMh adı-solazı boçka Fıçı.
betonğa kire pazılğan." A. bokal Kadeh.
Çerpakov (Bu ak taşta yetmişten boks Boks.
fazla kişinin adı soyadı betona kazı-
boksyor Boksör.
lıp yazılmış.)
bol'nitsa Hastane: "Bolnıtsazar çatır
betonna- Betonlamak.
salğannar." A. erpakov (Hastane-
betonnığ s. Betonlu. ye yatırmışlar. Ç harah imnecen
bezbojnik s. Allahsız, dinsiz, ateist. bol'nitsa göz hastanesi.
bezmen El kantarı. bol'şevik Bolşevik.
bezobank Benzin deposu. bol'şevizm Bolşevizm.
bibliyograf Bibliyografyacı. bolgarin Bulgar.
bibliyografiya Bibliyografya, kaynaklar. bolgarka Bulgar kadın.
bibliyoteka Kütüphane. bomba Bomba, atomnay bomba atom
bibliyotekar' Kütüphaneci. bombası.
bidon Bidon. bombala- Bombalamak.
bilet Bilet, teatr biledi tiyatro bileti, bilet bombalas Bombalama.
çoh biletsiz, bilet çoh passajir bi- bombardirovka Bombardıman.
letsiz yolcu. bombardirovşçik Bombardıman uçağı.
biliion Milyar. borona Tırmık.
bilyard Bilardo. boronala-Tı rm ı klamak.
binokP Dürbün. borşç Borş (çorbası.)
bint Sargı. bota Bot.
birja Borsa. botaniçeskay s. Botanikle ilgili.
biskvit Bisküvi. botaniçeskay sad botanik bahçesi.
bivuak ask. Açık ordugâh. botanika Botanik.
biyografiçeskay s. Biyografik. botinka Potin, olğan botinkazı çocuk
potini: "Çoon, hara nap-naa
biyografiya Biyografi.
botinkaları çirce sözmldîre." A.
biyolog Biyolog. Çerpakov (Büyük, kara yepyeni po-
biyologiçeskay s. Biyolojik. tinlerini yerde sürükleyerek.)
biyologiya Biyoloji. botsman Lostromo.
boyets -66- bumazeya
boyets Asker, er. broşka Broş.
boyevoy Askerî. broşyura Broşür.
boykot Boykot. bryuka Pantolon.
boykotta-Boykot etmek. bryukva Tarla şalgamı.
boyok (silâhta) Horoz, mıltıh boyogî buddizm Budizm.
tüfek horozu. budka Kulübe.
brak (ı.) Iskarta, bozuk mal. brakka bufer Tampon.
sıhhan at emekliye, ıskartaya ay- bufet Büfe.
rılmış at.
bufetçik Büfeci.
brak (ıı.) Nikah.
buhgalter Muhasip.
brakta- Iskartaya çıkarmak.
buhgalteriya Muhasebe.
braktığ s. Kusurlu, özürlü.
buket Buket, porçolar bukedî çiçek
brezent Yelken bezi, çadır bezi.
buketi.
brigada Ekip, grup: "Ol brigadanın
brigadinne komsomol komitedî sinî buket Buket.
turğızarğa hınca." S. Çarkov (O e- bukinist Sahaf.
kibin başına gender komitesi seni bukinistiçeskay s. Sahafla ilgili.
getirmeyi istiyor. ç bukinistiçeskay magazin sahaf
brigadaiığ s. Ekipli, takımlı. dükkânı
brigadir Ekip başı, şef: "Min sinî brigadir buksir Yedek, buksirga al- yedeğe
polarğa itçe tfp iskem." S. Çarkov almak, yedeğe alarak çekmek.
(Ben senin ekip şefi olacağını duy- buksirla- Yedeğe almak, yedekte çek­
dum.) mek.
brillant Pırlanta. buksirlığ s. Yedekli, buksirlığ parahod
brillantovay s. Pırlantalı, pırlantayla römorkör.
ilgili. buksovat' pol- Patinaj yapmak.
britanskay s. Britanyalı. bukva 1. Harf. Hakas alfavidında otıs
britva 1. Ustura. 2. Usturayla ilgili, toğıs bukva Hakas alfabesinde o-
britva pıçağı ustura bıçağı. tuz dokuz harf var: 2. mec. Kısa
yazı: "Itse, min anı üs bukvaa
brom kim. Brom. ızıbızarcıhpın." V. Şulbayeva (Ben
bromistay s. Bromlu olsam, ona üç harf yazıp gönderir-
bron' Rezervasyon. dim.)
bron'mğ s. Ayrılmış, tutulmuş, rezerv bukvar' Alfabe, bukvar' tuzı (okula
edilmiş bronnığ orın ayrılmış, t u ­ başlayınca) alfabe dönemi.
tulmuş yer. bul'var Bulvar: "Tverskoy bulvarda hızıl
broneboynay s. Zırh delen. iirde / Çıltıh-çaltıh ottar tamılça." V.
bronenosets s. Zırhlı, zırhlanmış. Maynaşev (Tversoky Bulvarında kı-
bronevik s. Zırhlı. zıl akşamda/ Parıl parıl ateşler ya-
bronhi anat. Bronşlar. kılıyor.)
bronhial'nay anat. s. Bronşlarla ilgili. bulka Francala, çörek.
bronirovat pol- Ayırmak, tahsis etmek. buloçnay Ekmek fırını veya dükkânı.
bronya 1. Zırh. 2. s. Zırhlı. bumazeya teks. 1. Pazen. 2. s. Pazen-
den, bumazeya itken kögenek
bronyala- Zırhlamak, zırhla kaplamak.
pazen gömlek.
bronyahğ s. Zırhlı, bronyalığ avtomobil
zırhlı otomobil.
burevestnik -67 byust
burevestnik zool. Albatros (kuşu.) butılkalıg s. Şişeli: "Anan butılkalıg holın
burjuaziya Burjuvazi. pazınan azıra ködfrîbîskende." V.
burjuaznay s. Burjuvayla ilgili. Tatarova (Sonra şişeli elini başın-
dan yukarı kaldırdığında.)
burjuy Burjuva.
buyvol zool. Manda, camız.
burlak Halatla gemi çeken işçi.
byaz Amerikan bezi.
burovoy s. Sondajla ilgili.
bylleten Bülten.
burul'şçik Sondajcı.
byudjet Bütçe.
buryat Buryat.
byuro Büro.
butaforiya Aksesuar.
byurokrat Bürokrat.
buterbrod Sandviç.
byurokratiçeskay s. Bürokratik.
butılka Şişe: " Stol üstünde hurug
byurokratiya Bürokrasi.
butılkalar, stakannar, halas
oondahtarı." V. Şulbayeva (Masa byurokratizm Bürokratik, bürokrasi.
üstünde boş şişeler, bardaklar, ek- byust Büst.
mek kırıntılarıY
-ç-
çaa (ı.) 1. Savaş, harp: "Çaalardanar çaalazığ Savaş, muharebe, kiidegı
uzun hıshı lirlerde Un hınıstığ çaalazığ hava savaşı.
çoohtacan." A. Kuzugaşev (Savaş- çaan Can.
lar hakkında uzun kış gecelerinde çaan(ı) çoh 1. Hızlı, yiğit, atik. 2. Kavga-
güzel anılar anlatırdı.) Çaağa cı, çaanıma çittî bıktım, canıma
parçatsan mahtanma, çaadaîi
yetti.
nançatsan mahtan. Atasözü (Sa-
vaşa gidersen övünme, savaştan çaannığ s. Canlı.
dönersen övün.) 2. Savaşla ilgili. çaar Yağır, atın sırtında oluşmuş yara.
çaa soondağı çıllar savaş sonun- çaara- Atın sırtında yara oluşmak.
daki yıllar, han tögîstîg çaa kanlı
savaş, çaa tamışçıları savaş kış- çaas (ı.) Yağış: "Çaas çaabıstı tan."
kırtıcıları. 3. Asker, ordth (Yağış yağdı herhalde.)
çaas (ıı.) Yer, yeryüzü.
çaa (ıı.) Yay. krşfçaacah
çaba Deri, post. krş. çama (ıı.)
çaa tas Üzerinde taş yığınları olan eski
mezar. çaba huiah Baykuş.
çaacah Yay: "Kay ibînzer purunğı çabaacah Perçem, saç kesilince önde
çaacahtın uğınıH tattap parğan timlr bırakılan saç.
ustuğın al kilgen." G. Kazainova çabağa İki yaşında tay: "Pîree hulun ma,
(Kay evine eski yay okunurç pas- çabağa ba ana-nimee kırıp, alay
lanmış demir ucunu getirmiş.) çidip pe noo parza, annan çahsı la
çaacı Savaşçı, asker: "Arığ suğda kün körceen çoğıl." V. Kobyakov
köfınçe aacı ool / Kün altında (Herhangi bir kulun veya tay, bir
porçolan ç athan / Kök çazıda, yerlere girse veya kaybolsa ondan
tağlarda çörçe ol." i. Kotyuşev (Te- sonra iyi gün göremezsin.)
miz suda görünüyor oğlan / Güneş çabal 1. zf. Kötülük: "Çabal itken kîzee
altında çiçekîenen / Gök yazıda, çahsı nan nandırcan."V. Şulbayeva
dağlarda, geziyor.) (Kötülük edene iyilikle karsihk ver­
çaala- 1. Savaşmak. 2. Savaşa git- meli.) 2. s. Eski püskü ş virane:
mek. 3. Kavga etmek 4. Küfretmek. "Hoortaynın çabal çurtıçaana
çaalas Savaş, muharebe, kiideğî sııncan."H. Domojakov (Hoortay'ın
çaalas hava savaşı, aracı lan ıstı ğ virane evnine sığınmış.) 3. s. Kötü,
çaalastar savunma savaşları. işe yaramaz: "Aydo, nımzah ottığ
çaalas- Savaşmak: "Olar, çoh-çoos çirıcek tallap taap, çabal tonıcağın
paza çalcılarnın honiinın üçün hzenJp." V. Kobyakov (Aydo, yu-
kürezîp; çaalasçalar." V. Kobyakov muşak otlu yer seçip, işe yaramaz
(Onlar fakir ve kölelerin hayatını elbisesini döşeyip.) 4. zf. Kötü. îkî
güzelleştirmek için mücadele edip çabal pîrîkîp çurtaza, tabıstığ
savaşıyorlar.) çaalasçathan çir polcan; hosti honcıhtarğa curt
savaş meydanı. çoh polcan. Atasözü (iki kötü birlik-
çaalat- Savaştırmak, mücadele ettir- te yaşasa patırtılı olur, yakın kom-
mek: "Nimee le çaaladıp çüreende/ şulara yaşamak haram olur.) Çabal
Kînes ipçîzı puuh ileen." M. Bainov kîzî çağanah habadır, çabal aday
(Yüreğindeki şeyleri savaştırıp/ soonan habadır. Atasözü (Kötü in-
Kinez karısı bug=i)n hastalanmış.) san yakadan tutar, kötü köpek ar-
çaballa -70-
çabındı
kadan kapar.) çabal ağırığ bulaşıcı çabastır- Sakinleştirmek.
hastalık: "Haydi polbinçam, çabal çabazah s. Sakin, uysal, yavaş. krş.
ağmadan ağırçam." V. Şulbayeva çabas
(Nasıl olmam, bulaşıcı hastalığa
çabı s. Azgın, kızgın.
yakalanmışım.) çabal ayna alçak,
çabıdah s. Eyersiz, çıplak: "Tappin
rezil, çabal ospa çiçek hastalığı.
halcıhpıs, çabıdah atha münîp,
çabal ospanan ağırbas pol
haçıbıstır." V. Kobyakov (Bulama-
parğabın çiçek hastalığından iyi-
dık, çıplak ata binip kaçmış.)
leşmişim, çabal- çubal tekr.
kötü. çabıdahha zf. Eyersiz olarak:
"Çabıdahha müne tarta la, çardıh
çaballa- Kötülemek, yermek. aharın kölîgde tastı, özen îstînzer
çabailan- 1. Kızmak, küplere binmek, çapçah çîdıbJsken." V. Kobyakov
zıvanadan çıkmak, kudurmak. "Ol (Eyersiz olarak çekip binerek, atla-
pîlçe noza hazır pastıh ipçî rının bir kısmını koşumlu olarak bı-
çaballanğan tuşlarda kızı horğıstığ rakıp, çukurluğa doğru gitmiş.)
poladır." N. Nerbişev (O biliyor ne çabığ Kapama, örtme.
de olsa sert başlı kadın kızdığında çabıh- (çocuğu kötü ruh) Bulaşmak,
insan ondan korkar.) 2. Küfretmek, musallat olmak.
sövmek,
çabıh 1. Kapaklı, örtülü. 2. Çatı, saçak.
çabadandır- Kızdırmak, ifrit etmek, ku- 3. Kapalı: "Ağbanzar mağaa çol
durtmak, azdırmak. çabıh." M. Şulbayeva (Abakan yolu
çaballanıstığ s.Kindar, öfkeli, kızgın. bana kapalı.) Çalısının çolı açıh,
çaballas- 1. (birbirini) Kötülemek, yer- çabalnıfi çolı çabıh. Atasözü (Gü-
mek: "Aarlas, uluğlas çoğıl. Hırt zelin yolu açık/kötünün yolu kapa­
körîsçeler, çaballasçalar, kizl kJzee lı.)
ayabinça." V. Şulbayeva. (Saygı, çabıl- 1. Kaplamak: "Kustuktıh
hürmet yok, nefret edip birbirlerini ahmarlarınıh kistîndegî stenee
yeriyorlar, insan insana acımıyor.) çabılğan hızıl han." V. Kobyakov
2. (birbiriyle) Kötü olmak, darılmak. (Kustuk'un ambarlarının arkasında-
Çahsınaii çaballaspa, çabalnan ki duvarı kaplayan kızıl kan.) 2. Ka-
nancılaspa. Atasözü. (İyiyle kötü panmak, örtülmek.
olma, kötüyle dost olma.) çabılğay zool. Aladoğan.
çaballas Kötüleme, yerme, yeriş. çabın- Kaplanmak, kapanmak, örtün-
çaban Çoban: "Öök piltlrînde. Pabam mek: "Hıra salçan çirî, çashıda kök
çaban potça." V. Şulbayeva (Öök torğınah çabınıp, küsküde holarba
Piltiri'nde babam çobandır.) sablığ as pirgenî altın nimes pe?' M.
çaban meşhur, işini biien çoban. Kokov (Ekin ekilen yeri, baharda
gök ipekle kapanıp güzün bakır
çabas 1. s. Sakin, yavaş, uysal 2. Mute- renginde buğday vermesi altın değil
dil, durgun: "Çabas töreen Aponnın mi?) Çathan çirîn çağlığ polzın,
Çalğıs tını la halğan." P. Ştıgaşev çabmğanın torğı polzın. Atasözü
(Sakin yaratılışlı Apon'un Sadece (Yattığın yer yumuşak olsun, örtün-
canı kalmış.) Çabas pastı hılıs düğün ipek olsun.)
kispes. Atasözü (Uysal başı kılıç
çabıncah 1. Örtü. 2. Kaplama, kaplana-
kesmez.) çabas k î z î sakin insan.
cak şey. krş. çabındı, çabıthı.
çabas suğ durgun su.
çabındı 1. Örtü. 2. Kaplama, çatı, sun-
çabassıra- Sakinleşmek, ılımlıiaşmak.
durma, krş. çabıncah, çabıthı.
çabır -71-
çaçıra
çabır- 1. Bastırmak, sıkıştırmak: "Olarnı çaç Saç. krş. sas.
haydi daa polza, sağam ödeletpin, çaça- Sözü yarıda kalmak.
çabıra pazarğa kirek." V. Kobyakov çaçah Püskül, saçak: "Paskirnîn pilin îkî
(Onları ne olursa olsun, büyütme- harçi hurçan salğan çlbek hurinin
den, bastırmak gerek.) 2. mec. A- çaçahtar Klaşanıh kögeneene çaba
şağılamak, tahkir etmek. cayıldıra çathannar." i. Kostyakov
çabırıl- Kapanmak, kaplanmak: "Irten (Paskir'in beline iki kez dolanan i-
sıhhan kün harağı, iirgî tuşta pek kemerin püskülleri Klaşa'nın
çabırılabas, kider turğan aram elbisesine yayılıp kaplamışlar.)
ağastığ tağnıh pazına
çaçahta- Püsküllemek, saçaklamak.
kölenMsken." V ' . Kobyakov (Sabah
doğan gün ışığı, akşam vakti kapa- çaçahtığ s. Saçaklı, püsküllü.
narak arkada duran seyrek ağaçlı çaçat- Sözünü yarım bıraktırmak.
dağın başına yaslanmış.) çaçı- Saldırmak: "Vaska tarınıbızabas,
ç a b ı r t - 1 . Aşağılatmak, tahkir ettirmek. 2. ös alıp, Kolkanın habırğazına
Bastırtmak, sıkıştırtmak. çaçıbıshan, annahar Kolkanı
çabıs 1. s. Alçak, engin, yüksek karşıtı: munzuruhnah çörgîzîbîsken, anzı
"Pray tirekter paza çabıs hırlığ tura nandıra sappaan." V. Kuzugaşev
ülükünnen çaltıraannar." A. (Vaska darılarak.öç alıp, Kolka'nın
Çerpakov (Bütün kavaklar ve alçak kaburgasına saldırmış, o ise
çatılı ev bayramda parıldıyor.) Kolka'yı yumrukla kovalamış, fakat
Çabıs taa polza, adım par, homay cevap vermemiş.)
daa polza ipçîm par. Atasözü (Kı-
sa da olsa atım var, kötü de olsa çaçığ Saçma, serpme.
karım var.) 2. zf. Aşağı: "Pözfktefi çaçıl- Dağılmak, saçılmak, yayılmak:
tın çabıs tüzerge hınminçam." V. "Apçaynın harahtarı, pol ortızında
Şulbayeva (Yüksekten aşağı düş- nime-de körip taphan çili, andar la
mekten hoşlanmıyorumy çaçıl parğannar." G. Topanov (ihti-
çabıshat Bir yemiş bitkisi. yarın gözleri, salonun ortasında bir
çabıthı 1. Kaplama, kapak. 2. Samanlık, şey bulmuş gibi, oraya doğru yö-
nelmiş.)
krş. çabındı. çabıncah.
çabızah s. Kısa, alçak: "Ol, nimelerîn çaçın Kâğıt: "Ibîre huruğ ot çaçm na çîli
çabızah stol üstüne salıp, Torkaa habılça." I. Topoyev (Etraftaki kuru
sölepçe." V. Kobyakov (O, eşyala- otlar kâğıt gibi tutuşuyor.) çaçın
rını alçak masanın üstüne bırakıp, kırınğa pas kağıdın üzerine yaz.
Torka'ya söylüyor.) çacın ahça kağıt para: "Pîrdeh,
çablah 1.Patates. 2.Patatesle ilgili. çacın ahçanı altınğa ornazıp alarga
ooy nimes."H. Tyukpiyekov (Bir de,
çablah ügrezî patates çorbası.
kâğıt parayı altına çevirmesi kolay
çaça Abla: "Imcî çacahnı al kildi." i.
değil.)
Kotyuşev (Doktor ablanı getirdi.) 2.
Hala: "Mini sağaa, Klanya çaça." V. çaçıra- 1. Sıçramak: "Çalan at tîgî
Şulbayeva (Bu da sana Klanya ha­ çaçıraan küren attan." N.
Domojakov (Eyersiz at öteye sıç-
la.)
ramı konur attan ürküp.) 2. Fırla-
çacaiığ s. 1. Ablası olan. 2. Halası olan. yıp ş erinden çıkmak: "Pörii, kil,
çaçan 1. Abla(cığtm). 2. Hala(cığım): şuura çaçırirğa çor." F. Bumakov
"Poskon çaçan, mini amdı Yuriy tıp (BörkiTsıyrılıp yerinden çıkıyor.) 3.
adadah." G. Topanov (Poskon hala, Tan yeri ağarmak: "Çarii tahnıh,
beni artık Yuriy diye çağır.) çaçıra, / Közenekteh külînçeh." M.
çaçıraas -
çaga
Ugdijekov (Işığı tanın parlayıp, hustı tîgf çaçırada atıhhan." N.
Pencereden gülümsemiş.) 4. (gü- Domojakov (Ala köpek, ona doğru
neş) Doğmak: "Küdet arğalığ sınzar koşup, ayağına yapışan kara kuşu
sıh kilgen, naa çaçırapçathan kün- fırlatıp atmı.) 2. Uçurmak, salıver-
ge udur tur salğan." F. Burnakov mek. 3. Sıcş atmak.^. (yağı) Don-
(Küdet ormanlı zirveye çıkıp gelmiş, durmak. ç
yeni doğan güneşe karşı durmuş.) çaçırathı Yayın tetik takımı.
5. Dağılıp etrafa saçılmak:
"KögenekterMn marhaları çaçok Rütbesi düşük papaz.
çadan 1. Boşuna uğraş. 2. Sunak, kur-
hıcıraspinah hıya çaçırağlap tur."A.
ban kesilen yer.
Kuzugaşev (Gömleklerinin düğme-
leri gıcırtıyla etrafa saçılıyor.) 6. A- çadap zf. Zar zor, güçlükle: "Ol, Aylah
niden olmak: "Hacannah halın tağnıh üstüne çadap sıh kilgen." M.
uyguda polğan Tarğı çul çazızı Kobyakov (O, Aylah dağının üstüne
ushuna çaçıraan." M. Kokov (Ne güçlükle çıkıp gelmiş.)
zamandırVerin uykuda olan Targı Çadap-çudap zf. Yavaş yavaş, ağır ağır,
Çul ovası aniden uyanmış. 7. Fır- gülkle.
lamak: "Aydo kinetîn ushuna
çada-tu çü a tekr. zf. Yata kalka.
çaçırap parğan." V. Kobyakov
(Aydo aniden uyanıp fırlamış.) 8. çadığ 1. Yatı, yatış. Iğıros izer at
(yağ) Donmak. bulağına tıs pirbes, îkî çabal pîrîk
parza, il çonğa çadığ pirbes. Ata-
çaçıraas Atın kuyruğundan yapılan sözü (Gıcırdayan eyer at kulağına
ilmikli tuzak. rahat vermez, iki kötü bir olsa, hal-
çaçırada zf. Patırtıyla, gürültüyle: "Ha- ka yatı vermez.) 2. Yatma yeri. 3.
ha-ha, - çaçırada hathırça külük Uykucu Habar hatığ, hattar çadığ.
saashan." İ. Topoyev (Ha-ha-ha, Atasözü (Haber kötü, karılar uyku-
patırtıyla gülüyor yiğit saksağan.) cu.) çadığa kîr- parğan ağır hasta-
çaçıradın- Fışkırmak, püskürmek. lığa yakalanmış.
çaçırah Bir hayvan hastalığı. çadığan (ı.) Yatık, bir tür enstrüman, krş.
çaçırana Öfkeli, hiddetli, kızgın. çadıh, çathan.
çaçıranna- Patırdamak: "Hara hus kider çadığan (ıı.) Kışlık çavdar.
çaçırahni tüsken." N. Domojakov çadığay s. 1. Yatay, meyilli. 2. Yumuşak.
(Kara kuş arkaya patırtıyla inmiş.) çadığay hıshı yumuşak kış.
çaçıras-1. (birlikte) Sıçramak, fırlamak: çadıh Yatık, kanuna benzer bir müzik
"Kazaktarnıh attan simîster, enstrümanı, krş. çadığan, çathan
ltırasçalar, pır orında türbin, cadın 1. Yatma: "Çadınğa la
çı açıras turlar."N. Tyukpiyekov (Ka- tartınçathan." N. Domojakov (Yat-
zakların atları semiz, maya çekilmiş.) 2. Şilte. 3. Rahatlık,
parıldaşıyorlar, bir yerde duramaya- sükûnet. 4. Hayat tarzı. 5. Ölüm.
rak sıçraşıyorlar.) 2. Çıtırdamak, çağ Hayvansal yağ. Çabalmn ansına
çatırdamak: "Hızara pes îzîglepçe / çağ çarabas. Atasözü (Kötünün
Hınığ çılığ çayıdıp / Hıbın sigara ağzına yağ yaramaz.) çağ çoh
çaçırasça." A. Topanov (Kızarıp yağsız, çağ çoh it yağsız et.
soba ısınıyor / Güzel ısısını yayıp. /
Kıvılcım çıkararak çıtırdıyor.) çağ- Yağmak: "Nahmır çaar alnında
imcini ibîne hığır kilerge parğan." İ.
çaçıras Damlacık, su çaçırastarı su Kotyuşev (Yağmur yağmadan önce
damlacıkları. doktoru evine çağırmaya gitmiş.)
çaçırat- 1. Fırlatıp atmak: "Çohır aday çağa 1. Kıyı, kenar: "Ib çağazında
anaa udur oylap, pudındağı hara haraçhaylar, çoohtanıza tüsken çili,
çağal -73-
çağınnas
tapsashlaannar." N. Domojakov (E- çağdaş Yaklaşma.
vin kenarında kırlangıçlar, konuşur çağdaş- Yaklaşmak: "Çağdashlap
gibi, seslenmişler.) 2. Kemer, ku- odırzalaroh, tükpeyçetken nimenîn
şak: "Tabırağınca pozının stan
hırinah, çoon pızo sinince polar,
çağazıdağı haas hurıcağın sisken."
V. Kobyakov (Çabucak kendi elbise çohır nime, seğirip, hustarzar
belindeki kayış kuşağı çözmüş.) 3. atınca." N. Domojakov (aklaştıkla-
Yaka. Çabal 'm çağadan rında, tümseklenen şeyin üzerin-
habadır, çabal aday soonafi den, büyüklüğü buzağı kadar olan,
habadır. Atasözü (Kötü kişi yaka- ala bir şey, seğirip kuşlara saldırı-
dan tutar, kötü köpek arkadan ka- yor.)
par.) hızıl çağa polis, emniyet gö- çağdat- Yaklaştırmak: "Çohır nime
revlisi: "Hızıl çağanan matap horıh hustarnı tan önetîn çağdathan." N.
parğazın, yaf V. Şulbayeva (Kızıl Domojakov (Ala şey kuşları farkın-
yakadan (polistenf iyice korktun, da olmadan aniden yaklaştırmış.)
ya?) 4. Eyerin ağaç kısmı.
çağım Yağ parçası, yağ topu.
çağal Kam tefi. çağın 1. Yakın, uzak karşıtı, in çağınğı
çağala- 1. Yakadan tutmak. 2. Kemer poçta en yakın postahane: "Apsah
bağlamak. 3. Elbiseye kenar, yaka çahsaa körze, pozına çağın, his
dikmek. palaçah çatça." N. Domojakov (İhti-
çağalığ s. Kenarı, kıyısı, yakası olan. yar iyice Wktığında, kendine yakın
kız çocuğu yatıyor.) çağın it- yak­
çağban (ı.) s. İyi, güzel. Çağban
laştırmak, çağın kir- yaklaşmak.
sağ ıstı ğ kîzee çabal lamın arazın-
çap-çağın W r . yapyakın, çok ya­
da çurtirğa sidik polcafi. Atasözü.
kın. 2. Yakın, kadar, çüske çağın
(İyi kalpli kişiye kötülerin arasında
yüze yakın. 3. Yakın, akraba
yaşamak güç gelir.)
Adamnın çağını ba? îcemnîn îkî z î
çağban (ıı.) s. 1. Yağsız, çağban üğre be? Atasözü (Babamın yakını mı,
yağsız çorba. 2. Kuru, katıksız: annemin ikizi mi?) çağın tuğan ya­
"Azırancah daa nimezl hara kın akraba.
îpekneh çağban çay paza pireede
açaan süt."V. Kobyakov (Yiyeceği çağınah Yakın.
şey de kara ekmekle kuru çay ve çağınğı s. Yakındaki, çağınğı aal yakın-
bazen ekşimiş süt.) daki köy.
çağban (m.) Oruç. çağban tut- oruç çağmna- 1. Yakınlaşmak, yaklaşmak,
tutmak. mesafe olarak yaklaşmak, kime
çağbanna- Oruç tutmak. suğ hazma çağınnadı gemi su kı-
yısına yakınlaştı: "Ol arazında Altın
çağda- 1. Yaklaşmak, mesafe olarak az
çalan' aalzar çağınnabıshan
kalmak: "Çağdap kilgen payağı ool
polğan."F. Burnakov (O sırada: "Al­
Arına Petrovnazar." N. Domojakov
tın Çalan" köye yakınlaşmış imiş.)
(Deminki oğlan, Arina Petrovna'ya
2. Yaklaşmak, zaman olarak yak­
doğru yaklaşarak gelmiş.) 2. Yak­
laşmak/ naa ügredîg çili
laşmak, zaman olarak az kalmak:
çağınnapça yeni öğretim yılı yak­
"Hamın çaan çağdapça. Hatığ
laşıyor.
soohha sldabaannah Harool öksîs
haltırapça." A. Topanov (Karın çağınnas Yakınlık, samimiyet.
yağması yaklaşıyor. Sert soğuğa çağınnas- Yakınlaşmak: "Kögerîs turğan
dayanamayan öksüz Harool titri- tanış tağlar pfldfrtpin çağınnas tur-
yor.) lar." N. Tyukpiyekov (Göğerip duran
-74- çahsılas
çağınnat
tanıdık dağlar belli etmeden yakın- as. i lap tur tip çahıbıshan." N.
laşıyorlar.) Tyukpiyekov (Vedalaşırken, her
çağınnat- Yakınlaştırmak, yaklaştırmak. zaman misafir ol diye tembihlemiş.)
2. Emretmek, buyurmak: "Anan Sa-
çağınnattır- Yakınlaştırmak.
tır apsah çahıpça." V. Tatarova
çağınzıra- Yakın olduğunu düşünmek, (Sonra ihtiyar Satır emrediyor.)
yakın saymak. çahığ 1. Uyarı, ikaz, emir: "Andağ minin
çağırğa zool. Bir kuş adı. çahığ polğan - ölîg çaacılarnı
çağıs (ı.) Yalnız. ködirerge." V. Şulbayeva (Bana ölü
çağıs (ıı.) Tef derisi. savaşçıları götürmem için emir
vermişlerdi.) 2. Öğüt, nasihat.
çağla- (ı.) Yağlamak, iç yağı sürmek.
çağla- (ıı.) Yakınlaşmak, yaklaşmak: çahığcı Uyarıcı, ikaz eden.
"Küskü haraazı uzarabıshan / çahım Bir tür kemik oyunu.
Küülen nanmır çağlabıstı." A. çahırım Sesin ulaşabildiği uzaklık.
Topanov (Güz gecesi uzadı / Gürül- çahıt- Sordurmak: "Oolğt çitti be tip
tülü yağmur yaklaştı.) kizideh çahıtçalar." A. Çerpakov
çağlaas Tüfek yağı. (Oğlu geldi mi diye kişiye sorduru-
çağlan- Yağlanmak, (hayvan) semirmek. yorlar.)
çağlığ s. 1. Yağlı, çağlığ İt yağlı et. 2. çahpah (ı.) Geniş kap.
Yağlı, yağ bulaşmış. İbektın irnî çahpah (ıı.) 1. Ahır. 2. Sundurma.
çağlığ, erfnçektîn pazı
çahsa- İyice düşünmek, hesaplamak.
hağdannığ. Atasözü (İvenin dudağı
çahsaadin zf. iyice, güzelce: "Pu surığnı
yağlı, erinenin başı kepekli.) çağlığ
pöger alnında çahsaadin üzürip
moyın kalın ense, yağlı boyun.
alarga kirek." V. Şulbayeva (Bu so-
çağlın (ı.) s. Yağlı (yemek.) runu çözmeden önce iyice tartış-
çağlın (ıı.) Demir uçlu ok. mak gerek.)
çağlıhta- (ruhlara) Yağlı yemek sunmak. çahsı 1. zf. Güzel, iyi: "Irtken çut çılda ot
çah (tüfekte) Sürgü, çağı çoh mıltıh pray çirlerde çahsı sıhhan." N.
sürgüsüz tüfek. Tyukpiyekov (Geçen kıtlık yılında ot
çah- Sürmek, yapıştırmak. her yerde iyi yetişti.) 2. s. Güzel.
çahayah Çiçek: "Közenekterde kök Çahsı attı çörîzînen pîîceler,
çahayah hoostığ közeneler tartıltır." çahsı k îzî n î toğızınan körceler.
A. Çerpakov (Pencerelere mavi çi­ Atasözü (Güzel at yürüyüşünden
çek resimli perdeler çekilmiş.) suğ bilinir, güzel insan işinden anlaşılır.)
çoh çahayahtar salıhça çiçekler Çahsı at bulunda körînçe, çahsı
susuzluktan soluyor. kîzî kîçîgde pîldîrçe. Atasözü (İyi
at kulunken belli olur, iyi kişi küçük-
çahayahtan- Çiçeklenmek, çiçek açmak:
ken belli olur.) tın çahsı çok güzel,
"İtse, min çahayağı çoh
uğaa çahsı çok güzel, çahsı kör-
çahayahtançathan çahayahpın" V.
iyi bakmak, iyi düşünmek, çahsı
Şulbayeva (Veya, ben çiçeği olma-
pol- hasta iyileşmek, çahsı
dan çiçeklenen çiçeğimV
irtennen! iyi sabahlar!
çahı (ı.) Kürk, deri gocuk.
çahsıla-1. İyileştirmek. 2. Övmek.
çahı (ıı.) Direk.
çahsılan-1. Güzelleşmek. 2. iyileşmek.
çahı- 1. Uyarmak, ikaz etmek:
çahsılas 1. İyileştirme, güzelleştirme. 2.
"Anımcohtasçathanda, hısha udaa
Övüş.
çahsılas çalat
çahsılas- 1. İyileşmek. 2. (birlikte) Öv- çalaastandır- Soyundurmak: "Pabam,
mek. çalaastandırğan soonda, ot hazma
çahsılat- İyileştirmek, güzelleştirmek. odırğan." V. Kobyakov (Babam,
çalışısın- Güzel olduğunu düşünmek, soyundurulktan sonra, ateşin başı-
na oturdu.)
güzel olduğunu kabullenmek.
çalaastandırğan s. Soyunmuş.
çahta- Yapıştırmak, bulaştırmak.
çalaazah s. Çıplak: "Çornap am daa
çahtal- Yapışmak, bulaşmak.
undubaan çalaazah, kîçicek
çal (ı.) S. BOZ, kır (at.)
sürmezektig, olarnıh uzma
çal (ıı.) Gümrük vergisi, çal çoh güm- palğalğan ah torğı taspalığ hızıcah
rüksüz. çügür çörcen." i. Kotyuşev (Çornap
çal (m.) 1. Kiralama, kira ile tutma. 2. hâlâ unutamadı Çıplak, küçücük
Aylık, maaş. saç örgülü, onların ucuna bağladığı
çal (iv.) Yıldırım, şimşek, krş. çalın. ak ipek kurdeleli kız yaşıyordu.)
çal (v) Atın cıdağının (iki omuz arasının) çalahay 1. Tatlı, latif, sevimli, neşeli:
yağı. "Çoh, min sağaa tarınminçam, -
çal (vı.) Sıradağ. çalahay ünneh çoohtanğan." S.
Çarkov (Yok, ben sana
çala- Hayvanları otlağa salmak.
darıltmıyorum, tatlı sesle konuş-
çalaa Horoz ibiği, pituktın hızıl çalaazı muş.) 2. Yağcı, dalkavuk, çalahay
par horozun kızıl ibiği var. irtennen günaydın. 3. İyi yürekli.
çalaalığ s. İbikli: "Min hızıl çalaalığ
çalahayla- Tatlı, güler yüzlü olmak.
pitukpm." N. Tinikov (Ben kızıl ibikli
horozum.) çalahaylan- Dalkavukluk, yaltaklık et-
çalaas 1. s. Çıplak, yalın. "Hayzı hırı mek: "Çoo çalahaylanıp, çoohtan
çoh, çalaas tigeyllg çurttar hırında sıhhan çoon klzî." N. Domojakov
hoos halhalığ, pözlk ah hırlığ, naa (Çok yaltaklanıp, konuşmaya baş-
turalar öhneriîbîsken." A. Çerpakov lamış iri yarı adam.)
(Bazılarının çatısı yok, çıplak tepeli çalama Kam şeridi, süsü. krş. çalanma
yurtlar yerinde süslü kapılı, yüksek
çalamalığ s. Şaman şeridi olan.
ak çatılı, yeni evler renklenmiş.) 2.
zf. Çıplak. Kiptîgnî çalaas ider, çalan (ı.) Eyersiz, çıplak at. atla çalan
attığnı çazağ ider. Atasözü (Elbi- çörerge ata eyersiz binmek 2. Sü-
seliyi çıplak eder, atlıyı yaya eder.) vari: "Ana ol arazınzartın çapçah
çalaas azan yalın ayak. çıplak a- atha müngen çalan körme tüstî." F.
yak: Burnakov (Ona, tam o sırada hızlı
çalaasta- Soymak: "Mini haçanoh huba ata binen süvari görünüvermiş.)
çalaastap salğannar."V. Şulbayeva
çalan (ıı.) Sade, basit, yalın.
(Beni çoktan çırılçıplak soydular.)
Altı hadıl tonnığ apsah odırça, çalanma Kam şeridi, krş. çalama.
anı çalaastaan klzî ılğapça. Bil- çalahmas Başlıksız giysi.
mece, soğan (Altı kat elbiseli ihtiyar çaiannığ s. Eyersiz atlı: "Hahaalığlar,
oturur, onu soyan kişi ağlar.) çalannığlar, çazağ çon, çol para
çalaastan- Soyunmak, elbiselerini çı- tohtap) F. Burnakov (Arabalılar, e-
karmak: Ol îcemnî hığırğan, pozı yersiz atlılar, yayalar yolda gidip
çalaastan polbin."V. Kobyakov (O durarak.)
annemi çağırdı, kendi soyunamaya-
çalaş Çıplak, krş. çalaas.
rak.)
çalat Çelik.
çalba -76- çalğıs
çalba- (ı.) Çağlamak, akmak. çalbıraah s. Parıltı, ışıltı.
çalba- (ıı.) Deri üzerini çizmek. çalbıran- Parıldamak, alevlenmek:
çalba- (m.) (aşık oyunuda) Yerden bir- "Harashı közenektî tobıra çalbıran
çok aşık almak. sıh parçathan." I. Kotyuşev (Karan-
çalbah (ı.) s. 1. Geniş. 2. Yassı ve düz: lık pencere büsbütün parıldıyor.)
"Halın tayğada, çalbah çazıda / çalbırat-Alevlendirmek, yalımlandırmak.
Halın çon honii kün say hoyıpça." çalbıros s. Merhametli.
M. Kilçiçekov (Sık ormanda, geniş çalbos Deri üzerine çekilen çizgi.
yazıdaVHalkın hayatı her gün gü- çalcı Hizmetkâr, ırgat: "Torka,
zelleşiyor.) Sağıs talaydan daa Aydocağoh oshas, çalcı kîzî." V.
çalbah, pîlîs tağdan daa uluğ. A- Kobyakov (Torka, Aydocuk gibi
tasözü (Fikir denizden de geniş, bil- hizmetkâr kişi.)
gi dağdan da büyük.) çalbah
çazılar geniş ovalar, çalbah çalcı-hulcı tekr. Hizmetkâr, hizmetli: "Çe
sıraylığ geniş yüzlü. pu pay la polğan nimeler pîsten
çalcı-hulcılarğa çalahay polcaa
çalbah (ıı.) Gözleme. çoğıl odır." V. Kobyakov (Fakat bu
çalbana- 1. (kuş) Havada uçmak, sü- zenginlerden bizim gibi hizmetçilere
zülmek. 2. Yassılmak, yassı hâle güzellik olmuyor.)
gelmek. çalçı- Kaba sözler söylemek, sebep-
çalbastan- Açılmak, yayılmak: "Organda siz yere çıkışmak: "Ulamoh
kîzî çatça, poldağı sveçî tooza köy «apsaana» çalçıp, polğa odırıbızıp,
parir, odı çalbastanğan." A. azahtarınah tepklen sıhhan." N.
Çerpakov (Yatakta biri yatıyor, sa- Nerbişev (Kocasına daha çok kızıp
londaki bütün mumlar yanıyor ateşi yere oturup ayaklarıyla tepinmeye
yayılıyor.) başlamış.)
çalbastandır- Kanatlan açmak, ge- çalçıh s. 1. Kızgın, ateşli. 2. Sebepsiz
nişletmek: "Törzerkî pölîgînîn îzîk yere çıkışan, kavgacı.
közehezîn çalbastandıra
çalğa Kira. çalğa pirîblzerge kiraya
pulğabızıp." A. Çerpakov (Başkö-
şedeki bölümün kapı penceresini vermek.
çevirerek genişletip.) çalğa- Yalamak, lap lap içmek:
çalbay- 1. Yassılmak, yassı hâle gel­ "Vaskanıh purnın çalğabıshan." A.
mek. 2. Genişlemek, açılmak. Kuzugaşev (Vaska'nın burnunu ya-
çalbayt- 1. Yaymak, açmak: "Tigîrde lamış.)
çalğıs la hara nime, hanattarın çaiğaaçı s. Dalkavuk, çanak yalayıcı.
çalbaytıp, ağırın uçuğısça tur." V. çalğan- Yalanmak.
Tatarova (Gökte biricik kara kuş çalğancıh s. Çanak yalayıcı, dalkavuk.
kanatlarını yayıp yavaşça uçuyor.)
çalğas- Yalaşmak, birbirini yalamak.
2. Genişletmek.
çalğat- Yalatmak.
çalbır s. Yüksek (dağ.)
çalğayah Tabak, çalğayah çalğirından
çalbıra- Alev alev yanmak: "îdi
çoohtasçathan arazında, paza tabak yalamasından.
sizînzeler, hırindağı sîgen çalbırap çalğıs s. Yalnız, tek. Çalğıs kîzî çonnan
köy sıhtır." İ. Topoyev (Böyle ko- hortıh, çalğıs ağas çilden hortıh.
nuştukları sırada, bir bakmışlar ki, Atasözü >alnız kişi halktan korkar,
yanlarındaki ot cayır cayır yanıyor.) yalnız ağaç yelden korkar.) çalğıs
taa hiç: "Tigîrde çalğıs taa pulut
çalğıshan çaltannat

oylabinça." N. Domojakov (Gökte Kustukka çallanğan." V. Kobyakov


hiç bulut kımıldamıyor.) (O zamandan beri yarım yıl geçti.
çalğıshan zf. Yalnız, tek başına: "Çarım Aydo Kustuk'a hizmetçi olarak gir-
könek kirçeh hola samovarnı di.)
çalğıshan Izîbisçeh kîzî." N. çallandır- Ücretle tutulmak, ücret karşı-
Domojakov (Yarım kova su alan lığı birini çalıştırmak.
tunç semaveri yalnız başına içen çallanıs- (birlikte) Ücret karşılığı çalış-
kişi.) krş. çalğızaan
mak veya çalıştırılmak.
çalğızaan zf. Tek başına, yalnız: "Sidik çallığ s. 1. Kiralık. 2. Ücretli, ücretle
çalğızaan pararğa, Kolkanıh çooğın
tutulan.
istîp, horğıstığ pîldirîbîsken." A.
Kuzugaşev (Yalnız gitmesi zor, çalo 1. Horoz ibiği. krş. çalaa 2. Balıkta
Kolka'nın sözünü duyunca korku yüzgeç. 3. Taç.
başlamış.) krş. çalğıshan çaltan- (ı.) 1. Yaltaklanmak. Athan uh
aylanmacan, alıp kîzî
çal-hul tekr. Kul köle. çaltanmacan. Atasözü (Atılan ok
çalım s. Sarp, yalçın, çalım haya yalçın (kurşun) geri dönmez, alp kişi
kaya: "Suğ çoğar ol çalım yaltaklanmaz.) 2. Sakınmak, çe-
hayalaman toozılça." A. Çerpakov kinmek, korkmak: "Irepçiler klzlnih
(Su yukarıda yalçın kayalarla kesili- îstîn kisçeen pastağızın na körip,
yor.) anın üçün çaltanğan." İ. Kotyuşev
çalın 1. Yalım, alev: "Çe çalın ot (Aile insanın karnının kesilmesinf ilk
arazınaü aTıhâff-mlnnah na sıh kil kez görüyormuş ve bu yüzden çe-
turğan." İ. Topoyev (Fakat alev ot kiniyormuş.)
arasından oradan buradan çıkıp çaltan- (ıı.) (gözler) Kamaşmak: "Fevral
duruyor.) 2. mec. Yalım, alev: "Kök künînm çap-çarıh çariina harahtarı
çalınnan köyçeler piilernîh çaltan turğan." A. Kuzugaşev (Şu-
harahtarı." N. Nerbişev (Gök alevle bat ayının parlak ışığından gözleri
yanıyor kısrakların gözleri.) 3. Şim- kamaşıyor.)
şek, yıldırım. çaltancıh s. Çekingen, korkak.
çalınna- 1. Alevlenmek. 2. Hararetlen- çaltandır- Sakındırmak, korkutmak.
mek, ateşlenmek. 3. Yıldırım düş- çaltanmas s. Korkusuz, yaltaklanmaz:
mek. "Noo daa sidikte sınçıh, çaltanmas
çalınnan- 1. Alevlenmek. 2. Hararetlen- polarğa sös pirçem!" S. Çarkov
mek. (Her zorluğa katlanan, korkusuz biri
olacağıma söz veriyorum.)
çalınnığ s. 1. Ateşli, yalımlı. 2. mec.
Çaltanmaza, çalım haya daa
Ateşli, kızgın. talacan. Atasözü (Korkusuza, yal­
çalla- 1. Çalışması karşılığında yemek çın kaya da dayanmaz.)
vermek, bakmak: "Çallaza, sin
annan ton, maymah paza kögenek- çaltanmas zool. Taşaltı balığı.
stan çoohtazarzın." V. Kobyakov çaltahna- Oraya buraya dönmek:
(Bakacaksa, sen ondan elbise, a- "Torkanıh küren sırayı mında at üs-
yakkabı ve gömlek istersin.) 2. Kira- tünde çaltahnap tur." V. Kobyakov
lamak (Torka'nın yağız yüzü at üstünde
oraya buraya dönüyor.)
çallağ Kiralama, ücret karşılığı tutma.
çaltannat- Oraya buraya çevirmek,
çallağcı işveren, patron.
döndürmek: "Harağastarın aar-peer
çallan- Hizmetçilik etmek: "Annan peer çaltahnada körip." V. Kobyakov
çarım çil irtîp parğan. Aydo (Gözlerini oroya buraya kaçırarak.)
çap
çaltı (ı.) 1. Tembel, uyuuk, haylaz. 2. V. Şulbayeva (Niçin buraya geldin?
Tembellik, haylazlık ş Beni çatlatmaya? Çatlat. Çatlat!) 2.
çaltı (ıı.) Deneyim, tecrübe. Parlatmak, ışık saçtırmak.
çaltıh-çultıh tekr. Oraya buraya salla- çaltı ros s. Parlak.
nan, çalğıs ağas çaltıh-çultıh çama (ı.) bot. Yabanî sarımsak.
polip turca yalnız ağaç o yana bu çama (ıı.) Deri, post. camadan itken
yana sallanıyor. pörık posttan yapılan börk.
çaltıhta- O yana bu yana sallanmak: çamala- Yabanî sarımsak toplamak.
"Yakın pora adının soonca çoo
çamaras- Yapışmak: "Tanıcaa çoh
çaltıhtap oylapça." V. Kobyakov
nimee çağın ığıldıra çamaras
(Yakın bora atının arkasından ora­
ya buraya yalpayalayarak koşuyor.) parğannannda." N. Domojakov
(Tanınmayan şeye toplanıp yapış-
çaltır s. Parlak, ışıldayan. tıklarında.)
çaltıra- Parıldamak: "İbînîn îstî pray çamas s. Kısa, alçak, engin.
çaltırapça." S. Çarkov (Evinin içi çamdar s. Boz, kirli beyaz at donu.
hep parıldıyor.) çamdı- Yarımlanmak.
çaltırah bk. çaltırahay çamdıh s. Yarım.
çaltırah s. Parıltı, pırıltı, parlak. çan (ı.) Yeğen.
çaltırahay 1. Parlak, ışıltılı. 2. Parıltı, çan (ıı.) Yan, taraf.
ışıltı. çancıh (ı.) Sancı.
çaltırama 1. Parlak, çok güzel: çancıh (ıı.) Kese, tütün kesesi, krş.
"Çaltırama hara sastığ çiit ool." G. nancıh.
Topanov (Parlak kara saçlı genç çandıma Küçük leğen.
oğlan.) 2. mec. Parlak, mükemmel. çangıs s. Yalnız, krş. çalğıs.
çaltırama çinîs parlak bir galibiyet
çanıçoh s. Tasasız, kaygısız. Hıyğanin
çattıran- Parıldamak: "Çarın öhnen hılığı amir, çanıçohtin sağızı
çaltıranıp." A. Topanov (Parlak çabal. Atasözü (Akıllının huyu sa-
renkle parıldayıp.) kin, tasasızın düşüncesi kötü.)
çaltıranhay bk. çaltırahay çanmar Bir tür pantolon.
çaltıras Parıldama, ışıldayış. çanmıl s. Kır donlu (at.)
çaltıras- Parıldaşmak, ışıldamak: çap s. Hunhar, vahşî, yırtıcı, canavar:
"Közenekter pirde on, pirde sol "İdi, haydi polza çap adaydan
sanlarında çaltıras nalçalar." A. azınlıp alıp, Yakın pora adının
Kuzugaşev (Pencereler bazen sağ, soonca çoo çaltıhtap oylapça." V.
bazen sol yanlarından Kobyakov (Böylece, bir şekilde
parıldaşıyorlar.) "Kün harağı tüben- vahşî köpekten kurtulan Yakın, bo­
pasha önnernen çaltıras tur." A. ra atının ardından yalpalayarak
Kuzugaşev (Güneş ışığı binlerce koşmuş.)
farklı renkte parıldıyor.) çap- Örtmek, kapatmak, kaplamak:
çaltırat- 1. Çatlatmak, kızdırmak, tehdit "Anın hırinda tıt hahpazmah
etmek: "Çarabas nöze pozının çaphan ahmarah tur." V. Kobyakov
örîngenîn közfderge çaltıradarlar." (Onun yanında melez ağacı kabu-
A. Kuzugaşev (Yaramaz ne de olsa ğuyla kapatılmış küçük ambar du-
kendi mutluluğunu göstermesi, çat- ruyor.) îzîk çap- kapı örtmek, ka­
latırlar.)"/vbğa sin peer kilgezih? patmak, çorğannafi çap-yorganla
Minî çaltı radarğa? Çaltırat, çaltırat t' örtmek.
çapancı -79- çapta

çapancı (i.) 1. Çul, haşa. 2. Hamutun üst çapsın- (ı.) Atılmak, fırlamak.
kısmı. 3. Pelerin. 4. Elbisenin üst çapsın- (ıı.) Yapabilmek.
kısmı.
çapsın- (m.) Yapışmak, asılmak, tutun-
çapancı (ıı.) 1. Ağız kenarı. 2. Solungaç. mak: "Olarnı körip, Aydo ulam na
çapçan zf. 1. Çabuk: "Anda pazoh ür puluna çapsınıbıshan tur." V.
çubanmin, çapçan kil."V. Kobyakov Kobyakov (Onları görüp, Aydo kö-
(Orada çok eğlenmeden çabucak şeye daha da yapışıyor.)
gel.) 2. Hızlı, çabucak: "Çapçan sı- çapsıncah s. Yapışkan, iyi tutan.
ğara pastırğan." A. Çerpakov (Ça­
çapsındır- Yapıştırmak, iliştirmek.
bucak yürüyüp çıkmış.)
çapsınıs- (birbirine) Yapışmak: "Ah
çap-çarıh tekr. Apaydınlık.
(isteri çapsınıs parğan oshastar."
çapçı- 1. Hayvan otlanmak için ön aya- N. Domojakov (Ak dişleri birbirine
ğıyla karı eşelemek. 2. Oyunda atı- yapışmış gibi.)
lan aşığı yakalamak. çapsır- Yapıştırmak: "Pastağı köölenTs
çapçıla- Keçe yaparken üzerine süzme pîçiinînkonveriin çapsırğan." M.
suyu serpmek. Bainov (İlk aşk mektubunun, zarfını
çaphıs 1. Kapak. 2. Çerçeve, közenek yapıştırmış.) knlga îstînde llst
çaphıstarı pencere çerçeveleri. 3. çapsır salarğa kitap içine yaprak
Çatı, dam. yapıştırmak.
çapıh Bir tür kadın börkü. çapsıra zf. Yapışık, bitişik, çok yakın,
sıkı, sımsıkı, stenaa çapsıra
çapla- Şapırdamak.
turçam duvara bitişik duruyorum.
çaplat- Dudakları şapırdatmak. çapsırğas s. Yapışkan, krş. çapsıncah
çappas 1. Vurma. 2. Bir tür küçük kürek. çapsırha- Hayranlık duymak: "Surğan
çapra Giysi yakasında fırfır. Fedor Pavloviç, hahzaa çapsırhap
çaprah Püskül, hur pazında çaprah körip." N. Domojakov (Sormuş
polça kemer ucunda püskül olur. Fedor Pavloviç, pipoya hayranlıkla
bakarak.)
çapralığ s. Yakasında fırfır bulunan.
çapralığ kögenek fırfırlı elbise. çapsırhos s. Yapışkan.
çapsı- (ı.) 1. Şaşmak, hayret etmek: "İr çapsıs Şaşkınlık, hayret etme: "Irennih
könnînde çapsıs haydağ-da
km çapsıp taa parğan." N.
ürügîsnen alış pastaan." N.
Domojakov (Er kişi şaşırmış da.) 2.
Domojakov ( İhtiyarın gönlünde
Sevinmek, hoşnut olmak, memnun şaşkınlık ürküntüyle yer değiştirme-
olmak. ye başlamış.): "Çe mıltıh tabızı
çapsı- (ıı.) Yapıştırmak, tutturmak. irennih çapsıs uyğuzm azıbıshan."
çapsıcah s. İltifata değer, memnuniyet N. Domojakov (Fakat silâh sesi ihti-
verici. yarı şaşkınlıktan uyandırmış.)
çapsın s. Leziz, güzel: "Cazı çapsıh çapsıstığ s. Şaşırtıcı, hayret verici:
çıstança / Çadarğa man oh tipçe." "Çapsıstığ, çe oloh tuşta ohnap
P. Ştıgaşev (Yazı güze ç kokuyor / alcaa çoh nime pol turğan anda." N.
Yatmaya vakit yok diyor.) Domojakov (Şaşırtıcı, fakat o sıra-
çapsıh-çalan tekr. İyi kötü: "Paza da anlaşılmayacak bir şey olmuş
annah pasha çapsıh-çalan nime is- orada.)
te çoğıl." V. Kobyakov (Ondan baş- çapsıt- Şaşırtmak, hayret ettirmek.
ka iyi kötü bir şey de dinlemiyor.) çapta- Çapulculuk etmek, gözü dönmek,
çapsıhtan- Ağız tadıyla yemek. kendini kaptırmak.
-80- çarban
çaptan
çaptan- Kızmak, gaddarlaşmak: kulda ana diliyle konuşmaya izin
"Çohırah ulamoh çaptan ip verilmediğini unutmuşlar.)
îdîrgekten sıhhan." V. Kobyakov çaradıs Uzlaşı, rıza, mutabakat.
(Çohırah daha çok gaddarlaşıp si-
çaran- Yaranmak.
nirlenmiş.)
çararı mat. Bölme, halğannığ çaran
çaptır- 1. Kapattırmak, örttürmek 2. kalanlı bölme.
Sardırmak, sarılmak, bürümek. çaras (ı.) s. Güzel, hoş alımlı: "Haydan
çar- 1. Yarmak, kesmek, kırmak, odıîi çaras kip taap alcah?' N. Tinikov
çar- odun yarmak. 2. Bölmek, ikiye (Nereden güzel elbise bulmuş?)
ayırmak. çaras (ıı.) Uzlaşı, rıza, mutabakat.
çar haraçhayı zool. Sağan. çaras- 1. Yaramak, uygun gelmek. 2.
çar Yar, uçurum: "Çatçah çirîm çar pazı." Uzlaşmak, uyuşmak, barışmak:
N. Tinîkov (Yattığım yer yar başı.) "Ayağ çoh sooh hıshı hatiinah /
Çamın tübî tayıs, çarğının tübî t i - Çashmih tölî çaraspaan." M.
ren. Atasözü (Yarın dibi sığ, yargı- Bainov (Acımasız kışın soğuğuna /
nın dibi derin.) Yazın hayvanı uyum sağlayama-
çara zf. Ayrı, başka. mış.)
çara- Yatmak, uygun olmak abalnın çarastır- 1. Uzlaştırmak, barıştırmak. 2.
ahsına çağ çarabaan Ç Atasözü
Yaraştırmak, yakıştırmak.
(Kötünün ağzına yağ yaramamış.)
nimee çarabaan hiçbir şeye çarat- 1. Müsaade etmek, izin vermek,
yaramamış. onamak: "Çaradınar kırerge? İvan,
Petroviç." V. Şulbayeva (Müsaade
çaraa 1. Saç ortadan ayrılınca ortadaki
çizgi. 2. Saç kıvrımı. edin içeri girmeye? ivan Petroviç.)
2. Tasvip etmek: "Çarir, turarbın, -
çaraah- (at) Dinlenip güç kazanmak, at
çarathan Aydo." V. Şulbayeva (Ta-
hızıl çaraah parğan at iyi dinlenip
güçlenmiş. mam, dururum, tasvip etmiş Aydo.)
3. Karar vermek: "Rayonda in
çaraahtır- (atı) Dinlendirmek
pastağı kolhoztı töstirge
çarabas s. 1. Yaramaz, gereksiz: çarathannar." M. Kokov (Bölgedeki
"Pashaları, nimee çarabasîar daa,
ilk kolhozu kurmaya karar vermiş-
ösçeler, ködırilçeler." V . Şulbayeva
ler.)
(Başkaları, hiçbir işe yaramazlar da
büyüyorlar, yükseltiliyorlar.) 2. Ya- çarazığ 1. Uygun, münasip: "Vanya,
sak mında tamkı tartarğa çarabas olarğa çarazığ, kilîskek kîzî
burada sigara içmek yasak. polbaazın." V. Şulbayeva (Vanya,
çaradığ 1. Karar: "Min p'ıdi pök salçam, onlara uygun, faydalı kişi olama-
a ol arığli pasha çaradığ alıbısça." mışsın.) 2. Uzlaşma, barışma.
V. Şulbayeva (Ben böyle çözüyo- çarba 1. Yarma, dövme, bulgur: "îcezî
rum, fakat o tamamen başka karar töremîl as çarbazınan, hahsap
alıyor.) 2. Tasvip, onama. 3. Rıza, parğan söökter suğıp." N.
mutabakat, uzlaşı. 4. Temin etme. Tyukpiyekov (Annesi günlük buğ-
5. İfa etme, yerine getirme. 6. Ya- day yarmasıyla, kurumuş kemikler
ranma, hoş hareket etme. koyup.) 2. Çocuk, evlât.
çaradıl- Müsaade edilmek, izin verilmek: çarbalığ s. Yarmalı, dövmeli, çarbalığ
" ÖkpelenJskennerînen ügre yarma çorbası.
undubıshannar şkolada pos fflînen
çarban- 1. Sarkmak, asılı kalmak. 2.
çoohtanarğa çafadılbinçathanın." A.
Kuzugaşev (Öfkelendikleri için o- Yapışıp kalmak: "Mktîn naahtarına
çalaas aar -81 - çarğı-çahaan
çarbança." G. Kazaçinov (Kapının ler verilirmiş.) 2. Yargı, mahkeme.
pervazlarına yapışıyor.) 3. Tırma- çarğı-çahaan tekr. Yargı, hüküm:
narak çıkmak: "Palam pirîher, - "Ancada hara sıraylığ ons
turazar çarbanğan Arina Petrovna. kazaktarına çarğı-çahaan
N. Domojakov (Yavrumu verin, eve pirîbJsken:' V. Kobyakov (O sırada
doğru tırmanmış, Arına Petrovna.) kara yüzlü Rus Kazaklarına hük-
çalaas aar Yaban arısı. krş. sahçan aar münü vermiş.)
çarbandır- 1. Tırmandırmak. 2. Sarkıt- çarğıçı Yargıç: "Sîrerzer, çargıçılarzar,
mak. 3. iliştirmek, yapıştırmak. uluğ çiğlsneh min aylana." V.
çarbıh- Kaçırmak, (uykusu) kaçmak: Mayneşev (Sizlere, yargıçlara bü-
"Fedor Pavloviç, mıltığı sağısha yük şüpheyle ben dönerek.)
kîri'p, sanay uygudan çarbıh çarğıla- Yargılamak: "Paylarnı
parğan." N. Domojakov (Fedor çarğılirlar, - teen Ananiy apsab." V.
Pavloviç, tüfeği düşünüp gözüne Kobyakov (Zenginleri yargılayacak-
uyku girmemiş.) lar, demiş Ananiy ihtiyar.)
çarcıh (ı.) Deri ceket. çarğılas- Yargılaşmak, yargıya gitmek.
çarcıh (ıı.) Sinir teli. çarğılat- Yargılatmak.
çarca Yazlık çadır, mutfak. çarğıiathan bk. çarğılattırğan
çarca- (yağ) Donmak, sertleşmek. çarğılattırğan Mahkum, hükümlü.
çarçana it Donmuş, katılaşmış et. çarğın (ı.) 1. Elle ekilmiş tarla. 2. Baltalık
çarcıh 1. s. Kırık, parça: "Ol tirekter, orman.
çabızah, çarcıh hırlığ turacah Şarap çarğın (ıı.) İki yaşında ayı.
apsahti." A. Çerpakov (O kavaklar, çarhan- Bıkmak, usanmak.
alçak, kırık dökük çatılı küçük ev çarhanat Yarasa.
Şarap ihtiyarınki.) 2. Odun. 3. Kibrit. çarhandır- Rahatsız etmek, sıkmak,
çarcıh- Boğazında kalmak, sözü yarım taciz etmek: "Anan pîree harğanı
kalmak. tudıp, anı çarhandırça." i. Topoyev
çarcın bk. sarçın (Sonra bir kargayı tutup sıkıyor.)
çardı 1. Tahta, yarma, kalas. 2. s. Tahta, çarhandırıh Taciz: "Yakınnıh
tahtadan: "Pözîk çardı ıziktî azıp, çarhandıriina Çohırah ulamoh
aptanıp Mrgekten sıhhan." V.
kîre halğan." N. Tyukpiyekov (Yük-
ç obyakov (Yakın'ın tacizinden
sek tahta kapıyı açıp, girivermiş.)
Çohırah daha da hiddetlenip sinir-
çardın 1. Yarım, yan: "Çardıh artarın lenmiş.) •
kölîgde tastı, özen îstînzer çapçah çarhanıstığ s. Sıkıcı, bıktırıcı:
çîdlbîsken." V. Kobyakov (Atların "Çarhanıstığ daa polza, paza
yarısın koşumlu bırakarak, çukurlu- parçan çır çoğıl."M. Kobyakov (Bık­
ğa doğru çabucak kaybolmuş.) 2. tırıcı da olsa, başka gidecek yer
Bölüm, kniganın pastağı çardığı yok.)
kitabın ilk bölümü. çarhas Bıktırma, usandırma.
ç a r d ı r - 1 . Yardırmak. 2. Böldürmek. çarhastığ s. Bıktırıcı, rahatsızlık verici,
çargah Deri ceket. usandırıcı: "Künnîh-tannıh andar
çarğı 1. Yargı, hüküm: "Palaa homay at uzah çörîstîg toğıs Aydoğa arinca
sağın taap alğan kîzee hat iğ çarğı çarhastığ polıbıshan."M. Kobyakov
tüsçeh." G. Kazaçinova (Çocuğa (Gece gündüz Öyle uzağa gidilmesi
kötü ad veren kimseye ağır hüküm- gereken iş Aydo'ya biraz usandırıcı
olmuş.)
çarı
-82-
çarın
çarı- 1. Aydınlanmak, parlamak, ışık tomurcuklan açılmak: "Sooh hıshı
saçmak: "Küdetke ülükün har-poraannarda künnîh /
polıbıshan, sıray-çüzî anın pu tuşta Çüreemde porçolar çanlar üçün."
çaraan." F. Burnakov (Küdet'e bay- V. Mayneşev (Soğuk kışın her günü
ram olmuş, yüzü onun bu sırada kar boranlarda / Yüreğimde çiçekler
parlamış.) kün çarıpça güneş açılması için.) 3. Yarılmak Çabal
parlıyor, ay çarıpça ay parlıyor. 2.
tîlge tas taa çarılğan, çabalnıh
Yeni doğanın gözü açılmak.
küçügesternîn haraa naa la ahsına çağ daa çarabaan. Atasö-
çaraan köpek yavrularının gözleri zü (Kötü dil taşı da yarar, kötünün
yeni açılmış. ağzına yağ da yaramaz.) 4. (yavru)
Yumurtadan çıkmak. 5. Ayrılmak:
çarıdığ Aydınlık, ışık, parlaklık. "Aydo, animcohtazıp, îstınde
çarıdığlığ s. Işıklı, aydınlık. 2. mec. çarılızarğa daa köölenmin arah
Aydınlık, parlak: "Sîrer, çiitter, tapsaan." V. Kobyakov (Aydo, ve-
aparıhar çon arazında çarıdığlığ dalaşıp, ayrılmaktan hoşlanmaya-
toğıs/V. Şulbayeva (Sizler, genç- rak içinden seslenmiş.) 6. Eşler ay­
ler halk içinde aydınlık işler yapı- rılmak, üree çarıl- Ödü patla-
nız.) mak, ç ç k korkmak.
çarıdıl- Aydınlanmak. çarılcah s. Yarılgan, çabuk bölünen,
çarığ 1. Deri, kösele. 2. Çarık. ayrılan, kırılan.
çanh (ı.) S. 1. Açık, sarih, vazıh: "Ol kîzf canidir- Yardırmak.
pazoh çanh ünnen tapsabıshan. "W. çarılıs- (birbirinden) Ayrılmak.
Kobyakov (O kişi açık bir sesle ses- çarılıs 1. Ayrılma, ayrılık: "Tiren oymah
lenmiş.): "Pu ah çarıhtıh üstüne / hırında, mahzırabin / Tügencl sidik
Hul polarğa törebeebls." V. çarılıs idken." y Mayneşev (Derin
Mayneşev (Bu yeryüzünün üstüne / çukur yanında, sakince / Son zor
Kul olmak için doğmadık.) Sağızın ayrılık geçti.) 2. Boşanma. 3. Bölü-
çanh polzın, cazın uzah polzın. nüş, ayrılma.
Atasözü (Düşüncen açık olsun, ya-
şın uzun olsun.) 2. Parlak, aydınlık: çarım s. 1. Yarım, çarım ças yarım yaş.
"Anın çanh hulahtarı, hıshı pönktîh çarım kün yarım gün . çarım çil ya-
hulahtarı çili' V. Kobyakov (Onun rım yıl. 2. Yarı. çarım haraa gece
parlak kulakları, kış börkünün ku- yarısı, aynın îkîncî çarımında ayın
lakları gibi.) Ügrengenî çanh, ikinci yarısında. 3. Buçuk, pîr
ügrenmeenî harashı. Atasözü solkavay «arım bir buçuk ruble:
(Öğrenmek aydınlık, öğrenmemek "Mına pu magnitofon pir muh
karanlık.) çanh sağıs parlak fikir, çarımğa turğan." V. Tatarova (işte
parlak düşünce, ah çanh dünya, bu kasetçalar bana bin beş yijze
yeryüzü. patladı.)
çarımar s. Yarımşar.
çanh (ıı.) Yarık, çatlak.
çarımdıh s. Yarım: "Hollarında çarımdıh
çarıhtığ s. Parlak, ışıklı: "Pîr ötlg nimes
İpek paza timlr ayağastığ süt
çarıhtiğ çıltıs." N. Domojakov (Az
tudınıp, kir kilgen." V. Kobyakov
ışıklı yıldız.)
(Ellerinde yarım ekmek ve demir
çarıl- 1. Kopmak, ayrılmak: "Payağı kâsede süt tutarak girivermiş.)
sağıstarınah çır dee çarıl polbin tu-
çarın Kürek kemiği; omuz: "Torkanın
radır." N. Nerbişev (Önceki düşün-
hılıs-mıltii çamına saap, Aydonı
celerinden kopamıyor.) 2. Çiçek
ahsına pir hati ol ohsanğan." V.
-83-
çarıncı ças
Kobyakov (Korka'nın tüfeği omzuna çarlas- Yayılmak, duyurulmak.
çarpıp, Aydo'yu ağzından bir kez carlat- Yaydırmak, bildirtmek, duyurt-
öpmüş.) mak.
çarıncı Kürek kemiğiyle fala bakan, falcı. çarlıh 1. Yazgı, kader. 2. Kutsal kanun.
çarınnığ s. İri yapılı, güçlü, omuzu geniş. çama Tarla sınırı.
çalbah çarınnığ geniş omuzlu. çarsın- iğrenmek, tiksinmek, nefret et­
çans (ı.) Yarış, yarma, bölme, bölüm. mek.
çans (ıı.) Yarış, müsabaka. : "Imcî kızı çarsınıs iğrenme, tiksinme.
çarısta polarğa kirek" İ. Kostyakov çarsınıstığ s. İğrenç, tiksindirici.
(Doktor yarışta olmalı.) at çarızı at
carta Pergel, carta tart- pergelle çiz-
yarışı.
mek.
çans- (ı.) Yarışmak: "Kolhoztın at
çartpah (ı.) Bodur, alçak.
çarısçan çirfnde çon çıılıs sıhhan."
İ. Kostyakov (Kolhozun yarışma ye- çartpah (ıı.) Ağaç kap.
rinde halk toplanmaya başlamış.) ças (ı.) 1. Küçük, yeni doğmuş, ças
çans- (ıı.) (birlikte) Odun kırmak, parça- hulunriığ çılğılar hıralar ornında
lamak, bölmek. honadır yeni doğmuş kulunlu yılkı-
lar sürülmüş tarlalarda geceliyor. 2.
çans ay Ekim.
Taze. ças îpek taze ekmek:
çarısçıl s. At yarışını seven. "îcezînen hada, îzlkten ah
çarıstır- Yarıştırmak. tubannanıp, kîre salğan sooh kii
çarıt- 1. Aydınlatmak: "Parçan hırinnı paza ças sütün tadılığ çizi
çarıtçam." N. Tinikov (Bütün yüze- ushurıbıshan." A. Kuzugaşev (An-
yini aydınlatıyorum.) 2. Parlatmak: nesiyle birlikte kapıdan ak duman
"Ügretçî, köölce, ağırinca / şeklinde giren soğuk hava ve taze
Apsahhtın közJn çarıthan." M. sütün nefis kokusu uyandırmış.) 3.
Bainov (Öğretmen, sakince, yavaş- Yaş, kuru olmayan, taze. "Pir kiztn
ça / İhtiyarın gözünü parlatmış.) 3. azaanan ças han sıhçathan." N.
Sunmak, ithaf etmek: "Ağaa Domojakov (Bir kişinin ayağından
stihtarın çarıtçalar." V. Mayneşev taze kan çıkmış.) Ças ağastı
(Ona şiirlerini sunuyorlar.) huraalahha e g , olğannı tuzında
çarıthı 1. Lâmba, idare 2. Işık. ügret. Atasözü (Yaş ağacı kuru-
madan eğ, çocuğu zamanında e-
çarıthos bk. çarıthı
ğit.) ças odın yaş odun 4. Yaş,
çarir Tamam!, peki!, olur!: "Çe, çark gözyaşj: "Sol harağınah hannığ ças
Çahsı hadarar polzan, min sinî inek s/ğ//ca."N. Domojakov (Sol gözün-
hadararğa çallirbın." V. Kobyakov den kanlı yaş sızıyor.) 5. Yaş, bir
(Peki, tamam. İyi otlatırsan, ben yıl. cazı uzah pol- ömrü uzun ol-
seni inek otlatma karşılığında doyu- mak, cazı çitken yetişkin, cazı
rurum.) çitkelek pala erginlik çağına ulaş-
çarla- Bildirmek, ilân etmek, yaymak, mamış çocuk, ças pala bebek, kü-
duyurmak: "Ol iskîriirı çarlaan, anan çük çocuk.
teen." F. Burnakov (O bildirisini ilân
ças (ıı.) 1. Saat, günün yirmi dörtte biri.
etmiş, sonra konuşmuş.)
tört çasta saat dörtte: "Uroktar
çarlağ 1. İlân etme, duyurma. 2. ilân, pastalğanca, am daa pır çasça po­
bildiri. lar. " A. Kuzugaşev (Dersler başla-
çarlağcı Yayan, bildiren, tellâl. yana kadar hâlâ bir saat kadar var.)
-84-
ças çat

2. Saat, zaman gösterme aracı. krş. çastağla- Yaylaya gitmek, yaylamak.


çası çastaldır- Yaşartmak: "Kööllîg çüregîm
ças (m.) Metal, alaşım, ças molat hılıs ködîrîle tüze / Kös haraamnı
çelik alaşımlı kılıç. çastandırça." S. Kadışev (Sevinçli
ças (iv.) Bahar, ilkbahar, krş. çashı yüreğim kalkıp / Gözümü yaşartı-
ças- (ı.) Sermek, yaymak, dağıtmak, yor.)
yazmak. çastan- (ı.) Yaslanmak, dayanmak: "Izer
ças- (ıı.) 1. İyileşmek: "Oolaanarnı ças poduşkazın çastanıp, kün haraana
salar üçün, imneg kiree holımdağı sîstenîp." N. Domojakov (Eyerden
pray nimenî iderbîs." i. Kotyuşev yastığına yaslanıp, gün ışığından
(Oğlunuzu tedavi edip iyileştirmek ısınıp.)
için, elimden geleni yapacağım.) 2. çastan- (ıı.) Yaşlanmak, ıslanmak:
Onarmak, tamir etmek. "Harahtarı çastanıp / Harğastı ol
çashar- (ı.) Teselli etmek, nasihat ver- pircen." P. Ştıgaşev (Gözleri yaşa-
mek, yatıştırmak: "Am daa rıp/ Bedduayı o etmiş.)
çasharça hıyğa sösterî." M. çastanmay (ı.) 1. Küçük kilise. 2. Mezar
Kilçiçekov (Hâlâ da teselli ediyor üzerindeki ağaçfkütük. 3. Anıt me-
güzel sözleri.) zar.
çashar- (ıı.) Bebeğin gözlerini anne çastanmay (ıı.) s. Yaramaz, ele avuca
sütüyle yıkamak. sığmaz.
çashı Bahar: "Andağ kîstes çashı çastanna- (çocuk) Oynayıp zıplamak.
künnerde potadır." N. Nerbişev çastanmay pala çastannapça ya­
(Böyle kişneme bahar günlerinde ramaz çocuk hoplayıp zıplıyor.
oluyor.) krş. ças (iv.) çashı-küskü çastığ s. Yaşında, yaşlı. "Çe on çastığ
baharda güzde. Aydonın aldanğanına hara sağıstığ
çası Saat, zaman gösterge aracı, kar- Yakın hayarın daa haybin turadır."
man çasızı cep saati. krş. ças (ıı.) V. Kobyakov (Fakat on yaşındaki
Aydo'nun yalvarmalarına kara dü-
çaska Mutluluk, saadet, bahtiyarlık:
şünceli Yakın aldırmıyor.) çibîrgî
"Pray çır üstij askanan tol parğah
çastığda yirmi yaşında.
na oshas." S ç Çarkov (Bütün yer
üstü mutlulukla dolmuş gibi.) çastıh Yastık: "İvan Petroviç Payapannı,
çaskalığ s. 1. Mutlu, mesut, bahtiyar. çastıhtar tlrep, odırtıpça." V.
çaskalığ honıh mutlu yaşam. Şulbayeva (ivan Petroviç,
"Alcıbay pozın in çaskalığ kîzee Payapan'ı yastıkları doğrultarak o-
sanapça." S. Çarkov (Alcıbay ken- turtuyor.)
dini en mutlu insan sayıyor.) 2. U- çastıh- Yanılmak, yoldan çıkmak: "Min
ğurlu, mübarek. çoldan çastıh parğan subyektpîn."
çasovoy Nöbetçi. V. Şulbayeva (Ben yoldan çıkan fai-
lim.)
çasovşçik Saatçi.
çastitsa gr. Edat.
çaspah Düz arazi.
çastnay s. Özel, hususî.
çast' ask. Kıta, birlik, voinskay çast'
çastuur Düve.
askerî birlik.
çat Yad, el, başkası. Sarnazarğa çat
çasta- Yaslamak, yastık koymak. 2.
çahsı, çobalıbıssan, tuğan çahsı.
Yatak sermek. Atasözü (Eğlenirken yad güzel, kö-
çastağ Yayla. tüleşince akraba güzel.
-85-
çat çaybancıh
çat- 1. Yatmak. "îcezi surca: - Noğa çay (ııı.) Boş yer.
kispin çııpçazıh? Ol anda çadar- çay- 1. Yaymak, sermek, serpmek, suğ
çadar, ös parar." S. Karaçakov
çay- su serpmek. Pusta
(Annesi soruyor: -Niçin giymeden
saklıyorsun?-0, orada yatar yatar, puğday unum çaydım. Bilmece,
büyür.) Sim çatçathan çılannın yıldız. (Buzda buğday unumu yay-
huzurığına paspa. Atasözü (Sa- dım.) 2. Sürmek, yaymak: "Çıplama
kince yatan yılanın kuyruğuna hara çayğı haraa / Harahha hara
basma.) 2. Şimdiki zaman eki -yor kös çayğan oshas." M. Kilçiçekov
kör çadır bakıyor. 3. Uzanmak: (Kapkaranlık yaz gecesi / Göze ka-
"Hıshının ah kibîzînde / Çat ra kömür sürmüş gibi.) 3. Yıkmak,
parıbıstır İster."\J. Maynaşev (Kışın saçmak, dağıtmak. 4. (dedikodu)
ak kiliminde / Uzanıyor izler.) 4. Ek- Yaymak, çaya parğan cazı sonsuz
leşmiş olarak şimdiki zamanı bildi-
uzanan ova.
ren yardımcı fiil olarak kullanı-
lır.) Tört çastığ Aymir annap çörgen çaya Kalça.
pabazınıh mıltiinan' oynap körerge çaya- Yaratmak: "Hayran haraçhayah
sağınca, çe ol pîlçe: pabazı oynlrğa albinah Çayaan sın cirme ıraan."M.
pirbes." S. Karaçakov (Dört yaşın- Bainov (Zavallı kırlangıç sihirle/ Ya-
daki Aymir babasının avlandığı t ü - ratıldığı gerçek yurduna ulaşmış.)
feğiyle oynamayı düşünüyor, fakat
o biliyor ki, babası onamaya ver- çayaaçı bk. çayaan
mez.) çayaan 1. Tanrı, yaratıcı: "Çazıhtığ çirge
tüs parzah, Çayaanıh polza
çathan Yatık, (müzik enstrümanı). sıhhayzıh." M. Bainov (Günahlı ye-
"Çahayahtarda ön-pasha aarlar / re düşersen, Tanrın varsa çıkar-
Çathan na çili sarnasçalar." M. sın.)" E / 7 , hudayım, öörkî çayaanım,
Kilçiçekov (Çiçeklerde rengârenk sinîh holında çörçebîs. Is minîh
arıfar / Yatık gibi vızıldaşıyorlar.) çurtıma amır-hazıh çurtas, palala-
krş. çadığan, çadıh rıma ıns pir." V. Şulbayeva (Ey,
çatpah s. Bodur, alçak. Hudam, yukardaki Tanrım, senin e-
çatpıyah Yuvarlak başlık. linde yaşıyoruz. Benim yurduma
rahatlık huzur gönder, çocuklarıma
çattır- 1. Yatırmak. 2. mec. Yatırmak,
öldürmek: "Mıltıh polğan polza, pu mutluluk ver.) 2. Yaratılış, doğa.
aynalarnı mında çattırğlap çayal- Yaratılmak: "Minneh çarı!
salarcıhpın."N. Tyukpiyekov (Tüfek polbassıh/ Hada la çörerge pîs /
olsaydı bu şeytanları burada Hacanoh çayalğabıs." N. Tinikov
öldürürdüm.) (Benden ayrılamazsın / Birlikte ya-
çay (ı.) Çay: "Çayğa, hınzah, mööt, şamaya biz / Uzun zaman önce
varenye, sahar salıp al." N. yaratılmışız.)"Arsa, minneh ne artıh
Tyukpiyekov (Çaya, istersen; bal, artistkaçayalbaan." V. Şulbayeva
reçel, eker koyuver.) çay îs- çay (Yoksa, Benden iyi artist de yara-
içmek ş it purun çay kuş bumu ça- tılmamış.)
yı: "Çe Fedor Pavloviç, hakastarnıh
çayalığ s. Kalçalı, çalbah çayalığ ipçî
çayın Isken kizî, apsahtıh it purun
çayın mahtap salıp odırğan..." N. geniş kalçalı kadın.
Domojakov (Fakat Fedor Pevloviç, cayan Lahit, sanduka.
Hakasların çayını içen kişi, kuş çayban s. Sallantılı, ırgalanan.
burnu çaymrövüvermiş...) çaybancıh Omuz: "Anda pîr hara tonnı
çay (ıı.) Yaz. çaybancıhha çabınğan, hara
çaybanna -86- çayıl

hurusha pörîktîg, simîs sıraylığ kîzi ala, sıh panbıshan." S. Çarkov


turca."V. Kobyakov (Orada bir kara (Hemşire gülüp, başını sallayarak
paltoyu omzuna atan, kuzu derisi çıkmış.)
börklü, tombul yüzlü kişi duruyor.) çayhal- Sallanmak, alkalanmak, ırga­
çaybanna- Sallanmak, ırgalanmak. lanmak: "Ah po çco çili çayhal tur."
çaybannat- Sallatmak, ırgalatmak: S. Kadışev (Ak çiçek gibi sallanı-
"Toldıra çîrçenî çaybahnatpin yor.) olar küreskende çir
apariğan çili, çol kizire çügürize çayhalğan, talay suu cazı üstîne
halğannar" A. Çerpakov (Dolu kâ- çayılğan onlar güreşirken yer sal-
seyi sallamadan götürür gibi, yolun lanmış, deniz suyu yeryüzüne ya-
karşısına doğru koşmuşlar.) yılmış.
çaybat 1. Taşkın, taşma. 2. Taşkın so - çayhalcıh s. Sallantılı, gevşek.
nunda kalan su. 3. Kabın dibinde çayhalıs- Sallanışmak, birlikte ırgalan­
kalan su. mak: "Kizek ağastar, çayhalıza
çaycıl s. Çay sever, çay tiryakisi. tüzip, pirsî pirsine kölenizip, çide
çaydaban Bir tür bakır kap. hal turğannar." A. Çerpakov (Tek
tük ağaçlar sallanışmaya başlayıp,
çaydah (ı.) 1. Tas. 2. Tabak. 3. Leğen.
birbirlerine yaslanarak kaybolmuş-
çaydan (ıı.) Taze süt. lar.)
çaydan Çaydanlık. çayhan-Sallanmak, ırgalanmak, çalka­
çaydır- 1. Yaydırmak, serptirmek: "Kop lanmak. "Çodım, abacah, çayhanıp
çirge suğ caydırıp / Kirek çoh ottı ala, köglep parça pozınıh oyının
çulıhar." P. Ştıgaşev (Çok yere su közîtçe" N. Tinikov (Ağır, ayıcık,
yaydırıp / Gereksiz otları yolunuz.) sallanarak şarkı söylüyor, kendi o-
2. Dağıttırmak, saçtırmak. 3. (söy- yununu gösteriyor.)
lenti) Yaydırmak. çayhancıh s. Gevşek, sallantılı.
çaydırıs- (karşılıklı, birlikte) çayhannada zf. Sallanarak, yalpalaya-
Yaydırmak, serdirmek, döktürmek. rak: "Pozı, örtek çili, çayhannada,
çaydırıs Yaydırma, serdirme, sulama. çügüre-pastıra oylap kilip, apsahtı
tarığ alnındağı suğ aydırızı e- holtıhtap alıp, izennes sıhhan." A.
kimden önceki sulama ç Çerpakov (Kendi, ördek gibi, salla­
çayğı Yaz. "Ah sırayı, çayğı îziglerge, narak, yürüye k o a gelip, ihtiyarın
çillerge, toğısta tirlep, küren ide pis koltuğundan tuta ş ak merhabalaş-
parçan." N. Tyukpiyekov (Ak yüzü, mış.)
yaz sıcaklarından, işte terlemesin- çayhas- Sallanmak, ırgalanmak.
den yanarak yağızlaşmış.) çayhat- Sallatmak, ırgalatmak.
Çayğızın hathır çöredîrzfn,
çayıh (I.) Tufan, taşkın, krş. çayın
hıshızın sıhtap çöredîrzîn. Atasö-
zü (Yazın gülersen, kışın ağlarsın.) çayıh (ıı.) Açık hava.
krş. çay çayıh- (hava) Açılmak.
çayğı-küskü tekr. zf. Yaz güz cayıl- 1. Yayılmak, dağılmak: "Küskü
çayğızın zf. Yazın: "Olar çayğızın daa tıt payram, çarıh kün / Cirim üstünde
çayılça." M. Kilçiçekov (Güz bay-
odın odınadırlar." N. Domojakov
ramCparlak güneş / Yurdumun üs-
(Onlar yazın da melez odunu yakı-
tüne yayılıyor.) suğ cayıl parğan
yorlar.) su yayılmış. 2. (duman) Dağılmak.
çayha- Sallamak, ırgalamak, çalkala- 3. (dedikodu) Yayılmak. 4. Serpil-
mak: "Sestra külinip, pazın çayhap
çayılcah
çaza
mek, saçılmak, yayılmak, innîne çayla- Yaylamak, yaylaya çıkmak.
ilîg sürmes çayıiğan omuzuna elli çayğızın tayğada çayladım yazın
belik yayılmış. ormanda yayladım.
çayılcah s. Yayılmış, dağılmış: "Hızıl çaylağ Yayla: "Hohanah ağa, Idök,
hoos kögenekffg, çayılcah uzun ha- çaylağdan irtök kilîp, ibde tinngen."
ra sastığ ool paza halbah hızıl i. Kostyakov (Hohanah ağa da,
ıstannığ his..." A. Çerpakov (Kırmı- yayladan erken gelip, evde hazır-
zı güzel elbiseli, yayılmış uzun kara lanmış.)
saçlı oğlan ve geniş kırmızı elbiseli çaylat- Yerleştirmek, düzene koymak.
kız...)
çaylığ s. Geniş, ferah.
çayıldır- Yayılmak, dağılmak. "Paskirnîn çaylıh Kaftan.
pilîn M harçi hurçan salğan çibek
çaylıhtan- Kaftan sahibi olmak.
hurinin çaçahtarı Klaşanın
kögeneene çaba çayıldıra çaymağas Küçük fincan tabağı.
çathannar." İ. Kostyakov (Paskir'in çaymah 1. Fincan tabağı, kâse altlığı. 2.
belini iki kez dolanan ipek kemerin Tabak, kap.
püskülleri, Klaşa'nın elbisesinin ü- çaymahtığ s. Fincan tabağı olan.
zerini yayılıp kapatıyor.) çaymahtığ çîrçe tabağı olan kâse.
çayım Yayma, dağıtma. çaynik Çaydanlık: "Pozıh daa azıranıp
çayın Yayılma, taşma, su taşkını, çashı alğayzıh za, tfgî çaynik haynaan
çayını bahar taşkını, krş. çayıh polar." V. Kobyakov (Kendin de
yemeğini yiyebilisin, şu çaydanlık
çayın- Hafifçe su serpilmek, suda hafifçe kaynamış olmalı.)
yıkanmak, çalkalanmak.
çayoldırıh Oluk.
çayındı (i.) Metalle kaplama, altın ça-
yındı altın kaplama, kümüs çayın- çayon bot. Devedikeni.
dı gümüş kaplama. çaytah bk. çaydah (ı.)
çayındı (ıı.) Suda hafifçe yıkama, duru- çayzan (ı.) Ağa, bey, boy başkanı.
lama. çayzan (ıı.) s.Alımlı, güzel.
çayındılıg s. Kaplamalı: "Sumkadan ah caza zf. Yanından, athan uğım caza
çayındılıg tinteler sığarğlap kılıp, parbas attığım ok yanılmaz. caza
salğlap, ahsıların ashlabıshan." i. tasta- karavana atmak, ıska geç-
Kotyuşev (Çantadan ak kaplamalı mek, vuramamak.
tenekeler çıkarıp, bırakarak ağızla- caza- (ı.) Süslemek, güzel göster-
rını açmış.) mek" Mahnay ibde odırğan / Mahat
çayınnat- Çalkalayıp dökmek, sallayarak nımahtar salğan / Matap çazap
dökülmesine sebep olmak: "Oolah aparğan / Mahtap, anı çon isken."
könekke suğ sustıp, çayınnadıp ala P. Ştıgaşev (Mannay evde oturmuş
Timurzar mahzıraan." i. Topoyev / Güzel destanlar anlatmış / Çok
(Çocuk, kovayla su çekip sallayıp güzel süslemiş / Övüp, onu halk
dökerek Timur'a doğru koşmuş.) dinlemiş.) Çabal kîzî n î kıp
çazacan, çabal attı çağ çazacan.
çayıt- (ı.) Gelin kaynata ve kaynana-
Atasözü (Kötü kişiyi elbise süsler,
sının adını söylememek.
kötü atı yağ süsler.)
çayıt- (ıı.) Yaymak, dağıtmak: "Hızara
pes îzıglepçe / Hınığ çılığ çayıdıp." caza- (ıı.) Yontmak.
A. Topanov (Kızararak soba ısıtıyor caza- (m.) 1. Tedavi etmek, iyileştirmek.
/ Güzel sıcak yayıp.) 2. Akort etmek.
caza- (iv.) Yaşamak;
caza çazıcah
caza- (v.) (Yuva) yapmak, uya çazirga zirvelerden yabanî at gibi fırlayıp
yuva yapmak: "Olar suğ nazında, çıkıp, düz yazıda, tembel at gibi
pözîk çarda în hazıp, uya güçlükle yürümüş.) Çazan attan
çazapçalar." N. Domojakov (Onlar parğanca, hara çazağ çörerbîn.
su kıyısında, yüksek yarda in kazıp, Atasözü (Hantal atla gideceğime,
yuva yapıyorlar.) yaya yürürüm.)
çazaa Yay kılıfı. çazan- 1. Süslenmek. 2. Güzelleşmek,
çazağ (t.) Emir, ferman. iyileşmek: "Min samazam çir
çazağ (ti.) s. Nakışlı, süslü: "Çazağ çazança / Ağın suğ daa köglıg
îzîkteh uzun hull kögenektîg alçah ahça."N. Tinikov (Ben şarkı söyle-
ipçî, sıh kilîp..." N. Domojakov sem, yeryüzü güzelleşir / Akarsu da
(Süslü kapıdan uzun kırmızı elbiseli neşeyle akar.) 3. s. Yontulmak, ren­
kısa kadın çıkarak gelip...) delenmek.
çazağ (m.) s. Yaya. "M çazağ kTzîni pîr çazanaacı bk. çazancıh.
pağnan palğap alıp ağılıp odırlar." çazancıh s. Şık, şıklık düşkünü.
V. Kobyakov (İki yaya kişiyi bir iple
çazandır- Süslemek, şık giydirmek.
bağlayıp, getiriyorlar.) Çazağ
kîzî n în ülüzîn attığ k îzî albas. A- çazanıs Süslenme.
tasözü (Yaya kişinin ülüşünü atlı ki- çazanıs- (birbirini, birlikte) Süslenmek,
şi almaz.) şık giyinmek.
çazağ-çalaas tekr. zf. Yaya ciplak, yalın çazahnan- (at) Uyuşuklaşmak, tembel-
yapıldak: "Aydo, pozıniç harnın na leşmek.
azıranar üçün, çazağ-çalaas söl çazar- 1. Rengi uçmak, solmak:
cazını ibîr çöredîr mal hadarıp."V. "Annahar Pıçon paza daa
Kobyakov (Aydo, sadece kendi sarıspinıshan, sırayı çazar parıp
kamını doyurmak için, yaya çıplak çoohtanıp, sıh parıbıshan." N.
yazıyı yabanı dolanıyor, mal otlata- Domojakov (O yüzden Pıçon yeni-
rak.) den tartışmamış, yüzü sararıp ko-
çazağlığ s. 1. Bayındır. 2. Süslü, şık, iyi nuşarak çıkıp gitmiş.) 2. Yeşermek.
giyinmiş: "Köbîzîn îdi tın çazağlığ çazart- Yeşertmek.
kilgleenner ırahhı aallarda çazas- Süslemek, bezemek.
çurtapçathan çabannar." i. çazat- (ı.) Rendeletmek, yontturmak.
Kostyakov (Çoğu böyle çok şık
gelmişler, uzak köylerde yaşayan çazat- (ıı.) Yapmak, güzelleştirmek Pîr
çahsı k îzî aal çazidır, > çabal
çobanlar.) çazağlığ his süslü kız.
aal puthidır. Atasözü (Bir güzel kişi
çazal- (i.) Yontulmak, rendelenmek. köyü güzelleştirir, bir kötü köyü ka-
çazal- (ıı.) 1. Sağlığına kavuşmak, rıştırır.)
sağlıklı olmak, 2. Düzelmek, güzel- cazı Ova, yazı: "Çalbah çathan çazılarda
leşmek: "Ağban-pîstîh gorodıbıs / sanı çoh mal ottapçadadır." V.
Ayğa sustalıp çazalça." S. Kadışev Tatarova (Geniş uzanan ovalarda
(Abakan bizim şehrimiz / Ayda par- sayısız mal otlanıyor.) çalbah cazı
layıp güzelleşiyor.) geniş ova. een cazı ıssız ova.
çazan s. Tembel, uyuşuk, hantal. huba cazı bozkır, cazı çolı ova yo-
"Çobat, ırahhı kök tashıHardan sas lu, çazıda ot pızınnapça ovada a-
at çili atığıp sığıp, tüs çazıda, teş parlıyor.
çazan at çili, çadap la çılçathan." N. çaz» adayı zool. Kurt, börü.
Domojakov (Çobat, uzaktaki gök
çazıcah Küçük ova, düzlük yer.
çazığ -89-
çazırgan
çazığ (ı.) S. 1. Cansız, zayıf, çazığ sin seni.) çazıldırğan üçün iyileş-
kritika zayıf tenkit. 2. İradesiz a- tirdiği için.
zimsiz. 3. Solgun, çazığ köris sol- çazılığ s. Yazılı, ovalı: "Slllg çazılığ
gun görünüş. 4. Yavan, yağı az. Hakasiya / Mini çolğa üdesken." S.
çazığ it yavan et. 5. Fakir, güçsüz: Kadışev (Güzel yazılı Hakasya /
"İb eelerî çazığ arah çurtapçalar." Beni yola uğurluyor.)
V. Şulbayeva (Ev sahipleri fakirce cazın (ı.) Kâğıt.
yaşıyorlar.)
cazın (ıı.) Bahar, baharda.
çazığ (ıı.) 1. Günah, yazık: "Pabam
cazın (m.) Yıldırım.
püdirgen turada / Pastağı çazığ stih
I Pazılğan in pumada/ Parar alnın- cazın (iv.) Saklambaç: "Harahtarı
da çorıh." M. Ugdijekov (Babamın köblglerlneh hana kistîneh cazın
yaptığı evde / ilk günah şiir / Yazıldı oynap pahlapçathan pala
ilk önce / Gitmeden önce yo- harahtarına uğaa tööy çaltıraza-
la.)" Çayaanım, budayım, çazıhtan pızıhnaza tüsçeler." A. Çerpakov
araçıladab!" M. Kokov (Tanrım, (Gözleri şişkinliğiyle duvar arkasın-
Hudam, günahtan koru!" 2. Hata, dan saklambaç oynarken bakan
yanlış. çocuk gözlerine benzer parıldaşıp
duruyorlar.)
çazıh bk. çazığ (ıı.)
cazın- Gizlenmek, saklanmak: "Hazaa
çazıh- (ı.) K e y i f çatmak, rahatına bak-
arazına kire oylabızıp, ot altına
mak.
kîrlp, çazınıbıshan." V. Kobyakov
çazıh- (ıı.) Zayıf düşmek. (Ahırın arasına koşup otların altına
cazı hazı zool. Yaban kazı. girip saklanmış.) cazın kildi gizlice
çazıhtığ s. Günahlı: "Çazıhtığ çirge tüs geldi.
parzah, Çayaanın polza sıhhayzıh." çazıncah Saklambaç, çazıncah oyna-
M. Bainov (Günahlı yere düşersen / saklambaç oynamak.
Tanrın varsa çıkarsın.) cazındır- Gizlenmesine yol açmak, sak-
çazıl s. Yeşil. landırmak: "Kün pray tîrlg nimenl
çazıl- (ı.) 1. (hasta) İyileşmek, sağlığa Iziinen cazındır salğan oshas." N.
kavuşmak: "Köp çon çörlp Domojakov (Güneş, bütün canlıları
imnenceh I Köblzl pray çazılcan." sıcağıyla saklandırıyor gibi.)
P. Ştıgaşev (Çok kişi gitmiş tedavi Çazınıs Saklanma, gizlenme.
olmuş / Çoğu bütünüyle iyileşmiş.) çazınıs-1. (birlikte) B i r sır saklamak,
2. (yara) Kapanmak.
gizlemek. 2. (birlikte) Saklambaç
çazıl- (ıı.) Yayılmak, açılmak: "İlya abis, oynamak.
hara hustıh hanattan çazılğandağı
çazınna- Yıldırım düşmek, şimşek çak-
çili, kiblnlh idekterl çazılıp,
olğannarzar attıhhan, sastah haap mak, cazın çazmnapça şimşek ça-
alıp, azır sıhhan." A. Kuzugaşev kıyor.
(İlya papaz, kartalın kanatlarının cazır- Saklamak, gizlemek: "Çe,
yayılması gibi, elbisesinin etekleri oolğım, sinneh nime cazı hm za,
min palığladıbısham, uhnah." V.
yayılıp, çocuklara doğru fırlamış,
Kobyakov." ( Tamam, oğlum, sen-
saçlarından yakalayıp ayırmış.)
den ne saklayacaksam, ben yara-
çazıldır- İyileştirmek, yarayı kapatmak: landım, kurşunla.) 2. İnkâr etmek.
"Pazır hudayğa, çazıldırzın sinl"V.
çazırğan Biçilmiş yerde çıkan ot.
Şulbayeva (Dua et Tanrıya iyileştir-
çazırha- Şefkat, sevecenlik göstermek.
-90-
çazırhas çek
çazırhas 1. Şefkat, müşfikliK, ihtimam: Tinikov (Çocukları onlara girdikleri
"îce çazırhazı / İrtken hacanoh." M. kılıkları göstermediler, gizli yaptı-
Ugdijekov (Anne şefkati / Geçti çok- lar.)
tan.) 2. s. Şefkatli, sevecen/ çazızın- (birlikte) Saklanmak, gizlenmek:
çazırhat- Okşamak, sevmek, nazlı bü- "Çarıhtarda çazızınıbıspazın teen
yütmek, nazlamak, ihtimam gös- çili, pahlağlabıshan." A. Çerpakov
termek: "Mında sîrernî tın na (Yarıklarda gizlenenmesinler der
çazırhatpinçathan oshastar." V. gibi, bakıvermiş.)
Şuibayeva (Burada size ihtimam çazool 1. Vergi memuru. 2. Bölge gü-
göstermiyorlar gibi.) venlik görevlisi.
çazırhos s. Müşfik, şevketli, sevecen. çazora- Yaşarmak, yaşla dolmak.
çazırığ Saklama, gizleme. çe 1. bağ. Fakat, çe amğa teere fakat
çazırıs Saklama, gizleme: "Paynuş, min şimdiye kadar Pîr tağ tooza ot, çe
sinnen çazırıs çoh, konî ol ottı mal çıbinçe. Bilmece, insan
çoohtazarbın." V. Şuibayeva saçı (Dağ gibi ot, fakat o otu mal
(Paynuş ben seninle bir şey sakla- yemiyor.) 2. ünl. Tamam, peki. çe
mada^doğru konuşacağım.) çoohtap pirim tamam anlatayım.
çazırıs- (birlikte) Saklamak, gizlemek. 3. ünl. Haydi!, Tamam!, Yeter!, e,
çe çider! Tamam, tamam yeter ç
çazırt Sır, giz.
çeç kız. Saç.
çazırt- Gizletmek, saklatmak.
çeçevitsa Mercimek.
çazıt (ı.) 1. Gizli: "Çarın ünnîg
hushacahtar / Çazıt çirge kîrglepçe çeçpe At bağlama direği: "Ib alnında
/ Cazı honıhtığ hurt-hoostar / aran-çulamnı / Altın çeçpee palğap
Çalbah pürler kîlepçe." A. Topanov salim."'V. Maynaşev (Evin önünde-
ki yiğit atımı / Altın direğe bağlayı-
(Güzel sesli kuşcağızlar/ Gizli yere
vereyim.)
giriveriyor / Yazıda geceleyen bö-
cekler /Geniş yaprak arıyor.)"Haf/ğ çeçük Büyük aşık kemiği.
naah, öörin tiren harca çalım çedek ünl. Haydi!
hayalığ çazıt onnzar apanp,pozı çeek (ı.) S. Obur: "Mağaa kirek çeek
haya üstünde azah uzına tur nimes annar." N. Tinikov (Bana ge-
salğan." N. Nerbişev (Sert yanak, rek obur olmayan hayvanlar.)
sürüsünü derin kardan sarp kayalı çeek (ıı.) Şerit, kumaşa dikilen kenar.
gizli yere götürüp, kendi kaya üs­ çeek (m.) Yara.
tünde ayak ucuna basarak dur-
çeekte- (ı.) İltihaplanmak, sızlamak.
muş.) 2. Sır, gizlilik.
çeekte- (ıı.) Kumaşa, elbiseye kenar,
çazıt (ıı.) Yaşıt: "Çasha olar çazıt
süs dikmek.
polğannar" N. finikov (Yaşça onlar
çeektîg s. İltihaplı, çeektîg palığ iltihaplı
yaşıt imişler.) min anman çazıtpın
ben onunla yaşıtım. yara.
çazıt- (ı.) Hastalık çekmek, acı çekmek. çeen Yeğen.
çeergîn zool. Antilop.
çazıt- (ıı.) Gevşetmek.
çees Namus, şeref.
çazıtnan zf. Gizli olarak, çazıtnan
çehol Örtü, kın, kap.
kîrerge gizlice sokulmak, girmek.
çek (ı.) Çek.
çazıttığ 1. s. Gizli 2. zf. Gizlice: "Palaları
çek (ıı.) s. Kötü, çirkin, pis, iğrenç, çek
olarnın közîne hubulcah omalarnı
itpeenner, a çazıttığ itken nen" N. kîzî rüşvetçi.
çekannay -91-
çıhçola
çekannay Ağaç süsleme, oyarak yapılan çıda 1. Mızrak. 2. Süngü.
süsleme. çıdala- Süngülemek.
ç e k t e - 1 . Zarar vermek. 2. Nefret etmek. ç ı ğ - 1 . Toplamak, biriktirmek. 2. Yığmak.
c e l b e - 1 . El sallamak, yelpaze sallayarak 3. Saklamak, hıshzına çığ- kışa
rüzgâr çıkarmak. 2. Büyü yapmak. saklamak. 4. Gömmek, defnetmek.
"Purunğı tusiağı çaada ödîrtken
çelbegey zool. Kuş adı.
aacılamı çığan surat poltır." G.
çelnok 1. Masura. 1. Dikiş makinesi ç azaçinova (Eski zamanlarda sa-
mekiği. vaşta Öldürülen savaşçıların gö-
çemodan Bavul: "Ornah altınan, müldüğü mezarlık var-
çemodan kofinçe." V. Şulbayeva mış.)"Palalarınım tastabısham,
(Yatğın altında bavul görünüyor.) îcemni dee körbeem. Toozıl la
parğanda, çığarğa par kilgem." V.
çempiyon Şampiyon. Şulbayeva (Çocuklarımı bıraktım,
çempiyonat Şampiyona. annemi de görmedim. Sadece ö-
çer kız. Yer. lünce gömmeye gidip geldim.)
çerçenie Çizgi çizme, kroki yapma, çığanah 1. Dirsek, kolun bölümü.)/\n/
çerdak Çardak, çatının altı. çığanahtan siberli tudıp alıp,
çereşniya bot. 1. Kiraz (meyvesi). 2. pozınzar aylandırça." V. Tatarova
(Onu dirseğinden özenle tutup,
Kiraz (ağacı).
kendine döndürüyor.) çığanağınan
çerkes Çerkez, Çerkeş halkından olan.. sazıbıstı dirseğiyle dürttü. 2. Dir­
çerkey Terlik. sek, ileri doğru çıkıntı: "Çalım
çemil'nitsa Mürekkep hokkası. hayanın çığanağı suğnı Şarap
çernila Mürekkep. apsahtıh çurtınzar oyli ağar ide
tulğapça."k Çerpakov (Sarp kaya-
çerta Sınır çizgisi.
nın dirseği ırmağı Şarap ihtiyarın
çertyoj Teknik resim, kroki. evine doğru coşkunca akıtacak şe-
çertyojnik Çizici, krokici. kilde sarıyor.) ığanah söögî anat.
çervonets Onluk, on ruble. dirsek kemiği ç
çesnok s. 1. Sarımsak. 2. s. Sarımsaklı,
çığanahtan- 1. Dirseği üzerine gitmek.
sarımsakla ilgili.
2. Dirseğini dayamak.
çest'tîg s. Namuslu.
çığdır- 1. Toplatmak, yığdırmak. 2.
çestnay s. Namuslu, dürüst: "Mında
çesnay pol çörçe." V. Şulbayeva Gömdürmek. 3. Saklatmak.
(Burada namuslu oluyor.f çığıl- sağ. Düşmek, yıkılmak.
çetverg Perşembe. "Anı irtîrer kün çığır- Sıkmak, sıkıştırmak.
çetvergke molcal parti r." N. çığırlıh 1. Meyan kökü. 2. mec. Şeker.
Nerbişev (Onu yapacak gün Per­
çıhçaa bk. çıhço.
şembe olarak uzlaşılmış.)
çıhçan- Kolları sıvamak.
çey Çay: "Çeynikten çey urıp, azıranıp
odırlar."V. Kobyakov (Çaydanlıktan çıhço 1. Şakak: "On çıhçozmda kök
çay koyup yemek yiyorlar.) çağban çatça hara sastarı hanğa çaba
çey katıksız çay, sade çay. krş. çay hathlap partırlar." N. Domojakov
çeynik Çaydanlık: "Plitnaa çeynik (Sağ şakağında morluk var, kara
turğısça." V. Şulbayeva (Ocağa saçları kanla kaplanıp katılaşmış.)
çaydanlık koyuyoV.) krş. çaynik 2. Şakakla ilgili, çıhço söökterî şa­
çıcır sag. Saman. kak kemikleri. 3/Kızağın yan kısım-
çıçah Dışkı. ları.
çıhçola- Şakağına vurmak.
-92-
çıhıron çılapçı
çıhıron Güz soğuğu, serinliği, tigîr kırışıp, acı çektiği yüzünden anlaşı-
çıhıron polza, soontar lıyor.)
pastahbızar sonbahar serinliği var- çnrın- 1. Kıvırmak, pililemek. 2. Buruş-
sa, soğuklar başlar. mak, kırışmak.
çıhla- Vızlamak, kuş cıvıldaşmak çıırındı 1. Kırma, kıvrım, pili. 2. s. Buru-
çıhlat- Vızlatmak. şuk, kırışık.
çınsın- Kolları sıvamak. çıırındılığ s. Kırmalı, pilili
çul- Toplanmak, birikmek: "Cazının, çııs Toplantı.
tağnın harlan hayılıp, özen- çil 1. Yıl: "Annah peer çarım çil irtîp
çîlennerge, oymah-oshılğa çul parğan." V. Kobyakov (O zaman-
turğan tuşta." V. Kobyakov (Ova- dan beri yarım yıl geçti.) Hatığ
çılda pay simîs, horığlığ çılda
nın, dağın karları eriyip, derelere,
ham simîs. Atasözü (Sert yılda
çukurlara toplandığı zaman.)
zengin semiz, kurak yılda kam se-
çıılcah çir toplantı yeri. miz.) 2. Yıllık, çil planı yıllık plân.
çıılığ Toplantı: "Iceh, min mahzırapçam. çıldan çılğa yıldan yıla. naa çil
3 çasta çıılığ."' V. Şulbayeva (Anne, sıbızı yeni yıl ağacı, pu çılda bu
ben acele ediyorum. Saat üçte top­ yıl. çil say her yıl.
lantı var.) çil- 1. Hareket etmek, ilerlemek, yürü-
çıılıs- Toplaşmak, (birlikte) toplanmak: mek. "Çobat, ırahhı kök tashıllardah
"Kolhoztıh at çarısçah cifinde çon sas at çili atığıp sığıp, tüs çazıda,
çıılıs sıhhan." İ. Kostyakov çazah at çili, çadap la çılçathan."H.
(Kolhozun at yarıştırma yerinde Domojakov (Çobat, uzaktaki gök
halk toplanmış.) zirvelerden yabanî at gibi fırlayıp
çıılıstığ Topluluk, toplulukla ilgili. çıkıp, düz ovada, tembel at gibi
çıılızığ Toplantı. güçlükle yürümüş.) 2. Sürünmek,
çim Kurultay, kongre, toplantı. yuvarlanmak. 3. Kaymak: "Çardan
soorıcahtığ çılarzıh, anan pusta
çııncah Peş, elbise eki.
kürezerge çarir." A. Kuzugaşev
çimdi Stok. ağas çıındızı tomruk stoku. (Yardan kızakla kayarsın, sonra
çıınnığlar Delegasyon. buzda güreşirsin.)
ç ı ı r - 1 . Kırıştırmak, buruşturmak: "Payağı çılaas bk. çalaas
kîzî, Aydonın ol çobalıstığ çooğın
istTp pozının idf ağır turğan çili, çılaasta- bk. çalaasta-
sırayın çııra tudınıp çatça." V. çılan Yılan. Sim çatçathan çılannin
Kobyakov (Deminki kişi, Aydo'nun huzurığına paspa. Atasözü (Sa-
o acı hikâyesini dinleyip, kendi vü- kince yatan yılanın kuyruğuna
cudu ağrır gibi, yüzünü buruşturup basma.) sahcafi çılan zehirli yılan.
yatıyor.) 2. Kumaşı kıvırmak.
çılan çili Yılan yılı. (On iki hayvanlı tak-
çıırbas (ı.) Deri terlik. vimin altıncı yılı.)
çıırbas (ıı.) (elbisede) Kırma, pili. çılanmas Salyangoz kabuğu, deniz
çıırbastığ s. Pilili, kırmalı, çıırbastığ ton kabuğu.
kırmalı palto. çılahot bot. Süsen: "Çılahot hol salaazı
çıırıl- 1. Kıvrılmak, bükülmek. 2. Kırış- suğar çir çoh ide tudıs tur salt ir." N.
mak, buruşmak: "Anın sırayı ooğas- Domojakov (Süsen bitkisi elin par-
ooğas çıırılğlap, çobalğanı maklarını sokacak yer bırakmaya-
sırayınah pfldîstîg pol turadır." V. cak şekilde kaplanmış.)
Kobyakov (Onun yüzü küçük küçük
çılapçı Tencere bakır kap.
çılaş -93- çıltıh-çaltıh

çılaş kız. bk. çalaas yin kış vaktinde.) Köygen ottıfi çılii
çılayt- Gözlerini kısmak. istîg, hıyğa kîzînîn çooğı hınığ.
çılba zool. Bir balık, lenok. Atasözü (Yanan ateşin sıcağı gü-
zel, akıllı kişinin konuşması ilginç.)
çılbahna- Kuyruğunu sallamak: "Çohırah
2. mec. Sıcak, \ç\en"Anı körerineh,
ol tuşta, Aydonın sırayınçıstap,
Aydonın îstîne çılığ çayıla tüsken."
çalğirğa sıınıp, çılbahnap çörçe." V.
V. Kobyakov (Onu görür görmez,
Kobyakov (Çohırah, c/ sırada,
Aydo'nun içine sıcaklık yayılmış.)
Aydo'nun yüzünü koklayıp, yala-
pîstî çılığ udurlaannar bizi sıcak
maya yeltenip, kuyruğunu sallayıp
karşıladılar, çılığ körîstîg sıcak ba-
yürüyor.)
kışli.çılığ sağıs güzel düşünce.
çılbıh Kürkün kenarına dikilen kenarlık. çılığla- Isıtmak, ılıtmak. Çılığa ödün
çılbırada zf. Bütünüyle, tamamıyla. çızıbas, çılığlap çör hıshı tuşta.
çılbıran s. Düz, pürüzsüz. Atasözü (Sıcakta çizmen çürümez,
çılbıs bk. çılmıs ısıtıp giyin kış vaktinde.)
çıldır- 1. Kaydırmak: "Anan pörigin çılığlat- Isıtmak.
hamahsar çıldırıbızıp, çılımsırıh s. Sıcak, sevimli: "Küren
pastırıbıshan." V. Kobyakov (Sonra sırayınah çılımsırıh külJmzîres cayıl
börkünü alnına kaydırıp, yürümüş.) turğan Çabustı anda la tanı kör
2. Yerinden oynatmak. salğan." V. Kobyakov (Yağız yü-
çıldırhas Kapı sürgüsü, kilidi. zünden sıcak gülümseme yayılan
çıldırhı bk. çıldırhas Çabus'u ancak o zaman tanımış.)
çıldırış- Kaydırmak, yerinden oynatmak. çılın-llımak, ısınmak: "Çe otha cilınarğa,
mına ibîm, - holın hosti tur ç an ibzer
çılğayah 1. Kayma yeri: "Toladaydah na
sunıp... ." N. Domojakov (Fakat a-
çılğayah çil pariğan oshas." M.
teşte ısınmak için, işte evim, elini
Çebodayev (Tepeden sadece kızak
yanda duran eve doğru uzatıp...)
kayıyor gibi...) 2. Kayan, kaygan. 3.
Bir Hristiyan dinî bayramı, çilindir- Isındırmak.
Maslenitsa. çılıs-1. (böcek vb.) Kaynaşmak. 2. Kay-
çılğayahtan- Kaymak. naşmak: "Artıh puluttar tarabızıp,
Tari-tari çılısça."A. Topanov (Fazla
çılğı 1. Yılkı, at sürüsü: "Sarığ tonnığ
bulutlar yayılıp, dağılıp kaynaşıyor.)
çılğı hadarçızı at üstünde, uluğ
pizîktegî çili, abıdıla tüs halğan." V. çılıt- Isıtmak, ılıtmak: "Hayran adımnın
Kobyakov (Sarı elbiseli yılkı çobanı idi çılii/İkî çodamnı çılıdıp kilce." M.
at üstünde, büyük beşikteki gibi, Kilçiçekov (Güzel atımın etinin sı-
sallanarak iniyor.) 2. Yılkı, at. caklığı / İki bacağımı ısıtıyor.)
çılğı çili At yılı. On iki hayvanlı takvimin çılıthı 1. Isıtıcı. 2. Isıtma.
yedinci yılı. çıllığ s. Yıllık, çıllığ plan yıllık plân. çedî
çılha Azim, sebat, inisiyatif. Çılhan çit- çıllığ şkola yedi yıllık okul.
se, çirnî dee öterzîn. Atasözü çılmıs 1. Kuzu postu. 2. Kel.
(Azmin varsa, yeri de delip geçer- çıltıh-çaltıh tekr. Parıl parıl, pırıl pırıl:
sin.) çılhazı çoh inisiyatifsiz. "Tverskoy bulvarda hızı I lirde /
çili- Ilımak, ısınmak. Çıltıh-çaltıh ottar tamılça: V.
çılığ s. Ilık, sıcak. Çılığa ödün çızıbas, Mayneşev (Tverskoy bulvarında kı-
çılığlap çör hıshı tuşta. Atasözü zıl akşamda / Pırıl pırıl ateşler yakı-
(Sıcakta çizmen çürümez, ısıtıp gi- lıyor.)
çıltın -94- çımıyt

çıttın s. Parlak: "Tarap parğan çıltın hara sorannapça." G. Topanov (Bıçağı


öskîler çili, ol arazın çoon hara tutunca, onun serçe parmağı, elinin
hustar çaap saltır." N. Domojakov dışına eğiliyor.)
(YayılnW parlak kara keçiler gibi, çımca- (ı.) Yumuşamak: "Uluğ
orayı büyük kartallar kaplamış.) polip odırza, çürek çımcapça, hanı
çıltın hara parlak siyah. tarap odırça»." N. Nerbişev Yaşla-
çıltın- çaltın tekr. Pırıl pırıl, ışıl ışıl. nınca insanın yüreği yumuşuyor,
çıltınna- Parıldamak. kanı yayılıyor.)
çıltınnas- Parıldaşmak. çımca- (ıı.) 1. Çimdiklemek. 2. Bir çit-
çıltır 1. s. Parlak, ışıldayan. 2. Parlak mik almak.
düğme. 3. mec. Para. 4. Folyo. çımcah s. Yumuşak: "Anda çörerge
çıltıra- Parlamak, parıldamak.)Odıcah çımçah, -tlpçem." U. Nerbişev ("O-
çıltırapçathanın kör salğannar..." İ. rası yürümek için yumuşak,
Kotyuşev (Küçük ateşin parıldadı- diyorum.)
ğını görüyorlar...) çımcat- Yumuşatmak.
çıltırah 1. s. Parlak: "Ah pörîktîg, çımcı Çimdik.
çıltırah marhalığ, hılıs suğınğan pır çımcıh 1. Çimdik. 2. Çitmik.
hara sıraylığ ons..." V. Kobyakov çımcıla-1. Çimdiklemek: "Purnın paza
(Ak börklü, parlak düğmeli, kılıç ku- naahtarın çımcılapçathan soohtı
şanan, kara yüzlü Rus...) 2. kız. pîlînminçe." A. Kuzugaşev (Burnu-
Cam. 3. kız. Cam şişe. nu ve yanaklarını çimdikleyen so-
Çiltırama s. Parıldayan, parlak: "Kün ğuğu hissedemiyor.) 2. Bir çitmik
köstelîp sığarınah, pray çirriih üstü almak. "Aydo, çirzer körıp, ottarnı
çiltırama çarıhnah çabınıbıshan.S. çımcılap, çula tarthlap, çoohtapça."
V. Kobyakov (Aydo, yere bakıp.'ot-
Çarkov (Güneş közlenip çıkarken,
ları tutup, çekip kopararak konuşu-
bütün yeryüzü parıldayan ışıkla
yor.)
kaplanmış.) çiltırama hara sas
parlak siyah saç. çımcılat- 1. Çimdikletmek. 2. Bir çitmik
aldırmak.
çıltırah s. Parlayan.
çımcılğa Kıymık: "Kîzînîri çuriastağı
çıltıras Parıltı, pırıltı. ülüzînde pîree tuşta çımcılğa daa
çıltıras- Parlamak, parıldamak: "Paza ol sin kîçicek kirek uğaa uluğ
suğnıh hazında tîgde-mında ot alızığlarnah hada palğalıza halça."
çıltırashlapça."\/. Kobyakov (Yine o N. Nerbişev (Kişinin hayattaki V
suyun kıyısında, orada burada ateş yında bazen kıymık büyüklüğünde
parıldıyor.) bir iş büyük değişikliklere sebep o-
luyor.)
çıltırat- Parıldatmak.
çıltıs (ı.) Yıldız: "Kök tigîrnîn çıltıstarı çımıra- (ı.) 1. (vücut) Karıncalanmak. 2.
pülerkep çîtklebîsken.'' V. Pırıldamak, ışıldamak.
Kobyakov (Mavi göğün yıldızları çımıy- Yumuşamak, sakinleşmek, süku-
sönüp kayboluyor.) ıltıs çoh yıl- nete kavuşmak.
dızsız, çıltıs çoh tig ç r yıldızsız gök- çımıygan s. Yumuşak, sakin. Çılığ
yüzü. suğda palıh polcah, çımıyğanda
hıhh polcan. Atasözü (İlık suda ba­
çıltıs (ıı.) kız. Kök.
lık olur, sakin kişide karakter olur.)
çıltıstığ s. Yıldızlı.
çsmıyt- Sakinleştirmek, yumuşatmak.
çımalçıh Serçe parmağı: "Pıçahtı tutsa, "Küren at «körçem, sappa», - teen
anın çımalçığı, holııiun hıya
-95-
çın çıstan
çili M hulaan çımıyta tudıbıshan." çıttır- Sürttürmek, ovdurtmak, yırttır-
N. Domojakov (Konur at, görüyo- mak, (ayakkabıya) vurdurmak:
rum vurma, der gibi iki kulağını indi- "Fedor Pavloviç mayıh parğan paza
riyor.) ödîkke çıstır salğan azahtarın
çın Çin, Çin'e ait. sın ayan Çin porsele- çadap la alıstırçathan." N.
ni. Domojakov (Fedor Pavloviç yorulan
çıncah Ağaç çivi, takoz. ve ayakkabının vurduğu ayaklarıyla
çıfimah Kolluk. güçlükle yürüyor.)
çıpça Deri astarlı c ü p p e . çıs (ı.) Orman, sık o r m a n : "Çıldah çılğa
çıplama s. P e k , ç o k . çıplama harashı ol annap / Çıs tayğanı pray pilcefı."
çok karanlık, kapkaranlık. P. Ştıgaşev (Yıldan yıla avlanarak /
çıplat- G ö z kırpıştırmak. Sık ormanı hep bilirmiş.)
çıra Çalılık. çıs (ıı.) Koku: "Çoğar köre çıs tartıp /
çırga- Lezzet almak, zevk duymak, ke- Cazı îstinde çortıshlabıshan.'' A.
yiflenmek: "Çe, olğannar, ayna Topanov (Yukarı bakıp kokluyor /
çihip çırğap polbadı." A. Kuzugaşev Ova içinde koşuyor.) çahsı çıs gü-
(Haydi çocuklar, şeytan yenip key- zel koku. homay çıs kötü koku. çıs
fini çıkaramadı.) al- koku almak, çıs sal- koku yay-
çırğal 1. Zevk, lezzet. 2. Şenlik, eğlence: mak.
"Püün hama mında çırğal polar." H. çıs- (ı.) 1. Ovmak, ovalamak: "Sala
Nerbişev (Bu gece burada şenlik mahzıh kîrlıg pladınah çısça,
olacak.) 3. Pazar, pazar yeri. uiamoh Ur) pidep." A. Kuzugaşev
çırğallığ s. Keyifli, lezzetli, şen neşeli: (Acelevıe kirli bezle ovalıyor, daha
"Soshacahtıh uğaa çırğallığ çurtas çok kmeterek.) 2. Silmek: "Ipçî çon,
polîır." N. Tinikov (Domuzcuğun uların pazın polbin, plat
çok keyifli hayatı olmuş.) uçuhtarınah harah çastarın
çırğat- Zevk vermek. ç/sça/ar."F. Burnakov (Kadınlar ağ-
cırla- Işımak, parlamak: "iki hali spiçkazı lamalarını bastıramayarak baş Ör-
çırlapça..." A. Çerpakov (İki kez kib- tüsü uçlarıyla gözyaşlarını siliyor-
riti parlıyor...) lar.)
çırlas zool. Kızböceği. çıs- (ıı.) Hile yapmak.
cırlat- Yakmak, parlatmak: "Pabazı, çıshı 1. Çaput, paçavra. 2. Lif, kese.
hahzazınah tamkı çırladıp ala,
tözen kilgen odınah adın azırap..." çıshıs Çaput, paçavra, bez parçası:
N. Tyukpiyekov (Babası piposun- -Çacazınah anğ çıshıs tJlep alıp,
daki t ü t ü n ü yakıp, dağıtılmış otla a- imin, salaaların çıshlap odır." G.
tını yemleyip...) Topanov (Ablasından temiz bez is-
cırt- Yırtmak, parçalamak: "Pozm teyip, dudaklarını, parmaklarını sili-
çırtarğa itçe (İp sağınıp, nandırça: " yor.)
S. Karaçakov (Kendini parçalaya- çısta- Koklamak: "Çohırah, tigder-
cak diye d ü ş ü n ü p , cevaplıyor:) mındar tîhzilenîp oylap, polğan na
çırtıh s. Yırtık: "Çırtıh hulağınah na köre, nimeni çıstağlap çortır çörçe." V.
Mişa ağanın pray han pol parğan Kobyakov (Çohırah, oraya buraya
pöriin tanıp salğan." A. Kuzugaşev koşuşup, her şeyi koklayarak tırıs
(Sadece yırtık kulağından bakarak, gidiyor.)
Mişa ağanın bütünüyle kan olmuş çıstan- K o k u saçmak, koku vermek:
börkünü tanımış.) "Çashı tim aylanısça / Çaltırap ala
çırtıl-Yırtılmak, parçalanmak. kün sıhça I Cazı çapsıh çıstança i
- -
çıstandır çîbîg
Çadarğa man çoh tîpçe." P. lamak: "Çabus, üstündegî sağalın
Ştıgaev (Bahar zamanı geliyor / çızınıbızıp, söleen." V. Kobyakov
Parla ş arak gün çıkıyor / Ova güzel (Çabus, bıyığını sıvazlayıp söyle-
kokulanıyor / Yatmaya vakit yok di- miş.)
yor.) tadılığ çıstanarğa tatlı koku çizin s. Yavaş, ağır. krş. çızığ
vermek. çızınahta- Sürünmek, sürünerek gitmek:
çıstandır- Koklatmak. "Ağaa uzutçan "Törden îzîkke türçeden / Çol it
nime çıstandırğannar." i. Kotyuşev pastaam çızınahti." M. Ugdijekov
(Ona bayıltıcı bir şey koklatmışlar.) (Başköşeden kapıya çabucak / Yol
eylemeye başladım sürünerek.)
çıstat- Koklatmak.
çızıncah 1. Mendil: "Palığların seekten
çıstığ s. Kokulu: "Çahsı çıstığ ot arazına
çazıra çızıncahnan çaap salıp..." N.
kînbîsken." V. Kobyakov (Güzel Domojakov (Yaralarını sinekten ko-
kokulu ot arasına girmiş.) çıstığ rumak için mendille kapatıp...)
sabin kokulu sabun, çahsı çıstığ çızıncah- pladı cep mendili. 2.
güzel kokulu, tadılığ çıstığ güzel Havlu.
kokulu.
çızıs- (birlikte) Sürünmek, sürtünmek.
çıstır- Ovdurmak. çızıt-Çürütmek.
çızara- Hareketlerinde yavaş ve dağı- çızıtha Bitkilerin çürümesiyle oluşmuş
nık olmak, düzensiz olmak. toprak.
ÇIZI- Çürümek, bozulmak. Çılığa ödün çî bağ. 1. De, dahi. min pararbın sin çî
çızıbas, çılığlap çör hıshı tuşta. pararzın ma? Ben gideceğim sen
Atasözü (Sıcakta çizmen çürümez, de gidecek misin? 2. ki: "Çoh, min
ısıtıp giyin kış vaktinde.) tamkaa daa ügrenmeem çi." V.
çızığ s. 1. Çıt kırıldım, nazlı, nazik. 2. Kobyakov (Hayır, ben sigarayı da
Çürük, sağlam olmayan. Çızığ öğrenmedim ki.)
pağnafî attı tutpa, tayma sösnen çi zf. Sık. çi tîk- sık dikmek.
çonğa aylanma. - Atasözü (Çürük
çî- Yemek: "Ol haraağızın pabam, nime
iple atı tutma, yalan sözle halka
dee çıbin, uluğ östegde honğan."\l.
dönme.)
Kobyakov (O geceyi babam hiçbir
çizil-Sürünmek, sürtünmek: "Çirçe çizil şey yemeden iniltiyle geçirdi.)
pariğan on azaa obaağa habtlıp, Aaiğa kîrzen, tamah çî; arığa
sol azaan îzeheden şuura tart kîrzen, hat çî. Atasözü (Köye girin-
halğan." N. Domojakov>erde sü- ce yemek ye, ormana girince yemiş
rüklenen sağ ayağı taş yığınına sı-
ye.)
kışıp sol ayağını üzengiden sıyırıp
çıkarmış.) çibe Demir uçlu ok.
çîbek 1. İpek: "Ah cazının sıhhan odı
çızılıs- (birbirine) Sürtünmek, sürtüşmek:
çîbek sashan oshas poladır." V.
"Habırğadah habırğaa çaba
Kobyakov (Ak yazının çıkan otu i-
çızılıza, suğatha inçetkenner." N.
pek sermiş gibi oluyor.) 2. s. ipek-
Nerbişev (Kaburgaları birbirine ya-
ten, çîbek hur ipek kemer.
pışıp sürtünerek sulağa inmişler.)
çîbekte-Nakış işlemek.
çizin- 1. Silinmek: "Hol pladınah tirîn
çızınıp..." N. Domojakov (Havluyla çibeiget s. Yalancı, iki yüzlü.
terini silinip...) 2. Ovmak, ovala- çiben s. 1. Çirkin, yakışıksız, çibennî
mak" Aydo, harahtarın çızınıp, iblre- kip çazapça çirkini giyim güzelleşti-
sibîre körîp od t rğ anda..." V. rir. 2. Acemi, beceriksiz.
Kobyakov (Aydo gözlerini ovalayıp çîbîg s. Yumuşak.
etrafa bakıp dururken...) 3. Sıvaz-
- -
çîbîro çidînTs
çîbîre- Yumuşamak çidektîg s. Yedekli.
çibîrgî s. Yirmi: "Payusa çibîrgi dee çider Yeter, yeteri kadar.
çasha çitkelekke ir çoh halğan, çidîg 1. Başarı, yeterlik: "Annanar ol,
çurtın tastabaan." A. Çerpakov kuzin ayabin, toğınçathan toğızında
(Payusa yirmi yaşına ufaşmadan uluğ çidîglerge çidîp alarga hınca."
kocasız kalmış fakat evini terk et- S. Çarkov (Bu yüzden o, gücünü
memiş.).
esirgemeden, çalıştığı işinde, bü-
çîbît- Yumuşatmak. yük başarılara ulaşmayı istiyor.) 2.
çîcen nime Yiyecek: "Poskon ayah- Kahramanlık, hacan daa ölbes
hamişti turğızıp, çîceh nime timnep çidîg hiçbir zaman yitmeyecek kah-
çor/G. Topanov (Poskon, kap ramanlık. 3. Ulaşma, varma.
kaçağı koyup, yiyecek hazırlıyor.)
çîdîg Yitik, kayıp, çîdîg çoh kayıpsız.
çîcen tamah Yiyecek, gıda: "Pozınıh
çidîgen Yedigir, Büyük Ayı.
naa kögenegî dee paza ön-pazı
çîceh tamah taa çoğıl." V. çidikpin zf. Acele ederek, sabırsızlana-
Kobyakov (Kendisinin yeni elbisesi rak: "Ol kîrösteen pabazı pirgen
de, adam akıllı yiyeceği de yok.) sıyıhtı îcezîne, öörelerîne,
çîcîg kız. Geçit. mahtanıp, közîderge çidikpin par-
çîcîk s. Şiş, şişlik. ça." N. Tyukpiyekov (O vaftiz
babasının verdiği hediyeyi;
çîcîr Saman, ekin kalıntısı: "Hıradağı
annesine, arkadaşlarına övünerek
cicimi örtel, körbin salğannar." İ.
Topoyev (Tarladaki samanın yan- göstermek için sabırsızlanıyor.)
dığını görmemişler.) çîdîktîg s. Kaybı olan, kayıplı. Çîdîktîg
kîzînîn çüs çazıh, alğan kîzî n în
çiçek Çiçek.
pîr çazıh. Atasözü (Kaybedende
çiçen 1. s. Keskin çicen atığcı keskin yüz hata, alanda bir hata.)
nişancı. 2. zf. isabetli, doğru, çicen
çidîl-Öksürmek: "Tustaan ügürsünf
çoohtandı isabetli konuştu.
hıcırada taynap alıp, çidîlîbîsken,
çiçîme Cumartesi. anın na soonda irkelestfg tabısnah
çîçîre- Titremek. Vaskaa nandırğan." A. Kuzugaşev
çîçîret- Titretmek. (Tuzlu salatalığı kütürdeterek çiğ-
çide 1. (bıçak vb.) Keskin taraf, ağız. 2. neyip, öksürmüş, ondan sonra yu-
Sap. paltının çidezî balta sapı. muşak bir sesle Vaska'ya cevap
vermiş.)
çidek s. Yedek.
çidekçî s. Yedekçi. çidîl Öksürük, krş. çidîr
çidekte- 1. Yedeklemek, yedeğine al- çidîn- (ı.) 1. Yedeklenmek, yedeğine
mak, dizgininden tutarak götürmek: almak. 2. Çocuğun itinmesine yar-
"Tört attı hahaağa kölip, soonah- dımcı olmak.
soona çidektep palğağlap salıp, pir çidîn- (ıı.) Başarmak, emeline ulaş-
kîzı sidenge çağdap kilir." V. mak.
Kobyakov (Dört atı arabaya koşup, çidîncek s. Yedek at, yedekçi.
birbiri ardına yedekleyerek bir kişi çidîndîr- Yedeğine aldırmak, yanında
bahçe çitine doğru geliyor.) 2. Tu­
göndertmek.
tu p götürmek: "Torka Aydonı,
holdah haap, çidektepçe atsar."V. çidînîs İtelenerek gitme.
Kobyakov (Torka, Aydo'yu kolun- çidînîs- (birbirini) iteklemek, itişmek:
dan tutup, ata doğru götürüyor.) "Sarığ tay uluğ ala habis çügürîste
çılğılarzar çidizîp odırğan." N.
çidekten- Yedek olarak almak. Domojakov (Sarı tay, büyük karma-
çidînmes -98- çîke

şada yılkılara doğru itişip gitmiş.) fikir Arina Petrovna'ya acı vermeye
çidînmes s. Anormal, aptal. başlıyor.)
çidîr- Ulaştırmak, kavuşturmak, yetiştir- çîgiîg s. Şüpheli, kuşku verici, endişe
mek. verici: "Haraa sığarğa aymah kîzee
çidîr Öksürük, krş. çidîl çîgiîg. Amir nimes künner sağam."
çîdîr- Yitirmek, kaybetmek: "Pîreezî mal N. Domojakov (Gece olunca oba
çidîr salza, püür çeen polar ffp insanlarına endişe verici. Huzurlu
çîglençe." N. Tinikov (Biri mal yitir- olmayan günler şimdi.)
se, ki/rt yemiş olmalı diye şüphele- çîgre- İrinlenmek, cerahat bağlamak.
niyor.) çigren bk. çigîren
çîdîrîg s. Yitik, kayıp. çiincîl s. Obur, pisboğaz.
çidîs- 1. Kavuşmak, ulaşmak: "Ol, at çiis Yiyecek, yemek: "Stolda çiistîh ay-
üstünde külîmzîrep, irnî çidispin
mağı salıltır." N. Tyukpiyekov
odırça."V. Kobyakov (O, at üstün­
(Masaya yemeğin her türlüsü
de gülümseyip, dudakları kavuş-
konmuş.)
mayarak oturuyor.) 2. Varmak u-
laşmak: "Aalğa hustar çidîsçeler / çiit s. Genç, yiğit: "Kîçîgden sığara aar
Aymah çirdeh aylanıp / Aarlığ toğıs Torkanın çiit tuzın azınadoh
ünner istîlçeler / Arığ, suğnı hızır salğan." \l. Kobyakov (Küçük-
tîrgîzîp." P/Ştıgaşev (Köye kuşlar lüğünden beri ağır iş, Torka'nın
ulaşıyor / Çeşitli yerlerden dönüp / gençliğini kısaltmış.) Attın çorığı
Güzel sesler duyuluyor / Temiz su- kîçîgden, kîzînîn atısızı çi itten.
yu diriltip.) Atasözü (Atın yiç rüyüşü küçüklü-
çidîs Başarı, yeterlik. ğünden, kişinin güzelliği gençliğin-
den.) Naa çir pik, çe çiitter
çidîs pes s. Eksik, kusur.
annanoh pik. Atasözü (Ham toprak
çidîstîg s. Yeterli. sert, fakat gençler ondan da sert.)
çîg Şüphe. çiit tus gençlik, gençlik çağı:
çigen Atmosfer, hava. çîk 1. Dikiş yeri. 2. Yarık, aralık, çatlak:
çîgen Ekşitilmiş süt. "Hanca kîzî ködîrgem çîkterden,
çigene Ata. oymahtardan, duvallardan." V.
Şulbayeva (Nice insan taşıdım yar-
çigîr bk. çigîren.
larda, çukurlardan, siperlerden.)
çigîren s. Boz, al at donu.
çik (ı.) S. 1. Alçak, rezil: "-Yo-o." yo-o-o,
çîglen- Şüphelenmek: "Pîr dee çabal
çiktîn adayı." V. Kobyakov (Yoo,
ağırığa çîglenmeenner."\. Kotyuşev
yoo... alçak köpek.) 2. Şeytan, iblis.
(Hiç kötü hastalık olacağından şüp-
helenmemişler.) çik (ıı.) Kusur, özür.
çîglenîs Şüphelenme, şüphe: "Apsahta çikcennees bk. çîkçennös
çîglenîs pastalıbızannah sizînerge çikçenne- Kırıtmak, cilvelenmek.
kirek polğan." N. Domojakov (ihti- çikçennös s. Cilveli.
yarda şüphe başlayınca düşünme çîke 1. s. Doğru, düz, dik. 2. zf. Doğru
ihtiyacı doğmuş.) çîglenîs sağıs olarak, dikine: "Pîr uğaa çoon hus,
şüphe verici düşünce. ol nimenîn üstüne odırıbızıp,
çîglenîstîg s. Şüpheli, müphem: "Oloh hanattarın nince çider sölînîzîneh
tuşta çîglenîstîg sağıs çobaldınp caza tudıp, çîke odırıbızıp, ibîre
pastaan Arına Petrovnanı." N haybağınıp, tükpeyçetken nimenî
Domojakov (Tam o sırada şüphel tumzuğınan hağıbıshan." N.
Domojakov (Bir çok büyük kuş, o
-99-
çîkîm çilbîres
şeyin üzerine çıkıp, kanatlarını ola- nız kişi halktan korkar, yalnız ağaç
bildiğince açıp, dik oturup, etrafa yelden korkar.) çil çoh rüzgârsız.
bakınıp, tümseklenen şeye gaga- çil (ıı.) Yabanî.
sıyla vurmuş.) 3. zf. Boşuna, boşu çil (m.) (uçan) At.
boşuna, boş boş: "Taap halınar
çil aas Gaipten gelen ses.
olarnı. Çîke od ir halçazar." V.
Şulbayeva çîp-çîke dosdoğru, çil ayı Ocak ayı.
dümdüz. çilbe- bk. celbe.
çîkîm s. Dik, sarp: "Tağnıh pu hıri çîkîm, çilbeg Yelpaze.
sıh polcaa çoğıl." M. Çebodayev çilbekte- Yalpalamak, sallamak.
(Dağın bu yamacı sarp, çilbekten- Yalpalanmak, sallanmak.
çıkılamaz.)"/~c/ö7c ol, çîkîm çarnı
çübektes Yalpalama, sallanma, sallanış.
hasti in parıbıshan çalğıs azah
çolnın üstü-altındağı poğır-pağır çilbektes- (birlikte) Yalpalanmak, sal­
haya-tastarğa urungli, salğahtala lanmak.
ahhlabısçathan." İ. Kotyuşev (Böy- çilbektet- Sallatmak, yalpalatmak.
lece o, dik yar kıyısından inen pati- çilben- Sallanarak gitmek, yalpalamak:
ka yolun altında üstünde bulunan "Çolda Ah oy attın çilnînen çîli / Ah
eğri büğrü taşlara vurarak dalgala- oy ısnah parovoz çilbençe." S.
nıp akıyor.) çîkîm haya sarp kaya. Kadışev (Yolda Ak kula atın yele-
sinden gibi / Ak gri dumanla loko-
çikpek Sıcak meltem.
motif yalpalanıyor.)
çikse- Aş ermek, canı bir şey yemek
çilbenne- Sallanmak, yalpalanmak.
istemek.
çilbennes- Yalpalanmak, ırgalanmak:
çîksî- İkrah etmek, tiksinmek: "Kurt
"On kizek çılğı, köp öhnîg
oshas, hara nimenî kör salıp, çîksi
çuruhtarnah sırıp tikken çorğan çîli
sıbırabıshan Marğa." I. Kotyuşev
îdîlîze halğannar." N. Domojakov
(Böcek gibi kara şeyi görüp, tiksin-
(On kadar yılkı, çok renkli resimler-
tiyle mırıldanmış Marğa.)
le 'işlenmiş yorgan gibi, itişmeye
çîksîn- Tiksinmek, iğrenmek. başlamışlar.)
çîksîncek s. İğrenen, tiksinen. çilbes Versta ( 1 . 06' km'lik uzunluk ölçü-
çîksînîstîg s. Tiksindirici. sü.)
çîksît- Tiksindirmek, iğrendirmek çilbeste- Sallamak, yelpazelemek.
çikte- Sevmemek, tenkit etmek. çilbesten- (birlikte) Sallanmak, ırgalan­
çîktel- Dikişi sökülmek. mak
çîl- Yemek yenmek. çilbîgen Ejderha.
çil (ı.) Yel, rüzgâr: "Kün harağı çîlbîr s. Alaycı, şakacı.
çabınlıbıshan / Kün say çiller çilbîre- 1. Kımıldamak, kıpırdaşmak. 2.
tüsklebîstî / Küskü haraazı Sürünmek.
uzarabıshan." A. Topanov (Güneş çilbîres- Sürünmek, kımıldanmak:
ışığı kapandı / Her gün rüzgâr esi- "Hırığda turğan ibnîh hazaazınıh
yor / Güz gecesi uzadı.) sooh çil puluna parıp, pir stolbaa çölenîp,
soğuk rüzgâr, hazır çil fırtına, bora. Aydo çilbîrezîp turca." V. Kobyakov
çilge saptır- rüzgârdan kavrulmak. (Kenarda duran evin ahırının köşe-
Çalğıs kîzî çonnan hortıh, çalğıs sine gelip bir direğe yaslanıp, Aydo
ağas çilden hortıh. Atasözü (Yal- kımıldayıp duruyor.)
çilbîrkey - 100- çinlen

çilbîrkey anat. Karın boşluğunda sinirle- çîmcük İnci. çîmcük marha inci düğme.
rin birleştiği nokta. çimdîk 1. Yaşlı, ihtiyar. 2. Emekli.
çile İp, kendir. çime (ı.) Tembih, öğüt.
çileğe Kök.)Soshalar kîrîp çilegelerîn çime (ıı.) Yakaya dikilen kenar.
haspas ide, sidennî dee tıhtap çimele- Tembihlemek, öğüt vermek.
salarcıh." A. Çerpakov (Domuzlar
çimîr- çamır tekr. Yağmur ruhu.
girip köklerini kazılmayacak edip,
otları da bastırırdı.) çîmîresr Titremek, tüyleri diken diken
o\mak.)Kiden kögenegînîn altınca
çilegelen- (bitki) Kökleşmek.
îçîgey çîmîreze halça." N.
çilen Küçük koy: Tuyuh pön oshas Domojakov (Keten gömleğinin al-
tuhur pastığ çîlehner köp artış pa­ tında dondurucu soğuk titretiyor.)
radır Çobat suğ." N. Domojakov "Anın idî-söögî örînîstîg çîmîreze
(Kör bağırsak gibi kör uçlu küçük tüsken." N. Domojakov (Onun eti
koylar bırakıyor Çobat ırmağı.) kemiği mutluluktan diken diken olu- .
çilehmes Salıncak. yor.)
çili e. 1. Gibi. "Anın çarıh hulahtarı, çimîs Yemiş.
hıshı pörîktîh hulahtarı p / 7 / , çîmkî- Hadım etmek, enemek, iğdiş
halbastanğlapça." V. Kobyakov (O- etmek.
nun parlak kulakları, kışlım börkün
çîmkîs Hadım, iğdiş etme.
kulakları gibi sallanıyor.) Ölen çîli
örînme, örtek çîli uçuhpa. Atasö- çîmkît- Hadım, iğdiş ettirmek.
zü (Balık yavrusu gibi sevinme, ör- çin- Yenmek, galip gelmek, mağlup
dek gibi uçma. 2. Sanki, yani, âde- etmek: "Çe, olğannar, ayna çihîp
ta. çırğap polbadı, huday pîstî
çilîcek Meltem, esin. araçıladı." A. Kuzugaşev (Fakat ço-
cuklar şeytan galip gelip kutlama
çilîn (ı.) Yele: "Çolda Ah oy attın çilnîneh
yapamadı, Tanrı bize yardım etti.)
çîli, Ah oy ısnah parovoz çilbençe."
Sın nime haçan daa çinedîr. Ata-
S. Kadışev (Yolda Ak kula atırTye-
sözü (Gerçek olan daima galip ge-
lesinden gibi / Ak gri dumanla lo-
lir.)
komotif sallanıyor.)
çîncîl s. Obur.
çilîn (ıı.) Yelin, inekte dolgun meme.
çindîr- Yendirmek.
çîlîn 1. Kemikte ilik. 2. İlik kemiği.
çindîrbes s. Yenilmez.
çilînne- (meme) Sütle dolmak, şişmek,
krş. çille- çindîrt- Yendirtmek.
çilînnîg s. Yeleli. cine bk. çına.
çille-Hayvanın memesi şişmek, krş. çinîs Yeniş, galibiyet, zafer: "Ol çinîs -
sın çihîs polğan." V. Kobyakov (O,
çilînne-
galibiyet, gerçek zafer olmuş.) çinîs
çillen- Rüzgar çıkmak.
al- zafer kazanmak, çinîs payramı
çillendîr- Rüzgâr çıkarmak. zafer bayramı.
çillîg s. Rüzgârlı, püün çillîg kün bu- çinîsçî s. Galip, zafer kazanan, muzaf-
gün hava rüzgârlı. W: "Pîs çihîsçîlerbîs! Torka
çilne- bk. çilînne- örînlstîg tabısnah çoohtap kilce.''V.
çiltek s. Karışık, çiltek sas karışık saç. Kobyakov (Biz galipleriz, Torka
çîmcî Kızartılmış arpa. çîmcî hoor- arpa mutlu bir sesle konuşarak geliyor.)
kavurmak. çinlen- bk. çîglen-
çînlenîs
-101-
çirlîk

çînlenîs bk. çîglenîs butılkada par." N. Tinikov (Şişede


çinme Onur, haysiyet. hâlâ bir fincan kadar su var.f ağas
çîrçe ağaç fincan.
çinmelîg s. Onurlu, haysiyetli.
çîrîk- Yavrusunu yadırgamak.
çinovnik Memur.
çîrîk s. Yirik, yirilmiş, yırtık.
çîp 1. İp: "înede halğan çîp uçuğın daa
surağ-sap çoh albaan." N. çirkeen s. Kendini beğenmiş, kibirli.
Domojakov (iğnede kalan ip ucunu çirkeennen- Kendini beğenmek,
dahi haber vermeden almamış.) böbürlenmek.
çîptî inee saptap salarğa ipi iğne- çirken s. Tiksindirici, çirkin, iğrenç: "U-
ye saplamak. 2. Avda kullanılan ağ. zun sıra huzuruhtığ / Çirken ala
çîpçî 1. Kadın terzi. 2. mec. Kız. ohçı kiptîgbîn / Arthan-urthan daa çîzem
ba, çîpçî be töreen avcı mı, terzi / Toshanca hahlap alçam." N.
mi doğmuş. (Oğlan mı, kız mı doğ- Tinikov (Uzun çubuk kuyrukluyum /
Çirkin ala elbiseliyim / Artık matlık
muş.)
da yesem / Doyuncaya kadar
çîpsîr- Örmek. gaklayıp dururum.)
çîr zf. Hiç: "Sınap tigîrde huday polza çirken- iğrenmek, tiksinmek, nefret
daa / Ağaa çîr dee pazırbaspın etmek.
min." V. Mayneşev (Gerçekten
gökyüzünde Tanrı olsa da / Ona hiç çirkencek s. İğrenen, tiksinen.
de tapınmam ben...) Ah hazin çirkendîr- iğrendirmek, tiksindirmek.
putken artıh çirîmnî, Altı çil çörîp, çirkes Tiksinti, ürperti: "Huu hır
çır undubadım. M. Kilçiçekov (Ak ozarindağı ashırlığ pasha çılğılarğa
kayın yetişen güzel yurdumu / Altı ürügîs, huyıs çirkezî ırahtınoh çit-
yıl ayrı kalıp hiç unutmadım.) ken." N. Domojakov (Boz tepenin
çir 1. Yer, yeryüzü: "Çirden kök öte yanındaki aygırlı başka yılkılara
odıcahtar körînglep odırçalar." V. ürküş, kaçış ürpertisi uzaktan u-
Kobyakov (Yerden yeşil otlar görü- laşmk)
nüyorlar.) 2. Yer, mekan: "ikölen çirkestîg s. Çirkef, tiksinç: "İrnîm
amdı, udur-tödîr aylanızıp, çirge çirkestîg, üsfîg polar."V. Şulbayeva
nannana çadıp aldılar." V. (Dudağım çirkefli, yağlı oluV.)
Kobyakov (İkisi birlikte şimdi, birbi-
çîrle- Sirıl şırıl akmak: "Hanı anğ harda
rine dönüp, yere yanlamasına yattı-
lar.) nime salçan çir eşya koyacak cŞ rli tüskende, ol pazoh, ças
yer. odırcan çir oturma yeri. kîrcen hulunıcahtıh irke ünîn is salıp,
çir giriş, girilecek yer. çimin üstî halğancızın tura honarğa übengen."
yeryüzii, ada çir-suu ata yurt. çir N. Nerbişev (Kanı temiz kar üzerine
tamaa yerde yetişen yiyecek, çirge şırıl şırıl akınca, o yeniden, sevgili
tüs-yere konmak. Ada çirîne ay-tıs kulunun sesini duyup, son kez kalk-
pirbes; uluğnı uludar, kî ç î gnî mak için gayret etmiş.)
kîsteder. Atasözü (Ata yerine hu- çirlîg s. Yeri olan: "Hara çirlîg çazızında
zur vermez, büyüğü ulutur, küçüğü Hastayıp ösçe kolhoz tamaa." M.
kişnetir.) Arşanov (Kara yerli ovasında / Ye-
tişip büyüyor kolhoz yiyeceği.)
çîr- Yrmek, kırmak, yarmak.
çirlîk (ı.) Paspas.
çîrçe Fincan. His kîzînîn îstî- hızıl çirlîk (ıı.) Dökülmüş tohumdan çıkan
çîrçe. Atasözü (Kızın midesi, kızıl bitki.
fincan.) "Am daa çîrçece suğ
çirse -102" çit

çirse- Yurdunu özlemek. Çirlîg kî z î Tyukpiyekov (Uzaktaki ormanda


çirsepçe, suğlığ k î z î suhsapça. karşılaşınca, yemişlerini, fıstıklarını
Atasözü (Yurdu olan yurdunu, suyu bırakıp, sessizce kaçarlar.) hastah
olan suyunu özler.) çistek 1. Ham yemiş. 2. mec. Ol-
çirsî- Küflenmek, bozulmak. gunlaşmamış insan.
çir-suğ tekr. Ana yurt, memleket: çistekte- Yemiş toplamak.
"Harğalğan çabal ıırcılarnı / Unadıp, çistektîg s. Yemişli: "Çistektîg-pirogtar,
hanın töge çat salğan / Ana ol sütten, ogorodtamağınah." N.
hınıstığ çir-suğnı / Ölîm, huldah Tyukpiyekov (Yemişli börekler, süt,
araçılap halğan." İ. Kotyuşev (La- bahçe sebzeleri.)
netlenmiş kötü düşmanlarr/ Yok e- çîstîr- Dizdirmek.
dip kanını dökm / İşte sevgili yur­ çistok Divan: "Ibnîh eezı, hara sağallığ,
dunu / Ölümden üş kölelikten kurtar- kize taarğan sastığ kîzî çistok üs-
mış.) tünde odırıp, çis pastığ hahzazın
çir- suğcı tekr. Hemşehri. tartıp, purladıp odırça." V.
çis 1. Bakır: "Tamkını çis pastığ Kobyakov (Evin sahibi kara sakallı,
hanzazına tıhtap çada parğan." V. kısa kesimli saçlarıylaı, divan üze-
Kobyakov (Tütünü bakır bash pipo- rinde oturup, bakır uçlu piposunu
suna sıkıştırarak uzanmış. ş 2. Ba­ çekip, tüttürüyor.)
kır, bakırdan çis pastığ bakır baş- çit- 1. Kavuşmak, ulaşmak, yetişmek,
lık, çis ahça bakır para. çis çaynik varmak: "Pîske dee pîree hacan
bakır çaydanlık. ülüs çitkeyök se." V. Kobyakov (Bi-
çîs- Dizmek: "Tayağınan tura alnındağı ze de bir gün bir pay gelir herhal-
tal sırıbınan çîs salğan tıınnı de.) Çazağ parzan çit polbassın.
saphan." A. Çerpakov (Asasıyla Atasözü (Yaya gidersen ulaşamaz-
kalkıp önündekfsöğüt çubuğu dizi- sın.) Pîr oğırnı çit polbin parim,
lerek yapılmış çite vurmuş.) sur çitsem dee tut polbinçam. Bilme-
çîs- boncuk dizmek. ce, gölge (Bir hırsıza
çîskîn- sag. Tiksinmek. yetişemiyorum, yetişsem da
yakalayamıyorum.) 2. Basmak, u-
çîskîncek Tiksinme, iğrenme: "Payusa,
laşmak. segîz ças çidîp odır sekiz
çîskîncegî dee tutsa, anı holtıhtap
yaşına bastı, hıshı çit kilîr kış geli-
aldı."A. Çerpakov (Puyusa, tiksinse
yor. 3. Yetmek, yeterli olmak, kâfi
de onu koltuğundan tuttu.)
gelmek. İdeen kîzee çappa,
çîskînîs Tiksinme, iğrenme. pozına daa çitpes. Atasözü (Ete-
çîskînîstîg sag. s. Tiksindirici. ğini başkasına örtme, kendine de
çîskîs Dizi, sıra. yetmez.) 4. Yetmek, ulaşmak.
çislitei'nay gr. Sayı sıfatı. harah çitpes talay göz ulaşmaz
deniz, amğaa çitkence şimdiye
çislo Sayı.
kadar: "Ol, amğaa çitkence,
çişte Enişte: "Habazıp odınnar, llek Aydonah hada mal hadarıp, hara
çistem. îcemnîh habascah ondayı boylamı açın ahnıh ahsına kîrerdeh
ashtnah." G. Topanov (Yardımla- köp aradlidir." V. Kobyakov (O,
sın, İlek enişte. Annemin yardımla- şimdiye kadar, Aydo ile mal otlatıp
şacak durumu yok.) kara koyunları vahşî hayvanların
çistek Yemiş: "Tastıhti arığda toğas ağzına girmekten çok kurtarmış.)
parza, çistek-miskelerîn, huzuhtarın
tasti, ay-hut çoh tisçehner." N.
-103 -
Çît çıze
çît- Yitmek, kaybolmak: "Pîree çitîr- Yetiştirmek, ulaştırmak, kavuştur-
hulun ma, çabağa ba ana-nimee mak, alğıstarın çitîr- teşekkürlerini
kîrîp, alay çîdîp pe noo parza, sunmak.
annan çahsı la kün körceeh çoğıl." çitîre 1. e. Kadar: "Çağdı pirîp körze,
V. Kobyakov (Kulundan taydan biri sınaboh pîrsî püdîn, pîrsî arımına
bir yere girecek veya kaybolacak çitîre talaan ottığ siden ç ur." V.
olursa, ondan sonra güzel gün gö-
Kobyakov (Yaklaşıp baktığında,
remezsin.) çît par- kaybolmak.
gerçekten biri tam, diğeri yarısına
çitatel' Okuyucu, okuyan. kadar dağıtılmış otlu çit duruyor.)
çitî s. Yedi : "Çiff hulasça çirde tal on çisloğa çitîre ona kadar, toğıs
ağastıh altında haydağ-da hara çasha çitîre dokuz yaşına kadar. 2.
nime körînçe." A. Kuzugaev (Yedi k Yeterince, çitîre pıspaan it ye-
kulaç kadar uzaklıkta söğiş t ağacı- terince pişmemiş et. çitîre idîlbeen
nın altında kara bir şey görünüyor.) toğıs yeterince yapılmamış iş.
çîtî- Keskinleştirmek, bilemek. Çîtîbestî
çitîrîs- (birlikte) Ulaştırmak, kavuştur-
çîtît polbas, tıspastı tızıp polbas.
mak, yetiştirmek/
Atasözü (Kesmez
keskinleştirilemez, söz dinlemeze çitîrîs Ulaştırma, kavuşturma.
söz dinlettirilmez.) çîtît- Keskinleştirmek.
çitî çıltıs Yedigir, Büyük Ayı. krş. çitîgen çîtkeEnse.
çîtîg s. 1. Keskin, iyi kesen. "Türce
çitken s. Yeterli, kâfi. ügrenerge çitken
polarman Çohırah, çîtîg tîsterîn
ırsaytıbızıp/pora attın tumzuğına ças öğrenim için yeterli y a ş /
segîrîbîsken." V. Kobyakov (Çok çitker Şeytan
geçmeden Çohırah keskin dişlerini çitkîce zf. Yeterince, kâfi derecede.
sırıtıp, bora atın burnuna saldır- çitkîl zf. Yeterince, yeterli, yeteri kadar,
mış.) çîtîg pıçah keskin bıçak. 2. kâfi derecede: "Çurtapçathanıbıstı
Keskin, iyi gören göz: "Çe abahay pozın daa körçezîh: klub par,
tegîlek ah sırayınah paza çîtîg hoor
köglîg, pray nime çitkîl." S. Çarkov
harahtarınah hakas polçathanı
(Hayatımızı sen de görüyorsun:
îkîncîlecee çoh pîldîstîg." İ.
klüp var, neşeli her şey yeterli.)
Kotyuşev (Fakat güzel yuvarlak ak
yüzünden ve keskin kahverengi çiton s. Yetmiş: "Pray mirdegî
gözlerinden Hakas olduğu şüpheye îstencîlerneh hada / Sinîn çiton
yer bırakmayacak şekilde anlaşılı- çazıhnı." M. Arşanov (Bütün dün-
yor.) çîtîg harah keskin göz. yadaki işçilerle birlikte / Senin yet­
harah- hulahtarı çîtîg gözü miş ovanı.)
kulağı keskin, çîtîg ün keskin ses. çitölen 1. zf. Yedisi birlikte. 2. s. Yedi­
çîtîg pulun keskin köşe, viraj: "Irah şer.
taa parbın, t'ıgîr kögînde çîtîg pulun çitpes s. Noksan, eksik, yetmez: "Pozın
ide siilîp, hustar nandıroh, payağı çitpes hıri pozıhaoh körîner." S.
nimezer tartıp, çirge tüsklepçeler." Çarkov (Kendi eksik yanlarınızı
N. Domojakov (Uzağa gitmeden, kendiniz görünüz.)
göğün maviliğinde keskin köşe çizip
süzülerek kuşlar deminki eye doğ- çîze 1. e. De, dahi, ise, ki. sin çîze
ru yeniden yere düşüyorla ş .) kîlerzîfi me? Sen de gelir mi-
s\n?"Anah soonda, pabamnıh îdi
çitîgen Yedigir, Büyük Ayı. krş. çitî çıltıs ilepçetkenîn körîp polar çîze,
çitîler s. Yedişer. sığıbıshan, çuyuh-çayıh polip." V.
çitîncî s. Yedinci. Kobyakov (Ondan sonra, babamın
çizil -104- çoçha

zayıfladığını görmüş olmalı ki, çıkı- çobalıp çoohtança pudurğı kfzî." V.


vermiş, sessizleşip.) 2. zf. Her hâl- Kobyakov (Bugün yılkıları bula-
de, galiba:" 'pu anda an nime kördi mazsam, nasıl bekleyip geceyi ge-
polar çize' tıp sağın turca." V. çireceğim, diye kaygılanarak konu-
Kobyakov (Bu orada av hayvanı gi- şuyor yanındaki kişi.)
bi bir şey görm olmalı her hâlde' çobaldır- Acı çektirmek, ıstırap verdir-
diye düşünüyor. üş mek: " O / 0 / 7 tuşta çlglenJstfg sağ ıs
çizîl-Dizilmek. çobaldırıp pastaan Arına
çîzîm Dizi, sıra. Petrovnanı."H. Domojakov (Tam o
çîzîs Dizilme. sırada şüpheci düşünce Arina
Petrovna'ya acı çektirmeye başla-
çîzîs- Karşılıklı boncuk dizmek.
mış.)
çlen Üye, aza, öğe. predlojenienîn
çobalıs- Acı çekmek, ıstırap çekmek:
çlenî gr. cümlenin öğeleri.
"Ç/s kögîstlg tağlarım Çobalıs
çlenskay s. Üyelik, çlenskay vznos halçathan oshas." S. Kadışev (Ba-
üyelik aidatı. kır göğüslü dağlarım / Acı çekip ka-
çoba Kertik. lıyor gibi.)
çobağ 1. Acı, ıstırap, üzüntü, keder: çobalıstığ s. Kötü, çaresiz, zavallı:
"Amdı mağaa, çalğıs pozıma, kem "Pozı, haya üstünde pik tur salıp,
polızar za tıp, uluğ çobağnan çobalıstığ soğın körîsneh iblrkînl
çobalıp, barağının cazın kîrlîg kör parlğan." N. Nerbişev (Kendi,
hiineh çizip turca." V. Kobyakov kaya üzerinde sağlamca du-
(Şimdi bana, yalnız başıma, kim rup,çaresiz ve kötü bir bakışla etrafı
yardım edecek, büyük acıyla inle- gözetliyordu.)
yip, gözünün yaşını kirli yeniyle sili- çoballığ s. Acılı, üzüntülü, kederli.
yor.) 2. Endişe, tasa.
çobat- Eziyet etmek, yormak, kötüleş-
çobağlığ s. 1. Acı veren, acılı, ıstıraplı: tirmek: "Çazıda çörze, sağısnah
"Aydonın pozının sağızına kJrgen sanaltp, çobal çörçe nimenıh üçün
aar çurtas, çobağlığ künner anın ol fkî kızM çobat salğannarına." V.
olğan çüregîn puzuhtırçalar." V. Kobyakov (Ovada giderken, düşün-
Kobyakov (Aydo'nun kendi aklına celere dalıp, üzülüyor o iki kişiye
gelen ağır hayat, acılı günler onun eziyet ettiklerine.)
çocuk yüreğini kaygılandırıyor.)
çobattır- Acı çektirilmek, eziyet ettiril-
Çobağlığnin alnında çoon töge.
mek: "Aydonıh sağızında am daa ol
Atasözü (Mustaribin önünde kalın
pağda-suğda kilgen çobattırğan M
kütük.) 2. Acı çeken, mustarip
kîzl"V. Kobyakov (Aydo'nun aklın-
çobal Acı, ıstırap, kaygı. da hâlâ o bağlı vaziyette gelen ezi­
çobal- 1. Acı çekmek. Sarnazarğa çat yet çektirilen iki kişi.)
çahsı, çobalıbıssan tuğan çahsı. çoçana s. Korkak, ürkek.
Atasözü (Eğlenirken yad güzel, acı
çoçay- Çömelmek: "Olğan-uzah siden
çekerken akraba güzel.) 2. Acı çek­
üstüne, ib hırında
mek, ezilmek, üzülmek. Pay
çoçayıshlabıshan." M. Kokov (Ço-
pazınadır, oh çobaladır. Atasözü
luk çocuk otun üstüne ev yanında
(Zengin zulrç eder, fakir acı çeker.)
çömelmişler.)
3. Tasalanmak, endişelenmek:
"Püün çılğılarımnı tappinıbıssam, çoçha kız Domuz. krş. sosha.
haydi la küzedip honğay ni ze, tip
- 105- çohsal
çoçı
çoçı- Korkmak, çekinmek, ürkmek: iki araba dolusu insanlar geliyor,
"Aydo, çoçıp parıp, kinetîn nandıra yarısı savaşa giden gençler.)
aylanaçaçırap, körîbîsken." V. çoğdır İki omuz arası, cıdağı.
Kobyakov (Aydo, ürküp aniden sıç- çoğıl Yok, yoktur. "Çohırahtan pasha pîr
rayıp arkaya dönüp bakmış.) dee arğızı çoğıl." V. Kobyakov
çoçıh Göden. (Çohırah'tan başka bir tane dahi
çoçım Büyük kadeh. arkadaşı yoktur.) Tabırğı çortpaan
çoçın- Ürkmek, çekinmek, korkmak: tağ çoğıl, tarıhpin ösken er çoğıl.
"Sanca tudısçathan tabannarğa ça- Atasözü (Geyik koşmayan dağ yok­
ğın daa pazarğa çoçınğan." İ. tur, darlığa düşmeden büyüyen er
Topoyev (Sanca tutuşan yiğitlere yoktur.) ibde çoğıl evde yok. pîr
yaklaşmaktan korkmuş.) dee nime çoğıl hiçbir şey yok.
polcaa çoğıl daha fazla mümkün
çoçına s. Delişmen, zıpır, kaçık.
değil; mümkünü yok.
çoçıs Korkma, ürkme.
çoh 1. Yok, -siz. sanı çoh sayısız, saa
çoçıs- (birlikte) Korkmak, ürkmek. çoh güçsüz, gücü yok. irtçee çoh
çoçıstığ s. Korkunç, ürkünç, ürkütücü: geçitsiz. hıri-pazı çoh uçsuz bu-
"Olarnıh çoçıstığ nimelerî halbin caksız. 2. Fakir. Çohtın çoh hatığ.
sürîzîp odır, çağdaplaça." N. Atasözü (Fakirin yolu sert.) çoh it-
Domojakov (Onların ürktüğü şey yok etmek, imha etmek: "Pozmıh
geride kalmayarak onları takip edip çüregînde Yakınnı sağam daa çoh
yaklaşıyor.) idîbîzer çîli potça." V. Kobyakov
çoçıt- Korkutmak, ürkütmek: "Fedor (Kendi yüreğinde, Yakın'ı hemen
Pavloviçtî çoçıdıp, oloh tuşta ağaa yok edecek gibi hissediyor.) ayağ
sağıs habmdırğan ol amir." N. çoh amansız, acımasız, irik çoh is-
Domojakov (Fedor Pavloviç'i korku- temeyerek, iştahsızca, izî çoh a)
tup tam o sırada aklına bir fikir ge- rahatsız, huzursuz, b) rahatsızlık
tirmiş o sakinlik.) verici, izî çoh maymah rahatsızlık
çoda (ı.) Bacak: "Hayran adımnın idî çılii veren ayakkabı.
/ Ikî çodamnı çılıdıp kilce." M. çoha kaç. Düğün ateşi.
Kilçiçekov (Güzel atımın etinin sı- çoh-çoos tekr. Fakir, fakir fukara: "Pîs
cağıV İki bacağımı ısıtıyor.) çoh-çoostarnı paylardan pozıdar
çoda (ıı.) Kirtil, çöten. üçün küresçebîs." V. Kobyakov (Biz
çodım s. 1. Solgun, soluk. 2. Çürük, fakirleri zenginlerden kurtarmak için
sağlam olmayan. mücadele ediyoruz.)
çodun bk. çodım çohır s. Alaca, ala: "Çoon pızo sinînçe
çoğar (ı.) zf. Yukarı: "Tüdünnerî çoğar polar, çohır nime, segîrîp, hustarzar
puluttarğa sîri atıhhlap turadır." V. atıhça." N. Domojakov (İri buzağı
Kobyakov (Dumanları yukarı, bulut- büyüklüğünde, ala şey, seğirip kuş-
lara doğru yükseliyor.) suğ çoğar lara doğru atılıyor.) çohır an pars/
çüzerge su yukarı yüzmek. çohırah s. Alaca
çoğar (ıı.) Batı. çohırahtığ s. Alacalı.
çoğarhı s. Yukarı, yukarıdaki: "Mına çohırlan- Renkler karışmak, alacalan-
çoğarhı aalzartın îkî hanaağa mak.
tıhtaldıra odırğan çon kilce, çarımı çohsal Acı, ıstırap.
çaağa parçathan oollar" F.
Burnakov (İşte yukarıdaki köyden
çchsın
-106-
çoo
çohsın- Hasretini çekmek, özlemek: çohh- Yapışmak. Irgîden irikpe, naağa
"Çohsınarbts am sinî, Keres." V. çolıhpa. Atasözü (Eskiden usan-
Şulbayeva (Şimdi seni özleyeceğiz ma, yeniye yapışma.)
Keres) çolla- 1. Yollamak. 2. Yol göstermek,
çohsıra-Fakirleşmek. yolcu etmek.
çohta- (ı.) Suyun akışına karşı gitmek, çollan- Yola koyulmak, yola çıkmak:
akıntıya karşı gitmek. "Çarıh önnen çattıran turıp / Cazı
çohta- (ıı.) (mal) Saymak. çirzer çollandın." A. Topanov (Par-
lak renkle parıldayıp / Ovaya doğru
çohtağ Çöten, kirtil.
yola çıktın.)
çohtan- Bulunmamak, yokluğunu çek­
mek: "Sınap pîreezî hazıh çollığ s. 1. Yolu olan (yer): "Çir ibire
çohtanıbıssa, iliskecek olarnın çollığbın / Çortıp la çöredlrbln." N.
imneg turazınzar kil turarğa Tinikov (Yeryüzünde yolum var /
söleen."\. Kotyuşev (Gerçekten bi- Sadece koşup gezerim.) 2. Çizgili:
risi sağlığını yitirirse, iliskecek onla- "is tovarnan, tikken çollığ hara
rın muayene yerine gelmelerini söy- stanmıh sol pudı maymah türeyîne
lemiş.) itkence ibestel halğan." V.
ç obyakov (İşlemeli deriden dikilen
çol 1. Yol. "Amdı pu uluğ çol mini pîree çizgili siyah pantolunun sol bacağı
aalğa uçuradar la uçuradar." V. çizme koncuna kadar yırtılmış.)
Kobyakov (Şimdi bu büyük yol beni çollığ tetrad çizgili defter.
bir köye mutlaka ulaştırır.)
Aylanıstığ daa polza, çol çahsı, çoma bk. çoba
aylığ daa polza, his çahsı. Atasö- çon 1. Halk. "Partizan ol haydağ
zü (Dönüşlü de olsa yol güzel, bir çondır? -surca Aydo." V. Kobyakov
aylık da olsa kız güzel.) çalğıs (Partizan dedikleri nasıl bir halk?
azah çol patika, azır çol kavşaklı diye soruyor Aydo.) At ügrederde,
yol. 2. Yolla ilgili, çol püdîrii yol arğamcın pik polzın, çonğa
yapımı, kügürt çol ebemkuşağı, çoohtirda, çooğın sın polzın. Ata­
gökkuşağı, hro çolı Samanyolu. sözü (At eğitirken, ipin sağlam ol-
sun, halka konuşurken, sözün doğ­
çolabit Selâm, çolabit ağıl- selâm ge-
ru olsun.) 2. s. Halk, halka ait. pray
tirmek: "Minnen paza pray
çonnıh ülükünî bütün halkın bay-
oollardah sağaa çolabit ağıldım." S.
ramı.
Çarkov (Benden ve bütün gençler-
den sana selâm getirdim.) çolabit çon koy kaç. 1. Sitem, serzeniş. 2.
çoohta- selâm yollamak. Suçlama. 3. Kuruntu.
çolban Gezgin. çoncaa bel. Dulavrat otu.
çolbanna- Diyar diyar dolaşmak. çonna- Sitem etmek, kınamak.
çolbıri s. Evsiz. çonnan-Yalandan yapmak.
çolcanah zool. Gelincik. çonnığ s. Halklı, halkı olan, tebaası
çolcı Yol çalışanları. olan: "Irîkpes töreen çirîbls / I lig
aymah tllllg çonnığ." N. Tinikov
çolıcah Küçük yol, patika: "Çalğıs azah
(Bıkmayız ana yurdumuzdan / Elli
çolıcah toozılcaa-parcaa çoh
çeşit dilli, halklıyız.)
plreede on sarına igîrli subalıp par-
ça." V. Kobyakov (Patika yol bitip çoo zf. Çok, pek: "Am anın köksl çoo
tükenmeksizin, bazen de sağ yana hurupça, suğluhtı nince dee
doğru eğrilerek uzanıyor.) hocırat, suğ sıhpinça." N.
- 107 -
çooca çoraa
kuruyor, suluğu ne kadar da ciğne- çitîre çoohtandırarğa pirbeen
se, su çıkmıyor.) çoo soh- dövmek, Payan, ispespîn, sağaa imci ür
vurmak "M/n sîrernî çoo soğıp, sı- çoohtanarğa çaratpaan." S. Çarkov
ğara sürerbînf V. Kobyakov (Ben (Hayır, hayır yeterince konuştur-
sizi dövüp, çıkarıp atarım!) mamış Payan, dinlemem, doktor
senin çok konuşmana müsaade
çooca Düğünde verilen hediye.
etmedi.)
çoocah Akağaç kabuğundan kap.
çoohtanıs- (birlikte) Konuşmak:
çooh 1. Konuşma, söz. İzer pazı îkî
çoohtanıs Konuşma.
polcafı, irnîn çooğı sın polcaîi.
Atasözü (Eyer başı iki olur, erin sö- çoohtanminçathan s. Dilsiz.
zü gerçek olur) 2. Söz. ooh çoohtas- Konuşmak: "Çe çazıda
çardıhtarı gr. söz bölükleri ç kip- çörgende, anman çoohtasçah kîzî
çooh a). Efsane b). Rivayet. çoğıl." V. Kobyakov (Fakat ovada
giderken, onunla konuşacak kimse
çooha Ateş yakmak için toprağa kazılan
yok.) Ahsı tîlî çoğıl, çoohtasça. -
çukur. Bilmece, kitap (Ağzı dili yok konu-
çooh- çaah tekr. Konuşma, sohbet: şur.)
"Min, sinî çalğızan polar tîp,
çoohtat- Konuşturmak.
tınancah künde çooh-çaahha
kilçetkem." S. Çarkov (Ben, sen çoohtazığ Konuşma: "Inağ çoohtazığ ür
yalnız olursun diye, sohpet etmeye parğan. Apsahtıh sağalı la hıymırap
gelmiştim.) salıp odırğan." N. Domojakov (Gü-
zel konuşma uzun sürmüş, ihtiyarın
çoohçı s. Konuşkan, geveze: "Şarap sadece sakalı kımıldamıştı.)
apsah pozınan çoohtazarğa haras
körgennerge, is polbin, çoohçı çoon s. 1. Kalın. Çobağlığnın alnında
çoon töge. Atasözü (Mustaribin
kîzînî ireelirîn pîlîp..." A. Çerpakov
önünde kalın kütük.) 2. Büyük, iri:
(Şarap ihtiyar kendisiyle konuşmak
"Çohırah anan na pazoh çoon
isteyenleri duyamayarak, konuşanı
putha haphlap parğan." V.
alaya aldıklarını anlayıp...) Kobyakov (Çohırah, sonra yeniden
çoohta- Konuşmak. Sıbırap çoohtaan iri butlardan kapmaya başlamış.) 3.
çooh-hop çooh, hatığ çoohtaan Şişman, kilolu. 4. Kaba, kalın çoon
çooh-sın çooh. Atasözü (Fısıltıyla ün kalın ses, bas. çoon mal büyük
söylenen konuşma, yalan konuş- baş hayvan, çoon at iri at.
madır, sert söylenen konuşma, çoonna- Kalınlaşmak, irileşmek.
doğru konuşmadır.)
çoonnat- Kalınlaştırmak, irileştirmek.
çoohtağ Konuşma. çoorğan bk. çorğan
çoohtal- Konuşulmak.
çoort Yoğurt, uzaan süttî çoort
çoohtan- Konuşmak: "Püün çılğılarımnı tîcehner uyuyan süte yoğurt derler.
tappinıbıssam, haydi la küzedıp çoos s. Yoksul, fakir.
honğay ni ze, tîp çobalıp çoohtança
pudurğı kJzî."\l. Kobyakov (Bugün çoraa 1. Mahsus, bilerek, kasten:
"Vaska daa önngenök, çe hacan
yılkıları bulamazsam, nasıl bekleyip
ibge kilgende, çoraa pır dee nime
geceyi geçireceğim, diye acı çeke-
pîlbeeçîk polip, ol çapsıh habarnı
rek konuşuyor yanındaki kişi.)
pabazınah îcezîpe çoohtaan." A.
tohtağ çoh çoohtanarğa durma-
Kuzugaşev (Vaska da sevinmiş, fa­
dan konuşmak, gevezelik etmek.
kat eve geldiğinde, kasten bir şey
çoohtançıh s. Konuşkan. bilmez gibi davranıp, o güzel haberi
çoohtandır- Konuşturmak: "Çoh, çoh, babasıyla annesine anlatmış.) 2.
çoraam
babasıyla annesine anlatmış.) 2. çortıshlabıshan." A. Topanov (Yu-
Şakadan, şaka olsun diye. karı bakıp koku alıp / Yazı içinde t ı ­
çoraam koy Sevgili kardeşim! rıs koşmuş.)
çoraha zool. Dağ faresi. çoy 1. Yalan: "Çoy, çoy nime. Sala daa
sini çoğıl." N. Domojakov (Yalan,
çorbanna- Rahvan gitmek. yalan şey. Azıcık dahi doğruluğu
çorğa Yorga: "Yakınnıh çorğa pora adı yok.) 2. s. Yalancı. Çoynın
mında taytahnap kilir."V. Kobyakov harağında söp çoğıl, kîrbîgînde
(Yakın'ın yorga bora atı işte yalpa- kîr çoğıl. Atasözü (Yalancının gö-
layarak geliyor.) çorğa pora at zünde çöp yoktur, kirpiğinde kir
Yorga giden bora at. yoktur.)
çorğacı Yorga. çoyırha- Yağcılık etmek, yaltaklanmak:
çorğala- Yorgalamak. "îkî sıraylığ nimessîn: çoyırhap
çorğalat- Rahvan sürmek, yorgalatmak. pîlbinçezîn, köytîkten pîlbinçezîh."
çorğan Yorgan: "Köp önnîg çuruhtarnan V. Şulbayeva (İki yüzlü değilsin,
sırıp tikken çorğan çili îdîlîze yaltaklanmayı bilmiyorsun, kurnaz-
halğannar." N. Domojakov (Çok lığı bilmiyorsun.)
renkli bezlerle teyel dikilen yorgan çoyırhah 1. Yaltak. 2. Yaltaklanma.
gibi itişmeye başlamışlar.) çoyırhos 1. Yapmacıktan.) "Amoh
çorıh (salgın) Hastalık, çorıh ağırığ ittîrerbîster ağaa, -çoyırhos
Grip. ünnengen çoon kfzf." N.
çorıh 1. Yürüyüş. Attın çorığı kîçîgden, Domojakov (Hemen şimdi yaptırırız
kîzînîn çahsızı çiitten. Atasözü (A- diye yapmacık bir sesle seslenmiş
tın yürüyüşü küçüklüğünden, kişinin iri adam.) 2. Yaltak, yaltaklanan.
güzelliği gençliğinden.) 2. Yolculuk. çoylan- Yalan söylemek: "Ol haydi
çorıhçıl s. Yürüyüşü iyi olan, tırıs giden : polğandır za? Sin çoylançazın." A.
"Ol oymah-sohnığ, tastığ çollar / Kuzugaşev (O nasıl olur ki? Sen
Çorıhçıl attı sürnüktîrgen." M. yalan söylüyorsun.)
Kilçiçekov (O çukurlu taşlı yollar / çooh çardıhtarı gr. Kelime grupları.
Tırıs giden atı sürçtürüyor.) çoylancıh s. Yalancı.
çorıhtığ s. Yürüyüşlü, yürüyüşü iyi olan. çoylandır- Yalan söyletmek.
çort- 1. Tırıs gitmek. 2. Koşmak. Tabırğı çoylanıs Yalan, dalavere.
çortpaan tağ oğıl, tarıhpin
ösken er çoğıl ç Atasözü (Geyik çoza Aşı boyası.
koşmayan dağ yoktur, darlığa düş- çozah 1. Kanun, töre. 2. Gelenek. 3.
meden büyüyen er yoktur.) İnanç.
çortım Suda geçit, sığ yer: "Ol arada çöbe bk. çöme
çağın kîçîg çortım daa, parom daa çöçek Kısa masal.
çoh polğan, ibîre pararğa, üzen,
çöge Ihlamur.
hgaa iir pol parar." \. Kotyuşev (O-
raya yakın küçük geçit de/feribot çöget Katran: "Çöget ças ot arali
da yok idi, etrafı dolanarak gidince çıstan turğan." N. Tyukpiyekov
çok zaman geçecek.) (Katran yaş ot arasında kokuyor.)
çortır- 1. Tırıs sürmek. 2. Koşturmak: çögîg Sıcaklık.
"Polğan na nimenî çıstağlap ortır çöle- Dayamak.
çörçe."V. Kobyakov (Her şey ç kok- çöleg Dayak, dayanak. Tağa sıhsan,
layıp tırıs gidiyor.) tayağın polam; suğa kirzen,
çortıs- Tırıs gitmek: "Çoğar köre çıs çöleen polam. Atasözü (Dağa çı-
tartıp / Cazı îstînde
- 109-
çölen çör
karsan asan olayım, suya girersen, Tıtha çoohtapça." N. Tinikov (Kara
dayağın olayım.) söğüt bir gün kendine şaşırıp, me-
çölen- Dayanmak: "A sîrer, ivan lez ağacına konuşuyor.)
Petroviç, pîske. çiitterge, çopsîn- (ıı.) Memnun olmak, hoşnut
çölenmeezer. Ol sîrernîh uluğ kalmak: "Pistin çiitter sinîh toğızıha
alcaazıhar." V. Şulbayeva (Fakat tın na çöpsînminçeler" V.
siz, ivan Petroviç, bize, gençlere Şulbayeva (Bizim gender senin i-
dayanmıyorsunuz. Bu sizin büyük şinden pek de memmun değiller.)
hatanız.) çöpsîndîr- (ı.) Şaşırtmak, hayrete dü-
çölengî Dayanışma, yardımlaşma: "Ol şürmek.
olarnıh hırında uluğ çölengî körce." çöpsîndîr- (ıı.) Memnun etmek,
S. Çarkov (O, onlarfn arasında bü- hoşnut bırakmak.
yük dayanışma görüyor.) çöpsînîs (ı.) Hayret etme, şaşma.
çöles Dayanma. çöpsînîs (ıı.) Memnun olma, hoşnut
çöme 1. Uzağa atılabilen ok. 2. Ok ucu. olma.
çön- Akılsızlık etmek, aklını kaybetmek: çöpsînîstîg (ı.) S. Memnuniyet verici:
"Hollarınah közîdîslepçeler "Mında halğanın, Alcıbay mağaa
hacanoh çön parğan apsah." A. çöpsînîstîg." S. Çarkov (Burada
Çerpakov (Elleriyle işaret ediyorlar, kalman Alcıbay benim için memnu­
ne zamadır aklını kaybetmiş ihti- niyet verici.)
yar.) çöpsînîstîg (ıı.) Şaşırtıcı, hayrete şayan.
çöndîr- Aklını yitirtmek, delirtmek: "A çöpte- 1. Öğütlemek, nasihat etmek. 2.
slrer, kommunistter, çonhı haydi inandırmak, ikna etmek.
çöndîrgezer? İvan Petroviç." V.
çöpteg Siyasî birlik, parti.
Şulbayeva (Fakat siz, komünistler,
halkı nasıl delirttiniz.) çöptes ikna etme, inandırma.
çöne Kuzu, oğlak bağlanan ip. çöptes- (birbirine) Öğüt vermek, uzlaş-
mak: "Çöptespeezih minneh
çöp 1. Rıza, mutabakat. 2. ikna, inan-
ülespeezîn pozıhnıh
dırma, çöp pir- rıza göster-
sağıstarıhnah." V. Şulbayeva (An-
mek, mutabık kalmak, çöpke kîr-
laşmadın benimle, kendi düşünce-
razı olmak, ikna olmak: "Çöpke
lerini paylaşmadın.)
kîrbessih, ya? A pîs sağaa îzen
kilgebls." V. Şulbayeva (İkna ol- çöptet- Öğüt verdirmek, ikna ettirmek.
mazsın ha? Fakat biz sana güvene- çöptîg 1. s. Razı, mutabık. 2. zf. Dü-
rek geldik.) pır çöpnen mutabık o- zenli, dirlik içinde. "Min sağınğam,
larak. 3. Öğüt, nasihat: "Pray ol sîrer pîr çirde pîr çöptîg
çöptî Aydo, istîp, kögJske alınıp toğınğlapçazar. V. Şulbayeva (Ben
alğan." V. Kobyakov (Bütün bu ö- sizin bir yerde düzen içinde çalıştı-
ğınızı düşünüyordum.) 3. zf. Razı
ğütleri Aydo dinleyip, aklında tut-
olarak, mutabık olarak. Çöptîg
muş.) 4. Tam, uygun.
çurtazan, uzun curt polar, çöbî
çöpçe 1. Gereği kadar, yeteri kadar. 2. çoh çurtazan, hısha curt polar.
Fiyatı normal, uygun. Atasözü (Dirlik düzenlik içinde ya-
çöpser- Müsaade etmek, izin vermek, şarsan, uzun yaşarsın, dirlik düze-
razı olmak. nin yoksa kısa yaşarsın.)
çöpsîn- (ı.) Hayret etmek, şaşmak: "Ha- çör- 1. Gitmek: "Vanya, noğa teatrğa
ra tal, pozına çöpsînîp, Pîrsînde çörbinçezîh?' V. Şulbayeva (Vanya
çörbe çug
niçin tiyatroya gitmiyorsun?) Hızıi Gençleri alıp götürmüş / Yolculuk
kiik körînze, atıp alarga çörçem; mutlulukla geçip / Yürüyüş boşa
his pala urunza, hudalirğa geçmemiş.)Çahsı attı çörîzînen
çörçem. Atasözü (Kızıl geyik gö- pîlceler, çahsı kî z înî toğızınan
rünse, vurup almaya giderim, kız körceler. Atasözü (Güzel at yürü-
bala dövünse, düğün yapmaya gi­ yüşünden bilinir, güzel insan doğu-
derim.) 2. Yürümek, koşmak. şundan görülür.)
pîreezînen tis çör- birinden kaç- çörîsçî Yürümekten hoşlanan.
mak, soonah çör- ardından git-
çörîstîg 1. s. Yürüyüşlü: "Künnîn-tannın
mek, çir künnî ibîre çörçe dünya
andar uzah çörîstîg toğıs Ay doğ a
güneş etrafında döner (gider.) 3.
arınca çarhastığ polıbıshan." V.
Yaşamak. Hara pazın hazarğanca,
Kobyakov (Gece gündüz böyle u-
hasha tîzîn sarğalğaca çör. Dua
zun yürüyüşlü iş Aydo'ya çok bezdi-
(Kara başın kırlaşıncaya kadar, ak
rici olmuş.) 2. Yürüyüşü iyi, hızlı.
dişin sararıncaya kadar yaşa.) 4.
çörîstîg at hızlı at.
Şimdiki zaman yardımcı fiili olarak
aralıklarla yapılmayı ifade eder. çörîzîn Koyun postu, tüktîg çörîzîn
yünlü post. çörîzîn ton kürk palto.
çörbe- Teyellemek, kenarından dikmek.
çöskîn s. Serseri, sefil: "Çöskîn
çörbös koy Sürünme, emekleme. pababıs tabii pardı!" V. Şulbayeva
çörböste- Emeklemek, sürünmek. (Serseri babamız bulundu.)
çördîr- bk. çörgîs- çrezvıçaynay s. Olağanüstü.
çöre Bütün, kün çöre bütün gün. çuban- Ağır davranmak, boş şeylerle
çöres Müzmin, çöres ağırığ müzmin uğraşmak: "Anda pazoh ür
hastalık. çubanmin, çapçan kil." V. Kobyakov
çörgek Küçük çocuk tulumu, gocuğu. (Orada boş işlerle uğraşmadan ça-
çörgemîs (ı.) bot. Yaban keteni. bucak gel.)
çörgemîs (ıı.) Ağaç makara. çuça- (saçları) Dağıtmak.
çörgemîske or- makaraya sar- çuçal- (saçlar) Dağılmak.
mak. çuçan- (saçlar) Dağılmak.
çörgîs- Yürütmek, göndermek: "Mındar çuçana işleme, nakış.
rgîsklebîzerge kirek, -Yakın ça- çuçuğ Şıra.
çö m tabısnan çoohtapça." V.
çuçun Ağaç suyu, özsu.
Kobyakov (Buraya göndermek ge-
rek, Yakın, yarım sesle konuşuyor.) çuçunça İpekli kumaş.
çörî Kalın giyside eteğin iç kısmı. çuda- 1. Zayıflamak: "Çudap parğan
sırayın çııra tudına pirîp, anan
çörîg bk. çörîs
tapsaan" V. Kobyakov (Zayıflayan
çörîgcî Yolcu. yüzünü kırıştırıp sonra konuşmuş.)
çörim Hareket, mir üçün küresçîler 2. Sefalet içinde olmak. 3. (hava)
çörîmî barış için mücadeleciler ha- Bozulmak.
reketi.
çudan- Özensiz, kılıksız olmak.
çörîndî Otlak, çılğılarmn çörîndîzî
çudat- Zayıflatmak.
yılkıların otlağı.
çugun Dökme demir.
çörîs Yürüyüş, g i d i : "Çalğıs adına
münîp / bit ulus ş al çörcen / Çorıh çuğ- 1. Yıkamak, temizlemek: "Mannay
ırıstığ polip / Çörîs tikke polbacan." al çörgen paylar / Manat altın
P. Ştıgaşev >alnız atına binip / çuğcannar / Madır çirîn irtçenner /
Mannayğa körbecenner." P.
-111-
çuga çul

Ştıgaşev (Mannay'ı götüren zengin- M. Bainov (Kelin başına kar


ler / İyi altın yıkamışlar / Madır yeri- yapışmaz / Sinirli kadına er
ni geçmişler/ Mannay'a bakmamış- yapışmaz.) 2. Hastalık bulaşmak. 3.
lar.) 2. Banyo yaptırmak: Uyuşmak, uygun gelmek, kaynaş-
"Çornapnah Marğa oolahtarın çirde mak: "Pistin irgj-purunğılarıbts,
çuğannarınca, iliskecek lampanı palaa ayna-çik sıınmazın tîp, ağaa
közenek irkMne turğızıbıshan.) i. pîree homay arah, çuhpas arah at
Kotyuşev (Çornap'la Marğa oğulla- taap alarga küstencehner." G.
rına yerde banyo yaptırana kadar, Kazaçinova (Bizim atalarımız, be-
İliskecek lambayı pencere çerçeve- beğe kötü ruh ilişmesin diye, ona
sine bırakmış.) kötü, uygun olmayan bir ad bulmak
çuğa s. 1. İnce: "Çuğa tonanğan his ötîk için çaba harcamışlar.)
parğan."N. fyukpiyekov (İnce giyi- çuhçan s. 1. Yapışkan. 2. Bulasicı.
nen kız ıslanmış.) çuğa hıdat çuhçan ağırığ bulaşıcı hastalık ş
torğızı ince Çin ipeğifçuğa çacın çuhças Pipo temizleme çubuğu.
ince kağıt, çuğa kip ince giysi. 2. çuhçı- 1. Ovalamak. İrte turğan
Nazik. hushacah nimîske tüzedir, irte
çuğaan Sevimlilik, güler yüzlülük. turbaan hushacah harağın
çuğaannığ s. Güler yüzlü, sevimli. çuhçıp odıradır. Atasözü (Erken
çuğacah zf. incecik: "Nafimırnıh çoon kalkan kuşçuk yemişe düşer, erken
tamcıhhtan, ağas pürlerin kalkmayan kuşçuk gözünü ovalar.)
tıçırathlap, çuğacah tonanğan hıstı 2. Oymak.
îçîgeylendîr sıhhan." N. çuhçıla- Deşmek, oymak.
Tyukpiyekov (Yağmurun iri damla- çuhçılat- Oydurmak, deştirmek.
ları,ağaç yapraklarını hışırdatıp, in­ çuhta- Katranlamak, ziftlemek.
cecik giyinen kızın içini titretmiş.)
çuhtığ s. Katranlı, ziftli: "Çuhtığ tıt ağas
çuğalan- 1. incelmek. 2. Yumuşamak, hara kök ısnah ıstaladır, köyçetse."
yufkalaşmak: "Çoh, kfzinJh çüree, N. Domojakov (Katranlı melez ağa-
uluğlanıbıssa, çuğalança odlr." N. cı kara gök dumanla dumanlanıyor
Nerbişev (Hayır, kişininVüreği, bü- yanınca.)
yüdükçe, yumuşuyor.)
çuhtır- 1. Yapıştırmak. 2. (hastalık)
çuğba Araştırma, inceleme. Bulaştırmak/
çuğdır- 1. Yıkatmak, temizletmek. 2. çuhul (ı.) Kötü.
Yıkandırmak, banyo yaptırmak.
çuhul (ıı.) Engel, mania.
çuğuncah s. 1. Yapışkan.
çuhulas Gaile.
Çuğuncahtan çuğuncah nimedîr.
Bilmece, dil (Yapışkandan yapışkan çuhuldan-Kendini kötü hissetmek, sı-
nedir?). 2. Bulaşıcı (hastalık): "Min kılmak.
çuğıncah çabal ağınğa haptın çuhurun- Geri çekilmek, gerilemek:
salğam? Tayka." V. Şulbayeva "Apsah, Izenmeen çili, tödîr
(Ben bulasicı kötü bir hastalığa ya- çuhurunıp, sizîktîg körglepçetken
kalandım. ş çuğuncah ağırığ bula­ oshas pıldîrgen."H. Domojakov (İh-
şıcı hastalık. tiyar, güvenmemiş gibi, geri çekilip,
çuh Katran, reçine. düşünceli davranmış.)
çuh - 1. Yapışmak: "Tazın müüzîne har çul Çay, dere: "Şkola hırinda ahçathan
çuhpas / Tarıncah ipçee ir çuhpas." Ashıs çulnıh puzında Kolka, Panok,
Soroka paza pasha daa pular
çul -1 çurta
oshas olğannarnah haydi hınğanni ç u n - 1 . Yıkanmak. 2. Temizlenmek.
oynap alarzın" A. Kuzugaşev (Okul çunah Yün kiri. hoy çunağın çuupçalar
yanında akan Askiz deresinin bu- koyunun kirini yıkıyorlar.
zunda Kolka, Panok, Soroka ve çunahtığ s. Kirli, çunahtığ tük kirli yün.
başka da çocuklarla ne seviyorsan
çunhur s. Derin, çunhur ayah derin
oynayabilirsin.)
kâse.
çul- Yolmak, çekip köküyle koparmak:
"Aydo, çirzer körip, ottarnı çımcılap, cura- Yoğurmak, karmak.
çula tarthlap, çoohtapça." V. curan- Bir şeye sıvanmak, bulanmak.
Kobyakov (Aydo, yere bakıp, otları çurat- Yoğurtmak, kardırmak.
tutamlayıp, çekip yolarak konuşu- çurçu Kayın, kayın birader.
yor.) curt 1. Ev, konut, mesken: "Olar minîh
çula Can, ruh. çurtımda honğannar." N.
çulat Çay, derecik: "Cazın tashıl çulattarı Domojakov (Onlar benim evimde
/ Çattıran suuna küs hosçalar." A. gecelediler.) çurt-ib ev bark: "Çalcı
Topanov (Baharın zirve derecikleri / kîzî toğıncah / Çurt-ibîne tartıncah /
Çaltıran suyuna güç katıyorlar.) Çabas töreen Aponnıh / Çalğıs tını
la halğan." P. Ştıgaşev (Köle kişi
çulay Bıngıldak.
çalışmış / Evine barkına çekilmiş /
çulba Bütünüyle kızartılmış koç gövdesi. Sakin doğan Apon'un / Sadece bir
çulbas Perçem. canı kalmış.) çurtı çoh evsiz bark-
çulbasta- Saçından tutup çekmek. sız. 2. Hayat, yaşam. Çöptîg
çuldır- Yoldurmak. çurtazan, uzun curt polar, çöbî
çulğas koy. Hırsız. çoh çurtazan, hısha curt polar.
çulğasta- koy Hırsızlık yapmak. Atasözü (Dirlik düzenlik içinde ya-
şarsan, uzun yaşarsın, dirlik düze-
çulğastas- koy (birlikte) Hırsızlamak.
nin yoksa kısa yaşarsın.) 3. Yuva:
çulğus sag. Hırsız. "Huruğ cazı kök torğınan çabınça /
çulğusta- sag. Hırsızlamak. Hustar daa peer curt salarğa
çulğustas- sag. (birlikte) Hırsızlamak. kilçeler." İ. Kapçıgaşev (Kuru ovaı
çulhum sîs bel. Apse. gök ipekle kaplanıyor / Kuşlar da
çuhl- Yolunmak: "İrnih holı hatığ polcah / buraya yuva yapmaya geliyor.) 4.
Igîr tulün çulılcan / Ibdeh aar-peer Yurt, memleket.
pozıtpacan / İki harah kögercen." çurta- Yaşamak, hayat sürmek: "Apon
M. Kokov (Erin eli sert imiş / Kıvrık matap toğınça, Arığdah ağas
belik yolunmuş / Evden dışarı çı- tartıpça Ipçîzf, ibde çurtap, İrin
karmamış / İki gözü morarmış.) tilem körbeceh."P. Ştıgaşev (Apon
çuhs Yolma. güzel çalışıyor / Ormandan ağaç
çekiyor / Karısı evde yaşayıp / Erini
çulma Perçem.
hiç görmüyor.) İkî çabal pîrîkîp
çulmala- Parçalamak, kesmek. çurtaza, tabıstığ polcan; hosti
çuluğ (ı.) kaç. Haziran. honcıhtarğa curt çoh polcan. A-
çuluğ (il.) şor. Tefsiz kam töreni. tasözü (İki kötü birlikte yaşarsa pa-
çuluğla- Tefsiz kam töreni yapmak. tırtı olur, yakın komşulara yaşamak
çuluh (ı.) Özsu. haram olur.) urtap çörçet- yaşa­
yıp durmak ç amır-hazıh çurtas
çuluh (ıı.) Çorap.
sağlıklı, huzurlu hayat, haydi
çuluh (ııı.) Kösele şerit, maymah çuluğı çurtap parizar? nasılsınız? tikke
çizme köselesi. çurta- boşuna yaşamak.
çuluspah Saç çekiştirme.
çurtağ - 113-
çüges
çurtağ Mesken, yurt. çurtağ surii mes- çuul- (ı.) Sarhoş olmak.
ken sorunu. çuul- (ıı.) Yıkanmak, temizlenmek:
çurtağcı Sakin, oturan, aal çurtağcızı "Suğlığ-suğlığ nahmırlar
köylü, gorod çurtağcızı şehirli. Solbırabinah ağıbıshan, Suuğıp,
çuulıp puyğannar Suğlan parğan
çurtal- Yaşanmak: "Haydi ol adınah
tunbıshan." A. Topanov (Sulu sulu
çurtal parıbızar?"G. Kazaçinova (O
yağmurlar / Şırıldayarak akmışlar /
adla nasıl yaşanacak?)
Islanıp, yıkanıp ak çamlar / Sulanıp
çurtas Hayat, yaşam: "Çırğallığ çurtas durmuşlar.)
sin püdirçezin." M. Kilçiçekov^Mut-
çuulğan s. Sarhoş.
lu hayatfsen kuruyorsun.) ibdegî
çurtas ev hayatı, çurtastı alıştır- çuun- Yıkanmak, temizlenmek: "Ol
hayatı değiştirmek. andağ: hırıspas, çuunmaazıh tip
çurtıcah Küçük mesken: "Ol cazının tartıspas." G. Kazaçinova (O öyle,
ortızında kizek çurtıcah haralıp kızmaz, niçin yıkanmadın diye tar-
odır."\J. Kobyakov (O ovanın orta- tışmaz.)
sında küçük ev kararıyor.) çuundır- Yıkatmak, temizletmek.
çurttığ s. 1. Mesken sahibi 2. Yurdu çuural- 1. Yoğrulmak, karışmak 2. mec.
olan, yurtlu, memleketli: "Köglîg Dile düşürülmek: "Am tilge le
çurttığ çonıh tooza / Köglep, honiin çuuralçalar." V. Şulbayeva (Şimdi
tııdınça / Köytık ıırcı holın sunza / dile de düşürürler.)
Kürezerge timde pola." M. Kokov
çuural Yumuşak yün.
(Keyifli yurtlu halkırç hepsi / Şarkı
söyleyerek hayatını sürdürüyor / çuurallığ s. Yumuşak, çuurallığ tüg
Kurnaz düşman el uzatınca / Mü- yumuşak y ü n /
cadeleye hazır oluyor.) çuuran- Yoğrulmak.
çuruh Paçavra, çaput, pil pırtı: "Çoğar çuurana "Karavana, boşa gitti" anlamın-
tastaan çuruh p / 7 / , halbahnap da seslenme sözü.
uçuğıbısçalar."\l. Kobyakov (Yuka- çuuranhay (ı.) Körebe (oyunu).
rı atılan paçavra gibi, palazlanıp
çuuranhay (ıı.) Çok yumuşak yün.
uçuşuyorlar.fçuruh- çarıh pılı pırtı,
paçavra: "Yakınnıh soonah sürfzlp, çuuranhay (m.) Bir tür Hakas yemeği.
haphan çirdeh haap, çuruh-çanğın çuurat- Yoğurtmak.
tooladıp odırça." V. Kobyakov (Ya- çüçüges s. Tatlı, şekerli.
kın'ın arkasından takip edip, kaptığı çüçün (akağaç) Suyu. hazin çüçügî
yerden kapıp, paçavralarını parçalı- akağaç suyu.
yor.) çüg(ı.) (kuş) Tüyü.
çut s. 1. Kötü hava, yağmurlu hava: çüg (ıı.) (göbek bağı) İyileşme.
"Irtken çut çılda ot pray çirlerde çügde Cıdağı.
çahsı sıhhan."N. Tyukpiyekov (Ge- çügdeiîg s. Cıdağılı.
çen yağmurlu yılda her yerde ot iyi
çügen Dizgin, gem. kümüs çügen
yetişti.) çut kün yağmurlu gün. 2.
gümüş gem.
Zayıf, bitkin. 3. Pasaklı, şapşal, kı-
lıksız. çügenek Gem: "Haas çügenek nimes."
V. Maynaşev (Kayış gem değil.)
çutpa Balık yemi.
çügenne- Gem vurmak, dizginlemek.
çuttığ s. Yağmurlu, çuttığ küskü yağ-
çügennîg Dizginfi, gemli
murlu güz.
çüges bk. çükes
- 114 -
çügeste çülendîr

çügeste- Sırtına almak, yüklenmek, bk. çügürtpe (ıı.) Küçük fıçı.


çükeste- çük (ı.) Yük, bagaj: "Organ altında, pes
çügle- (ı.) (göbek bağı) İyileşmek, kîn üstünde, çük-haptar körgleenner,
çüglebeende, ipçî kîzee nimenî çe pir dee nime tappaannar." A.
iderge çarabas göbek bağı iyileş- Çerpakov (Yatak altında, soba üs-
meden, kadın hiçbir iş yapmamalı. tünde, yükler kaplar görmüşler, fa-
çügle- (ıı.) Oku yeleklemek, tüy takmak. kat canlı bir şey bulamamışlar.)
çüglîg Yelekli (ok.) çük (ıı.) Tüy: "İpçî kîzi, cayıl parğan
çügün Ağaç suyu, özsu. çükterden çük alıp, oolnın purnına
çügür- Koşmak: "Amdı üs at çügürer." çağın tuthan." N. Domojakov (Ka-
i. Kostyakov (Şimdi üç at koşacak.) dın, yayılan tüylerden tüy alıp, oğ-
Azağı çoh çügürçedîr, hanadı lanın burnuna yaklaştırmış.) krş.
çoh uçuhçadır. Bilmece, bulut (A- çüg
yağı yok koşuyor, kanadı yok uçu- çükes 1. Sırt çantası: "Apsah uçazındağı
yor.) çügürcen aday tazı. çükezînen..." A. Çerpakov (İhtiyar
çügürcen at yarış atı. at çügürcen sırtındaki çantasıyla...) 2. Avcı tor-
çir at koşturma (yarış) yeri: bası.
"Çazıçahtı ibîre at çügürcen çir
çükeste- Sırtına almak.
hurçal partin" i. Kostyakov (Küçük
ovanın etrafını at yarıştırma yeri çükte- Yüklemek.
çevreliyor.) çükten- 1. Yüklenmek, sırtına almak 2.
çügürbe Hafif giysi. mec. Yüklenmek: "Poç, ol daa söstî
çügürcek kız. Tekerlek. çüktenîp alarbıs pa/V. Şulbayeva
çügürcen s. Yüğrük, çügürcen at yüğ- (Hey, o sözü yüklenecek miyiz?)
rük at. çüktencîk 1. Yük. 2. Sırt çantası.
çügürîkl. Koşu. 2. Koşucu, hızlı: "Ek, çüktendîr- Yükletmek.
mındağ çügürîk atha kem amğı çüktes Oyunda yenilene verilen sırtta
tuşta muhmes." V. Maynaşev (Eh, taşıma cezası.
böyle hızlı ata kim şimdiki zamanda çüktes- (birlikte) Yüklemek.
binmez.) 3. mec. Keskin, atik, çe-
vik: "İpçîzî Kara, hoor çügürîk çüktîg s. Yüklü.
harahtığ, örtekti oshas hazırılcah çül (ı.) Huy, karakter.
irnîn ustayta tudıp..." A. Çerpakov çül (ıı.) 1. Mafsal, oynar eklem. 2. De-
(Karısı Kara, kahverengi keskin mir yolunda kasis: "Toğızon çüllîg
gözlü, ördeğinki gibi kıvrık dudakla- poyezdîm." S. Kadışev (Doksan
rını bükerek...) kasisti demir yolum.)
çügürîs Koşu: "Sidîk anı sarnirğa çüicük Erkek paltosunun sırtındaki
sarınnarda / Salğah oshas tabırah çukurluk.
çügürîzî."M. Bainov (Zor onu türkü- çülen- Bir şeyi taklit etmek, bir kılığa
lerde söylemek / Dalga gibi hızla girmek: "Apsahha töp-tööy ide
koşusu.) çülen salğan uzun har oshas
çügürîs- Koşuşmak. sağallığ Topıyah." N. Tinikov (ihti-
çügürt- Koşturmak, sürmek: "Olarnıh yara çok benzer şekilde taklit edilen
pîrsîn sablığ sedok Paskir Sartıkov uzun kar gibi sakallı Topıyah.)
çügürter." İ. Kostyakov (Onların bi- çülendîr- Taklit ettirmek: "Yağor Porsıh
rini meşhur jokey Paskir Sartıkov apsahtı daa çülendîrîp altırcıh." N.
koşturacak.) Nerbişev (Yagor, Porsıh ihtiyarı da
çügürtpe (ı.) Balık ağı halatı. taklit ettirmiş.)
-115-
çülerKTs
çus
çülerkîs 1. Hayal, görüntü. 2. Önsezi. 3. kîzînîn çüs çazıh, alğan kîzînîn
Hayalet. pîr çazıh. Atasözü (Kaybedende
çüley Bıngıldak. yüz hata, alanda bir hata.) suğda
çülîfine-Ekleminden ayırmak. çüs, suğdah sıhsa pîr. Bilmece, at
kuyruğu (Suda yüz, sudan çıkınca
çülle- sag. Yüklemek.
bir.) çüs hati yüz kez.
çülme ifrite, suratsız kadın. çüs (ıı.) Yüz, surat, çehre: "Pîreezî tip-
çültek s. Çekingen, yüreksiz. çe, çüzJn tadar adın frantsuz." V.
çülüg Kama verilen ücret. Şulbayeva (Birileri diyor, yüzün
çülük (ı.) bk. çülüg Hakas adın Fransız.) çüs çoh yüz-
çülük (ıı.) Sanrı, birsam. süz.
çülüm Dilin altındaki kıvrım. çüs- Suda yüzmek: Tas kömirlîg Hara
çülün 1. Kültür, çülünî pasha on kültü- tas gorod, Talayca çüsçe siniri
küzîn." M. Kilçiçekov (Taş kömürlü
rü farklı halk. 2. Ruh hâli ç
Kara taş şehri / Denize yüzüyor se-
çülün 1. Omurilik. 2. mec. ince, zayıf. nin gücün.) suğ klçîre çüs- suyu
çümcük Dedikoducu, fitneci. karşıdan karşıya yüzmek.
çüme Ok ucu. çüs çil Yüzyıl, asır.
çünmen bk. çüme çüsken zool. Su sıçanı.
çürçe Azıcık, biraz. krş. türce çüskîn s. Aylak, serseri, çüskîn mal
çürek Yürek, kalp. "Aydonın çüregî sabıl sahipsiz mal.
pastaan." V. Kobyakov (Aydo'nun çüspe kız. Olta mantarı.
yüreği çarpmaya başlamış.) çürek çüstîg s. Yüzlü, yüzü olan: "Hacan
ağırii kalp hastalığı. Oy attı hanaa terpektefi kürgen
oylatpaam tîbe, ool çüregîn
habırğazında sığrıstarın
haynatpaam tîbe. Atasözü (Kula
tohtadıbıshannannda, anda kızı
atı koturmayayım deme, oğul yü-
horğıstığ çüstîg pala çathan." N.
reğin ş kaynatmayayım deme.)
Domojakov (Arabanın W r l e k l e r i
Hozanahtın münî hoyığ, çabal
kurgan yamacında tekerlek gıcırtı-
kîzînîn çüree hannığ. Atasözü
larını durdurduğunda, orda insanı
(Küçük tavşanın çorbası koyu, kötü
korkutan bir yüzü olan çocuk yatı-
kişinin yüreği kanlı.)
yormuş.) îkî çüstîg iki yüzlü: "Sin
çüreksî- 1. Heyecanlanmak, cesarete îkî çüstîgzîn, Antip." V. Şulbayeva
gelmek. 2. Çekinmek, korkmak: (Sen iki yüzlüsün, A n t i p . f
"Uluğ turanın îzîgîn çadap tîdînip
çüstîr- Suda yüzdürmek.
azıp, çüreksi-çüreksi kfr parğan." V.
Kobyakov (Büyük evin kapısını çüstük Yüksük: "Apçaynın sol
güçlükle açıp, çekine çekine gir- holındağı irgîdegî altın çüstük
miş.) 3. Telâşlanmak. çıltırap hal tur."G. Topanov (İhtiya-
rın elindeki eski altın yüksük parıl-
çürektîg s. Yürekli, cesur, korkusuz. dayıp duruyor.)
arığ çürektîg temiz kalpli, algım
çürektîg sakin, rahat. cüze s. Aralıksız, fasılasız, cüze nanmır
sağanak yağmur.
çüs(ı.)s. Yüz, 100 sayısı.
çüzeg Şişek, iki yaşında koyun.
"Sizîktîg polza, çüske dee çitîre
sanirğa ügrenfp alar." N. çüzer s. Yüzer, yüz yüz: "Pray la pîr
Tyukpiyekov (Zeki ise, yüze kadar polıbızarlar, pray la tuğannar, çüzer
da saymasını öğrenir.) Çîdîktîg çil hada çurtapçalar." N.
-116-
çuzTm çyotna>
Domojakov (Hep beraber olurlar, çüzîs- Yüzüşmek, suda birlikte yüz-
bütün akrabalar, yüzer yıl birlikte mek.
yaşarlar.) çüzüg Balta kılıfı.
cüzîm bk. cüzüm cüzüm Yüzüş, yüzme.
cüzîn bk. cüzün cüzün 1. Yüz, surat. 2. Kılık, dış görü-
çüzîs- (birlikte) Yüzmek. nüş. 3. Huy, karakter. 4. Ruh hâli.
çüzîs Yüzüş, suda yüzme: "Çolım minin çyotnay Çift sayı.
- çüzîs pu talayca / Çobağlarnı, örçî
tobıra / Izînerge holım suğlanğanca
/Harazıp salğahtı azarğa." M.
Bainov (Yolum benim, yüzüş bu
denizce / Acıları bir uçtan diğerine
geçerek / izinizde elim ıslanana ka-
dar / Gayret dalgaları geçmeye.)
-D-
demobilizovannay s. Tezkereci, terhis
daa Dahi, da. Çabıs taa polza, adım
olan.
par, homay daa polza ipçîm par.
Atasözü (Kısa da olsa atırrTvar, kö- demobilizovat' pol-Terhis olmak.
tü de olsa karım var.) demokrat s. Demokrat.
damba Bent, set. demokratiçeskay s. Demokratik.
darvinizm Darvincilik. demokratiya Demokrasi.
data Tarih, pis'monın altında data demokratizirovat' pol- Demokratik-
turğan mektubun alt kısmında tarih leşmek.
vardı. demokratizm Demokrasi.
datçanin Danimarkalı. demonstratsiya Gösteri, yürüyüş.
datçanka Danimarkalı kadın. denaturat Bozuk ispirto.
datskay s. Danimarka'yla ilgili. denşçik Emir eri.
davlenie Basınç, kiinîn davleniezî hava depo Depo.
basıncı, atmosferanın davleniezî depriçastnay gr. Zarf fiille ilgili.
atmosfer basıncı. deputat Milletvekili, mebus.
debet Gider. derevenskay s. Köylü, köyle ilgili.
debyut tiy. Sahnede ilk oyun, ilk adım. derevnya Köy: "Çoh, ağan, parçathan
dee De, dahi: "Min, îceme dee toğaspin, derevnyada minm tanıstarım par."
nay ür pol pardım." V. Kobyakov N. Domojakov (Yok ağabey benim
(Ben annemle karşılaşmayan da gittiğim köyde tanışlarım var."
çok uzun zaman oldu.) pır dee hiç: dermatin Dermatin, suni meşin.
"Çohırahtan pasha pir dee arğızı
desant ask. Çıkarma birlikleri.
çoğıl." V. Kobyakov (Çohırah'tan
başka hiç arkadaşı yok.) desantnik ask. Karaya çıkarılmış asker.
deepriçastie zf. Ulaç, zarf fiil. desyatnik Ekip başı, grup başı.
defis Küçük çizgi. detdom Yetimhane.
dejurnay Nöbetçi. detsimetr Desimetre.
dekabr' Aralık (ayı). deyatel' Faaliyet adamı, faal.
dekada On gün. dezertir Kaçak, asker kaçağı.
dekan Dekan. dezertirovaf pol- Asker kaçağı olmak.
deklaratsiya Deklârasyon, beyanat, dezinfektsiya Dezenfekte etme.
demeç. dezinfektsiyala- Dezenfekte etmek.
dekoratsiya Dekorasyon. dınya Kavun.
dekret Kararname. diagnoz Teşhis.
dekrettig s. Kararnameyle ilgili. diagonal' Diyagonal.
del'fin Yunus balığı. diagramma Diyagram.
tielegat Delege. dialekt Lehçe.
delegatsiya Delegasyon, heyet. dialektiçeskay s. Diyalektik.
demarkatsionnay s. Hudutsal, sınırsal. dialektika Diyalektik: "Sinîn
demilitarizatsiya ask. Askersizleştirme. nımahtarında dialektika zakonı
dozor - 119- dyujina

dozor ask. Devriye. duga Kavis, eğmeç.


dozornay s. ask. Devriyeyle ilgili. duhi Parfüm, esans.
drama ed. Dram. duhovoy Nefesli.
dramatiçeskay s. Dramatik. duş Duş.
dramaturg Dram sanatı. düşman Düşman: "A min kemnî
dramkrujok Tiyatro derneği. araçılaam? Duşmannamı, ol hanğa
drap Çuha. tospas hushunnarnı." V'. Şulbayeva
(Peki ben kimi kurtardım? Düşman-
dratva Ziftli iplik. ları, o kana doymaz kuzgunları.)
drob' Saçma (av için.)
drujina Müfreze. dvigatel' Motor.
dub Meşe. dvorets Saray.
duer Düello. dvoryanin Asilzade.
düet müz. Düet. dyujina Düzine.
-E-
e ünl. E! e, pu sin nooni e, bu sensin eekpeylîg Önlüklü, eekpeylîg pala
ha! önlüklü çocuk.
ebe Babanın veya dedenin kardeşinin eektîg Çeneli, enesi olan: "Pu sîzîk
hanımı. sıraylığ, îk ç eektîg, terpek hazan
ebekey Hamileye yardımcı olduğuna tühdergen oshas pastığ tadar." N.
inanılan ruh. Domojakov (Bu şiş suratlı, iki çene­
ebîce bk. ebe li, yuvarlak kazan döndürülmüş gibi
başlı Hakas.)
ebîrge kız. Kaymak kabı.
ebonit Ebonit. eel- Eğilmek: "Anın nîske söögîcee
ecek Taban: "Sapog ödîkterînîh muzıkaa kilîsffre niik eelçe." V.
ecekîerînde dee nime-de çarıp Tatarova (Onun ince vücudu müzi-
parçathan." F. Burnakov (Çizme to- ğe uygun şekilde hafifçe eğiliyor.)
puklarında bir şey parıldıyor.) eelcek Kolay eğilir, elastikî, eğilebilir:
ecektîg Tabanlı. "Eelcek çiit horba çili, iptîg pügîlçe."
ecîgey Bir tür peynir. V. Tatarova (Elâstikî genç dal gibi
düzgünce bükülüyor.)
eden ünl. Hoppaa!
eeldîr- Eğmek.
edere- 1. Cesareti kırılmak. 2. Dağınık
olmak. eeldire zf. Eğerek, bükerek: "Ol, sol
ederees Özensiz, pasaklı. azağın eeldire pazıp, ağassar
ahşap çörsıhhan."\l. Kobyakov (O,
edereg Cesaretini kaybetme. sol ayağını bükerek basıp, ağaca
edeş anal Boğaz. doğru aksayarak yürümüş.)
ee (ı.) 1. Sahip. "Soldat kîzî sapogtığ eelen- (ev) İyesi gelmek, cin gelmek.
polarğa kirek polğan, -çoohtan saldı eelendîr- Sahiplendirmek: "Ben cazını
hula attın eezî." F. Burnakov Asker öfire parça / Eelendîrçe anı
kişi çizmeli olmalıymış, diye konuş- tabısnah." M. Arşanov (Sahipsiz
tu kula atın sahibi.) Çarğıcı pîske ovayı geçerek gidiyor / Sahiplendi-
ülüs nimes pîspîs ülüstîn eezî. riyor onu sesle.)
Atasözü (Yargıç bize kader
yazmaz, kaderimizi yazan biziz.) eelîg s. Sahipli, iyeli. "Anı uluğlar, eelîg
eezi çoh sahipsiz. 2. İye, sahip ol- tağ tip, pisti horğıtçahnar." M.
duğu düşünülen ruh, tanrı, tağ eezî Çebodayev (Onu büyükler, iyeli dağ
dağ iyesi, suğ eezî su iyesi, ot eezî diyerek bizi korkuturlar.) İb eelîg,
ateş iyesi. pas miilîg. Atasözü (Ev sahipli, baş
beyinli.)
ee (ıı.) ünl. Ya-ya.
eemek (başta) Bıngıldak.
eek Çene. eek sağalı çene sakalı, keçi
sakalı. "Eek sağalın hıymtrathlap, een (ı.) s. Boş, ıssız, kimsesiz: "Anı
hazi körîp, çe am daa tabıstığ apsahtıh çalğıs hızı Nona önetîn,
homıs hılı östeenJne tööy ünnen curt eenge tööy körinmezin tip
tapsap salğan." A. Çerpakov (Çene artıshan." A. Çerpakov (Onu ihtiya-
sakalını kımıldatıp, dik bakıp, kopuz rın biricik kızı Nona bilerek, ev ıssız
teli gibi sesle konuşmuş.) metruk görünmesin diye bırakmış.)
een tura metruk ev: "Toraydıh
eekpey Çocuk önlüğü. abazı, andar nimee, ol een turazar."
- 122 -
een ekspozitsiya
A. Çerpakov (Toray'ın babası, ora- egoist Egoist, bencil.
ya niçin 'gidiyorsun' o ıssız eve.) egoizm Egoizm, bencillik.
een cazı ıssız ova. eh ünl. Eh! Ey\"Eh, hudayım, öörkî
een (ıı.) Omuz. een-moyın alış- boynu- çayaanım, sinin holıhda çörçebîs."
na sarılmak. V. Şulbayeva (Ey Tanrım,
een (m.) Hediye yukardaki yaratıcım senin elinde
een (iv.) 1. Banko, oyunda el sahibi yaşıyoruz.)
olmak. 2. Löve. ejengeş kız. Üşengeç.
een-hool tekr. Issız "Anan sah ek (ı.) Çene. ek söögî çene kemiği, krş.
mındağoh een-hool çazıca eek
çalğızaan çöre halğan Topin ek (ıı.) ünl. Ah!, hay! ek, haydi
çistezJ." N/Nerbişev (Sonra tam körbedîm! ah, nasıl görmedim!
böyle ıssız ovaya doğru tek başına ekay ünl. Hay!, Vay!
yürüyüp gitmiş Topin eniştesi.) ekipaj Ekip, mürettebat, samolyot
eere- Katıla katıla gülmek: "K / 7 ekipajı uçak mürettebatı.
çitpinçetken çili, tın alıp polbinça, eklektizm Eklektizm.
anan tudığ çoh turaa toldıra eerep ekleş Kız. "r" veT seslerinF'g" gibi söy-
sıhça." V. Şulbayeva (Hava leme.
yetmiyormuş gibi, nefes alamıyor, ekologiya Ekoloji.
sonra kendini tutamayarak evi dol- ekonomiçeskay s. Ekonomik.
duracak şekilde katıla katıla gülü- ekonomika Ekonomi: "Ekonomika
yor.) surığları mağaa çağın arah." V.
eerîne zf. Geğirerek: "Eenne dee Şulbayeva (Ekonomi sorunları bana
sııhtabıssam, Eezim pu la çiis daha yakın.)
çitîrçe." N. Tinikov (Geğirerek ses ekonomist Ekonomist.
çıkarsam / Sahibim hemen yem ekonomiya Tutumluluk, tasarruf.
getirir.) ekran Ekran.
eermek Süzme yoğurt. eksel- sag. Titremek.
effekt 1. Etki, sonuç. 2. Efekt. ekskursiyonnay s. Geziyle ilgili.
effektîg s. Efektif, etkili. ekskursiya Gezi.
efir kim. Eter. ekspeditor Mal sevk eden.
eg- Eğmek: "Haydağ daa anı hazır çiller/ ekspeditsiya Araştırma gezisi.
Ee-püge pazıp polbacahnaf." N. eksperiment Tecrübe, deneme.
Tinikov (Ne kadar kuvvetli de olsa eksperimental'nay s. Deneysel.
sert rüzgârlar / Eğip büküp yıka- eksperi Eksper, uzman.
mamışlar.) Ças ağastı huraalahha ekspertiza Ekspertiz, kontrol.
eg, olğannı tuzında ügret. Atasö- ekspluatator Sömürücü.
zü (Yaş ağacı kurumadan eğ, ço-
ekspluatirovat pol- Sömürmek.
cuğa zamanında eğit.) emek eg-tel
eğmek. eksponat Numune.
eksponirovat' pol- Sergilemek, teşhir
eğen s. Eğilmiş: "Anın azahtarı attın îkî
etmek.
mıhtızına ipti, önetîn eğen nime çili,
hoyralğlap partır." V. Kobyakov (O- eksport ihraç.
nun bacakları, atın iki yanına uygun eksportnay s. ihracatla ilgili.
bilerek eğilmiş şey gibi bükülmüş.) ekspozitsiya 1. müz. Giriş. 2. Ekspozis-
egîl- bk. eel- yon, sergileme.
ekspress -123- epoha

ekspress Ekspres. ellkteecî sag. Alaycı, müstehzi.


ekspropriyorovat' pol- İstimlâk et- eiîktet- Alaya aldırmak.
mek. ellem Tahta.
ekstern Dışardan, ekstern. ellik Eldiven.
ekte- (ı.) Destek koymak. em- Emmek.
ekte- (ıı.) Çenesine vurmak. emaP Mine, emaye.
ekvator coğ. Ekvator.
emal'lığ s. Mineli, emayeli.
ekvatoriyal'nay s. Ekvatoral.
emalirovannay s. Mineli, emaye.
ekvivalent Mukabil, eşdeğer.
emblema Amblem.
ekzamen Sınav, vıpuskoy ekzamen
bitirme sınavı, ekzamen pir- sınava emcek Meme.
girmek. emcekte- Emzirmek.
ekzamenatsiyonnay s. Sınavla ilgili. emdeş şor. Keten torba.
ekzamenatsiyonnay komissiya emdir- Emzirmek.
sınav komisyonu. emek 1. Tel. timîr emek demir tel. 2.
ekzamenovat' pol- Sınav yapmak. Bilezik, halka.
ekzaminator Sınav yapan. emektîg s. Telli.
ekzamplyar Nüsha. emigrant Göçmen.
ekzema tıp. Ekzema. emigratsiya Muhaceret, göçme, iltica
ekzotika Egzotik. etme.
elektriçeskay s. Elektrikli, elektrik: emigrirovat pol- Göçmek; iltica etmek.
"İbînîn îstî pray çaltırapça, radiozı
par, elektriçeskay lampoçka köyce." emik anal Bıngıldak.
S. Çarkov (Evin ii bütünüyle emîs- Emzirmek: "Palaların, emîzîp,
parıldıyor, radyosu ç ar, elektrik azırap çör."\l. Kobyakov (Yavrula-
lâmbası yanıyor.) rını emzirip,, besliyor.)
elektriçestvo Elektrik emîstîr- Emzirtmek.
elektrik Elektrikçi, injiner-elektrik elekt­ emotsiya Duygu, his.
rik mühendisi. empiriokrititsizm fel. Ampiriokritisizm.
elektroenergiya Elektrik enerjisi. en (ı.) b k . een
elektromontyor Elektrikçi.
en (ıı.) Bayan elbisesinde şerit, nakış.
elektromotor Elektrik motoru.
ene Anne. krş. ine.
elektron Elektron.
energetika Enerji bilimi.
elektroset' Elektrik iletme sistemi.
energiya Enerji, atom energiyazı atom
elektrostantsiya Elektrik santrali.
enerjisi.
elektrotehnika Elektroteknik.
entsiklopediya Ansiklopedi.
element Element, eleman.
entuziazm Şevk, heyecan.
elementarnay s. iptidaî, ilkel.
epidemiya tıp. Epidemi, salgın, tif
elem-salam Aleyküm selâm.
epidemiyazı tifo salgını.
elevator Silo.
epigraf Epigraf, yazıt bilimi.
elîk (ı.) zool. Yabanî keçi.
epigramma Epigram.
elik (ıı.) sag. Alay, istihza.
epilog Epilog.
elîkte- sag. Alaya almak, biriyle eğlen-
mek. epitet ed. Epitet.
epoha Devir, çağ.
- 124-
epos ey
epos ed. Destan. eskadra ask. Filo.
er Erkek. Tabırğı çortpaan tağ çoğıl, eskadron ask Bölük.
tarıhpin ösken er çoğıl. Atasözü eskalator Yürüyen merdiven.
(Geyik koşmayan dağ yoktur, darlı- eskimos Eskimo.
ğa düşmeden büyüyen er yoktur.)
krş. ir eskimoska Eskimo kadın.
estafeta Bayrak yarışı.
era Devir, çağ.
estefatalığ s. Bayrak yarısıyla ilgili.
ere- Gülmekten katılmak: "Nime çaspas
hıstar urokta, Hıniina erep, estetiçeskay s. Estetik, estetikle ilgili.
talcıhhan."M. Bainov (Hiç yanılmaz estetika Estetik.
kızlar derste / İlginçliğine gülüp estonets Estonyalı.
kendilerini kaybediyor.) estonka Estonyalı kadın.
eres- Gülmekten katılaşmak. estonskay s. Estonla ilgili.
eres Gülmekten katılış. estrada Sahne. estradaa sıh- sahneye
eret- Gülmekten katılaştırmak. çıkmak.
ergîs- Şakalaşmak, oynaşmak. eşelon ask Rütbe, kademe.
erin- Üşenmek, erinmek: "Kirek andağ etaj Kat. îkîncî etaj ikinci kat.
polğanda, erînîp odırar ba za pîr
etajerka Etajer: "Tatiap parğan timîr
ças irtkence." A. Kuzugaşev (iş
ornahtar, etajerka, şkaf." V.
böyle olunca, üşenip oturacak mı
Şulbayeva (Paslanmış demir yatak-
bir yıl geçene kadar.)
lar, etajer, raf.)
erîncek s. Erinen, üşenen, yavaş. etajtığ s. Katlı, köp etajtığ çok katlı.
Erîncek kî z î odırıp uzupça, çadıp
toğınça. Atasözü (Erinen kişi otu- etika Etik.
rup uyur, yatıp çalışır.) İbektin irnî etiket Etiket.
çağlığ, erfnçektîn pazı etimologiya gr. Etimoloji.
hağdannığ. Atasözü (ivenin dudağı etnograf Etnograf.
yağlı, erinenin başı kepekli.) "Çe etnografiya Etnografya.
Çobat sağamğı îzîg çayğı künnerde
evakuatsiya Tahliye etme, boşaltma.
amir, erîncek ahçatça." N.
Domojakov (Fakat Çobat 'ırmağı' even Even.
bu sıcak yaz günlerinde sakin, ya­ evenk Evenk.
vaş akıyor.) evenkiskay s. Evenkle ilgili.
erînîstîg s. Erinen, üşenen: "Çe Vaska evenskay s. Evenle ilgili.
şkolaa çağdabıshanda, çügürgenge evfemizm Hüsnütabir.
mayığıbızıp, anan arınca erînîstîg
evkalipt Okaliptüs.
pastırısha kîr parğan." A.
Kuzugaşev (Fakat Vaska okula evolyutsiyonizm Tekâmül, evrim.
yaklaşınca, yürümekten mayışıp, evolyutsiyonnay s. Tekâmülle ilgili.
sonra yürüyüşünü üşenerek yavaş- evolyutsiya Tekâmül, evrim.
latmış.) evolyutsiyalan- Tekâmül etmek, geliş-
erîs- (birlikte) Üşenmek, erinmek: mek, tehnika tabırah
"irgîdegîler, erfzerge polip, îdök evolyutsiyalança teknoloji hızlı ge-
horğıtçan poltırlar." G. Kazaçinova lişiyor.
(Eskiler üşendiklerinden, böyle kor- ey Hey!
kuturlarmış.)
ermek Süzme yoğurt.
eruditsiya s. Geniş, engin bilgi.
-F-
faşist Faşist: "Nemets faşistten çirîbîske
fa müz. Fa.
ileede kir kilîbîstîler." F. Bumakov
fabrika Fabrika: "Kolhoz, sovhoz, Alman faşistleri yurdumuza çok gir­
fabrikaların Küresçebîs tııdarğa." diler.)
M. Kokov (Kolnoz, sovhoz, fabrika­
faşizm Faşizm.
ları / Mücadele ediyoruz sağlamlaş­
tırmaya.) faza Safha, evre.
fabrikant Fabrikatör. fazan Sülün.
fabrikat Mamul (eşya). federatsiya Federasyon.
fabula ed. Konu, süje. fel'dşer Sağlık memuru.
fakel Meşale. fel'eton Fıkra, köşe yazısı.
fakel'şçik Kundakçı. feodalizm Feodalizm.
fakt Olgu, vakıa. ferma Çiftlik: "Uluğ nimes aalnıh kîzîlerî
çazıdağı toğısta paza aalnıh oortah
faktör Faktör, etken.
fermazmda polğlaannar." İ.
fakul'tet Fakülte: "A haydağ fakuitette Topoyev (Küçük köyün insanları
ügrengezer? Matilda." V. ovadaki işte ve köyün çiftliğindey-
Şulbayeva (Peki hangi fakültede mişler.)
okuyorsunuz? Matilda.)
fermer Çiftlik sahibi, ç i f t ç i .
fal'sifikator Sahtekâr.
festival' Festival.
familiyal. Soyadı: "Anzı km
fevral' Şubat: "Fevral künînîh çap~çarıh
familiyaları. İn üstünde pazıl
çariina harahtarı gaitan turğan." A.
parğan." A. Çerpakov (Şu insanla­
Kuzugaşev (Şubat gününün apay­
rın soyadları. En üste yazılmış.) 2.
dınlık ışığında gözleri kamaşıyor.)
Soy.
fil'm Film.
fanatik Fanatik.
fil'tr Filtre.
fanatizm Fanatizm.
filiyal Şube.
fanera Kaplama, kontrplâk.
filolog Filolog.
fanfara müz. Uzun b o r u .
filologiya Filoloji.
fantaziya Fantezi.
filosof Filozof: "Könf, haydi tfpçeler
fara Far. avtomobil' faraları otomobil
filosoftar, konkretno surığ
farları. turğızarbıs." V. Şulbayeva (Doğru,
farfor 1. Porselen. 2. Porselen(den). nasıl söylerler filozoflar, somut soru
farfor îdîs-hamıs porselen kap sorarız.)
kaçak. filosofiya Felsefe: "Novosibirsk
farmakolog Farmakolog. universitedînîn filosofiya
farmakologiya Farmakoloji. fakultedfnîh studentf polğam." V.
farmatsevt Eczacı. Şulbayeva (Novosibirsk Üniversite­
fars tiy. Fars, yalın güldürme oyunu. sinin Felsefe Fakültesinde öğrenci
idim.)
fartuk Önlük.
fasol' bot. Fasulye. final Final.
fason Model, kesim. finansovay s. Malî.
finiş -126- funt
finiş Finiş, bitiş. formatsiya Gelişme safhası.
finişte- Sona ulaşmak. formirovat' pol- Şekillendirmek,
finskay Fin. biçimlendirmek.
fitil' Fitil. formula Formül.
fizik Fizikçi. formulirovat pol- Formüle etmek.
fizika Fizik. fortap'yano Piyano.
fizilogiya Fizyoloji. fortoçka Vazistas, pencere gözü.
fiziyolog Fizyolog. fosfor kim. Fosfor.
fizkul'tura Beden eğitimi. fotoapparat Fotoğraf makinesi.
flag Bayrak: "Tura pulunnarında flagtar fotoğraf Fotoğrafçı.
hızılğlap parğan."\l. Kobyakov (Bi­ fotografirovat' pol- Fotoğraf çekmek
na köşelerinde bayraklar kızarıyor.) fotografiya Fotoğraf, resim.
flakon Kapaklı şişe. fotokartoçka Fotoğraf.
flanel' Fanila. foye Fuaye.
flang Cenah, kanat. fraktsiya Grup, hizip, fraksiyon.
fleyta Flüt. frantsuz Fransız: "PîreezT tipçe, cüzin
flot Filo: "Kirek polza, pistin vozduşnay tadar adın frantsuz." V. Şulbayeva
flot / lırçaa toğır horıhpin turar." M. (Birisi diyor, yüzün Hakas adın
Arşanov (Gerekirse, bizim doğu f i ­ Fransız.)
lomuz / Düşmana korkusuzca karşı frantsuzka Fransız bayan: "A min olarğa
koyar.) min suras frantsuzkabın." V.
flyaga Matara. Şulbayeva (Fakat ben onlar için ev­
fokus Hokuspokus, şaşırtıcı oyun. lilik dışı Fransızım.)
fol'klor Folklor. fraza Cümle.
fonar' Fener: "Alcıbay, elektriçeskay frazeologiya Deyim, tabir.
fonarnan pozının çolın çarıdıp ala, frezernay Freze.
zaboynın tübînzer ide pastır frezerovşçik Frezeci.
sıhhan, çe ırah par polbaan." S.
f ront Cephe.
Çarkov (Alcıbay, elektrik feneriyle
kendi yolunu aydınlatarak, maden frontovik Cephede bulunan asker.
ocağının ucuna doğru yürümüş, fa­ frukt Meyve.
kat çok uzağa gidememiş.) frukttığ Meyveli.
fond Fon: "Ahçazın haydağ-da fondtarğa fufayka Kazak: "Pozı, fufaykazın
sürîbîsçe." V. Şulbayeva (Parasını suurğan." İ. Topoyev (Kendi kaza­
birtakım fonlara yatırıyor.) ğını çıkarmış.)
fonetika gr. Fonetik. fugasnay Lâğım.
forma Forma, şekil, biçim. fundament Temel, esas.
formalığ s. 1. Formalı, belirli bir tip elbi­ funktsioner Fonksiyonel: "A min nimee
sesi olan: "Öön postan, prayzı çarabaan funksionerbm." V.
soldat formalığlar." A. Çerpakov Şulbayeva (Fakat ben bir işe yara­
(Belli başlılarının hepsi askerî mayan fonksiyonelim.)
elbiseli.) 2. Şekilli. funktsiya Fonksiyon, vazife, görev.
formalist Şekilci. funt Libre.
formalizm Şekilcilik.
furajka - 127- futbolist

furajka Kasket: "Anan çaacı pu al ipti futbol Futbol, futbol myaçı halhaa
izer oyiinzar altandırıbıshan, pazına kire toğılahtan parğan futbol topu
pozınınoh furajkazın kizîrtîbısken." kaleye yuvarlana yuvarlana girdi.
F. Burnakov (Sonra savaşçı bu futbol oyna-futbol oynamak.
kahramanı eyer çukurluğuna futbol ist Futbolcu.
bindirilmiş, başına kendi kasketini
giydirimiş.)
furgon Üstü kapalı araba: "Boçkanı
furgonğa, hap çili, haap, ir
taarlacah."M. Bainov (Fıçıyı araba­
ya torba gibi tutarak yüklemiş.)
-G-
garantiyalığ s. Garantili.
ga Hektar.
gabardin 1. Gabardin(kumaş). 2. Ga­ garderob Gardırop, elbise dolabı.
bardinden) gabardin pal'to ga­ garem Harem.
bardin palto. garmon' Armonika.
gabarit Ölçü, ebat. garmonika Armonika.
gagara zool. Pupla. garmonist Armonikacı.
gal'vaniçeskay s. Galvaninizmle ilgili. garmoniya müz. Ahenk, uyum.
gal'vanizatsiya Galvaniz yapma. garnir Garnitür.
gal'vanometr üz. Galvanometre. garnitür Takım.
gal'vanoplastika tek. Galvanoplâsti. garnitura Garnitür.
galantereya Tuhafiye, galantereya garnizon ask. Garnizon.
magazini tuhafiye mağazası. garpun Zıpkın.
gaiereya Galeri. kartina gastrol' Turne.
galereyazı resim galerisi. gastrolirovat' p o l - Turneye çekmek.
galife Külot. gastrolyor Turneye çıkan sanatçı.
galiyutsinatsiya Halüsinasyon. gastronom 1. Yemek sever, yemek
galoşa Galoş. uzmanı. 2. Yemekle ilgili.
galstuk Kravat: "KögenegMn appağas gastronom magazini yiyecek ma­
moydırığına palğaan hara torğı ğazası.
galstugın, M salaazınan tööle gastronomiya Boğaz düşkünlüğü.
tibfretçe." G. Topanov (Gömleğinin
gaubitsa ask. Obüs.
bembeyaz yakasına bağlanan si­
yah ipek kravatını, iki parmağıyla gauptvahta ask. Askerî hapishane.
devamlı oynatıyor.) gavan' Liman.
galstuktığ s. Kravatlı: "Am kırles hırinzar gaz (ı.) Gaz.
hızıl galstuktığlar çağdabıstı." F. gaz (ıı.) Tül.
Burnakov (Şimdi merdivene doğru gazeta 1. Gazete: "Uzun odırçıhta İvan
kırmızı kravatlılar geliyor.) Petroviç gazeta hığırıp odırça." V.
galun Şerit, sırma. Şulbayeva (Uzun oturakta İvan
gamak Hamak. Petroviç gazete okuyup oturuyor.)
gamaş Tozluk. künnîn say gazeta hığır- her gün
gazete okumak. 2. Gazeteyle ilgili.
gamma müz. Gam. gazeta toğınçızı gazete çalışanı.
gangrena tıp. Kangren. gazeta çacını gazete kağıdı.
gangster Gangster. gazetçik Gazeteci.
gaplologiya gr. Hece düşmesi. gazifikatsiya Gaz hâline getirme.
garaj Garaj: "A mında altın çeçpe çoğıl / gazifitsirovaf pol- Gaz hâline gelmek.
Anın ornına garaj turca." V.
gazogenarator Gazojen, gaz jeneratö­
Maynaşev (Fakat burada altın direk
rü.
yok / Onun yerine garaj var.)
gazolin kim. Gazolin.
garantiya Garanti, garantiya pir- garan­
gazomyot ask. Gaz makinesi, gaz atan
ti vermek.
makine.

gazon gimnastiçeskay

gazon Çimen. gazonça çörerge geroçeskay s. Kahramanlık.


