Professional Documents
Culture Documents
HAKASÇA-TÜRKÇE
SÖZLÜK
Ekrem ARIKOGLU
-A-
a (ı.) ünl. A!, ha! "Iblhdök tınanatsan, aalay s. Pembe: "Aalay çıbek hur
haydağ polar, a?" M. Kokov ç Evin- ağamnah surıp alam."\I. Maynaşev
de dinlenip dursan nasıl olur ha?) (Dedemden pembe ipek kemer is-
teyeyim.) aalay arah pembemsi,
a, nime sin çoohtazın? a, ne de-
rengi pembeye yakın olan. aalay
din? arah kögenek kizîbîsken his pala
a (ıı.) bağ. Fakat: "A mağaa kapusta pembemsi elbise giymiş kız çocu-
kirek."H. Tinikov (Fakat bana laha- ğu.
na gerek.) aalcı (ı.) tıp. Enfeksiyon hastalıklarının
aaca 1. Nine. 2. Yaşlı kadınlara hitap genel adı. aalcı ağırığdan üreen
şekli. kîzî enfeksiyon hastalığından ölen
aahta- 1. Bağırmak, çağırmak: "Konsar kişi. uluğ aalcı çiçek hastalığı.
aahtap ılğapçathan tuhmazın kîçîk aalcı kızamık, sohır aalcı çi
çasharça." S. Karaçakov (Konsar, çek hastalığı, çil aalcı tıp. su çiçe-
bağırarak ağlayan kardeşini sakin- ği, îzîk aalcı sıtma, çorıh aalcı sal-
gın hastalık.
leştiriyor.) Haydi aahtazan, îdök
yanılanar. Atasözü (Nasıl bağırır- aalcı (ıı.) Misafir, konuk: "Çir nime
san öyle yankılanır.) aba çili idlbîzlp aalcızın sıylaan." İ.
Kotyuşev (Yemek yapıp misafirini
aahtapça ayı gibi bağırıyor. 2. Hav-
ağırlamış.) aalcı pol-misafir olmak:
lamak, çenilemek: "Çohıraday, tura
"Amdı ol Payusanıh çurtında stol
honıp, çabal aahtap pazoh çügürîp
kistinde uluğ aalcı polip odırğan."
odır." N. Domojakov (Ala köpek, A. Çerpakov (Şimdi o Payusan'nm
bazen durup, kötü şekilde havlayıp evinde, masa başında saygın misa-
yeniden koşmaya başlıyor.) fir olup oturuyordu.) aalcı sıyla- mi
aahtaas s. Yaygaracı, bağırtkan. safir ağırlamak: "Payusa kilin ökls
aahtas Bağırma, çığırma, yaygara. tee polza, klleg dee çoğıl, aalcı
sıylap odırça." A. Çerpakov
aahtas- 1. Bağrışmak, karşılıklı bağır (Payusa gelin kocasız da olsa, te-
mak: "E-e, ol palıhtapçathan pala- laşa kapılmadan misafir ağırlayıp
lar, hoora tudıp alıp, aahtasçalar, duruyor.)
iskîrgen Agur."A. Çerpakov (Heey!,
aalcıbay s. Misafirperver, konuksever:
o balık avlayan çocuklar, alabalık
"Aydo aalcıbay kîzî polcah poltır."
yakalamışlar bağrışıyorlar, diye ha-
V. Kobyakov (Aydo misafirperver
ber vermiş Agur.) 2. Havlaşmak, bir kişiymiş.)
çenileşmek.
aalcıla- Misafir, konuk etmek. Miske'ni
aahtat- Bağırtmak, bağırmasına yol ibge aalcılaam Miske'yi eve misafir
açmak. ettim.
aal 1. Köy. Ala saashan aaldan sıh aalcıhğ s. Misafirli, misafiri olan, konuğu
polbinça, izîrîk ir ibîn pîlînminçe. olan. olar aalcıhğ polğannar onla-
Atasözii (Ala saksağan köyden rın misafiri varmış.
çıkamaz, esrik er evini bilmez.) ha aalcıtura Otel.
lın aal büyük köy. 2. Köyle ilgili, aaldağı s. Köylü, köye ait: "Aaldağılar,
köysel, köye ait. aal sovedi köy ih- am niik tınıp, pir orınğa
tiyar heyeti, aal sovedi çıılıs çıılıshannar." İ. Topoyev (Köylüler
sıhhan köy ihtiyar heyeti toplanmış. rahatlayıp, bir yere toplanmışlar.)
aaldağı ügretçî köy öğretmeni.
3. Yurt, oba.
aal-honcıh -22-
aarhı
aal-honcıh tekr. Komşu, konu komşu. resimli ağır ipek perdeler.) 4. Ağır,
aal-honcıhtı tun ayranğa yavaş: "Anan, odırğan girmen aar
hığırcannar konu komşuyu 'tun ay- pazıstığ azahtarına tura honıp..."V.
ran' bayramına çağırmışlar. Tatarova (Sonra oturduğu yerden
aal-kün tekr. Köy halkı, aal-kün pîrîgîp, yavaş basan ayakları üzerine kal-
pomıs i t e n köy halkı toplanıp yar- kıp...) aar çurtas zor hayat, aar
dımlaşm ç kün zor gün. aar tın- zor nefes al-
mak, aar çör- gebe kalmak, aar
aalla- Konuk olmak, misafir olmak:
maşına ağır vasıta.
"Mağaa aallap kil çörîner, - teen." I.
aar (ıı.) k Oraya, öteye: "Sırayın aar
Kotyuşev (Bana misafir olunuz,
aylandırça." \l. Şulbayeva (Yüzünü
demiş.)
öteye döndürüyor.) aar- peer
aaltağ Misafirlik, misafir olma durumu.
tekr. oraya buraya, dağınık olarak.
aallas Misafirlik, konuk olma.
aar aylanza ay oshas, peer
aallas- 1. (birbirine) Misafir olmak. 2. aylanza kün oshas oraya dönse
(birbirini) Konuk çağırmak. ay gibi, beriye dönse güneş gibi.
aallat- Misafir ağırlamak, konuk etmek: aar-peer oylas- oraya buraya ko-
"Aalcını pazoh aal ibîre ortı haraa şuşmak, aar- tödîr tekr. oraya, ora
irtîre aallattılar." G. Topanov (Ko- ya buraya, bir aşağı bir yukarı:
nuğu yine köyün yanında gece ya- "îzîkten közenekser aar-tödîr pastır
rısına kadar ağırladılar.) çörgen abis..." A. Kuzugaşev (Ka-
aallığ s. Köyü olan. köp aailığ rayon pıdan pencereye doğru gidip gelen
çok köyü olan ilçe. papaz...)
aan Kötülük getiren ölü hayvan ruhu. aar (m.) Arı: "Karın, aarlar tutça, mööt
satpaza, pilbes kaydı çurtir." N.
aday aanı ölü köpek ruhu.
Tyukpiyekov (iyi ki arıcılık yapıyo-
aancıl Melek, kızının îkî innînde îkî rum, bal satmasam bilmiyorum na-
aancıl odırça insanın iki omzunda sıl geçinirim.) aar çıdazı arı iğnesi.
iki melek oturur. aar uyazı arı kovanı.
aanı- Kazanmak, edinmek, sahip olmak.
aarçı Ayran çökeltisi, lor peyniri.
aanığ Kazanma, edinme. aarçılığ s. İçinde ayran çökeltisi bulunan
aanıs- (birlikte) Kazanmak, elde etmek. yemek, aarçılığ ügre içinde ayran
aanıt- Kazandırmak, edindirmek, elde çökeltisi bulunan çorba.
ettirmek. aar-çük tekr. Külfet, ağır yük.
aar (ı.) 1. s. Ağır, çetin, güç: "Kîzî
aarda zf. 1. Çok, fazla, aarda mayıh-
ılğaanın körerge paza isterge aar."
çok yorulmak. 2. Büsbütün, iyiden
A. Çerpakov (insanın ağlamasını
iyiye, tamamen: "Aarda sıdabin
görmek ve duymak zor.) 2. s. Ağır,
pariza, ineyîn çidînîp, hada gide
tartıda çok çeken, hafif karşıtı:
salcannar, anan hızı-kızözî
"TirlTg toraat aal arazındağt hatığ
aparğanca, çay tooza mında
çolca aar hahaanı söörtene toğdırat
çurtacannar." A. Çerpakov (Bütü-
pariğan."H. Tyukpiyekov (Terli do-
nüyle dayanamaz olunca, karısını
ru at köyün içindeki sert yoldan ağır
yanına alıp kaybolurlardı, sonra kızı
at arabasını sürükleyerek takırdat-
damadı götürene kadar, yaz bo-
mış.) 3. s. Ağır, değeri çok olan,
yunca burada yaşarlardı.)
gösterişli: " Közenekterde oyıh
hoostığ aar torğı örkller." V. aarhı s. Uzak, uzaktaki, öte, ötedeki:
Şulbayeva (Pencerelerde işlemeli, "Suum-saamğa aarhı komnatadan
-23- aastal-
aarın-
apsah sıh kilgen." N. Domojakov sünmek. 2. Yorgunluk duymak,
(Gürültü patırtıya uzak odadan ihti- kendini yorgun hissetmek.
yar ıkıp gelmiş.) aarhı sarin uzak- aarsın- 1. Sıkılmak, utanmak. 2.
tak ç yer, memleket, aarhı peerkî Ağırsınmak, yüksünmek, ağır oldu-
oradaki buradaki. ğunu düşünmek: "Aar daa polzam,
aarın- Utanmak, sıkılmak, çekinmek. adam çurtına / Aarsınmin çitîr, anı
surınçam." M. Kilçiçekov (Ağır da
aarıncah s. Utangaç, sıkılgan, krş.
olsam ata yurduma / Yüksünmeden
aarsıncah.
ulaştır, bunu istiyorum.)
aarındır- Utandırmak.
aarınıs Utanma, arlanma, sıkılma. aarsıncah kaç. s. Utangaç, sıkılgan, krş.
aarınmas s. Utanmaz, arlanmaz, sıkıl- aarıncah
maz, krş. aarsınmas. aarsınmas kaç. s. Utanmaz, arlanmaz,
aarla- 1. Ağırlamak, saygı göstermek: sıkılmaz, krş. aarınmas.
"Aalcını aarlap, postarınzar aartın zf. Uzaktan, öteden.
hığırarlar." A. Çerpakov (Misafiri a- aas (ahsı) 1. Ağız, başın ön kısmı:
ğırlayıp, evlerine çağırırlar.) "Adının ahsın tut kilîp, adın
uluğlarnı aarla- büyüklere saygı öktemnede çağdap alıp, izen dee
göstermek. 2. Biri adına kutlama pirbin, tarıncah ünnen orıstap
yapmak. 3. İkramda bulunmak. tapsaan."N. Domojakov (Atının ağ-
aarlağcı s. Misafirperver, konuksever. zını tutup, hırçınlaştırarak yaklaştı-
aarlan- Sıkıntı duymak, rahatsızlık his- rıp, selâm da vermeden, sinirli bir
setmek. sesle Rusça konuşmuş.) 2. Ağız,
aarlandır- Sıkıntı vermek. dudakların çevrelediği bölüm:
aarlanıs Rahatsız olma, rahatsız oluş. "Ağas çîrçenı tınastapçathan
aarlas- Ağırlamak, birbirine ağırlamak, aassar tut pirgen." N. Domojakov
birbirine saygı göstermek. (Ağaç kaseyi nefes alan ağza doğ-
aarlas itibar, nüfuz: "Partiya püün ru tutmuş.) 3. Ağız, kapların veya
aarlasta nimes, ülgüzin çîdir eşyaların açık yanı: "Ahsı çoh
salğan."V. Şulbayeva (Parti bugün gorşoktarda suğ daa tudılbazın
itibarlı değil, iktidarını yitirdi.) habınmaan." N. Domojakov (Ağzı
aarlastığ s. Saygın, itibarlı: "Kfzee at olmayan kaplarda su tutulamaya-
pirerî - andağ uğaa aarlastığ nime." cağını dsunememiş.) 4. Ağız, a-
G. Kazaçinova (İnsana ad vermek karsuyun üş derenin ağzı. Ah Üüs
böyle çok saygın bir şey.) ahsında çurtaan Ak Üüs ağzında
aarlat- 1. Ağırlatmak, ikram ettirmek. 2. yaşamış.
Hürmet ettirmek, saygı göstertmek.
aarlığ (ı.) s. 1. Pahalı, aarlığ knigalar aashın- Pişman olmak, pişmanlık duy
pahalı kitaplar. 2. Kıymetli, değerli: mak.
"Altmnan aarlığ sîlıg çlidimzih." M. aasta- 1. Dedikodu etmek, biri hakkında
Kilçiçekov (Altından değerli, temiz konuşmak. 2. Demek, söylemek,
gencimsin.)" Vanya, harındastan konuşmak.
daa arlığzıh."V. Şulbayeva (Vanya, aastal- Kötü söylemek, küfretmek:
kardeşten de değerlisin.) 3. Saygın, "Polızii çoh Aydo oolahtıh açığ
hatırlı, itibarlı, aarlığ aalcı saygın tabızı aastalıp, ah sınnanıbıshan
konuk. 4. Sevgili, aarlığ nancım Yakınnah azın polbin oylapça." V.
sevgili dostum. Kobyakov (Yapacak bir şeyi olma
aarlığ (ıı.) s. Anlı, arısı olan, arı bulunan. yan Aydocuğun acı sesi kötü söyle-
aarlığ ağas anlı ağaç. yip, vahşîleşen Yakın'dan uzakla-
aarsı- 1. Ağırsamak, yük saymak, yük- şamayarak koşuyor.)
aastan- abığa
aastan- 1. Ağzını bozmak, küfretmek:
(Yakın, vücudunun acımasına da-
"Een-aastanma, amoh min oollar
yanamayıp, gözlerini sağa sola çe-
hığır kilem." V. Şulbayeva (Yalnız virip bağırıyor.)
zannedip küfretme, şimdi gençleri abahay 1. Eş, karı. 2. Güzel, çirkin karşı-
çağıracağım.) 2. Kendisi hakkında tı: "Kem prayzman abahay?
konuşmak, aastançam Yemin ede- Matilda." V. Şulbayeva (Kim her-
rim!. kesten güzel? Matilda.) aydan arığ
aat zool. 1. Angut, ördekgillerden bir kuş abahay, künden sîlîg abahay ay-
türü. aat irepçî oshas ınağlar an- dan aydınlık güzel, güneşten parlak
gut ifti gibi sevgililer. 2. Angutla il- güzel. 3. Kraliçe.
gili ç aat nımırhazı angut yumurtası. abahayla- Süslemek, güzelleştirmek.
aatıs Uzun peynir kurutma ızgarası, ib abahaylan- Süslenmek, güzelleşmek.
üstüne salçan aatıs ev üstüne ko- abajur Abajur.
nan peynir kurutma ızgarası.
abala- Ayı avlamak.
aatta- Angut kuşu avlamak: "PîstJh
abalas- (birlikte) Ayı avlamak.
çonnıh irke huzı aattarnı, palam,
aattirğa pir dee çarabas." V. abalat- Ayı avlatmak.
Tatarova (Yavrum bizim halkımızın abalığ s. Ayılı, abalığ çir ayılı yer.
sevimli kuşu olan angutları hiç av- aban hitap sözü. (Çocuk dilinde) ba-
lamamak gerek.) bacığım): "Tfgî çalaas tağlar
ab Av. ozarinda haydağ dipolar, aban? -
aba (ı.) 1. Ayı. Aba înekke harındas tip his tigir tözlndegî çalaas
nimes. Atasözü (Ayı ineğe kardeş tağlarzar közitken."N. Tyukpiyekov
değil.) Abadan horıhsan, tayğaa (Şu dağlar karşısında neresi var
daa par polbassın. Atasözü (Ayı- babacığım?, diye kız göğün ufkun-
dan korkarsan, ormana da gide- daki çıplak dağları göstermiş.)
mezsin.) 2. Ayıyla ilgili, aba palazı abanarçı s. Kötü, kusurlu, kıt. abanarçı
ayı yavrusu, aba idî ayı eti. aba înî sağıstığ dar görüşlü.
ayı ini. abanat Borç.
aba (ıı.) sag. Baba: "Abam çaadan ayla- abanattığ s. Borçlu
nıp odır."F. Burnakov (Babam sa-
abbreviyatura gr. Kısaltma.
vaştan dönüyor.)
aba- (tef derisini) Isıtmak. abdır Sertleştirilmiş post. krş. aldır
abaa Ağabey, kendinden büyük erkek: abdıra 1. Sandık: Altın abdıramnı çil
Imıner fzîbîzîner, Payapan abaa." pazında pîr hati asçam. Bilmece.
V. Şulbayeva (İlâcınızı içiniz, Guguk kuşu. (Altın sandığımı yılda
Payapan ağabey.) bir defa açarım.) 2. Kutu.
abaan (abaay) hitap sözü. Ağabey, abhazets Abaza, Abazistanlı.
kendinden büyük erkekler için hitap abıdıl- Sallanmak: "Sarığ tonnığ çılğı
sözü. abaan ibden kilgen ağabey hadarçızı at üstünde, uluğ pizîktegi
evden gelmiş. çili, abıdıla tüs halğan." V. Kokov
aba çistegî bot. Ağaç çileği, ahududu, (Sarı elbiseli yılkı çobanı at üstün
krş. abağadı. de, büyük beşikteki gibi sallanıver-
aba ğadı bot. Ağaç çileği, ahududu, krş. miş.)
aba çiştegî abıdıs- (birlikte) Sallamak.
abağır- Bağırmak, yüksek sesle hay- abıdıs Sallayarak avutma.
kırmak: "Yakın, idinin ağırğanına abığ bot. Bodur sedir.
sıdanmin, harahtarın alas-sulas
abığa 1. Abla. 2. Kendinden büyük kadı-
körîp, abağırça." N. Domojakov
na hitap sözü. krş. abıla
-25-
abıl aca
abıl (ı.) Büyük kürek. abıthıs Beşik.
abıl (ıı.) Bataklık içinde ormanlı tepe. abıttırt- Mayışmak, uyuşmak, uyukla-
abıl ayı Mayıs. mak: "Sarnah tanğa paza kün
çıliina abıttırt salğan çılğı
abıla- Grup hâlinde saldırmak, etrafını hadarçızı." N. Domojakov (Serin
çevirerek saldırmak: "Çalğıs ashırnı tandan ve gün ışığından mayışan
abılaan püürlernfh çîtîg, sooh yılkı çobanı.)
tîsterî." N. Nerbişev (Yalnız aygırın
abıy hitap sözü. Ağabey, amca.
etrafını çeviren kurtların keskin, so-
ğuk dişleri.) abıya 1. Amcazade, kuzen. 2. Akraba
erkeklerin birbirlerine hitap sözü.
abıla Teyze, abla, söyleyenin kendisin-
abızın Elti: "Abızmah, kîlebe. Agurnıh
den büyük kadına hitap sözü:
hılığın am na körçezm me." A.
"Çarabas, Pıçon abıya, moynı pos
Çerpakov (Elticiğim aldırma,
torğayahtı çarabas." N. Domojakov
Ağur'un huyunu yeni mi görüyor-
(Yaramaz, Pıçon abla, boynu boş sun.)
toygar yaramaz.) krş. abığa
abissinets Habeş, Habeşistanlı.
abılağ Saldırı, sürü olarak saldırma.
abonement Abonman.
abılan- Grup hâlinde saldırıp avlanmak.
abonent Abone. abonementten
abılas- Grup hâlinde saldırmak, (birlikte) tuzalançathan kîzî abonent
saldırmak. polcan abonelikten faydalanan kişi
abılat- Grup hâlinde saldırtmak, hücum abonedir, abonirovat pol- abone
olmak, teatrda loja abonirovat
ettirmek.
pol-tiyatroda loca abonesi olmak.
abır Zengin akrabaların yaptığı ödünç abordaj Borda, rampa.
mal yardımı, at abın atı ödünç ola-
rak vermek. abort Çocuk düşürme, düşürtme, ara
abırla- Ödünç istemek, inek abırlap tastaanı orıstap abort polça ço
cuk düşürmenin Rusçası abort'tur.
parça ödünç inek istiyor.
abra Telega, atlı araba; at arabası.
abırthı Yulaf unu veya tahılla yapılan
iecek türü: "Talğannı ayrannan a- abrikos 1. Kayısı (meyvesi) 2. Kayısı
ç ay ba abırthınah haarıp, îzîp alzah, (ağacı) abrikos ağazı kayısı ağacı.
haydağ daa aar toğısta tabırah abrikos varenyezî kayısı reçeli.
suhsabassıh, astabassın." N. absolyutizm Mutlakiyet, saltçılık.
Tyukpiyekov (Kavrulup dövülmüş absolyutnay s. Mutlak, salt.
buğdayı ayranla veya abırthıyla ka- abstraktno zf. Soyut, mücerret: "Sin,
rıştırıp yersen, ne kadar da zor iş îcen, abstraktno çoohtanma." V.
olsa çabuk acıkmazsın.) ons Şulbayeva (Sen, anne, soyut ko-
abırthızı kvas (biraya benzer bir tür nuşma.)
içecek.) abstraktsiya Soyutlama: "A-a, söögîçoh
abis Papaz: "Ol uroktı minin alnında söster ol, îcen, abstraktsiya." V.
abis pirgenneh peer üs ay irtîp par- Şulbayeva (A, içi boş sözler bunlar
dı." A. Kuzugaşev (Dersi papaz anne, soyutlama.)
verdiğinden beriliç ay geçti.) abzats Satır başı, paragraf.
abıshacah İhtiyar, yaşı ilerlemiş. aca 1. Ağabey: "Hığır, aca, pu pismonı."
V. Şulbayeva (Oku, ağabey bu
abıt- Avutmak, dinlendirmek: "îzîg künde
mektubu.) 2. Amca: "Haydan
sarnah abıtça noza."N. Domojakov
körçezer, Sıbos acamnah Toray
(Sıcak günde rüzgâr serinliği din- acam sınap gide salarlar." A.
lendiriyor ne de olsa.)
-26-
açan açıl-
Çerpakov (Ne biliyorsunuz, Sıbos kargamış.) 2. Acılaşmak. 3. Üzül-
amcamla Toray amcam belki ger- mek, kederlenmek/
çekten gelirler.) açığlığ s. Acılı, üzüntülü.
açan hitap sözü. Amcacığım, ağabeyci- açıh (ı.) S. 1. Açık, üstü kapalı olmayan
ğim: "Todıl açan, tohta, - ağırın yer: "Annah pasha ol arada uluğ
tapsaan Tireek." A. Çerpakov (Todıl açıh hazaa." V. Kobyakov (Ondan
amca dur, yavaşça seslendi başka orada büyük açık ahır.) 2.
Tireek.)
Açık, iki ucu birbirine bağlı olma
açı Amca çocuğu, açı harındas tekr. yan: "Açıh tînîn at pazı nah sol
amcazade, açı piçe tekr. amca kı- hırına azıra tastabıshan." V.
zı. Kobyakov (Açık dizginini atın ba-
açı- 1. Acımak, ekşimek, süt acıdı süt şından atarak sol yanına geçirmiş.)
ekşidi, bozuldu. 2. Sızlamak, acı- Çatısının çolı açıh, çabalnın çolı
mak, çüreem açıpça yüreğim çabıh. Atasözü (Güzelin yolu açık,
sızlıyor.
kötünün yolu kapalı.) 3. Açık, en-
açıbaan s. Mayasız, tatsız. gelsiz: "Kün harağı kîrçetken
açığ s. 1. Acı, tatlı karşıtı, açığ muksun açıhtarda hushacahtar ön ne pazı
acı soğan. 2. Acı, keder: "Andağ tabısnah sarnasçathannar." S.
açığnı paza sıdap polbin." V. Çarkov (Gün ışığı giren açıklarda
Maynaşev (Böyle acıya bir daha kuşlar farklı seslerle ötüşüyorlar.)
dayanamayıp.) Açiina tus salba, krş. azıh.
ayranına süt urba. Atasözü. (Acı-
sına tuz ekme, ayranına süt dök- açıh (ıı.) Av, avlanma, ancılar açıhha
me.) Açığ nimee kîrbeende, parğan avcılar ava gitmiş.
tadılığ nime tanıbassın. Atasözü açıh-çanh tekr. 1. Açık, aydınlık: "ibnîh
(Acıya düşmeden, tatlıyı tanımaz- îstî allığ, açıh-çanh." V. Kobyakov
sın.) 3. Acı, şiddetli: "Mındağ açığ (Evin içi geniş açık aydınlık.) 2.
soohtığ, amir haraalarda ças Parlak, güzel: "îcezî, açıh-çanh
hulunnığ çılğılar hıralar ornında sıraylığ ipçi, hızıcaan pozına çaba
honadır." N. Nerbişev (Böyle şid tartıp, nımzah sastığ pazıcaanah
detli soğuklu, sakin günlerde genç
sıybaan." N. Domojakov (Annesi
kulunlu yılkılar tarlalarda geceler.)
açığ hıshı acı ciğlık. 4. Ekşi. 5. parlak yüzlü kadın, kızını kendine
Rahatsızlık veric ç açığ as alkollü çekip, yumuşak saçlı başından
içecek: "As-tamah çazap, açığ as sıvazlıyor.) 3. Açık, apaçık, belirgin:
turğızıp, uluğ siy salğan." A. "Anan, homzınıstığ sağıstarın hıya
Çerpakov (Yemek yapıp, içki hazır- tastap, açıh-çanh çooğın hoşça."V.
fayıp büyük ağırlama y a p m . ) açığ Tatarova (Sonra, kötü fikirlerini bir
suğ içki, alkollü içecek ış votka: tarafa bırakıp, açık sözüne devam
"Pîske îzTrtçe açığ suğnı." V. ediyor.) 4. Şen şakrak, neşeli:
Mayneşev (Bize içiriyor içkiyi.) açığ "Olarğa paba-îcelernîh kömes tee
tîl acı söz: "Payağı çazıda açıh-çanh külînîsterî uluğ sıyıh
toğashan açığ tîl çi?"N. Domojakov oshas potadır." N. Tinikov (Onlara
(Deminki ovada karşılaştığı acı söz anne babalarının biraz neşeyle
ne?) gülmeleri büyük ödül gibi gelmiş.)
açığlan-1. Sinirlenmek, öfkelenmek: açıl- Açılmak: "Torkanıh harahtan uluğ
"Açın paynıh hıytığın / Açığlanıp ol açılıbıshannar." V. Kobyakov
harğaan." P. Ştıgaşev (Aç gözlü (Torka'nın gözleri irice açılıvermiş.)
zenginin cimriliğini / Sinirlenip o krş. azıl-
açılış -27- adal-
açılıs Açılma, açılış. açırğastığ s. Üzüntü verici, acınacak :
açın s. 1. Aç gözlü: "Çe köp polğan açın "Sığararçıhpın. Açırğastığ, andağ
annar çalğıs ashırğa." N. Nerbişev zakon çoğıl." V. Şulbayeva (Çıka-
(Fakat fazla gelmiş aç gözlü yırtıcı- rırdım. Üzüntü verici ki öyle bir ka-
lar yalnız aygıra.) 2>irtıcı, vahşî. nun yok.)
açın hustar yırtıcı kuşlar: açırha- Aç gözlülük etmek, tamahkârlık
"Kürgennîh hırında açın hustarnıh etmek.
tük-tağı cayıl haltır." N. Domojakov açış Acıtma, ekşitme.
(Kurganın üzerinde yırtıcı kuşların açış- (ı.) (birlikte) Açmak.
tüyleri yayılmış.) açış- (ıı.) 1. Acı duymak, acımak: "Anı la
açın- (ı.) Acımak, merhamet etmek: isterıneh, Aydonıh çüregî, nime
" Huday-abacah andada sağaa hazalğan çili, açıza tüsken." V.
açınar." V. Şulbayeva (Tanrı o za- Kobyakov (Onu duyar duymaz,
man sana merhamet eder.) Aydo'nun yüreği, bir şey saplanmış
gibi acıyıverdi.) 2. Ekşitmek, tadını
açın- (ıı.) Aç gözlülük etmek.
acı hâle getirmek. 3. (birlikte) Acı
açınaacı s. bk. açıncah mak, üzülmek.
açıncah s. Merhametli, krş. açınaacı açıt- 1. Acıtmak: "Nımırtah, nımırtah /
açınıs- (birbirine) Acımak, acısını Çüreeçeemnî açıtpa." V. Şulbayeva
paylaşmak. (Kuş kirazı, kuş kirazı / Yüreciğimi
acıtma.) 2. Mayalamak, ekşitmek.
açınıs Merhamet, acıyış.
3. Acılaştırmak.
açınıstığ s. Acınacak, zavallı, açmıstığ
açıthı Maya.
körîngen zavallı görünmüş.
ada 1. Baba: "Min dee adamnan tanı zıp
açınmas s. Acımasız, merhametsiz. alarga. Min Timke oolğıh polçam."
açırğan-1. Sinirlenmek, öfkelenmek: V. Şulbayeva (Ben de babamla ta-
"Anan, acırgan parıp, tartıbısham." nışayım. Ben Timke oğlun oluyo-
V. Şuibayeva (Sonra, sinirlenip çe- rum.) 2. Ata. Ada çirîne ay-tıs
kiverdim.) 2. Üzülmek, acımak. pirbes; uluğnı uludar, klçîgnî
açırğancıh s. 1. Kızgın, öfkeli. 2. Üzücü. kîsteder. Atasözü (Ata yerine hu-
zur vermez, büyüğü uludur, küçüğü
açırğandır- 1. Sinirlendirmek, öfkelen- kişnetir.) ada çir- suu ana yurt,
dirmek: "Tapsaan Hohanah ağa, memleket: "Ada çir-suubıs
Kabrisfi açırğandırıp." İ. Kostyakov çobağda, arğıstar,-teen ol amir,
(Seslenmiş Hohanah ona, Kabris'i hoyığ ünneh." F. Burnakov (Ana
sinirlendirip.) 2. Üzmek, canını sık- yurdumuz acı içinde arkadaşlar,
mak. demiş o sert bir sesle.)
açırğanıs 1. Üzülme, kederlenme, üzün- ada- 1. Adını söylemek, adıyla hitap
t ü . 2. Sinirlenme, öfkelenme, kız- etmek: "Ol pozın îdi irkelep adaan
gınlık, krş. açırğas kîzînî am na kördü." V. Kobyakov
açırğanıs- (birbirine) 1. Üzülmek, keder- (O, kendi adını böyle sevgiyle söy-
leyen birine yeni rastladı.) 2. Ad
lenmek. 2. (birbirine, birlikte) Sinir
vermek, ad koymak: "Minîh adam
lenmek, kızmak.
adaan adım par." V. Şulbayeva
açırğas Üzüntü, keder, acı: "Çe olarnıh (Benim babamın koyduğu adım
köglerînde / İstîl parça açırğas taa." var.)
N. Tinikov (Fakat onların şarkıların- adağ 1. Adlandırma. 2. Telâffuz etme.
da / Duyuluyor keder de.) krş. ada- îce tekr. Ebeveyn.
açırğanıs
-28-
adalğı aforizm
adal- Adlandırılmak: "Töreen tîlde pray adılğa Ayran karıştırma sopası krş. adığ
adalçalar / Nince le par ahnar, adım Hakas millî elbisesinin eteğindeki
hustar." M. Kilçiçekov (Ana dilde süs.
hep adlandırılmakta / Ne kadar var-
adımna- Giysiye şerit dikmek.
sa avlar, kuşlar.)
adına Dağarcık, torba.
adalğı Küçük balta, nacak.
adalğı padej gr. İsmin yalın hâli. adır ünl. A dur!, Dur hele!: "Harassam,
naukanı isker çörgizem, andağ
adalıs Adaş: "Anı iki pöle, ağaaoh adalıs
toğıs la polzın adır." G. Topanov
çarıh ünnig uluğ nimes suğ ahça."
F. Bumakov (Onu ikiye bölerek, (Çalışırsam, bilimi doğuya getiririm,
onunla adaş güzel sesli küçük dere öyle iş de olsun hele dur!)
akıyor.) krş. adaş (ı.) adırğa Dokuma tezgahında uzun ipleri
adan (ı.) 1. zool. Erkek deve. 2. mec. ayıran araç.
(Kam) Tefi. adjaretster Acarlar. Acar halkından
adan (ıı.) Savunma, müdafaa etme. olanlar.
adan- Adlanmak. administrativnay s. İdarî, yönetimsel.
adancıl Savunucu, müdafi. administartivnay ondaynan
çarğanı idarî bölgelere ayırmak.
adanmınan hitap sözü. Saygın, saygı-
administrator İdareci, yönetici.
değer.
adanna-Taklit etmek. administratsiya Müdüriyet, yönetim.
adaş (ı.) Adaş. krş. adalıs. administrirovat pol-Yönetmek.
adaş (ıı.) Ata, cet. admiral Amiral, admiral kibî amiral
elbisesi.
adaş (m.) Adlandırma, isim verme.
adaş- 1. Adaş olmak. 2. Birbirine ad adres Adres, poçta adrezî posta adresi.
takmak. adresant Gönderici.
adat- İsim verdirmek, ad koydurmak. adresat Alacak olan, alıcı.
adattır- Telâffuz ettirmek. adresovat pol- Birinin adına gönder-
aday Köpek. Çabal kîzî çağadan mek.
habadır, çabal aday soonan adrestığ s. Adresli, adrestığ pis'mo
habadır. Atasözü (Kötü kişi yaka- adresli mektup.
dan tutar, kötü köpek arkadan ka- advokat Avukat.
par.) adyutant Yaver.
adayam hitap sözü. Yavrucuğum, sevgi-
lim. aerodrom Hava meydanı, hava alanı.
aday-hus tekr. Evcil hayvanlar, mal(iar): aeroklub Havacılık kulübü, havacılık
"Mal daa, aday-hus taa tabıs derneği.
sığarbaan." V. Kobyakov (Mal da aeroklub Havacılık kulübü.
kuş köpek de ses çıkarmamış.)
aeroplan Uçak.
aday kögenegî Bebeğin ilk giysisi.
aeroport Hava limanı, hava alanı.
adaylığ s. Köpekli. adaylığ kîzî köpekli
aerosor Motorlu kızak.
kişi.
aerostat Hava balonu.
aday taban 1. Enik 2. mec. Köpoğlu.
affekt Şiddetli sinir bunalımı.
aday-tülgü tekr. Bir çocuk oyunu.
adıgeyetsler Adıgeyler. afgannar Afgan, Afganistanlı.
adığ Ayran karıştırma sopası, krş. afişa Afiş.
adılğa aforizm Aforizm, özlü söz.
afrikanskay ağartıs
afrikanskay s. Afrika'yla ilgili, Afrikalı. ağaa (ıı.) zm. Ona: "Am pu künnen sığa-
agent 1. Acente. 2. Ajan. ra ağaa/Amir çurtas kirek polar tip."
agentsvo Acente, ajans. M.Kilçiçekov (Şimdi bugünden son-
ra ona / Rahat hayat gerekir deyip.)
agentura İstihbarat servisi.
ağaa hoza zf. Üstelik, ayrıca: "Ağaa
agglyutinativnay gr. Bitişmeli (dil), ilti-
hoza, Hoortay haçan daa kfzî
sakî. nimezine tenmeen." N. Domojakov
agglyutinatsiya gr. Bitişme, bitişim. (Ayrıca, Hoortay hiçbir zaman in-
agitator Ajitatör, propagandacı. sanların eşyasına dokunmamış.)
agitatsiyonnay Ajitasyon, propaganda- agahta- Ağnamak, toprakta yuvarlan-
cılık. mak.
agitatsiya Ajitasyon, propaganda. agahtan- Ağnamak, (hayvan) yere yatıp
agitirovat pol- Propaganda yapmak. yuvarlanmak.
agitkampaniya Propaganda kampanya- ağamdıh s. bk. ağamsıh, ağılbay
sı. ağamsıh s. Beyazımsı, ağamsıh sarığ
açık sarı, krem renginde, krş.
agitkollektiv Propaganda grubu.
ağılbay.
agitmassov Propaganda kampanyası. ağan Dede(ciğim.) (Genellikle babanın
agitpunkt Propaganda merkezi. babası için kullanılan hitap sözü.):
agrarnay s. Toprakla ilgili, agrarnay "Mağaa, ağan, nımahtarın kirek
surığ toprak meselesi. çoğıl. Olarnı kiçlg palaiarğa ıs
agregat Makineler takımı, ünitesi. çörîner." V. Tatarova (Dedeciğim,
bana masalların gereği yok. Onları
agressivnay s. Saldırganlık. küçük çocuklara anlatınız.)
agressiya Tecavüz, saldırganlık. ağar- 1. Ağarmak, beyazlaşmak, harlığ
agressor Saldırgan, mütecaviz. hıshı keldi, çazılar ağar pardı karlı
agrobiologiçeskay s. Agrobiyolojik, kış geldi ovalar ağardı. 2. Aydın-
tarım biyolojisiyle ilgili. lanmak, tigîr ağarıbıstı gök ağardı.
agrobiologiya Agrobiyoloji, tarım biyolo- 3. Ağarmak, kırlaşmak, pazı ağar-
jisi. saçları ağarmak/4. Rengi atmak,
ağarmak, sırayı ağar- yüzü ağar
agronom Tarım uzmanı: "Sîrernın mak, solmak. 5. Rengi solmak, at
pastiinar, sovhozha agronom mak, pladım künge ağar pardı el-
polarğa hığırıp, mini çoo haîhırttı." bisem güneşten ağardı.
G. Topanov (Sizin müdür, beni
ağar çaa tekr. Kanlı savaş.
sovhozda tarım uzmanı olmaya
çağırarak çok güldürdü.) ağar suğ Akarsu: "Hum cazı halza
îstînde / Humın çuup ağar suğ
agronomiçeskay s. Tarım tekniğiyle polğay"M. Kokov (Kum yazı kalsa
ilgili, agronomiçeskay institüt Ta- içinde / Kumunu yıkayan akarsu
rım enstitüsü. varmış.)
agronomiya Tarım bilgisi. ağart- Ağartmak, beyazlatmak: "Anın
agrotehnika Tarım tekniği. sırayı ot çarığında, tos çili, ağarta
ağa 1. Dede, babanın babası: "Hoortay tartıp parğan körîn turadır." V.
ağa irtök turadır." N. Domojakov Kobyakov (Onun yüzü ateş ışığın-
da, kütük gibi, ağarmış görünüyor-
(Hoortay dede erken kalkar.) 2. Ba-
du.)
ba tarafından büyük erkekler.
ağartıs Ağartma, ağartış.
ağaa (ı.) Ağabey.
agas -30-
agır-
ağas 1. Ağaç. Ağastı pîr hati saap ha geniştir.) Arağa ardatça, ağıl
andara kis polbassın. Atasözü (A- sağıstı saybapça Atasözü. (İçki
ğacı bir defa vurmakla kesip yıka- yorar, aklı fikri dağıtır.) ağıl sağıs
mazsın.) sırğay ağas kuru ağaç. tekr. akıl fikir.
ağas odırtarı ağaç dikme. 2. s. ağıl (ıı.) 1. (ok) Ucu. 2. İğne. 3. (balıkta)
Ağaçla ilgili, ağaç. ağas Solungaç.
promışlennozı ağaç sanayii, ağas ağıl- Alıp gelmek, getirmek: "Ağıl
tahta ağaç köprü. pirbeze, 'me-e-e' tıp tapsapçam."
ağasta- Ağaç kesmek. N. Tinikov (Getirmezse: "mee-e" d i -
ağas-tas tekr. Ev bark. ye sesleniyorum.)
ağastığ s. Ağaçlı: "İrten sıhhan kûn ağılan Tenha, sakin: "Ağıları çathan
harağı, iirgî tuşta çabırılabas, kider Hakasiyanı / Aasha daa albacah ah
tutyan aram ağastığ tağnın pazına han." M. Arşanov (Tenha duran
kölenîbîsken." V. Kobyakov (Sabah Hakasya'yı / Ağzına da almamış Ak
doğan güneş akşam vakti arkada Han.)
duran seyrek ağaçlı dağın başına ağılahha zf. Yalnız, yalnız olarak.
yaslanmış.) ağastığ uçastoğ ağaç
lı meydan. ağılan- Toprakta yuvarlanmak, krş.
ağahtan-
ağa-uucalar tekr. Dede nineler, atalar,
büyükler: "Ağa-uucalar çüs çil ağılbay s. Beyazımsı: "Hayzı iblerdeh
minin alnında püdîrgen irgl soğın- ağ ilbay kök ıstar sıhhlapçathannar."
mağın turalarda." V. Şulbayeva N. Domojakov (Bazı evlerden be
(Dede nineler bundan yüz yıl önce yazımsı mavi dumanlar çıkıyor.)
yapılan eski püskü evlerde.) krş. ağamdıh, ağamsıh.
ağazah Fidan, ağaççık. ağıldır- Getirtmek: "Yakın çılnıh hoyın
ağbah s. Dağınık (saç): "Çirden kök irte çashıda hadarçılarına peer
odıcahtar körînglep odırçalar paza, ağıldıradır." V. Kobyakov (Yakın,
ağbah sastığ kîzınm sastarı çîli." V. her yıl koyunlarını baharın erkek
Kobyakov (Yerden yeşil otlar görü- vaktinde çobanlarına buraya getirti-
nüyorlar yine, dağınık saçlı kişinin yor.)
saçları gibi.)
ağılla- Ağla balık tutmak.
ağbah ot bot. Deve elması.
ağın 1. Akım. çılığ ağın sıcak akım. 2.
ağbahna- (saç) Karışmak, karmakarışık
Akma, akış. ağın suğ a) akarsu, b)
olmak'.
akımı fazfa olan su. Alığ kî z înî
ağbara- (saç) Karmakarışık olmak, da-
albınan, ağın suğnı salbınan Ata
ğılmak, krş. ağbay-
sözü (Aptal kişi konuşmayla anlaşı-
ağbarat- (saçfKarıştırmak, dağıtmak.
lır, akarsu salla geçilir.) 3. Akın,
ağbay- (saç) Karmakarışık olmak, da- göç, kuşların sürü hâlinde göçü:
ğılmak: "Ağbah sastığ kîzînîh "Küsküde ağın pariza / Pazoh oyın
sastarı çîli, çılahottar ağbayızıp
turğıs parça." N. Tinikov (Güzün
odırçalar" V. Kobyakov (Karışık
göç ederken / Yine oyun oynuyor.)
saçlı kişinin saçları gibi, otlar birbi-
rine karışmış duruyorlar.) krş. ağınna- Kuşlar göç etmek.
ağbara- ağınnığ s. 1. Akışı yüksek su, akımlı. 2.
ağıl (ı.) Akıl: "Algım çirnîh üstü / Uğaa Akın, göçmen kuşların göçü.
algım potadır. /Ağıllığ kîzînîh ağılı / ağır- 1. Ağrımak: "Pazım minîh
Annahoh ali iğ potadır. S. Kadı şev ağırbinça, îceh."V. Şulbayeva (Be-
(Geniş yeryüzünün üstü / Çok ge- nim basim ağrımıyor, anne.) Pas
niştir / Akıllı kişinin aklı / Ondan da- ağırza ş paltırğa niik. Atasözü (Baş
ağrısa baldıra hafif.) 2. Hasta ol- (Böyle şişlik nasıl ağrıtmayacaksa.)
mak: "Feofan ağırca. Tözekteh dee palığnı ağırt- yarayı deşmek.
turbmça." V. Şulbayeva (Feofan ağış- Akıtmak: "Oolnın, ahsına üs-tört
hastalandı, döşekten bile samnah suğ ağıshan." N.
kalkamıyor.) krş. ağrı- Domojakov (Oğlanın ağzına üç dört
ağıraaçı s. Hastalıklı, zayıf, mariz. kaşık su akıtmış.)
ağırığ tıp. 1. Hasta: "Payapan pırolığ, çe ağıspa Balık ağı.
ol am ağırığ, körceh kîzîzî çoğıl."V.
ağıştır-Akıttırmak.
Şulbayeva (Payapan suçlu/fakat o
şimdi hasta, bakacak kimsesi yok.) ağıt- Şarkı söylemek.
2. Ağrı, sızı. tîs ağırii diş ağrısı. 3. ağıya hus zool. Tepeli doğan.
Hastalık, harah ağırığları göz has- ağızığ Akıtma, akıtış.
talıkları. ağlah 1. s. Az sayıda, ağlan çon sayısı
ağırığlığ s. Hasta, hastalıklı: "Hotı az halk. 2. s. Ücra, tenha, ıssız.
huzurii ağırığlığ ulğaat parğan ağlah çir ıssız yer. 3. zf. Yalnız, tek
kîzînî türce dee soona saldırbin başına, alında ol ağlahha çurtaan
kizîbîzerî kirek polça." i. Kotyuşev önce o yalnız yaşamış.
(Apandisit hastalıklı kişiyi hiç za-
ağlan- Ağnamak, toprakta yuvarlanmak.
man kaybetmeden ameliyat etmek
gerek.) ağnıh Samur yakalama tuzağı.
ağırıs s. Ağır, yavaş, sakin. ağrı- Ağrımak, krş. ağır-
ağrin zf. Yavaş, sakin. Ağrin parzan,
ağırın zf. Yavaş, ağır: "Sanca ağırın daa
çoohtanza, anı prayzı is salğan." İ. ırah polarzın Atasözü. (Yavaş gi-
Topoyev (Sanca, yavaş da konuşsa dersen, uzağa varırsın.) ağrin arah
onu hepsi duymuşlar.) ağırin- Yavaşça, ağırca, krş. ağırın
köölce tekr. yavaş yavaş; şöyle ağrincah zf. Yavaşça, sessizce.
böyle: "Ağıhn-köölce çilçörcem."M. ağzır s. Seyrek
Şulbayeva (Şöyle böyle yaşıyo-
ah (ı.) s. 1. Ak, beyaz, ah plat beyaz
rum.)
elbise, ah çahayah oshas
ağırsı- Kendini iyi hissetmemek. köbîkternen çazağlığ polğan ak,
ağırsım s. Ağrılı, acı veren: "Çüreenîn çiçek gibi köpüklerle süslenmiş i-
haydağ-da ağırsım ünnerîn is taap miş. ah arah beyazımsı. 2. Güzel,
odırğan." N. Nerbişev (Yüreğinin alımlı: "Ah tayğazınıh annarınan /
her türlü ağrılı seslerini dinleyip dur- Arığlarınıh hustarınah." M. Arşanov
muş.) (Güzel taygasmın avlarıyla / Or-
ağırsın- Rahatsızlık duymak. manlarının kuşlarıyla.) 3. Ak, kır. ah
ağırsınıs Rahatsızlanma, kendini iyi sastığ kır saçlı. 4. Kır, boz. ah at
hissetmeme. kır at. 5. Masum, suçsuz, anın ahin
ağırsınıstığ s. Ağrıtan, acı veren, sızla- haydan körim onun suçsuz oldu-
tan: "Yağor ol külînîste kinetîn uğaa ğunu nereden bileyim, ah küren
sürdesfig, çürek ağırsınıstığ bej (rengi.), ah oy ak kula. ah
sustalıstar kör taphan."N. Nerbişev hamahtığ sakar, alnında akı olan
(Yağor, o gülümsemede aniden çok hayvan, ah azahtığ hızıl toraat ak
korkunç, yürek ağrıtan pırıltılar gör- ayaklı kızıl doru at. ah sağıstığ s.
müş.) iyi kalpli, iyi niyetli, iyi düşünceli:
ağırt- Ağrıtmak: "Mındağ sîsteg nime "Pray ah sağıstığlar sinîh sarihda."
haydi ağırtpas sa." I. Kotyuşev V. Şulbayeva (Bütün iyi düşünceli-
-32- ahsafinada
ah
ler senin yanında.) ah aba zool. ak solumak. 2. (köpek) Dili dışarda so-
ayı, kutup ayısı, ah ahsır zool. bir luklanmak.
ördek türü. ah çayaan Budizm, ah ahınnas- Soluk soluğa kalmak: "Sah ol
halas beyaz ekmek, ah it beyaz et. tuşta injenerneh Sanpir apsah
ah kiik zool. geyik, ah kiik palazı ahıhnaspinah çitkenner." S. Çarkov
geyik yavrusu, ah kiik müüsterî (Tam o sırada mühendisle Sanpir
geyik boynuzları, ah kiik odı bot. soluk soluğa ulaşmışlar.)
kutup likeni, ah köten zool. bir tür ahınnastığ s. Yorgun, bitkin: "Pazoh
kuş. ah palıh zool. bir tür somon. çağınahtın çitken irfnîh ahınnastığ
ah parcıh zool. sığırcık, ah pırçıh ün/VN. Domojakov (Yne yakından
ak nohut, ah sarığ baba tarafından gelen kocasının yorgun sesi.)
akraba kişi. ah saydan ıvır zıvır, ev ahpıyah Oyuncak, kukla.
eşyası, ah sır allık, ah tas su mer- ahsa- Aksamak: "Ol, sol azağın eeldıre
meri, kaymak taşı. ah tirek bot. ak- pazıp, ağassar ahşap çor sıhhan."
kavak: "Ol odırthan ah tirekter/ V. Kobyakov (O, sol ayağını eğerek
Turadan pözîk ös parğannar." M. basıp, ormana doğru aksayarak git-
Kilçiçekov (Onun diktiği akkavaklar/ miş.)
Evden yüksek büyümüşler.) ah
ahsah s. Aksak, topal: "Kop hoynıh
tülgü zool. Ak tilki.
soonah pastanaalbin, pır toyman
ah (ıı.) Hedef, nişan tahtası. hara ahsah hoyıcah."V. Kobyakov
ah- 1. Akmak. İkî çahsı pîrîkse, (Çok koyunun arkasından yürüye-
arazınnaîi suğ ahpas, îkî çabal meyen, boynuzsuz kara topal ko-
pîrîkse, arazınan han ağar. Atasö- yuncuk.) Aal arazında ahsah
zü (İki güzel bir olsa, arasından su putuh çörçedir. Bilmece, ayak sesi
akmaz, iki kötü bir olsa, arasından (Köy içinde aksak horoz yürüyor.)
kan akar.) han palığdan a h a kan ahsah-püksek tekr. Topal kambur, sa-
yaradan akıyor. 2. Suda süriç klene- kat: "İbdeh sıhpacah ahsah-
rek ^gitmek: "Ağın suğlarnı indîm / püksekter, kirî-hurular çiitternm
Ahça tayğanıh ağazı." M. Arşanov soonca çolca subalızıbıshannar."
(Coşkun sular aşağı / Akıyor orma- M. Kokov (Evden çıkmayan topal
nın ağacı.) kamburlar; yaşlılar gençlerin ardın-
ahça Para:" Yakın mağaa, anın malın dan yola dizilmişler.)
hadarğan üçün, ahçanı süreelîg ahsan- 1. Söylemek, anlatmak. 2. Dua
pirîbîstî."V. Kobyakov (Yakın bana, etmek, yalvarmak.
onun malını otlattığım için parayı ahsanıs 1. Söyleme, söyleyiş. 2. Dua
sürekli verdi.) Hızıl tülgü ahçaa etme, yalvarma.
turcafi, his kîzî halına turcafi. Ata-
ahsanna- Aksamak: "Külye iney 'huday-
sözü (Kızıl tilki para için bekler, kız
huday' la tirge mahzıri, nandıra
kişi başlık için bekler.) çaçın ahça
ahsahni halğan." N. Nerbişev
kağıt para. ahçazı çoh parasız, pa-
(Külye nine: "Tanrım, Tanrım" diye-
rası olmayan; ahça çoh parasız.
rek acele edip, dönüp aksayarak
kümüs ahça gümüş para.
gitmiş.)
ahçalığ s. 1. Zengin, parası olan. 2.
ahsafinada zf. Aksayarak, topallayarak:
Yanında para bulunan, paralı.
"Hıshırıp ala îzîkser ahsahnada
ahçalığzın ma? paran var mı?. haalap sıhhan." A. Çerpakov (Bağı-
ahhay Halk, topluluk. rarak kapıya doğru aksayarak çık-
ahınna- 1. Soluk soluğa kalmak, hızlı mış.)
ahsımay -33- aktual'nay
§YJMHVffll
albah aldanış
albah (ı.) Güç. alcaastığ s. Hatalı.
albah (ıı.) Uzak görüş. alcah s. Yavaş, hantal, ağır.
albahı s. Aptal. alcas- (çiçek) Açılmak: "Çahayahtar
alban (ı.) 1. Haraç. 2. Vergi. alcasçadır / Çarın künge örînîp." P.
Ştıgaşev (Çiçekler açılıyor / Parlak
alban (ıı.) bot. Kırmızı çayır çiçeği.
güneşe sevinip.)
albanets Arnavut.
alçah s. Badi badi yürüyen: "Çazağ
albatı Tebaa, halk. îzîkten uzun hızıl kögenektîg alçah
albatı-çon tekr. Tebaa, halk. ipçî kilgen." N. Domojakov (Nakışlı
albı Hile. Alığ kîzî n î albınan, ağın kapıdan uzun kızıl elbiseli badi yü-
suğnı saibman. Atasözü (Alığ kişi- rüyüşlü kadın gelmiş.)
nin hileyle, akarsuyun salla üste- alçanna- Salına salına gitmek.
sinden gelinir.) alçay- Bacakları biçimsizce açılmak,
albığa zool. 1. Samur, hayvan adı. 2. eğri durmak.
Samur, samur kürkü: Irtken alçı Aşık kemiğinin çukur tarafı, alçı tüs-
hıshızın çalaas hıstaam, çalğıs atınca aşık kemiğinin çukur yanı
albığa la pöriimnen porastanğam." üste gelmek.
V. Tatarova (Geçen kış başım açık alda-1. Aldatmak, kandırmak. 2. Kan-
kışı geçirdim, biricik samur börküm- dırmak, avutmak, teselli etmek:
leWlendim.) "Sıda, palam, arsa, türce idîp, suğ
albığala- Samur avlamak. uçurir, -aldapça pabazı, hızıcahtın
pazın sıybapça." N. Domojakov
a l b ı h - 1 . Gelişigüzel, özensiz yapmak. 2. (Dayan, yavrum, belki birazdan
Telâşa kapılmak, acele etmek: suyla karşılaşırız, avutuyor babası
"Albıhanına tamarı tulğalça oshas." kızcağızın başını sıvazlayarak.)
A. Çerpakov (Acele etmesinden aldağ Teselli, kandırma, avutma.
damarı tıkanıyor gibi.)
aldağla- Kandırmak, teselli etmek: "Kem
albın Avcının koruycu meleği. kemnl-de aldağlaan, soldatha
albırhay Göğüs kafesi kemiği. alılbinçathan klzM Kîzi tir be ze
tip."?:Bumakov (Bazıları birbirleri-
albı-silbî tekr. 1. Çapraz. 2. Sihir, büyü.
ni teselli etmiş, askere alınmayan
al'bom Albüm. kişiye adam denmez diye.)
albot Bölge sorumlusu, vali. aldağlığ s. Çabuk kanan, ikna olan.
alcaah- Sersemlemek, afallamak. aldan- Yalvarmak, af dilemek, özür di-
alcaas 1. Yanlış, hata: "Çiit tuşta alcaas lemek: "Paza pîdi pir dee
taa pol parça." V. Şulbayeva uzubaspın, sohpa mini, pir dee
(Gençlikte yanlış da yapılıyor.) 2. uzubaspın, malımnı tooza çıımi -
Yanılgı, yanlışlık: "Ol alcaas aldanca Aydo." V. Kobyakov (Bir
polğan, uluğ alcaas." V. Şulbayeva daha hiç uyumam, vurma bana, hiç
(O yanılgı olmuş, büyük yanılgı.) uyumam, malımın hepsini toplaya-
yım, diye yalvarıyor Aydo.)
alcaasta- Yanılmak, hata yapmak, yan
lışlık yapmak. aldandır- 1. Kandırmak: "Sirer mini ür
aldandırarğa sağınçazar ba?" V.
alcaastan- Yanılmak: "Sin
Kobyakov (Siz beni uzun süre kan-
sağınçazın, Matilda kîzi homayı?
dıracağınızı mı zannediyorsunuz?.)
Alçaastançazın." V. Şulbayeva
2. Yalvartmak.
(Sen Matilde'nın kötü biri olduğunu
düşünüyorsun, yanılıyorsun.) aldanış 1. Avunma, kanma. 2. Yalvar-
ma, yakarma, yalvarış.
aldanıstığ -37-
alğıstığ
aldanıstığ s. Yakarıcı, yalvarışlı: toğıstı srok alnında toldırar üçün
"Aldanıstığ ünneh tapsaan Arma marığlas alğıpça İşi zamanından
Petrovna." N. Domojakov (Yalvarış- önce bitirmek için yarış büyüyor.
lı sesle seslenmiş Arina Petrovna.) algım s. Geniş: "Tura istîg arığ, algım."
aldır Sertleştirilmiş hayvan postu. krş. N. Tyukpiyekov (Ev güzel, temiz,
abdır geniş.) algım çirnîn üstü geniş
aldır- 1. Aldırmak: "Aldırıbıshan adı, yeryüzü, algım strana geniş ülke.
hanaazı çi?" N. Domojakov (Aldır- alğırtm zf. Uzaktan, ham alğırtm
dığı atı, arabası ne?) 2. mat. Çı- hamnapça kam uzaktan kamlıyor.
kartmak. 3. Yenilmek, mağlup ol- alğıs Teşekkür: "Uluğ alğıs sirerge,
mak. Küs sağısha aldırtça. Atasö- harındastar! Mağaa kirtlndîher." S.
zü (Güç akla yenilir.) Çarkov (Çok teşekkürler size, kar-
aldıra zf. (bir yere) Doğru, -e doğru: deşler! Bana inandınız.) Uluğdan
"Ağban suğzar aldıra tarthan çolça alğıs al, kîçîgden sös sur. Atasö-
parir." M. Çebodayev (Abakan Ir- zü (Büyükten dua al, küçükten ha-
mağına doğru giden yoldan gidi- ber sor.) alğıs çitîr- teşekkür et
yor.) soonan aldıra arkasından, mek: "Olğannar ağaa alğıstarın çitîr
ardından. turğannar." N. Tinikov (Çocuklar
aldırığ 1. Çağırma, davet. 2. istek, talep. ona teşekkür ediyorlar.)
aldırt- 1. Aldırtmak: "Anan oğırğa alğısçıl (Budistierde) İbadeti yönlendi-
aldtrtıbıshan ool." N. Nerbişev ren.
(Sonra hırsıza aldırmış oğlan.f 2. alğıs-sipsi tekr. Kıskaç, maşa.
Çağırtmak: "Pabazın şkolaa aiğısta- 1. Alkışlamak, teşekkür etmek,
aldırthan / Ügretçl köölce, memnuniyetini bildirmek, dua et
ağırinca."M. Bainov (Babasını oku- mek: "Alğıstapçam, -teen Alcıbay,
la çağırtmış / Öğretmen, yavaşça, his sıyığın alıp" S. Çarkov (Teşek
sakince.) kür ederim, demi Alcıbay, kızın
alebastr Kaymak taşı, su mermeri. hediyesini alarak. ş 2. Kutlamak:
al'fa Alfa. "Topıyah, olğannarnı çit kilgen Naa
çılnah alğıstap, harlan salğan
alfavit Alfabe.
süümegmeh olarğa sıyıhtar
alfavitnay s. Alfabetik. ü/epce."N. Tinikov (Topıyah çocuk-
algebra mat. Cebir. ların yeni yılını kutlayıp, ağzı büz-
alğa- 1. Şükranlarını sunmak, teşekkür gülü dağarcığından onlara hediye-
etmek. 2. Hayır duada bulunmak: ler veriyor.)
"Huday haziin pirJp Abiske /Alğaanı alğıstas 1. Müteşekkir olma, şükran
Masanın çitken." M. Bainov (Tanrı duyma: "Naytanıh tübî çoh
sağlığını verip Abis'e / Hayır duası harahtarında, altın ot çili, alğıstas
Masa'nın yerine ulaşmış.) 3. Başarı çarıpçathan." V. Tatarova
dilemek. (Nayta'nın derin gözlerinde, altın
alğas Hayır dua, alkış, alğas pir- şük ateş gibi iikran duygusu parılda-
ranlarını sunmak, alğas çittir- şük mış.) 2. ş eşekkür, şükranlarını i-
ranlarını sunmak. letme: "Ih aarlığ alğıstas sösterm
alğas- (birbirine) Memnuniyetini iletmek, Puşkinge olar ağılçalar." V.
teşekkür etmek, başarı dilemek MaVneşev (En kıymetli şükran söz-
alğay Tencere, çis algay bakır tencere. lerini Puşkin'e onlar getiriyorlar.)
algı- Genişlemek, yayılmak, büyümek. alğıstığ s. Müteşekkir.
alğıt -38- alınğan
alğıt- Genişletmek, büyütmek: "Pu kizer alnında maiîzıraba. Atasözü
orınnı, arığlabızıp, alğıdıbızarğa (Suyu geçecekken acele etme.) a-
kirek." S. Çarkov (Burayı temizleip lın tîster ön dişler, alın ayak ön
genişletmek gerek.) kürezîgnî ayak.
alğıt- mücadeleyi büyütmek. alın- 1. Akıldan yoksunlaşmak, aptallık
alığ s. 1. Alık, aptal, budala: "Ek, haydağ etmek. 2. (hayvan) Kudurmak. 3.
alığbın!" S. Karaçakov (Hey! Ne Almak, alınmak: "Udur pozıthan ört,
aptalım!) Ala puğa palıhtan mün tîzeh, küs alınıp, küülep..." İ.
sıhpinça, alığ kîzînîn ansınan Topoyev (Karşıdan tutuşturulan
hıyğa sös sıhpinça. Atasözü (Tatlı yangın, güçlenip, gürleyerek...)
su levreğinden çorba olmaz, alık ki- "irepçîler kîzînîn îstîn kisçeen
şinin ağzından güzel söz çıkmaz.) pastağızın na körîp, anın üçün
alığ-arah budalaca, aptalca. 2. Ku çaltanıp, oolahtarınıri kistîrçetkenîn
duz, alığ aday kuduz köpek. postarına alınçathannar." İ.
Kotyuşev (Aile insan karnının kesil-
alığlan- Alıklaşmak, aptallaşmak.
diğini ilk kez gördüklerinden, ondan
alığ-tolığ tekr. Akılsızlık. çekinip, çocuklarının kesilmesini
alın Kapris, n a z , cilve. kendilerine alınmışlar.) 4. tın alın-
alıhtan- Nazlanmak, kapris yapmak. Nefes almak: "Hacan tın alınıp
alıhtanaaçı bk. alıhtançıh. polbin / Ulam tiren patçabıs pîs." V.
Mayneşev (Her ne zaman nefes a-
alıhtançıh s. Kaprisli, nazlı, hırslı.
lamayıp / Daha da derine batıyo-
alıhtandır- Kapris yaptırmak, nazlandır-
ruz.)
mak.
alıhtığ s. Nazlı, cilveli, alıhtığ his cilveli alınca zf. 1. Ayrı, münferit: "Sah andoh
kız. aaldağılar alınca alınca kizekterge
çarılğlay sıhhannar." N. Nerbişev
alım 1. Alacak. Haram kîzîdegî alımnı,
(Tam o sırada köydekiler münferit
harağay pürî tüsse alarzın. Ata
gruplara ayrılmışlar.) 2. Ayrı, ayrı
sözü (Cimri kişideki alacağı, çam
olarak, pos alınca kendi hâlinde:
yaprağını dökünce alırsın.) 2. Borç.
"Hayzıları daa pos alınca sağısha
alımğa kîr- borca girmek, borçlan-
tüsçetken çili pîldîrçe." S. Çarkov
mak.
(Bazıları da kendi hâlinde düşün-
alımna- Borçlanmak. meye başlamış gibi görünüyor.)
alımnığ s. Borçlu. Çabal kîzî alımnığ alında s. Eskiden, önce. alındağı kün
halbacan, çahsı itkennîfi ibîn önceki gün. alındağı çil Önceki yıl:
örtecen. Atasözü (Kötü kişi b o r l u "Alında polğan polza, nime
kalmaz, iyilik edenin evini yakar. ç polarcıh?" İ. Kotyuşev (Eskiden ol-
alımzığ s. Alımsı, rengi ala çalan. saydı, ne olurdu?.f
alın s. Ön: "Sidenni tur salğan piiler, alın alındır- Delirtmek, çıldırtmak, harah
azahtarınah ton çimi har purlada alındır- aptal yerine koymak,
toonp."H Nerbişev (Çit çevirir gibi göz boyamak, sağıs alındır- aklını
duran kısraklar, ön ayaklarıyla don başına getirmek: "Sağıs alındır anı,
yeri kan savurarak kütürtüyle ka- sinîn çooğınnı ister ol." V.
zıp.) Attın ibegîn çol parçatsan Şulbayeva (Aklını başına getir o-
pîlerzîn, kîzînîn cansızın çol parar nun, senin sözünü dinler o.)
alnında pîlerzîn. Atasözü (Atın çe-
alıngan s. Kuduz, alıngan aday kuduz
viğini yol gidersen bilirsin, insanın
köpek.
iyisini yola çıkmadan anlarsın.) Suğ
alınış -39- alnı-soo
çapancı (i.) 1. Çul, haşa. 2. Hamutun üst çapsın- (ı.) Atılmak, fırlamak.
kısmı. 3. Pelerin. 4. Elbisenin üst çapsın- (ıı.) Yapabilmek.
kısmı.
çapsın- (m.) Yapışmak, asılmak, tutun-
çapancı (ıı.) 1. Ağız kenarı. 2. Solungaç. mak: "Olarnı körip, Aydo ulam na
çapçan zf. 1. Çabuk: "Anda pazoh ür puluna çapsınıbıshan tur." V.
çubanmin, çapçan kil."V. Kobyakov Kobyakov (Onları görüp, Aydo kö-
(Orada çok eğlenmeden çabucak şeye daha da yapışıyor.)
gel.) 2. Hızlı, çabucak: "Çapçan sı- çapsıncah s. Yapışkan, iyi tutan.
ğara pastırğan." A. Çerpakov (Ça
çapsındır- Yapıştırmak, iliştirmek.
bucak yürüyüp çıkmış.)
çapsınıs- (birbirine) Yapışmak: "Ah
çap-çarıh tekr. Apaydınlık.
(isteri çapsınıs parğan oshastar."
çapçı- 1. Hayvan otlanmak için ön aya- N. Domojakov (Ak dişleri birbirine
ğıyla karı eşelemek. 2. Oyunda atı- yapışmış gibi.)
lan aşığı yakalamak. çapsır- Yapıştırmak: "Pastağı köölenTs
çapçıla- Keçe yaparken üzerine süzme pîçiinînkonveriin çapsırğan." M.
suyu serpmek. Bainov (İlk aşk mektubunun, zarfını
çaphıs 1. Kapak. 2. Çerçeve, közenek yapıştırmış.) knlga îstînde llst
çaphıstarı pencere çerçeveleri. 3. çapsır salarğa kitap içine yaprak
Çatı, dam. yapıştırmak.
çapıh Bir tür kadın börkü. çapsıra zf. Yapışık, bitişik, çok yakın,
sıkı, sımsıkı, stenaa çapsıra
çapla- Şapırdamak.
turçam duvara bitişik duruyorum.
çaplat- Dudakları şapırdatmak. çapsırğas s. Yapışkan, krş. çapsıncah
çappas 1. Vurma. 2. Bir tür küçük kürek. çapsırha- Hayranlık duymak: "Surğan
çapra Giysi yakasında fırfır. Fedor Pavloviç, hahzaa çapsırhap
çaprah Püskül, hur pazında çaprah körip." N. Domojakov (Sormuş
polça kemer ucunda püskül olur. Fedor Pavloviç, pipoya hayranlıkla
bakarak.)
