Professional Documents
Culture Documents
••
Saat On Uçte,
Say1n Generalim
türkçesi
T. Deliorman
SAAT ÜN ÜÇTE,
SAYIN GENERALİM
ARI<ADİY VASİLİEV
ARKADİY VASİLİEV
SAAT ÜN UÇTE,
SAYIN GENERALİM
Kaldıraç Yayınevi - 35
Anlab-Roman Dizisi - 3
ISBN 978-605-87856-0-1
1. Baskı: İstanbul 2011
(Türkçe ilk baskısı Sosyal Yayınlan tarafından Şubat 1980'de yapılnuşhr)
Kaldıraç Yayınevi
Şehit Muhtar Mah. Nane Sk. No: 15/4 Beyoğlu/İSTANBUL
Tel&Fax: O 212 251 68 61
www.kaldiracyayinevi.com.tr, kaldirac.info@gmail.com
İÇİNDEKİLER
Birinci Bölüm .
......... ...... ... .... ....... . . . .. . .. ..... .... . . . . ... . .. ... 13
... ... . . . . .. .. ... ... ... ..
5
Yalnız ekmekle yaşanmaz! ................................................... ..... ... . . 183
1918, Haziran . .
. .............. ..... ...... . . . .. .
.............. ................................... 189
Papaz Yoan"ın dalavereleri ....................................................... . . . 193
.
İkinci Bölüm . .
............... ............. ....................................................... 285
Mart, 1943 ......................................................................................... 285
Andrey Mihayloviç Martinov'un anılarından . .. ......................... 293
Alman çizmesi .
............................................... .... ........... ............ .. . . . . 307
Herr Hilger genelleme yapıyor ............. ... . .. . .. . .
.... .. . ... .. ............. ... . 317
Berlin'de ............................... .. ........................................ ................. . 327
"...Ne olduğumu nereden bilecekler???" . . . .
. ............... .. .......... .. ... 337
"Utanmıyor musun?!" .................................................................... 348
General Lukin .
........ ........................ ....... . .. .. .
... . .
... ......... .. ................. 360
Moskova'da . .
... ..... .... ..... ... ..
.... . ............................................ ... ..
... ..... 383
"Çekil başımdan - Vlasov - çekil!" ........................................ ....... . 387
Andrey Mihayloviç Martinov'un anılarından .
............ ............... 401
6
Boz bulanık bir sabahtı ................................................................... 455
"O bize diri olarak gerekli" ............................................................ 465
General Vlasov'un evlilik hazırlığı ............................................... 484
Andrey Mihayloviç Martinov'un anılarından ............................ 507
Başkasının adının altında·················· ··········································· 510
:
"Konuşmamız gerekiyor Orlov yoldaş..." .. . 527
......... ............ ...........
7
Bu RoMAN VE YAZARI ÜzERiNE
GEREKLİ BiRKAç Söz
9
Romanın ikinci bölümünde, gerçek yüzüyle yine pek bilinme
yen, hatta hemen hemen hiç bilinmeyen olaylar en ince aynntıla
nyla gün ışığına çıkarılmaktadır. İkinci DÜnya Savaşı'nın daha ilk
günlerinde, Almanlara bile isteye tutsak düşen bazı Sovyet gene
ralleri -ki bunların en ünlüsü General Vlasov'du- Almanya'da Hit
ler'in hizmetine girmişler ve Berlin'de "Kurtuluş Komitesi" adı al
tında bir komite kurmuşlardı. İşte, romanın başkahramanı bu ko
mitenin karargahına kadar sokulmuş, asıl yüzünü yakından gör
müş ve yaptıklarını izlemiştir. Aynca, Almanya'daki tutsak kamp
larını, Gestapo'yu ve Hitler, Himmler, Göring, Göbels," Rozenberg
ve hempalarını yakından tanıtmaktadır bize.
Romanın yazarı gençliğinde Çekist olarak çalıştığı için, ele al
dığı konulan avucunun içi gibi bilmekte ve bu olaylan olanca dina
mizmleri ve derinlikleri içinde sunabilmektedir. Yazar, teker teker
incelediği binlerce belgeye dayanmaktadır burada. Arkadiy Vasili
ev; "Evet böyle bir Parti var", "Komutanın gençliği", "Pazartesi sı
kıcı bir gün" adlı romanlarıyla gerek Sovyetler Birliği'nde gerekse
öteki ülkelerde geniş bir ün yapmıştır. En ünlü ve önemli romanı
"Saat on üçte, sayın generalim"dir. Bu romanın 1970'te yayımlanan
ilk baskısı yüz bin tirajlıdır. Günümüze kadar yalnızca Sovyetler
Birliği'nde yanm milyondan fazla basılmıştır. Bütün sosyalist ülke
lerde ve çoğu kapitalist ülkelerde çevirileri çıkmış ve büyük bir il
giyle karşılanmıştır. Arkadiy Vasiliev, 1972'de, yazarlığının en ol
gun çağında ölmüştür.
T. Deliorman
ıo
yAZARIN KISA BiR AÇIKLAMASI
11
ÇEVİRMENİN Noru
12
B İRİNC İ BÖLÜM
D iRiÖLü
Y. H. Peters Yoldaşa Rapor
Grubumuz, 15 Mart'ı 16'ya bağlayan gece Moskova-Brestk ga
rındaki depo ve vagonlarda arama-tarama yapıyordu. Bir yük va
gonunda cılız bir ışık dikkatimizi çekti, kapıyı açtık. Yüksekçe bir
kaide üzerinde bir tabut vardı. Mumlar yanıyordu. Ölünün akraba
lan, bohçalan üzerine oturmuşlardı.
Her olasılığa karşı kimliklerini gözden g�rCiik. Gerek dirile
rin, gerekse ölü Gribuşina Avgusta Yuvenalievna'nm kimliklerin
de kuşkuyu çekecek hiçbir şey yoktu. Gribuşina, Petrograd eyale�
nin Tosno şehrindendi. Moskova'daki akrabalanna gelir gelmez ti
fodan hastalanmış ve ölmüştü. Cenazeyi Tosno şehrine götürecek
olan vagon, kendilerine, Baltık ve Karadeniz Filosu Taşıma İşleri
İdaresi Müdürü Germanov yoldaş tarafından verilmişti. Ölünün
akrabalanndan, kendilerini rahatsız ettiğimiz için özür diledik. Ve
tam yanlarından çıkmak üzereyken, Martinov yoldaş, ölünün göz
kapaklan üzerindeki paralann kıpırdadığını fark etti. Bu olağanüs
tü olay karşısında, ruhunu tannsına henüz teslim etmiş olan kadı
nın gözlerinden paralan çekti aldı. Gribuşina, gözlerini açh ve doğ
rulmaya yekindi.
Tam o anda da bir silah sesi duyuldu. Ve silahlı çahşmada va
tandaş Stupitsin öldü. Bizim kaybımız yok.
Tabutun üzerinde bulunduğu kaidenin altında ve "akraba
lar"ın oturduklan bohçalarda şunlan bulduk: 10 pud un (bir pud -
13
Rusların eski ağırlık ölçüsü- 16 kg 380 gr), 9 pud bulgur, iki çuval
toz şeker, 12 pud kesme şeker, 47 adet kilise mumu, iki sandık nal
çivisi.
Dirilen kadın ve akrabalan Butirsk Tutukevine sevkedildi.
Elkonan silahlar: Üç tabanca, 61 adet mermi. Tutuklulann
kimliklerini de gönderiyorum.
Stupitsin'in cesedi morga teslim edildi.
16Mart1918 Grupbaşı: Malgin
14
nan yiyecek maddelerinin askeri hastaneye, çivilerin de süvari bir
liğine verilmesi.
15
Sonra görüşürsün. Razı mısın?
Evet.
Vereceğim bir tezkere ile Lübyanb'da on bir numaraya
gidecek, orada P�ers yoldaşı bulacaksın.
Andrey, ertesi günü, ÇeKa üyesi Peters'in karşısındaydı. Kağı-
dı verdikten sonra sordu:
- Uzun zaman için mi?
Peters gülümsedi:
- Herhalde.
Andrey'in hoşuna gitti Peters. Canlı, dinamik bir adamdı, tek
bir fazla söz söylememişti. Dikkatli ve zeki balcışlıydı. Sesi biraz bo
ğuktu. Ruşça'yı Leton ağzı ile konuşuyordu.
Martinov'u küçük bir odaya götürdü. Pencere önündeki boş
lukta bir genç oturuyordu. Omuzlarında bir asker kaputu vardı.
Peters'i görünce ayağa kalktı. Peters: "Yeni bir arkadaş. Hemen öğ
retmeye başla," dedi. Ve çıktı.
Delikanlı kaputunu giyerken, iri mavi gözleriyle Andrey'i
süzdü.
Üşümüyor musun?
Hayır.
Ben donuyorum. Mart ayı, bu sizin Moskova'da kazma
kürek yaktırıyor anlaşılan.
Sadece yeni takvime göre mart. Eskisince henüz şubatta-
yız.
Ha eskisi, ha yenisi. Soğuk. Adın ne? Benimki Malgin...
Saatin yok mu?
Nereden olacak!
Benim de yok. Saat on bir oldu mu dersin?
Hemen hemen.
Gidelim öyleyse. Çay hazırdır. Ekmek de verecekler.
Koridorda bir diğer Çekistle karşılaştılar. Malgin tanıştırdı:
16
- Filatov. Haydut ve karaborsacılann zebanisi.
Filatov kaşlarını çath:
- Bir son ver bu şakaya arhk canım. İnsanın adı çıkacağına
canı çıksın. Yeni mi bu arkadaş?
Filatov da Andrey'in hoşuna gi tti. Kararlı bir insana benziyor
_ _
du. Baş parmağı ile işaret parmağı arasındaki üçgende bir dövme
vardı: Mavi bir gemi çapası. Martinov, Filatov'un elini sıkarken
gördü bunu.
Sıcak çay, yüz gram ekmek ve birer bonbon verildi kendileri-
ne.
Filatov acele ediyordu, çok kalmadan çıkh: Martinov'la Mal
gin uzun süre oturdular. İçerinin sıcaklığı hoşlarına gitmişti. Mal
gin: "Haydi kalkalım," dedi. "Daha fazla kalırsak bir daha acıkaca-
ğız."
Koridorda yürürlerken, sıska ve dar omuzlu Malgin konuşu
yordu:
- Çarlık zamanı olsaydı, seni mutlaka muhafız kıtasına alır-
lardı. Hem de süvari.
Andrey gülümsedi:
- Neden?
- Hem uzun boylusun, hem de sarışınsın. Muhafız kıtasına
renge bakarak adam seçerlerdi. Preobrajen alayına esmerleri, Se
mönov alayına kumralları, Pavlov alayına çip burunluları, senin gi
bi sarışın ve selvi boyluları da süvari muhafız alayına alırlardı... Be
ni de, olsa olsa herhangi bir piyade alayına trampetçi yaparlardı.
Bir kapı önünde, Malgin: "Buradan silah ve mermi alacaksın,"
dedi ve: "Silah kullanmasını biliyor musun?" diye sordu.
- Biraz.
- Öğreneceksin. Şunu da söyleyeyim ki, bugün eve gideme-
yeceksin. Nöbetçiyiz çünkü.
Andrey birden bozuldu:
17
- Kanma haber vermeliydim. Telaş eder.
Malgin, ona acır gibi baktı:
Acele etmişsin, kardeş... Çocukların da var herhalde.
Henüz yok.
Ne de olsa acele davranmışsın. Aldırma, her gece nöbet
yok.
Uzun sakallı yaşlı bir asker, Andrey'e bir tabanca ve otuz mer
mi verdikten sonra: "Numarayı defterine yaz veya en iyisi belle,"
dedi.
Andrey, tabancaya, beceriksizce altı menni yerleştirdi.
Asker gülümsedi:
Tabanca dolduruşun ilk mi?
- Böyle bir gereksinimle karşılaşmadım şimdiye dek.
- Yedi tane alır. Ver göstereyim.
Andrey, tabancayı cebine koydu. Asker, sandıktan geniş bir
askı ve yeni bir sarı tabanca kılıfı çıkardı:
- Sağlık ve esenlikle taşı. Dikkat et, acemilikle kendini vur
mayasın.
Malgin, Andrey ve aynı gün ÇeKa'ya alınmış olan Nikolay
Mahover, gece Tverskaya caddesinde yürüyor, karakollan denetli
yorlardı. Nastasinka sokağında, "İmdat! İmdat!" diye haykırarak
koşan sıska bir kadınla karşılaştılar.
Malgin, el fenerini kadının yüzüne tuttu:
- Ne bağınyorsun?
Küçük bir kızdı bu. Bluzu paramparçaydı, bir gözünün altı
mosmordu. Sınlsıklamdı, titriyordu. Dudaklanm güçlükle oynata
rak: "Koşun, gelin! Öldürecek onu... " diye yalvardı.
Şairler Kahvesi'nde duvar diplerine sıralanmış bir yığın insan
vardı. İki küçük salonu birleştiren dar koridor da doluydu. Orkes
t-ra yerinde, smokinli kara kuru bir genç dans hareketleri yapıyor
ve bir yandan da: "Bir ki! Bir, ki, üç!" diye orkestrayı yönetiyordu.
18
Sırtında yeşilimsi toprak renkli züppece bir üniforma bulu
nan, ayaklanndaki subay çizmeleri pınl pınl, iri kıyım, geniş
omuzlu bir erkek, salonun orta yerinde, hiçbir kızgınlık belirtisi
göstermeden, ustasının komutası ile çekicini örse indiriyormuş gi
bi, dingin ve uyumlu hareketlerle, esmer bir kadının yüzüne tokat
ahyordu. Esmer kadın hiçbir direniş göstermiyordu. Ellerini arka
sına bağlamış, her tokatta başı sağa veya sola gidiyor ve sanki şa
marlanan bir başkasıymış gibi umursamaz bir sesle: "Rica ederim!
Rica ederim!" diyordu.
Öteki, kadının kamına bir tekme indirdikten sonra, orkestra
şefi: "Finita!" diye haykırdı.
Andrey itin yakasına yapışh. Öteki, "benim gibi adama el kal
dırmak cesaretini gösteren bu adam da kim oluyor" der gibi şaşkın
şaşkın bakındı, fakat Mahover'i elinde silahla görünce yelkenleri
indirdi ve yalvaran bir sesle mırıldandı:
- Götürün beni! Rica ederim götürün beni!
Ve bunu söyler söylemez, talaş döşeli pis yere, ağır bir çuval
gibi devrildi, bir saralı gibi sapır sapır titreyip sarsılmaya· başladı.
Esmer kadın, derhal üzerine ahldı, erkeğin başını dizlerine koydu,
kana bulanmış, sapsan yüzünü kaldırdı: "Dokunmayın ona!" diye
yalvardı.
Malgin, bayılan adamın gözkapaklannı kaldırdı, el fenerini
gözlerinin içine çevirdi ve sonra kısaca yargısını verdi:
- Numara yapıyor.
Tutuklunun, kokain ve morfin tüccarlan arasında "Tarantula"
diye bilinen Mihail Tarantoviç olduğu anlaşıldı. Şairler Kahvesi'ne,
"aydınlar toplumu"nda eğlenmek için yeni dostu ile gelmiş ve ora
da kansı ile karşılaşmış. Satamadığı kahn döven sarhoş cambaz gi
'bi dövdüğü kadın, kendi kansıydı.
Tarantula'nın briç pantolonunun ceplerinde yeni bir tabanca
dan başka, yirmişer, yirmi beşer gramlık paketler halinde yarım ki-
19
lo kokain bulundu. Bir hazineydi bu.
Ertesi sabah Malgin: "Ben gara gidiyorum, bizimkilerin geldi
ğini haber aldım. Sen, Tarantoviç'i sorguya çek," dedi.
Andrey alabildiğine heyecanlıydı. Yaşamında ilk kez bir tu
tukluyla konuşacakh. İlk soruları neler olmalıydı? Ve daha sonra
kiler? Bu işin alhndan başarı ile kalkabilecek miydi? Onu en fazla
heyecanlandıran sorun da buydu.
Koridorda Filatov'la karşılaşh. Filatov, Andrey'i dinledikten
sonra gülümsedi:
- Ne o, bay aydın? Herif, eşekoğlu eşek, kokain ticareti ya
pıyor, sen kalkmışsın, onunla felsefi tarhşmalar yapıyorsun. Ta
banca yakaladınız mı üzerinde? Yakaladınız. Sevket devrim mah
kemesine... Hepsi bu... Haydi iş başına.
Tarantula oturmayı reddetti. Sorulan ayakta yanıtlıyordu:
- Kokaini, bana, "Genhart" firmasının temsilcisi bay Kudri
yavtsev getirdi. Bu firmanın deposu, Gümrük avlusundadır. Onu,
maddi delillerle yakalamak istiyorsanız, derhal gidin oraya. Depo
da pek çok deri var, saymadım ama, çok, beş yüz kadar. İyi deriler,
çoğu da gön. Kapıdan girdikten sonra, hemen sağda beş fıçı kloro
form var.
Andrey: "O kadar çok mu?" diye hayretle sordu.
Tarantoviç'in dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. And
rey, düştüğü zor durumdan bir an önce kurtulmak için: "Belki de
kloroform değil bunlar?" dedi.
- Hem de halisi... Ayrıca, üç yüz çift kadar iş ceketi var.
Hepsi de askeri levazım mühürü ile mühürlü. Elli çuval kadar por
takal kabuğu da bulacaksınız.
- Portakal kabuğu mu?
- Evet. Eczacılara sablıyor.
Andrey, asıl konuya girdi:
- Bırakın portakal kabuğunu da, şu kokain sorunu üzerine
20
daha aynnhlı bilgi verin. Hem de tabanca konusunu anlahn. Nere
den elinize geçti bu?
- Suharevka çarşısından sahn aldım. Orada böyle şeyler is
temediğiniz kadar çok. Kendi güvenliğim için aldım. Çünkü na
muslu insanlar, geceleri evlerinden dışarı çıkamıyorlar.
.
Tarantoviç, birden uyuklamaya başladı. Konuşkanlığı yok ol
du. Davet beklemeden bir iskemleye yığıldı. Bulanık, ölü bakışları
nı Andrey'e çevirdi: "Bir paket! Hiç olmazsa bir paketçik!" diye
yalvarmaya başladı.
Andrey, kokaini çekmecesine koydu. Tarantoviç yerinden fır
ladı ve: "Namussuz, ver şunu! Tanrım gibi yalv�rıyorum sana, ver!
diye çığlık kopardı.
Andrey nöbetçileri çağırdı. Tarantoviç boş bir çuvala dönmüş,
dudakları mosmor olmuştu. Ağlayan bir sesle.yalvarıyordu:
- Neyin eksilecek! Niçin vermiyorsun?
Kapıdan çıkarken haykırdı:
- Damarlarımı keseceğim. Başına dert açacağım it.
Andrey yalnız kalmışh odada. Birden içini bir üzüntü kapladı.
Dışarısı herhalde şakır şakır güneşliydi. Tek penceresi avluya ba
kan bu küçücük oda bile biraz aydınlanmışh. "Gerçekten de da
marlarını keserse? Delirdi sanki!"
Yapılacak bir işi olsaydı, bu ağır düşüncelerden sıyrılacaktı.
Hiçbir iş yapmadan oturması ve Malgin'i beklemesi gerekiyordu.
Parti sekreteri Beloglazov'u anımsadı, "İş yaratmakta eşin yoktur
Beloglazov yoldaş. Bul bana bir iş. Ah, neden razı oldum!"
Avluda bir gürültü koptu. Martinov, pencereden başını uzath:
Büyük sandıklarla yüklü arabalar giriyordu kapıdan. Çok geçme
den Malgin içeri girdi:
- E, konuştun mu?
Andrey, üzüntülü bir sesle cevap verdi:
- Evet, konuştum.
21
Malgin bunalım içinde bulunduğı.inu anlamışh: "Andrüşa,"
dedi, "Her şeye alışman gerek. Bizim iyi insanlarla işimiz pek az.
Görevimiz hiç de iç açıcı değil."
23
dürlüğündeki minnettar meslektaşları tarafından." Tamam mı?
Profesör Puhov'un kendisinden sahn alındı. Adını duymamışsa
nız, bu profesöre ilişkin şu bilgiyi verebilirim: Ağırbaşlı bir bay, na
zik bir adam. Leontievska'da Pegov'un evinde oturuyor. Bir
zamanlar Moskova'yı sıvı gazla ışıklandıran İngiliz şirketi bu bina
nın alt katında bulunuyordu. Şimdi, doğal olarak, bu ortaklığın ye
rinde .yeller esiyor. Ne şirket var, ne de gaz. Bu altın gülle için, bu
deyişten dolayı özür dilerim, iki çuval birinci kalite tertemiz Baş
kurt buğdayı unu, bir buçuk kilo şeker -bir kilosu kesme, yanm ki
losu da toz şeker- verdim. Tabakayı, Aleksandr AleksandroV'un ıs
rarlı ricası üzerine satın aldım. Çünkü o sırada eşi ağır hastaydı, toz
şekere gereksinimi vardı. Anladığıma göre profesör, kansını genç
liğinde şımartmış ve kadın yokluğa alışmamış.
- Profesörü adamakıllı soyup soğana çevirmişsiniz
- Ah, sizinle konuşmak ne kadar güç! Soyup soğana çevir-
mişim. Nasıl söz bu! Oysa ben, bu zamanda ona yaşam bahşettim.
Buğday unu verdim. Nereden bulacaksınız buğday ununu! Ticaret
bir zorbalık değildir. Bizim işimiz malımızı sunmak, önermek.
Müşterininki karar vermek. Onu zorlamıyoruz... Şekere gelince...
Savaştan önce, her isteyen istediği kadar şekerli çay içiyordu. Şim
diyse, Re-Se-Fe-Se-Re'de [Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cum
huriyeti sözünün Rusça baş harfleri -çev.] Rus şekerinin yanm ki
losu yüz rubleye...
Lüzumsuz sözler söylediğini anlayan Artemiev, derhal yüzü
ne tatlı bir gülümseme maskesi geçirdi:
Böyle fıkralar anlatılıyor. Allah allah kim uydurur bunları
canım!
Altın alım satımını yasaklayan kararnameyi okudunuz mu?
Evet.
Yiyecek maddeleri karaborsasını yasaklayan kararname
den haberiniz var mı?
24
Ayrınhlannı bilmiyorum -gözlerinde alaya bir gülümseme
belirdi-. Bu kararnameler de pek çok oldu be canım... Gün geçmiyor
ki bir yenisi çıkmasın. Hepsini izlemek ne mümkün! Bir emek insa
nı olmadığım için bana gazete verilmiyor. Görülmeyecek bir yere
çekilip de okumak olmuyor. Duve1;rlann ardı soğuk çünkü... İstiyor
sanız, bana yüklediğiniz butün suçlan üzerime almaya hazırım.
Andrey, ilgiyle yüzüne bakh:
- Ne demek o her türlü suç?
- Tam bir çıkmazda ve benim durumumda bulunan bir in-
san başka ne yapabilir vatandaş? Çok iyi anlıyorum ki, "Olağanüs
tü Komisyon" dan özür dilerim, ÇeKa'dan yaı:ıi, sağ kurtulamaya
cağım. Ne acının, ne üzüntünün bulunduğu, yaşamın bitimsiz ol
duğu öteki dünyaya çabuk elden gönderileceğimi, sizin deyişiniz
le "temizleneceğimi" biliyorum. Sizin gözünüzde kimim ben? Kö
tülerin kötüsü, en zararlıların en zararlısı, biraz önce dediğiniz gi
bi karaborsacı, karşı devrimci! Beni nasıl olsa ortadan kaldıracaksı
nız. Ama bir suçla, ama beş suçla. Benim için ne fark eder! İtiraftan
kaçınmak için direnmeye değer mi bu? Yani böyle bir direnmeye
niyetim yok, esasen anlamı da yok -Artemiev biraz daha coştu- de
mek istiyorum ki, delikanlı, özür dilerim sorgucu vatandaş, yaşa
mım, hiç demesem de, hemen hemen hiç ilgilendirmiyor beni arhk.
Gülümsüyorsunuz, sanıyorsunuz ki, ben aklanmak veya daha kö
tüsü, kalbinizde merhamet duygularını uyandırmak için bu yönte
mi seçtim, affedersiniz ama, aldanıyorsunuz. Gerçekten de arhk
yaşama isteği denen bir şey kalmadı içimde.
Andrey'e birden öyle geldi ki, Artemiev'le önceleri, yıllarca
önce konuşmuştu.
- Beni yaşama bağlayan hiçbir bağ kalmadı, sorgucu vatan
daş. Hayır, hiçbir sürekli bağ kalmadı, ne kadın ne çocuk... Bir ke
şiş değilim elbette, cins-i latifi severim...
"Dinledik bunları sizden" diye uyanda bulundu Andrey ve
25
Malgin'in sorguları sırasında yaphğı gibi devam etti:
- Bu sözlerin sorgu ile bir ilişkisi yok. En iyisi, karaborsaya
sürdüğünüz mallan nereden buluyorsunuz, onu anlatın.
Artemiev'in yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi:
- Çok ilginç bir noktaya dokundunuz. Evet, gerçekten de
nereden buluyorum? Geçen hafta, Kafkasya giyimli tanımadığım
bir vatandaş yanıma geldi ve bütün o yiyecek maddelerini satın al
mamı önerdi. Fiyat elverişliydi ve ben tehlikeyi göze aldım.
- Yüksek fiyatla satma tehlikesini mi?
- Asla! Ben bunları hediye için aldım. Biraz önce cinsi latif-
ten söz etmiştim. Avgusta Yuvenalievna beni kendine çeken son
kadındır. Savaştan biraz önce kaplıca dönüşümde, trende tanışhk.
Kocası albay Gribuşin'le yolculuk yapıyordu. Ünlü Brusilov taar
ruzundan sonra Avgusta Yuvenalievna dul kaldı. Çok geçmeden
aramızda derin bir dostluk kuruldu. Sonra, dönüşümler, evrimler
birbirini izledi. Misafirliğe gidip gelmeler sakıncalı olmaya başladı.
İyi ama o, sürekli ayrılığın duygulan soğuttuğunu anlayamıyordu.
Bir gün Moskova'ya geldi, bende bir hafta misafir kaldı. Ne var ki,
bizim ateş daha fazla alevlenmedi... Acıdım zavallıya: Besin yeter
sizliğinden zayıflamış, sararıp solmuş. Kafkasyalıdan ne aldımsa
kendisine verdim. Yakalanmasaydık, bunlar, tam zafere kadar ye
tip artacaktı ona.
- Hangi zafere?
- Gazetelerin yazdığı, proletarya devriminin tüm dünya ça-
pındaki tam zaferine dek. O zaman, zenginler de olmayacak, açlar
da...
- Yuttum mu sanıyorsunuz?
- Zaten benim hiçbir sözüme inanmadığınızı çok iyi biliyo-
rum. Eh, sizin bileceğiniz bir iş bu. Bütün gerçekleri olduğu gibi
önünüze seriyorum, ruhumu çırıl çıplak ortC}ya koyuyorum.
- Pekala. Mademki öyle, anlahn bakalım, vagon tahsisi mü-
saadesini nasıl sağladınız ve sizin yabancı dediğiniz o insanların ne
işleri vardı tabut dolayında?
- Vagon tahsisi sorununun anlaşılmayacak hiçbir zor yanı
yok: Arabayı yağlamazsan yürümez.
- Kimi yağladınız öyleyse ve neyle?
- Bunu, en iyisi Stupitsin'den sormalısınız? Fakat, ne yazık
ki soğuk bir ceset şimdi o. Tüm yağlama işini yapan o idi.
- Ölüye mi yüklüyorsunuz suçu?
- Ne demek "yüklemek?" Affınıza sığınarak söylüyorum,
onu sonsuzluğa dek susturan ben değilim. Kendisiyle namusumla
ödeştim; bir çuval toz şeker ve on bin ruble verdim ona. Hem de
Kerenski rublesi değil, Petrovka [Rublenin değeri, Kerenski döne
minde hemen hemen sıfıra düşmüştü -çev.] Bende bıraktığı tatlı
anılardan dolayı Avgusta Yuvenalievna'ya ne,ı:l.erecede müteşekkir
.
olduğumu bundan da anlayabilirsiniz.
"Çok muydu Petrovkalannız?" diyerek, mavi bir kurdele ile
bağlanmış beşer yüz rublelik kalın bir desteyi gösterdi. Para des�e
sinin üzerindeki kağıtta: "Kutsal paralar, O. Y. Vostorgov için." ya
zısı vardı.
- Kim bu O. Y. Vostorgov?
Artemiev, hafifçe ve nezaketle gülümsedi:
- Sorgucu vatandaş, görülüyor ki, bizim Moskova işlerinin
cahilisiniz. Affedersiniz, ateist olduğunuz derhal anlaşılıyor. Çün
kü, Ortodoks olup da Peder Yoan Vostorgov'u tanımayan yoktur.
Bu adam, yıllar yılı, Vasiliy Blajeni Kilisesi yönetim kurulunun baş
kanıydı. Tatlı konuşmasıyla dinleyenleri büyüleyen bir din konuş
macısıydı. Kendisini Födor İvanoviç Şalyapin'le kıyaslamak gü
nahtır ama, vaazlarına biletle girilirdi. Bir ay önceden de bilet al
mak gerekirdi.
Onun vaazlarına ücret mi vadettiniz yoksa?
Ferasetinize diyecek yok, sorgucu vatandaş. Ancak, bizde,
27
buna ücret denmez, ölü ana babalar için dua hediyesi denir.
- Pekala dua hediyesi olsun. Buradakiler kırk bin ruble kadar.
- Yuvarlak hesap elli bin. Sayın bakın. Annemin vasiyeti el-
li bindi.
- İyi ama, belgeler arasında annenizin vasiyeti yok.
- Öyleyse kaybolmuş.
Andrey, Artemiev'in söylediklerini yazarken, bir yandan da:
"Ah, şeytan, nereden tanıyorum seni ben?" diye düşünüyordu.
- Galiba hızlı konuşuyorum, sorgucu vatandaş. Ağır ağır da
konuşabilirim. İnsana doğa tarafından iki kulak ve bir dil verilmiş
tir. Demek ki, bir konuşacaksın, iki dinleyeceksin.
"Önceleri bir yerde görmüştüm bu adamı. Bu kulak ve dil hi
kayesini de dinlemiştim kendisinden."
- Ben, özür dilerim, severim konuşmasını. Gevezelik etmek,
hem kolay hem de hiçbir çaba gerektirmeyen bir iş: Döndür, habi
re döndür ağzında dilini, bu insan düşmanını... Yazmak, öyle bas
bayağı okumuş insanlar için bile konuşmak kadar kolay değildir.
Galiba pek de gerekli olmayan aynnhlara kaçıyorum ha?
"Nerede görmüştüm? Nerede?"
- Şöyle bir yöntem uygulayalım: Sizi ilgilendiren sorunlar
nelerse onlar üzerinde sorular yöneltin bana? Ha? Daha iyi olacak,
değil mi? Elbette daha iyi. Siz soracaksınız, ben yanıtlayacağım...
Andrey, az daha haykıracakh. Anımsamışh. Bu İvan Sevasti
yanoviç Artemiev, şöyle bağırıyordu: "Ben soracağım, sen yanıtla
yacaksın, köppoğlu!"
28
- Buyurun, komiserim, diye haykırdı.
Sırhnda, alhn rengi düğmeli açık lacivert kaput bulunan kalın
bir adam, kı�kuletasını çıkardıktan sonra selam durdu:
- Ben polis komiseri Lavrov...
Andrey'in babası gülümse9i:
- Ben Martinov. Memnun oldum taruşhğımıza.
Polis, kaputunun eteği ile tabureyi sildi, masaya yaklaşhnp fe
neri üzerine çevirdi. Lavrov, oturduktan sonra, nazik bir sesle An
drey'in anasına döndü:
- Lambayı yakar mısınız?
Ana, yeşil abajurlu gaz lambasını yakh. A.ndrey'le Petka bakış
hlar: Bu lamba pek seyrek yakılırdı, her zaman, masada değil, ıskı
nn üzerinde dururdu. Çocuklann dokunmaları şiddetle yasakh.
İçerisi, lamba ve fenerin ışıklan ile bir noet gecesine dönmüştü.
Polisler her köşeyi aradılar, dua yerinin arkasını araşhrdılar,
sobanın içini uzun maşa ile karıştırdılar. Biri, sırt üstü yahp bacayı
gözden geçirdi. Yüzünü çevirdiği zaman Nataşa kendini tutamaya
rak güldü. Adamın burnu ve bıyıklan is'e bulanmıştı.
Babası gülümsedi:
- Böyle haller karşısında gülünmez, kızım. Bu amca, çarlığın
kendisine verdiği ödevi yerine getiriyor.
Polisler, mahzene inerek, hıyar ve lahana turşusu fıçılarını çı
kardılar. Uzun bir mantar kavanozunu getirdiler. Bunlan And
rey'le Petka toplamışh. Bir gün babaları da kendileriyle gihnişti.
Pek az mantar bulabildi ve sonra, dinlenmek istediğini söyledi. Ço
cuklar, daha fazla toplamak için orman içine daldılar. Andrey, öy
le bir yer biliyordu ki, orada beyaz mantarlar, adeta insanın gözü
ne bakıyorlardı. Sepetlerini doldurduktan sonra döndüler. Babala
n, bir kütüğe oturmuş, çakısıyla bir çubuğu yontuyordu, yanı başı
na da tanımadıklan iki adamla komşulan Anfim Bolotin uzanmış
h. Babası onlan görünce, tatlı tatlı gülümseyerek, "Hele şu aslanla-
29
rıma bakın." dedi. Mantarları, yosunlar üzerine dizdiler. Babaları,
sepetin dibine akgürgen yapraklan serdi, sepete ilk önce, kağıda
sanlı bir paket yerleştirdi, sonra da mantarları doldurdu.
Tanımadıkları adamlardan biri bir beyaz mantar alarak gözle
riyle okşar gibi baktı ve:
- Aman ne güzel şey bu! diye söylendi.
Bu sırada mantar elinden fırladı, şapkası bir yana uçtu ve kü
tüğün dibine lök diye düştü, mantar delisi olan Bolotin bu saygısız
lık karşısına kendini tutamadı:
- Olur mu böyle şey, canım! Dikkatli tutsaydın ya! Mantar
bu, hıyar değil! diye sert bir sesle söylendi.
Andrey'in tanımadığı adamlarla Anfirn biraz sonra gittiler.
Baba ve çocuklar, Martinov'un sepetine de mantar topladılar ve
yaptıkları işin verdiği memnunluk ve övünçle evin yolunu tuttular.
... Polis, kavanozu lambaya yaklaştırarak evirip çevirdikten
sonra Lavrov'a bir şeyler fısıldadı. öteki, evet anlamında başını sal
ladı. Polis, kavanozu bir yana bırakıp fıçılarla uğraşmaya başladı.
İlk önce kapakları çıkarıp ath. Ananın, kapak altına her zaman koy
duğu keten bez parçalarını çıkardı. Etrafa, sanmsak, dere otu ve
frenk üzümü yaprağı karışımı, iştah açıcı bir koku yayıldı. Polis eli
ni fıçıya soktu, fakat hıyarlar öylesine düzenli ve sıkı sıralanmıştı
ki, kolu derinlere gidemedi ve söverek fıçıyı devirdi. Hıyarlar sıç
rayarak döşemeye yayıldı, salamura, soba etrafındaki çatlaklardan
aşağı sızmaya başladı.
Ana derin bir nefes alarak söylendi:
- Turşudan ne istediniz? Bir şey yok orada.
Baba, yalın ayak, soba yanında duruyordu, salamura akıntısı
nı atlayarak, anayı sakinleştirmek için:
- Bırak kendileri de inansınlar, Maşa, dedi.
Polis, lahana turşusu fıçısını kestirmeden başaşağı getirdi, için
dekiler tamamıyla dökülsün diye fıçının dibini yumrukladı ve laha-
na öbeği üzerinden çekip kaldırdı. Nataşa yine güldü, herhalde, ya
zın bir arkadaşı ile ıslak kumdan yaptıkları çörekleri anımsamıştı.