çarabinça çimlerde yürümek ya­ geroika Kahramanlık tarihi.
sak.
geroinya Kahraman kadın.
gazta- Gazlamak.
gaztığ s. Gazlı. geroizm Kahramanlık. îstenîs geroizmî
gegemon Hegemon. emek kahramanlığı.
ğegemoniya s. Hegemonya. geroy Kahraman: "Pistin geroyıbıs
gektar Hektar. ograda îzîgînzer oylabıshan." A.
gektograf Hektograf. Kuzugaşev (Bizim kahramanımız
geliy kim. Helyum. bahçe kapısına doğru koşmuş.)
gemoglobin Hemoglobin. giatsint bot. Sümbül çiçeği.
general G e n e r a l . gibrid biy. Melez.
general'nay s. Başlıca, genel. gibridizatsiya biy. Melezleştirme.
generalitet Generaller.
gidrant Yangın musluğu.
generator Jeneratör.
gidrat kim. Hidrat.
genetika biy. Genetik.
geniy Deha. gidravliçeskay s. Hidrolik.
geniyal'nay 1. Dâhi. 2. Dâhice. gidravliçeskay press hidrolik pres.
genştab Genel kurmay. gidravlik Hidrolik.
geodeziya Jeodezi, meseha bilgisi. gidrid kim. Hidrit.
geofizika Jeofizik. gidroaviatsiya Su havacılığı; deniz
geograf Coğrafyacı. uçakları.
geografiçeskay s. Coğrafî. gidrobiologiya Hidrobiyoloji.
geografiçeskay karta coğrafî hari­
gidroelektrostanitsya Hidroelektrik
ta.
geografiya Coğrafya. santrali.
geoiog Jeolog: "Paskaa, Naytaa, geolog gidrogenerator Su jeneratörü.
ipçîlerge paza mağaa - çibîrgî gidrogeolog Hidrojeolog.
çastan hay-hay artıh, çe pîs am gidroliz kim. Hidroliz, idroliz.
daa çiitpîs, anzı sın." V. Tatarova
(Paska'ya, Nayta'ya jeolog kadınla­ gidrolog Hidrolog.
ra ve bana, yirmi yaş epey uzak, gidrologiya Hidroloji.
fakat biz hâlâ genciz, bu gerçek.) gidroplan Deniz uçağı.
geologiçeskay s. Jeolojik. gidropul't Şırınga, pompa.
geologiya Jeoloji. gidrostanitsiya Hidroelektrik santrali.
geometriçeskay s. Geometrik. gidrotehnik Hidrotekniker.
geometriya Geometri, hendese. gidrotehnika Hidroteknik.
georgin bot. Dalya, yıldız çiçeği.
giena zool. Sırtlan.
geran' bot. Itır ç i ç e ğ i .
gigant Dev, devasa
gerb Arma.
gerbariy bot. Kurutulmuş bitki koleksi­ gigiena Hijyen, temizlik.
yonu. gigroskop Nemölçer.
gerbtîğ s. Armalı. gigroskopiçeskay s. Hidroskopik.
german Alman: "German çmnzer çır gil'za (Fişek) kovanı.
körerge parça odır." V. Şulbayeva gimn Millî marş.
(Almanya'ya yer görmeye gidiyor.)
gimnast Jimnast.
germanskay s. Alman, Alman'la ilgili.
gimnastiçeskay s. Jimnastikle ilgili.
germetiçeskay s. Hermetik.
gimnastika -131 - gramota

gimnastika Jimnastik. gorn Piyade borusu.


gimnastyorka Asker gömleği. gorod Şehir.
gimnazist Liseli; kolej öğrencisi. goroh Nohut.
gimnaziya Lise. gorsovet Şehir meclisi.
ginekolog Jinekolog. goryuçay Yakıt.
ginekologiya Jinekoloji. gosbank Devlet bankası.
giperboia Mübalağa. gosbyudjet Devlet bütçesi.
giperbolalığ s. Mübalağalı. goskredit Devlet kredisi.
gipertoniya tıp. Hipertansiyon. gospital' Hastane.
gipnotizyorHipnozcu. gospodskay Derebeyi.
gipnoz Hipnoz. gospoja Bayan, hanım efendi.
gipnozta- Hipnoz etmek. gostinitsa Otel.
gipotenuza mat. Hipotenüs. gosudartsvo Hükümet.
gipoteza Hipotez. gosudartvennay s. Devletsel.
gips 1. Alçı. 2. s. Alçı(dan). gotoval'nya Pergel takımı.
girlyanda Çelenk. govor gr. Ağız, şive.
girya Kantar, terazi taşı. graç Ekin kargası.
gitara müz. Gitar: "Altı hıllığ gitaram gradus 1. Derece, açı. 2. Derece, sıcak­
Alton ünnen köglezîn." V. lık seviyesi.
Maynaşev (Altı telli gitarım / Altmış gradusnik Termometre, sıcak
sesle çalınsın.) ölçer: "Holtiicaa altına kızı idinin
gitarist Gitarcı. izlin sinecen gradusniktî
glagol gr. 1. Fiil, eylem. 2. Fiille ilgili. suğıbıshan, anan îstîp tuthlap
glasnay gr. s. Ünlü, sesli, glasnay körgen."\. Kotyuşev (Koltuğu altına
tapsağ ünlü ses. insan vücudunun sıcaklığını ölçen
dereceyi sokmuş, sonra çekip
glisser Glisör.
bakmış.)
glist zool. Kurtçuk, solucan.
grafa 1. Sütun. îkîncî grafada ikinci
glitserin Gliserin. sütunda. 2. Paragraf.
giobus coğ. Y e r küresi. grafik Grafik.
glyukoza Glikoz. grafika gr. Grafi, şekil yazısı.
goliandets s. Hollandalı. grafin Sürahi.
golovastik zool. İribaş. grafit Grafit.
golubok zool. Güvercin, sas golubok grajdanin Yurttaş, vatandaş.
yabanî güvercin, mir golubogı ba­
grajdanskay s. Yurttaşlık.
rış güvercini, golubok uyazı g ü ­
vercin yuvası. grajdanstvo Vatandaşlık, yurttaşlık.
gonçar Çömlekçi. gramm Gram.
gonorar Ücret. grammatiçeskay s. Gramerle ilgili.
gorçitsa Hardal. grammatika Gramer.
gorelka Havagazı brülörü. grammofon Gramofon.
gorizont Ufuk. gramota 1. Diploma, vesika, belge. 2.
Okuma yazma: "Pu kıstı gramotaa
gorkom Şehir komitesi.
ügretse, ol kizi polar." N.
granat
-132- gvozdika

Tyukpiyekov (Bu kıza okuma grek Rum, Yunanlı.


yazmar öğretilirse, o adam olur.) grelka Su tandırı.
granat (ı.) 1. Nar (meyvesi). 2. Nar (a­ grifel' Arduaz parçası.
ğacı). grim Makyaj.
granat (ıı.) Granat, grena. gripp Grip.
granata Bomba: "Granitsa tın holda / grippoznay s. Grip(li.)
Kirek tirîg timinde / Kilgen ıırcaa
gripptîg s. Gripli, grip olmuş.
ölerge / Granata, uh orında!" M.
Kokov (Sınır sağlam ellerde / Ge­ grossmeyster Grosmayster.
rekli silâh hazırda / Gelen düşmanı gruppa Grup.
öldürmeye / Bomba, mermi yerin­ gruppirovka Gruplaşma.
de!) gruşa Armut.
granit Granit gruz Yük.
granitsa Sınır, hudut: "Granitsa tın gruzçik Y ü k işçisi, hamal.
holda, Kirek tirîg timinde, Kilgen
gruzovik Y ü k arabası.
ıırcaa ölerge Granata, uh orında!"
M. Kokov ((Sınır sağlam ellerde / guba coğ. Körfez, koy.
Gerekli silâh hazırda / Gelen düş­ gubernator Vali.
manı öldürmeye / Bomba, mermi guberniya Vilâyet.
yerinde!) gubka zool. Sünger.
granka Tashih provası. gudok Düdük.
gravyor Hakkak, oymacı. gumanist Hümanist.
gravyornay s. Oymacılıkla ilgili. gumanitarnay Sosyal.
gravyura Hakkak işleri, gravyür. gumanizm Hümanizm.
grebyonka Dişli kol. gutaiin Kundura boyası.
greçeskay s. Yunana ait. gvardeets Muhafız subayı.
greçiha Arnavut darısı. gvardeyskay s. Muhafız, muhafızla ilgili.
greh Günah, yazık.
gvardiya Hassa.
grehtığ s. Günahlı.
gvözdika 1. Karanfil. 2. Kuru karanfil.
=Hh
haacı bk. hacı haalas Adımlama, adımlayış.
haah Kabuk. haalas- 1. Adımlaşmak. 2. Geçişmek,
birlikte aşmak.
haah- (ı.) (diş) Kamaşmak, hastah
çistek çîp, tîzîm tabrah haah par- haalat- 1. Adımlatmak: "Cazım uluğın
dı olgunlaşmamış yemiş yiyince d i ­ hızırıp / Çapçan ide azaam
şim kamaşıverdi. haalattıh."S. Kadışev (Geniş ovamı
kısaltıp / Çevikleştirerek adımlattın.)
haah- (ıı.) (hasta) Kötüleşmek.
2. Geçirmek, aşırmak.
haahta- Kuş ötmek, karga gaklamak:
haalha Bahçe kapısı, bahçe duvarı ka­
"Pos filin pîlbinçetken kizî harğaa
pısı: "Kölîglîg attarnı sığarıp,
tööy: haahtapca, haahtapça, a pîlîp
ograda haalhazı çaapçathan Klaşa,
al, nime haahtapça." V. Şulbayeva
oylap kiVıp, tapsaan." İ. Kostyakov
(Kendi dilini bilmeyen insan karga­
(Koşumlu atları çıkarıp bahçe kapı­
ya benzer: Gaklar, gaklar, bil baka­
sını kapatmış Klaşa, koşup gelerek
lım niçin gaklar.)
konuşmuş.)
haahtas- Kuşlar ötüşmek, goluboktar
haalhalığ Kapılı, kapısı olan: "Kök
haastasçaiar güvercinler ötüşüyor­
haalhalığ turacahtı kör salıp,
lar.
közenek hıhnzar pas kilgen." S.
haahtat-Kuşu öttürmek. Çarkov (Mavi kapılı evi görüp, pen­
haahtır- (ı.) Dişi kamaştırmak. cere yanına yürümüş.)
haahtır- (ıı.) (hastayı) Kötüleştirmek, haama 1. Leş. 2. Alçak, rezil: "Ay-a-ay,
ağırlaştırmak. haamalar! - hoylarınzar körîp,
haal Çubuk, nîskecek haal ince çubuk. hıyğanah tabısnah hıshırıbısça."' V ' .
hazin haal akağaç çubuğu. Kobyakov (Ay, ay, alçaklar! -
haala- 1. Yürümek, adımlamak: "Hoy koyunlarına bakıp ukalaca bir sesle
hadarıp haalap tur odırzıh, ya?" V. bağırıyor.)
Kobyakov (Koyun otlatıp adımlayıp haafi Mart, halk takviminde üçüncü
duruyorsun ha?) 2. Geçmek, aş­ ay.
mak, atlamak, irkîn azıra haala- haancıh Yiğit, çîtîg haancıh afacan.
eşiği geçmek, atlamak. 3. Geliş­
haap (<hap-ıp) Kapıp: "Timur anı çalaas
mek, ilerlemek, inkişaf etmek, çon
hol nah moynınah haap alğan." I.
demokratiya çolınca tabrah
Topoyev (Timur onu çıplak eliyle
haalapça halk demokrasi yolunca
boynundan kapmış.) "Sanca,
çabucak ilerliyor.
könekter haap, çügürgen." İ.
haalağ 1. Adım. pîr dee haalağ itpe bir Topoyev (Sanca kovaları kaptığı
adım bile atma! pastağı haalağlar gibi koşmuş.)
çocuğun ilk adımları, polğan na
haar- 1. Kızartmak yablah haar-
haalağ say adım başı, her adımda.
patates kızartmak. 2. Kavurmak:
uluğ haalağlarnan büyük adımlar­
"Talğannı ayrannah alay ba
la, haalağ hos- adım atmak.
abırthınah haarıp, IzJp alzah,
haalağ it- adım atmak, adımlamak.
haydağ daa aar toğısta tabırah
2. Adım, uzunluk ölçüsü çalbağı
suhsabassıh, astabassıh." N.
çibirgî haalağ genişliği yirmi adım.
Tyukpiyekov (Unu, ayranla veya
haardır -134- habas

abırthıyla kavurup, içsen, iş ne ka­ yağlı kemer.) 2. Kayış(tan). haas


dar zor olursa olsun, acıkıp susa- hur kayış kemer, haas piçîk kayış
mazsın.) huzuh haar- çam fıstığı kamçı, haas hamcı kayış kamçı.
kavurmak. 3. Yakmak. T z î g timîrge haas çügen(ek) kayış dizgin.
holım haanbıstım sıcak demirde haaşbk. Haas ( ı . )
elimi yaktım. 4. Soğuktan kavrul­ haat- 1. Somurtmak, surat asmak. 2.
mak, dağlanmak, sooh timîr (istenilen kız) Reddetmek.
haarça soğuk demir dağlıyor.
haay sag. Ekşi.
haardır- 1. Kavurtmak. 2. Kızartmak. 3.
haba sag. Kav.
Soğuktan dağlanmak, kavrulmak.
habağ Balık ağı.
haarğan Lânetli, melun: "Su-uyt,
haarğan!. Su-uyt, çik pashanl- habah içki: "Purunğı ulus habahtı
hıshırîp, ol, Tkî holın tarbaytıp, tohti hurcunah ülecehner, amdığılar,
tüzîp, talğı çili aylahîanıbısça." V. tîzeh, suğ la çili îsçeler." V.
Kobyakov (Oşşt melun! Oşşt alçak Tatarova (Eski insanlar içkiyi yük­
şeytan, o iki elini açıp, durup kar­ sükle bölüşürlermiş, şimdikiler ise
maç gibi dönüyor.) su gibi içiyorlar.)
haarğıs (ı.) Uzun, kalın kap. haban Erkek domuz.
haarğıs (ıı.) Yassı. habar 1. Haber, bilgi. tügencî
habarlar son haberler, ibden çahsı
haarğıs (m.) Beddua, kargış.
habar aldım evden iyi haber aldım.
haarğısçıl s. Bedduacı. Habar hatığ, hattar çadığ. Atasö­
haarıl- 1. Kavrulmak. 2. Kızarmak. 3. zü (Haber kötü, karılar uykucu.) "Pu
Soğuktan dağlanmak, kavrulmak. habar, pray cayılıp / Parçan çonğa
4. Yakılmak. istîlgen." P. Ştıgaşev (Bu haber hep
haarım Yulaf unuyla ayranın karıştırıl­ yayılıp / Bütün halka duyulmuş.) 2.
masından elde edilen içecek. İhbar, haber verme: "Mında pistin
haari sap- Vurmak. dee tuyuh habarda timnen çörgen
kîzilerparba haydağ."V. Kobyakov
haari t a r t - Aniden çevirmek, sertçe dön­
(Burada bize gelen ihbarda, hazır­
dürmek.
lanan kişiler varmış galiba.) 3. Söy­
haarta zf. Bütünüyle, tamamen: lenti, şayia, rivayet, habar çoh ha­
"Polğan ayaan haarta oortaazıh, bersiz.
Mağaa pir tamcıh haldirbin." M.
Bainov (Olan merhametini bütünüy­ habarla- Haber vermek, bilgilendirmek:
le yudumladın / Bana bir damla b ı ­ "Anın üçün min sirerge, kilzinner
rakmadan.) tip, habarlaabın çi." V. Kobyakov
(Bu yüzden ben size gelsinler diye
haartpah Müstehcen söz. haber gönderdim.) andağı
haas (ı.) Kaçin veya Kaç (Hakasların bir habarlarnı habarla oradaki haber­
boyu) haastarnıh arazında hırğıs leri bildir.
söök par Kaçinlerin arasında Kır­
habarlan- Haber almak, bilgi almak.
gız boyu var.
habarlas- Haberleşmek, bilgilenmek.
haas (ıı.) 1. Kayış, kemer: "Toraattın
hollaanıh haazın hatap palğap turıp habas- Kubaşmak, yardımlaşmak, ortak­
olçoohtap turca."V. Kobyakov (Do­ lık kurmak: "Amdı sin mağaa ot
ru atın kolanının kayışını yeniden taarlirğa habazar nooh, ya, ay-ool?
bağlayıp konuşuyor.) Çazıda -külimzirep çoohtança kilgen kizi."
çağlığ haas. Bilmece, yılan (Ovada V. Kobyakov (Şimdi sen bana ot
habasçı -135 - habırıh

yüklemede yardım edersin, ha? d i ­ habıncıh kız. Kapı kolu.


ye gülümseyerek konuşuyor gelen babındır- Aklına getirtmek, anlaşılmasını
kişi.) sağlamak: "Oloh tuşta ağaa sağıs
habasçı Yardımcı: "Çohırah Aydonıh sın habındırğan ol amir, haydağ-da
habasçızı polğan." V. Kobyakov pashaçıl açıhçarıh ün." N.
(Çohırah. Aydo'nun gerçek yardım­ Domojakov (Tam o sırada onun an­
cısı olmuş.) lamasını sağlamış o sükunet, farklı
habat Ölçülü, dengeli, habadı çoh apaçık ses.)
aastığ ağzı ölçüsüz. habınıs Akla gelme, hatırlama.
habazığ Kubaşma, yardımlaşma, aktif habınıstığ Akla yatkın, uygun: "Ol pir
olarak katılma: "Pîstîn sarınan dee habınıstığ sağıs kirin polbin
habazığ çoh polar." V. Şulbayeva odırğan."H. Domojakov (O hiç uy­
(Bizim tarafımızdan yardımlaşma gun çözüm bulamayarak oturmuş.)
olmayacak.) habırah Yolculuk telâşı.
habığış Kamaşma. habırahtan- (yolculuğa) Hazırlanmak.
habıh Kabuk: "Habıh la oshassın. - Pa­ habıra tart- Kabarmak fanera sıh çirde
zım aylança."V. Şulbayeva (Kabuk habıra tartıp parğan kaplama
gibisin. Başım dönüyor.) krş. nemli yerde kabarmış.
bastırırı. habırahna- (midesi) Ekşimek.
habıl- 1. Bürünmek, kaplanmak: "Çirnîh habırğa 1. Kaburga. 2. Böğür, yan:
üstü toop pastabıshan / Çullar "Yakın, at üstünde îlîn polbin, at
haraa habılça." A. Topanov (Yerin habırğazınzar nandığıp parğan." V.
üstü donmaya başlamış / Dereler Kobyakov (Yakın at üstünde tutu­
geceye bürünüyor.) 2. Tutuşmak. namayıp atın kaburgasına doğru
sızır otha habılıbıstır saman ateş dönmüş.) 3. Yamaç: "Tigey
almış. habırğazında tarap parğan
habılıs 1. Kapılma, tutulma, yakalanış. çılğılarzar üküs salğan." N.
2. Tutuşma, ateş alma. Domojakov (Tepe yamacına dağı­
habın- 1. Kapma, tutunma, yapışma: lan yılkılara doğru koşmuş.) 4. Uç,
"Aydo, kinetîn habına tartıp, tîs pas­ sınır. 5. mec. Çocuk. îkî habırğam
tana tura honıp, hoynınah çarımni sındır saldım iki çocuğumu göm­
kisken Jpek tübî sığar kilgen." V. düm.
Kobyakov (Aydo, aniden tutunup, habırğaia- Böğrüne, yanına vurmak. 2.
dizlerinin üzerine kalkıp, koynundan Dağ yamacına gitmek, yürümek.
yarısı kesilmiş ekmek parçası ç ı ­
habırğalas- 1. (birlikte) Böğürlerine
karmış.) 2. mec. Anlamak, farkına vurmak. 2. (birlikte) Dağ yamacına
varmak: "Ol, harah azıp, sağ ıs taa yürümek.
çahsı habınarğa mahnanmaanda,
pazoh tazılas istîlgen." N. habırğalığ s. Kaburgalı, güçlü kuvvetli.
Domojakov (O göz açıp tam da ne habırğalığ at güçlü, kuvvetli at.
olduğunu anlamadan yeniden pat­ habırğali zf. 1. Kaburgadan, böğürden,
lama işitilmiş.) Soonda habınzan, yandan holın habırğali tut salıp
oray polar. Atasözü (Sonunda an­ stolça saphan kolunu yanlara aça­
larsan geç olur.) rak masaya vurmuş. 2. Yamaçtan
tağ habırğali tüskem dağın yama­
habıncah El bagajı, tudıncah-habıncah
cından indim.
tekr. eşya, kap kaçak.
habırıh s. Kambur.
- 136-
habırıl hada

habırıl- (yılan) Kıvrılmak, bükülmek. man, b) Hiçbir zaman Huu pastın


habis 1. Kapışma, tutuşma, mücade­ harağına hum tolbas hacan daa,
le: "Sarığ tay uluğ ala habis açın paynın harağına altın tolbas
çügünste çılğılarzar çidîzîp hacan daa. Atasözü (Kır başlının
odırğan." N. Domojakov (Sarı tay gözüne hiçbir zaman kum dolmaz,
büyük kaçışmada yılkılara doğru aç gözlü zenginin gözüne hiçbir
koşup yetişmiş.) 2. mec. Kapış, zaman altın dolmaz.) anın
tutma, yakalama: "Sağısıras çoh zavettarın pîs hacan daa
nanğa çathanda, uygu daa tadılığ, undubaspıs onun öğütlerini hiçbir
anın habızı daa halın." N. zaman unutmayacağız, hacan
Domojakov (Kaygısız yana yattı­ pîree bir gün. hacannah peer uzun
ğında, uyku da tatlı, onun uykuya zamandır, çok eskiden beri.
dalışı da derin.) 3. Mücadele. 4. hacannah hacanğa asırdan aşıra,
Kavga etme, dövüşme. yüzyıldan yüzyıla, hacanğı çok ö n ­
ceki, hacanğı purunnah çok eski­
habis- (ı.) 1. Kapışmak: "Çohır aday,
den, evvel zamandan.
ahsah taa polza, pos salınmaan:
habıza tüsken." N. Domojakov (Ala hacı- Bıçak eğrilmek.
köpek, aksak da olsa, serbest b ı ­ hacı 1. Şerit hacızı kîlînneh itken şeridi
rakmamış, kapışıvermiş.) 2. Tu­ kadifeden yapılmış. 2. Pantolon
tuşmak. 3. Mücadele etmek. 4. Sa­ kemeri.
vaşmak. hacıla- Kenarına şerit dikmek, tonnı
habis- (ıı.) sag. (ateş) Tutuşmak. hızı] torğınah hacılaan elbiseyi kı­
habistir-1. Kapıştırmak. 2. Tutuşturmak. zıl ipek şeritie süslemiş.
3. Mücadele ettirmek. haç- Kaçmak: "Tappin halcıhpıs, alçah
habızığ 1. Kapışma, tutuşma,. 2. Bir­ atha münîp, haçıbıstır." V.
leşme, ilişme, yapışma. 3. Mücade­ Kobyakov (Bulamadık, kısa ata b i ­
le etme. 4. Dövüşme, savaşma. nip kaçmış.) his haçadır, ool
hablıh Küçük deri torba, dağarcık. nanadır kız kaçar, oğul döner. krş.
has-
habo Kav: "Habonıh tadılığ ızı tunçuhha
haça- Hırslanmak, kin beslemek.
saphan." N. Domojakov (Kavın tatlı
isi kokmuş.) krş. haba haçağ 1. Hırslanma, kin besleme. 2.
haboldırıh Küçük deri torba. İnatçılık etmek.
haborta zf. 1. Tam orta, orta haçan- Darılmak, küsmek.
yer haborta çardım tam ortadan haçı 1. Sekreter, başkan: "Annan hada
kestim. 2. On ikiden, tam isabet. 3. komsomol komitedînm haçızı
Tam. 4. Tam zamanında. 5. Karşı­ Çaptıkov polğan." S. Çarkov (O­
sında. nunla birlikte Komünist Gençler Bir­
liği Komitesinin başkanı Çaptıkov
hacağay İnatçı, direngen, hacağay his
varmış.) 2. Sekreter, yazıcı, yaz­
inatçı kız. hacağay çılgı
man: "Mına haçı his pazoh haydağ-
altandırarğa pirbînçe inatçı at ü­
da pîçık ağıldı." S. Karaçakov (işte
zerine bindirmiyor.
sekreter kız yine bir yazı getirdi.)
hacan zf. Ne zaman, hacan kilerzîn?
ne zaman geleceksin? hacan-da haçır- Kaçırmak, sürmek, kovalamak.
her zaman, hiçbir zaman, ol kirek maldı haçır-malı sürmek.
hacan-da polğan o olay çok eski­ hada zf. Birlikte, beraber: "Hara pazıbıs
den olmuş, hacan daa a) Her za- hazarğanca, hada polarcıhpıs, ah
hadağ
- 137 - hadıt

tîzîbîs sarğalğanca, hada malnıh hadariin / Has üstüneh ha-


çölenerçikpîs." V. Tatarova (Kara rapçalar." A. Topanov (Çok malın
başımız ağarana kadar birlikte o­ otlanmasını / Tepe üstünden
lurduk, ak dişimiz sararıncaya ka­ gözetliyorlar.)
dar birbirimize destek olurduk.) hadarıl- Beklenmek, güdülmek, otlatıl­
hada ügrengebîs birlikte öğrenim mak.
gördük, hada çurta- birlikte yaşa­ hadarıs Bekleme, gütme, otlatma.
mak, hada töreen harındas kan
hadarıs- Birlikte beklemek, gütmek: "Am
kardeşi. Hada astap, hada suhsap
ol pazoh pabazına hoy hadarıs
çör, çe arğızınnı tastaba. Atasözü
turar."\. Kotyuşev (Şimdi o yeniden
(Birlikte acık, birlikte susa, fakat ar­
babasıyla koyun otlatır.)
kadaşını bırakma.)
hadart- Otlatmak, gütmek, inek hadart-
hadağ 1. Karakol 2. Nöbet: "Sol
inek otlatmak.
holında Kiçîg hıyığ tağlar hadağda
çili turlar." F. Burnakov (Sol yanın­ hadığlas Ceza.
da Küçük Hıyıg dağları nöbette gibi hadıl 1. Katmanlı, kuşatmalı.)H/r//7
duruyorlar.) 3. Bekçi, nöbetçi. hadıl çaada daa Kirek nandırığ
hadağcı Nöbetçi, bekçi, ib hadağcızı pirerbîs." M. Kokov (Kırk katlı sa­
evde oturmayı seven. vaşta da / Gerekli cevabı veririz.) 2.
Katlı: "İki hadıl tas paza pir hadıl
hadar (ı.) Yağ tabakası.
ağas turalar." İ. Kotyuşev (İki katlı
hadar (ıı.) Satır, çizgi. taş ve bir katlı ağaç evler.) 3. Taba­
hadar (m.) kız. Talihsizlik. ka: "Am daa harashı hadılınah
hadar- 1, Gütmek, otlatmak mal sörön saapçathan." S. Çarkov (Hâ­
hadar- mal otlatmak: lâ da karanlık tabakasından serinlik
"Aydonah hada mal hadarıp, hara vuruyor.)
hoylarnı açın ahnıh ahsına kirerdeh hadıl- (ı.) Bir şeyi bahane etmek,
köp aracılıdır." V. Kobyakov (Aydo yersiz çıkışmak, gönlünü kırmak,
ile birlikte mal otlatıp, kara koyunla­ ağız kavgası etmek, sataşmak:
rı vahşî hayvanların ağzına düş­ "Hadılba ağaa! Matilda Horıhpa,
mekten kurtarıyor.) Püür hoynı hadılbassım." V. Şulbayeva (Sa­
hadarbacan. Atasözü (Kurt koyunu taşma ona. Matilda: Korkma sa­
gütmez.) 2. Beklemek : "Timur, taşmam.) kirek çoh nimee
könektin çarımınca urıbızıp, in hadılarğa gereksiz şeyi bahane
hırında hadar sıhhan." İ. Topoyev etmek.
(Timur, kovanın yarısına kadar dö­
hadıl- (ıı.) Kıvrılmak.
küp, inin yanında beklemeye baş­
lamış.) hadılcah Müşkülpesent.
hadıldır-Gereksiz yere arasını açmak.
hadarçı 1. Çoban, bekçi: "Yakın çılnıh
hoyın irte çashıda hadarçılanna hadılıs Sebepsiz çekişme, çıkışma.
peer ağıldıradır."V. Kobyakov (Ya­ hadılıs- Sebepsiz çekişmek, birbirine
kın, her yıl koyununu ilk baharda çıkışmak.
çobanlarına buraya getirtiyor.) 2. hadıllığ Katlı, tabakalı. îkî hadıllığ iki
Çobana ait hadarçının ırı çobanın
katlı, tabakalı.
türküsü, kolhoztın mal hadarçızı
kolhozun çobanı, ağas hadarçızı hadın (ı.) Kadın, bayan. k r ş . hadıt
ormancı, aday- sın hadarçı zağar. hadın (ıı.) Dinlendirilen (tarla).
hadarığ Bekleme, g ü t m e , otlatma: "Halıh hadıt 1. Kadın. 2. Yaşlı kadın.
hağas - 138- hahpan

hağas kız. 1. Kâğıt. 2. Mektup. 3. Bel­ turğlabıshanın sizin salıp, hahap


ge. parğannar." A. Çerpakov (Fakat et­
hağba 1. Koruyucu melek. 2. Ruh. 3. rafta insanların durduğunu sezip
Koruyucu, bekçi. şaşırmışlar.) 2. Korkmak, ürkmek.
hağbalığ s. Koruyucu meleği olan. hahacah 1. (silâhta) Horoz. 2. Bir çocuk
hağdan Kepek. oyunu.
hahacahtığ Horozlu (silâh), hahacahtığ
hağdannığ Kepekli ibektîn irnî çağlığ,
erinçektîn pazı hağdannığ. Atasö­ mıltıh horozlu tüfek.
zü (tvenin dudağı yağlı, erinenin h a h a l a - 1 . Gagalamak, gagasıyla yerden
başı kepekli.) hağdannığ pas ke­ yiyecek toplamak.
pekli baş. hahas 1. Şaşma, şaşırış, hayret etme.
hağdır 1. Zayıf keçi veya koyun derisi. 2. 2. Korkma, ürkme, korkuş, ürküş.
Bu deriden kürk. hağdır tonnığ kö­ hahastığ 1. Şaşırtıcı, şaşılacak, hayret
tü deri elbiseli. verici: "Mında haydağ-da hahastığ
hağıl- (ı.) 1. Vurulmak. 2. Tanecikler oy in parçathan odır."H. Domojakov
dökülmek. (Burada şaşırtıcı bir oyun oynanı­
yor.) nimedîr mında hahastığ?
hağıl- (ıı.) Boşalmak, ıssızlaşmak, t e n ­
bunda şaşılacak olan ne? hahastığ
halaşmak.
kîzî şaşılacak kişi. 2. Korkunç, ür­
hağılğan Leş. kütücü.
hağır- Öksürüp tükürmek, balgam
hahat- 1. Şaşırtmak. 2. Korkutmak,
tükürmek: "Sinî, taynap-taynap alıp,
ürkütmek.
hağırıp tüküriblzerîm kilce." V.
Şulbayeva (Seni çiğneyip çiğneyip hahır- Öksürüp balgam tükürmek.
öksürüp tüküresim geliyor.) hahırım 1. Ekşitilmiş ayran. 2. Sert içe­
cek, içki.
hağırıh Balgam.
hağırt Yerleşme yeri. uluğ hağırt büyük hahla- (ı.) Gagalamak, gagasıyla yem
toplamak: "Arthan-urthan daa
kasaba, hağırttağı pala köy çocu­
çîzem, Toshanca hahlap alçam."N.
ğu.
Tinikov (Artık martık da yesem /
hağla- 1. Baltayla yontmak. 2. kaç. Doğ­
Doyuncaya kadar gagalıyorum.)
ramak, yarmak.
hahla- (ıı.) Islık çalmak. Çistem çır
hah- 1. Vurmak, çarpmak:
altında hahlapça. Bilmece, dağ fa­
"Tükpeyçetken nimenî tumzuğınah resi (Eniştem yer altında ıslık ça­
hağıbıshan." N. Domojakov lar.)
(Tümseklenen şeye gagasıyla vu­
ruyor.) 2. (müzik aleti) Çalmak. hahpah 1. Kapak. 2. sag. Göz kapağı.
homıs hah- kopuz çalmak. hahpahtığ s. Kapaklı: "Sol holında
hah (ı.) 1. Ağaçlı alanda açıklık. 2. hahpahtığ irgi tüüs paza ödîk
kiptecen ip tudın saltır." A.
Ağaçta çukurluk, oyuk.
Çerpakov (Sol elinde kapaklı eski
hah (ıı.) Suda balık olan yer. bir kap ve çizme dikecek ip tutu­
hah (m.) Çöp, atık madde. yor.)
haha 1. Gaga. 2. (silâhta) Horoz. 3. hahpan Kapan, tuzak: "Sırer prayzınar
(çadırda duman deliğini çevreleyen) ağaa hahpannar turğıshazar." V.
Çember. Şulbayeva (Sizin hepiniz ona tuzak­
haha- 1, Şaşmak, hayret etmek, şa­ lar kuruyorsunuz.) tülgü hahpanğa
şırmak: "Çe ibîre kîzîler haap pardı tilki kapana girdi.
hahpas
-139- hal

hahpan turğıs- kapan kurmak, t u ­ hahtaa 1. Arı kovanı. 2. Sığırcık yuvası.


zak kurmak, hahpanğa haap par- hahtal- Silkilmek, sarsılmak.
dım tuzağa düştüm hahtan- Silkinmek: "Harool çapsınğlap
hahpas Ağaç kabuğu: "Turacah paza parğan ottarın hahtana, pözîk çardı
anın hırında tıt hahpazınah çaphan iziktî azıp, kire halğan." N.
anmarah tur." V. Kobyakov (Küçük Tyukpiyekov (Harool, yapışan otları
ev ve onun yanında melez kabu- silkeleyerek büyük ahşap kapıyı a­
ğuyla kapatılmış küçük ambar d u ­ çıp, giriverdi.)
ruyor.) hahpas soy- kabuk soy­ hahtat- Silkeletmek, sarstırmak.
mak, ibnîn üstîn hahpasnan
hahtıh Sacayağı.
çaphannar evin üzerini kabukla
kaplamışlar, krş. hahpın hahtıh- Kaybetmek, başarılı olamamak.
hahpastal- Kabuklanmak, kuruyup ka­ hahtır- 1. Vurdurmak. 2. (müzik enstrü­
buk bağlamak: "Zoyka, tıpladıs ara­ manı) Çaldırmak.
zında la suğa çidîp, suğa hahpastal hakas Hakas: "Harahtannah hakas
parğan irnîlerinen hazalparğan." H. polçathanı îkincîlecee çoh
Domojakov (Zoyka, çabucak suya pîldîstig." I. Kotyuşev (Gözlerinden
ulaşıp, susuzluktan kuruyan dudak­ Hakas olduğu şüpheye yer bırak­
larını suya daldırdı.) mayacak şekilde anlaşılıyor.)
hahpay kız. Yonga. hakas tîlî Hakas dili: "Çürekterî
ködîrîlgennerineh hakas tîlîne
hahpın Kapan, tuzak krş. hahpas.
kîrizibîskenner."A. Kuzugaşev (Yü­
hahpor- Delirmek, aklını yitirmek, palam rekleri kabardığından Hakas diliyle
hahporça çocuğum deliriyor. konuşmaya başlamışlar.) hakas
hahsa- (i.) 1. Gevezelik etmek. 2. Ağla­ çom Hakas halkı.
mak, sızlamak. hakasskay s. Hakas, Hakasla ilgili.
hahsa- (ıı.) Kurumak: "îcezî töremi! as hakasta- Hakasça konuşmak.
çarbazınah, hahsap parğan söökter
hakastap zf. Hakasça.
suğıp, pîçirölig ügüre haynatçan,
pîreede it toğırabısçah." N. hal (ı.) 1. İntizamsız, tertipsiz, düzensiz
Tyukpiyekov (Annesi devamlı buğ­ hal k î z î intizamsız kişi. 2. Tecrübe­
day yarmasıyla, kurumuş kemikler siz, acemi. 3. Görgüsüz, görmemiş.
koyup peynirli çorba kaynatıyor, hal (ıı.) sag. 1. Güçlü, sağlam: "Aydonıh
bazen de et doğruyordu.) ağas îdi tîllenîp çoohtaan çooğı Çabustıh
könek hahsap parğan ağaç kova hal çüregîn haynat salğan." V.
kuruyup çatlamış. Kobyakov (Aydo'nun böyle dile ge­
hahsağ Taşlık (yer). lip anlattığı şeyler, Çabus'un güçlü­
ğü yüreğini kaynatmış.) 2. Güçlü,
hahsah sag. Kısmet, t a l i h .
zor: "Halıh çonı timnen sıhça / Hal
hahsah- Kurutmak. hıshını sahsınıp." A. Topanov (Hal­
hahsahtır- Kurutmak. kı insanları hazırlanıyor / Zor kışı
hahsat- Kurutmak. bekleyip.)
hahta- 1. Silkmek, sarsmak, sallamak: hal (m.) Tatsız, yavan, hal ügre tatsız
"Çaya hahtabıshan, pladıcahnah ah çorba.
sastığ pazın, anan moynın sıybap h a l - 1. Kalmak: "Hayzı kîzîler at
parıp..." A. Çerpakov (Açıp silkele­ azağında, hanaa teerpeginde hal
mek, mendille ak başlı saçını, son­ turlar." M. Kokov (Bazı kişiler at al­
ra boynunu sıvazlayıp...) tında, atlı arabanın tekerleği altında
- 140-
halağay halbağas

kalıyor.) Hurup taa parza, kölnîn Tanrım, kadınlar bağırışıyorlar.)


odı halar; öl tee halza, hıyğanın halama Serbest, açık. annanar halama
adı halar. Atasözü {Kurusa da gö­ çol polar ondan sonrası açık yol
lün otu kalır, ölse de iyinin adı ka­ var.
lır.) 2. Kalmak, artmak: "Hazanahta halan 1. Angarya. 2. Zorbalık. 3. Vergi.
haynathan suğ halğan polar." İ. 4. Sömürü.
Kotyuşev (Kazanda kaynatılmış su
halap Taşkın, su baskını.
kalmış olmalı.) 3. Tamamlanmak,
sona ermek anlamında yardımcı fiil halas Ekmek: "Stol üstünde hurug
olarak kullanılır: "Hahaa uluğ butılkalar, stakannar, halas
çorıhta aal arazınzar kire halğan, oondahtarı." V. Şulbayeva (Masa
paza horıh parğan Zoykanıh üstünde boş şişeler, bardaklar, ek­
nîskecek sııdı ipçlzînın açığ mek kırıntıları.) Halas çirîn
tabızınan hada hahaa kilçetse, pes üstünde odırba. A­
hoğdıraannah puthalıstıra tasözü (Canın ekmek yemek iste­
aralasçathanı istfl halğan." N. diyse, ocağın üstüne oturma.) ha­
Domojakov (Atlı araba büyük bir las iderge ekmek pişirmek.
hızla köyün içine girivermiş, halat 1. Entari, sabahlık. 2. Önlük: "Anan
Zoyka'nın incecik ağıdı, karısının İliskecek pir sumkadah ah haladın
acı sesi ve araba gürültüsüyle karı­ sığarabas, kızıp alğan, oolahtın
şık işitilmiş.) min çat-haldım ben tözee hazında odırıbıshan." İ.
uyuyakaldım. Kotyuşev (Sonra İliskecek bir çan­
tadan ak önlüğünü çıkararak giymiş
halağay Isırgan o t u .
ve çocuğun yanına oturmuş.)
halah (ı.) Un karıştırma sopası krş.
halğah. halathı (ı.) Olta mantarı.
halah (ıı.) ünl. A, o h . halathı (ıı.) Kızak i p i .
halahta- Ümitsizlik içinde bağırmak, halathılığ s. İpli (kızak): "Halathılığ
oflamak, pohlamak. soorğa kölgen pora attığ." M.
Çebodayev (İpli kızağa koşulan bo­
halahtan- Ah çekmek, ahlanmak,
ra atlı.)
vahlanmak: "Huday abacah, -
halahtanıp ala, Payusa, hacanoh halattıg s. Sabahlıklı, sabahlık giymiş:
üreen, çe tabılbin ür pol parğan "Öör hastamı uzun halattıg çoon
kîzînîh sööğîn körîp alarga pügür ineyek sımıhnah huydır
kîrçetkenge tööy sürdep ala, pariğanı körîn parça." N.
apsahtıh soonah îzîkser kîrerge Tyukpiyekov (Sürü kazlarını uzun
mökeygen." A. Çerpakov (Aman sabahlıklı, iri yarı, kamburlaşmış
Tanrım, ah vah içinde, Payusa, nine ıslıkla ürkütüp kovalıyor.)
çoktan ölmüş, fakat uzun zaman halayba bk. halayma
bulunamamış insan cesedini gör­ halayma 1. Sürü. 2. Çok (mal), halayma
meye girercesine çekinerek ihtiya­ mallığ, ibî toldıra istîg sayısız
rın ardınca kapıdan girmek için e­ mallı, ev dolusu servetti.
ğildi.)
halba Y a b a n î sarımsağa benzer bitki.
halahtanıs- (birlikte) Bağrışmak, ah halba- Yağını, kaymağını almak, süt
çekmek: "Nime polbinça çir üstün­ üstün halbapça sütün kaymağını
de, huday abacah ipçîler alıyor, ügre üzîn halbapça çorba­
halahtanıshannar." A. Çerpakov nın yağını alıyor.
(Ne olmuyor yer üstünde, aman
halbağas zool. Bir ördek t ü r ü .
halbah
-141 -
halhah
halbah (ı.) 1. Geniş: "Anın nîskecek halcımah bk. halca.
moynıcağı, halbah pöfîktJg pazın halçay- Eğilmek, bükülmek.
tîrep sıdabin, hoyralarğa hınçathan
halçap bot. Sümbülgillerden çok yıllık
çili körînçe." V. Kobyakov (Onun
incecik boynu, geniş börklü başını bir bitki.
taşıyamayıp, eğilmiş gibi duruyor.) haldıh Kocanın küçük kardeşi, ağabeyi
halbah ton geniş elbise, halbah öldüğünde onun karısıyla evlenme­
hanattığ geniş kanatlı. 2. Sarkık. si gereken küçük kardeş.
halbah hulah büyük kulak (köpek haldır- Bırakmak: "Polğan ayaah
için.) haarta oortaazıh, Mağaa pir tamcıh
halbah (ıı.) Abajur, lamba kapağı. haldırbin." M. Bainov (Bütün vicda­
halbah (m.) Yağda kızartılmış ekmek. nını tamamen çiğnedin / Bana bir
halbala-Yabanî sarımsak toplamak. damla bırakmadan.) zapiska hal­
tayğazar halbalap parıbıshannar dır- tezkere bırakmak, krş. halğıs-.
ormana yabanî sarımsak toplama­ haldırbah Sinirli, asabî.
ya gitmişler. halğah Un karıştırma sopası krş. halah.
halbalas- (birlikte) Yabanî sarımsak halğancı 1. Kalan, artan, üzeri.
toplamak. halğancızın sat- kalanını sat­
halbalat- Yabanî sarımsak toplatmak. mak, ahçazının halğancızın
halbalığ Yabanî sarımsağı bol olan yer. halına pirgen parasının üzerini eli­
halbanna- 1. Elbisesi bol gelmek. 2. ne vermiş. 2. Kalıntı, kırıntı.
Yalpalayarak gitmek: "Çoğar halğancızı tadılığ kırıntısı tatlı.
tastaan çuruh çili, halbahnap irgîdegî çurtastın halğancızı eski
uçuğıbısçalar."V. Kobyakov (Yuka­ hayattan kalanlar. 3. mat. Kalan.
rı atılan kumaş gibi yalpalanıp uçu­ halğanı mat. Kalan. krş. halğancı.
şuyorlar.)
halğannığ mat. s Kalanlı. halğanmğ
halbastan- Havada dolaşmak, dalga­ çararı mat. kalanlı bölme.
lanmak, harıcahtar kiide
halbastanğannar karlar havada halğıs- Bırakmak: "îce-pabazı köp
uçuşuyor. "Flagtar tîgde-mında nimes altın halğıs partır." N.
halbastan ip körînglep turadır." V. Tyukpiyekov (Ailesi biraz altın b ı ­
Kobyakov (Bayraklar orada burada rakmış.) toğıstı tandağa halğıs-
dalgalanıp görünüyorlar.) işi yarına bırakmak, irtîp
halbay- Elbisesi geniş gelmek, bol gel­ parğan avtomobil' benzin çizin
mek. 2. Sallanmak, yalpalanmak. halğıs parıbıshan geçip giden o­
"Ogorodında çiit tiregester tomobil, benzin kokusunu bırakmış.
halbayıbıstır." A. Çerpakov (Bahçe­ ibde palaalarım halğıs-salğam
sinde genç kavaklar sallanıyor.) evde çocuklarımı bıraktım, homay
halbır 1. Özensiz, düzensiz, itinasız 2. ügrençetken ügrencînî îkîncî
Beceriksiz, hantal, ağır kanlı. 3. i h ­ çılına halğıs salğannar kötü öğre­
tiyatsız, gafil. nen öğrenciyi sınıfta bırakmışlar.
halbırah Köreşede kayan kızak. sağısta halğıs-akılda bırakmak. îs
halbıras- Sallanmak, titremek. halğıs-iz bırakmak, krş. haldır-
halca 1. Öfkeli, sinirli, asabi. 2. Kaba. halha 1. Pencere kanadı. 2. Avlu
kapısı. 3. izbe kapı.
halcar bk. halca
halhah Kale. futbol myaçı halhaa kire
halcar- 1. Öfkelenmek, sinirlenmek. 2. toğılahtan parğan futbol topu ka­
Kabalaşmak.
leye yuvarlana yuvarlana girdi.
- 142-
halhalığ haltırat
halhalığ s. Kapılı, avlu, bahçe kapısı ağas sık orman, halın tayga sık ve
olan: "Çalaas tigeylîg çurttar hırında gür orman, halın toğıs zor iş. halın
hoos halhalığ, pözlk ah hırlığ, naa har kaim kar. halın pulut koyu, ka­
turalar öhnenîbîsken." A. Çerpakov lın bulut.
(Çıplak çatılı evlerin yanındaki, na­ halınna-Kalınlaşmak, yoğunlaşmak:
kışlanmış kapılı, büyük ak çatılı, "Hara pulut halınnabıshan, Hamın
yeni evler renklenmişti.) çaarı çağdapça." A. Topanov (Kara
halharama Geniş elbise. bulut yoğunlaşmış / Kar yağışı yak­
halıh (ı.)Kalın, başlık, krş. halın, halım. laşıyor.)
halıh (ıı.) 1. Dörtnal. 2. Geniş adım: halınnat- Kalınlaşmak, koyulaşmak,
"Toraat, ol çathan îkölehhih hırında kesifleşmek, yoğunlaşmak.
irğî ottı ottap, halıh parğan çörçe." halıpKalıp.
V. Kobyakov (Doru at, yatan o iki halıptığ s. Kalıplı.
kişinin yanıdaki eski otları otlayıp, halif 1. Halife. 2. Halifelik
geniş adımlarla yürüyordu.)
halsarığ bot. Kovıl, buğdaygillerden bir
halıh-çon tekr. Halk: "Halıh çon, mini tür bitki: "Tülgü huzuruna tööy
isfip / Hada-pîrge homzıncan / halsarığ pastarın daa haphlap
Harahtarı çastanıp / Harğastı ol halarcıh küren at." N. Domojakov
pirceh." P. Ştıgaşev (Halk millet (Tilki kuyruğuna benzer halsarığ
bunu duyup / Birlikte sızlandı / Göz­ başların da kapıp durudu yağız at.)
leri yaşarıp / Kargışı o etti.)
halsarığlığ s. Halsarığ bitkisi olan (yer.)
halıhta- 1 . Dörtnala gitmek: "Tenen çirde
haltar (ı.) s. Doru.
teep, tehmeen çirde azıra halıhtap
odıradır çügürcen sarığ tay." N. haltar (ıı.) 1. Maden işçisi, haltarlar çir
Domojakov (Değdiği yerde değip, altında toğınçalar maden işçileri
değmediği yerde üzerinden uçarak yer altında çalışıyorlar. 2. Kürek
geçiyor sarı tay.) 2. Geniş adımlarla mahkûmu.
gitmek. kiltîk-haltıh tekr. Yorgun argın, kiltîh-
halıhtasl. Dörtnala gitme. 2. Geniş haltın tüsken yorgun düşmüş.
adımlarla gitme. haltıra- Titremek: "Haltırazam soohta
halıhtat-1. Dörtnala sürmek. 2. Geniş hat iğ, Turam polcah çil iğ ton." M.
adımlarla götürmek. Ugdijekov (Titrersem sert soğukta /
halım Kalın, başlık, krş. halın, halıh Evim olur sıcak elbise.)
halın Kalın (evlilikte). Hızı! tülgü ahçaa haltırah 1. Titrek, titreyen. 2. Titreme,
turcan, his kızı halına turcan. Ata­ titreyiş.
sözü (Kızıl tilki para için bekler, haltırama s. Sert, şiddetli, haltırama
genç kız kalın için bekler.) krş. sooh sert soğuk.
halıh ( ı . ) , halım.
haltıras-Titreşmek: "Çağın arah pastır
halın s. 1. Sık (orman.) 2. Kalın (kağıt.)
parıp, haltırazıbıshan." A.
3. Kalın (kitap.) 4. Yoğun (kar.) 5.
Kuzugaşev." (Daha yakına
mec. Derin, halın uygu derin uyku.
yürüyüp, titreşmiş.)
halın tüs derin rüya. halın mtkelîg
haltırat- Titretmek: "Hatap, hatap
inatçı, direngen, halın çistekke
haynapça, Hannıg çürektT
urındım çok yemişe rastladım, ha­
haltıradıp." A. Topanov (Tekrar,
lın öörlîg çok sürülü, sayısı çok sü­ tekrar kaynıyor / Kanlı yüreği titre­
r ü , halın kii derin gökyüzü, halın tip.)
- 143 - hamnat
havla
havla Helva. hamdar- El koymak, almak.
ham Kam, şaman: "Ol tuşta pîstîh hamdıh (ı.) Kamlama, kamlayış.
imcffîs hamnar polcıh hayza." i. hamdıh (ıı.) bk. hamnah
Kotyuşev (O zaman bizim doktoru­
hamğı Çin ipek kumaşı.
muz kam imiş ne de olsa.) Kızı
hamıh 1. Pek çok. 2. Çok. 3. Bütün,
tîzen uiupça, an tîzen ırlapça.
Bilmece, kam (Kişi desen uluyor, cümle, hep.
hayvan desen şarkı söylüyor.) hamıırha- Kamın hareketlerini taklit
etmek.
hama bk. haama.
hamıs (ı.) Kamış: "Pu hamıstarda,
hamah Alın: "Pözîk hamaanıh altında
çazınıp, köölce odırınar." V.
aptapçathan oshas uluğ harahtarı
Tatarova (Bu kamışlarda saklanıp,
kîzîzer sınıhti çil iğ körçeler." N.
sessizce oturun.)
Tyukpiyekov (Yüksek alnının altın­
da büyüler gibi iri gözleri insanı de- hamıs (ıı.) Kepçe: "Pozınıh purnın
nermiş gibi sıcacık bakıyor.) hamıstağı sooh suğnah cayıp
Hamaan tirleze, hamın toh polar; alabaş, kîrge hara-pora pol parğan
holın hıymıraza, kibîn püdün po­ holısnah çızmabas, anan îcezî
lar. Atasözü (Alnın terlerse karnın turğıs salğan süttîg ayahtı kör'ıp,
tok olur, kolun kımıldarsa elbisen stol kisfıine klrçe." A. Kuzugaşev
bütün olur.) hamah söögî alın ke­ (Burnunu kepçedeki soğuk suyla
m i ğ i , îzer hamağı eyer kaşı. yıkayıp, kirden kararmış keten be­
ziyle silip, sonra annesinin bıraktığı
hamahtığ s. Alınlı.
süt dolu kâseyi görüp, masanın ya­
haman İktidar, yönetim. nına yaklaşıyor.) hazan-hamıs
hamcı Kamçı: "Hıshacah hayıs tekr. kap kaçak, ayah-hamıs kap
hamcızınah arğa pastıra kaçak. îdîs-hamıs tekr. kap kaçak,
hıcladıbısça."N. Tyukpiyekov (Kısa mutfak eşyaları; ev gereçleri.
kayış kamçısıyla arkasına şaklatı­ hamıstığ (ı.) s. Kamışlı, hamıstığ köl
yor.) namazın onar tisker pulğap, kamışlı g ö l .
adın çörgîsken kamçısını sağa so­
hamıstığ (ıı.) s. Kepçeli.
la sallayıp atını koşturmuş, atha
münmeende hamah sappa ata hamna- Kamlamak, samanlık etmek:
binmeden kamçı v u r m a . "Tüürîn tüklet kilîp hamnacahçıh
pa? Amdı pasha tus." İ. Kotyuşev
hamala- Kamçılamak: "Ol adın
(Tefini gümbürdetip kamlayacak
hamcılabıshan." N. Tyukpiyekov
mı? Şimdi başka devir.)
(O, atını kamçılamış.) Harağızın
uzupça künörkîzîn hamcılapça. hamnah Bir tür balık.
Bilmece, kayak (Gece uyur, gündüz hamnat-Şamana tedavi olmak: "Kop
kamçılar.) ham hamnathan Hoortay, çe
hamcılan- Kamçılanmak. pîrdeezîne tuns-tuza polbaan." N.
Domojakov (Birçok kama tedavi
hamcılat- Kamçılatmak.
olmuş, fakat hiçbiri fayda etmemiş.)
hamcılığ s. Kamçılı: "Izîk azıla tüsken, Hamğa hamnadıp, harashı çirge
çoon tadar Arina Petrovnaa sığarğa tüs parça, payğa pazındırza, par­
közîtken hamcılığ holınah." N. ça küzî tik parça. Atasözü (Şama­
Domojakov (Kapı açılıvermiş, iri ya­ na tedavi olan, karanlık yere düşer,
rı Hakas Arina Petrovna'ya çıkma­ zengine ezilenin bütün gücü yok o­
sını işaret etmiş kamçılı eliyle.) lur.)
hamnos
- 144- hanat

hamnos (hamno) kız. Su samuru. duvarlı otun yığınının ağaç kapısı­


hamnos pörîk su samuru derisin­ nın yanında durdurduklarında...)
den börk. hanaa Atlı araba, at arabası: "Hayzı
hamorha- bk. hamırha- kîzller at azadında, hanaa
hamzol Kadın yeleği. teerpegînde hal turlar." M. Kokov
han (ı.) Han: "Haydağ polğarı Hakasiya (Bazı kişiler at ayağında, bazıları
/ Han tuzında, pîldîstîg." M. araba tekerleğinde kalıyor.)
Arşanov (Nasıl imiş Hakasya / Han hanaaiığ s. Atlı arabalı, at arabalı:
zamanında biliniyor.) Hannın holı "Oollar çabıdahha, hıstar, kinler
hatığ, kîzî çirî küstîg. Atasözü hanaaiığ udur çügürtkenner." M.
(Hanın eli sert, kişi yurdu güçlü.) Kokov (Gençler çıplak ata, kızlar
han tigîr gök, sema, gökyüzü. yaşlılar atlı arabayla doğru koşmuş­
lar.) hanaaiığ at atlı araba.
han-hus Kartal. hanaaiığ kilgebîs atlı arabayla gel­
han-hıs Han kız, kız han. dik.
han (ıı.) Kan: "Hayda pistin hanıbıs köp hanahay 1. Boyuduruk. 2. Kavis.
tögllgen?" I. Kapçıgaşev (Nerede hanalca- Şaka yapmak: "Kadus as
bizim kanımız çok döküldü.) îkT palğaan arğızınah marğıs çörîp
çahsı pîrîkse, arazınnan suğ hahalcaan." M. Kokov (Kadus de­
ahpas, îkî çabal pîrîkse, arazınan met bağlayan arkadaşıyla yarışıp
han ağar. Atasözü (İki güzel bir o l - şakalaşmış.)
sa arasından su akmaz, iki kötü bir hanalcas Şaka. hanalcas k î z î şakacı.
olsa arasından kan akar.) han
hanalcas bk. hahalcos
tohtat-kanamayı durdurmak, han
a l - kan almak, han tök-kan dök­ hanalığ s. Duvarlı, bahçe duvarı olan,
mek, han îs-kan içmek, han ardat- çiti olan. hanalığ tura bahçe duvarı
olan ev.
kanı bozmak, çiit han oynapça yi­
ğit kanı kaynıyor. 2. Kanla ilgili, ka­ hanar kız. Yüzgeç, palıhtın hanarı balı­
na ait han-hızıl kan kırmızısı, ah ğın yüzgeci.
han yağsız inek sucuğu, hara han hanat 1. Kanat: "Pîr uğaa çoon hus, ol
toplar damardaki kirli kan. han nimenîh üstüne odırıbızıp,
tögîstîg çaa kanlı savaş. hanattarın nince gider söliriîzlneh
gaza tudıp..." N. Domojakov (Çok
han (ı.) Kalay. krş. ah horğamcıl. büyük bir kuş, o şeyin üstüne çıkıp
han (ıı.) Cıvıltı, cıvıldaşma. kanatlarını olabildiğince geniş aça­
han- Kanmak, bir ihtiyacı gidermek: "Anı rak...) hus hanattarınan sabınça
Kamat apsah uyğuzı hanğanca daa kuş kanatlarıyla çırpınıyor.
uzudarcıh." V. Kobyakov (Onu samolyottın hanadı uçak kanadı.
Kamat ihtiyar uykusu kanana kadar hanattarın kizerge kanatlarını kes­
mek, hanat çoh kanatsız, azır
uyuturdu.)
hanat çift kanat. 2. Kanat, taraf,
hana Duvar, bahçe duvarı, çit: "Hacan yan. turanın on hanadı evin sağ
hanaa terpekterl kögllg sarınnann tarafı. 3. Köşe. pu îbde sigîs hanat
haraçah oshas tudıs hanalığ bu çadır sekiz köşe. 4. Kanat, yüz­
sidennln çardı îzîglnîn hırinda geç, palıh hanattarı balık yüzgeç­
tohtadıbıshannarında..." N. leri, altın hanat zool. kızböceği.
Domojakov (Atlı araba tekerlekleri, hırna hanat zool. yarasa krş.
neşeli gıcırtılarını kutu gibi bitişik çarhanat.
- 145-
hanatha hafiırıl
hanatha (ı.) Olta mantarı krş. halathı. Kilçiçekov (Şehir içinde bayraklar /
hanatha (ıı.) Kızağı çekme. Kandık gibi renkleniyor.)
hanattan- 1. Kanatlanmak. 2. Tüyleri handıhta- Kandık kökü toplamak.
çıkmak. 2. Yaramazlık etmek. handır Böğür, yan, kasık: "Sah oloh
hanattandır- 1. Kanatlandırmak. 2. Tüy­ tuşta çohır aday, uh la çili atıh kifip,
leri çıkmak. çalar) attın handırınah habıshan."
hanattığ s. 1. Kanatlı: "Hara talayzar N. Domojakov (Tam o sırada ala
sağızım / Hanattığ hus çili, uçuh köpek, ok gibi atılıp, eyersiz atın
tur."S. Kadışev (Kara Denize doğru böğründen kapmış.) inek handın
düşüncelerim / Kanatlı kuş gibi u­ inek kasığı.
çuyor.) "Hatığ hanattığ samolet, / handır- 1. Susuzluğunu kandırmak,
Tiksî çimi ibirçedir." M. Arşanov gidermek. 2. Tatmin etmek, ifa et­
(Sert kanatlı uçak / Bütün yeryüzü­ mek, yerine getirmek.
nü çevriliyor.) hanattığ at mit. ka­
natlı at. 2. Köşeli, altı hanattığ ib handıra zf. 1. Bütün, t a m : "Sinin hırında
altı köşeli çadır. min dee handıra Kızı polıbızam."\J.
Şulbayeva (Senin yanıda ben de
hanay Kızak. tam adam olurum.) 2. Yeterince, iyi:
hanay- 1. Donakalmak, şaşkına dön­ "Handıra çöget ağılğam." N.
mek. 2. Tek başına kalmak, tağ Tyukpiyekov (Yeterince katran ge­
üstînde tıt hahayıp tur dağ üze­ tirdim.) 3. Derin surette, derin, de­
rinde akağaç tek başına duruyor. rince: "Haydi perestroyka parça, çir-
hanayah (ı.) anat. Etene, eş. suğcılar?Pana: Handım?' V.
hahayah (ıı.) koy. Balık avlama tokmağı. Şulbayeva (Perestroyka nasıl gidi­
hahayahta- koy. Tokmakla vurarak balık yor, hemşehriler? Pana: Derin!)
avlamak. handıra kîzî tuhaf kişi, garip kişi.
handıra handıra kana kana:
hanayahtığ s. Eteneli, eşli. pızo
"Handıra handıra çurtas / Hara
hahayahtığ törîpçe buzağı eteneli
doğuyor. pastar am körce." V. Maynaşev
hanca zf. Kaç, ne kadar: "Hanca par (Hayatı kana kana / Kara başlılar
sağızın ol salıp I Polısçı polarğa (Hakaslar) şimdi yaşıyor.)
surınğan."U. Tinikov (Bütün gücüy­ handırğa 1. (küpe) Halkası, zinciri. 2.
le düşünüp / Yardım etmek iste­
(saç örgüsü) Kurdelesi, süs ö r g ü .
miş.) hanca çastığzın kaç yaşın­
dasın? hanğay-Başı yukarı tutmak.
hancağıla- Eyere bağlamak. hahğayt- Başını dik tutturmak, hara
adımnı hahğayta tartıp palğadım
hancağılat- Eyere bağlatmak.
kara atımı başı dik olarak bağladım.
hancı Kan içici, kan emen, hunhar.
hanğayta zf. Yana yıkık, yana yatık
handala zool. Tahtakurusu: "Pray olarak pörîgîn hanğayta kîs-
nimeni postarına la harbançalar.
salğan börkünü yana yatık giymiş.
Tospas harçıhtar, handalalar!" V.
Şulbayeva (Her şeyi sadece kendi­ hamla- (köpek) Çenilemek: "Anzın
lerine alıyorlar. Doymaz keneler, hahılaannah île tanıp salğan iren."
tahtakuruları.) N. Domojakov (Onu çenilemesin-
handay Kuru sedir ağacı.. den tanımış er kişi.)
handıh bot. Kandık (lâlegillerden, kökü hanini- (ı.) (köpek) Kudurmak: "Ayna
yenen bir bitki) : "Gorod îstinde tan hahırılıbıstı t»a/"M. Kokov (Şey­
flagtar / Handıh çili, öhnençe." M. tan kudurdu mu acaba!)
hanini
-146- hapçığas

hanini- (ıı.) 1. Kandırılmak. 2. Şaşkına pözîk ool, anan butılkalığ holın


dönmek. 3. Ürkmek. 4. Bakakal­ pazınan azıra ködîrîbîskende, hap
mak. çili, hara çirge napli halğan." V.
hahırıldır- Şaşırtmak, şaşkına çevirmek. Tatarova (Aa, buzağı derisi, diye,
korkunç bir nara atan uzun genç,
hanırsın (kötü) Hava. hanırsın kün
sonra şişe olan elini yukarı kaldır­
havanın bozuk olduğu gün.
dığında, çuval g i b i , pat diye kuru
hanırt- Kandırmak: "Çonnı sin hahırthlap yere düşmüş.) palanın töreen habı
turzın ma?" M. Kokov (Halkı sen eş, etene, meşine, hol habı eldi­
kadırıyor musun?) minî hanırtpa, ven, paltı habı balta kılıfı.
sınman çoohta beni kandırma,
doğruyu söyle. hap (ıı.) Y ü z ruble.
hap- 1. Kapmak, tutmak, yakalamak:
hanıs 1. Aptal, ahmak, budala. 2.
"Çohırah anan na pazoh çoon
Aptallık, ahmaklık, budalalık.
putha haphlap parğan." V.
hanla- Çenilemek. aday haniapça kö­ Kobyakov (Ala köpek yeniden kalın
pek çeniliyor. budundan kapıvermiş.) Çabal kîzî
hanlat- Çeniletmek. çağadan habadır, çabal aday
hanma bk. hamğı soonan habadır. Atasözü (Kötü k i ­
hanmar Bahşiş, hediye. şi yakadan tutar, kötü köpek arka­
dan kapar.) attı tînnînen haap aldı
hanna- Kanamak. harah cazı
atı dizgininden yakaladı, çalın
hannapça gözyaşı kanıyor.
nimes, hapsan holın örtîrzîn. Bil­
hannat- Kanatmak. mece, ısırgan o t u . (Ateş değil, t u ­
hannığ s. Kanlı: "Hannığ çüreknen tarsan elini yakarsın.) 2. Ağzıyla
örînîp / Hır pazımnah pöriim tutmak, kapmak, aday azaanan
suurdım." S. Kadışev (Kanlı yürek­ haptı köpek ayağından kaptı. 3.
ten sevinip / Kır başımdan börkümü Değmek, dokunmak, sürtünmek.
çıkardım.) Hozanahtın münî min tashar sıhsam, soohha
hoyığ, çabal kîzînîn çüree haptırıp ağırbaspın ben dışarı çık­
hannığ. Atasözü (Küçük tavşanın sam, soğuk alıp hastalanmam.
çorbası koyu, kötü kişinin yüreği
kanlı.) hapçaahay Deri kaban.
hapçağay sag. 1. s. İvedi, acil. 2. zf.
hantay- Kibirlenmek, gururlanmak.
Acele, çabuk.
hanza Pipo: "Kustuk, hoos hanzazın
hapçal Boğaz, geçit.
salaazına hıstır salıp, sığara pastır
kilgen." V. Kobyakov (Kustuk, na­ hapçallıg Boğazlı, geçitli, hapçallıg
kışlı piposunu parmaklarına kıstırıp, hara haya geçitli kara kaya.
çıkmak için yürümüş.) hanzanan hapçat Kamın börkü.
tamkı tart- pipo ile sigara içmek. hapçı- Şişip irinlesmek.
hanza- hapçıh tekr. pipo ve tütün hapçıh Kap, kese: "Tsellofan hapçıhta
kesesi. yabtokolar pirce." V. Şulbayeva
hahzar 1. Zayıf, kemikli, hanzar sööktîg (Kese kağıdında elmalar veriyor.)
kîzî zayıf, kemikli insan. 2. Cadı. tamkılığ hapçıh tütün kesesi.
hanzi- Kötü kokmak, hanzıp parğan it hapçığas Küçük kese, para kesesi:
bozulmuş et. "Icezî ürk alnında ağaa hızıl
hap (ı.) Kap, torba, çuval: "A, pızo torğıdan humarthılap hapçığas tik
teerîzî, - tip, horğtstığ hıshırıbıshan pirtir, «pay pol, oolğım, pu
hapçı ra -147-
hara

süümegeske toldıra altının polzın»." haptağ Kaba doldurma, koyma.


N. Tyukpiyekov (Annesi ölmeden haptal- Kaba dolmak, silme dolmak.
önce ona hatıra olarak kızıl ipekten haptas- Birlikte doldurmak.
küçük bir kese dikip vermiş, "zengin
haptat- Doldurtmak, kaba koydurmak.
o l , oğlum bu kese dolusu altının o l ­
sun") haptır- Kaptırmak, tutturmak, yakalan­
mak: "Pîs Pananan arağa sat
hapçıra Birlikte, beraber krş. hada.
körgebîs, mındoh hızıl çağalarğa
hapçıt- Şişirmek, irinleştirmek. haptırıp alğabıs."V. Şulbayeva (Biz
haphah kız. Kapan krş. haphan. Pana'yla içki satıyorduk, burada po­
haphan Kapan krş. haphah. lislere yakalandık.)
hap- hara tekr. Kapkara. haptıra Sarhoş: "Arığdan mıltıhtığ M
haphı(s) (ı.) 1. Yavuz, ısırıcı (köpek): ileede haptıra kazak, çalan sıh kilîp,
"Olarnıh turaları hırinda haphı aday olarğa hıshır sıhhannar." N.
çatçathandağı çJli." V. Kobyakov Tyukpiyekov (Ormandan tüfekli,
(Onların evlerinin yanında yavuz çok sarhoş iki Rus, çıplak ata binip
köpek yatıyor gibi.) 2. Kapıp kaçıcı, gelerek, onlara bağırmış.)
hırsız: "Sin, fizeh, uğaa haphıssın. haptırğas (ı.) Toplu iğne, çengelli iğne,
Hanca nımırham haap parizıh, broş.
Pozıh daa sanabaan polarzıh?" N. haptırğas (ıı.) Çakırkeyif, kafası duman­
Tinikov (Sen ise hırsızsın. Kaç tane lı, keyifli.
yumurtamı kapıp kaçtığını kendin
haptınl- Kaptırılmak, tutturulmak.
de saymadın)
haptırt- Kaptırtmak, tutturmak, yakalan­
haphıs (ıı.) Maşa. mak: "Min çuğıncah çabal ağırığa
haplaa Heyecanlı, taşkın. haptırt salğam? Tayka." V.
hapları- Kızmak, öfkelenmek, çoohtap Şulbayeva (Ben bulaşıcı kötü bir
pîr, noğa haplançazıh söyle, niçin hastalığa yakalandım, Tayka.)
sinirleniyorsun? har Kar: "Cazının, tağnıh harları hayılıp,
haplandır-Kızdırmak, sinirlendirmek. özen-çilehnerge, oymah-oshılğa çul
hap-orta Çok d o ğ r u , t a m , düzgün: "Hap- turğan tuşta." V. Kobyakov (Ova­
orta söster, Pacah. PJske anzı nın, dağın karları eriyip, derelere,
çitpinçe." V ' . Şulbayeva ( Ç o k doğru çukurlara dolduğu zaman.) har
sözler, Paçan, bize bu kadarı çaapça kar yağıyor. 2. s. Karla ilgi­
yetmiyor.) l i , kara ait. harnıh ağı kar beyazı.
har suu kar suyu. öl har sulu kar.
hapsa- Hastalanmak. înek hapsabıstır
un har ufak, düğürcük kar. arçı har
inek hastalanmış. kırağı, kömek har kar yığıntısı.
hapsağ Epidemi, salgın. harnah hatan- karla kaplan­
hapsan- Hastalanmak, rahatsızlanmak. mak, örtülmek, ala har karları e r i ­
hapsas-(birlikte) Hastalanmak. miş yer. har-suğ tekr. atmosfer ç ö -
hapsat- Hasta etmek. küntüsü.
hapsır- Elbisenin açıklığını kapatmak. hara s. Kara: "Ibnm eezi, hara
hapsırdır- Elbisenin açığını kapattırmak. sağallığ, kize taarğan sastığ kJzî
çistok üstünde odırıp, çis pastığ
hapsırın- Elbisenin önünü kapatmak.
hahzazm tartıp, purladıp odırça."V.
hapsort Tam ortası krş. haborta. Kobyakov (Evin sahibi, kara sakallı,
hapta- Kabı silme doldurmak. kısa kesilmiş saçlı biri, divan üstün-
hara - 148- harağay

de oturup, bakır uçlu piposunu çe­ haraağızın zf. Geceleyin.


kip, tüttürüyor.) Hara pazın haraçah 1. Çekmece: "Hanaa terpekterî
hazarğanca, hasha tizin köglîg sarınnarın haraçah oshas
sarğalğaca çör. Dua (Kara başın tudıs hanalığ sidennîh çardı îzîgmîh
ağarıncaya kadar, ak dişin sararın- hırında tohtadıbıshannarında." N.
caya kadar yaşa.) hara harah a) Domojakov (Araba tekerlekleri ne­
kara göz. b) kara gözlü, hara at ka­
şeli şarkılarını çekmece gibi birbiri­
ra at. hara torığ at kara doru at.
ne geçirilmiş çitin ağaç kapısı ya­
hap-hara tekr. kapkara, tas-hara
nında durdurmuş.) stolnın
tekr. kapkara, tas-hara sastığ kap­
kara saçlı, hara kîçîgden sığara haraçahtarı masanın çekmeceleri.
çok küçükten beri. hara toğısçı va­ 2. Kutu. poçta haracağı posta k u ­
sıfsız işçi. hara pas a) fakir fukara tusu.
b) Hakas. hara çalğıs tamamıyla haraçhay zool. Kırlangıç: "Hacan îkî
yalnız, tek başına, bütünüyle yalnız. huba harahçay at alnınça
hara sağıstığ hain, kötü d ü - sıılaspinah irtkende Fedor
şünceli, hara îpek kara ekmek, ha­ Pavloviçtih çüree 'suğ-suğ, suğ~
ra pulut kara bulut, yağmur bulutu. suğ' teen çili tükklep sıhhan." N.
hara küren yağız, hara kök ıs ko­ Domojakov (İki gri kırlangıç atın
yu duman, çıltın hara parlak kara. önüne doğru vızıltıyla uçunca
hara metallurgiya demir-çelik Fedor Pavloviç'in yüreği 'su-su, su­
sanayii. su' der gibi gümlemeye başlamış.)
hara- 1. Bakmak, seyretmek, gözetle­ haraçhaylar köglîg pıdırasçalar
mek: "Halıh malnıh hadariin / Has kırlangıçlar güzel ötüşüyorlar, çar
üstüneh harapçalar." A. Topanov haraçhayı sağan.
(Mal sürüsünün otlanmasını / Tepe
haracı (ı.) Karın yer yer erimesiy­
üstünden gözetliyorlar.) 2. Bakmak,
ihtimam göstermek. le oluşan kara parçacıkları, suda
donmamış bölüm.
haraa 1. Gece: "Pis îcemneh haraa haracı (ıı.) kız. Göz bebeği.
tooza uzubaabıs."V. Kobyakov (Biz haracı (m.) 1. Okuryazar olmayan, cahil.
annnemle gece boyunca uyuma­
2. mec. Hakas. 3. Halkın içinden,
dık.) ortı haraa gece yarısı. 2. zf.
halktan kimse.
Geceleyin pu haraağızın bu gece.
tün haraa gece karanlığı, haraa- harağan Çalılık.
künörte gece gündüz, ay harağat bot. Siyah Frenk üzümü: "O,
toluzında haraa çarıh dolunayda haydi çıstança harağat / Hara
gece aydınlık, amir haraanan iyi suğlar üstünde çashızın! /
geceler! Sağızıma kirce pazoh hatap / Irah
haraa-künörte tekr. zf. Gece gündüz: halğan çalaas azah tuzım." V.
"hem abıthan nımzah piziksih / Maynaşev (O, nasıl kokar siyah
Haraa-künörte sağ ıstan sıhpas."M. Frenk üzümü / Kara sular üstünde
Kilçiçekov (Annemin salladığı yu­ baharda / Aklıma gelir yeniden, tek­
muşak beşiksin / Gece gündüz a­ rar / Uzaklarda kalan çıplak ayaklı
kıldan çıkmaz.) zamanım.)
haraaçı Çember, halka, çadırın en üs­ harağay 1. Çam. Çayğıda daa, hıshıda
tündeki yuvarlak halka. daa pir kiptîg. Bilmece, çam (Ya­
haraağı s. Geceki, gece. haraağı zın da kışın da aynı elbiseli.) 2. s.
hadarçı gece bekçisi. Çam, çamdan, harağay odın çam
odunu, harağay mahayağı çam
harah - 149- hara hurt

kozalağı, harağay çuğı çam sakızı. haraah közîtpe! seni görmeyeyim!


harağay pürî İğne yaprak, harahha körînme! göze görünme!
çam yaprağı. Haram kîzîdegî harahnan harahha gözden göze.
alımnı, harağay pürî tüsse izîrîk harahnan sarhoş gözle.
alarzin. Atasözü (Cimri kişideki a­ harah taa albas oshas gözle
lacağı, çam yaprağını dökünce alır­ görülmez gibi. harahtarın çap-
sın.) salğan gözlerini yummuş (ölmüş).
harah 1. Göz: "Aydo, sit tayağına harah hulah çoh gözle kaş arasın­
köksînen çölenîp, çalan kîzîdeh da, hızla, harağı köyîbîsken gözle­
harağın albin kör tur." V. Kobyakov ri parıldatmış, haraam ashannan
(Aydo, melez değeneğini göğsüne sığara doğduğumdan beri, gözümü
dayayıp, atlı kişiden gözünü alma­ açtığımdan beri. harağı
dan bakıyor.) Çoynın harağında hızarıbıshan gözü kızarmış, burnu
söp çoğıl, kîrbîgînde k î r çoğıl. büyümüş, harah ağı göz akı. harah
Atasözü (Yalancının gözünde çöp ayıstığ göz alıcı, harah cazı göz­
yoktur, kirpiğinde kir yoktur.) 2. Gö­ yaşı, harah çoh s. gözsüz, kör.
zenek, yablah harahtarı patates harah hahpağı göz kapağı, hara
gözenekleri. 3. Delik, filede göz. 4. hoos kurt, kurtçuk, harah
Oyun kağıdında maça. 5. Gözle i l ­ pulii göz ucu: "Torka, anın soonah
gili, göze ait. harah ağırığları göz aldıra harah puliinah könb1zıp..."\l.
hastalıkları, kün haraa güneş ışığı: Kobyakov (Torka, onun arkasından
"Çashı künnîn harağı, çil iğ tinizin göz ucuyla bakıp...)
cayıp, külımzîrep turca." V. harahsm- Bakınmak: "Tabılğatha tudınıp
Kobyakov (Baharın gün ışığı, sıcak alıp, töbîn harahsm körçebıs." (Ça-
nefesini yayıp, gülümsüyor.) hara yırmelikesine tutunup aşağıya ba­
harah kara göz. harağı çitpes kör; kmıyoruz.) harahsm körzem,
iyi görmeyen, harağı çoh pol- binokl'nın haraa ırahhı nimenî
parğan gözleri görmez olmuş, ah çağınnatça baktığımda dürbün
tastaan harah gözüne ak düşmüş. merceği uzağı yakınlaştırıyor.
haraana sal tartıp parğan gözüne
ak düşmüş, kizîmnîg harah çak­ harahta- 1. Kıyısını, kenarını dikmek. 2.
mak çakmak göz. harah tasta- göz Küpeye, yüzüğe taş koymak.
atmak, çîtîg harah keskin göz. ötîg harahtiğ s. Gözlü: "Kök harahtiğ abahay
harah keskin göz. harağı mayın hıstar / Kün irtîrbin hayrallapçalar."
zayıf görme, harahha çahsı göze M. Kilçiçekov (Mavi gözlü güzel kız­
güzel, uyğulığ harah uykulu göz. lar / Gün geçirmeden koruyorlar.)
harah çıs- göz ovalamak, harah sloda harahtiğ parlak gözlü.
hıs-göz kısmak harah sıh- göz sarsıh harahtiğ tek gözlü.
kırpmak, harahtarın cazır- gözleri­ Samnahça sıraylığ, sloda
ni kaçırmak, haraa çazar-gözleri harahtiğ. -Bilmece, kedi (Yüzü ka­
yaşarmak, harahtarın as-gözlerini şık gibi, gözü ateş gibi.) uluğ
açmak, harnı toozıp, haraa harahtiğ kızı iri gözlü insan.
tospaan karnı doyup gözü doy­ hara hurt zool. Mayıs böceği: "Ay-ay,
mamış, ol anı pu harahnan kör haamalar, hara hurttar! -olğan
polbinça o onu bu gözle gö­ tabızınah hıshır salıp, pastır parça."
remiyor, paza harah körîskence, V. Kobyakov (Vay, namussuzlar,
anımçohtar! yeniden görüşünceye mayıs böcekleri! diye çocuk sesiyle
kadar, hoşça kalın! haraah bağırıp, yürüyor.) Hara, harğa
nimes, müüstîg puğa nimes. Bil-
hara hus - 150- haran ağırığ

mece, mayıs böceği (Kara, karga çili, haralıs hal ip çathannar." N.


değil, boynuzlu boğa değil.) Domojakov (Yolda tek tük tezekler
hara hus zool. Kartal: "Hara hustıh görülmeye başlamış, ısırgan otları
hanattarı çazılğandağı çili, kibînm çalılık gibi kararıp duruyorlar.)
idekterT çazılıp..." A. Kuzugaşev haralt- 1. Karartmak. 2. mec. Karala­
(Kartalın kanatlarının açılması gibi, mak:, kara çalmak"Olar pılçeler:
elbisesinin etekleri açılıp...) hara andağ nimes, sinî haralt
hus palazı kartal yavrusu. salğannar."'V'. Şulbayeva (Onlar b i ­
liyorlar: Öyle değil, seni karalamış­
hara huzuruh zool. Kakım, as. lar.)
harakteristika Niteleme, vasıflandır­
ma. haralta zf. Karararak, kapkara: "Oh azaa
-çalaas, pray la haralta han pas
harakterizovat' pol-Nitelemek, vasıflan­ partır." N. Domojakov (Sağ ayağı,
dırmak. çıplak, büsbütün karararak kan
harakternay s. Karakteristik, tipik. durmuş.)
h a r a l - 1 . Kararmak, kara gibi görünmek: haralthıs 1. Siyah boya. 2. Mürekkep.
"Ol cazının ortızında kizek çurtıcah haram Cimri: "Haram paynı ködîrîp /
haralıp odır."V. Kobyakov (O ova­ Han çonğa polıspacah." P.
nın ortasında birkaç ev kararıp d u ­ Ştıgaşev (Cimri zengini yükselten /
ruyordu.) çıs haralça, tigîr Han, halka yardım etmemiş.) Ha­
kögerçe orman kararıyor, gök gö- ram kîzîdegî alımnı, harağay pürî
veriyor. sırayı çayğı kün teezîne tüsse alarzıfi. Atasözü (Cimri kişi­
uğaa tın haral partır yüzü yaz g ü ­ deki alacağı, çam yaprağı dökülün­
neşinden çok kararmış. 2. Karar­ ce alırsın.)
mak, parlaklığı kaybolmak, kümüs
haramah Kalabalık.
pola-pola haral parça gümüş dura
haramdıh bk. haramzıh.
dura karaıyor. 3. Rengi kara olmak.
kös haral parğan köz kararmış haramdıh- (ı.) Aç gözlülük etmek.
(kömürleşmiş.) haramdıh- (ıı.) Can çekişmek.
haralcı 1. Karları erimiş yer: "Topin haramna- Cimrilik etmek. ahça
çistezînm anımçohtashandağı haramna- parada cimrilik etmek.
sösterî köhnînde harashı haralcılar haramnan- Cimrilenmek, cimrileşmek.
tolğalıs kilgenner." N. Nerbişev haramnat- Cimrileştirmek.
(Topin eniştesinin veda ederken haramzıh Karamsı.
söylediği sözler, gönlünde karları haran (ı.) Belli etmeden, farkına varıl­
erimiş kara parçaları gibi dolaşmış­ madan.
lardı.) 2. Göl veya nehirde donma­
haran (ıı.) Ölü ruhu. üreen kızının
mış bölge.
haranın haranın hamğa sürdîrceh
haraldı (ı.) 1. Gölge. 2. Gölgelik. 3. Sun­ ölen kimsenin ruhu kama kovduru­
durma. lur, sarığ haran tıp. Sarılık.
haraldı (ıı.) Korkuluk, mal hazaazında haran- sag. Cimrilik etmek: "Parçan
an kîrbezîn tîp haraldı îtçeler mal hırihnı çarıtçam / Çariima min
ahırında vahşi hayvan girmesin d i ­ haranminçam." N. Tinikov (Bütün
ye korkuluk yaparlar. yüzeyini aydınlatıyorum / Işığımdan
haralıs- Kararmak, kararışmak: "Çolda cimrilik etmiyorum.)
kizek tizekter toğashlap haran ağırığ tıp. Tifo: "Apsah amdı
pastaannar, sahcan otlar, sarıptar mahat tanaan, alnında çiittök haran
harandı - 151 - harbah

ağırığdan üreen, Ohçın hara seek Kara sinek: "Aalnıh daa ara­
harındazıhın oolğının, Sıbostın, zında çon hara seek çili
ipçicegiturca."A. Çerpakov (ihtiyar haynızıbıshan." V. Kobyakov (Kö­
şimdi iyi tanımış, karşısında gençli­ yün içinde halk kara sinek gibi kay­
ğinde tifodan ölen, kardeşi Ohçın'ın naşıyor.)
oğlu Sıbos'un karısı duruyordu.) harashı 1. Karanlık: "Aydo, künnîh-
harandı Düğün çadırı. tahnıh ırahhı irtenneh harashı
haranğa zf. Belli etmeden, sessizce: "E- çitkençe, pu la öör hoynıh soonan
ek, sağam tapsabas polğazıh, çörip, üzinçiçiliparir."\l. Kobyakov
nigecîh, -haranğa açırğanğan (Aydo, sabahın çok erken vaktin­
den karanlık çökene kadar sadece
Todıl." A. Çerpakov (Eeeh, şimdi
bu bir sürü koyunun ardında gide­
ses çıkarmıyorsun, yengeciğim, -
rek üçüncü yılını dolduruyor.) 2.
diye belli etmeden sinirlenmiş
mec. Cahil: "Andada pistin harashı
Todıl.) hakastarnıh arazında pir dee imci
hara paar zool. Hamster. çoh polğan." İ. Kotyuşev (O zaman
hara parçıh Sığırcık: "Ağınnan kilgen bizim cahil Hakasların arasında hiç
hara parçıhtar / Anda tapsaspin doktor yok imiş.) harashı
irtîpçeler." M. Kilçiçekov (Göçten polıbıshan karanlık olmuş, harashı
gelen kara sığırcıklar / Orada ö­ haraa karanlık gece. harashıdah
tüşmeden geçiyorlar.) horıh -karanlıktan korkmak.
harashı tüs-karanlık çökmek.
hara-purunğı Çok eskiden, çok eski:
"Hara talay, sağaa izen / Hara- harashılan- Kararmak, karanlık olmak.
purunğı nımaamnan / Harlap sıhtın hara sîgen bot. Pelin, ak pelin.
ma tan sin." S. Kadışev (Kara De­
hara sirceh 1. Zenci. 2. mec. Çok esmer
niz, sana merhaba / Çok eski ma­
salımdan / Gürleyip çıktın mı yoksa insan.
sen.) hara suğ Pınar, kaynak.
haras- (ı.) 1. Çabalamak, gayret etmek: harat Kara at.
"Ol pozınıh toğızın nince dee hara tal Kara söğüt: "Tağ tözîne çidıp,
harazıp toldırçatsa, Kustuk pirer attı tarbahay hara talğa palğap
polğan kip-azahtı am daa pirbinçe." salğabıs." M. Çebodayev (Dağ ya­
V. Kobyakov (O, kendi işini ne ka­ macına ulaşıp, atı yayılmış kara
dar gayretle yerine getirse d e , Kus­ söğüde bağladık.)
tuk verecek olduğu giyim kuşamı hara tas Taş kömürü.
hâlâ vermiyor.) Köpke harassa, haratorat Kara doru at.
kömes t e e çoh polar. Atasözü harazığ Özen, itina, gayret.
(Çoğu istersen azı da bulamazsın.)
harba- 1. Tutmak, yakalamak, eliyle
2. Göz koymak, istemek. Köpke
kapıp almak: "Ol çirde çatçathan
haraspa, ködîrerge aar polar. A­ oolnı moydıriinah harbap alğan."\/.
tasözü (Çoğu isteme, götürmesi a- Tatarova (O, yerde yatan çocuğu
ğırolur.) 3. Özenmek, imrenmek. yakasından yakalamış.) 2. Elle yok­
haras- (ıı.) Bakışmak: "Şarap apsah lamak, aramak: "Hara çirrii
harbabıssa, holına pir dee nime u­
pozınan çoohtazarğa haras
runa çoğıl."V. Kobyakov (Kara yeri
körgennerge..." A. Çerpakov (Şarap
eliyle yokluyor, eline hiçbir şey
ihtiyar, kendisiyle konuşmak için gelmiyor.)
bakışanlara...)
hara saban zool. Çalı horozu. harbah (ı.) Aceleyle, hızla.
harbah harğa
harbah (ıı.) Avuç: "Harbahnan daa çil harbat- (elle) Yoklatmak, tutturmak.
söp-sabın Minîh sırayıma çatısın." harbazığ Kapışma: "Harbazığ hazır
V. Maynaşev (Avuçla da yel çer polar, sizîngen ol." N. Nerbişev
çöpün / Benim yüzüme sürsün) (Kapışma sert olacak, sezmiş o.)
harbahta- Avuçlamak, avucuyla almak. harbazıs Kapışma.
harbala- Elle tutmak, yoklamak: "îzîk harbi 1. Tırpan 2. Büyük orak.
tudazın harbalap azıbıshan, tördegî
harcan- Bağdaş kurup oturmak, ol ot
turadan polzartın püles çarın tüs-
çe." A. Çerpakov (Kapı kolunu kav­ hırinda harcanıp odırça o ateşin
rayıp açmış, köşedeki odadan sa­ başında bağdaş kurup oturuyor.
lona doğru mat ışık düşüüyor.) harcana anat. Büyük baş hayvanda
harbalan-Elle kendini yoklamak, aran­ omurga.
mak. harcı (ı.) 1. Haç. 2. Çapraz.
harbalat- Elle yoklatmak; yan kesicilik harcı (ıı.) Düğün giysisinde etek.
yaptırmak. harçıh Kene: "Alnındağı çıltırah timîrge,
harban (ı.) Cep. harçıh c / 7 / , pik çarban parıp odırarı
harban (ı.) Kıyma, harban tart- et kıy­ kirek polça teen çili, Şarap apsah
mak. matap tudınğan." A. Çerpakov ( G ü -
nündeki parlak demire, kene gibi,
harban- 1. Elle yakalamak, kapmak,
çekip almak: "Pray nimenî sıkıca yapışıp oturmak gerek der
postan na la harbançalar." V. gibi Şarap ihtiyar iyice tutunmuş.) 2.
Şulbayeva (Her şeyi sadece kendi­ Kan emici: "Hacan daa Hakasiyada
lerine kapıyorlar.) 2. Rüşvet almak: sin / Harçıh körbes polarzıh." M.
"îkî s ı ray I iğ nimessîh: çoyırhap Kokov (Hiçbir zaman Hakasya'da /
pîlbinçezîn, köytîkten pîlbinçezîn, . Kan emici görmeyeceksin.)
harban pîlbinçezîn." V. Şulbayeva |$arçıh- 1. (hastalık) İlerlemek. 2. Naz­
(İki yüzlü değilsin, yaltaklanma lanmak, kapris yapmak.
bilmiyorsun, kurnazlık bilmiyorsun,
harçi 1. Kat, kez: "Paskirnîh pilin îkî
rüşvet bilmiyorsun.)
harçi hurçan salğan çîbek hurinin
harbas 1. Mücadele, çarpışma, kapış­ çaçahtarı..." İ. Kostyakov (Paskir'in
ma: "Kîzîler ölîmge udur körcehner, belini iki kat kuşatan ipek kemerin
anın sıltaanda haydağ daa püsküllerin...) 2. Bağdaş kurarak.
harbasta çih salcahnar." S. Çarkov harçi odır- bağdaş kurarak otur­
(insanlar ölüme karşı koyarlar, bu mak, harçi tart- sıkıca bağlamak.
yüzden her türlü kapışmada galip harçi irt- isabet etmemek, karava­
gelirler.) 2. Güreşme, yarışma. na. 3. Geri, tersine, harçi kör ardı­
harbas- Kapışmak, mücadele et­ na bak! harçi segîrîbîstî arkaya
mek" Hakas oolğı anda harbashan." zıpladı.
M. Kilçiçekov (Hakas oğlu orada harçi-pîrçi tekr. Çaprazlamasına,
savaşmış.) krş. habıs- haçvari, haç şeklinde, attı harçi-
harbasta- Elle yoklamak, aramak, "heh, pirçî tuzaptır atı çapraz bukağıla­
suğ, -his pala tapsaan, ah mış.
holıçahtar kiinî harbastaannar." N. harğa Karga: "Soonda, kürgen ibîre,
Domojakov (Anneciğim s u , diye kız hara hustar, tigîlgenner, harğalar
çocuğu seslenmiş, ak elleri havayı açırğasnah hıshırıs halğannar." N.
yoklamış.) krş. harbala- Domojakov (Arkasında, kurganın
harbastır- Elle yoklatmak, aratmak. çevresinde, kara kartallar, çaylak-
harğa - 153-
harın
lar, kargalar öfkeyle nuşuyorlar.) ol mağa harığ o bana
bağrışıyorlardı.) ala harğa ala kar­ engel, harığ pol- engel olmak.
ga, kök harğa boz karga, hara sağıstar harığ pol- akıllar karış­
harğa kara karga, harğa ayı kız. mak, alay harığ pol- pardım ma?
mart. engel oluyor muyum?
harğa- Kargımak, lanet etmek, beddua harığ (ıı.) Vakit, zaman: "Pîr dee kîzî
etmek: "Açığlanıp ol harğaan / körbeen harığda tamkı tartıp
Halıh çon, mini istîp / Hada-pîrge alarga..." A. Kuzugaşev. (Bir de
homzıncan / Harahtarı çastanıp / kimsenin görmediği zaman sigara
Harğastı ol pirceh." P. Ştıgaşev içmeye...)
(Öfkelenip o kargımış / Halk, millet
bunu duyup / Gözleri yaşarıp / Kar­ harığ-tîrîg tekr. 1. Hastalık. 2. Cenaze
gışı o etmiş.) min anı evi veya alayı.
harğabısham ben onu kargıdım. harıh Burun kökü: "îkî harığı la
horlaza tüsken Fedor Pavloviçtîn."
harğal- Lanetlenmek: ""Harğalğan çabal N. Domojakov (İki burun kökü de
ıırcılarnı / Unadıp, hanın töge çat
horlamaya başlamış Fedor
salğan / Ana ol hınıstığ çir-suğnı /
Pavloviç'in.) harıh tart- horulda­
Ölîm, huldah araçılap halğan." i.
mak, harıh tartıp uzupça horlaya-
Kotyuşev (Lanetlenmiş kötü düş­
manları / Y o k edip kanını dökmüş / rak uyuyor.
Ona sevgili yurdunu / Ölümden, kö­ harıhta- (ı.) Burunsalık, ağızlık takmak.
lelikten kurtarmış.) harıhta- (ıı.) Horlamak.
harğan-Beddua etmek: "Ağaa, harğanıp, harıl- (ı.) Ayağı sürçmek.
sös pirçeler." M. Kilçiçekov (Ona harıl- (ıı.) (ses) Kısılmak: "Payusanıh ünî
beddua edip söz veriyorlar.) harılıp sıhhan." A. Çerpakov
harğana Salkım söğütlük. (Payusa'nın sesi kısık çıkmış.)
harğas Kargış, kargıma, beddua: "Ineyî harıl- (m.) sag. Kederlenmek, üzülmek:
irgî ohdaynah harğazına tüsken." "Anan, nimee-de harılıp ahdarıl
M. Kokov (Karısı eski alışkanlıkla parğam."V. Şulbayeva (Sonra her
beddua etmeye başlamış.) şeye üzülüp yıkıldım.)
harğas- (birbirini) Lanetlemek, (birbirine)
harın (ı.) 1. Karın: "Mayıh parğan Aydo
beddua etmek, kargışmak.
oolahtıh hamı daa astaanı küzök
harğat- Lanetletmek, beddua ettirmek. polğan, çe nımzah ot tözek, tadılığ
harğattır- Lânetlettirmek, beddua ettirt­ uygu Aydonı tabırah çaba pashan."
mek. V. Kobyakov (Yorulan Aydo'nun
harğın Buz. karnı da çok acıkmış, fakat yumu­
harğına- Buzlanmak, buz tutmak. şak ottan döşek, tatlı uyku Aydo'yıı
harğınnığ s. Buz tutmuş, buz kütlesi çabucak sarmış.) Hamaafi tirleze,
olan. hamın toh polar; holın hıymıraza,
ham harğıt Kaynatanın eğreti adı. kibîn püdün polar. Atasözü (Alnın
terlerse, karnın tok olur, kolun kı­
harha Göden, rektum krş. hartha.
mıldarsa, elbisen bütün olur.) harnı
harhay- Ayakta durmak, dikilmek. tospas karnı doymaz, harnı
harıcah Karcık, kar taneciği. pedey- karnı şişmek, tuyuh
harığ (ı.) Engel, mâni: "Pîrsî plrsîne harın kör bağırsak, uluğ harın pe­
hanğ polip, körgen nimelerîn riton, sıfak. çohır harın börkenek.
çoohtapçalar." A. Kuzugaşev (Bir­ îstî harın işkembe, hamım toh
birlerine mani olup gördüklerini ko- karnım t o k . Haraa künörte toğınça
harın - 154- harlıh

harnı daa astabinça. Bilmece, sa­ ipçl" i. Kotyuşev (Çomap'ın karısı,


at. (Gece gündüz çalışıyor, karnı da kara kaşmir elbise giymiş tombul
acıkmıyor.) 2. Tulum, kırba. yanaklı ve kırlaşmış belikli Marğa
harın (ıı.) ünl. İşte! ya! iyi k i ! harın daa adında kadın idi.)
kildîm!, geldim ya işte: "Harın daa haris Karış: "Pozıbıstin kemge dee /
söleenîm çahsı tıp örînîp odır." V. Pirbespîs haris taa." M. Kokov (Bi­
Kobyakov (iyi ki söylemişim diye zimkini kimseye de / Vermeyeceğiz
mutlu oluyor.) karış da.)
harındas 1. Kardeş: "Şarap apsahtın harıshah 1. Sebatlı, direngen, ısrarlı. 2.
hada töreen oçı harındazınıh kilnl Kaba, hoyrat, nezaketsiz.
Payusa sidenge tayan turıbıshan." harısta- Karışlamak.
A. Çerpakov (Şarap ihtiyarın ortan­ harıstığ zool. Sivri sıçan, orman soreksi.
ca kardeşinin gelini Payusa çite harlb Hapishane, cezaevi: "A sin
yaslamış.) 2. Akraba. 3. Kardeş, çoohtaazıh ma haribde odırğanın?"
kardeş kadar yakın kimse veya V. Şulbayeva (Peki sen söyledin mi
topluluk: "Uluğ alğıs sîrerge, cezaevinde yattığını?) Çabal aday
harındastar! Mağaa kirtîndmer!" S. pağda odırça, çabal kîzî haribde
Çarkov (Çok teşekkürler size kar­ odırça. Atasözü (Kötü köpek bağlı
deşlerim! Bana güvendiniz!) hada oturur, kötü kişi hapishanede o t u ­
sıhhan harındas öz kardeş, açı rur.)
harındas üvey kardeş, ailesi farklı harla- Böğürmek: "Pazoh çabal, abani
kardeş, ööy harındas kanunen oshas harlama tabıs istîlgen." V.
kardeş. Çahsı harındas polğanı, Kobyakov (Yine k ö t ü , ayınınki gibi
pay polğanınafi artın. Atasözü (İyi böğürme sesi işitiliyor.) aba çîli
kardeşin olması zengin olmaktan i­ harlapça ayı gibi böğürüyor.
yidir.) uluğ harındas ağabey, kîçîg
harlağas zool. Kırlangıç, çar harlağazı
harındas küçük kardeş, harındas
sağan k r ş . haraçhay
çon kardeş topluluk.
harlah sag. s. Kısık, harlah tabıs kısık
harındastas- Kardeş olmak. ses.
harındas-tunma tekr. Kardeş: "Hada harlan- Kara bulaşmak karlanmak:
sıhhan harındas-tuhma çoğıloh."\l. "Naa çılnah alğıstap, harlan salğan
Şulbayeva (Öz kardeşim de yok.) süümegîneh olarğa sıyıhtar
ülepçe."N. Tinikov ( Yeni yılı kutla-
harmnığ 1. Büyük karınlı. 2.
yıp, karlanmış torbasından onlara
Gebe, hamile.
hediyeler veriyor.)
haris- 1. Karşı gelmek: "Ay harısçaan
harlığ s. Karlı: "Talaylar kizire ırah siilîp/
na harıshan / Mahtanarın ol
Harlığ poraannı toburça." M.
tohtatpaan." N. Tinikov (Ay karşı
Arşanov (Denizler aşarak uzaklarda
gelmiş de karşı gelmiş / Övünmek­ süzülüp / Karlı boranın arasından
ten vazgeçmemiş.) 2. Kaba ko­ geçiyor.) harlığ hıshı karlı kış.
nuşmak, itaatsizlik etmek. 3. Ka­ harlığ çil boran: "Harlığ çil kiler
rışmak. Segîrbeske segîrbe, türçedeh / Naa har çirnî çabar / Çe
harıspasha harıspa. Atasözü (Se­ ol îster çüreemde / Sarın polip ha-
ğirtmeyeceğine seğirtme, karışma­ lar."\l. Maynaşev (Boran gelir ani­
yacağına karışma.) d e n / Yeni kar yeri kaplar / Fakat o
haris 1. Kaşmir 2. Kaşmir kumaşından: izler yüreğimde / Türkü olup kalır.)
"Çornaptın ipçfzî, hara haris plat harlıh ( ı . ) Süslü kemer, kayış.
tartın salğan tükpek naahtığ paza
harlıh (ıı.) Mitolojik kuş.
hıralıbıshan tuluhnığ Marğa tıp attığ
harlıh -1 -
has
harlıh- Boğazına bir şey takılmak, hartay turğan pistin curt." M.
boğulmak: "Ikî hati spiçkazı çırli Arşanov (Zirve gibi öne fırlayan b i ­
tüstT, anan, nimee-de harlıhhan çîli, zim yurt.)
koksereglep, nandıra sıhhan." A. hartha (ı.) sag. Ala d o ğ a n .
Çerpakov (İki kez kibriti ateş aldı, hartha (ı.) Göden, rektum krş. harta.
sonra bir şeyden boğulur g i b i , ö k s ü -
hartığa Ala doğan krş. hartha.
rerekgeri çıktı.)
hartığas tıp. Dolama, etyaran.
harlıhtır- Boğazına bir şey tıkamak.
hartıl- Gürültü edilmek, ses verilmek..
harlınaş Kırlangıç krş. haraçhay.
has (ı.) 1. Kıyı: "Suğ hazında odırıp
harlos s. Kısık sesli. alıp, harmahtapçam."V'. Şulbayeva
harmah Olta: "Közenek alnında irgî stol, (Su kıyısında oturup balık
anda haydağ-da harmah hılları." A. tutyorum.) talay hazında deniz kı­
Çerpakov (Pencere önünde eski bir yısında, talay hazındağı reyon
masa, onun üzerinde olta ipleri.) deniz kıyısındaki ilçe. 2. Sırt, tepe:
harmah sabi olta sırığı, harmah "Halıh malnıh hadariin Has üstüneh
tasta-olta atmak, harmahha hap­ harapçalar" A. Topanov (Birçak
tır-oltaya yakalanmak, zokayı yut­ malın otlanmasını / Tepe üstünden
seyrediyorlar.) has üstînde aal sır­
mak.
tın üzerinde köy. 3. Kenar: "Pabam,
harmahta- Oltayla balık avlamak: "Suğ çalaastahdırğan soonda, ot hazma
hazında odırıp alıp, harmahtapçam, odırğan."\l. Kobyakov (Babam, so­
a harmağıma noğa-da sahay yundurulduktan sonra, ateşin kena­
çaltanmastar la kîrçe." V. rına oturmuş.) ağas hazı orman
Şulbayeva (Su kıyısında oturup, o l ­ kenarı, tayga hazı orman kıyısı. 4.
tayla balık tutuyorum, fakat oltama Yar: "Hayzın attar tağa sığara, has
niçin sadece izmarit balıkları geli­ altına kire apar turlar." M. Kokov
yor.) (Bazısını atlar dağa doğru, yar altı­
na doğru götürüyorlar.)
harmahtas- Oltayla birlikte balık avla­
mak. has (ıı.) Kaz.; îrgek has erkek kaz:
harmahtat- Oltayla balık avlatmak, tut­ "îrgek hastar, öörlerin izertîne,
turmak. Çobatsar toozılbas çooh-çaahnah
lyğahnasçathannar." N. Domojakov
harnan itken kızı Kardan adam. (Erkek kazlar, arkadaşlarını takip
haro 1. Cevap. 2. Hediye. 3. (borç) Faizi. ederek, Çobat'a doğru bitmez t ü ­
harol (silâhta) Arpacık, mıltıhtın harolı kenmez ötüşle paytak paytak gidi­
tüfeğin arpacığı, harolğa a l - nişan yorlar.) has palazı kaz yavrusu.
almak. Hastın palazı hasha irke, kîzînîn
palazı kîzee. Atasözü (Kazın yav­
haron Kalitesiz, kalitesi düşük (deri.) rusu kaza sevgili, kişinin yavrusu
haroy (hara oy) Gri, boz. kişiye.)
harsah Samur pençesi.
has (m.) Yağmurlu, havanın kötü olduğu
harsahtığ s. Samur pençesinden. (gün) has-poraan tekr. yağmur bo­
harsahtığ an samur. ran. "Halın harnan hatanıp / Has-
harta Göden, rektum, harta t a r t - atın poraanı haynabıshan." A. Topanov
gödenini etle doldurmak, sucuk (Kalın karla kaplanıp / Yağmur bo­
yapmak. ran kaynamış.)
hartay- Ayakta durmak, öne doğru has (iv.) 1. Eyer kaşı 2. İnsan kaşı krş.
fırlamak, dikilmek: "Tashıl çîli kömîske.
- 156-
has hasta
h a s - (ı.) 1. Kazmak: "Hakas çirî, payzın hashı 1. Eşkıya: "Hashılar, pir çılğı
malğa / Halın ağas, ah-husha / Ha­ hadarçızın çoo soğıp, adın pılap
ra çirdeh hasçan paza / Kümüs, al­ partırlar, tipçeler, pir tımıh, pir amir
tın, timirge." M. Kokov (Hakas yur­ çoğıL'H. Domojakov (Eşkıyalar, bir
du zenginsin maldan / Sık orman­ yılkı çobanını çok dövüp, atını elin­
dan avdan kuştan / Kara topraktan den almışlar diyorlar, bir sükunet,
kazılan / Gümüş, altın, demirden.) bir rahatlık yok.) hashılar eşkıya
2. Sökmek, yablah has- patates çetesi. 2. Kaçak, firari. 3. Muhacir,
sökmek, hazıp alçathan yeraltı mülteci, sığınmacı.
zenginliği.
hashır- Kaçırmak: "Sini hashır
has-(ıı.) Kaçmak. Çahsıdafi haspa, parıbızarbın min / Çe sınap sini
çabalnı itpe. Atasözü (Güzelden mağaa pirbezeler." V. Maynaşev
kaçma, kötüyü yapma.) adım (Seni kaçırıp giderim / Fakat ger­
hazıbıstı atım kaçıverdi. çekten seni bana vermezlerse.)
has- (m.) (fındık, ceviz vb.) Kırmak. hashıs Külünk, küskü. timîr hashıs
huzuh has- fıstık kırmak. demir külünk.
hasha (ı.) (eskiden) Askerî bir unvan. haspa (ı.) Kötü. haspa çil şiddetli rüz­
hasha (ıı.) 1. A k . Hara pazın gâr: "Haspa çillerge çara tolğathan,
hazarğanca, hasha tîzîfi Köp tuyğahtarğa hazi pastırğan..."
sarğalğaca çör. Atasözü (Kara ba­ M. Kilçiçekov (Kötü rüzgârlara yarıp
şın kırlaşıncaya kadar, ak dişin sa- döndürülen /Çok toynaklara basılıp
rarıncaya kadar yaşa.) 2. Kır. hara kazılmış.)
hasha kara kır. 3. Hayvanın alnın­
haspa (ıı.) Huysuz, oynak, kötü. haspa
daki aklık, akıtma.
at huysuz at.
has-hacan Her zaman; hiçbir zaman:
"Annanar has-hacanğa daa / Pos haspa (m.) Kahin, ileriyi gören, haspa
tîlineh çır uyatpahar." M. Kilçiçekov tüs çıkan, gerçekleşen düş.
(Bu yüzden hiçbir zaman / Ana dili­ haspalan- Huysuzluk etmek.
nizden hiç utanmayın.) has-hacan- haspan Kuş kursağı: "Tamağı haydağ-
da her zaman, daima, eskiden beri: da tadılığ haspanğa tolgan." A.
"Has-hacan pîstlh çonda, -tîbîsken Çerpakov (Kursağı her türlü tatlı
ol, -palaa homay at sağın taap yiyecekle dolmuş.)
alğan kizee hatığ çarğı tüsçen."G.
Kazaçinova (Her zaman, bizim hasta Kenar, kıyı: "Arsa, pu çol
halkta, demiş o, çocuğa kötü ad ve­ hastadağı ottarnı taynaza, sala
ren kişiye büyük ceza verilirmiş.) şuhsun amırircıh." N. Domojakov
(Belki bu yol kenarındaki otları ç i ğ -
hashah (ı.) Tos vuran (hayvan). nese, susuzluğu biraz geçerdi.)
hashah (ıı.) 1. Eğik, bükük. 2. Geriye hasta- (ı.) Kıyıya gitmek: "Hoyığ
doğru eğik, yatık. 3. Kambur, attın puluttarnı aralap, Çoğar kil hırtızın
pilî hashah atın beli kambur. hastapça, Tigîr pöziin ol, sinep,
hashah (m.) 1. Kısmet, talih. 2. Yaşam Pîlip alarga harasça." M. Arşanov
gücü. (Kara bulutlar arasından /
hashay-1. Gövdeyi arkaya eğmek. 2. Yukardaki gök kabuğuna gidiyor /
mec. kendini beğenmek, burnu ha­ Göğün yüksekliğini ölçüp / Bilmek
vada olmak. istiyor.)
hashayt- Gövdeyi geriye doğru eğdir­ hasta- (ıı.) Kabuğu soymak: "Ot tuzında
mek. çut künner polıbıssa, tos hastap,
-157-
hastada hat
çöget haynat sıhça." N. hastı rıhtan idi le çayılça." İ.
Tyukpiyekov (Ot biçme zamanı Topoyev (Yuvasına baktıklarında,
yokluk günleri olursa kabuk soyup, sadece çeşitli kuş yumurtalarının
kaynatıp katranını çıkarıyor.) kabukları öylece yayılıyor.) 2. Ka­
hastada zf. 1. Kıyısında, kenarında. 2. buk soyuntu. 3. Pul, balık pulu.
Boyunca, yanında. hastırıhta- 1. Kabuğunu soymak. 2.
hastah Ham, olgunlaşmamış, hastah Balığın pullarını ayıklamak.
çistek çîp tîzîm hahtır saldım o l ­ haşha şor. (masallardaki) Toynaklı halk.
gunlaşmamış yemiş yiyerek dişimi hat (ı.) 1. Eş, karı: "Mıncağa çitîre
kamaştırdım. haydağ ir hat çoh sıdacah." A.
hastah-çistek tekr. Ham, olgunlaşma­ Çerpakov (Bu zamana kadar hangi
mış: "Sin hastah çisteksîh. Sinî, er eşsiz dayanabilmiş.) Palğastığ
taynap-taynap alıp, hağırıp çirde çörbe, palalığ hat alba;
tükürîbîzerîm kilce." V. Şulbayeva tlolığ çirde çörbe, tulufimğ hat
(Sen hamsın. Seni çiğneyip çiğne­ alba. Atasözü (Çamurlu yerde yü­
yip, balgam gibi tüküresim geliyor.) rüme, çocuklu kadın alma, balçıklı
hastal- Kabuğu soyulmak, pu ağastın yerde yürüme, dul kadın alma.) 2.
hahpazı hastal parğan bu ağacın Kadın: "Mındağı hat, doyarka, çiit
kabuğu soyulmuş. hat peer közîp pır çil daa polbadı."
A. Çerpakov (Buradaki kadın, süt
hastas- (ı.) (birlikte) Kıyıya gitmek.
sağıcısı, genç kadın buraya göç
hastas- (ıı.) (birlikte) Kabuğunu soymak. edeli bir yıl olmadı.)
hastat- ( ı . ) Kıyıya göndermek. hat (ıı.) Kat, defa, kere. üs hati halın üç
hastat- (ıı.) Kabuğu soydurmak. kat kalın.
hastay Y a b a n î sarımsak. hat (ııı.) Yemiş. Aalğa kîrzefi, tamah çî;
hastay- 1. (bitki) Büyümek, yetişmek: arığa kîrzefi, hat çî. Atasözü (Köye
"Hara çirfıg çazızında / Hastayıp girersen, yemek ye ormana girer­
ösçe kolhoz tamaa." M. Arşanov sen, yemiş ye.)
(Kara topraklı yazısında / Büyüyüp hat (iv.) Mektup.
yetişiyor kolhoz ekini.) 2. Uzanmak:
hat- (ı.) Kurumak, sertleşmek: "Am ağırii
"Çe pu hıri-pazı çoh ide hastay
pabazı kiler pazına pazoh
parğan çazıda suğ daa
tudıbıshan, alındağızınah tın
toğaspinıstı." N. Domojakov (Fakat
polğan, Istî, tîzeh, hatıpçathandağ."
bu ucu bucağı yok gibi uzanan ya­
İ. Kotyuşev (Şimdi ağrısı, babası
zıda suya da rastlamıyor.)
gelmeden önce yeniden başlamış,
hastı 1. Kayınpeder. 2. Büyük kayın: öncekinden daha fazla olmuş, içi
"Pok, hastım apsah, haydi mayıh ise, kurumuş gibi.) Arğaas polzafi,
parğazıh." A. Çerpakov (Vah, za­ ahsıfi hatar. Atasözü (Tembel o l ­
vallı kayınpederim, nasıl yorulmuş­ san, ağzın kurur.) palğas hatap
sun.) partır çamur kurumuş, tuuh
hastır- (ı.) Kazdırmak, söktürmek. soohha hatip partır kösele soğuk­
hastır- (ıı.) 1. Kaçırmak. 2. Kovmak, tan sertleşmiş, hulağı hat par- k u ­
defetmek. lağı ağırlaşmak, işitmesi azalmak.
hastır- (ııı.) Kabuğunu soydurmak, (fın­ hat- (ıı.) Bükmek, kıvırmak, eğirmek.
dık, fıstık) kırdırmak. uçuh hat- ip eğirmek.
hastırıh 1. Kabuk: "Uyazın körîbîsseler, hat- (ııı.) Katmak, katıştırmak, çayğa süt
aymah hustar nımırhalarının hat- çaya süt katmak.
hata - 158-
hatığ
hata- 1. Artırmak. 2. mat. Çarpmak. 3. hathı Kahkaha: "Hanğa, hamğa,
Üst üste yığmak, üstüne geçirmek. abıstarğa Hathı nımaanda Istîlçe."
hatağ 1. Artma. 2. mat. Çarpma, hatii a) M. Bainov (Hana, kama, papaza
tekrar, b) iki kat, iki misli. /Gülme masalında işitiliyor.) hathım
hatağla-maf. Çarpmak. kilce kahkaha atacağım geliyor.
hatağlığl. Katmerli. 2. Tekrarlı, yinele­ köglîg hathı neşeli kahkaha.
meli, kop hatağlığ forma gr. tekrar hathı-külkî tekr. Gülme, gülüş:
grubu. "Olğannarnıh paba-îcelerî hathı-
hatan Fizikî olarak güçlü kimse. külkîde oyınnı körîp odırğanı
hatan- 1. Kaplanmak: "Halın harnan ügretçîlerge uğaa köglîg
hatanıp / Has-poraanı pîldîrçededîr." N. Tinikov (Çocukla­
haynabıshan." A. Topanov (Kalın rın anne babalarının gülüşmeyle
karla kaplanıp / Sert tipisi kaynaş­ oyunu seyretmeleri öğretmenlere
mış.) çok keyifli geliyor.)
hatancıh Elbise üstüne giyilen elbise, hathır- Kahkaha atmak, gülmek: "Ha-ha-
kepenek: "idi sağısha tüzîp ha,- sı rayın kîzi körçee çoh ide
odırğanda, apsah aday teerîzl tudıp, hathır sıhhan Pıçon." N.
hatancıh ças pirgen." N. Domojakov (Ha, ha, ha - yüzünü
Domojakov (Böyle düşünürken, ih­ başkalarının görmeyeceği şekilde
tiyar köpek postundan kepenek tutup, gülmüş Pıçon.) Çayğızın
sermiş.) hathır çöredîrzîfi, hıshızın sıhtap
hatandır- Elbisenin üstüne başka bir şey çöredîrzîn. Atasözü (Yazın güler­
giydirmek. sen, kışın ağlarsın.)
hatap 1. Yine, gene, yeniden, tekrar: hathıraçı s. Kahkahacı, çok gülen.
"Toraattıh hollaanıh haazın hatap
hathıranna- 1. Durmadan gülmek, çok
palğap turıp ol çoohtap turca: " V.
Kobyakov (Doru atın kolanının ka­ gülmek. 2. Alaya almak.
yışını yeniden bağlayıp konuşuyor.) hathırıs Gülüş, gülme: "A min irte le
hatap sana- yeniden saymak. turçam, îkî ülüstîg polçam! (Köglîg
hatap kör- yeniden bakmak. hathırıs) N. Tinikov (Ben çok erken
hatap pas- yeniden yazmak. kalkarım, iki ülüşlü olurum! (neşeli
hataboh yeniden, bir daha. hatap gülüşme)
irterî tekrar, hatap-hatap tekrar hathırıs-GüIüşmek: "Kolka anı sür
tekrar, hatap çoohta- yeniden ko­ çitkep: 'Vaska, ılğaba, hathınzarlar',
nuşmak. 2. Kere, kez, defa. pır -pozınıh irînnerî tîtîres tur." A.
hatap bir kez. î k î hatap saptı iki Kuzugaşev (Kolka onu takip edip
kere vurdu. Çiti hatap sinep a l , pır
yetişmiş: Vaska ağlama, gülüşürler,
hatap kis. Atasözü (Yedi kere ölç,
-kendi dudakları titriyor.)
bir kere biç.) üs hatap suğ îstî. üs
hatap ot çîp aldı üç kere su içti, üç hathırt- Kahkaha attırmak, güldürmek:
kere ot yedi. "Sîrernîn pastiihar, sovhozha
agronom polarğa hığırıp, minî çoo
hatar 1. Yokluk, yetmezlik, ahça hatar
polğan para yetmemiş. 2. Sert, hathırttı.'' G. Topanov (Sizin müdü­
şiddetli, ağır. pu çılda hatar rünüz, sovhozda tarım uzmanı o l ­
polıbıstı bu yıl zor oldu. mam için çağırıp, beni çok güldür­
dü.)
hatas- (birlikte) Çarpmak, katlamak.
hatat- Çarptırmak, katlatmak. hatığ 1. Sert, hırçın, öfkeli: "Aydo, ot
üstüneh tüs kiîîp, ol kîzînîh hatığ
hatayğa anat. Kırkbayır.
tabısnah köksebîzerîn sağıp turca."
hatığ hatla
V. Kobyakov (Aydo, ot üstünden i­ prujina sert yay. hatığ çorıhtığ at
nip, o kişinin sert sesle azarlaması­ sallayan, silkeleyen at. hatığ pas-
nı düşünüyor.) Sıbırap çoohtaan parğan nasır bağlamış, hatığ tanığ
çooh-hop çooh, hatığ çoohtaan gr. sertleştirme işareti, hatığ
çooh-sın çooh. Atasözü (Fısıltıyla kügürt sert gök gürlemesi. ol attın
söylenen konuşma, yalan konuş­ hatığ la söögî haltır o atın sadece
ma, sert söylenen söz, doğru ko­ iskeleti kalmış, hatığ-hutuğ tekr.
nuşma.) 2. Sert, ağır, dayanılması sert, katıksız, yağsız: "Aydo, sala-
zor: "Harlar, pustar hayılçalar, Hatığ sula hatığ-hutuğ nimeneh
hıshı toozılça." P. Ştıgaşev (Karlar, azıranabas, malnah çazaa sıhhan."
buzlar eriyor / Sert kış bitiyor.) 3. V. Kobyakov (Aydo, azıcık, yavan
mec. Sert, bağışlaması zor: şeylerle yemek yiyerek mallarla ya­
"Çüregî, hatığ daa polza, nımzi tuş­ zıya çıkmış.)
ken, andağ daa polza, traktorğa hatığla- Sertleşmek, katılaşmak.
hınminça, ayna adına sanapça."M.
hatığlan- Sertleşmek, kızmak, ciddileş­
Kokov (Yüreği sert de olsa, yumu-
mek: "Çe, türce polip,
şayıvermiş, öyle de olsa, traktörü
hatığlanıbıshan: -Hashılarzar sîrer,
sevmiyor, onu şeytan olarak görü­
hashılar! -Sın, ah sın hashılar!" N.
yor.) 4. Sert, güçlü, kuvvetli: "Vaska
Domojakov (Fakat, biraz sonra
hatığ pastırısnan çul ozarîna
sertleşmiş: Eşkıyasınız siz, eşkıya­
sıhhan."A. Kuzugaşev (Vaska, sert
lar, gerçek, çıplak gerçek eşkıya­
adımlarla derenin karşı yamacına
lar.)
çıkmış.) 5. Sert, yumuşak karşıtı:
"Paza pir sağıs arazında Sabis oh hatığlasCeza.
azaa izer hamağına tehen oshas hatığmay Yulaf unu ve yağın karıştırıl-
çili pJfîngen, anan pazına haydağ- masıyla yapılan yiyecek.
da hatığ nime tehenîn isken, hatıh Yağmurluk.
harahtannda çarıh ottar sağılıshan hatır- Kurutup sertleştirmek, katılaştır­
-Sabis paza nime pfITnmeen." N. mak.
Domojakov (Az bir müddet sonra
hatırğancıh s. Sert, katı, şiddetli.
Sabis'in sağ ayağı eyer kaşına de­
ğer gibi olmuş, sonra başına sert hati Defa, kere, kez: "Üzîncî hati
bir şeyin değdiğini duymuş, gözle­ çoohtapçathanda, Ilya abis kîr
rinde kıvılcımlar saçılmış, Sabis kilgen." A. Kuzugaşev (Üçüncü kez
başka bir şey hatırlamıyor.) 6. Sert, konuşurken, İlya papaz girivermiş.)
ciddî, hatığ çir sert yer. hatığ Ağastı pîr hati saap andara kis
tügtîk at sert tüylü at. hatığ polbassıft. Atasözü (Ağacı bir defa
hurğah sert damak. hatığ vurmakla kesip yıkamazsın.) nince-
glasnayiar gr. sert ünlüler, körîzî nince hati çok kez.
hatığ sert bakışlı, hatığ çahığ kati hati-hati zf. Tekrar tekrar.
emir. hatığ sroktar zor zamanlar. hatirı mat. Çarpma, çarpım, çibirgee
hatığ kîzî sert adam, katı adam. çitîre hatirı yirmiye kadar çarpma,
hatığ soohtar sert soğuklar, hatığ hatırının tablitsazı çarpım tablosu.
kürezîg sert mücadele, hatığ toğıs hatla- (tavuk) Gıdaklamak: "A sin
zor iş. hatığ çobal felâket, musibet, çoohtaazıh ma haribde odırğanın? -
belâ. hatığ çil zor yıl, kıtlık, yokluk Pana Matildaa -Hatlaba.
yılı. hatığ arağa sert içki. arağa Çoohtaam, atarlar." V. Şulbayeva
hatii içkinin alkol derecesi, hatığ (Peki sen söyledin mi cezaevinde
hatlat - 160- haycı

yattığını? -Pana Matilde'ya haya (ıı.) ünl. Haydi!


Gıdaklama. -Söyledim, alacaklar.) hayah Yağ: "Köp san malları hay ah,
hatlat- Böğürtmek. süt, tük pirgennerî ÇİT M. Kokov
hatpah (balıkta) Solungaç. (Çok sayıdaki malların yağ, süt, yün
hatpar (giyside) Kıvrım, fırfır. vermeleri ne?) Haa suğnı
haynadıp, hayağın al polbassıfi;
hatparlığ s. Kıvrımlı, fırfırlı (giysi).
hazinezîn, his idîp, irge pir
hatparlığ kögenek fırfırlı elbise. polbassıfi. Atasözü (Kara suyu
hatparlığ harın kırkbayır. kaynatıp yağını alamazsın, kayna­
hatpas 1. (giyside) Fırfır, kurdele. 2. nasını kız edip, ere veremezsin.)
Oda. tura îstîndegî hatpas evin i­ toraptığ hayah tereyağı,
çindeki oda. 3. Kırkbayır. hayıldırğan hayah eritilmiş yağ.
hatpastığ Kıvrımlı, fırfırlı (elbise), üs çağban hayah bitkisel yağ. toğım
hatpastığ kögenek üç fırfırlı elbise, hayah parça yağ, yağ parçası.
krş. hatparlığ hayahta- Yağlamak.
hay (ı.) Destan, gırtlaktan söylenen hayahtığ s. Yağlı.
şarkı, destan: "Mına hayı, ödelep /
hayala- 1. Kayaya tırmanmak 2. Kaya­
Ibge toldıra cayıldı."M. Bainov (İşte
nın yanına gitmek.
hayı, yükselip / Ev dolusu yayıldı.)
hayalığ s. Kayalı: "Künge örînîp, aymah
hay (ıı.) zm. Hangi, ne. hay pTreede
köp ün Hayalığ hırda yahılan turar."
bazen, hay pîreebîs bazımız, hay­
M. Kilçiçekov (Güneşe sevinip, çe­
da nerede, hayğa çitîre nereye
şitli sesler / Kayalık dağda yankıla­
kadar, haydan nereden, haydar
nıyor.) hayalığ çir kayalık, kayalık
nereye, hay pol- mümkün olmak.
yer.
hay polğanca tabırah mümkün o l -
duğunca hızlı. haybağın- Etrafına bakınmak:
"Hanattarın nince gider sölînîzîneh
hay- Dikkate almak, aldırış etmek, al­
caza tudıp, çike odırıbızıp, ibîre
dırmak: "Aydonın aldanğanına hara
haybağınıp, tükpeyçetken nimenî
sağıstığ Yakın hayarın daa haybin
tumzuğınah hağıbıshan." N.
turadır." V. Kobyakov (Aydo'nun
Domojakov (Kanatlarını olabildiğin­
yalvarmasına kara düşünceli Yakın
ce açıp, dik oturup, etrafına bakı-
aldırış etmiyor.)
nıp, tümseklenen şeye gagasıyla
haya (ı.) Kaya: "îdi has pandanda, vurmuş.)
potoloktah uluğ kizek haya oyılıp,
haybanna- Etrafına bakınmak: "Noo
anın üstünzer küpli halğan -pray
nimee haybahnap turzıh? M in sinî
ibırkl nime harashı polip tur çi, sini uzudar üçün azırap,
halğan." S. Çarkov (Böyle kazınca, tonandırçam ma?" V. Kobyakav (
tavandan büyük kaya parçası oyu­ Niçin etrafına bakınıp duruyorsuun?
lup, onun üzerine gümbürtüyle Ben seni, seni uyutmak için mi bes­
düşmüş, -etraftaki her şey karanlık­ leyip giydiriyorum?)
ta kalmış.) Çaltanmaza, çalım ha­
ya daa talacan. Atasözü (Korkusu­ hayca zf. 1. Kaç, ne kadar. 2. Nasıl.
za, yalçın kaya da dayanmaz.) ha­ haycı 1. Kahramanlık hikâyesi anlatan
yada odırıp sağınçam kayada o t u ­ kimse, destancı: "Almah sağıstığ
rup düşünüyorum, çalım haya sarp haycı la Ayıdar sağaa turist iğ." S.
kaya. çîkîm haya yalçın kaya, sarp Kadışev (Sadece geniş düşünceli
kaya. hahpahtığ haya sarkık kaya. haycı / Söyler sana hakkıyla.) 2.
Gırtlaktan şarkı söyleyen kimse.
hayda -161 -
hayığ

hayda zf. Nerede: "Hayda polza, pîree haydi Nasıl? "Haydi olar mındağ açıh
pasha kîzîde toğınıp alay ba mal çazıda pu çalahnı pîdi çağdaanca
hadarıp çurtir." V. Kobyakov (Nere­ aharbaannar."H. Domojakov (Nasıl
de olsa, bir başka kişide çalışıp ve­ onlar bu kadar açık yazıda bu çıp­
ya mal otlatıp yaşar.) hayda daa a) lak ata bineni böyle yaklaşana ka­
her yerde, her tarafta b) hiçbir yer­ dar fark etmediler.) Malnı haydi
azırazan, süttî îdök alarzın. Ata­
d e , hayda-da bir yerde, herhangi
sözü (Malı nasıl beslersen, sütü öy­
bir yerde.
le alırsın.) haydi polza nasılsa, bir
haydağ s. 1. Nasıl? "Ashırlar haydağ şekilde: "İdi, haydi polza çap
kirekte haydağ ün piredîrgennerîn adaydan azırılıp alıp, Yakın pora
çılğılar pîlçeler." N. Domojakov adının soonca çoo çaliıhtap
(Aygırların nasıl bir durumda, nasıl oylapça."V. Kobyakov (Böylece, bir
ses çıkaracaklarını yılkılar bilirler.) şekilde, kızgın köpekten kendini
2. Ne : "Harap köfîher çir- kurtarıp, Yakın bora atının ardınca
suubıssar, Haydağ hayhastığ pay yalpalayarak koşuyor.)
çir! - tirzer." M. Kilçiçekov (Bakınız haydol Buzağısız süt veren inek.
bizim yurdumuza / Ne şaşırtıcı
hayğa Nereye?
zengin, yurt, dersiniz.) haydağ
hayğah (ı.) Koruma, esirgeme.
homay nime! bu ne rezalet! bu ne
kötülük! haydağ-da herhangi bir: hayğah (ıı.) Kıvrık, e ğ r i .
"Çirde tal ağastıh altında haydağ- hayha- Hayret etmek, şaşırmak:
da hara nime körînçe." A. "Çornap, İliskecektîh bolları haydi
Kuzugaşev (Yerde söğüt ağacının siber hıymırapçathanın körîp,
altında herhangi bir kara nesne g ö ­ hayhaan." İ. Kotyuşev (Çornap,
rünüyor.) haydağ daa a)herhangi iliskecek'in ellerinin ustalıkla hare­
bir. b) hiçbir, haydağ çirde nerede, ket ettiğini görüp, şaşırmış.)
nasıl bir yerde, haydağı neredeki. hayhal Şaşılacak şey, hayret, haydağ
hayda-hayda uzakta, hayda hay­ haydal ne şaşılacak şey.
da poldım uzaklardaydım. hayhas Hayret etme, şaşma, şaşırma.
haydan zf. Nereden: "Haydan alğazar, hayhas-Şaşırmak, hayret etmek:
ağan, mındağ hoos hafızanı?' N. "Pazoh hayhas sıhçalar irenner.'"
Domojakov (Nereden aldınız, de- N. Nerbişev (Yine şaşırıyor erkek­
deciğim, böyle nakışlı pipoyu? ) ler.)
haydan kilgen ol nereden gelmiş? hayhastığ Hayret verici, şaşırtıcı: "Ol,
haydanzar neredensiniz?. hılçahnabızıp, uğaa hayhastığ nime
körsalğan."N. Domojakov (O, etra­
haydar zf. Nereye? "Sin, Torka, haydar fına bakınıp, çok şaşırtıcı bir şey
parirzıh? Mini dee hada apar za, görmüş.)
pîree çirge aallap." V. Kobyakov
hayhat- Hayret ettirmek, şaşırtmak.
(Sen Torka, nereye gidiyorsun?
Beni de birlikte götürsene, bir yere hayı- 1. Keserek kısaltmak. 2. Teyelle­
misafir olarak.) haydar-da her yere, mek.
hiç bir yere. haydarhı hangi, hangi hayığ Dikkat, hayığ aylandır- dikkat
taraftaki?. haydarhı sarinda etmek, hayığ çoh dikkatsiz, hayığ
çurtapçazar hangi tarafta yaşıyor­ tasta- dikkat etmek: "Hığırığcaa
sunuz?, haydartın nereden?, sîrer passajir poyezdînîh vagonının
közenegîneh, hınza, harah puliinan
haydartıh kildîner siz nereden
daa Tarğı çul çazızınzar hayığ
geldiniz?
tastirga kilîsken polar." M. Kokov
haydartın zf. Nereden?.
hayıh hayla
(Okuyucuya yolcu treninin vagonu­ parçathanda, kömes tınanıp alarga
nun penceresinden, isterse, göz tirekter arazınzar kilgen." A.
ucuyla da Tarğı Çul yazısına dikkât Çerpakov (Noni, babasının cena­
etmek uygun olacak.) hayığ it- dik­ zesiyle uğraşma işi yolunda gitti­
kat etmek: "Çe ağaa pîrdeezî hayığ ğinden, birazcık dinlenmek için ka­
itpeen." N. Domojakov (Fakat ona vaklar arasına gelmiş.) 2. Uğraşan,
hiçbiri dikkat etmemiş.) hamarat.
hayıh Yayık, hayıh ü s - yayık vurmak. hayındı Dikkat, özen.
hayıh- Bir şeyi bahane etmek, yersiz hayındılığ s. Dikkatli, özenli.
çıkışmak. bayındır- Ev işleri yaptırmak.
hayıl- 1. Erimek, sıvılaşmak: "Harlar, hayındırt- Ev işleri yaptırtmak.
pustar hayılçalar, Hatığ hıshı hayınıs 1. Ev gailesi, ev işleri 2. Kay­
toozılça." P. Ştıgaşev (Karlar, buz­ naşma: "Aalda uluğ hayınıs." N.
lar eriyor / Sert kış bitiyor.) 2. Eri­ Nerbişev (Köyde büyük kaynaşma.)
mek, tükenmek, yok olmak: "Hatap hayınıs-1. Birlikte ev işleriyle uğraşmak:
toğastım sağaa / Haycınıh çüree "irteeçî ipçiler İnekterin sağlap
hayılçadır." S. Kadışev (Yeniden hayınısçathannar." N. Domojakov
rastladım sana / Hayanın yüreği e­ (Erkenci kadınlar ineklerini sağıp
riyor.) hayan hayılğan yağ erimiş. uğraşıyorlar.) 2. Bir şeyle meşgul
tashar sooh turca, izepte ahça olmak: "Pazoh çadıp, pazoh la
tudılızı çoh sağıstarnan hayınıs
hayılça dışarısı soğuk, cepte para
sıhhan." N. Domojakov (Yeniden
eriyor.
yatıp, yeniden ele gelmez
hayıldır-Eritmek: "Könmnîg, sımdah his düşüncelere dalmış.)
köp oollarnın çürekterîn
hayır 1. Misk. 2. Misk bezesi.
hayıldırcah." N. Tyukpiyekov (Alım­
hayır- Bilemek, keskinleştirmek, pıçah
l ı , uysal kız, çok gencin yüreğini e­
hayır- bıçak keskinleştirmek, saphı
ritmiş.) hayır- orak bilemek.
hayılıs Erime. hayırdır-Biletmek, keskinleştirmek.
hayım Oyunda berabere kalma. hayırğas Bileği taşı. pıçaam hayırarğa
hayın- 1. Ev işleriyle uğraşmak, evi hayırğas tappadım bıçağımı bile­
derleyip toplamak: "İrten irte meye bileği taşı bulamadım.
tonancan / Ibde toğınıp hayıncah / hayırğastığ s. Bileği taşı olan.
Çîg îpekneh çay fzîp / Çazızar otha hayırlığ s. Miskli.
ol parçan." P. Ştıgaşev (Sabah er­ hayırıs Bileme, keskinleştirme.
ken giyinmiş / Evde çalışıp uğraş­ hayırıs- Birlikte bilemek, keskinleştir­
mış / Kuru ekmekle çay içip / Yazı­ mek.
ya ota gitmiş.) Pır ineyek turada hayıs Kayış: "Hıshacah hayıs
hayınıp-hayınıp pulunda hamcızınah arğa pastıra
çadıbısça. Bilmece, süpürge (Bir hıcladıbısça." N. Tyukpiyekov (Kı­
ninecik evde uğraşıp uğraşıp köşe­ sacık kayış kamçısıyla arkasından
de yatıyor.) 2. Kaynaşmak: "Hara şaklatmış.) krş. haas
seek tobın çili hayınça." N. hayıştır-/c/z. Karıştırmak, ortalığı birbiri­
Domojakov (Kara sinek, böcek gibi ne katmak.
kaynaşıyor.) harlığ poraan hayın
hayla- Gırtlaktan şarkı söylemek, ens­
turdı karlı boran kaynıyordu. trümanla destan söylemek: "Alton
hayıncah 1. Uğraşma: "Noni, pabazının aymah çon alnında «Altın Arığnı»
söögîne hayıncah pray çahsı haylap pirgem." S. Kadışev (Altmış
-163- hayrahan
haylah
çeşit halk önünde 'Altın Arığ'ı' söy­ haynaan s. Kaynamış, haynaan suğ
leyeyim.) kaynamış s u .
haylah zool. Martı, ah haylah ak martı. haynama Kaynamış, kaynayan.
ah haylah ün hozıp, ah tigîrzer haynas 1. Kaynama, kaynayış. 2. Kay­
ködîrîlçe ak martının ötüşü ak gö­ naşma.
ğe yayılıyor.
haynas-1. Kaynaşmak: "Tigîrge
sıdamah-haylah tekr. Çalışkan, gayretli. uçuhhlap haynashlapçalar." A.
haylahta- (suda, havada) Kaydırmak, Çerpakov (Gökte uçuşup kaynaşı­
yüzdürmek: "Han tiğîrde haylahtirğa yorlar.) 2. (ses) Kaynaşmak. 3.
/ Haraçhayah polıbızam / Köglîg, Kaynaşmak, yaramazlık etmek.
köglîg sarnirğa / Könnın sinin haynat- 1. Kaynatmak: "Hazanahta
çazirğa."\l. Şulbayeva (Han gökte haynathan suğ halğan polar, -timîr
uçurmaya / Kırlangıç olayım / Ne­ pes üstündegî hazanahtı peştin
şeli neşeli söylemeye / Gönlünü ortızına tartıp çoohtanğan Marka."
senin iyileştirmeye.) i. Kotyuşev (Küçük kazanda kayna­
haylahtan- (suda, havada) Kaymak, tılmış su kalmış olmalı, - demir so­
yüzmek. ba üstündeki kazanı sobanın orta­
haylahtandır- (suda, havada) Kaydır­ sına çekip konuşmuş Marka.) Oy
mak, yüzdürmek. attı oylatpaam tîbe, ool çüregîn
haylat- Gırtlaktan şarkı söyletmek. haynatpaam tîbe. Atasözü (Kula
atı koşturmayayım deme, oğul yü­
haylo Külünk, küskü krş. kaylo.
reğini kaynatmayayım deme.) Haa
haylola-Külünkle vurmak. suğnı haynadıp, hayağın al
haymah kız. Kaymak (sütten, yoğurttan.) polbassın; hazinezîn, his idîp,
hayna- 1. Kaynamak: "IzTktln sol irge pir polbassın. Atasözü (Kara
sarında tasnan salğan soolda uluğ suyu kaynatıp, yağını alamazsın,
çis çaynik pulazıp haynap turca." V. kaynanasını, kız edip, ere vere­
Kobyakov (Kapının sol yanında taş­ mezsin.) 2. Kaynatmak, pişirmek.
la yapılan sobada büyük bakır çay­ ürge haynat-çorba pişirmek. 3. ( k i -
danlık buharlaşıp kaynıyor.) suğ reç) Söndürmek.
haynapça su kaynıyor. Ot çoh haynathan s. Kaynamış, kaynatılmış.
haynapça. Bilmece, haber (Ateşsiz
haypîree zm. Bir kısım, biraz.
kaynıyor.) 2. Pişmek. 3. Yanmak,
haypîreener mında haizin bir kıs­
kaynamak, çüreem haynapça yü­
mınız burada kalsın.
reğim yanıyor. 4.mec. Kaynamak,
birbirine girmek, çok olmak: "Halın haypîrsîzm. Bazısı, bir kısmı, mında
harnan hatanıp / Has-poraanı prayzı nimes, haypîrsî le burada
haynabıshan." A. Topanov (Kalın hepsi değil, sadece bir kısmı (var.)
karla kaplanıp / Sert boranı kay­ hayra- Bükmek, eğmek: "Pacah iney
naşmış.) toğıs haynapça iş apsağınzar hayra hızınğanınah
kaynıyor. 5. Kaynamak: "Aynın pastır kilgen." M. Kokov (Pacah n i ­
soonan ay irtfpçe / Abis çurtı ne kocasına doğru eğilip bükülerek
haynapça / Apon matap toğınça / gelmiş.)
Arığdan ağas tartıpça." P.Ştıgaşev hayrahan 1. Hükümdar 2. Tanrı,
(Ayın sonundan ay gider / Abıs'ın Kayrakan: "Nime çitpinçe olarğa?
evi kaynıyor / Apon çok çalışıyor / Postan kütçetken hayrahannar." V.
Ormandan ağaç çekiyor.) 6. Yara­ Şulbayeva (Ne yetmiyor onlara?
mazlık etmek, kaynaşmak. Kendileri yaratıcı Tanrılar.)
hayral -164-
haza
hayral 1. ilgi, özen. kîzîdener hayral la parğan kîzee tööybîn." N.
insana özen. 2. Yardım. 3. Kurtar­ Nerbişev (Düşünüyorum: Ne ettim
ma, kurtuluş. ben? Yolunu kaybetmiş kişiye
hayralla- 1. Korumak, saklamak, benziyorum.)
esirgemek: "Kök harahtığ abahay hayza e. Ne de olsa: "Ol tuşta pîstîh
hıstar / Kün irtîrbin hayrallapçalar." imcîbis hamnar polcıh hayza." İ.
M. Kilçiçekov ( Mavi gözlü güzel Kotyuşev (O zaman bizim doktoru­
kızlar / Gün geçirmeden muz kamlar imiş ne de olsa.) anı
koruyorlar.) haziin hayralla- sağ­ prayzı pîlcen hayza! onu hepsi bilir
lığını korumak, anı harah odı çîli ne de olsa.
hayralla- onu gözünün içi gibi hayzı s. 1. Hangi: "Hayzızınıh baların /
korumak, naa ösçetken ağastı Haraa-tünge hadarçalar." A.
hayrallirğa kirek yeni yetişen ağaç Topanov (Hangisinin kaldığını /
korunmalı, kniga hayralla- kitap Geceleyin gözetliyorlar.) 2. Bazı:
korumak. 2. Tasarruf etmek, tutum­ "Hayzı iblerdeh ağılbay kök ıstar
lu olmak. sıhhlapçathannar, çe iki le ibdeğ
hayrallan- Sakınmak, korunmak, esir­ hara kök ıs purlapçathan." N.
genmek, kendini korumak, soohha Domojakov (Bazı evlerden açık
aldırarman hayrallan- soğuğa kar­ renkli dumanlar çıkıyor, sadece iki
şı korunmak. evden koyu duman yükseliyor.) 3.
hayrallas 1. Koruma, saklama, esirge­ Kimi. hayzı-da hepsi, hepsi d e : "Ür
me, ihtimam: "A min tınağ çoh dee polbaanda olğannarnıh hayzı-
hadarçı polçam, çahsı hayrallas da teen -Pirinçebis." i. Kostyakov
mağaa çoğıl."U. Tinikov (Fakat ben (Çok geçmeden çocukların hepsi
dinlenmeden bekçilik ediyorum, g ü ­ de demiş: Veriyoruz.) hayzı
zel ihtimam bana yok.) ağas gorodta hangi şehirde, hayzında
hayrallazı ağacı koruma. 2. Tasar- hangisinde, hayzızı hangisi, hayzı
rufluluk, tutumluluk. 3. Tasa, kaygı, daa hiçbiri, hayzı la herkes.
tasalanma, kaygılanma. hayzına hangisine.
hayran 1. Sevgili, kıymetli, güzel: "Noo, haza- 1. Tutuşturmak, iliştirmek:
küren at, noo, hayranah! -kühürede "Pörikterine ah-noğan sübürekter
tapsap salıp odırğan ir kîzî." N. hazap salğan." A. Kuzugaşev
Domojakov (Hayır, yağız a t , hayır (Börklerine ak yeşil bez parçaları i­
güzelim! diye homurdanıp seslen­ liştirilmiş.) broşka haza- broş tutuş­
miş er kişi.) 2. Zavallı, biçare: "Hay­ turmak. 2. Saplamak, batırmak,
ran çüregîm, köölce sıstazıp, Pfrge sokmak. înenî tîkçetken nimee
sabılça minneh hada." M. hazap salarğa iğneyi dikilen şeye
Kilçiçekov (Zavallı yüreğim, yavaş­ batırmak, pıçah haza- bıçak sok­
ça sızlayıp / Birlikte dövünüyor be­ mak. 3. Dikmek, marha haza-
nimle.) hayran palam sevgili çocu­ düğme dikmek. İrge paran ooy
ğum, hayran kîzî zavallı, biçare. polcafi, irgek hazin sidîk polcan.
hayran oolah zavallı çocuk. Atasözü (Kocaya varmak güç olur,
eldivene baş parmak dikmek zor
hayrastan- 1. Elbisenin eteğini topla­ olur.) 4. Nallamak. 5. Bağlamak.
mak, kıvırmak. 2. Bükülmek, eğil­ haza kör- gözünü dikerek bakmak.
mek. 6. Nakışlamak, süslemek: "Şarap
hayt- (soru fiili) Ne yapmak, ne etmek: apsah sovhoz fermazınıh uzançılan
"Sağınçam: hayt pardım min? Ast ıh it pirgen ibire hara plisteh
hazaa -165 -
hazanah

hazabıshan homdıda çathan." A. miş.) 3. Dikilmek. 4. Nallanmak. 5.


Çerpakov (İhtiyar Şarap, sovhoz Musallat olmak, bulaşmak, ilişmek.
çiftliğinin ustalarının yaptığı, etrafı sin mağa hazalba bana musallat
siyah nakışlarla süslenmiş tabutta olma. kime humğa hazal pardı
yatmış.) gemi karaya oturdu, hazalçapça
hazaa 1. Ahır, çiftlik, hara: gözünü dikerek bakıyor.
"Saraashırnı, pray aalnın hazalcah 1. Sivri, dikenli, hazalcah
poğdarhazın, ol hazna hazaazı nafi emek dikenli t e l . hazalcah ot d i ­
alğan polğan." N. Nerbişev (Sarı kenli ot. 2. İğne yapraklı bitki.
aygırı, bütün köyün gururunu, o hazalcahtıg s. Dikenli, sivri.
devlet harasından almış imiş.) înek hazalcıh s. Sivri, keskin: "Hazalcıh hazır
hazaazı inek ahırı, at hazaazı at harahtardah / Haraa-künörte
ahırı. 2. Kümes. 3. Çit. hazaa- hadarğan."M. Bainov (Keskin, sert
hahpah tekr. ahır ve ev gözlerden / Gece gündüz koru­
muş.)
hazaala- Bağlamak, etrafını çevirmek.
"Ibîre çoon îlcîrbeneh hazaalap hazaldır-1. Batırmak, saplamak. 2. M u ­
sallat etmek, bulaştırmak.
salğan." A. Çerpakov (Etrafı kalın
zincirle çevrelenmiş.) krş. hazağla- hazalıs- Birlikte batmak, saplanmak:
"Hacan haraa tooza çalğıs ashırnı
hazaalan- Etrafı çevrilmek.
abılaan püürlernîh çîtîg, sooh tîsterî
hazağ Bağ, i p . at hazağda at bağlı. anın idî-söögîne parçan sarinah
hazağla- Bağlamak, iğneyle tutturmak, hazalıza tüzîp, hanı arığ harda çîrli
iliştirmek: "Küsküde nınnerîne hızıl tüskende, ol pazoh, ças
sübürekter hazağlap salğan hulunıcahtıh irke ünîn is salıp,
haydağ-da soldattar kilgenner." A. halğancızın tura honarğa übengen."
Kuzugaşev (Güzün, yenlerine kızıl N. Nerbişev (Gece boyunca yalnız
bez parçaları bağlayan birtakım as­ aygırı avlayan kurtların keskin, so­
kerler gelmiş.) ğuk dişleri, onun etine kemiğine her
yandan saplanıp kanı temiz karda
hazağlığ s. 1. Naili, nallanmış. 2. İşle­ yayıldığında, o yine, genç tayın tatlı
meli, nakışlı, kaplı: "Hola hazağlığ sesini duyup, son kez kalkmak için
irgî ağas ıharcahtın üstünde ol pir gayret etti.)
hırına hıyın arah odırıbıshan kilir."
V. Kobyakov (Tunç kaplamalı, eski hazan Kazan: "Kemriih pezînen, ha­
ağaç eyerin üstünde o, bir yanına zan sıbapçathan hattarni oshas
yatık oturmuş geliyor.) ağılbay ıs pığırap turca -anzı ças
hazin." N. Nerbişev (Kimin soba­
hazah 1. Rus. 2. Ruslarla ilgili, hazan tîlî sından kazan sıvayan kadınlarınki
Rusça, hazah hurtı pire. hazah odı gibi ak duman çıkıyorsa, onunki yaş
lahana. akağaç.) uluğ hazan büyük kazan.
hazahçıl s. Rusçayı iyi bilen. küler hazan bronz kazan, hazan
hazah-huzah tekr. mec. Kızgın, sinirli. tık-kazanı ocağa koymak.
hazah purut Kazak, Kazakistanlı. hazan- İşaret koymak, işaretlemek.
znaçok hazan- rozet takmak.
hazahsıros s. Rusa benzer, Rus gibi.
hazanah Küçük kazan, tencere: "Timîr
hazal- 1. Tutuşmak, ilişmek. 2. Bat­ pes üstündegî hazanahtı pestîn
mak, saplanmak: "Sah andoh köksî ortızına tartıp çoohtanğan Marka."
hazala tüsken, harah cazı sığa İ. Kotyuşev (Demir soba üstündeki
salğan." I. Topoyev (Tam o sırada kazancığı sobanın ortasına çekip
göğsü saplanmış, gözyaşı çıkıver- konuşmuş Marka.)
hazandır -166- hazınnığ

hazandır- Kendini belli ettirmek, taktır­ îskerkî tağzar tari sıh parğan uluğ
mak. öörlîg hoynıh soonah pastır parça."
hazar- 1. Ağarmak kırlaşmak: "Hara V. Kobyakov (Aydo, on yaşında o ğ -
pazıbıs hazarğanca, hada lan, ak otlu ak yazıda, atıp dağıtıl­
polarcıhpıs." V'. Tatarova (Kara ba­ mış aşık kemikleri g i b i , doğudaki
şımız ağarana kadar, birlikte olur­ dağa doğru yayılmış çok sayıdaki
duk.) 2. Ağarmak, hava aydınlan­ koyunun ardınca gidiyor.)
mak: "Haraazı irtîp, tan atsa, hazıh (ıı.) 1. s. Sağlıklı: "Hazıhta kirek
Hazanzıp usçalar." A. Topanov polğan. Ağırıbıshanda kirek çoğıl."
(Karanlık geçip, tan atsa / Ağarışıp V. Şulbayeva (Sağlıklı iken gerekli,
sönüyorlar.) tan hazarıbıstır tan hasta olunca gereksiz.) 2. Sağlık:
ağarmış. 3. Uzakta bir nokta hâlin­ "Sınap pJreezı hazıh çohtanıbıssa,
de görünmek. suğda nime iliskecek olarnıh imneg turazınzar
hazarca suda bir şey ağarıyor. 4. kil turarğa söleen." İ. Kotyuşev
Rengi solmak, rengi atmak, beyaz­ (Gerçekten biri sağlığını yitirirse,
laşmak. İliskecek onların hastahanesine
gelmesini söylemiş.) hazıh pol!
hazarıs- Ağanşmak: "Harashı haraa tur
Sağlıklı o l ! hazıh çörçet sağlıkla
parza / Harah oynadıp köyçeler /
yaşa. hazıh çoh sağlıksız, hasta,
Haraazı irtîp, tan atsa / Hazanzıp
hastalıklı, haziin haydağ? sağlığın
usçalar." A. Topanov (Karanlık ge­
nasıl? Gospoday hazıh pirzîn
ce olunca / Göz oynatıp yanarlar /
sağaa! Tanrı sana sağlık versin!
Karanlık geçip, tan atsa / Ağarışıp
sönerler.) hazıh (ııı.) Kaşık.
hazart- 1. Ağartmak, beyazlatmak. hara hazin Kızılağaç.
issefi hulaafida, körzefi haraanda, hazıl-Kazılmak, sökülmek, yablah hazıl-
tîs hazartpacan duyduğun kula­ parğan patatesler s ö k ü l d ü , kanava
ğında, gördüğün gözünde, diş a­ nazildi hendek kazıldı.
ğartma. 2. Badanalamak. hazılığ s. Yağlı, karın yağı olan.
hazarta zf. Ağartarak, beyazlaştırarak: hazin Akağaç: "Hazıhnar, ostar,
"Apsah harahtarın hazarta körglep, sıılazıp ala, toydağı hıstar çili,
nime-de çoohtanarğa itken, çe tîlî çayhalıs turlar." N. Tyukpiyekov (A­
aylanmaan, ünî dee sıhpaan." A. kağaçlar, titrek kavaklar düğündeki
Çerpakov (ihtiyar gözlerini ağarta­ kızlar gibi sallanıyorlar.) hazin
rak bakıp, bir şey söyler gibi yap­ ağas akağaç (ağacı.)
mış, fakat dili dönmemiş, sesi de
çıkmamış.) hazin Kayın, kayın birader, hazin ağa
büyük kayın (eşin ağabeyi.)
hazarthı 1. Kireç. 2. Beyaz kilden sıva.
hazin- Kazınmak, eşinmek.
hazartıs Ağartma.
hazma Devlet.
hazat- 1. Tutuşturmak, iliştirtmek. 2.
Saplatmak, batırtmak. 3. Bağlat­ hazınah Kayın ağabey, büyük kayın.
mak. 4. Nallatmak, at hazat- at nal­ hazı fin iğ s. Akağaçlı: "Ol kün Aydo,
latmak. malın sığarıp, hazıhnığ tağnı olığli
ırlanıp pariğanda, Çohırah hazıh
hazı (ı.) Karın yağı. ağastar arazına kire oylabıshan."M.
hazı (ıı.)Kıyı, kenar. Kobyakov (O gün Aydo, malını ç ı ­
hazığ Kazma, kazı. karıp, akağaçlı dağın yamacından
hazıh (ı.) Aşık, aşık kemiği: "Aydo, on türkü söyleyerek giderken, Çohırah
çastığ oolah, ah ölen ottığ ah akağaçlar arasına koşup girmiş.)
çazıca, çaya tastaan hazıh çili, hazınnığ arğa akağaçlı orman.
hazır s. 1. Savaşçı, kavgacı, kızgın. hazırılcah s. Kıvrımlı, kenarlı: "Ipçîzî
hazır aday kızgın köpek, hazır Kara, hoor çügürfk harahtığ, örtekti
puğa kızgın boğa. 2. Şiddetli, coş­ oshas hazırılcah irnîn ustayta tudıp,
k u n : "Harbazığ hazır polar, sizîngen sııli tüzîp, niinmeh tarthlap sıhhan."
ol." N. Nerbişev (Kapışmanın şid­ A. Çerpakov (Karısı Kara, konur
detli olacağını sezmiş o.) hazır çil keskin gözlü, ördeğinki gibi kıvrık
şiddetli rüzgâr, hazır talay coşkun dudaklarını bükerek mırıldanıp, ye­
deniz. 3. Azgın, hazır suğ azgın ninden çekiştirmiş.)
s u . 4. Sert: "Timur Aponis hazırlan- 1. Kabarmak, köpürmek, coş­
Pavloviçfin hazır surığlarına pir dee mak, şiddetlenmek, hırçınlaşmak:
nandırbaan. i. Topoyev (Timur, "Kök çalınnah köyçeler hamı çara
Aponis Pavloviç'in sert sorularına saap turçathan piilernîh sanay
hiç cevap vermemiş.) hazır çay sağısha hazırlan parğan harahtarı."
sert çay. hazır tamkı sert sigara. N. Nerbişev (Gök alevle yanıyor ka­
5.zf. Hızlı, suğ hazır ahça su hızlı rı yararak giden kısrakların bütün
akıyor. düşüncelere hırçınlaşan gözleri.) 2.
hazır- Bükmek, katlamak, kolları sı­ Sinirlenmek, öfkelenmek: "Palalar
vamak, kitabın sayfasını çevirmek. sohpazah, Agur! -hazırlanğan ol."
A. Çerpakov (-Çocukları dövmesen,
hazıra (ı.) zool. Düve. Hazıra malnı
Agur! -sinirlenmiş o.) tashar
hatlatpaam tîbe, his palanı poraan hazırlança dışarıda boran
hıshırtpaam tîbe. Atasözü (Düve coşuyor.
malı böğürtmeyeyim deme, kız ç o ­
cuğu bağırtmayayım deme.) hazırlandır-Kabartmak, köpürtmek,
hazıra (ıı.) zf. Ardına kadar, sonuna coşturmak, şiddetlendirmek, kız­
kadar: "Kinetîn soonah aylana dırmak.
tüzîp, tonının ideen hazıra hazıs-(ı.) (birlikte) Kazmak.
tartıbıshan o/."N. Nerbişev (Aniden hazıs-(ıı.)Kaçışmak.
arkasından dönüverip, elbisesinin
hazıs-(ııı.) (birlikte) Ceviz, fıstık kırmak.
eteğini sonuna kadar çekmiş.) îzîk
hazıra azıh kapı ardına kadar açık: hazine (<hazın ine) Kaynana:
"Tözekteh tura honıp, irten irtök "Hazinezmîh irğî kögeneen, çabal
îzıkfî hazıra azıbıshah." G. küs ödîkterîn kizîp alıp, anan ol iney
Kazaçinova (Döşekten kalkıp, sa­ pol sıhhan." N. Nerbişev (Kaynana­
bah erkenden, kapıyı sonuna kadar sının eski elbiselerini, kötü keçe
açmış.) hazıra t a r t - arkaya doğru çizmelerini giyip, böylece o nine
açmak. olmuş.) Haa suğnı haynadıp,
hayağın al polbassıîî; hazinezln,
hazırdır-1. Büktürmek, kıvırtmak, kolları his idîp, irge pir polbassıîî. Ata­
sıvatmak. 2. Yaprağı, sayfayı ç e ­ sözü (Kara suyu kaynatıp, yağını
virtmek. alamazsın, kaynanasını, kız edip,
hazini- 1. Bükülmek, kıvrılmak: "Çaya ere veremezsin.)
hahtabıshan, pladıcahnah ah sastığ hazna Devlet: "Hazna maşinazı daa
pazın, anan moynın sıybap parıp,
sağaa ayağ polğan."V. Şulbayeva
köbîglen hazırı! parğanğa tööy
(Devlet arabası sana üzüntü verdi.)
harağın siberli çızıbıshan." A.
Çerpakov (Yayıp açtığı mendille, ak hazo Bir at hastalığı.
saçlı başını, sonra boynunu sıvaz­ hazolan- (at) Aksamak.
layıp, şişlikleri kıvrılmış gibi gözleri­ hıb 1. Basma ö r t ü . 2. Astar. 3. (elbise)
ni itinayla silmiş.) 2. Sayfa çevril­ Kaplaması.
mek.
hıbah (ı.) İki yaşında karaca.
- 168 -
hıbah hıçam
hıbah (ıı.) (bitki) Kabuğu. halın tükter, ularğa itçetkendegî ç / 7 / ,
hıbdah s. Somurkan, asık suratlı. aar-peer cılıza tüsçetkenner." N.
hıbdah hılıhtığ sinirli, öfkeli. Nerbişev (Veya, bu yüzden de ü­
hıbdahtan- (hava) Bozulmak. züntüden böyle boynundaki kalın
tüyler, ulurken yaptığı gibi, oraya
hıbıh s. Güçsüz, mecalsiz.
buraya yalpalıyor.) Hıyğafi par
hıbın 1. Kıvılcım: "Hıbın sığara polza, hıcalığ polba. Atasözü (Ak­
çaçırasça." A. Topaov (Kıvılcım ç ı ­ lın varsa, aç gözlü olma.) 2. Heves-
kararak çıtırdıyor.) 2. mec. Kıvılcım: l i , arzulu. 3. İmrenen, gıpta eden. 4.
"Hulahha kire ürkülep, Harahta Cimri, pinti.
hıbın tamıstı." M. Bainov (Kulağa
hıcan- Tehdit etmek, korkutmak, mağa
girip ürkütüp / Gözde kıvılcım ç ı ­
hıcanma! beni tehdit etme!
kardı.) 3. Kül.
hıcanıs Tehdit: "Pîstîh sarinah habazığ
hıbınnan- Toz hâline gelmek, ufak par­ çoh polar. -Mınzı hıcanıs? Paçan: -
çalara ayrılmak: "Sooh kiide Sizmdîrîg." V. Şulbayeva (Bizden
hıbıhnançathan hamın tozını turca." sana yardım olmayacak. -Bu teh­
A. Kuzugaşev (Soğuk havada dit. Paçan: - Uyarı.)
düğürcüklenen karın tozu duruyor.)
hıcı Hınç, öfke.
hıbıran Sarı su.
hıcıh 1. Arzulu, hevesli. 2. Aç göz, ta-
hıbırt ( ı . ) Sütlü çay. mahkâr.
hıbırt (ıı.) bot. Atkuyruğu, hıbırtnan stol hıcır- Kışkırtmak, teşvik etmek.
çısçan atkuyruğu süpürgesiyle ma­
sayı temizlemiş. hıcıra- Cıvıldamak, çıtırdamak: "İster be,
uzun hulahtar, mındağ tılaastı? -
hıbla- 1. Astarlamak, elbiseye astar hıcırapçadır saashan." İ. Topoyev
dikmek. 2. Pençe koymak krş. (Duydunuz mu uzun kulaklılar böyle
hıpta- haberi? cıvıldıyor saksağan.)
hıblat- 1. Astar diktirmek. 2. Pençe
hıcırada zf. Kütürdeterek, çatırdatarak:
yaptırmak. "Tustaan ügürsünf hıcırada taynap
hıblığ s. Astarlı, kaplamalı. alıp, çidîlîblsken." (Tuzlanmış sala­
hıca(ı.) 1. ihtiras, tutku, arzu, heves. 2. talığı kütürdeterek çiğneyip, öksür-
Aç gözlülük, doymazlık, krş. hıcağ müş.)
hıca (ıı.) Bağırsak k u r d u . hıcıras- Çatırdamak: "KögenekterMh
hıcağ İhtiras, tutku, arzu, heves. krş. marhalan hıcıraspinan hıya
hıca (ı.) çaçırağlap tur." A. Kuzugaşev
hıcalan-1. İmrenmek, gıpta etmek, he­ (Gömleklerinin düğmeleri çatırdaya-
veslenmek, arzu duymak, istemek: rak etrafa yayılmış.)
"Tiglrde çalğıs la hara nime, hıcırat- Çatırdatmak, çıtırdatmak: "At çol
hanattarın çalbaytıp, ağırın hazındağı uzun sîgennemîh pazın
uçuğısta hıcalanar nime harap tur." hıcırat çörgen." N. Domojakov (At
V. Tatarova (Gökyüzünde biricik yol kıyısındaki uzun otların başları­
kara kuş, kanatlarını yayıp, yavaş­ nı çıtırdatıyor.)
ça uçarak istediği bir şey arıyor.) 2. hıclat- Şaklatmak: "Hıshacah hayıs
Aç gözlülük etmek, doymazlık et­ hamcızınah arğa pastıra
mek: hıcladıbısça." N. Tyukpiyekov (Kı­
hıcalığ 1. Aç gözlü: "Arsa, annahar daa sacık kayış kamçısıyla arkasına
şaklatıyor.)
hıcalığ açırğasha îdi moynındağı
hıçam s. Dar. hıçam ton dar g i y s i .
hiçi - 169-
hııla

hiçi- Kaşınmak: "Azahtarıh holın saap minî hığırça eliyle beni


hıçıpçatsa, çazağ çügür." N. çağırıyor, polızığa hığırarğa imda­
Tyukpiyekov (Ayakların kaşınırsa da, yardıma çağırmak, aalap hığır-
yaya yürü.) yüksek sesle çağırmak. 3. Okumak:
hiçin- Kaşınmak aday hıçınça köpek "Pana, pismonı alıp, tın hığırça."V.
kaşınıyor. Şulbayeva (Pana, mektubu alıp,
hıçına 1. Kaşıntı. 2. Uyuz. yüksek sesle okuyor.) kniga hığır-
hıçıt- Kaşıtmak. kitap okumak, gazeta hığır- ga­
hıçıthahl. Kaşıntı. 2. Uyuz. zete okumak. pos îstînde
hığırarğa kendi içinden okumak.
hıdat Çin. hıdat çay Çin çayı. hıdat
çonı köp Çin nüfusu çok. hığırcı Okuyucu, okur, kari.
hıdır 1. Benekli. 2. Çilli, hıdır pol hığırığ 1. Çağrı, davet. 2. Okuma.
parğan kızı yüzleri pürtüklenmiş k i ­ hığırığcı Okuyucu, kari: "Hığırığcaa
ş i . 3. (çiçek) Bozuğu. passajir poyezdînih vagonının
hıdıra- Gıcırdamak, çatırdamak. közeneginen, hınza, harah puliinan
hıdırağ Gıcırdama, çıtırdama. daa Tarğı çul çazızınzar hayığ
hıdırah Çatırdayan, gıcırdayan. tastirga kilisken polar." M. Kokov
(Okuyucuya yolcu treninin vagonu­
hıdıras Merkez dışında.
nun penceresinden, isterse, göz
hıdırat- Gıcırdatmak, çatırdatmak. ucuyla da Targı Çul yazısına dikkât
tîsterîn hıdıratça dişlerini gıcırdatı­ etmek uygun olur.)
yor.
hığırıl- 1. Çağrılmak, davet edilmek. 2.
hıdırğah 1. Çentik, kertik. 2. Çentikli,
pürüzlü. Okunmak.
hıdırğahtığ s. Çentikli kertikli. hığırıs 1. Çağrı, davet. 2. Okuma.
hıdırğahtığ ağaş kertikli tokmak. hığırıs- 1. (birbirini) Çağırmak, davet
hığdıra- Gıcırdamak, şıngırdamak. etmek. 2. (birbirine) Okumak.
hığdırah Çatırtı, gıcırtı, şıngırtı. hığırt- 1. Çağırtmak, davet ettirmek:
hıdırt İri öğütülmüş, ças tamahtan "Paynustı hığırtham- kilbedi." V.
talğan itse, talğanı hıdırt polar. Şulbayeva (Payusa'yı çağırttım,
taze tahıldan un öğütülürse, unu iri gelmedi.) 2. Okutmak.
olur. hığırtığ Çağrı, seslenme, çağırış, davet.
hıdırthah bk. hıdırğah hıı Doruk, zirve, toğıstın hıızı işin en
hıdırthay (ı.) 1. Sıvı. 2. Tatsız, lezzetsiz. kızgın vakti.
hıdırthay ügre tatsız çorba. hııhta- İncitmek, küçük görmek.
hıdırthay (ıı.) Katı, sert. hıdırthay teer hııhtat- İncitmek, küçük görmek: "Anan
sert deri. min pashaların, naa kilgennernî,
hıdırtpah bk. hıdırğah soylatham, ürdirgem, hııhtatham."
hığır- 1. Çağırmak, seslenmek: "Hon V. Şulbayeva (Sonra ben başkala­
hadarçızı pudurıp nanmır çaar al­ rını, yeni gelenleri, süründürdüm,
nında la imcini ibıne hığır kilerge havlattım, küçümsedim.)
parğan." \. Kotyuşev (Koyun çobanı hııla-(ı.) Uçmak, yükselmek: "Hıshı Ur
acı çekip, yağmur yağmadan önce pastalıbıshan / Hıılap iuban
doktoru eve çağırmaya gitmiş.) 2. çayılça." A. Topanov (Kış akşamı
Davet etmek: "Toyğa hığırarztn başlamış / Yükselip duman yayılı­
ma?Matilda." V. Şulbayeva (Düğü­ yor.)
ne davet edecek misin? Matilde.)
hııla -170-
hılçıhta
hııla-(ıı.) Hırlamak: "Hıılap, soolap hılam Lâhza, a n . pîr hılamda
hırlapça Hıshı sooğı hılıhtanıp, hubulıbıshan bir anda kılık değiş­
Hatap, hatap haynapça, Hannıg tirmiş.
çürektJhaltıradıp." A. topanov (Hır­ hılahna- Sallanmak, kımıldamak.
layıp, uğuldayıp tepeye gidiyor/ Kış hılannat- Sallamak, kımıldatmak.
soğuğu öfkelenip / Tekrar tekrar hılat sag. Dokurcun, loda.
kaynıyor / Kanlı yüreği ürkütüp.)
hılbanna- 1. Kaçınmak, sakınmak. 2.
köksîm hırlapça göğsüm hırlıyor.
Nazlanmak, kırıtmak.
hıılada zf. Hırıltıyla: "Çe çüregf
hılbannan-1 Kaçınmak, sakınmak. 2.
sıdaspaan oshas. Turıbıshan.
Hıılada tınğan." A. Çerpakov (Fa­ Nazlanmak, kırıtmak.
kat, yüreği dayanmamış gibi. Dur­ hılbahnas- Birlikte kaçınmak, sakınmak.
muş. Hırıltıyla nefes almış.) hılbannat- Sakındırmak, kaçındırmak.
hıılah s. Hırıltılı: "Hosti odırğan çiit arah hılbıh 1. ince tüy tabakası. 2. Seyrek
palalığ ipçî ister dee ide hıılah saç. hılbıh sastığ tas kîzî seyrek
tabısnah çoohtanıbıshan." A. saçlı kel kişi.
Çerpakov (Yanında oturan genç hılbıhtığ s. İnce tüy tabakası olan. pala
görünüşlü, çocuklu kadın işitecek hılbıhtığ törîpçe bebek ince tüy
şekilde hırıltılı sesle konuşmuş.) tabakasıyla kaplı olarak doğuyor. 2.
hıılan kız. Nefes darlığı. Seyrek saçlı.
hıılanhay Düzgün, hıılanhay çîp düz ip. hılbırhay İnce d e r i .
hıızın Kaybolma, yitme: "Ür nimesten, hıibıs sag. s. ince, zayıf, etsiz.
olarnıh hoybannaanı - hıızında." V. hılcağ Kulp, tutamak, sap. krş. hılçı
Tatarova (Çok geçmeden, onların hılcı bk. hılcı
kıvrılmaları kayboluyor.) hılçanna- Arkasına bakmak, etrafına
hıl 1. Kıl: "Hushacahtah daa kîçicek bakmak: "Ol, hılçahnabızıp, uğaa
hus pir le çirde çarbastança, hılğa hayhastığ nime kör salğan." N.
haap parğan oshas."N. Domojakov Domojakov (O, arkasına dönüp,
(Küçük kuştan da küçük bir kuş çok şaşırtıcı bir şey görüvermiş.)
yerde patırdıyor, kıla 'kıldan tuzağa' hılçannan- Arkasına bakınmak, etrafına
yakalanmış gibi.) at hılınnan bakınmak.
idîlgen matrats at kılından yapılan hılçahnas Etrafına bakınma, ardına
bakma.
matras. hıl arğamcı kıl i p , kendir.
hılçahnas- (birlikte) Etrafına bakınmak:
2. Tüy, yün. 3. Tel. balalayka
"Kustuknah Yakın, pağdağı kîzîlernî
hılları balalayka telleri. 4. Yünden.
köre le, udur-tödîr hılçahnazıp,
hıl plat yün elbise. 5. Örümcek ağı:
külmîze tüskenner." V. Kobyakov
"Hacan sarıpça pîstî Is-pay (Kustuk'la Yakın, bağlı kişileri görür
mmcîgînîh hılı." V. Maynaşev (Ne görmez etraflarına bakışıp gülüş­
zaman sarıyor bizi / Zengin örüm­ müşler.)
ceğinin ağı.)
hılçannat-Ardına, etrafına baktırmak.
hıl- Kılmak, yapmak. hılçı Kulp, tutamak, sap. krş. hılcağ
hılağay s. Seyrek. : "Toraat, suğluh hılçıhGıdıklanma, gıdıklama, hılçıhtah
köleçkezT sığdırazıp, hılağay huzuru horıhpas gıdıklanmaktan korkmaz.
çayılğan." V. Kobyakov (Doru at,
hılçıhçı Gıdıklanır, gıdıklanan.
suluk zinciri şıngırdayıp, seyrek
kuyruğu yayılmış.) hılçıhta-Gıdıklamak, gıcıklamak: "Hacan
ayna hılcıhtap / PJske IzJrtçe açığ
hılçıhtan
- 171-
hın
suğnı / Ağaa alaahtırtıp / Palğastığ hılın- Kılınmak, yapılmak: "Anın
oymahha tüssebîs." V. Maynaşev hılınğanı payağıdan pasha arah
(Ne zaman şeytan gıdıklayıp / Bize pîldîrçe."\l. Tatarova (Onun yapılışı
içiriyor içkiyi / Ona kandırılıp öncekinden biraz farklı gibi.)
/Çamurlu çukura düşersek.) hılınıs Davranış: "Kîzîlernîn hılınıstarı
hılçıhtan- Gıdıklanmak, gıcıklanmak: minî horğıtça." V. Şulbayeva ( i n ­
"Kinetîn purnında hılcıhtanıbıshan, sanların davranışları beni korkutu­
pladın daa suurarğa mahnanmin, yor.)
apsınbıshan." A. Kuzugaşev." (Ani­
den burnu gıcıklanmış, mendilini hılıs Kılıç: "Hılıs suğınğan pir hara
çıkarmaya da fırsat bulamadan sıraylığ ons pağdağı kîzîlernîn al­
hapşırmış.) nında, hamçızın tudınıp, azağın
taza pazıp, tur ip alğan." V.
hılçıhtandır- Gıdıklandırmak, gıcıklan­
Kobyakov (Kılıç kuşanan bir kara
dırmak.
yüzlü Rus bağlı kişilerin önünde
hılçıhtas- (birbirini) Gıdıklamak. kamçısını tutup, ayağını taşa basıp
hılçıhtat- Gıdıklatmak. durmuş.) Çabas pastı hılıs kispes.
hıldır ünl. Alçak, adî, bayağı. Atasözü (Uysal başı kılıç kesmez.)
hılğa {ı.)sag. Kulp, tutamak, könek alıp hılızı kahraman kılıcı.
hılğazı kova kulpu. hılıstığ s. Kılıçlı.
hılğa (ıı.) (başakta) Kılçık, bıyık. hıllığ s. 1. Kıllı. 2. Tüylü, yünlü. 3. Telli:
hılğanah (ı.) Kıldan ilmek. "Altı hıllığ gitaram Alton ünnen
hılğanah (ıı.) Sivri, keskin köglezîn." V. Maynaşev (Altı telli
hılıcah İnce kıl. gitarım / Altmış sesle söylesin.) Altı
hılıh Kılık, huy, karakter, seciye: "Köp hıllığ çathannı haylabasta
saybağ hılıhtarın tüzetken çohır sappacan, altanıp müngen attı
adaynın pu hamcı." N. Domojakov hamcı sappasta münmecen. Ata­
(Çok zararlı huylarını düzeltti ala sözü (Telli yatık, kanun şarkı söy­
köpeğin bu kamçı.) Hıyğanın hılığı lenmeden çalınmaz, üzerine binilen
amir, çanıçohtın sağızı çabal. A­ at kamçı vurmadan sürülmez.)
tasözü (Akıllının huyu sakin, tasa­ hılo Kılağı.
sızın düşüncesi kötü.) irtîre hılıh
sert karakter, hılığı çahsı iyi huylu, hılolığ s. Kılağılı,
iyi karakterli, hılığı hatığ sert karak­ hımhıs- Göz kırpmak.
terli, sert mizaçlı, hılığı çoh hım Imızganma, hım it-ımızganmak.
karaktersiz.
hımalğı bk. hımılanğı
hılıhtan- 1. Sinirlenmek, hiddetlenmek, hımıl Onmaz hastalık.
öfkelenmek. 2. İnat etmek, diren­
hımılanğı Çalışkanlık.
mek. 3. Cilvelenmek, naz etmek.
hımış Kımız.
hılıhtığ 1. Karakterli: "Çe pîlçeler ni
pîreede kJzıler dee andağoh an pol hımısha Karınca. Ağas arazında
parçathanın, kirek polza, annanoh hazanağım haynapça(hımısha
çabal hılıhtığlann." N. Nerbişev uyazı). Bilmece, karınca yuvası (A­
(Fakat biliyorlar ki bazen insanlar ğaç içinde tencerem kaynar.)
da öyle vahşileşir, gerekirse, ondan hin Kın, kılıf, hılıs hım kılıç kını.
da kötü karakterlidirler.) hatığ hm- 1. Sevmek, gönlünü kaptırmak,
hılıhtığ sert karakterli. 2. Huylu. âşık olmak: "Hıncan köönen ol
hatığ hılıhtığ at hırçın huylu at. köglepçe / Hazır tüdün sıhçathan
zavodta." İ. Kotyuşev (Sevdiği
- 172-
hına hinzığla
türküyü o söylüyor / Sert duman ç ı ­ azahtar sös isterge sah îdi
kıyor fabrikadan.) Köp hınzan, hınıhsıbin kilçeler." V. Kobyakov
çahsını körbessîn. Atasözü (Çok (Fakat yorulan ayaklar söz dinle­
seversen, güzeli göremezsin.) 2. İs­ mekten pek de hoşlanmıyor gibi ge­
temek, arzulamak: "Çe, oolğım, min liyorlar.)
mınnan amdı panbızarğa hınçam, hınıhtır- Ehlileştirmek, kendine alıştır­
sin, mında mağaa uçuraam tibes, mak, kendine bağlamak.
pır dee klzee çoohtaba, kör." V. hımsl. Alışma, hınızı çoh Alışmamış,
Kobyakov (Peki, oğlum, ben bura­ sevmeyen: "Aydo anın sı rayında
dan şimdi gitmek istiyorum, burada çabal, sooh hınızı çoh tudınıs kör
benimle karşılaştığını hiç kimseye salğan." V. Kobyakov (Aydo onun
söyleme, emi.) Polbinçam tîp yüzünde kötü, soğuk sevimsiz bir
çoohtaba, hınminçam tîp çoohta. tavır görmüş.) 2. Sevgi, aşk: "Min
Atasözü (Yapamıyorum diye ko­ uluğ hınıstanar sağınğam. Kiler
nuşma, sevmiyorum diye konuş.) sîlîg, çahsı ool, minî apanbızar." V.
Şulbayeva (Ben büyük aşkı düşü­
hına zool. Kurtçuk, solucan. nüyorum. Gelecek temiz, yakışıklı
hınaçı Şıpsevdi, çabuk âşık olan. genç, beni götürecek.)
hınal- sag. 1. Yaklaşmak, yakınlaşmak. hınıs- (birbirini) Sevmek, sevişmek:
2. Musallat olmak, yapışmak. "Tîpçeler, sîrer Ivan Petroviçnen
hıncıh- incinmek, (eklem) yaralanmak. hınıshazar."\l. Şulbayeva (Diyorlar
hıncır belt. (söğütten örülmüş) Sepet. k i , siz İvan Petroviç'le birbirinizi se-
viyormuşsunuz.)
hınçathan Seven, sevgili.
hınıstığ s. Sevgili, sevilen: "Ana ol
hindir- 1 . istetmek. 2. Sevdirmek.
hınıstığ çir-suğnı Ölîm, huidah
hınğan Seven, hınğanım Sevdiğim, aracı lap halğan."\. Kotyuşev (İşte o
sevgilim. sevgili yurdu / Ölümden, kölelikten
hınganca zf. Bol b o l , yeterince, doya kurtarmış.)
doya. hınganca körîp aldım yete­ hınıstır- Seviştirmek, alıştırmak: "Huday,
rince bakarak aldım. arsa, hınıstırar pîstî homay
hınığ 1. İlginç. Köygen ottın çılii istîg, nimedeh." V. Şulbayeva (Tanrı,
hıyğa kîzînîn çooğı hınığ. Atasözü belki, alıştırır bizi kötü şeylere.)
(Yanan ateşin sıcağı güzel, akıllı hınıyğah belt. bot. Dulavrat o t u .
kişinin konuşması ilginç.) 2. Neşeli, hınla- Mırıldanmak.
keyif verici: "Aydodan ol kîzî îdi, hınığ s. Kınlı, hınnığ pıçah kınlı bıçak.
nime-noo surağlap,
hınzı- 1. Cıvıldaşmak. 2. Çenilemek:
çoohtasçathanda, ağaa nay la hınığ "Kürgen kistîneh çoon çohır aday,
pol turadır."\/. Kobyakov (Aydo'dan hınzıp, ürîp, oylap kilgen." N.
o kişi böyle, her şeyi sorup konu­ Domojakov (Kurgan üstünden iri
şunca, ona pek keyif verici oluyor.) ala köpek, çenileyip, havlayıp koşa­
hınığ oyın neşeli oyun. rak geliyor.)
hınığaaçı s. ilginç, keyifli. hınzığla- Çığlık koparmak: "Çohırah, anı
hınıh- Alışmak. Hınıhhan püür malğa istîp, hıhzığlap, aalzar körîp,
sabılar, hınıhhan k î z î köpke Aydonıh alnına toğıroylağlapça."V'.
harazar. Atasözü (Alışan kurt mala Kobyakov (Çohırah onu duyup, çığ­
niyetlenir, alışan kişi çoğu arzular.) lık koparıp, köye doğru bakıp,
Aydo'nun karşısına doğru koşuyor.)
hınıhsı- Alışmaya başlamak, hoşlanma-
ya başlamak: "Çe maytığıbıshan
hınzıs -173-
hır
hınzıs Çenileme: "Hınzısha, hıshacah hıplas- 1. (birlikte) Makasla kesmek,
ulusha tööy istîl parğan ol sürdestîg doğramak. 2. (birlikte) Kırkmak.
ün." N. Nerbişev (Çenilemeye, kı­ hıplat- 1. (makasla) Kestirmek, d o ğ ­
sacık ulumaya benzer işitilmiş o ratmak. 2. Kırktırmak.
korkunç ses.) aday hınzısı köpek
hıpsıh Yetersiz, eksik, sağızı hıpsıh
çenilemesi. anlayışı k ı t .
hınzıs- Cıvıldaşmak, birlikte çenilemek: hıpta- Astarlamak, pençe koymak.
"Hır üstünde hıhzısçalar / Hızıl itke
hıptı Makas: "Ür himeste le Kay ibınzer
hıcalanıp." A. Topanov (Tepe üs­
purunğı çaacahtıh uğınıh tattap
tünde çenileşip / Kızıl ete hevesle­
parğan timfr ustuğın al kilgen paza
nip.)
irgîdegî hıptını, andağlamı amdı
hınzıt- Çeniletmek, cıvıldatmak. itpinçeler."G. Kazaçinova (Çok ya­
hıp (ı.) 1. Astar, altındağı hıbı alttaki kın zamanda Kay evine eski okun
astar. 2. Kat, tabaka, katman. 3. Kı­ paslanmış demir temrenini ve ma­
lıf, mahfaza mıltıh hıvı tüfek kılıfı. kası getirmiş, öylelerini şimdi
üstündegî hıbı üst giyim. yapmıyorlar.) kîçîcek hıptı küçük
hıp (ıı.) Tutku, ihtiras makas.
hıpçah Sinir, öfke: "Palam, çüreksJbe, hıptığ s. Astarlı, kılıflı: "Tördegı
pazoh hıpçağıh tut kiler." V. pölJktlh sol sarında çalbah organ.
Şulbayeva (Yavrum, heyecanlan­ Üstünde kiden hıptığ tözek." A.
ma, yine sinirin tutar.) Çerpakov (Başköşedeki bölümün
hıpçı Sinir, Öfke. sol yanında geniş yatak. Üstünde
hıpçı- Sinirlenmek, öfkelenmek: "Anı keten kılıflı döşek.)
uyattırğannar, tıshannar. Çe Agurnı hıptıla- 1. Makasla kesmek, doğramak.
tıssa, ulam na hıpçıcah klzl" A. 2. Kırkmak krş. hıpla-.
Çerpakov (Onu utandırmışlar, en­ hır (ı.) Kır. hır pastığ kır saçlı, hır at
gellemişler. Fakat Agur engellenin­ kır at. Hırın hadıl tonnığ hır
ce çok sinirli kişi.) ineyek. -Bilmece, lahana (Kırk kat
hıpçıh s. Sinirli, öfkeli, hiddetli. elbiseli kırninecik.)
hıpçah s. Çıtkırıldım. hır (ıı.) 1. Çatı: "Hayzı hırı çoh, çalaas
hıpçıhtan- Şiddetlenmek, hiddetlenmek, tigeyfıg çurttar." A. Çerpakov (Bazı­
sinirlenmek, öfkelenmek: sı çatısız, çıplak tepeli evler.) 2.
Yağornıh adı, Pasik Vladimiroviçtıh Üst: 3. Yan, kenar: "Aal hırindağı
tirgızindegî püürnm cızını pözîkte îkı kızı körîne tüskenner." İ.
hıpçıhtanıp, toğır-toğır çaçırada tar­ Kotyuşev (Köyün yanındaki tepede
tıl kilîp odıradır." N. Nerbişev iki kişi görünüvermiş.) 4. Dağ, dağ
(Yagor'un atı, Pasik Vladimiroviç'in zirvesi: "Hır salğahnah hırlan turıp,
terkisindeki kurdun kokusundan Hızat çirnî alğıttıh." A. Topanov
hiddetlenip, yan yan sıçrayarak çe­ (Dağ gibi dalgayla kaplanan / Dar
kilip duruyor.) yeri genişlettin.) tağ hırı dağ sırtı.
hıri-pazı çoh uçsuz bucaksız.
hıpçılığ s. Sinirli, öfkeli.
hır- 1. Kırmak. 2. Saç, sakal kesmek,
hıpla- 1. Makasla kesmek, doğramak.
kazımak. 3. Kırmak, öldürmek:
cazın hıpla- kâğıt kesmek. 2.
"Torka Aydoğa pray sınnı
Kırkmak, hoy hıpla- koyun kırkmak
çoohtapça: -Ah kazaktarnı tooza
krş. hıptıla-
hırdıbıs." V. Kobyakov (Torka,
Aydo'ya bütün gerçeği söylüyor: -
-174-
hıra hırıl
Ak Rusları 'Kral yanlılarını' bütü­ hırçın ince çubuk, küçük çalı: "Sığır, çil,
nüyle kırdık.) hırğan pas tıraşlı hızıl hırcınnarda / Pîste dee küs
baş. kömes par." V. Maynaşev (Islık ç a l ,
hıra Sürülmüş tarla, ekilmiş tarla: "Hıra rüzgâr, kızıl fundalıklarda / Bizde
sıhtirğa çayılçathan Arığ suğda de güç az da olsa var.)
köıînçe çaacı ool, Kün altında hırdır- 1. Kırdırmak. 2. Saç, sakal kes­
porçolançathan Kök çazıda, tirmek.
tağlarda çörçe ol."\. Kotyuşev (Tar­ hırğadah Zengin.
la sulamaya yayılan / Temiz suda hırğayah zool. Ala d o ğ a n .
görünüyor savaşçı oğlan / Güneş hırğın (ı.) Güç, kudret, zenginlik.
altında çiçeklenen / Gök ovada,
hırğın (ıı.) Kırım, katliam, hırğın çaa
dağlarda yaşıyor o.) hıra kiscen ay
kanlı savaş.
ekin biçme a y ı , e y l ü l , hıra tart- tarla
sürmek. "Hıra purtah ot çoh hırğıs (ı.) Kırgız.
polbinça." V. Şulbayeva (Tarla ya­ hırğıs (ıı.) sağ. Kazağı, kazımakta kulla­
banî otsuz olmaz.) nılan araç..
hırıcah Tepecik: "Hırıcah üstüne sığıp
hıral- Kırlaşmak, ağarmak: "Çornaptın
körze, hırnıh ozari hırında cazı çir-
ipçfzî, hara haris plat tartın salğan
de suğ çaltırap körînçe." V.
tükpek naahtığ paza hıralıbıshan
Kobyakov (Tepecik üstüne çıkıp
tuluhnığ Marğa tıp attığ ipçî, tördegi baktığında, tepenin öte yanındaki
tözek alnında turçathan." İ. ovada su parıldıyor.)
Kotyuşev (Çornap'ın eşi, kara kaş­
hırığ 1. Kenar: "Hırığda turğan ibnîn
mir elbise giymiş, yuvarlak yanaklı
hazaazınıh puluna parıp, pır stolbaa
ve kırlaşmış belikli Marga adındaki
çölenip, Aydo çilbîrezTp turca." V.
kadın, başköşedeki döşeğin önün­ Kobyakov (Kenarda duran evin ahı­
de duruyor.) rının köşesine varıp, bir sütuna yas­
hıralığ Tarlalı, ekilmiş topraklı: "Ibîre lanıp, Aydo sürünüp duruyor.) 2.
kizek hıralığ, kürgennîg çazılar ırah Kıyı. 3. Sınır.
çaya tastal parıbıstır." N. hırıh Kırk: "Hırıh hadıl çaada daa Kirek
Tyukpiyekov (Çevre bazen ekilmiş, nandırığ pirerbîs!" M. Kokov (Kırk
kurganlı yazılar uzaklara uzanıyor.) katlı savaşta da / Gerekli cevabı ve­
hırba sag. Yapıştırıcı. ririz.)
hırbala- sag. Yapıştırmak. hırıh- 1. Kırkmak, kesmek. 2. Tıraş et­
mek: "Küren sırayında hırıh salğan
hırban Bir et yemeği.
hara sağalt pazoh tobırıp odırğan."
hırbıh Kar, kırağı taneciği: "Hıronıh i. Kotyuşev (Yağız yüzünde tıraş
hırbıhtannda kün harağı tüben- edilmiş kara sakalı yeniden uç ver­
pasha öhnerneh çaltıras tur." A. miş.)
Kuzugaşev (Kırağının taneciklerin­ hırıh azah zool. Kırkayak.
de güneş ışığı milyonlarca renklerle
hırıhtır- Kestirmek, kırktırmak.
parıldaşıyor.)
h ı r ı l - 1 . Kırılmak. 2. mec. Kırılmak, ö l ­
hırcacahnas 1. Kazıma bıçağı. 2. Tütü­ mek: "Afganistanda, anca çon hırıl
nün içine konan yonga. parğan, çurtasha naa la kîrçetken
hırçın ( ı . ) Söğüt çubuğu, dalı. oollar." V. Şulbayeva (Afganis­
hırçın (ıı.) Kırçıl, hırçın sağal kırçıl sa­ tan'da o kadar insan kırıldı, hayata
kal. yeni atılan gençler.) 2. Saç, sakal
kesilmek.
hırçana Dizde yara, bere.
hırılğış - 175 -
hırola

hırılğış kız. Kırık dal, fırtınadan kopmuş hırlan Tümsek, tepecik.


dal. hırlığ 1. Çatılı: "Pray tirekter paza çabıs
hırılıs Katliam, kırım. hırlığ tura ülükünneh çaltıraannar."
hırım Kenar, kıyı. A. Çerpakov (Bütün kavaklar ve al­
hırımcıh Özsu, ağaç suyu. hadın çak çatılı ev bayramda
ağastın hırımcığı akağacın özsu­ parıldıyorlar.) pözîk hırlığ yüksek
yu. çatılı, çabıs hırlığ alçak çatılı. 2.
hırımdıh Kırıntı, kırpıntı deri. Tepeli, zirveli, dağlı: "Ah ölen ottığ
hırın- Tıraş olmak. ah çazıda, aspah hırlığ tağlarda
Aydonıh çörbeen çirî dee ashınah
hırındı Kırıntı, kazıntı, kırpıntı.
halıbıshan." V. Kobyakov (Ak otlu
hırı-pazı tekr. Ucu bucağı, hıri-pazı çoh ak yazıda, geçitli zirveli dağlarda
een cazı uçsuz bucaksız ıssız ova. Aydo'nun gitmediği yer de az kaldı.)
hırıs bk. hırızıs 3. Kenarlı, köşeli: "Tört hırlığ ide
hırıs- Kavga etmek, sövüşmek, küfür- çazap / Tahmali turğısçannar." P.
leşmek, dil kavgası yapmak, bo­ Ştıgaşev (Dört köşeli ederek yontup
zuşmak: "Min sinzer, Paynuş, / Damgalayıp bırakıyorlar.)
hırızarğa kilbeem." V. Şulbayeva
(Ben sana, Paynuş, kavga etmeye hırlıh bot. Karamuk.
gelmedim.) Hıyğalarnan hırıspa, hırmaçı Kış için hazırlanan et.
aliğlarnan çoohtaspa. Atasözü ( i ­ hırmaçılığ Etli. hırmaçılığ ügre etli
yilerle bozuşma, aptallarla konuş­ çorba.
ma.)
hırna Deri: "Hahaalığ atların îkî çalan
hırıshah s. Kavgacı. sür panbıshanın ispineh, apsah,
hırıstır-Dövüştürmek, küfürleştirmek, holların hırna stannığ putlarına
sövüştürmek: "Ozığî çoh ol hmstınp sabini, odırıbıshan." H. Domojakov
/ Uluğ la tın sal çörceh." P. (Koşumlu atlarını iki çıplak atlının
Ştıgaşev (Uzun süre küfrettirmiş / götürdüğünü duyunca ihtiyar, elleri­
Derin nefes alıyor.) ni deri elbiseli butlarına sürerek o­
hırıy Şerit. turmuş.) hırnanan tîkken meley
hırızın- Küfretmek: "Ol, çabal hırızma, deriden dikilmiş eldiven, hırna
çalan kîzînı sür sıhhan." N. tonnığ deri elbiseli.
Tyukpiyekov (O, kötü söyleyerek, hırna hanat zool. Yarasa.
çıplak atlı kişiyi kovalamış.)
hıro Kırağı: "Hıronıh hırbıhtarında kün
hırızınıs Kavga, savaş. harağı tüben-pasha öhnerneh
hırızınıstığ s. Küfür, hakaret. çaltıras tur." A. Kuzugaşev (Kırağı­
hırızıs Küfürleşme. nın taneciklerinde güneş ışığı mil­
yonlarca renklerle parıldaşıyor.)
hırinda Yanında, yanıbaşında.
hıro tüs- kırağı düşmek: "Ah hıro
hırla- (ı.) Çatı yapmak, üzerini kaplamak. tüspeen pazım / Noozına pîdi
tura hırla- evin çatısını yapmak. ağarca? Kümüs hıro tüspeen pazım
hırla- (ıı.) Dağa, kıra gitmek. / Noğa la pîdi hıralça?" S. Kadışev
hırla- (m.) Hırlamak: "Hıılap, soolap (Ak kırağı düşmeyen başım / Niçin
hıhapça Hıshı sooğı hılıhtanıp." A. böyle ağarıyor?/ Gümüş kırağı
düşmeyen başım / Niçin böyle kır-
Topanov (Hırıldayıp, uğuldayıp
laşıyor?)
hırlıyor/Kış soğuğu öfkelenip.)
hırlam Evlek, ügürsü hırlamı salatalık hırola- Kırağılanmak: "Praylan har
evleği. polğlap parğannar, çılğıları tın
tirleglep parğan, habırğalarındağı
hırolan - 176-
hıshacah

paza sırtılanndağı uzun tükter toop his (ı.) Kış. Küskü kün his tooza
parğan paza hırolap parğan." A. azırapça. Atasözü (Güz günü yapı­
Kuzugaşev (Hepsi kar olmuşlar, at­ lan hazırlık kış boyunca besler.)
ları çok terleyip böğürlerindeki ve krş. hıshı
sırtlarındaki uzun tüyler donmuş ve his (ıı.) Kız: "His ol tustağıdah nay daa
kırağılanmış.) tın hubulbindır." İ. Kotyuşev (Kız o
hırolan- Kırağılanmak. zamandan beri pek de değişme­
hır-pas tekr. Uç bucak, hırı-pazı çoh miş.) Aylanıstığ daa polza, çol
uçsuz bucaksız, sonsuz, hırı-pazı çahsı, aylığ daa polza, his çahsı.
çoh çol uçsuz bucaksız yol. Atasözü (Dönüşlü de olsa yol g ü ­
hırsa- Hıçkırmak. zel, bir aylık da olsa kız güzel.) his
hırsı lada zf. Hıçkırarak: "Hızıçah, çadap tut- kız kaçırmak His tuthanca,
la azırğan çîli, hırsılada azırğan." N. kös tut. Atasözü (Kız tutacağına
Domojakov (Kızcağız güçlükle bo­ (kaçıracağına) köz tut.)
ğazından geçer gibi, hıçkırarak his- (ı.) Asmak, bir yere tutuşturmak,
yutmuş.) iliştirmek: "Anı Çornap haap alğan,
hırt Kin, nefret: "Mına pu, pu adaylar Jzik hırindağı pozığa hızıbıshan." İ.
kirekfi pastapçathan. Mına pular, - Kotyuşev (Onu Çornap kapıp ala­
tirge hırt tudıp, oylap çörçe." V. rak, kapı üstündeki çiviye asmış.)
Kobyakov (işte b u , bu köpekler işi
his- (ıı.) Sıkmak, sıkıştırmak, zorlamak:
başlatmış. İşte bunlar, derken nef­
retle koşuyor.) hırt kör- nefret et­ "Zoyka suğ çoğın pîlgen, paza ol
mek: "Çon hırt körçetken sizîktîg on çastığ hızıcah polğan, çe
apparatçikpin." V. Şulbayeva (Hal­ andağ daa polza, paza sıdacaa
kın nefret ettiği bir aracım.) çohta, pabazın hıshan." N.
Domojakov ( Zoyka, su olmadığını
hırtanna- Sıkıştırmak, ezmek, tahkir
etmek, darılmak: "Erlncek, açın biliyor ve o anlayışlı on yaşında kız,
paylarda / Hırtahnapçathan fakat öyle olsa da, başka dayana­
tlllençe." M. Bainov (Üşengeç, aç­ cak gücü olmayınca babasını sıkış­
gözlü zenginlere / Dargınlık dilleni­ tırıyor.)
yor.) krş. hıyıhta-. hısha Kısa: "Çayğı haraalar hısha
hırthıla- Gıdaklamak. poladır/Hazarıp kilîp, tan çarıpça."
hırtı Kap, kabuk. bkz. hastırıh. "Hoyığ M. Kilçiçekov ( Y a z geceleri kısa o­
puluttarnı aralap, Çoğar kii hırtızın luyor / Ağarıp gelerek tan aydınla­
hastapça."M. Arşanov (Koyu bulut­ nıyor.) Sağızın pik tut, tılîfi hısha
ları aralayıp / Yukardaki göğün ka­ tut. Atasözü (Aklını sağlam t u t , sö­
buğunu soyuyor.) zünü kısa tut.) hıshacah kısaca.
hırtıs K i n , nefret. hıshıda kün hısha kış günü kısa­
hırtıstan- Hiddetlenmek, kızmak. dır, sini hısha boyu kısa. hısha
hırti kör- Şaşı bakmak, yan gözle bak­ biyografiya kısa biyografi, hısha
mak. glasnayiar gr. kısa ünlüler, hısha
çoohtaza kısaca, hısha b a , ür be
hırtla- Hırt sesi çıkarmak, guluk guluk
diye ses çıkarmak."4psa/? çîrçenî kısa mı, uzun mu? sağızın hısha
sala hıyın tuthan, süt köölce kire anlayışın kıt 2. Kısır, yoksul.
tartılğan, tamağında hırtlap turğan." hıshacah s. Kısacık: "Pîrsînîh tuup ödlgî
N. Domojakov (ihtiyar fincanı biraz uzun türeyfîg polğan, pîrsîni -
eğik tutumuş, süt yavaşça içeri gir­ hıshacah türeylîg ipçîler sapoğı." i.
miş, boğazından guluk guluk ses Kotyuşev (Birinin deri çizmesi uzun
çıkarmış.) konçlu imiş, diğerininki ise kısacık
hıshacahti -177-
hıstır
konçlu kadın çizmesi.) hıshacah hıshırımnığ predlojenie gr. ünlem
sastığ kısacık saçlı. cümlesi.
hıshacahti zf. Kısaca, özet olarak. hıshırıs-Bağnşmak, çağrışmak:
doklad hıshacahti pirîlçe rapor k ı - "Harğalar açırğasnah hıshırıs
saca verildi. halğannar." N. Domojakov (Karga­
hıshah ince buz tabakası. lar öfkeyle bağrışmışlar.)
hıshahta- Buza vurarak balık avlamak. hıshırızım Ses mesafesi.
hıshar- Sitem etmek, serzenişte bulun­ hıshırt- Bağırtmak.
mak. hıshıs Kıskaç, kerpeten krş. hıshas.
hıshara-Kısalmak. hıspah Dirsek, çıkıntı, koltuk: "Pu suğ
hısharat-Kısaltmak. kögenek hısharat- hastada sööfîndîre çatçathan aal
elbise kısaltmak. özen piltmndegî hıspahtah pastalıp
alıp, suğ çolınca tolğalıp, indîre
hıshas Kıskaç, kerpeten krş. hıshıs.
ileede çalbah çayılıbısça." A.
hıshı (ı.) Bağırış. Çerpakov (Bu su kıyısında uzanan
hıshı (ıı.) 1. Kış: "Pîrsînde hıshıda, uluğ köy, yatağın kavşağındaki çıkıntı­
soohta, minîn pabamnı Yakın dan başlayıp, su yolundan kıvrılıp
toğtsha sünbîsken." V. Kobyakov aşağı doğru yayılıyor.)
(Kışın bir g ü n çok soğukta Yakın
hısta- (ı.) KIŞI geçirmek, kışlamak:
babamı işe göndermiş.) sooh hıshı
"irtken hıshızın çalaas hıstaam,
soğuk kış. hatığ hıshı sert kış.
çalğıs albığa la pöhimneh
hıshı çit-kildî kış geldi, hıshı irtîp
porastanğam." V ' . Tatarova (Geçen
pardı kış geçti. 2. Kışlık, kışa ait:
kışı başım açık geçirdim, sadece
"Hıshı haraa pastalıbıshan." A.
bir samur börkümle kirlendim.)
Topanov (Kış gecesi başladı.) hıshı
kip kış elbisesi, hıshı sport kış hısta- (ıı.) Kız aramaya çıkmak, kız
sporu Çılığa ödün çızıbas, çılığlap tavlamaya gitmek, çapkınlık yap­
çör hıshı tuşta. Atasözü (Sıcakta mak: "Haydar? Hıstap pararzıh
çizmen çürümez, ısıtıp giyin kış ma? Timke hathırça."V. Şulbayeva
vaktinde.) Çayğızın hathır (Nereye? Kız tavlamaya mı gidiyor­
çöredîrzîn, hıshızın sıhtap sun? Timke gülüyor.)
çöredîrzîn. Atasözü (Yazın güler­ hıstaday Arı yemi.
sen, kışın ağlarsın.) krş. his hıstağ Kışlak, hıstahha hal-kışlakta
hıshılıh zool. Flamingo. oturmak.
hıshır- Bağırmak: "Horıh parıp, Anna hıstağcı Kışlakçı.
hıshırıbıshan." N. Tyukpiyekov hıstat- Kışlatmak, kışı geçirtmek.
(Korkup, Anna bağırmış.) olgannar hıstıl- Sıkılmak, sıkışmak.
hıshırçalar çocuklar bağırıyorlar. hıstın- (ı.) Asılmak.
hıshıraçı Çığırtkan, bağırtkan krş. hıstın- (ıı.) Sıkılmak, kısılmak, sıkışmak.
hıshıran.
hıstır- (ı.) İpe çamaşır astırmak.
hıshıran Çığırtkan, bağırtkan krş. paltozın hıstır- paltosunu astırmak.
hıshıraçı.
hıstır- (ıı.) Sıkıştırmak, kıstırmak: "Kus­
hıshırığ Bağırma, çağırma. tuk, hoos hanzazın salaazına hıstır
hıshırım Haykırış, haykırma, nida. salıp, sığara pastır kilgen." V.
hıshırım tanığ gr. ünlem i ş a r e t i . Kobyakov (Kustuk, nakışlı piposunu
hıshırımnığ s. Nidalı, haykırmalı parmaklarına kıstırmış, çıkıp geli-
hıstırğas
-178-
hıyğastığ

yor.) holtıhha hıstır- koltuğa kıs­ nandırğan." M. Kilçiçekov (Azıksız


tırmak. kalan güzel mallar / Duvar kemirdiği
hıstırğas Kıskaç, kös tutçan hıstırğas belâlı zamanı / Niçin bilmeyeyim,
köz tutacak kıskaç. hep biliyorum / Cılız sesle yüreğim
hıstırıl- Dayanmak, yaslanmak, sıkış­ cevaplıyor.)
mak: "îzîkke hıstmlıp körze apsağı hıyan Soğuk kuzey rüzgârı: "Hıshı
traktör üstünde." M. Kokov (Kapıya haraa pastalıbıshan / Hazır hıyan
dayanıp baktığında kocası traktör artıpça / Hara pulut halınnabıshan /
üstünde.) Hamın çaarı çağdapça." A.
hıstırıla zf. Sıkıştırarak, kıstırarak. Topanov (Kış gecesi başlamış /
Sert rüzgâr artıyor / Kara bulut yo­
hıy- Kıymak, kesmek, doğramak, çitîg
ğunlaşmış / Karın yağması yaklaşı­
pıçahnan holım hıyıbıstım keskin
yor.)
bıçakla elimi kestim, hol hıy- aşı
yapmak. hıyannığ çil Soğuk kuzey rüzgâr(ı.)
hıya zf. Yana, yan tarafa: "Çalğıs azah hıybas Oyun tablası.
çoldan hıya sıh parbas üçün, olar hıydır- Kıydırmak, kestirmek.
üstündegî haya-tastarğa hollanp hıyğa 1. Akıl. Hıyğan par polza,
teert par kilçetkenner, nahmır hıcalığ polba. Atasözü (Aklın var­
öllepçetken hollarına haya- sa, aç gözlü olma.) 2. Akıllı, zeki:
tastardah indîre suğ urılçathan." İ. "Sinîh hıyğa arğızıh am daa hada
Kotyuşev (Patika yoldan yana çık­ noo, -tip, çoohtapça." V. Kobyakov
mamak için, onlar üstteki taşlara e l ­ (Senin akıllı arkadaşın hâlâ birlikte
leriyle tutunarak geliyorlar, yağmu­ ha, -diye konuşuyor.) Köygen ottın
run ıslattığı ellerine taşlardan akan çılii istîg, hıyğa kîzînın çooğı
sular dökülüyor.) hıya kör- yana hınığ. Atasözü (Yanan ateşin sıca­
bakmak. ğı güzel, akıllı kişinin konuşması i l ­
hıyah Sıvı. hıyah ügre. sıvı çorba. ginç.) Pay kîzînıîi izî halar, hıyğa
kızının adı halar. Atasözü (Zengi­
hıyal Belâ, afet, felâket: "Çabal
nin malı kalır, akıllı insanın adı ka­
harnınınoh sıltaanda ee-küliin
lır.)
mındağ hıyalğa kir salğan." N.
Domojakov (Kötü karnının yüzün­ hıyğalan-1. Ukalalık yapmak, akıl hoca­
den yiğit sahibini böyle bir belâya lığı yapmak. 2. Akıllanmak.
düşürdü.) Obal çohta, nanemi pîl hıyğanah (ı.) Deri işleme tahtası.
polbassın; hıyal çohta, honcıhtı hıyğanah (ıı.) zool. Osoka, çok yıllık
pîl polbassın. Atasözü (Kötülük bir bitki.
yokken, dostunu bilemezsin, belâ
hıyğas 1. Eğri, meyilli. 2. Yampiri, ve­
yokken, komşunu bilemezsin.)
rev olarak, diyagonal olarak.
hıyalğa kîr par- belâya uğramak.
annan hıyal! başımın belâsı!. 2. hıyğasıra- Kendini dev aynasında gör­
Üzüntü, keder, kîzî hıyalına külbe mek.
başkasının kederine gülme. hıyğasta- Yandan, eğri yapmak: "Çoldan
haydi hıyras sıhhan, çolğa îdök
hıyalla- 1. Belâya düşmek, felâkete
pariğan sarinzar ide hıyğasti
uğramak. 2. Acı, üzüntü vermek.
kîrgen." N. Domojakov (Yoldan na­
hıyal lığ s. Belâlı: "Azıh çoh halğan hay­ sıl dışarı çıktıysa, öyle gittiği yoldan
ran mallar / Hana kimîrgen hıyallığ tekrar yola girmiş.)
tustı? /Noğa pîlbecen, min pray
hıyğastığ s. Eğri, yanlamasına.
pîlçem / Çazığ ünnen çüreem
hıyğı -179-
hıylağlığ
hıyğı Sesleniş, bağırma, seslenme, hıyıhtattır- Gücendirtmek, hor gördürül­
çağırma: "Kinetîn tura tüzîp, pîske mek, tahkir ettirilmek: "Tayğada
hıyğı salğan: -Nimee apsah-ineyler anın idi hıyıhtattır kilgenin Hızapıya
çili odırğlap turzar?' V. Tatarova Sofonovna daa pilbinçetken." N.
(Aniden kalkıverip, bize bağırdı: - Nerbişev (Ormanda onun öyle tah­
Niçin yaşlılar gibi oturuyorsunuz?) kir ettirildiğini Hızapıya Sofonova
hıyğıla- Çağırmak, seslenmek, bağır­ da bilmiyormuş.)
mak, polızığa hıyğıla- yardıma ça­ hıyıl- Kıyılmak, kesilmek, doğranmak:
ğırmak. "Pabam mini pilîmneh arğamcınan
hıyğılas Sesleniş, bağırış, çağırış. palğabıstı, holğa pozınıh çîtig,
hıyğılas- Çağrışmak, bağırışmak. minin alnında mağaa hıyıl pararzır)
olğannar ağas arazında tip körerge dee tutırbacah paltızın
hıyğılashannar çocuklar orman i­ pirdi." M. Çebodayev (Babam beni
çinden bağırıştılar. belimden iple bağladı, elime bun­
dan önce kendini kesersin diye
hıyğılat- Çağırtmak, bağırtmak.
bakmak için bile göstermediği ken­
hıyğıs (ı.) 1. Gönye. 2. Keski. 3. Çengel. disinin keskin baltasını verdi.)
hıyğıs (ıı.) Kepçe. hıyın zf. 1. Y a n üstü, yanlamasına:
hıyğıs (m.) Peş "Apsah çîrçeni sala hıyın tuthan,
hıyğısta- Giysiye peş yapmak. süt köölce kire tartılğan, tamağında
hıyığ Dağ yamacı: "Sol holında Kîçig hırtlap turğan." N. Domojakov (İhti­
hıyığ tağlar hadağda çili turlar." F. yar fincanı biraz eğik tutmuş, süt
Bumakov (Sol yanında Kiçik dağla­ yavaşça içeri girmiş, boğazından
rının yamaçları bekçi gibi duruyor.) guluk guluk ses çıkarmış.) hıyın
çat- yan üstü yatmak, hıyın tüs-
hıyıh Darılma, gücenme.
yana yatmak, hıyın çayın yan ya­
hıyıhçı kız. s. Kıran, gücendiren, darıl­ na. 2. Yumuşak meyilli.
t a n , hakaret eden.
hıyındı Çadır kirişi.
hıyıhta- 1. Sıkıştırmak, ezmek: "Ol amdı
hıyınna-Yan yatmak.
sağınca, icem-pabamnıh hoynında
polğanda olar mini ayacannar, pir hıyınnat-Yana yatırmak.
dee kîzee hıyıhtirğa pirbecehner." hıyır Eğri, bükük, meyilli, hıyır harahtığ
V. Kobyakov (O şimdi düşünüyor, hozan şaşı gözlü tavşan, hıyır
annem babamın koynunda iken, nahmır meyilli yağmur, hıyır
onlar beni korumuşlar, hiç kimseye purunnığ eğri burunlu.
verip ezdirmemişler.) 2. Tahkir et­ hıyıs Kıyış, kıyım, kıyma.
mek, gücendirmek, hızıhhan k î z î n î hıyıs- (birlikte) Kıymak, doğramak, kes­
hıyıhtaba sıkışan kişiyi tahkir etme. mek.
hıyıhtasl. Gücenme, darılma. 2. Tahkir: hıyıstır- Y a n yatırmak, eğmek, bükmek.
"Olçanıh kiceegî dee çorığı
hıyıstıra zf. Yampiri, diyagonal olarak.
hıythtastan pasha nimee
hıyıştır- kız. Tahrif etmek, çirkinleştir­
urunmaan." N. Nerbişev (Olca,
dünkü yolculuğunda tahkirden baş­ mek, bozmak.
ka bir şeyle karşılaşmadı.) hıyıt- Kaçmak.
hıyıhtas- (birbirini) Gücendirmek, tahkir hıylağ (silâhta) Horoz, tetik, hıylağ
etmek. pozıt- tetiği çekmek, hıylağ t a r t -
hıyıhtat- Gücendirtmek, hakaret ettir­ tetiği çekmek.
mek. hıylağlığ s. Horozu, tetikti.
- 180-
hıyma hızar
hıyma 1. Göden, rektum. 2. Kıyma. hıyras- Y a n a çıkmak, yolun dışına
hıymat Kıymet, değer, hıymat kip de­ çıkmak: "Çoldah haydi hıyras
ğerli elbise. sıhhan, çolğa îdök pariğan sarinzar
ide hıyğasti kırgen." N. Domojakov
hıymıh Kımıldama, kıpırdama.
(Yoldan nasıl dışarı çıktıysa, öyle
hıymıhta- Kımıldamak, hareket etmek. gittiği yoldan tekrar yola girmiş.)
hıymıhtazan hır azarzın kımıldar­
san dağ aşarsın. hıyrat- Eğriltmek, yamultmak. ahsın
hıyratça ağzını yamultuyor.
hıymıra- Kımıldamak, hareket etmek:
"Çornap, lliskecekfih holları haydi hıyt Nara, çağırış, bağırma, hıyt hıshır-
siber hıymırapçathanın körîp, nara atmak.
hayhaan." İ. Kotyuşev (Çornap, hıytıh Cimri, hasis: "Açın paynın
iliskecek'in ellerinin nasıl ustalıkla hıytığın Açığlanıp ol harğaan." P.
hareket ettiğini görüp şaşırmış.) Ştıgaşev (Açgözlü zenginin cimrisi­
Azaan hıymıraza, ashin çağlığ ni / Öfkelenip o kargımış.)
polar. Atasözü (Ayağın kımıldasa hıytıhta-Cimrilik etmek.
ağzın yağlı olur.) ornınnan hıytıhtan- Cimrileşmek.
hıymıraba yerinden kımıldama. hıytıhtat- Cimrileştirmek.
hıymırabas s. Hantal. hıytlah Çubuk, sopa. hıytlah sımıhnan
hıymıradıs Kımıldayış, kıpırdama: "Sah olğannarnı horğıdarğa Çubuk so­
andoh M nîskecek innner, çîrçe hı­ payla oğlanları korkutmak.
rın haap, nime Isçeh hıymıradıs it hıza (ı.) Yaklaşık, aşağı yukarı, hemen
sıhhannar." N. Domojakov (Tam o hemen.
sırada iki ince dudak, fincan kena­
hıza (ıı.) zool. Kartalgillerden yırtıcı kuş.
rını kapıp, bir şey içecek şekilde
kımıldanmış.) hızaan 1. Nasihat, öğüt. hızaan pirce
nasiyat veriyor.
hıymıran- Kımıldanmak, oynamak, ha­
reket etmek: "Apsah, hıymıranarğa hızaanna- Öğüt, nasihat vermek.
it parirıp, kilnînzer hazi kör hızamdıh s. Kırmızımsı, kızılımsı:
turıbıshan, anan een turazar "Hızamdıh filler sıhhlabıshan,
harahsın salğan." A. Çerpakov (ih­ petuhtar, pfrsî pTrsîneh artıh
tiyar, kımıldanır gibi yapıp, gelinine kukurikuktirğa teen çîli, aal arazın
doğru yan bakmış, sonra ıssız eve yahılandır sıhhannar." (Kırmızı d i l ­
doğru göz atmış.) ler çıkmışlar, horozlar biri diğerin­
hıymıranıs Kımıldanma, hareket etme, den fazla 'üürürüü" der gibi, köyün
oynama. içini yankılandırmışlar.) N.
Domojakov krş. hızamzıh
hıymıras- (birlikte) Kımıldamak, hareket
etmek, kıpırdaşmak. hızamzıh s. Kırmızımsı, kızılımsı:
"Hızamzıh irğî taarlığ kîçicek hara
hıymırat- Kımıldatmak, hareket ettirmek,
sıraylığ iren, izep ala, sîllgîbîsçe."
oynatmak: "Çohırah, Aydozar
N. Tyukpiyekov ( Kırmızımsı eski
çılbahnap, hulahtarm na hıymırat
pelerinli, küçük kara yüzlü erkek
salğan." V. Kobyakov (Çohırah,
esneyerek, silkmiş.) kün kîrîzînde
Aydo'ya kuyruk sallayıp, kulaklarını
tigîr nizamsın polğan güneşin bat­
oynatmış.)
tığı noktada gökyüzü kırmızımsı
hıyrah 1. Kılıç. 2. Koltuk değneği 3. olmuş. k r ş . hızamdıh
(bıçak vb.) Ağız, keskin taraf. hızar- Kızarmak: "Anan, irnîlerî hızara
hıyral- 1. Eğrilmek. 2. Yan bakmak. pirlp, tısterîhoçıraza tüskenner."N.
hızarıs
- 181 -
hızır
Domojakov (Sonra dudakları kıza- pol parğan yüzü kızarmış, hıp-
rıverip, dişleri çatırdamış.) hızıl tekr. kıpkırmızı, hızıl arah
çistekter hızarçalar yemişler kıza­ kırmızımsı, hızıl naahtığ kırmızı
rıyor, holları soohha hızar- yanaklı, hızıl partizan kızıl parti­
parğan elleri soğuktan kızarmış. zan, hızıl suğ şerbet, hızıl puğday
sırayı hızar- yüzü kızarmak, harnı kırmızı buğday, hızıl örtek kızıl ör­
toozıp, harağı hızarğan karnı d o ­ dek, hızıl tobırah kırmızı toprak.
yup, gözü kızarmış. hızıl sıray kırmızı yüz. hızıl çalaa
kırmızı ibik. hızıl see kanlı.
hızarıs Kızarma.
hızıl-(ı.) 1. Kısılmak, sıkılmak. 2. Darlığa
hızarıs- (birlikte) Kızarmak.
düşmek, sıkışmak: "Çalcı Apon
hızart- Kızartmak. hızılğan / Çalğıs turacaan sathan."
hızarta zf. Kızartacak şekilde, hızarla P. Ştıgaşev Kul Apon sıkışmış / B i ­
îzît- kor hâline getirmek, kızartacak ricik evini satmış.)
(tavlayacak) kadar ısıtmak. hızıl- (ti.) (elbise) Asılmak.
hızat 1. Dağ boğazı. 2. Dar geçit. 3. hızılğat Kızıl Frenk üzümü: "Sah andoh
Sıkıntı, darlık, sıkışıklık 4. Dar: "Hır hızılğat sabi sorolı ahsında polğan,
salğahnan hırlan turıp, Hızat çirnf otıh tazınah hızıl hıbmnar çaçıraza
alğıttıh." A. Topanov (Dağ gibi dal­ tüskenner, habonıh tadılığ ızı
gayla kaplanan / Dar yeri genişlet­ tunçuhha saphan." N. Domojakov
tin.) krş. hızım. (Tam o sırada kızıl Frenk üzümü
çubuğu ağzında imiş, çakmakta­
hızıcah Kız, kız çocuğu, kızcağız:
şından kızıl kıvılcımlar sıçraşmışlar,
"Kıçicek sürmezekfig, olarnıh uzına kavın tatlı kokusu burna girmiş.))
palğalğan ah torğı taspalığ hızıcah
çügür çörceh. Ana ol İliskecek hızılıs 1. Sıkılma, sıkışma. 2. Darlığa
polğan." i. Kotyuşev ( Küçücük be- düşme.
likli, onların ucuna bağlanan ak ipek hızıllar Kızıllar, Bolşevikler.
şeritli kız vardı. İşte o İliskecek idi.) hızıloo Çok ekşi. ayran hızıloo pol
hızığ 1. Sıkma, sıkıştırma. 2. mec. Bas­ parğan ayran çok ekşimiş.
kı, zulüm. hızım 1. Dağ boğazı. 2. Dar geçit. 3.
Sıkıntı, darlık krş. hızat.
hızığıs Fakirleşme, yoksulluk, sıkıntı.
hızığlığ s. Baskıcı, zulmeden: "Hızığlığ hızın- 1. Sıkılmak, sıkışmak: "Pacah
curt çoh idîlîp / Hıya pazığ iney apsağınzar hayra
tastalğan." M. Kokov (Baskıcı ülke hızmğanmah pastır kilgen." M.
yok edilip / Hor görme atılmış.) Kokov (Pacah nine kocasına doğru
hızıh- 1. Sıkışmak, zaruret içinde eğilip sıkılarak yürüyüp gelmiş.) 2.
olmak. M a l ölse, aday simîs; k î z î Darlığa düşmek.
ağırza, ham simîs; çon hızıhsa, hızır- Kısaltmak, azaltmak: "Kiçigdeh
pay simîs. Atasözü (Mal ölse, kö­ sığara aar toğıs Torkanıh çiit tuzın
pek semiz; insan hastalansa, kam hızır salğan." V. Kobyakov (Küçük­
semiz; halk sıkışsa, zengin semiz.) lüğünden beri ağır iş Torka'nın
2. Fakirleşmek, yoksul düşmek. 3. gençliğini kısaltmış.) 2. Çıkarmak
Sıkışmak. (mat.)
hızıl 1. Kızıl. His kızînîn îstî hızıl çîrçe. hızır Kısır (mal), hızır înek kısır inek.
Atasözü (Kız kişinin midesi, kızıl Aar pararda hızır, peer kilerde
fincan.) hızıl sastığ kızıl saçlı, hızıl poos. Bilmece, boş ve dolu kova
înek kızıl inek. hızıl külbüs kızıl (Oraya giderken kısır, buraya gelir­
dağ keçisi 2. Kırmızı, sırayı hızıl ken gebe.)
- 182 -
hızırah hodırıs
hızırah Kısrak: "Çiit hulunnar, hızırahtar, hobır- 1. Başka yere götürmek, göçür-
am daa tıığalah taylar paza sağlığ mek: "Pazoh adıcahsar tızırat parir,
piiler, habırğadah habırğaa çaba anı pasha çirzer hobır salarğa
çızılıza, suğatha inçetkenner." N. kirek." F. Burnakov (Yeniden ata
Nerbişev (Genç kulunlar, kısraklar, doğru koşarak gidiyor, onu başka
henüz güçlenmemiş taylar ve güçlü yere bağlamalı.) 2. Kopya etmek.
kısraklar kaburgaları birbirine sür- hobırah (ı.) Düdük.
tünerek sulanmaya iniyorlar.) hobırah (ıı.) 1. İyi huylu, yumuşak (in­
hızırarı mat. Çıkarma. san) 2. Öğrenci.
hızırıl- Kısılmak, azalmak, kısalmak: hobırah ças Tehlikeli yaş, her on yılın
"İn pastağızın, pır urok hızırılıp par­ dokuzuncu yılı.
ça." A. Kuzugaşev (Öncelikle bir hoca (ı.) Mumya, hoca çîli odırça
ders azalıyor.) mumya gibi oturuyor. 2. Maske.
himiçeskay s. Kimyevî, kimyasal. hoca (ıı.) Ağaçtan yapılmış erkeklik
himik Kimyacı. organı.
himiya Kimya. hoca han Maskeli balo.
hirurg Operatör, c e r r a h . hocayın 1. Sahip, seçkin zengin. 2. Ağa.
hirurgiçeskay s. Cerrahî, operatörlük. 3. Tüccar.
hirurgiya Cerrahî, operatörlük. hoçırat- Çatırdatmak: "Anan çohır aday,
hlopçatobumajnay s. Pamuklu. pudındağı hus azaan tîsterîneh
haap, pozınıh idî-teerîzîn hada
hlopok Pamuk.
hodıra tartıp, hoçırada taynap
hlor Klor. sıhhan." N. Domojakov (Sonra ala
hlorofill Klorofil. köpek, budundaki kuş ayağını diş­
hloroform Kloroform. leriyle kapıp, kendi eti derisiyle bir­
hmeF Şerbetçiotu. likte çekip, çatırtıyla çiğnemeye
honırocah Küçük çıngırak. başlamış.)
hobanak Kelebek. hodır Uyuz.
hobat Kamın ruhlara seslenişi. hodır- 1. Kırmak: "Horım tastı hodır
turıp / Hoolap-soolap ağıştın." A.
hobay- Dimdik durmak, dikilip durmak.
Topanov (Yüksek taşı kırıverdin /
hobayt- Yukarı kaldırmak, dikmek: "Ol, Coşup çağlayıp akıttın.) 2. Yıkmak.
ushun parıp, pazın hobaytıp körce." 3. Dağıtmak: "Purunğı kürgennernî
V. Kobyakov (O, uyanıp başını kal­ dee çüs çil paza köp çüs çıtlar
dırarak bakıyor.) irtken -pîrdeezî olarnı hodırbaan.
hobi Petek, arı p e t e ğ i . Am hasçalar-hasçalar." G.
hobıh Bilek hastalığı. Kazaçinova (Eski kurganları da yüz
hobıhtan- (bilek) Hastalanmak, tın yıl ve yüzyıllar geçmiş, hiç kimse
toğınğan kîzı hobıhtança çok ça­ onları dağıtmamış. Şimdi kazıyor­
lışan kişinin bileği rahatsız oluyor. lar, kazıyorlar.) 4. Çekip çıkarmak.
5. Kazmak, eşmek.
hobıl Oyma, desen.
hobıllığ s. Oymalı, desenli, hobılığ îdîs hodırıl- 1. Kırılmak. 2. Yıkılmak. 3.
oymalı kap. Dağılmak. 4. Kazılmak, eşilmek.
hobılığ s. Petekli. hobılığ pal petekli hodırıs 1. Kırma. 2. Yıkma. 3. Çekip
bal. çıkarma. 4. Dağıtma. 5. Kazdırma,
eştirme.
hodırıs - 183- hol

hodırıs-1. Kırışmak. 2. Birlikte yıkmak. hara hoğın Sonbaharda ırmakta sığlaş­


3. Birlikte dağıtmak. 4. Birlikte kaz­ ma.
mak, eşmek. hoğıncı Yanında giden, eşlik eden.
hodırla- Uyuz olmak. hoğır Tabut.
hodırlan-Uyuz olmak. hoğzah s. Seyrek, aralıklı.
hodırlığ s. Uyuz, uyuz hastalığı olan. hoğzar- Kargaşa yaratmak, çocuk orta­
hodırt- 1. Kırdırmak. 2. Yıktırmak. 3. lığı dağıtmak.
Çekip çıkarttırmak. 4. Dağıttırmak.
5. Kazdırmak, eştirmek. hoh (ı.) Sıcak kül, kıvılcım.
hoğ- Takip etmek, peşine takılmak: hoh (ıı.) sag. Arpa kabuğu.
"Talayzar ahhan çap-çarıh suğ /Sin hoh- (ı.) SU eksilmek, azalmak, çekil­
anı hacan daa çahsı pil / Salğağın mek.
tıhnap, naibin hoğ." M. Kilçiçekov
hoh- (ıı.) Çürüyüp dağılmak, kömürleş­
(Denize akan parlayan su / Sen
onu her zaman iyi bil / Dalganı din­ mek.
leyip d u r m a , takip et.) hohay (ı.) sag. s. Pembemsi.
hoğay zool. Küçük turna balığı. hohay (ıı.) Feryat, çığlık.
hoğda Takip e d e n , peşinden g i d e n . hohır Erincek, üşengeç, tembel, toğısha
hoğda- Takip e d e n , ardından g i d e n . hohır kîzî işe tembel kişi.
hoğday- Düş kurmak, hayal etmek: "Nay hohır- Horultu çıkarmak, aksırmak:
la harnıbıs tossa / Nöös haran "Pora attın tanaları tardayıp,
hızarbas / Naa maşinacah alza / hohınbızıp, anan çalbağınca toğır
Noğa kızı hoğdaybas?' V. tastaan." V. Kobyakov (Bora atın
Maynaşev (Birazcık karnımız doysa
burun delikleri genişleyip, horulda-
/ Niçin göz kızarmaz / Yeni araba
alsa / Niçin kişi hayal etmez.) yıp, sonra uzun adımlarla ileri atıl­
mış.)
hoğdala- Peşinden gitmek.
hohol bot. Tedavide kullanılan bir bitki.
hoğdıh Kamın tefindeki ziller.
hoğdır- Peşine takmak, peşinden gö­ hohpa- Boş memeyi emmek.
türmek: "Toyman hara hoyıcaam I kî hohpah Boş, oyuk.
palazın hoğdıra çör." V. Kobyakov hohta- Kabuğu soymak.
(Boynuzsuz kara koyunum / iki k u ­
zusunu peşine takmış gidiyor.) a­ hohtal- Saçılmak, dağılmak.
dayın hoğdırıp alğan köpeğini pe­ hohtalıs- Yayılmak, uzanmak: "Hayda-
şine takmış. da ırah tağ pastan / Tigîrdeh çara
hoğdıra- Takırdamak, tıngırdamak: hohtalısçalar." M. Kilçiçekov (Çok
"Sanca, könegîneh hoğdırap ala, uzaklarda dağ başları / Gökten ay­
hıra hırinça ahçathan koopsar rılıp yayılıyorlar.)
çügürgen." i. Topoyev (Sanca, ko-
hohtı Çukur, oyuk, çukur.
vasıyla takırdayarak, tarla yanından
akan kanala koşmuş.) hohtığ s. Sıcak ocak, sıcak kül.
hoğdıras Gürleme, patırtı. honğan çirîn hohtığ polzın gece­
lediğin yerin sıcak olsun.
hoğdıras- (birlikte) Gümbürdetmek,
patırdamak. hokkey Hokey.
hoğdırat- Gürletmek, gümbürdetmek, hol 1. El. Çabalnin holına pirgence,
çalısının çolına sal. Atasözü (Kö­
patırdatmak.
tünün eline vereceğine, iyinin yolu­
hoğdıros 1. Çocuk çıngırağı. 2. Şaman
na bırak.) 2. Hayvanın budu, kol.
tefindeki ziller. hoy idînîn alın holın kize saphan
hoğdıro Küçük çan, çıngırak.
hol - 184- hollas
koyun etinin ön budunu kesivermiş. benim elime geçti, holda al çör-
3. Elle ilgili, ele ait. 4. Dere, nehir elde götürmek, holdan sıh-pardı
kolu. 5. Kol: "Min anın azahtarın elden çıkmak, hol sal- imza atmak,
paza hollarm sibep körgem, anın imza vermek, imzalamak, hol
pray idî pus la oshas polğan." V. teerbeni el değirmeni, hol sunduğı
Kobyakov (Ben onun ayaklarına ve bavul.
kollarına dikkatlice baktım, onun hola Tunç, bronz, sarı bakır: "Haydağ
bütün vücudu buz gibi olmuş.) 6. El, köp anın payı / Hola, çis, baht,
yönetim, baskı, etki: "Icezîne pashazı daa." M. Arşanov (Ne de
pararcıh - anzı Yakınnıh holında." çok onun zenginliği / Tunç, bakır,
V. Kobyakov (Annesine giderdi, o barit başka da.) hola vegî bronz
da Yakın'ın elinde.) 7. Yan, taraf: çağı. hola izene tunç üzengi, hola
"Aalnın on holında Çoon hıyığ, sol samovar tunç semaver.
holında Kîçîg hıyığ tağlar hadağda
holaas Dağ yamacı.
çili turlar." F. Bumakov (Köyün sağ
yanında Çoon hıyıg, sol yanında holağ Kolan. krş. hollağ.
Kiçig hıyığ dağlar bekçi gibi duru­ hoialığ s. Bronzdan, sarı bakırdan.
yor.) 8. Dere yatağı, vadi. on hol holamzıh Koltuk altı kokusu, teke veya
yardımcı: "Ol haydağ daa toğısta koçun et kokusu.
îce-pabazınıh on holı." N. holamzıhtığ Ter kokulu, teke veya
Tyukpiyekov (O, her türlü işte anne koçun etinin kokusu.
babasının sağ kolu.) holğa a l - ele
holanah zool. Kolonok, sansargillerden
geçirmek, idaresini eline almak, yo­
bir hayvan.
la getirmek: "Sin anı holğa alıp
alarcıhsıh, hızım." V. Şulbayeva hoiarba 1. Billur, saydam. 2. Seçkin:
(Sen onu yola getirişin kızım.) "Annah ol çılnıh nince-nince pud al­
holğa kîr- yola gelmek, ele geç­ tın oshas hoiarba as alca." M.
mek, holı uzun her işe burnunu Kokov (Ondan o her yıl nice nice k i ­
sokan, her işte parmağı olan. hol lo altın gibi seçkin tahıl alıyor.)
sun-el uzatmak, elini vermek, hol holay sag. Cep.
tut- tokalaşmak, on hol sağ e l . sol holda Kılıbık.
hol sol e l . hol çürek pazı kemiği. holğa (ı.) anat. 1. Aort, ana atardamar.
hol uyazı bilek, hol pîr-el vermek. 2. Bronş.
hol tut- el tutmak, holnı çoğar
holğa (ıı.) Hediye.
ködîr- ellerini havaya kaldırmak.
hol sap- işaret etmek, eliyle işaret hol ıs Keten: "Irgîlîp, cırt ilip, kîrge çaba
etmek, holın caza tuthan elini aç­ hathan holıs kögenegî le anın
mak, holı çoh kolsuz, elsiz. ihnînde." V. Kobyakov (Sadece es­
bolların ködîr eller yukarı!, ahçanı kiyip, yırtılıp kire bulanmış keten
holğa pirgenner parayı ele vermiş­ gömleği onun omzunda.) bezi krş.
ler, holımda çüs salkovay halğan holst.
elimde yüz ruble kaldı, holdan hol lan Kolan: "Toraattıh hollaanıh
holğa pir- elden ele vermek, köp haazın hatap palğap tunp ol
holda pol- elden ele dolaşmak çoohtap turca." V. Kobyakov (Doru
(eşya), holım tüsçe kolum kopu­ atın kolanının kayışını yeniden bağ­
yor, ağaa holım çitpinçe ona g ü ­ larken konuşuyor.) krş. holağ
cüm yetmiyor, niik hol hafif e l . aar hollas- Elleriyle tutuşmak, kapışmak.
hol ağır e l . minin holımda polğan
hollığ
-185-
homdat
hollığ s. 1. Elli, eli olan: "Çalaas hollığ rıp çatır salğannar." A. Çerpakov
çaptanıbıshan adaydan, ağaa (Koltuklarından tutup ihtiyarı yata­
hoza, mındağ çoonnan asçaa ğın yanına götürüp yatırmışlar.) 2.
çoğıl." N. Domojakov (Çıplak elle Koltuk koltuğa girmek, kol kola gir­
gözü dönmüş köpekten, aynı şekil­ mek.
de bu kadar büyüğünden kurtuluş holtıhtat- Koltuğuna vermek.
yok.) 2. Kollu, hısha hollığ k î z î fa­ holtırbas 1. Zıbın. 2. Yelek.
kir.
holtırıh Koltuk altı dikme (elbiseye.)
holnah bk. holanah.
holtırım bk. holtırıh
holopha kız. Çörek, börek.
hom 1. Keder, elem, üzüntü, can sıkıntı­
hol pladı Mendil: "Hol pladınah tirîn sı: "Irtkennî nimee ayirbın / Mağaa
çızınıp, «Ağan, haldi ba çayıhar» la haldi pır le çol / Tügencî sarınım
tip tapsapçathan." N. Domojakov ırlirbın / Türce polza, uluğ hom
(Mendiliyle terini silinip: -Ağabey çoh." V. Maynaşev (Geçene niçin
çayınız kaldı mı? diye seslenmiş.)
üzüleyim / Bana kaldı sadece bir
holostoy Manevra. yol /Son türkümü söylerim / Az da
holst Keten bezi. çuğa hoşt ince keten olsa, büyük elem yok.) 2. Kızma,
bezi. holst hazart- keten bezi a­ kızgınlık, infial, ölzem de hom
ğartmak krş. holıs. çoğıl ölsem de gam yemem.
holtahna-Sallanmak, ırgalanmak. homaltah Çorapsız, çıplak ayak krş.
holtahnas- Sallanmak: "Azahtarında hohaltah
uluğ, ultii çoh ipçı kîzînîh homay Kötü: "Pîstîh mıltıhtar homay
maymahtan holtahnas çörçe." V. polbâcah." V. Kobyakov (Bizim t ü ­
Kobyakov (Ayaklarında büyük, ta­ fekle kötü olmaz.) Çabıs taa polza,
bansız kadın çizmeleri sallanıyor.) adım par, homay daa polza ipçîm
holtıh (vücutta.) Koltuk: "İr kîzî, tîstenekti par. Atasözü (Kısa da olsa atım
tüzîp, holtîh altına holın şuhça." N. var, kötü de olsa karım var.)
Domojakov (Er kişi, dizleri üzerine homay k î z î kötü kişi. homay toğıs
kötü iş. homaynın homayı kötünün
çöküp, koltuğunun altına elini soku­
kötüsü, homay ırlapça kötü şarkı
yor.)
söylüyor, homayı çoh zararsız, zi­
holtıhta- 1. Koltuğunun altına almak 2. yansız, kirek homay iş kötü.
Koltuğundan tutmak: "Fedor homay nimes kötü değil, fena de­
Pavloviç palazın huçahtaan, ipçîzîn ğ i l , homay tılaas kötü haber.
holtıhtaan, olar apsahtıh soonça
ibzer kîrgenner." N. Domojakov homayla- 1. Çirkinleştirmek, kötü hâle
(Fedor Pavloviç, çocuğunu kucak­ getirmek, kötüleştirmek. 2. Kötüle­
lamış, eşinin koltuğundan tutmuş, mek, kötü olduğunu düşünmek.
onlar ihtiyarın ardından eve girmiş­ homaylan- Kötülenmek.
ler.) holtıhtap apardı koltuğuna a­ homaylat- Çirkinleştirmek, kötüleştir­
lıp götürdü. mek.
holtıhtan- Koltuğunun altına almak. homdan- Kederlenmek, hüzünlenmek,
holtıhtas Koltuğuna alma, koltuğunun acı duymak.
altına alma. homdanıs Kederlenme, üzülme, acı
holtıhtas- 1. (birlikte) Koltuğunun altına duyma.
almak, koltuklarından tutmak:
homdat Masallardaki bir tür kertenkele.
"Holtıhtazıp, apsahtı orğanzar apa-
-1

homdı 1. Tabut. 2. Mezar: "Husnan an yemeden, iniltiyle geceyi geçirdi.)