çapralığ s. Yakasında fırfır bulunan.
çapralığ kögenek fırfırlı elbise. çapsırhos s. Yapışkan.
çapsı- (ı.) 1. Şaşmak, hayret etmek: "İr çapsıs Şaşkınlık, hayret etme: "Irennih
könnînde çapsıs haydağ-da
km çapsıp taa parğan." N.
ürügîsnen alış pastaan." N.
Domojakov (Er kişi şaşırmış da.) 2.
Domojakov ( İhtiyarın gönlünde
Sevinmek, hoşnut olmak, memnun şaşkınlık ürküntüyle yer değiştirme-
olmak. ye başlamış.): "Çe mıltıh tabızı
çapsı- (ıı.) Yapıştırmak, tutturmak. irennih çapsıs uyğuzm azıbıshan."
çapsıcah s. İltifata değer, memnuniyet N. Domojakov (Fakat silâh sesi ihti-
verici. yarı şaşkınlıktan uyandırmış.)
çapsın s. Leziz, güzel: "Cazı çapsıh çapsıstığ s. Şaşırtıcı, hayret verici:
çıstança / Çadarğa man oh tipçe." "Çapsıstığ, çe oloh tuşta ohnap
P. Ştıgaşev (Yazı güze ç kokuyor / alcaa çoh nime pol turğan anda." N.
Yatmaya vakit yok diyor.) Domojakov (Şaşırtıcı, fakat o sıra-
çapsıh-çalan tekr. İyi kötü: "Paza da anlaşılmayacak bir şey olmuş
annah pasha çapsıh-çalan nime is- orada.)
te çoğıl." V. Kobyakov (Ondan baş- çapsıt- Şaşırtmak, hayret ettirmek.
ka iyi kötü bir şey de dinlemiyor.) çapta- Çapulculuk etmek, gözü dönmek,
çapsıhtan- Ağız tadıyla yemek. kendini kaptırmak.
-80- çarban
çaptan
çaptan- Kızmak, gaddarlaşmak: kulda ana diliyle konuşmaya izin
"Çohırah ulamoh çaptan ip verilmediğini unutmuşlar.)
îdîrgekten sıhhan." V. Kobyakov çaradıs Uzlaşı, rıza, mutabakat.
(Çohırah daha çok gaddarlaşıp si-
çaran- Yaranmak.
nirlenmiş.)
çararı mat. Bölme, halğannığ çaran
çaptır- 1. Kapattırmak, örttürmek 2. kalanlı bölme.
Sardırmak, sarılmak, bürümek. çaras (ı.) s. Güzel, hoş alımlı: "Haydan
çar- 1. Yarmak, kesmek, kırmak, odıîi çaras kip taap alcah?' N. Tinikov
çar- odun yarmak. 2. Bölmek, ikiye (Nereden güzel elbise bulmuş?)
ayırmak. çaras (ıı.) Uzlaşı, rıza, mutabakat.
çar haraçhayı zool. Sağan. çaras- 1. Yaramak, uygun gelmek. 2.
çar Yar, uçurum: "Çatçah çirîm çar pazı." Uzlaşmak, uyuşmak, barışmak:
N. Tinîkov (Yattığım yer yar başı.) "Ayağ çoh sooh hıshı hatiinah /
Çamın tübî tayıs, çarğının tübî t i - Çashmih tölî çaraspaan." M.
ren. Atasözü (Yarın dibi sığ, yargı- Bainov (Acımasız kışın soğuğuna /
nın dibi derin.) Yazın hayvanı uyum sağlayama-
çara zf. Ayrı, başka. mış.)
çara- Yatmak, uygun olmak abalnın çarastır- 1. Uzlaştırmak, barıştırmak. 2.
ahsına çağ çarabaan Ç Atasözü
Yaraştırmak, yakıştırmak.
(Kötünün ağzına yağ yaramamış.)
nimee çarabaan hiçbir şeye çarat- 1. Müsaade etmek, izin vermek,
yaramamış. onamak: "Çaradınar kırerge? İvan,
Petroviç." V. Şulbayeva (Müsaade
çaraa 1. Saç ortadan ayrılınca ortadaki
çizgi. 2. Saç kıvrımı. edin içeri girmeye? ivan Petroviç.)
2. Tasvip etmek: "Çarir, turarbın, -
çaraah- (at) Dinlenip güç kazanmak, at
çarathan Aydo." V. Şulbayeva (Ta-
hızıl çaraah parğan at iyi dinlenip
güçlenmiş. mam, dururum, tasvip etmiş Aydo.)
3. Karar vermek: "Rayonda in
çaraahtır- (atı) Dinlendirmek
pastağı kolhoztı töstirge
çarabas s. 1. Yaramaz, gereksiz: çarathannar." M. Kokov (Bölgedeki
"Pashaları, nimee çarabasîar daa,
ilk kolhozu kurmaya karar vermiş-
ösçeler, ködırilçeler." V . Şulbayeva
ler.)
(Başkaları, hiçbir işe yaramazlar da
büyüyorlar, yükseltiliyorlar.) 2. Ya- çarazığ 1. Uygun, münasip: "Vanya,
sak mında tamkı tartarğa çarabas olarğa çarazığ, kilîskek kîzî
burada sigara içmek yasak. polbaazın." V. Şulbayeva (Vanya,
çaradığ 1. Karar: "Min p'ıdi pök salçam, onlara uygun, faydalı kişi olama-
a ol arığli pasha çaradığ alıbısça." mışsın.) 2. Uzlaşma, barışma.
V. Şulbayeva (Ben böyle çözüyo- çarba 1. Yarma, dövme, bulgur: "îcezî
rum, fakat o tamamen başka karar töremîl as çarbazınan, hahsap
alıyor.) 2. Tasvip, onama. 3. Rıza, parğan söökter suğıp." N.
mutabakat, uzlaşı. 4. Temin etme. Tyukpiyekov (Annesi günlük buğ-
5. İfa etme, yerine getirme. 6. Ya- day yarmasıyla, kurumuş kemikler
ranma, hoş hareket etme. koyup.) 2. Çocuk, evlât.
çaradıl- Müsaade edilmek, izin verilmek: çarbalığ s. Yarmalı, dövmeli, çarbalığ
" ÖkpelenJskennerînen ügre yarma çorbası.
undubıshannar şkolada pos fflînen
çarban- 1. Sarkmak, asılı kalmak. 2.
çoohtanarğa çafadılbinçathanın." A.
Kuzugaşev (Öfkelendikleri için o- Yapışıp kalmak: "Mktîn naahtarına
çalaas aar -81 - çarğı-çahaan
çarbança." G. Kazaçinov (Kapının ler verilirmiş.) 2. Yargı, mahkeme.
pervazlarına yapışıyor.) 3. Tırma- çarğı-çahaan tekr. Yargı, hüküm:
narak çıkmak: "Palam pirîher, - "Ancada hara sıraylığ ons
turazar çarbanğan Arina Petrovna. kazaktarına çarğı-çahaan
N. Domojakov (Yavrumu verin, eve pirîbJsken:' V. Kobyakov (O sırada
doğru tırmanmış, Arına Petrovna.) kara yüzlü Rus Kazaklarına hük-
çalaas aar Yaban arısı. krş. sahçan aar münü vermiş.)
çarbandır- 1. Tırmandırmak. 2. Sarkıt- çarğıçı Yargıç: "Sîrerzer, çargıçılarzar,
mak. 3. iliştirmek, yapıştırmak. uluğ çiğlsneh min aylana." V.
çarbıh- Kaçırmak, (uykusu) kaçmak: Mayneşev (Sizlere, yargıçlara bü-
"Fedor Pavloviç, mıltığı sağısha yük şüpheyle ben dönerek.)
kîri'p, sanay uygudan çarbıh çarğıla- Yargılamak: "Paylarnı
parğan." N. Domojakov (Fedor çarğılirlar, - teen Ananiy apsab." V.
Pavloviç, tüfeği düşünüp gözüne Kobyakov (Zenginleri yargılayacak-
uyku girmemiş.) lar, demiş Ananiy ihtiyar.)
çarcıh (ı.) Deri ceket. çarğılas- Yargılaşmak, yargıya gitmek.
çarcıh (ıı.) Sinir teli. çarğılat- Yargılatmak.
çarca Yazlık çadır, mutfak. çarğıiathan bk. çarğılattırğan
çarca- (yağ) Donmak, sertleşmek. çarğılattırğan Mahkum, hükümlü.
çarçana it Donmuş, katılaşmış et. çarğın (ı.) 1. Elle ekilmiş tarla. 2. Baltalık
çarcıh 1. s. Kırık, parça: "Ol tirekter, orman.
çabızah, çarcıh hırlığ turacah Şarap çarğın (ıı.) İki yaşında ayı.
apsahti." A. Çerpakov (O kavaklar, çarhan- Bıkmak, usanmak.
alçak, kırık dökük çatılı küçük ev çarhanat Yarasa.
Şarap ihtiyarınki.) 2. Odun. 3. Kibrit. çarhandır- Rahatsız etmek, sıkmak,
çarcıh- Boğazında kalmak, sözü yarım taciz etmek: "Anan pîree harğanı
kalmak. tudıp, anı çarhandırça." i. Topoyev
çarcın bk. sarçın (Sonra bir kargayı tutup sıkıyor.)
çardı 1. Tahta, yarma, kalas. 2. s. Tahta, çarhandırıh Taciz: "Yakınnıh
tahtadan: "Pözîk çardı ıziktî azıp, çarhandıriina Çohırah ulamoh
aptanıp Mrgekten sıhhan." V.
kîre halğan." N. Tyukpiyekov (Yük-
ç obyakov (Yakın'ın tacizinden
sek tahta kapıyı açıp, girivermiş.)
Çohırah daha da hiddetlenip sinir-
çardın 1. Yarım, yan: "Çardıh artarın lenmiş.) •
kölîgde tastı, özen îstînzer çapçah çarhanıstığ s. Sıkıcı, bıktırıcı:
çîdlbîsken." V. Kobyakov (Atların "Çarhanıstığ daa polza, paza
yarısın koşumlu bırakarak, çukurlu- parçan çır çoğıl."M. Kobyakov (Bık
ğa doğru çabucak kaybolmuş.) 2. tırıcı da olsa, başka gidecek yer
Bölüm, kniganın pastağı çardığı yok.)
kitabın ilk bölümü. çarhas Bıktırma, usandırma.
ç a r d ı r - 1 . Yardırmak. 2. Böldürmek. çarhastığ s. Bıktırıcı, rahatsızlık verici,
çargah Deri ceket. usandırıcı: "Künnîh-tannıh andar
çarğı 1. Yargı, hüküm: "Palaa homay at uzah çörîstîg toğıs Aydoğa arinca
sağın taap alğan kîzee hat iğ çarğı çarhastığ polıbıshan."M. Kobyakov
tüsçeh." G. Kazaçinova (Çocuğa (Gece gündüz Öyle uzağa gidilmesi
kötü ad veren kimseye ağır hüküm- gereken iş Aydo'ya biraz usandırıcı
olmuş.)
çarı
-82-
çarın
çarı- 1. Aydınlanmak, parlamak, ışık tomurcuklan açılmak: "Sooh hıshı
saçmak: "Küdetke ülükün har-poraannarda künnîh /
polıbıshan, sıray-çüzî anın pu tuşta Çüreemde porçolar çanlar üçün."
çaraan." F. Burnakov (Küdet'e bay- V. Mayneşev (Soğuk kışın her günü
ram olmuş, yüzü onun bu sırada kar boranlarda / Yüreğimde çiçekler
parlamış.) kün çarıpça güneş açılması için.) 3. Yarılmak Çabal
parlıyor, ay çarıpça ay parlıyor. 2.
tîlge tas taa çarılğan, çabalnıh
Yeni doğanın gözü açılmak.
küçügesternîn haraa naa la ahsına çağ daa çarabaan. Atasö-
çaraan köpek yavrularının gözleri zü (Kötü dil taşı da yarar, kötünün
yeni açılmış. ağzına yağ da yaramaz.) 4. (yavru)
Yumurtadan çıkmak. 5. Ayrılmak:
çarıdığ Aydınlık, ışık, parlaklık. "Aydo, animcohtazıp, îstınde
çarıdığlığ s. Işıklı, aydınlık. 2. mec. çarılızarğa daa köölenmin arah
Aydınlık, parlak: "Sîrer, çiitter, tapsaan." V. Kobyakov (Aydo, ve-
aparıhar çon arazında çarıdığlığ dalaşıp, ayrılmaktan hoşlanmaya-
toğıs/V. Şulbayeva (Sizler, genç- rak içinden seslenmiş.) 6. Eşler ay
ler halk içinde aydınlık işler yapı- rılmak, üree çarıl- Ödü patla-
nız.) mak, ç ç k korkmak.
çarıdıl- Aydınlanmak. çarılcah s. Yarılgan, çabuk bölünen,
çarığ 1. Deri, kösele. 2. Çarık. ayrılan, kırılan.
çanh (ı.) S. 1. Açık, sarih, vazıh: "Ol kîzf canidir- Yardırmak.
pazoh çanh ünnen tapsabıshan. "W. çarılıs- (birbirinden) Ayrılmak.
Kobyakov (O kişi açık bir sesle ses- çarılıs 1. Ayrılma, ayrılık: "Tiren oymah
lenmiş.): "Pu ah çarıhtıh üstüne / hırında, mahzırabin / Tügencl sidik
Hul polarğa törebeebls." V. çarılıs idken." y Mayneşev (Derin
Mayneşev (Bu yeryüzünün üstüne / çukur yanında, sakince / Son zor
Kul olmak için doğmadık.) Sağızın ayrılık geçti.) 2. Boşanma. 3. Bölü-
çanh polzın, cazın uzah polzın. nüş, ayrılma.
Atasözü (Düşüncen açık olsun, ya-
şın uzun olsun.) 2. Parlak, aydınlık: çarım s. 1. Yarım, çarım ças yarım yaş.
"Anın çanh hulahtarı, hıshı pönktîh çarım kün yarım gün . çarım çil ya-
hulahtarı çili' V. Kobyakov (Onun rım yıl. 2. Yarı. çarım haraa gece
parlak kulakları, kış börkünün ku- yarısı, aynın îkîncî çarımında ayın
lakları gibi.) Ügrengenî çanh, ikinci yarısında. 3. Buçuk, pîr
ügrenmeenî harashı. Atasözü solkavay «arım bir buçuk ruble:
(Öğrenmek aydınlık, öğrenmemek "Mına pu magnitofon pir muh
karanlık.) çanh sağıs parlak fikir, çarımğa turğan." V. Tatarova (işte
parlak düşünce, ah çanh dünya, bu kasetçalar bana bin beş yijze
yeryüzü. patladı.)
çarımar s. Yarımşar.
çanh (ıı.) Yarık, çatlak.
çarımdıh s. Yarım: "Hollarında çarımdıh
çarıhtığ s. Parlak, ışıklı: "Pîr ötlg nimes
İpek paza timlr ayağastığ süt
çarıhtiğ çıltıs." N. Domojakov (Az
tudınıp, kir kilgen." V. Kobyakov
ışıklı yıldız.)
(Ellerinde yarım ekmek ve demir
çarıl- 1. Kopmak, ayrılmak: "Payağı kâsede süt tutarak girivermiş.)
sağıstarınah çır dee çarıl polbin tu-
çarın Kürek kemiği; omuz: "Torkanın
radır." N. Nerbişev (Önceki düşün-
hılıs-mıltii çamına saap, Aydonı
celerinden kopamıyor.) 2. Çiçek
ahsına pir hati ol ohsanğan." V.
-83-
çarıncı ças
Kobyakov (Korka'nın tüfeği omzuna çarlas- Yayılmak, duyurulmak.
çarpıp, Aydo'yu ağzından bir kez carlat- Yaydırmak, bildirtmek, duyurt-
öpmüş.) mak.
çarıncı Kürek kemiğiyle fala bakan, falcı. çarlıh 1. Yazgı, kader. 2. Kutsal kanun.
çarınnığ s. İri yapılı, güçlü, omuzu geniş. çama Tarla sınırı.
çalbah çarınnığ geniş omuzlu. çarsın- iğrenmek, tiksinmek, nefret et
çans (ı.) Yarış, yarma, bölme, bölüm. mek.
çans (ıı.) Yarış, müsabaka. : "Imcî kızı çarsınıs iğrenme, tiksinme.
çarısta polarğa kirek" İ. Kostyakov çarsınıstığ s. İğrenç, tiksindirici.
(Doktor yarışta olmalı.) at çarızı at
carta Pergel, carta tart- pergelle çiz-
yarışı.
mek.
çans- (ı.) Yarışmak: "Kolhoztın at
çartpah (ı.) Bodur, alçak.
çarısçan çirfnde çon çıılıs sıhhan."
İ. Kostyakov (Kolhozun yarışma ye- çartpah (ıı.) Ağaç kap.
rinde halk toplanmaya başlamış.) ças (ı.) 1. Küçük, yeni doğmuş, ças
çans- (ıı.) (birlikte) Odun kırmak, parça- hulunriığ çılğılar hıralar ornında
lamak, bölmek. honadır yeni doğmuş kulunlu yılkı-
lar sürülmüş tarlalarda geceliyor. 2.
çans ay Ekim.
Taze. ças îpek taze ekmek:
çarısçıl s. At yarışını seven. "îcezînen hada, îzlkten ah
çarıstır- Yarıştırmak. tubannanıp, kîre salğan sooh kii
çarıt- 1. Aydınlatmak: "Parçan hırinnı paza ças sütün tadılığ çizi
çarıtçam." N. Tinikov (Bütün yüze- ushurıbıshan." A. Kuzugaşev (An-
yini aydınlatıyorum.) 2. Parlatmak: nesiyle birlikte kapıdan ak duman
"Ügretçî, köölce, ağırinca / şeklinde giren soğuk hava ve taze
Apsahhtın közJn çarıthan." M. sütün nefis kokusu uyandırmış.) 3.
Bainov (Öğretmen, sakince, yavaş- Yaş, kuru olmayan, taze. "Pir kiztn
ça / İhtiyarın gözünü parlatmış.) 3. azaanan ças han sıhçathan." N.
Sunmak, ithaf etmek: "Ağaa Domojakov (Bir kişinin ayağından
stihtarın çarıtçalar." V. Mayneşev taze kan çıkmış.) Ças ağastı
(Ona şiirlerini sunuyorlar.) huraalahha e g , olğannı tuzında
çarıthı 1. Lâmba, idare 2. Işık. ügret. Atasözü (Yaş ağacı kuru-
madan eğ, çocuğu zamanında e-
çarıthos bk. çarıthı
ğit.) ças odın yaş odun 4. Yaş,
çarir Tamam!, peki!, olur!: "Çe, çark gözyaşj: "Sol harağınah hannığ ças
Çahsı hadarar polzan, min sinî inek s/ğ//ca."N. Domojakov (Sol gözün-
hadararğa çallirbın." V. Kobyakov den kanlı yaş sızıyor.) 5. Yaş, bir
(Peki, tamam. İyi otlatırsan, ben yıl. cazı uzah pol- ömrü uzun ol-
seni inek otlatma karşılığında doyu- mak, cazı çitken yetişkin, cazı
rurum.) çitkelek pala erginlik çağına ulaş-
çarla- Bildirmek, ilân etmek, yaymak, mamış çocuk, ças pala bebek, kü-
duyurmak: "Ol iskîriirı çarlaan, anan çük çocuk.
teen." F. Burnakov (O bildirisini ilân
ças (ıı.) 1. Saat, günün yirmi dörtte biri.
etmiş, sonra konuşmuş.)
tört çasta saat dörtte: "Uroktar
çarlağ 1. İlân etme, duyurma. 2. ilân, pastalğanca, am daa pır çasça po
bildiri. lar. " A. Kuzugaşev (Dersler başla-
çarlağcı Yayan, bildiren, tellâl. yana kadar hâlâ bir saat kadar var.)
-84-
ças çat
çılaş kız. bk. çalaas yin kış vaktinde.) Köygen ottıfi çılii
çılayt- Gözlerini kısmak. istîg, hıyğa kîzînîn çooğı hınığ.
çılba zool. Bir balık, lenok. Atasözü (Yanan ateşin sıcağı gü-
zel, akıllı kişinin konuşması ilginç.)
çılbahna- Kuyruğunu sallamak: "Çohırah
2. mec. Sıcak, \ç\en"Anı körerineh,
ol tuşta, Aydonın sırayınçıstap,
Aydonın îstîne çılığ çayıla tüsken."
çalğirğa sıınıp, çılbahnap çörçe." V.
V. Kobyakov (Onu görür görmez,
Kobyakov (Çohırah, c/ sırada,
Aydo'nun içine sıcaklık yayılmış.)
Aydo'nun yüzünü koklayıp, yala-
pîstî çılığ udurlaannar bizi sıcak
maya yeltenip, kuyruğunu sallayıp
karşıladılar, çılığ körîstîg sıcak ba-
yürüyor.)
kışli.çılığ sağıs güzel düşünce.
çılbıh Kürkün kenarına dikilen kenarlık. çılığla- Isıtmak, ılıtmak. Çılığa ödün
çılbırada zf. Bütünüyle, tamamıyla. çızıbas, çılığlap çör hıshı tuşta.
çılbıran s. Düz, pürüzsüz. Atasözü (Sıcakta çizmen çürümez,
çılbıs bk. çılmıs ısıtıp giyin kış vaktinde.)
çıldır- 1. Kaydırmak: "Anan pörigin çılığlat- Isıtmak.
hamahsar çıldırıbızıp, çılımsırıh s. Sıcak, sevimli: "Küren
pastırıbıshan." V. Kobyakov (Sonra sırayınah çılımsırıh külJmzîres cayıl
börkünü alnına kaydırıp, yürümüş.) turğan Çabustı anda la tanı kör
2. Yerinden oynatmak. salğan." V. Kobyakov (Yağız yü-
çıldırhas Kapı sürgüsü, kilidi. zünden sıcak gülümseme yayılan
çıldırhı bk. çıldırhas Çabus'u ancak o zaman tanımış.)
çıldırış- Kaydırmak, yerinden oynatmak. çılın-llımak, ısınmak: "Çe otha cilınarğa,
mına ibîm, - holın hosti tur ç an ibzer
çılğayah 1. Kayma yeri: "Toladaydah na
sunıp... ." N. Domojakov (Fakat a-
çılğayah çil pariğan oshas." M.
teşte ısınmak için, işte evim, elini
Çebodayev (Tepeden sadece kızak
yanda duran eve doğru uzatıp...)
kayıyor gibi...) 2. Kayan, kaygan. 3.
Bir Hristiyan dinî bayramı, çilindir- Isındırmak.
Maslenitsa. çılıs-1. (böcek vb.) Kaynaşmak. 2. Kay-
çılğayahtan- Kaymak. naşmak: "Artıh puluttar tarabızıp,
Tari-tari çılısça."A. Topanov (Fazla
çılğı 1. Yılkı, at sürüsü: "Sarığ tonnığ
bulutlar yayılıp, dağılıp kaynaşıyor.)
çılğı hadarçızı at üstünde, uluğ
pizîktegî çili, abıdıla tüs halğan." V. çılıt- Isıtmak, ılıtmak: "Hayran adımnın
Kobyakov (Sarı elbiseli yılkı çobanı idi çılii/İkî çodamnı çılıdıp kilce." M.
at üstünde, büyük beşikteki gibi, Kilçiçekov (Güzel atımın etinin sı-
sallanarak iniyor.) 2. Yılkı, at. caklığı / İki bacağımı ısıtıyor.)
çılğı çili At yılı. On iki hayvanlı takvimin çılıthı 1. Isıtıcı. 2. Isıtma.
yedinci yılı. çıllığ s. Yıllık, çıllığ plan yıllık plân. çedî
çılha Azim, sebat, inisiyatif. Çılhan çit- çıllığ şkola yedi yıllık okul.
se, çirnî dee öterzîn. Atasözü çılmıs 1. Kuzu postu. 2. Kel.
(Azmin varsa, yeri de delip geçer- çıltıh-çaltıh tekr. Parıl parıl, pırıl pırıl:
sin.) çılhazı çoh inisiyatifsiz. "Tverskoy bulvarda hızı I lirde /
çili- Ilımak, ısınmak. Çıltıh-çaltıh ottar tamılça: V.
çılığ s. Ilık, sıcak. Çılığa ödün çızıbas, Mayneşev (Tverskoy bulvarında kı-
çılığlap çör hıshı tuşta. Atasözü zıl akşamda / Pırıl pırıl ateşler yakı-
(Sıcakta çizmen çürümez, ısıtıp gi- lıyor.)
çıltın -94- çımıyt
şada yılkılara doğru itişip gitmiş.) fikir Arina Petrovna'ya acı vermeye
çidînmes s. Anormal, aptal. başlıyor.)
çidîr- Ulaştırmak, kavuşturmak, yetiştir- çîgiîg s. Şüpheli, kuşku verici, endişe
mek. verici: "Haraa sığarğa aymah kîzee
çidîr Öksürük, krş. çidîl çîgiîg. Amir nimes künner sağam."
çîdîr- Yitirmek, kaybetmek: "Pîreezî mal N. Domojakov (Gece olunca oba
çidîr salza, püür çeen polar ffp insanlarına endişe verici. Huzurlu
çîglençe." N. Tinikov (Biri mal yitir- olmayan günler şimdi.)
se, ki/rt yemiş olmalı diye şüphele- çîgre- İrinlenmek, cerahat bağlamak.
niyor.) çigren bk. çigîren
çîdîrîg s. Yitik, kayıp. çiincîl s. Obur, pisboğaz.
çidîs- 1. Kavuşmak, ulaşmak: "Ol, at çiis Yiyecek, yemek: "Stolda çiistîh ay-
üstünde külîmzîrep, irnî çidispin
mağı salıltır." N. Tyukpiyekov
odırça."V. Kobyakov (O, at üstün
(Masaya yemeğin her türlüsü
de gülümseyip, dudakları kavuş-
konmuş.)
mayarak oturuyor.) 2. Varmak u-
laşmak: "Aalğa hustar çidîsçeler / çiit s. Genç, yiğit: "Kîçîgden sığara aar
Aymah çirdeh aylanıp / Aarlığ toğıs Torkanın çiit tuzın azınadoh
ünner istîlçeler / Arığ, suğnı hızır salğan." \l. Kobyakov (Küçük-
tîrgîzîp." P/Ştıgaşev (Köye kuşlar lüğünden beri ağır iş, Torka'nın
ulaşıyor / Çeşitli yerlerden dönüp / gençliğini kısaltmış.) Attın çorığı
Güzel sesler duyuluyor / Temiz su- kîçîgden, kîzînîn atısızı çi itten.
yu diriltip.) Atasözü (Atın yiç rüyüşü küçüklü-
çidîs Başarı, yeterlik. ğünden, kişinin güzelliği gençliğin-
den.) Naa çir pik, çe çiitter
çidîs pes s. Eksik, kusur.
annanoh pik. Atasözü (Ham toprak
çidîstîg s. Yeterli. sert, fakat gençler ondan da sert.)
çîg Şüphe. çiit tus gençlik, gençlik çağı:
çigen Atmosfer, hava. çîk 1. Dikiş yeri. 2. Yarık, aralık, çatlak:
çîgen Ekşitilmiş süt. "Hanca kîzî ködîrgem çîkterden,
çigene Ata. oymahtardan, duvallardan." V.
Şulbayeva (Nice insan taşıdım yar-
çigîr bk. çigîren.
larda, çukurlardan, siperlerden.)
çigîren s. Boz, al at donu.
çik (ı.) S. 1. Alçak, rezil: "-Yo-o." yo-o-o,
çîglen- Şüphelenmek: "Pîr dee çabal
çiktîn adayı." V. Kobyakov (Yoo,
ağırığa çîglenmeenner."\. Kotyuşev
yoo... alçak köpek.) 2. Şeytan, iblis.
(Hiç kötü hastalık olacağından şüp-
helenmemişler.) çik (ıı.) Kusur, özür.
çîglenîs Şüphelenme, şüphe: "Apsahta çikcennees bk. çîkçennös
çîglenîs pastalıbızannah sizînerge çikçenne- Kırıtmak, cilvelenmek.
kirek polğan." N. Domojakov (ihti- çikçennös s. Cilveli.
yarda şüphe başlayınca düşünme çîke 1. s. Doğru, düz, dik. 2. zf. Doğru
ihtiyacı doğmuş.) çîglenîs sağıs olarak, dikine: "Pîr uğaa çoon hus,
şüphe verici düşünce. ol nimenîn üstüne odırıbızıp,
çîglenîstîg s. Şüpheli, müphem: "Oloh hanattarın nince çider sölînîzîneh
tuşta çîglenîstîg sağıs çobaldınp caza tudıp, çîke odırıbızıp, ibîre
pastaan Arına Petrovnanı." N haybağınıp, tükpeyçetken nimenî
Domojakov (Tam o sırada şüphel tumzuğınan hağıbıshan." N.
Domojakov (Bir çok büyük kuş, o
-99-
çîkîm çilbîres
şeyin üzerine çıkıp, kanatlarını ola- nız kişi halktan korkar, yalnız ağaç
bildiğince açıp, dik oturup, etrafa yelden korkar.) çil çoh rüzgârsız.
bakınıp, tümseklenen şeye gaga- çil (ıı.) Yabanî.
sıyla vurmuş.) 3. zf. Boşuna, boşu çil (m.) (uçan) At.
boşuna, boş boş: "Taap halınar
çil aas Gaipten gelen ses.
olarnı. Çîke od ir halçazar." V.
Şulbayeva çîp-çîke dosdoğru, çil ayı Ocak ayı.
dümdüz. çilbe- bk. celbe.
çîkîm s. Dik, sarp: "Tağnıh pu hıri çîkîm, çilbeg Yelpaze.
sıh polcaa çoğıl." M. Çebodayev çilbekte- Yalpalamak, sallamak.
(Dağın bu yamacı sarp, çilbekten- Yalpalanmak, sallanmak.
çıkılamaz.)"/~c/ö7c ol, çîkîm çarnı
çübektes Yalpalama, sallanma, sallanış.
hasti in parıbıshan çalğıs azah
çolnın üstü-altındağı poğır-pağır çilbektes- (birlikte) Yalpalanmak, sal
haya-tastarğa urungli, salğahtala lanmak.
ahhlabısçathan." İ. Kotyuşev (Böy- çilbektet- Sallatmak, yalpalatmak.
lece o, dik yar kıyısından inen pati- çilben- Sallanarak gitmek, yalpalamak:
ka yolun altında üstünde bulunan "Çolda Ah oy attın çilnînen çîli / Ah
eğri büğrü taşlara vurarak dalgala- oy ısnah parovoz çilbençe." S.
nıp akıyor.) çîkîm haya sarp kaya. Kadışev (Yolda Ak kula atın yele-
sinden gibi / Ak gri dumanla loko-
çikpek Sıcak meltem.
motif yalpalanıyor.)
çikse- Aş ermek, canı bir şey yemek
çilbenne- Sallanmak, yalpalanmak.
istemek.
çilbennes- Yalpalanmak, ırgalanmak:
çîksî- İkrah etmek, tiksinmek: "Kurt
"On kizek çılğı, köp öhnîg
oshas, hara nimenî kör salıp, çîksi
çuruhtarnah sırıp tikken çorğan çîli
sıbırabıshan Marğa." I. Kotyuşev
îdîlîze halğannar." N. Domojakov
(Böcek gibi kara şeyi görüp, tiksin-
(On kadar yılkı, çok renkli resimler-
tiyle mırıldanmış Marğa.)
le 'işlenmiş yorgan gibi, itişmeye
çîksîn- Tiksinmek, iğrenmek. başlamışlar.)
çîksîncek s. İğrenen, tiksinen. çilbes Versta ( 1 . 06' km'lik uzunluk ölçü-
çîksînîstîg s. Tiksindirici. sü.)
çîksît- Tiksindirmek, iğrendirmek çilbeste- Sallamak, yelpazelemek.
çikte- Sevmemek, tenkit etmek. çilbesten- (birlikte) Sallanmak, ırgalan
çîktel- Dikişi sökülmek. mak
çîl- Yemek yenmek. çilbîgen Ejderha.
çil (ı.) Yel, rüzgâr: "Kün harağı çîlbîr s. Alaycı, şakacı.
çabınlıbıshan / Kün say çiller çilbîre- 1. Kımıldamak, kıpırdaşmak. 2.
tüsklebîstî / Küskü haraazı Sürünmek.
uzarabıshan." A. Topanov (Güneş çilbîres- Sürünmek, kımıldanmak:
ışığı kapandı / Her gün rüzgâr esi- "Hırığda turğan ibnîh hazaazınıh
yor / Güz gecesi uzadı.) sooh çil puluna parıp, pir stolbaa çölenîp,
soğuk rüzgâr, hazır çil fırtına, bora. Aydo çilbîrezîp turca." V. Kobyakov
çilge saptır- rüzgârdan kavrulmak. (Kenarda duran evin ahırının köşe-
Çalğıs kîzî çonnan hortıh, çalğıs sine gelip bir direğe yaslanıp, Aydo
ağas çilden hortıh. Atasözü (Yal- kımıldayıp duruyor.)
çilbîrkey - 100- çinlen
çilbîrkey anat. Karın boşluğunda sinirle- çîmcük İnci. çîmcük marha inci düğme.
rin birleştiği nokta. çimdîk 1. Yaşlı, ihtiyar. 2. Emekli.
çile İp, kendir. çime (ı.) Tembih, öğüt.
çileğe Kök.)Soshalar kîrîp çilegelerîn çime (ıı.) Yakaya dikilen kenar.
haspas ide, sidennî dee tıhtap çimele- Tembihlemek, öğüt vermek.
salarcıh." A. Çerpakov (Domuzlar
çimîr- çamır tekr. Yağmur ruhu.
girip köklerini kazılmayacak edip,
otları da bastırırdı.) çîmîresr Titremek, tüyleri diken diken
o\mak.)Kiden kögenegînîn altınca
çilegelen- (bitki) Kökleşmek.
îçîgey çîmîreze halça." N.
çilen Küçük koy: Tuyuh pön oshas Domojakov (Keten gömleğinin al-
tuhur pastığ çîlehner köp artış pa tında dondurucu soğuk titretiyor.)
radır Çobat suğ." N. Domojakov "Anın idî-söögî örînîstîg çîmîreze
(Kör bağırsak gibi kör uçlu küçük tüsken." N. Domojakov (Onun eti
koylar bırakıyor Çobat ırmağı.) kemiği mutluluktan diken diken olu- .
çilehmes Salıncak. yor.)
çili e. 1. Gibi. "Anın çarıh hulahtarı, çimîs Yemiş.
hıshı pörîktîh hulahtarı p / 7 / , çîmkî- Hadım etmek, enemek, iğdiş
halbastanğlapça." V. Kobyakov (O- etmek.
nun parlak kulakları, kışlım börkün
çîmkîs Hadım, iğdiş etme.
kulakları gibi sallanıyor.) Ölen çîli
örînme, örtek çîli uçuhpa. Atasö- çîmkît- Hadım, iğdiş ettirmek.
zü (Balık yavrusu gibi sevinme, ör- çin- Yenmek, galip gelmek, mağlup
dek gibi uçma. 2. Sanki, yani, âde- etmek: "Çe, olğannar, ayna çihîp
ta. çırğap polbadı, huday pîstî
çilîcek Meltem, esin. araçıladı." A. Kuzugaşev (Fakat ço-
cuklar şeytan galip gelip kutlama
çilîn (ı.) Yele: "Çolda Ah oy attın çilnîneh
yapamadı, Tanrı bize yardım etti.)
çîli, Ah oy ısnah parovoz çilbençe."
Sın nime haçan daa çinedîr. Ata-
S. Kadışev (Yolda Ak kula atırTye-
sözü (Gerçek olan daima galip ge-
lesinden gibi / Ak gri dumanla lo-
lir.)
komotif sallanıyor.)
çîncîl s. Obur.
çilîn (ıı.) Yelin, inekte dolgun meme.
çindîr- Yendirmek.
çîlîn 1. Kemikte ilik. 2. İlik kemiği.
çindîrbes s. Yenilmez.
çilînne- (meme) Sütle dolmak, şişmek,
krş. çille- çindîrt- Yendirtmek.
çilînnîg s. Yeleli. cine bk. çına.
çille-Hayvanın memesi şişmek, krş. çinîs Yeniş, galibiyet, zafer: "Ol çinîs -
sın çihîs polğan." V. Kobyakov (O,
çilînne-
galibiyet, gerçek zafer olmuş.) çinîs
çillen- Rüzgar çıkmak.
al- zafer kazanmak, çinîs payramı
çillendîr- Rüzgâr çıkarmak. zafer bayramı.
çillîg s. Rüzgârlı, püün çillîg kün bu- çinîsçî s. Galip, zafer kazanan, muzaf-
gün hava rüzgârlı. W: "Pîs çihîsçîlerbîs! Torka
çilne- bk. çilînne- örînlstîg tabısnah çoohtap kilce.''V.
çiltek s. Karışık, çiltek sas karışık saç. Kobyakov (Biz galipleriz, Torka
çîmcî Kızartılmış arpa. çîmcî hoor- arpa mutlu bir sesle konuşarak geliyor.)
kavurmak. çinlen- bk. çîglen-
çînlenîs
-101-
çirlîk
furajka Kasket: "Anan çaacı pu al ipti futbol Futbol, futbol myaçı halhaa
izer oyiinzar altandırıbıshan, pazına kire toğılahtan parğan futbol topu
pozınınoh furajkazın kizîrtîbısken." kaleye yuvarlana yuvarlana girdi.
F. Burnakov (Sonra savaşçı bu futbol oyna-futbol oynamak.
kahramanı eyer çukurluğuna futbol ist Futbolcu.
bindirilmiş, başına kendi kasketini
giydirimiş.)
furgon Üstü kapalı araba: "Boçkanı
furgonğa, hap çili, haap, ir
taarlacah."M. Bainov (Fıçıyı araba
ya torba gibi tutarak yüklemiş.)
-G-
garantiyalığ s. Garantili.
ga Hektar.
gabardin 1. Gabardin(kumaş). 2. Ga garderob Gardırop, elbise dolabı.
bardinden) gabardin pal'to ga garem Harem.
bardin palto. garmon' Armonika.
gabarit Ölçü, ebat. garmonika Armonika.
gagara zool. Pupla. garmonist Armonikacı.
gal'vaniçeskay s. Galvaninizmle ilgili. garmoniya müz. Ahenk, uyum.
gal'vanizatsiya Galvaniz yapma. garnir Garnitür.
gal'vanometr üz. Galvanometre. garnitür Takım.
gal'vanoplastika tek. Galvanoplâsti. garnitura Garnitür.
galantereya Tuhafiye, galantereya garnizon ask. Garnizon.
magazini tuhafiye mağazası. garpun Zıpkın.
gaiereya Galeri. kartina gastrol' Turne.
galereyazı resim galerisi. gastrolirovat' p o l - Turneye çekmek.
galife Külot. gastrolyor Turneye çıkan sanatçı.
galiyutsinatsiya Halüsinasyon. gastronom 1. Yemek sever, yemek
galoşa Galoş. uzmanı. 2. Yemekle ilgili.
galstuk Kravat: "KögenegMn appağas gastronom magazini yiyecek ma
moydırığına palğaan hara torğı ğazası.
galstugın, M salaazınan tööle gastronomiya Boğaz düşkünlüğü.
tibfretçe." G. Topanov (Gömleğinin
gaubitsa ask. Obüs.
bembeyaz yakasına bağlanan si
yah ipek kravatını, iki parmağıyla gauptvahta ask. Askerî hapishane.
devamlı oynatıyor.) gavan' Liman.
galstuktığ s. Kravatlı: "Am kırles hırinzar gaz (ı.) Gaz.
hızıl galstuktığlar çağdabıstı." F. gaz (ıı.) Tül.
Burnakov (Şimdi merdivene doğru gazeta 1. Gazete: "Uzun odırçıhta İvan
kırmızı kravatlılar geliyor.) Petroviç gazeta hığırıp odırça." V.
galun Şerit, sırma. Şulbayeva (Uzun oturakta İvan
gamak Hamak. Petroviç gazete okuyup oturuyor.)
gamaş Tozluk. künnîn say gazeta hığır- her gün
gazete okumak. 2. Gazeteyle ilgili.
gamma müz. Gam. gazeta toğınçızı gazete çalışanı.
gangrena tıp. Kangren. gazeta çacını gazete kağıdı.
gangster Gangster. gazetçik Gazeteci.
gaplologiya gr. Hece düşmesi. gazifikatsiya Gaz hâline getirme.
garaj Garaj: "A mında altın çeçpe çoğıl / gazifitsirovaf pol- Gaz hâline gelmek.
Anın ornına garaj turca." V.
gazogenarator Gazojen, gaz jeneratö
Maynaşev (Fakat burada altın direk
rü.
yok / Onun yerine garaj var.)
gazolin kim. Gazolin.
garantiya Garanti, garantiya pir- garan
gazomyot ask. Gaz makinesi, gaz atan
ti vermek.
makine.
•
gazon gimnastiçeskay
ağırığdan üreen, Ohçın hara seek Kara sinek: "Aalnıh daa ara
harındazıhın oolğının, Sıbostın, zında çon hara seek çili
ipçicegiturca."A. Çerpakov (ihtiyar haynızıbıshan." V. Kobyakov (Kö
şimdi iyi tanımış, karşısında gençli yün içinde halk kara sinek gibi kay
ğinde tifodan ölen, kardeşi Ohçın'ın naşıyor.)
oğlu Sıbos'un karısı duruyordu.) harashı 1. Karanlık: "Aydo, künnîh-
harandı Düğün çadırı. tahnıh ırahhı irtenneh harashı
haranğa zf. Belli etmeden, sessizce: "E- çitkençe, pu la öör hoynıh soonan
ek, sağam tapsabas polğazıh, çörip, üzinçiçiliparir."\l. Kobyakov
nigecîh, -haranğa açırğanğan (Aydo, sabahın çok erken vaktin
den karanlık çökene kadar sadece
Todıl." A. Çerpakov (Eeeh, şimdi
bu bir sürü koyunun ardında gide
ses çıkarmıyorsun, yengeciğim, -
rek üçüncü yılını dolduruyor.) 2.
diye belli etmeden sinirlenmiş
mec. Cahil: "Andada pistin harashı
Todıl.) hakastarnıh arazında pir dee imci
hara paar zool. Hamster. çoh polğan." İ. Kotyuşev (O zaman
hara parçıh Sığırcık: "Ağınnan kilgen bizim cahil Hakasların arasında hiç
hara parçıhtar / Anda tapsaspin doktor yok imiş.) harashı
irtîpçeler." M. Kilçiçekov (Göçten polıbıshan karanlık olmuş, harashı
gelen kara sığırcıklar / Orada ö haraa karanlık gece. harashıdah
tüşmeden geçiyorlar.) horıh -karanlıktan korkmak.
harashı tüs-karanlık çökmek.
hara-purunğı Çok eskiden, çok eski:
"Hara talay, sağaa izen / Hara- harashılan- Kararmak, karanlık olmak.
purunğı nımaamnan / Harlap sıhtın hara sîgen bot. Pelin, ak pelin.
ma tan sin." S. Kadışev (Kara De
hara sirceh 1. Zenci. 2. mec. Çok esmer
niz, sana merhaba / Çok eski ma
salımdan / Gürleyip çıktın mı yoksa insan.
sen.) hara suğ Pınar, kaynak.
haras- (ı.) 1. Çabalamak, gayret etmek: harat Kara at.
"Ol pozınıh toğızın nince dee hara tal Kara söğüt: "Tağ tözîne çidıp,
harazıp toldırçatsa, Kustuk pirer attı tarbahay hara talğa palğap
polğan kip-azahtı am daa pirbinçe." salğabıs." M. Çebodayev (Dağ ya
V. Kobyakov (O, kendi işini ne ka macına ulaşıp, atı yayılmış kara
dar gayretle yerine getirse d e , Kus söğüde bağladık.)
tuk verecek olduğu giyim kuşamı hara tas Taş kömürü.
hâlâ vermiyor.) Köpke harassa, haratorat Kara doru at.
kömes t e e çoh polar. Atasözü harazığ Özen, itina, gayret.
(Çoğu istersen azı da bulamazsın.)
harba- 1. Tutmak, yakalamak, eliyle
2. Göz koymak, istemek. Köpke
kapıp almak: "Ol çirde çatçathan
haraspa, ködîrerge aar polar. A oolnı moydıriinah harbap alğan."\/.
tasözü (Çoğu isteme, götürmesi a- Tatarova (O, yerde yatan çocuğu
ğırolur.) 3. Özenmek, imrenmek. yakasından yakalamış.) 2. Elle yok
haras- (ıı.) Bakışmak: "Şarap apsah lamak, aramak: "Hara çirrii
harbabıssa, holına pir dee nime u
pozınan çoohtazarğa haras
runa çoğıl."V. Kobyakov (Kara yeri
körgennerge..." A. Çerpakov (Şarap
eliyle yokluyor, eline hiçbir şey
ihtiyar, kendisiyle konuşmak için gelmiyor.)
bakışanlara...)
hara saban zool. Çalı horozu. harbah (ı.) Aceleyle, hızla.
harbah harğa
harbah (ıı.) Avuç: "Harbahnan daa çil harbat- (elle) Yoklatmak, tutturmak.
söp-sabın Minîh sırayıma çatısın." harbazığ Kapışma: "Harbazığ hazır
V. Maynaşev (Avuçla da yel çer polar, sizîngen ol." N. Nerbişev
çöpün / Benim yüzüme sürsün) (Kapışma sert olacak, sezmiş o.)
harbahta- Avuçlamak, avucuyla almak. harbazıs Kapışma.
harbala- Elle tutmak, yoklamak: "îzîk harbi 1. Tırpan 2. Büyük orak.
tudazın harbalap azıbıshan, tördegî
harcan- Bağdaş kurup oturmak, ol ot
turadan polzartın püles çarın tüs-
çe." A. Çerpakov (Kapı kolunu kav hırinda harcanıp odırça o ateşin
rayıp açmış, köşedeki odadan sa başında bağdaş kurup oturuyor.
lona doğru mat ışık düşüüyor.) harcana anat. Büyük baş hayvanda
harbalan-Elle kendini yoklamak, aran omurga.
mak. harcı (ı.) 1. Haç. 2. Çapraz.
harbalat- Elle yoklatmak; yan kesicilik harcı (ıı.) Düğün giysisinde etek.
yaptırmak. harçıh Kene: "Alnındağı çıltırah timîrge,
harban (ı.) Cep. harçıh c / 7 / , pik çarban parıp odırarı
harban (ı.) Kıyma, harban tart- et kıy kirek polça teen çili, Şarap apsah
mak. matap tudınğan." A. Çerpakov ( G ü -
nündeki parlak demire, kene gibi,
harban- 1. Elle yakalamak, kapmak,
çekip almak: "Pray nimenî sıkıca yapışıp oturmak gerek der
postan na la harbançalar." V. gibi Şarap ihtiyar iyice tutunmuş.) 2.
Şulbayeva (Her şeyi sadece kendi Kan emici: "Hacan daa Hakasiyada
lerine kapıyorlar.) 2. Rüşvet almak: sin / Harçıh körbes polarzıh." M.
"îkî s ı ray I iğ nimessîh: çoyırhap Kokov (Hiçbir zaman Hakasya'da /
pîlbinçezîn, köytîkten pîlbinçezîn, . Kan emici görmeyeceksin.)
harban pîlbinçezîn." V. Şulbayeva |$arçıh- 1. (hastalık) İlerlemek. 2. Naz
(İki yüzlü değilsin, yaltaklanma lanmak, kapris yapmak.
bilmiyorsun, kurnazlık bilmiyorsun,
harçi 1. Kat, kez: "Paskirnîh pilin îkî
rüşvet bilmiyorsun.)
harçi hurçan salğan çîbek hurinin
harbas 1. Mücadele, çarpışma, kapış çaçahtarı..." İ. Kostyakov (Paskir'in
ma: "Kîzîler ölîmge udur körcehner, belini iki kat kuşatan ipek kemerin
anın sıltaanda haydağ daa püsküllerin...) 2. Bağdaş kurarak.
harbasta çih salcahnar." S. Çarkov harçi odır- bağdaş kurarak otur
(insanlar ölüme karşı koyarlar, bu mak, harçi tart- sıkıca bağlamak.
yüzden her türlü kapışmada galip harçi irt- isabet etmemek, karava
gelirler.) 2. Güreşme, yarışma. na. 3. Geri, tersine, harçi kör ardı
harbas- Kapışmak, mücadele et na bak! harçi segîrîbîstî arkaya
mek" Hakas oolğı anda harbashan." zıpladı.
M. Kilçiçekov (Hakas oğlu orada harçi-pîrçi tekr. Çaprazlamasına,
savaşmış.) krş. habıs- haçvari, haç şeklinde, attı harçi-
harbasta- Elle yoklamak, aramak, "heh, pirçî tuzaptır atı çapraz bukağıla
suğ, -his pala tapsaan, ah mış.
holıçahtar kiinî harbastaannar." N. harğa Karga: "Soonda, kürgen ibîre,
Domojakov (Anneciğim s u , diye kız hara hustar, tigîlgenner, harğalar
çocuğu seslenmiş, ak elleri havayı açırğasnah hıshırıs halğannar." N.
yoklamış.) krş. harbala- Domojakov (Arkasında, kurganın
harbastır- Elle yoklatmak, aratmak. çevresinde, kara kartallar, çaylak-
harğa - 153-
harın
lar, kargalar öfkeyle nuşuyorlar.) ol mağa harığ o bana
bağrışıyorlardı.) ala harğa ala kar engel, harığ pol- engel olmak.
ga, kök harğa boz karga, hara sağıstar harığ pol- akıllar karış
harğa kara karga, harğa ayı kız. mak, alay harığ pol- pardım ma?
mart. engel oluyor muyum?
harğa- Kargımak, lanet etmek, beddua harığ (ıı.) Vakit, zaman: "Pîr dee kîzî
etmek: "Açığlanıp ol harğaan / körbeen harığda tamkı tartıp
Halıh çon, mini istîp / Hada-pîrge alarga..." A. Kuzugaşev. (Bir de
homzıncan / Harahtarı çastanıp / kimsenin görmediği zaman sigara
Harğastı ol pirceh." P. Ştıgaşev içmeye...)
(Öfkelenip o kargımış / Halk, millet
bunu duyup / Gözleri yaşarıp / Kar harığ-tîrîg tekr. 1. Hastalık. 2. Cenaze
gışı o etmiş.) min anı evi veya alayı.
harğabısham ben onu kargıdım. harıh Burun kökü: "îkî harığı la
horlaza tüsken Fedor Pavloviçtîn."
harğal- Lanetlenmek: ""Harğalğan çabal N. Domojakov (İki burun kökü de
ıırcılarnı / Unadıp, hanın töge çat
horlamaya başlamış Fedor
salğan / Ana ol hınıstığ çir-suğnı /
Pavloviç'in.) harıh tart- horulda
Ölîm, huldah araçılap halğan." i.
mak, harıh tartıp uzupça horlaya-
Kotyuşev (Lanetlenmiş kötü düş
manları / Y o k edip kanını dökmüş / rak uyuyor.
Ona sevgili yurdunu / Ölümden, kö harıhta- (ı.) Burunsalık, ağızlık takmak.
lelikten kurtarmış.) harıhta- (ıı.) Horlamak.
harğan-Beddua etmek: "Ağaa, harğanıp, harıl- (ı.) Ayağı sürçmek.
sös pirçeler." M. Kilçiçekov (Ona harıl- (ıı.) (ses) Kısılmak: "Payusanıh ünî
beddua edip söz veriyorlar.) harılıp sıhhan." A. Çerpakov
harğana Salkım söğütlük. (Payusa'nın sesi kısık çıkmış.)
harğas Kargış, kargıma, beddua: "Ineyî harıl- (m.) sag. Kederlenmek, üzülmek:
irgî ohdaynah harğazına tüsken." "Anan, nimee-de harılıp ahdarıl
M. Kokov (Karısı eski alışkanlıkla parğam."V. Şulbayeva (Sonra her
beddua etmeye başlamış.) şeye üzülüp yıkıldım.)
harğas- (birbirini) Lanetlemek, (birbirine)
harın (ı.) 1. Karın: "Mayıh parğan Aydo
beddua etmek, kargışmak.
oolahtıh hamı daa astaanı küzök
harğat- Lanetletmek, beddua ettirmek. polğan, çe nımzah ot tözek, tadılığ
harğattır- Lânetlettirmek, beddua ettirt uygu Aydonı tabırah çaba pashan."
mek. V. Kobyakov (Yorulan Aydo'nun
harğın Buz. karnı da çok acıkmış, fakat yumu
harğına- Buzlanmak, buz tutmak. şak ottan döşek, tatlı uyku Aydo'yıı
harğınnığ s. Buz tutmuş, buz kütlesi çabucak sarmış.) Hamaafi tirleze,
olan. hamın toh polar; holın hıymıraza,
ham harğıt Kaynatanın eğreti adı. kibîn püdün polar. Atasözü (Alnın
terlerse, karnın tok olur, kolun kı
harha Göden, rektum krş. hartha.
mıldarsa, elbisen bütün olur.) harnı
harhay- Ayakta durmak, dikilmek. tospas karnı doymaz, harnı
harıcah Karcık, kar taneciği. pedey- karnı şişmek, tuyuh
harığ (ı.) Engel, mâni: "Pîrsî plrsîne harın kör bağırsak, uluğ harın pe
hanğ polip, körgen nimelerîn riton, sıfak. çohır harın börkenek.
çoohtapçalar." A. Kuzugaşev (Bir îstî harın işkembe, hamım toh
birlerine mani olup gördüklerini ko- karnım t o k . Haraa künörte toğınça
harın - 154- harlıh
hayda zf. Nerede: "Hayda polza, pîree haydi Nasıl? "Haydi olar mındağ açıh
pasha kîzîde toğınıp alay ba mal çazıda pu çalahnı pîdi çağdaanca
hadarıp çurtir." V. Kobyakov (Nere aharbaannar."H. Domojakov (Nasıl
de olsa, bir başka kişide çalışıp ve onlar bu kadar açık yazıda bu çıp
ya mal otlatıp yaşar.) hayda daa a) lak ata bineni böyle yaklaşana ka
her yerde, her tarafta b) hiçbir yer dar fark etmediler.) Malnı haydi
azırazan, süttî îdök alarzın. Ata
d e , hayda-da bir yerde, herhangi
sözü (Malı nasıl beslersen, sütü öy
bir yerde.
le alırsın.) haydi polza nasılsa, bir
haydağ s. 1. Nasıl? "Ashırlar haydağ şekilde: "İdi, haydi polza çap
kirekte haydağ ün piredîrgennerîn adaydan azırılıp alıp, Yakın pora
çılğılar pîlçeler." N. Domojakov adının soonca çoo çaliıhtap
(Aygırların nasıl bir durumda, nasıl oylapça."V. Kobyakov (Böylece, bir
ses çıkaracaklarını yılkılar bilirler.) şekilde, kızgın köpekten kendini
2. Ne : "Harap köfîher çir- kurtarıp, Yakın bora atının ardınca
suubıssar, Haydağ hayhastığ pay yalpalayarak koşuyor.)
çir! - tirzer." M. Kilçiçekov (Bakınız haydol Buzağısız süt veren inek.
bizim yurdumuza / Ne şaşırtıcı
hayğa Nereye?
zengin, yurt, dersiniz.) haydağ
hayğah (ı.) Koruma, esirgeme.
homay nime! bu ne rezalet! bu ne
kötülük! haydağ-da herhangi bir: hayğah (ıı.) Kıvrık, e ğ r i .
"Çirde tal ağastıh altında haydağ- hayha- Hayret etmek, şaşırmak:
da hara nime körînçe." A. "Çornap, İliskecektîh bolları haydi
Kuzugaşev (Yerde söğüt ağacının siber hıymırapçathanın körîp,
altında herhangi bir kara nesne g ö hayhaan." İ. Kotyuşev (Çornap,
rünüyor.) haydağ daa a)herhangi iliskecek'in ellerinin ustalıkla hare
bir. b) hiçbir, haydağ çirde nerede, ket ettiğini görüp, şaşırmış.)
nasıl bir yerde, haydağı neredeki. hayhal Şaşılacak şey, hayret, haydağ
hayda-hayda uzakta, hayda hay haydal ne şaşılacak şey.
da poldım uzaklardaydım. hayhas Hayret etme, şaşma, şaşırma.
haydan zf. Nereden: "Haydan alğazar, hayhas-Şaşırmak, hayret etmek:
ağan, mındağ hoos hafızanı?' N. "Pazoh hayhas sıhçalar irenner.'"
Domojakov (Nereden aldınız, de- N. Nerbişev (Yine şaşırıyor erkek
deciğim, böyle nakışlı pipoyu? ) ler.)
haydan kilgen ol nereden gelmiş? hayhastığ Hayret verici, şaşırtıcı: "Ol,
haydanzar neredensiniz?. hılçahnabızıp, uğaa hayhastığ nime
körsalğan."N. Domojakov (O, etra
haydar zf. Nereye? "Sin, Torka, haydar fına bakınıp, çok şaşırtıcı bir şey
parirzıh? Mini dee hada apar za, görmüş.)
pîree çirge aallap." V. Kobyakov
hayhat- Hayret ettirmek, şaşırtmak.
(Sen Torka, nereye gidiyorsun?
Beni de birlikte götürsene, bir yere hayı- 1. Keserek kısaltmak. 2. Teyelle
misafir olarak.) haydar-da her yere, mek.
hiç bir yere. haydarhı hangi, hangi hayığ Dikkat, hayığ aylandır- dikkat
taraftaki?. haydarhı sarinda etmek, hayığ çoh dikkatsiz, hayığ
çurtapçazar hangi tarafta yaşıyor tasta- dikkat etmek: "Hığırığcaa
sunuz?, haydartın nereden?, sîrer passajir poyezdînîh vagonının
közenegîneh, hınza, harah puliinan
haydartıh kildîner siz nereden
daa Tarğı çul çazızınzar hayığ
geldiniz?
tastirga kilîsken polar." M. Kokov
haydartın zf. Nereden?.
hayıh hayla
(Okuyucuya yolcu treninin vagonu parçathanda, kömes tınanıp alarga
nun penceresinden, isterse, göz tirekter arazınzar kilgen." A.
ucuyla da Tarğı Çul yazısına dikkât Çerpakov (Noni, babasının cena
etmek uygun olacak.) hayığ it- dik zesiyle uğraşma işi yolunda gitti
kat etmek: "Çe ağaa pîrdeezî hayığ ğinden, birazcık dinlenmek için ka
itpeen." N. Domojakov (Fakat ona vaklar arasına gelmiş.) 2. Uğraşan,
hiçbiri dikkat etmemiş.) hamarat.
hayıh Yayık, hayıh ü s - yayık vurmak. hayındı Dikkat, özen.
hayıh- Bir şeyi bahane etmek, yersiz hayındılığ s. Dikkatli, özenli.
çıkışmak. bayındır- Ev işleri yaptırmak.
hayıl- 1. Erimek, sıvılaşmak: "Harlar, hayındırt- Ev işleri yaptırtmak.
pustar hayılçalar, Hatığ hıshı hayınıs 1. Ev gailesi, ev işleri 2. Kay
toozılça." P. Ştıgaşev (Karlar, buz naşma: "Aalda uluğ hayınıs." N.
lar eriyor / Sert kış bitiyor.) 2. Eri Nerbişev (Köyde büyük kaynaşma.)
mek, tükenmek, yok olmak: "Hatap hayınıs-1. Birlikte ev işleriyle uğraşmak:
toğastım sağaa / Haycınıh çüree "irteeçî ipçiler İnekterin sağlap
hayılçadır." S. Kadışev (Yeniden hayınısçathannar." N. Domojakov
rastladım sana / Hayanın yüreği e (Erkenci kadınlar ineklerini sağıp
riyor.) hayan hayılğan yağ erimiş. uğraşıyorlar.) 2. Bir şeyle meşgul
tashar sooh turca, izepte ahça olmak: "Pazoh çadıp, pazoh la
tudılızı çoh sağıstarnan hayınıs
hayılça dışarısı soğuk, cepte para
sıhhan." N. Domojakov (Yeniden
eriyor.
yatıp, yeniden ele gelmez
hayıldır-Eritmek: "Könmnîg, sımdah his düşüncelere dalmış.)
köp oollarnın çürekterîn
hayır 1. Misk. 2. Misk bezesi.
hayıldırcah." N. Tyukpiyekov (Alım
hayır- Bilemek, keskinleştirmek, pıçah
l ı , uysal kız, çok gencin yüreğini e
hayır- bıçak keskinleştirmek, saphı
ritmiş.) hayır- orak bilemek.
hayılıs Erime. hayırdır-Biletmek, keskinleştirmek.
hayım Oyunda berabere kalma. hayırğas Bileği taşı. pıçaam hayırarğa
hayın- 1. Ev işleriyle uğraşmak, evi hayırğas tappadım bıçağımı bile
derleyip toplamak: "İrten irte meye bileği taşı bulamadım.
tonancan / Ibde toğınıp hayıncah / hayırğastığ s. Bileği taşı olan.
Çîg îpekneh çay fzîp / Çazızar otha hayırlığ s. Miskli.
ol parçan." P. Ştıgaşev (Sabah er hayırıs Bileme, keskinleştirme.
ken giyinmiş / Evde çalışıp uğraş hayırıs- Birlikte bilemek, keskinleştir
mış / Kuru ekmekle çay içip / Yazı mek.
ya ota gitmiş.) Pır ineyek turada hayıs Kayış: "Hıshacah hayıs
hayınıp-hayınıp pulunda hamcızınah arğa pastıra
çadıbısça. Bilmece, süpürge (Bir hıcladıbısça." N. Tyukpiyekov (Kı
ninecik evde uğraşıp uğraşıp köşe sacık kayış kamçısıyla arkasından
de yatıyor.) 2. Kaynaşmak: "Hara şaklatmış.) krş. haas
seek tobın çili hayınça." N. hayıştır-/c/z. Karıştırmak, ortalığı birbiri
Domojakov (Kara sinek, böcek gibi ne katmak.
kaynaşıyor.) harlığ poraan hayın
hayla- Gırtlaktan şarkı söylemek, ens
turdı karlı boran kaynıyordu. trümanla destan söylemek: "Alton
hayıncah 1. Uğraşma: "Noni, pabazının aymah çon alnında «Altın Arığnı»
söögîne hayıncah pray çahsı haylap pirgem." S. Kadışev (Altmış
-163- hayrahan
haylah
çeşit halk önünde 'Altın Arığ'ı' söy haynaan s. Kaynamış, haynaan suğ
leyeyim.) kaynamış s u .
haylah zool. Martı, ah haylah ak martı. haynama Kaynamış, kaynayan.
ah haylah ün hozıp, ah tigîrzer haynas 1. Kaynama, kaynayış. 2. Kay
ködîrîlçe ak martının ötüşü ak gö naşma.
ğe yayılıyor.
haynas-1. Kaynaşmak: "Tigîrge
sıdamah-haylah tekr. Çalışkan, gayretli. uçuhhlap haynashlapçalar." A.
haylahta- (suda, havada) Kaydırmak, Çerpakov (Gökte uçuşup kaynaşı
yüzdürmek: "Han tiğîrde haylahtirğa yorlar.) 2. (ses) Kaynaşmak. 3.
/ Haraçhayah polıbızam / Köglîg, Kaynaşmak, yaramazlık etmek.
köglîg sarnirğa / Könnın sinin haynat- 1. Kaynatmak: "Hazanahta
çazirğa."\l. Şulbayeva (Han gökte haynathan suğ halğan polar, -timîr
uçurmaya / Kırlangıç olayım / Ne pes üstündegî hazanahtı peştin
şeli neşeli söylemeye / Gönlünü ortızına tartıp çoohtanğan Marka."
senin iyileştirmeye.) i. Kotyuşev (Küçük kazanda kayna
haylahtan- (suda, havada) Kaymak, tılmış su kalmış olmalı, - demir so
yüzmek. ba üstündeki kazanı sobanın orta
haylahtandır- (suda, havada) Kaydır sına çekip konuşmuş Marka.) Oy
mak, yüzdürmek. attı oylatpaam tîbe, ool çüregîn
haylat- Gırtlaktan şarkı söyletmek. haynatpaam tîbe. Atasözü (Kula
atı koşturmayayım deme, oğul yü
haylo Külünk, küskü krş. kaylo.
reğini kaynatmayayım deme.) Haa
haylola-Külünkle vurmak. suğnı haynadıp, hayağın al
haymah kız. Kaymak (sütten, yoğurttan.) polbassın; hazinezîn, his idîp,
hayna- 1. Kaynamak: "IzTktln sol irge pir polbassın. Atasözü (Kara
sarında tasnan salğan soolda uluğ suyu kaynatıp, yağını alamazsın,
çis çaynik pulazıp haynap turca." V. kaynanasını, kız edip, ere vere
Kobyakov (Kapının sol yanında taş mezsin.) 2. Kaynatmak, pişirmek.
la yapılan sobada büyük bakır çay ürge haynat-çorba pişirmek. 3. ( k i -
danlık buharlaşıp kaynıyor.) suğ reç) Söndürmek.
haynapça su kaynıyor. Ot çoh haynathan s. Kaynamış, kaynatılmış.
haynapça. Bilmece, haber (Ateşsiz
haypîree zm. Bir kısım, biraz.
kaynıyor.) 2. Pişmek. 3. Yanmak,
haypîreener mında haizin bir kıs
kaynamak, çüreem haynapça yü
mınız burada kalsın.
reğim yanıyor. 4.mec. Kaynamak,
birbirine girmek, çok olmak: "Halın haypîrsîzm. Bazısı, bir kısmı, mında
harnan hatanıp / Has-poraanı prayzı nimes, haypîrsî le burada
haynabıshan." A. Topanov (Kalın hepsi değil, sadece bir kısmı (var.)
karla kaplanıp / Sert boranı kay hayra- Bükmek, eğmek: "Pacah iney
naşmış.) toğıs haynapça iş apsağınzar hayra hızınğanınah
kaynıyor. 5. Kaynamak: "Aynın pastır kilgen." M. Kokov (Pacah n i
soonan ay irtfpçe / Abis çurtı ne kocasına doğru eğilip bükülerek
haynapça / Apon matap toğınça / gelmiş.)
Arığdan ağas tartıpça." P.Ştıgaşev hayrahan 1. Hükümdar 2. Tanrı,
(Ayın sonundan ay gider / Abıs'ın Kayrakan: "Nime çitpinçe olarğa?
evi kaynıyor / Apon çok çalışıyor / Postan kütçetken hayrahannar." V.
Ormandan ağaç çekiyor.) 6. Yara Şulbayeva (Ne yetmiyor onlara?
mazlık etmek, kaynaşmak. Kendileri yaratıcı Tanrılar.)
hayral -164-
haza
hayral 1. ilgi, özen. kîzîdener hayral la parğan kîzee tööybîn." N.
insana özen. 2. Yardım. 3. Kurtar Nerbişev (Düşünüyorum: Ne ettim
ma, kurtuluş. ben? Yolunu kaybetmiş kişiye
hayralla- 1. Korumak, saklamak, benziyorum.)
esirgemek: "Kök harahtığ abahay hayza e. Ne de olsa: "Ol tuşta pîstîh
hıstar / Kün irtîrbin hayrallapçalar." imcîbis hamnar polcıh hayza." İ.