Lahanalar arasına konmuş olan havuçlar kırmızı kırmızı göze
çarpıyordu. Ana, derin bir gö� s geçirdi. Baba, onun ne düşündü
ğünü anlamıştı:
- Kuznetsovlardan ya da Balandinlerden ödünç alırsın, on
lar bizden fazla yaptılar, dedi.
Polisler dışan çıktılar, tam o sırada horoz bir çığlık kopardı.
Ama yine göğüs geçirdi, baba:
- Horoz, Üzerlerine atılıp gözlerini çıkarır alimallah, diyerek
gülümsedi.
Üstleri başlan horoz tüyü içinde, geri döndüler. Lavrov ayağa
kalkarak kukuletasını bağlamaya koyuldu:
- Giyinin bakalım, bay Martinov! Haydi, çabuk.
Ana, gözleri kocasında, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Na-
taşa da ağlıyordu. Baba, dolaklarını dolarken:
- Maşa, bana yiyecek koy bir şeye, dedi.
Lavrov yineledi:
- Haydi, çabuk!
Ana, somundan büyük bir parça kesti, dışarıdan kurutulmuş
iki balık getirdi, dolaptan şeker kavanozunu çıkardı.
- Şeker gerekli değil bana, onsuz da olurum, dedi baba.
Yiyecek üstüne yapılan konuşma, ekmek ve balık polislerden
birinin iştahını açmıştı. Yerdeki hıyarlardan birini aldı, hemen he
men yarısını ısırarak kıtır kıtır yemeye koyuldu.
Baba, nezaketle:
- Buyurun, yiyin, dedi.
Ana da ekledi:
- Afiyet olsun! Zaten atacağız bunları...
Lavrov, ters ters bakınca, polis, elindeki yanm hıyan yere fır
lattı.
31
- Haydi Martinov, kalkalım.
Baba, anayı kucakladı, Nataşa'yı öptü, Petka ile Andrey'in,
büyük adamlarmış gibi ellerini sıkb ve:
- Ananıza yardım edin ha! dedi.
Aradan iki hafta geçmişti, ana bir gün fabrikadan erken dön
dü eve. Kocasının tutuklanmasından sonra taşımaya başladığı baş
örtüsünü sessizce çıkardı, sandığın kapağını açarak eşyalarını göz
den geçirmeye koyuldu. Yalnız büyük bayramlarda giydiği yünlü
yeşil entarisi, düğmeli iskarpinleri ve kocasının siyah ceketi en üst
teydi. Cekete dikkatle bakınca ağlamaya başladı: Güveler didik di
dik etmişti ceketi.
Petka ile Nataşa da, işin ne olduğunu anlamadan bir ağızdan
bir ağlama tutturdular. Petka, sadece kız kardeşine eşlik etmek
için, isteksiz isteksiz ağlıyor ve ağabeyine yan gözle bakarak, "Bu
curcunayı durdurmanın zamanı gelmedi mi daha?" demek istiyor
du.
Andrey, anasının sandığı açışının nedenini anlamışb. Önceki
gün, pınar başında komşusuna şöyle diyordu anası:
- Zaten, ilk önce beni işten çıkaracaklarını biliyordum. Baş
kontrolör, şu şişko it, vardiyadan sonra bir saat dınldandı: "Doku
duklarında pek çok ilmik kaçığı var, Martinova." dedi. Sanki ilmik
leri kasten koparıyormuşum...
Aynı günün akşamı Anisya Stoletova gelmişti onlara. 1905 yı
lı yazındaki grev sırasında, mitinglerde cesaretli konuşmalar yaph
ğı için, herkesin "halk vekili" dediği Anisya şu haberi getirmişti:
Dokumacılar, işten sonra fabrika müdürünü yanlarına çağırmışlar,
ananın işten ahlmamasını rica etmişler. Müdür, "Buna karşı olma
dığını, fakat kendisinin bu sorunu çözemeyeceğini" söylemiş ve
fabrika sahibi Mihail Terentiyev'le görüşmeyi vadetmiş.
Ana, enerjik, "halk vekili"ne gösterdiği yakın ilgiden dolayı
teşekkür etti ve Anisya'yı kucaklayıp öptü:
32
- Ağlamayacağım arhk, Anisya, kahrolsun bu gözyaşlan,
dedi. Fabrikada bırakmazlar arhk beni. Çünkü, bulaşıa bir hastalık
gibiyim onlann gözünde.
Ananın dedik.leri doğru çıkh. Kapıcı başının anlathklanna gö
re, fabrika sahibi, müdüre bağınp çağırmış ve şu sözlerinin ayn�n
"halk vekili"ne iletilmesini iste�iş: "Allaha şükür, 1905 yılında de
ğiliz, bize emir vermeyi bıraksın da, işine dikkat etsin, yoksa o da
fabrikadan uçabilir!"
Ana, ilk önce yünlü entarisini bitpazanna götürdü. İyi fiyatla
sathğı anlaşılıyordu, çünkü eve neşeli döndü, yanın kilo kaynamış
.
33
Ana, o gün, eski semaveri iyice ovdu, parlath. Üzerindeki "Ba
taşov kardeşler" yazısı ortaya çıktı. Semaveri eski bir yastık kılıfına
sardı ve peyke üzerine koydu.
Aynı günün gecesi, avluya bakan pencere üç defa hafif hafif
tıklatıldı. Baba evdeyken de böyle bklatılır ve sonra tanımadıklan
kimseler eve alınırdı.
Ana pencereye koştu. Pencerenin bklatılmasından sonra An
fim Bolotin girdi içeri. Babadan bir hayli genç olmasına karşın çok
yakın bir dostluk kurulmuştu aralannda. Bazen gecenin geç vakit
lerine kadar toplantı yaparlar ve ana: "Gece kuşlanna bakın hele!"
diye mırıldanırdı. Anfim, anaya, üçer rublelik iki yeşil banknotla
iki altın ruble verdi.
Teşekkür ederim, Anfim. Tam zamanında imdadıma ye-
tiştin.
Hiçbir ilgim yok benim bu paralarla. Ben sadece kurye-
yim.
Anfim bir sigara yaktı. Ev mahorka [Düşük kaliteli tütün -çev.]
koktu. Andrey derhal babasını anımsadı.
Bolotin, Neburçilov'un fabrikasının müdürü ile konuştuğunu,
ananın hemen, yannki sabah vardiyasında işe başlayabileceğini gü
lümseyerek anlath. Hem de yedek olarak değil, tezgahta çalışacak
tı.
Gözleri sevinçle dolan ana. kılıfından çıkardığı semavere su
doldururken, Anfim çay içmeye vakti olmadığım söyledi. Ana bir
daha:
- Teşekkür ederim, Anfim İvaniç! dedi.
- Söyledim sana, benim bu para ile h.içbir ilgim yok. Parti
kasasından bu para.
Ana, Andrey'e, semaveri yakmasını ve Nataşka'yı da uyandır
masını söyledi. Kendisi çarşıya gitti, biraz sonra, elinde bir somun
ve bir şişede azıcık bitkisel yağ olduğu halde döndü.
34
Bir tabağa hafifçe tuzlandınlmış bitkisel yağa bandınlan kara
ekmeğin tadına doyum olur mu!
Petka ile Nataşka uyumaya gittiler. Ana, Andrey'e, ertesi gün
yapacağı işleri bir bir şöyle anlath:
- Bir litre bitkisel yağ, yarım pud çavdar unu, bir kilo bulgur
ve yarım kilo şeker alacaksın, bunları eve getirdikten sonra Stoleto
valara gideceksin ve teşekkür ettikten sonra: "Annem ekmeği pişi
rip getirecek," diyeceksin.
Ana, kocasının kışlık paltosunu yere sererek üzerine uzandı.
Bu paltonun kuzu derisinden yapılmış yakasını da satmışh. Uyu
yamayacağından korkuyordu. .
Yaz sonlarında bir gün, kocasının davasinda _hazır bulunmak
üzere Vladirnir şehrine gitti. Bir hafta sonra Andrey anasını görün
ce içi sızladı. Zayıflamışh, gözleri içeri çöRmüş, yüzü solinuştu.
İlk önce Anfim Bolotin geldi. Çok geçmeden, mutfak dolup
taşh, gelenlerin bir kısmı kapı ağzında kaldı.
Askeri mahkeme bu! Hiç şakası yoktur.
- Daha iyi bir avukat gerekliydi.
- Beş avukat da olsa ne olacak!
Babayı ölüme mahküm etmişti mahkeme. Avukat, karan tem
yiz etmişti.
Ana, herhalde herkesin iyice bellemesi için, şu sözleri zaman
zaman yineliyprdu:
- Denejkin büyük miskinlikler y�ph. İncil' e el basıp yemin
ettiği halde durmadan yalan söyledi. Şunu görmüşmüş, bunu duy
muşmuş. Öylesine ölçüsüz, endazesiz yalanlar söylüyordu ki, yar
gıç, iki kez sözünü kesti: "Uyduruyorsunuz galiba." dedi. Grişka'yı
bir görseydiniz yüzüne tükürürdünüz. "Gerçeğin ta kendisini söy
lüyorum" diye haykırıyordu.
Anfim Bolotin dayanamadı:
Hele bir gelsin, derisini yil.zeceğiz köppoğtu köpeğin...
35
Tanıdık, tanımadık gelenlerin hepsi gittikten sonra odayı de
rin bir sessizlik kapladı. Öylesine ki, yanan küçük gaz lambasının
cızırhsı duyuluyordu. Andrey uyumuyordu. Anasını üzmemek
için gözlerini kapamışh. Ana, eşiğe oturmuş, gözlerini bir noktaya
dikmiş, kıpırdamadan duruyordu.
36
renmişti. Andrey'in Moskova'ya gönderilmesini rica ediyor ve:
"Maşa, onu bir tanışın yanına yerleştiririm, bir zanaat öğrenir." di
yordu.
Tren, sabaha karşı Moskova'ya vardı. Andrey, gar önündeki
meydanlığa çıkhğı zaman ne ürktü, ne de şaşkınlık geçirdi. Yalnız,
Moskova'ya ne zaman varacağını halasına tellemediği için ergin
bir adam gibi üzüldü.
Ona göre meydanda en az beş yüz faytoncu vardı. Meydan
onların bağınş çağırışları ve kızakların gıcırbları ile Şuya pazarı gi
bi uğultuluydu. Fakat, meydanı dikkatle gözden geçirince, fayton
culann o kadar fazla olmadıklarını, olsa ols� otuz kişi olduklarını,
yolcuların kızaklara aldınş etmeden yürüyüp gitmelerinden dola
yı gürültü kopardıklarını anladı.
Hangi yöne yürümeliydi? Halasının bul9nduğu kahrolası Or
dinka sokağı neredeydi? Sağda mı? Kime sormalı? Herkes koşar gi
bi yürüyor. Kimisi işine yetişmek için, kimisi de soğuğun sıfır altı
yirmi beş derece olmasından ötürü.
Andrey, en büyük felaketin kendisini Ordinka'da beklediğin
den habersizdi. Kapıda bir zil düğmesi bulunduğunu bilmediği
için kapıyı tıklattı. İçeriden bir kadın sesi duyuldu:
- Ağrınız fazla mı?
Andrey ne cevap vereceğini bilmiyordu.
- Ağrınız dayanılamıyacak gibiyse uyandırayım doktoru?
Değilse, saat sekizden sonra kabul ediyor.
Andrey bütün cesaretini toplayarak:
- Hiçbir yerim ağrımıyor benim. Matröşa halamı arıyorum,
dedi.
Kapı açıldı. Yaşlı bir kadın, şaşkın şaşkın süzdü onu:
Matröşa halanı mı arıyorsun?
Matröşa İvanovna Martinova'yı ... Burada aşçı o.
Aşçı benim! Matröşa halan burada değil arhk.
37
Kadın, kapıyı kapamak için yekindi, fakat, beklenmedik ziya
retçinin telaşını görünce sorularını sürdürdü:
- Onun nesi oluyorsun sen?
Andrey anlath. Bunun üzerine kadın, onu sofaya aldı ve bü
yük bir sandığı gösterdi: "Otur şuraya," diyerek bir odaya girdi.
Çok geçmeden, Andrey'e göre, kraliçeler gibi giyinmiş genç bir ka
_dınla döndü. Etekleri yerleri süpüren, mavi çizgili yanard�ner kır
mızı bir entari vardı kadının sırtında. Beli, uçlan püsküllü kalın bir
kemerle sıkılmışh. Kadın, Andrey'i şöyle bir sözdükten sonra:
"Kalsın bakalım," dedi.
Ve hanımla aşçısı arasında, Andrey'in pek de anlayamadığı
38
turdu. Ev sahipleri, misafirleri içeri alınca, Andrey, misafir bayanın
yere düşen yumuşak baş örtüsünü alıp, bu pahalı şalı dikkatle san
dık üstüne koydu.
Sonra, bir genç kızla bir üniversite öğrencisi geldi. Son misafir,
kelli felli, oturaklı bir baydı. Kış paltosu giymemişti. Ev sahibi er
kek onu görünce pek sevindi, hanım ise doğrudan boynuna asıldı
adamın. Durmadan:
- Sizi bekliyorduk, İvan Sevastiyanoviç, sizi bekliyordum,
diyordu.
Aşçı kadın, bunun, Artemiev firmasının sahibi olduğunu, zen
ginliğinin hesabını kendisinin bile bilmedi�ni Andrey' e anlath.
Çocuk, uzun süre sandık üzerinde oturdu. İçeriden misafirle
rin sesleri geliyordu. İlk önce hafif sesle konuştular. Daha sonra
sesleri yükseldi.
Bir aralık üniversite öğrencisi yanına geldi. Deri kaplı tabaka-
sından ince uzun bir sigara çıkardı, tabakayı Andrey'e uzatarak:
- Yak bakalım, dedi.
Andrey:
- İçmiyorum, diyerek, kadının yumuşak baş örtüsünü yan
tarafa itti. Çünkü üniversiteli genç, kibrit çöpünü sandık üzerine
atnuşh.
Öğrenci hafif hafif sallanıyordu.
- Kamın aç, değil mi? Dur, sana biraz kıymalı börek getire-
yim.
Genç kız yanlarına geldi ve öğrencinin kolunu çekiştirerek:
- Seröja, neden kayboldunuz? diye sordu.
Andrey, vadedilen böreğe kavuşamadı. Gözleri kapanıyordu.
Ev sahibi tarafından uyandırıldı:
- Hadi bakalım, misafirlerin galoşlarını ver.
Sınk gibi olanla yusyuvarlak kansı gidiyorlardı arhk. Ev sahi
bi beyle öğrenci onları geçiriyorlardı. Odadan yüksek müzik sesi
39
geliyordu, dans ediyorlardı.
Bey, sırıkla öpüştü, öğrenci de "somun"un pelerinini omuzla
rına koydu.
- Erken ayrılıyorsunuz, Evgeniya Sergeevna... Sizinle güzel
güzel eğleniyorduk...
Somun, telaşla sordu:
- Baş örtüm nerede? Baş örtüm?
Sandık üzerinde yoktu baş örtüsü.
Bey:
- Nerede bayanın baş örtüsü? diye kızgınlıkla çocuğun üs
tüne yürüdü.
Allah allah, yerin dibine mi batmışh bu baş örtüsü!.. Biraz ön
ce sandık üzerinde durup duruyordu.
Sırık sandığa oturdu, başı göğsüne düşüyordu. Uykulu bir
sesle:
Gidelim, Jeneçka, gidelim. Sonra buluruz, diye mınldanı-
yordu.
Aklını mı kaçırdın sen! Bu soğukta...
Ev sahibi hanımla Artemiev de antreye geldiler. Artemiev:
- Şimdi bulacağız, Evgeniya Sergeevna, şimdi bulacağız, di
yerek, sanki oyun oynuyormuş gibi, Andrey'in surahna ustalıklı
·
bir tokat aşketti:
- Dişlerini dökeceğim, uyuntu!
Ev sahibi hanım:
- İvan Sevastiyaniç! diye bir çığlık kopardı.
Her kafadan bir ses çıkıyordu. Öğrenci:
- Hakkınız yok! Ayıp, sayın bay! diye haykırıyordu.
Genç kız, öğrencinin omuzlarından düşen kışlık paltosunu
yerden kaldırdı.
İvan Sevastiyanoviç, kötülük dolu küçümencik gözlerini iri iri
açh:
40
- Bay öğrenci, allah insana iki kulakla bir dil vermiştir. Bir
konuşun, iki dinleyin! dedi ve Andrey'e bir şamar daha indirdi:
- Söyle, nereye sakladın? diye dişlerinin arasından söylendi.
Aşçı kadın, ateşe körükle gitti:
Söyle, nerede?
- Almadım. Neden dövüyorsunuz beni?
- Uyuntu! Soru sorma bana. Ben soruyorum, köppoğlu, sen
yanıtlayacaksın... Kerpetensiz sökeceğim dişlerini...
Ev sahibi bey, Andrey'in paltosunu sokağa fırlath.
Çocuk, merdivenler üstünde sabahladı: Bir aralık öğrenci ile
genç kız yanından geçtiler. Andrey, uyuyoı:muş gibi davrandı.
Aşçı kadının sonradan Matröşa halaya anlathğına göre, An
drey'in sokağa atılmasından sonra, öğrenci, baş örtüsünü sandığın
arkasında bulmuş.
41
du. Şoför:
- Hakkınız yok! Şikayet edeceğim sizi! diye bağınyordu.
,
Andrey, koşarak yanlarına vardı. Asker, tehdit dolu bir sesle:
- Delik deşik olmak istemiyorsan derhal defol! diye haykırdı.
Andrey, askerin elindekinin gerçek değil, tapalı tabanca oldu-
ğunu anladı.
Asker, bir daha:
- Defol, diyorum sana! tehdidini savurdu.
Şoför, Andrey'i görünce daha fazla cesaretlendi:
Yoldaş, rica ederim, yoldaş...
Bırakın!
Kimsin sen liln?
Siz kimsiniz?
Asker, göğsünü kabartarak:
- Biz mi? "Şipşak sosyalistler!" Her türlü mülkiyete karşı
olan amansız savaşımcılar! Şu anda bir otomobile gereksinimimiz
var. Bu araba serbest! Sokakta duruyordu.
Şoför:
- Duruyormuş! Yalan! Bir an için durmuştum. Siz, derhal
üzerime çullandınız! diye sert sert söylendi.
Gençlerden biri:
Ben "Kasırga"danım! dedi.
- Anarşist mi?
- Peki, sen kimsin?
Andrey belirgin bir nezaketle cevap verdi:
- ÇeKa'danım!
Asker, tapalı tabancasını gizledi ve yumuşak bir sesle:
- Bunu daha önceden söylemek yok muydu yahu! Gidelim,
·
arkadaşlar, dedi.
öteki hafif bir sesle: "Yalnız galiba," diye söylendi.
Asker, kararını vermişti, yineledi: .
42
- Gidelim!
Ve koşa koşa uzaklaştılar. Sık sık arkalanna bakıyorlardı.
Şoför motoru harekete geçirdi:
- Buyurun, götüreyim sizi!.. Kahrolasıcala.r!
Otomobil bir demir kasa gibi zangırdıyordu..Şoför yakındı:
- Gece gündüz demeden çalışıyorum. Bütün eyalet kazan,
ben kepçe ... Bir bakıyorsun Kuntseva' dayım, bir bakıyorsun Vsehs
vetsko'da. Önceki gün Tuşino'ya iki kez gönderildim. Oysa araba
nın bütün parçaları dökülüp gidiyor.
Andrey dalgındı, aklı kendi işlerindeydi: "Babam evdedir her
halde..."
43
- Tanıştırayım sizi, dedi, benim Andrey bu.
Siyah saçlı adam, küreği andıran iri elini uzattı:
- Düşen.
Misafir, bundan sonra Andrey'le hiç ilgilenmedi. Sanki eve ge
len kişi ev sahibi değil de, onların başbaşa yaptıkları söyleşiyi bö
len yabancının biriydi.
- Galiba sen antlaşmayı hiç de okumamışsın, Martinov. Ya
da derinliğine inmemişsin, sadece şöyle bir göz gezdirmişsin, o ka
dar, diyordu Düşen. Yüzündeki yara izi kıpır kıpır oynamaya baş
ladı, içinden elektrik akımı geçiyordu sanki.
Andrey, misafirin, babası ile Brest (Litovsk) Antlaşması üze
rinde tartıştığını derhal anladı. Misafir devam ediyordu:
- Dikkatle okumuş olsaydın, Almanların Polonya, Estonya,
Letonya ve Litvanya'dan çekilmeyi kabul ettiklerini anlaman gere
kirdi.
- Biliyorum.
- Riga Körfezi ve Riga Almanlarda kalıyor. Libava ve Vin-
dava da onlarda. Rusya'nın uğrunda dereler gibi kan döktüğü her
şeyi, ama her şeyi, Lenin, Almanlara veriyor. Hem de tamamıyla
gönüllü olarak... Anlıyor musun ne demek istediğimi? ...
- Anlıyorum.
- Allah allah ... Adamın nasırına basıyorlar, o da "mersi" di-
yor. Rusya'nın ordusu olmayacak yahu! Ukrayna Rusya'dan kopa
rılıp alınıyor, Almanya'ya bağımlı bir bölge haline getiriliyor, anlı
yor musun, bölge... Bunu da anlıyorsun değil mi?
- Anlıyorum.
Düşen, masa üzerindeki kağıt parçalannı gösteriyordu:
- Batum'u Türklere vereceğiz. Karadeniz Filosu'ndaki gemi
lerimizi silahsızlandıracağız...
- Yalnız Karadeniz Filosu'ndakileri değil. Bütün savaş ge
milerimizi...
44
Düşen, hayretle bakb Mihail İvanoviç'e: "N'apıyor bu yahu?
Alay mı ediyor? Başımıza gelenlerden hiçbir şey de mi anlamıyor?"
demek istiyordu. İri yumruğunu masaya indirdi:
- Uşakov'un, Nahimov'un, Makarov'un Rusya'nın şan ve
şerefi için yaphkları her şey el�en gidiyor! Siz sizin o Lenin'le bir
likte aklınızı oynatmışsınız yahu! Hiç olmazsa şu maddeyi oku:
"Rusya, Ukrayna Halk Cumhuriyeti'nin hükümetine veya sosyal
kuruluşlarına karşı her türlü ajitasyona ya da propagandaya son
verir." Ve bu maddenin alhna da Lenin'in emriyle imza konmuş
tur! Ne derler buna, biliyor musun?
Martinov güldü:
- Hiç değişmemişsin, Düşen. Anımsıyor musun, Manzur
ka'dayken, komiser Vitkovski, yardımlaşma kasasına girmemizi
yasaklamışh. Ve bu yasağa boyun eğen bir tek kişi vardı sürgünler
arasında: Sen!
- E-eee? N'olmuş uymuşsam? Disiplinli adamım ben.
- Öyleyse, dinle, Düşen: Biz Bolşevikler, komiserler. ve jan-
darmalar karşısında disiplinli değildik! Onlar, bize, halka gerçeği
anlatmamızı yasak ederlerdi. Buna karşın, anlahrdık biz. Ve görü
yorsun ki, bazı kazanımlar sağladık. Almanlar, Ukrayna'da ajitas
yon ve propaganda yapman:nzı yasaklıyorlar. Ama biz yine de ger
çekleri anlatacağız halka ve amacımıza ulaşacağız.
- Yüzkarası bir barış, rezilce bir barış, korkunç bir barış bu.
Unutma şu sözümü: Yakın bir günde Rusya'dan sadece Moskova,
Razanska, Vladimir eyaleti ve senin çok sevdiğin İvanovo-Vozne
sensk kalacak!
Baba gülümseyerek:
- Güzeldir benim şehrim, dedi. Pekala, Düşen yoldaş, bıra
kalım şimdi bu tarbşmayı da, akşam yemeğine oturalım.
Düşen, kırgın bakışlarla bakb Mihail İvanoviç'e:
Martinov, bugün oy verdiğimiz barışın nasıl bir barış ol-
45
duğunu anlamıyor musun daha? Sovyet egemenliğinin onurunu
ayaklar alhna alan bir barış...
- Çok doğru. Sovyet egemenliği için son derece ağır, onur
kına bir barış... Seninle aynı görüşteyim bu konuda, iyi ama sen
46
anyorsunuz burada?
Düşen sinirli bir halde diretti:
- Daha neler dedi "amansız" Sverdlov?
Bolotin gülümsedi:
- Yakov Mihayloviç, b�de, İvanovo-Voznesensk'de menşe
viklere hiçbir zaman inanilmamışhr, dedi."Sizde, Yaroslavl'da ise
menşevikler çokçadır ve...
Düşen:
- Tamamlayın sözünüzü, diye adeta bağırdı, Sverdlov yol
daşın size bir öneride bulunmamış olması olanaksızdı.r.
Bolotin yine dinginlikle yanıtladı:
- Tahminlerinizde acele etmeyin, Düşen yoldaş. KilJlSenin
sizi ortadan kaldırmaya hazırlandığı yok. Gün gelecek, siz, kendi
liğinizden yok olacaksınız.
Düşen birden doğruldu, kapıyı ayağı ile açtıktan sonra, eşikte
başını büyük Martinov'a çevirerek:
- Hoşça kal! diye haykırdı.
Baba:
� Gözlerini kin bürüdü, dedi. Oysa iyi insandı, hem de ce
47
- Ormanda en büyük mantarını kırdığımı anımsıyor mu-
sun?
Baba güldü:
- Nereden anımsayacak! O zaman yedi yaşında bile yoktu.
Andrey babasının yanlışını düzeltti:
- Yedi yaşındaki Petka idi. Benim yaşım ondu. Anfim İvano-
viç, o zaman, "hıyar değil o" demişti.
Yeni gelen, güldü:
- Görüyor musun, her şeyi anımsıyor.
Baba ciddi bir tonla belirtti:
- Biz, o tutukevinden bu tutukevine dolaşırken büyüdü
bunlar.
Yeni gelen:
- Nerede Düşen? Bugün sana uğrayacağını söylemiştin.
- Gitti. Biraz önce ...
Bolotin şaka ile karışık açıkladı:
- Kızdı ve ayrılıp gitti. Anlaşamadık ... Senin iyi bir bağlaşı-
ğın olabilecek Düşen, Mişa.
Yeni gelen gülümsedi:
- Bırak şu gevezeliği, Anfim.
- Neden gevezelik olsun? Sen de Brest Antlaşması'na karşı-
sın, o da. Aynı görüştesiniz yani.
- Tartışmak istiyorsan, başlayalım, dedi yeni gelen. Fakat,
şunu da göz önünde bulundur ki, menşeviklerle aynı görüşte oldu
ğumu bir daha yinelemek cesaretinde bulunursan seninle fena hal
de kapışırız.
Derin bir soluk aldı ve sert bir sesle devam etti:
- Kimin haklı olduğunu yaşam gösterecek. Ben şimdi de şu
kanıdayım: Dün, Şuralar Kongresi Başkanlığı'na, Brest Barış Ant
laşması'na karşı olduklarına ilişkin dilekçe veren elli beş Bolşe
vik'ten birçoğu, Lenin'e karşı tutum almadıkları için pişman olu-
48
yor. Ben de onlar arasındayım. İlk kez Vladimir İliç'le aynı görüşte
değilim. Fakat, Anfim, beni menşeviklerle, hatta Düşen gibilerle
aynı çuvala koyma.
- Kızma bana, Frunze yoldaş, dedi Bolotin.
Andrey: "Yaaa, demek k!, senmişsin bu Frunze yoldaş," der
gibi yeni gelenin yüzüne bakb.
1 91 8 yılının Mart ayında bulunuyorlardı. O günlerde kim tah
min ederdi ki, Rusya' da pek seyrek rastlanan bu soyadı çok geçme
den dillere destan olacakh. Kolçak ve Vrangel'i tam yenilgiye uğ
ratan destansa! kahraman o günlerde ortada yoktu henüz. An
drey'in yanı başında duran, asker kılıklı, b�li siyah palaskalı adam
da, ne yalan söyleyelim, hiç de bir kahraman görünümü yoktu. Sa
n tokalı palaskası belinden aşağı sarkmış, çarpık ökçeli çizmeleri
çoktan beri temizlenmemişti.
Buna karşın, Andrey'in kalbi heyecanla çarpıyordu, hatta bi
raz şaşırmıştı Andrey. "Buymuş demek Arseniy yoldaş. Demek,
ölüm mahkumlan hücresinde üç kez kalan, zifiri karanlık bir gece
kalm zincirlerle darağacına götürülen senmişsin!" Andrey, bu yiğit
insan için anlahlanlann hepsini anımsıyordu şimdi.
Babası:
- Haydi, yoldaşlar, yemeğe... dedi.
Ve Nadya'ya bir paket uzattı:
- Tayınlarımız burada. Bir şeyler hazırla da, yiyelim, Nadu-
şa.
Nadya, misafirlerin henüz uykuda olduktan sabahın erken
saatinde, yastık albndaki cep saatini ve mavi yün şalı çıkardı:
Doğum günün kutlu olsun, Andruşa.
- Teşekkür ederim, karıcığım. Nereden buldun bu şeyleri?
- Saat babamdan kalma. Savaşa giderken yanına almadı:
"Yitiririm belki" dedi. Şala gelince, ben ördüm.
Haydi, doğum günümü kimseye söylemeyelim, olmaz mı?
49
- Yirmi yıl, ne de olsa az değil. Otuza hrmanmaya başlıyor
sun arhk.
Babasının şen sesini duydular:
- Basbayağı kocadın, evlat. Fakat, yutturamayacaksın bunu.
Unutmuş değilim ben.
Odaya girdi ve bir el çantasını uzath Andrey' e:
- Bana gerekli değil arhk. Senin işine yarayacakhr.
Aile bayramını öğrenen Frunze, ilk önce, Andrey'e hiçbir ar
mağan veremeyeceği için üzüldü, sonra cebinden bir brovning çı
kararak:
- Nasıl, uygun mu? Al bakalım, dedi.
Anfim Bolotin, Andrey'i kucakladı, kendisine uzun ömür dile- .
di, sonra derhal gitmeye kalkh, ayrılırken:
- Bugün Yaroslavl treninin erken hareket edeceğini söyledi
ler. Zamanıdır gitmenin, dedi.
16 Mart sabahı soğuktu. Gece tipi vardı. Isırıcı bir kuzey yeli
esiyordu.
Vagankov Mezarlığı'nda kargalar, hallerinden yakınır gibi ağ
lıyordu.
Sessiz Bolşaya Presenska'da hemen hemen kimseler yoktu, sa
dece, pelerinli bir kocakarı, ağır galoşlu ayaklarını sürüye sürüye
ilerlemeye çalışıyordu. Andrey, yaşlı kadını geçti ve başını çevirdi.
Kadın, başındaki kabarık erkek kalpağının alhndan, yorgun, acılı
gözleriyle bakıyordu.
Apoletsiz asker kaputu giymiş bir erkek hızlı hızlı yürüyordu.
Kaldırdığı yakasına bir kukuleta bağlamışh, ayaklannda, yeni
"Avusturya ayakkapları" vardı.
Uzun bir silindir biçimindeki afiş kulesindeki eski afişleri ihti
yar bir afiş asıcı kopararak, sobada yakmak için bir kızağa doldu
ruyordu. Afiş tahtasını iyice temizledikten ve tutkalladıktan sonra
yeni bir afişi gererek yapıştırdı. Bunda şunlar okunuyordu: "Bol-
50
şoy Tiyatrosu. Pazar, 1 7 Mart (yeni takvim)", "Kuğu Gölü. Salı, 1 9
Mart." "Boris Godunov. Feodor İvanoviç Şalyapin."
Afişçi, fırçasını bir daha tutkalladı ve daha küçük bir afiş ash:
"Anarşistler Kulübü'nde. Tartışma. Konu: 'Rusya Nereye Gidi
yor?' Giriş serbest. Büfede sıcak çay."
Bolşaya Bronna ve Trevskaya caddelerinin kesiştiği yerdeki
gazete vitrini önünde bir grup insan toplanmışh. Astragan kal pak
lı ve monokllu bir adam yüksek sesle okuyordu:
"Paris, Londra, Sofya, Newyork, Viyana, Roma, İstanbul,
Stokholm, Helsinki, Kopenhag, Tokyo-Pekin, Cenevre, Zürih,
Madrit, Lizbon, Brüksel, Belgrad. Tüm Şura· Halk Vekillerine. Her
kese, herkese, herkese. Federatif Sovyet Cumhuriyeti Hükümeti -
Halk Komiserleri Şilrası ve memleketin en yüksek egemenlik orga
nı İşçi Asker ve Köylü Halk Vekilleri Merkez Yürütme Komitesi
Moskova'ya taşınmışbr.
Adres: Moskova, Kremlin, Halk Komiserleri Şurası ve Şura
Halk Vekilleri MYK."
Sevinçli mi, yoksa alaylı mı olduğu anlaşılamayan uyumlu bir
sesle imzayı okudu:
"Halk Komiserleri Şurası Bürosu Direktörü Bon-Bureviç. Mos
kova, 12 Mart 191 8."
Kelebek gözlüğünü cebine koyduktan sonra oradan ayrıldı.
San deri ceketli bir delikanlı koşa koşa geldi. Etrafa kömür kokusu
yayıldı. Herhalde gardan geliyordu.
- Yeni bir kararname mi? Ne diyor? Silah konusunda mı?
''Üç gün içinde teslim etmeyenler kendi tabancalanyla ..." mı deni
yor?
Sakallı, yüzü şiş, boynu sargılı bir asker haykırdı:
- Kes sesini be. Moskova'nm başkent olduğu bildiriliyor.
- Aha-aa!. Bolşevikçikler bıkmışlar aktaşla kaplı saraydan.
Demek, Petrograd'ı bugün yarın teslim edecekler.
51
Asker, sözünü kesti:
- Bana bak, ölçülü konuş. Bolşevikler için ulu orta konuşma.
Ben de Bolşevik'im. Kime teslim edeceklermiş Petrograd'ı ha? Söy
le.
Delikanlı, tehlikesiz saydığı bir yere kadar uzaklaştıktan son
ra bağırdı:
- Kime olacağı belli. Lenin her şeyi kime vermek istiyor?
Ha? Almanlara!
Asker gülmeye başladı. Nikotinden sararmış dişleri ortaya
çıktı. Şu sözlerle delikanlının sicilini okudu:
- Sersem! Bir de sağlık memuru olacaksın. Bir yük beygiri
gibi, etrafı kokuttun!
5�
İyi tanıyorum, diyerek başladı. Her şeyi anlath. Profesör
Puhov'un tabakasını da anmayı unutmadı. Ve sözlerini şöyle bitirdi:
- Dayanamayacağımdan korkuyorum.
Peters sakallıya döndü:
- Siz ne dersiniz, Aleksandroviç?
Öteki, "bilmem ki" der gibi omuzlarını oynattı.
- Haklısınız, Martinov. ÇeKa'da çalışanlar yansız olmalıdır
lar ve olmak zorundadırlar. Özgürlüklerinden yoksun bulunan bir
insan kendini savunamaz. Sorgucunun da sorgu alhndaki ile kişi
sel bir geçmişi varsa bu işten bir hayır gelmez.
Aleksandroviç söze karışh:
- Hayır mı? Bizi buraya hayır yapmak için göndermediler.
Peters, kuru bir sesle açıklama yaptı:
- Düşüncemi doğru anlatamadi'm. · Adalet demek istedim.
Serbestsiniz, Martinov.
Koridorda Aleksandroviç, Andrey' e yetişti:
- Benimle gel.
Aleksandroviç, Martinov'dan dikkatle bilgi aldı:
Onun evinde ele geçen paralar ve mücevherler nerede?
Büromda..
Neden kasaya teslim etmediniz?
Memurun makbuzları yoktu, bu yüzden almadı.
Pekala. Serbestsiniz. Dava evrakını ve değerli eşyayı Fila
tov' a teslim edin. O, biraz sonra yanınıza gelecek. Peters yoldaş,
Profesör Puhov'a ait tabakayı Cerjinski'nin sekreterine teslim et
menizi rica etti.
Bir saat sonra hizmetçi, ÇeKa Başkanı Cetjinski'nin bütün Çe
kistleri toplanhya çağırdığını bildirdi.
Cerjinski'nin küçük kabini Çekistlerle doldu. Herkes için is
kemle yoktu, kimisi pencere alh tahtalara ilişti.
Cerjinski'nin bürosunun kenarına oturmuş olan Aleksandro-
53
viç titizlikle kalemini sivriltiyordu.