na çurtacah / Humnığ cazı îstlnde / tört honıp parar dört gece geçire­
Huurta tartıp, hacannan / Homdı cek. 2. (kuş) Konmak. Honmaspın
çatça tastıhta." M. Kokov (Kuşla teen ağasha hus taa honadır,
kurdun yaşadığı / Kumlu yazı içinde Tspespîn teen suğnı îzerge dee
/ Ağarmış çok zamandır / Mezar ya­ kilizedir. Atasözü (Konmam dediği
tıyor uzakta.) ağaca kuş da konar, içmem dediği
homıs Kopuz: "Homıs hılı östeenîne suyu içmeye de gelir.) 3. Güneş
tööy ünnen tapsap salğan." A. inmek, kün honça güneş iniyor. 4.
Çerpakov (Kopuz teline benzer tüze hon- attan inmek. 5. Durmak,
sesle sesleniyor.) duraklamak. 6. Yardımcı fiil olarak
bitmek, sona ermek anlamını verir:
homıt Ruh. adaynın homıdı köpeğin "Payağı açıh tinin at pazınah sol
ruhu. hırına azıra tastabızıp, tüze hondı."
homut Hamut. Atha homuttı soonan V. Kobyakov (Deminki açık dizginini
suhpacan. Atasözü (Ata hamut ar­ atın başından sol yanına atıp, ini­
kadan takılmaz.) verdi.) tura hon- ayağa kalkmak.
homutta- Hamut takmak.
hona kız. Kam elbisesinde demir t a k ı .
homzın-1. Acı duymak, üzüntü çekmek,
kederlenmek: "Halın çon, mini isffp honaçı (ı.) Misafir, konuk.
/ Hada-pîrge homzmcan." P. honaçı (ıı.) Korkuluk.
Ştıgaşev (Halk millet bunu duyup / honaçı (m.) (gözde) Beyaz leke.
Birlikte üzülmüşler.) 2. Sızlanmak, harağına honaçı hon parğan gö­
dert yanmak: "Hırıh çazımnı alti züne beyaz leke düşmüş.
pazıp / Töreen filîme
honah şor. Kelebek k r ş . örbekey
homzınmadım." M. Kilçiçekov (Kırk
yaşımı geçtim / Ana dilimden g o ­ hohaltah s. Çorapsız, çıplak ayak:
cunmadım.) "Hohaltah maymahtarın türeyîneh
kindir pağnan poostanğlap salğan."
homzındır- Gücendirmek: "Çahsıcaam,
V. Kobyakov (Çıplak ayaklarına
mında sinî pır dee kîzî
giydiği çizmenin kendir ipiyle
homzındırbaan." V. Şulbayeva
(Güzelim burada seni kimse g ü ­ koncundan sıkarak bağlamış.) krş
cendirmedi.) homaltah.
homzınıs 1. Acıma, kederlenme, hüzün­ honaltahha zf. Çıplak ayakla, ayakları
lenme: "Söstîn uçma alılbas adı çıplak olarak.
çoh homzınıs paarım sisti haphan." honaltıh bk. hohaltah
V. Tatarova (Sözle ifade edileme­ incî-honcı tekr. Çeyiz.
yen bu kederlenme bağrımı sızlat­
honcıh 1. Komşu: "Pacah mey,
tı.) 2. Esef, teessüf, şikâyet, sız­
lanma. 3. Acılı, kederli, hüzünlü. ürbehnebineh, urukken
harahtarınah honcığınzar körgen."
homzınıs- (birlikte) Sızlanmak, dertlen­
M. Kokov (Pacah iney, irkilip, ürkek
mek.
gözlerle komşusuna bakmış.) Obal
homzınıstığ s. Kederli, üzgün: "Istîlîp çohta, nanemi pîl polbassin;
odırğan anın homzınıstığ ünî." N. hıyal çohta, honcıhtı pîl
Nerbişev (Duyulmuş onun kederli
polbassin. Atasözü (Kötülük yok­
sesi.)
ken, dostunu tanıyamazsın, belâ
hon- 1. Gecelemek, geceyi geçirmek: yokken, komşunu tanıyamazsın.)
"Ol haraağızın pabam, nime dee honcıhtarınah tanış- komşularla
çîbin, uluğ östegde honğan." V. tanışmak. 2. Komşuluk.
Kobyakov (O gece babam, bir şey
hondır - 187-
hoor
hondır- 1. Geceyi geçirtmek. 2. Durdur­ hooh (iv.) 1. Kel, dazlak, hooh pas kel
mak, duraklatmak. baş. 2. (ince) Deri. hooh pörîk ince
hondırıh (giyside) Etek, alt kısım. deriden börk.
honğanım Eşim: "Sidik tusstarda polis hooh (v.)"Hooh" sesi çıkarma.
pirer, aar tustarda ködîr pirer. Kop
hoohan Donmuş, kalıplaşmış k ü l .
pala taap pirgen honğanım." V.
hoohannı ootpin iptep sığararağa
Tatarova (Zor zamanlarda yardım
kirek kalıplaşmış külü dağıtmadan
ederdi, ağır zamanlarda yüceltirdi.
çıkarmak gerek.
Çok çocuk doğurdu eşim.)
honıh 1. Geceleme, geceyi geçirme. hoohır- "Hooh" sesi çıkarmak.
Çazıda püür honıh pirbes, aalda hoohta- Gaklamak: "Hushun
pay tıs pirbes. Atasözü (Ovada hoohtabaan Hoybal çazızın / Hızıl
kurt gece geçirtmez, köyde zengin puğdaynah sırlapçabıs." M.
huzur vermez.) 2. Hayat, yaşam: Kilçiçekov (Kuzgunun gaklamadığı
"Olar, çoh-çoos paza çalcılarnıh Koybal yazısını / Kızıl buğdayla
honiinın üçün kürezîp, çaalasçalar." boyuyoruz.)
V. Kobyakov (Onlar, fakirlerin ve
hizmetçilerin hayatı için mücadele hool 1. Boş. 2. Boşluk. 3. Çukur, oyuk:
edip savaşıyorlar.) 3. Ekonomi a a l - "Hoolnı alğıdıbıshanda, körze le,
honıh tekr. ev ekonomisi. kîzîsöökterî toldıra."G. Kazaçinova
(Oyuğu genişlettiğinde, baksa k i ,
honıhtığ s. Hayatı olan, yaşamlı: "Aar insan kemikleri dolu.) ağasta hool
honıhtığ pu palanı / Aarlap körerî ağaçta oyuk. hool- haal tekr.
çoh polça." A. Topanov (Zor hayatiı bomboş, ibî çurtı hool-haal pol-
bu yavruyu / Ağırlayıp bakanı yok
pardı evi yurdu bomboş k a l d ı .
oluyor.)
hon it Fileto; kemiksiz e t . hoola- 1. Yapraklar hışıdamak ağas
pazı hoolapça ağaç başı
honnah 1. Boş 2. Geniş: "Apçay, sin hışırdıyor. 2. Çağlamak: "Hoolap-
peer irffp al, honnah arah polar."G. soolap ağıştın." A. Topanov (Çağ­
Topanov (Apçay, sen buraya geç, layıp uğuldayıp akıttın.)
daha geniş olur.)
hoolğayah Oyuk, çukur.
honnahha zf. Tek başına, şahitsiz.
hoop zf. Peşinden, peşinden: "Min hay­
honra- Çınlamak, tınlamak. dar, sin andar, Mini le hoop
honrat- Çınlatmak, tınlatmak. çörçezın!" N. Tinikov (Ben nereye,
sen oraya, Beni takip edip
Honro Zil, çıngırak. yürüyorsun.) palam hoopça,
hooçah tıp. Kızamık. "Hayzı hooçahtah, halbinça çocuğum peşimden geli­
hayzı uluğ aalçıdah, hayzı yor, kalmıyor.
tudannan, hayzı öös tarthıstah hoor (ı.) 1. Açık d o r u , konur. Hoor tayım
üregleen." N. Domojakov (Kimi kı­ hoyıh talnın arazına kîr-parcıh.
zamıktan, kimi çiçekten kimi sıtma­ Bilmece, tavşan. (Doru tayım sık
dan kimi boğmacadan ölmüş.) uluğ orman içine girmiş.) ah hoor ak do­
hooçah tıp. suçiçeği. r u . 2. Kahverengi: "Anın küren,
hooh (ı.) Çekirdek k a b u ğ u . sîneen arah sırayı paza çılığ
körîstîg hoor harahtarı Yakın
hooh (ıı.) anat. Mesane, sidik torbası. oshastamina pır dee tööyı çoğıl."V.
hooh (m.) Arı yuvası, çalaas aarnın Kobyakov (Onun yağız, ölçülmüş
hooğı yaban arısı yuvası. gibi yüzü ve sıcak bakışlı kahve-
hoor
- 188-
hopçı
rengi gözleri Yakınınkilere hiç de yapmak, meley hoosta- eldivene
benzemiyor.) nakış yapmak. 3. Süslemek: "Çay
hoor (ıı.) 1. Küçük kova. 2. Kadeh, hoor Tzerîn tooshanda, apsah, tuup
sara ağaç kadeh. nançıhtan hoostaan hahzazın sığar
kilîp, Fedor Pavloviçke tartırça." N.
hoor (m.) Hakas, Hakasların eski adı. Domojakov (ihtiyar çay içmeyi bitir­
hoor sarığ Küçük oğlan. dikten sonra, deri keseden nakışlı
piposunu çıkarıp, Fedor Pavloviç'e
hoor- Kavurmak, huzuh hoor- fındık, içirtiyor.)
fıstık kavurmak.
hoostağ Süsleme.
hoora zool. Alabalık.
hoostal-1. Resmedilmek. 2. Nakış ya­
hoordır-(fındık, fıstık...) Kavurtmak. pılmak. 3. Süslenmek.
hoorğıs (fındık, fıstık...) Demir kavurma hoostas- 1. (birlikte) Resim yapmak. 2.
kabı. (birlikte) Nakış yapmak. 3. (birlikte)
hoorta 1. Gırtlak, boğaz. 2. Yiyecek, Süslemek.
gıda. hoostat- 1. Resim yaptırmak, resmettir­
mek: "Pray pu nimeler toozaları,
hoos (ı.) 1. Resim, sırlığ hoos boyalı
hıshı hıroğa, nımahtağı çili, sîllg
resim, ağastın hoozı ağacın resmi.
karandaş hoozı kara kalem resim. hoostat salğan turlar." A.
2. Süsleme. 3. Nakış, hoos innezî Kuzugaşev (Bütün bunların hepsi,
nakış iğnesi. 4. Güzel: "Hoos kışın kırağısında masaldaki gibi g ü ­
tabıstığ torğayahtar / Çılığ çirdeh zel resmedilmişler.) 2. Nakışlatmak.
kilîblzîp, örinlzîp, ırlasçalar." V. 3. Süsletmek.
Kobyakov (Güzel sesli toygarlar / hoostığ s. 1. Nakışlı. 2. Süslü.
Sıcak ülkeden gelip, mutlulukla ö­ hoostıra e. 1. Boyunca, suğ hoostıra
tüşüyorlar.) hoos kögenek güzel pararğa su boyunca gitmek. 2. A­
elbise, hoos k î z î a) Şık; şık giyi­ rasına. 3. İle birlikte: "Çathan köö
nen, b) Yakışıklı; güzel. hoostıra Tahpağın sarnapça." N.
Tinikov (Yatık sesiyle birlikte / Tür­
hoos (ıı.) Böcek, hara hoos kara böcek. küsünü söylüyor.)
hoos (m.) Kesmik, başak kalıntısı. hoot Kuru ot.
hoosha zool. Kedi: "Süt Jzip alıp, anın hop Dedikodu, fitne: "Pıt ala saashan,
arazında çağın kilgen hooshanıh hoptar la suğıp, arığdağı an-
purnınan sirtebîsken." A. hustarğa istlg çurtas pirbinçetken."
Kuzugaşev (Süt içip, o sırada yanı­ İ. Topoyev (Bir ala saksağan, dedi­
na gelen kedinin burnuna fiske at­ kodu üretip, ormandaki hayvanlara
rahat hayat vermiyormuş.)
mış.) irgek hoosha erkek kedi.
Sığırzan, çil polar, sıbırazan, hop
hoosha palazı kedi yavrusu.
polar. Atasözü (Islık çalsan yel o­
hoosta- 1. Resim yapmak: "Alıptar lur, mırıldansan, dedikodu olur.)
tudıshanın / Art ıh hoostap hop çaydır- dedikodu yaymak. 2.
aparğan." P. Ştıgaşev (Alpların t u ­ Şikâyet, sızlanma. 3. Kandırma, al­
tuşmasını / Güzel resmetmiş.) datma.
karandaşnan hoostadı karakalem­ hopçı 1. iftiracı, müfteri: "Andağda min
le resmetti. Azağı çoğıl, holı çoğıl hopçı polam." V. Şulbayeva
hoostap salça. Bilmece, soğuktan (Öyleyse ben iftiracı oluyorum.) 2.
camda resim oluşmak (Ayağı yok, Dedikoducu, kovcu. 3. Kandıran,
eli yok resim yapıyor.) 2. Nakış aldatan.
-1 -
horğıstığ
hopta- 1. Şikâyet etmek. Homay nime Kobyakov (Bu köpeklere iki kurşun
pozı pozın hoptapça. Atasözü harcayın!)
(Kötü şey kendi kendini ele verir.) horat- 1. Küçültmek, azaltmak. 2. Har­
2. İhbar etmek: "Hızıl çağalarğa catmak, boş yere harcamak: "Çoh
hoptabıssam, paza harındazıh daa ahçahnı nimee çahayahha
polis polbas."\l. Şulbayeva (Polis­ horatçazın." V. Şulbayeva (Olma­
lere ihbar edersem senin kardeşin yan paranı niçin çiçeklere
de yardım edemez.) 3. Dedikodu harcıyorsun.) par-çoğıl çacınım
etmek. horat-saldım bütün kağıtlarımı
hoptal- Şikâyet edilmek: "Ol, pozının harcattım.
pabazına hoptanğan çili, ol kîzee
horba Fide, fidan: "Eelcek çiit horba çili,
çoohtanğlapça." V. Kobyakov (O,
iptîg püğilçe." V. Tatarova (Kolay
kendi babasına şikâyet eder gibi, o
eğilen taze fidan gibi, düzenlice b ü -
kişiye konuşuyor.)
külüyor.)
hoptan- 1. Şikâyet edilmek. 2. İhbar
etmek. 3. Dedikodu yapmak. horbağas Fidan, fidecik: "Naa turalar
hoptanıs Şikâyet öhnenîbîsken horbağastar çili
hoptas- 1. (birlikte) Sızlanmak, şikâyet turğannar."A. Çerpakov (Yeni evler
etmek: "Pîrdeezî mini ayabinça, renklenen fidanlar gibi duruyorlar.)
prayzı mini le hoptasça." N. Tinikov horbalan- 1. Filizlenmek. 2. Dallanıp
(Kimse bana acımıyor, herkes sa­ budaklanmak.
dece benden şikâyet ediyor.) 2. horbı Filiz, f i d e .
(birlikte) İhbar etmek, gammazla­ hordıh 1. Eritilmiş malt. 2. Maya.
mak. 3. (birlikte) Dedikodu yapmak. testee hordıh sal- hamur mayala­
hoptat- 1. Şikâyet ettirmek. 2. Dedikodu mak.
yaptırmak. 3. Fitnecilik ettirmek,
gammazlatmak. horğıdıs Korkutuş, ürküntü: "Halın kiige
çon «adı» / Horğıdızı çoh
hor (ı.) Müsrif, tutumsuz, hor tudıstığ
soobısça."M. Arşanov (Derin gökte
kızı müsrif kişi. halk 'atı' / Korkusuzca dövüyor.)
hor (ıı.) Nakış.
horğacın bk. horğamcıl.
hora- 1. Küçülmek, kısılmak. 2. Azal­
horğamcı bk. horğamcıl
mak, hafiflemek. 3. Harcamak.
horacın Sert içki. aracın horacın as horğamcıl 1. Kurşun. 2. Kurşundan.
itken çok sert içki hazırlamış. horğamcıl uh mermi, hara
horadığ Zarar, ziyan, horadığ çoh za­ horğamcıl kurşun, ah horğamcıl
rarsız, ziyansız. 1. K a l a y . 2. Kalaylı.
horadıs Sarfiyat, masraf, harcama. horğan Okun ucuna sürülen zehir, hoor
horahay Millet, ulus, halk. çılan zehirli yılan.
horğıs Korku: "Pala-parhazı horğıs
horam (ı.) Kayıp, yitim, mal horam çoh
hıstapça mal(lar) kışı kayıpsız ge­ pılbes, / Hazır daa çiller ötlre saap
çiriyor polbas." N. Tinikov (Çoluk çocuğu
horam (ıı.) zf. Sonra, horam oray polar korku bilmez / Sert rüzgârlar içine
sonra geç olacak, pozıbıstın geçmez.) horğıs çoh 1.
kirenener horam çoohtazarbıs Güvenli, emin, tehlikesiz, emniyetli.
kendi işimizi sonra konuşuruz. 2. Korkusuz.
horam (m.) bk. hor (ı.) horğıs Arpa kavrulan demir tabak.
horat- 1. Küçültmek, azaltmak 2. Har­ horğıstığ s. Korkunç, kötü, ağır:
catmak, boşa harcatmak: "Pu "Aydo andağ horğıstığ çoohtı,
adaylarğa İKİ uh horadıbızıharV V. uhnah atırğan teenîn, alnında
horğıt -190- horna

uluğlardan na isçen."V. Kobyakov ottap çöreen sas çılğılar, kinetîn


(Aydo böyle korkunç hikâyeyi, kur­ orbahnaza tüzJp, türce ornılarında
şunla vurulmuş denmesini, daha horılıza tüzîp, Oğlan tağlarzar
önce sadece büyüklerden duymuş­ ürüglze halğannar." N. Domojakov
tu. (Sakince otlanan yabanî yılkılar, a­
horğıt- Korkutmak: "Paia-parhanı, niden birbirine girip, biraz yerlerinde
ipçîlernî süreelîg horğıdıp, koşuşup, Oğlah dağlarına doğru
tiskîndîrçe."G. Topanov (Çoluk ço­ ürkmüşler.)
c u ğ u , kadınları sürekli korkutup, horım (ı.) Malikhâne: "Sın pastıhtar
kaçırıyor.) Tabısnan tağnı talap postan horımnarda çurtapçalar." V.
polbassin, çonnı çaanan horğıt Şulbayeva (Doğru yöneticilerin
polbassin. Atasözü (Sesle dağı yı­ kendileri malikhânelerde yaşıyor­
kamazsın, halkı savaşla lar.)
korkutamazsın.) horım (ıı.) 1. Yüksek kaya: "Horım tastı
horhla- (domuz) Böğürmek, bağırmak. hodır tur ip / Hoolap-soolap ağıştın."
A. Topanov (Yüksek taşı kırıverdin /
horığ (ı.) Defin, gömme. Coşup çağlayıp akıttın.) 2. Taşlık
horığ (ıı.) Zor, güç. alan.
horığaçı Korkak. horımnığ s. 1. Kayalık, kaya biçiminde.
horığıdığ Korkutma. 2. Taşlık, kayalık alan.
horığıs Korkma, korkuş, horığıs çoh horla- 1. Su gurleyerek akmak:
korkusuz. "Suğnın horlap ahçathanı, kügürt
tapsapçathanı la istîlçetken." i.
horığıstığ s. Korkunç, korkutucu.
Kotyuşev (Suyun gürleyip akması
horığlığ s. Kurak gök gürültüsü gibi işitiliyor.) suğ
horıh- Korkmak: "Yakınnıh horlap ahça su köpürerek akıyor.
azırabinıbızarman horığıp, Aydonı 2. Horlamak.
daa irte ushurıbısça." V ' . Kobyakov horlah Oluk.
(Yakın'in beslemeyeceğinden kor­ horlas bk. horlah
kup, Aydo'yu da erken uyandırıyor.)
horlas- Horlaşmak: "îkî harığı la horlaza
Abadan horıhsan, tayğaa daa par
tüsken Fedor Pavloviçtîh." N.
polbassin. Atasözü (Ayıdan kor- Domojakov (İki burun kökü horla­
karsan, ormana da gidemezsin.) maya başlamış Fedor Pavloviç'in.)
Hortıh kîzî hozannan daa
horlıh Yay kılıfı.
horıhcan. Atasözü (Korkak kişi
tavşandan da korkar.) hormaçı Şakacı: "Aydonıh, sağınıp,
tüülîp çöreen çobağların Torka la
horıhpas s. Korkmaz, korkusuz. tööle tüben-pasha çapsın çoohtar,
horıhtır-Korkutmak. hormaçı çoohtar çoohtağlap
horıl- Koşuşmak, dört dönmek, kaynaş­ örlndiredir." V. Kobyakov (Aydo'yu
mak: "Uluğ aalnın pazına çağdap düşünüp çözemediği acılarından
sadece Torka devamlı çok keyifli
kilîp kör kilize, aalnırl amin
konuşmalar, fıkralar anlatarak se­
saybalıp, pazoh haydağ-da çon
vindirip uzaklaştırıyor.)
horılısça." V. Kobyakov (Büyük kö­
yün ucuna yakınlaşıp baktığında, hormaçıl s. Şakacı.
köyün sakinliği kaybolup, yine her hormaçılan- Şaka etmek, şakaya almak.
türlü insan kaynaşıyor.) hormaçılanarğa hırtadır şakayı
horılıs Kargaşa, karışıklık, koşuşma. seviyor.
horılıs-Koşuşmak, ürküp kaçmak: "Amir horna Geç kabaran ekmek.
horovod -191-
hostat
horovod Halka olup dansetmek, oyna­ hoshanah 1. İneğin kalın bağırsağı 2.
mak. Hakaret sözü olarak kullanılır:
horov'ya Kutu, sandık. "Abanahnah Kola kör le tur
horsah Dişsiz, dişi eksilmiş, horsah halğannar, hoshanah la tirge
îneyek dişsiz ninecik. mahnana." F. Burnakov (Abanah'la
Kola sadece bakıp durmuşlar,
horthla- Vıcık vıcık ses çıkarma, azah
hoshanah demek için acele ede­
altında palğas horthlapça ayak al­
rek.)
tında çamur vıcıklıyor.
hoshar (ı.) Kutup Yıdızı.
hortı sag. zool. Lota balığı.
hoshar (ıı.) Nisan (hayvan takviminin
hortıh s. Korkak: "Pistin saribıssar
dördüncü ayı.) hoy hırıhcan
hortıh aylana tüzibizip, tabıraanca
hoshar koyun kırkılan nisan ayı.
hızırıbısça." V ' . Tatarova (Bize d o ğ ­
ru korkarak dönüp çabucak indiri­ hoshar (m.) Teke.
yor.) Hortıh kîzî hozannan daa hoshın Kuskun, izerin ur tur, üs hadıl
horıhcan. Atasözü (Korkak kişi hoshın suh tur. eyerini vuruyor, üç
tavşandan da korkar.) hortıh katlı kuskununu takıyor.
nimes korkusuz. hospah (ı.) kız. Kepçe.
hos (ı.) 1. Eş, benzer, çift. 2. Birleşik, hospah (ıı.) Çiftleşme. adaylar
müşterek, hos tın iki ucu kapalı yu­ hospahha çörçeler köpekler çiftle-
lar: "Pos sal salğan tuyuh hos tmnl şiyorlar.
haap, holğa daa sari tartarğa hoşta- 1. Eklemek, ilâve etmek. 2. Atı
mahnanmaan, kinetîn izer oyman arabaya koşmak: "Hayzı kîzller,
azmi parğanm na sizmgen." N. uluğ ülükündegî çili, hostaan attığ,
Domojakov (Serbest bırakılmış ka­ tarantas hahaa kölglep alıp
palı yuları kapıp, eline sarmak için kilgleenner."\. Kostyakov (Bazı kişi­
acele etmemiş, aniden eyer çukur­ ler bayram günündeki gibi koşumlu
luğundan ayrıldığını sezmiş.) hos atlı, üstü kapalı arabaları ata koşup
at koşulmuş at, birbirine bağlanmış getirmişler.) 3. Kovalamak, sürmek.
at: "Kustuktm sidenî îstınde pir hos aday hoşta- köpek kovmak. 4. Çift­
at kölîgde paza nince-de çalan allar leştirmek.
turğlapçalar." V. Kobyakov (Kus-
hoşta 1. Ok. 2. Demirden ok arkası.
tuk'un avlusu içinde bir çift at ko­
şumlu, diğer pek çok at ise çıplak hostağ Kötü ruhlarla temas.
duruyor.) hos tura bitişik ev. hos hostal- 1. Eklenmek ilâve edilmek. 2.
mıltıh çifte: "îkl hos mıltiim holımda Koşulmak, yan yana gitmek. 3. Ko­
çatça."M. Kilçiçekov (Çiftem elimde vulmak, sürülmek. 4. Hayvan çift­
duruyor.) leşmek.
hos (ıı.) Süreli, geçici. hoştan- 1. Eklenmek, katılmak. 2. Bir­
leşmek. 3. Hayvan çiftleşmek.
hos- (ı.) Koşmak, eklemek, ilâve etmek,
karıştırmak: "Cazın tashıl çulattarı / hostahzı- (kötü ruhlarla) Bağlantılı o l ­
Çaltırah suuha küs hosçalar." A. mak.
Topanov (Baharda zirve dereleri / hostanzın- (kötü ruhlarla) Bağlantı kur­
Çaltıran ırmağına güç katıyorlar.) mak.
hoy hos- koçu koyuna katmak. hostas- 1. Birbirine eklenmek. 2. Yan
hos- (ıı.) Kovmak, serbest bırakmak, yana gitmek.
ayırmak. hostat- 1. Ekletmek, katmak. 2. Birleş­
tirmek. 3. Hayvan çiftleştirmek.
hostır - 192 -
hoyıthı
hostır- 1. Katıştırmak, katmak. 2. Ek­ hoybannat- Kıvrılarak gitmek, sallamak,
lemek, ilâve etmek. 3. Hayvanı bir­ kuyruk sallamak, aday huzurun
birine koşturmak. hoybannadıbıshan köpek kuyru­
hosti zf. Yakın, bitişik, yanında, yan ğunu salladı.
yana: "Azağın haydi polğandır? - hoyğala- Ütmek, ateşte yakmak.
surğan Aydo, aninan hosti hoyğalan- Ütülmek, ateşte yanmak.
odırçadabas."V. Kobyakov (Ayağın
hoyğalat- Üttürmek, ateşte yaktırmak.
nasıl oldu? sormuş Aydo onunla
yan yana oturarak.) îkî çabal hoyı Koyu.
pîrîkîp çurtaza, tabıstığ polcan; hoyı- 1. Koyulaşmak, katılaşmak.
hosti honcıhtarğa curt çoh testem hoyıp partır hamurum ko-
polcan. Atasözü (İki kötü birlikte yulaşmış. 2. Kesifleşmek, yoğun­
yaşasa patırtılı olur, yakın komşula­ laşmak: "Hazır ayas sooh
ra yaşamak haram olur.) hosti polğlabıstı / Hara pulut hoyıpça." A.
kölgen at koşulmuş at. hosti Topanov (Sert ayaz soğuklaştı /
çurtapçathan yan yana yaşayan, Kara bulut, koyulaşıyor.) harashı
komşu. hoyı- karanlık yoğunlaşmak.

hosto 1. Ok. 2. Demirden ok arkası krş. hoyığ 1. Koyu, katı. Hozanahtın münî
hoşta. hoyığ, çabal kîzînîn çüree
hannığ. Atasözü (Küçük tavşanın
hotha 1. Düşük yapma. 2. Düşük.
çorbası koyu, kötü kişinin yüreği
hothaia-Düşük yapmak. kanlı.) 2. Sık, yoğun, kesif: "Hoyığ
hotı Körbağırsak. puluttarnı aralap." M. Arşanov (Ko­
hotı huzurii Apandisit: "Hotı huzurii yu bulutların arasından...) hoyığ
ağırığlığ ulğaat parğan kızînî türce ağas sık orman, hoyığ sas sık saç.
dee soona saldırbin kizîbîzerî kirek hoyığ as sık ekin. 2. Koyu bir hâl­
polça." İ. Kotyuşev (Apandisiti pat­ d e , katı şekilde. 3. Sert, katı, şid­
layan kişiyi hiç geciktirmeden ame­ detli, hoyığ harashı koyu karanlık.
liyat etmek gerekir.) hoyın 1. İnsanda koyun: "Hoynınah
hoy 1. Koyun: "Yakın çılnıh hoyın irte çarımni kisken ipek tübî sığar
çashıda hadarçılanna peer kilgen." V. Kobyakov (Koynundan
ağıldıradır." V. Kobyakov (Yakın, yarısı kesilmiş ekmek ucu çıkar­
her yıl koyunlarını ilkbaharda ç o ­ mış.) holın hoynınzar suh- elini
banlarına buraya getirtir.) Püür koynuna sokmak. 2. mec. Şefkatli,
hoynı hadarbacan. Atasözü (Kurt koruyucu: "Çalbah tigîrnîh hoynında
koyunu gütmez.) 2. Koyunla ilgili. / Cayıl parğan çıltıstar." A. Topanov
hoy teerîzî koyun postu, hoy südî (Geniş göğün koynunda / Yayılan
koyun sütü. hoy çili hayvan takvi­ yıldızlar.) Halın tayğanıh nımzah
minin sekizincisi olan koyun yılı. hoynında Har sim çatça sooh
hoy porçozı kardelen. hıshıda." M. Kilçiçekov (Sık orma­
hoybanna- Kuyruk sallamak, kıvrılarak nın yumuşak koynunda / Kar ses­
gitmek: "Baraban sabıstarma sizce yatıyor soğuk kışta.)
kilîstîre hoybannap sıhça." V. hoyıt- 1. Katılaştırmak, koyulaştırmak.
Tatarova (Davul sesine uygun ola­ îpek hoyıt- ekmek hamurunu katı­
rak oynamaya başlıyor.) laştırmak. 2. Sıklaştırmak, yoğun­
hoybannaacı Kuyruk sallayan; kıvrılan. laştırmak, kesif leşti rmek.
hoybahnas Kıvrılma, kuyruk sallama. hoyıthı bk. hoyıtpah
hoyıtpah - 193 - hozın

hoyıtpah Koyu, katı (yemek). hozanah Küçük tavşan: "Saashan,


hoylağı sag. Ölen insanla birlikte gömü­ hushun, öskîcek, hozanah olardan
len at. daa pasha ah-hustar." N. Tinikov
hoylığ Koyun sahibi, koyunu olan. (Saksağan, kuzgun, keçicik, tav-
şancık onlardan da başka hayvan­
hoymah Ekşi sütten hazırlanmış çorba­
lar.)
lık.
hozanna- Tavşan avlamak: "Hıshızın
hoyral- Eğilmek, bükülmek, kıvrılmak:
hozannay çörem, hozan idi-neh sini
"Halbah pöriktig pazın tlrep
azırim."\f. Şulbayeva (Kışın tavşan
sıdabin, hoyralarğa hmçathan çili
avına giderim, tavşan etiyle seni
körinçe."V. Kobyakov (Geniş börk-
beslerim.)
lü başını götüremeyip, bükülmeye
meyilli görünüyor.) hozan 1. Artma, büyüme. 2. mat. Top­
lama.
hoyralt- Eğmek, bükmek.
hozay- Baş aşağı devrilmek.
hoyrıh 1. Kıvrım, zikzak. 2. s. Kıvrımlı,
zikzaklı. 3. Eğri, çarpık. hozaystvo Çiftlik.
hoza zf. Birlikte, beraber: "Olarzaroh hozığ 1. Katma, birleştirme. 2. mat.
hoza oylasçalar payaağı üs oolah: Toplama.
Küdet, Abanan, Kola."?. Burnakov hozıl- Katılmak: "Min, mınnan tizip
(Onlara doğru birlikte koşuyorlar sığabas, hızıl partizannarnı pis kün
deminki üç oğlan :Küdet, Abanah, pazınah taap, hozılğam." V.
Kola.) ağaa hoza onunla birlikte, Kobyakov (Ben buradan kaçıp çıka­
bununla birlikte: "Ağaa hoza, pala rak, kızıl Partizanları beş gün sonra
ölig nimes -uzupça."H. Domojakov bulup onlara katıldım.) Çahsını
(Bununla beraber, çocuk ölmemiş, sağınzan, çahsaa hozılarzın,
uyuyor.) çabalnı sağınzan, çabalğa
hozılarzın. Atasözü (iyiyi düşünür­
hozah (ı.) 1. Katma. 2. mat. Toplama. 3.
sen, iyiye katılırsın, kötüyü düşü­
Prim
nürsen, kötüye katılırsın.) 2. Katıl­
hozah (ıı.) İki buzağıyı birbirine bağla­ mak, karışmak: "Kirîlip ahhan kîçîg
ma. suğları, Kimge hozılıp, çir
hozahtığ Eklemeli, ilaveli. tobırçalar." M. Kilçiçekov (Gerilip
hozam Aşık oyununda çift sayı gelme. akan küçük dereler, Kem'e katışıp
hozan zool. Tavşan: "Cide tüzedir ol yerleri bir uçtan bir uca geçiyorlar.)
hozannarzar. -İster be, uzun 3. Toplanmak.
hulahtar, mındağ tılaastı?' İ. hozılaçı Katılan, toplanan.
Topoyev (Tavşanların yanına gidi­ hozım 1. Katkı, pu kniga naukaa uluğ
yor. -Duydunuz mu uzun kulaklar, hozım bu kitap bilime büyük katkı.
böyle haberi?) Hortıh kızı 2. gr. Ek. söster töstîknen paza
hozannan daa horıhcan. Atasözü hozımnarnan pütçeler kelimeler
(Korkak kişi tavşandan da korkar.) köklerden ve eklerden oluşurlar.
ah hozan ak tavşan, t î z î hozan dişi
hozın- Gücenmek. Vıstavkaa par
tavşan, hozan palazı tavşan yav­
polbazan, hozınma, harazıp
rusu, hozan idî tavşan e t i . hozan
toğınzan pararzıfi. Atasözü (Sergi­
çili hayvan takviminin dördüncü yı­
ye gidemezsen, gücenme, iyi çalı­
l ı , tavşan yılı. hozan teerîzî tavşan
şırsan gidersin.)
postu, hortıh hozan mec. korkak
tavşan, korkak.
hozındı -194-
hubul

hozındı (ı.) 1. Boşanmış (kadın). huba (ıı.) Servi kozalağı kabuğu.


hozındı hat albacan boşanmış ka­ huba (m.) 1. Solgun sarı, kuba, sarar­
dın almamalı. 2. Terk edilmiş. mış, solmuş: "Tigey îözînce huba
hozındı (ıı.) Takma saç örgüsü, hozındı çazmı ötîre Çobat suğ çat pattır."
hoşça saçına örgü takıyor. 2. (ki­ N. Domojakov (Tepe dibinde sarı
tapta) Ek. kindenîn hozındılan k i ­ ovayı geçerek Çobat ırmağı akı­
tabın ekleri. yor.) 2. Boz: "Hacan iki huba
hozon Tabur, hassa, hozon hamam harahçay at alnınça sıılaspinah
tabur karargâhı. irtkende Fedor Pavloviçfih çüree
«suğ-suğ, suğ-suğ» teen çili
hozoncı Muhafız subayı. tükklep sıhhan." N. Domojakov (iki
hozor bel. Uzun etek, giysinin uzun boz kırlangıç atın önünden patırtıy­
eteği. la uçunca Fedor Pavloviç'in yüreği
hozrasçyot Tahsisat almadan çalışma. 'su-su, su-su' der gibi atmaya baş­
hozyaytsvo Ekonomi. lamış.)
hra Kırağı krş. hro. hubağan bel. Kelebek krş. örbekey,
hrestomatiya Okuma kitabı. hubanah.
hri 1. Uç, sınır, hri pazı çoh uçsuz Hubahay 1. Soluk sararmış. 2. Ağarmış,
bucaksız, hri pazı çoh cazı uçsuz aklaşmış krş. hıbanhay
bucaksız ova. hri pazı çoh talay
hubahsı-Hastalanmak, sakatlanmak.
uçsuz bucaksız deniz. 2. Taraf,
yan. pu hrinan bu yandan, pray hubalıh Mineral, hubalıh sırı mineral
hrinan her yandan. Pır hri timîr, boya.
pır hri tuup, pîr hri t a s . Bilmece, hubanah sag. Kelebek krş. örbekey.
çakmaktaşı ve demiri (Bir yanı de­ hubağan.
mir, bir yanı deri, bir yanı taş.) 3. hubahhay 1. Soluk, sararmış (beniz). 2.
Yanında, yakınında, sinin hrinda Beyaz, beyazımsı krş. hubahay.
senin yanında, min şkola hrinça hubar- 1. Rengi solmak, sararmak. 2.
kilgem okul yakınından geldim. Ağarmak, beyazlaşmak: "Tan alnı
hrinda yakınında, çar hrinda yar
hubar pastaan tustarda Saraashır,
yakınında.
püürlerni öörînen ileede tastıh tay­
dır parıbızıp, tügencîzîn onar
hro Kırağı, kırç. hro çolı Samanyolu,
Samanuğrusu, Hacılar yolu. halğan ah cazının sîliin." N.
Nerbişev (Tan başı ağarmaya baş­
hrola- Kırağı düşmek. ladığında Sarı aygır, kurtları sürü­
hrolan- Kırağılanmak, kırçlanmak. sünden çok uzaklara sürükleyerek,
hrom (ı.) Krom. son kez ak yazının güzelliğini fark
hrom (ıı.) Bir deri türü. etmiş.)
hroniçeskay s. Müzmin, süreğen. hubart- 1. Sarartmak, soldurmak. 2.
hronik Kronik. Ağartmak.
hronika Vakayiname. hubay 1. Kötü r u h . 2. Ruh, can ot
hronologiçeskay s. Kronolojik, tarih îcezînîh hubayı ateş iyesinin ruhu.
hubul- Değişmek: "Traktör kilerîneh,
sırasıyla.
kirek sanay hubul parğan." M.
hronoiogiya Kronoloji, zamandizin. kokov (Traktörün gelmesiyle her iş
hrustal Kristal değişmiş.) 2. Değişmek, başka do­
huba (ı.) Kürk zıh krş. huma. na bürünmek: "Amdı hustar pasha
hubulcah -195- huday-çayan

ide Hubulcah tus polça od ir." N. hucahtan- Kucağına alınmak.


Tinikov (Şimdi kuşlar başka dona / hucahtas Kucaklama, sarma.
Don değiştirme zamanıdır.) hucahtas- Kucaklaşmak, birbirine sarıl­
hubulıp çoohtadı yalan söyledi, mak: "Udur-tödfr hucahtaza tudınıs
yalan attı. salğan." A. Çerpakov (Karşılıklı k u -
hubulcah Maske. caklaşarak tutuşmuş.)
hubuldır- 1. Dönüştürmek, değiştirmek: hucahtat- Kucaklatmak.
"Hır Ağbannı suğluhtap alıp, Huruğ hucur Tuzlak.
Uybattı hubuldırçabıs." M. hucurlığ 1. Tuzla, tuzlak. 2. s. Tuz(lu).
Kilçiçekov (Kır Ağban'ı sulayıp / Ku­ hucurlığ höl tuzlu g ö l .
ru Uybat'ı değiştiriyoruz.) 2. gr. Çe­
huç- Serpmek, dökmek, k r ş . hus-
kimlemek.
huça Koç. Pis kistinde tügdür huça.
hubulğan Gulyabani. Bilmece, süpürge (Soba ardında
hubulğas 1. Değişme kabiliyeti, başka tüylü koç.)
dona bürünme yeteneği. 2. Kurnaz. huçacah Kuzu.
hubulgastığ s. Başka dona bürünme huçu Yeğen, kardeş çocuğu, a ç ı -
kabiliyeti olan, kılık değiştirebilen, huçular baba tarafından akrabalar
şekil değiştirebilen. huda 1. Dünür. 2. Dünür gitme: "îce-
hubulğat 1. Dönüşme, çevrilme, başka pabanzar hudaa par kilercîkpîs." V.
kimliğe bürünme. 2. Kurnazlık. Şulbayeva (Anne babana dünür g i ­
hubulıs 1. Dönme, çevrilme, başka dona derdik.)
bürünme: "Tınnığ nimelernfn hudağay 1. Kayınvalide, kaynana. 2.
hubulızı hıyğa kîzînî töritken»" V. Dünürcü.
Tatarova (Canlıların değişmesi iyi hudala- Dünür gitmek, kız istemek:
insanı yaratmış.) 2. gr. Çekim. "Hınzafi pozm hudala, hınzah, min
glagolnın hubılızı fiil çekimi. de, hudaa par kilem." S. Çarkov (is­
hubulıs- (birlikte) Dönüşmek, değişmek, tersen kendin iste, istersen ben de
istemeye giderim.) Hızıl klik
çevirmek.
körînze, atıp alarga çörçem; his
huca 1. Ambar. 2. Sundurma, çardak. 2. pala urunza, hudalirğa çörçem.
Depo, kiler. Atasözü (Kızıl geyik görünse, vurup
hucağas Kuş veya hayvan şeklinde almaya giderim, kız bala dövünse,
yapılmış kurabiye t ü r ü . dünür yapmaya giderim.)
hucah Kucak: "Hıshı soohtarda tîtîres hudalas Kız isteme, dünür gitme.
çörzem / Am daa çılıtça îce hudalas- (birlikte) Dünür gitmek, kız
hucağı."M. Kilçiçekov (Kış soğukla­ istemek.
rında titresem / Hâlâ da ısıtıyor an­ hudalat-Dünür göndermek, kız istetmek.
ne kucağı.) pir hucah odın bir k u ­
huday Allah, Tanrı, Hûda: "Çayaanım,
cak odun,. budayım, çazıhtan araçıladah!" M.
hucahta- Kucaklamak, sarmak: Kokov (Yaratıcım, Tanrım günahtan
"Paskirnî paza pir oolnı kurtar!) huday la pîler anı onu Al­
moynılarınah hucahtap alıp, lah bilir! huday ipçî tanrıça, ilahe.
çoohtan sıhhan." S. Çarkov hudayğa kirtîn- Tanrıya inan­
(Paskir'i ve başka bir oğlanı boyun­ mak, hudayğa pazırın- Tanrıya ta­
larından kucaklayıp, konuşmuş.) pınmak, huday a l - Tanrı almak,
holında pala hucahtap çör elinde ölmek, obal- huday aman tanrım!
çocuk kucaklamış gidiyor. huday-çayan tekr. Tanrı, Allah.
hudojestvenna hulğalan

hudojestvennay s. Sanatsal. hulahta-Kulağını çekmek.


hudojestvo Sanat. hulahtas- (birbirinin) Kulağını çekmek.
hudojnik 1. Ressam. 2. Sanatçı. hulahtığ s. Kulaklı: "Sarığ tay, pîs
hul 1. Kul, köle: "Kızı adın çidîrbeher / hulahtığ, nınmah sağırlığ, tört
Çoh idfher sahay hulnı! / Pu ah çastığ mal." N. Domojakov (Sarı
çarıhtıh üstüne / Hul polarğa tay; sivri kulaklı, yuvarlak sağrılı,
törebeebîs." V. Mayneşev (İnsan dört yaşında hayvan.) Püür
adını yitirmeyin /Yok ediniz bütün uhancıl, çir hulahtığ polcan. Ata­
köleliği / Bu aydınlık dünyaya / Köle sözü (Kurt duyarlı, yer kulaklı olur.)
olmaya doğmadık.) 2. Kulluk, köle­ hulahtığ pörîk kulaklı börk. hatığ
lik: "Harğalğan çabal ıırcılarnı / hulahtığ sağır.
Unadıp, hanın töge çat salğan / hulan Kulan, yabanî at.
Ana ol hınıstığ çir-suğnı / Ölîm, hulas Kulaç: "Çiti hulasça çirde tal
huldah aracı lap halğan." I. ağastıh altında haydağ-da hara
Kotyuşev (Karganmış kötü düşmanı nime körînçe." A. Kuzugaşev (Yedi
/ Y o k edip kanını dökmüş / işte o kulaç kadar yerde söğüt ağacının
güzel yurdu / Ölümden, kölelikten altında kara bir nesne görünüyor.)
kurtarmış.)
hulasta- Kulaçlamak.
hula Kula. ah hula ak kula. ala hula ala hulastan- 1 . Kulaçlanmak. 2. Hızlı adım­
kula. larla gitmek: "Pıçon, izebıneh üs
hulah 1. Kulak, işitme organı: "Anın azır hamçı sığara tart kifip, hulastan
çarıh hulahtarı, hıshı pörîktîh pariğanda, apsah anın holına
hulahtarı çili, halbastanğlapça." V. çapsınıbıshan." N. Domojakov
Kobyakov (Onun parlak kulakları, (Pıçon cebinden üç çatallı kamçı
kış börkünün kulakları gibi sallanı­ çıkarıp, hızla giderken, ihtiyar onun
yor.) Iğıros izer at hulağına tıs eline yapışmış.)
pirbes, îkî çabal pîrîk parza, il hulat Kula at.
çonğa çadığ pirbes. Atasözü (Gı­
hulban 1. Dazlak. 2. Yalnız, homay irge
cırdayan eyer at kulağına rahat
parğanca hulban da pozım
vermez, iki kötü bir olsa, halka yatı
çörgeybin kötü kocaya varacağı­
vermez.) 2. Kulak, börkün kulakları ma yalnız başıma yaşarım. 3. (ke­
pörîktîn hulahtarı börkün kulakları. sik) Kulak, hurban hulahtığ hulun
3. Kulak, kulp, tutamak hazarının kesik kulaklı kulun.
hulağı kazanın kulpu. 4. Delik.
hulbuhçu Yalancı, düzenbaz, hulbuhçu
înenîn hulağı iğne deliği, hulaam
hulğu ton a) kötü elbise b) fakir,
tun parğan kulağım tıkandı, uzun
yoksul.
hulah uzun kulak, hulah tunıstığ
hulcu Irgat, işçi, hizmetçi, çalcı- hulcu
sağır edici, kulak patlatıcı. halbah
hulah sarkık kulak, hulahtarın hizmetçiler, ırgatlar.
pısteldîr- kulaklarını dikmek. hulçuh İhmalkâr.
hulaana tapsa- kulağına seslen­ hulğı bk. hulğu
mek, hulaa hatıh ağır işiten, pır hulğa Filiz.
hulahha kîrdî, pîrsînen sıhtı. Ata­ hulğaattan- Uydurmak.
sözü (Bir kulağından girdi diğerin­ hulğalan- Ekin uç vermek, yeşillenmek,
den çıktı.) çir hulah zool. ayı. çaba filizlenmek, as hulğalanıbıshan e­
hulah zool. baykuş, pağa hulağı kin uç vermiş.
kulağın çukuru.
hulğu - 197-
hura
hulğu s. 1. Eski, yırtık (giysi) 2. mec. nem babam vasiyetlerini / Diz üstü
Fakir oturup dinlememizi.) 2. Miras.
hulğuçı Yırtık giysili humarthıla- Hatıra bırakmak, vasiyet
hulğur bk. hıldır. etmek: İcezT ürir alnında ağaa hızıl
hulhu Kulak k i r i . krş. hunuha. torğıdan humarthılap hapçığas tîk
hulun Kulun: "Pîree hulun aha-nimee pirtîr." N:tyukpiyekov (Annesi ölme­
kîrip, alay çîdîp pe noo parza, den önce ona kızıl ipekten hatıra
arınan çahsı la kün körceeh çoğıl." olarak küçük kese dikmiş.)
V. Kobyakov (Bir kulun bir yere gir­ humdus bk. hundus.
se veya kaybolsa, ondan sonra g ü ­ humna- Kumlamak, kuma bulamak.
zel gün göremezsin.)
humnah Kozalak.
hulunna- Kulunlamak.
humnığ Kumlu: "Husnan an na çurtacan
hulunmğ s. Kulunlu: "Ol pîlgen: mındağ I Humnığ gazı îstînde." M. Kokov
açığ soohtığ, amir haraalarda ças
(Sadece kuşla kurdun yaşadığı /
hulunnığ çılğılar hıralar ornında
Kumlu yazı içinde.)
honadır." N. Nerbişev (O biliyor,
böyle acı soğuklu, sakin gecelerde humulçah Leğen kemiği, pala tabarda
genç kulunlu yılkılar tarlalarda ge­ ipçînîn humulçağı azılça çocuk
celer.) doğururken kadının leğen kemiği
hum Kum: "Hum cazı halza îstînde, açılır.
Humın çuup ağar suğ polğay." M. iney-hunay Yaşlılar.
Bainov (Kum yazı kalsa içinde / hundurğah kız. Dulavrat o t u .
Kumunu yıkayıp akan su olur.) Huu
hundus zool. Kunduz, sarığ hundus
pastın harağına hum tolbas
dişi kunduz, hara hundus erkek
hacan daa, açın paynıfi harağına
kunduz.
altın tolbas hacan d a a . Atasözü
(Kır başlının gözüne kum dolmaz hunu Kutup porsuğu: "Hunu, tîsterîn
hiçbir zaman, aç gözlü zenginin g ö ­ közîde, tîpçe: Sinineh arınca
züne altın dolmaz hiçbir zaman.) halbastar."N. Tinikov (Porsuk dişle­
altınnığ hum altınlı k u m . rini göstererek diyor: "Seninkinden
aşağı kalmazlar.")
huma Kürk zıh krş. huba.
hunuha sag. Kulak k i r i . k r ş . hulhu.
humala-Zıhla çevirmek, zıh dikmek.
hupsu- (kuzu annesine) Alışmak.
humalat- Zıh diktirmek.
hupsut- (kuzuyu annesine) Alıştırmak.
humartha bk. humartht
hur (ı.) 1. Kemer: "Aalay çîbek hur
humarthala- Vasiyet etmek, hatıra b ı ­ ağamnan surıp alam."M. Maynaşev
rakmak: "îcezî ürir alnında ağaa (Veya ipek kemer dedemden iste­
hızıl torğıdan humarthılap hapçığas yip alayım.) 2. Bez parçası. 3. Çı­
tik pirtîr, pay pol, oolğım, pu kıntı, aşıt, geçit, tigîr nuru gök k u ­
süümegeske toldıra altının polzın." şağı, ebem kuşağı, haya huri kaya
N. Tyukpiyekov (Annesi ölmeden çıkıntısı, kemeri, haas hur kayış
önce ona kızıl ipekten hatıra olarak kemer, çıbek hur ipek kemer.
küçük kese dikip vermiş,"zengin o l , hur (ıı.) Hayvanı kıra salma.
oğlum bu kese dolusu altının o l ­ hur (m.) bel. Küme, d e s t e .
sun") hur (iv.) Kundak.
humarthı 1. Vasiyet: "Adam-Jcem hura Dökümhane, demir döküm fırını.
humarthıların / Tıs kize pazıp hura- Parçaları birleştirmek, ek yaparak
tınnaanıbıstı." M. Kilçiçekov (An-
uzatmak.
hurağan -198- hurluh

hurağan Kuzu: "Pîr toyman hara ahsah hurçai- Çevrelenmek, çevrelemek:


hoyıcah, tkî hurağanın hoğdıra, hır "Çazıçahtı ibîre at çügürceh çır
üstüne naa la sığıp, ottap çör." V. hurçai partır." İ. Kostyakov (Küçük
Kobyakov (Bir boynuzsuz kara ak­ ovanın etrafını at koşturacak yer
sak koyuncuk, iki kuzusunu peşine çevreliyor.)
takmış, tepe üstüne yeni çıkmış ot­
lanıyor.) hurağan teerzî kuzu deri­ hurçan- 1. Kuşanmak: "Hurçan salğan
si, ah hurağan teerzîn aptıraa sal- ç'ıbek hurinin çaçahtarı Klaşanın
saldım. Bilmece, dişler (Ak kuzu kögeneene çaba çayıldıra
derisini sandığa koydum.) çathannar." i. Kostyakov (Kuşandı­
ğı ipek kemerin püskülleri Klaşa'nın
hurah 1. Yaşıt, akran. 2. Sınıf.
gömleğini yayılıp kaplamışlar.) 2.
huralday (ı.) zool. Yırtıcı bir kuş. mec. Kuşanmak: "Kögîlbey Kimnî
huralday (ıı.) Kurultay, türk çonnarnın sari hurçanğan / Töreen çirîbîs
huraldayı Türk Halkları Kurultayı. Hakasiyabıs." M. Kilçiçekov (Mavi
irem-huram tekr. Dönek, irem-huram Kem'i sarıp kuşanmış / Ana yurdu­
kîzî dönek kişi. muz, Hakasyamız.)
huramırOn iki parmak bağırsağının
hurçaha Bel.
kalın bağırsağa bağlandığı yer.
hurçat- Kuşatmak, kemer bağlatmak.
hurandı Parça, kırpıntı: "Ipçîlertonnarm,
çîbeknen, hurandılarnan hoostap, hurcu (ı.) Yüksük, dikiş yüksüğü:
uğaa sîlîg tîk saladır." N. "Purunğı ulus habahtı hurcunah
Tyukpiyekov (Kadınların elbiseleri­ ülecehner, amdığılar, tîzeh, suğ la
n i ; ipekle, kırpıntılarla süsleyip çok çîli îsçeler." V. Tatarova (Eski i n ­
güzel dikiyor.) hurandı sanlar içkiyi yüksükle sunarlarmış,
teerlerînden ton tîgerge kırpıntı şimdikiler ise su gibi içiyorlar.)
derilerden elbise dikmek. hurcu (ıı.) İşkembe.
huray ünl. Kötü bir olay karşısında söy­ hurğağla- Tahmin etmek.
lenen ünlem sözü.
hurğah anat. Damak, hatığ hurğah sert
hurayah Nine, ihtiyar kadın. damak, nımzah hurğah yumuşak
hurbu Kurum krş. hurun. damak.
h u r c a - 1 . (kemer) Bağlamak, kuşanmak. hurğan Kuşun kanat kemiği.
hur hurca- kemer bağlamak. 2.
hurğı Kuş tüyü kepeği, donrası.
Çemberlemek
hurğıcah bk. h u r ğ ı .
hurca Yüksük.
hurğun Kanat tüyü.
hurçağ (ı.) 1. Kuşatma, kemer takma. 2.
Çember: "Tura honıp pır orında hurla- sag. Belemek, kuşakla bağla­
hurçağ ibîrgen çili tolğalça." V. mak, kundaklamak.
Şulbayeva (Kalkıp, yerinde çember hurlağ 1. Kundak. 2. Kundaklama, krş.
çevirir gibi dönüyor.) 3. Kaplama. hur (iv.)
hurçağ (ıı.) Bin kişiden oluşan tabur. hurlandır- Dolandırmak, sarmak, belin­
hurçağlığ s. 1. Kemerli, kuşanmış 2. den bağlamak: ""Yakın huruğ çirnî
Çevrilmiş, çember olmuş: "Çîrçeler hurlandırıbızadır." V. Kobyakov
çîli, tühderîlçeler / Timîr hurçağlığ (Yakın, kuru yeri dolandırıyor.)
tört tuyğah." M. Kilçiçekov (Fincan­ hurlığ s. Kemerli, kuşaklı.
lar gibi döndürülüyor / Demirle çev­ hurluh 1. Kılıf, mahfaza. 2. Ok kılıfı,
rilmiş dört toynak.) 3. Kaplanmış. sadak, kuburluk.
kümüsneh hurçağlığ gümüş kap­
lamalı.
hurmah -199- hus
hurmah Gevrek. yablah hurmağı huruda zf. Katı, katı olarak nımırha
patetes gevreği. huruda pis parğan yumurta katı
hursah Mide, kursak: "Anda-mında urun pişmiş.
parçathan ooh-teek tîrfg nimeler hurudığ Kurutma.
hursah tübîne dee çit hala çoğıllar." huruğ 1. Kuru: Erîncek kîzînîn irnî
N. Nerbişev (Orada burada rastla­ huruğ, erînmes kîzînîn irnî çağlığ.
yan ufak tefek canlılar kursak dibi­ Atasözü (Erinenin dudağı kuru,
ne de ulaşmıyorlar.) erinmezin dudağı yağlı.) 2. Boş:
hurt zool. Kurtçuk, böcek: "Hurt oshas, "Pozının Mazına çügür pardı, pîr
hara nimenî kör salıp, çîksi dee kîzî çoğıl, huruğ." A.
sıbırabıshan Marğa." I. Kotyuşev Kuzugaşev (Kendi sınıfına koştu,
(Kurtçuk g i b i , kara nesneyi görüp, hiç kimse yok, boş.) huruğ ot kuru
iğrenerek mırıldanmış Marğa.) hara ot. 3. Sade, katıksız, huruğ çay
hurt mayıs böceği, sîdîn hurt ka­ sade çay. 4. Boş. huruğ hal- boş
rınca. kalmak, huruğ söök çok zayıf.
hurt-hoos tekr. Haşerat, böcek(ler): huruğ tîl boşboğaz, huruğ çil kıt­
"Cazı honıhtığ hurt-hoostar / lık, yokluk yılı. huruğ harın aç, a­
Çalbah pürler kîlepçe." A. Topanov cıkmış.
(Yazıda geceleyen böcekler / Geniş huruğla- Kurutmak, kurulamak.
yapraklar arıyor.) huruğlan-Kurulanmak, kurutulmak.
çil hurt Kene. huruğlas Kurulama, kurutulma.
hurtıcah Kurtçuk. huruğlas- (birlikte) Kurulamak, kurut­
hurtta- Kurtlanmak. mak.
hurttat- Kurtlandırmak. huruğlat- Kurulatmak, kurutmak.
hurttığ s. Kurtlu: "Alay ba îzîg ortı hurun Kurum.
çayğıda / Hurttığ suğnı hurusha Kuzu postu: "Anda pîr hara
oortaanıbıstı?, M. Kilçiçekov (Yok­ tonnı çaybancıhha çabmğan, hara
sa sıcak orta yazda /Kurtlu suyu hurusha pörîktîg, simîs sıraylığ kîzî
yudumladı.) hurttığ yabloka kurtlu turca." V. Kobyakov (Orada bir kara
elma. paltoyu üzerine geçirmiş, kara kuzu
hurtuyah 1. İhtiyar kadın. 2. Eş, karı. postu börklü, semiz yüzlü kişi duru­
hurtuyah tas kutsal taş heykel. yor.)
huru- Kurumak: "Vaskaa îzîg polıbıshan, hurut Kurutulmuş peynir, kurut: "îcezî,
tamağında hurupça, purnın paza çüregîm minîh hurut çîli huruda tart
naahtarın çımcılapçathan soohtı parğan." V. Şulbayeva (Anneciğim,
pîlînminçe." A. Kuzugaşev yüreğim benim kurut gibi kuruyup
(Vaska'yı sıcak basıyor, boğazı k u ­ çekilmiş.)
ruyor, burnunu ve yanaklarını ok­ hurut-Kurutmak.
şayan soğuğu hissetmiyor.) Ças
huruttır-Kurutturmak.
ağastı huraalahha e g , olğannı
tuzında ügret. Atasözü (Yaş ağacı hus (ı.) Kuş: "Aalğa hustar çidîsçeler /
kurumadan e ğ , çocuğu zamanında Aymah çirdeh aylanıp..." P.
eğit.) çuulğan kip tashar hurupça Ştıgaşev (Köye kuşlar geliyorlar /
yıkanan elbise dışarıda kuruyor. Çeşitli yerlerden dönüp...)
ağas hurup partır ağaç kurumuş. Honmaspın teen ağasha hus taa
2. Zayıflamak. 3. Nesli tükenmek. honadır, îspespîn teen suğnı
îzerge dee kilîzedîr. Atasözü
hus -200-
huur
(Konmam dediği ağaca kuş da ko­ yor.) hudı çarıl- çok kurkmak:
nar, içmem dediği suyu içmeye de "Hudı çarıl parğan - sala manzıri
gelir.) ibdeğî hustar evcil kuşlar, küsküzin al pirem tip nandırğan."\l.
ırlacan hustar ötücü kuşlar, ağın Tatarova (Çok korkmuş, çarçabuk
hustar göçmen kuşlar, an-hus güzün alıp veririm diye cevapla­
tekr. yırtıcı kuş. hus palazı kuş mış.) hudı sıh-çok korkmak:
yavrusu, hus hazaazı kuş kümesi. "Huttarın sıhtı ba? Matap horıh
hus huzuru tıp. şirpençe, hara hus pardar, ya?" V. Şulbayeva (Ruhu­
zool. k a r t a l . nuz çıktı mı? Çok korktunuz ha?)
hus (ıı.) Ormanın sık yeri, kuz. huşta hutah Erkeklik organı.
attar ottapça ormanın sık yerinde huthar- Kurtarmak.
atlar otluyor. hutor Küçük çiftlik.
hus- (ı.) 1. Dökmek, serpmek. 2. Kus­ hutuh Kuyu.
mak.
hutul- Kurtulmak: "Aydo ol tuşta,
hushacah Kuşçuk, küçük kuş: soonzar hılçahnap, açığ teestîg
"Çarıh ünriîg hushacahtar Çazıt piçîkten hutularğa, tağnın olunca
çirge kîrglepçe..." A. Topanov (Tiz oylapça."y. Kobyakov (Aydo o sı­
sesli kuşcağızlar / Gizli yere giriyor­ rada, arkasına bakınıp, acı veren
lar.) İrte turğan hushacah kamçıdan kurtulmak için, dağın
nimîske tüzedîr, irte turbaan yamacına doğru koşuyor.)
hushacah harağın çuhçıp
odıradır. Atasözü (Erken kalkan huu (ı.) Kuğu: "Ağınğa çörgen ah huu
kuşçuk yemişe rastlar, erken kalk­ hus çili / Alton çulattı aylandır kil­
mayan kuşçuk gözünü ovalar.) dim."M. Kilçiçekov (Göçe giden ak
hushacah çistegî bot. kuş kirazı. kuğu kuşu gibi / Altmış dereyi dola­
nıp geldim.) huu tügî kuğu tüyü.
hushacahta- Küçük kuş avlamak.
huu (ıı.) Gri, kır, boz: "Huu hır ozarindağı
hushu Kusmuk, hushum kilce kusaca­ ashırlığ pasha çılğılarğa ürügîs,
ğım geliyor. huy ıs çirkezî ırahtınoh çitken." N.
hushun zool. 1. Kuzgun: "Hushun Domojakov (Boz tepenin öte yayın­
hoohtabaan Hoybal çazızın / Hızıl daki aygırlı başka yılkılara ürküş,
puğdaynan sırlapçabıs." M. huylanma sesi uzaktan ulaşmış.)
Kilçiçekov (Kuzgunun gaklamadığı huu pas ihtiyar, kır saçlı. Huu pas­
Koybal yazısını / Kızıl buğdayla tın harağına hum tolbas hacan
boyuyoruz.) hushun haahtapça daa, açın paynın harağına altın
kuzgun gaklıyor. 2. mec. Kuzgun, tolbas hacan d a a . Atasözü (Kır
hunhar, yırtıcı, vahşi: "A miri kemni başlının gözüne kum dolmaz hiçbir
aracılaam? Duşmannarnı, ol hanğa zaman, aç gözlü zenginin gözüne
tospas hushunnarnı."V. Şulbayeva altın dolmaz hiçbir zaman.)
(Peki ben kimi kurtardım? Düşman­
huu (m.) Pek, çok.
ları, o kana doymaz kuzgunları.)
huu hat Cadı.
huşta- Kuş avlamak.
huul- Ağaç kurumak.
hustır- Kusturmak.
huulğan Kuru, kurumuş.
hut Kut, ruh: "Çonda çoohtidırlar, kîzî
huun Başak kalıntısı, kesmik.
toozıl parza, anın hudı, husha
hubulıp, uçuğıbısça." V. Tatarova huur- Rengi atmak, rengi solmak.
(Halk içinde konuşular, insan ölün­ pladım huur parğan elbisemin
ce onun ruhu, kuşa dönüşüp uçu- rengi soldu.
huurta -201- huzuruh

huurta Beyazımsı: "Ah cazının sıhhan huzıcah Kuş, küçük kuş, kuşcağız:
odı çîbek sashan oshas poladır, çe "Zoya sah andoh sJIJg huzıcahtı kör
amdı, irte çashıda, anın odı, hıshı taphan."N. Domojakov (Zoya tam o
soohtı tobırğanda, huurta tartıp sırada güzel kuşcağızı görüvermiş.)
sarğal parğan," V. Kobyakov (Ak huzuh 1. Fıstık, çam fıstığı: "Tastıhti
yazının çıkan otu ipek sermiş gibi arığda toğas parza, çistek-
olur, fakat şimdi, ilkbaharda, onun miskelerîn, huzuhtarın tastı, ay-hut
o t u , kış soğuğunu yardığından, b e - çoh tisçehner." N. Tyukpiyekov (
yaza dönüp sararmış.) huurta t a r t - Uzak ormanda karşılaşsalar, ye­
beyazlaşmak, aklaşmak: "Sırayıh mişlerini, mantarlarını, çam fıstıkla­
pray huu tart partır, iceh." V. rını atarak, sessiz sedasız kaçışı­
yorlar.) 2. Ceviz, huzuh hazarğa-
Şulbayeva (Yüzün bütünüyle ağar­
f ıstık, ceviz kırmak, hoorğan
mış, anneciğim.) huzuh kavrulmuş fıstık, fındık.
huus 1. Deri. huus huyah deri zırh. huzuh ağazı çam fıstığı ağacı.
huus ıstan deri pantolon. 2. Par­ gretskay huzuh ceviz, huzuh has-
şömen. çam fıstığı kırmak: "Ulitsaca
huy Mağara, t a ğ huyı dağ mağarası. hıshacah kögenektJg hızıcahtar,
pözik sınnığ hızıl sıraylığ ipçîler,
huy- At ürkmek, kaçmak. irenner, hay pıreelen huzuh hazıp
huyah Zırh, zırhlı elbise. ala, aar-peer irtîsçetkenner." N.
huyahta- Zırhla kaplamak. Tyukpiyekov (Sokakta kısa elbiseli
kızlar, uzun boylu kırmızı yüzlü
huyahtal- Zırhlanmak, zırh kaplanmak.
kadınlar, erkekler, her biri çam
huyahtan- Zırhlanmak, zırhla kaplan­ fıstığı kırarak, oraya buraya geçip
mak, zırh giyinmek. gidiyorlar.)
huyahtığ s. Zırhlı, zırhla kaplı.
huzuhta- Çam fıstığı toplamak.
huyan Ürkek (at.)
huzuhtas- Birlikte fıstık toplamak.
huybır- 1. Rüzgârdan kasırga oluşmak.
huzuhtas Fıstık toplama.
2. Acele etmek.
huzuhtat- Fıstık toplatmak.
huyğa (ı.) Baş derisi.
huzuruh Kuyruk: "Tört çastığ mal,
huyğa (it.) sag. Dondurulmuş paça.
huzuruh altı nah çfkseen polğan."H.
huyğa (m.) Mercan Domojakov (Dört yaşındaki hayvan,
huyıs Huylanma, ürkme. kuyruk altından huyianırmış.)"Sım
huyu Mağara. çatçathan çılannın huzurığına
paspa. Atasözü (Sakince yatan yı­
huyuh Yanık kokusu. lanın kuyruğuna basma.) at huzuru
huyuhta- 1. Yanık kokmak. 2. Tüylerini at kuyruğu, hus huzuru kuş kuyru­
yakmak. ğ u , palıh huzuru balık kuyruğu.
huyulığ s. Mağaralı. huyulığ haya ma- hoy huzuru koyun kuyruğu.
ğaralı kaya. kögenek huzuru elbise kuyruğu.
samolyot huzuru uçak kuyruğu.
huyun Kasırga: "Haya-tağlarnı ötîpçe, huzuruh orhazı tıp. kuyruk soku­
Huyunnah tabırah oylapça." M. m u , huzuruh tolga- kuyruk salla­
Arşanov (Kayaları dağları deliyor / mak, huzuruh pulğa- kuyruk sal­
Kasırgadan hızlı gidiyor.) harlığ lamak, hıl huzuruh zool. kılkuyruk.
huyunnar karlı kasırgalar, huyun hara huzuruh zool. kakım, as. u­
çîli parğan kasırga gibi gitmiş. zun huzuruh zool. kurt, b ö r ü .
huyunna- Kasırga çıkarmak.
huzuruhta -202
huzuruhtığ
huzuruhta- 1. Kuyruğundan yakalamak. ruklu bora at.) sodan huzuruhtığ
2. Kuyruğuyla vurmak. kuyruksuz, huzuruhtığ kögenek
huzuruhtığ s. Kuyruklu: "Paskimîn kuyruklu elbise, altı azahtığ, îkî
altındağı nîskecek azahtığ, pözîk pastığ, Tkî hurlığ, pîr huzuruhtığ.
pastığ, uzun huzuruhtığ pora mal." Bilmece, atlı kişi. (Altı ayaklı, iki
I. Kostyakov (Paskir'in altındaki i n ­ başlı, iki kemerli, bir kuyruklu.)
ce bacaklı, yüksek başlı, uzun kuy-
ıdara- (elbise) Eskimek. naa çitkennerî istîlgen." V.
Kobyakov (O sırada Torka'nın atlı
ıdaraan Eskimiş, yıpranmış. ıdaraan
arabalarının gıcırdayarak odun ç e ­
kögenek eskimiş gömlek.
kip yeni geldikleri duyulmuş.)
ıdığan Kadın kam, kadın şaman.
ığırat- Gıcırdatmak, tîsterîn ığırathan
ıdıram s. Sinirli, öfkeli. ıdıram k îz î sinirli dişlerini gıcırdatmış.
kişi.
ığıros s. Gıcırdayan, gıcırtılı Iğıros
ıdırban bot. Kuşburnu, it burnu, yaban izer at bulağına tıs pirbes, îkî
gülü: "Ibîre hoostalğan uluğ çabal pîrîk parza, il çonğa çadığ
közenekterî alnında ıdırbannar, pirbes. Atasözü (Gıcırdayan eyer
çahayahtar hızarıs-sağılıshlapça, at kulağına rahat vermez, iki kötü
ipti sidennel parti rlar." N. bir olsa, halka yatı vermez.)
Tyukpiyekov (Etrafı süslenmiş b ü ­
yük pencereleri önünde yaban g ü l ­ ıh- Rüzgâr yönünde gitmek
leri, çiçekler kızarıyorlar, evi ıhçım Dar.
çevreliyorlar.) ıhaan Sebepsiz çıkışma.
ığğıra- Gıcırdamak. ıhaanna- (sebepsiz) Çıkışmak
ığıl- Yığılmak, toplanmak, pustar pır ıhtır- Rüzgâr yönünde sürmek, gönder­
çirde ığılıbıstılar buzlar bir yerde mek, kaçırmak.
yığıldılar. ıı Ağlama, ağlayış: "İpçî çon, uların pazın
iğ ı İdi ra zf. Toplanarak, yığılarak: polbin, plat uçuhtarınan harah
"Tanıcaa çoh nimee çağın ığıldıra çastarın çısçalar." F. Burnakov
çamaras parğannarında..." N. (Kadınlar, ağlamalarına engel ola-
Domojakov (Tanınmayan nesneye mayarak, mendil uçlarıyla gözyaş­
yakın toplanarak yapıştıklarında...) larını siliyorlar.)
ığılıs Toplanma, bir yere sıkışma. ııh Keman. ııh t a r t - keman çalmak.
ığır Gıcırtı. ula- Vızıldamak, uğuldamak: "Hanaa
ığır- Uğuldamak, gıcırdamak: "Iğır terpekterî açığ sııttağı la çîli
turğan tolğalıp çillernen / Çacın ıılasçalar." H. Domojakov (Atlı ara­
kimelîg çolım pastadım." M. Bainov banın tekerlekleri acı acı ağlar gibi
(Uğuldayan dönen yellerle / Kağıt uğulduyor.)
gemimle yola çıktım.) ıılas- Uğuldaşmak, vızıldaşmak:
ığıra- Gıcırdamak, tıkırdamak: "Hanaa "Hara seek tobın çîli hayınça, ıray
ığırap, terpekter sığırıs sıhhanda, çîli ıılasça." N. Domojakov (Kara s i ­
Fedor Pavloviç haybağınğan." N. nek böcek gibi kaynıyor, sivri s i ­
Domojakov (Atlı araba tıkırdayıp, nek? gibi vızıldıyor.)
tekerlekler gıcırdadığında Fedor ıılat- Uğuldatmak, vızıldatmak.
Pavloviç etrafına bakınmış.) azah
ıın- Ikınmak, çabalayıp durmak.
altında har ığırapça ayak altında
kar gıcırdıyor. îzîk ığıra- kapı lir Düşmanlık.
gıcırdamak. ura- Hırlamak, mırıldamak: "Üzîncî çili
ığıras- Gıcırdamak: "Ol tuşta Torkanın parir. -M-n, n-a-a, -uluğ tınıbızıp,
hanaalarının, ığırazıp, odın tartıp, uzun tabısnan ıırabıshan payağı
-
ılğaançı
kizİ."\J. Kobyakov (Üçüncü yıl olu­ minî tirletçetken / Harahtarğa
yor. -Iştee, derin nefes alıp uzun harashı tüsçetken." İ. Kapçıgaşev
sesle hırıldamış deminki kişi.) (Yolumu kaybedip battım balçığa /
uran- Irlamak, hırıldamak: "-Ayool, noo Hüzünlenmiş gibi, uğuldadı sık or­
nime kirektîr sağaa, - izennespin man / Dipsiz ayaz beni terletiyor /
dee, ııranğan çili, nandırça Gözlere karanlık düşüyor.)
Arkadiy." V. Tatarova ( Ayool, ne ılaylığ s. Çamurlu, balçıklı.
gerekiyor sana, selamlaşmadan da, ılban Bataklık.
hırlar gibi, cevaplıyor Arkadiy.) ılbanna-Sallamak, ırgalamak.
ııranıs Hırlama: "Sooh liranızın anın ılbannat- Sallatmak, ırgalatmak.
istîp, Kîçîg ahnar annan pök
turğan."H. Tinikov (Soğuk hırlama­ ılbıra- 1. İyice pişmek. ılbırap parğan
sını onun duyup / Küçük hayvanlar it iyi pişmiş et. 2. Yara su toplamak.
onunla konuşmamış.) palığları ılbırabısır yaraları su top­
lamış. 3. Yumuşamak, çamurlaş-
ıırcı Düşman, hasım: "Amdı Yakın
mak, vıcık vıcık olmak. 4. Meyve
Aydonın na ıırcızı nimes, çe ol
olgunlaşmak. 5. Yorulmak, çolğa
Çohırahtm daa hınmas çabal ıırcızı
ılğırap pardım yolculuktan yorul­
pol paryan." V. Kobyakov (Artık
dum,
Yakın, sadece Aydo'nun düşmanı
değil, aynı zamanda Çohırah'ın da ılbırat- 1. İyice pişirmek. 2. Yarayı su­
sevmediği kötü düşmanı olmuş.) landırmak. 3. Lapa haline getirmek,
vıcık vıcık etmek, yumuşatmak. 4.
ıırias Düşmanlık. Yormak, bitkin düşürmek.
ıırlas- (birbirine) Düşman olmak, birbi­
riyle kavga etmek, hırlaşmak: "Paza ılbırt Uçuk, uçuklama.
tudıshah, çe ülgüdegîlerneh ılcır 1. Cıvık, vıcık, çamurumsu, yumu­
ıırlaspinçam." V. Şulbayeva (Yine şak. 2. Zayıf, güçsüz. 3. Uyuşuk,
kavgacıyım, fakat iktidardakilerle mıymıntı, beceriksiz.
hırlaşmıyorum.)
ılcıra- 1. Yumuşamak, çürümek 2.
ıırlastır- Düşman etmek. mec. Çürümek, kokuşmak: "Nimee
ıırlığ s. Düşmanlı. çarabas çonl. Ilcıraan çonl Minî
ıı-sııt tekr. Ağlama sızlama: "Ol sösternî sahay ürettiler." N. Nerbişev (işe
iste, Ağlona, palaların tastı, ıı-sııtta yaramaz halk! Çürümüş halk! Beni
gide salğan."H. Nerbişev (O sözleri bütünüyle yıprattılar.)
işiterek Ağlona, çocuklarını bıraka­ ılcırat- Yumuşatmak, cıvıklaştırmak,
rak, ağlaya sızlaya kaybolmuş.) çürütmek.
ılaba Dürbün. ılcırba Zincir.
Haçın Lâçin: "Ölîg ılaçınnah harğalarnı
ılğa- Ağlamak: "Ol örîngenfneh, tura sal
horğıtpinçalar." V. Şulbayeva (Ölü
kilip, külJn tee polbin, ılğap taa
lâçinle kargalar korkutulmaz.)
polbin turca." V. Kobyakov (O mut­
ilama bk. ılaba lulukla, durarak indirip, gülemiyor
ılapça bk. ılapsı (ıı.) da ağlayamıyor da.) Odırça öreken
ılapsı (ı.) Erişte. ılapsı ügre erişte çor­ çüs tonnığ, kem ağaa teer, pozı
bası. ılğabızar. Bilmece, soğan (ihtiyar
ılapsı (ıı.) 1. Küçük saçma torbası. 2. Av kadın oturuyor, yüz elbiseli, kim
çantası. ona değerse kendisi ağlar.)
ılay Çamur, balçık: "Astıh çörîp, pat ılğaah Ağlamsık, sulu gözlü, çok ağla­
parğam ılayğa / Özelgen çili, yan.
küüleen halın tayğa / Tübî çoh ayas
ılğaançı Gözü sulu, çok ağlayan
ılğamzıra -205-
ınarcah
ılğamzıra- Gözleri yaşarmak, ağlamaklı ınağnanoh nandırarğa kirek dost
olmak. sözüne dostça cevap vermeli. 2.
ılğamzırah s. Ağlamaklı. Sakin, huzurlu: "Çalbah tigeynîh
ılğamzırat- Ağlamaklı etmek. paarına haraçhay uyazı çili çapsın
parğan uluğ kizek aal, tastınan
ilgana Koyun bağırsağında kabarcık.
körzeh, uğaa amir, ınağ pîldîrçe."
ılğanalığ s. Bağırsağında kabarcık olan. N. Domojakov (Geniş tepenin bağ­
ılğanna- Ağlamaklı olmak. rına kırlangıç yuvası gibi yapışan
ılğannos Ağlamaklı: "Paban, toopçam, büyük bir köy, dışından bakılınca
sooh, paban,- ılğannos ünneh çok sakin, huzur içinde görünüyor.)
tapsaan Zoyka." N. Domojakov ınağ pol- âşık olmak. 3. zf. Dostça:
(Babacığım donuyorum, soğuk ba­ "Inağ çoohtazığ ür parğan." N.
bacığım, -ağlamaklı sesle konuş­ Domojakov (Dostça konuşma uzun
muş Zoyka.) sürmüş.) 4. Sevgili, âşık: "Annanıh
ılğanzıra- Ağlamaklı olmak: "Anda hınısçathan oolğı, par - Samoy. O­
Çohırah Aydoğa pozınıh pabazı- lar uğaa ınağlar." N. Tyukpiyekov
Icezi oshas ayastığ pol turadır, ol (Anna'nın seviştiği oğlan var,
anın hırına oylap kilgende, pozı am Samoy. Onlar birbirlerini çok sevi­
daa ılğanzırap turadır." V. yorlar.)
Kobyakov (Orada Çohırah, Aydo'ya ınağcı Dost, arkadaş: "Vaska, tudısha
kendi anne babası gibi acıyor, o sabılıbızıp, anı kistîneh ızestîg
onun yanına koşup geldiğinde, nimes ınağcızı Keşke Kolkadan
kendi hâlâ ağlamaklı duruyor.) azıra tartıp tur polar tıp, holınah
ılğas Ağlama, ağlayış. Kolkanın moydırığın salıbızabas,
munzuriinah pazın azıra saphan,
ılğas- Ağlaşmak.
munzuruğı abistin purnına tehen."
ılğat- Ağlatmak, hol azağı çoğıl, kızını A. Kuzugaşev (Vaska, kapışmaya
ığlatça. Atasözü (Eli ayağı yok kişi­ girip, onu arkasından güvenilmez
yi ağlatır.) dostu Keşke, Kolka'dan çekip ayırır
ımay İlahe, umay. diye, elinden kolka'nın yakasını b ı ­
ımıl-sımıl tekr. Kötü ruhlar, çir altınan rakınca, savurduğu yumruğu ba­
sıhhan ımıl-sımıl yer altından ç ı ­ şından aşarak papazın burnuna
kan kötü ruhlar. değmiş.)
ımır Ok yapımında kullanılan ağaç. ınağlas Dostluk.
ımıs Çam fıstığından yapılan çorba. ınağlas- Dostlaşmak, birbiriyle dost
ma- 1. İstemek arzu etmek: "İt purun olmak: "Sîrerneh, çitterneh,
çaynı smeten hadıp îskende, tir sı­ ınağlazarğa kirek." V. Şulbayeva
ğara sabılça, Zoyka pir dee nime (Sizinle, gençlerle dostlaşmak ge­
çirge ınabaan." N. Domojakov rek.)
(Kuşburnu çayını kaymak katıp i­ man- 1. Vakit bulmak, ol pismo
çince, ter çıkıp yayılıyor, Zoyka hiç­ pazarğa ınanminça onun mektup
bir şey yemek istemiyor.) 2. Ona­ yazmaya vakti yok. 2. İsteyerek
mak, uyuşmak, mutabık olmak. yapmak.
ınacah sag. Yeni doğmuş bebek. marcah Eyer ağacı, ağaç eyer: "Hola
ınağ 1. Dost: "Honcıhnah mağ polarğa hazağlığ irgl ağas ıharcahtın üs­
kirek." V. Tatarova (Komşuyla dost tünde ol pîr hırına hıyın arah
olmak gerek.) ınağ söske odırıbıshan kilir." V. Kobyakov
ınarhas -206-
ırcanna

(Tunç işlemeli eski ağaç eyerin üs­ uzak değil, yakın. ırahhı irten sa­
tünde o bir yanına yatık oturmuş.) bahın çok erken vakti. ırahhı tan
ınarhas Dostluk: "Çalan kîzînîn adı tanın ilk attığı zaman. ırah nimes
ınarhas ünnî ispeen, parğanda, yakın.
küren attın nîske moynına ırahsın- 1. Kendini uzak saymak. 2.
tıınıbıshan." N. Domojakov (Eyersiz Çekinmek, kaçınmak.
ata binmiş kişininin atı dostluk sesi­ ırahta- Atı kementle yakalamak.
ni duymamış, giderek, yağız atın ırahtat- Atı kementle yakalatmak.
ince boynuna yapışmış.)
ıralanıs- Uzaklaşmak: "Hıshı kün, Oçı
ınarhas-Dostluk kurmak, kardeşleşmek, horım tağnın oh ihnîneh azıbızarğa
iki düşman kardeş olmak. mahzırabin, tigîr alnın hızıl çalınnah
inat- 1. Onatmak, razı etmek. 2. İstet­ köygîzîbîsken, anın sustan çuğa
mek. ıralanıs sıhhannar." N. Nerbişev
ıncıh (ı.) 1. Uğursuz, şanssız. 2. Şeytan, (Kış güneşi Oçı Horım dağının sağ
kötü r u h . ıncıh kîr- kötü ruh girmek. yanından aşmak için acele etme­
ıncıh (ıı.) bel. Cenaze töreninde kesilen d e n , göğün ufkunu kızıl alevle ya­
hayvan. kîzT üreze, ıncıh mal karak, ışıkları uzaklaşmaya başla­
moynın hıyıp, han ağısçalar biri mış.)
ölünce, malın boynunu kesip kan ıralığ s. Karakterli, huylu: "Amdığı töl
akıtırlar. haydağ-da çaba! ıralığ pol pardı,
ıncıhtan- Belâ habercisi olmak, önceden irgî kibirler pray undul parir." V.
sezmek. Tatarova (Şimdiki nesil kötü karak­
terli oldu, eski gelenekler hep unu­
indirt 1. Sezgi. 2. Eğilim, temayül. 3.
tuluyor.)
Huy, bünye.
ıram Önsezi, kahinlik, krş. irim
ir Şarkı, türkü, ir: "Aal arazında ir
tabızı yahılan turadır." V. Kobyakov ıramcıl Önsezisi güçlü, kahin. ıramcıl
(Köy içinde türkü sesi yankılanıyor.) pala basiretli çocuk.
ir ırla- şarkı söylemek. ıramcıla- Önceden sezmek, kahinlik
ir- Yirmek, yırtmak yapmak.
ıra Yetenek irat- Uzaklaştırmak.
ıra- Uzaklaşmak. ırbay Kadın bezi, bağı.
ırağa Güğüm, t e s t i . ırbay- Surat asmak, ekşitmek: "Ayool,
ırağı bk. ırağa noğa çakjızaan îsçezîh, -pastır
kilgen Arkadiy, -urdah mağaa. -
ırağıcah ot bot. Benç. Çoğıl, tyu-tyu, -çoon irnîlerîneh
ırah Uzak: "Aydo amdı pozınıh mal ırbaya, holların çalbah tutça
hadarıp çörcen tanış çirlennen ırah, Mityuha."\l. Tatarova (Ayoğul, niçin
pasha-pasha püdîstîg çirlerge yalnız içiyorsun, -yürüyüp gelmiş
kîrîzîp odırça." V. Kobyakov (Aydo Arkadiy, -bana da koy. -Yoktur,
şimdi kendi mal otlatıp gittiği tanıdık öhe, öhe, kalın dudaklarını ekşitip,
yerlerden uzak, başka başka yapılı kollarını genişçe açıyor Mityuha.)
yerlere girip gidiyor.) ırah sağıstığ
ırcan Diş gösterme.
uzak görüşlü: "Hızığıstı körgen kîzî
ırah sağıstığ pol paradır." N. ırcanna- Sırıtmak, dişlerini göstermek:
Domojakov (Darlığı gören kişi uzak "Ahsın uluğ azıp, ırcahnap Arına
görüşlü olur.) ırah sağın pîlbes Petrovna haydağ-da çahığ itkenîn
uzak görüşlü olmayan. ırah nimes sizîngen, çe haydağ çahığın
ırcannaas ırlat
pflbeen."M. Domojakov (Ağzını b ü ­ irim Kehanet, önsezi, krş. ıram
yükçe açıp, dişlerini göstererek irindi Deri şeridi.
Arina Petrovna'nın ne tembihlediği­
iris 1. Saadet, mutluluk: "Is minîh
ni düşünmüş, fakat ne dediğini b i ­
çurtıma amır-hazıh çurtas, palala­
lememiş.)
rıma iris pir."V. Şulbayeva (Benim
ırcannaas s. Dişlek, sırıtkan: "A pu
yurduma sağlık huzur gönder, ç o ­
ırcannaas Gurçenkonı noymaa
cuklarıma mutluluk ver.) 2. Baht, ta­
mında his salğazın? Pîree sîlîg
arah oolnı odırtıp salamınsın." V. lih, ırızı çoh bahtsız, talihsiz. 3. Ba­
Şulbayeva (Peki bu dişlek şarı.
Gurçeko'yıı niçin buraya astın? ırısha kaç. Yaban horozu, çalı horozu.
Herhangi bir yakışıklı genci assay- ırıstığ s. 1. Mutlu, mesut: "Hayda
dın.) körgezJn tadar kızı beloruskanah
ırcay- Ağzını yayarak gülmek. ırıstığ polğanıh?' V. Şulbayeva
ırcı Şarkıcı, türkücü: "Izen-mindî pirçem (Nerede gördün Hakas'ın Beyaz
min sağaa, İzîl parir ırcınıh çüree." Rus'la mutlu olduğunu?) 2. Başarılı:
S. Kadışev (Selâm veriyorum ben "Çalğıs adına münîp, Çiit ulustı al
sana / Dalgalanır türkücünün yüre­ çörceh; Çorıh ırıstığ polip, Çöfîs
ği-) tikke polbacah."P. Ştıgaşev (Biricik
ırğa- (ı.) Takılmak, ilişmek. atına binip / Genç insanları götür­
ırğa- (ıı.) Hareket ettirmek, yerinden müş / Yolculuk başarılı olup / Gidiş
oynatmak. boşa olmamış.)
ırğağ Kam olacak kişiye ruhlar etki etme. ır-kög tekr. Şarkı türkü.
ırğağlığ s. Ruhların etkisinde olan. ırla- 1. Şarkı, türkü söylemek: "Ol amdı,
ırğah 1. Çengel, kanca: "İr kîzfnîh îstî sağızına nime kirze, anı tahpahha
talay oshas ilbek polarğa kîrek, a kifîp, ırlap çörçe." V. Kobyakov (O
siniri m ma mındağ ırğah." V. şimdi, aklına ne gelirse, onu türkü
Şulbayeva (Er kişinin içi deniz gibi olarak söylüyor.) 2. Kuş ötmek.
geniş olmalı, fakat senin için işte
şöyle çengel.) 2. Çelme, bağda. ırlan- Kendi kendine türkü, şarkı söyle­
ırğah suğıp tastirğa çelme atıp mek: "Ol kün Aydo, malın sığarıp,
yıkmak. hazınnığ tağnı olığli ırlanıp
pariğanda, Çohırah hazin ağastar
ırğahta- Çengele, kancaya asmak, çen-
arazına kire oylabıshan." V.
gellemek, kancalamak.
Kobyakov (O gün Aydo, malını ç ı ­
ırğahtai- Takılmak, bir noktaya dönmek: karıp, akağaçlı dağın yamacından
"Pîr-M çirçe amzabıssa, tîzen,
türkü söyleyerek giderken, Çohırah
hınmaan kîzîzer çooğı ırğahtalıp
sıhça, sidir kîzîden tudızarğa daa akağaçlar arasına doğru koşmuş.)
timde." A. Çerpakov (Bir iki kadeh ırlas- 1. Birlikte şarkı söyleşmek. 2.
tatsa konuşması sevmediği kişiye Kuşlar ötüşmek: "Cazının üstün çılıt
kayıyor, gücünün yetebileceği kişiy­ tur, Hoos tabıstığ torğayahtar, Çılığ
le kapışmaya hazır.) çirden kilîbîzTp, örinîzip, ırlasçalar."
ırgat- Hareket ettirmek, yerinden oynat­ V. Kobyakov (Yazının üstünü ısıtı­
mak. yor /Güzel sesli toygar kuşları / Sı­
ırğay Bir tür çalı. cak ülkelerden gelip, sevinçle ö t ü ­
•rıh Apış arası, perine. ırıh söögî leğen şüyorlar.)
kemiği. ırlat- Şarkı söyletmek.
iril- 1. (kumaş) Yırtılmak. 2. (toprak)
Çatlamak.
-208- ıstıh
ıro
ıro Nehir yatağı. ıshanah Fare.
ıro sarığ zool. Bozkır bülbülü. ıro sarığ ıshın- Düşmek.
tapsasça bozkır bülbülü ötüyor. ıshındır- Düşürmek.
ırsanna-Gülümsemek, sırıtmak. ısta- Duman çıkarmak, tütmek, islemek.
ırsay- 1. Sivrilmek, bir şey ileri doğru ıstal Halka, yüzük.
çıkmak. 2. Dişlerini göstermek, sı­ ıstal- Dumanlanmak, tütmek, islenmek,
rıtmak. duman yükselmek: "Sağday,
ırsayt- Sırıtmak, geniş geniş gülmek: onarılıp, körer polza, çılğılar çörgen
"Türce polarman Çohırah, çltlg çirde küren pulut la ıstalça." N.
tîsterin ırsayîıbızıp, pora attın Domojakov (Sağday, kendine gelip
tumzuğına segîribisken." V. baktığında yılkıların gittiği yerde
Kobyakov (Çok geçmeden Çohırah, koyu bulut gibi duman yükseliyor.)
keskin dişleriyle sırıtıp, bora atın ıstan Pantolon.
burnuna seğirmiş.)
ıstannığ s. Pantolonlu: "Çayılcah uzun
irsi 1. İz, işaret. 2. Nazar, göz değmesi. hara sastığ ool paza halbah hızıl
3. Davranış, hareket. ıstannığ his, tüzîre seğirip, oolğı
ırsılığ s. Hareketli, davranışlı. çahsı hızın, toldıra çîrçeni çaybahnatpin
ırsılığ pala davranışları düzgün ç o ­ apariğan çili, siberli holtıhtap, çol
cuk. kizire çügürîze halğannar." A.
ıs is, duman, tütün: "Sağday tigfrge sfri Çerpakov (Dağınık uzun kara saçlı
turıbıshan küren ıstın soonca Oğlan oğlan ve geniş kırmızı pantolonlu
tağlarzar çügürte halğan." N. kız, çabucak inip, oğlan dolu fincanı
Domojakov (Sağday, göğe doğru çalkalamadan götürür gibi özenle
yükselen yoğun dumanın arkasın­ kızın koltuğuna girip, yolun karşısı­
dan Oğlah dağlarına doğru koş­ na koşuvermişler.)
muş.) ıs tara- duman, sis ıstas- (birlikte) Dumanlamak, tüttür­
dağılmak. mek.
ıs- Göndermek: "Çashızın, hacan ıstat- Tüttürmek, dumanlandırmak, is­
tashıllar suğların ıs turza, Çobat, lendirmek.
çarların azıp, tüs çazılarğa ıstı 1. Hediye. 2. At etinin güzel yeri.
kümüstelîp çay iladır." N.
ıstığ s. Dumanlı, tütünlü, isli: "Apsah,
Domojakov (Baharda zirveler sula­
arığ daa polbaza, orıstap sala-sula
rını gönderdiğinde, Çobat ırmağı,
çoohtan pilçetken, annahar ıstığ
kıyılarını aşıp düz yazılara gümüş
ibde, sala çal sığarıp köyçetken ot
gibi yayılıyor.) toğısha ıs-işe gön­
bazında, pu orıstarnah til alızıp
dermek, pismo ıs-mektup gönder­
pastaan." N. Domojakov (İhtiyar,
mek, çolabit ıs-selâm göndermek.
temiz olmasa da, Rusça az çok ko­
2. Anlatmak, nımah ıs- masal an­
nuşmasını biliyordu, bu yüzden
latmak. 3. Yardımcı fiil olarak ken­
dumanlı evde, biraz alevlenip ya­
disinden önceki fiillerle kaynaşarak
nan ateş başında, bu Ruslarla soh­
fiilin gerçekleştiğini ifade eder:
bet etmeye başlamış.)
" Yakınnın azırabinıbızarınan
horığıp..." V. Kobyakov (Yakın'm ıstıh (ı.) Çömlek.
beslemeyeceğinden korkup...). ıstıh (ıı.) Deri işleme yeri.
hıshırıb/zarım kilce bağırmak ıstıh- Hasta iyileşmek, ağırığ ıstığıbıstır
istiyorum, çiis salıbfzim yemek ko­ hastalık iyileşmiş.
yayım.

-I -
sol pudı maymah türeyîne çitkence
ib 1. Ev: "Anın îcezî, nap-naa torğı ibestel halğan." V. Kobyakov (Ku­
kögenek kizîp, torğı plat tartıntp, maştan dikilen çizgili kara elbisesi­
ibînde çır as-tamah timnep çörçe." nin sol ayağı çizme koncuna kadar
V. Kobyakov (Onun annesi, yepye­ parçalanmış.)
ni ipek elbise giyinip ipek şal örtü­
nüp evinde yiyecek yemek hazırlı­ ibîçoh 1. Kullanışsız, biçimsiz. 2. Ö­
yor.) Ala saashan aaldan sıh zensiz, düzensiz, dikkatsiz.
polbinça, îzîrîk ir ibîn pîlînminçe. ibîr- 1. Bir şeyin etrafını dolaşmak, çe­
Atasözü (Ala saksağan köyden virmek, ablukaya almak, çevrede
çıkamaz, esrik er evin bilmez.) dolanıp durmak: "Çazağ-çalaas söl
ağas ib ağaç ev. 2. Çadır: "Tadar cazını ibîr çöredTr, mal hadarıp." V.
ib ninrezîn / Çathanım köglezîn." N. Kobyakov (Yayan yapıldak çölü o­
Tinikov (Hakas çadırı titresin / vayı dolaşıp duruyor, mal otlatıp.)
Yatığım söylesin.) sigîs pulunnığ 2. Ters yüz etmek, içini dışına çe­
ib sekiz köşeli çadır. 3. Evsel, evle virmek.
ilgili, eve ait. ib huzı evcil kuş, evde ibîrçek Ağaç kap.
beslenen kuş. 4. mec. Mezar. ibîre zf. Çevre, etraf: "Ol, kineffn uluğ
üzîlbes parbas ibî ebedî evi.
tmıbızıp, ibîre harabıshan." V.
Kobyakov (O, aniden derin nefes
ibek 1. Çalışkan, çevik. İbektîn irnî alıp, etrafa bakınmış.)
çağlığ, erînçektîn pazı ibîre-sibîre tekr. Etraf, çevre:
hağdannığ. Atasözü (Çalışkanın "Aydo, harahtarm çızınıp, ibîre-
dudağı yağlı, erinenin başı kepekli.) sibîre körîp odırğanda, Yakınnın
2. Çevik. "Sarığ tayın ibek pe?' V. çorğa pora adı mında taytannap
Kobyakov (Sarı tayın çevik mi?) At­ kilir."V. Kobyakov (Aydo, gözlerini
tın ibegîn çol parçatsan pîlerzîn, ovalayıp, etrafa baktığında, Y a -
kîzînîn çalısızın çol parar alnında kın'ın yorga bora atı yalpalayarak
pîlerzîn. Atasözü (Atın çeviğini yol geliyor.)
gidersen bilirsin, insanın iyisini yola ibîrîg Ölü gömüldükten sonra verilen
çıkacakken anlarsın.) yemek.
ibeke Eski, geçmiş zaman, pozının ibîrîk Kavis, zikzak.
ibekezîn pîlgen k î z î kendi geçmi­ ibîril- 1. Dönmek, dönüp durmak:
şini bilen kişi. "Saraashır, iircek çîli ibîrîle tüsken."
iben Masum, masumluk. N. Nerbişev (Sarı aygır kirmen gibi
ibennîg Zarasız, ziyansız, ibennîg kîzî dönüvermiş.) 2. Etrafı çevrilmek.
zararsız kişi. ibîrîlçek Viraj.
ibes 1. Parça, teer ibezî deri parçası. 2. ibîrîlîs- Kuşatılmak, çevrilmek.
Ruble, pîr ibes bir ruble. 3. Az, k ü ­ ibîrîn- Çevrilmek, kendi etrafında dön­
çük, ibes çon az halk. mek: "Pıçon, anan nımahtağı çoy
ibeste- Parçalamak, bölümlere ayır­ tülgü çîli, ibîrîn sıhhan." N.
mak. Domojakov (Pıçon, sonra masalda­
ki yalancı tilki gibi, dönmeye baş­
ibestel- Yırtılmak, parçalanmak: "is
lamış.)
tovarnan, tikken çollığ hara stanının
-212-
ibîrîs ideal'nay

ibîrîs Çevirme, döndürme, ablukaya (Annesi kötünün kızını alma, kapısı


alma. kötünün baş köşesine oturma.) tay
ibîrîs- Dönmek, çevrilmek. îce anneanne. îce- paba ebe­
ibîrîstîr- Döndürmek, döndürüp dolaş­ veyn, anne baba. ööy îce üvey an­
tırmak: "Sin, Paara, ibîrîstîrglebin ne.
çoohtap pir: nime it salğan îcege Bağırsak, uzun îcegeler uzun
PaynuşT V. Şulbayeva (Sen, bağırsak, çoon îcegeler kalın bar­
Paara, döndürüp dolaştırmadan sak.
söyle, ne etmiş Paynuş?) îcelîg s. Anneli, annesi olan: "Peer olar
ibîrkî s. Çevredeki, etraftaki îcelîg ooldah purnadoh çittiler." F.
ibîrt ima, imalı söz. Bumakov (Buraya onlar anneli o ğ ­
ibîrt- Döndürmek, çevirtmek, etrafını landan önce ulaştılar.)
dolaşmak: "Püün parhacaam köl îcen (hitap sözü) Anneciğim: "Pır amzor
ibîrtpeen odır, hamıstar arazı irtçee daa, Icen, pir dee amzor." N.
çoğıl, kfrlel partır." G.kazaçinova Domojakov (Bir yudum anneciğim,
(Bugün çocuğum gölün etrafına bir yudum.)
gitmemiş, kamışların arasından
îç- İçmek: "Çeynî çîrçenîh hırinah,
geçmek mümkün değil, kirlenmiş.)
sooda ürîp, üstüne-üstüne oortap
ibîrtkî Ölü ruhu. îçîpçe."V. Kobyakov (Çayı fincanın
ible- Eve gitmek: "Anan, iblep çörîp, kenarından üfleyerek soğutup, üst
kizîlemî 'yolkada' aralazarğa üste yudumlayıp içiyor.) krş. îs-
çöptep alğannar." N. Nerbişev
îçeeçî s. İçici, alkolik, krş. îzeeçî
(Sonra eve gidip, insanları"Noel
ağacı yanında" buluşmaya çağır­ îçege Bağırsak.
mışlar.) 2. Evlendirmek, oolnı ible- îçîgey Aşırı soğuk.
oğlanı evlendirmek. îçîgeylen- Soğuktan içi ürpermek, titre­
iblen- 1. Evlenmek: "Amdı anı uğaa mek.
çarıh körgen, olar iblengen tus îçîgeylendîr- Soğuktan titremek, içi
amğızına çitîre şartlama körîngen." ürpermek: "Nanmırnın çoon
A. Çerpakov (Şimdi onu çok açık tamcıhhtarı, ağas pürlerîn
görüyor, onların evlendiği zaman­ tıçırathlap, çuğacah tonanğan hıstı
dan şimdiye kadar apaçık görünü­
îçîgeylendîr sıhhan." N.
yor.) 2. Ev sahibi olmak. 3. Etrafı
halkayla çevrilmek. Tyukpiyekov (Yağmurun iri damla­
iblendîr- 1. Ev sahibi yapmak. 2. Evlen­ ları, ağaç yapraklarını çıtırdatıp, i n ­
dirmek. cecik giyinen kızı titretiyor.)
iblîg s. 1. Ev sahibi, evi olan: "Kîzî klrbes îçîl- İçilmek, krş. îzîl-
iblîgbîn, Köök ushurbas îçîr- İçirmek, krş. îzîr-
uyğulığbın." N. Tinikov (İnsan îçîrt- İçirtmek, krş. îzîrt-
girmez evim var / Guguk îçîs içme, içiş. krş. îzîs
uyandırmaz uykum var.) 2. Yeri
yurdu olan. îçîs- Birlikte içmek. krş. îzîs-
îçörî Astar, iç etek.
ibre Etraf, çevre. krş. ibîre
îde- Mezarı parmakla işaret etmek.
îce Anne: "Pabam ürep parğan, îcem
am daa izen." V. Kobyakov (Babam söökterge holnı îdebeer mezarları
öldü, annem hâlâ yaşıyor.) îcezî elle işaret etmeyiniz.
çabalnın palazın alba, îzîgî ideal İdeal, ü l k ü .
çabalnın törîne odırba. Atasözü ideal'nay s. İdeal, uygun.
idealist - 213 -
Tdîs

idealist İdealist, ülkücü. kilgen." V. Kobyakov (Onun öyle


idealistiçeskay s. idealizmle ilgili. seslenip selâm vermesi Aydo'nun
idealizirovat' pol-idealleştirmek. içine pek hoş sıcak nefes olup ya­
yılmış.)
idealizm İdealizm, ülkücülük.
îdîg İtme, itiş.
idee 1. Yoğun faaliyet. 2. ilham, ideezî
tudıbıstır ilham gelmiş. 3. Gayret, idîl- Edilmek, yapılmak.
çaba. îdîl- itinmek, itinerek gitmek: "Kiri palın
çili Mlîp / Kîstep, at çili tulğap tur."
ideel- Yapmağa muvaffak olmak.
S. Kadışev (Yaşlı balık gibi itinip /
ideelbes Beceriksiz, muvaffak olama­
Kişneyip, at gibi şaha kalkıyor.)
yan.
îdîlîs- itişmek, birbirini itelemek: "Köp
îdeelîg Güçlü, muktedir. Tdeelîg k î z î
öhnîg çuruhtarnan sırıp tikken
güçlü kişi, pehlivan.
çorğan çili Mfîze halğannar." N.
ideet (ı.) İğrenç. Domojakov (Çok renkli kumaş par­
ideet (ıı.) 1. Güçlü. 2. Çok büyük, tirge çalarıyla dikilen yorgan gibi birbirle­
ideet a) çok g ü ç l ü , b) çok büyük. rini itelemişler.)
idek 1. Etek: "Kibînîh idekterî çazılıp, idilliya İdil.
olğannarzar attıhhan, sastan haap idîn- Edinmek.
alıp, azır sıhhan." A. Kuzugaşev
îdîn- İtinmek.
(Elbisesinin etekleri yayılıp, çocuk­
lara doğru atılmış, saçlarından ka­ idîncek 1. Edinmeyi seven. 2. Çalışma­
pıp ayırmış.) İ d e e n kîzee ç a p p a , yı seven.
pozıfia daa ç i t p e s . Atasözü (Ete­ idiyom Mecaz.
ğini başkasına ö r t m e , kendine de idiyoma bk. idiyom
yetmez.) alın idek ön etek. kizîn jdiyomatiçeskay gr. s. Mecazî
idek arka etek. tonnın idegî elbise
idîr- (sütü indirmek için) Buzağıyı sal­
e t e ğ i . 2. Dağ e t e ğ i : "Aylah tağnın
mak, înekke pızo idîr- ineğe
idegîne çağdibas, nandıra
buzağıyı bırakmak.
aylanabas, ol, pozınıh kilgen girin
körîp, turca." V. Kobyakov (Aylah îdîrgek s. Sinirli, kızgın: "Ol, pora attın
dağının eteğine yaklaşarak, geri tumzuğına seğirip, îdîrgek tabısnan
dönüp o, kendi geldiği yere doğru ürîp, îrlen sıhhan." V. Kobyakov (O,
bakıyor.) bora atın burnuna seğirip, sinirli
sesle havlamış.)
i d e k t e - Eteğine almak.
îdîrgekten- Sinirlenmek, öfkelenmek:
idekten-Eteğine alınmak. "Çohırah ulamoh çaptan ip
idektîg s. Etekli, idektîg ton etekli îdîrgekten sıhhan." V. Kobyakov
elbise. (Çohırah, daha da vahşîleşip
îdelîg bk. îdeelîg. sinirlenmiş.)
ideolog i d e o l o g . î d î r g e n - 1 . Sinirlenmek. 2. Tiksinmek.
ideologiya ideoloji. îdîs 1. Kap kaçak: "Arina Petrovna pray
ideologiçeskay s. ideolojik. daa îdîsterîne suğ urğlap alğan."H.
Domojakov (Arina Petrovna bütün
ideya Fikir, düşünce.
kaplarına su koymuş.) 2. Küçük f ı ç ı :
ideyalığ İdeolojik.
"Hahaada tözelgen nımzah otta
îdi Öyle, böyle: "Anın îdi tapsap izen çöget îdîsterînen hosti tegîlek küren
pirgenî Aydonıh îstîne nay daa s ı ray I iğ, sürmestîg his." N.
hınıstığ çılığ tınıs polip çayıla
-214-
idîs ifinîlîg
Tyukpiyekov (Atlı arabaya döşen­ igîr s. 1. Eğri, eğik, bükük: "Pîr kirî
miş yumuşak ot üzerinde, katran f ı - hazıhnıh igîr çoon salaazı kün
çılarıyla birlikte yuvarlak yağız yüz­ sığızınzar közîtçe." G. Kazaçinova
l ü , saçı örgülü kız.) (Bir yaşlı akağacın eğri kalın dalı
idîs- (birlikte) Yapmak, etmek. doğuyu gösteriyor.) 2. Eğiklik: "Anın
idîs 1. Ediş, yapış, çiben idîs kötü püdîzî, azahtarınıh igîrî Aydoğa
yapma. 2. Yardım, kirî kîzee idîs hayda-da körgen çili pîldîre tüs-
pir- yaşlıya yardım etmek. ken." V. Kobyakov (Onun duruşu,
ayaklarının eğriliği Aydo'ya bir yer­
îdîs- itişmek.
lerden tanıdık gibi görünüyor.)
îdîs-hamıs tekr. Kap kaçak: "Tayağınah
igîrek s. Eğri, eğik, bükük, zikzaklı.
stolnı, peestî, uzun sîreenî, îdîs-
hamıs tashağın teertklep çörgen." igîrelcîk s. Kolay eğrilir, kolay bükülür.
A. Çerpakov (Bastonuyla masayı, igîrelîs Eğrilme, bükülme.
sobayı, uzun divanı, kap kaçak ra­ igîrenne- Kıvrılmak, bükülmek.
fını dağıtıp yürümüş.) igîrle- 1. Eğrilmek, bükülmek: "Çalğıs
idîstîg s. Yapılan, edilen. azah çolıcah toozılcaa-parcaa çoh
îdîstîg s. Kap kaçak sahibi. pîreede oh sarina igîrli subalıp par­
ça." V. Kobyakov (Patika yolun bitip
îdîzek Küçük f ı ç ı , varil.
tükeneceği yok, bazen sağ yanına
îdö El değirmeninin altına konan deri kıvrılıp uzanıyor.) İgîrleen îkî
örtü. honcaîi, îoğırlaan toğıs honcan.
îdök 1. De, d_a: "Kilbezeher îdök pas Atasözü (Eğrileyen iki gün kalır,
pirîher." V. Şulbayeva (Gelmezse- doğrulayan dokuz gün kalır.) 2. Kı­
niz de yazıverin.) 2. Öyle: "Aydo vırmak, eğriltmek.
pastap haydi tüsken pozı, sah îdök
igîrlen- Kıvrılmak, eğrilmek, bükülmek.
halın uygu alıp uzupçathan polğan."
V. Kobyakov (Aydo başta nasıl düş­ igmen Bayan elbisesinin omuz kısmın­
tüyse, tam öyle derin uykuya dalıp daki nakış.
uyumuş.) Malnı haydi azırazan, ii (ı.) Yaban horozu, çalı horozu.
süttî îdök alarzın. Atasözü (Malı ii (ıı.) i ğ , ip örmek için çengel, hıl pağnı
nasıl beslersen, sütü öyle alırsın.) ürcen ii kıl ipi örecek ç e n g e l .
Haydi aahtazan, îdök yanlanar. iik İğ, kirmen.
Atasözü (Nasıl bağırırsan öyle yan­
ün siirî Sığırın bel kemiğindeki sinir.
kılanır.)
iip kız. Zamk.
igben sag. Bayan elbisesinin omzundaki
iir Akşam: "Irten sığıp, iirde le aylança."
nakış. V. Kobyakov (Sabah çıkıp, ancak
ige- Testereyle kesmek, odın ige- ağaç akşam dönüyor." iir pol- ak­
kesmek. şam olmak, hıshıda iir irte
igeçî Görümce. polıbısça kışın akşam erken olu­
igek Eğe yor, hızıl iir akşam kızıllığı.
igendî Talaş, ağas igendîzî ağaç talaşı. iir- Eğirmek.
iger Zağar, av köpeği. İnnîlîg s. 1. Omuzlu, geniş omuzu
iges- Testereyle birlikte kesmek. olan. 2. mec. Güçlü, kuvvetli.
İnnîlîge pastı r b a , irgektîge
iget Kılavuz, rehber.
sirtetpe. Atasözü (Omuzluya 'güç­
iget- Testereyle kestirmek. lüye' ezdirme, baş parmaklıya fiske
igî- Başıyla selâmlamak, krş. ikî- attırma.)
iircek - 215 - iksen

iircek i ğ , kirmen: "Saraashır, iircek çili îkîncîies çoh polğan." N.


ibîrîle tüsken." N. Nerbişev (Sarı Domojakov (Bunun ala köpeğin işi
aygır kirmen gibi dönüvermiş.) olduğu şüphesizdi.)
iirçîk bk. iircek îkîncîleceg Şüphe, tereddüt: "Abahay
üt bel. şor. Girdap. tegîlek ah sırayınah paza çîtîg hoor
ike Keçe yapmak için yün sarılan kumaş. harahtarınah hakas polçathanı
ike çohta küs çoh yünün sarıldığı îkîncîlecee çoh pîldîstîg." i.
kumaş yoksa keçe yapılamaz. Kotyuşev (Güzel, yuvarlak, ak y ü ­
îkere bk. îkî ara zünden ve keskin ela gözlerinden
Hakas olduğu tereddütsüz anlaşılı­
ikert- Hıçkırarak ağlamak.
yor.)
ikeste- Başını sallamak: "Pazın ikestep,
adım pıshırça." M. Kiiçiçekov (Ba­ îkîncîlestîg s. Kuşkulu, şüpheli.
şını sallayıp, atım pıskırıyor.) îkîncîlîg s. Şüpheli, kuşkulu: "Yakınnıh
îkî- Başını sallamak: "Kolka, parar çirîn îzehedegî azağınıh maymağı
közîdîp, pazın ikîpçe, pozının azağınah suurınıp azmi halbaan
pazoh parıp körerge hınmaanın polza, anın, tîrîg dee halan îkîncîlîg
sizîndîrîp." A. Kuzugaşev (Kolka, polğan." V. Kobyakov (Yakın'ın ü­
gideceği yeri gösterip, başını zengideki ayağının çizmesi, aya­
sallıyor, kendinin yeniden gitmek is­ ğından sıyrılıp çıkmasaydı, onun
temediğini sezdirerek.) krş. igî- canlı kalması da şüpheli idi.)
îkî İki: "Hayran adımnın idî çılii I kî
çodamnı çılıdıp kilce." M. Kiiçiçekov îkîr- Hıçkırmak: "Aal çağdabtshanda,
(Sevgili atımın etinin sıcaklığı / iki haraa çılğıların körbin pos
bacağımı ısıtıyor.) İkî çabal pîrîkîp salıbıshan çiit ool Yaşka, kinetîn
çurtaza, tabıstığ polcan; hosti küşlede îkîr kilîp, ılğap salıbıshan."
honcıhtarğa curt çoh polcan. A­ N. Nerbişev (Köy yaklaşınca, gece­
tasözü (iki kötü birlikte yaşasa pa­ leyin yılkılarına bakmayıp serbest
tırtılı olur, yakın, komşulara yaşa­ bırakan yiğit oğlan Yaşka, aniden
mak haram olur.) îkî le sadece iki. gürültüyle hıçkırıp, ağlamaya baş­
îkî toçka iki nokta. îkî sağıstığ iki­ lamış.)
yüzlü, riyakâr. îkî sırayhğ iki yüzlü.
îkî çüstîg iki yüzlü: "Sin îkî îkîs İkiz.
çüstîgzîh, Antip." V. Şulbayeva îkölefi İkisi birlikte, ikisi: "Iköleh amdı,
(Sen iki yüzlüsün, Antip) udur-tödîr aylanızıp, çirge nannana
çadıp aldılar." V. Kobyakov (İkisi
îkî ara İkiz. îkî ara harındastar ikiz şimdi, birbirine dönüp yere yanla­
kardeşler. masına yattılar.)
îkîncî İkinci: "Adımnı atırıboh, pozım ikse- Sallamak, sarsmak.
palığladıboh, mında îkîncî künîn
ikseg Sallama, ırgalama.
astap çadırbın/'V. Kobyakov (Atımı
vurdular, kendim yaralandım, bura­ iksel- Sallanmak: "Anna, aarlığ sıyiin
da iki gündür aç yatıyorum.) köksîne tudına, hanaada iksel parıp
odırça, sürmesterîndegî kümüs
îkîncîle- İkirciklenmek, işkillenmek, şüp­
ahçalar la sığdırashlapça." N.
helenmek, tereddüt etmek: "Orta
tenenîn ol îkîncîlebinçe." N. Tyukpiyekov (Anna, kıymetli hedi­
Domojakov (Vurduğundan yesini göğsüne tutarak, arabada
şüphelenmiyor.) sallanıp oturuyor, saç örgüsündeki
gümüş paralar şıngırdıyor.)
îkîncîies İkircik, işkil, şüphe: "Pu çohır
adaynın toğızı polçathanğa iksen- Sallanmak, ırgalanmak.
-216-
iksii ilenne

iksii sag. Ağız kenarı, iksii suu vermez, iki kötü bir olsa, halka yatı
saalaanca toğındı ağzının kena­ vermez.)
rından su akıncaya kadar çalıştı. ildî-sildî tekr. Çok zayıf, ir k î z î ildi- sildî
il—"I. Asmak: "Mında, tîzeh, Kustuktı pol parğan er kişi bir deri bir kemik
îlîbök alğannar." V. Kobyakov (Bu­ kalmış.
rada, ise, Kustuk'u asmışlar.) 2. İl­ îldîr- 1. Astırmak. 2. İlmek attırmak,
mek, kanca atmak. kanca attırmak, bağlatmak: "Mim II-
il Halk. dîrîp alarga sağaa timîr îlçîrbe
kirek." V. Şulbayeva (Beni bağlat­
ilbek 1. Ulu, yüce. 2. Büyük: "Nince le mak için sana demir zincir gerek.)
par ayman is-payıh / Ada çir-suuma
îldîrbe Düğüm, ilmik.
ilbek küs hoşça." M. Kilçiçekov (Ne
kadar varsa zenginliklerin / Ata yur­ îldîrges Çengel, kanca.
duma büyük güç katar.) 3. Geniş, îldîrgestîg s. Çengelli.
bol. Tldîrîlgen s. Asma, asılı. îldîrîlgen tahta
ilbehne- Sallanmak, salınmak: "Pozı, asma köprü.
ornında türbin, annan andaroh ile- Acı çekmek, ıstırap çekmek: "Kîzî
muzıkaa kilîstîre ilbehnepçe." V. ağas arazınah ulam ile sıh kilgen."
Tatarova (Kendi, yerinde durama- V. Kobyakov (İnsan ağaç arasından
yarak, oradan oraya müziğe uygun çok acı çekerek çıkıp gelmiş.)
olarak sallanıyor.) île zf. Açık, sarih, vazıh: "Cazı odında
ilbî Sihir, büyü. hahaa îzî île halıp odırğan." N.
Domojakov (Ovanın otu üzerinde
iibî-silbî tekr. 1. Sihir, büyü. 2. Çapraz­ araba izi açıkça kalmış.)
lama, çapraz.
ilebeste bağ. Eğer, şayet, veya.
îlbîk İlmik, düğüm.
ile-çuda- tekr. Acı çekmek, ıstırap çek­
îlbîkte- ilmiklemek, düğüm etmek. mek: "Minin alnında ökîs halğan ip-
ilcî 1. Elçi. 2. işçi. çöreen ilci işçi. çîler kîzî pazıncağı polip ilep-çudap
îlcîr 1. Pelte, pıhtı. 2. Sakin, yavaş: çurtacahnar."A. Çerpakov (Bundan
"Apsahtıh holı uğaa îlcîr üze önce dul kalan kadınlar insanların
tudıbıshadağ." A. Çerpakov (ihtiya­ baskısı altında acı çekip yaşarlar-
rın eli çok yavaş tutunca kopacak mış.)
gibi.) iledîk s. Tembel, avare, iledîk pol- ba­
îlçîrbe Zincir: "/z/M aza sazıp, sıh kilîp, şıboş olmak.
îlçîrbedegî aday çili, aahti tüsken iledîkten- Boş gezmek, işsiz dolaşmak.
çoon tadar." N. Domojakov (Kapıyı ileede zf. Çok: "Aydo Torkabınan, tört
hızla açıp, çıkıp, zincirli köpek g i b i , atha ot taarlaan arazında, ileede
bağırmaya başlamış iri Hakas.) nime çoohtashan." V. Kobyakov
timîr îlçîrbe demir zincir, ças (Aydo, Torka ile, dört ata ot yükle­
îlçîrbezî saat zinciri, köstek. me sırasında çok şey konuşmuş.)
îlcîrbelîg s. Zincirli. ileg 1. Acı, ıstırap. 2. Istırap, acı çekme.
ilekte- Eğlenmek, alay e t m e k .
İl-çon tekr. Halk: "Irten irte turadır, il
çonnı tibîrededîr." N. Tinikov (Sa­ M e r î n e - 1 . Bir yandan öbür yana yalpala­
bah erken kalkıyor, halkı hareket yarak gitmek: "Ol küren atha
ettiriyor.) Iğıros izer at hulağına münze, anzı ilehni tüsçe." N.
Domojakov (O doru ata binince, at
tıs pirbes, îkî çabal pîrîk parza, il
sallanmaya başlıyor.) 2. Sallanmak,
çonğa çadığ pirbes. Atasözü (Gı­
ırgalanmak: "llonanıh sırlaan uzun
cırdayan eyer at kulağına rahat
ilennet -217- îITnîs

sazı la kiide oop parğan sarığ îlgîstîg s. Askılı.


çalınnan çalbannapça, toldıra ilgît- Hayvanları bir yerden başka yere
köksîlerî ilennepe." V. Tatarova sürmek.
(İlona'nın boyanmış uzun sarı saç­ îlgör Raf: "Poskon, ib eezi ipçi, îlgörnen
ları havada sararan sarı alevle dal­ stol arazında çapçan aylahtanıp,
galanıyor, iri göğüsleri sallanıyor.) ayah-hamıstı turğızıp, çîceh nime
ilennet- Sallamak. timnep çor." G. Topanov (Poskon,
iler- Belli belirsiz görünmek: "Olarnın ev sahibi kadın, rafla masa arasın­
alnındağı turanın hırı, közenekterî da hızla dönüp, kap kaçağı koyup,
iler pastabıstı." A. Çerpakov (Onla­ yiyecek hazırlıyor.)
rın karşısındaki evin çatısı, pence­ îlgörlîg s. Raflı.
releri belli belirsiz görünmeye baş­ ilîg Elli, 5 0 : "İlîg vagonnığ paravoz
ladı.) İzerlîg adım çîli, ün salça." S.
ilergen Mal, varlık, servet Kadışev (Elli vagonlu lokomotif /
Eyerli atım gibi, ses çıkarıyor.)
iles- 1. Acı çekmek, ıstırap çekmek. 2.
Yoksulluk çekmek. îlîg (ı.) İki parmak genişliği.
iles 1. Acı, ıstırap. 2. Yokluk, sıkıntı. îlîg (ıı.) Askı. îlîgde turğan huyah askı­
da duran zırh.
îles 1.01ta iğnesi. 2. Olta.
îlîg (m.) içki alemi.
Ilestîg s. Oltalı.
ilîk zool. Karaca, dağ keçisi: "Sıstaan
ilet- Acı çektirmek, eziyet etmek: "Ağırığ, çüreemnîn ağıriina / Sıdap polbin
kızM ilederge - çürek çoh polarğa pazoh ılğim / Han tigfr soolada
kirek." V. Şulbayeva (Hasta kişiye îliimnî / Sol irinim azıra Tlim." M.
eziyet etmek için kalpsiz olmak ge­ Bainov (Sızlayan yüreğimin ağrısı­
rek.) na / Dayanamayıp yine ağlayayım /
ilge- Elemek: "Nanmır Soonda halın Han göğün uğuldattığı karacamı /
pulut, çüs kilîp / Kün haraan Sol omzum üstüne asayım.)
tulğabıstı / Köölbek ilgep nanmırın / ilîk- Alışmak, alğan his naa çurtha ilîk
Hara çirnî suğardı." N. Tinikov pardı gelin yeni eve alıştı.
(Yağmur sonunda kalın bulut göçe­ îlîl- Asılmak, takılmak, iliştirilmek:
rek / Gün ışığını kapattı / Bereketli "Appağas stenelerde somnar îlîltîr."
eleyip yağmurunu / Kara yeri sula- N. Tyukpiyekov (Bembeyaz duvar­
dı.) larda resimler asılmış.)
ilgek Elek. hıl ilgek kıl elek. timîr ilgek ilîm-hulum tekr. Yalnızlık, ilîm-hulum
demir elek. sıt ilgek sag. sık elek. pol- yalnızlık çekmek.
ilgel- Elenmek. îlîn- Asılmak, ilinmek, tutunmak: "Yakın,
at üstünde ilin polbin, at
îlger 1. İleri. 2. Doğu. îlgerkî çir doğu­
habırğazınzar nandığıp parğan." V.
daki ülke.
Kobyakov (Yakın, at üstünde t u t u ­
ilges- (birlikte) Elemek. namayıp, atın kaburgasına doğru
ilget- Eletmek, elenmesini sağlamak. yana yatmış.)
îlgezek bk. îlgezîk îlîncek Çengel, kanca.
îlgezîk s. Becerikli, hamarat. îlgezîk îlîndîr- Kendine bağlamak: "Pîreezın
pala çabuk öğrenen çocuk. îlîndîrîp alarzıh." Matilda." V.
îlgîs 1. Askı. 2. Portmanto. 3. Vestiyer. Şulbayeva (Birini kendine bağlar­
sın.)
4. Çengel, kanca, timîr îlgîs demir
kanca. îlînîs İlinme, asılma.
ilîrges -218 - imperatorskay

ilîrges Acıma, merhamet. imdîs Keten torba.


ilîrgestîg s. Acıklı, acı verici: "Anı körîp îmekte- Emeklemek, pala îmektepçe
odırabas, Aydoğa ayastığ daa paza çocuk emekliyor.
ilîrgestîg dee pîldîrgen." V. îmektet- Emekletmek.
Kobyakov (Onu görüp oturmak
imîs Tane, tohum.
Aydo'ya hüzünlü ve acı verici gel­
miş.) imîs- (giysiyi) Keserek kısaltmak.
îlîspe kız. Zincir. imîskek 1. Kumaş. 2. Giysiyi kesip kı­
saltma.
îlîspelîg kız. s. Zincirli. îlîspelîg huyah
İmitatsiya Taklit etme, taklidini yapma.
zincirli zırh.
imitirovat' pol- Taklit etmek.
illyuminatsiya Işıklandırma, ışıklarla
imker- bk. inker-
donatma.
illyuminirovat' pol-lşıklandırmak. immanentnay s. i ç k i n , mündemiç.
illyustratsiya Resimleme. immigrant Muhacir, g ö ç m e n .
illyustratsiyalığ s. Resimli. immigratsiya Muhaceret, göç etme.
illyustrirovat' pol-Resimlemek. immigrirovat' pol- Göçmek, göç etmek.
illyziya İllüzyon. immunitet Bağışıklık.
îlör Ütü. imne- Tedavi etmek: "Haydi imnepçeler?
îltek şor. Eldiven, tükten sohhan îltek Payapan: Pîr salçalar mındağ
marhacahtar." V ' . Şulbayeva (Nasıl
yün eldiven. tedavi ediyorlar? Payapan: Şöyle
îltîk (ı.) (kürkün yan tarafında işlemeli) haplar veriyorlar.)
Çanta, idektîg ton î k î holtığına M
imneg turazı Hastahane: "lliskecek
îltîk ilçeler Etekli paltonunun iki
olarntn imneg turazmzar kil turarğa
yanına iki çanta dikerler. söleen." i. Kotyuşev (İliskecek, o n ­
îltîk (ıı.) Küçük kap, kâse. lara hastahaneye gelmesini söyle­
im İlâç: "Tohtanar, ağan, im îzîrîbîzim." miş.)
N. Domojakov (Durun, ağabey, ilâç imneg Tedavi: "Oolaanarnı ças salar
içireyim.) üçün, imneg kiree holımdağı pray
imcek M e m e . oh imcegî kinetîn nimenî iderbîs." İ. Kotyuşev (Çocu­
sıstaza, ir pala ağırar sağ memesi ğunuzu iyileştirmek için, tedavi adı­
aniden sızlarsa, erkek çocuk hasta na elimden ne gelirse yaparız.)
olur. palanı imcekten sığar- çocu­
imnegcî Doktor.
ğu memeden kesmek.
imnel- Tedavi edilmek.
imcek tas Kuvars.
imnen- Tedavi olmak: "Kop çon çörîp
imcekte- (çocuğa) Meme vermek. imnencen, Köbîzî pray çazılcan."
imcektet- (çocuğa) Meme verdirmek. P.Ştıgaşev (Çok halk gidip tedavi
imcî Doktor: "îce-pabazı oolahtarın olmuş / Çoğu tamamen iyileşmiş.)
imcee közîderge kirek polçathanın imnet- Tedavi ettirmek.
pîl turğannar." İ. Kotyuşev (Anne imnîk s. Huysuz, hırçın, yabanî.
babası çocuklarının doktora göste­ arğümcı körbeen imnîk at kement
rilmesi gerektiğini anlamışlar.) tîs görmemiş vahşî at.
imcîzî diş doktoru, harah imcîzî
göz doktoru, mal imcîzî veteriner imperativ gr. Emir kipi.
hekim. imperator İmparator.
imdî- 1 . Toplamak. 2. İçinden seçmek. imperatorskay s. İmparatorla ilgili.
-219-
imperiya ıne

imperiya imparatorluk. indeks Endeks.


imperiyalist Emperyalist. indet- Zihni karışmak.
imperiyaliteçskay s. Emperyalist, ya­ indeyka Hindi: "îdi adapcalar, kûsküdegî
yılmacılıkla ilgili. indeykalar çîli sarnahtanıp, saray
imperiyalizm Emperyalizm. üstünde honçathan apsahtı." N.
import ithalât, dış alım. Domojakov (Böyle adlandırıyorlar,
güz hindilerinin ötmesi gibi, kümes
importnay s. Dış alımsal, ithal.
üstünde yatan ihtiyarı.)
importirovat' p o l - İthal etmek.
indikator Gösterge, gösterici.
improvizator Doğaçlama.
indîr- (ı.) İndirmek.
improvizirovat' pol- Doğaçlama yap­
indîr- (ıı.) Tutuklamak, hapishanede
mak.
tutmak.
impul's İçten gelen d ü r t ü .
indîre zf. Aşağıya: "Aydo anı la
impul'stığ s. İçten gelen dürtüyle hare­ sağ ınğan, çabal tonıcaan innîne
ket eden. tastap, tağdah indîre pastıra
im-tom tekr. ilâç. halğan." V. Kobyakov (Aydo sade­
i m z e - 1 . Gagalamak. 2 Otlanmak. ce onu düşünmüş, kötü elbisesini
in (ı.) S. En: "Vaska ortızında odırçadır, omzuna atıp, dağdan aşağı yürü­
meye başlamış.) suğ indîre çüs-
Kolkanı patlanın in hırına his
su aşağı yüzmek.
salğan." A. Kuzugaşev (Vaska or­
tasında oturuyor, Kolka'yı sıranın indirge Sağıldıktan sonra ineğin meme­
en ucuna sıkıştırmış.) in ne pözîk sinde kalan süt. pızo indîrgezîn
en yüksek, in uluğ en büyük, in imzîn buzağı kalan sütü emsin.
çahsı en güzel, in pastap en baş­ indîrîg İndirme.
t a , başlangıçta. indîrîs İndiriş, indirme.
in (ıı.) Omuz. indîrkî s. Aşağıdaki: "Küdettîh haylin
in (ı.) 1. i m , işaret. 2. Kopya, pu pala indîrkî Kîçîg hıyığ tağ paan aylandır
sinin inîn bu çocuk senin kopyan. tur."F. Burnakov (Küdetin dikkatini
in (ıı.) En, genişlik. aşağıdaki Kiçig Hıyığ dağ yamacı
în İn: "Olar suğ hazında, pözîk çarda în çekiyor.)
hazıp, uya çazapçalar." N. individual'nay s. Bireysel, terdî.
Domojakov (Onlar su kıyısında, individualist Bireyci, ferdiyetçi.
yüksek yarda in kazıp, yuva yapı­ indîets s. Hintli.
yorlar.) an înî vahşî hayvan ini.
indus Hindu.
i n - inmek: "Tağnıh ozari hırinda in
industriyalizatsiya Sanayileşme, en­
parğan sarsıh çol çadır." V.
düstrileşme.
Kobyakov (Dağın karşı yamacında
inen ince yol duruyor.) industriya Endüstri, sanayii.
incî Çeyiz, ipçîzî üreze, incîzîn nandıra ine- İşaretlemek.
pirçeler kadın ölünce çeyizini geri ine Anne: "Min inem naa la tîk pirgen
verirler. halın tüktîg hoy teerîzî tonnığ
indeets Kızılderili, Amerikan yerlisi. oynaam." M. Çebodayev (Ben an­
nemin yeni diktiği kalın tüylü koyun
indeg 1. Zarar, ziyan. 2. Yanlış, hata.
derisi elbisemle oynadım.) pala
indeg it saldıbıs yanlış yaptık. 3.
inezî eş, son.
Hata, kusur.
-220-
ine instenirovka

ine İğne. aarnın inezî arı iğnesi. îfienî informirovat' pol- Bilgi vermek.
tîkçetken nimee hazap salarğa infuzoriya zool. Haşlamlı, enfüzvar.
iğneyi dikilen şeye batırmak, çîptî înge bk. îne
inee saptap salarğa ipi iğneye
inîs İniş: "Toraat, hılağay huzuru cayılıp,
saplamak, tibe îne çuvaldız. îne
inîske kire subay çorıhnan çorta
hulağı iğne deliği.
halğan."\f. Kobyakov (Doru at sey­
înek İnek: "Odın tüzîrzen, sin irgîçurtsar rek kuyruğu yayılıp inişe girerek adi
înek odına par kil!" M. Kobyakov (O­ yürüyüşle tırıs gitmiş.)
tu indirdikten sonra, sen eski yurda
inek otuna gidip gel!) Aba înekke inîstîg s. İnişli, inişi olan dağ, nehir.
harındas nimes. Atasözü (Ayı ine­ initsiyal Baş harfler.
ğe kardeş değil.) Ölgen înek süttîg initsiyativalığ s. Girişimci, inisiyatif
polcafi, ölgen kîzî çahsı polcan. sahibi.
Atasözü (Ölen inek sütlü olur, ölen initsiyativa İnisiyatif, teşebbüs, girişim.
kişi iyi olur.) înek çili inek yılı, hay­
injener Mühendis: "Par andar, min
van takviminin ikinci yılı.
injenernî ushurarğa parim." S.
inel- Acı çekmek, ıstırap çekmek: Çarkov (Git oraya, ben mühendisi
"Izelîbîsken tonıcahtı / Innîceene uyandırmaya gideyim.) tağ injeneri
sal salğan. / İrgîlebîsken
maden mühendisi.
maymağastı / Inelgennen kis
salğan." A. Topanov (Yıpranan e l ­ injir İncir.
biseyi / Omzuna salıvermiş / Eski­ inker- Elbiseye astar dikmek, kenar
yen çizmesini / Acı çekerek giyi- dikmek.
vermiş.) inkubator Kuluçka makinesi.
îneldîrîk iğnelik. inkubatsiya 1. Kuluçka devri. 2. Kuluçka
înelîk bk. îneldîrîk makinesiyle civciv çıkarma.
inertnay s. Atıl, hareketsiz. inkvizitor Engizisyon hâkimi.
inertsiya Atalet. inkvizitsiya Engizisyon.
ineskî Kayak bükme tezgahı, sana pa­ inmeşor. Balık ağı.
zın pükçen ineskî kayağın ucunu inmen 1. Omuz. 2. Bayan elbisesinin
eğen tezgah.
omzundaki şerit.
iney 1. ihtiyar kadın, nine: "Pacah iney, inne- İşaretlemek.
ürbehnebinen, urukken
innen- Omzuna koymak, omuzda taşı­
harahtarınan honcığınzar körgen."
M. Kokov (Paçah nine ürpererek, mak, omzuna almak.
ürkek gözlerle komşusuna bakıyor.) innes Saka sırığı.
2. Zevce, karı. tas iney taş heykel. innîg (ı.) Enli.
iney-apsah tekr. s. ihtiyar karı koca. innîg (ıı.) işaretli, imli. hulağı innîg hoy
ineyek Nine, ihtiyar kadın. Hırıh hadıl kulağı işaretli koyun.
tonnığ hır ineyek. Bilmece, lahana înnîg s. İnli, ini olan. Pîs harından pır
(Kırk kat giysili kır nine.) înnîg. Bilmece, eldiven (Beş kardeş
infektsionnay tıp. s. Enfeksiyonlu. bir inli.)
infektsiya tıp. Enfeksiyon. innîlîg s. Omzu geniş, güçlü, kuvvetli.
infinitiv gr. Mastar. inostrannay s. Yabancı, ecnebi.
informator Haber veren, bilgi veren. inspektor Müfettiş.
informatsiya Enformasyon, haberleşme. instenirovka Sahneye koyma.
instinkt -221- îpek

instinkt içgüdü, insiyak. inventarla- Envantere geçirmek.


instinkttığ s. İçgüdüsel. inversiya Devrikleme, evirtim.
İnstitut Enstitü: "Pîstîh institutta inzek sag. s. Dar, sıkı.
ügrençem." V. Şulbayeva (Bizim inzer- Yıkmak.
enstitüde öğrenciyim.)
inzerîl- Yıkılmak.
instruktaj Talimat.
inzî Balta ağzı yanı.
instruktivnay Talimat mahiyetinde.
înzî- Seğrimek.
instruktor Öğretici.
ip (ı.) İp: "Sol holında hahpahtığ irgî tüüs
instruktsiya Talimat, direktif.
paza ödîk kipteceh ip tudın sattır."
instrument Alet, enstrüman. A. Çerpakov (Sol elinde kapaklı es­
instrumental'nay s. Aletsel. ki ağaç kap ve çizme dikecek ip t u ­
integral mat. integral. tuyor.)
integral'nay mat. s. integralla ilgili. ip (ıı.) Özen, itina, ibî çoh özensiz.
integratsiya Tamamıyla hesap etme. ipçek Ağaç kap.
intellekt Anlık. ipçî 1. Eş, zevce, karı: "Ol Torkanın
intellekttığ s. Anlık, fikrî. ipçîzî poltır." V. Kobyakov (O,
intelligent Aydın, münevver: "Ipçîlerneh Torka'nın eşi imiş.) Çabıs taa
deea çoohtas pîlbinçezîh, a pot polza, adım par, homay daa
sinin hanndazıh ı-ım haydağ polza ipçîm par. Atasözü (Kısa da
intelligent, irdek ir." V. Şulbayeva olsa atım var, kötü de olsa karım
(Kadınlarla da, konuşmasını var.) 2. Kadın: "Azahtarında uluğ,
bilmiyorsun, peki ya senin kardeşin ultii çoh ipçî kızMh maymahtarı
ımmm... ne aydın kişi.) holtahnas çörçe." V. Kobyakov (A­
intelligentsiya Aydınlar, aydınlar sınıfı. yaklarında büyük, tabanı olmayan
intendant Levazımcı. kadın çizmesi sallanıyor.) Arağanı
intendantsvo Levazım dairesi. amir îzîner, apsahtığ ipçîden
internat 1. Yatılı okul. 2. Öğrenci yurdu. pîrîkpener. Halk sözü (İçkiyi sakin
içiniz, evli kadınla birlikte olmayı­
internatsional Enternasyonal,
nız.)
internatsional'nay s. Milletlerarası,
ipçîlîg s. Evli, karısı olan: "Şaraptın
uluslararası.
daa tölî Toray kilze üzîlbes, alay
internatsionalizm Enternasyonalizm.
ipçîlîg, palalığ çide salçan ma." A.
interval Ara, fasıla. Çerpakov (Şarap'm da soyu Toray
intervent Askerî müdahalede bulunan. gelse kesilmeyecek, yoksa evli, ç o ­
interventsiya Askerî müdahale. cuklu mu kayboldu.)
intervyu Mülakat, görüşme. ipek bk. ipek.
intimnay Mahrem. ipek is. Ekmek: "Hollarında çarımdıh
intonatsiya gr. Ton, tonlama. îpek paza timîr ayağastığ süt
intriga Entrika, desise. tudın ip, kir kilgen." V. Kobyakov
intrigan Entrikacı, dessas. (Ellerinde yarım ekmek ve demir
intsident Hadise, olay. kâsede süt tutarak girmiş.) îpek
tayna- ekmek çiğnemek, kizek î-
intuitsiya Sezgi.
pek ekmek dilimi, parçası, çağban
invalid Malul.
ipek yavan, katıksız ekmek.
inventar' Demirbaş, envanter. puğday îpek buğday ekmeği. îpek
tîlîmî ekmek dilimi.
-222-
îpektîg ireelen

îpektîg s. Ekmekli. yaşayıp.) 2. Erkek, koca: "Irahtın


İppodrom Hipodrom. çadap la çitçetken irinin tarığıstığ
iprit kim. İperit, hardal gazı. ünî." N. Domojakov (Uzaktan güç­
lükle ulaşmış kocasının sinirli sesi.)
ipsek bot. Devedikeni.
irge par- kocaya varmak. İrge
ipsekte- Devedikeni toplamak. paran ooy polcan, irgek hazin si»
ipte- Çabucak yapmak, düzene koymak, dîk polcan. Atasözü (Kocaya var­
akıllıca yapmak, yoluna koymak: mak güç olur, eldivene baş parmak
"Çe, iptep tüzîp, tîgi çağın dikmek zor olur.) ir sinîne çit-er-
turçathan sıbını uzurıbıs, - tipçe." ginleşmek. ir taban yiğit, kahra­
M. Çebodayev (Haydi, uygunca i n , man.
şu yakında duran fidanı kes, - ir-Eğirmek.
diyor.)
iranets s. İranlı.
ipteg Düzeltme. irbek Söz, lâf. irbek irbektirge söz
iptegiig s. Düzenli, düzgün: söylemek.
"Orğannarnın pîrsî iptegiig, körinçe:
irbekte- (söz) Söylemek.
anda pir dee kizi çatpinça." V.
Şulbayeva (Yataklardan biri düzgün irben bot. Kekik: "Adam çurtaan Ah
görünüyor, orada hiç kimse üüzek Ah irben ösçeh çir polğan."
yatmıyor.) S. Kadışev (Atamın yaşadığı Ak
Üüzek / Ak kekik yetişen yer idi.)
iptel- Düzelmek, uygun hâle gelmek.
irbenne- Tütsülemek için kekik yakmak.
ipten-Düzelmek, uygun hâle gelmek,
ircî-hurcu tekr. Şüphe, kuşku.
yola girmek.
iptet- Düzelttirmek. irdem S p e r m , irdem ağız- seks yapmak.
ipti zf. Uygun olarak, düzgünce: "Anın irdenne- Horozlanmak.
azahtan attın iki mıhiızına ipti, öne- irdîr- Eğirtmek.
tîn eğen nime çili, hoyralğlap iree İstırap, acı: "Istîg adın izerlep /
partır."\l. Kobyakov (Onun ayakları Imnegcîlernî pastaan / İree çolda
atın iki yanına uygun olarak, bilerek köp körîp/lmnig suğa ol çitken." P.
eğilmiş gibi kıvrılmış.) Ştıgaşev (Güzel atını eyerleyip /
iptîg s. 1. Düzgün, biçimli, güzel: "A Doktorlara rehberlik etmiş / Acıyı
sirernîn adınar kem?-sunğan ol yolda çok görüp / Şifalı suya o u­
Paskazar sırlaan tırğahtığ iptig laşmış.)
holın."V. Tatarova (Peki sizin adı­ ireele- Istırap çektirmek: "Paylarnı köp al
nız ne? -Uzatmış o Paska'ya çörîp, Pir dee nime albacah; Pos
ojelenmiş tırnaklı düzgün elini.) 2. adın çoo ireelep, Polis çir dee
Özenli, dikkatli: İl çonnın arazında körbecen." P. Ştıgaşev (Zenginleri
iptîg pol. -Halk sözü (Halk içinde çok götürüp / Hiç ücret almamış /
özenli ol.) iptii çoh beceriksiz, iptîg Kendi atına çok sıkıntı verip / Yar­
sıray düzgün, güzel yüz. iptîg dım hiç de görmemiş.)
çoohtas- düzgün konuşmak. ireeleg Istırap, a c ı .
ir 1. Erkek: "İrge küsten pirîlcenmîs / ireelen- Istırap çekmek: "Anan
İnek, hoyğa sadılıp / Ibde, tashar çobalçam, uzup polbin ireelençem
toğıncanmıs / Hul künin künnenip." pozımnı saldapçam." \l. Şulbayeva
M. Kokov (Kocaya zorla verilmişiz / (Sonra sıkıntıya giriyorum, uyuya-
İneğe, koyuna satılıp / Evde, mayarak acı çekiyorum kendimi eri­
dışarda çalışmışız / Köle hayatını tiyorum.)
ireelenîs -223-
irîk
ireelenîs Istırap, acı çekme. îrgektîg s. Erkekli. î k î pala îrgektîg
ireeienîstîg s. Acılı, ıstıraplı. tîzîlîg poltır iki çocuğu varmış, biri
ireelestıg s. Acılı, ıstıraplı: "Anın soonda erkek biri kızmış.
çol uğaa uzah paza ireelestîg îrgektîg s. 1. Tuttuğunu koparan. 2. El
pîldîrgen." A. Çerpakov (Onun ar­ işinde becerikli.
kasında yol çok uzak ve ıstırap ve­ irgeyek Cüce.
rici görünüyor.) îrgî- Ekşimek, bozulmak.
ireelîg s. Acılı, ıstıraplı. irgî 1. Eski: "Toraat, ol çathan îkölehnîh
ireldey 1. Barut koyacak demir çubuk. 2. hırinda irgî ottı ottap, halın parğan
Barut ölçeği, kiik müüzînen çörçe."V. Kobyakov (Doru at, o ya­
idîlgen ireldey geyik boynuzundan tan ikisinin yanında eski otu otlayıp,
yapılmış barut ölçeği. adımlıyor.) Pîr irgî nancı, î k î naa
irem (ı.) Masallarda kahramanı bağlayan nancıdan artıh. Atasözü (Bir eski
kemer. arkadaş, iki yeni arkadaştan iyidir.)
2. Eski, yıpranmış, irgî kögenek
irem (ıı.) İri, cüsseli, irem hulun iri k u ­
eski elbise. 3. Eski (zaman) İrgî tus
lun.
eski zaman, irgîde eskiden, eski
iren Erkek. zamanda.
îrepçî Eşler, karı koca: "lliskecek
irgîl- Eskimek: "Irgîlîp, çırtılıp, kîrge çaba
ortılap parğan daa irepçîlerdeh
hathan holıs kögenegî le anın
ileede uluğ oshas polıbıshan." i.
innînde." V. Kobyakov (Onun sır­
Kotyuşev (İliskecek kendine geldi­
tında olan sadece eskiyip, yırtılıp,
ğinde karı kocadan çok büyükmüş
kire bulanmış keten gömleği.)
gibi davranmış.) İrepçî kîzînîn ara­
zına kîrbe. Atasözü (Karı koca ara­ irgîlen- Eskimek, yıpranmak, kip-azah
sına girme.) irgîlen pardı giysiler eskidi.
irgî-purunğı tekr. Evvelki, eski­
irepen s. Dağınık, düzensiz.
den olan: "Pîstîh irgî-purunğılarıbıs,
ires (ı.) sag. koy. Vida.
palaa ayna-çik sıınmazın tîp, ağaa
ires (ıı.) Çadır kirişi. pîree homay arah, çuhpas arah at
»ret (ı.) Dağın güney yamacı. taap alarga küstencehner." G.
iret (ıı.) (kadehte) Şarap: "Artın iretter Kazaçinova (Bizim eski insanları­
arığ hanımnı / Oolığ suğ çili, mız, çocuğa kötü ruh musallat o l ­
örtecen polğan." M. Kilçiçekov masın diye, ona biraz kötüce ad
(Keskin şaraplar temiz kanımı / Ze­ vermek isterlermiş.)
hirli su g i b i , yakıyordu.) îrî- 1. Süt ekşimek, bozulmak. 2. Çürü-
Irgek 1. Baş parmak. 2. Eldivenin baş mek, bozulmak: "Polının pulunnarı
parmağı, irgek haza- eldivene baş îrîglep, hayzı çirde ötîre
parmak dikmek. körînglepçe." S. Çarkov (Salonun
îrgek Erkek: "Irgek hastar, öörlefîn köşeleri çürümüş, bazı yerlerde d u -
izertîne, Çobatsar toozılbas çooh- varın arkası görünüyor.)
çaahnah lyğahnasçathannar." N. irî- Erimek.
Domojakov (Erkek kazlar, arkadaş­ irîg s. Erimiş, eriyik.
larını takip ederek, Çobat ırmağına irîk- 1. Usanmak, bıkmak. 2. Canı sıkıl­
doğru bitmez tükenmez bağırtıyla mak, üzülmek: "Zoyka tıhnir polza,
paytak paytak gidiyorlar.) îrgek-tîzî andağ tabıstar ibîre köp istîlîsçe,
çoh cinsiyetsiz. olarnı istîp, irîk parğan." N.
-224-
Trik irke

Domojakov (Zoyka dinlediğinde, bu îrîn irin, cerahat: "Kök irin kizegîneh


tür sesler etrafta çok işitiliyor, onları kibine çağıl parğan." A. Kuzugaşev
duyup canı sıkılmış.) (Yeşil irin parçası elbisesine b u ­
îrîk (ı.) Çürük, çürümüş: "Suğlığ potolok laşmış.)
îrîk polcah, - çoohtan salğan ol, - irîn- Erinmek, üşenmek.
Çirî oyılıp tüs parar." S. Çarkov (Is­
irîncek s. Erincek, üşengeç. Erîncek
lak tavan çürümüş, - demiş o,- Çü­
kîzînîn irnî huruğ, erînmes kîzînîn
rüyen yeri delinip çöker.) îrik ağas
çürümüş ağaç. irnî çağlığ. Atasözü (Eringecin d u ­
dağı kuru, üşenmezin dudağı yağ­
îrîk (ıı.) iğdiş edilmiş üç yaşında koç. lı.)
îrîk, çîmkeen huça poican "irik"
îrînne- İrinlenmek, cerahat bağlamak.
enenmiş koçtur.
irîk istek, arzu, iştah: irîk çoh isteksiz, îrînnet- İrinlendirmek, cerahat bağlat­
arzusuz: "Olarğa irîk çoh imci tırmak.
polısçızı polarğa kirek pol parğan." irînnîg s. Dudaklı.
İ. Kotyuşev (Onlara istemeseler de îrînnîg s. İrinli, cerahatli.
doktor yardımcısı olmak gerekmiş.)
irîs- (ı.) Sataşmak, huylandırmak, kış­
îrîkte- Çürümek: "A hara tal, annah hal kırtmak.
panp / îrîkiep tüsken, kirîp parıp."
N. Tinikov (Fakat kara söğüt, ondan irîs- (ıı.) Birlikte eğirmek, eğirişmek.
geri kalıp / Çürüyüp düşmüş, yaş­ irîs Sıkılma.
lanarak.) iristîg s. Sıkıcı, sıkıntı verici:
irîktîg 1. Tanrı, irîktîgnîn alnında ir k î z î "Tastabısham, Könnîme pir dee
pörîktîg turbacan Tanrının karşı­ kîrbeen. Nay la iristîg." V.
sında er kişi börklü durmaz. 2. s. i­ Şulbayeva (Bıraktım, gönlüme hiç
radeli, azimli. girmedi. Pek de sıkıcı.)
irîl- Eğrilmek.
irît- Eritmek.
îrîmcîk (ı.) zool. 1. Örümcek: "îrîmcik
sözîrbezi çarbanğlap partır." A. îrît- (sütü) Ekşitmek.
Çerpakov (Örümcek ağı yapışmış.) îrîtkî bk. îritpek
îrîmcîk uyazı örümcek ağı. 2. mec. îrîtpek 1. Süzme yoğurt. 2. Ayran çökel­
Örümcek: "Hacan sarıpça pisti / İs- tisi, lor peyniri.
pay irîmcîgînîh hılı.) V. Mayneşev îrîtpektîg s. Süzme yoğurtlu. îrîtpektîg
(Ne zaman sarsa bizi / Zenginlik ayran yoğurt ayranı.
örümceğinin ağı.)
irke s. 1. Güzel, iyi: "Pirîktîrgen irke
îrîmcîk (ıı.) Kaymak ve yemiş karıştırıla­
mallar / Pir hazaadah sıhçalar /
rak yapılan bir Hakas yiyeceği.
Prayzı koni gazı, pükser / Pik
irin Dudak: "O/, at üstünde külimzirep, azıralğa parçalar."?. Ştıgaşev (Bir­
irnî çidispin odırça." V. Kobyakov leştirilen güzel mallar / Bir ahırdan
(O, at üstünde gülümsemesinden
çıkıyorlar / Hepsi doğruca yazıya,
dudakları kavuşmayarak oturuyor.)
çayıra / İyi otlanmaya gidiyorlar.) 2.
Erîncek kîzînîn irnî huruğ,
Sevgili, sevimli: "Çe, anımcoh,
erînmes kîzînîn irnî çağlığ. Atasö­
zü (Erinenin dudağı kuru, erinmezin irkem. Hazıh çön?ef."V. Kobyakov
dudağı yağlı.) üstîndegî irîn üst (Haydi, hoşça kal, sevgili ' y c i N / o ı m '
dudak, altındağı irîn alt dudak. 2. Sağlıcakla git.)"/rke îcemnîh îzîg
gr. Dudaksıl, irîn glasnayı gr. d u ­ bolları / Am daa pîldîrçe minîh i-
dak ünlüsü. elimde." M. Kilçiçekov (Sevgili an­
nemin sıcak kollarını / Hâlâ hisse-
-225-
irkecek ir t e c T I

diyorum vücudumda.) irke pala irlîg s. Kocası olan, evlenmiş kadın.


sevgili, şımarık çocuk. irlîk 1. Şeytan 2. mec. Şeytan, kötü:
irkecek s. Sevimli, sevgili. "Nimee kîstesçeler pu irlîkter?" N.
irkele- Şefkat göstermek, sevmek, ok­ Domojakov (Niçin kişneşiyor bu
şamak: "Ol pozın îdi irkelep adaan şeytanlar? )
kîzînî am na kördî." V. Kobyakov O, İrlik mit. Erlik. (Kamlık inancında yer altı
kendisini böyle şefkatle çağıran k i ­ Tanrısı.) soshanı İrlik han
şiyi ancak şimdi gördü.) çayağan domuzu Erlik han yarat­
mış, ayna-çik İrlîk hannın çonu
irkelen- Sevimlileşmek, okşanmak,
şeytan Erlik hanın halkındandır.
nazlanmak.
îrön Balık sürüsü.
irkeles- (birbirini) Sevmek, okşamak.
irös 1. Zincir halkası. 2. Demirden tüfek
irkelestîg Sevgiyle, sevimlilikle: "Tur,
çubuğu. 3. Tornavida. 4. mec. Atik,
oolaam! Tur! îcezî, sah ol la saap,
çevik, iröstîn irnî çağlığ çeviğin
köbîktel turğan süttîg könektlg
dudağı yağlı.
oolağınıh hırinca irtîp parirıp,
irrigatsiya Sulama, sulama işleri.
pabazınıh tonın çabınıp, polda
irt- Geçmek: "Haraağızı irtlp, kök tan
uzupçathan Vaskanı irkelestîg
kögerîp, çarıp kilgen." V. Kobyakov
teebîsken." A. Kuzugaşev (Kalk o ğ ­ (Gece geçip, mavi tan ağarıp ışıl­
lum! Kalk! Annesi, tam o sırada sa­ damış.) îzîg çayğı irtîp pardı sıcak
ğılıp, köpüklenen süt dolu kovayla yaz geçti, künner irtîpçeler günler
oğlunun yanına varıp, babasının geçiyor, hatap irt- tekrar etmek,
paltosunu örtünüp zeminde uyuyan tekrarlamak.
Vaska'ya sevgiyle dokunmuş.)
irte 1. Erken: "Ol polğan irte çashıda."
irkeiet- Sevgi, şefkat göstermek: V. Kobyakov (Bu olmuş ilk yazda.)
"Pabazı mini irkeletpeen, hada İrte turğan hushacah nimîske t ü -
toğındırğan." N. Tyukpiyekov (Ba­ zedir, irte turbaan hushacah
bası bana şefkat göstermeden, bir­ harağın çuhçıp odıradır. Atasözü
likte çalıştırdı.) (Erken kalkan kuşçuk yemişe d ü ­
irkelîg s. Sevgili, şefkatli, sevecen. şer, erken kalkmayan kuşçuk gö­
zünü ovalar.) 2. Sabah. 3. Vakitsiz,
ırkîni. Eşik. 2. Kapı pencere çerçeve- vaktinden önce. irte öl par- vaktin­
s\"lliskecek lampanı közenek den önce ölmek, vakitsiz ölmek.
irkînîne turğızıbıshan, stol üstüne
irtecî s. Erkenci. İrtecî k î z î î k î
ah is çazıbıshan, sumkadah ah
ülüstîg. Atasözü (Erkenci kişi iki
çayındılığ tinteler sığarğlap kilîp,
ülüşlü.) krş. irteeçî, irteçîl
salğlap, ahsılarm ashlabıshan." İ.
Kotyuşev (Iliskecek lambayı pence­ irteeçî s. Erkenci, erken kalkan: "İrteeçî
ipçîler înekterîn sağlap
re çerçevesine koymuş, masa üze­
hayınısçathannar." N. Domojakov
rine ak bez sermiş, çantadan ak
(erkenci kadınlar ineklerini sağıp
kaplamalı tenekeler çıkarıp koyarak
koşuşturuyorlar.) krş. irtecî, irtecîl
ağızlarını açmış.)
irtecîl s. Erkenci, erken kalkan: "Küdet
irkînnîg s. Çerçeveli, pervazlı. irteçîl, püün ol kün naa la
irlen- 1. Kocaya varmak. 2. Yiğitlenmek, çaçırapçathanda ushun kilgen." F.
erkeklenmek: "Yakın, pir harağın Bumakov (Küdet erkenci, bugün o
hıza körbineh, Jrlene tüsken." V. güneş daha yeni doğduğunda u­
Kobyakov (Yakın, bir gözünü kısa­ yandı.) krş. irteci, irteeçî
rak bakıp, yiğitlenmiş.)
irten
-226-
ıs
irten zf. Sabah: "Künnîn-tahnıh ırahhı tut. Atasözü (Dilini uzatma, dişinin
irtenneh harashı çitkençe, pu la öör içinde tut!) 2. Mide His kîzînîfi îstî
hoynın soonan çörîp, üzînçî çili hızı! çîrçe. Atasözü (Kız kişinin m i -
parir."V. Kobyakov (Gece gündüz öes\, kızıl fincan.) 3. İç: "Aydo
sabahın erkeninden karanlık d ü ­ pazohCanrçazınm îstînde çalgızaan
şünceye kadar bu koyun sürüsünün tura naldı."M. Kobyakov (Aydo yine
arkasından gideli üçüncü yılı doldu­ ak ovanın içinde yalnız kaldı.) 4. İç:
ruyor.) irten irtök turıp aldım sa­ "Turacahtıh îstî harashı." V.
bah erken kalktım. Kobyakov (Evin içi karanlık.) 5. Ka­
irtengî s. Sabahki. rın i ç i : "Am ağırii pabazı kiler pazı­
irtengîzîn zf. S a b a h l e y i n . na pazoh tudıbıshan, alındağızınah
tın polğan, îstî, tîzeh,
irtîn- 1. Kendini beğenmek. 2. Şımar­ hatıpçathandağ."\. Kotyuşev (Şimdi
mak. ağrısı, babası gelmeden önce yine
irtîndîr- Böbürlendirmek, şımart- başladı, eskisinden daha şiddetli,
mak"Hacan ağaa çoyırhap, Ulam kamı ise sertleşmiş gibi.) 6. Karın:
na irtîndîrçebîs."\J. Maynaşev (Ona "Oolahtıh îstîn çarıbıshannar." İ.
ne zaman yaltaklansak /Daha da Kotyuşev (Çocuğun karnını kesmiş­
böbürlendiriyoruz.) ler.) îstîn kimîr- içini kemirmek, içi
irtîr- Geçirmek: "Çalğıs adı par polip / içini yekmek. îstî köy- içi
Çorıh anman itçeh / Çarıh künnî yanmak, anın îstîn kem pîler? Ne
irtîrîp / Çaçırah afini hadarcah." P. düşündüğünü kim bilir? îstî çoh
Ştıgaşev (Biricik atı varmış / Onun­ haset. îstî çohtan- haset etmek,
la yola gitmiş / Parlak günü geçirip / gıpta etmek.
Çok avı beklemiş.) kün irtîr- gün îs (ıı.) İz: "Saraashır çoğıl. Püürler le
geçirmek. îsterî haltırlar!" N. Nerbişev (Sarı
irtîre zf. İleri, ileriye: "Şarap horıhçah, aygır yok. Sadece kurtların izi kal­
Payusanı kör salğanına pır dee mış.) hozan îsterî tavşan izleri. îs
çapsıbin paza örînmin, irtîre sür- iz sürmek. 2. İz: "Nince le par
pastırarğa tirinîbîsken." A. çobağlarnı pîlçem, Çe prayzı minde
Çerpakov (Şarap korkmuş, îs halğıshan." M. Kilçiçekov (Var
Payusa'yı gördüğüne şaşırmadan olan acıların hepsini biliyorum / Ve
ve sevinmeden, ileri yürümeye ha­ hepsi bende iz bıraktı.)
zırlanmış.) îs (m.) i ş , güç. Çiit kilze îs horapça, kirî
irtîs Geçme, geçiş. kîlze as horapça. Atasözü (Genç
irtîs- Geçişmek: "Hay pîreelerî huzuh gelse iş azalır, yaşlı gelse yemek
hazıp ala, aar-peer irtîsçetkenner." azalır.)
N. Tyukpiyekov (Bazıları fıstık kıra­ îs- İçmek: "Aydo, îpegîn aram-aram
rak, oraya buraya geçişiyorlar.) taynap, îzîg çeynî porlada oortap,
irtken Geçmiş, irtken tus gr. geç­ îsçe."V. Kobyakov (Aydo, ekmeğini
miş zaman, naada irtken tus gr, yavaş yavaş çiğneyip, sıcak çayı
yakın geçmiş zaman, irtken çil ge­ höpürterek içiyor.) suğ la çili îs-su
çen yıl. gibi içmek, aday îspes köpek
îs (ı.) 1. iç: "Anı istîp, Aydo îstfnde içmez, çok kötü içecek. 2. içki iç­
sağın salça." V. Kobyakov (Onu mek: "Ayool, noğa çalğızaan
duyup, Aydo içinden düşünüyor." îsçezîh, -pastır kilgen Arkadiy." V.
Tîlîn uzun sunma, tîzîn îstînde Tatarova (Ayol, niçin yalnız içiyor­
sun, yürüyüp gelmiş Arkadiy.)
-227-
is îskîiîk

is (ı.) is, duman: "Is tarap parğanda, isît- İşitmek, dinlemek. Püür san pile
körzeler, hara hustar tigîr köglnde çoğıl, sağızı çoh sös iste çoğıl.
andar-mındar la pıtırasçalar." N. Atasözü (Kurt sayı bilmez, akılsız
Domojakov (Duman dağıldığında söz dinlemez.)
bakmışlar ki kartallar göğün mavili­ îsker 1. Ön, ileri: 2. Doğu: "Aydo, on
ğinde oraya buraya uçuşuyorlar.) çastığ oolah, ah ölen ottığ ah
is (ıı.) Mal, varlık. Pay kîzîriîn izî halar, çazıca, çaya tastaan hazıh p / 7 / ,
hıyğa kîzînîn adı halar. Atasözü îskerkî tağzar tari sıh parğan
(Zenginin malı kalır, iyi insanın adı hoynıh soonah pastır parça." V.
kalır.) is-pay tekr. varlık, zenginlik. Kobyakov (Aydo, on yaşında oğlan,
is-mal tekr. varlık. ak otlu ak yazıya, atarak dağıtılan
is (iiı.) Us, akıl. San sanirğa sağıs aşık kemikleri gibi, doğudaki dağa
kirek, sağınıp pögînerge is kirek. doğru çıkarak dağılan koyunlarının
Atasözü (Sayı saymaya düşünce ardınca yürüyor.) "Harassam,
gerek, hesap yapmaya akıl gerek.) naukanı îsker çörgîzem." G.
Topanov (İstesem, bilimi doğuya
is (iv.) (av hayvanı için) Eş. getiririm.) krş. îlger
is (v.) Kumaş, bez: "iliskecek lampanı
közenek irkînîne turğızıbıshan, stol iskerek (ı.) Uysal, uslu. iskerek tadar
üstüne ah is çazıbıshan." İ. taban uysal Hakas.
Kotyuşev (İliskecek lâmbayı pence­ iskerek (ıı.) İyi işlenmiş (deri), iskerek
re kenarına koymuş, masanın üs­ hoy teerîzî iyi işlenmiş koyun deri­
tüne ak bez sermiş.) si.
is- (ı.) İnek süt vermek. îskerkî s. Doğudaki, doğuya ait.
is- (ıı.) 1. Çekip almak, çekmek: "Anın isket Asalet, soyluluk.
pır holtiicaa altına kîzî idinin îziin iskettîg s. Soylu, asil. iskettîg kîzî soylu
sineceh gradusniktî suğıbıshan, kişi.
anan istîp tuthiap körgen." İ. iskî 1. Kürek: "Sarış polbadım sahay pu
Kotyuşev (Onun bir koltuğuna insan küsterneh / -Molat iskî holğa
ateşini ölçen dereceyi sokmuş, son­ tudındım." M. Bainov (Mücadele
ra çekip bakmış.) 2. Kürek çekmek. edemedim bütün bu güçlerle / Çelik
3. Suyu çekerek almak. kürek elimde tutarak.) 2. Kürek, ka­
is- (m.) Dinlemek, duymak: "Uhnah yık, sandal küreği: "İskîzin kimenîh
atırğan teenîn, alnında uluğlardah pirde pir sarindağı suğa tüzîrîp le
na isçeh." V. Kobyakov (Kurşunla mahnanminıbıshan." İ. Kotyuşev
vurulmayı, daha önce sadece b ü ­ (Küreğini kayığın bazen bir yanına,
yüklerinden duymuş.) İspeske bazen öbür yanına acele etmeden
çoohtaba, çîtîbestî pîiebe. Atasö­ indirmiş.)
zü (Dinlemeyene konuşma, kesme- îskî 1. İçki. 2. içkicilik. îskee kîr parğan
yeni bileme.) sös ispes söz
içkiciliğe düşmüş.
dinlemez, iste le duyar duymaz.
tılaas is- haber duymak, tabıs îskîlîg s. İçkili.
is- ses duymak, sös ispes söz îskîlîk (i.) 1. Düşük: erken doğmuş hay­
dinlemez. van. 2. Erken doğmuş hayvan
yarusu postu, pızo îskîlîgînden
is-hut tekr. Akıl, zeka, bilinç: "Aydonın, idîlgen tulup buzağı postundan
anı la körgende, is-hut çoğıl." V. yapılan kap, torba.
Kobyakov (Aydo'nun onu görünce
bilinci kayboluyor.)
îskîlîk -228- isi

îskîlîk (ıı.) Köpeğin bastığı yerde kalan radaki toprağın, suyun zenginliği
pençe izi. hakkında çok şeyler öğrenmiş
îskîn bk. îskît(ı.) Fedor Pavloviç bu ihtiyardan.)
iskîndî İneğin memesinde kalan süt. îspelçîk (dağ keçisinin) Bacak kemiği
iliği, an îspelçîgî, uluğ im nime,
iskîndîlîg s. Memesinde süt olan (inek)
palığa sürtçen. bacak kemiği iliği
iskîr- 1. Bildirmek, ilân etmek: "Ölgen yaraya sürülen güçlü ilâçtır.
kîzî söögîne / Ööcff açıp iskîrçe: /
ispes s. Söz dinlemez. İspeske
«Öskebîs pîs pir çirde / Ööre polip
çoohtaba, çîtîbestî pîlebe. Atasö­
pos posha / Ölîp, homdaa kîrgence
zü (Dinlemeyene konuşma, kesme­
/ Öçes sağ ıs tutpasha." M. Kokov
yeceği bileme.)
(Ölen kişi cesedine / Ödü acıyıp
duyuruyor: 'Büyüdük biz aynı yerde ispıtanie Sınav, t e c r ü b e , imtihan.
/ Dost olarak birbirimize / Ölüp me­ îspîk (ı.) 1. Maşa, pense. 2. Cımbız.
zara girene kadar / Kötü niyet bes­ kîrpîktî çulcan îspîk kirpik alma
lemeden.) 2. Haber vermek: "Orta cımbızı.
surğan suruna Ohsanıp min îspîk (ıı.) Çocuk bir yaşını
nandırğam, Oloh kün kür pabama doldurduğunuda saç kesme t o y u .
Ön n m inen iskîrgem." M. Kokov ispolkom İcra komitesi: "Noğa sin
(Doğru sorduğu soruya / Sevgiyle ispolkomzar harahsınçazıh? Partiya
ben cevap verdim / Tam o gün si­ püün aarlasta nimes, ülgüzîn çîdîr
nirli babama / Mutlulukla haber ver­ salğan."V. Şulbayeva (Niçin sen ic­
dim.) ra komitesine göz diktin? Parti b u ­
iskîrîg Bülten, tebliğ, bildiri. gün karışmıyor, ülküsünü yitirdi.)
iskîrîm bk. iskîndî ispolnitel' İcra eden, yerine getiren.
îskît (ı.) 1. Kurt veya köpeğin eştiği yer. is-sağıs tekr. Akıl fikir, akıl us: "İs-sağızı
aday îskît tartça köpek yeri taybalıp, çirde tonı pazına pürgel
eşeliyor. 2. Kurdeşen, ürtiker parğan nimenî Çohırah anan na
îskît (ıı.) bot. Çakal eriği: "Ahdarıl parıp, pazoh çoon putha haphlap parğan."
sıbıcah, har üstünce kömes çil V. Kobyakov (Aklı fikri bozulup,
parıp, îskît ağazına îlîn pardı." M. yerde elbisesi başına geçmiş şeyi
Çebodayev (Devrilip, fidancık, kar Çohırah sonra yine kalın butların­
üstünde biraz yuvarlanıp çakal eriği dan kapmaya başlamış.) is-
ağacına takıldı.) îskît çîsteğî çakal sağıstan as-aklını yitirmek: "Ol is-
eriği yemişi. sağıstah asça, ılğaptır, oolaan
tîgdeh-mınnah sıybastırğlapça,
iskopaemıys Y e r altı zenginliği.
köölce aidi çoohtanğlapça." İ.
iskusstvo Sanat: "Tilekeynî, min Kotyuşev (O, aklını yitiriyor, ağla­
sağınçam, Vanya, iskusstvo sîlîg mış, oğlunu şurasından burasından
araçılap halar."V. Şulbayeva (Dün­ sıvazlıyor, sakince tesselli ederek
yayı düşünüyorum Vanya, ancak konuşuyor.)
sanat kurtarır.)
îssîrek s. İş sever, işten hoşlanan.
ispanets İspanyol.
issledovatel' Araştırıcı, araştırma uz­
is-pay tekr. Zenginlik, servet, bolluk: manı.
"Aaldahar, mındağı çirnîh, suğnıh
ist- Dinlemek, işitmek: "Aydo, istîp,
is-payınahar ileede nimeler pîlîp kögîske alınıp alğan." V. Kobyakov
alğan Fedor Pavloviç pu apsahtah." (Aydo, onu dinleyip aklında tut­
N. Domojakov (Köy hakkında, b u - muş.)
iste -229- îstîlîg

iste- 1. Yapmak, imal etmek. 2. (deri) istet- (deriyi) İşletmek, mamul hâle ge­
Sepilemek, işlemek: "Tfgî oy ıhta tirtmek.
örekenîmnen hada tuup îstet- İzletmek, takip ettirmek.
istecehmîs." N. Nerbişev (Şu ç u ­
îstezîg İzleme.
kurda karımla birlikte deri işledik.)
îste- İzlemek, takip etmek, izinden git­ îstî 1. iç, i ç i . turanın îstînde evin içinde.
mek. stol îstînde masada. 2. Karın. îstî-
îsteg İzleme, takip, peşinden gitme. harın işkembe. îstî-harınnığ ügre
işkembe çorbası. îstî çoh kıskanç.
îstegcî İzleyen, takip eden.
îstî contan- kıskanmak, haset et­
istel- (deri) İşlenmek, imal edilmek. mek
isten- (ı.) (deri) İşlenmek, sepilenmek.
istîg 1. Güzel. Köygen ottın çılii istîg,
isten- (ıı.) 1. Sakinleşmek. 2.
hıyğa kîzînîn çooğı hınığ. Atasözü
Alışmak, bağlanmak: "Toraynıh daa
(Yanan ateşin sıcağı güzel, akıllı
çorığı pîree çirde ibîne çitkelekke
kişinin konuşması ilginç. 2. Kulla­
üzîl parbas kir-in oçı, in irke ösken
ool polğan, pasha çirde çadıp, ol nışlı, uygun. 3. Rahat, huzurlu:
hacan daa istenmes»." A. "İstîg uzuhar, tîl dee pîlbezer / îkî
Çerpakov (Toray'ın da yolu bir yer­ hos mıltiim holımda çatça." M.
de kesilmeden evine ulaşmalı, en Kilçiçekov (Rahat uyuyunuz dil b i l ­
küçük, en sevgili büyüyen oğul i d i , mesem de / Çiftem elimde duru­
başka yerde yaşayıp, hiçbir zaman yor.) 4. Varlıklı, zengin, verimli, be­
alışmaz.) reketli: "Madır suğnıh hazında /
Mahnay ahcı çurtacah / Mahat, istîg
îsten- İş sahibi olmak, çalışmak:
tayğada / Maraçı ol tustacan." P.
"İrtenneh ala, astap / İirge teere
Ştıgaşev (Madır ırmağının kıyısında
îstencen." P. Ştıgaşev (Sabahtan
/ Mannay avcı yaşarmış /Güzel, ve­
başlayarak acıkıp / Akşama kadar
rimli ormanda / Tuzlaktan tuz çıka-
çalışmış.)
rırmış.) istîgnîn küzî polcafi varlık­
îstençî işçi: "Hakasiya aarlapça Pray lının gücü olur.
mirdegî îstençîlerneh hada Sinîh
çiton çazıhnı." M. Arşanov istîl- İşitilmek, duyulmak: "Pana anın
(Hakasya kutluyor / Bütün dünya­ soonca sığara honça. fstîlçe,
daki işçilerle birlikte / Senin yetmiş Pananın ünî." V. Şulbaleva (Pana
yaşını.) onun arkasından çıkıyor. Pana'nın
istendîr- 1. Sakinleştirmek. 2. Alıştır­ sesi işitiliyor.)
mak.
istîldîr- Duyurmak.
îstendîr- Çalıştırmak.
istîldîre zf. Duyulacak şekilde, yüksek
îstenîs- (birlikte) Çalışmak. sesle: "Kem-de istîldîre
îstenîs Çalışma, iş: "Anda, îstenlste, alıp sıbıranıbıshan: - Uya pabanıh
ool / Anın sıltaanda la toğınılça." i. îrîhnerî sıh pardıl." A. Kuzugaşev
Kotyuşev (Orada, işte, alp oğlan /
(Birisi duyulacak şekilde mırıldan­
Onun sayesinde çalışılıyor.)
mış: 'İlya babanın irinleri çıktı.)
îstenîstîg s. İşli, işi olan.
îstîlîg s. Geniş: "Allığ îstîlîg
îstes İzleme, t a k i p . hudaylardan / Haziin surınıp
îstes- Yardımlaşarak izlemek, takip pazırğan." M. Bainov (Merhameti
etmek: "Nimee kilgezih peer? Noğa geniş tanrılardan / Sağlık dileyip
sin mini îstes çörçezîn? Tayka."V. yalvarmış.) "Klanyacağım, sin
Şulbayeva (Niçin geldin buraya? hudayzıh, allığ îstîlîg, kîzee
Niçin beni izliyorsun? Tayka.) acıncah." V. Şulbayeva
istîlîs -230-
îtkîs
(Klanyacığım, sen tanrısın, geniş, daa çoh idîbîzer çîli polça." V.
rahat, insana acıyan.) Kobyakov (Kendi yüreğinde Yakın'ı
istîlîs- İşitilmek: "Zoyka tınnir polza, hemen yok eder gibi oluyor.) geroy
andağ tabıstar ibîre köp istîlîsçe, it- kahramanlaştırmak. haalağ it-
olarnı istfp, irîk parğan." N. adım atmak, hıya it- uzak tutmak,
Domojakov (Zoyka dinlediğinde, yaklaştırmamak, alçaas it- yanlış
öyle sesler etrafta çok işitiliyor, o n ­ yapmak, protokol it- protokol yap­
ları duyunca canı sıkılmış.) mak, çıılığ it- toplantı yapmak.
îstîndeği s. iç, içe ait îstîndeği aarığlar haydar ittin? ne yaptın? 2. Bir şeyi
iç hastalıkları. îstîndegî politika iç yapmak istemek anlamında yar­
politika. dımcı fiil olarak kullanılır:
"Çoohtanarğa itken, çe tîlî
istkusstvo Sanat, ustalık, maharet. aylanmaan, ünî dee sıhpaan." A.
istoçnik Kaynak, memba. Çerpakov (Konuşmak istemiş, fakat
istopnik Kaloriferci, kalorifer ocakçısı. dili dönmemiş, sesi de çıkma­
istoriçeskay s. Tarihî. mış.)" Kazak, adın aylandım tartıp,
istorik Tarihçi. pazoh saabızarğa itçetkende,
arğızı, hathırıp ala, tızıbıshan." N.
istoriya Tarih.
Tyukpiyekov (Rus 'Kazak' atını ç e ­
istrebiteF Y o k eden, tahrip eden. kip döndürerek yeniden vurmak is­
it 1. Vücut, vücudun e t i : "Anın pray idî terken, arkadaşı gülerek kaç­
pus la oshas polğan."V. Kobyakov mış. )"Çe çoohta, nime çoohtirğa
(Onun bütün vücudu buz gibi o l ­ itkezîn." V. Şulbayeva (Haydi ko­
muş.) 2. Et: "Tîrig ittî kize nuş, ne konuşmak istiyorsan.)
tartpacah." V. Şulbayeva (Diri et
ît 1. Köpek. 2. mec. Kurt. ît palazı aday
çekip kesilmez.) Arığ itten üs
poibas. Atasözü (Kurt yavrusu kö­
sıhpaan, arğaasnan toğıs
pek olmaz.) ît taban köpoğlu. ît
pütpeen. Atasözü (Zayıf etten yağ
purun Yaban gülü meyvesi,
çıkmaz, tembelle iş olmaz.) ças it
itburnu, kuşburnu: "İt purun çaynı
taze et. hoy idî koyun e t i . sosha
smeten hadıp îskende, tir sığara
idî domuz e t i . at idî at e t i . tanah idî
sabılça." N. Domojakov (Kuşburnu
tavuk e t i . aba idî ayı e t i . tarthan it
çayına kaymak katıp içince, ter ç ı ­
kıyma, idî çoh zayıf çelimsiz, hızıl
kıyor.) ît tîgen yaban gülü (çalısı).
it kırmızı et. it kombinadı et
ît ayan köpek yalağı.
kombinesi
îtîskîn Ürtiker. krş. îskît
it- Etmek, yapmak: "Anın çurtazındağı
ît- itmek, dürtmek: "Abis, tura parıp,
aar künnemî niik idfbîzerîne ol kızı
olarnı purnılarınah puluna
polis pirgîdek oshas poladır." V.
îdîbîsken." A. Kuzugaşev (Papaz,
Kobyakov (Onun hayatındaki zor
kalkarak, onları önlerinden köşeye
günleri kolaylaştırmaya o kişi yar­
itmiş.)
dım edecek gibi.) Kiptîgnî çalaas
ider, attığnı çazağ ider. Atasözü italyanets İtalyan.
(Elbiseliyi çıplak eder, atlıyı yaya îtîgen bot. Yaban gülü meyvesi.
eder.) toy it- şölen, düğün etmek. îtkek-sashah tekr. Kötü ruh, insanı kötü­
tahta it- köprü yapmak, hatap it- lüğe iten dürtü.
tekrarlamak. tamah it- yemek ıtkıs (ı.) Çalı.
yapmak, çoh i t - yok etmek: îtkîs (ıı.) Kürek, kar veya çöpleri topla­
"Pozının çöreğinde Yakınnı sağam maya yarayan kürek.
itog Toplam, yekun, bilanço, netice. yıpranmak: "Tonının alnı-kisfı pîldîs
îtpek sag. Ekmek. krş. ipek. çoh pola izel parğan." V. Kobyakov
itse zf. Yoksa, veya: "itse, min anı üs ( Elbisesi, tersi düzü bilinmeyecek
bukvaa ızıbızarcıhpın." V. şekilde yıpranmış.)
Şulbayeva (Ben olsam ona birkaç izelîg s. Tahrip olmuş, yıkılmış.
satır yazıp gönderirdim.)"İtse, min îzemcîk 1. Kese, para kesesi. 2. Avcı
çahayağı çoh çahayahtançathan çantası. 3. Mücevher kutusu. 4. İri
çahayahpın." V. Şulbayeva (Veya, boncuk. 5. İnci.
ben çiçeği olmayan çiçeklenen ç i ­ izen- Usanmak, bıkmak: "Hapıhnın Ton
çeğim.) oolğı at üstünde izenmes,
i t t e n - Şişmanlamak. çalahmas tıstanmin odırçathanın
ittîg s. 1. Etli: "Tfrîg söök ittîg polcah."V. tanaan." N. Domojakov (Hapın'ın
Şulbayeva (Canlı vücut, etli olur.) 2. Ton oğlunun at üstünde usanma­
Şişman, etine dolgun insan. dan bıkmadan dinlenmeksizin otur­
îttîr- Dürttürmek, ittirmek. duğunu anlamış.)
ittîr- Ettirmek, yaptırmak, tura ittîr- ev izen 1. Sağlıklı, sağlam, hayatta:
yaptırmak: "Amoh ittîrerbîster "Pabam ürep parğan, îcem am daa
ağaa,- çoyırhos ünnengen çoon izen." V. Kobyakov (Babam öldü,
kfzf." N. Domojakov (Hemen şimdi annem hâlâ sağlıklı.) 2. Selâm:
yaptırırız ona, yaltaklanarak ses­ "İzen sağaa, çarıh künnîh suzı /
lenmiş iri kişi.) Alğıs sağaa, çurtastın tını." M.
ierarhiya Hiyerarşi. Kilçiçekov (Selâm sana, parlak gün
ışığı / Teşekkürler sana, hayatın t ı ­
ierogrif Hiyeroglif.
nı.) izen polzam sağlığım yerinde
iyod İyot. olursa, izen mindî! sağlıkla! sağlı­
iyııl' Temmuz. cakla! izen pir-selâm vermek: "Çe
iyun' Haziran. pudurğı kızı, Aydonı kür tabısnah
izbirateP Seçmen. köksebfzer ornına, ağaa hınıstığ
ize- (ı.) Esnemek: "Kiçicek hara sıraylığ izenpirgen."V. Kobyakov (Fakat az
iren, izep ala, sîlîgîbîsçe." N. önceki kişi, Aydo'yu gür sesle azar­
Tyukpiyekov (Küçücük kara yüzlü lamak yerine, ona sıcak bir selâm
erkek, esneyerek silkeliyor.) vermiş.) 3. Merhaba, selâm!: "Hara
ize- (ıı.) Yıkmak, tahrip etmek. talay, izen! / Hara harahtığ
îze ünl. Öyle, evet. hakastah / Hara talay, sağaa izen."
îzeeçî Alkolik, krş. îçeeçî S. Kadışev (Kara Deniz, selâm! /
Kara gözlü Hakas'tan / Kara Deniz
îzeep Cep. nan izeep yan c e p . tös
sana selâm!)
îzeebî iç c e p .
îzeeptîg s. Cepli. îzen- (ı.) İnat etmek, direnmek, dinle­
izeg (ı.) Esneme. memek.
izeg (ıı.) Yıkma, tahrip etme. îzen- (ıı.) Beklemek, ummak, güvenmek:
izel- 1. Çökmek, yıkılmak, harap olmak: "Ağaa izençetkennerin sisçetken."
"Semennıh kiçicek turacağı tooza İ. Kotyuşev (Ona güvendiklerini
köy parğan, anın ornında çitîre sezmiş.) îzengen tağda kiik çoh
köybeen turunnar la pulazıp çathlap polcan. Atasözü (Güvenilen dağda
paza çarımı izel parğan sool körîn geyik olmaz.)
turğan." V. Kobyakov (Semen'in îzencî İki kez işlenmiş (deri.)
küçücük evi tamamen yanmış, o­
nun yerinde bütünüyle yanmamış îzencîk inatçı, direngen. îzencîk at inat­
odunlar tütüyor ve yarısı çökmüş çı at.
ocak görünüyordu.) 2. Eskimek,
îzendır -232-
ız T

îzendîr- Güvendirmek, umut vermek, (Aydo, eyer kaşına tutunup, öne


inandırmak. doğru oturmuş.) izer oyı eyer çuku­
îzefie Üzengi: "Yakın, tizin ızırınip, iki r u : "Kinetin izer oy inan azın I
izenee tur kilgen." V. Kobyakov parğan in na sizingen." N.
(Yakın, dizinden ısırtıp, iki üzengi Domojakov (Aniden eyer çukurun­
dan ayrıldığını sezmiş.) izer çoh
üzerine kalkmış.)
eyersiz.
îzenelîg s. Üzengili. îzenelîg hanaa atlı
îzer suğ İçme suyu. Müner atha hum
araba. artpa, îzer suğa han urba. Atasö­
îzenîs- (birbirine) Güvenmek, inanmak. zü (Binek atına kum yükleme, içme
îzenîs Güven: "Traktör kilen nen, kirek suyuna kan dökme.)
sahay hubul parğan, Kolhoztan
izere zt. Arka arkaya, peş peşe.
sıhhan kizilernih hayzıları nandıra
kirgenner, kolhozha İzenis izerîstîre zf. Birbiri ardına, sırayla:
aylanğan." M. Kokov (Traktörün "Pastağı partadah izeristire sunp
gelmesiyle her şey değişmiş, pastaan." A. Kuzugaşev (Baştaki
kolhozdan çıkanların bazıları geri sıradan itibaren sormaya başla­
girmiş, kolhoza güven gelmiş.) mış.)
îzenîstîg s. Güvenilir, itimat sahibi. izerle- Eyerlemek: "İstig adın izerlep /
Imnegcilerni pastaan." P. Ştıgaşev
îzenmes s. Güvenilmez.
(Güzel atını eyerleyip /Doktorlara
izen-mindîles- Selâmlaşmak. rehberlik etmiş.)
izenne- Selâmlamak.
izerlîg s. Eyerli: "Ilig vagonnığ paravoz
izenner Selâmlar! Merhabalar! Izerlig adım çili, ün salça." S.
izennes- Selâmlaşmak: "Aday palazı Kadışev (Elli vagonlu lokomotif /
Hara Husnan / Pos pilgenince Eyerli atım gibi kişniyor.)
izennesçebis." M. Kilçiçekov (Kö­ izert- Arkasından çekmek, peşinden
pek yavrusu Kara Kuş'la / Kendi götürmek.
bildiğimizce selâmlaşıyoruz.)
izertîne zf. Arka arkaya, birbiri ardınca:
izennestîr- Selâm verdirmek, selâmlat­ "Irgek hastar, öörlerin izertine,
mak. Çobatsar toozılbas çooh-çaahnah
îzenök Merhaba! lyğahnasçathannar."N. Domojakov
izep 1. Hesap 2. Akıl, fikir, düşünce. 3. (Erkek kazlar, arkadaşlarının pe­
Sayı. izebı çoh mal sayısız mal. şinden Çobat ırmağına doğru bit­
îzep Cep: "Izebineh appağas hol pladı mez tükenmez vaklamayla paytak
sığarğan." A. Çerpakov (Cebinden paytak yürümüşler.)
bembeyaz mendil çıkarmış.) izertîs Nizam, düzen, sıra.
izepçî Anlatıcı, nımahtı izepçî le kîzî îzes Ümit. îzes çoh ümitsiz ol îzes çoh
pîledîr masal anlatmayı sadece ağırca ümitsiz hastalığa yakalan­
anlatıcılar bilir. mış.
izepte- Plân yapmak, hesaplamak. îzestîg s. Emniyetli, güvenilir: "Çohırah
izer Eyer: "Soonzar izerdegi kizi çazıda çörçe, Aydonıh izestig
körinibisken." F. Bumakov (Arka­ arğızı."V. Kobyako (Çohırah, yazı­
sından eyer üzerindeki kişi görün­ da geziyor, Aydo'nun güvenilir ar­
müş.) izer hamağı eyer kaşı: kadaşı.)
"Aydo, izer hamağına tunıp, öheye îzî- 1. Isınmak, ügre îzîpçe çorba ısını­
arah odırıbıshan." V. Kobyakov yor. 2. Ateşi yükselmek: "Tanari
izîçoh -233-
izîrtkî

tuşta pabamnın idî uğaa tın izînek Dalga kabarma.


îzîbîsken." V. Kobyakov (Tan vakti izînekte- Dalgalandırmak, çalkalandır-
babamın ateşi çok fazia yükseldi.) mak.
edî îzîpçe ateşi yükseliyor.
izînektel- Dalgalanmak, kabarmak.
izîçoh zf. Rahatsız, izîçoh odırıp alğam
izînektelîs- Dalgalanmak, dalga kıyıya
rahatsız bir şekilde oturdum. vurmak. talay salğahtarı
îzîg 1. Sıcak: "Izîg tınısnan îkî tanaa / izînektelîs turçalar denizin dalga­
Kömes tee çoldan hıya paspinça / ları kıyıya vuruyorlar.
Siberlep sıhça tağ sırtına / Tört
izîr- Esrimek, sarhoş olmak, izîrgence
azağın pir tine pazıp." M. Kilçiçekov
îs- esriyinceye kadar içmek.
(Sıcak nefesle iki burun / Çok da
yoldan dışarı basmıyor / Düzgünce îzîr- İçirmek: "Ol arada honçıhtarıbıstın
çıkıp dağ sırtına / Dört ayağını denk ileede izîrîbîskenî..."\J. Tatarova (O
basarak.) îzîge sıdabînça sıcağa sırada komşularımızın çok
dayanamıyor. 2. Sıcak. îzîg çayğı içtmelerinden...)
sıcak yaz. 3. Sıcak. îzîg çay sıcak izîre Çekirdek i ç i , ceviz i ç i .
çay. kîçîg îzîg kız. Mayıs (ayı). izîrek Deri işlemek için kullanılan ağaç
uluğ îzîg kız. Haziran. sopa.
îzîgle- Sıcaklaşmak, ısınmak: "Hızara îzîrgen- Sıcaklık hissetmek.
pes îzîglepçe / Hınığ çılığ çayıdıp." izîrîges Biraz sarhoş, esrik: "Anın
A. Topanov (Kızarıp soba ısıtıyor / izlfiges polğanı çörîzînen pîldîsfîg."
Güzel sıcaklık yayarak.) V. Kobyakov (Onun sarhoş olduğu
îzîk (izîk) Kapı: "İzîktîn sol sarında yürüyüşünden anlaşılıyor.)
tasnan salğan soolda uluğ çis izîrîk Esrik, sarhoş: "Anın izîrîk
çaynik pulazıp haynap turca." V. çoohtaan filî sürnügîp isfilçe." V.
Kobyakov (Kapının sol yanında taş­ Kobyakov (Onun sarhoş konuşan
la yapılan ocakta büyük bakır çay­ dili sürçüyor.) Ala saashan aaldafi
danlık buharlaşarak kaynıyor.) îcezî sıh polbinça, izîrîk ir ibîn
çabalnin palazın alba, îzîgî pîlînminçe. Atasözü (Ala saksağan
çabalnin törîne odırba. Atasözü köyden çıkamaz, esrik er evini b i l ­
(Annesi kötünün kızını alma, kapısı mez.)
kötünün baş köşesine oturma.) îzîrön 1. Yemişi çevreleyen yaprak. 2.
îzîgde, harğa çîli, ahsıfi aspa. A­ Küpeyi çevreleyen yaprak.
tasözü (Kapıda, karga gibi ağzını îzîrönnîg s. Etrafı yaprakla çevrili küpe.
açma.) îzîk tudazı kapı kolu. izîk kümüs îzîrönnîg ızırğa kenarı g ü ­
t a r t - kapı çalmak. îzîk naağı kapı müş yaprakla çevrili küpe.
pervazı.
îzîrt- 1. İçirtmek: "Hırinda ons ipçî,
îzîktîg s. Kapılı, kapısı olan. hayınıp, haydağ-da nime
îzîl- İçilmek. îzîrtçetken." N. Domojakov (Yanın­
daki Rus doktor, dönüp bir şey i-
izîl- Erimek, ezilmek.
çirmiş.) 2. İçkMçjrtrrjeJi^Sm mağaa
izîlcek s. Çabuk eriyen. Naa çil Ççükejgkk&âkj arağa
izîldîr- Eritmek. îzîrtîbîsçezîn rpza."N. Tinikov (Sen
îzîn- sag. Isınmak bana yeni yıl^elmederfyçki içiriyor-
izîndî Kalan, artık. înek izîndîzîn sun ya.)
pızozına artışça inek memesinde izîrtkî İçki, alkol.
kalan sütü buzağısına bırakıyor.
-234-
izîrkîlîg ızyum
izîrkîlîg s. Alkollü, izîrtkîlîg arağa alkollü izobretatei' Mucit.
içecek. izolyator Yalıtkan, izolatör.
îzîs İçiş, içme. İzolyatsiya Yalıtma, izole etme.
îzîs- İçişmek. izvinit pol- Affetmek, bağışlamak.
îzît- Isıtmak: "Harah cazı, sıraym mahat izvyostka Kireçleme, badanalama.
Yzîcffp, ahça." A. Çerpakov (Gözya­ izvyostkalığ s. Badanalı, kireçli.
şı, yüzünü ısıtarakp akıyor.)
izvozçikl. Arabacı, kupa arabacısı. 2.
izmena Hıyanet, ihanet.
Payton, kupa arabası.
izmennik Hain.
izyum Kuru üzüm.
jemçug 1. İnci. 2. İnci tanesi.

-J-
jemçujina inci (tanesi.)
jestyanşçik Tenekeci.
jaket Ceket. jeton Jeton.
jandarm Jandarma. jilet 1. Yelek. 2. Yelekle ilgili, jilet izebî
jandarmeriya Jandarma kuvvetleri yelek cebi.
janr Tür, janr. jimolost' bot. Hanımeli.
jargon Argo. jiraf zool. Zürafa.
jivopisets Ressam.
jar-hus Anka kuşu.
jmıh Küspe, posa.
jarovnya Mangal
jneyka Orak makinesi.
jasmin bot. Yasemin.
joglirovat' pol- Hokkabazlık etmek
jatka Orak makinesi.
jonglyor Hokkabaz, sihirbaz.
jelatin 1. Jelatin. 2. Jelatin(den).
jrebiy Kura.
jele Jöle, pelte.
jrets Papaz, rahip.
jeleza Bez, gudde. jritsa Rahibe.
jeleznyak Demir filizi. jurnal 1. Dergi. 2. Dergiyle ilgili.
jeludoçek Karıncık. jurnaiist Gazeteci.
jeludok Mide. jurnalistka Bayan gazeteci.
jyuri Jüri.
-K-
kabaçok bot. Kabak. kal'son İç çamaşırı, don.
kabak Meyhane. kal'tsiy kim. Kalsiyum.
kaban zool. Yaban domuzu. kalanca Kule.
kaldovşik Ambar memuru.
kabardinets Kabardalı, Kabardin.
kalendar' Takvim.
kabeP tek. Kablo.
kalendarlığ s. Takvime bağlı, takvimsel.
kabına Kabine, kabin, loca.
kalendariığ çil takvim yılı.
kabinet 1. Oda, kabin, ofis: "Apçay, kalendarlığ plan yıllık plân.
sazın oyda tastabızıp, kabinetten
kalibr Kalibre, çap.
sıh çönbîsken." G. Topanov
(Apçay, saçını arkaya atıp, ofisten kalibrlığ s. Kalibreli, uluk kalibrlığ tirîg
büyük kalibreli silâh.
yürüyüp çıktı.) tîs imnecen kabinet
diş doktoru muayenehanesi. kaliy kim. Potasyum.
minstrlernîn kabinedı bakanlar kaliylığ s. kim. Potasyumlu.
kurulu. 2. Ofisle ilgili, kabinet şkafı kalligrafiya Güzel yazı sanatı, kaligrafi.
ofis dolabı. kalligrafiyalığ s. Güzel yazılı.
kaçalka Sallanan koltuk. kalligrafiyalığ poçerk güzel yazı.
kaçayla- Sallamak. kalorifer Kalorifer.
kaçestvennay s. Kaliteli, nitelikli. kalorimetr Kalorimetre.
kaçestvennay anaPız nitelikli ana­ kaloriya Kalori.
liz. kaloriyalığ s. Kalorili.
kaçestvo Kalite, nitelik, toğıstın kaloşa Galoş, ayak lâstiği.
kaçestvosı çahsı işin kalitesi iyi. kamçat zool. 1. Kunduz. 2. Kunduzla
kaçestvolığ s. Kaliteli, nitelikli. ilgili, hara kamçat pörîk kara kun­
kadr sinem. Kare, resim. duz postundan börk.
kadri Kadro, personel. kamenşçik Duvarcı.
kadriP Kadril (oyunu). kamera 1. Oda. hücre. 2. Kamera, bagaj
salçan kamera emanet yeri. harib
kadrlar Kadro, personel, kadrlarnı
kamerazı hapishane hücresi, fut­
timneenî kadro hazırlamak. bol kamerazı futbol topunun iç lâs­
kadrovay ask. Kadrolu, daimi, kadrovay tiği.
ofitser muvazzah subay. kamernay müz. Oda. kamernay muzıka
kafe Kafe, kahvehane. oda müziği.
kafedra Kürsü, bölüm. kamfara Kâfur.
kaftan Kaftan. kampaniya Kampanya.
kakao Kakao. kamzol Bir tür yelek.
kaktüs Kaktüs. kanal Kanal: "Adın tölden tölge kanal
kal'kala- Hesaplamak, hesap etmek. aparar." \. Kapçıgaşev (Adın nesil­
den nesile kanal olur.)
kal'kulyator Hesap memuru.
kanalizatsiya 1. Kanalizasyon. 2. Kana­
kal'kulyatsiya Hesaplama, hesap etme. lizasyonla ilgili. kanalizatsiya
trubazı kanalizasyon borusu.
kanareyka Kanarya.
-238-
kanat karlik
kanat Halat, urgan. seviyorsan onu yiyorsun, fakat ba­
kanava Hendek, su yolu. na lahana gerek.) 2. Lahanayla ilgi­
kandala kız. Tahtakurusu, tahtabiti. l i , kapusta pürî lahana yaprağı.
kandidat Aday. deputatha kandidat kapustalığ s. Lahana(lı.) kapustalığ
milletvekili adayı, filologiçeskay ügre lahana çorbası.
naukalar kandidadı filoloji bilimleri kapyuşon Kapüşon, başlık.
uzmanlık adayı. kar'er Ocak, taş ocağı.
kandidatskay s. Adayla ilgili. kar'era Kariyer, yükselme: "50 çasha
kandidatskay minimum yeterlik çağdap pariğanda, karye ra
sınavı. itpinçeler." V. Şulbayeva (Elli yaşı­
kandidatura Adaylık, kandidatura sı­ na yaklaşınca kariyer
ğar- aday göstermek. yaptırmıyorlar.)
kanifol' Kalafon. kar'erist Karyerist, mevki düşkünü.
kanikul Tatil. karakalpak Karakalpak. karakalpak tîlî
kanonada ask. Top ateşi, top atımı. Karakalpakça.
kantata müz. Kantat. karakul' 1. Astragan. 2. Astragan kürkü.
kantselyariya Kalem, kalem odası. karamel' Karamela.
kanun Arife. karandaş Kurşun kalem: "On holınan
salaalarınıh arazına karandaş
kanva Kanaviçe. hıstırıp alğan." A. Kuzugaşev (Sağ
kapillyar anat. Kılcal damar. elinin parmaklarının arasına kurşun
kapital Kapital, sermaye, promışlennay kalem sıkıştırmış.)
kapital sanayi sermayesi. karantin Karantina.
aylancan kapital döner sermaye. karat Kırat.
kapital stranaları kapitalist ülkeler.
karatel'nay s. Tenkil, karatel'nay
kapital'nay s. Esaslı, başlıca, temel.
kapital'nay toğıs temel iş. otryad tenkil müfrezesi.
kapitalist Kapitalist. karaul Karakol.
kapitalistiçeskay Kapitalist. Kapitalisti— karavan Kervan, kafile: "Naa talayca
çeskay stroy kapitalist düzen. karavannarparçalar."i. Kapçıgaşev
kapitalizatsiya Sermayeye çevirme, (Yeni denize kervanlar gidiyor.)
sermaye yapma. karavay Somun
kapitalizirovat' pol- Sermaye yapmak. karbolka Fenol, karbolovoy kislota asit
kapitalizm Kapitalizm. karbolik.
kapitan 1. Kaptan. 2. Yüzbaşı. 3. Yüz­ kardinal Kardinal.
başıyla ilgili. karel Karelyalı.
kapitulirovat' pol- Teslim olmak. karelka Karelyalı kadın.
kapitulyant Teslim olan, aciz. karel'skay Karelyayla ilgili, karel'skay
kapitulyatsiya Teslim (olma). tül Karelya dili.
kapot 1. (motorlu araçta) Kaput. 2. Kılıf karikatura Karikatür.
kapağı. karikaturalığ s. Karikatürcü.)
kapsula Kapsül. karikatürist Karikatürist
kapsyul' ask. Kapsül. karikatürala- Karikatür yapmak.
kapusta bot. 1. Lahana: "Sin nime karîp Gemi.
hınzati, anı çfpçezlh, a mağaa karkas Karkas, iskelet, çerçeve.
kapusta kirek."N. Tinikov (Sen neyi karlık Cüce, bodur, bücür.
karman
- 239 - kaznaçey

karman Cep. tös karmanı iç cep. nan kaşne Boyun atkısı.


karmanı yan cep. karman cazı cep katalog Katalog.
saati. katanka Keçe çizme.
karnaval' Karnaval. katastrofa Musibet, b e l â , felâket.
karniz Korniş. katastrofalığ s. Belâlı, f e c i .
kart 1. Kart, oyun kâğıdı, kart üle- kart kategoriya Kategori.
dağıtmak. 2. İskambil, kart oyını kater B o t .
iskambil oyunu. katet mat. Katet, dili, kenar.
karta Harita, geografiçeskay karta katod fiz. Katot, menfi kutup.
coğrafi harita. katolik din. Katolik.
karteç' Misket, hartuç. katorga Kürek, kürek cezası.
kartel' Kartel. kauçuk Kauçuk.
karter Karter. kauçuktığ s. Kauçuk(lu). kauçuktığ
kartına Tablo, resim: "Sîrerge dee ağas kauçuk ağacı.
korindes kirek. A stenederde kavaler Nişan sahibi, altın çıltıstın
kartinalar his salarğa." V. kavelerı Altın Yıldız nişanı sahibi.
Şulbayeva (Size de ayna gerek, ve kavalerist ask. Süvari: "Samdar ağa,
duvarlara resimler asmak.) turazartın sıh kilîp - am soldat,
kartinalığ s. Tablolu, resimli, kartinalığ kavalerist polıbıstır noo pîstîh ool."
galereya resim galerisi. F. Bumakov (Samdar dede, evin­
kartoçka Kart, f i ş . den çıkmış, - şimdi asker, süvari
kartoçkalığ s. Fişli, kartlı. olmuş bizim oğlan.)
kartogramma Kartogram kavaleriya Süvari(ler), süvari.
karton Karton, karton kutu, mukavva. kaveleriya atakazı süvari hücumu.
kartoteka Fiş takımı, kartotek. kaverna tıp. Kafes, kafes boşluğu.
kartuz Kasket. kavıçka gr. Tırnak işareti, kavıçka
turğıs- tırnak işareti koymak.
kartyojnik Kumarbaz.
kaylo Külünk, küskü.
karusel'Atlı karınca.
kay uta Kamara.
kaska Miğfer, kask.
kazah Kazak, Kazakistanlı. kazah tîlî
kassa Kasa, vezne.
Kazak dili.
kassatsiya huk. Temyiz, kassatsiya
pir- temyize vermek. kazak Kazak, Rus kazağı: "Ancada
kasseta Kaset: "Harlan salğan hara sıraylığ ons kazaktarına çarğı-
sumkazınan kasseta sığarıp, stolğa çahaan pirîbîsken."\/. Kobyakov (O
salça." V. Şulbayeva (Karlanmış sırada kara yüzlü Rus kazaklarına
çantasından kaset çıkarıp masaya hükmünü vermiş.)
koyuyor.) kazar ma ask. Kışla.
kassir Kasiyer. kazarmadağı s. ask. Kışladaki.
kassirşa Bayan kasiyer. kazarmadağı poiojeni kışladaki
kastelyanşa Çamaşırcı kadın. durum.
kastorka ecz. Hint yağı. kazaska Kazakistanlı kadın.
kastryulya Tencere. kazemat es/c. Hücre, tek kişilik oda.
kaşa Bulamaç: "Samnahtan ahsına kaşa kazn' İdam.
şuhça." V. Şulbayeva (Kaşıkla ağ­ kazna Hazine.
zına bulamaç koyuyor.) kaznaçey 1. Hazinedar. 2. Hazineyle
kaşemir teks. Keşmir kumaşı. ilgili.
-240 kîbel
kazyonnay
kazyonnay s. Devlete ait, devletle ilgili. sen. kemdir kimdir, kem-de biri,
keçek s. Çekingen, çekinen, krş. herhangi biri: "Kem-de hannı
kitencek harnan çaba kürep salarğa hıntır."
A. Kuzugaşev (Birisi kanı küreyip
keçekte- Çekinmek, çekilmek, kendini karla kapatmak istemiş.) kem dee
geri çekmek. a) herkes: "Kem dee pîlçe, Tıt
keçekten- Çekilmek, kendi kendini çek­ haydağ ağas, Artın sos mında kirek
mek: "Nince dee îdi keçektenze, ol nimes." N. Tinikov (Herkes bilir /
huzıcah sınılos sarının Akağacın nasıl bir ağaç olduğunu /
tohtatpinçathan." N. Domojakov Fazla söze burda gerek yok.) b) hiç
(Ne kadar da öyle çekilse, kuşcağız kimse, kemnî-de a) herkesi, b)
çınlayan sesini bitirmemiş.) hiç kimseyi.
kee Kapris, naz, cilve.
kem (ıı.) Ölçü. sinî-kemî çoh ölçüsüz.
keecîl bk. keelîg
kemçet bk. kamçat
keellg s. Kaprisli, nazlı, cilveli. kenguru zool. Kanguru.
keen 1. Çok güzel, şahane. 2. Güzel, iyi. kenün Arife.
keer bk. ker ker 1. Kestane renginde, ker saraat
keerçîk Küçük ahşap köprü, keerçîktî kestane dorusu. 2. mec. Kurt. 3.
çazağ kisçeler köprüyü yaya geçi­
mec. Ayı.
yorlar.
kerbek bk. kiırtpek
keergen zool. Sedir kuşu.
kerben Ağ kurutma askısı, kerbenge
keerîk bk. kerçîk
azıp hurut- askıya asıp kurutmak.
keerk bk. körik (ı.)
kerîk Küçük köprü.
keerke- Heyecanlanmak.
kerîkte- Köprüden geçmek.
keerkes Heyecan, c o ş k u .
kerîm 1. Kol kemiği. 2. Dirsek ölçüsü.
keerkestîg s. 1. Heyecan verici. 2. İl­
ginç. kerim suni dirsek boyu.
keerket- Heyecanlandırmak, hayret kerîp Küçük gemi.
vermek: "Pöziinde öorlîg çıltıstarnın kerosin 1. Gaz yağı. 2. Gazla ilgili.
Çüreemnî keerkede tapsaan." M. kerosin lampazı gaz lambası.
Bainov (Yükseğinde bir sürü yıldı­ kerosin ÇIZI gaz kokusu.
zın / Yüreğimi heyecanlandırarak kerosinnîg s. Gaz, gazlı: "Stol üstünde
seslendi.) kerosinnlg le lampa köyce." i.
kees- (kam) Gezmek, seyahat etmek. Kotyuşev (Masa üstünde sadece
keestîr- (kamı) Gezdirmek. gaz lâmbası yanıyor.)
kestek bk. köstek
keezeeçî Gezgin, seyahat eden.
kestük (ı.) zool. Guguk. krş. köök,
keezîg (kam) Gezme, seyahat etme. keekük
keküük bk. köök kestük (ıı.) Yazlık yurt.
kem (i.) zm. Kim: "Sin kemnîn keylen kız. Şiş, çıban.
çılğızin hadarçazın?" V. Kobyakov
kibee Raşitik, kibee pol parğan pala
(Sen kimin yılkısını otlatıyorsun?)
raşitizm hastalığına yakalanmış ço­
adın kem adın ne? kemni kimi.
cuk.
kemnîn kimin, kemner kimler.
kibek Kabuk (yumurta, ceviz, vb.)
kemnen kimden, kemge kime.
kemmîn kimim, kemzîn sin kimsin nımırtha kibegî yumurta kabuğu.
kîbel- Şiir şeklinde söylemek.
-241 -
kibele kîçîg

kibele- Nikâh kıymak. Kîzl pir dee pllbinçe / Kibri çızaan


kîbelTs 1. Şiir. 2. Şaman alkışı. homdızın I Kilkîm tastar köletçe."
M. Kokov (Kimin orada öldüğünü /
kiben (ı.) s. Çirkin. Hiç kimse bilmiyor / Kenarı çürü­
kiben (ıı.) Kefen, kirtken azın çîp sıh, müş lâhiti / Geniş taşlar gölgeliyor.)
kiben kibîn kizîp sıh Kıyılmış etini kibrek bk. kibîrek
ye çık, kefenini giyip çık. kîbren- bk. kîbîren-
kibîk Kasnak, kenar, çerçeve. kîbrencîk Boş konuşan, homurdanan.
kibir 1. Gelenek görenek: "Postın tllîn kicee zm. Dün: "Kicee iirde, orayda
pîlbeen ulustar Çon kibîrîn çir dee Vasiliy Sterefonıç kilgen." A.
pil polbas." M. Kilçiçekov (Ana dilini Kuzugaşev (Dün akşam, geç vakit­
bilmeyen toplumlar / Halk geleneği­ te Vasiliy Sterefoniç gelmiş.)
ni hiç bilemez.) 2. Huy, mizaç, kiceegîdeh sığara dünden beri.
karakter: "Ügredîglîg klzînln kibîrî kiceeden peer dünden beri.
dee klzînine tööy nimes çi tlsçeler." kiceegî s. Dünkü.
G. Topanov (Öğrenimli kişinin huyu
kicege Belik, saç örgüsü: "Alcıbay
da başkalarına benzemez ki
kicegezlnîn çaçahtarın na kör
kibîre"Ry<ârİ35<Wrek, kolay kırılır: "Kibîrek halğan." S. Çarkov (Alcıbay, sade­
say, humnı kimîrip, Puğa ce beliklerinin püsküllerini görmüş.)
mustaanan orlap tur." S. Kadışev
kicegey zool. Tepeli kuş.
(Kolay kırılır taşı, kumu kemirip /
Boğa sesiyle böğrüşüyor.) kîcek Kukla, kîcek oyna- kukla oyna­
mak.
kîbîren- Mırıldanmak: "Zamoktı sizin kîçe Çaba, gayret.
salıp, nime-de kîbîrenîp ala, tart
kîçelîg s. Çalışkan, gayretli.
körgen." A. Çerpakov (Kilidi düşü­
nüp, bir şey mırıldanarak, çekmiş.) kîcenmes s. Kaygısız, tasasız, gamsız.
kîbîren sal- mırıldanmak. kicîr (ı.) Yumurta akı. nımırhanm kicîrî
yumurta akı.
kibîrlen-Büyüklenmek, kendini büyük
gibi görmek: "Aydo, uluğoh kîzee kicîr (ıı.) Kıkırdak.
kibirlenip, Çabustah surca." V. kicîrlîg s. Kıkırdaklı.
Kobyakov (Aydo, büyük kişi gibi kicee- Dikkat etmek.
görünüp, Çabus'a soruyor.) kîçeen s. Dikkatli, kiçeen hığırığcı
kibîrtîg s. Alımlı, bakımlı, sempatik, şık, dikkatli okuyucu.
hoş görünüşlü. kîçen- 1. Endişe etmek, merak etmek. 2.
kibîs 1. Halı: "Ah ölen ottığ ah cazı, Direnmek.
ala kibîs tarthan çili nayrap turca." kîçes 1. Çaba, gayret. 2. Ders, ödev.
V. Kobyakov (Ak otlu ak yazı, ala kîçes- Gayret etmek, çaba göstermek.
kilim serilmiş gibi ırgalanıp duru­ kîçezîp iderge gayretle yapmak.
yor.) 2. Halı gibi: "Kibîs çazılarnı kîçicek s. 1. Küçücük, kîçîcek tuşta
çaya tözengen, Kögllbey Kimnî sari küçüklük çağında. kîçicek
hurçanğan Töreen çirlbls botinkalar küçücük çizmeler. 2. A­
Hakasiyabıs." M. Kilçiçekov (Halı zıcık.
gibi yazıları yayıp döşenen / kîçîg s. 1. Küçük: "Çiti harındas,
Gövümsü Kim ırmağını sarıp kuşa­ polğannar olar, üzl klclgök uluğ
nan / Ana yurdumuz, Hakasyamız.) aalcı ağırığdan çörîblsken." A.
Çerpakov (Yedi kardeş imişler o n ­
kibr Kenar, kıyı: "Kemnlh anda ölgenîn / lar, üçü küçüklüğünde çiçek hasta-
-242-
kiçîg kiik
lığından ölmüş.) Ada çirîne ay-tıs nalça." N. Domojakov (Keten göm­
pirbes; uluğnı uludar, k î ç î g n î leğinin altından soğuk titretiyor.)
kîsteder. Atasözü (Ata yerine hu­ kider Batı: "Irten sıhhan kün harağı, iirgî
zur vermez, büyüğü ulutur, küçüğü tuşta çabırılabas, kider turğan aram
kişnetir.) uluğnı uluğla, uzada kün ağastığ tağnın pazına
körerzîn; kîçîgnî kîçîgle- kîstede kölenîbîsken." V. Kobyakov (Erken
kün körerzîn. Atasözü (Büyüğü doğan güneş, akşam vakti inerek,
say, uzun gün görürsün, küçüğü batıda duran seyrek ağaçlı dağın
koru, gelecekte gün görürsün.) ha­ başına yaslanmış.) Kidertîn küs
ra kîçîgden sığara küçüklüğünden kilîr, îkî pudı çoh kilîr. -Bilmece,
beri. 2. Küçük, yaşça küçük, kîçîg bulut (Batından keçe gelir, iki ayağı
oolğım küçük oğlum. yok gelir.)
kiçîg Geçit, nehir geçidi: "Plske pır kiderki s. Batıdaki, batıya ait olan.
dee kîzî/Timnep salbaan kiçîg."M.
kidey s. 1. Cimri, hasis 2. içine kapa­
Ugdijekov (Bize hiç kimse / Hazır­
nık, münzevi: "Haydağ kideydîr, -
lamadı geçit.) kiçîgnî kizerde kizîn
sağın salğan Alcıbay, -kîzîneh dee
azaannı körîp a l . Atasözü (Geçidi
çoohtazarğa hınminça." S. Çarkov
geçerken arka ayağına bak.) Tiren
(Ne içine kapalı, düşünmüş
suğnin kiçii çoğıl, söske kîrbestîn
Alcıbay, biriyle konuşmayı da
sağızı çoğıl. Atasözü (Derin suyun
sevmiyor.)
geçidi yoktur, söze gelmeyenin aklı
yoktur.) kideylen- Cimrilik etmek.
kîdîr s. Pürüzlü, pürtüklü.
kîçîgle- Korumak. Uluğnı uluğla,
uzada kün körerzîn; k î ç î g n î kîdîre- Gürlemek, gürüldemek.
kîçîgle-kîstede kün körerzîn. Ata­ kîdîret- Gürüldetmek
sözü (Büyüğü say, uzun gün görür­ kigîr- Geğirmek.
sün, küçüğü koru, gelecekte gün kigîrîk Geğirme.
görürsün.)
kigîrt- Geğirtmek.
kiçîm Eyer altına konan deri, post: kii 1. Gökyüzü: "Halın kiinı tobırçadır /
"Sağday, oy adın üs azahtah tuzap Hatığ hanattığ samolet."M,Arşanov
salıp, töhde üçürgüzm kiçîmge sa­ (Geniş gökyüzünün içinden geçiyor
lıp, izer poduşkazın çastanıp, kün / Sert kanatlı uçak.) 2. Hava: "Anın,
haraana sfstenıp, uzupçathan çazıda, tağda çöfıp, cazı kiizmm
polğan." N. Domojakov (Sağday, amirin saybap çörceh tügdür
kula atını üç ayağından bukağıla­ Çohırahtan pasha pir dee arğızı
yıp, tepecikte eyer altlığını serip, çoğıl." V. Kobyakov (Onun yazıda,
eyer yastığına yaslanıp, güneşin ı­ dağda yürüyüp, ova havasının hu­
şıklarında ısınarak yatıp uyumuş.) zurunu bozan tüylü Çohırah'tan
kiçîr- Giydirmek krş. kizîr- başka hiç arkadaşı yok.) arığ kii
kiçîre s. Arasından, içinden. temiz hava. sooh kii soğuk hava.
kiçker Ekim (ayı), kîçîg suğnı kiik zool. 1. Karaca: "Uzun huzuruhtığ
tondırcan kîçîg soohtığ kiçker pora mal, kiik I e çîli, çapçah
küçük suyu donduran soğuğu az pasçathan." İ. Kostyakov (Uzun
Ekim ayı. kuyruklu bora at, karaca gibi, hızlı­
kigde bk. kinde ca adımlıyordu.) 2. Bir oyun adı.
kiik morçozı bir tür çiçek.
kiden 1. Keten. 2. Keten(den) : "Kiden
kögenegînîn altınca îçîgey çîmîreze
- 243 -
kiikçin kîlemök

kiikçin zool. Kartal: "Zoykanı küren tan naa çarıp odır." V. Kobyakov
atha attandır salğanda, ıran nimes (Sabah kalktığında, tan yeni aydın­
turgan pözîk kürgen kistfnen çalan lanıyor.) "Çahus, m ı İt iğ in tayan ip,
kîzî, kiikçin çili, sığa salğan." N. azah üstüne tur kilgen." V.
Domojakov (Zoyka'yı yağız ata bin­ Kobyakov (Çabus, tüfeğine daya­
dirdiğinde, yakındaki yüksek kurgan nıp, ayağa kalkıyor.) "Soonah
arkasından eyersiz ata binmiş kişi sünzîp, sağamoh tut killher! -
kartal gibi çıkıvermiş.) olarğa hara sıraylığ kîzî kürlep
kiikte- Karaca avlamak. tapsabıshan." V ' . Kobyakov (Ardın­
dan takip edip, hemen yakalayın
kiiktıg s. Karacası bol olan yer. kiiktîg
diye onlara kara yüzlü kişi şiddetle
tayga karaçalı tayga.
seslenmiş.) "Torka örînîstîg
küs 1. Keçe 2. Keçeden: "Pazına ah küs tabısnah çoohtap kilce." V.
pörik, notlarına söölcek salaalığ Kobyakov (Torka sevinçli bir sesle
sarığ meleyler kizib'isken." İ. konuşuyor.) çöpke kil- razı olmak,
Kotyuşev (Başına ak keçe börk, e l ­ mutabık olmak.
lerine uzun parmaklı sarı eldivenler
giymiş.) küs ödîk keçe çizme, küs kilbek s. Dar, sıkı (elbise), kilbek
tözek keçe döşek, küs maymah kögenek dar elbise.
keçe çizme, küs pas- keçe yuvar­ kilcor bk. külcör
lamak, dövmek, küs ib keçe yurt. kildir- Getirmek.
küs ton kepenek, küs îzîk keçe kile- 1. Dilemek, istemek. 2. Sormak. 3.
kapı. 3. mec. Rus. Merak etmek, endişelenmek:
küstîg s. 1. Keçeli, keçeden. 2. Keçesi "Abızınah, kîlebe, Agurnıh hılığın
olan. am na körçezîh me" A. Çerpakov
kü-tülük tekr. (Beklenmedik) Dert, iş, (Elticiğim merak etme, Agur'un hu­
hastalık. yunu yeni mi görüyorsun.)
kik 1. Öç, intikam. 2. Düşmanlık, hasım­ kîlebes Kaygısız, tasasız.
lık. küeg Endişe, kaygı, telâş: "Payusa kilin
kiklös bk. kilegey ökîs tee polza, kîleg dee çoğıl, aalcı
kikte- Kin duymak, hasmane davran­ sıylap odırça." A. Çerpakov
mak. (Payusa gelin dul da olsa, telâş et­
meksizin, misafirlerini ağırlayıp d u ­
kikteg Hasım olma, kin duyma.
ruyor.)
kiktig s. Öçlü, kindar. kiktTgden kik a l -
kilegey s. Kekeme, aba tilîn kilegey
öçlüden öç almak.
kîzee pirçeler ayı dili kekeme kişi­
kil- Gelmek: "Naa kilgen torğayahtar ye yediriler.
cazı üstün köglendîrîp sarnasçalar."
küegeylen- Kekelemek: "Çaadah
V. Kobyakov (Yeni gelen çayır kuş­
aylanıp odıri -mahnança hozarğa
ları ovanın üstünü şenlendirip ö t ü ­
Kolazı, kilegeylenîp ala, çalahzar
şüyorlar.) toğısha kilze, kör tur-
udur oyli." F. Burnakov (Savaştan
bacaii. Atasözü (İşe gelince, bakıp
dönüyor! acele ediyor birleşmeye
durulmaz.) attığ kildim atla gel­
Kola'sı, kekeleyerek, atlıya doğru
dim,. 2. Gelecek kiler ülükünde
koşup.)
gelecek Pazar. 3. Gelmek, uziri'm
kilce uykum geliyor. 4. Kılışın o kîlemök Ahır, ağıl. hoynın küemögî
anda olduğunu ifade eden yardımcı idübeen koyunun ağılı yapılmamış.
fiil olarak kullanılır: "İrten tur kilze,
-244-
kilen kimçîk
kîlen- 1. Sormak, araştırmak. 2. Di­ kilîskek s. Uygun, münasip: "Am, bacan
lenmek. olar îköleh ne polğannarında,
kîlencîk 1. Fakir, yoksul. 2. Dilenci, Alcıbayğa mahat, kilîskek ohday çîli
dilenen pîldîrgen." S. Çarkov (Şimdi, onlar
kîlendîr-Sordurmak, araştırtmak, istet­ her bir araya geldiklerinde,
mek. Alcıbay'a güzel, uygun gibi geli­
yormuş.)
kîles- (birlikte) Soruşturmak, araştır­
mak, istetmek: "Payusa hadoh kiiîstîg s. Uygun, münasip: "Aydoğa daa
kîlesken." A. Çerpakov (Payusa da anın îdi teenî külkee kiiîstîg pol
birlikte araştırmış.) parğan."V. Kobyakov (Aydo'ya da
onun öyle demesi gülmek için uy­
kîles İstek, dilek.
gun olmuş.)
kileskî Kertenkele.
kilîstîr- 1. Uyuşturmak, anlaştırmak. 2.
kîlet- Soruşturtmak, araştırtmak. Uygun hâle getirmek, uygunlaştır-
kilgeyek bk. kilbek mak. kilîstîre çoohta- uy­
kilin Gelin: "Şarap apsahtıh hada töreen gun konuşmak, kögnî kilîstîre oy­
oçı harındazınıh kilnî Payusa na- şarkıyı bestesine uygun çal­
sidenge tayan turıbıshan." A. mak.
Çerpakov (Şarap ihtiyarın küçük kilkîm s. 1. Çok, büyük, b o l : "Hara
kardeşinin gelini Payusa çite yas­ hustar, ooh kilkîmnerînen hada, ol
lanmış duruyor.) uluğ kilin büyük nimezer kizekti uçuğızıp, pastırızıp,
gelin, kîçîg kilîn küçük gelin. pray sarinah sıınçalar." N.
kılın (ı.) Kadife. Domojakov (Kartallar büyüklü k ü ­
kîlîn (ıı.) s. 1. Parlak. 2. Kaygan. çüklü o nesneye doğru uçuşup g i ­
derek her yanından yapışıyorlar.)
kîlînnîg s. Kadife, kadifeli, kadifeden.
kilkîm ahça bol para. 2. Tam.
kilir- Getirmek: "Ol kün Aydo, malın kilkîm sannar tam sayılar.
hadarıp, iirde ibzer malnari hada
kilo Kilo.
aylanıp kilirîp, kör salğan." V.
Kobyakov (O gün Aydo, malını otla­ kilogramm Kilogram.
tıp, akşam eve malla birlikte dönüp kilometr Kilometre: "Çobattıh çarların,
geldiğinde, bakmış.) çalbağı onarca kilometr çirge
kilîs Geliş, gelme. çay iladır." N. Domojakov (Çobat
ırmağının yarlarının, genişliği onlar­
kilîs- Gelişmek, birlikte gelmek: "Isken
ca kilometre alana yayılıyor.)
çoohtı pîlerge İmcîlerge kilîsken."
P. Ştıgaşev (Duyduğu haberi ö ğ ­ kilovatt Kilovat.
renmeye / Doktorlara gelmişler.) 2. kiltegey Ayrı, kenarda, bir tarafta.
Razı olmak. 3. Uygun olmak, uy­ kiltegey kîzî umarsız, kayıtsız kişi.
mak: "-Ya, sağam îdi çurtirğa kiltîgey Şablon, örnek.
kilîsçe çi, -Torka Aydonın ol kiltîk Güç, kudret, kiltîgî üzîl pardı gücü
çooğına tügede kirtînîp paza ayap tükendi, kiltîgî üzîlgence toğındı
taa tapsağlapça." V. Kobyakov (­ gücü bitene kadar çalıştı.
Evet, şimdi böyle yaşamak uygun
kim 1. Eksik, kusur, kimî çoh kusursuz,
ya, diye Torka Aydo'nun o anlattık­
defosuz, kimî çoh kip defosuz e l ­
larının hepsine inanıyor ve acıyarak
bise.
sesleniyor.) paazı kilîsse fiyatı uy­
gun olursa, ol kostyum ağaa kimçîk s. Çenesi, dudağı öne çıkık olan.
kilîsçe o elbise ona uyuyor.
-245-
kime kinjal

kime 1. Gemi. 2. Kayık: "Kimenî suğa kîndîk îce Göbek ebesi.


kire sazıbıshannar, anın M pazında kîndîk Göbek. kîrdîm sıhtım
pîrsî pîrsîne aylana odırıp kîndîkten haptım. Bilmece, kapı
alğannar." İ. Kotyuşev (Kayığı suya kolu (Girdim çıktım göbekten tut­
itmişler, onun iki ucunda birbirine tum.)
dönüp oturmuşlar.) kîndîkte- Göbeğini bağlamak.
kimege 1. Soba. itpek itçen kimege kindîr 1. Kendir, kenevir. 2. Kendirden
ekmek yapılan soba. 2. Votka ya­ ip: "Honaltah maymahtarın
pımında kullanılan fırın. türeyînen kindîr pağnan
kîmel bot. Şerbetçi o t u . poostanğlap salğan." V. Kobyakov
kimelîg Gemiyle: "Çacın kimelîg çolım (Tabansız ayakkabıların koncundan
pastadım."'M. Bainov (Kağıt gemiy­ kendir ipiyle sıkıştırarak bağlamış.)
le yola çıktım.) suğnı kimelîg kine- Sakatlanmak.
kiskebîs suyu gemiyle geçtik. kinek Özür, sakatlık: "Pozıhar daa
kimîr- Kemirmek: "Pazoh la unducaa çarım kinekser, Sanay çürekke çük
çoh suhsas istin kimîr turdan." N. pirerge."M. Kilçiçekov (Kendiniz de
Domojakov (Yeniden unutamadığı yarım sakatlıkla / Bütün yüreklere
susama hissi içini kemirmeye baş­ yük vermeye.) Homay kiptîg kîzî
lamış.) körzen, kibînen çoohtaba; kîzîden
kimîrcek zool. Kemirgen. kinek kîzî körzen, kineenen
kimîrkî Kemik iliği, ilikli kemik. çoohtaba. Atasözü (Kötü elbiseli
kişi görürsen, elbisesinden konuş­
kimnîg s. 1. Eksik, kusur. 2. Sakat.
ma, özürlü kişi görürsen,
kimnîg kîzî sakat (kişi), kimnî
özüründen konuşma.) kinekter
kîzee külbecen sakat kişiye gülün­
turazı huzur evi, bakım evi: "Min
mez.
anı kinekter turazına pirîbîzem." V.
kimzîk bk. kimçîk Şulbayeva (Ben onu huzur evine
kın bk. kîndîk vereyim.)
kînce (ı.) 1. Bir yılda iki kez doğuran kinektîg s. Özürlü, sakat.
koyun veya keçinin ikinci kuzu veya
kinematograf Sinema makinesi.
oğlağı, güz oğlağı veya kuzusu. 2.
Kuzu veya oğlak postu, kince ton kinematografiya Filmcilik.
posttan palto. kinen 1. Belâ, felâket. 2. Başarısızlık,
kince (ıı.) s. Sevgili, sevimli, irkem- fiyasko, krş. kintek
kincem sevgilim. kinetîn zf. Birdenbire, ansızın:
kincî (ı.) Zincir: "Aday, anı körîp, "Sağızına undulğan nime
açırğança / Kincide odırıp, ulupça." kîrgendegî cali, kinetîn pazın
N. Tinikov (Köpek onu görüp, acı ködîrîp, Aydodan surca." V.
çekiyor / Zincirde bağlı uluyor.) Kobyakov (Aklına unuttuğu bir şey
gelmiş gibi, aniden başını kaldırıp,
kincî (ıı.) (küçük çocuğa) Söz kesme,
Aydo'dan soruyor.)
beşik kertmesi.
kînîre- (davul) Gümlemek, gümbürde-
kincîle- Zincire vurmak. mek.
kinde 1. Kağıt, kigde oshas çuğacah
kînîrees Davul, kînîrees kînîrepçe
teer kağıt gibi ince gök. 2. Kitap. davul gümlüyor.
kinde tura Kütüphane. kinjal Hançer, kama.
kinde anca Kağıt para
kino -246-
kiptes
kino 1. Film. 2. Sinema: "Pîlçezîn, bütün • olur.) Çabal k î z î n î kıp
Tireek, mındaa kinoğa hada çazacan, çabal attı çağ çazacan.
kîrgebîster hayza, tülgü pörîktîg." A. Atasözü (Kötü kişiyi elbise süsler,
Çerpakov (Biliyorsun Tireek, bura­ kötü atı yağ süsler.) îstîne kiscen
daki sinemaya birlikte gitmiştik, tilki kip iç giyim, iç çamaşırı, kip çuğ-
börklerimizle.) elbise yıkamak, kip şuur- elbise ç ı ­
kinoapparat Sinema makinesi. karmak. 2. Kumaş Kîzî holınan
kös tutpa, kîzî küzînen kip kispe.
kinoartist Sinema sanatçısı.
Atasözü (Kişi eliyle köz tutma, kişi
kinofabrika Film fabrikası. gücüyle kumaş biçme.) pala kibî
kinofestival' Film festivali. eş, etene, son. çılan kibî yılan de­
kinofil'm Sinema filmi. risi, köksîne kisçen kip bluz.
kinohronika Aktüalite filmleri. kip (ıı.) Şekil, f o r m .
kinooperator Kameraman. kip (m.) Kalıp, kundura kalıbı.
kinoperedvijka Seyyar sinema. kip (iv.) Gelenek, görenek.
kinoplyonka Sinema filmi, film şeridi. kiparis zool. Servi.
kinorejissyor Film rejisörü, yönetmeni. kip-azah tekr. 1. Çamaşır, kip-azah
kinoseans Film seansı, gösterimi. şkafı çamaşır dolabı. 2. Elbise, g i ­
kinostsenary Senaryo. yim kuşam: "Mağaa kip-azah taa
kinostudiya Film stüdyosu. pirbinçe pır dee." V. Kobyakov (Ba­
kinoteatr Sinema, sinema salonu. na hiç elbise vermiyor.) 3. Pılıpırtı,
paçavra.
kînîres- Mırıldanmak, alçak sesle ko­
nuşmak: "Tıhnap turçatsa, anda kip-çooh tekr. 1. Hikâye, rivayet. 2.
kîzîler kînîresken oshas." V. Atasözü. 3. Efsane.
Kobyakov (Dinlediğinde orada i n ­ kipkî Deri asacak askılık, tülgü teerîzîn
sanlar mırıldanıyor gibi.) kibîtçeh kipkî tilki postunu asacak
kînre- Çınlamak, tınlamak. askılık.
kînren- Mırıldanarak şarkı, türük söyle­ kipse Eyer örtüsü.
mek: "Aydo îstînde le kînren kipsee Alt çene. hoynıh kipseezîn îkî
salğan." V. Kobyakov (Aydo, için­ kîzee çirge çarabas koyunun alt
den şarkı mırıldanmış.) çenesini iki kişi yememeli.
kînret- Çınlatmak, tınlatmak. kipsen- Geviş getirmek, otlanmak, yem­
kintek 1. Zarar, ziyan. 2. Ölüm. 3. Kaza. lenmek.
kirem-kintek b e l â , felâket. kipsîs s. 1. Kılıksız, çirkin. 2. Şekilsiz,
kinze Zincir. biçimsiz.
kinzele- Zincire vurmak. kipsö bk. kipsee
kinzet- Kam olmak.
kipte- Kalıba geçirmek: "Sol holında
kinzîg s. Yanık, yanmış, kinzîg ügre hahpahtığ irgî tüüs paza ödfk
yanmış çorba. kipteceh ip tudın saltır." A.
kiosk Kulübe, dükkân, büfe. Çerpakov (Sol elinde kapaklı eski
kip (ı.) Elbise: "Anan körerbîs, kibîm ağaç kap ve çizme kalıplayacak ip
çoğıl tip çör." V. Kobyakov (Sonra tutuyor.)
bakarız, elbisem yok diye çalış.) kipten- 1. Çevrilmek, dönmek. 2. De­
Hamaan tirleze, hamın toh polar;
ğişmek, başkalaşmak. 3. Benze­
holıiî hıymıraza, kibîn püdün po­
lar. Atasözü (Alnın terlerse, karnın mek, gibi olmak.
tok olur, kolun kımıldarsa, elbisen kiptes bk. kiptezek.
kiptet -
kirek
kiptet- Kalıba geçirtmek. kir (ıı.) s. Dev, i r i , kocaman.
kiptezek Avcı şapkası, tükten palğaan kir- Sıralamak, dizmek.
kiptezek yünden avcı şapkası.
kirben Köstekleme.
kiptîg s. 1. Elbiseli: "01 çaacı kiptîg ir kirbenne- Kösteklemek, tört azağın
polğan." F. Burnakov (O, asker e l ­ kirben ne- dört ayağını köstekle­
biseli bir erkek imiş.) Homay kiptîg
mek.
kîzî körzen, ki binen çoohtaba;
kîzîden kinek kîzî körzen, kirbeyt- Y a y ı germek.
kineenen çoohtaba. Atasözü (Kötü kîrbîk Kirpik: "Çalbah kömîskelen,
elbiseli kişi görürsen, elbisesinden uzun kîrbîkterî, sırayı kilîsffre
konuşma, özürlü kişi görürsen, hoostap la salğan oshas." N.
özüründen konuşma.) 2. Kalıba so­ Tyukpiyekov (Geniş kaşları, uzun
kulmuş. kirpikleri yüzüne yakışır şekilde
kîr- 1. Girmek: "Tağ azıra parçathan nakşedilmiş gibi.) Çoynın
çolğa kînbîsken." A. Çerpakov (Da­ harağında söp çoğıl, kîrbîgînde
ğı aşan yola girmiş.) "Sin Antip, kîr çoğıl. Atasözü (Yalanın gözün­
suğaa. kîrbeende, maymaan de çöp yoktur, kirpiğinde kir yoktur.)
suurbassın." V. Şulbayeva (Sen
kîrcîls. Kılıksız, kıyafetsiz.
Antip, suya girmeden, çizmeni ç ı ­
karmazsın.) Tigîrge sığarğa tigîr kerçek Kertik
pözîk, çirge kîrerge çîr hatığ. Ata­ kircek Deri asma aracı.
sözü (Göğe çıkmak için gök yük­ kirçekte- Kertiklemek.
sek, yere girmek için yer sert.)
söske kîr- söz dinlemek, sağızına kirçektel- Kertiklenmek: "Odın
kîr- aklına düşmek, hatırlamak. 2. toorcanda paltınan kirçektelgen irgf
Düşmek. Açığ nimee kîrbeende, torıspahta odır salğan." A.
tadılığ nime tanıbassın. Atasözü Çerpakov (Odun doğrarken baltayla
(Acıya düşmeden, tatlıyı tanımaz­ kertiklenen eski kütükte oturmuş.)
sın.) kire toğılahta- yuvarlana yu- kîrdî 1. Enfeksiyon. 2. Hastalık nükset­
varlana girmek, futbol myaçı me.
halhaa kire toğılahtan parğan fut­
bol topu kaleye yuvarlana yuvarla- kîrdîlen- Hastalık nüksetmek.
na girdi. 3. Geçmek törtîncî kîrdîr- Girdirmek.
klassha kîrdî dördüncü sınıfa geç­ kire (ı.) zf. Kadar, değin. Ana Ağbanğa
t i . 4. Basmak, girmek, üske kîrdî kire ahça Ana nehri Abakan'a ka­
üç yaşına bastı. 5. Başlamak. dar akıyor.
toğısha kîrdî işe başladı, işe girdi.
alnına kîr- önüne geçmek, köölge kire (ıı.) Şekil, tarz. oma-kire şekil, gö­
kîr-gönlüne girmek, hoşlanmak. rünüş, oma-kirezînen palazın t a ­
mılçaa kîr- hamamda yıkanmak. nıdım dış görünüşünden çocuğunu
çöpke kîr- uyuşmak, anlaşmak. tanıdım.
suğa kîr- suda yüzmek kün kîr- kireçî Şahit, tanık: "Haraçhaylar
par- güneş batmak, pîçîkke kîr- alahtırbaan, -sağınca Fedor
Pavloviç,- kireçî çohır aday." N.
yazıya geçmek, ayna kir- (içi­ Domojakov (Kırlangıçlar şaşırtma­
ne) şeytan girmek. d ı , düşünüyor Fedor Pavloviç, şahit
kîr Kir. Çoynın harağında söp çoğıl,
ala köpek.)
kîrbîgînde kîr çoğıl. Atasözü (Ya­
lanın gözünde çöp yoktur, kirpiğin­ kirek 1. Gerek"Amdı tandağı künnen
de kir yoktur.) sığara İnek hadarıp pastirğa kirek."
V. Kobyakov (Şimdi, yarından itiba-
kir (ı.) Ön kol kemiği.
kîree " kirî
ren inek otlatmaya başlamak ge­ kirekte- İhtiyaç duymak, gereksinmek.
rek.) Sıdamahha kirek küstî kirektel-Gerek olmak, ihtiyaç duyulmak.
tarınıhha ügretpecen. Atasözü (İh­ kirektîg s. Gerekli.
tiyacı olana gerekli gücü, zalime
kîreldey bk. kîrîide
öğretme.) kirek çoh gereksiz, kirek
çoh çooh gereksiz söz. 2. İhtiyaç. ki rem bk. kiremet
kireem köp ihtiyacım çok. 3. -malı, kiremet 1. Sakat, özürlü. 2. Eksiklik,
-meli: sağa ügrenerge kirek ö ğ ­ noksanlık.
renmelisin, ınağ söske kiremettîg s. 1. Eksik, noksan. 2. Özür­
mağınanoh nandırarğa kirek g ü ­ l ü , sakat.
zel söze güzel cevap vermeli. 4. İş, kiren bot. Karapazı, kazayağı.
şey: "Haydağ-da uluğ kirek sağınıp,
kirennîg s. Kazayağı bulunan yer.
töbîn köre söleyîp odırça." V.
kirennîg hıra kazayağı tarlası.
Kobyakov (Herhangi büyük bir iş
düşünüp aşağı bakarak söylenip kîres Vaftiz, kireske tüzîr- vaftiz
duruyor.) Çahsı kirek pozı pozın etmek.
mahtapça. Atasözü (İyi iş kendi kîresten- Tapınmak, dua etmek, haçın
kendini yüceltir.) 5. Olay, vakıa: karşısında çöküp yalvarmak:
"Mına pu, pu adaylar kirektî "Kîçîgdegî çili kîrestenmespîn, çe
pastapçathan." V. Kobyakov (İşte kirî îcemnî min hucahtapçam." V.
b u , bu köpekler olayı başlatmışlar.) Maynaşev (Küçüklüğümdeki gibi
6. Gerekli: "Hırıh hadıl çaada daa / dua etmiyorum, fakat yaşlı annemi
Kirek nandırığ pirerbıs!" M. Kokov kucaklıyorum.)
(Kırk katlı savaşta da / Gerekli ce­ kirgeyek İlâç olarak kullanılan bir bitki.
vabı veririz.) kirek çoh gereksiz: kirgî bk. kirgîcek
"Köp çirge suğ caydırıp / Kirek çoh
ottı çulınar." P. Ştıgaşev (Çok yeri kirgîcek 1. Kazma, külünk. 2. (eğri saplı)
sulayıp / Gereksiz otları yolunuz.) Balta, izer itçen kirgîcek paltı eyer
hazma kiregî devlet işi. tügencî yapacak eğri saplı balta.
kiregî son görev, ölüyü gömdükten kîrgîn Evlâtlık, besleme. 2. Başka soy
sonra gerekli işler, kirek-çarah ölü ismi alan.
gömüldükten sonra yapılan ayin. tîl kirgîs 1. Gergef, kasnak. 2. Esnek
kiregî dilcilik, nımah kiregî folklor. kirgiz Kırgız.
kîree 1. Küçük testere. 2. Eğe, törpü, hol
kirî 1. İhtiyar, yaşlı: "Sin, kirî aday, çeen
kîreezî törpü, eğe.
nimene dee turbassın, malnı irte
kîrees 1. Haç. 2. Vaftiz, krş. kîrös sığardırıp, o ray ağıldırbin, ol huruğ
kireksî- Gereksinim duymak, ihtiyaç harınnı uzudıp, îsker tüzîr çörzîn!"
duymak: "Ol mal hadarar kızı V. Kobyakov (Sen, yaşlı köpek, ye­
kirekseen oshas pol çörgen." V. diğinle de kalmıyorsun, malı erken­
den çıkarttırıp geç getirtmeyerek, o
Kobyakov (O, mal otlatacak bir kişi­
kuru karınlıyı uyutup, içerde yatırı-
ye ihtiyaç duyuyor gibiydi.)
yorsun.) Kirî malnıfî söögî
kireksîl- İhtiyaç duymak, gereksinmek:
kimîrtkîlîg, kirî kîzînîn çooğı sın.
"Tamir etmek: "Tura tıhtirına
Atasözü (Yaşlı malın kemiği haşla-
kireksîlçetken nimelernf alıp alğan."
malık, yaşlı kişinin sözü gerçek.) 2.
S. Çarkov (Ev tamirinde gerekli o­
Eski, köhne, kirî- huru tekr.
lan şeyleri almış.)
yaşlı, ihtiyar: "Kirî-hurular çiitternîn
kireksîn- Gereksinmek. soonca çolca subalızıbıshannar."
-249-
kin kirös