M. Kilçiçekov ( Mavi gözlü güzel Kotyuşev (O zaman bizim doktoru
kızlar / Gün geçirmeden muz kamlar imiş ne de olsa.) anı
koruyorlar.) haziin hayralla- sağ prayzı pîlcen hayza! onu hepsi bilir
lığını korumak, anı harah odı çîli ne de olsa.
hayralla- onu gözünün içi gibi hayzı s. 1. Hangi: "Hayzızınıh baların /
korumak, naa ösçetken ağastı Haraa-tünge hadarçalar." A.
hayrallirğa kirek yeni yetişen ağaç Topanov (Hangisinin kaldığını /
korunmalı, kniga hayralla- kitap Geceleyin gözetliyorlar.) 2. Bazı:
korumak. 2. Tasarruf etmek, tutum "Hayzı iblerdeh ağılbay kök ıstar
lu olmak. sıhhlapçathannar, çe iki le ibdeğ
hayrallan- Sakınmak, korunmak, esir hara kök ıs purlapçathan." N.
genmek, kendini korumak, soohha Domojakov (Bazı evlerden açık
aldırarman hayrallan- soğuğa kar renkli dumanlar çıkıyor, sadece iki
şı korunmak. evden koyu duman yükseliyor.) 3.
hayrallas 1. Koruma, saklama, esirge Kimi. hayzı-da hepsi, hepsi d e : "Ür
me, ihtimam: "A min tınağ çoh dee polbaanda olğannarnıh hayzı-
hadarçı polçam, çahsı hayrallas da teen -Pirinçebis." i. Kostyakov
mağaa çoğıl."U. Tinikov (Fakat ben (Çok geçmeden çocukların hepsi
dinlenmeden bekçilik ediyorum, g ü de demiş: Veriyoruz.) hayzı
zel ihtimam bana yok.) ağas gorodta hangi şehirde, hayzında
hayrallazı ağacı koruma. 2. Tasar- hangisinde, hayzızı hangisi, hayzı
rufluluk, tutumluluk. 3. Tasa, kaygı, daa hiçbiri, hayzı la herkes.
tasalanma, kaygılanma. hayzına hangisine.
hayran 1. Sevgili, kıymetli, güzel: "Noo, haza- 1. Tutuşturmak, iliştirmek:
küren at, noo, hayranah! -kühürede "Pörikterine ah-noğan sübürekter
tapsap salıp odırğan ir kîzî." N. hazap salğan." A. Kuzugaşev
Domojakov (Hayır, yağız a t , hayır (Börklerine ak yeşil bez parçaları i
güzelim! diye homurdanıp seslen liştirilmiş.) broşka haza- broş tutuş
miş er kişi.) 2. Zavallı, biçare: "Hay turmak. 2. Saplamak, batırmak,
ran çüregîm, köölce sıstazıp, Pfrge sokmak. înenî tîkçetken nimee
sabılça minneh hada." M. hazap salarğa iğneyi dikilen şeye
Kilçiçekov (Zavallı yüreğim, yavaş batırmak, pıçah haza- bıçak sok
ça sızlayıp / Birlikte dövünüyor be mak. 3. Dikmek, marha haza-
nimle.) hayran palam sevgili çocu düğme dikmek. İrge paran ooy
ğum, hayran kîzî zavallı, biçare. polcafi, irgek hazin sidîk polcan.
hayran oolah zavallı çocuk. Atasözü (Kocaya varmak güç olur,
eldivene baş parmak dikmek zor
hayrastan- 1. Elbisenin eteğini topla olur.) 4. Nallamak. 5. Bağlamak.
mak, kıvırmak. 2. Bükülmek, eğil haza kör- gözünü dikerek bakmak.
mek. 6. Nakışlamak, süslemek: "Şarap
hayt- (soru fiili) Ne yapmak, ne etmek: apsah sovhoz fermazınıh uzançılan
"Sağınçam: hayt pardım min? Ast ıh it pirgen ibire hara plisteh
hazaa -165 -
hazanah
hazandır- Kendini belli ettirmek, taktır îskerkî tağzar tari sıh parğan uluğ
mak. öörlîg hoynıh soonah pastır parça."
hazar- 1. Ağarmak kırlaşmak: "Hara V. Kobyakov (Aydo, on yaşında o ğ -
pazıbıs hazarğanca, hada lan, ak otlu ak yazıda, atıp dağıtıl
polarcıhpıs." V'. Tatarova (Kara ba mış aşık kemikleri g i b i , doğudaki
şımız ağarana kadar, birlikte olur dağa doğru yayılmış çok sayıdaki
duk.) 2. Ağarmak, hava aydınlan koyunun ardınca gidiyor.)
mak: "Haraazı irtîp, tan atsa, hazıh (ıı.) 1. s. Sağlıklı: "Hazıhta kirek
Hazanzıp usçalar." A. Topanov polğan. Ağırıbıshanda kirek çoğıl."
(Karanlık geçip, tan atsa / Ağarışıp V. Şulbayeva (Sağlıklı iken gerekli,
sönüyorlar.) tan hazarıbıstır tan hasta olunca gereksiz.) 2. Sağlık:
ağarmış. 3. Uzakta bir nokta hâlin "Sınap pJreezı hazıh çohtanıbıssa,
de görünmek. suğda nime iliskecek olarnıh imneg turazınzar
hazarca suda bir şey ağarıyor. 4. kil turarğa söleen." İ. Kotyuşev
Rengi solmak, rengi atmak, beyaz (Gerçekten biri sağlığını yitirirse,
laşmak. İliskecek onların hastahanesine
gelmesini söylemiş.) hazıh pol!
hazarıs- Ağanşmak: "Harashı haraa tur
Sağlıklı o l ! hazıh çörçet sağlıkla
parza / Harah oynadıp köyçeler /
yaşa. hazıh çoh sağlıksız, hasta,
Haraazı irtîp, tan atsa / Hazanzıp
hastalıklı, haziin haydağ? sağlığın
usçalar." A. Topanov (Karanlık ge
nasıl? Gospoday hazıh pirzîn
ce olunca / Göz oynatıp yanarlar /
sağaa! Tanrı sana sağlık versin!
Karanlık geçip, tan atsa / Ağarışıp
sönerler.) hazıh (ııı.) Kaşık.
hazart- 1. Ağartmak, beyazlatmak. hara hazin Kızılağaç.
issefi hulaafida, körzefi haraanda, hazıl-Kazılmak, sökülmek, yablah hazıl-
tîs hazartpacan duyduğun kula parğan patatesler s ö k ü l d ü , kanava
ğında, gördüğün gözünde, diş a nazildi hendek kazıldı.
ğartma. 2. Badanalamak. hazılığ s. Yağlı, karın yağı olan.
hazarta zf. Ağartarak, beyazlaştırarak: hazin Akağaç: "Hazıhnar, ostar,
"Apsah harahtarın hazarta körglep, sıılazıp ala, toydağı hıstar çili,
nime-de çoohtanarğa itken, çe tîlî çayhalıs turlar." N. Tyukpiyekov (A
aylanmaan, ünî dee sıhpaan." A. kağaçlar, titrek kavaklar düğündeki
Çerpakov (ihtiyar gözlerini ağarta kızlar gibi sallanıyorlar.) hazin
rak bakıp, bir şey söyler gibi yap ağas akağaç (ağacı.)
mış, fakat dili dönmemiş, sesi de
çıkmamış.) hazin Kayın, kayın birader, hazin ağa
büyük kayın (eşin ağabeyi.)
hazarthı 1. Kireç. 2. Beyaz kilden sıva.
hazin- Kazınmak, eşinmek.
hazartıs Ağartma.
hazma Devlet.
hazat- 1. Tutuşturmak, iliştirtmek. 2.
Saplatmak, batırtmak. 3. Bağlat hazınah Kayın ağabey, büyük kayın.
mak. 4. Nallatmak, at hazat- at nal hazı fin iğ s. Akağaçlı: "Ol kün Aydo,
latmak. malın sığarıp, hazıhnığ tağnı olığli
ırlanıp pariğanda, Çohırah hazıh
hazı (ı.) Karın yağı. ağastar arazına kire oylabıshan."M.
hazı (ıı.)Kıyı, kenar. Kobyakov (O gün Aydo, malını ç ı
hazığ Kazma, kazı. karıp, akağaçlı dağın yamacından
hazıh (ı.) Aşık, aşık kemiği: "Aydo, on türkü söyleyerek giderken, Çohırah
çastığ oolah, ah ölen ottığ ah akağaçlar arasına koşup girmiş.)
çazıca, çaya tastaan hazıh çili, hazınnığ arğa akağaçlı orman.
hazır s. 1. Savaşçı, kavgacı, kızgın. hazırılcah s. Kıvrımlı, kenarlı: "Ipçîzî
hazır aday kızgın köpek, hazır Kara, hoor çügürfk harahtığ, örtekti
puğa kızgın boğa. 2. Şiddetli, coş oshas hazırılcah irnîn ustayta tudıp,
k u n : "Harbazığ hazır polar, sizîngen sııli tüzîp, niinmeh tarthlap sıhhan."
ol." N. Nerbişev (Kapışmanın şid A. Çerpakov (Karısı Kara, konur
detli olacağını sezmiş o.) hazır çil keskin gözlü, ördeğinki gibi kıvrık
şiddetli rüzgâr, hazır talay coşkun dudaklarını bükerek mırıldanıp, ye
deniz. 3. Azgın, hazır suğ azgın ninden çekiştirmiş.)
s u . 4. Sert: "Timur Aponis hazırlan- 1. Kabarmak, köpürmek, coş
Pavloviçfin hazır surığlarına pir dee mak, şiddetlenmek, hırçınlaşmak:
nandırbaan. i. Topoyev (Timur, "Kök çalınnah köyçeler hamı çara
Aponis Pavloviç'in sert sorularına saap turçathan piilernîh sanay
hiç cevap vermemiş.) hazır çay sağısha hazırlan parğan harahtarı."
sert çay. hazır tamkı sert sigara. N. Nerbişev (Gök alevle yanıyor ka
5.zf. Hızlı, suğ hazır ahça su hızlı rı yararak giden kısrakların bütün
akıyor. düşüncelere hırçınlaşan gözleri.) 2.
hazır- Bükmek, katlamak, kolları sı Sinirlenmek, öfkelenmek: "Palalar
vamak, kitabın sayfasını çevirmek. sohpazah, Agur! -hazırlanğan ol."
A. Çerpakov (-Çocukları dövmesen,
hazıra (ı.) zool. Düve. Hazıra malnı
Agur! -sinirlenmiş o.) tashar
hatlatpaam tîbe, his palanı poraan hazırlança dışarıda boran
hıshırtpaam tîbe. Atasözü (Düve coşuyor.
malı böğürtmeyeyim deme, kız ç o
cuğu bağırtmayayım deme.) hazırlandır-Kabartmak, köpürtmek,
hazıra (ıı.) zf. Ardına kadar, sonuna coşturmak, şiddetlendirmek, kız
kadar: "Kinetîn soonah aylana dırmak.
tüzîp, tonının ideen hazıra hazıs-(ı.) (birlikte) Kazmak.
tartıbıshan o/."N. Nerbişev (Aniden hazıs-(ıı.)Kaçışmak.
arkasından dönüverip, elbisesinin
hazıs-(ııı.) (birlikte) Ceviz, fıstık kırmak.
eteğini sonuna kadar çekmiş.) îzîk
hazıra azıh kapı ardına kadar açık: hazine (<hazın ine) Kaynana:
"Tözekteh tura honıp, irten irtök "Hazinezmîh irğî kögeneen, çabal
îzıkfî hazıra azıbıshah." G. küs ödîkterîn kizîp alıp, anan ol iney
Kazaçinova (Döşekten kalkıp, sa pol sıhhan." N. Nerbişev (Kaynana
bah erkenden, kapıyı sonuna kadar sının eski elbiselerini, kötü keçe
açmış.) hazıra t a r t - arkaya doğru çizmelerini giyip, böylece o nine
açmak. olmuş.) Haa suğnı haynadıp,
hayağın al polbassıîî; hazinezln,
hazırdır-1. Büktürmek, kıvırtmak, kolları his idîp, irge pir polbassıîî. Ata
sıvatmak. 2. Yaprağı, sayfayı ç e sözü (Kara suyu kaynatıp, yağını
virtmek. alamazsın, kaynanasını, kız edip,
hazini- 1. Bükülmek, kıvrılmak: "Çaya ere veremezsin.)
hahtabıshan, pladıcahnah ah sastığ hazna Devlet: "Hazna maşinazı daa
pazın, anan moynın sıybap parıp,
sağaa ayağ polğan."V. Şulbayeva
köbîglen hazırı! parğanğa tööy
(Devlet arabası sana üzüntü verdi.)
harağın siberli çızıbıshan." A.
Çerpakov (Yayıp açtığı mendille, ak hazo Bir at hastalığı.
saçlı başını, sonra boynunu sıvaz hazolan- (at) Aksamak.
layıp, şişlikleri kıvrılmış gibi gözleri hıb 1. Basma ö r t ü . 2. Astar. 3. (elbise)
ni itinayla silmiş.) 2. Sayfa çevril Kaplaması.
mek.
hıbah (ı.) İki yaşında karaca.
- 168 -
hıbah hıçam
hıbah (ıı.) (bitki) Kabuğu. halın tükter, ularğa itçetkendegî ç / 7 / ,
hıbdah s. Somurkan, asık suratlı. aar-peer cılıza tüsçetkenner." N.
hıbdah hılıhtığ sinirli, öfkeli. Nerbişev (Veya, bu yüzden de ü
hıbdahtan- (hava) Bozulmak. züntüden böyle boynundaki kalın
tüyler, ulurken yaptığı gibi, oraya
hıbıh s. Güçsüz, mecalsiz.
buraya yalpalıyor.) Hıyğafi par
hıbın 1. Kıvılcım: "Hıbın sığara polza, hıcalığ polba. Atasözü (Ak
çaçırasça." A. Topaov (Kıvılcım ç ı lın varsa, aç gözlü olma.) 2. Heves-
kararak çıtırdıyor.) 2. mec. Kıvılcım: l i , arzulu. 3. İmrenen, gıpta eden. 4.
"Hulahha kire ürkülep, Harahta Cimri, pinti.
hıbın tamıstı." M. Bainov (Kulağa
hıcan- Tehdit etmek, korkutmak, mağa
girip ürkütüp / Gözde kıvılcım ç ı
hıcanma! beni tehdit etme!
kardı.) 3. Kül.
hıcanıs Tehdit: "Pîstîh sarinah habazığ
hıbınnan- Toz hâline gelmek, ufak par çoh polar. -Mınzı hıcanıs? Paçan: -
çalara ayrılmak: "Sooh kiide Sizmdîrîg." V. Şulbayeva (Bizden
hıbıhnançathan hamın tozını turca." sana yardım olmayacak. -Bu teh
A. Kuzugaşev (Soğuk havada dit. Paçan: - Uyarı.)
düğürcüklenen karın tozu duruyor.)
hıcı Hınç, öfke.
hıbıran Sarı su.
hıcıh 1. Arzulu, hevesli. 2. Aç göz, ta-
hıbırt ( ı . ) Sütlü çay. mahkâr.
hıbırt (ıı.) bot. Atkuyruğu, hıbırtnan stol hıcır- Kışkırtmak, teşvik etmek.
çısçan atkuyruğu süpürgesiyle ma
sayı temizlemiş. hıcıra- Cıvıldamak, çıtırdamak: "İster be,
uzun hulahtar, mındağ tılaastı? -
hıbla- 1. Astarlamak, elbiseye astar hıcırapçadır saashan." İ. Topoyev
dikmek. 2. Pençe koymak krş. (Duydunuz mu uzun kulaklılar böyle
hıpta- haberi? cıvıldıyor saksağan.)
hıblat- 1. Astar diktirmek. 2. Pençe
hıcırada zf. Kütürdeterek, çatırdatarak:
yaptırmak. "Tustaan ügürsünf hıcırada taynap
hıblığ s. Astarlı, kaplamalı. alıp, çidîlîblsken." (Tuzlanmış sala
hıca(ı.) 1. ihtiras, tutku, arzu, heves. 2. talığı kütürdeterek çiğneyip, öksür-
Aç gözlülük, doymazlık, krş. hıcağ müş.)
hıca (ıı.) Bağırsak k u r d u . hıcıras- Çatırdamak: "KögenekterMh
hıcağ İhtiras, tutku, arzu, heves. krş. marhalan hıcıraspinan hıya
hıca (ı.) çaçırağlap tur." A. Kuzugaşev
hıcalan-1. İmrenmek, gıpta etmek, he (Gömleklerinin düğmeleri çatırdaya-
veslenmek, arzu duymak, istemek: rak etrafa yayılmış.)
"Tiglrde çalğıs la hara nime, hıcırat- Çatırdatmak, çıtırdatmak: "At çol
hanattarın çalbaytıp, ağırın hazındağı uzun sîgennemîh pazın
uçuğısta hıcalanar nime harap tur." hıcırat çörgen." N. Domojakov (At
V. Tatarova (Gökyüzünde biricik yol kıyısındaki uzun otların başları
kara kuş, kanatlarını yayıp, yavaş nı çıtırdatıyor.)
ça uçarak istediği bir şey arıyor.) 2. hıclat- Şaklatmak: "Hıshacah hayıs
Aç gözlülük etmek, doymazlık et hamcızınah arğa pastıra
mek: hıcladıbısça." N. Tyukpiyekov (Kı
hıcalığ 1. Aç gözlü: "Arsa, annahar daa sacık kayış kamçısıyla arkasına
şaklatıyor.)
hıcalığ açırğasha îdi moynındağı
hıçam s. Dar. hıçam ton dar g i y s i .
hiçi - 169-
hııla
paza sırtılanndağı uzun tükter toop his (ı.) Kış. Küskü kün his tooza
parğan paza hırolap parğan." A. azırapça. Atasözü (Güz günü yapı
Kuzugaşev (Hepsi kar olmuşlar, at lan hazırlık kış boyunca besler.)
ları çok terleyip böğürlerindeki ve krş. hıshı
sırtlarındaki uzun tüyler donmuş ve his (ıı.) Kız: "His ol tustağıdah nay daa
kırağılanmış.) tın hubulbindır." İ. Kotyuşev (Kız o
hırolan- Kırağılanmak. zamandan beri pek de değişme
hır-pas tekr. Uç bucak, hırı-pazı çoh miş.) Aylanıstığ daa polza, çol
uçsuz bucaksız, sonsuz, hırı-pazı çahsı, aylığ daa polza, his çahsı.
çoh çol uçsuz bucaksız yol. Atasözü (Dönüşlü de olsa yol g ü
hırsa- Hıçkırmak. zel, bir aylık da olsa kız güzel.) his
hırsı lada zf. Hıçkırarak: "Hızıçah, çadap tut- kız kaçırmak His tuthanca,
la azırğan çîli, hırsılada azırğan." N. kös tut. Atasözü (Kız tutacağına
Domojakov (Kızcağız güçlükle bo (kaçıracağına) köz tut.)
ğazından geçer gibi, hıçkırarak his- (ı.) Asmak, bir yere tutuşturmak,
yutmuş.) iliştirmek: "Anı Çornap haap alğan,
hırt Kin, nefret: "Mına pu, pu adaylar Jzik hırindağı pozığa hızıbıshan." İ.
kirekfi pastapçathan. Mına pular, - Kotyuşev (Onu Çornap kapıp ala
tirge hırt tudıp, oylap çörçe." V. rak, kapı üstündeki çiviye asmış.)
Kobyakov (işte b u , bu köpekler işi
his- (ıı.) Sıkmak, sıkıştırmak, zorlamak:
başlatmış. İşte bunlar, derken nef
retle koşuyor.) hırt kör- nefret et "Zoyka suğ çoğın pîlgen, paza ol
mek: "Çon hırt körçetken sizîktîg on çastığ hızıcah polğan, çe
apparatçikpin." V. Şulbayeva (Hal andağ daa polza, paza sıdacaa
kın nefret ettiği bir aracım.) çohta, pabazın hıshan." N.
Domojakov ( Zoyka, su olmadığını
hırtanna- Sıkıştırmak, ezmek, tahkir
etmek, darılmak: "Erlncek, açın biliyor ve o anlayışlı on yaşında kız,
paylarda / Hırtahnapçathan fakat öyle olsa da, başka dayana
tlllençe." M. Bainov (Üşengeç, aç cak gücü olmayınca babasını sıkış
gözlü zenginlere / Dargınlık dilleni tırıyor.)
yor.) krş. hıyıhta-. hısha Kısa: "Çayğı haraalar hısha
hırthıla- Gıdaklamak. poladır/Hazarıp kilîp, tan çarıpça."
hırtı Kap, kabuk. bkz. hastırıh. "Hoyığ M. Kilçiçekov ( Y a z geceleri kısa o
puluttarnı aralap, Çoğar kii hırtızın luyor / Ağarıp gelerek tan aydınla
hastapça."M. Arşanov (Koyu bulut nıyor.) Sağızın pik tut, tılîfi hısha
ları aralayıp / Yukardaki göğün ka tut. Atasözü (Aklını sağlam t u t , sö
buğunu soyuyor.) zünü kısa tut.) hıshacah kısaca.
hırtıs K i n , nefret. hıshıda kün hısha kış günü kısa
hırtıstan- Hiddetlenmek, kızmak. dır, sini hısha boyu kısa. hısha
hırti kör- Şaşı bakmak, yan gözle bak biyografiya kısa biyografi, hısha
mak. glasnayiar gr. kısa ünlüler, hısha
çoohtaza kısaca, hısha b a , ür be
hırtla- Hırt sesi çıkarmak, guluk guluk
diye ses çıkarmak."4psa/? çîrçenî kısa mı, uzun mu? sağızın hısha
sala hıyın tuthan, süt köölce kire anlayışın kıt 2. Kısır, yoksul.
tartılğan, tamağında hırtlap turğan." hıshacah s. Kısacık: "Pîrsînîh tuup ödlgî
N. Domojakov (ihtiyar fincanı biraz uzun türeyfîg polğan, pîrsîni -
eğik tutumuş, süt yavaşça içeri gir hıshacah türeylîg ipçîler sapoğı." i.
miş, boğazından guluk guluk ses Kotyuşev (Birinin deri çizmesi uzun
çıkarmış.) konçlu imiş, diğerininki ise kısacık
hıshacahti -177-
hıstır
konçlu kadın çizmesi.) hıshacah hıshırımnığ predlojenie gr. ünlem
sastığ kısacık saçlı. cümlesi.
hıshacahti zf. Kısaca, özet olarak. hıshırıs-Bağnşmak, çağrışmak:
doklad hıshacahti pirîlçe rapor k ı - "Harğalar açırğasnah hıshırıs
saca verildi. halğannar." N. Domojakov (Karga
hıshah ince buz tabakası. lar öfkeyle bağrışmışlar.)
hıshahta- Buza vurarak balık avlamak. hıshırızım Ses mesafesi.
hıshar- Sitem etmek, serzenişte bulun hıshırt- Bağırtmak.
mak. hıshıs Kıskaç, kerpeten krş. hıshas.
hıshara-Kısalmak. hıspah Dirsek, çıkıntı, koltuk: "Pu suğ
hısharat-Kısaltmak. kögenek hısharat- hastada sööfîndîre çatçathan aal
elbise kısaltmak. özen piltmndegî hıspahtah pastalıp
alıp, suğ çolınca tolğalıp, indîre
hıshas Kıskaç, kerpeten krş. hıshıs.
ileede çalbah çayılıbısça." A.
hıshı (ı.) Bağırış. Çerpakov (Bu su kıyısında uzanan
hıshı (ıı.) 1. Kış: "Pîrsînde hıshıda, uluğ köy, yatağın kavşağındaki çıkıntı
soohta, minîn pabamnı Yakın dan başlayıp, su yolundan kıvrılıp
toğtsha sünbîsken." V. Kobyakov aşağı doğru yayılıyor.)
(Kışın bir g ü n çok soğukta Yakın
hısta- (ı.) KIŞI geçirmek, kışlamak:
babamı işe göndermiş.) sooh hıshı
"irtken hıshızın çalaas hıstaam,
soğuk kış. hatığ hıshı sert kış.
çalğıs albığa la pöhimneh
hıshı çit-kildî kış geldi, hıshı irtîp
porastanğam." V ' . Tatarova (Geçen
pardı kış geçti. 2. Kışlık, kışa ait:
kışı başım açık geçirdim, sadece
"Hıshı haraa pastalıbıshan." A.
bir samur börkümle kirlendim.)
Topanov (Kış gecesi başladı.) hıshı
kip kış elbisesi, hıshı sport kış hısta- (ıı.) Kız aramaya çıkmak, kız
sporu Çılığa ödün çızıbas, çılığlap tavlamaya gitmek, çapkınlık yap
çör hıshı tuşta. Atasözü (Sıcakta mak: "Haydar? Hıstap pararzıh
çizmen çürümez, ısıtıp giyin kış ma? Timke hathırça."V. Şulbayeva
vaktinde.) Çayğızın hathır (Nereye? Kız tavlamaya mı gidiyor
çöredîrzîn, hıshızın sıhtap sun? Timke gülüyor.)
çöredîrzîn. Atasözü (Yazın güler hıstaday Arı yemi.
sen, kışın ağlarsın.) krş. his hıstağ Kışlak, hıstahha hal-kışlakta
hıshılıh zool. Flamingo. oturmak.
hıshır- Bağırmak: "Horıh parıp, Anna hıstağcı Kışlakçı.
hıshırıbıshan." N. Tyukpiyekov hıstat- Kışlatmak, kışı geçirtmek.
(Korkup, Anna bağırmış.) olgannar hıstıl- Sıkılmak, sıkışmak.
hıshırçalar çocuklar bağırıyorlar. hıstın- (ı.) Asılmak.
hıshıraçı Çığırtkan, bağırtkan krş. hıstın- (ıı.) Sıkılmak, kısılmak, sıkışmak.
hıshıran.
hıstır- (ı.) İpe çamaşır astırmak.
hıshıran Çığırtkan, bağırtkan krş. paltozın hıstır- paltosunu astırmak.
hıshıraçı.
hıstır- (ıı.) Sıkıştırmak, kıstırmak: "Kus
hıshırığ Bağırma, çağırma. tuk, hoos hanzazın salaazına hıstır
hıshırım Haykırış, haykırma, nida. salıp, sığara pastır kilgen." V.
hıshırım tanığ gr. ünlem i ş a r e t i . Kobyakov (Kustuk, nakışlı piposunu
hıshırımnığ s. Nidalı, haykırmalı parmaklarına kıstırmış, çıkıp geli-
hıstırğas
-178-
hıyğastığ
hosto 1. Ok. 2. Demirden ok arkası krş. hoyığ 1. Koyu, katı. Hozanahtın münî
hoşta. hoyığ, çabal kîzînîn çüree
hannığ. Atasözü (Küçük tavşanın
hotha 1. Düşük yapma. 2. Düşük.
çorbası koyu, kötü kişinin yüreği
hothaia-Düşük yapmak. kanlı.) 2. Sık, yoğun, kesif: "Hoyığ
hotı Körbağırsak. puluttarnı aralap." M. Arşanov (Ko
hotı huzurii Apandisit: "Hotı huzurii yu bulutların arasından...) hoyığ
ağırığlığ ulğaat parğan kızînî türce ağas sık orman, hoyığ sas sık saç.
dee soona saldırbin kizîbîzerî kirek hoyığ as sık ekin. 2. Koyu bir hâl
polça." İ. Kotyuşev (Apandisiti pat d e , katı şekilde. 3. Sert, katı, şid
layan kişiyi hiç geciktirmeden ame detli, hoyığ harashı koyu karanlık.
liyat etmek gerekir.) hoyın 1. İnsanda koyun: "Hoynınah
hoy 1. Koyun: "Yakın çılnıh hoyın irte çarımni kisken ipek tübî sığar
çashıda hadarçılanna peer kilgen." V. Kobyakov (Koynundan
ağıldıradır." V. Kobyakov (Yakın, yarısı kesilmiş ekmek ucu çıkar
her yıl koyunlarını ilkbaharda ç o mış.) holın hoynınzar suh- elini
banlarına buraya getirtir.) Püür koynuna sokmak. 2. mec. Şefkatli,
hoynı hadarbacan. Atasözü (Kurt koruyucu: "Çalbah tigîrnîh hoynında
koyunu gütmez.) 2. Koyunla ilgili. / Cayıl parğan çıltıstar." A. Topanov
hoy teerîzî koyun postu, hoy südî (Geniş göğün koynunda / Yayılan
koyun sütü. hoy çili hayvan takvi yıldızlar.) Halın tayğanıh nımzah
minin sekizincisi olan koyun yılı. hoynında Har sim çatça sooh
hoy porçozı kardelen. hıshıda." M. Kilçiçekov (Sık orma
hoybanna- Kuyruk sallamak, kıvrılarak nın yumuşak koynunda / Kar ses
gitmek: "Baraban sabıstarma sizce yatıyor soğuk kışta.)
kilîstîre hoybannap sıhça." V. hoyıt- 1. Katılaştırmak, koyulaştırmak.
Tatarova (Davul sesine uygun ola îpek hoyıt- ekmek hamurunu katı
rak oynamaya başlıyor.) laştırmak. 2. Sıklaştırmak, yoğun
hoybannaacı Kuyruk sallayan; kıvrılan. laştırmak, kesif leşti rmek.
hoybahnas Kıvrılma, kuyruk sallama. hoyıthı bk. hoyıtpah
hoyıtpah - 193 - hozın
huurta Beyazımsı: "Ah cazının sıhhan huzıcah Kuş, küçük kuş, kuşcağız:
odı çîbek sashan oshas poladır, çe "Zoya sah andoh sJIJg huzıcahtı kör
amdı, irte çashıda, anın odı, hıshı taphan."N. Domojakov (Zoya tam o
soohtı tobırğanda, huurta tartıp sırada güzel kuşcağızı görüvermiş.)
sarğal parğan," V. Kobyakov (Ak huzuh 1. Fıstık, çam fıstığı: "Tastıhti
yazının çıkan otu ipek sermiş gibi arığda toğas parza, çistek-
olur, fakat şimdi, ilkbaharda, onun miskelerîn, huzuhtarın tastı, ay-hut
o t u , kış soğuğunu yardığından, b e - çoh tisçehner." N. Tyukpiyekov (
yaza dönüp sararmış.) huurta t a r t - Uzak ormanda karşılaşsalar, ye
beyazlaşmak, aklaşmak: "Sırayıh mişlerini, mantarlarını, çam fıstıkla
pray huu tart partır, iceh." V. rını atarak, sessiz sedasız kaçışı
yorlar.) 2. Ceviz, huzuh hazarğa-
Şulbayeva (Yüzün bütünüyle ağar
f ıstık, ceviz kırmak, hoorğan
mış, anneciğim.) huzuh kavrulmuş fıstık, fındık.
huus 1. Deri. huus huyah deri zırh. huzuh ağazı çam fıstığı ağacı.
huus ıstan deri pantolon. 2. Par gretskay huzuh ceviz, huzuh has-
şömen. çam fıstığı kırmak: "Ulitsaca
huy Mağara, t a ğ huyı dağ mağarası. hıshacah kögenektJg hızıcahtar,
pözik sınnığ hızıl sıraylığ ipçîler,
huy- At ürkmek, kaçmak. irenner, hay pıreelen huzuh hazıp
huyah Zırh, zırhlı elbise. ala, aar-peer irtîsçetkenner." N.
huyahta- Zırhla kaplamak. Tyukpiyekov (Sokakta kısa elbiseli
kızlar, uzun boylu kırmızı yüzlü
huyahtal- Zırhlanmak, zırh kaplanmak.
kadınlar, erkekler, her biri çam
huyahtan- Zırhlanmak, zırhla kaplan fıstığı kırarak, oraya buraya geçip
mak, zırh giyinmek. gidiyorlar.)
huyahtığ s. Zırhlı, zırhla kaplı.
huzuhta- Çam fıstığı toplamak.
huyan Ürkek (at.)
huzuhtas- Birlikte fıstık toplamak.
huybır- 1. Rüzgârdan kasırga oluşmak.
huzuhtas Fıstık toplama.
2. Acele etmek.
huzuhtat- Fıstık toplatmak.
huyğa (ı.) Baş derisi.
huzuruh Kuyruk: "Tört çastığ mal,
huyğa (it.) sag. Dondurulmuş paça.
huzuruh altı nah çfkseen polğan."H.
huyğa (m.) Mercan Domojakov (Dört yaşındaki hayvan,
huyıs Huylanma, ürkme. kuyruk altından huyianırmış.)"Sım
huyu Mağara. çatçathan çılannın huzurığına
paspa. Atasözü (Sakince yatan yı
huyuh Yanık kokusu. lanın kuyruğuna basma.) at huzuru
huyuhta- 1. Yanık kokmak. 2. Tüylerini at kuyruğu, hus huzuru kuş kuyru
yakmak. ğ u , palıh huzuru balık kuyruğu.
huyulığ s. Mağaralı. huyulığ haya ma- hoy huzuru koyun kuyruğu.
ğaralı kaya. kögenek huzuru elbise kuyruğu.
samolyot huzuru uçak kuyruğu.
huyun Kasırga: "Haya-tağlarnı ötîpçe, huzuruh orhazı tıp. kuyruk soku
Huyunnah tabırah oylapça." M. m u , huzuruh tolga- kuyruk salla
Arşanov (Kayaları dağları deliyor / mak, huzuruh pulğa- kuyruk sal
Kasırgadan hızlı gidiyor.) harlığ lamak, hıl huzuruh zool. kılkuyruk.
huyunnar karlı kasırgalar, huyun hara huzuruh zool. kakım, as. u
çîli parğan kasırga gibi gitmiş. zun huzuruh zool. kurt, b ö r ü .
huyunna- Kasırga çıkarmak.
huzuruhta -202
huzuruhtığ
huzuruhta- 1. Kuyruğundan yakalamak. ruklu bora at.) sodan huzuruhtığ
2. Kuyruğuyla vurmak. kuyruksuz, huzuruhtığ kögenek
huzuruhtığ s. Kuyruklu: "Paskimîn kuyruklu elbise, altı azahtığ, îkî
altındağı nîskecek azahtığ, pözîk pastığ, Tkî hurlığ, pîr huzuruhtığ.
pastığ, uzun huzuruhtığ pora mal." Bilmece, atlı kişi. (Altı ayaklı, iki
I. Kostyakov (Paskir'in altındaki i n başlı, iki kemerli, bir kuyruklu.)
ce bacaklı, yüksek başlı, uzun kuy-
ıdara- (elbise) Eskimek. naa çitkennerî istîlgen." V.
Kobyakov (O sırada Torka'nın atlı
ıdaraan Eskimiş, yıpranmış. ıdaraan
arabalarının gıcırdayarak odun ç e
kögenek eskimiş gömlek.
kip yeni geldikleri duyulmuş.)
ıdığan Kadın kam, kadın şaman.
ığırat- Gıcırdatmak, tîsterîn ığırathan
ıdıram s. Sinirli, öfkeli. ıdıram k îz î sinirli dişlerini gıcırdatmış.
kişi.
ığıros s. Gıcırdayan, gıcırtılı Iğıros
ıdırban bot. Kuşburnu, it burnu, yaban izer at bulağına tıs pirbes, îkî
gülü: "Ibîre hoostalğan uluğ çabal pîrîk parza, il çonğa çadığ
közenekterî alnında ıdırbannar, pirbes. Atasözü (Gıcırdayan eyer
çahayahtar hızarıs-sağılıshlapça, at kulağına rahat vermez, iki kötü
ipti sidennel parti rlar." N. bir olsa, halka yatı vermez.)
Tyukpiyekov (Etrafı süslenmiş b ü
yük pencereleri önünde yaban g ü l ıh- Rüzgâr yönünde gitmek
leri, çiçekler kızarıyorlar, evi ıhçım Dar.
çevreliyorlar.) ıhaan Sebepsiz çıkışma.
ığğıra- Gıcırdamak. ıhaanna- (sebepsiz) Çıkışmak
ığıl- Yığılmak, toplanmak, pustar pır ıhtır- Rüzgâr yönünde sürmek, gönder
çirde ığılıbıstılar buzlar bir yerde mek, kaçırmak.
yığıldılar. ıı Ağlama, ağlayış: "İpçî çon, uların pazın
iğ ı İdi ra zf. Toplanarak, yığılarak: polbin, plat uçuhtarınan harah
"Tanıcaa çoh nimee çağın ığıldıra çastarın çısçalar." F. Burnakov
çamaras parğannarında..." N. (Kadınlar, ağlamalarına engel ola-
Domojakov (Tanınmayan nesneye mayarak, mendil uçlarıyla gözyaş
yakın toplanarak yapıştıklarında...) larını siliyorlar.)
ığılıs Toplanma, bir yere sıkışma. ııh Keman. ııh t a r t - keman çalmak.
ığır Gıcırtı. ula- Vızıldamak, uğuldamak: "Hanaa
ığır- Uğuldamak, gıcırdamak: "Iğır terpekterî açığ sııttağı la çîli
turğan tolğalıp çillernen / Çacın ıılasçalar." H. Domojakov (Atlı ara
kimelîg çolım pastadım." M. Bainov banın tekerlekleri acı acı ağlar gibi
(Uğuldayan dönen yellerle / Kağıt uğulduyor.)
gemimle yola çıktım.) ıılas- Uğuldaşmak, vızıldaşmak:
ığıra- Gıcırdamak, tıkırdamak: "Hanaa "Hara seek tobın çîli hayınça, ıray
ığırap, terpekter sığırıs sıhhanda, çîli ıılasça." N. Domojakov (Kara s i
Fedor Pavloviç haybağınğan." N. nek böcek gibi kaynıyor, sivri s i
Domojakov (Atlı araba tıkırdayıp, nek? gibi vızıldıyor.)
tekerlekler gıcırdadığında Fedor ıılat- Uğuldatmak, vızıldatmak.
Pavloviç etrafına bakınmış.) azah
ıın- Ikınmak, çabalayıp durmak.
altında har ığırapça ayak altında
kar gıcırdıyor. îzîk ığıra- kapı lir Düşmanlık.
gıcırdamak. ura- Hırlamak, mırıldamak: "Üzîncî çili
ığıras- Gıcırdamak: "Ol tuşta Torkanın parir. -M-n, n-a-a, -uluğ tınıbızıp,
hanaalarının, ığırazıp, odın tartıp, uzun tabısnan ıırabıshan payağı
-
ılğaançı
kizİ."\J. Kobyakov (Üçüncü yıl olu minî tirletçetken / Harahtarğa
yor. -Iştee, derin nefes alıp uzun harashı tüsçetken." İ. Kapçıgaşev
sesle hırıldamış deminki kişi.) (Yolumu kaybedip battım balçığa /
uran- Irlamak, hırıldamak: "-Ayool, noo Hüzünlenmiş gibi, uğuldadı sık or
nime kirektîr sağaa, - izennespin man / Dipsiz ayaz beni terletiyor /
dee, ııranğan çili, nandırça Gözlere karanlık düşüyor.)
Arkadiy." V. Tatarova ( Ayool, ne ılaylığ s. Çamurlu, balçıklı.
gerekiyor sana, selamlaşmadan da, ılban Bataklık.
hırlar gibi, cevaplıyor Arkadiy.) ılbanna-Sallamak, ırgalamak.
ııranıs Hırlama: "Sooh liranızın anın ılbannat- Sallatmak, ırgalatmak.
istîp, Kîçîg ahnar annan pök
turğan."H. Tinikov (Soğuk hırlama ılbıra- 1. İyice pişmek. ılbırap parğan
sını onun duyup / Küçük hayvanlar it iyi pişmiş et. 2. Yara su toplamak.
onunla konuşmamış.) palığları ılbırabısır yaraları su top
lamış. 3. Yumuşamak, çamurlaş-
ıırcı Düşman, hasım: "Amdı Yakın
mak, vıcık vıcık olmak. 4. Meyve
Aydonın na ıırcızı nimes, çe ol
olgunlaşmak. 5. Yorulmak, çolğa
Çohırahtm daa hınmas çabal ıırcızı
ılğırap pardım yolculuktan yorul
pol paryan." V. Kobyakov (Artık
dum,
Yakın, sadece Aydo'nun düşmanı
değil, aynı zamanda Çohırah'ın da ılbırat- 1. İyice pişirmek. 2. Yarayı su
sevmediği kötü düşmanı olmuş.) landırmak. 3. Lapa haline getirmek,
vıcık vıcık etmek, yumuşatmak. 4.
ıırias Düşmanlık. Yormak, bitkin düşürmek.
ıırlas- (birbirine) Düşman olmak, birbi
riyle kavga etmek, hırlaşmak: "Paza ılbırt Uçuk, uçuklama.
tudıshah, çe ülgüdegîlerneh ılcır 1. Cıvık, vıcık, çamurumsu, yumu
ıırlaspinçam." V. Şulbayeva (Yine şak. 2. Zayıf, güçsüz. 3. Uyuşuk,
kavgacıyım, fakat iktidardakilerle mıymıntı, beceriksiz.
hırlaşmıyorum.)
ılcıra- 1. Yumuşamak, çürümek 2.
ıırlastır- Düşman etmek. mec. Çürümek, kokuşmak: "Nimee
ıırlığ s. Düşmanlı. çarabas çonl. Ilcıraan çonl Minî
ıı-sııt tekr. Ağlama sızlama: "Ol sösternî sahay ürettiler." N. Nerbişev (işe
iste, Ağlona, palaların tastı, ıı-sııtta yaramaz halk! Çürümüş halk! Beni
gide salğan."H. Nerbişev (O sözleri bütünüyle yıprattılar.)
işiterek Ağlona, çocuklarını bıraka ılcırat- Yumuşatmak, cıvıklaştırmak,
rak, ağlaya sızlaya kaybolmuş.) çürütmek.
ılaba Dürbün. ılcırba Zincir.
Haçın Lâçin: "Ölîg ılaçınnah harğalarnı
ılğa- Ağlamak: "Ol örîngenfneh, tura sal
horğıtpinçalar." V. Şulbayeva (Ölü
kilip, külJn tee polbin, ılğap taa
lâçinle kargalar korkutulmaz.)
polbin turca." V. Kobyakov (O mut
ilama bk. ılaba lulukla, durarak indirip, gülemiyor
ılapça bk. ılapsı (ıı.) da ağlayamıyor da.) Odırça öreken
ılapsı (ı.) Erişte. ılapsı ügre erişte çor çüs tonnığ, kem ağaa teer, pozı
bası. ılğabızar. Bilmece, soğan (ihtiyar
ılapsı (ıı.) 1. Küçük saçma torbası. 2. Av kadın oturuyor, yüz elbiseli, kim
çantası. ona değerse kendisi ağlar.)
ılay Çamur, balçık: "Astıh çörîp, pat ılğaah Ağlamsık, sulu gözlü, çok ağla
parğam ılayğa / Özelgen çili, yan.
küüleen halın tayğa / Tübî çoh ayas
ılğaançı Gözü sulu, çok ağlayan
ılğamzıra -205-
ınarcah
ılğamzıra- Gözleri yaşarmak, ağlamaklı ınağnanoh nandırarğa kirek dost
olmak. sözüne dostça cevap vermeli. 2.
ılğamzırah s. Ağlamaklı. Sakin, huzurlu: "Çalbah tigeynîh
ılğamzırat- Ağlamaklı etmek. paarına haraçhay uyazı çili çapsın
parğan uluğ kizek aal, tastınan
ilgana Koyun bağırsağında kabarcık.
körzeh, uğaa amir, ınağ pîldîrçe."
ılğanalığ s. Bağırsağında kabarcık olan. N. Domojakov (Geniş tepenin bağ
ılğanna- Ağlamaklı olmak. rına kırlangıç yuvası gibi yapışan
ılğannos Ağlamaklı: "Paban, toopçam, büyük bir köy, dışından bakılınca
sooh, paban,- ılğannos ünneh çok sakin, huzur içinde görünüyor.)
tapsaan Zoyka." N. Domojakov ınağ pol- âşık olmak. 3. zf. Dostça:
(Babacığım donuyorum, soğuk ba "Inağ çoohtazığ ür parğan." N.
bacığım, -ağlamaklı sesle konuş Domojakov (Dostça konuşma uzun
muş Zoyka.) sürmüş.) 4. Sevgili, âşık: "Annanıh
ılğanzıra- Ağlamaklı olmak: "Anda hınısçathan oolğı, par - Samoy. O
Çohırah Aydoğa pozınıh pabazı- lar uğaa ınağlar." N. Tyukpiyekov
Icezi oshas ayastığ pol turadır, ol (Anna'nın seviştiği oğlan var,
anın hırına oylap kilgende, pozı am Samoy. Onlar birbirlerini çok sevi
daa ılğanzırap turadır." V. yorlar.)
Kobyakov (Orada Çohırah, Aydo'ya ınağcı Dost, arkadaş: "Vaska, tudısha
kendi anne babası gibi acıyor, o sabılıbızıp, anı kistîneh ızestîg
onun yanına koşup geldiğinde, nimes ınağcızı Keşke Kolkadan
kendi hâlâ ağlamaklı duruyor.) azıra tartıp tur polar tıp, holınah
ılğas Ağlama, ağlayış. Kolkanın moydırığın salıbızabas,
munzuriinah pazın azıra saphan,
ılğas- Ağlaşmak.
munzuruğı abistin purnına tehen."
ılğat- Ağlatmak, hol azağı çoğıl, kızını A. Kuzugaşev (Vaska, kapışmaya
ığlatça. Atasözü (Eli ayağı yok kişi girip, onu arkasından güvenilmez
yi ağlatır.) dostu Keşke, Kolka'dan çekip ayırır
ımay İlahe, umay. diye, elinden kolka'nın yakasını b ı
ımıl-sımıl tekr. Kötü ruhlar, çir altınan rakınca, savurduğu yumruğu ba
sıhhan ımıl-sımıl yer altından ç ı şından aşarak papazın burnuna
kan kötü ruhlar. değmiş.)
ımır Ok yapımında kullanılan ağaç. ınağlas Dostluk.
ımıs Çam fıstığından yapılan çorba. ınağlas- Dostlaşmak, birbiriyle dost
ma- 1. İstemek arzu etmek: "İt purun olmak: "Sîrerneh, çitterneh,
çaynı smeten hadıp îskende, tir sı ınağlazarğa kirek." V. Şulbayeva
ğara sabılça, Zoyka pir dee nime (Sizinle, gençlerle dostlaşmak ge
çirge ınabaan." N. Domojakov rek.)
(Kuşburnu çayını kaymak katıp i man- 1. Vakit bulmak, ol pismo
çince, ter çıkıp yayılıyor, Zoyka hiç pazarğa ınanminça onun mektup
bir şey yemek istemiyor.) 2. Ona yazmaya vakti yok. 2. İsteyerek
mak, uyuşmak, mutabık olmak. yapmak.
ınacah sag. Yeni doğmuş bebek. marcah Eyer ağacı, ağaç eyer: "Hola
ınağ 1. Dost: "Honcıhnah mağ polarğa hazağlığ irgl ağas ıharcahtın üs
kirek." V. Tatarova (Komşuyla dost tünde ol pîr hırına hıyın arah
olmak gerek.) ınağ söske odırıbıshan kilir." V. Kobyakov
ınarhas -206-
ırcanna
(Tunç işlemeli eski ağaç eyerin üs uzak değil, yakın. ırahhı irten sa
tünde o bir yanına yatık oturmuş.) bahın çok erken vakti. ırahhı tan
ınarhas Dostluk: "Çalan kîzînîn adı tanın ilk attığı zaman. ırah nimes
ınarhas ünnî ispeen, parğanda, yakın.
küren attın nîske moynına ırahsın- 1. Kendini uzak saymak. 2.
tıınıbıshan." N. Domojakov (Eyersiz Çekinmek, kaçınmak.
ata binmiş kişininin atı dostluk sesi ırahta- Atı kementle yakalamak.
ni duymamış, giderek, yağız atın ırahtat- Atı kementle yakalatmak.
ince boynuna yapışmış.)
ıralanıs- Uzaklaşmak: "Hıshı kün, Oçı
ınarhas-Dostluk kurmak, kardeşleşmek, horım tağnın oh ihnîneh azıbızarğa
iki düşman kardeş olmak. mahzırabin, tigîr alnın hızıl çalınnah
inat- 1. Onatmak, razı etmek. 2. İstet köygîzîbîsken, anın sustan çuğa
mek. ıralanıs sıhhannar." N. Nerbişev
ıncıh (ı.) 1. Uğursuz, şanssız. 2. Şeytan, (Kış güneşi Oçı Horım dağının sağ
kötü r u h . ıncıh kîr- kötü ruh girmek. yanından aşmak için acele etme
ıncıh (ıı.) bel. Cenaze töreninde kesilen d e n , göğün ufkunu kızıl alevle ya
hayvan. kîzT üreze, ıncıh mal karak, ışıkları uzaklaşmaya başla
moynın hıyıp, han ağısçalar biri mış.)
ölünce, malın boynunu kesip kan ıralığ s. Karakterli, huylu: "Amdığı töl
akıtırlar. haydağ-da çaba! ıralığ pol pardı,
ıncıhtan- Belâ habercisi olmak, önceden irgî kibirler pray undul parir." V.
sezmek. Tatarova (Şimdiki nesil kötü karak
terli oldu, eski gelenekler hep unu
indirt 1. Sezgi. 2. Eğilim, temayül. 3.
tuluyor.)
Huy, bünye.
ıram Önsezi, kahinlik, krş. irim
ir Şarkı, türkü, ir: "Aal arazında ir
tabızı yahılan turadır." V. Kobyakov ıramcıl Önsezisi güçlü, kahin. ıramcıl
(Köy içinde türkü sesi yankılanıyor.) pala basiretli çocuk.
ir ırla- şarkı söylemek. ıramcıla- Önceden sezmek, kahinlik
ir- Yirmek, yırtmak yapmak.
ıra Yetenek irat- Uzaklaştırmak.
ıra- Uzaklaşmak. ırbay Kadın bezi, bağı.
ırağa Güğüm, t e s t i . ırbay- Surat asmak, ekşitmek: "Ayool,
ırağı bk. ırağa noğa çakjızaan îsçezîh, -pastır
kilgen Arkadiy, -urdah mağaa. -
ırağıcah ot bot. Benç. Çoğıl, tyu-tyu, -çoon irnîlerîneh
ırah Uzak: "Aydo amdı pozınıh mal ırbaya, holların çalbah tutça
hadarıp çörcen tanış çirlennen ırah, Mityuha."\l. Tatarova (Ayoğul, niçin
pasha-pasha püdîstîg çirlerge yalnız içiyorsun, -yürüyüp gelmiş
kîrîzîp odırça." V. Kobyakov (Aydo Arkadiy, -bana da koy. -Yoktur,
şimdi kendi mal otlatıp gittiği tanıdık öhe, öhe, kalın dudaklarını ekşitip,
yerlerden uzak, başka başka yapılı kollarını genişçe açıyor Mityuha.)
yerlere girip gidiyor.) ırah sağıstığ
ırcan Diş gösterme.
uzak görüşlü: "Hızığıstı körgen kîzî
ırah sağıstığ pol paradır." N. ırcanna- Sırıtmak, dişlerini göstermek:
Domojakov (Darlığı gören kişi uzak "Ahsın uluğ azıp, ırcahnap Arına
görüşlü olur.) ırah sağın pîlbes Petrovna haydağ-da çahığ itkenîn
uzak görüşlü olmayan. ırah nimes sizîngen, çe haydağ çahığın
ırcannaas ırlat
pflbeen."M. Domojakov (Ağzını b ü irim Kehanet, önsezi, krş. ıram
yükçe açıp, dişlerini göstererek irindi Deri şeridi.
Arina Petrovna'nın ne tembihlediği
iris 1. Saadet, mutluluk: "Is minîh
ni düşünmüş, fakat ne dediğini b i
çurtıma amır-hazıh çurtas, palala
lememiş.)
rıma iris pir."V. Şulbayeva (Benim
ırcannaas s. Dişlek, sırıtkan: "A pu
yurduma sağlık huzur gönder, ç o
ırcannaas Gurçenkonı noymaa
cuklarıma mutluluk ver.) 2. Baht, ta
mında his salğazın? Pîree sîlîg
arah oolnı odırtıp salamınsın." V. lih, ırızı çoh bahtsız, talihsiz. 3. Ba
Şulbayeva (Peki bu dişlek şarı.
Gurçeko'yıı niçin buraya astın? ırısha kaç. Yaban horozu, çalı horozu.
Herhangi bir yakışıklı genci assay- ırıstığ s. 1. Mutlu, mesut: "Hayda
dın.) körgezJn tadar kızı beloruskanah
ırcay- Ağzını yayarak gülmek. ırıstığ polğanıh?' V. Şulbayeva
ırcı Şarkıcı, türkücü: "Izen-mindî pirçem (Nerede gördün Hakas'ın Beyaz
min sağaa, İzîl parir ırcınıh çüree." Rus'la mutlu olduğunu?) 2. Başarılı:
S. Kadışev (Selâm veriyorum ben "Çalğıs adına münîp, Çiit ulustı al
sana / Dalgalanır türkücünün yüre çörceh; Çorıh ırıstığ polip, Çöfîs
ği-) tikke polbacah."P. Ştıgaşev (Biricik
ırğa- (ı.) Takılmak, ilişmek. atına binip / Genç insanları götür
ırğa- (ıı.) Hareket ettirmek, yerinden müş / Yolculuk başarılı olup / Gidiş
oynatmak. boşa olmamış.)
ırğağ Kam olacak kişiye ruhlar etki etme. ır-kög tekr. Şarkı türkü.
ırğağlığ s. Ruhların etkisinde olan. ırla- 1. Şarkı, türkü söylemek: "Ol amdı,
ırğah 1. Çengel, kanca: "İr kîzfnîh îstî sağızına nime kirze, anı tahpahha
talay oshas ilbek polarğa kîrek, a kifîp, ırlap çörçe." V. Kobyakov (O
siniri m ma mındağ ırğah." V. şimdi, aklına ne gelirse, onu türkü
Şulbayeva (Er kişinin içi deniz gibi olarak söylüyor.) 2. Kuş ötmek.
geniş olmalı, fakat senin için işte
şöyle çengel.) 2. Çelme, bağda. ırlan- Kendi kendine türkü, şarkı söyle
ırğah suğıp tastirğa çelme atıp mek: "Ol kün Aydo, malın sığarıp,
yıkmak. hazınnığ tağnı olığli ırlanıp
pariğanda, Çohırah hazin ağastar
ırğahta- Çengele, kancaya asmak, çen-
arazına kire oylabıshan." V.
gellemek, kancalamak.
Kobyakov (O gün Aydo, malını ç ı
ırğahtai- Takılmak, bir noktaya dönmek: karıp, akağaçlı dağın yamacından
"Pîr-M çirçe amzabıssa, tîzen,
türkü söyleyerek giderken, Çohırah
hınmaan kîzîzer çooğı ırğahtalıp
sıhça, sidir kîzîden tudızarğa daa akağaçlar arasına doğru koşmuş.)
timde." A. Çerpakov (Bir iki kadeh ırlas- 1. Birlikte şarkı söyleşmek. 2.
tatsa konuşması sevmediği kişiye Kuşlar ötüşmek: "Cazının üstün çılıt
kayıyor, gücünün yetebileceği kişiy tur, Hoos tabıstığ torğayahtar, Çılığ
le kapışmaya hazır.) çirden kilîbîzTp, örinîzip, ırlasçalar."
ırgat- Hareket ettirmek, yerinden oynat V. Kobyakov (Yazının üstünü ısıtı
mak. yor /Güzel sesli toygar kuşları / Sı
ırğay Bir tür çalı. cak ülkelerden gelip, sevinçle ö t ü
•rıh Apış arası, perine. ırıh söögî leğen şüyorlar.)
kemiği. ırlat- Şarkı söyletmek.
iril- 1. (kumaş) Yırtılmak. 2. (toprak)
Çatlamak.
-208- ıstıh
ıro
ıro Nehir yatağı. ıshanah Fare.
ıro sarığ zool. Bozkır bülbülü. ıro sarığ ıshın- Düşmek.
tapsasça bozkır bülbülü ötüyor. ıshındır- Düşürmek.
ırsanna-Gülümsemek, sırıtmak. ısta- Duman çıkarmak, tütmek, islemek.
ırsay- 1. Sivrilmek, bir şey ileri doğru ıstal Halka, yüzük.
çıkmak. 2. Dişlerini göstermek, sı ıstal- Dumanlanmak, tütmek, islenmek,
rıtmak. duman yükselmek: "Sağday,
ırsayt- Sırıtmak, geniş geniş gülmek: onarılıp, körer polza, çılğılar çörgen
"Türce polarman Çohırah, çltlg çirde küren pulut la ıstalça." N.
tîsterin ırsayîıbızıp, pora attın Domojakov (Sağday, kendine gelip
tumzuğına segîribisken." V. baktığında yılkıların gittiği yerde
Kobyakov (Çok geçmeden Çohırah, koyu bulut gibi duman yükseliyor.)
keskin dişleriyle sırıtıp, bora atın ıstan Pantolon.
burnuna seğirmiş.)
ıstannığ s. Pantolonlu: "Çayılcah uzun
irsi 1. İz, işaret. 2. Nazar, göz değmesi. hara sastığ ool paza halbah hızıl
3. Davranış, hareket. ıstannığ his, tüzîre seğirip, oolğı
ırsılığ s. Hareketli, davranışlı. çahsı hızın, toldıra çîrçeni çaybahnatpin
ırsılığ pala davranışları düzgün ç o apariğan çili, siberli holtıhtap, çol
cuk. kizire çügürîze halğannar." A.
ıs is, duman, tütün: "Sağday tigfrge sfri Çerpakov (Dağınık uzun kara saçlı
turıbıshan küren ıstın soonca Oğlan oğlan ve geniş kırmızı pantolonlu
tağlarzar çügürte halğan." N. kız, çabucak inip, oğlan dolu fincanı
Domojakov (Sağday, göğe doğru çalkalamadan götürür gibi özenle
yükselen yoğun dumanın arkasın kızın koltuğuna girip, yolun karşısı
dan Oğlah dağlarına doğru koş na koşuvermişler.)
muş.) ıs tara- duman, sis ıstas- (birlikte) Dumanlamak, tüttür
dağılmak. mek.
ıs- Göndermek: "Çashızın, hacan ıstat- Tüttürmek, dumanlandırmak, is
tashıllar suğların ıs turza, Çobat, lendirmek.
çarların azıp, tüs çazılarğa ıstı 1. Hediye. 2. At etinin güzel yeri.
kümüstelîp çay iladır." N.
ıstığ s. Dumanlı, tütünlü, isli: "Apsah,
Domojakov (Baharda zirveler sula
arığ daa polbaza, orıstap sala-sula
rını gönderdiğinde, Çobat ırmağı,
çoohtan pilçetken, annahar ıstığ
kıyılarını aşıp düz yazılara gümüş
ibde, sala çal sığarıp köyçetken ot
gibi yayılıyor.) toğısha ıs-işe gön
bazında, pu orıstarnah til alızıp
dermek, pismo ıs-mektup gönder
pastaan." N. Domojakov (İhtiyar,
mek, çolabit ıs-selâm göndermek.
temiz olmasa da, Rusça az çok ko
2. Anlatmak, nımah ıs- masal an
nuşmasını biliyordu, bu yüzden
latmak. 3. Yardımcı fiil olarak ken
dumanlı evde, biraz alevlenip ya
disinden önceki fiillerle kaynaşarak
nan ateş başında, bu Ruslarla soh
fiilin gerçekleştiğini ifade eder:
bet etmeye başlamış.)
" Yakınnın azırabinıbızarınan
horığıp..." V. Kobyakov (Yakın'm ıstıh (ı.) Çömlek.
beslemeyeceğinden korkup...). ıstıh (ıı.) Deri işleme yeri.
hıshırıb/zarım kilce bağırmak ıstıh- Hasta iyileşmek, ağırığ ıstığıbıstır
istiyorum, çiis salıbfzim yemek ko hastalık iyileşmiş.
yayım.
•
-I -
sol pudı maymah türeyîne çitkence
ib 1. Ev: "Anın îcezî, nap-naa torğı ibestel halğan." V. Kobyakov (Ku
kögenek kizîp, torğı plat tartıntp, maştan dikilen çizgili kara elbisesi
ibînde çır as-tamah timnep çörçe." nin sol ayağı çizme koncuna kadar
V. Kobyakov (Onun annesi, yepye parçalanmış.)
ni ipek elbise giyinip ipek şal örtü
nüp evinde yiyecek yemek hazırlı ibîçoh 1. Kullanışsız, biçimsiz. 2. Ö
yor.) Ala saashan aaldan sıh zensiz, düzensiz, dikkatsiz.
polbinça, îzîrîk ir ibîn pîlînminçe. ibîr- 1. Bir şeyin etrafını dolaşmak, çe
Atasözü (Ala saksağan köyden virmek, ablukaya almak, çevrede
çıkamaz, esrik er evin bilmez.) dolanıp durmak: "Çazağ-çalaas söl
ağas ib ağaç ev. 2. Çadır: "Tadar cazını ibîr çöredTr, mal hadarıp." V.
ib ninrezîn / Çathanım köglezîn." N. Kobyakov (Yayan yapıldak çölü o
Tinikov (Hakas çadırı titresin / vayı dolaşıp duruyor, mal otlatıp.)
Yatığım söylesin.) sigîs pulunnığ 2. Ters yüz etmek, içini dışına çe
ib sekiz köşeli çadır. 3. Evsel, evle virmek.
ilgili, eve ait. ib huzı evcil kuş, evde ibîrçek Ağaç kap.
beslenen kuş. 4. mec. Mezar. ibîre zf. Çevre, etraf: "Ol, kineffn uluğ
üzîlbes parbas ibî ebedî evi.
tmıbızıp, ibîre harabıshan." V.
Kobyakov (O, aniden derin nefes
ibek 1. Çalışkan, çevik. İbektîn irnî alıp, etrafa bakınmış.)
çağlığ, erînçektîn pazı ibîre-sibîre tekr. Etraf, çevre:
hağdannığ. Atasözü (Çalışkanın "Aydo, harahtarm çızınıp, ibîre-
dudağı yağlı, erinenin başı kepekli.) sibîre körîp odırğanda, Yakınnın
2. Çevik. "Sarığ tayın ibek pe?' V. çorğa pora adı mında taytannap
Kobyakov (Sarı tayın çevik mi?) At kilir."V. Kobyakov (Aydo, gözlerini
tın ibegîn çol parçatsan pîlerzîn, ovalayıp, etrafa baktığında, Y a -
kîzînîn çalısızın çol parar alnında kın'ın yorga bora atı yalpalayarak
pîlerzîn. Atasözü (Atın çeviğini yol geliyor.)
gidersen bilirsin, insanın iyisini yola ibîrîg Ölü gömüldükten sonra verilen
çıkacakken anlarsın.) yemek.
ibeke Eski, geçmiş zaman, pozının ibîrîk Kavis, zikzak.
ibekezîn pîlgen k î z î kendi geçmi ibîril- 1. Dönmek, dönüp durmak:
şini bilen kişi. "Saraashır, iircek çîli ibîrîle tüsken."
iben Masum, masumluk. N. Nerbişev (Sarı aygır kirmen gibi
ibennîg Zarasız, ziyansız, ibennîg kîzî dönüvermiş.) 2. Etrafı çevrilmek.
zararsız kişi. ibîrîlçek Viraj.
ibes 1. Parça, teer ibezî deri parçası. 2. ibîrîlîs- Kuşatılmak, çevrilmek.
Ruble, pîr ibes bir ruble. 3. Az, k ü ibîrîn- Çevrilmek, kendi etrafında dön
çük, ibes çon az halk. mek: "Pıçon, anan nımahtağı çoy
ibeste- Parçalamak, bölümlere ayır tülgü çîli, ibîrîn sıhhan." N.
mak. Domojakov (Pıçon, sonra masalda
ki yalancı tilki gibi, dönmeye baş
ibestel- Yırtılmak, parçalanmak: "is
lamış.)
tovarnan, tikken çollığ hara stanının
-212-
ibîrîs ideal'nay
iksii sag. Ağız kenarı, iksii suu vermez, iki kötü bir olsa, halka yatı
saalaanca toğındı ağzının kena vermez.)
rından su akıncaya kadar çalıştı. ildî-sildî tekr. Çok zayıf, ir k î z î ildi- sildî
il—"I. Asmak: "Mında, tîzeh, Kustuktı pol parğan er kişi bir deri bir kemik
îlîbök alğannar." V. Kobyakov (Bu kalmış.
rada, ise, Kustuk'u asmışlar.) 2. İl îldîr- 1. Astırmak. 2. İlmek attırmak,
mek, kanca atmak. kanca attırmak, bağlatmak: "Mim II-
il Halk. dîrîp alarga sağaa timîr îlçîrbe
kirek." V. Şulbayeva (Beni bağlat
ilbek 1. Ulu, yüce. 2. Büyük: "Nince le mak için sana demir zincir gerek.)
par ayman is-payıh / Ada çir-suuma
îldîrbe Düğüm, ilmik.
ilbek küs hoşça." M. Kilçiçekov (Ne
kadar varsa zenginliklerin / Ata yur îldîrges Çengel, kanca.
duma büyük güç katar.) 3. Geniş, îldîrgestîg s. Çengelli.
bol. Tldîrîlgen s. Asma, asılı. îldîrîlgen tahta
ilbehne- Sallanmak, salınmak: "Pozı, asma köprü.
ornında türbin, annan andaroh ile- Acı çekmek, ıstırap çekmek: "Kîzî
muzıkaa kilîstîre ilbehnepçe." V. ağas arazınah ulam ile sıh kilgen."
Tatarova (Kendi, yerinde durama- V. Kobyakov (İnsan ağaç arasından
yarak, oradan oraya müziğe uygun çok acı çekerek çıkıp gelmiş.)
olarak sallanıyor.) île zf. Açık, sarih, vazıh: "Cazı odında
ilbî Sihir, büyü. hahaa îzî île halıp odırğan." N.
Domojakov (Ovanın otu üzerinde
iibî-silbî tekr. 1. Sihir, büyü. 2. Çapraz araba izi açıkça kalmış.)
lama, çapraz.
ilebeste bağ. Eğer, şayet, veya.
îlbîk İlmik, düğüm.
ile-çuda- tekr. Acı çekmek, ıstırap çek
îlbîkte- ilmiklemek, düğüm etmek. mek: "Minin alnında ökîs halğan ip-
ilcî 1. Elçi. 2. işçi. çöreen ilci işçi. çîler kîzî pazıncağı polip ilep-çudap
îlcîr 1. Pelte, pıhtı. 2. Sakin, yavaş: çurtacahnar."A. Çerpakov (Bundan
"Apsahtıh holı uğaa îlcîr üze önce dul kalan kadınlar insanların
tudıbıshadağ." A. Çerpakov (ihtiya baskısı altında acı çekip yaşarlar-
rın eli çok yavaş tutunca kopacak mış.)
gibi.) iledîk s. Tembel, avare, iledîk pol- ba
îlçîrbe Zincir: "/z/M aza sazıp, sıh kilîp, şıboş olmak.
îlçîrbedegî aday çili, aahti tüsken iledîkten- Boş gezmek, işsiz dolaşmak.
çoon tadar." N. Domojakov (Kapıyı ileede zf. Çok: "Aydo Torkabınan, tört
hızla açıp, çıkıp, zincirli köpek g i b i , atha ot taarlaan arazında, ileede
bağırmaya başlamış iri Hakas.) nime çoohtashan." V. Kobyakov
timîr îlçîrbe demir zincir, ças (Aydo, Torka ile, dört ata ot yükle
îlçîrbezî saat zinciri, köstek. me sırasında çok şey konuşmuş.)
îlcîrbelîg s. Zincirli. ileg 1. Acı, ıstırap. 2. Istırap, acı çekme.
ilekte- Eğlenmek, alay e t m e k .