Cerjinski, Rusya imparatorluğu haritasının yanıbaşına, duva
ra dayanmışh. Haritanın şurasına burasına renk renk bayrakçıklar
iğnelenmişti.
Cerjinski:
- Sizi dinliyoruz, Peters, dedi, Doronin, siz de daha yakına
gelin.
Bütün gözler, arkadaşlanyla birlikte Petrograd'dan gelmiş
olan Doronin'e çevrildi. Peters'e kötü kötü bakan Doronin sapsan
idi.
Peters konuşmaya başladı:
- Doronin yoldaş, üç gün önce, Çarlık Ordusu eski albayla
nndan Yastrebov'a gönderildi. Yastrebov, general Komilov'un em
riyle Rostov-Don'dan gelmiş. Aynnhlara girmeyeceğim, sadece şu
nu söyleyeceğim: Albay Yastrebov bizim düşmanımızdır. Lesnaya
sokağında, on dokuz numarada oturan akrabası Poluhina'nın evine
misafir olmuş. Kadın, Yastrebov'un düşmanca ·eylemlerinden ha
bersiz olduğu için, bunu, kız kardeşinin kocası olarak kabul etmiş.
Aleksandroviç:
- Sorundan ayrılma, Peters yoldaş, diyerek sözünü kesti.
Peters, dinginlikle karşılık verdi:
- Bütün bunlann sorunla doğrudan ilgisi �ar, Aleksandro
viç yoldaş. Yoldaşlann her şeyi anlamalan gerek. Doronin, Poluhi
na'nın evine dalar dalmaz, ilk önce ev sa.hibine sövmüş.
- Ben sadece...
Cerjinski:
- Susun, Doronin! diye sözünü kesti.
- Doronin, ne arama emrini ne de görev kimliğini gösterme-
den, içeri girer girmez, ev sahibine, olduğu yerde durmasını emret
miş ve kadına, eski hazır yiyici diye haykırmış, bir şeyler söylemek
isteyen kızını da yerin diı:;ine bahrmış. Aramayı kabaca yapmış,
54
bütün eşyayı darmadağın etmiş, porselenlerden bazılarını kırmış,
halıyı lekelemiş. Yastrebov'un ısrarı üzerine tanık çağırmış. Poluhi
na'nın evinden ayrılırken, özür dilememiş, yaphğı kabalığı protes
to eden kadını, "Bana bak, sayın bayan, çok çok konuşursan seni de
alıp götürürüm ha!" diye tehdit etmiş.
- Yalan! Böyle bir şey· yok!
Cerjinski öksürünce Doronin sustu.
- Yalan malan yok. Tanıklar hepsini doğruladı. Fakat, Doro
nin en büyük kabalığı Yastrebov'u sorgularken yapmış. Adamı bir
kaç kez silahla tehdit etmiş ve, "Kendine gel, it, yoksa kurşunu yer
sin ha!" diye bağımuş. Bütün bunları öğrendikten sonra davayı
Doronin'den aldım. Söyleyeceklerim bunİar.
Doronin, yalvarır gibi Cerjinski'ye bakh:
Müsaade eder misiniz, Cerjinsl.9 Y<;>ldaş?
- Sizi dinliyoruz. Fakat, uyarıyorum, yalnız 'gerçekleri...
- Peters'in bütün söyledikleri doğrudur. Yalnız bir noktayı
unuttu: Yastrebov'un ve madamının bir yüzüme tükünt}edikleri
kaldı. Neler demediler ki... Kendimi haklı çıkarmaya çalışmayaca
ğım ... Gerekli görmüyorum... Burjuvayı koruyabilirsiniz elbette...
Cerjinski:
- Hepsi bu mu? diye sordu.
- Şimdilik bu.
İçerdekilerin hepsi, çahk kaşla susuyordu. Sadece Aleksan
drov kalemini sivriltmeye devam ediyordu. Sanki olup bitenler
kendisini hiç ilgilendirmiyordu.
Cerjinski sözü aldı:
- Bugün genç bir Çekist arkadaşımız, adını söylemeyece
ğim, sorun adında değil ... Bugün, yeni bir Çekist arkadaşımız, bü
yük bir karaborsacının davasını yürütmekten vazgeçti. Günümüz
de Moskova'da ekmek sorununun ne kadar zor bir sorun olduğu
nu anlatmayı gerekli görmüyorum size. Her gün erginlere iki yüz
55
ellişer gram, çocuklara da üç yüz ellişer gram ekmek verebilmemiz
için Moskova'ya yirmi bir vagon un gelmesi gerekiyor. Oysa dün
on sekiz vagon un ve bir vagon dan verildi. Yann memurlar ve bu
arada biz bir gram ekmek almayacağız, hepsi işçi ve çocuklara gi
decek. İşte böyle bir zamanda suçlular, Moskova'dan, yüzlerce in
sanın beslenebileceği unu kaçırmak istemişler. Gizli besin madde
leri depolan açığa çıkanldı, pek çok alhn ele geçti.
Yeni arkadaşımız davayı yürütmekten vazgeçti, çünkü, yıllar
ca önce, arkadaşımız çocukken, başsanık kendisini hiçbir neden ol
madan, gaddarca dövmüş. Arkadaşımız, sanığın kişiliğinde o ada
mı tanımış ve soruşturmayı yürütmeye hakkı olmadığına karar
vermiş -burada Cerjinski sesini yükseltti- Duyuyor musunuz, yol
daşlar? Davayı sürdürmeye hakkı yok. "Dayanamayacağımdan
korkuyorum... " demiş bu arkadaşımız. Doğru bir davranış bu. Çe
kist'in kişisel olarak yan (taraO olmaya hakkı yoktur. Ben, Doro
nin'in davranışı üstüne konuşmak istemiyorum. Kendisine Çe
Ka'da görev vermekte yanılmışız anlaşılan. Bu yanlışlığı düzeltece
ğiz elbette... Silah yanınızda mı, Doronin?
- Evet.
- Bırakın masaya!
Doronin, brovningini masaya koydu.
Görev revolveriniz nerede?
- Evde.
- Kapustin yoldaş, Doronin'le birlikte evine gidin ve revol-
veri alın. Siz görevden çıkanldınız. Doronin! Azlinizin nedeni, Çe
Ka'nın saygınlığını gözden düşürmek ve yasalann size verdiği
hakkın sınınnı aşmak.
Cerjinski, duvar kenannda gidip geliyordu. ÇeKa sekreteri
Ksenofontov, Feliks Edmundoviç (Cerjinski) tarafından yazılmış
olan, evlerde arama-taramaya ve tutuklamaya ilişkin yönergeyi
okuyordu:
56
"Silahlı kişilerin özel evlere girmeleri ve suçluları tutuklamala
rı kötü bir şeydir. Ne var ki, iyilik ve adaletin zafere ulaşması için
günümüzde başvurulması zorunlu olan bir eylemdir. Şunu hiçbir
zaman aklımızdan çıkarmayalım, bu bir kötülüktür. Bizim ödevi
miz, bu kötülüğü uygularken, bu zorunluluğa başvurma gereğini
gelecek için tamamıyla ortadan kaldırmakhr. Ve bu yüzden, kendi
lerine arama-tarama yapma, insanı özgürlüğünden yoksun etmek
ve tutukevine gönderme ödevi verilen herkes, arama yaphkları ve
tutukladıkları insanlara karşı dikkatli olmalı, hatta kendi yakınları
na davrandıklarından daha nazik davranmalıdırlar. Çünkü, özgür
lüğünden yoksun edilen insan kendini savunamaz ve bizim iktida
rımız alhndadır. Herkes, devlet iktidannin temsilcisi olduğunu ve
yapacağı her türlü azarlamanın, kabalık, hoşgörüsüzlük ve neza
ketsizliğin bu iktidara leke getireceğini Jln1:1tmamalıdır. Ancak teh
like karşısında silaha başvurulur. Tutuklananlara ve ailelerine kar
şı son derece nazik davranılmalıdır. Ahlak dersi vermek ve azarla
mak yasakhr. Tabanca ile ve genellikle her türlü silahla tehdit ya
.
saktır ... "
Ksenofontov okumasını bitirdi ve kağıtları masaya bırakh.
Aleksandroviç bunları derhal alarak kalemle bazı yerlerine işaret
ler yapmaya başladı.
Cerjinski:
- Sizin düşünceniz ne, yoldaş? Tamamlamalar yapmak iste-
yen var mı? Belki bazı yerleri anlaşılamadı? diye sordu.
- Anlaşılamayacak hiçbir şey yok.
- Hepsi doğru!
Aleksandroviç söz aldı:
- Müsaade eder misiniz, Cerjinski yoldaş? "Devlet iktidarı
nın temsilcisi" diyorsunuz. Son derece genel bir söz bu. İktidar, bi
liyorsunuz, türlü türlüdür. Örneğin çarlık diktatörlüğü ... Şöyle dü
zeltilmesini öneriyorum: "Sovyet iktidarının -işçi ve köylü iktidarı-
57
nın- temsilcisi..." Kanımca böyle daha iyi olacak.
- Haklısınız, dedi Cerjinski. Bu nokta son derecede önemli...
Öyle yazal.ım. Teşekkür ederim, Aleksandroviç yoldaş. Başka söz
isteyen var mı?"
Müsaade eder misiniz?
- Buyurun, Latsis yoldaş.
- Hepsi doğru. Aleksandroviç yoldaşın düzeltmesi de yerin-
de. Ancak, tam değil. Doronin gibi kabalık yapmışız, silah çekmi
şiz... Böyle davrananlann derhal Çel<a' d�n atılmasını ve Mosko
va' dan uzaklaşhnlmasını öneriyorum. Yasalann kendilerine verdi
ği hakkı kötüye kullananlar bu tutumlannın sorumluluğunu da ta
şımalıdırlar.
Cerjinski:
- Kabul, dedi, başka söz isteyen var mı? Yok. Ben de birkaç
söz söyleyeyim. Çel<a'nın emir ve yönergeleri kesindir, incelemeye
ve oya sunulamaz. Sadece yerine getirilir. Ne var ki, bu belgeyi oy
lamaya sunmak istiyorum. Bütün bunlann onaylanmasını ve titiz
likle uygulanmasını isteyenler ellerini kaldırsın.
Andrey, Filatov'un elini ağır ağır ve isteksizce kaldırmakta ol
duğunu, fakat, sık kaşlanru çatmış olan Aleksandrov' a bakınca,
herkesten daha yukan kaldırdığını fark etti.
Cerjinski'nin sesi duyuldu:
- Teşekkür ederim, yoldaşlar. İndirin ellerinizi lütfen. Karşı
görüşte olan var mı? Yok. Çekimser? O da yok. Demek ki, oy birli
ği ile kabul edildi. Bir daha teşekkür ederim, yoldaşlar. Şimdi, her
kes ödevi başına. Martillov, siz kalın. Artemiev davasını teslim et
tiniz mi?
- Evet.
Cerjinski, Profesör Puhov'un tabakasını çekmecesinden çıkar-
dı:
- Bir ödev vereceğim size, Martinov. Adınız Andrey, değil
58
mi? Yanılmıyorum herhalde. Evet! Andrey Mihayloviç, olağan bir
iş değil bu, nazik bir iş, diyebilirim. Büyük bir bilim adamı olan Pu
hov'un etrafında, yabancı bir firmanın mensubu olan bir bay dola
şıyor. Puhov'u Amerika'ya çekmeye çalışıyor herhalde. Memleke
timizde yaşam, gördüğünüz gibi, ne yazık henüz bir düzene girmiş
değil, herkes yokluklara dayanamıyor. Bir akademisyenler heyeti
bugünlerde Vladimir İliç'i (Lenin'i) ziyaret edecek. Bilim adamları
nın yaşamım nasıl düzelteceğimizi düşüneceğiz. Şimdilik durum
ları hiç de iç açıcı değil. Yabana firmalar bunu anlamışlar. Birçok
larına yönelmişler. Puhov da onlar arasında. Profesörün bu tabaka
yı bir pud unla değiştirmiş olması hiç de boşuna değil. Belli ki aç
lı� yakasına yapışmış. Profesörle görüşüh, en fazla neye gereksini
mi var, öğrenin, kendisine nasıl yardım edebiliriz, anlayın. Tabaka
sını kendisine verin. Anladınız, değil mi?
�
- Anladım, Feliks Edmundoviç. Ne e gereksinimi bulundu
ğunu, kendisine nasıl yardım edebileceğimizi araşhracağun.
- Sonra ben, Puhov'la tanışmak için yanınıza geleceğim.
·
59
Filatov gülümsedi:
- Gizli, demek. .. Bravo! Yamansın! Herhalde hoşlandı sen
den. Hoşça kal.
Malgin girdi odaya:
- Derhal Petrovka'ya, Solodovnikovski pasajına koş! Bir
kargaşa çıkmış orada," dedi.
Merkez İşçi Kooperatifleri'nin bütün mağazaları, iki gün önce,
erginler için olan iaşe kuponlarının beşte bir kesitleri karşılığında
iki yüz ellişer gram tuzlu sığır eti, ikinci kesitleriyle yüz yirmi be
şer gram bitkisel yağ, çocuk kuponlarının ikinci kesitleriyle de iki
şer yumurta dağıtacaklarını ilan etmişlerdi.
İlk günü dağıhm olaysız geçti. Gerçi bazı mağazalarda müşte
riler et tayınının kemikleri de kapsayıp kapsamadığı üzerinde tar
hşmalar yaphlar. Moskova Şehir Komitesi, öğleye doğru, kemikle
ri kapsamadığını, bazı kalabalık ailelere kemiklerin ayrıca sahlabi
leceğini bildirdi.
16 Mart günü, saat on alhya doğru sahşların durdurulması zo
�nluluğu ortaya çıktı, çünkü, et ve yumurta vagonları, bir istas
yonda çakılıp kalmıştı.
Solodovnikovski pasajında tuzlu sığır eti erkenden, saat on
üçe varmadan bitmişti. Kuyrukta boşuna beklemiş olan kadınlar,
bu durum karşısında dehşetli kızmışlar, mağazaya hücum ederek,
mağazanın alhndaki depoya girmişler ve beş fıçı tuzlu eti, henüz
kesilmiş iki sığın ve on beş sandık da yumu�tayı ortaya çıkarmış
lardı.
Sahalar arka kapıdan sıvışmış, mağaza yöneticisi ise iyice bir
dayak yemiş, canını zorlukla kurtararak bürosuna kapıyı kilitle
mişti.
Üç kadın, önlük takarak tezgah başına geçmişti. Biri kasiyerlik
yapıyor, kuponları hızlı hızlı keserek paraları alıyordu.
Bir Çekist'in mağazaya geldiğini öğrenen yönetici başını kapı-
60
dan uzath, yüzü şiş ve mosmordu. Başını uzahr uzatmaz üzerine
iri bir kemik fırlahldı.
Andrey:
- Yoldaşlar, dedi, devrimci düzeni bozmayalım!
- Geç kaldın, delikanlı! diye bağırdı "sahcı"lardan biri. Dü-
zeni yoluna koyan bizleriz.
Andrey, yöneticiye:
- Gelin buraya! emrini verdi.
- Bu yılanlar oradayken çıkamam.
Kasiyer kadın, bir yandaıı makasla kuponları keserken:
_
- Az geldi galiba! diye haykırdı. Biz yılansak, sen de domuz
enciğisin. Korkma, dokunmayacağız artİk!
Uzun tartışmalardan sonra yönetici nihayet cesaretini topladı
ve deliğinden çıkh. Gerçekten de doı;pu� yavrusuna benziyordu.
Yassı kafası, yağ bürümüş, kısa, kaim boynuna yapışmışh. Ufacık
gözleri kötü kötü bakıyordu.
- Benimle gelmeniz gerekiyor, dedi Andrey.
Yönetici korku dolu bir sesle:
- Peki, mal ne olacak? diye sordu. Sorumluluğunu ben taşı
yorum. Kasanın da ...
Kasiyer kadın yine söze karışh:
- Korkma. Biz her şeyin hesabını yapacağız, tutanak da ya
pacağız.
Ve tezgah alhndan çantayı çıkarıp açtı. Para ile doluydu çan-
ta.
Yönetici:
- Benim kişisel paralarım onlar, dedi.
Kuyrukta gülüşmeler oldu:
Maaş mı aldın yoksa? Bravo! Kazancın yerinde maşallah...
Soyadınız ne, vatandaş?
Filatov.
61
Adınız?
Mefodiy Spiridonoviç.
Nerede oturuyorsunuz?
Trubna'da.
Yöneticinin adı, Kiri!, Afanasiy, Nikodim gibi bir ad olsaydı,
Andrey, her zamanki gibi durumun gerektiğini yapacakh: Tutuk
luyu komutanlığa götürecek, Merkez Kooperatif Müdürlüğü'ne te
lefon edip, mağazaya yeni bir yönetici göndermelerini isteyecekti.
İyi ama, bu adam, Aleksandrov'un yardımcısı Çekist Fila
tov'la sadece aynı soyadım taşımakla kalmıyordu. Adlan da uyu
yordu: Leonit Mefodieviç Filatov. Bir rastlanh mıydı bu?
- . Çocuklarınız var mı? Oğullarınız?
- Elbette! Elbette var! Bir kızım, iki oğlum -Filatov Andrey'e
göz kırph- Löna ...
- Haydi gidelim, vatandaş Filatov.
Kadınlar bu konuşmayı dinlemişlerdi. Kasiyer kadın An
drey'e kuşku ile bakh:
- Delikanlı, görev kimliğinizi görebilir miyim?
Andrey gösterdi. Kasiyer dikkatle gözden geçirdi, mühür üze
rinde titizlikle durdu:
- Gerçek! Doğru! ÇeKa'dan. Özür dilerim, Martinov yoldaş.
Bir aralık, bu domuzu kurtarmak için gelip gelmediğiniz a�lımdan
geçti de...
- Gidelim, vatandaş Filatov.
- Ne demek gidelim yani? Mağazayı kim kapayacak? Kasa-
nın hesabını kim verecek?
Andrey, kasiyer kadına:
Adınız ne? diye sordu.
- Ana Aleksandrovna Nefedova. Evim karşıda.
- Gerekenleri yapın, Nefedova yoldaş. Ben, yeni bir işçi gön-
derilmesi sorunu ile derhal uğraşacağım.
62
- Hiç kuşkunuz olmasın, her şey gerektiği gibi yapılacakhr.
O sabah baba ve Frunze, Nadya'ya para vererek, Suharev
ka'ya gitmesini rica ettiler. Frunze gülerek şöyle diyordu:
- Mür'de ve Meriliz'de olduğu gibi, her şey nasıl istersen
öyle. Pahalı ama her şey var. �ker 17 ruble, bir paket çay 25 rub
le...
Akşam Andrey eve döndüğü zaman, masada bir şişe votka
gördü, halka halka doğranmış soğanla çevrili karagöz balıklan et
rafa iştah açıa bir koku saçıyordu. Frunze, bunları, Halk Komiser
leri Şurası büfesinden delege niteliği ile almıştı.
Baba kadehleri doldurdu, bumu acayip bir koku ile titredi, fa
kat kimseye bir şey söylemedi. Frunze, bıyıklarını sıvazladıktan
sonra neşeyle:
- Sana uzun ömürler dilerim, Andrüşa.. düşmanlara inat, en
az yüz yıl yaşa ... dedi ve çatalını bir balığa batırdı.
- Mezeyi önceden hazırlamazsam öksürürüm.
Kadehleri bir içişte kuruttular. Frunze kadehe hayret· dolu
gözlerle baktı, kokladı ve sessizce masaya bıraktı. Baba kaşlarını
çattı:
- Dolandırıcılar! diye söylendi.
Suharevka'da Nadya'ya votka yerine imbikten geçirilmiş su
sokuşturmuşlardı. Mihail Vasilieviç işi şakaya döktü:
- Oysa ben iki-üç kadeh devirdikten sonra "Oy bahçem, ca
nım bahçem ... " şarkısını söylemeye niyetlenmiştim, Eh, n'apalım.
Nadya, her işte bir hayır var. Seni aldatan her kimse, bizim sağlığı
mızı düşünmüş. Alkolün zehir zıkkım olduğunu biliyor bu adam.
Her kadeh ömrü bir gün kısaltırmış. Demek ki ömrümüz birkaç
gün daha uzadı. Gelin, şimdi çay içelim. Keskin çaya bayılırım. Ha
vuç çayından bıktım artık. ..
Nadya çay hazırlarken, Mihail Vasilieviç kaşla göz arasında
şunları söyledi:
63
- Babam, hafif çay içmek, sevgiliyi öpmeye benzer, derdi...
Ötede Nadya ağlıyordu, çünkü paketten de, gerçek çay yerine,
kullanıldıktan sonra kurutulmuş çay çıkmışh.
Baba:
- Suharevka'da aldatmazsan satamazsın, dedi.
Nadya yanlarına geldi:
- Kala kala patates böreğine kaldık. Patetesler biraz don
muş, bu yüzden börek tatlı n!du. Ama sıcak...
Sokaktan silah sesleri ve haykırışlar duyuldu. Frunze perdeyi
araladı:
- Anarşistler yine yaygara koparıyorlar. Bugün Preçisten
ka'da bir evi ele geçirmeye kalkışblar. Böyle evler azdır. Neresine
baksan kara bayraklar asılı.
Nadya ekledi:
- Etrafa korku salmaktan başka bir şey gelmiyor ellerinden.
Bu sabah, Olsuev'in evi yakınında bir bomba patlattılar, etrafı kara
bir duman bürüdü. Şimdi herhalde, şurada, Prohorivka'daki hazır
mal deposunu soymak istemişlerdir. Kahrolasıcalar ne zaman usla
nacaklar bilmem ki ...
Ertesi sabah, Nadya'yı, Rusya Merkez Yürütme Komitesi Köy
lü Seksiyonunun yeşil boyalı büyük binasına kadar hep birlikte ge
çirdiler. Nadya orada, Seksiyon Başkanı Spridonova'nın sekreteri
olarak çalışıyordu.
Binanın giriş kapısında bir kadınla burun buruna geldiler. İn
ce kara kaşlı ve enerjik ağızlı bir kadındı bu. Düz büyük bumu, yü
züne biraz erkek sertliği veriyordu. Sabah ayazına karşın, baş örtü
süzdü. Ortasından düz bir çizgi ile ikiye ayrılmış gür saçları kulak
larını kapahyor ve yüksek alnını daha da yüksek gösteriyordu.
Frunze, hafif bir baş eğmesiyle kadını selamladı. O, Mihail Va
silieviç'e çahk kaşları albndan bakh ve selanuna belli belirsiz bir
karşılık verdi.
64
- Kim bu kadın? diye sordu Andrey.
Nadya:
- Nasıl kimmiş? Benim Spridonova, dedi. Şimdi çıkışacak
bana, neden kendisinden daha geç geldim diye.
Birkaç adım uzaklaşhktan sonra baba sordu:
- Mişa, neden sana şeytan görmüş gibi bakh öyle?
- Herkese öyle bakar o ... Kendi istediği olmadı mı kudurur.
Bolşaya Lubyanka'da birbirlerinden ayrıldılar. Andrey, Frun-
ze'nin elini kuvvetle sıkh:
- Hoşça kal, Mihail Vasilieviç.
Babası Andrey'i kucakladı:
- Onun anasını görmek için bile vakti yok. Gel, evlat. Anan
dört gözle bekliyor seni. Nataşa ile Pötar'ın da arhk sabırlan tüken
.
\di.
191 8, MART
65
hesabı yoktu. Hem de taklit değil, gerçek baharat. Oysa şimdi! ...
- Her şeyin başı ve öncesi saygı efendim, saygı... Pazar ya da
diğer tatil günleri ailece kiliseye giderdik. Herkes tanırdı beni.
Mimbere vanncaya kadar en az kırk kez şapkamı çıkanrdım.
- Her şeyin başı ve öncesi toprakbr efendim, toprakbr. Top
rak benim olduktan sonra, bu konunun sözü bile olmaz, istersem
nadasa bırakınm, istersem işlerim: Sürer, eker, gübreler ve bol ve
rim alının, istersem satarım, istersem Tarım Bankası'na ipotek ve
ririm.
- Her şeyin başı ve öncesi Bolşeviklerdir efendim Bolşevik
ler... Eski takvimce sayarsak, Bolşevik devriminden beri tam beş ay
geçti. Altıncı ay başladı.
Oysa neler yazılmadı!... Eski hükümet zamanındaki Amerika
Birleşik Devletleri elçisi bey mister Fransis, Bolşevikler için yazılı
olarak: "En çok on gün iktidarda tutunabilirler." demişti.
İyi haber alan kaynaklara göre, onun, yani şu mister Fransis'in
ricası üzerine Amerikan hükümeti, Bolşevikler iktidarda iken Rus
ya'ya iaşe yüklü gemi gönderilmesini yasaklamış. Nedir bunun an
lamı? Hey Ruslar, açlıktan geberin demek... E-ee, peki baylar, Bol
şevikler sizin beğeninize uymuyorsa, bebeklerin günahı ne?
Elçilerin en tedbirlisi İngiltere elçisiydi. Susuyordu adam, işte
bu kadar. Dediklerine göre bütün işlerini saman albndan yürütür
müş. Aç1kça ise: "Rusya'nın içişleri bizi ilgilendirmez." derdi.
Beş ay geçti, onlar durup duruyorlar.
- Her şeyin başı ve öncesi, başkentin Petrograd'dan Mosko
va'ya taşınmasıdır, efendim. Biliyor musunuz, hoşuma gitti bu iş
benim. Avrupa'nın penceresi olmak, elbette ki, iyi bir şey. Ne var
ki, soruna bir de ayık kafa ile bakmak gerek: Pencere penceredir,
fakat başkent memleketin kıyısında olmamalıdır. Evet, memleketin
bir kıyısındaydı ... Moskova'ya gelince, canım Moskova, anacığım
Moskova, hem eski bir şehir, hem de eyaletler daha yakın. Yani bu
66
sorun üzerinde bir diyeceğim yok. Beni korkutan sorun başka...
Son günlerde Kudrinska'ya uğradım. Baktım, miting yapıyorlar.
Biraz kulak misafiri oldum ve başıma kaynar sular döküldü. Ko
nuşmacı: "İşlemeyen dişlemez!" diyordu. Rica ederim, nasıl anla
yalım bunu? Demek ki ben, geçici bir zaman için çalışmıyorum, ke
meri sıkrnalıyım, öyle mi!" Şu Bolşevikler çok ters insanlar ves
selam.
- Bolşevikleri nerede gördünüz ki, be canım? Şöyle bir gö
ründüler ve kayboldular. Partilerini dağıttılar. Şimdi bir yenisi or
taya çıktı: Rus Komünist Partisi, parantez içinde de bir ''b" harfi.
- Bütün iş, işte bu parantezde. O ''b", Bolşevik demek.
- Kim anlayabilir böyle olduğunu? Ama benim için fark et-
mez. Asıl olan, ortamın biraz daha durulması. Şimdi ne rahatlıkla
sokağa çıkabiliyorsun, ne de bir komş�ya gidebiliyorsun. Hep kor
_
ku içindesin. Biraz günün ahvalinden söz etmek, şöyle başdöndü
rücü gizli bir haberle gönlünü hoş etmek için komşuya geçiyorsun,
hop bu sırada evini haydutlar basmış.
- Allah kahretsin bu anarşistleri. O koskoca revolverleri de
nereden bulmuş reziller? Top gibi patlıyorlar. Bazılan yüzlerine
maske geçiriyor. Tanıyabilirsen tanı bakalım. Anarşist mi, yoksa,
Vtoraya Meşçanska'da İvan Sergeeviç Pohlöpkin'in bütün ailesini,
yani tam dokuz kişiyi bıçaktan geçiren İlüşka Kuçerov mu?
- "Moskova Anarşistler Federasyonu"nun bildirisini oku
dunuz mu? "Anarşi gazetesi"nde yayımlandı. "Herkese ilan ediyo
ruz ki, kişisel çıkarlar için yapılan hiçbir soygunu kabul etmiyor ve
hoşgörmüyoruz" deniyordu. Bir de "Kara Muhafızlar Merkezi"nin
bildirisi vardı. Aynı Anarşi gazetesinin birinci sayfasında iri harf
lerle basılmıştı. Bunda da şöyle deniyordu: "Herkesin bilgisine su
nuyoruz ki, anarşist fedai gruplarının bütün eylemleri, merkez
üyelerinin de katılması ile yapılmakta ve bunların hepside en az üç
merkez üyesinin imzası bulunan görev kimliklerini yanlarında ta-
67
şımaktadırlar. Bu koşullara uymadan yapılan eylemlerin hiçbirin
den Kara Muhafız Merkezi sorumlu değildir."
Anladınız mı? Demek ki şöyle davranacaksınız: Yüzleri mas
keli herifler evinizi bashğı zaman: "Vatandaşlar, çıkarın kimliğini
zi hem de üç imzalı olacak!" diyeceksiniz. Sonra: "Hangileriniz
Merkez üyesi?" diye soracaksınız. Bunu elbette, karnınız deşilip
barsaklarınız dökülmeden başarabilmeniz gerekir.
- Bu kargaşadan belirli bir süre uzak kalmak için bir yere
gitmeliyiz. Gitmeliyiz ama, nasıl? Tren biletleri özel müsaadeyle
satılıyor. Bu müsaade için en az bir ay o daireden bu daireye koş
mak ve en sonunda "hayır!" yanıhnı almak gerekiyor.
- Her şeyin başı ve öncesi, nereye gitmeli? Gidilecek yer mi
kaldı? Bir zamanlar, mucizeler yaraho Meryem ana kilisesinin bu
lunduğu Kursk'a hem misafirliğe, hem ibadete giderdik. Burası, he
men hemen alh yüz yıldan, yani 1295'ten beri bir ziyaretgahh. Bun
dan başka, biri baharda, ikincisi de sonbaharda olmak üzere yine
Kursk'ta iki panayır yapılırdı. Şimdiyse Kursk'a sadece cepheye git
mek için gidiliyor. Allahım yarabbim ne hale getirdiler Rusya'yı!
Kursk'ta savaşlar, Belgorot'ta savaşlar, Sinelnikovo'da savaşlar,
Don'da savaşlar. Orada, diyorlar, bir arada tam üç yükbaşkom var
sizin anlayacağınız, üç yüksek başkomutan. Biri general Aleksiev,
öteki büyük prens Nikolay Nikolaeviç, diğeri de general Komilov' ...
- Ve ortaya durmadan da yeni yeni general ve amiraller çı
kıyor: Kolçaklar, Dutovlar... Çin-Doğu Demiryolu bölgesinde bir
68
general Pleşkov türemiş ki, emirler yağdırıyor ve "yükbaşkom" di
ye imza ahyormuş. Demek ki, bu, dördüncü "yük". Uzak Do
ğu'nun bir yerinde şimdilik allaha şükür, fakat "yük"e hazırlanı
yormuş. Pskov'a -insanın inanacağı gelmiyor- 1240'tan beri Al
manların ayak basamadığı bu .Rus bölgesine de şimdi Almanlar
gelmiş. Eski Vergi Dairesi Genel Dikrektörü'nü vali yapmışlar. Ve
bu vali ölüm cezasını ve kamçı ile cezalandırmayı uygulamaya
koymuş. Soyluların dışında herkesi kamçıdan geçiriyormuş. Biz,
soylu değil esnaf olduğumuz için bu ceza bizim için de geçerli ola
cak. Özür dilerim. Eksik olsun!
"P
ARAYI NEREDEN BULACAGiZ?"
Sol Eserlerin (Sosyalist Devrimcilerin� M�rkez Komitesi para
sız kalmışh: Merkez Komitesi üyelerinin, propagandistlerin, konfe
ransçıların geçimlerini sağlamak, broşür ve el ilanları bastırmak
için paraya gereksinimleri vardı. "Halkın Davası ve Emek B�yrağı
gazeteleri"nden büyük karlar umuyorlardı. İyi ama, umutlan bo
şuna çıkh. Zaten az olan tirajları günden güne düşüyordu.
Sol Eserler Partisi Merkez Komitesi üyeleri, Şuralar Dördüncü
Kongresi'nden birkaç gün önce yaptıkları toplantıda, Kongre Brest
Antlaşması'nı onaylarsa, hükümetten ayrılmayı kararlaştırdılar.
Prenses Uvarova'nın Leontievska sokağındaki eski konağında ya
pılan toplantıyı kapanış konuşmasında, Parti Başkanı Spiridonova,
Merkez Komitesi üyelerinden Kamkov, Karelin ve ÇeKa Başkan
Yardımcısı Aleksandroviç'e gitmemelerini rica etti. Ve sert, kuru
bir sesle:
- Viyaçeslav, üst pencereyi kapat. Ve bakın, yabana kimse
ler var mı! emrini verdi.
Spiridonova'nın konspirasyonu sevdiğini bilen Karelin'le
Kamkov, yan odaları birer birer dolaştılar.
69
Spiridonova:
- İşlerimiz yürümüyor, diye başladı. Hemen hemen hiç pa
ramız yok. İki, üç gün sonra gazeteleri kapamak zorunda kalaca
ğız. Oysa ileride büyük giderlerimiz olacak. Sizin tavsiyelerinizi
bekliyorum.
Kamkov canı sıkkın bir halde:
- Borç almamız gerekecek... Ama kimden? diye söylendi.
Spiridonova:
- Kimse bize borç vermez, diye kestirip attı.
Kamkov, hem bir öneri olarak, hem de hasetle:
- Anarşistlerde para kum gibi ... Nerede ne kadar para bu
lurlarsa alıp götürüyorlar, dedi.
Spiridonova, sert ve aşağılayıcı bir tonla:
- Biz bir politik partiyiz, soyguncu değiliz, dedi. Sonra ara
mızda soygun yapacak insan da yok. Görüyorum ki, siz akıllıca bir
öneride bulunamayacaksınız. Viyaçeslav sen ne diyeceksin?
Aleksandroviç, yelek cebinden küçümencik bir not defteri çı
70
Rakamları bırak bir yana. Önemli olan, bu paraların emek
çi halktan değil, karaborsacılardan, döviz dalaveracılarından alın
mış olmasıdır. Bunları bizim, parti gereksinimleri için harcamamız
moral hakkımızdır.
- Çok doğru. O paralar gerçekten soygun parasıdır. Fakat
bugün şunu söylemekle yükümlüyüm: Para sağlamak benim için
günden güne zorlaşıyor.
Karelin:
- Cetjinski mi? diye sordu.
- Hem Cetjinski, hem de ötekileri ... Özellikle ÇeKa sekrete-
ri ve Peters...
- Bilmem... Fakat ben artık huzur içinde değilim. Bugünler
de, hiç beklemediğim bir anda, bizim partimizden olan hazine de
posu memurunu değiştirdiler, yerine bir Bolşeyik atadılar. Bu yüz
den, bize gelecek paraların azalacağından korkuyorum. Aynca,
ÇeKa Özel Muhafız Kıtası'nın mali durumunu güçlendirmem ge
rekiyor.
Karelin, hayret dolu bir sesle:
- İyi ama, dedi. Bizim bununla ilgimiz ne? Ne kadar isterse
niz o kadar verin oraya.
- Bu birlik, en fazla beş yüz kişilik olmalıdır. Oysa şimdi
mevcudu bin kişiye yaklaşıyor.
Spridonova yine araya girdi:
- Bunlar ayrıntılar belki de ... En önemli sorun şu: Bütün halk
komiserlerimiz, onların yardımcıları ve kollegium üyeleri ayrılsa
lar bile, Viyaçeslav yerinde kalmalıdır.
- Mariya Aleksandrovna, rica ederim hepsini yerlerinden
almayın. Benden başka diğer bazıları da makamlarında kalmalıdır.
Yoksa Cerjinski beni bir dakika bile yerimde tutmaz. Dün Cerjins
ki'ye bir kağıt verdiler. Bunda, Özel Muhafız Kıtası Komutanı Po
pov'un hiç düşünmeden, Askeri Komiser'e bir dilekçe gönderdiği,
71
yirmi tezkere, şu kadar sıhhiye çantası ve daha başka şeyler istedi
ği bildiriliyordu. Cerjinski'nin yanma gittiğim zaman: "Popov'un
kiminle savaşmaya hazırlandığını biliyor musunuz?" sorusu ile
karşılaşhm. O andaki zor durumumu anlayabilirsiniz.