M. Kokov (Yaşlılar gençlerin ardın­ leler.) 3. Karışmak, araya girmek:


dan yola dizilmişler.) "Aca, sin ara kîrîspe."\J. Şulbayeva
kiri- 1. Eskimek, köhneleşmek. 2. Yaş­ (Anne sen araya girme.)
lanmak, ihtiyarlamak: "Çürek kirişte- Yayı germek.
kireenîn sunğlann I Pökçen uhancı kırıt bk. klris (ıı.)
küfîgîn." M. Bainov (Yürek yaşlan­
kirka Külünk.
masının suallerini / Çözen akılcı yi­
ğidini.) Köp nimenî pîlzen, tabırah kirke- Bozulmak, üzülmek, perişan
kirip pararzın. Atasözü (Çok şeyi olmak.
bilirsen, çabuk ihtiyarlarsın.) kirkes s. Üzgün.
kiril- Gerinmek, gerilmek: "Kirîlîp ahhan kirkestig s. Üzücü.
kîçîg suğlan, Kimge hozılıp, çir kirkı Barut sıkıştırma çubuğu.
tobırçalar." M. Kilçiçekov (Gerilip kîrlek Topaç.
akan küçük dereleri / Kim ırmağına
kirlel- Kirlenmek: "Hamıstar arazı irtçee
katılıp, akıyorlar.) Kinlîp kip
çoğıl, kîrlel padır." G. Kazaçinova
kispeen, süülînîp suğ suspaan.
(Kamışların arası geçilmeyecek şe­
Atasözü (Gerinip elbise biçmemiş,
kilde, kirlenmiş.)
uzanıp su almamış.)
kirlen- Kirlenmek, kîsken kibîm kir­
kirilde Pulluk oku.
lendi giydiğim elbise kirlendi.
kirim Yaşıt, akran.
kîrlencîk s. Kir tutar, çabuk kirlenen.
kirîn-sağıs kirin- kendine gelmek, d o ğ ­
kirlendir- Kirletmek.
rusunu düşünmek: "Anan sağıs
kirînîp alıp, tîgî çaçırap parğan pa­ kîrles Eşik: "Hızapıya Sofonovna,
lazın haap alğan." N. Domojakov kîrleske sıh kilîp, püün kem haydağ
(Sonra kendine gelip, uzağa sıçra­ odıhnah pes odınçathanın kor
yan çocuğunu kapmış.) tunbıshan." N. Nerbişev (Hızapıya
kirindi bk. kırgın Sofonovna, eşiğe çıkıp, bugün k i ­
min, nasıl odunla soba yaktığına
kirindî Peş. ıstanın iki pudına tîkken
bakmış.)
kirindi pantolonun iki ayağına diki­
len peş. kirlig s. Kirli: "Kipti nince çil kis park?
kırış (ı.) Kiriş. Kiriş paa yayın iki ucu Kögenek kirlig." N. Tyukpiyekov
arasındaki b a ğ . (Elbiseyi kaç yıldır giyiyor? Gömlek
kirli.) kirlig kip kirli elbise. îstînen
Kiriş (ıı.) 1. Giriş, kün klrizî 1. Batı:
kirlig nimenî arığ it polbassın.
"Hamcı sabınah kün kîrîzînzer
Atasözü (içindeki kirliliği temizle-
közîtken." N. Tyukpiyekov (Kamçı­
nın sapıyla batıyı göstermiş.) 2. yemezsin.) kirlig suğ kirli s u .
Güneşin batması. kirös 1. Vaftiz, kiröske tüzîr- vaftiz
etmek: "Klçîgde anı pu uluğ aalda
klris- 1. Girişmek: "Mayıh parğam
îce-pabazı, olğan hazıh azırap
sîreede odırarğa, kürezerge,
kîrîzerge, talazarğa." V. Şulbayeva polbin, onstı kum idîp, kîröske
(Yoruldum koltukta oturmaktan, tüzîrtîrler." N. Tyukpiyekov (Küçük­
mücadele etmekten, girişmekten, ken, bu büyük köyde, anne babası
dalaşmaktan.) 2. Karışmak, el çocuklarına bakamayarak, Rus'u
sokmak: "Par, tuhma, kîzî kîrîspes vaftiz babası edip, vaftiz ettirdiler.)
surığlar." V. Şulbayeva (Git, karde­ kirös paba vaftiz babası, kîrös îce
şim, insanın karışmayacağı mese- vaftiz annesi. 2. Haç.
kirpe -250- kis

kirpe Buzağı ahırı, bîr kirpee toldıra ah kirtîn- 1. İnanmak, güvenmek: "Ölîg,
hastar. Bilmece, dişler (Bir ahır do­ paza hol in kize saap saltırlar,-
lusu ak kaz.) krş. kirtpe Vaska tahnap parğan, kirîînminçe."
kîrpis Kerpiç: "Payusa, közenek çariinan A. Kuzugaşev Ölü ve kolunu
tisker ahsılığ kîrpis peeske tayanıp, kesmişler, -Vaska şaşırmış,
apsahtıh soonca törzerök irtken." A. inanmıyor.) Kîzî sösterîne
Çerpakov (Payusa, pencere ışığıyla kirtînme, pozınnın harahtarına la
kuzeye bakan kerpiç sobaya daya­ kirtîp çör. Atasözü (Kişi sözüne i­
nıp, ihtiyarın ardından başköşeye nanma, kendi gözüne inan.) 2. Ta­
doğru geçmiş.) kîrpis stene kerpiç pınmak, hudayğa kirtînminçetken
duvar, kîrpis çay kerpiç şeklinde kîzî tanrıtanımaz, Allahsız, ateist.
sıkıştırılmış çay. kîrpis halıbı ker­ kirtînçek s. Kolay inanan, saf: "Hakas
piç kalıbı. aallannda olanay çon andağ-
kirşe (ı.) sag. 1. Üstün yetenek, mındağ sağıs tutpinça, kizee
kaabiliyet kirşe pala üstün yete­ kirtînçek ulus." N. Domojakov
nekli çocuk. 2. Akıllı. (Hakas köylerinde sıradan halk hile
hurda bilmez, insana kolay inanan
kirşe (ıı.) 1. Göğüs kemiği. 2. Hayvan
halk.)
göğsü.
kirtîneeçî s. Tanrıya inanan, iman eden.
kirsee İstidat, yetenek, kirseezî par
yeteneği var. kirtînîs 1. İnan, inanç, umut. 2. Güven,
güvenme: "Alcıbay andağ uluğ
kirsek bk. kirşe (ıı.)
kirtînîske türger le nandır polbaan."
kirsen (ı.) bk. kirşe (ıı.) S. Çarkov (Alcıbay böyle büyük bir
kirsen (ıı.) belt. Kertik, çentik. güvene çabucak cevap vermemiş.)
kirsî- Yanık kokmak: "Andartın hay- kirtînîs- 1. Birbirine inanmak. 2. Birbirine
dar-da kirsîp parğan çıs sabıl güvenmek.
kılgende, paza apsah andar, pahlap
kirtînîstîg s. İnandırıcı, ikna edici
alıp, kire halğanda, Payusa
ürügîbîsken." A. Çerpakov (Oradan kirtînîstîg ün inandırıcı ses (tonu.)
belirsiz bir yanık kokusu yayıldığın­ kirtîr- 1. Kerttirmek. 2. Ufalatmak. 3.
da ve ihtiyar oraya bakmaya girdi­ Doğratmak.
ğinde Payusa ürkmüş.) kirtîs 1. İnanma, inanç. 2. Güvenme,
kirspek 1. Kan pıhtısı, kirspek han güven. 3. Kıza hediye verme, nişan
pıhtılaşmış kan. 2. Ayran çökeltisi. için verilen hediye.
kirt- 1. Kertmek. 2. Kemirmek. 3. Ufala­ kirtîstîg s. 1. İnanılır. 2. Güvenilir.
mak, parçalamak. 4. Doğramak. kirtkîlcek 1. Desen yapma aracı. 3.
tamkı kirt- tütün doğramak.
Baskı tarzında yapılmış desen.
kirtîk Kertik. kirtpe 1. Buzağı ahırı. 2. Küçük kutu,
sirtîk bk. kirtîk sandık. 3. Tahıl ambarı veya odada
kirtîksî- İnanmak: "Paza Hoortay apsah tahıl bölmesi.
pu semyalığ orıstı 'hashı' teenge kirtpek Kertik.
kirtîksîbin odırğan." N. Domojakov kis (ı.) Gençlik: "Apsah-iney kisteh
(Yine ihtiyar Hoortay bu aileli Rus'a kireence / Çir dee pala azırap
"eşkıya" denmesine inanmak iste­ polbaan." M. Bainov (Karı koca
meyerek oturuyor.) gençlikten yaşlılıklarına kadar / Hiç
çocuk yetiştirmemiş.) kis tuzı genç­
kirtîm Parça, parçacık, pîr kirtîm kirpîs
lik zamanı.
çay bir atımlık sıkıştırılmış çay.
kis -251 - kistem
kis (ıı.) 1. Çaydanlıkta, semaverde kireç. kiskek (ı.) Eğri, eğrilmiş.
2. Y e m e k yanığı, kapta kalan ye­ kiskek (ıı.) Hastalık, enfeksiyon hastalı­
meğin dip kısmı. ğı-
kis (m.) Okun arka ucu. kiskekte- Hasta olmak.
kis- (ı.) Geçmek, aşmak: "Çohırah, kiskî 1. Ok ucu. 2. Keski (aleti)
sidenge çide le, çol kizîp, azağın kîskîlîk Samur derisinden örtü, battani­
ködîrîp, türce turıp, anan üs-tört ye, altın orğanğa çadıp, altın
hatap çirnî tödlr teep-teebîzîp, si­ kîskîlîgîn çabınğan altın döşeğe
den ibîre oylabıshan." V. Kobyakov yatıp, altın samur kürkünü örtün­
(Çohırah, çitin yanına ulaşır müş.
ulaşmaz, yolu geçip, ayağını
kislorod Oksijen.
kaldırıp biraz durduktan sonra üç
dört kez yere eğilip çitin etrafında kislorodtığ s. Oksijenli.
koşmuş.) Kiçîgnî kizerde kizîn kislota Asit.
azaannı körîp a l . Atasözü (Geçidi kispe bk. kiskî
geçerken arka ayağına bak.) kispek (ı.) Ayran çökeltisi, kesmik, krş.
kis- (ıı.) Giymek: "Anın îcezî, nap-naa kirspek
torğı kögenek kizîp, torğı plat kispek (ıı.) Kesinti, parça, kispek çil
tartın ip, ibînde çir as-tamah timnep
hafif rüzgâr.
çörçe."\l. Kobyakov (Onun annesi,
yepyeni ipek elbise giyip, ipek şal kispek (m.) Kozalak temizleme aracının
takıp, evde yiyecek hazırlıyor.) alt kısmı.
kisken kögenegîn, kizîbîsken kispektîg s. Ayran çökelek hâline gelme.
polça giydiği elbiseyi kesiyormuş. ayran kispektîg pol parça ayran
Pozı kîçicek pozınan uluğoh çökelek haline geliyor.
pörîk kisçe. Bilmece, mantar.
kîspîk Kakül, perçem.
(Kendi küçücük, boyundan büyük
börk giyiyor.) kîspîkte- Perçem kesmek, pala sös
ispeze, kîspîktîrge kirek çocuk
kis- (m.) 1. Kesmek: "Olarnıh pîrsînde söz dinlemezse, saçlarını perçem
kîzînîh ağırığ çirîn kisçeh pıçahtar kesmeli.
polğannar."\. Kotyuşev (Onların b i ­ kîste Gelecek, uluğnı uluğla, uzada
rinde insanın hasta organını kese­ kün körerzîn; kîçîgnî kîçîgle-
cek bıçaklar varmış.) Ağastı pîr kîstede kün körerzîn büyüğü ulula,
hati saap andara kis polbassın. uzun gün görürsün, küçüğü koru,
Atasözü (Ağacı bir defa vurmakla gelecekte gün görürsün.
kesip yıkamazsın.) Çabas pastı kîste- Kişnemek: "Aran-çula açığ
hılıs kispes. Atasözü (Yumuşak ökpelenîste sıhırada kıstep çöre,
başı kılıç kesmez.) îpek kis- ekmek çalğızaan harbas pariğan on
kesmek. 2. Biçmek. Kirîlîp kip püürneh."H. Nerbişev (Yiğit at, acı
kispeen, süülînîp suğ suspaan. öfkeyle kişneyip, tek başına kapış­
Atasözü (Gerinip elbise biçmemiş, mış on kurtla.) Ada çirîne ay-tıs
uzanıp su almamış.) as kis- ekin pirbes; uluğnı uludar, k î ç î g n î
biçmek. 3. Kırmak, doğramak, odm kîsteder. Atasözü (Ata yerine hu­
kis- odun kırmak, doğramak kize zur vermez, büyüğü ulutur, küçüğü
toğır kabaca. kişnetir.)
kîs zool. 1. Samur. 2. Samur kürkü, hara kîsteg Kişneme.
kis ton kara samur palto. kistem 1. Kısa (süre, ömür) 2. Kararsız.
kîstes
-252-
k îz î

kîstes- Kişneşmek: "Sıhtaan çili, kites- Gizlice gözetlemek: "Cazı anın


kfsteze tüskenner horıh parğan tut polbazah, aal malın kites
hulunıçahtar." N. Nerbişev (Ağlar sıhçazınf ( Y a b a n î hayvanları yaka-
gibi, kişneşivermiş korkan kulun- layamazsan, evcil hayvanları
cuklar.) At kîstezîp tanışça, k î z î - gözetliyorsun.)
çoohtazıp. Atasözü (At kitet- 1. Gizlice yaklaştırmak. 2. Gizlice
kişneşip tanışır, insan konuşup.) seyrettirmek.
kîstes Kişneme: "Andağ kîstes çashı kizeges Parça, küçük parça.
künnerde potadır." N. Nerbişev kize Kabuk, soyuntu, köçe kizezî arpa
(Böyle kişneme güzel günlerde o­ kabuğu.
lur.) kizek 1. Parça, bölük, kısım: "Anda-
kîstet- Kişnetmek. mında kizek kömek hartamın
kistî s. 1. Arka taraf, arka. tağ kistînen altınah, çirdeh kök odıcahtar
hara pulut sıh kildî dağ ardından körînglep odırçalar." V. Kobyakov
kara bulut çıkıp geldi, stol kistînde (Şurada burada kar kümelerinin al­
masa arkasında, masa başında: "Ot tından, yerden gök otlar görünüp
stol kistinde uluğ aalcı çili, odırıp, duruyor.) kizek çurtıcah bir bölük
azıranıp, tozınıp odırçathan potça." oymak, kizek buluttar öbek öbek
V. Kobyakov (O, masa başında bulutlar. 2. Kalıp, parça, dilim:
saygın misafir gibi, yemek yiyip o­ "Çolda taynanğan arış ipekten pir
turmuş oluyor.) kizek halğan polğan." N.
Domojakov (Yolda yenen çavdar
kistîk Küçük bıçak.
ekmeğinden bir dilim kalmış imiş.)
kistîm 1. Kul, köle. 2. Uydu, peyk. kis- 3. Ot yığını, ot kümesi, pîr înekke
tîm çonı uydu millet. hıshıda pîr kizek kirek bir inek için
kistîr- Kestirmek. "Holın kistîr salğan."A. kışın bir balya ot gerek, sabin
Kuzugaşev (Kolunu kestirmiş.) kizegî sabun kalıbı, kizek mal az
sayıda mal.
kistoçka Fırça. *
kiştîm bk. kistîm kizekte- 1. Bölümlere ayırmak. 2. Yağ­
mur atıştırmak.
kit Balina, kit ödîrcefî balina öldürür.
kittîn çaa balina yağı. kizekti zf. Bölünmüş olarak, parça ola­
kitayets Çin(li). rak.
kite- 1. Sessizce yaklaşmak: "Çıldah kîzen 1. Tuzak. 2. Bukağı.
çılğa ol annap / Çıs tayğanı pray kizen- Korkmak, gözü korkmak.
pllcen / Çapçah annarnı kitep / Çoo kizenîs- Birbirinden çekinmek.
athlap ol alcan." P. Ştıgaşev ( Yıl­ kîzenne- 1. Zincire vurmak. 2. Bukağı­
dan yıla o avlanıp / Sık ormanı hep lamak. 3. Tuzak kurmak.
bilirmiş / Hızlı avları sessizce yak­ kizer Yiğit, kahraman.
laşıp / Çok avlayıp o almış.) 2. Giz­ kizer- Süt, yemek yanmak.
lice seyretmek. kizert- Sütü, yemeği yakmak.
kiteg 1, Sessizce yaklaşma. 2. Gizlice kizet- (kam) Ruhlara hükmetmek, ham
seyretme. tösterîne kizetçe kam ruhlarına
kiten- Sakınmak, korunmak. hükmediyor.
kitencek s. Çekingen kîzî Kişi: "Apsahtah hada kop klzî
kitencekte- Korumak, sakınmak. parğan." A. Çerpakov (İhtiyarla bir­
kitencekten- Çekinmek, sakınmak. likte çok kişi gitmiş.) Çazağ kîzînîn
ülüzîn attığ k î z î albas. Atasözü
-2 -
kîzîg
klassik
(Yaya kişinin ülüşünü atlı kişi kizîrt- (ıı.) Giydirmek: "Anan çaacı pu
almaz.) ipçî kîzî bayan, ir kîzî er­ alıptı izer oyiinzar altandırıbıshan,
kek, hakas kîzî Hakas. ons kîzî pazına pozınıhoh furajkazın
Rus. haydağ-da kîzî her türlü kişi. kizîrtîbîsken." F. Burnakov (Sonra
pîr kîzî bir kişi. pîr dee kîzî hiç savaşçı bu yiğidi eyer çukuruna
kimse, niik kîzî konuşkan, kîzî a l ­ bindirmiş, başına kendi kasketini
evlenmek. giydirmiş.) Adı çoh kîzee at
mündîr, kibî çoh kîzee kip kizîrt.
kîzîg Yağlı, besleyici (yemek), kîzîg Atasözü (Atsızı ata bindir, elbisesi­
tamah yağlı yemek. ze elbise giydir.)
kizîk Saadet, mutluluk, baht.
kizîs- 1. (birlikte) Kesmek, kesmesine
kizîktîg s. Mutlu, bahtiyar, talihli. yardım etmek. 2. (birlikte) Biçmek.
kizîl-1. Kesilmek. 2. Ekin biçilmek. 3. (birlikte) Testereyle biçmek.
kizîm 1. Salgın, epidemi, kizîm ağırığlar kizîs 1. Kesme. 2. Biçme.
salgın hastalıklar. 2. Tifo. kizîm
kîzö Güveyi, damat. krş. küzee
aaicı tifo hastalığı.
kizîn s. Arka: "Pîr kizîn azaanah ças kîzölîg s. Güveyili, damatlı.
han sıhçathan, çohır aday ol kîzörke-(çocuk) Ailesini yadırgamak.
azağınah çadap la tömençetken." pala kuzörkep parça çocuk ailesini
N. Domojakov (Bir arka ayağından yadırgıyor.
taze kan akan, ala köpek o ayağıy­ klad Gömü; yeraltı zenginliği.
la güçlükle yere basmış.) Kiçîgnî
kladovoy Ambar, kiler.
kizerde kizîn azaannı körîp a l . A­
tasözü (Geçidi geçerken arka aya­ kladovka Mahzen, depo.
ğına bak.) attın kizîn azağı atın ar­ kladovşçik Ambar, depo memuru.
ka ayağı, kizîn terpekter arka t e ­ klapan Valf, supap.
kerlekler, kistî arka, arkası.
klarnet muz. Klarnet
kizîn- (ı.) Kesilmek. klarnetist Klarnetçi
kizîn- (ıı.) Giyinmek. klass 1. Sınıf, öğrenim yapılan yer:
kizîndî Kesinti (kumaş, deri parçası.) "Pozınıh klazına çügür pardı, pîr
kizîr- (ı.) Geçirmek: '7kölehnî dee kîzî çoğıl, huruğ." A.
kizîrbinîbîzerge harashan çili, suğ Kuzugaşev (Kendi sınıfına yürüdü,
üstüne kilîp alğannar." İ. Kotyuşev hiç kimse yok, boş.) ügretçîler
(İkisini geçirmemeye kararlı gibi, su klasstan sıhhannar öğrenciler sı­
üzerine gelmişler.) nıftan çıkmışlar. 2. Sınıf, grup.
kizîr- (ıı.) Giydirmek. toğınçı klass işçi sınıfı, klasstar
kizîre zf. Geçerek, aşarak: "Hara kürezii sınıf mücadelesi, klass çoh
sözîrbee klrgen çili / Çayğı haraanı sınıfsız. 3. Sınıf, pîzîncî klasstın
kizîre çüsçem." M. Kilçiçekov (Kara ügrencîzî beşinci sınıf öğrencisi. 4.
ağa girmiş gibi / Y a z gecesini geçe­ Sınıf, aile, grup. özîmner klazı bit­
rek yüzüyorum.) suğ kizîre par- kiler âlemi, hustar klassı kuşlar a­
suyu geçerek gitmek. 2. Öte­ lemi.
sinde, karşısında: "Aaldah toğırsuğ
kizîre çaspah arah hırlığ Kirîm tîp klassiçeskay s. Klâsik.
adalçathan tağ turca." A. Çerpakov klassifikatsiya Sınıflama, sınıflara ayır­
(Köyün karşısındaki suyun öbür ma, bölümleme.
yanında düz zirveli Kirim adında klassifitsirovat' pol- Sınıflandırmak.
dağ duruyor.)
klassik Klâsik.
kizîrt- (i.) Geçir(t)mek.
klassnay -254-
koliçestvo
klassnay s. Sınıf, sınıfsal. knigalığ s. Kitap, kitapla ilgili.
klassovay s. Sınıfsal. knijka Küçük kitap, defter.
klavişa Tuş, diş. knopka Düğme, tuş.
kletçatka Selüloz. knö Mahmurluk.
kletka 1. Kafes. 2. Hücre. 3. Kare, da­ knöle- Mahmurlaşmak.
ma. koalitsiya polit. 1. Koalisyon. 2. Koalis­
kletkalığ s. Kareli, kletkalığ tetrad' yonla ilgili.
kareli defter. koçan Lahana koçanı.
klever Yonca. koçannığ s. Koçanlı, koçannığ kapusta
kley Yapıştırıcı, tutkal, zamk. baş lahana.
koçegar Ateşçi.
kleyle- Yapıştırmak, tutkallamak, zamk­
lamak. koçegarka Ocak dairesi.
kleyonka Muşamba. kodeks Kanunlar mecmuası, zakon
kodeksi kanunlar mecmuası
kleyster Çiriş, kola.
koeffitsient Katsayı, emsal.
klika Klik, güruh.
kofe 1. Kahve. 2. Kahveyle ilgili, kofe
klimat İklim. plantatsiyazı kahve tarlası.
klimatiçeskay s. İklim, iklimsel. kofeynik Cezve.
kliniçeskay s. Klinikle ilgili. kojevnik Sepici, debbağ.
klinika Klinik. koka kız. Yumurta.
klişe Klişe. kokain ecz. Kokain
klient Müşteri. kokainnîg s. Kokainli.
koklyuş tıp. Boğmaca, ol koklyuşnan
klientura Müşteri, müşteriler.
ağırca o boğmaca olmuş.
klop Tahta kurusu. kokon Koza. torğı kokonı ipek kozası.
kloun Palyaço, soytarı. koks Kok, kok kömürü.
klub 1. Kulüp: "Çurtapçathanıbıstı pozın kok-sağız bot. Sakız ağacı.
daa körçezîn: klub par, köglîg, pray kokstandır- Kokyapmak.
nime çitkîl." S. Çarkov {Hayatımızı kokstandırcan pis kok yapma fırı­
kendin de görüyorsun: Klüp var, nı.
neşeli, her şey yeterli.) 2. Kulüple kokteyl' Kokteyl.
ilgili, klub toğızı kulüp işi. kolba kim. Tüp.
kluben' bot. Yumru kök. yablah kolbasa Sucuk: "Sumkazınan kolbasa
kulüben'nerî patetes yumruları. sığar pirce." V. Şulbayeva (Çanta­
klumba Çiçeklik, tarh. sından sucuk çıkarıyor.)
klük Fırın kancası, ateş kancası. kolbasnik Sucukçu.
kolçedan Pirit.
klüs Anahtar.
kolenkor Kalikot, kalkiot.
klyatva Ant, yemin.
kolhoz Kolhoz: "Haydağ külük polcan
klyon bot. 1. Akçaağaç, isfendan. 2. poldı, kireence kolhoz çılğızın
Akağaç(tan). hadarğan." A. Çerpakov (Ne yiğit i­
klyukva Frenk üzümü. d i , yaşlanana kadar kolhoz yılkısını
knes 1. Prens. 2. Prenslik. otlattı.)
kniga Kitap pu kniga naukaa uluğ kolhoznik Kolhozcu, kolhozda yaşayan.
hozım bu kitap bilime büyük katkı. koliçestvo Nicelik.
hığırcan kniga okuma kitabı.
-255-
koliçestvennay komissionnay
koliçestvennay s. Kemiyet, nicelikle komandarm Ordu komutanı.
ilgili.koliçestvannay çislitei'naylar komandir Komutan.
gr. asıl sayılar. komandirovat' pol- Görevle gönder­
kollegiya Heyet, kurul. mek.
kollektiv Topluluk, heyet: "Annanar komandirovka Memuriyet, görev,
pîstîn kollektiv çiitternîn brigadazın misyon.
iderge çarattı." S. Çarkov (Bu yüz­
komandirovoçnay Memuriyet.
den bizim heyet gençler ekibini
kurmayı kararlaştırdı.) komandnay s. Komut, komuta.
komandovanie Komut etme, komuta
kollektivizatsiya Kolektifleştirme.
etme.
kollektivizatsiyala- Kolektifleştirmek.
komanduyuşçay s. Komutanla ilgili,
kolektivizm Kolektivizm. kumandanla ilgili. armiyanın
kollektsioner Koleksiyoncu. komanduyuşçayı ordu komutanı.
kollektsiya Koleksiyon. kombayn 1. Kırma ve öğütme makinesi,
kollektsiyala- Koleksiyon yapmak. taskömîr kombaynı taş kömürü
karkalarnı kollektiyala- pul birik­ öğütme makinesi. 2. Biçerdöver.
tirmek. kombaynnan as kizerî biçerdöver­
kollokvium Kollokviyum. le ekin biçmek.
koloda Yalak, kütük. kombayner Kırma makinesi makinisti,
kolodtsa Kuyu. biçerdöver makinisti.
kolonial'nay s. Sömürge, müstemleke. kombinat Kombina, fabrika: "İt
kombinadında toğınmaan polzan,
kolonist Kolonist, kolonili, kolonide otu­
haydi pîstî azıhrçıhsın?" V.
ran.
Şulbayeva (Et kombinesinde çalış-
koloniya Sömürge, müstemleke. masaydın, bizi nasıl beslerdin?)
kolonizator Sömürgeci, müstemlekeci. kombinatsiya 1. Kombinezon, düzen­
kolonizatorskay s. Sömürgecilik, müs­ leme, tertip. 2. Kombinezon, kadın
temlekecilik. elbisesi.
kolonka Kolon, sütun. kombinezon Kadın elbisesi, kombine­
kolonna Direk, sütun. zon.
kolonnalığ s. Sütunlu, direkli. kombinirovannay s. Birleşik, birleşmiş.
kolonnalığ tura sütunlu ev. kombinirovat' pol- Birleştirmek.
kolonok zool. Kolonok, yırtıcı bir hay­ komediya Komedi.
van. komediyalığ s. Komik, komedi.
kolontitul Sayfa başlığı. komendant Kumandan.
kolontsifra Sayfanın başındaki rakam. komendatura Kumandanlık.
koloratura müz. Rulâd, tril. kometa astr. Kornet, kuyrukluyıldız.
kolos Başak krş. pazah komfort Konfor, rahat.
kolosnik tek. Ocak ızgarası. komforttığ s. Konforlu.
kolpak Kalpak. komissar Komiser.
komanda 1. Komut, komanda pir- ko­ komissariat Komiserlik.
mut vermek, komanda a l - komut
komissionnay s. Komisyonla ilgili.
almak. 2. Takım, ekip, grup. futbol
komandazı futbol takımı.
-256-
Komissiya konfet
Komissiya Komisyon. uçastkovay komplekt Takım, komple.
tabığ komissiyazı yerel seçim ko­ komplektovat' pol- Takım yapmak.
mitesi. şkolalarnı komplektovat' pol- o­
komitet Komite: "Sağaa, Alcıbay, kulları derleme, takım yapma.
komsomol komitedf Izençe." S. komplektsiya Yapılış, yapı.
Çarkov (Sana, Alcıbay, komsomol kompliment Kompliman.
komitesi güveniyor.)
kompot Komposto.
kommentariy Yorum, tefsir.
kompozitör Besteci, bestekâr, kompozi­
kommentator Yorumcu. tör.
kommersant Tüccar. kompozitsiya Kompozisyon, müzika
kommertsiya Ticaret. kompozitsiyazı müzik bestesi.
kommuna Komün. romanın kompozitsiyazı romanın
kommunal'nay s. Komünle ilgili. kompozisyonu.
kommunikatsiya Komünikasyon, bağ­ kompress tıp. Kompres.
lantı, temas. kompressor tek. Kompresör.
kommunikatsiyalığ s. Bağlantılı, ileti- kompromiss Uyuşma, uzlaşma.
şimli, komünikasyonla ilgili. kompromisstığ Uyuşma, uzlaşmayla
kommunist Komünist: "A mına pular, ilgili, kompromisttığ çaradığ uz­
kommunistter, ülgüdegî tabannar, laştırıcı çözüm.
strananı pray odap parirlar." V. komsomol Komsomol, Komünist Genç­
Şulbayeva (İşte bunlar, komünist­ ler Birliği: "Annan hada komsomol
ler, iktidardaki köpekler, ülkeyi b ü ­ komitedmîn haçızı Çaptıkov
tünüyle yakıyorlar.) polğan." S. Çarkov (Onunla birlikte
kommunistka Bayan komünist. Komsomol komitesinin başkanı
kommunistiçeskay s. Komünizm, ko­ Çaptıkov vardı.)
münizmle ilgili. komsomol'skay Komünist Gençler
kommunizm Komünizm. Birliğiyle ilgili.
kommutator Komütatör, çevirgeç. komsomolets Komsokol,
kommyunike Komünike, resmî bildiri. komsomolcu Komünist Gençler Bir­
liğinin üyesi.
komnata Oda: "Ol komnatanın îstînce
çörîp tee pastabıshan." S. Çarkov komsorg Komsomol kurulu başkanı.
(O odanın içine yürümeye de baş­ komsostav ask. Subaylar heyeti.
lamış.) çibîrge metr komnata yirmi kon'ki Paten.
metre oda. komnatada onday kon'yunktura Konjonktür, durum.
çoğıl odada düzen yok. uzucafi konditerskay Şekerleme, pasta.
komnata yatak odası.
kondüktör Kondüktör.
kompartiya Komünist partisi.
konevod At üreten, haracı.
kompas Pusula.
konevodçeskay Hara ile ilgili.
kompensatsiya Tazmin, tazminat, zarar
konfedaratsiya Konfederasyon.
ödentisi.
konferentsiya Toplantı, konferans.
kompetentsiya Yetki, salâhiyet.
konfet Şeker, bonbon: "Çey îzîrtken
kompleks Kompleks, mecmu, bütün.
torttan, çoh, şokolod konfetten." V.
kompleksnay s. Karışık, karma, mec­ Şulbayeva (Çay içirtmiş, pastadan,
mu. hayır, çikolatadan şekerden.)
konfetti -257- konvert

konfetti Konfeti. kontora Ofis, büro: "Olar aal azaanda


konfiskatsiya Müsadere, toplatma. çurtaannar, kolhoz kontorazınah
konfiskovat' pol- Haczetmek. ırah nimes." F. Bumakov (Onlar kö­
yün alt tarafında yaşıyorlardı,
konflikt İhtilaf, anlaşmazlık.
kolhoz bürosundan uzak değil.)
kongress Kongre, kurultay.
kontrabanda Kaçakçılık, kaçak mal.
konkretnay s. Sarih, açık: "Koni, haydi
kontrabandist Kaçakçı.
îipçeler filosoftar, konkretno surığ
turğızarbıs." V. Şulbayeva (Doğru, kontrabas müz. Kontrbas.
nasıl söylerler, filozoflar, meseleyi kontrakt Kontrat.
açıkça ortaya koyalım.) kontraktatsiya Kontrat, sözleşme.
konkurent Rakip. kontral'to müz. Kontralto.
konkurentsiya Rekabet. kontramarka tiy. Davetiye, parasız bilet.
konkurs Müsabaka, yarış. kontrataka ask. Kontratak, karşı atak.
konkurstığ s. Müsabakalı, yarışmalı. kontributsiya Tazminat, zarar ödentisi.
konnitsa Süvari. kontrnastuplenie ask. Karşı saldırı.
konserva Konserve: "Alay harahha çîtîg
kontrol' Kontrol. gosudarstvonın
nimespîn me? - tip, pay ağı ool ırah
nimes pözJk çirdegî konserva kontrolî devlet kontrolö.
bankazar orta atça." V. Tatarova kontrol'la- Kontrol etmek.
(Yoksa, gözlerim keskin değil mi? - kontrol'nay s. Kontrol, denetimle ilgili.
deyip, deminki genç uzak olmayan
kontrolyor Kontrolör, kontroicu.
yükseklikteki konserve kutusuna i­
sabetli ateş ediyor.) kontrrazvedka ask. Gizli polis teşkilatı.
konservatıvnay s. Muhafazakâr, tutucu. kontrrevolyutsioner Karşı devrimci,
devrim karşıtı.
konservatizm Muhafazakârlık.
kontrrevolyutsionnay s. Karşı devrimle
konservator Muhafazakâr.
ilgili, devrim karşıtlığıyla ilgili.
konservatoriya Konservatuvar.
kontrrevolyutsiya Karşı devrim hareke­
konsilium Konsültasyon.
ti.
konspekt Özet, hulasa.
kontsentrat Konsantre yem, yemek
konspekta- Özetlemek.
veya maden.
konspirator Gizli çalışan.
kontsentratsiya Konsantrasyon, topla­
konspiratsiya Gizli olarak çalışma.
ma, yığma.
konstitutsiya Anayasa.
kontseptsiya Kavrayış, idrak.
konstruktor Proje mühendisi.
kontsern ekon. Konsorsiyum.
konstruktsiya Yapı, yapı tarzı.
kontsert Konser: "Kontsert toozıl pardı."
konsül Konsolos.
V. Şulbayeva (Konser bitti.)
konsul'tant Danışman.
kontserttığ s. Konserle ilgili.
konsul'tatsiya Danışma, istişare.
kontsessiya İmtiyaz antlaşması.
kontakt Kontak, temas.
kontekst Tam, asıl metin. kontslager' Toplama kampı.
kontinent Kara, kıta. konuş mat. Koni, mahrut.
kontinental'nay s. Karasal, kıtasal. konvert Zarf: "Pastağı kööienîs pîçiinlh,
kontingent Miktar, sayı, kontenjan. Tirlep, konvertln çapsırğan." M.
-258-
konveyer kostyum
Bainov (İlk aşk mektubun / Terleyip, çoohtazıp alarbıs, -tip, koridordan
zarfını yapıştırıyor.) pis'monı sığar parıbıshan."\. Topoyev (Dışa­
konvertke suh salarğa mektubu rı çıkalım, konuşuruz, deyip, kori­
zarfa sokmak. dordan çıkarmış.)
konveyer Zincir, silsile, konveyör. koridorlığ s. Koridorlu.
konveyerlîg s. Zincirli, bağlantılı. korifey Üstat, dahi. naukanın
konvoir Muhafız. korifeylerî bilimin üstatları.
konvoy Konvoy. korneplod bot. Yumru k ö k .
konvoynay s. Konvoy, konvoyla ilgili. korobkacah Küçük kutu.
korobok Kutu. spiçkanın koroboğı
konyuşnya Tavla, at ahırı.
kibrit kutusu.
koop Hendek, su yolu, kanal: "Sanca,
koroP 1. Kral. 2. (satrançta) Şah. 3.
könegîneh hoğdırap ala, hıra (oyunda) Papaz.
hırinça ahçathan koopsar
koroleva Kraliçe.
çügürgen." i. Topoyev (Sanca, ko­
korona Taç, kral tacı.
vasını tangırdatarak, tepenin ya­
nında akan kanala doğru koşmuş.) koronalığ s. Hükümdarlıkla ilgili.
suğ çaycan kooptar su dağıtma koronatsiya Taç giyme.
kanalları. koronka Kuron, tîs korokazı diş kuronu.
kooperativ Kooperatif: "Pastağızı korporatsiya Lonca, cemiyet, birlik.
Kooperativterge haçan hayığ korpus 1. Bina, yapı. fabrika korpuzu
salarzar?" V. Şulbayeva (Öncelikle fabrika binası. 2. Kolordu. 3. Kolor­
kooperatiflere ne zaman ilgi göste­ duyla ilgili, korpus komandirı ko­
receksiniz?) lordu komutanı.
kooperator Kooperatifçi. korrektirovat' pol- Düzeltmek, tashih
etmek.
kooperatsiya İş ortaklığı, birlikte çalış­
korrektor 1. Düzeltmen, korraktor
ma.
toğızı düzeltmen işi.
kooptatsiya Bir meclisin kendi üyesini
korrektura Tashih, düzeltme.
seçmesi.
korrespondent Muhabir.
kooperirovat' pol- Kooperatifleştirmek.
korrespondentsiya Yazışma.
koordinatı Koordinatlar. korzina Sepet, sele.
kopi Maden ocağı, maden. kosekans mat. Kosekant.
kopirovat' pol- Kopyalamak. kosınka Üç köşeli baş örtüsü.
kopiya Kopya, suret, kopiya şuur- kop­ kosinus mat. Kosinüs.
ya çıkarmak. kosmopolit Kozmopolit.
korabl' 1. Gemi. 2. Gemiyle ilgili, korabl' kosmopolitizm Kozmopolitizm.
püdîrii gemi yapımı, korabl' uzı kostyor Ateş.
gemi ustası, korabl' püdîrîgcî ge­
kostyum Elbise, kostüm: "Çıılğan
mi işçisi.
çonnıh arazında stol puluna çölen
korali Mercan. salğan küren öhnîg naa kostyum
kordon ask. Kordon. kis salğan çiit ool odır."G. Topanov
(Toplanan halkın arasında masanın
koreyets Koreli.
köşesine yaslanan kahverengi
koreyskay s. Koreyle ilgili. renkli yeni elbise giyen oğlan oturu­
koridor Koridor: "Tashar paran, yor.)
kostyumna
-259- ködes

kostyumna- Kostüm giydirmek. rak bakmış.)


kostyumnığ s. Elbiseli, kostümlü. köbîn- Şişmek, kabarmak.
kosvennay s. Dolaylı, vasıtayla, kinaye­ köbîr- 1. Köpürmek, kabarmak. 2. mec.
l i , kosvennay çooh ed. Kinayeli Kabarmak: "Çayğızı gitse, apsahtın
söz. çüregi köbîr kilce." A. Çerpakov
kotlet Pirzola. (Yaz gelince, ihtiyarın yüreği kaba­
kovşik Kepçe. rıyor.)
kozır' (iskambilde)Koz. köbîr (ı.) Körük, demirci ocağı.
kozırnay s. (iskambilde) Kozla ilgili. köbîr (ıı.) (ağaç) Kömürü.
kozıryok Siperlik, şapka siperliği: köbîr (m.) Zayıf koyunun bir önceki
"Soldaitar çili holın kozıryokka yıldan kalan yünü.
ködîrîp."V. Şulbayeva (Askerler g i ­ köbîrgen Yabanî soğan.
bi elini siperliğe götürüp.)
köbîrgenne- Y a b a n î soğan toplamak.
köbee 1. Elbisede kenar dikişi. 2. Ayak­
köbîrgennîg s. Y a b a n î soğanı bol olan
kabı veya çizmede nakış.
yer.
köbeele- Elbisenen altına etek dikmek.
köbîrgî bk. köbîrtkî
köbeelîg s. Kenarı nakışlı, dikişli
köbeelîg maymah kenarı nakışlı köbîrtkî Tahta köprü.
çizme. köbîskek Bir tür Hakas paltosu.
köben (ı.) Yumuşak, gevşek, köben köbîzî Çoğu. köbîzî kilgen çoğu gelmiş.
tözek pamuk döşek. 2. Pamuk. köç- bk. kös-
köben (ıı.) Koyu g r i ; lâcivert. köçe 1. Arpa: "Kök çazaa toldıra / Köçe,
köbîg 1. Şiş, şişkinlik. 2. Ur. puğday çayıbıstım." İ. Kostyakov
köbîgey Yemiş, hızıl köbîgey kırmızı (Yer gök dolusu / Arpa, buğday
yaban Mersini, hara köbîgey siyah yaydım.) 2. Arpa, arpadan, köçe
yaban Mersini, turna köbîgey mec. ügre arpa çorbası.
sopa. kök köbîgey yaban Mersini. köçîges sag. Enik, köpek yavrusu, krş.
köbîk 1. Köpük: "Ah la köbîk, pozı kücüges
harahtarın çazırça." N. Domojakov köçîk (hayvanda) Arka taraf, hoy köçîgî
(Ak köpük gibi gözlerini saklıyor.) 2.
in aarlığa sanalca koyunun arka
Şişlik.kabarıklık.
kısmı en kıymetli kabul edilir.
köbîktei- Köpüklenmek: "Köbîktel turğan
k ö ç î r - 1 . Göçürmek. 2. Kopya etmek.
süttig könektîg oolağının hırinca
irtîp parirıp, pabazınm tonın köçîrîs- 1. (birlikte) Kopya etmek. 2.
çabınıp, polda uzupçathan Vaskanı (birlikte) Göçürmek.
irkelestîg teebısken." A. Kuzugaşev köçîs Göçme, göçüş.
(Köpüklenen süt dolu kovayla oğlu­ köçîs- Göçmek.
nun yanına geçip, babasının palto­
sunu örtünüp salonda uyuyan ködee Atın boynundaki şişlik.
Vaska'ya sevgiyle dokunmuş.) ködek Yumru kök, bitki kökü.
köbîkten- Köpüklenmek. ködekte- Yumru kökü kesmek.
köbîktendîr- Köpüklendirmek. ködektö Yumru kök kesme bıçağı.
köbîktîg s. Köpüklü: "Apsah, ahsın sala kodes Çanak, çömlek, dökme kap, ten­
azın salıp, ipçîzer hızıl köbfgllg cere, toy kodes saksı. Ködezîme
harahtarın suğlandıra körgen." A. ügre haynadıp îssem, tos
Çerpakov (ihtiyar, ağzını biraz açıp, polbinçam. -Bilmece, sigara
kadına kızıl köpüklü gözleri sulana- (Tenceremde çorba kaynatıp içsem
ködeş -2 -
köger
doymuyorum.) üzülüp, kendini öldürmek ister." 2.
ködeş bk. kodes Tarttırmak.
ködîr- (ı.) 1. Kaldırmak: "Kinetîn pazın ködîrt pek (ı.) bk. ködîrges
ködîrîp, Aydodah surca." V. ködîrtpek (ıı.) sag. Elbisenin kenarına
Kobyakov (Aniden başını kaldırıp dikilen kuzu kürkü.
Aydo'dan soruyor.) 2. Götürmek,
taşımak: Köpke haraspa, ködîrtîm Kötürüm, zayıf düşmüş hay­
ködîrerge aar polar. Atasözü (Ço­ van, kök cazının porçozı ködîrtîm
ğa göz dikme, taşıması ağır olur.) hoynı oyladar gök ovanın çiçeği
Pîr apsah tooza nimenî ködîredîr. kötürüm koyunu koşturur.
Bilmece, askı. (Bir ihtiyar her şeyi ködre Batak, bataklık.
taşıyor.) 3. Tartmak. ködö 1. Hamuttan dolayı atın boynunda
ködîrges 1. Bir p u d , 16. 3 k g . Iık ağırlık oluşan yara. 2. Sıraca (hastalığı)
ölçüsü. 2. Tartı. kög 1. Neşe, şenlik. 2. Şarkı: "Çahsı
ködîrîg 1. Götürme, kaldırma. 2. Tartma. kögnen köglençezîh / Çir sınnannın
ködîrîl- 1. Kaldırılmak, götürülmek. 2. arazında." A. Topanov (Güzel şar­
Tartılmak. 3. mec. Kabarmak, yük­ kıyla neşeleniyorsun / Yerin dağın
selmek: "Çürekterî arasında.)
ködîrîlgennerînen hakas tflîne kögbe (ı.) anat. 1. Diş e t i . 2. Jant, kas­
kîrîzîbîskenner."A. Kuzugaşev (Yü­
nak.
rekleri kabardığından Hakasça ko­
nuşmaya başlamışlar.) kögbe (ıı.) bot. Ter o t u .
ködîrîlçîk s. Kendini öven, palavracı. kögben Yeni yağmış kar.
ködîrîlîs İlham, coşkunluk: "Ol kiceegî kögcî Şarkıcı: "Kögcî haraçhayım Minî
tannastığ iirnîh ködîrîlîzînde polğan çir tastabas." N. Tinikov (Şarkıcı
am daa." N. Nerbişev (O, dünkü kırlangıcım / Beni hiç bırakmaz.)
şaşırtıcı akşamın coşkunluğunda idi kögçîl zool. Bir tür kuş.
hâlâ.) kögder- kaç. Acı vermek, azap çektir­
ködîrîm 1. Ağırlık, tîrîg ködîrîmî canlı mek.
ağırlığı. 2. Kaldırma, yükseltme.
kögdîk bk. köglîg
ködîrîmnîg s. Ağır: "Naa hıl plattığ, tadar
kögenektî / Körîzî ködîrîmnîg, kögenek Elbise, gömlek: "Anın îcezî,
kömes hatığ." V. Maynaşev (Yeni nap-naa torğı kögenek kizîp..." V.
yün elbiseli, Hakas gömlekli / Gö­ Kobyakov (Onun annesi, yepyeni
rünüşü ağır, biraz sertçe.) ipek elbise giyip...). Ağas nimes
pürlîg, kögenegî çoğıl tîgîlgen. -
ködîrîn- 1. Kaldırılmak, götürülmek. 2.
Bilmece, kitap. ( Ağaç değil yaprak­
Övünmek. 3. Tartılmak.
l ı , elbisesi yok dikilmiş.) îstîne
ködîrîs- 1. Birbirini götürmek. 2. Birbirini
kîscen kögenek iç giyim
tartmak.
ködîrîs 1. Kaldırma, götürme. 2. Tartıl­ kögenektîg s. Elbseli, giysili: "Uzun hızıl
ma. kögenektîg alçah ipçî." N.
ködîrmek bk. ködîrges Domajakov (Uzun kırmızı elbiseli
kısa kadın.)
ködîrt- 1. Kaldırtmak, götürtmek: "Anan
malları ködîrtîp ölglepçetse, kîzî köger- 1. Gögermek: "Cazının îstînde
ürep parğandağı, çîli piçellep, tüdünnîg kii kögerîp..."\l. Kobyakov
moonıbızarğa çügürcen." N. (Yazının içinde dumanlı gökyüzü
Tyukpiyekov (Sonra malları göğerip...) 2. Morarmak: "Ibdeh aar-
götürtüp öldürtse, insan ölmüş gibi peer pozıtpacah / îkî harah
kögercen." M. Kokov (Evden dışarı
kögerîs- -261-
köklö
çıkarmamış / İki gözü morarmış.) 3. torğayahtar cazı üstün köglendîrîp
Filizlenmek, yeşermek. sarnasçalar." V. Kobyakov (Yeni
kögerîs- Göverişmek, yeşillenmek: gelen çayır kuşları ovanın üstünü
"Kögerîs turğan tanış tağlar şenlendirip ötüşüyorlar.)
pîldîrtpin çağınnas turlar." N. kögles- 1. (birlikte) Şarkı söylemek. 2.
Tyukpiyekov (Göğerip duran tanıdık Eğlenmek, keyif çatmak. 3. Kuşlar
dağlar bildirmeden yaklaşıyorlar.)
ötüşmek: "Anı ibîre çıılıshan an-
kögert- Göğertmek, yeşertmek. hustar îdök köglezîp çöredîr." N.
kögîlbey s. Göğümsü: "Haydağ kögîlbey Tinikov (Onu çevreleyen kuşlar da
tigîr püün." M. Kilçiçekov (Ne gö- onun gibi ötüşüyorlar.)
ğümsü gök bugün.)
köglîg s. Neşeli, keyifli: "Köglîg naa çil
kögîldî zool. Su çuluğu.
çitkende / Halın uygudan
kögîm Gök, yeşilimsi, kögîm örtek ushundım." N. Tinikov (Neşeli yeni
yeşil ördek. yıl gelince / Derin uykudan uyan­
kögîmdîk bk. kögîlbey dım.) köglîg tapsas neşeli sesle­
kögîs (ı.) Göğüs: "Aydo, sit tayağına niş.
köksînen çölenîp, çalan kîzîdeh
harağın albin kör tur." V. Kobyakov kögmen bk. kögben
(Aydo, melez ağacı sopasına g ö ğ ­ kögör 1. Deri matara. 2. Tulum. 3. Deri
süyle dayanıp, çıplak ata binmiş o­ çuval.
lan kişiden gözünü almadan bakı­ kök (ı.) S. 1. Yeşil, tan atsa, kün sığa­
yor.) dır, köök tapsaza, kök ot özedîr.
kögîs (ıı.) Düşünme, düşünüş. Atasözü (Tan atarsa gün çıkar, g u ­
kögîspek (ı.) Yelek, bluz. hırna guk kuşu ötse, gök ot büyür.) 2.
kögîspek deri yelek. Mavi. kök tigîr mavi gök. 3. Yeşil­
kögîspek (ıı.) Ağ çemberi. den. Közenegî çoh kök tura. Bil­
kögîstîg s. 1. Göğüslü, göğsü geniş mece, karpuz. (Penceresi yok yeşil
olan, güçlü: "Çar oshas pözîk ev) 4. mec. Gök, gökyüzü, ah kök
kögîstîg ashır küstîg çortıp açık mavi. kök pas kırlaşmış baş.
kilçetken." N. Nerbişev ( Y a r gibi kök at kır at. kök cazı yeşil ova.
yüksek göğüslü aygır güçlüce ko­ kök (ıı.) Deri şerit.
şup geliyor.) Tîllîge tîdîrtpe,
kögîstîge pastırba. Atasözü (Dilli­ kök (m.) Kök, ata, cet. tödîr kök anne
ye söyletme, göğüslüye 'güçlüye' tarafına çekmiş çocuk. îsker kök
ezilme.) 2. Göğüslü, yamaçlı: Çis baba tarafına çekmiş çocuk.
kögîstîg tağlarım / Çobalıs kökçîl Köküne çekmiş, atasına benzer.
halçathan oshas." S. Kadı şev (Ba­ kökçîn Yaşlı, iney kökçîn yaşlı kadın, ir
kır göğüslü dağlarım / Acı çekiyor
kökçîn yaşlı erkek.
gibi.)
kökesîm Kendini beğenmiş, kibirli.
kögîzek zool. İskete, baştankara: kökesîmnîn külîgî çoh polcan
"Tigîlgen haahtapçatsa, kögîzekter kendini beğenmişin aklı olmaz.
ün sığarbinçalar." V. Şulbayeva
(Çaylak ötünce, isketeler ses kökî- 1. İnat etmek, dediğinden dönme­
çıkarmaz.) mek. 2. Titiz olmak.
kögle- 1. Şarkı söylemek. 2. Eğlenmek, kökîmer bk. kökesîm
şenlenmek, neşelenmek. 3. Cıvıl­ kökîs Kendini beğenmişlik, kurum­
damak. lanma, k u r u m , kibir.
köglendîr- Eğlendirmek, neşelendirmek, kökît- Saldırtmak, kışkırtmak.
şenlendirmek: "Naa kilgen köklö Kukla.
-262-
kökse kölek

ölse de iyi kişinin adı kalır.)


kökse- Azarlamak, paylamak: "Abis, köl- (atı) Koşmak: "Soorğa köl salğan
pashısta tunp / Aponnı tın attın hırında nime-de idîp..." A.
köksecen." P. Ştıgaşev (Papaz Kuzugaşev (Kızağa koşulmuş atın
merdivende durup / Apon'u çok a­ yanında bir şeyler yapıp...)
zarlamış.) kölbe Yalak, ağaç tekne. Soshanın
köksel- Küfretmek, bağırmak, haykır­ çaa kölbede. Atasözü (Domuzun
mak: 'Yakın, kilebes, anı kür yağı yalakta.)
tabısnan köksel-kürlep parıbıshan."
kölbek (ı.) sag. Koşumlu at. krş.
V. Kobyakov (Yakın, gelerek ona
köigek
küfredip bağırarak gitmiş.)
kölbek (ıı.) Pusu, gizli yer. kölbet İt
kökses Küfretme, bağırma, haykırma:
salça o pusu kuruyor.
"Yakınnın ol köksesterîn sağın
çörçe, ol sohpas nimes, sınap taa kölbenne- 1. Güzel elbiseyle dimdik
soğar."\l. Kobyakov (Yakın'ın o k ü ­ yürümek. 2. Salınarak yürümek.
fürlerini düşünüyor, dövmez değil, kölbennet- Sallatmak, çalkalamak:
gerçekten de döver.) "Kümüs ayahtığ azınnı /
Kölbennetpin dee îskeyzîfî." M.
kökset- Küfrettirmek, bağırtmak.
Bainov (Gümüş kadehteki içkini /
köksî Göğüs. Sallamadan içesin.)
köksö Verem. kölbes bk. kibîs
köksölîg s. Veremli, öksölîg kîzî verem­ kölbeske Deri battaniye, kölbeske
li. çoorğan deri yorgan.
köksön Testi, güğüm, arağa urcan k ö l b e y - 1 . Yayılmak, serilmek: 'Talay çîli
köksön içki konan t e s t i . kölbeyçetken / Tobırğan çirnî
köksöre- Zaman zaman öksürmek. porçolığ ot."M. Arşanov (Deniz gibi
kökte- (ı.) Atasına benzemek, çekmek: yayılan / Kaplamış yeri çiçekli ot.)
"Tireek tunma fcezîn tın kökteptîr, 2. Yayılarak, süzülerek yürümek.
andağoh tapsabas, çooğı sıhpinça." köldîr- Atı koşuma bağlatmak, koştur­
A. Çerpakov (Tireek kardeş anne­ mak.
sine çok benziyor, onun gibi köleçke 1. Suluk zinciri: "Toraat, suğluh
konuşmaz, sesi çıkmıyor.) ashırın köleçkezı sığdırazıp, hılağay huzurii
kökti at töridîr aygır soyundan at cayılıp..."V. Kobyakov (Doru at, su­
olur. luk zinciri şıngırdayıp, seyrek kuy­
kökte- (ıı.) Koşumu kayışla bağlamak. ruğu yayılıp...) 2. Halka.
kökteg bk. kök (ıı.) köleckeli zf. Halka halka, dalga dalga:
köktet- Koşumu kayışla bağlatmak. "Çe polca köleckeli tarapçathan
sooh kii oolahtı tonnan pazoh ipti
köktîg s. Mavili, maviden, mavimsi.
çabınarğa küsteen." A. Kuzugaşev
köktîr Bozkurt. (Fakat salona halka halka yayılan
köktîrek Boz köpek. soğuk hava oğlanı paltoyla daha iyi
köl Göl: "Ol köl anda turğan malnın örtünmeye itmiş.)
suğadı polça."M. Kobyakov (O g ö l , k ö l e - 1 . Gölgelemek. 2. Siper olmak.
orada duran malın sulağı oluyor.)
kölede Noel bayramı.
Hurup taa parza, kölnîn odı halar;
öl tee halza, hıyğanın adı halar. köleg Siper.
Atasözü (Kurusa da gölün otu kalır, kölek Gölge: "Örtep turza îzîg ötîg /
-263- kömerlen
kölektîg

Kötek itçen çolım üstün / Haydağ (Alt tarafında büyük olmayan göl­
çahsı polargın / Püdlr salzam tura- cük.)
stih."M. Ugdijekov (Yakıp dursa sı­ kölîg Koşum: "Plldlstlg, kölçe sihî, pir
cak, keskin / Gölge edecek yolum kölîgde halıhtirğa." V. Şulbayeva
üstün / Ne de güzel olurdu / Yapa- (Belli koşuyor seni, aynı koşumda
bilsem evden şiir.) adımlamak için.)
kölektîg s. Gölgeli. kölîglıg s. Koşumlu, koşulmuş: "Köp san
köllgllg attan Şirazar gosudarstvaa
kölem Geniş, büyük.
pirceh as tölirge tartıpçalar." M.
kölemnîg s. İri, cüsseli, kölemnîg ipçî Kokov (Çok sayıda koşumlu atları
gebe kadın. Şira'ya devlete verilecek tahılları
kölemelîg s. Gölgeli. ödemek için taşıyorlar.)
kölen- 1. Saklanmak: "Kün tağ kistine kölîl- Koşumları takılmak: "Sağamoh
hacanoh kölen parğan." S. Çarkov parbaspın, pozırah at am daa
(Güneş dağ arkasına çoktan sak­ köHlbeen." A. Kuzugaşev (Hemen
landı.) 2. Gölge etmek. gitmem, boz at henüz
kölendîr- 1. Gizlemek, saklamak. 2. koşumlanmamış.)
Gölge ettirmek. költek s. Şişman.
kölenîs- (birbirine) Gölge etmek: költey- Şişman, kaba görünmek.
"Çaspan tağlar paza olarnın köm bk. kön
sırtındağı kizek ağastar, çayhalıza köm- Gömmek: "Çe hacan anı kööm
tüzlp, plrsl plrsîne kölenlzlp, gide sıhhannar, Anda la oharğan oshas
hal turğannar." A. Çerpakov (Geniş polğam: Uucamnı oymahha
dağlar ve onların sırtındaki seyrek suhpahar!" V. Maynaşev (Fakat ne
ağaçlar sallanarak, birbirine gölge zaman onu gömmeye başladılar/ O
ederek, kayboluyorlar.) zaman meseleyi anlar gibi oldum
/Ninemi çukura koymayın!)
köler- sag. (at) Ürkmek.
kömdîr- Gömdürmek.
kölercik s. Huysuz, ürkek (at.)
kömdîrt- Gömdürtmek.
kölet- 1. Gölge etmek, gölgelemek:
"Kibri çızaan homdızın / Kilkfm köme (i.) 1. Aç gözlü. 2. Tedarikli köme
tastar köletçe." M. Kokov (Kenarı harın pisboğaz, obur.
yıpranmış lâhdini / Geniş taşlar köme (ıı.) Kovma, sürme.
gölgeliyor.) 2. Gizlemek, saklamak. kömek Kar birikintisi, kar yığını: "Anda-
mında kizek kömek hartamın
köletkî (ı.) bk. kölek
altınah, çirden kök odıcahtar
köletkî (ıı.) Gölgelik, siperlik, kalpak. körlnglep odırçalar." V. Kobyakov
köletkîlig s. Gölgeli. (Orada burada kar birikintilerinin al­
köley Bor, terkedilmiş tarla, köley odı tından, yerden gök otlar görünüp
çim. köley tarthıs yaban keteni. duruyorlar.)
kölge kız. içki yapımında kullanılan içi kömele- Kovmak, sürmek, atmak.
su dolu kap. eaynanı kömelepçedîr şeytanı ko­
kölgek Koşumlu (at.) kölgektegî at vuyor.
koşumlu at. kornerle- (hayvanın erkeği dişisinin
kölgîn Yaban keçisi veya geyik avlama­ etrafında) Dolaşmak.
ya yarayan çit. kömerlen- Tamahkârlık göstermek.
kölîcek Gölcük, küçük g ö l : "Altınzarinda kömerlengen kîzî tamahkâr, aç
uluğ nimes kölîçek." V. Kobyakov gözlü kişi.
kömes -264- könîk
kömes 1. zf. Az, biraz: "Anın kömes köndel- Ölen kişinin elbiselerinin yakası
halğanın Azıhha la tut salçan." P. kesilmek, köhdelbeen kiptî üreen
Ştıgaşev (Onun azıcık kalanını / kîzî kispinçe ölüye yakası kesil­
Azık için saklamış.) 2. s. Az, biraz. memiş elbise giydirilmez.
Köpke harassa, kömes tee çoh köndele- bk. köfide-
polar Atasözü (Çoğu isteyen, azı köndelet- Eğitmek, terbiye etmek, imnîk
da bulamaz.) Par nimenî çoh itpe,
attı köndelet- vahşî atı eyere alış­
kömestî köp it. Atasözü (Varı yok
tırmak.
etme, azı çok et.)
köndey 1. Boş, bomboş. 2. Boşluk.
kömîr Kömür, köz: 'Tas kömirlîg /
köne sag. Su çevrintisi, çevrinti, eğrim.
Hara tas gorod / Talayca çüsçe
sinin kuzin." M. Kilçiçekov (Taş palıhtığ köne balıklı su çevrintisi.
kömürlü Kara taş şehri / Denize köneges Kova(cık.)
doğru yüzer senin gücün.) könek Kova: "Oolah könekke suğ
kömîs- Gömdürmek, gömmek. sustıp, çayınnadıp ala Timurzar
manzıraan." İ. Topoyev (Oğlan ko­
kömîske Kaş: "Sol kömîskezînde oyıh
vaya su alıp, çalkalayarak Timur'a
çir, sol harağınan hannığ ças doğru koşmuş.) nanmır könekten
sığılça." N. Domojakov (Sol kaşın­ ne urgan çîli çaapça yağmur ko­
da açılma, sol gözünden kanlı yaş vadan (bardaktan) boşalırcasına
akıyor.) yağıyor, ağas könek ağaç kova.
kömîskelîg s. Kaşlı, hara kömîskelîg timîr könek demir kova.
kara kaşlı. könektîg s. Kovalı, kovayla: "Köbîktel
kömne- Deriyi gön hâline getirmek. turğan süttîg könektîg oolağının
teerînî kömnedîm deriyi tabaklayıp hırinca irtlp parıbıshan." A.
gön yaptım. Kuzugaşev (Köpüklenen süt dolu
kömzee 1. Tedarik. 2. Kışlık yiyecek kovayla oğlunun yanına geçmiş.)
stoğu, deposu. 3. Zenginlik, servet. könetke Cadı, cadaloz.
4. Gömü. könî 1. s. Doğru, düz, düzgün: "Könî
k ö m z e e l e n - 1 . Kışlık yiyecek stoklamak, sözînnî tın köp ispedîm." M.
depolamak. hıshızına küske Kilçiçekov (Doğru sözünü çok iyi
kömzeelengen kışa fare yiyecek dinlemedim.) könî nimes yanlış. 2.
depolamış. 2. Tedarikli olmak. zf. Doğruca, doğrudan: "Anı
kömzeelengen k î z î tedarikli kişi. könîzmen kîzî ödlrcen tirge
kömzer-Kırmak, tahrip etmek, yok et­ çarirçıh." İ. Kotyuşev (Ona doğru­
mek: "Arthan-halğanın dan adam öldüren denebilir.) könî
çoohtas- doğru konuşmak.
kömzercenner anın." M. Arşanov
(Artıp kalanını yok etmişler onun.) könîk- Alışmak, benimsemek: "Hacan
kön Gön, tabaklanmış deri. kön ödîk çarın kün harağı çabıs tağnın pazı­
gön çizme, kön hap deri çanta, va­ na tüskende, nanıp konikken Jnek-
mallar uluğ çolca köölce subalızıp
liz.
sıhhannar." V. Kobyakov ( Parlak
köhde 1. Eğitmek. 2. Terbiye etmek. gün ışığı alçak dağın başına indi­
könde- Ölen kimsenin elbisesinin yaka­ ğinde, dönmeye alışkın inekler b ü ­
sını kesmek, kjp moydırığın yük yola doğru yavaşça dizilmişler.)
köndepçe (ölen kişinin) elbise ya­ aktyor pozınıfi rol'una könîk
kasını kesiyor. parğan aktör kendi rolünü benim-
-265-
koniktir köölce

semiş. klimatha könîk- iklime a­ V. Şulbayeva (Çayırda guguk ö t ü ­


lışmak. yor / Benim yaşımı sayıyor.) krş.
könîktîr- Alıştırmak. köök, köögîzek.
könfl- Doğrulmak, düzelmek. köögîs- Öykünmek, taklit etmek.
könîldîr- Doğrultmak. köögîskek s. Taklitçi, öykünen.
könîlen- Doğrulmak. köögîzek zool. Guguk, gugukçuk: "Oy
köögîzek, sarnaba / Köhnîceemnî
könnf Gönül, istek, arzu: "Aydo, ağaa
sayğaba." V. Şulbayeva (Oy g u -
paza daa köp nime çoohtap,
gukçuk şarkı söyleme /
pozının könnîn alğıdarğa
Gönlüceğimi kırma.) krş. köök,
köölengen." V. Kobyakov (Aydo,
ona başka da çok anlatım, kendi kööges.
gönlünü ferahlatmak istemiş.) köök zool. Guguk: "Ol pîreede, köök
könnîbîsçe gönlümüzce: kiınîn arazında çayğan suğnın
"Könnîbîsçe idi Öskîrîp / Köp urojay ortızında turğan çîli, körînîbîsçe." V.
alaanar!" P. Ştıgaşev (Gönlümüzce Kobyakov (O bir yandan, guguk k u ­
böyle ürün yetiştirip / Çok ürün ala­ şunun gökyüzünde yayılan suyun
lım!) "Könnîme pir dee kîrbeen," V. ortasında durmuş gibi görünüyor.)
Şulbayeva (Gönlüme hiç girmiyor, Tan atsa, kün sığadır, köök
içemo sindiremiyorum) könnîn tapsaza, kök ot özedîr. Atasözü
ködfr- Gönlünü kabartmak keyif­ (Tan atarsa gün çıkar, guguk öter­
lendirmek, könnîme kîrdî gönlüme se, gök ot büyür.) krş. kööges,
girdi, hoşuma gitti, könnîm albinça köögîzek.
gönlüm almıyor, hara könnînen
yok yerden, könnîm pulğalça m i ­ köök- Taklit etmek.
dem bulanıyor. könnî par istekli, kööktîr- 1. Taklit ettirmek. 2. Teşvik
arzulu, gönüllü, könnî t o l - hoşnut etmek, anı postarının tabıstarınan
olmak, hoşuna gitmek, könnî çat- kööktîrîp, hathırıshannar onu
gönlü yatmak, beğenmek, könnî kendi seslenişJeriyle teşvik edip g ü ­
pol- istekli olmak, istemek, könnî lüşmüşler.
çarı içi açılmak, rahatlamak.
kööl 1. Arzu, gönül: "Keşke paza pisçe
"Kemnîh toğızı köhnînerge kîrdî?"
olğan, kööllerî tüzîp, közenekser
V. Şulbayeva (Kimin işini beğendi­
pastırıs parğannar." A. Kuzugaşev
niz?) könnînen gönüllü olarak.
(Keşke ve beş kadar çocuk arzuları
könnîlîg s. Gönüllü, arzulu, istekli: yitip, pencereye doğru yürümüşler.)
"Çarıh könnîlîg tura hona, körçem." 2. İstek. 3. Sevgi, aşk.
V. Maynaşev (Arzulu olarak otura
kalka bakıyorum.) çalahay köölbek s. Dost canlısı, iyi kalpli, seve­
könnîlîg iyi yürekli. cen, merhametli: "Halın pulut, çüs
kilîp / Kün haraan tulğabıstı /
köö Neşe, ümit: "Oollarnın prayzının
Köölbek ilgep nanmınn / Hara çirnî
daa köö tüs parğan." S. Çarkov
suğardı." N. Tinikov (Kalın bulut,
(Oğlanların hepsinin de neşesi
kaçmış.) köö çoh ümitsiz, neşesiz, göçerek /Gün ışığını kapattı / Sev­
keyifsiz: "Vaskanın pazına köö çoh giyle eleyip yağmurunu / Kara yeri
sağ ı star kîrdî be bay dağ." A. suladı.)
Kuzugaşev (Vaska'nın başına ke­ köölce zf. 1. Sakince, sessizce, yavaş­
yifsiz düşünceler girdi mi ne.) ça: "Oolaan tîgden-mınnan
köödelen- kaç. Rast geleceğini ummak. sıybastırğlapça, köölce aidi
kööges zool. Guguk: "Pükte kööges çoohtanğlapça." İ. Kotyuşev (Oğlu­
tapsapça / Minîn cazım sanapça." nu orasından burasından
-266-
köölen köptel
sıvazlıyor, yavaşça teselli ediyor.) Köpke harassa, kömes t e e çoh
2. Sakin, sessiz. polar. Atasözü (Çoğu arzularsa, az
k ö ö l e n - 1 . Gönlünü kaptırmak, tutulmak, da yok olur.) Köpke hınzan
âşık olmak: "Palam, his köölenze çansını körbessîn. Atasözü (Çoğu
çüreeneh, haydarparar."M. Bainov seversen güzeli görmezsin.) Köl
(Yavrum, kız âşık olsa yüreğiyle, ibîre köp ağas. -Bilmece, kirpik
(Göl etrafında çok ağaç.) 2. Fazla:
nereye gider.) 2. İstemek, arzula­
"Kömes tee polza, arğıstarımnah /
mak: "îsfınde çarılızarğa daa
Könî sözîhnî tın köp ispedîm." M.
köölenmin arah tapsaan, çe anı Kilçiçekov (Az da olsa arkadaşla­
pozında la sağın salğan." V. rımdan / Doğru sözü çok fazla işit­
Kobyakov (İçinden ayrılmak da medim.) köp önnîg çok renkli.
istemez gibi seslenmiş, fakat bunu haydağ köp ne çok. köbîzî çoğu.
sadece içinden düşünmüş.) köp arah biraz çok, çokça, köbök
daha çok. köp san gr. çokluk, köp
köölencîk s. Şıpsevdi, tez âşık olan.
toçka gr. üç nokta, köp nimes
köölendîr- Sevdirmek, âşık ettirmek. az, çok değil, köpten köp çok
kööleneeçî bk. köölencîk. fazla, köp çahsı çok güzel.
köölengenîm Aşkım, sevdiğim. köp- Kabarmak, şişmek.
köölenîs Sevgi, âşk: "Alcıbay ol köp azah zool. Kırkayak.
köölenîstî çaada, okop îstînde,
köpçek sag. Kepçe.
odırçadıp taa sağızında tutçah." S.
Çarkov (Alcıbay o sevgiyi savaşta, köpen Ot, ot yığını: "Köpen uliinca Ya­
kın, at üstünde ılın polbin, at
siper içinde, oturuken de aklında
habırğazınzar nandığıp parğan." V.
tumuş.)
Kobyakov (Ot yığını büyüklüğünde­
köölenîs- (birbirini) Sevmek, âşık olmak. ki Yakın, atın üstünde tutunamayıp,
köölenîstîg s. Sevgili, sevgiyle atın yanına doğru yatmış.)
köölenîstîg arğıs sevgili arkadaş. köpennîg s. Ot yığını olan. köpennîg
kööllîg s. Sevecen, sevgili: "Kööllîg cazı ot yığınları olan ova.
çüregîm ködîrîle tüze / Kös köppeges s. 1. Yemyeşil: "Andağ kîstes
haraamnı çastandırça." S. Kadışev çashı künnerde potadır, hacan
(Sevgili yüreğim kabara ine / Gö­ köppeges otha çılığ kün suzındağı
zümü yaşlandırıyor.) pükter çahayahtan turıbıssalar." N.
Nerbişev (Öyle kişneme bahar gün­
köör tıp. Kızamık, köör aalcı tanma
lerinde olur, yemyeşil ota sıcak g ü ­
salça kızamık yüzde iz bırakır.
neş altındaki çayırlar çiçeklenirse.)
kööre- Mutlu olmak, sevinmek. 2. Masmavi: köppeges tlgîrde pîr
kööret- Sevindirmek, mutlu etmek. dee pulıdıcah komimin turğan
kööres- (birlikte) Mutlu olmak, sevinmek. masmavi gökte hiç bulut gö­
rünmüyordu.
kööres Mutluluk, sevinç: "îstîndegî
köörezîneh hada sıhçah." N. köpsek s. 1. Patlak göz. 2. Şişkin so­
Nerbişev (içindeki mutlulukla birlik­ m u n . 3. Yumuşak yastık.
te çıkmış.) köpseme Sebze çabuk bozulma, solma.
köözî- Teyellemek. köpsî- Sebze solmak, bozulmak.
köözît- Teyelletmek. köpsüs lenok (balık türü.)
köp s. Çok: "Kemnîh hoyı polcandır köptel- Artmak, çoğalmak: "Suğ
mınca köp?" V. Kobyakov (Kimin köptelîbîzer, nasos turğızarğa kirek,
koyunu oluyor bu kadar çok?) - teen Alcıbay." S. Çarkov (Su ço-
köpteldîr körîgci
ğalır, tulumba yapmalı, demiş nılcannap kör- etrafına veya arka­
Alcıbay.) sına bakmak, töbîn kör- yere bak­
köpteldîr- Çoğaltmak. mak, yere doğru bakmak, kör sal-
köpteldîre zf. Çoğaltarak. bakıvermek. harah albin kör-gö­
köptîr-1. Şişirmek. 2. Kabartmak. zünü kırpmadan bakmak, devamlı
bakmak, çahsı kör- a) iyice bak­
köptîrges 1. Pide, çörek, köptîrges itçe
mak: "Olar çohır adayzar çahsı
pide yapıyor, kömgen köptîrges
körgen polzalar, piree nime
bazlama. 2. Av ininin çevresindeki uğarcıhtar." N. Domojakov (Onlar
toprak. iyi baksalardı, bir şeyler anlarlardı.)
kör 1. Çığ. tağdan kör çılça dağdan çığ b) iyi görmek: "Harahtarı çahsı
iniyor. körbeze dee, ah hus palaçaan pik
kör irkîn Eşik altı. kör irkînnîn altı ağaç ızırın parçathan." N. Domojakov
eşiğin alt kısmı. (Gözleri iyi görmese d e , ak kuş
kör- 1. Görmek. Çahsı attı çörîzînen yavrusu, sert ısırılmış.)
pîlceler, çahsı k î z î n î toğızınan körbe 1. Güzün doğmuş tay. 2. belt.
körceler. Atasözü (Güzel at yürü­ Kısır koyun.
yüşünden bilinir, güzel insan doğu­
körbeecîk Görmezden gelen.
şundan görülür.) 2. Bakmak: "Ol,
pozınıh kilgen çirîn körip, turca." V. körçîk Sütlü yiyecek, içecek, körçîk idîp
Kobyakov (O, kendi geldiği yerine îç- süt karıştırıp içmek.
bakıp duruyor.) 3. Bakmak, göz k u ­ kördîr- Göstermek.
lak olmak, palalar kör- çocuklara körehe 1. Maya. 2. Mayalayacak kadar
bakmak, mal kör- mala göz kulak kalan yoğurt, ayran. ayran
olmak: İdi ağılza, Çornapha körenezîn tîlep körerge mayala­
ipçizineh hada kilerge kirek yacak ayran aramak.
polarcıh, hazaadağı hoylan körcen köreh ot Osoka, bir tür sazlık bitkisi:
KİZİçoh halarcıh."\. Kotyuşev (Öyle "Mal çibes köreh ottar, tohçah
getirse, Çornap'a eşiyle birlikte küren pastığ hamı star." N.
gelmek gerekecekti, ağıldaki ko­ Domojakov (Malın yemediği sazlık
yunlara bakacak kimse kalmaya­ otları, iri kahverengi başlı kamışlar.)
caktı.) 4. Görüp geçirmek, yaşa­ körgek Bakan, bakıcı, tödîr körgek ipçî
mak: "Hızığıstı körgen kîzi ırah dikiş bilmez kadın. îsker körgek
sağıstığ pol paradır." N. Domojakov pala becerikli çocuk, tödîr körgek
(Darlığı gören kişi, uzak görüşlü o­ maymah çarpık ayakkabı.
lur.) ol pray nime körgen o her
körgenek Torun çocuğu, körîp îrîkpes
şeyi yaşamış. 5. Çocuk doğurmak,
körgenekterîm görüp duyamadı­
çocuk sahibi olmak: "Tatya on üs
ğım torunumun çocukları.
olğan körgen polğan Hoortaydah,
çe tîrig pir le hızı halğan." N. körgîs- 1. Göstermek, baktırmak. 2.
Domojakov (Tatya on üç çocuk do­ Muayene ettirmek, körgîzîp ayt- if­
ğurmuş Hoortay'dan, fakat hayatta şa etmek, açığa vurmak.
sadece bir kızı kalmış.) 6. Deneme körgîstîr- Gostertmek.
ifade eden yardımcı fiil olarak kul­ körgîze zf. Açık, sarih
lanılır sınap kör- denemek, sına­ körîg 1. Bakma, seyretme. 2. Görünüş.
mak, tadiin kör- tadına bakmak. körîgci 1. Bilgili. 2. Falcı, fal bakan. 3.
kis kör- kesmek, odır kör- o­ Seyirci: "Kirek polza, pis tce
turmak. harahha körerge çahsı körigciiemin adınan piçiges sii
dış görünüşü güzel, pu harahnan tartıbızarbıs." V. Şulbayeva (Gere­
körbinçe görüşü yok. körcen kirse biz de seyirciler adına mektup
saam çoğıl bakacak gücüm yok. yazdırırız.)
-268-
körîk k ö r lT g

körîk (ı.)zoo/. Burunduk, sincaba benzer başında yine yazıyor.) 2. Parlak,


bir hayvan adı. uluğ körîk ayı Mart. ayna gibi: "Mal pasçaa çoh patığ
kîçîg körîk ayı Nisan. sastar, körîndes oshas terpek
körîk (ıı.) Körük, demirci körüğü. köller."N. Domojakov (Mal giremez
körîkte- Burunduk avlamak. balçıklı sazlıklar, ayna gibi yuvarlak
körîm 1. Görünüş, manzara: "Pazoh göller.) suğnın üstî körîndes
pudurğı körîm irtîpçe -pazoh i bîre oshas suyun üzeri ayna gibi.
sarınan çnlısçalar, idi nince-nince körîndestîg s. Aynalı, körîndestîg şkaf
hati polğan." N. Domojakov (Yine aynalı dolap.
az önceki manzara oluyor, yine et­ körîndîre zf. Açık, sarih: "Tarıncah
rafından toplanıyorlar, bu tekrar
polıbıshanınah na nimes, harahha
tekrar oluyor.) talaynın körîmî de­
körîndîre uluğ çastan pastaan." N.
nizin görünüşü, tura tastının
körîmî evin dışardan görünüşü. 2. Nerbişev (Kolay darıldığından da
Bakış, olarnın körîmnerî pasha değil, göze görünecek şekilde yaş­
onların bakışı farklı. 3. gr. Görünüş, lanmaya başlamış.)
kılınış. 4. Tiyatro oyununda sahne. körînîs- (birlikte) Görünmek: "Kustuktıh
pizîncî körîm beşinci sahne. ogradazınıh îstînde mıltıhtığ
körîmcîl Basiretli, öngörülü. çalahnar körînîze tüskenner." V.
körîmgî padej gr. İsmin yükleme hâli Kobyakov (Kustuk'un duvarının i­
körîmnîg s. 1. Boyu poşu yerinde, en­ çinde tüfekli atlılar görünmeye baş­
damlı, görünüşü iyi, alımlı: "Çoh, lamışlar.)
körîmnîg, iptîg his." V. Şulbayeva körînmes s. 1. Görünmez: "Hıri
(Hayır alımlı, düzgün kız.) kîçîg körînmes Baykal kol." S. Kadışev
körîmnîg yaşından küçük göste­ (Ucu görünmez Baykal gölü.) 2.
ren, uluğ körîmnîg yaşından b ü ­ Görünmez, r u h . körînmez kîzînîn
yük gösteren. 2. Örnek, örnek alı­ palazı görünmeyen ruhun çocuğu.
nabilir. 3. Sahneii: pis körîmnîg
körîs 1. Bakış, nazar: "Oollar anı surığlığ
beş sahneii (oyun).
körîsneh üdeskenner." S. Çarkov
körîn- 1. Görünmek: "Ağastın altında (Çocuklar onu soran bakışlarla
hay dağ-da hara nime körînçe." A. uğurluyorlar.) 2. Fikir, görüş körîzî
Kuzugaşev (Ağacın altında kara bir ötîg keskin görüşlü.
nesne görünüyor.) Hızıl kiik körîs- Görüşmek: "Hırt körîsçeler,
körînze, atıp alarga çörçem; his
çaballasçalar, kîzî kîzee ayabinça."
pala urunza, hudalirğa çörçem.
Atasözü (Kızıl geyik görünse, vurup V. Şulbayeva (Nefretle bakışıyorlar,
_ almaya giderim, kız bala dövünse, birbirleriyle kötü oluyorlar, kimse
düğün yapmaya giderim.) ırahta kimseye acımıyor.)
tağlar körîngenler uzakta dağlar körîstîg s. Bakışlı, görünüşlü: "Anın
göründüler. 2. Ortaya çıkmak, belli küren, sîneen arah sırayı paza çılığ
olmak. Çahsı at hulunda körînçe, körîstîg hoor harahtarı Yakın
çahsı kîzî kîçîgde pîldîrçe. Atasö­ oshastarnina pîr dee tööyîçoğıl."\l.
zü (İyi at kulunken belli olur, iyi kişi Kobyakov (Onun yağız, ölçülü gibi
küçükken belli olur.) 3. Bakınmak. yüzü ve sıcak bakışlı konur gözleri
körînçekke körîn- aynaya bakın­
Yakın gibilerinkine hiç de
mak.
benzemiyor.)
körîndes 1. Ayna: "Körîndeske körînîp körîstîr- Görüştürmek.
alıp, stol kistînde pazoh pasça." V. körlîg s. Çığlı.
Şulbayeva (Aynaya bakınıp, masa
körtîges köstîg

körtîges Dolama hastalığı ruhu. parıbıshan." İ. Kotyuşev (İliskecek


körtîk Kürtün, kar yığını: "Pis, şkoladah orta öğrenimini bitirdiğinde, karde­
kilîp, olğannarnah hada solaas şini taş kömürü kazma yerine gön­
siden tözındegJ pözîk körtîkterde, derdiklerinden, ailesi oraya göç et­
okop oshas oymahtar hashlap alıp, miş.) paarı kös- kendinden geç­
harnan çaalazıp oynapçathabıs." mek: "Paarım köskence hathır
M. Çebodayev (Biz okuldan gelip, parim, pu palalarnı körîp." N.
çocuklarla birlikte çitin dibindeki Tinikov (Kendimden geçene kadar
yüksek kürtünlerde, siper gibi ç u ­ gülüyorum, bu çocukları görüp.)
kurlar kazıp, karla savaşçılık oynu­ köskîn Göçebe.
yoruz.) köspe (ı.) 1. Sihirli ayna. 2. mec. Tele­
körtîs- Göstermek, çol körtîs- yol gös­ vizyon.
termek. köspe (ıı.) Kanca, eğri demir.
kös (ı.) 1. Köz: "Sastarı altın sarığ, sırayı köspek Öngörme, kehânet
îzîg kös oshas hızıl."N. Domojakov köspekçî Ongörülü, geleceği gören,
(Saçları altın sarısı, yüzü sıcak köz kâhin.
gibi kızıl.) K î z î holınan kös tutpa, köste- 1. İşaret etmek: "Kustuk, pağdağı
kîzî küzînen kip kispe. Atasözü kîzîlernîh alnına oylap kilîp, olarzar
(Kişi eliyle köz tutma, kişi gücüyle salaanan köstep, çoohtapça." V.
kumaş biçme.) 2. Kömür: "Çıplama Kobyakov (Kustuk, bağlı kişilerin
hara çayğı haraa / Harahha hara karşısına koşarak gelip, onlara d o ğ ­
kös çayğan oshas." M. Kilçiçekov ru parmağıyla işaret ederek konu­
(Zifiri karanlık yaz gecesi / Göze şuyor.) 2. Nişan almak. 3. Gözet­
lemek, gizlice takip etmek, gözlerini
kara kömür sürmüş gibi.) îzîg
dikmek: "Hızıl çağalar mini köstep
köşke pas- elini ateşe sokmak, ta­
çörçeler." V. Şulbayeva (Polisler
şın altına elini sokmak, kös salçan
beni takip ediyorlar.)
kömür küreği, kös tartça n ateş
kancası, kös hısçan maşa. kösteg Nişan alma.
köstek Yazlık mutfak.
kös (ıı.) 1. Göz: "Ahcılar çolın kösten
köstel- Közlenmek, kömürleşmek, köz
çazırıp / Nahmır suu ahça, çulattar
gibi olmak, köstelîp sıhhan çarıh
polip." M. Kilçiçekov (Avcıların yo­
kün köz gibi doğan parlak güneş.
lunu gözden gizleyip / Yağmur suyu 2. Kızarmak: "Kün harağı
akıyor, dereler olup.) 2. Delik. kölenîbîsse / Köstelbineh sıhçalar."
tüürde altı kös polarğa kirek tefte A. Topanov (Gün ışığı gölgelense /
altı delik olmalı. 3. İmge, hayalet. Kızararak çıkarlar.)
kösten köşke göz göze, baş başa.
köstelîs Közlenme.
înge közî iğne deliği, marha közî
kösten- Közlenmek.
düğme deliği.
köstes 1. işaret etme. 2. Gözetleme. 3.
kös (ııı.) 1. Göç. kös tartçalar göç edi­ Nişan alma.
yorlar. 2. Göçebe 3. mec. Aile.
köstîg (ı.) S. Közlü: "İlbek Volğanıh im
közîmnen çurtapça ailesiyle yaşı­ suunda / İki hanadım çuup alıp /
yor. 4. Bir göçümlük mesafe, uzak­ Köstîg odımnı kööm salıp /
lık.. Köglezer üçün kilgebîn." M. Bainov
kös- Göçmek: "İliskecek ortımah (Bereketli Volga'nın şifalı suyunda /
ügredîgn toos salğanda, harındazın iki kanadımı yıkayıp / Közlü ateşimi
timîrlîg tas hasçah çirde toğınarğa gömüp / Şarkı söylemeye geldim.)
ızıbıshannannda, klzîlen andar kös köstîg (ıı.) Keskin, iyi gören (göz).
-270-
köstîk közegele

körgen haraan köstîg polzın! gö­ Bilmece, kurt gözü (Ovada ateş ya­
ren gözün keskin olsun. nıyor.) künge köy-güneşte yan­
köstîk 1. Sihirli, küre ayna. 2. Gözlük. mak, îstî köy- gıpta etmek,
altın arçolın sistîblsken, ay içi yanmak tözî köy- içi yanmak,
köstîknen kün köstîk sığarğan al­ midesi ekşimek.
tın bohçasını çözmüş, ay gözlükle köydîr- Yakmak.
güneş gözlüğünü çıkarmış. 3. mec. köydîrt-Yaktırmak, yandırmak.
Televizyon, krş. köspe
köye bk. köyee
köstîr- Göçürmek.
köyee 1. Kurum, is. hazan köyeezî
köş bk. kös (m.) kazanın kurumu. 2. Tahıl. 3. Kö­
köt Göt, arka. Köölbektîn ködî çalaas. mür.
Atasözü (Merhametlinin götü çıp­
köyeele- İslemek, kurumla kirletmek.
lak.) krş. köten
köyeelen- Kurumlanmak, islenmek.
kötek 1.Kuyruk tüyünden (küpe), kötek
ızırğa kuyruk tüyünden küpe. his köygere- imrenmek, gıpta etmek.
pala kötek palğap salğan kız ço­ köygîs- Yakmak.
cuğu kuyruk tüyünden küpe takmış. köyî 1. Teyze. 2. Yenge, uluğ köyîm
2. Atın kuyruğunun altına konan büyük yengem, kiçîg köyîm küçük
keçe parçası. yengem.
köten Göt, arka. köten habı külot. krş. köyîg 1. Yanma, yanış. 2. Yanık, yan­
köt mış, köyîk ağas yanmış ağaç.
köy- 1. Yanmak: "Semennm kîçicek köyîrke-İmrenmek, gıpta etmek, kıs­
turacağı tooza köy parğan." V. kanmak.
Kobyakov (Semen'in küçücük evi köyîrkös s. Gıpta eden, imrenen, kıs­
bütünüyle yanmış.)^Yanmak, ışık kanç.
vermek: "Stol üstünde kerosinnîg le
köykenek zool. Bozdoğan.
lampa köyce." İ. Kotyuşev (Masa
üstünde sadece gaz lâmbası yanı­ köytîk 1. s. Kurnaz: "Köytîk sadığcaa
yor.) Çalğıs turun köyerîn dee sadıp / Kücür çoh ülesçenner." P.
köybes, ıs taa sığararın sığarbas, Ştıgaşev (Kurnaz tüccara satıp / Hi­
çalğıs kîzî curt taa tudarın tut lesiz bölüşmüşler.) 2. Kurnazlık. 3.
polbas honıh taa honarın hon Kurnazca.
polbas. - Atasözü (Yalnız öksü köytîkten- Kurnazlık etmek.
yanarın da yanmaz, is de çıkarma­ közee 1. Dikili taş. 2. Kutsal sayılan
sını çıkarmaz, yalnız kişi yurt da t u ­ yerde kümelenmiş taş yığını.
tarını tutamaz, hayat da yaşayışını közeek- 1. Sertleşmek, katılaşmak.
yaşayamaz.) 3. Işık vermek: közeekkence hathır- katılaşıncaya
"Çıltıstar, harashı haraa tur parza / kadar gülmek. 2. ( e l , ayak) Uyuş­
Harah oynadıp köyçeler." A. mak, azah közeekçe ayak uyuşu­
Topanov (Yıldızlar, karanlık gece yor.
olunca / Göz kırpıp yanıyorlar.) 4.
mec. Yanmak, çok sevmek: közeg zool. Soroga (bir balık türü.)
"Uçuraan kîzîler hayhazar prayları / közege 1. Perde, közenekte közege
Postan oollarnın îsfflen köyer." V. pencere perdesi stsenanın
Mayneşev (Karşılaşan kişilerin şa­ közegezî sahne perdesi, krş.
şırır hepsi / Bekar gençlerin içleri közene
yanar.) Çazıda ot köyce. - közegele- Perdelemek, perde çekmek.
közegelîg -2 -
krahmallığ
közegelîg s. Perdeli. közegelîg közîdîs- Birlikte göstermek, işaret ede­
közenek perdeli pencere. rek göstermek: "Pashazı harah
közene (ı.) Perde: 'Törzerkî pölîgMn sığınıshlapça, hollarınan
îzîk közehezin çalbastandıra közMslepçeler." A. Çerpakov (Di­
pulğabızıp, andar sabırıla halğan." ğeri göz kırpıyor, elleriyle gösteri­
A. Çerpakov (Başköşe tarafındaki yorlar.)
kapı perdesini dalgalandırarak kıvı­ közîgîs Hayal, sanrı, karabasan.
rıp, oraya savrulmuş.) krş. közege.
közîk- 1. Görünmek, görünür gibi olmak.
közene (ıı.) Ayna. 2. Gibi gelmek, benzemek.
közenek Pencere: "Anın közenegine közîkpey Kâhin
tohlathanda, Kolkanıh fcezî söleen,
ol şkolaa parıbıshan tip." A. közîne 1. Bütün, çonnın közîne
Kuzugaşev (Onun penceresine çoylança bütünüyle yalan söylüyor.
vurduğunda, Kolka'nın annesi o 2. Birlikte ol mağa at pîrgen
okula gitti demiş.) közenekten kîr kümüs îzerî közîneh o bana at
parıbızarğa pencereden girmek. verdi gümüş eyeriyle birlikte.
közenek harağı pencere bölümü. közîr- 1. Göçürmek. 2. Kopya etmek,
Közenegî çoh kök tura. Bilmece, kopyasını çekmek.
karpuz. (Penceresiz yeşil ev.) közîrîm Pılı pırtı, gereksiz eşya. harın
közenek as- pencere açmak.
daa pu közîrîmnî sadıbıstar iyi ki
közenelîg s. Aynalı, tört közenelîg bu pılı pırtıyı sattınız.
sunduh dört aynalı sandık. közîrîs- Birlikte göçürmek.
közenektîg s. Pencereli, penceresi olan:
közît- Göstermek: "Çol közıdîp çörgen
"Üstün çaphan ah közenektîg uluğ
üçün, 'Çol vojagı' pol teenner." P.
tura." V. Kobyakov (Üstü çatılı ak
Ştıgaşev (Yol gösterip gittiği için /
pencereli büyük ev.)
'Yol lideri' ol demişler.) Payğa
közeres s. inatçı. paarsaba, çohha çol közît. Atasö­
közerke- Gururlanmak. zü (Zengini sevme, fakire yol gös­
közerkek s. Mağrur, gururlu. ter.)
közes Ateş kancası. közö (ı.) Budak, dal.
közet- Göstermek, işaret etmek. közö (ıı.) bk. közee
közeyîn Sahip, efendi, hizmetçinin efen­ közök- bk. közeek-
disi: "Pîstln közeyînîbîs uğaa hazır közör 1. Demir kanca, çengel. 2. iğdiş
kîzî."\/. Kobyakov (Bizim efendimiz
edilen hayvanın testisini yakmak i­
çok sert kişi.)
çin kullanılan araç.
közî- (ı.) Teyellemek, çatmak, gözemek,
örerek kapatmak, közîp tîkken çîk közörkös s. Mağrur, gururlu krş.
gözeyerek dikilmiş. közerkek.
közî- (ıı.) Katılaşmak, sertleşmek, paarı közös Ateş kancası, timîr közös demir
közeen pala ür çurtabas bağrı kanca.
sertleşen bebek çok yaşamaz. 2. krab Çağanoz.
( e l , ayak) Uyuşmak.
kraevedenie Yurt bilgisi.
közî- (m.) Ateşi karıştırmak.
krahmal 1. Nişasta. 2. Nişastayla ilgili.
közîdîg 1. Örnek. 2. Gösterme, gösteriş.
3. Uyarma, uyarış. 4. Belirti emare. krahmal zavodı nişasta fabrikası.
közîdîglîg s. Tipik, karakteristik, örnek. krahmalla- Nişastalamak.
közîdîm Örnek. krahmallığ s. Nişastalı.
kran -272- kubok

kran (ı.) Musluk, samovar kran» sema­ krinka Kilden su kabı.


ver musluğu, suğ ağıscan kran su kristali Billur, kristal.
musluğu. kristalla- Kristalleştirmek, billûrlaştırmak.
kran (ıı.)Vinç. nime ködîrcen kran yük kristallan- Kristalleşmek, billûrlaşmak.
kaldırma vinci.
kristallığ s. Kristal(li), billur.
krasnogvardeyets Kızıl muhafız e r i .
kristop Paskalya.
kray Bölge, i l : "Feofan çatça kray
kriteriy Kriteryum, miyar, kriter.
bolnitsazında." V. Şulbayeva
(Feofan bölge hastanesinde yatı­ kritik Eleştirmen, münekkit, literatura
yor.) kritigî edebiyat eleştirmeni.
kre Küçük eğe. hol krezî el eğesi. kritika Eleştiri, kritik, tenkit: "Homay
toğınça tip kritikaa alçalar." V.
kredit Kredi, taksit kreditke sadıp pîr-
Şulbayeva (Kötü çalışıyor diye ten­
krediyle satın almak.
kit ediyorlar.) kritikaa a l - tenkit et­
kreditor Alacaklı. mek.
kreditte- Kredi vermek, kredi açmak. kritikala- Eleştirmek, kritik etmek.
kredittîg s. Kredili. kritikalığ s. Eleştirel, tenkitli.
krem 1. Krem. 2. Krema. 3. Ayakkabı krizis Kriz, buhran, bunalım.
boyası.
kroket sp. Kroke.
krematoriy Ölülerin yakıldığı yer.
krokodil zool. 1. Timsah, krokodil. 2.
krematsiya Ölü yakma, kremasyon. Krokodille ilgili, kokodilnın teerîzî
kremi' 1. Kale. kremi' stenaları kale krokodil d e r i s i .
duvarları. Kremlin: "Harap körzem, krolik zool. 1. Ada tavşanı. 2. Ada tav-
aylanıp / Kremi çıltızı çarıp tur." S. şanıyla ilgili, krolik idî ada tavşanı
Kadışev (Dönüp baktığımda / eti. krolik teerzînen ada tavşanı
Kremlin yıldızı yanıyor.) postundan.
krepdeşin Krepdöşin, Çin krebi. kross sp. Kros.
krepost' Kale, müstahkem yer. krossvord Bulmaca.
krepostniçeskay s. Kölelikle ilgili. krovat' Karyola, yatak.
krepostniçestvo Toprak köleliği, kölelik. krujeva Dantel, dantelâ.
krepostnik Kölelik taraftarı. krujevalığ s. D a n t e l l i .
krepostnoy 1. Toprak köleliği. 2. Toprak krujok Dernek, grup. dramatiçeskay
kölesi. krujok tiyatro topluluğu.
kresen Köylü. krş. krest'yan krupçatka Has un.
kreslo Koltuk. kryuk Ç e n g e l , k a n c a .
krest 1. H a ç , istavroz. 2. H a ç çıkarma. kub Küp.
krest'yan Köylü. krş. kresen kubanka Börk, kalpak.
kreşte- Vaftiz etmek, kresteen îce kubatura Hacim.
vaftiz annesi, kresteen paba kübiçeskay s. Kübik, kübiçeskay
vaftiz babası. koren' küb kök.
kreşten- Vaftiz edilmek. kübik 1. Kübik, küp biçiminde olan. 2.
kreşçenie Vaftiz. mat. Kübik, santimetre küp. 3. Küp­
kreyser Kruvazör. lerle oynanan çocuk oyunu.
krısa Sıçan, fare. kubok sp. K u p a .
-273-
kubometr kübür

kubometr Metreküp, pîr kubometr odın kupol mim. Kubbe.


bir metreküp odun. kuporos Sülfat, vitriyol.
kudryavay Kıvrık, kıvrımlı. kuprostığ s. Sülfat, sülfattı.
kuharka Aşçı kadın. kupyura 1. Kupür. 2. Kâğıt para.
kuhnya Mutfak: "Aylanıp, kuhnyazar kur'yer Hizmetçi, odacı.
aldıra parça.'' V. Şulbayeva (Dönüp kurağa Kayısı kakı, çekirdeksiz kak.
mutfağa doğru yöneliyor.) kurant Çalar kule saati. Kremi'
kukla Kukla, oyuncak bebek: "Haydağ kuranttarı Kremlin kulesinin çalar
çurtas sağıpça ni pu fifig kuklanı?' saatleri.
N. Tyukpiyekov (Nasıl bir hayat kurçatka Kıvırcık: "Tadil kurçatkani la
bekliyor bu canlı kuklayı.) oshas polar." M. Kokov (Kadı kıvır­
kukuruza 1. Mısır. 2. Mısır(dan) cık gibi olur.)
kukuruza îpegî mısır ekmeği. kurgan bk. kürgen
kukuyak kaç. Yumurta. kurka Tavuk.
kul't Kült. kurok Silâhta horoz.
kul'tivator Kültivator. kurort Kaplıca, ılıca: "Köp çon çör'ıp
kul'tura Kültür. imnencen / KöbızT pray çazılcan /
kul'turahğ s. Kültürlü, pözîk kuFturalığ Kurort oshas ol polcah / Kögneh
çon çör turcah." P. Ştıgaşev (Çok
kîzî yüksek kültürlü kimse.
halk gidip tedavi olmuş / Çoğu b ü ­
kul'turnay s. 1. Kültürle ilgili, kültür. 2. tünüyle iyileşmiş / Kaplıca gibi o
Ekilen, yetiştirien. kul'turnay olmuş / Neşeyle halk gitmiş.)
özîmner kültür bitkileri. kurs 1. Kurs. 2. Sınıf: "Min kursta
kulak Ağa, köy ağası, zengin köylü. starostabın, Matilda lektsiyaa
kuliç Bir çeşit tatlı börek. çörbinçe." V ' . Şulbayeva (Ben sınıf­
kulinar Usta aşçı. kulinar kursu aşçı ta başkanım, Matilda derse
okulu. gelmiyor.) 3. Kitap. 4. Kur, rayiç.
kulinariya Aşçılık. kursant 1. Öğrenci. 2. Askerî okul ö ğ ­
kulisi tiy. Kulis, perde arkası. rencisi.
kum Çocuğun vaftiz babası: "Am daa ilîg kursiv İtalik.
ahça hos pirzeh, kum." N. kursivtığ s. İtalik.
Tyukpiyekov (Elli akçe daha ekleyi- kur'er Hizmetçi, odacı, hademe
versen, vaftiz baba.) kur'erskay poezd Ekspres t r e n i .
kuma Çocuğun vaftiz annesi. kustar' Esnaf, zanaatçı.
kumacah Vaftiz annesi. kuvşin Güğüm, kap.
kumaç tekst. Al bez, al basma, al renkli kuznets 1. Demirci. 2. Nalbant.
dokuma.
kuznitsa Demirci dükkânı, demirhane.
kumaçtığ s. Al bezden, basmadan.
kuzov Karoser: "770/ attın kuzovına
kumaznik Para kesesi.
odırıp alan?" S. Karaçakov (Şu atlı
kumık Kumuk. kumık tîlî Kumukça. arabanın karoserine oturalım.)
kumıs bk. hımış
kübe 1. Metal halka. 2. Toka.
kumir Put, sanem.
kübür (ı.) s. Yumuşak: "Küstîg pîstJh
küpe Kompartıman.
kolhoztar / Kögfig sığıp çazızar /
kupelığ s. Kompartımanlı.
Kür 'hara attı' çidîne / Kübür çirnî
kuplet Küple, şarkı veya şiir dörtlüğü. talaahar." P. Ştıgaşev (Güçlü bizim
kupon Kupon.
kübür -274-
kükseelîg

Kür 'hara attı' gidine / Kübür çimi fı.


talaanar."P. Ştıgaşev (Güçlü bizim küden bk. küdeg
kolhozlar / Neşeyle çıkıp yazıya / küdredezf. Gürültüyle, yüksek sesle.
Güçlü 'kara atı' iterek / Yumuşak küdrede hathır- Yüksek sesle
yeri kazınız.) kübür har yumuşak
gülmek.
kar. kübür ot yumuşak ot.
küdün- Tırmalamak küske küdünçe
kübür (ıı.) kız. Yosun.
sıçan tırmalıyor.
kübürlüg s. Yosunlu.
küdür bk. küdîr
kübürt- Kabartmak.
küdîr 1. Karışık, dağınık saç: "Abistin
kücügen Kartal. sarığ küdir sazın / Çilbep, at çili
kücügen ayı Şubat. salğahtaan."M. Bainov (Abis'in sarı
kücüges Enik, köpek yavrusu krş. dağınık saçını / Savurup, at gibi
köcîges. dalgaladırmış.) 2. Kıvrık, karışık
küce bk. kücü (tüy), küdîr tüg kıvrık yün.
kücü 1. Yonca. 2. Nohut. küdüret- Karıştırmak, dağıtmak.
küçük bk. kücüges kügeer bk. kögör
küçen- Güçlenmek. kügeerçîk Deri matara.
küçün 1. Yiğit, pehlivan, alıp küçünner kügdüre- Gürüldemek.
kahramanlar. 2. Şaman gücü, ruhu. kügre- Gürüldemek.
küçün tas granit.
kügürt Gürültü, gök gürültüsü: "Sağın
kücür 1. Hile, dalavere: "Köytîk hazırdan hazır paza pashadah
sadığcaa sadıp / Kücür çoh
pasha sağılıp odırğan, îdök kügürt
ülesçehner." P. Ştıgaşev (Kurnaz
küzürepçetken." i. Kotyuşev (Şim­
satıcıya satıp / Hilesiz bölüşmüş­
şek çok şiddetli ve çok farklı çakı­
ler.) 2. Dolandırıcı, hilekâr.
yor, aynı şekilde gök gürlüyor.)
küçürke- Kendine güvenmek, böbür­ kügürt odı çayır o t u : "Kün barağı
lenmek, külükpîn tıp küçürkebe,
kölenibisken / Kürdek tashıl pazına
küstîgbîn tîp alahpa kudretliyim
/ Kügürt odı pürülibîsken / Küskü
diye güvenme, güçlüyüm diye ap­
tallaşma. salım sooğına." A. Topanov (Gün
ışığı saklanmış / Yüksek dağın b a ­
küçürle- Kandırmak. Oğırlap şına / Çayır otu kaplanmış / Güzün
alğanca, tîlenîp a l , küçürlep çiğ soğuğuyla.) kügürt çolı ebem­
alğanca, surıp a l . Atasözü (Hırsız­
kuşağı, gökkuşağı, eleyimsağma.
lık edeceğine, isteyip al, zorla ala­
cağına, rica edip al.) kügürt küzüre- gök gürlemek.
kügürt sap-yıldırım çakmak.
küçürlees s. Dolandırıcı, dalavereci.
küçürles- Birbirini kandırmak, kavga kügürttîg s. Gürültülü, gök gürültülü:
etmek, külüknen küçürlespe, "Çayğı harashızı pol parğan tuşta,
küstîgnefi kürespe yiğitle kavga­ pözik çar üstündegî aalda kügürttîg
laşma, güçlüyle güreşme. nahmır çaabıshan." i. Kotyuşev
(Yaz karanlığı olduğu zaman, yük­
küçürles Kandırma, dolandırma.
sek yar üstündeki köyde gök gürül­
küdee bk. köde tülü yağmur yağmış.)
küdeelîg Sıraca hastalığına yakalanmış.
kükîr 1. Kükürt. 2. Kibrit.
küdeelîg kızı sıraca olmuş kişi.
küksee bk. köksö
küdeg Ziyafet.
kükseelîg bk. köksölîg
küdel Didilmiş kendir veya kenevir elya-
küksüün
-275- külînls

külette- Eğlenmeye gitmek, gezmeye


küksüün bk. köksön gitmek: "Prayzınah hada çurtap,
kül Kül: "Apsah, kül aralı porastal toshanca külettep aldım." A.
parğan oshas, pora öhnîg Çerpakov (Hepsiyle birlikte yaşa­
harahtarın hızıl köblglerlneh sığara yıp, doyana kadar gezindim.)
könp, uduroh hol sunğan." A. külgecek bk. külgeyek
Çerpakov (İhtiyar, külün içinde g r i - külgeyek Külde pişirilen bazlama, göz­
leşmiş gibi, boz renkli gözlerini kızıl leme, külge pızırğan külgeyek
köpüklerinden çıkararak bakıp, kar­
külde pişirilen bazlama.
şılık olarak el uzatmış.)
külgîn bk. kölgîn
kül- Gülmek: "Itpeze, hormaçı meyler
külerler: Hoortay apsah odırçaa külîmzîre- 1. Gülümsemek: "Minin adım
sîskençe uzupça, -tîzerler." N. Çabus teen kızı polça, -külîmzîrep
Domojakov (Yoksa, nüktedan nine­ tapsapça." V. Kobyakov (Benim a­
ler gülerler: Hoortay ihtiyar, poposu dım Çabus denen kişidir, - gülüm­
şişene kadar uyuyor, -derler.) seyerek sesleniyor.) 2. mec. "Çashı
Külükpîn tıp külbe, artıhpın tıp künnîh harağı, çılığ tinizin cayıp,
mahtanma. Atasözü (Güçlüyüm d i ­ külîmzîrep turca." V. Kobyakov
ye gülme, daha iyiyim diye övün­ (Bahar gününün ışığı, ılık nefesini
me.) yayıp, gülümsüyor.)
külbe Balık avlama takımı. külîmzîren- Gülümsemek, kendi kendine
külbüre- Mırıldanmak: "ileede polğanda, gülümsemek: "Künde, hara çimi
pu külbürep odır." A. Çerpakov (U­ harap / Küllmzîrenîp turçalar." A.
zun süre geçtikten sonra, bu mırıl­ Topanov (Güneşte, kara yere bakıp
danıyor.) / Gülümsüyorlar.)
külbüs Yabanî t e k e : "Hır üstünde hızıl külîmzTres Gülümseme: "Küren
külbüster / Udur-tödîr ün alısçalar." sırayınah çılımsırıh küllmzlres cayıl
M. Kilçiçekov (Tepe üstünde kızıl turğan." V. Kobyakov (Yağız y ü ­
yabanî tekeler / Karşılıklı birbirine zünden sıcak gülümseme yayılı­
sesleniyorlar.) yor.)
külcör Gerdanlık, kolye. külîn- Gülünmek, kendi kendine gülmek:
küldîr- Güldürmek. "At üstüneh tanış nimes kîzî külînîp
küldîrt- Güldürmek: "Artistka polam, arah suulana tüsken." V. Kobyakov
Pana, sini küldirtem."\l. Şulbayeva (At üstünden tanış olmayan kişi g ü ­
(Artist olayım, Pana, seni güldüre­ lümseyerek gürlemiş.)
yim.) külînîs Gülünüş, gülüşme: "Olarğa
küle- Bir ayağını kaldırıp durmak. paba-îcelernlh kömes tee açıh-
küler Bronz, küler izer bronz eyer. toğıs çarıh külînlsterî uluğ sıyıh oshas
hulahtığ küler hazan dokuz kulplu pofadır." N. Tinikov (Onlara anne
bronz kazan, çazıhtığ k î z î küler babalarının az da olsa gülüşmeleri
hazanda haynapça günahlı kişi hediye gibi geliyor.) köglîg külînîs
bronz kazanda kaynayacak. neşeli gülüşme.
küleçî s. Komik, gülünç: külînîs- Birlikte gülmek, gülüşmek:
kület Gezinti, gezerek eğlenme. . "Külînîsçeler, in ulii la klzlzer
kületçî Eğlence düşkünü: "Min dee çapsıp parğan çili körgen." A.
kületçî hoosha polam." V. Çerpakov (Gülüşüyorlar, sadece en
Şulbayeva (Ben de eğlece düşkünü büyüğü insana şaşırmış gibi bakı­
domuz oluyorum.) yor.)
kün
külîs Gülüş, gülme. Kadışev (Gümüş kırağı düşmeyen
külîs- Gülüşmek. başım / Niçin böyle kırlaşıyor?)
külkî Gülme, gülüş: 'Torka, çalahay pîstîn alıp traktorıbıs, kümüs
külkîzînen küffnîp, tapsapça." V. oshas bizim güçlü traktörümüz
Kobyakov (Torka, hoş gülüşüyle gümüş gibi. kümüs samnah g ü ­
gülüp, sesleniyor.) sıltağ çoh külkî müş çay kaşığı, kümüş tüktîg at
sebepsiz gülme. kır at. kümüs çüstük gümüş yü­
zük, arığ kümüs saf gümüş, arğan
külkîcî s. Gülünç. kümüs sahte gümüş, sın kümüs
külkî- hathı tekr. Gülme, gülüş. hakiki gümüş.
külkîs Gülme, gülüş. kümüstel- Gümüş rengini bürünmek,
külkîstîg s. Gülünç, gülünecek: gümüş gibi parlamak: "Çobat, çarla­
"Annanar Sanpir apsahtın çöbî rın azıp, tüs çazılarğa kümüstelîp
Alcıbayğa külkîstîg dee pîldîr çayıladır." N. Domojakov (Çobat
parğan." S. Çarkov (Bu yüzden ırmağı yarlarını aşıp, düz yazılara
Sanpir ihtiyarın yardımı / Alcıbay'a gümüş rengiyli yayılıyor.)
gülünç de gelmiş.) kümüste- Gümüşle kaplamak.
kül- tozın tekr. Toz toprak. kümüstet- Gümüşle kaplatmak.
külük 1. Çalışkan, becerikli: "Kemnîn kümüstîg s. Gümüşlü.
pezînen hoyığ ıs sıhça, anzı huruğ kün 1. Güneş. Çabızah taa polza attığ
Ut odın -külük irenni." N. Nerbişev pol, azaan çirge tenmes; çabal
(Kimin sobasından koyu duman ç ı ­ daa polza, kibtîn polzın, idîfi kün-
kıyorsa, onunki kuru akağaç odunu, ge köybes. Atasözü (Boysuz da
çalışkan erkeğinki.) Arğaasha kün olsa atlı o l , ayağın yere değmez,
uzun, külükke kün çitpinçe. Ata­ kötü de olsa elbisen olsun, vücudun
sözü (Tembele gün uzun, çalışkana güneşte yanmaz.) künge köy
gün yetmiyor.) 2. Yiğit: "Uğaa külük parğan güneşte yanmış, kün
poltırzın! Aalda par sağat, anın ünî harağı gün ışığı, kün sığızı: a) g ü -
mağat." N. Tinikov (Çok yiğit imiş­ neşin doğuşu, b) doğu. kün kîrîzî:
sin! / Köyde saat var, onun sesi g ü ­ a) güneşin batışı, b) batı. kün sıh-
zel.) 3. Akıllı, bilge. güneş doğmak, künde güneş ışı­
ğında, kün köstelîp sıh- güneş kı-
külüksîrke- Yiğit, mert görünmek. zarıp doğmak, kün hon- güneş
külükten- Yiğitlenmek, yiğitleşmek. batmak. 2. Gün, 24 saatlik zaman
külüm bk. kömzee dilimi, pu künnerde bu günlerde,
yakın zamanda, pastağı kün birinci
küme bk. kübe gün. tügencî kün sonuncu gün.
kümek hazan bk. kündeyek toğıncan kün iş günü. tınnancan
kümet Obur, pisboğaz. kün dinlenme günü, tatil günü.
undulbas kün unutulmaz gün.
kümüs 1. Gümüş: "Hadıl-hadıl turada
künnîh her gün. pîrsî kün yarın
altın, kümüs kop kirek." V,
değil öbür gün, öbürsü gün.
Maynaşev (Kat kat evlerde altın aiındağı kün bir önceki gün, dün
gümüş çok gerekli.) 2. Gümüşten, değil evvelsi gün. töreen künî do­
gümüş: "Sürmesterîndegî kümüs ğum günü. homay kün kötü gün.
ahçalar la sığdırashlapça." N. ayas kün ayaz gün. kün kör- gün
Tyukpiyekov (Sadece beliklerindeki görmek. Uluğnı uluğla, uzada kün
gümüş paralar şıngırdıyor.) 3. Gü­ körerzîn; kîç îgnî kîçîgle-kîstede
müş gibi: "Kümüs hıro tüspeen pa­ kün körerzîn. Atasözü (Büyüğü
zım Noğa la pîdi hıralça?" S.
-
künürtek
say, uzun gün görürsün, küçüğü künnîg s. 1. Güneşli. 2. Günlük.
koru, gelecekte gün görürsün.) kün künnîn-tannın tekr. Gece gündüz.
köstîk ayna. aar kün zor gün. künörte zf. Güpegündüz: "Mahaçı kîzJ
künnernî niik it- hayatını kiikçîn polip uçuğar, erînçek kîzî
kolaylaştırmak, çobağlığ kün acı, tasha polip uyazında künörte uzup
zor gün. ol künnen sığara o odırar, açıh-çarıh kîzî,
günden beri, o günden sonra, oloh
kün tam o gün. hınığ künner güzel torğayahtarğa hozılıp, sîlîg sarınnar
günler, künnen künge günden sarnir." V. Tatarova (Gaddar kişi
güne. kün say her gün. kün tooza kartal olup uçar, üşengeç kişi bay­
gün boyunca, pos kün izin günü, kuş olup yuvasında gündüz uyuyup
boş gün. tınağ kün dinlenme günü. durur, iyi kişi toygar kuşlarıyla birlik­
hara kün kara gün, kötü gün. te güzel şarkılar söyler.) haraa
künnîn-tannın tan vaktinden gün künörte tekr. gece gündüz.
boyunca. 3. Hayat, kirtîngennîfi künörtkî 1. s. Gündüzkü: "His,
künî hısha kolay inananın hayatı künörtkîzîn azıranarğa parçadıp,
kısa. 4. Ölüyü anma günü. kizî anı ibîne hığır parıbıshan." İ.
künnerînde holnan îzennezer Kotyuşev (Kız, öğle vakti yemeğe
çoğıl ölüyü anma zamanı elle gidip, onu evine çağırmış.) 2. Gün­
tokalaşıp merhabalaşılmaz. lük künörtkî toğıs günlük iş.
künü bk. künnes
kün (ıı.) Halk, topluluk, ir-kün erkek, i r î
künî çoh tul ipçî kocasız dul ka­ künücîl Kıskanç, künücîlnîn künî çoh
dın. kıskanç güzel hayat yaşamaz.
küncT Kıskanç. künüle- Kıskanmak.
kündes (ı.) 1. Gündüz. 2. Günde, bir künür 1. Boş, boşluk. 2. Oyuk, çukurluk.
günlük. kühür ağas içi kovuk ağaç. 3. Döl
yolu.
kündes (ıı.) Dağın güneye bakan yama­
cı. kün üre- Gürültü etmek, homurdanmak,
gürlemek: "Sığıp alıp, pîr-îkî haalağ
kündeyek Dökme demir kazan.
itkence, avtobus, îzîkterîn çaba
kündük (ı.) Baca. tartınıp, kîdîreme tunuh tabısnan
kündük (ıı.) sag. Günlük, pîr kündük künüri tüzîp, tağ azıra parçathan
çol bir günlük y o l . golğa kîrîbîsken." A. Çerpakov (Çı­
kündüs Gün ortası, öğle vakti. kıp, bir iki adım atana kadar, oto­
kündüske çitîre toğınça öğle vak­ büs, kapılarını kapatıp, boğuk sesle
tine kadar çalışıyor. gürleyip dağı aşan yola girmiş.)
künet Dağın kuzey yamacı. künüree (ı.) 1 . Timbal. 2 . Davul.
küngen Testi, güğüm, çis küngen bakır künüree (ıı.) anat. Hayvanların kuyruk
testi. sokumu yanındaki çukurluk.
küfimes bot. Çuha çiçeği, herdemtaze. künürede zf. Gürültüyle: "Noo, küren at,
kühmes sıhtığ çirde ösçe çuha noo, hayranah! - künürede tapsap
çiçeği nemli yerde yetişir. salıp odırğan ir kîzî." N. Domojakov
künne- Kıskanmak. (Haydi yağız at, haydi, güzelim! g ü ­
künneg Kıskanma, kıskanış. rültüyle seslenip durmuş er kişi.)
künnegcî Kıskanç. künürek Davul, kühürek tabızı davul
künnes- Birbirini kıskanmak. sesi. krş. kînîrees
künnes Kıskanma, kıskanış. kühürtek bk. künür
künnet- (birbirini) Kıskandırmak.
küp -278- küreldîr
küp (ı.) S. Yumuşak, hustın kübî kuş reği: "Pacah iney, İpek tastacan
tüyü. küp tözek kuş tüyü döşek. kürcegln tudına, sığara oylaan." M.
küp (ıı.) Küf. küp par- çürümek. küp Kokov (Pacah iney, ekmek pişirdiği
pas- çürümek: "Harağı küreğini çıkarıp koşmuş.)
hızarbinan, haydağ-da küp pas kürcek (ıı.) Deri üzerine desen yapma
parğan ÇIZI purlabinah, gide saldı." demiri.
A. Çerpakov (Gözü kızararak, her­ kürcekte- Deri üzerine desen yapmak.
hangi bir çürük kokusu yayılarak, kürcektîg s. Kürekli: "UHtsaca peer aldı­
geliverdi.) ra könektîg, kürcektîg kîziler
küpçîk Alt tarafı geniş kap. mahzıraannar." i. Topoyev (Sokak­
küpe ton bk. küppe tan buraya doğru kovalı, kürekli k i ­
küpeyke Bir tür kadın paltosu, plis şiler koşuşmuşlar.)
küpeyke kırmalı kadın paltosu, krş. kürdek Kabarık, çıkık, kabartılı: "Kün
küppe harağı kölenıbîsken / Kürdek tashıl
küple- Gümlemek: "îdi has pariğanda, pazına."A. Topanov (Gün ışığı yas­
potoloktah uluğ kizek haya oyılıp, lanmış / Sivri zirve başına.)
anın üstünzer küpli halğan." S. kürdenne- Kabadayılık taslamak, horoz­
Çarkov (Böyle kazarken, tavandan lanmak.
büyük bir kaya parçası kopup, onun küre- 1. Küremek, kürekle bir tarafa
üzerine doğru gümlemiş.) atmak. : "A kîzîler postarınzar la,
küpieme Yumuşak yün. küpleme çastıh postarınzar la kürepçeler." V.
yumuşak uzun yünden yastık. Şulbayeva (Fakat başkaları sadece
küplet- Gümletmek, gümbürdetmek. kendilerine, sadece kendilerine
tas küplede tüsken taş gümbür- küreliyor.) har küre- kar küremek.
deyerek düştü. 2. mec. Harcamak: "Hanca sağaa
çoohtapçam: ahçahnı pu
küppe Bir tür kadın paltosu, torğı küppe
porçolarğa kürebe." V. Şulbayeva
ipek palto.
(Kaç kez sana söyledim: Paranı bu
küpsür bk. kübür çiçeklere harcama.)
kür s. 1. Gür, fazla, şiddetli: "Yakın,
küree 1. Şerit, zıh. küreezî çoh plat
kilebes, anı kür iabısnah köksel-
üreen kîzee palğapçalar şeritsiz
kürlep panbıshan." V. Kobyakov giysiyi ölen kişiye sararlar. 2. Çen­
(Yakın, gelerek, ona gür sesle bağı­ tik, kertme. 3. Çivi başı.
rıp küfredip gitmiş.) 2. Çevik (at). 3.
Kaba, küstah, kür tabıs gür ses. küreele- Kenar, şerit dikmek
kür ot gür ot. küreelîg s. 1. Siperlikli. kürreelîg pörîk
siperlikli börk. 2. Şeritli, kenarlı. 3.
kürcek (ı.) 1. Kürek: "Kürcek taap,
Kertikli, küreelîg izer kertikli eyer.
ogorodtar kisîîndegî hırazar
çügürgen." (Kürek bulup duvarların küreg Küreme, küreyiş.
arkasındaki tarlaya koşmuş.) İ. kürel bk. küier
Topoyev 2. Kürek gibi, küreğe ben­ kürel- Kürenmek, bir taraftan başka yere
zer: "Hızıl sıraylığ, hıral parğan atılmak.
naah sağallığ çoon ons iren, öıînîp, küreldîr- Küretmek: "Har küreldîre
kürcek le oshas hol in sunğan." N. söglînîze tüskenner açın ahnar." N.
Tyukpiyekov (Kırmızı yüzlü, kırlaş­ Nerbişev (Karı küreterek
mış sakallı iri yarı Rus, mutlu olup çöküşmeye başlamış vahşî hayvan­
elini uzatmış.) 3. Kürek, ekmek kü- lar.)
kürelTg -279- kürle

kürelTg bk. küreelîg kirizerge, talazarğa." V. Şulbayeva


kürelîs- Hücum etmek, akın etmek, (Yoruldum koltukta oturmaktan,
koşuşmak: "Kîzîler, püürdeh mücadele etmekten, girişmekten,
ürûkkenî hoy çili, onar-tisker kürelîs dalaşmaktan.) Mücadele etmek, ya­
tur, attarnın is-hut çoğıl." M. Kokov rışmak, mir üçün küres- barış için
(İnsanlar, kurttan ürken koyun gibi, mücadele -etmek. 3. Savaşmak:
oraya buraya koşuşuyor, atlarda "Köytlk ıırcı holın sunza /
kıpırtı yok.) çon pioşçad'sar Kürezerge timde polça." M. Kokov
kürelfsken halk meydana hücum (Kurnaz düşman elini uzatsa / Sa­
etti. vaşmaya hazırdır.)
kürel bk. küler küres- (ıı.) Birlikte küremek.
küremcîk sp. 1. Kros. 2. Hokey küresçî Güreşçi.
küremcîk oyın kros. kürestîr- 1. Güreştirmek. 2. Mücadele
küremdik 1. Kozalak artığı. 2. Kuşun ettirmek.
sakladığı kışlık yiyecek. 3. Toprak küret- Küretmek.
set. hutuh hırında küremdik kuyu kürezîg 1. Mücadele: "Kürezigni
kenarındaki toprak yığını. aparçadır / Küstîg honiin tııdarğa."
küren Odun kömürü yapılan yer. P. Ştıgaşev (Mücadeleyi yapıyor /
küren s. 1. Kahverengi: 2. Yağız, Güçlü hayatı kuvvetlendirmeye.)
esmer: "Ah sırayı, çayğı îzîglerge, klasstarnıri kürezii sınıf mücade­
çillerge, toğısta tirlep, küren ide pis lesi, mir üçün kürezîg barış için
parçan." N. Tyukpiyekov (Ak yüzü, mücadele. 2. Muharebe, savaş.
yaz sıcaklarında, rüzgârlarda, işte kürezigci Mücadeleci.
terleyip yağızlaşmış.) küren hızıl kürgen (ı.) Ocak ayı.
vişne rengi, küren it güneşte yan­ kürgen (ıı.) Kurgan: "Pistin aal tastında,
mış yağız beniz, küren ittfg koyu tağ ideene çitîre, çüsçe dee kürgen
tenli, hara küren tülgü koyu kızıl turca." Q. Kazaçinova (Bizim köyün
tilki, küren hızıl bordo, küren at dışında, dağın eteğine kadar yüz
yağız a t . kadar kurgan var.)
kürehcî Dağ iyesi, ruhu. kürgennîg s. Kurganlı: "Ibîre kizek
küremcîk bk. küremcîk hıralığ, kürgennîg çazılar ırah çaya
kürendî s. Kürenmiş, süprüntü. tastal parıbıstır." N. Tyukpiyekov
kürendîk Küllük, kül dökülen yer. (Etraftaki seyrek tarlalı, kurganlı
ovalar uzaklara uzanıyor.)
kürendîkke paspasha kirek küllü­
ğe basmamak gerek. kürke Yatağın yanında duran güzel örtü.
küres 1. Güreş: "Pirsin muzıka kürken bk. kürgen
şkolazına pir salğam, paza pirsin kürkü zool. Yaban horozu, çalı horo­
küresnen ayğastırçam." V. zu.
Şulbayeva (Birini müzik okuluna kürkule- Yaban horozu avlamak.
verdim, diğerini güreşle uğraştırıyo­ kürle- (ı.) Bağırmak, gürlemek: "Yakın,
rum.) 2. Mücadele 3. Savaş, harp. kire sal kilîp, pabama kürlebök tu­
küres-(ı.) 1. Güreşmek. P a z ı n a / î radır. " V. Kubyakov (Yakın, girive-
sağın, kögîsnen küres. Atasözü rip, babama bağırıp duruyor.)
(Başınla düşün, göğsünle güreş.) 2. Sıbıraanğa sunma, kürleennen
Mücadele etmek: "Mayıh paryam tispe. Atasözü (Fısıldayana ya­
sîreede odırarğa, kürezerge, naşma, gürleyenden kaçma.)
kürle -280-
küste

kürle- (ıı.) Oraya buraya küzînen var gücüyle, küs hos- güç
uçuşmak, uçuşmak. katmak, küs sıda- güç yetmek, küs
kürlen- 1. Bağırmak: "Paska tarıncah sına- gücünü denemek.
ünnen kürlençe." V. Tatarova küs (ıı.) Güz.
(Paska sinirli sesle bağırıyor.) 2.
küs- (hayvan) Yeri eşelemek: "Çorğa
Azarlamak, yersiz çıkışmak. 3. Y a -
ramazlık yapmak. pora at, îkî hulahtarın pîsteldîrîp,
hohırıp, anan na küs salğan." V.
kürlencîk Yaramaz, terbiyesiz. Kobyakov (Yorga bora at, iki kula­
kürleneçî Bağırtkan, çığırtkan. ğını dikip, pıskırıp, sonra yeri eşe­
kürlenîs Bağırma, yersiz çıkışma. lemiş.)
kürles zooi. Çil. küske zooi. Fare: "Ol örke, küskelernî
kürne Nadasa bırakılmış toprak. irtennen taynaan." N. Domojakov
kürsle- Yürek çarpmak, gümbürdemek. (O, sıçanları, fareleri erkenden ç i ğ ­
kürsek (köpek, kurt) Çiftleşme zamanı. nemiş.) Küsküde küske dee pay
polcan. Atasözü (Güzün fare de
kürspek Pürüzlü, çıkık, pürtüklü.
zengin olur.) küske çili fare yılı,
kürsüle- (kalp) Çarpmak, atmak. hayvan takviminin birinci yılı. küske
kürsüleme Kalp atışı, çarpması. örtî bahar meltemi, küske odı ba­
kürtene tıp. Lüpüs. har meltemi, küske örtî oyna- ba­
kürtkü zooi. Yaban horozu, çalı horo­ har meltemi esmek.
zu. küskecek Küçük fare.
kürülük bk. küler küskelîg s. Fareli.
kurumduk (ı.) İn, vahşî hayvan ini. küskîn- Erinmek, üşenmek.
kurumduk (ıı.) bk. kürendîk
küskîneçî Üşengeç, erinen, üşenen.
kurumduk (m.) Süs için dikilen tunç p u l .
küskîncek Üşengeç, erinen.
kürümdüktîg s. Süs için dikilen tunç
küskü Güz, güzün: "Küsküde
pullu, kürümdüktîg çügen tunç
pulllarla süslü dizgin. nînnerîne hızıl sübürekter hazağlap
salğan haydağ-da soldattar
kürüncîk bk. küremcîk
kilgenner." A. Kuzugaşev (Güzün
kürüp (ı.) Kuşları yakalamak için yapılan yenlerine kızıl bezler bağlayan bir­
engel, tuzak. takım askerler gelmişler.)
kürüp (ıı.) Yer altına yapılan tavuk veya küskünîs Üşenme, erinme.
domuz evi.
küskünîstîg s. Zahmetli: "A çuruhtar,
kürüspek 1. Camdan veya kilden mata­ pala kibf o tatay, haydar
ra. 2. Yuvarlak, büyük şişe. kerosin küskünîstîg nimeler! Amdı
urcan ulug kürüspek gaz yağı ko­ meditsina küstîg, üs le kün." V.
nan büyük şişe. Tatarova ( Y a paçavralar, çocuk e l -
kürüste Didilmiş kendir veya kenevir bisesi o iğrenç, ne zahmetli iş!
elyafı. Şimdi tıp güçlü, sadece üç gün.)
küs (ı.) GÜÇ, kuvvet: "Mal palazında am küsküs zooi. Lenok, bir balık t ü r ü .
daa kop küs / Azan üstüne tura küsküzîn zf. Güzün.
uzupça." M. Kilçiçekov (Hayvan
küs-sah tekr. Güç, kuvvet.
yavrusunda hâlâ güç çok / Ayakta
durarak uyuyor.) küs sağısha küssîn- Güç olduğunu düşünmek.
aldırtça güç akla yenilir, küzî çoh küste- (ı.) 1. Güçlendirmek. 2. Zorlamak:
güçsüz, beceriksiz, paf çoh "Sooh kii oolahtı tonnan pazoh ipti
küste -281 - küzîrem

çabınarğa küsteen, baranları bustar çazınçadır / Türger-türger


postan çabıl parğannar." A. tapsazıp." A. Topanov (Bütün ağaç­
Kuzugaşev (Soğuk hava oğlanı pal­ lar uğulduyor / Son yapraklarını dö­
toyla yeniden iyice örtünmeye zor­ küp / Üşüyüp kuşlar saklanıyor /
lamış, gözleri kendiliğinden kapan­ Hızlı hızlı ötüşüp.) maşina
mış.) küülepçe araba gürüldüyor.
küste- (ıı.) Güzü geçirmek, güzlemek. ağastar pazı küülepçe ağaçların
küstecen naklonenie gr. Emir kipi başı uğulduyor.
küüles Gürieme, uğultu, çil küüleenî
küsteg (ı.) 1. Güçlendirme. 2. Zorlama,
rüzgâr uğultusu.
icbar.
küsteg (ıı.) Güzlek. küsküde küüles- Uğuldaşmak, gürüldemek.
soohtalğanca küstege kîrcenner. küület- Uğuldatmak.
güzün soğuk olana kadar güzleğe küülgek İlkbahar rüzgârı ruhu.
göçerler. küülgen Bahar rüzgârı.
küsteglîg s. Zorlamalı, ısrarlı. küye Gübre böceği, mayıs böceği.
küstel- Güçlenmek. küze- (ı.) Kötülemek, karalamak.
küsten- 1. Güç sarf etmek: "Kolhoz çonı küze- (ıı.) Kösteklemek, bukağılamak:
küstençedîr Kop aymah as "Püün çılğılarımnı tappinıbıssam,
taarirğa."P. Ştıgaşev (Kolhoz halkı haydi la küzedîp bonğay ni ze." V.
güç harcıyor / Çok çeşitli ürün ek­ Kobyakov (Bugün yılkılarımı bula-
meye) 2. Güçlenmek mazsam, nasıl köstekleyip geceyi
küsten zî. Zorla: "Irge küsten geçireceksem.)
pinlcenmıs, İnek, hoyğa sadılıp." M. küzedîg Köstekleme, bukağılama:
Kokov (Kocaya zorla verilmişiz / İ­ "Kicee haraa küzedigdeh
neğe, koyuna satılıp.) pozıdıbısham." V. Kobyakov (Dün
küstencîk Dirayetli, ısrarlı. gece köstekten çözdüm.)
küsteneçî Dirayetli, çalışkan, ısrarcı. küzee Damat, güveyi, küzee aallat-
küstendir- Güçlendirmek. damat tarafını ağırlamak, küzee
küstenîs Çaba, gayret. tonı damatlık.
küstet- 1. Güçlendirmek, kuvvetlendir­ küzees bk. közös
mek. 2. Zorlatmak. küzeg Köstekleme, bukağılama.
küstîg s. Güçlü: "Andağ küstJg kîzînî kuzen- sag. Haber vermek, bildirmek.
Aydo am na kördî." V. Kobyakov kuzen zool. Kokarca.
(Öyle güçlü kişiyi Aydo ilk kez gö­ küzer Karınca yuvası.
rüyor.) Külüknefi küçürlespe, küzerget bot. Kuşkirazı.
küstîg nen kürespe. Atasözü (Yiğit­
küzet Bekleme, koruma.
le kavgalaşma, güçlüyle güreşme.)
küzet- Kösteklemek, bukağılamak:
küt bk. köt
"Haraağızın mal küzetken klzı,
kütün- Uğraşmak, meşgul olmak. Sağday, oy adın üs azahtah tuzap
küü (ı.) Güve. salğan." N. Domojakov (Geceleyin
küü (ıı.) kız. 1. Peynir kurutma hasırı. 2. mal köstekleyen kişi Sağday, kula
Örülmüş sepet. atını üç ayağından bukağılamış.)
küüle- Uğuldamak, gürüldemek: küzetçî Koruyucu, çoban, bekçi.
'Tügede ağas küülepçedir / küzîrem bk. közîrîm
Tügencî pürnf tüzlrıp / Tüülîp
- 2XL -
küzüg kvitantsiya
küzüg Dokuma tezgahında sıkıştırma küzürt-hazırt tekr. Paldır küldür.
ağacı, küzüg ağazı (dokuma tez­ kvadrat Dördül, dörtgen, kare.
gahında) berkitme ağacı. kvadrattığ s. Dördül, dörtgen şeklinde,
küzügle- Dokuma tezgahında ipleri kareli.
dokuyup berkitmek. kvalifikatsiya 1. Tavsif, nitelendirme,
küzür tas Granit. sınıflandırma. 2. İhtisas
küzüre- Gürüldemek, gürlemek: "Anın kvalifikatsiyala- Nitelendirmek, vasıf­
soonan kügürt küzürebîsse, Çornap landırmak.
oolaan innîlermen haap alardağ pol kvalifikatsiyalığ s. Nitelikli, vasıflı.
parçathan." İ. Kotyuşev (Onun ar­
kvartal Mahalle, semt.
dından gök gürleyince, Çornap o ğ ­
lunun omuzlarından kapıp alır gibi kvartet müz. Kuartet.
olmuş.) parıs çili satrapça, kügürt kvartira Daire, apartman dairesi: "Sir
çili küzürepçe pars gibi kükrüyor, kemnefi küresçezîn? Keret
gök gibi gürlüyor. Prayzınan. İrim poiğanda, irimnen
küzüres Gürültü: "Turna tabıstarın hazinemnen, rejissernan rol üçün
traktör küzürezî alıstırıbıshan." M. kvartira üçün, hınızım üçün." V
Kokov (Turna seslerinin yerini trak­ Şulbayeva (-Sen kiminle mücadele
tör gürültüleri almış.) ediyorsun? Payapan: Hepsiyle. Ko
cam varken kocamla, kaynanamla
küzüret-Gürletmek, kütürdetmek: "Ah
yönetmenle rol için, daire için, aş
azahtığ toraat, timîr suğliin
kim için.)
küzürede taynap, tohti tüsken." V.
Kobyakov (Ak ayaklı doru at, demir kvartirant Kiracı.
gemini kütürdeterek çiğneyip, dur­ kvarts Kuvars.
muş.) kvitantsiya Alındı, makbuz.
-L-
la, le e. Sadece, ancak, yalnız, tam: "Min S. Çarkov (Evin içi parıldıyor, rad­
tın üzeen kîzinî anda la körgem."V. yosu var, elektrik lâmbası yanıyor.)
Kobyakov (Ben çok üşüyen kişiyi landış bot. inci çiçeği, landış çizi inci
sadece o zaman gördüm.) "Kîrge
çiçeği kokusu.
çaba hathan holıs kögenegı le anın
innînde." V. Kobyakov (Omzunda landşaft Peyzaj.
sadece kirle kaplanmış keten lapşa Erişte, lapşa haynat- erişte
gömleği.) krş. na, ne pişirmek.
labaz Buğday ambarı, uncu dükkânı. lapşalığ s. Erişteli. lapşalığ ügre erişte
labirint Lâbirent, ulitsatar labirintî so­ çorbası.
kak lâbirentleri.
landtset Neşter, bisturi.
laborant Laborant.
lapta Bir top oyunu, lapta oynapçalar
laborantka Bayan laborant.
top oynuyorlar.
laborantskay s. Laboratuvarla ilgili.
lar' Sandık.
laboratoriya 1. Laboratuvar.
himiçeskay laboratoriya kimya laryok Küçük dükkân, koltuk.
laboratuvarı. 2. Laboratuvarla ilgili. latın' Lâtince.
laboratoriya toğınçızı lobaratuvar I atış Leton, Letonyalı.
çalışanı. latun' Pirinç
lager' 1. Kamp. voennay lager' askerî
laureat Armağan kazanan, pianistter
üs. pionerler lageri izciler kampı.
2. Kampla ilgili, lager' sborı kamp konkurzının laureadı piyanistler
toplantısı. yarışmasının ödül kazananı.
laguna Deniz kulağı. lava ( ı . ) Lâv.
lak Vernik, lâka. lava (ıı.) Galeri, kömür damarı.
lakirovannay s. Vernikli, lâkalı. lavka (ı.) Sıra, peyke, lavkada odırça
lakmus kim. Turnosol. lakmusovay sırada oturuyor.
çacın turnosol kâğıdı. lavka (ıı.) Kantin, dükkân.
lakonizm Lâkoniklik. lavr bot. 1. Defne. 2. Defneyle ilgili, lavr
lakta- Verniklemek, lâkalamak. pürü defne yaprağı.
laktığ s. Vernikli, lâkalı. layka (ı.) Eskimo köpeği.
lampa 1. Lâmba: "Stol üstünde
layka (ıı.) Glase deri.
kerosinnîg le lampa köyce." \.
Kotyuşev (Masa üzerinde sadece lazaret Revir.
gaz lambası yanıyor.) kerosin lazutçik ask. Hafiye, casus.
urcan lampa gaz lâmbası. le bk. la.
elektriçeskaya lampa elektrik
lebyodka Çıkrık, vinç.
lâmbası, ampul. 2. Lâmbayla ilgili.
lampa süleykezî lâmba camı leçebnitsa Klinik.
ledokol Buzkıran.
lampacah Küçük lâmba.
lampas Şerit. legalnay s. Meşru, yasal, legal.
lampoçka Elektrik lâmbası, ampul: legkoatlet Atlet, atletizmle uğraşan.
"Ibînîn 1stî pray çaltırapça, radiozı leksiçeskay gr. Kelime bilimi, tılnîn
par, elektriçeskay lampoçka köyce." leksiçeskay payı dilin kelime zen­
ginliği.
leksika -284-
lom
leksika gr. Kelime hazinesi, hakas limon Limon, limon sogı limon suyu.
tîlînîn leksikazı Hakasçanın kelime limonad Limonata.
hazinesi. lineyka Çizgi.
leksikograf Sözlükçü. lineyklığ Çizgili, pîr lineykalığ tetrad'
leksikografiya Sözlükçülük. tek çizgili defter.
leksikologiya Sözlük bilimi. lingvist Dil bilimci.
lektor Konferansçı, konuşmacı. liniya mat. Çizgi, könî liniya doğru çizgi.
lektsiya Ders, konferans: "Matilda igîr liniya eğri çizgi, sınığ liniya kı­
lekîsiyaa çörbinçe." V. Şulbayeva rık çizgi, liniya siip sal-çizgi çiz­
mek.
(Matilda derse gitmiyor.)
linkor Savaş gemisi, zırhlı.
lemeh Kulak demiri, demir.
leninets Leninci. lipa bot. Ihlamur, lipa ağas ıhlamur
ağacı.
leninizm Leninizm.
lirik Lirik şair.
lenta Kurdele, şerit, torğı lenta ipek
lirika Lirik şiir.
kurdele
leopard zool. 1 .Leopar. 2.Leoparla ilgili. list (defterde, kitapta) Yaprak, kiniga
listtarı kitap yaprakları.
leopard teerîzî leopar postu.
listaj (kitapta) Forma sayısı.
lepestok bot. Taçyaprağı.
listovka Beyanname.
lepyoşka Pide, çörek.
lişaynik bot. Liken.
lesniçestvo Orman müdürlüğü.
lesniçay Orman müdürü. litennay Döküm.
letopis' Vakayiname. litennay tseh Dökümhane, döküm
atelyesi.
leyka Süzgeçli kova. leykanan suğla-
liteyşçik Dökümcü, dökmeci.
süzgeçli kovayla sulamak.
litera Matbaa harfi, basım harfi.
leytenant Teğmen.
lezgin Lezgi. literator Edebiyatçı, edip.
I'gota Muafiyet, kolaylık, avantaj. literatura Edebiyat: "A pot pos tîlîn,
literatu razın pîlerge kirek." V.
I'gotalığ s. Avantajlı, muafiyet sağlayan.
Şulbayeva (Fakat kendi dilini ve
liberal Liberal edebiyatını bilmek gerek.)
liberalizm Liberalizm. olğannar literaturazı çocuk edebi­
liberal'nay s. Liberal. yatı.
liçinka zool. Kurtçuk, larva. litetaturnay s. Edebî. hakas
liçnay nimes gr. Öznesiz. literaturnay tîlî Hakas edebî dili.
lider Lider. litovets Litvanya(lı.)
lif Korsaj. litr Litre, litr süt bir litre süt. çarım litr
lift Asansör. yarım litre.
liftyor Asansörcü. lobogreyka Orak makinesi.
liliput Cüce. logika Lojik, mantık.
liliya bot. Zambak. logiçnay s. Mantıklı, makûl.
limit Limit. loja Loca.
limitte- Sınırlamak, limit koymak. lokomotiv Lokomotif.
limittîg s. Limitli, sınırlı. lom Küskü.
-M-
magnitofon Kasetçaiar: "Magnitofon-
ma (ı.) ünl. Ha, hı!. dağı küzürestemî hızırıbısça." V.
ma (ıı.) e. Mı?, soru edatı. "Sin tamkı Tatarova (Kasetçalardaki gürültüleri
tartçazın ma, ay-ool? V. Kobyakov kısıyor.)
(Sen sigara içiyor musun ey oğul?) magnitta- 1. Mıknatıslamak. 2. mec.
maa bk. mağaa Kendine çekmek, cezbetmek.
maah- Yağmur altında ıslanmak. magnittığ s. Mıknatıslı, manyetik.
maan (ı.) Ruhî durum. magnittığ strelka mıknatıslı iğne.
maan (ıı.) 1. Özen, ilgi. 2. Bakma, bes­ magniy kim. Magnezyum.
leme. Malğa maan kirek, kîzee magnoliya bot. Manolya.
arğıs kirek. Atasözü (Mala bakım magometanin Müslüman.
gerekir, insana arkadaş gerekir.) mağaa Bana: "Mağaa kip-azah taa
maan- İlgi, ihtimam göstermek. pirbinçe pir dee." V. Kobyakov (Ba­
na elbise de vermiyor hiç.)
maancıl idareli, tasarruflu
mağan (ı.) 1. Kır donlu at. 2. sag. Akıt­
maara Ak koyunun başındaki kara leke.
ma, hayvanın alnındaki beyaz leke.
maara pastıh ah sîleke kara başlı
ak koç. mağan (ıı.) sag. Kör.
mağat 1. Güzel, hoş. 2. Doğru, dürüst.
maara- Melemek: "Ool, naa töreen
3. Çok güzel, çok hoş. 4. Adil,
hurağanah p/7/, sala maarap
adeletli. k r ş . manat
salğan."N. Domojakov (O, yeni do­
ğan kuzu gibi azıcık melemiş.) mağatta- 1. Güzel yapmak, iyi yapmak.
2. Doğru yapmak. 3. Dürüst, doğru
maaş zool. 1. At sineği. 2. Sinek. davranmak.
macar Macar, macar pig macar beyi. mağayah Oğlak, öskînîn palazın
maçan Bir ayakkabı türü. tahası çoh mağayah tıp adidırlar keçinin yav­
maçan maymah ökçesiz ayakkabı. rusuna oğlak derler.
maçta Direk. mah (ı.) 1. Şan, şöhret, ü n , nam. mahha
maçtovıy Direklik. sıh-şöhret kazanmak, ünlenmek. 2.
Övme, metih, sitayiş: "Mayıhhanca
maçu 1.Totem, kutsal hayvan, in uluğ
toğınıp / Mah abıstan ispecen." P.
maçuzı moğaiah poiğan en büyük Ştıgaşev (Yoruluncaya kadar ça­
hayvan totemi ayıdır. 2. Fetiş, ham lışmış / Övgü papazdan duyma­
maçuları kam fetişleri. mış.)
magarıç İçki ziyafeti. mah (ıı.) Dörtnal. mah pazıttığ at dört­
magazin 1. Mağaza. 2. Şarjör nala giden at.
magazinnıg s. Şarjörlü, magazinnîg maha 1. Öç, intikam, maham handı
mıltıh şarjörlü tüfek. öcüm alındı. 2. Kin, garaz.
magistral' Anayol, ana hat. timîr çol mahaçı (ı.) 1. s. Cesur, yiğit. 2. zf. Ce­
magistralı ana demiryolu hattı. surca, yiğitçe.
magnat Magnat. mahaçı (ıı.) esk. s. 1. Kızgın, kötü yürek­
magnezit kim. Magnezit. l i . 2. Çapulcu, yağmacı.
Magneziya kim. Manyezi. mahaçılan- (ı.) esk. 1. Azmak, gözü
kızmak. 2. Çapulculuk etmek, yağ­
magnit fiz. Mıknatıs. malamak.
mahaçılan
-288-
malğat
mahaçılan- (ıı.) Cesurlaşmak, yiğitleş- mahtancıh s. Kendini öven, övünen.
mek. mahtanıs Övünme, övünüş.
mahalığ s. Övülecek, düzgün, uygun: mahtas- (birbirini) Övmek.
"Yakınnah pozıp kilebes, mında mahtat- Takdir ettirmek, övdürmek.
daa mahalığ çirge urunmaanoh." V.
mahtığ s. Tanınmış, bildik, şöhretli.
Kobyakov (Yakını bırakıp gelerek,
burada da düzgün yere düşmemiş.) mais Mısır, mais pothı mısır lapası.
mak Haşhaş, mak pazı haşhaş kapsülü.
mahan- Emeklemek, emekler gibi dur­
makaron Makama, makaron fabrikazı
mak.
makarna fabrikası.
mahay 1. Deri ayakkabı. 2. Terlik.
makaronnığ s. Makamalı.
mahayah (ı.) 1. Aşık, aşık kemiği. 2. makaronnığ ügre makamalı çorba.
Ayak bileğine kadar giyilen çizme. maket Maket, model. zdanienîn
hara mahayah ödîk kara renkli makedı binanın maketi.
çizme makîntoş Yağmurluk.
mahayah (ıı.) Çam kozalağı, krş. makler Simsar, tellal.
mahpayah. maklerstvo Simsarlık, tellallık.
mahayah (m.) bk. mağayah. maksimum Maksimum.
mahla- Kederlenmek, üzülmek, yanıp makulatura Hurda kâğıt.
yakılmak. mal Mal, hayvan: "Ol kol anda turğan
mahlan- Kederlenmek, yanmak, üzül­ malnın suğadı polça."V. Kobyakov
mek. (O göl, orada duran malın sulağı­
mahorka Mahorka, kalitesiz tütün. dır.) müüstîg mal boynuzlu mal.
çılğı mal yılkı hayvanı, ças mal
mahpayah Aşık, aşık kemiği, krş.
genç hayvan, mal hadar- hay­
mahayah. van otlatmak. 2. Malla ilgili, mal
mahta- Övmek, yüceltmek: "Apsahtıh it hazazı mal ahırı, mal imcîzî vete­
purun çayın mahtap salıp odırğan, riner hekim.
hol pladınah tirîn çızınıp." N. mala kaç. Turuncu, mala porço bot. bir
Domojakov (İhtiyarın kuşburnu ça­ tür çiçek.
yını övüp oturmuş, el mendiliyle te­ mala- Korumak, saklamak.
rini silip.) Çahsı kirek pozı pozın
malahit Malakit, bakır taşı.
mahtapça. Atasözü (İyi iş kendi
kendini yüceltir.) malan kız. Beyaz, ak. malan hoy ak
koyun.
mahtağ 1. Övme, yüceltme. 2. Övünme, malan- Homurdanmak.
şeref, mahtağ doska şeref tablosu.
malayets Malay, Malezyalı.
mahtağlığ s. Övgüye değer, mahtağlığ malcan Çıplak, dazlak, malcan tağ
gramota fahri diploma. çıplak dağ.
mahtal- Övülmek, anın toğızı mahtalça malcay- 1. Aşınmak, şeklini kaybetmek.
onun işi övülüyor. 2. (ökçe) Aşınmak.
mahtan- Övünmek: "hem sıyladı! - malcı Çoban.
mahtan tur ol." G. Topanov (Annem malçah sag. Balçık.
hediye e t t i ! övünüyor o.) Çaağa malğadaçı Kibirli, kaprisli.
parçatsan, mahtanma, çaadan malğat- 1. Çalım satmak, kurumlanmak.
nançatsan mahta. Atasözü (Sava­ kemge malhat turzırî? kime çalım
şa gidersen övünme, savaştan dö­ satıyorsun? 2. Nazlanmak, cilve­
nersen övün.) lenmek.
malğatçı -289-
mannanıs

malğatçı bk. malğadaçı. mandolina Mandolin.


mal-hus tekr. Mal, hayvan. manej Manej.
malın kız. Akağaç kabuğunun altındaki maneken Manken.
tatlı madde. manevr Manevra.
mallan- Mal sahibi olmak. mangaziy 1. Depo, ambar, artıh tamah
mallığ s. Mallı, malı olan. salçan mangaziy artan tahılın
malsırah Hayvansever. konduğu depo. 2. M o r g . üreen
maltam Adım (ölçü birimi) kîzînî tutçan mangaziy ölünün
maltırha- Her şeyi bildiğini sanmak. konduğu morg.
malyar 1. Boyacı. 2. Badanacı, malyar manhan Soluk sarı.
toğıstarı boya, badana işleri. mahirsin Yabanî sarımsak: "Andada
mam bk. mamay pastarın pözık sun turğan cazı
manırsınnarın haphlap halarcıh
mamay 1. Anne memesi. 2. Mama.
küren at." N. Domojakov (O zaman
mam İt- çocuğu beslemek.
başlarını yüksekte tutan yabanî sa­
mamontMamut. mamont söögî mamut
kemiği. rımsakları kapıp alırdı yağız at.)
man (ı.) Boş zaman: "Cazı çapsıh manırsınna- Y a b a n î sarımsak toplamak.
çıstança / Çadarğa man çoh tipçe." manırsınnığ s. Yabanî sarımsağı bol
P. Ştıgaşev (Yazı güzel kokuyor / olan yer.
Yatmaya vakit yok diyor.) mağaa manifest Manifesto, beyanname.
man çoğıl boş zamanım yok.
manifestatsiya Gösteri, nümayiş.
man (ıı.) e. -le, -la. mıltıh man tüfekle.
manikyur Manikür
mana- Çevrelemek, çit içine almak.
manaan çir çit içine alınmış yer. manikyurşa Manikürcü.
manat 1. Çok iyi, daha iyi: "Çohırağı manit 1. Gümüş para. 2. Madenî para.
daa hayda köp örkeüg, manna- 1. Korumak, esirgemek. 2. Dik­
küskelîglernî manat piledir." V. katli olmak.
Kobyakov (Çohırah'ı da nerede çok mannan- 1. Boş zamanı olmak: "Aydo
sıçan, fare olduğunu çok iyi biliyor.) hanaanın pirde alnınzar, pirde,
Maldan manat, kîzîden çahsı. Ata­ soonzar sığıp la mannanminça."' V ' .
sözü (Malın iyisi, insanın güzeli.) Kobyakov (Aydo, atlı arabanın bir
manattan manat mükemmel. 2.
önüne bir arkasına geçerek boş
Pürüzsüz, kusursuz, güzel. krş.
durmuyor.) 2. Uğraşmak, meşgul
mağat
olmak: "Ot tüzîrlp mannanğanda,
mancı 1. Şaman giysisinde kurdele. 2.
Torka Aydonı, çalğıs turacahsar
Kutsal sayılan yerlere bağlanan
hığırıp, kir parğan." V. Kobyakov
kurdele. 3. mec. Tören giysisi, ah
(Ot indirip uğraşırken, Torka
mancı Burkancıların tören giysisi.
Aydo'yu tek duran eve çağırıp gir­
mandarin bot. Mandalina (meyve). miş.)
mandarin ağazı mandalina ağacı.
mannan- Korunmak, esirgenmek, dik­
mandat 1. Belge, kart. depudattın
katli olmak.
mandatı milletvekilinin belgesi. 2.
Manda, mandat komissiyazı yetki mannancıh s. 1. Korunan, kendine dik­
denetleme komisyonu. kat eden. 2. Tutumlu.
mandatnay s. Manda, mandatnay mannan ıs Başarı, muvaffakiyet.
ügrençîlernîn mannanıstarı çahsı
territoriya manda bölgesi.
öğrencilerin başarısı güzel.
mandıh bk. mannıh
mannanıstığ marığ

mannanıstığ 1. zf. Aceleyle, çabucak. 2. manzıttığ ider nime par pol pardı." i.
s. Çabuk. Kotyuşev (Onun bugün yapılacak
mannanmas s. Meşgul, boş zamanı acil bir işi çıktı.) manzıttığ kirek a­
olmayan. cil iş.
mannat- 1. Korutmak, muhafaza ettir­ manzum Baldız.
mek. 2. Sakındırmak, dikkat ettir­ mara- Melemek.
mek. maraçı Tuzlak arazi: "Mahzıranmin
mannay irmik. timnenceh / Maraçızına çör
mannığ s. Boş, meşgul olmayan. sıncan." P. Ştıgaşev (Acele etme­
mannıh (ı.j koyb. işlemeli cep, yan cep. den hazırlanmış / Tuzlağına
mannıh (ıı.) ipek. ala mannıh tonın yürüyüp çıkmış.)
irinine çaba tastadı ipekli paltosu­ marat- Meletmek.
nu omzuna attı. marça tös Yakasına tilki postu dikilmiş
manometr fiz. Manometre, bası ölçer. erkek gömleği.
mantis koyb. kaç. Sakinlik, huzur, rahat. marganets kim. Manganez, mangan.
manto Manto. margantstîg s. Manganezli.
manufaktura 1. Manifatura, kumaş. margarin 1. Margarin. 2. Margarinli.
manufaktura magazini manifatura margaritka bot. Koyungözü.
mağazası. 2. Manifaktür. marğa kız. 1. Bahis. 2. Yarış.
manyovr ask. Manevra. marğaa Büyükbaş hayvanın haşlanmış
mahzay sag. zf. Durmadan, sık sık, her göğüs kısmı.
zaman. marğıs-1. Yarışmak: "Kadus as paiğaan
manzıra- Acele etmek: "Ol kızı, pozınıh arğızınan marğıs çörîp hanalcaan."
pariğan cifine mahzırap, M. Kokov (Kadus, ekin demetleyen
timnenibispeen polza." V. arkadaşıyla yarışıp şakalaşmış.)
Kobyakov (O kişi, kendi gideceği Paynan marğıspa, külüknen
yere acele edip, hazırlanmasaydı.) kürespe. Atasözü (Zenginle yarış­
As îskence manzırabacafi, atha ma, güçlüyle güreşme.) 2. Bahse
müngence saadabacan. Atasözü girmek.
(Yemek yerken acele edilmez, ata
bininceye kadar ivilmez.) Suğ kizer marğızığ 1. Yarışma, mücadele etme. 2.
alnında manzıraba. Atasözü (Suyu Bahse girme.
geçecekken acele etme.) marha Düğme, holtıh marhazı koltuk
düğmesi.
manzıraaçi 1. zf. Hızlı, süratli. 2. s. Ace­
leci, telâşlı. marhala-Düğmelemek, iliklemek.
manzıras Acele etme. marhalan- Düğmelenmek, iliklenmek.
manzıras- (birlikte) Acele etmek. marhaiandır- Düğmeletmek, ilikletmek.
manzırat- Acele ettirmek. marhalas- (birlikte) Düğmelemek.
manzıros bk. manzıraaçi marhalığ s. Düğmeli: "Ah pörîktîg,
çıltırah marhalığ, hılıs suğınğan pir
manzıt 1. Acele, ivedi. 2. Telâş.
hara sıraylığ ons." V. Kobyakov (Ak
manzıtta zf. Çok acele, ivedilikle: Aydo, börklü, parlak düğmeli, kılıç ku­
uluğ manzıtta oylap parıp, Torkaa şanmış kara yüzlü bir Rus.)
çoohtapça."V. Kobyakov (Aydo çok
aceleyle koşup Torka'ya anlatıyor.) marığ 1. Kavga. 2. Mücadele. 3. Yarış­
ma.
manzıttığ s. Acil, ivedi: "Ol, püün
manğlas -291-
maşina

manğlas- 1. Bahse girişmek. 2. Yarış­ marten Marten. marten moladı marten


mak, mücadele etmek. çeliği, marten pes marten soba.
manğlas 1. Mücadele. 2. Yarışma. martha sag. Düğme. krş. marha
manğlas- 1. Yarışmak. 2. Mücadele martışka zool. Örümcek maymun.
etmek. mas On ikiden vurma.
marinad Turşu. masha Çekiç, tokmak.
marinovannay s. Turşu, turşu yapıl­ mashacah Küçük çekiç.
mış.
maska Maske.
marinovat pol- Turşu kurmak.
maskalığ s. Maskeli, maskalığ k î z î
marionetka Kukla, başkasının güdü­
maskeli kişi.
münde olan.
maskarad Maskeli balo. maskarad
mariets Mari.
kostyumı maskeli balo elbisesi.
marka 1. Pul. 2. Damga. 3. Mark (Alman
parası.) maskirovat pol- Maske takmak.
markalığ s. Pullu, pulu olan. maskirovka Maskeleme, kamuflaj.
markizet teks. Markizet, markizet maspah (ı.) Bağdaş, maspah süğın-
kögenek markizet elbise. bağdaş kurmak.
marksist Marksist. maspah (ıı.) 1. Ayakkabı. 2. Terlik
marksizm Marksizm. maspahta- Bağdaş kurmak. --
marla- Feryat figan etmek. massa fiz. Kütle
marlaaçı s. Feryat figan eden. massaj Masaj, massaj it- masaj yap­
marlya Gaz bezi. mak.
marmeiad Marmelât. massiv Alan, saha.
marodyor Çapulcu. massovka Miting.
mars (ı.)Mars. massovik Miting organizatörü.
mars (ıı.) Şaman sopasının tutacak masştab Ölçek, çap.
yerindeki resim, süs. mast' Renk.
marsa- Merhamet etmek, sevgi gös­ maşta- On ikiden vurmak.
termek, sevmek.
master Usta, uzman, ças masterı saat
marsı Tef tutamağı. ustası, sport masterı spor uzmanı.
marsıh kız. zool. Sığırcık krş. parçıh. masterskoy Atölye, dükkân, maymah
marş (ı.)Marş! şagom marş! adî adım tîkçen masterskoy ayakkabı atöl­
marş! yesi.
marş (ıı.) Marş. maşina Araba: "Moskvanın ulitsalarınca
marşal Mareşal. maşinalar uluğ suğnıh çashıda ha­
marşevay Yürüyüş, marş. lın puzı, tibîrep, tthtalıp, ah
marşirovat p o l - Yürümek. turğandağ potadır." G. Topanov
marşirovka Yürüyüş. (Moskova'nın caddelerinde araba­
marşrut Yürüyüş, marş yolu. lar büyük ırmağın baharda kalın
buzları derleyip toplayıp götürmesi
mart (ı.) Mart.
gibi gidiyor.) maşinadan uluğ-
mart (ıı.) bk. marsı
kîçîg sıhçalar arabadan küçük b ü ­
mart (m.) Önemli, mühim, mart hıiıhtığ yük çıkıyorlar, üren tarıcan
kızı Önemli kişi. maşina ekim makinesi, azahnan
tıkcen maşina dikiş makinesi, aar
maşinalığ -292- maymah

maşına ağır vasıta, maşina matpay 1. Aşık kemiği. 2. Baş parmak.


püdîrcen zavod otomobil fabrikası. matras Şilte, minder.
maşinalığ s. Arabalı, arabası oian. matros Tayfa, gemi tayfası.
maşinist Makinist. mauzer Mavzer.
maşinistka Daktilo, daktilograf. mavzoley Mozole.
maşinizirovat' pol- makineleştirmek. may (ı.) Mayıs: "Pastağı la may
mat (ı.) Mat, satrançta mat. ülükünge tööy poltbıshan." F.
mat (ıı.) Mat, donuk. Burnakov (Bir Mayış bayramına
mat (ııı.) bk. mart (m.) benzer olmuş.)
mata- İtinayla, özenle yapmak: "Matap may (ıı.) 1. Yağ. çağnı irgîde may
gazap aparğan / Mahtap, anı çon adacannar yağa eskiden 'may' der­
isken." P. Ştıgaşev (itinayla yaşa­ lermiş. 2. Balık sütü.
maya başlamış / Övüp onu halk mayah bk. mayat
duymuş.) mayak Fener, deniz feneri.
matap 1. zf. Çok, pek: "Apon matap mayat 1. Simurg. altın tüktîg mayat
toğınça / Arığdah ağas tartıpça."P. hus altın tüylü simurg kuşu. 2. Ta­
Ştıgaşev (Apon çok çalışıyor / Or­ vus, altın mayattın çügî altın tavu­
mandan odun çekiyor.) 2. s. Çok. sun tüyü.
matap sooh çok soğuk. mayatnik Saat maşası, sarkaç.
matematiçeskay s. Matematikle ilgili. mayığaçı s. Çabuk yorulan.
matematik Matematikçi. mayığıs Yorulma. mayığıs çoh
matematika Matematik. yorulmaz yorulmadan, usanmadan.
material Materyal, malzeme. mayıh s. 1. Bitkin, tükenmiş 2. Ağır ya­
materialist Materyalist. vaş: "Fedor Pavloviç tamırların
materializm Materyalizm. tutça, mayıh sabi I ısça tamırlar." N.
Domojakov (Fedor Pavloviç, da­
materialnay s. Maddî, özdeksel, mad­ marlarını tutuyor, yavaş atıyor da­
desel. marlar.)
materik coğ. Kıta, anakara.
mayıh- Yorulmak: "Mayıhhanca toğınıp
materikovay s. Kıtasal, karasal. /Mah abıstah ispecen."P. Ştıgaşev
materikovay ostrovtar kara adala­ (Yoruluncaya kadar çalışmış / Övgü
rı. papazdan duymamış.)
materiya fel. Madde, özdek. mayıhpas s. Yorulmaz, dayanıklı.
matır Kahraman, bahadır, yiğit, çaağa mayii- Yorulmak, mayii par- bitkin düş­
çörcen matırlar savaşa giden ba­ mek.
hadırlar. mayılıstığ s. Yorucu.
matırha- Kendini güçlü görmek, paybın
mayılt- Yormak.
tîp matırhaba zenginim diye ken­
dini güçlü görme. mayın 1. Zayıf, dermansız, anın
hazığı mayın onun bünyesi zayıf. 2
matırhan- Kendini güçlü zannetmek. Ağır, yavaş.
matırlan- Övünmek.
mayka Mayo, sporcu fanilası.
matka Mertek, tavan kirişi.
mayla- Miyavlamak.
matlama Düzgün, dürüst (insan) maymah (ı.) 1. Ayakkabı: "Azahtannda
matpah Düztabanlılık. matpah azan a) uluğ, ultii çoh ipçi kîzînîn
çarpık ayaklı, b) mec. Ayı.
maymah -293- meliorator

maymahtan holtannas çörçe." V. tınnığ altın meespek canlı altın kü­


Kobyakov (Ayaklarında büyük, ta­ re.
banı olmayan kadın çizmeleri salla­ meet At yarıştırma mesafesi, menzil: "Ol
nıyor.) 2. Çizme, nımzah maymah tuşta attar pas meetke tin çağdap
yumuşak çizme, tuup maymah de­ sıhhannar." İ. Kostyakov (O sırada
ri ayakkabı veya çizme, küs atlar yarışın başlangıç noktasına
maymah a) keçe ayakkabı, b) mec. birlikte yaklaşmışlar.) pas meet ya­
Rus. rışın başlangıç noktası, start, azah
meet yarışın bitiş noktası, finiş. krş.
maymah (ıı.) Parmak, pas maymah baş
met
parmak.
maymah- a z a h tekr. Ayakkabı. meh Körük.
mehaniçeskay s. Mekanik, mekaniksel.
maymahtığ s. Çizmeli, potinli.
mehanik 1. Makinist. 2. Makine uzmanı.
mayor ask. Binbaşı.
mehanika Mekanik.
maytıh (atın) Kuyruk çıkıntısı, kuyruk
dibi. mehanizator Makineli tarım uzmanı.
mehanizatsiya Makineleştirme.
maytıh- Yorulmak: "Çe maytığıbıshan
azahtar sös isterge sah îdi mehanizirovannay s. Makineleştirilmiş.
hınıhsıbin kilçeler." V. Kobyakov mehanizirovat' pol- Makineleştirmek.
(Fakat yorulan ayaklar söz dinle­ mehanizm Mekanizma.
meye tam da istekli değiller.) mejaTarla sınırı.
mazurka Mazurka. mejdometie gr. Ünlem.
mazut Mazot. mejdunarodnay s.Uluslararası, milletler
mazuttığ s. Mazotlu. arası.
me e. Mi? Soru edatı, körçezîn me? meksikanets Meksikalı.
görüyor musun? meksikanka Meksikalı bayan.
mebel' Mobilya, mebel' magazini mo­ meksikanskay s. Meksika'ya ait, Meksi­
bilya mağazası. kalı.
medal' Madalya, ügrençî altın medal mel Tebeşir.
alğan öğrenci altın madalya almış. melçek bk. milçek
medalist Madalyalı, madalya alan. mel'nik Değirmenci.
medik Tıp adamı, tıbbiyeli. mele Destan söyleyen haycıyı teşvik
etmek için söylenen söz. mele
medikament İlâç(lar.)
tîbeen kîzînîn palazı pazı tas
meditsina tıp. Tababet, tıp, hekimlik: polzın ozana 'mele' demeyenin ç o ­
"Amdı meditsina küstîg." V. cuğunun başı kel olsun.
Tatarova (Şimdi tıp güçlü.) meley Eldiven: "Hollarına söölcek
meditsinskay s. Tıbbî. salaalığ sarığ meleyler kizîbîsken."
medosmotr Tıbbî muayene, sağlık mu­ İ. Kotyuşev (Ellerine ince parmaklı
ayenesi. sarı eldivenler giymiş.) hoostaan
meley işlemeli eldiven, tuup meiey
medpunkt Sağlık merkezi, sıhhî yardım
deri eldiven, tük meiey örgü eldi­
merkezi. ven.
medsestra Hemşire.
meliorativnay s. Toprak ıslahıyla ilgili.
meduza zool. Denizanası.
meliorativnay toğıstar toprak ıslah
meespek 1. Deri top. tük mispek içi yün
işleri.
dolu t o p . 2. (masalda) Sihirli küre.
meliorator Toprak ıslah uzmanı.
melioratsiya -294-
mıltıh
melioratsiya Toprak ıslahı. metodiçeskay s. Metot, yöntem.
membrana Diyafram. metodika Metotlar, yöntemler.
memorandum Memorandum, muhtıra. metodist Metodoloji uzmanı.
memorialnay s. Anıtsal, anıt. metodologiçeskay s. Metodolojik, yön­
memorial'nay daska hatıra plaka­ tem bilimiyle ilgili.
sı. metodologiya Metodoloji, yöntem
meninek Doğum günü. ir pala törîze bilimi.
çılnın meninek itçen erkek çocuk metpecek Körebe, körebe oyunu.
doğunca her yıl doğum günü kutla­ metr Metre: "Olar Paskirnen hada
nır. tügencî metrnî hasçathannar." S.
menne Kayak, kızak. Çarkov (Onlar Pasker'le birlikte son
mere (attığ) mere hüner, sihir. metreyi kazmışlar.)
men'şevik Menşevik. metraj M e t r a j , uzunluk.
men'şevizm Menşeviklik. metrika (ı.j Doğum kağıdı.
menyu Mönü, yemek listesi. metrika (IL) ed. Ölçü, vezin.
merçîk Futbol topu. metro Metro.
merekTepe. metropoliten Metropoliten.
meridian coğ. Meridyen. mıcıra- Çatırdamak, çıtırdamak.
merinoszoo/. Merinos, merinos hoy mıcıras- (birlikte) Çatırdamak, çıtırda­
merinos koyunu. mak: "Anar) şkola turazının kistinde
meropriatie Spor faaliyetleri. mıcıras sıhhannar." İ. Topoyev
(Sonra okul binasının arkasında ça-
mestkom Sendika komitesi.
tırdatmışlar.)
mestoimenie gr. Zamir.
mıcırat- Çatırdatmak, çıtırdatmak.
meşçanin Küçük burjuva.
mıcırt-macırt tekr. Çatır çıtır.
meşçanskay s. Küçük burjuvazi.
mıhtı Atın iki yanı, böğrü: "Anın azahtan
meşke kız. Mantar.
attın îkî mıhtızına ipti, önetîn eğen
met bk. meet nime çîli, hoyralğlap partir." V.
metafizik Metafizikçi. Kobyakov (Onun bacakları atın iki
metafizika Metafizik. yanına uygun, bilerek eğilmiş gibi,
metali Maden, metal. yamulmuş.)
metalliçeskay s. Madenî. mut Tat, lezzet, tamağının mııdın alğan
yemeğinin tadına bakmış.
metallist Madenci.
mılça Hamam, banyo, mılça künî
metallurg Madenci, metalürji uzmanı.
hamam günü.
metallurgiya Madencilik, metalürji.
mılta- Y a b a n keçisi avlamak, ancıl
metan Metan. kiikke mıltap çörçe avcı yaban
metateza gr. Metatez, göçüşme. keçisi avlamaya gidiyor.
meteor Göktaşı. mıltıh 1. Tüfek: Tabalarının mıltıh
meteorit Göktaşı, meteor taşı. baba tartıp alğanın körbin
meteorologiçeskay s. Meteorolojik. halğannar." N. Domojakov (Babala­
rının tüfeği çekip almasını göre­
meteorologiya Meteoroloji. memişler.) mıltıh at- tüfekle ateş
metis biy. Melez, metis. etmek, silâh atmak. 2. Tüfekle ilgili:
metod Metot. "Sınap hulah üstünde uzun
-2
-
mifologiya
hamcınıfî suuh haazı mı İt ıh çili çücük yerin kuzey tarafına bakıyor.)
tarsılabaan polza." N. Domojakov 2. zm. Bundan: "Nince sağıstıh çolı
(Gerçekten kulak üstünde uzun / Sıhhan mınnan sığara." M.
kamçının soğuk kayışı tüfek gibi Ugdijekov (Nice düşüncenin yolu /
patlarsa.) mıltıhtın atızı tüfeğin atı­ Çıkmış bundan sonra.)
şı, hırlığ mıltıh yivli tüfek. mira zool. Bir balık t ü r ü .
mıltıhtığ s. Tüfekli, tüfeği olan: mırçah 1. Nohut. 2. Bezelye.
"Hayhapçathan polça mıltıhtığ ool."
mırğı Kaval. krş. pırğı
V. Tatarova (Şaşırmış tüfekli o ğ ­
lan.) mırs sag. Biber.
mına ünl. işte: "Min, mına pu, mış'yak Arsenik.
Parpustağı Ertemeynîn çılğızın mlcîr Akağaç kabuğu, akağacın kabuk
hadarçam."V. Kobyakov (Ben, işte, kısmındaki yumru, hazin micîrînen
şu Parpus'daki Ertemey'in yılkısını itken hahza akağaç yumrusundan
otlatıyorum.) yapılan pipo.
mınca Bu kadar, bunca: "Kemnıh hoyı miçel Gelişmemiş, raşitik çocuk, tîlî
polcahdır mınca köp?"\l. Kobyakov sıhpaan miçel pala konuşmaya
(Bu kadar çok kimin koyunu bu?) başlayamamış raşitik çocuk.
mıncağa çitîre şimdiye kadar.
mîçîk sag. 1. Mektup. 2. Yazılı belge.
mında 1. zf. Burada: "Mında, mındabın, -
3. Okuma yazma: "Hayda kördıh,
ırahtın çadap la çitçetken irmîh
his palanı mîçikke ügretçetkenîn,
tarığıstığ ünî." N. Domojakov (Bu­
ibde kem toğınar?" N. Tyukpiyekov
rada, buradayım, uzaktan güçlükle
ulaşmış erkeğin sinirli sesi.) 2. zm. (Nerede gördün kız çocuğuna o­
Bunda. kuma yazma öğretildiğini, evde kim
çalışır?) mîçîkke ügret- okuma
mındağ Böyle: "Aalnı mındağ çar üstün­
yazma öğretmek, krş. pîçîk
de nimee püdirdîler ni."İ. Kotyuşev
(Köyü böyle yar üstüne niye inşaa mîçîkçî sag. Okur yazar, okuma yazma
ettiler ki.) bilen. krş. pîçîkçî
mındar s. Böyle: "Pot min tiputat miçman ask. Deniz asteğmeni.
polğanda, mındar çurtas polbaan." miçurinets Miçurin.
V. Şulbayeva (Hey, ben milletvekili miçurinskay Miçurinle ilgili.
iken böyle hayat yoktu.) Miçurinskay biologiya Miçurin
mini Bunu: "Halıh çon, mini isfip, Hada- biyolojisi.
pırge homzıncan." P. Ştıgaşev
midee Bilinç, şuur. mideezT çoh bilinç­
(Halk bunu duyup / Birlikte sızlan­
siz, şuursuz, anlayışsız..
mış.)
mideelen- Bilinçlenmek, şuurlanmak.
minin Bunun, minin alnında bundan
önce. minin soonda bundan son­ pala mideelen pardır çocuk b ü ­
ra. yümüş.
mınınan zm. Bununla, mınınan hada mideelîg s. Bilinçli, şuurlu, mideelîg
bununla birlikte. pala bilinçli çocuk.
mınnanar zf. İleride, bundan sonra midenek Ivır zıvır, öteberi, krş.
mınnanarhı s. Gelecekteki, bundan mindelek
sonraki. mif Mit, efsane.
mınnan zf. 1. Buradan: "Mınnan ol mifiçeskay s. Mitsel, efsanevî.
ki'çiçek çirînm aarhı sarin harap tu­ mifologiya Mitoloji.
radır." F. Burakov (Buradan o k ü -
-296-
mıge mindelek
mige 1. Eski, kurumuş ot. 2. Keçeleşmiş milegîrle- Yabanî havuç toplamak.
yün. küsküde mige hırıhçalar g ü ­ milegîrlep çörcen yabanî havuç
zün yün kırkarlar. toplamaya gitmiş.
miger Toynak u c u . tuygah migerî toy­ militarist Militarist.
nağın oka benzer u c u . militarizm Militarizm.
mü Beyin. Miilîg pasha ügredîg kirek militarizovat' pol- Askerîleştirmek.
çoğıl. Atasözü (Beyinli başa ö ğ ­
militsioner Polis, polis memuru.
retmek gerekmez.) arğa miizî omu­
rilik, miizi çoh akılsız, beyinsiz. militsiya Polis: "Aca, piste militsiya,
Panadan, surağ alçalar." V.
miilîg s. Beyinli.
Şulbayeva (Anne, bize polis geldi,
miis Yüz, çehre, kün miizî gün yüzü. Pana'yı sorguluyorlar.)
güneş altı. tözek miizî döşek yüzü.
milliard Milyar.
miisiîg s. Çehreli, yüzlü, tulğu miistîg ir
milliarder Milyarder.
dolgun yüzlü kişi.
milligramm Miligram.
mike 1. Yalan. 2. Hile. mikee a l -
kandırmak, aldatmak: "Çe çohır millimetr Milimetre.
adaynı mikee al polbassar." N. million Milyon: "Künge köp million
Domojakov (Fakat ala köpeği kan­ harıcahtar çaltırasçalar." A.
dıramazsın.) Kuzugaşev (Güneş ışığında milyon­
mikele- 1. Hile yapmak. 2. Aldatmak, larca kar parıldıyor.)
kandırmak. millioner Milyoner: "Pîs am daa,
mikeleeçî s. Hilekâr, yalancı, dolandırıcı. millioner Rokfeller nimespîs." V.
Şulbayeva (Biz henüz milyoner
mikelen- Kandırılmak, aldatılmak, al­
Rokfeller değiliz.)
danmak: "Anan ol, pozının tüzine
millionnığ s. 1. Milyonluk. 2. Milyonun­
mikeledîp, aar-peer körglep odırça."
V. Kobyakov (Sonra o, kendi rüya­ cu.
sına aldanıp oraya buraya bakarak min zm. B e n : "Minin hınğan hızım
oturuyor.) polğan, armiyaa parçathanda,
sağirbın sinî teen." V. Şulbayeva
mikelet- Dolandırmak, aldatmak, hile
(Benim sevdiğim kız vardı, askere
yapmak.
giderken beklerim seni dedi.) minin
mikelîg s. Yalancı, dolandırıcı. 2. Kur­ benim, mağaa bana. minî beni.
nazlık. minde bende, minzer bana doğru.
mikeyek bot. Bir tür ot. minnefi benden, minnen benimle.
mikrob Mikrop. mîn Bin.
mikrofon Mikrofon. min Ben, vücuttaki leke.
mikroskop Mikroskop. mina ask. Mayın.
mikstura tıp. Şurup. minala- Mayınlamak.
milces- Yarışmak, cebelleşmek, tartış­ minçet 1. Taç giyme. 2. Düğün töreni.
mak. mindal' bot. Badem, badem a ğ a c ı .
milcestes- Rast gelmek, karşılaşmak. mihde- Acele etmek, haydar mindep
milçek 1. Tütün kesesi. 2. Deri torba, parirzın? nereye acele ediyorsun?
dağarcık. mindeg s. zf. Böyle.
milegîr bot. Y a b a n î havuç, milegîrdeh mindelek Ufak tefek eşya, öteberi, ıvır
ügre itçeler yabanî havuçtan çorba zıvır, mînen kîçîg mindelek minî
yaparlar.
mindî -297-
mıssıya
tonandırdı. Bilmece, iğne (Benden minzer Bana doğru.
küçük eşya beni giyindirdi.) krş. minzîncek Bencil.
mindenek mir (ı.) Dünya: "Pray mirdegî
mindî Selâm, merhaba, irkin altap îstençîlerneh hada..." M. Arşanov (
mindî pirçedîr eşik atlayıp selâm Bütün dünyadaki işçilerle birlikte...)
veriyor, mindî pir- selâm vermek. mir (ıı.) Barış, pray mirde mir üçün
paza toğashanca izen-mindî ye­ kürezîg parça bütün dünyada barış
niden karşılaşıncaya kadar sağlı­ için mücadele ediliyor.
cakla kalın, izen-mindî merhabalar!
mir (m.) sag. Sert, şiş.
mindîle- Selâmlamak. mircen (ı.) 1. Sabırlı, inatçı, direngen. 2.
mindîles- Selâmlaşmak, merhabalaş­ Eskiye bağlı.
mak. mircen (ıı.) bk. micîr
mindîr (ı.) zool. Lota balığı. miregen bk. milegîr
mindîr (ıı.) Dolu (yağış.) uiuğ mindîr iri mirge Değnek, sopa.
taneli dolu.
mirgecek kız. Kirpi.
mindîrle- Lota balığı avlamak.
mirgele- 1. Nişan almak. 2. Atmak, gön­
mineral Mineral. dermek.
mineral'nay s. Mineral(li). mineral'nay mirgeiet- 1. Nişan aldırtmak. 2. Attır­
udcbrenieler mineral gübreler.
mak.
mineralogiya Mineraloji. mirgen s. 1. İsabetli, keskin, mirgen
minî Beni. atış isabetli atış. mirgen atığcı
minîksîn- Benimsemek. keskin atıcı. 2. Becerikli, uz: "Çe
minîksîneeçî s. Kolayca benimseyen, Timur mirgen tudıshan." İ. Topoyev
kabullenen. (Fakat Timur ustaca tutuşmuş.) 3.
minîksînîs Benimseme. İsabetli, doğru, mirgen çoohtaan
minimum Minimum, asgarî. doğru söylemiş.
minîn zm. Benim. mirovoyDünya ile ilgili, mirovoy çaa
dünya savaşı.
ministerstvo Bakanlık.
mirsî tıp. Beze, gudde.
ministr Bakan.
mirt tıp. Lenf bezi.
miniatura Minyatür.
mis sag. Beyin.
minnîg Benli, beni olan. minnîg töreen
pala benli doğmuş çocuk. miset pol- Engel olmak, karışmak.
minnîk (bebekte) Bıngıldak, pala miske bot. 1. Mantar, cîcen miske yiye­
minnîgî bebek bıngıldağı. cek mantar, huruthan miske kuru­
tulmuş mantar, harağay miskezî
minomyot ask. Havan topu.
sarı mantar, hızıl miske kızıl man­
minomyotçik ask. Havan topçusu. tar, ah miske ak mantar, nanmır
minonosets Torpido. miskezî yağmur mantarı. 2. mec.
minus mat. Eksi. Dik kafalı.
minuta Dakika: "Sah oloh minutalarda miskele- Mantar toplamak.
Yağor arğıstarınıh nahlanıs miskelet- Mantar toplatmak.
kilçetkennerîn, çoohha aralaspin,
miskelîg s. Mantarlı, miskelîg çir man­
istîp odırğan." N. Nerbişev (Tam o
tarı bol olan yer. miskelîg ügre
dakikada Yağor arkadaşlarının tar­
mantar çorbası, mantarlı çorba.
tışmasını konuşmaya girmeden din­
lemiş.) mispek bk. meespek
missioner Misyoner.
minyor ask. Mayıncı.
missiya Misyon, görev.
-298-
mistîrîk momah
mistîrîk (ı.) zool. Kuş adı. Kilçiçekov (Sağlam çelikli demir
mistîrîk (ıı.) anat. 1. Kas, adale. 2. Kaslı cevheri kazıyoruz.)
et. molca- Sözleşmek, anlaşmak.
miting Miting. molcağ 1. Sözleşme, anlaşma. 2. Müh­
mitingele- Miting yapmak. let, vade.
mitkal' teks. Hasa. molcağlığ s. Anlaşılmış, kararlaştırılmış.
mizee 1. (tarlada) Sınır, mizee sal- molcal- Anlaşılmak, mutkabık olunmak:
(tarlaya) sınır koymak. 2. Sınır işa­ "Anı irtîrer kün çetvergke molcal
reti. partır." N. Nerbişev (Onu yapacak
mobilizatsiya Seferberlik. gün olarak perşembe kararlaştırıl­
mış.)
mobilizovannay s. Seferberlikle ilgili.
molcas Anlaşma, sözleşme krş.
mobilizivat' pol- Seferber etmek.
molcağ.
mobilizovat'sya pol- Seferber olmak.
molcas- Sözleşmek, anlaşmak, uyuş­
moda Moda: "Pasha modaa min
mak, kararlaştırmak.
ügrenmeem." N. Tinikov (Başka
modayı ben öğrenmedim.) moda molcağ 1. Çarpık bacaklı. 2. Beceriksiz,
hoostıra pol-modaya uygun olmak. hantal.
moldavanin Moldovalı.
model' Model, kögenek model'î elbise
modeli, maşina model'î araba mo­ moldovanka Moldovalı kadın.
deli. moldavskay Moldovya ile ilgili.
model'lîg s. Model, modelle ilgili. moldavskay tîl Moldova dili.
model'şçik Modelci, kalıpçı. molekula 1. Molekül. 2. Molekülsel.
modernizirovat' pol- Modernleştirmek. molekula aarı molekül ağırlığı.
modernizm Modemizm. molitva Dua, kilisede toplu olarak oku­
nan şarkı: "Molitvanı ırlirın
modnay s. Moda, modaya uygun.
toosçalar." A. Kuzugaş (Dua oku­
modnay ipçî modaya uyan kadın. masını bitirmişler.)
moğaa Kızakta ağaçtan kayış halkası.
mollyusk zool. Yumuşakça.
sanah moğaazı kızak halkası.
molodes Güzel, harika: "Sin molodes
moğah bk. moğaa çurtapçazıh - çoh çoos, pır nime
moğalah Ayı. moğalah ahsı ayı ağzı. çoh."\/. Şulbayeva (Sen güzel ya­
moh bot. Yosun. şıyorsun, olmayan hiçbir şey yok.)
mohay bk. mohayah molotay El değirmeni, sulanan arıştı
mohayah 1. Ucube, ejder, ö c ü . molotaynah sapçan yulafla arpa el
pohayah sinî tudıp alar seni öcü değirmeniyle dövülür.
yakalar. 2. Çok çirkin. 3. Kurt. molotilka Patoz, harman makinesi.
püürnî mohayah tîpçeler kurda moltırıh (ı.) anat. Atlas kemiği, pastağı
'mohayah' derler. 4. Ayı hazanğa moltırıh söögîn salçalar
mohta- Yosun toplamak. ilk kazana atlas kemiğini koyarlar.
molat Çelik: 'Tuthan holı molat oshas moltırıh (ıı.) Deri galoş.
pik." M. Arşanov (Tuttuğu eli çelik momah (ı.) sag. 1. Kursak. 2. Guşa,
gibi sert.) cedre.
molatta- Çelikleştirmek. momah (ıı.) sag. Kadınların önlüklerinin
molattığ s. Çelikli, içinde çelik bulunan: üzerine astıkları göğüslük.
'Ton molattığ timîr hasçabıs." M.
momahtığ
-299- morsıh

momahtığ s. Kursağı geniş. moondır-1. Asmak, asarak öldürmek. 2.


mon Sakatlık, özür. Boğmak, boğarak öldürmek.
mon- bk. moon- moos 1. Mitolojik yer altı kahramanların­
dan b i r i . çitî irlîktîh oolğı hara
monarh Kral, hükümdar
moos polcah Yedi Erlik'in oğlu Ka­
monarhiçeskay s. Monarşiyle ilgili. ra Moos'tur. 2. Ejder.
monarhist Monarşi taraftarı. mor- (bağlayıp) Birleştirmek.
monarhiya Monarşi. moral' Ahlâk.
monarhiyalığ s. Monarşik, monarşi. moral'nay s. Ahlâkî.
monarhizm Monarşi taraftarlığı. morcan (ağaçta) Tabaka, kabuk, hazin
monastır' Manastır. morcanman itken ayah akağaç
kabuğundan yapılmış kâse.
moncıh Boncuk, gerdanlık: "Sın tanalığ,
moncıhtığ." N. Tinikov (Gerçek se­ morcahnığ s. Kabuklu, tabakalı.
defli, boncuklu.) morcanmğ ağas tabakalı ağaç.
morca bot. Düğünçiçeği.
mondıh zf. Öyle, böyle. Aar mondıh,
mordovskay s. Mordvin'le ilgili.
peer mondıh, îcezînde irke
mordva Mordvinler.
mondıh. Bilmece, küpe (Oraya öy­
le, buraya böyle, annesinde yumu­ mordvin Mordvin.
şak böyle.) mordvinka Mordvin bayan.
mondıl- Hafif hafif sallanmak, ırgalan­ morfema gr. Morfem.
mak: "Mondılıp ösçetken porço morfologiçeskay gr. Morfolojik.
oshas." M. Arşanov (Igalanarak morfologiya gr. Morfoloji, şekil
büyüyen çiçek giibi.) bilgisi.
mondırğas Darağacı, idam sehpası. morğay sag. Saf çiğneme kükürdü.
morhah Burunsalık, ağızlık.
mongol Moğol. krş. mool
morhahta- Ağızlık, burunsalık takmak.
mohnığ s. Sakat, özürlü, irgîde monnığ
morham Kolluk: "Hacan apsah,
töreen palalarnı örtecenner eski­
hızıcahtıh pazın nandıra çastıhha
den özürlü doğan çocukları yakar-
salıp, irnTlermdegî süttî
larmış.
morkamınan çızıbıshanda..." N.
monopol'nay s. Tekel, tekelle ilgili. Domojakov (İhtiyar kızcağızın başı­
monopolist Tekelci. nı döndürüp yastığa koyup, dudak-
monopolistiçeskay s. Tekelcilikle ilgili. larındaki sütü kollukla sildiğinde.)
monopoliya Tekel. morıyah bot. Kardelen, morıyah har
monopolizirovat' pol- Tekelleştirmek. soonda pastağı çahayah kardelen
kar sonundaki ilk çiçektir.
montyor Montajcı.
morj zool. 1. Mors. 2. Morsla ilgili.
mooh Öcü. parba, anda mooh gitme,
orada öcü (var). morkov Havuç, morkov önnîg havuç
mool Moğol. krş. mongol rengi. krş. morkop
moon- Kendini asmak: "Kızı ürep morkop Havuç, morkop suu havuç
parğandağı, çîli piçellep, suyu. krş. morkov
moonıbızarğa çügürcen." N. morojenay Dondurma.
Tyukpiyekov (İnsan ölmüş gibi üzü­ mors Mors, mors alfabesi.
lüp kendini öldürmeye gider.) morsıh Porsuk.
-300-
morsım mönek
morsım Tat, lezzet. moyıncah Tasma, boyunluk.
morsımnıg s. Tatlı, lezzetli, morsımnıg moyınna- Yenmek, galip gelmek.
çooh tatlı söz. moyınnığ s. Boyunlu: "Ol tabıstarnah
morsın- Beğenmek, hoşuna gimek: hada külkee kir halğan niske
"Adının çörîzîne morsınmin, moyınnığ irennîn üstünzer küs
hıshacah hayıs hamcızınah arğa ödîkter, poduşkalar uçuhhlap
pastıra hıcladıbısça." N. sıhhan." N. Nerbişev (O seslerle
Tyukpiyekov (Atının yürüyüşünü birlikte gülmeye başlayan ince
beğenmeyerek, kısa kayış kamçı­ boyuunlu erkeğin üstüne deri çiz­
sını arkasına vurarak şaklatıyor.) meler, yastıklar uçuşmaya başla­
morşıh kız. Porsuk krş. porsıh. mış.)
morşo kız. bot. Çiçek, krş. porço. moyna- 1. Ayak diremek, kafa tutmak.
morşolan- kız. Çiçeklenmek krş. 2. Hızla gitmek, yerinde durama-
porçolan- mak, ileri atılmak.
mortha Omur krş. orha. moynah Boynu ak.
moryak Denizci, g e m i c i . moynıcah Küçük boyun: "Nîskecek
moskviç Moskovalı. moynıcağı, halbah pörîktîg pazın
mosta sag. K ö p r ü . tîrep sıdabin..."\l. Kobyakov (İnce­
mostaa Gırtlak, mal sohhan kîzee cik boyuncuğu, geniş börklü başını
mostaanı pirçeler hayvanı öldüren taşıyamayıp...)
kişiye gırtlağı verirler, krş. mosto möge 1. s. Ebedî, sonsuz, ölümsüz.
mosto 1. Kesilmiş hayvan boynu. 2. möge suğ abıhayat, ölümsüzlük
Gırtlak, krş. mostaa suyu. 2. Ebediyen, daima.
mot İçkiye dayanıklı kimse. mögî bk. möge
motor is. Motor: "Kök tashılın mögîs bk. mönîs
ushunçadır / Küstîg motor." M. möke Bahadır, alp, yiğit.
Kokov (Gök zirveyi uyarıyor güçlü
motor.) mökey- (insan) Eğilmek: "Anan îkî
holınan çirge tayanıp, turarğa
motorist Motorcu.
mökeyzök, Çohırah, segîr kilîp, hon
motorlığ s. Motorlu. î k î motorlığ iki itke tıınabas pazoh odırta
motorlu. tartıbısça." V. Kobyakov (Sonra iki
mototsikl Motosiklet. eliyle yere dayanıp, kalkmak için
mototsiklist Motosikletçi. eğildiğinde, Çohırah, seğirerek ge­
moydırıh Yaka, elbisede kenar, uç kı­ lip, kaba ete yapışarak yeniden o­
sım: "Kögenekterînîh moydırıhtarm turtmak için çekiştiriyor.)
tolğap turlar." A. Kuzugaşev (Göm­ mökeyt- Eğdirmek: "Ottarnı taynaza,
leklerinin yakalarını kapıyorlar.) sala şuhsun amırircıh, arğa paa
rnoydırığınah hap- yakasından mökeytpinçe."H. Domojakov (Otları
kapmak, yapışmak. çiğnese, birazcık susuzluğu geçer­
moyın anat. 1. Boyun: "Pîreede adının d i , paldımı eğilmesini engelliyor.)
moynın kizMskennerf körmçe." N. mökezîm bot. Yenilebilir bir bitki.
Domojakov (Bazen atının boynunu mökezîn bk. mökezîm
kesmeleri görünüyor.) moynınan mönek s. Neşesiz, üzüntülü, sıkıntılı:
hap- boynundan yakalamak. 2. Bo­ "Hızıcaam, suğ ashınah halğan,
yunla ilgili, moyın orhazı boyun
türce tıstan, palam, - surmğan
omuru, hatığ moyın mec. kaç.
mönek ün." N. Domojakov (Kızca­
Kurt.
ğızım, su azıcık kaldı, biraz dinlen
-3
monı munu
yavrum, diye yalvarmış sıkıntılı muhah Aptal, ahmak. pızodan
ses.) muhahpîn buzağıdan ahmağım.
mönî bk. möge muhal- Acı çekmek, ıstırap çekmek.
mönîs (ı.) 1. Keder, hüzün, sıkıntı. 2. s. muhalan- Acı çekmek.
Kederli, hüzünlü, sıkıntılı: "Harool
muhan- Acı çekmek ıstırap "Amdı îcem
Abistin çobağların / Üleşken mönîs
ülüzîn." M. Bainov (Harool, Abis'in haydi çurtap, toğınıp muhanapçadır
acılarını /Bölüşmüş kederli ni ze." V. Kobyakov (Annem şimdi
ülüşünü.) 3. zf. Kederle, hüzünle, nasıl yaşayıp, çalışıp acı çekiyor­
sıkıntıyla. sa.) krş. muğan-
mönîs (ıı.) 1. (oyunda) Kura. 2. (oyunda) muhanaaçı s. Acı çeken, üzülen.
Kazanma. muhandır- Acı çektirmek.
mönîssîre- Hüzünlenmek, kederlenmek: muhanıs Acı çekme, üzülme.
"Anı sizin salıp, apsah möhlsslrep
muhanıstığ s. 1. Acı verici, üzücü. 2.
sıhhan." A. Çerpakov (Onu düşü­
Acılı, üzüntülü.
nüp hüzünlenmiş ihtiyar.)
mönîsten- Hüzünlenmek, kederlenmek. muhas Acı, ıstırap.
möön Göden, rektum. muhur 1. Kısa karış, ot pîr muhur sıh
mööt Bal: "Amdı tulubında huruğ-harığ parğan ot bir kısa karış çıkmış. 2.
la halastar paza mööt." A. Kısa. muhur çul kısa dere.
Çerpakov (Şimdi torbasında muksun Soğan.
kuruyup sertleşmiş ekmekler ve mulçunna- Sıkıntı çekmek, iş yapama­
bal.) mak.
mööttîg s. Ballı.
mun (ı.) Bin: "Minin çabağa-hulunnah
mörîy 1. Yarış, müsabaka. 2. Kazanma,
hada pir mun azıra polar." V.
zafer, möriy ani polar yarışı o ka­
Kobyakov (Benimki tay kulunlarla
zanacak, nımahta, his alarda
birlikte binden fazladır.) Pîlbes
mörîy polar masalda, kızı almak i­
kîzee mun çooh, pîler kîzee pîr
çin yarış yapılır.
çooh. Atasözü (Bilmeze bin söz, b i ­
möte- Mutlu şekilde yaşamak: "Anda
lene bir söz.) pîr mun çarım bin
mötep-çırğap çurtapça." V.
beş yüz.
Maynaşev (Orada mutlu şekilde
yaşıyor.) mun (ıı.) Üzüntü, keder.
mramor 1. Mermer. 2. mermer, mer­ mun (m.) Özür, kusur.
merden. munnığ s. Kusurlu, özürlü, munnığ mal
mucay Hantal, i r i . özürlü mal.
mutta Manşon.
munar s. Biner.
muğan- Acı çekmek, ıstırap çekmek krş.
munarlap zf. Binlerce: "Munarlap çil
muhan-
hada kilgen aracı lan ıs kiblrl." N.
muğuy 1. Yüksek, büyük: "Muğuy
tashıllar tayan salğan / Kibîs Nerbişev (Binlerce yıl birlikte gelen
çazılarnı çaya tözengen." M. korunma geleneği.)
Kilçiçekov (Büyük zirvelere yas­ mundştuk Ağızlık, çubuk.
lanmış / Halı gibi yazıları serip dö­ munnan- Acı çekmek, ıstırap çekmek.
şenmiş.) 2. İri, büyük: "Arabısta munu- 1. Yaşlanmak: "Min me
parlar muğuy munzuruhtar." V.
munaan, Pıçon? Kör! Küs
Şulbayeva (Aramızda iri yumruklu­
sınazarğa kilfs parbazın." N.
lar var.)
Domojakov (Ben mi yaşlandım
Piçon? Bak! Güç yarıştıramazsın)
munzuruh -302- mündîrt

2. Bunamak "Minîn kîzîm! Kördek, müçîre sag. Ekşi sütten yapılmış peynir,
munaan aynanı!" M. Kokov (Benim krş. pîçîrö
adamım! Bak şu bunamış şeytana!) mügü sag. Ebedî, sonsuz krş. möge.
2. Eskimek. mükü bk. möge
munzuruh Yumruk: "Kolkanı
mükü- Şahlanmak, alıptı at müküp
munzuruhnan çörgfzîbîsken, anzı tastabıstı at şahlanarak yiğidi üze­
nandıra sappaan." A. Kuzugaşev rinden attı.
(Kolka'yı yumrukla kovalamış, o
mülçü Kötü dikiş, mülçö tîgîlgen çîk
cevap vermemiş.)
sağlam dikilmemiş dikiş.
munzuruhta- Yumruklamak.
mültük içinden üfleyerek sert cisim
muskui Kas, adale. fırlatılan boru.
muskullığ s. Kaslı, adaleli. mün Çorba; bulyon. Hozanahtın
muşta- Böğürmek: "Puğa mustaanan münî hoyığ, çabal kîzînîn çüree
orlap tur." S. Kadışev (Boğa bö- hannığ. Atasözü (Küçük tavşanın
ğürmesiyle böğürüyor.) çorbası koyu, kötü kişinin yüreği
muştam Böğürme, böğürtü. kanlı.) palıh münî balık çorbası.
mustas- Böğrüşmek. mün- Binmek: "Ah azahtığ hızıl toraat
mustas Böğürme. müngen, hıshacah sarığ tonnığ
musul'manin Müslüman. kîzl" V. Kobyakov (Ak ayaklı kızıl
doru ata binen, kısa sarı elbiseli k i ­
musul'manka Müslüman kadın.
şi.) Atha münmeende, hamcı
musul'manskay Müslümanlıkla ilgili. sappa. Atasözü (Ata binmeden,
muur- bk. mor- kamçı vurma.)
muyğah zool. Maral, dişi geyik. müncen Binit, müncen mal binek hay­
muzey Müze: "Pîstîn aal tastında, tağ vanı, binit.
ideene çitîre, çüsçe dee kürgen müncük Loğusa için hazırlanmış çorba.
turca, muzey le oshas." G. müncük sığar- loğusa için
Kazaçinova (Bizim köyün dışında, çorba hazırlamak.
dağ eteğine kadar yüze yakın kur­ mündîr- Bindirmek. Adı çoh kîzee at
gan var, tam müze gibi.) mündîr, kibî çoh kîzee kip kizîrt.
muzıka 1. Müzik: "Balkonğa sıhçam, Atasözü (Atsızı ata bindir, elbisesi­
püün payram! Pray la çirde ze elbise giydir.)
muzıka."M. Kilçiçekov (Balkona ç ı ­ mündîrt- Bindirmek, üzerine oturtmak:
kıyorum, bugün bayram! Her yerde "Sanca, partada anın hosti
sadece müzik.) djaz muzıkazı caz odırçathan Leva, sigîs klasstağı
müziği. 2. Müzik, müziğe ait, müzik­ Matpeyge ahdara şaştırıp, ağaa
le ilgili, muzıka şkolazı müzik oku­ mündîrtîp, şuura tolğançathanda,
lu. andar çügür parıp, Matpeynı,
muzıkal'nay s. Müzik, müzikli, müzikal. nîtkezT moydınğınah haap, tüzîre
muzıkalnay instument müzik ens­ tartıbıshan." İ. Topoyev (Sanca, sı­
trümanı. rada onunla birlikte oturan Leva,
muzıkant Müzikçi. sekizinci sınıftaki Matpey'e yıkılıp,
onu üzerine çıkarıp, çekip döndü­
müçe bk. müçel
rüldüğünde, oraya koşup, Matpey'i
müçel (on iki hayvanlı) Takvim. Tadar ense boynundan tutup çekip d ü ­
çomnın irgî müçelî Hakasların es­ şürmüş.)
ki takvimi.
mündür myod
mündür hlk. Dolu (yağış.) müüstîgs. Boynuzlu, müüstîg çoon
mündürbes bk. mündürges. ' mal boynuzlu büyükbaş hayvan.
mündürges bot. Üvez ağacı. müzîk sag. Yüksek, müzîk tağ yüksek
mündüt Binit dağ. krş. pözîk
mündüttîg s. Binitli. müzrük şor. Yatak, ağas müzrük ağaç
yatak.
münsîre- Canı çorba istemek.
myaç Top, futbol t o p u . futbol myaçı
müüre- Böğürmek. halhaa kire toğtlahtan parğan fut­
müüreg Böğürme. bol topu kaleye yuvarlana yuvarla-
müüres- Böğürüşmek. ah malı müüres na girdi.
haldi iyi malı böğürmeye başladı. myakina Kesmik, başak kalıntısı.
müüret- Böğürtmek. myatej İsyan, baş kaldırma.
müüs 1. Boynuz: "Tazın müüzîne har myatejnik İsyankâr, asi, isyancı.
çuhpas, Tarıncah ipçee ir çuhpas."
myod Bal. krş. mööt
M. Bainov (Boynuzsuzun boynuzu­
na kar birikmez / Darılgan kadına er
dayanmaz.) 2. Boynuzla ilgili, boy­
nuzdan.
-N-
na e. 1. Sadece, yalnızca, ancak, mında naahta- Yanaklarına vurmak: "Pana
ton na çatça burada sadece elbise Taykanı oloh hoostıra
duruyor. "Pozınıh hamın na naahtabısça." \l. Şulbayeva (Pana,
azıranar üçün." V. Kobyakov (Sa­ Tayka'ya onunla birlikte yanakla­
dece kendi karnını doyurmak için.) rından vuruyor.)
2. polğan na her. polğan na nime naahtığ s. Yanaklı: "Tükpek naahtığ
her şey. irîncek kîzee polğan na paza hıralıbıshan tuluhnığ Marğa
kün pozırah. Atasözü (Tembel k i ­ tîp attığ ipçî." İ. Kotyuşev (Yuvarlak
şiye her gün tatil.) krş. la, l e . yanaklı ve kırlaşmış belikli Marğa
adındaki kadın.) çalbah naaahtığ
naa s. 1. Yeni. naa kögenek yeni elbise: geniş yanaklı.
"Aydo pozı andağoh naa kögenek
naal- 1. Yayılmak, serpilmek: "Sabistîh
kizıbîsken." V. Kobyakov (Aydo da
idı-söögî, sörtel pariğan uzman
onun gibi yeni elbise giymiş.) naa çabızah obaağa naalıp, çirçe çizil
tovar yeni mal. nap-naa tekr. yep­ pariğan oh azaa obaağa habılıp,
yeni, naa çil yeni yıl. naa har yeni sol azaan îzehedeh şuura tart
kar. 2. Taze. naa palın taze balık. halğan." N. Domojakov (Sabis'in
3. Yakın zaman: "Naa kilgen vücudu, sürüklenen yanından alçak
torğayahtar." V. Kobyakov (Yeni taşa takılıp, yerde sürüklenen sağ
gelen toygar kuşları.) pu naadah ayağı taşa sıkışıp, sol ayağını ü­
peer yakın zamandır. 4. Genç, ta­ zengiden çekip çıkarmış.) 2. (Yıldı­
ze, naa yablah taze patetes. naa rım) Düşmek: Sınap taa, îkölehnî
ay yeni ay. naa çir ham toprak, kügürt tee naal parardah horğıstığ
işlenmemiş toprak. Naa çir pik, çe polğan." İ. Kotyuşev (Gerçekten de
çiitter annanoh pik. Atasözü (Ham ikisi de yıldırım düşmesinden kor-
toprak sert, fakat yiğitler ondan da karmış.)
sert.) naala- Yenilemek, tonımnı naalap
naacıla- Yenilenmek, onarılmak: tîktîm paltomu yeniden diktim.
"Hazaa-hahpah naacılağlapça / naalan- Yenilenmek.
Hazır soohtı sağınıp." A. Topanov naalat- Yeniletmek.
(Ev bark tamir ediliyor / Şiddetli so­ naanı- Serpmek (sütü, içkiyi tanrılara
ğuğu düşünüp.) sunmak, saçı olarak saçmak.)
naacılan- Yenilenmek. naanığ 1. (içkiyi, sütü ) Serpme, sunma.
naacılat- Yeniletmek. 2. Saçı, sunulan içki, süt vb. hol
ködîrzem, naaniim çitsîn el kal­
naah 1. Yanak: "Naahtan ortı tüsklep dı rsarn saçım ulaşsın.
parğan."\l. Kobyakov (Yanaklarının
naanığcı Dinî törende saçıyı sunan
ortası çökmüş.) naahtan oymar
kamın yardımcısı.
par- yanakları çökmek, naah söögî
elmacık kemiği. 2. Y a n a k îzîk naanığlığ s. Dinî törende sunulan içki.
nanığlığ arağa sunu içkisi.
naağı söve, kapı pervazı: "Kırıp,
pörîgm suurıp, îzîk naağına çölene naa pastah Genç kam. pastapçathan
tur salğan." V. Kobyakov (Girip, hamnı "naa pastah" tîp adapça-
lar yeni başlayan kama "naa
börkünü çıkarıp, kapı sövesine yas­
pastah" derler.
lanmış.) közenek naağı söve, pen­
cere pervazı, mıltıh naağı kabza.
-306-
naar nam

naar- Bastırmak, sıkıştırmak: "Kem nağılan- sag. (ses) Yankılanmak krş.


kemnî naarça pîldfzî çoğıl." i. yanılan-
Topoyev (Kim kimi bastırıyor belli nağıs kız. Yalnız.
değil.) nağıshan kız. zf. Yalnızca.
naarpah Masal, hikâye. nahay Vergi, alban-nahayın ağıl keldîn
Naarpah çoohha kirtînîp, hattı me? vergini getirdin mi? krş. nağa,
hamcıdan çırtpacan. Atasözü nağağ
(Masal söze inanıp, eşi kamçıla-
nahimovets Nahimov okulu.
mamalı.) krş. narpah
nahlan- 1. Homurdanmak, mırıldanmak.
nabaçı bk. namaçı
2. Üzülmek.
nabaçıla- bk. namaçıla-
nahlancıh s. Homurdanan.
nabıs bk. namıs
nahlandır- Homurdanmasına sebep
nabor Dizgi, dizme, naborga rukopis'tı olmak, mırıldandırmak,
pirîbîskenner el yazısını dizgiye homurdatmak.
vermişler. nahlanıs Homurdanma, mırıldanma.
nabornay s. Dizgiyle ilgili, nabornay nahlanıs- (birlikte) Homurdanmak, mırıl­
tseh dizgi atölyesi. danmak: "Yağor arğıstarınıh
naborşçik Mürettip, dizici. nahlanıs kilçetkennerln, çoohha
naçal'nik Başkan, müdür, şef: "Çam, aralaspin, istîp odırğan." N.
çark, - teen naçalnik." S. Çarkov Nerbişev (Yağor arkadaşlarının
(Tamam, tamam, demiş müdür.) homurdanmalarını, söze karışma­
nadstroyka fel. Üst yapı. polğan na dan, dinlemiş.)
bazistın pozının nadstroykazı par nakladnay İrsaliye, naklodnay pas pir-
her temelin bir üst yapısı var. irsaliye senedi vermek.
nadziratel' Gözcü. naklonenie gr. Kip. küstecen
naftalin Naftalin. naklonenie emir kipi.
nagan Nagant (tabancası): "Soonan nakoval'nya 1. Örs. 2. Örs kemiği.
Pıçon nagan ulap salğan sıhça."N. nal Yarımada, nal îstî yarımada i ç i .
Domojakov (Ardından Pıçon nagan nalbay- Yassılmak.
tabancasıyla nişan alıp çıkıyor.) nalbayt-Yassı Itmak.
nagrada Ödül, nişan, nagrada a l - ödül nalbayta zf. Yassı hâlde, sırtüstü, yan­
almak. lamasına.
nagradit' pol- Ödüllendirmek. Leninnîn
nalbır bk. naptır
ordenınah nagradit polğannar
nalog Vergi: "Palalarğa şkola üçün
Lenin nişanıyla ödüllendirilmişler.
ahça töle, nalog töle, sidik çurtas,
nagruzka 1. Yükleme, tahmil. 2. Yük. ok, sidik." N. Tyukpiyekov (Çocuk­
nağa 1. Vergi. 2. Elli sincap derisi kadar ların okulu için para öde, vergi öde,
vergi. zor hayat, a h , zor.) nalog a l - vergi
nağağ Elli sincap derisinden oluşan almak, nalog sal- vergi koymak.
vergi, pîr nağağ elli sincap derisi nalog töle- vergi ödemek.
(vergi), krş. nağa, nahay nalpah s. Beceriksiz, hantal.
nağal hlk. Tarla sınırı. nam Süprüntü, kırıntı, hımısha uyazının
nağbır hlk bk. nanmır otnamı karınca yuvasının çerçöpü.
nağı hlk. b k . naa çir-nam çerçöp, pislik, ot-nam ot
kırıntısı, ç e r ç ö p .
nama - _"-»/ - nancılığ

nama bk. napa palığlaannar kurdu yan tartından


nama- Yamamak, namaçını namap yaralamışlar. 2. Yan. tonnın
saldım yamayı yamadım. nannarı tüzîk elbisenin yanları d ü ­
namaçı Yama: "Ahsah nimes azaanın şük.
pudında hara hus azağı, hara nan (ıı.) Biçilen yerde açılan uzunca
namaçı çili, salbahnap pariğanın boşluk, yan, cep. ot
kör halğan Fedor Pavloviç." N. saapçathannar pîr nan saap sal­
Domojakov (Sağlam ayağının dılar ot biçenler bir cep açtılar.
budunda kartal ayağının, kara nan- Dönmek, geri gitmek: 'Tün/
yama gibi, sallanarak gittiğini naada ağırıbızıp, nan parıbıshan
görüvermiş Fedor Pavloviç.) pabazına."'V'. Kobyakov (Geceleyin
namaçıla- Yamamak, kip namaçıla- hastalanıp, babasına dönmüş.)
elbise yamamak. Çaağa parçatsan, mahtanma,
çaadan nançatsan mahtan. Ata­
namaçılat- Yamalanmak: "Hır
sözü (Savaşa gidersen övünme,
obaalarnan namaçılathan / Töreen
savaştan dönersen övün.) His ha­
çirîbîs - Hakasiyabıs."M. Kilçiçekov
çadır, ool nanadır. Atasözü (Kız
(Tepelerle zirvelerle yamalanan /
kaçar, oğul döner.)
Ana yurdumuz Hakasyamız.)
nancı Arkadaş, dost: 'Tağ tağnah
namaçılığ s. Yamalı.
urunıspacah, M nancı toğaspin
namağ (ı.) 1. Yamama, teyelleme. 2. polbacah teenî sın poltır." V.
Yama Kobyakov (Dağ dağa kavuşmaz
namağ (ıı.) Sincap kürkü. dost dosta kavuşur dedikleri gerçek
namat- Yamatmak, teyelletmek. olmuş.) Obal çohta, nanemi pil
namay Sincap derisi, krş. namay polbassın; hıyal çohta, honcıhtı
pîl polbassın. Atasözü (Kötülük
namırt Kuş kirazı.
yokken, dostunu bilemezsin, belâ
namıs ay Nisan. yokken, komşunu bilemezsin.)
namıs Plasenta, inektin namızı ineğin nancı- Eğmek, bükmek, ol timîr
plasentası. alğaynı nanci tudıbıstı o demir
namıt (ı.) bk. namıs kovayı eğerek t u t t u .
namıt (ıı.) 1. M i l , alüvyon suğ namıdı su nancıh (ı.) Eğik, yatık, yamuk, tura pîr
mili. 2. Set. suğ hastada namıt sarina nancıh ev bir tarafına yatık.
salarğa kirek su kıyısına set çek­ nancıh (ıı.) Tütün kesesi: "Apsah, tuup
meli. 3. mec. Kalabalık. nançıhtan hoostaan hanzazın sığar
namzan- Homurdanmak, mırıldanmak. kilgen." N. Domojakov (İhtiyar, deri
namzançah hlk. s. Homurdanan, hırçın. keseden nakışlı piposunu çıkar­
mış.)
nan (ı.) Yan, taraf: "Sağısıras çoh
nanğa çathanda, uygu daa tadılığ, nancıl- Eğilmek, bükülmek, yamukiaş-
anın habızı daa halın." N. mak.
Domojakov (Hiçbir şey düşünme­ nancılas- (ı.) Arkadaş olmak, dostluk
den yana yattığında, uyku da tatlı, kurmak. Çahsınan çaballaspa,
onun uykusu da derin.) Paydan çabalnan nancılaspa. Atasözü ( i ­
tanış pol, nanıhda paltılığ pol. A­ yiyle kötü olma, kötüyle dost olma.)
tasözü (Zenginle tanış o l , yanında nancılas- (ıı.) Eğilmek, bükülmek.
baltan olsun.) sol nan sol yan.
püürnî nannı üstînen nancılığ s. Arkadaşlı, arkadaşı olan, eşi
dostu olan.
-
naplada
nançığ sag. Kese, tütün kesesi, krş. nanıs- (tütün, şarap vb...) Tadı kaç­
nancıh mak, kokusu kaybolmak, özelliğini
nandaa bk. nando yitirmek.
nandaas bk. nando nahmır Yağmur, uluğ nahmır yoğun
nandıh (ı.) zool. Küçük su b ö c e ğ i . yağmur, ooh nahmır hafif yağmur.
cüze nannmır sağanak yağmur.
nandıh (ıı.) Dış c e p , yan cep. nanmır tamcıhtarı yağmur damla­
nandıh (m.) bk. nandıt ları, kügürttîg nanmır gök gürültü­
nandıh- Yana yatmak: "Yakın, at üstün­ lü yağmur, nanmır suu yağmur su­
de ılın polbin, at habırğazınzar yu: "Nanmır suuna nince-nince hati
nandığıp parğan." V. Kobyakov sığibas..." V. Kobyakov (Yağmur
(Yakın, at üzerinde tutunamayarak suyunda tekrar tekrar ıslanarak...)
atın kaburgasına doğru yana yat­ nanmırlığ s. Yağmurlu: "Adaydan
mış.) sıhhan çılığ tınıstı / Nanmırlığ haraa
nandır- 1. Döndürmek 2. Cevap ver­ cazır polbinça." M. Kilçiçekov (Kö­
mek, karşılık vermek: "Aydo pekten çıkan sıcak nefesi / Yağ­
nımzah tabısnan nandırğan." V. murlu gece gizleyemiyor.)
Kobyakov (Aydo yumuşak sesle nanmırlığ kün yağmurlu gün.
cevaplamış.) Inağ söske kinetîn nanmırlığ çil ani yağmurlu
ınağnanoh nandırarğa kirek. Ata­ yel.
sözü (Dost sözüne dostça cevap
nanna- Yan yan bakmak.
vermeli.)
nanna- Evlendirmek, evlendirmek iste­
nandıra zf. Geriye, karşılık, cevap ola­ mek, his palanı ağaa pirerge
rak: "Aylan tağnın idegîne nahnapça kızı ona vermek istiyor.
çağdibas, nandıra aylanabas, ol,
pozmın kilgen girin körfp, turca." V. nannana zf. Yanlamasına: "îkölen amdı,
Kobyakov (Aylah dağının eteğine udur-tödîr aylanızıp, çirge nannana
yaklaşarak, geriye dönerek o, kendi çadıp aldılar." V. Kobyakov (İkisi
geldiği yere doğru bakıyor.) birlikte şimdi, karşılıklı dönüp, yere
nandıra pir-geri vermek. yanlamasına yattılar.)
nandırığ 1. Karşılık, cevap: "Kirek nanoş kız. Bileği taşı. saphını
nandırığ pirerbîs!" M. Kokov (Ge­ nanoşpınan nanıbızarğa kirek o­
rekli cevabı veririz.) nandırığ a l - rağı bileği taşıyla bilemek gerek.
cevap almak, nandırığ pir- ce­ nahzah Palavracı, çenebaz, nay
vap, karşılık vermek. 2. Karşı, c e ­ nanzah kîzî çok palavracı kişi.
vap olarak nandırığ sös karşı söz. napa Lama.
nandırt- Döndürmek, geri vermek, karşı­ napar Kayıtsız, ilgisiz, hantal erkek pîr
lık vermek, cevap verdirmek. dee çapçaa çoh napar büsbütün
nandıt 1. Cevap, yanıt. 2. Karşılık olarak hantal erkek.
alınan hediye. napas Tekerlek delme aracı.
nando Çanta, cüzdan, teer nando deri napçı Paçavra, çaput.
cüzdan. napla- Pat diye düşmek, yüz üstü
nam- Bileğilemek. saphını nanoşpınan düşmek: "Anan nimee-de naari
nanıbızarğa kirek orağı bileği ta­ napli tüskem -paza pîlbinçem." M.
şıyla bilemek gerek. Çebodayev (Sonra bir şeyin üzeri­
nanıh Nüksetme. ne yuvarlanarak pat diye düştüp,
nanıhta- (hastalık) Nüksetmek, ağırığ başka bir şey hatırlamıyorum.)
nanıhtapça hastalık nüksediyor. naplada zf. Patırtıyla, kütürtüyle.
nanıs Dönüş, dönme, geri gelme.
-309-
napial natriy
naplat- Pat diye düşürmek, yüz üstü nartpah Masal, hikâye, çaalığ nartpah
yere yatırmak. savaş hikâyesi. krş. nımah,
nap- naa tekr. Yepyeni. narpah.
napravlenie 1. Akım, cereyan, yön, nartpahçıl Masalcı, hikayeci.
istikamet, çığır. 2. Yönelme. naryad 1. Emir, görev, tarthısha naryad
tınancan turazar napravlenie din­
yükleme emri. 2. Nöbet, naryadta
lenme evine doğru yönelme. pol-nöbet tutmak.
napsı bk. napçı nas- 1. Dövmek, ufalamak. 2. Ezmek,
naptır Yırtık, pırtık, yırtık pırtık. ufalamak, tus nas- tuz dövmek.
naptıra- Yamanmak, naptıraan kip sahar nas- şeker dövmek. 3. Doğ­
yamanmış elbise. ramak, it nas-et doğramak. 4. (biri­
naraa s. Uyuşuk, tembel, zayıf, naraa ni) Dövmek.
pızo zayıf buzağı, naraa kızı uyu­ naselenie Halk, sakin, nüfus, gorodtın
şuk kimse. naseleniezî şehrin halkı, nüfusu,
naraçie gr. Zarf. sakinleri.
narbı 1. Takoz. inîste hanaa nashı Kıyma satırı.
teerpegîne narbı suğarğa inişte nasıp' Toprak set. timîr çol nasibi
araba tekerleğine takoz koymak. 2.
demir yolu seti.
At bağlama kirişi.
nasos Tulumba, pompa; "Suğ
narıh Destek, dayanak.
köptelîblzer, nasos turğızarğa
narıhtığ s. Destekli, takozlu.
kirek." S. Çarkov (Su çoğalacak,
naritsatel'nay s. Cins, değer. pompa kurmak gerek.)
naritsatelnay at gr. cins isim.
naspah (ı.) Bağdaş, haspah suğına
naritsatelnay paazı nominal değe­
ri. odır-bağdaş kurarak oturmak.
naspah (ıı.) 1. Yulaf unundan Hakas
narkom Halk komiseri.
yemeği. 2. Patates ezmesi.
narkomat Halk komiserliği.
naspah (m.) 1. Rende. 2. Kozalak ayık­
narkoman Narkoman, narkotik tiryakisi.
lama döveci. torım saylacan
narkomaniya Narkotik alışkanlığı. naspah kozalak ayıklama döveci.
narkotik Narkotik, uyuşturucu madde.
naspahta- Bağdaş kurmak.
narkotizator Narkozcu.
nasporah bk. natporah
narkotizatsiya Narkoz verme.
nastır- 1. Dövdürmek, ufalatmak. 2.
narkoz Narkoz, anestezi.
Ezdirmek, ufalatmak.
narodnik Halkçı.
nastupat' pol- ask. Saldırmak, taarruz
narpah Masal, hikâye krş. nımah,
etmek
nartpah.
nastuplenie ask. Taarruz, hücum.
narpahçı Masalcı, hikayeci.
naşatır Nışadır.
narpahta- Masal, hikâye anlatmak.
naşatırnay s. Nışadır, nışadırlı.
narpahtas- (birbirine) Masal, hikâye
naşatırnay spirt nışadır ruhu, a­
anlatmak.
monyak.
narpahtat- Masal, hikâye anlattırmak.
nat Çok ağır.
narspah 1. (oturmak için) Kütük 2. Ağır,
natpır bk. naptır
hareketsiz, narspah çöristîg at
hantal yürüyüştü at. natporah belt. Körebe oyunu.
natriy kim. Sodyum.
-310-
natsional'nay neft'

natsional'nay s. Millî, ulusal. nayıra- Kötüleşmek, sağlığı bozulmak:


natsional'nay kostyum millî kıya­ "Pok, hastım apsah, haydi nayırap
fet, natsional'nay surığ millî me­ parğazıh."A. Çerpakov (Vay, ihtiyar
sele, natsional'nay politika millî kayın pedirim, ne kadar kötüleş­
politika. mişsin.)
natsional'nost' Milliyet, ulusallık. nayırlığ s. Amaçlı, gayeli.
natsionalist Milliyetçi, ulusçu. nayla- Şüphelenmek, kuşkulanmak, oğır
natsionalistiçeskay milliyetçilikle ilgili. itkenîne nayla- hırsızlık ettiğinden
natsionalizatsiya Millileştirme, devlet­ şüphelenmek.
leştirme. naylağ Şüphelenme, kuşkulanma.
natsionalizirovat' pol- Uluslaştırmak. naylan- Şüphelenmek, kuşkulanmak.
natsionalizm Milliyetçilik, ulusçuluk. naylancıh s. Şüpheci.
natsist 1. Nazi. 2. Nazizmle ilgili. naylat- Şüphelendirmek, kuşkulandır­
natsiya Millet, ulus. "Han töğîlçe, mak.
natsiyalar tudısçalar."V. Şulbayeva naylığ s. Şüpheli.
(Kan dökülüyor, milletler kapışıyor.) nayna- 1. Şikâyet etmek. 2. Şüphelen­
natsiyalığ s. Milletli, uluslu, köp mek.
natsiyalığ çok uluslu. naynan- 1. Şikâyet edilmek. 2. Şüphele­
natural'nay s. Doğal, tabiî, natural. nilmek.
naturalist Naturalist, doğalcı. naynat- Şüphelendirmek.
nauçnay s. İlmî, bilimsel, nauçnay nayra- 1. Irgalanmak, sallanmak: "Ala
toğıncı bilim adamı. kibıs tarthan çili nayrap turca." V.
nauka Bilim: "Harassam, naukanı Isker Kobyakov (Ala kilim sermiş gibi ır­
çörgîzem." G. Topanov (İstersem galanıyor.) 2. Keyif çatmak, keyifle
bilimi de doğuya getiririm.) pu yatmak: "Sin, Karbay, nime polip
kniga naukaa uluğ hozım bu kitap amize tözekte nayrapçazıh,
bilime büyük katkı. toğızıha parbin."\l. Kobyakov (Sen,
Karbay, ne oldu da işine gitmeye­
navaga zool. Navaga (bir balık türü.) rek böyle döşekte yatıyorsun,.)
navigatsiya Denizcilik, seyrüsefer.
nazaa Hantal, hareketsiz.
navodçik ask. Nişancı, top nişancısı.
nazağay bk. nazaa
nay (ı.) Çok: "Çoohtasçathanda, ağaa
ne bk. na
nay la hınığ pol turadır." V.
Kobyakov (Konuşmak ona pek de nebeg şor. 1. Mezar, gömüt. 2. Cenaze
güzel geliyor.) nay köp pek çok. alayı.
nay uluğ çok büyük. neçöpke kız. Tekne, hamur teknesi.
nay (ıı.) Şüphe, kuşku. nedelya Hafta. Pîr künge parıp, tamah­
naydoba Leğen şeklinde kap. tı pîr nedelyağa a l . Atasözü (Bir
günlük yola, bir haftalık azık al.)
nayhal- Sallanmak, ırgalanmak:
"Nayhalıp ösçetken porço oshas." neeke e. Belki, muhtemelen, galiba,
M. Arşanov (Irgalanıp büyüyen ç i ­ görüldüğü gibi. ol sın çoohtaan
çek gibi.) neeke o görüldüğü gibi doğru söy­
lemiş, krş. neke
nayıh Pek çok, fazla.
neft' 1. Petrol. 2. Petrolle ilgili, neft
nayır Amaç, gaye.
promışlennozı petrol sanayi
neft'tîg - 311 - nımırha

neft'tîg s. Petrollü. nıırallığ s. Tüylü, yünlü.