İl-çon tekr. Halk: "Irten irte turadır, il
çonnı tibîrededîr." N. Tinikov (Sa M e r î n e - 1 . Bir yandan öbür yana yalpala
bah erken kalkıyor, halkı hareket yarak gitmek: "Ol küren atha
ettiriyor.) Iğıros izer at hulağına münze, anzı ilehni tüsçe." N.
Domojakov (O doru ata binince, at
tıs pirbes, îkî çabal pîrîk parza, il
sallanmaya başlıyor.) 2. Sallanmak,
çonğa çadığ pirbes. Atasözü (Gı
ırgalanmak: "llonanıh sırlaan uzun
cırdayan eyer at kulağına rahat
ilennet -217- îITnîs
ine İğne. aarnın inezî arı iğnesi. îfienî informirovat' pol- Bilgi vermek.
tîkçetken nimee hazap salarğa infuzoriya zool. Haşlamlı, enfüzvar.
iğneyi dikilen şeye batırmak, çîptî înge bk. îne
inee saptap salarğa ipi iğneye
inîs İniş: "Toraat, hılağay huzuru cayılıp,
saplamak, tibe îne çuvaldız. îne
inîske kire subay çorıhnan çorta
hulağı iğne deliği.
halğan."\f. Kobyakov (Doru at sey
înek İnek: "Odın tüzîrzen, sin irgîçurtsar rek kuyruğu yayılıp inişe girerek adi
înek odına par kil!" M. Kobyakov (O yürüyüşle tırıs gitmiş.)
tu indirdikten sonra, sen eski yurda
inek otuna gidip gel!) Aba înekke inîstîg s. İnişli, inişi olan dağ, nehir.
harındas nimes. Atasözü (Ayı ine initsiyal Baş harfler.
ğe kardeş değil.) Ölgen înek süttîg initsiyativalığ s. Girişimci, inisiyatif
polcafi, ölgen kîzî çahsı polcan. sahibi.
Atasözü (Ölen inek sütlü olur, ölen initsiyativa İnisiyatif, teşebbüs, girişim.
kişi iyi olur.) înek çili inek yılı, hay
injener Mühendis: "Par andar, min
van takviminin ikinci yılı.
injenernî ushurarğa parim." S.
inel- Acı çekmek, ıstırap çekmek: Çarkov (Git oraya, ben mühendisi
"Izelîbîsken tonıcahtı / Innîceene uyandırmaya gideyim.) tağ injeneri
sal salğan. / İrgîlebîsken
maden mühendisi.
maymağastı / Inelgennen kis
salğan." A. Topanov (Yıpranan e l injir İncir.
biseyi / Omzuna salıvermiş / Eski inker- Elbiseye astar dikmek, kenar
yen çizmesini / Acı çekerek giyi- dikmek.
vermiş.) inkubator Kuluçka makinesi.
îneldîrîk iğnelik. inkubatsiya 1. Kuluçka devri. 2. Kuluçka
înelîk bk. îneldîrîk makinesiyle civciv çıkarma.
inertnay s. Atıl, hareketsiz. inkvizitor Engizisyon hâkimi.
inertsiya Atalet. inkvizitsiya Engizisyon.
ineskî Kayak bükme tezgahı, sana pa inmeşor. Balık ağı.
zın pükçen ineskî kayağın ucunu inmen 1. Omuz. 2. Bayan elbisesinin
eğen tezgah.
omzundaki şerit.
iney 1. ihtiyar kadın, nine: "Pacah iney, inne- İşaretlemek.
ürbehnebinen, urukken
innen- Omzuna koymak, omuzda taşı
harahtarınan honcığınzar körgen."
M. Kokov (Paçah nine ürpererek, mak, omzuna almak.
ürkek gözlerle komşusuna bakıyor.) innes Saka sırığı.
2. Zevce, karı. tas iney taş heykel. innîg (ı.) Enli.
iney-apsah tekr. s. ihtiyar karı koca. innîg (ıı.) işaretli, imli. hulağı innîg hoy
ineyek Nine, ihtiyar kadın. Hırıh hadıl kulağı işaretli koyun.
tonnığ hır ineyek. Bilmece, lahana înnîg s. İnli, ini olan. Pîs harından pır
(Kırk kat giysili kır nine.) înnîg. Bilmece, eldiven (Beş kardeş
infektsionnay tıp. s. Enfeksiyonlu. bir inli.)
infektsiya tıp. Enfeksiyon. innîlîg s. Omzu geniş, güçlü, kuvvetli.
infinitiv gr. Mastar. inostrannay s. Yabancı, ecnebi.
informator Haber veren, bilgi veren. inspektor Müfettiş.
informatsiya Enformasyon, haberleşme. instenirovka Sahneye koyma.
instinkt -221- îpek
is (ı.) is, duman: "Is tarap parğanda, isît- İşitmek, dinlemek. Püür san pile
körzeler, hara hustar tigîr köglnde çoğıl, sağızı çoh sös iste çoğıl.
andar-mındar la pıtırasçalar." N. Atasözü (Kurt sayı bilmez, akılsız
Domojakov (Duman dağıldığında söz dinlemez.)
bakmışlar ki kartallar göğün mavili îsker 1. Ön, ileri: 2. Doğu: "Aydo, on
ğinde oraya buraya uçuşuyorlar.) çastığ oolah, ah ölen ottığ ah
is (ıı.) Mal, varlık. Pay kîzîriîn izî halar, çazıca, çaya tastaan hazıh p / 7 / ,
hıyğa kîzînîn adı halar. Atasözü îskerkî tağzar tari sıh parğan
(Zenginin malı kalır, iyi insanın adı hoynıh soonah pastır parça." V.
kalır.) is-pay tekr. varlık, zenginlik. Kobyakov (Aydo, on yaşında oğlan,
is-mal tekr. varlık. ak otlu ak yazıya, atarak dağıtılan
is (iiı.) Us, akıl. San sanirğa sağıs aşık kemikleri gibi, doğudaki dağa
kirek, sağınıp pögînerge is kirek. doğru çıkarak dağılan koyunlarının
Atasözü (Sayı saymaya düşünce ardınca yürüyor.) "Harassam,
gerek, hesap yapmaya akıl gerek.) naukanı îsker çörgîzem." G.
Topanov (İstesem, bilimi doğuya
is (iv.) (av hayvanı için) Eş. getiririm.) krş. îlger
is (v.) Kumaş, bez: "iliskecek lampanı
közenek irkînîne turğızıbıshan, stol iskerek (ı.) Uysal, uslu. iskerek tadar
üstüne ah is çazıbıshan." İ. taban uysal Hakas.
Kotyuşev (İliskecek lâmbayı pence iskerek (ıı.) İyi işlenmiş (deri), iskerek
re kenarına koymuş, masanın üs hoy teerîzî iyi işlenmiş koyun deri
tüne ak bez sermiş.) si.
is- (ı.) İnek süt vermek. îskerkî s. Doğudaki, doğuya ait.
is- (ıı.) 1. Çekip almak, çekmek: "Anın isket Asalet, soyluluk.
pır holtiicaa altına kîzî idinin îziin iskettîg s. Soylu, asil. iskettîg kîzî soylu
sineceh gradusniktî suğıbıshan, kişi.
anan istîp tuthiap körgen." İ. iskî 1. Kürek: "Sarış polbadım sahay pu
Kotyuşev (Onun bir koltuğuna insan küsterneh / -Molat iskî holğa
ateşini ölçen dereceyi sokmuş, son tudındım." M. Bainov (Mücadele
ra çekip bakmış.) 2. Kürek çekmek. edemedim bütün bu güçlerle / Çelik
3. Suyu çekerek almak. kürek elimde tutarak.) 2. Kürek, ka
is- (m.) Dinlemek, duymak: "Uhnah yık, sandal küreği: "İskîzin kimenîh
atırğan teenîn, alnında uluğlardah pirde pir sarindağı suğa tüzîrîp le
na isçeh." V. Kobyakov (Kurşunla mahnanminıbıshan." İ. Kotyuşev
vurulmayı, daha önce sadece b ü (Küreğini kayığın bazen bir yanına,
yüklerinden duymuş.) İspeske bazen öbür yanına acele etmeden
çoohtaba, çîtîbestî pîiebe. Atasö indirmiş.)
zü (Dinlemeyene konuşma, kesme- îskî 1. İçki. 2. içkicilik. îskee kîr parğan
yeni bileme.) sös ispes söz
içkiciliğe düşmüş.
dinlemez, iste le duyar duymaz.
tılaas is- haber duymak, tabıs îskîlîg s. İçkili.
is- ses duymak, sös ispes söz îskîlîk (i.) 1. Düşük: erken doğmuş hay
dinlemez. van. 2. Erken doğmuş hayvan
yarusu postu, pızo îskîlîgînden
is-hut tekr. Akıl, zeka, bilinç: "Aydonın, idîlgen tulup buzağı postundan
anı la körgende, is-hut çoğıl." V. yapılan kap, torba.
Kobyakov (Aydo'nun onu görünce
bilinci kayboluyor.)
îskîlîk -228- isi
îskîlîk (ıı.) Köpeğin bastığı yerde kalan radaki toprağın, suyun zenginliği
pençe izi. hakkında çok şeyler öğrenmiş
îskîn bk. îskît(ı.) Fedor Pavloviç bu ihtiyardan.)
iskîndî İneğin memesinde kalan süt. îspelçîk (dağ keçisinin) Bacak kemiği
iliği, an îspelçîgî, uluğ im nime,
iskîndîlîg s. Memesinde süt olan (inek)
palığa sürtçen. bacak kemiği iliği
iskîr- 1. Bildirmek, ilân etmek: "Ölgen yaraya sürülen güçlü ilâçtır.
kîzî söögîne / Ööcff açıp iskîrçe: /
ispes s. Söz dinlemez. İspeske
«Öskebîs pîs pir çirde / Ööre polip
çoohtaba, çîtîbestî pîlebe. Atasö
pos posha / Ölîp, homdaa kîrgence
zü (Dinlemeyene konuşma, kesme
/ Öçes sağ ıs tutpasha." M. Kokov
yeceği bileme.)
(Ölen kişi cesedine / Ödü acıyıp
duyuruyor: 'Büyüdük biz aynı yerde ispıtanie Sınav, t e c r ü b e , imtihan.
/ Dost olarak birbirimize / Ölüp me îspîk (ı.) 1. Maşa, pense. 2. Cımbız.
zara girene kadar / Kötü niyet bes kîrpîktî çulcan îspîk kirpik alma
lemeden.) 2. Haber vermek: "Orta cımbızı.
surğan suruna Ohsanıp min îspîk (ıı.) Çocuk bir yaşını
nandırğam, Oloh kün kür pabama doldurduğunuda saç kesme t o y u .
Ön n m inen iskîrgem." M. Kokov ispolkom İcra komitesi: "Noğa sin
(Doğru sorduğu soruya / Sevgiyle ispolkomzar harahsınçazıh? Partiya
ben cevap verdim / Tam o gün si püün aarlasta nimes, ülgüzîn çîdîr
nirli babama / Mutlulukla haber ver salğan."V. Şulbayeva (Niçin sen ic
dim.) ra komitesine göz diktin? Parti b u
iskîrîg Bülten, tebliğ, bildiri. gün karışmıyor, ülküsünü yitirdi.)
iskîrîm bk. iskîndî ispolnitel' İcra eden, yerine getiren.
îskît (ı.) 1. Kurt veya köpeğin eştiği yer. is-sağıs tekr. Akıl fikir, akıl us: "İs-sağızı
aday îskît tartça köpek yeri taybalıp, çirde tonı pazına pürgel
eşeliyor. 2. Kurdeşen, ürtiker parğan nimenî Çohırah anan na
îskît (ıı.) bot. Çakal eriği: "Ahdarıl parıp, pazoh çoon putha haphlap parğan."
sıbıcah, har üstünce kömes çil V. Kobyakov (Aklı fikri bozulup,
parıp, îskît ağazına îlîn pardı." M. yerde elbisesi başına geçmiş şeyi
Çebodayev (Devrilip, fidancık, kar Çohırah sonra yine kalın butların
üstünde biraz yuvarlanıp çakal eriği dan kapmaya başlamış.) is-
ağacına takıldı.) îskît çîsteğî çakal sağıstan as-aklını yitirmek: "Ol is-
eriği yemişi. sağıstah asça, ılğaptır, oolaan
tîgdeh-mınnah sıybastırğlapça,
iskopaemıys Y e r altı zenginliği.
köölce aidi çoohtanğlapça." İ.
iskusstvo Sanat: "Tilekeynî, min Kotyuşev (O, aklını yitiriyor, ağla
sağınçam, Vanya, iskusstvo sîlîg mış, oğlunu şurasından burasından
araçılap halar."V. Şulbayeva (Dün sıvazlıyor, sakince tesselli ederek
yayı düşünüyorum Vanya, ancak konuşuyor.)
sanat kurtarır.)
îssîrek s. İş sever, işten hoşlanan.
ispanets İspanyol.
issledovatel' Araştırıcı, araştırma uz
is-pay tekr. Zenginlik, servet, bolluk: manı.
"Aaldahar, mındağı çirnîh, suğnıh
ist- Dinlemek, işitmek: "Aydo, istîp,
is-payınahar ileede nimeler pîlîp kögîske alınıp alğan." V. Kobyakov
alğan Fedor Pavloviç pu apsahtah." (Aydo, onu dinleyip aklında tut
N. Domojakov (Köy hakkında, b u - muş.)
iste -229- îstîlîg
iste- 1. Yapmak, imal etmek. 2. (deri) istet- (deriyi) İşletmek, mamul hâle ge
Sepilemek, işlemek: "Tfgî oy ıhta tirtmek.
örekenîmnen hada tuup îstet- İzletmek, takip ettirmek.
istecehmîs." N. Nerbişev (Şu ç u
îstezîg İzleme.
kurda karımla birlikte deri işledik.)
îste- İzlemek, takip etmek, izinden git îstî 1. iç, i ç i . turanın îstînde evin içinde.
mek. stol îstînde masada. 2. Karın. îstî-
îsteg İzleme, takip, peşinden gitme. harın işkembe. îstî-harınnığ ügre
işkembe çorbası. îstî çoh kıskanç.
îstegcî İzleyen, takip eden.
îstî contan- kıskanmak, haset et
istel- (deri) İşlenmek, imal edilmek. mek
isten- (ı.) (deri) İşlenmek, sepilenmek.
istîg 1. Güzel. Köygen ottın çılii istîg,
isten- (ıı.) 1. Sakinleşmek. 2.
hıyğa kîzînîn çooğı hınığ. Atasözü
Alışmak, bağlanmak: "Toraynıh daa
(Yanan ateşin sıcağı güzel, akıllı
çorığı pîree çirde ibîne çitkelekke
kişinin konuşması ilginç. 2. Kulla
üzîl parbas kir-in oçı, in irke ösken
ool polğan, pasha çirde çadıp, ol nışlı, uygun. 3. Rahat, huzurlu:
hacan daa istenmes»." A. "İstîg uzuhar, tîl dee pîlbezer / îkî
Çerpakov (Toray'ın da yolu bir yer hos mıltiim holımda çatça." M.
de kesilmeden evine ulaşmalı, en Kilçiçekov (Rahat uyuyunuz dil b i l
küçük, en sevgili büyüyen oğul i d i , mesem de / Çiftem elimde duru
başka yerde yaşayıp, hiçbir zaman yor.) 4. Varlıklı, zengin, verimli, be
alışmaz.) reketli: "Madır suğnıh hazında /
Mahnay ahcı çurtacah / Mahat, istîg
îsten- İş sahibi olmak, çalışmak:
tayğada / Maraçı ol tustacan." P.
"İrtenneh ala, astap / İirge teere
Ştıgaşev (Madır ırmağının kıyısında
îstencen." P. Ştıgaşev (Sabahtan
/ Mannay avcı yaşarmış /Güzel, ve
başlayarak acıkıp / Akşama kadar
rimli ormanda / Tuzlaktan tuz çıka-
çalışmış.)
rırmış.) istîgnîn küzî polcafi varlık
îstençî işçi: "Hakasiya aarlapça Pray lının gücü olur.
mirdegî îstençîlerneh hada Sinîh
çiton çazıhnı." M. Arşanov istîl- İşitilmek, duyulmak: "Pana anın
(Hakasya kutluyor / Bütün dünya soonca sığara honça. fstîlçe,
daki işçilerle birlikte / Senin yetmiş Pananın ünî." V. Şulbaleva (Pana
yaşını.) onun arkasından çıkıyor. Pana'nın
istendîr- 1. Sakinleştirmek. 2. Alıştır sesi işitiliyor.)
mak.
istîldîr- Duyurmak.
îstendîr- Çalıştırmak.
istîldîre zf. Duyulacak şekilde, yüksek
îstenîs- (birlikte) Çalışmak. sesle: "Kem-de istîldîre
îstenîs Çalışma, iş: "Anda, îstenlste, alıp sıbıranıbıshan: - Uya pabanıh
ool / Anın sıltaanda la toğınılça." i. îrîhnerî sıh pardıl." A. Kuzugaşev
Kotyuşev (Orada, işte, alp oğlan /
(Birisi duyulacak şekilde mırıldan
Onun sayesinde çalışılıyor.)
mış: 'İlya babanın irinleri çıktı.)
îstenîstîg s. İşli, işi olan.
îstîlîg s. Geniş: "Allığ îstîlîg
îstes İzleme, t a k i p . hudaylardan / Haziin surınıp
îstes- Yardımlaşarak izlemek, takip pazırğan." M. Bainov (Merhameti
etmek: "Nimee kilgezih peer? Noğa geniş tanrılardan / Sağlık dileyip
sin mini îstes çörçezîn? Tayka."V. yalvarmış.) "Klanyacağım, sin
Şulbayeva (Niçin geldin buraya? hudayzıh, allığ îstîlîg, kîzee
Niçin beni izliyorsun? Tayka.) acıncah." V. Şulbayeva
istîlîs -230-
îtkîs
(Klanyacığım, sen tanrısın, geniş, daa çoh idîbîzer çîli polça." V.
rahat, insana acıyan.) Kobyakov (Kendi yüreğinde Yakın'ı
istîlîs- İşitilmek: "Zoyka tınnir polza, hemen yok eder gibi oluyor.) geroy
andağ tabıstar ibîre köp istîlîsçe, it- kahramanlaştırmak. haalağ it-
olarnı istfp, irîk parğan." N. adım atmak, hıya it- uzak tutmak,
Domojakov (Zoyka dinlediğinde, yaklaştırmamak, alçaas it- yanlış
öyle sesler etrafta çok işitiliyor, o n yapmak, protokol it- protokol yap
ları duyunca canı sıkılmış.) mak, çıılığ it- toplantı yapmak.
îstîndeği s. iç, içe ait îstîndeği aarığlar haydar ittin? ne yaptın? 2. Bir şeyi
iç hastalıkları. îstîndegî politika iç yapmak istemek anlamında yar
politika. dımcı fiil olarak kullanılır:
"Çoohtanarğa itken, çe tîlî
istkusstvo Sanat, ustalık, maharet. aylanmaan, ünî dee sıhpaan." A.
istoçnik Kaynak, memba. Çerpakov (Konuşmak istemiş, fakat
istopnik Kaloriferci, kalorifer ocakçısı. dili dönmemiş, sesi de çıkma
istoriçeskay s. Tarihî. mış.)" Kazak, adın aylandım tartıp,
istorik Tarihçi. pazoh saabızarğa itçetkende,
arğızı, hathırıp ala, tızıbıshan." N.
istoriya Tarih.
Tyukpiyekov (Rus 'Kazak' atını ç e
istrebiteF Y o k eden, tahrip eden. kip döndürerek yeniden vurmak is
it 1. Vücut, vücudun e t i : "Anın pray idî terken, arkadaşı gülerek kaç
pus la oshas polğan."V. Kobyakov mış. )"Çe çoohta, nime çoohtirğa
(Onun bütün vücudu buz gibi o l itkezîn." V. Şulbayeva (Haydi ko
muş.) 2. Et: "Tîrig ittî kize nuş, ne konuşmak istiyorsan.)
tartpacah." V. Şulbayeva (Diri et
ît 1. Köpek. 2. mec. Kurt. ît palazı aday
çekip kesilmez.) Arığ itten üs
poibas. Atasözü (Kurt yavrusu kö
sıhpaan, arğaasnan toğıs
pek olmaz.) ît taban köpoğlu. ît
pütpeen. Atasözü (Zayıf etten yağ
purun Yaban gülü meyvesi,
çıkmaz, tembelle iş olmaz.) ças it
itburnu, kuşburnu: "İt purun çaynı
taze et. hoy idî koyun e t i . sosha
smeten hadıp îskende, tir sığara
idî domuz e t i . at idî at e t i . tanah idî
sabılça." N. Domojakov (Kuşburnu
tavuk e t i . aba idî ayı e t i . tarthan it
çayına kaymak katıp içince, ter ç ı
kıyma, idî çoh zayıf çelimsiz, hızıl
kıyor.) ît tîgen yaban gülü (çalısı).
it kırmızı et. it kombinadı et
ît ayan köpek yalağı.
kombinesi
îtîskîn Ürtiker. krş. îskît
it- Etmek, yapmak: "Anın çurtazındağı
ît- itmek, dürtmek: "Abis, tura parıp,
aar künnemî niik idfbîzerîne ol kızı
olarnı purnılarınah puluna
polis pirgîdek oshas poladır." V.
îdîbîsken." A. Kuzugaşev (Papaz,
Kobyakov (Onun hayatındaki zor
kalkarak, onları önlerinden köşeye
günleri kolaylaştırmaya o kişi yar
itmiş.)
dım edecek gibi.) Kiptîgnî çalaas
ider, attığnı çazağ ider. Atasözü italyanets İtalyan.
(Elbiseliyi çıplak eder, atlıyı yaya îtîgen bot. Yaban gülü meyvesi.
eder.) toy it- şölen, düğün etmek. îtkek-sashah tekr. Kötü ruh, insanı kötü
tahta it- köprü yapmak, hatap it- lüğe iten dürtü.
tekrarlamak. tamah it- yemek ıtkıs (ı.) Çalı.
yapmak, çoh i t - yok etmek: îtkîs (ıı.) Kürek, kar veya çöpleri topla
"Pozının çöreğinde Yakınnı sağam maya yarayan kürek.
itog Toplam, yekun, bilanço, netice. yıpranmak: "Tonının alnı-kisfı pîldîs
îtpek sag. Ekmek. krş. ipek. çoh pola izel parğan." V. Kobyakov
itse zf. Yoksa, veya: "itse, min anı üs ( Elbisesi, tersi düzü bilinmeyecek
bukvaa ızıbızarcıhpın." V. şekilde yıpranmış.)
Şulbayeva (Ben olsam ona birkaç izelîg s. Tahrip olmuş, yıkılmış.
satır yazıp gönderirdim.)"İtse, min îzemcîk 1. Kese, para kesesi. 2. Avcı
çahayağı çoh çahayahtançathan çantası. 3. Mücevher kutusu. 4. İri
çahayahpın." V. Şulbayeva (Veya, boncuk. 5. İnci.
ben çiçeği olmayan çiçeklenen ç i izen- Usanmak, bıkmak: "Hapıhnın Ton
çeğim.) oolğı at üstünde izenmes,
i t t e n - Şişmanlamak. çalahmas tıstanmin odırçathanın
ittîg s. 1. Etli: "Tfrîg söök ittîg polcah."V. tanaan." N. Domojakov (Hapın'ın
Şulbayeva (Canlı vücut, etli olur.) 2. Ton oğlunun at üstünde usanma
Şişman, etine dolgun insan. dan bıkmadan dinlenmeksizin otur
îttîr- Dürttürmek, ittirmek. duğunu anlamış.)
ittîr- Ettirmek, yaptırmak, tura ittîr- ev izen 1. Sağlıklı, sağlam, hayatta:
yaptırmak: "Amoh ittîrerbîster "Pabam ürep parğan, îcem am daa
ağaa,- çoyırhos ünnengen çoon izen." V. Kobyakov (Babam öldü,
kfzf." N. Domojakov (Hemen şimdi annem hâlâ sağlıklı.) 2. Selâm:
yaptırırız ona, yaltaklanarak ses "İzen sağaa, çarıh künnîh suzı /
lenmiş iri kişi.) Alğıs sağaa, çurtastın tını." M.
ierarhiya Hiyerarşi. Kilçiçekov (Selâm sana, parlak gün
ışığı / Teşekkürler sana, hayatın t ı
ierogrif Hiyeroglif.
nı.) izen polzam sağlığım yerinde
iyod İyot. olursa, izen mindî! sağlıkla! sağlı
iyııl' Temmuz. cakla! izen pir-selâm vermek: "Çe
iyun' Haziran. pudurğı kızı, Aydonı kür tabısnah
izbirateP Seçmen. köksebfzer ornına, ağaa hınıstığ
ize- (ı.) Esnemek: "Kiçicek hara sıraylığ izenpirgen."V. Kobyakov (Fakat az
iren, izep ala, sîlîgîbîsçe." N. önceki kişi, Aydo'yu gür sesle azar
Tyukpiyekov (Küçücük kara yüzlü lamak yerine, ona sıcak bir selâm
erkek, esneyerek silkeliyor.) vermiş.) 3. Merhaba, selâm!: "Hara
ize- (ıı.) Yıkmak, tahrip etmek. talay, izen! / Hara harahtığ
îze ünl. Öyle, evet. hakastah / Hara talay, sağaa izen."
îzeeçî Alkolik, krş. îçeeçî S. Kadışev (Kara Deniz, selâm! /
Kara gözlü Hakas'tan / Kara Deniz
îzeep Cep. nan izeep yan c e p . tös
sana selâm!)
îzeebî iç c e p .
îzeeptîg s. Cepli. îzen- (ı.) İnat etmek, direnmek, dinle
izeg (ı.) Esneme. memek.
izeg (ıı.) Yıkma, tahrip etme. îzen- (ıı.) Beklemek, ummak, güvenmek:
izel- 1. Çökmek, yıkılmak, harap olmak: "Ağaa izençetkennerin sisçetken."
"Semennıh kiçicek turacağı tooza İ. Kotyuşev (Ona güvendiklerini
köy parğan, anın ornında çitîre sezmiş.) îzengen tağda kiik çoh
köybeen turunnar la pulazıp çathlap polcan. Atasözü (Güvenilen dağda
paza çarımı izel parğan sool körîn geyik olmaz.)
turğan." V. Kobyakov (Semen'in îzencî İki kez işlenmiş (deri.)
küçücük evi tamamen yanmış, o
nun yerinde bütünüyle yanmamış îzencîk inatçı, direngen. îzencîk at inat
odunlar tütüyor ve yarısı çökmüş çı at.
ocak görünüyordu.) 2. Eskimek,
îzendır -232-
ız T
-J-
jemçujina inci (tanesi.)
jestyanşçik Tenekeci.
jaket Ceket. jeton Jeton.
jandarm Jandarma. jilet 1. Yelek. 2. Yelekle ilgili, jilet izebî
jandarmeriya Jandarma kuvvetleri yelek cebi.
janr Tür, janr. jimolost' bot. Hanımeli.
jargon Argo. jiraf zool. Zürafa.
jivopisets Ressam.
jar-hus Anka kuşu.
jmıh Küspe, posa.
jarovnya Mangal
jneyka Orak makinesi.
jasmin bot. Yasemin.
joglirovat' pol- Hokkabazlık etmek
jatka Orak makinesi.
jonglyor Hokkabaz, sihirbaz.
jelatin 1. Jelatin. 2. Jelatin(den).
jrebiy Kura.
jele Jöle, pelte.
jrets Papaz, rahip.
jeleza Bez, gudde. jritsa Rahibe.
jeleznyak Demir filizi. jurnal 1. Dergi. 2. Dergiyle ilgili.
jeludoçek Karıncık. jurnaiist Gazeteci.
jeludok Mide. jurnalistka Bayan gazeteci.
jyuri Jüri.
-K-
kabaçok bot. Kabak. kal'son İç çamaşırı, don.
kabak Meyhane. kal'tsiy kim. Kalsiyum.
kaban zool. Yaban domuzu. kalanca Kule.
kaldovşik Ambar memuru.
kabardinets Kabardalı, Kabardin.
kalendar' Takvim.
kabeP tek. Kablo.
kalendarlığ s. Takvime bağlı, takvimsel.
kabına Kabine, kabin, loca.
kalendariığ çil takvim yılı.
kabinet 1. Oda, kabin, ofis: "Apçay, kalendarlığ plan yıllık plân.
sazın oyda tastabızıp, kabinetten
kalibr Kalibre, çap.
sıh çönbîsken." G. Topanov
(Apçay, saçını arkaya atıp, ofisten kalibrlığ s. Kalibreli, uluk kalibrlığ tirîg
büyük kalibreli silâh.
yürüyüp çıktı.) tîs imnecen kabinet
diş doktoru muayenehanesi. kaliy kim. Potasyum.
minstrlernîn kabinedı bakanlar kaliylığ s. kim. Potasyumlu.
kurulu. 2. Ofisle ilgili, kabinet şkafı kalligrafiya Güzel yazı sanatı, kaligrafi.
ofis dolabı. kalligrafiyalığ s. Güzel yazılı.
kaçalka Sallanan koltuk. kalligrafiyalığ poçerk güzel yazı.
kaçayla- Sallamak. kalorifer Kalorifer.
kaçestvennay s. Kaliteli, nitelikli. kalorimetr Kalorimetre.
kaçestvennay anaPız nitelikli ana kaloriya Kalori.
liz. kaloriyalığ s. Kalorili.
kaçestvo Kalite, nitelik, toğıstın kaloşa Galoş, ayak lâstiği.
kaçestvosı çahsı işin kalitesi iyi. kamçat zool. 1. Kunduz. 2. Kunduzla
kaçestvolığ s. Kaliteli, nitelikli. ilgili, hara kamçat pörîk kara kun
kadr sinem. Kare, resim. duz postundan börk.
kadri Kadro, personel. kamenşçik Duvarcı.
kadriP Kadril (oyunu). kamera 1. Oda. hücre. 2. Kamera, bagaj
salçan kamera emanet yeri. harib
kadrlar Kadro, personel, kadrlarnı
kamerazı hapishane hücresi, fut
timneenî kadro hazırlamak. bol kamerazı futbol topunun iç lâs
kadrovay ask. Kadrolu, daimi, kadrovay tiği.
ofitser muvazzah subay. kamernay müz. Oda. kamernay muzıka
kafe Kafe, kahvehane. oda müziği.
kafedra Kürsü, bölüm. kamfara Kâfur.
kaftan Kaftan. kampaniya Kampanya.
kakao Kakao. kamzol Bir tür yelek.
kaktüs Kaktüs. kanal Kanal: "Adın tölden tölge kanal
kal'kala- Hesaplamak, hesap etmek. aparar." \. Kapçıgaşev (Adın nesil
den nesile kanal olur.)
kal'kulyator Hesap memuru.
kanalizatsiya 1. Kanalizasyon. 2. Kana
kal'kulyatsiya Hesaplama, hesap etme. lizasyonla ilgili. kanalizatsiya
trubazı kanalizasyon borusu.
kanareyka Kanarya.
-238-
kanat karlik
kanat Halat, urgan. seviyorsan onu yiyorsun, fakat ba
kanava Hendek, su yolu. na lahana gerek.) 2. Lahanayla ilgi
kandala kız. Tahtakurusu, tahtabiti. l i , kapusta pürî lahana yaprağı.
kandidat Aday. deputatha kandidat kapustalığ s. Lahana(lı.) kapustalığ
milletvekili adayı, filologiçeskay ügre lahana çorbası.
naukalar kandidadı filoloji bilimleri kapyuşon Kapüşon, başlık.
uzmanlık adayı. kar'er Ocak, taş ocağı.
kandidatskay s. Adayla ilgili. kar'era Kariyer, yükselme: "50 çasha
kandidatskay minimum yeterlik çağdap pariğanda, karye ra
sınavı. itpinçeler." V. Şulbayeva (Elli yaşı
kandidatura Adaylık, kandidatura sı na yaklaşınca kariyer
ğar- aday göstermek. yaptırmıyorlar.)
kanifol' Kalafon. kar'erist Karyerist, mevki düşkünü.
kanikul Tatil. karakalpak Karakalpak. karakalpak tîlî
kanonada ask. Top ateşi, top atımı. Karakalpakça.
kantata müz. Kantat. karakul' 1. Astragan. 2. Astragan kürkü.
kantselyariya Kalem, kalem odası. karamel' Karamela.
kanun Arife. karandaş Kurşun kalem: "On holınan
salaalarınıh arazına karandaş
kanva Kanaviçe. hıstırıp alğan." A. Kuzugaşev (Sağ
kapillyar anat. Kılcal damar. elinin parmaklarının arasına kurşun
kapital Kapital, sermaye, promışlennay kalem sıkıştırmış.)
kapital sanayi sermayesi. karantin Karantina.
aylancan kapital döner sermaye. karat Kırat.
kapital stranaları kapitalist ülkeler.
karatel'nay s. Tenkil, karatel'nay
kapital'nay s. Esaslı, başlıca, temel.
kapital'nay toğıs temel iş. otryad tenkil müfrezesi.
kapitalist Kapitalist. karaul Karakol.
kapitalistiçeskay Kapitalist. Kapitalisti— karavan Kervan, kafile: "Naa talayca
çeskay stroy kapitalist düzen. karavannarparçalar."i. Kapçıgaşev
kapitalizatsiya Sermayeye çevirme, (Yeni denize kervanlar gidiyor.)
sermaye yapma. karavay Somun
kapitalizirovat' pol- Sermaye yapmak. karbolka Fenol, karbolovoy kislota asit
kapitalizm Kapitalizm. karbolik.
kapitan 1. Kaptan. 2. Yüzbaşı. 3. Yüz kardinal Kardinal.
başıyla ilgili. karel Karelyalı.
kapitulirovat' pol- Teslim olmak. karelka Karelyalı kadın.
kapitulyant Teslim olan, aciz. karel'skay Karelyayla ilgili, karel'skay
kapitulyatsiya Teslim (olma). tül Karelya dili.
kapot 1. (motorlu araçta) Kaput. 2. Kılıf karikatura Karikatür.
kapağı. karikaturalığ s. Karikatürcü.)
kapsula Kapsül. karikatürist Karikatürist
kapsyul' ask. Kapsül. karikatürala- Karikatür yapmak.
kapusta bot. 1. Lahana: "Sin nime karîp Gemi.
hınzati, anı çfpçezlh, a mağaa karkas Karkas, iskelet, çerçeve.
kapusta kirek."N. Tinikov (Sen neyi karlık Cüce, bodur, bücür.
karman
- 239 - kaznaçey
kiikçin zool. Kartal: "Zoykanı küren tan naa çarıp odır." V. Kobyakov
atha attandır salğanda, ıran nimes (Sabah kalktığında, tan yeni aydın
turgan pözîk kürgen kistfnen çalan lanıyor.) "Çahus, m ı İt iğ in tayan ip,
kîzî, kiikçin çili, sığa salğan." N. azah üstüne tur kilgen." V.
Domojakov (Zoyka'yı yağız ata bin Kobyakov (Çabus, tüfeğine daya
dirdiğinde, yakındaki yüksek kurgan nıp, ayağa kalkıyor.) "Soonah
arkasından eyersiz ata binmiş kişi sünzîp, sağamoh tut killher! -
kartal gibi çıkıvermiş.) olarğa hara sıraylığ kîzî kürlep
kiikte- Karaca avlamak. tapsabıshan." V ' . Kobyakov (Ardın
dan takip edip, hemen yakalayın
kiiktıg s. Karacası bol olan yer. kiiktîg
diye onlara kara yüzlü kişi şiddetle
tayga karaçalı tayga.
seslenmiş.) "Torka örînîstîg
küs 1. Keçe 2. Keçeden: "Pazına ah küs tabısnah çoohtap kilce." V.
pörik, notlarına söölcek salaalığ Kobyakov (Torka sevinçli bir sesle
sarığ meleyler kizib'isken." İ. konuşuyor.) çöpke kil- razı olmak,
Kotyuşev (Başına ak keçe börk, e l mutabık olmak.
lerine uzun parmaklı sarı eldivenler
giymiş.) küs ödîk keçe çizme, küs kilbek s. Dar, sıkı (elbise), kilbek
tözek keçe döşek, küs maymah kögenek dar elbise.
keçe çizme, küs pas- keçe yuvar kilcor bk. külcör
lamak, dövmek, küs ib keçe yurt. kildir- Getirmek.
küs ton kepenek, küs îzîk keçe kile- 1. Dilemek, istemek. 2. Sormak. 3.
kapı. 3. mec. Rus. Merak etmek, endişelenmek:
küstîg s. 1. Keçeli, keçeden. 2. Keçesi "Abızınah, kîlebe, Agurnıh hılığın
olan. am na körçezîh me" A. Çerpakov
kü-tülük tekr. (Beklenmedik) Dert, iş, (Elticiğim merak etme, Agur'un hu
hastalık. yunu yeni mi görüyorsun.)
kik 1. Öç, intikam. 2. Düşmanlık, hasım kîlebes Kaygısız, tasasız.
lık. küeg Endişe, kaygı, telâş: "Payusa kilin
kiklös bk. kilegey ökîs tee polza, kîleg dee çoğıl, aalcı
kikte- Kin duymak, hasmane davran sıylap odırça." A. Çerpakov
mak. (Payusa gelin dul da olsa, telâş et
meksizin, misafirlerini ağırlayıp d u
kikteg Hasım olma, kin duyma.
ruyor.)
kiktig s. Öçlü, kindar. kiktTgden kik a l -
kilegey s. Kekeme, aba tilîn kilegey
öçlüden öç almak.
kîzee pirçeler ayı dili kekeme kişi
kil- Gelmek: "Naa kilgen torğayahtar ye yediriler.
cazı üstün köglendîrîp sarnasçalar."
küegeylen- Kekelemek: "Çaadah
V. Kobyakov (Yeni gelen çayır kuş
aylanıp odıri -mahnança hozarğa
ları ovanın üstünü şenlendirip ö t ü
Kolazı, kilegeylenîp ala, çalahzar
şüyorlar.) toğısha kilze, kör tur-
udur oyli." F. Burnakov (Savaştan
bacaii. Atasözü (İşe gelince, bakıp
dönüyor! acele ediyor birleşmeye
durulmaz.) attığ kildim atla gel
Kola'sı, kekeleyerek, atlıya doğru
dim,. 2. Gelecek kiler ülükünde
koşup.)
gelecek Pazar. 3. Gelmek, uziri'm
kilce uykum geliyor. 4. Kılışın o kîlemök Ahır, ağıl. hoynın küemögî
anda olduğunu ifade eden yardımcı idübeen koyunun ağılı yapılmamış.
fiil olarak kullanılır: "İrten tur kilze,
-244-
kilen kimçîk
kîlen- 1. Sormak, araştırmak. 2. Di kilîskek s. Uygun, münasip: "Am, bacan
lenmek. olar îköleh ne polğannarında,
kîlencîk 1. Fakir, yoksul. 2. Dilenci, Alcıbayğa mahat, kilîskek ohday çîli
dilenen pîldîrgen." S. Çarkov (Şimdi, onlar
kîlendîr-Sordurmak, araştırtmak, istet her bir araya geldiklerinde,
mek. Alcıbay'a güzel, uygun gibi geli
yormuş.)
kîles- (birlikte) Soruşturmak, araştır
mak, istetmek: "Payusa hadoh kiiîstîg s. Uygun, münasip: "Aydoğa daa
kîlesken." A. Çerpakov (Payusa da anın îdi teenî külkee kiiîstîg pol
birlikte araştırmış.) parğan."V. Kobyakov (Aydo'ya da
onun öyle demesi gülmek için uy
kîles İstek, dilek.
gun olmuş.)
kileskî Kertenkele.
kilîstîr- 1. Uyuşturmak, anlaştırmak. 2.
kîlet- Soruşturtmak, araştırtmak. Uygun hâle getirmek, uygunlaştır-
kilgeyek bk. kilbek mak. kilîstîre çoohta- uy
kilin Gelin: "Şarap apsahtıh hada töreen gun konuşmak, kögnî kilîstîre oy
oçı harındazınıh kilnî Payusa na- şarkıyı bestesine uygun çal
sidenge tayan turıbıshan." A. mak.
Çerpakov (Şarap ihtiyarın küçük kilkîm s. 1. Çok, büyük, b o l : "Hara
kardeşinin gelini Payusa çite yas hustar, ooh kilkîmnerînen hada, ol
lanmış duruyor.) uluğ kilin büyük nimezer kizekti uçuğızıp, pastırızıp,
gelin, kîçîg kilîn küçük gelin. pray sarinah sıınçalar." N.
kılın (ı.) Kadife. Domojakov (Kartallar büyüklü k ü
kîlîn (ıı.) s. 1. Parlak. 2. Kaygan. çüklü o nesneye doğru uçuşup g i
derek her yanından yapışıyorlar.)
kîlînnîg s. Kadife, kadifeli, kadifeden.
kilkîm ahça bol para. 2. Tam.
kilir- Getirmek: "Ol kün Aydo, malın kilkîm sannar tam sayılar.
hadarıp, iirde ibzer malnari hada
kilo Kilo.
aylanıp kilirîp, kör salğan." V.
Kobyakov (O gün Aydo, malını otla kilogramm Kilogram.
tıp, akşam eve malla birlikte dönüp kilometr Kilometre: "Çobattıh çarların,
geldiğinde, bakmış.) çalbağı onarca kilometr çirge
kilîs Geliş, gelme. çay iladır." N. Domojakov (Çobat
ırmağının yarlarının, genişliği onlar
kilîs- Gelişmek, birlikte gelmek: "Isken
ca kilometre alana yayılıyor.)
çoohtı pîlerge İmcîlerge kilîsken."
P. Ştıgaşev (Duyduğu haberi ö ğ kilovatt Kilovat.
renmeye / Doktorlara gelmişler.) 2. kiltegey Ayrı, kenarda, bir tarafta.
Razı olmak. 3. Uygun olmak, uy kiltegey kîzî umarsız, kayıtsız kişi.
mak: "-Ya, sağam îdi çurtirğa kiltîgey Şablon, örnek.
kilîsçe çi, -Torka Aydonın ol kiltîk Güç, kudret, kiltîgî üzîl pardı gücü
çooğına tügede kirtînîp paza ayap tükendi, kiltîgî üzîlgence toğındı
taa tapsağlapça." V. Kobyakov ( gücü bitene kadar çalıştı.
Evet, şimdi böyle yaşamak uygun
kim 1. Eksik, kusur, kimî çoh kusursuz,
ya, diye Torka Aydo'nun o anlattık
defosuz, kimî çoh kip defosuz e l
larının hepsine inanıyor ve acıyarak
bise.
sesleniyor.) paazı kilîsse fiyatı uy
gun olursa, ol kostyum ağaa kimçîk s. Çenesi, dudağı öne çıkık olan.
kilîsçe o elbise ona uyuyor.
-245-
kime kinjal
kirpe Buzağı ahırı, bîr kirpee toldıra ah kirtîn- 1. İnanmak, güvenmek: "Ölîg,
hastar. Bilmece, dişler (Bir ahır do paza hol in kize saap saltırlar,-
lusu ak kaz.) krş. kirtpe Vaska tahnap parğan, kirîînminçe."
kîrpis Kerpiç: "Payusa, közenek çariinan A. Kuzugaşev Ölü ve kolunu
tisker ahsılığ kîrpis peeske tayanıp, kesmişler, -Vaska şaşırmış,
apsahtıh soonca törzerök irtken." A. inanmıyor.) Kîzî sösterîne
Çerpakov (Payusa, pencere ışığıyla kirtînme, pozınnın harahtarına la
kuzeye bakan kerpiç sobaya daya kirtîp çör. Atasözü (Kişi sözüne i
nıp, ihtiyarın ardından başköşeye nanma, kendi gözüne inan.) 2. Ta
doğru geçmiş.) kîrpis stene kerpiç pınmak, hudayğa kirtînminçetken
duvar, kîrpis çay kerpiç şeklinde kîzî tanrıtanımaz, Allahsız, ateist.
sıkıştırılmış çay. kîrpis halıbı ker kirtînçek s. Kolay inanan, saf: "Hakas
piç kalıbı. aallannda olanay çon andağ-
kirşe (ı.) sag. 1. Üstün yetenek, mındağ sağıs tutpinça, kizee
kaabiliyet kirşe pala üstün yete kirtînçek ulus." N. Domojakov
nekli çocuk. 2. Akıllı. (Hakas köylerinde sıradan halk hile
hurda bilmez, insana kolay inanan
kirşe (ıı.) 1. Göğüs kemiği. 2. Hayvan
halk.)
göğsü.
kirtîneeçî s. Tanrıya inanan, iman eden.
kirsee İstidat, yetenek, kirseezî par
yeteneği var. kirtînîs 1. İnan, inanç, umut. 2. Güven,
güvenme: "Alcıbay andağ uluğ
kirsek bk. kirşe (ıı.)
kirtînîske türger le nandır polbaan."
kirsen (ı.) bk. kirşe (ıı.) S. Çarkov (Alcıbay böyle büyük bir
kirsen (ıı.) belt. Kertik, çentik. güvene çabucak cevap vermemiş.)
kirsî- Yanık kokmak: "Andartın hay- kirtînîs- 1. Birbirine inanmak. 2. Birbirine
dar-da kirsîp parğan çıs sabıl güvenmek.
kılgende, paza apsah andar, pahlap
kirtînîstîg s. İnandırıcı, ikna edici
alıp, kire halğanda, Payusa
ürügîbîsken." A. Çerpakov (Oradan kirtînîstîg ün inandırıcı ses (tonu.)
belirsiz bir yanık kokusu yayıldığın kirtîr- 1. Kerttirmek. 2. Ufalatmak. 3.
da ve ihtiyar oraya bakmaya girdi Doğratmak.
ğinde Payusa ürkmüş.) kirtîs 1. İnanma, inanç. 2. Güvenme,
kirspek 1. Kan pıhtısı, kirspek han güven. 3. Kıza hediye verme, nişan
pıhtılaşmış kan. 2. Ayran çökeltisi. için verilen hediye.
kirt- 1. Kertmek. 2. Kemirmek. 3. Ufala kirtîstîg s. 1. İnanılır. 2. Güvenilir.
mak, parçalamak. 4. Doğramak. kirtkîlcek 1. Desen yapma aracı. 3.
tamkı kirt- tütün doğramak.
Baskı tarzında yapılmış desen.
kirtîk Kertik. kirtpe 1. Buzağı ahırı. 2. Küçük kutu,
sirtîk bk. kirtîk sandık. 3. Tahıl ambarı veya odada
kirtîksî- İnanmak: "Paza Hoortay apsah tahıl bölmesi.
pu semyalığ orıstı 'hashı' teenge kirtpek Kertik.
kirtîksîbin odırğan." N. Domojakov kis (ı.) Gençlik: "Apsah-iney kisteh
(Yine ihtiyar Hoortay bu aileli Rus'a kireence / Çir dee pala azırap
"eşkıya" denmesine inanmak iste polbaan." M. Bainov (Karı koca
meyerek oturuyor.) gençlikten yaşlılıklarına kadar / Hiç
çocuk yetiştirmemiş.) kis tuzı genç
kirtîm Parça, parçacık, pîr kirtîm kirpîs
lik zamanı.
çay bir atımlık sıkıştırılmış çay.
kis -251 - kistem
kis (ıı.) 1. Çaydanlıkta, semaverde kireç. kiskek (ı.) Eğri, eğrilmiş.
2. Y e m e k yanığı, kapta kalan ye kiskek (ıı.) Hastalık, enfeksiyon hastalı
meğin dip kısmı. ğı-
kis (m.) Okun arka ucu. kiskekte- Hasta olmak.
kis- (ı.) Geçmek, aşmak: "Çohırah, kiskî 1. Ok ucu. 2. Keski (aleti)
sidenge çide le, çol kizîp, azağın kîskîlîk Samur derisinden örtü, battani
ködîrîp, türce turıp, anan üs-tört ye, altın orğanğa çadıp, altın
hatap çirnî tödlr teep-teebîzîp, si kîskîlîgîn çabınğan altın döşeğe
den ibîre oylabıshan." V. Kobyakov yatıp, altın samur kürkünü örtün
(Çohırah, çitin yanına ulaşır müş.
ulaşmaz, yolu geçip, ayağını
kislorod Oksijen.
kaldırıp biraz durduktan sonra üç
dört kez yere eğilip çitin etrafında kislorodtığ s. Oksijenli.
koşmuş.) Kiçîgnî kizerde kizîn kislota Asit.
azaannı körîp a l . Atasözü (Geçidi kispe bk. kiskî
geçerken arka ayağına bak.) kispek (ı.) Ayran çökeltisi, kesmik, krş.
kis- (ıı.) Giymek: "Anın îcezî, nap-naa kirspek
torğı kögenek kizîp, torğı plat kispek (ıı.) Kesinti, parça, kispek çil
tartın ip, ibînde çir as-tamah timnep
hafif rüzgâr.
çörçe."\l. Kobyakov (Onun annesi,
yepyeni ipek elbise giyip, ipek şal kispek (m.) Kozalak temizleme aracının
takıp, evde yiyecek hazırlıyor.) alt kısmı.
kisken kögenegîn, kizîbîsken kispektîg s. Ayran çökelek hâline gelme.
polça giydiği elbiseyi kesiyormuş. ayran kispektîg pol parça ayran
Pozı kîçicek pozınan uluğoh çökelek haline geliyor.
pörîk kisçe. Bilmece, mantar.
kîspîk Kakül, perçem.
(Kendi küçücük, boyundan büyük
börk giyiyor.) kîspîkte- Perçem kesmek, pala sös
ispeze, kîspîktîrge kirek çocuk
kis- (m.) 1. Kesmek: "Olarnıh pîrsînde söz dinlemezse, saçlarını perçem
kîzînîh ağırığ çirîn kisçeh pıçahtar kesmeli.
polğannar."\. Kotyuşev (Onların b i kîste Gelecek, uluğnı uluğla, uzada
rinde insanın hasta organını kese kün körerzîn; kîçîgnî kîçîgle-
cek bıçaklar varmış.) Ağastı pîr kîstede kün körerzîn büyüğü ulula,
hati saap andara kis polbassın. uzun gün görürsün, küçüğü koru,
Atasözü (Ağacı bir defa vurmakla gelecekte gün görürsün.
kesip yıkamazsın.) Çabas pastı kîste- Kişnemek: "Aran-çula açığ
hılıs kispes. Atasözü (Yumuşak ökpelenîste sıhırada kıstep çöre,
başı kılıç kesmez.) îpek kis- ekmek çalğızaan harbas pariğan on
kesmek. 2. Biçmek. Kirîlîp kip püürneh."H. Nerbişev (Yiğit at, acı
kispeen, süülînîp suğ suspaan. öfkeyle kişneyip, tek başına kapış
Atasözü (Gerinip elbise biçmemiş, mış on kurtla.) Ada çirîne ay-tıs
uzanıp su almamış.) as kis- ekin pirbes; uluğnı uludar, k î ç î g n î
biçmek. 3. Kırmak, doğramak, odm kîsteder. Atasözü (Ata yerine hu
kis- odun kırmak, doğramak kize zur vermez, büyüğü ulutur, küçüğü
toğır kabaca. kişnetir.)
kîs zool. 1. Samur. 2. Samur kürkü, hara kîsteg Kişneme.
kis ton kara samur palto. kistem 1. Kısa (süre, ömür) 2. Kararsız.
kîstes
-252-
k îz î
Kötek itçen çolım üstün / Haydağ (Alt tarafında büyük olmayan göl
çahsı polargın / Püdlr salzam tura- cük.)
stih."M. Ugdijekov (Yakıp dursa sı kölîg Koşum: "Plldlstlg, kölçe sihî, pir
cak, keskin / Gölge edecek yolum kölîgde halıhtirğa." V. Şulbayeva
üstün / Ne de güzel olurdu / Yapa- (Belli koşuyor seni, aynı koşumda
bilsem evden şiir.) adımlamak için.)
kölektîg s. Gölgeli. kölîglıg s. Koşumlu, koşulmuş: "Köp san
köllgllg attan Şirazar gosudarstvaa
kölem Geniş, büyük.
pirceh as tölirge tartıpçalar." M.
kölemnîg s. İri, cüsseli, kölemnîg ipçî Kokov (Çok sayıda koşumlu atları
gebe kadın. Şira'ya devlete verilecek tahılları
kölemelîg s. Gölgeli. ödemek için taşıyorlar.)
kölen- 1. Saklanmak: "Kün tağ kistine kölîl- Koşumları takılmak: "Sağamoh
hacanoh kölen parğan." S. Çarkov parbaspın, pozırah at am daa
(Güneş dağ arkasına çoktan sak köHlbeen." A. Kuzugaşev (Hemen
landı.) 2. Gölge etmek. gitmem, boz at henüz
kölendîr- 1. Gizlemek, saklamak. 2. koşumlanmamış.)
Gölge ettirmek. költek s. Şişman.
kölenîs- (birbirine) Gölge etmek: költey- Şişman, kaba görünmek.
"Çaspan tağlar paza olarnın köm bk. kön
sırtındağı kizek ağastar, çayhalıza köm- Gömmek: "Çe hacan anı kööm
tüzlp, plrsl plrsîne kölenlzlp, gide sıhhannar, Anda la oharğan oshas
hal turğannar." A. Çerpakov (Geniş polğam: Uucamnı oymahha
dağlar ve onların sırtındaki seyrek suhpahar!" V. Maynaşev (Fakat ne
ağaçlar sallanarak, birbirine gölge zaman onu gömmeye başladılar/ O
ederek, kayboluyorlar.) zaman meseleyi anlar gibi oldum
/Ninemi çukura koymayın!)
köler- sag. (at) Ürkmek.
kömdîr- Gömdürmek.
kölercik s. Huysuz, ürkek (at.)
kömdîrt- Gömdürtmek.
kölet- 1. Gölge etmek, gölgelemek:
"Kibri çızaan homdızın / Kilkfm köme (i.) 1. Aç gözlü. 2. Tedarikli köme
tastar köletçe." M. Kokov (Kenarı harın pisboğaz, obur.
yıpranmış lâhdini / Geniş taşlar köme (ıı.) Kovma, sürme.
gölgeliyor.) 2. Gizlemek, saklamak. kömek Kar birikintisi, kar yığını: "Anda-
mında kizek kömek hartamın
köletkî (ı.) bk. kölek
altınah, çirden kök odıcahtar
köletkî (ıı.) Gölgelik, siperlik, kalpak. körlnglep odırçalar." V. Kobyakov
köletkîlig s. Gölgeli. (Orada burada kar birikintilerinin al
köley Bor, terkedilmiş tarla, köley odı tından, yerden gök otlar görünüp
çim. köley tarthıs yaban keteni. duruyorlar.)
kölge kız. içki yapımında kullanılan içi kömele- Kovmak, sürmek, atmak.
su dolu kap. eaynanı kömelepçedîr şeytanı ko
kölgek Koşumlu (at.) kölgektegî at vuyor.
koşumlu at. kornerle- (hayvanın erkeği dişisinin
kölgîn Yaban keçisi veya geyik avlama etrafında) Dolaşmak.
ya yarayan çit. kömerlen- Tamahkârlık göstermek.
kölîcek Gölcük, küçük g ö l : "Altınzarinda kömerlengen kîzî tamahkâr, aç
uluğ nimes kölîçek." V. Kobyakov gözlü kişi.
kömes -264- könîk
kömes 1. zf. Az, biraz: "Anın kömes köndel- Ölen kişinin elbiselerinin yakası
halğanın Azıhha la tut salçan." P. kesilmek, köhdelbeen kiptî üreen
Ştıgaşev (Onun azıcık kalanını / kîzî kispinçe ölüye yakası kesil
Azık için saklamış.) 2. s. Az, biraz. memiş elbise giydirilmez.
Köpke harassa, kömes tee çoh köndele- bk. köfide-
polar Atasözü (Çoğu isteyen, azı köndelet- Eğitmek, terbiye etmek, imnîk
da bulamaz.) Par nimenî çoh itpe,
attı köndelet- vahşî atı eyere alış
kömestî köp it. Atasözü (Varı yok
tırmak.
etme, azı çok et.)
köndey 1. Boş, bomboş. 2. Boşluk.
kömîr Kömür, köz: 'Tas kömirlîg /
köne sag. Su çevrintisi, çevrinti, eğrim.
Hara tas gorod / Talayca çüsçe
sinin kuzin." M. Kilçiçekov (Taş palıhtığ köne balıklı su çevrintisi.
kömürlü Kara taş şehri / Denize köneges Kova(cık.)
doğru yüzer senin gücün.) könek Kova: "Oolah könekke suğ
kömîs- Gömdürmek, gömmek. sustıp, çayınnadıp ala Timurzar
manzıraan." İ. Topoyev (Oğlan ko
kömîske Kaş: "Sol kömîskezînde oyıh
vaya su alıp, çalkalayarak Timur'a
çir, sol harağınan hannığ ças doğru koşmuş.) nanmır könekten
sığılça." N. Domojakov (Sol kaşın ne urgan çîli çaapça yağmur ko
da açılma, sol gözünden kanlı yaş vadan (bardaktan) boşalırcasına
akıyor.) yağıyor, ağas könek ağaç kova.
kömîskelîg s. Kaşlı, hara kömîskelîg timîr könek demir kova.
kara kaşlı. könektîg s. Kovalı, kovayla: "Köbîktel
kömne- Deriyi gön hâline getirmek. turğan süttîg könektîg oolağının
teerînî kömnedîm deriyi tabaklayıp hırinca irtlp parıbıshan." A.
gön yaptım. Kuzugaşev (Köpüklenen süt dolu
kömzee 1. Tedarik. 2. Kışlık yiyecek kovayla oğlunun yanına geçmiş.)
stoğu, deposu. 3. Zenginlik, servet. könetke Cadı, cadaloz.
4. Gömü. könî 1. s. Doğru, düz, düzgün: "Könî
k ö m z e e l e n - 1 . Kışlık yiyecek stoklamak, sözînnî tın köp ispedîm." M.
depolamak. hıshızına küske Kilçiçekov (Doğru sözünü çok iyi
kömzeelengen kışa fare yiyecek dinlemedim.) könî nimes yanlış. 2.
depolamış. 2. Tedarikli olmak. zf. Doğruca, doğrudan: "Anı
kömzeelengen k î z î tedarikli kişi. könîzmen kîzî ödlrcen tirge
kömzer-Kırmak, tahrip etmek, yok et çarirçıh." İ. Kotyuşev (Ona doğru
mek: "Arthan-halğanın dan adam öldüren denebilir.) könî
çoohtas- doğru konuşmak.
kömzercenner anın." M. Arşanov
(Artıp kalanını yok etmişler onun.) könîk- Alışmak, benimsemek: "Hacan
kön Gön, tabaklanmış deri. kön ödîk çarın kün harağı çabıs tağnın pazı
gön çizme, kön hap deri çanta, va na tüskende, nanıp konikken Jnek-
mallar uluğ çolca köölce subalızıp
liz.
sıhhannar." V. Kobyakov ( Parlak
köhde 1. Eğitmek. 2. Terbiye etmek. gün ışığı alçak dağın başına indi
könde- Ölen kimsenin elbisesinin yaka ğinde, dönmeye alışkın inekler b ü
sını kesmek, kjp moydırığın yük yola doğru yavaşça dizilmişler.)
köndepçe (ölen kişinin) elbise ya aktyor pozınıfi rol'una könîk
kasını kesiyor. parğan aktör kendi rolünü benim-
-265-
koniktir köölce
körgen haraan köstîg polzın! gö Bilmece, kurt gözü (Ovada ateş ya
ren gözün keskin olsun. nıyor.) künge köy-güneşte yan
köstîk 1. Sihirli, küre ayna. 2. Gözlük. mak, îstî köy- gıpta etmek,
altın arçolın sistîblsken, ay içi yanmak tözî köy- içi yanmak,
köstîknen kün köstîk sığarğan al midesi ekşimek.
tın bohçasını çözmüş, ay gözlükle köydîr- Yakmak.
güneş gözlüğünü çıkarmış. 3. mec. köydîrt-Yaktırmak, yandırmak.
Televizyon, krş. köspe
köye bk. köyee
köstîr- Göçürmek.
köyee 1. Kurum, is. hazan köyeezî
köş bk. kös (m.) kazanın kurumu. 2. Tahıl. 3. Kö
köt Göt, arka. Köölbektîn ködî çalaas. mür.
Atasözü (Merhametlinin götü çıp
köyeele- İslemek, kurumla kirletmek.
lak.) krş. köten
köyeelen- Kurumlanmak, islenmek.
kötek 1.Kuyruk tüyünden (küpe), kötek
ızırğa kuyruk tüyünden küpe. his köygere- imrenmek, gıpta etmek.
pala kötek palğap salğan kız ço köygîs- Yakmak.
cuğu kuyruk tüyünden küpe takmış. köyî 1. Teyze. 2. Yenge, uluğ köyîm
2. Atın kuyruğunun altına konan büyük yengem, kiçîg köyîm küçük
keçe parçası. yengem.
köten Göt, arka. köten habı külot. krş. köyîg 1. Yanma, yanış. 2. Yanık, yan
köt mış, köyîk ağas yanmış ağaç.
köy- 1. Yanmak: "Semennm kîçicek köyîrke-İmrenmek, gıpta etmek, kıs
turacağı tooza köy parğan." V. kanmak.
Kobyakov (Semen'in küçücük evi köyîrkös s. Gıpta eden, imrenen, kıs
bütünüyle yanmış.)^Yanmak, ışık kanç.
vermek: "Stol üstünde kerosinnîg le
köykenek zool. Bozdoğan.
lampa köyce." İ. Kotyuşev (Masa
üstünde sadece gaz lâmbası yanı köytîk 1. s. Kurnaz: "Köytîk sadığcaa
yor.) Çalğıs turun köyerîn dee sadıp / Kücür çoh ülesçenner." P.
köybes, ıs taa sığararın sığarbas, Ştıgaşev (Kurnaz tüccara satıp / Hi
çalğıs kîzî curt taa tudarın tut lesiz bölüşmüşler.) 2. Kurnazlık. 3.
polbas honıh taa honarın hon Kurnazca.
polbas. - Atasözü (Yalnız öksü köytîkten- Kurnazlık etmek.
yanarın da yanmaz, is de çıkarma közee 1. Dikili taş. 2. Kutsal sayılan
sını çıkarmaz, yalnız kişi yurt da t u yerde kümelenmiş taş yığını.
tarını tutamaz, hayat da yaşayışını közeek- 1. Sertleşmek, katılaşmak.
yaşayamaz.) 3. Işık vermek: közeekkence hathır- katılaşıncaya
"Çıltıstar, harashı haraa tur parza / kadar gülmek. 2. ( e l , ayak) Uyuş
Harah oynadıp köyçeler." A. mak, azah közeekçe ayak uyuşu
Topanov (Yıldızlar, karanlık gece yor.
olunca / Göz kırpıp yanıyorlar.) 4.
mec. Yanmak, çok sevmek: közeg zool. Soroga (bir balık türü.)
"Uçuraan kîzîler hayhazar prayları / közege 1. Perde, közenekte közege
Postan oollarnın îsfflen köyer." V. pencere perdesi stsenanın
Mayneşev (Karşılaşan kişilerin şa közegezî sahne perdesi, krş.
şırır hepsi / Bekar gençlerin içleri közene
yanar.) Çazıda ot köyce. - közegele- Perdelemek, perde çekmek.
közegelîg -2 -
krahmallığ
közegelîg s. Perdeli. közegelîg közîdîs- Birlikte göstermek, işaret ede
közenek perdeli pencere. rek göstermek: "Pashazı harah
közene (ı.) Perde: 'Törzerkî pölîgMn sığınıshlapça, hollarınan
îzîk közehezin çalbastandıra közMslepçeler." A. Çerpakov (Di
pulğabızıp, andar sabırıla halğan." ğeri göz kırpıyor, elleriyle gösteri
A. Çerpakov (Başköşe tarafındaki yorlar.)
kapı perdesini dalgalandırarak kıvı közîgîs Hayal, sanrı, karabasan.
rıp, oraya savrulmuş.) krş. közege.
közîk- 1. Görünmek, görünür gibi olmak.
közene (ıı.) Ayna. 2. Gibi gelmek, benzemek.
közenek Pencere: "Anın közenegine közîkpey Kâhin
tohlathanda, Kolkanıh fcezî söleen,
ol şkolaa parıbıshan tip." A. közîne 1. Bütün, çonnın közîne
Kuzugaşev (Onun penceresine çoylança bütünüyle yalan söylüyor.
vurduğunda, Kolka'nın annesi o 2. Birlikte ol mağa at pîrgen
okula gitti demiş.) közenekten kîr kümüs îzerî közîneh o bana at
parıbızarğa pencereden girmek. verdi gümüş eyeriyle birlikte.
közenek harağı pencere bölümü. közîr- 1. Göçürmek. 2. Kopya etmek,
Közenegî çoh kök tura. Bilmece, kopyasını çekmek.
karpuz. (Penceresiz yeşil ev.) közîrîm Pılı pırtı, gereksiz eşya. harın
közenek as- pencere açmak.
daa pu közîrîmnî sadıbıstar iyi ki
közenelîg s. Aynalı, tört közenelîg bu pılı pırtıyı sattınız.
sunduh dört aynalı sandık. közîrîs- Birlikte göçürmek.
közenektîg s. Pencereli, penceresi olan:
közît- Göstermek: "Çol közıdîp çörgen
"Üstün çaphan ah közenektîg uluğ
üçün, 'Çol vojagı' pol teenner." P.
tura." V. Kobyakov (Üstü çatılı ak
Ştıgaşev (Yol gösterip gittiği için /
pencereli büyük ev.)
'Yol lideri' ol demişler.) Payğa
közeres s. inatçı. paarsaba, çohha çol közît. Atasö
közerke- Gururlanmak. zü (Zengini sevme, fakire yol gös
közerkek s. Mağrur, gururlu. ter.)
közes Ateş kancası. közö (ı.) Budak, dal.
közet- Göstermek, işaret etmek. közö (ıı.) bk. közee
közeyîn Sahip, efendi, hizmetçinin efen közök- bk. közeek-
disi: "Pîstln közeyînîbîs uğaa hazır közör 1. Demir kanca, çengel. 2. iğdiş
kîzî."\/. Kobyakov (Bizim efendimiz
edilen hayvanın testisini yakmak i
çok sert kişi.)
çin kullanılan araç.
közî- (ı.) Teyellemek, çatmak, gözemek,
örerek kapatmak, közîp tîkken çîk közörkös s. Mağrur, gururlu krş.
gözeyerek dikilmiş. közerkek.
közî- (ıı.) Katılaşmak, sertleşmek, paarı közös Ateş kancası, timîr közös demir
közeen pala ür çurtabas bağrı kanca.
sertleşen bebek çok yaşamaz. 2. krab Çağanoz.
( e l , ayak) Uyuşmak.
kraevedenie Yurt bilgisi.
közî- (m.) Ateşi karıştırmak.
krahmal 1. Nişasta. 2. Nişastayla ilgili.
közîdîg 1. Örnek. 2. Gösterme, gösteriş.
3. Uyarma, uyarış. 4. Belirti emare. krahmal zavodı nişasta fabrikası.
közîdîglîg s. Tipik, karakteristik, örnek. krahmalla- Nişastalamak.
közîdîm Örnek. krahmallığ s. Nişastalı.
kran -272- kubok
kürle- (ıı.) Oraya buraya küzînen var gücüyle, küs hos- güç
uçuşmak, uçuşmak. katmak, küs sıda- güç yetmek, küs
kürlen- 1. Bağırmak: "Paska tarıncah sına- gücünü denemek.
ünnen kürlençe." V. Tatarova küs (ıı.) Güz.