Karelin:
- Nasıl kurtuldun bu zor durumdan? diye sordu.
- Popov'un değiştirilmesi gerektiğini söyledim ve: "O, aşırı
derecede taşkın, bir gün kötü durum karşısında bırakacak bizi" de
dim. Bu Popov göz alhnda tutulmalı, yoksa bir gün bir oyun yapa
cak bize...
Spiridonova, konuşmanın başından beri ilk defa gülümsedi:
- Yanlış düşünüyorsunuz, Viyaçeslav. Popov cesur bir
adam ve bizim davamıza gönülden bağlı.
Karelin'le Kamkov bakışhlar. Onlar, Spridonova'nın cesur in
sanlara karşı zaafını iyi biliyorlardı. Spiridonova kaşlarını çatb,
kalkh:
- Nereden para bulacağız. İşte bunu düşünelim.
Filatov, Artemiev davasını Martinov'dan teslim aldıktan son
ra derhal tutuklunun yanına getirilmesini istedi.
- E-ee, şişko, gerçekleri söyleyecek misin? Daha nerede giz
li alhnın var? Anlat bakalım.
- Hepsi burada. Bunlardan başka tek bir kuruşum yok. Ne
varsa hepsini verdim.
Filatov, kağıtları şöyle bir aktardıktan sonra haykırdı:
- Söyle bakalım, annenin kakmalı kolyesi nerede?
Artemiev, Filatov'un hiçbir kolyeden haberceğizi olmadığını
ve sadece bir tahmine dayanarak bağırdığını nereden bilsindi! Kur
naz Filatov, tutuklunun korkudan sapsan kesildiğini görünce, ada
mın nasırına basmaya devam etti:
- İkonların mücevher kakmaları nerede?
Artemiev, iki saat kadar ölüm korkulan içinde titredikten so-
72
na bülbül kesildi, evinde aziz Petar'la Pavel'in ardındaki duvarda
gizli bir kasa bulunduğunu söyledi.
- Haydi yürü!
Eve vannca, Artemiev seslice ağlamaya başladı. Filatov, kasayı
açınca, Artemiev az daha kalp se�tesine uğrayacaktı, yere yuvarlan
dı. Ağzından: "Allahım, Allahım ... "dan başka bir sözcük çıknuyor
du.
Filatov, sert sert sordu:
- Bir valiz yok mu?
Artemiev bir deri valiz bulup getirdi. Filatov, mücevherleri
valize yerleştirdikten sonra oturup bir sigara yaktı.
Bana bak, karaborsacı, yaşamak ister misin?
- Neden sordunuz?
- Açık söyledim: Yaşamak ister misin? Jutanağa hiçbir şey
yazmayacağız. Anlad� mı şimdi?
- Yazmayacağız mı? Pekala Peki ama, neden yazmayacağız?
- Görüyorum ki tamamıyla mankafalaştın. Yazmayacağız, o
kadar... Sen kaçacaksın.
- Hiçbir yere kaçmayacağon. Arkamdan kurşunu sıkacaksın.
- Aptal! Sözde kaçmış olacaksın. Anladın mı? Sana Suharev-
ka' da yeni bir kimlik belgesi sağlayacağız. Sakalı da keseceksin. Ve
Bshsvatko'da oturacaksın. Görüyorum ki, hala hiçbir şey anlamı
yorsun, kütük! Fakat, şunu da göz önünde bulundur ki, bir haber
saldım mı derhal yanımda olacaksın. Hala mı anlamadın?
Soruşturmacının kendisinden ne istediğini nihayet anlamış
olan Artemiev, Filatov'un ayaklarına kapandı, haç çıkardı ve fısıltı
ile:
- Bütün söylediklerini yapacağım... Hepsini... Allah senden
razı olsun, altın gibi adamsın... Mezara kadar...
- Yalnız dikkat et, kimseye tek söz yok. Yoksa seni yedi kat
yer altından çıkarırım.
73
- Ne söylüyorsun, canım, gülüm... Ben yaşamımı boklukta
mı buldum, yoksa allahın en sersem adamı mıyım! Sizin dediğiniz
gibi kütük müyüm ben! İstersen and içerim.
- Yann akşam, saat ondan sonra Vozdvijenka'ya geleceksin.
Orada Filatov'u soracaksın. Şimdi, haydi toz ol!
Artemiev, son zamanlarda bir hayli zayıflamışh. Fırladı. Sanki
bir kuduz köpek tarafından kovalanıyordu.
Filatov, sigarasından birkaç nefes daha çektikten sonra avluya
koştu ve birkaç kez havaya ateş etti. İşçi nöbetçilerden biri koştu
yanına. Yaşlı bir işçiydi. Sert bir sesle:
- Kim ateş etti? diye sordu.
- İtin biri elimden kurtulup kaçh.
Filatov görev kimliğini gösterdi. İşçi acıdı Filotov' a:
- Başına gelecekler var, dedi.
- Hem de nasıl! Nereye gitti bu it? Yerin dibine battı sanki.
Nöbetçiler Lubyanka'ya kadar Filatov'a eşlik ettiler. Filatov,
tanıklık etmeleri için onları komutanlığa götürmeyi düşündü, fakat
elindeki valizi anımsayınca sadece adlarını yazmakla yetindi:
- Gerekirse arayacağım sizi.
- Geleceğiz ... Memnuniyetle.
Filatov, nöbetçiler köşeyi dönüp gözden kayboluncaya kadar
komutanlık binası önünde durdu, sonra evine yöneldi.
Evde canını sıkan bir haberle karşılaşh: ÇeKa'dan biri babası
nı tutuklamışh.
SUÇLULAR C EZALANDIRILACAK
74
vaşım İçin Olağanüstü Komisyon'a.
- Antadım. Bir yanlışlık var bu işte galiba, yoldaş. Bir başka
Puhov'u anyorsunuz herhalde. Çünkü ben, ne karşı devrimle uğ
raşının, ne sabotajla, ne de spekülasyon ile. Ne ben ve ne de kanm.
- Aradığımız sizsiniz, profesör yoldaş.
- Acayip iş. Pekala, gideyim. Gideyim ama, nasıl? Tramvay-
lar işlemiyor, fayton benim cebime göre değil. Ne yazık ki, özel ara
bam da yok. Bu yüzden biraz gecikeceğim. Çünkü yaya gelmek zo
rundayım. Bekleyecek misiniz?
- Elbette. Giriş karbnız kapıda hazırdır.
Profesör, herhalde bambaşka bir adamla karşılaşacağını sanı-
yordu. Biraz şaşırmış olduğu halinden belliydi.
- Siz misiniz Martinov yoldaş?
- Benim, Puhov yoldaş. Buyurun, oturun.
Puhov gülümsedi:
- Ben, Dibenko gibi sakallı bir denizci ile karşılaşacağımı sa
nıyordum.
- Tanışıyor musuz onunla?
- O şerefe nail olmadım. Bir mitingde dinlemiştim kendisi-
ni. Beni çağınşınızın nedenini öğrenebilir miyim?
- Profesör yoldaş, üzerinde "Aleksandr Aleksandroviç'e"
yazısı bulunan bir albn tabakanız var mıydı?
Evet, vardı.
- Nerede şimdi bu tabaka?
- Delikanlı, bu tabakayı.şimdi benden almak istiyorsanız, ne
yazık ki, geç kaldınız. Vardı böyle bir tabakam, ama artık yok. Bir
süre önce bir pud buğday unu ile değiştim onu.
Eşiniz hasta mıydı o zaman?
- Evet. İyi ama, nereden biliyorsunuz bunu?
- Önemli değil nereden bildiğim, Aleksandr Aleksandroviç.
Biz bu tabakayı size vermek istiyoruz... Buyurun ...
75
Andrey çekmecesini açtı, dosyalan altüst etti, tabaka yoktu.
_
Bütün çekmeceleri açtı, ne kadar kağıt varsa hepsini altüst etti
ve tabakanın başına bir hal geldiğini anladı.
Bu sırada kapı çalındı:
- Müsaade eder misiniz?
- Buyurun.
Ve odaya Cerjinski girdi.
76
kunun dışındadır. Demek ki, hırsızlığı yapan bizim aramızdan bi
ridir.
Odada derin bir sessizlik vardı, sadece, bir süre önce İspanyol
nezlesi geçirmiş olan Ksenofontov'un nefes alışı duyuluyordu.
Cerjinski saatine bakh:
.
- Şimdi saat on beş. Umuyorum ki, tabaka, saat on yedide
on yedinci odanın pencere alhndaki tahta üzerinde olacakhr. Oda
da kimse yok. Orada çalışan Konstantin Kalugan şu anda Nijni
Vovgorot'ta bulunuyor -Cetjinski içerdekilere sessizce bakh, kim
senin üzerinde durmadı ve sözlerini tamamladı- odaya kimin gir
diğini kimse gözetlemeyecek. Tabaka sacıt on yedide on yed inci
odadaki belirli yere konmazsa, Martinov, ihmalcilik suçundan do
layı en şiddetli ceza ile cezalandınlacaktır. Serbestsiniz, yoldaşlar.
Peters yoldaş, Martinov'u, herhangi bir budalalık yapmaması için
saat on yediye kadar göz altında bulundurun.
Peters, Andrey'in tabancasını aldı, onu kendi odasına götür
dü, "Pravda" 2nın son sayısını eline tutuşturduktan sonra: "Okuya
cak durumdaysan, oku" dedi. Andrey okumaya çalıştı, fakat bece
remedi, satırlan değil, sütunlan görüyordu.
Kim almış olabilirdi tabakayı? .. Rezaletin daniskasıydı bu. İyi
ki, Cerjinski kendisine bir çıkış yolu göstermişti. Cerjinski'nin Pu
hov'la tanışmasından sonra, Martinov koridora fırlayarak kısa bir
not yazdı. Cerjinski profesörle kazan yapımı üzerinde iki-üç daki
ka konuştuktan sonra:
- Neden oturuyoruz burada? -dedi- Bu konuşmamızla Mar
tinov'a engel oluyoruz herhalde. Buyurun gidelim odaya."
Ve çıktılar. Profesör Cerjinski'yle konuşmasına öylesine dal
mıştı ki, herhalde tabaka konusunu unutmuştu . Belki nez�ket gere-
77
ği sormamayı daha uygun bulmuştu .
.. . İ ki saat. Ne bitip tükenmez bir süreydi bu. İnsan bütün öm
rünü anımsayabilirdi iki saat içinde. Yüz yirmi dakikaydı bu. Bir
dakika bile geçmek bilmiyordu.
P�ters'in odasında, Andrey'in tam karşısındaki duvarda, kad
ranı üzerinde "Pavel Bure" yazısı bulunan, tahta kutu içinde bir sa
at vardı. Büyük yelkovanı hareket etmiyor, dakikadan dakikaya
sıçrıyordu. Duruyor, duruyor ve sonra haydi bir sıçrama yapıyor.
Andrey yelkovandan gözlerini ayırmıyor, yelkovan ise uyumlu
sıçramalar yapıyor.
Peters beklenmedik bir anda bir soru ortaya atıyor:
Kim almış olabilir sence tabakayı?
Bilmem.
Kim vardı odada senden başka?
Sadece Malgin. Fakat o, Yakov Hristoforoviç, alamaz taba
kayı. Almaz.
Neden?
Eminim buna. Malgin öyledir. Ondan daha namuslu insan
yoktur.
Ben de aynı kanıdayım. Öyleyse kim olabilir? Tabaka ye
rin dibine batmadı ya. Elbet bir alan var. Her tarafı iyice aradın mı?
- Her yeri. İ lk önce şöyle bir acele araştırdım. Çok korkmuş
tum, Peters yoldaş. Sonra dikkatle işe koyuldum. Bütün çekmece
leri açtım, hatta çıkarıp silkeledim.
- Gidip bir daha araştıralım.
Malgin odadaydı. İşten henüz dönmüştü.
Andrey bürosu üzerinde ekmek ve bonbon gördü. Malgin
onun hakkını büfeden alıp getirmişti. Olup biteni anlattılar. Peters:
- Bir daha araştıralım, dedi. İyice. . .
Aramayı tamamladıktan sonra Malgin derin bir soluk aldı ve
hafif bir sesle:
78
- Başka yerleri de arayalım, dedi.
Peters de dinginlikle:
- Söyle reresini? diye sordu.
Malgin çatık kaşla:
- Martinov dışarı çıksın, dedi.
- Martinov, koridora çıK. Yalnız, uzaklaşma.
İki-üç dakika sonra Peters koridora çıktı ve:
- Gidelim, diye söylendi.
Ve Martinov'u odasına götürdü:
- Bekle biraz. Ben hemen döneceğim.
Yelkovan yine sıçrıyordu. Peters döndüğü zaman on dakika
geçmişti. Peters yerine oturarak, çekmeceden bir dosya çıkardı,
okumaya başladı. Zaman zaman saate bakıyor ve:
- Sabret, diyordu.
Sonra:
- Haydi gidelim, dedi.
Görenler, Martinov'u görmezlikten geliyorlardı, içeri giriyor
bir kez baktıktan sonra gözlerini kaçınyorlardı. Kimse bir söz söy
lemiyordu. Cetjinski de susuyordu. Saate·baktı: Tam on yediydi.
- Ksenofontov yoldaş, Peters yoldaş, gidin bakın.
Her ikisi de çıktı. Oda yine sessizliğe büründü. Öyle ki, telefon
çaldığı zaman, sanki gürledi.
Peters, odaya girmedi, sanki daldı. Tabaka elindeydi. Kseno
fontov, sanki hiçbir şey olmamış gibi içeri girdi, dinginlikle oturdu.
Biri güldü, ilk önce Filatov gitti Andrey'in yanına ve elini
uzattı:
- Tebrik ederim, Martinov yoldaş.
Andrey, uzatılan eli sıktı, ne söyleyeceğini bilemiyordu.
Cerjinski kalemiyle masayı tıklattı:
- Teşekkür ederim, yoldaşlar. Dakikası dakikasına oldu. Te
şekkür ederim. Serbestsiniz.
79
Herkes kapıya yöneldi. Andrey, Cerjinski'ye bakıyor ve gözle
riyle soruyordu: "Çıkayım mı, yoksa bekleyeyim mi?" Cerjinski ye
rinden kalkarak Andrey'in sırhnı okşadı. Martinov, Feliks Edmun
doviç'in gözlerini yakından gördü: Bu yorgun gözlerden sevinç kı
vılcımlan saçılıyordu. Fakat bir dakika sonra bu gözler birden de
ğişti. Soğuk ve hatta amansız bakışlıydı:
- Filatov, kalın siz.
Odada beş kişiydiler şimdi: Feliks Edmundoviç, Peters, Kse
nofontov, Andrey ve Filatov. Cetjinski bürosuna gitti, ayakta dura
rak bir dosyayı açtı ve beklenmedik bir soru sordu:
- Filatov, söyleyin, neyinize gerekliydi bu tabaka?
Filatov derhal yanıtladı:
- Ben almadım tabakayı -sapsarı kesilmişti, yanaklan tebeşir
gibiydi- almadım, ilk defa görüyorum.
Cerjinski, yumuşak bir sesle:
- Gerçeği söylemiyorsunuz, Filatov. Neyinize gerekliydi bu
tabaka? Yanıhnızı bekliyorum Filatov, dedi.
- Kabahatliyim. Fakat anlayın durumumu. Martinov yasala
ra aykırı olarak babamı tutuklamış. Ne yaphğımı bilmiyordum. Sa
dece Martinov'u korkuhnak istiyordum.
- Babanıza ilişkin soruşturmayı kapahnası için mi? diye sor-
du Peters. Babanız yasa gereğince tutuklanmışhr. Bir karaborsaa o.
- Kabahatim çok büyük.
Ksenofontov söze kanşh:
- Ne zaman bitirdiniz liseyi, Filatov? Ve ondan sonra ne
yaphnız?
1905'te. Sonra askerlik ya.phm.
Cephede bulundunuz mu?
Hayır. Moskova'daydım.
Sosyalist Devrimciler Partisi'ne ne zaman üye oldunuz?
Geçen yıl.
80
- Tutuklusunuz, Filatov.
- Tutuklamaya hakkınız yok beni. Ben, Sosyalist Devrin:'ci-
ler Partisi'nin üyesiyim ve partimizle sizin partiniz arasındaki an
laşma gereğince ÇeKa'da çalışıyorum.
- Yaphklarmız hakkınd": partinize bilgi verilecektir. Hiçbir
parti hırsızları koruyamaz. Peters yoldaş, gereken yönergeyi verin,
ÇeKa eski mensubu Filatov silahını teslim etsin, bab�sı ve kendisi
Butirsk tutukevine gönderilsin.
81
Puhov merdivenleri ağır ağır çıkıyordu, evine nefes nefese gir
mek istemiyordu, Nikolaevna, hemen hemen evlendiklerinin ilk
gününden beri en çok kocasının kalbinden kaygılanıyordu. Haklıy
dı da: Puhov'un babası daha kırk dokuz yaşındayken sofrada kıv
rılıp ölmüştü.
Puhov dördüncü kata vardığı zaman, aşağıdan Denejkina'nın
sesini duydu:
- Bugün nöbet sırası sende...
- Nasıl neredeymiş! Her şeyi hazırdan bekleme. İ n aşağı ve
bas imzayı. Vatandaş profesör, kiracılar toplanhlarına gelmen ge
rek. O zaman her şeyi öğreneceksin. Evi haydutlardan korumak
için nöbet tutuyoruz. Nöbet, hava kararınca başlıyor ve sabah alh
ya kadar sürüyor.
Kaba bir sicime bağlanmış bir defterle bir kalem verdi:
Üstünkörü bir imza athn, çiziktirdin.
- Ne yapayım kalemin sert.
- Tükürükle efendim. Sert değil, sabit kalem. Ah şu aydınlar
ne kadar da beceriksiz yarabbi. Hiçbir şeyden anladığınız yok.
Haydi, acele et, devlet işi bu.
Lidya Nikolaevna, bir erkek pamuklusu ile antreye çıkh. Pro
fesör, bu pamukluyu, bitpazarından, oğlunun pantolonu ile değiş
mişti. Pamuklu bir hayli yıpranmışh, güve yenikleri vardı, yenleri
hemen hemen erimişti. Omuzlarına bir şal atmışh, başında ölü an
nesinden kalma bir örme şapka vardı. Aleksandr Aleksandroviç
karısının buz gibi elini öptü.
- Misafirimiz var Saşa.
Divanda paltolu ve şapkalı bir adam oturuyordu, doğruldu.
- Günaydın, bay Kiyatkin. Sağlığınız yerinde maşallah.
Memnun oldum buna.
- Sözleriniz sadece bir nezaketten ibaret değilse, sevgili
Aleksandr Aleksandroviç, son derecede memnunum.
82
Puhov sobaya elini değdirdi:
- Özür dilerim, Ludişa, ev neden bu kadar soğuk?
- Saşa, sağdan mı alacakbm, soldan mı, unuttum.
Profesör, bütün duvarı kaplayan büyük kitaplığa doğru yürü
dü, gözlüğünü takb:
- Sağda nelerimiz var? "Gustave Eiffel ve Kulesi." Hele kal
sın, gerekli olur bir gün. Bu da ne: "Birinci Rus Elektrot Teknisyen
ler Kongresi Notları." Kalsın o da. Soldaki ne: İgor Grabar. "Rus Sa
nat Tarihi" . Yazık İgor Emanuiloviç'e. Fakat, çaresi yok. Zaten ya
pıt tamamlanmış değil. Ludişa, kibritimiz var mı?
Kiyatkin, nezaketle çakmağını uzatb. .
- Gerekli değil arbk, Ludişa ... Bay Kiyatkin yine imdadımı
za yetişti... Rus sanatı Amerikan çakmağı ile mükemmel tutuşa
cak. ..
Kiyatkin gülümsedi.
- Benzini Rus... Hem de sizin yönteminizle arındırılmış.
Puhov alaycı gözlerle bakb misafire:
- Bunun iyi mi, yoksa kötü mü olduğunun farkında bile de
ğilim. Benzin de Amerikan olsaydı elbette daha iyi olacaktı.
- Sorumluluktan sıyrılmak, Rus aydınlarının her zamanki
özlemleridir. "Bu beni ilgilendirmez" derler.
- Olabilir. Fakat, "Lafla peynir gemisi yürümez" sözü de
söylenir. Ludişka, çaydanlığı ver de, bay Kiyatkin'e Çin çayı ikram
edelim. Yalnız, özür dilerim, havuç çayı. Denediniz mi hiç?
- Böyle bir olasılık geçmedi elime.
- Biliyor musunuz ki, hiç de fena değil. Akademisyen bu-
nun için diyetik diyor. Diyetik çay. Hem de .zafarinle içiliyor.
Kiyatkin, ağır koltuğu sobaya yaklaşbrdı ve övünerek:
- Yakında ayrılıyorum buradan, Aleksandr Aleksandroviç.
Sizin kesin kararınızı öğrenmek istiyorum, dedi.
Puhov, kalın bir telden elle kıvrılarak yapılmış küçük bir ma-
83
şa ile, hani hani yanan l<Ağıtlan kanşhrdı. Vladimir'deki Uypensk
katedralinin resmi bir an parladı sonra alevler arasında kaybolup
gitti.
Kiyatkin devam ediyordu:
- Sizin kesin kararınızı öğrenmek istiyorum. Sıradan bir
adam olsaydınız, size, Birleşik Amerika'da sizi Kalifomiya'da, Bü
yük Okyanus kıyılarında bir villa beklemekte olduğunu aynnhla
nyla anlahr, çok güzel bir arabaya, işinin ustası hizmetçilere ve
bankada yüklüce bir hesaba sahip olmanın ne iyi bir şey olduğunu
açıklamaya çalışırdım.
Profesör sözünü kesti:
- İçin çayınızı, soğuyacak.
Kiyatkin bir yudum aldıktan sonra bardağı masaya bırakh:
- Biliyor musunuz, hiç de fena değil. Gargara suyunu andı
rıyor. Bilim adamısınız siz. Bir bilim adamı için gerekli olan her şe
ye sahip olacaksınız: Laboratuvara, bilgili, yürütücü yardımcılara,
yetenekli öğrencilere... Ve sizin en cesurca planlarınız gerçekleşe
cek. Kendimi örnek göstermeye hakkım yok, alçak gönüllüğe uy
gun düşmez, fakat buna karşın şunu söylemeyi gerekli buluyorum:
Moskova İmparatorluk Yüksek Teknik Okulu'nu bundan on yıl ön
ce bitirdim. Beni yetenekli bir hidro teknisyen sayıyorlardı. Nereye
verildim biliyor musunuz?
- Nereden bileceğim?
- O diplomamla Kuvaev'deki ştampa fabrikasına mekanis-
yen tayin edileceğimi ben de nereden bilebilirdim.
- Eh, başlangıç olarak hiç de kötü değil.
- Olabilir. Ama Kuvaev'de en baş kişi kimyagerdi, mekanis-
yen kalfa gibi bir şeydi. Hatta daha kötü: Baş buharcıydım. Sal bu
harı, işte o kadar. Kimyacıya yıllık üç yüz bin veriliyor. Evinden
fabrikaya kadar üç yüz adım. Oysa altında fayton. Benim yolum ise
bin iki yüz metre ve yaya ...
84
- Ve siz de buna güceniyordunuz, öyle mi?
- Hayır, hayır! Sadece budalalar gücenir, akıllılar ise çıkış
yolu ararlar. Ben Amerika'ya gittim. Anlıyor musunuz, Aleksandr
Aleksandroviç?
- Dinliyorum sizi, dinliyo!'llm .
- Sizi neler bekliyor burada? Sanat kitaplarını yakmak... Şu
suyu ısıtmak için ciltlerce Dostoyevski yakacaksınız. Sonra o şirret
kadın, sizin yöneticiniz olan kadın, elinizden evinizi alıp sizi o de
liğe tıkmaya çabalayacak. Güzel bir günde sizi soyacaklar, öldüre
cekler veya hiç olmazsa ÇeKa'nın mahzen katına kapayacaklar.
Sobanın küçük kapağını kapamakta ol�n profesör kurnazca
gülümsedi:
- ÇeKa'ya gittim bugün. İlk önce benimle pek sevimli ve sı-
kılgan bir genç konuştu. Ondan sonra Cetjins�...
Kiyatkin, soğuyan çayı şaşkınlıktan bir yudumda içti.
- Cetjinski'yle mi? Bu korkunç adam neler konuştu sizinle?
- Neler mi konuştuk? Çok şeyler. Şunu da söyleyeyim ki,
hiçbir korkunçluk görmedim bu adamda ben. Çok sevimli, aydın
bir kişi. Çehov'u seviyor. Yarın yine görüşeceğiz.
Ve siz de gideceksiniz, öyle mi?
O gelecek bana.
Size? Cetjinski?
Neden şaşıyorsunuz buna, bir türlü anlayamıyorum.
Sizi anlayamıyorum, sayın profesör. Sizinle bir iş üzerinde
konuşuyoruz. Sert konuşmamdan ötürü özür dilerim, ben sizin
için zaman kaybediyorum, oysa siz? ..
- Affedersiniz, bay Kiyatkin, konuşmayı yapan sizsiniz. Ben
dinliyorum. Size en küçük bir konuşma bahanesi dahi vermiş deği
lim.
Kiyatkin konuşma tonunu değiştirdi:
Böyle olamaz bu, sayın profesör. Neft nerede daha iyidir,
85
yeni usulle nerede tasfiye edilir? Rusya'da mı, Avustralya'da mı?
Sizin için bunun önemi yok mu? Gün gelecek dünya tekniği her ta
rafa yayılacak. Fakat bunu siz, Birleşik Amerika'da her yerden da
ha iyi gerçekleştireceksiniz. Tabii, sorun teknik açıdan ele alınmalı
dır. Ben politikacı değilim. Bırakalım da politika ile Vilson, Kle
manso, Lenin uğraşsınlar.
- Benim bir oğlum vardı, bay Kiyatkin. Bir tek oğlum, Serö
ja ... 1916'da öldü. Sizin de okuduğunuz o İmparatorluk Yüksek
Teknik Okulu'nda okudu. Belki de iyi bir mühendis olacakh. Oysa
o, gönüllü olarak askere gitti, pilot oldu. Dostları, Alman silahı ile
düşürüldüğünü yazdılar. Biliyor musunuz neden düşürmüşler? Si
lahlan bizimkilerden daha iyi imiş, hareket halindeki hedefe daha
isabetliymiş.
·- Acınız çok büyük, Aleksandr Aleksandroviç. En içten baş
sağlığını dilerim. Ne yapalım, savaş savaşhr.
- Söyleyin, bay Kiyatkin, yalnız olanca içtenliğinizle söyle
yin. Herhangi bir kimseyi okyanuslar ötesine gitmeye razı edebil
diniz mi? Veya bunu bir "ticaret" sırrı mı sayıyorsunuz?
- Neden sır olacak! Önerime evet derseniz, birkaç adı mem
nuniyetle söyleyebilirim. Şimdilik, özür dilerim, yapamam bunu.
Ve, arzu ederseniz sizi sevindirebilirim: Gitmek isteyenlerden ço
ğuna biz hiçbir çağrıda bulunmadık. Sizi temin ederim ki, güveni
lir bir topluluk içinde olacaksınız.
Bu sırada telefon çaldı. Puhov kulaklığı aldı:
- Evet, benim. Şimdi ne mi yapıyorum? Ne ile mi meşgu
lüm? Bir bayla konuşuyorum. Elbette ki, engel olmayacaksınız...
Memnun olurum. Buyurun.
Puhov kulaklığı yerine astı ve Kiyatkin'in soru dolu bakışları
nı görünce:
- Şimdi, dedi, bir iş arkadaşı ile birlikte Cerjinski gelecek.
Yarın gelecekti, fakat yarın önemli bir toplanhsı varmış. Şimdi gel- ,
86
mesi için müsaademi rica etti ve af diledi.
Kiyatkin, heyecanla oda içinde dolaşmaya başladı:
- Aleksandr Aleksandroviç, ne yapayım şimdi ben? Bu ziya
retten sizin için hiçbir hayır beklemiyorum. Ne var ki, ÇeKa Başka
nı'nı görmek benim için ilginç ?lacak. Nasıl bir adam, bunu anlaya
cağım.
- Aleksandr Aleksandroviç, sizi bu geç saatte rahatsız etti
ğim için özür dilerim.
Kiyatkin ayağa kalkarak bir reverans yaptı. Cerjinski, mühen
disi baştan ayağa süzdükten sonra elini uzath:
Cerjinski.
- Kiyatkin, Amerikalı mühendis.
- Anlıyor musunuz, Aleksandr Aleksandroviç, tam siz Çık-
mıştınız ki bu genç -Cerjinski, Andrey'i gösterdi- yanıma geldi ve
kendisinde olan eşyayı size veremediğini bildirdi.
Andrey, belalı tabakayı profesöre uzattı.
- Çok teşekkür ederim. Arkadaşlarımın bir armağanıydı.
Lidya Nikolaevna içeri girdi ve selam verdikten sonra masa-
dan çaydanlığı kaldırdı.
- Size çay hazırlayabilirim. Suyu saldılar. Herhalde kısa bir
süre için. Ama saldılar ya şu ...
Kiyatkin, alaylı bir sesle:
- Yarabbi bir insanın mutlu olması için ne kadar az şey ge
rek! Su salmışlar ve Aleksandr Aleksandroviç, eşiniz ne kadar mut
lu! Sizce bu, insan onurunun kırılması değil mi, bay Cerjinski?
Cerjinski hafifçe gülümsedi:
- Biliyor musunuz ki, sizinle aynı düşüncedeyim, bay Kiyat
kin! Su yokluğu gerçekten de onur kıncı. Kirlenen ellerini yıkaya
mazsın. Fakat biz Bolşevikler, her yerde her şeyin ilk nedenini arı
yoruz. Örneğin neden su yok? Rusya'da neden açlık var, neden bir
çok evsiz çocuk sokaklarda dolaşıyor?
87
- Bizim çok hoş bir ata sözümüz var: "Papaz neyse cemaah
da öyledir."
- Çok doğru. Fakat sorun şu ki, sizin deyişinizle söyleyeyim,
bizim cemaatta papaz çok genç, ondan öncekiyse çok yaşlıydı, sar
hoştu ve her şeyi berbat etti. Bizim cemaahmıza birkaç yıl sonra ge
lin, bakın o zaman neler göreceksiniz.
- Müsaade ederseniz, memnuniyetle geleceğim.
- Buyurun. Şimdi, affınızı dilerim, Aleksandr Aleksandro-
viç'le görüşmem gerekiyor.
Size güzel güzel konuşmalar dilerim. Müsaadenizle.
Sizi dinliyorum, Feliks Edmundoviç?
Misafirinize karşı herhalde nazik davranmadım. Özür di-
lerim.
Mademki öyle olmuş, şimdi ne yapılabilir ki... Alıngan de
ğildir o ...
- Bir daha affınızı dilerim ... Burası bir hayli soğuk.
Cerjinski, Andrey' e bakh, bir şeyler yazmakta olduğunu gö
rünce sözlerine devam etti:
-=- Dileyelim ki, ilkbahar geç kalmasın. Size, işte bu sıcaklık
sorununu konuşmaya geldim. Vladimir İliç, Smolni'deyken, daha
geçen yılın sonlarında, tamamıyla bataklık gübresiyle (torfla) işle
yecek büyük bir elektrik istasyonunun kurulması konusu ile yakın
dan ilgileniyordu. Galiba uzmanlarla da konuşmuştu.
Böyle bir santral var. Bogorodsko'ya gitmediniz mi hiç?
- Fırsat düşmedi.
- Orada bir elektrik santrali var. Robert Yakovleviç Klason
tarafından yapıldı. Çok akıllı bir mühendis. Santral küçük. Fakat,
çok iyi çalışıyordu.
- Çalışıyordu, öyle mi? Peki şimdi?
- Doğrusunu söyleyeyim, bilmiyorum. Belki de torf yok.
Hepsini tüketmişler belki de.
88
- Tümünü mü? Sonra ne olacak?
Puhov gülümsedi:
- Feliks Edmundoviç, siz torfun nasıl çıkarıldığını biliyor
musunuz?
- Şöyle böyle. Size bu konuda danışmaya geldim. Ünlü hid
roteknisyen Tihon Födoroviç Makariov, Petrograd'da oturuyor. Bu
torf sorunu ile çoktan uğraşıyor. Torfun en verimli biçimde yakıl
ması tarzını araşhrıyor, yani daha az torftan daha çok ısı sağlanma
sı sorunu ile.
- Ulaşabilecek mi buna acaba?
- Güç. Ama herhalde olanağı var. Önemlisi, bunun şimdi
yapılması. Kömür ocakları Ukrayna' da. Odunla bu iş yürütülemez.
Oysa torf burnumuzun dibinde. Moskova eyaletinde, Vladimir'de,
Yaroslavl'da. Torf, Rusya için bir kurtuluş"şimdi. İleride ne olacak?
Bir şey bilmiyoruz.
- Kanımca bir şeyler elde ettik: Sizi bulduk.
Cerjinski, telefon etmek için Puhov'un müsaadesini rica etti.
Andrey, Feliks Edmundoviç'in Ksenofontov'la konuşmasını dinli
yordu:
- Bugün herhalde gelemeyeceğim. Bulunamayacağım. Za
ten benim için gerekli değil.
Kulaklığı yerine ash ve Andrey' e:
- Derhal Mamonuvska'ya git. Orada "İntim Köşe" diye bir
yer var. Malgin orada bekliyor seni.
89
şanlıydı, bunda öyle bir metin vardı ki, her söze herkes istediği an
lamı verirdi. Fakat, "Diversiman" programın "çivisi"ydi. "Diversi
man", Malaya Dimitrovka 6' daki "Anarşi" Tiyatrosu binasındaki
Proletarya Tiyatrosu artistlerinin tekeli altındaydı. Bunlar öyle nu
maralar yaparlardı ki, dinleyiciler, yani Ohotniy Rat sahcılan, eski
lise öğrencileri, dinleyici salonunda bile sigaralarından ayrılmayan
saçlarını kısa kestirmiş, kapı önünde birikmiş genç kızlar, rastgele
"bayanları" ile karaborsacılar, göbeklerini tutarak gülmekten kın
lıyor, burunlarını çekiyor, inliyor, çılgınca alkışlıyor ve tuluat ya
pan artistleri sık sık sahneye davet ediyorlardı.
"İntim Köşe"de en sık iki artist sahneye çıkıyordu. Bunlar,
İ
" deal için oynuyorlardı, para için değil." Adlan, birinin Fok, öte
kinin Kus'tu.
Pervaya Meşçanska'daki Romanov meyhanesinin gedikli müş
terileri olan bilardo meraklıları, markör Saşka Zabulaev'i çok iyi
anımsıyor ve ortadan kayboluşuna üzülüyorlardı. Onlar, "İntim
Köşe"ye gitmiyorlardı, bu yüzden de Saşka'nın Fok, meyhanenin
garsonu olan dostu Emalyan Maltsev'in de Kus olduğunu bilmiyor
lardı.
"Fokus" repertuvarı pikanh Fok, bazen pamuk doldurulmuş
iri göğüslü kadın kılığı ile sahneye çıkıyor ve o zaman saçlan kısa
kesilmiş kart kızlar salondan kaçmak zorunda kalıyorlardı.
Kus, bu kez elinde armonika ile sahnede belirdi, başında kül
rengi takke vardı. Armonikayı sürdürerek yüksek sesle bir şarkı
tutturdu. Beklenmedik bir yerden eline geçen paralarla yaptırdığı
yeni altın dişleri görünüyordu. Söylediği şarkı şuydu:
"Bu son içişim sizinle dostlar,
Ahbaplar son içişim bu sizinle.
Sabah yıldızı ışıldamaya başlayınca
Göz yaşı dökecek ailem bu şarkıyı duyunca."
Fok çıktı sahneye. Boyacr kılığındaydı, elinde bir kova ile bir
90
fırça vardı. Sempatiyle baktı Kus'a ve sordu:
Askere alındın mı?
Evet. Yann gidip teslim oluyorum.
Hangi sınıfa ayırdılar seni? Piyade mi?
Daha kötüsü...
Süvariye mi?
Daha da kötüsü.
Topçuya mı?
Ne söylüyorsun! Böyle olsa se�nirdim. Daha kötüsü ...