neftyanik Petrol işçisi. nımah Masal, hikâye, destan: "Mannay
negativ foto. Negatif. ibde odırğan, Manat nımahtar
negr Zenci. salğan." P.Ştıgaşev (Mannay evde
oturmuş / Güzel hikâyeler anlat­
negrityanka Zenci bayan. mış.) nımah ıs- masal anlat­
neke e. Belki, galiba, püün, neke, mak, alıptıh nımah kahramanlık
nanmır çaar bugün muhtemelen destanı, tapçah nımah bilmece.
yağmur yağacak, krş. neeke nımahçı Masalcı, destancı nımahçı
neme hlk. bk. nime alıptığ nımahtı tan alnına çltîre
nemets Alman, nemets tîlî Almanca. ızıp toospadı destancı kahraman­
nenets Nenet. nenets tîlî Nenet dili. lık destanını tan atıncaya kadar an­
nerv 1. Sinir. 2. Sinirle ilgili, nerv latıp bitiremedi.
sistemazı sinir sistemi. nımahtığ s. Çok masalı, destanı olan.
nervnay 1. s. Sinirle ilgili, nervnay nımalah Yuvarlak, tüktîg nımalah ip
ağırığlar sinir hastalıkları. 2. Sinirli. çilesi, kangalı, tas nımalah taş k ü ­
nervnay kîzî sinirli kişi. re, top.
neytral'nay s. Tarafsız, neytral'nay nımalahta- 1. Yuvarlamak, boçkalarnı
gosudarstvolar tarafsız ülkeler. mostovoyzar sığara
nımalahtaannar fıçıları köprü üze­
neytralitet Tarafsızlık.
rine yuvarladılar. 2. Yuvarlaklaştır­
neytralizatsiya Tarafsızlaştırma. mak.
neytralizovat' pol- Tarafsızlaştırmak.
nımalahtan- Yuvarlanmak.
nıbış şor. Akağaç kabuğundan yapılmış
nımalahtat-1. Yuvarlatmak. 2. Yuvarlak­
kap. tamah urcan nıbış zanire ko­
laştırmak.
nan kap.
nımhıs- Gözü kırpmak, pîr harağın
n ı h ı - 1 . Sıkmak, sıkıştırmak. 2. ( e l , ayak­
nımhıshan bir gözünü kırpmış.
la) Güçle basmak, haraan nıhıpça
gözünü ovmak. nımıl Vaaz, dinî konuşma, abistin nımılı
papazın vaazı.
nıhmar Alçak gönüllülük, tevazu.
nımıla- Vızıldamak: "Fedor Pavloviç,
nıhpar bk. nıhmar
tip, paza pir sağıs huiaana sarığ
nıhta Tıknaz: "Fedor Pavloviç- salımnığ, seek çili nımılapça." N. Domojakov
nıhta, tuustığ ir." N. Domojakov (Fedor Pavloviç, diye, bir ses kula­
(Fedor Pavloviç; ağır, tıknaz, yapılı ğına yine sarı sinek gibi vızıldıyor.)
er.)
nımılan-Homurdanmak, mırıldanmak
nıhta- Tıkmak, bastırmak, güçle bas­ krş. kîbren-
mak. nımırha Yumurta: "Hanca nımırham
nıın- Yontmak; rendelemek. haap parizın, pozıh daa sanabaan
nıınğas Rende, yontma aracı, sananı polarzın?" N. Tinikov (Kaç tane
nımğasnan nıınça kızağı rendeyle yumurtamı kapıp kaçırdın, sayısını
yontuyor. kendin de bilmiyorsun, naa nımırha
nura- (yemiş) Çok olgunlaşmak. taze yumurta, ardaan nımırha bo­
zuk, çürük yumurta, nımırha
nııral 1. Kıl. öskî nııralı keçi kılı. 2. Yu­ huruda pis parğan katı pişmiş
muşak, ot nııralı otun yumuşak ya­ yumurta, nımırha sal- yu­
nı. murta koymak, tahah nımırha
nııral- Çok olgunlaşmak, fazla pişmek. tuupça tavuk yumurtluyor, tanahtı
nımırhalığ -312-
nızıra

nımırhalarğa odırtarğa tavuğu Bumakov (Ona doğru birisi emre­


yumurtlamaya yatırmak, haarğan derek bağırmış.)
nımırha sahanda yumurta. nımzas Yumuş, buyruk.
nımırhalığ s. Yumurtalı. nımzat- 1. Yumuşatmak: "Çılığ nahmır
nımırhalığ tahah yumurtalı tavuk. toolapçadır / Çirriih paarın
nımırt 1. Kuş kirazı: "01 Tohzar, pıshan nımzadıp." P. Ştıgaşev (Ilık yağmur
nımırt oshas, hara harahtarın hazi dökülüyor / Yerin göğsünü yumuşa­
körfbîsken." N:domojakov (O kuş tıp) kabartmak, belleyerek yumu­
kirazı gibi, kara gözlerini dikmiş.) 2. şatmak. 2. mec. Yumuşatmak
Kuş kirazıyla ilgili, nımırt ağastarı
"Kömes nımzadarğa köksîmnl /
kuş kirazı ağaçları: "Közenek altın­
Araçon azın kllep körçem." V.
da, odırtıp salğan nımırt ağazı." A.
Maynaşev (Biraz yumuşatmak için
Kuzugaşev (Pencere altına dikilen
kuş kirazı ağacı.) göğsümü / Ayran içkisi arıyorum.)
nımırtta- Kuş kirazı bulunan yere git­ nınmah s. Yuvarlak, çember, tekerlek:
mek, nımırt teer- kuş kirazı topla­ "Sarığ tay, pis hulahtığ, nınmah
mak. sağırl iğ, tört çastığ mal." N.
Domojakov (Sarı tay, sivri kulaklı,
nımırttat- Kuş kirazı toplatmak.
yuvarlak sağrılı, dört yaşında hay­
nımırttığ s. Kuş kirazı bol olan. nımırttığ
van.)
çir kuş kirazı bol olan yer.
nıhnah 1. zf. Rahat, uygun, mında
nımıs 1. Yumuş, buyruk. 2. Küçük iş, nınmah odırarğa burası oturmak
görev, nımısha çör- hizmetinde b u -
için uygun. 2. s. Rahat, uygun.
lunmak.
nımısçı Ayakçı, hizmetkâr, uşak. nıhnahta- Uygun, rahat hâle getirmek.
nımıt- Saldırmak, yumulmak: "Çohır nınnahti zf. Uygun şekilde, uygunca,
aday hızıl sarığ adaynıh tamağın rahat olarak.
üze tfstebîsken paza, mahaçaa kir nıplat- hlk. Kırpmak, harahnah nıplat-
parıp, am daa nımıtçathan." N. göz kırpmak, ol haraan nıplatpin
Domojakov (Ala köpek kızıl sarı kör- turğan gözlerini kırpmadan
köpeğin boğazını dişleyip koparmış baktı.
ve daha da sinirlenip daha da y u ­
nırsla- sag. Gürlemek krş. nızıra-
mulmuş.)
nırslah sag. Gürültü, patırtı krş. nızırah.
nımza- (ı.) Emretmek, mecbur etmek. nırslat- sag. Gürüldetmek krş. nızırat-
nımza- (ir.) Yumuşamak: "Alcıbaynıh nıspah bk. nıtpah
ünl nımzap parğan." S. Çarkov nıtpah s. Kısa, alçak, engin.
(Alcıbay'ın sesi yumuşamış.)
nızıra- 1. Gürüldemek, gümbürdemek:
nımzah s. 1. Yumuşak, okşayıcı, tatlı: "Klzllernlh aya sabıstarı, at tabanı
"Nımzah tabısnan nandırğan." V.
nızıraannah hada pîrge nızırap
Kobyakov (Yumuşak sesle cevap
vermiş.) çüregî nımzah yufka yü­ sıhhan." I. Kostyakov (İnsanların
rekli. 2. Yumuşak, katı karşıtı: "Çe alkış sesleriyle atın ayak sesleri bir­
nımzah ot tözek, tadılığ uygu likte gümbürdemiş.) kügürt
Aydonı tabırah çaba pashan." V. nızırapça gök gürlüyor. 2. Gıcır­
Kobyakov (Fakat yumuşak ottan damak: "Nızırap sındırlığ
döşek, tatlı uyku Aydo'yıı çabucak teerpekterî." M. Arşanov (Gıcırda­
sarmış.) yıp sağlam tekerlekleri.) olğannar
nımzan- Emretmek: "Anıhzar kem-de nızırapçalar çocuklar gürültü çıka­
nımzanarğa hıshır halğan." F. rıyor, krş. küzüre-, nînre-.
nızırah nimedener
nıme
nızırah 1. Gürültü. 2. Gıcırtı. 3. Patırtı. 4.
Ses. ucuza almak.
nızıras 1. Gürültü. 2. Ses. 3. Patırtı. nüke zf. Hafif giyinmiş, tashar nüke
nızırat- 1. Gürültü çıkartmak. 2. Gıcır­ sıhtı dışarı hafif giyinik çıktı.
datmak, îzîk nızıratçalar kapıyı g ı ­ niikke zf. Ucuzca, ucuz olarak.
cırdatıyorlar. nükte- (ı.) 1. Hafiflemek, artıncahtı
nızırt Gürültü, patırtı, nızırt- nazırt niiktep sal- yükü hafifletmek. 2.
tekr. patır-kütür. Kolaylaşmak, toğıs nükte- iş kolay­
ni e. Acaba, k i , ya: "Aalnı mındağ çar laşmak.
üstünde nimee püdîrdfler ni." İ. nükte- (ıı.) Ucuzlamak.
Kotyuşev (Köyü böyle yar üstüne nüktel- Kolaylaşmak.
niçin kurdular ki.) ol kilgen me ni? nükten- Kolaylaşmak.
o gelmiş mi acaba, noğa la min
parğam ni? niçin sadece ben niiktet- Kolaylaştırmak.
giyorum acaba? nikel' Nikel.
nige 1. Nişanlı. 2. Yenge. nikel'le- Nikelâjla kaplamak.
nigecî Yenge: "Prayzı pîlgenner: nikel'lîg s. Nikelli, nikel'lîg îdîs nikelli
Payusa nigecî irin sağıp tııdın kap.
çörgenîn." A. Çerpakov (Hepsi an­ nikelirovannay s. Nikelâjlı.
lamışlar, Payusa yengenin kocasını nikelirovka Nikelâj, nikelleme.
düşünüp destek aldığını.) nilbenne- Yalpalamak.
nü Yen, k o l . nü çoh kögenek Ye­ nübennet- Yalpalatmak.
lek.
nüber i r i , dolgun, nilber pazahtığ t a ­
niibek Hantal, beceriksiz. mah ösken dolgun başaklı buğday
niiges bk. nügezek yetişmiş.
niigezek Hafif, artıncağım nügezek nime zm. 1. Ne, şey, nesne. Sın
yüküm hafif, nügezek puh la nime haçan daa çinedîr. Atasözü
oshas tüy gibi hafif. (Gerçek olan daima galiptir.) pu
niik (ı.) 1. Hafif. Arğısnan ködîrgen nime? bu ne? nime kirek? ne g e ­
töge niik, arğısnan itken toğıs rek? noo daa nime her şey, her
niik. Atasözü (Arkadaşla götürülen ne. nime dee polza her ne olsa.
kütük hafif, arkadaşla yapılan iş ha­ nime dee her ne. pır dee nime
fif.) niik artıncah hafif yük. 2. Ko­ çoğıl hiçbir şey yok. nimee niye.
lay: "Aar künnernî niik idîbîzenne ol
nimeden neden. Soona saldırgan
kîzl polis pirgîdek oshas potadır."
nime soop parçan. Atasözü (Sona
V. Kobyakov (Ağır günleri hafiflet­
kalan dona kalır.) 2. Nesne, eşya,
mesine o kişi yardım edecekmiş g i ­
bi görünüyor.) niik zadaça kolay mal. pîr nime bir şey. pala
problem, niik çol kolay yol. niik oynacan nime oyuncak, çir nime
çurtas kolay hayat, rahat hayat. 3. yiyecek, nime ütecen vida. nime
Hoppa, düşüncesiz, niik kizi zıpır, çııpçathan kîzî koleksiyoncu,
hoppa, düşüncesiz, niik artilleriya koleksiyoner. çazırçathan nime
hafif silâhlar, niik promışlennost sır, giz. nimee çarabas tembel,
hafif sanayii, niik t ı n - kolay nefes avare, nime dee hiç bir şey.
almak, niik it- kolaylaştırmak. nime de her şey, hiç bir şey.
anca nime bu kadar mal, şey.
niik (ıı.) 1. s. Ucuz. paazı niik fiyatı nimedener zf. neden, niçin, ne hakkın­
ucuz. 2. zf. Ucuz, ucuza, niik a l - da.
-314-
nirsl nırsı'g
nîmekte- Emeklemek, pala polca nîn (ı.) Yen: "Noni ündezer ornına, hol
nîmektepçe çocuk zeminde niinJ îstînen hol çızıncah-pladı sığar
emekliyor. kilgen." A. Çerpakov (Noni seslen­
nîmektet- Emekletmek. mek yerine, kolunun yeni içinden el
nimelîg Eşyalı, şeyli. kurulama havlusu çıkarmış.) uzun
nime-noo Eşya, şey. nime- noolarnı nin uzun yen. nîn çoh yensiz, hol
vokzalzar apar salarğa eşyaları sınza, nîn îstînde kol kırılsa yen i­
garaja götürmek. çinde
nimes Değil. "Altınzarinda uluğ nimes nîn (ıı.) Buz kütlesi, suğa nîn kîrçe buz
kölıçek."\J. Kobyakov (Alt taarfında parçası suya giriyor.
büyük olmayan gölcük.) ol nimes o nihce Kaç? ninçe kizi parça kaç kişi
değil, ol anda nimes o orada değil. gidiyor? nince-nince çok, çok kere,
Aba înekke harındas nimes. Ata­ sayısız.
sözü (Ayı ineğe kardeş değil.) İbde
dee nimes, tashar daa nimes. nincî inci, inci boncuk, nincî çîs-
inci dizmek, nincîneh hoosta-
Bilmece, pencere (Evde de değil,
dışarıda da değil.) pasha nimes inciyle süslemek, nakışlamak.
önemsiz, ne olursa olsun, ür nîndî- Aramak, üstünü karıştırmak.
nimeste yakın zamanda. nîndîg bk. nîndöl
nimeze bağ. Ya da, öyleyse, veya, nîndît- Karıştırtmak, aratmak.
böylece, min pararbın nimeze sin
ben gideceğim veya sen. nîndöl Arama, araştırma, aal-künneh
nindölge parçalar komşularla a­
nimîs (ı.) 1. Yemiş: "Hayda nimîs tapsa- ramaya gidiyorlar.
lar." P. Ştıgaşev (Nerede yemiş
bulsalar.) İrte turğan hushacah nîhîre- Gürlemek. krş. nîhre-
nimîske tüzedir, irte turbaan nînle- Çınlamak, çalmak, çası nînle-
hushacah harağın çuhçıp saat çalmak.
odıradır. Atasözü (Erken kalkan nînnîg s. Yenli, uzun nînnîg uzun
kuşçuk yemişe düşer, erken kalk­ yenli.
mayan kuşçuk gözünü ovalar.) 2.
nînre- Gürlemek. ir nînre- şarkı
Ceviz. 3. Avlamak için konan yem.
söylemek, krş. nînîre-
nimîs (ıı.) sag. Yem.
nîhret- Gürletmek.
nimîste-(ı.) Olgunlaşmak, tohumlanmak.
ninzî Yedek.
nimîste-(ıı.) sag. Avlamak için yem
koymak. ninzîlen- Hazırlanmak, tedarik etmek.
nimîstîgl. Yemişli. 2. Cevizli. ninzîlengen kîzî tedarikli kişi.
nimzeg 1. Yemi gagalama. 2. Otu dişle­ ninzîlîg s. Tedarikli.
riyle koparma. 3. Yem. nir bot. Kırmızı yaban mersini, nir suu
nimzeglîg s. Yemli. kırmızı yaban mersini suyu.
nimzen- 1. (kuş) Yemi gagalamak. 2. nirle- Yaban mersini toplamak.
(hayvan) Ağzıyla otu koparmak. 3. nirlet- Yaban mersini toplatmak.
Yürüyerek bir şeyler atıştırmak.
nirlîg s. Yaban mersini bol olan yer
nimzendîr- 1. Kuşa yem vermek. 2.
Hayvanı otlatmak. nirlîg ön kırmızı yaban mersini
nîn Bağırsakların içindekiler. rengi.
nirsî- Küflenmek, bozulmak.
nin (ı.) kız. Buzların çözülmesi.
nirsîg 1. Küf. 2. Küfsü. nirsîg saban
nin (ıı.) hlk. En. nin uluğ en büyük.
küfsü fıçı. nirsîg suğ küfsü su.
-315-
noo
nis Ağır, güç, zor. nis sındır!iğ kîzî ağır çıkmıyorlarsa.) sîrer noğa
karakterli kişi. tınanarğa parbinçazar siz niçin
nîske (ı.) 1. ince: "Anın nîske söögîcee dinlenmeye gitmiyorsnuz? noğa îdi
muzıkaa kilıstîre niik eelçe." V. sağınçazın niçin öyle düşünüyor­
Tatarova (Onun ince vücudu müzi­ sun?
ğe uygun olarak kolayca dönüyor.) noğan Yeşil: "Noğan ton torğı
nîske tetrad' ince defter, nîske kögeneende / Köygen porçolığ hızıl
sınnığ ince boylu, nîske tabıs ince een." M. Bainov (Yeşil palto ipek
ses. 2. Dar. nîske ienta dar şerit. gömleğinde / Yanmış çiçekli kızıl
nîske (ıı.) Boğaz, nîskem ağırca boğa­ yazı.) noğan-kök yeşil mavi.
zım ağrıyor. nohçah Yulaf unu ekmeği.
nîskecek 1. incecik: ""Nîskecek nohı Kozalak düşürme sopası.
moynıcağı, halbah pönktlg pazın
tırep sıdabin..."V. Kobyakov (İnce­ nohıla- Sopayla vurarak kozalakları
cik boyuncuğu, geniş börklü başını düşürmek.
götütaşıyamayıp...) nîskecek nohta 1. Yular, dizgin, kümüs nohta
ünnîg ince sesli. 2. Daracık. gümüş dizgin. 2. mec. Favori, hara
nîskecek lentecah daracık şerit. nohta sağallığ kara favorili.
nîskeret- Daraltmak. nohtala-Yular vurmak, dizgin takmak..
nispek (ı.) Pıhtı, çöküntü, nispek han nohtalat- Yular vurdurmak, dizgin tak­
pıhtı kan. tırmak.
nispek (ıı.) Tabaka, katman. nohtalığ s. Yularlı, dizginli.
nispek (ııı.) Uzun tüylü deri. nispek ton
nol' Sıfır.
kürk manto.
nol'lığ s. Sıfırlı.
hispekten- Pıhtılaşmak, tortulanmak.
çoort nispekten parça yoğurt nomadah 1. Erkeklik organı. 2. Aygırın
katılaşıyor. erkeklik organı
nispektîg s. Pıhtılaşmış, tortulanmış. noman zool. Köstebek.
nispektîg ayran tortulanmış ayran. nomer 1. Numara, bilettîh nomerı bile­
nîtke Ense: 'Vananı, nltkezînen haap tin numarası. 2. Sayı. jurnalnın
alıp, îcezînzer söörtepçe." V. tügencî numarı derginin son sayı­
Şulbayeva (Pana'yı ensesinden sı. 3. Oda. gostinitsada pos
kapıp, annesine doğru sürüklüyor.) nomerlar par otelde boş odalar
nîtke söögî ense kemiği. var.
nîtkele- Ensesine vurmak: "Hatığ hol, nomerla- Numaralamak.
azıra tartıp, îzikser sashan, anan
ızikten tashar tigî çaçırada nomerlığ s. Numaralı.
nftkelebîsken." N. Domojakov (Sert nomza Elets, bir balık türü.
e l , çekip ayırıp, kapıya doğru sa- nomzan- Şarkı söyler gibi konuşmak.
vurmuş, sonra kapıdan dışarı en­
nonnığ bot. Yaban Mersini.
sesinden tutp fırlatmış.)
nohnıh bk. nonığ
nîtkelet- Ensesine vurdurmak.
noğa zf. Niçin, neden, ne sebeple, ne­ noo s. Herhangi, nasıl, ne. noo k î z î
den dolayı: "Hol-azaan noğa pfdi hangi insan, noo daa k î z î herhangi
ağarğlap parğan?"'V'. Kobyakov (E­ bir kimse. "Çurtasta noo nime
lin ayağın niçin böyle ağarmış.) polbinça." M. Bainov (Hayatta ne
noğa- da nedense, niçin, olmuyor ki.) noo nime her ne, ne:
"Örkeler noğa-da körînminçeler." İ. "Ayool, noo nime kirektîr sağaa."V.
Topoyev (Fareler niçin çıkmıyor- Tatarova (Ey oğul, ne gerek sana.)
-316-
noo-noo nyanya

noo-noo tekr. Çok çok uzak. noo-noo nöös zf. Acaba! nasıl! yoksa! nöös
parıbıshan çok çok uzaklara git­ undıbıshazın nasıl unutursun!
miş. "Nöös sinnen pasha his tabılbas
noortpas İneğin aşık kemiğine ok atma mağaa?' V. Tatarova (Acaba sen­
oyunu. den başka kız bulunmaz mı bana?)
nooza 1. Ya, hani: "Paban par poltır "Nöös haraan körbinçe, nöös
nooza, a sin çoğıl teezîn." V. hulaan ispinçe?"V. Şulbayeva (Na­
Şulbayeva (Baban varmış ya, hani sıl gözün görmüyor, nasıl kulağın
sen yok demiştin.) 2. Ne de olsa: işitmiyor?) "Nöös sinin pir dee kîzl
"Mağaa önnenerge kirek, aktrisabm çoğıl?." V. Şulbayeva (Niçin senin
nooza." V. Şulbayeva (Ben renk- bir de adamın yok?) "Nöös hınğan
lenmeliyim, ne de olsa artistim.) nimenî ağılbas." V. Tatarova (Niçin
sevdiğin şeyi getirmez?)
norma Norm, oran, nispet, normazın
künnîn azıra toldırça normunu her nuğ- Gözleri kapatmak: "Aydo, M
gün fazlasıyla yapıyor. harağın çıplada nuup, çirge tündere
tüzip, çadıbıstı." V. Kobyakov
norvejets Norveçli. (Aydo, iki gözünü kırpıştırarak ka­
norvejka Norveçli kadın. patıp, yere dönerek yatmış.)
norvejskay s. Norveçle ilgili, Norveç. nuul- Yumulmak, kapanmak:
noski Çorap. "Aydonın harahtarı postan nuulıp,
nota müz. Nota. notalaca oyna- notaya sabıhsaan.." V. Kobyakov
göre çalmak. (Aydo'nun gözleri kendiliğinden
nota müz. Nota. notalarnafi alış- nota yumulup, uyuklamış.)
vermek. nuzuruh Yumruk krş. munzuruh.
notalığ müz. s. Notalı. nuzuruhta- Yumruklamak krş.
munzuruhta-.
notarial'nay s. Noterle ilgili, notarialnay
nüg Y ü n minder.
konfora noter ofisi.
nün 1. Yün. 2. Kuş tüyü. 3. Yünden
notarius Noter.
minder.
notha sag. bk. nohta.
nünmes bot. Çim, çimen.
noyabr' Kasım.
nünnîg s. 1. Yünlü. 2. Yün sahibi.
noza e. Ki, ne de olsa. ol am daa
nünür 1. Boşluk, oyuk, kovuk, ağas
ağırığ noza, annanar çatça o hâlâ
hasta k i , bu yüzden yatıyor, ol nünün ağaç kovuğu. 2. Mağara.
pîlçe noza o biliyor ya. nüter Hastayı korumak için ruhlara su­
nulan kurban.
nyan'ka Dadı, çocuk bakıcısı.
nyanya bk. nyan'ka.
-o-
o ünl. Oo! Oy! o, haydağ çahsı çir!
ob'ekt Nesne, obje.
oo, ne güzel yer! o, haydağ
ob'ektiv Objektif.
külküstîg! o, ne komik! ob'ektivnay s. Nesnel, objektif.
oazis Vaha. obelisk Dikili taş.
obaa 1. Taş kurgan: "On azaa obaağa obez'yna 1. Maymun, kîzee tööy
habılıp, sol azaan îzeneden şuura obezyana insana benzer maymun.
tart halğan." N. Domojakov (Sağ 2. Maymunla ilgili, obez'yana megı
ayağı taş kurgana takılıp, sol aya­ maymun k ürkü.
ğını üzengiden sıyırıp çıkarmış.) 2. obezliçka Şahsi sorumluluk yokluğu.
Dağ geçidinde taş yığını. 3. Kur­
obıras İkon, aziz tasviri: "Obıras alnında
gan, balbal.
tîstenekti: 'Çayaanım, hudayım,
obaala- Taşı kümelemek, yığmak. çazıhtan araçıladah! Pistin aalğa
obaalığ Taş yığını olan, höyük taşı olan: ayna püdlrgen nime kilce. ' tip
"Tas obaalığ kök çazılarıri / Talayğa sıbıranğanı tashar pos istllgen."M.
çuunca, töreen cirim."M. Kilçiçekov Kokov (ikon önünde dizleri üstüne
(Taş höyüklü gök yazıların / Deniz­ çöküp: "Tanrım, Hudam, yanlıştan
de yıkanır ana yurdum.) koru! Bizim köye şeytanın işi geli­
oba-çibe tekr. (kamın) Bütün vücudunun yor." diye dua etmesi dışarıdan da
titremesi. oba-çibe tartınıp, işitilmiş.)
hamnap turadır her tarafı titreye­ obı (su üstünde) Seki, yükseklik, obı
rek kamlıyor. polğan çirde köp kîzî polğan su
obağ 1. Felâket, belâ: "Hazır obağ üzîldl yüksekliği olan yerde çok kişi var­
/ Harool oshas ökîsterge." A. mış.
Topanov (Gaddar belâ bitti/ Harool obırçı Çember, halka.
gibi öksüzlere.) 2. Zarar, ziyan. obırçılığs. Çemberli, halkalı.
obal 1. Kötülük. Obal çohta, nancını pîl obkom Bölge komitesi
polbassın; hıyal çohta, honcıhtı
pîl polbassın. Atasözü (Kötülük oblast' Bölge, alan, saha. Hakasskay
yokken, dostunu bilemezsin, belâ Avtonomnay oblast' Hakas Özerk
yokken, komşunu bilemezsin.) 2. Bölgesi, kolhoz püdîrii oblazında
Günah: "Palalığ hustı hıyıhtaanı toğınarğa kolhoz inşaatı sahasında
obal, obal polçan." N. Domojakov çalışmak.
(Yavrulu kuşu incitmek günah, g ü ­ oblast'noy s. Bölge, bölgesel.
nahtır.) 3. Ceza. obal huday! Ey partiyanıft oblast'noy komitedî
Tanrı! partinin bölge komitesi.
o b a l l a n - 1 . Günah işlemek. 2. Kötülüğün obligatsiya Tahvil.
olacağını önceden sezmek. 3. Y e - oblitsevat' Kaplamak, mramornan
min etmek. oblitsevat pol- mermerle kapla­
mak.
oballancıh Günahkâr
oballığ s. 1. Acılı, acıklı. 2. Talihsiz. oblona Halk eğitim bölge şubesi.
obmundirovanie 1. Askerî elbise giy­
obed Öğle yemeği: "Obed çoh pir nidile!"
A. Kuzugaşev (Öğle yemeği yok bir dirme, sağlama. 2. Askerî elbise.
hafta.) oboi Duvar kağıdı.
oborona - 318 -
odas
oborona 1. Müdafaa, savunma. 2. Sa­ oçerednoy s. Olağan, mutat.
vunmayla ilgili. oborona oçerednoy otpusk yıllık izin.
promişlennozı savunma sanayii. oçı Küçük: "Çe oçı oolğı Toray, çaanı
3. Savunma hattı, oboronanı toossa, çayğızın ibzer haydi daa
talabızarğa savunma hattını yar­ aylanarbın tip pis hati pîçîk
mak. pashan."A. Çerpakov (Fakat küçük
oboronitel'nay s. Savunma, müdafaa. oğlu Toray, savaş bitince, yazın
oboritel'nay taktika savunma tak­ eve ne olursa olsun dönerim diye
tiği. beş kez mektup yazmış.) oçı pala
çurtta haladır küçük çocuk evde
oboronnay Savunma, müdafaa ile ilgili..
kalır, oçı hızım küçük kızım.
oboronyat' p o l - Savunmak, müdafaa
etmek. oçıh Sacayağı: "Pastağızın apsah tas
çaynigîn oçıhha odırtıbıshan." N.
oborot Devir, tur, dolanım.
Domojakov (Öncelikle ihtiyar taş
oborudovanieTeçhiz, donatma. çaydanlığını sacayağına koymuş.)
oboyma Fişek bağı, şarjör. üs azahtığ tas oçıh üç ayaklı taş
oboyşçik Kaplamacı. sacayağı.
oboz Atlı araba katarı. oçır Ocak: "Öıînmee ocuğa tur salğam."
obrabotka işleme, metali obrabotkazı V. Şulbayeva (Kaymağı ocağa koy­
metal işleme. dum.)
obras İkon. oçki Gözlük.
observatoriya Gözlemevi, rasathane. oçkilîg s. Gözlüklü, oçkilîg hığır- göz­
lükle okumak.
obstanovka Durum, şart.
oçko Sayı, puan.
obstoyatel'stvo Keyfiyet, ahval.
oda (bahçe veya tarlayı) Zararlı otlardan
obşçay Genel, umumî. ayıklama, hıra odazı tuzı tarlayı
obşçejitie Yurt, talebe yurdu. yabanî otlardan ayıklama zamanı.
obşçestvennay s. Sosyal, içtimaî. oda- (ı.) Zararlı otları ayıklamak, hıra
obşçestvennik Toplumcu, toplumda oda- tarlayı zararlı otlardan ayıkla­
aktif. mak.
obşçestvennost' Toplumun ileri gelen­ oda- (ıı.) Yakmak: "Strananı pray odap
leri. parklar." V. Şulbayeva (Ülkeyi b ü ­
obşçestvo Toplum, topluluk. tünüyle yakıyorlar.)
obyazannost' Mecburiyet, mükellefi­ odağ 1. Alacık, ot odağ ottan alacık. 2.
yet, yükümlülük. Avcı kulübesi, derme çatma kulübe.
3. mec. Avcı kulübü, odağ pazı av­
obyazatel'nay s. Mecburi, zorunlu.
cılık kulübü başkanı.
obyazatel'stvo Taahhüt, vecibe.
odala- Zararlı otları ayıklamak.
obzor Özet, panorama.
odar (ı.) Işıkla balık avlama.
ocan Kam asası ruhu. orba sapçan odar (ıı.) Otlak.
ocan kamın tefiini döven tokmak
odarla- Işıkla balık avlamak.
ruhu.
odarlan- Otlanmak, odarlanğan at
ocağında Karşısında, karşı yakasında.
otlanan at.
ol kölnîn ocağında o gölün karşı­
sında. odas Otları ayıklama, yabanî ottan ayık­
lama, o g o r o d odazı bahçeyi yaba­
oçered' Sıra, kademe.
nî otlardan ayıklama.
odat - 319 -
oğır

odat- Yabanî otları temizletmek, ayık­ odırtıncılığ s. Kenarı işlemeli kadın


latmak. elbisesi.
odekolon Kolonya. odırtpa bk. odırta
odeyalo Battaniye, sırlaan odeyalo odırtpah Kürk paltonun kesik kısmı.
yorgan. odırtpahtığ s. Sırtında işleme olan kürk
odın- 1. Ateş tutuşmak. 2. Erimek. 3. palto, odırtpahtığ ton sırtında iş­
Yakmak: "Kem haydağ odıhnan leme olan kürk palto.
pes odınçathanın kör turıbıshan." odırtpas Güzün balık yakalamak için
N. Nerbişev (Kimin hangi odunla derenin dar bölümüne konan çöten,
soba yaktığına bakıyor.) kirtil, küsküde palın inçetse,
odın Odun: "Köy parğan odınnın odırtpas suhçalar güzün balıklar
kufin hanca daa pulğastır - köybes." inerken çöten koyarlar.
V. Şulbayeva (Yanan odunun külü­ ofitser Subay, zabit: "Levanın ofitser
nü ne kadar karıştı rsan da polçathan açazı, Vladimir." i.
yanmaz.) odın-salın tekr. odun. Topoyev (Leva'nın subay olan ba­
odındır- Tutuşturmak. bası Vladimir.)
odınıs Tutuşma. ofitsial'nay s. Resmî.
odınıs- Tutuşturmak. ofitsiant Garson.
odınna- Oduna gitmek. oglavlenie Fihrist, içindekiler, kiniganın
odır- Oturmak. îcezî çabalnın palazın oglavleniezî kitabın fihristi, içinde­
alba, îzîgî çabalnın törîne odırba. kiler kısmı.
Atasözü (Annesi kötünün kızını a l ­ ogloblya Araba oku.
ma, kapısı kötünün başköşesine ognemyot Alev makinesi, alev cihazı.
oturma.) pağa odır- intihar etmek,
ogorod Bostan, sebze bahçesi: "Kürcek
kendini asarak öldürmek. 2. Y a r -
taap, ogorodtar kistîndegî hırazar
dımcı fiil olarak sürekliliği ifade e­
çügürgen." İ. Topoyev (Kürek b u ­
der: "Çirden kök odıcahtar
lup, bahçelerin arkasındaki tepeye
könnglep odırçalar." V. Kobyakov
koşmuş.) ogorodta öscefi
(Yerde gök otlar görünüp duruyor.)
özîmner bahçede yetişen sebzeler.
odırçah bk. odırtpas ogorodnik Bahçeci, bostancı.
odırçıh (ı.) Oturak, tabure.
ograda 1. Duvar, bahçe duvarı:
odırçıh (ıı.) bk. odırtpas "Kustuktın ogradazınıh îstmde
odırımcı bk. odırımcı mıltıhtığ çalannar körînîze
odırıncı Kenarı işlemeli kadın elbisesi. tüskenner." V. Kobyakov (Kus-
odırızah 1. Oturum, celse. 2. Bir çocuk tuk'un duvarının içinde tüfekli çıplak
ata binmiş kişiler görünmeye baş­
oyunu.
lamış.) 2. Çit.
odırt Yerleşik, odırt k î z î yerleşik kişi.
oğaa Çok, pek.
odırt- 1. Oturtmak 2. Dikmek, yerleştir­
mek, ağas odırt- ağaç dikmek. oğı- 1. Günah çıkarmak, abis oğıp tur.
papaz günah çıkarıyor. 2. Cenaze
odırta (ı.) bk. odırtçah
töreni yapmak, oğıtpaan k î z î n î
odırta (ıı.) bk. odırtpah ööbî ibde hal tur cenaze töreni
odırtçah Dar yassı fıçı. odırtçah îdîs yapılmayan kişinin ruhu evde kalır.
içki fıçısı. oğır 1. Hırsızlık: "Oğırnan çurtap
odırtıncı bk. odırıncı polbassın." N. Tinikov (Hırsızlıkla
-320- olafiay
oğıran

yaşayamazsın.) oğır it- hırsızlık ohsanıs Öpme.


etmek. Çoy polğan kîzî oğır ide­ ohsanıs- Öpüşme: "Ohsanızınar,
dir. Atasözü (Yalan söyleyen kişi ohsanızıhar, sîrerge çir ohsanarğa
hırsızlık eder.) 2. Hırsız: "Pu oğır kiiizip parbazın»." A. Kuzugaşev
eynezîn habar polzam." A. (Öpüşün, öpüşün size toprak ok­
Çerpakov (Bu hırsız şeytanı yaka­ şamaya gelmesin.)
larsam.) Çoy polğanca oğır ohsanıstır- Öpüştürmek.
poiarğa, oğır polğanca öl
ohta- Silâhı doldurmak.
pararğa. Atasözü (Yalancı olacağı­
na hırsız o l , hırsız olacağına ö l ü - okean 1. Okyanus. 2. Okyanusla ilgili.
ver.) okis' kim. Oksit.
oğıran- Kişnemek: "Hula at, Küdetti kör okisel kim. Oksit.
saldoh, ogıranğlaan." F. Burnakov okkupant İşgalci, müstevli.
(Kula at, Küdeti görünce kişnemiş.)
okkupatsiya İşgal, işgal etme, işgal
oğırla- Hırsızlık yapmak, çalmak: altında tutma. uranın
"Anan mal oğırlap tut salzah, okkupatsiyazı düşmanın işgali.
kîzilernî açığa tüzirçezih." N.
Tinikov (Sonra mal hırsızlık yapsan, oklad Maaş.
insanları acıya düşürüyorsun.) okop Siper: "Pilçezih me, çüreem, sooh
Oğırlap alğanca, tîlenîp a l , hıshıda / Suğlığ okopta
küçürlep alğanca, surıp a l . Ata­ uzaanıbıstı." M. Kilçiçekov (Biliyor
sözü (Hırsızlık edeceğine, dilenip musun yüreğim, soğuk kışta / Sulu
a l , zorla alacağına, isteyip al.) siperde uyuduğumuzu.) okoptar
oğırlaan Hırsızlık, hırsızlıkla alınan. has- siper kazmak.
oğırlas- (birlikte) Hırsızlık etmek. okorok B u t , kol.
oğırlat- Hırsızlık ettirmek, çaldırmak. okrug Bölge, daire, çevre, tabığ okruğı
oğla- Ağlamak, bağırmak. seçim çevresi, voennay okrug as­
oğlah Oğlak. kerî bölge.
oğlo Yeni doğmuş, genç. oğlo kiik genç okrujenie Çevirme, kuşatma, sarma.
yabanî keçi. oktava Oktav.
oğnan- Anlamak, hissetmek. oktyabr' Ekim, Ekim ayı.
o ğ n a n - 1 . Anlaşılmak. 2. Hissedilmek.
oktyabrskay Ekim ayıyla ilgili.
oğnanah Anlaşılır. oktyabırskay revolyutslya Ekim
oğran- Kişnemek. Devrimi.
oğro Sinek lavrası. okulist Göz doktoru.
oh (ı.) 1. Ok. çaacah oğı yay oku. 2.
ol zm. 1. O, üçüncü şahıs. 2. O, işaret
Mermi, oh ağazı kiriş.
sıfatı, ol künneh sığara o günden
oh (ıı.) e. da. parıboğıshan o da gitmiş, beri. anın onun. ağaa ona. anı onu.
andoh orada da.
anda onda. annan ondan, anıhzar
oh (m.) ün/. Oh! ah! ona doğru, annan onunla, oloh o
ohras 1. Horoz. 2. Bir çocuk oyunu. d a , o bile.
ohsa- Öpmek. ol'ha bot. Kızılağaç.
ohsan- Öpmek: "Aydonı ahsına pir hati
olanay Olağan, tekdüze, sade, basit
ol ohsanğan." V. Kobyakov
şekilde, yalın: "Hakas aallarında
(Aydo'yu dudağından bir kez öp­
müş.) olanay çon andağ-mındağ sağıs
tutpinça, kizee kirtînçek ulus." N.
ohsandır- Öptürmek.
Domojakov (Hakas köylerinde sade
-321 -
oladya omır

vatandaş kurnazlık bilmez, insana nimelerîn pücffr salıp, oloh kün


kolayca inanır.) olanay predlojenie çörglep parğannar." V. Kobyakov
yalın cümle (gr.). olanaydan pasha (Kendi geldikleri ihtiyaçlarını görüp
olağandışı, olağanüstü, alışılma­ tam o gün gitmişler.) oloh tus tam
mış, sıradışı. o zaman, oloh kün tam o gün.
oladya Bir tür gözleme. oltırıh Ada. çarım oltırıh yarım ada.
olanday Posttan yapılmış ayakkabı, pulun oltırıh coğ. burun.
çizme, moltırıhtığ olanday posttan olturuh bk. oltırıh.
yapılmış çizme. oma 1. Y ü z çizgileri, yüz görünüşü,
olanna- Yalpalamak, sallanmak. hatları: "Palaları olarnın közlne
olannas- Sallanmak, yalpalamak. hubulcan omalarnı itpeenner, a
olannat- Sallandırmak, yalpalatmak. çazıttığ itkenner." N. Tinikov (Ço­
cukları onlara değiştirdikleri yüzleri­
olar zm. Onlar, olarnın onların, olarğa ni göstermemişler, onu gizlemişler.)
onlara, olarnı onları, olarda onlar­
2. Kılık, görüntü, görünüş: "Aymah-
da, olardan onlardan, olarzar onla­
pasha an omazın kis salğan
ra doğru, olarnan onlarla.
olğannar sıbıcah ibire köglep
olbıh Keçe minder. çörgenner." N. Tinikov (Türlü hay­
olğan Çocuk, yeniyetme. Ças ağastı van kılığına bürünmüş çocuklar f i ­
huraalahha e g , olğannı tuzında danın etrafında şarkı söylemişler.)
ügret. Atasözü ( Y a ş ağacı kuru­ 3. Maske
madan e ğ , çocuğa zamanında ö ğ ­ omah 1. Dinç, çevik, canlı karakter. 2.
ret.) İr olğan genç. his olğan genç Dayanıklı, canı pek (at.)
kız. olğan-uzah tekr. çoluk çocuk,
omalığ s. Benzer, pabazına omalığ
çocuklar, olğan pörîgî bebek şap­
babasına benzer, iney tas kazah
kası, başlığı, olğan tus çocukluk
omalığ polğan taş heykel Rus tipi­
zamanı, olğan tuşta çocukluk za­
ne benziyor.
manında, çocukken.
omar 1. Utanç. ar. 2. Utanış, utanma.
olğanah tıp. Gözbebeği.
omas Kör, keskin olmayan: "Pıçağı
olığ Yamaç, dağ yamacı: "Oyar kiiîp tan
omas arah pıldînbîzlp, ol anı tinte
atsa / Olığ çoğar oylasçalar." A.
Jstîne sınırada tüzırıbîsken." İ.
Topanov (Yükselip tan atsa / Y a -
Kotyuşev (Bıçağı kör gibiymiş, o
maca d o ğ r u koşuşurlar.)
onu teneke içine tıngırtıyla atmış.)
olığli zf. Yamaçtan: "Hazınnığ tağnı olığli omastan- Körlenmek, pila pîsterî
ırlanıp pariğanda..." V. Kobyakov
omastan pardı testerenin dişleri
(Akağaçlı dağ yamacından türkü
söyleyerek giderken...) körlendi.
olıt İskemle, sandalye, olıdı çoh pala omastığ s. Kör, kesmez.
yerinde durmaz çocuk. omastır- Keskin bir şeyi körleştirmek.
olıtçıh Tabure. omastıns Körleştirme, kesmez hâle
olıt hap Deri kap. getirme.
olifa Bezir (yağı.) omaş kız. şor. Kaşık, omaş-hap kap
oligarhiya Oligarşi. kaçak.
olimpiada Olimpiyat. omıh At göğsü.
omır (ı.) At göğsü.
oloh 1. Onun gibi, tam öyle 3. Tam:
omır (ıı.) bk. oma.
"Postarının kirekslp kilgen
-322-
omırha ondaylal

omırha Omur, omurga. ıstalça." N. Domojakov (Sağday,


omırıh Göğsün üst kısmı, at omırığı atın kendine gelip baktığında, yılkıların
göğsü. gittiği yerden koyu bulut yükseliyor.)
omırığlığ 1. Geniş göğüslü at. 2. Güzel onarılçıh bk. onarılcah
görünüşlü, duruşlu k i m s e . onarılcah 1. Anlayışlı: "Çe min, Aydo,
omırlığ 1. Geniş at göğsü. 2. Güzel sinin andağ nime onarılcah
duruşlu, görünüşlü kimse. polğanına tın öfînçem." V.
Kobyakov (Fakat ben, Aydo, senin
omırtha tıp. Omur, omurga.
böyle her şeyi anlayan biri olduğu­
omonim gr. Sesteş, eşsesli. na çok sevindim.) 2. Kolay anlaşılır.
omzıh Hayvan derisinin boyun kısmı. onanldır- 1. Kendine getirmek: "At
teernîh omzii derinin o m z u . üstünen palazının tabızı Fedor
on On, 1 0 . on azıra ondan fazla, on Pavloviçtî oharıldırğan." N.
çastığ on yaşında, on-on pis kün Domojakov (At üstünden çocuğu­
polğanda o n , on beş gün olunca. nun sesi Fedor Pavloviç'i kendine
on kizek on parça, on t a n e . onarca getirmiş.) 2. Anlaşılmak.
kilometr onlarca kilometre, onca oharıiğah 1. Anlaşılır. 2. Kolay anlayan.
çastığ yaşı on gibi.
onarılıs Anlaşılma.
on (ı.) Sağ: "Çolıcah toozılcaa-parcaa onarılıstığ s. Anlaşılır, anlaşılır şekilde:
çoh pîreede on sarına igîrli subalıp "Aydoğa amdı ol kirek sala
parça." V. Kobyakov (Yol bitmek onarılıstığ poiıbıshan."V. Kobyakov
tükenmek bilmiyor, bazen sağ yana (Aydo'ya o iş biraz anlaşılır olmuş.)
dönüp uzanıyor.) on sarinda sağ
onarlap zf. Onlarca: "Onarlap tlster
tarafında, on hol sağ e l .
tazılazı hatığ tuyğahtar sabızına
on (ıı.) 1. Başarı, muvaffakiyet: "On hağıs turadır."N. Nerbişev (Onlarca
polzın ağaa toğızında, çurtasta."V. dişin gıcırtısı, toynakların gümbür­
Şulbayeva (Başarı olsun onun işin­ tüsüne karışmış.)
d e , hayatta.) 2. Başarılı.
onartın Sağda, sağdan.
onağı Olağan. oncaa sag. 1. Kukla. 2. Fetiş.
onar- Anlamak: "Hada ügrengebîs, onday 1. Nizam, düzen, intizam: "Pır
sağınçam sin minî onaranın." V. ondaynan çadıp polbin, aylahtanıp
Şulbayeva (Birlikte okuduk, düşü­ la çat turadır." V. Kobyakov (Bir d ü ­
nüyorum sen beni anlayacaksın.) zenle yatamayıp, dönüp durarak
onar Doğru, doğruca: onar- tisker çar­ yatıyor.) onday çoh nizamsız, inti­
çabuk, alelacele: "Kizfler, püürden zamsız, düzensiz. 2. âdet, alışkan­
ürükkenî hoy çili, ohar-tisker kürelîs lık: "Kadus arğızınıh ondayın çahsı
tur, attarnıh is-hut çoğıl." M. Kokov pîlcen, annahar tabırağınca sığara
(insanlar, kurttan ürken koyun gibi, honğan." M. Kokov (Kadus arkada­
çarçabuk kaçışıyor, atlar kendilerini şının alışkanlığını iyi biliyordu, bu
yitiriyor.) yüzden çabucak çıktı.) 3. Suret,
tarz, usul.
onarıl- 1. Anlaşılmak: "Haydar daa
pararğa timnençetkennerîn pir dee ondayla- Düzenlemek, düzene koymak:
onarılbaan." V. Kobyakov (Nereye "Çoohtança ipçî, pozı pala altındağı
gitmek için hazırlandığı hiç anlaşıl­ tözektî ondaylapça." N. Domojakov
mamış.) 2. Kendine gelmek: (Konuşuyor kadın, kendisi çocuğun
"Sağday, onarılıp, körer polza, altındaki döşeği düzenliyor.)
çılğılar çörgen çirde küren pulut la ondaylal- Düzelmek, yoluna girmek.
ondaylan - 323 -
ool
ondaylan- 1. Düzelmek, nizama girmek. oodıs- Kırmak, parçalamak.
2. (hayvan) Semirmek, şişmanla­ ooğas s. Küçük: "Anın sırayı ooğas-
mak.
ooğas çıınlğlap, sağısırap,
ondaylığ s. 1. Düzenli, nizamlı, intizamlı. çobalğanı sırayınah pîldîstîg pol tu­
2. Namuslu, dürüst. 3. Uygun, ma­ radır." M. Kobyakov (Onun yüzü u­
kul. fak ufak kırışmış, dertlenip acı çek­
onıncı s. Onuncu. tiği yüzünden belli oluyor.) ooğas
ofina- (ı.) Anlamak, bilmek, tanımak: ahça bozuk para. ooğas ağas çalı­
"Çazıdağı çolca pariğan çalan lık, o o ğ a s - ooğas küçük küçük.
kızînî ohnap salabas, Çabus,
ooğazah s. Küçücük: "Fedor Pavloviç
mıltığın tayanıp, azah üstüne tur
kilgen."V. Kobyakov (Yazıdaki yol­ çohır adaynın tüglnen ooğazah,
dan giden çıplak ata binmiş kişiyi köp kügürt çolları la toolashanın kör
tanıyarak Çabus, tüfeğine dayanıp, halğan." N. Domojakov (Fedor
ayağa kalkmış.) Pavloviç ala köpeğin tüyünden k ü ­
çücük, birçok ebemkuşağınm yayıl­
onna- (ıı.) 1. Sağdan bir şey yapmak. 2.
dığını görmüş.)
Sağ elle yapmak.
onnağ Anlama, anlayış, kavrama. ooh s. 1. Ufak, küçük, ooh mal küçük
baş hayvan, ooh say küçük taş. 2.
onnan- Anlaşılmak.
Hafif, ooh nanmır hafif yağmur. 3.
onnas Anlayış, kavrayış.
Küçük, ooh palalar küçük çocuklar.
onnastığ s. 1. Anlayışlı. 2. Anlaşılır.
ooh- Zehirlenmek.
onnığ Onunda, on yaşında, palam
onnığ çocuğum on yaşında. oohcah ot Yalancı altın mantar.
onno Ruhların barındığı yer. hamnar oohta- (ı.) 1. Kırmak, ufak parçalara
ölze, süneleri onnozar parçalar ayırmak. 2. Doğramak.
kamlar ölünce ruhları 'onno'ya g i ­ oohta- (ıı.) 1. Böğürmek. 2. Yüksek
der. sesle bağırmak.
ontağay 1. Belâ, musibet. 2. Tasa, ke­ oohtal- 1. Ufalmak, küçük parçalara
der. ayrılmak. 2. Doğranmak.
ontağaylığ s. 1. Belâlı, musibetli. 2. oohtat- 1. Doğratmak. 2. Ufalamak,
Kederli, hüzünlü.
küçük parçalara ayırtmak.
oo Zehir: 'Toldıra îdîs medtı, oonı
Tarthabtn min, ür sağmmin." V. ooh-teek tekr. Ufak t e f e k .
Maynaşev (Dolu ilâcı, zehiri oohtır- Zehirlemek.
/Çekiyorum çok düşünmeden.) oo oohtırcah s. Zehirli, oohtırcan gaz
çayğan uh zehirli ok. zehirli gaz.
oodıh Kırık, parçalanmış: "Çarın, oodıh ool Oğlan: "Oollar çabıdahha, hıstar,
çurttıh ornına / Çöptîg, köglîg honıh kinler hanaalığ udur çügürtkenner."
pirgezm." M. Arşanov (Çatlak, kırık M. Kokov (Oğlanlar çıplak atla, kız­
evin yerine / Güzel, neşeli hayat lar ve yaşlılar atlı arabayla karşıla­
verdin.) maya koşturmuşlar.) Alığ oolğa
oodıl- Kırılmak, parçalanmak: "Pir adazının izî tuza nimes. Atasözü
nime ağaa kirek çoğıl: kibıs tozın (Aptal oğlana babasının malı yar­
çııpça, hrustal oodıl parça, maşına dım etmez.) 2. Erkek., ool tuhma
çaba! çıs sığarca." V. Şulbayeva erkek kardeş, oolğı oğlu. palanının
(Ona hiçbir şeyin gereği yok, halı oolğı erkek t o r u n . 3. Genç: "Oollar
toz yığıyor, kristal kırılıyor, araba alğıt pariğan orınnın üstüneh suğ
kötü koku çıkarıyor.) tamcılap pastaan." S. Çarkov
oolah -324-
operetta
(Gençlerin genişlettiği yerin üstün­ oortap, isçe." V. Kobyakov (Sıcak
den su damlamaya başlamış.) çayı höpürdeterek yudumluyor.)
oolah Oğlan, erkek çocuk: "Aydo, on çay oorta- çaydan yudum almak:
çastığ oolah." V. Kobyakov (Aydo, oortah Uzak, uzakta: "Oortahtın ol
on yaşında oğlan.) oolah pabazına künge çarıp ağarğanğa tööy." A.
uğaa tööy çocuk babasına çok Çerpakov (Uzaktan o güneşten
benzer. parlayıp ağarıyor gibi.) çoldan
oolğıcah Çocuk, küçük erkek çocuk. oortah yoldan uzak. oortah tur-
oolığ s. Zehirli: "Artın iretterarığ hanımnı uzaklaşmak. aaldah oortah
/ Oolığ suğ çili, örteceh polğan." M. köyden uzak. oortah par! uzak dur!
Kilçiçekov (Fazla kadehler temiz oortam Avurt dolusu, büyük yudum.
kanımı / Zehirli su gibi yakıyordu.)
Yılan teerîzîn çılnın daa alıstırza, oos (ı.) 1. Yumurta sarısı. 2. Ağız sütü,
oolığ tîsterî pozında halça. Ata­ ilk süt.
sözü (Yılan derisini her yıl değiştir­ oos (ıı.) Avuç. oos çalbağınca avuç
se d e , zehirli dişleri kendisinde ka­ genişliğinde.
lır.)
oosta- Avuçlamak, avucuna almak.
oondah Kırıntı: "Stol üstünde hurug oostığ s. 1. Yumurta sarısı olan. 2. Ağız
butılkalar, stakannar, halas sütünden, ağız sütü olan.
oondahtan." V. Şulbayeva (Masa
üstünde boş şişeler, bardaklar, ek­ oot- 1. Kırmak, parçalamak: "Butıİkadan
mek kırıntıları.) arağa urıp alıp, sınğara tartıbısça,
stakanın çirge ooda tastabısça." V ' .
oor Buhar, kök talaynıh oorı mavi deni­
Şulbayeva (Şişeden içki koyup ala­
zin buharı. îzîg oor mec. ikram.
rak, tümünü içiyor, bardağı yere ça­
oor tarthıs Lokomotif. lıp parçalıyor.) 2. Öğütmek. 3. Doğ­
oor çüskîs Vapur. ramak.
oora bk. ora
oottır- 1. Kırdırmak. 2. Parçalatmak. 3.
o o r a l - 1 . Derince çukurlaşmak. 2. Gözle­ Öğüttürmek. 4. Doğratmak.
ri çökmek, çukurlaşmak, harahtarı
ooralıbıshan gözleri çukurlaşmış. ooy zf. 1. Kolay, hafif, yeğni: "Olarğa
çölene, naa çirde ornığıp alarga
oorçıh i ğ , kirmen.
ooy polar." N. Domojakov (Onlara
oorha tıp. 1. Omurga. 2. Omur. oorha dayanarak, yeni yerde yerleşmek
söögîm sıstapça omur kemiğim
kolay olur.) İrge paran ooy polcan,
sızlıyor.
irgek hazin sidîk polcan. Atasözü
oorım s. 1. Dik, sarp. oonm haya sarp (Kocaya varmak kolay olur, 'eldive­
kaya. 2. Geçilmez, sık. oorım ne' baş parmak dikmek zor olur.) 2.
tayga sık o r m a n , cangıl. Kolayca, hafif bir şekilde.
oorla- (ı.) Hırsızlık etmek.
oorla- (ıı.) Hırlamak, gürlemek, bağır­ oozup Çapa, kazma.
mak: "Aydonıh hıshırıp oorlaan opera 1. Opera. 2. Operayla ilgili, opera
tabızın istîp, Yakınğa teatrı opera tiyatrosu.
hazırlanıbıshan." V. Kobyakov operativnay s. Cerrahî.
(Aydo'nun bağırıp yükselen sesini operatsiya 1. Operasyon. 2. Ameliyat.
duyup, yakına sinirlenmiş.)
operatsiya it-ameliyat etmek.
oorlan- Buharlaşmak.
operatsiya itcen stol ameliyat
oort anat. Avurt.
masası.
oorta- Avurtlamak, içine çekmek,
operatsiyala- Ameliyat etmek.
yudumlamak, "Jzig çeynî porlada
operetta Operet.
opıt - 325 -
orbannas
opıt Deney, tecrübe. oram (ı.) Sokak. Ağban horımnın
opıtnay s. Deneysel, tecrübî. opıtnay oramnarı Abakan şehrinin sokakla­
stanitsiya deneme merkezi. rı.
opıttığ Tecrübeli, görgülü, opıttığ vraç oram (ıı.) 1. Hendek, siper. 2. Çukur.
tecrübeli doktor. oram (m.) 1. Lâbirent. 2. Kıvrım, büklüm.
opium Afyon. toğıs oram çîbek hur dokuz
oplot Kale.
büklümlü ipek kemer.
opolçenets Gönüllü milis eri.
opolçenie Gönüllü milis kuvvetleri. oramcıh (ı.) Makara, çîp oracan
opponent Tezini savunana itiraz eden. oramcıh ip saracak makara.
opportunist Oportünist. oramcıh (ıı.) Bir Hakas yemeği.
opportunistiçeskay s. Oportünistik. oramıs bk. oramcıh (ıı.)
opportunizm Oportünizm, oportünistlik. orangutang zool. Orangutan.
oppozitsioner Muhalif.
orahmay Ayaklar üzerinde zıplayarak
oppozitsionnay s. Muhalif, muhalefet.
oppozitsiya Muhalefet. oynanan bir çocuk oyunu.
optiçeskay s. Optikle ilgili, optiçeskay orator Konuşmacı, hatip.
pribor optik alet. oray (ı.) s. Geç: "Sin, kiri aday, çeen
optika fiz. Optik. nimetle dee turbassın, malnı irte
optimistiyimser, nikbin. sığardırıp, oray ağıldırbin, ol huruğ
optimistiçeskay s. iyimserlikle ilgili. harınnı uzudıp, fsker tüzir çörzîn!"
optimistiçeskay sağıs iyimser d ü ­ V. Kobyakov (Sen, yaşlı köpek, ye­
şünce. diğinle de kalmıyorsun, malı erken
optimizm İyimserlik, nikbinlik. çıkarttırıp geç getirtmeyerek, o kuru
optovay Toptan, optovay sadığ toptan karını uyutup içeri sokuyorsun.)
satış. oray daa polza geç de olsa. oray
or- (ı.) sag. Ekleminden bölmek; par­ küskü son güz. oray pol- geç o l ­
çalara ayırmak. mak.
or- (ıı.) Kazmak. oray (ıı.) sag. 1. Beşik, oraynı hazınnan
ora 1. Alt kısım. 2. Bodrum, kiler. 3. tayızına ittîrçe beşik akağaçtan
Patates saklamak için kazılan ç u ­ dayıya yaptırılır, oray toyı yeni be­
kur. şik toyu. 2. Küçük bebek, oray
ora- 1. Sarmak, dolamak, çîbek hurin çastığ pala bir yaşından küçük be­
üs ori piline tartıp hurçancıh ipek bek.
kemerini üç kez beline sarıp k u ­
şanmış. 2. Bebeği kundaklamak. oraylat- 1. Geciktirmek: "Ey, sin, iren!."
oracah bk. oramcıh (ı.) Şkolaa çi oraylat salarzın." A.
orah sag. Patika, keçi yolu. Kuzugaşev (Hey, sen, erkek! Okula
orahan hlk. Yar, dere. geç kalacaksın.) 2. Akşam olmak.
orahta- Patikadan gitmek. oraylattır- Geciktirmek.
o r a l - 1 . Dolanmak, sarılmak, kaplanmak. oraza Oruç. oraza tut- oruç tumka.
altın oralğan altın kaplanmış. 2.
Kıvrılmak, çılan çîli oralğan yılan orba Şamanın tefini çaldığı tokmağı.
gibi kıvrılmış. orban koyb. Titreşim sallantı.
oralcıh Sarılgan, sarmaşık. orbahna- Korkarak, ürkerek titremek.
oraldır- Sardırmak, dolamak, kıvırmak, orbannas- Birlikte ürkmek, titremek:
kaplamak. "Amir ottap çörgen sas çıiğılar,
orbannos
-326-
orınnan

kineffn orbannaza tüzîp..." N. orğanah Küçük çoban yatağı.


Domojakov (Sakince otlayan yılkı­ orğı zool. Bir yaşında maral.
lar, aniden ürküp...) orğın bk. organ
orbannos Ürkek, korkak. orğıs bk. orğah ( ı . )
orbay- Şaşırmak, sersemlemek, şaş­ orha 1. Omur moyın orhazı boyun omu­
mak. r u , kögîs orhazı göğüs omuru, pil
orbuk bot. Yenilebilir bitki kökü. orhazı bel omuru, orha söögi o­
orçıh iğ, kirmen, küren at orçıh çili mur kemiği. 2. Omurga, orha söögî
oynal tur yağız at kirmen gibi dö­ çoh omursuz.
nüyor. orhah hlk. Burunsalık, burunluk.
orda sag. 1. İn, yatak, çılan ordazı yılan orhala- Ekleminden bölmek, parçalara
ini. 2. Merkez, haastın ordazı ayırmak.
Kaçin'lerin merkezi. 3. Saray. orhahğ s. Omurgalı, orhalığlar omur­
hannın pignîn uluğ ordazı hanın galılar.
beyin büyük sarayı. orhan Küfür, kaba söz.
orden Nişan, pobede ordenı zafer ni­ orhanna- Küfretmek: "Olarnın arazında
şanı. Pacah iney, orhannabinah, ibîne ki­
order Emir, ordino, düzen. re sobıshan." M. Kokov (Onların i­
ordır- Kazdırmak. çinde Paçan nine, küfrederek, evi­
ordinarets ask. Emir eri. ne doğru koşmuş.)
ordinata Ordinat. orhahnos s. Küfürbaz.
orfografiya İmlâ. orıh 1. Toplanma yeri, pazar. 2. Sürü
organ (ı.) Organ, iscen organ işitme yatağı, mal orığı malların toplanma
organı, körcen organ görme orga­ yeri. hustın orii kuş pazarı, hozan
nı, çıs pîlceh organ koku alma or­ orığı bir çocuk oyunu.
ganı, çooh organnarı konuşma or­ orıhta- (hayvan) Toplanmak, annar
ganları. orıhtap salğan çir yabanî hayvan­
organ (ıı.) Organ, kuruluş, teşkilat. ların toplandığı yer.
partiynay organ parti organı. orın 1. Y e r : "Haas piçfk pir orınğa tüben
organiçeskay s. Organik, organiçeskay hatap teepçe."V. Kobyakov (Kayış
himiya organik kimya. kamçı bir yere binlerce dafa deği­
yor.) 2. Yer, iz: "Hıshı soohtın
organizovat pol- 1. Düzenlemek, tertip
tafimalaan orınnarı sırayında alınca
etmek. 2. Organize etmek. 3. Kur­
pîldîstîg." V. Kobyakov (Kış soğu­
mak, tesis etmek.
ğunun bıraktığı izler yüzünde açık­
orgbyuro Organize komitesi. ça görülüyor.) Uluğlarğa orın pir,
orğah (ı.) Orak. astı orğahnan kîçîglerge polis pîr. Atasözü (Bü­
organmış ekini orakla biçtik. yüklere yer ver, küçüklere yardım
orğah ayı Ağustos. et.) toğıs ornı iş yeri. bagaj ornı
orğah (ıı.) Patika, çığır. bagaj yeri. ot ornı ocak. ornına ye­
rine, orınğı padej gr. bulunma hâli.
orğahçı Orakçı.
organ Yatak. Ağırçathan kîzee altın orıncı Yardımcı, muavin.
daa organ tuza polbas. Atasözü orındağı Yerel. orındağı
(Hasta kişiye altın yatağın da fay­ promışlennost' yerel sanayi.
dası olmaz.) orındıh 1 . Sandalye. 2 . Y a t a k .
orınnandır - 327 -
ortı

orınğı padej gr. Bulunma hâli. ornah bk. organ


orınnan- Yerleşmek, bir yere alışmak. ornament Bezek, tezyin.
orınnandır- Yerleştirmek, yerine ornamenttığ s. Süslü, bezeli.
alıştırmak. ornas 1. Değişme, mübadele. 2. Sarraf.
ons Rus: "Ertemey ol pozı ons kîzî çi." ornastın ornı huruğ sarrafın yeri
V. Kobyakov (Ertemey'in kendisi kuru.
Rus kişi ya.) ons imci çitken Rus ornas- Değiştirmek.
doktor ulaşmış, ons tîlî Rusça. ornastır- Değiştirmek.
onsta- Rusça konuşmak. ornazığ Değişme, takas.
orıstap zf. Rusça, ol orıstap çahsı ornıh- Bir yere alışmak, yerleşmek.
çoohtança o Rusçayı güzel ornıhtır-Bir yere alıştırmak.
konuşuyor. ornına Yerine: "Aydonı kür tabısnan
orientir Kerteriz noktası. köksebîzer ornına, ağaa hınıstığ
orientirovat'sya pol- Yönünü tayin izen pirgen." V. Kobyakov (Aydo'ya
etmek. gür sesle küfretmek yerine, ona sı­
orientirovka Yönlendirme, yönünü tayin cak selâm vermiş.) pîree kniganın
etme. ornına pasha kniğa alıp alarga bir
orientirovoçnay s. Tahminî. kitabın yerine başka kitap almak.
orientirovoçnay plan tahminî plân. oron (ı.) hlk. s. Ayrı, başka.
originai Orijinal, asıl. stat'yanın oron (ıı.) Ana yatak, seyir koridoru, sal
orginalı makalenin aslı indîrçetken çonğa oronnı pîlerge
original'nay s. Orijinal, asıl. kirek sal indiren kimsenin seyir ko­
orientirovka Yöneltim, cihetine koyma. ridorunu bilmesi gerek. Kim suğnın
oronı Yenisey'in yatağı.
orkestr Orkestra.
orla- 1. Böğürmek. 2. Bağırmak: "Ortı orsan sag. Dişsiz.
haraa pol parza / Orlap çörçe ol orta s. 1. Doğru: "Orta surğan suruna /
homdaa." M. Kokov (Gece yarısı Ohsanıp min nandırğam."M. Kokov
olunca / Bağırıp koşuyor o mezara.) (Doğru sorduğu soruya / Öperek
orlah Hayatta yerini almak. ben cevap verdim.) orta pazarı
doğru yazmak 2. Tarafsız. 3. Doğ-
orlahtan- Hayatta yeri bulmak. r u , doğruca, op-orta dosdoğru, or­
orlahtanıp aldın ma? hayatta ken­ ta nimes yanlış, doğru değil. 4.
di yerini buldun mu? Tam. hap orta tendî tam on ikiden
orlas- 1. Böğrüşmek. 2. Bağrışmak: değdi, orta ada- doğru söylemek,
"Olğan-uzahtın hıshırıshanı, doğru telâffuz etmek.
orlashanı aalnın amirin saybap tu­
ortaahçın bk. ortohçın
radır."V. Kobyakov (Çoluk çocuğun
çağrışması, bağrışması köyün hu­ ortah Ortak, genel, ortahha üleş- eşit
zurunu bozuyor.) olarak bölmek.
orlat-1.Böğürtmek. 2. Bağırtmak. ortı 1. Orta: "Ol cazının ortızında kizek
çurtıcah haralıp odır."\/. Kobyakov
ormah Ağlama, sızlama, ağlayış.
(O yazının ortasında küçük yurt ka­
ormaş kız. Dokuma tezgahında ip ber­ rarıyor.) çir ortazı yeryüzünün or­
kitme yeri. tası. 2. Yarı. ortı haraa gece yarısı.
orna- Değişmek, değiş tokuş etmek. ortı çol yolun yarısı, yarı yol. 3. A­
ornağ Değişme. ra, mesafe. îkî aal ortızı iki köy a-
ortıla
-328- oi

rası. ortızında ortasında. Kobyakov (Ak yazının biten otu i­


ortızındağı ortasındaki. 4. Dolu o l ­ pek sermiş gibi oluyor.) sin oshas
mayan. senin gibi. pala oshas çocuk gibi.
ortıla- Yaşı orta halli göstermek: ibde çoh oshas evde yok gibi. 2.
"iliskecek ortılap parğan daa Sanki, yani, adeta.
irepçîlerdeh ileede uluğ oshas oshay zool. Mersin balığı.
poiıbıshan." I. Kotyuşev (İliskecek oshır- Kurtarmak: "Pfs ol palanı
orta yaşlı aileden daha büyük gibi ölTmnen oshır halğabıs." N.
davranmış.) "Sağday, ortılap Domojakov (Biz o çocuğu ölümden
parğan, hara kîrbe sağallığ iren, kurtardık.) malların püürnen
çoçıbinah tura honğan." N. oshırdı mallarını kurttan kurtardı.
Domojakov (Sağday, orta yaşlı, ka­ oshıs hlk. bk. oshas.
ra bıyıklı erkek, irkilerek kalkmış.)
osıp bk ozup
ortımah s. 1. Orta: "İliskecek ortımah osina Titrek kavak.
ügredîgî toos salğanda..." İ. oskolok Kırık, parça, kırıntı, snaryattın
Kotyuşev (İliskecek orta öğrenimi osmoloğı merminin parçası.
bitirdiğinde...) töleg çoh ortımah oskoloktığ s. Parçalı, oskoloktığ bom­
ügredîg ücretsiz orta öğrenim. 2. ba parça tesirli bomba.
Orta. ortımah pay biraz zengin. ospa Çiçek hastalığı.
ortımahti zf. Ortaya kadar, ortımahti ur- ostal Araba oku: "Ostallann arğa
bardağı ortasına kadar doldurmak. paanah palğastırıp, çoğar ködîr
ortın s. Ortanca, orta. ortın oolğı ortan­ salğan." N. Domojakov (Arabanın
ca oğlu. ortın salaa orta parmak. oklarını iple bağlayıp, yukarı kal­
dırmış.)
ortohçın 1. Kahraman yayı. altın
ortohçın altın yay. 2. Sihirli ok. ostrog esk. Zindan, hapis.
orudie 1. Alet, vasıta, pozı çörcen osyotr zool. Mersin balığı.
orudie kendi kendine hareket eden ot (ı.) Ateş: "Anın sırayı ot çarığında, tos
vasıta. 2. Top. orudienîn odı top çîli, ağarla tartıp parğan körîn tura­
ateşi. dır." V. Kobyakov (Onun yüzü ateş
ışığında, kabuk gibi, bembeyaz o l ­
orujie Silâh.
muş görünüyor.) Suğnafi, otnan
os bot. Titrek kavak. oynaba. Atasözü (Suyla, ateşle
os- (ı.) Ağaçtan ağaca atlamak, zıpla­ oynama.) ot sal- ateş yakmak.
mak. ot oymağı ocak. harah odı gözbe­
os- (ıı.) Kurtulmak: "Mirgen tepsem, aba beği, ot hazma odır-ateşin başına
daa ospas." N. Tinikov (İyi teper­ oturmak, ot çıltıra- ateş parılda­
mak.
sem, ayı da kurtulmaz.) îkî ölîm
polbas, pîrden ospassın. Atasözü ot (ıı.) Ot: Tan atsa, kün sığadır, köök
(İki ölüm olmaz, birinden tapsaza, kök ot özedir. Atasözü
kurtulamazsın.) (Tan atarsa gün doğar, guguk ötse,
osadkalar (atmosfer) Hareketleri. göy ot büyür.) kök ot yeşil ot.
purtah ottar yabanî otlar, tastaan
atmosfernay osadkalar yağışlar.
ot kurutulmuş ot. ot sap- ot biç­
osetin Osetin, osetyalı. osetin tîlî mek, ot sapcah kîzî ot biçen kim­
Osetçe. se, sahcan ot ısırgan o t u . hazalcıh
osetrina Mersin balığı e t i . ot diken, oohcan ot benç. poca ot
oshas e. 1. Gibi: "Ah cazının sıhhan kuzukulağı, ağbah ot deve elması.
odı çîbek sashan oshas potadır." V. ot ayı temmuz, ot otta-otlanmak.
y
otah oy

ot tuzı ot biçme zamanı, im ot ilâç, almak.


şifalı ot. otpusk İzin. dekratnoy otpusk doğum
otah Alacık, krş. odağ izni.
otam 1. Otlak, malnı otamğa sığararğa otpusktagı s. İzinli, otpusktagı tus izin
malı otlağa çıkarmak. 2. Otlanma. zamanı.
otamğa sıh-otlanmaya çıkmak. otrasl' Dal, branş.
otamnığ s. Otlaklı. otamnığ tağ otlaklı otryad (ı.) 1. Müfreze, kol: "Hızıl
dağ. gvardeets otryadı parıbıshan
otandı bk. otam soonda, ağırıp çat halğan, ol tın
otboy Pes etme. otboy sap- pes etmek. çalahay, çahsı kîzî." A. Kuzugaşev
(Kızıl müfreze grubu gittikten sonra,
otçestvo Baba adı. at paza otçestvo
hastalanmış, o iyi kalpli, güzel in­
adı ve baba adı. san.) 2. Takım, ekip.
otçislenie Ödenek, tahsisat, kesinti.
otryad (ıı.) zool. Aile, g r u p .
otçislyat' pol- Çıkarmak, ayırmak.
otta-Otlanmak, otlamak, ot yemek:
otçizna Anayurt.
"Sarığ taynı in ne pastap, pözîk
otçyot Rapor, hesap. kürgen üstünde ottap çörgen
otçyotnay s. Raporla, hesapla ilgili. saraashır kör salğan." N.
otçyotnay doklad çalışma raporu. Domojakov (Sarı tayı ilk önce, yük­
oteçestvennay s. Millî, vatanî. sek kurgan üstünde otlayan sarı
oteçestvo Yurt, vatan, oteçestvoga aygır görmüş.) Pozrah adım pîr
hınıs vatan sevgisi. tağnı tooza ottap parıbıstı. Bilme­
ce, yangın (Boz atım bir dağı bütü­
othar- Yemlemek, ot yedirmek, otlat­ nüyle otladı.)
mak: "Anı ol kicee Samdar ağanın
sarayı altında otharğan, am daa ottat- Otlatmak.
anda tur, neke." F. Bumakov (Onu
ottığ (ı.) S. Otlu: "Aydo, nımzah ottığ
o akşam Samdar ağanın kümesi al­
tında otlatmış, hâlâ oradadır, belki.) çificek tallap taap..." V. Kobyakov
(Aydo, yumuşak otlu yer seçip...)
othart- Otlatmak, ot yedirtmek.
ottığ (ıı.) s. Ateşli.
otıh Çakmak, otıh tas çakmak taşı:
"Otıh tazınah hızıl hıbınnar ottisk Prova, basım, baskı.
çaçıraza tüskenner."H. Domojakov otvaga Cesaretlilik, yüreklilik, otvaga
(Çakmak taşından kırmızı kıvılcım­ üçün sıyıhtaannar cesaretliliği için
lar sıçramış.) ödüllendirmişler.
otırba Kepek. otvetsvennay s. Sorumlu, mesul.
otvetsvennay toğısçı sorumlu ça­
otıs Otuz. otıs çıllar minin alnında
lışan.
bundan otuz yıl önce.
otzıv Mütalaa, eleştiri yazısı.
otıy- Kırışmak, buruşmak.
ovatsiya Şiddetli alkışlar.
otliçie Fark, farklılık, tın kirektîg otliçie
ovtsevod Koyun yetiştiricisi.
çok önemli fark.
oy (ı.) Kula: "Sağday, oy adın üs
otliçnay s. Mükemmel, harika, otliçnay azahtah tuzap salğan." N.
kaçestvolığ brigada üstün nitelikli Domojakov (Sağday, kula atını üç
birlik. ayağından bukağılamış.) Oy attı
otliçno zf. Mükemmel, çok iyi. otliçno oylatpaam tîbe, ool çüregîn
ügren- mükemmel öğrenmek. haynatpaam tîbe. Atasözü (Kula
otmetka Not, numara, ekzamenda atı koşturmayayım deme, oğul yü­
çahsı otmetka a l - sınavdan iyi not reğini kaynatmayayım deme.)
oy

nerek yatmış er kişi.)


oy(ıı.) ünl. Oy!, o h ! : "Oy, kaydi ös oydaş- Geriye eğilmek, geriye düşmek.
parğan, kıs pol parğan." N. ol oydaş pardı o arkasına düştü.
Tyukpiyekov (Oy, nasıl büyümüş
oydatamas Köstebek, k r ş . oyda azah
kız olmuş.)
oydır- 1. Oydurmak. 2. Deldirmek. 3.
oy (m.) 1. Çukur: "Kinetîn izer oyman Çukurlaştırmak.
azın I parğan m na sizlngen." N. oydor Atlı araba dingili, alın oydor ön
Domojakov (Aniden eyer çukurun­ dingil, kizîn oydor arka dingil.
dan ayrıldığını sezmiş.) 2. Girinti. 3. hanaanın oydorı atlı araba dingili.
Derin 4. Vadi: "Çalbah oy çazızında
oyığ (ı.) Meyilli.
hoy, İnek, çılğı mallar çörçeler." M.
Kokov (Geniş ova yazısında koyun, oyığ (ıı.) Desen, motif.
inek yılkı malları yaşıyor.) îzernîn oyığlığ s. Desenli, motifli, uluğ oyımnığ
oyı eyerin derinliği, çukurluğu. torğı iri desenli ipek kumaş, oyii
çoh desensiz, motifsiz.
oy- 1. Oymak, delmek: "Alcıbay, alnın­ oyıh Oyuk, çukur, açılmış yer: "Sol
da turıp alıp, potoloktıh çirln kömlskezlnde oyıh çir, sol
oyçathan." S. Çarkov (Alcıbay, ö­ harağınah hannığ ças sığılça." N.
nünde durarak tavanın yerini oy­ Domojakov (Sol kaşında açılmış
muş.) pus oy- buz delmek. 2. mec. yer, sol gözünden kanlı yaş akıyor.)
Delmek, deşmek, çüregîn oyıbıstı
oyıhta- 1. Çukur kazmak, oymak. 2.
yüreğini deldi.
(elbisede) Açıklık yapmak.
oyanah s. Müşfik, şefkatli, yumuşak. oyıl- Oyulmak, çukurlaşmak: "Çirl oyılıp
oyba(ı.)Kül. aday tügîn örtep, palığa tüs parar." S. Çarkov (Yeri oyulup
oybazın salçalar köpek tüyünü ya­ düşecek.)
kıp yaraya külünü koyarlar. oyım Çukur, vadi, dere. oyımğa tüs-
çukura düşmek.
oyba (ıı.) bk. oyma (ıı.) oyın 1. Oyun: "Şkolada pir dee skandal,
oybaiığ s. Küllü. pir dee hınığ oyın, pir dee kilklm
arah tudıs, Vaska aralaspaanda,
oybın Dünyada neler olduğunu gösteren irtpeceh." A. Kuzugaşev (Okulda
sihirli başörtüsü, oybınnı körzen, hiçbir skandal, hiçbir güzel oyun,
çir altında nime polçathanın hiçbir kapışma Vaska karışmadan
körerzîn sihirli başörtüsüne bakar­ geçmiyor.) futbol oyını futbol oyu­
san, yer altında neler olduğunu gö­ n u , oyın pastacah kîzî oyun başı.
rürsün. 2. Şaka. oyın pazı şaka.
oyda 1. Sırt üstü: "Kinetîn huzıcah oyda oyıncı 1. Oyuncu: "Sin andağoh
aylana tüsken." N. Domojakov (A­ oyıncızıh." V. Şulbayeva (Sen de
niden kuşcağız sırt üstü dönmüş.) öyle oyuncusun.) 2. Şakacı.
2. Arkaya: "Mini çoo hathırttı, - pa­
oyındı Oyuntu, çukurluk, nîn oyındızı
zın pözlk ködlrîp, oyda taslanıp,
çoohtapça ool." G. Topanov (Beni elbisenin kol deliği, açıklığı.
çok güldürdü, başını yukarı kaldırıp, oyıs- Birlikte oymak, çukurlaştırmak.
arkaya atıp konuşuyor genç.) oyda- oyıs Oyma, kakma.
töbîn tüs- sır üstü düşmek oyıstığ Oymalı: "Ağas oyıstığ hanaa
oyda azah Köstebek, krş. oydatamas hat iğ seglrestep odırğan." N.
Domojakov (Ağaç oymalı araba
oydarha- Kendini beğenmek, böbürlen­ sertçe zıplamaya başlamış.)
mek: "Ködlrklp, oydarhap çatçathan
iren." N. Nerbişev (Kibirlenip, övü- oyla- Koşmak, hızla yürümek, gitmek:
oylana "' " ozup
"Çohırah, anı körîp, ağaa udur
oylap, urçetkenpoltır."V. Kobyakov oynacah Oyuncak: "Köksî ibîre anı altın-
(Çohırah onu görüp, ona karşı ko­ kümüs önnîg oynacahtarnan
şup havlamış.) oylap kilgen abahay ide çazap salğannar." N.
maşinalar hızla giden arabalar. Tinikov (Göğsünün çevresini renkli
oylana Koşucu, oylana at yarış atı. oyuncaklarla süsleyip güzelleştir­
oylas- Koşuşmak: "PTrsî prrsînîn mişler.) oynacan nime o­
soonan ibden naa kilgleen olğannar yuncak.
oylasçalar." A. Kuzugaşev (Birbiri oynah Oyuncak.
ardına evden yeni gelen çocuklar oynal- Oynanmak.
koşuşuyorlar.) suğzar oylasça su­
oynaş- 1. Oynaşmak, eğlenmek. 2.
ya doğru koşuyor.
Şakalaşmak.
oylat- Koşturmak. oynaş 1. Oynama, oynayış. 2. Oynaş,
oyloba Araba oku. .yosma, ahlâksız, oynaş hat ahlâk­
oyma (ı.) Renkli işlemeli desen, oyma sız kadın.
ton işlemeli elbise. oynaşta- sag. 1. Kendini eğlenceye,
oyma (ıı.) Ocak. çoon töge oymada sefahate vermek. 2. Oynaşmak,
büyük kütük ocakta. flört etmek.
oymağas Küçük çukurluk: "Anın pazı oynat- 1. Oynatmak, oynamasına
polğan çirde pustal parğan hızıl müsaade etmek. 2. Eğlendirmek.
oymağas." A. Kuzugaşev (Onun muzıka oynat- müzik çalmak.
başının olduğu yerde buzlanmış kı­ oyrat Mançur.
zıl çukurluk.)
oy-tarba Küçük, ufak tefek, oy tarba
oymah 1. Çukur, girinti: "Çornaptı orta palıhtar çeşitli balıklar.
çoohtadın teen çili, oymahtı ozah Vajina, döl yolu.
közîdibisken." İ. Kotyuşev
ozan 1. Isırgan otundan kumaş. 2. Ke­
(Çornap'a doğru söyledin der gibi,
ten, ozan kögenek keten elbise.
çukuru göstermiş.) harahtın oy­
mağı göz çukuru, kül oymağı ocak ozan ot bot. Ter o t u . ozan ot çul- ter o t u
yeri. 2. Dere. 3. Çukurluk, oymah- yolmak.
oshıl çukur mukur. oymah-oshıllığ ozarhı Karşı yaka, nehrin karşı yakası.
çukurlu mukurlu ozari Karşı, karşı yaka: "Çul ozarindağı
oymalığ s. Renkli işlenmiş desenli. kîzîler ağas arazına parıbıshannar."
oymalığ ah plat işlemeli ak kumaş. A. Kuzugaşev (Derenin karşısında­
oymar- Çökmek, çukurlaşmak, çukur ki kişiler ağaçların arasına gitmiş­
oluşmak. ler.)
oymar Çökük, çukurlaşmış. ozınan e. -dan beri. ol ozınan o za­
mandan beri.
oymart- Çukurlaştırmak.
ozıp bk. ozup
oyna- 1. Oynamak: "Kolka, Panok,
Soroka paza pasha daa pular ozırıh Osuruk.
oshas olğannarnan haydi hınğanni ozırıhçı Osurukçu, osurgan.
oynap alarzın." A. Kuzugaşev ozon kim. Ozon.
(Kolka, Panok, Soroka ve başkaları
ozop bk. ozup
da, bunlar gibi çocuklarla sevdiğin
oyunu oynarsın.) 2. Şaka yapmak: ozup Küçük demir kürek, ozubın tayan-
"Çahsıcaam, oynapçam min." V. küreğine yaslanmak.
Şulbayeva (Güzelim, şaka yapıyo­
rum ben.)
-o-
öbeke sag. 1. Soyadı, öbeken kem? kirek/'V. Kobyakov (Onları ne olur­
sa olsun büyütmeden bastırmak
soyadın ne? 2. Cet, ata.
gerek.)
öçes 1. İnat. 2. İnatçı 3. Öç, intikam: ödîk Çizme: "Plrslnlh tuup ödlgl uzun
"Öskebîs pîs pir çirde / Ööre polip türeylîg polğan."\. Kotyuşev (Birinin
pos posha / Ölîp, homdaa klrgence deri çizmesi uzun konçlu imiş.)
/ Öçes sağ ıs tutpasha." M. Kokov
Suğa kîrgelekke ödîk suurba,
(Büyüdük biz bir yerde / Dost olup tağa sıhhalahha, tayan taynama.
birbirimize / Ölüp mezara girene Atasözü (Suya girmeden çizme ç ı ­
kadar / Kinci düşünce beslememe- karma, dağa çıkmadan asaya da­
ye.) yanma.) 2. Ayakkabı
öçes- 1. (birbirine) Kin beslemek. 2. ödîr- Öldürmek: "Postarınıh hınmaan
(birbirinden) Öç almak. 3. İnatçılık klzllerln iledîp ödlrgennerln pozının
etmek. harağınan anda körgen." V.
öçeske hlk. Aç karnına, öçeske iy is- aç Kobyakov (Kendi sevmedikleri in­
karnına ilâç içmek. sanları acı çektirip öldürmelerini
öçeskek s. İnatçı, ayak direyen. kendi gözüyle orada görmüş.) Afini
ödîrîp albaanda, terîzîn
öçestîg s. Öçlü, intikamlı, düşmanlı.
soybacafi. Atasözü (Av öldürülme­
ayna kîzee öçestîg polcan şeytan den, derisi yüzülmez)
insana düşmandır.
ödîrîs Öldürme, öldürüş: "Püürlernîn
öçet- 1. Kin besletmek. 2. İnatçılık ettir­ ülükünl pır le - Izlg handa." N.
mek. Nerbişev Ödîrîste toshanca çihîp
öçezeeçî 1. Kindar. 2. İnatçı. alarmda." N. Nerbişev (Kurtların
öçezîg 1. Kin besleme. 2. İnat etme. bayramı tek bayramı sıcak kanda,
öldürmede doyuncaya kadar galip
öde 1. Yukarı, üst. 2. Refah, gönenç.
gelmekte.)
ödele- 1. Yukarı çıkmak. 2. Yüksel­
ödîrîs- Birbirini öldürmek: "Çalğıs
mek: "Mına hayı, ödelep / İbge Saraashır, alp mal, ödlrîsçe
toldıra cayıldı."M. Bainov (İşte des­ püürlerneh." N. Nerbişev (Biricik
tanı, yükselip / Ev dolusu yayılıyor.) Sarı aygır, yiğit mal, öldüresiye ka­
çalın ödelepçe alev yükseliyor. 3. pışıyor kurtlarla.)
Büyümek. ödîrt- Öldürülmek: "Ol kızı ödîrtken
ö d e l e n - 1 . Yukarı çıkmak. 2. Yükselmek. çirzer çüreksTp kör turca." A.
3. Büyümek, gelişmek: "Kolhoz, Kuzugaşev (O, insanın öldürüldüğü
pastağı çılda çahsı ödelen yere doğru heyecanlanarak bakı­
polbaan."M. Kokov (Kolhoz, ilk yıl­ yor.)
da iyi gelişmemiş.) ödîs 1. Ödünç: "İkî nancıma çol pastaan
ödelet- 1. Yukarı çıkarmak. 2. Yükselt­ üçün / Ödîs tölebezem, obalpolar."
mek: "Olar zaboyların naa ödelet M. Kilçiçekov (İki arkadaşıma yol
pariğan polğannar." S. Çarkov (On­ gösterdikleri için / Ödüncü ödemez-
ların maden galerilerini yeni yük­ sem, felaket olur.) 2. Borç. ödîske
a l - a) ödünç almak, b) borç almak.
seltmişlerdi.) 3. Büyütmek, geliştir­
ödîske pir- a) ödünç vermek, b)
mek: "Olarnı haydi daa polza,
borç-vermek.
sağam ödeletpin, çabıra pazarğa
ödîstes- Ödünçleşmek.
-334-
ödîstîg öksîs

ödîstîg s. Borçlu: "Sin pîlçezîn, min sinîh Domojakov (O soğuk almış, onun
alnında ödîstîgbîn." S. Çarkov (Sen akciğerleri hasta olacak.) ökpe
biliyorsun ben sana karşı ağırığları akciğer hastalıkları.
borçluyum.) ökpe-cürek tekr. Ciğer.
ödös anat. Gırtlak. ökpe-pahpa tekr. Teneffüs yolları.
ögbe anat. Diş e t l e r i . ökpe (ıı.) Öfke, hiddet, kızgınlık, ökpe
ögbek ot bot. Deve elması. tabıs öfkeli ses.
ökpelen- 1. Öfkelenmek, gücenmek,
ögeydîm Hanımın büyük kız kardeşinin
kocası. örekenîmnîn çistezîn kızmak, darılmak, sinirlenmek, cin­
ögeydîm tîcenmîn karımın enişte­ leri başına çıkmak: sin îdi teenîme
sine "öğeydim" derim. ökpelenme sen öyle söylememe
öfkelenme. 2. At hırçınlaşmak.
ögîs zool. sag. 1. Erkek ayı. alında inîste adıbıs öpkelenîbîsken iniş­
ögîstî soğannan atçannar eskiden
te atımız hırçınlaştı. "Hara at, tîzeh,
erkek ayıyı okla vururlarmış. 2. kaç.
ökpelenîp, toğır parçathan." I.
Öküz. tazın-ögîs tekr. öküz(ler).
Kostyakov (Kara at ise hırçınlaşıp
öjek kız. Kazık, küçük kazık. yana gitmiş.)
öker sag. s. Güzel: "Tîgîne pazın üstün­ ökpelencîk s. 1. Öfkeli, sinirli, kızgın. 2.
de, kördek, haydağ öker huzıcah." Harın, azgın (at.)
N. Domojakov (Şu başının üstünde,
bak, ne güzel kuşcağız.) ökpelendîr- 1. Öfkelendirmek, kızdır­
mak. 2. Atı hırçıniaştırmak.
ökerek 1. Güzel, haydağ ökerek porço!
ökpeienîs Öfkelenme, sinirlenme, kız­
ne güzel çiçek! 2. Sevimli, sempatik
ma: "Aran-çula açığ ökpelenîste
sırayı ökerek yüzü sempatik, se­
sıhırada kîstep çöre, çalğızaan
vimli.
harbas pariğan on püürnen." N.
ökersîn- Güzel görmek, hayranlıkla Nerbişev (Yiğit at acı öfkelenmeyle
bakmak. çınlayarak kişneyip, tek başına ka­
ökersînîs Hayranlık: "Ol ökersînîs pışmış on kurtla.)
Hızapıya Sofonovnanı, îskerkî ah ökpeienîs- (birbirine) Öfkelenmek, sinir­
tashıllarzar paza haralıs turğan lenmek, kızmak:
tayğalar îstînzer körîsnen tartçan."
"Ökpelenîskennerînen
N. Nerbişev (O hayranlık Hızapıya
undubıshannar şkolada pos tîlînen
Sofonovna'yı, doğudaki ak zirvelere
ve kararan ormanların içine bak­ çoohtanarğa çaradılbinçathanın."A.
maya çekiyor.) Kuzugaşev (Öfkelenmelerinden
unutmuşlar okulda ana diliyle ko­
ökîs Öksüz: İne südîn sorbaan palalar / nuşmanın yasak olduğunu.)
ÖkTs pas parıp, kür ös polbas /
Postıh filîn pîlbeen ulustar / Çon ökpelîg (ı.) Akciğeri olan, akciğerli.
kibîrîn çir dee pîl polbas." M. ökpelîg (ıı.) 1. Öfkeli, sinirli, kızgın.
Kilçiçekov (Anne sütü emmeyen türgün ökpelîg çok sinirli. 2. Azgın,
çocuklar / Öksüz büyüyüp, güçlü harın (at.)
yetişmez / Kendi dilini bilmeyen u­
luslar / Halk töresini hiç bilemez.) ökpen sag. Al.
ökîs pala öksüz çocuk, ökîs ipçî öksîren- Öksüz kalmak.
dul kadın, ökîs iney dul kadın. öksîret- Öksüz bırakmak.
ökpe (ı.) anat. Akciğer: "Ol sooh alın öksîs hlk. Öksüz: "Hatığ soohha
parğan, anın ökpelerîağırıbızar."N. sıdabaannan Harool öksîs
haltırapça." A. Topanov (Sert soğu-
öktem - 335 -
on
ğa dayanamadığından / Harool ök­ ölîg 1. Ölü, ölmüş, ölen: "Tanış nimes
süz titriyor.) çiit oo/ ölîg çîli pîldlrgen." N.
öktem s. Hırçın, harın at: "Öktem attığ Domojakov (Tanımadıkları genç ölü
çalan / Sıbı aalzar kilir." F. gibi görünüyormuş.) Ölîgden tîrig
Burnakov (Hırçın atlı eyersiz / Sıbı törîpçe, tîrîgden ölîg törîpçe. Bil­
köyüne geliyor.) mece, yumurta ve civciv (Ölüden
öktemne- (at) Hırçınlaşmak. diri doğar, diriden ölü doğar.)
ölîm Ölüm. ölîmnen al hal- ölümden
öktemnen- (at) Hırçınlaşmak.
almak, ölümden kurtarmak, ölîmî
öktemnes- (at) Hırçınlaşmak. çoh ölümsüz: "Tooza nimede
öktemnet- (atı) Hırçınlaştırmak: "Adının çurtapça ol / Anın ölîmî pîr dee çoh
atısın tut kilîp, adın öktemnede polça!" İ. Kotyuşev (Her şeyde ya­
çağdap alıp, izen dee pirbin, şıyor o / O hiçbir zaman ölmeye­
tarıncah ünneh orıstap tapsaan."H. cek.)
Domojakov (Atının başını tutup, a­
ölîmnîg s. Ölümcül, öldürücü, ölîmnîg
tını hırçınlaştırarak yakınlaştırıp, si­
palın ölümcül yara. ölîmlîg çir ö­
nirli sesle Rusça konuşmuş.)
lüm tehlikesi olan yer.
ökün bk. öküney ölîs- Uğraşmak, meşgul olmak.
öküney Sunî beslenmiş kuzu.
ölle- 1. Islatmak: "Nahmır öllepçetken
öl s. 1. Nemli, rutubetli: "Öl tizek ÇIZI notlarına haya-tastardan indîre suğ
tartıla tüsken." İ. Kotyuşev (Nemli urılçathan." İ. Kotyuşev (Yağmurun
tezek kokusu yayılmış.) 2. Islak: ıslattığı ellerine kayalardan inen su­
"Fedor Pavloviçtîn kögenee öl lar dökülüyor.) kip-azah ölle- üst
polıbıshan." N. Domojakov (Fedor başı ıslatmak. 2. Sulamak, çir ölle-
Pavloviç'in gömleği ıslanmış.) öl yer sulamak.
pol-ıslanmak, nemlenmek.
ölles- 1. (birlikte) Islatmak. 2. (birlikte)
öl- Ölmek: "Çomap öl parirıp tîrîlgendeg Sulamak.
pola tüsken." İ. Kotyuşev (Çomap
öllet-1. Islatmak. 2. Sulatmak.
ölüp dirilmiş gibi olmuş.) Ölgen T-
nek sütfig poican, ölgen kîzî öllîg s. 1. Islak. 2. Nemli.
çahsı poican. Atasözü (Ölen inek öltek Özgeci, diğerkâm.
sütlü olur, ölen kişi iyi olur.) öltekte- Özgeci olmak, diğerkam olmak.
ölbes s. Ölmez, Ölümsüz, anın adı öme imece usûlü, birlikte, el birliğiyle:
;;
hacan daa ölbes onun adı hiçbir Kimeden tüs kilîp, anan anı
zaman ölmez. ömenen çar üstüne sığara tartıp
ölces zool. Bir balık t ü r ü . salğannar." İ. Kotyuşev (Kayıktan
inip, sonra onu birlikte kıyıya çekip
Öldîr- Öldürmek.
çıkarmışlar.) ömenen kürezerge
Ölen sag. zool. Balık yavrusu. Ölen birlikte mücadele etmek.
çîli örînme, örtek çili uçuhpa. A-
tasozü (Balık yavrusu gibi sevinme, ömele- Elbirliğiyle yenmek, üstesinden
ördek g i b i uçma.) gelmek.
ölen bot. 1. Yumuşak bir ot. 2. Ter o t u . ömelet- Yendirmek, üstesinden getirt­
mek.
öleücî Otçu. Palıhçıbın tîp
ön (ı.) Renk: "Kün barağı tüben-pasha
mahtanma, öleficîbîn tîp
önnerneh çaltıras tur." A.
öörlenme. Atasözü (Balıkçıyım d i ­
ye övünme, otçuyum diye sevin­ Kuzugaşev (Gün ışığı binlerce
me.) renkle parıldıyor.). öh-pazı rengâ-
-336-
on onzî
renk, çeşit çeşit: "Stol üstünde ön- çalğıs hızı Nona önetîn, curt eenge
pazı as-tamah salıp, Aydonı tööy körînmezîn tîp artıshan." A.
azırirğa îcezî manzırap çörçe." V. Çerpakov (Onu ihtiyarın biricik kızı
Kobyakov (Masa üstüne çeşit çeşit Nona kasten, ev ıssız gibi görün­
yemekler koyup Aydo'ya yemek mesin diye bırakmış.) sîrernen
vermek için annesi koşuşturuyor.) çoohtazarğa min önetî kildim ö­
ön-pazı porçolar rengârenk çiçek­ zellikle sizinle konuşmak için gel­
ler, ön-pazı çazağlığ süslü, bezek­ dim.
l i , çarıh ön parlak renk. köp önnîg öngî- bk. öndî-.
çok renkli. önmen 1. anat. Köprücük kemiği.
ön (ıı.) Derinin iç kısmı. önmenîm ağırıbıshan köprücük
ön-çül tekr. İçtenlik, samimiyet. kemiğim ağrıdı. 2. kaç. Hakas elbi­
önde sag. Pusu, pusu yeri. sesinin ön kısmı, önmenînde pa­
öndele- 1. Pusu kurmak, pusuya yat­ lanı çörgîspecen kucağında çocuk
mak. 2. Sessizce yaklaşmak. 3. taşınmaz.
Gözetlemek. 4. Gizlice yürümek, önmes 1. Çimen, toprak tabakası, at
kaçmak. ibînîn hırın önmesnen çaapçalar.
öndelen- 1. Pusu kurulmak. 2. Sessizce at evinin çatısını çim tabakasıyla
kaplarlar.
yaklaşılmak. 3. Gözetlenmek.
öndelenîs 1. Pusu kurma. 2. Sessizce önne- Derinin iç yanını temizlemek.
yaklaşma. 3. Gözetleme. 4. Gizlice önnen- Renklenmek, güzelleşmek,
kaçma. gelişmek: "Haydi önnenmes Hakas
çin." M. Kilçiçekov (Nasıl
öndelenîstîg s. 1. Sessizce, gizlice:
renklenmez Hakas yurdu.)
"Hızıcah, öndelenîstîg sürkünnep,
anan nımzah paza söö tınıbıshan." önnendîr- Renklendirmek, güzelleştir­
N. Domojakov (Kızcağız sessizce mek, geliştirmek.
hıçkırıp, sonra yumuşak ve uzunca önnenîs Renklenme, güzelleşme.
nefes almış.) önnîg s. 1. Renkli: "Köp önnîg
öndelet- 1. Pusu kurdurmak, pusuya çuruhtarnan sırıp tîkken çorğan çî-
yatırmak. 2. Sessizce yaklaştırmak. / / . " N . Domojakov (Çok renkli çaput-
lar birleştirilip dikilmiş yorgan gibi.)
öndes 1. Aynı renkten, ahenkli, uygun. hızıl önnîg kızıl renkli, pasha-
2. Eş. pasha önnîg çeşit çeşit renkli.
öndî- Sessizce yaklaşmak. önnîg nimes renksiz, önnîg
önennen zf. Durup duruken, boşu boşu­ televizor renkli televizyon. 2. mec.
na. Güzel, sırayı önnîg yüzü güzel.
öner 1. Ayranın üstündeki yağ. ayrannın önnîg-çüllîg tekr. s. Sempatik, samimi.
önerî ayranın yağ tabakası. 2. Su ön-pasha Çeşitli renkte, ön- pasha
üzerindeki yağ tabakası. 3. ineğin önnîg maşine-mototsklller başka
memesini yağlamak için kullanılan başka renklerden araba, motosik­
yağ. könekke çapsırğan öner ko­ letler.
vaya yapışmış y a ğ . ön-pazı tekr. Ucu sonu.
önerlen- Yağlanmak. ayran önzek Parlak, onzek çoh çurtaan
önerlenîbîsken ayranın üzeri yağ­ kîzîler renksiz, fakir hayat yaşayan
lanmış. insanlar.
önerte- bk. önerlen- önzî- hlk. bk. önnen-
önetîn zf. Kasten, bilerek, özellikle,
mahsus, isteyerek: "Anı apsahtın
00
-337- 00

öö 1. Biçilmiş kumaşın düzgün olmayan öör (ıı.) Sürü, bölük, grup: "Oör çılğı
yeri. 2. Biçinti, kırpıntı.- kiptîn öözî kîlep parçam."V. Kobyakov (Bir sü­
elbisenin biçintisi. rü yılkı arıyorum.) öör pazı sürü
başı. öör çon kalabalık; kalabalık
öödele- Ölünün giysisini kesmek, ton
aile.
moydırığın öödelepçeler ölünün
elbisesinin yakasını kesiyorlar. öörçî Neşe, sevinç.
öök (ı.) Canlıların karın kısmı. îzer öörçîlîg 1. s. Neşeli, sevinçli, mutlu. 2.
öökke tüstî eyer (atın) karın kısmı­ zf. Neşeyle, sevinçle.
na kaydı. ööre (ı.) sag. Yukarı, yukarıya.
öökte- Hayvanı karın kısmındaki deriyi ööre (ıı.) 1. Dost, sevgili: "Ööre polip pos
kesip öldürmek. posha/ÖIJp, homdaa kîrgence."M.
Kokov (Sevgili olup birbirine / Ölüp
ööle- 1. Biçilmiş kumaşı düzeltmek.
mezara girene kadar.) ınağ ööreler
tonnı ööllebin tîkse, tükpek pol âşık sevgililer. 2. Arkadaş, ahhan
parça biçilmiş kumaş düzeltimezse suğ saylığ polcah, arğıs- ööre
elbise çıkıntılı olur. 2. Çocuğu ceza­ çöptîg polcan akan su taşlı olur,
landırmak, ööy îce palanı öölepçe arkadaş- dost geçimli olur.
üvey anne çocuğu cezalandırıyor.
öörkî s. Yüksek, öörkî ülgü yüksek
öön Lider, önden giden, baş: "Sırı, ol otorite.
öön geroy, pray nlmenî kem purun
öörele- Yukarı çıkmak.
körgen - Kolka." A. Kuzugaşev
(Doğru, o baş kahraman, her şeyi öörle- Yukarı çıkmak, yükselmek:
kim önce gördü, Kolka.) öön rol' "Tuban, pulut polip öörlepçe." M.
başrol, öön huda dünürcü başı. Arşanov (Duman, bulut olup yükse­
liyor.) kün sığızınnan parıp, kün
öön çir başkent, öön tamah baş
öörleze le kilîner güneş doğunca
yemek. 2. Asıl, ana, temel, hakiki.
gidip, güneş yükselince geliniz.
öön zakon anayasa, öön paba
gerçek baba. öön predlojenie gr. öörlen- (ı.) Yükselmek, gururlanmak
temel cümle, baş cümle. Palıhçıbın tîp mahtanma, ö-
predlojenienîn öön çlenî gr. cüm­ leficîbîn tîp öörlenme. -Atasözü
lenin ana ö ğ e s i , unsuru. (Balıkçıyım diye övünme, otçuyum
diye yükselme.) 2. Yukarı çıkmak,
öönî Ön, ön taraf, kögenektîn öönîzî yükselmek kün öörlenîp sıhtı g ü ­
elbisenin ön kısmı, izer öönî eyer neş yükseldi.
takımı, toraattın izer ööhîn
çüktengen doru atın eyer takımını öörlen- (ıı.) Toplanmak, yığılmak.
yüklenmiş. öörlet- Yukarı çıkartmak, yükseltmek:
"Pala-parhazın öörlet uçunca." M.
öönî suğ Büyülü s u . öönî suğnan mönî
Kilçiçekov (Yavrularını yukarı uçur­
suğ büyülü suyla hayat suyu. tuyor.)
ööp Ölü ruhu. ölgen kîzînîn ööbî ölü­
öörlîg s. Sürülü, sürüsü olan. üs
nün ruhu. ham kîzî ibde halğan öörlîg mallığ çon üç sürü malı o­
ööbîn "söögîne par" tîp sığarca. lan insanlar.
kam ölünün evvde kalan ruhunu
öös sag. anat. Göğüs kafesi, öözînîfi
"cesedine git" diye çıkarıyor.
ahsı anat. göğüs kafesi çukuru.
öör (ı.) Yukarı. Ö k î s t î öör tartcan, öös paarı elbisenin göğüs kısmı.
çabıstı çarıhha tartçan. Atasözü
(Öksüzü yukarı çekmeli, kısayı ışı­ öös tartış Boğmaca: "Hayzı öös
tarih ıstan üregleen." N. Domojakov
ğa çekmeli.) öörkî çayaannar
(Bazısı boğmacadan ölmüş.)
yukardaki tanrılar.
ööttîg -
örînmelîg
ööt 1. O d , safra: "Olgen kızı söögîne / hada tuup istecehmîs." N. Nerbişev
Öödî açıp iskîrçe." M. Kokov (Ölen (Şu çukurda eşimle birlikte deri iş­
kişi cesedine / Ödü acıyıp içleni­ ledik.)
yor.) 2. Safra kesesi, aba öödî in öreme Süt kaymağı.
aarlığ im ayının safra kesesi en örge (ı.) 1. Saray. 2. Hükümdar çadırı.
kıymetli ilâç.
ah küşnen çaphan ah örge ak ke­
ööttîg s. 1. Ödlü, safralı. 2. Zehirli. çeyle kaplı ak çadır, altı azahtığ ah
ööy Üvey. ööy îce üvey anne. ööy örge altı köşeli ak saray.
paba üvey baba. ööy his üvey kız.
örge (ıı.) Tarla faresi, krş. ö r k e .
ööy pala üvey çocuk.
örge odı Yalgın, ılgım.
ör Yılkı. Örge salza kîstebes, ölene
salza ottabas. -Bilmece, kızak örgee bk. örge (ı.)
(Yılkıya bıraksan kişnemez, otlağa örgele- Tarla faresi avlamak.
salsan otlamaz.) örgen (ı.) Kazık Ton çirge tıt örgen
örbe Nakış, işleme. sappacah. Atasözü (Don yere me­
örbek 1. Kalın çuhadan üst giysi. 2. lez kazığı çakılmaz.)
Çuha. 3. Kuş tüyünden küpe. örgen (ıı.) Havyar.
örbekey zool. Kelebek: "Ottan otha örgenne- Kazıkla çit yapmak.
uçuğarğa / Orbekeyek polıbızam / örgennet- Kazıkla çit yaptırmak.
Pözîk, pözîk öörlirge / Pözîkteh sinî örgey Sedir veya ladin ağacı.
harirga." V. Şulbayeva (Ottan ota örîn- Sevinmek, neşelenmek, mutlu
uçmaya / Kelebekçik olayım / Yük­ olmak: "Künge örînîp, aymah köp
sek yüksek çıkmaya / Yüksekten ün / Hayal iğ hırda yan ilan turar." M.
sana bakmaya.) Tört hanattığ hus Kİlçiçekov (Güneşe sevinip, çok
nimes, tüktîg an nimes. -Bilmece,
çeşitli ses / Kayalık zirvede yankı­
kelebek. (Dört kanatlıdır kuş değil,
lanıyor.) Ölen çili örînme, örtek ç i -
tüylüdür yabanî hayvan değil.) ham
li uçuhpa. Atasözü (Balık yavrusu
örbekey gece kelebeği, kapusta
gibi sevinme, ördek gibi uçma.)
örbekeyî lahana kelebeği.
çahsı habar istîp örînçe iyi haber
örbele- Nakış işlemek, örbelep kikken duyduğu için seviniyor.
hoos nakış işlenerek yapılmış r e ­ örîndîr- Sevindirmek: "Kün sıltaanda la
sim. çarıpça / Çirnîîdi dee örîndîrçe."N.
örbelet- Nakış işletmek. Tinikov (Güneş sayesinde parlar /
örbelîg s. Nakışlı, işlemeli, örbelîg ton Yeri de bu yüzden sevindirir.)
işlemeli elbise. örînîs Neşe, ümit, sevinç: "İris hozılça
örcî- Deriyi ayaklardan göğse doğru çoohha /Örînîs tııtça köksîmnî." M.
kesmek, harnın sunğar örcîpçe Kİlçiçekov (Mutluluk katışıyor ko­
karnını boylamasına kesiyor. nuşmaya / Neşe güçlendiriyor g ö ğ ­
örçî Sevinç, neşe: "Çolım minin - çüzîs sümü.) uluğ örînîs büyük sevinç,
pu talayca / Çobağlarnı, örçî örînîs çoh neşesiz, ümitsiz.
tobıra." M. Bainov (Yolum benim, örînîs- (birlikte) Sevinmek.
yüzüş bu denize / Acıları sevinç a­ örînîstîg s . 1 . Sevindirici, örînîstîg habar
rasından.) sevindirici haber. 2. Mutlu örînîstîg
örçîlîg s. Neşeli, keyifli: "Anı manat, çurtas mutlu hayat.
örçîlîg udurlaannar hayza!" S. örînme sag. Kaymak, süt kaymağı.
Çarkov (Onu iyi, sevinçli karşıla­ örînmecek sag. zool. Örümcek.
mışlar ne de olsa!)
örînmelîg sag. s. Kaymaklı, örînmelîg
öreken 1. ihtiyar kadın, nine. 2. Eş, çay kaymaklı çay.
zevce: "TîgJ oy ıhta örekenîmneh
-339-
örke östeg
örke Tarla faresi: "Örkenî kör salıp, tağ çoğıl, tarıhpin ösken er çoğıl.
soonca sürfs sıhhannar." İ. Atasözü (Geyik koşmayan dağ yok­
Topoyev (Tarla faresini görüverip, tur, darlığa düşmeden yetişen er
ardından kovalamaya başlamışlar.) yoktur.) Tan atsa, kün sığadır,
örkele- bk. örgele- köök tapsaza, kök ot özedir. Ata­
örkelîg s. Tarla faresi bulunan yer. sözü (Tan atarsa gün çıkar, guguk
ötse, yeşil ot büyür.)
örle- 1. Yükselmek, yukarı çıkmak. 2.
Irmak boyunca gitmek. 3. (güneş) ös (ı.) ÖÇ. ÖS nandır- öç almak, ös
Yükselmek. nandırığ öç alma ös a l - öç almak:
ört Yangın: "Ört ulam horğıstığ "Vaska tarınıbızabas, ös alıp,
Kolkanın habırğazına çaçıbıshan."
körîngen." İ. Topoyev (Yangın çok
A. Kuzugaaşev (Vaska sinirlenerek
korkunç görünmüş.) çazıda ört
öç alıp, Kolka'nın kaburgasına sal­
köyce ovada yangın var. ört üzür- dırmış.) abaazının üçün pıçahnan
yangın söndürmek, küske örtî sı­ ös alğan ağabeyi için bıçakla öç
cak esinti, meltem. almış.
örte- Yakmak: "Halğan ottı pabazı ös (ıı.) 1. İç, öz. 2. Mide. ös ağırığ mide
örtebîsken." N. Tyukpiyekov (Kalan hastalığı. 3. Kendi, ös ara kendi
otu babası yakmış.) Çabal kîzî arasında.
alımnığ halbacan, çahsı itkennîiî öskî Keçi: "Hara öskîler çili, ol arazın
ibîn örtecefi. Atasözü (Kötü kişi çoon hara hustar çaap salt ir." N.
borçlu kalmaz, iyilik edenin evini Domojakov (Kara keçiler gibi, orayı
yakar.) hazan örte- kazanı yak­ iri kartallar kaplamış.) öskî huçazı
mak. teke. öskî palazı oğlak, öskî çili
örteg Yakma. hayvan takviminin on ikinci yılı.
örtek zool. Ördek: "Öndelep kilîp atarğa öskî sağallığ keçi sakallı
/ Örtek polğam ma min sağaa." M. öskîlen 1. Uzun. 2. Çabuk uzayan.
Bainov (Pusuda yatıp vurman için / öskîlen pala çabuk büyüyen ç o ­
Ördek olayım mı ben sana.) îrgek cuk.
örtek erkek ördek, tîzî örtek dişi öskîr- 1. Büyütmek, yetiştirmek: "Ibge
ördek, örtek palazı ördek yavrusu. toldıra pala-parha öskîrercîkpm." V.
cazı örtegî yabanî ördek hol örtek Tatarova (Ev dolusu çoluk çocuk
evcil ördek. büyütürdüm.) 2. Yetiştirmek, çahsı
örtek-hus tekr. Kuş(lar). urojay öskîr-iyi ürün yetiştirmek. 3.
örtekte- Ördek avlamak. Filizlenmek, üren azın öskîr- t o ­
örtektes- (birlikte) Ördek avlamak. hum filizlendirmek.
örtektet- Ördek avlatmak. öskîrt- Yetiştirtmek, büyüttürmek.
örtel- Yanmak: "Parçan örtel parğan." öste- inlemek, sızlamak: "Ib
îstînzertîn oolahtın östeblskenîn
V. Şulbayeva (Bütünüyle yanmış.)
istîp salğannar." İ. Kotyuşev (Evin
örtes Yakma, yakış. içinden oğlanın inleyişini duymuş­
örtes- Yakmak. lar.)
örtet- Yaktırmak. östeg inleme, sızlama: "Ol haraağızın
örün Balta tersi. pabam, nime dee çîbin, uluğ
ös- Büyümek, yetişmek: "Çoon tirekter östegde honğan."\l. Kobyakov (O
ösklepçe." G. Kazaçinova (İri ka­ gece babam, hiçbir şey yemeden,
vaklar yetişiyor.) Tabırğı çortpaan devamlı inleyerek geceyi geçirdi.)
-340-
östek ozen

östek (ı.) Ostyak. tadarlar östek ötîre zf. İçinden, arasından: "Een cazını
çonnan çaalashan Hakaslar ötîre parça." M. Arşanov (Issız yazı
Ostyaklarla savaşmış. içinden gidiyor.) ötîre körînçetken
östek (ıı.) Hayvanların koltuk altındaki süleyke saydam cam.
yumuşak deri. ötîrke- Her şeyi anlıyormuş, biliyormuş
gibi davranmak.
östes İnleyiş, sızlama: 'Jstîneh östes
oshas tabı s sığarıbıshan." N. ötîrkees s. 1. Boşboğaz, çenesi düşük.
Nerbişev (İçinden inleme gibi ses 2. Çok bilmiş, ukalâ.
çıkarmış.) ötkîn s. 1. Canlı, cesur, atak: "Kem
östes- inleşmek. prayzınan ötkîn? - Matilda." V.
östet- inletmek, sızlatmak. Şulbayeva (Kim hepsinden atak, -
Matilda) 2. Sokulgan, kurnaz, tın
östîg s. İstekli, hoşlanan, palıhtirğa
ötkîn a) atılgan b) kurnaz.
östîg balık avlamayı seven.
ötkîn- 1. Öykünmek, taklit etmek. 2.
öştüg şor. Düşman, hasım.
Sataşmak, takılmak. mağaa
öt- 1. Delmek: "Haya-tağlarnı Öffpçe." ötkînçe a) beni taklit ediyor, b) ba­
M. Arşanov (Kayaları dağları deli­ na sataşıyor.
yor.) Çılhafî çitse, çirnî dee
öterzîn. Atasözü (Azmin varsa, yeri ötkîncek s. Taklitçi, öykünen.
de delersin.) 2. (ekin) Yeşermek. 3. ötkîs Delik.
(su) Geçmek: "Nahmır ötpes çirge ötre bk. ötîre.
çittiler." M. Kİlçiçekov (Yağmur ö t t î r - 1 . Geçirmek. 2 . Deldirmek. 3 . ipliği
geçmez yere ulaştılar.) 4. Kalabalı­ iğneye saplamak.
ğın arasından geçmek 5. Geçmek:
öze- Hayvanı bağrından yararak kes­
"Öt polbas tayğa oshas, hoyığ as
mek.
ös pargan." M. Kokov (Geçilmez
orman gibi sık buğday yetişmiş.) özek Kazık krş. öjek, örgen.
sooh ötîp pardı soğuk aldım. özel- Üzülmek, sıkıntı duymak:
"Özelgen çîli, küüleen halın tayğa."
öter Çiçek hastalığı ruhlarına sunulan
İ. Kapçıgaşev (Üzülmüş gibi, uğul-
kurban, uluğ aalcı polza, nüter
dadı sık orman.)
iderge kirek çiçek hastalığı olunca
kurban etmek gerek. özelestîg s. Üzüntülü, hüzünlü:
"Özelestîg pîldîr halça: idi töreen
ötîg 1. Keskin, sert ötîh sooh keskin
çirîneh prayzı/ Öörlîg ünneh
soğuk. 2. Sert, keskin: ötîg tabıstığ
anımcohtasça." N. Tinikov (Üzüntü­
sert sesli. 3. Keskin, ötîg harahtığ
lü görünüyor: Böyle doğum yerin­
keskin gözlü. 4. Sivri, ötîg tîllîg siv­
den hepsi / Sürü hâlinde seslenip
ri dilli. 5. Parlak: "Pir ötîg nimes
vedalaşıyor.) krş. özelîstîg
çarıhtığ çıltıs." N. Domojakov (Bir
parlak olmayan ışıklı yıldız.) 6. özelîs Üzülme, kasvet, hüzün, sıkıntı.
Keskin (ses): "Ünlm minîh ötîg özelîstîg s. 1. Üzüntülü, kasvetli, hüzün­
sıhça." N. Tinikov (Benim sesim l ü , sıkıntılı özelîstîg ün hüzünlü
keskin çıkar.) ötîg p'esa etkileyici ses. 2. Kasvetlice, hüzünlüce, sı­
piyes. kıntılı bir şekilde, krş. özelestîg
ötîk- Islanmak: "Çuğa tonanğan his ötîk özen (ı.) Çukur: "Çardıh atların kölîgde
parğan." N. Tyukpiyekov (İncecik tasti, özen îstînzer çapçah
giyinen kız ıslanmış.) çîdîbîsken.'' V ' . Kobyakov (Atlarının
yarısını koşumlu bırakarak, çukur
ötîktîr- Islatmak.
içine çabucak ulaşmış.)
özen Ö2ÖIÎS

özen (ıı.) 1. Öz, iç. ağastın özenî ağacın gün ışığı / Teşekkür sana hayatın
özü. özenî çoh nimedîr. -Bilmece, tını / Bütün bitkilere sadece senden
taş (Özü olmayan nedir.) 2. Öz. yardım / Sana seviniyor ormanın
karandaş özenî kurşun kalem kö­ sesi.) 2. (bitki) Büyüme.
mürü, özü. sîs özenî çıban başı. özîn Ön kol, arış. özın idî ön kol e t i .
özennîg (ı.) s. Özlü. özögîs Açlık: "Çoh, min özögîsten
özennîg (ıı.) Yarlı, çukurlu, pu arada horıhpinçam." V. Şulbayeva (Hayır
özennîg çirler burada çukurlu yer­ ben, açlıktan korkmuyorum.)
ler. özögîstîg s. Açlık: "Sooh tus, Özögîstıg
özîk- Acıkmak, aç kalmak. tus." N. Nerbişev (Soğuk zaman,
özîgîbîstîm acıktım. açlık zamanı.)
özîktîr- Acıktırmak. özök- Açlık çekmek.
özîm 1. Bitki, nebat: "İzen sağaa, çanh özöle- Canı sıkılmak.
künnîn suzı / Alğıs sağaa, çurtastın özölîs Üzüntü, keder.
tını / Pray daa özîmge sinnen ne
tuza / Sağaa örinçe tayğanın ünî."
M. Kilçiçekov (Selâm sana parlak
-p-
pa e. Mı? Mi? Mu? Mü? çabıs p a ,
Domojakov (Aniden kuşcağız sır­
pözîk pe? alçak mı, yüksek mi? tüstü dönüp düşmüş, sarı göğsü
paa Paha, fiyat, eder: "Min annan hada güneşte, altın gibi parıldamış.) paar
arağa satham, aariığ paazına." V. huru- bağrı yanmak, çok üzülmek:
Şulbayeva (Ben onunla birlikte içki "Paarım hurup parir, olarnı la sa­
sattım, fahiş fiyata.) it paazı tüstî et ğıp."V. Şulbayeva (Bağrım yanıyor,
fiyatı düştü, hayah paazın tüzîr- sadece onları düşünüp.) paarğa
yağ fiyatını indirmek, paazı uluğ çılığla- bağrına basmak, birini
pahalı. koruyup esirgemek: "İney, tanah çi­
li, türeence Palanı paarğa
paah Kırç, kırağı, ağas paağı ağaç çılığlaan." M. Bainov (Yaşlı kadın,
kırağısı. tavuk gibi zayıflayana kadar / Ço­
paahtan- Kırağılanmak, kırçlanmak. cuğu bağrına basmış.) paarı sısta-
ağas paahtançatsa tamah çahsı bağrı sızlamak: "Söstîn uçma
sığar ağaç kırağı lan ırsa tahıl iyi ye­ alılbas adı çoh homzınıs paarım
tişir. sisti haphan." V. Tatarova (Sözle
paala- 1. Fiyatını belirlemek. 2. Değer ifade edilemez acı bağrımı sızlattı.)
kök baar çürük, morluk, hızı! paar
vermek. anın toğızın uluğ
zool. şakrak kuşu. sanğ paar zool.
paalapçam işine çok değer veriyo­
iskete baştankara, hara paar zool.
rum. 3. Dikkat etmek. hamster. ah paar zool. bir kuş türü.
paalağ Değer, kıymet: "Mağaa paalağ hara paarım hurupça içim yanıyor.
pirdin, min dee sîrerdener
çoohtabızim." V. Şulbayeva (Bana
kıymet verdin, ben de senin hak­ paar (ıı.) 1. Elbise eteği. 2. Dağ eteği,
kında konuşayım.) yamacı, tağ paarı dağ eteği, tigey
paalal- Fiyatlandırılmak, fiyat biçilmek, paarı tepe eteği, yamacı: "Çalbah
paha biçilmek. ürennestîh tigeynîn paarına haraçhay uyazı çili
kaçestvozı manatha paalalğan çapsın parğan uluğ kizek aal." N.
ekinin kalitesi yüksek notla değer­ Domojakov (Geniş tepenin eteğin­
lendirildi. de kırrlangıç yuvası gibi yapışmış
paalan- Fiyat biçilmek, paha biçilmek. büyük köy.) çir paarı yeryüzü:
paalas- (birlikte) Fiyat belirlemek, değer "Çılığ nanmır toolapçadır / Çirnîn
biçmek. paarın nımzadıp." P. Ştıgaşev (Ilık
paalas Paha biçme, değer biçme, kıy­ yağmur yağıyor / Yeryüzünü yumu­
met biçme, fiyat belirleme. şatıp.) tigîr paarı gökyüzü.
paalat- Kıymet biçtirmek, fiyat paar (m.) 1. Çift. üs paar at kölgen üç
belirletmek, paha biçtirmek. çift at koşmuş 2. Eş. ol sağa paar
paalığ 1. Kıymetli. 2. Değerli, önemli. nimes o sana eş değil.
paalığ toğıs değerli i ş .
paarla- (ı.) 1. Dağın eteğine gitmek 2.
paar (ı.) 1. Karaciğer, paar ağırığları
Dağın eteğinden gitmek.
karaciğer hastalıkları, paar idî d i ­
yafram. 2. Göğüs: "Kineîîn huzıcah paarla- (ıı.) 1. Çiftlemek. 2. Çift olarak
oyda aylana tüsken, sanğ paarı almak.
künge, altın çili, sağ ila tüsken." H. paarlığ (ı.) s. Karaciğerli.
paarlığ (ıı.) s. Çift, ikili.
-
pag
paarli zf. Yüzüstü, paarli çat- yüzüstü paba- îce tekr. Ebeveyn, anne baba.
yatmak. pabam-îcem çirî yurdum, vatanım,
paarsa- Sevgi, şefkat göstermek: doğum yerim, paba-îce oshas an­
"Ösken paza kireence çurtaan ne baba g i b i .
aalına çağtnnabıshanına, kîzîler pahan Babacığım: "Çe paran, pabah."
ağaa paarsaanına apsahtıh köhni N. Domojakov (Haydi gidelim ba­
çarıp kilgen." A. Çerpakov (Doğdu­ bacığım.)
ğu ve yaşlanıncaya kadar yaşadığı pabıla- Titremek.
köyüne yaklaşmasına, insanların
ona sevgi göstermesine ihtiyarın pabırğan sag. zool. Uçar sincap.
gönlü açılmış.) paça Bacanak.
paçka Paket, deste, tomar: "Timur
paarsah s. Sevgili, sevimli, cana yakın,
îzebineh papirostar paçkazın sığar
sevecen: "Çorıh çörîp, ibzer aylan
kilgen."i. Topoyev (Timur cebinden
kilizen, olar ırahtınoh harahsınıp,
sağıp turğan paarsah tuğan çili sigara paketini çıkarmış.)
körinçeler."A. Çerpakov {Yolculuğa padaanah Körebe (oyunu).
çıkıp, eve geri dönersen, onlar u­ padacah 1. (yazmak için) Kuş tüyü. 2.
zaktan gözleyen, bekleyip duran Kalem u c u . 3. Yazı fırçası.
sevgili akraba gibi görünüyorlar.) padah Göbekli, padah harınnıg göbekli,
"Ana ol la, tın paarsah arğızım / karınlı.
Holm sun ip, ölerdeh al halğan." I. padan çürek işaret parmağı.
Kapçıgaşev (İşte o çok kıymetli ar­
kadaşım / Elini uzatıp ölümden kur­ padej gr. ismin hâli. padej hozımnan gr.
tardı.) hâl ekleri.
padığ Batak, balçıklı.
paarsas Sevgi, okşayış: "Çüreeme siip padırbas (ı.) Gümüş haçta kabartma
halğan pır hoozın / Paza pir resim, padırbas kîrös kabartmalı
paarsastıh ırlim." M. Bainov (Yüre­
haç.
ğime işleyen bir resim / Ve bir sev­
giyi söyleyeyim.) padırbas (ıı.) 1. Ufak, küçük. 2. Yara­
maz.
paarsastığ s. Sevgili, okşayıcı: "Pistin
Hakaslya çestepçe Köp million pado 1. Değerli taş. 2. Sihirli yumurta.
sovet çonnah hada Paarsastığ padon nımırhanı çir de
çiton çazıhnı." M. Arşanov (Bizim talabassın sihirli yumurtayı hiç kı-
Hakasya onurlanıyor / Milyonlarca ramazsın.
Sovyet halkıyla birlikte / Sevgili padon bk. pado
yetmiş ovanı.) pağ 1. Bağ, bağlı. Çaba I aday pağda
paayla- Bebeği ninni söyleyerek uyut­ odırça, çabal kızı haribde odırça.
mak, pala paayla- çocuk uyutmak. Atasözü (Kötü köpek bağlı oturur,
paba Baba: "Pabam ürep parğan." V. kötü kişi kilisede oturur.) 2. Bağ, i p :
Kobyakov (Babam ölmüş.) oolah "Poza paan ipçizine pirip, pozı
pabazına uğaa tööy çocuk baba­ mıltığın tudınıp alğan." N.
sına çok benzer, kîrösteen pabazı Domojakov (Dizgin ipini karısına
vaftiz babası, pabazına tööy baba­ verip, kendisi tüfeğini almış.) Çızığ
sına benzer, paba rodına kökte- pağnan attı tutpa, tayma sösnen
babasının soyuna çekmek. çonğa aylanma. Atasözü (Çürük
iple atı tutma, yalan sözle halka
pabalığ s. Babası olan: "Noğa min tirîg dönme.) pakettin paan sîs- pake­
pabalığ kizi -paba çoh öskem?' V. tin bağını çözmek, pağa odır- ken­
Şulbayeva (Niçin benim babam dini asmak, pağda bağlı, harmah
varken babasız büyüdüm.) paa olta i p i .
-
pala
pağa Kurbağa, pağa palazı kurbağa gizlice seyrediyor.) 2. Gözden ge­
yavrusu, hodır pağa kara kurbağa­ çirmek, göz atmak. 3. Bakmak, gö­
sı. zetlemek: "Aydo, közenek altına
pağa hulağı Kavkı, kabuk. parıp, annah köölce pahlap körce."
V. Kobyakov (Aydo, pencere altına
pağa kibî Yumuşakça.
gidip oradan yavaşça bakıyor.)
pağa- palçak tekr. Kurbağa.
pahlas- (birlikte) Bakınmak, seyretmek.
pağa porçozı bot. Zambak. 2. (birlikte) Gözetlemek. 3. Uzan­
pağayah 1. Ayak bileği, aşık. mak.
pağayahça hıshacah ödîk aşığa pahlat- 1. Gizlice baktırmak. 2. Gözden
kadar kısa çizme. 2. Deriden ya­ geçirtmek. 3. (dışarı) Uzatmak.
pılmış terlik, aday teerîzînen itken
pağayah köpek derisinden yapıl­ pahlor anat. 1. Gırtlak. 2. Hançere.
mış terlik. pahpa (ı.) Tuzak, kapan, kürkü pahpazı
pağır (ı.) Bakır. Pashan çirîn yaban horozu tuzağı.
pağır polzm, tepken çirîn timîr pahpa (ıı.) Avcı ambarı. 2. Tuzlakta
polzm. Atasözü (Bastığın yer bakır kurulan pusu. ağasta pahpa idip
olsun, teptiğin yer demir olsun.) kürkü anda atçalar ağaçta tuzak
kurup yaban horozunu orada vuru­
pağır (ıı.) Ağaç gövdesinde sert tabaka.
yorlar.
pağır hanza sert kabuktan yapılmış
pipo. pahpayah Terlik, ot sabar tuşta
pağır (ııı.) s. Pürüzlü, pürtüklü. pahpayah kisçenner ot biçme za­
manı terlik giyerler.
pağır- Gözünü dikerek bakmak.
pahpır Mahmur, pahpır çasçan nime
pağıs Bağımlı, pağıs çoh bağımsız. mahmurlaştıran içecek.
pağıs çoh hazınalar bağımsız dev­
pahpıria- Mahmurluğunu bozmak.
letler.
pağıt Dakika, pîs pağıt beş dakika. pahsı 1. Bakşı, okuma yazma bilen 2.
mec. Kurnaz, çoy pahsı çok kur­
pağlığ s. ipli, urganlı. naz
pah- (ı.) Çıkmak, tırmanmak, pashısha paket Paket, poşet.
pah- merdiven çıkmak.
pakgauz Hangar, ambar, timîr çolnın
pah- (ıı.) Bakmak, gözetlemek, seyret­
pakgauzı demir yolu ambarı.
mek: "Torkanı alında körgenneher,
ağaa sunğar pah çöre halğan." V. pakt Pakt, antlaşma, mir paktı barış
Kobyakov (Torka'yı önde görmüş­ antlaşması.
ler, ona doğru bakıp yürümüş.) paküs Alçaklık, kötülük, fenalık: "Anna
pahan 1. Sütun, direk. 2. (masada, köp­ paküsteh sürçetkennerm sizingen."
N. Tyukpiyekov (Anna fenalık için
rüde) Ayak. 3. Baca direği.
geldiklerini sezmiş.)
pahannığ s. Direkli, dayaklı. üs
pahannığ ah küs ib üç baca direkli pal 1. Bal. 2. Y a b a n î bal, ormanda bulu­
ak keçe çadır. nan bal. hobılığ pal petek balı.
pahça 1. (iskambilde) Deste, tomar. 2. pala Çocuk: "Palalarım, sîrerneh
İğnelik. îne suhçan pahça iğne so­ çoohtasçah çooh par." V.
kacak iğnelik. Şulbayeva (Çocuklarım, sizinle ko­
nuşacak bir konu var.) îcezî
pahıstan- Kurnazlık etmek. çabalnin palazın alba, îzîgî
pahla- 1. Gizlice gözetlemek: "Ol, çabalnın törîne odırba. Atasözü
tıstan polbin, puluhnah puluna (Annesi kötünün kızını alma, kapısı
oylap, kölenJp, pah lap çörçe." V. kötünün baş köşesine oturma.) ool
Kobyakov (O, sabredemeyerek, pala erkek çocuk, his pala kız ç o -
köşeden köşeye koşup, saklanıp
-
palğastığ
cuğu. azıraan pala evlâtlık, ças pa­ 2. Dükkân, hleb palatkazı ekmek
la bebek, yeni doğan, tun pala ilk dükkânı.
çocuk, pala-parha çoluk çocuk, pa­ palazın- (kadın) Çocuğu olmasını iste­
la azırap a l - evlâtlık edinmek.
mek.
palaa alıp a l - evlâtlık edinmek, ev­
palbora- (besili at) Yorulmak, hatırbaan
lâtlık almak, pala-parhalığ çoluk
çocuklu: "Küstîg polğamoh, pala- at palborapça dinlendirilmemiş at
parhalığ polğamoh." N. Nerbişev yoruluyor.
(Güçlüydüm, çoluk çocuğum vardı.) palcan 1. Seramik şişe. 2. Kilden çanak,
pala toyı çocuğun doğum eğlence­ çömlek, süt urcan palcan süt ko­
s i : "Min töfıp parğanımda, pala nan çanak.
toy ma / Porço uucam kili pirtîr." G. palçah sag. Balçık.
Kazaçinova (Ben doğunca doğum paleontologiya Paleontoloji.
eğlencesine / Porço ninem geliver­ palğa- 1. Bağlamak: "Ib alnında aran-
miş.) çulamnı / Altın çeçpee palğap sa­
palaban bk. palağır lim." V. Maynaşev (Ev önünde yiğit
atımı /Altın direğe bağlayayım.) 2.
palabar bk. palağır
Örgü örmek.
palağır Efsanevî bir kamın adı.
palğağ 1. Bağ, bağlam. 2. Bağlama.
palalığ s. 1. Çocuklu, çocuğu olan.
Palğastığ çirde çörbe, palalığ hat palğa!- 1 . Bağlanmak. 2 . Örülmek.
alba; tlolığ çirde çörbe, tulunnığ palğalıs Bağlanış, irtibat, bağlantı:
hat alba. Atasözü (Çamurlu yerde "Püüngî tılaasnah haydağ-mındağ
yürüme, çocuklu kadın alma, bal­ palğalıs taa çoh."N. Nerbişev (Bu­
çıklı yerde yürüme, dul kadın alma.) günkü haberle herhangi bir bağlantı
2. Yavrulu. palalığ hus yavrulu da yok.) radionan palğalıs radyoy­
kuş. la bağlantı, podçinitelnay palğalıs
palancıh Torun. gr. bağlı cümle.
palanna- hlk. b k . palınna- palğalıs- Birbirine bağlanmak,
palar Deniz yosunu, deniz o t u , su birlikte olmak: "KfzMh çurtastağı
ülüzınde pîree tuşta çımcılğa daa
yosunu.
sin kîçicek kirek uğaa uluğ
palarlığ Su yosunu olan yer. palarlığ
alızığlamah hada palğalıza halça."
höl su yosunu olan g ö l . palarlığ N. Nerbişev (İnsanın hayattaki pa­
sas yosunlu sazlık. yında bir çitmik büyüklüğündeki kü­
palata Meclis, kamara, oda: "Palatada çük bir iş büyük değişikliklerle bağ­
M organ, orğannarnıh hırinda lantılıdır.)
tumboçkalar."\l. Şulbayeva (Odada
iki yatak, yatakların yanında komo­ palğalıstığ s. Bağlantılı.
dinler.) kniga palatazı kitap odası. palğan- Bağlanmak, takınmak, örtün­
orujeynay palata silâh odası. mek, plat palğan- başörtüsü bağ­
palatı Deriyi mayaya yatırmak, hoy lanmak.
teerîzîn isteen soonda palatı palgas Çamur, palgas hatip partır
kirek koyun derisini tabakladıktan çamur kurumuş, k î z î palğastan
sonra mayaya yatırmalı. töreen insan çamurdan yaratılmış.
palatka 1. Çadır: "PJsteh ırah taa turğan palgas- (birbirine) Bağlanmak.
palatkalar hırinda kîzîler hathlap palğasta- Çamurlamak, kirlemek.
parğanı körînçe." V. Tatarova (Biz­
palğastan- Çamurlanmak, kirenmek.
den uzak olan çadırların yanında
insanların gülüştükleri görünüyor.) palğastığ s. Çamurlu: "Pîske îzîrtçe açığ
palatka turğıs- çadır kurmak. suğnı, ağaa alaahtırtıp, palğastığ
oymahha tüssebîs." V. Maynaşev palıhtığ s. Balıklı, palıhtığ suğ balıklı
(Bize içiriyor içkiyi, ona aldanıp, nehir, ırmak.
çamurlu çukura düşersek...) palınna- 1. Parlamak. 2. (bayrak) Dalga­
palğastığ çol çamurlu yol. lanmak. 3. Kızarmak.
palğastır- Bağlatmak. pağlarnı palisadnik Küçük bahçe, turanın alnın­
palğastır- ipleri bağlatmak. da palisadnik evin önünde bahçe.
palğastıra zf. Bağlı olarak, dolayısıyla. pal'ma Palmiye.
palğat- Bağlatmak. paltah s. 1. Ağır, hantal, yavaş. 2. Şiş­
palığ Yara. çeektîg palığ irinli yara. man.
palığ çeektepçe yara irinleniyor. pattan bk. paltah
palığla- Yaraiamak. paltahna- Yavaş yavaş gitmek, hantalca
yürümek.
palığlan- yaralanmak.
paltahnat- Y a v a ş yavaş göndermek,
palığlas- Birbirini yaralamak. hantalca hareket ettirmek.
palığlat- Yaralatmak, çaada pahglathan paltı Balta: "Pazın timîr paltınan üze
savaşta yaralanmış. sabısçannar." G. Kazaçinova (Ba­
palığlığ s. 1. Yaralı. 2. Yaralayıcı şını demir baltayla kesip koparıyor­
Ayıthan sös arığ polzın, athan uh lar.) paltı sabi balta sapı.
palığlığ polzın. Atasözü (Söylenen paltılığ s. Baltalı, baltası olan Paydan
söz temiz olsun, atılan ok yaralayıcı tanış pol, nanıhda paltılığ pol. A­
olsun.) tasözü (Zenginle tanış o l , yanında
palın 1. Balık: Ala puğa palıhtan mün baltan olsun.)
sıhpinça, alığ kîzînîn ahsınan paitır Baldır. Pas ağırza, paltırğa
hıyğa sös sıhpinça. Atasözü (Tatlı niik. Atasözü (Baş ağrısa baldıra
su levreğinden çorba olmaz, alık k i ­ hafif.) paitır idî baldır e t i .
şinin ağzından güzel söz çıkmaz.)
paltırğan bot. Melek otu, baldı­
Palın çohta rak taa palık (Balık
ran, kiik paltırğanı keçi baldıranı.
yoksa yengeç de balık veya kadı
aba paltırğanı ayı baldıranı.
olmayan yerde keçiye de evliya çe­
lebi derler.), çap palıhtar yırtıcı ba­ paltırğanna- Melek otu toplamak.
lıklar, ah palıh bir cins somon, hara pal'to Palto.
palıh yeşil sazan, tul palıh beyaz paluba Güverte.
somon, puğa palıh tatlı su levreği. pamyat' Hafıza, bellek pamyat'ha a l -
palar palığı bıyıklı balık, aday hafızaya almak
palıh izmarit balığı, kir palıh bali­
na, sarığ palıh çığa balığı. 2. s. Ba­ pamyatnik Heykel, anıt. pamyatnik
lık, balıktan, palıh produkttarı ba­ turğıs- heykel dikmek.
lık ürünleri. panıcah 1. Kalem. 2. Arduaz parçası.
palıhçı Balıkçı: Palıhçıbın tıp panika Panik, ürkü, telaş.
mahtanma, ölencîbîn tîp panorama Panorama.
öörlenme. Atasözü (Balıkçıyım d i ­ pantera zool. Panter.
ye övünme, otçuyum diye sevin­ pantsır' Zırh, zırh gömleği.
me.) papiros Sigara: 'Timur sun pirgen
palıhçı hus zool. Karabatak. papirostan tamızıbıshan." İ.
pal ıhta- Balık avlamak. Topoyev (Timur'un verdiği sigarayı
palıhtas- (birlikte) Balık avlamak. yakmış.) papiros paçkazı sigara
paketi: 'Timur îzebînen papirostar
palıhtas Balık avlama, balık tutma.
paçkazın sığar kilgen." I. Topoyev
palıhtat-Balık avlatmak, balık tutturmak. (Timur cebinden sigara paketini ç ı -
papka -348- parçıh

karmış.) pîr paçka papiros bir pa­ güney yanındaki yüklük, altınzarhı
ket sigara. paraan çadırın kuzey yanındaki
papka Dosya, karton, ciltlik, anın yük koyma yeri. pas paraan baş­
kiregîn papkaa sal onun işini dos­ köşe. 2. Mobilya.
yaya koy. parad 1. Geçit, resmigeçit, geçit töreni
paporotnik bot. Eğrelti o t u . voennay parad askerî geçit töreni.
2. Geçitle, törenle ilgili, parad
papu (küçük) Pabuç, ayakkabı, palam, formazı resmigeçit forması
papu kis yavrum pabucunu giy.
paradnay s. Resmigeçitle ilgili.
papucah bk. papu paradnay îzîk tören, geçit kapısı.
par (ı.) Çift. krş. paar paragraf Paragraf.
par (ıı.) 1. Var: "Çalğıs adı par polip / parahsan sag. bk. parashan
Çorıh anman itçeh." P. Ştıgaşev parallel' Paralel.
(Biricik atı var imiş / Yolculuğu o­
parançıh zool. Çeçyotka, bir kuş.
nunla yaparmış.) 2. Varlık. 3. Mev­
cut, eldeki. Çabıs taa polza, adım parashan Zavallı, biçare: "Çahsı sanan
polbinçathan parashannı udaa
par, homay daa polza ipçîm par.
hahırtıp alcahnar." N. Tyukpiyekov
Atasözü (Kısa da olsa atım var, kö­
(İyi hesap yapamayan zavallıyı de­
tü de olsa karım var.) par-çoh b ü ­ vamlı kandırmışlar.)
t ü n , par-çoh çügürîzînen oylap
sıhhan bütün gücüyle koşmaya paraşyut Paraşüt, paraşyut segîr-
paraşütle atlamak.
başlamış, par-çoh kuzinen sap-
bütün gücüyle vurmak. paraşyutist Paraşütçü.
parazit Parazit.
par (m.) Dinlendirilen toprak, hara par
kara toprak, par ay haziran. parbah s. Dallı, budaklı, parbah ağas
dallı ağaç.
par (iv.) Yad, e l .
parça (ı.) zf. Bütün: "Parça nime aarın
par- 1. Gitmek: "Odın tüzîrzen, sin irgî pîske / Körerge köp ki Usken." M.
çurtsar inek odına par kil!" V. Kokov (Bütün şeylerin zorunu /
Kobyakov (Otunu indirdikten sonra, Yapmak bize uygun olmuş.) krş.
eski yurda inek otuna git gel.) parçan
Çabal nimenîn soonca parzan, parça (ıı.) Simli, altınlı kumaş: "Aylanıp
çahsı nimenî taap polbassin. Ata­ kil'ıp, harabıssa / Altın parça
sözü (Kötünün peşinden gidersen, çaphan oshas." N. Tinikov (Dönüp
iyiyi bulamazsın.) 2. Süreklilik için­ gelerek bakıverse / Altın kumaş
de olmayı ifade eden yardımcı fiil örtmüş gibi.) parça kip kis salğan
olarak kullanılır: "Min, Jceme dee simli kumaş biçmiş.
toğaspin, nay ür pol pardım." V. parçan Bütün, hep: "Pu habar, pray
Kobyakov (Ben annemle karşılaş- cayılıp / Parçan çonğa istîlgen." P.
mayalı da çok uzun zaman oldu.) Ştıgaşev (Bu haber, hep yayılıp /
sarğal par- sararmak, ol ös Bütün halka duyulmuş.) parçan
parğan o büyümüş, ol öl-parğan o çon bütün halk. krş. parça (ı.)
ölmüş, hatip par- sertleşmek, katı­ parçıh zool. Sığırcık: "Parçıhtar, olar
laşmak. kiligenîne hınmaan çili, kizekti
para 1. Çöten, kirtil. 2. Kuş veya balık sathlaza tüzip, pıçıhtas sıhhannar."
yakalamak için örülmüş sepet. A. Çerpakov (Sığırcıklar onların
gelmesinden hoşlanmamış gibi, yer
paraan 1. Çadırda sandık konulan yer, yer cıvıldaşıp, ötüşmüşler.) hara
yüklük, üstünzarhı paraan çadırın parçıh sag.zool. sığırcık, huu
pardam -349-
partorg

parçıh zool. ardıç kuşu. parçıh paromnah kiskenner feribotla


uyazı sığırcık yuvası. geçmişler.
pardam 1. Varlık, zenginlik, pardam parovoy Buhar, parovoy divigatel'
çurtapça varlıklı yaşıyor, pardam buhar makinesi.
kîzî varlıklı, zengin kişi. 2. Hazine. parovoz 1. Lokomotif: "Sanı çoh ibîrçe
hazma pardamı devlet hazinesi. parovoz / Soona lldfnp
pardır- Göndermek, vardırmak. vagonnarnı." M. Arşanov (Sayısız
parfyumeria Parfümeri. defa dönüyor lokomotif / Sonuna
takarak vagonları.) 2. Lokomotifle
parğaa (ı.) bk. marğaa
ilgili, parovoz brigadazı lokomotif
parğaa (ıı.) İri, kilolu, şişmen, parğaa ekibi, paravoz gudoğı lokomotif si­
pala kilolu bebek. krş. parğo reni.
parğo i r i , kilolu, parğo pızo iri buzağı, parsa- 1. Sevmek, merhamet etmek,
krş. parğaa (ıı.) sevgi göstermek, icezî palazına
parha Torun, pala-parha çoluk çocuk. parsapça annesi çocuğuna sevgi
parıs Kâr, kazanç. gösteriyor. 2. Okşamak, bağrına
parıs- (birlikte) Gitmek, varmak. basmak. 3. Sokulmak, sırnaşmak.
hızıcah pabazına parsapça kızca­
parikmaher Kuaför, berber.
ğız babasına sokuluyor.
parikmaherskay s. Kuaförle ilgili.
parsah s. Sevimli, sevecen, tatlı, parsah
parikmaherskaya Berber dükkânı, kua­
pala sevimli çocuk.
för salonu.
parsan- Keyfine bakmak.
paris Kâr, kazanç.
parsas Sevgi, okşama, okşayış.
parista- Kazanmak, kâr elde etmek.
parsas- (birbirini) Sevmek, sevişmek.
paristığ s. Kârlı, kazançlı.
parsat- Okşatmak, sevdirmek.
park Park. traktornay park traktör parkı.
kultura paza tınnancah park kül­ parta Sıra, okul sırası: "Kniğalarm
tür ve dinlenme parkı. partaa çapçan suğıbızabas, ograda
Jzîgmen çulzar çügürdî." A.
parla- Çiftlemek, çiftlere bölmek. Kuzugaşev (Kitaplarını sıraya ça­
parlah zool. Karatavuk. bucak sokarak, bahçe kapısından
parlament Parlâmento, meclis. dereye doğru koşmuş.)
parnak Yaramaz, afacan. parson Paranın üstündeki resim, ah han
parnik Sera, camekan. parnik parsonı paradaki Rus çarı resmi.
ügürsılerî sera salatalıkları. partaktiv Parti aktifleri
paro Cimri, hasis, paro pay cimri zen­ partbilet Parti cüzdanı.
gin. partbyuro Parti bürosu.
parohod Vapur, nehir vapuru. parter tiy. Parter, ornım parterda
passajirskay parohod yolcu vapu­ yerim parterde.
ru.
partgruppa Parti grubu.
parol' Parola.
partiya Parti, siyasal organ, partiya kir-
parolan- Cimrileşmek. ulam partiye girmek.
parolança çok cimrileşiyor.
partiets Partili, parti üyesi.
parom Feribot "Ol arada çağın kîçîg
partiynay s. Parti, partiyle ilgili.
çortım daa, parom daa çoh polğan,
ibıre pararğa, üzen, uğaa ür pol partiynost' Partililik, partili olma.
parar." İ. Kotyuşev (Oraya yakın partizan Partizan, gerillâ, çeteci.
küçük geçit de, feribot da yok, etrafı partnyor Partner.
dolansan çok zaman geçer.) partorg Alt parti teşkilatı sekreteri.
partorganizatsiya
-350- pasha

partorganizatsiya Parti teşkilatı, parti pas (ıı.) 1. (top oyununda) Pas. 2. (ka­
örgütü. ğıt oyununda) Pas.
partsyezd Parti kongresi, parti kurultayı. pas (m.) kız. Yer, döşeme, pas altı bod­
partşkoia Parti okulu. rum.
parus Yelken, parus ködîr- yelkenleri pas (iv.) Zaman, tan solbanı kirgen
açmak. pasta sabah yıldızının battığı za­
pas (i.) 1. Baş, kafa. Çabas pastı hılıs man.
kispes. Atasözü (Yumuşak başı kı­ pas- (ı.) 1. Basmak: "Küren at, azahtarın
lıç kesmez.) tas pas kel, dazlak. 2. çadap alıp, sörteldîre pasçathan."
N. Domojakov (Yağız a t , ayaklarını
Baş, uç nokta, volga suğnın pazı
güçlükle kaldırıp, sürükleyerek
Volga nehrinin başı. ağas pazı a­ basmış.) Pashan çirîn pağır
ğaç başı. tağ pazı dağ başı. haya polzın, tepken çirîn timîr polzın.
pazı kaya başı. suğ pazı su başı, Atasözü (Bastığın yer bağır olsun,
pınar. 3. Ön, önce Tîlge külük teptiğin yer demir olsun.) 2. Yürü­
polba, pastan sağınıp çoohta. A­ mek, adım atmak: "Vaska annanar
tasözü (Dile yiğit olma, önceden pas sıhhan, manzırirğa kirek,
uroktar pastalğanca, am daa pir
düşünüp konuş). 4. Uç, baş İzer
çasça polar." A. Kuzugaşev (Vaska
pazı îkî polcan, imin çooğı sın bu yüzden yürümeye başlamış, a­
polcan. Atasözü (Eyer başı iki olur, cele etmeli, hâlâ derslerin başla­
erin sözü gerçek olur.) 5. Baş, hay­ masına bir saat kadar var.) 3. Tar­
van sayısı. 6. Baş, zamanın baş­ tıda çekmek, pu palıh üs
langıç noktası, çil pazı yılbaşı, pas kilogramın pasça bu balık üç k i ­
künî (bayramın) ilk günü. 7. Baş, l i ­ logram geliyor. 4. Yazı yazmak:
"Pasça sJrerge Nina Mitrofanovna,
der, halıh çon pazı halkın lideri.
sîrernîn apsaanarnın Feofan
aal pazı köyün reisi. 8. Başla ilgili Maksi moviçtîn ipçîzî."V. Şulbayeva
pas miizî beyin, pastan azıra baş­ (Yazıyor size Nina Miitrofanova, si­
tan aşkın, kirekter pastan azıra iş­ zin kocanızın, Feofan
ler baştan aşkın, pazın ikeste- ba­ Maksimoviç'in karısı.) 5. Daktilo
şını sallamak, pazın aylandır- ba­ etmek. 6. Sessizce yaklaşmak, uya
şını döndürmek: "Kem oollarnın pa­ pas- yuva yapmak, hus pas- ku­
luçkaya yatmak, pala pas- ku­
zın aylandırça?'' V'. Şulbayeva (Kim
luçkaya yatmak, hır pas- saçları
gençlerin başını döndürüyor?) pa­ ağarmak, ihtiyarlamak.
zın sıyba- başını sıvazlamak, pas
meet başlama noktası, hara pastar pas- (ıı.) Bulmak, yakalamak, min anı
Hakaslar. uluğ pas anne veya ba­ pasmin haldim ben onu bulama­
dım.
ba, tamah pazı başak, pas pıladı
baş örtüsü, pas aylanıstığ baş pasçı Baş, lider, şef. curt pasçızı aile
reisi.
döndüren, baş döndürücü, uçu-
pasçılığ s. Lideri, başı olan. uluğlığ
pazı çoh yaramaz, haylaz, kök pas
uspacan, pasçılığ patpacan b ü ­
zool. iskete, baştankara, hri-pazı yüklü çökmez, liderli batmaz.
çoh talay uçsuz bucaksız deniz.
paseçnik Arıcı.
us-pas çoohtanarğa saçmalamak,
paseka Arı kovanlığı.
zırvalamak, saçma sapan konuş­
pasha (ı.) S. 1. Başka, diğer:
mak.
"Çohırahtan pasha pır dee arğızı
çoğıl." V. Kobyakov (Çohırah'tan
-

başka hiç arkadaşı yok.) annan paspa 1. Basma (kumaş) paspa tavar
pasha bunun dışında: "Annan basma kumaş. 2. Basma kumaş­
pasha ol arada uluğ açın hazaa."\l. tan.
Kobyakov (Bunun dışında orada paspah (ı.) Kapan, tuzak: "Küske
büyük açık ahır.) pîree kniganın paspahha pastırğan çili, çirge
ornına pasha kniğa alıp alarga bir pastırarğa ba?" S. Çarkov (Farenin
kitabın yerine başka kitap almak. kapana yakalanması gibi, toprağın
pasha pol-parğan başkalaşmış, altında kalmaya mı?) krş.
başka olmuş, annan daa pasha paspanah
ondan da başka, pasha-pasha
tekr. başka başka, ön-pasha tekr. paspah (ıı.) sag. El değirmeni.
çeşitli, çeşit çeşit. 2. Başka, yaban­ paspah (m.) Bağdaş kurarak oturmak:
cı pasha tîldefi alğan söster baş­ "Olar iköieh, paspah suğına odırıp,
ka dilden alınan kelimeler, pasha çis çeynikten çey urıp, azıranıp
nimes hepsi bir, hepsi aynı. î k î odtrlar."\l. Kobyakov (Onların ikisi,
pasha parğan kırılmak, parampar­ bağdaş kurup oturarak, bakır çay­
ça olmak, bozulmak. danlıktan çay koyup, yemek yi­
yorlar.)
pasha (n.) Çekiç.
paspah (iv.) Kalem, kurşun kalem.
pashacah Küçük çekiç. paspanah Kapan, küske pastırcan
pashacıl s. Mutat olmayan, alışılmadık, paspanah fare yakalama kapanı,
sıradışı, farklı: "Fedor Pavloviçti krş. paspah (ı.)
çoçıdıp, oloh tuşta ağaa sağıs pasport Pasaport. pasport çoh
habındırğan ol amir, haydağ-da pasaportsuz.
pashacıl açıhçarıh ün." N.
Domojakov (Fedor Pavloviç'i ürkü­ pasportnay s. Pasaport, pasaportla ilgili
tüp, tam o sırada aklını başına ge­ pasportnay stol pasaport masası
tirmiş o alışılmadık açık ses.) hara (idaresi.)
pashacıl çok farklı, çok garip, t u ­ passajir Yolcu: "Hığırığcaa passajir
haf. poyezdinîh vagonının közenegineh,
hınza, harah puliinan daa Tarğı çul
pashala- Yadırgamak. çazızınzar hayığ tastirga kılışken
pashalan- 1. Başkalaşmak, değişmek. polar." M. Kokov (Okuyucunun yol­
2. Çekinmek. cu treninin vagonunun penceresin­
pashalandır- 1. Başkalaştırmak, değiş­ den, isterse göz ucuyla da, Tarğı
tirmek. 2. Çekindirmek. Çul ovasına doğru göz atması
pashalanıs 1. Başkalaşma, değişme. 2. mümkündür.)
Çekinme. passajirskay s. Yolcuyla ilgili.
pashalat- Başkalaştırmak, değiştirmek. passajirskay poezd yolcu treni.
pashı (ı.) Kapak. pasta- 1. Başlamak: "Kinetİn pazoh
pashı (ıı.) Kalem, kurşun kalem, pos Çohırah, himenm-de sağbazın alıp,
pasçah ruçka dolma kalem. pürkek ürîp pastaan." V. Kobyakov
(Aniden yine Çohırah, bir şeyin işa­
pashı (m.) Kayakta ayaklık. retini alıp, yavaşça havlamaya baş­
pashıcah bk. pashı (ıı.) lamış.) oi pastapça, prayzı
pashıncah Basamak, merdiven basa­ ırlasçalar o başlıyor, hepsi birlikte
mağı. şarkı söylüyor. 2. İdare etmek, yö­
pashıs Merdiven: "Abis, pashısta turıp, netmek: "Ol nimeni sinin kizih
Aponnı tın köksecen." P. Ştıgaşev pastapçâthan oshas." M. Kokov (O
işi senin kocan yönetiyor gibi.) 3^_
(Papaz, merdivende durup / Apon'a
Kılavuzluk etmek: "İstig adın izerlep
çok öfkelenmiş.) aylanan pashıs
/ Imnegcilerni pastaan." P.
burma merdiven.
pastaan pastır

Ştıgaşev (Güzel atını eyerleyip / pastan- (at) Dizgine uymak.


Doktorlara kılavuzluk etmiş.) çol pastap zf. Önce: "Aydo pastap haydi
pasta- rehberlik etmek, yol göster­ tüsken pozı, sah îdök halın uygu a­
mek. lıp uzupçathan polğan." V.
pastaan 1. Bayan şaman öğretmen. 2. Kobyakov (Aydo önce nasıl düştüy­
şor. Düğün anası îce pastaan îcezî se, tam öyle derin uykuya dalıp u­
naa palağa tulup ürçe düğün ana­ yumuş.) Pastap sağınıp a l , anan
sı yeni gelinin beliğini örüyor. çoohta. Atasözü (Önce düşün,
pastaan paba a) Erkek şaman ö ğ ­ sonra konuş.) in pastap en başta,
retmen, b) Sağdıç, düğün babası. en önce, ilk önce.
pastağ 1. Başlama, baş, başlangıç. pastas- 1. (birlikte) Yönetmek, idare
ustağ-pastağ toğınçılar ustalar, etmek. 2. (birlikte) Kılavuzluk, reh­
yöneticiler. 2. Bölüm, başlık: otıs berlik etmek.
altıncı pastağ otuz altıncı bölüm. pastat 1. Biçilmiş ot. 2. Dövülmüş ekin.
pastağcı 1. Kılavuz, rehber. 2. Yenilikçi. pastat- 1. Başlatmak. 2. Yönettirmek. 3.
proizvodsvonın pastağcıları üre­ Kılavuzluk ettirmek.
timin yenilikçileri. pastıBaldız. ipçîzî ürep parza, pastızın
pastağı İlk, birinci: "Aydo, pastağı al salça karısı ölürse baldızını alır.
sabıstın it açiina sıdabin..." V. pastığ 1. Başlı: "Anı hır pastığ Kamat
Kobyakov (Aydo, ilk vuruşun acısı­ apsah ırahhı tahnahoh
na dayanamayıp...) pastağı urok ushunbıshan." V. Kobyakov (Onu
ilk ders. pastağı klass birinci sınıf, kır başlı ihtiyar Kamat çok erken
ilk sınıf, nedelyanın pastağı künî uyandırmış.) sarığ pastığ saashan
haftanın ilk günü. pastağı sıray gr. polba sarı başlı saksağan olma. ç i -
birinci kişi. pastağı şort birinci sı­ tî pastığ çılan yedi başlı yılan. 2.
nıf. Başlı, uçlu: "Tamkını çis pastığ
pastağızın zf. İlk olarak: "İh pastağızın, hahzazına tıhtap çada parğan." V.
pır urok hızırılıp parça." A. Kobyakov (Tütünü bakır başlı pipo­
Kuzugaşev (İlk önce bir ders kısaltı­ suna sıkıştırıp uzanmış.)
lıyor.)
pastıh 1. Yönetici, müdür, idareci, reis:
pastah 1. Yaramaz, şımarık. 2. Oyun, "Olar, tohti tüzip, hara sıraylığ
düzen, hamnıh pastağı kamın o­ pastihtarına çoohtapçalar." V.
yunu. Kobyakov (Onlar, durup attan ine­
pastahtan- Şımarmak, yaramazlık et­ rek, kara yüzlü reislerine konuşu­
mek. yorlar.) Adazı çohta ool pastıh,
pastahtandır- Şımartmak, yaramazlık icezî çohta his pastıh. Atasözü
ettirmek. (Babası yoksa oğlu reis, annesi
yoksa kızı reis.) 2. Sorumlu: "Ol
pastal- Başlamak: "Aydonın çinîs
hoynıh daa pastığı polğanına köhnl
payramı pu künneh sığara
sah oshas." V. Kobyakov (O koyun­
pastalğan." V ' . Kobyakov (Aydo'nun
ların da sorumlusu olmasına gönlü
zafer bayramı bu günden itibaren
razı gibi.)
başlamış.) Suğnın pastalğanı
tağlarda, partiyanıfi küzî çonda. pastır- 1. Kendini ezdirmek. Tîllîge
Atasözü (Suyun başlangıcı dağda, tîdîrtpe, kögîstîge pastırba. Ata­
partinin gücü halkta.) çir üstünde sözü (Dilliye söyletme, güçlüye e­
çurtas pastalğanı yeryüzünde ha­ zilme.) 2. Bastırmak, ayaklarıyla yü­
yatın başlaması, ekzamennar rütmek. 3. Yakalanmak, nahmırğa
pastalıbıstı sınavlar başladı. pastırdı yağmura yakalandı, hazır
soohha pastır- sert kışa yakalan­
pastalığ s. ilk pastalığ şkola ilkokul.
mak. 4. Yazdırmak: "Hoortay pu
-353-
pastı ra pavlin

orıstar hahaazında nime parın p a t - 1 . Batmak, saplanmak: "Astın çörîp,


pîlbeen, paza, pfçıkke dee pastırıp, pat parğam ılayğa / Özelgen çili,
holğa alarm sağ ısta tutpaan." N. küüleen halın tayğa."\. Kapçıgaşev
Domojakov (Hoortay bu Rusların (Yolumu kaybedip batıverdim ça­
atlı arabasında ne olduğunu anla­ mura / Yarılır gibi uğuldadı orman.)
mamış, ve kağıda yazdırıp eline 2. Batmak, içine girmek. Otha
almayı da aklına getirmemiş.) 5. köybinçe, suğa patpinça. -
Tarttırmak. 6. Daktilo ettirmek 7. Bilmece, buz. (Ateşte yanmaz, su­
Yürümek: "Aydo anın soonan pastır da batmaz.)
sıhhan." V. Kobyakov (Aydo onun patefon 1. Gramofon. 2. Gramofonla
arkasından yürümeye başlamış.) ilgili, patefon plastinkazı gramofon
uyğaa pastır- uykusu gelmek. plâğı, patefon înelerî gramofon i ğ ­
pastıra zf. 1. -e doğru, içinden: "Aydo neleri.
anı la sağınğan, çabal tonıcaan patent Patent.
innJne tastap, tağdan indîre pastıra patha Nikotin tortusu, hanza pathazın
halğan." V. Kobyakov (Aydo sade­ arığla- pipo nikotinini temizlemek.
ce bunu düşünmüş, kötü paltosunu
omzuna atıp, dağ aşağı inmeye pathalığ s. Nikotin tortusu bulunan p i p o .
başlamış.) 2. Vasıtasıyla, yoluyla. patığ Batak, bataklık: "Mal pasçaa çoh
surığlar pastıra sorular yoluyla. patığ sastar, körındes oshas terpek
köller."N. Domojakov (Mal giremez
pastırğas Cendere.
bataklık sazlıklar, ayna gibi yuvar­
pastırıh 1. Baskı, ağırlık, ot pastırıhnan lak göller.)
pastır pardı ot ağırlıkla sıkıştırıldı.
2. Sırık, sopa. patoka Melas.
pastırıh Dövenle dövülen ekin, ot. patolog Patolog.
pastırıs Yürüyüş, adımlama: "Çe Vaska patologiya Patoloji.
şkolaa çağdabıshanda, çügürgenge patriarh Patrik.
mayığıbızıp, anan arınca erînlsfig patriot Yurtsever, vatansever: "Patriot
pastı rısha kır parğan." A. polğam, çir-suuma, çonıma tuza
Kuzugaşev (Fakat Vaska okula ağılarğa sağınğam." V. Şulbayeva
yaklaşınca, yürümekten yorulup, (Yurtseverdim, ülkeme, halkıma
sonra tümüyle uyuşuk adımlarla yü­ faydalı olmayı düşünüyordum.)
rümeye başlamış.) hatığ pastırıs patriotizm Yurtseverlik, vatanseverlik.
sert adım.
patron 1. Fişek, boevoy patron harp
pastırıs- (birlikte) Yürümek: "Keşke paza fişeği. 2. Duy. elektirçestvo
pisçe olğan, kööllerî tüzip, patronı elektrik sigortası.
közenekser pastırıs parğannar." A. patronnığ s. Fişekli.
Kuzugaşev (Keşke ve beş kadar
çocuk, gönülleri kırılıp, pencereye patrontaş Fişeklik, palaska.
doğru birlikte yürümüşler.) patrul' Devriye.
pastuh Çoban. Pastuh haydağ, hoylar patrulirovat' pol- Devriye gezmek.
andağoh. Atasözü (Çoban nasılsa, patsient Hasta.
koyunlar da öyledir.) pattır- Batırmak, daldırmak.
pat Mitolojik katran kaynatılan kazan. pauza müz. Es, es işareti.
taahpı tartçan k î z î ottığ patta pavil'on Pavyon, porço pavil'onı çiçek
haynir sigara içen kişi kaynayan pavyonu.
kazanda yanacak, hıyallığ çonnı
patha tastapçalar günahlı kimsele­ pavlin zool. 1. Tavus kuşu. 2. Tavus
ri kaynayan kazana atarlar. 2. mec. kuşula ilgili, pavlin çüglerî tavus
Krematoryum. kuşu tüyleri.
pay (ı.) 1. Zengin, varlıklı: "Pot min pay­ N. Tyukpiyekov (Çalış, beslen baş­
lar daa hıstarın mîçîkke ügretkenîn kasının sırtından zengin olma.)
ispeem." N. Tyukpiyekov (Fakat payır 1. Hakas elbisesinin sol eteğindeki
ben zenginlerin de kızlarına okuma çıkıntı. 2 . 53x53 ö l ç ü b i r i m i .
yazma öğrettiğini duymadım.) Pay­ payıt- Zenginleştirmek: "Püür abisti
dan surba, çahsı kîzîden sur. Ata­ payıdıp / Pozı tashar çat halğan."
sözü (Zenginden sorma, iyi kişiden P. Ştıgaşev (Kurt papazı zengin e­
sor.) 2. Zengin, verimli: "Haydağ dip / Kendi dışarda yatmış.)
hayhastığ pay çir! - tirzer." M.
Kilçiçekov (Ne şaşırtıcı verimli yer, - payla- Zenginleşmek: "Amğa teere
dersiniz!) pay urojay verimli ürün. paylap polbaanda, am paylacaam
3. Zengin, gösterişli: "Anna mındağ haltır ba." V. Şulbayeva (Şimdiye
pay sîol kistinde pastağızın na kadar zengin olamadım, şimdiden
odırçathan." H. Tyukpiyekov (Anna sonra mı olacağım.)
böyle zengin masa başına ilk kez paylan kız. bot. Sedir, dağ servisi.
oturuyor.) pay ok Tayın.
pay (ıı.) Pay, hisse, kooperativ payı payorha- Kendini beğenmek, gururlan­
kooperatif hissesi. mak, kurumlanmak.
paya zf. Demin, az önce: "Ol tabıstı paya payorhah s. Gururlu, kibirli, kendini
çazıda toğashan oolnın ünîne tööy beğenmiş, burnu havada.
isken Fedor Pavloviç." N. payorhan- Kendini beğenmek, kurum­
Domojakov (O sesi az önce ovada lanmak, burnu büyümek.
karşılaştığı gencin sesine benzer payorhas- (birbirine) Çalım satmak,
duymuş Fedor Pavloviç.) payadan kendini beğenmişlik etmek.
peer deminden beri. hara payadan
çok eskiden. payorhas 1. Kendini beğenmiş, kibirli,
burnu havada, gururlu. 2. Kibirlen­
paya(a)ğı s. Deminki: "Ol udur me, gururlanma.
tudmmasçıh, sınap payağı aday
payorhat- Kibirlendirmek, gururlandır­
anın ağırığ azaana tıınmaan polza."
N. Domojakov (O karşı gelmezdi, mak.
gerçekten deminki köpek onun ya­ payorhos Gururlu, kibirli krş. payorhah.
ralı ayağına yapışmasaydı.) payağı payram Bayram: "Balkonğa sıhçam,
kızı deminki kişi. püün payram!" M. Kilçiçekov (Bal­
payatta- Lehimlemek. kona çıkıyorum, bugün bayram!)
suğ sasçah payram su saçma
payattat- Lehimletmek.
bayramı.
payattığ s. Lehimli payattığ könek
payramna- Bayram etmek, bayram
lehimli kova.
yapmak.
payba hap Çuval, tamah tartırcan
payba hap zahire taşınacak çuval. paysan 1. Kap, çanak, çömlek, paysan
ayah kil kap. 2. Kavanoz, tînte
paybıda zf. Salma salına (yürüme.)
paysan teneke kavanoz. 3. Vazo.
paycı Zenginsever: "Kustukpınan Yakın 4. Şişe. süleyke paysan cam şişe.
kazaktarnın soonda, udur-tödîr payşçik Ortak, hissedar, payı olan.
sıylazıp, ınağ paycı polip odır
halğannar." V. Kobyakov (Kustuk'la payzah Saray, büyük çadır ev. altı azır
Yakın Rusların arkasında karşılıklı pastığ ah payzah ib altı çatılı ak
saygı gösterip, sevgili zengin sever saray.
olmuşlar.) paza 1. bağ. Ve: "Çon pray daa çul
parğan tuşta, apsah, ineyîn paza
payı- Zengin olmak, zenginleşmek:
PaskirnT odırtıp, ogradadan
"Toğın, azıran, kizi kuzinen payıba."
sıhhan." İ. Kostyakov (Halkın ta-
- 355 -
pazağı pazına
mamıyla toplandığı sırada, ihtiyar; pazıl- 1. Basılmak, basmak: "Olarnın
karısını ve Paskir'i oturtup, bahçe­ azahtarı altında suğ
den çıkmış.) 2. zf. Yine, gene, da­ solbırapçathan, palğas
ha, başka: "Min sispek nımah sa­ pılçırapçathan, anın sıltaanda
lim, tabarzar ba? - surğan pır oolah.
azahtarı taylıhtıra pazıl parçathan,"
-Çe, sal, - nandırğan paza pîrsl" i.
Kostyakov (Ben bir bilmece sora­ İ. Kotyuşev (Onların ayakları altın­
yım, bulabilecek misiniz? diye so­ da su şırıldıyor, bu yüzden ayakları
ruyor bir oğlan. -Haydi, sor, kayarak basıyor.) 2. Bastırılmak:
cevaplıyor başka biri.) 3. Artık, "Suhsapçathan kîzî uzuza, sala
bundan böyle, bundan sonra. suhsunı pazıl parça." H. Domojakov
pazağı s. Gelecek pazağı çılda gele­ (Susayan kişi uyuşa, susuzluğu b i ­
cek yılda. raz bastırılır.) 2. Yazılmak: "Pabam
pazah (ı.) Başak, pazah moynı püdlrgen turada/Pastağı çazığ stih
başak sapı. / Pazılğan in pumada / Parar alnın­
pazah (ıı.) 1. Sandık, kutu. toğıs aastığ da çorıh." M. Ugdijekov (Babamın
hara pazah dokuz ağızlı kara san­ yaptığı evde / ilk günah şiir / Y a z ı l d ı
dık. 2. Sandık kilidi. ilk Önce / Yola çıkmadan önce.)
pazah (m.) (atı) Bir köstekleme şekli. pazım ( ı . ) Çile, t u r a , kangal.
pazahta- (ı.) Başak toplamak, tamahtı
pazahta- ekinin başağını toplamak. pazım (ıı.) 1. Adım. 2. Gidiş, yürüyüş.
pazahta- (ıı.) Kösteklemek. attı pazım (m.) Kendini tutabilme, ölçülü
pazahta- atı kösteklemek. oluş.
pazahtan- Başaklanmak. pazımnığ (ı.) s. 1. Adımlı. 2. Yürüyüşlü.
pazahtığ (ı.) Kilitli, pazahtığ pazah kilitli amir pazımnığ sakin yürüyüşlü.
sandık.
pazımnığ (ıı.) s. Ölçülü, mütevazı, al­
pazahtığ (ıı.) s. Başaklı: "Kızı sınman
çakgönüllü, pazımnığ çon müteva­
pozfgök sızırlığ, salaa uliinça
zı toplum.
pazahtığ paza, öt polbas tayğa
oshas, hoyığ as Ös pargan." M. pazın- 1. Zulmetmek, ezmek: "Alay
Kokov (İnsan boyundan yüksek pazoh oloh malnı hadanp,
saplı, parmak büyüklüğünde başak­ Yakınnıh, ah çili, pazınğanına
lı ve geçilmez orman gibi, sık tahıl sıdacah ma?' V. Kobyakov (Yoksa
yetişmiş.) yine o hayvanları otlatıp, Yakın'm
pazar Pazar: "Pazarda sahay la tas hara vahşî hayvan gibi, zulmetmesine
pastar odırğlapça, pir tadar la dayanacak mı?) 2. Bastırmak, bas­
körbessîn." V. Şulbayeva (Pazarda tırılmak: "Stenee çölenîp alıp,
hep kara başlılar oturuyor, hiç
ılğaannarın çaba pazınıp, pulunda
Hakas göremezsin.) krş. bazar
sürkühnes turlar." A. Kuzugaşev
pazarı Yazı, yazma, orta pazarı imlâ.
(Duvara yaslanıp, ağlamalarını bas­
pazığ Baskı, külfet, zulüm, yük.
tırıp, köşede hıçkırıyorlar.) 3. Y a -
"Hızığlığ curt çoh idılîp / Hıya -pazığ
zılmak, abone olmak, gazetaa pa­
tastalğan." M. Kokov (Baskıcı yurt
yok edilip / Bir yana atılmış baskı.) zın- gazeteye abone olmak.
sıdacaa çoh aar pazığ dayakla­
pazına zf. Sonra, az sonra: "Pabazı hoy
mayacak kadar ağır külfet.
hadar parıbıshan tuşta ağıhi
pazığlığ s. Baskıcı: "Pazığlığ curt polğan
tudıbıshan, anan, kiler pazına, irtîp
tuşta / Pravobıs çoh polğan." M.
Kokov (Baskıcı yurt var iken / Hak­ parğan."\. Kotyuşev (Babası koyun
kımız yok idi.) otlatmaya gideceği sırada ağrısı
pazınan

tutmuş, sonra, geldiğinde ise, geç­ pazırıs (ıı.) Mahkemeye v e r m e .


miş.) pazırıs (ııı.) Tapınma, tapınış.
pazınan zf. Sonra: "20 minuta pazınan, pazırıs- (ı.) (birlikte) Basırtmak, üzerini
minîn çıılığ." V. Şulbayeva (Yirmi kapattırmak.
dakika sonra benim taplantım 'var'.) pazırıs- (ıı.) (birbirini) Mahkemeye ver­
pır ças pazınan bir saat sonra. mek.
pazırıs- (ııı.) (birlikte) Tapınmak.
pazıncah Ezilen, mazlum: "Minin alnın­
pazırt- (ı.) Basırtmak, üzerini kapattır­
da ökîs halğan ipçîler kızı
pazıncağı polip ilep-çudap mak.
çurtacannar."A. Çerpakov (Bundan pazırt- (ıı.) Mahkemeye verdirmek.
önce dul kalan kadınlar insanlar ta­ pazırt- (ııı.) Tapındırmak.
rafından ezilip acı içinde yaşamış­ pazırthan îce Gelinin düğün anası.
lar.) pazırtığ 1. Tapınma, tapma, ayğa kün-
pazıncıhta- Hâkim olmak, hükmetmek. ge pazırtığ aya güneşe tapınma.
pazındır- 1. Ezdirmek, ezilmek hamğa otha pazırtığ ateşe tapınma. 2. kız.
hamnadıp, harashı çirge tüs par­ Damadın gelinin yakınlarına verdiği
ç a , payğa pazındırza, parça küzî hediye, pazırtığ kizîr- damadın ge­
tik parça şamana tedavi olan, ka­ linin yakınlarına (genellikle giyişi)
ranlık yere düşer, zengine ezilenin hediye vermesi.
bütün gücü yok olur. 2. Abone et­ pazırtpah Çadırı sarmaya yarayan i p ,
tirmek. urgan.
pazınıs Abone olma. pazıs Basma, basış.
pazır zool. Bir sazan türü. pazıs- (ı.) 1. (birlikte) Basmak, sıkıştır­
mak. 2. (birlikte) Yürümek, gitmek:
pazır- (ı.) Bastırmak, üzerini kapatmak
"Kîzîler, kil, ulitsaca pazıshlap
tasnan pazır- üzerini taşla kapat­
çörçeler." V. Şulbayeva (İnsanlar
mak.
gelip, caddede yürüyorlar.) 3. Ya­
pazır- (ıı.) Mahkemeye vermek. zışmak, birbirine yazmak.
pazır- (m.) Tapınmak, tapmak, ibadet pazıstığ s. Basışlı, yürüyüşlü: "Anan,
etmek: "Allığ îstılîg hudaylardan / odırğan çifînen aar pazıstığ
Hazım surınıp pazırğan." M. Bainov azahtarına tura honğan." V.
(Merhametli, iyi tanrılardan / Sağlı­ Tatarova (Sonra, oturduğu yerden
ğını dileyip dua etmiş.) hudayğa ağır basışlı ayaklan üzerine kalk­
pazır- dua etmek: "Klanya hudayğa mış.)
pazırça." V. Şulbayeva (Klanya
pazıt (ı.) Adım, yürüyüş: "Aylan tağnın
Tanrıya dua ediyor.) otha pazır-
olunca pir çalan kîzî saybır
ateşe tapmak.
pazıtnan taydırıp odır." V.
pazırıh- Kâbus görmek. Kobyakov (Aylah dağının yamacın­
pazırıl- Örtülmek, üzeri kapatılmak, dan bir atlı kişi rahvan yürüyüşle i­
sıkıştırılmak. niyor.)
pazırın- (ı.) Tapınmak, dua etmek. pazıt (ıı.) 1. Mektup. 2. Yazı. pazıdı sîlîg
pazırın- (ıı.) Eğilmek, yere yapışmak: yazısı güzel.
"Çil ködîrîlîp, ağastar sala çirge pazıtçı s. (hızlı) At.
çitîre pazırınmin turlar." N. pazıtçıl s. Yürüyüşlü, gidişli: çorğa
Tyukpiyekov (Rüzgâr çıkıp, ağaçlar pazıtçıl pora adın münîp yorga g i -
neredeyse yere kadar eğiliyorlar.) dişli bora atına binip.
pazırındı Kadın elbisesinin kolunun üst pazıttığ s. Yürüyüşlü, gidişli. çorğa
kısmındaki süs. pazıttığ yoğa gidişli. siber pazıttığ
güzel yürüyüşlü.
pazırıs (ı.) Basırma, üzerini kapatma.
pazoh -357-
pepelnilsa

pazoh zf. Yine, gene, yeniden, tekrar: pedey- Karnı şişmek: "Harnı
"Kün, tizik hara puluttar arazınan pedeygence çipleçe." N. Tinikov
pahlabızıp, pazoh çıt parça." N. (Karnı şişene kadar yiyor.)
Tyukpiyekov (Güneş aralıklı kara peduçiliçşe Öğretmen okulu.
bulutlar arasından görünüp, yeni­
peeden-peeden tekr. Pıtır pıtır.
den kayboluyor.) krş. paza
peelbek 1. (oyunda) Dönüş, dönme. 2.
pazor Yol kesme. Dans, dönme, peelbek oyını dön­
pazorla- Yolunu kesmek, önünü çevir­ me, dans ederek dönme oyunu.
mek: "Sabis sarnahtan çörîbîsken peelbekçîn Dansör, oyuncu.
çılgını pazorlapça, horğıstığ nime
pir dee çoğıl."H. Domojakov (Sabis peelbekten- Dans ederek dönmek.
serin meltemle giden yılkıyı döndü­ peep- peep tekr. Çıtır çıtır (yanarken
rüyor, korkacak hiçbir şey yok.) çıkan ses).
pe? e. Mi? "Anstığ nimes pe sağaa peer zf. Beri, bura: "Peer kilgenner
pidi çoohtanarğa?." V. Şulbayeva mında ür turadırlar." A. Çerpakov
(Utanmıyor musun böyle konuşma­ (Buraya gelip, burada çok duruyor­
ya.) lar.)
pebecek bk. pebeyek peerîs- Oynamak, uğraşmak. Al iğ
pebeyek Serçe parmak. kîzîden peerîssen, pozın al iğ
polarzın. Atasözü (Alık kişiyle oy­
peçat' 1. Mühür: "Amdı peçat azıh, nime narsan, kendin alık olursun.) otnan
hınçazıh - anı pas." V. Şulbayeva peerîspe ateşle oynama.
(Şimdi mühür açık, ne istiyorsan
ona bas.) 2. Basın, matbuat, peçat' peerkî s. Beriki, yakındaki, aal suğnın
obzorı basın özeti. 3. Yayın, neşir. peerkî sariinda köy ırmağın beri
peçetha timnen- yayına hazırlan­ yanında.
mak. peertîn zf. Buradan.
peçatat pol- 1. Basmak, neşretmek. 2. pehota ask.Piyade sınıfı.
Daktilo etmek. pehotinets ask. Piyade e r i .
peçattîg Damgalı, mühürlü. pehotnay ask. s. Piyadeyle ilgili, piyade­
peçen'e Bisküvi, tadılığ peçen'e tatlı ye ait. pehotnay polk piyade alayı.
bisküvi. pekar' Fırıncı.
pedagog Pedagog, opıttığ pedagog pekarnya Fırın.
deneyimli p e d a g o g . pelbek bk. peelbek
pedagogiçeskay s. Pedagojik, pedagoji. penal Kalemlik, kalem kutusu
pedagogiçeskay institut pedagoji karandaştar penalda kurşun ka­
lemler kalemlikte.
enstitüsü.
pense Emekli aylığı: "Minin pensem
pedagogika Pedagoji. nimee çarapça."\I. Şulbayeva (Be­
pedal' Pedal, velosiped pedalî bisiklet nim emekli aylığım neye yarıyor.)
pedalı. krş. pensiya
pedek 1. Gürbüz, sağlam. 2. Şişman, i r i . pensioner Emekli.
harnı îrîmcîktl oshas pedek karnı pensiya Emekli maaşı, pensiya a l -
örümceğinki gibi şiş. emekli maaşı almak, pensiyaa sıh
pedenek Minicik, küçücük. par- emekli olmak. krş. pense
pedeneges Minicik, küçücük. Minen penya Para cezası, penya a l - para
kîçîk pedeneges minî ködîrîp cezası almak.
tastadı. Bilmece, eyer. (Benden pep-pep bk. peep-peep
küçük, küçücük, beni götürür.) pepelnitsa Kül tablası, küllük.
-358-
perçatka pervıçnay

perçatka Eldiven, perçatka kis- eldiven şöyle söyleniyor: Ben nereye sen
giymek. İdî- söögî çoh pis salaa. oraya, beni takip edip duruyorsun.)
Bilmece, eldiven. (Eti kemiği yok, 2. Küfretmek, verip veriştirmek.
beş parmak) perina Kuş tüyünden döşek, minder:
peredovik Öncü. peredoviktarğa "Odırcan çiri dee / Nımzah perina
tinnezîner! Öncülerle birlesiniz! oshas."V. Maynaşev (Oturacak ye­
peredovoy s. 1. Öncü. perevodoy ri de / Yumuşak kuş tüyü döşek g i ­
kolhoztar öncü kolhozlar. bi.)
peredovoy liniya ask. ön hatlar. 2. perîncek s. 1, Homurdanıp duran. 2.
İlerici, peredovoy nauka ilerici b i ­ Küfürbaz.
lim. period Periyot, süre, devir.
peregovorlar Müzakereler, konuşmalar. periodiçeskay s. Periyodik, devrî.
mirnay peregovorlar barış görüş­ elementernîn periodiçeskay
meleri, müzakereleri. sistemazı kim. elementlerin peri­
perengî s. 1. Avrupa. 2. Avrupalı. yodik sistemi.
perengî tamah kız. Patates. peris- Alay etmek.
pereplyot Ciltleme. kniganı perlovay çarba bot. Nemse arpası.
pereplyotha pir- kitabı ciltletmeye pero Kalem ucu: "Türce le üs irgî
vermek. peroların utır saldı, anan
pereplyotçik Ciltçi, mücellit. ruçkazman naa perozın suurıp al­
pereplyottığ s. Ciltli. kolenkor dı." A. Kuzugaşev (Çok geçmeden
pereplyottığ kalikot ciltli. eski üç kalem ucunu uutturmuş,
peresadka Aktarma, aktarım. sonra kaleminden yeni ucunu ç ı ­
perestroyka Yeniden kurma, yeniden karmış.)
yapılandırma: "Nime üçün perolığ s. Uçlu (kalem) perolığ ruçka
ködîrerbfs? Perestroyka üçün! uçlu kalem.
Demokratiya üçün?' V. Şulbayeva perpendikulyar Dikey, dikit, amut.
(Niçin yükselteceğiz? Yeniden kur­
perpendikulyarnay s. Dik, dikey, amudî.
ma için! Demokrasi için!)
perron Peron, perron biledî peron bileti.
peret maymah esk. Topuksuz yumu­
şak tabanlı çizme. pers Pers, Fars.
persidskay s. Fars'la ilgili, persidskay
perets Biber, hızıl perets kırmızı biber.
pereulok Ara sokak, dar sokak. tîl Fars dili.
persik 1. Şeftali. 2. Şeftaliyle ilgili.
perevod Havale, ahçanı perevodnan
ıs- parayı havaleyle göndermek. pensik ağazı şeftali ağacı, persik
perevodnay s. Havaleyle ilgili. varen'ezi şeftali reçeli.
perevodnay blank posta havalesi. personal Personel. tehniçeskay
perevorot Devrim, inkılâp. personal teknik personel.
perevoz Geçit, perevoz hırında tur- personal'nay s. Özel, kişisel.
geçitte durmak. personalnay pensiya özel emekli
perevozçik Salcı, kayıkçı, geçiren. maaşı.
paromnıh perevozçigı feribotçu. perspektiva Perspektif.
perevyazka Sargı, pansuman. perspektivalığ s. Perspektifli.
perin- 1. Dırdır etmek, homurdanmak, perspektivaiığ plan gelecek için
mırıldanmak: "Çîpke ine pirsînde; plân.
çarhan parıp, permce: Min haydar, perviçnay Alt. perviçnay partiynay
sin andar, minî le hoop çörçezîn!" organizatsiya partinin alt komitesi.
N. Tinikov (İğne usanıp bir gün ipe
pervoistoçnik
-359-
pığıra
pervoistoçnik Esas kaynak, ilk kaynak. pıçahtas- (birbirini) Bıçaklamak, bıçakla
pervoistoçnikter hoostıra ügren- birbirini yaralamak.
asıl kaynağa uygun öğrenmek. pıçahtat- Birini bıçaklatmak, birini bıçak­
pes Ocak, soba: 'Timîr pes üstündegî la yaralatmak.
hazanahtı pesfin ortızına tartıp pıçığ Biçme, biçiş, biçki.
çoohtanğan Marka." I. Kotyuşev
(Demir soba üstündeki kazanı so­ pıçıhta- Cıvıldamak.
banın ortasına çekip konuşmuş pıçıhtas Cıvıldaşma.
Marka.) pıçıhtas- Cıvıldaşmak: "Tirekterge
pes (ıı.) Kızakta bağ. toldıra odır salğan parçıhtar, olar
p'esa Piyes, tiyatro oyunu. kiligenîne hınmaan çili, pıçıhtas
sıhhannar." A. Çerpakov (Kavakları
peskay s. Kareli, damalı, peskay dolduran sığırcıklar, onların gelme­
kögenek kareli elbise. sinden hoşlanmamış gibi cıvıldaş­
pesne Buzkıran, buz kırma aracı. mışlar.)
petle- Küt diye düşmek.
piçi la- Şaklamak: "Küren at Izîp alarga
petuh Horoz: "Sağam ol, saray altında itken, poza pağnın oralğan pazı
tünepçetken hızıl petuğı pastağızın sağırı zina pıçılaan." N. Domojakov
tapsirman, tura salğan." N. (Yağız atın içmek istemiş, dizgin i­
Domojakov (Şimdi o, kümesin al­ pinin kıvrılmış ucu sağrısında sak­
tında tüneyen kızıl horozun ilk ötü- lamış.)
şüyle, kalkmış.) haraağızın
petuhtarğa çitîre otırğabıs gece­ pıçılğah Biçilmiş, hazah pıçılğah
leyin horozlar ötünceye kadar otur­ kögenek Rus usulü biçilmiş elbise.
duk. piçindi bk. pıçılğah
pey kız. bk. pii pıcıra- Cıvıldamak.
pıcıra- (ı.) 1. Yara iltihaplanmak. 2. Ses pıçıs Biçme, biçiş, biçki.
yankılanmak. pıçıs- (birlikte) Biçmek.
pıcıra- (ıı.) Cıvıldamak, kaynaşmak. pıdaa bk. pıdo
pıcıra ma Kaplı, dolu: "Çe çağırman
pıdılas- Toplanmak, yığılmak.
habırğazı pîçîkke pray pıcırama."A.
pıdıra- (ı.) Budamak, dallarını ve budak­
Çerpakov (Fakat yakından bakınca
larını kesmek.
yüzeyi bütünüyle yazıyla dolu.)
pıcıras Cıvıldaşma, kaynaşma. pıdıra- (ıı.) Çok konuşmak, gevezelik
pıcıras- Cıvıldaşmak, ötüşmek, kay­ etmek.
naşmak: "han Petroviç, talaan pıdıral- Budanmak.
minde mına pfdi - pıcıraslaça." V. pıdo 1. i r i , büyük, pıdo mal büyük baş
Şulbayeva (Ivan Petroviç talih ben­ hayvan. 2. Beceriksiz, hantal.
de işte şöyle, kaynaşıyor.) pıdrö sag. zool. Kaya balığı.
pıcırat- Cıvıldatmak. pığıl- Eğilmek, eğri olmak.
pıça tart- Sıkıca tutmak, bağlamak. pığın- (ı.) Eğilmek.
pıça mündîr- Kuyruğundan veya yele­
pığın- (ıı.) hlk. Karnı doymak.
sinden tutarak suyu geçmek.
pığındırıh sag. cog. Yarımada.
pıçah Bıçak: "Olarnın pîrsmde kîzmîh
ağırığ çirîn kisçen pıçahtar pığır- (gövdeyi) Bir tarafa çekmek,
polğannar."İ. Kotyuşev (Onların b i ­ eğmek.
rinde insanın hasta organını kese­ pığıra- Yükselmek, kıvrılarak yükselmek:
cek bıçaklar varmış.) omas pıçah "KemnTn pezîneh, hazan
kör bıçak. krş. pıjah. sıbapçathan hattarni oshas ağılbay
pıçahta- Bıçaklamak, bıçakla yaralamak. ıs pığırap turca -anzı ças hazin."N.
Nerbişev (Kimin sobasından, kazan
-360-
pığırı pırgır
sıvanan kadmlarınki gibi beyaz çamur yapış yapış oluyor.) 2. mec.
duman yükseliyorsa, onunki yaş Saçmalamak, saçma sapan ko­
akağaçtır.) nuşmak.
pığırı Kam ruhu. ham pığırızı çarıl par- pılcırah 1. Cıvık, yapışkan. 2. mec.
dı hava değişti, bozuldu. Uyuşuk, sünepe.
pıh- Bükmek, kıvırmak, katlamak. pılğa- Bulaştırmak, karıştırmak.
pıh- pah tekr. ünl. Çuf çuf (lokomotifin pılğah hlk. Heyecan, ruh karışıklığı.
çıkardığı ses)
pılğan- Bulaşmak: "Pray malçahha
pıhtı anat. Kasık. pılğanparıp, çatçam."\J. Şulbayeva
pıjah kız. pıçah (Bütününye çamura bulaşıp yatıyo­
pıjıy b k . pızıy rum.)
pıla- Çekip almak: "Oloh taa pıltır zf. Bıldır, geçen yıl: "Pıltır çit
aparıbızarğa çörgen ölîmnen pılap polbaanda, püül çider, -îzençe
aldı." i. Kotyuşev (O da götüren apsah." A. Çerpakov (Geçen yıl
ölümden çekip aldı.) gelmediyse bu yıl gelir, güveniyor
pılas- 1. El uzatmak, çekip almak: "Pîsti ihtiyar.)
nimes çirlernJ / Pılaspaspıs sala
pıltırğı s. Geçen yılki bıldırki. pıltırğı
daa / Pozıbıstin kemge dee /
çılda geçen yılda.
PirbespJs haris taa." M. Kokov (Bi­
zim olmayan yerlere / El uzatmayız pır (ı.) 1. Küçük toz parçacığı.
azıcık ta / Bizim olandan hiç kimse­ pır (ıı.) Uyuz hastalığı.
ye / Vermeyiş bir karış ta.) 2. pıra kız. zool. Kaya balığı.
Gaspetmek: "Çohır nime
pıraat (ı.) Buryat.
pılasçathan nimezîne hustarnı tan
önefîn çağdathan, tan anarbin pıraat (ıı.) Aplikasyon, süs. pıraat
halğan." N. Domojakov (Çohır şey, pastığ îzer gümüş kaplamalı eyer.
gaspettiği nesneye kuşları bazen pıraattığ Aplikasyonlu, süslü, pîs
aniden yaklaştırmış bazen farkına pırattığ ton beş dantelli elbise.
varmamış.) sös pılas- sözü kay­
pıraçın 1. Deve tüyünden kumaş. 2.
natmak, uğuldaşmak: "Olar,
tohtabin, sös pılaza, suulas Çadırda sandık veya raf üzerindeki
kilçeler." N. Nerbişev (Onlar dur­ perde, tashah altına tartçan
madan, söz kaynatıp pıraçın kanepe altına çekilen per­
uğuldaşıyorlar.) çooh pılas- uğul­ de. 3. Çul, kilim.
tuyla konuşmak. pırancıi bk. pıraçın
pılaspah Ele geçirme, zorla alma. pırçıh 1. bot. Nohut. 2. mec. Er bezi.
pılat Şal, baş örtüsü: "Pas pıladı puliinah pırey bot. Çim, çimen.
sıbırıbızıp, apsahnan hosti pırğı (ı.) 1. Düdük. 2. Av hayvanını kan­
pastırğan." A. Çerpakov (Baş örtü­
dırmaya yarayan alet, düdük, pırğı
sü köşesinden fısıldaşıp, ihtiyarla
irgek sun çîli tapsapça 'pırğı' er­
birlikte yürümüş.)
kek geyik gibi ses çıkarır.
pılat- Elinden almak, çekip almak.
pırğı (ıı.) 1. Su pompası, tulumbası.
pılazığ Ele geçirme, zorla alma. oyın
tamıshan ottı uçurcan pırğı sön­
pılazığ bir oyun adı.
dürücü, ekstenktör, yangın söndü­
pılcıra- 1. Vıcık vıcık, yapış yapış olmak: rücü 2. Püskürgeç, pülverizatör.
"Olarnıh azahtarı altında suğ
solbırapçathan, palğas pırğır- Pıskırmak, aksırmak burnundan
pılçırapçathan." İ. Kotyuşev (Onla­ gürültüyle soluk almak: "Hahaa
rın ayakları altında su şırıldıyor, ığırap sıhhan, küren at, tanaaların
-361-
pırğırıs pıs
arığli, pırğırıp odırğan." N. pırolığ s. Suçlu: "Payapan pırolığ, çe ol
Domojakov (Atlı araba gıcırdamış, am ağırığ, körceh kîzîzJ çoğu." V.
yağız at, burun deliklerini temizle­ Şulbayeva (Payapan suçlu, fakat o
yerek pıskırmış.) şimdi hasta, bakacak kimsesi yok.)
pırğırıs- (birlikte) Pıskırmak, aksırmak, pırolığ nimes suçsuz.
burnundan gürültüyle nefes almak. pırosın- Suçluluk duymak.
pırğırıs Pıskırma, hapşırma, burnundan pırosınıs Suçluluk duyma, suçlanma.
gürültüyle soluk alma. pırosınıstığ s. Suçluluk duygusu olan,
pırğırt- Pıskırtmak, hapşırtmak, burnun­ özür dileyici: "Min sinzer uluğ
dan gürültüyle soluk aldırmak.. surınısnah kildim, -teen ol,
pırosınıstığ ünneh."S. Çarkov (Ben
pırın sag. Kurum. sana büyük bir rica için geldim,
pırıs sag. zool. Kedi. demiş o, özür dileyen sesle.)
pırla- (ı.) 1. Toz uçuşmak. 2. Duman pırsanay zf. 1. Çok, pek. pırsanay
kıvrılıp yükselmek Tılo pazınan ıs çoohtanıbıshan çok konuşmuş. 2.
pırlapça. -Bilmece, pipo (Tepe ba­ Bütünüyle, temelli, ol pırsanay
şından duman yükseliyor.) parıbıshan o bütünüyle gitmiş.
pırla- (ıı.) Uyuz hastalığına yakalanmak. pırsın- (Çocuk için) Gelişmek, büyü­
pırlacan k î z î uyuz olmuş kişi. mek, gürbüzleşmek. pala
pırsınıbıshan çocuk gürbüzleşti.
pırlahtan- Fırıl fırıl önmek: "Ol huyunda
pırsınıs (Çocuk) Fizikî olarak büyüme.
Paynuş iirçek çili pırlahtança." V.
Şulbayeva (O hortumda Paynuş pırtah s. Pürüzlü.
kirmen gibi dönüyor.) pırtahtan- Pürüzlenmek.
pırlan- (ı.) Toz içinde kalmak çalan k î z î pis- (ı.) 1. (meyve) Olgunlaşmak: "Ol
pray pırlan parğan atlı kişi bütü­ Tonzar, pıshan nımırt oshas, hara
nüyle toz içinde kalmış. harahtarın hazi körîbîsken, oloh
körfzln Arına Petrovnazar tastaan."
pırlan- (ıı.) sag. Fır dönmek. N. Domojakov (O paltoya, olgun­
pırlat- Duman, toz yükselmek, kaldır­ laşmış kuş kirazı gibi, kara gözleriy­
mak. le yan bakmış, o bakışını Arina
Petrovna'ya atmış.) 2. (gü­
pırlığ s. Tozlu.
neşte) Yanmak: "Ah sırayı, çayğı
pıro Suç, kusur, kabahat: "P'ılçem, îzîglerge, çillerge, toğısta tirlep,
çüreem, tasta pıromnı / Çurtas küren ide pis parçan." N.
çobaana sürnükçen polğam." M. Tyukpiyekov (Ak yüzü; yaz sıcakla­
Kilçiçekov (Biliyorum, yüreğim, affet rında, rüzgârda, işte terleyip yana­
suçumu / Hayatın hüznüne takıl­ rak yağızlaşmış.) 3. (organ, vücut)
dım.) pırozı çoh suçsuz, günahsız. Olgunlaşmak: "irtîre pis parğan
pırom tasta beni affet, pıroğa tar­ hıstıh toldıra tüüsten anın tabırah
t ı l - cezasını çekmek. sllJgMsterîne tıtîrep parça." V.
Tatarova (Aşırı olgunlaşmış kızın
pırola- Suçlamak: "Ho-oh, hooh! kabaları onun hızlı silkinişleriyle
Püürnî Tdi pırolabahar." N. Tinikov titriyor.) çoohha pis- konuşmaya
(Ha, ha ha. Kurdu öyle suçlama­ girişmek: "Taynacan nimezin,
yın.) mahzırabin taynap, azırıbıshanda,
pırolastığ s. Suçlanılan, suçluluk duyu­ annah andar çooğına pısçaf V.
Tatarova (Yediği lokmayı acele et­
lan.
meden çiğneyip, yuttuktan sonra
pırolat- Suçlatmak. konuşmaya başlıyor.)
-
piçel
pis- (ıı.) Biçmek. pızıîina- Parıldamak, ağarmak, ışılda­
pısha sag. Gece balık avlarken ucuna mak, çazıda ot pızınnapça ovada
ışık takılan sopa. ateş parlıyor.
pıshah Hayvan pençesi derisi, pıshah pızınnas Pırıldama, ışıldama.
maymah hayvan pençesi derisin­ pızınnas- Parıldaşmak, pırıldaşmak.
den ayakkabı. pızıhnat- Parıldatmak, pırıldatmak,
pıshalah 1. Henüz olgunlaşmamış, ham. ısıtmak.
2. Henüz pişmemiş, ç i ğ . pızır- 1. Pişirmek. 2. mec. Pişirmek,
pıshan s. 1. Pişmiş (yemek) 2. Olgun­ olgunlaştırmak: "Haydağ çooh
laşmış (meyve.) iskenîn, nime körgenîn îsffnde
pıshı (ı.) Karmaç, karıştırıcı, kepçe. pızırıp; çatırbinça, könîzînen
ayran pısçah pıshı ayran karıştır­ pashazına çifir pirce." A. Çerpakov
ma kepçesi. (Ne işittiğini, ne gördüğünü içinde
pıshı (ıı.) Burundan soluklanma, pıshı olgunlaştırıp, düzenlemeden d o ğ ­
t a r t - burundan ses çıkaracak şekil­ rudan başkasına ulaştırıyor.)
de soluklanmak.
pızırğan s. Pişmiş, pızırğan it pişmiş et.
pıshır- Pıskırmak, burundan gürültüyle
soluklanmak. pızırha- Her şeyi bildiğini sanmak.
pıshıns Pıskırış, burundan gürültüyle pızırhaaçı s. Kendini beğenmiş.
soluklanma. pızırhaah bk. pızırhaas
pistir- Biçtirmek. pızırhaas s. Kendini beğenmiş, çok şey
pıthal- Bulaşmak, sıvanmak. bildiğini düşünen.
pıtıra- Uçuşmak, dağılmak, ayrılmak: pızırhas Kendini beğenme, kibirlenme.
"Pîs pır ağastın salaalarıbıs, pîske pızınm Bir pişirimlik.
pıtırirğa çarabas." V. Şulbayeva
(Biz bir ağacın dallarıyız, biz ayrı­ pızırıs- (birlikte) Pişirmek.
lamayız.) pızırt- Pişirtmek.
pıtırağ Dağılma, saçılma. pızıs Biçme, biçiş.
pıtıras- Dağılmak, ayrılmak, birbirinden pızıs- (birlikte) Biçmek.
kopmak: "PJr holnın salaaları pızıt bk. pızığ (ı.)
pıtıraza coğ//."V. Şulbayeva (Bir e-
pızıy Avcının getirdiği av.
iin parmakları ayrılamaz.)
pızlah Peynir.
pıtırat- Dağıtmak, saçmak, harcamak:
"Klanya çaça, ahça pıtıradarğa pızo 1. Buzağı. îrgek pızo erkek buzağı.
uğaa hınçam." V. Şulbayeva 2. Buzağıyla ilgili, pızo teerîzî b u ­
(Klanya abla, para saçmayı çok se­ zağı derisi.
viyorum.) pianino Piyano.
pızaa bk. pızo pianist Piyanist.
pızığ (ı.) 1. Olgun (meyve, yemiş): "Mno pianistka Bayan piyanist.
pızığ çistek."V. Şulbayeva (İşte o l ­
gunlaşmış yemiş.) 2. Pişmiş, pızıdı piçe 1. Kız kardeş: "Çarir, Yuracah, sin
çitpeen ipek iyi pişmemiş ekmek. minin picemnfh oolğızıh nooza."G.
Topanov (Tamam, Yuracah, sen
pızığ (ıı.) Çalışkan, gayretli, pızığ oolah
benim kız kardeşimin oğlusun ne
çalışkan çocuk, pızığ kızı çalışkan
kişi. de olsa.) kîcîg piçe küçük kız kar­
deş, uluğ picem ablam. 2. Hala.
pızığla- Dikkatlice yapmak, özenle
kiri picem büyük halam.
yapmak, titizlik göstermek.
piçel Üzüntü, keder.
pızığlan- Titizlenmek, dikkatle yapmak.
piçelen
-363- pik

piçelen- Kederlenmek, hüzünlenmek. Kuzugaşev (Başka yerlerde vücut­


piçelendîr- Üzmek, kaygılandırmak. tan çıkan ısıdan kar eriyip, kirli buz
piçellîg s. Üzgün, kederli. kütleleri oluşturmuş.)
pîçen 1. Kuru ot. 2. kız. Ot ambarı. pîden- Kirlenmek, pislenmek.
pTçen ayı şor. Temmuz. pîder (i.) 1. Kertik, kalıp. 2. (kumaşta)
Nokta, benek.
piçet Damga, mühür.
pîder (ıı.) Harf, yazı.
piçette- Damgalamak, mühürlemek.
pîderle- Noktalı, benekli dikmek.
piçettîg s. Mühürlü, damgalı.
pîdelep tîkken çîk noktalı dikilmiş
pîçîk 1. Okuma yazma, pîçîkke ügret- dikiş.
okuma yazma öğrenmek, pîçîk
pîderlîk s. Harfli, alfabeli, yazılı, altın
pîlbes okuryazarlığı olmayan,. 2.
izernîn hamaanda altın pîderlîk
Kitap. 3. Mektup: "Pastağı köölenîs
pastır altın eyerin kaşına altın harfli
pîçiinîh / Tirlep, konvertin
yazı yazılmış.
çapsırğan."'M. Bainov (İlk aşk mek­
tubunu / Terleyip, zarfını kapatmış.) pîdet- Kirletmek, pisletmek.
pîçîk pas- mektup yazmak. 4. Do­ pîdi zf. Böyle, bu şekilde: "Pir dee nime
k ü m a n , basılı kağıt. 5. Yazı: "A çibinçezıh, pîdi haydi çazılıp
Ninnen çoğar ide, uluğ-uluğ haya­ alarzıh." V. Şulbayeva (Hiçbir şey
larda, purunğıda pîzeen pîçîkter yemiyorsun, böyle nasıl iyileşirsin.)
taap altırlar."G. Kazaçinova (Fakat pîdîcîn Ağaç kökünden yapılmış ip.
Nin'den yukarı, büyük büyük kaya­ palgacan pîdîcîn bağlama ipi.
larda, eskiden yazılmış yazılar bul­ pîdîr s. Pürtüklü, pürüzlü.
muşlar.)
pîdîrey- Pürüzlenmek, pürtüklenmek:
pîçîkçî Okuryazar. Pîçîkçî k î z î künge "Cazı ortızındağı kizek çurtıcah
tööy, pîçîk pîlbes kîzî tünge tööy. küske örtî oynaanına pîdireylp
Atasözü (Okuryazar güneşe ben­ körînçe." V. Kobyakov ( Y a z ı orta­
zer, okuryazar olmayan geceye sındaki küçük yurt meltem esme­
benzer.) sinden pürüzlü görünüyor.)
pîçîrö Ekşitilmiş sütten yapılan peynir: pidjak Ceket, pidjak kis- ceket giymek.
"Pıçîrölîg ügüre haynatçan, pireede
pîdren s. Pürüzlü, pürtüklü. pîdren
it toğırabısçah." N. Tyukpiyeko
salaa pürtüklü dal, budak, holları
(Piçirölü çorba kaynatmış, bazen
pîdren elleri pürüzlü.
de et doğramış.) krş. püçüre.
pig 1. Bey. 2. Bürokrat. 3. Müdür, direk­
pida Belâ, felâket, afet: "Pida, haydi tör.
çurtağlacan polcanmıs." V.
Şulbayeva (Felâket, nasıl yaşar o l ­ pii Kısrak: "Huzuruğı çoh piige tööy."
duk.) V. Şulbayeva (Kuyruksuz kısrağa
benzer.)
pîde- Kirlemek, pislemek: "Sala
mahzıri kîrlîg pladınan çısça, piilîg s. Kısraklı.
ulamoh tın pîdep." A. Kuzugaşev pik s. 1. Berk: "Pozı, haya üstünde pik
(Aceleyle kirli mendiliyle siliyor, da­ tur salğan." N. Nerbişev (Kendi, ka­
ha çok kirleterek.) ya üstünde berk durmuş.) Azaan
pik pas, haraan çîtîg kör. Atasözü
pîdel- Kirlenmek, pislenmek: "Pasha (Ayağını berk bas, gözün keskin
çirlerde itten sıhhan çılığa har görsün.) 2. Sağlam: "Hudaydah,
hayıla pifîp, pîdelgen pus çurtıbıs amir polcah, uyabıs pik
hahpazıcağın püdir salğan." A. turnan." V. Tatarova (Allahtan, evi-
pikte -364-
pîlbes
miz huzurlu i d i , yuvamız sağlam pîlerzîfi. - Atasözü (Atın çeviğini
kaldı.) Sağızin pik tut, filîn hısha yol gidersen bilirsin, insanın iyisini
tut. Atasözü (Aklını sağlam tut, sö­ yola çıkmadan anlarsın.) çurtas
zünü kısa tut.) molat oshas pik çe­ pîl- hayatı anlamak. 2. Bilmek:
lik gibi sağlam. 3. Güvenilir, emni­ "Vaska, sin pîledîrzîh me kemdir
yetli. 4. Pek, çok: "Çe huba anda?" A. Kuzugaşev (Vaska, sen
haraçhaylarğa pik le îzenerge biliyor musun kim oradaki?) Obal
Tkîncîleen." N. Domojakov (Fakat çohta, nanemi pîl polbassın;
boz kırlangıçlara çok güvenmesin­ hıyal çohta, honcıhtı pîl
den şüphelenmiş.)
polbassın. Atasözü (Kötülük yok­
pikte- 1. Berkitmek, sağlamlaştırmak: ken, dostunu bilemezsin, belâ yok­
"Pllgen anzı çüreende Piktep ken, komşunu bilemezsin.)
çonnan çazırça." M. Kokov (Biliyor ügrenmezen, nime pîibessîn ö ğ ­
onu yüreğinde / Berkitip halktan renmezsen, bir şey bilmezsin. îkî
gizliyor.) 2. Kapatmak, kilit altına
aymah tîlnî pîl- iki farklı dil bilmek.
almak zamoknan piktep sal- kilit
nime iderîn pîlbin- ne yapacağını
altına almak.
bilmemek, horğıs pîlbes korku
pikteg 1. Berkitme, sağlamlaştırma. 2. bilmez, korkusuz, haydan pîlîm ne­
Kapatma, kilitleme. reden bileyim. 3. Tanımak: "Çornap
pikteglîg s. Kapalı, kilitli: "Ol ibînde çoh lliskecektî pîlceh." İ. Kotyuşev
pol parğan: îzîgî pikteglîg (Çornap, İliskecek'i tanıyormuş.)
turçathan." İ. Kotyuşev (O evinde pîlbes bilmez, bilgisiz, anlayışsız.
yokmuş, kapısı kilitli duruyor.) kem pîledîr kim bilir!.
piktegde Hapishanede, mahkum. pil (ı.) 1. Bel: "Paskirnîn pilin îkî harçi
piktegde odırça hapishanede yatı­ hurçan salğan çîbek hurinin
yor. çaçahtarı." İ. Kostyakov (Paskir'in
piktel- 1. Berkimek, sağlamlaşmak. 2. belini iki kat kuşayan ipek kemerin
Kilitlenmek, kapatılmak. püskülleri.) pilî niskecek beli ince­
pikten- 1. Berkimek, sağlamlaşmak: cik. Pis kîzînîn pilî pîr. Bilmece, el
"Çalğıs Pacah la, piktenfp alıp, ve parmaklar (Beş kişinin beli bir.)
obıras alnında tîstenektengen." M.
2. Bel (dağda): "Türce polarman,
Kokov (Sadece Pacah, kendini sağ-
lamlaştırıp, ikon karşısında dizleri Tarğı çul pilîn traktör aza tüsken."
üstüne oturmuş.) 2. Kilitlenmek, M. Kokov (Çok geçmeden, Türgı
kapatılmak. Çul belini traktör aşıp inmiş.) harlığ
sınnarnın pilî karlı zirvelerin beli.
piktes- (birlikte) Sağlamlaşmak, berki­
3. Bel, belle ilgili pil orhazı bel o­
mek. 2. Kilitlenmek, kapatılmak.
muru.
piktet- 1. Berkittirmek, sağlamlaştırmak.
2. Kilitletmek, kapattırmak. pil (ıı.) zool. Taymen, bir alabalık t ü r ü .
piktîg s. Kilitli: "Kilzem ne îziin piktlg." pila Testere, bıçkı, hol pilazı el testere­
V. Şulbayeva (Her geldiğimde ka­ s i , mehaniçeskay pila motorlu hı­
pın kilitli.) zar.
pîl- 1. Anlamak: "Mişa ağanı ödlr pîlbeeçîk Bilmez gibi davranma.
salğannarın pîlîp alğan." A. pîlbeecîk pol- bilmezlikten gelmek.
Kuzugaşev (Mişa ağayı öldürdükle­ pîlbes s. Şuursuz, bilincini kaybetmiş:
rini anlamış.) Attın ibegîn çol "Arina Petrovnanıh pazınah
parçatsan pîlerzîfi, kîzînîn pîlbeste çathan palanın suhsirı
Çatısızın çol parar alnında paza hızıcahtıh, ür nimeste suhsap,
pîldîr
-365- pîlet

sala mayıh parbaanı sıhpaan." N. pîldîstîg s. Açık, sarih: "Anzı, onsti


Domojakov (Arina Petrovna'nın ak­ oshas, sarığ sastığ, çe abahay
lından bilincini kaybederek yatan tegîlek ah sırayınan paza çitig hoor
çocuğun susaması ve kızcağızın harahtarınan hakas polçathanı
susayıp çok yorulması çıkmamış.) ikîncîlecee çoh pildistig." I.
pîldîr- 1. Bildirmek, belli etmek, haber Kotyuşev (O, Rus gibi sarı saçlı, fa­
vermek: "Halın toğıs toozılğlabıstı / kat güzel ak yüzünden ve keskin
Holğa niigî plldfrçe / Hazır ayas kahverengi gözlerinden Hakas o l ­
sooh polğlabıstı / Hara pulut duğu şüpheye yer bırakmayacak
hoyıpça." A. Topanov (Yoğun iş b i ­ şekilde açık.)
tiverdi / Kola hafifliği belli oluyor / pîle- Bilemek, keskinleştirmek İspeske
Sert ayaz soğuk oldu / Kara bulut çoohtaba, çîtîbestî pîlebe. Atasö­
koyulaşıyor.) Çahsı at hulunda zü (Dinlemeyene konuşma, kesme-
körînçe, çahsı kîzî kîçîgde yeni bileme.)
pîldîrçe. Atasözü (İyi at kulunken
pîle Bileği krş. pilö.
belli olur, iyi kişi küçükken belli o­
lur.) 2. Hisssetmek, duymak: "Sidik pîleek- Üşümek, donmak.
çalğızaan pararğa, Kolkanıh çooğın pîlees Donuk, mat. barağı pîlees gözleri
istîp, horğıstığ pîldirîbîsken." A. donuk.
Kuzugaşev (Yalnız gitmek zor, pilege Hediye, armağan, pignîn îzîgî
Kolka'nın konuşmasını dinlediğin­ pik îzîk, pilege parda pos îzîk be­
den içine korku düşmüş.) 3. Gö­ yin kapısı kapalı kapı, hediyen var­
rünmek: "Tanış nimes çiit ool ölig sa açık kapı.
çili pîldirgen." N. Domojakov (Ta­ pîlek 1. Bilek, e l : "Ol arada ir kîzî
nımadıkları genç oğlan ölü gibi gö­ oolahtıh pîlegîndegî uzun haas
rünmüş.) çili pîldîr- gibi gelmek, hamcını kör salğan."N. Domojakov
gibi görünmek. (O sırada er kişi oğlanın bileğindeki
pîldîrbin zf. Sezdirmeden, belli etme­ uzun kayış kamçıyı görmüş.) 1. Bi­
den, bildirmeden. lekle ilgili, pîlek söögî bilek kemiği
pîldîre zf. Açık, belli bir şekilde, bariz: pileke bk. pilege
"Anın püdizî, azahtarının igirî pîlektees s. Bilezik.
Aydoğa hayda-da körgen çili pildim pîlektes Bileklik, bilezik, pîlektes kîs-
tüsken."V. Kobyakov (Onun duru­ bileklik takmak.
şu, ayaklarının eğriliği Aydo'ya bir pîlektös bk. pîlektes
yerlerde görmüş gibi açık gelmiş.)
pîlemdîk bk. pîlemek
pîldîrt- 1. Bildirtmek: 2. Belli etmek,
pîlemek Koyu ayran, katık.
farkına vardırmak: "Haydi
çobalğanın pildirtpin, ornınah tur pilen zf. Hazır: "Amdı anın ustağcaa
kilgen Iliskecek." İ. Kotyuşev (Nasıl nandırii pilen." S. Çarkov (Şimdi
acı çektiğini belli etmeden yerinden onun yöneticiye cevabı hazır.)
kalkmış Iliskecek.) hacan daa pilen her zaman hazır.
pray nime pilen her şey hazır.
pîldîrte zf. Anlaşılır, açık.
pîles (ı.)Günün çalışılan zamanı, mesai.
pîldîs Belli, bilinen, açık, ortada: "Kem
irtengî pîles sabahki çalışma za­
kemnî naarça pîldîzi çoğu." İ.
manı.
Topoyev (Kim kimi yıkıyor belli de­
ğil.) pîldîs çoh belirsiz. pîles (ıı.) Donuk, mat krş. püles.
pîlet bot. (genç) Dağ servisi.
pilete -366-
pıon
pilete- Hazırlamak, tedarik etmek odın talaydan daa çalbah, pîlîs tağdan
pilete- odun hazırlamak. daa uluğ. Atasözü (Fikir denizden
piletek Hazırlık, tedarik. de geniş, bilgi dağdan da büyük.) 2.
Anlama, anlayış, kavrayış.
piletel- Hazır olmak, tedarik edilmek.
pileten- Hazırlanmak, tedarik edinmek. pîlîs- Bilişmek, tanışmak. Püür
kispeen köl par b a , pîlîspin
piletes- Birlikte hazırlamak, tedarik
ösken kîzî par ba? Atasözü (Kurt
etmek.
geçmeyen göl var mı, tanışmadan
piletes Hazırlama, tedarik. büyüyen kişi var mı?)
piletet- Hazırlatmak, tedarik ettirmek.
pîlîstîg s. 1. Bilgili, malumatlı. 2. Açık,
pîlgî Belgi, i m , işaret. anlaşılır, sarih, pîlîstîg nimes sös
pîlîg (ı.) 1. Bilgi, bilim. 2. Bilme, öğren­ anlaşılmaz söz. 3. Anlaşılır, açık.
me.
pikle Çatal.
pîlîg (ıı.) Kesici veya batıcı alet, silâh.
piikîncek 1. Gövdenin arka kısmı. 2.
pîlîgcî s. Erbap, ehil, bilgiç: "Abanah, Kuyruk sokumu, hara înektîn
pîlîgcî kîzî polğan." F. Burnakov
pilkîncegî ah kara ineğin kuyruk
(Abanah, bilgiçlik taslamış.)
sokumu ak. 3. Önlük, göğüslük.
pîlîksîre- Bilmek istemek.
pilot Pilot: "Pîlîp, maşinanı al çörçeler /
pîlîn-1. Bilmek Ala saashan aaldan sıh
Pîstîn sovetskay pilottan" M.
polbinça, izîrîk ir ibîn pîlînminçe.
Arşanov (Bilerek, uçağı uçuruyor /
Atasözü (Ala saksağan köyden
Bizim Sovyet pilotlar.)
çıkamaz, esrik er evin bilmez.) 2.
Hissetmek, farkına varmak: pilotaj Pilotluk, pilotaj. vısşay pilotaj
"Vaskaa îzîg polıbıshan, tamağında yüksek pilotaj.
hurupça, purnın paza naahtarın pilö Bileği taşı.
çımcılapçathan soohtı pîlînminçe."
pilteg Odun koyma, odun ekleme.
A. Kuzugaşev (Vaska'yı sıcak
basmış, boğazı kuruyor, burnunu piltet Paldımın yan kayışı.
ve yanaklarını ısıran soğuğu pilteglîg s. Odunlu. hazan pilteglîg
hissetmiyor.) 3. Kendini bilmek, i d ­ polcan kazanın altına odun konma­
rakinde olmak: "Sabis paza nime lı.
pîlînmeen." N. Domojakov (Sabis piltîr (ı.) Nehir ağzı: "Pu suğ hastada
başka bir şey hatırlamıyor.) söölîndîre çatçathan aal özen
piltîrîndegî hıspahtan pastalıp alıp,
pîlînçek Bilinç, şuur. pTlînçegî çoh şu­
suğ çolınca tolğalıp, indîre ileede
ursuz bilinçsiz: "Arina Petrovna,
çîrçee suğ suzıp, çızınçahtı ölleen, çalbah çayılıbısça." A. Çerpakov
anan anı pîlînçegî çoh oolnın ha­ (Bu nehir kıyısında uzanan köy ya­
mağına salğan." N. Doomjakov rın ağzındaki kıvrımdan başlayıp su
(Arina petrovna, kaseye su alıp, yolundan kıvrılıp, aşağı doğru ge­
havluyu ıslatmış, sonra onu bilinci nişleyerek yayılıyor.)
yerinde olmayan oğlanın alnına piltîr (ıı.) Alacalı, piltîr înek alacalı inek.
koymuş.)
pilyulya Hap, tablet.
pîlîs 1. Bilme, biliş, bilgi: "Pozınıh pözîk pingvin zool. Penguen.
pîlîzînen ügretçe uzun sastığ his." pintset Pens, pense.
V. Tatarova (Kendi yüksek bilgisiyle
pion bot. Şakayık çiçeği.
öğretiyor uzun saçlı kız.) Sağıs
pîreede

pioner 1. izci. 2. Piyonerle ilgili, pioner Çebodayev (Ben annemin yeni dik­
lagerî izci kampı, pioner otryadı tiği kalın yünlü koyun derisi paltoyla
izci grubu. oynadım.) pas-pirdîm biri için yaz­
dım, izen pir- selâm vermek, çahığ
pionerka Bayan izci.
pir- emir vermek, harğas pir- bed­
pionervojatay izci başı, oba başı. dua etmek, sös pir- söz vermek.
pîr s. Bir, 1. Çîdîktîg kızının çüs as pir- ürün vermek, çöp pir- öğüt
çazıh, âlğan kîzînîii pîr çazıh. A­ vermek, tavsiye etmek, nandırığ
tasözü (Kaybedende yüz hata, a­ pir-cevap vermek, sağba pir-
landa bir hata.) 2. Bir, aynı, benzer: sinyal, işaret vermek, habas pir-
"Ons taa polzın, pos kîzîlerî dee ortaklaşmak. polis pir- yardım et­
polzın -pirler."V. Kobyakov (Rus da mek, man pir- aman vermek, tının
olsa kendi insanları da olsa, aynı.) pir-canını vermek, hol pir- elini u­
3. Bir, herhangi bir: "Pîr ürde pabazı zatmak, tokalaşmak, paalağ pir-
Arınanı, ot tartarğa paran tip, değer vermek, at pir- ad vermek,
ad koymak.
hanaağa odırtıp alğan." N.
Tyukpiyekov (Bir akşam babası piramida Piramit, piramida püdîr- pira­
Anna'yı, ot çekmeye gidelim diye, mit yapmak.
arabaya oturtmuş.) pîr hatap bir pîrde zf. Bazen pîrde... pîrde ba­
defa, bir kere. pîr hati bir kez. pîr zen... bazen: "Anın ayastığ,
nime bir şey. pîr dee nime hiçbir aldanıstığ tabızı pîrde istîlîp, pirde
şey. pîr dee hiçbir, hiç: "Mağaa kip- istîlbin parıbıs turadır."V. Kobyakov
azah taa pirbinçe pîr dee." V. (Onun acınacak, yalvarışlı sesi ba­
Kobyakov (Bana elbise de vermiyor zen duyuluyor, bazen duyulmaz o­
hiç.) pîr dee çoğıl hiç yok pîr dee luyor.) pîrde ol an çîli ulupça, pir­
nime albaandır hiçbir şey alma­ de ças pala çîli ılğapça bazen
mış, pîr le herhangi bir, sadece. vahşi hayvan gibi uluyor, bazen
pîr ie atnan sadece bir atla. pîr bebek gibi ağlıyor.
mun b i n . pîr mun çarım bin beş pîrdeezî zm. Hiçbiri.
yüz. pîr ünge bir ağızdan, hep bir­ pirdîr- Verdirmek.
likte söylemek, pîrden-pîrden birer pirdîrt- Verdirtmek.
birer, pîrsî pîrsîne birbirine, pîr pireçî Verici, veren.
tööy benzer. pîree s. Bir, herhangi bir: "Pîree hulun
pir- 1. Vermek: "Kustuk pirer polğan kip- ma, çabağa ba ana-nimee kîrîp, a­
azahtı am daa pirbinçe." V. lay çîdîp pe noo parza, annan çahsı
Kobyakov (Kustuk, verecek olduğu la kün körceen çoğıl." V. Kobyakov
giyim kuşamı hâlâ vermiyor.) (Bir kulun veya tay bir yere girse
Çazıda püür honıh pirbes, aalda veya kaybolsa ondan sonra güzel
pay tıs pirbes. Atasözü (Ovada gün göremezsin.) pîree kniganın
kurt gece geçirtmez, köyde zengin ornına pasha kniğa alıp alarga bir
huzur vermez.) 2. Tezlik veya baş­ kitabın yerine başka kitap almak.
kası için bir şey yapmak anlamında pîreede zf. Bazen, arada bir, ara sıra:
yardımcı fiil olarak kullanılır: "Ol pîreede, köök kiinîn arazında
"Çabustın harahtarı köglîg poia çayğan suğnın ortızında turğan çîli,
pirgen, pozı külînlbîsken." V. körînîbîsçe." V. Kobyakov (O arada
Kobyakov (Çabus'un gözleri neşe­ bir, guguk kuşunun göğün ortasına
lenmiş, kendisi gülümsemiş.) "Min yayılan suyun ortasında kalması
/nem naa la tik pirgen halın tüktîg gibi görünüyor.) ol pîreede pîsser
hoy teerîzî tonnığ oynaam." M. kîredîr o bazen bize girer.
8-

pîree-pîree tekr. zf. Bir bir, birer birer: (Bizim orada da öyle köpekler, Par­
"Anın harahtarının cazı pîree-pîree tizanlara katılıp, bazıları dağa çık­
çıltınnazıp sıhhlapça." V. Kobyakov mışlar, -Yakın konuşuyor.) Arağanı
(Onun gözyaşları bir bir parlayıp amir îzîner, apsahtığ ipçîden
dökülüyor.) pîrîkpefier. Atasözü (İçkiyi sakin i­
piregen 1. Hanımın ağabeyinin eşi. 2. çiniz, evli kadınla birlikte olmayı­
Büyük amcanın oğlunun eşi. 3. Ha­ nız.) İkî çabal pîrîkîp çurtaza,
nımın büyük kız kardeşi. 4. Hanı­ tabıstığ polcan; hosti
mın annesinin büyük kız kardeşi. honcıhtarğa curt çoh polcan. A­
pirel Vergi, haraç, hara k î s t î sohsam, tasözü (İki kötü bir araya gelip ya-
hanğa-pige hayral- pire! şasa patırtılı olur, yakın komşulara
salcanmın kara samuru öldürür­ yaşamak haram olur.) Iğıros izer at
sem, hana beye haraç gönderirim. bulağına tıs pirbes, îkî çabal pîrîk
parza, il çonğa çadığ pirbes. Ata­
pîrer s. Birer: "Ol pazoh pîrer hatap sözü (Gıcırdayan eyer at kulağına
sıraylarına hamcınan rahat vermez, iki kötü bir araya gel­
saphlabıshan." V. Kobyakov (O y i ­ se, halka yatı vermez.)
ne birer kez yüzlerine kamçıyla
vurmuş.) pirîk Aşılmaz, geçilmez (yer.)
piret 1. Ambar kapısının üstündeki raf. pîrîktîr- Biriktirmek, bir araya getirmek,
2. Evlerde tavana yakın yapılan toplamak: "Pîrîktîrgen irke mallar /
tahta yataklık. Pir hazaadan sıhçalar / Prayzı könî
gazı, pükser / Pik azıralğa parça­
pîrge zf. Birlikte, beraber: "Pîrge çurtap,
lar." P. Ştıgaşev (Toplanan güzel
kün alıp / Pîlbespîs, teen, çobağnı."
mallar / Bir ahırdan çıkıyorlar /
M. Kokov (Birlikte yaşayıp gün ge­
Hepsi doğruca yazıya, çayıra / İyi
çirip / Bilmeyiz, dedi, acıyı.)
otlanmaya gidiyorlar.)
pîrger zf. 1. Beriye, buraya, pîrger tur
yana çekil! 2. Öteye: "Paskir, çoo pîrîktîrîs Biriktiriş, bir araya getiriş.
tannğan çili, pîrger aylana, pîrîktîrîstîg s. Birleştirilmiş.
hanaadan tüzîre segîrgen." I. pîrîktîrîstîg soyuz gr. Bağlama edatı.
Kostyakov (Paskir, çok sinirlenmiş pirîl- Verilmek: "Irge küsten pirîlcenmîs."
gibi, öteye dönüp, arabadan inip
M. Kokov (Kocaya zorla verilmişiz.)
koşmuş.)
pirîlgî padej gr. Yönelme hâli.
pîrîgîl- Birikilmek, bir araya gelmek.
pirîn- Verilmek.
pîrîgîlgen s. Birleştirilmiş, bir araya
pîrîncî s. Birinci, ilk. pîrîncîzînde ilk
getirilmiş.
olarak.
pîrîgîs Birikme, bir araya gelme.
pirîs- Verişmek, birlikte vermek.
pîrîgîs- Birikilmek, toplanılmak.
pirîs 1. Verme, veriş. 2. Verim, pirîs çoh
pirîk s. Zor, çetin: "Ahtarbınan atıshabıs,
-tidir Çabus, tın pirîk, çurtas aarlığ." verimsiz, alıs-pirîs alış veriş.
V. Kobyakov (Beyazlarla çatıştık, pîrler s. Aynı, benzer.
demiş Çabus, çok zor, hayat ağır.) pîrles- Birleşmek, bir araya gelmek:
pirîk çar derin uçurum, yar. pirîk "Aleksey Dmitriyeviçnen pîrles
tashıl yalçın zirve, çorığı pirîk pol- parğazın." V. Şulbayeva (Aleksey
yolu geçilmez olmak. Dmitriyeviç'le birleşmişsin.)
pîrîk- Bir araya gelmek, birleşmek, pirog Börek, tadılığ pirog tatlı börek.
katışmak: "Pîstîn arada daa andağ palıhtığ pirog balıklı börek, ittîg
adaylar, partizannarğa pîrîgîp,
hayzı tayğaa sıhhlap parğannar,- pirog etli börek.
Yakın çoohtap tur." V. Kobyakov pirojnay Pasta.
-3 -
pıze
pîrsî zm. 1. Biri. köpternîn pîrsî çoğun pîske Balık ağı örmekte kullanılan ağaç
biri. pîrsî pîrsîneh birbiriyle, olar iğne.
pîrsî pîrsînen surdılar onlar birbi­ pis'mennost 1. Yazı. 2. Yazılı, yazılmış.
rine sordular. 2. Diğeri, pîrsî:
"paran" tîpçe, pîrsî: "çadafi" tip­ pis'mo Mektup: "Hığır, aca, pu
ç e . Bilmece, su ve taş. (Biri: "gide­ pismoru." V. Şulbayeva (Oku ağa­
lim" diyor, diğeri: "yatalım" diyor.) bey bu mektubu.) pis'monı
konvertke suh salarğa mektubu
pîrsînde zm. Bir defa, bir keresinde, bir
zarfa sokmak, pis'mo a l - mektup
gün: "Pîrsînde hıshıda, uluğ soohta,
minîn pabamnı Yakın toğısha almak, pis'mo ıs- mektup gönder­
sürîbîsken." V. Kobyakov (Bir gün mek, zakaznoy pis'mo taahhütlü
kışta, sert soğukta, benim babamı mektup, açıh pismo açık mektup.
Yakın işe göndermiş.) pisatel' Yazar: "Minîn hada ügrengen
pirtîk Sakatlık, (kırık, çıkıkla ilgili.) arğıstarım pisateller, s.ablığ artister,
pirtîktîg s. Sakat, özürlü. uçenaylar." V. Şulbayeva (Benim
birlikte öğrenim gördüğüm arkadaş­
pirtîn- Vücutta bir organ çıkmak, bur­
larım; yazarlar, sanatçılar, bilim a­
kulmak.
damları.) sablığ pisatel' ünlü ya­
pîr-tööy tekr. Benzer, aynı. zar.
pîs (ı.) zm. Biz: "A kim pîske açınğan?
pîsteldîr- Sivriltmek: "Çorğa pora at, îkî
Çoohta, kem?" V. Şulbayeva (Peki
hulahtarın pîsteldîrîp, anan na küs
kim bize acıdı? Söyle kim?) Çarğıcı
pîske ülüs nimes pîspîs ülüstîn salğan." V. Kobyakov (Yorga bora
eezî. Atasözü (Yargıç bize kader at, iki kulağını sivriltip, sonra ayak­
yazmaz, kaderimizi yazan biziz.) larıyla yeri eşelemiş.)
pîstîn bizim, pîske bize. pîstî bizi. pistîg s. Beşinde, beş yaşında, palam
pîsten bizden, pîsser bize (doğru). pistîg çocuğum beş yaşında.
pîsnen bizimle, pîsteg bizim gibi. pistolet Tabanca.
pîske çoohta- bize söyle, pîsti b i ­ piston Ateşleme kapsülü, kapsül.
zimki, pîsnen hada bizimle birlikte.
pîsteg bizim gibi. pît Bit. Çabal tonnın pîdî açığ, çabal
kîzînîn tîlî açığ. Atasözü (Kötü e l ­
pis (ı.) Beş: "Stenelerde, tîzen, Şarap bisenin biti acı, kötü kişinin dili acı.)
apsahtın pis oolğının portretterî." A. pîtte- Bitlenmek.
Çerpakov (Duvarlarda ise ihtiyar
pîttîg s. Bitli.
Sarap'ın beş oğlunun portreleri.)
Pis aday pîr înde çurtaçalar. Bil­ pituk zool. Horoz: "Min hızıl çalaalığ
mece, eldiven parmakları (Beş kö­ pitukpın / Min tapsazam, prayzı
pek bir inde yaşıyor.) ushunça."N. Tinikov (Ben kızıl ibikli
horozum / Ben ötünce, herkes uya­
pîs (ıı.) 1. Biz, ucu sivri alet Pîstî hapta nır.) krş. petuh.
cazır polbassın. Atasözü (Bizi ç u ­
valda saklayamazsın.) 2. Keskin pivo Bira. pivo haynat- bira yapmak.
pıçah p î z î bıçak keskinliği. 3. Sivri: piyavka zool. Sülük, piyavka tıırğıs-
"Sarığ tay, pîs hulahtığ, nınmah sülük koymak.
sağ ı rliğ, tört çastığ mal." N. piye Kısrak, krş. pii
Domojakov (Sarı tay; sivri kulaklı,
pîye sag. Demin, az önce. krş. paya
yuvarlak sağrılı, dört yaşında hay­
van.) pîyeğî sag. Deminki, az önceki, krş.
payağı
pis (ıı.) Soba. timîr pis demir soba.
pîze- 1 . Bilemek, keskinleştirmek 2. mec.
pis çüs Beş yüz.
Sivriltmek: "Sınap taa, noyma sîrer
-370-
pizîben plis
anda ffllermnî le pîzepçezer." V. as-tamah timnep çörçe." V.
Şulbayeva (Gerçekten d e , niçin siz Kobyakov (Onun annesi, yepyeni
orada sadece dillerinizi sivriltiyor­ ipek gömlek giyip, ipek şal atıp, ev­
sunuz.) 3. Taşa yazı yazmak, kak­ de yiyecek yemek hazırlıyor.) 2.
mak: "Ninneh çoğar ide, uluğ-uluğ Mendil: "Sala mahzıri kîrlîg
hayalarda, purunğıda pîzeen pladınan çısça, ulamoh tın pidep."
pıçîkter taap attırlar." G. A. Kuzugaşev (Aceleyle kirli mendi­
Kazaçinova (Nin'den yukarıya, b ü ­ liyle siliyor, daha çok kirleterek.)
yük büyük kayalarda, eskiden ya­ platforma Plâtform, küçük istasyon.
zılmış yazılar bulmuşlar.)
platina Platin.
pizîben El kantarı.
platsdarm Harp alanı, muharebe alanı.
pizîk Beşik: "Sarığ tonnığ çılğı hadarçızı
platskarta Y e r numarası makbuzu.
at üstünde, uluğ pizîktegî çili,
acıdı la tüs halğan." V. Kobyakov platskartalığ s. Numaralı, plastkartahg
(Sarı paltolu yılkı çobanı at üstün­ vagon numaralı vagon.
d e , büyük beşikteki gibi sallanıyor.) plattığ s. Şallı, boyun atkısı olan:
pizîncî s. Beşinci, pizîncî klass beşinci "Alnınzartın aylanğan pır hoos
sınıf. plattığ ipçî." A. Çerpakov (Önüne
dönmüş bir desenli şal tekmış ka­
pizölen zf. Beşi birlikte. dın.)
plakat Pankart, levha. plebistsit Plebisit.
plan 1. Plân: "Süt hozılar ornına plege Matara, arağalığ plege içki ma­
hızırılça, itten plan tolbinça." V. tarası.
Şulbayeva (Süt artacağı yerde aza­
lıyor, et planlandığı kadar plemennoy s. Damızlık, plemennoy
üretilemiyor.) plan çoh plânsız, pis puğa damızlık boğa.
çılnın planı beş yıllık plân. 2. Plân­ plemya Kabile, boy.
la ilgili. plen Esirlik, esaret, plenge kîrgen k î z î
planerizm Plânörcülük. esir düşen kişi.
planeta astr. Gezegen, seyyare. plenemay s. Genel, umumî, ptenernay
zasedanie genel oturum.
planetariy Plânetaryum.
plenum Genel toplantı. obkomnın
planna- Plânlamak, toğıstı planna-
plenumı bölge komitesinin toplan­
işi plânlamak.
tısı.
plannığ s. Plânlı.
pleset Oyun, dans: "Kögfıg muzıka
planovik Plâncı. oynadıbısça, irinine plat tastabısça,
plantatsiya Büyük çiftlik, tarla, çaynay holların caza tastap, pleset sal
plantatsiya çay bahçesi. sıhça."\J. Şulbayeva (Neşeli müzik
planyor Planör. çalıyor, omzuna şal atıyor, kollarını
yayıp dans etmeye başlıyor.)
plastır' tıp. 1. Y a r a yakısı. 2. Palet.
plastik Plâstik. pleten Çit, parmaklık: "Siden pletenînîn
ağbay turğan sırıptarı." A.
plastika Plâstik sanatlar. Kuzugaşev (Çit parmaklıklarının
plastinka Levha, plâk. ağaran çubukları.)
plastmassa Plâstik madde. plevrit Satlıcan, göğüs zarı iltihabı.
plaşç Yağmurluk, rezina plaşç muşam­ pline Rus yufkası.
ba yağmurluk. plis Pli, kırma: "Şarap apsah sovhoz
plat 1. Baş örtüsü, şal, boyun atkısı: fermazınıh uzançıları: it pirgen ibîre
"Anın JcezJ, nap-naa torğı kögenek hara plisteh hazabıshan homdıda
kizip, torğı plat tartınıp, ibînde çır
-371 -
plita podpisçik
çathan."A. Çerpakov (İhtiyar Şarap çügürgenner." \. Topoyev (Leva'yla
sovhoz çiftliğinin yöneticilerinin yap­ Sanca köyün ortasındaki
tığı, çevresi kara pliyle süslenmiş postahaneye doğru koşmuşlar.) 2.
tabutta yatıyor.) Posta poçtaca pis'mo ıs- postayla
plita Kaldırım taşı. mektup göndermek.
plomba Kurşun mühür. poçtal'on Postacı, müvezzi.
plombala- Kurşunla mühürlemek. poçtamt Posta merkezi, postahane.
plombalığ s. Kurşunla mühürlenmiş. poçtovay s. Posta ile ilgili, poçtovay
plombir Dondurma türü. marka posta pufu. poçtovay
ploskost' mat. Düzlem, ploskost'tağı harçah posta kutusu.
liniya mat. doğru çizgi. poçyot Şeref, poçyot doskazı şeref
pioşçad' Meydan: "Vaska ploşadha
levhası.
çitken."A. Kuzugaşev (Vaska mey­
dana ulaşmış.) çon ploşçad'sar poçyotnay s. Onursal, fahrî, poçyotnay
kürelîsken halk meydana hücum gremota fahrî diploma.
e t t i . hızıl pioşçad' Kızıl Meydan.
poçyottığ s. Şerefli, onurlu.
ploşçadka Alan, saha, meydan
pod'yezd Giriş, giriş kapısı, min îkîncı
samolyot odırcan ploşçadka ha­
va meydanı. podyezd'ta çurtapçam ben ikinci
plotina Bara], bent, su bendi. kapıda yaşıyorum.
plotnik Dülger, doğramacı. poddannay Uyruk, tebaa.
plyaj Plaj. poddanstvo Tabiiyet, uyrukluk.
plyonka Bant, film bandı, çoohtı podgotovitalnay s. Hazırlıkla ilgili.
plyonkaa pas sal- konuşmayı podgotovitalnay kiass hazırlık sı­
banda almak. nıfı.
plyus mat. Artı. podkoptığ s. Naili: "Kadustın pazına
plyuş Pelüş, pelür. kürcekfin tazılaanı hatığ çirde
podkoptığ at çorthandağı çili
plyuşç bot. Sarmaşık.
isfİlgen."U. Kokov (Kadus'un başı­
plyuşevay Pelüş, pelüşten, pelyuşevay
na küreğin çınlaması naili atın sert
palto Pelüş palto.
yerde koşması gibi işitilmiş.) krş.
pobah bk. poğo
podkovalığ.
pobıy Naz, cilve.
podkova Nal.
pobılan- Nazlanmak, cilve yapmak.
pobılanaaçı s. Nazlı cilveli, kaprisli. podkovalığ s. Naili.
pobılığ s. Nazlı, cilveli. podlejaşçay gr. Özne, fail.
poca Posa, t o r t u , as arağazmın podmaster'e Kalfa.
pocazı tahıl içkisinin tortusu. podnos Tepsi.
poç ünl. Oh!, Hey, Ay!: "Poç, sin, palam, podohodnay s. Gelir, podohodnay
tahpı nay tartpa." V. Şulbayeva
(Hey, sen yavrum, hiç sigara içme!) nalog gelir vergisi.
poçerk Yazı, el yazısı. podova At arabası.
poçop Çobanın ücreti. hoy podpaska Çoban yardımcısı.
hadarğanının poçobın pirgen ko­ podpilka Eğe.
yun çobanının ücretini vermek. podpisaf pol- İmzalamak.
poçta 1. Postahane: "Levanan Sanca
podpisçik Abone. gazetanın
aal ortızındağı poçtazar
polpisçikterî gazetenin aboneleri.
-372-
podpol'nay pogır

podpol'nay s. İllegal, gizli, podpol'nay hucaanzar." M. Bainov (Uzun ince


organizatsiya gizli teşkilat. bir yola çağırıyorlar / Şiirin hırçın
kucağına.)
podpol'ye İllegalite, gizlilik.
pogoda Hava.
podpolkovnik ask. Yarbay.
podrazdelenie ask. Küçük askerî birlik. pogon Apolet, ofitser pogonı subay
podsveçnik Şamdan. opoleti.
podşipnik Rulman, yatak. pograniçnik Sınır muhafızı.
podtyajka Pantolon askısı. pogreb Bodrum, süttî pogrebsar
poduska Yastık krş. poduşka. turğıs- sütü bodruma koymak.
poduşka Yastık: "Ol tabıstarnan hada poğ- 1. Boğmak. 2. (torba çuval ağzı)
külkee kir halğan riîske moyınnığ Bağlamak.
çügürîk harahtığ irennîn üstünzer poğana kız. anat. Birinci kaburga.
küs ödîkter, poduşkalar uçuhhlap
sıhhan," N. Nerbişev (O seslerle poğbah (ı.) Tırmıkta ağaç halka.
birlikte gülmeye başlayan ince bo­ poğbah (ıı.) Kaz veya ördek tüyünden
yunlu, keskin gözlü erkeğin üstüne yapılmış süs şeklinde küpe.
doğru deri çizmeler, yastıklar u­
çuşmaya başlamış.) krş. poduska poğda 1. Şişman, i r i . 2. Yiğit, cesur,
yaman. 3. Güzel, alımlı: "Aalcı kîzi,
podval Bodrum, mahzen.
ol arazına poğda adınah tüzîp,
podvodnay s. Su altı ile - ilgili.
şinefi ideen çayıldır çor." F.
podvodnaya kime denizaltı.
Burnakov (Misafir kişi o sırada a­
podvodnik 1. Denizaltında görevli. 2.
lımlı atından inip, kaput eteğini ya­
Dalgıç.
yıp yürüyor.)
poema Manzume: "Tan solbanmda
toğazığ poemadan üzîk."M. Bainov poğdarha Gurur, iftihar: "Saraashırnı,
(Tan Çoypan'ında karşılaşma, pray aalnıh poğdarhazın, ol hazna
manzumeden bölüm.) hazaazınah alğan polğan." N.
poet Şair: "Pasha çirden kilgen poetter Nerbişev (Sarı aygırı, bütün köyün
dee / Ağaa stihtarın çarıtçalar." V. gururunu, o devlet üretme çiftliğin­
Maynaşev (Başka yerden gelen şa­ den almış imiş.)
irler de / Ona şiirlerini sunuyorlar.)
poğdarha- Gururlanmak, kibirlenmek,
poetiçeskay Şiir, şiir şeklinde, şiirsel,
böbürlenmek.
manzum.
poezd Tren: 'Tabıraanda poezd poğdarhas Gururlanış, gururlanma,
parçatsa / Tağlar, suğlar, tayğalar / kibirlenme.
Tıplathan harahtı ashanca / Tur poğday- Çalım satmak, kurum satmak.
halçalar ay soonda." M. Arşanov poğı 1. Yığın, deste, pîr poğı ot bir
(Hızla tren gidince / Dağlar, ırmak­
deste ot. 2. Buket, demet, çoon
lar, ormanlar / Kırpılan gözü açana
kadar / Hemen arkada kalıyor.) poğı çahayah büyük demet çiçek.
poezd par- mec. Tren kaçmak, poğır- 1. Ezmek, boğmak, sıkıştırmak. 2
zamanı geçmek: "Külbe mağaa, . Bağlamak, eşyayı ağzından
Paynuş, minin poezdlm sıkıştırarak bağlamak, boğmak.
parıbıshan." V. Şulbayeva (Gülme poğır Pürtüklü, pürüzlü, eğri: "Çîkîm
bana Paynuş, ben treni kaçırdım.)
çamı hasti in parıbıshan çalğıs
poezdke odır- trene binmek.
azah çolnın üstü-altındağı poğır-
poeziya Nazım, şiir: "Toozılcaa çoh
çolzar hığırçalar / Poeziyanın hazır pağır haya-tastarğa urungli,
-373-
poğıra pol
salğahtala ahhlabısçathan." İ. pohtarğa Üst tarafı dar altı geniş ağaç
Kotyuşev (Sarp yarın kıyısından i­ kova. pohtarğanıh tübî kidegey,
nen patika yolun altı üstündeki pür- ahsı nîskecek "pohtarğa"nın alt ta­
rafı geniş, üst tarafı dardır.
tüklü kayalara taşlara vurarak dal­
galanıp akıyor.) pojaluy zf. Belki, belki d e .
pojaluysta Lütfen, buyurunuz,.
poğıra- Kıvrılmak, pürtüklenmek:
pojar Yangın, pojar uçur- yangın sön­
"Yağornın pezînen hacan daa ah ıs
dürmek.
poğırap turca." N. Nerbişev
pojarnay s. Yangınla ilgili, pojarnay
(Yağor'un sobasından her zaman
komanda Yangın söndürme ekibi.
ak duman kıvrılarak yükselir.)
pojarnik İtfaiyeci .
poğla- Paslanmak, küflenmek.
pok ünl. Oy, hey.
poğlağ Paslanma, küflenme.
pokas Yaramaz.
poğo (ı.) 1. Kursak. 2. Guşa, cedre.
poğo (ıı.) Boncuklarla işlenmiş kadınla­ pokos Çayır, çayırlık.
rın göğüslerinin üzerine taktıkları pokupatel' Müşteri.
süs eşyası, gerdanlık. pol Parke, döşeme, zemin: "Çe polca
poğolığ ( ı . ) S. Kursaklı. köleckeli tarapçathan sooh kii
poğolığ (ıı.) s. Poğo takmış, gerdanlık oolahtı tonnan pazoh ipti çabınarğa
takmış. küsteen." A. Kuzugaşev (Fakat,
zemine halkalanarak yayılan soğuk
poğor Ayakkabının çıkıntısı, ödîktîn
hava, oğlanı paltoyla daha iyi ör­
poğorı çizmenin çıkıntısı.
tünmeye zorlamış.) tas pol taş dö­
poğran- (at) Ağzında çiğnemek. şeme, pol töze- zemin döşemek.
poh Bok. ças palanın poğı bebek kaka­
sı, timîr poğı cüruf. pol- 1. Olmak: "körgem, anın pray idî
pus la oshas polğan."\l. Kobyakov
poh-söp tekr. 1. Pis. 2. Çöp, süprüntü,
(Gördüm, onun bütün vücudu buz
moloz. gibi olmuş.) Ölgen inek süttîg
poh-sah tekr. 1. Pis. 2. Çöp, süprüntü, polcan, ölgen k î z î çahsı polcan.
moloz. Atasözü (Ölen inek sütlü olur, ölen
pohayah 1. Çok çirkin. 2. Öcü, hortlak. kişi iyi olur.) harashı polcafi karan­
anda pohayah sinî tudıp alar ora­ lık olmuş. 2. Olmak, durmak. 3. -
da hortlak seni yakalar. ebil- yeterlik anlamında kullanılır:
pohça 1. Mide. palanın pohçacağın "Ol îcemnî hığırğan, pozı çalaastan
toldır saldı bebeğin karnını doyur­ polbin." V. Kobyakov (O, annemi
d u . 2. Torba, çoon malnın çağırdı, kendisi soyunamayarak.)
teerîzînen idil gen pohça büyük olar kil-polbaannar onlar geleme­
baş hayvan derisinden yapılan tor­ mişler. 4. -imek fiili yerine kullanılır:
ba. "Sin kemnîn palazı pol pardın, ay-
ool?" V. Kobyakov (Sen kimin ço­
pohçalığ s. Mideli. tolbas pohçalığ kîzî
cuğu idin, ay oğul? "Aspah ozarina
açgözlü, doymaz kişi. as parğan polğan." V. Kobyakov
pohla- (kalp) Vurmak, çarpmak, (Geçidin öte yanına aşıp gitmiş-
poh-pah tekr. ünl. Oh a h . miş.) 5. -dır anlamında yardımcı f i i l :
pohsaan bk. pohsığ "Sinin adın kem polcan? —Minin
pohsağ bk. pohsığ adım Çabus teen kîzî polça." V.
Kobyakov (Senin adın nedir? - Be­
pohsah 1. Çerçöp, süprüntü. 2. Pılıpırtı. nim adım Çabus'tur.) polar polbas
pohsahta- Çöp atmak. nime olur olmaz şey. polar polbas
pohsığ Çizme başının konçla birleştiği nimee tarınça olur olmaz şeye k i -
yer. 2. Halka.
poias -374- polotno

zıyor. polar! yeter, kafi, tamam. polis- Yardım etmek: "Aday adayğa
polğanı la her şey. polğan na her, polısça ba?" V. Kobyakov (Köpek
bütün. Erîncek kîzee polğan na köpeğe yardım mı ediyor?)
kün-pozırah. Atasözü (Erinen kişi­ polısçı Yardımcı: "Olarğa irîk çoh imcî
ye her gün, tatil.) türce polarman polısçızı polarğa kirek pot parğan."
çok geçmeden, hemen sonra, ür I. Kotyuşev (Onların mecburen dok­
dee polbin çok geçmeden, andağ tor yardımcısı olmaları gerekiyor­
daa polza öyle olsa d a . muş.)
polas Nahiye, kasaba: "Anın hırinan polızığ Yardım: "Polızığ kirek pîske." V ' .
polassar tari-tari çorıhnan hırıhça Şulbayeva (Yardım gerek bize.)
kazaktar iriip parğannar." A. praktiçeskay polızığ pratik yardım.
Kuzugaşev (Onun yanından nahi­ polızığa hığır- yardıma çağırmak.
yeye doğru dağınık dağınık giderek polızığ sös gr. edat. polızığ glagol
kırk kadar Rus geçmişler.) gr. yardımcı f i i l . polızığ tapsağ gr.
poldır- Oldurmak, yaptırmak, gerçekleş­ yardımcı ses. polızığ zalogı gr. iş­
tirmek: "Andada sağın, imcee in teş fiil.
kirek tuşta çarıh poldırarğa poligon Poligon, atış alanı.
hınçathan çîli, harashı közenektî poligrafiya Poligrafi, matbaacılık.
tobıra çalbıran sıh parçathan." İ. poligrafiya promişlennozı matba­
Kotyuşev (O sırada şimşek, doktora acılık sanayii.
en gerekli zamanda ışık vermek is­
ter gibi, karanlık pencereyi tama­ poliklinika Poliklinik.
mıyla parıldatmış.) polis Poliçe.
polisemantizm gr. Çokanlamlılık.
poleno Odun. puruğ poleno kuru odun.
politbyuro Politbüro, politik b ü r o .
polevod Ekincilik uzmanı.
politehniçeskay s. Politeknik.
polevodçeskay s. Ekincilikle ilgili.
polevodçeskay brigadalar ekinci­ politeizm Çoktanrıcılık.
lik ekipleri. politekonomiya Ekonomi politik, siyasal
polevostvo Tarlacılık, ekincilik. ekonomi.
poiğa- Sezmek, anlamak. politiçeskay s. Politik, siyasal, siyasî.
politiçeskay ködîrîm siyasî yükse­
polğaam 1. Sezgi, sezme. 2. Anlayış,
liş.
anlama. 3. Hafıza.
politika Politika, siyaset.
polğaamcıl s. Hafızası iyi.
politotdel Politik ş u b e .
polğaamna- Aklında tutmak, iyi dinle­
mek. politseyskay s. Polisle ilgili, polisiye.
politsiya Polis.
polğaamnığ s. Hafızası iyi. polğaamnığ
kîzî unutmayan, aklında tutan kişi. polk ask. Alay, askerî birlik.
gvardetskay polk muhafız alayı.
polğağın Bellek, hafıza.
pol'ka (ı.) Polonyalı kadın.
polıl- Olunmak, yapılmak.
pol'ka (ıı.) Polka dansı.
polılğı bk. polis (ı.)
polkovnik ask. Albay.
polis (ı.) 1. Oluş, o l g u . 2. gr. İsim.
polkovodets ask. Başkomutan, başbuğ.
polis (ıı.) Yardım: "Ot kîzî polis pirgîdek
oshas potadır." V. Kobyakov (O kişi polojenie Durum, hâl, vaziyet
yardım edecek gibi görünüyor.) mejdunarodnay polojenie ulusla­
Uluğlarğa orın pir, kîçîglerge rarası durum, voenney polojenie
polis pîr. Atasözü (Büyüklere yer savaş hâli. sotsialnay polojenie
ver, küçüklere yardım et.) sosyal durum, içtimai vaziyet.
polotno Keten, torğı polotno ipekli.
-375-
polpred poosta
polpred 1. Delege, murahhas. 2. Elçi. poom (ıı.) 1. Demet, bağlam.
polpredstvo Elçilik. köbîrgenîn poomı yabanî soğan
pol'skay s. Polonya, Polonyayla ilgili. demeti. 2. (bir) Kucak.
pol'skay tîl Leh, Polonya dili. pooma tıp. Sibirya yarası, poomadan
poluşubok Gocuk, poluşubok kis- hırılğan malnın teerîzîn
gocuk giymek. soydırbacan Sibirya yarasından
ölen hayvanın derisi yüzdürmemen.
polyak Leh, Polonyalı.
poomna- Demetlemek, buket olarak
poiyarnay s. Kutupla ilgili, polyarnay almak, destelemek, orğahnan as
ekspeditsiya kutup araştırma gezi­
kizîp poomnirğa kirek orakla ekin
s i , polyarnay zona kutup bölgesi.
biçip destelemek gerek.
polyarnay tasha zool. Kutup baykuşu. poomnığ s. Demetlenmiş, buket yapıl­
polyarnik Kutup kaşifi. mış, destelenmiş..
polyus 1. Kutup, yujnay polyus güney pomol Öğütme.
kutbu, severnay polyus kuzey poon (ı.) 1. Eklem, mafsal, poom
kutbu. 2. fiz. Kutup î k î polyus iki hathan ir pala eklemleri sertleşmiş
kutup. erkek çocuk.
polza bağ. Eğer, şayet. poon (ıı.) Çocuk zarı, bebek doğduğun­
pomeşçenie Lokal, bina, lojman. da üzerinde bulunan zar.
pomeşçik Büyük çiftlik sahibi. poon- Kendini asmak. krş. moon-
pomidor 1. Domates, pomidorlar pis pooncah (ı.) Düğüm, pooncahtı sis-
parğan domatesler olgunlaşmış. 2. düğümü çözmek.
Domatesle ilgili, pomidor suu do­ pooncah (ıı.) Kötü ruh. pooncahtarnı
mates suyu. ham hamnap, piltîrî çoh hara
pomol Öğütme, unah pomol unı ince suğa tüzîrcen kötü ruhları Kam
öğütülmüş un. kamlayarak, kavşağı olmayan kara
ponedel'nik Pazartesi. suya dökmüş, pooncahha pastır-
kötü ruhlar tarafından öldürülmek.
pooh sag. Gözün iç açısı.
poolbah (ı.) 1. Düğüm. 2. Kalın, şişkin. poondır- Kendini astırmak.
poolbah (ıı.) 1. İçerik, muhteva. 2. An­ poonnığ (ı.) s. Eklemli, mafsallı, boğum­
lam, mana. l u , üs oonnığ ah ot üç boğumlu ak
ot.
poolbahtığ (ı.) s. Zengin, muhteviyatlı.
poolbahtığ mmah zengin masal. poonnığ (ıı.) s. Zarlı, zarı bulunan be­
bek, pala poonnığ törîptîr çocuk
poolbahtığ (ıı.) s. Düğümlü, poolbahtığ
zarıyla doğmuş.
çîp düğümlenmiş ip.
poorsah 1. Yağda kızartılmış küçük
poolcah Düğümcük, düğüm.
hamur yiyecek. 2. Puf böreği. 3. Et
poolta 1. Engel, mania. 2. Olay, vaka. 3.
suyuyla pişirilmiş, poorsah ügre et
Konu, mevzu, nımahtın pooltazı
suyuyla pişirilmiş çorba.
masalın konusu.
poos (ı.) Bağlama, takı takma, sas poos
pooltalığ s. 1. Olaylı, vakalı. 2. Maceralı,
serüvenli. nımahtın ucı-pazı uzun bağlanmış saç. nincî poos incilerle
polzın, ortızında pooltalığ polzın süslenmiş süs. çaçah poos çiçek
hikâyenin başı sonu uzun olsun, or­ bağlamış saç.
tası maceralı olsun, poltalığ çol poos (ıı.) Gebe (hayvan), poos inek
maceralı yolculuk. gebe inek.
poom (ı.) Engel, mania. Huu Hattar poosta- Sararak bağlamak, boğazından
poom salçalar Cadılar (kahrama­ bağlamak: "Sol azaanda poostap
na) engel çıkarıyorlar. salğan, tahazı çoh çabal tuup ödfk,
poostaa -
porçana
on azaa çalaas." N. Domojakov cekle besliyor, pora-harabıs par,
(Sol ayağında sarılıp bağlanmış t o ­ çarir kuru yiyeceğimiz var, yeterli.
puksuz, kötü deri çizme, sağ ayağı porahat bot. Bektaşi üzümü.
çıplak.)
pora kürkü zool. Yaban tavuğu.
poostaa anat. (hayvanın) Boğazı, boğaz poral- Karışmak, katışmak: "Kolya, bay­
kısmı, mal sohhan kîzee sıyıhha dadır? - poral parğan tabısnan
poostaazın pirçeler hayvanı kesen surca." A. Kuzugaşev (Kolya nere­
kişiye hediye olarak boğaz kısmını de? - karışık sesle soruyor.)
verirler.
poralıs- Karışmak, katışmak: "On holının
poostan- (boğaz kısmından) Bağlan­ polğan çitinde harnan poralıs
mak: "Honaltah maymahtarın parğan." A. Kuzugaşev (Sağ kolu­
türeyınen kindir pağnan nun durduğu yer karla karışmış.)
poostanğlap salğan." V. Kobyakov poramdıh 1. Bulanık, poramdıh suğ
(Geniş çizmelerinin koncundan bulanık s u . 2. Mat, donuk.
kendir iple bağlayıvermiş.)
poramzıh bk. poramdıh
poputçik Yol arkadaşı, pozına poputçik poran- Kirlenmek, pislenmek, bulan­
körlep çör kendine yol arkadaşı mak.
arıyor.
poran s. Bulanık, kirli.
por (ı.) Eritilmiş yağın posası, hayah
porana Tırmık.
porınan hanaa çügettecen kay­
mak tortusuyla atlı arabayı yağlar­ poranala- Tırmıklamak.
lar. poranna- Bulanmak, kirlenmek, suğ
por (ıı.) Kil. ah por ak kil. porannap parğan su bulanmış.
porannat- Kirletmek, bulandırmak.
pora 1. Bora, boz, kır: "Sizindin me,
hozannar çayğızın pora teerilîg pora söök Avam, alelade halk.
polğannar, am hıshıda ah porasta- Bulandırmak.
tonnığlar." İ. Topoyev (Düşündün porastal- Bulanmak, bulaşmak, karış­
m ü , tavşanlar yazın boz renkli idi­ mak: "Arağaa porastal parğan
ler, şimdi kışın ak tüylüler.) 2. Bula­ Arkadiynîn harahtarınzar orta
nık, pora suğ bulanık su. pora körce." V. Tatarova (içkiye bulan­
adının soonan kır atın arkasından. mış Arkadiy'in gözlerine dimdik ba­
hara pora kara kır. ah bora ak kır. kıyor.)
pora- İlâve etmek, eklemek, katmak. porastan- Kirlenmek, pislenmek, bulan­
çayğa süt pora- çaya süt katmak. mak: "Çalğıs albığa la pöriimnen
poraan Boran, kar fırtınası: "Talaylar porastanğam." V. Tatarova (Biricik
kizire ırah siilîp / Harlığ poraannı samur börkümle kirlendim.) "Çe,
tobırça." M. Arşanov (Denizler ge­ porastanma, silibis, -çoohtanğan
çerek uzaklarda süzülüp / Karlı bo­ Timur, andar körip." İ. Topoyev
ranı yarıyor.) (Haydi, kirlenme, atıver, konuşmuş
Timur, ona bakıp.)
poraanna- Kar fırtınası esmek,
boranlamak, boran çıkmak, tashar porat Bora at.
püün poraannapça dışarıda b u ­ porbah 1. Kaz veya ördek tüyünden
gün kar fırtınası esiyor. yapılmış küpe, süs. has
poraatay zool. S e r ç e . porbağınan idîlgen ızırğa kaz
tüyünden yapılmış küpe. 2. Yumak.
porağ İlâve etme, ekleme, katma,
karıştırma. porbıy şor. Deri su kabı.
porağlığ s. Katışık, karılmış. porça Kurutulmuş yağ. porça ügre
pora-hara Yağsız, yavan (yiyecek). kurutulmuş yağ çorbası.
pora-haranan azırapça kuru yiye- porçana Kayalıklı sıradağ.
-377-
porço pos
porço Çiçek: "Kirce Keres, anın cadı. 2. Küçük ağaç kap. 3. Petek.
holında porçolar." V. Şulbayeva aar portağıları arı petekleri.
(Giriyor Keres, onun ellerinde ç i ­ portfel' Çanta.
çekler.) porço çili çiçek gibi. portla- ( ı . ) sag. koy. 1. Yürek hızlıca
porçonan çabın- çiçekle kaplan­ çarpmak. 2. Yorulmak, yorgun
mak, kün porçozı bot. ateş çiçeği. düşmek.
ay porçozı bot. ay çiçeği.
portla- (ıı.) 1. Fokurdamak. 2. mec.
hoy porçozı bot. 1. Kardelen. 2. Düğün Mırıldanmak, homurdanmak 3. Boş
çiçeği. konuşmak, gevezelik etmek.
porçolan- Çiçeklenmek, çiçek açmak: portniha Terzi kadın.
"Kün altında porçolançathan / Kök
çazıda, tağlarda çörçe ol." i. portnoy Terzi, ipçîlernîh portnoyı ba­
Kotyuşev (Güneş altında çiçekle- yan terzisi.
nen / Gök yazıda, dağlarda geziyor portret 1. Portre, resim: "Şarap apsahtin
o.) pis oolğının portretteri, minin alnın­
da haydi turğan, am daa îdök
porçolandır- Çiçeklendirmek.
turğlapçalar." A. Çerpakov (Şarap
porçolığ s. Çiçekli: "Tobırğan çimi ihtiyarın beş oğlunun portreleri,
porçolığ ot." M. Arşanov (Kaplamış bundan önce nasıl duruyorsa, şimdi
yeri çiçekli ot.) de öyle duruyor.) portret hoosta-
porham 1. Kolluk. 2. Kol kapağı. resim çizmek. 2. Portreyle, resimle
ilgili, portret galeriyazı resim gale­
porıh- Üzülmek, kederlenmek.
risi
porıhhanımnı ças üzüntümü dağıt.
portsigar Sigara tabakası, sigara kutu­
pori Karışık, karma, harnan pori
su.
nanmır karla karışık yağmur, ot ah
porço pori ak çiçekle karışık ot. portsionnay s. Spesyalite, özel yemek.
porla- 1. Boğmak. 2. Çuval ağzı bağla­ portsiya Porsiyon.
mak. porttığ s. Limanlı. porttığ gorod liman-
porlığ s. Y a ğ çöküntüsü olan. lı şehir.
poroda Soy, cins. înek porodazı inek portugalets Portekizli.
cinsi. 2. Tabaka, tağ porodaları portugalka Portekiz bayan.
dağ tabakaları. portugalskay s. Portekiz'le ilgili.
porodalığ s. Cinsli, soylu: "Çahsı portugal'skay tîl Portekizce.
porodalığ mal öskirgen." M. portupeya ask. Kılıç kemeri, silâh kayı­
Arşanov (İyi cins mal yetiştirmiş.) şı.
poroşok Toz. tîs poroşoğı diş tozu. portveyn Üzüm şarabı.
porsıh (ı.) zool. Porsuk, porsıh üzî poruçenie Vazife, ödev, iş, görev.
porsuk yağı. (ilâç olarak kullanılır.) partiynay poruçenie parti görevi.
porsıh (ıı.) kaç. zool. Kirpi. poruçik es/f. ask. Poruçik (eski Rus
ordusunda teğmen.)
porşen' Piston, nasostağı porşen'
poryadok Düzen, nizam: "Tayka arğıs,
pompalı piston.
tank çasttarında poryadok..." V.
port (ı.) Liman, talay portı deniz limanı. Şulbayeva (Tayka yoldaş, tank bir­
port (ıı.) Dayanıksız, kırılgan, port îdîs liklerinde düzen.)
dayanıksız mutfak malzemesi, port pos (ı.) S. 1. Boş, dolu olmayan, pos
material dayanıksız malzeme. könek boş kova. 2. Rahat, sıkıntı­
portağı 1. Süt kovası, portağıca sız, pos çurtas rahat hayat. 3. Boş,
imcektîg Çikçeekey huu hat Süt serbest: "Am pos tus kop polar." V.
kovası kadar memeli Çikçeekey Şulbayeva (Şimdi boş zaman çok
-378-
pos povestka
olacak.) pos tus boş zaman, pos postan Ergen, genç: "Postan oollarnın
salğan tın boş bırakılmış dizgin. îstîlerî köyer."\l. Mayneşev (Ergen
pos sal- serbest bırakmak. gençlerin içi yanar.) postan his
pos (ıı.) zm. 1. Kendi: "Olar postan genç kız.
çoohtazıp atarlar, pîs tee çoh." V. postanovka tiy. Sahneleme, sahneye
Şulbayeva (Onlar kendileri konu­ koyma.
şurlar, biz de olmadan.) 2. Gövde, postanovlenie Karar, hüküm.
beden. î k î postığ pol parğan gebe postanovşçik tiy. Sahneye koyan, yö­
kalmış, (iki gövdeli olmuş.) 3. Boy, netmen.
endam, pozım kördîm kendim postanzıra- Olgun olmak, olgun dav­
gördüm, pozın kendin, pozı kendi­ ranmak.
s i . Çahsı kirek pozı pozın
postanzıraah Olgun
mahtapça. Atasözü (iyi iş kendi
postarğay zool. Çayır kuşu, toygar.
kendini yüceltir.) pos alınca kendi
postığ s. 1. Boylu, boyunda, alğayca
başına, pos onday kişilik, karakter.
postığ tencere boyunda. 2. Beden-
pos ondayı çoh kîzî karaktersiz, l i , gövdeli. T k î postığ gebe.
şahsiyetsiz kişi. pozında sağın- i­
postoyannay s. Mütemadi, aralıksız,
çinden düşünmek, pozı pozına
devamlı, postoyannay komited
kendi kendine, pos tîlî gr. ana dili. daimi komite.
pos (ııı.) (kumaş vb. boyamak için) Bo­ posyolok Kasaba, büyük köy. toğınçılar
ya, tavamın pozı sıhça kumaşın posyoloğı işçiler kasabası.
boyası çıkıyor. potentsial'nay fiz. tek. s. Potansiyel.
posha Küçük ağaç fıçı: "Poshacahtarzar potentsial'nay energiya
közîdîp, nime-de surğan." N. potensiyal enerji
Tyukpiyekov (Küçük fıçıları gösterip pot ünl. Vay! Hay! "Pot min tiputat
bir şey sormuş.) tus poshazı tuz­ polğanda, mındar çurtas polbaan."
luk. V. Şulbayeva (Vay, ben milletvekili
poshı bk. posha iken, böyle hayat yoktu.)
pothı Lapa, hamur (un ve yağdan.)
poshın- Boşalmak, boşanmak, kurtul­
mak, serbest kalmak. potıh Kadın cinsiyet organı.
potıhtığ s. Kadın cinsiyet organlı.
posılka Gönderi, posılka ıs- koli gön­
dermek. potolok 1. Tavan: "Potoloktı alğıt
sıhhannar." S. Çarkov (Tavanı g e ­
poslelog gr. Ek, edat. nişletmeye başlamışlar.) 2. Tavanla
posol Büyük elçi, sefir. ilgili, potolok arhazı tavan kirişi.
posol'stvo Büyük elçilik, sefaret. potrebitel' Müstehlik, yoğaltıcı, tüketici.
posol'stvonm haçızı elçilik baş ka­ potrebitel'skay s. istihlâk, tüketim.
tibi. potrebitel'skay kooperatsiya t ü ­
posparçıh zool. Çobanaldatan, ketim kooperatifleri
kuyruksallayan. potreblenie Tüketme, tüketim, allığ
post (ı.) Karakol, postta tur- karakolda potreblenienîh nimelerî yaygın
tüketim maddeleri.
nöbetçi olmak.
povar Aşçı.
post (ıı.) Oruç.
povest' Hikâye, uzun hikâye, povest'tar
posta- (çocuk) Yürümek. pala
skameyka hrinda postap çör ço­ sbornig hikâye antolojisi.
cuk peykeye tutunarak yürüyor. povestka ihbarname, celpname, çarğaa
parçan povestka mahkeme
postament Kaide, taban.
ihbarnamesi.
-379-
povidlo pogırı
povidlo Marmelât, meyve ezmesi. pozığlığ s. Çivili, içinde çivi kırıntısı
povinnosf Mükellefiyet, yükümlülük. kalmış parça.
îstenîstîg povinnosf çalışma pozım Kendim.
yükümlülüğü. pozın Kendin.
povozka Atlı araba, pır attığ povozka pozında par Gebe, hamile.
bir atlı araba. pozırah (ı.) Boz: "Sağamoh parbaspın,
poy ünl. Oy! Ay! pozırah at am daa köHlbeen." A.
poyas coğ. Kuşak, kemer, sooh poyas Kuzugaşev (Hemen gitmiyorum,
soğuk kuşak. îzîg poyas sıcak k u ­ boz at henüz koşumlanmamış.)
şak. pozırah (ıı.) 1. Tatil, pazar günü.
poyli zf. Özgür, hür, serbest: "Keres pos Erîncek kîzee polğan na kün
poyli huzıcah, uçuh çörçe çır ibîre." pozırah. Atasözü (Erinen kişiye her
V. Şulbayeva (Keres kendi özgür gün tatil.) 2. Hafta.
kuşcağız, uçup durur her yerde.) pozıt- 1. Bırakmak, salıvermek: İvan
poytah Deriden dikilmiş ç o r a p . Petroviç, pu ipçî mini pozıtpinça."
poza (ı.) Dizgin, poza tart- dizginlemek, V. Şulbayeva (ivan Petroviç, bu ka­
dın beni bırakmıyor.) holdan
dizgin çekmek.
pozıtpa elden bırakma. 2. (kap)
poza (ıı.) Arpa posası. Boşaltmak. 3. (vida vb.) Gevşet­
pozaçı Arabacı. mek. 4. Kurtarmak: "PJs çoh-
poza pağ Dizgin: "Hızapıya Sofonovna çoostarnı paylardan pozıdar üçün
soondağı attın poza paan tut küresçebls."M. Kobyakov (Biz fakir­
kilçetken." N. Nerbişev (Hızapıya leri zenginlerden kurtarmak için
Sofonovna arkasındaki atın dizgini­ mücadele ediyoruz.)
ni tutup gelmiş.) pozitiv foto. Pozitif.
pozı zm. Kendi. Çahsı kirek pos pozın pozitsiya 1. Pozisyon, durum. 2. ask.
mahtapça. Atasözü (İyi iş kendi Mevzi, peredevoy pozitsiyalar ileri
kendini över.) mevziler,
pozı- 1. Kurtulmak, serbest kalmak: pozni tıp. Süt hastalığı, pamukçuk.
"Timîr bollardan pozıp polbazın pozni pol- pamukçuk hastalığına
pîlînîp..." V. Tatarova (Demir gibi
yakalanmak.
kollardan kurtulamayacağını anla­
yıp...) 2. (Vida vb.) Gevşemek. 3. pozrah (ı.) Pazar, tatil. krş. pozırah (ıı.)
Boşalmak. pozrah (ıı.) Boz. krş pozırah (ı.)
pozıdığ 1. Kurtulma, serbest kalma. 2. pöbîyke Bir tür kumaş.
(vida vb.) Gevşeme. 3. Boşalma. pöge Kemik oyununda kemiğin çukur
pozığ (ı.) Boya. yanının gelmesi.
pöge alızah Kemikle oynanan bir çocuk
pozığ (ıı.) Çivi: "Pana, tapsabin,
oyunu.
stenedegl pozığnı suurtbısça." V.
Şulbayeva (Pana, sesini çıkarma­ pögerî (problem) Çözme, pazıp pögerî
dan, duvardaki çiviyi çıkarıyor.) yazarak çözmek, paspin pögerî
pozığ haza- çivi çakmak, pozığ yazmadan çözmek.
tamazı çivi başı. pozığ uçı çivi u c u . pögîn Sayma, hesap.
pozığla- Çivilemek, çivi çakmak: pögîn Hesap, hesaplama, pögîn pîçîk
"Maymağın suurıp, tashahtı aritmetik.
pozığlapça." V. Şulbayeva (Ayak­ pögîn- Hesap etmek, düşünmek:
kabısını çıkarıp, rafı çiviliyor.) "Hayzının pazoh nımırhazın / Haba
nalçan tip pöglngen." N. Tinikov
(Hangisinin yine yumurtasını / Ka­ polbassın. Atasözü (Lapa yağla
pacağını hesap etmiş.) San karıştırılarak berbat edilemez.)
sanirğa sağıs kirek, sagınıp pölekçîn Teyze çocukları, pölekçînnîn
pögînerge is kirek. Atasözü (Sayı palaları "hara pöle" tîp adalçalar
saymaya akıl gerek, hesap yapma­ teyze çocukları "hara pöle" diye ad­
ya us gerek.) landırılır.
pögîs (problem) Çözme, çözüş. pölencîk bk. pölekçîn
pögîs- Sorunu birlikte çözmek. pölerte kör- Kurt gibi bakmak, dik dik
pök- (ı.) 1. Hesaplamak. 2. (sorun) bakmak.
Çözmek: "Pu sunğnı pöger alnında pöles- (birlikte) Belemek, kundakla­
çahsaadin üzürlp alarga kirek." V. mak.
Şulbayeva (Bu sorunu çözmeden pölîg Bölme, ayırma.
önce iyice değerlendirmek gerek.) pölîg tanığlar gr. Ayırıcı işaretler.
pray surığlarnı pök- bütün sorun­
pölîk 1. Kol, branş, şube. kadrlar pölîgî
ları çözmek. kirektî posha
personel dairesi. 2. Bölme, duvar:
pögerge kilîs-sorunu kendi kendi­
"Közenek azıh polğan, Payan
ne çözmek, hazna surığların pök-
pozının pöllglnde kniga hığırça." S.
devlet sorunlarını çözmek.
Çarkov (Pencere açık imiş, Payan
pök- (ıı.) Susmak, (konuşma) durmak. kendi bölmesinde kitap okuyor.) 3.
harashı polıbıshanoh Bölüm, pastağı pölîk birinci bölüm.
hushacahtar pöklebîskenner ka­ pölîkte- Bölmek.
ranlık olur olmaz kuşlar susmuşlar.
pölîl- Bölünmek.
pöke bk. möke
pölîlbes s. Bölünmez.
pökter- Yüklemek, üreen kîzînîh kibîn pölîlbes san mat Asal sayı.
kızın tirgîzîne pökter salğan. ölen
kişinin elbisesini arka terkisine yük- pölîs Bölme, bölüş.
leyivermiş. pölîstîg s. Bölümlü, pölîstîg sannar gr.
üleştirme sayı sıfatları, pölîstîg
pökterge Eyere atılmış yük.
soyuztar gr. beraberlik ve karşıtlık
pöl- 1. Bölmek: "Anı İki pöle, ağaaoh bağlaçları.
adalıs çarıh ünnlg uluğ nimes suğ
pöö 1. Düşman kalabalığı. 2. Saldırı,
ahça."F. Burnakov (Onu ikiye böle­
rek, onunla adaş parlak sesli küçük hücum, çaağa çaalatçam, pööge
dere akıyor.) 2. Ayırmak, tecrit et­ pööletçem savaşta savaştırıyorum,
mek. saldırıya uğruyorum.
pöök 1. Cin, hortlak, haraa közenekke
pölçek zool. Kurt yavrusu, pöiçek aday
körerge çarabas, anda pöökter
polbas kurt yavrusu köpek olmaz.
geceleyin pencereye bakılmaz, o­
püür-pölçek kurt. rada cinler (vardır.) 2. Korkuluk.
pöldîr- 1. Böldürmek. 2. Ayırtmak, tecrit pöök pol pardım. çok korktum,
ettirmek. korkuluk gibi oldum, ayna-pöögî
pöle Amcazade, halazade, kuzen. korkuluk.
pölenî pörtîbısse, holı tîtîrös pol pöölet- Saldırıya uğratmak.
parar kuzene vurulursa eller titrer. pöön anat. Bağırsak, inek pöönî inek
pöle piçe kuzen, pöle harmdas bağırsağı, tuyuh pöön körbağır-
kuzen. sak. açıh pöön on iki parmak ba­
pöle- Belemek, kundaklamak, palanı ğırsağı.
pîzîkke pöle- bebeği beşiğe bele­
mek. pörîg Dağın kuzey yanındaki küçük
koru. mal pörîge kîrîbîsken mal
pöle- sag. Bozmak, berbat etmek.
koruya girmiş.
Pothını hayahnan pölep
pörîk Börk, şapka: "Pörîktî suurıp pîlîs yüksek bilim. "Hulah
alıp, sol holına tudınıbıshan." F. hamahtan pözîk öspinçe." V.
Bumakov (Börkü çıkarıp, sol elinde Şulbayeva (Kulak alından yükseğe
tutmuş.) hulahtığ pörîk kulaklı büyümez.) 3. Yüksek, pözîk paa
börk. kamçat pörîk kunduz kür­ yüksek fiyat. 4. Yükseklik, tepe:
künden börk. tülgü pörîk tilki pos­ "Aal hırindağı pözîkte îkî kîzî körîne
tundan börk. tüskenner." i. Kotyuşev (Köy yanın­
pörîktîg s. Börklü, şapkalı: "Hara daki tepede iki kişi görünüvermiş-
hurusha pörîktîg, simîs sıraylığ kîzî ler.)
turca." V. Kobyakov (Kara kuzu pözîk (ıı.) Şubat, pözîk şuurcan pözîk
börklü, semiz yüzlü kişi duuryor.) şapka uçuran (çıkaran) şubat (ayı).
Tört harındas pîr pörîktîg. Bilme­ kün uzatçan pözîk günleri uzatan
c e , masa (Dört kardeş bir börklü) şubat.
pörök- 1. (çocuk, yavru ailesini) Yadır­ pra zool. Sazan balığının bir t ü r ü .
gamak, yadsımak, pala pörök praçın Çadırda raf perdesi.
parğan çocuk ailesini yadırgar o l ­ praktiçeskay s. Pratik, tatbikî olarak.
muş. 2. (avcı) İnsanlara yabancı­ praktiçeskay zanyatieler pratik
laşmak. dersler.
pört- Yarasına dokunmak, incitmek, praktik Pratisyen.
acıtmak.
praktika Pratik, tatbikî, praktigada
pörtîk 1. Acı, sızı. 2. tıp. Dolama, etya­ ügren- pratik olarak öğrenmek.
ran. 3. Öfkeli, kinli.
praktikant Stajyer.
pörtîktîg s. Acılı, pörtîktîg kîzî acılı kişi.
praktikantka Stajyer bayan.
(yakını ölmüş kişi.)
pörtîges bk. pörtik 2. . praktikovat pol- Uygulamak, tatbik
etmek.
pös Bez, kumaş, pösten aarlığ
kögenek tîkçen kumaştan kıymetli prat Kürkün sırtındaki aplikasyon.
elbise dikilir. pravilo Kaide, kural. arifmetika
praviloları aritmetik kuralları.
pöselçîk Hakas topraklarına göçen Rus.
pöselçîkter peer kilîp, tadar pravitel'stvennay s. Hükümet, hüküme­
hıstarın tuthılap çurtabıshannar te ait, hükümetle ilgili.
Rus göçmenler buraya gelerek pravitel'stvennay komissiya hü­
Hakas kızlarını alıp yaşamışlar. kümet komisyonu.
pözîk (ı.) 1. Uzun: "Kîzî sınman pözîgök pravitel'stvo Hükümet pravitelstvonın
sızırlığ, salaa ullinça pazahtığ paza, çlenî hükümet üyeleri.
öt polbas tayğa oshas, hoyığ as ös pravlenie Yönetim, yönetim kurulu.
parğan." M. Kokov (insan boyun­ pravlenie çlenî yönetim kurulu ü­
dan uzun saplı, parmak büyüklü­ yesi.
ğünde başaklı ve geçilmez orman
pravo Hak, hukuk, yetki, salahiyet:
gibi sık buğday yetişmiş.) pözîk
"Pazığlığ curt polğan tuşta /
kîzî uzun adam. pözîk sınnığ uzun
Pravobıs çoh polğan." M. Kokov
boylu. 2. Yüksek: "Pîr küsküde ol,
(Baskıcı yurt var iken / Hakkımız
çörîp / Pözîk çirde 'suğ' taphan." P.
yok imiş.)
Ştıgaşev (Bir güz o gidip / Yüksek
yerde "su" bulmuş.) pözîk dağ yük­ pravolığ s. Hakkı, hukuku olan: "İpçî
sek d a ğ . tigîrnîn pözii göğün yük­ amdı sablığ kîzî, İrlernen tin
sekliği, pözîk çar yüksek yar, uçu­ pravolığ." M. Kokov (Kadın şimdi
rum, pözîk hırlığ tura yüksek çatılı ünlü kişi/ Erkeklerle eşit hukuklu.)
ev. pözîk pashıs yüksek merdiven. pray zm. Bütün, hep, tüm: "Kün pray
pözîk hamah yüksek alın. pözîk tîrîg nimenî îziinen cazındır salğan
-382-
prayzı priroda

oshas." N. Domojakov (Güneş b ü ­ prezident Başkan, cumhurbaşkanı.