(Paska sinirli sesle bağırıyor.) 2.
küs- (hayvan) Yeri eşelemek: "Çorğa
Azarlamak, yersiz çıkışmak. 3. Y a -
ramazlık yapmak. pora at, îkî hulahtarın pîsteldîrîp,
hohırıp, anan na küs salğan." V.
kürlencîk Yaramaz, terbiyesiz. Kobyakov (Yorga bora at, iki kula
kürleneçî Bağırtkan, çığırtkan. ğını dikip, pıskırıp, sonra yeri eşe
kürlenîs Bağırma, yersiz çıkışma. lemiş.)
kürles zooi. Çil. küske zooi. Fare: "Ol örke, küskelernî
kürne Nadasa bırakılmış toprak. irtennen taynaan." N. Domojakov
kürsle- Yürek çarpmak, gümbürdemek. (O, sıçanları, fareleri erkenden ç i ğ
kürsek (köpek, kurt) Çiftleşme zamanı. nemiş.) Küsküde küske dee pay
polcan. Atasözü (Güzün fare de
kürspek Pürüzlü, çıkık, pürtüklü.
zengin olur.) küske çili fare yılı,
kürsüle- (kalp) Çarpmak, atmak. hayvan takviminin birinci yılı. küske
kürsüleme Kalp atışı, çarpması. örtî bahar meltemi, küske odı ba
kürtene tıp. Lüpüs. har meltemi, küske örtî oyna- ba
kürtkü zooi. Yaban horozu, çalı horo har meltemi esmek.
zu. küskecek Küçük fare.
kürülük bk. küler küskelîg s. Fareli.
kurumduk (ı.) İn, vahşî hayvan ini. küskîn- Erinmek, üşenmek.
kurumduk (ıı.) bk. kürendîk
küskîneçî Üşengeç, erinen, üşenen.
kurumduk (m.) Süs için dikilen tunç p u l .
küskîncek Üşengeç, erinen.
kürümdüktîg s. Süs için dikilen tunç
küskü Güz, güzün: "Küsküde
pullu, kürümdüktîg çügen tunç
pulllarla süslü dizgin. nînnerîne hızıl sübürekter hazağlap
salğan haydağ-da soldattar
kürüncîk bk. küremcîk
kilgenner." A. Kuzugaşev (Güzün
kürüp (ı.) Kuşları yakalamak için yapılan yenlerine kızıl bezler bağlayan bir
engel, tuzak. takım askerler gelmişler.)
kürüp (ıı.) Yer altına yapılan tavuk veya küskünîs Üşenme, erinme.
domuz evi.
küskünîstîg s. Zahmetli: "A çuruhtar,
kürüspek 1. Camdan veya kilden mata pala kibf o tatay, haydar
ra. 2. Yuvarlak, büyük şişe. kerosin küskünîstîg nimeler! Amdı
urcan ulug kürüspek gaz yağı ko meditsina küstîg, üs le kün." V.
nan büyük şişe. Tatarova ( Y a paçavralar, çocuk e l -
kürüste Didilmiş kendir veya kenevir bisesi o iğrenç, ne zahmetli iş!
elyafı. Şimdi tıp güçlü, sadece üç gün.)
küs (ı.) GÜÇ, kuvvet: "Mal palazında am küsküs zooi. Lenok, bir balık t ü r ü .
daa kop küs / Azan üstüne tura küsküzîn zf. Güzün.
uzupça." M. Kilçiçekov (Hayvan
küs-sah tekr. Güç, kuvvet.
yavrusunda hâlâ güç çok / Ayakta
durarak uyuyor.) küs sağısha küssîn- Güç olduğunu düşünmek.
aldırtça güç akla yenilir, küzî çoh küste- (ı.) 1. Güçlendirmek. 2. Zorlamak:
güçsüz, beceriksiz, paf çoh "Sooh kii oolahtı tonnan pazoh ipti
küste -281 - küzîrem
mannanıstığ 1. zf. Aceleyle, çabucak. 2. manzıttığ ider nime par pol pardı." i.
s. Çabuk. Kotyuşev (Onun bugün yapılacak
mannanmas s. Meşgul, boş zamanı acil bir işi çıktı.) manzıttığ kirek a
olmayan. cil iş.
mannat- 1. Korutmak, muhafaza ettir manzum Baldız.
mek. 2. Sakındırmak, dikkat ettir mara- Melemek.
mek. maraçı Tuzlak arazi: "Mahzıranmin
mannay irmik. timnenceh / Maraçızına çör
mannığ s. Boş, meşgul olmayan. sıncan." P. Ştıgaşev (Acele etme
mannıh (ı.j koyb. işlemeli cep, yan cep. den hazırlanmış / Tuzlağına
mannıh (ıı.) ipek. ala mannıh tonın yürüyüp çıkmış.)
irinine çaba tastadı ipekli paltosu marat- Meletmek.
nu omzuna attı. marça tös Yakasına tilki postu dikilmiş
manometr fiz. Manometre, bası ölçer. erkek gömleği.
mantis koyb. kaç. Sakinlik, huzur, rahat. marganets kim. Manganez, mangan.
manto Manto. margantstîg s. Manganezli.
manufaktura 1. Manifatura, kumaş. margarin 1. Margarin. 2. Margarinli.
manufaktura magazini manifatura margaritka bot. Koyungözü.
mağazası. 2. Manifaktür. marğa kız. 1. Bahis. 2. Yarış.
manyovr ask. Manevra. marğaa Büyükbaş hayvanın haşlanmış
mahzay sag. zf. Durmadan, sık sık, her göğüs kısmı.
zaman. marğıs-1. Yarışmak: "Kadus as paiğaan
manzıra- Acele etmek: "Ol kızı, pozınıh arğızınan marğıs çörîp hanalcaan."
pariğan cifine mahzırap, M. Kokov (Kadus, ekin demetleyen
timnenibispeen polza." V. arkadaşıyla yarışıp şakalaşmış.)
Kobyakov (O kişi, kendi gideceği Paynan marğıspa, külüknen
yere acele edip, hazırlanmasaydı.) kürespe. Atasözü (Zenginle yarış
As îskence manzırabacafi, atha ma, güçlüyle güreşme.) 2. Bahse
müngence saadabacan. Atasözü girmek.
(Yemek yerken acele edilmez, ata
bininceye kadar ivilmez.) Suğ kizer marğızığ 1. Yarışma, mücadele etme. 2.
alnında manzıraba. Atasözü (Suyu Bahse girme.
geçecekken acele etme.) marha Düğme, holtıh marhazı koltuk
düğmesi.
manzıraaçi 1. zf. Hızlı, süratli. 2. s. Ace
leci, telâşlı. marhala-Düğmelemek, iliklemek.
manzıras Acele etme. marhalan- Düğmelenmek, iliklenmek.
manzıras- (birlikte) Acele etmek. marhaiandır- Düğmeletmek, ilikletmek.
manzırat- Acele ettirmek. marhalas- (birlikte) Düğmelemek.
manzıros bk. manzıraaçi marhalığ s. Düğmeli: "Ah pörîktîg,
çıltırah marhalığ, hılıs suğınğan pir
manzıt 1. Acele, ivedi. 2. Telâş.
hara sıraylığ ons." V. Kobyakov (Ak
manzıtta zf. Çok acele, ivedilikle: Aydo, börklü, parlak düğmeli, kılıç ku
uluğ manzıtta oylap parıp, Torkaa şanmış kara yüzlü bir Rus.)
çoohtapça."V. Kobyakov (Aydo çok
aceleyle koşup Torka'ya anlatıyor.) marığ 1. Kavga. 2. Mücadele. 3. Yarış
ma.
manzıttığ s. Acil, ivedi: "Ol, püün
manğlas -291-
maşina
2. Bunamak "Minîn kîzîm! Kördek, müçîre sag. Ekşi sütten yapılmış peynir,
munaan aynanı!" M. Kokov (Benim krş. pîçîrö
adamım! Bak şu bunamış şeytana!) mügü sag. Ebedî, sonsuz krş. möge.
2. Eskimek. mükü bk. möge
munzuruh Yumruk: "Kolkanı
mükü- Şahlanmak, alıptı at müküp
munzuruhnan çörgfzîbîsken, anzı tastabıstı at şahlanarak yiğidi üze
nandıra sappaan." A. Kuzugaşev rinden attı.
(Kolka'yı yumrukla kovalamış, o
mülçü Kötü dikiş, mülçö tîgîlgen çîk
cevap vermemiş.)
sağlam dikilmemiş dikiş.
munzuruhta- Yumruklamak.
mültük içinden üfleyerek sert cisim
muskui Kas, adale. fırlatılan boru.
muskullığ s. Kaslı, adaleli. mün Çorba; bulyon. Hozanahtın
muşta- Böğürmek: "Puğa mustaanan münî hoyığ, çabal kîzînîn çüree
orlap tur." S. Kadışev (Boğa bö- hannığ. Atasözü (Küçük tavşanın
ğürmesiyle böğürüyor.) çorbası koyu, kötü kişinin yüreği
muştam Böğürme, böğürtü. kanlı.) palıh münî balık çorbası.
mustas- Böğrüşmek. mün- Binmek: "Ah azahtığ hızıl toraat
mustas Böğürme. müngen, hıshacah sarığ tonnığ
musul'manin Müslüman. kîzl" V. Kobyakov (Ak ayaklı kızıl
doru ata binen, kısa sarı elbiseli k i
musul'manka Müslüman kadın.
şi.) Atha münmeende, hamcı
musul'manskay Müslümanlıkla ilgili. sappa. Atasözü (Ata binmeden,
muur- bk. mor- kamçı vurma.)
muyğah zool. Maral, dişi geyik. müncen Binit, müncen mal binek hay
muzey Müze: "Pîstîn aal tastında, tağ vanı, binit.
ideene çitîre, çüsçe dee kürgen müncük Loğusa için hazırlanmış çorba.
turca, muzey le oshas." G. müncük sığar- loğusa için
Kazaçinova (Bizim köyün dışında, çorba hazırlamak.
dağ eteğine kadar yüze yakın kur mündîr- Bindirmek. Adı çoh kîzee at
gan var, tam müze gibi.) mündîr, kibî çoh kîzee kip kizîrt.
muzıka 1. Müzik: "Balkonğa sıhçam, Atasözü (Atsızı ata bindir, elbisesi
püün payram! Pray la çirde ze elbise giydir.)
muzıka."M. Kilçiçekov (Balkona ç ı mündîrt- Bindirmek, üzerine oturtmak:
kıyorum, bugün bayram! Her yerde "Sanca, partada anın hosti
sadece müzik.) djaz muzıkazı caz odırçathan Leva, sigîs klasstağı
müziği. 2. Müzik, müziğe ait, müzik Matpeyge ahdara şaştırıp, ağaa
le ilgili, muzıka şkolazı müzik oku mündîrtîp, şuura tolğançathanda,
lu. andar çügür parıp, Matpeynı,
muzıkal'nay s. Müzik, müzikli, müzikal. nîtkezT moydınğınah haap, tüzîre
muzıkalnay instument müzik ens tartıbıshan." İ. Topoyev (Sanca, sı
trümanı. rada onunla birlikte oturan Leva,
muzıkant Müzikçi. sekizinci sınıftaki Matpey'e yıkılıp,
onu üzerine çıkarıp, çekip döndü
müçe bk. müçel
rüldüğünde, oraya koşup, Matpey'i
müçel (on iki hayvanlı) Takvim. Tadar ense boynundan tutup çekip d ü
çomnın irgî müçelî Hakasların es şürmüş.)
ki takvimi.
mündür myod
mündür hlk. Dolu (yağış.) müüstîgs. Boynuzlu, müüstîg çoon
mündürbes bk. mündürges. ' mal boynuzlu büyükbaş hayvan.
mündürges bot. Üvez ağacı. müzîk sag. Yüksek, müzîk tağ yüksek
mündüt Binit dağ. krş. pözîk
mündüttîg s. Binitli. müzrük şor. Yatak, ağas müzrük ağaç
yatak.
münsîre- Canı çorba istemek.
myaç Top, futbol t o p u . futbol myaçı
müüre- Böğürmek. halhaa kire toğtlahtan parğan fut
müüreg Böğürme. bol topu kaleye yuvarlana yuvarla-
müüres- Böğürüşmek. ah malı müüres na girdi.
haldi iyi malı böğürmeye başladı. myakina Kesmik, başak kalıntısı.
müüret- Böğürtmek. myatej İsyan, baş kaldırma.
müüs 1. Boynuz: "Tazın müüzîne har myatejnik İsyankâr, asi, isyancı.
çuhpas, Tarıncah ipçee ir çuhpas."
myod Bal. krş. mööt
M. Bainov (Boynuzsuzun boynuzu
na kar birikmez / Darılgan kadına er
dayanmaz.) 2. Boynuzla ilgili, boy
nuzdan.
-N-
na e. 1. Sadece, yalnızca, ancak, mında naahta- Yanaklarına vurmak: "Pana
ton na çatça burada sadece elbise Taykanı oloh hoostıra
duruyor. "Pozınıh hamın na naahtabısça." \l. Şulbayeva (Pana,
azıranar üçün." V. Kobyakov (Sa Tayka'ya onunla birlikte yanakla
dece kendi karnını doyurmak için.) rından vuruyor.)
2. polğan na her. polğan na nime naahtığ s. Yanaklı: "Tükpek naahtığ
her şey. irîncek kîzee polğan na paza hıralıbıshan tuluhnığ Marğa
kün pozırah. Atasözü (Tembel k i tîp attığ ipçî." İ. Kotyuşev (Yuvarlak
şiye her gün tatil.) krş. la, l e . yanaklı ve kırlaşmış belikli Marğa
adındaki kadın.) çalbah naaahtığ
naa s. 1. Yeni. naa kögenek yeni elbise: geniş yanaklı.
"Aydo pozı andağoh naa kögenek
naal- 1. Yayılmak, serpilmek: "Sabistîh
kizıbîsken." V. Kobyakov (Aydo da
idı-söögî, sörtel pariğan uzman
onun gibi yeni elbise giymiş.) naa çabızah obaağa naalıp, çirçe çizil
tovar yeni mal. nap-naa tekr. yep pariğan oh azaa obaağa habılıp,
yeni, naa çil yeni yıl. naa har yeni sol azaan îzehedeh şuura tart
kar. 2. Taze. naa palın taze balık. halğan." N. Domojakov (Sabis'in
3. Yakın zaman: "Naa kilgen vücudu, sürüklenen yanından alçak
torğayahtar." V. Kobyakov (Yeni taşa takılıp, yerde sürüklenen sağ
gelen toygar kuşları.) pu naadah ayağı taşa sıkışıp, sol ayağını ü
peer yakın zamandır. 4. Genç, ta zengiden çekip çıkarmış.) 2. (Yıldı
ze, naa yablah taze patetes. naa rım) Düşmek: Sınap taa, îkölehnî
ay yeni ay. naa çir ham toprak, kügürt tee naal parardah horğıstığ
işlenmemiş toprak. Naa çir pik, çe polğan." İ. Kotyuşev (Gerçekten de
çiitter annanoh pik. Atasözü (Ham ikisi de yıldırım düşmesinden kor-
toprak sert, fakat yiğitler ondan da karmış.)
sert.) naala- Yenilemek, tonımnı naalap
naacıla- Yenilenmek, onarılmak: tîktîm paltomu yeniden diktim.
"Hazaa-hahpah naacılağlapça / naalan- Yenilenmek.
Hazır soohtı sağınıp." A. Topanov naalat- Yeniletmek.
(Ev bark tamir ediliyor / Şiddetli so naanı- Serpmek (sütü, içkiyi tanrılara
ğuğu düşünüp.) sunmak, saçı olarak saçmak.)
naacılan- Yenilenmek. naanığ 1. (içkiyi, sütü ) Serpme, sunma.
naacılat- Yeniletmek. 2. Saçı, sunulan içki, süt vb. hol
ködîrzem, naaniim çitsîn el kal
naah 1. Yanak: "Naahtan ortı tüsklep dı rsarn saçım ulaşsın.
parğan."\l. Kobyakov (Yanaklarının
naanığcı Dinî törende saçıyı sunan
ortası çökmüş.) naahtan oymar
kamın yardımcısı.
par- yanakları çökmek, naah söögî
elmacık kemiği. 2. Y a n a k îzîk naanığlığ s. Dinî törende sunulan içki.
nanığlığ arağa sunu içkisi.
naağı söve, kapı pervazı: "Kırıp,
pörîgm suurıp, îzîk naağına çölene naa pastah Genç kam. pastapçathan
tur salğan." V. Kobyakov (Girip, hamnı "naa pastah" tîp adapça-
lar yeni başlayan kama "naa
börkünü çıkarıp, kapı sövesine yas
pastah" derler.
lanmış.) közenek naağı söve, pen
cere pervazı, mıltıh naağı kabza.
-306-
naar nam
noo-noo tekr. Çok çok uzak. noo-noo nöös zf. Acaba! nasıl! yoksa! nöös
parıbıshan çok çok uzaklara git undıbıshazın nasıl unutursun!
miş. "Nöös sinnen pasha his tabılbas
noortpas İneğin aşık kemiğine ok atma mağaa?' V. Tatarova (Acaba sen
oyunu. den başka kız bulunmaz mı bana?)
nooza 1. Ya, hani: "Paban par poltır "Nöös haraan körbinçe, nöös
nooza, a sin çoğıl teezîn." V. hulaan ispinçe?"V. Şulbayeva (Na
Şulbayeva (Baban varmış ya, hani sıl gözün görmüyor, nasıl kulağın
sen yok demiştin.) 2. Ne de olsa: işitmiyor?) "Nöös sinin pir dee kîzl
"Mağaa önnenerge kirek, aktrisabm çoğıl?." V. Şulbayeva (Niçin senin
nooza." V. Şulbayeva (Ben renk- bir de adamın yok?) "Nöös hınğan
lenmeliyim, ne de olsa artistim.) nimenî ağılbas." V. Tatarova (Niçin
sevdiğin şeyi getirmez?)
norma Norm, oran, nispet, normazın
künnîn azıra toldırça normunu her nuğ- Gözleri kapatmak: "Aydo, M
gün fazlasıyla yapıyor. harağın çıplada nuup, çirge tündere
tüzip, çadıbıstı." V. Kobyakov
norvejets Norveçli. (Aydo, iki gözünü kırpıştırarak ka
norvejka Norveçli kadın. patıp, yere dönerek yatmış.)
norvejskay s. Norveçle ilgili, Norveç. nuul- Yumulmak, kapanmak:
noski Çorap. "Aydonın harahtarı postan nuulıp,
nota müz. Nota. notalaca oyna- notaya sabıhsaan.." V. Kobyakov
göre çalmak. (Aydo'nun gözleri kendiliğinden
nota müz. Nota. notalarnafi alış- nota yumulup, uyuklamış.)
vermek. nuzuruh Yumruk krş. munzuruh.
notalığ müz. s. Notalı. nuzuruhta- Yumruklamak krş.
munzuruhta-.
notarial'nay s. Noterle ilgili, notarialnay
nüg Y ü n minder.
konfora noter ofisi.
nün 1. Yün. 2. Kuş tüyü. 3. Yünden
notarius Noter.
minder.
notha sag. bk. nohta.
nünmes bot. Çim, çimen.
noyabr' Kasım.
nünnîg s. 1. Yünlü. 2. Yün sahibi.
noza e. Ki, ne de olsa. ol am daa
nünür 1. Boşluk, oyuk, kovuk, ağas
ağırığ noza, annanar çatça o hâlâ
hasta k i , bu yüzden yatıyor, ol nünün ağaç kovuğu. 2. Mağara.
pîlçe noza o biliyor ya. nüter Hastayı korumak için ruhlara su
nulan kurban.
nyan'ka Dadı, çocuk bakıcısı.
nyanya bk. nyan'ka.
-o-
o ünl. Oo! Oy! o, haydağ çahsı çir!
ob'ekt Nesne, obje.
oo, ne güzel yer! o, haydağ
ob'ektiv Objektif.
külküstîg! o, ne komik! ob'ektivnay s. Nesnel, objektif.
oazis Vaha. obelisk Dikili taş.
obaa 1. Taş kurgan: "On azaa obaağa obez'yna 1. Maymun, kîzee tööy
habılıp, sol azaan îzeneden şuura obezyana insana benzer maymun.
tart halğan." N. Domojakov (Sağ 2. Maymunla ilgili, obez'yana megı
ayağı taş kurgana takılıp, sol aya maymun k ürkü.
ğını üzengiden sıyırıp çıkarmış.) 2. obezliçka Şahsi sorumluluk yokluğu.
Dağ geçidinde taş yığını. 3. Kur
obıras İkon, aziz tasviri: "Obıras alnında
gan, balbal.
tîstenekti: 'Çayaanım, hudayım,
obaala- Taşı kümelemek, yığmak. çazıhtan araçıladah! Pistin aalğa
obaalığ Taş yığını olan, höyük taşı olan: ayna püdlrgen nime kilce. ' tip
"Tas obaalığ kök çazılarıri / Talayğa sıbıranğanı tashar pos istllgen."M.
çuunca, töreen cirim."M. Kilçiçekov Kokov (ikon önünde dizleri üstüne
(Taş höyüklü gök yazıların / Deniz çöküp: "Tanrım, Hudam, yanlıştan
de yıkanır ana yurdum.) koru! Bizim köye şeytanın işi geli
oba-çibe tekr. (kamın) Bütün vücudunun yor." diye dua etmesi dışarıdan da
titremesi. oba-çibe tartınıp, işitilmiş.)
hamnap turadır her tarafı titreye obı (su üstünde) Seki, yükseklik, obı
rek kamlıyor. polğan çirde köp kîzî polğan su
obağ 1. Felâket, belâ: "Hazır obağ üzîldl yüksekliği olan yerde çok kişi var
/ Harool oshas ökîsterge." A. mış.
Topanov (Gaddar belâ bitti/ Harool obırçı Çember, halka.
gibi öksüzlere.) 2. Zarar, ziyan. obırçılığs. Çemberli, halkalı.
obal 1. Kötülük. Obal çohta, nancını pîl obkom Bölge komitesi
polbassın; hıyal çohta, honcıhtı
pîl polbassın. Atasözü (Kötülük oblast' Bölge, alan, saha. Hakasskay
yokken, dostunu bilemezsin, belâ Avtonomnay oblast' Hakas Özerk
yokken, komşunu bilemezsin.) 2. Bölgesi, kolhoz püdîrii oblazında
Günah: "Palalığ hustı hıyıhtaanı toğınarğa kolhoz inşaatı sahasında
obal, obal polçan." N. Domojakov çalışmak.
(Yavrulu kuşu incitmek günah, g ü oblast'noy s. Bölge, bölgesel.
nahtır.) 3. Ceza. obal huday! Ey partiyanıft oblast'noy komitedî
Tanrı! partinin bölge komitesi.
o b a l l a n - 1 . Günah işlemek. 2. Kötülüğün obligatsiya Tahvil.
olacağını önceden sezmek. 3. Y e - oblitsevat' Kaplamak, mramornan
min etmek. oblitsevat pol- mermerle kapla
mak.
oballancıh Günahkâr
oballığ s. 1. Acılı, acıklı. 2. Talihsiz. oblona Halk eğitim bölge şubesi.
obmundirovanie 1. Askerî elbise giy
obed Öğle yemeği: "Obed çoh pir nidile!"
A. Kuzugaşev (Öğle yemeği yok bir dirme, sağlama. 2. Askerî elbise.
hafta.) oboi Duvar kağıdı.
oborona - 318 -
odas
oborona 1. Müdafaa, savunma. 2. Sa oçerednoy s. Olağan, mutat.
vunmayla ilgili. oborona oçerednoy otpusk yıllık izin.
promişlennozı savunma sanayii. oçı Küçük: "Çe oçı oolğı Toray, çaanı
3. Savunma hattı, oboronanı toossa, çayğızın ibzer haydi daa
talabızarğa savunma hattını yar aylanarbın tip pis hati pîçîk
mak. pashan."A. Çerpakov (Fakat küçük
oboronitel'nay s. Savunma, müdafaa. oğlu Toray, savaş bitince, yazın
oboritel'nay taktika savunma tak eve ne olursa olsun dönerim diye
tiği. beş kez mektup yazmış.) oçı pala
çurtta haladır küçük çocuk evde
oboronnay Savunma, müdafaa ile ilgili..
kalır, oçı hızım küçük kızım.
oboronyat' p o l - Savunmak, müdafaa
etmek. oçıh Sacayağı: "Pastağızın apsah tas
çaynigîn oçıhha odırtıbıshan." N.
oborot Devir, tur, dolanım.
Domojakov (Öncelikle ihtiyar taş
oborudovanieTeçhiz, donatma. çaydanlığını sacayağına koymuş.)
oboyma Fişek bağı, şarjör. üs azahtığ tas oçıh üç ayaklı taş
oboyşçik Kaplamacı. sacayağı.
oboz Atlı araba katarı. oçır Ocak: "Öıînmee ocuğa tur salğam."
obrabotka işleme, metali obrabotkazı V. Şulbayeva (Kaymağı ocağa koy
metal işleme. dum.)
obras İkon. oçki Gözlük.
observatoriya Gözlemevi, rasathane. oçkilîg s. Gözlüklü, oçkilîg hığır- göz
lükle okumak.
obstanovka Durum, şart.
oçko Sayı, puan.
obstoyatel'stvo Keyfiyet, ahval.
oda (bahçe veya tarlayı) Zararlı otlardan
obşçay Genel, umumî. ayıklama, hıra odazı tuzı tarlayı
obşçejitie Yurt, talebe yurdu. yabanî otlardan ayıklama zamanı.
obşçestvennay s. Sosyal, içtimaî. oda- (ı.) Zararlı otları ayıklamak, hıra
obşçestvennik Toplumcu, toplumda oda- tarlayı zararlı otlardan ayıkla
aktif. mak.
obşçestvennost' Toplumun ileri gelen oda- (ıı.) Yakmak: "Strananı pray odap
leri. parklar." V. Şulbayeva (Ülkeyi b ü
obşçestvo Toplum, topluluk. tünüyle yakıyorlar.)
obyazannost' Mecburiyet, mükellefi odağ 1. Alacık, ot odağ ottan alacık. 2.
yet, yükümlülük. Avcı kulübesi, derme çatma kulübe.
3. mec. Avcı kulübü, odağ pazı av
obyazatel'nay s. Mecburi, zorunlu.
cılık kulübü başkanı.
obyazatel'stvo Taahhüt, vecibe.
odala- Zararlı otları ayıklamak.
obzor Özet, panorama.
odar (ı.) Işıkla balık avlama.
ocan Kam asası ruhu. orba sapçan odar (ıı.) Otlak.
ocan kamın tefiini döven tokmak
odarla- Işıkla balık avlamak.
ruhu.
odarlan- Otlanmak, odarlanğan at
ocağında Karşısında, karşı yakasında.
otlanan at.
ol kölnîn ocağında o gölün karşı
sında. odas Otları ayıklama, yabanî ottan ayık
lama, o g o r o d odazı bahçeyi yaba
oçered' Sıra, kademe.
nî otlardan ayıklama.
odat - 319 -
oğır
ödîstîg s. Borçlu: "Sin pîlçezîn, min sinîh Domojakov (O soğuk almış, onun
alnında ödîstîgbîn." S. Çarkov (Sen akciğerleri hasta olacak.) ökpe
biliyorsun ben sana karşı ağırığları akciğer hastalıkları.
borçluyum.) ökpe-cürek tekr. Ciğer.
ödös anat. Gırtlak. ökpe-pahpa tekr. Teneffüs yolları.
ögbe anat. Diş e t l e r i . ökpe (ıı.) Öfke, hiddet, kızgınlık, ökpe
ögbek ot bot. Deve elması. tabıs öfkeli ses.
ökpelen- 1. Öfkelenmek, gücenmek,
ögeydîm Hanımın büyük kız kardeşinin
kocası. örekenîmnîn çistezîn kızmak, darılmak, sinirlenmek, cin
ögeydîm tîcenmîn karımın enişte leri başına çıkmak: sin îdi teenîme
sine "öğeydim" derim. ökpelenme sen öyle söylememe
öfkelenme. 2. At hırçınlaşmak.
ögîs zool. sag. 1. Erkek ayı. alında inîste adıbıs öpkelenîbîsken iniş
ögîstî soğannan atçannar eskiden
te atımız hırçınlaştı. "Hara at, tîzeh,
erkek ayıyı okla vururlarmış. 2. kaç.
ökpelenîp, toğır parçathan." I.
Öküz. tazın-ögîs tekr. öküz(ler).
Kostyakov (Kara at ise hırçınlaşıp
öjek kız. Kazık, küçük kazık. yana gitmiş.)
öker sag. s. Güzel: "Tîgîne pazın üstün ökpelencîk s. 1. Öfkeli, sinirli, kızgın. 2.
de, kördek, haydağ öker huzıcah." Harın, azgın (at.)
N. Domojakov (Şu başının üstünde,
bak, ne güzel kuşcağız.) ökpelendîr- 1. Öfkelendirmek, kızdır
mak. 2. Atı hırçıniaştırmak.
ökerek 1. Güzel, haydağ ökerek porço!
ökpeienîs Öfkelenme, sinirlenme, kız
ne güzel çiçek! 2. Sevimli, sempatik
ma: "Aran-çula açığ ökpelenîste
sırayı ökerek yüzü sempatik, se
sıhırada kîstep çöre, çalğızaan
vimli.
harbas pariğan on püürnen." N.
ökersîn- Güzel görmek, hayranlıkla Nerbişev (Yiğit at acı öfkelenmeyle
bakmak. çınlayarak kişneyip, tek başına ka
ökersînîs Hayranlık: "Ol ökersînîs pışmış on kurtla.)
Hızapıya Sofonovnanı, îskerkî ah ökpeienîs- (birbirine) Öfkelenmek, sinir
tashıllarzar paza haralıs turğan lenmek, kızmak:
tayğalar îstînzer körîsnen tartçan."
"Ökpelenîskennerînen
N. Nerbişev (O hayranlık Hızapıya
undubıshannar şkolada pos tîlînen
Sofonovna'yı, doğudaki ak zirvelere
ve kararan ormanların içine bak çoohtanarğa çaradılbinçathanın."A.
maya çekiyor.) Kuzugaşev (Öfkelenmelerinden
unutmuşlar okulda ana diliyle ko
ökîs Öksüz: İne südîn sorbaan palalar / nuşmanın yasak olduğunu.)
ÖkTs pas parıp, kür ös polbas /
Postıh filîn pîlbeen ulustar / Çon ökpelîg (ı.) Akciğeri olan, akciğerli.
kibîrîn çir dee pîl polbas." M. ökpelîg (ıı.) 1. Öfkeli, sinirli, kızgın.
Kilçiçekov (Anne sütü emmeyen türgün ökpelîg çok sinirli. 2. Azgın,
çocuklar / Öksüz büyüyüp, güçlü harın (at.)
yetişmez / Kendi dilini bilmeyen u
luslar / Halk töresini hiç bilemez.) ökpen sag. Al.
ökîs pala öksüz çocuk, ökîs ipçî öksîren- Öksüz kalmak.
dul kadın, ökîs iney dul kadın. öksîret- Öksüz bırakmak.
ökpe (ı.) anat. Akciğer: "Ol sooh alın öksîs hlk. Öksüz: "Hatığ soohha
parğan, anın ökpelerîağırıbızar."N. sıdabaannan Harool öksîs
haltırapça." A. Topanov (Sert soğu-
öktem - 335 -
on
ğa dayanamadığından / Harool ök ölîg 1. Ölü, ölmüş, ölen: "Tanış nimes
süz titriyor.) çiit oo/ ölîg çîli pîldlrgen." N.
öktem s. Hırçın, harın at: "Öktem attığ Domojakov (Tanımadıkları genç ölü
çalan / Sıbı aalzar kilir." F. gibi görünüyormuş.) Ölîgden tîrig
Burnakov (Hırçın atlı eyersiz / Sıbı törîpçe, tîrîgden ölîg törîpçe. Bil
köyüne geliyor.) mece, yumurta ve civciv (Ölüden
öktemne- (at) Hırçınlaşmak. diri doğar, diriden ölü doğar.)
ölîm Ölüm. ölîmnen al hal- ölümden
öktemnen- (at) Hırçınlaşmak.
almak, ölümden kurtarmak, ölîmî
öktemnes- (at) Hırçınlaşmak. çoh ölümsüz: "Tooza nimede
öktemnet- (atı) Hırçınlaştırmak: "Adının çurtapça ol / Anın ölîmî pîr dee çoh
atısın tut kilîp, adın öktemnede polça!" İ. Kotyuşev (Her şeyde ya
çağdap alıp, izen dee pirbin, şıyor o / O hiçbir zaman ölmeye
tarıncah ünneh orıstap tapsaan."H. cek.)
Domojakov (Atının başını tutup, a
ölîmnîg s. Ölümcül, öldürücü, ölîmnîg
tını hırçınlaştırarak yakınlaştırıp, si
palın ölümcül yara. ölîmlîg çir ö
nirli sesle Rusça konuşmuş.)
lüm tehlikesi olan yer.
ökün bk. öküney ölîs- Uğraşmak, meşgul olmak.
öküney Sunî beslenmiş kuzu.
ölle- 1. Islatmak: "Nahmır öllepçetken
öl s. 1. Nemli, rutubetli: "Öl tizek ÇIZI notlarına haya-tastardan indîre suğ
tartıla tüsken." İ. Kotyuşev (Nemli urılçathan." İ. Kotyuşev (Yağmurun
tezek kokusu yayılmış.) 2. Islak: ıslattığı ellerine kayalardan inen su
"Fedor Pavloviçtîn kögenee öl lar dökülüyor.) kip-azah ölle- üst
polıbıshan." N. Domojakov (Fedor başı ıslatmak. 2. Sulamak, çir ölle-
Pavloviç'in gömleği ıslanmış.) öl yer sulamak.
pol-ıslanmak, nemlenmek.
ölles- 1. (birlikte) Islatmak. 2. (birlikte)
öl- Ölmek: "Çomap öl parirıp tîrîlgendeg Sulamak.
pola tüsken." İ. Kotyuşev (Çomap
öllet-1. Islatmak. 2. Sulatmak.
ölüp dirilmiş gibi olmuş.) Ölgen T-
nek sütfig poican, ölgen kîzî öllîg s. 1. Islak. 2. Nemli.
çahsı poican. Atasözü (Ölen inek öltek Özgeci, diğerkâm.
sütlü olur, ölen kişi iyi olur.) öltekte- Özgeci olmak, diğerkam olmak.
ölbes s. Ölmez, Ölümsüz, anın adı öme imece usûlü, birlikte, el birliğiyle:
;;
hacan daa ölbes onun adı hiçbir Kimeden tüs kilîp, anan anı
zaman ölmez. ömenen çar üstüne sığara tartıp
ölces zool. Bir balık t ü r ü . salğannar." İ. Kotyuşev (Kayıktan
inip, sonra onu birlikte kıyıya çekip
Öldîr- Öldürmek.
çıkarmışlar.) ömenen kürezerge
Ölen sag. zool. Balık yavrusu. Ölen birlikte mücadele etmek.
çîli örînme, örtek çili uçuhpa. A-
tasozü (Balık yavrusu gibi sevinme, ömele- Elbirliğiyle yenmek, üstesinden
ördek g i b i uçma.) gelmek.
ölen bot. 1. Yumuşak bir ot. 2. Ter o t u . ömelet- Yendirmek, üstesinden getirt
mek.
öleücî Otçu. Palıhçıbın tîp
ön (ı.) Renk: "Kün barağı tüben-pasha
mahtanma, öleficîbîn tîp
önnerneh çaltıras tur." A.
öörlenme. Atasözü (Balıkçıyım d i
ye övünme, otçuyum diye sevin Kuzugaşev (Gün ışığı binlerce
me.) renkle parıldıyor.). öh-pazı rengâ-
-336-
on onzî
renk, çeşit çeşit: "Stol üstünde ön- çalğıs hızı Nona önetîn, curt eenge
pazı as-tamah salıp, Aydonı tööy körînmezîn tîp artıshan." A.
azırirğa îcezî manzırap çörçe." V. Çerpakov (Onu ihtiyarın biricik kızı
Kobyakov (Masa üstüne çeşit çeşit Nona kasten, ev ıssız gibi görün
yemekler koyup Aydo'ya yemek mesin diye bırakmış.) sîrernen
vermek için annesi koşuşturuyor.) çoohtazarğa min önetî kildim ö
ön-pazı porçolar rengârenk çiçek zellikle sizinle konuşmak için gel
ler, ön-pazı çazağlığ süslü, bezek dim.
l i , çarıh ön parlak renk. köp önnîg öngî- bk. öndî-.
çok renkli. önmen 1. anat. Köprücük kemiği.
ön (ıı.) Derinin iç kısmı. önmenîm ağırıbıshan köprücük
ön-çül tekr. İçtenlik, samimiyet. kemiğim ağrıdı. 2. kaç. Hakas elbi
önde sag. Pusu, pusu yeri. sesinin ön kısmı, önmenînde pa
öndele- 1. Pusu kurmak, pusuya yat lanı çörgîspecen kucağında çocuk
mak. 2. Sessizce yaklaşmak. 3. taşınmaz.
Gözetlemek. 4. Gizlice yürümek, önmes 1. Çimen, toprak tabakası, at
kaçmak. ibînîn hırın önmesnen çaapçalar.
öndelen- 1. Pusu kurulmak. 2. Sessizce at evinin çatısını çim tabakasıyla
kaplarlar.
yaklaşılmak. 3. Gözetlenmek.
öndelenîs 1. Pusu kurma. 2. Sessizce önne- Derinin iç yanını temizlemek.
yaklaşma. 3. Gözetleme. 4. Gizlice önnen- Renklenmek, güzelleşmek,
kaçma. gelişmek: "Haydi önnenmes Hakas
çin." M. Kilçiçekov (Nasıl
öndelenîstîg s. 1. Sessizce, gizlice:
renklenmez Hakas yurdu.)
"Hızıcah, öndelenîstîg sürkünnep,
anan nımzah paza söö tınıbıshan." önnendîr- Renklendirmek, güzelleştir
N. Domojakov (Kızcağız sessizce mek, geliştirmek.
hıçkırıp, sonra yumuşak ve uzunca önnenîs Renklenme, güzelleşme.
nefes almış.) önnîg s. 1. Renkli: "Köp önnîg
öndelet- 1. Pusu kurdurmak, pusuya çuruhtarnan sırıp tîkken çorğan çî-
yatırmak. 2. Sessizce yaklaştırmak. / / . " N . Domojakov (Çok renkli çaput-
lar birleştirilip dikilmiş yorgan gibi.)
öndes 1. Aynı renkten, ahenkli, uygun. hızıl önnîg kızıl renkli, pasha-
2. Eş. pasha önnîg çeşit çeşit renkli.
öndî- Sessizce yaklaşmak. önnîg nimes renksiz, önnîg
önennen zf. Durup duruken, boşu boşu televizor renkli televizyon. 2. mec.
na. Güzel, sırayı önnîg yüzü güzel.
öner 1. Ayranın üstündeki yağ. ayrannın önnîg-çüllîg tekr. s. Sempatik, samimi.
önerî ayranın yağ tabakası. 2. Su ön-pasha Çeşitli renkte, ön- pasha
üzerindeki yağ tabakası. 3. ineğin önnîg maşine-mototsklller başka
memesini yağlamak için kullanılan başka renklerden araba, motosik
yağ. könekke çapsırğan öner ko letler.
vaya yapışmış y a ğ . ön-pazı tekr. Ucu sonu.
önerlen- Yağlanmak. ayran önzek Parlak, onzek çoh çurtaan
önerlenîbîsken ayranın üzeri yağ kîzîler renksiz, fakir hayat yaşayan
lanmış. insanlar.
önerte- bk. önerlen- önzî- hlk. bk. önnen-
önetîn zf. Kasten, bilerek, özellikle,
mahsus, isteyerek: "Anı apsahtın
00
-337- 00
öö 1. Biçilmiş kumaşın düzgün olmayan öör (ıı.) Sürü, bölük, grup: "Oör çılğı
yeri. 2. Biçinti, kırpıntı.- kiptîn öözî kîlep parçam."V. Kobyakov (Bir sü
elbisenin biçintisi. rü yılkı arıyorum.) öör pazı sürü
başı. öör çon kalabalık; kalabalık
öödele- Ölünün giysisini kesmek, ton
aile.
moydırığın öödelepçeler ölünün
elbisesinin yakasını kesiyorlar. öörçî Neşe, sevinç.
öök (ı.) Canlıların karın kısmı. îzer öörçîlîg 1. s. Neşeli, sevinçli, mutlu. 2.
öökke tüstî eyer (atın) karın kısmı zf. Neşeyle, sevinçle.
na kaydı. ööre (ı.) sag. Yukarı, yukarıya.
öökte- Hayvanı karın kısmındaki deriyi ööre (ıı.) 1. Dost, sevgili: "Ööre polip pos
kesip öldürmek. posha/ÖIJp, homdaa kîrgence."M.
Kokov (Sevgili olup birbirine / Ölüp
ööle- 1. Biçilmiş kumaşı düzeltmek.
mezara girene kadar.) ınağ ööreler
tonnı ööllebin tîkse, tükpek pol âşık sevgililer. 2. Arkadaş, ahhan
parça biçilmiş kumaş düzeltimezse suğ saylığ polcah, arğıs- ööre
elbise çıkıntılı olur. 2. Çocuğu ceza çöptîg polcan akan su taşlı olur,
landırmak, ööy îce palanı öölepçe arkadaş- dost geçimli olur.
üvey anne çocuğu cezalandırıyor.
öörkî s. Yüksek, öörkî ülgü yüksek
öön Lider, önden giden, baş: "Sırı, ol otorite.
öön geroy, pray nlmenî kem purun
öörele- Yukarı çıkmak.
körgen - Kolka." A. Kuzugaşev
(Doğru, o baş kahraman, her şeyi öörle- Yukarı çıkmak, yükselmek:
kim önce gördü, Kolka.) öön rol' "Tuban, pulut polip öörlepçe." M.
başrol, öön huda dünürcü başı. Arşanov (Duman, bulut olup yükse
liyor.) kün sığızınnan parıp, kün
öön çir başkent, öön tamah baş
öörleze le kilîner güneş doğunca
yemek. 2. Asıl, ana, temel, hakiki.
gidip, güneş yükselince geliniz.
öön zakon anayasa, öön paba
gerçek baba. öön predlojenie gr. öörlen- (ı.) Yükselmek, gururlanmak
temel cümle, baş cümle. Palıhçıbın tîp mahtanma, ö-
predlojenienîn öön çlenî gr. cüm leficîbîn tîp öörlenme. -Atasözü
lenin ana ö ğ e s i , unsuru. (Balıkçıyım diye övünme, otçuyum
diye yükselme.) 2. Yukarı çıkmak,
öönî Ön, ön taraf, kögenektîn öönîzî yükselmek kün öörlenîp sıhtı g ü
elbisenin ön kısmı, izer öönî eyer neş yükseldi.
takımı, toraattın izer ööhîn
çüktengen doru atın eyer takımını öörlen- (ıı.) Toplanmak, yığılmak.
yüklenmiş. öörlet- Yukarı çıkartmak, yükseltmek:
"Pala-parhazın öörlet uçunca." M.
öönî suğ Büyülü s u . öönî suğnan mönî
Kilçiçekov (Yavrularını yukarı uçur
suğ büyülü suyla hayat suyu. tuyor.)
ööp Ölü ruhu. ölgen kîzînîn ööbî ölü
öörlîg s. Sürülü, sürüsü olan. üs
nün ruhu. ham kîzî ibde halğan öörlîg mallığ çon üç sürü malı o
ööbîn "söögîne par" tîp sığarca. lan insanlar.
kam ölünün evvde kalan ruhunu
öös sag. anat. Göğüs kafesi, öözînîfi
"cesedine git" diye çıkarıyor.
ahsı anat. göğüs kafesi çukuru.
öör (ı.) Yukarı. Ö k î s t î öör tartcan, öös paarı elbisenin göğüs kısmı.
çabıstı çarıhha tartçan. Atasözü
(Öksüzü yukarı çekmeli, kısayı ışı öös tartış Boğmaca: "Hayzı öös
tarih ıstan üregleen." N. Domojakov
ğa çekmeli.) öörkî çayaannar
(Bazısı boğmacadan ölmüş.)
yukardaki tanrılar.
ööttîg -
örînmelîg
ööt 1. O d , safra: "Olgen kızı söögîne / hada tuup istecehmîs." N. Nerbişev
Öödî açıp iskîrçe." M. Kokov (Ölen (Şu çukurda eşimle birlikte deri iş
kişi cesedine / Ödü acıyıp içleni ledik.)
yor.) 2. Safra kesesi, aba öödî in öreme Süt kaymağı.
aarlığ im ayının safra kesesi en örge (ı.) 1. Saray. 2. Hükümdar çadırı.
kıymetli ilâç.
ah küşnen çaphan ah örge ak ke
ööttîg s. 1. Ödlü, safralı. 2. Zehirli. çeyle kaplı ak çadır, altı azahtığ ah
ööy Üvey. ööy îce üvey anne. ööy örge altı köşeli ak saray.
paba üvey baba. ööy his üvey kız.
örge (ıı.) Tarla faresi, krş. ö r k e .
ööy pala üvey çocuk.
örge odı Yalgın, ılgım.
ör Yılkı. Örge salza kîstebes, ölene
salza ottabas. -Bilmece, kızak örgee bk. örge (ı.)
(Yılkıya bıraksan kişnemez, otlağa örgele- Tarla faresi avlamak.
salsan otlamaz.) örgen (ı.) Kazık Ton çirge tıt örgen
örbe Nakış, işleme. sappacah. Atasözü (Don yere me
örbek 1. Kalın çuhadan üst giysi. 2. lez kazığı çakılmaz.)
Çuha. 3. Kuş tüyünden küpe. örgen (ıı.) Havyar.
örbekey zool. Kelebek: "Ottan otha örgenne- Kazıkla çit yapmak.
uçuğarğa / Orbekeyek polıbızam / örgennet- Kazıkla çit yaptırmak.
Pözîk, pözîk öörlirge / Pözîkteh sinî örgey Sedir veya ladin ağacı.
harirga." V. Şulbayeva (Ottan ota örîn- Sevinmek, neşelenmek, mutlu
uçmaya / Kelebekçik olayım / Yük olmak: "Künge örînîp, aymah köp
sek yüksek çıkmaya / Yüksekten ün / Hayal iğ hırda yan ilan turar." M.
sana bakmaya.) Tört hanattığ hus Kİlçiçekov (Güneşe sevinip, çok
nimes, tüktîg an nimes. -Bilmece,
çeşitli ses / Kayalık zirvede yankı
kelebek. (Dört kanatlıdır kuş değil,
lanıyor.) Ölen çili örînme, örtek ç i -
tüylüdür yabanî hayvan değil.) ham
li uçuhpa. Atasözü (Balık yavrusu
örbekey gece kelebeği, kapusta
gibi sevinme, ördek gibi uçma.)
örbekeyî lahana kelebeği.
çahsı habar istîp örînçe iyi haber
örbele- Nakış işlemek, örbelep kikken duyduğu için seviniyor.
hoos nakış işlenerek yapılmış r e örîndîr- Sevindirmek: "Kün sıltaanda la
sim. çarıpça / Çirnîîdi dee örîndîrçe."N.
örbelet- Nakış işletmek. Tinikov (Güneş sayesinde parlar /
örbelîg s. Nakışlı, işlemeli, örbelîg ton Yeri de bu yüzden sevindirir.)
işlemeli elbise. örînîs Neşe, ümit, sevinç: "İris hozılça
örcî- Deriyi ayaklardan göğse doğru çoohha /Örînîs tııtça köksîmnî." M.
kesmek, harnın sunğar örcîpçe Kİlçiçekov (Mutluluk katışıyor ko
karnını boylamasına kesiyor. nuşmaya / Neşe güçlendiriyor g ö ğ
örçî Sevinç, neşe: "Çolım minin - çüzîs sümü.) uluğ örînîs büyük sevinç,
pu talayca / Çobağlarnı, örçî örînîs çoh neşesiz, ümitsiz.
tobıra." M. Bainov (Yolum benim, örînîs- (birlikte) Sevinmek.
yüzüş bu denize / Acıları sevinç a örînîstîg s . 1 . Sevindirici, örînîstîg habar
rasından.) sevindirici haber. 2. Mutlu örînîstîg
örçîlîg s. Neşeli, keyifli: "Anı manat, çurtas mutlu hayat.
örçîlîg udurlaannar hayza!" S. örînme sag. Kaymak, süt kaymağı.
Çarkov (Onu iyi, sevinçli karşıla örînmecek sag. zool. Örümcek.
mışlar ne de olsa!)
örînmelîg sag. s. Kaymaklı, örînmelîg
öreken 1. ihtiyar kadın, nine. 2. Eş, çay kaymaklı çay.
zevce: "TîgJ oy ıhta örekenîmneh
-339-
örke östeg
örke Tarla faresi: "Örkenî kör salıp, tağ çoğıl, tarıhpin ösken er çoğıl.
soonca sürfs sıhhannar." İ. Atasözü (Geyik koşmayan dağ yok
Topoyev (Tarla faresini görüverip, tur, darlığa düşmeden yetişen er
ardından kovalamaya başlamışlar.) yoktur.) Tan atsa, kün sığadır,
örkele- bk. örgele- köök tapsaza, kök ot özedir. Ata
örkelîg s. Tarla faresi bulunan yer. sözü (Tan atarsa gün çıkar, guguk
ötse, yeşil ot büyür.)
örle- 1. Yükselmek, yukarı çıkmak. 2.
Irmak boyunca gitmek. 3. (güneş) ös (ı.) ÖÇ. ÖS nandır- öç almak, ös
Yükselmek. nandırığ öç alma ös a l - öç almak:
ört Yangın: "Ört ulam horğıstığ "Vaska tarınıbızabas, ös alıp,
Kolkanın habırğazına çaçıbıshan."
körîngen." İ. Topoyev (Yangın çok
A. Kuzugaaşev (Vaska sinirlenerek
korkunç görünmüş.) çazıda ört
öç alıp, Kolka'nın kaburgasına sal
köyce ovada yangın var. ört üzür- dırmış.) abaazının üçün pıçahnan
yangın söndürmek, küske örtî sı ös alğan ağabeyi için bıçakla öç
cak esinti, meltem. almış.
örte- Yakmak: "Halğan ottı pabazı ös (ıı.) 1. İç, öz. 2. Mide. ös ağırığ mide
örtebîsken." N. Tyukpiyekov (Kalan hastalığı. 3. Kendi, ös ara kendi
otu babası yakmış.) Çabal kîzî arasında.
alımnığ halbacan, çahsı itkennîiî öskî Keçi: "Hara öskîler çili, ol arazın
ibîn örtecefi. Atasözü (Kötü kişi çoon hara hustar çaap salt ir." N.
borçlu kalmaz, iyilik edenin evini Domojakov (Kara keçiler gibi, orayı
yakar.) hazan örte- kazanı yak iri kartallar kaplamış.) öskî huçazı
mak. teke. öskî palazı oğlak, öskî çili
örteg Yakma. hayvan takviminin on ikinci yılı.
örtek zool. Ördek: "Öndelep kilîp atarğa öskî sağallığ keçi sakallı
/ Örtek polğam ma min sağaa." M. öskîlen 1. Uzun. 2. Çabuk uzayan.
Bainov (Pusuda yatıp vurman için / öskîlen pala çabuk büyüyen ç o
Ördek olayım mı ben sana.) îrgek cuk.
örtek erkek ördek, tîzî örtek dişi öskîr- 1. Büyütmek, yetiştirmek: "Ibge
ördek, örtek palazı ördek yavrusu. toldıra pala-parha öskîrercîkpm." V.
cazı örtegî yabanî ördek hol örtek Tatarova (Ev dolusu çoluk çocuk
evcil ördek. büyütürdüm.) 2. Yetiştirmek, çahsı
örtek-hus tekr. Kuş(lar). urojay öskîr-iyi ürün yetiştirmek. 3.
örtekte- Ördek avlamak. Filizlenmek, üren azın öskîr- t o
örtektes- (birlikte) Ördek avlamak. hum filizlendirmek.
örtektet- Ördek avlatmak. öskîrt- Yetiştirtmek, büyüttürmek.
örtel- Yanmak: "Parçan örtel parğan." öste- inlemek, sızlamak: "Ib
îstînzertîn oolahtın östeblskenîn
V. Şulbayeva (Bütünüyle yanmış.)
istîp salğannar." İ. Kotyuşev (Evin
örtes Yakma, yakış. içinden oğlanın inleyişini duymuş
örtes- Yakmak. lar.)
örtet- Yaktırmak. östeg inleme, sızlama: "Ol haraağızın
örün Balta tersi. pabam, nime dee çîbin, uluğ
ös- Büyümek, yetişmek: "Çoon tirekter östegde honğan."\l. Kobyakov (O
ösklepçe." G. Kazaçinova (İri ka gece babam, hiçbir şey yemeden,
vaklar yetişiyor.) Tabırğı çortpaan devamlı inleyerek geceyi geçirdi.)
-340-
östek ozen
östek (ı.) Ostyak. tadarlar östek ötîre zf. İçinden, arasından: "Een cazını
çonnan çaalashan Hakaslar ötîre parça." M. Arşanov (Issız yazı
Ostyaklarla savaşmış. içinden gidiyor.) ötîre körînçetken
östek (ıı.) Hayvanların koltuk altındaki süleyke saydam cam.
yumuşak deri. ötîrke- Her şeyi anlıyormuş, biliyormuş
gibi davranmak.
östes İnleyiş, sızlama: 'Jstîneh östes
oshas tabı s sığarıbıshan." N. ötîrkees s. 1. Boşboğaz, çenesi düşük.
Nerbişev (İçinden inleme gibi ses 2. Çok bilmiş, ukalâ.
çıkarmış.) ötkîn s. 1. Canlı, cesur, atak: "Kem
östes- inleşmek. prayzınan ötkîn? - Matilda." V.
östet- inletmek, sızlatmak. Şulbayeva (Kim hepsinden atak, -
Matilda) 2. Sokulgan, kurnaz, tın
östîg s. İstekli, hoşlanan, palıhtirğa
ötkîn a) atılgan b) kurnaz.
östîg balık avlamayı seven.
ötkîn- 1. Öykünmek, taklit etmek. 2.
öştüg şor. Düşman, hasım.
Sataşmak, takılmak. mağaa
öt- 1. Delmek: "Haya-tağlarnı Öffpçe." ötkînçe a) beni taklit ediyor, b) ba
M. Arşanov (Kayaları dağları deli na sataşıyor.
yor.) Çılhafî çitse, çirnî dee
öterzîn. Atasözü (Azmin varsa, yeri ötkîncek s. Taklitçi, öykünen.
de delersin.) 2. (ekin) Yeşermek. 3. ötkîs Delik.
(su) Geçmek: "Nahmır ötpes çirge ötre bk. ötîre.
çittiler." M. Kİlçiçekov (Yağmur ö t t î r - 1 . Geçirmek. 2 . Deldirmek. 3 . ipliği
geçmez yere ulaştılar.) 4. Kalabalı iğneye saplamak.
ğın arasından geçmek 5. Geçmek:
öze- Hayvanı bağrından yararak kes
"Öt polbas tayğa oshas, hoyığ as
mek.
ös pargan." M. Kokov (Geçilmez
orman gibi sık buğday yetişmiş.) özek Kazık krş. öjek, örgen.
sooh ötîp pardı soğuk aldım. özel- Üzülmek, sıkıntı duymak:
"Özelgen çîli, küüleen halın tayğa."
öter Çiçek hastalığı ruhlarına sunulan
İ. Kapçıgaşev (Üzülmüş gibi, uğul-
kurban, uluğ aalcı polza, nüter
dadı sık orman.)
iderge kirek çiçek hastalığı olunca
kurban etmek gerek. özelestîg s. Üzüntülü, hüzünlü:
"Özelestîg pîldîr halça: idi töreen
ötîg 1. Keskin, sert ötîh sooh keskin
çirîneh prayzı/ Öörlîg ünneh
soğuk. 2. Sert, keskin: ötîg tabıstığ
anımcohtasça." N. Tinikov (Üzüntü
sert sesli. 3. Keskin, ötîg harahtığ
lü görünüyor: Böyle doğum yerin
keskin gözlü. 4. Sivri, ötîg tîllîg siv
den hepsi / Sürü hâlinde seslenip
ri dilli. 5. Parlak: "Pir ötîg nimes
vedalaşıyor.) krş. özelîstîg
çarıhtığ çıltıs." N. Domojakov (Bir
parlak olmayan ışıklı yıldız.) 6. özelîs Üzülme, kasvet, hüzün, sıkıntı.
Keskin (ses): "Ünlm minîh ötîg özelîstîg s. 1. Üzüntülü, kasvetli, hüzün
sıhça." N. Tinikov (Benim sesim l ü , sıkıntılı özelîstîg ün hüzünlü
keskin çıkar.) ötîg p'esa etkileyici ses. 2. Kasvetlice, hüzünlüce, sı
piyes. kıntılı bir şekilde, krş. özelestîg
ötîk- Islanmak: "Çuğa tonanğan his ötîk özen (ı.) Çukur: "Çardıh atların kölîgde
parğan." N. Tyukpiyekov (İncecik tasti, özen îstînzer çapçah
giyinen kız ıslanmış.) çîdîbîsken.'' V ' . Kobyakov (Atlarının
yarısını koşumlu bırakarak, çukur
ötîktîr- Islatmak.
içine çabucak ulaşmış.)
özen Ö2ÖIÎS
özen (ıı.) 1. Öz, iç. ağastın özenî ağacın gün ışığı / Teşekkür sana hayatın
özü. özenî çoh nimedîr. -Bilmece, tını / Bütün bitkilere sadece senden
taş (Özü olmayan nedir.) 2. Öz. yardım / Sana seviniyor ormanın
karandaş özenî kurşun kalem kö sesi.) 2. (bitki) Büyüme.
mürü, özü. sîs özenî çıban başı. özîn Ön kol, arış. özın idî ön kol e t i .
özennîg (ı.) s. Özlü. özögîs Açlık: "Çoh, min özögîsten
özennîg (ıı.) Yarlı, çukurlu, pu arada horıhpinçam." V. Şulbayeva (Hayır
özennîg çirler burada çukurlu yer ben, açlıktan korkmuyorum.)
ler. özögîstîg s. Açlık: "Sooh tus, Özögîstıg
özîk- Acıkmak, aç kalmak. tus." N. Nerbişev (Soğuk zaman,
özîgîbîstîm acıktım. açlık zamanı.)
özîktîr- Acıktırmak. özök- Açlık çekmek.
özîm 1. Bitki, nebat: "İzen sağaa, çanh özöle- Canı sıkılmak.
künnîn suzı / Alğıs sağaa, çurtastın özölîs Üzüntü, keder.
tını / Pray daa özîmge sinnen ne
tuza / Sağaa örinçe tayğanın ünî."
M. Kilçiçekov (Selâm sana parlak
-p-
pa e. Mı? Mi? Mu? Mü? çabıs p a ,
Domojakov (Aniden kuşcağız sır
pözîk pe? alçak mı, yüksek mi? tüstü dönüp düşmüş, sarı göğsü
paa Paha, fiyat, eder: "Min annan hada güneşte, altın gibi parıldamış.) paar
arağa satham, aariığ paazına." V. huru- bağrı yanmak, çok üzülmek:
Şulbayeva (Ben onunla birlikte içki "Paarım hurup parir, olarnı la sa
sattım, fahiş fiyata.) it paazı tüstî et ğıp."V. Şulbayeva (Bağrım yanıyor,
fiyatı düştü, hayah paazın tüzîr- sadece onları düşünüp.) paarğa
yağ fiyatını indirmek, paazı uluğ çılığla- bağrına basmak, birini
pahalı. koruyup esirgemek: "İney, tanah çi
li, türeence Palanı paarğa
paah Kırç, kırağı, ağas paağı ağaç çılığlaan." M. Bainov (Yaşlı kadın,
kırağısı. tavuk gibi zayıflayana kadar / Ço
paahtan- Kırağılanmak, kırçlanmak. cuğu bağrına basmış.) paarı sısta-
ağas paahtançatsa tamah çahsı bağrı sızlamak: "Söstîn uçma
sığar ağaç kırağı lan ırsa tahıl iyi ye alılbas adı çoh homzınıs paarım
tişir. sisti haphan." V. Tatarova (Sözle
paala- 1. Fiyatını belirlemek. 2. Değer ifade edilemez acı bağrımı sızlattı.)
kök baar çürük, morluk, hızı! paar
vermek. anın toğızın uluğ
zool. şakrak kuşu. sanğ paar zool.
paalapçam işine çok değer veriyo
iskete baştankara, hara paar zool.
rum. 3. Dikkat etmek. hamster. ah paar zool. bir kuş türü.
paalağ Değer, kıymet: "Mağaa paalağ hara paarım hurupça içim yanıyor.
pirdin, min dee sîrerdener
çoohtabızim." V. Şulbayeva (Bana
kıymet verdin, ben de senin hak paar (ıı.) 1. Elbise eteği. 2. Dağ eteği,
kında konuşayım.) yamacı, tağ paarı dağ eteği, tigey
paalal- Fiyatlandırılmak, fiyat biçilmek, paarı tepe eteği, yamacı: "Çalbah
paha biçilmek. ürennestîh tigeynîn paarına haraçhay uyazı çili
kaçestvozı manatha paalalğan çapsın parğan uluğ kizek aal." N.
ekinin kalitesi yüksek notla değer Domojakov (Geniş tepenin eteğin
lendirildi. de kırrlangıç yuvası gibi yapışmış
paalan- Fiyat biçilmek, paha biçilmek. büyük köy.) çir paarı yeryüzü:
paalas- (birlikte) Fiyat belirlemek, değer "Çılığ nanmır toolapçadır / Çirnîn
biçmek. paarın nımzadıp." P. Ştıgaşev (Ilık
paalas Paha biçme, değer biçme, kıy yağmur yağıyor / Yeryüzünü yumu
met biçme, fiyat belirleme. şatıp.) tigîr paarı gökyüzü.
paalat- Kıymet biçtirmek, fiyat paar (m.) 1. Çift. üs paar at kölgen üç
belirletmek, paha biçtirmek. çift at koşmuş 2. Eş. ol sağa paar
paalığ 1. Kıymetli. 2. Değerli, önemli. nimes o sana eş değil.
paalığ toğıs değerli i ş .
paarla- (ı.) 1. Dağın eteğine gitmek 2.
paar (ı.) 1. Karaciğer, paar ağırığları
Dağın eteğinden gitmek.
karaciğer hastalıkları, paar idî d i
yafram. 2. Göğüs: "Kineîîn huzıcah paarla- (ıı.) 1. Çiftlemek. 2. Çift olarak
oyda aylana tüsken, sanğ paarı almak.
künge, altın çili, sağ ila tüsken." H. paarlığ (ı.) s. Karaciğerli.
paarlığ (ıı.) s. Çift, ikili.
-
pag
paarli zf. Yüzüstü, paarli çat- yüzüstü paba- îce tekr. Ebeveyn, anne baba.
yatmak. pabam-îcem çirî yurdum, vatanım,
paarsa- Sevgi, şefkat göstermek: doğum yerim, paba-îce oshas an
"Ösken paza kireence çurtaan ne baba g i b i .
aalına çağtnnabıshanına, kîzîler pahan Babacığım: "Çe paran, pabah."
ağaa paarsaanına apsahtıh köhni N. Domojakov (Haydi gidelim ba
çarıp kilgen." A. Çerpakov (Doğdu bacığım.)
ğu ve yaşlanıncaya kadar yaşadığı pabıla- Titremek.
köyüne yaklaşmasına, insanların
ona sevgi göstermesine ihtiyarın pabırğan sag. zool. Uçar sincap.
gönlü açılmış.) paça Bacanak.
paçka Paket, deste, tomar: "Timur
paarsah s. Sevgili, sevimli, cana yakın,
îzebineh papirostar paçkazın sığar
sevecen: "Çorıh çörîp, ibzer aylan
kilgen."i. Topoyev (Timur cebinden
kilizen, olar ırahtınoh harahsınıp,
sağıp turğan paarsah tuğan çili sigara paketini çıkarmış.)
körinçeler."A. Çerpakov {Yolculuğa padaanah Körebe (oyunu).
çıkıp, eve geri dönersen, onlar u padacah 1. (yazmak için) Kuş tüyü. 2.
zaktan gözleyen, bekleyip duran Kalem u c u . 3. Yazı fırçası.
sevgili akraba gibi görünüyorlar.) padah Göbekli, padah harınnıg göbekli,
"Ana ol la, tın paarsah arğızım / karınlı.
Holm sun ip, ölerdeh al halğan." I. padan çürek işaret parmağı.
Kapçıgaşev (İşte o çok kıymetli ar
kadaşım / Elini uzatıp ölümden kur padej gr. ismin hâli. padej hozımnan gr.
tardı.) hâl ekleri.
padığ Batak, balçıklı.
paarsas Sevgi, okşayış: "Çüreeme siip padırbas (ı.) Gümüş haçta kabartma
halğan pır hoozın / Paza pir resim, padırbas kîrös kabartmalı
paarsastıh ırlim." M. Bainov (Yüre
haç.
ğime işleyen bir resim / Ve bir sev
giyi söyleyeyim.) padırbas (ıı.) 1. Ufak, küçük. 2. Yara
maz.
paarsastığ s. Sevgili, okşayıcı: "Pistin
Hakaslya çestepçe Köp million pado 1. Değerli taş. 2. Sihirli yumurta.
sovet çonnah hada Paarsastığ padon nımırhanı çir de
çiton çazıhnı." M. Arşanov (Bizim talabassın sihirli yumurtayı hiç kı-
Hakasya onurlanıyor / Milyonlarca ramazsın.
Sovyet halkıyla birlikte / Sevgili padon bk. pado
yetmiş ovanı.) pağ 1. Bağ, bağlı. Çaba I aday pağda
paayla- Bebeği ninni söyleyerek uyut odırça, çabal kızı haribde odırça.
mak, pala paayla- çocuk uyutmak. Atasözü (Kötü köpek bağlı oturur,
paba Baba: "Pabam ürep parğan." V. kötü kişi kilisede oturur.) 2. Bağ, i p :
Kobyakov (Babam ölmüş.) oolah "Poza paan ipçizine pirip, pozı
pabazına uğaa tööy çocuk baba mıltığın tudınıp alğan." N.
sına çok benzer, kîrösteen pabazı Domojakov (Dizgin ipini karısına
vaftiz babası, pabazına tööy baba verip, kendisi tüfeğini almış.) Çızığ
sına benzer, paba rodına kökte- pağnan attı tutpa, tayma sösnen
babasının soyuna çekmek. çonğa aylanma. Atasözü (Çürük
iple atı tutma, yalan sözle halka
pabalığ s. Babası olan: "Noğa min tirîg dönme.) pakettin paan sîs- pake
pabalığ kizi -paba çoh öskem?' V. tin bağını çözmek, pağa odır- ken
Şulbayeva (Niçin benim babam dini asmak, pağda bağlı, harmah
varken babasız büyüdüm.) paa olta i p i .
-
pala
pağa Kurbağa, pağa palazı kurbağa gizlice seyrediyor.) 2. Gözden ge
yavrusu, hodır pağa kara kurbağa çirmek, göz atmak. 3. Bakmak, gö
sı. zetlemek: "Aydo, közenek altına
pağa hulağı Kavkı, kabuk. parıp, annah köölce pahlap körce."