E-ee, ne öyleyse?
ÇeKa'ya.
Satıcılar kahkahayı bastılar. Genç kızlar çılgınca alkışladılar.
Kelebek gözlü, sivri sakallı, uzun boylu biri ayağa kalktı, ağzına
elini boru gibi yaparak, "Bravo!" diye hay�ırdı.
Sırtında kaput, başında geniş kenarlı bir şapka bulunan, aca
yip kılıklı biri sahneye çıktı. Elini kaldırınca, Fok ve Kus, sanki bir
yel esmiş gibi ortadan kayboldular. Geniş kenarlı şapka giymiş
adam, salonu değerlendiriyormuş gibi, şöyle bir gözden geçirdik
ten sonra sert bir sesle emir verdi:
- Yeter bu budalaca gülüşler! Benim karşımda Karşı Dev
rim, Sabotaj ve Karaborsa ile Savaşım için Olağanüstü Komisyon'la
alay edilmesine asla tahammül etmeyeceğim.
Seyircileri bu kez alaycı bakışlarla gözden geçirdi:
- Şimdi haydi gülün bakalım! Gördüm. Hepiniz şimdi taz
minat ödeyeceksiniz!
Seyircilerden bazdan dışarı çıkma girişiminde bulundu. Sah
nedeki adam yine elini kaldırdı:
- Vatandaşlar, aidat ödemekte acele etmeyin.
Kapı önünde kaputlu ve şapkalı adamlar belirdi. Ellerinde ta
bancalar vardı.
Acele etmeyin, vatandaşlar. İlk önce sıranın nasıl olacağı-
91
nı öğrenin. Dış giyimleriniz, yani palto ve pelerinlerinize tarafımız
92
En son kedi gibi yeşil iri gözlü, genç ve güzel bir sarışın kadın
kimliğini gösterdi: "Artist Barkovska. Yaroslavl." Erkek arkadaşı
da kimliğini çıkardı. Adı: İ. İ. Barkovski, "Yaroslavl Gubsovnar
hoz" (Eyalet Sovyet Halk Ekonomisi).
- Kan koca mısınız? diye sordu Andrey.
.
Aktrist:
- Kardeşim, dedi ve ekledi: Özbeöz...
Andrey, erkek kardeşi dikkatle süzdü. Yanaklan ve alnı çene
sinden ve üst dudağından çok daha beyazdı. Sakal ve bıyığını ya
kında kazıthğı açıkça belliydi.
Kendiniz mi hraş oldunuz?
Anlamadım.
Sakalınızı ne zaman hraş ettirdiniz? Bugün mü? Dün mü?
Hiçbir şey anlamıyorum. Acayip bir �oru.
Ve Barkovski sesli güldü.
- Açık konuştum. Kimliğindeki resmin sakallı.
Ve Andrey kimliği gösterdi.
- Yanılıyorsunuz. Sakalsız. Özür dilerim, sizi de durumu
nuz açıklığa kavuşuncaya kadar tutuklamak zorunda kalacağım.
Barkovski dinginlikle sordu:
- Uzun süre için mi? Çünkü, Eyalet Askeri Komiseri Nahim
son yoldaşın tavsiyesi ile, Halk Komiserliği Askeri İşler Kollegiu
mu üyesi Mehonoşin'le görüşmek üzere Moskova'ya geldim. Bu
gün Mehonoşin'in yanındaydım. Yann yine gitmem gerekiyor.
Malgin sözünü kesti:
- Vaktimiz olacak sizinle görüşmeye. Çünkü Mehonoşin
yoldaş iki hafta önce Penza'ya gitmiş bulunuyor. Bugünkü İzvesti
ya gazetesinde onun bir mektubu yayımlandı .. Gazetelerin okun
ması gerek, sayın bay...
Cerjinski'nin evden aynlmasından sonra Puhov karısına sordu:
- Liduşa, nasıl buldun Cerjinski'yi?
93
- Saşa, biliyor musun, bir şeyler var bu adamda. Basitlerden
değil... Seröja'nın durumunu araştırmayı vadetti. Mühendisi uğur
larken kendisinden rica ettim bunu. Öğrendiğime göre, ölenlerin,
yaralananlann, iz bırakmadan kaybolanlann durumlarını araştıran
bir büro varmış, galiba Lefortovo'da.
Puhov sustu, çünkü o, oğlunu artık hiçbir zaman görmeyece-
ğine tamamıyla inanmıştı.
Kapı hızlı hızlı çalındı, Profesör kansuu sakinleştirdi:
- Hiç telaşlanma. Mutlaka ev yöneticisidir.
Lidya Nikolaevna, daha antreden, Denejkina'nın cırla,k sesini
duydu:
- Vatandaş Puhov, neden geç kaldınız nöbete? Haydi, giyin
çabucak, kannın şalını da almayı unutma. Gökyüzü yıldızlı, her
halde soğuk olacak hava.
Puhov giyinirken, Denejkina evi dolaşıyor, elindeki anahtar
larla sobayı tıklatıyordu:
- Bu köhnemiş yangın ocağını bir an önce defetmelisin. Yok- _
sa ben bir tekmede yıkacağım. Devlet malında -evimizde- yangın
94
- ÇeKa'.dan mı?
- Evet, Ana Födorovna, ÇeKa'dan. Hem de ÇeKa'nın Başka-
nı. Yirmi dakika önce buradaydı.
- Aleksandr Aleksandroviç, neden daha önceden söyleme
diniz bunu bana? Şöyle bir yanm bakışla olsun bakardım ona. Mer
divenden inerken gözüme çarptı. Neden daha önce bildirmediniz,
Lidya Nikolaevna, gözüm?
.
Puhov antreye geldi, Denejkina'ya bir baktı: N'olmuştu bu ka
dına böyle?
- Lidya Nikolaevna, gelin de kuponlarınızı alın. Ama gel
menize gerek yok, çünkü sizin için bu merdivenleri çıkmak hiç de
·
95
Moskova-Kazanska Deposunda tesviyeci. Bütün ömrünü yandaki
binanın mahzeninde geçirmiş ve bu binaya yeni taşınmışh.
Ev yöneticisi, "Arisak" sisteminde iki Japon tüfeği vermişti
kendilerine. Denejkina mermilerin hepsini -beş tane- tesviyeciye
teslim etti:
- Aleksandr Aleksandroviç, size gerekli değil. Zaten silah
kullanmasını bilmiyorsunuz, allah korusun, ayaklarınızı delik de
şik edersiniz.
Puhov gülümsedi:
- Öyleyse tüfek neyime benim?
- Gösteriş için. Zaten kim yoklayacak! Korkutulacak olanla-
rı korkutacaksınız!
Evin dört yanını dolaşıyor, bazen söze dalarak yan sokağa çı
kıyorlardı.
- · Aleksandr Aleksandroviç, siz her şeyi biliyorsunuz.
- İvan Petroviç, her şeyi yalnız allah bilir. O da bir dereceye
kadar. Sizi neler ilgilendiriyor daha fazla?
- Beni daha fazla tesviyecilik işleri ilgilendiriyor. Bizde şim
di her şey karman çorman. Bizim köyün belediye katibinin işi gibi
karmakarışık. Adam sarhoşken herkes haklı, ayıkken herkes kaba
hatli... Yüz arşınlık bir su borusu döşememiz gerekiyordu. Bütün
depolan altüst ettik ve sadece iki parça bulduk. Onlar da bir-iki ar
şınlık. Yaz olsaydı itfaiye hortumlarından bir şeyler uydurup ya
pardık. İyi ama şimdi her şey donuyor.
Peki, yer alhna gömseydiniz ya.
Çürüyecekler.
Tahta gömlek geçirirdiniz. Tahta var mı?
Bulacağız. Demek ki, diyorsunuz ki, her şeyi allah...
Yan sokağa vardılar. Karşı yandan, onların evlerinin dış kapı
sına doğru, uzun boylu ve uzun sakallı bir asker yaklaşıyordu. Sır
hndan boş bir sırt çantası sarkıyordu. Asker ağır kapıyı açh ve gi-
96
riş yerine saklandı. Kapı gürültü ile kapandı. Puhov o yana döndü:
- Biri girdi galiba bizim binaya.
Tesviyeci dinginlikle yanıtladı:
- Bizim Ana Födorovna'ya türlü türlü hemşerileri gelir, ki
misi Riyazan'dan, bazılan Kazan,'dan, bir kısmı da Kostroma'dan.
Bütün Rusya'da akrabası var kadının.
Uzaktan silah sesleri duyuldu.
Silah kullanmasını bilir misiniz, Aleksandr Aleksandroviç?
Biraz. Rus-Japon Savaşı'nda Port Artur'daydım.
Neden söylemediniz bunu Ana Födorovna'ya?
Beni ciddiye almaz o. Burjuvayım ne de olsa. Burjuvazinin
.
temsilcisine mermi verilir mi! Esasen bizdekiler de mane\rra mer
misi...
Yine silah sesleri işitildi. Bu kez yakınqan. Milis düdükleri de
fır fır öttü.
Köşeden kaputlu ve şapkalı biri fırladı. Elinde büyük bir çıkın
vardı. Puhov'la Födorov'u görünce geri döndü. Yine kap.utlu ve
şapkalı biri daha koşuyordu.
- Yajka, koş! diye haykınyordu.
Födorov, silahını eline aldı:
- Dur! Yakaran!
Çıkınlı haydut, Födorov'a doğru ilerledi. Elinde tabanca vardı.
Födorov ateş etti, öteki sövdü ve düştü. İkincisi, duvan atlama gi
rişiminde bulundu. Puhov silahını ona çevirince, haydut ellerini
kaldırdı.
Silahlı adamlar yetiştiler. Çekistler, ilk önce Puhov tarafından
duvar dibinde durdurulmuş olaıu yakaladılar. İkincisi, tabancasını
Malgin'in önüne fırlattı. Malgin tabancayı alıp gözden geçirdi. Tü
fek boştu, Födorov'la Puhov'un yanına gitti:
- Teşekkür ederim, yoldaşlar. Mermileri tükenmiş. Kısmeti
niz varmış.
97
Çekistler ayrıldılar. Dış kapıdan bir takım insanlar fırladı. De-
nejkina en başta koşuyordu.
- Kimlerdi ateş edenler? diye sordu.
Tesviyeci:
- Biz ... Ben ve Puhov yoldaş, diye yanıtladı. Siz, sayın Ana
Födorovna, yönetici olarak daha önce çıkmanız gerekirdi. Artık iş
işten geçmiş bulunuyor.
- Gidin, vatandaşlar, gidin, olağan işler bunlar. Haydutlar
yakalandı. Ve siz, nöbetçi vatandaşlar, işiniz sona erdi, gidin dinle
nin. Aleksandr Aleksandroviç, haydi evinize...
Kapı önüne geldikleri zaman Puhov, Födorov'a sordu:
Kesiti ne kadar?
Neyin?
Size gerekli olan boruların?
Ha-aa! Sekiz buçuk.
İkinci kahn sahanlığında ayrılırken Födorov gülümsedi:
- Siz manevra mermisi demiştiniz halbuki...
Puhov da aynı neşeli sesle yanıtladı:
Demek ki, burjuva bir daha yanıldı. İyi geceler, İvan Petro-
viç.
İyi geceler. Herifin sizin tüfek karşısında nasıl korktuğunu
anımsadıkça kahla katıla gülesim geliyor. Oysa boştu sizin tüfeği
niz. Şimdiki haydutlar on para etmiyor. Tek sözle, anarşi.
Puhov, kansını uyandırmamak için kapıyı sessizce araladı.
Tüfeği köşeye dayadı, başından kalpağını çıkardı, bronz döner çen
gelli eski askının üstündeki geniş raftaki yerine koymak istiyordu.
Askı çengellerinden birinde kirli bir asker kaputu asılıydı. Kınk
güneşlikti bir asker şapkası, yerdeki asker çantası üzerinde duru
yordu.
Lidya Nikolaevna koşa koşa geldi:
- Sakın heyecanlanma! Saşenka... Saşenka! Seröja ...
98
- Lidya, ne oluyor sana?
- Hiç, hiç... Saşenka geldi... Tıraş oluyor...
Nöbetçi Çekistler grubu, Lubyanka LL'de sabaha karşı toplan
tı yapıyorlardı.
Peters de aynı gece nöbetçiydi, arkadaşlarını toplamış durum
değerlendirmesi yapıyordu:
- Her gece gibi bir gece geçirdik. Beş anarşist saldınsı, on
dokuz silahlı soygun, üç ölüm vakası, Gübner Fabrikası'nda patla
ma, biri benzin variline yanan bir meşale atmış, Trubnaya ve Tsvet
noy caddelerinin kesiştiği yerdeki hastanede kömürle yirmi yedi
hasta zehirlenmiş, üçü ölmüş, sabaha karşı. saat ikide saldırganlar
İzvestiya gazetesi idarehanesine saldın girişiminde bulunmuşlar,
fakat işçi nöbetçiler tarafından önlenmiş bu saldın. Her geceki gibi
bir gece geçirdik. Yoldaşlar, gidin uyuyun biraz. Saat tam dokuzda
Cerjinski bir toplantı yapacak. Bir olay daha: Martinov yoldaş, bu
olay herhalde daha fazla seni ilgilendiriyor. Bu gece Filatov tutuke
vinden kaçmış.
1 9 1 8, NiSAN
Majeste esnaf, içini dökmek, nefretini açığa vurmak için birçok
nedenlere sahipti:
- Son haber, baylar, tüyler ürpertici... Bildiğiniz gibi, ocak
ayı başlarında Vladivostok limanına bir Japon eskadronu girdi. Eh,
tam eskadron da diyemeyiz, çünkü hepsi savaş gemisi değildi, ti
caret gemileri de vardı aralarında. Bizde bu haber gereği gibi yan
sıtılmadı, şöyle birkaç satırla bildiriverdiler, o kadar... Beş Nisanda
ise, Japon Filosu amirali Kato, tutmuş, Vladivostik'a asker çılsarmış
ve derhal halka hitaben bir bildiri yayımlamış. Her şeyi olanca
açıklığı ile belirtmiş: "Şehrinizi bir düzene sokma işinin sorumlulu
ğunu üzerime almış bulunuyorum. Çünkü aranızda tam bir karga-
99
şa hüküm sürüyor. Bazı ne idüğü belirsiz kişiler dün imparatoru
mun bir tebasmı öldürmüşler." Öldürmüşler mi, öldürmemişler
mi, git de kanıtla bakalım. Alın size: dün sözde öldürmüşler, bu
gün asker çıkarılıyor. Sanki biz büyük devlet değiliz de, bir sömür
geyiz...
- Moskova' daki Bolşeviklerse, allahın her günü yeni bir yö
nerge, şimdiki deyişle bir deklere yayımlıyorlar ve onların dedikle
ri gibi, "zorunlu kararnameler ... " Askeri Komiser'in dünkü emrini
okudunuz mu: "Her subay Moskova'ya gelir gelmez, derhal ilgili
daireye gidip yazılmak zorundadır. Bu emre uymayanlar para ce
zasına çarptırılacak ya da üç ay tutuklu kalacaklardır!" İnanılacak
gibi değil.
- Ve her gün bir daire açılıyor. Çay, affedersiniz, her gün ha
vuç içiyoruz, başka tür çay ilaç için bile yok. Yokluğuna yok ama,
bir Çay Müdürlüğü türedi. Herhalde yalnız çay tedarikiyle uğraşa
cak koskoca bir komite. Ve daha da ne komiteler, ne komiteler! Tuz
Komitesi. Çok önemli bu. Çünkü sofralar tuzsuz kaldı. Bir Tekstil
Merkez Müdürlüğü. O da pek önemli. Çünkü çırılçıplak kaldık.
Battaniyeden yapılmış kareli paltolar giyiyoruz. Yabaniler gibi.
Şimdi Deri Genel Müdürlüğü mü istersin, Kağıt Genel Müdürlüğü
mü! Bir de Genel Bahçeler Komisyonu var şimdi. Tverskaya'daki
19 numaralı binaya yerleşmiş. Ve derhal bir bildiri salmış ortaya:
"Bütün bilinçli vatandaşlara! Aziz yoldaşlar, baharda, bahçelerdan
labada, ıspanak ve taze salata sağlanabilir... " Hatta bütün bu sebze
lerin neleri içerdiğini bile yazmışlar: Taze salatada demir, tuz ve
fosfor, ıspanakta azotlu maddeler var. Labadada ne olduğunu bil
dirmemişler ama, biliyorlar ki bu ot, bütün Ruslar için baharın tek
kurtarıcıdır. ''Yaz ortalarına doğru bahçelerden pancar, fasulye,
ağustosta ise başlıca besin maddemiz olan patates sağlanabilir."
Evet, sağlanabilir. İyi ama, söyleyin bakalım, tohum nereden bula
cağız? Kürek nereden bulacağız?
100
Nasıl, nereden... Merkez Yürütme Komitesi ve Halk İşlet
meciliği Şurası bütün bu sorunları inceliyorlar: Kullanılmış top
mermilerinden nasıl pulluk demiri yapılır? Tırpan fabrikasında
üretimine başlamışlar bile ve Şimdiye kadar iki bin parça üretmiş
ler. Çivi fabrikasında yüz pud al�lade çivi, yedi pud da mıh üretip
derhal Riyazan köylerine sevk etmişler. Vladimir eyaletinde yüz
bin orak üretmişler. Bütün Rusya için en az yüz milyon gerekli, di
yorlar. Evet, bütün Rusya için. İyi ama Rusya şimdi bir bütün değil
ki. Orasından burasından budanmış. Kısacası, küçük bir Rusya.
Aynı Vladimir eyaletinde beş bin küreği kısaltmışlar. Siz, kürek ne
reden bulacağız, diyorsunuz. Bulacağız. Her işin başlangıcı zordur.
- Bütün bunlar neyi gösteriyor? Demek ki Bolşevikler işleri
ele almaya başlamışlar. Hem de ekonomi işlerini.
- Söylediklerine göre, demiryolu taşımacılığı işlerini bir dü
zene sokmak için yapılan toplanhlara Ulyanov Lenin de kahlıyor,
disiplin istiyormuş.
- Deli misiniz siz! Lenin nasıl olur da disiplin isteyebilir?
Unuttunuz mu yoksa: "Bütün dünyayı kuvvet kullanarak yıkaca-
ğız!"
- Çok iyi anımsıyorum: "Sonra ... " Bu "sonra"yı siz de anım
sarsınız: "Biz, yeni dünyamızı kuracağız!" Yalan değil. Orada de
ğildim, fakat duymasına duydum, galiba 22 Mart Cuma günü idi,
elbette ki yeni takvimce, Ulyanov Lenin bir toplantıda hazır bulun
muş, anlattıklarına göre, Volhov nehri üzerinde büyük bir elektrik
santralı kurulması işinin projesi ve hesaplan görüşülmüş. Bu, el
bette ki bir kuruntu, bir hayal, gerçekleşmeyecek bir emel, hatta
üzerinde konuşulması bile gülünç. Kursk cephesi, Arhangelsk cep
hesi ve sonra elektrik istasyonu. Hesap kitap yapılabilir elbette.
Çünkü hesap kitap için büyük masraf gerekli değildir, iyi ama ne
de olsa ilginç bir şey: Volhov üzerinde hidroelektrik santrali...
Yalnız hidra olup kalacak. Yabancılar, biz Rusları rahat bı-
1 01
rakmayacaklar. Murmansk'da İngiliz savaş gemileri var. Bu İngi
lizler kültürlü bir halk olmalarına karşın, yabancının malından
vazgeçmiyorlar. Dvinsk'te, Polotsk'ta, Orşa'da, Reçitsa'da, Yuri
ev'de, Ostrov'da, Gomel'de, Poltava ve- Çernigov'da ve hele
Pskov'da Almanlar...
- Ne sözcükler vardı bir zamanlar: "Komisyon", "temettü",
"poliçe", "değerli kağıtla·r... " Ben günahkar kulunuz, Salamandır
ve Rus Loyd Sigorta Şirketlerinden daima hisse senetlerine sahip
tim. Kafkas ve Merküriy ve Kuğu Vapur Şirketlerinin değerli kağıt
ları da kötü değildi. Demiryollarının garantili senetlerinden daha
garantili ne vardı! Veya Karşılıklı Kredi'yi alalım. Bunları anımsa
dıkça içim kan ağlıyor.
- Komiserler için yazılanları okudunuz mu? Aman, tavsiye
ederim, "Askeri �omiserler, Sovyet ve egemenliğinin ordudaki po
litik organlarıdır. En güç zamanlarda görevlerini yerine getfrmeye
yetenekli, kusursuz devrimciler arasından seçilirler. Komiserler
dokunulmaz kişilerdir. Komiserin horlanması ve dahası, ona karşı
zor kullanılması en ağır suçlardandır." Anladınız mı? Göz önünde
bulundurun yani.
- Bugünlerde Milütinska sokağına gittiğiniz var mı? Gidin,
görün. On numarada yeni bir tabela var: "Kızıl Ordu Topçu Kur
maylığı" Ya! Ya! Topçu! Demek ki, Bolşevikler topçuluğu iyice ele
almışlar.
- Her deklere ... Zorunlu kararname yani. Adalet Halk Ko
miserliği'ne bağlı tutukevleri kollegiumunun bugünlerde bir ka
rarnamesi yayımlandı: "Petropavlovsk kalesinin Tubetsk kalesi, bir
tutukevi yeri olarak sonsuzluğa kadar kapan�cakhr." Romanovla
rın sağlam bir güvenliği, koruma yeriydi orası. Şimdi komünistler
tutup kapathlar burasını.
- İyi ama, bu Romanovlar da nerede şimdi? Eski imparator,
söylentilere göre, "Devrim Sokağında" bir evde oturuyormuş. Yine
102
anlattıklarına göre, tüm ailesine gaz ve şeker kuponu almak için
süngülü nöbetçiler arasında şehir şurasına gidiyormuş. Tüm ailesi
nin besin ve şeker gereksinimi için kendisine memur kuponu verili
yormuş. Oysa gerçekte, çalışmayan bir insan olduğu için hiçbir ku
pona hakkı yok. Gaz kuponu vermiyorlarmış. Çünkü, vatandaş Ni
kolay Aleksandroviç Romanov'ün bol sayıda mumu varmış. İnsan
şöyle bir düşününce çok acayip bir durumla karşılaşıyor: Bütün
Rusya'nm çanna gaz verilmiyor! Ama ne diye verilmiyor! Ama ne
diye verilsin ki... Bütün ömürleri keyif içinde geçmiş. Lambalar,
elektrik ışıklan albnda yaşamışlar. Şimdi eski kraliçe mum ışığı al
hnda otursun da, kocasının pantolonlarını yamasın bakalım. Mum
ışığına da şükretsin! Çünkü, günümüzde çıta alhnda oturanlar da
az değil.
- Ya Moskova'da yapılmakta olan o kongreler! Eserlerin
İkinci Kongresi yapılıyor. Şu sivri dilli, ünİü madam Mariye Spiri
donova rapor okumuş. Halle Eğitimi Kongresi yapıldı. Ağzından
bal akhğı ve geniş bilgili olduğu bilinen Anatoliy Vasilieviç Luna
çarski raporcu imiş. Entemasyonalist Askeri Tutsaklar Kongresi...
Macar Bela Kon3 onlann elebaşısı. Adalet Komiserleri Kongresi, Ba
lık Sorunlan Kongresi... Ve bunların hepsi de aynı günde. Anarşist�
lerin de kongre hazırlığı yaptık.lan söyleniyor.
103
Çok geçmeden, Bolşaya Lubyanka'daki LL numaraya acayip
kişiler getirmeye başladılar. İçlerinden biri bir tohum ekici gibi el
lerini savura savura enerjik hareketler yapıyor, fakat susuyordu.
Muhafızlar, sonra, para ve yüzük gibi bir hayli alhn eşya topladı
lar. Bir saat bile buldular ve düşüıi.ün ki, çalışıyordu bu saat. Ceke
tinin alhndan, işlemeli kırmızı gömleği görünen, silindirli bir baş
kası:
- Hakkınız yok! Ben siyasal düşünce sahibiyim! Bu sizin
yaptığınız zor kullanımdır! Şikayette bulunacağım. Kropotkin'e şi
kayette bulunacağım sizden!" diye bağnyordu.
Bu olaydan birkaç saat önce ÇeKa'da olağanüstü bir toplantı
yapıldı. Moskova'daki bütün dairelerin yöneticileri bu toplantıda
hazır bulundu. Peters şu konuşmayı yaptı:,
--'- Birkaç gruptan ve "Smerç'', "Kasırga", "Günün Sosyalist
leri", "Bağımsızlar" ve benzeri müfreze.lerden oluşan "Moskova
Federasyonu", bir politik örgüt olmaktan ziyade bir kriminal suç
lular topluİuğudur. Kendilerine, "Politik düşünce sahipleri," diyen
anarşistlerin yanında yüzlerce menşevik, hırsız, hattd. katil vardır.
Bu haydutlar artık tahammül edilmez hale geldiler. Kısacası, bu ge
ce, saat tam onikide harekete geçiyoruz.
Bqndan sonra, müfreze komutanı seçilenlerin adlan bir liste
den okundu. . Listede Andrey'in de adı vardı. Şaştı buna. Toplantı
dan çıktıkları zaman, kafası hala bu soruna takılıydı, Peters' e sordu:
- Sizce ben yapabilecek miyim bu işi?
Peters sert sert baktı ona:
- İstersen, arzun varsa, elbette yaparsın. Ne zamandan beri
aramızda bulunuyorsun?
- Tam bir ay...
- Bir ay, bizim ölçümüzle uzun bir süredir. Koskoca Çe-
Ka'nın bile olup olacağı altı aylık bir ömrü var henüz.
Andrey'in grubuna, anarşistleri, Gudovska sokağındaki Pas-
1 04
tuhova'nın evinden kovma ödevi verildi. Anarşistler, burasını iki
gün önce işgal etmişler, henüz silah ve cephane getirip tahkim ede
memişlerdi. Zaten hepsi de olup olacağı yirmi yedi kişiydi. Çahş
masız teslim olmaları önerisine, ikinci kahn pencerelerinden yu
varlak, yassı bir şey uçtu, karanlıkta ne olduğu anlaşılamadı, bü
yük bir tencere kapağına benziyordu. Tencere �miadı, fısladı, fakat
bunu bir patlama izlemedi.
Andrey, daha başka bir mutfak eşyası ahp atmayacaklarını bir
süre bekledikten sonra, tabancasının kabzasıyla kapıya birkaç defa
vurdu ve çatışmasız teslim olmalarını bir daha önerdi. İçeriden ko
nuşmalar duyuldu.
Andrey:
- Size on dakikalık düşünme süresi veriyorum. Karşı koy
manız boşunadır, ev ve avlusu sanlmışhr MiJ;kineli tüfeklerimiz ve
.•
105
Yalnız, iri yan, tek gözlü, ezik burunlu bir anarşist ellerini kal-
dırmadı. Sağ elinde, üzeri kayışla sıkı sıkıya bağlı bir valiz vardı.
Andrey:
- Bırak valizi! emrini verdi.
T �k gözlü anarşist, sol eliyle -besbelli ki solakh- Andrey'e sert
bir tokat vurdu. Vuruş o kadar sertti ki, Andrey şöyle bir sallanh
geçirdi ve tek gözlünün ayaklarına ateş etti, öteki haykırarak valizi
yere fırlath.
Bütün odalar gözden geçirildikten, yatakların, dolapların ve
büyük masanın altlarına gizlenmiş olan silahlar, bir araya toplan
dıktan sonra, kilerden, uzun kırmızı sakallı, iki kat olmuş bir koca
karı çıkh. Üstü başı toz ve kireç içindeydi, korkudan tir tir titriyor
du. Sırhnda, kadife yeleği üzerinde, mavi parlak kartondan yapıl
mış tac gibi bir şey sıçrayıp duruyordu. Artık hiçbir tehlike karşısın
da bulunmadığını, biraz güçlükle de olsa anladıktan sonra birden
belini doğrulttu, dimdik durdu ve egemen bir tutum aldı. Bu yapı
lanları, "bay vali"ye şikayet edeceğini sert bir dille söyledi. Rostis
lav Mihayloviç diye bir prensin ve general Stepan Petroviç'in adla
rını andı.
Evi işgal etmiş olan belalıların götürülmesinden sonra cesare
te gelen kapıcı da bu kocakarının, madam Pastuhova'nın kız karde
şi olduğunu anlath:
- Ana Petrovna ve eşi, Petrograd' daki kargaşalığı öğrenince
paracıklarını derhal bankadan çektiler ve güneye yollandılar. Ora
da Yalta'da pansiyonları var. Şuna, şu Lizaveta Petrovna'ya gelin
ce zararsız bir ihtiyardır. İki yıl önce, kocası Stepan Petroviç'in öl
düğü haberini alınca aklını oynath zavallıak. Bu külhaniler çenesi
ne kızıl bir sakal yapışhrdılar, başına da bir mukavva taç geçirdiler.
Çarlık ilan etmek istiyorlarmış. Onlara göre anarşi ana, düzenin ça
riçesiyıniş.
Valizi açhlar. Gülmemek için kendini zor tutan yardımcı,
1 06
Andrey'e:
- Komutanım, aynaya bir bak. Tek gözlü seni bir hayli hır
palamış. Sağ yanağın oldukça dolgunlaşmış, dedi.
Valizden iki yüz on yedi bin ruble çıkh.
ViKTOR IVANOVİÇ
107
ve frenç oraya çıkh. Hepsi de tam vücuduna göre dikilmiş, usta
elinden çıkmış. Ayaklannda kalın tabanlı san ayakkabı -yüz yıl ta
şısan eskimez- ve aynı renkte galoşlar, besbelli ki Rus malı değil.
Stepanov nezaketle sordu:
- Nereye yerleştireceksiniz beni?
Katip ağzında tatlı bir gülümseme:
- İkinci kattaki dokuz numaralı odaya efendim.
Stepanov yoldaş, katibin hoşuna gibnişti. Ciddi, hatta sertçe,
fakat nazik tutumlu bir adam. Otelin personelinin müşterilerden
bahşiş almadıklarını, çünkü bahşişin namuslu emekçilerin insanlık
onurunu kırdığını bildiren bir tabela asılı olmasına karşın, otel ka
tibi evli ve bundan başka, içkiye düşkün olduğu için, pek saygın bir
görünüşü bulunan bu yeni müşteriden bir şeyler koparacağını şaş
maz bir görüşle değerlendirdi.
- Uzun süre mi kalacaksınız, İvan Viktoroviç?
Stepanoviç, yine nezaketle:
En çok iki gür., dedi ve masaya en az beş günlük para bı-
rakh.
Fazla bırakhnız.
Stepanov babacan bir tutumla:
- Fazlası sizin, dedi ve ekledi, teşekkür ederim.
- Bir şey değil... z.aten bir şey de değil...
Müşteri bavuluna uzandı. Katip, misafirin paltosunu mesleği
ne özgü bir beceriyle omuzlarına koyarken fısılhyla sordu:
- Mabnazele gereksiniminiz yok mu?
Stepanov, bavulunu bırakh, kendisine özen gösteren katibe
dikkatle bakhktan sonra, derh�l yanıt vermedi. Düşünüyordu:
- Uygunca bir şey varsa?
- Hiç merak emeyin. Ekstra... Henüz liseyi bitirmemiş. Affe-
dersiniz, kargaşalıklar yüzünden .. .
- Umanın ki burası dingin bir yer.
108
- Tabii efendim. Dingin...
Otel katibi biraz sonra yeni bir müşteriyi kabul ediyordu: Pö
tar Mihayloviç Şreyder. Duruşuna, konuşma tarzına bakılırsa, su
bay. Şreyder'e yedi numaralı oda verildi. Çünkü o da, yukan kat
lardan birine verilmemesini rica etmişti. Viktor İvanoviç'e kıyasla
bu, cömert değildi. Tam beş gÜnlük para ödedi ve daha fazla kala
cağını da söyledi. Kendisini arayanlan yalnız saat on altı ile on se
kiz arasmda kabul edeceğini, günün diğer saatlerinde otelde.olma
yacağını da bildirdi.
Otel katibi, Şreyder'i de odasına yolladıktan sonra LariSa Vi
kentievna'ya telefon etti, bilinen nezaket �orulanndan sonra asıl
soruna geçti:
- Hemen gel. Bence, değer...
On dakika sonra, bej rengi kürkle süsl"C .siyah bir pelerine bü
rii'nmüş, geniş şapkalı bir matmazel otele girdi. Yüzüne siyah bir
tül örtmüştü.
Otel katibi, bir işveren tonu ile:
- Dokuz numaraya ... ilk önce kapıyı çal, Lansa, dedi..
Matmazel:
- Yi-i, kom-cani, diye argoca söylendi. Bunun anlamı: "İyi,
canikom"du.
Matmazel yanm saat sonra hızla aşağı indi, katibin mimikli
sorusuna dişlerinin arasından, kızgınlıkla:
- Evet, değer... Hayvan! .. dedi.
Ertesi sabah ilk önce Şreyder aşağı indi. Anahtan katibe ver
dikten sonra:
- Saat üçte döneceğim, dedi.
Katip bunu kendisinden sonraki nöbetçi katibe aktaracağını
bildirdi. Şreyder'den sonra Viktor İvanoviç indi, o da anahtarı verir
ken:
- Üçte döneceğim, dedi.
1 09
Stepanoviç yoldaş, kızılımtrak seyrek saçlarını düzelterek, ay
na önünde durmakta olan Şreyder'i görmezlikten geldi.
Stepanov gürültü ile kapıyı kapadıktan sonra, Şreyder de çıktı.
Pötar Mihayloviç Şreyder, gerçekten de Pötar Mihayloviç'ti.
Fakat Şreyder değildi. Kıdemli Yüzbaşı Kazamovski'ydi.
Viktor İvanoviç Stepanov'un asıl adı ise Boris Viktoroviç Sa
vinkov'du. Savinkov.
Boris Savinkov, kırk yaşındaydı. Varşova'dan bir yargıan oğ
luydu. Politik eylemlerinden dolayı Saint Petersburg Üniversite
si'nden kovulmuştu. Fırtınalı bir yaşamı vardı. "Sosyalist Devrim
ciler Partisi"ne üye olduktan kısa bir zaman sonra, "Fedailer Örgü
tü" nün yöneticilerinden biri olmuştu.
"Fedailer''in elebaşısı Yevno Azef'le' Savinkov'un hazırladık
lan bir plan gereğince, Egor Sazonov, 15 Temmuz 1 904'te, o zama
nın İçişleri Bakanı ve Jandarma Genel Komutanı Pleve'yi, Peters
burg'un İzmailov caddesinde öldürdü. İvan Kaliayev, alb ay sonra,
4 Şubat 1905' te, Kremlin' de Adalet Sarayı yakınında, Moskova Ge
nel Valisi, Çar İkinci Nikolay'ın amcası, büyük prens Sergey Alek
sandroviç'e bomba atb. Boris Savinkov, bomba olayından iki daki
ka önce İvan Kaliayev'i öptü ve:
- Haydi İvan! Rusya seni hiçbir zaman unutmayacak, dedi.
Savinkov, Moskova Genel Valisi Amiral Dubasov'a suikast
yapb, çılgınca bir cesaretle, yaşamını tehlikeye koyarak, kendisine
inanmış denizcilerin yardımı ile Çar İkinci Nikolay'ın yabna bom
ba yerleştirdi. Ne var ki bomba patlamadı, Savinkov bunu kaderin
bir cilvesi olarak kabul etti. Çünkü, "Fedailer"in yöneticisi Yevno
Azef'in Çar polisinin hizmetinde olduğunu bilmiyordu.
4 Yahudi Rus ajan provokatör. Hem Rus Sosyalist Devrimci Parti (SR'lar)
üyesi olarak siyasi cinayetlerin örgütleyicisi hem de Çarlık gizli polis
servisi Okhrana ajanıydı. Polisin tutuklamalar yapabilmesini sağlaycak
terör eylemleri gerçekleştiren bir provokatördü.
1 10
İllegal yaşam, hapisane hücreleri, 1911 'den sonraki uzun süre
li göçmenliği, Boris Savinkov'un dinlediği öyküler değildi, kendi
başından geçen olaylardı.
Birçok kez ölümle yüzyüze gelen alabildiğine cesur Savinkov,
bunlarla övünmemesine karşın, son dereçe kendini beğenmiş bir
adamdı, iktidar hırslısıydı.