tün canlıları sıcağıyla saklanmaya prezidium Prezidyum, başkanlık heyeti.
zorlamış gibi.) pray ünînen bütün prezidum taban başkanlık seçimi.
sesiyle, pray sari enine boyuna.
prayzı mında hepsi burada, pray prıstaş kız. Yoğurt.
nime her şey. pribıl' Kâr, gelir, kazanç, pribul' a l -
kâr etmek.
prayzı zm. Hepsi, tümü, bütünü: "Nince
le par çobağlarnı pîlçem, Çe prayzı pribor Alet, cihaz, takım, sinecen
pribor ölçme aleti, sanacan pribor
minde îs halğıshan." M. Kilçiçekov
hesap makinesi, pasçan pribor
(Ne kadar varsa acıları biliyorum /
yazı takımı.
Fakat hepsi bende iz bıraktı.)
priçastie gr. Zarf-fiil.
predatel' Hain, dönek.
priçastnay s. Zarf- fiille ilgili, priçastnay
predlog gr. Önek, öntakı. forma zarf fiil şekli.
predlojenie gr. Cümle. olanay pridatoçnay s. Bağımlı, yan.
prodlejenie gr. basit cümle. pridatoçnay predlojenie gr. yan
slojnay predlojenie gr. birleşik cümle.
cümle, öön predlojenie gr. ana, prigovor Hüküm, karar, prigovor sığar-
asıl cümle. predlojenienîn karar çıkarmak, sud prigovor
kizekterî gr. cümle unsurları. sığararğa parıbıshan mahkeme
pridatoçnay predlojenie gr. yan karar oturumunda.
cümle. priisk Maden, maden ocağı, altın
predmet 1. Konu, mevzu. 2. Ders, priisktar altın madenleri.
branş, alan. prikaz Emir, ikaz. boevoy prikaz askerî
predpriyatie İşletme, müessese. emir. prikaz toldır- emri yerine ge­
tirmek.
uluğ predpriyatie büyük işletme.
prikazıvat pol- Emretmek.
predsedatel' Başkan, reis. çıılığnın
priklad Dipçik.
predsedatel'î toplantının başkanı. prikladnoy Tatbikî, amelî, pratik.
predstavit' pol- Takdim etmek, sun­ prikladnoy naukalar pratik bilim­
mak. ler.
predstaviteP Temsilci, mümessil. priklyuçenie Macera, serüven.
prefiks gr. Önek. prilagatel'nay gr. Sıfat.
prem'era tiy. Prömye, ilk temsil. prilavok Tezgâh, satıcı tezgâhı.
prem'er ministr Başbakan. primeçanie Açıklama, şerh, not.
primaçenieler kniganın soonda
premiya Prim, ödül. pirîlgen açıklamlar kitabın sonunda
prenie Tartışma, dokladdanar prenie verilmiş.
bildiri üzerine tartışma. primer 1. Örnek, misal, primer a l - örnek
preparat kim. Preparat, karışım, bileşim. almak. 2. mat. İşlem, primerlernî
prepodavatel' Öğretmen, öğretim üyesi. pök sal-işlemleri çözmek.
opıttığ prepodavetel' deneyimli primus Gaz ocağı.
öğretim üyesi. printsip Prensip, ilke, esas.
printsipal'nay s. Prensip olarak, esas
press Pres, cendere.
itibariyle, printsipal'nay surığı
press-konferetsiya Basın toplantısı. prensip meselesi.
pressa Basın. priroda 1. Tabiat, doğa 2. Tabiî, sunî
prestupnik Cani, mücrim. olmayan, doğal.
pretenziya İddia, talep.
pristan
-383- promışlennosf

pristan' iskele, parahod piristanî vapur prof organizatsiya Sendika teşkilatı.


iskelesi. profsoyuz Sendika, profsoyuz çıılii
pristavka 1. Ek, ilave. 2. gr. Ek, önek. sendika toplantısı.
prisyaga Ant, yemin, prisyaga a l - ant programma Program. istoriya
içmek.
programmazı tarih programı.
privilegiya Ayrıcalık, imtiyaz.
progress Terakki, gelişme, ilerleme.
privilegyalığ s. Ayrıcalıklı, imtiyazlı,
üstün. progressiv İlerici, gelişmeci.
priyom Kabul, alma. progressivnay s. İlerici, ileri, gelişme­
priyomnay s. Kabulle, almayla ilgili. ye meyyal.
priyomnay kün kabul günü. progul işe gitmeme.
priyomnik Radyo, alıcı, ahize, lampalığ progul'şçik Devamsız işçi.
priyomnik lâmbalı radyo. progulka Gezinme, gezinti, irtengî
prizıvnik Askerlik sırası gelen, kurası progulka sabah gezintisi.
gelen. proizvedenie 1. Eser. hudojestvennay
prizıvnoy s. Çağırma, askere almayla proizvedenie sanat eseri. 2. mat.
ilgili prızıvnay ças askere alma ya­ Çarpım.
şı.
proizvoditel' Müstahsil, üretici.
prizma mat. Prizma.
proizvoditel'nay s. Müsmir, verimli.
pro Suç. prozı çoh suçsuz.
proizvoditel'nay îstenîs verimli
probirka Tüp. çalışma.
probka Mantar, tıkaç, tıpa.
proizvoditel'nost Verimlilik, randıman.
problema Problem, sorun. îstenîs proizvoditel'nozı iş verimli­
prodavets Tezgâhtar, satıcı. liği.
produktivnay s. Verimli, semereli. proizvodstvennik İstihsal işçisi, üretici.
poduktivnay mal verimli mal.
proizvodstvo istihsal, üretme.
produktsiya Mahsul, istihsalât, ürün.
produktsiyanın kaçestvozı ürü­ projektör Projektör, ışıldak.
nün kalitesi. proklamatsiya Beyanname.
proekt Proje, plân, tasarı, proekt it- prokuratura Savcılık.
proje yapmak. prokuror Savcı.
profbilet Sendika karnesi. prola- Suçlamak.
professional Profesyonel. prolan- Suçlanmak.
professional'nay s. Profesyonel, pro­ prolat- Suçlatmak.
fesyonellikle ilgili.
professional'nay organizatsiya proletariat Proletarya. proletariat
profesyonel organizasyon. diktaturazı proletarya diktatörlüğü.
professiya Meslek, professiya attan proletarskay Proleter, proletarya.
meslek adları. proleterskay revolyutsiya prole­
professor Profesör. üniversitettîn tarya devrimi.
professorları üniversitenin profe­ prolığ s. Suçlu.
sörleri. prolyot Kuşların göçü.
profilaktika Tedbir, hastalık için önlem. promfinplan istihsal ve finansman plânı.
profkom Sendika komitesi, instituttın promışlennik Sanayici.
profkomı enstitünün sendika komi­ promışlennost' Sanayi, endüstri, ağas
tesi.
promışlennozı kereste sanayii.
proforg Sendika yöneticisi.
-384-
promtovarlar pudur
promtovarlar Sanayi malları. prozaik Nesir yazarı, nâsir.
promtovarlığ s. Sanayi mallarıyla ilgili. prujina Y a y , zemberek, ças prujinazı
promtovarlığ magazin bonmarşe, saat zembereği.
market. prujinalığ s. Zemberekli, yaylı.
propaganda Propaganda, propoganda prujinalığ matrats yaylı yatak.
pölîgî propaganda grubu. pryajka Toka, çis pryajka bakır toka.
propagandist Propagandacı. psevdonim Müstear a d , takma a d .
propeller Pervane. psihiçeskay s. Psikolojik olarak,
propisat' pol- (ikâmet) Defterine ruhsal, psihiçeskay ağırığlar psi­
kolojik hastalıklar.
yazmak.
psiholog Psikolog.
propisat'sya pol- (ikâmet) Defterine
yazılmak. psihologiya Psikoloji.
propiska ikâmet belgesi. pu z / 7 7 . Bu: "Mında sin ürdeh ala
hadarçazın ma pu malnı?" V.
proportsional'nay s. Orantılı, uygun. Kobyakov (Burada sen çok zaman­
proportsional'nosf Orantılılık, uygun­ dır otlatıyor musun bu malı?) pu
luk. irtken haraadağı çili, tübîne teere
proportsiya Nispet, oran. izîp albascıhpın bu sabah geceki
gibi dibine kadar içmeyeceğim.
propusk Permiye, izin belgesi
pular bunlar, minin bunun, puğaa
prorab Şantiye şefi. buna. mini bunu. mında burada.
prosa Darı. mınnan bundan, puzar buraya
prostas sag. Yoğurt. doğru, buraya.
prosveşenie Kültür ve bilgi verme, eği­ puba bk. pubay
tim. pubay Beşik krş. pizîk.
protest Protesto. publiçnay s. Açık, alenî.
protez Protez, tîs protezi diş protezi. publikovat' pol- Basılmak, neşredilmek,
protivogaz Gaz maskesi. yayımlanmak.
protivovozduşnay s. Havayla ilgili. publitsist Gazeteci.
protivovozduşnay oborona hava publitsistika Gazetecilik.
savunması. pucura- ( ı . ) hlk. bk. puzura- (ı.)
protokol 1. Tutanak: 'Vyhın Ivanoviç, pucura- ( ı ı ) hlk. b k . puzura- (ıı.)
çıılığ çııbızam, üzürerbîs, protokol it pud 16. 3 kg'lık ağırlık ölçüsü, p u d :
salarbıs, amoh." S. Karaçakov "Annan ol çılnıh nince-nince pud al­
(Oyhın Ivanoviç, toplantı düzenle­ tın oshas holarba as alca." M.
yeyim, düşünürüz, tutanak tutarız, kokov (Ondan o, her yıl nice nice
şimdi.) 2. Protokol. p u d , altın gibi seçkin buğday alı­
yor.)
protravlivat pol- tarım. İlaçlamak.
pudal- kaç. (saçlar) Karışmak.
protsent Yüzde.
pudra Pudra, pudra sas- pudra sürmek.
protsess Proses, seyir, süreç.
pudrala- Pudralamak.
provintsiya Taşra.
pudur Pürtüklü, pürüzlü, düz olmayan.
provodnik Kondüktör.
pudur- Acı çekmek, ıstırap duymak:
provokatör Provokatör, kışkırtıcı. "Hoy hadarçızı pudurıp nanmır çaar
provokatsiya Provokasyon, kışkırtma. alnında la imcini İbîne hığır kilerge
proza Nesir. parğan."\. Kotyuşev (Koyun çobanı
pudurçun
-385-
pulas
acı çekip yağmur yağmadan önce puğlancıh s. Kırılgan, kaprisli, alıngan
doktoru evine çağırmaya gitmiş.) krş. puğlığ.
pudurçun zool. Bıldırcın krş. püdürçün. puğlığ s. Kırılgan, kaprisli, alıngan, krş.
pudurğı s. Yakındaki, yakında: "Püün puğlancıh.
çılğılarımnı tappinıbıssam, haydi la puh (ı.) Tüy.
küzedîp honğay ni ze, tip çobalıp puh (ıı.) Kötü ruh. ham puh tastapça
çoohtança pudurğı kizi." V. kam kötü ruhu kovuyor.
Kobyakov (Bugün yılkılarımı bula- puhovay s. Tüylü, tüyden, puhovay
mazsam, nasıl köstekleyip gecele- paduşka tüy yastık.
yeceksem, -diye ıstırap çekerek puhsı- Bozulmak, kokmak.
konuşuyor yakındaki kişi.) pula- (duman, buhar) Yükselmek,
buğulanmak, kıvrılarak yükselmek:
pudurun zf. Yakında, yakın zamanda. "Turacahtırl Tstinde sala-sula itken
puğ kız. Peynir kurutmak için ocağın tas soolda çalğıs turun, köyze-
üzerine geçirilen sırık, puğda hurut köybin, îdi le tırsılazıp pulapça."V.
ıstapçalar sırık üzerinde peynir Kobyakov (Evin içinde kara düzen
kurutuyorlar. yapılan taş ocakta biricik odun,
yanmasını da yanmayarak, öylece
puğa zool. 1. Boğa: "Puğa müüzme har çıtırdayıp duman çıkarıyor.)
çuhpas." M. Bainov (Boğa boynu­
pulağ 1. Duman yükselme. 2. Haşlanan
zuna kar birikmez.) 2. Boğa gibi:
kurban etinden yükselen kutsal b u ­
"Kibîrek say, humnı kimînp / Puğa ğu.
mustaanah orlap tur." S. Kadışev
pulah-alah tekr. Fal bakarken
(Heybetli taşı, kumu kemirip / Boğa
meditasyon hâli.
gibi böğürüyor.)
pulah tas Yakut (taşı).
puğacah zool. Küçük b o ğ a . pulan Mus. Pulan çortpaan tağ
puğba sag. Bir yaşında tay. çoğıl, puzuhpin ösken ir çoğıl.
puğday bot. 1. Buğday, buğday bitkisi Atasözü (Mus koşmayan dağ yok­
Hızı! puğdayım pusha cayıl tur, bunalmadan büyüyen er yok­
partır. Bilmece, yıldızlar (Kızıl buğ­ tur.)
dayım buza yayılmış.) 2. Buğday, pulanna- Sallanmak, sarsılmak, çalka­
buğdaydan (yapılan), puğday un lanmak, oraya buraya yalpalamak.
buğday unu. puğday ipek buğday pulannat- Sallatmak, çalkalatmak, yal­
ekmeği: "Çe ana tadılığ çıstığ ças palatmak.
süt, ah, tadılığ puğday İpektin uluğ pulas- 1. Buharlaşmak, buhar çıkarmak:
tilîml" A. Kuzugaşev (Fakat ona "IzTktm sol sarinda tasnah salğan
mis gibi kokan süt, ak, lezzetli b u ğ ­ soolda uluğ çis çaynik pulazıp
day ekmeğinin büyük dilimi.) pızığ haynap turca." V. Kobyakov (Kapı­
nın sol yanında taşla yapılan ocak­
puğday olgunlaşmış, biçme zama­
ta büyük bakır çaydanlık buharlaşa­
nı gelmiş buğday, puğday hılı rak kaynıyor.) 2. Tütmek, duman
buğday başağı, puğday çay- buğ­ çıkarmak: "Semennıh kıçicek
day ekmek. turacağı tooza köy parğan, anın
ornında çitire köybeen turunnar la
puğdur 1. Çok zengin kişi. puğdur pay
pulazıp çathlap turğan." V.
çok zengin. 2. Kamların başı. Kobyakov (Semenin küçücük evi
hamnar pazı puğdur ham kamla­ bütünüyle yanmış, evin yerinde
rın başı 'puğdur' kamdır. 3. Delege. sadece bütünüyle yanmamış
puğlan- Kızmak, darılmak, öfkelenmek. odunlar tüterek duruyor.)
pulat -386-
pur
pulat- Buharlaşmak, dumanını yük­ pulğastal- 1. Karışmak. 2. Sallanmak:
seltmek. "Hamçızı pîlegînde pulğastal
puiay- Dinî yasağa uymadığı için ani­ çörgen."H. Domojakov (Kamçısı b i ­
den ölmek. leğinde sallanıyormuş.)
pulaysı- Dinî yasağı çiğnediği için hasta pulğastır- Karıştırmak: "Köy
olmak, mal hazaazı üstüne ipçî parğan odınnın kufin hanca daa
sıhsa, mal pulaysıbızar hayvan pulğastır - köybes." V. Şulbayeva
ahırının üstüne kadın çıkarsa, hay­ (Yanmış odunun külünü ne kadar
vanlar hasta olur. karıştırsan da yanmaz.)
pulbıra- Guruldamak, mırıldanmak, pulğat- Karıştırmak.
şırıldamak pulğor bk. pulğaas
pulbıran- Şırıldamak, gürüldemek: "Suğ pulğos bk. pulğaas
andar, pulbıranıp, horhılap ala, gide pulhuncah içki kabı
halğan." İ. Topoyev (Su oraya, şı- pultah Biçimsiz geniş elbise.
rıldayıp, gürüldeyerek kaybolmuş.) pultahna- Sallanmak, yalpalamak.
pulçurhay Beze. pulun 1. Köşe: "Ol, tıstan polbin,
pulemyot Mitralyöz, makineli tüfek. puluhnan puluna oylap, kölenîp,
pulemyotçik Mitralyözcü, makineli tüfek pahlap çörçe."V. Kobyakov (O, din-
eri. lenemeyerek, köşeden köşeye ko­
şup, saklanıp, bakıyor.) tura pulii
pulğa- 1. Bulamak, karmak, karıştırmak. evin köşesi, pulunda toğas
2. Sallamak: "Eezîne pulğa huzurun parğannar köşede karşılaştılar,
matap / Andada, arsa, körer çahsı." haran pulii göz u c u : "Torka, anın
N. Tinikov (Sahibine salla kuyruğu­ soonan aldıra harah puliinah
nu güzel / O zaman, belki iyi ba­ körîbîzîp:—Ana ol Kustuk." V.
kar.) Kobyakov (Torka onun ardından
pulğaas Karmaç, karıştırıcı. göz ucuyla bakıp: İşte o Kustuk.) 2.
coğ. Burun, çıkıntı, pulun pazı
pulğağ Bulama, karma, karıştırma. açı köşesi.
pulğah 1. Karmaç, karıştırıcı. 2. Karışık­
puluhnığ s. Köşeli, üs pulunnığ a) Üç
lık, kalkışma. uluğ pulğah
köşeli, b) Üçgen.
polıbıstır devrim olmuş.
pulut Bulut: "Turalamın hazır tüdünnerı
pulğal- 1. Bulanmak. 2. Karışmak: çoğar puluttarğa sfri atıhhlap tura­
"Sağday am çügürtîp çör / Hadıl dır." V. Kobyakov (Evlerin yoğun
tozınnığ tuban / Soonca la pulğal dumanları yukarı bulutlara doğru
tur." V. Maynaşev (Sağday şimdi azalarak yükseliyor.) pulut çoh b u ­
koşturuyor / Çift katlı toz duman / lutsuz, puluttar t a r a - bulutlar da­
Arkasından karışıyor.) könnîm ğılmak, pulut halınna- bulut koyu­
pulğalça midem bulanıyor: laşmak, pulut olabinça bulut
"Hoortay apsahtıh könnî kımıldamıyor.
pulğalıbıshan." N. Domojakov pulutta- Bulutlanmak, tigîr puluttap
(Hoortay ihtiyarın midesi bulanmış.) pardı gökyüzü bulutlandı.
pulğalcıh hlk. İşi karıştıran, işten puluttığ s. Bulutlu.
anlamaz. pun Mafsal, eklem.
pulğas- 1. Karışmak. 2. Sallanmak. 3. punkt Nokta, yer. komandnay punkt
Birbirine karışmak. kumanda noktası.
pulğas Bulama, karma, karıştırma. punktuatsiya Noktalama.
pur tıp. Konjoktivit, bir göz hastalığı.
pulat- Buharlaşmak, dumanını yük­ pulğastal- 1. Karışmak. 2. Sallanmak:
seltmek. "Hamçızı pîlegînde pulğastal
pulay- Dinî yasağa uymadığı için ani­ çörgen."H. Domojakov (Kamçısı b i ­
den ölmek. leğinde sallanıyormuş.)
pulaysı- Dinî yasağı çiğnediği için hasta pulğastır- Karıştırmak: "Köy
olmak, mal hazaazı üstüne ipçî parğan odınnıh külîn hanca daa
sıhsa, mal pulaysıbızar hayvan pulğastır - köybes." V. Şulbayeva
ahırının üstüne kadın çıkarsa, hay­ (Yanmış odunun külünü ne kadar
vanlar hasta olur. karıştırsan da yanmaz.)
pulbıra- Guruldamak, mırıldanmak, pulğat- Karıştırmak.
şırıldamak pulğor bk. pulğaas
pulbıran- Şırıldamak, gürüldemek: "Suğ puiğos bk. pulğaas
andar, pulbıran ip, horhılap ala, gide p u l h u n c a h İçki kabı
halğan." I. Topoyev (Su oraya, sı­ puitah Biçimsiz geniş elbise.
rıklayıp, gürüldeyerek kaybolmuş.) pultanna- Sallanmak, yalpalamak.
pulçurhay Beze. pulun 1. Köşe: "Ol, tıstan polbin,
pulemyot Mitralyöz, makineli tüfek. pulunnah puluna oylap, kölenîp,
pulemyotçik Mitralyözcü, makineli tüfek pahlapçörçe."\J. Kobyakov (O, din-
eri. lenemeyerek, köşeden köşeye ko­
şup, saklanıp, bakıyor.) tura pulii
pulğa- 1. Bulamak, karmak, karıştırmak. evin köşesi, pulunda toğas
2. Sallamak: "Eezîhe pulğa huzurun parğannar köşede karşılaştılar.
matap / Andada, arsa, körer çahsı." harah pulii göz u c u : "Torka, anın
N. Tinikov (Sahibine salla kuyruğu­ soonah aldıra harah puliinah
nu güzel / O zaman, belki iyi ba­ köfîbİzip:—Ana ol Kustuk." V.
kar.) Kobyakov (Torka onun ardından
pulğaas Karmaç, karıştırıcı. göz ucuyla bakıp: İşte o Kustuk.) 2.
coğ. Burun, çıkıntı, pulun pazı
pulğağ Bulama, karma, karıştırma. açı köşesi.
pulğah 1. Karmaç, karıştırıcı. 2. Karışık­
pulunnığ s. Köşeli, üs pulunnığ a) Üç
lık, kalkışma. uluğ pulğah
köşeli, b) Üçgen.
polıbıstır devrim olmuş.
pulut Bulut: "Turalarnıh hazır tüdünnerî
pulğal- 1. Bulanmak. 2. Karışmak: çoğar puluttarğa sîri atıhhlap tura­
"Sağday am çügürtlp çör / Hadıl dır." V. Kobyakov (Evlerin yoğun
tozınnığ tuban / Soonca la pulğal dumanları yukarı bulutlara doğru
tur." V. Maynaşev (Sağday şimdi azalarak yükseliyor.) pulut çoh b u ­
koşturuyor / Çift katlı toz duman / lutsuz, puluttar t a r a - bulutlar da­
Arkasından karışıyor.) könnîm ğılmak, pulut halınna- bulut koyu­
pulğalça midem bulanıyor: laşmak, pulut olabinça bulut
"Hoortay apsahtıh köhnî kımıldamıyor.
pulğalıbıshan." N. Domojakov pulutta- Bulutlanmak, tigîr puluttap
(Hoortay ihtiyarın midesi bulanmış.) pardı gökyüzü bulutlandı.
pulğalcıh hlk. işi karıştıran, işten puluttığ s. Bulutlu.
anlamaz. pun Mafsal, eklem.
pulğas- 1. Karışmak. 2. Sallanmak. 3. punkt Nokta, yer. komandnay punkt
Birbirine karışmak. kumanda noktası.
pulğas Bulama, karma, karıştırma. punktuatsiya Noktalama.
pur tıp. Konjoktivit, bir göz hastalığı.
putha
puruğıs Can sıkıntısı, kasvet, hüzün. (Karlar, buzlar eriyor / Kara kış biti­
puruh- (ı.) 1. Canı sıkılmak: "Palam, yor.) 2. mec. Buz g i b i , çok soğuk:
noğa îdi puruhçazın?" V. Şulbayeva "Anın pray idî pus la oshas polğan."
(Yavrucuğum niçin öyle sıkılıyor­ V. Kobyakov (Onun bütün vücudu
sun?) 2. Acele etmek. buz gibi olmuş.) pus tonna- buz
tutmak, pus hahpazı buz parçası,
puruhan bk. purhan buz kütlesi.
puruhtır- Canını sıkmak: "Nandıra pus- Bozmak, kırmak.
sağınıp alar ol, sidîksînîster anı
pushah s. 1. Pasaklı, şapşal. 2. Enkaz
puruhtırça." V ' . Şulbayeva (Yeniden
düşünür o, güçlükler onun canını yığıntı, kırıntı, çaanın pri- pushağı
sıkıyor.) halğan savaşın yıkıntısı kalmış.
pushun bk. pushah
purun (ı.) 1. Burun: "Pozınıh purnın
hamıstağı sooh suğnah cayıp pushuncah bk. puthuncah
alabaş..." A. Kuzugaşev (Kendi pusta- (ı.) Böğürmek.
burnunu çanaktaki soğuk suyla yı­ pusta- (ıı.) Buz tutmak, buzlanmak.
kayarak...) Puzuhhanğa tuzıhpa, pustal- 1. Buzlanmak: "Harda tündere
purnina suğ kîrer. Atasözü (Buna­ çathan kîzî idînîh îzî çatça, anın
lana hiddetlenme, burnuna su g i ­ pazı polğan çirde pustal parğan
rer.) purun ü d T burun deliği, purun hızı! oymağas." A. Kuzugaşev
hoolı burun boşluğu, it purun bot. (Karda dönüp yatmış insan vücu­
itburnu, yaban gülü, kuşburnu, it dunun izi var, onun başının olduğu
burun çey kuşburnu çayı. yarda buzlanmış küçük çukurluk.)
purnınan sirte- burnuna fiske vur­ "Kali köygen, pustalğan soohta /
mak, purun suu burun suyu. îzîg Cüzî hızarğan, hazarğan." M.
purun mec. at veya koyun, sooh Bainov (Kali, yanmış buzlayan so­
purun mec. a) inek. b) Musevi, on ğukta / Yüzü kızarmış, ağarmış.)
purnın polzın! çok yaşa! (aksırana
söylenir.) pustas- Böğrüşmek, bağrışmak.
pustas Böğürme, böğürtü.
purun (ıı.) zf. Önce, evvel: "Pray nimenî
kem purun körgen -Kolka." A. pustığ s. Buzlu.
Kuzugaşev (Her şeyi kim önce gör­ pustınya Çöl, sahra.
d ü , -Kolka.) Purnada sağınıp a l , pustyak Önemsiz bir şey, önemsiz
anan çoohta. Atasözü (Önce d ü ­ miktarda.
şün sonra konuş.) hacan puşka ask. Top, uzak menzilli t o p .
purunnan peer çok eskiden b e r i .
put But; kalça: "Çohırah anan na pazoh
purunğı s. Eskiden, önceki: "Purunğı çoon putha haphlap parğan." V.
kürgennernî dee." G. Kazaçinova Kobyakov (Çohırah sonra yine kalın
(Eski kurganları da.) purunğı buda yapışmış.) put söögî kalça
kîzîler eski insanlar, purunğı tus kemiği, nîske put ince kalça, çoon
eski zaman. put büyük kalça, put kibî külot, put
purunna- Öne geçmek: "Fedor Pavloviç habı kadın pantolunu, şalvarı.
çohır adaynı undup salğan polğan: putevka Dinlenme belgesi: "A haydan
ol payaoh purunnabıshan." N. olar çil say putevka alıp alçalar." İ.
Domojakov (Fedor Pavloviç ala kö­ Topoyev (Peki nereden onlar her yıl
peği unutuvermiş, o çoktan öne dinlenme belgesi alıyorlar.)
geçmiş.)
puteşestvennik Seyyah, gezgin.
pus (ı.) PUS, buğu.
putha- Karıştırmak: "Pot haydi puthap
pus (ıı.) 1. Buz: "Harlar, pustar hayılçalar saldı pîstî pu perestroyka teen
/ Hatığ hıshı toozılça." P. Ştıgaşev nimee." V. Şulbayeva (Vay, nasıl
-
puthal puzur
karıştırdı bizi bu perestroyka denen (Yağor, ihtiyarın sıkıntılarına d o -
şey.) Pır çahsı kîzî aal çazidır, pîr kunmamalı diye, onu dinleyip, ses­
çabal aal puthidır. Atasözü (Bir sizce oturmuş.)
güzel kişi köyü güzelleştirir, bir kötü puzıryok Küçük şişe. çernilalığ
köyü karıştırır.) puzıryok mürekkep şişesi.
puthal- 1. Karıştırılmak. 2. (saçlar) Ka­ puzuğan Pankreas bezi.
rışmak: "Sağam anın sîliineh pîr puzuh- (ı.) Bozulmak, dağılmak.
dee nime halbadı - irnîlerî sîrlesçe,
sastarı puthal parğan." V. Tatarova puzuh- (ıı.) Bunalmak, sıkışmak, üzül­
(Şimdi onun güzelliğinden hiçbir mek: "iliskecek tee tın puzuhhan."\.
şey kalmadı, dudakları titriyor, saç­ Kotyuşev (iliskecek de çok bunal­
ları karışmış.) mış.) Puzuhhanğa tuzıhpa,
purnına suğ kîrer. Atasözü (Buna­
puthalısîığ s. Karışık. lana hiddetlenme, burnuna su g i ­
puthalıstıra zf. Karışarak: "Zoykanıh rer.) Pulan çortpaan tağ çoğıl,
nîskecek sııdı ipçîzînîh açığ puzuhpin ösken ir çoğıl. Atasözü
tabızınah hada hanaa (Mus koşmayan dağ yoktur, üzül­
hoğdıraannah puthalıstıra meden büyüyen er yoktur.)
aralasçathanı istîl halğan." N. puzuhtır- Bunaltmak, sıkıştırmak, üz­
Domojakov (Zoyka'nın incecik ağıdı mek: "Çobağlığ künner anın olğan
karısının acı sesiyle birlikte araba çüregîn puzuhtırçalar." V.
gıcırtısına karışarak birbirine girdiği Kobyakov (Acılı günler onun yüre­
duyulmuş.) ğini sıkıştırıyor.)
puthuncah 1. Deriden içki kabı. 2. İçki puzul- Bozulmak.
fıçısı. 3. Matara. 4. iki litrelik içki
puzult- Bozmak, yıkmak.
koyma şişesi.
puzun Sodyum sülfat, hıshıda tustığ
putpas s. Karışık, dağınık.
köllerde pus altınan puzun alcan
putpastan- Karışmak, karma karışık kşın tuzlu göllerde buz altından
olmak: 'Tükpeygen nimenîh hırında sodyum sülfat alınır.
uzı-pazın pîlcee çoh hara tılo oshas.
nime." N. Domojakov puzur (ı.) 1. Elektrik yükü. kügürt
küzüreze puzur çaçırapça gök
(Tümseklenen nesnenin yanında
gürleyince elektrik yükü sıçrar. 2.
ucu başı bilinmeyen kara tepe gibi
şey.) Kam ruhu
puzur (ıı.) Soya çekim, anın puzun
putul Büyük şişe.
tartıpça o soyuna benziyor.
putyovka bk. putevka
puzur (ııı.) 1. Kar taneciği, düğürcük kar:
puyğan bot. Akçam: "Ças tayğanıh "Sooh hıyan-çilnîn ne tinizi,
puyğannarı / Çarıh suuha harbazığ irtken îsterdegî tamcıh
körînçeler." A. Topanov (Yaş orma­ hannarnı moncıhtar ide toortıp sa­
nın akçamları / Parlak suyunda gö­ lıp, amdı olarnıh üstünce puzur
rünüyor.) barlamı sürektep çörçetken." N.
puun bk. poon (ı.) Nerbişev (Soğuğun nefesi, kapış­
puurah Kurutulmuş balık. manın bıraktığı izlerdeki kan dam­
puursah bk. poorsah lacıklarını boncuklar gibi dondurup,
şimdi onların üzerine kar parçaları­
puyla anat. Diş e t i . nı sürüklüyor.) 2. Öğütülmüş, tane­
puzar zm. Buraya d o ğ r u . cikli, puzur çarba öğütülmüş yar­
puzığıs Dert, sıkıntı: "Yağor, apsahtıh ma, puzur tartıl parğan un tane­
puzuğıstarma tehmeske tîp, anı cikli öğütülmüş u n . puzur tus tane­
istîp, sim odırıbıshan." H. Nerbişev cikli tuz.
-
pügrek
puzur- Duygulanmak. püdîrîs Yapma, meydana getirme, inşa
puzura- (ı.) Cıvıldaşmak. etme.
puzura- (ıı.) Yankılanmak, (yara) iltihap­ püdîrt- Yaptırmak, inşa ettirmek: "Cazı
lanmak. holda hazaaiar püdîrtkebîs." V.
Şulbayeva (Cazı Hol'da hayvan
puzuran- Cıvıldaşmak. barınakları yaptırdık.)
puzuran sag. s. Pürüzlü, pürtüklü. püdîs Yapı, oluş: "Anın pray sıray
puzurğan bk. puzuğan püdîzînde..." V. Kobyakov (Onun
pücüre Ekşitilmiş sütten yapılan peynir. bütün yüz yapısında...)
püdîk İnşaat, yapı: "Solbırap ahhan püdîstîg s. Yapılı, bünyeli: "Pu nimenî
suğlarıhnan / Sallar ince püdige." kör salğan kilkîm püdîstig Paska
M. Kokov (Çağıldayıp akan suların­ tarıncah ünneh kürlençe." V.
dan / Sallar iniyor inşaata.) Tatarova (Bu olayı gören iri yapılı
püdîr- 1. Meydana getirtmek, vücuda Paska kızgın sesle azarlıyor.)
getirtmek, inşa etmek, yapmak: püdün 1. Tam, bütün: "Pray ol huyunda
"Pabam püdîrgen turada / Pastağı pükül paza püdîn halan." A.
çazığ stih / Pazılğan in pumada /' Çerpakov (Bütün bu karmaşada b ü ­
Parar alnında çorıh." M. Ugdijekov tün ve sağlam kalmak.) 2. Tam:
(Babamın inşa ettiği evde / İlk g ü ­ "Çağdi pirîp körze, sınaboh pîrsî
nah şiir / Yazıldı en önce / Çıkma­ püdîn, pîrsî çarımına çitîre talaan
dan yolculuğa.) 2. Hazırlatmak. 3. ottığ siden tur." V. Kobyakov ( Y a k -
Sona erdirmek, ikmal etmek, uya laşıp baktığında, gerçekten biri t a m ,
pudır-yuva yapmak. diğeri yarısına kadar dağıtılmış çitle
çevrili ot kümesi duruyor.) püdün
püdîrges sag. s. Zeki, anlayışlı, iş bilir, sannar tam sayılar.
krş. püdürges
püdürçün Bıldırcın krş. pudurçun.
püdîrgî padej gr. Vasıta hâli.
püdürges 1. Yapı, bünye. 2. Zeki.
püdîrîg 1. Yapı, inşaat: "Min sağaa toğıs püdürges pala zeki çocuk. krş.
çoohtas salğam, pudingde, Pana." püdîrges
V. Şulbayeva (Ben senin için iş ko­
püdürgî bk. püdürges
nuştum, inşaatta, Pana.) naa
püdîrîgler yeni yapılar. 2. Yapıyla, püdüs Yapı, bünye, hazma püdüzî
inşaatla ilgili püdîrîg mateiallar devlet yapısı.
yapı malzemeleri. pügde 1. Bir tür av silâhı. 2. Hançer,
kama.
püdîrîgcî inşaatçı: "Çe pozımnıh
spetsialnozman toğınminçam, 250 püdüstîg s. Yapılı, bünyeli, alıp
salkovay alarga hınminçam, püdüstîg alp yapılı, püdüstîg at
kooperativtebîn, püdîrîgcî." V. yapılı a t .
Şulbayeva (Fakat kendi uzmanlık pügîl- Bükülmek: "Eelcek çiit horba
alanımda çalışmıyorum 250 ruble çili, iptîg pügllçe.'' V ' . Tatarova (Es­
almaktan hoşlanmıyorum, koopera­ nek vücutlu genç fidan gibi düzgün
tifteyim, inşaatçı.) eğiliyor.)
püdîrîl- Yapılmak, meydana getirilmek, pügîleeçî s. Kolay bükülen, kıvrılan.
oluşturulmak, inşa edilmek: "Pastap pügîlcek bk. pügülcîk
anı önetîn püdîrîlgen çılığ hazaada pügîlcîk s. Çabuk bükülen, eğilen.
tuthannar." N. Nerbişev (Önce onu pügîlîs- Birlikte bükmek.
özel olarak yapılan sıcak ahırda tut­
pügîlîs Bükülüş.
muşlar.)
pügîr Eğri, eğri büğrü.
püdîrîs- (birlikte) Yapmak, meydana
getirmek, oluşturmak. pügrek bk. püürek (ı.)
pügür s. 1. Kambur: "Hastamı uzun mızı çiçekli kumaş, eski kitap getirip
halattığ çoon pügür ineyek Anna'ya vermiş.)
sımıhnan huydır pariğanı körln par­ püktel- Bükülmek, eğilmek.
ça." N. Tyukpiyekov (Kazları uzun püktelcîk Kolay bükülen, bükülebilir.
elbiseli iri kambur ninenin çubukla
topladığı görünüyor.) 2. Eğri. îgîr- püktem Genişliği çift kat olan kumaş.
pügür eğri büğrü. püge tastaan püktem tavar geniş­
liği ikiye katlanmış, bükülmüş k u ­
pügürek bk. püürek maş.
pügürel- Kamburlaşmak: "Harool, kirîp, pükül 1.Bütün, tam: "Pray ol huyunda
pügüreSîbîsken, sıraytnda pükül paza püdin halan." A.
tırıshahtar hoyıp, ulam haral Çerpakov (Bütün bu karmaşada b ü ­
parğan." N. Tyukpiyekov (Harool, tün ve sağlam kalmak.) 2. Hakas
yaşlanıp kamburlaşmış, yüzündeki takvimine göre altmış yıl 3. Ömür.
kırışıklıklar derinleşip iyice karar­ pükülümnî toldırdım zamanımı
mış.) doldurdum, ömrüm tamamlandı,
pügürey- Bükülmek, eğilmek. krş. pütkül
pügüreyt- Eğmek, bükmek. pükür bk. pükürt
pügürt 1. Çadırda duman deliği kirişi. 2. püle- Pırıldamak, ışık matlaşmak, mat
Kubbe. görünmek
pügüürttlg s. Kubbeli, altın pügürttîg ib pülerke- Sönmek, ışığı kaybolmak: "Kök
altın kubbeli ev. tigirnih çıltıstarı pülerkep
çitklebîsken." V. Kobyakov (Mavi
pük Çayır: "Hınçam körerge turnalar/ Ot
göğün yıldızları sönüp kayboluyor.)
sapçan pügime tüsseler / Çashıda
olarnan toğasçam / Küsküde, tîzeh, püles s. Donuk, mat: "Tördegi turadan
üdesçem." N. Tinikov (Seviyorum polzartın püles çarıh tüsçe." A.
turnaları görmeyi / Ot biçtiğim çayı­ Çerpakov (Başköşedeki evden ze­
rıma konsalar / Baharda onlarla mine mat ışık düşüyor.) krş. pîles.
karşılaşıyorum / Güzün ise püles-palas tekr. Şöyle böyle, iyi kötü
uğurluyorum.) kök pük yeşil çayır. yanma, ışık verme: "Minin odım
püles-palas köyîp odırça, a pot
pük- Bükmek, eğmek.
çılıncah kîzî çoğıl." V. Şulbayeva
pükiee zf. Bütün olarak, tam olarak, (Benim ateşim şöyle böyle yanıyor,
bütünüyle. fakat ısınacak kimse yok.)
pükpecek bk. pükpeyek pültek İyi yapılmamış dikiş.
pükpeyek Beşiğin yay şeklindeki baş pür Yaprak: "Pürleri künge
mısmı. çaltırasçathan oshas, sarnasçalar,
püksün Kuşlarda lâdes kemiği, hus postarınzar hığırgalar." A. Çerpakov
püksünîn tastabacan iris polça (Yapraklan güneşten parıldıyor gibi,
kuşun lâdes kemiği atılmaz, mutlu­ şarkı söylüyorlar, kendilerine çağı­
rıyorlar.)
luk getirir, püksük söögîn ibnîn
ireezîne îlcen lâdes kemiği evin pür- Bükmek, tutup çevirmek, dürmek,
çatısının altına asılır. katlamak.
pükte- Bükmek, katlamak, eğmek: pürben Üst tarafı geniş kap.
"Curt eezl apsah pir turazınan pürbes Dar. pürbes kögenek dar elbi­
püktep salğan hızıl çahayahtığ
se.
tovar, irgî kniğa, tudın klüp, Annaa
pirgen."N. Tyukpiyekov (Evin sahi­ pürçük Pürçek, pürçük.
bi ihtiyar bir odadan katlanmış kır- pürek Böbrek.
purge -
pyatnitsa
pürge- Örtmek, kapatmak. putken Türemiş, müştak. putken
pürgek Duman, pürgek kün dumanlı söster gr. türemiş kelime.
gün. çir üstîne pürgek tartılca pütkül Bütün, t a m . krş. pükül
yeryüzünü duman kaplıyor. pütkülli zf. Bütün olarak, t a m , baştan
pürgektel- Hava kapanmak. başa.
pürgel- Kapanmak, kaplanmak: "Çirde pütpek (kıçta) Tümseklik. kötenînîn
tonı pazına pürgel parğan nimenı pütpegî çoğıl onun arkası yok,
Çohırah anan na pazoh çoon putha poposu düz.
haphlap parğan." V. Kobyakov püü kaç. Balık ağı.
(Yerde paltosu başına kapanan i n ­ püü! zf. Bu yıl: "An pîldîrçe be? Kiik
sanı Çohırah sonra yine kalın b u ­ par ba püül?." N. Nerbişev (Av gö­
dundan kapmış.) rünüyor mu? Geyik var mı bu yıl?)
pürgencîk 1. Bebeğin içinde doğduğu püülgî bu yılki.
zar. 2. Sargı, sargı bezi. 3. Duvak, püülengen kip belt. Maskeli kostüm.
gelin başlığı. püün zf. 1. Bugün, içinde bulunulan
pürgüncek bk. pürgencîk g ü n : "Tanda naa çil pastalca, püün
pürgür- Püskürtmek. haraa anı udurlirğa kirek nooza."M.
pürî Yaprak, pürî çoh ağas yapraksız Çebodayev (Yarın yeni yıl başlıyor,
ağaç. bugün gece onu karşılamak gerek
ne de olsa.) 2. Bugün, son zaman­
pürkeer bk. pürtper
larda: "Püün hızılçabıs, tanda,
pürkek s. 1. Donuk, boğuk: "Çohırahtın Ogas uuca, mına p / c / / çırğırbıs."V.
pürkek tabızı istîle tüsken." V. Şulbayeva (Bugün sıkışıyoruz, ya­
Kobyakov (Çohırah'in donuk sesi rın, Ogas nine, işte şöyle seviniriz.)
işitilmiş.) 2. Donuk, mat: "Pustığ püüngî bugünkü, püünnen sığara
közenekte oynanıp, Pürkek sveçî jünden sonra.
çarıpça."A. Topanov (Buzlu pence­
rede oynayıp / Mat lâmba gibi parlı­ püür Kurt^NTü/gû sunnmaza daa,
yor.) j35 <r anı pniLcf^-1<uâiEEmîTlT.
Tinikov (Tilki istemese de kurt onu
pürkenne- Mat yanmak, yanıp söner gibi "yardımcısı vapmış.) Püür uhancıl,
görünmek. çir hulahtığ polcan. Atasözü (Kürt
pürleri- Yaprakla kaplanmak, yaprak duyarlı, ver kulaklı olur.l Piiiirrtojj
açmak. Tw.ıhQaiV, arıfi7^r göfbe. Atasözü
pürlendîr- Yapraklandırmak. (Kurttan korkuvorsan ormana ait-
m e j püür çili kör- kurt gibi b a l T -
pürlîg s. Yapraklı.
' mak. îrğek "püür erkek kurt, tizı^
pürnükün zf. Önceki gün. püür dişi kurt, püür palazı kurt
pürtper belt Masa veya tahtayı silmek _\tevrusu; "" """
için bez. püürek (ı.) Böbrek, çağ îstîndegî
pürüfikî s. Alaca karanlık: "Aal üstünde püürek yağ içinde böbrek (tatlı, latif
pürüfikî çadıbıshan polğan." N. kız.)
Domojakov (Köyün üzerine alaca
püürek (ıı.) Hendek, ark.
karanlık çökmüş.)
püt- 1. Olmak, vücuda gelmek. Arığ püürle- Kurt avlamak.
itten üs sıhpaan, arğaasnafi toğıs pyatiletka Beş yıllık, beş yıllık plân.
pütpeen. Ataüsözü (Zayıf etten yağ pyatnitsa Cuma.
çıkmaz, tembelle iş olmaz.) 2.
• < f— (yara) Kapanmak, iyileşmek. 3.
•^-»•Yapmak, vücuda getirmek.
-R-
rabfak İşçi üniversitesi. raport Rapor, raport pir- rapor vermek.
radiator tek. Radyatör. rasa Irk.
radio Radyo: "IbTnde pray nimezı çitkîl,
rashod Masraf, sarfiyat, gider.
ibınln îsfı pray çaltırapça, radiozı
nakladnoy rashod genel masraf­
par, elektriçeskay lampoçka köyce."
lar.
S. Çarkov (Evinde her şey yeterli,
evinin içi parıldıyor, radyosu var, rasist Irkçı.
elektrik lâmbası yanıyor.) rasizm Irkçılık.
radioaktivnay s. Radyoaktif. rasovay s. Irkçılıkla ilgili.
radioaktivnay sustar radyoaktif ı­ raspisanie Tarife, cetvel, lektsiya
şınlar. raspisaniezî ders cetveli.
radioaktivnost' Radyoaktivite. raspiska Makbuz, alındı, raspiska pir-
radioapparat Radyo cihazı. makbuz vermek.
radiogramma Radyogram, rassada Fide.
radiola Pikap. rasşifrovka Deşifre.
radiopriyomnik Radyo alıcısı. rasşifrovıvat' pol- Deşifre etmek.
radiostanitsiya Radyo santrali. rastrata İsraf.
radiostudiya Radyo stüdyosu. rastratçik Muhtelis, üzerine para geçi­
radiotehnik Radyo teknisyeni. ren.
radiotehnika Radyo tekniği. ratifikatsiya Onaylama, tasdik.
radiotelegraf Telsiz telgraf. ratifitsirovat' pol- Onamak, onaylamak.
radiouzei Radyo merkezi. ratsionalizator Rasyonalleştirici.
radist Radyotelgrafça ratsionalizatsiyaRasyonalizasyon.
radius Yarıçap. ratsionalizirovat' pol- Rasyonelleştir-
radiy kim. Radyum, radıynefi imnirî mek.
radyumla tedavi. rayispolkom Bölge icra komitesi.
radiylığ s. Radyumlu. raykom Bölge komitesi: "Raykomda onn
rahit tıp. Raşitizm. polğan, surınğam: kir sal minî
rak (ı.) Yengeç, palın çohta rak taa andar, kirbeezih, arıstığ polğan
palık. Atasözü (Balık yoksa yengeç sağaa pos kizîzîn ködîrerge." V.
de balık.) Şulbayeva (Bölge komitesinde yer
vardı, rica ettim beni oraya sok d i ­
rak (ıı.) tıp. Kanser
ye, sokmadın, uymadı sana kendi
raketa ask. Roket, raketa pozıt- roket insanını yükseltmek.)
fırlatmak.
raketka Raket. rayon Mıntıka, bölge, ilçe: "Aaldağı
rama Çerçeve, közenek ramazı pence­ çoh-çoostar postarının çıılığlarında
re çerçevesi, kartina ramazı resim rayonda in pastağı kolhoztı töstirge
çerçevesi. çarathannar." M. Kokov (Köydeki
ramka Küçük çerçeve. portret fakirler kendi toplantılarında ilçede
süleykelîg ramkada resim camlı ilk kolhozu kurma kararı almışlar.)
çerçevede. rayonnay s. Bölgeyle ilgili.
ranets Sırt çantası. raysovet Bölge meclisi.
-394-
raz'ezd retsept
raz'ezd Küçük istasyon. rektör Rektör, universitettîn rektorı
razmer Ölçü, miktar, maymah razmerı üniversitenin rektörü.
ayakkabı numarası, stih razmerı rel's Ray. timîr çol re'saları demiryolu
şiir ölçüsü. rayları.
razryad' Sınıf, kategori, derece. religioznay Dinsel, dinî. religioznay
sportivnay razryad' sportif derece. predrassudkalar dinî hurafeler.
razvedçik 1. Keşifçi. 2. İstihbaratçı. religiya Din.
razvedka Keşif, araştırma, razvedka remeslennay s. Zanaatla ilgili.
otryadı keşif ekibi. remeslennay uçiliçşe meslek oku­
reaktivnay Reaktif, tepkimeli. lu.
reaktivnay samolyot tepkimeli u­ remeslennik Zanaatçı.
çak. remeslo Zanaat.
redaktirovat' pol- Düzeltmek, tashih remilitarizatsiya Yeniden askerîleştir­
etmek. me.
red'ka bot. Beyaz turp. rentgen Röntgen, rentgen kabinedî
redaktör Redaktör, editör, gazetanın röntgen odası.
redaktorı gazetenin redaktörü. reostat fiz. Reosta.
redaktsiya Düzeltme, redaksiyon işleri. repa Şalgam, kormovoy repa yem
rediska bot. Turp. şalgamı.
redkollegiya Y a z ı işleri heyeti. reparatsionnay s. Tazminatla ilgili.
reforma Reform, ahça reformazı para reparatsiya Tazminat.
reformu. repatriant Tekrar kendi ülkesine dönen.
registratura Resepsiyon. repatriatsiya Kendi ülkesine iade etme.
registrirovat' pol- Kaydetmek. repetirovat' pol- Prova etmek.
reistrirvat'sya pol- Kayıt olmak, pray repetitsiya Repetisyon, prova, gene-
kilgen kîzîler registrirovat'sya ral'nay repetitsiya genel prova
polzınnar bütün gelenler kayıt o l ­ reproduktor Hoparlör.
sunlar. respublika Cumhuriyet. Hakas
rejim Rejim. Respublikazı Hakas Cumhuriyeti.
rejissyor Rejisör: "Sin bar teatrzar, respublikanskay s. Cumhuriyetle ilgili.
çoohtas kör rejissyornan, arsa,
restoran 1. Restoran. 2. Restoranla ilgili:
sınap taa sini alıp alarlar." V.
"Restoran direktorının orınçızı
Şulbayeva (Sen git tiyatroya, reji­
polçathanın haydi undudıbısham."
sörle konuş, belki seni gerçekten a­
S. Karaçakov (Restoran müdürü­
lırlar.)
nün yardımcısı olduğunu nasıl u­
reklama Reklâm. nuttum.)
rekomendatsiya 1. Tavsiyename, refe­ reşyotka Parmaklık, kafes.
rans, çahsı rekomendatsiya a l - iyi
retsenzent Eleştirmen, münekkit.
referans almak. 2. Tavsiye etme.
retsenzirovat' pol- Eleştirmek, tenkit
rekonstruktsiya Yeniden yapılandırma.
etmek.
rekord Rekor, naa rekord turğıs- yeni
retsenziya Eleştiri, tenkit yazısı.
rekor kırmak.
retsept Reçete, retseptnah im a l - reçe­
rekordsmen Rekortmen.
teyle ilâç almak.
rekordtığ s. Rekor(lu.)
-395-
revızıya ruda
reviziya Kontrol, revizyon, kassanın gin soyundan değil.) Attı
reviziyazı kasanın kontrolü. tanmazınan tanıpça, k î z î n î
reviziyonnay Revizyon. rodınaii pîlçe. Atasözü (At damga­
revizor Müfettiş, kontrol memuru. sından tanınır, kişi soyundan bili­
revol'er Rövolver, tabanca. nir.) pîstîn r od tan bizim soydan.
revolyutsionnay s. Devrimle ilgili. rodina kökte- soyuna çekmek.
revolyutsionnay kürezîg devrim rodina Vatan, anayurt, rodinabısha
mücadelesi. hınçabıs vatanımızı seviyoruz.
revolyutsiya İnkılâp, devrim: "Ol rogatka Sapan, rogatkanan at- sapanla
irennerge revolyutsiyadahar, atmak.
çaalardanar uzun hıshı lirlerde tın rol Rol: "Rol çahsı oynabısham -
hınıstığ çoohtacah, çe kinetîn, han çaskalığbın, hınğan kizime toğas
pol parğan, holın kistlr salğan." A. parğam - çaskalığbın." V.
Kuzugaşev (O, erkeklere devrim
Şulbayeva (Rolü iyi oynadım
hakkında, savaşlar hakkında uzun
kış gecelerinde çok güzel hikâyeler mutluyum, sevdiğim kişiyle karşı­
anlatmış, fakat aniden kangren olan laştım, mutluyum.)
kolunu kestirmiş.) roman ed. Roman, roman hığır- r o ­
revolyutsioner Devrimci, inkılâpçı. man okumak.
revtribunal Devrim mahkemesi. romans muz. Romans.
rezerv Rezerv, yedek, rezervta halğıs- rota ask. Bölük: "Tayka Todanova,
rezerve bırakmak. sîrerhîh rotada haydağ habarlar?"
rezervuar Hazne, rezervuar. benzin V. Şulbayeva (Tayka Todanova, si­
tutçan rezervuar benzin zin bölükte haberler nasıl?)
rezervuarı. royal' Kuyruklu piyano.
rezina Lâstik, rezinadan idîlgen lastik­ roza bot. Gül.
ten yapılmış.
rozısk huk. Araştırma, arama.
rezinka Lâstik, çernila arıtçan rezinka ugolovnay rozısk cinayet masası.
mürekkep temizleyen silgi.
rtut' kim. Civa.
rezinovay s. Lâstikle ilgili, rezinovay
myaç lâstik t o p . rubaha Gömlek (giysi).
rezolyutsiya Karar. rezolyutsiya rubanok Rende.
sığar- karar çıkarmak. rubaşka Gömlek (giysi).
rezul'tat Sonuç, netice. çahsı ruçka 1. Kalem. 2. Mürekkepli tükenmez
rezul'tattarğa çitkebîs iyi sonuçla­ kalem: "Peroların ut ir saldı, anan
ra ulaştık. ruçkazınah naa perozın suurıp al­
rıçag Manivela, rıçagnan ködîr- mani­ dı." A. Kuzugaşev (Kalem uçlarını
velayla kaldırmak. utturdu, sonra mürekkepli tüken­
rmok Pazar, çarşı, piyasa: "Am rınokka mez kaleminden yeni kalem ucunu
kîrçebfs." V. Şulbayeva (Şimdi p i ­ çıkardı.)
yasaya giriyoruz.)
ruda Filiz, maden cevheri: "Toğınçathan
rifma Kafiye, uyak. îstîndegl rifma iç tirîglernî, ruda tartıpçathan
kafiye. vagonetkalarnı sınıhtap pastaan."
ris Pirinç. S. Çarkov (Çalışılan araç gereçleri,
risk Risk. maden cevheri taşıyan vagonetleri
rod Soy, şecere: "Hapın paynıh rodınah denemeye başlamış.)
nimes."N. Domojakov (Hapın, zen-
rudnik -396- ryumka
rudnik Maden ocağı: "KöksJn siniri rumınskay Romenle ilgili, rumınskay tîl
çazançadır Kolhoz, sovhoz, Romen dili, Romence.
rudnikke."M. Kokov (Göğsün senin rupor Megafon, borazan.
süsleniyor / Kolhoz, sovhoz, maden russkayRus. russkay çon Rus halkı.
ocağıyla.) russkay tîl Rusça.
ruP 1. Direksiyon, avtomobil' rul î oto­ ryadovoy Sırdan, alelade, baya­
mobil direksiyonu. 2. Dümen. ğ ı , ryadovoy slujaşçay sıradan
ruletka Rulet. memur, ryadovoy sostav ask. er
rumın Rumen, Romanyalı. birliği.
rumınka Romen bayan. ryumka Kadeh.
-s- man savurma. (Sarı atım gürültüyle
saa Başak tüyü, başak bıyığı, saa çoh
silkiniyor.) 2. Çağlatmak.
as başağında kılçığı olmayan buğ­ saalda bk. saalta
day. saalığ s. Başak kılçığı olan. saalıh
saa çit- Gücü yetmek sağızı çidîp, saa tamahtar yazlık bitkiler.
çitpeen aklı ermiş, gücü yetmiyor. saalta Yakmak için söğüt dalı yığını.
saabıs- Vuruşmak, bahse girişmek. saaltı bk. saalta
saada- Gecikmek, geç kalmak: "Ibzer saam sag. Saç örgüsüne bağlanan bon­
haydi daa aylanarbın tip pis hati cuk dizisi, sürmeske palğaan
pjçîk pazıp, amğaa çitîre çaçahta altı saam polça beliğe
saadabıstı." A. Çerpakov (Eve nasıl bağlanan süste altı boncuk dizisi
olsa dönerim diye beş kez mektup var.
yazdığı hâlde şimdiye kadar
saan Sağmal, sağılan, saap îçerge
gecikti.) As işkence saan pirgen sağıp içmeye sağmal
manzırabacan, atha müngence vermiş, saan çoh kîzîlerge paylar
saadabacan. Atasözü (Yemek yer­ saap îçerge pızolığ inek
ken acele edilmez, ata binince geç pircehner sağmal hayvanı olma­
kalınmaz.) yana zenginler sağıp içmek için b u -
saadah Sadak, ok kılıfı, ir çalısızı zağılı inek verirler.
saadah haphan, çaacah suurğan saancı Sağıcı, süt sağan.
er yiğidi sadağını kapmış, okunu saannığ s. Sağmal hayvanı olan. köp
çıkarmış. saannığ kîzî çok sağmal hayvanı
saadal- Durmadan gitmek, tutulmamak, olan kişi. 5 ^ - ^ v^ A ^
gecikmemek. saap- (saat) Çalmak.
saah 1. Aşık kemiği, sun saağı geyik saar (ı.) Tek, çiftin biri: "Avtobustah tüzer
aşığı, saah oyna- aşık oynamak. alnında, tayağın çirge iptep tîrep
inek saahtarı inek aşıkları. 2. Aşık alğan, anan saar azağın çirge
oyunu. 3. Aşık oyununda kazanma. tüzirgen, soonca îkîncTzîn
saah- Ayılmak, kendine gelmek. turğıshan." A. Çerpakov (Otobüsten
inmeden önce, bastonu yere
saahta- Keskin çığlıklar koparmak.
sağlamca koyup sonra bir ayağını
saal Sağım, sağma, pîr saal süt bir yere indirmiş, ardından ikincisini
sağımlık süt. saalğa tutçan könek basmış.) saar azahtığ tek ayaklı.
süt kovası.
saala- Çağlamak, gürlemek: "Kün harağı saar (ıı.) Şehir, kent. ah saarli aal
kölenîbîsse / Köstelbineh sıhçalar / odırğan poltır güzel şehre benzer
Küülep, saaiap çir dee tüsse / köy varmış.
Küiîmzirep turçalar." A. Topanov saarbah Orta ölçekte, saarbah ayah
(Gün ışığı saklansa / Közlenerek orta ölçekte kadeh, saarbah nincî
çıkıyorlar / Gürleyip, çağlasa
orta büyüklükte inci.
yeryüzü / Gülümseyip duruyorlar.)
saarpah bk. saarbah
saalat- 1. Gürültü etmek. Saradım
saalada sîlîgîn tur. Bilmece, har- saarsıh bk. sarsıh, saar
saas- Sağmak, birlikte sağmak.
saas (ı.) bk. sağıs (ı.)
-398-
saas saban
saas (ıı.) Sakız, akındırık, iirde saastı saba 1. Hata, yanlış. 2. Yanlış, hatalı. 3.
taynirga çarabas akşamleyin sakız (atışta) karavana, isabet ettireme­
çiğnenmez, krş. sağıs (ıı.) me.
saashan zool. Saksağan: 'Tanahha sabaa Yün dövme sopası, tüktî
Saashan toğashanda, Sirt-mart sabacah sabaa yün dövülen sopa.
çooğın unp odır." N. Tinikov sabağa (ı.) 1. Yaprak fidesi. 2. Küçük
(Saksağan tavukla karşılaşınca / fidan. 3. Dal, budak.
Cik cak konuşmaya başlıyor.) Ala sabağa (ıı.) Çerçeve, kaş.
saashan aaldan sıh polbinça,
sabağacah Çerçeve, küçük kaş. aarlığ
izîrîk ir ibîn pîlînminçe. Atasözü
tastın sabağacağı kıymetli taşın
(Ala saksağan köyden çıkamaz, es­
küçük kaşı.
rik er evin biimez.)
sabağacahtığ s. Çerçeveli, kaşlı, hola
saas huhhayah Körebe oyunu.
sabağacahtığ sur mercan kaşlı
saasta- Akındırık toplamak, ağaç göv­ bronz.
desinden sakız çıkarmak.
sabah (ı.) Sap, gövde, dal: "Künnîn altın
saastat- Sakız toplatmak, çıkarttırmak. harağında aylandıra ösken tallarnıh
saat (ı.) 1. Durak. 2. Duraklama, çolda sabahlarında hannıh toop parğan
paza saat çokta çurtına çitken tamahtan çap-çarıh hızarçalar." A.
yolda durmadan (giderek) evine Kuzugaşev (Güneşin altın ışığında
ulaşmış. 3. tiy. Ara, antrakt. ters dönmüş söğütlerin dallarında
saat (ıı.) 1. Sibir Tatarı. 2. Müslüman. donmuş kan damlacıkları parlayıp
saat abızı molla, saat kibîrî İslâm kızarıyor.)
inancı, saat ayağı ağaç çorba kâ­ sabah (ıı.) Deri düğme, taspadah itken
sesi. sabah deri şeritten yapılan düğme.
saay 1. Felâket, musibet, belâ, afet : sabah (ııı.) Keçe çadır örtüsü.
"Zaboyda pfree saay pol parza çi?" sabahtığ s. Keçeyle örtülmüş, kaplan­
S. Çarkov (Galeride bir kaza olursa mış, altınan altı sabahtığ,
peki?) 2. Kaza. saay çoh kazasız, üstüneh üs sabahtığ örgee altın­
arızasız, hasarsız, saay çoh dan altı keçe örtüyle, üstünden üç
uçuğıs kazasız uçuş. saay çoh keçe örtüyle örtülmüş ak saray.
toğıs kazasız iş.
sabal İğne yapraklı ağaç dalı: "Pır kün
saaylan- Kazaya uğramak, belâya düş­ Yağor, kinetîn Solomeynîh tamağı
mek, suğa saaylançathan tın ağınbıshanda, sıbı sahalın
parohod pozına polızığ hığırça haynadıp îzîrtse, çarap parça tip
suda kaza geçiren feribot kendine istîp alğan." N. Nerbişev (Bir gün
yardım çağırıyor. Yağor, aniden Solomey'in boğazı
saaylığ s. Belâlı, uğursuz: "Siriî çok ağrıdığında, ladin yaprağını
sanacahnar saaylığ hus / Anzına kaynatıp içirse iyi geliyor diye
kirtînmes amğı u/us." V. Maynaşev duymuş.)
(Seni saymışlar uğursuz kuş / Ona
saballığ s. İğne yapraklı, saballığ
inanmaz şimdiki halk.)
ağastar iğne yapraklı ağaçlar.
sab Ün, şan, şöhret, alıp sabi ay altınca saban (ı.) Ağaç yayık, ağaç fıçı. uluğ
parğan alpın şöhreti ay altında sabannı pulğaan büyük fıçısını ka­
yayılmış. rıştırmış.
saban -399- sabın

saban (ıı.) 1. kaç. Karasaban. 2. kız. V. Kobyakov (O gün akşama


Saban demiri, saban t î z î saban döndüğünde, parlak güneş ışığı
demiri. alçak dağın başına düşmüş.) 4.
sabdal Örgünün dışında kalan saç. Yayılmak, dağılmak: "İt purun çaynı
sabdalı çoh uzun saçlı, örülmemiş smeten hadıp îskende, tir sığara
saçlı. sabılça." N. Domojakov (Kuşburnu
çayını kaymak katıp içince, ter çıkıp
sabdar Gri, kirli beyaz, kır: "Minin adım
yayılıyor.) îzîg tınıs sabıl- sıcak
mına pu sabdar at" V. Kobyakov nefes yayılmak, çıs sabıl- koku
Benim atım işte şu kır at.) ah yayılmak.
sabdar ak kır.
sabıl- (S.) Ünlenmek, şöhret kazanmak.
sabığ ( ı . ) Peş.
sabılıs- Atışmak, vuruşmak, çarpışmak:
sabığ (ıı.) 1. Darbe, vurma. 2. Muhare­
"Fedor Pavloviç tamırların tutça,
be, çarpışma.
mayın sabi I ısça tamırlar." N.
sabığla- ( ı . ) Yünü sopayla kabartmak. Domojakov (Fedor Pavloviç
sabığla- (ıı.) Peş takmak. damarlarını tutuyor yorgun çarpıyor
sabığlığ s. Peşli, sigîs sabığlığ ton damarlar.)
sekiz peşli elbise. sabin (ı.) (ot) Biçme, sabınnı î k î hatî
sabıh- Ünlenmek, şöhret bulmak: "Ağın sappacah ot iki kere biçilmez.
suğlarnı indîre / Ahça tayğanm sabin (ıı.) kız. Hedef, nişan tahtası.
ağazı / Ağasnan sabıhçathanı /Adı sabin a t - hedef tahtasına ateş et­
sîlfg Hakasiya." M. Arşanov mek.
(Coşkun sulardan aşağı / Akıyor
sabin (m.) 1. Sabun sabin kizegî sabun
ormanın kerestesi / Ağacıyla
kalıbı, çıstığ sabin kokulu sabun.
meşhur olması / Adı güzel
2. mec. Altın külçesi, sarığ sabin
Hakasya.)
sarı altın külçesi, at pazında ah
sabıhsı- Uyuklamak: "Aydonın harahtarı sabin at başında ak altın külçesi.
postan nuulıp, sabıhsi talazıp, hara sabin- 1. (kanat) Çırpmak: "Suğ
çirzer saba pastı rıbıshan." V. solbıraanı, palığlığ hus hanattarın
Kobyakov (Aydo'nun gözleri kendi sabin kilıp talbahnap pariğan çili."İ.
kendine kapanıp, uykusu gelip, Kotyuşev (Su çağlaması, yaralı
kara yere kapanmış.) kuşun kanatlarını çırpıp gitmesi
sabıhsıs Uyuklama: "Arına Petrovna gibi.) 2. Vurmak, çarpmak: "Çohır
suhsas sabıhsıznah azınla tüsken, aday, suğ hastada oylağlap, çol
sah andoh hıshırıbıshan." N. uzada körglep hıhzığlap, huzuriinah
Domojakov (Arina Petrovna, habırğ alarm sabınğlaan." N.
uykudan susayarak uyanmış, tam o Domojakov (Ala köpek, su
sırada bağırmış.) kıyısında koşuşturup, yolun
sabıl- (ı.) 1. Vurmak, çarpmak, uzaklarına doğru bakarak çenileyip,
vurulmak, çarpılmak: "Aydonın kuyruğuyla kaburgalarına vurmuş.)
çüregı sabıl pastaan." V. Kobyakov 3. (yürek) Çarpmak: "Hayran
(Aydo'nun yüreği çarpmaya çüregfm, köölce sıstazıp / Pirge
başlamış.) çürek sabıl- yürek sabılça minneh hada." M.
çarpmak. 2. Dövülmek. 3. Zaman Kilçiçekov (Zavallı yüreğim,
dönmek: "Ol kün iirge yavaşça sızlayıp / Birlikte çarpıyor
sabılıbıshanda, hacan çarıh kün benimle.) kistin sabin- sırtına
barağı çabıs tağnıh pazına tüsken."
- 400 -
sabin sadığ
vurmak. 4. (hamamda) Dallarla Ses. tuyğah sabızı toynak sesi.
kendi kendine vurmak. aya sabızı alkış sesi. azah sabızı
sabin- Dadanmak. ayak sesi. baraban sabızı davul
sabıncah Hamamda masaj için kullanı­ sesi.
lan dallardan yapılmış demet, sü­ sabıs- Vurmak, vuruşmak: "Pazın timir
pürge. paltınah üze sabısçahnar." G.
sabıhcah tös Kötü ruh. Kazaçinova (Başını demir baltayla
sabındı 1. Biçilmiş ot. 2. Söğüt dallarıyla vurup koparmışlar.)
kaplanmış çardak. sabit Dinî törenlerde kullanılan renkli
sabınna- Sabunlamak. kurdelelerle süslü akağaç dalı. pazı
aylahtanza sabıtnan çilbetçeler
sabınnan- Sabunlanmak.
başı dönerse ağaç dalıyla yellerler.
sabınnas- Birbirini sabunlamak. sablan- Ünlenmek, şöhret kazanmak:
sabınnas Sabunlama. "Ah tayğazınıh ahnarınah /
sabınnat- Sabunlatmak. Anğlarınıh hustarınah / Alğımğa
sabır 1. Kendir bezi. 2. Kendir bezinden ırah sablançathan."M. Arşanov (Ak
palto. 3. Çadır bezi. 4. Kaba k u ­ dağlarının avlarıyla /Ormanlarının
maştan avcı üstlüğü. kuşlarıyla / Geniş yerlerde
ünlenmiş.)
sabır- 1. Savurmak, astı sabır- harmanı
savurmak. 2. Aktarmak, savurmak. sablanıs Ünlenme, ünleniş, şöhret
ayrannı ködîrîp sabırarğa kazanma.
çarabacan ayranı kaldırıp savur­ sablanıstığ s. Ünlü, şöhretli.
mak (aktarmak) yasaktır. sablığ s. Ünlü, şöhretli, meşhur: "İpçI
sabıra Yazıt, kitabe, sabıra pîçîk kah­ amdı sablığ kîzl / irlerneh tin
ramanlık yazısı, izer hamağında pravolığ." M. Kokov (Kadın şimdi
sabıra pîçîk pazıl parğan polğan meşhur kişi / Erkeklerle denk
eyerin kaşında kahramanlık yazısı hukuklu.) sablığ hak meşhur kam.
yazılı imiş. sabos Yün kabartma sopası.
sabini- Savrulmak: "Törzerkî pölîgînîn sabotaj Sabotaj.
îzîk közehezîn çalbastandıra sabotajnik Sabotajcı.
pulğabızıp, andar sabırıla halğan."
sacı e s / c . Ceza.
A. Çerpakov (Başköşedeki
bölmenin kapı penceresinin saçok Balıkçı kepçesi.
kanadını açıp, oraya savrulmuş.) sad Bahçe, bağ. gorod şadı şehir bah­
sabıs 1. (tokat vb.) Vurma: "Aydo, çesi.
pastağı sabıstıh it açiina sıdabin, sadah (ı.) Şiş karınlı, göbekli.
çirge süspektene tüzîp, anan, çabal sadah (ıı.) zooi. Senostav?
tonıcagın sözlre, oylap sıhhan." V. sadat- (gidişi) Yavaşlatmak, yolculuğa
Kobyakov (Aydo, ilk vuruşun ara verdirmek.
acısına dayanamayıp yere serilip,
saday- (göbek) Şişmek, öne çıkmak.
sonra, kötü paltosunu sürükleyerek
koşmaya başlamış.) 2. (el) Çırpma, sadıcah Küçük bahçe: "Bolnitsa
alkışlama: "KİzTIernîh aya sabıstan, hırindağı sadıcah." V. Şulbayeva
at tabanı nızıraannan hada plrge (Hastahane yanındaki küçük
nızırap sıhhan." İ. Kostyakov bahçe.)
(insanların alkışları, at tabanlarının sadığ Satış, satma, sadığ İ t - satış
takırtısıyla birlikte gümbürdemiş.) 3. yapmak.
sadığcı -401 -
sağamğı
sadığcı Satıcı: "Köytîk sadığcaa sadıp / sürüp gidecek gücü bulur gibi
Kücür çoh ülesçehner." ?. Ştıgaşev olmuş.) saam çoğıl gücüm yok.
(Kurnaz satıcıya satıp / Hilesiz körcefi saam çoğıl görecek hâlim
bölüşmüşler.) yok. sağıs çitçe, sağı çitpînçe aklı
sadığ-tura tekr. Mağaza, dükkân. eriyor, gücü yetmiyor.
sadıh 1. Sonuç, netice. 2. Kötü niyet. sağ (ıı.) Savaş, muharebe, kapışma.
îzîgnîn sarii kiler sıcağın acısı çı­ uluğ sağ pastalıbıshan büyük sa­
kacak (yağmur geliyor.) vaş başlamış, krş. çaa.
sadıl- Satılmak: İnek, hoyğa sadılıp / sağ- Sağmak: "İrteeçî ıpçıler înekterîn
Ibde, tashar toğıncanmıs." M. sağlap hayınısçathannar." N.
Kokov (İneğe, koyuna satılıp / Domojakov (Erken kalkan kadınlar
ineklerini sağıp kaynaşıyorlar.)
Evde, dışarda çalışmışız.)
sağaa zm. Sana: "Sağaa çarabas, min
şadın- Satılmak, sadıncan tın satılık
ırah parim, Aydocah, uzu." V.
can Kobyakov (Sana yaramaz, ben
sadmcah Satılık. uzağa gidiyorum, Aydocuk uyu.)
sadıp a l - Satın almak. sağaa nime! sana ne!
sadır 1. Evi veya alacığı kaplayan büyük sağal 1. Sakal: "Ol Torka parçan
keçe. alaçıh çapçan sadır alacık turacahtın eez'ı, hara sağallığ kîzî
kapatacak keçe. polğan." V. Kobyakov (O Torka'nın
sadıra 1. Benekli, çilli, çiçek bozuğu gittiği evin sahibi, kara sakallı kişi
olan. Sadıra sıraylığ, timîr imiş.) sağal çoh sakalsız, sağal
tayahtığ. Bilmece, yüksük ve iğne. öskîr-sakal bırakmak, sağal hır-
(Benekli yüzlü demir değnekli.) 2. tıraş olmak, eek sağalı çene
sakalı, aram sağal seyrek sakal.
Pürüzlü, pürtüklü. krş. sadıran.
üstündeğî sağal bıyık: "Çabus,
sadırah bk. sadıra, sadıran.
üstündegı sağalın çızınıbızıp,
sadıran 1. Benekli, çilli, çiçek bozuğu
söleen." V. Kobyakov (Çabus,
olan. 2.Pürtüklü, pürüzlü, krş.
bıyığını sıvazlayıp söylüyor.) kîrbe
sadıra.
sağal kaç. bıyık, kîrbîk sağal sag.
sadıs- (birlikte) Satmak, (birbirine)
bıyık, nohta sağal favori, sağalda
satmak.
sağıs çoğıl sakalda akıl yoktur.
sadıs Satma, satış.
sağaldırıh Çene altından geçen ip.
sadıstır- Birbirine sattırmak.
sağaldırıhtığ s. Çene altından geçen
sador Yiyecek kıtlığı, yetersizliği, çîcen
ipli. tülgü pörîk sağaldırıhtığ tilki
himenîn sadon yiyeceğin yetersiz­
derisinden börk çene altından bağ­
liği.
lanan ipli.
sadovod Meyvecilik uzmanı.
sağallığ s. 1. Sakallı. 2. Bıyıklı.
sadovodçeskay s. Meyvecilik, meyveci­ hara kîrbe sağallığ kara bıyıklı.
likle ilgili.
sağam zm. Şimdi, hemen, şu anda:
sadovostvo Meyvecilik. "Pozınıh çüregînde Yakınnı sağam
saf'yan 1. Maroken. 2. Marokenden. daa çoh idMzer çîli polça." V.
saf'yan sapog maroken çizme. Kobyakov (Kendi yüreğinde Yakın'ı
sağ (ı.) GÜÇ, kuvvet: "Çe andağ daa hemen yok eder gibi oluyor.)
polza, hanaazın sürlzîp oylir sağnı sağamğı s. Şimdiki, sağamğı çurtas
taphadağ polğan." N. Domojakov şimdiki hayat.
(Fakat öyle de olsa, arabasını
sağamoh -402- sağınıs

sağamoh zf. Hemen, alelacele, hemen­ çay koyup oturmuş, mutlu yüzü
cecik. ateşte parıldatmış.)
sağarthı zool. Sakırga, koyun kenesi. s a ğ 1 1 c a n bot. Isırgan.
sağat Saat, zaman gösteren alet: "Aalda sağıldır- Işıldatmak, parlatmak, parıl­
par sağat, anın ürii mağat." N. datmak.
Tinikov (Köyde saat var, onun sesi sağılış- Parıldaşmak, parılda­
iyi.) altın sağat altın saat. tîrîg mak: "Pazına haydağ-da hatığ nime
sağat horoz. 2. Saat, altmış dakika. tenenîn isken, harahtarında çarın
T k î sağatta iki saatte. ottar sağılıshan." N. Domojakov
sağba 1. ikaz, haber verme, işaret (Başına sert bir cisim değdiğini
etme: "Kinetm pazoh Çohırah, işitmiş, gözlerinde kıvılcımlar
nimenîn-de sağbazın alıp, pürkek parıldamış.)
ürip pastaan."V. Kobyakov (Aniden sağın 1. Kıvılcım, şerare, parıltı, ışıltı.
yine Çohırah, bir şeyin işaretini alıp, 2. Şimşek: "Sağın sağıl halza, anın
boğuk sesle ürmeye başlamış.) 2. çariinda çoğartın urılçathan nanmır
Sinyal, çaa sağbazı savaş alarmı. tobıra ol ibîre çirdegî nimeler
sağbalan- 1. Meşhur olmak, ünlenmek. körmglep halçathannar." I.
2. işaret edilmek, haber verilmek: Kotyuşev (Şimşek çaktığında, onun
"Harasht kladovkada sağbalanğanı ışığından yukarıdan dökülen
pîldîrçe." A. Çerpakov (Karanlık yağmur ve etraftaki her şey
ambardan işaret edildiği görünüyor.) sağın pızıfina- şimşek
anlaşılıyor.) parıldamak, sağın sağıl- şimşek
sağbalığ s. Meşhur, ünlü. çakmak.
sağdır- Sağdırmak. sağın- Düşünmek: "Anı istîp, Aydo
sağdıras- Gıcırdamak: İzikteri îstînde sağın salça." V. Kobyakov
(Onu duyup, Aydo içinden
sağdıraza azıl parğannar." A.
düşünüyor.) Pazınan sağın,
Çerpakov (Kapıları gıcırtıyla
kögîsnen küres. Atasözü (Başınla
açılmışlar.)
düşün, göğsünle güreş.) Pumada
sağı- BeklemeJ<i__iiflTmak: "Ol kîzînm sağınıp a l , anan çoohta. - Atasözü
hatıg tabısnan köksebîzerîn sağıp (Önce düşün sonra konuş.) hara
turca." V. Kobyakov (O kişinin sert sağın- kötü düşünmek. îstînde sa­
sesle küfretmesini bekliyor.) Z. ğın- içinden düşünmek, sağın çör!
Beklemek: "Ür sağıbaannar, türce hatırla! hatırda tut! onday sağın-
le polarman, at çügürcen çolğa üs
Çare düşünmek, nandıra sağın-
at sıhhannar." i. Kostyakov (Çok
yeniden düşünmek. 2. Merak et­
beklememişler, biraz sonra yarış
mek, endişelenmek. 3. ihtimam
yerine üç at çıkmış.) 3. meç.
Beklemek: "Haydağ kün sağıpça göstermek. 4. Özlemek, hasret
pîstî tanda?" V. Şulbayeva (Nasıl çekmek.
bir gün bekliyor yarın bizi.) sağıncı bk. sağıs
sağıl- Işıldamak, parıldamak: "Sahay la sağındır- 1. Düşündürmek. 2. Merak
çarın çıltıstar / Sağılıp, uçup ettirmek, endişelendirmek. 3. Öz­
tamılça." A. Topanov (Bütünüyle lem çektirmek.
parlak yıldızlar / Parlayıp, uçup sağmış 1. Düşünüş, düşünme. 2. Endi­
sönüyor.) "Apsah çay ur salıp şe. 3. Özleme, özlem çekme.
odırğan, örMstîg sırayı otha sağıl
parçathan." N. Domojakov (İhtiyar
-403-
sagınıs sağıssıras
sağmış- 1. (birbirini) Düşünmek, 2. (bir­ kîzî delirmiş, sağısha alınmas an­
birini) Merak etmek. 3. (birbirini) laşılmaz, ah sağıs iyi düşünce, ha­
Özlemek. ra sağıs kötü düşünce, çîg sağıs
sağır 1. (at) Sağrısı. 2. Sağrı derisinden şüpheci düşünce, tar sağıs dar d ü ­
yapılmış, sağır maymah sağrı de­ şünce. sağınıp-pögîn-feAr.
risinden ayakkabı. düşünüp taşınmak, sağıs habın-
sağıra- Saksağan ötmek. aklını dermek, bir fikir düşünmek.
sağırçı (atı dört nala) Süren, sürücü çîglenîs sağısnan küres- şüpheci
fikirle mücadele etmek, sağısta t u t -
sağırla- Atın sağrısına vurmak: "Anı
aklında tutmak, aklına gelmek,
çîksîde sağırlabıshan Toyöh, küren
aymah sağıstar çeşitli düşünceler.
sıraylığ ool." N. Domojakov (Onun
orta sağıs doğru düşünce.
sağrısına vurarak ürkütmüş Toyön,
sağıs (ıı.) Ağaç gövdesinde sakız, reçi­
yağız yüzlü oğlan.)
ne, krş. saas
sağırlığ s. Sağrılı: "Sarig tay, pîs sağısıra- Endişe etmek, kaygılanmak,
hulahtığ, nınmah sağırlığ, tört telaşlanmak, rahatsız olmak: Anın
çastığ mal." N. Domojakov (Sarı sırayı ooğas-ooğas çıırılğlap,
tay, sivri kulaklı, dört yaşında sağısırap, çobalğanı sırayınan
hayvan.) pîldTstîg pol turadır." V. Kobyakov
sağırthas sag. zool. Çekirgegillerden bir (Onun yüzü çizgi çizgi kırışıp,
böcek. krş. sarısha kaygılanıp acı çektiği yüzünden
sağırthı zool. Çekirge. belli oluyor.) krş. sağıssıra-
sağıs (ı.) 1. Akıl: "Ol amdı, sağızma sağısırabas s. Kaygısız, tasasız, endi­
nime klrze, 'anı tahpahha klrîp, ırlap şesiz.
çörçe." V. Kobyakov (O şimdi, sağısıras Kaygı, telaş, düşünce, gaile:
aklına ne gelirse, onu türkü edip, "Sağısıras çoh nanğa çathanda,
söylüyor.) Sağızıfı par polza, uygu daa tadı I iğ, anın habızı daa
albahı polba. Atasözü (Aklın varsa, halın." N. Domojakov (Kaygısız
akılsızca davranma.) sağısnan yana yatınca, uyku da tatlı, onun
sanazadır, kögîsnen kürezedîr. uykusu da derin.) sağısıras çoh
Atasözü (Akılla hesap edilir, göğüs­ kaygısız, düşüncesiz.
le güreşilir.) sağızı çoh akılsız, d ü ­
sağısırat- Endişelendirmek, rahatsız
şüncesiz. 2. Düşünce, fikir:
"Aydonıh sağızma naa, hatığ, tîrfg etmek.
sağıs kire tüsken." V. Kobyakov sağıssıra- Merak etmek, endişelenmek:
(Aydo'nun aklına yeni, kesin, canlı "Şahtadahar sağıssıracah nime
fikir gelivermiş.) Sağızın çarıh çoğıl, sağaa çazılarğa kirek." S.
polzın, çazıfi uzah polzın. Atasözü Çarkov (Maden ocağında
(Düşüncen aydınlık olsun, yaşın endişelenecek bir şey yok, senin
uzun olsun.) Sağıs talaydari daa iyileşmen gerek.) krş. sağısıra-
çalbah, pîlîs tağdan daa u l u ğ . A­ sağıssırabas Meraksız, endişesiz.
tasözü (Fikir denizden de geniş, sağıssıras Kaygı, endişe: "Anan sah
bilgi dağdan da büyük.) 3. Arzu, is­ oloh tuşta olarğa sınında haydağ
tek, dilek, hığırarğa sağıs par o­ ağırığ pol parıp, anı haydi
kuma isteği var. sağısha kîr- a) ak­ çazardahar sağıssıras harılğan." İ.
lına gelmek b) ayılmak, sağızı ç i t - Kotyuşev (Sonra tam o sırada,
aklı ermek, sağızı çitpes akılsız, onlara gerçekte hangi hastalık
aptal, aklı ermez, sağızı sıhhan
-404- sahpa
sağıssıros

olduğu, onu nasıl iyileştirecekleri uygu alıp uzupçathan polğan." V.


hakkındaki kaygı düşmüş.) Kobyakov (Aydo başlangıçta nasıl
sağıssıros s. Kaygılı, endişeli. yattıysa, tam Öyle derin uykuya
dalıp uyumuş.) sah andağ tam öy­
sağıstığ s. Düşünceli, görüşlü, akıllı:
le, sah ol tam o. sah ol tuşta tam
"Hızığıstı körgen kızı ırah sağıstığ
o zaman, sah andoh tam o sırada.
pol paradır." N. Domojakov (Darlığı
gören kişi uzak görüşlü oluyor.) sah (w.) Ayık. sap-sah tekr. apayık.
Çağban sağıstığ kîzee sah (iv.) bk. sağol
çaballarnın arazında çurtirğa si­ sah-(ı.) (böcek, arı, yılan) Isırmak, sok­
dik polcan. Atasözü (İyi kalpli kişi­ mak 2. mec. Isırmak, sokmak: "IzJg
ye kötülerin arasında yaşamak güç kündegî sas aarlar çili / Kfrîp,
gelir.) ah sağıstığ iyi kalpli, iyi n i ­ sahçalar aymah sağıstar." M.
yetli, hara sağıstığ kötü kalpli, kötü Kilçiçekov (Sıcak gündeki yabanî
niyetli. ırah sağıstığ uzak görüşlü. arılar gibi / Girip sokuyor çeşitli
albah sağıstığ çok akıllı; geniş d ü ­ fikirler.) aar şahtı arı soktu.
şünceli, arığ sağıstığ temiz düşün- sah- (ıı.) (kıvılcım) Çıkarmak, çakmak.
c e l i , t a r sağıstığ dar görüşlü, ilbek
saap bk. sap- Vurmak. Ağastı pîr hati
sağıstığ geniş görüşlü.
saap afidara kis polbassın. Ata­
sağıstır- hlk. Tokuşturmak, çakıştırmak. sözü (Ağacı bir defa vurmakla kesip
sağıt (ı.) Çalılık, fundalık, çılğı çörcen yıkamazsın.)
sağıttar yılkının otladığı çalılıklar. saha bk. saah
sağıt (ıı.) (sürek avında) Pusu. pozı sahar 1. Şeker: "Sahar oshas ah
sağıtha tur halcıh kendisi pusuya tisterî çapsınıs parğan oshastar."
yatmış, püürnî ablaza, tağ say N. Domojakov (Şeker gibi ak dişleri
sağıtta turçalar kurt avlarken her birbirine yapışmış sanki.) unah
dağda pusuya yatarlar. sahar toz şeker. 2. Şekerle ilgili.
sağıt- Ümitlendirmek, bekletmek. sahar zavodı şeker fabrikası.
sağlah (ı.) kaç. zool. 1. Kızböceği. 2. sahar haynathanı şekercilik.
Çayır çekirgesi. kilkîm sahar kesme şeker, unah
sağlah (ıı.) zool. Bıyıklı balık. Tağ sahar toz şeker.
sağlağı. Bilmece, kertenkele. (Dağ sahar ağırii tıp. Şeker hastalığı.
bıyıklı balığı.) saharlığ s. Şekerli, saharlığ çay şekerli
sağlan- 1. (hayvan)Yağlanmak, semir­ çay.
mek. 2. hlk. (top) Şişirilmek. saharnik Şeker kutusu, şekerlik.
sağlandır-1. Yağlandırmak. 2. hlk. (top) sahayah oynı Körebe oyunu.
Şişirmek, kabartmak. sahcan aar Yaban arısı, eşek arısı.
sağlas hlk. 1. Kızböceği. 2. Çayır çekir­
sahcah ot Isırgan: "Sahcan ottar,
gesi, cırlak, krş. sarlas sarıptar çili, haralıs halıp
sağlıh 1. Güçlü, kuvvetli. 2. Yağlı, çathannar." N. Domojakov (Isırgan
besili (mal.) otları çalılık gibi kararıyorlar.) krş.
sağol 1. Etrafı çitle çevrili yer. 2. Pu­ salğanah.
su. sahi Payanda, dayanak, destek.
sah (ı.) (köyün yakınındaki) Otlak, me­ sahil zool. Sincap.
ra, aal sağı köyün otlağı.
sahpa Gelin şapkası, altın sahpa pörîk
sah (ıı.) zf. Tam, aynen: "Aydo pastap holtıhha hıstı, pazırçadır altın ge-
haydi tüsken pozı, sah Tdök halın
- 405 - sala
sahpart
lin şapkasını koltuğuna kıstırıp dua sal (iv.) 1. Maroken deride çiçekli şerit.
ediyor. 2. Çizgi, çizgili, sal is çizgili kumaş.
sahpart bk. sahpat sal (v.) (yayda) Kiriş.
sahpat (sağlık) iyileşme, düzelme. sal- 1. Koymak: "Alcıbaynın hırinzar pas
sahpat polça iyileşiyor. kilfp, holın anın ihnme sal salğan."
S. Çarkov (Alcıbay'm yanına
sahpı Saç örgüsü krş. saphı.
yürüyüp, kolunu onun omzuna
sahsarğa Kuzu postu. sala koymuş.) Çabalnıfi holına
mideelengen hurağannıh tügî ös pirgence, çalısının çolma sal. A­
parza, anın teerîzî sahsarğa tîp tasözü (Kötünün eline vereceğine,
adalça şayet yeni doğan kuzunun iyinin yoluna bırak.) 2. Sermek,
yünü biraz büyürse onun postuna salmak, atmak: "IzelîbTsken
"sahsarğa" adı verilir. tonıcahtı Ihnîceene sal salğan." A.
şahsın- Beklemek: "Hal hıshını sahsınıp Topanov (Eskimiş paltosunu /
/ Hazaa-hahpah naacılağlapça." A. Omzuna atıvermiş.) tözek sal- dö­
Topanov (Sert kışı bekleyip / Ev şek sermek. 3. Atmak ot sal- ateşe
bark tamir ediliyor.) odun atmak. 4. Yüklemek, üzerine
sahsınıs Bekleme, bekleyiş. atmak arta sal-üzerine atmak. 5.
şahta- Beklemek, ummak: "Nandırığ Suya bırakmak. 6. Serbest bırak­
daa sahtabin, mıltıhsar körgen." N. mak, salmak: "Çe Payusa anı
Domojakov (Cevap da salbaan, holtiinah haap alğan." A.
beklemeden, tüfeğe doğru bakmış.) Çerpakov (Fakat Payusa onu
sahtağ Bekleme. bırakmamış, koltuğundan tutmuş.)
7. Sunmak, vermek Tamah salçan
sahtağcı Bekleyen.
kîzî tağ asçaîi. Atasözü (Yemek
sahtat- Bekletmek. sunan kişi dağ aşar ) 8. Eylemin
şahtır- (ı.) Sokulmak, ısırılmak Sim yapılıp bittiğini gösteren yardımcı fiil
çathan çılannın huzuruğın pas- olarak kullanılır, çölen sal- yas­
san sahtırıbızarzın, çabai kîzînîn lanmak, çoohtan sal- konuşmak.
çooğına kîrzefi, çaptır salarzıfi. hos sal- birleştirmek, saap sal-
Atasözü (Sessizce yatan yılanın vurmak. tüzep sal- rüya görmek.
kuyruğuna basarsan, ısırılırsın, kö­ toy sal- düğün etmek, nımah sal-
tü kişinin sözüne girersen, yanılır­ masal anlatmak, at sal- atı serbest
sın.) bırakmak, tölke sal- a)büyü yap­
şahtır- (ıı.) (çakmak taşı) Çaktırmak. mak, b) fala bakmak, pleset sal-
sal (ı.) Sal: "Solbırap ahhan dans etmek, hayığ sal-dikkât
suğlarınnan / Sallar ince püdfge." etmek, sispek sal- bilmece
M. Kokov (Çağlayıp akan sormak, hıra sal- ekin ekmek, köl
sularından / Sallar iniyor inşaata.) sal- atı koşmak, koşumlamak. kög
sal- şarkı, türkü söylemek.
sal (ıı.) 1. Leke, katarakt, haraana sal
tartıp parğan gözüne ak leke (ka­ sala zf. Az, biraz: "Apçaynıh ah sırayı
tarakt) düşmüş. 2. Çizgi, tlgîr uyathanına sala hızar parğan." G.
tözînde hızıl sal tartılıbıstı ufukta Topanov (Apçay'ın ak yüzü
kızıl gurub çizgisi oluştu. utandığından biraz kızarmış.) sala
sal (m.) Melez, pîrsî hazah pîrsî tadar sula şöyle böyle, üstünkörü, biraz.
polza sallar tîcefiner (ebeveyn­ ağastar sala sula suulasçalar a­
den) biri Rus biri Hakas olursa "sal­ ğaçlar hafiften kımıldıyor.
lar" derler.
salaa - 4 0 6 ~
salbı

salaa 1. Dal, budak: "Pis pir ağastıh salanna- Sallanmak.


salaalarıbıs, pîske pıtırirğa salannat- Sallandırmak.
çarabas." V. Şulbayeva (Biz bir sala-pula tekr. Şöyle böyle, güçlükle:
ağacın dallarıyız, biz ayrılamayız.) "Olar palaların kip-azahtarınan na
huruğ salaalar kuru dallar. 2. Par­ sala-pula İkincili tanıp turadırlar." H.
mak: "Kögeneglnlh appağas Tinikov (Onlar çocuklarını sadece
moydırığına palğaan hara torğı elbiselerinden güçlükle tanıyorlar.)
galstugın, ondaylaanni, iki
sala-sula tekr. Şöyle böyle, öylesine,
salaazınah tööle tibîretçe." G.
üstünkörü: "Aydo, sala-sula hatığ-
Topanov (Gömleğini bembeyaz
hutuğ nimenen azıranabas, malnah
yakasına bağladığı siyah ipek
çazaa sthhan."V. Kobyakov (Aydo,
kravatını, iki parmağıyla devamlı
üstünkörü katıksız yiyeceklerden
titretiyor.) 3. Filiz, sürgün, çaçah
yiyip, malla birlikte ovaya çıkmış.)
salazı çiçek filizi. 4. Meme u c u .
înektîn sızım salaazı ineğin uzun salba sag. Sapan.
meme uçları, salaa çoh parmaksız. salbah-sulbah tekr. 1. Yamru yumru. 2.
uluğ salaa baş parmak, ustığ Aptal, beceriksiz.
salaa işaret parmağı, sun salaa i­ salbancıh kız. Mercan dizisi bulunan
şaret parmağı, ortın salaa orta küpe.
parmak, ortımah salaa yüksük salbancıhtığ s. Mercanlı. salbancıhtığ
parmağı, çımalçıh salaa küçük ızırğa mercanlı küpe.
parmak, serçe parmağı.
salbahna-1. Sallamak, ırgalamak: "Hara
salaaçı ( ı . ) bk. salaacı hus azağı, hara namaçı çili,
saalaçı (ıı.) (ağaç dallarından örülmüş) salbahnap pariğanın kör halğan
Masa. Fedor Pavloviç." N. Domojakov
salaalan- Dallanmak, budaklanmak. (Kartal ayağının, kara yama g i b i ,
salaalcı Y a n yana koşulmuş iki ata bağ­ sallandığını görüvermiş Fedor
lanmış teskere, sedye, hanaa çoh Pavloviç.) 2. Asılı k a l m a k .
polğan tustarda nimelernî salbahnas- 1. Sallanmak. 2. Asılı kal­
salaaçaa salıp attığ sözîrtîp mak.
kösçenner atlı araba olmadığı za­ salbannat- 1. Sallatmak, ırgalatmak
manlarda eşyaları teskereye koyup azahtarnah salbannadarğa ayak­
atla sürükleyerek göçüyorlarmış. larıyla sallamak. 2. Asılı bırakmak.
salaalıg s. 1. Dallı, budaklı: "Çoon salbannos 1. Salkım. 2. Sarkık, sarkan.
salaalıg hazin körinlp pastapçalar." salbannos pörîk bir kadın şapkası.
G. Kazaçinova (İri dallı akağaçlar salbı (ı.) (hastalık) Şiddetlenme, salbı
görünmeye başlamış.) 2. Parmaklı. tüstîr şiddetli hastalanmış.
3. Meme uçlu. sızım salaalıg înek
salbı (ıı.) Uzun (yol) : "Toraat, suğluh
uzun memeli inek.
köleçkezi sığdırazıp, hılağay huzuru
salaas bk. siles cayılıp, salbı töbln inlske kire subay
salaaş bk. salaalcı çorıhnan çorta halğan." V.
salahay (saç örgüsünde) Püskül. Kobyakov (Doru at, suluk zinciri
salam Selâm, izen-salam aytıshan şıkırdayıp, seyrek kuyruğu yayılıp
uzun yoldan inişe doğru adi gidişle
karşılıklı selâm vermişler.
koşmaya başlamış.)
salan bk. saran
salanır bk. saran
salbı -407- salığ
salbı (ııı.) 1. Ağaçların kabukları altında­ kadehteki içkini / Koydurmadan
ki tabaka. 2. Bu tabakadan yapıl­ alırsın.) 2. Yüklemek, atmak, pıronı
mış. pasha kîzee saldırıbıshanı suçu
salbı (iv.) kaç. (dağda) İniş. başkasına yüklemek.
salbıh Su birikintisi. salfetka Peçete.
salbılan- (hastalık) Şiddetlenmek, kîzî salğah Dalga: "Kök talaynın köbîk
salbılança hastanın durumu kritik- salğahtarın / Çurtım çolında
leşiyor. körbeebîn min am daa." M. Bainov
salbır Dizgin e k i . salbır tîn uzun dizgin. (Mavi denizin köpüklü dalgalarını /
Yurdum yolunda görmedim ben
salbıra- 1. Sallanmak. 2. Dağılmak,
henüz.) talay salğağı deniz dalga­
karışmak.
sı, çurtas salğağı hayatın gidişatı.
salbıran/?//(. s. Benekli, çilli.
salğahta- Sallanmak, dalgalanmak:
salbırannan- (hafif) Dalgalanmak, suğ "Abistin sanğ küdir sazın / Çilbep,
salbırannança su hafiften at çilî salğahtaan." M. Bainov
dalgalanıyor. (Abis'in sarı karışık saçlarını /
salcı- Sebepsiz yere çıkışmak, kavga Dalgalandırıp at gibi sallamış.)
etmek. salğahtal- Dalgalanmak: "Haya-tastarğa
salcın s. Hırçın, kızgın, kavgacı: urungli, salğahtala ahhlabısçathan."
"Çooğım sağısha çir kîrbinçe / İ. Kotyuşev (Kayalara taşlara
Sanay daa mini salcıh tîzînner." M. vurarak, dalgalanarak akıyor.)
Kilçiçekov (Konuşmamı kimse salğahtan- Dalgalanmak: "Sayrap
anlamıyor / Tümüyle bana kavgacı ahhan çulattar Salğahtanıp
desinler.) ağıbıshan." A. Topanov (Çağlayıp
salda 1. Pulluk. 2. Karasaban. akan dereler / Dalgalanıp akmış.)
salda- 1. Kemirmek: "Andada pîs puğday talay çîli salğahtança
huruğ söökter saldap öspesçîkpîs." buğday deniz gibi dalgalanıyor.
V. Şuibayeva (O zaman biz kuru salğahtandır- Dalgalandırmak.
kemikler kemirerek büyümezdik.) 2. salğahtığ s. Dalgalı.
mec. Kendi kendini yemek,
salğan Şalgam k r ş . salgın.
kemirmek: "Anan çobalçam, uzup
polbin ireelençem pozımnı salğanah bot. Isırgan krş. sahcah ot.
saldapçam." V. Şuibayeva (Sonra salğıl- Dalgalanmak, sallanmak.
yoruluyorum, uyuyamayıp acı salğıldır- Dalgalandırmak.
çekiyorum kendi kendimi yiyorum.) salgın bot. Şalgam, hızıl salgın pan­
saldam 1. Peyke, sıra. 2. (sandık için) car, açığ salgın beyaz turp. krş.
Dayanak, destek. 3. Zemin. salğan.
saldam a l t ı bodrum. salğıs 1. Tuzluk. 2. (dokuma tezgahın­
saldat- Kemirtmek. da) Mekik.
saldı Kötü r u h . iirde een turada saldı salğış kız. bk. salğıs
hamnapça akşamleyin ıssız evde salhuzuh bot. Ayçiçeği, günebakan.
kötü ruhlar karniık eder. salığ ( ı . ) (kurutulmuş) Et.
saldıma bk. saldı salığ (ıı.) Avcıyı koruyan r u h . 2. Fetiş,
saldır- 1. Koydurmak, bıraktırmak: put. afi teerîzînen itken salığlar av
"Altın ayahtığ azınnı / Salğıldırbin derisinden yapılmış putlar.
daa alğayzın." M. Bainov (Altın
-
salığla HVO -
samoderjavnay
salığla- Eti kurutmak için ince ince kes­ salıncahtığ s. Zarlı. hurağanah
mek. salıncahtığ töreen kuzucuk deri­
salıh- 1. Solmak: "Çil ibfre anın sinde zarıyla doğmuş.
söögınde / Çahayah salıhpinça, sahs- 1. (birlikte) Koymak. 2. (birlikte)
tîpçeler."M. Kilçiçekov (Yıl boyunca Serbest bırakmak. 3. (birlikte) Y e r -
onun mezarında / Çiçek solmuyor, leştirmek.
diyorlar.) suğ çoh çahayahtar sahstır- Gevezelik etmek, palavra at­
salıhça susuzluktan çiçekler solu­ mak, dedikodu yapmak: "Agur
yor. 2. Sararmak: "Salıhçathan tunma, üzen, haydi saba salıstır
polarlar." V. Şulbayeva (Sararmış sıhça, anın üçün ulam na
olmalılar.) pırosınıstığ." A. Çerpakov (Agur
salıl- Konulmak, konmak, bırakılmak, kardeş ise, durmadan gevezelik
salınmak: "Stolda çiistîh aymağı ediyor, bu yüzden de devamlı
salıltır." N. Tyukpiyekov (Masaya suçluluk duyuyor.)
yemeğin çeşitleri konmuş.) şali tart- (ipi) Sararak bağlamak.
salılğı Sıfat. salkovay Ruble: "250 salkovay alarga
salım (ı.) Çiy, çiy damlası: "Kügürt odı hınminçam." V. Şulbayeva (250
pürülıbısken / Küskü salım ruble almak istemiyorum.) üs
sooğına." A. Topanov (Çayır otu salkovay paalığ fiyatı üç ruble.
kaplanmış / Güzün soğuk çiyiyle.) salplat Şal.
salım huraanca irge partır çiy
salyut Top atışıyla selâmlama:
kuruyana kadar ere varmış.
"Çihîsteher isklrgenner salyuttar." İ.
salım (ıı.) Kurutulmuş et. pîr salım it bir Kapçıgaşev (Zaferi haber vermişler
pişirimlik et. top atışları.)
salım (ııı.) s. Ağır. salyutovat' pol- Top atışıyla selâmla­
şahmına- (ı.) Çiy düşmek, çiylenmek. mak.
salımna- (ıı.) Ağırlaşmak. sam (ı.) 1. Kendi kendine atan yay. 2. Üç
salımnığ (ı.) s. Çiyli. yüzeyli ok.
salımnığ (ıı.) s. 1. Ağır: "Aydonın pazın sam (ıı.) (hastalık) Şiddetlenme, artma.
arta aar salımnığ haas piçîk sıhıli ağırığ sam polar hastalık
îüsken." V. Kobyakov (Aydo'nun şiddetlenecek.
başı üstünden ağır kayış kamçı samaan s. Gürültücü, sivri dilli, samaan
saklamış.) 2. Şişman, semiz.
hat dırdırcı kadın.
salımnığ mal semiz hayvan.
samcı- Kabarmak, şişmek.
salın- 1. Bırakmak, koymak, salmak:
"Hacan oolah, îkî-üs hati östep, samnah Kaşık: "Oolnın, ahsına üs-tört
holların köksînzer istîg ide salınıp samnah suğ ağıshan." N.
alğanda, anda la Arina Petrovna Domojakov (Oğlanın ağzına üç dört
suğzar Mncîzîn oylaan." N. kaşık su akıtmış.) çay samnağı
Domojakov (Oğlan iki üç kez çay kaşığı.
inleyip, kollarını göğsüne doğru samnan- 1. Y a r a iltihaplanmak, palın
rahat bıraktığında, Arina Petrovna soohha samnança yara soğuktan
suya doğru ikinci kez koşmuş.) 2.
iltihaplanıyor. 2. Ağrımak, sızlamak.
Güvenilmek, inanılmak.
samoderjaviye Mutlakıyet, otokrasi.
salıncah Hayvan yavrusunun içinde
samoderjavnay s. Saltlık, mutlakıyet.
doğduğu zar.
samodeyatel'nay s. Amatör, gönülden sana- 1. Saymak, olduğunu düşün­
yapan. mek, farz etmek, addetmek:
samodeyatel'nost' 1. Girişkenlik, giri­ "Alcıbay pozın in çaskalığ kîzee
şimcilik. 2. Amatörlük, amatörce. sanapça." S. Çarkov (Alcıbay
kendini en bahtlı kişi sayıyor.)
samok 1. Kilit, samok palazı anahtar. 2.
Athalah afini athanğa sanaba.
Sürgü, samoğı çoh mıltıh sürgü-
Atasözü (Vurmadığın avı vurdum
süz silâh.
sayma veya dereyi görmeden pa­
samokritiçnay Kendi kendini tenkit. çayı sıvama) 2. Saymak, hesapla­
samokritlka Kendi kendini tenkit, öz mak: "Hanca nımırham haap
eleştiri. parizıh / Pozın daa sanabaan
samolyot 1. Uçak: "Halın kiinî tobırçadır polarzın?" N. Tinikov (Ne kadar
/ Hatığ hanattığ samolyot." M. yumurtamı kapıp gittiğini / Kendin
Arşanov (Derin göğü yarıyor / Sert de saymamış olmalısın.) ahça sa­
kanatlı uçak.) 2. Uçakla ilgili. na- para saymak, orta sana- doğru
samolyot püdîrii uçak sanayii. saymak.
samoopredelenie Kendi kaderini tayin. sanacıh Hesaplı. Sağıstığ sanacıh,
samorodok Külçe, altın samorodoğı sağızı çoh sögîncîk. Atasözü (A­
altın külçesi. kıllı hesaplı, akılsız küfürbaz.)
samovar 1. Semaver: "Çarım könek sanağ Hesap: "Apar iblnzer! - noğa-
kîrcen hola samovarnı çalgıshan noğa idi surınğanına sanağ pirbin
îzTbîsçen kîzı." N. Domojakov çoohtanğan Fedor Pavloviç." N.
(Yarım kova su alan tunç semaveri Domojakov (Götür evine! -niçin öyle
tek başına içen kimse.) 2. Sema­ istediğini hesap vermeden
ver, semaverle ilgili. konuşmuş Fedor Pavloviç.)
san 1. Hesap. 2. Sayı. San sanirğa sanah Ren geyiği veya köpek koşulan
sağıs kirek, sağınıp pögînerge is kızak.
kirek. Atasözü (Sayı saymaya akıl sanaka bk. salahay
gerek, hesap yapmaya us gerek.) sanal- 1. Sayılmak. 2. Hesaplaşmak:
sanı çoh a) sayısız, b) sayılama­ "Çazıda çörze, sağısnan sanalıp,
yacak kadar çok. adalçathan san çobal çörçe." V. Kobyakov (Yazıda
mat. doğal sayı. hatapçathan san giderken, kendi kendine hesaplaşıp
mat. çarpan, hatalçathan san mat. acı çekiyor.)
çarpılan, pîr san gr. teklik, tekil.
köp san gr. çokluk, çoğul. sanalğı gr. Sayı sıfatı.
sanalığ s. Kayaklı, kızaklı, sanalığ
safi Çan; zil: "Pastap mında pastağızın /
kross kayak krosu.
Sığarğam san ünlmnJ." M.
Ugdijekov (Önce burada ilk kez / sanan- Saymak, kendi kendine saymak:
Çıkarayım çan sesimi.) safi sap- zil "Çahsı sanan polbinçathan
çalmak, çan vurmak. san parashannı udaa hanırtıp
sığdırapça çan çalıyor, safi sınıra- alcannar." N. Tyukpiyekov (İyi
çan, zil şıngırdamak, safi tapsa- zil sayamayan zavallıyı devamlı
çalmak. kandırmışlar.)
san pasha Tuhaf, garip, acayip, kendine sanas Sayma, sayış, sayım, hesap.
has. sanas- 1. Sayışmak, ödeşmek:
sana Kayak, kızak. "Paynuş, min sinin üçün ünîm
pirgem, ya? Am minnen haydi
-410-
sanat sap
sanazar." V. Şulbayeva (Paynuş, sanktsiya Tasdik, onaylama.
ben senin için çok çalıştım, ya? sanmal Sütün ekşitilmesiyle elde erilen
Şimdi benimle nasıl ödeşeceksin?) bir tür içecek.
2. Sayışmak, hesaplaşmak. "Pot, sanmarah Serap, ılgım.
Klanya, sanasçam min uzı-pazı çoh
sahmay 1. At alnı. 2. Kakül, perçem.
çurtazım üçün."V. Şulbayeva (Vay,
sanmaydan pastap hıraiğan kîzî
Klanya, hesaplaşıyorum ben ucu
sağızı çoh polar perçeminden baş­
başı olmayan hayatım için.)
layarak saçı kırlaşan kişi düşünce­
sanat- (sayı) Saydırmak. sizdir.
sanatoriy Sanatoryum, tedavi ve din­ sanmırah 1. Bebeğin beşiğinin baş
lenme evi. altına konulan boyunluk. 2. Alacığın
sanatornay s. Sanatoryumla ilgili, üzerine kapatılan kumaş.
sanatryuma ait. sanatornay imneg sahna- Çan çalmak, zil çalmak, çınla­
sanatoryum tedavisi. mak: "Olğannarnıh har uhtarınah
sanattır- Saydırmak, hesaplatmak. . min honhpinçam: olar tehze dee,
sanay zf. Büsbütün, tamamıyla: minin tonımnah sahnap parçalar."
"Pazarda sanay la tas hara pastar M. Çebodayev (Çocuklarının kar
odırğlapça."V. Şulbayeva (Pazarda toplarından ben korkmuyorum;
tamamıyla kara başlılar 'Rus onlar değse de paltomdan çınlayıp
olmayanlar' oturuyor.) sanay geçiyorlar.)
parıbıshan temelli gitmiş, sanay sannat- Çan çaldırmak, zil çaldırmak,
çahsı çok güzel. çınlatmak.
sanazah Bir çocuk oyunu. sannığ s. 1. Sayılı. 2. Sayılı, az. tarığ
sanbat ask. Tabur d o k t o r u . toğıstarına teere sannığ la
sancı Muhasebeci, sayman. künner haldi ekime sadece sayılı
sandal bk. sanzar günler kaldı. 3. Hesaplı
sanday 1. Niyet, dilek, arzu. 2. Plân. 3. sannığ s. Canlı, zilli: "Hayzı kîziler, uluğ
İma. ülükündegl çili, hostaan attığ,
sannığ, tarantas hahaa kölglep alıp
sandayla- 1. Niyetlenmek, arzusunda
kilgleenner." İ. Kostyakov (Bazı
olmak. 2. Plânlamak, hızın oolğa
kişiler, büyük bayramdaki gibi,
al pirerge sandaylapça kızını o ğ ­
süslenmiş atlı, canlı, araba koşup
luna almayı plânlıyor. 3. ima etmek.
getirmişler.)
sandı Sert, katı. sandı haas sert kayış.
santimetr Santimetre.
sandı teer sert deri.
sanzar Zayıf, kemikli, sandal sööktîg
sandıl bk. sandı, mal derisi kemiği kalmış mal.
sanıltah hlk. s. 1. Çınlayan, sanıltah sanzar hat a) cadı. b)mec. zayıf
kîzî çınlayan sesli kişi. 2. Parlak. kadın.
sanıltah tavar kiri kîzee çarabas sap (ı.) 1. (bitkide) Sap. 2. (araç gereç­
parlak kumaş yaşlı kişiye uymaz. te) Sap: "Hamcı sabınah kün
sanıs bot. Kartopu, aba sanızı bir klfizmzer köztken." N. Tyukpiyekov
kartopu türü. (Kamçı sapıyla batıyı göstermiş.)
sanitar Hasta bakıcı, sıhhiye e r i . paltı sabi balta sapı.
sanitarnay s. Sıhhiyeyle ilgili, sıhhî. sap (ıı.) Sertleşmiş ur, tümör, sap tur
sanitarnay komissiya sağlık partır tümör sertleşmiş.
komisyonu.
-411 -
sap şarapçı

sap- 1. Çarpmak, çürek saphanı yürek sapog Çizme: "Hıshacah türeyltg


çarpması. 2. Dikmek, ekmek. Ton ipçîler sapoğı."\. Kotyuşev (Kısacık
çirge t ı t örgen sappacan. Atasözü konçlu kadın çizmesi.)
(Donmuş yere yapraklı ağaç sapogtığ s. Çizmeli: "Soldat kîzi
dikilmez.) 3. Vurmak, çarpmak: "Ol sapogtığ polarğa kirek polğan." F.
pazoh pîrer hatap sıraylarına Bumakov (Asker kişi çizmeli olmalı
hamcınan saphlabıshan." V. idi.)
Kobyakov (O yine, birer kez sappa Balta.
yüzlerine kamçıyla vurmuş.) Atha
münmeende, hamcı sappa. Ata­ sappacah Nacak.
sözü (Ata binmeden, kamçı vurma.) sap-sarığ tekr. Sapsarı.
4. Dövmek: "Hınçam körerge sapta- 1. Saplamak, sap takmak,. 2.
turnalar / Ot sapçan pügîme Saplamak, geçirmek çîptî ifiee
tüsseler." N. Tinikov (Seviyorum saptap salarğa ipi iğneye geçir­
görmeyi turnaları / Ot dövdüğüm mek. 3. Beşik kertmesi yapmak,
çayırıma inseler.) huzuruhnah îçlgde saptap salğan küçükken
sap- kuyrukla vurmak, oda sap­ beşik kertmesi yapmış.
kı rmak parçalamak, çara sap- saptat- 1. Saplatmak, sap taktırmak. 2.
yarmak, parçalamak, ot sap- ot Saplatmak, ipliği iğneye taktırmak.
öğütmek, dövmek, as sap- ekin saptığ s. Saplı, sapı olan.
biçmek, tan sap- rüzgâr uğul-
damak, esmek, hol sap- a) el saptır- Çarpılmak: "Anın sımîskelîg
sallamak, b) el çırpmak, alkışlamak. küren sırayı, çashı çilge saptırıp,
hus hanadın sabin- kuş kanat torılğlap parğan." V. Kobyakov
çırpmak, pura sap- kötü koku yay­ (Onun sivilceli yağız yüzü, bahar
mak, hır sap- kırlaşmak, kır düş­ rüzgârına çarpılıp, pürüzlenmiş.)
mek, hara senee sap- çok zayıfla­ sapyor İstihkam e r i .
mak. sar zool. Balık kartalı, krş. sathıs
sapçah Varil, ayran açıthan sapçah sara 1. Ağaç fincan. 2. Büyük kâse. 3.
ayran ekşitme kabı. Tas. alıptar Isçen ala sara alpların
saphı Tırpan, orak: "Saphılar pır ünnen içtiği ala kâse. ölgen k î z î n î çuğcah
sıılas sıhsa, soonda köpen oshas sara ölen kişiyi yıkayacak tas.
ottar iretti halıp odırça." N. saraamcın 1. Maymun, kîzî sıraylığ
Tyukpiyekov (Tırpanlar bir sesle saraamcın insan yüzlü maymun. 2.
uğuldadığında, ardından küme gibi Yer altında mitolojik yaratık.
otlar yığılıp kalıyor.) ört oshas çîtîg tügencî çılda çir altınan
saphı çok keskin tırpan. saraamcın sığar kıyamet yılında
saphılan- Çırpınmak, suğda saphılan- yer altından 'saraamcın' çıkacak.
suda çırpınmak. saraashır Sarı aygır.
saphın Süvari müfrezesi, saphın pazı sarahay b k . saranhay
süvari başı. saran s. Güçsüz, çabuk yorulan, saran
saphıncı Hizmetçi, alnında çörerge at güçsüz at.
sapnıcıh polam senin sadık hiz­ saranhay Sık olmayan, aralıklı.
metçin olayım. şarapçı 1. Güneş gözlüğü. 2. Şapka
saphıt bk. sahpat siperliği, kartuz sarapçızı kasket
siperliği.
-412-
sarapsan sarıhtır
sarapsan bot. Revent, buğdaygillerden sarğamzıh Sarımsı krş. sarğamdıh.
çok yıllık bir bitki, sarapsan saptarı sarğay bot. Sarana, zambakgillerden bir
reven sapları. bitki, sarğaydan halas itçen
saray Ambar, odunluk, ahır: "Sağam ol, saranadan ekmek yapılır.
saray altında tünepçetken hızıl sarğayah sag. Maslenitse. (Eski bir
petuğı pastağızın tapsinnah, tura
bayram.)
salğan." N. Domojakov (Şimdi o,
sarğıcah Donmuş inek dışkısından
ambar altında tüneyen kızıl
horozunun ilk ötüşüyle, kalkmış.) yapılan kızak, inek arığınan
idîlgen sarğıcah inek tezeğinden
sarbah (ı.) s. Yaramaz, haşarı.
yapılan kızak.
sarbah (ıı.) sag. 14-16 yaşlarında kız.
sarğlah sag. zool. Köstebek.
sarbah (m.) zool. Sincap.
sarğos bk. sarğaas
sarbazan ask. Top. sarbacannarnın
sarhıncah anat. Kırkbayır.
tabızı istîlgen topların sesi işitilmiş.
sarı sag. Çift olan şeyin teki.
sarçın At bağlama direği, ibînîn alnın­
sarı- Sarmak: "Çabus, sol pudına irgî
da at palğacan altın sarçın
holıstı saribas, tastınah nîske
turçadır evinin karşısında at bağla­
pağıcahnan palğap saltır." V.
yacak altın direk duruyor.
Kobyakov (Çabus, sol budunu eski
sardam İnce bir kumaş türü. Hıdattan ketenle sararak, dışından ince iple
ağılğan sardam tavar Çin'den ge­ bağlamış.)
tirilen ince kumaş. sarığ (ı.) 1. Sarı: "Ah azahtığ hızıl toraat
sardıh 1. Yiyecek veya içecek kalıntısı. müngen, hıshacah sarığ tonnığ kîzî
arağanın sardığı içkinin artığı. 2. çağdı kiligen." V. Kobyakov (Ak a­
Ruhlara sunulan içkinin artanı, ham yaklı doru ata binen, kısa sarı palto-
otha naanıp, sardığın ağırığ kîzee lu kişi yaklaşmış.) sarığ pastığ
pirce kam ateşe sunup, içkinin ka­ saashan polba sarı başlı saksağan
lanını hastaya veriyor. olma. ah sarığ açık sarı. hızıl sarığ
sarğa- Elemek, savurmak. kızıl sarı. altın sarığ altın sarısı.
sanmal sarığ çok sarı. 2. Sarışın.
sarğa zool. Bir somon türü. sarığ suğ süt suyu. sarığ aalcı tıp.
sarğaas Elek, kalbur. sıtma, sarığ ağırığ sarılık, sarığ
sarğahta- Elekte elemek, kalburdan hayah a) eritilmiş yağ. b)
geçirmek. maslenitsa, eski bir bayram, sarığ
may eritilmiş yağ. sarığ seek sivri­
sarğal- 1. Sararmak: "İtte çashıda, anın
sinek: "Paza pîr sağıs hulaana
odı, hıshı soohtı tobırğanda, huurta
sarığ seek çili nı mı lapça." N.
tartıp sarğal parğan." V. Kobyakov Domojakov (Yine bir fikir kulağına
(ilk yazda, onun o t u , kış soğuğunu sivrisinek gibi vızıldıyor.)
yararak, kuruyup sararmış.) Hara
pazın hazarğanca, hasha tîzîfî
sarığ (ıı.) 1. Kuş ve hayvan dilinden
sarğalğaca çör. Atasözü (Kara ba­
şın kırlaşıncaya kadar, ak dişin sa- anlayan. 2. Erlik Hanın hizmetçisi.
rarıncaya kadar yaşa.) 2. Solmak. sarih (ı.) Yan, taraf, pîr sarıhtağı bir
3. Eskimek. taraftaki, k r ş . sari.
sarğalt- 1. Sarartmak. 2. Soldurmak. 3. sarih (ıı.) Terlik, pabuç, çayğıda kisçen
Eskitmek. türeyî çoh sarih yazın giyilen
sarğamdıh bk. sarğamzıh konçsuz terlik.
sarihtir- Sıkmak.
-413-
sarıl sarnas
sarıl bk. sarığ (ıı.) 2. fidanı o getirmiş' diye çocukların
sarıl- Sarılmak. konuşmasını işitmek çok iyi geldi.)
sarım Sırım, i p , deriden i p . öökten sa­ sari Taraf, yan. sol sari sol taraf, pray
rım idîp hamcı ürcefi hayvanın sarınan bütün yönlerden, ol
karnından sırım yapılıp kamçı örü­ sarinda ooldar, pu sarında hıstar.
lür. Bilmece, tarak (O yanında oğlanlar,
sarımdıh bk. sarımsıh bu yanında kızlar.)
sarımsıh Sarımsı. sarindağılar Taraf olanlar, yandaşlar.
mir sarindağılar barış yanlıları.
sarın 1. Şarkı, türkü sarın sarna- şarkı
söylemek. 2. Kuş ötüşü: "Pîrden- sarlah zool. Kokarca.
pîrden ot arazına tüsklep, sariıh zool. Tibet Öküzü, yak. sariıh
sarınnarın tohtathlapçalar." V. puğa erkek yak. sariıh tazın e­
Kobyakov (Birer birer ot arasına nenmiş Tibet öküzü.
inip, ötüşlerini kesiyorlar.) sarmay sag. Yağ; tereyağı.
sarın- Sarılmak. sarna- Şarkı, türkü söylemek: "Sarna
sarıncah Atkı, şal. sin, nancıcaam / Köön üzilbes
sarıncı Şarkıcı, türkücü: "Könnı manat polzın /Tadar ib ninrezJn /
sarıncı his, pabazınan arınmacan Çathanım köglezm." N. Tinikov
polza, pu çalbah çazılarğa toldıra (Söyle sen, arkadaşım / Şarkın
sarnap odırarcıh." N. Tyukpiyekov bitmez olsun / Hakas evi inlesin /
(Gönlü güzel şarkıcı kız, Yatığım söylesin.) 2. (kuş) Ötmek:
babasından utanmasaydı, bu geniş "Min samazam, çir çazança / Ağın
ovalar dolusu şarkı söylerdi.) suğ daa köglıg." N. Tinikov (Ben
ötünce, yeryüzü güzelleşir /
sarınmay bk. sarığmay Akarsular da neşeli.)
sarıp (ı.) Çalı, çalılık: "Sahcan ottar,
sarnah Esinti, serin rüzgâr: İzîg künde
sarıptar çîli, haralıs halıp
sarnah abıtça noza."N. Domojakov
çathannar." N. Domojakov (Isırgan
(Sıcak günde esinti uyuklatıyor ne
otları, çalılar gibi kararıp
duruyorlarmış.) de olsa.)
sarnahtan- Serinlemek: "îdi adapçalar,
sarıp (ıı.) Ağaç köklerinden yapılmış i p .
küsküdegî indeykalar çili
sarış Kavga, münakaşa. sarnahtanıp, saray üstünde
sarış- Kavga etmek, tartışmak: "Ur honçathan apsahtı." N. Domojakov
sarıshan soonda, kolhozha 'Altın (Öyle adlandırıyorlar, güzün
çul' at pirîlgen." M. Kokov (Uzunca hindileri gibi serinleyip, ambar
tartıştıktan sonra, kolhoza "Altın üzerinde yatan ihtiyarı.)
Çul" adı verilmiş.) sarnan- Kendi kendine şarkı söylenmek.
sarısha zool. 1. Kızböceği. 2. Çayır sarnas- 1. Eğlenmek, birlikte şarkılar
çekirgesi, cırlak. söylemek sarnazarğa çat çahsı,
sarıstığ s. Kavgalı, tartışmalı. çobalıbıssan, tuğan çahsı eğle­
sarıt- Sardırmak: "Mağaa, tîzen, pazım nirken yad güzel, muhtaç olunca
sübüreknen dee sarıt salğan polza, akraba güzel. 2. (kuşlar) Ötüşmek:
'pu sıbını ol ağılğan' tıp olğannarnın "Kilgen torğayahtar cazı üstün
suulashanın isterge uğaa çahsı köglendîrîp sarnasçalar." V.
Kobyakov (Gelen çayır kuşları
polğan." M. Çebodayev (Bana, ise,
ovanın üstünü neşelendirip
başım bezle sarılmış olsa da, 'bu
ötüşüyorlar.) 3. Ötmek, ses
-414-
saro sat
çıkarmak: "Terpekter sarnas sas (ııı.) 1. Saz, batak, irtçee çoh sas
pastaannar, hahaa iğ irap sıhhan." geçidi olmayan bataklık. 2. Sazlık,
N. Domojakov (Tekerlekler ötmeye bataklık.
başlamış, araba gıcırdamış.) sas- (ı.) Dürtmek, itmek, batırmak, sok­
saro Öd, safra, saro polip çayıiba safra mak, deşelemek: "Hadarçalabın, -
olup yayılma. tip, tayağınan çır sashlap, töbîn
şartlama zf. Apaçık: "Amdı anı uğaa körîbizîp, nandırğan Aydo." V.
çarıh körgen, olar Mengen tus Kobyakov (Otlatıyorum, deyip,
amğızına çitîre şartlama körîngen." sopasıyla yeri eşeleyip, yere
A. Çerpakov (Şimdi onu açıkça bakarak cevap vermiş Aydo.)
anlıyor, onların evlendiğinden sas- (ıı.) 1. Saçmak, dökmek, serpmek,
bugüne kadar apaçık görünüyor.) yaymak: "Ah cazının sıhhan odı
sarsıh Tek, çift olmayan: "Sarsın azağı çîbek sashan oshas potadır." V.
izeneden suurınıp, pazınan çirge Kobyakov (Ak yazının çıkan otu
çaçıla parğan." V. Kobyakov (Bir ipek saçmış gibi oluyor.) 2.
ayağı üzengiden sıyrılıp, başıyla Fırlatmak, atmak: "Hatiğ hol, azıra
yere yayılmış.) sarsığı t e k i , çiftin b i - tartıp, ızikser sashan." H.
r i , sarsıh könektîg tek kovalı. Domojakov (Sert e l , çekip ayırarak
sarsıh harahtığ tek gözlü, sarsıh kapıya fırlatmış.)
harahtığ iney tooza nlme itçe. -
Bilmece, iğne (Tek gözlü nine her sas-oyda tekr. Sırt üstü, arka üstü.
şeyi yapıyor.) sasha- Bozmak, dağıtmak.
sartah (ı.) Ağaçta ölü konulan yer. ürde sashah (i.) zool. At sineği.
üreen k î z î n î sartahha salcannar sashah (ıı.) Bühtan, iftira, kara çalma.
yaşlı ölen kimseyi ağaçta hazırla­ sashahta- İftira atmak, karalamak.
nan yere koyarlar. sashıs 1. Zıpkın. 2. İtici, itecek.
sartah (ıı.) 1. Sibirya'da bir boy adı. 2. sashla- Dürtüklemek, sarsmak: "Klanya
Özbek Ogastı sashlapça." V. Şulbayeva
şartın bk. sardıh (Klanya, Ogas'ı dürtüklüyor.)
sart-kispe Yarı yarıya, yarısı kesilmiş. sastığ (ı.) S. Saçlı: "Ağbah sastığ kîzînîh
sart-mirt tekr. bk. sart-kispe sastarı çili." V. Kobyakov (Dağınık
sas (ı.) Yabanî, evcil olmayan: "Amir saçlı kişinin saçları gibi.)
ottap çörgen sas çılgılar, kinetîn sastığ (ıı.) s. Sazlık, bataklık:
orbannaza tüsken." N. Domojakov "Zaimkanıh alnı hırı paza üstunzari
(Sakince otlayan yabanî yılkılar, hıri tılolığ, sastığ çır." V. Kobyakov
aniden ürkerek birbirine girmişler.) (Çiftliğin önü yanı ve üst tarafı
sas örtekter yabanî ördekler, sas bataklık, sazlık yer.) Sastığ çirge
aar kızgın arı. sas at yabanî at. paspa, çabal kîzîden pîrîkpe. Ata­
sas harahtığ yaban gözlü, sas sözü (Sazlık yere basma, kötü k i ­
hılıhtığ vahşî tabiatlı.
şiyle münasebet kurma.) sastığ çir
sas (ıı.) Saç: "Olğannarnın hulahtann sazlık yer.
tolğîrğa paza sastarın çularğa sastır- (ı.) 1. İttirmek 2. Çekişmek,
mannan halğan." A. Kuzugaşev kapışmak.
(Çocukların kulaklarını çekmeye ve
saçlarını yolmaya acele etmiş.) sas sastır- (ıı.) Saçtırmak, dağıttırmak,
çoh kel. uzun sas uzun saç. döktürmek.
sat- Satmak: "înegtn sadarğa
çaratpaam, çe tın hızıhsam,
-415-
sateilit saybal
sadarğa kirek polı bizar." G. sayağ 1 . Çözme. 2 . Açma. 3 . Serbest
Topanov (İneğini satmasına bırakma.
müsaade etmedim, fakat çok sayağlığ s . 1 . Çözülmüş. 2 . Açılmış. 3 .
sıkışırsam, gerektiğinde satarım.) Serbest bırakılmış.
sadıp a l - satın almak, sadıp pîr- sayah 1. Seyrek: "Sayan öski sağalın
başkası için satın almak. pirde pırsinzer sarbayt salça." A.
sateilit Peyk, uydu. Çerpakov (Seyrek keçi sakalın bir
sathıs zool. Balık kartalı, krş. sar birine bir diğerine döndürüyor.) 2.
satıra- Gürlemek: "Pis, tiğîr satıraan çili, Seyrekçe.
kinetîn nızıri tüsken djaz sayal- 1. Çözülmek. 2. Açılmak. 3.
muzıkazına tun parğan odırçabıs." Serbest bırakılmak.
V. Tatarova (Biz, gök gürlemesi sayan- 1. Çözülmek. 2. Açılmak. 3.
gibi, aniden bağıran caz Serbest bırakılmak.
müziğinden kulağımız tıkanmış
sayas 1. Süyek, cebire. 2. şor. Çadır
şekilde oturuyoruz.)
kazığı.
satırma Un ve yağın katılmasıyla yapı­ sayaş bk. sayas
lan millî yemek.
sayat- 1. Çözdürmek. 2. Açtırmak. 3.
satin 1. Saten. 2. Satenden satin Serbest bıraktırmak.
kögenek saten elbise.
sayba- 1 . Kırmak, parçalamak, yıkmak,
satırt Gürültü, gök gürültüsü, tigîrnîn zarar vermek. 2. Dağıtmak, boz­
satırtı gök gürültüsü. mak: "Aday-hustın ünskenî, olğan-
satira ed. Hiciv, y e r g i . uzahtıh hıshırıshant, orlashanı
satirik Hiciv yazarı, hicivci. aalnın amirin saybap turadır." V.
satra- Böğürmek, bağırmak. Kobyakov (Köpeklerin havlaması,
çocukların bağrışması köyün
sattır- Sattırmak.
sessizliğini dağıtıyor.) arağa
say (ı.) 1. Çakıl, say: "Ağban hazındağı ardatça, ağıl sağıstı saybapça içki
say." i. Kostyakov (Abakan ırmağı yorar, aklı fikri dağıtır.
kıyısındaki çakıl.) 2. Sığ, sığlık.
kime sayğa turdı gemi sığlıkta saybağ 1. Zarar, ziyan, kötülük 2. Kötü,
durdu. zararlı: "Köp saybağ hılıhtarın
tüzetken çohır adaynıh pu hamcı."
say (ıı.) s. . Her: "Çe min kilgen say
N. Domojakov ( Ç o k kötü huylarını
dollar çoh hacan daa nanminçam."
düzeltmiş ala köpeğin bu kamçı.)
V. Tatarova (Fakat ben her
saybağ çoh zararsız, ziyansız.
gelişimde dolarsız hiç
saybağ it- zarar vermek, krş.
dönmüyorum.) çil say her yıl. kün
saybah
say her g ü n . polğan na say her
seferinde. saybağcı Zarar veren.
say (m.) Sedir k a b u ğ u . saybah Kötü, huysuz: "Pashazı Agurnın
saybah hılığınahar suulas sıhhan."
say (iv.) Sinir krizi, say hat histerik ka­
A. Çerpakov (Başkaları Ağur'un
dın.
kötü huyu hakkında fısıldaşmaya
say (v.) Küçük kemik, say söögîm başlamış.) krş. saybağ
saylaannarım küçük kemiğimi sa­
yanlarım. saybal- Kırılmak, bozulmak, dağılmak:
"Uluğ aalnın pazına çağdap kilJp
saya- 1. Çözmek. 2. Açmak. 3. Serbest kör kilize, aalnın amin saybalıp,
bırakmak. pazoh haydağ-da çon horılısça." V.
-416-
saybır seçka
Kobyakov (Büyük köyün başına sayra- (ı.) Saksağan ötmek, saashan
yaklaşıp baktığında, köyün sakinliği sayrapça saksağan ötüyor.
bozulmuştu ve halk koşuşuyordu.) sayra- (ıı.) Karaya oturmak.
saybalbas ofiday bozulmaz d ü ­ sayra- (ııı.) 1. Ağaç kap kurumak,
z e n , tavır. kuruyup çatlamak. 2. Kurumak:
saybır Rahvan: "Aylah tağnın olunca "Sayrap ahhan çulattar Salğahtanıp
pir çalan kizi saybır pazıtnah ağıbıshan." A. Topanov (Kuruyup
taydırıp odır." V. Kobyakov (Aylah akan dereler / Dalgalanıp
dağının yamacından bir atlı rahvan akıvermiş.)
sürerek iniyor.) sayrah hlk. s. Seyrek.
saybırla- Rahvan gitmek. sayral- Çökmek, yıkılmak harap olmak.
saydan Şeytan, aynanı könî adabın sayram Sığ, suda sığlık yer.
saydan tîpçeler şeytanı doğrudan
saytah Taze (süt) saytah süt taze süt.
söylemeyerek 'saydan' diyorlar.
sayzan (ı.) bot. Bir tür mantar.
sayğa- Üzmek, moralini bozmak: "Pükte
kööges tapsapça / Minin cazım sayzan (ıı.) hlk. Güzel, hoş.
sanapça / Oy, köögîzek, sarnaba / sazan (ı.) (büyükbaş hayvanın) Sırım,
Könnîceemni sayğaba." V. ham derisi, sazan meley ham deri­
Şulbayeva (Çayırda guguk ötüyor / den eldiven, sazan hap deri çuval,
Benim yaşımı sayıyor / Oy, torba.
gugukcuk şarkı söyleme / sazan (ıı.) zool. Sazan.
Gönülcüğümü üzme.) sazıcah İnce saç.
sayğah (ı.) 1. İftira, bühtan. 2. Müfteri, sazıl- (ı.) Dürtülmek, itilmek: 'Türce
iftira atan. 3. Kavgacı, çatak. polğanda, kime çarğa sazıl sın
sayğah (ıı.) Kamın yardımcı ruhu. parğan." İ. Kotyuşev (Kısa süre
sayğahçı 1. İftiracı, karalayıcı. 2. Kışkır­ sonra kayık kıyıya itilmiş.)
tıcı. sazıl- (ıı.) Saçılmak, dökülmek.
sayğahta-1. İftira atmak. 2. Kışkırtmak. sazın sag. Kağıt.
sayğahtas- 1. Birbirine sazıs- (ı.) Dürtüşmek, itişmek.
iftira atmak. 2. Birbirini kışkırtmak. sazıs- (ıı.) Saçılmak, dökülmek.
sayğahtastır- 1. İftira attırmak. 2. Kış­ sberegatel'nay s. Tasarrufla ilgili.
kırttırmak.
sberkassa Tasarruf sandığı.
sayğahtat- 1. İftira attırmak. 2. Kışkırt­
sberknijka Tasarruf sandığı cüzdanı.
mak.
sbornik Antoloji, seçki.
sayğar- (kam) Ruhları incelemek.
sçyot Hesaplama, muhasebe.
sayğot Bakan.
sçyotovod Muhasebeci.
sayğot tura Bakanlık.
sçyotçik Sayman, sayım memuru.
şayka Küçük francala.
sdaça Para üstü.
saylama bk. saylandı
sdel'şçina Parça başına işçilik.
saylan- Sinir krizi geçirmek.
sdobnay s. Tereyağlı yumurtalı.
saylandı (çatı yapımında) Üste konulan
sdobnay îpek tereyağlı yumurtalı
tahta.
ekmek.
saylığ s. Say taşı olan yer. ahhan suğ
saylığ polcan akarsu say taşlı olur. seans Seans.
seçka (ı.) Kıyma satırı.
-417-
seçka sel'sovet
seçka (IL) Samanla yapılan yem. segîrîs Seğirtme, zıplama.
se(e)dem Ayrana benzer içecek. segîrîstes- Seğirtişmek: "Haydağ köp
sedok Cokey, yarış atı binicisi: "Olarnın çoon hustar seglrlstesçe." N.
pirsin sablığ sedok Paskir Sartıkov Domojakov (Ne çok iri kuşlar
çügürter." İ. Kostyakov (Onların seğirtişiyor.)
birini ünlü cokey Paskir Sartıkov segîrt- Seğirtmek.
koşturuyor.)
segîrtkes 1. Yay, zemberek 2. mec.
seek Sinek: "Mahzıraan seek sütke Pire.
tüs pardı ba, ool?" İ. Kostyakov
sekpen kız. Mide.
(Acele eden sinek süte mi düştü,
oğul?) hara seek karasinek, sarığ sekpenek bk. sekpen
seek sivrisinek, kül seek böcek. sekret Sır. sekret sığar- sır vermek.
seel bot. İnce melez ağacı. sekretariat Sekreterlik.
seenek Hangar, sundurma: "Könî sekretnay s. Gizli, mahrem, sekretnay
seenek Izlgînzer parğan." A. slujba gizli görev.
Çerpakov (Doğruca hangar sektör 1. Sektör. 2. mat. Daire kesmesi,
kapısına gitmiş.) krş. serey sektör.
seep s. Zayıf, cılız. sektsiya Seksiyon, kısım.
seer Sundurma, çardak, pora attı seer sekunda 1. Saniye: "Pazağı sekundada
altına palğaptır bora atı çardak al­ Vaska tashar polğan." A.
tına bağlamış. Kuzugaşev (Az önceki saniyede
seeren 1. Kötü ruh, şeytan. 2. mec. Vaska dışarda idi.) 2. Saniye ile
İhtilaflı kişi. ilgili, sekunda strelkazı saniye
seet 1. Sık orman, uluğ seetke kır ibresi.
parğabıs sık ormana girdik. 2. Çu- selek Çadır, suğ hazında selek tarthan
lum'da orman adı. seet kîzî Çulum su kıyısında çadır kurmuş. 2. Cibin­
Hakas'ı. lik. 3. Çocuğun göbek bağının sak­
segîr- 1. Atılmak, seğirtmek, fırlamak: landığı torbacık. selekkî pizîkke
"Mm am otha daa seglrlblzem!" S. palğapçalar göbek bağının bulun­
Çarkov (Ben şimdi ota da duğu torbayı beşiğe bağlarlar.
seğirtirim.) Segîrbeske segîrbe, selektsioner 1. Islah uzmanı, tohum
harıspasha harıspa. Atasözü (Se­ uzman. 2. Seçici (seçme.)
ğirtmeyeceğine seğirtme, karışma­ selektsionnay s. Islâh, ıslâhla ilgili.
yacağına karışma.) 2. Oyun oyna­ slektsionnay stanitsiya ıslâh is­
mak, dans etmek. tasyonu.
segîrene Seğirten, bir dakika yerinde selektsiya Islah işleri.
durmayan. seley (daha) Uzun: "Oolğım sinneh
segîres Oyun, dans. seley çi." V. Kobyakov (Oğlum
senden biraz daha uzun.)
segîresç» Oyuncu, dansçı.
selim bk. selek
segîreste- Hızla hareket etmek: "Ağas
oyıstığ hanaa hatığ seglrestep selmey 1. Kılıç. 2. Silâh.
odırğan." N. Domojakov (Ağaç selo Köy.
işlemeli araba sertçe hareket sei'sovet Köy ihtiyar heyeti: "Ol
etmiş.) selsovetke parar, pray nime
segîrîs- (birlikte) Seğirtmek. ornında polar»." N. Domojakov (O
-418- stbı
selyodka
köy ihtiyar heyetine gidecek, her sezon Sezon, mevsim, teatr sezonı
şey yerinde olacak.) tiyatro sezonu.
selyodka zool. Ringa balığı. sfera Alan, saha. vliyanie sferazı etki
sem'ya Aile. sem'yanın çlenî aile f e r d i . alanı.
sem'yalığ s. Aileli. shema Şema, kroki.
sem'ya-uyalığ tekr. Ailesi olan, aileli. shodka Toplantı.
semafor Semafor. sholastika Skolâstik.
semantika gr. Semantik, anlam bilimi. sıba- (ı.) Sıvamak: "Kemnîh pezîneh,
semestr Sömestr, yarıyıl. hazan sıbapçathan hattarni oshas
ağ ilbay ıs pığırap turca - anzı ças
seminar Seminer, propagandisttar
hazin." N. Nerbişev (Kimin
seminarı propagandacılar semine­ sobasından, kazan sıvayan
ri. kadınlarınki gibi ak duman
senek (ı.) 1. Antre, sofa. açıh senek çıkıyorsa, onunki yaş akağaç.) tura
veranda, taraça. 2. Ot yığını. sıba- ev sıvamak.
senek (ıı.) Ağaçtan içki mayalama kabı. sıba- (ıı.) Süzmek, (içkiyi) imbikten ge­
separatnay s. Ayrı, münferit. çirmek, damıtmak, arağa sıba- içki
seperatnay mir ayrı dünya. damıtmak, pos sıbaan arağa ev işi
votka.
separator Separatör, ayırıcı.
sıba Laden ağacı krş. sıbı.
sera kim. Kükürt.
serey Hangar, sundurma: "Min tashar sıbal- (ı.) Sıvanmak.
serey üstünde honadırbın, ibde sıbal- (ıı.) Süzülmek, imbikten geçiril­
köksîm hısça." N. Domojakov (Ben mek.
dışarda hangar üstünde yatıyorum, sıbandı Sıvama, sıvalama.
evde içim daralıyor.) krş. seenek sıbar Alçak, rezil, hara sıbar îstîlıg kîzî
sergey sag. Tuzak, kapan. çok kötü niyetli k i ş i .
seriya Seri, dizi. sıbarlan- Kudurmak, azmak.
serjant ask. Çavuş. sıbat- (ı.) Sıvatmak.
serp Orak. sıbat- (ıı.) Süzdürmek, imbikten geçirt­
sessiya Toplantı, toplantı oturumu: "Pu mek.
surığlarnı sessiyaa sığararbıs." V. sıbattır- (ı.) Sıvatmak.
Şulbayeva (Bu sorunları toplantı sıbattır- (ıı.) Süzdürmek, imbikten ge­
gündemine alırız.) çirtmek.
sestra Hemşire: "Anın hırında sestra sıbay şor. Devamlı giyilen giysi.
odırçathan." S. Çarkov (Hemşire sıbdıh Uysal, sıbdıh pala uysal çocuk.
onun yanında oturmuş.) sıbdıra- Hışırdamak.
setka File, a ğ . sıbdırağ Hışırdama.
sever Kuzey. severdegî çonnar sıbdıras- Hışırdamak.
kuzeydeki halklar. sıbı Ladin ağacı: "Irah la çır pu, sıbı
severnay s. Kuzeydeki. hayda ösçetkenîn dee kör kilzîn."
sevooborot Almaşık ekim, nöbetleşe M. Çebodayev (Uzak yer, ladin
ekim. ağacının nerede yetiştiğini de görüp
sevryuga zool. Mersin balığı. gelsin.) krş. sıba.
seyalka Mibzer, ekme makinesi.
-419-
sıbıh sıg

sıbıh 1. Dedikodu, sıbıt itpe dedikodu sıbırıs- (birlikte) Süpürmek.


etme. 2. Konuşma, sohbet. 3. Söy­ sıbırt- Süpürtmek.
lenti. 4. Mırıltı, fısıltı.
sıbıshı (avı kandırmak için) Avcı düdü­
sıbıh-çabıh tekr. Hırgür. ğ ü , sıbıshı kiik palazı çili
sıbıhta- Mırıldamak, fısıldamak. tapsapça avcı düdüğü dağ keçisi
sıbıhtan- Mırıldanmak: "Ek, huday, - yavrusu gibi ses çıkarır.
sıbıhtanıp, Şarap apsahtın hada sıbıt bk. sıbıh
töreen oçı harındazmın kilnî sıda- 1. Katlanmak, dayanmak: "Anın
Payusa sidenge tayan turıbıshan." nîskecek moynıcağı, halbah
A. Çerpakov (Ey, Tanrım, - pörîktîg pazın tîrep sıdabin,
mırıldanıp, Şarap ihtiyarın küçük hoyralarğa hınçathan çili körînçe."
kardeşinin gelini Payusa çite V. Kobyakov (Onun incecik boynu,
yaslanmış.) geniş börklü başını taşımaya
sıbır- Süpürmek, silmek: "Pîldîrtpin, pas dayanamayıp, bükülür gibi
pıladı puliinan sıbırıbızıp, apsahnan görünüyor.) 2. Başa çıkmak, üste­
hosti pastırğan." A. Çerpakov (Belli sinden gelmek, gücü yetmek, sıdap
etmeden, şalının ucuyla silip, polbin dayanamayarak.
ihtiyarla birlikte yürümüş.) sıdabas s. Sabırsız, tahammülsüz.
sıbıra- Fısıldamak, mırıldanmak sıdamah Tahammül, sabır, metanet,
Sıbırap çoohtaan çooh- hop direnç, güç: "Çalğıs ipçî le kızı pik
çooh, hatığ çoohtaan çooh- sın sıdamağın közîtken."U. Domojakov
çooh. Atasözü (Fısıltıyla söylenen (Sadece kadın, sağlam direnç
konuşma, yalan konuşma, sert söy­ göstermiş.) Sıdamahha kirek küstî
lenen konuşma, doğru konuşma.) tarınıhha üretpecen. Atasözü (Ta­
sıbıra zf. Her zaman, ebedî olarak. hammül için gereken gücü, kızgın­
sıbırağ 1. Fısıltı, mırıltı. 2. (hastaya) lığa harcama.)
Üfürük. sıdamahtığ s. istemli, azimkar,
sıbırağcı Cadı, efsuncu, üfürükçü: "Ubet sabırlı, tahammüllü.
soonan sıbıragçı ipçî kiler." V. sıdan- Gücü yetmek, dayanmak: "Yakın,
Şulbayeva (Öğleden sonra idînîn ağırğanına sıdanmin,
üfürükçü kadın gelecek.) harahtarın alas-sulas köfîp,
sıbıran- Mırıldanmak, fısıldamak: "Pistin abağırça." V. Kobyakov (Yakın, vü­
aalğa ayna püdîrgen nlme kilce, -tıp cudunun ağrısına dayanamayıp,
sıbıranğanı tashar istîlgen." M. gözlerini ağartıp, bağırıyor.)
Kokov (Bizim köye şeytan işi bir sıdas- (birlikte) Dayanmak, mukave­
şey geliyor diye mırıldanması met göstermek.
dışarıdan işitiliyor.) Sığırzan, çil sıdat- Sabır göstermek, tahammül ettir­
polar, sıbıranzan, hop polar. Ata­ mek, dayandırmak.
sözü (Islık çalsan yel olur, mırıldan-
sıdırban kaç. Küçük bitki yetişen yer.
san, yalan olur.)
sığ (ı.) Peynir sıkma ızgarası, pîçîrö
sıbıras- Fısıldaşmak, birbirine hurğatçah sığlar peynir kurutma
mırıldamak. ızgarası.
sıbıras Mırıldanma, fısıldama. sığ (ıı.) Dikiş, dikiş uzunluğu.
sıbırğansag. (deride) Döküntü. sığ (m.) Ayıyı uyandırmak için inine
sıbırğas bk. sıbırğı. sokulan çubuk, kürgen ayında aba
sıbırğı Süpürge krş. sıbırğas.
sığa tut -420-
sığıl

Tnîne sığ tastapçalar ocak ayında sığarıs- 1. (birlikte) Çıkarmak. 2. işten


ayı inine çubuk sokarlar. birlikte atılmak, çıkarılmak. 3. (bir­
sığa tut- Sıkı tutmak. 2. Sıkıp suyunu likte) Yayımlamak. 4. Miras bırakıl­
mak. 5. (birlikte) Yukarı kaldırmak.
çıkarmak.
6. (birlikte para) Çekmek.
sığanah sag. Dirsek krş. çığanah
sığarıs 1. Çıkarma, çıkarış. 2. Üretim.
sığanahta- Dirseklerini dayamak.
sığarızah Bir iskambil oyunu.
sığar-1. Çıkarmak hara suğnı
sığart- 1. Çıkartmak. 2. İşten çıkartmak,
haynadip, hayah sığar polbassin
attırmak. 3. Yayımlatmak. 4. Miras
kara suyu kaynatmakla, yağ çıka­
bıraktırmak. 5. Yukarı kaldırtmak. 6.
ramazsın. 2. Atmak, çıkarmak: "Min
Para çektirmek.
sîrernî çoo soğıp, sığara sürerbîn!"
V. Kobyakov (Ben sizi çok dövüp, sığba bk. sığbın
işten çıkarıp atarım!) toğıstah sı­ sığbın 1. Dağ keçisi sürüsü, alton
ğar- işten çıkarmak. 3. Yayımla­ kiiktîn sığbını altmış dağ keçisinin
mak, neşretmek pîçîk sığar- kitap sürüsü. 2. kız. İki yaşında dağ keçi­
yayımlamak. 4. Bırakmak ülüs sı­ si.
ğar- miras bırakmak. 5. Yukarı kal­ sığda Ok ucu kılıfı, kını. pağır sığdalar
dırmak, yükseltmek: "Prayzıbıs bakır ok ucu kını.
Yuraa habazıp, uluğ ügredîge sığdağan bk. sığ (m.)
sığardıbıs anı." G. Topanov
sığdıh Tıngırdayan demir parçası, kamın
Hepimiz Yura'ya yardım edip,
sırtında ses çıkaran halkalar.
yüksek öğrenim yaptırdık.) 6. (para)
Çekmek. 7. (yumurtadan yavru) Çı­ sığdıhtas bk. sığdıh
karmak: "Olar amdı, uya gazap, sığdıra- Şıngırdamak, tıngırdamak tele­
palaların sığarıp öskîrçeler." V. f o n , kapı zili çalmak, telefon
Kobyakov (Onlar şimdi, yuva yapıp, sığdırapça telefon çalıyor, izîk
yavrularını çıkarıp büyütüyorlar.) sığdıra- kapı zili çalmak.
arağadan sığar- içkiyi bıraktırmak. sığdıras- Şıngırdamak: "Toraat, suğluh
tamkıdan sığar- sigarayı bıraktır­ köleçkezî sığdırazıp, hılağay huzuru
mak, söök sığar- ölüyü götürmek, cayılıp..." V. Kobyakov (Doru at,
cenazeyi kaldırmak. suluk zinciri şıngırdayıp, seyrek
sığara e. Beri: "Ol iirden sığara haydağ kuyruğu yayılıp.)
sağ ıs kîrbeen?" S.Çarkov (O,
sığdıras 1. Şıngırdama. 2. Zil. tüür
akşamdan beri neler düşünmedi
îstînde sığdıras sığdırap odırça
ki?) gorodtan sığara maşinalık
tef içinde ziller şıngırdayıp duruyor.
kilgebîs şehirden beri arabayla
geldik sığdıros bk. sığdıras
sığardır- Çıkarttırmak: "Malnı irte sığdırat- Şıngırdatmak, tıngırdatmak,
sığardırıp, oray ağıldırbin..." V. telefonu çaldırmak: "Kirek polza,
Kobyakov (Malı erken çıkarttırıp, sığdırat, mına minîh telefonım." V.
geç getirtmeyerek...) Şulbayeva (Gerekirse çaldır, işte
benim telefonum.)
sığarıl- 1. Çıkarılmak. 2. İşten atılmak,
sığı- Nemlenmek, ıslanmak: "Nanmır
çıkarılmak. 3. Neşredilmek,
suuna nince-nince hati sığibas..."V.
yayımlanmak. 4. (miras)
Kobyakov (Yağmur suyunda tekrar
Bırakılmak. 5. (yukarı) Kaldırılmak.
6. (para) Çekilmek. tekrar ıslanarak...)
sığıl- (ı.) Solmak,, renk atmak.
-421 -
sığıl sıh
sığıl- (ıı.) Akmak, süzülmek: "Sol başladığında, Fedor Pavloviç,
kömîskezînde oyıh çir, sol etrafına bakınmış.) 2. (birlikte) Islık
harağınah hannığ ças sığılça." N. çalmak.
Domojakov (Sol kaşında açılma, sığırıs Islık, gıcırtı, krş. sığrıs
sol gözünden kanlı yaş çıkıyor.) sığırt- Islık çaldırmak.
sığım 1. Ürün. öskırgen çlr tamağının sığırtas Düdük, pala sığırtazı çocuk
sığımı ilbek poltır yetiştirilen tahıl düdüğü.
ürünlerinin verimi gazel olmuş. 2.
Ürün kalitesi, randımanı. 3. Tiraj. sığırtos bk. sığırtas
kindenîn sığımı kitabın tirajı. sığış (ı.) Verim, bereket sığış çoh ve­
rimsiz, çorak. krş. sığım
sığın- Kırpmak, kırpışmak: "Çift ool,
apsahnah çoohtashan arazında, sığış (ıı.) 1. Çıkış, çıkma. 2. (güneş)
pozınzar harah sığın salıp odırğan." Doğma, doğuş kün sığızı a) güne­
N. Domojakov (Genç oğlan, şin doğuşu, b) d o ğ u : "Hoortay ağa
ihtiyarın konuşması sırasında, kün sığızınzar haya odırğan." N.
kendine göz kırpıp oturmuş.) Domojakov (Hoortay ihtiyar doğuya
doğru bakarak oturmuş.)
sığındı Posa, küspe, sığındı husha
sığış- (birlikte) Çıkmak: "Hashı holı
pircen posa kuşa verilir.
polbaza, adıhar hayîpas - irten uzı-
sığınğı padej gr. Çıkma hâli.
pazı sığızar." N. Domojakov
sığınış- (birlikte) Kırpmak, kırpışmak: (Eşkıya eli yoksa atınız, farketmez,
"Ooğas taslar suğ ötfre üzîgî çoh sabah ne olduğu ortaya çıkar.)
harah sığınısçalar." N. Domojakov
sığıt- (ı.) Gözleri yaşarmak.
(Küçük taşlar suyun içinden
durmadan göz kırpıyorlar.) sığıt- (ıı.) Islatmak; nemlendirmek, kip
azah sığıt- elbiseyi ıslatmak.
sığır 1. Mitolojik dev. purunda çathan
çitî sığır holında poiğan eskiden sığıttır- Islattırmak, nemlendirmek.
yatık (müzik enstrümanı) yedi devin sığla- Seyrek dikmek.
elinde imiş. 2. Tepegöz, tek gözlü sığlal- Seyrek dikilmek.
dev. sığır huu hat tek gözlü cadı. sığlat- Seyrek diktirmek.
sığır- 1. Islık çalmak 2. Çınlamak, inle­ sığrıs 1. Gıcırtı: "Hacan hahaa terpekterî
mek, 3. Cik cik ötmek: "Zoyka paza kürgen habırğazında sığrıstarın
isse, huzıcah çolnıh sol sarında tohtadıbıshannarında, anda kîzî
sığır parça." N. Domojakov (Zoyka horğıstığ çüstîg pala çathan." N.
yeniden dinlediğinde, kuşcağız Domojakov (Araba tekerlekleri
yolun sol yanında cikliyor.) kurgan yamacında gıcırtılarını
Sığırzan, çil polar, sıbırazan, hop durdurduklarında, orada insanı
polar. Atasözü (Islık çalsan yel o­ korkutan yüzlü çocuk yatıyormuş.)
lur, mırıldansan, yalan olur.) 2. Islık. krş. sığırıs
sığı ray zool. Şakrak kuşu. sıh 1. Nem, rutubet. 2. s. Islak, nemli. 3.
sığırcah zool. Çekirge. zf. Islak olarak.
sığırığ 1. Islık. 2. Gıcırtı sıh-(ı.) 1. (tohum vb.) Çıkmak, uç ver­
sığırıs- 1. Gıcırdaşmak, (birbirine) ıslık mek taaraan çirîme as sıhsın; tas
çalmak: "Terpekîer sığırıs pazıma tük sıhsın ektiğim yerde
sıhhanda, Fedor Pavlovlç ekin bitsin, kel başımda kıl çıksın.
haybağınğan." N. Domojakov 2. Çıkmak, yola koyulmak Annap-
(Tekerlekler gıcırdamaya hustap sığarda, îzestîg arğıs taap
sıh -422- sııhtat
a l . Atasözü (Ava çıkarken, güvenilir sıhta- (ı.) Ağlamak. Çayğızm hathır
arkadaş bul.) hırğa sıh-dağa tır­ çöredîrzîn, hıshızın sıhtap
manmak, çorıhha sıh- yolculuğa çöredîrzîn. Atasözü (Yazın güler­
çıkmak. 3. Ortaya çıkmak, peyda sen, kışın ağlarsın.)
olmak, haydan sıhtın nereden çık­ sıhta- (ıı.) Sulamak, ıslamak, nemlen­
tın? kün sıh- güneş doğmak: "Kün dirmek: "Hıra sıhtirğa çayılçathan /
köstelîp sığarınah, pray çirnm üstü Arığ suğda körînçe çaacı ool." i.
çıltırama çarıhnan çabınıbıshan."S. Kotyuşev (Tarla sulamaya akan
Çarkov (Güneşin kızarıp /Temiz suda görünüyor savaşçı
çıkmasıyla, bütün yeryüzü parlak oğlan.)
ışıkla kaplanıyor.) 4. Bırakmak, sıhtaah Ağlamsık, gözü sulu, sulugöz,
vazgeçmek, tamkıdah sıh- sigarayı çok ağlayan.
bırakmak, arağadan sıh- içkiyi
sıhtağ Ağlama.
bırakmak. 5. Dil açılmak, tîl sıh-
çocuk konuşmaya başlamak sıhtal- Islanmak, nemlenmek.
oolamnıh tîlî sıhtı oğlum konuş­ sıhtas bot. Süsen. krş. sımısha.
maya başladı. 6. Doğmak: sıhtat- Ağlatmak.
"Yuranah pis M harındastah sıhtığ 1. s. Islak, nemli: "Nince dee
sıhhan tuhmalarbıs." G. Topanov hassalar, sıhtığ la çir uçurapça." S.
(Yura ile biz iki kardeşten doğan Çarkov (Ne kadar kazsalar da
kardeşleriz.) 7. Koyulmak, başla­ sadece sulu yer çıkıyor.) 2. Islak,
mak anlamında yardımcı fiil olarak nemli olarak.
kullanılır: "Çe oloh tuşta pırosmıstığ
sıı,(ı.) 1. Saygı, hürmet. 2. Güven, itimat,
köfisneh körip, çoohtap sıhhan."S.
takdir, erînmeen kîzî sıığa kîrçe
Çarkov (Fakat tam o sırada
üşenmeyen kişi takdir edilir, sıığa
mahcup bakışla göz atıp,
kîr- Kariyer yapmak.
konuşmaya başlamış.) "Çabal
tonıcağın sözJre, oy lap sıhhan." V. sıı (ıı.) Çadır kafesi çıtası.
Kobyakov (Kötü paltosunu su (m.) bk. sığ (ı.)
sürükleyerek, koşmaya başlamış.) sudan Sıvı (içecek), sudan ügre sıvı
sıh- (ıı.) Sığmak, almak. çorba.
sıh- (m.) Kısmak, kırpmak, sıkmak. sıı sap- Kesmek, kırmak: "Çüt püürnîh
harah sıh- göz kırpmak. pilîn sahay sıı saphan polğan
sıhar- Çıkarmak. Saraashır." N. Nerbişev (Genç
kurdun belini bütünüyle kırmış
sıhsar- (ı.) (kolu.) Sıvamak, sıyırmak. îkî
olmalı Sarı aygır.)
pîleen sıhsarıp, ol toğın sıhtı iki
bileğini sıvayıp işe koyuldu. sııh 1. Çember, halka, hahaa sıığızı
poyra. 2. Tekerlek, tekerlek lâstiği.
sıhsar- (ıı.) Eritmek: "Albahı paylar
sıhsarcahnar çonnı / Arthan- teglek sıığı tekerlek lâstiği. 3. Jant.
halğanın kömzercehner anın" M. 4. Kasnak.
Arşanov (Aç gözlü zenginler sııh-saah tekr. Islık sesi.
eritmişler halkı / Kalanlarını yok sııhta- 1. Hıçkırarak ağlamak. 2.
etmişler.) Ciyaklamak, cıvıldamak.
sıhsın- Eteği sıvamak, toplamak. sııhtaas 1. Hıçkırarak ağlama. 2.
tonınıh idegîn sıhsındı paltosunun Ciyaklama, cıvıldama.
eteğini topladı.
sııhtat- 1. Hıçkırarak ağlatma. 2.
Ciyaklatmak, cıvıldatmak.
sula -423- sılağay

sula- 1. (yılan) Tıslamak. 2. (böcek) V. Tatarova (Onun oynak gözleri


Vızıldamak, uğuldamak. 3. yanında duran erkeğin geniş
Vızırdaşmak. omuzlarını sıvazlıyor gibi
sıılas- Vızıldaşmak, uğuldaşmak: görünmüş.)
"Hacan îkî huba harahçay at sııras Y a r ı k aralık, ib sıırazı evin duvar­
alnınça sıılaspinah irtkende." N. larındaki yarık.
Domojakov (iki boz kırlangıç surat (ı.) 1. Mezarlık: "Anzı am figî hara
vızıldaşarak atın önünden kürgen hırindağı sıırattarda çatça."
geçtiğinde...) N. Domojakov (O şimdi, şu kara
sim zool. 1. Sığın, ala geyik. 2. Sığınla kurgan yanındaki mezarlıkta
ilgili, sun müüzî sığın boynuzu. yatıyor.) tadar sıııradı Hakas
sun- (ı.) Sebepsiz yere çıkışmak. mezarlığı, surat arığ, een tura
aynalığ mezarlık temiz, ıssız ev
sun- (ıı.) Sığınmak, yanaşmak, ilişmek:
şeytaniı. 2. Mezar surat üstünde
"Olğannar sıınçalar surağlap." A.
odırbacan mezar üzerinde
Kuzugaşev (Oğlanlar yanaşıyorlar
oturulmaz.
sorarak.) Sıbıraanğa sunma,
kürleennefi tispe. Atasözü (Fısıl­ surat (ıı.) Alçak, namussuz, surat
dayana yanaşma, gürleyenden kaç­ sağıstığ alçak düşünceli.
ma.) sıırattığ s. Mezarlı. sıırattığ hır mezarlı
sıman e. -den beri, -den bu yana min tepe.
sinî pıltırğı sıman körbeem ben sıırıh- Donmak, buz tutmak, soğuktan
seni geçen yıldan beri görmedim. titremek.
sııncahtal- Yararak girmek. sıırıhtır- Tir tir titretmek.
sııncah Çivi, takoz sııncahtı sııncahnan sıırsah anat. 1. Ön kol kemiği. 2. Bacak.
sığara sapçan çivi çiviyi söker.
hoy sıırsağı koyun bacağı.
sıınıs- (birlikte) Yaklaşmak, yanaşmak:
sıırsahta- Öndeki eliyle tutmak, sırlap
"Pasha hara hustar pazoh la sıınıs itken sır çöbezîn sırsahti
sıhhannar ol nimezer." N. tudıbıshan boyanıp yapılan okunu
Domojakov (Başka kartallar yine öndeki eliyle tutmuş.
yaklaşmışlar o nesneye.)
sıırt- Sığdırmak.
sıınna- Sığın avlamak. sut Ağıt, ağlama: "Hahaa terpekterf
sur- Sığdırmak, bir yere yerleştirebilmek, açığ sııttağı la çili ıılasçalar." N.
sığdırabilmek: "Oolahtı, tar Domojakov (Araba tekerlekleri acı
hahaağa haydi polza sıırıp, ağlama gibi gıcırdıyorlar.) sut tabızı
palığların seekteh çazıra ağlama sesi. açığ sut acı ağıt. ı ı -
çızıncahnan çaap salğan." N. sııt tekr. ağlama sızlama.
Domojakov (Oğlanı dar arabaya bir sııtçıl s. Ağıtçı.
şekilde sığdırıp, yaralarını sinekten
sıla- (at üzerinde) Yorulmak, uluğ
korumak için bezle örtmüş.)
alıptar atha sılap çider çir büyük
sura- (sudan dolayı ağaç) Kabarmak, alpların at üzerinde yorulacağı ka­
şişmek, ağas könek sıırap parğan dar uzak mesafe.
ağaç kova şişmiş. sılağay Boyca gelişmiş, uzun, yüksek:
sıırah 1. Sert, sağlam. 2. İri yapılı, cüs­ "Anın alnında hara harahtî
seli kişi: "Anın suğdır harahtarı küfîmzîrep, sılağay sınnığ his kîzı
hosti turçathan irennîh sıırah turca." S. Çarkov (Onun karşısında
innîlerîn sıybaan çili körlblskenner." kara gözleriyle gülümseyen uzun
-424-
sılanay sımıl
boylu kız duruyor.) sılağayı par, sıltağlığ s. Sebepli, bahaneli.
çılhazı çoğıl boyu var, faydası yok. sıltan- Bahane etmek, sebep bulmak:
sılağay ağas yüksek, düzgün ağaç "Palaa sıltanıp, hığırtça polar." V.
krş. sılanay. Şulbayeva (Çocuğu bahane edip,
sılanay bk. sılağay çağırtıyor olmalı.)
sılarçıh 1. (av hayvanında) Bacak kemi­ sıltancıh s. Bahane eden, sebep bulan.
ğ i . 2. Bacak kemiği iliği, paltır sim (ı.) 1. s. Sakin, rahat, yavaş, ağır.
îstîndegî çılarçıh çarçabinça bal­ 2. zf. Sessizce, sakince "Har sim
dır içindeki kemik donmaz. çatça sooh hıshıda." M. Kilçiçekov
sılay Az yiyen, sılay kîzî iştahsız kişi. (Kar sessizce yatıyor soğuk kışta.)
sılbah 1. tıp. Trahom. 2. Çapaklı (göz). Sim çatçathan çılannın
sılbahtan- (göz) Çapaklanmak. hararı huzurığına paspa. Atasözü (Sa­
sılbahtanza, kîrpis çayın kince yatan yılanın kuyruğuna
haynadıp, hoyığ suğnan basma.)
çuğcannar göz çapaklanırsa, ker­ sim (ıı.) zool. Çil (kuşu.)
piç çayı kaynatıp koyu suyuyla sımalçıh sag. Serçe parmak.
(gözleri) yıkarlar. sımay 1. Sıvı kan. sımay hannı nîske
sılbıh bk. sılbah îçegee urçalar sıvı kanı ince ba­
sılğadah s. Güçlü, kuvvetli, alıptın ğırsağa doldururlar. 2. Sıvı kan s u -
soondağı k î z î n î külük t e e polza cuğu.
sılğadah tîcenner alpın arkasında­ sımaydın bk. sımaylıh
ki kişi yiğit de olsa 'sılğadah' derler. sımayka kız. Ev ruhu, ev cini.
sılğay Çok sert (deri) sılğay teer sımaykanıh üs salaazı la körîn
işlenemez derecede sert deri. 2. tur. ev cininin sadece üç parmağı
Çiğ, ham, pişmemiş, ügrezı sılğay görünüyor.
çorbası pişmemiş. sımaylıh Bayramlık (giysi), sımaydıhha
sılğaylığ s. Pişmemiş, sıiğaylığ ipek kisçen kip bayramda giyilecek e l ­
pişmemiş ekmek. bise.
sili bk. sılay sımdah Gayretli, işçimen. Sımdah azah
sili- iyice kemirmek. habırğanı toh poladır. Atasözü (Gayretli ayak
sılıbacah kaburgayı iyice kemir- tok olur.)
memeli. sımıh Çubuk, sopa: "Çohır aday,
sıltaanda -den dolayı, yüzünden, için, o sımıhha saptırıp alıp, pırger
sebepten: "Paza parçan çır çoğıl, ahsannaanda, hızıl sarığ aday
Yakın tik azırirğa hınmaan hıılaplaçathan." N. Domojakov (Ala
sıltaanda." V. Kobyakov (Yine köpek, çubukla dövülüp, öbür yana
gidecek bir yer yok, Yakın'ın aksayarak gittiğinde, kızıl sarı
bedava beslemekten köpek hırlamış.)
hoşlanmamasından dolayı.) sımıhta- Çubukla, sopayla vurmak.
sıltağ Sebep, neden, bahane, saye, sımıhtığ s. Çubuklu, çubuğu olan:
vesile: "îzîgdegî çılğı malğa "Urusçathan adaylarzar sımıhtığ
sarnahtan çügürerge sala la sıltağ mahzıraan." N. Domojakov
kirek." N. Domojakov (Sıcakta (Kapışan köpeklere doğru çubukla
yılkıların serin rüzgârda koşması koşmuş.)
için azıcık bir sebep gerektir.) sımıl Kötü ruh, şeytan, hızıl iirde
sıltağ çoh sebepsiz. hıshırıspahar, sımıllar istîp salar-
-425-
sımısha sındırlan

lar kızıl akşamda bağrışmayın, şey­ küçük. 2. Canlı, hareketli, sına


tanlar duyar. hurağan hareketli kuzu.
sımısha sag. bot. Süsen. krş. sıhtas. sına- Sınamak, denemek, tadına bak­
sımıshı bk. sıbıshı mak: "Sınap körîher,- apsah
sımna- Çil kuşu avlamak. hoostaan hahza sunça." N.
Domojakov (-Deneyin, ihtiyar
sımna Çil kuşu krş. sim. işlemeli pipo uzatıyor.)
sımo Ayak teri kokusu.
sınaaçı s. Kırılgan, çabuk kırılan.
sımolığ s. Ayak teri kokan, sımolığ
sınaan s. Sınanmış, denenmiş.
azahtığ ayak teri kokan.
sınağ Sınama, deneme.
sımzırıh Sessizlik, sakinlik, sükunet.
sımzırıh pol- sessizleşmek, suspus sınap zf. 1. Gerçekten, sınap taa ger­
olmak: "Pray klass sımzırıh pol çekten d e . 2. Şayet: "Sınap pireezi
parğan." A. Kuzugaşev (Bütün sınıf hazıh çohtanıbıssa, lliskecek
suspus olmuş.) olarnın imneg turazınzar kil turarğa
söleen." İ. Kotyuşev (Şayet biri
sın (ı.) Gerçek, doğru: "Anda la
hastalanırsa, İliskecek, onların
Çohırah Aydonıh sın habasçızı
hastahanesine gelmelerini
polğan." V. Kobyakov (O zaman
söylemiş.)
sadece Çohırah, Aydo'nun gerçek
yardımcısı olmuş.) Sın nime haçan smas (ı.) Hücum, uranın sınazı düş­
daa cinedir. Atasözü (Gerçek dai­ man hücumu.
ma galip gelir.) sın nimes gerçek smas (ıı.) Koşum, at takımı.
dışı, yalan, sınğa tur par- sınas- (Birbirini) Sınamak, denemek:
gerçekleşmek, vuku bulmak, sala "Min me munaan, Pıçon? Kör! Küs
daa sini çoğıl gerçekle ilgisi yok. sınazarğa kilfs parbazın." N.
sın çirge parğan çon gerçek Domojakov (Ben m i , bunak, Pıçon?
dünyaya gidenler (ölenler), sın Bak! Güç yarışına girip girmemeyi.)
ayah porselen kâse. sınat- Sınatmak, denetmek.
sın (ıı.) 1. Boy: "Kızı sınman pözîgök smcıh Dirayetli, sebatkâr: "Min toğınarğa
sızırliğ, salaa uliinça pazahtığ." M. hınçam çe am noo daa toğısta, noo
Kokov (İnsan boyundan uzun saplı, daa sidikte sınçıh, çaltanmas
parmak büyüklüğünde başaklı.) polarğa sös pirçeml." S. Çarkov
anın sini uluğ onun boyu uzun. 2. (Ben çalışmayı seviyorum ve şimdi
Uzunluk. 3. Zirve, sıradağ: "Cazın hiçbir güçlükten, işten
tayğa nalınında Çahsı kögnen kaçmayacağıma, dirayetli
köglençezih, Çır sınnarının olacağıma söz veriyorum.)
arazında ÇJp çili siilîp subalçazıh."
sıncıhta- Dirayet etmek, sebat göster­
A. Topanov (Baharda ormanın
mek.
sıklığında / Güzel şarkılar söylersin
/ Yerin dağın arasında / İp gibi sındır (ı.) Huy, karakter.
süzülüp gidersin.) sındır (ıı.) Eritilmiş yağ, ince yağ.
sın- Kırılmak. sındır- Kırmak, parçalamak
sın- Sığmak nimelerîm çemodanğa sindiriş- Birlikte kırmak, doğramak.
sınminça eşyalarım çantaya (vali­ sındırlan- Ciddileşmek: "Anın çalahay
ze) sığmıyor. sırayı hatığ sındırlana tudıbıshan."
sına 1. Azimli, ısrarlı, sına kîzînîn İ. Kotyuşev (Onun güzel yüzü
hulağı kîçîcek azimli kişinin kulağı ciddileşmiş.)
- 426 - sıp-sılağay
sındırlığ
sındırlığ (ı.) s. Huylu, karakterli: "Pilce sınıla- Çınlamak, çenilemek: "Hanaanın
anı çalğıs la Pik sındırlığ his pala." oolah çathan sarına ahsahnap kilîp,
M. Kokov (Biliyor onu sadece / sınılada hınzıbızıp, suun pıtırada
Sağlam karakterli kız çocuğu.) sîlîgibîsken, hulahtarı la naahtarına
hatığ sındırlığ k î z î sert karakterli tohlaza halğan." N. Domojakov
kişi. (Arabanın çocuğun yattığı tarafına
gelip, çınlayarak çenileyip, suyunu
sındırlığ (ıı.) s. Yağlı: "Nızırap sındırlığ patırtıyla silkinmiş, kulakları
teerpekterî." M. Arşanov yanaklarına tok tok vurmuş.)
(Gıcırdayıp yağlı tekerlekleri.)
sınılos Çınlayan, inleyen: "Nince dee îdi
sındırt- Kırdırtmak: ""Hayda çohır sırlığ keçektenze, ol huzıcah sınılos
tanklar köp köygen / Hayda ıırcı sarının tohtatpinçathan." N.
orha-pilîn smdırthan."\. Kapçıgaşev Domojakov (Ne kadar çekinse d e , o
(Nerede ala boyalı tanklar çok kuşcağız çınlayan şarkısını
yanmış / Nerede düşman belini kesmemiş.)
kırdırmış.) sınır 1. Zirve, doruk, tağ sınırındağı
sınğar Uzunlamasına. ağas dağ zirvesindeki ağaç. 2. Ça­
sının ( ı . ) 1 . Kırık, çatlak. 2. Kırıntı, yıkıntı. t ı , dam. sıhırğa sığıbıshan çatıya
3. Kırma, parçalama. çıkmış.
sının (ıı.) Ölü, cenaze, ol ibde sının pol sınıra- Çınlamak, şıngırdamak.
partır o evde cenaze varmış. sınırat- Çınlatmak, şıngırdatmak: "Pıçağı
omas arah pîldirîbîzip, ol anı tinte
sının (ııı.) Nitelik, keyfiyet, kalite, sının
Istîne sıhırada tüzîrîbîsken." İ.
hıl kaliteli yün. örinme sınıh
Kotyuşev (Bıçağı kör gibi gelmiş, o
polğan kaymak güzel olmuş. onu teneke içine şıngırdatarak
sınıhta- Sınamak, denemek: "Çılığ atmış.)
suğnı sınıhtap / Çürekke çarir sınında Gerçekte.
teenner." P. Ştıgaşev (Sıcak suyu
sınırah bk. sınman
deneyip / Yüreğe iyi gelir demişler.)
sınman (ı.) sag. Kolluk, pazubant.
sınıhtağ Kontrol, denetleme, teftiş:
sınman (ıı.) belt. Pli.
"Sınıhtağ polğan şkolada, çitpester
sınnığ s. Boylu: "Pözik sınnığ ah
köp taaptırlar." V. Şulbayeva
tirekternm." M. Kilçiçekov (Uzun
(Okulda kontrol yapmışlar, çok
boylu ak kavakların.) çabıs sınnığ
eksiklikler bulmuşlar.)
alçak (kısa) boylu.
sınıhtağcı Kontrolör, denetçi, müfettiş: sın-postığ tekr. Boylu, boylu boslu.
"Sınıhtağcılar gide tüskenner." İ. nîskecek sın-postığ ince boylu.
Topoyev (Denetçiler gelmişler.)
sınra- Şıngırdamak, çınlamak.
sımhtal- Denenmek: "Sapyordah halbas
sınraah s. Çınlayan, şıngırdayan.
gol sınıhtalça / Izîg tınısnan iki
sın-san tekr. Çın ç u n .
tanaa." M. Kilçiçekov (İstihkamdan
geri olmayan yol deneniyor / Sıcak sınzalağ hlk. zool. Su çulluğu, bekasin.
nefesli iki burna.) sınzı- sag. Cıvıldamak.
sınıhtas Sınama, deneme, sınayış, sıhzıs sag. Cıvıltı, cıvıldayış.
deneyiş, kontrol. sıp Bir yaşında tay.
sınıhtığ (ı.) s. Kırıklı, kırık. sıp-sılağay tekr. Upuzun: "Sorkay, sıp-
sınıhtığ (ıı.) s. Ölülü, cenazesi olan. sılağay sınnığ güt ool." S. Çarkov
sınıhtığ ibge huruğ kîrbecen ce­ (Sorkay, upuzun boylu genç oğlan.)
naze evine eli boş girilmez.
sıp-sım sırbat

sıp-sım tekr. Suspus, sessiz: "Prayzı çirkin yüzlü, sırayı çoh yüzsüz, u­
sıp-sımnar, çe postan tîgî ooh tanmaz, hayasız. 2. gr. Şahıs, sıray
obaalığ kürgende irtîpçetken uğaa orındızı şahıs zamiri.
çapsıstığ kirekte polğannar." N. sıray- Göz önünde bulunmak, dikilip
Domojakov (Hepsi suspuslar, durmak.
kendileri uzakta küçük taşlı
sıray-çüs tekr. Yüz, çehre, surat.
kurganda olan çok ilginç olayı takip
ediyorlar.) sırayıs- (birlikte) Dimdik durmak.
sıraylığ s. Yüzlü, ah sıraylığ ak yüzlü.
sır (ı.) Boya: "Ayman sırlaman sırlanğan
çalbah sıraylıh geniş yüzlü, küren
çili / Algım stranam irffsçe." S.
sıraylığ esmer, yağız, sadıra
Kadışev (Çeşitli boyalarla
sıraylığ çilli, yüzünde çilleri olan.
boyanmış gibi / Geniş yurdun
îkî sıraylığ iki yüzlü, hooray
geçiyor.)
sıraylığ Hakas yüzlü, sooh
sır (ıı.) Peynir, hoy sırı koyun peyniri. sıraylığ soğuk yüzlü.
sır (m.) kaç. Ok. sır tabızı ok sesi. sırba- Karışmak, sarpa sarmak.
sıra (ı.) sag. Sırık, çubuk: "Uzun sıra sırbağ 1. Karıştırma. 2. Sebepsiz ç ı ­
huzuruhtığ / Cırken ala kiptîgbln." kışma.
N. Tinikov (Uzun sırık kuyruklu /
Çirkin ala elbiseliyim.) uzun sırbağa bk. sabağa
sıranan siden tuthan uzun sırıkla sırbal- 1. Karışmak: "Am subyekt pJske
çit yapmış. sırbalça." V. Şulbayeva (Şimdi fail
bize karışıyor.) 2. Sebepsiz çıkış­
sıra (ıı.) 1. Şıra. 2. Bira. sıra açıt- bira
mak: "Noğa îdi çoohtandı ol?
hazırlamak, poza par, sıra par, î-
Pîldîstîg, pîldîstîg, postan it salıp,
çer polzar pîsser par! boza var,
mağaa sırbalarğa, mağaa
şıra var içeceksen bize var(git)!
sastırıbızarğa." N. Domojakov
sıra (m.) kız. bot. Sedir, altın pürlîg pay (Niçin öyle konuştu o? Belli, belli,
sıra altın yapraklı kutsal sedir (ağa­ kendileri yapıp, bana çıkışıp
cı). benimle tartışmak için.)
sıracah Körebe (oyunu), sıracah sırbalcıh s. Bahaneli, bahanesi olan,
oyında harah palğapçalar körebe sebepsiz çıkışan, sıınıp odırğan
oyununda gözler bağlanır. kızı sırbalcıh polça yanaşıp oturan
sırah kız. Çıra. sırah hurut- çıra kurut­ kişi bahaneli olur.
mak. sırbah s. 1. Riyakâr, ikiyüzlü. 2. Ayıp,
sırah müüs İki yaşında yabanî keçi. kusur.
sıranah anat. Kuyruk sokumu, mal sırbanna- 1. Horozlanmak, hindi gibi
sıranağın ipçîlerge çidîrtpinçeler kabarmak. 2. Cilvelenmek, nazlan­
malın kuyruk sokumunu kadınlara mak.
yedirmezler. sırbat- Karıştırmak: "Sıhsalar,
sırahma bk. sırıhma palalarının üçün min sırbadam, ol
sıray 1. Yüz, çehre: "Apçaynıh ah pala haydi-pıdi pol parza, körçezer,
sırayı uyathanına sala hızar uluğ pîlbeste çatça." M. Domojakov
parğan." G. Topanov (Apçay'ın ak (Çıkarlarsa, çocukları için ben
yüzü utanmasından biraz kızarmış.) karıştırayım, o çocuk nasıl böyle
ah sıraylığ ak yüzlü, beyaz yüzlü. olduysa, görüyorsunuz, kendini
sırayğa çahsı yüzü güzel, güzel kaybetmiş yatıyor.)
yüzlü, sırayğa homay yüzü çirkin,
-428-
sırbattır sırsah
sırbattır- Karıştırtmak: "Çabal nimes tuthlap, siberlenlp ağas arazınca
sırbattır saldın, Fedor Pavloviç, tıp, pastır sıhhan, hıronı pozının üstüne
paza pir sağıs hulaana sarığ seek tooladıp." A. Kuzugaşev (Söğüt
çili nımılapça."N. Domojakov (Kötü ağaçlarının çıplak dallarını yana
değil karıştırdın, Fedor Pavloviç, çekip, dikkat edip ağaç arasına
diye, başka bir düşünce kulağına yürümüş.) 2. Sopa, değnek, çıta:
sivrisinek gibi vızıldıyor.) "Siden pletenlnın ağbay turğan
sır çılan 1. Ejderha, çitî pastığ sır çılan sırıptarı." Bahçe çitinin ağaran
uçuğıp odır yedi başlı ejderha u­ çıtaları.)
çuyor. 2. Mitolojik ok yılanı. sırıp (ıı.) (fındık, fıstıkta) Kabuk, huzuh
sırğan 1. Mızrak. 2. Avlanırken ine soku­ sırıbı çam fıstığı kabuğu.
lan sırık. sırıp-sarıp tekr. Çalı çırpı: "Sırıp-sarıptar
sırğancıh sag Pantolon paçasının alt pir çirge salçam." M. Kilçiçekov
kısmı, ipçî k î z î stan sırğançığın (Çalı çırpıyı bir yere koyuyorum.)
haslına közîtpecen kadın kişi pan­ sırıspa bk. sırıtpa
tolonun (geniş) paçasını kayın pe­ sırıtpa Küçük saç örgüsü, sırıtpa
derine göstermemeli. sürbes sinîne çitken his pala saç­
sırğanna- Avlanırken ine sırık sokmak. ları küçük örgü olabilecek çağa
aba înîne sırğannap sal- ayı inine gelmiş kız çocuğu.
sırık sokmak. sırla- (ı.)Boyamak: "Hushun hoohtabaan
sırğay (ı.) Kozalak indirmeye yarayan / Hoybal çazızın / Hızıl puğdaynan
sopa. sırlapçabıs." M:kilçiçekov ( Kuzgun
sırğay (ıı.) Şaşı. sırğay harahtığ gaklamayan / Koybal ovasını / Kızıl
buğdayla boyuyoruz.) sas sırla-
şaşı gözlü.
saç boyamak, tırğah sırla- tırnak
sırğayah sag. Küçük çubuk. ojelemek.
sırğıy kaç. Kökü kurumuş ağaç, çalı.
sırla- (ıı.) 1. Kişnemek. 2. Bebek bağır­
sırhaa (sürüde) Veba, salgın, hadarğan
mak.
malğa sırhaa kîrbeen otlatılan ma­
la salgın grmemiş. sırla!- Boyanmak:
sırı- Sırımak, seyrek dikmek: "Kop önnîg sırlan- Boyanmak: "Aymah sırlaman
çuruhtarnan sırıp tikken çorğan çili sırlanğan çili / Algım stranam
Idîllze halğannar." N. Domojakov irtîsçe." S. Kadışev (Çeşitli
(Çok renkli bez parçalarıyla sırılıp boyalarla boyanmış gibi / Geniş
dikilmiş gibi edilmişler.) yurdun geçiyor.)

sırığ Seyrek dikişle dikme, sırığ namaçı sirlas- (ı.) Boyanmak.