V. Kobyakov (Aydo, pencere altına
pağa kibî Yumuşakça.
gidip oradan yavaşça bakıyor.)
pağa- palçak tekr. Kurbağa.
pahlas- (birlikte) Bakınmak, seyretmek.
pağa porçozı bot. Zambak. 2. (birlikte) Gözetlemek. 3. Uzan
pağayah 1. Ayak bileği, aşık. mak.
pağayahça hıshacah ödîk aşığa pahlat- 1. Gizlice baktırmak. 2. Gözden
kadar kısa çizme. 2. Deriden ya geçirtmek. 3. (dışarı) Uzatmak.
pılmış terlik, aday teerîzînen itken
pağayah köpek derisinden yapıl pahlor anat. 1. Gırtlak. 2. Hançere.
mış terlik. pahpa (ı.) Tuzak, kapan, kürkü pahpazı
pağır (ı.) Bakır. Pashan çirîn yaban horozu tuzağı.
pağır polzm, tepken çirîn timîr pahpa (ıı.) Avcı ambarı. 2. Tuzlakta
polzm. Atasözü (Bastığın yer bakır kurulan pusu. ağasta pahpa idip
olsun, teptiğin yer demir olsun.) kürkü anda atçalar ağaçta tuzak
kurup yaban horozunu orada vuru
pağır (ıı.) Ağaç gövdesinde sert tabaka.
yorlar.
pağır hanza sert kabuktan yapılmış
pipo. pahpayah Terlik, ot sabar tuşta
pağır (ııı.) s. Pürüzlü, pürtüklü. pahpayah kisçenner ot biçme za
manı terlik giyerler.
pağır- Gözünü dikerek bakmak.
pahpır Mahmur, pahpır çasçan nime
pağıs Bağımlı, pağıs çoh bağımsız. mahmurlaştıran içecek.
pağıs çoh hazınalar bağımsız dev
pahpıria- Mahmurluğunu bozmak.
letler.
pağıt Dakika, pîs pağıt beş dakika. pahsı 1. Bakşı, okuma yazma bilen 2.
mec. Kurnaz, çoy pahsı çok kur
pağlığ s. ipli, urganlı. naz
pah- (ı.) Çıkmak, tırmanmak, pashısha paket Paket, poşet.
pah- merdiven çıkmak.
pakgauz Hangar, ambar, timîr çolnın
pah- (ıı.) Bakmak, gözetlemek, seyret
pakgauzı demir yolu ambarı.
mek: "Torkanı alında körgenneher,
ağaa sunğar pah çöre halğan." V. pakt Pakt, antlaşma, mir paktı barış
Kobyakov (Torka'yı önde görmüş antlaşması.
ler, ona doğru bakıp yürümüş.) paküs Alçaklık, kötülük, fenalık: "Anna
pahan 1. Sütun, direk. 2. (masada, köp paküsteh sürçetkennerm sizingen."
N. Tyukpiyekov (Anna fenalık için
rüde) Ayak. 3. Baca direği.
geldiklerini sezmiş.)
pahannığ s. Direkli, dayaklı. üs
pahannığ ah küs ib üç baca direkli pal 1. Bal. 2. Y a b a n î bal, ormanda bulu
ak keçe çadır. nan bal. hobılığ pal petek balı.
pahça 1. (iskambilde) Deste, tomar. 2. pala Çocuk: "Palalarım, sîrerneh
İğnelik. îne suhçan pahça iğne so çoohtasçah çooh par." V.
kacak iğnelik. Şulbayeva (Çocuklarım, sizinle ko
nuşacak bir konu var.) îcezî
pahıstan- Kurnazlık etmek. çabalnin palazın alba, îzîgî
pahla- 1. Gizlice gözetlemek: "Ol, çabalnın törîne odırba. Atasözü
tıstan polbin, puluhnah puluna (Annesi kötünün kızını alma, kapısı
oylap, kölenJp, pah lap çörçe." V. kötünün baş köşesine oturma.) ool
Kobyakov (O, sabredemeyerek, pala erkek çocuk, his pala kız ç o -
köşeden köşeye koşup, saklanıp
-
palğastığ
cuğu. azıraan pala evlâtlık, ças pa 2. Dükkân, hleb palatkazı ekmek
la bebek, yeni doğan, tun pala ilk dükkânı.
çocuk, pala-parha çoluk çocuk, pa palazın- (kadın) Çocuğu olmasını iste
la azırap a l - evlâtlık edinmek.
mek.
palaa alıp a l - evlâtlık edinmek, ev
palbora- (besili at) Yorulmak, hatırbaan
lâtlık almak, pala-parhalığ çoluk
çocuklu: "Küstîg polğamoh, pala- at palborapça dinlendirilmemiş at
parhalığ polğamoh." N. Nerbişev yoruluyor.
(Güçlüydüm, çoluk çocuğum vardı.) palcan 1. Seramik şişe. 2. Kilden çanak,
pala toyı çocuğun doğum eğlence çömlek, süt urcan palcan süt ko
s i : "Min töfıp parğanımda, pala nan çanak.
toy ma / Porço uucam kili pirtîr." G. palçah sag. Balçık.
Kazaçinova (Ben doğunca doğum paleontologiya Paleontoloji.
eğlencesine / Porço ninem geliver palğa- 1. Bağlamak: "Ib alnında aran-
miş.) çulamnı / Altın çeçpee palğap sa
palaban bk. palağır lim." V. Maynaşev (Ev önünde yiğit
atımı /Altın direğe bağlayayım.) 2.
palabar bk. palağır
Örgü örmek.
palağır Efsanevî bir kamın adı.
palğağ 1. Bağ, bağlam. 2. Bağlama.
palalığ s. 1. Çocuklu, çocuğu olan.
Palğastığ çirde çörbe, palalığ hat palğa!- 1 . Bağlanmak. 2 . Örülmek.
alba; tlolığ çirde çörbe, tulunnığ palğalıs Bağlanış, irtibat, bağlantı:
hat alba. Atasözü (Çamurlu yerde "Püüngî tılaasnah haydağ-mındağ
yürüme, çocuklu kadın alma, bal palğalıs taa çoh."N. Nerbişev (Bu
çıklı yerde yürüme, dul kadın alma.) günkü haberle herhangi bir bağlantı
2. Yavrulu. palalığ hus yavrulu da yok.) radionan palğalıs radyoy
kuş. la bağlantı, podçinitelnay palğalıs
palancıh Torun. gr. bağlı cümle.
palanna- hlk. b k . palınna- palğalıs- Birbirine bağlanmak,
palar Deniz yosunu, deniz o t u , su birlikte olmak: "KfzMh çurtastağı
ülüzınde pîree tuşta çımcılğa daa
yosunu.
sin kîçicek kirek uğaa uluğ
palarlığ Su yosunu olan yer. palarlığ
alızığlamah hada palğalıza halça."
höl su yosunu olan g ö l . palarlığ N. Nerbişev (İnsanın hayattaki pa
sas yosunlu sazlık. yında bir çitmik büyüklüğündeki kü
palata Meclis, kamara, oda: "Palatada çük bir iş büyük değişikliklerle bağ
M organ, orğannarnıh hırinda lantılıdır.)
tumboçkalar."\l. Şulbayeva (Odada
iki yatak, yatakların yanında komo palğalıstığ s. Bağlantılı.
dinler.) kniga palatazı kitap odası. palğan- Bağlanmak, takınmak, örtün
orujeynay palata silâh odası. mek, plat palğan- başörtüsü bağ
palatı Deriyi mayaya yatırmak, hoy lanmak.
teerîzîn isteen soonda palatı palgas Çamur, palgas hatip partır
kirek koyun derisini tabakladıktan çamur kurumuş, k î z î palğastan
sonra mayaya yatırmalı. töreen insan çamurdan yaratılmış.
palatka 1. Çadır: "PJsteh ırah taa turğan palgas- (birbirine) Bağlanmak.
palatkalar hırinda kîzîler hathlap palğasta- Çamurlamak, kirlemek.
parğanı körînçe." V. Tatarova (Biz
palğastan- Çamurlanmak, kirenmek.
den uzak olan çadırların yanında
insanların gülüştükleri görünüyor.) palğastığ s. Çamurlu: "Pîske îzîrtçe açığ
palatka turğıs- çadır kurmak. suğnı, ağaa alaahtırtıp, palğastığ
oymahha tüssebîs." V. Maynaşev palıhtığ s. Balıklı, palıhtığ suğ balıklı
(Bize içiriyor içkiyi, ona aldanıp, nehir, ırmak.
çamurlu çukura düşersek...) palınna- 1. Parlamak. 2. (bayrak) Dalga
palğastığ çol çamurlu yol. lanmak. 3. Kızarmak.
palğastır- Bağlatmak. pağlarnı palisadnik Küçük bahçe, turanın alnın
palğastır- ipleri bağlatmak. da palisadnik evin önünde bahçe.
palğastıra zf. Bağlı olarak, dolayısıyla. pal'ma Palmiye.
palğat- Bağlatmak. paltah s. 1. Ağır, hantal, yavaş. 2. Şiş
palığ Yara. çeektîg palığ irinli yara. man.
palığ çeektepçe yara irinleniyor. pattan bk. paltah
palığla- Yaraiamak. paltahna- Yavaş yavaş gitmek, hantalca
yürümek.
palığlan- yaralanmak.
paltahnat- Y a v a ş yavaş göndermek,
palığlas- Birbirini yaralamak. hantalca hareket ettirmek.
palığlat- Yaralatmak, çaada pahglathan paltı Balta: "Pazın timîr paltınan üze
savaşta yaralanmış. sabısçannar." G. Kazaçinova (Ba
palığlığ s. 1. Yaralı. 2. Yaralayıcı şını demir baltayla kesip koparıyor
Ayıthan sös arığ polzın, athan uh lar.) paltı sabi balta sapı.
palığlığ polzın. Atasözü (Söylenen paltılığ s. Baltalı, baltası olan Paydan
söz temiz olsun, atılan ok yaralayıcı tanış pol, nanıhda paltılığ pol. A
olsun.) tasözü (Zenginle tanış o l , yanında
palın 1. Balık: Ala puğa palıhtan mün baltan olsun.)
sıhpinça, alığ kîzînîn ahsınan paitır Baldır. Pas ağırza, paltırğa
hıyğa sös sıhpinça. Atasözü (Tatlı niik. Atasözü (Baş ağrısa baldıra
su levreğinden çorba olmaz, alık k i hafif.) paitır idî baldır e t i .
şinin ağzından güzel söz çıkmaz.)
paltırğan bot. Melek otu, baldı
Palın çohta rak taa palık (Balık
ran, kiik paltırğanı keçi baldıranı.
yoksa yengeç de balık veya kadı
aba paltırğanı ayı baldıranı.
olmayan yerde keçiye de evliya çe
lebi derler.), çap palıhtar yırtıcı ba paltırğanna- Melek otu toplamak.
lıklar, ah palıh bir cins somon, hara pal'to Palto.
palıh yeşil sazan, tul palıh beyaz paluba Güverte.
somon, puğa palıh tatlı su levreği. pamyat' Hafıza, bellek pamyat'ha a l -
palar palığı bıyıklı balık, aday hafızaya almak
palıh izmarit balığı, kir palıh bali
na, sarığ palıh çığa balığı. 2. s. Ba pamyatnik Heykel, anıt. pamyatnik
lık, balıktan, palıh produkttarı ba turğıs- heykel dikmek.
lık ürünleri. panıcah 1. Kalem. 2. Arduaz parçası.
palıhçı Balıkçı: Palıhçıbın tıp panika Panik, ürkü, telaş.
mahtanma, ölencîbîn tîp panorama Panorama.
öörlenme. Atasözü (Balıkçıyım d i pantera zool. Panter.
ye övünme, otçuyum diye sevin pantsır' Zırh, zırh gömleği.
me.) papiros Sigara: 'Timur sun pirgen
palıhçı hus zool. Karabatak. papirostan tamızıbıshan." İ.
pal ıhta- Balık avlamak. Topoyev (Timur'un verdiği sigarayı
palıhtas- (birlikte) Balık avlamak. yakmış.) papiros paçkazı sigara
paketi: 'Timur îzebînen papirostar
palıhtas Balık avlama, balık tutma.
paçkazın sığar kilgen." I. Topoyev
palıhtat-Balık avlatmak, balık tutturmak. (Timur cebinden sigara paketini ç ı -
papka -348- parçıh
karmış.) pîr paçka papiros bir pa güney yanındaki yüklük, altınzarhı
ket sigara. paraan çadırın kuzey yanındaki
papka Dosya, karton, ciltlik, anın yük koyma yeri. pas paraan baş
kiregîn papkaa sal onun işini dos köşe. 2. Mobilya.
yaya koy. parad 1. Geçit, resmigeçit, geçit töreni
paporotnik bot. Eğrelti o t u . voennay parad askerî geçit töreni.
2. Geçitle, törenle ilgili, parad
papu (küçük) Pabuç, ayakkabı, palam, formazı resmigeçit forması
papu kis yavrum pabucunu giy.
paradnay s. Resmigeçitle ilgili.
papucah bk. papu paradnay îzîk tören, geçit kapısı.
par (ı.) Çift. krş. paar paragraf Paragraf.
par (ıı.) 1. Var: "Çalğıs adı par polip / parahsan sag. bk. parashan
Çorıh anman itçeh." P. Ştıgaşev parallel' Paralel.
(Biricik atı var imiş / Yolculuğu o
parançıh zool. Çeçyotka, bir kuş.
nunla yaparmış.) 2. Varlık. 3. Mev
cut, eldeki. Çabıs taa polza, adım parashan Zavallı, biçare: "Çahsı sanan
polbinçathan parashannı udaa
par, homay daa polza ipçîm par.
hahırtıp alcahnar." N. Tyukpiyekov
Atasözü (Kısa da olsa atım var, kö
(İyi hesap yapamayan zavallıyı de
tü de olsa karım var.) par-çoh b ü vamlı kandırmışlar.)
t ü n , par-çoh çügürîzînen oylap
sıhhan bütün gücüyle koşmaya paraşyut Paraşüt, paraşyut segîr-
paraşütle atlamak.
başlamış, par-çoh kuzinen sap-
bütün gücüyle vurmak. paraşyutist Paraşütçü.
parazit Parazit.
par (m.) Dinlendirilen toprak, hara par
kara toprak, par ay haziran. parbah s. Dallı, budaklı, parbah ağas
dallı ağaç.
par (iv.) Yad, e l .
parça (ı.) zf. Bütün: "Parça nime aarın
par- 1. Gitmek: "Odın tüzîrzen, sin irgî pîske / Körerge köp ki Usken." M.
çurtsar inek odına par kil!" V. Kokov (Bütün şeylerin zorunu /
Kobyakov (Otunu indirdikten sonra, Yapmak bize uygun olmuş.) krş.
eski yurda inek otuna git gel.) parçan
Çabal nimenîn soonca parzan, parça (ıı.) Simli, altınlı kumaş: "Aylanıp
çahsı nimenî taap polbassin. Ata kil'ıp, harabıssa / Altın parça
sözü (Kötünün peşinden gidersen, çaphan oshas." N. Tinikov (Dönüp
iyiyi bulamazsın.) 2. Süreklilik için gelerek bakıverse / Altın kumaş
de olmayı ifade eden yardımcı fiil örtmüş gibi.) parça kip kis salğan
olarak kullanılır: "Min, Jceme dee simli kumaş biçmiş.
toğaspin, nay ür pol pardım." V. parçan Bütün, hep: "Pu habar, pray
Kobyakov (Ben annemle karşılaş- cayılıp / Parçan çonğa istîlgen." P.
mayalı da çok uzun zaman oldu.) Ştıgaşev (Bu haber, hep yayılıp /
sarğal par- sararmak, ol ös Bütün halka duyulmuş.) parçan
parğan o büyümüş, ol öl-parğan o çon bütün halk. krş. parça (ı.)
ölmüş, hatip par- sertleşmek, katı parçıh zool. Sığırcık: "Parçıhtar, olar
laşmak. kiligenîne hınmaan çili, kizekti
para 1. Çöten, kirtil. 2. Kuş veya balık sathlaza tüzip, pıçıhtas sıhhannar."
yakalamak için örülmüş sepet. A. Çerpakov (Sığırcıklar onların
gelmesinden hoşlanmamış gibi, yer
paraan 1. Çadırda sandık konulan yer, yer cıvıldaşıp, ötüşmüşler.) hara
yüklük, üstünzarhı paraan çadırın parçıh sag.zool. sığırcık, huu
pardam -349-
partorg
partorganizatsiya Parti teşkilatı, parti pas (ıı.) 1. (top oyununda) Pas. 2. (ka
örgütü. ğıt oyununda) Pas.
partsyezd Parti kongresi, parti kurultayı. pas (m.) kız. Yer, döşeme, pas altı bod
partşkoia Parti okulu. rum.
parus Yelken, parus ködîr- yelkenleri pas (iv.) Zaman, tan solbanı kirgen
açmak. pasta sabah yıldızının battığı za
pas (i.) 1. Baş, kafa. Çabas pastı hılıs man.
kispes. Atasözü (Yumuşak başı kı pas- (ı.) 1. Basmak: "Küren at, azahtarın
lıç kesmez.) tas pas kel, dazlak. 2. çadap alıp, sörteldîre pasçathan."
N. Domojakov (Yağız a t , ayaklarını
Baş, uç nokta, volga suğnın pazı
güçlükle kaldırıp, sürükleyerek
Volga nehrinin başı. ağas pazı a basmış.) Pashan çirîn pağır
ğaç başı. tağ pazı dağ başı. haya polzın, tepken çirîn timîr polzın.
pazı kaya başı. suğ pazı su başı, Atasözü (Bastığın yer bağır olsun,
pınar. 3. Ön, önce Tîlge külük teptiğin yer demir olsun.) 2. Yürü
polba, pastan sağınıp çoohta. A mek, adım atmak: "Vaska annanar
tasözü (Dile yiğit olma, önceden pas sıhhan, manzırirğa kirek,
uroktar pastalğanca, am daa pir
düşünüp konuş). 4. Uç, baş İzer
çasça polar." A. Kuzugaşev (Vaska
pazı îkî polcan, imin çooğı sın bu yüzden yürümeye başlamış, a
polcan. Atasözü (Eyer başı iki olur, cele etmeli, hâlâ derslerin başla
erin sözü gerçek olur.) 5. Baş, hay masına bir saat kadar var.) 3. Tar
van sayısı. 6. Baş, zamanın baş tıda çekmek, pu palıh üs
langıç noktası, çil pazı yılbaşı, pas kilogramın pasça bu balık üç k i
künî (bayramın) ilk günü. 7. Baş, l i logram geliyor. 4. Yazı yazmak:
"Pasça sJrerge Nina Mitrofanovna,
der, halıh çon pazı halkın lideri.
sîrernîn apsaanarnın Feofan
aal pazı köyün reisi. 8. Başla ilgili Maksi moviçtîn ipçîzî."V. Şulbayeva
pas miizî beyin, pastan azıra baş (Yazıyor size Nina Miitrofanova, si
tan aşkın, kirekter pastan azıra iş zin kocanızın, Feofan
ler baştan aşkın, pazın ikeste- ba Maksimoviç'in karısı.) 5. Daktilo
şını sallamak, pazın aylandır- ba etmek. 6. Sessizce yaklaşmak, uya
şını döndürmek: "Kem oollarnın pa pas- yuva yapmak, hus pas- ku
luçkaya yatmak, pala pas- ku
zın aylandırça?'' V'. Şulbayeva (Kim
luçkaya yatmak, hır pas- saçları
gençlerin başını döndürüyor?) pa ağarmak, ihtiyarlamak.
zın sıyba- başını sıvazlamak, pas
meet başlama noktası, hara pastar pas- (ıı.) Bulmak, yakalamak, min anı
Hakaslar. uluğ pas anne veya ba pasmin haldim ben onu bulama
dım.
ba, tamah pazı başak, pas pıladı
baş örtüsü, pas aylanıstığ baş pasçı Baş, lider, şef. curt pasçızı aile
reisi.
döndüren, baş döndürücü, uçu-
pasçılığ s. Lideri, başı olan. uluğlığ
pazı çoh yaramaz, haylaz, kök pas
uspacan, pasçılığ patpacan b ü
zool. iskete, baştankara, hri-pazı yüklü çökmez, liderli batmaz.
çoh talay uçsuz bucaksız deniz.
paseçnik Arıcı.
us-pas çoohtanarğa saçmalamak,
paseka Arı kovanlığı.
zırvalamak, saçma sapan konuş
pasha (ı.) S. 1. Başka, diğer:
mak.
"Çohırahtan pasha pır dee arğızı
çoğıl." V. Kobyakov (Çohırah'tan
-
başka hiç arkadaşı yok.) annan paspa 1. Basma (kumaş) paspa tavar
pasha bunun dışında: "Annan basma kumaş. 2. Basma kumaş
pasha ol arada uluğ açın hazaa."\l. tan.
Kobyakov (Bunun dışında orada paspah (ı.) Kapan, tuzak: "Küske
büyük açık ahır.) pîree kniganın paspahha pastırğan çili, çirge
ornına pasha kniğa alıp alarga bir pastırarğa ba?" S. Çarkov (Farenin
kitabın yerine başka kitap almak. kapana yakalanması gibi, toprağın
pasha pol-parğan başkalaşmış, altında kalmaya mı?) krş.
başka olmuş, annan daa pasha paspanah
ondan da başka, pasha-pasha
tekr. başka başka, ön-pasha tekr. paspah (ıı.) sag. El değirmeni.
çeşitli, çeşit çeşit. 2. Başka, yaban paspah (m.) Bağdaş kurarak oturmak:
cı pasha tîldefi alğan söster baş "Olar iköieh, paspah suğına odırıp,
ka dilden alınan kelimeler, pasha çis çeynikten çey urıp, azıranıp
nimes hepsi bir, hepsi aynı. î k î odtrlar."\l. Kobyakov (Onların ikisi,
pasha parğan kırılmak, parampar bağdaş kurup oturarak, bakır çay
ça olmak, bozulmak. danlıktan çay koyup, yemek yi
yorlar.)
pasha (n.) Çekiç.
paspah (iv.) Kalem, kurşun kalem.
pashacah Küçük çekiç. paspanah Kapan, küske pastırcan
pashacıl s. Mutat olmayan, alışılmadık, paspanah fare yakalama kapanı,
sıradışı, farklı: "Fedor Pavloviçti krş. paspah (ı.)
çoçıdıp, oloh tuşta ağaa sağıs pasport Pasaport. pasport çoh
habındırğan ol amir, haydağ-da pasaportsuz.
pashacıl açıhçarıh ün." N.
Domojakov (Fedor Pavloviç'i ürkü pasportnay s. Pasaport, pasaportla ilgili
tüp, tam o sırada aklını başına ge pasportnay stol pasaport masası
tirmiş o alışılmadık açık ses.) hara (idaresi.)
pashacıl çok farklı, çok garip, t u passajir Yolcu: "Hığırığcaa passajir
haf. poyezdinîh vagonının közenegineh,
hınza, harah puliinan daa Tarğı çul
pashala- Yadırgamak. çazızınzar hayığ tastirga kılışken
pashalan- 1. Başkalaşmak, değişmek. polar." M. Kokov (Okuyucunun yol
2. Çekinmek. cu treninin vagonunun penceresin
pashalandır- 1. Başkalaştırmak, değiş den, isterse göz ucuyla da, Tarğı
tirmek. 2. Çekindirmek. Çul ovasına doğru göz atması
pashalanıs 1. Başkalaşma, değişme. 2. mümkündür.)
Çekinme. passajirskay s. Yolcuyla ilgili.
pashalat- Başkalaştırmak, değiştirmek. passajirskay poezd yolcu treni.
pashı (ı.) Kapak. pasta- 1. Başlamak: "Kinetİn pazoh
pashı (ıı.) Kalem, kurşun kalem, pos Çohırah, himenm-de sağbazın alıp,
pasçah ruçka dolma kalem. pürkek ürîp pastaan." V. Kobyakov
(Aniden yine Çohırah, bir şeyin işa
pashı (m.) Kayakta ayaklık. retini alıp, yavaşça havlamaya baş
pashıcah bk. pashı (ıı.) lamış.) oi pastapça, prayzı
pashıncah Basamak, merdiven basa ırlasçalar o başlıyor, hepsi birlikte
mağı. şarkı söylüyor. 2. İdare etmek, yö
pashıs Merdiven: "Abis, pashısta turıp, netmek: "Ol nimeni sinin kizih
Aponnı tın köksecen." P. Ştıgaşev pastapçâthan oshas." M. Kokov (O
işi senin kocan yönetiyor gibi.) 3^_
(Papaz, merdivende durup / Apon'a
Kılavuzluk etmek: "İstig adın izerlep
çok öfkelenmiş.) aylanan pashıs
/ Imnegcilerni pastaan." P.
burma merdiven.
pastaan pastır
pazoh zf. Yine, gene, yeniden, tekrar: pedey- Karnı şişmek: "Harnı
"Kün, tizik hara puluttar arazınan pedeygence çipleçe." N. Tinikov
pahlabızıp, pazoh çıt parça." N. (Karnı şişene kadar yiyor.)
Tyukpiyekov (Güneş aralıklı kara peduçiliçşe Öğretmen okulu.
bulutlar arasından görünüp, yeni
peeden-peeden tekr. Pıtır pıtır.
den kayboluyor.) krş. paza
peelbek 1. (oyunda) Dönüş, dönme. 2.
pazor Yol kesme. Dans, dönme, peelbek oyını dön
pazorla- Yolunu kesmek, önünü çevir me, dans ederek dönme oyunu.
mek: "Sabis sarnahtan çörîbîsken peelbekçîn Dansör, oyuncu.
çılgını pazorlapça, horğıstığ nime
pir dee çoğıl."H. Domojakov (Sabis peelbekten- Dans ederek dönmek.
serin meltemle giden yılkıyı döndü peep- peep tekr. Çıtır çıtır (yanarken
rüyor, korkacak hiçbir şey yok.) çıkan ses).
pe? e. Mi? "Anstığ nimes pe sağaa peer zf. Beri, bura: "Peer kilgenner
pidi çoohtanarğa?." V. Şulbayeva mında ür turadırlar." A. Çerpakov
(Utanmıyor musun böyle konuşma (Buraya gelip, burada çok duruyor
ya.) lar.)
pebecek bk. pebeyek peerîs- Oynamak, uğraşmak. Al iğ
pebeyek Serçe parmak. kîzîden peerîssen, pozın al iğ
polarzın. Atasözü (Alık kişiyle oy
peçat' 1. Mühür: "Amdı peçat azıh, nime narsan, kendin alık olursun.) otnan
hınçazıh - anı pas." V. Şulbayeva peerîspe ateşle oynama.
(Şimdi mühür açık, ne istiyorsan
ona bas.) 2. Basın, matbuat, peçat' peerkî s. Beriki, yakındaki, aal suğnın
obzorı basın özeti. 3. Yayın, neşir. peerkî sariinda köy ırmağın beri
peçetha timnen- yayına hazırlan yanında.
mak. peertîn zf. Buradan.
peçatat pol- 1. Basmak, neşretmek. 2. pehota ask.Piyade sınıfı.
Daktilo etmek. pehotinets ask. Piyade e r i .
peçattîg Damgalı, mühürlü. pehotnay ask. s. Piyadeyle ilgili, piyade
peçen'e Bisküvi, tadılığ peçen'e tatlı ye ait. pehotnay polk piyade alayı.
bisküvi. pekar' Fırıncı.
pedagog Pedagog, opıttığ pedagog pekarnya Fırın.
deneyimli p e d a g o g . pelbek bk. peelbek
pedagogiçeskay s. Pedagojik, pedagoji. penal Kalemlik, kalem kutusu
pedagogiçeskay institut pedagoji karandaştar penalda kurşun ka
lemler kalemlikte.
enstitüsü.
pense Emekli aylığı: "Minin pensem
pedagogika Pedagoji. nimee çarapça."\I. Şulbayeva (Be
pedal' Pedal, velosiped pedalî bisiklet nim emekli aylığım neye yarıyor.)
pedalı. krş. pensiya
pedek 1. Gürbüz, sağlam. 2. Şişman, i r i . pensioner Emekli.
harnı îrîmcîktl oshas pedek karnı pensiya Emekli maaşı, pensiya a l -
örümceğinki gibi şiş. emekli maaşı almak, pensiyaa sıh
pedenek Minicik, küçücük. par- emekli olmak. krş. pense
pedeneges Minicik, küçücük. Minen penya Para cezası, penya a l - para
kîçîk pedeneges minî ködîrîp cezası almak.
tastadı. Bilmece, eyer. (Benden pep-pep bk. peep-peep
küçük, küçücük, beni götürür.) pepelnitsa Kül tablası, küllük.
-358-
perçatka pervıçnay
perçatka Eldiven, perçatka kis- eldiven şöyle söyleniyor: Ben nereye sen
giymek. İdî- söögî çoh pis salaa. oraya, beni takip edip duruyorsun.)
Bilmece, eldiven. (Eti kemiği yok, 2. Küfretmek, verip veriştirmek.
beş parmak) perina Kuş tüyünden döşek, minder:
peredovik Öncü. peredoviktarğa "Odırcan çiri dee / Nımzah perina
tinnezîner! Öncülerle birlesiniz! oshas."V. Maynaşev (Oturacak ye
peredovoy s. 1. Öncü. perevodoy ri de / Yumuşak kuş tüyü döşek g i
kolhoztar öncü kolhozlar. bi.)
peredovoy liniya ask. ön hatlar. 2. perîncek s. 1, Homurdanıp duran. 2.
İlerici, peredovoy nauka ilerici b i Küfürbaz.
lim. period Periyot, süre, devir.
peregovorlar Müzakereler, konuşmalar. periodiçeskay s. Periyodik, devrî.
mirnay peregovorlar barış görüş elementernîn periodiçeskay
meleri, müzakereleri. sistemazı kim. elementlerin peri
perengî s. 1. Avrupa. 2. Avrupalı. yodik sistemi.
perengî tamah kız. Patates. peris- Alay etmek.
pereplyot Ciltleme. kniganı perlovay çarba bot. Nemse arpası.
pereplyotha pir- kitabı ciltletmeye pero Kalem ucu: "Türce le üs irgî
vermek. peroların utır saldı, anan
pereplyotçik Ciltçi, mücellit. ruçkazman naa perozın suurıp al
pereplyottığ s. Ciltli. kolenkor dı." A. Kuzugaşev (Çok geçmeden
pereplyottığ kalikot ciltli. eski üç kalem ucunu uutturmuş,
peresadka Aktarma, aktarım. sonra kaleminden yeni ucunu ç ı
perestroyka Yeniden kurma, yeniden karmış.)
yapılandırma: "Nime üçün perolığ s. Uçlu (kalem) perolığ ruçka
ködîrerbfs? Perestroyka üçün! uçlu kalem.
Demokratiya üçün?' V. Şulbayeva perpendikulyar Dikey, dikit, amut.
(Niçin yükselteceğiz? Yeniden kur
perpendikulyarnay s. Dik, dikey, amudî.
ma için! Demokrasi için!)
perron Peron, perron biledî peron bileti.
peret maymah esk. Topuksuz yumu
şak tabanlı çizme. pers Pers, Fars.
persidskay s. Fars'la ilgili, persidskay
perets Biber, hızıl perets kırmızı biber.
pereulok Ara sokak, dar sokak. tîl Fars dili.
persik 1. Şeftali. 2. Şeftaliyle ilgili.
perevod Havale, ahçanı perevodnan
ıs- parayı havaleyle göndermek. pensik ağazı şeftali ağacı, persik
perevodnay s. Havaleyle ilgili. varen'ezi şeftali reçeli.
perevodnay blank posta havalesi. personal Personel. tehniçeskay
perevorot Devrim, inkılâp. personal teknik personel.
perevoz Geçit, perevoz hırında tur- personal'nay s. Özel, kişisel.
geçitte durmak. personalnay pensiya özel emekli
perevozçik Salcı, kayıkçı, geçiren. maaşı.
paromnıh perevozçigı feribotçu. perspektiva Perspektif.
perevyazka Sargı, pansuman. perspektivalığ s. Perspektifli.
perin- 1. Dırdır etmek, homurdanmak, perspektivaiığ plan gelecek için
mırıldanmak: "Çîpke ine pirsînde; plân.
çarhan parıp, permce: Min haydar, perviçnay Alt. perviçnay partiynay
sin andar, minî le hoop çörçezîn!" organizatsiya partinin alt komitesi.
N. Tinikov (İğne usanıp bir gün ipe
pervoistoçnik
-359-
pığıra
pervoistoçnik Esas kaynak, ilk kaynak. pıçahtas- (birbirini) Bıçaklamak, bıçakla
pervoistoçnikter hoostıra ügren- birbirini yaralamak.
asıl kaynağa uygun öğrenmek. pıçahtat- Birini bıçaklatmak, birini bıçak
pes Ocak, soba: 'Timîr pes üstündegî la yaralatmak.
hazanahtı pesfin ortızına tartıp pıçığ Biçme, biçiş, biçki.
çoohtanğan Marka." I. Kotyuşev
(Demir soba üstündeki kazanı so pıçıhta- Cıvıldamak.
banın ortasına çekip konuşmuş pıçıhtas Cıvıldaşma.
Marka.) pıçıhtas- Cıvıldaşmak: "Tirekterge
pes (ıı.) Kızakta bağ. toldıra odır salğan parçıhtar, olar
p'esa Piyes, tiyatro oyunu. kiligenîne hınmaan çili, pıçıhtas
sıhhannar." A. Çerpakov (Kavakları
peskay s. Kareli, damalı, peskay dolduran sığırcıklar, onların gelme
kögenek kareli elbise. sinden hoşlanmamış gibi cıvıldaş
pesne Buzkıran, buz kırma aracı. mışlar.)
petle- Küt diye düşmek.
piçi la- Şaklamak: "Küren at Izîp alarga
petuh Horoz: "Sağam ol, saray altında itken, poza pağnın oralğan pazı
tünepçetken hızıl petuğı pastağızın sağırı zina pıçılaan." N. Domojakov
tapsirman, tura salğan." N. (Yağız atın içmek istemiş, dizgin i
Domojakov (Şimdi o, kümesin al pinin kıvrılmış ucu sağrısında sak
tında tüneyen kızıl horozun ilk ötü- lamış.)
şüyle, kalkmış.) haraağızın
petuhtarğa çitîre otırğabıs gece pıçılğah Biçilmiş, hazah pıçılğah
leyin horozlar ötünceye kadar otur kögenek Rus usulü biçilmiş elbise.
duk. piçindi bk. pıçılğah
pey kız. bk. pii pıcıra- Cıvıldamak.
pıcıra- (ı.) 1. Yara iltihaplanmak. 2. Ses pıçıs Biçme, biçiş, biçki.
yankılanmak. pıçıs- (birlikte) Biçmek.
pıcıra- (ıı.) Cıvıldamak, kaynaşmak. pıdaa bk. pıdo
pıcıra ma Kaplı, dolu: "Çe çağırman
pıdılas- Toplanmak, yığılmak.
habırğazı pîçîkke pray pıcırama."A.
pıdıra- (ı.) Budamak, dallarını ve budak
Çerpakov (Fakat yakından bakınca
larını kesmek.
yüzeyi bütünüyle yazıyla dolu.)
pıcıras Cıvıldaşma, kaynaşma. pıdıra- (ıı.) Çok konuşmak, gevezelik
pıcıras- Cıvıldaşmak, ötüşmek, kay etmek.
naşmak: "han Petroviç, talaan pıdıral- Budanmak.
minde mına pfdi - pıcıraslaça." V. pıdo 1. i r i , büyük, pıdo mal büyük baş
Şulbayeva (Ivan Petroviç talih ben hayvan. 2. Beceriksiz, hantal.
de işte şöyle, kaynaşıyor.) pıdrö sag. zool. Kaya balığı.
pıcırat- Cıvıldatmak. pığıl- Eğilmek, eğri olmak.
pıça tart- Sıkıca tutmak, bağlamak. pığın- (ı.) Eğilmek.
pıça mündîr- Kuyruğundan veya yele
pığın- (ıı.) hlk. Karnı doymak.
sinden tutarak suyu geçmek.
pığındırıh sag. cog. Yarımada.
pıçah Bıçak: "Olarnın pîrsmde kîzmîh
ağırığ çirîn kisçen pıçahtar pığır- (gövdeyi) Bir tarafa çekmek,
polğannar."İ. Kotyuşev (Onların b i eğmek.
rinde insanın hasta organını kese pığıra- Yükselmek, kıvrılarak yükselmek:
cek bıçaklar varmış.) omas pıçah "KemnTn pezîneh, hazan
kör bıçak. krş. pıjah. sıbapçathan hattarni oshas ağılbay
pıçahta- Bıçaklamak, bıçakla yaralamak. ıs pığırap turca -anzı ças hazin."N.
Nerbişev (Kimin sobasından, kazan
-360-
pığırı pırgır
sıvanan kadmlarınki gibi beyaz çamur yapış yapış oluyor.) 2. mec.
duman yükseliyorsa, onunki yaş Saçmalamak, saçma sapan ko
akağaçtır.) nuşmak.
pığırı Kam ruhu. ham pığırızı çarıl par- pılcırah 1. Cıvık, yapışkan. 2. mec.
dı hava değişti, bozuldu. Uyuşuk, sünepe.
pıh- Bükmek, kıvırmak, katlamak. pılğa- Bulaştırmak, karıştırmak.
pıh- pah tekr. ünl. Çuf çuf (lokomotifin pılğah hlk. Heyecan, ruh karışıklığı.
çıkardığı ses)
pılğan- Bulaşmak: "Pray malçahha
pıhtı anat. Kasık. pılğanparıp, çatçam."\J. Şulbayeva
pıjah kız. pıçah (Bütününye çamura bulaşıp yatıyo
pıjıy b k . pızıy rum.)
pıla- Çekip almak: "Oloh taa pıltır zf. Bıldır, geçen yıl: "Pıltır çit
aparıbızarğa çörgen ölîmnen pılap polbaanda, püül çider, -îzençe
aldı." i. Kotyuşev (O da götüren apsah." A. Çerpakov (Geçen yıl
ölümden çekip aldı.) gelmediyse bu yıl gelir, güveniyor
pılas- 1. El uzatmak, çekip almak: "Pîsti ihtiyar.)
nimes çirlernJ / Pılaspaspıs sala
pıltırğı s. Geçen yılki bıldırki. pıltırğı
daa / Pozıbıstin kemge dee /
çılda geçen yılda.
PirbespJs haris taa." M. Kokov (Bi
zim olmayan yerlere / El uzatmayız pır (ı.) 1. Küçük toz parçacığı.
azıcık ta / Bizim olandan hiç kimse pır (ıı.) Uyuz hastalığı.
ye / Vermeyiş bir karış ta.) 2. pıra kız. zool. Kaya balığı.
Gaspetmek: "Çohır nime
pıraat (ı.) Buryat.
pılasçathan nimezîne hustarnı tan
önefîn çağdathan, tan anarbin pıraat (ıı.) Aplikasyon, süs. pıraat
halğan." N. Domojakov (Çohır şey, pastığ îzer gümüş kaplamalı eyer.
gaspettiği nesneye kuşları bazen pıraattığ Aplikasyonlu, süslü, pîs
aniden yaklaştırmış bazen farkına pırattığ ton beş dantelli elbise.
varmamış.) sös pılas- sözü kay
pıraçın 1. Deve tüyünden kumaş. 2.
natmak, uğuldaşmak: "Olar,
tohtabin, sös pılaza, suulas Çadırda sandık veya raf üzerindeki
kilçeler." N. Nerbişev (Onlar dur perde, tashah altına tartçan
madan, söz kaynatıp pıraçın kanepe altına çekilen per
uğuldaşıyorlar.) çooh pılas- uğul de. 3. Çul, kilim.
tuyla konuşmak. pırancıi bk. pıraçın
pılaspah Ele geçirme, zorla alma. pırçıh 1. bot. Nohut. 2. mec. Er bezi.
pılat Şal, baş örtüsü: "Pas pıladı puliinah pırey bot. Çim, çimen.
sıbırıbızıp, apsahnan hosti pırğı (ı.) 1. Düdük. 2. Av hayvanını kan
pastırğan." A. Çerpakov (Baş örtü
dırmaya yarayan alet, düdük, pırğı
sü köşesinden fısıldaşıp, ihtiyarla
irgek sun çîli tapsapça 'pırğı' er
birlikte yürümüş.)
kek geyik gibi ses çıkarır.
pılat- Elinden almak, çekip almak.
pırğı (ıı.) 1. Su pompası, tulumbası.
pılazığ Ele geçirme, zorla alma. oyın
tamıshan ottı uçurcan pırğı sön
pılazığ bir oyun adı.
dürücü, ekstenktör, yangın söndü
pılcıra- 1. Vıcık vıcık, yapış yapış olmak: rücü 2. Püskürgeç, pülverizatör.
"Olarnıh azahtarı altında suğ
solbırapçathan, palğas pırğır- Pıskırmak, aksırmak burnundan
pılçırapçathan." İ. Kotyuşev (Onla gürültüyle soluk almak: "Hahaa
rın ayakları altında su şırıldıyor, ığırap sıhhan, küren at, tanaaların
-361-
pırğırıs pıs
arığli, pırğırıp odırğan." N. pırolığ s. Suçlu: "Payapan pırolığ, çe ol
Domojakov (Atlı araba gıcırdamış, am ağırığ, körceh kîzîzJ çoğu." V.
yağız at, burun deliklerini temizle Şulbayeva (Payapan suçlu, fakat o
yerek pıskırmış.) şimdi hasta, bakacak kimsesi yok.)
pırğırıs- (birlikte) Pıskırmak, aksırmak, pırolığ nimes suçsuz.
burnundan gürültüyle nefes almak. pırosın- Suçluluk duymak.
pırğırıs Pıskırma, hapşırma, burnundan pırosınıs Suçluluk duyma, suçlanma.
gürültüyle soluk alma. pırosınıstığ s. Suçluluk duygusu olan,
pırğırt- Pıskırtmak, hapşırtmak, burnun özür dileyici: "Min sinzer uluğ
dan gürültüyle soluk aldırmak.. surınısnah kildim, -teen ol,
pırosınıstığ ünneh."S. Çarkov (Ben
pırın sag. Kurum. sana büyük bir rica için geldim,
pırıs sag. zool. Kedi. demiş o, özür dileyen sesle.)
pırla- (ı.) 1. Toz uçuşmak. 2. Duman pırsanay zf. 1. Çok, pek. pırsanay
kıvrılıp yükselmek Tılo pazınan ıs çoohtanıbıshan çok konuşmuş. 2.
pırlapça. -Bilmece, pipo (Tepe ba Bütünüyle, temelli, ol pırsanay
şından duman yükseliyor.) parıbıshan o bütünüyle gitmiş.
pırla- (ıı.) Uyuz hastalığına yakalanmak. pırsın- (Çocuk için) Gelişmek, büyü
pırlacan k î z î uyuz olmuş kişi. mek, gürbüzleşmek. pala
pırsınıbıshan çocuk gürbüzleşti.
pırlahtan- Fırıl fırıl önmek: "Ol huyunda
pırsınıs (Çocuk) Fizikî olarak büyüme.
Paynuş iirçek çili pırlahtança." V.
Şulbayeva (O hortumda Paynuş pırtah s. Pürüzlü.
kirmen gibi dönüyor.) pırtahtan- Pürüzlenmek.
pırlan- (ı.) Toz içinde kalmak çalan k î z î pis- (ı.) 1. (meyve) Olgunlaşmak: "Ol
pray pırlan parğan atlı kişi bütü Tonzar, pıshan nımırt oshas, hara
nüyle toz içinde kalmış. harahtarın hazi körîbîsken, oloh
körfzln Arına Petrovnazar tastaan."
pırlan- (ıı.) sag. Fır dönmek. N. Domojakov (O paltoya, olgun
pırlat- Duman, toz yükselmek, kaldır laşmış kuş kirazı gibi, kara gözleriy
mak. le yan bakmış, o bakışını Arina
Petrovna'ya atmış.) 2. (gü
pırlığ s. Tozlu.
neşte) Yanmak: "Ah sırayı, çayğı
pıro Suç, kusur, kabahat: "P'ılçem, îzîglerge, çillerge, toğısta tirlep,
çüreem, tasta pıromnı / Çurtas küren ide pis parçan." N.
çobaana sürnükçen polğam." M. Tyukpiyekov (Ak yüzü; yaz sıcakla
Kilçiçekov (Biliyorum, yüreğim, affet rında, rüzgârda, işte terleyip yana
suçumu / Hayatın hüznüne takıl rak yağızlaşmış.) 3. (organ, vücut)
dım.) pırozı çoh suçsuz, günahsız. Olgunlaşmak: "irtîre pis parğan
pırom tasta beni affet, pıroğa tar hıstıh toldıra tüüsten anın tabırah
t ı l - cezasını çekmek. sllJgMsterîne tıtîrep parça." V.
Tatarova (Aşırı olgunlaşmış kızın
pırola- Suçlamak: "Ho-oh, hooh! kabaları onun hızlı silkinişleriyle
Püürnî Tdi pırolabahar." N. Tinikov titriyor.) çoohha pis- konuşmaya
(Ha, ha ha. Kurdu öyle suçlama girişmek: "Taynacan nimezin,
yın.) mahzırabin taynap, azırıbıshanda,
pırolastığ s. Suçlanılan, suçluluk duyu annah andar çooğına pısçaf V.
Tatarova (Yediği lokmayı acele et
lan.
meden çiğneyip, yuttuktan sonra
pırolat- Suçlatmak. konuşmaya başlıyor.)
-
piçel
pis- (ıı.) Biçmek. pızıîina- Parıldamak, ağarmak, ışılda
pısha sag. Gece balık avlarken ucuna mak, çazıda ot pızınnapça ovada
ışık takılan sopa. ateş parlıyor.
pıshah Hayvan pençesi derisi, pıshah pızınnas Pırıldama, ışıldama.
maymah hayvan pençesi derisin pızınnas- Parıldaşmak, pırıldaşmak.
den ayakkabı. pızıhnat- Parıldatmak, pırıldatmak,
pıshalah 1. Henüz olgunlaşmamış, ham. ısıtmak.
2. Henüz pişmemiş, ç i ğ . pızır- 1. Pişirmek. 2. mec. Pişirmek,
pıshan s. 1. Pişmiş (yemek) 2. Olgun olgunlaştırmak: "Haydağ çooh
laşmış (meyve.) iskenîn, nime körgenîn îsffnde
pıshı (ı.) Karmaç, karıştırıcı, kepçe. pızırıp; çatırbinça, könîzînen
ayran pısçah pıshı ayran karıştır pashazına çifir pirce." A. Çerpakov
ma kepçesi. (Ne işittiğini, ne gördüğünü içinde
pıshı (ıı.) Burundan soluklanma, pıshı olgunlaştırıp, düzenlemeden d o ğ
t a r t - burundan ses çıkaracak şekil rudan başkasına ulaştırıyor.)
de soluklanmak.
pızırğan s. Pişmiş, pızırğan it pişmiş et.
pıshır- Pıskırmak, burundan gürültüyle
soluklanmak. pızırha- Her şeyi bildiğini sanmak.
pıshıns Pıskırış, burundan gürültüyle pızırhaaçı s. Kendini beğenmiş.
soluklanma. pızırhaah bk. pızırhaas
pistir- Biçtirmek. pızırhaas s. Kendini beğenmiş, çok şey
pıthal- Bulaşmak, sıvanmak. bildiğini düşünen.
pıtıra- Uçuşmak, dağılmak, ayrılmak: pızırhas Kendini beğenme, kibirlenme.
"Pîs pır ağastın salaalarıbıs, pîske pızınm Bir pişirimlik.
pıtırirğa çarabas." V. Şulbayeva
(Biz bir ağacın dallarıyız, biz ayrı pızırıs- (birlikte) Pişirmek.
lamayız.) pızırt- Pişirtmek.
pıtırağ Dağılma, saçılma. pızıs Biçme, biçiş.
pıtıras- Dağılmak, ayrılmak, birbirinden pızıs- (birlikte) Biçmek.
kopmak: "PJr holnın salaaları pızıt bk. pızığ (ı.)
pıtıraza coğ//."V. Şulbayeva (Bir e-
pızıy Avcının getirdiği av.
iin parmakları ayrılamaz.)
pızlah Peynir.
pıtırat- Dağıtmak, saçmak, harcamak:
"Klanya çaça, ahça pıtıradarğa pızo 1. Buzağı. îrgek pızo erkek buzağı.
uğaa hınçam." V. Şulbayeva 2. Buzağıyla ilgili, pızo teerîzî b u
(Klanya abla, para saçmayı çok se zağı derisi.
viyorum.) pianino Piyano.
pızaa bk. pızo pianist Piyanist.
pızığ (ı.) 1. Olgun (meyve, yemiş): "Mno pianistka Bayan piyanist.
pızığ çistek."V. Şulbayeva (İşte o l
gunlaşmış yemiş.) 2. Pişmiş, pızıdı piçe 1. Kız kardeş: "Çarir, Yuracah, sin
çitpeen ipek iyi pişmemiş ekmek. minin picemnfh oolğızıh nooza."G.
Topanov (Tamam, Yuracah, sen
pızığ (ıı.) Çalışkan, gayretli, pızığ oolah
benim kız kardeşimin oğlusun ne
çalışkan çocuk, pızığ kızı çalışkan
kişi. de olsa.) kîcîg piçe küçük kız kar
deş, uluğ picem ablam. 2. Hala.
pızığla- Dikkatlice yapmak, özenle
kiri picem büyük halam.
yapmak, titizlik göstermek.
piçel Üzüntü, keder.
pızığlan- Titizlenmek, dikkatle yapmak.
piçelen
-363- pik
pioner 1. izci. 2. Piyonerle ilgili, pioner Çebodayev (Ben annemin yeni dik
lagerî izci kampı, pioner otryadı tiği kalın yünlü koyun derisi paltoyla
izci grubu. oynadım.) pas-pirdîm biri için yaz
dım, izen pir- selâm vermek, çahığ
pionerka Bayan izci.
pir- emir vermek, harğas pir- bed
pionervojatay izci başı, oba başı. dua etmek, sös pir- söz vermek.
pîr s. Bir, 1. Çîdîktîg kızının çüs as pir- ürün vermek, çöp pir- öğüt
çazıh, âlğan kîzînîii pîr çazıh. A vermek, tavsiye etmek, nandırığ
tasözü (Kaybedende yüz hata, a pir-cevap vermek, sağba pir-
landa bir hata.) 2. Bir, aynı, benzer: sinyal, işaret vermek, habas pir-
"Ons taa polzın, pos kîzîlerî dee ortaklaşmak. polis pir- yardım et
polzın -pirler."V. Kobyakov (Rus da mek, man pir- aman vermek, tının
olsa kendi insanları da olsa, aynı.) pir-canını vermek, hol pir- elini u
3. Bir, herhangi bir: "Pîr ürde pabazı zatmak, tokalaşmak, paalağ pir-
Arınanı, ot tartarğa paran tip, değer vermek, at pir- ad vermek,
ad koymak.
hanaağa odırtıp alğan." N.
Tyukpiyekov (Bir akşam babası piramida Piramit, piramida püdîr- pira
Anna'yı, ot çekmeye gidelim diye, mit yapmak.
arabaya oturtmuş.) pîr hatap bir pîrde zf. Bazen pîrde... pîrde ba
defa, bir kere. pîr hati bir kez. pîr zen... bazen: "Anın ayastığ,
nime bir şey. pîr dee nime hiçbir aldanıstığ tabızı pîrde istîlîp, pirde
şey. pîr dee hiçbir, hiç: "Mağaa kip- istîlbin parıbıs turadır."V. Kobyakov
azah taa pirbinçe pîr dee." V. (Onun acınacak, yalvarışlı sesi ba
Kobyakov (Bana elbise de vermiyor zen duyuluyor, bazen duyulmaz o
hiç.) pîr dee çoğıl hiç yok pîr dee luyor.) pîrde ol an çîli ulupça, pir
nime albaandır hiçbir şey alma de ças pala çîli ılğapça bazen
mış, pîr le herhangi bir, sadece. vahşi hayvan gibi uluyor, bazen
pîr ie atnan sadece bir atla. pîr bebek gibi ağlıyor.
mun b i n . pîr mun çarım bin beş pîrdeezî zm. Hiçbiri.
yüz. pîr ünge bir ağızdan, hep bir pirdîr- Verdirmek.
likte söylemek, pîrden-pîrden birer pirdîrt- Verdirtmek.
birer, pîrsî pîrsîne birbirine, pîr pireçî Verici, veren.
tööy benzer. pîree s. Bir, herhangi bir: "Pîree hulun
pir- 1. Vermek: "Kustuk pirer polğan kip- ma, çabağa ba ana-nimee kîrîp, a
azahtı am daa pirbinçe." V. lay çîdîp pe noo parza, annan çahsı
Kobyakov (Kustuk, verecek olduğu la kün körceen çoğıl." V. Kobyakov
giyim kuşamı hâlâ vermiyor.) (Bir kulun veya tay bir yere girse
Çazıda püür honıh pirbes, aalda veya kaybolsa ondan sonra güzel
pay tıs pirbes. Atasözü (Ovada gün göremezsin.) pîree kniganın
kurt gece geçirtmez, köyde zengin ornına pasha kniğa alıp alarga bir
huzur vermez.) 2. Tezlik veya baş kitabın yerine başka kitap almak.
kası için bir şey yapmak anlamında pîreede zf. Bazen, arada bir, ara sıra:
yardımcı fiil olarak kullanılır: "Ol pîreede, köök kiinîn arazında
"Çabustın harahtarı köglîg poia çayğan suğnın ortızında turğan çîli,
pirgen, pozı külînlbîsken." V. körînîbîsçe." V. Kobyakov (O arada
Kobyakov (Çabus'un gözleri neşe bir, guguk kuşunun göğün ortasına
lenmiş, kendisi gülümsemiş.) "Min yayılan suyun ortasında kalması
/nem naa la tik pirgen halın tüktîg gibi görünüyor.) ol pîreede pîsser
hoy teerîzî tonnığ oynaam." M. kîredîr o bazen bize girer.
8-
pîree-pîree tekr. zf. Bir bir, birer birer: (Bizim orada da öyle köpekler, Par
"Anın harahtarının cazı pîree-pîree tizanlara katılıp, bazıları dağa çık
çıltınnazıp sıhhlapça." V. Kobyakov mışlar, -Yakın konuşuyor.) Arağanı
(Onun gözyaşları bir bir parlayıp amir îzîner, apsahtığ ipçîden
dökülüyor.) pîrîkpefier. Atasözü (İçkiyi sakin i
piregen 1. Hanımın ağabeyinin eşi. 2. çiniz, evli kadınla birlikte olmayı
Büyük amcanın oğlunun eşi. 3. Ha nız.) İkî çabal pîrîkîp çurtaza,
nımın büyük kız kardeşi. 4. Hanı tabıstığ polcan; hosti
mın annesinin büyük kız kardeşi. honcıhtarğa curt çoh polcan. A
pirel Vergi, haraç, hara k î s t î sohsam, tasözü (İki kötü bir araya gelip ya-
hanğa-pige hayral- pire! şasa patırtılı olur, yakın komşulara
salcanmın kara samuru öldürür yaşamak haram olur.) Iğıros izer at
sem, hana beye haraç gönderirim. bulağına tıs pirbes, îkî çabal pîrîk
parza, il çonğa çadığ pirbes. Ata
pîrer s. Birer: "Ol pazoh pîrer hatap sözü (Gıcırdayan eyer at kulağına
sıraylarına hamcınan rahat vermez, iki kötü bir araya gel
saphlabıshan." V. Kobyakov (O y i se, halka yatı vermez.)
ne birer kez yüzlerine kamçıyla
vurmuş.) pirîk Aşılmaz, geçilmez (yer.)
piret 1. Ambar kapısının üstündeki raf. pîrîktîr- Biriktirmek, bir araya getirmek,
2. Evlerde tavana yakın yapılan toplamak: "Pîrîktîrgen irke mallar /
tahta yataklık. Pir hazaadan sıhçalar / Prayzı könî
gazı, pükser / Pik azıralğa parça
pîrge zf. Birlikte, beraber: "Pîrge çurtap,
lar." P. Ştıgaşev (Toplanan güzel
kün alıp / Pîlbespîs, teen, çobağnı."
mallar / Bir ahırdan çıkıyorlar /
M. Kokov (Birlikte yaşayıp gün ge
Hepsi doğruca yazıya, çayıra / İyi
çirip / Bilmeyiz, dedi, acıyı.)
otlanmaya gidiyorlar.)
pîrger zf. 1. Beriye, buraya, pîrger tur
yana çekil! 2. Öteye: "Paskir, çoo pîrîktîrîs Biriktiriş, bir araya getiriş.
tannğan çili, pîrger aylana, pîrîktîrîstîg s. Birleştirilmiş.
hanaadan tüzîre segîrgen." I. pîrîktîrîstîg soyuz gr. Bağlama edatı.
Kostyakov (Paskir, çok sinirlenmiş pirîl- Verilmek: "Irge küsten pirîlcenmîs."
gibi, öteye dönüp, arabadan inip
M. Kokov (Kocaya zorla verilmişiz.)
koşmuş.)
pirîlgî padej gr. Yönelme hâli.
pîrîgîl- Birikilmek, bir araya gelmek.
pirîn- Verilmek.
pîrîgîlgen s. Birleştirilmiş, bir araya
pîrîncî s. Birinci, ilk. pîrîncîzînde ilk
getirilmiş.
olarak.
pîrîgîs Birikme, bir araya gelme.
pirîs- Verişmek, birlikte vermek.
pîrîgîs- Birikilmek, toplanılmak.
pirîs 1. Verme, veriş. 2. Verim, pirîs çoh
pirîk s. Zor, çetin: "Ahtarbınan atıshabıs,
-tidir Çabus, tın pirîk, çurtas aarlığ." verimsiz, alıs-pirîs alış veriş.
V. Kobyakov (Beyazlarla çatıştık, pîrler s. Aynı, benzer.
demiş Çabus, çok zor, hayat ağır.) pîrles- Birleşmek, bir araya gelmek:
pirîk çar derin uçurum, yar. pirîk "Aleksey Dmitriyeviçnen pîrles
tashıl yalçın zirve, çorığı pirîk pol- parğazın." V. Şulbayeva (Aleksey
yolu geçilmez olmak. Dmitriyeviç'le birleşmişsin.)
pîrîk- Bir araya gelmek, birleşmek, pirog Börek, tadılığ pirog tatlı börek.
katışmak: "Pîstîn arada daa andağ palıhtığ pirog balıklı börek, ittîg
adaylar, partizannarğa pîrîgîp,
hayzı tayğaa sıhhlap parğannar,- pirog etli börek.
Yakın çoohtap tur." V. Kobyakov pirojnay Pasta.
-3 -
pıze
pîrsî zm. 1. Biri. köpternîn pîrsî çoğun pîske Balık ağı örmekte kullanılan ağaç
biri. pîrsî pîrsîneh birbiriyle, olar iğne.
pîrsî pîrsînen surdılar onlar birbi pis'mennost 1. Yazı. 2. Yazılı, yazılmış.
rine sordular. 2. Diğeri, pîrsî:
"paran" tîpçe, pîrsî: "çadafi" tip pis'mo Mektup: "Hığır, aca, pu
ç e . Bilmece, su ve taş. (Biri: "gide pismoru." V. Şulbayeva (Oku ağa
lim" diyor, diğeri: "yatalım" diyor.) bey bu mektubu.) pis'monı
konvertke suh salarğa mektubu
pîrsînde zm. Bir defa, bir keresinde, bir
zarfa sokmak, pis'mo a l - mektup
gün: "Pîrsînde hıshıda, uluğ soohta,
minîn pabamnı Yakın toğısha almak, pis'mo ıs- mektup gönder
sürîbîsken." V. Kobyakov (Bir gün mek, zakaznoy pis'mo taahhütlü
kışta, sert soğukta, benim babamı mektup, açıh pismo açık mektup.
Yakın işe göndermiş.) pisatel' Yazar: "Minîn hada ügrengen
pirtîk Sakatlık, (kırık, çıkıkla ilgili.) arğıstarım pisateller, s.ablığ artister,
pirtîktîg s. Sakat, özürlü. uçenaylar." V. Şulbayeva (Benim
birlikte öğrenim gördüğüm arkadaş
pirtîn- Vücutta bir organ çıkmak, bur
larım; yazarlar, sanatçılar, bilim a
kulmak.
damları.) sablığ pisatel' ünlü ya
pîr-tööy tekr. Benzer, aynı. zar.
pîs (ı.) zm. Biz: "A kim pîske açınğan?
pîsteldîr- Sivriltmek: "Çorğa pora at, îkî
Çoohta, kem?" V. Şulbayeva (Peki
hulahtarın pîsteldîrîp, anan na küs
kim bize acıdı? Söyle kim?) Çarğıcı
pîske ülüs nimes pîspîs ülüstîn salğan." V. Kobyakov (Yorga bora
eezî. Atasözü (Yargıç bize kader at, iki kulağını sivriltip, sonra ayak
yazmaz, kaderimizi yazan biziz.) larıyla yeri eşelemiş.)
pîstîn bizim, pîske bize. pîstî bizi. pistîg s. Beşinde, beş yaşında, palam
pîsten bizden, pîsser bize (doğru). pistîg çocuğum beş yaşında.
pîsnen bizimle, pîsteg bizim gibi. pistolet Tabanca.
pîske çoohta- bize söyle, pîsti b i piston Ateşleme kapsülü, kapsül.
zimki, pîsnen hada bizimle birlikte.
pîsteg bizim gibi. pît Bit. Çabal tonnın pîdî açığ, çabal
kîzînîn tîlî açığ. Atasözü (Kötü e l
pis (ı.) Beş: "Stenelerde, tîzen, Şarap bisenin biti acı, kötü kişinin dili acı.)
apsahtın pis oolğının portretterî." A. pîtte- Bitlenmek.
Çerpakov (Duvarlarda ise ihtiyar
pîttîg s. Bitli.
Sarap'ın beş oğlunun portreleri.)
Pis aday pîr înde çurtaçalar. Bil pituk zool. Horoz: "Min hızıl çalaalığ
mece, eldiven parmakları (Beş kö pitukpın / Min tapsazam, prayzı
pek bir inde yaşıyor.) ushunça."N. Tinikov (Ben kızıl ibikli
horozum / Ben ötünce, herkes uya
pîs (ıı.) 1. Biz, ucu sivri alet Pîstî hapta nır.) krş. petuh.
cazır polbassın. Atasözü (Bizi ç u
valda saklayamazsın.) 2. Keskin pivo Bira. pivo haynat- bira yapmak.
pıçah p î z î bıçak keskinliği. 3. Sivri: piyavka zool. Sülük, piyavka tıırğıs-
"Sarığ tay, pîs hulahtığ, nınmah sülük koymak.
sağ ı rliğ, tört çastığ mal." N. piye Kısrak, krş. pii
Domojakov (Sarı tay; sivri kulaklı,
pîye sag. Demin, az önce. krş. paya
yuvarlak sağrılı, dört yaşında hay
van.) pîyeğî sag. Deminki, az önceki, krş.
payağı
pis (ıı.) Soba. timîr pis demir soba.
pîze- 1 . Bilemek, keskinleştirmek 2. mec.
pis çüs Beş yüz.
Sivriltmek: "Sınap taa, noyma sîrer
-370-
pizîben plis
anda ffllermnî le pîzepçezer." V. as-tamah timnep çörçe." V.
Şulbayeva (Gerçekten d e , niçin siz Kobyakov (Onun annesi, yepyeni
orada sadece dillerinizi sivriltiyor ipek gömlek giyip, ipek şal atıp, ev
sunuz.) 3. Taşa yazı yazmak, kak de yiyecek yemek hazırlıyor.) 2.
mak: "Ninneh çoğar ide, uluğ-uluğ Mendil: "Sala mahzıri kîrlîg
hayalarda, purunğıda pîzeen pladınan çısça, ulamoh tın pidep."
pıçîkter taap attırlar." G. A. Kuzugaşev (Aceleyle kirli mendi
Kazaçinova (Nin'den yukarıya, b ü liyle siliyor, daha çok kirleterek.)
yük büyük kayalarda, eskiden ya platforma Plâtform, küçük istasyon.
zılmış yazılar bulmuşlar.)
platina Platin.
pizîben El kantarı.
platsdarm Harp alanı, muharebe alanı.
pizîk Beşik: "Sarığ tonnığ çılğı hadarçızı
platskarta Y e r numarası makbuzu.
at üstünde, uluğ pizîktegî çili,
acıdı la tüs halğan." V. Kobyakov platskartalığ s. Numaralı, plastkartahg
(Sarı paltolu yılkı çobanı at üstün vagon numaralı vagon.
d e , büyük beşikteki gibi sallanıyor.) plattığ s. Şallı, boyun atkısı olan:
pizîncî s. Beşinci, pizîncî klass beşinci "Alnınzartın aylanğan pır hoos
sınıf. plattığ ipçî." A. Çerpakov (Önüne
dönmüş bir desenli şal tekmış ka
pizölen zf. Beşi birlikte. dın.)
plakat Pankart, levha. plebistsit Plebisit.
plan 1. Plân: "Süt hozılar ornına plege Matara, arağalığ plege içki ma
hızırılça, itten plan tolbinça." V. tarası.
Şulbayeva (Süt artacağı yerde aza
lıyor, et planlandığı kadar plemennoy s. Damızlık, plemennoy
üretilemiyor.) plan çoh plânsız, pis puğa damızlık boğa.
çılnın planı beş yıllık plân. 2. Plân plemya Kabile, boy.
la ilgili. plen Esirlik, esaret, plenge kîrgen k î z î
planerizm Plânörcülük. esir düşen kişi.
planeta astr. Gezegen, seyyare. plenemay s. Genel, umumî, ptenernay
zasedanie genel oturum.
planetariy Plânetaryum.
plenum Genel toplantı. obkomnın
planna- Plânlamak, toğıstı planna-
plenumı bölge komitesinin toplan
işi plânlamak.
tısı.
plannığ s. Plânlı.
pleset Oyun, dans: "Kögfıg muzıka
planovik Plâncı. oynadıbısça, irinine plat tastabısça,
plantatsiya Büyük çiftlik, tarla, çaynay holların caza tastap, pleset sal
plantatsiya çay bahçesi. sıhça."\J. Şulbayeva (Neşeli müzik
planyor Planör. çalıyor, omzuna şal atıyor, kollarını
yayıp dans etmeye başlıyor.)
plastır' tıp. 1. Y a r a yakısı. 2. Palet.
plastik Plâstik. pleten Çit, parmaklık: "Siden pletenînîn
ağbay turğan sırıptarı." A.
plastika Plâstik sanatlar. Kuzugaşev (Çit parmaklıklarının
plastinka Levha, plâk. ağaran çubukları.)
plastmassa Plâstik madde. plevrit Satlıcan, göğüs zarı iltihabı.
plaşç Yağmurluk, rezina plaşç muşam pline Rus yufkası.
ba yağmurluk. plis Pli, kırma: "Şarap apsah sovhoz
plat 1. Baş örtüsü, şal, boyun atkısı: fermazınıh uzançıları: it pirgen ibîre
"Anın JcezJ, nap-naa torğı kögenek hara plisteh hazabıshan homdıda
kizip, torğı plat tartınıp, ibînde çır
-371 -
plita podpisçik
çathan."A. Çerpakov (İhtiyar Şarap çügürgenner." \. Topoyev (Leva'yla
sovhoz çiftliğinin yöneticilerinin yap Sanca köyün ortasındaki
tığı, çevresi kara pliyle süslenmiş postahaneye doğru koşmuşlar.) 2.
tabutta yatıyor.) Posta poçtaca pis'mo ıs- postayla
plita Kaldırım taşı. mektup göndermek.
plomba Kurşun mühür. poçtal'on Postacı, müvezzi.
plombala- Kurşunla mühürlemek. poçtamt Posta merkezi, postahane.
plombalığ s. Kurşunla mühürlenmiş. poçtovay s. Posta ile ilgili, poçtovay
plombir Dondurma türü. marka posta pufu. poçtovay
ploskost' mat. Düzlem, ploskost'tağı harçah posta kutusu.
liniya mat. doğru çizgi. poçyot Şeref, poçyot doskazı şeref
pioşçad' Meydan: "Vaska ploşadha
levhası.