İvan Kaliayev'in idam edilmesinden sonra kiliselerde "tanrı
kulu İvan" için dualar düzenlenmişti. Bu dualarda soyadı söylen
miyordu. O zamanlar, birçok aile yeni doğan erkek evlatlanna
Egor Sazonov'un anısını yaşatmak için Egor adını koymuştu. Bu,
Rus halkının, teröristlerin cesaret ve fedailiklerine karşı duydukla
n saygının bir belirtisiydi. Savinkov şuna bütün kalbiyle inanıyor
du: Bir gün darağacında sallandınldığı ya da kurşuna dizildiği za
man, bütün Rusya kinle ayaklanacak ve çarlığı süpürecekti.
Savinkov'un kanısınca, bütün Rus 0halkı Eserlerin (Sosyalist
Devrimcilerin) iktidara gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu ve o za
man, Boris Viktoroviç Savinkov, en büyük yönetici olmasa bile en
büyüklerden biri olacakh. "Rus halkı" sözünden o, Almanya sını
nndan Büyük Okyanus'a kadar uzanan sonsuz Rusya topraklann
da yaşayan bütün insanlan, öğretmenleri, fabrikatörleri, üniversite
öğrencilerini, avukatlan, lise öğrencilerini, toprak ağalanru, köylü
ve işçileri anlıyordu.
İşçiler onun gözünde en aşağı kaliteden insanlardı. Kendince,
en fazla köylüleri seviyordu. Ovalar üzerinde güneş yükseliyor,
her yer şakır şakır güneş, ince belli genç kızlar gibi güneşe uzanmış
gürgenlerin yapraklannda çiğ taneleri, henüz sürülmüş tarlalarda
kahverengi bir parlaklık ve bütün bu güzel tablo içinde, zaman za
man uyuklayan kart beygirini dürte dürte süren dökük kılıklı, ilkel
bırakılmış köylü değil, burun deliklerinden alev püsküren, masal
ahna binmiş levent Mi.kula Köylüoğlu dimdik duruyor. İşte, onun,
kendi deyişiyle "can-ı gönülden sevdiği köylü"ler bunlardı. O,
köylüyü böyle tasarlıyordu.
111
Boris Viktoroviç, 1917 Şubat Devrimi'nden sonra, daha ilk va
purla, işte bu anlı şanlı levende nasıl yaşaması gerektiğini bir an
önce öğretmek için Petrograd' a gelmişti.
Karşılanma töreninde hiçbir şey eksik değildi; çiçek yağmuru,
gözyaşları ... Yalnız hanımlar değil, Aleksandr Födoroviç Kerenski
bile ağlıyordu. Ve bundan sonra ziyafetler, ateşli nutuklar, candan
kucaklaşmalar, hatta o zamanlar ateş pahasına olan şampanya...
Çiçeklerden, el sıkışmalar ve kucaklaşmalardan sonra kollar
sıvandı, günün işlerine girişildi.
İlk günlerde hoştu bu uğraşılar, hatta gönül açıcıydı. Bakanla
ra, jandarma genel komutanlarına, genel valilere suikastler hazırla
mış bu adam, kısa zamanda ne oldu biliyor musunuz: Petrograd
Genel Valisi...
Fakat, ilk günlerdeki gönül okşayıcı işler çok geçmeden gönül
sıkıcı bir hal almaya başladı.
Yalnız başkentte değil, bütün memlekette Boris Viktorovi(in
hiç beklemediği olaylar meydana geliyordu. Bırakalım Piter'i ve
hatta Moskova'yı bir yana, İvanovo-Voznesensk'te de sosyal de
mokratlar çoğunluktıi bulunuyorlardı. Boris Viktoroviç'in Mark
sizm'e ilişkin bilgisi de karman çormandı. Yalnız mültecilik yılla
rında, bay Plehanov'un tarih üstüne monisfik görüşe ilişkin kitabı
nı şöyle bir karıştırmıştı. Sıkmıştı onu bu kitap. Coşkun karakterli,
ateşli savaşçı bir adama başka şeyler gerekliydi. Piter caddelerinde,
çeşitli işçi bölgelerinde, "Bütün İktidar Şuralara!", "Kahrolsun Ka
pitalist Bakanlar!" şiarları yazılı panolan taşıyan işçiler dolaşıyor,
gösteri yapıyorlardı. Bunlar, Savinkov için bütün bütüne sürpriz
değildi. İşin şaşılacak ve hatta korkunç yanı, Mikula Köylüoğ
lu'nun tutumu idi. Savinkov, köylülerin büyük çiftlik sahipleriyle
birlikte hareket edeceklerini sanıyordu. Eh, büyük çiftlik sahipleri
de, elbette, topraklarından birer parçacığını gönüllü olarak valilik
lerin emrine verecek, onlar da bu artıkları köylüler arasında "hak-
1 12
kaniyet dahilinde" dağıtacaklardı. Savinkov, bu "hakkaniyetin" öl
çüsünü bilmiyordu. Fakat bu "hakkaniyet" sözü onun pek hoşuna
gidiyordu. Kime ne kadar toprak verilecek, ne kadar süte için veri
lecek, sonsuz olarak mı, geçici mi, otuz yıl, kırk yıl için mi? Bunlar
can sıkıo ayrıntılardı. Bu işle tarım memurları uğraşmalıydı!
Gelgelelim ki, bu işlerde birtakım acayiplikler başgösterdi.
Köylüler kendi isteklerince harekete koyuldular. 1905 yılında köy
lüler, kızıla boyadı.klan kısrakları ağaların malikanelerine sokarlar
dı, hem de sık sık. Eh, o zamanlar hoş görülebilirdi bu davranış,
çünkü bazı düşüncesiz malikane sahipleri köylülere yapmadıkları
.
nı bırakmazlardı. İyi ama, artık 1905 çok uz�arda kalmıştı, za
manlar değişmişti. Şimdi köylüler ağalan malikanelerinden kovu
yordu. Hatta bazı yerlerde çiftlik binalarını ateşe veriyorlardı. Fa
kat, köylülerin büyük çoğunluğu malikaneleri �oruyor, hatta tanın
makinalanrun bulunduğu sayvant altlarını nöbetleşe savunuyor
lardı. Gerekliydi bunlar kendilerine. Çünkü, "Bütün İktidar Şiirala
ra!" sloganları her tarafta yükseltiliyordu.
Savinkov'un canını sıkan bir sorun daha vardı: Ruslar, büyük
çoğunluğu ile savaşa karşıydı, Almanlara karşı savaşı sürdürmek
istemiyorlardı.
Ve Savinkov, hiç va.kit yitirmeden, Geçici Hükümetin temsilci
si olarak, Gene�al Lavr Georgiyeviç Kornilov'un yanına Güney Ba
tı Cephesine gitti.
Geçici Hükümetin Silahlı Kuvvetler Yüksek Başkomutanlığı'
nın bütün umudu General Kornilov'da idi. Rusya'da Bolşevikleri
yalnız o silip süpürebilir, memlekette demir elli bir iktidar sağlaya
bilir ve Almanlara karşı savaşı zafere dek ancak o sürdürebilirdi.
Savinkov, zafer nereden gelecekse orada bulunmak istiyordu.
Geçici Hükümet'in, Yüksek Başkomutanlık Karargahındaki temsil
cisi olması için yapılan öneriyi de bu yüzden kabul etmişti. Söz ko
nusu karargah, 1917 Ağustosu'nun o yakıcı günlerinde sadece bir
1 13
savaş karargahı değil, aynı zamanda karşı devrimin genel kararga
hı idi.
Z.afer gerçekleşmedi, ordu bozguna uğradı. Piter proletaryası
devrimi cesaretle savunma saflarında toplandı. Rusya'nın Napol
yon'u olmaya hazırlanan gtneral, aynı makam için savaşım veren,
diğer Napolyon adayı Aleksandr Födoroviç Kerenski tarafından
tutuklandı ve Bihov şehrinde hapse ahldı.
General Komilov, yakın dostu General Duhonin tarafından
kurtarıldı. Bu adam, Eylül 1917'de Geçici Hükümetçe Yüksek Baş
komutanlık Genel Kurmay Başkanlığı'na getirilmişti. General, Kor
nilov'u serbest bırakhktan sonra, eline yüklüce bir para, etrafına
muhafızlar verdi ve Don'a gitmesini sağladı.
İyi ama, General Duhonin'in de şansı yürümedi. Büyük Ekim
Sosyalist Devrimi'nden sonra, kendisini Yüksek Başkomutan ilan
etti. Bolşevikler, ilk önce ses çıkarmadılar, fakat çok geçmeden, es
ki takvimle 9 Aralık gecesi kendisini telefon başına çağırdılar ve sa
vaşan devletlerle derhal ateşkes görüşmelerine başlamasını istedi
ler. Telefonun öteki ucunda Bolşeviklerden Lenin, Stalin ve Krilen
ko bulunuyordu. Duhonin, türlü zorluklardan söz etmeye başladı
ve sonunda baklayı ağzından çıkardı: "Kim oluyorsunuz siz yani?"
Ve gereken yanıtı da derhal aldı: "Azledildiniz!" Ve başkomutanlı
ğa askerliğini astsubay olarak yapmış olan Krilenko atandı.
Duhonin de çok geçmeden kurşunu yedi.
Boris Viktoroviç, artık yalnız Petrograd'da, yalnız başkentte
değil, Bolşeviklerin iktidarda bulunduğu her yerde işlerini yürüte
meyeceğini anladı ve çareyi Don'a gitmekte buldu.
General Aleksiev, General Kaledin ve daha birçok benzerleri
orada toplanmışh. Boris Viktoroviç Savinkov'la konuşmasına ko
nuşuyorlardı, fakat bu teröristle aralarına bir sınır çiziyorlardı. Ple
ve'nin öldürülmesine diyecekleri yoktu, geçimsizin biriydi o. Fa
kat, büyük prens Sergey Aleksandroviç'in öldürülmesi ve hele im-
ll4
paratorun yaşamına kastedilmesi affedilecek işlerden değildi!
Özellikle, Don Atamanı Kaledin'in yardımcısı Mitrofan Boga
evski, Boris Viktoroviç'e pek sert davranıyordu. General Afrikan
Bogaevski'nin kardeşi olan bu Mitrofan, sözde aydın bir baydı,
üniversitede okumuş, hatta bjr aralık öğretim ·üyeliği yapmışh, oy
sa Sevinkov'la bir kasap gibi konuşuyordu, nezaketsiz ve kaba.
1 15
Savinkov, otelden bir pansiyona taşındı. Fakat, orada da rahat
bırakmadılar. Geceleri kapısını çalmaya başladılar. Bir gece yine
çalındı kapı. Boris Viktoroviç, don gömlek antreye fırladı. Ev sahi
bi kadın korkuya kapılmıştı:
- Kimi arıyorsunuz? diye sordu.
- Savinkov burada mı oturuyor? Kendisine acele mektup var.
Ev sahibi kadın bir mum yaktı ve Savinkov, ona işaretle kapı
yı açmasını bildirdi.
Ayakta duramayacak kadar sarhoş, genç bir topçu subayı içe
ri girdi. Girdi değil, arkasında, karanlıkta görünmeyen biri tarafın
dan itilmiş gibi atıldı. Genç subay, din düşmanlarına, "kızıl gü
ruh"a ağız dolusu sövgüler yağdırıyordu. Bundan sonra isterik bir
ağlama tutturdu, herhangi bir albay Duvakin'e lanetler savurdu,
çok geçmeden dinginleşti ve Savinkov'a yatak hizmeti gören diva
nın önüne yuvarlanarak sızdı.
Sabah, subay, etrafına bakma bakma:
- Gidin, kaybolun buradan, dedi. Beni öldürmeye gönderdi
ler, yapamadım. Şimdiye kadar kimseyi öldürmedim. Hele böyle
yakından ...
Bir yandan da Moskova'dan gönül açıcı haberler geliyordu:
Bolşeviklerin işleri kötüye gidiyormuş, açlık çığ gibi ilerliyormuş,
dış düşmanlar bir şeyler hazırlıyorlarmış.
Diplomatlarla konuşmak, elbette ki, kaba Mitrofan Bogaevs
ki'yle konuşmaktan çok daha iyi. Diplomatlar neyin nasıl söylene
ceğini bilirler ve en önemlisi, Rus işleriyle ve özellikle Rus askerle
rinin Almanları Batı Cephesi'nden uzaklaştırması sorunu ile yakın
dan ilgilidirler. Sonra, paralan da var adamların, savaş sırasında
büyük masraf yapmış olmalarına karşın, ne de büyük devlet bun
lar, bir takımı ise savaştan büyük gelir sağladı.
Ve Viktor İvanoviç Stepanov, işte bu düşüncelerle Mosko
va'ya geldi.
116
Pötar Mihayloviç Şreyder, vadettiği saat üçte Küçük Paris Ote
li'ne döndü. Anahtannı alırken, dokuzuncu oda anahtarının orada
olup olmadığını anlamak için tahtadaki yerine dikkatle bakh.
Şreyder otelde uzun zaman, bir aydan fazla kaldı, tutumunu
da değiştirdi, bol bol bahşiş v�riyordu arhk. Her gün saat on alh
on sekiz arasında odasında bulunuyordu. Bu süre içinde ona, ara
da bircoğu sivil, çeşitli insanlar geliyordu. Yalnız bir kez bir subay
geldi, bir defa da bir papaz şöyle ayaküstü bir uğrayıp geÇti.
Viktor İvanoviç sadece iki gün kaldı otelde, sonra allahaısmar-
ladık deyip aynldı.
Otel katibi:
- Misafirliğiniz pek kısa sürdü, size doyamadık, dedi.
- Allaha şükür eski dostlar ortaya çıkh, onlarda kalacağrm.
Savinkov'un tanışlan az değildi: Fransız Konsolosu Grönar,
Askeri Ateşe General Lavern, General Riçkov ve Albay Perhurov...
ŞoPEN'DEN VALS
Moloçna sokağındaki iki numaralı evde, ev sahibi Vasilisa Ni
kolaevna'nın doğum günü kutlanıyordu. Masada türlü balıklar, hı
yar turşusu ve söğüş dana eti vardı. Odadaki en uygun koltuğun
bulunduğu kesimde de bir kayık tabakta iştah açıcı siyah havyar
göze çarpıyordu. En saygıdeğer misafirin önüne konduğu belliydi.
Misafirler, saat dokuzda artık toplanrmş bulunuyorlardı. Birer
birer, beşer-yedişer dakika ara ile gelmişlerdi. Hepsi de zili üç defa
çalmıştı: İki defa uzun, bir defa kısa.
İlk gelen, eski Ruskie Vedomosti gazetesi yazarlanndan Dik
hof Derental'dı. Yeğeninin tombulca elini öptükten sonra bir ah çe
ker gibi nefes aldı ve yerine oturdu. Bundan sonra, pek genç, aşağı
yukarı yirmi beşinde, Boris Evgenieviç Pokrovski belirdi. Kendisi
Moskova Ekonomi Milis Örgütü'nde memurdu. O da ev sahibinin
117
elini öptükten sonra, bir merhaba bile demeden, gidip Derental'ın
yanıbaşına oturdu. Ev sahibi kadın misafirleri tanıştırdı ve yeni ge
leni karşılamaya gitti.
Albay Perhurov gelmişti. Elbette ki sivildi. Üç sözcük söyledi:
- İyi akşamlar, dostlar.
İngiliz Temsilciliği'nin hukuk müşaviriyle General Riçkov gel
diler. Her ikisi de sivildi.
Ev sahibi hanım misafirleri masaya davet etti. Bu sırada Savin
kov içeri girdi, hepsini kaş altından süzdü.
Ev sahibi, oturaklı vücudundan beklenmeyen bir kıvraklıkla:
- Buyurun, diye mırıldandı. Bir dakika sonra, yan odadan
boğuk bir royal sesi duyulmaya başladı. Vasilisa Nikolaevna, Stra
us'tan bir vals çalıyordu.
Kaldırımda bir aşağı bir yukarı dolaşmakta olan Pötar Mihay
Ioviç Şreyder yukarıdaki açık pencereye gözlerini çevirdi, bir süre
dinledikten sonra, karşı köşede duran adama doğru yürüdü ve:
- Başladılar, dedi.
Yemek odasında kimseler yoktu. Savinkov, ahbaplarını küçük
hizmetçi odasına götürdü. Perhurov:
- Şimdilik sayıca azız, diye başladı. Belirli nedenlerden do
layı ra�m veremeyeceğim. Benim bu ihtiyahmı doğal karşılayaca
. ğınızı sanıyorum.
Savinkov sözünü kesti:
- Ben tam sayı verebileceğim. Buradakilerin hepsi bizden. O
kadar az değiliz; yüz doksan iki kişi... Bu rakam sadece bir hafta
nın ürünüdür. Devam edin, albay.
Perhurov, dişi ağrıyormuş gibi, çatık suratla devam etti:
- O kadar çok değiliz. Fakat bu az sayı ile bile büyük bir
kuvvetiz. Büyük bir kuvvet. Çünkü bizi, acılar içinde kıvranan
Rusya'ya sevgimiz, Bolşeviklere nefretimiz, Kremlin'deki, utanç ve
onur duygularından yoksun kaçık halle komiserlerinden vatanı
l l8
kurtaracağımıza olan inancımız birleştiriyor.
Vasilisa Ni.kolaevna, Şopen'e geçmişti. Kıdemli Yüzbaşı Ka
zamovski, yani Şreyder, artık dolaşmaktan ve Kurmay Yüzbaşı Lit
vinenko'nun: "Ne zaman sona erecek bu toplanh? İt gibi dondum."
sorularından bıkmış usanmışh.
Perhurov'dan sonra Savinkcw, uzun uzun ve heyecanla ko
nuştu:
- Henüz bir başlangıç bu, dostlar. Biz, Bolşeviklerin karşı
sında büyük bir güç olarak büyüyoruz. Örgütümüze "Vatanı ve
Özgürlüğü Kurtarma Birliği" adının verilmesini öneriyorum. Baş
ka öneriler de olabilir. Dinlemeye hazırım.
"Kurtarma" sözcüğünün "savunma" sözruğü ile değiştirilme
si önerildi. Oylandı ve kabul edildi: ''Vatanı ve Özgürlüğü Savun
ma Birliği."
Program da incelendi, ilk önce birinci bölum: En yakın ödev
ler, ilk maddeler, -Bolşevik hükümetinin iktidardan düşürülmesi,
yerine Rusya'nın ulusal çıkarlarının bekçiliğini yapacak güçlü bir
iktidarın kurulması, gerçek askeri disipline dayalı ulusal ordunun
yeniden meydana getirilmesi, orduda komiserler ve komiteler bu
lunmaması, komutanların tüm haklarının geri verilmesi- çabucak
ve oybirliği ile kabul edildi.
"Müttefiklerin yardımlarına dayanarak Almanya ile savaşın
devam ettirilmesi" ne ilişkin son madde tarhşmalara yol açtı.
Özellikle General Riçkov'un itirazları pek ateşliydi:
- Özür dilerim, Boris Viktoroviç. Yanlışımı hoş görün, Vik
tor İvanoviç. Ben sorunun bu türlü konumuna karşıyım. Ne demek
yani bu: "Müttefiklerin yardımlarına dayanarak," Kimdir bu müt
tefikler?
- Gayet açık, aziz general: Fransa, İngiltere ve İtalya ...
- Viktor İvanoviç, siz sivil bir kişisiniz, ben bir generalim ve
bu müttefiklerin ne menem şey olduklarını yakından anlamış, yük-
1 19
lerini kendi sırtımda çekmiş bir insanım. Bunlar, kendileri için za
rarlı ya da yararlı olduğu sürece müttefikler. Pirzolanın kokusu du
yulmaz olunca savaşın en kızgın zamanında müttefiklerini yüzüstü
bırakıverirler. Son savaş sırasında kendilerini kaç defa kurtardık!
- Öneriniz nedir, sayın general?
- Almanlarla ittifak kuralım ve sonuna dek onlarla olalım.
Almanlar sözlerini tutan insanlardır, sözlerine tükürmezler.
General uzun uzun konuştu, ağır sözler söyledi, fakat hiçbir
yaran olmadı. Savaş maddesi Savinkov'un önerdiği biçimde onay
landı.
Programın ikinci bölümü -yani daha sonraki zamanın ödevle
ri, "Rusya'da vatandaşlara özgürlükler sağlayacak ve Rus halkının
gereksinimlerine en fazla yardım edecek bir yönetimin kurulma
sı" - hiçbir tartışmaya yol açmadı. Bütün bölüm sisliydi, açık değil
di, olasılıklara dayanıyordu.
Tartışmalardan bir hayli yorgun düşmüş olari General Riç
kov, kötümserleşmişti:
- Bu zamana kadar gelebilecek miyiz, allah bilir, diye söy7
lendi.
"Vatanı ve Özgürlüğü Savunma 'Birliği"nin tüzüğüne ilişkin·
konuşmayı Savinkov yaph. Konuşmuyor, sert sözlerle anlamı be
lirterek okuyordu. General Riçkov bile sözcüye şaşkınlıkla bakıyor
du. Bu sivil adam bu kadar belirgin sözleri nereden bulup çıkan
yordu?
..,..- Gerçekleştirilmesi üzerinde konuştuğumuz ödevler, şu ya
da bu sınıf veya partinin savunulması sorunu değil, toplumsal bir
sorundur, tüm halkın savunulması sorunudur.
Son paragraf alkışlarla karşılandı:
- Başlanan savaşım durdurulmamalıdır. Her ne türlü zor
luklar ve başansızlıklarla �arşılaşılırsa karşılaşılsın, durdurulma
malıdır. Davamızdan caymak isteyenler tam bir gizlilik içinde tu-
1 20
tulmalıdır. Bunu ihlal edenler kurşuna dizilmelidir. Vazgeçme is
tekleri yalnız yirmi beş Mayısa kadar kabul edilebilir. Bu günden
sonraki vazgeçmelerin yanıh kurşundur. Merkez karargahını ve
"Birliğin" programını ifşa etmek, kurşundur!
Merkez Karargah Başkanlığı'na Albay Perhurov getirildi. Ka
rargahta üç şubenin bulunİnası kararlaşhnldı: Yeni Üyeler Bulma
Şubesi, Harekat ve Haber Alma Şubesi ve Terör Şubesi.
İşler tamamlandıktan sonra Savinkov bavulu açtı. Yalnız, pa
ralan bir gün önce konsolos Grönar'dan almış olan Vilenkin, Savin
kov'u dinginlikle izliyordu. ötekiler, hatta soğukkanlı Perhurov bi
le boyunlarını o yana uzatmışlardı. Bavuldan neler çıkacağını me
rakla bekliyorlardı. Paralan görünce hepsinin gözleri güldü.
- Arkadaşlar, bilindiği üzere hepinizin giderleri olacak. Ki
minizin fazla, kiminizin daha az. Bütüıt h�saplan sonradan düzen
leyeceğiz. Şimdilik avans alacaksınız.
Ve herkese birer paket para ver�i.
Riçkov'un dışındakiler nezaketlerini koruyabildiler, .kendileri
ne kaç para verildiğini sormadılar, pa�alan saymadılar, birkaçı ise
elalhndan saydı. General, para paketini saran şeriti yırttı, paraları
birer birer saydı, sonra: "Münasip! Tam! Banka tarafından ne kadar
yazılmışsa o kadar!" dedi, paralan üçe böldü ve her üç bölümü de
ayn ayn ceplere yerleştirdi.
Dikhof Derental, alt dudağını sarkıttı: General değil, tüccardı
sanki herif!
Yemek masasına giderken, koridorda, general, Derental'in ku
lağına fısıldamaya muvaffak oldu:
- Her şeye bumunu sokma. Paralar insanlar tarafından sa
yılmasını sever. "Hesapları sonradan düzenleyeceğiz," demedi mi
adam?
İlk önce "Vatanı ve Özgürlüğü Savunma Birliği" şerefine ka
deh kaldınldı. Derental ayağa kalkarak, Savinkov'a sadakat ve sev-
121
giyle baktı, titreyen coşkulu bir sesle ve ıslak gözlerle, ''Viktor İva
noviç'in sarsılmaz, güçlü enerjisi, zekası ve pırıl pırıl temiz kalbi
için kadehini kaldırdığını," söyledi, sonra ağlar gibi:
- Onu bize tann gönderdi. Ünü, dünya var oldukça var ol-
sun! dedi.
Kara havyan hızla yutan general Riçkov:
- Amin! diye mırıldandı.
Hepsi ellerinde kadeh, sırasıyla konuştu. Perhurov'un kısa ko
nuşmasından sonra, Savinkov kendisine ilişkin sözler karşısında,
hafif bir reverans yaparak:
- Baylar, bana gösterdiğiniz güvene teşekkür ederim.
Soğukta tir tir titreyen Kazamovski, en son misafiri de Osto
jenka köşesine kadar götürdükten sonra, Litvinenko'yu yanına
alıp, Vasilisa Nikolaevna'nın kapısını çaldı. Vasilisa Nikolaevna aç
tı kapıyı, yüzü gözyaşlanndan sırılsıklamdı, bumu şişmişti. Kazar
oovski onu bu halde görünce şaşırdı:
- Vasenka bu halin ne böyle?
Ev sahibi, yüzünü önlüğü ile silerken:
- Hiç. Buyurun, dedi.
Kıdemli yüzbaşı ile kurmay yüzbaşı doğruca yemek masasına
gittiler. Pis tabaklar arasında, işlemeli bir tahta bardakla, ısırılmış hı
yarlar dikkati çekiyordu. Kazamovski, yan aaklanma, yan hasetle:
- Yaman çalışmışlar, diye söylendi.
Litvinenko, bir ekmek parçasını tuzlayarak çiğnemeye başladı.
Vasilisa Nikolaevna bir koltuğa çöktü ve başını yumuşak
avuçlan arasına aldı:
- Ne domuz bunlar, ne domuz! Ne varsa atıştırdılar, ne içki
varsa hepsini sömürdüler. Ve teşekkür bile etmediler. Ve doğum
günüm işte böyle geçti.
Kazamovski özür dilemeye çalıştı:
- Ben de sanıyordum ki, siz, sadece gizli toplantıyı perdele-
122
mek için bu doğum gününü uydurdunuz.
- ÇeKa durumu bir sezseydi, ne yanıt verecektiniz, haydut
lar? Adım ne benim? Onlar, sizin sandığınızdan daha akıllı insan
lar. Hıristiyan takvimine bakacaklar ve sizi kodese atacaklardı. Be
nim bugün gerçekten de doğum günüm var.
Biz bilmiyorduk, gülÜm. Bilseydik her şey başka türlü ola-
cakh.
Defolun, reziller! Bu domuzlan da bir daha evime getirme
yin! Beni de tehlikeye sokmayın! Soylu insanlar sanıyordum sizle
ri ... Meğer en bayağı domuzlarmışsınız...
1 23
zin tavsiyenizle işe aldık. Bizde, ÇeI<a'da insanı övme geleneği
yoktur, bundan başka Martinov yoldaş henüz göze çarpacak bir iş
de yapmış değildir. Fakat şunu da belirtmeliyim ki, ne siz ne de biz
aldanmış değiliz.
Toplantı kalabalıktı, hemen hemen iki yüz kişi vardı. Sekreter:
"Martinov'un partiye alınmasını kabul edenler ellerini kaldırsın."
dediği zaman pek az -en çok yirmi kişi- ellerini kaldırdı. İlk önce
Martinov ürktü, fakat, "Oy birliği ile kabul edilmiştir." sözünü du
yunca, Depo işçileri arasında komünistlerin az sayıda olduğunu,
toplantıdaki diğer işçilerin parti üyesi olmadıklarını anladı.
"Günün konuları"na geçildi.
Sekreter:
- Merkez Yürütme Komitesi üyesi Pötar Hermogenoviç
Smidoviç söz istiyor, dedi.
Arka sırala�dan güleç bir ses duyuldu:
- Buharin'e söz verseydin daha iyi yapardın.
Smidoviç, gülmeden ciddiyetle yanıtladı:
- Ben, zaten Buharin'in ve tüm "Sol Komünistler"in tutum
ları üzerinde konuşmaya hazırlanıyordum. Anlatacağım. Şimdi,
her işte olduğu gibi, söze de sırasıyla başlayalım. Yoldaşlar, umut
ediyorum ki, gazetelerden birçok şeyi öğrenmiş bulunuyorsunuz.
Salon:
- Biliyoruz, biliyoruz, sesleriyle uğuldadı.
- Bu yüzden bilinen şeyler üzerinde konuşmayacağım. Batı
Cephesi'nden başlıyorum. Alman Ordusu Komutanlığı, üstün
kuvvetlerle İngiliz ve Fransızlara taarruza geçti. İlk günlerde Al
manların taarruzu iyi gidiyordu, fakat çok geçmeden olanaklarını
yitirdiler, yüz el� bin kayıp verdiler ve taarruzlarını durdurdular.
Arka sıralardan biri:
Bize ne bunlardan yahu? diye bağırdı.
- Yoldaşlar, yalnız size göre Batı Cephesi olaylarının bizim
1 24
işlerimizle hiçbir ilişkisi yoktur. Alma� ordusunun kayıplan ne ka
dar fazlaysa ve başarılan ne ölçüde küçükse, bizim Brest Antlaşma
sı ile elde ettiğimiz banşçı dinlenmemiz · o derecede daha büyük bir
güven albna alınmış olur.
- Amma yaphn ha-aa!
- Herkes düşüncesinde serbesttir... Biz yine kanıtlara döne-
lim. Eğer, Kazan Derı.iryolu işçileri ya da Kursk işçileri karşısında
konuşsaydım, onlara şu haberi verecektim: Bugün bizim istasyo
numuzda, Berlin'e ilk Sovyet Elçiliği temsilcileri hareket etmiştir.
Fakat, siz, bu haberi biliyorsunuz. En yakın günlerde de, büyük bir
olasılıkla, Moskova'ya Alman elçisi gelecektl!. Almanlar, elçi değiş
tokuşu sorununu uzun süre sürüncemede bıraktılar. Fakat, eninde
sonunda razı oldular. Almanlann Batı Cephesi'ndeki kayıplannı
ve bizimle yaptıklan konuşmalarda ödün vertnek zorunda kalma
larını -bu kanıtlan- karşılaştırdığınız zaman, her şeyden önce, Sov
yet Hükümeti'nin, Brest Barış Antlaşması'nı imzalamakla ne kadar
doğru hareket etmiş olduğunu anlayacaksınız... Ne dersiniz buna,
yoldaşlar?
- Sözümüzü daha sonra, söyleyeceğiz.
- Bizi cesaretlendiren, bize büyük umutlar veren başka ka-
nıtlar da var. Berlin'de, Viyana'da, Brüksel'de ve Batı Avrupa'run
diğer birçok şehrinde, barışı koruma ve bizi savunma adına birçok
g�steri ve mitingler yapılıyor ... İşçi sınıfı bizden yanadır, barıştan
yanadır, aziz yoldaşlar.
Bu sözler uzun uzun ve coşku ile alkışlandı, bu arada:
- Alfeev, kalk! sesleri de duyuldu.
Smidoviç, jestlerle toplantıyı dinginleştirdi. Kısa bir sessizlik
ten sonra, tane tane konuştu:
- Fakat, yoldaşlar, bizim durumumuz hiç de iyi değil, hatta
çok ağır... Açlık daha şimdiden boğazımıza sarılmış bulunuyor, ye
ni ürüne kadar çok zor aylar bizi bekliyor. Memlekette buğday var.
1 25
Sovyet iktidanndan hoşlanmayan ve proletarya diktatörlüğünü
kalplerine saplanmış bıçak gibi gören kişiler, bu buğdaylan çürü
tüyorlar.
Smidoviç, bir saatten fazla konuştu. Artık kimse sözünü kes
miyordu. "Anarşistlere dayak!" diyenler oldu, lakin kendilerine
derhal yanıt verildi: "Kes sesini! Dayak sana gerek!"
Smidoviç, içten bir sesle konuşmasını sürdürüyordu:
- Buharin, Uritski ve Lomov, Partinin Yedinci Kongresi'nde
Merkez Komitesi üyesi seçildiler, fakat onlar Brest Banşı sonuçlan
nın sorumluluğunu taşımak istemiyorlarmış ve bu yüzden de çalış
mayı reddediyorlar.
Bir ses yükseldi:
- Tıpkı bizim Lihodeev gibi... Güç bir iş karşısında kaldı mı
ya da kayınbabası İspanyol nezlesinden hastalandı mı, veya kansı
nın midesi bozuldu mu işten kaçıyor.
1 26
2'.afer Meydaru'na dek birlikte yürüdüler... Bir aralık Peters
sordu:
- Tanıyor musun bu Alfeev'i?
- Şu çığırtkanı mı? Hayır. Karşı devrimcinin biri...
Peters yanıt vermedi, sad!i!Ce aynlırlarken şöyle dedi:
- Öğrendiğime göre Alfeev'in aç ve çıplak üç çocuğu varmış
ve kansı hastanedeymiş... Bilinçli olmak kolay iş değil.
Andrey, kendisinin de beklemediği bir yanıt verdi:
- Babamı kürek mahkumluğuna yolladıktan zaman biz de
üç kişiydik.
- İnsanlar türlü türlüdür, Martinov,.. Tekrar ediyorum, bu,
çekistlerin en önemli buyruklanndandır; değerlendirmelerinde as
la acele davranma. Gerçekten bir şey olduğuna kanaat getirsen bi
le, sapta bakalım o zaman neden bu hale gelmiş... Belki gerçek düş
man tam arkasında ... Hiç unutma Andrey, insan için çalışır, yine
insan için savaşırız.
1 27
Tam bir bahar günüydü, sıcak ve bulutsuz. Sverdlov, her za
manki gibi deri ceketiyleydi, ceketin altında beyaz gömleği ve bo
yunbağı vardı.
On altı yolcu vagonu ile altı yük vagonundan ve iki soğutma
vagonundan oluşan diplomatik tren, istasyona ağır ve dikkatle
yaklaşıyordu.
Alman Ordusu üniformalı genç, yakış,ıklı ve uzun boylu bir
üsteğmen, daha tren durmadan kahverengi vagondan çevik bir ha
reketle atladı ve bir eli pırıl pırıl bronz tutmakta olduğu halde, tre
nin yanı başında ağır· ağır ilerlemeye koyuldu.
Sverdlov ve Avanesov, kahvere!lgi vagonun beş-altı adını ya
kınında durdular. Graf Mirbah'ı Brest Litovsk görüşmeleri sırasın
da özel bir komisyona başkanlık ve çevirmenlik yaptığı günler.de
Petrograd' da tanımış ve tanışığı olan Karahan ön tarafa geçti. Üs
teğmen Almanca bir şeyler söyledikten sonra büyük elçi sahanlık
ta göründü.
Graf Vilhelm kırk sekiz yaşındaydı, fakat çok daha yaşlı görü
nüyordu. Gözlerinin altı mosmordu, göz kapaklan şişti, yanakla
rında sklerotik ince kan damarları belirgindi. Bütün bunlar, gençli
ğin zevklerinden kendini yoksun etmediğini gösteriyordu. Yürü
yüşü de yaşına göre değildi, ağır ve sallantılıydı.
Çevirmen, Svredlov'un hoş geldiniz konuşmasını elçiye özet
lerken, Aleksey Malgin, gözleriyle soğutma vagonlarını işaret ede
rek fısıldadı:
- Graf, Moskova'da yiyecek bulamayacağını bildiği için ihi
yatlı davranmış. Herhalde Ukrayna'dan tıkabasa tereyağı doldur
muş vagonlara...
Elçi, elçilik memurları -bunlar arasında fesli altı Türk de vardı
ki, Rusları hayrette bırakmıştı- ve Rus yöneticiler, çok geçmeden
perondan ayrıldılar. Almanlardan sadece birkaç kişi kaldı; Mosko
va'ya ilk ayak basan üsteğmen ve otuz yaşlarında, enerjik yüzlü bir
başka teğmen de bu kalanlar arasındaydı.