seyrek dikişle yapılmış yama. sirlas- (ıı.) 1. Kisneşmek. 2. Bebekler
sırıh Islıklı ok. sırığı tabızı sisti tüstî bağrışmak.
ıslıklı o k u vızıldadı. sırlat- (ı.) Boyatmak.
sırılcah 1. bot. Dulavrat o t u . 2. Yapış­ sırlat- (ıı.) Bağırtmak.
kan. sırlığ s. Boyalı: "Hayda çohır sırlığ
sırın Salgın (hastalık). tanktar köp köygen / Hayda ıırcı
sırınma bot. Bir tür yosun. orha-pilln sındırthan."\. Kapçıgaşev
(Nerede ala boyalı tanklar çok
sırınna- Salgın hastalığa yakalanmak.
yanmış / Nerede düşman belini
sırıp (ı.) 1. Çırpı, çalı, çubuk, dal: "Tal kırdırmış.)
ağastarnın çalaas sırıptarın hıya
sırsah Bacak kemiği, kaval kemiği.
-429-
s irsi sıybastır
sırsı- (et) Kötü kokmak. sıstas Sızlama, sızlayış.
sırt 1. Bir şeyin dış tarafı. 2. Sırt, arka: sıstas- Sızlamak: "Hayran çüregim,
"îzîkteh közenekser aar-tödîr pastır köölce sıstazıp / Pîrge sabılça
çörgen abistin olarzar sırtınah minnen hada." M. Kilçiçekov
ayları pararın sağıp alıp..." A. (Zavallı yüreğim, yavaşça sızlayıp /
Kuzugaşev (Pencereden kapıya Birlikte atıyor benimle.)
doğru gidip gelen papazın onlara sıstastığ s. Sızılı.
sırtını dönmesini bekleyip...) 3.
sıstat- Sızlatmak.
Dövdü, balta tersi. 4. Sırt: "Sırtının
tügî, sosha hılı çili, turğlabıshan." sisti bk. sis (ıı.)
V. Kobyakov (Sırtının tüyü, domuz sıt bk. sıtıh
kılı gibi dikleşmiş.) 5. Sıra dağ. sıtıh 1. Katı, sert. 2. Sıkı, yoğun, sıtıh ot
sırtarı s. Alacalı (hayvan.) yoğun ot.
sırtay- Gözleri dışarı fırlamak, fal taşı siy 1. Ödül, mükafaat, hediye. 2. Saygı,
gibi açılmak. ağırlama, hürmet: "Payusa kilnî
çağın çurtağlapçathan irinin
sırtayt- Gözlerini dışarı fırlatmak, fal
tuğannarın tooza hığırğlap alıp, as-
taşı gibi açtırmak, harahtarın tamah çazap, açığ as turğızıp, uluğ
sırtayta körce gözlerini fal taşı gibi siy salğan." A. Çerpakov (Payusa
açmış bakıyor. gelini, yakında yaşayan ihtiyarın
sırtı lig s. Sırtlı: "Çalbah sırtıtığ akrabalarının hepsini davet edip,
kölbeygen çimi / Sanı çoh ibîrçe yemek hazırlayıp, içki koyup, büyük
parovoz." M. Arşanov (Geniş sırtlı hürmet göstermiş, krş. sıyıh
yayılan yeri / Sayısız kez çeviriyor
siyam Dolandırıcı, yankesici, siyam
lokomotif.)
kilbedî hahırtıp pardı dolandırıcı
sırtın 1. Görünüş, biçim, sırtını pasha
gelmedi, kandırıp gitti.
görünüşü başka. 2. Duruş.
sıyat Ölü ruhlar alemindeki ruh. çitî tam
sırtınmğ s. Görünüşlü, biçimli, pastıh
çir altındağı sıyat çonı yedi kat
sırtınnığ yönetici görünüşlü, pig yer altındaki ruhlar halkı.
sırtınmğ bey görünüşlü.
sıyba- 1. Sıvazlamak, okşamak:
sırtıs Vahşî, yabanî, sırtıs sıraylığ k î z î "Pabazı, hızıcahtıh pazın
vahşî yüzlü kişi. sıybapça." N. Domojakov (Babası
sırtpa Küçük saç örgüsü, belik. kızın başını sıvazlıyor.) 2. Ovmak.
sırtpah El ayak kemikleri, sırtpahtan sıybağ 1. Okşama, sıvazlama. 2. Ov­
hamcı sabin itçen ayak kemikle­ ma, masaj yapma.
rinden kamçı sapı yapılır. sıybağcı Masajcı.
sis (ı.) Ağrılı hastalık, amdı sırın- sis sıyban- Sıvamak, sıvazlamak sağalın
kop şimdi hastalıklar çok. sıyba-sakalını sıvazlamak.
sis (ıı.) Pınar, su kaynağı. sıybas- Birbirini okşamak, sıvazlamak.
sıshar- Süzgeçten geçirmek. sıybas Sıvazlama, okşama.
sıstaa bk. sırıh sıybastır- Sıvazlamak: "Çıltırama hara
sısta- Sızlamak: "Çe çohır adaynın sazın ol tigeyinzer sol holınah
sıstapçathan azaana hızıl sarığ sıybastırıbıshan." G. Topanov
adaynın hat iğ fişten hazalğanda..." (Parlak kara saçını o, yukarı doğru
N. Domojakov (Fakat ala köpeğin sol eliyle sıvazlamış.)
sızlayan ayağına sarı köpeğin sert
dişleri saplandığında...)
-430-
sıybat sıbee
sıybat- Okşatmak, sıvazlatmak, ovdur­ sızıh (ı.) Çatlak.
mak. sızıh (ıı.) Kronik hastalık, sızıh ağırığlığ
sıycı ikramsever, konuksever. kronik hastalıklı.
sıydam (hayvan sürecek) Sopa, çubuk. sızıh (m.) Dedikodu, sızıh sıh- dedikodu
at hacılacan sıydam at sürecek çıkmak, krş. sızığan
çubuk. sızıh (iv.) Eritilmiş yağın üzerindeki
sıyıh Mükafaat, ödül, hediye: güzel tortu.
"Alğıstapçam, -teen Alcıbay, his sızıhta- Çatlamak.
sıyığın alıp." S. Çarkov (Teşekkür sızıhtal- Çatlamak.
ederim, -demiş Alcıbay, kızın
sızıhtat- Çatlatmak.
hediyesini alıp.) sıyıh pir- hedi­
ye vermek, ödül vermek, sıyıh a l - sızım 1. Kam tokmağının ucundaki şerit.
hediye almak. krş. siy orba sızımı kam tokmağının ucun­
daki şerit. 2. mec. Kam elbisesi.
sıyıhta- 1. Saygı göstermek. 2. Hediye
vermek, ödüllendirmek. 3. Ağırla­ sızın Kaynak, su kaynağı, pınar, harah
mak. imnecen sızın göz ilaçlayacak
kaynak suyu.
sıyıhtağ 1. Ödüllendirme, mükafatlan­
dırma. 2. Ağırlama, saygı göster­ sızır- Sıyırmak, kazımak.
me. sızır 1. Saman: "Anan hıradağı sızımı
sıyla- 1. Saygı göstermek. 2. Hediye örtep sıhhannar."\. Topoyev (Sonra
etmek, hibe vermek: "İcem sıyladı! - tarladaki samanı yakmaya
mahtan tur ol." G. Topanov (Annem başlamışlar.) 2. Hasır: "Hazaa
hediye e t t i ! -övünüyo o.) 3. İkram çaphızının sızın." A. Kuzugaşev
etmek, ağırlamak: "Çir nime (Ahır çatısının hasırı.) sızırnah
idîbJzJp, aalcızın sıylaan." İ. çabılğan hır hasırla kaplanmış ça­
Kotyuşev (Yemek yapıp, misafirini tı.
ağırlamış.) sızıra kökte- Çok benzer olmak.
sıylağ 1. İkram. 2. Saygı gösterme. 3. sızırbah Bir düğüm çeşidi, sızırbahti
Ödüllendirme. palğa- düğüm şeklinde bağlamak.
sıylağcı İkramsever, konuksever. sizini- Sıyrılmak, soyulmak.
sıylas-1. (birbirine) Saygı göstermek. 2. sızıro kaç. Yaba. tlmîr szıdoga
(birbirini) Ağırlamak. 3. (birbirine) hınmacahnar demir yabayı
Hediye vermek: "Çil ibîre, sevmezler.
ülükünnerde dee tınanmin, sızırt- Sıyırtmak, sürüklemek, soy­
toğıncan, pîrdeezîneh sıylaspacan." durmak: "Apsah, nımzah
N. Tyukpiyekov (Her yıl, tatil maymahtarınan ibnîn çir polın
günlerinde de dinlenmeden çalışır, sızırta pastırğlap, çabızah stol
hiç kimseyle hediyeleşmez.) timneen arazında çoohtan çörçe."
sıylas 1. Saygı gösterme. 2. İkram N. Domojakov (İhtiyar, yumuşak
etme, ağırlama. ayakkabılarıyla evin zeminine
sıylat- 1. Birine saygı göstertmek. 2. sürükleyerek basıp, alçak masayı
Birini ağırlatmak. 3. Birini ödüllen- hazırlarken konuşuyor.)
dirtmek. sibdîrkey bk. silbîrkey
sızığan Kronik, müzmin, sızığan sîbee 1. Kale. 2. Dağda doğal kale. 3.
ağırığlığ k î z î kronik hastalıklı kişi. Keçi avında kullanılan ç i t . 4. Yırtıcı
krş. sızıh (m.) hayvan kafesi, timîr sîbeenîn îzîgî
-431-
sîbekçî sidîk
demir kafesin kapısı. 5. Sürek avı. anlaşmalı, pala tîl sibîrçe çocuk d i ­
sîbeege kîzîler turçalar sürek avı lini geliştiriyor.
için halka oluşturmuşlar. sibîr- (ıı.) Patronun kenarını dikmek.
sîbekçî hlk. Hizmetkâr, uşak. krş. sibîrîp tîgerge patronun bir kenarı­
sünekçîn nı dikmek.
sibe- Dikkatlice, özenle yapmak: "Min sibîrek Pürçek, kıvırcık, çıltın sibîrek
anın azahtarın paza hollarm sibep tüktîg hurağanah parlak kıvırcık
körgem, anın pray idi pus la oshas tüylü kuzucuk.
polğan." V. Kobyakov (Ben onun Sîbîrgî Süpürge.
ayaklarına ve ellerine dikkatlice sibîrgî bk. silbîrkey
baktım, onun bütün vücudu buz gibi
idi.) sibîrîk bk. sibîrek
sibirskay s. Sibirya'yla ilgili, Sibirya'ya
sîbeldey 1. İnce, zayıf, kuru. (insan,
ait. înek sibirskay porodadan inek
hayvan). 2. Cadı. çis tumzuhtığ
sibirya ırkından.
sîbeldey bakır burunlu cadı.
sîde- İşemek, sidiklemek.
siber 1. İtina, özen, ihtiyat, ihtimam.
2. Tasarruf, tutumluluk,. 3. Derli sidelka Hastabakıcı.
toplu, düzenli, uz, mahir. Siber sîdem arazı Çok yakın ara, çok yakın
holğa sin kirek çoh, sizîktîg kîzee mesafe.
tîl kirek çoh. Atasözü (Mahir ele siden Çit, avlu duvarı: "SidennTn çardı
ölçek gerekmez, sezgili kişiye dil TzTgTnîn hırında
gerekmez.) 4. zf. İtina ile, özenle: tohtadıbıshannannda." N.
"Çornap, lliskecektîh holları haydi Domojakov (Duvarın ağaç
siber hıymırapçathanın körîp, kapısının yanında durduklarında.)
hayhaan." i. Kotyuşev (Çornap, sidenne- Çitle, duvarla etrafını çevirmek:
lliskecek'in ellerinin nasıl ustaca "Kin piiler, terpekti ibîre turıbızıp,
hareket ettiğini görüp şaşırmış.) 5. hulunnarnı, çiit taylarnı pik
Derlice, topluca. sidennebTskenner." N. Nerbişev
siberle- 1. itina ile yapmak: "Siberlep (Yaşlı kısraklar, çember
sıhça tağ sırtına." M. Kilçiçekov oluşturarak, kulunları, genç tayları
(itinayla çıkıyor dağ sırtına.) 2. Dü­ çember içine almışlar.)
zenlemek, derleyip toplamak. sidennel- Çitle, duvarla çevrilmek.
siberlen- 1. İtina göstermek, özen gös­ sidennen- Çitle, duvarla çevrilmek.
termek, ihtimam göstermek. 2. Dü­
sidennes- (birlikte) Çitle çevirmek.
zenlemek, derleyip toplamak.
sidennet- Çitle çevirtmek.
siberlenîs İtinalı olma, özen gösterme.
sidennîg s. Çitle çevrili.
siberlet-1. İtinayla yaptırmak. 2. Düzene
sokturmak, derleyip toparlatmak. sidîk Zor, ağır, güç, çetin: "ÇîkTm
çardağı çalğıs azah çol oshas çirde
siberlîg s. İhtimamlı, itinalı, özenli, t u ­ pararğa uğaa sidîk polarcıh." İ.
tumlu. Kotyuşev (Sarp yardaki patika yol
sîbet Cüce. gibi yerde yürümek çok güçmüş.)
sîbet hazin Bodur akağaç. İrge paran ooy polcan, irgek
sîbet aday Ev köpeği. hazin sidîk polcan. Atasözü (Ko­
sibîr- 1. Konuşmaya hazırlanmak. 2. caya varmak güç olur, eldivene baş
Konuşup anlaşmak, pumada tîl parmak dikmek zor olur.) sidîk
sibîr salarğa kirek önce konuşup surığ zor soru.
-432-
sîdîk siir
sîdîk Sidik, idrar. signal Sinyal, işaret, signal pir- sinyal
sîdîkçî s. Sidikli. vermek.
sidîksîn- Zorsunmak, güç olduğunu signal'şçik İşaretçi, flâmacı.
düşünmek: "Çazağ, hol uzında al sii (ı.) 1. Örme şişi. 2. Askı: "Izfktîn on
kilerge sidîksMp iee tura sarında, stenedegi ağas siilerde, at
parğannar, onday daa taap polbin tirîglerî toldıra." V. Kobyakov
sıhhannar."\. Kotyuşev (Yaya, elde (Kapının sağ yanında, duvardaki
alıp getirmeyi zorsunmuşlar, başka ağaç askılarda, at koşumları dolu.)
çare de bulamamışlar.) sii (ıı.) Sade, basit düğüm, sii palğa-
sidikten- Zorlaşmak, güçleşmek. basit düğüm atmak.
sidîktendîr- Zorlaştırmak, güçleştirmek. sii (m.) (peynir sıkıştırmak için) Izgara.
sig- (ı.) Çizmek altınan sii tart- altın­ pızılah pasçan sii peynir sıkıştırma
dan çizgi çekmek. ızgarası.
sig- (ıı.) (sıvıyı) Emmek, içine çekmek. siik bk. siin
sigara Puro, yaprak sigara. siil- 1. Çizilmek: "Çîp çili siilîp
subalçazın." A. Topanov (İp gibi,
sigareta Sigara.
çizilip üzüyorsun.) 2. Süzülmek:
sigben Besleyici, gıdalı. sinîn "Irah taa parbin, tigîr kögînde çîtîg
çooğınnan istîme sigben pol pulun ide siilîp, hustar nandıroh,
pardı. senin konuşmanla içim ra­ payağı nimezer tartıp, çirge
hatladı. tüsklepçeler." N. Domojakov
sigbîn bk. sigben (Uzağa da gitmeden, gökte keskin
sigdîr- Çizdirmek. bir kavis çizerek süzülen kuşlar,
sigdîrt- Çizdirtmek. dönerek deminki nesneye doğru
yere iniyorlar.)
sigedek Bayramlık kadın yeleği, his kızı
irge parbaanda sigedektî kispes süite 1. Lirik, şiirsel. 2. Dokunaklı, hoş.
kız evlenmeden "sigedek"i giymez. siiltelîg s. Dokunaklı, duygulandıncı.
torğı sigedek ipek kadın yeleği. siiltelîg ir dokunaklı türkü, siiltelîg
sîgen 1. Kuru ot: "Cazı odı ün dokunaklı ses.
sarğalıbıshan / Çayhalıp turca siin Çizik, çizgi, törtkîl siik kare çizgi.
sîgenner." A. Topanov (Ovanın otu siinnîg s. Çizgili, siinnîk mespek çizgi­
sararmış / Sallanıyor kuru otlar.) 2. ler üzerinde oynanan bir çocuk o­
(ot) Sapı. küsküde ot sîgenî le yunu.
haldi güzün otun sadece sapı
siip bk. seep
kaldı, sîgen oshas ot gibi, ince,
çok zayıf. sür (ı.) Sinir. Pîr ah piideh çüs ah pii
törîpçe. Bilmece, sinir. (Bir ak kıs­
sîgennîg s. Kuru otlu, kuru ot bulunan raktan yüz ak kısrak doğar.) ün siirî
yer. sırt siniri, malnın ün şiirin ipçî
sîgîs Cinsel ilişkide bulunma, sîgîske kîzee çirge çarir, çaçı uzun polar
küs k î z î cinsel yönden güçlü kişi. sırt sinirini kadının yemesi iyidir,
sigîss. Sekiz. saçları uzun olur.
sigîzîncî s. Sekizinci. sür (ıı.) kız. (kaplar için) Raf.
sigîzon s. Seksen. sür- (ı.) Çizdirmek.
sigîzölen s. Sekizi birlikte, sekizer. sür- (ıı.) bk. sibîr-
- 433 -
sur sîlTglen
sür- (ııı.) (sıvıyı) Emdirmek, içine çek­ sîle kız. Şeytan, krş. sîlee
tirmek. sîle- Lanet etmek, beddua etmek, kötü
sürt- Çizdirmek. söylemek.
süs- (birlikte) Çizmek. sîlee (ı.) Kötü r u h , şeytan, krş. sîle
süt bk. süite sîlee (ıı.) Paldım: "Hayran at aar
siittîg bk. sültelîg tınasîapça, sîk-e hoostıra, ah köbîk
sik (ı.) Leş: "Arsa, sik sıh pardı polcah?" tartılıbıstır."N. Tyukpiyekov (Zavallı
N. Domojakov (Yoksa, leş mi at derin nefes alıyor, paldım
ortaya çıktı ki?) yanından, ak köpük çıkıyor.)
sik (ti.) sag. Sinek. krş. seek sîlegey Salya.
sık- S. . mek sîlegeylîg s. Salyalı.
sikpe sag. Çil, benek. silek (ı.) 1. Kaymak koyacak ağaç kap.
sikpelîg s. Çilli, benekli. 2. Peynir tulumu.
sikpen 1. Çuha. 2. Çuhadan, siken ton silek (ıı.) bk. selek 3 .
çuha palto. sîleke zool. İğdiş edilmiş koç.
sikte- Leş yemek, aday siktep çörçe sîlemîr bk. sîlee
köpek leş yiyor. sîlepe Şapka.
sil- Atmak, fırlatmak: "Çe, porastanma, sîler Siz krş. sîrer.
siffbîs, -çoohtanğan Timur, andar sîler- (inek) Kırda buzağılamak.
könp."l Topoyev (Haydi, boğulma,
siles Ağaç kepçe, kaşık, ügre pulğacan
atıver, -demiş Timur, ona doğru
üs azırlığ siles çorba karıştıracak
bakıp.)
üç çatallı kepçe.'
sübek bk. sirbek
siley zool. Dişi çalı horozu.
sübî (ı.) Giysinin yakasına dikilen gümüş
sîlîg 1. Güzellik, letafet. 2. s. Güzel: "Adı
çerçeve.
sîlîg Hakasiya." M. Arşanov (Adı
silbî (n,) Taş sapanı, sübî tasta- sapan­ güzel Hakasya.)
la taş atmak. sîlîgîn- Silkinmek, silkelemek: "Aday
sübîlîg s. Gümüş çerçeveli, üttîg sılîgJngenge Arına Petrovna suhsas
marhacah, anın üstünde silbîzl sabıhsıznan azınla tüsken, sah
delikli düğme, onun üzerinde g ü ­ andoh hıshırıbıshan." N.
müş çerçevesi. Domojakov (Köpeğin silkinmesine
sübîrge Gerdanlık üzerinde boncuk Arina Petrovna susama
dizisi, poğontn silbîrgezî gerdanlı­ uyuklamasından uyanmış, tam o
ğın boncuk dizisi. zaman bağırmış.) adım sîlîgîndî a­
tım silkindi.
sübîrkey 1. Kaburganın ucundaki kıkır­
dak kemiği. 2. Göğüs kemiği. sîlîgînîs Silkiniş: "İrtıre pis parğan hıstıh
sîlden s. 1. Kuru, cılız: "Fedor toldıra tüüsterî anın tabırah
Pavloviçtm harah alnında payağı sîlîgınîsterme tîtîrep parça." V.
oolah çada tüstl Hara daa, sîlden Tatarova (Erken olgunlaşmış kızın
dee." N. Domojakov (Fedor dolu kabaları onun hızlı
Pavloviç'in gözü önünde deminki silkinişlerinden titriyor.)
oğlan görünmüş. Kara da kuru da.) sîlîgle- Güzelleştirmek, bezemek, süs­
2. Katı, sert. sîlden teer kuru deri. lemek..
sîldî bk. sîlden sîlîglen- Süslenmek, bezenmek.
-434-
sîlîk simulyatsiya

sîlîk- Silkmek, sarsmak, silkelemek: simîr parça. Bilmece, i ğ . (Koşup,


"Abis ür sohhan olğannarnı, îîgder- koşup semiriyor.)
mındar sîlîkkenîne, közenekter sîmîr- Şapırdatarak içmek: "Küren at,
pirde on, pirde sol sanlarında arğa paa mökeytpinçetkende,
çaltıras nalçalar." A. Kuzugaşev hırlap-hırlap, tizekke tüzîp, suğnı
(Papaz uzun zaman dövmüş suğluh azıra, açırğastığ ashınah
çocukları, oraya buraya amzap, simîrgen." N. Domojakov
silkelemsinden, pencereler bir (Yağız a t , sırtının ipi eğilmesine
sağda bir solda parıldaşıp duruyor.) engel olunca, hırlayıp, diz üstü
silikat Silikat. çöküp, suyu gemden aşırarak
öfkeyle azıcık tadıp şapırdatmış.)
silikatnay s. Silikat, silikatnay kirpîs
silikat kerpiç. simîrîs Semirme, şişmanlama, şişman-
sîlîker kaç. Mayıs (Hakas takviminin layış.
beşinci ayı.) simîrt- Şişmanlatmak, semirtmek.
sîlker bk. sîlîker simîrtîs Semirtme, şişmanlatma.
silos 1. Silos, doğranarak mayalanmış simîs Semiz, şişman: "Simîs sas
yem. 2. Silosla ilgili, silos oymağı çılğılar uğaa tın çoçıp parğannar."
silos çukuru. N. Domojakov (Semiz yabanî
silosovat' pol- Kuyuda mayalayarak yılkılar çok fazla ürkmüşler.)
yem hazırlamak. sîmîske 1. Sivilce. 2. Haç üzerinde ç ı ­
siluet Siluet. kıntı, süs. kreştin sîmîskezi haçın
sim tıp. Ciğerde sert ur. mal ökpezînde süsü.
sim tur pardı hayvanın akciğeri simîske bk. sîmîske
urlandı. sîmîskelîg s. 1. Sivilceli: "Anın
sîmceen s. Enenmiş, kısırlaştı­ sîmîskelîg küren sırayı..." V.
rılmış. Kobyakov (Onun sivilceli yağız
yüzü...) 2. (haç için) Süslü.
sîmcî- (ı.) sag. Hadım etmek, enemek.
sîmîskelîg kîrös süslü haç.
sîmcî- (ıı.) sag. Çitmikle almak.
simîskelîg bk. sîmîskelîg
sime bot. Meyan kökü.
simkî Çil.
simeer- bk. simser-
simkîlîg s. Çilli.
sîmekçîn hlk. Hizmetçi, uşak.
simmetriya Simetri, bakışım, tenazur.
simer- Sessizce oturmak: "Ağas
pazındağı tashaçah çili simer parıp simnîg s. Urlu. simnıg paar urlu karaci­
odırıp odır." V. Şulbayeva (Ağaç ğer, simnîg paarı çîrge çarabas
başındaki baykuş gibi sessizce urlu karaciğer yenmez.
oturuyor.) krş. siber. simnen- (ciğer) Urlanmak. ökpezî
sîmetke hlk. Zeyrek. simnen parğan akciğeri urlanmış.
simfoniçeskay s. Senfonik. simser- Cevap vermek, minîn tabızıma
simfoniçeskay muzıka senfonik simserbedî benim seslenmeme
müzik. cevap vermedi.
simfoniya Senfoni. simserîg Tepki, reaksiyon.
simîr- Semirmek, şişmanlamak: simulirovat' pol-Sayrımsamak.
"Sosha çör polbas ide simirçe." N. simulyant Sayrımsak.
Tinikov (Domuz yürüyemeyecek simulyatsiya Tasannu.
şekilde semiriyor.) Çügîrîp, çügîrîp
-435-
sin siptîg
sin (i.) 1. Boyut, beden, büyüklük, sinek Kapaklı ağaç kap. ayran urcart
kapasite, istiap: "Çoon pızo sinince sinek ayran koyacak ağaç kap.
polar, çohır nime, seğirip, hustarzar sinel- 1. Ölçülmek. 2. Denenmek Çirî
atıhça." N. Domojakov (İri buzağı sinelbeen, hoyu sanalbaan,
büyüklüğünde olmalı, ala nesne, pastuğı müüstîg. Bilmece, gök,
seğirip, kuşlara doğru atılıyor.) 2. yıldızlar, ay (Yeri ölçülmemiş, k o ­
Ölçek, ölçü aleti. Siber holğa sin yunu sayılmamış, çobanı boynuz­
kirek çoh, sizîktıg kîzee tîl kirek lu.)
çoh. Atasözü (Uz ele ölçek
sinemcî 1. Ağırbaşlı, vakar. 2. Ilıman.
gerekmez, düşünen kişiye dil ge­
sinemcî klimat ılıman iklim.
rekmez.) 3. Ölçü, miktar. Arağanı
sinince îs, as-tamahtı toshanca sinince Gereği kadar, yeterince, ölçü­
çî. Atasözü (içkiyi ölçüsünde iç, sünde.
yemeği doyuncaya kadar ye.) 4. sînîr- Sümkürmek: " 'E-E' teenge tööy
Zaman, ç a ğ , devir. înek saar sini ün sığarıbızıp, ttıda slhlrgen." A.
çit kildi inek sağacak çağa (yaşa) Çerpakov ("Öhö" der gibi ses
geldi. 5. Düzey, seviye. çıkarıp yüksek sesle sümkürmüş.)
sin (ıı.) zm. Sen: "Pis sini, sîfiîrîk Sümük.
lliskecek, pray sın pozıbısnah sînîrt- Sümkürtmek.
alğıstapçabıs." i. Kotyuşev (Biz sinmîn Besleyici, gıdalı.
sana, lliskecek, bütün yüreğimizle sînmîn s. Besleyici, gıdalı krş. sîrgîn.
teşekkür ediyoruz.) sinîn senin.
siümînnîg s. Besleyici, gıdalı.
sağa sana. sini seni. sinde sende.
sinmînnîg ügre besleyici çorba.
sinnen senden, sinzer sana, sana
doğru, sinnen seninle, sindeg se­ sinne bot. Y a b a n î şakayık, sinne pazı
nin gibi. şakayık tohumu.
sin- Sinmek, (su) azalmak, eksilmek. sinnîg s. Ölçülü.
sinonim gr. Sinonim, anlamdaş.
sindikat Sendika.
sine- 1. Ölçmek: "Anın küren, sineen sintaksis gr. Cümle bilgisi, sentaks.
arah sırayı paza çılığ körîstlg hoor sintez Sentez.
harahtan Yakın oshastamina pir sip (ı.) Küçük koy. sip hazındağı curt
dee tööyî çoğıl." V. Kobyakov koy kıyısındaki yurt.
(Onun yağız, ölçülü gibi yüzü ve sip (ıı.) Zambak, ah sip ak zambak.
sıcak bakışlı kahverengi gözleri sarığ sip sarı zambak.
Y a k ı n gibilerinkine hiç benzemiyor.) sip (m.) Mal, varlık, istî-siptî hapha
kızı idînîn îziin sine- insan suğıp, atha artıpçadadır varlığını
vücudunun ateşini ölçmek. 2. De­ torbaya koyup, ata yüklüyor.
nemek, prova yapmak.
sip ayı belt Haziran.
sineg 1. Ölçme, ölçüsünü alma. 2.
sipkî Çil, benek.
Deneme, prova etme.
sipset- Korumak, saklamak.
sinegcî Ölçen.
sipsin Semavere kömür koyacak maşa.
sinegle- Ölçmek: "Aydonıh azahtarı
çalğıs azah çolıcahça tin sîpsîr- Örmek, hamcını sîpsîrçe kamçı­
haalağastar sineglep kilce." V. yı örüyor.
Kobyakov (Aydo'nun ayakları sipte- Zambak kökü toplamak.
patika yolda denk adımları ölçerek siptet- Zambak kökü toplatmak.
geliyor.) siptîg (ı.) S. Zambaklı (yer).
siptîg -436- sirgek

siptîg (ıı.) s. Varlıklı, zengin, siptîg kîzî sîreelerge odırtıhar." V. Şulbayeva


zengin kişi. (Öyleyse bizim gençleri herhangi
sîr işlenerek yumuşatılmış deri. bir koltuğa oturtun.)
sir 1. Akciğerde oluşan yara. 2. Kuru siren bot. 1. Leylâk: "Kök porçolıg siren
öksürük, köksîme sir odırça kuru ağastar / Anın üstünde
öksürük tutuyor. mökeyçeler." M. Kilçiçekov (Gök
sir- (ı.) Bütünüyle yutmak. çiçekli leylâk ağaçları / Onun
üzerinde eğiliyor.) 2. Leylâkî.
sir- (ıı.) (kam) Ayinine son vermek, ham
sir kildi kam ayinini bitirdi. siren sag. 1. Serin 2. Serinlik, serin
hava.
sirbek (bir yaşında çocuğun ilk saç ke­
siminde bırakılan) Perçem. siren- 1. Dayanmak, yaslanmak: "Naa
sarığ kostyumınıh marhazın sistîp,
sîrbek bk. sirbek oyda sîrenîbîsken odır." G.
sirbekte- (bir yaşına basan çocuğun Topanov (Yeni sarı elbisesinin
saçını keserken) Perçem bırakmak. düğmesini çözüp, arkaya yaslanmış
pîr çasta palanın sazın hırığıp, oturuyor.) 2. Direnmek, dayanmaya
sirbektecen çirnî artısçalar bir çalışmak: "Siren turbıs, - nandırğan
yaşındaki çocuğun saçını keserken Sanpir apsah." S. Çarkov
perçem yerini bırakırlar. (Direniyoruz, -cevap vermiş Sanpir
sîre- Diremek, dayak koymak, altından ihtiyar.)
desteklemek: "Sağday tigîrge sîri
sirena Siren.
tunbıshan küren ıstın soonca Oğlan
tağlarzar çügürte halğan." N. sîrendîr- Dayamak, yaslamak: "llcîr
Domojakov (Sağday, göğe holın pazoh tayahha sîrendîrîp
yaslanan koyu dumanın arkasından alğan." A. Çerpakov (Uyuşuk elini
Oğlah dağlarına doğru koşturmuş.) yeniden bastonuna dayamış.)
sîrenîs- (birlikte) Direnmek, dayanmak.
sirebe (ı.) 1. (mal sayısının yazıldığı)
Tabela. 2. mec. Anlaşma, sirebe sîrenîs Dayanma, direnme, mücadele.
itkezîn me? anlaşma yaptın mı? sirenne- sag. Serinlemek
sirebe (ıı.) 1. Kertik. 2. Kapı tahtalarını sirennen- sag. Serinlenmek.
berkiten çapraz tahta. sîrenstîg s. 1. Direşken, direngen, azim-
sirebele- 1. Kertik atmak. 2. Kapıya l i . 2. Devamlı, sürekli.
çapraz tahta çakmak. îzîktî sîrep Orak.
sirebelepçe kapıyı çapraz tahtayla sîrer zm. Siz: "Min slrernî çoo soğıp,
berkitiyor. sığara sürerbîn!"\/. Kobyakov (Ben
sirebey Kızağın tabanını eğen ağaç sizi çok dövüp, çıkarıp atarım!) krş.
tezgah. soornın tabanın sîler, sîrernîn sizin, sîrernî sizi.
sirebeynen pıhça. kızağın tabanını sîrerde sizde, sîrerden sizden.
"sirebey"le kıvırıyor. sîrerzer size, size doğru, sîrernen
sîree 1. Divan: Tayağınan stolnı, peestl, sizinle.
uzun sîreenî, Ms-hamıs tashağın sîret- Diretmek, direşmek, direnmek.
teertklep çörgen." A. Çerpakov sîrge Sirke, bit sirkesi.
(Bastonuyla masayı, sobayı, uzun sirgek s. 1. Dikkatli: "Çe hınıstığ tırrnı'
divanı, kap kaçak rafını yoklayarak küren at, irtenneh haydi daa sirgek
yürümüş.) 2. Koltuk. 3. Peyke. 4. tıhnaza, pîr dee ispeen." N.
Taht. 5. Koltuk, makam, mevki: Domojakov (Fakat güzel "durrr"
"Andağda pistin oollamı hay pîree sesini yağız at, sabahtan beri ne
sirgekten -437-
sıs
kadar dikkatli dinlese de, hiç sulanarak bakıp, dilini titretip, bir
duymamış.) sirgek tutçam dikkatli nefeste söylemiş: -Toray gelmedi
tutuyorum. 2. Uyanık, gözü açık. mi?)
sirgekten- 1. Dikkatli, duyarlı olmak, sîrlet- Titretmek.
hassaslaşmak. 2. Uyanık olmak, sirop Şurup.
gözü açık bulunmak: "Sabığa
sirt Ant, yemin, sırt ç i - ant içmek.
tüsken an-hustar / Sirgektenlp
sirte- Fiske atmak, parmaklarıyla do­
çadıbıshan. "• A. Topanov
kunmak: "Çathan hılların sirtedl /
(Uyuklayan av kuşlar / Dikkatlice
Köksîn çanda gidilip / Köölce
yatıyorlar.)
haylap pastadı." M. Bainov (Yatık
sîrgele- Sirke düşmek, sirkelenmek. tellerine dokundu / Göğsünü
sirgey zool. Bağırtlak, bir tür ördek. öksürüp açarak / Yavaşça
sîrgey Bir tür tuzak, tün sîrgeyî sincap söylemeye başladı.)
kapanı. sirtek Küçük tuzak.
sîrgeyek bk. sîrgey sirten- Ant içmek, yemin etmek.
sirgeyek bk. sirgey. sirtenne- Cilvelenmek, kendini beğen­
sîrgîn Besleyici, gıdalı krş. sînmîn. dirmeye çalışmak.
sîri zf. Yanında, yanı başında. sirtes- (birbirine) Fiske atmak, çimdik
sırı 1. Büyükbaş hayvanın işlenmiş deri­ atmak.
s i . 2. Bu derinin sertleşmesi, teerî sirtes Fiske atma.
sîrî pol parğan Deri sertleşmiş. sirtet- Fiskeletmek innîlîge pastırba,
sirîg 1. Asker. Hırğıstan kilgen hannığ irgektîge sirtetpe omuzluya ez­
sirîg Hakasya'dan gelen kanlı as­ dirme, baş parmaklıya fiskeletme .
ker, sirîge parğan çiitter askere sirtey- 1. Dik durmak: "Hulahtan la
giden gençler 2. Ordu. 3. Kam ruh­ sirteylsçeler." İ. Topoyev (Sadece
ları, ham sirîglerî kamın (ruh) as­ kulakları dikleşiyor.) 2. Cilvelen­
kerleri. mek, kırıtmak, nazlanmak.
sîrke- Uyumak, pineklemek. sirteyte zf. 1. Doğru olarak, dik olarak at
sîrkî- bk. sîrke- huiahtarın sirteyte tuthan at ku­
sîrle- 1. Titremek. 2. Sızmak: "Türce laklarını dik tutmuş. 2. Kırıtarak,
polarman, ol suğ sîrlep sthhan." S. doğru olarak.
Çarkov (Çok geçmeden, o su sirtîk (ı.) 1. Fiske. 2. Kertik atılan tabelâ.
sızmaya başlamış.) hoy sanın sanacan sirtîk koyunla­
sirien- Akciğerde yara oluşmak, ökpezî rın sayısının yazıldığı tabelâ.
sirlen parğan. akciğerinde yara o­ sirtîk (ıı.) Küçük kar yığını.
luşmuş. sîrtle- Atmak, çarpmak. tamın
sîrlene s. Titrek, titreyen. sîrtlepçe nabzı atıyor.
sîries Titreme. sirtpe Kozalak dövme sopası.
sîrles- Titremek, titreşmek: "Tın sirtpes bk. sirtpe
sîrleskenlirfıp pardı."A. Kuzugaşev sîs (ı.) Çıban, şiş.
(Çok titremesi geçiverdi.) sîs (ıı.) Şiş, kebap şişi.
sîrlestîr- Titretmek: "Harahtarın sis- (ı.) Sezmek, hissetmek: "Ağaa
suğlandıra körlp, filin slrlesfirîp, pir Izençeîkennerln sisçetken, olarnın
le tınısha fiblsken: -Toray çiîpedl tikke le îdi pol paradan istin uğaa
be?" A. Çerpakov (Gözleri tın açıdıbıshan." İ. Kotyuşev (Ona
sirgekten -437-
sıs
kadar dikkatli dinlese de, hiç sulanarak bakıp, dilini titretip, bir
duymamış.) sirgek tutçam dikkatli nefeste söylemiş: -Toray gelmedi
tutuyorum. 2. Uyanık, gözü açık. mi?)
sirgekten- 1. Dikkatli, duyarlı olmak, sîrlet- Titretmek.
hassaslaşmak. 2. Uyanık olmak, sirop Şurup.
gözü açık bulunmak: "Sabığa
sirt Ant, yemin, sırt ç i - ant içmek.
tüsken an-hustar / Sirgektenlp
sirte- Fiske atmak, parmaklarıyla do­
çadıbıshan. "• A. Topanov
kunmak: "Çathan hılların sirtedl /
(Uyuklayan av kuşlar / Dikkatlice
Köksîn çanda gidilip / Köölce
yatıyorlar.)
haylap pastadı." M. Bainov (Yatık
sîrgele- Sirke düşmek, sirkelenmek. tellerine dokundu / Göğsünü
sirgey zool. Bağırtlak, bir tür ördek. öksürüp açarak / Yavaşça
sîrgey Bir tür tuzak, tün sîrgeyî sincap söylemeye başladı.)
kapanı. sirtek Küçük tuzak.
sîrgeyek bk. sîrgey sirten- Ant içmek, yemin etmek.
sirgeyek bk. sirgey. sirtenne- Cilvelenmek, kendini beğen­
sîrgîn Besleyici, gıdalı krş. sînmîn. dirmeye çalışmak.
sîri zf. Yanında, yanı başında. sirtes- (birbirine) Fiske atmak, çimdik
sırı 1. Büyükbaş hayvanın işlenmiş deri­ atmak.
s i . 2. Bu derinin sertleşmesi, teerî sirtes Fiske atma.
sîrî pol parğan Deri sertleşmiş. sirtet- Fiskeletmek innîlîge pastırba,
sirîg 1. Asker. Hırğıstan kilgen hannığ irgektîge sirtetpe omuzluya ez­
sirîg Hakasya'dan gelen kanlı as­ dirme, baş parmaklıya fiskeletme .
ker, sirîge parğan çiitter askere sirtey- 1. Dik durmak: "Hulahtan la
giden gençler 2. Ordu. 3. Kam ruh­ sirteylsçeler." İ. Topoyev (Sadece
ları, ham sirîglerî kamın (ruh) as­ kulakları dikleşiyor.) 2. Cilvelen­
kerleri. mek, kırıtmak, nazlanmak.
sîrke- Uyumak, pineklemek. sirteyte zf. 1. Doğru olarak, dik olarak at
sîrkî- bk. sîrke- huiahtarın sirteyte tuthan at ku­
sîrle- 1. Titremek. 2. Sızmak: "Türce laklarını dik tutmuş. 2. Kırıtarak,
polarman, ol suğ sîrlep sthhan." S. doğru olarak.
Çarkov (Çok geçmeden, o su sirtîk (ı.) 1. Fiske. 2. Kertik atılan tabelâ.
sızmaya başlamış.) hoy sanın sanacan sirtîk koyunla­
sirien- Akciğerde yara oluşmak, ökpezî rın sayısının yazıldığı tabelâ.
sirlen parğan. akciğerinde yara o­ sirtîk (ıı.) Küçük kar yığını.
luşmuş. sîrtle- Atmak, çarpmak. tamın
sîrlene s. Titrek, titreyen. sîrtlepçe nabzı atıyor.
sîries Titreme. sirtpe Kozalak dövme sopası.
sîrles- Titremek, titreşmek: "Tın sirtpes bk. sirtpe
sîrleskenlirfıp pardı."A. Kuzugaşev sîs (ı.) Çıban, şiş.
(Çok titremesi geçiverdi.) sîs (ıı.) Şiş, kebap şişi.
sîrlestîr- Titretmek: "Harahtarın sis- (ı.) Sezmek, hissetmek: "Ağaa
suğlandıra körlp, filin slrlesfirîp, pir Izençeîkennerln sisçetken, olarnın
le tınısha fiblsken: -Toray çiîpedl tikke le îdi pol paradan istin uğaa
be?" A. Çerpakov (Gözleri tın açıdıbıshan." İ. Kotyuşev (Ona
8-
513 sTzîk

güvendiklerini sezmiş, onların temi, kartoçnay sistema kart sis­


boşuna öyle olmaları içini çok temi.
acıtmış.) sistematiçeskay s. Sistematik.
sis- (ıı.) Çıkarmak, çözmek: "Hosti turıp, sisten- 1. Sıcakta ısınmak: "Sağday,
hollağnı sisçem / Ibîrîp çörîp, izerim izer poduşkazın çastanıp, kün
alçam." M. Kilçiçekov (Yanına haraana sîstenîp, samahnah
durup, kolanı çözüyorum / Etrafında soröçîlene uzupçaîhan polğan." N.
dönüp, eyerimi alıyorum.) haptın Domojakov (Sağday, eyer yastığına
ansın sis- çuvalın, torbanın ağzını yaslanıp, güneş ışığında ısınıp, se­
çözmek. rin esintide serinleyip uyumuş.)
sîs- Şişmek, kabarmak: "Hoortay apsah Küren adım künge sîstençe. Bil­
odırçaa sîskençe uzupça, -üzerler." mece, ot yığını. (Kızıl atım güneşte
N. Domojakov (Hoortay ihtiyar ısınır). 2. İse tutulmak, islenmek,
kabası şişene kadar uyuyor, ateşte kurumak.
derler.) harahtarı sTs- gözleri şiş­ sîstet- 1. Isıtmak. 2. Ateşte kurutmak.
mek. sistik Dirgen, sîstîk t a r t - dirgen
sîskîr- Fışkırmak, püskürmek. vasıtasıyla toplamak.
sispe Kazık, sispe hazaa kazıklı çit. sistîl- Çözülmek.
aran-çula attı kircen sispe hazaa sistin- Çözülmek, bağdan kurtulmak.
irgeptîr meğer yiğit atı sokacak ka­
sistir- (ı.) Sezdirmek.
zıklı çit imiş.
sistir- (ıı.) 1. Çözdürmek. 2. Koşumun­
sispek Bilmece: "Min sispek nımah
dan ayırtmak.
salim, tabarzar ba? - surğan pir
oolah." I. Kostyakov (Ben bilmece sistis- (birlikte) Çözmek.
sorayım, bilecek misiniz? sormuş . sit bot. Genç melez ağacı.
çocuklardan biri.) sispek sal- sittse Basma (kumaş.) sittse
bilmece sormak. kögenek basma giysi.
sispekçî Bilmececi, çok bilmece b i l e n . sitkî 1. s. Güzel, hoş. 2. zf. Güzelce,
sispekte- Bilmece sormak. iyice.
sispîcek Küçük maşa. sitkîg 1. Dikkat. 2. Dikkatli, sitkîg pala
sispîn bk. sipsin dikkatli çocuk.
şist- Çözmek: "Naa sarığ kostyumınıh sitkîm kız. Pire krş. segîrtkes.
marhazın sistîp, oyda sîrerıîbîsken sitper kız. Büyük çuval. hızıIlar uluğ
odır." G. Topanov (Yeni sarı haptı sitper tip adacahnar Kızıllar
elbisesinin düğmesini çözüp, büyük çuvala "sitper" derler.
arkasına yaslanmış oturuyor.) krş. siste Basma kumaş sitse kögenek
sis- basma kumaştan gömlek.
sîste- 1. Isıtmak. 2. İse tutmak, isle­ sizîg (ı.) Halletme, çözme tapcan
mek. 3. Ateşte şiş çevirmek. nımahtıh sizîgî bilmecenin çözü­
sîsteg Şiş, şişlik, şişmiş: "Mındağ sîsteg mü.
nime haydi ağırtpas sa." İ. sizîg (ıı.) Emare, iz.
Kotyuşev (Böyle şişlik nasıl sizîk 1. Tahmin, sezi, zan, şüphe. 2.
ağrıtmayacaksa.) Anlama, kavrama, sezme. 3. Duy­
sistema Sistem, tabığlıg sistema seçim gu, duyu.
sistemi, nervay sistema sinir sis- sîzîk Şiş, şişmiş, şişlik: "Haydağ-da
çabal, uğaa hahastığ nime sağınıp
sizîktîg slavyanska

alğan odır pu slzlk sıraylığ, îkî skameyka Sıra, peyke: "Sumkalar stol
eektîg, terpek hazan tündergen alnınzarhı skameyka üstüne sahi
oshas pastığ tadar." N. Domojakov parğan." İ. Kotyuşev (Çantalar
(Ne de k ö t ü , çok şaşırtıcı şey masanın karşısındaki sıraya
düşünüp duruyor bu şiş suratlı, iki bırakılmış.)
çeneli, yuvarlak kazan skandal Skandal: "Şkolada pir dee
döndürülmüş gibi kafalı Hakas.) skandal, pir dee hınığ oyın, pir dee
sızîk naah şişmiş yanak. kilklm arah tudıs, Vaska
sizîktîg s. 1. Düşünceli, anlayışlı: aralaspaanda, irtpecen." A.
"Zoyka suğ çoğm pîlgen, paza ol Kuzugaşev (Okulda herhangi bir
sizîktîg on çastığ hızıcah polğan, çe skandal, güzel bir oyun, çaplıca bir
andağ daa polza, paza sıdacaa kapışma Vaska girişmeden
çohta, pabazın hıshan." N. geçmiyor.)
Domojakov (Zoyka su olmadığını skat zool. Kedi balığı.
biliyordu ve on yaşında anlayışlı bir skatert' Masa örtüsü, sofra örtüsü.
kızdı, fakat öyle de olsa, dayanacak
skazuemay gr. Yüklem.
gücü kalmadığından babasını sıkış­
tırdı.) 2. Makul, ihtiyatlı, sağduyulu. skelet iskelet.
3. Anlayışlı, ferasetli. skipidar Terementi.
sizîn- 1. Fark etmek, farkına varmak, sklad Depo: "Alcıbay irtengîzîndök
anlamak, kavramak. 2. Hissetmek, skladtan çardılar, pozığ paza annan
duymak, sezinmek: "Ol pray daa pasha tura tıhtirına
çlglengen paza sizîngen kireksllçetken nimelernl alıp alğan."
nimelerînln sınğa tur parğanın pil S. Çarkov (Alcıbay sabahleyin
salğan." İ. Kotyuşev (O bütün depodan kalaslar, çivi ve başka da
şüphelendiği ve sezdiği şeyerin ev tamirinde gerekli olan şeyleri
gerçek olduğunu anlamış.) almış.)
sîzîn- Şişmek, kabarmak: "İrten skleroz tıp. Skleroz, doku sertleşmesi.
pabamnın sırayı paza azah-holları sklonenie gr. Çekim.
kızl tanıcaa çoh pola sîzlnglep skorpion zool. Akrep.
parğan." V. Kobyakov (Sabah
skotovodçeskay s. Hayvancılıkla ilgili.
babamın yüzü, elleri ve ayakları
tanınmayacak şekilde şişti.) skotovodstvo Hayvan yetiştiriciliği.
skovorodka Tava.
sizîndîr-Hissettirmek, sezdirmek:
"Kolka, parar çirln közldlp, pazın skripaç Viyolonist, kemancı.
iklpçe, pozının pazoh parıp körerge skripka Viyolon, keman.
hınmaanın sizlndlrlp." A. skul'ptor Heykeltraş.
Kuzugaşev (Kolka, gideceği yeri skul'ptura 1. Heykel. 2. Heykelcilik.
gösterip, başını sallıyor, kendinin skumbriya zool. Uskumru.
yeniden gidip görmek istemediğini
sezdirerek.) skver (küçük) Şehir b a h ç e s i .
slagaeman mat. Toplanacak sayı.
sizînîs Seziş, sezgi.
slanay İri ve yüksek ağaç. slanay
sizînîs- Birlikte hissetmek, sezinlemek,
fark etmek, kavramak, anlamak. harağayah uzun ve düzgün çam.
sizîs- (birlikte) Duymak, sezmek, his­ slanets Şist.
setmek. slavyanin Slav.
slavyanska Slav kadın.
slavyanskay
-440- soğan

slavyanskay Slav, Slav'a ait, Slav'la sobır- 1. Savurmak. 2. Karıştırmak,


ilgili, slavyanskay tîller Slav dilleri. dağıtmak. 3. Esmek.
sledovatel' Sorgu hâkimi, sorgu yargıcı. sobıs- Savrulmak, fırlayıp gitmek:
sledstvie Tahkikat, soruşturma. "Pacah iney, orhannabinan, ibîne
slesar' Tesviyeci, çilingir. kire sobıshan." M. Kokov (Pacah
nine, küfrederek, eve doğru
siesarnay s. Tesviye, çilingirle ilgili. fırlamış.)
slesarnay instrument çilingir aleti.
sobıra Kavak kabuğu.
slog Hece. söster slogtarğa pölîlçeler
sobırıi- 1. Savrulmak. 2. Dağılmak,
kelimeler hecelere bölünür.
karışmak. 3. Esmek.
slon Fil. slon palazı fil yavrusu, t î z î slon
sobıtie Olay, hadise, mejdunarodnay
dişi f i l . slon söögîfil kemiği. sobitieler uluslar arası hadiseler.
slovar' Sözlük, lügat. sobolek bot. Bir ot adı.
slujaşçay Memurluk. sobra bk. sobıra
slujba Hizmet, memurluk.
sobranie Külliyat.
slujebnay Memuriyetle, hizmetle ilgili.
sobstvennost' Mal, mülkiyet.
slujit pol- Hizmet etmek, memurluk
s o ç i n e n i e Yazma, el yazması.
yapmak.
soda Soda. îsçen soda içecek soda,
slyot Kongre, toplantı. kip çuğcan soda elbise yıkayacak
demokratiçeskay çiitternîn slodı soda.
demokratik gençler toplantısı. sodağa hlk. bk. sodan.
smala- Atmak, fırlatmak.
sodan 1. Dar, kısa. 2. Kesik kuyruk:
smalas- Birbirine atmak, fırlatmak
"Süs mınnan! A to sodan huzuriinnı
olğannar harnan smalashannar
üze tolğabızam." V. Şulbayeva
çocuklar birbirlerine kar atmışlar.
(Defol buradan! Yoksa şu kesik
smalat- Attırmak, fırlattırmak. kuyruğunu kesip dolarım.)
smena Vardiya, haraağı smenada
sodanna- Yaltaklanmak.
toğın- gece vardiyasında çalışmak.
sodannaas Dalkavuk, yaltakçı.
smenalığ s. Vardiyalı. îkî smenalığ iki
vardiyalı. soldannos bk. soldannas
smeta Gelir gider hesabı, smeta püdîr- soderjanie İçerik. kniganın
gelir gider hesabı yapmak. soderjaniezi kitabın içeriği.
smetana Kaymak. soderjanielîg s. içerikli, muhtevalı.
smo Ayak teri. soglasnay gr. Ünsüz, sessiz.
snaryad 1. Alet, araç gereç soğ Köz, kor.
gimnastiçeskay snaryadtar jim­ soğa (ı.) anat. Aşık kemiğinin tümsek
nastik aletleri. 2. Mermi. yanı. soğa-pöge tabızah kemikle
artilleriyskay snaryad top mermi­ oynanan bir oyun.
si. soğa (ıı.) Karasaban, soğa tut- çift sür­
snayper Keskin nişancı. mek.
snek Çok zayıf, kuru. soğah Havan, döveç. tus nasçan so­
snop Demet, bağlam. ğan tuz dövülen döveç. soğah pa­
lazı havaneli.
sntyabr' Eylül.
soğan 1. Ok: "Pirde, atılgan soğan çili,
sobay Geyik derisiyle örtülü Tunguz
annarnı soona halğıshan." N.
veya Ostyak çadırı.
-441 -
soğan sohlas
Nerbişev (Bazen, atılan ok gibi, soğlan- Işık, ateş sönmek, yanıp sön­
vahşi hayvanları arkada bırakmış.) mek: "Çıltıstar kök tigîrnm ihnın
Hızıl soğanım hır azıra attım. gazap, köyıp soğlançadırlar." A.
Bilmece, güneşin batması. (Kızıl Topanov (Yıldızlar mavi göğün
okumu tepe üzerinden attım.) 2. genişliğini süsleyip, yanıp
Asker, soğanğa çibîrgî - ilîg sönüyorlar.)
çastığ ir kîzîler sanalcan asker soğlas- Alay etmek, gülüşmek.
olarak yirmi ile elli yaş arasındaki
soğlas Alay etme, istihza.
erkekler sayılır.
soğlat- Alay ettirmek, küçümsetmek.
soğan sag. anat. Köprücük kemiği.
soğlığ s. Közlü, közü olan. Köygen
soğıl- (ı.) 1. (hayvan) Kesilmek, odıh soğlığ polzın, ahhan suun
öldürülmek. 2. Vurulmak, dövül­ tabrah polzın. Atasözü (Yanan a­
mek, dövüp kabuğundan ayırmak. teşin közlü olsun, akarsuyun hızlı
köçe soğıiça arpa dövülüyor. olsun.) harağı ottığ, hamağı
soğıl- (ıı.) Örülmek, (nakış) işlenmek: soğlığ gözü ateşli, alnı korlu.
'Tura istîg, arığ, algım, hoostap soğran- (çocuk) Kendini kötü hissetmek.
soğılğan kidenner tözel partir." N.
Tyukpiyekov (Ev refah, temiz, soh (ı.) S. Terbiyesiz, yaramaz, soh
geniş, nakış işlenmiş ketenler pala yaramaz çocuk.
döşenmiş.) soh (ıı.) Havan, döveç.
soğım 1. Kesilmek için hazırlanan soh- (ı.) 1. Vurmak, dövmek: "Ol sohpas
hayvan, soğımğa malnı öskîr- ma­ nimes, sınap taa soğar." V.
lını kesmek için beslemek. 2. Kış i­ Kobyakov (O dövmez değil,
çin hazırlanmış et. gerçekten de döver.) Sökklep
ügretpe, sölep ügret, soğıp
soğın s. Çirkin, yakışıksız, sevimsiz:
ügretpe, çoohtap ügret. Atasözü
"Pozı, haya üstünde pik tur salıp,
(Söverek öğretme, söyleyip öğret,
aar, çobalıstığ soğın körlsneh
döverek öğretme, konuşup öğret.)
ibîrkînl pir sanay kör pariğan." N.
2. Öldürmek, kesmek, bıçakla ö l ­
Nerbişev (Kendi, kaya üstünde
dürmek: "Haydi ol, kilip, pistin
sağlam durup; ağır, acılı çirkin
çalğıs puğabıstı soh parıbı$han."V.
bakışıyla bütün çevreyi gözetlemiş.)
Şulbayeva (Nasıl o, gelip, bizim
soğın- (ı.) Kendini dövmek, dö­ biricik boğamızı kesmiş.)
vünmek.
soh- (ıı.) (çorap vb.) Örmek.
soğın- (ıı.) Dua etmek, hudayğa
soha (ı.) Karasaban, krş. soğa (ıı.)
soğınça Tanrıya dua ediyor.
soğın- mağın tekr. Çirkin, sevimsiz, soha (ıı.) (okta) Ağaç uç. soha pastığ
eski püskü: "Ağa-uuçalar çüs çil soğan ağaç uçlu ok.
minin alnında püdırgen irgî soğın- sohaçı Ciğer şiş. çonğa toshanca çiir
mağın turalarda." V. Şulbayeva sohaçı ittîm halka doyana kadar
(Büyüklerimiz bundan yüz yıl önce yiyecek ciğer kebap yaptım.
yapılan eski sevimsiz evlerde.) sohır sag. Ala, alaca. krş. çohır
soğın bk. soğan sohır an Pars.
soğıs Vuruş, dövüş, kavga, kapışma. sohla- Yemi gagalamak.
soğıs- Vuruşmak, dövüşmek, kapışmak. sohlas- 1. Yemi gagalamak. 2. Çenesi
soğla- Alay etmek, gülmek. birbirine vurmak: "Payusanıh udur
soğlağ Alay, istihza. nandırarın, eegJ sohlazıp, sağaan."
-442-
sohlat soldat
A. Çerpakov (Payusa'nm cevap sola Lâkap, takma a d , a d . adın solan
vermesini, çenesi birbirine vurarak kem polcan? adın, lâkabın nedir?.
beklemiş.) solaas Çit: "Hoortay ağa solaas
sohlat- Yemi gagalatmak. sidenînîh îzîgî hırında." N.
sohpa kız. Havan döveç. Domojakov (Hoortay ihtiyar bahçe
sohpa kaç. Kapan, tuzak. çitinin kapısı yanında.)
sohpah 1. Küme, yığın. 2. Yığıntı. solabanah Meyhane.
sohpah obaa taş yığıntısından solağay s. Solak.
kurgan. 3. Ağaç tabakası, hazin solağayla- Solak olmak, sol eliyle yap­
sohpağınah ayah itçeh kayın ta­ mak.
bakasından kâse yapılır. solala- Lâkap takmak, adlandırmak.
sohpar kız. (buz üzerinden vurarak balık solalat- Lâkap taktırmak, adlanmak:
avlamaya yarayan) Tokmak. "Nince le par ahnar, hustar Idök
sohparla- kız. (buz üzerinden balığı tooza solalatçalar." M. Kilçiçekov
avlamak için) Tokmaklamak. (Ne kadar varsa av hayvanları,
sohsodır 1. Skandal, sohsodır çoh kuşlar / Onların hepsi
çurtapça sakin yaşıyor, sohsodır adlandırılıyor.)
pol- skandal olmak. 2. Onursuzluk, solban 1. Yıldız: 2. Çolpan: "Pray
namussuzluk sohsodır it saltır çirlerge Solban çili çarıp..." M.
. namussuzluk etmiş. Arşanov (Her yeri Çolpan gibi
sohta- Gagalamak. aydınlatıp...) tan solbanı sabah
yıldızı, iir solbanı akşam yıldızı.
sohtan- Yaramazlık etmek: "Orıstarnın
solban çıltıs harahtığ, sulu
sohtanğanı daa tilem istılbeceh."N.
manan sıraylığ Çulpan (Venüs)
Tyukpiyekov (Rusların yaramazlık
yıldızı gözlü, çok ak yüzlü, (çok g ü -
ettikleri de hiç duyulmamış.)
zel yüzlü.)
sohtancıh Yaramaz, şımarık çocuk.
solbı (ı.) (balığı ağdan almak için) Kep­
sohtandır- Yaramazlık yaptırmak.
çe.
sohtanıs- Birlikte yaramazlık etmek,
solbı (ıı.) (aşık oyununda) Kazanamama
şımarmak.
durumu.
sohtanıs Yaramazlık etme, şımarma.
solbıra- Şarıldamak, şırıldamak, çağla­
sohtır- 1. Dövdürmek, dövülmek: "ilya mak: "Solbırap ahhan suğlarınnan /
abısha sohtırğan Vaskanan Sallar ince püdJge." M. Kokov
Kolkazar, köölceen oylas parıp, (Çağlayıp akan sularından / Sallar
aldapçalar." A. Kuzugaşev (İlya iniyor inşaata.)
papaza dövülen Vaska'yla Kolka'ya
soldat 1. Asker: "Küsküde riihnenne
doğru sessizce koşup
hızıl sübürekter hazağlap salğan
yalvarıyorlar.) 2. Kendini bıçaklat­
haydağ-da soldattar kilgenner." A.
mak.
Kuzugaşev (Güzün yenlerine kızıl
sohtırba kız. Kapan, tuzak. bezler bağlayan bazı askerler
sol S o l : '7 7 / 7 / 7 7 at pazı nah sol hırına gelmişler.) Toğıs hadıl ibnîn
azıra tastabızıp, tüze hondı." V. îstînde toğızon soldat. Bilmece,
Kobyakov (Dizginini atın başından arılar. (Dokuz kat evin içinde dok­
sol yanına atarak, iniverdi.) çolnıfi san asker.) 2. Askerî: "Ol soldat
sol sarinda yolun sol tarafında, sol ton ma tööy polğan." M. Çebodayev
hol sol e l , k o l . sol sari sol taraf. (O asker elbisesine benzer idi.)
-443-
solıcah sonıs
soiıcah sag. Zeminlik, toprak d a m . somdır- 1. (suda) Yüzdürmek. 2. (suya)
solğam (ı.) Uzun mesafe, solğam Daldırmak.
çörîstîg at uzun yol giden at. somğı zool. Gürlü kuşu.
solğam (ıı.) (gebe kadın için) Karnı somı bk. som (ıı.)
küçük, solğım îstîlîg ipçî karnı k ü ­
s o m ı s - 1 . Suda birlikte yüzmek. 2. Suya
çük gebe kadın.
birlikte dalmak.
solğım (ı.) bk. solğam (ı.)
solğım (ıı.) bk. solğam (ıı.) somıshan zool. Solucan.
solıh- Solmak. somna- Resim yapmak, resim çizmek.
solın- Avare avare dolaşmak, ol kün somnah Kaşık, pîr somnah mün
tooza gorod arazınca solın oortap polbaan bir kaşık çorba i-
çörgen gün boyu şehir içinde avare çememiş. krş. samnah.
avare dolaşmış. somnal-Resmedilmek: "Çaspan tağlar
solidarnost' Dayanışma. paza olarnın sırtındağı kizek
istenîsçîlernîn solidarnozı işçile­ ağastar, somnalıza, çayhalıza
rin birliği. tüzîp, pîrsî pirsîne kölenîzîp, gide
solist Solist. hal turğannar." A. Çerpakov (Geniş
solo Solo. dağlar ve onların sırtındaki seyrek
solonka Tuzluk. ağaçlar, resimlenip, sallanıp, birbiri
solovey zool. Bülbül. ardına saklanarak kayboluyorlar.)
som (ı.) zool. Y a y ı n b a l ı ğ ı . somnığ s. Resimli: "Lenin somnığ
som (ıı.) 1. Siluet, suret, görüntü, somı orden."M. Kilçiçekov (Lenin resimli
pasha tağlarnı asça görüntüsü madalya.)
farklı dağları aşıyor. 2. Resim, f o ­
toğraf: İren kîzî mındağ somnı île somzılğas bk. somzılğay
kör salğan." N. Domojakov (Er kişi somzılğay bot. Soğanlı bir bitki.
böyle bir resmi iliştirmiş.) som îl- sofi 1. Son, sonra, sinin sonda senden
resim, fotoğraf asmak, som hısıl- sonra. 2. Gelecek son çılda gele­
resim yapıştırılmak. cek yıl.
som (m.) Som, saf. som altın som altın. sofiah sag. Topuğu arkaya kaymış
som kümüs som gümüş. çizme.
som- 1. (suda) Yüzmek: "Sidik
sonar 1. Gelecekte. 2. Gelecek yıl.
tayğanı ütep / Somcan kurort
püdîrçe." P. Ştıgaşev (Sık ormanı sofias bk. sofiıs (ı.)
aşarak / Yüzecek kaplıca yapıyor.) sondar bk. sondır.
2. Suya dalmak, somcan kip ma­ sondır Görüntü, görünüş, sondırı pasha
yo. suğlar polğan görünüşü başka ır­
soma (ı.) S. 1. Açıkgöz, becerikli. 2. maklar imiş.
Bencil. sofidol (geyikte) Aşık kemiği, ah kiiktîfi
soma (ıı.) Ayak teri krş. smo. sondolı geyiğin aşık kemiği.
soma (m.) bk. som (ıı.)
sonhah 1. Öne doğru eğik. 2. Uçları
somah (ı.) Geniş ağaç kap. kıvrık, soyannar sofinah ödîktîg
somah (ıı.) Derin kar. çörçeler Tuvalar ucu yukarı kıvrık
somahta- Kara batmak, bulanmak, pala çizme giyerler.
somahtap par kilgen çocuk kara
batmış. sofihay- (öne) Eğilmek, meyletmek.
sombır Harbi, tüfek temizleme çubuğu. sofiıs (ı.) Aşık oyununda oyın dışı kalma
durumu, sofiıs atıbıstı (aşık
oyununda) oyun dışı kaldı.
-444-
son ı s sool
sonıs (ıı.) folk. zool. Hamster. sevimsiz: "Arkadiynîh payağı sooh
son it Kemiksiz et. son it, aarlığ it sösterîne acırgan parğanın
nimes kemiksiz et kıymetli et değil­ közitpeske, köglîg polarğa harasça
dir. llona." V. Tatarova (Arkadiy'in
sonla- Zil çalmak, çınlamak, şıngırda­ deminki soğuk sözlerine
mak. sinirlendiğini göstermeyerek, neşeli
olmaya çalışıyor İlona.) harahtarı
sonlas- Şıngırdaşmak. îdîs-hamıs
sooh kör- gözleri soğuk bakmak.
sonlaspinan polğa tüs parğan
uğaa tın sooh müthiş bir soğuk.
kap kaçak şıngırdayarak zemine soohha alın- soğuk almak,
düşmüş. üşütmek: "Ol sooh alın parğan,
sonmah Derin kadeh, kâse, fincan. anın ökpelerf ağırı bizar." N.
sonmah çîrçenen çey îsçen derin Domojakov (O soğuk almış, onun
fincanla çay içmiş. ciğerleri hastalanır.) soohha hap­
sofinin hıra Geç ekilen tarla. tır- soğuğa yakalanmak, kîçîg
soo 1. Son in soona halğan en sona sooh Ekim (ayı), uluğ sooh Kasım
kalmış. 2. Arkası, peşi sıra, sonu (ayı.) sooh kii soğuk hava. sooh
Çabal nimenîn soonca parzan, suğ soğuk s u . sooh t a a , îzîg dee
çahsı nimenî taap polbassın. Ata­ nimes fark etmez, önemsiz, hıshı
sözü (Kötünün peşinden gidersen, sooh kış soğuğu, uluğ sooh sert
iyiyi bulamazsın.) kök înektîn soğuk, hatığ sooh sert soğuk.
soonan ah înek kilir. Bilmece, i ğ ­ salım sooh ağır soğuk.
ne ve iplik (Boz ineğin peşinden ak sooh sag. bk. soğah
inek gelir.) ay soonan hemen son­ soohsın- 1. Soğuk olduğunu düşünmek,
ra, hemen arkasından, anın soğuk hissetmek 2. mec. Soğuk,
soonda ondan sonra. ilgisiz olduğunu düşünmek: "Amdı,
soo- 1. Soğumak: "Süt soo pirgende, tîzeh, olarzar soohsınıp ala
palaçahtıh pos tüs parğan pazın çağınnap parir Todıl." A. Çerpakov
ködîrîp, ağas çîrçenî (Şimdi ise onlara soğuk olarak
tınastapçathan aassar tut pirgen." yaklaşıyor.)
N. Domojakov (Süt soğuduğunda, soohtal- Soğuklaşmak. künnîh
çocuğun düşen başını kaldırıp, soohtalça her geçen gün
ağaç kâseyi nefes alan ağza soğuklaşıyor.
tutuvermiş.) 2. mec. Soğumak.
soohtığ s. Soğuklu: "Ol pîlgen, mındağ
soodam (ı.) Kötü yer, uğursuz yer. ibnî açığ soohtığ, amir haraalarda ças
soodam çirge turğushan evi u­ hulunnığ çılğılar hıralar ornında
ğursuz yere kurmuş. honadır." N. Nerbişev (O biliyor,
soodam (ıı.) s. Güzel, sevimli, uğaa böyle acı soğuklu, sakin gecelerde
soodam tavar çok güzel kumaş. genç kulunlu yılkılar ekin yerlerinde
soodığ Soğukluk, soğuk, soodığ alğan geceliyor.)
çir soğuk vurmuş yer (bitki, ağaç sool (ı.) DÜZ bacalı soba: "İzîktln sol
vd. .) sarında tasnah salğan soolda uluğ
sooh 1. Soğuk: "Hıshı soohtın çis çaynikpulazıp haynap turca."M.
tahmalaan orınnan sırayında alınca Kobyakov (Kapının sol yanında
pîldîstîg." V. Kobyakov (Kış taşla yapılan sobada büyük bakır
soğuğunun bıraktığı izler yüzünde çaydanlık buharlaşıp kaynıyor.)
apaçık görülüyor.) 2. mec. Soğuk,
sool - 445 -
soplattır
sool (ıı.) 1. Parmaklık, tahta perde: soonan Ardından, arkasından. Çabal
"Anın ornında çitîre köybeen kîzî çağadan habadır, çabal aday
turunnar la pulazıp çathlap paza soonan habadır. Atasözü (Kötü k i ­
çarımı izel parğan sool körin şi yakadan tutar, kötü köpek arka­
turğan." V. Kobyakov (Onun dan kapar.) adının soonan oylap
yerinde yeterince yanmayan sıhhan atının arkasından koşmaya
köseğiler duman çıkarıyor ve yarısı başlamış, soonan- soona ardı
yanmış parmaklık görünüyor.) 2. ardına, soonan çör- peşinden
kız. Kurt kapanı. gitmek, soonan sürîs- peşinden
sool- 1. (su) Soğulmak, çekilmek, azal­ takip etmek.
mak çayğıda suğlar sool parçalar soonda zf. Sonunda, sonra: "Soonda, ür
yazın sular soğulur. înek sool par- dee polbin, pabam amir
dı ineğin sütü çekildi, süt soola çadıbıshan." V. Kobyakov
haynap pardı süt kaynayarak a­ (Sonunda, çok geçmeden babam
zaldı. 2. Gözü akmak îkî haraan
vefaat etti.) anın soonda ondan
soolzın, îkî azaan huruzın. Bed­
sonra. îdi ür b e , as pa polğan
dua (İki gözün aksın, iki ayağın k u ­
soonda böyle bir zaman geçtikten
rusun.)
sonra.
soola- Uğuldamak, gürüldemek: "Yanı
soom Şaşırtıcı, tuhaf, soonı çir dikkate
tağdan tağa atınca, Eelep, soolap,
ol sofi nalça." M. Arşanov (Yankı değer, görülecek yer.
dağdan dağa vuruyor / Uğuldayıp, soonzar zf. Ardından, arkasından.
gürüldeyip o sonlanıyor.) soor Kızak: "Aar soorlar sin salıp,
soolas Gürültü, çağlama, coşma: alfamı tirletçezm."?. Ştıgaşev (Ağır
"Hığırıp la kniga habarların / Talay kızaklar koşup, atları terletiyorsun.)
soolazın isçenmln hacan daa." M. soorah Küçük kızak.
Bainov (Sadece kitap haberlerini sooshan Solucan krş. somıshan.
okuyarak / Denizin coşmasını
soot- 1. Soğutmak: "Apsah, köölce pas
işittim her zaman.)
parıp, ah samnahnah sooda übürîp,
soolat- Hışırdatmak, uğuldatmak. M samnah süttı ahsına salıbıshan."
sooldır- Soğultmak, azaltmak. N. Domojakov (İhtiyar, yavaşça
soolıh Susuz kanal. yürüyüp, ak kaşıkla üfürüp
soom par- Hızla yükselmek, göklere soğutarak, iki kaşık sütü ağzına
çıkmak. koymuş.) Sona saldırgan nime
soop parğan. Atasözü (Sona bıra­
soon Arka, son, sonra, soon sür- ardın­
kılan soğur veya sona kalan dona
dan gitmek, takip etmek, soon a l ­
kalır.) 2. Atı dinlendirmek, soğut­
dıra arkasından, peşinden.
mak.
soona zf. Ardına, arkasına, soona sal-
dır-geciktirmek, sonraya bırakmak. soottır- Soğutturmak.
soona hal- ardında kalmak. sopçır sag. Harbi, tüfek ç u b u ğ u .
soon süre zf. Arkasından, ardından soplat- Tırıs gitmek, tin tin gitmek:
pis'monı soon süre ızıbızarğa "Turacahha çit parğannarında,
mektubu arkasından göndermek. adaylar nandıra soplada
soonca zf. Ardınca, adının soonca halğannar." İ. Kotyuşev (Eve
atının ardınca. înekterînîn soonca ulaştıklarında, köpekler dönerek tin
pastır sıhhan ineklerin ardınca tin gitmişler.)
yürümeye başlamış. soplattır- Tırıs sürmek.
-446-
soprano sorol
soprano müz. Soprano. sorğah (kam hastalığı) Emerek tedavi
sor (ı.) Belâ, şansızlık, bahtsızlık, talih­ etme.
sizlik. sorğahta- (kam hastalığı) Emerek tedavi
sor (ıı.) anat. Bağırsak çeperindeki sü- etmek.
müksü tabaka, hartmın son sorğay 1. Saçak buzu. 2. Körebe oyunu.
halbazın tîp, matap sooh suğa sorğayah bk. sorğay
çuurğa kirek gödenin sümüksü ta­
sorğay saas Ağaç sakızı, akındırık.
bakası kalmasın diye soğuk suda
iyice yıkamak gerek. sorğıs (ı.) sag. Çizme dilciği.
sor (m.) sag. Şor. sorlar azii Şorlar sorğıs (ıı.) 1. Zamk. 2. Mühür mumu.
geçidi. sorğıs (m.) Emzik, biberon, süttîg
sor- 1. Emmek: "İrnîn ustayta arah sorğıs sütlü biberon, sorğıs pala
tuttah, köpkenîn çidîre sorıbızim!" emzik çocuğu, emzik emen çocuk.
M. Kokov ( Dudaklarını düzgün tut sorğıs (iv.) Tulumba, pompa, suğ
da, şişkinliklerini yeterince sorcan sorğıs su emme tulumbası.
emeyim!) ine südîn sor- anne sütü sorhla- Burun çekmek.
emmek. 2. içine çekmek, içmek: sorığ (ı.) 1. İradeli, azimli, sorığ kızı
"Par, sor hanzannı, künge sîstenîp azimli insan. 2. Fevkalade, hariku­
odır, paza nimee sıdirzın?" V. lade: "Pray çir üstünen kilgen
Tatarova (Git, çek piponu, güneşe maşinalar pJrsı pîrslnen sîlîg, pîrsî
yaslanıp otur, başka ne pîrsînen sorığ, üziğî çoh
yapabilirsin?) çılısçadadırlar." G. Topanov (Bütün
soraal bk. sorol yeryüzünden. gelen arabalar
soraallığ s. Çubuklu (pipo), uzun birbirinden güzel, birbirinden
harikulade, bitip tükenmeden
saraallığ hanza uzun çubuklu pipo.
kaynaşıyorlar.)
sorah 1. Sivri, sorah tağ sivri dağ. 2.
mec. Erkeklik organı. 3. Uzunca. sorığ (ıı.) Doğal tuzla, kiik kilcen sorığ
sorah pörîk koni şeklinde uzun yabanî keçi gelen tuzla.
börk. sorındı imcek sorındızı süt hakkı, da­
soranna- Dışa doğru kaymak, fırlamak: mat tarafından kaynanaya verilen
"Pıçahtı tutsa, anın çımalçığı, eelîp, para veya hediye.
mındar, holınan hıya sorannapça." sorıp Yara izi: "Sırayındağı sorıptı
G. Topanov (Bıçağı tutunca, onun közitçe." V. Şulbayeva (Yüzündeki
küçük parmağı eğilip, şöyle, elinden yara izini gösteriyor.)
dışarı kayıyor.) sorıptığ s. Yara izi bulunan, sorıptığ
soratnik Silâh arkadaşı. sıray yara izi olan yüz.
soray- Dimdik durmak, ileri doğru çık­ sorla- Şorlamak, şırlamak.
mak. sorlaas Ark, kanal, su yolu.
sorayt- Dik durdurmak, ileri doğru ç ı ­ sorlah Çatıdan sarkan buz.
karmak.
sorokin bot. Devedikeni çiçeği, sorokin
sorba (ispirtodan yapılmış ) İçki. arağa- hal tüzîrçe devedikeni çiçeği tat
sorba içki. kaçırır.
sordır- Emdirmek, emzirmek. sorol Ağızlık, çubuk: "Sah andoh
sorğa Burun (eşyada), semaverde hızılğat sabi sorolı arısında polğan,
musluk. otıh tazınah hızıl hıbınnar çaçıraza
tüskenner, habonıh tadılığ ızı
sorollığ -447-
soy

tunçuhha saphan." N. Domojakov sostav 1. Kadro, heyet, komissiya


(Tam o sırada kırmızı Frenk üzümü sostavı komisyon heyeti. 2. Düzen.
çubuğu ağzında imiş, çakmak obşçestvonın sostavı toplumsal
taşından kızıl kıvılcımlar sıçramış, düzen. 3. Muhteva, içerik, im
kavın güzel kokusu burnuna sostavı ilâç içeriği.
gelmiş.) sot Petek.
sorollığ s. bk. soraallığ sot paltı Yuvarlak ağızlı balta, kime
şort Çeşit, tür, sınıf: "Minf toğısha itçen sot paltı gemi yapılan yuvar­
albinçalar, minneh aar aylançalar, lak ağızlı balta.
min îkînçî şort kîzîbîn." V. sotsial-demokrasiya Sosyal demokrasi.
Şulbayeva (Beni işe almıyorlar, sotsial-demokrat Sosyal demokrat.
benden kaçıyorlar, ben ikinci sınıf
insanım.) pastağı şort birinci sınıf. sotsialist Sosyalist.
sotsiaiiteçeskay s. Sosyalistik, sosya­
sortah 1. Kâse. sortah ayah derin kâse.
list, sotsialistiçeskay Hakasiya
2. Büyük vazo sosyalist Hakasya.
sortah çılan Mitolojik ok yılanı.
sotsializm Sosyalizm.
sortan zool. Turna balığı, sortan tös
sotsiai'nay s. Sosyal, sotsial'nay sreda
patiği turna balığı fetiştir.
sosyal ortam.
sortıh s. Çukurlaşmış, çökük: "Mında la
sotsialno-ekonomiçeskay t s . Sosyal
Klanya oolğınıh sortıh sırayına
ekonomik.
hayığ salça.''V. Şulbayeva (Burada
Klanya oğlunun çökük yüzüne sotsialno-politiçeskay s. Sosyal politik.
dikkat ediyor.) sortıh naah çökük sotsıolog Sosyolog.
yanak. soveşçanie Müşavere, müzakere, da­
sortıh- Çökmek, çukurlaşmak, sırayı nışma.
sortıh parğan yanakları çökmüş. soveşçatel'nay s. istişari, danışma.
sortin bk. sırtın sovet 1. Kurul, heyet, konsey. 2. Şura,
sortirovat' pol- Cinslerine ayırmak. meclis.
sortirovka Çeşitlerine göre ayırma. sovetskay s. Sovyet: "Sanap toospas
sortirovşçik Ayırıcı. payınan amfi / Sovetskay çon
tuzalança." M. Arşanov (Sayıp
sorttığ s. Cins, kaliteli.
bitmez zenginliğinden onun /
sosha 1. Domuz: "Sırtının tüğî, sosha Sovyet halkı faydalanıyor.)
hılı çili, turğlabıshan."M. Kobyakov
(Sırtının tüyleri domuz kılları gibi sovhoz Sovhoz, devlet çiftliği: "Sîrernm
dikilmiş.) Soshanın çaa kölbede. pastiihar, sovhozha agronom
Atasözü (Domuzun yağı yalakta.) polarğa hığırıp, mini çoo hathırttı."
îrgek sosha erkek domuz. 2. Do­ G. Topanov (Sizin yöneticiniz,
muzla ilgili, sosha palazı domuz sovhoza tarım uzmanı olmam için
yavrusu, sosha İdî domuz e t i . çağırtarak beni çok güldürdü.)
soy- (deriyi) Yüzmek, soymak: "Ah
soshalığ s. 1. Domuzlu. 2. Domuzla
tashıllarca çöfıp / Aymah annar
ilgili.
atçahnar / Andoh teerîzln soyıp /
sosiska Sosis. Ahnın idin çıcehner." P. Ştıgaşev
soslagatel'nay naklonenie gr. İstek (Ak zirvelerde yürüyüp / Çeşitli
kipi. avlar vurmuşlar / Orada derisini
yüzüp / Onun etini yemişler.) Afini
-448- söktîr
soyaltah

ödîrîp albaanda, teerîzîn sozidatel'nay s. Yaratıcı, yapıcı.


soy bacan. Atasözü (Av öldürülme­ soznetal'nay s. Bilinçli, şuurlu.
den, derisi yüzülmez.) söbek bk. söp
soyaltah iki yaşında dağ keçisi, azır
söbîre 1. Çocuk, söbîrezî köp çok ço­
müüstîg soyaltah çatal boynuzlu cuğu var. 2. Aile. uya-söbîre aile.
dağ keçisi.
söbîrelîg s. Aile. söbîrelîg kîzî aileli
soyan (ı.) Kapak. insan.
soyan (ıı.) Tuvali.
sögîl- Sökülmek, kögeneem çîkteh
soydır- Deriyi yüzdürmek, soydurmak. sögîldî elbisem dikiş yerinden sö­
soedinenie 1. kim. Bileşim. 2. Birlik, küldü.
askerî birlik. sögîncîk Küfürbaz. Sağıstığ sanacıh,
soyğa Soymuk, ağaçların iç tabakası. sağızı çoh sögîncîk. Atasözü (A­
soyğah İnce buz tabakası, soyğahta at kıllı hesaplı, akılsız küfürbaz.)
taylıhça ince buzla kaplı yerde at sögîm 1. İnce dallardan veya köklerden
yorulur. ip 2. Deriden yapılmış i p , sırım.
soyğıç bk. soyğıs çügen tağıracan sögîm dizgin ta­
soyğıs Kabuk soyma aleti. mir edecek sırım.
soyığ (deriyi) Soyma, yüzme. sögîr- (doğumdan sonra) Sonu göm­
soyıl- (deri) Soyulmak, yüzülmek. mek, pala inezîn sögîr salğan ço­
soyın 1. Dökme (demir). 2. Dökme cuk eşini (sonunu) gömmüş.
demirden, soyın pes dökme soba. sögîs (ı.) Sökme, söküş.
soyın îdîs dökme kap. sögîs (ıı.) Sövme, sövüş.
soyıs- Deriyi birlikte yüzmek, soymak.
sögîs- (ı.) (birlikte) Dikişi sökmek.
soyla- Sürünmek: "Anan çılan çili
soylaam." V. Şulbayeva (Sonra sögîs- (ıı.) Sövüşmek, küfürleşmek.
yılan gibi süründüm.) sök- (ı.) Sökmek.
soylaas 1. s. Sürüngen. 2. Yılan sök-(ıı.) Sövmek, kötü söylemek.
soylat- Süründürmek: "Anan min Sökklep ügretpe, sölep ügret,
pashaların, naa kilgennerni, soğıp ügretpe, çoohtap ügret.
soylatham." V. Şulbayeva (Sonra Atasözü (Söverek öğretme, söyle­
ben başkalarını, yeni gelenleri yip öğret, döverek öğretme, konu­
süründürdüm.) şup öğret.)
soyoh- İğdiş edildikten sonra hasta­ sökle- Sövmek, kötülemek.
lanmak. sökles Sövme, kötü söyleme, sövüş.
soytıh bk. soyğah sökles- Sövüşmek, birbirine kötü söyle­
soyuz Birlik, ittifak: "Pray soyuzha mek.
sablançazın alğıs sağaa." M. söklettîr- Sövdürmek, kötü söyletmek.
Kilçiçekov (Bütün birlikte
tanınıyorsun, teşekkürler sana.) sökpe Başın arka tarafı.
soyuznay s. Müttefik, birlikle ilgili. sökpecek Beyincik.
soyuznay respublika birlik cumhu­ sökpek (ı.) Şıra. poza sökpegî boza
riyeti. şırası.
soyuzniçeskay s. Müttefik, müttefikle sökpek (ıı.) Kaban, gocuk.
ilgili, soyuzniçeskay voysakalar sökteş şor. Oduncu baltası, odın
müttefik askerleri. çarcan sökteş odun yaracak balta.
soyuznik s. Müttefik. söktîr- Söktürmek.
-449- söök
sol

söl (i.) 1. İrin, cerahat. 2. Lenf. 3. Yaşa­ söö 1. Ağ örgülü k e p ç e . 2. Filtre.


yan organizmadaki sıvı. suğ-söl sööder 1. Dinlenilen yer. 2. mec. Kam
sıvı. süt-söl süt yiyeceği. tefi.
söl (ıı.) Ç ö l . hushun tüspes huba sol söö t a r t - Çekmek, uzatmak: "Piree-piree
kuzgun inmez boz ç ö l . tapsashannar, sağam na odırğanı,
sölbek 1. Uzun etekli, sölbek kip eteği söö tartıp, çoo pıçırapçathan." N.
uzun elbise. 2. mec. Kurt. Domojakov (Bir bir seslenmişler,
söl cazı Bozkır: "Çazağ-çalaas söl azıcık oturması uzayıp, cok
cazını ibir göredir, mal hadarıp."V. konuşmuş.)
Kobyakov (Yalın yapıldak bozkırda söök (ı.) 1. m Kemik: "Hoolnı
geziyor, mal otlatıp.) âlğidıbıshanda, körze le, kîzî
sole- 1. Söylemek: "Ol, nirnelerin söökteri toldıra." G. Kazaçinova
çabızah stol üstüne salıp, Torkaa (Oyuğu genişletip baktığında, insan
sölepçe." V. Kobyakov (O, kemikleri dolu.) Kiri malnıfi söögî
eşyalarını alçak masaya salıp, kimîrtkîlîg, kiri kîzînîn çooğı sın.
Torka'ya söylüyor.) Sökklep Atasözü (Yaşlı malın k e m i ğ i haşla-
ü g r e t p e , sölep ügret, soğıp malık, yaşlı kişinin sözü gerçek.)
ü g r e t p e , çoohtap ügret. Atasözü söök çoh a) kemiksiz, b) mec. t e ­
(Söverek öğretme, söyleyip öğret, melsiz, esassız: "A-a, söögî çoh
vurup ö ğ r e t m e , konuşup öğret.) 2. söster ol, îceh, abstraktsiya." V.
Evlenme teklif etmek. Şulbayeva (A,a-a, temelsiz sözler
bunlar, anne, soyutlama.) moy*n
söledîg bk. söleg söögî boyun kemiği, pas söögî ka­
söleg Söyleme, beyan etme. fatası, naah söögî yanak kemiği.
sölem bk. sölek söökterîm sıstapça kemiklerim
şölen- Söylenmek. sızlıyor, huruğ söök kuru kemik,
bir deri bir kemik, çok zayıf. 2. Na­
söles- Söyleşmek.
aş, cenaze: "Ölgen kizî söögîne I
sölet- Söyletmek: "İdi dee soğıp, olarnı Öödi açlp iskîrçe." M, Kokov (Ölen
pir dee nime sölet polbaan." V. kişinin cesedine / Ödü acıyıp haber
Kobyakov (Öyle dövse d e , onlara veriyor.) söök s a l - cenaze defnet­
hiçbir şey söyletememiş.) mek, gömmek. 3. Nesil, kuşak, g ö ­
sölgî bk. söygî bek: "Söökten söökke, tuğannan
tuğanğa." N. Nerbişev (Nesilden
sölîn- Genişlemek, açılmak, yayılmak,
boy atmak. nesile, akrabadan akrabaya.) 4.
Kemik, kemikten yapılmış, söökter
sölînîs Genişleme, açılma: "Pir uğaa
mezarlık, kabristan, sooh söögîme
çoon hus, ol nimenih üstüne
ötîpçe soğuk kemiğime işliyor, çok
odınbızıp, hanattarın nince çider
soğuk. 5. Mezar: "Çil ibîre anın
sölînizînen caza tuthan." N. söögînde I Çahayah salıhpinça,
Domojakov (Çok büyük bir kuş, o tîpçeler."U. Kilçiçekov (Yıl boyunca
nesnenin üstüne o t u r u p , kanatlarını onun mezarında / Çiçek solmuyor,
olabildiğince açıp yaymış.) diyorlar.) 6. Vücut, iskelet: "Anın
sölkem Yüz kilometrelik at yarışma niske söögîcee muzıkaa kilîstîre
mesafesi, pîr at sölkemî bir yarış niik eelçe."V. Tatarova (Onun ince
mesafesi (yaklaşık yüz kilometre.) vücudu müziğe uygun olarak
söltîr Seyrek, söltîr ürgen sürmes kolayca eğiliyor.) tîrîk söök canlı
seyrek örülmüş belik, söltîr hathan cenaze: "Surba, Klanya. Körçezîn,
çîp seyrek örülmüş i p .
söök -450-
sörtel
miri, firik söökpîn." V. Şulbayeva odınadır." N. Domojakov (O,
(Sorma, Klanya. Görüyorsun, ben, köydeki başka kimseler g i b i , söğüt
canlı cenazeyim.) odunundan tasarruf edip, arada bir
söök (ıı.) ünl. Ruhlara seslenirken çıkarı­ yakıyor.)
lan ses. sööttîg s. Söğütlü, söğütlük.
söök (m.) Uzun, uzunca, söök küs söp 1. Çöp. Çoynın harağında söp
uzunca keçe. söök sıraylığ uzun çoğıl, kîrbîgînde kîr çoğıl. Atasö­
yüzlü. zü (Yalanın gözünde çöp yoktur,
söökte- (ı.) Kemikleri toplamak, yığmak. kirpiğinde kir yoktur.) 2. Hayvan
yeminden kalan artık, attın söbî
söökte- (ıı.) (ruhlara) Şarap serpmek.
halça at yeminin çöpü kalıyor. 3. İp
söökten- Donakalmak, put kesilmek. kalıntısı.
sööktet-Kemikleri toplatmak. söpte- Çöp atmak.
sööktîg s. Kemikli, kîçîg sööktîg aday
söptel- Çöplenmek.
ölgence küçüges. Atasözü (Küçük
kemikli köpek ölene kadar enik.) söptet- Çöpletmek.
sööl Siğil, söölnî naa ayğa közîtçen sörge- Sarmak.
siğil yeni aya (tedavi için) gösterilir. sörgek Kundak bezi, çocuk bezi.
sööl- Uzamak, boy atmak, gerilmek. sörgek kız. İlmikli dikiş.
söölbek bk. söök (m.) sörget- Sardırmak.
söölîndîre zf. Uzunlamasına: "Pu suğ sörön 1. zf. Serin: "Cazı fsffndegf iirgî
hastada söölîndîre çatçathan aal." sıhtığ kii, sörön tınıstanıp,
A. Çerpakov (Bu su kıyısında çayılıbıshan." V. Kobyakov (Ova
uzunlamasına duran köy.) içindeki akşamın nemli havası,
sööliîg s. Siğilli. serince eserek yayılmış.) 2. Soğuk­
kanlı. 3. s. Soğuk, serin, tashar
söölmek bk. söök (ııı.) sörön dışarısı serin, soğuk, irtengî
sööm Karış, ustığ sööm uzun karış. sörön sabah serinliği, sörön kün
muhur sööm kısa karış. serin gün. 4. mec. Serin, ferah, ra­
söörte- Sürüklemek: "Pananı, nîtkezînen hatlamış: "Apçaynın harahtarı amdı
haap alıp, îcezînzer söörtepçe." V. sörön körglep tur." G. Topanov
Şulbayeva (Pana'yı ensesinden (Apçay'ın gözleri şimdi ferah
yakalayıp, annesine doğru bakıyor.)
sürüklüyor.) sörönnen- 1. Serinlenmek. 2. Soğuk­
söörtel- Sürüklenmek: "Maşına kanlı olmak. 3. Soğuklaşmak.
tadırapça, söörtelçe, çe oylap sörönnet- Serinletmek.
polbinça." V. Şulbayeva (Araba
sörte- Sürüklemek, çekip götürmek: "Pır
çalışıyor, sürükleniyor fakat hızlı
hus çohır nimenî sörtep pariğan
gitmiyor.)
oshas poiğan." N. Domojakov (Bir
söörtene zf. Sürükleyerek: "Tirfıg toraat kuş ala nesneyi sürükleyip götürür
aal arazındağı hatığ çolca aar gibi olmuş.)
hanaanı söörtene toğdırat pariğan."
sörtel- Sürüklenmek: "Sabistîn sarsın
N. Tyukpiyekov (Terli doru at köyün
îzenede sörtel pariğanın köre
içindeki sert yoldan ağır arabayı
turğan." N. Domojakov (Sabis'in
sürükleyerek tıkırdatıp gitmiş.)
üzenginin birinde sürüklendiğini
sööt Söğüt: "Ol, aaldağı pasha uluzoh görmüş.)
çîli, sööt odına üzürlep, aralı arifi
-451 -
sörteldlr spetsial'nost'
sörteldîr- Sürüklemek: "Küren at, söste- 1. Söylemek. 2. Kulağına fısılda­
azahtarın çadap alıp, sörteldîre mak.
pasçathan." N. Domojakov (Yağız söstîg 1. Sözlü (yazılı olmayan). 2.
at, ayaklarını güçlükle kaldırıp, Konuşkan, geveze. 3. Sözlü.
sürükleyerek yürümüş.)
söygî (sandal için) Sırık.
sörten- Sürüklenmek: "Sabisfi sarsıh sözîr- Sürüklemek: "Anan, çabal
îzehede sörtene, sanğ tay uluğ ala tonıcağın sözîre, oylap sıhhan." V.
habis çügürîste çılğılarzar çidizîp Kobyakov (Sonra, kötü paltosunu
odırğan." N. Domojakov (Sabis'i sürükleyerek, koşmaya başlamış.)
üzenginin bir yanında sürükleyerek,
sarı tay büyük bir hızla yılkılara sözîrbe Balık ağı: "Hara sözlrbee kîrgen
doğru koşmuş.) çili / Çayğı haraanı kizire çüsçem."
M. Kilçiçekov (Kara ağa girmiş gibi /
sörtes- Birlikte sürüklemek. Yaz gecesini geçerek yüzüyorum.)
sös Söz: "Nandırar sös tappin turadır îrîmcîk sözîrbezT örümcek ağı.
harağastann aar-peer çaltannada sözîrîl- Sürüklenmek: "Yakın, sarsıh
körîp."V. Kobyakov (Cevaplayacak azağın Izenedeh şuur polbin, talbah
söz bulamıyor, gözlerini oraya
çili, sözlrîllp, küzüri halğan." V.
buraya döndürerek.) Ayıthan sös
Kobyakov (Yakın, bir ayağını
arığ polzın, athan un palığlığ
üzengiden çıkaramayarak, post gibi
polzın. Atasözü (Söylenen söz t e ­
sürüklenip, gümbürdemiş.)
miz olsun, atılan mermi yaralayıcı
olsun.) söske kır- söz dinlemek Ti­ sözîrîn- Sürüklenmek.
ren suğnın kiçii çoğıl, söske sözîrîs- Birlikte sürüklemek.
kîrbestîn sağızı çoğıl. Atasözü sözirt- (ı.) Sürükletmek.
(Derin suyun geçidi yoktur, söze
sözîrt- (ıı.) Düğümleyerek dikmek.
gelmeyenin aklı yoktur.) sös
sözîrtîp tîkken çîk düğümleyerek
hubılızı gr. kelimelerin değişmesi.
dikilen dikiş.
sös püdîrîzî gr. kelime yapımı, sös
çardihtarı gr. söz bölükleri, sös sözîrtîg s. Düğümleyerek dikilen dikiş.
pir-söz vermek, sös söle-söz söy­ sözîrtkî bk. salaaçı
lemek, sös alnı önsöz, söz başı. spal'nya Yatak odası.
sös istîpçetken söz dinler, sös spasibo Teşekkürler: "Harool, 'spasıbo,
ispes söz dinlemez, oyın sös şa­ spasibo' tıp, ahçanı türeyînzerök
ka, uhancıiığ sös kehanet, sös suh salğan." N. Tyukpiyekov
alıs-sohbet etmek, konuşmak, sös
(Harool "teşekkürler, teşekkürler"
pılas- tartışmak, karşılıklı konuş­
diyerek parayı paçasına sokmuş.)
mak, hap-orta sös çok doğru söz.
pîr-îkî dee sös pashan polza spektakl' Temsil.
birkaç kelime de olsa yazsa, söstîn spektr Tayf.
uçına alılbas söze gelmez, spekulyant Spekülatör, vurguncu: "SIrer
anlatılamaz, açıklanamaz. spekulyant polğazar." V. Şulbayeva
(Siz spekülatör oluyorsunuz.)
söspek Atasözü: "A min pîlçem pasha spekulyatsiya Spekülasyon.
söspe/f."V. Şulbayeva (Fakat ben
spetsial'nost' İhtisas, branş, dal, uz­
başka atasözü biliyorum.)
manlık alanı: İhjener, çe pozımnıh
söspekçî Çok atasözü bilen, atasözü spetsialnozınah toğınminçam." V.
söyleyen. Şulbayeva (Mühendisim, fakat
-452- stenografiya
spetsialist
kendi uzmanlık alanımda stakan Bardak: "Amdı Mityuha ol
çalışmıyorum.) stakannı kizî körbes arazında, aar
spetsialist Uzman, mütehassıs. aylanıbızıp, ahsınzar tühderibisçe."
V. Tatarova (Şimdi Mityuha o
spiçka Kibrit: İki hati spiçkazı çırli tüstî,
bardağı kimsenin görmediği sırada,
anan, nimee-de harlıhhan çili,
öteye dönüp, ağzına götürüyor.)
köksereglep, nandıra sıhhan." A.
stakanğa çay ur- bardağa çay dol­
Çerpakov (İki kez kibriti ışıldadı,
durmak.
sonra, bir şeyden boğulmuş gibi,
öksürerek geri çıktı.) stan (ı.) Lager.
spid Aids. stan (ıı.) Pantolon: İs tovarnah, tikken
çollığ hara stanının sol pudı
spirt İspirto.
maymah türeyine çitkence ibestel
spirtovka İspirtoluk. halğan." V. Kobyakov (Kumaşla
spisok Liste. dikilen çizgili kara pantolunun sol
spitse Örgü şişi, şiş: 'Terpekter ayağı çizme koncuna kadar
spitselerî hoyığ polıbıshan, küren yırtılmış.)
attın azahtarınm arazı allığ standart Standart, örnek.
azılıbıshan." N. Domojakov
standartnay s. Standart, tek t i p .
(Tekerleklerin şişleri sertleşmiş,
yağız atın ayakları geniş açılmış.) stanitsa Büyük köy.
sport Spor. stanok Tezgâh, dokuma tezgâhı.
stantsiya istasyon: "Çe avtobus
sportivnay s. Sportif.
stantsiyazar irtip partır paza tanda
sportsmen Sporcu. la irten polar." G. Topanov (Fakat
spravka Rapor. otobüs istasyona doğru geçti,
spravoçnay 1. Danışma. 2. s. Da­ sonraki yarın sabah olur.)
nışmayla ilgili spravoçnay byuro starosta Baş, mümessil, temsilci.
danışma bürosu. starşay Büyük, baş. starşay çaban baş
spravoçnik Kılavuz kitap, rehber (kitap.) çoban.
sreda Çarşamba. s t a r t ı . Sporda depar, çıkış. 2. Sporda
sredstvo Araç, vasıta, çare. çıkış, başlangıç yeri.
sroda Her ne, ne olursa, hiç, hiçbir stat'ya Yazı, makale: "Paynuştanar
şey. sroda çoohtabaspın ne olur­ gazetada statya sıh kilgen." V.
sa olsun konuşmam.
Şulbayeva (Paynuş hakkında
srok Mühlet, vade, zaman, toğıstı srok
gazetede yazı çıkmış.)
alnında toldırarğa işi zamanından
önce bitirmek. statist Figüran.
ssuda Ödünç alma, ikraz etme. statistik İstatistikçi.
stabil'nay s. İstikrarlı, müstakar, statistika İstatistik.
değişmez. statuya Heykel.
staçka Grev. stene Duvar: "Stenelernîh iki sarında
ornahtar."\J. Şulbayeva (Duvarların
stadion Stadyum, stad.
iki yanında yataklar.) stenee
stadiya Safha, merhale, devre.
portret his- duvara portre asmak.
staj Staj, staj yapma.
stengazeta Duvar gazetesi.
stajyor Stajyer.
stenografistka Steno memuru.
stenografiya Stenografi, stene.
-453-
stenogramma subalıs
stenogramma Stenografi ile yazılmış strategiçeskay s. Statejik.
metin. strategiya Strateji.
stepen' Derece, paye. straus zool. Devekuşu.
stereoskop Stereoskop. strelka İbre, iğne. ças strelkazı saat
sterilizatsiya Sterilizasyon, ibresi.
mikropsuzlaştıma. strofa Kıt'a, bent.
stih Şiir: "Kilgen poetter dee ağaa stroka (yazıda) Satır.
stihtarın çarıtçalar." V. Maynaşev
stroy 1. Sistem, yapı. 2. Sistemle ilgili.
(Gelen şairler de ona şiirlerini
gosudarstvennay stroy hükümet
sunuyorlar.)
sistemi.
stil' S t i l , üslup, tarz.
strusta- Yontmak, rendelemek.
stimul Dürtücü etken.
stsena Sahne.
stipendiya Burs. stipendiya a l - burs
almak. stsenariy Senaryo.
stol Masa: "îzebînen çarımızı Tzîl student Öğrenci: "Novosibirsk
parğan butılka, sığarıp, stolğa universitedînîn filosofiya
turğısça." V. Şulbayeva (Cebinden fakultedînm studentı polğam." V.
yarısı içilmiş şişe çıkarıp masaya Şulbayeva (Novosibirsk
koyuyor.) stol kistinde masa ba­ Üniversitesinin Felsefe Fakültesinin
şında, teglek stol yuvarlak masa. öğrencisi idim.)
çabızah stol engin masa. zakaz studentka Kız öğrenci: "ÜzJncî kurstın
stolu rezervasyon masası, stol stutentkazı."V. Şulbayeva (Üçüncü
lampası masa lâmbası.
sınıf öğrencisi.)
stolb Direk, sütun: "Hırığda turğan studiya Stüdyo.
ibnîn hazaazının puluna parıp, pır
stul Sandalye, iskemle.
stolbaa çölenıp, Aydo çilblrezlp
turca." V. Kobyakov (Kenarda suba Mancınık.
duran evin ahırının köşesine varıp, suba- 1. Açmak, çözmek. 2. Sermek,
bir sütuna yaslanıp, Aydo titreyip yaymak.
duruyor.) subada- Arka arkaya gitmek.
stolitsa Başkent. subağ 1. Açma, çözme. 2. Serme,
yayma.
stolovaya Lokanta, kafeterya, yemek
subağlıh s. 1. Çözülmüş, kösteği açıl­
salonu.
mış. 2. Serilmiş, yayılmış.
stolyar Marangoz.
subal- Birbirinin ardından gitmek, u­
stolyarnay s. Marangoz, marangoza zanmak: "Çalğıs azan çolıcah
ait, marangozla ilgili. toozılcaa-parcaa çoh pîreede on
stopa Deste, bir top (kağıt.) sarına igirli subalıp parça." V.
storonnik Taraflı, taraftar. Kobyakov (Patika yol bitmeyip
strahovanie Sigorta. tükenmeyerek bazen sağa bazen
strakta- Korkutmak. sol yana bükülüp uzanıyor.)
subala- Fırlatmak; mancınıkla atmak.
strana Ülke, memleket: "Strananı pray
odap parirlar." V. Şulbayeva subaldır- Birbiri ardınca göndermek,
(Memleketi hep yakıyorlar.) izlettirmek.
stranitsa Sayfa, yaprak. subalıs- Birbiri ardınca gitmek, dizilmek:
strateg Strateji uzmanı. "Kiri-burular çiitternîn soonca çolca
-454- suğındı
subalıstır

subalızıbıshannar." M. Kokov çoh susuz, suğ çoh çahayahtar


(Yaşlılar gençlerin ardından yola salıhça susuzluktan çiçekler solu­
dizilmişler.) yor çir altındağı suğlar yeraltı su­
subalıstır- Birbiri ardınca göndermek. ları. 2. Nehir, ırmak, ağın suğ akışlı
subalıstıra zf. Sırayla, silsileyle. nehir, akımı yüksek nehir, akarsu.
suğ ahhlapçadadır nehir akıyor.
şubara- Karmakarışık olmak, dağınık
suğ kis pararğa kirek suyu (nehri)
olmak.
geçmek gerek, suğa somçalar ne­
subaraan s. 1. Karışık, dağınık. 2. Pas­ hirde yüzüyorlar. 3. Su, suyla ilgili.
pal, pasaklı: "Parçanar andağ suğ terbeni su değirmeni, suğ
homayzar, subaraannar, min transportı su taşımacılığı, suğ
sîrernl, idi polzanar, parçanarnı harağadı siyah Frenküzümü. suğ
obed çoh halğızarbın." A. ağazı kızılağaç, ada-çir suu
Kuzugaşev (Hepiniz öyle atayurt, vatan, doğum yeri. möge
kötüsünüz, paspallar, ben sizi, öyle suğ ab-ı hayat, ebedî s u , hayat su­
olursanız, hiçbirinize öğle yemeği yu, nahmır suu yağmur suyu. çılığ
vermem.) suğ ılık s u . suğ tamçıla- su
subay 1. Kısır, subay inek kısır inek. 2. damlamak, suğ sus- su almak.
Bekâr, subay ipçî çocuksuz kadın. suğ ur- su koymak, suğ hastada
subay çorıh Adî adım yürüyüş: İnîske su kıyısında, suğnı oorta- suyu
kire subay çorıhnan çorta halğan." avurtlamak, yudumlamak.
V. Kobyakov (İnişe girerek adî suğ (ıı.) Çokluk, -gil anlamları vererek
adımla koşmaya başlamış.) ikilemeler kurar, mal-suğ hayvan­
subbota Cumartesi. lar, tayğa-suğnın kîzîlerî ormanla­
subjektivnay s. Sübjektif, öznel. rın ruhları.
subyekt 1. gr. Özne 2. Fail: "Kız! nimes suğar- Su vermek, su içirmek: "Min anı
ol subyekt." V. Şulbayeva (İnsan suğaram, fcen.'' N. Domojakov
değil o fail.) (Ben ona su vereyim, anneciğim.)
subyektivizm Öznelcilik, sübjektivizm. suğarıs- (birlikte) Sulamak.
sudak zool. Uzun levrek. suğart- Sulatmak, suvartmak.
sudno Tekne, gemi. suğat Suvat: "Ol köl anda turgan
malnın suğadı polça." V. Kobyakov
sudur Kutsal yazı, kitap.
(O g ö l , orada duran malın
sud'ya Hâkim, yargıç. suvadıdır.)
suffiks gr. Sonek. suğdur Düşüncesiz, havai, dönek,
suflyor Suflör. suğdur harahtığ seksi bakışlı.
suğ (ı.) 1. S u : "Paza ol suğnın hazında suğın- 1. Takmak, kuşanmak: "Ah
tigde-mında ot çıltırashlapça." V. pörîktîg, çıltırah marhalığ, hılıs
Kobyakov (Yine o suyun kıyısında suğınğan pır hara sıraylığ ons." V.
orada burada ateş parıldıyor.) Kobyakov (Ak börklü, parlak
haynaan suğ kaynamış su. har düğmeli, kılıç kuşanan bir yağız
suu kar suyu. tüülgen suğ durgun yüzlü Rus.) 2. Yutmak. 3. Dizilmek.
s u . tustığ suğ tuzlu s u . tuzı çoh paspah suğın- bağdaş kurmak.
suğ tatlı s u . sarığ suğ bahar suyu.
suğındı takma saç örgüsü, naa palağa
suğ aylançığı girdap, burgaç, su
çitî suğındı suhçan yeni geline
çevirisi, suğ am daa pus la oshas
yedi takma saç örgüsü takılır.
sooh su hâlâ buz gibi soğuk suğ
- 455 - sulan
suğındılığ
suğındılığ s. Takma saç örgülü. sokmuş, onu sağrısına vurarak
suğundılığ ipçî takma saç Örgülü ürkütmüş.) pis'monı konvertke
kadın. suh salarğa mektubu zarfa sok­
mak.
suğıs- 1. Sokuşturmak. 2. Dizmesine
suhar' Peksimet, galeta.
yardım etmek.
suğla- Sulamak. suhpa Yoksul giysisi, suhpazı çoh kızı
elbisesi olmayan kimse.
suğlacan ağırığ Sıtma.
suhsa- Susamak: "Suhsabaan daa
suğlal- Sulanmak.
polza, küren at îzîp alarga itken,
suğlan- Sulanmak, poza pağnıh oralğan pazı
suğlandır- Sulandırmak: "Hızıl köbîglîg sağırızına pıçılaan." N. Domojakov
harahtarın suğlandıra körgen." A. (Susamamış olsa da, yağız at
Çerpakov (Kızıl köpüklü gözlerini içmek istemiş, dizgin ipinin kıvrılmış
sulandırarak bakmış.) ucu sağrısında saklamış.) Hada
suğlas- (birlikte) Sulamak. astap, hada suhsap çör, çe
arğızıiînı tastaba. Atasözü (Birlikte
suğlas Sulama, sulayış.
acık, birlikte susa, fakat arkadaşını
suğlat- Sulatmak. bırakma.) Suhsaan kîzee suğ
suğlığ s. Sulu: "Pllçezıh me, çüreem, tadılığ. Atasözü (Susamış kişiye su
sooh hıshıda / Suğlığ okopta tatlı.)
uzaanıbıstı." M. Kilçiçekov (Biliyor
musun yüreğim soğuk kışta / Sulu suhsah Açık, hafif içecek, suhsah süt
siperde uyuduğumuzu.) yağsız süt. suhsah arağa hafif i ç k i .
suğluh Gem: "Ah azahtığ toraat, timîr suh salaa belt. İşaret parmağı.
suğliin kuzürede taynap, tohtl suhsas Susuzluk, susayış: "Pazoh la
tuşken." V. Kobyakov (Ak ayaklı unducaa çoh suhsas îstîn kiniir
doru at, demir gemini kütürdeterek turğan." N. Domojakov (Yine
çiğneyip, duruvermiş.) suğluh suh- unutamayacağı susuzluk içini
gem vurmak, suğluh köleçkezî kemirmiş.)
suluk zinciri: 'Toraat, suğluh suhsat- Susatmak.
köleçkezî sığdırazıp, hılağay huzuru
suh sırtı Derinin en sert kısmı.
çayılğan." V. Kobyakov (Doru a t ,
suluk zinciri şıngırdayıp, seyrek suhsum Susuzluğu giderici içecek.
kuyruğu yayılmış.) ayran suhsum îzîher ayran içiniz.
suğluhta- 1. Gem vurmak 2. mec. Gem şuhsun 1. Susama, susuzluk: "Arsa, pu
vurmak, önün kesmek: "Hır çol hastadağı ottarnı taynaza, sala
Ağbannı suğluhtap alıp / Huruğ şuhsun amıhrcıh." N. Domojakov
Uybattı hubuldırçabıs." M. (Veya, bu yol kıyısındaki otları
Kilçiçekov (Kır Ağban nehrine gem çiğnese, susuzluğu biraz geçerdi.)
vurup / Kuru Uybat ovasını 2. Susuzluğu giderici içecek.
değiştiriyoruz.) sula ( l . ) 1. Yulaf: "Oray kizılgen sula
suğluhtat- Gem vurdurmak. hırazı." N. Nerbişev (Geç biçilmiş
yulaf tarlası.) 2. Yulaftan, yulafla
suğ-sürbe tekr. Fakir fukara. ilgili sula pothı yulaf lapası.
suh- Sokmak, koymak, yerleştirmek:
sula (ıı.) Hafif içki. sula arağa hafif içki.
"Sablstîh müngen adının h uzu ruh
altına suğıbızıp, anı çîksîde sulalığ s. Yulaflı.
sağırlabıshan." N. Domojakov sulan (ı.) sag. zool. Balıkçıl kuşu krş.
(Sabis'in bindiği atın kuyruk altına sülen.
sulan -456-
surağ
sulan (ıı.) (hayvan) Barınağı, ahırı, at sumusha Mantar, tıpa, tıkaç. îdîs ahsın
sulanı at ahırı. çapçan sumusha kabın ağzını t ı ­
sulan- (ı.) El kaldırmak, keskenmek. kayacak tıpa.
sulan- (ıı.) Bir şeyi yapmak istemek, sumushla- Tıkamak, kalafatlamak.
sulanmak, pala pazarğa sulança sun Uzunluk, boy. arğamcı suni kendi­
çocuk yazmak istiyor. rin (sicimin) uzunluğu, tîn suni yu­
sulandır- El kaldırtmak, keskendirmek. lar (dizgin) uzunluğu.
sulba Çocukların beliklerine bağlanan sun- Sunmak, uzatmak soonan hol
gümüş süs. suna çoğıl iş işten geçtikten sonra
el uzatılmaz, holın sun- a)elini u­
sulbıra- Karmakarışık olmak krş.
zatmak. b) el uzatmak: "Köyîik ıırcı
scı bar a-
holın sunza / Kürezerge timde
sulğa- (ı.) Sarmak, dolamak, polça." M. Kokov (Kurnaz düşman
bürümek. el uzatsa / Savaşmaya hazır olur.)
sulğa- (ıı.) Hayır duada bulunmak. sundır- El uzattırmak.
alğap sulğap dua ederek.
sunduh Sandık, altı harahtığ ah sun­
sulğan- 1. Sarılmak, dolanmak, bürün­ duk altı altı aynalı ak sandık.
mek 2. mec. Sarılmak, kuşanmak:
"Hanaa soonça oylap sıhhan, sunğar zf. Boyunca, doğru: "Çohırah,
hanaa, üzen, ırada la hoğdırap am na haydah-da oylap kilfp,
odırğan, harashaa sulğana." N. pastap tura tüzîp, anan ol, Torkanı
Domojakov (Arabanın ardınca alında körgenneher, ağaa sunğar
koşmaya başlamış, araba ise, pah çöre halğan." V. Kobyakov
tıkırdayarak uzaklaşmış, karanlığa (Çohırah, şimdi bir yerlerden koşup
sarılarak.) gelerek, önce durmuş, sonra o,
Torka'yı önceden gördüğünden,
sulğancıh Sarma çorap. ona doğru bakıp yürümüş.)
sulğandır- Dolandırmak, bürümek.
sumnca zf. Boyunca, uzunluğunca.
sulğanıs- Dolanmak, sarılmak, bürün­ arğamcı sunınca kendir uzunlu-
mek. ğunca.
sulu 1. Temiz, arı. sulu pala temiz ço­ supsah s. Yavan, tatsız (yemek).
cuk. 2. Saf. sulu alığ tüm aptal, çok
sur Boncuk.
aptal.
sur- 1. Sormak: "Sin tamkı tartçazıh ma,
suma habırğa anal Yalancı kaburga
ay-ool? -surca Aydodah." V.
kemiği.
Kobyakov (Sen sigara içiyor
sumka Çanta: "Kirek nimelernî musun, ey oğul? -soruyor Aydo'ya-)
timneglebîsken, anan sumkalarğa 2. İstemek, rica etmek. Oğırlap
suhhlabıshan." \. Kotyuşev (Gerekli alğanca, tîlenîp a l , küçürlep
eşyalarını hazırlamış, sonra alğanca, surıp a l . Atasözü (Hırsız­
çantalara koymuş.) lık edeceğine, dilenip al, zorla ala­
sumkacak Küçük çanta: "Vaska, cağına, isteyip al.)
tonıcağın çapçan kize tartıp alıp, sura Rahatsız.
knîjkelerm tuup sumkacağına
surağ 1. Sorgu. 2. Sorma, sual 3. Rica
suhhlap alğan." A. Kuzugaşev
istek: "Haydağ surağ sfrernîn
(Vaska, elbisesini çarçabuk giyinip,
minzer, Matilda?" V. Şulbayeva
kitaplarını çantasına sokmuş.)
(Hangi ricayla bana geldiniz,
summa Toplam, meblağ, tutar. Matilda?) surağ it- sormak.
- 457 -
surağla susta
surağla- Sormak, sual etmek, soruştur­ sorunu ortaya koymak. tîl
mak: "Aydodan ol kîzî îdi, nime-noo ügrediinîn surığları dil öğretimi so­
surağlap, çoohtasçathanda, ağaa runları. 3. İfade, sorgu, surığ İ t - i­
nay la hınığ pol turadır." V. fade almak, sorguya çekmek.
Kobyakov (Aydo'dan o kişi böyle surığ tanığ gr. Soru işareti.
çok şeyi sorup, konuştuğunda, ona surığlığ s. Soru, soruyla ilgili, surığlığ
çok iyi geliyor.) predlojenie gr. Soru cümlesi.
surağlas Sorma, sual etme. suni- 1 . Sorulmak. 2. Sorgulanmak.
surağlas- Sormak, soruşturmak, hâl surın- Dilemek, istemek, rica etmek,
hatır sormak: "Anı-mmı sormak: "Apar ibîhzer! -noğa-noğa
surağlashan soonda, Payanzar îdi sunnğanına sanağ pirbin
örçîlîg, çe oloh tuşta pırosınıstığ 'çoohtanğan Fedor Pavloviç." N.
körîsneh körîp, çoohtap sıhhan."S. Domojakov (Götür evine! -niçin öyle
Çarkov (Şundan bundan sorduktan istediğini hesaplamadan konuşmuş
sonra, Payan'a mutlu, fakat o Fedor Pavloviç.)
sırada suçluluk duygusuyla bakıp,
surınıs Rica, dilek: "Min sinzer uluğ
konuşmuş.)
surınısnah kildim." S. Çarkov (Ben
surağlat- Soruşturtmak, sordurmak. sana büyük bir rica için geldim.)
surağlığ s. Sorulan, soruşturulan.
surıs Soruş, sorma.
surağ-sap tekr. İzin: "îhede halğan çîp surıs- 1. Birbirine sormak. 2. Birbirin­
uçuğın daa surağ-sap çoh albaan."
den dilemek, istemek.
N. Domojakov (İğnede kalan ip
ucunu dahi izinsiz almamış.) surlama Boncuk gibi gözler.
surlığ s. Boncuklu.
suralan- Huysuzlaşmak, rahatsızlaş­
mak, pala suralança çocuk surna- Tahsis etmek, hasretmek, ithaf
huzursuzlanıyor. etmek.
suras Evlilik dışı çocuk, piç: "Kemzîri? surnah Saçak buzu. t î z î çoh ineyek
Pîreezînîh suras eynezîzîh! - Sin huzuh hazça dişi yok ninecik kuyu
pozın suras! - oolah Agurdan kazar (bil. saçak buzu)
tudızarğa habıshadağ." A. surtpa (söğütten) Sepet.
Çerpakov (Kimsin? Birinin piç suru bk. sur.
şeytanısın! -Sensin piç! -Çocuk şurup 1. Vida. 2. Somun.
Agur'la tutuşup kapışacak gibi.)
sus- (suyu) Çekmek, almak, su almak
surasta- Evlilik dışı doğurmak. kirîlîp kip kispeen, süülînîp suğ
surdır- Sordurmak, soruşturtmak. suspaan gerinip elbise biçmemiş,
surguç Mühür mumu. uzanıp su sunmamış.
surğun tas Kristal. Çağmğı çirge sus Ziya, parlaklık, ışık. kün suzı gün
kîçîcek hara t a s , ırahhı çirge ışığı: "İzen sağaa, çarıh künnîh
surğun t a s . Bilmece, göz bebeği. suzı." M. Kilçiçekov (Selâm sana,
(Yakın yere küçücük kara taş, u­ parlak güneşin ışığı.) tağ suzı eko,
zaktaki yere kristal.) yankı.
surıcah Küçük boncuk. sus örtek zool. Bir ördek t ü r ü .
surığ 1. Soru: "Turğıshan surığlarıma sushı 1. Kepçe. 2. Kürek, çistek
nandırığ albadım." V. Şulbayeva teercen sushı yemiş derme k ü r e ğ i .
(Sorduğum sorulara cevap susta- Parıldamak, ışıldamak.
almadım.) 2. Sorun, surığ turğıs-
sustal -458-
suurın

sustal- Parıldamak, ışıldamak: "Ayğa- Kobyakov (Merhab-a-a, ey o ğ u l ! -


künge sustala / Ay-Petri, sin turzıh." at üstünden tanımadık biri
S. Kadı şev (Ayda güneşte gülümseyerek seslenmiş.)
parıldayıp / Ay Petri sen suulas- 1. Gürültü patırtı çıkarmak:
duruyorsun.) "Naa tastaan ulam üstünde uzirğa
sustan- Parıldamak. çadıp, haraağa çitîre uzubin
sustır- Suyu çektirmek, aldırmak. suulasçathannar." İ. Kostyakov
(Yeni atılmış ot yığını üstünde
suşçestvitel'nay gr. isim.
uyumak için yatıp, geceye kadar
sutka 24 saat, bir g ü n . ol pır sutka uyumadan gürültü etmişler.) 2.
uzubaan 24 saat uyumamış. Yüksek sesle konuşmak: "Kustuktıh
suu Sade giysi, suu ton sade palto. ibineh sağam na suulasçathan
suuda- Çok istemek, çok dilemek. kiziler pu ağılğan kizîlerge udur
suudın bk. suudun sıhhlap kilgenner." V. Kobyakov
(Kustuk'un evinden az önce yüksek
suudun Serserilik, başıboşluk.
sesle konuşan kişiler, getirilen
suudıncıl Serseri, başıboş. insanları karşılamaya çıkmışlar.)
suuh Sıvı, mayi, akışkan, kaygan:
suulas Gürültü, patırtı.
"Sınap hulah üstünde uzun
namemin suuh haazı mıltıh çili suum-saam tekr. Gürültü, patırtı:
tarsılabaan polza." N. Domojakov "Suum-saamğa aarhı komnatadan
(Gerçekten kulağının üstüne uzun apsah sıh kilgen." N. Domojakov
kamçının kaygan kayışı tüfek gibi (Gürültü patırtıya öteki odadan
patlamasaydı.) ihtiyar çıkıp gelmiş.)
suuh- Islanmak: "Suğlığ-suğlığ şuur bk. suu
nanmırlar / Solbırabinan ağıbıshan şuur- 1. Sıyırmak, çıkarmak: "Yakın,
/ Suuğıp, çuulıp puyğannar / sarsıh azağın îzehedeh şuur
Suğlan parğan tunbıshan." A. polbin..." V. Kobyakov (Yakın, bir
Topanov (Sulu sulu yağmurlar / Şı- ayağını üzengiden çıkaramayıp...)
rıldayarak akıvermiş /Islanıp yıka­ ton şuur- palto çıkarmak, Suğa
nıp akçamlar / Sulanmış duruyor­ kîrgelekke ödîk suurba, tağa
lar.) sıhhalahha, tayah taynama. Ata­
suuh hılıhtan- Düşüncesizce davran­ sözü (Suya girmeden çizme çıkar­
mak. ma, dağa çıkmadan asaya dayan­
ma.) 2. Fotoğrafını çekmek.
suuh hılıhtığ Düşüncesiz.
suurdır-1. Sıyırtmak, çıkarttırmak. 2.
suuhta- Sıvılaşmak, cıvıklaşmak,
Fotoğraf çektirmek.
kayganlaşmak.
suurğan 1. Budistlerde kutsal şeylerin
suuhtal-Sıvılaşmak, cıvıklaşmak.
konulduğu kap. 2. Budistlerde ö l ­
suuhtat- Sıvılaştırmak. müş din adamının yatırıldığı sehpa.
suula- 1. Şarıldamak. 2. Çok gürültü suurıl- 1. Sıyrılmak, çıkmak. 2. Fotoğ­
çıkarmak. raf çekilmek.
suulaas s . 1 . Konuşkan. 2 . Gürültücü. suurın- Sıyrılmak: "Sarsıh azağı
suulah s. Kalabalık, işlek suulah ulitsa îzehedeh suunnıp, pazınah çirge
işlek cadde. çaçıla parğan." V. Kobyakov (Bir
suulan- Gürültü, ses çıkarmak: "E-ezen, ayağı üzengiden sıyrılıp, başıyla
ay-ooli - at üstüneh tanış nimes kizi yere yayılmış.)
külMp arah suulana tüsken." V.
-459-
suurıs sümekçîn

suurıs- 1. Sıyrışmak, birbirinin elbisesi­ süge (Fal bakılan) 41 ağaç çubuk.


ni çıkarmak. 2. Birbirinin resmini sügen Çöten, kirtil, balık avlama sepe­
çekmek. t i , aal sügenî mec. misafir gitmeyi
suut 1. Utanç, utanma, uyat-suut seven.
pîlbes utanma arlanma bilmez. sülbeereme Uzun elbise.
suudın par ba? utancın var mı? 2. sülbür Kötü, kalitesiz (dikiş), sülbür
Ar, namus. tîgîlgen kögenek kötü dikilmiş e l ­
suverenitet Egemenlik, hükümranlık. bise.
suverennay s. Egemen, hükümran. sülek- Sıradan, alelade giyinmek.
suverennay respublika egemen sülen zool. Balıkçıl kuşu krş. sulan.
cumhuriyet. süleyke 1. Cam:
suyal- (hayvan) Besin yetersizliğinden "Közenektermîn süleykeleri
zayıflamak, hastalanmak. odılğlap partır, polının pulunnarı
suymah 1. Çorbaya konan baharat. 1. mglep, hayzı çirde öffre
Koyu (yiyecek) köringlepçe, Alcıbay çaağa
suymahtığ s. 1. Baharatlı (yiyecek). parıbıshanda, ibînde îcezî le halğan
tadar tamağı suymahtığ polcan polğan." S. Çarkov (Pencerelerinin
Hakas yemeği baharatlı olur. 2. Ko­ camları kırılıp, zeminin köşeleri
yu, suymahtığ tamah koyu yemek. çürümüş, bazı yerleri delinmiş,
sübîrek bk. sübürek Alcıbay savaşa giderken, evinde
sadece babası kalmışmış.) 2. Şişe.
sübür Kadın pantolonu.
pîr süleyke habah arağa bir şişe
sübürek Paçavra, çaput: "Küsküde votka, sın süleyke kristal, arğan
nînnerîne hızıl sübürekter hazağlap süleyke fayans, krş. südîye.
salğan haydağ-da soldattar
kilgenner." A. Kuzugaşev (Güzün sültek Cadı.
yenlerine kızıl çaputlar bağlayan süm (ı.) Karış.
bazı askerler gelmişler.) süm (ıı.) 1. Giysi. 2. Takım elbise. 3.
sübürekte- Bez, çaput bağlamak. Donanım, teçhizat.
südîye 1. Fayans. 2. Cam harah süme (ı.) 1. Kurnazlık. 2. Zeyreklik.
südîyezî gözlük, krş. süleyke süme (ıı.) Tapınak, mabet. Izıh tağda
südîyeke sag. Şişe. süme polğan Izıh dağında tapmak
südye bk. südîye varmış.
süg- Süzmek, süt süg- süt süzmek. süme (m.) Yemek suyu. ügre sümezî
çorba suyu.
sügbe 1. Süzgeç. 2. Balıkçı kepçesi. 3.
sümek 1. Erkek çocuğun idrarını yaptığı
Elek
şişe. pubay sümegî beşik şişesi. 2.
sügbecek Süzgeç, küçük süzgeç, süt El değirmenin miline geçirilen boru.
sügcerî sügbecek süt süzecek teerben sümegî el değirmeni hal­
süzgeç. kası. 3. Poyra, hahaanıh sümegî
sügde 1. Koyun boynu. 2. Bu boynun atlı arabanın poyrası.
derisi. sümekçî Yardımcı, hizmetkâr, uşak.
sügdek (çocuk doğduktan sonra) Eşi sümekçîn Yardımcı, hizmetkâr, uşak:
(sonu) toprağa gömme. "Antihristîğ sümekçmî polıbıstın
sügdekte- (çocuk doğduktan sonra) ma?" M. Kokov (Anti Hristiyanlık
hizmetkârı mı oldun?)
Eşini, sonunu toprağa gömmek.
sügdö bk. sügbe.
sümele -460 sürekte!

sümele- 1. Kurnazlık etmek. 2. Uydur­ Çohırah onu kara devirmiş.)


mak, yalan dolan çevirmek. uyğunı sür- uykuyu kaçırmak.
sümelen-1. Kurnazlık etmek. 2. Dalave­ sürbek Paçavra, çaput krş. sübrek.
re çevirmek. sürben Kenarından dikme.
sümelendîr- 1. Kurnazlık ettirmek. 2. sürbes Belik. k r ş . sürmes
Uydurtmak. sürde- 1. Şaşırmak. 2. Sıkılmak. 3.
sümeles-1. (birlikte) Kurnazlık etmek. 2. Korkmak, ürkmek, ürpermek:
(birlikte) Uydurmak. "Payusa, hacanoh üreen, çe
sümelîg 1. Kurnaz. 2. Yalancı, dalave­ tabılbin ür pol parğan kîzînîh
reci: "M ma pu Semen, İlek paza pu söögîn körîp alarga kîrçetkenge
minîr) sümeliim, Torka." V. tööy sürdep ala, apsahtıh soonan
Kobyakov (İşte bu Semen, İlek ve Tzîkser kîrerge mökeygen." A.
benim dalaverecim Torka.) Çerpakov (Payusa, çoktan ölmüş,
sümnen- Uğraşmak. fakat uzun zaman bulunamamış
kişinin cesedini görmeye giren kişi
sümnenîs Sürünceme, savsaklama
gibi ürperip, ihtiyarın ardından
byurokratiçeskay sümnenîs b ü ­
kapıya doğru girmek için eğilmiş.)
rokratik sürünceme.
sürdestîg s. 1. Sıkılgan. 2. Korkunç,
sümür (ı.) Kam elbisesi, ham sümürî
dehşetli, sürdestîg kîzî korkunç
kam elbisesi.
adam.
sümür (ıı.) s. Pürüzlü, pürtüktü.
sürdîr- 1. Sürdürmek, takip ettirmek. 2.
sümzüg Fitneci, dedikoducu.
Kovalanmak, sürülmek: "Çe sağam
sümzük bk. sümzüg aday hara husha kürgen azıra
süne Ruh: "Tannap taa parğan apsah, sürdîr parıbıshan." N. Domojakov
haydi mınca irte pu ipçı mında pol (Fakat şimdi köpek kartalı
parğanına, alay süne be?" N. kurgandan aşarak kovalanmış.)
Domojakov (Şaşırmış da ihtiyar, bu süree zf. Sürekli, devamlı.
kadar erken bu kadının nasıl
süreelen- Sürekli giymek, çabal kiptî
burada olduğuna, yoksa ruh mu?)
süreelengen kîzî kötü elbiseyi de­
sünekçîn Hizmetkâr, uşak krş. sîbekçî. vamlı giyen kişi.
sünet Ölüyü anma töreninde kesilen atın süreeiîg s. 1. Sürekli, devamlı: "Pala-
derisi. parhanı, ipçîlernî süreeiîg horğıdıp,
Sünmen 1. kız. Buz kırma aracı. 2. kaç. tiskîndîrçe." G. Topanov (Çoluk
Ok ucu tıpası. çocuğu, kadınları sürekli korkutup,
tiksindiriyor.) 2. Çok, pek ç o k .
sünnîg s. Ruhlu.
sürekte- 1. Ardından gitmek,
sünür (ı.) Kam tefinde uzun metal boru.
takip etmek. 2. Kovmak, kovala­
sünür (ıı.) Derin kap. mak: "Pîrde küstîg azah sabızınah
sünürtees Dizgine bağlı küçük zil, çan. çağınhı püürlernî sürektep." N.
süptür Yırtık giysi. Nerbişev (Bazen güçlü çifte atışıyla
süptüre- Giysi yırtılmak, suptürep yakındaki kurtları kovalayıp...)
parğan kip yırtılmış elbise. sürekteg Sürek, takip, peşinden gitme.
sür- Sürmek, peşinden takip etmek: sürektes- (birlikte) Takip etmek, kova­
"Vaskanı süre çidîp, Çohırah anı lamak, peşinden gitmek.
harğa andarıbıshan." A. Kuzugaşev
(Vaska'nın peşinden yetişip, sürektet- Takip ettirmek, peşinden gön­
dermek.
-461 -
sürelîg süs
sürelîg bk. süreelîg sürmestîg s. Belikli: "Tegîlek küren
sürene İğrenç, berbat. sırevylığ, sürmestîg his, ibîre sitkîp
körlp, odırçathan." N. Tyukpiyekov
sürenkey bk. sürene
(Yuvarlak, yağız yüzlü, belikli kız,
suret Hortlak, suret kilîr! hortlak geliyor!
etrafa dikkatlice bakıp oturuyor.)
suret oshas hortlak gibi.
sürnük- 1. Sürçmek. 2. mec. Sürçmek:
sürge- Sarmak, krş. sörge-
"Pîlçem, çüreem, tasta pıromnı /
sürgek 1. Esaret, sürgektegî çon esa­ Çurtas çobaana sürnükçeh
ret altındaki halk. 2. Kaçırma. 3. polğam." M. Kilçiçekov (Biliyorum,
(hayvanlarda) Göç. yüreğim, affet suçumu / Hayatın
sürgek ayı Ocak. yorgunluğuna sürçmüş oldum.) tîlî
sürgî (ı.) Deri işlemede kullanılan ağaç sürnük- dili sürçmek.
alet. sürnüktîr- Sürçtürmek: "Ol - oymah-
sürgî (ıı.) Sürme, izleme, takip e t m e . sohnığ, tastığ çollar / Çorıhçıl attı
sürgün bk. sürgüncî sürnüktîrgen." M. Kilçiçekov (O,
çukurlu taşlı yollar / Yürüyüşlü atı
sürgüncî İz süren, takip eden.
sürçtürmüş.)
sürîg Sürek, takip: "Sıbıra andağ
s ü r t - 1 . Ovmak, ovuşturmak. 2. Sürtmek,
toozılbas sürîgdeter olar." N.
sürmek, sıvamak: "İliskecek, tîzeh,
Nerbişev Devamlı böyle bitmeyen
sürekteler onlar.) anın holına yod sürtkli tarthlap,
anzına im pozıdıbıshan." İ.
sürîndî pala Küçük bebek. Kotyuşev (İliskecek ise, onun
sürîs- Birbirini takip etmek, sürüşmek, kolunu çekip iyot sürmüş, ona ilâç
birbirinin peşinden gitmek: "Uzı- vermiş.)
pazın çitîrbes uzah çolnı sürîs le sürtîl- 1. Ovulmak, ovuşturulmak. 2.
parça." N. Domojakov (Ucu bucağı
Sürtülmek, sıvanmak.
bulunmaz uzak yolu takip edip
gidiyor.) îs sürîs- iz sürmek. sürtîn- 1ı Ovulmak, ovuşturulmak. 2.
Sürtünmek, sıvanmak.
sürîs Sürüş, sürme, peşinden gitme.
sürtîs 1. Ovuş, ovma. 2. Sürtüş, sürt­
sürîze zf. Takip ederek, peşinden me.
giderek: "ipçî kîzî, sooların sürîze,
sürtîs- Sürtüşmek, birbirine sürtmek,
sığara honğan." N. Domojakov
sıvanmak.
(Kadın, peşlerinden takip ederek
çıkmış.) sürtke bk. sürtkî
sürîzîg Sürme, takip etme, peşinden sürtkele- 1 . Sürtmek. 2 . Ovalamak.
gitme. sürtkî 1. Merhem. 2. Kaymak.
sürkü 1. Sürme, sıvama. 2. Merhem. sürttîr- 1. Sürttürmek, sıvatmak. 2.
sürkünne- Hıçkırmak. Ovalatmak.
sürkünnes- (birlikte) Hıçkırmak: sürüg Şebeke, eşkıya.
"llğaannarm çaba pazınıp, pulunda sürüm şor. 1. Dönüm. (100x100) 2.
sürkünnes turlar pîstîh Tarlanın dörtte biri.
tudısçılarıbıs." A. Kuzugaşev sürün Ruh.
(Ağlamalarını bastırıp, köşede sürüncek s. Ayağı sürçen (at.)
hıçkırıyorlar bizim kavgacılarımız.) süs- (ı.) Süsmek, tos vurmak.
sürmes Belik. krş. sürbes süs- (M.) 1. Sallanmak, yalpalanmak. 2.
(defolup) Gitmek: "Süs mınnah,
- 402 -
süsek svat
sodan huzurun!" V. Şulbayeva tur." G. Topanov (Kara ipek
(Defol buradan, kesik kuyruk!) gömleğinin boynundan ak ala
süsek Tahıl ambarı. kravat sarkıyor.)
süsetke Rus masallarında c i n . süülîn- Uzanmak Kirîlîp kip kispeen,
süskîcT s. Tos vuran: "Ashırağım minîn, süülînîp suğ suspaan. Atasözü
süskîcî puğaçağım." V. Şulbayeva (Gerinip elbise biçmemiş, uzanıp su
(Aygırcığım benim, tos vuran almamış.)
boğacığım.) süülîndî Tortu, çökelti, çey süülîndîzî
çay tortusu.
süskîle- Tos vurmak.
süskîles- Toslaşmak. süümek Dağarcık, küçük torba: "Naa
çılnah alğıstap, harlan salğan
süskîn Daltaban, serseri. süümegmeh olarğa sıyıhtar
süsküyek Delgi. ülepçe." N. Tinikov (Yeni yıllarını
süspek Uzun etekli giysi. kutlayıp, karlanmış torbasından
süspekten- Uzunlamasına, boylu bo­ onlara hediyeler bölüştürüyor.)
yunca uzanmak: "Aydo, pastağı süürgîs Ayırıcı, süürgîsnen süttî
sabıstın it açiina sıdabin, çirge çararğa ayırıcıyla sütü ayırmak.
süspektene tüzip, anan, çabal süü ton Hafif elbise.
tonıcağın sözîre, oylap sıhhan." V.
süüzek Akağaçtan yapılmış kap.
Kobyakov (Aydo, ilk vuruşun
acısına dayanamayıp, yere boylu süüzîn 1. Özsu. tıttıfi süüzînî melez
boyunca uzanmış, sonra kötü ağacının özsuyu. 2. İrin, cerahat.
paltosunu sürükleyerek kaçmış.) süüzün bk. süüzîn
süspenek Yavan, tatsız. süüzünnîg s. Sulu. süüzînnîg ot sulu
süstîr- 1. Tos vurdurmak. 2. mec. Avare ot.
avere gezmek: "foğıs çoh süstîr süzîs- Birbirine tos vurmak, vuruşmak,
çörçetken ipçî, huzuruğı çoh piige toslaşmak.
tööy." V. Şulbayeva (İşsiz boş süzîs Tos vurma.
gezen kadın, kuyruksuz kısrağa süzük Kapalı, kizîn çolın süzük haizin!
benzer.) arka yolun kapalı kalsın!
süt Süt: "İki samnah süttî ahsına süzün bk. süüzîn
salıbıshan." N. Domojakov (İki süzürîk Dua, yalvarma.
kaşık sütü ağzına koymuş.)
süzürîkçî Hacı, kutsal yeri ziyaret eden.
Manzıraan seek sütke tüscefi. A­
tasözü (Acele eden sinek süte d ü ­ süzürîn- Dua etmek, yalvarmak.
şer.) açaan süt ekşimiş süt, bo­ pazırmıp süzürînîpçe dua ediyor.
zulmuş süt. (mal) süt pir- (hayvan) svastika Gamalı haç: "Çıltısnah svastika
süt vermek, ças süt taze süt. süt- urunıshanda / Hakas oolğı anda
söl süt ürünleri. harbashan." M. Kilçiçekov (Yıldızla
süttîg s. Sütlü. Ölgen inek süttîg gamalı haç çarpışırken / Hakas
polcan, ölgen kîzî çahsı polcan. oğlu orada savaşmış.)
Atasözü (Ölen inek sütlü olur, ölen svat Dünür: "Hozannarnı kördîh me,
kişi iyi olur.) harğa svat, -çoyırhos ünneh
iskîrçedîr ala saashan." İ. Topoyev
süül Siğil krş. sööl.
(Tavşanları gördün m ü , karga
süül- Süzülmek; sarkmak, uzanmak: dünür, -yaltaklanan sesle bildiriyor
"Hara torğı kögeneglnîh ala saksağan.)
moydırığınan ah çoh ir galstuk süül
-463-
sveçı syurtuk

sveçi Mum: "Pürkek sveçı çarıpça." A. svodka Bülten, haber, bildiri, rapor
Topanov (Donuk mum işiyor.) pogoda svodkazı hava raporu.
sveçka 1 .Buji. 2. Mum. svyaz' Muhabere, haberleşme.
sverhuroçnay s. Fazla mesai. svyazist 1. Posta memuru. 2. Haberci.
sverhuroçnay toğıs fazla mesai. svyazşçennay Mukaddes, kutsal.
sverlo Matkap, delgi svyokla Pancar.
svetofor işaret feneri, işaret lâmbası. syezd Kongre.
svidetel'stvo Rapor, şahadetname, syomka Çekme, çevirme.
belge töreennener svidetel'stvo syujet Süje, konu, mevzu.
doğum raporu, doğum belgesi. syurtuk Redingot.
svinka 1. Ot yığını 2. tıp. Kabakulak.
şayba tek. Rondelâ, pul.

-ş- şayka Çete, şebeke, oğırlar şaykazı


hırsızlık çetesi.
şablon Şablon, kalıp. şçtyotka Fırça.
şedevr Şaheser.
sacı şor. Dokuma tezgahındaki kumaşın
şef Şef.
kenarındaki iplikler.
şefte- Şeflik yapmak.
şadırah kız. s. Benekli, çilli.
şelkovitsa bot. Dut ağacı.
safran bot. Safran.
şağartış kız. . zool. Kene. şep kız. Çöp.
sağın kız. Kızıltı, kızıllık. şer kız. Yer.
şahmat Satranç, şahmat oyna- satranç şerbey bk. şerebe
oynamak, şahmat oyını satranç şerebe şor. 1. Barut doldurmalık. 2.
oyunu. Mermi.
şahmatist Satranççı şeviot Şevyot.
şahta Ocak, maden ocağı: "Alcıbay şifr Şifre.
şahta ustağcızınzar kilgen." S. şimpanze Şempanze.
Çarkov (Alcıbay maden ocağı şina Lâstik, çember.
yöneticisine gelmiş.) şinel' Kaput :"Adınah tüzip, şinelî
şahtyor 1. Madenci. 2. Madenciyle ilgili. ideen çayıldır çor." F. Burnakov
şahtyornın lampoçkazı madenci­ (Atından inip, kaput eteğini yayarak
nin lâmbası. yürüyor.)
sakal zool. Çakal. şiş kız. Su kabarcığı, fiske.
şal' Şal. şkaf Dolap: "Tattap parğan tirriır
ornahtar, sırı arıp parğan irgî ağas-
salanda Duba.
sınahtar: etajerka, şkaf, komod/'V.
şalbı tös Kumaş parçasından fetiş. Şulbayeva (Paslanmış demir
şam hlk. Mum. yataklar, boyası dökülmüş eski
şampanskoe Şampanya. ağaç araçlar: Etajer, dolap,
şapka Manşet. komodin.)
şar Küre. çir şan yer küresi. şkala 1. Kadran. 2. Cetvel.
şar şor. Bileği taşı, masat, pıçah şkola Okul: "Şkolanın uluğ nimes
çîtîtçen tudalığ şar bıçak zatında kök sıbıcah, tayğadah
bileğiieyecek saplı masat. aallap kîlîp, turıbıshan." N. Tinikov
sarf Atkı, boyun atkısı. (Okulun küçük salonunda yeşil
laden ağacı misafirliğe gelmiş.)
şarj Karikatür.
şleya Paldım.
şarmanka Laterna.
şlifoval'şik Perdahçı.
şanmahşçik Lâternacı.
şarnir Menteşe. şllfte- Perdahlamak, taşlamak.
şarnirlîg s. Menteşeli. şlyupka Sandal.
şaşka 1. Dama. 2. Dama taşı. 3. Tahrip şlyuz Alavere havuzu.
fişeği, şobay hlk. Geyik postu kaplı çadır.
tonaza ipçîlerî tayğada şobayda
şaşlık Şiş kebabı.
çurtıdırlar Evenk aileler ormanda
şatun tek. Piston kolu, biyel.
taa (ı.) Yakın, akraba, taa k î z î yakın taan zool. Ala karga: "Taan, parçıh
kimse. öörleri, kizek hara pulut çili, kiide
taa (ıı.) e. Dahi, da: "Mal daa, aylahtanızıp, çazaa toldıra harhılas-
aday-hus taa tabı s sığarbaan." N. çülçüres turlar." N. Tyukpiyekov
Domojakov (Mallar da kuşlar (Ala karga, sığırcık sürüleri, kara
köpekler de ses çıkarmamış.) bulut kümesi gibi gökyüzünde
Çabıs taa polza, adım par, homay dönüp, yazı dolusu gaklaşıp ötüşüp
daa polza ipçîm par. Atasözü (Kı­ duruyorlar.)
sa da olsa atım var, kötü de olsa taah ünl. Hayır, bilmem! t a a h , min
karım var.) anda at taa înek tee pîlbinçem! hayır, ben bir şey
hadarçalar orada at da inek de ot­ bilmiyorum.
latıyorlar, sınap taa gerçekten d e . taap bk. tap-
taacah Dağcık, tepe: "Aalnın alnında taar (ı.) 1. Pelerin: "Irkîn hırında uzucah
kizek tigey taacah turca, anı / Irgî taarın çabıncah." P. Ştıgaşev
Natpah tigey dee tip adıdırlar." F. (Eşik yanında uyumuş / Eski
Burnakov (Köyün karşısında zirveli pelerinini örtünmüş.) 2. Yağmurluk:
tepe duruyor, ona Natpah tepesi de "îkîzi dee pörîktîg, ötîkpeceh taar
diyorlar.) kis saltırlar." I. Kotyuşev (ikisi de
taacır Bir atışta iki av avlama, vurma. börklü, su geçirmeyen yağmurluk
taah hlk. Tavuk krş. tanah. giymişler.) 3. Çuval bezi. 4. Çuval
taaha bk. taahı. bezinden dikilmiş bir tür palto.
taahı Yapağı, tüy. tük taahızı tüs parça taar (ıı.) bk. tar (ı.)
ilkbarda tüyü dökülüyor. taar- Kesip kısaltmak: "Ibriin eezi,
taahılığ s. Yapağılı. tüylü, taahılıg hara sağallığ, kize taarğan sastığ."
küçüges tüylü tüylü köpek yavru­ V. Kobyakov (Evin sahibi, kara
su, taahılığ çabağa tüylü kulun. sakallı, kesip kısaltılmış saçlı.)
taahpı Tütün, taahpı tart- tütün içmek. taara- Ekmek: "As taa köp taancan."
sır çılan örtep çığan çirde ösken N. Tyukpiyekov (Tahılı da çok
çahayahtah taahpı pastalğan ej­ ekmiş.) Taaraan çirîme as sıhsın;
derhanın yakılıp gömüldüğü yerden tas pazıma tük sıhsın. Atasözü.
çıkan çiçekten tütün başlamış. (Ektiğim yerde ekin bitsin, kel ba­
taahpı tarthan kîzî çazıh itçe tütün şımda kıl çıksın.)
içen kişi günah işler. krş. tamkı taarçıh 1. Dağarcık, tus urcah taarçıh
taam (ı.) Tat, lezzet, çeynîn taamı çayın tuz dağarcığı, tamkı suhçah
tadı. taarçıh tütün kesesi. 2. (hayvanın
taam (ıı.) 1. Amaç, gaye, hedef, mlnîn husye torbasından yapılan) Dağar­
taamım andağ benim amacım böy- cık, çoon huça tübegîn kizîp, kül
l e . 2 . Tarz, y o l . tıhtap, hurup parza, taarçıh pol
parça, büyük koç husye torbası ke­
taamnığ s. Tatlı, lezzetli, tamahtarınar
silip, kül doldurulup kurutulursa
taamnığ polzın! afiyet olsun!
'dağarcık' olur.
taamnığ tamah lezzetli yemek.
taarığ
-468- tabın

taarığ Ekme, ekim. as taraan hıra ekin Kostyakov (İnsanların alkış sesleri,
ekilen tarla. at tabanı gümbürtüsüyle birlikte
taarığcı Çiftçi, köylü. uğuldamış.) çalbah taban mec.
taarığlığ s. Çiftçilik, hırğıstar as kurt. (geniş taban)
taarığlığ çon Kırgızlar çiftçilik ya­ taban (ııı.) Becerikli, eli uz. it taban
pan toplum(muş.) köpoğlu! kücür taban hilekâr, d ü ­
zenbaz, dolandırıcı.
taarla- Yüklemek: 'Taarla ol hanaağa, al
par, kör, pray nime ornında polzın." tabandırıh Ayak tabanlığı.
N. Domojakov (Yükle o arabaya, al tabanğahlk. zool. Kene, sakırga.
götür, bak her şey yerinde olsun.) tabanna- 1. Tabanlarıyla atın böğrüne
hanaağa od in taarla- arabaya o­ tepmek. 2. Tıpış tıpış yürümek.
dun yüklemek.
tabas (kızakta) Ayak yeri. sana tabazı
taarlağ 1. Yükleme. 2. Yük. kızakta ayak yeri.
taarlağlığ s. Yüklü, aar taarlağlığ ağır tabel' Liste.
yüklü. tabı 1. Kağıttan bir tür kumaş. 2. Bu
taarlas- (birlikte) Yüklemek. kumaştan naa tabı kögenek yeni
taarlas Yükleme, üzerine koyma. 'tabı' kumaşından elbise.
taarlat- Yükletmek: "Min sinî ot tabığ (ı.)Seçim.
taarlatpaspın, Aydocah." V. tabığ (ıı.) 1. Buluş, bulma, keşif, keşfet­
Kobyakov (Ben sana ot yükletmem, me, çözme, ortaya çıkarma. 2. Ka­
Aydocuk.) zanç, altın toğınğan çonnın tabii
taarlığ s. Pelerinli, pelerin giymiş: altın işçilerinin ücreti.
"Pozanı hızamzıh irgî taarlığ kîçicek tabığcı Seçmen: "Tabığçılar toğır
hara sıraylığ iren, izep ala, polıbıshannar." V. Şulbayeva
sîlîgîbîsçe." N. Tyukpiyekov (Seçmenler karşı çıktılar.)
(Dizgini, kırmızı eski pelerinli, küçük tabığlığ s. Seçimli, seçim, tabığlığ
yağız yüzlü erkek, çekiştirerek komissiya seçim komisyonu.
silkeliyor.)
tabii- (ı.) 1. Bulunmak: "Alcıbayğa
taartzool. Yelve, bıldırcın kılavuzu taart polızar kîzi tabılbaan." S. Çarkov
tapsapça yelve ötüyor. (Alcıbay'a yardım edecek kimse
taa-tuğan tekr. Yakın akraba, tügencî bulunamamış.) 2. Keşfedilmek,
toyında taa-tuğanğa paar çiirge bulunmak.
çarabas cenaze töreninde yakın tabii- (ıı.) Seçilmek.
akrabaların karaciğer yemesi ya­
tabılğa hlk. zool. Kene.
saktır.
tabılğat sag. bot. Erkeç sakalı, çayır
tabah Tabak.
melikesi: "Tabılğatha tudınıp alıp,
taban (ı.) Boa yılanı: "A mına pular, töbîn harahsın körçebîs." M.
kommunistter, ülgüdegî tabannar, Çebodayev (Erkeç sakalına
strananı pray odap parklar." V. tutunup, aşağıya bakıyoruz.) ayna
Şulbayeva (İşte bunlar, tabılğattan horıhça şeytan erkeç
komünistler, iktidardaki boa sakalından korkar.
yılanları, ülkeyi bütünüyle
tabılğı bk. tabılğat
yakıyorlar.)
tabın- Bulmak: "Torkadan surar daa,
taban (ıı.) Taban: "Kîzîlernîn aya
ağaa çoohtir daa nimezîn tabınmin
şahıstan, at tabanı nızıraannan
turca." V. Kobyakov (Torka'dan
hada pîrge nızırap sıhhan." İ.
tabir -469-
tacıra
soracak da, ona anlatacak da şey halkı savaşla korkutamazsın.) Pozı
bulamayıp duruyor.) pîr tudım, tabızı tağ talapça. -
tabir Damar krş. tamir. Bilmece, tüfek. (Boyu bir tutum, se­
si dağı yıkar.) tabıs çoh sessiz.
tabırah 1. is. Hız, çabukluk, sürat. 2. s.
tabıs çoh külkî sessizce gülüm­
Süratli, hızlı, seri, çabuk, çevik:
seme, ötîg tabıs keskin ses. kür
"Anın hırında tabırah pazıtnah
tabıs gür ses. nımzah tabıs yumu­
Keres irfîpçe." V. Şulbayeva (Onun
şak ses. pürkek tabıs boğuk ses.
yanından hızlı adımlarla Keres
harlama tabıs gürleyen ses. açığ
geçiyor.) 3. zf. Çabuk, süratle, he­
tabıs acı ses. aldanıstığ tabıs yal­
men: "Tabırah, minin sağaa çoohtir varan ses. îdîrgek tabıs kızgın ses.
çooğım par." S. Çarkov (Çabuk, hatığ tabıs sert ses. çarım tabıs
benim sana söyleyecek sözüm yarım ses. mıltıh tabızı tüfek sesi.
var.) Köp nimenî pîlzen, tabırah örînîstîg tabıs neşeli ses. aba
kirîp pararzıfi. Atasözü (Çok şeyi tabızı ayı sesi. kügürt tabızı gök
bilirsen, çabuk ihtiyarlarsın.) gürültüsü sesi. mönek tabıs kaygılı
tabırah poezd hızlı tren, tabırah ses. huruğ tabıs kuru gürültücü,
çürektîg çevik, tez canlı, tabırah yaygaracı.
hığır- hızlı okumak tabırah ağın
hızlı akım. tabıs- Buluşmak.
tabırah-tabırah tekr. zf. Çabuk çabuk: tabıs-tubıs tekr. Tapış tıpış.
"Küren at, suğuliin hocırada tabısta- Seslenmek, çağırmak.
tabırah-tabırah taynanıp..." N. tabıstan- Ses vermek, bağırmak.
Domojakov (Yağız a t , gemini tabıstığ s. 1. Sesli, ötîg tabıstığ
kütürdeterek çabuk çabuk pituğas keskin sesli horoz, çoon
çiğneyip...) tabıstığ kalın sesli. 2. Gürültülü,
tabıram (eğrilmiş) Yün, kıl. patırtılı, kavgalı. İki çabal p î r î k î p
tabıramnardan hıl arğamcı hatça çurtaza, tabıstığ polcan; hosti
eğrilmiş iplerden kıl sicim (halat) honcıhtarğa curt çoh polcan. A­
örülür. tasözü (İki kötü birlikte yaşasa kav­
tabırandı bk. tabıram galı olur, yakın komşulara yaşamak
tabırğa sag. zool. Dağ sıçanı. haram olur.) tabıstığ kirek skandal.
tabırğan zool. Uçar sincap. tabıstır- Buluşturmak.
tabırğı zool. Geyik Tabırğı çortpaan tağ tabıs-tubus tekr. Ses, ses seda.
çoğıl, tarıhpin ösken er çoğıl. A­ tabletka Tablet, hap: "îcezî körbeen
tasözü (Geyik koşmayan dağ yok­ arazında Ivan Petroviç fili altına
tur, darlığa düşmeden büyüyen in­ tabletka şuhça." V. Şulbayeva
san yoktur.) (Annesi görmediği sırada İvan
tabıs (ı.) Buluş. Petroviç dilinin altına tablet
sokuyor.)
tabıs (ıı.) Ses, seda, ün: "Olğannarnıh
tabıstarı ür nimeske çit parğan, tablitsa Tablo, cetvel, hatirının tablitsa
prayları sağınçalar." i. Kostyakov mat. çarpım tablosu.
(Çocukların sesleri birazcık tabrah bk. tabırah
kesilmiş, hepsi düşünüyor.) tabrat- Bükmek, burmak, döndürmek.
Tabısnan tağnı talap polbassıiî,
tabun Sürü, tabun.
çonnı çaanan horğıt polbassıiî.
Atasözü (Sesle dağı yıkamazsın, taburetka Tabure.
tacıra- Cızırdamak.
-470- tağ
tacıra

tacıra- tıcıra tekr. Cızırtılı. süt, ah, tadılığ puğday İpektin uluğ
tacırt 1. Bir atışta birden çok av vurmak. filîniî." A. Kuzugaşev (Taze s ü t ,
kiiktî üs taçırt athan bir atışta üç beyaz, lezzetli buğday ekmeğinin
dağ keçisi vurmuş. 2. Aşık oyunun­ büyük dilimi.) 3. mec. Tatlı, hoş, ra­
da bir atışta birden çok aşığa do­ hatlatıcı, güzel: "Çe nımzah ot
kundurmak. tözek, tadılığ uygu Aydonı tabırah
çaba pashan."M. Kobyakov (Fakat
tadar 1. Tatar, hazan tadar Kazan Tata­
yumuşak ot döşek, tatlı uyku
r ı , hırım tadar Kırım Tatarı, azay
Aydo'yu çabucak sarmış.) "Kire
tadar Asya Tatarı. 2. Hakas. min
salğan sooh kii paza ças süttih
ton tadarbın ben katışıksız
tadılığ ÇIZI ushurıbıshan." A.
Hakasım. hızıl tadar Kızıl Hakası.
Kuzugaşev (Giren soğuk hava ve
sağay tadar Sagay Hakası. 3.
taze sütün güzel kokusu
Hakas, Hakaslara ait, Hakaslarla i l ­
uyandırmış.) tadılığ ıs- güzel
gili: "Een ne çurttar çili, azırayıshan
tadar iblerf." N. Domojakov (Issız koku. tadılığ çurtas tatlı hayat.
evler gibi, ayrılıyor Hakas evleri.) tadıra- 1. Hızlı ve çok konuşmak
tadar çeyî (kaymaklı) Hakas çayı. tadırada hığırçadır hızlı okuyor. 2.
tadar kögenektîg Hakas gömlekli. Gürültü çıkarmak. maşına
tadar kiptîg Hakas elbiseli. tadırapça araba gürlüyor. 3. Takır­
tadarlap zf. Hakasça: "Ol uğaa çapsaan, damak, tıkırdamak: "Oraylat salğan
kîrösteen pabazı tadarlap çolcının hanaazı tadırapça." S.
çoohtanıp, paarsapçathanın." N. Çarkov (Geciken yolcunun arabası
Tyukpiyekov (O çok şaşırmış, vaftiz tıkırdıyor.) 4. Cırcır ötmek
babasının severken Hakasça tadırah zool. 1. Cırcır, tadırah tadırasça
konuşmasına.) cırcır ötüşüyor. 2. mec. Geveze.
tadı- Tadında olmak: "Tihls talaynı tadıras (ı.) 1. Halka şeklinde çocuk o­
hastada çörzem / Hazır suğlarıh yuncağı. 2. İlkel araba, tadırastığ
tadii tadıpça / Humnığ çazıda uçuh çörçe basit arabayla gidiyor.
parçatsam / Kök tayğalarıh tadıras (ıı.) Gürültü, patırtı.
haraamda turca." M. Kilçiçekov tadıras- Gürültü, patırtı çıkarmak.
(Denizin kıyısında yürüsem / tadırat- Gürültü, patırtı çıkartmak.
Coşkun suların tadı tadında /
Kumlu yazılarda uçup gitsem / Yeşil tadıros s. Geveze, zevzek.
ormanların gözümde durur.) tuzı tadjik Tacik.
tadıbinça tuzu az. tağ Dağ: "Tağ tağnan urunıspacah, iki
tadığ Tat, lezzet: "Andağ nimedeh nancı toğaspin polbacah teeni sın
taaraan as özer be, öspes! Azının poltır." V. Kobyakov (Dağ dağa
tadii daa polar ba, polbas!" M. kavuşmaz, insan insana
Kokov (Bununla ekilen ekin büyür kavuşmadan olmaz, denmesi
m ü , büyümez! Tahılının tadı olur gerçek olmuş.) Tabırğı çortpaan
m u , olmaz!) çistek tadii yemiş t a d ı . tağ çoğıl, tarınpin ösken er çoğıl.
Atasözü (Geyik koşmayan dağ yok­
tadıla- Ölünün giysisini parçalamak.
tur, darlığa düşmeden büyüyen er
tadılığ s. 1. Tatlı. Talbıtçah kîzînîn yoktur.) azağı hoh çoğıl tağnı
ülüzî tadılığ. Atasözü (Kaprisli kişi­ talapça. -Bilmece, akarsu. (Ayağı
nin ülüşü tatlı, tadılığdan tadılığ kolu yok dağı dalar.) tağ sırtı dağ
nimedîr? Bilmece, uyku. (Tatlıdan sırtı, tağ kisti dağ arkası, eelîg tağ
tatlı nedir.) 2. Tatlı, lezzetli: "Ças iyeli d a ğ . tağ habırğazı dağ
-471 - tahpayla
tağah

yamacı, tağ eezî dağ iyesi, pözîk undubadım." M. Kilçiçekov (Yalçın


tağ yüksek dağ. tağ paarı dağ e t e ­ dağlı güzel yurdumu / Yedi yıl
ğ i , tağ pili dağ beli. tağ suu dağ görmeyip, hiç unutamadım.)
suyu. tağ as- dağ aşmak, tağ hırı tah (ı.) Aşık kemiği.
dağ zirvesi, doruğu, çalaas tağlar tah (ıı.) (sertleşmiş) Toprak, aba tah it
çıplak dağlar, tağ idee dağ eteği. saltır ayı yeri çiğnemiş.
tağ olii dağ yamacı, tağnıh aarhı
taha Ökçe: "Sol azaanda poostap
sari dağın kuzey yamacı, tağ
salğan, tahazı çoh çabal tuup ödık."
indîre dağ aşağı, tağ bazı dağ
V. Kobyakov (Sol ayağında iple
başı. çabıs tağ alçak dağ. tağa
sıkıştırılmış, ökçesiz, kötü deri
sığara dağa yukarı, tağ pözii dağın
çizme.)
yükseği.
tahalçıh Kütükten yapılmış tabure.
tağah Tavuk. krş. tanah
tağayah Takkeye benzer şapka. tahalığ s. Ökçeli. pözîk tahalığ yüksek
tağdı- kız. Kapris yapmak, nazlanmak. ökçeli.
ham polar kîzînîn töstüpterî tahan Sacayağı, tahannın hılğazı saca­
tağdıpça kam olacak kişinin ruhları yağının çengeli.
nazlanıyor. tahır (ı.) S. Çıplak, kıraç, tahır cazı çıp­
lak ova.
tağdır Defter.
tahır moyınmğ Boynu tutulmuş.
t a ğ ı - 1. (diş) Gevşemek, yerinden oyna­
mak. 2. (kapı) Kırılarak açılmak. 3. tahır tüg Kısa yün.
Tersyüz olmak. tahla- Öksürmek.
tağıl- 1. Gevşemek, yerinden oynamak. tahpah Türkü, koşma, genellikle iki dört­
2. Kırılmak, bozulmak. lükten oluşan Hakas halk türküleri­
tağıra- Dikmek, söküğünü dikmek, o­ nin genel adı. : "Tahpağın
narmak, tamir etmek, maymah sarnapça." N. Tinikov (Türküsünü
tağır- ayakkabı tamir etmek. söylüyor.) tahpahha kîr- türkü
bestelemek, türkü yakmak, hushun
tağıran- Onarılmak, tamir olunmak:
tahpağı tekerleme.
"Tügîn tastınzar tikken aday teerızi
meleylenn tağıranıp toozıp, olarnı tahpahçı Türkü söyleyen, türkücü, türkü
hıya sal salıp, Vaskanın tonın besteleyen.
tartıbıshanın." A. Kuzugaşev tahpah-ırlar tekr. Şarkı t ü r k ü .
(Tüyleri dışarı dikilmiş köpek derisi tahpahta- Türkü söylemek.
eldivenleri tamir edip, onları yana tahpahtas- Karşılıklı türkü söylemek,
bırakmış, Vaska'nın paltosunu atışmak.
çekmiş.)
tahpahtas Türkü söyleme.
tağıras- (birlikte) Onarmak, tamir etmek.
tahpahtat- Türkü söyletmek.
tağıras Onarım, tamir.
tahpay 1. Yonga: "Ah tahpay çili abıda,
tağırat- Onartmak, tamir ettirmek. Al çörçezm katerler." S. Kadışev
tağıs- (birlikte) Gevşetmek, yerinden (Ak yonga gibi sallayıp /
oynatmak, zorlamak. Götürüyorsun botları.) 2. mec.
tağıt- 1. Gevşetmek, yerinden oynat­ Tabut, kîzî tahpayı tabut.
mak. 2. (zorlayarak) Açılmak. 3. tahpı Sigara: "Poç, sin, palam, tahpı nay
Söktürmek. tartpa."V. Şulbayeva (Hey, yavrum,
tağlığ s. Dağlık: "Çıkım tağlığ çahsı sen sigarayı çok içme.) bk. taahpı
çirifmnî / Cifi çil çörîp, çir tahpayla- Yonga toplamak.
tahta talah
tahta Köprü: "Öön aalda şkola püdîrerge pasparlak kızarıyor.) hara tal kara
kirek, Nımırttığda tahta." V. söğüt: "Tağ tözîne çidîp, attı hara
Şulbayeva (Öön köyünde okul talğa palğap salğabıs." M.
yapılmalı, Nımırtığ'da köprü.) timîr Çebodayev (Dağ eteğine ulaşıp, atı
tahta demir köprü, tasnah tahta kara söğüde bağladık.) ah tal ak
sal-taşla köprü yapmak. söğüt, huu tal gri söğüt, sarığ tal
tahta- Çiğnemek, ayaklarıyla ezmek. sarı söğüt, tal ağazı söğüt ağacı:
mal tahtaan çir malın çiğnediği "Anda tal ağastarı hırında kiziler
yer. körînglepçe." A. Kuzugaşev
tahtağ Sertleşmiş oyun oynama yeri. (Orada, söğüt ağaçları yanında
insanlar görünüyor.) tal sırıbı söğüt
tahtal- Çiğnenmek, ayaklarıyla ezilmek. çubuğu.
tahtalğan çol (çiğnenerek) sert­
t a l - 1. Yorulmak. 2. (el ayak) Uyuşmak:
leşmiş yol.
"Anın azah-holları talip, sırtının idî
tahtalah Sacayağı, tahtalahtı turğıs- sırlazıp, ol Aylah tağnın üstüne
sacayağı yapmak, koymak. çadap sıh kilgen." V. Kobyakov
tahtan- 1. Yinelemek, tekrar yapmak: (Onun el ve ayakları uyuşup,
"Min tahtanarğa hınmas kîzîbîn." V. sırtının eti sızlayarak Aylah dağının
Şulbayeva (Ben yinelemekten üstüne güçlükle çıkmış.) 3. Bayılıp
hoşlanmıyorum.) 2. Yerinde say­ düşmek, tal par- dalmak, bayılmak.
mak: "Mına mındağlarnıh üçün pîs,
tala 1. (eski evde) Köşe, duvar. 2. Bah­
alızığlar it polbin, pır çirde
çe duvarının her bölümü, sidennîn
tahtançabıs." V. Şulbayeva (İşte
talazı bahçe duvarının bölümü. 3.
bunlar gibilerin yüzünden biz,
(börk) Peşi, eki. pörîk talazı börk
değişimleri gerçekleştiremeyerek,
eki.
olduğumuz yerde sayıyoruz.)
tala- (ı.) Çift sürmek: "Kübür çirnî
taytay (ı.) sag. Pantolon paçasına
talaahar." P. Ştıgaşev (Yumuşak
dikilen peş. ıstan tübîne kîçîg
toprağı sürelim.)
tahtay hos- pantolon paçasına
küçük peş eklemek. tala- (ıı.) 1. Talan etmek, yağmalamak,
yıkmak, tahrip etmek, suğ terbennî
tahtay (ıı.) (küçük) Kazan, pır könek
dee talapça. Atasözü (Su değir­
kîrcen tahtay hazan bir kova su meni de yıkar.) 2. Otopsi yapmak.
alacak küçük kazan. 3. Dağıtmak: "Pîrsî püdîn, pîrsî
tahtaylığ s. Peşli, tahtaylığ ıstan peşli çarımına çitîre talaan ottığ siden
pantolon. tur."\J. Kobyakov (Biri bütün, diğeri
taksiTaksi. yarısına kadar dağıtılmış ot yığını
duruyor.) 4. Patlamak, infilak et­
takt müz. Ölçü, ölçü çizgisi.
mek. 5. Zorlamak. 6. Yırtmak.
taktiçeskay s. Taktiksel, taktiçeskay
ügredîgler taktik bilimler. talaan 1. Talih, baht, devlet: "Anda
taktika Taktik. talaan kirek, Matilda."\l. Şulbayeva
(Orada talih gerek, Matilda.)
tal Söğüt: "Künnîn altın barağında
Horıhpasha talaan polısça. Ata­
aylandıra ösken tallarnıh
sözü (Korkusuza talih yardım eder.)
sabahtannda hannın toop parğan
2. Mutluluk, sadet.
tamcıhtarı çap-çanb hızarçalar." A.
Kuzugaşev (Güneşin altın ışığında talaannıg s. Talihli, bahtiyar,
dönerek büyümüş söğüt dallarında bahtı açık.
kanın donmuş damlacıkları talah 1. Yıkma, yıkım, talan. 2. Açma.
talal -473-
talbıtçah
talal- 1. Talan edilmek, yağmalan­ okyanus, büyük deniz. 2. Denizle
mak. 2. Kırılmak, parçalanmak. 3. ilgili, talay salğahtarı deniz dalga­
Yırtılmak ları, talay hazı deniz kıyısı. 3. Bü­
talalcıh Kırılgan, gevrek, sağlam olma­ yük akarsu.
yan. talazığ Dalaş, kavga, dövüş, dalaşma,
talalığ s. Köşeli, duvarlı, sigîs talalığ krş. talaş
ağas ib sekiz duvarlı ağaç ev. talbaa bk. talbo
t a l a l ı h s. 1. Kırık. 2. Yırtık. 3. Yıkık. talbah 1. Buzağı veya tay postu. 2. Bu
talan bk. talaan posttan yapılmış, talbah ton buza­
talandı Kırıntı, kırık. ğı derisinden palto, talbah pörîk
buzağı derisinden börk. talbah
talant İstidat, yetenek.
ödîk buzağı derisinden çizme.
talanttığ s. İstidatlı, yetenekli.
talbah saashan zool. Bir saksağan türü.
talaş Dalaş, dalaşma, kavga.
talbanna- 1. Kanat çırpmak: "Suğ
talaş- (ı.) 1. Çekişmek, dalaşmak, m ü ­ solbıraanı, palığlığ hus hanattarın
nakaşa etmek. 2. Mücadele etmek: sabin kilîp talbannap pariğan çili,
"Aydonın harahtan postan nuulıp, udaa paza tabırah iğ ıh istîl kiligen."
sabıhsi talazıp, hara çirzer saba İ. Kotyuşev (Su çağlaması, kanatlı
pastırıbıshan." V. Kobyakov kuşun kanatlarını çırpıp gitmesi
(Aydo'nun gözleri kendiliğinden gibi, devamlı ve hızlı uğultuyla
yumulup, uykuyla mücadele edip, işitiliyor.) 2. Bebek kollarını hareket
kara yere kapaklanmış.) ettirmek.
talaş- (ıı.) Doğru gitmek: 'Tağ talbah 1. Post: "Sarsıh azağın
pöziine tan atsa / Tağ altınah îzehedeh şuur polbin, talbah çili,
talasçalar / Oyap kilip tan atsa / sözîrîlîp, küzüri halğan." V.
Olığ çoğar oylasçalar." A. Topanov Kobyakov (Bir ayağını üzengiden
(Dağ zirvesine tan atsa / Dağ sıyıramayarak, post gibi, sürüklenip
altından gidiyorlar / Çıkıp gelip tan gümbürdemiş.) talbah pörîk kuzu
atsa / Yamaç yukarı koşuyorlar.) postundan börk. 2. İşe yaramaz,
talaş- (m.) Kırmak, parçalamak. haylaz kimse.
talasçıl s. Dalaşmaktan, çekişmekten talbıra- 1. (kuş gökte) Uçmak, süzül­
hoşlanan. mek. 2. (yürek) Çarpmak: "Keres
talashah s. 1. Dalaşmayı seven, kavga­ pu çirde kîçicek kîzîçek, anın
c ı , şirret. 2. Edepsiz, terbiyesiz, ka­ talbırapçathan çüreecee le." V.
ba. 3. Rakip, muhalif. Şulbayeva (Keres burada küçük bir
talastığ s. Dalaşmalı, kavgalı, dövüşlü. kişi, sadece onun çarpan yüreği
var.)
talat- (ı.)Çift sürdürmek.
talbırama Titreşme, patırdama.
talat- (ıı.) 1. Talan ettirmek, yağmalat­
mak. 2. Parçalatmak, kırdırmak. 3. talbırğa 1. (giyside) Fırfır, kögenek
Yağmalatmak. talbırğazı elbise fırfırı, közehe
talay 1. Deniz: 'Talayca çüsçe sinin talbırğazı perde fırfırı. 2. (balıkta)
küzîh."M. Kilçiçekov (Denize yüzer Solungaç kıvrımı.
senin gücün.) Sağıs talaydaii daa talbıt- Kapris yapmak, hırçınlaşmak.
çalbah, pîlîs tağdan daa uluğ. A­ talbıtçah s. Kaprisli talbıtçah
tasözü (Fikir denizden de geniş, kîzînîn ülüzî tadılığ kaprisli kişinin
bilgi dağdan da büyük.) tinîs-talay ülüşü tatlı.
-474-
talbıtçı tam
talbıtçı s. Kaprisli. talih Kapris, naz.
talbo 1. (ineğin boynunda) Deri kıvrımı. talıhcı bk. talinma
2. mec. Serseri, düzenbaz. talihma Pamuklu Çin kumaşı, hızıl
talcah 1. Sara, epilepsi. 2. Nöbet, talinmadah ıstan tîkçeh kırmızı
bayılma nöbeti krş. tutçah. pamukludan pantolon dikilir.
talcahtığ s. Nöbet, bayılma nöbeti olan tahhtan- 1. İnat etmek, ayak diremek,
krş. tutçahtığ. kapris yapmak. 2. Nazlanmak, pala
talcıh- Bayılmak, kendinden geçmek, talıhtança çocuk nazlanıyor.
his duygusunu kaybetmek. talla- 1. Seçmek, ayırmak: "Aydo,
talcıhla- Bayılmak: "Pu çağında ooh- nımzah ottığ çirıcek tallap taap,
teek hurt-hoostar talcıhlap parğan çabal tonıcağın tözenîp, tühdere
çatçalar." V'. Tatarova (Bu yakında tüzlp, çatça." V. Kobyakov (Aydo,
ufak tefek kurtlar böcekler bayılmış yumuşak otlu yer seçerek, kötü
yatıyorlar.) paltosunu serip, dönüp yatıyor.) 2.
Titizce ayıklamak.
talcıhtır- Bayıltmak, his duygusunu
kaybettirmek. taliağcı s. Seçici, titiz.
taldır- 1. Bayıltmak. 2. Uyuşturmak. tallama s. Seçkin, güzide, seçilmiş:
taldıra zf. Bayılarak, taldıra tüs- bayı­ "Andağı tallama mallarnıh köblzl
larak düşmek. Hızıl Armiyaa tanıhtal parğan
polğannar." N. Nerbişev (Oradaki
talğah Sara. krş. talcah
sekin malların çoğu Kızıl Orduya
talğahtan- Sara nöbeti tutmak. seçilmişler imiş.)
talğahtığ Saralı, talğahtığ kızee aba tallan- Seçilmek.
miizî tuza polça saralı kişiye ayı
taflandı Döküntü, süprüntü.
beyni faydalı olur.
îallas- (birlikte) Seçmek, ayıklamak.
talğan Yulaf unu: "Talğannı ayrannan
alay ba abırthınah haarıp, izîp tallas Seçme, seçim, ayıklama.
alzan, haydağ daa aar toğısta tallat- Seçtirmek, ayıklatmak.
tabırah suhsabassıh, astabassın." taimudizm Skolâstik, ezbercilik.
N. Tyukpiyekov (Yulaf ununu talmudist Skolâst, ezberci.
ayranla veya ekşitilmiş sütle
talo Şaşı. talo harah polza, çıltısha
kavurup içersen, her türlü ağır işte
pazırcah şaşı göz olursa yıldıza
susayıp acıkmazsın.)
dua edilir, talo miilîg ir kızı şaşı
talğı 1. Karmaç: Ta/ğ/ çili beyinli!
aylahtanıbısça, hara çimi
talon Koçan, kupon, f i ş .
harbabıssa, holına pir dee nime
taltah s. Çarpık: "Taltah azahtarına pik
uruna çoğıl." V. Kobyakov (Karmaç
turıp, ol ıırcıların matap
gibi dönüyor, kara yeri avuçlasa da
hayındırğan." İ. Topoyev (Çarpık
eline bir şey gelmiyor.) 2. Deri
bacakları üzerine sağlam durup, o
işleme makinesi, teernî talğaa
düşmanları çok uğraştırmış.)
ibîrçeler deriyi makinede
döndürürler. taltan s. Hantal, beceriksiz.
tali 1. Seçkin, as-tamahtın talızı yeme­ taltanna- Hantalca yürümek.
ğin seçkini. 2. Sevimli, tali palam taltay- Hantallaşmak, mıymıntılaşmak.
sevgili yavrum. tam (ı.) Kat, katman: "Kün tigîr tamının
talığcı Kapı, pencereyi zorlayan, hır­ hazma tüzîbîsken, hacan Ikı huba
sız. harahçay at alnınça sıılaspinah
- 475 -
tam tamir
irtkende." N. Domojakov (Güneş hızarçalar." A. Kuzugaşev (Kanın
gök katmanının kıyısına inmiş, iki donan damlacıkları pasparlak
gri kırlangıç atın önünden kızarıyor.) tamcıhtar damlacık,
vızıldayarak geçtiğinde.) çitî tam damla.
çir altında yedi kat yer altında tamcıla- Damlamak: "Oollar alğıt pariğan
tam (ıı.) Sıra, düzen. orınnıh üstüneh suğ tamcılap
pastaan." S. Çarkov (Gençlerin
tam (ııı.) bk. tamcı
genişlettiği yerin üstünden su
tamah (ı.) 1. Yemek, aş, yiyecek: "Anda damlamaya başladı.)
pîr dee nime: îcezî dee çoğıl,
pozının naa kögenegî dee paza ön- tamcılas- (birlikte) Damlamak.
pazı çîcen tamah taa çoğıl." V. tamcıtas Damlama.
Kobyakov (Orada hiçbir şey; annesi tamcılat- Damlatmak: "Çar altındağı
de yok, yeni elbisesi d e , işe yarar tıttar paza hazınnar
yiyecek de yok.) tamah haynat- azırayızıbısçathannar anahtarınan,
yemek pişirmek, tamah ç i - yemek pürlerîneh suğ tamçılathlabızarğa
yemek, çir tamaa sebze. 2. Gıda, mahnanıbısçathannar." İ. Kotyuşev
besin. 3. Tahıl: "Hara çirlfg (Yar altındaki melez ağaçları ve
çazızmda / Hastayıp ösçe kolhoz akağaçlar ayrılıp dallarından,
tamaa." M. Arşanov (Kara topraklı yapraklarından aceleyle su
yazısında / Yetişip büyüyor kolhoz damlatıyorlar.) stakanğa im
tahılı.) 4. Ekmek. tamcılat pir bardağa ilâç damlat.
tamah (ıı.) Boğaz: "Söster Kolkanın tamğı Sigara krş. tamkı, taahpı.
tamağında turıbısçalar." A. tamı bk. tam (ı.)
Kuzugaşev (Sözler Kolka'nın
tamıl- Tutuşmak, yanmak: "Çarıh
boğazına takılıyor.) Taynabin çîbe,
çıltıstar sağılıp, uçup tamılça." A.
tamaanda turıbızar Atasözü (Çiğ­
Topanov (Parlak yıldızlar sağılıp,
nemeden yeme, boğazında kalır.)
uçup yanıyor.)
tamağı huru- boğazı kurumak.
tamahha çapsın- boğazına tamir anat. 1. Damar, insan damarı:
yapışmak. "İliskecek anın holı tamirinin haydi
sabılçathanın tuthlap körîp, ol pray
tamahsıra- Canı ev yemeği istemek.
çîglengen paza sizîngen
tamahtığ s. Yiyecekli, yiyeceği olan. nimelerînîh sınğa tur parğanın pîl
Altanıp müner attığ poi, azıran salğan."\. Kotyuşev (İliskecek onun
çörer tamahtığ p o l . Atasözü (Binip bilek damarının nasıl attığını
gideceğin atın olsun, yiyip gidecek tutarak görüp, bütün şüphelerinin
azıklı ol.) ve sezgilerinin gerçek olduğunu
tamas hlk. (hayvanda) Ayak, pençe. anlamış.) tamın sap- da­
oyda tamas zool. köstebek. marı atmak, tamir tut- nabzını tut­
tambur Sahanlık. mak, kök tamir toplardamar. 2.
tamcı Damla: "Kiri huzuhtah pîr dee Damar, yaprak damarı: "Ösken
tamcı / Nanmır ötpes çirge çittîler." ottıh tamın uçunah pastı hızarıp,
M. Kilçiçekov (Yaşlı çam ağacından ağastarnıh pürî huri pılazıp
bir damla da / Yağmur geçmez yere sığdırasça." V. Kobyakov (Yetişen
ulaşmışlar.) otun damarı ucundan başlayarak
tamcıh Damla, damlacık: "Hannıh toop kızarıp, ağaçların yaprakları
parğan tamahtan çap-çarıh kuruyup dökülerek hışırdıyor.) 3.
Kök, bitki kökü. 4. Kök, insan soyu.
tamırla -476- tan...

kîzî tamın talay kisken, ot tamın tam-tum tekr. Az, azıcık.


talay kispeen insan soyu deniz tan (ı.) 1. Esinti, meltem: "Irten-iirde
geçmiş, bitki kökü deniz geçmemiş. sooh tan Aydonın çabal tonıcağın
tayı tamın anne soyu. tlgden-mınnan tobıra saap göredir."
tamırla- 1. Damar oluşmak. 2. mec. V. Kobyakov (Sabah akşam soğuk
Kollara ayırmak: "Yağor çurtastı esinti Aydo'nun kötü paltosunun
pos sağızınan tamırlap pirgen orasından burasından içine işliyor.)
hayhastığ çoohtı isken." N. İbge kîrze, ıs poolbas, tashar
Nerbişev (Yağor hayatı kendi sıhsa, tan polbas. -Bilmece, gün
dünya görüşüyle bölümlere ayırdığı ışığı (Eve girse is olmaz dışarı çık­
şaşırtıcı konuşmayı dinlemiş.) sa esinti olmaz.) tiskerkî tan doğu­
tamırlan- Damarlanmak, kök salmak. dan esinti. 2. (esinti sonucu) İnme,
felç. tanğa saptır salğam (esinti­
tamırlığ s. Damarlı, lifli, telli.
den) felç oldum.
tamıs- 1. Yakmak, tutuşturmak: "Pimi
paçkadan sığara sirtlp, uluğlar çili tan (ı.) Tan. tan a t - tan atmak. Tan
anı übürlp alğan, anan atsa, kün sığadır, köök tapsaza,
tamızıbıshan." İ. Topoyev (Birini kök ot özedîr. Atasözü (Tan atarsa
paketten çıkarıp, büyükler gibi ona gün çıkar, guguk ötse, gök ot b ü ­
üflemiş, sonra yakmış.) 2. mec. yür.) tan çarii tan aydınlığı, tan ç a ­
Kıvılcım çıkarmak: "Harahta hıbın r ı - tan aydınlanmak, tan solbanı
tamıstı."M. Bainov (Gözde kıvılcım tan yıldızı, tan köger- tan yeri a­
çıkardı.) lampa tamıs- lâmba yak­ ğarmak. tandağı kün- yarın, tan
mak. alnı tan yeri: "Tan alnı hubar
pastaan tustarda." N. Nerbişev
tamısçı Kışkırtıcı, çaa tamısçıları savaş (Tan yeri ağarmaya başladığında.)
kışkırtıcıları. tan arii tan vakti temizliği, hızıl tan
tamıshı 1. Mum. tigîrib tamıshızı kilise kızıl t a n . kök t a n tan yerinin
mumu. 2. Çakmak. ağardığı vakit.
tamkı Sigara, tütün: "Pabazı, tan (ıı.) ünl. Şaşma, şaşırma bildiren
hanzazınan tamkı çırladıp ala, ünlem: "Minin nimem, iblne de
tözen kilgen odınan adın azırap, aylanmin, hayda polza la hon çör
hayın çörçetken." N. Tyukpiyekov tur! Ayna tan hanırılıbıstı bal" M.
(Babası piposuyla tütün tüttürerek, Kokov (Benim adamım, evine de
serilmiş otuyla yemleyip, uğraşmış.) dönmeyerek, nerede olsa geceliyor!
tamkı tartarın tohtat sal- sigara Şeytan kudurdu mu acaba!) Hara-
içmeyi bırakmak, tamkı tartçazın purunğı nımaamnan / Harlap sıhtın
ma? sigara içiyor musun? krş. ma tan sin." S. Kadışev (Çok eski
taahpı, tamhı. destanımdan / Bağırıp çıktın mı
tamna- Sırayla yapmak, üreen kîzînîn acaba sen.)
çirîn hashanda, çon tamnazıp tan (ııı.) Derinin iç tabakasında leke.
hasça ölen kişinin mezarı kazılır­
tan... tan tekr. Bir... bir, bazen... bazen:
ken halk sırayla kazar.
"Çohır nime pılasçathan nimezlne
tamnat- Büyülemek, kendine bağlamak. hustarnı tan önetîn çağdathan, tan
oolnıh sağızın his tamnat salğan anarbin halğan."N. Domojakov (Ala
oğlanın aklını kız büyülemiş. hayvan gasp ettiği şeye kuşları
tamojennay s. Gümrük, gümrükle i l g i l i . bazen bilerek yaklaştırmış, bazen
tamojnyaGümrük. farkına varamamış.) "Tan pozınan,
-477- tanıs
tana
tan küren atnah çoohtazıp odırğan tanhayıs- (birlikte) Böbürlenmek,
Fedor Pavloviç köölçe." N. gururlanmak.
Domojakov (Bazen kendi kendine, t a n ı - Tanımak, bilmek: "Ol hıshacah
bazen yağız atla konuşup durmuş sanğ tonnığ, igfr azahtığ, küren
Fedor Pavloviç yavaşça.) sırayınan çılımsırıh külîmzires cayıl
tana 1. Sedef düğme. 2. Sedef: "Sın turğan Çabustı anda la tani kör
tanalığ, moncıhtığ, köp surlığ poğo salğan." V. Kobyakov (O, kısacık
la kis salğan oshas." N. Tinikov sarı paltolu, eğri ayaklı, yağız
(Gerçek sedefli, boncuklu, çok yüzünde sıcak gülümseme yayılan
renkli gerdanlık takmış gibi.) Çabus'u o zaman görüp tanımış.)
tanaa Burun deliği: "Pora attın tanaları Açığ nimee kîrbeende, tadılığ
tardayıp, anan toğır tastaan." V. nime tanıbassın. Atasözü (Acıya
Kobyakov (Kır atın burun delikleri düşmeden, tatlıyı tanımazsın.) ol
genişleyip, sonra yana doğru pasha pol-partır, anı tanıbassar o
sıçramış.) tanaaların arığla- burun başka bir kişi olmuş, onu tanımaz­
deliklerini temizlemek. sın, tanıp sal- tanıyıvermek.
tanıcaa çoh tanınmayacak hâlde,
tanah Tavuk: "Tahahha Saashan
tanınmaz, bilinmez.
toğashanda / Sirt-mart çooğın urıp
odır."H. Tinikov (Tavuğa saksağan tanıbas s. Tanınmaz, tanınmaz hâlde
rastlayınca /Cik cak konuşmaya olan.
başlıyor.) k r ş . taah tanığ 1. İşaret: "Çılığ suğ taphan üçün /
tanah çili Tavuk yılı. (12 hayvanlı takvi­ Çis tanıhtı hazaannar." P. Ştıgaşev
min onuncu yılı) (Sıcak suyu bulduğu yere / Bakır
tanalığ s. Sedef düğmeli. işaret çakmışlar.) tanığ i t - işaret
koymak. 2. Emare, iz.
tanari zf. Tan (vakti): "Tanari tuşta
pabamnın idî uğaa tın îzîbîsken." V. tanıhta- İşaretlemek, imlemek.
Kobyakov (Tan vakti babamın ateşi tanıhtal-lşaretlenmek, seçilmek: "Andağı
çok yükseldi.) tallama mallarnın köbîzî Hızıl
Armiyaa tanıhtal parğan
tanda Yarın: "Tandadan toğınarğa
sağınçam." S. Çarkov (Yarından polğannar." N. Nerbişev (Oradaki
seçkin malların çoğu Kızıl Ordu için
itibaren çalışmayı düşünüyorum.)
işaretlenmişler.)
Püüngî toğıstı tafldağa haldırba.
Atasözü (Bu günün işini yarına b ı ­ tanıhtığ s. İşaretli, imli. pîr tanıhtığ san
rakma.) tandadi bir gün öncesinde, mat. tek haneli sayı. köp tanıhtığ
arefesinde. tandağı yarınki. san. mat. çok haneli sayı.
tandürük Yarın değil öbür gün. tanıl-Tanınmak.
tanets Dans: "Pray könnm tanetske pir tanış Tanış, tanıdık, bildik: "Anın sin
salıp, pozının prayzınan çahsı oshas tanıştan toldıra." V.
hıymıraanın pfIMp, annahoh artın Şulbayeva (Onun senin gibi
könnerge harasça." V. Tatarova tanışları çok.) tanış nimes tanış
(Bütün benliğini dansa verip, değil, tanış olmayan, tanımadık,
kendisinin hepsinden iyi bilmedik.
oynadığının farkında olarak, daha tanış- Tanışmak: "Olar türçenîn ne
iyi görünmeye çalışıyor.) arazında tın çahsı tanızıp
tahhay- Böbürlenmek, gururlanmak, pay alğannar."M. Kobyakov (Onlar kısa
tanhayça zengin böbürleniyor. süre içerisinde çok iyi tanışmışlar.)
At kîstezîp tanışça, k î z î
tanıstığ -478- tap

çoohtazıp. Atasözü (At kişneşip (Benimki tay kulunla birlikte binden


tanışır, insan konuşup.) fazladır, -Bin! Şaşırmış Aydo.)
tanıstığ s. Çok tanıdığı olan, tanıştı. tannas Şaşma, hayret etme, şaşkınlık:
tanıştır- Tanıştırmak. "Çe ağaa tannas sun sıhhan: haydi
anın mıltığı mınça tastıh çirge orta
tanıstırığ Tanıştırma.
teep parğan." N. Domojakov (Fakat
tanıt- Tanıtmak. onu şaşkınlık sarmış: Nasıl olmuş
tanızığ Tanışma. da onun tüfeği bu kadar uzak yere
tank Tank: "Hayda çohır sırlığ tanktar tam isabet etmiş.)
köp köygen, Hayda ıırcı orha-pilîn tannas- Hayret etmek, şaşırmak: "Anı
sındırthan." i. Kapçıgaşev (Nerede körîp, ipçîler dee tahnasçalar;
ala boyalı tanklar çok yanmış / ügrediglig kizinih kibîri dee kîzinine
Nerede düşman belini kırdırmış.) tööy nimes çi tisçeler." G. Topanov
aar tank ağır tank. tank atakazı (Onu görüp, kadınlar da
tank hücumu. şaşırıyorlar, öğrenimli kişinin
tankist Tankçı. alışkanlıkları da normal insanınkine
tanma Damga. Attı tafimazınan benzemiyor ki diyorlar.) tannas
tanıpça, k î z î n î rodınan pîlçe. Ata­ par- hayret etmek, şaşırmak.
sözü (At damgasından tanınır, kişi tannastığ s. Hayret verici, şaşırtıcı:
soyundan bilinir.) tanma sal- dam­ "Öörînzer haydağ-da tannastığ
galamak, tan manı timîr uzına nime kiligenîn sizip, saraashır ötig
ittîrcen damga demirciye yaptırılır. ünnen sarba pirgen."H. Domojakov
tanmah Dokuma tezgahında iplik bağ­ (Sürüsüne doğru çok şaşırtıcı bir
lama yeri. şeyin geldiğini sezip, sarı aygır
tafimala- 1. Damgalamak: "Tîgen ağas keskin sesle işaret vermiş.)
kisçehner / Tört hırlığ ide gazap / nimedîr mında tannastığ bunda
Tahmali turğısçahnar." P. Ştıgaşev şaşılacak ne var?.
(Akçam ağacı keserler / Dört köşeli tafinat- Şaşırtmak.
ederek yontup / Damgalayıp tantsevat pol- Dans etmek: "Muzıka
bırakırlar.) 2. mec. Damgalamak, iz oynadınar, tantsevat polarbıs." V.
bırakmak: "Hıshı soohtın tahmalaan Şulbayeva (Müzik çalınız, dans
orınnarı sırayında alınca pîldîstîg." edeceğiz.)
V. Kobyakov (Kış soğuğunun tannığ s. Lekeli (deri), tannığ teer iç
damgaladığı yerler yüzünde apaçık
tarafında leke olan d e r i .
görülüyor.)
tap (ı.) Perçin.
taîimalığ s. Damgalı.
tap (ıı.) Yonga, homdı tabın ibge
tanmalıh Dağlanmış damga yeri. 2. kirbecen tabut yongası eve so­
Gümrük, tanmalıh pireli gümrük kulmaz, krş. tapçıh.
resmi.
tap- (ı.) Seçmek.
tanna Kanal, ark. uiuğ tanna büyük
t a p - (ıı.) 1. Aramak. 2. Bulmak: "Püün
kanal, alında hashan tanna
çılğılarımnı tappinıbıssam, haydi la
eskiden kazılmış kanal.
küzedîp honğay ni ze." V.
tanna- Şaşırmak, hayret etmek: "Minin Kobyakov (Bugün yılkılarımı
çabağa-hulunnah hada pir mun bulamazsam, nasıl bağlayıp
azıra polar, -Pir mun! Tahnap yatacağım.) Aîînap- hustap sığar­
parğan Aydo." V. Kobyakov d a , îzestîg arğıs taap a l . Atasözü
tapçaçı taptı rğastığ
(Ava çıkarken, güvenilir arkadaş /Ses, yankı yayılmaz / Orman
bul.) çoohtir sös tappaan söyle­ uykuya dalmış / Yarına kadar
yecek söz bulamamış. 3. Servet e­ uyanmaz.) tapsağ alızığı gr. ses
dinmek. 4. (çocuk) Doğurmak: değişmesi, tapsağnın tüskenî gr.
"Minin annan taphan pala çoğıl." V. ses düşmesi.
Şulbayeva (Benim ondan tapsas- 1. (birlikte) Seslenmek, konuş­
doğurduğum çocuğum yok.) mak: "Prayları pir ünge
tapçaçı bot. Süsen ç i ç e ğ i . tapsashannar." i. Kotyuşev (Hepsi
birlikte seslenmişler.) 2. (kuşlar)
tapçı 1. s. Dar, sıkı (elbise) kögenegîm
Ötüşmek: "Olar daa 'suğ-suğ' teen
tapçıh elbisem dar. 2. zf. Dar şekil­
çili tapsashannar." N. Domojakov
de, daracık krş. tar.
(Onlar da "su su" der gibi
tapçıh Yonga krş. tap (ıı.) ötüşmüşler.)
tapçor (silâh) Kılıfı.
tapsat- 1. Söyletmek. 2. (kuşu) Öttür­
tapçorla- Kılıfına sokmak, mıltıhtı
mek.
tapçorla-tüfeği kılıfına sokmak.
tapta- 1. Dövmek, timîrnî îzîge tapta
taphıçı s. Hazır cevap, zihni çevik.
demiri tavında döv. 2. Bilemek,
taphısçıl bk. taphıçı yontmak, saphı tapta- orağı bile­
taphıs Hazır cevaplık, zihin çevikliği. mek. 3. Ayaklarıyla basarak d ü ­
taplada Basma, basılı, taplada pashan zeltmek. 4. Ayaklarıyla çiğnemek.
pîçîk basılı kağıt. 5. Perçinlemek.
tapoçka Pabuç. taptal- 1. Dövülmek. 2. Bilenmek. 3.
tapsa- 1. Söylemek, ses çıkarmak, Ayakla basarak düzeltmek. 4. Ayak
konuşmak: "Ya, ol, -çarım tabısnah altında çiğnenmek.
tapsaan Aydo."\l. Kobyakov (Evet taptan- 1. Tadına bakmak. 2. Bebek
o, yarım sesle konuşmuş Aydo.) dudakları oynatmak.
Sın nimes nimenî çoohtaanca, taptanıs Tadına bakma, tatma: "Hızıcah,
tapsabaza artıh polar. Atasözü nanni aylanıp, üs-tört hati
(Gerçek olmayanı konuşmaktansa, taptanısnah taynanıp, uygaa
susmak daha iyi.) ağırın tapsa- ya­ kiriblsken." N. Domojakov
vaşça seslenmek. 2. (kuş) Ötmek. (Kızcağız, yana dönüp, üç dört kez
Tan atsa, kün sığadır köök tadına bakarak çiğneyip, uykuya
tapsaza, kök ot özedîr. Atasözü dalmış.)
(Tan atarsa gün doğar, guguk öter­
taptaüna- Paldır küldür gitmek.
se gök ot büyür.) pituk tapsa- ho­
roz ötmek, tapsabinça ses taptat- 1. Dövdürmek. 2. Biletmek. 3.
çıkarmıyor, tapsabin kör- ses ç ı ­ Ayaklarıyla çiğnetmek. 4. Ayaklarıy­
karmadan bakmak. la düzelttirmek.
taptır- 1. Buldurmak. 2. Bilmece söy­
tapsaaçı s. Çınlayan, tapsaaçı haya
letmek. 3. Servet edindirmek.
çınlayan kaya.
taptırğas 1. Bilmece 2. Bulmaca 3. (ki­
tapsaas Çınlama, çınlayış. tapta) İçindekiler.
tapsabas s. Sessiz, sakin. taptırğastığ s. Bulmaca gibi, bilimeyen:
tapsağ Ses, seda: "Tashıl îstî "iren, adın tüzede tartıp,
amırabıshan / Tapsağ, yanı taptırğastığ nimezer çörgîs sıhhan."
çayılbas / Tashıl uyğaa abılıbıshan N. Domojakov (İhtiyar atını çekip
/ Tana teere ushunmas." A.
Topanov (Orman içi sakinleşmiş
-480- tarbafina
tar
düzelterek, bilmece gibi nesneye ıs tara- duman dağılmak. 3. Tara­
doğru yürütmeye başlamış.) mak sas t a r a - saç taramak.
tar (ı.) 1. Barut. ıs çoh tar dumansız tarafihay s. 1. Yayılmış, yaygın. 2. Y a y -
barut. 2. Baruta ait. tar tüdînî barut gın şekilde.
dumanı. tarağay zool. Çulluk.
tar (ıı.) 1. Dar: "Anın üçün açırğançam, tarakan zool. Hamam böceği.
pu çir üstü dee tar polça." N. taral- 1. Dağılmak, yayılmak. 2. Taran­
Tinikov (Bu yüzden sinirleniyorum, mak.
bu yeryüzü de dar oluyor.) "Hacan
taram Sinirden yapılmış i p . an saranı av
oolahtı, tar hanaağa haydi polza
hayvanı sinirinden yapılmış ip.
sıırıp, palığların seekten çazıra
şiirden taram itken sinirden ip
çızıncahnan çaap salıp, Zoykanı
yapmış.
küren atha attandır salğanda, ırah
nimes turgan pözîk kürgen kisfinen taran Darı. sarığ taran darı. ah taran
çalan kîzl, kiikçîn çili, sığa salğan." pirinç, tarannın habığı hatığ darı­
N. Domojakov (Oğlanı dar arabaya nın kabuğu sert.
bir şekilde sığdırıp, yaralarını taran- 1. Dağılmak. 2. Taranmak, sas
sinekten korumak için bezle taran- saç taranmak.
kapatıp, Zoyka'yı yağız ata tarandı bk. t a r a m
bindirdiklerinde, yakındaki yüksek tarantasüstü çadırlı at arabası: "Hayzı
kurgan arkasından bir atlı kartal gibi kîzîler, uluğ ülükündegî çili,
çıkıvermiş.) mında tar burası dar. hostaan attığ, sannığ, tarantas
tar çir dar yer. sapoğım tar çiz­ hanaa kölglep alıp kilgleenner." i.
mem dar 2. mec. Dar: "Tar sağınıp, Kostyakov (Bazı kişiler, büyük
homzınıp çörzem / Am daa bayramdaki gibi, süslenmiş atlı,
çasharça hıyğa sösterl" M. kavaklı, atlı araba koşup
Kilçiçekov (Dar düşünüp, öfkelen- getirmişler.)
sem / Hâlâ yatıştırır güzel sözleri.)
krş. tapçı. tarantastığ s. At arabalı.
tarap bk. taram
tara- 1. Dağılmak, birbirinden ayrıl­
mak: "Köp hoy pra'y tarabıshan taraş- Dağılmak: "Olğannar iblerîne
çörçe." V. Kobyakov (Koyunların tarasçalar." A. Kuzugaşev
çoğu bütünüyle dağılmış gidiyor.) (Çocuklar evlerine dağılıyorlar.)
puluttar tarap parğan bulutlar da­ tarat- 1. Dağıtmak, yaymak
ğılmış Suğa kirze tarap parça, olğannarnı kanikulğa
suğdan sıhsa pîrîk parça. Bilme­ taradıbıshannar çocukları tatile
c e , at kuyruğu (Suya girse dağılı­ dağıtmışlar. 2. Taratmak, çooh-
yor, sudan çıksa birleşiyor.) çaah tarat- dedikodu yaymak.
horıhhanı tarap parğan. korkusu taratayka İki tekerlekli yaysız araba.
dağılmış 2. Yayılmak, dağılmak: tarbağ Büyü, sihir.
Tübî körînmes Baykal köl / Kök
tarbağan zool. Dağ sıçanı.
tuban çili körînçe / Tübînde
ösçetken palıhtarı / Tügede çirge tarbah s. 1. Açık, aralı, aralanmış. 2.
tarapça." S. Kadışev (Dibi Dimdik. 3. Dallı, budaklı.
görünmez Baykal gölü / Gök tarballığs. Büyülü, sihirli, efsunlu.
duman gibi görünüyor / Dibinde tarbahna- Horozlanmak.
yetişen balıkları / Her yere yayıyor.)
tarbas -481 - tarih

tarbas 1. Parmak. 2. Tırmık. 3. Pençe. tardayt- Açmak, aralamak, genişlemek.


saashan tarbazı saksağan pençe­ (ayakları, parmakları) k r ş . tarbayt-
si. tarelka Tabak.
tarbasta- Tırmıklamak, tırmıkla topla­ tarğa bk. tarğan
mak.
tarğah Tarak: "Anın pazında sîlJg-slfıg
tarbastığ s. 1. Parmaklı, tarbastığ öhnîg pörîk polğan, tarğahtarı, kil,
meley parmaklı eldiven. 2. Pençeli. çıltırashan." F. Burnakov (Onun
tarbay- Açılmak, aralanmak (parmaklar, başında güzel güzel renkli börk gibi
ayaklar.) tarakları parıldaşıyor.) altın tarğah
tarbay ah s. Seyrek, aralıklı: "Tağ tözîne altın tarak.
çidfp, attı tarbahay hara talğa tarğan Tarkan.
palğap salğabıs." M. Çebodayev tarğınah s. Dar, daracık: "Çebokçinov
(Dağ yamacına ulaşıp, atı seyrek rodı ot sabarğa sıhsa, pükte
kara söğüde bağladık.) tarğınah???, Çebokçinov rodı stol
tarbayt- Açmak, aralamak: "Anan ol, kistine odırza, stol kistinde köglîg."
salaazın tarbaytıp / Tıtha kün çarım V. Tatarova (Çebokçinov ailesi ot
közJtpeen." N. Tinikov (Sonra o, biçmeye çıksa, çayır daracık,
dallarını yayıp / Melez ağacına gün Çebokçinov ailesi masa başına
ışığını göstermemiş.) î k î holın otursa, masa başında neşeli.) krş.
tarbaytıp iki kolunu açıp. tar, targıncah.
tarbı 1. Büyü, sihir. 2. Hipnoz. tarğıncah s. Dar, daracık, krş. tar,
tarbıl Keşiş, manastırda yaşayan din tarğınah.
adamı. tarhın Tarih, çonımnıh tarhındağı
tarbıl tura Manastır. çurtas çolı halkımın tarihteki hayat
tarbıs bk. tarbı yolu.
tarbısçıl Büyücü, sihirci. tarhıncı Tarihçi.
tarbısta- Büyü, sihir yapmak. tarhınnığ s. Tarihî, tarhınnığ çooh tarihî
hikâye.
tarbıt bk. tarbı
t a n - (ekin) Ekmek.
tarbıta- Büyü, sihir yapmak, pır tazor
arağanı pır çîrçee tarbıtap pirgen tarığ Ekme, ekim. tarığ ploşadi ekim
tarlası, çashı tarığ bahar ekimi.
bir tulum içkiyi bir kadehe büyüyle
tarih- (ı.) Acele etmek. As çeence,
sığdırmış.
tarıhpa; atha altanıbıssan,
tarça Nestoriyan.
tohtaba. Atasözü (Yemek yerken
tarça ot İ l â ç olarak kullanılan bir ot t ü r ü . acele etme, ata binmişsen durma.)
tarçı bk. tarça tarih- (ıı.) Darılmak, kızmak: "Tıt
tarçıh Dağarcık, torba, tarçıhtağı ağaa pır dee tapsabinça / Tarıhsa
tazımnı tastap toospadım. Bilme­ daa, sıdap tıstança." N. Tinikov
c e , düşünce. (Torbadaki taşımı atıp (Melez ağacı hiç ses çıkarmıyor /
bitiremedim.) Darılsa da, dayanıp sabrediyor.)
tardah s. Dimdik bir yana çıkmış, açıl­ tarih- (ııı.) Sıkışmak, darlığa
mış. düşmek. Tabırğı çortpaan tağ
tarday- Açılmak, aralanmak, genişle­ çoğıl, tarıhpin ösken er çoğıl. A­
mek: "Pora attın tanaları tarday ip..." tasözü (Geyik koşmayan dağ yok­
V. Kobyakov (Kır atın burunları tur, darlığa düşmeden büyüyen er
genişleyip...) yoktur.)
tarihtir -482-
tart
tarihtir- Darıltmak, kızdırmak, üzmek tariftığ s. Tarifeli.
krş. tanrıdır-. tarlağ Tarla, tarlağnan honıhtığ çon
tarın- ( s . ) Dağılmak. çiftçlikle geçinen halk.
tarın- (ıı.) Darılmak, kızmak, sinirlenmek: tarlağ.ayı belt. Mayıs.
"Oyarını köre, Paskir, çoo tarınğan tarlağcı Çiftçi.
çîli, plrger aylana, hanaadan tüzfre tarlan 1. Alnında akı olan (hayvan) tar­
segfrgen." i. Kostyakov (Oyan'ı lan inek alnında ak olan inek. 2.
görerek Paskir çok darı İm iş gibi Alacalı.
öteye dönerek, arabadan indirmeye
tarlıh s. Darlık, kıtlık, yokluk, tarlıh kün
koşmuş.) Tarınıp çoohtazan,
alcaazarzın. Atasözü (Kızıp konu­ zorluk, kıtlık günü.
şursan, yanılırsın.) Tayğada tarpa Kenar. krş. taspa.
polzan, tarınma. Atasözü (Orman­ tarsıh Torba.
da isen sinirlenme.) tarsıla- Şaklamak, patlamak: "Sınap
tarıncah s. Öfkeli, kızgın: 'Tazın hulah üstünde uzun hamcınıh suuh
müüzlne har çuhpas / Tarıncah haazı mıltıh çîli tarsılabaan polza."
ipçee ir çuhpas." M. Bainov N. Domojakov (Gerçekten kulağının
(Boynuzsuzun boynuzuna kar üstünde uzun kamçının soğuk
yapışmaz / Sinirli kadında er kayışı tüfek gibi patlamasaydı.)
durmaz.) sırayı tarıncah yüzü tarsılah Çatırtı, şaklama.
öfkeli. tarsmas bk. tartmas
tarındır- Kızdırmak, darıltmak, öfkelen­ tart- 1. Çekmek Ökîstı öör tartcan,
dirmek: "Çohırah, ol kîzee kürlenîp, çâbîstı çarıhha tartçan. Atasözü
tanndırıp, ulam kirektî (Öksüzü yukarı çekmeli, kısayı ışı­
ardadıbızarınah Aydo sizînçe." V. ğa çekmeli.) at ansın t a r t - at ağzını
Kobyakov (Çohırah'ın, o kişiye çekmek. îzîk tudazın tart- kapı ko­
havlayıp, sinirlendirip, her şeyi lunu çekmek. 2. _Seğirmek. on
bozacağını Aydo seziyor.) krş. haraam üstî tartıpça sağ gözümün
tarihtir üstü seğiriyor. 3. Çekmek, taşımak.
tarınıh s. Zalim. Sıdamahha kirek : "Sas attarğa izer dee çoh
küstî tarınıhha üretpeceîî. Atasö­ münMsçeh, odıh-ot tartıp alarga at
zü (İhtiyacı olana gerekli gücü, za­ taap la, pircen, polis la pirerge
lime öğretme.) harasçan, am haydağ." A.
tarınıs Darılma, öfkelenme, kin besle­ Çerpakov (Yabanî atlara eyersiz
me, tarınıs çoh kinsiz. binmiş, odun, ot çekmek için at
bulup vermiş, yardım etmek için
tarınıs- Bozuşmak, birbirine darılmak.
çalışmış, şimdi nasıl.) odın t a r t -
tarıpLeş. malnın tarıbı la halğan hay­ odun taşımak, köpen t a r t - ot çek­
vanın sadece leşi kalmış. mek 4. (ağırlık) Çekmek, gelmek.
tarıs- (birlikte) Ekmek. nince tartıpça ne kadar geliyor, pu
tarıspa (ı.) Deri şerit, sırım. palıh îkî kilogramın tartça bu balık
tarıspa (ıı.) Yeni doğmuş buzağı veya iki kilogram geliyor. 5. Çekmek
tay derisinden yapılmış kap. stulnı pozınzar tart- sandalyeyi
tarıspala- Sırımla dikmek, tarıspalap kendine doğru çekmek. 6. Çekmek,
tikken ton sırımla dikilmiş palto. azalmak, suğ tartıp parğan su ç e ­
kilmiş (azalmış). 7. Çekmek, daral­
tarıt- Ektirmek.
mak, kögeneem tartıp parğan e l -
tarif Tarife.
tarthı -483-
tas
bisem çekmiş (daralmış) 8. ishal tartıl parğan bulutlar göğe yüksel­
kesilmek, durmak, hıyma tart- miş. 5. (et) Kıyılmak, çekilmek.
kıyma çekmek, eti ufak parçalara tartılğı padej gr. ismin ilgi hâli.
ayırmak, it tart-et çekmek, aylan- tartılış Çekme, çekiş.
dıra tart-geri döndürmek, spiçka
tartılış- Çekişmek.
tart-kibrit çakmak, garmon' tart-
armonika çalmak, çara tart- par­ tartım Çekim, çekimlik. pîr tartım tamkı
çalamak, yarmak, üze tart- çekip bir içimlik (çekimlik) sigara.
koparmak, hıra tart- çift sürmek. tartın- 1. Çekilmek, daralmak. 2. Çekil­
un tart- un öğütmek, kire tart-a) mek, önünden tutup götürülmek.
eksik saymak (parayı). b)eksik Harnı çoğıl azırapça, moynı çoğıi
tartmak, tartıda hile yapmak, sırayı tartınca. -Bilmece, traktör (Karnı
huba tartıp parğan benzi solmak, yok besleniyor, boynu yok çekili­
benzi ağarmak, iirzer sooh yor.) 3. Çekmek, kendi kendine
tartılıbıshan akşam soğuk oldu. çekmek: "Sığıp alıp, pîr-M haalağ
kös tartcan ateş kancası, tartçan itkence, avtobus, Mkterfn çaba
nime tütün, öös tart-iç çekmek, tartınıp..." A. Çerpakov (Çıkıp, bir
göğüs geçirmek, aza tart- çekip iki adım atana kadar, otobüs,
açmak, aylandıra tart- çekip kapılarını çekip kapatarak...) plat
döndürmek, sırayı huu tart- yüzü tartın-üzerine şal almak.
solmak, ağarmak, tahpı tart- sigara tartıncah (ı.) 1. inatçı, direngen (at). 2.
içmek, çarğaa tart-. sorguya İdareli, tutumlu. 3. Mal canlısı.
çekmek, hanza tart- pipo içmek. tartıncah (ıı.) 1. Bir araba yükü.
huurta tart- kurumak. hanaalığ tartıncah bir (atlı) araba
tarthı (ı.) Kabuk soyma aleti, hazin yükü. 2. Atlı araba.
nazı racan î k î tudalığ tarthı akağaç tartıncahtığ s. Yüklü.
kabuğu soyacak iki saplı keski aleti.
tartır- 1. Çektirmek. 2. Taşıtmak, naklet­
tarthı (ıı.) Kolan, izer tutçah tarthı eyer tirmek. 3. Et çektirmek, kıyma
tutan kolan. yaptırmak.
tarthın Soya çekim. tartış 1. Çekme. 2. Çekişme, tartış­
tarthınnığ s. Soya çekimli, tayı tamın ma. 3. Gürültü, patırtı.
tarthınnığ ana tarafı soya çekim tartış- 1. Birlikte çekmek. 2. Çekişmek,
açısından daha güçlü. kavga etmek, tartışmak,. 3. Müca­
tarthıs 1. Çengel. 2. Bağ, halka. ızırğa dele etmek. 4. Birlikte çekmek, ta­
tarhızı küpe halkası, eek tarthızı şımak. 5. Et çekmesine (kıymasına)
(şapkanın) boyun ipi. yardım etmek.
tartıh- Su çekilmek, azalmak. tartıştır- Çekiştirmek.
tartıl- 1. Çekilmek: "Közenekterde kök tartmas 1. Devedikeni çiçeği. 2. Y a b a n î
çahayah hoostığ közeneler tartıltır." soğan sapı.
A. Çerpakov (Pencerelere mavi tartpa kîrîs (yayda) Çekilmiş, gergin
çiçek işlemeli perdeler çekilmiş.) 2.
kiriş.
Taşınmak, as anmarğa tartıl
parğan tahıl ambara çekilmiş. 3. tas (ı.) 1. Kel, dazlak, taaraan çirîme
Dolmak, harahtarına ças tartıl as sınsın; tas pazıma tük sınsın
parğan gözlerine yaş dolmuş. 4. ektiğim yerde ekin bitsin, kel ba­
Yükselmek, çekilmek, tigîrge pulut şımda kıl çıksın. 2. Boynuzsuz, ka­
bak.
tas -484-
tashıri

tas (ıı.) 1. Taş: "Ooğas tastar suğ öffre tashacah zool. Baykuşçuk: "Ağas
üzîgl çoh harah sığınısçalar." N. pazmdağı tashacah çîli sîmer parıp
Domojakov (Küçük taşlar suyun odırıp odır." V. Şulbayeva (Ağaç
içinden devamlı pırıldıyorlar.) Çabal başındaki baykuşçuk gibi
tîlge tas taa çarılğan. Atasözü uyuklayarak oturuyor.)
(Kötü dil taşı da yarılır.) 2. Taş, taş­ tashağas Küçük raf: "Ornahtarnın
tan: aarlığ tas Kıymetli taş, değerli üstünde knigalığ tashağastar, anda
taş, maden: "Ah tashılnı iblrlp / artistternln somnarı hızıl parğan."
Aarlığ tastar körgenner." P. V. Şulbayeva (Yatakların üzerinde
Ştıgaşev (Ak zirveyi çevirip / kitaplı küçük raflar, orada artistlerin
Değerli taşlar görmüşler.) hara tas resimleri yapıştırılmış.)
taş kömürü, otıh tas çakmaktaşı.
tashah 1. Raf, bölme: 'Tayağınah stolnı,
iney tas taş cadı. çîp tas asbest.
peestî, uzun sîreenl, Idîs-hamıs
tas (m.) Kul, köle. tashağın teertklep çörgen." A.
tas (iv.) DIŞ: "Miri tastımda la sağaa Çerpakov (Bastonuyla masayı,
çaballançam, îstîmde sini sobayı, uzun divanı, kap kaçak
ayapçam/'V. Şulbayeva (Ben sana rafını karıştırarak yürümüş.) 2. Ölen
sadece dışımdan kızıyorum, içimde hayvanın konduğu döşeme.
sana acıyorum.) tashar Dışarı, dışarıya, dışarda:
t a s - (su) Taşmak, kabarmak, dökülmek, "Tashar küskü haraa." V. Kobyakov
kabarmak. (dışarıda güz gecesi.) İbde dee
tas hat Cadı. çitî sarığ hıstığ tas hat nimes, tashar daa nimes. Bilme­
yedi sarı kızlı cadı. c e , pencere (Evde de değil dışarıda
tas harın Atın midesinde bir bölüm. da değil.) tashar toğın- dışarıda
çalışmak.
tas hodır tıp. Tuzlu balgam.
tasharla- Dışarı çıkmak, dışarda dur­
tas sool Taşla yapılmış ocak, soba:
mak, bulunmak: "Ornah altındağı
"İzlktlh sol sanrıda tasnan salğan
tasharlacah îdîstl sığarca." V.
soolda uluğ çis çaynik pulazıp
Şulbayeva (Yatağın altında dışarda
hayrıap turca." V. Kobyakov
duran kapları çıkarıyor.)
(Kapının sol yanında taşla yapılan
sobada büyük bakır çaydanlık tashartın zf. Dışarıdan: "Tashartın
buharlaşarak kaynıyor.) çiit ipçl kîzî, hollarında çarımdıh
İpek paza timlr ayağastığ süt
tas tura Taş bina.
tudınıp, kir kilgen." V. Kobyakov
tas kömîr Taş kömürü. (Dışarıdan genç kadın, ellerinde
tas obaa Taş yığını, taşların kümelendiği yarım ekmek ve demir kasede süt
ziyaret yeri, kutsal kabul edilen taş­ tutarak girip gelmiş.)
ların kümelendiği yer. tashıl 1. Zirve. 2. Yüksek d a ğ : "Ah
tastındağı kip Dış giyim. tashıllarca çörîp / Aymah ahnar
tas-hara tekr. Kapkara, tas-hara sastığ atçahnar." P. Ştıgaşev (Ak dağlara
simsiyah saçlı, tas-hara harah gidip / Çeşili avlar öldürmüşler.) 3.
kapkara göz. Dağ silsilesi. 4. Ormanlık dağ.
tas mindîr Dolu (yağış) krş. t o n d o l . tashın Taşkın, taşma, sel: "Çüreglm
tasha zool. Baykuş, tasha çîli kör- göz­ mında, Paynuş, tashın çili tığılça."
lerini fal taşı gibi açmak. V. Şulbayeva (Yüreğim burada,
Paynuş, taşkın gibi atıyor.)
taskoy
-485- îathın

taskoy (kabın dibinde) İçki kalıntısı. M. Kokov (Baskıcı ülke yok edilip /
taskoy ısken k î z î çonnı ibînzer Hor görme bırakılmış.)
hığırar içkinin sonunu içen kişi hal­ tastan- Atmak, atılmak: "Pazın pözîk
kı evine davet eder. ködîrıp, oyda tastanıp, çoohtapça
taspa Zıh, kenarlık, şerit, ton taspazı ool." G. Topanov (Başını yukarı
palto kenarlığı, krş. tarpa. kaldırıp, arkaya atıp konuşuyor.)
taspalığ s. Zıhlı, şeritli: "Kıçicek tastandı Döküntü, süprüntü, çöp.
sürmezekfıg, olarnıh uzına tastas 1. Atma, atış. 2. Bırakma, bıra­
palğalğan ah torğı taspalığ hızıcah kış.
çügür çörcen." i. Kotyuşev tastas- Birbirine atmak, olar harnan
(Küçücük belikli, onların ucuna tastastılar onlar birbirlerine kar attı­
bağlanmış ak ipek şeritli kızcağız lar.
yürüyordu.)
tastat- Attırmak, atılmak.
tasta- 1. Atmak Tas tastaan çirde,
tastı Dış, dışı: "Payağı kizJ siden
his parğan çirde. Atasözü (Taş
tastında alnındağı adın
atılan yerde, kız vardığı yerde.)
tohtadıbıshan." V. Kobyakov
Aarlığ tazım ırah çirge tastadım.
(Deminki kişi çitin dışında öndeki
Bilmece, düşünce (Kıymetli taşımı
atını durdurmuş.) ol tastınan
uzağa attım.) 2. Bırakmak: "Aydo
hazıhha tööy o dışından sağlama
sandı, hadarcan halın malnı çazıda
benziyor. 2. Cilt, kapak, kniga tastı
tasti, uzun çolca çörigci
kitap kapağı, tastınan dışından.
polıbıshan." V. Kobyakov (Aydo
şimdi, otlattığı malını ovada tastığ s. Taşlı: "Ol oymâh-sohnığ,
bırakarak, uzun yolun yolcusu tastığ çollar / Çorıhçıl attı
olmuş.) Hada astap, hada suhsap sürnüktlrgen." M. Kilçiçekov (O
çor, çe arğızinnı tastaba. Atasözü çukurlu, taşlı yollar / Yola giden atı
(Birlikte acık, birlikte susa, fakat ar­ sürçtürmüş.) tastığ çir taşlık, taşlı
kadaşını terk etme.) 3. Bırakmak, yer.
terk etmek, sonlandırmak: tamkı tastıh Uzak, kıyı, kenar: "Homdı çatça
tartarın tastabızarğa sigara içmeyi tastıhta / Kemnm anda ölgenîn 7
bırakmak, harah tasta- göz atmak. KizJ pır dee pflbinçe." M. Kokov
toğır t a s t a - yana sıçramak, ileri (Mezar durur uzakta / Kimin onda
fırlamak, ihnîne tasta-omzuna yattığını / Hiç kimse bilmiyor.) olar
tmak. çoğar tasta- yukarı atmak, tastığ çurtapçalar onlar uzakta
fırlatmak, almnzar tasta-öne d o ğ r u yaşıyorlar.
atmak, tasta pıromnı beni affet!. tat Pas. timîr tadı demir p a s ı .
kürceknen tasta- kürekle
tatarın Tatar.
atmak. çurtın tasta- evini
terketmek. tatarskay Tatar, Tatarlarla ilgili tatar tîl
Tatarca, tatarskay literatura Tatar
tastan bk. tashah edebiyatı.
t a s t a l - 1. Atılmak: "Ib Jstî kîrlîg, kip- tatay ünl. (Ürkme, korkma bildiren ü n ­
azahtar anda-mında tastal parğan." lem.) Vay! Berbat!, tatay- ara Vay
V. Şulbayeva (Evin içi kirli, elbiseler canına!
oraya buraya atılmış.) 2. Bırakıl­
tathın 1. Tat. suğ tathınt su tadı. 2.
mak, terk edilmek: "Hızığlığ curt
mec. Tat: "Çohır aday ot hamcınıh
çoh idîfîp / Hıya pazığ tastalğan."
tathın in çahsı pîlçe."N. Domojakov
(Ala köpek o kamçının tadını iyi
-486-
tathınnığ tayı
biliyor.) tathmı çoh tatsız, krş. taybal- Bozulmak, kırılmak, dağılmak:
tadığ "İs-sağızı taybalıp, çirde tonı pazına
tathınnığ s. Tatlı, lezzetli, tathınnığ pürgel parğan nimenî Çohırah
ügre lezzetli ç o r b a . pazoh çoon putha haphlap parğan."
tator Eyerin berkitilmesi için kullanılan V. Kobyakov ( Aklı fikri dağılıp,
kayış kemer, ipçî k î z î n î tatornan yerde paltosu başına bürünmüş
saap hamnacah kadın eyer ber­ kimseyi Çohırah yeniden kalın
kitme kayısıyla vurularak kamlanır. budundan kapmış.)
t a t t a - Paslanmak: "Çîp ana nandırça taybas bk. tayğah
min çoh polğan polzah, çadıp tattap tayce bk. tay îce.
pararcıhsıh." N. Tinikov (ip ona taycı Prens, matır taycı yiğit prens.
cevap veriyor; ben olmasaydım, taydır- Kaydırmak: "Tan alnı hubar
durduğun yerde paslanırdın.) pastaan tustarda Saraashır,
tattığ s. Paslı. püürlernî öörinen ileede tastıh
tay Tay. Hoor tayım hoyığ talnın ara­ taydır parıbızıp, tügencîzîn onar
zına kîr-parcıh. Bilmece, tavşan halğan ah cazının sîliin." N.
(Doru tayım sık söğüt içine girdi.) Nerbişev (Tan yeri ağarmaya
başladığı sırada Sarı aygır, kurtları
tay ağa Dede(annenin babası.):
sürüsünden çok uzağa kaydırıp,
"Sabisfin tay ağazı, üs aylığdahoh
son kez idrak etmiş ak yazının
sığara umçulappastaan polğan." H.
güzelliğini.)
Domojakov (Sabis'in dedesi, üç
aylıktan itibaren beslemeye tayğa Tayga, orman: "Tağlar, suğlar,
başlamış imiş.) tayğalar / Tıplathan harahtı
tay îce Anneanne. ashanca / Tur halçalar ay soonda."
M. Arşanov (Dağlar, sular, ormanlar
tayah 1. Asa, baston, dayak, dayanak:
/ Kırpılan göz. açana kadar /
"Aydo, sit tayağına köksîneh
Kalıyorlar çok arkada.) Abadan
çölenîp, çalan kizıdeh harağın albin
horıhsan, tayğaa daa par
kör tur." V. Kobyakov (Aydo, melez
polbassıfî. Atasözü (Ayıdan kor-
sopasına göğsüyle dayanıp, atlı
karsan, ormana da gidemezsin.)
kişiden gözünü almadan duruyor.)
çıs tayğa sık orman, öt polbas
Suğa kîrgelekke ödık suurba, tayğa geçilmez orman, tayğa halı­
tağa sıhhalahha, tayah tayanma. nı orman sıklığı, tayğa eezî orman
Atasözü (Suya girmeden çizme ç ı ­ iyesi.
karma, dağa çıkmadan asaya da­
yanma.) 2. Dört ayaklı hayvanın bir tayğacı Taygada yaşayan veya avlanan.
ayağı, malnın pır tayağı malın bir tayğah Paten, timîr tayğah demir p a t e n .
ayağı. tayğala- Ormana gitmek.
tayahtığs. Dayaklı, a s a l ı , bastonlu. tayğam Yünlü hayvanları avlamaya
tayan- Dayanmak, yaslanmak: "Anan yarayan fetiş.
îkf hol man çirge tayan ip..." V. tayğım bk. tayğam
Kobyakov (Sonra iki eliyle yere tayı Dayı: "Anı çasharıp, çashar polbin,
dayanıp...) Arkip tayızı..." N. Nerbişev (Onu
tayandır- Dayandırmak. yatıştırıp, ikna edemeyen Arkip
tayanıs Dayanış. dayısı...) uluğ tayım büyük dayım.
tayanıs- Dayanışmak. kîçîk tayım küçük dayım.
tabya Yalan krş. tayma.
-487-
tayı tazıl
tayı- (ı.) 1. Kurban etmek, kurban sun­ (Çiğnemeden yeme, boğazına takı­
mak, tigîr tayaanı göğe kurban et­ lır.)
me. 2. Yukarı atmak, fırlatmak. 3. tayna- (ıı.) Dayanmak, yaslanmak Suğa
Sallamak, sarsmak. kîrgelekke ödîk suurba, tağa
tayı- (ıı.) (bebeğin göbek bağı) Düşmek. sıhhalahha, tayah taynama. Ata­
pala kînî tayıbaanda, kîzee ibden sözü (Suya girmeden çizme çıkar­
pîr dee nime pirbester bebeğin ma, dağa çıkmadan asaya dayan­
göbek bağı düşmeden evden ma.)
hiçkimseye bir şey vermezler. taynal- Çiğnenmek.
tay iğ Kurban, tay iğ idî kurban e t i . taynam Çiğnem, lokma, çiğnemlik, pîr
tayığla- Kurban etmek. taynam it azır polbaan bir lokma
tayıs 1. Sığ, derin olmayan. Çarnın tübî et yememiş.
tayıs, çarğınin tübî tiren. Atasözü taynan- Çiğnenmek: "Çolda taynanğan
(Yarın dibi derin değil, yargının dibi arış ipekten pîr kizek halğan
derin.) 2. Çok az. polğan." N. Domojakov (Yolda
tayızah 1. Çok küçük dere, çay. 2. Çok çiğnenen çavdar ekmeğinden bir
az. parça kalmış imiş.)
tayla Ampiyesman. taynas Çiğneme, çiğneyiş.
taylah 1. Üç yaşında binit, taylah at üç taynat- Çiğnetmek.
yaşında binek atı. taylah tibe üç taytahna- Yalpalayarak gitmek:
yaşında binek devesi. 2. Üç yaşın­ "Yakınnın çorğa pora adı mında
da ağaç. taylah hazin üç yaşında taytannap kilir." V. Kobyakov
akağaç. (Yakın'ın yorga bora atı işte
taylıh- Kaymak, kızak yapmak. yalpalayarak geliyor.)
taylıh (ı.) Kayma, kızakla gitme. taz Tas.
taylıh (ıı.) bk. taylah tazaas Balık ağı ağırlığı, sözîrbe
taylıhtır- Kaydırmak: "Anın tazacah tazaas balık ağı ağırlığı.
sıltaanda azahtarı taylıhtıra pazıl tazah anal Taşak.
parçathan."\. Kotyuşev (Bu yüzden tazar- Kel, dazlak olmak.
ayakları kayarak basıyormuş.) tazart- Kelleştirmek.
tayma Yalan: "Pîlbinçem, sın ma, tazarta (ı.) zf. Dazlak şekilde, kel gibi
tayma ba." G. Kazaçinova
sazın tazarta hırıh salğan saçını
(Bilmiyorum, gerçek mi yalan mı.)
Çızığ pağnan attı tutpa, tayma dazlak şekilde kestirmiş.
sösnefi çonğa aylanma. Atasözü tazarta kör- Gözlerini fal taşı gibi açmak.
(Çürük iple atı tutma, yalan sözle tazay- Ayaklar açık vaziyette ayakta
halka dönme.) tayma sağın- yanlış durmak.
düşünmek. tazı 1. Tacik. 2. İranlı.
taymacıl Yalancı, taymacılnıh tanızı tazı- Taşımak: "Kîrpister tazirğa kirek."
köp yalancının tanışı çok.
V. Şulbayeva (Kerpiçler taşımalı.)
tayna- (ı.) Çiğnemek: "Ah azahtığ toraat,
suğ tazıpça su taşıyor.
timîr suğliin küzürede taynap, tohti
tüsken." V. Kobyakov (Ak ayaklı tazıcah Küçük taş.
doru at, demir gemini kütürtüyle tazığ Taşıma.
çiğneyip, duruvermiş.) Taynabin tazıl- Taşınmak.
çîbe, tamaanda turıbızar. Atasözü
-488-
tazıla teencek
tazıla- Gümbürdemek. kügürt tazıia- tebîndî Tepelenmiş yer.
gök gurlemek. mıitıh tazılaan tüfek tebîndîle- Tepelemek, tepeleyerek
gümlemiş. sertleştirmek, çılğı mal, hoy mal
tazılas- Gümbürdemek: "İrtenneh iirge tebîndîlepçe yılkı, koyun tepeliyor.
çitîre olarnıh paltılan la tazılasça." tebîs Tepiş, tepme.
S. Çarkov (Sabahtan akşama tebîs- Tepişmek.
kadar, sadece onların baltaları
tebiy kız. bot. Bir tür yosun.
gümbürdüyor.)
tee De, dahi: "Üs tee çil hadarğam. -Çe,
tazılas Gümbürdeme, gıcırtı: "Onarlap
çarir." V. Kobyakov (Üç yıl da
fister tazılazı hatığ tuyğahtar
otlattım. -Peki, tamam.)
sabızına hağıs turadır."N. Nerbişev
(Onlarca dişlerin gıcırtısı, sert teedeg e. Kadar: 'Tan azıra, teedeg, aal
toynakların sesine karışıyor.) Istîküülep, soolapirttî."H. Nerbişev
(Tan açılana kadar köyün içi
tazılat- Gümbürdetmek.
uğuldayıp, gürlemiş.) suğa teedeg
tazılğa sag. Köküyle yıkılmış ağaç. suya kadar krş. t e e r e .
tazın Enenmiş boğa, öküz. teedîgî s. Şuradaki, oradaki: "Poç, min
tazın- Kendisi için taşımak. teedîgî Apçanay aalına la çit
tazıra- Dazıramak, cıvıldaşmak. polbinçam." V. Şulbayeva (Vay,
tazıs Taşıma. ben şuradaki Apçanay köyüne de
ulaşamıyorum.)
tazıs- Yardımlaşarak taşımak.
teek (ı.) At bağlama direği, izerleen adın
tazıt- Taşıtmak.
altın teekke palğadı eyerli atını al­
tazor Tulum, kırba. tın direğe bağladı krş. sarçın.
tazos bk. tazaas
teek (ıı.) sag. zool. Çekirgegiller.
teatr Tiyatro: "Vanya, noğa teatrğa teek (ııı.) 1. Çalgının tellerinin altına
çörbinçezîh?' V. Şulbayeva konan destek, köprü., homıs teegî
(Vanya, niçin tiyatroya kopuz köprüsü. 2. Yay kertiği, aya
gitmiyorsun?) kîrîzîn tartçan teek aya kirişini ç e ­
tebîg Tepme, tepiş, kün tebii güneş kecek kertik. 3. Kapı sürgüsü. îzık
çarpması. teegî kapı sürgüsü. 4. Çember,
tebîl- Tepilmek: "Çaa poltır, a. Çaal - halka.
pazoh hayhas sıhçalar irenner t e e k t e - (kapıyı) Sürgülemek. îzîktî
haralta tebîl halıp, hannar ah teekte- kapıyı sürgülemek.
halğan Isternî körfp." N. Nerbişev
t e e l - Değinmek, dokunulmak: "Keres,
(Savaş olmuş, ha. Savaş! yine
surınçam, surba minneh pır dee
şaşırıyorlar erkekler, tepilerek
nime, teelbeeher pu surığa. -A min
kararıp kalan, kanların aktığı izleri
teelerim, min sim polbaspın." V.
görüp.)
Şulbayeva (Keres, rica ediyorum,
tebîn- Tepinmek: "Pirde oyda turıp, benden bir şey sorma, dokunmayın
pirde tisker tebînîp, tigey bu soruna. -Fakat ben dokunurum,
habırğazında tarap parğan ben susmam.)
çılğılarzar üküs salğan." N.
teele bk. teek (ıı.)
Domojakov (Bir arkaya sıçrayıp, bir
yana tepinip tepe yamacına dağılan teen (<ti-gen) bk. t i -
yılkılara doğru dörtnala koşmuş.) teencek Düğün töreninde kızların yaptığı
tebîncek kız. Üzengi krş. îzene. eğlence, teencekten naa palanı
teencek
-489-
tees

toyğa çidektepçeler eğlenceden teerdîr- (ı.) Değdirtmek.


sonra gelini düğüne götürürler. teerdîr- (ıı.) Derdirmek, toplatmak.
teencek (ıı.) kız. Grip. teencekke hap­ teere e. Kadar: "Irtennen ala, astap /
tır- grip olmak. lirge teere îstencen." P. Ştıgaşev
teep (<ten-îp veya tep-îp) bk. t e n - , t e g - (Sabahtan başlayarak acıkıp /
veya tep- Akşama kadar çalışmış.) pu tusha
teer 1. Deri, post. "Ayman annar t e e r e şimdiye kadar, amğa teere
atçannar / Andoh teerîzîn soy ip / şimdiye kadar. k r ş . teedeg.
Afinin idîn çîcenner." P. Ştıgaşev
teergîn 1. Kurum, müessese. 2. Çiftlik.
(Çeşitli avlar öldürmüşler / Oracıkta
hannın uluğ teergînî hanın büyük
derisini yüzüp / Onun etini
çiftliği. 3. Hayvanın sinekten korun­
yemişler.) Annı ödîrîp albaanda,
duğu yer. îzîkte mal seek-maastan
teerîzîn soybacan. Atasözü (Av
çaltanıp teergînde turar sıcakta
öldürülmeden, derisi yüzülmez.) hayvanlar sineklerden kaçıp, koru­
teerî iste- deri işlemek, deri nakta durur.
sepilemek, teerîzîn soy- derisini
teerî bk. teer
yüzmek. 2. Deriden. • hoy
teerîzînen tîkken pörîk koyun de­ teerîg Toplama, derme.
risinden dikilen börk. "Çabınarğa teerîgcî s. Derleyen, devşiren, toplayan.
teer çorğan al pirgen." N. teerîlîg s. Derili, postlu: "Hozannar
Domojakov (Örtünmek için deri çayğızm pora teerîlîg polğannar,
yorgan alıp vermiş.) teer meley de­ am hıshıda ah tonnığlar." I.
ri eldiven. Topoyev (Tavşanlar yazın kır derili
idiler, şimdi, kışın ak renkliler.)
teer- (ı.) Değdirmek: "Oolahtın
îstîn çarıbıshannar, lliskecektîn hotı teerîs Derişme, deriş, derme, toplama.
huzuruğın çahsı kizîblzerge bolları teerîs- Derişmek, toplaşmak, birlikte
kilîspinîbîzerdeg polıbıshan, pıçaan derlemek, toplamak.
pîree nimezîne teerîbîzerînen, teermes bk. teerbîs
annan han daa ağıbızarman t e e r t - Değdirmek, dokundurmak: "Olar
çaltanıbıshan." i. Kotyuşev üstündegî haya-tastarğa bolların
(Oğlanın karnını kesmişler, teert par kilçetkenner, nanmır
İliskecek'in apandisiti güzel öllepçetken bollarına haya-
kesmeye elleri uygun gelmiyor gibi tastardan indîre suğ unlçathan." İ.
olmuş, bıçağını bir organına Kotyuşev (Onlar yukardaki kayalara
değdirmekten, ondan kan da taşlara elleriyle dokunarak
akmasından korkmuş.), teere a t - gitmişler, yağmurun ıslattığı ellerine
ateş ederek vurmak. kayalardan taşlardan inen sular
teer- (ıı.) Dermek, toplamak, çistek teer- dökülüyor.)
yemiş toplamak. teertpek s. 1. Yuvarlak, çember. 2.
teerben bk. terben Tekerlek: "Hayzı kîzîler at
teerbîs Zahire koyacak dörtgen şeklinde azağında, hanaa teerpeglnde hal
ağaç kap. turlar." M. Kokov (Bazı kişiler at
altında, araba tekerleğinde
teerçîk Topaç, küren at teerçîk çilî
tartıl tur yağız at topaç gibi dönü­ tees k£!)y05İftâ) kuyruk: "Annan andar
yor. kemdir teeste?" S. Karaçakov
teerçîkten- Topaç gibi dönmek. (Ondan sonra kim sırada?)
tees
-490-
telener
tees (ıı.) Değiş, d e ğ m e , dokunuş, vurma. araba tekerlekleri gıcırdıyor.) krş.
mıltıhtın teezî tüfeğin vuruşu. teglek
tees- Uğraşmak, meşgul olmak. tegîlekten- Yuvarlaklaşmak.
teestes- Değişmek, değiştirmek: tegîlektenîs- (birlikte) Yuvarlaklaşmak
"Çornapnah Marğa oolahtarın çirde teglek s. Tekerlek, yuvarlak, daire:
çuğannarınca, anan tastındağı "Künnî aylandıra küğürt çolının
kipterîn teesteze alıstırğannarınca, öhnerîneh putken teglek turca." A.
lliskecek lampanı közenek irkînîne Kuzugaşev (Güneşi çevreleyen
turğızıbıshan." i. Kotyuşev gökkuşağı renklerinden oluşan
(Çornap'la Marğa oğullarını yerde çember duruyor.) krş. tegîlek.
yıkayana ve dış elbiselerini tegiekte- 1. Yuvarlaklaşmak, daire şekli­
değiştirene kadar, İliskecek lâmbayı ne girmek. 2. Yuvarlamak, çevir­
pencere kenarına koymuş.) mek, döndürmek.
teestes Değiştirme, değiştiriş. teglekten- 1. Yuvarlaklaşmak. 2. Dön­
teestîg s. Vuruşlu, değişli: "Aydo ol mek, yuvarlanmak.
tuşta, soonzar hılçahnap, açığ
teglektendîr- 1. Yuvarlaklaştırmak. 2.
teestîg piçîkteh hutularğa, tağnıh
Döndürtmek, yuvarlatmak.
oliinca oylapça." V. Kobyakov
(Aydo o sırda, arkasına bakıp, acı tehniçeskay s. Teknik, tekniksel, teknik­
değen kırbaçtan kurtulmak için, le ilgili.
dağın yamacına doğru koşuyor.) tehnik Teknisyen, tîs tehnigî diş
teezîg Cenazeyi gömme veya düğün teknisyeni.
töreninden sonra yapılan ziyaret, tehnika Teknik: "Naa tehnika paza us
taziye, teezîge par- taziyeye hol."M. Arşanov (Yeni teknik ve uz
gitmek. el.)
teezigle- Taziyeye gitmek. tehnikum Teknik lise industrial'nay
t e g - Değmek, dokunmak: "Çashı künnm tehnikum endüstri meslek lisesi.
çılığ tegenî paza torğayahtarnıh tehnologiya Teknoloji.
çoğar ırlashlaanı Aydonı uzudarğa
tekst Metin.
abıtçathan çîli, isfflgen." V.
tekstil' Tekstil.
Kobyakov (Güzel güneşin sıcak
dokunuşu ve toygar kuşlarının telefon 1. Telefon, telefon cihazı:
yukarda ötüşmesi Aydo'yıı uyutmak "Andarda paza çooğım çoğıl, -
için sallıyor gibi işitilmiş.) krş. t e n - pastıh km tığdırap turğan telefonğa
tegîlek s. 1. Yuvarlak, çember: "Anzı, tuna haldi." G. Topanov (Öyleyse
orısti oshas, sarığ sastığ, çe başka sözüm yok, - yönetici çalan
abahay tegîlek ah sırayınah paza telefonu kapmış.) 2. Telefon,
çîtîg hoor harahtarınan hakas telefon numarası: "Mına minin
polçathanı îkîncîlecee çoh telefonım." V. Şulbayeva (İşte
benim telefonum.)
pîldîstîg." I. Kotyuşev (O, Rusunki telegraf Telgraf.
gibi, sarı saçlı, fakat yuvarlak ak
telegrafirovat ' pol- Telgraf çekmek.
yüzünden ve keskin kahverengi
gözlerinden Hakas olduğu apaçık telegraf ist Telgrafçı.
anlaşılıyor.)2. Tekerlek: "Çolda telegramma Telgraf.
hanaa tegîlekterî le toşlasça." N. telener şor. Kalay. îdîs- hamişti
Tyukpiyekov (Yolda sadece atlı telenernen îstepçeler kap kaçağı
kalayla kalaylarlar.
-491 -
teleskop terminologiya

teleskop Teleskop. t e p - 1. Tepmek, çifte atmak: "Mirgen


teievizor Televizyon, önnîg televizor tepsem, aba daa ospas."N. Tinikov
renkli televizyon. (İyi tepersem, ayı da kurtulamaz.)
2. Tepmek, tepiklemek:
telgî bk. teek (ıı.)
"Arğamcınan daa palğanmin,
telîk s. Ahmak, beyinsiz, et kafalı. mahzıtta tüzîp, azahnan tepkem."
tema Tema, konu. M. Çebodayev (iple de
tematika Konular, mevzular. bağlanmayarak, aceleyle inip,
tembr Ton, ses tonu. ayakla teptim.) Pashan çirîn pağır
temperatura Sıcaklık derecesi, hararet. polzın, tepken çirîn timîr polzın.
Atasözü (Bastığın yer bağır olsun,
t e n - 1. Değmek, dokunmak, temas
etmek: "Kolkanın moydırığın teptiğin yer demir olsun.)
salıbızabas, munzuriinan pazın tepkici Tepici, çifte atan (at.)
azıra saphan, munzuruğı abistin tepkıs 1. (horozda) Mahmuz. 2. Kürek.
purnına tenen." A. Kuzugaşev 3. Çatı kirişi.
(Kolka'nın yakasını bırakarak, tepkîstîg s. Mahmuzlu: "Min tapsazam,
yumruğuyla başının üzerinden prayzı toğınça, azaam çîtîg
vurmuş, yumruğu papazın burnuna tepkîstîg." M. Tinikov (Ben ötersem
değmiş.) Çabızah taa polza attığ herkes çalışıyor, ayağım keskin
pol, azaan çirge tenmes; çabal mahmuzlu.)
daa polza, kiptin polzın, idîfi kün- teple- Tepmek.
ge köybes. Atasözü (Boysuz da
teplen- Tepmek, çifte atmak (at.)
olsa atlı o l , ayağın yere değmez,
kötü de olsa elbisen olsun, etin g ü ­ teptîrges 1. (beşikte çocuğun ayaklarını
neşte yanmaz.) 2. isabet etmek, bağlayacak) İlmik. 2. Takoz. 3. Pe­
rast gelmek: "Anın mıltığı mınça dal.
tastıh çirge orta teep parğan." N. t e r - ahsan zool. Yelve, bıldırcın kılavu­
Domojakov (Onun tüfeği bu kadar zu.
uzak yere tam isabet etmiş.) 3. terapevt tıp. Dahiliye uzmanı, iç hasta­
mec. Dokunmak, ilişmek: "Olar lıkları doktoru.
mağaa tenminçeler." V. Şulbayeva terben Değirmen. Suğ terbennî dee
(Onlar bana dokunmuyorlar.) talapça. Atasözü (Su değirmeni de
tendentsiya Fikir, tez, ide. yıkar.) hol terbenî el değirmeni.
tender Tender. suğ terbenî su değirmeni, çil
terbenî yel değirmeni, terben tazı
tendir- Değdirmek.
değirmen t a ş ı .
tendîre- 1. (gözler) Sağa sola dönmek.
tereze kız. 1. Pencere camı. 2. Hayvanın
2. Oraya buraya dolaşmak.
karın zarından yapılmış pencere.
tene şor. Düğme d e l i ğ i . inek hamından idîlgen tereze i­
tefinet- Denkleştirmek, denkletmek krş. neğin karın zarından yapılmış pen­
tinnet-. cere.
tennis Tenis. termin Terim, meditsina terminî tıp
tenor Tenor. terimi.
teorema Teorem. terminologiya Terminoloji nauçnay
teoretiçeskay s. Teorik. terminologiya bilimsel terminoloji,
terminologiya slovarî terminoloji
teoretik Teorici.
sözlüğü.
teoriya Teori, nazariye.
termometr
-492- tığın

termometr Termometre. damlaları, ağaç yapraklarını


termos Termos. çıtırdatıyor.)
terpek 1. Tekerlek, atlı araba tekerleği: tıçıh-tıçıh tekr. Çatur çıtır.
"Hanaa terpekterî açığ sııttağı la çili tıdancı Yırtık, parçalanmış, tıdancı it-
ıılasçalar." N. Domojakov (Atlı yırtmak, parçalamak: "Su-yt, an
araba tekerlekleri acı acı ağlar gibi palazı, tooza idîmnî tıdancı iderge
gıcırdıyorlar.) 2. Yuvarlak, çember: çörl." V. Kobyakov (Oştt, kurt
"Mal pasçaa çoh patığ sastar, yavrusu, bütün vücudumu
körîndes oshas terpek köller." N. parçalayacak!.)
Domojakov (Mal basmaz balçık
tidir tadır tekr. Çatır çutur.
sazlıklar, ayna gibi yuvarlak göller.)
tıdıra- 1. Çıtırdamak, çatırdamak 2.
terpekti zf. Çember şeklinde, yuvarlak: Dırdır etmek, hızlı konuşmak.
"Kiri piiler, terpekti ibîre turıbızıp, tıdırah (kemik oyununda) Bir taşla iki
hulunnarnı, çiit taylarnı pik
hedefi vurmak.
sidennebîskenner." N. Nerbişev
(Yaşlı kısraklar, çember şeklinde tıdıros s. Geveze, çenebaz.
durup, kulunları, genç tayları tığdıra- 1. Tıngırdamak, tıkırdamak:
sağlam çit içine almışlar.) "Hayda-hayda harashı hoyiinda
tığdırap pariğan hahaanı is halıp,
terrasa Teras.
çabal, ürügîstîg ünnen
territoriya Toprak, arazi, saha, alan. hıshırıbıshan." N. Domojakov
terror Terör. (Uzaklarda koyu karanlıkta
terrorist Terörist. fıkırdayıp giden atlı arabayı duyup,
terroristiçeskay s. Terörsel, terörle ilgili. k ö t ü , ürkütücü sesle bağırmış.) 2.
Şıngırdamak, zıngırdamak: "Pastıh
terse kız. inanç, d i n . kîrees tersezî
klzî tığdırap turğan telefonğa tuna
Hristiyanlık inancı. 2. Gelenek, g ö ­
haldi." G. Topanov (Yönetici
renek, çabal terse kötü gelenek.
zıngırdayan telefonu kapmış.)
tes'ma Şerit.
tığdıras 1. Tıkırtı, takırtı: "Çe hanaa
teste Harç.
t iğ di razı pır dee istllbeen." N.
testîr kız. bk. terse Domojakov (Fakat atlı araba tıkırtısı
tetrad' Defter. hiç duyulmamış.) 2. Şıngırtı, zıngırtı
tezisTez. tığdıros 1. Tıngırtı, takırtı. 2. Zangırtı,
tıbıh Burunluk* burunsalık. pızo purnına şıngırtı.
suhçan tıbıh buzağı burnuna takı­ tığıl- 1. Saplanmak. 2. Birikmek,
lan burunluk. toplanmak, yığılmak, pustar pır
tıcıra- Çatırdamak, çıtırdamak: çirde tığılıs parğannar buzlar bir
"Tayğadağı ot kögllg pofadır / yerde birikmiş.
Salaaca oylap tıcırapça." M. tığın- 1. Tıkamak, sokmak. 2. Tıkın­
Kilçiçekov (Ormandaki otlar mak, gövdeye indirmek: "Arağanı
neşeleniyor / Yaprakları kımıldayıp nimee îde tığınçalar? Körîher, pu
çıtırdıyor.) odın tıcırap köyce odun hayhastığ hızıl iirnfh dee silime
çıtırdayarak yanıyor. haybinçalar." V. Tatarova (içkiyi
tıcırat- Çıtırdatmak, çatırdatmak: niçin tıkmıyorlar? Bakın, bu şaşırtıcı
"Nanmırnın çoon tamahtan, ağas kızıl . akşamın güzelliğine de
pürlerin tıcırathlap..." N. aldırmıyorlar.)
Tyukpiyekov (Yağmurun iri
tun
t ı ğ ı n l . Buz kütlesi, yığını: "Ol, çardan tıhtaldıra zf. Hıncahınç, ağzına kadar:
azıra sabınçathan tığın çili, hılığın "Mına çoğarhı aalzartın iki hahaağa
pazın polbaadağ." V. Tatarova (O, tıhtaldıra odırğan çon kilce." f.
yardan aşağı inen buz kütlesi gibi, Burnakov (İşte yukardaki köyden iki
mizacına engel olamıyor.) 2. atlı arabayı hıncahınç doldurmuş
Buzların erimesi. insanlar geliyor.)
tığır- (ı.) Ayakkabı ayağı sıkmak. tıhtan- 1. Toplanmak, derlenmek:
tığır- (ıı.) Yatıştırmak, teskin etmek: "Timke . tıhtança, ağaa icezî
"Çaadağı kizi, mında haydan polısça." V. Şulbayeva (Timke
polıbızar tip, tığırğlapçathan." F. derleniyor, annesi ona yardım
Bumakov (Savaştaki kişi, burada ediyor.). 2. Tamir olunmak.
nasıl olacak deyip teselli etmiş.) tıhtandır- Bir araya toplattırmak.
tığırama zf. Dolu, dopdolu, tıka basa: tıhtas- 1. Bir araya toplaşmak. 2. Birlik­
"Püün avtobusta parçam, çon te onarmak.
tığırama." V. Şulbayeva (Bugün tıhtat- 1. Bir araya toplatmak. 2. Tamir
otobüste gidiyordum, halk tıka ettirmek.
basa.) tıhti sap- Kabartmak.
tığıs Tıkama, sokma. t ı ı - Güçlenmek, sağlamlaşmak: "Ös, ös
tığıy s. Sık, sıkı. tığıy tüktîg hoy sık künneh künge tıırğa / Öler ölîm
tüylü koyun. pîlbeske!" M. Kokov (Büyü, büyü
tıhta- 1. Toplamak. 2. Tamir etmek: günden güne güçlenmeye / Ölecek
"Turam tıhtap alarga polis pinher, - ölüm tanımamaya.)
surınğan ol."S. Çarkov (Evimi tamir tııda zf. Sıkı, sık: "Homzınma, çüreem,
etmeme yardım ediniz, -rica etmiş tııda sabıl."M. Kilçiçekov (Sızlanma
o.) 3. Gömmek. 4. Sıkıştırmak, bas­ yüreğim, sıkı çarp.) 2. Yüksek ses­
tırmak, tıkmak: "Soshalar kirip le, gürültüyle: "Tada istîl hal
çilegelerin haspas ide, sidennî dee t'urcan." N. Nerbişev (Yüksek sesle
tıhtap salarcıh." A. Çerpakov işitilmiş.)
(Domuzlar girip köklerini kazılmaz
tııdarah (aşık oyununda) Oyun dışı
ederek, otu da bastırırdı.)
kalma durumu.
tıhtağ 1. Bir araya toplama. 2. Onarım, tııdın- Destek almak: "Köglep, honiin
tamir. 3. Sıkıştırma, bastırma. tııdınça, Köytîk ıırcı holın sunza,
tıhtağlığ s. Tamir edilmiş, tamirli: "\bi Kürezerge timde polça." M. Kokov
amdı tıhtağlığ daa polza, ibînih (Neşelenip, hayatını destekliyor /
fstînde pir nime çoğıl." S. Çarkov Kurnaz düşman el uzatsa /
(Evi şimdi tamir edilmiş olsa da, Savaşmaya hazır oluyor.)
evinin içinde hiçbir şey yok.)
tııdıs gr. Pekiştirme.
tıhtal- 1. Bir araya toplanmak: tııdıs ulağ sözî gr. Pekiştirme edatı.
"Moskvanıh ulitsalarınca maşinalar
uluğ suğnıh çashıda halın puzı, tul- Sertleşmek, katılaşmak: "Zoyka,
tibirep, tıhtalıp, ah turğandağ pîlbeske kirip, ağas la çili tul
potadır." G. Topanov (Moskova'nın parğan çathan." N. Domojakov
sokaklarında arabalar, coşkun (Zoyka, kendini kaybedip, ağaç gibi
suyun baharda iri buzları derip sertleşip yatmış.)
toplayarak götürmesi gibi oluyor.) 2. tun Çit: "Tayağınan tura alnındağı tal
Onarılmak, tamir edilmek. sırıbınah çîs salğan tıınnı saphan."
A. Çerpakov (Bastonuyla evin
tın
önündeki söğüt çubuğuyla örülmüş yayılmak, tılaastı is- haberi
çite vurmuş.) duymak.
tıın- (ı.) 1. (köpek) Kapmak, yakalamak, tılaas-habar tekr. Haber: "Apsah tılaas-
yapışmak: "Çohırah, seğir kılıp, hoh habar daa surbaan." A. Çerpakov
itke tıınabas pazoh odırta (ihtiyar, haber de sormamış.)
tartıbısça." V. Kobyakov (Çohırah, tılah Makat, a n ü s .
seğirip, kalın ete yapışarak yeniden
tılbıra- Mırıldanmak, kem küm etmek.
çekip oturtuyor.) 2. İkiye bölmek. 3.
Yapışmak, bir şeye asılmak: "Aydo, tılbıros s. Geveze.
izer hamağına tıınıp, odırıbıshan." tıldağı s. Cephe gerisindeki.
V. Kobyakov (Aydo, eyer kaşına tılo Tümsek, tepe: "Paroh pa ni pu çir
yapışıp oturmuş.) tılozı / Siber çorğa adı sürnîger." M.
tıın- (ıı.) Kesmek. Tögee tımmas paltı, Bainov (Var mı bu yerin tümseği /
töske sıhpas a t . Atasözü (Kütüğü Dikkatli yorga atı sürçtürecek.)
kesmez balta, tepeye çıkmaz at.) tılolığ s. Tümsekti, tepeli: "Zaimkanıh
tımar pıçah keskin bıçak, tımmas alnı hırı paza üstunzari hıri tılolığ,
pıçah kör, kesmez bıçak. sastığ çir." V. Kobyakov (Çiftliğin
turan (».) (arka eteği) Kısa elbise, tıırah önü yanı ve üst tarafı tepeli, sazlık
kögenek arka eteği kısa elbise. yer.) Palğastığ çirde çörbe,
palalığ hat alba; tlolığ çirde
tıırah (ıı.) Sağlıklı, sağlam, tın tıırah çok
ç ö r b e , tulunnığ hat alba. Atasözü
sağlam.
(Çamurlu yerde yürüme, çocuklu
tuşta I- Acımak, ağrımak. kadın alma, tümsekli yerde y ü r ü m e ,
tuştan- Gerilmek, gergin bir hâl almak. dul kadın alma.)
tut- 1. Yüreği hızlandırmak, göğsü tim 1. s. Sakin, uysal, sessiz. 2. Sessiz­
kabartmak. çürektîn toğızın lik, sükunet.
tııthanı yürek atışını hızlandırmak. tımıh 1. s. Sakin, uysal. 2. Sessizlik,
2. Sağlamlaştırmak, kuvvetlendir­ sükunet: "Hashılar, pir çılğı
mek: "Kolhoz, sovhoz, fabrikaların / hadarçızın çoo soğıp, adın pılap
Küresçebîs tııdarğa." M. Kokov partırlar, tîpçeler, pır tımıh, pır amir
(Kolhoz, sovhoz, fabrikaları / çoğıl."N. Domojakov (Eşkıyalar, bir
Mücadele ediyoruz yılkı çobanını çok dövüp, atını zorla
sağlamlaştırmaya.) tııp pararğa almışlar, diyorlar, bir sükunet, bir
soğuktan donmak. huzur yok.)
tıkva Kabak. tımıl- 1. Sakinleşmek, uysallaşmak. 2.
tıl ask. Geri, cephe gerisi. Susmak: "Kfzîler kîr kilgende, tımıl
tıiaas 1. Haber: "Ineyegı bolnitsadoh, parğan oshastar." A. Çerpakov
ondaylanza, pu tılaas ağaa istiler." (insanlar gelince susmuş gibiler.)
A. Çerpakov (ihtiyar karısı tımıl par- susmak, konuşmayı
hastahanede, iyileşirse haber ona kesmek.
duyurulacak.) 2. Şayia, rivayet, tımo 1. Hastalık. 2. Salgın (hastalık)
söylenti: "İr pala çalğıs-subay
tımora- Hasta olmak, hastalanmak.
çörze, pîree homay daa tılaasha kîr
parar."\J. Şulbayeva (Erkek çocuk tımo-tushah tekr. Hastalık.
yalnız bekâr yaşarsa, kötü bir tın 1. Can: "Harbazığ tınnah tınğa,
şayiaya da karışır.) tılaas cayıl- a) ölîmneh ölîmge." N. Nerbişev
haber yayılmak, b) söylenti (Kapışma candan cana, ölümden
ölüme.) tın çoh cansız, ölümsüz.
-495-
tın tıplat

tın çoh söök ceset, tını sıh- canı tındır- Nefes aldırmak.
çıkmak, ölmek. 2. Nefes, soluk t ı ­ tınıs (ı.) 1. Nefes, soluk. 2. mec. Nefes:
nın alın polbinça nefes alamıyor. "Sooh hıyan-çilnîn ne tinizi,
tını üzîl- nefesi kesilmek, tın harbazığ irtken Isterdegî tamcıh
habın- soluk almak, tın habınıs so­ hannamı moncıhtar ide toortıp
luklanma, soluk alma. tınıma çetti salğan." N. Nerbişev (Sadece
canıma yetti, bıktım, usandım. soğuk kuzey rüzgârının nefesi,
tın s. 1. Çok, pek: "Püün Aydo malnah kapışmanın geçtiği kan damlalarını
tın irte çazaa sıhhan." V. Kobyakov boncuklar ederek dondurmuş.)
(Bugün Aydo malla birlikte ovaya "Çashı künnîn barağı, çil iğ tinizin
çok erken çıkmış.) 2. Sert, sağlam: cayıp, külîmzirep turca." V.
"Granitsa tın bolda / Kirek tirîg Kobyakov (Güzel güneşin ışığı,
timinde,"M. Kokov (Sınırlar sağlam sıcak nefesini yayıp, gülümsüyor.)
elde / Gerekli malzeme hazırda.) 3. Nefes alma.
tın sooh çok soğuk tıp-tın çok sert,
tınna- Dinlemek: "Tınnap turçatsa,
çok güçlü, tın asta- çok acıkmak.
anda ki zile r kîniresken oshas." V.
tın çahsı çok güzel, tın hızın- çok
Kobyakov (Dinlediğinde, orada
sıkışmak.
insanlar mırıldanıyor gibi.)
tın- 1. Nefes almak: "Tınminça, toozıl tıhnağ Dinleme, işitme.
partır Paynuş." V. Şulbayeva tınnağcı Casus, ajan.
(Nefes almıyor, ölmüş Paynuş.)
tınnos Kulaklık.
mında tınarğa aar burada nefes
almak zor. tiren t ı n - derin nefes tıfinat- Dinletmek, işittirmek.
almak, uluğ tın- derin nefes almak. tınnığ s. Canlı: "Pray çir üstündegî
niik tın- derin bir nefes almak, ra­ tınnığ nime, tuzı çitse, pasha nimee
hatlamak. 2. İç çekmek, ah çek­ hubulıp, pazoh hatap çurtapça." V.
mek. Tatarova (Bütün yeryüzündeki
tınağ Dinlenme, rahat, huzur: "Açazı canlılar, zamanı geldiğinde, başka
Vladimir tınağa kilgen." İ. Topoyev kılığa bürünüp, yeniden dünyaya
(Babası Vladimir dinlenmeye geliyor.)
gelmiş.) tıpladıs Göz kırpma: "Sağday pir
tınan- 1. Dinlenmek, rahat bir nefes tıpladısça sağıs habın polbin
almak: 'Tapsabin, t man ip turğan." N. Domojakov (Sağday bir
odırğahmıs." V. Maynaşev (Ses göz kirpimi kadar ne olduğunu
çıkarmadan dinlenip oturduk.). 2. anlayamıyor.) tıpladıs arazında
Yatışmak, rahatlamak. çok kısa sürede.
tınancan s. Dinlenme, tınancan kün tatil tıplama s. Çalışkan, gayretli.
günü tınancan tura dinlenme evi, tıpla- Göz kırpmak: "İren harağın udaa-
yazlık. udaa tıplap sıhhan." V. Şulbayeva
tınandır- Dinlendirmek, rahatlatmak. (İhtiyar gözlerini sık sık kırpmaya
başlamış.)
tınanıs Dinlenme, rahata erme.
tınanıs- Birlikte dinlenmek. tıplat- Gözlerini kırpmak: "Tağlar,
suğlar, tayğalar / Tıplathan harahtı
tınas Nefes darlığı, tıknefes. ashanca / Tur halçalar ay soonda."
tınasta- 1. Nefes darlığı çekmek, soluğu M. Arşanov (Dağlar, ırmaklar,
kesilmek, tıknefes olmak. 2. Sık sık ormanlar /Kırpılan göz açılana
nefes almak. kadar/Çok uzaklarda kalıyorlar.)
tırapça
-496-
tıs
tırapça Alaşım. tırıs- Kırışmak, buruşmak: "Anın
tırba- 1. Taramak. 2. Tırmalamak. 3. tırıshlabıshan küren sı rayında..." i.
Tırmıklamak, ot tırba- ot tırmıkla­ Kotyuşev (Onun kırışmış yağız
mak. yüzünde...)
tırbaas bk. tırbos tırıshah s. Buruşuk, kırışık: "Sırayınca
tırbağ 1. Tarama. 2. Tırmıklama. 3. tırıshahtar çolları siilglel partırlar."
N. Nerbişev (Yüzünde kırışıklıkların
Tırmalama.
izleri çizgiler oluşturmuş.)
tırbah Tırnak.
tırıstığ s. Kırışıklı, buruşuklu.
t ı r b a h t a - 1 . Tırmalamak. 2 . Kaşımak.
tırıstır- Buruşturmak, kırıştırmak, sırayın
tırbahtan- 1. Kaşınmak, kaşımak: "01
tırıstırıp yüzünü buruşturup.
ibde arğaas iren arğazın tırbahtan
odırça polar." N. Nerbişev (O evde tırla- Gürlemek.
tembel erkek sırtını kaşıyıp tırlas Kısrak.
oturuyor olmalı.) 2. Tırmalamak: "Ib tırlos Topaç, (oyuncak)
üstünzer hoosha tırbahtançathan." tırs Gıcır, tırs-tars idîlçe gacur gucur
N. Domojakov (Evin üstüne doğru ediyor.
kedi tırmalayarak çıkmış.) tırsılama s. Sert, şiddetli: "Hıshı uzun
tırban- 1. Taranmak. 2. Tırmıklanmak. haraalarda teenler istep, tîgfp, irten
3. Tırmalanmak. tırsılama soohta pabazınah hada
tırbanıs- Birbirini taramak. tayğazar çöribîsçe." N.
tırbas- 1. Birlikte taramak. 2. Birlikte Tyukpiyekov (Kışın uzun
gecelerinde deriler işleyip, dikip,
tırmıklamak.
sabah şiddetli soğukta babasıyla
tırbas Tırmık. birlikte ormana gidiyor.)
t ı r b a t - 1 . Taratmak. 2. Tırmıklatmak. tırsılas- Çıtırdamak: 'Tas soolda çalğıs
tırbay- Dikleşmek, dimdik durmak: turun, köyze-köybin, îdi le tırsılazıp
"Sanay daa tırbayzın sazım." V. pulapça."\i. Kobyakov (Taş sobada
Maynaşev (Bütünüyle dikleşsin biricik odun, yanmayarak, öylece
saçım.) çıtırdayıp tütüyor.)
tırbayt- Dikleştirmek: "Kiçig salaacaan tırsla- Çıtırdamak.
tırbayt salğan." V. Tatarova (Küçük tırslat- Çatırdatmak.
parmağını dik tutmuş.) tırtıs s. Kötü, kızgın.
tırbos Tırmık, ağas tırbos ağaç tımık.
tırtıstan- Kızmak, öfkelenmek.
tırğah 1. Tırnak. 2. Pençe, hara hus
tırğahtarı kartal pençeleri. tıs Rahat, huzur, tıs pîlbes huzursuz­
luk veren.
tırğahta- Tırmalamak.
tırğahtığ s. Tırnaklı: "Sunğan ol tıs- Söz dinlemek, yatışmak, sakinleş­
Paskazar sırlaan tırğahtığ Iptîg mek. Çıtîbestî çîtît polbas,
holm." V. Tatarova (Uzatmış o tıspastı tızıp polbas. Atasözü
Paska'ya ojelenmiş tırnaklı düzgün (Kesmez keskinleştirilemez, söz
elini.) dinlemeze söz dinlettirilemez.) tıs
pir- dinlendirmek. Iğıros izer at
tırğahtığ an zool. Vaşak. bulağına tıs pirbes, î k î çabal pîrîk
tırhıldah zool. Domuz. parza, il çonğa çadığ pirbes. Ata­
tırhın 1. Sansasyon. 2. Söylenti. sözü (Gıcırdayan eyer at kulağına
tırıs sag. 1. Kırma, p l i . 2. Buruşuk. rahat vermez, iki kötü bir olsa, hal­
ka yatı vermez.)
-497-
tıspa tîdîn
tıspa- (kötü ruh) Çocuk ruhu yemek. dememiş, pîr le tınısha tî- bir
ayna tıspapça kötü ruh çocuk ruhu solukta söylemek.
yiyor. tibe Deve. arğazında îkî töfieyektîg
tıstan- Direnmek, dayanmak, muka­ tebe iki hörgüçlü deve, tibe palazı
vemet göstermek ol ılğabasha potuk, deve yavrusu, t i b e tügînden
pray küzînen tıstanğan o ağla­ idîlgen tavar deve tüyünden yapı­
mamak için bütün gücüyle dayan­ lan kumaş.
mış. tibe îfîe (înge) Çuvaldız.
tıstanıs Dinlenme. tibee 1. Ev çevresi. 2. Avlu. 3. Hayvanla­
tıstanmas s. 1. Sabırsız, tahammülsüz, rın tepeleyerek sertleştirdiği yer.
canı tez, aceleci. 2. Yaramaz. tîbeg Cihaz, alet.
tısla- kız. Çatırdamak. tibîn- Tepinmek.
tıt bot. 1. Melez (ağacı): "Çar altı ndağı tibinge Çuvaldız.
tıttar paza hazınnar." İ. Kotyuşev tibîre- 1. Çene çalmak, gevezelik
(Yar altında melezler ve akağaçlar.) etmek. 2. Kımıldamak, yerinden
2. Melez ağacından: "Anın hırında oynamak suğdağı pus tibîrebîstî
tıt hahpazınah çaphan ahmarah sudaki buz yerinden oynadı, çüregî
tur." V. Kobyakov (Onun yanında tibîre- yüreği çarpmak.
melez kabuğuyla kapatılmış ambar
duruyor.) tıt odın melez odunu, tıt tibîren- Kımıldamak: "Çükte tükter
ağas melez ağacı, tıt hahpas tibîrenîskenner." N. Domojakov
melez ağacı kabuğu, tıt örgen (Kanattaki tüyler yerinden kımılda­
melez ağacından kazık. Ton mış.)
çlrge t ı t ö r g e n sappacan. Atasözü tibîres- Titreşmek: "Altın sazıcahtarı
(Donmuş yere melez ağacı kazığı tibîreze tüskenner tirlîg hamaanda."
çakılmaz.) N. Domojakov (Altın saçları
titreşmiş terli alnında.)
tıt- Ditmek, yün kabartmak.
tibîret- 1. Yerinden oynatmak, kımıl­
tıthıs s. Tırmalamaktan hoşlanan.
datmak: "Ol pîr hanadın sala tibîret
tıttığ s. Melez ağacı olan yer. salçathan çîli körînçe." N.
tızıl- Sakinleşmek, yatışmak, durulmak. Domojakov (O, bir kanadını biraz
tizin- Kendini tutmak, kendini zaptet­ kımıldatmış gibi görünüyor.) 2.
mek: "Payusa, tîzen, tızınar ornına Hareket ettirmek: "Parıp, taap
ulam na ılğap sıhhan." A. Çerpakov körimdek, -tîp, adın tibîredîbîsken."
(Payusa ise, kendini tutmak yerine V. Kobyakov (Gidip bulayım, deyip,
daha çok ağlamaya başlamış.) atını hareket ettirmiş.)
tızınıs Sabır. tibîs- Tepişmek.
tızrah Çatırtı, çıtırtı. tîdîm Sebat, azim, irade, tîdîmî çoh
tî- Demek, söylemek: "Şarap apsahtın iradesiz, azimsiz, sebatsız.
oolları tîcenner." A. Çerpakov tîdîmnîg s. Azimli, kararlı, sebatlı, cesa­
(Şarap ihtiyarın oğulları derler.) Ah retli.
hoy "paran" tipçe, hara hoy tîdîmzîrek s. Kararsız: "Pala tabızın istîp
"çadafi" tipçe. Bilmece, kar ve yer, salıp, apsah tîdîmzîrek pol parğan."
(Ak koyun "gidelim" diyor, kara ko­ N. Domojakov (Çocuğun sesini
yun "yatalım" diyor.) îdi tîbe öyle işitip, ihtiyar kararsız kalmış.)
söyleme. pîdi tîbeen böyle tîdîn- Cesaretlenmek, cesaret etmek:
"Payanğa sağın çörgen sağızın
tîdîndîr - 498 - tigîn

çoohtirğa tîdînmeen." S. Çarkov tîgdertîn zf. Oradan.