çitken."A. Kuzugaşev (Vaska mey
dana ulaşmış.) çon ploşçad'sar poçyotnay s. Onursal, fahrî, poçyotnay
kürelîsken halk meydana hücum gremota fahrî diploma.
e t t i . hızıl pioşçad' Kızıl Meydan.
poçyottığ s. Şerefli, onurlu.
ploşçadka Alan, saha, meydan
pod'yezd Giriş, giriş kapısı, min îkîncı
samolyot odırcan ploşçadka ha
va meydanı. podyezd'ta çurtapçam ben ikinci
plotina Bara], bent, su bendi. kapıda yaşıyorum.
plotnik Dülger, doğramacı. poddannay Uyruk, tebaa.
plyaj Plaj. poddanstvo Tabiiyet, uyrukluk.
plyonka Bant, film bandı, çoohtı podgotovitalnay s. Hazırlıkla ilgili.
plyonkaa pas sal- konuşmayı podgotovitalnay kiass hazırlık sı
banda almak. nıfı.
plyus mat. Artı. podkoptığ s. Naili: "Kadustın pazına
plyuş Pelüş, pelür. kürcekfin tazılaanı hatığ çirde
podkoptığ at çorthandağı çili
plyuşç bot. Sarmaşık.
isfİlgen."U. Kokov (Kadus'un başı
plyuşevay Pelüş, pelüşten, pelyuşevay
na küreğin çınlaması naili atın sert
palto Pelüş palto.
yerde koşması gibi işitilmiş.) krş.
pobah bk. poğo
podkovalığ.
pobıy Naz, cilve.
podkova Nal.
pobılan- Nazlanmak, cilve yapmak.
pobılanaaçı s. Nazlı cilveli, kaprisli. podkovalığ s. Naili.
pobılığ s. Nazlı, cilveli. podlejaşçay gr. Özne, fail.
poca Posa, t o r t u , as arağazmın podmaster'e Kalfa.
pocazı tahıl içkisinin tortusu. podnos Tepsi.
poç ünl. Oh!, Hey, Ay!: "Poç, sin, palam, podohodnay s. Gelir, podohodnay
tahpı nay tartpa." V. Şulbayeva
(Hey, sen yavrum, hiç sigara içme!) nalog gelir vergisi.
poçerk Yazı, el yazısı. podova At arabası.
poçop Çobanın ücreti. hoy podpaska Çoban yardımcısı.
hadarğanının poçobın pirgen ko podpilka Eğe.
yun çobanının ücretini vermek. podpisaf pol- İmzalamak.
poçta 1. Postahane: "Levanan Sanca
podpisçik Abone. gazetanın
aal ortızındağı poçtazar
polpisçikterî gazetenin aboneleri.
-372-
podpol'nay pogır
zıyor. polar! yeter, kafi, tamam. polis- Yardım etmek: "Aday adayğa
polğanı la her şey. polğan na her, polısça ba?" V. Kobyakov (Köpek
bütün. Erîncek kîzee polğan na köpeğe yardım mı ediyor?)
kün-pozırah. Atasözü (Erinen kişi polısçı Yardımcı: "Olarğa irîk çoh imcî
ye her gün, tatil.) türce polarman polısçızı polarğa kirek pot parğan."
çok geçmeden, hemen sonra, ür I. Kotyuşev (Onların mecburen dok
dee polbin çok geçmeden, andağ tor yardımcısı olmaları gerekiyor
daa polza öyle olsa d a . muş.)
polas Nahiye, kasaba: "Anın hırinan polızığ Yardım: "Polızığ kirek pîske." V ' .
polassar tari-tari çorıhnan hırıhça Şulbayeva (Yardım gerek bize.)
kazaktar iriip parğannar." A. praktiçeskay polızığ pratik yardım.
Kuzugaşev (Onun yanından nahi polızığa hığır- yardıma çağırmak.
yeye doğru dağınık dağınık giderek polızığ sös gr. edat. polızığ glagol
kırk kadar Rus geçmişler.) gr. yardımcı f i i l . polızığ tapsağ gr.
poldır- Oldurmak, yaptırmak, gerçekleş yardımcı ses. polızığ zalogı gr. iş
tirmek: "Andada sağın, imcee in teş fiil.
kirek tuşta çarıh poldırarğa poligon Poligon, atış alanı.
hınçathan çîli, harashı közenektî poligrafiya Poligrafi, matbaacılık.
tobıra çalbıran sıh parçathan." İ. poligrafiya promişlennozı matba
Kotyuşev (O sırada şimşek, doktora acılık sanayii.
en gerekli zamanda ışık vermek is
ter gibi, karanlık pencereyi tama poliklinika Poliklinik.
mıyla parıldatmış.) polis Poliçe.
polisemantizm gr. Çokanlamlılık.
poleno Odun. puruğ poleno kuru odun.
politbyuro Politbüro, politik b ü r o .
polevod Ekincilik uzmanı.
politehniçeskay s. Politeknik.
polevodçeskay s. Ekincilikle ilgili.
polevodçeskay brigadalar ekinci politeizm Çoktanrıcılık.
lik ekipleri. politekonomiya Ekonomi politik, siyasal
polevostvo Tarlacılık, ekincilik. ekonomi.
poiğa- Sezmek, anlamak. politiçeskay s. Politik, siyasal, siyasî.
politiçeskay ködîrîm siyasî yükse
polğaam 1. Sezgi, sezme. 2. Anlayış,
liş.
anlama. 3. Hafıza.
politika Politika, siyaset.
polğaamcıl s. Hafızası iyi.
politotdel Politik ş u b e .
polğaamna- Aklında tutmak, iyi dinle
mek. politseyskay s. Polisle ilgili, polisiye.
politsiya Polis.
polğaamnığ s. Hafızası iyi. polğaamnığ
kîzî unutmayan, aklında tutan kişi. polk ask. Alay, askerî birlik.
gvardetskay polk muhafız alayı.
polğağın Bellek, hafıza.
pol'ka (ı.) Polonyalı kadın.
polıl- Olunmak, yapılmak.
pol'ka (ıı.) Polka dansı.
polılğı bk. polis (ı.)
polkovnik ask. Albay.
polis (ı.) 1. Oluş, o l g u . 2. gr. İsim.
polkovodets ask. Başkomutan, başbuğ.
polis (ıı.) Yardım: "Ot kîzî polis pirgîdek
oshas potadır." V. Kobyakov (O kişi polojenie Durum, hâl, vaziyet
yardım edecek gibi görünüyor.) mejdunarodnay polojenie ulusla
Uluğlarğa orın pir, kîçîglerge rarası durum, voenney polojenie
polis pîr. Atasözü (Büyüklere yer savaş hâli. sotsialnay polojenie
ver, küçüklere yardım et.) sosyal durum, içtimai vaziyet.
polotno Keten, torğı polotno ipekli.
-375-
polpred poosta
polpred 1. Delege, murahhas. 2. Elçi. poom (ıı.) 1. Demet, bağlam.
polpredstvo Elçilik. köbîrgenîn poomı yabanî soğan
pol'skay s. Polonya, Polonyayla ilgili. demeti. 2. (bir) Kucak.
pol'skay tîl Leh, Polonya dili. pooma tıp. Sibirya yarası, poomadan
poluşubok Gocuk, poluşubok kis- hırılğan malnın teerîzîn
gocuk giymek. soydırbacan Sibirya yarasından
ölen hayvanın derisi yüzdürmemen.
polyak Leh, Polonyalı.
poomna- Demetlemek, buket olarak
poiyarnay s. Kutupla ilgili, polyarnay almak, destelemek, orğahnan as
ekspeditsiya kutup araştırma gezi
kizîp poomnirğa kirek orakla ekin
s i , polyarnay zona kutup bölgesi.
biçip destelemek gerek.
polyarnay tasha zool. Kutup baykuşu. poomnığ s. Demetlenmiş, buket yapıl
polyarnik Kutup kaşifi. mış, destelenmiş..
polyus 1. Kutup, yujnay polyus güney pomol Öğütme.
kutbu, severnay polyus kuzey poon (ı.) 1. Eklem, mafsal, poom
kutbu. 2. fiz. Kutup î k î polyus iki hathan ir pala eklemleri sertleşmiş
kutup. erkek çocuk.
polza bağ. Eğer, şayet. poon (ıı.) Çocuk zarı, bebek doğduğun
pomeşçenie Lokal, bina, lojman. da üzerinde bulunan zar.
pomeşçik Büyük çiftlik sahibi. poon- Kendini asmak. krş. moon-
pomidor 1. Domates, pomidorlar pis pooncah (ı.) Düğüm, pooncahtı sis-
parğan domatesler olgunlaşmış. 2. düğümü çözmek.
Domatesle ilgili, pomidor suu do pooncah (ıı.) Kötü ruh. pooncahtarnı
mates suyu. ham hamnap, piltîrî çoh hara
pomol Öğütme, unah pomol unı ince suğa tüzîrcen kötü ruhları Kam
öğütülmüş un. kamlayarak, kavşağı olmayan kara
ponedel'nik Pazartesi. suya dökmüş, pooncahha pastır-
kötü ruhlar tarafından öldürülmek.
pooh sag. Gözün iç açısı.
poolbah (ı.) 1. Düğüm. 2. Kalın, şişkin. poondır- Kendini astırmak.
poolbah (ıı.) 1. İçerik, muhteva. 2. An poonnığ (ı.) s. Eklemli, mafsallı, boğum
lam, mana. l u , üs oonnığ ah ot üç boğumlu ak
ot.
poolbahtığ (ı.) s. Zengin, muhteviyatlı.
poolbahtığ mmah zengin masal. poonnığ (ıı.) s. Zarlı, zarı bulunan be
bek, pala poonnığ törîptîr çocuk
poolbahtığ (ıı.) s. Düğümlü, poolbahtığ
zarıyla doğmuş.
çîp düğümlenmiş ip.
poorsah 1. Yağda kızartılmış küçük
poolcah Düğümcük, düğüm.
hamur yiyecek. 2. Puf böreği. 3. Et
poolta 1. Engel, mania. 2. Olay, vaka. 3.
suyuyla pişirilmiş, poorsah ügre et
Konu, mevzu, nımahtın pooltazı
suyuyla pişirilmiş çorba.
masalın konusu.
poos (ı.) Bağlama, takı takma, sas poos
pooltalığ s. 1. Olaylı, vakalı. 2. Maceralı,
serüvenli. nımahtın ucı-pazı uzun bağlanmış saç. nincî poos incilerle
polzın, ortızında pooltalığ polzın süslenmiş süs. çaçah poos çiçek
hikâyenin başı sonu uzun olsun, or bağlamış saç.
tası maceralı olsun, poltalığ çol poos (ıı.) Gebe (hayvan), poos inek
maceralı yolculuk. gebe inek.
poom (ı.) Engel, mania. Huu Hattar poosta- Sararak bağlamak, boğazından
poom salçalar Cadılar (kahrama bağlamak: "Sol azaanda poostap
na) engel çıkarıyorlar. salğan, tahazı çoh çabal tuup ödfk,
poostaa -
porçana
on azaa çalaas." N. Domojakov cekle besliyor, pora-harabıs par,
(Sol ayağında sarılıp bağlanmış t o çarir kuru yiyeceğimiz var, yeterli.
puksuz, kötü deri çizme, sağ ayağı porahat bot. Bektaşi üzümü.
çıplak.)
pora kürkü zool. Yaban tavuğu.
poostaa anat. (hayvanın) Boğazı, boğaz poral- Karışmak, katışmak: "Kolya, bay
kısmı, mal sohhan kîzee sıyıhha dadır? - poral parğan tabısnan
poostaazın pirçeler hayvanı kesen surca." A. Kuzugaşev (Kolya nere
kişiye hediye olarak boğaz kısmını de? - karışık sesle soruyor.)
verirler.
poralıs- Karışmak, katışmak: "On holının
poostan- (boğaz kısmından) Bağlan polğan çitinde harnan poralıs
mak: "Honaltah maymahtarın parğan." A. Kuzugaşev (Sağ kolu
türeyınen kindir pağnan nun durduğu yer karla karışmış.)
poostanğlap salğan." V. Kobyakov poramdıh 1. Bulanık, poramdıh suğ
(Geniş çizmelerinin koncundan bulanık s u . 2. Mat, donuk.
kendir iple bağlayıvermiş.)
poramzıh bk. poramdıh
poputçik Yol arkadaşı, pozına poputçik poran- Kirlenmek, pislenmek, bulan
körlep çör kendine yol arkadaşı mak.
arıyor.
poran s. Bulanık, kirli.
por (ı.) Eritilmiş yağın posası, hayah
porana Tırmık.
porınan hanaa çügettecen kay
mak tortusuyla atlı arabayı yağlar poranala- Tırmıklamak.
lar. poranna- Bulanmak, kirlenmek, suğ
por (ıı.) Kil. ah por ak kil. porannap parğan su bulanmış.
porannat- Kirletmek, bulandırmak.
pora 1. Bora, boz, kır: "Sizindin me,
hozannar çayğızın pora teerilîg pora söök Avam, alelade halk.
polğannar, am hıshıda ah porasta- Bulandırmak.
tonnığlar." İ. Topoyev (Düşündün porastal- Bulanmak, bulaşmak, karış
m ü , tavşanlar yazın boz renkli idi mak: "Arağaa porastal parğan
ler, şimdi kışın ak tüylüler.) 2. Bula Arkadiynîn harahtarınzar orta
nık, pora suğ bulanık su. pora körce." V. Tatarova (içkiye bulan
adının soonan kır atın arkasından. mış Arkadiy'in gözlerine dimdik ba
hara pora kara kır. ah bora ak kır. kıyor.)
pora- İlâve etmek, eklemek, katmak. porastan- Kirlenmek, pislenmek, bulan
çayğa süt pora- çaya süt katmak. mak: "Çalğıs albığa la pöriimnen
poraan Boran, kar fırtınası: "Talaylar porastanğam." V. Tatarova (Biricik
kizire ırah siilîp / Harlığ poraannı samur börkümle kirlendim.) "Çe,
tobırça." M. Arşanov (Denizler ge porastanma, silibis, -çoohtanğan
çerek uzaklarda süzülüp / Karlı bo Timur, andar körip." İ. Topoyev
ranı yarıyor.) (Haydi, kirlenme, atıver, konuşmuş
Timur, ona bakıp.)
poraanna- Kar fırtınası esmek,
boranlamak, boran çıkmak, tashar porat Bora at.
püün poraannapça dışarıda b u porbah 1. Kaz veya ördek tüyünden
gün kar fırtınası esiyor. yapılmış küpe, süs. has
poraatay zool. S e r ç e . porbağınan idîlgen ızırğa kaz
tüyünden yapılmış küpe. 2. Yumak.
porağ İlâve etme, ekleme, katma,
karıştırma. porbıy şor. Deri su kabı.
porağlığ s. Katışık, karılmış. porça Kurutulmuş yağ. porça ügre
pora-hara Yağsız, yavan (yiyecek). kurutulmuş yağ çorbası.
pora-haranan azırapça kuru yiye- porçana Kayalıklı sıradağ.
-377-
porço pos
porço Çiçek: "Kirce Keres, anın cadı. 2. Küçük ağaç kap. 3. Petek.
holında porçolar." V. Şulbayeva aar portağıları arı petekleri.
(Giriyor Keres, onun ellerinde ç i portfel' Çanta.
çekler.) porço çili çiçek gibi. portla- ( ı . ) sag. koy. 1. Yürek hızlıca
porçonan çabın- çiçekle kaplan çarpmak. 2. Yorulmak, yorgun
mak, kün porçozı bot. ateş çiçeği. düşmek.
ay porçozı bot. ay çiçeği.
portla- (ıı.) 1. Fokurdamak. 2. mec.
hoy porçozı bot. 1. Kardelen. 2. Düğün Mırıldanmak, homurdanmak 3. Boş
çiçeği. konuşmak, gevezelik etmek.
porçolan- Çiçeklenmek, çiçek açmak: portniha Terzi kadın.
"Kün altında porçolançathan / Kök
çazıda, tağlarda çörçe ol." i. portnoy Terzi, ipçîlernîh portnoyı ba
Kotyuşev (Güneş altında çiçekle- yan terzisi.
nen / Gök yazıda, dağlarda geziyor portret 1. Portre, resim: "Şarap apsahtin
o.) pis oolğının portretteri, minin alnın
da haydi turğan, am daa îdök
porçolandır- Çiçeklendirmek.
turğlapçalar." A. Çerpakov (Şarap
porçolığ s. Çiçekli: "Tobırğan çimi ihtiyarın beş oğlunun portreleri,
porçolığ ot." M. Arşanov (Kaplamış bundan önce nasıl duruyorsa, şimdi
yeri çiçekli ot.) de öyle duruyor.) portret hoosta-
porham 1. Kolluk. 2. Kol kapağı. resim çizmek. 2. Portreyle, resimle
ilgili, portret galeriyazı resim gale
porıh- Üzülmek, kederlenmek.
risi
porıhhanımnı ças üzüntümü dağıt.
portsigar Sigara tabakası, sigara kutu
pori Karışık, karma, harnan pori
su.
nanmır karla karışık yağmur, ot ah
porço pori ak çiçekle karışık ot. portsionnay s. Spesyalite, özel yemek.
porla- 1. Boğmak. 2. Çuval ağzı bağla portsiya Porsiyon.
mak. porttığ s. Limanlı. porttığ gorod liman-
porlığ s. Y a ğ çöküntüsü olan. lı şehir.
poroda Soy, cins. înek porodazı inek portugalets Portekizli.
cinsi. 2. Tabaka, tağ porodaları portugalka Portekiz bayan.
dağ tabakaları. portugalskay s. Portekiz'le ilgili.
porodalığ s. Cinsli, soylu: "Çahsı portugal'skay tîl Portekizce.
porodalığ mal öskirgen." M. portupeya ask. Kılıç kemeri, silâh kayı
Arşanov (İyi cins mal yetiştirmiş.) şı.
poroşok Toz. tîs poroşoğı diş tozu. portveyn Üzüm şarabı.
porsıh (ı.) zool. Porsuk, porsıh üzî poruçenie Vazife, ödev, iş, görev.
porsuk yağı. (ilâç olarak kullanılır.) partiynay poruçenie parti görevi.
porsıh (ıı.) kaç. zool. Kirpi. poruçik es/f. ask. Poruçik (eski Rus
ordusunda teğmen.)
porşen' Piston, nasostağı porşen'
poryadok Düzen, nizam: "Tayka arğıs,
pompalı piston.
tank çasttarında poryadok..." V.
port (ı.) Liman, talay portı deniz limanı. Şulbayeva (Tayka yoldaş, tank bir
port (ıı.) Dayanıksız, kırılgan, port îdîs liklerinde düzen.)
dayanıksız mutfak malzemesi, port pos (ı.) S. 1. Boş, dolu olmayan, pos
material dayanıksız malzeme. könek boş kova. 2. Rahat, sıkıntı
portağı 1. Süt kovası, portağıca sız, pos çurtas rahat hayat. 3. Boş,
imcektîg Çikçeekey huu hat Süt serbest: "Am pos tus kop polar." V.
kovası kadar memeli Çikçeekey Şulbayeva (Şimdi boş zaman çok
-378-
pos povestka
olacak.) pos tus boş zaman, pos postan Ergen, genç: "Postan oollarnın
salğan tın boş bırakılmış dizgin. îstîlerî köyer."\l. Mayneşev (Ergen
pos sal- serbest bırakmak. gençlerin içi yanar.) postan his
pos (ıı.) zm. 1. Kendi: "Olar postan genç kız.
çoohtazıp atarlar, pîs tee çoh." V. postanovka tiy. Sahneleme, sahneye
Şulbayeva (Onlar kendileri konu koyma.
şurlar, biz de olmadan.) 2. Gövde, postanovlenie Karar, hüküm.
beden. î k î postığ pol parğan gebe postanovşçik tiy. Sahneye koyan, yö
kalmış, (iki gövdeli olmuş.) 3. Boy, netmen.
endam, pozım kördîm kendim postanzıra- Olgun olmak, olgun dav
gördüm, pozın kendin, pozı kendi ranmak.
s i . Çahsı kirek pozı pozın
postanzıraah Olgun
mahtapça. Atasözü (iyi iş kendi
postarğay zool. Çayır kuşu, toygar.
kendini yüceltir.) pos alınca kendi
postığ s. 1. Boylu, boyunda, alğayca
başına, pos onday kişilik, karakter.
postığ tencere boyunda. 2. Beden-
pos ondayı çoh kîzî karaktersiz, l i , gövdeli. T k î postığ gebe.
şahsiyetsiz kişi. pozında sağın- i
postoyannay s. Mütemadi, aralıksız,
çinden düşünmek, pozı pozına
devamlı, postoyannay komited
kendi kendine, pos tîlî gr. ana dili. daimi komite.
pos (ııı.) (kumaş vb. boyamak için) Bo posyolok Kasaba, büyük köy. toğınçılar
ya, tavamın pozı sıhça kumaşın posyoloğı işçiler kasabası.
boyası çıkıyor. potentsial'nay fiz. tek. s. Potansiyel.
posha Küçük ağaç fıçı: "Poshacahtarzar potentsial'nay energiya
közîdîp, nime-de surğan." N. potensiyal enerji
Tyukpiyekov (Küçük fıçıları gösterip pot ünl. Vay! Hay! "Pot min tiputat
bir şey sormuş.) tus poshazı tuz polğanda, mındar çurtas polbaan."
luk. V. Şulbayeva (Vay, ben milletvekili
poshı bk. posha iken, böyle hayat yoktu.)
pothı Lapa, hamur (un ve yağdan.)
poshın- Boşalmak, boşanmak, kurtul
mak, serbest kalmak. potıh Kadın cinsiyet organı.
potıhtığ s. Kadın cinsiyet organlı.
posılka Gönderi, posılka ıs- koli gön
dermek. potolok 1. Tavan: "Potoloktı alğıt
sıhhannar." S. Çarkov (Tavanı g e
poslelog gr. Ek, edat. nişletmeye başlamışlar.) 2. Tavanla
posol Büyük elçi, sefir. ilgili, potolok arhazı tavan kirişi.
posol'stvo Büyük elçilik, sefaret. potrebitel' Müstehlik, yoğaltıcı, tüketici.
posol'stvonm haçızı elçilik baş ka potrebitel'skay s. istihlâk, tüketim.
tibi. potrebitel'skay kooperatsiya t ü
posparçıh zool. Çobanaldatan, ketim kooperatifleri
kuyruksallayan. potreblenie Tüketme, tüketim, allığ
post (ı.) Karakol, postta tur- karakolda potreblenienîh nimelerî yaygın
tüketim maddeleri.
nöbetçi olmak.
povar Aşçı.
post (ıı.) Oruç.
povest' Hikâye, uzun hikâye, povest'tar
posta- (çocuk) Yürümek. pala
skameyka hrinda postap çör ço sbornig hikâye antolojisi.
cuk peykeye tutunarak yürüyor. povestka ihbarname, celpname, çarğaa
parçan povestka mahkeme
postament Kaide, taban.
ihbarnamesi.
-379-
povidlo pogırı
povidlo Marmelât, meyve ezmesi. pozığlığ s. Çivili, içinde çivi kırıntısı
povinnosf Mükellefiyet, yükümlülük. kalmış parça.
îstenîstîg povinnosf çalışma pozım Kendim.
yükümlülüğü. pozın Kendin.
povozka Atlı araba, pır attığ povozka pozında par Gebe, hamile.
bir atlı araba. pozırah (ı.) Boz: "Sağamoh parbaspın,
poy ünl. Oy! Ay! pozırah at am daa köHlbeen." A.
poyas coğ. Kuşak, kemer, sooh poyas Kuzugaşev (Hemen gitmiyorum,
soğuk kuşak. îzîg poyas sıcak k u boz at henüz koşumlanmamış.)
şak. pozırah (ıı.) 1. Tatil, pazar günü.
poyli zf. Özgür, hür, serbest: "Keres pos Erîncek kîzee polğan na kün
poyli huzıcah, uçuh çörçe çır ibîre." pozırah. Atasözü (Erinen kişiye her
V. Şulbayeva (Keres kendi özgür gün tatil.) 2. Hafta.
kuşcağız, uçup durur her yerde.) pozıt- 1. Bırakmak, salıvermek: İvan
poytah Deriden dikilmiş ç o r a p . Petroviç, pu ipçî mini pozıtpinça."
poza (ı.) Dizgin, poza tart- dizginlemek, V. Şulbayeva (ivan Petroviç, bu ka
dın beni bırakmıyor.) holdan
dizgin çekmek.
pozıtpa elden bırakma. 2. (kap)
poza (ıı.) Arpa posası. Boşaltmak. 3. (vida vb.) Gevşet
pozaçı Arabacı. mek. 4. Kurtarmak: "PJs çoh-
poza pağ Dizgin: "Hızapıya Sofonovna çoostarnı paylardan pozıdar üçün
soondağı attın poza paan tut küresçebls."M. Kobyakov (Biz fakir
kilçetken." N. Nerbişev (Hızapıya leri zenginlerden kurtarmak için
Sofonovna arkasındaki atın dizgini mücadele ediyoruz.)
ni tutup gelmiş.) pozitiv foto. Pozitif.
pozı zm. Kendi. Çahsı kirek pos pozın pozitsiya 1. Pozisyon, durum. 2. ask.
mahtapça. Atasözü (İyi iş kendi Mevzi, peredevoy pozitsiyalar ileri
kendini över.) mevziler,
pozı- 1. Kurtulmak, serbest kalmak: pozni tıp. Süt hastalığı, pamukçuk.
"Timîr bollardan pozıp polbazın pozni pol- pamukçuk hastalığına
pîlînîp..." V. Tatarova (Demir gibi
yakalanmak.
kollardan kurtulamayacağını anla
yıp...) 2. (Vida vb.) Gevşemek. 3. pozrah (ı.) Pazar, tatil. krş. pozırah (ıı.)
Boşalmak. pozrah (ıı.) Boz. krş pozırah (ı.)
pozıdığ 1. Kurtulma, serbest kalma. 2. pöbîyke Bir tür kumaş.
(vida vb.) Gevşeme. 3. Boşalma. pöge Kemik oyununda kemiğin çukur
pozığ (ı.) Boya. yanının gelmesi.
pöge alızah Kemikle oynanan bir çocuk
pozığ (ıı.) Çivi: "Pana, tapsabin,
oyunu.
stenedegl pozığnı suurtbısça." V.
Şulbayeva (Pana, sesini çıkarma pögerî (problem) Çözme, pazıp pögerî
dan, duvardaki çiviyi çıkarıyor.) yazarak çözmek, paspin pögerî
pozığ haza- çivi çakmak, pozığ yazmadan çözmek.
tamazı çivi başı. pozığ uçı çivi u c u . pögîn Sayma, hesap.
pozığla- Çivilemek, çivi çakmak: pögîn Hesap, hesaplama, pögîn pîçîk
"Maymağın suurıp, tashahtı aritmetik.
pozığlapça." V. Şulbayeva (Ayak pögîn- Hesap etmek, düşünmek:
kabısını çıkarıp, rafı çiviliyor.) "Hayzının pazoh nımırhazın / Haba
nalçan tip pöglngen." N. Tinikov
(Hangisinin yine yumurtasını / Ka polbassın. Atasözü (Lapa yağla
pacağını hesap etmiş.) San karıştırılarak berbat edilemez.)
sanirğa sağıs kirek, sagınıp pölekçîn Teyze çocukları, pölekçînnîn
pögînerge is kirek. Atasözü (Sayı palaları "hara pöle" tîp adalçalar
saymaya akıl gerek, hesap yapma teyze çocukları "hara pöle" diye ad
ya us gerek.) landırılır.
pögîs (problem) Çözme, çözüş. pölencîk bk. pölekçîn
pögîs- Sorunu birlikte çözmek. pölerte kör- Kurt gibi bakmak, dik dik
pök- (ı.) 1. Hesaplamak. 2. (sorun) bakmak.
Çözmek: "Pu sunğnı pöger alnında pöles- (birlikte) Belemek, kundakla
çahsaadin üzürlp alarga kirek." V. mak.
Şulbayeva (Bu sorunu çözmeden pölîg Bölme, ayırma.
önce iyice değerlendirmek gerek.) pölîg tanığlar gr. Ayırıcı işaretler.
pray surığlarnı pök- bütün sorun
pölîk 1. Kol, branş, şube. kadrlar pölîgî
ları çözmek. kirektî posha
personel dairesi. 2. Bölme, duvar:
pögerge kilîs-sorunu kendi kendi
"Közenek azıh polğan, Payan
ne çözmek, hazna surığların pök-
pozının pöllglnde kniga hığırça." S.
devlet sorunlarını çözmek.
Çarkov (Pencere açık imiş, Payan
pök- (ıı.) Susmak, (konuşma) durmak. kendi bölmesinde kitap okuyor.) 3.
harashı polıbıshanoh Bölüm, pastağı pölîk birinci bölüm.
hushacahtar pöklebîskenner ka pölîkte- Bölmek.
ranlık olur olmaz kuşlar susmuşlar.
pölîl- Bölünmek.
pöke bk. möke
pölîlbes s. Bölünmez.
pökter- Yüklemek, üreen kîzînîh kibîn pölîlbes san mat Asal sayı.
kızın tirgîzîne pökter salğan. ölen
kişinin elbisesini arka terkisine yük- pölîs Bölme, bölüş.
leyivermiş. pölîstîg s. Bölümlü, pölîstîg sannar gr.
üleştirme sayı sıfatları, pölîstîg
pökterge Eyere atılmış yük.
soyuztar gr. beraberlik ve karşıtlık
pöl- 1. Bölmek: "Anı İki pöle, ağaaoh bağlaçları.
adalıs çarıh ünnlg uluğ nimes suğ
pöö 1. Düşman kalabalığı. 2. Saldırı,
ahça."F. Burnakov (Onu ikiye böle
rek, onunla adaş parlak sesli küçük hücum, çaağa çaalatçam, pööge
dere akıyor.) 2. Ayırmak, tecrit et pööletçem savaşta savaştırıyorum,
mek. saldırıya uğruyorum.
pöök 1. Cin, hortlak, haraa közenekke
pölçek zool. Kurt yavrusu, pöiçek aday
körerge çarabas, anda pöökter
polbas kurt yavrusu köpek olmaz.
geceleyin pencereye bakılmaz, o
püür-pölçek kurt. rada cinler (vardır.) 2. Korkuluk.
pöldîr- 1. Böldürmek. 2. Ayırtmak, tecrit pöök pol pardım. çok korktum,
ettirmek. korkuluk gibi oldum, ayna-pöögî
pöle Amcazade, halazade, kuzen. korkuluk.
pölenî pörtîbısse, holı tîtîrös pol pöölet- Saldırıya uğratmak.
parar kuzene vurulursa eller titrer. pöön anat. Bağırsak, inek pöönî inek
pöle piçe kuzen, pöle harmdas bağırsağı, tuyuh pöön körbağır-
kuzen. sak. açıh pöön on iki parmak ba
pöle- Belemek, kundaklamak, palanı ğırsağı.
pîzîkke pöle- bebeği beşiğe bele
mek. pörîg Dağın kuzey yanındaki küçük
koru. mal pörîge kîrîbîsken mal
pöle- sag. Bozmak, berbat etmek.
koruya girmiş.
Pothını hayahnan pölep
pörîk Börk, şapka: "Pörîktî suurıp pîlîs yüksek bilim. "Hulah
alıp, sol holına tudınıbıshan." F. hamahtan pözîk öspinçe." V.
Bumakov (Börkü çıkarıp, sol elinde Şulbayeva (Kulak alından yükseğe
tutmuş.) hulahtığ pörîk kulaklı büyümez.) 3. Yüksek, pözîk paa
börk. kamçat pörîk kunduz kür yüksek fiyat. 4. Yükseklik, tepe:
künden börk. tülgü pörîk tilki pos "Aal hırindağı pözîkte îkî kîzî körîne
tundan börk. tüskenner." i. Kotyuşev (Köy yanın
pörîktîg s. Börklü, şapkalı: "Hara daki tepede iki kişi görünüvermiş-
hurusha pörîktîg, simîs sıraylığ kîzî ler.)
turca." V. Kobyakov (Kara kuzu pözîk (ıı.) Şubat, pözîk şuurcan pözîk
börklü, semiz yüzlü kişi duuryor.) şapka uçuran (çıkaran) şubat (ayı).
Tört harındas pîr pörîktîg. Bilme kün uzatçan pözîk günleri uzatan
c e , masa (Dört kardeş bir börklü) şubat.
pörök- 1. (çocuk, yavru ailesini) Yadır pra zool. Sazan balığının bir t ü r ü .
gamak, yadsımak, pala pörök praçın Çadırda raf perdesi.
parğan çocuk ailesini yadırgar o l praktiçeskay s. Pratik, tatbikî olarak.
muş. 2. (avcı) İnsanlara yabancı praktiçeskay zanyatieler pratik
laşmak. dersler.
pört- Yarasına dokunmak, incitmek, praktik Pratisyen.
acıtmak.
praktika Pratik, tatbikî, praktigada
pörtîk 1. Acı, sızı. 2. tıp. Dolama, etya ügren- pratik olarak öğrenmek.
ran. 3. Öfkeli, kinli.
praktikant Stajyer.
pörtîktîg s. Acılı, pörtîktîg kîzî acılı kişi.
praktikantka Stajyer bayan.
(yakını ölmüş kişi.)
pörtîges bk. pörtik 2. . praktikovat pol- Uygulamak, tatbik
etmek.
pös Bez, kumaş, pösten aarlığ
kögenek tîkçen kumaştan kıymetli prat Kürkün sırtındaki aplikasyon.
elbise dikilir. pravilo Kaide, kural. arifmetika
praviloları aritmetik kuralları.
pöselçîk Hakas topraklarına göçen Rus.
pöselçîkter peer kilîp, tadar pravitel'stvennay s. Hükümet, hüküme
hıstarın tuthılap çurtabıshannar te ait, hükümetle ilgili.
Rus göçmenler buraya gelerek pravitel'stvennay komissiya hü
Hakas kızlarını alıp yaşamışlar. kümet komisyonu.
pözîk (ı.) 1. Uzun: "Kîzî sınman pözîgök pravitel'stvo Hükümet pravitelstvonın
sızırlığ, salaa ullinça pazahtığ paza, çlenî hükümet üyeleri.
öt polbas tayğa oshas, hoyığ as ös pravlenie Yönetim, yönetim kurulu.
parğan." M. Kokov (insan boyun pravlenie çlenî yönetim kurulu ü
dan uzun saplı, parmak büyüklü yesi.
ğünde başaklı ve geçilmez orman
pravo Hak, hukuk, yetki, salahiyet:
gibi sık buğday yetişmiş.) pözîk
"Pazığlığ curt polğan tuşta /
kîzî uzun adam. pözîk sınnığ uzun
Pravobıs çoh polğan." M. Kokov
boylu. 2. Yüksek: "Pîr küsküde ol,
(Baskıcı yurt var iken / Hakkımız
çörîp / Pözîk çirde 'suğ' taphan." P.
yok imiş.)
Ştıgaşev (Bir güz o gidip / Yüksek
yerde "su" bulmuş.) pözîk dağ yük pravolığ s. Hakkı, hukuku olan: "İpçî
sek d a ğ . tigîrnîn pözii göğün yük amdı sablığ kîzî, İrlernen tin
sekliği, pözîk çar yüksek yar, uçu pravolığ." M. Kokov (Kadın şimdi
rum, pözîk hırlığ tura yüksek çatılı ünlü kişi/ Erkeklerle eşit hukuklu.)
ev. pözîk pashıs yüksek merdiven. pray zm. Bütün, hep, tüm: "Kün pray
pözîk hamah yüksek alın. pözîk tîrîg nimenî îziinen cazındır salğan
-382-
prayzı priroda
sağamoh zf. Hemen, alelacele, hemen çay koyup oturmuş, mutlu yüzü
cecik. ateşte parıldatmış.)
sağarthı zool. Sakırga, koyun kenesi. s a ğ 1 1 c a n bot. Isırgan.
sağat Saat, zaman gösteren alet: "Aalda sağıldır- Işıldatmak, parlatmak, parıl
par sağat, anın ürii mağat." N. datmak.
Tinikov (Köyde saat var, onun sesi sağılış- Parıldaşmak, parılda
iyi.) altın sağat altın saat. tîrîg mak: "Pazına haydağ-da hatığ nime
sağat horoz. 2. Saat, altmış dakika. tenenîn isken, harahtarında çarın
T k î sağatta iki saatte. ottar sağılıshan." N. Domojakov
sağba 1. ikaz, haber verme, işaret (Başına sert bir cisim değdiğini
etme: "Kinetm pazoh Çohırah, işitmiş, gözlerinde kıvılcımlar
nimenîn-de sağbazın alıp, pürkek parıldamış.)
ürip pastaan."V. Kobyakov (Aniden sağın 1. Kıvılcım, şerare, parıltı, ışıltı.
yine Çohırah, bir şeyin işaretini alıp, 2. Şimşek: "Sağın sağıl halza, anın
boğuk sesle ürmeye başlamış.) 2. çariinda çoğartın urılçathan nanmır
Sinyal, çaa sağbazı savaş alarmı. tobıra ol ibîre çirdegî nimeler
sağbalan- 1. Meşhur olmak, ünlenmek. körmglep halçathannar." I.
2. işaret edilmek, haber verilmek: Kotyuşev (Şimşek çaktığında, onun
"Harasht kladovkada sağbalanğanı ışığından yukarıdan dökülen
pîldîrçe." A. Çerpakov (Karanlık yağmur ve etraftaki her şey
ambardan işaret edildiği görünüyor.) sağın pızıfina- şimşek
anlaşılıyor.) parıldamak, sağın sağıl- şimşek
sağbalığ s. Meşhur, ünlü. çakmak.
sağdır- Sağdırmak. sağın- Düşünmek: "Anı istîp, Aydo
sağdıras- Gıcırdamak: İzikteri îstînde sağın salça." V. Kobyakov
(Onu duyup, Aydo içinden
sağdıraza azıl parğannar." A.
düşünüyor.) Pazınan sağın,
Çerpakov (Kapıları gıcırtıyla
kögîsnen küres. Atasözü (Başınla
açılmışlar.)
düşün, göğsünle güreş.) Pumada
sağı- BeklemeJ<i__iiflTmak: "Ol kîzînm sağınıp a l , anan çoohta. - Atasözü
hatıg tabısnan köksebîzerîn sağıp (Önce düşün sonra konuş.) hara
turca." V. Kobyakov (O kişinin sert sağın- kötü düşünmek. îstînde sa
sesle küfretmesini bekliyor.) Z. ğın- içinden düşünmek, sağın çör!
Beklemek: "Ür sağıbaannar, türce hatırla! hatırda tut! onday sağın-
le polarman, at çügürcen çolğa üs
Çare düşünmek, nandıra sağın-
at sıhhannar." i. Kostyakov (Çok
yeniden düşünmek. 2. Merak et
beklememişler, biraz sonra yarış
mek, endişelenmek. 3. ihtimam
yerine üç at çıkmış.) 3. meç.
Beklemek: "Haydağ kün sağıpça göstermek. 4. Özlemek, hasret
pîstî tanda?" V. Şulbayeva (Nasıl çekmek.
bir gün bekliyor yarın bizi.) sağıncı bk. sağıs
sağıl- Işıldamak, parıldamak: "Sahay la sağındır- 1. Düşündürmek. 2. Merak
çarın çıltıstar / Sağılıp, uçup ettirmek, endişelendirmek. 3. Öz
tamılça." A. Topanov (Bütünüyle lem çektirmek.
parlak yıldızlar / Parlayıp, uçup sağmış 1. Düşünüş, düşünme. 2. Endi
sönüyor.) "Apsah çay ur salıp şe. 3. Özleme, özlem çekme.
odırğan, örMstîg sırayı otha sağıl
parçathan." N. Domojakov (İhtiyar
-403-
sagınıs sağıssıras
sağmış- 1. (birbirini) Düşünmek, 2. (bir kîzî delirmiş, sağısha alınmas an
birini) Merak etmek. 3. (birbirini) laşılmaz, ah sağıs iyi düşünce, ha
Özlemek. ra sağıs kötü düşünce, çîg sağıs
sağır 1. (at) Sağrısı. 2. Sağrı derisinden şüpheci düşünce, tar sağıs dar d ü
yapılmış, sağır maymah sağrı de şünce. sağınıp-pögîn-feAr.
risinden ayakkabı. düşünüp taşınmak, sağıs habın-
sağıra- Saksağan ötmek. aklını dermek, bir fikir düşünmek.
sağırçı (atı dört nala) Süren, sürücü çîglenîs sağısnan küres- şüpheci
fikirle mücadele etmek, sağısta t u t -
sağırla- Atın sağrısına vurmak: "Anı
aklında tutmak, aklına gelmek,
çîksîde sağırlabıshan Toyöh, küren
aymah sağıstar çeşitli düşünceler.
sıraylığ ool." N. Domojakov (Onun
orta sağıs doğru düşünce.
sağrısına vurarak ürkütmüş Toyön,
sağıs (ıı.) Ağaç gövdesinde sakız, reçi
yağız yüzlü oğlan.)
ne, krş. saas
sağırlığ s. Sağrılı: "Sarig tay, pîs sağısıra- Endişe etmek, kaygılanmak,
hulahtığ, nınmah sağırlığ, tört telaşlanmak, rahatsız olmak: Anın
çastığ mal." N. Domojakov (Sarı sırayı ooğas-ooğas çıırılğlap,
tay, sivri kulaklı, dört yaşında sağısırap, çobalğanı sırayınan
hayvan.) pîldTstîg pol turadır." V. Kobyakov
sağırthas sag. zool. Çekirgegillerden bir (Onun yüzü çizgi çizgi kırışıp,
böcek. krş. sarısha kaygılanıp acı çektiği yüzünden
sağırthı zool. Çekirge. belli oluyor.) krş. sağıssıra-
sağıs (ı.) 1. Akıl: "Ol amdı, sağızma sağısırabas s. Kaygısız, tasasız, endi
nime klrze, 'anı tahpahha klrîp, ırlap şesiz.
çörçe." V. Kobyakov (O şimdi, sağısıras Kaygı, telaş, düşünce, gaile:
aklına ne gelirse, onu türkü edip, "Sağısıras çoh nanğa çathanda,
söylüyor.) Sağızıfı par polza, uygu daa tadı I iğ, anın habızı daa
albahı polba. Atasözü (Aklın varsa, halın." N. Domojakov (Kaygısız
akılsızca davranma.) sağısnan yana yatınca, uyku da tatlı, onun
sanazadır, kögîsnen kürezedîr. uykusu da derin.) sağısıras çoh
Atasözü (Akılla hesap edilir, göğüs kaygısız, düşüncesiz.
le güreşilir.) sağızı çoh akılsız, d ü
sağısırat- Endişelendirmek, rahatsız
şüncesiz. 2. Düşünce, fikir:
"Aydonıh sağızma naa, hatığ, tîrfg etmek.
sağıs kire tüsken." V. Kobyakov sağıssıra- Merak etmek, endişelenmek:
(Aydo'nun aklına yeni, kesin, canlı "Şahtadahar sağıssıracah nime
fikir gelivermiş.) Sağızın çarıh çoğıl, sağaa çazılarğa kirek." S.
polzın, çazıfi uzah polzın. Atasözü Çarkov (Maden ocağında
(Düşüncen aydınlık olsun, yaşın endişelenecek bir şey yok, senin
uzun olsun.) Sağıs talaydari daa iyileşmen gerek.) krş. sağısıra-
çalbah, pîlîs tağdan daa u l u ğ . A sağıssırabas Meraksız, endişesiz.
tasözü (Fikir denizden de geniş, sağıssıras Kaygı, endişe: "Anan sah
bilgi dağdan da büyük.) 3. Arzu, is oloh tuşta olarğa sınında haydağ
tek, dilek, hığırarğa sağıs par o ağırığ pol parıp, anı haydi
kuma isteği var. sağısha kîr- a) ak çazardahar sağıssıras harılğan." İ.
lına gelmek b) ayılmak, sağızı ç i t - Kotyuşev (Sonra tam o sırada,
aklı ermek, sağızı çitpes akılsız, onlara gerçekte hangi hastalık
aptal, aklı ermez, sağızı sıhhan
-404- sahpa
sağıssıros
sıp-sım tekr. Suspus, sessiz: "Prayzı çirkin yüzlü, sırayı çoh yüzsüz, u
sıp-sımnar, çe postan tîgî ooh tanmaz, hayasız. 2. gr. Şahıs, sıray
obaalığ kürgende irtîpçetken uğaa orındızı şahıs zamiri.
çapsıstığ kirekte polğannar." N. sıray- Göz önünde bulunmak, dikilip
Domojakov (Hepsi suspuslar, durmak.
kendileri uzakta küçük taşlı
sıray-çüs tekr. Yüz, çehre, surat.
kurganda olan çok ilginç olayı takip
ediyorlar.) sırayıs- (birlikte) Dimdik durmak.
sıraylığ s. Yüzlü, ah sıraylığ ak yüzlü.
sır (ı.) Boya: "Ayman sırlaman sırlanğan
çalbah sıraylıh geniş yüzlü, küren
çili / Algım stranam irffsçe." S.
sıraylığ esmer, yağız, sadıra
Kadışev (Çeşitli boyalarla
sıraylığ çilli, yüzünde çilleri olan.
boyanmış gibi / Geniş yurdun
îkî sıraylığ iki yüzlü, hooray
geçiyor.)
sıraylığ Hakas yüzlü, sooh
sır (ıı.) Peynir, hoy sırı koyun peyniri. sıraylığ soğuk yüzlü.
sır (m.) kaç. Ok. sır tabızı ok sesi. sırba- Karışmak, sarpa sarmak.
sıra (ı.) sag. Sırık, çubuk: "Uzun sıra sırbağ 1. Karıştırma. 2. Sebepsiz ç ı
huzuruhtığ / Cırken ala kiptîgbln." kışma.
N. Tinikov (Uzun sırık kuyruklu /
Çirkin ala elbiseliyim.) uzun sırbağa bk. sabağa
sıranan siden tuthan uzun sırıkla sırbal- 1. Karışmak: "Am subyekt pJske
çit yapmış. sırbalça." V. Şulbayeva (Şimdi fail
bize karışıyor.) 2. Sebepsiz çıkış
sıra (ıı.) 1. Şıra. 2. Bira. sıra açıt- bira
mak: "Noğa îdi çoohtandı ol?
hazırlamak, poza par, sıra par, î-
Pîldîstîg, pîldîstîg, postan it salıp,
çer polzar pîsser par! boza var,
mağaa sırbalarğa, mağaa
şıra var içeceksen bize var(git)!
sastırıbızarğa." N. Domojakov
sıra (m.) kız. bot. Sedir, altın pürlîg pay (Niçin öyle konuştu o? Belli, belli,
sıra altın yapraklı kutsal sedir (ağa kendileri yapıp, bana çıkışıp
cı). benimle tartışmak için.)
sıracah Körebe (oyunu), sıracah sırbalcıh s. Bahaneli, bahanesi olan,
oyında harah palğapçalar körebe sebepsiz çıkışan, sıınıp odırğan
oyununda gözler bağlanır. kızı sırbalcıh polça yanaşıp oturan
sırah kız. Çıra. sırah hurut- çıra kurut kişi bahaneli olur.
mak. sırbah s. 1. Riyakâr, ikiyüzlü. 2. Ayıp,
sırah müüs İki yaşında yabanî keçi. kusur.
sıranah anat. Kuyruk sokumu, mal sırbanna- 1. Horozlanmak, hindi gibi
sıranağın ipçîlerge çidîrtpinçeler kabarmak. 2. Cilvelenmek, nazlan
malın kuyruk sokumunu kadınlara mak.
yedirmezler. sırbat- Karıştırmak: "Sıhsalar,
sırahma bk. sırıhma palalarının üçün min sırbadam, ol
sıray 1. Yüz, çehre: "Apçaynıh ah pala haydi-pıdi pol parza, körçezer,
sırayı uyathanına sala hızar uluğ pîlbeste çatça." M. Domojakov
parğan." G. Topanov (Apçay'ın ak (Çıkarlarsa, çocukları için ben
yüzü utanmasından biraz kızarmış.) karıştırayım, o çocuk nasıl böyle
ah sıraylığ ak yüzlü, beyaz yüzlü. olduysa, görüyorsunuz, kendini
sırayğa çahsı yüzü güzel, güzel kaybetmiş yatıyor.)
yüzlü, sırayğa homay yüzü çirkin,
-428-
sırbattır sırsah
sırbattır- Karıştırtmak: "Çabal nimes tuthlap, siberlenlp ağas arazınca
sırbattır saldın, Fedor Pavloviç, tıp, pastır sıhhan, hıronı pozının üstüne
paza pir sağıs hulaana sarığ seek tooladıp." A. Kuzugaşev (Söğüt
çili nımılapça."N. Domojakov (Kötü ağaçlarının çıplak dallarını yana
değil karıştırdın, Fedor Pavloviç, çekip, dikkat edip ağaç arasına
diye, başka bir düşünce kulağına yürümüş.) 2. Sopa, değnek, çıta:
sivrisinek gibi vızıldıyor.) "Siden pletenlnın ağbay turğan
sır çılan 1. Ejderha, çitî pastığ sır çılan sırıptarı." Bahçe çitinin ağaran
uçuğıp odır yedi başlı ejderha u çıtaları.)
çuyor. 2. Mitolojik ok yılanı. sırıp (ıı.) (fındık, fıstıkta) Kabuk, huzuh
sırğan 1. Mızrak. 2. Avlanırken ine soku sırıbı çam fıstığı kabuğu.
lan sırık. sırıp-sarıp tekr. Çalı çırpı: "Sırıp-sarıptar
sırğancıh sag Pantolon paçasının alt pir çirge salçam." M. Kilçiçekov
kısmı, ipçî k î z î stan sırğançığın (Çalı çırpıyı bir yere koyuyorum.)
haslına közîtpecen kadın kişi pan sırıspa bk. sırıtpa
tolonun (geniş) paçasını kayın pe sırıtpa Küçük saç örgüsü, sırıtpa
derine göstermemeli. sürbes sinîne çitken his pala saç
sırğanna- Avlanırken ine sırık sokmak. ları küçük örgü olabilecek çağa
aba înîne sırğannap sal- ayı inine gelmiş kız çocuğu.
sırık sokmak. sırla- (ı.)Boyamak: "Hushun hoohtabaan
sırğay (ı.) Kozalak indirmeye yarayan / Hoybal çazızın / Hızıl puğdaynan
sopa. sırlapçabıs." M:kilçiçekov ( Kuzgun
sırğay (ıı.) Şaşı. sırğay harahtığ gaklamayan / Koybal ovasını / Kızıl
buğdayla boyuyoruz.) sas sırla-
şaşı gözlü.
saç boyamak, tırğah sırla- tırnak
sırğayah sag. Küçük çubuk. ojelemek.
sırğıy kaç. Kökü kurumuş ağaç, çalı.
sırla- (ıı.) 1. Kişnemek. 2. Bebek bağır
sırhaa (sürüde) Veba, salgın, hadarğan
mak.
malğa sırhaa kîrbeen otlatılan ma
la salgın grmemiş. sırla!- Boyanmak:
sırı- Sırımak, seyrek dikmek: "Kop önnîg sırlan- Boyanmak: "Aymah sırlaman
çuruhtarnan sırıp tikken çorğan çili sırlanğan çili / Algım stranam
Idîllze halğannar." N. Domojakov irtîsçe." S. Kadışev (Çeşitli
(Çok renkli bez parçalarıyla sırılıp boyalarla boyanmış gibi / Geniş
dikilmiş gibi edilmişler.) yurdun geçiyor.)
alğan odır pu slzlk sıraylığ, îkî skameyka Sıra, peyke: "Sumkalar stol
eektîg, terpek hazan tündergen alnınzarhı skameyka üstüne sahi
oshas pastığ tadar." N. Domojakov parğan." İ. Kotyuşev (Çantalar
(Ne de k ö t ü , çok şaşırtıcı şey masanın karşısındaki sıraya
düşünüp duruyor bu şiş suratlı, iki bırakılmış.)
çeneli, yuvarlak kazan skandal Skandal: "Şkolada pir dee
döndürülmüş gibi kafalı Hakas.) skandal, pir dee hınığ oyın, pir dee
sızîk naah şişmiş yanak. kilklm arah tudıs, Vaska
sizîktîg s. 1. Düşünceli, anlayışlı: aralaspaanda, irtpecen." A.
"Zoyka suğ çoğm pîlgen, paza ol Kuzugaşev (Okulda herhangi bir
sizîktîg on çastığ hızıcah polğan, çe skandal, güzel bir oyun, çaplıca bir
andağ daa polza, paza sıdacaa kapışma Vaska girişmeden
çohta, pabazın hıshan." N. geçmiyor.)
Domojakov (Zoyka su olmadığını skat zool. Kedi balığı.
biliyordu ve on yaşında anlayışlı bir skatert' Masa örtüsü, sofra örtüsü.
kızdı, fakat öyle de olsa, dayanacak
skazuemay gr. Yüklem.
gücü kalmadığından babasını sıkış
tırdı.) 2. Makul, ihtiyatlı, sağduyulu. skelet iskelet.
3. Anlayışlı, ferasetli. skipidar Terementi.
sizîn- 1. Fark etmek, farkına varmak, sklad Depo: "Alcıbay irtengîzîndök
anlamak, kavramak. 2. Hissetmek, skladtan çardılar, pozığ paza annan
duymak, sezinmek: "Ol pray daa pasha tura tıhtirına
çlglengen paza sizîngen kireksllçetken nimelernl alıp alğan."
nimelerînln sınğa tur parğanın pil S. Çarkov (Alcıbay sabahleyin
salğan." İ. Kotyuşev (O bütün depodan kalaslar, çivi ve başka da
şüphelendiği ve sezdiği şeyerin ev tamirinde gerekli olan şeyleri
gerçek olduğunu anlamış.) almış.)
sîzîn- Şişmek, kabarmak: "İrten skleroz tıp. Skleroz, doku sertleşmesi.
pabamnın sırayı paza azah-holları sklonenie gr. Çekim.
kızl tanıcaa çoh pola sîzlnglep skorpion zool. Akrep.
parğan." V. Kobyakov (Sabah
skotovodçeskay s. Hayvancılıkla ilgili.
babamın yüzü, elleri ve ayakları
tanınmayacak şekilde şişti.) skotovodstvo Hayvan yetiştiriciliği.
skovorodka Tava.
sizîndîr-Hissettirmek, sezdirmek:
"Kolka, parar çirln közldlp, pazın skripaç Viyolonist, kemancı.
iklpçe, pozının pazoh parıp körerge skripka Viyolon, keman.
hınmaanın sizlndlrlp." A. skul'ptor Heykeltraş.
Kuzugaşev (Kolka, gideceği yeri skul'ptura 1. Heykel. 2. Heykelcilik.
gösterip, başını sallıyor, kendinin skumbriya zool. Uskumru.
yeniden gidip görmek istemediğini
sezdirerek.) skver (küçük) Şehir b a h ç e s i .
slagaeman mat. Toplanacak sayı.
sizînîs Seziş, sezgi.
slanay İri ve yüksek ağaç. slanay
sizînîs- Birlikte hissetmek, sezinlemek,
fark etmek, kavramak, anlamak. harağayah uzun ve düzgün çam.
sizîs- (birlikte) Duymak, sezmek, his slanets Şist.
setmek. slavyanin Slav.
slavyanska Slav kadın.
slavyanskay
-440- soğan
sveçi Mum: "Pürkek sveçı çarıpça." A. svodka Bülten, haber, bildiri, rapor
Topanov (Donuk mum işiyor.) pogoda svodkazı hava raporu.
sveçka 1 .Buji. 2. Mum. svyaz' Muhabere, haberleşme.
sverhuroçnay s. Fazla mesai. svyazist 1. Posta memuru. 2. Haberci.
sverhuroçnay toğıs fazla mesai. svyazşçennay Mukaddes, kutsal.
sverlo Matkap, delgi svyokla Pancar.
svetofor işaret feneri, işaret lâmbası. syezd Kongre.
svidetel'stvo Rapor, şahadetname, syomka Çekme, çevirme.
belge töreennener svidetel'stvo syujet Süje, konu, mevzu.
doğum raporu, doğum belgesi. syurtuk Redingot.
svinka 1. Ot yığını 2. tıp. Kabakulak.
şayba tek. Rondelâ, pul.
taarığ Ekme, ekim. as taraan hıra ekin Kostyakov (İnsanların alkış sesleri,
ekilen tarla. at tabanı gümbürtüsüyle birlikte
taarığcı Çiftçi, köylü. uğuldamış.) çalbah taban mec.
taarığlığ s. Çiftçilik, hırğıstar as kurt. (geniş taban)
taarığlığ çon Kırgızlar çiftçilik ya taban (ııı.) Becerikli, eli uz. it taban
pan toplum(muş.) köpoğlu! kücür taban hilekâr, d ü
zenbaz, dolandırıcı.
taarla- Yüklemek: 'Taarla ol hanaağa, al
par, kör, pray nime ornında polzın." tabandırıh Ayak tabanlığı.
N. Domojakov (Yükle o arabaya, al tabanğahlk. zool. Kene, sakırga.
götür, bak her şey yerinde olsun.) tabanna- 1. Tabanlarıyla atın böğrüne
hanaağa od in taarla- arabaya o tepmek. 2. Tıpış tıpış yürümek.
dun yüklemek.
tabas (kızakta) Ayak yeri. sana tabazı
taarlağ 1. Yükleme. 2. Yük. kızakta ayak yeri.
taarlağlığ s. Yüklü, aar taarlağlığ ağır tabel' Liste.
yüklü. tabı 1. Kağıttan bir tür kumaş. 2. Bu
taarlas- (birlikte) Yüklemek. kumaştan naa tabı kögenek yeni
taarlas Yükleme, üzerine koyma. 'tabı' kumaşından elbise.
taarlat- Yükletmek: "Min sinî ot tabığ (ı.)Seçim.
taarlatpaspın, Aydocah." V. tabığ (ıı.) 1. Buluş, bulma, keşif, keşfet
Kobyakov (Ben sana ot yükletmem, me, çözme, ortaya çıkarma. 2. Ka
Aydocuk.) zanç, altın toğınğan çonnın tabii
taarlığ s. Pelerinli, pelerin giymiş: altın işçilerinin ücreti.
"Pozanı hızamzıh irgî taarlığ kîçicek tabığcı Seçmen: "Tabığçılar toğır
hara sıraylığ iren, izep ala, polıbıshannar." V. Şulbayeva
sîlîgîbîsçe." N. Tyukpiyekov (Seçmenler karşı çıktılar.)
(Dizgini, kırmızı eski pelerinli, küçük tabığlığ s. Seçimli, seçim, tabığlığ
yağız yüzlü erkek, çekiştirerek komissiya seçim komisyonu.
silkeliyor.)
tabii- (ı.) 1. Bulunmak: "Alcıbayğa
taartzool. Yelve, bıldırcın kılavuzu taart polızar kîzi tabılbaan." S. Çarkov
tapsapça yelve ötüyor. (Alcıbay'a yardım edecek kimse
taa-tuğan tekr. Yakın akraba, tügencî bulunamamış.) 2. Keşfedilmek,
toyında taa-tuğanğa paar çiirge bulunmak.
çarabas cenaze töreninde yakın tabii- (ıı.) Seçilmek.
akrabaların karaciğer yemesi ya
tabılğa hlk. zool. Kene.
saktır.
tabılğat sag. bot. Erkeç sakalı, çayır
tabah Tabak.
melikesi: "Tabılğatha tudınıp alıp,
taban (ı.) Boa yılanı: "A mına pular, töbîn harahsın körçebîs." M.
kommunistter, ülgüdegî tabannar, Çebodayev (Erkeç sakalına
strananı pray odap parklar." V. tutunup, aşağıya bakıyoruz.) ayna
Şulbayeva (İşte bunlar, tabılğattan horıhça şeytan erkeç
komünistler, iktidardaki boa sakalından korkar.
yılanları, ülkeyi bütünüyle
tabılğı bk. tabılğat
yakıyorlar.)
tabın- Bulmak: "Torkadan surar daa,
taban (ıı.) Taban: "Kîzîlernîn aya
ağaa çoohtir daa nimezîn tabınmin
şahıstan, at tabanı nızıraannan
turca." V. Kobyakov (Torka'dan
hada pîrge nızırap sıhhan." İ.
tabir -469-
tacıra
soracak da, ona anlatacak da şey halkı savaşla korkutamazsın.) Pozı
bulamayıp duruyor.) pîr tudım, tabızı tağ talapça. -
tabir Damar krş. tamir. Bilmece, tüfek. (Boyu bir tutum, se
si dağı yıkar.) tabıs çoh sessiz.
tabırah 1. is. Hız, çabukluk, sürat. 2. s.
tabıs çoh külkî sessizce gülüm
Süratli, hızlı, seri, çabuk, çevik:
seme, ötîg tabıs keskin ses. kür
"Anın hırında tabırah pazıtnah
tabıs gür ses. nımzah tabıs yumu
Keres irfîpçe." V. Şulbayeva (Onun
şak ses. pürkek tabıs boğuk ses.
yanından hızlı adımlarla Keres
harlama tabıs gürleyen ses. açığ
geçiyor.) 3. zf. Çabuk, süratle, he
tabıs acı ses. aldanıstığ tabıs yal
men: "Tabırah, minin sağaa çoohtir varan ses. îdîrgek tabıs kızgın ses.
çooğım par." S. Çarkov (Çabuk, hatığ tabıs sert ses. çarım tabıs
benim sana söyleyecek sözüm yarım ses. mıltıh tabızı tüfek sesi.
var.) Köp nimenî pîlzen, tabırah örînîstîg tabıs neşeli ses. aba
kirîp pararzıfi. Atasözü (Çok şeyi tabızı ayı sesi. kügürt tabızı gök
bilirsen, çabuk ihtiyarlarsın.) gürültüsü sesi. mönek tabıs kaygılı
tabırah poezd hızlı tren, tabırah ses. huruğ tabıs kuru gürültücü,
çürektîg çevik, tez canlı, tabırah yaygaracı.
hığır- hızlı okumak tabırah ağın
hızlı akım. tabıs- Buluşmak.
tabırah-tabırah tekr. zf. Çabuk çabuk: tabıs-tubıs tekr. Tapış tıpış.
"Küren at, suğuliin hocırada tabısta- Seslenmek, çağırmak.
tabırah-tabırah taynanıp..." N. tabıstan- Ses vermek, bağırmak.
Domojakov (Yağız a t , gemini tabıstığ s. 1. Sesli, ötîg tabıstığ
kütürdeterek çabuk çabuk pituğas keskin sesli horoz, çoon
çiğneyip...) tabıstığ kalın sesli. 2. Gürültülü,
tabıram (eğrilmiş) Yün, kıl. patırtılı, kavgalı. İki çabal p î r î k î p
tabıramnardan hıl arğamcı hatça çurtaza, tabıstığ polcan; hosti
eğrilmiş iplerden kıl sicim (halat) honcıhtarğa curt çoh polcan. A
örülür. tasözü (İki kötü birlikte yaşasa kav
tabırandı bk. tabıram galı olur, yakın komşulara yaşamak
tabırğa sag. zool. Dağ sıçanı. haram olur.) tabıstığ kirek skandal.
tabırğan zool. Uçar sincap. tabıstır- Buluşturmak.
tabırğı zool. Geyik Tabırğı çortpaan tağ tabıs-tubus tekr. Ses, ses seda.
çoğıl, tarıhpin ösken er çoğıl. A tabletka Tablet, hap: "îcezî körbeen
tasözü (Geyik koşmayan dağ yok arazında Ivan Petroviç fili altına
tur, darlığa düşmeden büyüyen in tabletka şuhça." V. Şulbayeva
san yoktur.) (Annesi görmediği sırada İvan
tabıs (ı.) Buluş. Petroviç dilinin altına tablet
sokuyor.)
tabıs (ıı.) Ses, seda, ün: "Olğannarnıh
tabıstarı ür nimeske çit parğan, tablitsa Tablo, cetvel, hatirının tablitsa
prayları sağınçalar." i. Kostyakov mat. çarpım tablosu.
(Çocukların sesleri birazcık tabrah bk. tabırah
kesilmiş, hepsi düşünüyor.) tabrat- Bükmek, burmak, döndürmek.
Tabısnan tağnı talap polbassıiî,
tabun Sürü, tabun.
çonnı çaanan horğıt polbassıiî.
Atasözü (Sesle dağı yıkamazsın, taburetka Tabure.
tacıra- Cızırdamak.
-470- tağ
tacıra
tacıra- tıcıra tekr. Cızırtılı. süt, ah, tadılığ puğday İpektin uluğ
tacırt 1. Bir atışta birden çok av vurmak. filîniî." A. Kuzugaşev (Taze s ü t ,
kiiktî üs taçırt athan bir atışta üç beyaz, lezzetli buğday ekmeğinin
dağ keçisi vurmuş. 2. Aşık oyunun büyük dilimi.) 3. mec. Tatlı, hoş, ra
da bir atışta birden çok aşığa do hatlatıcı, güzel: "Çe nımzah ot
kundurmak. tözek, tadılığ uygu Aydonı tabırah
çaba pashan."M. Kobyakov (Fakat
tadar 1. Tatar, hazan tadar Kazan Tata
yumuşak ot döşek, tatlı uyku
r ı , hırım tadar Kırım Tatarı, azay
Aydo'yu çabucak sarmış.) "Kire
tadar Asya Tatarı. 2. Hakas. min
salğan sooh kii paza ças süttih
ton tadarbın ben katışıksız
tadılığ ÇIZI ushurıbıshan." A.
Hakasım. hızıl tadar Kızıl Hakası.
Kuzugaşev (Giren soğuk hava ve
sağay tadar Sagay Hakası. 3.
taze sütün güzel kokusu
Hakas, Hakaslara ait, Hakaslarla i l
uyandırmış.) tadılığ ıs- güzel
gili: "Een ne çurttar çili, azırayıshan
tadar iblerf." N. Domojakov (Issız koku. tadılığ çurtas tatlı hayat.
evler gibi, ayrılıyor Hakas evleri.) tadıra- 1. Hızlı ve çok konuşmak
tadar çeyî (kaymaklı) Hakas çayı. tadırada hığırçadır hızlı okuyor. 2.
tadar kögenektîg Hakas gömlekli. Gürültü çıkarmak. maşına
tadar kiptîg Hakas elbiseli. tadırapça araba gürlüyor. 3. Takır
tadarlap zf. Hakasça: "Ol uğaa çapsaan, damak, tıkırdamak: "Oraylat salğan
kîrösteen pabazı tadarlap çolcının hanaazı tadırapça." S.
çoohtanıp, paarsapçathanın." N. Çarkov (Geciken yolcunun arabası
Tyukpiyekov (O çok şaşırmış, vaftiz tıkırdıyor.) 4. Cırcır ötmek
babasının severken Hakasça tadırah zool. 1. Cırcır, tadırah tadırasça
konuşmasına.) cırcır ötüşüyor. 2. mec. Geveze.
tadı- Tadında olmak: "Tihls talaynı tadıras (ı.) 1. Halka şeklinde çocuk o
hastada çörzem / Hazır suğlarıh yuncağı. 2. İlkel araba, tadırastığ
tadii tadıpça / Humnığ çazıda uçuh çörçe basit arabayla gidiyor.
parçatsam / Kök tayğalarıh tadıras (ıı.) Gürültü, patırtı.
haraamda turca." M. Kilçiçekov tadıras- Gürültü, patırtı çıkarmak.