1 28
Üsteğmenin, sivil gençlerin Alman Elçiliği mensuplan etrafın
da boşuna dolaşmadıklannı derhal anladığı bakışlanndan sezili
yordu. Onlara yaklaşh, selam verdi, ilk önce Almanca olarak, ken
disini anlayıp anlamadıklannı sordu. Andrey, hayır anlamında ba
şını salladı. Subayın güzel yü�ünden hafif bir gülümseme gelip
geçti, fakat zeki mavi gözlerinde derhal bir iyi niyet anlamı belirdi
ve konuşmasını Rusça sürdürdü:
- Müsaadenizle kendimi tanıtayım: Üsteğmen Oto von Ro-
ne. Buradaki eşyamızı korumakla görevliyim şu anda.
Aleksey Malgin, gerek kendi, gerekse Andrey adına yanıtladı:
- Memnun olduk. Ben, Malgin. .
Alöşa Malgin. ayaklan üzerinde yaylandı ve boyu biraz daha
uzadı. Malgin'in sesi Andrey'i hayrete düşürdü, çünkü bu seste her
zamanki şakacılığının ·gölgesi bile y,oktu, dingin, onurlu bir uyum
vardı.
- Üsteğmen, yardımımıza gereksiniminiz olarsa hizmetinize
her zaman hazınz.
Von Oto, bir an için Andrey'e bakhktan sonra diğer subayı ta
nışhrdı:
- Teğmen Balk. Askeri Tutsaklar Komisyonu Başkanı olarak
Yaroslavl'a gönderilecek.
Balk sessizce bir reverans yaph ve sonra Almanca bir şeyler
mırıldandı.
Diplomatlar treni, biraz sonra kör hatta çekildi ve nöbetçilere
teslim edildi.
Andrey ve Malgin, gerginlikle geçen saatlerin yorgunluğunu
dinlendire dinlendire, Tverskaya caddesinde ağır ağır ilerliyorlar
dı. Andrey, sanki o anda aklına gelmiş bir görüşünü açıkladı:
- Almanca öğreneceğim. Genellikle yabancı diller öğrenme
ye çalışacağım. Yoksa, dilsizler gibiyiz. Gördün mü, adam nere
deyse bizimle alay edecekti.
1 29
Gördüm. Öğren. Gerekli. Ben, biraz da olsa Almanca bili
yorum. Aslen Piterli'yim. Orada savaştan önce bunların binlercesi
vardı. Balk bizim için ne dedi, biliyor musun? "Dikkat et, üsteğ
men, bu delikanlılar ÇeKa' dan." dedi.
YAZARIN NOTU
Kitabın önsözünde de belirttiğim gibi, Andrey Mihayloviç
Martinov'la dost olmuştuk. Yazdığım bölümleri kendisine okuyor,
o da bana zaman zaman tavsiyelerde bulunuyor, bazı düzeltmeler
yapmamı öneriyordu. Graf Mirbah'ın Moskova'ya gelişiyle ilgili
bölümü okuduğum zaman şunlan söyledi:
- Üsteğmen Oto von Rone ile yıllar sonra bir daha karşılaş
hm. Bambaşka bir durum içinde ... Berlin'de, 1944'te, vatan haini
Vlasov'un karargahında ...
1 30
"Derisini yüzeceğim." deyişini de unuhnuş değildi.
Yakın akrabaları ölmüştü, sadece, savaş sırasında Moskova'ya
yerleşen ve şimdi ev yöneticiliği yapan kız kardeşi Ana sağ idi.
·
Ana, kızlık soyadım taşıyordu: Denejkina. Denejkin'i biraz tedirgin
eden de buydu. Bu yüzden de, .:\na Födorovna'dan uzak kalmaya
çalışıyordu. Fakat, bütün provokatör listeleri yayımlandıktan son
ra, Grigoriy daha cesur davranmaya başladı. Kız kardeşine sıkı sı
kıya tembih etti:
- Herhangi birisi benimle ilgilenmeye koyulur, ne iş yaptığı
mı, nerede bulunduğumu sormaya başlarsa: "Öldü!" de. "Din, va
tan, özgürlük uğruna can verdi," de. Yalnız, ola da "Çar için öldü."
diye bir budalalık ağzından kaçırmayasın, budala! Şimdiki tarihsel
dönemde böyle bir söz hiç de hayır getirmez!
Şuya' dayken polis komiseri Lavrov'la; daha sonra da Mosko
va' daki jandarma memurları ile sık temaslarını ustalıklı manevra
lar olarak belirtiyordu.
Denejkina, kardeşinin ne iş yaptığını bilmiyordu. Kendisine
seyrek gelişinden ve gelirken de hediyeler getirmesinden mem
nundu.
Lakin, Mart ortasından beri Denejkina'nın kardeşi dolayısı ile
tedirginliği bir hayli arttı. Denejkin, eskisi gibi hep seyrek geliyor
du, iyi ama, onun adına Ana Födorovna'nın tanımadığı kimseler
gelmeye başlamışh. "Leonit Nikolaeviç'ten size selam getiriyoruz."
diyerek, arada bir geceleri, çokcası da gündüzleri geliyorlardı. Ana
Födorovna, kendilerine, kardeşinden öğrendiği, "Teşekkür ederim,
çok memnun oldum." yanıtı ile karşılık veriyordu. Gelenler, türlü
silahlar bırakıp kayboluyorlardı.
Grigoriy, kardeşine, silahlan değişik yerlere, kanepe ve döşek
altlarına, kullanmadıkları soba içine iyice saklamasını ve bavulla
gelecek bir adama vermesini emrediyordu. Bu adam kendisine:
"Kalp çarpıntısına karşı bir şey bulunur mu sizde?" diye soracak, o
131
da "Var ama, bilmem size yaran ·olur m�?" Y.aruhnı verecek, ad�m
"Verin, belki olur." diyecekti. Silah ve mermileri de ancak bundan
sonra teslim edecekti.
İşler yolunda gitmeye başlamış, adam iki kez gelmişti. Pu
hov'un oğlu, subay, mart ayı sonlarında, bir gün, iaşe kuponları so
rununu konuşmak üzere Denejkina'ya uğradı. Tersliğe bakın ki,
Ana Födorovna, üç tabanca getirmiş olan ziyaretçilerden birini he
nüz göndermiş bulunuyordu. Kadın, silahlardan ikisini gizlemeyi
başarmışh. Üçüncüsü -pınl pml yeni olanı- henüz masa üzerindey
di. Konuşurlarken, subayın gözleri sık sık tabancaya kayıyordu.
Ana Födorovna, Puhov'a gerekli bütün bilgiyi verdi: Şöyle şöyle
formülerler alacak, bunları şöyle şöyle dolduracakh. Puhov bir tür
lü kalkıp gitmiyor, gözlerini tabancadan ayırmıyordu.
Denejkina, profesörün Cerjinski ile kişisel dostluğu aklına gel
dikçe tüyleri diken diken oluyordu. İşte bu korku arasında, birden
bire:
- İsterseniz, alın, hediyem olsun, önerisinde bulundu.
Subay bir an şaşkınlık geçirdi:
- Neyi hediye edeceksiniz bana?
- Şu tabancayı ... Kadınım ben, neyime gerek tabanca? Siz bir
subaysınız...
- Nereden elinize geçti bu tabanca?
- Buldum. Sabahlan erken kalkar, evleri şöyle bir gözden
geçiririm. Bir gün yürürken yerde gözüme çarpıverdi.
- Şansınız varmış. Yepyeni...
- Alın, alın...
Ve subay Denejkinalardan tabanca ile çıkh. Sergey Puhov bir
tabancaya hasretti ve şimdi, cebindeki silahı okşarken kendini ek
siksiz bir insan olarak duyumsuyordu.
Evde kanepeye uzandı, ellerini başı alhna koyarak, keyfince
bir şarkı mırıldanmaya koyuldu. Almanya'da savaş tutsağı iken,
1 32
barakadaki arkadaşı Kostya Polunin çavuş bu şarkıyı sık sık söyler
di. Kostya, bir gün intihar etmişti. Şarkıda şöyle deniyordu:
"Sevgilimle dün ayrıldık,
Biliyorum: Yaşam boştur,
Seninle yine yalnızız
Kara kabzalı tabancam...''
"Hiç de fena kadın değil. Güzel, sevimli. Henüz otuzunda bi
le yok" diye düşünüyordu Denejkina için Sergey. Bu olay, küçük,
önemsiz de olsa, sıkınhlı yaşaanna bir değişiklik getirmişti. Yaşamı
hiç de sevinçli değildi. Anababası ile ilk karşılaşmalarının ve saba
ha kadar süren konuşmalarının verdiği mutluluktan sonra günlük
yaşam başlamış ve bu kaçınılmaz sorunfar çıkmışh karşısına: Ne
yapmalıydı, bundan sonra nasıl yaşamalıydı? Yüksek Teknik Oku
lu'nda öğrenimine mi devam etmeliydi? İ� ama orada hiç kimse
den bir şey öğrenemeyecekti. Kızıl Ordu'ya mı girmeliydi? Fakat,
Mahalle Askeri Komiserliği'nde kendisine hiçbir ödev önerisinde
bulunmamışlar, "Hele dinlenin bakalım, gerektiği zaman �izi çağı
rırız" demişlerdi.
Anlaşılıyordu ki, yanda kalmış bir yüksek öğrenimle, savaşta
ki beceriksizliği ve tutsaklığı ile, kısacası, şimdiki genel durumu ile,
anababasından başka kimseye gerekli değildi. Zaten ailesiyle ilişki
leri de pek yolunda değildi.
Dönüşünden üçdört gün sonra sofrada konuşurlarken şöyle
demişti:
- Vagonda şöyle bir öykü anlattılar: Papazı şı1raya çağırırlar.
Komiser, saçı sakalı birbirine karışmış bir adam. Okuryazar olma
yışı yüzünden elindeki gazeteyi baş aşağı tutan komiser sert bir ses
le sorar: "Söyle bakalım papaz efendi, Sovyet iktidarı karşısındaki
tutumun nedir? Yalan istemem ha!" Papaz şu yanıb verir: "Vallahi
·de iyi, billahi de iyi... Yalan söylemiyorum. Korkarım çünkü... "
Profesör hiçbir şey duymamış gibi davrandı ve kansına:
1 33
- Uda, Doktor Konovalov'la bugün yine görüştüm, dedi.
Genç Puhov'un dostu yoktu, her biri bir tarafa dağılmışh. Va
renka Samarinka'yı görebileceğini umuyordu, fakat anası, Varen
ka'nın evlendiğini ve artık Petrograd'da oturduğunu söyledi.
Profesör bir akşam çok yorgun eve döndü, sessizce akşam ye
meğini yedikten sonra "Pravda"yı açtı. Sergey dayanamadı:
- Baba, Bolşeviklere üye oldun anlaşılan?
Profesör bir an oğluna baktıktan sonra, susmakla yetindi. Bu
sessiz yanıt Sergey'i birden sinirlendirdi:
- Gençliğimi anımsadım şu anda. "Ey memleket, memleket!
Uzak memleket! Volga ana candan. Neşeli özgürlüğü için can
dan ..." Bizi, Rusları Alman bitleri yiyordu. Ve sizler, Lenin'inizle
birlikte Alman parası ile şeker sahn alıyordunuz ... Evimizdeki bu
şekerler nereden? Bilmek istiyorum, nereden?
Bu sırada Lidya Nikolaevna yemek odasına girdi. Kocasına ve
oğluna korku ile bakıyordu.
Profesör, dinginlikle "Pravda"yı bir yana bıraktı, gözlüklerini
gözlerinden indirdi:
- Sen tutsaklıkta biraz şaşkınlamışsın, Sergey. Eh, o da geçe
cek ... Ben Bolşevik değilim. Fakat şunu da aklından çıkarma; bir
daha benimle böyle konuşursan nasıl istersen öyle yaşa. Küçük de
ğilsin artık.
Kalktı, kapıya doğru ilerledi:
- İyi geceler. Yarın erken kalkmam gerekiyor. Yolculuk ya
pacağım çünkü...
Sergey hava almak için dışarı çıkh, tam dış kapı önünde De
nejkina ile karşılaştı. Bir asker selamı vererek,
- Onur ve saygılar büyük komutana, dedi.
Denejkina olanca komutanlık tutumu ile gülümsedi:
Siz her fırsatta benimle alay ediyorsunuz, Sergey Aleksan-
droviç.
l !'\4
O geceden sonra genç subay, geceleri odasına pek seyrek uğ
ramaya başladı. Ana Födorovna'nın odası hoşuna gidiyordu artık.
... Lidya Nikolaevna oğlunun nerede gecelediğini çok geçme
den anladı. Sergey, babasının sessiz tutumunu, annesinin iğrenen
bakışlannı, ancak Denejkina ile geçirdiği gecelerde unutuyordu.
Masada her zaman votka v.ırdı. Hem de gerçek votka, resmi
mühürlü Nikolaevska votkası ... Sergey'in, bu kadar değerli ve pek
az ele geçen votkayı nereden sağladığı sorusuna, günden güne
gençleşip güzelleşmekte olan Ana Födorovna şu yanıtı veriyordu:
- Üzümünü ye de bağını sorma...
Ve türlü mezeleri önüne koyuyordu.
Sofradalarken Ana Födorovna, misafirlerine daima "Siz,"
"Buyurun, Sergey Aleksandroviç," "Mezeyi de ihmal etmeyin, Ser
gey Aleksandroviç,", "Lütfen, şundan da buyurun, Sergey Alek
sandroviç." diye hitap ediyordu.
Lambayı söndürdükten sonra ise, Sergey Aleksandroviç, "Ca
nım", "Gülüm", "Hayatım" oluyordu.
Aralarında uyuşmazlıklar da oluyordu bazen. İlk gecesi Ana
Födorovna sanki bir şişe odekolon sürünmüştü. Sergey'in böyle
kokulara tahammülü yoktu. O gece adamakıllı içmişti, bu yüzden
ses çıkarmadı, fakat ertesi sabah kendini tutamadı:
- O odekolonu başka gereksinimlerine sakla, dedi.
· Başka bir gece henüz yatmışlardı. Kapı hafifçe çalındı. Sergey:
"Babam mı acaba?" diye telaşa düştü. "Annesine bir hal mi olmuş
tu?"
Ana Födorovna, lambayı yakmadan, kapıya doğru:
- Sen misin? diye seslendi.
- Benim. Aç!
Sergey, ne olur ne olmaz diye, el yordamı ile bütün eşyasını
bulup giyinmesine ve kapıya doğru gitmesine karşın tüm konuş
mayı işitemedi. Dışardaki ses:
- Defet şunu ... Dondum ... diyordu.
1 35
- Komutayı sevmem...
Kapıya yüklenildi. Ana Födorovna yorganı yokladıktan sonra:
- Sergey Aleksandroviç, neredesiniz? diye sordu ve sarıla-
rak fısıldadı: "Yat, sevgilim, yat, canım ..
. "
- · Kim o gelen?
- Milisyoner. Kerata, iş için gelmiş, Seröja "Neden nöbetçile-
riniz ortalıkta görünmüyor?" diye soruyor.
- Yalan söylüyorsun. Ben işittim. ·Senin eski itlerinden biri
bu...
Ana Födorovna yorgana sarılarak lambayı yakh:
- Gidin, Sergey Aleksandroviç. Kocam vardı, fakat ardımda
it dolaşhrmadım. Siz.ilkişiniz.
- Budala ... ·
- Git, pilicim, git. Anacığın seni kim bilir ne kadar merak
ediyordur.
Sergey gitmek istemiyordu. Ana Födorovna saçlarını düzelt-
mek için ellerini kaldırınca yorgan kucağına sıyrıldı.
Sergey:
- Peki, kavga etmeyeceğiz, diye uzlaşma yolunu tuttu.
Ana Födorovna beceriyle entarisini sırtna geçirdi ve nezaketle
Sergey'in sözünü kesti:
- Ben kavga etmiyorum ki, gülüm. Ben gibi bir kancığın, sen
gibi bir subayla kavga etmesi olasılı bir iş'mi? Artık çok geç oldu, ha
yahm... Uyumak istiyorum. Git şimdi gülüm. Başka zaman gelirsin.
Sen tamamen budalalaşhn, biliyor musun? Saat neredeyse
iki.
Korkma. Kapıya kadar geçireceğim seni ben.
Ana Födorovna'nın sözleri nazikti ama, sesi kesin ve kuru idi.
Yüzünün anlamı bir tuhaftı; ne kötü, ne de kırgın. Gururlu bir tu
tumla, "Dokunma bana.", "Yaklaşma bana." diyordu.
Karanlık ve soğuk merdivende Sergey yaphğı budalalığı anla�
dı ve geri dönerek, ilk önce hafifçe, sonra daha güçlü kapıyı vurdu.
136
Ana Födorovna sordu:
- Kim o?
- Aç! Kemerimi unutmuşum.
Ana Födorovna aynı nazik sesle:
- Yann gel, gündüz g�zü ile alırsın, diye yanıt verdi.
Sergey bir küfür savurarak dördüncü kata vardı. Kapıyı açh
ama, içerden zincirliydi. Babası geldi, kapı aralığından bakhktan
sonra zinciri boşandırdı ve sessizce sırhnı dönerek yürüdü.
Sergey, ertesi günü, kin dolu bir sesle kuduzca bağırdığı için
büyük bir pişmanlık duyuyordu. Arhk bütün kötülükler birikmiş
ti; kendisini bir köpek gibi kovan Denejltjna'ya gidişleri, kendisin
den ve anababasından memnunsuzluk, sarhoşluk geceler. Bütün
bunlar patlamayı hazırlayan etkenlerdı.
Ne diye bana arkanı dönüyorsun?. Yüzünü dön? Konuşa-
hm!
Konuşalım Seröja. Ama daha sonra. Şimdi meşgulüm.
Neyle meşgulsün? O itler için rapor mu hazırlıyorsun?
Misafirlerim var, Seröja.
Tam bu sırada babasının çalışma odasından iki kişi çıkh. Biri;
kırkına yaklaşmış, uzun boylu, zayıf, yüksek alınlı ve kısa sakallıy
dı. Öteki; orta boylu, gür saçlı ve deri ceketliydi. Uzun boylusu,
hiçbir ilgi göstermeden Sergey'in yanından geçti, kasketini aldı ve
kapı önünde durdu.
Sergey, alaylı bir reverans yaph, topuklarını birbirine vurdu:
- . Ben Puhov. Daha doğrusu genç Puhov. Kiminle tanışmak
onuruna sahip oluyorum?
Zayıf adam elini uzath:
- Cerjinski.
Ve gencin elini sıkh. Sergey şaşkınlık dolu bakışlarla babasına
bakh. Profesör güldü:
Şimdi aklıma geldi Feliks Edmundoviç. Ah şu bellek? Tıp-
137
ta boşuna dememişler sklerozun ilk belirtisi diye ... Nikolay Dmit
rieviç Zelinski. Tanımıyor musunuz yoksa?
- Hayır.
- Tanıştıracağım sizi. Son derece de ilginç bir kişi. Moskova
Üniversitesi'nde dersi olduğu saatlerde salon dolup taşardı. Sonra
lan o bakanla araları açıldı.
Kapı önünde duran adam söze karıştı:
- Kaso ile yani aklımda kaldığına göre, kavga etmemiş, Ka
so'nun tutum ve davranışlarını protesto etmek için istifa etmişti.
- Evet, çok doğru. Şimdi o son derece de ilginç deneyler ya
pıyor, mazottan en yüksek kaliteli benzin elde etmek için çalışıyor.
- Teşekkür ederim, Aleksandr Aleksandroviç. Mutlaka ta
nıştırın bizi. Sizi fazla meşgul ettiğimiz için özür dilerim. Yarın gö
rüşeceğiz. Daha doğrusu bugün. Çünkü, "yarın" artık başlamış bu
lunuyor.
Profesör, yatak odasının kapısını dikkatle açtı, soyundu ve yi
ne aynı sessiz tutumu ile yattı. Lidya Nikolaevna ağlayışını sezdir
memeye çalıştığı halde, Puhov duydu bunu.
- Üzme kendini, Liduşa. Her şey düzelecek elbette.
- Saşa, nedir bu başımıza gelenler? Bu çocuk tamamıyla
düştü artık. Her gün sarhoş. Ne yapalım, bilmem ki? Konuş kendi
siyle yardım et.
Aleksandr Aleksandroviç tekrar giyindi:
- Olur. Gidip konuşacağım.
Sergey evde değildi. Herhalde yeni çıkmıştı, çünkü kapının
zinciri hala sallanıyordu. Kapıyı, demek ki, yavaşça kapatmıştı.
1 38
- Ah sizi gidi Moskovalı uyku tulumları ... Annen, "Al da al,
açhr onlar orada. Herhalde aç tahta kurusuna dönmüşlerdir!" diye
bir tutturdu ki, söz anlatmanın olasılığı yok. Oysa bunlar sıcakken
lezzetlidir, soğudular mı kerpiçten farksızdırlar.
Frunze somurtkan bir yüzle söylendi:
- Bu çöreklerle yalnız aşık oynanabilir...
Frunze'nin yüzü Andrey' e yorgun ve sararmış göründü. Frun
ze çayını içip evden ayrıldıktan sonra babasına sordu:
- Nesi var?
- Ülserinden zoru var. Ülser baharda azar. Sofya Alekseev-
na ile, onun yoldaşlarımızdan daha iyi besle_nmesini denedik. Yu
murta bulduk, sütçü ile konuştuk. Fakat, Frunze hiçbirini kabul et
medi. Bizi geri çevirdi. Hele sabahlan durumu çok kötü. Gündüz
leri biraz hafifliyor.
Andrey, babasına, bir gün önceki "Pravda"yı verdi:
- Okudun mu? Lenin'in "Sovyet İktidarının Önünde Duran
Ödevler" yazısını?
Babası gazeteyi alarak okumaya koyuldu.
Mihail İvanoviç, on üç yıllık parti üyeliği süresinde birçok şey
lerle karşılaşmıştı. 1905 yazında mutlu günler vardı; dünyanın ilk
işçi milletvekilleri şilrası Talka nehri kıyısında toplanhlar yapmış
tı, devrimin zaferi yakın görülüyordu. Acı günler de vardı; özellik
le Aralık ayında. Arseniy'in komutasında Moskova'ya giden işçi
müfrezesinin ancak yansından azı sağ dönmüştü.
On beş etap geçilerek gidilen ağır pis kokulu, kovalı, tahta ku
rulu, bulaşık suyu çorbalı zindanlar vardı. Bu zindanlara, kışın
yüzlerce kilometre yürünerek gidilir ve zindan avlularında, ömür
boyunca unutulmayan sesler duyulurdu:
Semönov?
Buradayım!
Tvororov?
1 39
Müsaadenizle arz edeyim efendim, Tvorogov dün gece öl-
dü.
- P�kala! Taçkin, çek adı üzerine çizgiyi.
- Başüstüne efendim.
Aleksandr Merkez Tutukevi, Rusya imparatorluğunun en bü
yük zindanlarından biriydi.
Aylar geçer, evden tek bir mektup alınmazdı, bu, çeşitli ceza
lardan biriydi. Açlık grevleri yapılır, başarısız firar girişimleri olur
du, fakat Mihail İvanoviç hiçbir zaman umudunu yitirmemişti.
Etap yürüyüşlerinden v� hücre cezalarından daha da korkunç
olaylar meydana gelirdi: Asılan, kurşuna dizilen, zindanlarda ve
remden ölen, acılara dayanamayarak yaşamlarına son veren arka
daşlarına ilişkin haberler bunlar arasındaydı.
öyle günler olurdu ki, eski dostlarının ihanetini ya da provo
katörlüklerini öğrendikleri zaman nefret ve hınçtan deliye döner
lerdi.
Bir gün, fedai grubundan dostu Konstantin Zaharov'un polis
olduğunu, Dmitriy Uhov'un tutukevinden doğruca manashra git
tiğini öğrenmişti. Uhov, zaten tanrı düşüncesiyle aklını bozmuştu,
bu yüzden onun bu tutumu, onları o derece üzmemişti.
Nihayet, Mart 1917'de Sibirya kürek mahkumluğundan eve
dönüş zamanı -o unutulmaz günler- gelmişti. "Siyasal Mahkumla
ra Selam!" yazılı kırmızı bir kumaş lokomotifin önüne gerilmişti.
Vagonların üzerinde kızıl bayraklar dalgalanıyordu. Vagonlardaki
yolcular bir deri bir kemikti, kimisi mahkum giyimli, kimisi sivil,
kimisi asker elbiseliydi. Buna karşın hepsi de sarhoşluk derecesin
de neşeliydi, vagon vagon dolaşıyor, hemşeri arıyorlardı. Bitimsiz
Sibirya demiryolu boyunca her istasyondan yeni yeni yolcular bi
niyordu trene. Kucaklaşmalar, öpüşmeler, gözyaşları... Ne yap
sınlar, zindanlarda sinirleri yıpranmışh.
Ve her istasyonda mitingler yapılıyordu.
1 40
Zindan koğuşlarındaki tarhşmalar mitinglere ve bazen yirmi
dört saat süren toplanhlara aktarılıyordu.
Diğer sanayi şehirlerine kıyasla küçük bir şehir olan Şuya'da
neler oluyordu neler! Herkes elinden geleni esirgemiyordu. Şair
Konstantin Balmont'un, bölg�eki mitinglerde her gün nutuk ata
ata sesi kısılmışh. Bütün konuşmaları, en çok "Zafere kadar savaşa
devam!" sloganı etrafında dönüp dölaşıyordu. Hafta sonuna doğ
_
ru nihayet sesi tamamıyla kısıldı, boğuk sesiyle bir şeyler söylerken
eliyle boğazını tutuyordu.
Daha sonraları ne olacakh?
Şuya'da Bolşevikler azdı, sürgün ve zD:tdanda olanların hepsi
dönmemişti henüz. Öte yandan, · zaten az olanlar arasında görüş
aynlıkları vardı.
Ve birden, yedi Nisan'da, "Pravda':da, Lenin'in "Proletar
yanın Günümüzdeki Ödevleri" başlıklı yazısı yayımlandı.
Mihail Martinov için yarına ilişkin görüşlerini bir denetimden
geçirmek ne büyük bir mutluluktu!
Ve önceleri olduğu gibi, şimdi de Lenin'le aynı görüşte oldu
ğunu anlamak, Mihail Martinov için gerçekten büyük bir mutlu
luktu! Aleksandr Tutukevi'ndeyken, veremden hasta Piterli dö
kümcü İvan Maksimov, ölümünden birkaç gün önce, Eser (Sosya
list Devrimciler Partisi üyesi) Çemouhov'a, dingin ve cılız bir sesle
şu yanıh vermişti:
- Herkesin inandığı bir insanı vardır, Filip. Sizinki Yevno
Azef, bizimki ise Lenin.
- Sizin Lenin'iniz sizleri öyle bir yola götürecek ki ...
- Benim gideceğim yol belli arhk. Birkaç gün sonra ne yazık
ki, oraya götürülmüş olacağım. Eh, ne yapalım. Fakat, kimin haklı
olduğunu başkaları kanıtlayacak, Filip.
Şimdi yine bahar. İnsanın başını kaşımaya vakti yok. Mihail
Martinov: İvanovo-Voznesenski Bolşevikler Şehir Komitesi üyesi,
141
seçimli fabrika direktörü. Pamuk ve yakıt tükenmek üzere. Ekmek
yok, para yok. Vladimir İliç Lenin'in de işleri başından aşkın.
Mihail İvaniviç'in bütün düşüncesi Lenin'in yazısı ile meşgul.
Başka hiçbir şeyi düşünemiyor. Andrey'le Nadya çıkarlarken, an
cak o zaman, gözlerini gazeteden ayırdı ve "Güle güle çocuklar."
diyebildi.
Gazetede şunları okuyordu Mihail İvanoviç:
" ... Bizler. Bolşevikler Partisi, Rusya'yı inandırdık. Rusya'yı,
zenginlerden yoksullara, sömürücülerden emekçilere kazandırdık.
Şimdiki ödevimiz Rusya'yı yönetmektir."
Mihail İvanoviç, ağır ağır, her sözcük üzerinde düşüne düşü
ne okumasına devam ediyordu: "Yeni toplumsal sınıfın -o sınıf ki
hala gereksinim ve cahilliğin baskısı ve ezgisi altındadır- yeni du
ruma alışabilmesi, sağını solunu görebilmesi, işlerini örgütleyebil
mesi ve kendi örgütçülerini yetiştirebilmesi için, elbette, haftalar
değil, aylar ve yıllar gereklidir."
Semön Bakakin de şehir konferansında şöyle dememiş miydi:
"Burjuvadan iktidarı aldığımız günden beri, yakında, allaha şükür
alh ay dolmuş bulunacak. Neler yaphk bu süre içinde? Neler ka
zandık?"
Lenin diyordu ki:
"Tarihteki her derin ve güçlü halk hareketi içinde pislikler de
bulunmuştur; deneysiz yenilikçilerle serüvenciler, kendilerini be
ğenmişler ve gevezeler, şarlatanlar, yapışmış budalaca paniğe ka
pılmalar, şaşkınlıklar, iş yapar görünmeler olmuş, bazı deneysiz
"önderler" yirmi işe birden sarılmış ve hiçbirini sonuna ulaştırama
mıştır.
Bunların hepsi bizde de var. Bunlar, bizde, İvanovo-Vozne
sensk'te de oluyor. Bizde de kendini beğenmişler ve gevezeler var.
Şarlatanlar da. Kahrolasıcalar sokulmayı, yapışmayı, sızmayı ba
şardılar. İl Askeri Komiseri Pavel Baturin, şehir komitesinde, ilk
1 4!.!
sovyet askeri birliği komutanı Kuvaldin'in kaçış öyküsünü anlatır
ken şöyle diyordu: "Aramıza sızmış namuzsuz, para ve iki tabanca
çalmış. Oysa kendisine öylesine güveniyorduk ki..."
Özellikle yazının sonu Martinov'u son derecede ilgilendirdi.
Burada, suçlandırılan devrimcilerden söz ediliyordu. Bunlara ne
yazık ki rastlanıyordu. İçlerinden bazıları devrime bütün varlıkla
rıyla bağlıydılar, düşüncelerinde içtendiler. Ne var ki, ana sorun
larda yanılıyorlar, geri bırakılmış, gericilerin ve yıkıcı savaşların
derin acısını çekmiş ve ilerlemiş memleketlerden çok daha önce
sosyal devrime koyulmuş bir memleketin kaçınılmaz olarak geç
mek zorunda bulunduğu aşamaları kavrayamıyorlardı. Bu insan
lar zorluklarla dolu geçici dönemlerin güçlükleri karşısında daya
nıklık gösteremiyorlardı.
"Savaşın dehşetleri, en ummadıkları.zaıpanlarda başlarına ge
len iflaslar, yıkım ve açlığın görülmemiş acılan karşısında dehşete
düşen küçük mülkiyet sahipliği, bu gibi tiplerin sosyal kaynağıdır.
Bunlar, çıkış ve kurtuluş yolu ararken, proletaryayı destekleme ile
umutsuz çırpınışlar arasında kararsızlıklar geçirirken, sağa sola
yalpa vurmaktadırlar. İsterik yalpalamalar bize gerekli değildir. Bi
ze, çelik gibi sağlam proletarya birliklerinin uyumlu ilerlemesi
gereklidir."
Mihail İvanoviç'in yazıyı okuduktan sonraki ilk duygusu şu
oldu: "Ne yazık ki şimdi İvanono-Voznesensk'te değil de, şu küçü
cük odada bulunuyorum."
Politeknik Müzesi'nin büyük salonu, gecenin saat onuna doğ
ru ağız ağiza dolmuştu. Toplantıya, Rusya Merkez Yürütme Komi
tesi üyelerinden başka, işçiler, parti ve şura aktivistleri çağrılıydı.
Geçitler ve merdivenler de tıklım tıklımdı. Birinci sırada; genç kızıl
ordu askerleri ve Moskova eyaletinin çeşitli köylerinden gelmiş
köylüler oturmuştu. Bunlar, aynı gün yapılan eyalet köy kongre
sinde bulunmuşlardı.
1 4:�
Martinov'la Frunze, beşinci sırada yanyanaydılar. Martinov
daha önceden gelerek arkadaşına da yer ayırmıştı.
- İvaniç, senin Andrey'e bak hele, dedi Frunze.
Andrey kapı yanındaydı, oradan prezidyuma kolayca gidile
bilirdi.
- Şimdi Vladimir İliç Lenin konuşacak, sözü, bu sade ve ola
ğan söz duyulur duyulmaz öyle bir alkış tufanı koptu ki, sanki ta
van çökecek, duvarlar yıkılacaktı.
Nihayet, Sverdlov, salonu dinginleştirmeyi başarabildi, bun
dan sonra da öylesine bir sessizlik oldu ki, Yakov Mihayloviç'in
(Sverdlov'un) elindeki zili, kırmızı çuha ile örtülü masaya koydu
ğu bile duyuldu. Ve bu şaşılası dinginlik içinde Lenin söze başladı:
- Yoldaşlar, sorunu, bugün, · her zamankinden biraz daha
başka biçimd� önünüze sereceğim. Yani, Sovyet iktidarının önün
de duran ödevler başlıklı yazım, toplanhmızın ana raporu olacak.
Salon birden bembeyaz oldu, hemen hemen herkesin elinde
not defterleri, öğrenci defterleri ve kağıtlar belirdi. Salondakiler,
Lenin'in konuşmasını not etmeye koyuldular.
1 9 1 8, MAYIS
Yaşam, majeste Rus esnafının önüne her gün yeni yeni konu
lar atıyordu.
- Bay yoldaşların işleri yine çıkmaza girdi. Kendi krallıkları
nın bayramı olan 1 Mayıs'ı kutlama.lan ve kızıl bayraklarla cadde
lerde yürümeleri üzerinden kaç gün geçti ki... Ama, Alman, tuttu
Rostok-Don'u Rusya'dan koparıp aldı. Artık balık malık hak geti
re... Bundan sonra balıklarımızı onların (Almanların) mamahen ve
papahenleri atıştıracak. ..
- Yine kongreler kongreler... Tüm Rusya Emek Komiserleri
Kongresi, Yakıt Kongresi, Halk Ekonomisi ŞOralan Kongresi... Şaş
mamak elde değil, Halk Ekonomisi Kongresi! Hepimiz yalın ayak-
144
ken nasıl kongredir, nasıl ekonomidir bu!
- Ve menşeviklerin de kongremsi bir şeyleri oldu. Gerçek
kongreye cesaret edemediler, Tüm Rusya Danışma Toplantısı diye
bir şey örgütlediler. Ve bütün konuşmacılar aynı nakaratı tekrarla
dılar: Şuralar iktidardan atılma1ıymış ..: Liber sözü aldı ve: "Şurala
nn ölüm fermanını ilan edelim!" gibilerden bir karar tasarısı sundu.
- Alın gülüm, bir kongre daha: Kitaplık sorunu üstüne... Bu
nun anlamı nedir, be canım? Kitap okuyun, yiyecek işlerini düşün
meyin!
- Konservatuvarı millileştirdiler, Tretyakov Galerisi'ni mil
lileştirdiler. Her şeyin halkın malı olduğunu, her şeyden halkın ya
rarlanacağını ilan ettiler. Bunun sonu ne olacak, bir türlü anlayamı
yorum.
- "Prens Potemkin Zırhlısı"nın işleri de bir lürlü yürüm�di.
Zırhlının deniz erleri ayaklandıktan ve iırİtlıyı Köstence'ye götür
dükten sonra, Rumenler, Rusya'ya geri verdiler. Ve adı değiştiril
di, "Aziz Panteleymon" oldu. Affedersiniz1 çan tahhndan attılar ve
zırhlının adını yeniden "Potemkin"e çevirdiler. Geçenlerde de
"Özgürlük Savaşçısı" adını verdiler. Bir iktidar değişikliği daha
olursa, bakalım o zaman bu zırhlının adı ne olacak?
- Yeni para hazırlıklarını duydunuz mu? Evet, yeni paralar
hazırlıyorlar. Güvendiğim birinden duydum. Kağıtta boynuzlu
şeytan resmi varsa, bu, büyük para demek, dişi şeytan resmi varsa,
bilin ki bu küçük para, yani beş rubleye kadar olacak.
- Yeni bir söz daha çıktı ortaya: "Prodotryat" [İaşe müfreze
leri sözünün kısaltılmışı. Bunlar köylere gidiyor, köy ağalarının
gizledikleri ürün fazlasını .ortaya çıkarıp aç halka dağıtılmak üzere
Sovyet iktidarına teslim ediyorlardı -çev.J . .