(Payan'a düşündüğü fikrini tîgen Akçam, köknar ağacı: "Tîgen ağas
söylemeye cesaret edememiş.) kisçenner." P. Ştıgaşev (Köknar
tîdînmin cesaret edemeyerek, ağacı kesmişler.) tîgen sıbı köknar
cesaretsizce. fidanı. ît tîgen yaban gülü.
tîdîndîr- Cesaretlendirmek, yüreklendir­ tîgenek (ı.) 1. Diken. 2. Yaban g ü l ü .
mek, teşvik etmek. tîgenek (ıı.) tıp. Dolama, etyaran.
tîdîneecî s.. Cesur, cesaretli, azimli, tîgenektîg s. 1. Dikenli. 2. Yaban gülü
kararlı. olan yer.
tîdînîs Kararlılık, azim, sebat: "Sîrerge tiges s. Rahatsız, huzursuz..
hatığ hılınıs çitpinçe: tîdînîs,
tigesten- Rahatsız, huzursuz olmak.
matırlanıs."V. Şulbayeva (Size sert
tavır yetmiyor, azim, cesaret.) tigey 1. Zirve, doruk, tağ tigeyî dağ
zirvesi 2. Tepe, tümsek: "Anan
tîdînîstîg s. Cesur, cesaretli, azimli,
oolah tigeyden indîre oylaan." F.
sebatlı, kararlı.
Bumakov (Sonra oğlan tepeden
tîdînmes s. Sebatsız, azimsiz, kararsız, aşağı koşmuş.) 3. Baş, tepe:
cesaretsiz. "Harağına tuu tüs parğan çıltırama
tîdîrt- Dedirtmek, söyletmek Tîllîge hara sazın ol tigeyînzer sol holınah
tîdîrtpe, kögîstîge pastı rba. Ata­ sıybastırıbıshan." G. Topanov
sözü (Dilliye söyletme, güçlüye e­ (Gözlerini kapatan parlak siyah
zilme.) saçlarını tepesine doğru sol eliyle
tif Tifo, kara humma. sıvazlamış.) paltı tigeyî. balta tersi.
tig- Değmek, dokunmak krş. t e n - . tigeylîg s. 1. Tepeli 2. Çatılı, çalaas
tîgde zf. Orada. tigeylîg çurttar hırinda. çıplak
tîgdegî s. Oradaki. çatılı evler yanında.
tîgde-mında tekr. Orada burada: "Aalnın tîgî zm. Şu, o : "Huu hırnın tîgî sarinzar
arazında tîgde-mında köygleen kîstezîp uçuhçalar." N. Domojakov
turalarnın hazır tüdünnerî çoğar (Boz tepenin şu yanına doğru
puluttarğa sîri atıhhlap turadır." V. kişneşip uçar gibi gidiyorlar.)
Kobyakov (Köyün arasında orada tîgînîn şunun, onun. tîgînî şunu,
burada yanan evlerin yoğun onu, tîgee şuna, ona. tîgînîn şu­
dumanları yukarı bulutlara doğru nun, onun. tîgîde şurada,orada.
yükseliyor.) tîgîden şuradan, oradan, tîgîzer
şuraya, şuraya doğru, oraya, oraya
tîgden-mınnan tekr. Oradan buradan: doğru, tîgînefi şurayla, orayla.
"Irten-iirde sooh tan Aydonın çabal
tonıcağm tîgden-mınnan tobıra tîgîl- Dikilmek.
saap çöredîr."M. Kobyakov (Sabah tigîlek 1. Yuvarlak. 2. Tekerlek, atlı ara­
akşam soğuk rüzgâr Aydo'nun kötü ba tekerleği.
paltosunun orasından burasından tigîlgen zool. Çaylak: "Tigîlgenner,
geçiyor.) kiikçînner, harğalar açırğasnah
tîgder zf. Oraya doğru. hıshırıs halğannar." N. Domojakov
tîgder- mındar tekr. Oraya buraya: (Çaylaklar, kartallar, kargalar acıyla
"Çalan kîzîler tîgder-mındar bağrışmışlar.)
çügürtklep tura parğannar." V. tigîn Sıradan, bayağı, tigîn k î z î sıradan
Kobyakov (Atlı kişiler oraya buraya insan.
koşturup duruyor.)
-499-
tTgîne tiksî
tîgîne İşte, şurada: "Tıgîne pazın tiinne- Sincap avlamak.
üstünde, kördek, haydağ öker tiinnes- (birlikte) Sincap avlamak.
huzıcah." N. Domojakov (İşte tünnet- Sincap avlatmak.
başının üzerinde, bak, ne güzel
tiirgîn bk. teergîn
kuş.)
tik 1. Bedava, ücretsiz. 2. Boş, boşu­
tigîr 1. Gök: 'Tigîrde çalğıs taa pulut
na: "Aydonın örfngenî tik polbindır."
oylabinça." N. Domojakov (Gökte
V. Kobyakov (Aydo'nun sevinmesi
tek bulut bile kımıldamıyor.) 2.
boşa çıkmamış.) 3. Normal sıradan,
Hava, iklim, tigîr hurupça hava ku­
vasıfsız: "Pu suğ tik suğ polbas" P.
ruyor, tigîr nımzapça hava yu­
Ştıgaşev (Bu su sıradan su değil.)
muşuyor, ayas tigîr açık hava.
tik par- yok olmak, tik çirden bo­
ilbek tigîr gökyüzü, tigîr hoynı
şuna, sebepsiz yere. tik halğıs-
gökyüzü, tigîr huri gök kuşağı.
boşa çıkarmak, tik çirge boşuna,
tigîr hurin ötire parıbıssa, ir kizi
sebepsiz.
ipçi pol parar gök kuşağının altın­
dan geçerse, er kişi kadın olur. han tık- (ı.) Dikmek: "Am Hızina ödîk tee
tigîr yüksek gök. tigîr cazını tîgerge sidir ba?" A. Çerpakov
yıldırım, tigîr alnı doğu. tigîr soo (Şimdi Hızina çizme dikebilecek
batı. tigîr kögî gök mavisi, tigîr mi.) îfienî tîkçetken nimee hazap
tözî hazar- tan yeri ağarmak, tigîr salarğa iğneyi dikilen şeye batır­
tamı gök kubbe, tigîr küzüre- gök mak, hatap tîk- yeniden dikmek,
gürlemek söküp dikmek.
tîgîres- Tıkırdamak, kütürdemek: "İki tîk- (ıı.) Yemeği ocağa koymak, mün
attın tabanı ırahhı çirde tigîreze tîk- ocağa çorba koymak.
panbishan." V. Kobyakov (iki atın tikke zf. Boşuna, beyhude yere: "Tikke
tabanı uzak yerde tıkırdayarak le timnengen Fedor Pavloviç." N.
gitmiş.) Domojakov (Boşuna hazırlanmış
tigîrib Kilise: 'Tigırib ogradazının puliin Fedor Pavloviç.) tikke par- boşa
irfiblzebes, ol tohtabıshan." A. gitmek, tikke le boşu boşuna:
Kuzugaşev (Kilise duvarının "Hızılçarzar par kildim, tikke le." V.
köşesini geçince, o durmuş.) Şulbayeva (Kızılyar'a gidip geldim,
boşu boşuna.)
tîgîrt (at tabanı sesi) Tıkırtı: 'Taban
tîgîriî, tuyğah tohlazı, tanaalar tikpe (ı.) Keman köprüsü.
hoolazı." N. Domojakov (Taban tikpe (ıı.) Göktaşı, tikpe tas çastıhtığ
tıkırtısı, toynak gürültüsü, burun pol, çalbah haya çadınnığ pol!
hışırtısı.) göktaşı yastığın olsun, geniş kaya
tîgîs Dikiş. yatağın olsun!
tîgîs- (birlikte) Dikmek. tikper sag. Kırağı, kırç. hıshızın halın
ağasha tikper tüsse, as çahsı sı­
tigr zool. Kaplan.
ğar kışın büyük ağaç üzerine kırağı
tün zool. Sincap: "Küskü gitse, tün atıp / düşerse, bitkiler iyi yetişir.
Köptî olar tabıncannar." P. Ştıgaşev
tikperlîg s. Kırağılı, tikperlîg ağas kıra­
(Güz gelince, sincap avlayıp / Çoğu
ğılı ağaç.
onlar buluyorlar.) tün teerîzî sincap
derisi. tiksî 1. s. Bütün, hep, tüm: "Hatığ
hanattığ samolyot / Tiksî çirnî
tünğadı (tün hadi) bot. Kırmızı yaban
iblrçedîr." M. Arşanov (Sert kanatlı
mersini.
uçak / Tüm yeryüzünü çeviriyor.)
tiksîlen -500- tilekey

tiksî halıh bütün halk, tiksî çirde dile dolanmak, dile düşmek, tîl
her yerde. 2. zf. Bütünüyle, tümüy­ pîze- dilini sivriltmek, hus tîlî kuş
le: "Aalnı harashı tiksî dee çaap dili. tîlî sümük- dili sürçmek, tîlîn
salğan." N. Domojakov (Köyü sor- dilini emmek.
bütünüyle karanlık kaplamış.) krş. til (ı.) coğ. Küçük koy. suğnın tilî ırma­
tilem ğın koyu.
tiksîlen- Yayılmak, ağırığ tiksîlençe til (ıı.) İyi beslenmiş hayvan yavrusu. 2.
hastalık yayılıyor. Varlıkta büyümüş.
tîktîr- (ı.) Diktirmek: "Sandır paynm tîl- 1. Dilmek. 2. Koparmak. 3. Yırtmak.
fazileti ağaa la kip-azahtar tîktîrçe." 4. Kesmek.
N. Tyukpiyekov (Sandır zenginin til- Buzda delik açmak.
adamları sadece ona giyim
tîlbes 1. Çeviri, tercüme. 2. Çevirmen,
kuşamlarını diktiriyor.)
mütercim, tîlbes pîçîk konuşma kı­
tîktîr- (ıı.) Yemeği ocağa koydurmak. lavuzu.
tîktîrbe zool. Hani balığı. tîlbesçî Mütercim, çevirmen, tercüman.
tîl 1. Ağızdaki organ, dil: "Harahtarın tîlbeste-Tercüme etmek, çevirmek.
suğlandıra köfıp, tîlîn sîrlestfrîp, pîr
tîlbestet- Tercüme ettirmek, çevirtmek.
le tınısha tîbîsken." A. Çerpakov
(Gözleri sulanarak bakıp, dilini tîlbîre- Söylemek, demek: "Pîrsînde
titretip, bir nefeste söylemiş.) 2. Dil, Çirge ol pîdi tîlbîreen." N. Tinikov
lisan. Çabal tonnın pîdî açığ, (Bir gün yeryüzüne o şöyle demiş.)
çabal kîzînîn tîlî açığ. Atasözü tilbîzek sag. zool. Çobanaldatan,
(Kötü elbisenin biti acı, kötü kişinin kuyruksallayan.
dili acı.) Sağızın pik tut, tîlîfi hısha tîlbîzek zool. Su çulluğu, bekasin.
tut. Atasözü (Aklını sağlam tut, sö­ tîlden- Yalvarmak, dilemek: "Körbessln
zünü kısa tut.) 3. Haber: "TÖrtîneh, me, haydi tîldençe ol hızıcahtıh
Arap, Markis, Karapin, Kabris alnında." V. Şulbayeva (Görmüyor
oollarınah, öl naldılar tip, tîl kilgen." musun, nasıl yalvarıyor o kızın
A. Çerpakov (Dördünden; Arap, karşısında.)
Markis, Karapin, Kabris
t î l e - 1 . Aramak: "Kem sinî surğan mağaa
oğullarından, Öldüler diye haber
toğıs tilirge?" V. Şulbayeva (Kim
gelmiş.) 4. mec. Dil: "Künnîn îzîg tîlî
senden bana iş aramanı rica etti.)
huurta çalğaan cazı odında hanaa
2. Dilemek, istemek: "Çacazınah
İzi île halıp odırğan."H. Domojakov
arığ çıshıs tîlep alıp, irnîn,
(Güneşin sıcak dili yalayarak
salaaların çıshlap odır." G.
kuruttuğu yazının otunda sadece
Topanov (Ablasından temiz bez
arabanın izi kalıyor.) pos tîlî ana d i ­
isteyerek alıp, dudaklarını
l i : "Mında kilzeler, pos filîne ügren
parmaklarını siliyor.)
pararlar." A. Çerpakov (Buraya
gelirlerse, ana dilini öğrenirler.) tile- İyi beslemek, tileen pızo semirmiş
töreen tîl ana dili. tîlî çoh dilsiz, tîlî buzağı.
sıhpaan pala henüz konuşamayan tîleg 1. Arama. 2. Dilek, istek.
bebek, tîl tut- a) sitem etmek, b) tilekey ( ı . ) Keke, kekeme, p e p e , pepeme
söz tutmak, tîlî açığ dili acı. huruğ krş. kiiegey.
til çenebaz, geveze, boşboğaz, tîlî tilekey (ıı.) Dünya: "Tilekeynî, min
aylan- dili dönmek, tîl alış- sohbet sağınçam." ' V'. Şulbayeva (Dünyayı
etmek, konuşmak, tîlge çuural- ben düşünüyorum.) "Pîreede minin
tilem
-501 - timîr

parçan tilekeyge hıshırıbızarım Bainov (Üşengeç, açgözlü


kilce." V. Şulbayeva (Bazen bütün zenginlere kırılıp söyleniyor.)
dünyaya haykırasım geliyor.) tîlles- 1. Biriyle konuşmak. 2. Birbirini
tilem Hiç: "İpçîzî, ibde çurtap / İrin tilem çekiştirmek, kovuculuk etmek, birbi­
körbecen." P. Ştıgaşev ( Karısı , rine iftira atmak.
evde yaşayıp / Erini hiç görmemiş.) tîlles 1. Dillenme, konuşmaya başlama.
"Hıshıda turabıstın pashızınan ol 2. Birini çekiştirme, dedikodu etme,
hazınn ı tilem kör tappassın." G. kovuculuk, iftira.
Kazaçinova (Kışın evimizin merdi­
tîllet- 1. Konuşmaya başlatmak. 2.
veninden o akağacı hiç göremez­
Birini konuşturmak. 3. Dedikodu et­
sin.) krş. tiksî.
tirmek, iftira attırmak.
tîlen- Dilenmek, istemek. Oğırlap tjllîg s. 1. Dilli: "Hîg aymah fillîg çonnığ."
alğanca, tîlenîp a l , küçürlep N. Tinikov (Elli çeşit dilli, halklı.)
alğanca, surıp a l . Atasözü (Hırsız­ Tîllîge tîdîrtpe, kögîstîge
lık edeceğine, isteyip al, zorla ala­ pastırba. Atasözü (Dilliye söylet­
cağına, rica edip al.) me, güçlüye ezilme.) 2. Dilbaz, g ü ­
tilen sag. anat. Dalak krş. tölön. zel konuşan, açığ tîllîg acı dilli, ças
tîlencîk Dilenci. tîllîg r, I harflerini g gibi söyleyen.
tîles- 1. Aramasına yardım etmek. 2. tuhur tîllîg peltek, uzun tîllîg dili
(birlikte) Dilenmek. uzun.
t î l e t - 1 . Aratmak. 2. Diletmek, istetmek. tiltî Buzda oyuk, delik, pus tilîp tiltî
ötîre nandıh tüzîrçeler buzda delik
tîlgek Biçkici, biçici, tîlgek ipçî biçici
açıp delikten (balık avlamak için)
kadın.
böcek sarkıtırlar
tllî- (yavruyu) Başka bir anneye alıştır­
tim (ı.) 1. Hazırlık, timî çoh hazırlıksız.
mak, tileen hurağan başka anneye
2. Hazır.
alıştırılmış kuzu.
tilîk Esnek: 'Tiksî çirnî ibîrçedîr / Tilfk tim (ıı.) Zaman, süre: "İleede tim
hanattığ samolyot." M. Arşanov irtkende / İstîl parğan Minsuğa." P.
(Bütün yeryüzünü çeviriyor / Esnek Ştıgaşev (Çok zaman geçince /
kanatlı uçak.) İşitilmiş Binsu'ya) tim aylan- devir
değişmek, zaman geçmek.
tîlîm Dilim: "Tadılığ puğday İpektin uluğ
filîmi" A. Kuzugaşev (Lezzetli tîm 1. İşlenmiş deri. 2. Bu deriden, tîm
buğday ekmeğinin büyük dilimi.) maymah yumuşak deriden çizme.
tilît- Sağlamlaştırmak, köölnî tilîtçe timde Hazır: "Minîn ütfig timîr nime
duygularını sağlamlaştırıyor. pray timde." V. Kobyakov (Benim
silâhım falan hepsi hazır.) hacan
t î l l e - 1 . Konuşmaya başlamak. 2. Biri
daa timde her zaman hazır.
hakkında konuşmak, kovuculuk et­
mek, iftira atmak. timeer zf. Oldukça, çok, haddinden
fazla.
tîllen- 1. Konuşmaya başlamak, d i l ­
lenmek. 2. mec. Konuşmak, dile tîmel- (insan) Homurdanmak, söylen­
gelmek: "Cifi hıllığ gitaram / Çiton mek.
ünnen tîllenzîn." V. Maynaşev (Yedi tîmel Ev işi içki.
telli gitarım / Y e t m i ş sesle dillensin.) tîmelcîk s. Homurdanan, söylenen.
3. Biri hakkında konuşmak, söy­ timîr 1. Demir: "Pashan çirîfi pağır
lenmek: "Erîncek, açın paylarğa polzın, tepken çirîn timîr polzın.
hırtannapçathan tîllençe." M. Atasözü (Bastığın yer bakır olsun,
-502-
timîreg tine
teptiğin yer demir olsun.) 2. Demir, yere acele edip, hazırlanmamış
demirden: "Ah azahtığ toraat, timîr olmasaydı.) ekzamenğa timnen-
suğliin küzürede taynap, tohti sınava hazırlanmak, çoiğa timnen-
tüsken." V. Kobyakov (Ak ayaklı yola hazırlanmak. 2. Toplanmak,
doru at, demir gemini kütürtüyle derlenmek.
çiğneyip, duruvermiş.) 3. mec. De­ timnendîr-'1. Hazırlandırmak.
mir g i b i , sert: "Timîr notlardan pozıp timnenîs 1. Hazırlanma. 2. Derlenme,
polbazınpîlînîp, pos salınıbisça."\l.
toplanma.
Tatarova (Demir gibi kollardan
serbest kalamayacağını anlayıp, timnenîs- (birlikte) Hazırlanmak.
kendini bırakmış.) ah timîr alümin­ timnîg s. 1. Hazır. 2. Donanımlı.
yum, timîr-tis hırdavat, timîr uzı tim odağ Avcı oymağının baş çadırı.
demirci, kodes timîrî maşa. timîr tîmzîn- Diyar diyar dolaşmak, amaçsız
könek demir kova. üttîg timîr dolaşmak.
delikli demir, silâh, timîr pes demir
tin 1;_s- Denk, eşit, çastarı tin yaşları
soba. timîr ornah demir karyola, denk. tin pravoiığ eşit haklı, hu­
yatak, timîr organ demir karyola, kuklu. 2. s. Düz. tin haalağas düz
yatak, timîr töge demir kütük, örs. adım. 3. zf._ Düz. tin kis- düz kes­
timîr ustun temren. mek. 4. zf. Denk, eşit, birlikte: "Ol
timîreg Temren "Hıptını paza çaacah tuşta attar pas meetke tin çağdap
timîreen haap alğan." G. sıhhannar." i. Kostyakov (O sırada
Kazaçinova (Makası ve ok atlar çıkış noktasına birlikte
temrenini kapıp almış.) yaklaşmaya başlamışlar.)
timîriîg s. Demirli, içinde demir olan: tın Dizgin: "Pabazı adın tînîner)
Harındazın timîriîg tas hasçan ogradazar kire çidîngen." N.
çirde toğınarğa ızıbıshannar." !. ;• Tyukpiyekov (Babası atını
Kotyuşev (Kardeşini demirli kömür dizgininden bahçe duvarının içine
kazılan yere çalışmaya çekmiş.) açın tîn iki ucu birbirine
göndermişler.) bağlı olmayan dizgin, tuyuh tîn iki
timîrö tıp. Liken. ucu birbirine bağlı, kapalı dizgin.
timne- 1. Hazırlamak: "Ibînde çir as- hos tîn boş bırakılmış dizgin, tîn
tamah timnep çörçe." V. Kobyakov pazı dizgin u c u .
(Evinde yemek hazırlıyor.) urok tin- Zil zurna sarhoş olmak.
timne- ders hazırlamak, azıral tinderli zf. Eşit olarak, denk olarak: "Çe
timne- yemek hazırlamak, sığarğa tinderli olar öspeenner / Hara tal
timnen- (dışarıya) çıkmaya ha­ Uttan pözîk öörleen." N. Tinikov
zırlanmak, stol timne- masa kur­ (Fakat onlar eşit olarak
mak, masaya yemek koymak. 2. büyümemişler. Kara söğüt, melez
Toplamak, derlemek. ağacından yüksek büyümüş.)
timneg Hazırlık: "Noğa çıılığnı uluğ tine 1. zf. Beraber, birlikte, denk: "Tört
manzıtta, timneg çoh irtîrgezer?" V. azağın pîr tine pazıp / Kinetîn adım
Şulbayeva (Niçin toplantıyı çok turıbıshan." M. Kilçiçekov (Dört
acele, hazırlıksız yaptınız.) ayağını birlikte basıp / Aniden atım
t i m n e n - 1 . Hazırlanmak: "Ol kîzî, duruverdi.) 2. Yaşıt, akran: "Çe
pozının pariğan çirîne manzırap, Todıl ortın oolğınan Sarapinnen
timnenîbîspeen polza." V. tinner, bada oynacan kîzî, ol daa
Kobyakov (O kişi, kendi gideceği pîlbeen, körbeen, kem odırthanın."
-503-
tinTs tiputat
A. Çerpakov (Fakat Todıl ortanca tîgder-mındar tîhzîlenîp oylap,
oğluyla, Sarapin'le akran, birlikte polğan na nimenî çıstağlap çortır
oynamışlar, o da bilmemiş, çörçe." V. Kobyakov (Çohırah
görmemiş kimin diktiğini.) oraya buraya koşup, her şeyi
tinîs Deniz, okyanus. koklayarak gidiyor.)
tinîs-talay tekr. Deniz: 'Tinîs talaynı tinzîn- Yağma etmek, soymak.
hastada çörzem." M. Kilçiçekov tîp zf. Diye: "Pozınah horığıbıshan tîp
(Deniz kıyısında gezsem.) sağınar."S. Karaçakov (Kendinden
tinne- 1. Denklemek. 2. Kıyaslamak, korkmuş diye düşünür.) Külükpîn
mukayese etmek: "Anan, mökeyîp, tîp külbe, artıhpın tîp mahtanma.
oolahtıh tirge, kirge haral parğan Atasözü (Yiğidim diye gülme, daha
kögeneen tudıp, pozının iyiyim diye övünme.) -arğa tîp -mak
kögenegîneh tihni körlp, îcezîne için: İlek teen tanızıma honarğa tîp
sıbırança." N. Domojakov (Sonra kilgem." G. Topanov (İlek adlı
eğilip, oğlanın terden, kirden tanışımda konaklamak için geldim.)
kararmış gömleğini tutup, kendi tip- Tekme atmak, tepmek k r ş . t e p -
gömleğiyle kıyaslayıp, annesine tipiçnay s. Tipik.
mırıldanıyor.)
t i p o g r a f l . Basım işçisi. 2. Baskı maki­
tinnel- Denkleşmek. nesi.
tifinen- Denklenmek. tipografiya Matbaa, basım e v i .
tinnes Denklenme, denkleşme. tipovoy Model, t i p .
tinnes- Denkleşmek, eşit olmak: "Amdı, tipse- 1. Ayakları altına almak, ayağıyla
Timurnah tihnezerge polip, tamkını çiğnemek, tepelemek: "Köyçetken
tartıbıshan." İ. Topoyev (Şimdi, ottı tipsep sıhhannar." İ. Topoyev
Timur'la eşit olup, sigarayı içmiş.) (Yanan ateşi tepelemeye
tinnestîr- Kıyaslatmak, karşılaştırmak: başlamışlar.) at tipsep parğan at
"Pasha daa nimee tihnestîrer / tepelemiş. 2. Ezmek.
Çooğım sağısha çir kîrbinçe." M. tipsel- 1. Ayak altında çiğnenmek,
Kilçiçekov (Başka da şeyle tepelenmek: "Har aylandıra tıhti
karşılaştıracak söz aklıma hiç tipsel parğan." A. Kuzugaşev (Kar
gelmiyor.) iyice tepelenip sıkıştırılmış.) 2. E­
tinnestîrîg Denkleştirme. zilmek.
tinnet- Denkletmek. tipses 1. Ayaklar altında çiğnenme,
tînte Teneke: "Sumkadan ah çayındı I iğ tepelenme. 2. Ezilme.
tmteler sığarğlap kilîp, salğlap, tipses- 1. Ayaklar altında çiğnenmek,
ahsıların ashlabıshan." İ. Kotyuşev tepelenmek. 2. Ezilmek.
(Çantadan ak kaplamalı tenekeler
tipset- 1. Ayak altında çiğnetmek,
çıkarıp, bırakarak ağızlarını
açıvermiş.) tepeletmek. 2. Ezdirmek.
tin-tin tekr.. Tın tın. tipsî- İğneyle tutuşturmak.
tînzîle- (boş) Gezmek, dolaşmak: "Siden tipsîncek Toplu iğne, çengelli iğne.
ibîre tîhzîlep oylabıshan." V. tiputat Milletvekili: "Pot min tiputat
Kobyakov (Çitin etrafında dolaşıp polğanda, mındar çurtas polbaan."
koşmuş.) V. Şulbayeva (Vay, ben milletvekili
tînzîlen- (oraya buraya) gitmek, (boş) iken, böyle hayat yoktu.)
gezmek, dolaşmak: "Çohırah,
tir " 5 0 4 ' tîrgîs

tır Ter: "Anan, mökeyîp, oolahtın tirge, tirektîg s. Kavaklı, kavak ağacı olan:
kîrge haral parğan kögeneen 'Tirektîg een turazar çidfp alarga
tudıp..." N. Domojakov (Sonra, erîngen çîli harahsınğan." A.
eğilip, oğlanın terden, kirden Çerpakov (Kavaklı ıssız eve
kararmış gömleğinden tutup...) ha­ gitmeye üşenir gibi bakıvermiş.)
ra tirî tüskence kara teri düşünce­ tiren Derin: "Marğa, çüree açi tüskenîne
ye kadar, tir sıh- ter çıkmak, tirîn sıdap polbinıbızıp, sırayının
çizin- terini silmek. tırıshahtarı ulamoh tiren kîrglep,
tir- (<tî-r) tî- (demek) fiili geniş zaman hıya körîbîsçetken." İ. Kotyuşev
eki -r'yi aldığında fiil tabanı normal (Marğa, yüreğinin acımasına
T ile yazılır, b k . tî- dayanamayıp, yüzünün kırışıklıkları
tîr- Çevrilmek, kıvrılmak, kıvrılarak daha da derinleşip, yana bakmış.)
yükselmek: "Kögîm Horımnar aal Çamın tübî tayıs, çarğının tübî t i -
tüdünnerîn tiglrge tîri r e n . Atasözü (Yarın dibi sığ, yargı­
hazağlabıshan turğan."H. Nerbişev nın dibi derin.) tiren suğ derin s u .
(Kögim Horımnar koyununun tiren har derin kar. tiren oymah
dumanlarını göğe yükselterek derin çukur.
bağlamış.) tiren- Derlenmek, hazırlanmak:
tir- Dermek, toplamak k r ş . t e e r - . "Iliskecek anda poltır, naa la toğızın
tiraj Tiraj. toozıp, ibîne pararğa tirençettîr." i.
Kotyuşev (İliskecek orada imiş, işini
tiran T i r a n , müstebit.
yeni bitirmiş, evine gitmeye
tirbe sag. Liken. hazırlanıyormuş.)
tirdenne- Horozlanmak. tîren- Dayanmak, yaslanmak, destek
tîre- Diremek, dayamak, destek koymak: almak: "îkî sarinah anı Klanyanah
"Avtobustan tüzer alnında, tayağın Ogas tutçalar: -Tîren pîske." V.
çirge iptep tfrep alğan." A. Şulbayeva (İki yanından onu
Çerpakov (Otobüsten inmeden Klanya ile Ogas tutuyorlar: -Dayan
önce, bastonunu yere düzgünce bize.)
dayamış.) tirgî Terki: "Yağornıh adı, Pasik
tire gr. Tire. Vladimiroviçtîh tirgîzîndegî püürnîh
tîrees bk. tîrös cızını hıpçıhtanıp, toğır-toğır
tîreg Direk, destek, dayak: "Tıreglemî çıı çaçırada tartıl kilîp odıradır." N.
arah turğızıp, hazarğa kirek, Nerbişev (Yağor'un atı, Pasik
sağirğa man çoh polğan." S. Vladimiroviç'in terkisindeki kurdun
Çarkov (Direkleri sık koyup, kokusundan huylanıp, yan yan
kazmalı, bekleyecek vakit yoktu.) gidip sıçrayıp duruyor.) alın tirgî ön
terki, kizîn tirgî arka terki.
tirek bot. Kavak, kavak ağacı: "Çe aalnın
in pazında kizek tirekter kör tirgîle- Terkisine almak.
salğan." A. Çerpakov (Fakat köyün tirgîlet- Terkisine aldırmak.
en ucunda seyrek kavakları tîrgîs- Diriltmek. 2. mec. Diriltmek,
görüvermiş.) ah tirek ak kavak: "Ol canlandırmak: "Aalğa hustar
odırthan ah tirekter/ Turadan pözîk çidîsçeler / Aymah çirdeh aylanıp /
ös parğannar." M. Kilçiçekov (Onun Aarlığ ünner istîlçeler / Arığ, suğnı
diktiği ak kavaklar / Binadan yüksek tîrgîzîp." P. Ştıgaşev (Köye kuşlar
büyümüşler.) geliyorlar / Çeşitli yerlerden dönüp /
Güzel sesler işitiliyor / Ormanı, tirîndîr- Hazır hâle getirtmek, derletmek,
suyu diriltip.) toparlatmak.
tirî Deri(si) krş. teer. tirînîs Derinme, deriniş, toplanma.
tîrîg 1. Diri, canlı: "Oolğına la sabıl tirînîs- Derişmek, toplaşmak.
çörgen tîrîg çüregî tıs çatırbinça tîrle- Ağız kavgası yapmak, demek,
parashannı." A. Çerpakov (Sadece söylemek.
oğlu için atan canlı yüreği rahat tirle- Terlemek: "Pastağı köölenîs
yatırmıyor zavallıyı.) tîrîg nimes pîçiinîh, Tirlep, konveriîn
ölü. tîrîk söök canlı cenaze, tîrîg çapsırğan." M. Bainov (İlk aşk
nime canlı, tîrîg kletka canlı hücre. mektubunun / Terleyip, zarfını
tîrîg hal- canlı kalmak, tîrîg sağıs kapatmış.) Tamah par polzın tîp,
canlı fikir, taze fikir. 2. mec. Canlı, tirleence toğm. Atasözü (Yiyecek
güçlü: "Ol çağın kir polbas tîrîg var olsun diye, terleyene kadar ça­
hazaanı ibîre Saraashır - aran-çula lış.
açığ ökpelenîste sıhırada kîstep
çöre, çalğızaan harbas pariğan on tîrlekten- Dönmek, çevrilmek, dolanmak:
püürnen." N. Nerbişev (O "Min anınca irten çuunarğa inîs
yaklaşılmaz canlı ahırın etrafında Indîre tîrlektene le halçam." G.
Sarı aygır, yiğit at şiddetli öfkeyle Kazaçinova (Ben ona doğru sabah
uğultuyla kişneyip, tek başına yıkanmak için iniş aşağı dönerek
kapışmış on kurtla.) 3. Canlı, iniyorum.)
parlak: "Tîrîg tigîr huri oshas tirlene Terleyen.
sırlığlar." V. Maynaşev (Canlı gök tîrlenes Topaç.
kuşağı gibi renkliler.) tirleecî s. Terleyen.
tîrîg 1. Alet, edevat: 'Toğınçathan tîrlekten- Dönmek, dönüp durmak, ye­
tinglernî, ruda tartıpçathan rinde dönmek.
vagonetkalarnı sınıhtap pastaan." tirles Terleyiş, terleme.
S. Çarkov (Çalıştıkları aletleri,
tirlet- Terletmek: "Aar soorlar sin salıp;
maden filizi çeken vagonetleri
attarnı tirletçezîh!" P. Ştıgaşev (Ağır
denetlemeye başlamış.) 2. Silâh:
kızaklar koşup, atları terletiyorsun.)
"Granitsa tın bolda I Kirek tirîg
timînde.'U. Kokov (Sınırlar sağlam tirlîg s. Terli: "Altın sazıcahtarı tibîreze
elde / Gerekli silâhlar hazırda.) tüskenner tirlîg hamaanda." N.
atomnay tirîg atom silâhı. 3. Ko­ Domojakov (Altın saçları
şum, at takımı: "Izîktîn oh sarında, titreşmişler terli alnında.), tın tirlîg
stenedegî ağas siilerde, at tirîglerî çok terli.
toldıra."V. Kobyakov (Kapının sağ tirme Parmaklık, çit, çadır kafesi.
yanında, duvardaki ağaç askılarda tirmelîg s. Parmaklıklı, çitle çevrili.
at koşumları dolu.) 4. Teçhizat, ta­ tîrös Dayanak, payanda.
kım.
tîrsek (ı.) Arpacık, itdirseği.
tîrîge zf. Diri olarak.
tîrsek (ıı.) Dirsek.
tîrîl- Dirilmek: "Pazoh tîrîl parğan oshas
tîrtey- Dikkatle bakmak, gözlerini dikerek
pîldîr pardı." A. Çerpakov (Yeniden bakmak.
dirilir gibi göründü.) tîs (ı.) Diş: "Tîs parda - ızır, hol parda-
tirîn- Derlenmek, toparlanmak, holla." V. Şulbayeva (Diş varken
hazırlanmak krş. timnen-. ısır, el varken tut.) Tîlîn uzun sun­
ma, tîzîn îstînde tut. Atasözü (Dili-
tîs -506- tispek
ni uzatma, dişinin içinde tut.) tîsçoh aksın.) onar tisker aceleyle, özen­
dişsiz, tîzî sıh- dişi çıkmak, alın siz.
tîster ön dişler, tîs emcîzî diş dok­ tisker azah zool. Köstebek.
toru, hasha tîsterî hazar- tiskerle- 1. Dizgini çekip atı durdurmak.
yaşlanmak, çok yaşamak, tîster 2. Tahrif etmek, bozmak.
fazıla- dişler gıcırdamak, çîtîg tîs
tiskerlen- Geri gelmek, geri dönmek.
keskin diş. tîsterîn ırsayt- dişlerini
sırıtmak. tiskerlet- 1. Dizginletmek. 2. Tahrif et­
tîs (ıı.) Diz: "Aydo, tîs pastana tura tirmek, tahrip ettirmek, yanıltmak.
honıp, hoynınan çarımni kisken tiskertîn zf. 1. Karşıdan, tersten. 2.
İpek tübî sığar kilgen." V. Kobyakov Kuzeyden, çil tiskertîn ürçe yel
(Aydo, diz üstüne kalkıp, kuzeyden esiyor.
koynundan yarısı kesilmiş ekmek tiskî iğne, delgeç.
parçası çıkarmış.) tîs kize pas- diz tiskîn Kaçak, kaçkın, hashın- tiskîn
üstü oturmak: "Adam-îcem haydut, eşkıya.
humarthıların / Tîs kize pazıp
tiskîn- Aklını kaybetmek: "Haarğan
tınnaanıbıstı?" M. Kilçiçekov (Anne
sınnanoh tiskîn çör polar!." M.
babamın vasiyetlerini / Diz üstü
Kokov (Melun gerçekten aklını
oturup dinlediğimizi.) krş. tîstenek
yitirmiş olmalı!)
tis (ı.) 1. Maden cevheri. 2. Maden tiskîncek 1. Şizofreni, tiskîncek törelî
ocağı. şizofren soylu. 2. Kam hastalığı.
tis (ıı.) sag. Tuzak, kapan. tiskîndîr- Aklını oynattırmak, aklını
tis (m.) (çaydanlık içinde) P a s . yitirtmek.: "Ool, polğan-polbaan
tis- (ı.) Kaçmak: "Tastıhti arığda toğas nimelernî pîrîktîrîp, külkîstîg
parza, çistek-miskelerîn, huzuhtarın çoohtağlap, istîp odırğan çonnı
tasti, ay-hut çoh tisçenner." N. hathırtıp alay ba kîzî horğıstığ
Tyukpiyekov (Uzaktaki ormanda nimelernî iskîrîp, pala-parhanı,
karşılaşırsa, yemişlerini ipçîlernî süreelîg horğıdıp,
mantarlarını, çam fıstıklarını atarak, tiskîndîrçe." G. Topanov (Oğlan,
sessizce kaçarlar.) Sıbıraanğa olan olmayan şeyleri toplayıp,
sunma, kürleennen tispe. Atasö­ gülünç konuşup, dinleyen kimseleri
zü. (Fısıldayana yanaşma, gürle- güldürüp veya insanı korkutacak
yenden kaçma.) şeyler anlatarak, çocukları,
tis- (ıı.) Deşmek, yırtmak, delmek. kadınları çok korkutup, akıllarını
oynattırıyor.)
tîs- (ı.) Dizmek.
tiskîr- Kaçırmak: "Çe tanış hamçı pazoh
tîs- (ıı.) (birlikte) Demek, söylemek:
tiskîrgen." N. Domojakov (Fakat
"Ügredîglîg kîzînîn kibîrî dee
tanış kamçı yine kaçırmış.)
kîzînine tööy nimes çi tîsçeler." G.
Topanov (Öğrenimli kişinin tispek (ı.) Yonga, tispek teer- yonga
karakteri de normal insanlara toplamak.
benzemiyor ki diyorlar.) tispek (ıı.) Top, yuvarlak, topak, tispek
tisken Kaçkın, firari. hayah (dondurulmuş) yağ topağı.
unnı ügrede pulgabaza, tispek
tisker 1. zf. Tersine, zıttına: "Suğlar
pol parça un çorba içinde
tisker ahcan polza, haytsın." V.
karıştırılmazsa topaklanır.
Şulbayeva (Sular tersine akarsa,
tîspen - 507 -
toban
tîspen s. Sebatlı, ısrarlı, dişli, toğısha tîzen ise: "Çe oolğı, tîzen, andar pîr dee
tîspen işte sebatlı, tîspen at haybin, harığ polba teen c / 7 / , hıya
çalışkan at. soylabısça." V. Tatarova (Fakat
tîste- Dişlemek, dişleriyle ısırmak: "Çohır oğlu ise, hiç oralı olmayarak,
aday hızıl sarığ adaynıh tamağın karışma der gibi, yana ilerliyor.)
üze fistebîsken." N. Domojakov "Purunğı ulus habahtı hurcunan
(Ala köpek, kızıl sarı köpeğin ülecehner, amdığılar, tîzen, suğ la
boğazını koparacak şekilde çili îsçeler." V. Tatarova (Eski
dişlemiş.) insanlar içkiyi yüksükle
tîstenek Diz. tîstenekti tüs- diz üstü sunarlarmış, şimdikiler ise su gibi
içiyorlar.)
düşmek, krş. tîs (ıı.)
tîstenekte- Dizleri üstünde dur­ tîzek Diz: "Çoh, tügencî çil poldı polar,
tîp, îkî tîzekke tüsken." M. Kokov
mak: "Çalğıs Pacah la, piktenîp
(Hayır, son yıl oldu olacak, deyip,
alıp, obıras alnında tîstenekti:
iki dizinin üstüne düşmüş.)krş.
«Çayaanım, hudayım, çazıhtan
tîstenek, tîs.
aracıladah!" M. Kokov (Sadece
Pacah, sağlamca durup, ikon tizekTezek: "Öl tizek ÇIZI tartıla tüsken."
önünde diz üstü durup: 'Yaratıcım, I. Kotyuşev (Islak tezek kokusu
Tanrım, günahtan koru!) yayılmış.) hus tizegî kuş pisliği.
tîstenekten- Dizleri üzerine durmak. tizektîg s. Tezekli.
tîstenektet- Dizleri üzerinde yürütmek. tizen- Birine çıkışmak, bir şeyi bahane
tîstenekti zf. Dizleri üzerine durarak. etmek.
tîstîg s. Dişli, dişi olan hırın tîstîg tîzenek Diz krş. tîzek, tîstenek. tîs.
ineyek (hol terbenî) kırk dişli nine- tîzenekte- Diz üzerinde durmak, yürü­
cik (bil. el değirmeni) îstînde tîstîg mek.
kîzî birine karşı dişli. tîzî Dişi, erkek karşıtı: "Hat sini polar,
tistîr- ( ı . ) Kaçırtmak. tîzî öskî sini polar." N. Domojakov
(Kadın senin olacak, dişi keçi senin
tıstır- (ıı.) Deldirmek, pus tistîr- buz
olacak.)
deldirmek.
tizîgcî Göçmen, muhacir.
titan 1. Dev. 2. kim. Titan.
tizîk Deşik, delik: "Pîr ötîg nimes çarıhtığ
tîtîres- Titreşmek, titremek: "Pozınıh çıltıs tünügök tiziinen
irînnerî tîtîres tur." A. Kuzugaşev pahlapçathan." N. Domojakov
(Kendi dudakları titriyor.) (Parlak olmayan bir yıldız baca
tître- Titremek: "Anın tabırah deliğinden bakıveriyor.) Tigeyî
sîlîgînîsterîne tîtîrep parça." V. tizîk, tübî tizîk, otnan suğ pîr çir-
Tatarova (Onun hızlı de haynapça. -Bilmece (Üstü delik,
altı delik ateşle su bir yerde kay­
silkinişlerinden titriyor.)
nıyor.)
tîtrenne- Titremek.
tizîktîg s. Delikli.
tîtres- Titreşmek.
tizîl- Deşilmek, delinmek.
tîtres Titreyiş, titreme.
tkaç Dokumacı.
tîtrestîg s. Titreşimli.
tkan' Dokuma, mensucat.
tîtret- Titretmek.
tkatskay s. Dokuma, dokumacılık, do­
titul Unvan, titr.
kumayla ilgili.
titul'nays. Unvanla ilgili, titulnay list
başlık sayfası. toban bk. tobın (ıı.)
-508-
tobıh todırthay

tobıh Sertleşmiş kül. odın odınçatsa, tobırah Toprak, ah tobırah ak toprak.


kirpîs oshas hat parğan külnî hara tobırah kara toprak, hızıl
tobıh tîdîrler. odun yakılınca kerpiç tobırah kızıl toprak, krş. tobrah
gibi sertleşen külüne 'tobıh' derler. tobırahtığ s. Topraklı: "Hızıl tobırahtığ
tobın (ı.) 1. Ot kırıntısı: "Hara seek tobın gazım / Hızıl sıraylığ his çili." S.
çili hayınça, ıray çili ıılasça." N. Kadışev (Kızıl topraklı ovam /
Domojakov (Kara sinek toz kırıntısı
Kırmızı yüzlü kız gibi.)
gibi kaynıyor, sivrisinek gibi
tobırah-tozın îekr. Toz toprak.
vızıldıyor.) 2. Kepek. 3. Kesmik,
başak kalıntısı. 4. Badıç, soyuntu. tobırçıh Kamçı, tolğap itken tom
tobın (ıı.) Böcek, böcekler. tobırçıhtı ton pîlekke tüzîr parir
tobınah bk. tobın (ıı.) örülüp yapılan sağlam eline alıyor.
krş. tobırçın.
tobıncı 1. itibar, saygı. 2. Nüfuz, ilge
ilee çoh, çonğa tobıncızı çoh tobırçın Kamçı krş. tobırçıh.
poldı il için kayıtsız, halkta nüfuzu tobırğı zool. Ağaçkakan. tobırğı
yok. sohhan ağas ağaçkakanın deldiği
tobıncılığ s. 1. İtibarlı, saygın. 2. Nüfuz­ ağaç.
l u , çooğı tobıncılığ konuşması et­ tobırıl- (ı.) Sertleşmek, pürtüklenmek,
kili. kayış gibi olmak, hollarım tobırıl
tobınnığs. Böcekli, böcekli yer. parğan ellerim pürüzlendi.
tobır- 1. Arasından geçmek, bir uçtan tobırıl- (ıı.) Bir uçtan diğerine gidilmek,
diğerine gitmek: "Halın kiinî arasından geçilmek.
tobırçadır / Hatığ hanattığ tobıron İri, iri yarı. tobıron kız! iri yarı
samolyot." M. Arşanov (Derin göğü kişi. krş. tübürön
bir uçtan bir uca geçiyor / Sert
tobit Dama oyunu veya taşı. tobit
kanatlı uçak.) 2. (bitki) Yerden çık­
hoostığ kare şeklinde.
mak, uç vermek: "Ah cazının
sıhhan odı çibek sashan oshas tobrah Yer, toprak, hara tobrah kara
potadır, çe amdı, irte çashıda, anın toprak, k r ş . tobırah
odı, hıshı soohtı tobırğanda, huurta toçı- Teyellemek, seyrek dikmek, toçıp
tartıp sarğal parğan." V. Kobyakov tikken çîk teyelleyerek dikilmiş d i ­
(Ak yazının çıkan otu ipek sermiş kiş.
gibi oluyor, fakat şimdi, baharda, toçılas zool. Küçük ağaçkakan.
onun otu, kış soğuğunu toçılday Kam kürkü, toçılday teen
yardığından, çekilip kuruyarak
tonım par, tonzam daa kispespîn
sararmış.)
'toçılday' denen paltom var donsam
tobıra zf. Bir uçtan bir uca, arasından,
da giymem.
içinden: "Aydonın çabal tonıcağm
tigden-mınnah tobıra saap göredir." toçilo 1. Bileği taşı. 2. Bileği makinesi.
V. Kobyakov (Aydo'nun kötü toçka gr. Nokta, toçka turğıs- nokta
paltosunun orasından burasından koymak, toçkanah zapatoy gr.
geçip giriyor.) îzîk tobıra tınnap noktalı virgül, pulematnay toçka
turza kapı arasından dinlediğinde. makineli tüfek noktası.
pulut tobıra uçuhçabıs bulut toçnay s. Tam, doğru.
içinden uçuyoruz. todah zool. Toy kuşu.
todırthay Katı, sert (deri), todırthay
sıraylığ sert yüzlü.
toğıra
toğ Üç yaşında (hayvan) toğ inek üç toğılanısçalar." V. Şulbayeva (Ben
yaşında inek. onları içmiyorum da, yastık altında
yuvarlanıyorlar.)
toğa 1. Toka. 2. Metal yaprak. 3. Plâka,
levha. toğım 1. Topak, hayah toğımı yağ
topağı. 2. Top. inek tügînen
toğalığ s. Tokalı, kümüs toğalığ at idîlgen toğım inek tüyünden
çügenî gümüş tokalı at dizgini.
yapılmış t o p .
toğas- Karşılaşmak, buluşmak, görüş­
mek, rastlaşmak: "Min, Iceme dee toğın- Çalışmak: "Çider, Ağlona, paza
toğaspin, nay ür pol pardım." V. toğınmaspın." N. Nerbişev (Yeter,
Kobyakov (Ben annemle Aylona, yeniden çalışmayacağım.)
görüşmeyeli de çok uzun zaman Tamah par polzın tıp, tirleence
geçti.) "Hınğan kîzîme toğas toğın. Atasözü (Yemek var olsun
paryam çaskalığbın." V. Şulbayeva diye, terleyene kadar çalış.) motor
(Sevdiğim kişiye rastladım, tohtağ çoh toğınça motor arızasız
mutluyum.) harahtar toğas- göz (durmadan) çalışıyor, ibde toğın-
göze gelmek, paza toğashanca! evde çalışmak, ev işleri yapmak.
yeniden karşılaşmak üzere, hoşça matap toğın- çok çalışmak, iyi
kalın! çalışmak, pîrge toğın- birlikte
çalışmak, at çili toğın- at gibi
toğastır- Karşılaştırmak, buluşturmak.
çalışmak, çok çalışmak, hada
toğazığ Buluşma, karşılaşma, görüşme toğın- birlikte çalışmak.
örînîstîg toğazığ mutluluk verici
toğınçathan kün iş günü.
karşılaşma.
toğıncı İşçi, memur, çalışan, nauçnay
toğcor 1. Ucunda inek boynuzu olan ok.
toğıncı bilim adamı, tîmîr çol
2. Tokmak. toğıncızı demir yolu işçisi, krş.
toğcorfa- (buz altındaki balıkları avla­ toğısçı
mak için buzun üzerinden) Tokmak­ toğındır- Çalıştırmak: "Sıbıra,
la vurmak.
inorodetster çili, hada toğındırğan."
toğdır Dokuz Erlik Han'ın kızlarının en N. Tyukpiyekov (Devamlı,
küçüğünün adı. toğıs tam çir yabancılar gibi, birlikte çalıştırdı.)
altındağı toğıs îrlîktîn oçı hızı
toğınıl- Çalışılmak: "Anda, îstenîste, alıp
toğdır huu hat dokuz kat yer altın­
ool / Anın sıltaanda la toğınılça." İ.
daki dokuz Erlik'in küçük kızı
Kotyuşev (Orada, işte, yiğit genç /
Toğdır cadıdır.
Onun sayesinde çalışılıyor.)
toğdıra- Tıkırdamak.
toğır 1. Karşı: "lırcaa toğ ir horıhpin
togdırat- Tıkırdatmak: "Tirlîg toraat aal turar." M. Arşanov (Düşmana karşı
arazındağı hatığ çolca aar hanaanı korkmadan durur.) top-toğır tekr.
söörtene togdırat pariğan." N. dosdoğru. 2. En, enine. 3. Yan, ya­
Tyukpiyekov (Terli doru at köyün na: "Çe çapcan Çohırah toğır
içindeki sert yolda ağır arabayı segîrîbîsçe." V. Kobyakov (Fakat
sürükleyip tıkırdatmış.) Çohırah çabucak yana sıçrıyor.)
toğılah bk. toğlah. toğıra zf. Boyunca, çol toğıra yol
toğılahtandır- Yuvarlamak. harda boyunca, toğıra kör- sag. başını
toğılahtandır- karda yuvarlamak. çevirmek, toğıra sös karşılık, mu­
kabele.
toğılan- Yuvarlanmak.
toğıra- Doğramak, kesmek, ufak parça­
toğılanıs- (birlikte) Yuvarlanmak: "Min
lara ayırmak: "Pîçîrölîg ügüre
olarnı Ispindeeçem, çastıh altında
toğıramcı toğlahtat
haynatçan, pîreede it toğırabısçan." ködîrgen töge niik, arğısnan it­
N. Tyukpiyekov (Peynirli çorba ken toğıs niik. Atasözü (Arkadaşla
pişirmiş, bazen de et doğramış.) it götürülen kütük hafif, arkadaşla ya­
toğıra- et doğramak, ipek toğıra- pılan iş hafif.) Çahsı attı çörîzînen
ekmek doğramak. pîlceler, çahsı k î z î n î toğızınan
toğıramcı Doğram, doğranmış, doğran­ körceler. Atasözü (Güzel at yürü­
mış et. toğıramcını ügree salçalar yüşünden bilinir, güzel insan işin­
doğranmış et çorbaya konur. den görülür.) toğıs çoh işsiz, ava­
re, ağas toğızı ağaç işi. aar toğıs
toğıran- Doğranmak, kesilmek, ufak
ağır iş. toozılbas-parbas toğıs
parçalara ayrılmak. bitmez tükenmez iş. toğısha par-
toğıras- (birlikte) Doğramak. işe gitmek, halın toğıs yoğun
toğıras Doğrama, doğrayış, kesme, ufak iş. toğıs toozıl- iş bitmek.
parçalara ayırma. toğıs tap- iş bulmak, toğıs tîle-
toğırat- Doğratmak, ufak parçalara iş aramak, iş istemek, toğısha
ayırtmak. kır- işe girmek, toğısha a l - işe
toğırhı Genişlik, en. toğırhızın hızır- almak, püdîrîg toğızı inşaat işi.
genişliğini daraltmak. toğıstah şuur- işten çıkarmak.
ağaa kilîskek toğıs ona uygun iş.
toğırhılığ s. Bodur, tıknaz, geniş omuzlu
krş. togırthılıg. toğısçı İşçi, memur, çalışan: "Vasiliy
toğırla- 1. Doğrulamak, doğru gitmek. İvanoviç, pastap toğısçılarnan
Toğırlaan kızı toğıs honcan, çoohtazıp, pray nimenî surağlap
igîrleen kîzî ilîg honcan. Atasözü alğan." S. Çarkov (Vasiliy ivanoviç,
(Doğru giden dokuz gün kalır eğri önce işçilerle konuşup her şeyi
giden elli gün kalır.) 2. Aksini söy­ soruvermiş.) hara toğısçı kalifiye
lemek, karşı gelmek. olmayan, vasıfsız işçi. krş. toğıncı
toğırlan- Karşı gelmek, itiraz etmek: toğıstığ (ı.) S. Dokuz yaşında, oolğırn
"Noğa-da toğırlanmaan, innînen toğıstığ oğlum dokuzunda.
mıltiin şuur pirgen." V. Tatarova toğıstığ (ıı.) s. İşli, işi olan.
(Hiçbir şeye karşı gelmemiş, toğızıncı s. Dokuzuncu.
omzundan tüfeğini indirmiş.) toğızolan zf. Dokuzu birlikte, dokuzar.
toğırlanıs Karşı gelme, itiraz etme. toğızon s. Doksan, toğızon çastığ
toğırlanmas s. Halim, yumuşak, muti. apsağas doksan yaşında ihtiyar.
togırthılıg s. Bodur, tıknaz, geniş omuz­ toğlah s. 1. Yuvarlak top- toğlah yusyu­
lu krş. toğırhılığ. varlak, harah toğlağı göz bebeği.
toğırtın zf. Yandan, dışarıdan. çir toğlağı yer yuvarlağı. 2. Yumak.
toğıs (ı.) S. Dokuz toshan çirde toğıs toğlahta- 1. Yuvarlaklaştırmak. 2. Yu­
honmacafi. Atasözü (Doyduğun mak haline getirmek.
yerde dokuz gün kalma.) toğlahtan-1. Yuvarlaklaşmak. 2. Yumak
toğıs (ıı.) 1. iş, uğraş: "Ustağcı poları haline gelmek.
ipçî kîzînîn toğızı nimes." N. toğlahtandır- 1. Yuvarlaklaştırmak. 2.
Nerbişev (Yönetici olmak kadın işi Yumak haline getirtmek.
değil.) 2. İş, eser: "Hakas toğlahtanıs- 1. Yuvarlaklaşmak. 2. Yu­
pisatellerînm toğıstarınan tanızıp maklanmak.
aldı polarzar?" V. Şulbayeva
(Hakas yazarlarının eserleriyle toğlahtat- 1. Yuvarlaklaştırmak. 2. Yu­
tanışmış olmalısınız?) Arğısnan mak haline getirtmek.
toğlas -511-
tohtağ
toğlas- (buzağı) Hoplayıp zıplamak. tohlas- Tok tok ses çıkarmak: "Pıtırada
toh (ı.) 1. Tokluk. 2. Tok: "Çohtr aday sılîgîbîsken, hulahtarı la naahtarına
toh polğan." N. Domojakov (Ala tohlaza halğan." N. Domojakov
köpek tok imiş.) "Hamaan tirleze, (Patırtıyla silkinmiş, kulakları
hamın toh polar; holın hıymıraza, yanaklarına tok tok vurmuş.)
kibîn püdün polar. Atasözü (Alnın tohlat- Tıkırdatmak, tıklatmak: "Anın
terlese, karnın tok olur, kolun kımıl- közenegîne tohlathanda, Kolkanıh
dasa, elbisen bütün olur.) Çirge îcezi söleen, ol şkolaa parıbıshan
tüspes çiti tîrek, çilnep tuğbas tîp." A. Kuzugaşev (Onun
toh inek. -Bilmece, yediğir ve ay penceresine tıklattığında, Kolka'nın
(Yere düşmez yedi direk, annesi okula gittiğini söylemiş.) îzîk
buzağılamaz tok inek 3. Besleyici, tohlat- kapı tıkırdatmak, vurmak.
gıdalı. tohlattır- Toklattırmak, tok tok vurdur­
toh (ıı.) belt. Ağaç kap kapağı, tüüs toğı mak.
ağaç kap kapağı. tohpah (ı.) 1. Tokmak. Çar altında
toha hlk. Baş aşağı, baştan aşağı krş. çağlığ tohpağım çatça. -Bilmece,
tonhar. porsuk. ( Y a r altında yağlı tokmağım
tohay koy. (suda) Derin yer. palıh yatar.) 2. Topuz, çis tohpah toplu
hıshızına tohayda turca balık kı­ iğne. tohpah çîlîn baldır kemiği.
şın suyun derin yerinde yaşar. tohpah (ıı.) Şiş, kabarık, tohpah
tohçah (ı.) sag. Kalın, i r i , büyük: "Çolda huzuruhtığ kesik kuyruklu (at.)
tohçah tılolar udaa polğlabıshan." tohpahta- Tokmakla, sopayla vurmak.
N. Domojakov (Yolda iri tümsekler tohpahtat- Sopayla dövdürtmek, vur­
sıklaşmış.) durtmak.
tohçah (ıı.) sag. Kenevir t o h u m u . tohpanah hlk. Şişko.
tohçahta- Katlayıp yuvarlaklaştırmak: tohpay- Şişmek, kabarmak.
"Çastıhha tonnar tohçahtaan, tohta- 1. Durmak: "Traktör
çabınarğa teerçorğan alpirgen."H. tohtabıshan." M. Kokov (Traktör
Domojakov (Yastık olarak paltoları durmuş.) As çeence, tarıhpa; atha
katlamış, örtünmek için deri yorgan altanıbıssan, tohtaba. Atasözü
getirmiş.) (Yemek yerken acele etme, ata
tohçın es/c. Beylik unvanı. binmişsen durma.) 2. Durma, ke­
tohım Eyer altına konan deri veya keçe. silme nanmır tohtadı yağmur dur­
pıçîk tohımca uiuğ potadır d u . 3. Duraklamak, duralamak
mektup eyer altlığı kadar büyük olur çolda tohtabaabıs yolda durma­
(masalda) dık.
tohladıs Vurma, tokmaklama. tohtabas s. 1. Durmaksızın, aralıksız,
tohladıs- (birlikte) Tokmaklamak, vur­ sürekli, mütemadi: "At çansçah
mak. çirde ür tohtabas aya sabızı
tohlah Tok tok vurma, takırdatma, çayılğan." İ. Kostyakov (At
toklatma yarıştırılan yerde uzun süre
bitmeyen alkış sesleri yayılmış.) 2.
tohlas Gümbürtü, tıkırtı: "Taban tîgîrtî,
Karşı konulmaz, zapt edilmez.
tuyğah tohlazı, tanaalar hoolazı."U.
Domojakov (Taban tıkırtısı, toynak tohtadın- Durdurulmak.
gümbürtüsü, burun hışırtısı.) tohtağ Durak, durma, ara verme
tohtağ çoh durmadan, ara verme-
- 512 -
tohtal toldır

den: "Öörîn körtîkter azıra tohtağ toladay Tepe, höyük: "Toladaydan na


çoh aparçathan." N. Nerbişev çılğayah çil pariğan oshas." M.
(Sürüsünü kürtünleri aşırarak Çebodayev (Tepeden kızak kayıyor
durmadan götürmüş.) gibi.) toladay çonı mit. mitolojik
tohtal- Bitmek, tükenmek. halk. tas toladay piramit.
tohtan (süt ürünleri konan) Tulum, kap. tolamır Adsız parmak, yüzük parmağı.
ığırt-soğırt çorıhtığ, î k î tohtan pastağı iretke tolamır suhpin
azıhtığ -Bilmece, beşik ve kadın îspeceh ilk kadehe yüksük parmağı
memesi. (Gıcır gıcır gidiyor, iki t u ­ sokulmadan içilmez.
lum azıklı.) tolanat Balık avlama aleti, ulbafi
tohtat- 1. Durdurmak: "Payağı kızı tuzında tolanat itçenner kıştn (ba­
siden tastında alnındağı adın lıklar bir bölgeye toplandığı vakit)
tohtadıbıshan." V. Kobyakov tolanat'la balık avlarlar.
(Deminki kişi çitin dışında öndeki tolanday (Boğanın husye torbasından
atını durdurmuş.) 2. Bırakmak, yapılan) Torbacık. tospas-parbas
kesmek: "Pîrden-pJrden ot arazına tolanday oshas içi dolmaz torba
tüsklep, sarınnarın tohtathlapçalar." gibi. ( gözü doymaz kişi.)
V. Kobyakov (Birer birer ot arasına tolannay b k . tolanday
inip, şarkılarını kesiyorlar.) tamkı tolarsıh (ı.) anat. Ayak tarağı, ayağın üst
tartarın tohtat salarğa sigara iç­ kısmı, haziranın hazığın da
meyi bırakmak tohtat sal- bırak­ pirbespın, torbahtın tolarsığın
mak. 3. Ara vermek. daa pirbespîn düvenin aşık kemi­
tokar' Tornacı. ğini de vermem, buzağının ayak
tokarnay s. Tornayla ilgili, tokarnay kemiğini de vermem.
stanok torna tezgâhı. tolarsıh (ıı.) (koçun husye torbasından
tol- 1. Dolmak: "Tamağına ças tol yapılmış) Aşık kemiklerini saklama
kilgen." N. Domojakov (Boğazına torbası.
yaş dolmuş.) Tas üstünde as tolay (ı.)/c/z. 1. Bölük, grup. 2. Halk,
öspeen, paynin haraana is tebaa, tolay palazı halkın çocuğu.
tolbaan. Atasözü (Taş üstünde ta­ tolay (ıı.) Tavşan.
hıl yetişmez, zenginin gözüne mal
tolayah Küçük tavşan, tolayahtıh münî
dolmaz.) könekke suğ toldı kova­
hoyıh tavşanın çorbası koyudur.
ya su doldu. 2. Dolmak, tamam o l ­
mak: "Mağaa alton iki tolgan, sin pit tolay hooray Hakasların eski ismi.
sala kiçig." N. Tyukpiyekov (Ben tolaysı- (kötü ruhlardan) Hastalanmak.
altmış iki yaşımı doldurdum, sen tolba 1. Kır (at donu). 2. (yüzde) Leke.
biraz küçüksün.) ağaa on altı ças toldır- 1. Doldurmak. 2. Gerçekleştir­
toldı o on altı yaşını doldurdu. 3. mek, yapmak: "Ol pozının toğızın
mec. Dolmak, girmek: "Torkanın ol nince dee harazıp toldırçatsa,
çoohtarı pray Aydonın könnîne Kustuk pirer polğan kip-azahtı am
tolğıdağ polça." V. Kobyakov daa pirbinçe." V. Kobyakov (O
(Torka'nın o konuşmaları bütünüyle kendi işini ne kadar da iyi yapıp
Aydo'nun gönlüne girer gibi oluyor.) gerçekleştirse de, Kustuk verecek
çaskanah t o l - mutlulukla dolmak. olduğu giyim kuşamı hâlâ
tolaaçah zool. İki yaşındaki düveden vermiyor.) plan toldur- plânı ger­
doğan buzağı. çekleştirmek, könnîn toldır-
tolaat bk. tolanat hoşuna gitmek, memnun olmak.
toldıra -513-
tolıh
sözîn toldır- sözünü yerine Kadışev (Dolanıp akan ırmaklarım /
getirmek. Uzanıyor yolumda.) 2. Zikzak yap­
toldıra 1. s. Dolu: "İziktin on sarında, mak. 3. Yerinde dönmek: "Tura
stenedegi ağas siilerde, at tirigleri honıp pir orında hurçağ iblrgen çili
toldıra." V. Kobyakov (Kapının sağ tolğalça." V. Şulbayeva (Kalkıp bir
yanında, duvardaki ağaç yerde çember çevrilir gibi dönüyor.)
askılıklarda, at koşumları dolu.) 2. tolğalcıh s. Burma, burulmuş.
zf. Dolu olarak, tam, dolu bir şekil­ tolğalıs- Doluşmak.
d e : "Mma hayı, ödelep, İbge toldıra tolğamıs Bisküvi, çörek.
cayıldı." M. Bainov (İşte destanı,
tolgan- 1. Dolanmak, dönmek, çevril­
yükselip / Ev dolusu yayıldı.)
mek: "Kinetîn, pir orında turıp alıp,
toldırığ (ı.) 1. Doldurma. 2. Ger­ tolgan sıhça." V. Şulbayeva
çekleştirme, yapma. 3. gr. Tümleç. (Aniden, bir yerde durup, dönmeye
toldırığ (ti.) 1. Elle işlenen nakış. 2. İcra. başlıyor.) 2. Kıvrılmak, zikzak yap­
toldırığ komitedî icra komitesi. mak.
toldınl- 1. Doldurulmak. 2. Gerçekleşti­ tolğancıh s. Oynak, yerinde durmaz,
rilmek, yapılmak. kıvırtan.
toldırıs- 1. (birlikte) Doldurmak. 2. Ger­ tolğas (ı.) 1. Dolayış, dolama. 2. Burma,
çekleştirmek, birlikte yapmak. döndürerek sıkma. 3. Çevirme,
toldırt- 1. Doldurtmak. 2. döndürme.
Gerçekleştirtmek, yaptırmak. tolğas (ıı.) Bir kuş adı.
tolga- 1. Döndürmek, çevirmek. 2. tolğas- 1. Dolaşmak, yerinde durama-
Dolamak. 3. Burmak, kıvırmak: mak. 2. Burmak. 3. Çevirmek, dön­
"Olğannarnın hulahtarın tolğirğa dürmek.
paza sastarın çularğa mannan tolğat- 1. Dolatmak, oynatmak. 2. Çe­
halğan." A. Kuzugaşev (Çocukların virtmek, döndürtmek. 3. Burdur­
kulaklarını çekmeye ve saçlarını mak.
yolmaya atılmış.) 4. (yakasına)
tolğay 1. Dolambaçlı, zikzaklı. 2. Kar­
Yapışmak: "Kolkanan Vaska udur-
şılıklı birbirine geçmiş.
tödir kögenekterînin moydırıhtarın
tolğap turlar." A. Kuzugaşev (Kolka tolğor Anahtar.
ile Vaska birbirlerinin gömleklerinin tolğorlığ s. Anahtarlı, toğıs tolğorlığ
yakalarına yapışmışlaar.) hara pazah dokuz anahtarlı kara
tolğaas (bükülerek yapılmış) İp, sicim. sandık.
tolğabıs bk. tolğamıs tolı- Fidye, kurtulmalık vermek:
"Tappadar, tolınar, pazoh min
tolğanna- Dönmek, dönüp durmak,
salçam." İ. Kostyakov
yerinde duramamak.
(Bulamadınız, kurtulmalık veriniz,
tolğah (ı.) 1. Dolambaç, zikzak. 2. İçice, yeniden ben soracağım.)
birbirine geçmiş.
tolığ 1. Fidye, kurtulmalık: "Ür dee
tolğah (ıı.) Doğum sancısı, tolğah polbaanda olğannarnın hayzı-da
kirçetse, inecî sıybapça doğum teen -Pirinçebis, al tolığ!" İ.
sancısı başlayınca, ebe masaj ya­ Kostyakov (Çok geçmeden oğlanlar
par. hep birlikte: - Veriyoruz, al
tolga!- Kıvrılarak gitmek, akmak, yük­ kurtulmalık -demiş.) 2. (şaman
selmek: "Tolğalıp ahhan suğlarım / ruhlarına verilen) Kurban.
Toğır çathlap tur çolımda" S.
tolıh şor. Köşe.
-514-
tolıhtığ ton
tolıhtığ şor. s. Köşeli, sigîs tolıhtığ ib Ruslara benziyor, krş. tombır,
sekiz köşeli ev. tuhur.
tolım Değer, değerlilik, tolım kîzî değerli tomırah sag. Sustalı bıçak krş. tonarah.
kişi. ilden alğan ipçî ib tolımı tomırçıh bk. tobırçıh
poladır halktan alınan kadın, evin tomırsıh (buzağı derisinden) Heybe.
değeri olur. azıh- tülük suhçah tomırsıh erzak
tolıs- 1. Doluşmak. 2. Yerine gelmek, heybesi.
gerçekleşmek, olmak. tomıshan zool. Tavşan, tomıshan idin
tolıs (ı.) Dolma, doluş, ay tohzı dolunay. çîbeceh tavşan eti yenmez.
tolıs (ıı.) bk. tolığ tomna- (ı.) Tedavi etmek, ilaçlamak.
tolka 1. Mana, anlam. 2. Fayda, ya­ tomna- (ıı.) Ölen kişinin giysisini kes­
rar, kâr: "Pir oolnı ügretken, mek, üreen kîzînîn kibî moydıriin
ügreiken, tolka çoğıl." N. tomnap sal- ölen kişinin elbisesinin
Tyukpiyekov (Bir oğlanı okutmuş, yakasını kesmek.
okutmuş, fayda yok.) tolkazı çoh ton Palto, kürk: "Pabazınıh tonın
faydasız, yararsız, kârsız. çabınıp, polda uzupçathan." A.
tolkalığ 1. Faydalı, yararlı. 2. Anlayışlı: Kuzugaşev (Babasının paltosunu
"Çolğa kirip alar ol, tolkalığ his örtünüp, zeminde uyumuş.) teer
toğas parza." V. Şulbayeva (Yola ton deri palto, idektîg ton Uzun
gelir o, anlayışlı bir kız rastlasa.) palto, ton moydırığı palto yakası.
tom (ı.) 1. İlâç. im-tom tekr. ilâç. 2. İksir. hırna ton deri palto.
tom (ıı.) (ucunda metal halka bulunan) ton (ı.) Saf, s o m : "Töö pazınan ton
Kamçı. molattığ timîr hasçabıs." M.
tom (m.) Toz, toz toprak, çirge- tomğa Kilçiçekov (Töö başından saf çelikli
tüspes poldı toza toprağa düşmez demir kazıyoruz.)
oldu. (pehlivanlar güreşirken söyle­ ton (ıı.) 1. Don, donmuş. Ton çirge tıt
nir.) örgen sappacan. Atasözü (Don­
tom (iv.) sag. Ölünün giysisini kesme muş yere yapraklı ağaç dikilmez.)
töreni. 2. Sert soğuk ton na sur polğan
tomah (ı.) hlk. Diz kapağı krş. tomıh. her şey buz tutmuş, donmuş. 3.
Sağlam, dayanıklı: "Noğan ton torğı
tomah (ıı.) bk. tobıh
kögeneende / Köygen porçolığ hızıl
tomat Salça. een."U. Bainov (Yeşil sağlam ipek
tomayah bot. Tomurcuk. hazin gömleğinde / Yanmış çiçekli kızıl
tomayağı akağaç tomurcuğu. ova.) "Çiii kîzînîn çüregî hat iğ, ton."
tombır Kör, kesmez, küt krş. tuhur. N. Nerbişev (Genç kişinin yüreği
tomıh (ı.) Diz kapağı krş. tomah. katı, sert.)
tomıh (ıı.) bk. tobıh ton (m.) Düğüm, pağa ton kirek söske
sın kirek bağ düğümlü olmalı, söz
tomıh (m.) bk. toğım
gerçek olmalı.
tomıh (iv.) 1. Tokat, sille, sol sarinah
ton- 1. Donmak. 2. Çok üşümek:
saphan tomii, on sarina ötîpçe
"Apanın holları soohha tohan çîli
sol yanından vurduğu tokat, sağ
tîtîresken." N. Domojakov (Apan'ın
yanından çıkıyor. 2. Ceza.
elleri soğukta çok üşümüş gibi
tomır 1. Küt, kör, kesmez. 2. mec.
titremiş.) soohha toop parim so­
Rus. tomırlarğa aylan parğan (dili)
ğuktan donuyorum, tonmas
-515-
tona tonzorla

parbas Toodı köl. Bilmece, göz. tonhar- Alt üst etmek, karıştırmak.
(Donmaz Toodı göl.) tonhar Baş aşağı, baştan aşağı.
tona (hikâyede) Sihirli ok. hınh harahtıg tonhay- 1. Emekler gibi durmak. 2. Başı
hannığ tonazı pas çastıh altında yere doğru eğmek.
çathan kırk gözlü kanlı oku baş tofiho 1. Çaydanlık, çey sığarcan
yastık altında duruyor. tonho çay yapılacak çaydanlık. 2.
tona- Yağma etmek. mec. Aptal, ahmak, çooh pîlbes
tonağ Yağma, soygun. tonho konuşmasını bilmez ahmak.
tonağcı Yağmacı, soyguncu. tonhon bk. tonho
tonah sag. Akdiken. tonıcah Kötü elbise: "Anın innînde çabal
tofialçıh Oturmak için kütük, tabure. çırtıh tonıcah." V. Kobyakov (Onun
sırtında kötü, yırtık palto.) tonıcaan
tonan- Elbise giymek: "İbde üs-tört
innîne tastap elbisesini omzuna a­
irenner tonanğanınah odırlar." V.
tıp.
Kobyakov (Evde üç dört erkek
tonığ 1. Anlam, mana. 2. İtibar, saygı:
giyinmişler oturuyorlar.) çuğa
"Hacan daa honıh toniğin
tonan- ince giyinmek. toldırazınah körbeen ipçınîn
tonancıh Giysi, elbise. sağıstann kem dee pîlçe ni?" N.
tonancıhtığ s. Giyimli, giyinik. Nerbişev (Hiçbir zaman konuk
tonandır- Giydirmek: "Min sini çi, sinî itibarını iyi yerine getirmeyen
uzudar üçün azırap, tonandırçam kadının düşüncesini herkes bilir
ma?" V. Kobyakov (Ben seni k i , ya?)
seni uyutmak için mi besleyip tonılcah (kış uykusu sırasında ayının
giydiriyorum.) makatında oluşan) Tıkaç, tonılcah
tonarah Bıçak, ustura, pozı kizîlcen îstî sürdîrgenîne çarapça tıkaç
mide ishal olunca işe yarıyor.
molat tonarah kendiliğinden kesen
çelik bıçak. krş. tomırah. tonmar Avda kullanılan ok.
tofiarçah s. Tepen, çifte atan (at). tonna Ton.
tonarçahtan- (at) Tepmek. at tofina- (buz) Tutmak: "Sağallanna pus
tonarçahtança at tepiyor. tonnap parğan, praylan har polğlap
parğannar." A. Kuzugaşev
tofias 1. Tane, tohum. 2. Hububat, tahıl.
(Sakalları buz tutmuş, hepsi karla
tonat- Yağma ettirmek. kaplanmış.)
tonaza Tungus, Evenk. tonaza hamı
tofina- Sıkı bağlamak.
küstîg polcan Tunguz kamı güçlü
tonnah (üzerinde kayılan) İnce buz
olur. tabakası.
tonca r Halatta düğüm
tonnığ s. Paltolu, kürklü: "Ah azahtığ
toncarla- (halatı) Düğümlemek. hızıl toraat müngen, hıshacah sarığ
ton-çar sag. Zıpkın. tonnığ kfzl"V. Kobyakov (Ak ayaklı
tondah Donmuş yer, sert yer. çuğa kızıl doru ata binen, kısa, sarı
tabannığ at tondahta çör paltolu kişi.)
polbinça ince tabanlı at don yerde tonzor (buz üzerinden vurarak balık
yürüyemiyor. avlamaya yarayan) Tokmak.
tofîdır- Dondurmak. tonzorla- (tokmakla buz üzerine
tondol Dolu (yağış) vurarak) Balık avlamak.
toîiha Baş aşağı, baştan aşağı.
- 516 -
too toons

too (ı.) bot. Akdiken meyvesi too ağazı biselerini parçalayıp duruyor.) 3.
akdiken. Gözünden yaşlar damlatmak.
too (ıı.) şor. Sayı, hesap, sanı-toozı çoh toolat- (ıı.) Akdiken meyvesi toplatmak.
sayısız. toolı- Satın almak.
too- 1. Önem vermek, dikkat etmek: toolığ Kurtulmalık, fidye.
"Mıltıh tabızına nimenî nimee toolın- Satın alınmak, fidye vererek
toobas küren at taa çoçıp parğan." kurtarılmak.
N. Domojakov (Tüfek sesinden,
kolay etkilenmeyen yağız at da toolıt- Satın aldırmak, fidye vererek
ürkmüş.) 2. Dikkate almak, itaat kurtarmak.
etmek. 3. Sözünü dinlemek: "Ötîg toomcı Otorite, saygı, itibar.
tabıstığ pituğastı / Çalğıs min ne toomcılıg s. Saygın, otoriteli. kızının
toobinçam."N. Tinikov (Keskin sesli çahsızı toomcılıg insanın iyisi
horozcuğu /Sadece ben saygın olanı.
dinlemiyorum.) toop (<toh-ıp) hannın toop parğan
toobas s. Söz dinlemez, itaatsiz, haylaz, tamcıhtarı kanın donan damlacık­
saygısız. ları bk. ton-
toodah zool. Deve kuşu. toodahtı at toor- (ı.) Dondurmak.
salza, pızonı sıylapçalar deve k u ­ toor- (ıı.) Doğramak, kesmek, kırmak:
şu avlanırsa, hediye olarak buzağı "Ödın toorcanda paltınan
verilir. kirçektelgen irgî torıspahta odır
tooh hara tooh (yeni doğanın) İlk dışkı­ salğan." A. Çerpakov (Odun
sı, ças palanın hara tooğı bebeğin doğrarken baltayla tırtıklanan eski
ilk dışkısı. kütüğe oturmuş.) odın toor- odun
toola- (ı.) 1. Dağılmak, yayılmak, serpil­ kırmak.
mek. 2. Ufalanmak, parçalanmak. toorçah s. Kısa. toorçah ton kısa palto.
3. Damlamak, akmak: "Çılığ nanmır toordır- (ı.) Dondurtmak.
toolapçadır / Çirnfn paarın toordır- (ıı.) Kestirmek, doğratmak,
nımzadıp." P. Ştıgaşev (Ilık yağmur kırdırmak.
dökülüyor / Yerin bağrını
toorha İlik, düğme y e r i .
yumuşatıp.) harah çastarı toolap
sıhhannar gözyaşları damla damla toorıl- Bürünmek, kaplanmak: "Ağaa
akmış. pozının harala toorılğan holın
sunçadabas." V. Kobyakov (Ona
toola- (ıı.) Akdiken meyvesi toplamak.
kendi karaya kesmiş elini sunuyor.)
toolas- (birlikte) Dağılmak, yayılmak:
toorım (ı.) Kürk eteğinin alt tarafı.
"Hıbın sığara çaçırasça /
idektîg tonnın toorımı etekli
Hızarbinan toolazıp." A. Topanov
paltonun alt kısmı.
(Kıvılcım çıkarıp sıçrıyor/ Kızararak
yayılıp.) toorım (ıı.) Ayırma, bölme, dağıtma.
tuthan palıntın toorımı tutulan
toolat- (ı.) 1. Dağıtmak, yaymak,
balığın dağıtımı.
serpiştirmek: "Hıronı pozının üstüne
tooladıp." A. Kuzugaşev (Kırağıyı toorım (ııı.) 1. Donmuş ürün. toorım
kendi üzerine döküp.) 2. Ufalatmak, nımırt dondurulmuş yemiş, toorım
parçalatmak: "Haphan çirden haap, hayah donmuş yağ. 2. Dondurma.
çuruh-çarığın tooladıp odırça." V. toons (ı.) Dondurma, döndürüş.
Kobyakov (Kaptığı yerden kapıp e l - toons (ıı.) Kırdırma, kestirme, doğratma,
kırdırış, kestiriş, doğratış.
-517-
toorıs toranna

toorıs- Birlikte doğramak, kesmek, sız yurt olsun, bitmez tükenmez


kırmak. hayat olsun.) 2. Ölmek: "Doktor
toort- (ı.) Dondurtmak, soğutulmak: kirek, kızl toozıl parir." N.
"Tamah hannarnı moncıhtar ide Domojakov (Doktor gerek, biri
toortıp salğan." N. Nerbişev (Kan ölüyor.) "Apsah ol haraağızın toozıl
damlalarını boncuklar ederek parğan." A. Çerpakov (İhtiyar o ge­
dondurmuş.) ce ölmüş) toozılcaa-parcaa çoh
toort- (ıı.) Doğratmak, ufalatmak: bitmez tükenmez.
"Payapannıh ahsına hayahnan toozılbas s. Bitmez, tükenmez.
toorthan talğan şuhça." V. toozılbas çooh-çaah bitmez
Şulbayeva (Payapanın ağzına tükenmez konuşma.
yağla doğranmış yulaf sokuyor.) toozılbas-parbas tekr. Bitmez tüken­
toortpah 1. Kütük. 2. Eğe. mez: "Aydonın alnında pazoh naa,
toozılbas-parbas toğıs turıbıshan."
toos- Bitirmek, sona erdirmek, tüket­
V. Kobyakov (Aydo'nun önünde
mek, tamamlamak: "Min inek
yine bitmez tükenmez iş var.)
hazaazınıh arığın am daa tooza
ardaalahpın, parıp, toos kilim." V. top 1. Top. 2. Yuvarlak.
Kobyakov (Ben inek ahırının topay- Dimdik durmak, öne çıkmak,
temizliğini henüz bitirmedim, gidip ucu ileri fırlamak.
bitirip geleyim.) Sarig hoyım topçı 1. Düğme. 2. İri mercan düğmesi.
sanap toospadım. -Bilmece, arpa
topçıl müz. Kıllı bir enstrüman.
(Sarı koyunumu sayıp bitiremedim.)
ortımah ügredîgiî toos salğan topırKör, kesmez, küt.
orta öğrenimi bitirmiş, toğızın toplat- Ayaklarıyla yere vurmak.
toozıp ibîne parğan işini bitirip topograf Topograf.
evine gitmiş. topografiçeskay s. Topografik.
toot Sert soğuk, ayaz topografiya Topografya.
tooza zf. Boyunca: "Pis Icemnen toptağ Yuvarlak, toğıs naada ay toptah
haraa tooza uzubaabıs." V. turıbıştı dokuz günlüğünde ay
Kobyakov (Biz annemle gece yuvarlak oldu.
boyunca uyumadık.) Küskü kün toptay- Yuvarlaklaşmak.
his tooza azırapça. Atasözü (Gü-
toptığ s. Yuvarlak, toğıs çastığ ay
zünki gün kış boyunca besler.) kün
toptığ polar dokuz günlük ay yu­
tooza gün boyunca. 2. s. Bütün,
varlak olur.
t ü m , hep: "Tooza idlmnl tıdancı
iderge çor!." V. Kobyakov (Bütün tor (ı.) Kornet, kuyrukluyıldız.
vücudumu parçalayacak.) tor (ıı.) Oyuk, kertik
toozıi- 1. Tükenmek, bitmek, sona toraat (<toru at) Doru at: "Tirllg toraat
ermek: "Halın toğıs toozılğlabıstı." aal arazındağı hatığ çolca aar
A. Topanov (Yoğun iş bitiverdi.) "Ol hahaanı söörtene toğdırat pariğan."
tabıs toozılğalahtoh, Aydonın pazın N. Tyukpiyekov (Terli doru at,
arta aar salımnığ haas piçlk sıhıli köyün içindeki sert yolda ağır
tuşken." V. Kobyakov (O ses arabayı sürükleyerek takırdatıyor.)
bitmeden, Aydo'nun başı üzerinden toranmay s. Hareketli, canlı (kişi)
ağır kayış kamçı saklamış.) toranna- Yerinde duramamak, hareket
Üzîlbes curt polzın, toozılbas etmek, toranmay torahnapça
honıh polzın. -Dua. (Uçsuz bucak- Hareketli (kişi) yerinde duramıyor.
-518- torlat
torap

torap (erimiş yağda) Tortu, hayah torıbı (Pencerelerde nakış işlemeli ağır
yağ tortusu. ipek perdeler.) 3. İpek gibi, kıymetli:
toraptığ s. Tortulu. "Hıra salçan çın, çashıda kök
torğınan çabınıp, küsküde holarba
toras Sepet, çistek teercen toras yemiş
as pirgenî altın nimes pe?" M.
derme sepeti. Kokov (Ekin ektiği yeri, baharda
toraşa kız. Balık sepeti, kirtil, çöten. gök ipekle kaplanıp, güzün seçkin
palıh salçan toraşa balık koyma ürün vermesi altın değil mi?) torğı
sepeti. kögenek kis- ipek gömlek giymek.
torba Torba, at tirgızîne palğacan torhılaas Yıpranmış tırpan.
torba at terkisine bağlanan torba.
torhlaas bk. torhlos
torbah Dana, düve iki yaşında buzağı.
torbah puğa tosun. torhlos 1. Oyuncak tüfek. 2. Üfleyerek
ok atılan boru. 3. mec. Tüfek.
torbas Yosun: "Çatçathan tas torbasha
pastır parça" V. Şulbayeva (Yatan torığDoru: "öör pastan pora, hara, torığ,
taş yosunla kaplanır.) Çatçathan küren ashırlar." N. Domojakov
tasha torbas ös parça. Atasözü (Sürü liderleri kır, kara, doru, yağız
(Yatan taşta yosun yetişir.) aygırlar.)
torbastan- Yosunla kaplanmak: "Pis torıh Kötü deri. torıh tonnığ kîzî kötü
torbastanarğa pirbespıs." V. koyun postu giymiş kişi (fakir)
Şulbayeva (Biz yosun kaplanması torıl- Çukur oluşmak, purüzlenmek,
için vermiyoruz.) çatlak oluşmak: "Anın sîmîskelîg
torbay- Dimdik durmak, öne çıkmak. küren sırayı, çashı çilge saptırıp,
ton İğ lap parğan." V. Kobyakov
torbı bk. torba (Onun sivilceli yağız yüzü bahar
tor- çar tekr. 1. Haber, havadis. 2. Skan­ rüzgârına çarpılıp pürüzlenmiş.)
dal. torım bot. Servi kozalağı.
torçıh Bülbül.
torımna- Servi kozalağı toplamak.
torda kız. Eritilmiş yağ tortusu.
torımnat- Servi kozalağı toplatmak.
torf Turba.
torıp bk. torap
torğa bk. torım
torıspah Kütük, tomruk: "Arına, çay îzlp,
torğay zool. Toygar, çayır kuşu krş. torıspahta odırğan." N. Domojakov
torğayah. (Arina çay içerek, kütüğün üzerine
torğayah zool. Toygar, çayır oturmuş.) odın carcarı torıspah
kuşu: "Torğayahtarğa hozılıp, sîlîg üzerinde odun kırılan kütük.
sarınnar sarrıir." V, Tatarova torjestvnnay s. Törenle, merasimle ilgili.
(Toygar kuşlarına katılıp, güzel
torjestvo Tören, merasim.
şarkılar söylüyor.) krş. torğay.
torlarla zool. Keklik Torlana idine
torğı 1. İpek Çathan çirîn çağlığ
tospassın, keergen idine
polzın, çabınğanın torğı polzın. -
simîrbessîn. Atasözü (Keklik etiyle
Dua (Yattığın yer yumuşak olsun,
doymazsın, sedir kuşu etiyle se-
Örtündüğün ipek olsun.) Aynın
mirmezsin.) krş. torlağın.
altınan altın torğı tarttım.
Bilmece, duman (Ayın altından altın torlağın zool. Keklik krş. torlana.
ipek çektim.) 2. İpekli, ipekten: torlas- (kuş) Ses vermek, ötüşmek.
"Közenekterde oyıh hoostığ aar torlas (kuş) Ötme, cıvıldaşma.
torğı körkîler." V. Şulbayeva torlat- Tıkırdatmak, patırdatmak.
tormoz -519- tostır

tormoz Fren. toshaar bk. toshor


tormozta- Fren yapmak. toshah Tohum kabuğu.
torpeda Torpil, torpido. toshala- (toz, duman) Yükselmek.
torpedaiığ s. Torpidolu. toshalal- (toz, duman) Yükselmek: "Naa
torsıh 1. Tulum, kırba, dağarcık. 2. künnm harah ayıstığ sustarına
(balıkta) Hava kesesi, palın torsığı tozın aralazıp toshalal tur ba tan."
balık hava kesesi. F. Bumakov (Yeni günün göz
kamaştıran ışıklarında toz karışıp
torsıla- Nasırlaşmak, şişmek, kabar­
yükseliyor mu acaba.)
mak: 'Toğmçıbıs, îorsılaan, hatığ
pashan hollığbıs." N. Domojakov toshanah bk. tosha
(İşçiyiz, nasırlaşmış, sert elliyiz.) toshanca zf. Doyuncaya kadar: "Arığ
torslah (balıkta) Hava kesesi. kiineh toshanca tınıp alam, kök
torslas Mürver. tayğaca pas çörîp alam." V.
Şulbayeva (Temiz havasından
torspah s. Şiş, kabarık, dışa doğru çıkık.
doyana kadar nefes alayım, yeşil
torspay- Şişmek, kabarmak, dışa doğru ormana gideyim.)
çıkmak.
tos harah Maske.
torspayt- (gözlerini) Fal taşı gibi açmak:
toshır- Doyurmak.
"Palalar, üzen, harahtarın torspayta
toshın Tokluk, doygunluk.
körîp, ol oolnın ahsına daa kîrer
oshastar." G. Topanov (Çocuklar toshınnığ s. Doyurucu, toshınnığ t a ­
ise gözlerini fal taşı gibi açıp, o mah doyurucu yemek.
oğlanın ağzına girer gibiler.) toshor 1. Tekne. 2. Dolap. 3. Raf.
torşiaah bk. torhlos tospah s. Şiş, kabarık, patlak (göz) krş.
torşlağ Nasır. toşpah.
tort Pasta: "Çey ızîrtken torttah, çoh, tospanah Küçük dolu. tospanah
şokolod konfetten." V. Şulbayeva çaabıstı küçük dolu yağdı.
(Çay içirmiş, pastadan, hayır, tospas s. Doymaz: "Duşmannarnı, ol
çikolota şekerden.) hanğa tospas hushunnarnı." V.
tos (ı.) BUZ tabakası. Şulbayeva (Düşmanları, o kana
tos (ıı.) Akağaç kabuğu: "Ot tuzında çut doymaz kuzgunları.)
künner polıbıssa, tos hastap, çöget tospas harah s. Aç göz: "Sağaa, tidir,
haynat sıhça." N. Tyukpiyekov (Ot pray nime as, tospas harah." V.
zamanı kıtlık olsa, akağaç kabuğu Tatarova (Sana, dedi, her şey az,
soyup, katran kaynatıyor.) ah tos aç göz.)
oshas sıray ak kabuk gibi yüz. tospayah Kabuktan yapılmış kutu.
tos ayı Haziran. tostan itken tospayah akağaç
tos- Doymak: "Kfrfıg salaannı sonp kabuğundan yapılmış kutu.
odırzah, tozarzıh ma?" İ. Topoyev tospıyah bk. tospayah
(Kirli parmağını emince doyacak tosta- Akağaç kabuğu hazırlamak.
mısın?) Toshan harın ügredîrge kîzîler tostap çörcenner insanlar
tunuh. Atasözü (Doymuş karın ö ğ ­ akağaç kabuğu hazırlamaya gitmiş­
retmeye sağır.) ler.
tosha Akağaç kabuğundan tabaka. tostaa Akağaç kabuğundan yapılmış
tamkı salçan tosha tütün konan kap.
tabaka. tostır- Doyurmak.
-520-
tosto töbîn

tosto bk. tostaa toyman s. Boynuzsuz: "Pir toyman hara


tosla- kız. Nasırlaşmak, kabarmak, ( d u ­ ahsan hoyıcah." V. Kobyakov (Bir
daklar) uçuklamak. boynuzsuz, kere, aksak koyun.)
toşlan Kabarcık. toyranna- 1. Ayak üzerinde zıplatmak.
2. Tek ayağı aksayarak gitmek.
toşpah s. Şiş, kabarık, patlak.
toşpanah kız. bk. tospanah toy sı h s. Tok.
toşpay- (gözler) Şişmek, kabarmak, toyzah (akağaç kabuğundan) Kap.
patlamak. toza- Meydana gelmek, oluşmak.
total'nay s. Topyekun, genel, total ola­ tozar- Ağarmak, beyazlaşmak: "Sırayı
rak. tozarla tart parğan." N. Domojakov
(Yüzü beyaza kesilmiş.)
tothanah zool. Gelincik.
tovar 1 . M a l , emtia: 2 . Kumaş: "Curt eezî tozın 1. Toz, küçük toprak parçacığı:
apsah pır turazınan püktep salğan "Tartılıp tozın ködîrîlçe." A.
hızıl çahayahtığ tovar, irgî kniğa, Topanov (Çekilip toz yükseliyor.) 2.
tudın kiiıp, Annaa pirgen." N. Toz, küçük parçacık: "Sooh kiide
Tyukpiyekov (Evin sahibi ihtiyar bir hıbıhnançathan hamın tozını turca."
odasından katlanmış kızıl çiçekli A. Kuzugaşev (Soğuk havada
kumaş ve eski kitap tutup gelerek savrulan karın tozu duruyor.)
Anna'ya vermiş.) tozın- (ı.) T O Z çıkmak.
tovarooborot Mal tedavülü, mal sürü­ tozın- (ıı.) Doymak: "Paza ol stol kistinde
mü. uluğ aalcı çili, odırıp, azıranıp,
tozınıp odırçathan polça." V.
toy (ı.) Killi toprak, balçık: "Uyacaan
Kobyakov (Yine o masa başında
püdîrçe / Kırpisneh ne çili / Toy
saygın misafir gibi oturup, karnını
çahça hadılli." N. Tinikov
doyurup.)
(Yuvacığını yapıyor / Kerpiçle yapar
gibi / Kil sıvıyor kat kat.) ah toy ak tozınna- Tozlanmak.
balçık, toy ayan toprak, kil fincan. tozınnığs. Tozlu: "Hadıl tozınnığ tuban /
toy(ıı.) Toy, şölen, düğün: "Hazıhnar, Soonca la pulğal tur."\l. Maynaşev
ostar, sıılazıp ala, toydağı hıstar (Kat kat tozlu duman / Arkasından
çili, çayhalıs turlar."N. Tyukpiyekov yükseliyor.) tozınnığ çol tozlu yol.
(Akağaçlar, titrek kavaklar, tozırat- (gözlerini) Patlatarak, çıkararak
düğündeki kızlar gibi sallanıyorlar.) bakmak: "Tozırada körgen
pala toyu çocuk toyu: "Min törîp harahtarınah Arkaşanıh holındağı
parğanımda, pala toyına Porço halın but likanı körgen." V. Tatarova
uucam kili pirtîr." G. Kazaçinova (Çıkararak baktığı gözleriyle
(Ben doğunca çocuk olma Arkaşa'nın elindeki büyük şişeyi
düğününe Porço ninem gelivermiş.) görmüş.)
sas toyu saç (kesme) toyu. toyğa
töbek (hayvanda) Husye, taşak.
hığır- düğüne davet etmek, toy it-
düğün yapmak. töbel (at alnında) Akıtma.
töbeldîrîk (koçun çiftleşmesini önlemek
toyla- Toy etmek.
için bağlanan) Önlük.
toylat- Toy ettirmek.
töbellîg s. Akıtmalı, hamağında töbellîg
toylığ s. Gebe, hamile.
alnı akıtmalı.
toyma Bir tür et yemeği.
töbîn 1. s. Aşağı, aşağıya, aşağıda:
"Suğ töbîn köbîzîn pözîk, sılağay,
töbîn tüs - 521 - töle

çoon iirekter ösklepçe." G. tögîn- Mideye indirmek, fazla içmek.


Kazaçinova (Irmak aşağı tögîs Dökme, döküş, serpme.
çoğunlukla yüksek, düzgün, kalın tögîs- Karşılıklı dökmek, serpiştirmek.
kavaklar yetişiyor.) pazın töbîn tut-
tögüg 1. Ölü için kesilen kurban, tögüge
başını öne eğmek, töbîn kör- aşağı
bakmak, inîs töbîn oyla- aşağıya sohhan mal ölüye kurban edilen
doğru koşmak. 2. s. Alçak, basık, mal. 2. Bu kurbanın e t i .
düşük. 3. s. Ucuz tök- 1. Dökmek: "Min pu nimenî tögîbîs
töbîn t ü s - 1. Aşağı inmek. 2. Fiyatı u­ kilim." V. Şulbayeva (Ben bunu
cuzlamak. döküp geleyim.) suğ tök- su dök­
töbînkî s. Aşağıdaki, alt taraftaki. mek. 2. Dökmek, akıtmak harah
töbînkî çir yer altı dünyası. cazı tök- gözyaşı dökmek, han
töbînkîler yer altı dünyasındakiler. tök- kan dökmek.
töde 1. Temel. 2. Kabza, sap. pıçah tökem 1. Destek, dayanak. 2. Dayanış­
tödezî bıçak sapı. 3. Çubuk ma. 3. Vasi. tadar ondayınan
tödîr 1. s. Ters, zıt, g e r i . Tört hanattığ t ö k e m k î z î tayızı polcan Hakas
hus, tödîr tüktîg a n . -Bilmece, ke­ geleneklerine göre vasi dayıdır.
lebek. (Dört kanatlı kuş, ters tüylü tökpes Kütük, ağaç kütüğü: "îrik tökpes
av.) 2. zf. Tersine, aksine, g e r i : pol parğan çili pîld'ırcen." A.
'Tödîr aylanıbızıp, pazoh mıltiin Çerpakov (Çürük kütük olmuş gibi
innîne ködîrçe." V. Tatarova (Geri hissetmiş.) Tökpes ibîre altın ot
dönüp, yine tüfeğini omzuna alıyor.)
ös partır. -Bilmece, parmak, yük­
tödîr aylan kil- geri dönüp gelmek.
sük (Kütük etrafında altın ot bitmiş.)
V. Tatarova udur tödîr karşılıklı.
tökpeste- Yakıt için kütük kesmek.
tödîr azah zool. Köstebek.
tökpestîg s. Kütüğün çok olduğu yer,
tödîrle- 1. Geri çekilmek, geri dönmek.
kütüklü.
2. Direnmek, ayak diremek, inat
etmek, karşı gelmek: "Şahtada on töktîr- Döktürmek, akıttırmak.
pis çılğa çitTre toğın salğan Sanpir töl 1. Nesil: "Adın tölden tölge kanal
apsah taa tödîrlepçe." S. Çarkov aparar." İ. Kapçıgaşev (Adını
(Madende on beş yıl kadar çalışan nesilden nesile kanal eder.) tölden
Sanpir ihtiyar da karşı çıkıyor.) tölge pîs mında çurtabıs nesilden
töge 1. Kalas, kütük: "A sın timlr tögede, nesile biz burada yaşıyoruz. 2. Ço­
sın timlr paltınan pastarın üze cuk, d ö l : "Purunğı çon pu aday
kistîrercîkter." G. Kazaçinova (Ve ıspes açığ suğnı iki tölge çitıre
gerçek demir kütükte, gerçek demir amzirğa çaratpacannar." V.
baltayla başlarını kesip Tatarova (Eskiler bu köpek içmez
koparırlarmış.) Abaa pirzeiler, içkiyi ikinci çocuk oluncaya kadar
abaa p a r a m ; tögee pirzener, tatmaya bile izin vermemişler.) töl
t ö g e e p a r a m . Atasözü (Ayıya ve­ çoh çocuksuz, kısır, aday tölî kö­
rirseniz, ayıya varayım kalasa ve­
p o ğ l u , tölge tudıl- damızlık olarak
rirseniz, kalasa varayım.)
beslenmek.
Çobağlığnin alnında çoon t ö g e .
Atasözü (Mustaribin önünde kalın t ö l e - Ödemek: "Ödıs tölebezem, obal
kütük.) polar." M. Kilçiçekov (Borcunu
ödemezsem, felâket olur.)
tögde Kısa mızrak.
tögîl- Dökülmek: "Hayda pistin hanıbıs töle Aralıksız, fasılasız, mütemadiyen.
köp tögîlgen." İkapçıgaşev (Nerede
bizim kanımız çok döküldü.)
-522-
töleg törî
töleg 1. Ödeme, ücret. 2. Ceza. kvartira tööy çok benzer, tıpkı, oolah
üçün töleg daire için ödeme, töleg pabazına uğaa tööy çocuk baba­
çoh ücretsiz, töleg al-ücret almak. sına çok benzer, töleenî alğanına
tölege Bir yaşında kuzu. tööy bolcan ödenen alınana ben­
zer (ne ekersen onu biçersin.)
tölel- Ödenmek.
tööyle- Benzemek, benzeşmek.
töles- Birlikte ödemek.
tööyles Benzeşme.
tölet- Ödetmek.
tölettYr- Ödetmek naloğ tölettîr salarğa tööyles- Benzeşmek.
vergi parasını ödetmek. tööylet- Benzetmek.
tölke Büyü, f a l . tölke sal- fal açmak. töp Zirve, şahika, kün töp turıbıstı
güneş zirveye çıktı.
tölkecT Büyücü, f a l c ı .
tör (ı.) Baba evi.
tölkele- Fal bakmak, büyü yapmak: "Öör
pazı haydağ-da çazıt ondaylarınan tör (ıı.) Köşebaşı, başköşe: "Marğa tıp
tölkeleen." H. Nerbişev (Sürü lideri, attığ ipçf, tördegî tözek alnında
gizli hisleriyle fal bakmış.) turçathan." i. Kotyuşev (Marğa
adındaki kadın, başköşedeki döşek
töllen- Döllenmek, çoğalmak.
önünde durmuş.) İcezî çabalnıfi
töllîg s. Döllü, döllenme kabiliyeti olan. palazın alba, î z î g î çabalnıfi törîne
tölön Dalak krş. tilen, odırba. Atasözü (Annesi kötünün
tömeg 1. Komite, meclis, uluğlar tömee kızını alma, kapısı kötünün
büyükler meclisi. 2. Temel, esas. başköşesine oturma.) îzîk îsker,
tön Tepe, yükseklik: "Ol mınnan ıran tör kider. Atasözü (Kapı doğuda,
tör batıda.)
nimes, töhde." A. Çerpakov (O,
buradan uzak olmayan tepede.) töre Töre, düzen.
tönercîk (koçun husye torbasından) töre- Doğmak: "Hul polarğa törebeebîs."
Torba, dağarcık, hazıh salçan V. Maynaşev (Kul olmaya
tönercîk aşık kemiği konan torba. doğmadık.) krş. törî-
törel 1. Soy, köken. 2. Akraba
töfiey Tepe, tepecik.
töremîl 1. Günlük, olağan. rutin
töfieyek Hörgüç arğazında î k î
normaların töremîl azıra
töneyektîg tebe iki hörgüçlü deve.
töfieyektîg Hörgüçlü arğazında î k î toldırçalar günlük iş normlarını faz­
lasıyla gerçekleştiriyorlar. 2. Fasıla­
töneyektîg tebe iki hörgüçlü deve.
sız, arasız, devamlı: İcezî töremîl
tönîcek Tepecik: "Kör odırğan tönîcektî as çarbazınan, ügüre haynatçan."
dee hucahtap polarzıh ma?" N. N. Tyukpiyekov (Annesi devamlı
Nerbişev (Bak şu duran tepeciği de buğday yarmasıyla çorba kaynatı-
kucaklayabilir misin?) yormuş.)
töfinîg Tepeli, tepelik yer. törî- 1. Doğmak. Alığ töreennî sağıstığ
tönîs Soylu kişi. it polbassın. Atasözü (Budala do­
tönmel bk. tön ğanı, akıllı yapamazsın.) Ah piiden
çüs ah pii törîpçe, -Bilmece, sinir­
töö Un eleme teknesi, un ilgecen töö
ler (Ak kısraktan yüz ak kısrak do­
un eleme teknesi. ğar.) 2. mec. Doğmak, ortaya çık­
tööy s. Benzer, gibi: "Sınap taa, Kazar mak: "Min körgende, anın pozında
hustar filîn pîlçetkenge tööy." V. haydağ-da sağ ıs törîp parğanı île."
Tatarova (Gerçekten de Kazar, V. Tatarova (Ben gördüğümde,
kuşların dilini biliyormuş gibi.) töp-
- 523 -
törîk tözet

onda herhangi bir düşünce (ilçede ilk kolhozu kurma kararı


doğduğu açık.) naa ay törî- yeni ay almışlar.)
doğmak, t ö r e e n çır anayurt, d o ­ tösteg Temel, esas, baz, dayanak.
ğum yeri t ö r e e n tîl ana d i l i . hada
töstegcî Kurucu, müessis, bani.
t ö r e e n harındas öz kardeş.
t o s t e l - Kurulmak, temeli atılmak: "Ol
törîk Yazgı, kader.
polğan Altın çulnıh pastap töstelgen
törîkçîn Yaratık, mahluk.
tuzı." M. Kokov (O Altın Çul'un ilk
törît- Doğurmak: "Ol turada ipçîzi kurulduğu zaman olmuş.)
Hızina pis ool paza pır his töriî
t ö s t e n - Kurulmak, inşa edilmek.
pirgen."A. Çerpakov (O evde karısı
t ö s t e s - 1. Birlikte temellenmek, esasa
Hızina, beş oğul ve bir kız
bağlanmak, tesis etmek. 2. Birlikte
doğurmuş.)
dağa çıkmak.
tört s. Dört: "Tört attı hahaağa kölîp."
t ö s t e t - Kurdurmak, tesis ettirmek, t e ­
V. Kobyakov (Dört atı arabaya
mele bağlamak, bir esasa bağlat­
koşup.) tört azahtığ dört ayaklı.
mak.
tört terpektîg dört tekerlekli, tört
töstig s. Yamaçlı.
hırlığ dört köşeli, tört çastığ dört
yaşında. töstîk (ı.) gr. Kök.

törtîncî s. Dördüncü, tortîncî glava töstîk (ıı.) Göğüslük, döşlük.


dördüncü b ö l ü m . töstüp Kam r u h u .
törtkîl s. Dörtgen, dört köşeli: "Aaldah töylek Zar, kabuk.
tastıhti arah, töhde törtkîl siden töze- Döşemek, sermek: "Hızı, ças
tefinde pözik ah tas turca." A. ottı hanaağa tözeglep, saphılarnı
Çerpakov (Köyden dışarda, tepede ipti salğlaan." N. Tyukpiyekov (Kızı,
dört köşeli çit içinde yüksek ak taş yaş otu arabaya döşeyip, tırpanları
duruyor.) törtkîl çollığ kareli, da­ düzgünce koymuş.) skatert t ö z e -
malı. masa örtüsü sermek, tözek t ö z e -
törtölen zf. Dördü birlikte. döşek sermek, tas t ö z e - (caddeye)
törttîg s. Dördünde, dört yaşında palam taş döşemek.
törttîg çocuğum dördünde. tözek (ı.) Döşek: "Üstünde kiden hıptığ
tös (ı.) 1. Döş, g ö ğ ü s : "A-a, - tös tarta tözek." A. Çerpakov (Üstünde keten
ün sığar salğan ol." A. Çerpakov kılıflı döşek.) küp tözek yumuşak
(Ah-a, ha - göğüs çekerek ses döşek,
çıkarıyor o.) 2. Dağ yamacı: 'Aban, pağa tözeği su yosunu, deniz yosunu.
attı noğa töske hısçazıh?" N. tözek (ıı.) Zemin, t o n .
Tyukpiyekov (Babacığım atı niçin t ö z e l - Döşenmek: "Hahaada tözelgen
yamaçta sıkıştırıyorsun.) Togee nımzah ot." N. Tyukpiyekov
tıınmas p a l t ı , töske sıhpas a t . A (Arabaya döşenmiş yumuşak ot.)
tasözü (Kütüğü kesmez balta, ya­ kibîs tözelgen tör halı döşeli (say­
maca çıkmaz at.) gınların oturduğu) yer.
tös (ıı.) Ruh. arığ töster iyi ruhlar, hara t ö z e n - Döşenmek: "Tözen kilgen
töster kötü ruhlar. 2. Tılsım. 3. Kök, odınah adın azıraan." N.
öz, esas. Tyukpiyekov (Döşenen otuyla atını
töste- Temelini atmak, kurmak: yemlemiş.)
"Rayonda in pastağı kolhoztı tözendî Zemin. îb tözendîzî evin zemini.
töstirge çarathannar." M. Kokov
tözet- Döşetmek.
-524- tsellyuloza
tözettîr
tözettîr- Döşettirmek. trapetsiya Trapez.
traditsiya Gelenek, âdet. trassa Hat, yol.
traditsiyalığ s. Geleneksel. traur Yas, matem.
trafaret Resim kalıbı. traurlığ Yaslı, matemli.
traferattığ s. Resim kalıbıyla yapılmış: travma Travma.
resim kalıbıyla ilgili.. trebovanie Belge, sipariş belgesi.
tragediya Trajedi, facia. trener Antrenör.
tragediyalığ s. Trajik. trenirovat pol- Antrenman yaptırmak.
trahoma Trahom. trenirovka Antrenman, idman.
trahomalığ s. Trahomlu. trest Tröst.
trakt Büyük yol. trevoga Alarm.
traktat Tez. tribün Hatip ve gazeteci.
traktör Traktör: "Pîr kün kolhozha tribuna Tribün: "Manon Petroviç
örînîstîg habar kilgen, - traktör tribunadan isklrgen: - Amdı üs at
kilce!" M. Kokov (Bir gün kolhoza çügürer." İ. Kostyakov (Manon
mutlu haber gelmiş, - traktör Petroviç tribünden duyurmuş: -
geliyor!) Şimdi üç at koşacak.)
traktorist Traktörcü, traktör şoförü: tribunal Mahkeme.
'Traktorist traktorın serey altına trigonometriya Trigonometri.
çörgîzerge hıshırtıbıshanda, çon
trikotaj Trikotaj.
onar-tisker atthhan." M. Kokov
(Traktörcü traktörünü ambar altına trillion Trilyon.
götürmek için çalıştırdığında, halk trilogiyaTriloji.
oraya buraya kaçışmış.) trimuftığ Zafer, zaferle ilgili.
tral'şçik Mayın tarayıcısı. triumf Zafer.
tramplin Tramplen. trofey Ganimet.
tramvay Tramvay. tropiçeskay s. Tropikal.
transformatör Transformatör. tropik Tropik.
transkribirovat pol- Transkribe etmek. tros Halat.
transkriptsiya Transkripsiyon. trotuar Kaldırım: "Trotuarca parçathan
translirovat pol- Yayımlamak. çon arazına kîrzen, sıncan ondayı
translyatsiya Yayımlama, naklen ver­ çoğıl." G. Topanov (Kaldırımda
yürüyen insanların arasına girsen
me.
çıkamazsın.)
transmissiya Transmisyon tertibatı.
truba Boru.
transparant 1. Pankart. 2. Çizgili kağıt.
trudoden' İş günü.
transport Ulaşım, suğ transportı su
ulaşımı, timîr çol transportı demir truppa Trup.
yolu ulaşımı. tryum Sintine, gemi ambarı.
transportir Açıölçer, iletki, minkale. tryumo Büyük ayna.
transportyör Zırhlı araba. tsarizm Çarlık,
tranşeya Siper. tselluliod Selüloit
tranzit Transit. tsellyuloza Selüloz.
tranzittığ Transit, transit olarak.
- 525 - tudın
tsement

tsement Çimento, tsement zavodı tuberkulyoztıg s. Veremli, tüberkülozlu.


çimento fabrikası. tubulğa Toynaktaki aşık kemiği.
tsementa- Çimentolamak. tuçah tıp. Epilepsi, sara nöbeti.
tsentner Kental. tuçahtığ s. Epilepsili, sara nöbeti olan.
tsentr Merkez. tuda Tutacak, kulp, kol: İzik tudazın
tsentral'nay s. Merkezî. harbalap azıbıshan." A. Çerpakov
tsentralizatsiya Merkezileştirme. (Kapı kolunu yoklayıp açmış.)
köneges tudazı kova kulpu. îzîk
tsenzura Sansür.
tudazı kapı kolu.
tsıgan Çingene.
tudam Tutam, pîr tudam ot bir tutam ot.
tsikl Çağ, devir, devre.
krş. tudım
tsiiindr Silindir.
tudan 1. Sıtma, malarya, tudan
tsink Çinko. ağmğlığ k î z î sıtmalı kişi. 2. Sıtma
tsirk Sirk. nöbeti.
tsirkul' Pergel. tudığ 1. Tutma, yakalama, avlama. 2.
tsitadel Kale. Durma, ara verme tudığ çoh dur­
tsitata Alıntı, iktibas. madan, ara vermeden: "Kii
tsitrus bot. Turunçgiller. çitpinçetken çili, tın alıp polbinça,
tsivilzatsiya Uygarlık. anan tudığ çoh turna toldıra eerep
sıhça." V. Şulbayeva (Hava
tsivifizovannay s. Uygar.
yetmiyormuş gibi, nefes alamıyor,
tualet 1. Giysi. 2. Tuvalet masası. 3. sonra durmadan ev dolusu katıla
Tuvalet. katıla gülüyor.)
tualetnay s. Tuvaletle ilgili, tualetnay tudıl- 1. Tutulmak, yakalanmak, ele
sabin tuvalet sabunu. geçmek holğa tutılmas uzun ool
tuban Duman, sis, pus: "Kök tuban çili elle tutulmaz uzun oğlan (bil. lota
körine tüze / Köglîg gorodtar hol balığı). 2. Sıkışma, sıkılma. 3. Tu­
saapça." S. Kadışev (Gök duman tunmak: "At üstünde tudılarğa
gibi görünerek / Neşeli şehirler el sidik." F. Bumakov (At üstünde
sallıyor.) sis tuban soğuk pus. tutunmak güç.)
hoyığ tuban koyu duman. tudılıs 1. Engel, mania. 2. Tutulma,
tubanah sag. zool. Sivrisinek krş. sarığ tutuluş.
seek. tudılıs- Birlikte engel çıkarmak, mani
tubanna- Dumanlanmak, sislenmek, olmak.
puslanmak. tudım Tutam, bir avuç, demet sağalaa
tubannan- Dumanlanmak, dumanı tüt­ sap-sarığ pîlecee pîr tudım sakalı
mek: '7zikteh ah tubannanıp, kire sapsarı salkımı bir tutam ( b i l . arpa.)
salğan sooh kii." A. Kuzugaşev krş. tudam
(Kapıdan ak duman olup giren tudın- 1. Tutunmak: Tabılğatha pik
soğuk hava.) tudınıp alıp, ol sıbını uzurıp aldım."
tubannığ s. Dumanlı, sisli, puslu. M. Çebodayev (Erkeç sakalına
tubay zool. İspinoz, tubay aalğa tutunup, o laden ağacını
kilîbîsse hatığ çil polar ispinoz kesiverdim.) M. Çebodayev 2. mec.
köye gelirse zor yıl olur. Tutunmak, direnmek,
dayanmak: "Sidikten sirer prayzıhar
tuberkulyoz tıp. Verem, tüberküloz.
horıhpaazar, pik tudınğazar, çe
- 5
tudıncah

min, min ne çalğıshan horıhham." tuğ (m.) Tuğ, bayrak.


S. Çarkov (Güçlükten siz, hiçbiriniz t u ğ - 1 . Yavrulamak. 2. Yumurtlamak tört
korkmadınız, iyi tütündünüz, fakat azahtığ nımırha tuupça. -Bilmece,
ben, sadece ben korktum.) . 3 . uçar sincap (Dört ayaklı yu­
Tutmak: "Holında porçolar tudın murtluyor.)
salğan Payan kir kiigen." S. Çarkov tuğa sag. Boyunduruk krş. tüge.
(Elinde çiçekler tutan Payan girip
tuğan Akraba: "Annan hada pray
gelmiş.)
tuğannanbıs." G. Kazaçinova
tudıncah El ç a n t a s ı . (Onunla birlikte bütün akrabalar.)
tudmcahtığ s. (el) Çantalı, çantası olan: Sarnazarğa çat çahsı,
"Holında uluğ tudınçahtığ kirce çobalıbıssaîî, tuğan çahsı. Atasö­
Klanya." V. Şulbayeva (Elinde zü (Eğlenirken yad güzel, kötüle-
büyük çantayla giriyor Klanya.) şince akraba güzel.) çağın tuğan
tudınıs- Tutuşmak, birbirini tutmak: yakın akraba. ırahhı tuğan uzak
"Ağın suğlar, horımnar urunza / akraba.
Hohbıstı tudınızıp irtçenmıs." İ. tuğannas- Akraba olmak: "Tilem oolnın
Kapçıgaşev (Akarsular, kayalıklar uiuğları, haram Haroolnıh hızın
rastlasa / El ele tutuşup, hudalap, tuğannazarğa
geçiyorduk.) tıdîmincetken." N. Tyukpiyekov
tudıs- 1. Tutuşmak, birlikte tutmak. 2. (Tilem oğlanın büyükleri, cimri
Tutuşmak, kapışmak, dövüşmek, Harool'un kızını alıp, akraba
vuruşmak: "Sidir kîzJdeh tudızarğa olmaya kararlıymış.)
daa timde." A. Çerpakov (Gücünün tuğannığ s. Akrabalı, akrabası olan.
yetebileceği kişiyle tutuşmaya da tuğansıras Akrabalaşma, akraba olma.
hazır.) 3. Savaşmak: "Han tögîlçe,
tuğba Doğum, tuğba çalaas yeni d o ğ ­
natsiyalar tudısçalar."\J. Şulbayeva
(Kan dökülüyor, milletler muş, yeni d o ğ a n .
savaşıyor.) tuğbas Kısır.
tudıs 1. Mücadele, tutuşma, mücadeleye tuğla- 1. Sönmek, sönükleşmek. 2.
tutuşma: "Hada, pîrge tudızarğa Birini gölgede bırakmak, önüne
kirek." V. Şulbayeva (Birlikte geçmek. 3. Yolunu kesmek, önünü
mücadele etmek gerekir.) 2. Muha­ almak. 4. Suya bent çekmek krş.
rebe, savaş: "Hacan ol çaada, tulğa- (ıı.)
ıırcınah harbazıp, tudıs çörgende." tuğma Yeni doğmuş, bebek: "Konsar
S. Çarkov (O savaşta, düşmanla aahtap ılğapçathan tuğmazın
kapışıp savaştığında.) 3. Güreş. çasharça." S. Karaçakov (Konsar
tudıshah s. Kavgacı, dövüşken: "Paza bağırıp duran bebeğini yatıştırıyor.)
tudıshah, çe ülgüdegJlerneh tuğula- bk. tuğla-
ıırlaspinçam." V. Şulbayeva (Yine tuhur Küt, kör, keskin olmayan krş.
kavgacıyım, fakat iktidardakilerle tombır.
düşman olmuyorum.) tujurka Ceket.
tudus 1. Tüm, hep, bütün, tamamen, tul (ı.) zool. Beyaz somon.
büsbütün. 2. Aralıksız, fasılasız. tul (ıı.) 1. Matem, yas. 2. Dul. tul hat dul
tuflya İskarpin, ayakkabı. kadın.
tuğ (ı.) Gölcük, havuz k r ş . tulğor. tula sag. Balçık k r ş . t l o .
t u ğ (il.) Kısır (hayvan.)
tuiaa tuncun
tulaa Tümsek, tepe. abanın tulaazı çörbe, tulunnığ hat alba. Atasözü
ayının başı. (Çamurlu yerde yürüme, çocuklu
tulağa (ı.) Tolga, miğfer, yüz zırhı. kadın alma, balçıklı yerde yürüme,
tulağa (ıı.) Yatak altı. dul kadın alma.)
tulup (ı.) Tulum, dağarcık, torba: "Amdı
tulağaiığ s. Miğferli.
tulubında huruğ-harığ la halastar."
tulban Dul erkek. A. Çerpakov (Şimdi torbasında kuru
tulbar Yüğrük at, tolpar. ekmekler.)
îulğa- (ı.) Kaplamak, bürümek, örtmek: tulup (ıı.) sag. Hediye, armağan.
"Sin tulğazan daa kün haraan." N.
turna Demircilik ruhu.
Tinikov (Sen kapatsan da gün
ışığını.) hara pulut tigîr kögîn tumağa bk. tulağa
tulğadı kara bulut mavi göğü kap­ tumah 1. Duvak, gelinin yüz örtüsü. 2.
ladı. 2. Kapatmak, engel olmak: Kadın şapkası.
"Minin çolımnı tulğapça ol." V. tumahtan- Yüzünü duvakla örtmek.
Şulbayeva (Benim yolumu tumara- Uyuklamak krş. tunara-
kapatıyor o.) tumay s. Sessiz, sakin, konuşmayan, içe
tulğa- (ıı.) 1. Şahlanmak. 2. Çırpınmak kapanık.
Sügen îstînde sortan tulğapça. - tumbah 1. İplik ucu. 2. İplikte düğüm.
Bilmece, yürek. (Kirtil içinde turna
tumpah bk. tumbah
balığı çırpınıyor.) 3. mec. Şahlan­
mak: "Kîstep, at çili tulğap tur." S. tumboçka Komodin: "Orğannarnıfi
Kadışev (Kişneyip, at gibi hırında tumboçkalar." V ' . Şulbayeva
şahlanıyor.) (Yatakların yanında komodinler.)
tulğal- Kaplanmak, örtülmek, kapan­ tumzuh 1. Burun: "Küren attın tumziina
mak, çevrilmek: "Astın halğan, çolı çapsınıbıshan." N. Domojakov (Ya­
tulğalğan alay mikee tüsken kfzıler ğız atın burnuna yapışmış.) 2. Ga­
am daa kilîbîsçe." A. Çerpakov ga: 'Tükpeyçetken nimerii
(Kaybolan, yolu kapatılan veya tumzuğınan hağıbıshan." N.
kandırılan kişiler hâlâ geliyorlar.) Domojakov (Tümseklenen şeye
tigîr pulutnah tulğal- pardı gök gagasıyla vurmuş.)
bulutla kaplandı, tamarı tulğal- tun ilk, birinci, tun oolğım ilk oğlum,
damarı tıkanmak. tun pala ilk çocuk: "Tun palamnın
tulğat- Şahlandırmak, şaha kaldırmak. tun palazı." V. Tatarova (İlk
çocuğumun ilk çocuğu.)
tulğor Gölcük, havuz krş. t u ğ .
tun- Sağır olmak, sağırlaşmak: "Pîs, tigîr
tulün Belik, iki saç örgüsü (kadının evli
satıraan çili, kinetîn nızıri. tüsken
olduğunu gösterir.): "Irnın holı hatığ
djaz muzıkazına tun parğan
polcah / Igîr tulün çulılcan." M.
odırçabıs." V. Tatarova (Biz, gök
Kokov (Erin eli ağır imiş / Kıvrık
gürler gibi, aniden bağırmaya
belik yolunmuş.)
başlayan caz müziğinden sağır
tulunnığ s. 1. Belikli: "Tükpek naahtığ olmuş gibi oturuyoruz.)
paza hıralıbıshan tulunnığ Marğa
tunara- Uyuklamak krş. tumara-
tip attığ ipçF İ. Kotyuşev (Tombul
yanaklı ve kırlaşmış belikli Marğa tuncuh Burun: "Habonın tadılığ ızı
adındaki kadın.)2. Tulunnığ hat tunçuhha saphan." N. Domojakov
Dul kadın. Palğastığ çirde çörbe, (Kavın tatlı kokusu burna çalınmış.)
palalığ hat alba; tloiığ çirde krş. tumzuh.
tuncuhtığ - 528 -
turğuspa
tuncuhtığ s. Burunlu. bakıyor. 6. Hareketin sürekliliğini i­
tundır- Sağır etmek. fade eder: "Paynuş minin hırımda
tundra Tundra. külîn turca." V. Şulbayeva (Paynuş
benim yanımda gülüyor.) "Sîrerodır
tunğus (ı.) Evenk.
turıhar." V. Şulbayeva (Siz
tunğus (ıı.) (çadırda duman deliği) Ka­ oturunuz.) tura par- yorulmak.
pağı, tündük çapçan tunğus baca tura (ı.) 1. Ev: "Min anı turaa kirbessîm!"
kapatma kapağı. V. Şulbayeva (Ben onu eve
tunğus (m.) 1. İlk defa doğuran, tunğus sokmam!) ağas tura ağaç ev. 2.
ipçî ilk doğumunu yapan kadın. 2. Oda: "Tura ortızında stol." V.
İlk defa yumurtlayan, tunğus Şulbayeva (Oda ortasında masa.)
nımırha ilk yumurtlanan yumurta. 3. Bina 4. şehir. Ağban tura
tun ipçî Henüz doğurmamış kadın. Abakan şehri.
tunma Küçük kardeş: "Tireek tunma turanhay At yorgunluktan durma.
îcezîn tın kökteptîr, andağoh turacah Küçük ev.
tapsabas, çooğı sthpinça." A.
turay Çizme koncu krş. türey.
Çerpakov (Tireek kardeş annesine
çok çekmiş, onun gibi sessiz, turbina Türbin.
konuşmaz.) his tunma küçük kız turçathan s. Durgun, akmayan
kardeş. turçathan suğ durgun s u , akışsız
su.
tunneP Tünel.
turğıs- 1. Dikine koymak, kaldırmak,
tunuh 1. Sağır. Toshan harın
dikmek, pamyatnik turğıs- heykel
ügredîrge tunuh. Atasözü (Doy­
dikmek. 2. Kaldırmak, uyandırmak.
muş karın öğretmeye sağır.) tunuh
3. Koymak: "îzebînen çarımızı îzîl
tabıs boğuk ses. tunuh soglasnay
parğan butılka, sığarıp, stolğa
gr. sağır (boğuk) ünsüz. 2. Issız,
turğısça." V. Şulbayeva (Cebinden
tenha mında tunuh çir burası ıssız
yarısı içilmiş şişe çıkarıp, masaya
bir yer.
koyuyor.) surığ turğıs- soru sor­
tunustığ s. Sağır edici. mak: "Surığnı könî turğısçam: alay
tur- 1. Durmak, kalmak. Taynabin çîbe, ol, alay pîs."' V. Şulbayeva (Soruyu
tamaanda turıbızar. Atasözü (Çiğ­ doğru sorayım: Ya o, ya biz.) 4.
nemeden yeme, boğazına takılır.) Yapmak: "Ağas kirtıp, turacah
min alarda turğam ben onlarda turğızıp alarga." V. Şulbayeva
kaldım. 2. Kalkmak, uykudan u­ (Ağaç yontup, küçük ev yapmak
yanmak: İrte turğan hushacah için.) toğısha turğıs- işe sokmak.
nimîske tüzedir, irte turbaan
turğıstır- 1. Diktirmek, kurdurmak. 2.
hushacah harağın çuhçıp
Kaldırtmak, uyandırtmak.
odıradır. Atasözü (Erken kalkan
kuşçuk yemişe düşer, erken kalk­ turğızıl- 1. Dikilmek, kurulmak. 2. Uyan­
mayan kuşçuk gözünü ovalar.) 3. dırılmak, kaldırılmak.
Kalkmak, yerinden doğrulmak: turğızıs- 1. (birlikte) Dikmek, kurmak. 2.
"Ködîrînerge itçe, çe tur bolbinça." (birlikte) Kaldırmak.
V. Şulbayeva (Doğrulmak istiyor, turğızıs 1. Dikme, dikiş, yükseltme. 2.
fakat kalkamıyor.) 4. Fiyatında, de­ Uyandırış, uyandırma, kaldırma.
ğerinde olmak, nincee turca? ne turğuspa 1. Hamur teknesi. 2. Küçük
kadar, fiyatı ne?. 5. Şimdiki zaman ağaç fıçı.
bildiren ek: kil tur geliyor, kör tur
-529-
turıs tustas
turıs- 1. (birlikte) Durmak, bekleşmek. turuncı kız. Sonuncu (çocuk) turuncı
2. (birine) Arka çıkmak, savunmak: pala sonuncu çocuk.
"Min oolğımnın üçün turızam." V. tus (ı.) 1. Tuz. tus sal- tuz koymak.
Şulbayeva (Ben oğlumu Açiina tus salba, ayranına süt
savunuyorum.) urba. Atasözü (Acısına tuz ekme,
turısçı Savunucu, savunan, müdafi. ayranına süt dökme.) 2. Tuzla ilgili.
turist Turist. tus zavodı tuz fabrikası, tus
tartarğa parıbıshan tuz çekmeye
turkmen Türkmen.
gitmiş (ölmüş), as-tus tuz ekmek.
turlaah- 1. ihtiyarlamak, yaşlanmak. 2.
tus salçan Tuzluk.
Bir yere alışmak.
tus (ıı.) 1. Zaman: "İrgî tustın soonda,
turlağ 1. İn, yatak. 2. Yerleşik, bir yerde pistin tustın alnında." V. Tatarova
oturma. (Eski zamanın sonunda, bizim za­
turna Turna, turna çili turna yılı (hayvan manın başında.) Ças ağastı
takviminin 1 1 . yılı.) huraalahha e g , olğannı tuzında
turnik İdman için sabit yatay çubuk. ügret. Atasözü (Yaş ağacı kuru­
turnir Turnuva, şahmat turnirı sat­ madan e ğ , çocuğa zamanında ö ğ ­
ranç turnuvası. ret.) çarıh tus gündüz, amir tus
turtuh s. Kararsız, mütereddit, ürkek, sakin zaman, çaa tuzında savaş
çekingen. zamanı, sooh tustarda soğuk za­
manlarda, pastağı tuşta önce, ilk
turtuh- Ürkmek, çekinmek, mütereddit önce. sidik tus zor zaman. 2. QL
davranmak, kararsız kalmak: "Ol Zaman, polçathan tus şimdiki za­
Timurnı pir dee nimeden man, polar tus gelecek zaman.
turtuhpazının üçün uluğlacan." i. polğan tus geçmiş zaman.
Topoyev (O, Timura, hiçbir şeyden
çekinmediği için saygı gösteriyor.) tushah ( ı . ) 1. s. Yaramaz. 2. zf. Yara­
turtuhpas s. Cesur, gözüpek, kararlı, mazlık.
korkusuz. tushah (ıı.) Hastalık.
turum (ı.) Kesilmiş büyük baş hayvan. tuşta zf. Sırada, o zaman: "Çon pray
turum idî büyük baş hayvan e t i . daa çııI parğan tuşta." İkostyakov
turum (ıı.) Çok büyük, turum haya de­ (Halkın bütünüyle toplandığı sırada)
vasa kaya. ol tuşta o sırada, o zaman, sah ol
tuşta tam o sırada. "Ol tuşta pabazı
turun Öksü: "Anın ornında çitîre
ıcezlnen, hada stol kistinde çey Izlp
köybeen turunnar la pulazıp..." V.
odırğan polğannar." (O sırada
Kobyakov (Onun yerinde yeterince
babası annesiyle birlikte masa
yanmayan öksüler tütüp...) Çalğıs
başında çay içip oturuyorlarmış.)
turun köyerîn dee köybes, ıs taa
sığararın sığarbas, çalğıs kızı tuşta- Tuzlamak:
curt taa tudarın tut polbas honıh tustaan Tuzlanmış, salamura, turşu:
taa honarın hon polbas. Atasözü 'Tustaan ügürsünl hıcırada
(Yalnız öksü yanarın da yanmaz, is taynap.." A. Kuzugaşev (Salatalık
de çıkarmasını çıkarmaz, yalnız kişi turşusunu kütürtüyle çiğneyip...)
yurt da tutarını tutamaz, hayat da tustal- Tuzlanmak.
yaşayışını yaşayamaz.) çalğıs t u ­ tustas (ı.) Karşılaşma, karşılama, karşı
run çada köybeen. Atasözü (Yal­
gelme.
nız öksü yanmaz.)
tustas (ıı.) Tuzlama, tuzlayış.
-5 0-
tustas tuyğah
tustas- (birlikte) Tuzlamak. tutpacah Elde tutulan oyuncak, ças
tustat- Tuzlatmak. pala holnan tudarğa çitse arısına
tustığ s. Tuzlu, tustığ daa köl suhcan tutpacah itçenner küçük
adıdırlar tuzlu göl olarak da adlan­ bebek eliyle bir şeyi tutacak çağa
dırıyorlar. gelince ağzına sokacağı "tutpacah"
tuş' Çin mürekkebi. yaparlar.
tut- 1. Tutmak, elinde bulundurmak: 2. tutpah (hastalık) Nöbeti.
Tutmak, avlamak "Cazı anın tut tutpas Tutmaç, hamur parçası.
polbazan, aal malın kites sıhçazın!" tutpastığ s. içinde hamur olan.
N. Tinikov (Ovanın v a h ş î tutpastığ ügre içinde hamur par­
hayvanlarını yakalayamazsan,
çası olan çorba
köyün mallarını gözetliyorsun!) 3.
(ayakkabı ayağı) sıkmak. 4. (bah­ tut(t)ır- Tutturmak, tutuşturmak:
se) Tutuşmak: "Marka tudarğa Jcezlnln holına ahça tutırıp." V.
harasçam." V. Şulbayeva (Bahse Şulbayeva (Annesinin eline para
girmeye hevesleniyorum.) 5. Tut­ tutuşturup)
mak, alıkoymak: "Sağam daa ol tuu 1. zf. Tamamıyla, bütünüyle:
îcezîne parıbızar, anı pir dee kîzî "Harağma tuu tüs parğan çıltırama
tutpas." V. Kobyakov (Şimdi o
hara sazın." G. Topanov (Gözünü
annesine gidecek, onu tutacak hiç
kimse yok.) pazında tut- aklında bütünüyle kapatan parlak siyah
tutmak: "Alcıbay, ol sağıstı pazında saçını.) tigîr tuu pututtığ gök ta­
tudıp, prayzın istîp alıp, çoohtaan." mamıyla bulutlu. 2. s. Tüm, hep,
S. Çarkov (Alcıbay, o fikri aklında bütün: "Tura oymahtarın tuu ot ös
tutup, hepsini dinleyip, konuşmuş.) partır." G. Kazaçinova (Ev
çol tut- yola koyulmak, curt tut- ev çukurlarında bütünüyle ot bitmiş.)
yapmak. 6. (mal) Beslemek: "Mal
hazaada tutpacan." P. Ştıgaşev t u u p l . Tabaklanmış, sepilenmiş, sepili
(Malı ahırda beslememiş.) ıran tut- deri. 2. Deri, deriden: "Knîjkelerîn
uzak tutmak, hıpçah tut-siniri tuup sumkacağına suhhlap alğan."
tutmak, öçes tut- kin, öç A. Kuzugaşev (Kitaplarını deri
çantasına sokmuş.) tuup meley
tutmak, çabalı tut- kötülüğü deri eldiven, tuup ödîk deri çizme.
tutmak, ağırii tut- hastalığı tuur Ergenliğe ulaşmış dişi hayvan.
nüksetmek, sığa tut- sıkmak. tuus Yapı, bünye, cüsse.
çağın tut- yakın tutmak.
tuushan Yakın, akraba.
tutçah 1. Sara, epilepsi. 2. Nöbet,
epilepsi nöbeti, bayılma nöbeti krş. tuuspaan Akraba olmayan.
talcah. tuustığ s. Yapılı, bünyeli: "Pîr çoon,
tutçahtığ s. Bayılma nöbeti olan krş. tuustığ iren mağaa pîdi-çaba çadıp
alğan." V. Şulbayeva (Bir iri yapılı
talcahtığ.
erkek, benim şöyle üzerime yattı.)
tuthın 1. Kız kaçırma. 2. Esir.
tuuzah Doğum, doğuş, pala tuuzah bir
tuthınçı Kız k a ç ı r a n .
oyun adı.
tuthınna- Kız kaçırmak
tuyğah Toynak: "Taban tîgîrtî, tuyğah
tuthıs (ı.) Tutacak.
tohlazı, tanaalar hoolazı." N.
tuthıs (ıı.) Bebeğin ilk giysisi, irgî Domojakov (Taban tıkırtısı, toynak
nimeden itken tuthıs eski kumaş­
gümbürtüsü, burun hışırtısı.)
tan dikilen ilk g i y s i .
tuyğah tabızı toynak sesi. tuyğah
tohlazı toynak sesi.
-531 -
tuyğahtığ tüdet

tuyğahtığ s. Toynaklı. 2 (kuş için) Tuzak kurmak, kuş ka­


tuyğahtığ mal toynaklı mal. panı hazırlamak.
tuyuh Gizli, saklı, tuyuh çir dört yanı tuzahtat- 1. Bukağılatmak, kösteklet­
kapalı alan. tuyuh tın dizgin, iki mek. 2. Kuş kapanı hazırlattırmak,
ucu kapalı dizgin, tuyuh poorı kör tuzak hazırlattırmak.
bağırsak, tuyuh sös mırıltı, tuyuh tuzahtığs. 1. Bukağılı, köstekli. 2. Tu-
habar gizli haber, tuyuh hazaa üs­ zaklı.
tü kapalı ahır.
tuzal- Kösteklenmek, bukağılanmak.
tuyuh- Gizlenmek, saklanmak: "Harah tuzaia- Yardım etmek, yarar sağlamak.
cazın çizip, ilgidir tuyuhhan." M.
Bainov (Gözyaşını silip, ağlıyor tuzalan- Faydalanmak, yararlanmak:
gizlenmiş.) "Hazıp, olarnı tuzalançathanı." M.
Arşanov (Kazıp onları
tuyuhhazf. Gizli olarak, gizlice, el altın­ faydalanması.)
dan.
tuzalığ s. Faydalı, iyi, hayırlı.
tuyuhta- Gizlemek, etrafını çevirmek,
kapamak. tuzalıh Kadın giysisinde büzgü.
tuzamah 1. Köstek, bukağı. 2. ilmikli
tuyuhtal- Gizlenmek, etrafı çevrilmek,
kapan, kuş kapanı.
kapanmak.
tuzamahtığ s. Bukağılı, köstekli.
tuyuhtan- Gizlenmek, etrafı çevrilmek,
tuzas- Birlikte bukağılamak, köstekle­
saklanmak
mek.
tuyuhtat- Gizletmek, etrafını çevirtmek.
tuzat- Bukağılatmak, köstekletmek.
tuza Yardım, yarar, fayda: "Çonğa
sıylazabıs / Ol polar tuzabıs." M. tuzıh- Hiddetlenmek, sinirlenmek
Ugdijekov (Halka hediye etsek / O puzuhhanğa tuzıhpa, purnina
olur faydamız.) Alığ oolğa suğ kîrer bunalana hiddetlenme,
adazının izî tuza nimes. Atasözü burnuna su girer.
(Aptal oğlana babasının malı yar­ tübel 1. Donanım, teçhizat. 2. Cihaz,
dım etmez.) tuza pol- yardım et­ aygıt.
mek, tuza çittir- faydalı olmak, fay­ tüben 1. On bin 2. Çok, sayısız, çok
da vermek, tuzazı çoh faydasız, fazla: "Haas piçik pir orınğa tüben
yararsız. hatap teepçe."\J. Kobyakov (Kayış
tuza- Kösteklemek, bukağılamak: kamçı bir yere sayısız değiyor.) 3.
"Sağday, oy adın üs azahtan tuzap Ruhlar ordusu, tüben hatap binler­
salıp..." N. Domojakov (Sağday, ce kere. tüben-pasha çeşit çeşit:
kula atını üç ayağından "Hıronın hırbıhtarında kün barağı
bukağılayıp.) tüben-pasha önnernen çaltıras tur."
tuzağ Köstekleme, bukağılama. A. Kuzugaşev (Kırağının
taneciklerinde güneş ışığı çeşit
tuzah 1. Bukağı, köstek. 2. İlmikli
çeşit renklerle parlıyor.)
kapan, kuş kapanı.
tübenge Avcının koruyucu ruhu.
tuzahta- 1. Bukağılamak, kösteklemek:
"Çe çoo horıh parğan ipçizî paza tübürön i r i , iri yarı. tübürön çıiğı iri a t .
palazı anı tuzahtaan at çîli krş. tobıron
tuthannar." N. Domojakov (Fakat tüde- Tütmek.
çok korkan karısı ve çocuğu onu tüdet zool. Hüthüt k u ş u .
bukağılanmış at gibi yakalamışlar.). tüdet- Tüttürmek.
tüdün -532-
tükles
tüdün Duman: "Hara tüdün sağ al in çızınıbızıp, söleen." V.
puluttarnah pîrîkken."\. Kapçıgaşev Kobyakov (Son lokmasını aşırıp
(Kara duman bulutlarla birleşmiş.) Çabus, bıyığını silerek söylemiş.)
hazır tüdün yoğun duman. nedelyanin tügencî künî haftanın
tüdünne- Tütmek. son günü çılnıfi tügencîzînde yılın
tüdünnet- Tüttürmek. sonunda.
tüdünnîg s. Dumanlı: "Cazının istînde tügenek tıp. Dolama, etyaran:
tüdünnîg kii kögergen." V. "Küren at tügenek polıbıstır." N.
Kobyakov (Yazının içinde dumanlı Domojakov (Yağız at etyaran
hava gövermiş.) olmuş.)
t ü g - Düğmek, düğüm etmek: "Klanyaa tügenmes s. Tükenmez, bitmez
sübürekke tüüp salğan ot pirce." V. tügenmes küs tükenmez güç.
Şulbayeva (Klanya'ya bez tüget- Tüketmek, bitirmek.
parçasına düğülmüş ot veriyor.) tük 1. Saç. 2. Tüy: "Tırbay parğan
tügdür s. 1. Tüylü, tüyleri çok, sık olan: sırtının tügî." N. Tinikov (Dikleşmiş
""Aydonın soonca tügdür tüktîg sırtının tüyü.) 3. Yün: "Kop san
Çohırah, tîgder-mındar tîhzîlenîp malları hayatı, süt, tük pirgennerî
oylaan." V. Kobyakov (Aydo'nun çi?" M. Kokov (Çok sayıdaki
ardından sık tüylü Çohırah, oraya malların yağ, süt, yün vermeleri
buraya giderek koşmuş.) 2. Kıllı. 3. ne?) 4. Kıl. taaraan çirîme as
Yünlü tügdür huça yünlü koç sıhsın; tas pazıma tük sınsın ek­
tiğim yerde ekin bitsin, kel başımda
tügdüre» Saçlar, tüyler karışmak.
kıl çıksın.
tügdüret- (saç, tüy, yün ) Karıştırmak.
tük- Küt küt vurmak: "Fedor Pavloviçtîn
tügdürey- Tüyleri dik dik olmak:
çüree 'suğ-suğ, suğ-suğ' teen çili
"Tügdüreygen pörîkterîne ah-noğan
tükklep sıhhan." N. Domojakov
sübürekter hazap salğan." A.
(Fedor Pavloviç'in yüreği "su-su,
Kuzugaşev (Tüyleri karışan
su-su" der gibi atmaya başlamış.)
börklerinde ak yeşil şeritler
dikilmiş.) tükle- Küt küt vurmak, yürek çarpmak,
gümbürdemek: "Piller kîstezî kübür
tügdüreyt- Saçları, tüyleri karıştırtmak. çirnîn köksî tükleenînen pîrîgîp."H.
tügee Boyunduruk: "Pîrsî sala pözîk, at Domojakov (Kısrakların kişneş-
tügeezînen tin dee polar, neke." M. mesi, yumuşak yerin gümbürde-
Çebodayev (Biri birazcık uzun, at mesiyle birleşip.) hulahtarım tük-
boyunduruğuyla denk olur belki.) lepçe kulaklarım çınlıyor.
krş. tuğa
tükle- Gümbürdetmek: "Aynadanoh tîp
tügede zf. Bütünüyle, tümüyle: "Torka çoylanıp, tüürîn tüklet kilîp
Aydonın ol çooğına tügede kirtînîp hamnacançıh pa?" i. Kotyuşev
paza ayap taa tapsağlapça." V. (Şeytandandır diye yalan söyleyip,
Kobyakov (Torka, Aydo'nun o tefini gümbürdetip kamlayacak mı?)
konuşmasına bütünüyle inanıyor ve
tükles- Gümbürdetmek, takırdamak:
acıyarak sesleniyor.)
"Tabannarı la tükleze halğan
tügel- Tükenmek. Tonnıh adının tizektîg çolça." N.
tügen- Tükenmek. Domojakov (Sadece tabanları
tügen Efsunla tedavi etme gücü. takırdamış Ton'un atının tezekli
tügencî s. Son: 'Tügencî taynamın yolda.)
azırıbızıp, Çabus, üstündegî
tükpek tüiîürcek
tükpek Şiş, kabarık, tombul: "Çomaptm - tülgü 1. Tilki: "Çohır ah soonda tülgü
ipçîzî, hara haris plat tartın salğan kilgen." N. Tinikov (Vaşağın
tükpek naahtığ paza hıralıbıshan arkasından tilki gelmiş.) Hızıl tülgü
tulunnığ Marğa tip attığ ipçf." İ. ahçaa turcan, his kîzî halına tur-
Kotyuşev (Çornap'ın karısı, kara can. Atasözü (Kızıl tilki para için
kaşmir şal atmış, tombul yanaklı ve durur, kız başlık için durur.) tülgü
kırlaşmış saçlı Marğa adındaki huzuru tilki kuyruğu, tülgü palazı
kadın.) tilki yavrusu, hara küren tülgü kara
tükpey- Tümseklenmek, kabarmak: "Pir kızıl tilki, tülgü çili tilki yılı (hayvan
çabızah obaanıh tözînde, haydağ- takviminin üçüncü yılı) tülgü pörîk
da nime tükpeyçe." N. Domojakov tilki derisinden börk. 2. mec. Kur­
(Bir alçak taş yığınının dibinde, bir naz.
şey tümsekleniyor.) tülük Erzak, iaşe, yiyecek.
tükten- 1. Tüylenmek. 2. Kıllanmak. 3. tün 1. Gece: tün haraa gece karanlığı.
Yünlenmek. tünde geceleyin. 2. Karanlık.
tüktîg $. 1. Tüylü: "Aydonın soonca tündük Baca deliği, krş. tünük.
tügdür tüktîg Çohırah, tîgder- tüne- Tünemek, geceyi geçirmek
mındar tîhzîlenîp oylaan." V. (kanatlılar.): "Aalcı hustar anda
Kobyakov (Aydo'nun ardından sık tüneze, / Andaroh kîrlerîn tök
tüylü Çohırah, oraya buraya turca." N. Tinikov (Misafir kuşlar
giderek koşmuş.) Kızı polza attığ orad tünese / Oraya kirlerini
polar kiik polza tüktîg polar. Ata­ döküyor.)
sözü (Kişi atlı olur, geyik tüylü olur.)
tünee zf. Yakında, geçenlerde: "Tüneegî
2. Kıllı. 3. Yünlü: "Min înem naa la
çap-çarıh aylığ lirde çörgennerî
tik pirgen halın tüktîg hoy teerîzî
sağızına kîr parğan." S. Çarkov
tonnığ oynaam." M. Çebodayev
(Yakın zamandaki apaydınlık aylı
(Ben annemin yeni diktiği kalın
akşamda yürüdükleri aklına
yünlü koyun postundan paltomla
gelmiş.)
oynadım.)
tüneg Tüneme, tüneyiş.
tüktîg aar Eşek arısı.
tünder- Döndürmek: "îkî eektîg, terpek
tükür- Tükürmek: "Tfu sağaa, - kilkîm hazan tühdergen oshas pastığ
tükürîkneh çaba tükürîbîsken ağaa tadar." N. Domojakov (İki çeneli,
Arina Petrovna." N. Domojakov yuvarlak, kazan döndürülmüş gibi
(Tfuu, sana -bol tükürükle tükürmüş başlı Hakas.)
ona Arina Petrovna.)
tündere zf. Dönerek: "Tonıcağın tözenîp,
tükürîk Tükürük: 'Tfu sağaa, - kilkîm tündere tüzîp, oynap çatça." V.
tükürîkneh çaba tükürîbîsken ağaa Kobyakov (Paltosunu örtünüp, ters
Arina Petrovna." N. Domojakov dönerek oynayıp yatıyor.) tündere
(Tfuu, sana -bol tükürükle tükürmüş sal- devirmek, yıkmak.
ona Arina Petrovna.)
tünderîl- Döndürülmek, çevrilmek:
tükürîn- Tükürülmek. "Çîrçeler çîli, tühderîlçeler / Timîr
tükürîs- Birbirine tükürmek. hurçağlığ tört tuyğah."M. Kilçiçekov
tükürt- Tükürtmek. (Fincanlar gibi çevriliyorlar /Demir
tüle- Tülemek, tüy dökmek. naili dört toynak.)
tüleg Tüleme, tüleyiş. tünürcek Keçeden yuvarlak dağarcık,
kap.
-534-
tüner türgektel
tüner- Döndürmek: "Zoyka, appağas Bilmece, yer ve gök. (Tüylü halımı
sastığ, on çastığ hıztcah, huruğ dürüp bitiremedim, düz halımı serip
butılkanı, hup-huruğ, nfskeçek bitiremedim.)
irnılerîne tünerîp, sorçathan." N. türce 1. Hızla, anında, hemen 2. Az,
Domojakov (Zoyka, bembeyaz biraz: "Anan türce tohti tüzîp, ol
saçlı, on yaşında kız, boş şişeyi, uluğ çolca pastır sıhtı." V.
kupkuru, ipince dudaklarına Kobyakov (Sonra biraz durup,
döndürüp emmiş.) büyük yoldan yürümeye başlamış.)
tüni Geceleyin: "Çe tüni, ür nimeste, türce sağı az bekle, türce
Yakın, kilebes, anı kür tabısnan polarman çok geçmeden: "Çorğa
köksel-kürlep panbıshan." V. pora attığ Yakın türce polarman
Koyyakov (Fakat geceleyin, çok Aydonın tuzına çide tüsken." V.
geçmeden, Yakın gelerek, ona Kobyakov (Yorga bora atlı Yakın
yükek sesle bağırıp küfretmiş.) çok geçmeden Aydo'nun yanına
tünük Baca: 'Tünük ötîre, haçan ottın ulaşmış.)
çalını us parğanda, tigîr kögî türçeden zf. Aniden: "Türçeden pabam
harahtarına tüsken Fedor haydar-da pararğa idîbîsken." M.
Pavloviçtin." N. Domojakov (Baca Çebodayev (Aniden babam bir yere
içinden, ateşin alevi söndüğünde, gidecek oldu.)
gökyüzü gözlerine görünmüş Fedor türdîr- Dürdürmek, katlatmak, yığdır­
Pavloviç'in.) tünîgî çoğıl, îzîgî mak, toplatmak.
çoğıl, îstînde k î z î toldıra bacası türe- Zayıflamak: "Iney, tanah çili,
yok kapısı yok içi kişiyle dolu (bil. türeence / Palanı paarğa çılığlaan."
karpuz) krş. tünük. M. Bainov (Nine, tavuk g i b i , zayıfla-
tüp Dip: "Hoynınan çarımni kisken İpek yıncaya kadar / Yavruyu bağrında
tübî sığar kilgen." V. Kobyakov ısıtmış.)
(Koynundan yarımı kesilmiş ekmek türenmey s. Zayıf, cılız: "Çolca irt
dibi çıkarmış.) Çarnın tübî tayıs, pariğan türenmey pözîk iren,
çarğının tübî tiren. Atasözü (Yarın tohtadıp..."N. Tyukpiyekov (Yoldan
dibi sığ, yargının dibi derin.) tüp geçen zayıf uzun erkek,
çoh dipsiz: "Tübî çoh ayas mini durdurup...)
tirletçetken / Harahtarğa harashı
tüsçetken." i. Kapçıgaşev (Dipsiz türey Çizme koncu: "Honaltah
ayaz beni terletti / Gözlere karanlık maymahtarın türeyînen kindir
düştü.) Tübî çoh hazannı suğnan pağnan poostanğlap salğan." V.
daa toidır-polbassıfi. Atasözü Kobyakov (geniş çizmelerin
(Dipsiz kazan suyla da koncundan kendir ipiyle sıkıp
doldurulamaz.) izebînîn tübî cebi­ bağlamış.) krş. turay.
nin derinliği, suğ tübî su d i b i . tübî türeylîg s. Konçlu: "Ödîgf uzun türeylîg
çoh örînîs derin mutluluk. polğan." İ. Kotyuşev (Çizmeli uzun
konçlu imiş.)
tüpçek Çuval gibi (giyecek.)
türgek 1. Makara 2. Rulo.
tüpçük Şiş, kabarık.
türgekte- Yuvarlamak.
tüpte- Diplemek, bir şeye alt yapmak.
türgektel- Yuvarlanmak: "Oolağazı
tüptîg s. Dibi olan, dipli.
polda türgektel par tüzîp, ün
tür- Dürmek, katlamak, yığmak Tüktîg sığarbin ılğap sıhhan." A. Çerpakov
kibîzîm türîp toospadım, çalaas
kibîzîm çazıp toospadım.
türger -535-
tüs
(Oğulcuğu zeminde yuvarlanıp, hurçi oylap..." N. Domojakov
sessizce ağlamaya başlamış.) (Bazen tümseğe çıkıp, bazen
türger zf. Çabucak, hızlıca: "Türger le çukura düşüp, bazen kurganların
haydan anıbızarzıh anca nimenî!" çevresini dolanıp koşarak.)
S. Çarkov (Çabucak nereden elde Mafizıraan seek sütke tüscefî. A­
edecekse bu kadar şeyi.) tasözü (Acele eden sinek süte d ü ­
türîl- Dürülmek, toplanmak, yığılmak, şer.) 4. Rastlamak İrte turğan
toparlanmak: "Çohırah anın hırında, hushacah nimîske tüzedir, irte
halas çili, türîl tüs parğan." V. turbaan hushacah harağın
Kobyakov (Çohırah onun yanında, çuhçıp odıradır erken kalkan kuş-
ekmek gibi, dürülüp yatmış.) çuk yemişe rastlar, erken kalkma­
yan kuşçuk gözünü ovalar. 5. Sat­
türîs- Birlikte dürmek, toplamak, yığmak.
mak : "Aydo pastap haydi tüsken
türîs Dürme, toplama, yığma, dürüş, pozı, sah îdök halın uygu alıp
toplayış, yığış. uzupçathan polğan." V. Kobyakov
türle- (kuş) Oraya buraya uçmak. (Aydo önce nasıl yattıysa, tam öyle
türsîle- Yürek çarpmak, küt küt etmek. derin uykuya dalıp uyumuş imiş.) 6.
türsîles-(yürek) Küt küt vurmak, çarp­ (rüzgâr) Çıkmak, esmek: "Kün say
mak: "Anın çüregî türsîlezîp, çiller tüsklebisti." A. Topanov (Her
nandırar sös tappin turadır." V. gün yeller esiyor.) 7. (yağmur)
Kobyakov (Onun yüreği küt küt Yağmak, inmek: "Nahmırnıh
atıp, cevaplayacak söz bulamıyor.) çoğartın tüsçetkeni." İ. Kotyuşev
(Yağmurun yukarıdan inmesi.) 8.
türüm Çile, tura, kangal, yumak.
(ışık) Vurmak: "Tördegi turadan
tüs (ı.) Düz: "Nanmır suu tüs çirde polzartın püles çarıh tüsçe." A.
çayılğan." i. Kotyuşev (Yağmur Çerpakov (Başköşedeki odadan
suyu düz yerde yayılmış.) tüs ağas zemine mat ışık düşüyor.) 9. mec.
düz ağaç. tüs cazı düz ova. (hisse, pay) Düşmek: "Palaa homay
tüs (ıı.) Düş, rüya: "Tüzinde Aydo at sağın taap alğan kizee hatığ
îcezin kör salğan." V. Kobyakov çarğı tüsçeh." G. Kazaçinova
(Düşünde Aydo annesini görmüş.) (Çocuğa kötü ad koyan kişiye sert
Uyğucı tüzînde dee uzupça. Ata­ hüküm düşermiş.) 10. Yardımcı fiil
sözü (Uykucu düşünde de uyur.) olarak fiilin tezliğini ifade eder. tura
tüs kör- düş görmek: "Aydo, halın tüs- duralamak, ara vermek, mola
tüs tüzep, uzup salıbıshan." V. vermek, çoohtan tüs-konuşmaya
Kobyakov (Aydo, derin düş görüp, başlamak, har çaap tüsken kar
uyuyuvermiş.) tüske kır- düşe yağmış, tohti tüs-duruvermek.
girmek. harashı tüs- karanlık çökmek, hıro
tüs- 1. İnmek: "Çe, İptep tüzip, tigî çağın tüs-kırağı düşmek, avtobustan
turçathan sıbını uzunbıs." M. tüs-otobüsten inmek, tohti tüs- d u -
Çebodayev (Haydi, düzgünce inip, ruvermek. nımzi tüs-yumuşayı
şu yakın duran laden ağacını kes.) vermek, sağısha tüs- düşünceye
attan tüs- attan inmek, samolyot dalmak, sabığa tüs- uyuklamak.
aerodromda tüsti uçak hava ala­ tîstenekti tüs-diz üstü çökmek.
nına indi. 2. Kalmak, olar piste hıyın tüs- yana yatmak, azağına
tüskenner onlar bizde kaldılar. 3. tüs- ayağına düşmek, yalvarmak.
Düşmek: "Pirde töhe sığıp, pirde ködîrele tüze düşe kalka, hıro tüs-
oyımğa tüzîp, pirde kürgennerni kırağı düşmek, köö tüs-keyfi
- -
tyulen'
kaçmak, harashı tüs- karanlık olmuşlar.) 2. mec. Düzeltmek, d o ğ ­
çökmek. rultmak: "Ölîm ne anı tüzeder I
tüskîn 1. Hayvan telefatı. 2. Dökülmüş, Haydar itsJn irgJ hılığın?" N. Tinikov
düşmüş (kozalak), tüskîn huzuh (Ölüm ancak onu düzeltir / Ne
dökülmüş kozalak. yapsın eski huyunu?)
tüzettîr- Doğrultmak, düzeltmek.
tüül- (ı.) t. Düğülmek. 2. mec.
tüzîk s. Düşük, sarkık, kögenektîn pır
Düğülmek: "Aydonın, sağınıp,
sari tüzlk elbisenin bir yanı düşük.
tüülîp çörcen çobağları." V.
Kobyakov (Aydo'nun düşünerek tüzlm 1. Ürün, mahsul. 2. Verim,
düğümlenmiş dertleri.) 3. Birikmek, bereket.
toplanmak: "Zaboynın isimde suğ tüzlmnlg s. Verimli, bereketli: "Hastayıp
tüül partır." S. Çarkov (Galerinin Ösçe kolhoz tamaa ! Halın tüzimnîg
içinde su birikmiş.) urojaylığ." M. Arşanov (Gürleşip
büyüyor kolhoz tahılı / Bol verimli,
tüül- (ıı.) Karşı gelmek, haya! kırıklığına ürünlü.)
uğramak. tüzîr- 1. İndirmek: "Oolahtı at üstünen
tüüldîr- Karşı getirmek, karşı çıkarmak. pozı tüzlrçe." F. Burnakov (Oğlanı
tüüncekDüğüm, düğümcük. at üstünden kendisi indiriyor.) 2.
tüüncekte- Düğümlemek: "Pulunnannda Düşürmek: "Noğa ol andağda piske
tigJrdeh pJree nimes altın tüzîr
tüüncektep salğan habın..." A.
pirbeen." V. Şulbayeva (Niçin
Çerpakov (Köşelerinden öyleyse o bize gökten bir altın falan
düğümlenmiş kabını..,) düşürüp vermedi.) 3. Kaybetmek,
tüür Şaman t e f i : "Aynadanoh tip yitirmek, ahçazın tüzi'r saldı para­
çoylanıp, tüürin tüklet kilJp sını kaybetti (düşürdü.) açığa tüzîr-
hamnacançıh pa?" İ. Kotyuşev acıya düşürmek.
(Şeytandandır diye yalan söyleyip, tüzîril- 1. Düşürülmek. 2. İndirilmek. 3.
tefini gümbürdetip kamlayacak mı?) Kaybedilmek.
tüüs Akağaçtan yapılmış kap: "Sol tüzırîs- 1. Birlikte düşürmek. 2. Birlikte
holında hahpahtığ Irg'ı tüüs paza indirmek.
ödîk kiptecen ip tudın saltır." A. tüzırîs 1. Düşürme. 2. İndirme. 3. Kay­
Çerpakov (Sol elinde kapaklı eski betme.
kap ve çizme dikecek ip tutuyor.) tüzîrt- 1. Düşürtmek. 2. İndirtmek. 3.
tüüt tüüt tekr. Bili b i l i . Kaybettirmek, kîröske tüzîrt- vaftiz
tüze- (düş) Görmek, tüs tüzedîm düş ettirmek: "Kîçîgde anı pu uluğ aalda
gördüm. ıce-pabazı, olğan nazın azırap
polbin, orıstı kum ıdip, kîröske
tüzedîg Düzeltme: "Hayzın mahtaan, tüzlrtîrler." N. Tyukpiyekov
hayzma çitpes çirlerin közîdîp, (Küçükken onu bu büyük köyde
andoh tüzedîgler pirgen."S. Çarkov anne babası, çoluk çocuk
(Bazılarını övmüş, bazılarına büyütemeyerek, Rusu vaftiz babası
eksikliklerini gösterip, öyle seçip, vaftiz ettirmişler.)
düzeltmeler vermiş.) tvorçeskay Yaratıcılık.
tüzel- (ı.) Düş görmek. tvorçestvo Yaratıcı.
tüzel- (ıı.) 1. Düzelmek, düzgün olmak. tvoroğ Süzme yoğurt.
2. Düzelmek, doğrulmak. tyul'panLâle.
tüzet- 1. Düzeltmek: "çadap la tüzedlp tyulen' Ayı balığı.
alçathandağ pol halçathannar." İ.
Kotyuşev (Güçlükle düzeltir gibi
•u- uçugıs- Uçuşmak.
uç Uç: "Ottın tamın uçunan pasti uçuh 1. Uç: "Plat uçuhtannan harah
hızarıp..." V. Kobyakov (Otun çastarın çısçalar." F. Burnakov
yapraklan ucundan başlayarak...) (Şalının uçlarıyla gözlerini
krş. us (ıı.) siliyorlar.) 2. İp u c u : "Ihede halğan
uç- Sönmek: "Sanay la çarıh çıltıstar / çîp uçuğın daa surağ-sap çoh
Sağılıp, uçup tamılça." A. Topanov albaan." N. Domojakov (İğnede
(Bütün parlak yıldızlar / Sağılıp, kalan ip ucunu da istemeden
sönüp kayboluyor.) krş. us- (ı.) almamış.)
uça Sırt, arka: "Kögenegîn şuura uçuh- Uçmak, uçuşmak: "Uçuh çörçe
tartınıp, uçazınca tur pirce." V. çir iblre." V. Şulbayeva (Uçuyor
Şulbayeva (Gömleğini sıyırıp yeryüzü etrafında.) Azağı çoh
çekerek, arkasını açıyor.) çügürçedîr, hanadı çoh
uçastnik İştirakçi, katılımcı. uçuhçadır. -Bilmece, bulut (Ayağı
yok yürüyor, kanadı yok uçuyor.)
uçastok Bölge, alan, saha.
uçuhta- Ucunu keskinleştirmek.
uçebnik Ders kitabı.
uçenay Bilim adamı: "Minin hada uçuhtığ (ı.) Kuyruklu.
ügrengen arğıstarım pisateller, uçuhtığ (ıı.) Uçlu, keskin tarafı olan.
sablığ artister, uçenaylar." V. uçuhtır- Uçuşturmak, uçurtmak.
Şulbayeva (Benim birlikte öğrenim uçura- Karşılaşmak: "Uçuraan kizıler
gördüğüm arkadaşlarım yazarlar, hayhazar prayları / Postan oollarnıh
meşhur sanatçılar, bilim adamları.)
Istllerl köyer." V. Mayneşev
uçığıs Uçuş, uçma: 'Tiglrde çalğıs la (Karşılaşan kişiler şaşırır hepsi /
hara nime, hanattarın çalbaytıp,
Ergen oğlanların içleri yanar.) krş.
ağırın uçuğısta hıcalanar nime
uçra-
harap tur." V. Tatarova (Gökte
yalnız kara bir kuş, kanatlarını uçuras- Rastlamak: "Alay pir dee
yayıp, ağır uçuşta arzu ettiği bir şey uçuraspas pa." N. Domojakov
arıyor.) (Yoksa hiç rastlamayacak mı.)
uçır- (ı.) (ateşi) Söndürmek. uçyonay Bilgili, bilgin.
uçyot Hesap, sayım.
uçır- (ıı.) Yıkmak, devirmek.
udaa 1. Devamlı, sıklıkla: "Min sini udaa
uçırt- Söndürtmek.
tüzîmde körçem." V. Şulbayeva
uçitel'skay Öğretmen, öğretmenle ilgili (Ben seni devamlı düşümde
uçitelskay institut öğretmen ensti­
görüyorum.) udaa at- seri ateş et­
tüsü.
mek, udaa kiledir devamlı geliyor,
uçra- Rastlamak, karşılaşmak.
sık sık geliyor. 2. Sık sık, devamlı
uçras Karşılaşma. surette.
uçras- Karşılaşmak.
udarenie Vurgu, udareniezi çoh sloğ
uçrastır- Karşılaştırmak.
vurgusuz hece.
uçrat- Karşılatmak.
udarnay s. Vurucu, öncü. udarnay
uçrejdenie Kurma, tesis e t m e . brigada öncü kol.
uçu- Üşümek krş. üzü- udarnik Öncü, vurucu.
uçuğıs Havalanma, havaya kalkma.
udav Boa yılanı.
udobrenie - 538 -
ukol

udobrenie Gübre. himiçeskay uğza- 1. Ezmek, çiğnemek. 2. Kırışmak,


udobrenieler Kimyasal gübreler. buruşmak.
udur Karşı: "Ağaa udur Ogas uuca u ğ z a l - 1. Ezilmek. 2. Kırışmak, buruş­
kîrçe." V. Şulbayeva (Ona karşı mak.
Ogas nine giriyor.) udur çil ürçe uğzalcıh 1. Ezilmiş, ç ö k m ü ş : "Uğzalcıh
karşıdan rüzgâr esiyor, udur poroda uçurap parza çı?" S. Çarkov
çügür- karşı yürümek, udur (Çökmüş toprak tabakası
ç o o h t a - karşı konuşmak. karşılaşırsa peki?) 2. Buruşmuş,
udur-tödîr tekr. Karşılıklı: "Iköleh amdı, kırışmış.
udur-tödîr aylanızıp, çirge nannana uh- 1. Duymak, dinlemek, işitmek, sös
çadıp aldılar." V. Kobyakov (İkisi uhpas söz dinlemez. 2. Anlamak:
şimdi karşılıklı birbirine d ö n ü p , yan "Çornap Iliskecektm annah
yatmışlar.) çazırçathan nimezîn uhçathan." i.
udurla- Karşılamak: "Homay udurlapça Kotyuşev (Çornap, İliskecek'in
polarzar." V. Şulbayeva (Kötü ondan sakladığı şeyi anlamış.)
karşılamış olmalısınız.) naa çılnı uh (ı.) 1. M e r m i , k u r ş u n : "Klanya,
udurla- yeni yılı karşılamak. athan uh aylancah polza." V.
udurlağ Karşılama. Şulbayeva (Atılan kurşun dönecek
udurlan- Karşı gelmek, karşı koymak. olsa.) 2. Ok: "Ur himeste le Kay
ibînzer purunğı çaacahtıh uğınıh
udurlal- Karşılanmak: "Naa çil hacan
tattap parğan timîr ustuğın al
daa, neke, pldi udurlalbaan polar
kilgen." G. Kazaçinova (Yakın
mında."H. Nerbişev (Yeni yıl hiçbir
zamanda Kay evine eski yay
zaman, b e l k i , böyle karşılan­
okunun paslanmış temrenini
mamıştı burada.)
getirmiş.)
udurlas- 1. Birbirine karşı gelmek. 2.
uh (ıı.) Çorap.
Birbirini karşılamak.
uhacıl Duyarlı. Püür uhancıl, çir
udurlas Karşı g e l m e , karşı koyma.
hulahtığ polcaîi. Atasözü (Kurt d u ­
udurlastır- Karşı getirtmek, karşı
yarlı, yer kulaklı olur.)
koydurtmak.
uhancı s. Duyarlı, anlayışlı: "Pökçeh
udurlat- Karşılatmak.
uhancı külTgln/'M. Bainov (Çözmüş
uglaba Ok, araba o k u .
anlayışlı yiğitliğini.)
uglekislota Karbonik asit.
uhsum bot. Soğan.
uglerod Karbon.
u h t a - (silâhı) Doldurmak.
ugolovnay s. Ceza, cezai, uglovnay
uhtal- Doldurulmuş, dolu uhtalğan
kodeks ceza kanunu.
mıltıh dolu tüfek.
u ğ - (ı.) Güneşten rengi solmak.
uhtığ s. D o l u , mermili (tüfek, tabanca.)
uğ- (ıı.) Ovmak, mıncıklamak.
uhvat Maşa.
uğaa t s . Pek, ç o k . uğaa çahsı çok g ü ­
ukaz Karar, emir, f e r m a n .
zel, uğaa tın çok fazla, pek fazla.
ukazatel' Katalog, fihrist.
uğus- Bildirmek, haber vermek, rapor
vermek, bilgi vermek. ukazenie Emir, direktif.
uğus Ç ö p , atık. uklon Meyil, e ğ i l i m , istidat oh uklon

uğusta- Çöp atmak. sağcılık.


ukol İğne. ukol it- iğne yapmak.
ukomplektovat - 539 -
uluğ
ukomplektovat Takımı tamamlamak, ulastırığl. Uzatma. 2. Bağlatma.
komple yapmak. ulastırıl-1. Uzatılmak. 2. Bağlatılmak.
ukrainets Ukraynalı (erkek.) ulastıns- 1. Birlikte uzatmak. 2. Birlikte
ukrainka Ukraynalı (kadın.) bağlatmak.
ukrainskay Ukrayna'ya ait. ulastırt- 1 . Uzattırmak. 2. Bağlatmak.
uksus 1. Sirke. 2. Sirkeli. ulay s. Büyük, iri uzun ağas pazında
u l - Ulumak: "Anın tamağı, ularğa ulay hus odırçaır. -Bilmece, çekiç
itçetken çili, tartılıza tuşken." N. (Uzun ağaç başında büyük kuş o t u ­
Nerbişev (Onun boğazı, ulurken rur.)
yaptığı g i b i , çekilmiş.) ulğaat- Şiddetlenmek, güçlenmek,
ula- (ı.) (parmağıyla) Göstermek, işaret (hastalık) ağırlaşmak.
etmek: "-E, tîgîne, tîgîne! - ulğaattır- Ağırlaştırmak, şiddetlendir­
salaazınan ulap, hıshıra tüsken mek.
Timur." i. Topoyev (-Hey, işte, işte! ulitsa Cadde, sokak: "Sala nîme polzah,
- parmağıyla gösterip, bağırmış min, par ip, ulitsada od ir
Timur.) tastabızam."'V'. Şulbayeva (Ufak bir
ula- (ıı.) Ulamak. şey olsa ben gidip sokakta
ulaar- Saçmalamak, sayıklamak. oturuvereyim.)
ulağ Atlı araba, at arabası. ultun Ayakkabı tabanı, pençesi:
"Azahtarında uluğ, ultii çoh ipçî
ulağa Çadır kurma.
kîzînîh maymahtarı holtahnas
ulağcı Atlı arabacı, faytoncu. çörçe." V. Kobyakov (Ayaklarında
ulam (ı.) Daha çok, daha güçlü: "Hacan büyük, tabansız kadın çizmesi
ttn alınıp polbin, Ulam tiren sallanıyor.)
patçabıs pis." V. Mayneşev (Ne
ultur- Ayakkabı pençesi dikmek.
zaman nefes alamayıp / Daha da
derine batıyoruz.) ulamoh ulturuh Ayakkabı pençesi dikme.
honhhan daha çok korkmuş, at ulu- Ulumak (köpek, kurt.)
ulamoh kisteptîr at daha çok kiş- uluğ s. 1. Büyük, geniş: "Annan pasha ol
niyor. arada uluğ açıh hazaa." V.
ulam (ıı.) Tınaz. Kobyakov (Ondan başka orada
büyük açık ahır.) tın uluğ çok b ü ­
ular- Yorulmak, yorgunluk hissetmek:
yük, uluğdan uluğ en büyük. 2.
"Aar tınıp, ularçathan." N.
Yaşlı: "Uhnah atırğan teenîn,
Domojakov (Derin nefes alıp,
alnında uluğlardah na isçeh." V.
yorulmuş.)
Kobyakov (Kurşunla vurulma denen
ularsı- Yorgunluk duymak, kendini şeyi, daha önce sadece
yorgun hissetmek. büyüklerden dinlemişti.) 3. mec.
ulaştır- 1. Uzatmak. 2. Bağlamak, bir­ Büyük: "Çiitter püün uluğ küs." V.
leştirmek: "Aydo pozınıh çooğın Şulbayeva (Gençler günümüzde
annan andar ulaştırıbohça." V. büyük güç.) uluğ çastığ büyük yaş­
Kobyakov (Aydo konuşmasını bir l ı , uluğ abam dedem, in uluğ en
konudan diğerine bağlıyor.) büyük, uluğ omalığ geniş çehreli.
ulastıra Ardı ardına, müteakiben: "Ağaa uluğ harındazım büyük kardeşim.
toğır ulastıra hısha arah stol." V. Uluğlarğa orın pir, kîçîglerge
Şulbayeva (Onun yan çaprazında polıs-çör. Atasözü (Büyüklere yer
kısa masa.) ver, küçüklere yardım et.) ulug îce
uluğa - 540 -
undu
babaanne, uluğ pis büyük soba, ulus (ıı.)Ulus, millet, halk: "Amğı ulustan
kuzine, uluğ harın mide. uluğ tın- nime le polza sağı." V. Şulbayeva
iç geçirmek, iç çekmek, derin nefes (Şimdiki halktan her şey beklenir.)
almak. Sağıs talaydan daa ulut- Ulutmak ada çirîne ay-tıs pirbes;
çalbah, pîlîs tağdari daa uluğ. A­ uluğnı uiudar, kîçîgnî kîsteder ata
tasözü (Fikir denizden de geniş, yerine huzur vermez, büyüğü ulu­
bilgi dağdan da büyük.) uluk bukva tur, küçüğü kişnetir.
büyük harf. uluğ nimes küçük. umah Masal krş. nımah.
uluğ sooh karakış, uluğ alcaas
umcu Emzik.
büyük yanılgı, uluğ hınıs büyük
aşk. uluğ manzıtta çok aceleyle, umcula- 1. Emzirmek 2. Bebeği besle­
çok acele, uluğ ügredîg yüksek mek: "SabistI Hoortay apsah -
öğretim, uluğ aalcı çiçek hastalığı. Sabistîh tay ağazı - üs aylığdanoh
sığara umculap pastaan polğan." N.
uluğa- Büyümek.
Domojakov (Sabis'i Hoortay ihtiyar,
uluğaat-Ağrı fazlalaşmak, hasta ağır­ Sabis'in dedesi- üç aylıktan itibaren
laşmak. beslemeye başlamış.)
uluğat- Büyümek, büyütmek. umculat- Emzikle verdirmek.
uluğla- Ululamak, yüceltmek, saygı umdu- Unutmak krş. undu-.
göstermek: "Pastıhtı uluğlirğa
umırt Kuşkirazı krş. nımırt.
kirek." V. Şulbayeva (Yöneticiye
saygı göstermek gerek.) Uluğnı umuh Balta tersi: "Pıçonnın pazınah
uluğla, uzada kün körerzîn; paltı umuğınan na saphan çili
kîçîgnî kîçîgle- kîstede kün tenen." N. Domojakov (Pıçon'un
körerzîn. Atasözü (Büyüğü ulula, başına balta tersiyle vurmuş gibi
uzun gün görürsün, küçüğü koru, gelmiş.)
gelecekte g ü n görürsün.) un Un. puğday un buğday unu. un
uluğlas Saygı, hürmet: "Aarlas, uluğlas habı un torbası, kabı.
çoğıl."V. Şulbayeva (Saygı, hürmet una- (ı.) Onamak.
yok.) una- (ıı.) Ufalanmak, kırılmak.
uluğlat- Saygı göstertmek, hürmet ettir­ unans. Pek, çok krş. u ğ a a .
mek, saydırtmak. unah s. Ufak. unah drob' ufak saç­
uluğladıs Saygınlık, itibar: "Kirek, Varya, ma.
ulugladıstan nimes, toğın polar ba unal- Ufak parçalara ayrılmak, ufak
ol anda?" V. Şulbayeva (Mesele, parçalar şeklinde doğranmak çolğa
Varya, saygınlıktan değil, o, orada unal pardım yolda çok yoruldum.
çalışabilir mi?)
unat- 1. Kırıp parçalamak, ufak parça­
uluğzıras- Çalım satmak, kibirlenmek, lara doğramak 2. Kırıp geçirmek,
gururlanmak. öldürmek: "Harğalğan çabal
uluğzıras s. Gururlu, kibirli, mağrur. ıırcılarnı / Unadıp, hanın töğe çat
uluğzırha- Gururlanmak, kibirlenmek. salğan." İ. Kotyuşev (Lanetlenmiş
kötü düşmanları / Kırıp geçirerek
ulus- Uluşmak: "Hızıl lirde ulusçalar /
kanını dökmüş.)
Hıshı soohha hıstır turıp." A.
Topanov (Kızıl akşamda undar s. Pek. undar köp pek çok.
uluşuyorlar / Kış soğuğunda undu- Unutmak: "Palam, sağısha kirbe
sıkışıp.) anı, undubıs." V. Şulbayeva
(Yavrum, düşünme onu, unutuver.)
ulus (ı.) Uluma, uluyuş.
undubas - 541 -
urun
undubas s. Unutulmaz undubas uran Uranyum, uran rudazı uranyum
künner unutulmaz günler. cevheri.
undudul- Unutulmak: "Ah hır pashanca urannığ s. Uranyumlu, urannığ ruda
çir undudılbas." M. Kilçiçekov (Ak
uranyumlu cevher.
kır basana kadar hiç unutulmaz.)
uravnenie Denklem, muadele.
undul- Unutulmak: "Türce polarman,
uravnilovka Eşit ücret.
payağı Kızı, sağızına undulğan
nime kirgendeğî p / 7 / , kinetîn pazın urdır- Döktürmek, akıttırmak.
ködırîp, Aydodan surca." V. urıl- Dökülmek: "Haya-tastardah indire
Kobyakov (Çok geçmeden, deminki suğ urılçathan." İ. Kotyuşev
kişi, aklına unuttuğu bir şey gelmiş (Kayalardan taşlardan aşağı su
gibi, aniden başını kaldırıp Aydo'ya dökülmüş.) çoğartın urılçathan
nanmır yukarıdan dökülen yağmur.
soruyor.) hacanoh undul parğan
çoktan unutulmuş. urıs- Birlikte dökmek.
undut- Unutmak: "Undut polbinçam, urıs Dökme.
Jcen." V. Şulbayeva urna Kap, teneke, vazo.
(Unutamıyorum, anne.) urojay Rekolte, ürün, mahsul:
undutçı Unutkan. "Köhnîblsçe îdi öskîrîp, Kop urojay
unifikatsiya Bir modele göre yapma. alaanar!" P. Ştıgaşev (Gönlümüzce
böyle yetiştirip / Çok ürün alalım.)
unifitsirovat Bir modele göre yapmak.
pay urojay zengin rekolte.
univermag Bonmarşe, büyük mağaza.
urojaylığ s. Ürünlü, mahsullü, rekolteli.
universal'nay s. Evrensel.
urojaynost Verim, mahsul.
universitet 1. Üniversite: "Novosibirsk
urok 1. Ders, bir ders saati: "Urok tooza
universitedlnîn filosofiya
sim odırğan." İ. Topoyev (Ders
fakultedînîh studentî polğam." V.
boyunca sesizce oturmuşlar.) 2.
Şulbayeva (Novosibirk Üniversi-
Ders, ödev: "Sanca ibzer pirgen
tesininin, Felsefe Fakültesinin
uroktarnı ügrenerge timnençetken."
öğrencisi idim.) 2. Üniversiteye ait,
İ. Topoyev (Sanca ev için verilen
üniversiteyle ilgili.
derleri öğrenmeye hazırlanıyor.) 3.
unnuğ s. Faydalı, unnuğ nime çoğıl Ders, ibret, ol ağaa çahsı urok
faydalı bir şey yok. polğan o ona iyi ders olmuş.
upakovka Ambalaj, paketleme, balya ursen Su sıçanı krş. noman, ustan.
yapma.
uruh Urgan, kendir, i p .
upolnomoçennay Temsilci, delege,
uruhta- Urganla yakalamak (atı.)
murahhas.
urun- 1. Dövünmek, vurunmak, çar­
upravlenie İdare, yönetim.
pınmak, birbirine vurmak: "Ol,
upravlyat' idare etmek, yönetmek. tîsterın urunıstıra tazıladıbızıp,
ur- Dökmek, akıtmak: "Inzer suğnı ur îsfinen östes oshas tuyuh tabıs
sıhhan."]. Topoyev (inin içine suyu sığarıbıshan." N. Nerbişev (O,.
dökmeye başlamış.) çey ur pirgen dişlerini birbirine vurarak gıcırdatıp,
çay koyup vermiş, imnî stakanğa içinden inleme gibi boğuk ses
urubızarğa ilâcı bardağa akıt- çıkarmış.) 2. Rastlamak: "Anda-
mak(koymak) Açiina tus salba, mında urun parçathan ooh-teek
ayranına süt urba Atasözü (Acıya firîg nimeler hursah tübîne dee çit
tuz ekme, ayranına süt dökme.) hala çoğıllar." N. Nerbişev (Orada
uruncah - 542 -
ustay
burada rastlayan ufak tefek canlılar us (ıı.) 1. Uç. ağas uzında ağaç ucun­
kursak dibine de ulaşmıyorlar.) da, azah uçında pas çör ayak u­
uruncah Aniden hastalanma, çarpılma. cunda yürüyor. 2. Son. krş. uç
urundır- Vurdurmak, çarptırmak. us-pas tekr. Belli, belirgin, belli başlı, uç
urunıs Vuruşma, dövüşme, çarpışma. baş: "PJree pas ha us-pas toğısha
turğızıhar."\l. Şulbayeva (Başka bir
urunıs- Vuruşmak, dövüşmek, çarpış­ iyi işe sokunuz.)
mak, kapışmak: "Uluğ ıırcılar çîli
urunıshannar." İ. Topoyev (Büyük ushas- Terkileşmek. kistîmzer ushas
düşmanlar gibi kapışmışlar.) tağ ardıma terkileş.
tannan urunıspacah dağ dağa ushastır- Terkisine bindirmek.
vuruşmaz. ushum bot. Soğan krş. muksun.
urus- 1. Dövüşmek, vuruşmak, çar­ ushun- Uyanmak: "Hıshırçadıp, ushun
pışmak, tutuşmak, kapışmak. parğam." V. Şulbayeva (Bağırarak
urus Vuruş, dövüş, savaş, kavga: "Nince uyandım.)
urustar köredir Çobat suğ." N. ushur- Uyandırmak.
Domojakov (Nice savaşlar görüyor uslovie Şart, koşul.
Çobat ırmağı.) uslovnay s. Şartlı, koşullu uslovnay
urushah s. Dövüşken, kavgacı. naklonenie gr. şart kipi.
uryuk Kayısı kakı. usta- (ı.) (kalem ucu) Sivriltmek, açmak.
us- (ı.) (ateş, yıldız için) Kaybolmak, usta- (ıı.) Yönetmek: "Yağornınoh
sönmek: "Haraazı irtîp, tan atsa / ustaanınan aaldağt çiit ulus
Hazarızıp usçalar." A. Topanov pastağızın na kolhoz çonına,
(Gece geçip, tan atsa / Ağarıp şkoladağı olğannarğa çîli, 'yolka'
sönüyorlar.) 2. mec. irtîrdîler." N. Nerbişev (Yağor'un i­
Yanmak: "Köygem hacan-da, Varya, daresinde gençler, ilk kez kolhoz
am us parğam." V. Şulbayeva halkına, okul çocuklarına yaptırır
(Yandım her zaman Varya, ve gibi, noel ağacı süslettiler.)
şimdi söndüm.) çıltıstar pızınnazıp ustağ Yönetme, idare etme: "Minneti
uzıp parçalar yıldızlar parlayıp sö­ dee hay-hay purun olar / Naa
nüyorlar, krş. uç­ ustağlarnı ohnaptır." V. Maynaşev
uş (ı.) UZ, usta: "Tayğadan as par (Benden çok çok önce onlar / Yeni
çörçetken çiit htstı, taap kiltîr ahcı yönetimleri anlamış.)
paza ağas-timîr uzı küstîg Sapon."
N. Nerbişev (Ormandan aşan genç ustağcı Rehber, önder, lider, yöneten,
kızı, bulup gelmiş avcı ve ağaç, idareci: "Surığnı pögîher, ustağcı
demir ustası güçlü Sapon.) timîr polzahar." V. Şulbayeva (Sorunu
uzı demirci, ağas uzı dülger, d o ğ ­ çözünüz, yönetici iseniz.)
ramacı. Polğan na kirek ustan ustağ-pastağ tekr. Yönetme, idare.
horıhça. Atasözü (Her iş ustadan ustai- Sivrilmek, keskinleşmek, açıl­
korkar.) us hol usta e l , uz e l , eli uz. mak.
us- (ıı.) Uçmak, yıkılıp düşmek, kim ustan Su sıçanı krş. noman, ursen.
kiçîre tirek uçıp pardı Yeniseyi
ustas- Keskinleştirmek, sivriltmek.
geçerken kavak yıkıldı (bil. kirpikle­
rin kapanması.) üstat- Keskinleştirmek, sivriltmek.
ustav Tüzük, nizamname.
ustay- 1. (yukarı) Dikilmek, yükselmek:
"Uçuhçan nime çoğar ide köstel
ustayt - 543 -
uyatçı

parğan çili, ustay turçattır." İ. uvertyura Uvertür.


Kotyuşev (Uçan şey yukarı doğru uvol'nyat' Terhis etmek.
ışık saçar gibi yükseliyor.) İ.
uy- Uymak.
Kotyuşev 2. Surat asmak.
uya (ı.) 1. Yuva, kuş e v i : "Olar amdı,
ustayt- 1. (yukarı) Dikmek, yükseltmek.
uya gazap, palaların sığarıp
2. (öne.dışarı doğru) Çıkartmak,
öskirçeler." V, Kobyakov (Onlar
büktürmek: "İmin ustayla arah
şimdi, yuva yapıp, yavrularını
tuttah." M. Kokov (Dudaklarını
çıkarıp büyütüyorlar.) 2. Yuva, ev:
bükerek tut.)
"Hudaydan, çurtıbıs amir polcah,
ustığ s. Sivri, keskin, ustığ pastığ sivri uyabıs pik tuman." V. Tatarova
uçlu, ustığ salaa işaret parmağı. (Tanrıdan yurdumuz sakin i d i ,
ustuh Dirsek. yuvamız sağlam kaldı.) uya çaza-
ut- Utmak, kazanmak. yuva yapmak, hus uyazı kuş yuva­
uthuş Utuş, utma. sı, tanah uyazı tavuk tüneği, aday
uyazı köpek kulübesi, hımısha
utığ Utuş, utma.
uyazı karınca yuvası, aarlar uyazı
utır- Utturmak, kaybetmek: "Haydi ider arı yuvası veya kovanı.
ze utır salğanda." M. Kokov (Ne
uya (ıı.) Mafsal, eklem.
yapacaksa kaybettiğinde.)
uyaat- Düşmek, devrilmek, yıkılmak.
utıs Utuş, utma.
uyadı çoh s. Utanmaz, küstah.
utızığ Galibiyet utızığ çoh beraberlik,
berabere, kimsenin galip geleme­ uyadıs Utanma, sıkılma, arlanma.
mesi. uyadıstığ s. Utanç verici: "Uluğ
util'-sıryo Hurda. uyadıstiğ kirek pastalıbıstı." N.
Domojakov (Büyük utanç verici iş
utopiçeskay s. Ütopik, hayali.
başladı.)
utopiya Ütopya, hayal.
uyala- Yuva yapmak.
utrennik Matine.
uyalan- Yuvalanmak.
uttır- Utturmak.
uyalas- Yuva yapmak.
uttırıs- Birlikte utturmak.
uyalat- Yuva yaptırmak.
uttırıs Utturuş, utturma.
uyalığ s. Yuvalı.
uttırt- Utturtmak.
uyan s. 1. İstidatsız, kuvvetsiz, zayıf,
utuh 1. Kuyu. 2. Kuyuya ait. çelimsiz: "Hay plreeleri
utyug Ütü. hoptançalar: Haydağ tın uyan, çoh
uuca (<uluğ ice) Babaanne: "Uucam tîl pistin." M. Kilçiçekov (Bazıları
minin paza plsser haybas." V. şikâyet ediyorlar: Ne çok zayıf, yok
Mayneşev (Babaannem benim dilimiz.) 2. Kıt, cüzi, az.
yeniden bize. akmaz.) uyat Utanma, sıkılma: "Minin uyadım am
uucan Babaanneciğim (çocuk dili.) daa par, haydağ harahnah olarzar
uul-(ı.) Ovulmak. körem?." V. Şulbayeva (Benim
utancım hâlâ var, hangi gözle
uul- (ıı.) Güneşten rengi solmak.
onlara bakacağım.)
uura- Eskimek, yıpranmak (ayakkabı
uyat- Utanmak, sıkılmak: "Çoo
vb.) uyatham." V. Tatarova (Çok
uustan- Küfretmek, ağzını bozmak. utandım.)
uustancıh s. Küfürbaz, ağzı bozuk. uyatçı s. Utangaç, sıkılgan.
-544-
uyattır uzur
uyattır- Utandırmak: "Uyattıra sıhhan siyorum kesiyorum yongası yok.)
apsahtıh ünî." A. Çerpakov krş. tap, tapçıh.
(Utandırır gibi çıkmış ihtiyarın sesi.) uzah (ıı.) s. 1. Uzun, uzun zaman: "Çe
uyezd Kaza, ilçe. anın irtengî örinlzl uzah polbaan."
uyezdnay s. ilçeye ait, ilçeyle ilgili. N. Nerbişev (Fakat onun sabahki
mutluluğu uzun sürmemiş.) Sağızın
uygu Uyku: "Anı Kamat apsah uyğuzı çarıh polzın, cazın uzah polzın.
hanğanca daa uzudarcıh." V.
Dua (Düşüncen aydınlık olsun, ya­
Kobyakov (Onu Kamat ihtiyar
şın uzun olsun.) 2. Uzak. uzah
uykusu kanana kadar da uyuturdu.)
çolğa par- uzak yola gitmek.
halın uygu derin uyku, uyğu-çadın
çoh uykusuz, uygum han pardı uzahta- Yonga toplamak.
uykuya kandım, Sağızın pik tut- uzan- Bir şeyi öğrenmeye çalışmak.
safi, çadıp amir uzirzin; sağızın uzancıh (kîzî) Usta.
saybi tutsan, uyğu-çadın çoh uzandır- Ustalaştırmak.
çadarzın. Atasözü (Fikrini sağlam
uzara- Uzamak, uzunluğuna durmak.
tutarsan, yatıp rahat uyursun, fikrin
dağınıksa, uykusuz yatarsın.) uzarat- 1. Uzatmak 2. mec. Uzatmak:
"Ür nimes tapsabin odırıp, pazoh
uyğucı s. 1. Uykucu, çok uyuyan:
çooğın uzarat sıhhan." M. Tatarova
"Uyğucı kîzîlernî oray turğannah
(Azıcık ses çıkarmadan oturup,
sizînçem." N. Tinikov (Uykucu
yeniden konuşmasını uzatmış.)
kişileri geç kalkmalarından
çurtastı uzarat- hayatı uzatmak
anlıyorum.) Uyğucı tüzînde dee
uzupça. Atasözü (Uykucu düşünde uzat- Uzatmak.
de uyur.) 2. Uykucu, uyku sever. uzbek Özbek.
uyğulığ s. Uykulu: "Anın uyğulığ uznik Mahpus, esir.
harağına pastap pır dee nime u z u - 1 . Uyumak: "Uzup pahzamoh,
körmmin..." V. Kobyakov (Önce hığırgalar." V. Şulbayeva (Uykuya
onun uykulu gözlerine bir şey dalınca, çağırıyorlar.) Uyğucı
görünmeyip...) tüzînde dee uzupça Atasözü (Uy­
uyğumzıra- Uyuklamak. kucu düşünde de uyur.) 2. Yatmak,
uyğumzıras- Uyuklaşmak uygum- biriyle yatmak: "Noğa min annah
zırazıp odırğannar uyuklaşıp o­ uzim?' V. Şulbayeva (Niçin ben
turmuşlar. onunla yatayım?) 3. Donup kalmak.
4. (yoğurt) Oluşmak.
uyğumzırat- Uyuklatmak.
uzun s. 1. Uzun: "Uzun odırçıhta İvan
uyıhu Uyku krş. uyhu.
Petroviç gazeta hığ irip odırça." V.
uysta- Köpeği kışkırtmak, birine sal- Şulbayeva (Uzun oturakta İvan
dırtmak. Petroviç gazete okuyarak
uzaan süt Yoğurt. oturuuyor.) Sağalı pozınan
uzada 1. Uzunlamasına, boyunca. 2. uzunoh. -Bilmece, ip ve iğne. (Sa­
Uzun Uluğ çooğın issen uzada kalı boyundan uzun.) 2. Uzun, uzak
künnî körerzîn. Atasözü (Büyük çol uzun yol uzun. 3. Uzunluk stol
sözünü dinlersen uzun gün görür­ uzum masa uzunluğu, uzun hollığ,
sün.) uzun tîlllg uzun dilli.
uzah (ı.) Yonga, kisçem kisçem uzağı uzur- Yere yıkmak, devirmek, keserek
çoğıl. Bilmece, demir kesmek. (Ke- yıkmak: "Arığ kilde ağas uzurarğa
alay ba hıra tartarğa."\/. Şulbayeva
- 545 -
uzus uzut
(Temiz havada ağaç kesmeye veya 2. Bayıltmak: "Marğa, oolahtannın
ekin çekmeye.) pazı hırinda turıp, ağaa uzutçan
uzus- Birlikte uyumak. nime çıstandırğannar." İ. Kotyuşev
uzut- 1. Uyutmak: ""Anı Kamat apsah (Marğa, oğullarının başı ucunda
uyğuzı hanğanca daa uzudarcıh." durup, ona bayıltıcı nesne
V. Kobyakov (Onu Kamat ihtiyar koklatmışlar.)
uykusu kanana kadar da uyuturdu.)
ügbek s. Karmakarışık (saç.)
-u- ügdere- (saç)
"Közenek
Karmakarışık olmak:
azıbıshanda, anın
alnında ügderep parğan sastığ
übdür s. Karmakarışık (saç.)
Sanpir apsah turçathan." S. Çarkov
übür- 1. Üfürmek: "Uluğlar çili anı (Pencereyi açtığında, onun
übürîp alğan, anan tamızıbıshan."\. karşısında karışık saçlı Sanpir
Topoyev (Büyükler gibi onu üflemiş ihtiyar durmuş.)
sonra yakıvermiş.) ot übür- ateşe
ügdereen s. (saç) Karmakarışık.
üflemek. 2. (rüzgâr) Esmek: "Çil, k i l ,
aalzar übürçe." i. Topoyev (Yel, ügderet- Saçları, tüyleri karıştırmak.
rüzgâr köye doğru esiyor.) ügre Çorba: "Çarbalığ la ügre polza,
übürdîr-Üfürtmek. paza pîske pır dee nime kirek
çoğıl."V. Şulbayeva (Yarmalı çorba
üçîncî s. Üçüncü krş. üzîncî. olsa, bize başka bir şey gerekmez.)
üçölen zf. Üçü birlikte krş. üzölen. kapustalığ ügre lahana çorbası.
üçün e. İçin: "Mında toğınar üçün ügredîg Öğrenim, öğretim: "Abakannan
Moskvada akademiyanı tooshan ol çil ügredîg toos kilgen, Abis." M.
tipçe." G. Topanov (Burada Bainov (Abakan'dan o yıl
çalışmak için Moskova'da öğrenimini bitirip gelmiş, Abis.)
akademiyi bitirmiş diyor.) çurtas Miilîg pasha ügredîg kirek çoğıl.
üçün kürezîg yaşam için mücade­ Atasözü (Beyinli başa öğretmek
le, kniga üçün pis salkovay gerekmez.) naa ügredîg çil yeni
töledîm kitap için beş ruble öde­ öğretim yılı. uluğ ügredîg yüksek
dim. öğrenim.
üçürgü Eyerin altına konan keçe: ügredîglîg s. Öğretimli, öğrenimli:
"Jönde üçürgüzîn kiçîmge salıp.." "Sindeg uluğ ügredîglîg kizl plsnen
N. Domojakov (Tepede eyer altlığı­ hada nime ider mında." G. Topanov
nı derinin üstüne serip.) pozrah a­ (Senin gibi yüksek öğrenimli kişi,
dım çügürîbîstî, üçürgüzı çat bizimle birlikte ne eder burada.)
haldi. -Bilmece, ateş ve kül (Boz atı
ügredîl- Öğretilmek, öğrenim yapılmak:
koşup g i t t i , eyer keçesi yatıp kaldı.)
"Şkolada amdı ügredllbes, tipçe."
üdes Uğurlama. A. Kuzugaşev (Okulda şimdi
üdes- Uğurlamak: "Çashıda olarnah öğrenim yapılmaz diyor.)
toğasçam / Küsküde, tlzen, ügren- 1. Öğrenmek: "Mında kilzeler,
üdesçem." N. Tinikov (Baharda pos tîlîn ügren pararlar." A.
onlarla karşılaşıyorum / Güzün ise Çerpakov (Buraya gelseler, kendi
uğurluyorum.) dillerini öğrenirler.) 2. Öğrenim
üdestîr- Geçirmek, uğurlamak. görmek, okumak: "Min agronomğa
üdîr- Öldürmek. daa ügrenzem, olanay toğısta
üg- Yığmak, kümelemek, toplamak: polbassım."G. Topanov (Ben ziraat
"Çlcen nimelernı Apçaynıh alnına okusam da, sıradan işte
üüp le tur."G. Topanov (Yiyecekleri çalışamam.) Ügrenmezen, nime
Apçay'ın önüne yığıp duruyor.) pîlbessîn. Atasözü (Öğrenim gör­
harnı pîr çirge üg- karı bir yere mezsen, bir şey bilmezsin.) 3. A­
yığmak, üüp salğan nime küme, lışmak: "Çarir, Yuracah, sin minin
yığın. picemnln oolğızm nooza, ügren
parğam Apçay tip adap." G.
ügrencî
-548-
ülükün
Topanov (Tamam, Yuracık, sen (Taşıp çıkan destanı yolundan /
benim kız kardeşimin oğlusun ne Gaddar Moğol hanı işte geldi.)
de olsa, alışmışım Apçay diye ülce Babaanne.
söylemeye.) tamkaa ügren- ülcen Nine, haminne.
sigaraya alışmak, uroktı ügren-
ülces zool. Balık adı.
dersi öğrenmek, çalışmak.
üle- 1. Bölmek. 2. Dağıtmak: "Harlan
ügrencî Öğrenci, pîzîncî klasstın
salğan süümegînen olarğa siy ihtar
ügrencîzî beşinci sınıf öğrencisi.
ülepçe." N. Tinikov (Karlanmış
ügrenîs Öğrenme, öğreniş. torbasından onlara hediyeler
ügret- 1. Eğitmek, yola getirmek: dağıtıyor.)
"Paza pabaharğa sölim, ügret ü l e l - 1 . Bölünmek. 2 . Dağıtılmak.
salbazalar, şkoladah sığara
sürîbîzerbîs." A. Kuzugaşev (Yine ülen zool. Balık yavrusu krş. ölen.
babanıza söyleyeceğim, yola üleş Bölme,bölüştürme, t a k s i m .
getirmeyeceklerse okuldan çıkarıp üleş- Bölüşmek, üleşmek: "Pîs
atacağız.) 2. Okutmak, okula anman, kömesti dee polza / As-
göndermek: "Ool öskîr pirgen, ügret tamahtı, ülez'ıp kop çeebîs." İ.
salğan." A. Çerpakov (Oğlan Kapçıgaşev (Biz onunla, az da olsa
büyütmüş, okula göndermiş.) 3. / Yiyeceği bölüşüp çok yedik.)
Tembihlemek: "Maymah paza ülestîr- Bölüştürmek, üleştirmek.
kögenek-stan çoohtazarzıh, ülestîrîg Üleştirme, bölüştürme.
ügretçe Torka." V. Kobyakov
ület- Böldürmek, dağıttırmak.
(Ayakkabı ve elbiseyi konuşmasını
tembihliyor, Torka.) ülgen mit. Ülken.
ügretçî Öğretmen: "Olarnı peer ülger Ülker.
ügretçîlerîAlisa Pavlovna ıshan." F. ülgü (ı.) 1. Egemenlik, hâkimiyet, iktidar:
Burnakov (Onları buraya "Am Sovet ülgüzlnde anın adı
öğretmenleri Alisa Pavlova 'Sovetskay Hakasiya." M. Arşanov
göndermiş.) (Şimdi Sovyet egemenliğinde onun
adı "Sovyet Hakasya") 2. Töre, â­
ügü zool. Puhu kuşu.
det, alışkı, 3. Kanun, nizam.
ügürsü bot. 1. Salatalık, hıyar.
ügürsünî hıcırada taynap alıp sa­ ülgü (ıı.)Patron, biçki modeli, kalıp
latalığı kütürtüyle çiğneyip 2. Sala- Söögî çoh k îz î çoh polcan, ülgüzî
talıklı, hıyarlı. çoh ödîk çoh polcan. Atasözü
(Soyu olmayan insan olmaz, kalıbı
üküs- 1. Dörtnala gitmek, adına olmayan ayakkabı olmaz.)
altancıh, hamcı saap üküs salcın
atına atlamış, kamçı vurup kaçmış. ülgülîg (ı.) S. 1. Egemen, hâkim olan. 2.
2. Kaçıp gitmek: "Ol ibınzer nandıra Kanunlu, nizamlı.
üküs salarğa itken." N. Domojakov ülgülîg (ıı.) s.. Kalıplı, patronlu, biçki
(O, dönüp evine kaçmak istemiş.) modeli olan.
üküs sal- kaçmak. ülirî mat. Bölme.
üküs 1. Dörtnala. 2. Sıçrama, sıçrayıp ülükün 1. Bayram: "Küdetke ülükün
gitme. polıbıshan, sıray-çüzî anın pu tuşta
ül- 1. Yatağından taşmak. 2. mec. çaraan." F. Burnakov (Küdet'e
Taşmak: "Ülîp sıhhan hayı pastıra / bayram olmuş, yüzü onun bu
Hazır Mool hanı pu kildi " M . Bainov sırada parlamış.) 2. Tatil günü, pa­
zar günü. 3. mec. Bayram, sevinçli
ülükünne -5 -
ür
g ü n : "Püün pîstîn ülükün: Pana yaptırırız ona, yaltaklanarak
toğıs taap alğan." V. Şulbayeva seslenmiş iri bir kişi.)
(Bugün bizim için bayram, Pana iş ünnendîr- Seslendirmek: "Hacannah
bulmuş.) halın uyguda polğan Tarğı çul
ülükünne- 1. Bayram yapmak. 2. Tatil çazızı ushuna çaçıraan, anın
yapmak. köksîn ünnendîrceh püür." M.
ülükünnes-1. Bayramlaşmak. 2. Birlikte Kokov (Ne zamandır derin uykuda
tatil yapmak. olan Targı Çul ovasını sıçratıp
ülükünnet- 1. Bayram ettirmek. 2. Tatil uyandırmış, onun bağrını
yaptırmak. seslendirmiş kurt.)
ülüs Pay, hisse, ülüş: "Annanar tööy ünnet- Seslendirmek, gürültülü hâle
nimes ülüzMs." N. Tinikov (Bu getirmek: "Çarıh ünnen çoohtan tur
yüzden eşit değil ülüşümüz.) Çazağ Ças tayğanı ünnettîn." A. Topanov
kîzînîn ülüzîn attığ k î z î albas. A­ (Parlak sesle konuşuyor / Y a ş
tasözü (Yaya kişinin payını atlı kişi ormanı gürlettin.)
almaz.) ünnîg s. 1. Sesli: "Ağaa çoon ünnîg
ülüstîg s. Hisseli, paylı: "A min irte le aday ür sıhhan." N. Tyukpiyekov
turçam, îkî ülüstîg polçam!" N. (Oraya kalın sesli köpek ürüp
Tinikov (Ve ben erken kalkıyorum, çıkmış.) "Nımzah ünnîg hakas
iki ülüşlü oluyorum!) İrtecî k î z î î k î çooğı." A. Kuzugaşev (Yumuşak
ülüstîg. Atasözü (Erkenci kişi iki sesli hakas konuşması.) 2. Ünlü,
ülüşlü.) sesli, tonlu ünnîg sogiasnaylar
tonlu ünsüzler (gr.)
ümekte- Emeklemek.
ür zf. Uzun (zaman): "Kris oolğı, amir
ün 1. Ses: "Öörlîg ünnen
hılıhtığ, çaban polip ür toğın parir."
anımcohtasça." N. Tinikov (Sürü
A. Çerpakov (Kris oğlu, sakin huylu,
hâlinde sesle vedalaşıyor.) çahsı
çoban olarak uzun zamandır
ün güzel ses. ötîg ün tiz ses. ün
çalışıyor.) ürde eskiden, ürde
pir- seslenmek. 2. Ton, ses t o n u .
nimes yakında: "Ür nimeste pır
ün paarlığ İyi kalpli, yumuşak huylu. pastıhha kîrgem." G. Topanov
ü n d e - Sessizce yaklaşmak. (Yakın zamanda bir yöneticiyle
ündes Seslenme. görüştüm.) ürden peer eskiden b e -
ündes- Seslenmek, cevap vermek: ri.
"Noni ündezer ornına, hol niinî ür- (ı.) Örmek, arğamcı ürerge ip
îstînen hol çızıncah-pladı sığar örmek, sürmes ür- saç örmek, be­
kilgen." A. Çerpakov (Noni cevap lik örmek.
vermek yerine, kolunun yeni ür - (ıı.) 1. Ürmek, havlamak: "Çohırah,
içinden el havlusu çıkarıp gelmiş.) anı körîp, ağaa udur oylap,
ündezîg Cevap, seslenme: 'T/f ağaa ürçetken poltır." V. Kobyakov
ündezîg çoh halbaan." N. Tinikov (Çohırah, onu görüp, ona karşı
(Melez ağacı onu cevapsız koşup, havlamış.) Çahsı azıraan
bırakmamış.) aday eezîne udur ürçe. Atasözü
ünne- Seslemek, seslenmek. (İyi beslenen köpek sahibine karşı
ürer.) 2. Esmek, uluğ nimes çil
ünnen- Seslenmek: "Amoh ittîrerbîster
ürçe hafif rüzgâr esiyor.
ağaa, -çoyırhos ünnengen çoon
kîzî." N. Domojakov (Şimdi ür- (ııı.) Üflemek: "Çeynî çîrçenîh
hırinah, sooda ürîp, üstüne-üstüne
-550-
ürbe ürük
oortap îçîpçe." V. Kobyakov (Çayı ü r e t - 1 . Eskitmek, yıpratmak. 2. Bozmak,
fincanın kenarından, üfürüp yıkmak. 3. Yoksullaştımak.
soğutarak, üst üste yudumluyor.) ürgen- Öğrenmek krş. ügren-.
ürbe Eldiven başparmağındaki nakış. ürgü- Ürkmek, korkmak.
ürbenne- Ürkmek, irkilmek: "Pacah iney, ürgün- Ürkmek.
ürbennebinen, urukken
ürgüncek Ürkek.
harahtarınan honcığınzar körgen."
ürgüs Ürkme.
M. Kokov (Pacah nine, irkilerek,
ürkek gözlerle komşusuna bakmış.) ürgüs- Ürkütmek.
krş. ürgü-, ürük- ürgüt- Ürkütmek.
ürden ala Çoktan beri. ürügîstîg s. Ürkütücü: "Paza pazında
ürdîr- (il.) Ürdürmek, havlatmak. ön-pazı ürügîstîg sağıstarnı
hıymırat sıhhannar." N. Domojakov
ürdîr- (ııı.) Estirmek.
(Yine başında çeşitli ürkütücü
ürdîr- (ı.) Ördürmek. düşünceler kaynamaya başlamış.)
Ürdün Örs kemiği. ürîn- (ı.) Kendi saçlarını örmek.
üre- 1. Eskimek, yıpranmak. 2. Ölmek: ürîn- (ıı.) Sevinmek, hoşnut olmak, keyif­
"Pabam çat halğan çaada / Itsem lenmek, k r ş . örîn-.
astan astap üreen." M. Bainov
ürîndîr- Sevindirmek, neşelendirmek,
(Babam dönmemiş savaştan / Belki
de acından ölmüş.) 3. Yoksul düş­ keyiflendirmek, hoşnut etmek krş.
mek. örîndîr-.
ürîs- (ı.) Birbirinin saçlarını örmek.
üredîg Yıkım, yağma.
ürîs- (ıı.) Havlaşmak, ürüşmek: "Tîgde-
üredîgcî Barbar.
mında aday ürîskenî istlledîr." V.
üreg Zarar, ziyan: "Hanca nımırham Kobyakov (Oradan buradan köpek
haap parizın / Pozın daa sanabaan havlamaları işitiliyor.)
polarzın?/ Mağaa üreg le itçezîn."
N. Tinikov (Ne kadar yumurtamı ürîs Ürüş, ürme, havlama, adaylarnın
kapıp gittin / Kendin de saymamış ürîzî köpeklerin ürmesi.
olmalısın? / Bana sadece zarar ürkezoo/. Dağ sıçanı.
veriyorsun.) ürte- Yakmak krş. örte-.
üreken İhtiyar kadın. ürtek zool. Ördek. îrgek ürtek erkek
ürel Belâ, felâket, afet. ördek, tîzî ürtek dişi ördek, has
ürtek gri ördek. krş. örtek.
üren (ı.) 1. Tane, tohum: "Çahsı üren
oray sıhçan." V. Şulbayeva (iyi t o ­ ürtün Harman: 'Tan alnındoh
hum geç çıkar.) üren sal- tohum ürtünnerde tartılıp tozın ködîrılçe."
ekmek. 2. Meyve. A. Topanov (Tan vakti harmanlarda
toz çekilip yükseliyor.)
üren (ıı.) Balta tersi, dövdü.
ürügîs Ürkme, ürküntü: "Pray öör
ürenne- Ekmek.
ürügîske habıla tüzer." N. Nerbişev
ürennes- Birlikte ekmek. (Bütün sürü ürküntüye kapılır.)
ürennes Ekim. ürügme Kaymak.
ürennet- Ektirmek.
ürük- Ürkmek: "Pahlap alıp, kire
ürennlg s. 1. Tohumlu, tohumu olan. 2. halğanda, Payusa ürügîbısken." A.
Meyveli, meyvesi olan. Çerpakov (Bakıverip girdiğinde
Payusa ürkmüş.) krş. ürgü-.
ürükpey - 551 -
üzîl
ürükpey s. Delişmen, zıpır: "Harahtar üt (ı.) Delik, hulah üdî kulak deliği, ine
ürükpey toçırasçalar." İ. Topoyev üdî iğne deliği.
(Gözler delice fır dönüyorlar.) üt (ıı.) Öd krş. ööt.
ürüktîr- 1. Kokutmak, heyecanlandır­ üte- Delmek, yarmak: "Kiinî tobıra
mak, ürkütmek. 2. Ortalığı karış­ ütepçeler." M. Arşanov (Göğü
tırmak. ortadan yarıyorlar.) hulah ütîrge
üs (ı.) ÜÇ: "Payaağı üs oolah am daa kulak delmek.
hada çörçeler." F. Burnakov ütert- 1. Oyalamak, eğlendirmek. 2.
(Deminki üç oğlan hâlâ birlikte Teselli etmek: "Ütertîp, sös
yürüyorlar.) üs hatap üç kere. üs pirgenge tööy tabıs sığarıbıshan
çıllığ plan üç yıllık plân. üs muyğa lliskecek."I. Kotyuşev (Teselli edip,
Orion takım yıdızı söz verir gibi ses çıkarmış
üs (ıı.) Yağ. Anğ itten üs sıhpaan, lliskecek.)
arğaasnan toğıs pütpeen. Atasö­ ütertîg Teselli: "Anan ütertıg pirîp." N.
zü (Zayıf etten yağ çıkmaz, tembel­ Domojakov (Sonra teselli edip.)
le iş olmaz.) palın üzî balık yağı. ütes- Birlikte delmek.
üs (m.) zool. Vaşak krş. çohır a n . ütet- Deldirmek.
üs- 1. Kesip koparmak. 2. Plânı, an­ ütte- Matkapla delmek.
laşmayı bozmak. 3. Sözü kesmek.
üttes Matkap, d e l g i .
üskür- Hırıldamak.
üttîgs. Delikli, üttîg timîr tüfek, silâh:
üskür- Öksürmek. "Minîn üttîg timîr nime pray timde."
üste- Yağ sürmek. V. Kobyakov (Benim tüfek ve
üstîr- Kestirmek: "Min arğanardan tudıp mühimmat hepsi hazır.)
alim, -tabızıp kügürt küzüreenîne üükte- Bağırmak, seslenmek.
üstîrîbîsken lliskecek." İ. Kotyuşev üül- Yığılmak, kümelenmek.
(Ben arkanızdan tutayım, sesini
gök gürlemesine kestiriyor üüldîr- Yığdırmak, kümeletmek.
İliskecek.) üze sap- Kesip koparmak, üze toor-
doğrayıp ayırmak, üze tart- çekip
üstü Üst, üstü: "Torğayahtar cazı üstün
koparmak.
köglendîrîp sarnasçalar." V.
Kobyakov (Toygar kuşları ova üzek Kazık.
üstünü ötüşüp şenlendiriyorlar.) üzîk 1. Kesinti, kırıntı. 2. Yırtık, lime lime
Tas üstünde as öspeen, paynın üzîgî çoh fasılasız, arasız, biteviye.
haraana is tolbaan. Atasözü (Taş 3. Bölüm, parça: 'Tan solbanında
üstünde ekin yetişmez, zenginin toğazığ' Poemadan üzîk"M. Bainov
gözüne mal dolmaz.) çir üstü yer­ ("Tan Çolpan ı nda Karşılaşma"
yüzü, üstîndegî üst, üstteki. hikâyesinden bölüm)
üstîndegî irîn üst dudak. üzîl- Kesilmek, kopmak, sınırlanmak:
üstündegî sağal bıyık. "Toraynın daa çorığı pîree çirde
üstînsarhı s. Güney, güneydeki. ibîne çitkelekke üzîl parbas kirek."
üstînsarıh Güney. A. Çerpakov (Toray'ın da yolu bir
yerde, evine ulaşmadan
üstük- Acele etmek: "Çıılıshan çonğa,
kesilmemeli.) Üzîlbes curt polzın,
sös pılaza, üstük turlar." F.
toozılbas honıh polzın. Atasözü
Burnakov (Toplanan insanların
(Uçsuz bucaksız yurt olsun, bitmez
sözünü kesip acele ediyorlar.)
tükenmez hayat olsun.) tını üzîl
üstün haptıra Üstünkörü, gelişigüzel.
üzîncî üzüt-
par- ölmek. üzîlbes üzür- (ıı.) Söndürmek: "Ört üzürcennernî
arğamcı kopmaz (sağlam) urgan. hığırtbızarğa kirek!" İ. Topoyev
tölî üzîl- nesli tükenmek. (Yangın söndürenleri çağırmak
üzîncî Üçüncü: "Pu la öör hoynın gerek.) ört üzürcen maşina yangın
soonan çörîp, üzîncî çili park." V. söndürme aracı.
Kobyakov (Bu koyun sürüsünü üzür Tutumlu, ekonomik.
otlatmaya başlayalı üç yıl oluyor.) üzürgen Havyar.
üzölen zf. Üçü birlikte. üzürîg 1. Seçme. 2. Müzakere etme,
ü z ü - 1 . Üşümek: 2. Donmak, çok üşü­ görüşme: "Ol üzürîgde olğan-uzah
mek "Anan pabam pray üzüp taa, kirî-huruğ daa huruğ
parğan kilgen." V. Kobyakov halbinçathan." N. Nerbişev (O
(Oradan babam çok üşüyerek görüşmede çoluk çocuk da, yaşlı
gelmiş.) krş. uçu-. ihtiyar da boş durmamış.)
üzür- (ı.) 1. Ölçüp biçmek, görüşmek, üzürîglîg s. 1. Seçimli. 2. Müzakereli.
müzakere etmek: "Üzürçeler, üzürîl- 1. Seçilmek. 2. Müzakere edil­
pökçeler, kirek çaradığ sığarçalar." mek, görüşülmek.
S. Karaçakov Müzakere ediyorlar, üzürîs Müzakere etme, görüşme.
çözüyorlar, gerekli kararı
üzürîs- Müzakere etmek, görüşmek.
çıkarıyorlar.) 2. Seçmek: "Oblastta
hınğan na sovhoztı, kolhoztı üzürîp üzürle- Ekonomik davranmak, tasarruf
al, anzın daa çaratçam." G. etmek, idareli davranmak.
Topanov (Bölgede sevdiğin üzürles Tasarruf, ekonomi.
sovhozu, kolhozu seç, buna rıza üzürlel- Ekonomik olmak.
gösteriyorum.) 3. Değerlendirmek: üzürlet- Ekonomik yapmak, idareli dav-
"A pu surığnı pozı daa üzürîp alar, randırmak, tasarruf ettirmek.
nimee kîzîlernî tik çirge toğıstarınan
üzürlîg s. Ekonomik, tasarruflu.
çara tartar." S. Karaçakov (Bu
sorunu kendisi değerlendirir, niçin üzüt (ı.) Yara, çıban, uçuk. irnîne üzüt
insanları boş yere işlerinden odırıbıshan dudağında uçuk oluş­
çıkaracak.) muş.
üzüt (ıı.) Ruh, ölen kimsenin ruhu.
üzüt- Üşütmek.
vaza Vazo.
-V- vazelin Vazelin, vazelin hayağı vazelin
yağı.
vagon Vagon: "Soona ildîrîp
vedomost' Bordro.
vagonnarnı." M. Arşanov (Arkasına vedomstvennay s. Genel müdürlüğe
alıp vagonları.) bağlı.
vagonnığ s. Vagonlu: "Alton vagonnığ vedomstvo Genel müdürlük.
paravoz / Aran-çula çili kistepçe." veer Yelpaze.
S. Kadışev (Altmış vagonlu vegetativnay Bitirici.
lokomotif / Yiğit at gibi kişniyor.) vegetatsiyonnay Vejetasyon.
vagonetka Vagonet: "Ruda tartıpçathan vek Yüzyıl, asır, ç a ğ , devir: "Harashı
vagonetkalarnı sınıhtap pastaan." vekternî tobıra / Irgîler çurtı
S. Çarkov (Maden filizi çeken körindî."M. Bainov (Karanlık çağlar
vagonetleri denemeye başlamış.) boyunca / Eski hayat yaşandı.) tas
vagonovojatay Vatman. vegî taş devri, ortın vekter orta
vahta Vardiya, vahta tur- vardiyaya ç a ğ . çibîrgîncî vek yirminci asır.
kalmak. atom vegî atom çağı.
vakansiya Münhal yer, açık memurluk. veksel' Senet, b o n o .
vakantnay s. Münhal, açık, açık bulu­ velikay Ulu, yüce.
nan, vakantnay orın münhal yer. velosiped Bisiklet.
vaksa Kundura boyası. velosipedist Bisikletçi.
vaktsina Aşı. vengerets Macarlar.
val's Vals. vengerka Macar.
valentnost' kim. Birleşme d e ğ e r i . vengerka Macar dansı.
valer'yanka Kediotu. venok Çelenk.
valyuta Döviz, valyuta kurzı döviz kuru. ventilatsiya Havalandırma.
vanna Banyo. veranda Veranda.
vannalığ s. Banyolu vannalığ komnata verf T e r s a n e .
banyolu oda. Verhovnay s. Yüksek.
var Zift. vermişe!' Tel şehriye.
varen'e Reçel: "Çayğa, hınzan, mööt, vermişel'lig s. Şehriyeli. vermişeî'lig
varen'e, sahar salıp al." N. ügre şehriye çorbası.
Tyukpiyekov (Çaya, istersen; bal,
versiya Rivayet, versiyon.
reçel, şeker koy.)
versta Verst: "Çarım verstaca polar."İ.
variant Varyant.
Topoyev (Yarım verst kadardır.)
variatsiya Varyete, varyasyon.
verstak Tezgah.
varvar Barbar.
verşok Verşok.
varvarskay Barbarca.
vertka Sayfa bağlama.
vassal Bağımlı derebeyi.
vesı Terazi, tartı.
vata Pamuk.
vestibyuP Vestibül, dalan.
vataiığ s. Pamuklu, vatalığ çorğan
vestnik Haberci.
pamuklu yorgan.
vetçina Jambon.
vatin Vatka astar.
-554-
veteran vzvod
veteran 1. Gazi. 2. Emekli, emektar. vokzal Gar.
veterinar Veteriner, baytar. vol't Volt.
veyalka Kalbur makinesi. vol'tmetr Voltmetre.
vıbirat Seçmek. voleybol Voleybol, voleybol myaçı
vıbor Seçim. voleybol topu.
vıkluçatel' Elektrik düğmesi. voleybolist Voleybolcu.
voleybolistka Bayan voleybolcu.
vımpel Flama.
volokita Sürünceme, savsaklama.
vıstavka Sergi. Vıstavkaa par
voloknoüf.
polbazaîî, hozınma, harazıp
toğmzan pararzın. Atasözü (Sergi­ volost Volost, nahiye.
ye gidemezsen, gücenme, iyi çalı­ voronka Huni.
şırsan gidersin.) voska Bal mumu: "A sin voska oshas
nımzahsın." V. Şulbayeva (Fakat
vıstavka Sergileme. sen bal mumu gibi yumuşaksın.)
vıveska Levha, tabela. vospitanie Eğitim, terbiye.
vibratsiya Titreşim. vostok Doğu.
vilka Çatal. voenaçalnik Baş komutan.
villa Villa. voenizatsiya Askerîleştirme.
vinegret Sebze salatası. voenkom Askerlik şubesi başkanı.
vinogradnik Bağ, üzüm bağı. voenkomat Askerlik şubesi.
vinograt Üzüm. vinograd suu üzüm voennay s. Askerî.
suyu. voennoplenniy Savaş esiri.
vint Pervane. voysko Ordu.
viskoza Viskoz. vozduşnay s. Hava, havayla ilgili: "Kirek
polza, pistin vozduşnay flot / lırcaa
vişiya Vişne, vişiya varenyezi vişne toğır honhpin turar." M. Arşanov
reçeli. (Gerekirse bizim hava filomuz /
vitamin Vitamin. Düşmana korkmadan karşı koyar.)
vitrina Vitrin. vraç Doktor: "Pîske vraç kirek." N.
vitse-admiral Tümamiral. Domojakov (Bize doktor gerek.)
vratar' Kaleci.
vitse-prezident Başkan yardımcısı.
vtornik Salı.
viyolonçeP Viyolonsel.
vulkan Volkan.
viyolonçelist Çellist, viyolonsel çalan. vuz Yüksek okul: "Ptlîs hozıp ügrençebîs
viza Vize. viza a l - vize almak. Pray şkola, vuztarda." M. Kokov
vizala- Vize ettirmek. (Bilgi koşup öğreniyoruz / Bütün
okul, yüksek okullarda.)
vizit Vizite.
vvedenie Kitapta giriş, önsöz.
vodolaz Dalgıç, vodolaz kostyumı
vznos Ödeme, yatırma.
dalgıç elbisesi.
vzrıvİnfilak, patlama.
vodorod Hidrojen.
vzrıvatel' Tapa.
vojd Önder, rehber.
vzrıvçatay s. Patlayıcı.
vojak Rehber, yol gösteren: "Çol közîdîp vzvod Takım, vzyatka Rüşvet.
çörgen üçün, 'Çol vojagı' pol
teenner."P. Ştıgaşev (Yol gösterip
gittiği için " Y o l rehberi" ol demişler.)
-Y-
ya (ı.) Evet!, Öyle: "Ya, sini sın poldı!" nimeceknen min ür ayğaspaspın."
S. Çarkov (Evet, seninki gerçek V. Tatarova (Korkma bu Japon'la
oldu!) ol ügretçî be? ya ügretçî o ben çok uğraşmam.)
öğrenci mi? evet öğrenci. yarhla- 1. Havlamak. 2. Köstebek ses
çıkarmak.
ya (ıı.) Ünl. Ha?, Öyle mi? "Hoy hadarıp
haalap tur od ırzın, ya?" V. yarlık Yafta, etiket.
Kobyakov (Koyun otlatıp, yarmarka Fuar.
yürüyorsun ha?) yarmo Kölelik boyunduruğu.
yanlan- Yankılanmak Haydi aahtazan,
yarus Galeri.
îdök yanlanar. Atasözü (Nasıl ba-
ğırırsan öyle yankılanır.) yasli Kreş.
yablah 1. Patates, yablah has- patates yaşçik Kutu, sandık, çekmece.
kazmak, yablah arıla- patates soy­ yavlenie Olay, belirti.
mak. 2. Patatesten yablah unı
patates unu. yavoçnay s. Gizli.
yablahtığ s. Patatesli, yablahtığ ügre yedinitsa Bir (not), kötü not.
patates çorbası. yefreytor Onbaşı.
yabloko Elma: "Tsellofan hapçıhta yegiptaninMısırlı.
yablokolar pirce." V. Şulbayeva Yegiptanka Mısırlı bayan.
(Selofan pakette elmalar veriyor.)
huruthan yablokolar elma kurusu. yenot Rekun.
yablonya Elma ağacı, sas yablonya yestestvennay s. Tabii, doğal.
yabanî elma ağacı. yevrey Yahudi.
yadro Çekirdek, atomnın yadrozı Yevreyka Yahudi bayan.
atom çekirdeği. yevreyskay s. Yahudilikle ilgili.
yağala- Küfretmek. yevropeyets s. Avrupalı.
yağalan- Küfredilmek. yevropeyskay s. Avrupa'ya ait.
yak Yak.
ylftyor Asansörcü.
yakor' Çapa demiri.
yo Hayır: "Yo, palam, yo, Sabizîm, -
yakut Yakut, Saha.
oylap parğan apsah." N.
yama Çukur, kuyu. Domojakov (Hayır, yavrum, hayır,
yamşçik Arabacı. Sabisim, -koşarak gitmiş ihtiyar.)
yan Yankı: "Yanı tağdan tağa atınca."M.
yod İyot, tentürdiyot: "Anın holına yod
Arşanov (Yankı dağdan dağa sürtkli tarthlap, anzına im
vuruyor.) pozıdıbıshan." İ. Kotyuşev (Onun
yanıla- Yankılamak. koluna tentürdiyot sürerek, oraya
yandan- Yankılanmak: "Çohırahtın tabızı ilâç koymuş.)
yanı lan ip isfilgen." V. Kobyakov yoj Kirpi.
(Çohırah'ın sesi yankılanıp
yolka Yılbaşı ağacı.
işitilmiş.)
yanılat- Yankılandırmak. yomkost' Hacim istiabı.
yantar' Kehribar. yubiley Jübile.
yan var' Ocak ayı. yubka Etek.
yapon Japon: "Horıhpa, pu yapon
yug yuvelir
yug Güney. yumorlığ s. Mizahî olarak.
yumor Mizah. yunga Miço.
yumorist Mizahçı, mizah yazarı: "Pot yuridiçeskay s. Hukukla ilgili.
yumorist. Körgezer be andağ yurist Hukukçu.
analoğ?' V. Şulbayeva (Vay, yustitsiya Adalet, adliye.
mizahçı. Gördünüz mü böyle
yuvelir Kuyumcu.
analog.)
-z-
za (ze) e. İse, -se: "Hara
kîçigdeh sığara at üstünde zakaz Ismarlama, sipariş, zakaz it-
çörgende, azah taa hoyralbin ısmarlamak, sipariş vermek.
haydar parar za." V. Kobyakov zakaznoy Taahhütlü, zakaznoy pis'mo
(Çok küçüklüğünden beri at taahhütlü mektup.
üstünde yaşadığından, bacakları da zakon Kanun: "Paska zakon polar."N.
çarpıklaşmayacak da nasıl olacak.) Tyukpiyekov (Başka kanun olacak.)
"Haydi la küzedlp honğay ni ze." V. zakon çoğıl kanun yok. dialektika
zakonı diyalektik özellik.
Kobyakov (Nasıl köstekleyip geceyi
geçirecekse.) kilzen ze hada zal Salon: "Koridorda daa, uluğ zalda
pararbıs gelir isen birlikte gideriz. daa pir dee kizi çoğıl." A.
Kuzugaşev (Koridorda da, büyük
haydi za nasılsa?
salonda da hiçkimse yok.) hığırcan
zabastovka Grev. tiksî zabastovka zal okuma salonu.
genel grev. zalog Çatı (gr.) teelîs zalog edilgen çatı.
zabastovoçnay s. Grevle ilgili. aylanıs-teelis zalog edilgen dö­
zabastovoçnay komitet grev ko­ nüşlü çatı. udur- tödîrlîg zalog iş­
mitesi. teşlik fiili.
zabastovşçik Grevci, grev yapan. zametka İşaret, nişan.
zaboy Maden galerisi: İdi zaboynı zamok Kilit: "Zamoktı sizin salıp, nime-
ibîre çör kilîp, Alcıbaynı pozınzar de kibirenîp ala, tart körgen, azıl
hığırıp alıp, teen." S. Çarkov çöribîsken." A. Çerpakov (Kilidi
(Böylece maden galerisini gezerek, düşünüp, bir şeyler mırıldanarak
Alcıbay'ı yanına çağırıp demiş:) çekmiş, kapı açılmış.) zamokka
zaboyşçik Madenci: "Toğınarın Alcıbay çap- kilitlemek.
pabazı 30 çılğa çitîre toğınğan zamşa Güderi.
şahtada zaboyşçik polip pastaan." zanyatie Dersler, pastağı sentyabr'da
S. Çarkov (Alcıbay işe, babasının şkolalarda zanyatieler pastalca
otuz yıl kadar çalıştığı maden
eylülün başında okullarda dersler
ocağında madenci olarak
başlıyor.
başlamış.) zapad Batı: "Hayda-da ırah Zapadta /
zaçyot Sınav, imtihan, zaçyot a l - sına­ Hakas oolğı çatça, tipçeler." M.
vı geçmek. Kilçiçekov (Çok uzaklarda Batıda /
zaçyotnay s. Sınavla ilgili, zaçyotnay Hakas oğlu yatıyor diyorlar.)
knijka öğrenci karnesi. zaponka Y a k a düğmesi.
zadaça Problem. zaplot Kurşun çatı: "Pir zaplotnan itken
zadaçnik Problemler kitabı. turacah paza anın hırında tıt
zadatok Pey, kaparo, zadatok pir- ka­ hahpazınah çaphan ahmarah tur."
paro vermek. V. Kobyakov (Çatısı kurşunla
zaimka Çiftlik: "Yakın paynın hoyı turcah kaplanmış bir ev ve yanında melez
zaimkazı -'Cazı köT pofça." V. ağacı kabuğuyla kaplanmış ambar
Kobyakov (Zengin Yakın'ın duruyor.)
koyununun durduğu çiftlik " Y a z ı zarabotok Ücret, kazanç.
Göl" dür.)
zatvor zvonok
zatvor Sürgü, mıltıh zatvorı tüfek zona Bölge, mıntıka.
sürgüsü. zond Sondaj.
zavedenie Kurum, kuruluş, ügredîg zontik Şemsiye.
zavedenie öğretim kurumu. zoolog Zoolog.
zavod Fabrika: "Hazır tüdün sıhçathan zoologiya Zooloji.
zavodta." i. Kotyuşev (Yoğun zoopark Hayvanat bahçesi.
duman çıkan fabrikada.) zootehnik Zooteknik uzmanı.
zayom Tahvil. zvonok Zil.
zebra Zebra.
znaçok Rozet.

You might also like