(Denizin kıyısında yürüsem / tadırat- Gürültü, patırtı çıkartmak.
Coşkun suların tadı tadında /
Kumlu yazılarda uçup gitsem / Yeşil tadıros s. Geveze, zevzek.
ormanların gözümde durur.) tuzı tadjik Tacik.
tadıbinça tuzu az. tağ Dağ: "Tağ tağnan urunıspacah, iki
tadığ Tat, lezzet: "Andağ nimedeh nancı toğaspin polbacah teeni sın
taaraan as özer be, öspes! Azının poltır." V. Kobyakov (Dağ dağa
tadii daa polar ba, polbas!" M. kavuşmaz, insan insana
Kokov (Bununla ekilen ekin büyür kavuşmadan olmaz, denmesi
m ü , büyümez! Tahılının tadı olur gerçek olmuş.) Tabırğı çortpaan
m u , olmaz!) çistek tadii yemiş t a d ı . tağ çoğıl, tarınpin ösken er çoğıl.
Atasözü (Geyik koşmayan dağ yok
tadıla- Ölünün giysisini parçalamak.
tur, darlığa düşmeden büyüyen er
tadılığ s. 1. Tatlı. Talbıtçah kîzînîn yoktur.) azağı hoh çoğıl tağnı
ülüzî tadılığ. Atasözü (Kaprisli kişi talapça. -Bilmece, akarsu. (Ayağı
nin ülüşü tatlı, tadılığdan tadılığ kolu yok dağı dalar.) tağ sırtı dağ
nimedîr? Bilmece, uyku. (Tatlıdan sırtı, tağ kisti dağ arkası, eelîg tağ
tatlı nedir.) 2. Tatlı, lezzetli: "Ças iyeli d a ğ . tağ habırğazı dağ
-471 - tahpayla
tağah
tas (ıı.) 1. Taş: "Ooğas tastar suğ öffre tashacah zool. Baykuşçuk: "Ağas
üzîgl çoh harah sığınısçalar." N. pazmdağı tashacah çîli sîmer parıp
Domojakov (Küçük taşlar suyun odırıp odır." V. Şulbayeva (Ağaç
içinden devamlı pırıldıyorlar.) Çabal başındaki baykuşçuk gibi
tîlge tas taa çarılğan. Atasözü uyuklayarak oturuyor.)
(Kötü dil taşı da yarılır.) 2. Taş, taş tashağas Küçük raf: "Ornahtarnın
tan: aarlığ tas Kıymetli taş, değerli üstünde knigalığ tashağastar, anda
taş, maden: "Ah tashılnı iblrlp / artistternln somnarı hızıl parğan."
Aarlığ tastar körgenner." P. V. Şulbayeva (Yatakların üzerinde
Ştıgaşev (Ak zirveyi çevirip / kitaplı küçük raflar, orada artistlerin
Değerli taşlar görmüşler.) hara tas resimleri yapıştırılmış.)
taş kömürü, otıh tas çakmaktaşı.
tashah 1. Raf, bölme: 'Tayağınah stolnı,
iney tas taş cadı. çîp tas asbest.
peestî, uzun sîreenl, Idîs-hamıs
tas (m.) Kul, köle. tashağın teertklep çörgen." A.
tas (iv.) DIŞ: "Miri tastımda la sağaa Çerpakov (Bastonuyla masayı,
çaballançam, îstîmde sini sobayı, uzun divanı, kap kaçak
ayapçam/'V. Şulbayeva (Ben sana rafını karıştırarak yürümüş.) 2. Ölen
sadece dışımdan kızıyorum, içimde hayvanın konduğu döşeme.
sana acıyorum.) tashar Dışarı, dışarıya, dışarda:
t a s - (su) Taşmak, kabarmak, dökülmek, "Tashar küskü haraa." V. Kobyakov
kabarmak. (dışarıda güz gecesi.) İbde dee
tas hat Cadı. çitî sarığ hıstığ tas hat nimes, tashar daa nimes. Bilme
yedi sarı kızlı cadı. c e , pencere (Evde de değil dışarıda
tas harın Atın midesinde bir bölüm. da değil.) tashar toğın- dışarıda
çalışmak.
tas hodır tıp. Tuzlu balgam.
tasharla- Dışarı çıkmak, dışarda dur
tas sool Taşla yapılmış ocak, soba:
mak, bulunmak: "Ornah altındağı
"İzlktlh sol sanrıda tasnan salğan
tasharlacah îdîstl sığarca." V.
soolda uluğ çis çaynik pulazıp
Şulbayeva (Yatağın altında dışarda
hayrıap turca." V. Kobyakov
duran kapları çıkarıyor.)
(Kapının sol yanında taşla yapılan
sobada büyük bakır çaydanlık tashartın zf. Dışarıdan: "Tashartın
buharlaşarak kaynıyor.) çiit ipçl kîzî, hollarında çarımdıh
İpek paza timlr ayağastığ süt
tas tura Taş bina.
tudınıp, kir kilgen." V. Kobyakov
tas kömîr Taş kömürü. (Dışarıdan genç kadın, ellerinde
tas obaa Taş yığını, taşların kümelendiği yarım ekmek ve demir kasede süt
ziyaret yeri, kutsal kabul edilen taş tutarak girip gelmiş.)
ların kümelendiği yer. tashıl 1. Zirve. 2. Yüksek d a ğ : "Ah
tastındağı kip Dış giyim. tashıllarca çörîp / Aymah ahnar
tas-hara tekr. Kapkara, tas-hara sastığ atçahnar." P. Ştıgaşev (Ak dağlara
simsiyah saçlı, tas-hara harah gidip / Çeşili avlar öldürmüşler.) 3.
kapkara göz. Dağ silsilesi. 4. Ormanlık dağ.
tas mindîr Dolu (yağış) krş. t o n d o l . tashın Taşkın, taşma, sel: "Çüreglm
tasha zool. Baykuş, tasha çîli kör- göz mında, Paynuş, tashın çili tığılça."
lerini fal taşı gibi açmak. V. Şulbayeva (Yüreğim burada,
Paynuş, taşkın gibi atıyor.)
taskoy
-485- îathın
taskoy (kabın dibinde) İçki kalıntısı. M. Kokov (Baskıcı ülke yok edilip /
taskoy ısken k î z î çonnı ibînzer Hor görme bırakılmış.)
hığırar içkinin sonunu içen kişi hal tastan- Atmak, atılmak: "Pazın pözîk
kı evine davet eder. ködîrıp, oyda tastanıp, çoohtapça
taspa Zıh, kenarlık, şerit, ton taspazı ool." G. Topanov (Başını yukarı
palto kenarlığı, krş. tarpa. kaldırıp, arkaya atıp konuşuyor.)
taspalığ s. Zıhlı, şeritli: "Kıçicek tastandı Döküntü, süprüntü, çöp.
sürmezekfıg, olarnıh uzına tastas 1. Atma, atış. 2. Bırakma, bıra
palğalğan ah torğı taspalığ hızıcah kış.
çügür çörcen." i. Kotyuşev tastas- Birbirine atmak, olar harnan
(Küçücük belikli, onların ucuna tastastılar onlar birbirlerine kar attı
bağlanmış ak ipek şeritli kızcağız lar.
yürüyordu.)
tastat- Attırmak, atılmak.
tasta- 1. Atmak Tas tastaan çirde,
tastı Dış, dışı: "Payağı kizJ siden
his parğan çirde. Atasözü (Taş
tastında alnındağı adın
atılan yerde, kız vardığı yerde.)
tohtadıbıshan." V. Kobyakov
Aarlığ tazım ırah çirge tastadım.
(Deminki kişi çitin dışında öndeki
Bilmece, düşünce (Kıymetli taşımı
atını durdurmuş.) ol tastınan
uzağa attım.) 2. Bırakmak: "Aydo
hazıhha tööy o dışından sağlama
sandı, hadarcan halın malnı çazıda
benziyor. 2. Cilt, kapak, kniga tastı
tasti, uzun çolca çörigci
kitap kapağı, tastınan dışından.
polıbıshan." V. Kobyakov (Aydo
şimdi, otlattığı malını ovada tastığ s. Taşlı: "Ol oymâh-sohnığ,
bırakarak, uzun yolun yolcusu tastığ çollar / Çorıhçıl attı
olmuş.) Hada astap, hada suhsap sürnüktlrgen." M. Kilçiçekov (O
çor, çe arğızinnı tastaba. Atasözü çukurlu, taşlı yollar / Yola giden atı
(Birlikte acık, birlikte susa, fakat ar sürçtürmüş.) tastığ çir taşlık, taşlı
kadaşını terk etme.) 3. Bırakmak, yer.
terk etmek, sonlandırmak: tamkı tastıh Uzak, kıyı, kenar: "Homdı çatça
tartarın tastabızarğa sigara içmeyi tastıhta / Kemnm anda ölgenîn 7
bırakmak, harah tasta- göz atmak. KizJ pır dee pflbinçe." M. Kokov
toğır t a s t a - yana sıçramak, ileri (Mezar durur uzakta / Kimin onda
fırlamak, ihnîne tasta-omzuna yattığını / Hiç kimse bilmiyor.) olar
tmak. çoğar tasta- yukarı atmak, tastığ çurtapçalar onlar uzakta
fırlatmak, almnzar tasta-öne d o ğ r u yaşıyorlar.
atmak, tasta pıromnı beni affet!. tat Pas. timîr tadı demir p a s ı .
kürceknen tasta- kürekle
tatarın Tatar.
atmak. çurtın tasta- evini
terketmek. tatarskay Tatar, Tatarlarla ilgili tatar tîl
Tatarca, tatarskay literatura Tatar
tastan bk. tashah edebiyatı.
t a s t a l - 1. Atılmak: "Ib Jstî kîrlîg, kip- tatay ünl. (Ürkme, korkma bildiren ü n
azahtar anda-mında tastal parğan." lem.) Vay! Berbat!, tatay- ara Vay
V. Şulbayeva (Evin içi kirli, elbiseler canına!
oraya buraya atılmış.) 2. Bırakıl
tathın 1. Tat. suğ tathınt su tadı. 2.
mak, terk edilmek: "Hızığlığ curt
mec. Tat: "Çohır aday ot hamcınıh
çoh idîfîp / Hıya pazığ tastalğan."
tathın in çahsı pîlçe."N. Domojakov
(Ala köpek o kamçının tadını iyi
-486-
tathınnığ tayı
biliyor.) tathmı çoh tatsız, krş. taybal- Bozulmak, kırılmak, dağılmak:
tadığ "İs-sağızı taybalıp, çirde tonı pazına
tathınnığ s. Tatlı, lezzetli, tathınnığ pürgel parğan nimenî Çohırah
ügre lezzetli ç o r b a . pazoh çoon putha haphlap parğan."
tator Eyerin berkitilmesi için kullanılan V. Kobyakov ( Aklı fikri dağılıp,
kayış kemer, ipçî k î z î n î tatornan yerde paltosu başına bürünmüş
saap hamnacah kadın eyer ber kimseyi Çohırah yeniden kalın
kitme kayısıyla vurularak kamlanır. budundan kapmış.)
t a t t a - Paslanmak: "Çîp ana nandırça taybas bk. tayğah
min çoh polğan polzah, çadıp tattap tayce bk. tay îce.
pararcıhsıh." N. Tinikov (ip ona taycı Prens, matır taycı yiğit prens.
cevap veriyor; ben olmasaydım, taydır- Kaydırmak: "Tan alnı hubar
durduğun yerde paslanırdın.) pastaan tustarda Saraashır,
tattığ s. Paslı. püürlernî öörinen ileede tastıh
tay Tay. Hoor tayım hoyığ talnın ara taydır parıbızıp, tügencîzîn onar
zına kîr-parcıh. Bilmece, tavşan halğan ah cazının sîliin." N.
(Doru tayım sık söğüt içine girdi.) Nerbişev (Tan yeri ağarmaya
başladığı sırada Sarı aygır, kurtları
tay ağa Dede(annenin babası.):
sürüsünden çok uzağa kaydırıp,
"Sabisfin tay ağazı, üs aylığdahoh
son kez idrak etmiş ak yazının
sığara umçulappastaan polğan." H.
güzelliğini.)
Domojakov (Sabis'in dedesi, üç
aylıktan itibaren beslemeye tayğa Tayga, orman: "Tağlar, suğlar,
başlamış imiş.) tayğalar / Tıplathan harahtı
tay îce Anneanne. ashanca / Tur halçalar ay soonda."
M. Arşanov (Dağlar, sular, ormanlar
tayah 1. Asa, baston, dayak, dayanak:
/ Kırpılan göz. açana kadar /
"Aydo, sit tayağına köksîneh
Kalıyorlar çok arkada.) Abadan
çölenîp, çalan kizıdeh harağın albin
horıhsan, tayğaa daa par
kör tur." V. Kobyakov (Aydo, melez
polbassıfî. Atasözü (Ayıdan kor-
sopasına göğsüyle dayanıp, atlı
karsan, ormana da gidemezsin.)
kişiden gözünü almadan duruyor.)
çıs tayğa sık orman, öt polbas
Suğa kîrgelekke ödık suurba, tayğa geçilmez orman, tayğa halı
tağa sıhhalahha, tayah tayanma. nı orman sıklığı, tayğa eezî orman
Atasözü (Suya girmeden çizme ç ı iyesi.
karma, dağa çıkmadan asaya da
yanma.) 2. Dört ayaklı hayvanın bir tayğacı Taygada yaşayan veya avlanan.
ayağı, malnın pır tayağı malın bir tayğah Paten, timîr tayğah demir p a t e n .
ayağı. tayğala- Ormana gitmek.
tayahtığs. Dayaklı, a s a l ı , bastonlu. tayğam Yünlü hayvanları avlamaya
tayan- Dayanmak, yaslanmak: "Anan yarayan fetiş.
îkf hol man çirge tayan ip..." V. tayğım bk. tayğam
Kobyakov (Sonra iki eliyle yere tayı Dayı: "Anı çasharıp, çashar polbin,
dayanıp...) Arkip tayızı..." N. Nerbişev (Onu
tayandır- Dayandırmak. yatıştırıp, ikna edemeyen Arkip
tayanıs Dayanış. dayısı...) uluğ tayım büyük dayım.
tayanıs- Dayanışmak. kîçîk tayım küçük dayım.
tabya Yalan krş. tayma.
-487-
tayı tazıl
tayı- (ı.) 1. Kurban etmek, kurban sun (Çiğnemeden yeme, boğazına takı
mak, tigîr tayaanı göğe kurban et lır.)
me. 2. Yukarı atmak, fırlatmak. 3. tayna- (ıı.) Dayanmak, yaslanmak Suğa
Sallamak, sarsmak. kîrgelekke ödîk suurba, tağa
tayı- (ıı.) (bebeğin göbek bağı) Düşmek. sıhhalahha, tayah taynama. Ata
pala kînî tayıbaanda, kîzee ibden sözü (Suya girmeden çizme çıkar
pîr dee nime pirbester bebeğin ma, dağa çıkmadan asaya dayan
göbek bağı düşmeden evden ma.)
hiçkimseye bir şey vermezler. taynal- Çiğnenmek.
tay iğ Kurban, tay iğ idî kurban e t i . taynam Çiğnem, lokma, çiğnemlik, pîr
tayığla- Kurban etmek. taynam it azır polbaan bir lokma
tayıs 1. Sığ, derin olmayan. Çarnın tübî et yememiş.
tayıs, çarğınin tübî tiren. Atasözü taynan- Çiğnenmek: "Çolda taynanğan
(Yarın dibi derin değil, yargının dibi arış ipekten pîr kizek halğan
derin.) 2. Çok az. polğan." N. Domojakov (Yolda
tayızah 1. Çok küçük dere, çay. 2. Çok çiğnenen çavdar ekmeğinden bir
az. parça kalmış imiş.)
tayla Ampiyesman. taynas Çiğneme, çiğneyiş.
taylah 1. Üç yaşında binit, taylah at üç taynat- Çiğnetmek.
yaşında binek atı. taylah tibe üç taytahna- Yalpalayarak gitmek:
yaşında binek devesi. 2. Üç yaşın "Yakınnın çorğa pora adı mında
da ağaç. taylah hazin üç yaşında taytannap kilir." V. Kobyakov
akağaç. (Yakın'ın yorga bora atı işte
taylıh- Kaymak, kızak yapmak. yalpalayarak geliyor.)
taylıh (ı.) Kayma, kızakla gitme. taz Tas.
taylıh (ıı.) bk. taylah tazaas Balık ağı ağırlığı, sözîrbe
taylıhtır- Kaydırmak: "Anın tazacah tazaas balık ağı ağırlığı.
sıltaanda azahtarı taylıhtıra pazıl tazah anal Taşak.
parçathan."\. Kotyuşev (Bu yüzden tazar- Kel, dazlak olmak.
ayakları kayarak basıyormuş.) tazart- Kelleştirmek.
tayma Yalan: "Pîlbinçem, sın ma, tazarta (ı.) zf. Dazlak şekilde, kel gibi
tayma ba." G. Kazaçinova
sazın tazarta hırıh salğan saçını
(Bilmiyorum, gerçek mi yalan mı.)
Çızığ pağnan attı tutpa, tayma dazlak şekilde kestirmiş.
sösnefi çonğa aylanma. Atasözü tazarta kör- Gözlerini fal taşı gibi açmak.
(Çürük iple atı tutma, yalan sözle tazay- Ayaklar açık vaziyette ayakta
halka dönme.) tayma sağın- yanlış durmak.
düşünmek. tazı 1. Tacik. 2. İranlı.
taymacıl Yalancı, taymacılnıh tanızı tazı- Taşımak: "Kîrpister tazirğa kirek."
köp yalancının tanışı çok.
V. Şulbayeva (Kerpiçler taşımalı.)
tayna- (ı.) Çiğnemek: "Ah azahtığ toraat,
suğ tazıpça su taşıyor.
timîr suğliin küzürede taynap, tohti
tüsken." V. Kobyakov (Ak ayaklı tazıcah Küçük taş.
doru at, demir gemini kütürtüyle tazığ Taşıma.
çiğneyip, duruvermiş.) Taynabin tazıl- Taşınmak.
çîbe, tamaanda turıbızar. Atasözü
-488-
tazıla teencek
tazıla- Gümbürdemek. kügürt tazıia- tebîndî Tepelenmiş yer.
gök gurlemek. mıitıh tazılaan tüfek tebîndîle- Tepelemek, tepeleyerek
gümlemiş. sertleştirmek, çılğı mal, hoy mal
tazılas- Gümbürdemek: "İrtenneh iirge tebîndîlepçe yılkı, koyun tepeliyor.
çitîre olarnıh paltılan la tazılasça." tebîs Tepiş, tepme.
S. Çarkov (Sabahtan akşama tebîs- Tepişmek.
kadar, sadece onların baltaları
tebiy kız. bot. Bir tür yosun.
gümbürdüyor.)
tee De, dahi: "Üs tee çil hadarğam. -Çe,
tazılas Gümbürdeme, gıcırtı: "Onarlap
çarir." V. Kobyakov (Üç yıl da
fister tazılazı hatığ tuyğahtar
otlattım. -Peki, tamam.)
sabızına hağıs turadır."N. Nerbişev
(Onlarca dişlerin gıcırtısı, sert teedeg e. Kadar: 'Tan azıra, teedeg, aal
toynakların sesine karışıyor.) Istîküülep, soolapirttî."H. Nerbişev
(Tan açılana kadar köyün içi
tazılat- Gümbürdetmek.
uğuldayıp, gürlemiş.) suğa teedeg
tazılğa sag. Köküyle yıkılmış ağaç. suya kadar krş. t e e r e .
tazın Enenmiş boğa, öküz. teedîgî s. Şuradaki, oradaki: "Poç, min
tazın- Kendisi için taşımak. teedîgî Apçanay aalına la çit
tazıra- Dazıramak, cıvıldaşmak. polbinçam." V. Şulbayeva (Vay,
tazıs Taşıma. ben şuradaki Apçanay köyüne de
ulaşamıyorum.)
tazıs- Yardımlaşarak taşımak.
teek (ı.) At bağlama direği, izerleen adın
tazıt- Taşıtmak.
altın teekke palğadı eyerli atını al
tazor Tulum, kırba. tın direğe bağladı krş. sarçın.
tazos bk. tazaas
teek (ıı.) sag. zool. Çekirgegiller.
teatr Tiyatro: "Vanya, noğa teatrğa teek (ııı.) 1. Çalgının tellerinin altına
çörbinçezîh?' V. Şulbayeva konan destek, köprü., homıs teegî
(Vanya, niçin tiyatroya kopuz köprüsü. 2. Yay kertiği, aya
gitmiyorsun?) kîrîzîn tartçan teek aya kirişini ç e
tebîg Tepme, tepiş, kün tebii güneş kecek kertik. 3. Kapı sürgüsü. îzık
çarpması. teegî kapı sürgüsü. 4. Çember,
tebîl- Tepilmek: "Çaa poltır, a. Çaal - halka.
pazoh hayhas sıhçalar irenner t e e k t e - (kapıyı) Sürgülemek. îzîktî
haralta tebîl halıp, hannar ah teekte- kapıyı sürgülemek.
halğan Isternî körfp." N. Nerbişev
t e e l - Değinmek, dokunulmak: "Keres,
(Savaş olmuş, ha. Savaş! yine
surınçam, surba minneh pır dee
şaşırıyorlar erkekler, tepilerek
nime, teelbeeher pu surığa. -A min
kararıp kalan, kanların aktığı izleri
teelerim, min sim polbaspın." V.
görüp.)
Şulbayeva (Keres, rica ediyorum,
tebîn- Tepinmek: "Pirde oyda turıp, benden bir şey sorma, dokunmayın
pirde tisker tebînîp, tigey bu soruna. -Fakat ben dokunurum,
habırğazında tarap parğan ben susmam.)
çılğılarzar üküs salğan." N.
teele bk. teek (ıı.)
Domojakov (Bir arkaya sıçrayıp, bir
yana tepinip tepe yamacına dağılan teen (<ti-gen) bk. t i -
yılkılara doğru dörtnala koşmuş.) teencek Düğün töreninde kızların yaptığı
tebîncek kız. Üzengi krş. îzene. eğlence, teencekten naa palanı
teencek
-489-
tees
tın çoh söök ceset, tını sıh- canı tındır- Nefes aldırmak.
çıkmak, ölmek. 2. Nefes, soluk t ı tınıs (ı.) 1. Nefes, soluk. 2. mec. Nefes:
nın alın polbinça nefes alamıyor. "Sooh hıyan-çilnîn ne tinizi,
tını üzîl- nefesi kesilmek, tın harbazığ irtken Isterdegî tamcıh
habın- soluk almak, tın habınıs so hannamı moncıhtar ide toortıp
luklanma, soluk alma. tınıma çetti salğan." N. Nerbişev (Sadece
canıma yetti, bıktım, usandım. soğuk kuzey rüzgârının nefesi,
tın s. 1. Çok, pek: "Püün Aydo malnah kapışmanın geçtiği kan damlalarını
tın irte çazaa sıhhan." V. Kobyakov boncuklar ederek dondurmuş.)
(Bugün Aydo malla birlikte ovaya "Çashı künnîn barağı, çil iğ tinizin
çok erken çıkmış.) 2. Sert, sağlam: cayıp, külîmzirep turca." V.
"Granitsa tın bolda / Kirek tirîg Kobyakov (Güzel güneşin ışığı,
timinde,"M. Kokov (Sınırlar sağlam sıcak nefesini yayıp, gülümsüyor.)
elde / Gerekli malzeme hazırda.) 3. Nefes alma.
tın sooh çok soğuk tıp-tın çok sert,
tınna- Dinlemek: "Tınnap turçatsa,
çok güçlü, tın asta- çok acıkmak.
anda ki zile r kîniresken oshas." V.
tın çahsı çok güzel, tın hızın- çok
Kobyakov (Dinlediğinde, orada
sıkışmak.
insanlar mırıldanıyor gibi.)
tın- 1. Nefes almak: "Tınminça, toozıl tıhnağ Dinleme, işitme.
partır Paynuş." V. Şulbayeva tınnağcı Casus, ajan.
(Nefes almıyor, ölmüş Paynuş.)
tınnos Kulaklık.
mında tınarğa aar burada nefes
almak zor. tiren t ı n - derin nefes tıfinat- Dinletmek, işittirmek.
almak, uluğ tın- derin nefes almak. tınnığ s. Canlı: "Pray çir üstündegî
niik tın- derin bir nefes almak, ra tınnığ nime, tuzı çitse, pasha nimee
hatlamak. 2. İç çekmek, ah çek hubulıp, pazoh hatap çurtapça." V.
mek. Tatarova (Bütün yeryüzündeki
tınağ Dinlenme, rahat, huzur: "Açazı canlılar, zamanı geldiğinde, başka
Vladimir tınağa kilgen." İ. Topoyev kılığa bürünüp, yeniden dünyaya
(Babası Vladimir dinlenmeye geliyor.)
gelmiş.) tıpladıs Göz kırpma: "Sağday pir
tınan- 1. Dinlenmek, rahat bir nefes tıpladısça sağıs habın polbin
almak: 'Tapsabin, t man ip turğan." N. Domojakov (Sağday bir
odırğahmıs." V. Maynaşev (Ses göz kirpimi kadar ne olduğunu
çıkarmadan dinlenip oturduk.). 2. anlayamıyor.) tıpladıs arazında
Yatışmak, rahatlamak. çok kısa sürede.
tınancan s. Dinlenme, tınancan kün tatil tıplama s. Çalışkan, gayretli.
günü tınancan tura dinlenme evi, tıpla- Göz kırpmak: "İren harağın udaa-
yazlık. udaa tıplap sıhhan." V. Şulbayeva
tınandır- Dinlendirmek, rahatlatmak. (İhtiyar gözlerini sık sık kırpmaya
başlamış.)
tınanıs Dinlenme, rahata erme.
tınanıs- Birlikte dinlenmek. tıplat- Gözlerini kırpmak: "Tağlar,
suğlar, tayğalar / Tıplathan harahtı
tınas Nefes darlığı, tıknefes. ashanca / Tur halçalar ay soonda."
tınasta- 1. Nefes darlığı çekmek, soluğu M. Arşanov (Dağlar, ırmaklar,
kesilmek, tıknefes olmak. 2. Sık sık ormanlar /Kırpılan göz açılana
nefes almak. kadar/Çok uzaklarda kalıyorlar.)
tırapça
-496-
tıs
tırapça Alaşım. tırıs- Kırışmak, buruşmak: "Anın
tırba- 1. Taramak. 2. Tırmalamak. 3. tırıshlabıshan küren sı rayında..." i.
Tırmıklamak, ot tırba- ot tırmıkla Kotyuşev (Onun kırışmış yağız
mak. yüzünde...)
tırbaas bk. tırbos tırıshah s. Buruşuk, kırışık: "Sırayınca
tırbağ 1. Tarama. 2. Tırmıklama. 3. tırıshahtar çolları siilglel partırlar."
N. Nerbişev (Yüzünde kırışıklıkların
Tırmalama.
izleri çizgiler oluşturmuş.)
tırbah Tırnak.
tırıstığ s. Kırışıklı, buruşuklu.
t ı r b a h t a - 1 . Tırmalamak. 2 . Kaşımak.
tırıstır- Buruşturmak, kırıştırmak, sırayın
tırbahtan- 1. Kaşınmak, kaşımak: "01
tırıstırıp yüzünü buruşturup.
ibde arğaas iren arğazın tırbahtan
odırça polar." N. Nerbişev (O evde tırla- Gürlemek.
tembel erkek sırtını kaşıyıp tırlas Kısrak.
oturuyor olmalı.) 2. Tırmalamak: "Ib tırlos Topaç, (oyuncak)
üstünzer hoosha tırbahtançathan." tırs Gıcır, tırs-tars idîlçe gacur gucur
N. Domojakov (Evin üstüne doğru ediyor.
kedi tırmalayarak çıkmış.) tırsılama s. Sert, şiddetli: "Hıshı uzun
tırban- 1. Taranmak. 2. Tırmıklanmak. haraalarda teenler istep, tîgfp, irten
3. Tırmalanmak. tırsılama soohta pabazınah hada
tırbanıs- Birbirini taramak. tayğazar çöribîsçe." N.
tırbas- 1. Birlikte taramak. 2. Birlikte Tyukpiyekov (Kışın uzun
gecelerinde deriler işleyip, dikip,
tırmıklamak.
sabah şiddetli soğukta babasıyla
tırbas Tırmık. birlikte ormana gidiyor.)
t ı r b a t - 1 . Taratmak. 2. Tırmıklatmak. tırsılas- Çıtırdamak: 'Tas soolda çalğıs
tırbay- Dikleşmek, dimdik durmak: turun, köyze-köybin, îdi le tırsılazıp
"Sanay daa tırbayzın sazım." V. pulapça."\i. Kobyakov (Taş sobada
Maynaşev (Bütünüyle dikleşsin biricik odun, yanmayarak, öylece
saçım.) çıtırdayıp tütüyor.)
tırbayt- Dikleştirmek: "Kiçig salaacaan tırsla- Çıtırdamak.
tırbayt salğan." V. Tatarova (Küçük tırslat- Çatırdatmak.
parmağını dik tutmuş.) tırtıs s. Kötü, kızgın.
tırbos Tırmık, ağas tırbos ağaç tımık.
tırtıstan- Kızmak, öfkelenmek.
tırğah 1. Tırnak. 2. Pençe, hara hus
tırğahtarı kartal pençeleri. tıs Rahat, huzur, tıs pîlbes huzursuz
luk veren.
tırğahta- Tırmalamak.
tırğahtığ s. Tırnaklı: "Sunğan ol tıs- Söz dinlemek, yatışmak, sakinleş
Paskazar sırlaan tırğahtığ Iptîg mek. Çıtîbestî çîtît polbas,
holm." V. Tatarova (Uzatmış o tıspastı tızıp polbas. Atasözü
Paska'ya ojelenmiş tırnaklı düzgün (Kesmez keskinleştirilemez, söz
elini.) dinlemeze söz dinlettirilemez.) tıs
pir- dinlendirmek. Iğıros izer at
tırğahtığ an zool. Vaşak. bulağına tıs pirbes, î k î çabal pîrîk
tırhıldah zool. Domuz. parza, il çonğa çadığ pirbes. Ata
tırhın 1. Sansasyon. 2. Söylenti. sözü (Gıcırdayan eyer at kulağına
tırıs sag. 1. Kırma, p l i . 2. Buruşuk. rahat vermez, iki kötü bir olsa, hal
ka yatı vermez.)
-497-
tıspa tîdîn
tıspa- (kötü ruh) Çocuk ruhu yemek. dememiş, pîr le tınısha tî- bir
ayna tıspapça kötü ruh çocuk ruhu solukta söylemek.
yiyor. tibe Deve. arğazında îkî töfieyektîg
tıstan- Direnmek, dayanmak, muka tebe iki hörgüçlü deve, tibe palazı
vemet göstermek ol ılğabasha potuk, deve yavrusu, t i b e tügînden
pray küzînen tıstanğan o ağla idîlgen tavar deve tüyünden yapı
mamak için bütün gücüyle dayan lan kumaş.
mış. tibe îfîe (înge) Çuvaldız.
tıstanıs Dinlenme. tibee 1. Ev çevresi. 2. Avlu. 3. Hayvanla
tıstanmas s. 1. Sabırsız, tahammülsüz, rın tepeleyerek sertleştirdiği yer.
canı tez, aceleci. 2. Yaramaz. tîbeg Cihaz, alet.
tısla- kız. Çatırdamak. tibîn- Tepinmek.
tıt bot. 1. Melez (ağacı): "Çar altı ndağı tibinge Çuvaldız.
tıttar paza hazınnar." İ. Kotyuşev tibîre- 1. Çene çalmak, gevezelik
(Yar altında melezler ve akağaçlar.) etmek. 2. Kımıldamak, yerinden
2. Melez ağacından: "Anın hırında oynamak suğdağı pus tibîrebîstî
tıt hahpazınah çaphan ahmarah sudaki buz yerinden oynadı, çüregî
tur." V. Kobyakov (Onun yanında tibîre- yüreği çarpmak.
melez kabuğuyla kapatılmış ambar
duruyor.) tıt odın melez odunu, tıt tibîren- Kımıldamak: "Çükte tükter
ağas melez ağacı, tıt hahpas tibîrenîskenner." N. Domojakov
melez ağacı kabuğu, tıt örgen (Kanattaki tüyler yerinden kımılda
melez ağacından kazık. Ton mış.)
çlrge t ı t ö r g e n sappacan. Atasözü tibîres- Titreşmek: "Altın sazıcahtarı
(Donmuş yere melez ağacı kazığı tibîreze tüskenner tirlîg hamaanda."
çakılmaz.) N. Domojakov (Altın saçları
titreşmiş terli alnında.)
tıt- Ditmek, yün kabartmak.
tibîret- 1. Yerinden oynatmak, kımıl
tıthıs s. Tırmalamaktan hoşlanan.
datmak: "Ol pîr hanadın sala tibîret
tıttığ s. Melez ağacı olan yer. salçathan çîli körînçe." N.
tızıl- Sakinleşmek, yatışmak, durulmak. Domojakov (O, bir kanadını biraz
tizin- Kendini tutmak, kendini zaptet kımıldatmış gibi görünüyor.) 2.
mek: "Payusa, tîzen, tızınar ornına Hareket ettirmek: "Parıp, taap
ulam na ılğap sıhhan." A. Çerpakov körimdek, -tîp, adın tibîredîbîsken."
(Payusa ise, kendini tutmak yerine V. Kobyakov (Gidip bulayım, deyip,
daha çok ağlamaya başlamış.) atını hareket ettirmiş.)
tızınıs Sabır. tibîs- Tepişmek.
tızrah Çatırtı, çıtırtı. tîdîm Sebat, azim, irade, tîdîmî çoh
tî- Demek, söylemek: "Şarap apsahtın iradesiz, azimsiz, sebatsız.
oolları tîcenner." A. Çerpakov tîdîmnîg s. Azimli, kararlı, sebatlı, cesa
(Şarap ihtiyarın oğulları derler.) Ah retli.
hoy "paran" tipçe, hara hoy tîdîmzîrek s. Kararsız: "Pala tabızın istîp
"çadafi" tipçe. Bilmece, kar ve yer, salıp, apsah tîdîmzîrek pol parğan."
(Ak koyun "gidelim" diyor, kara ko N. Domojakov (Çocuğun sesini
yun "yatalım" diyor.) îdi tîbe öyle işitip, ihtiyar kararsız kalmış.)
söyleme. pîdi tîbeen böyle tîdîn- Cesaretlenmek, cesaret etmek:
"Payanğa sağın çörgen sağızın
tîdîndîr - 498 - tigîn
tiksî halıh bütün halk, tiksî çirde dile dolanmak, dile düşmek, tîl
her yerde. 2. zf. Bütünüyle, tümüy pîze- dilini sivriltmek, hus tîlî kuş
le: "Aalnı harashı tiksî dee çaap dili. tîlî sümük- dili sürçmek, tîlîn
salğan." N. Domojakov (Köyü sor- dilini emmek.
bütünüyle karanlık kaplamış.) krş. til (ı.) coğ. Küçük koy. suğnın tilî ırma
tilem ğın koyu.
tiksîlen- Yayılmak, ağırığ tiksîlençe til (ıı.) İyi beslenmiş hayvan yavrusu. 2.
hastalık yayılıyor. Varlıkta büyümüş.
tîktîr- (ı.) Diktirmek: "Sandır paynm tîl- 1. Dilmek. 2. Koparmak. 3. Yırtmak.
fazileti ağaa la kip-azahtar tîktîrçe." 4. Kesmek.
N. Tyukpiyekov (Sandır zenginin til- Buzda delik açmak.
adamları sadece ona giyim
tîlbes 1. Çeviri, tercüme. 2. Çevirmen,
kuşamlarını diktiriyor.)
mütercim, tîlbes pîçîk konuşma kı
tîktîr- (ıı.) Yemeği ocağa koydurmak. lavuzu.
tîktîrbe zool. Hani balığı. tîlbesçî Mütercim, çevirmen, tercüman.
tîl 1. Ağızdaki organ, dil: "Harahtarın tîlbeste-Tercüme etmek, çevirmek.
suğlandıra köfıp, tîlîn sîrlestfrîp, pîr
tîlbestet- Tercüme ettirmek, çevirtmek.
le tınısha tîbîsken." A. Çerpakov
(Gözleri sulanarak bakıp, dilini tîlbîre- Söylemek, demek: "Pîrsînde
titretip, bir nefeste söylemiş.) 2. Dil, Çirge ol pîdi tîlbîreen." N. Tinikov
lisan. Çabal tonnın pîdî açığ, (Bir gün yeryüzüne o şöyle demiş.)
çabal kîzînîn tîlî açığ. Atasözü tilbîzek sag. zool. Çobanaldatan,
(Kötü elbisenin biti acı, kötü kişinin kuyruksallayan.
dili acı.) Sağızın pik tut, tîlîfi hısha tîlbîzek zool. Su çulluğu, bekasin.
tut. Atasözü (Aklını sağlam tut, sö tîlden- Yalvarmak, dilemek: "Körbessln
zünü kısa tut.) 3. Haber: "TÖrtîneh, me, haydi tîldençe ol hızıcahtıh
Arap, Markis, Karapin, Kabris alnında." V. Şulbayeva (Görmüyor
oollarınah, öl naldılar tip, tîl kilgen." musun, nasıl yalvarıyor o kızın
A. Çerpakov (Dördünden; Arap, karşısında.)
Markis, Karapin, Kabris
t î l e - 1 . Aramak: "Kem sinî surğan mağaa
oğullarından, Öldüler diye haber
toğıs tilirge?" V. Şulbayeva (Kim
gelmiş.) 4. mec. Dil: "Künnîn îzîg tîlî
senden bana iş aramanı rica etti.)
huurta çalğaan cazı odında hanaa
2. Dilemek, istemek: "Çacazınah
İzi île halıp odırğan."H. Domojakov
arığ çıshıs tîlep alıp, irnîn,
(Güneşin sıcak dili yalayarak
salaaların çıshlap odır." G.
kuruttuğu yazının otunda sadece
Topanov (Ablasından temiz bez
arabanın izi kalıyor.) pos tîlî ana d i
isteyerek alıp, dudaklarını
l i : "Mında kilzeler, pos filîne ügren
parmaklarını siliyor.)
pararlar." A. Çerpakov (Buraya
gelirlerse, ana dilini öğrenirler.) tile- İyi beslemek, tileen pızo semirmiş
töreen tîl ana dili. tîlî çoh dilsiz, tîlî buzağı.
sıhpaan pala henüz konuşamayan tîleg 1. Arama. 2. Dilek, istek.
bebek, tîl tut- a) sitem etmek, b) tilekey ( ı . ) Keke, kekeme, p e p e , pepeme
söz tutmak, tîlî açığ dili acı. huruğ krş. kiiegey.
til çenebaz, geveze, boşboğaz, tîlî tilekey (ıı.) Dünya: "Tilekeynî, min
aylan- dili dönmek, tîl alış- sohbet sağınçam." ' V'. Şulbayeva (Dünyayı
etmek, konuşmak, tîlge çuural- ben düşünüyorum.) "Pîreede minin
tilem
-501 - timîr
tır Ter: "Anan, mökeyîp, oolahtın tirge, tirektîg s. Kavaklı, kavak ağacı olan:
kîrge haral parğan kögeneen 'Tirektîg een turazar çidfp alarga
tudıp..." N. Domojakov (Sonra, erîngen çîli harahsınğan." A.
eğilip, oğlanın terden, kirden Çerpakov (Kavaklı ıssız eve
kararmış gömleğinden tutup...) ha gitmeye üşenir gibi bakıvermiş.)
ra tirî tüskence kara teri düşünce tiren Derin: "Marğa, çüree açi tüskenîne
ye kadar, tir sıh- ter çıkmak, tirîn sıdap polbinıbızıp, sırayının
çizin- terini silmek. tırıshahtarı ulamoh tiren kîrglep,
tir- (<tî-r) tî- (demek) fiili geniş zaman hıya körîbîsçetken." İ. Kotyuşev
eki -r'yi aldığında fiil tabanı normal (Marğa, yüreğinin acımasına
T ile yazılır, b k . tî- dayanamayıp, yüzünün kırışıklıkları
tîr- Çevrilmek, kıvrılmak, kıvrılarak daha da derinleşip, yana bakmış.)
yükselmek: "Kögîm Horımnar aal Çamın tübî tayıs, çarğının tübî t i -
tüdünnerîn tiglrge tîri r e n . Atasözü (Yarın dibi sığ, yargı
hazağlabıshan turğan."H. Nerbişev nın dibi derin.) tiren suğ derin s u .
(Kögim Horımnar koyununun tiren har derin kar. tiren oymah
dumanlarını göğe yükselterek derin çukur.
bağlamış.) tiren- Derlenmek, hazırlanmak:
tir- Dermek, toplamak k r ş . t e e r - . "Iliskecek anda poltır, naa la toğızın
tiraj Tiraj. toozıp, ibîne pararğa tirençettîr." i.
Kotyuşev (İliskecek orada imiş, işini
tiran T i r a n , müstebit.
yeni bitirmiş, evine gitmeye
tirbe sag. Liken. hazırlanıyormuş.)
tirdenne- Horozlanmak. tîren- Dayanmak, yaslanmak, destek
tîre- Diremek, dayamak, destek koymak: almak: "îkî sarinah anı Klanyanah
"Avtobustan tüzer alnında, tayağın Ogas tutçalar: -Tîren pîske." V.
çirge iptep tfrep alğan." A. Şulbayeva (İki yanından onu
Çerpakov (Otobüsten inmeden Klanya ile Ogas tutuyorlar: -Dayan
önce, bastonunu yere düzgünce bize.)
dayamış.) tirgî Terki: "Yağornıh adı, Pasik
tire gr. Tire. Vladimiroviçtîh tirgîzîndegî püürnîh
tîrees bk. tîrös cızını hıpçıhtanıp, toğır-toğır
tîreg Direk, destek, dayak: "Tıreglemî çıı çaçırada tartıl kilîp odıradır." N.
arah turğızıp, hazarğa kirek, Nerbişev (Yağor'un atı, Pasik
sağirğa man çoh polğan." S. Vladimiroviç'in terkisindeki kurdun
Çarkov (Direkleri sık koyup, kokusundan huylanıp, yan yan
kazmalı, bekleyecek vakit yoktu.) gidip sıçrayıp duruyor.) alın tirgî ön
terki, kizîn tirgî arka terki.
tirek bot. Kavak, kavak ağacı: "Çe aalnın
in pazında kizek tirekter kör tirgîle- Terkisine almak.
salğan." A. Çerpakov (Fakat köyün tirgîlet- Terkisine aldırmak.
en ucunda seyrek kavakları tîrgîs- Diriltmek. 2. mec. Diriltmek,
görüvermiş.) ah tirek ak kavak: "Ol canlandırmak: "Aalğa hustar
odırthan ah tirekter/ Turadan pözîk çidîsçeler / Aymah çirdeh aylanıp /
ös parğannar." M. Kilçiçekov (Onun Aarlığ ünner istîlçeler / Arığ, suğnı
diktiği ak kavaklar / Binadan yüksek tîrgîzîp." P. Ştıgaşev (Köye kuşlar
büyümüşler.) geliyorlar / Çeşitli yerlerden dönüp /
Güzel sesler işitiliyor / Ormanı, tirîndîr- Hazır hâle getirtmek, derletmek,
suyu diriltip.) toparlatmak.
tirî Deri(si) krş. teer. tirînîs Derinme, deriniş, toplanma.
tîrîg 1. Diri, canlı: "Oolğına la sabıl tirînîs- Derişmek, toplaşmak.
çörgen tîrîg çüregî tıs çatırbinça tîrle- Ağız kavgası yapmak, demek,
parashannı." A. Çerpakov (Sadece söylemek.
oğlu için atan canlı yüreği rahat tirle- Terlemek: "Pastağı köölenîs
yatırmıyor zavallıyı.) tîrîg nimes pîçiinîh, Tirlep, konveriîn
ölü. tîrîk söök canlı cenaze, tîrîg çapsırğan." M. Bainov (İlk aşk
nime canlı, tîrîg kletka canlı hücre. mektubunun / Terleyip, zarfını
tîrîg hal- canlı kalmak, tîrîg sağıs kapatmış.) Tamah par polzın tîp,
canlı fikir, taze fikir. 2. mec. Canlı, tirleence toğm. Atasözü (Yiyecek
güçlü: "Ol çağın kir polbas tîrîg var olsun diye, terleyene kadar ça
hazaanı ibîre Saraashır - aran-çula lış.
açığ ökpelenîste sıhırada kîstep
çöre, çalğızaan harbas pariğan on tîrlekten- Dönmek, çevrilmek, dolanmak:
püürnen." N. Nerbişev (O "Min anınca irten çuunarğa inîs
yaklaşılmaz canlı ahırın etrafında Indîre tîrlektene le halçam." G.
Sarı aygır, yiğit at şiddetli öfkeyle Kazaçinova (Ben ona doğru sabah
uğultuyla kişneyip, tek başına yıkanmak için iniş aşağı dönerek
kapışmış on kurtla.) 3. Canlı, iniyorum.)
parlak: "Tîrîg tigîr huri oshas tirlene Terleyen.
sırlığlar." V. Maynaşev (Canlı gök tîrlenes Topaç.
kuşağı gibi renkliler.) tirleecî s. Terleyen.
tîrîg 1. Alet, edevat: 'Toğınçathan tîrlekten- Dönmek, dönüp durmak, ye
tinglernî, ruda tartıpçathan rinde dönmek.
vagonetkalarnı sınıhtap pastaan." tirles Terleyiş, terleme.
S. Çarkov (Çalıştıkları aletleri,
tirlet- Terletmek: "Aar soorlar sin salıp;
maden filizi çeken vagonetleri
attarnı tirletçezîh!" P. Ştıgaşev (Ağır
denetlemeye başlamış.) 2. Silâh:
kızaklar koşup, atları terletiyorsun.)
"Granitsa tın bolda I Kirek tirîg
timînde.'U. Kokov (Sınırlar sağlam tirlîg s. Terli: "Altın sazıcahtarı tibîreze
elde / Gerekli silâhlar hazırda.) tüskenner tirlîg hamaanda." N.
atomnay tirîg atom silâhı. 3. Ko Domojakov (Altın saçları
şum, at takımı: "Izîktîn oh sarında, titreşmişler terli alnında.), tın tirlîg
stenedegî ağas siilerde, at tirîglerî çok terli.
toldıra."V. Kobyakov (Kapının sağ tirme Parmaklık, çit, çadır kafesi.
yanında, duvardaki ağaç askılarda tirmelîg s. Parmaklıklı, çitle çevrili.
at koşumları dolu.) 4. Teçhizat, ta tîrös Dayanak, payanda.
kım.
tîrsek (ı.) Arpacık, itdirseği.
tîrîge zf. Diri olarak.
tîrsek (ıı.) Dirsek.
tîrîl- Dirilmek: "Pazoh tîrîl parğan oshas
tîrtey- Dikkatle bakmak, gözlerini dikerek
pîldîr pardı." A. Çerpakov (Yeniden bakmak.
dirilir gibi göründü.) tîs (ı.) Diş: "Tîs parda - ızır, hol parda-
tirîn- Derlenmek, toparlanmak, holla." V. Şulbayeva (Diş varken
hazırlanmak krş. timnen-. ısır, el varken tut.) Tîlîn uzun sun
ma, tîzîn îstînde tut. Atasözü (Dili-
tîs -506- tispek
ni uzatma, dişinin içinde tut.) tîsçoh aksın.) onar tisker aceleyle, özen
dişsiz, tîzî sıh- dişi çıkmak, alın siz.
tîster ön dişler, tîs emcîzî diş dok tisker azah zool. Köstebek.
toru, hasha tîsterî hazar- tiskerle- 1. Dizgini çekip atı durdurmak.
yaşlanmak, çok yaşamak, tîster 2. Tahrif etmek, bozmak.
fazıla- dişler gıcırdamak, çîtîg tîs
tiskerlen- Geri gelmek, geri dönmek.
keskin diş. tîsterîn ırsayt- dişlerini
sırıtmak. tiskerlet- 1. Dizginletmek. 2. Tahrif et
tîs (ıı.) Diz: "Aydo, tîs pastana tura tirmek, tahrip ettirmek, yanıltmak.
honıp, hoynınan çarımni kisken tiskertîn zf. 1. Karşıdan, tersten. 2.
İpek tübî sığar kilgen." V. Kobyakov Kuzeyden, çil tiskertîn ürçe yel
(Aydo, diz üstüne kalkıp, kuzeyden esiyor.
koynundan yarısı kesilmiş ekmek tiskî iğne, delgeç.
parçası çıkarmış.) tîs kize pas- diz tiskîn Kaçak, kaçkın, hashın- tiskîn
üstü oturmak: "Adam-îcem haydut, eşkıya.
humarthıların / Tîs kize pazıp
tiskîn- Aklını kaybetmek: "Haarğan
tınnaanıbıstı?" M. Kilçiçekov (Anne
sınnanoh tiskîn çör polar!." M.
babamın vasiyetlerini / Diz üstü
Kokov (Melun gerçekten aklını
oturup dinlediğimizi.) krş. tîstenek
yitirmiş olmalı!)
tis (ı.) 1. Maden cevheri. 2. Maden tiskîncek 1. Şizofreni, tiskîncek törelî
ocağı. şizofren soylu. 2. Kam hastalığı.
tis (ıı.) sag. Tuzak, kapan. tiskîndîr- Aklını oynattırmak, aklını
tis (m.) (çaydanlık içinde) P a s . yitirtmek.: "Ool, polğan-polbaan
tis- (ı.) Kaçmak: "Tastıhti arığda toğas nimelernî pîrîktîrîp, külkîstîg
parza, çistek-miskelerîn, huzuhtarın çoohtağlap, istîp odırğan çonnı
tasti, ay-hut çoh tisçenner." N. hathırtıp alay ba kîzî horğıstığ
Tyukpiyekov (Uzaktaki ormanda nimelernî iskîrîp, pala-parhanı,
karşılaşırsa, yemişlerini ipçîlernî süreelîg horğıdıp,
mantarlarını, çam fıstıklarını atarak, tiskîndîrçe." G. Topanov (Oğlan,
sessizce kaçarlar.) Sıbıraanğa olan olmayan şeyleri toplayıp,
sunma, kürleennen tispe. Atasö gülünç konuşup, dinleyen kimseleri
zü. (Fısıldayana yanaşma, gürle- güldürüp veya insanı korkutacak
yenden kaçma.) şeyler anlatarak, çocukları,
tis- (ıı.) Deşmek, yırtmak, delmek. kadınları çok korkutup, akıllarını
oynattırıyor.)
tîs- (ı.) Dizmek.
tiskîr- Kaçırmak: "Çe tanış hamçı pazoh
tîs- (ıı.) (birlikte) Demek, söylemek:
tiskîrgen." N. Domojakov (Fakat
"Ügredîglîg kîzînîn kibîrî dee
tanış kamçı yine kaçırmış.)
kîzînine tööy nimes çi tîsçeler." G.
Topanov (Öğrenimli kişinin tispek (ı.) Yonga, tispek teer- yonga
karakteri de normal insanlara toplamak.
benzemiyor ki diyorlar.) tispek (ıı.) Top, yuvarlak, topak, tispek
tisken Kaçkın, firari. hayah (dondurulmuş) yağ topağı.
unnı ügrede pulgabaza, tispek
tisker 1. zf. Tersine, zıttına: "Suğlar
pol parça un çorba içinde
tisker ahcan polza, haytsın." V.
karıştırılmazsa topaklanır.
Şulbayeva (Sular tersine akarsa,
tîspen - 507 -
toban
tîspen s. Sebatlı, ısrarlı, dişli, toğısha tîzen ise: "Çe oolğı, tîzen, andar pîr dee
tîspen işte sebatlı, tîspen at haybin, harığ polba teen c / 7 / , hıya
çalışkan at. soylabısça." V. Tatarova (Fakat
tîste- Dişlemek, dişleriyle ısırmak: "Çohır oğlu ise, hiç oralı olmayarak,
aday hızıl sarığ adaynıh tamağın karışma der gibi, yana ilerliyor.)
üze fistebîsken." N. Domojakov "Purunğı ulus habahtı hurcunan
(Ala köpek, kızıl sarı köpeğin ülecehner, amdığılar, tîzen, suğ la
boğazını koparacak şekilde çili îsçeler." V. Tatarova (Eski
dişlemiş.) insanlar içkiyi yüksükle
tîstenek Diz. tîstenekti tüs- diz üstü sunarlarmış, şimdikiler ise su gibi
içiyorlar.)
düşmek, krş. tîs (ıı.)
tîstenekte- Dizleri üstünde dur tîzek Diz: "Çoh, tügencî çil poldı polar,
tîp, îkî tîzekke tüsken." M. Kokov
mak: "Çalğıs Pacah la, piktenîp
(Hayır, son yıl oldu olacak, deyip,
alıp, obıras alnında tîstenekti:
iki dizinin üstüne düşmüş.)krş.
«Çayaanım, hudayım, çazıhtan
tîstenek, tîs.
aracıladah!" M. Kokov (Sadece
Pacah, sağlamca durup, ikon tizekTezek: "Öl tizek ÇIZI tartıla tüsken."
önünde diz üstü durup: 'Yaratıcım, I. Kotyuşev (Islak tezek kokusu
Tanrım, günahtan koru!) yayılmış.) hus tizegî kuş pisliği.
tîstenekten- Dizleri üzerine durmak. tizektîg s. Tezekli.
tîstenektet- Dizleri üzerinde yürütmek. tizen- Birine çıkışmak, bir şeyi bahane
tîstenekti zf. Dizleri üzerine durarak. etmek.
tîstîg s. Dişli, dişi olan hırın tîstîg tîzenek Diz krş. tîzek, tîstenek. tîs.
ineyek (hol terbenî) kırk dişli nine- tîzenekte- Diz üzerinde durmak, yürü
cik (bil. el değirmeni) îstînde tîstîg mek.
kîzî birine karşı dişli. tîzî Dişi, erkek karşıtı: "Hat sini polar,
tistîr- ( ı . ) Kaçırtmak. tîzî öskî sini polar." N. Domojakov
(Kadın senin olacak, dişi keçi senin
tıstır- (ıı.) Deldirmek, pus tistîr- buz
olacak.)
deldirmek.
tizîgcî Göçmen, muhacir.
titan 1. Dev. 2. kim. Titan.
tizîk Deşik, delik: "Pîr ötîg nimes çarıhtığ
tîtîres- Titreşmek, titremek: "Pozınıh çıltıs tünügök tiziinen
irînnerî tîtîres tur." A. Kuzugaşev pahlapçathan." N. Domojakov
(Kendi dudakları titriyor.) (Parlak olmayan bir yıldız baca
tître- Titremek: "Anın tabırah deliğinden bakıveriyor.) Tigeyî
sîlîgînîsterîne tîtîrep parça." V. tizîk, tübî tizîk, otnan suğ pîr çir-
Tatarova (Onun hızlı de haynapça. -Bilmece (Üstü delik,
altı delik ateşle su bir yerde kay
silkinişlerinden titriyor.)
nıyor.)
tîtrenne- Titremek.
tizîktîg s. Delikli.
tîtres- Titreşmek.
tizîl- Deşilmek, delinmek.
tîtres Titreyiş, titreme.
tkaç Dokumacı.
tîtrestîg s. Titreşimli.
tkan' Dokuma, mensucat.
tîtret- Titretmek.
tkatskay s. Dokuma, dokumacılık, do
titul Unvan, titr.
kumayla ilgili.
titul'nays. Unvanla ilgili, titulnay list
başlık sayfası. toban bk. tobın (ıı.)
-508-
tobıh todırthay
parbas Toodı köl. Bilmece, göz. tonhar- Alt üst etmek, karıştırmak.
(Donmaz Toodı göl.) tonhar Baş aşağı, baştan aşağı.
tona (hikâyede) Sihirli ok. hınh harahtıg tonhay- 1. Emekler gibi durmak. 2. Başı
hannığ tonazı pas çastıh altında yere doğru eğmek.
çathan kırk gözlü kanlı oku baş tofiho 1. Çaydanlık, çey sığarcan
yastık altında duruyor. tonho çay yapılacak çaydanlık. 2.
tona- Yağma etmek. mec. Aptal, ahmak, çooh pîlbes
tonağ Yağma, soygun. tonho konuşmasını bilmez ahmak.
tonağcı Yağmacı, soyguncu. tonhon bk. tonho
tonah sag. Akdiken. tonıcah Kötü elbise: "Anın innînde çabal
tofialçıh Oturmak için kütük, tabure. çırtıh tonıcah." V. Kobyakov (Onun
sırtında kötü, yırtık palto.) tonıcaan
tonan- Elbise giymek: "İbde üs-tört
innîne tastap elbisesini omzuna a
irenner tonanğanınah odırlar." V.
tıp.
Kobyakov (Evde üç dört erkek
tonığ 1. Anlam, mana. 2. İtibar, saygı:
giyinmişler oturuyorlar.) çuğa
"Hacan daa honıh toniğin
tonan- ince giyinmek. toldırazınah körbeen ipçınîn
tonancıh Giysi, elbise. sağıstann kem dee pîlçe ni?" N.
tonancıhtığ s. Giyimli, giyinik. Nerbişev (Hiçbir zaman konuk
tonandır- Giydirmek: "Min sini çi, sinî itibarını iyi yerine getirmeyen
uzudar üçün azırap, tonandırçam kadının düşüncesini herkes bilir
ma?" V. Kobyakov (Ben seni k i , ya?)
seni uyutmak için mi besleyip tonılcah (kış uykusu sırasında ayının
giydiriyorum.) makatında oluşan) Tıkaç, tonılcah
tonarah Bıçak, ustura, pozı kizîlcen îstî sürdîrgenîne çarapça tıkaç
mide ishal olunca işe yarıyor.
molat tonarah kendiliğinden kesen
çelik bıçak. krş. tomırah. tonmar Avda kullanılan ok.
tofiarçah s. Tepen, çifte atan (at). tonna Ton.
tonarçahtan- (at) Tepmek. at tofina- (buz) Tutmak: "Sağallanna pus
tonarçahtança at tepiyor. tonnap parğan, praylan har polğlap
parğannar." A. Kuzugaşev
tofias 1. Tane, tohum. 2. Hububat, tahıl.
(Sakalları buz tutmuş, hepsi karla
tonat- Yağma ettirmek. kaplanmış.)
tonaza Tungus, Evenk. tonaza hamı
tofina- Sıkı bağlamak.
küstîg polcan Tunguz kamı güçlü
tonnah (üzerinde kayılan) İnce buz
olur. tabakası.
tonca r Halatta düğüm
tonnığ s. Paltolu, kürklü: "Ah azahtığ
toncarla- (halatı) Düğümlemek. hızıl toraat müngen, hıshacah sarığ
ton-çar sag. Zıpkın. tonnığ kfzl"V. Kobyakov (Ak ayaklı
tondah Donmuş yer, sert yer. çuğa kızıl doru ata binen, kısa, sarı
tabannığ at tondahta çör paltolu kişi.)
polbinça ince tabanlı at don yerde tonzor (buz üzerinden vurarak balık
yürüyemiyor. avlamaya yarayan) Tokmak.
tofîdır- Dondurmak. tonzorla- (tokmakla buz üzerine
tondol Dolu (yağış) vurarak) Balık avlamak.
toîiha Baş aşağı, baştan aşağı.
- 516 -
too toons
too (ı.) bot. Akdiken meyvesi too ağazı biselerini parçalayıp duruyor.) 3.
akdiken. Gözünden yaşlar damlatmak.
too (ıı.) şor. Sayı, hesap, sanı-toozı çoh toolat- (ıı.) Akdiken meyvesi toplatmak.
sayısız. toolı- Satın almak.
too- 1. Önem vermek, dikkat etmek: toolığ Kurtulmalık, fidye.
"Mıltıh tabızına nimenî nimee toolın- Satın alınmak, fidye vererek
toobas küren at taa çoçıp parğan." kurtarılmak.
N. Domojakov (Tüfek sesinden,
kolay etkilenmeyen yağız at da toolıt- Satın aldırmak, fidye vererek
ürkmüş.) 2. Dikkate almak, itaat kurtarmak.
etmek. 3. Sözünü dinlemek: "Ötîg toomcı Otorite, saygı, itibar.
tabıstığ pituğastı / Çalğıs min ne toomcılıg s. Saygın, otoriteli. kızının
toobinçam."N. Tinikov (Keskin sesli çahsızı toomcılıg insanın iyisi
horozcuğu /Sadece ben saygın olanı.
dinlemiyorum.) toop (<toh-ıp) hannın toop parğan
toobas s. Söz dinlemez, itaatsiz, haylaz, tamcıhtarı kanın donan damlacık
saygısız. ları bk. ton-
toodah zool. Deve kuşu. toodahtı at toor- (ı.) Dondurmak.
salza, pızonı sıylapçalar deve k u toor- (ıı.) Doğramak, kesmek, kırmak:
şu avlanırsa, hediye olarak buzağı "Ödın toorcanda paltınan
verilir. kirçektelgen irgî torıspahta odır
tooh hara tooh (yeni doğanın) İlk dışkı salğan." A. Çerpakov (Odun
sı, ças palanın hara tooğı bebeğin doğrarken baltayla tırtıklanan eski
ilk dışkısı. kütüğe oturmuş.) odın toor- odun
toola- (ı.) 1. Dağılmak, yayılmak, serpil kırmak.
mek. 2. Ufalanmak, parçalanmak. toorçah s. Kısa. toorçah ton kısa palto.
3. Damlamak, akmak: "Çılığ nanmır toordır- (ı.) Dondurtmak.
toolapçadır / Çirnfn paarın toordır- (ıı.) Kestirmek, doğratmak,
nımzadıp." P. Ştıgaşev (Ilık yağmur kırdırmak.
dökülüyor / Yerin bağrını
toorha İlik, düğme y e r i .
yumuşatıp.) harah çastarı toolap
sıhhannar gözyaşları damla damla toorıl- Bürünmek, kaplanmak: "Ağaa
akmış. pozının harala toorılğan holın
sunçadabas." V. Kobyakov (Ona
toola- (ıı.) Akdiken meyvesi toplamak.
kendi karaya kesmiş elini sunuyor.)
toolas- (birlikte) Dağılmak, yayılmak:
toorım (ı.) Kürk eteğinin alt tarafı.
"Hıbın sığara çaçırasça /
idektîg tonnın toorımı etekli
Hızarbinan toolazıp." A. Topanov
paltonun alt kısmı.
(Kıvılcım çıkarıp sıçrıyor/ Kızararak
yayılıp.) toorım (ıı.) Ayırma, bölme, dağıtma.
tuthan palıntın toorımı tutulan
toolat- (ı.) 1. Dağıtmak, yaymak,
balığın dağıtımı.
serpiştirmek: "Hıronı pozının üstüne
tooladıp." A. Kuzugaşev (Kırağıyı toorım (ııı.) 1. Donmuş ürün. toorım
kendi üzerine döküp.) 2. Ufalatmak, nımırt dondurulmuş yemiş, toorım
parçalatmak: "Haphan çirden haap, hayah donmuş yağ. 2. Dondurma.
çuruh-çarığın tooladıp odırça." V. toons (ı.) Dondurma, döndürüş.
Kobyakov (Kaptığı yerden kapıp e l - toons (ıı.) Kırdırma, kestirme, doğratma,
kırdırış, kestiriş, doğratış.
-517-
toorıs toranna
torap (erimiş yağda) Tortu, hayah torıbı (Pencerelerde nakış işlemeli ağır
yağ tortusu. ipek perdeler.) 3. İpek gibi, kıymetli:
toraptığ s. Tortulu. "Hıra salçan çın, çashıda kök
torğınan çabınıp, küsküde holarba
toras Sepet, çistek teercen toras yemiş
as pirgenî altın nimes pe?" M.
derme sepeti. Kokov (Ekin ektiği yeri, baharda
toraşa kız. Balık sepeti, kirtil, çöten. gök ipekle kaplanıp, güzün seçkin
palıh salçan toraşa balık koyma ürün vermesi altın değil mi?) torğı
sepeti. kögenek kis- ipek gömlek giymek.
torba Torba, at tirgızîne palğacan torhılaas Yıpranmış tırpan.
torba at terkisine bağlanan torba.
torhlaas bk. torhlos
torbah Dana, düve iki yaşında buzağı.
torbah puğa tosun. torhlos 1. Oyuncak tüfek. 2. Üfleyerek
ok atılan boru. 3. mec. Tüfek.
torbas Yosun: "Çatçathan tas torbasha
pastır parça" V. Şulbayeva (Yatan torığDoru: "öör pastan pora, hara, torığ,
taş yosunla kaplanır.) Çatçathan küren ashırlar." N. Domojakov
tasha torbas ös parça. Atasözü (Sürü liderleri kır, kara, doru, yağız
(Yatan taşta yosun yetişir.) aygırlar.)
torbastan- Yosunla kaplanmak: "Pis torıh Kötü deri. torıh tonnığ kîzî kötü
torbastanarğa pirbespıs." V. koyun postu giymiş kişi (fakir)
Şulbayeva (Biz yosun kaplanması torıl- Çukur oluşmak, purüzlenmek,
için vermiyoruz.) çatlak oluşmak: "Anın sîmîskelîg
torbay- Dimdik durmak, öne çıkmak. küren sırayı, çashı çilge saptırıp,
ton İğ lap parğan." V. Kobyakov
torbı bk. torba (Onun sivilceli yağız yüzü bahar
tor- çar tekr. 1. Haber, havadis. 2. Skan rüzgârına çarpılıp pürüzlenmiş.)
dal. torım bot. Servi kozalağı.
torçıh Bülbül.
torımna- Servi kozalağı toplamak.
torda kız. Eritilmiş yağ tortusu.
torımnat- Servi kozalağı toplatmak.
torf Turba.
torıp bk. torap
torğa bk. torım
torıspah Kütük, tomruk: "Arına, çay îzlp,
torğay zool. Toygar, çayır kuşu krş. torıspahta odırğan." N. Domojakov
torğayah. (Arina çay içerek, kütüğün üzerine
torğayah zool. Toygar, çayır oturmuş.) odın carcarı torıspah
kuşu: "Torğayahtarğa hozılıp, sîlîg üzerinde odun kırılan kütük.
sarınnar sarrıir." V, Tatarova torjestvnnay s. Törenle, merasimle ilgili.
(Toygar kuşlarına katılıp, güzel
torjestvo Tören, merasim.
şarkılar söylüyor.) krş. torğay.
torlarla zool. Keklik Torlana idine
torğı 1. İpek Çathan çirîn çağlığ
tospassın, keergen idine
polzın, çabınğanın torğı polzın. -
simîrbessîn. Atasözü (Keklik etiyle
Dua (Yattığın yer yumuşak olsun,
doymazsın, sedir kuşu etiyle se-
Örtündüğün ipek olsun.) Aynın
mirmezsin.) krş. torlağın.
altınan altın torğı tarttım.
Bilmece, duman (Ayın altından altın torlağın zool. Keklik krş. torlana.
ipek çektim.) 2. İpekli, ipekten: torlas- (kuş) Ses vermek, ötüşmek.
"Közenekterde oyıh hoostığ aar torlas (kuş) Ötme, cıvıldaşma.
torğı körkîler." V. Şulbayeva torlat- Tıkırdatmak, patırdatmak.
tormoz -519- tostır