- Duydunuz mu?. . Komşunun parti üyesi olmayan oğlu bu
müfrezelerden birine yazılmış, "Anne," demiş, "Hiç telaş etmeyin,
köylerdeki gizli çukurlan açmaya gidiyoruz..." Soygun değil de ne
dir bu?
1 45
Aman allahım!
Önceden yapmaları gerekirdi bunu.
Ulyanov Lenin'in "Sol Çocukluk ve Küçük Burjuva" baş
lıklı yazısını okudunuz mu? Ciddi söylüyorum: Okuyun! Ulyanov
Lenin için her şey dava! Evet, evet; dava!
- İyi ama şu bizim patrik ne yapar! Neden bunların hepsini
lanetlemez!
- İsa, korusun!
- Hele bir lanetle ... Sonra onlar seni öyle bir lanetlerler ki,
iler tutar yerin kalmaz. Yumuşak bizim Tihon ... Beceriksiz...
- İngiliz'i, Alman'ı, Fransız'ı, Amerikan'ı, Japon'u ... ve daha
daha neleri... Hepsi tek Rusya'ya karşı ...
- Allahım, sen koru bizi...
146
se, hatta Filatov'un kaçışını araşhrmakla görevlendirilmiş olan Te
rentiy Deribas bile bilmiyordu.
Altı Mayıs sabahı karısı Nadya'dan ayrıldıktan sonra, Vozdvi
jenka'da, Balhk ve Karadeniz Filosu' na bağlı Yük Taşıma Genel
Müdürlüğü'nün dış kapısı önj.inde, deniz eri üniformalı Filotov'u
görünce, Martinov'un ne büyük bir şaşkınlığa uğradığını anlayabi
lirsiniz. Filatov sakal bırakmış olmasına karşın, Andrey tarafından
kolayca tanınmışh.
O gece, Nadya, Andrey'e hamile olduğunu bildirmişti. Hemen
hemen sabaha kadar uyumadılar. Arhk gelecekteki yaşamlarını üç
kişi olarak kabul ediyor ve tasarımlarını .ona göre yapıyorlardı.
Andrey, oğlunun -kızı değil, oğlu olacağına bütün varlığı ile inanı
yordu- hemen, en geç bir hafta sonra dünyaya geleceğini tasanmlı
yor ve bu yüzden, çocuk arabasını ya da i<ar.yolayı ve diğer gerek
li eşyayı derhal sağlamaları gerektiğini söylüyordu. Nadya işte
iken, Mişka'nın yanında kimin kalacağını düşünüyordu.
Nadya onu dinledi, dinledi ve sonra gülerek kendine gelmesi
ni söyledi. Çünkü, kızının -o da evlatlarının mutlaka kız olacağına
ve Nastenka adını taşıyacağına inanıyordu- doğmasına daha pek
çok zaman vardı.
Andrey, işte böyle bir mutlu ve sevinçli gecenin sabahında
düşmanla yüzyüze geldi.
Filatov, kaldırımda bir aşağı bir yukan dolaşıyordu, herhalde
birini bekliyordu. Andrey, afiş tahtasının ardına gizlendi. Henüz
iki dakika bile geçmemişti ki, İvan Sevastiyanoviç Artemiev belirdi
ve Filatov'un yanına gitti. Kısa bir konuşmadan sonra, deniz erleri
tarafından korunan giriş kapısından içeri girdiler. Deniz erlerinden
biri -Andrey bunu açık seçik gördü- Filatov'a, enerjik bir tutumla
selam durdu. Bu nasıl işti ki, tutukevinden kaçan suçlular Mos
kova'da serbestçe dolaşıyor, geceli gündüzlü nöbet tutulan bir bi
naya engelsizce girebiliyorlardı.
1 47
Andrey, bulunduğu izleme noktasından ayrılamıyordu. Fila
tov'la Artemiev'i elden kaçınrsa, bir daha git de bul. Ya başka bir
yöne saparlarsa?
Andrey, taşıdığı sandıktan su boruları onanası olduğu anlaşı
lan bir genci durdurarak, görev kartını gösterdi, Nadya'nın çalıştı
ğı binayı işaret ederek:
- Derhal şu binaya git, ikinci kata çık, Nadejda Martinova'yı
bul ve derhal buraya gelmesini söyle. Anladın mı?
Genç, alet sandığını bırakarak gösterilen yere koştu.
Bu sırada, Baltık ve Karadeniz Filosu'na bağlı Yük Taşıma Ge
nel Müdürlüğü binası önünde, Andrey'in, Malaya Bronna olayı ge
cesi tanıdığı şoförün arabası durdu.
Arabadan, geniş bir somun suratlı ve kurbağa ağızlı, deniz eri
kılıklı şişman biri güçlükle indi. Nöbetçiler, otomobili görünce put
kesildiler, deniz eri kendinden emin tembel yürüyüşüyle yaklaşın
ca selam durdular ve ağır kapıyı o derecede hızla açtılar ki, nere
deyse birbirlerine toslayacaklardı.
Andrey riski göze alarak gizlendiği yerden çıktı, şoförün yanı
na gitti:
- Merhaba. Kimdi bu adam?
- Merhaba. Kim olabilir! Şefim, Germanov yoldaş. Sabah sa-
bah sen ne arıyorsun burada?
- Kanını bekliyorum, dedi Andrey, kaldırımda su boruları
onarıcısı ile kendisine doğru koşmakta olan Nadya'ya koştu. Gence:
- Teşekkür ederim, dostum, dedi.
Nadya, durumu birkaç sözle anladı:
- Derhal Malgin' e telefon edeceğim.
- O da durumu Peters'e bildirsin.
Baltık ve Karadeniz Filosu'na bağlı Yük Taşıma Genel Müdü
rü' nün tutum ve davranışları, gece alemleri, ne idüğü belirsiz kişi
lerle bağlantıları, Peters'i çoktan kuşkulandınyordu.
1 48
Yakov Hristoforiş, bir gün Moskova Hail< Komiserliği otu
rumlarından birinde Germanov'la karşılaşh.
Peters'i bu toplantıya, o sıralarda, henüz bozguna uğratılma
mış olan ve kendilerine anarşist diyen kriminalistlerin işgali alhn-·
da bulunan Morozov'a ait evin nasıl serbest bıraktırılacağı konu
sunda düşüncesini almak için çağırmışlardı.
Orada denizciyi görünce, kim olduğunu sordu. Moskova Halk
Şt1rası Başkanı Mihail Nikolaeviç Pokrovski, bunun Germanov ol
duğunu, bazen kendisine kamyon vererek yardımlarda bulundu
ğunu, bu yüzden de oturumlara çağırıldığını anlath.
Oturum sırasında telefon çaldı. Pokrovski:
- Germanov yoldaş, sizi istiyorlar, dedi.
Germanov, telefonda söylenenleri dinliyor ve kısa konuşuyor-
du:
- Anladım! Başlayın! Adres? Geleceğim! Derhal.
Peters, Germanov'un bir kağıda yazdıklarını da gördü: "Spiri
donovka, Tarasov'un evi."
Germanov, çok geçmeden, Pokrovski'den özür dileyerek ay
rıldı.
Peters, ertesi sabah, o gece Spiridonovka'daki, eski zenginler
den Tarasov'a ait evde korunan devletçe el konmuş halı, değerli
mobilya ve tablo gibi eşyaların çalındığını öğrendi.
Bu iki kanıh -telefon konuşması ile soygunu- karşılaştıran Pe
ters, denizci bereli kurbağaya karşı güvensizlik duydu ve bu genel
müdürlüğün ne olduğunun, nereye bağlı bulunduğunun Petrog
rad' dan sorulmasını istedi. Çünkü, Moskova'da bu soruyu kimse
yanıtlayamıyor, omuz silkerek: "Allah bilir" diyorlardı.
Malgin, Nadya'nın telefonunu bildirince, Peters, Vozdvijen
ka'ya derhal bir müfreze gönderilmesini emretti.
Çekistler iki-üç dakika gecikselerdi, Artemiev'le Filatov, Ger
manov'un arabasıyla ortadan kaybolacaklardı. Arabanın arka ka
nepesine oturmuşlardı, besbelli ki şefi bekliyorlardı.
1 49
Malgin, arabayı tek başına·durdurmayı kararlaştırmışh. Vozd
vijenka'yı yandan geçti. Eli, cebindeki tabancasındaydı. Artemi
ev'le Filatov sırtlan dönük olduğu için onu görmüyorlardı.
Andrey, komutasındaki birkaç kişiyle birlikte, Vozdvijen
ka'nın sağ yanından harekete geçti. Amacı, Malgin şoförü durdur
mayı başaramazsa, 9 numaralı evin ötesinde arabanın yolunu kes
mekti. Ötekiler, bir gerileme olasılığı karşısında onları desteklemek
için, Mohova yakınında durmuşlardı.
Malgin ve Gerrnanov, aynı süre içinde otomobile vardılar. Ge-
nel Müdür, şoförün yanma oturdu:
- Çek Sokolniki'ye, emrini verdi.
Malgin, şoförün elin tuttu:
- Dur bakalım, yoldaş.
Germanov, arabasını durdurmak cüretini gösteren küstaha
hayretle baktı. Filatov, Malgin'i görünce, otomobilden atlayarak
Mohova'ya doğru koşmaya başladı. Malgin, "Dur! Ateş edeceğim"
diye bağırarak ardından koşuyordu.
Yoldan geçenler, sanki bir kasırga tarafından sürüklenip kay
boldular. Çekistler de Filatov'un peşindeydiler. Mohova'ya ulaşa
mayacağını anlayan Filatov, Arbat yönüne döndü, Artemiev'e doğ
ru bir şeyler bağırınca, öteki de arabadan atlayıp genel müdürlük
giriş kapısına doğru kaçmaya başladı.
Çekistler, tüm Vozdvijenka genişliği boyunca Filatov'a doğru
ilerliyorlardı. Andrey, Filatov'un sapsarı yüzünü yakından gördü,
beresindeki "Petropavlovsk" yazısını okumaya muvaffak oldu:
- Diri yakalayın! komutasını verdi ve derhal yere yath.
Malgin. Filatov'un tabancasını bir vuruşta yere düşürdü ve
ateş ehnesine meydan vermedi. Andrey bu durumu görmemişti.
1 50
- Beni denetlemeden de geçebilirsiniz, dedi ve Çekistler ara
sında duran Filatov'u göstererek devam etti:
- Benim bu itlerle hiçbir ilişiğim yok. Kendilerini otomobili
me almamı rica ettiler. Baktim, bizim filonun adamları . . .
Germanov'un görev belgesi düzgündü, köşede erguvani bir
damga vardı, alt tarafta da şu önemli cümle yazılıydı: "Germanov
yoldaş, yolcu ve yük treniyle, lokomotifle, kısaca her türlü trenle
yolculuk yapabilir. Yardım için başvurduğu herkes, her daire bu
yardımı derhal yapmakla yükümlüdür."
Kendisine özür dilemekten başka çare kalmıyordu.
Nevar ki, Filatov, Butirki tutukevine �ek başına gitmek niye
tinde değildi:
- Budalalar ne diye kavuk sallıyorsunuz buna? Mikta Kor
kin'in ta kendisidir, diye bağırdı.
Ve tam bu anda, Germanov Korkin'in attığı bir bomba etrafı
inletti.
Vozdvijenka'daki 9 numaralı evi ancak öğleye doğru el.e geçi
rebildiler.
Artamiev'i, kilerde ölüm korkusu içinde buldular. Birisi, İvan
Sevestiyanoviç'i eski, tozlu mobilyalar ardına sokmuş, rezeyi de
geçirmişti.
Yük Taşıma Genel Müdürlüğü'ne ilişkin tek bir resmi yazı, tek
bir dosya ele geçiremediler. Buna karşılık, ikinci katta ve tavanda,
Spiridonovka'daki Tarasov'un evinden kaldırdıkları halılar ve tab
lolara kadar birçok eşya buldular.
On yedi kişi yakaladılar. Bunlann on beşi deniz eri kılığınday
dı. Yalnız, İntim Köşe ve İllegal' in ünlü müşterilerinden Simka Ko
robitsina (gerçek adı Simono Koro) ile, adını vermek istemeyen si
yah saçlı güzel bir kız anadan doğma çıplaktılar. İkinci katın arka
odalarından birinde derin uykudaydılar. Simka dinginlikle giyindi
ve:
151
- Gene mi Butirki? diye sordu.
Siyah saçlısı dişi bir kaplan gibiydi, ısırıyor, tükürüyordu.
Kendisini san atlas örtüye sımsıkı sarıp sarmalamak zorunda kal
dılar.
Bir hayli ganimet de ele geçirildi; yedi kamyon, bir binek oto
mobili, beş makineli tüfek, beş tüfek ve bir çuval dolusu tabanca.
En önemlisi, Baltık ve Karadeniz Filosu' na bağlı hiçbir Yük Ta
şıma Dairesi'nin bulunmadığının açıkça anlaşılmış olmasıydı. Hü
kümetin daha Moskova'ya taşınmasından önce, 9 numaralı evi ele
geçirmiş büyük bir haydut çetesi vardı. Tutukh.il�rdan biri sorgusu
sırasında, çetenin son günlerde taşınma hazırlığı içinde olduğunu
söyledi. Elebaşları olan İkinci Filo kaçaklarından Mitka Korkin, ya
ni Arhip Savelieviç Germiınov böyle buyurmuş. Bir gün önce yap
tıkları genel toplantıda:
- Moskova'daki çılgınlıklanquza bir son verme zamanı gel
di artık. ÇeKa bizimle ilgilenmeye başladı. Peters şeytan gibi bir
adam. Gülümserken bakışları insanın kalbini deliyor," demiş.
1 52
ŞAİRLER KAHVESİ
Kiyatkin, Petrograd' dan dönüyordu, son derecede neşeliydi,
çünkü gezisi başarılı sonuç vermişti. Bu başarıda ''bay rastlanh"run
büyük rolü olmuştu. Zaten Bay Kiyatkin, rastlanhya allahtan fazla
inanırdı. Trende, saçları karman çorman, sakallı Mis Voran'la tanış
mamış olsaydı, yaşamı kim bilir ne kötü olacakh, bunu düşünmek
bile tüyler ürperticiydi. Mis Voran trende migren krizine yakalan
mamış olsaydı... Ve nihayet, Mis Voran, yola çıkarken, timsah ağ
zını andıran büyük çantasına acele ile migren kalemini koymayı
unuhnamış olsaydı ... Ve Kiyatkin'in migren kalemi için koşması
gerekmeseydi...
İşte bunların hepsini bay rastlantı yapmıştı.
Bay rastlanh, iki gün önce de Petrog_rad'da gücünü ve Bay
Mitrofan Kiyatkin'e bağlılığını göstermişti.
Genç ve yetkili uçak konstrüktörü, profesör Puhov'dan daha
anlayışlı ve daha uyuşmacı çıkmışh.
Balık, elbette ki kolayca yakalanmadı, olta yemi yutulacak
rinstendi, bundan başka, Mitrofan'ın korku ve riskle de olsa yaph
ğı vaad önemliydi. Fakat, değerdi bunlar, çünkü, konstrüktör sade
ce yetenekli değil, aynı zamanda deha sınırına varmış bir kişiydi.
İyi ama Puhov da küçümsenmemeliydi, o da büyük bir değer-
di.
Kapıyı saçları karmakarışık bir genç açtı ve kızgın bir sesle sor-
du:
Kimi arıyorsunuz?
Profesör Puhov'u.
Evde değil.
Öyleyse Lidya Nikolaevna'yı görebilir miyim?
Mister Kiyatkin, gencin bu soruya daha yumuşak bir sesle ya
nıt verdiğini fark etti:
1 53
Ne yazık ki sağlık durumu iyi değil.
Belki yardıma gereksinimi vardır.
Siz ÇeKa' dan mısınız yoksa?
Kiyatkin nezaketle gülümsedi:
- Hayır. Kiminle konuşuyorum?
- Puhov'la.
Kiyatkin içten sevindi:
- Sergey Aleksandroviç, siz misiniz? Sağsınız demek? Mer-
haba! Anneniz kim bilir ne kadar mutludur!
Yatak odasından annesinin sesi işitildi:
- Seröja! Kim o gelen?
- Benim, Lidya Nikolaevna, Kiyatkin! Ölülerin dirilmiş ol-
masından dolayı sizi kutlarım!
Sergey Aleksandroviç'in Alman tutsaklığından herkesten ön
ce kurtulması ile, talihin kendilerine gülmüş olmasından, o günler
de demiryollannda yolculuk yapmanın akıl almaz güçlüklerinden
ve daha birçok şeyden konuştular. Ev sahibine çok sert bir sigara
sunan Kiyatkin, yapmacık bir ilgisizlikle sordu:
Nereye gitti dediniz Aleksandr Aleksandroviç?
Şatura'daki Merkeze.
Yalnız mı?
Doğrusu ya, bilmiyorum. Herhalde torf sorunu ile ilgili
olarak. Şimdi babamın yeni bir merakı var; torfla elektrik santralı
işletmek. -Sergey güldü.- Bolşevikçilerin işi duman! Kömür yok,
petrol yok!
Kiyatkin yine ilgisizlik tutumu içindeydi:
- Şatura'da herhalde torf bataklığı var?
- Olağanüstü bir bataklık! Ben bu işin uzmanı değilim, tam
bir bilgim yok. Fakat, öğrendiğime göre, orada yüz milyonlarca ton
torf var. Mahşere kadar yetecek ve de günahkarlara katran kaynat
maları için şeytanlara da kalacak.
1 54
Kiyatkin'in sıkıldığı belliydi, torflu da olsa, bataklık üstüne
konuşmak hoşuna gitmiyordu.
- Bir uzman olmadığınızı söylediniz. İlgilendiğim için affı
nızı dilerim, mesleğiniz ne?
- Ne yazık ki, yanm kalmış yüksek öğrenim. Üniversitenin
dördüncü sınıfındayken askere alındım.
- Babanız, sizin pilot olduğunuzu söylemişti?
- Geçmişe mazi derler. Beni altında yaldızlasalar, arhk hiç-
bir uçağa binmem. Kanıksadım.
Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Allah bilir.
Sanıyorum ki, ne Bolşeviksiniz, ne de onlann sempatizanı.
Allah yazdıysa bozsun.
Mademki öyle, size şunu açıkça söylE;yebilirim, bütün bu
çılgınlıkların sonu hiç de uzak değil.
- Ne yazık ki siz, dileği gerçekmiş gibi kabul ediyorsunuz.
Oysa yanılgı çok sakıncalı bir şeydir.
- Öyle anlaşılıyor ki, sizce her umut bir yanılgıdır. Oysa ben,
başında serüvencilerin ve Alman casuslarının değil, akıllı, öğre
nimli, aydın kişilerin bulunduğu güçlü ve büyük bir Rusya'yı gö
receğimi umuyorum. Bayağılar da yerlerini bilmelidirler... Şimdiki
Rusya'da ihtiyatlı, tedbirli olmayı bilmek gerek. Bizde, Birleşik
Amerika' da her şey yerli yerinde ve açık seçik. Bir kantoraya girdi
ğim zaman derhal anlıyorum; şu küçük oğul, bu, büyük oğul, öte
ki mal sahibi. Burada ise her şey başaşağı. Bir komiteye gittiğim za
man, bakıyorum, bakıyorum da: "Şu eli ayağı düzgün bay olsa ol
sa buranın şefidir" diyorum. Oysa şef olarak karşıma ya bir asker
ya bir deniz eri ya da -daha kötüsü- bir kadın çıkıyor... Ha, bak, tam
kadın sözü açılmışken ... İster misiniz bir yerde şöyle dört başı ma
mur bir çilingir sofrası kuralım?
Sergey bir kararsızlık geçirdi. Serbest geceleri vardı... Ana Fö-
1 55
dorovna barışmaya pek yanaşmıyordu. Konuşmasına konuşuyor
du, ne var ki eşikten içeri adım attırmıyordu. Bundan başka, cebin
de ancak bir sarımlık tütün kalmışh.
- Canınızı sıkan bir derdiniz mi var? Para bakımından sıkın
hlı durumdaysanız bir kolayını buluruz. Size poliçesiz ve faizsiz
bir miktar borç önerisinde bulunabilirim.
Sergey sinirli sinirli gülümsedi:
- Bu önerinizi kabul etmemem gerekir. Fakat alacağım, an
cak bir koşulla.
- Buyurun, söyleyin.
- Biliyorum ki, siz ,bir Rockefeller değilsiniz ve paranızı ha-
vaya savuracak değilsiniz. Demek ki ben size bir iş için gerekliyim.
Doğru mu?
- Bravo! Siz yaman bir iş adamısınız.
156
Kahvesi'ne gittiler. Kızların esmer olanı Sergey'in koluna girdi, de
mek ki kadınların rolleri de önceden belirlenmişti.
Sergey bu kahveye ilk kez geldiği için etrafı dikkat ve merak
la gözden geçiriyordu. Burası gürültülü ve sigara dumanıyla kap
lıydı. Yandaki masada ak saç�, şişman ve siyah Rus gömlekli biri,
biraz Gogol'ü andıran, sivri �urunlu bir gence yüksek sesle bir şey
ler dikte ediyordu. Genç adam, Gogol'e benzediğini biliyordu ki,
saçlarını Gogol gibi taramışh. Şişko, masayı zaman zaman yum
rukluyor ve dağınık saçlı başını sallıyordu:
- Bay Lenin, parlak sözlerle konuşmanın, deklase olmuş kü
çük burjuva aydınlarına özgü bir nitelik o!duğunu söyler. Biz par
lak sözlerle konuşmuyor, eylemde bulunuyoruz...
Kiyatkin gülümsedi: .
- Anarşist bunlar... Gazetelerinin .sol} sayısını hazırlıyorlar.
Her yerden kovuldular. Şimdi buraya sığınmışlar. Finita la kome
diya...
Kenarlarına mavi şerit geçirilmiş siyah ceketli kahve müdürü
anarşistlerin masasına geldi:
- Baylar, hani gürültü yapmayacaktınız ya? Burada politi
kayla uğraşmayacağınıza söz verdiniz.
Şişman, ağız dolusu bir küfür savurduktan sonra: "Defolun
başımdan... Sokakta mı çalışalım yani!" diye bağırdı.
Direktör nezaketle ellerini kavuşturdu:
- Ama hiç olmazsa sessizce yapın bunu ...
Bu sırada, kara kaşlı, uzun, yakışıklı biri kapıda belirdi. İçeri
ye şöyle bir gö� attıktan sonra büfeye doğru yürüdü. Kiyatkin onu
görünce sevinmişti:
- Aleksey İvanoviç! diye haykırdı.
Yakışıklı adam geldi ve oradakilere önem vermiyormuş gibi
bir davranışla elini uzattı.
- Tanışın, baylar. Teğmen Puhov.
157
- Ben, Siderov, diye kendini tanıtan yakışıklı adam alaycı bir
sesle ekledi: Rütbem ve mevkiim sizi ilgilendiriyorsa, söyleyeyim,
Moskova Ekonomi Milis Örgütü'nde çalışıyorum.
ViKTOR İVANOVİÇ
POLİTİK ÜoGRULTOSUNU ÜEGİŞTİRİYOR
Gün geçmiyordu ki, ayaklanma ve başkaldırma olmasın. Şe
hirler ayaklanıyor, köyler ayaklanıyor, demiryolu istasyonları ve
posta-telgraf dairelerinde başkaldırmalar oluyordu. Tren katarlan
na, vapurlara elkonuyor, bankalar soyuluyordu. Vatan kurtarmak
için ortaya atılanların sayısı az değildi. Kuş uçmaz kervan geçmez
Grohovets ilçesinde ya da ıssız Alatir'de, yine aynı durumda olan
Çuhloma'da, kendi aile ve komşularından başka kimsenin ne adı
nı, ne sanını bildiği Penkin veya Belkin gibileri, etraflarına birkaç
kişiyi toplayarak, Bolşeviklere karşı "Haçlı seferleri" ne girişiyorlar
dı. Beş kişiden tutun da elli kişiye kadar müfrezeler vardı. Yani ki
min gücü ne kadar yeterse o kadar toplayabiliyordu. Yerel şfıra yö
neticilerinin acemilikleri, Bolşevik örgütlerinin sayıca azlığı, özel
likle bazı yerlerde işçi bulunmayışı, bu ayaklanmalar için elverişli
koşulları hazırlıyordu. Orta ve küçük çaplı serüvenciler, başlangı
an güç old\lğu sanısındaydılar. Bunlar, örneğin, Yürivest'ten, Ele
bug' dan veya başka yerden başlayacağız ve ayaklanma dalga dal
ga Moskova'ya kadar genişleyecek, diyorlardı. Eylem çevreleri
kendi deyişleriyle "sınırlı olan" birçok elebaşı, bir soygun yapıp or
tadan kayboluyordu.
Şairler Kahvesi'nde Kiyatkin'in Sergey Puhov'a tanıştırdığı
kara kaşlı, yakışıklı adam, bu orta çaplı serüvencilerden biriydi.
Moskova'ya karşı "kutsal seferi"ne (bu "kutsal" sözcüğünü mutla
ka kullanacaklardı) şubat ayında Elatma'dan başlamaya hazırlanı
yordu. Ne var ki, yirmi yedi kişilik, "Bolşeviklere karşı kutsal kin
duygusu ile dolu, kahraman" ordu, Deri Fabrikası işçileri tarafın-
1 58
dan tuzla buz edildi. Elatma silahlı kuvvetleri "başkomutanı" Ge
orgi Petroviç Avaev, ilçe bankası soygununda ele geçirilen parayı
cebe indirmeye muvaffak olarak soluğu Moskova' da aldı. Banka
mahzeninden alınan paralar, harekatın tek zaferiydi. Avaev, Mos
kova'da, Suharevka'da sağladığı sahte belgelerle Aleksey İvanoviç
Sidorov oldu. Eski subaydan, her türlü işi yapmaya hazır iŞsiz ay
dına dönüştü.
Elatma Bankası soygunundan ele geçen paralar çabucak eri
meye başladı. Kadeh arkadaşlanndan biri, Avaev'i, Bolşaya Pol
yanka'daki eski Kurliyandiya Aşevi'nde öğle yemeklerini yemeğe
razı etti. Ilımlı fiyatlı yemekleri peşin para il� yiyorlardı. Her yeme
ği değil, ancak önceden ısmarladıkları yemekleri yeğliyorlardı.
Üçüncü gün masalanna, henüz otuzunda olmayan biri otur
du. Konuşmaya başladılar. Yeni gelen, kendişi için hiçbir şey söy
lemiyor, sadece sorular soruyordu: "Kimdi?", "Nereliydi?", "Çok
tan mı Moskova'da bulunuyordu?", "Orada bulunmuş muydu.",
"Rütbesi neydi?"
Avaev, ona:
- Siz, dedi, ya çok cesursunuz ya da provokatör. İster misi
niz şimdi bir milisyoner çağırayım?
- Buyurun, çağırın. Fakat, unutmayın ki, bunlar sizin son
sözleriniz olacaktır.
- Hiçbir şey yapamazsınız bana.
Yeni gelen nezaketle yanıtladı:
- Yalnız tek bir şey yapabilirim. temiz bir dayak atanm. Siz,
eski bir subaysınız. Belgeleriniz sahtedir. Ve cebinizde tek bir ko
peyka bile yoktur. Size iyi bir durum sağlayacağım. Yalnız sorduk
lanma doğru yanıtlar vereceksiniz. Öğreniminizi nerede gördünüz?
Lisede. Altıncı sınıfa kadar okudum.
Beni sivil öğrenim ilgilendirmiyor. Askeri okul ilgilendiri-
yor.
1 59
Vilno Askeri Okulu'nu bitirdim.
Rütbeniz?
Kurmay yüzbaşı.
Doğum yeriniz?
Elatma. Soylu ailedenim.
Çok iyi.
Ve elini uzath. Küçük, fakat sağlam bir el:
- Ben, Arnolt Pinka.
Şairler Kahvesi'ndeki görüşmeden üç gün sonra, Avaev, Pin
ka ve Puhov, aynı Kurliyandiya'daydılar. Bir gün sonra da, Osto
jenka'daki Küçük Paris Oteli'nde Georgiy Avaev, komutan adayı
Sergey Puhov'u, Savinkov'un yardımcısı kıdemli yüzbaşı Kazar
novski'ye takdim etti. Vatan ve Özgürlükleri Savunma Birliği'nin
yeni üyesinin takdimi sırasında, Avaev, tüzük gereğince, en gerek
li bilgileri verdi; doğum tarihi, sosyal kökeni, askeri öğrenimi ve
son görevi. Ve sonuç olarak, coşku ile ekledi:
- Davamıza son derecede bağlıdır. Kremlin'dekilerden bü
tün kalbiyle nefret etmektedir. Her özveriye hazırdır.
Kazamovski, Puhov'un, elini sıkı sıkıya sıkhktan sonra sordu:
- Tüzüğü okudunuz mu? Bir kuşkuya düşerseniz, dü-
şünmek için serbest birkaç gününüz var mı?
- Hiçbir kuşkum yok.
- Çok memnunum.
Dışarı çıkhkları zaman Kazamovski Avaev'e şu emri verdi:
- Üç gün sonra teftiş var. Hazırlanın!
Akşamüstü saat alhya doğru, dairelerde iş saatinin sona erme
sinden biraz önce, PreÇistenski bulvarında, elinde budaklı bir sopa
olan bir ihtiyar, Arbat meydanından bakınca sağda, Gogol heykeli
nin yakınında bulunan peykeye doğru, ayaklarını sürüye sürüye
ilerliyordu.
Sırhnda, eski püskü, tümü yağ lekeleri içinde bir palto vardı.
Ayaklarındaki yama yama üstüne vurulmuş deri galoşları ondoku-
160
zuncu yüzyılın ikinci yansından kalma idi. Kramskoy ve Perov'un
çağdaşları olan ressamlann giysilerinin zorunlu bir öğesi olan ge
niş kenarlı şapkası da o dönemin bir arhğı idi.
Akşam sıcağına karşın paltosunun yakasi kalkıkh ve beyaz sa-
kalını kapahyordu. .
İhtiyar zorlukla peykeye çöktü, sopasına dayandı, geniş bir
nefes aldıktan sonra, gözlerini yan kapayarak öylece donup kaldı.
Albay Perhurov da, hemen hemen aynı süre içinde karşı pey
keye oturdu. Yıpranmış subay şapkasını çıkarıp sol yanına koydu.
Beyaz mendiliyle alnını kuruladı ve mendil elinde oturmasını sür
dürdü.
Bulvarda tek tük insan vardı, torunlarıyla ihtiyar kadınlar ve
kimseye aldırış etmeden konuşan birkaç çift.
Arbat meydanından gelip düşünceli Nikqlay Vasilieviç Go
gol'ün heykeli önünden geçenler de azdı, öncelikle orta ve genç
yaşta insanlardı. Bulvara gelir gelmez, sanki komuta almışlar gibi
şapkalarını çıkarıyor ve sol ellerine alıyorlardı.
Hi'çbiri durmuyor, Perhurov'a bakmıyor, oturmuyor, dingin
likle, fakat çabuk çabuk geçiyorlardı, ancak gençlerden bazıları ih
tiyara şöyle bir göz atıyorlardı.
Sergey Puhov, sonuncular arasındaydı. Paltosunun düğmele
rini çözmüştü üniversite öğrencisi şapkası sol elindeydi, ayakların
da, bir gün önce Suharevka' dan sahn alınan kalın "Aleriman" pen
çeli ayakkabıları vardı.
Perhurov, tam saat yedide kalkh, ağır ağır aşağı doğru yürü
meye koyuldu. İhtiyar da peşinden gidiyordu. Albay, kilise ardın
da bulunan küçük bir eve girdi, ihtiyar da ardından ...
Perhurov tarafından terslenseyd.i, Kıdemli Yüzbaşı Kazar
novski daha memnun olacakh. Onun coşkun karakterini bilirdi, ba
zen deliye dönerdi. Fakat Perhurov bunu yapmadı, öyle bir horla
yıcı nezaket içindeydi ki, yerin dibine batmak işten değildi.
161
- Çok sayın Pötar Mihayloviç, müsaadenizle sorayım: Bu re
zilce giysiyi nereden buldunuz? Bir tiyatronun gardrobundan
ödünç mü aldınız? Ve şunu da sormama müsaade edin: Bu sempa
tik şapkayı da nereden sağladınız? Büyük dedenizden miras mı
kaldı? Ve şunu da sormak cesaretinde bulunacağım: Bu sakalı su
ratınıza kim yapıştırdı? Bu rezilce giysiyle bir daha görmeyeyim si
zi! Anladınız mı?
İyi ama, ben her zamanki giysiyle gelemezdim buraya.
- O da nedenmiş?
- Kendimi gizlemem gerekirdi.
Perhurov kendini tutamadı:
- Bu, bir konspirasyon değil, delilik. Çekistlere özgü bir ya
banilik. Kaç kişi saydınız?
Yüz on yedi.
- Bense yüz on dokuz.
- Belki bazıları gözümden kaçmıştır. Yüz yirmi kişinin geç-
mesi gerekiyordu. Teğmen Kozlovski hasta ...
Konuşma her şeye karşın tatlıya bağlandı. Perhurov, sonuçla
masını yaparken şaka yapmak lütfunda bile bulundu:
- Teftişten, sakalınız dışında, genellikle memnunum. Cesur
çocuklar...
"Vatan ve Özgürlükleri Savunma Birliği"nin cesur çocukları
sayıca her gün artıyordu. Gizli karşı-devrimci örgüte daha fazla es
ki subaylar üye oluyordu. 1918 yılı baharında, başkentte birkaç bin
eski subay toplanmıştı; kimisi hastanelerdeki tedavilerinden sonra
cepheye dönmemiş, bazıları türlü türlü nedenlerden dolayı kendi
şehirlerinden kaçmış, bir kesimi de iş bulmak için gelmişti. Dev
rimde iflas etmiş eski büyük zenginler de vardı aralarında. Bunlar,
"Vatan ve Özgürlükleri Savunma Birliği"nin en öfkelileriydi.
Aydınlar da vardı; 1915 yılında askere alınan ve çabuk elden
alaylı subay yapılan öğretmen ve üniversite öğrencileri. İçlerinde,
1 62
Sovyet egemenliğinin Rusya'yı felakete sürükleyeceğine candan
inanmış insanlar da bulunuyordu, bu yüzden, Rusya'yı "barbarlık
tan" kurtarmak için savaşmak kararındaydılar.
Subaylann önlerinde yürüyecekleri birçok yollar vardı.
Yolun biri, Sretenkaya, Rusya çapında Kızıl Ordu'yu örgütle
me şubelerinin bulunduğu binaya götürüyordu, orada Kızıl Ordu
Bölge Komiserlikleri kurulmuştu. Her köşeye yapıştınlmış duy
urular, Bolşevik gazetelerinde yayımlanan çağnlar Kızıl Ordu'ya
gönüllü yazılma çağrılarında bulunuyordu.
Birçoklan bu çağnlara uyarak geliyor, yazılıyor ve çok geçme
den, Mihaylovski çiftliği ya da Orşa civarınd"-ki cephelere sevkedi
liyord u. Yalnız bir günde, on beş Nisan'da, Danilovski Komiserli
ği'ne iki yüzden fazla gönüllü yazılmıştı. Bunların otuz yedisi su
baydı.
Mihail Lukin'le Genelkurmay' dan Albay İvan Nikolaeviç
Strukov da gönüllüler arasındaydı. Bölge Askeri Komiseri Bolşevik
Ribin, Strukov'u derhal tanımış ve seferberlik harekat kesimine
başkan olarak atamıştı.
Albay Strukov'la Astsubay Ribin ve daha birkaç asker, 1915
yılı Şubatında, çemberden kurtulmak için, Avgust ormanlarında
iki haftadan fazla dolaşmışlardı. Ribin, Serski Les köyündeki bir sa
manlıkta, beş gün yaralı Strukov' a bakmış, geceleri, yiyecek bula
bilmek için boş evlerde arama yapmıştı.
Bir insanın candan konuşabilmesi için beş gün yeterlidir ve Ri
bin, albayın, Rusya'nın başına gelen felaketler karşısında ne derin
aalar çekmekte olduğunu yakından görmüştü. O zaman, yani 1915
yılının Şubat ayında, Ribin, belirli nedenlerden ötürü, ölümden
kurtardığı albaya, kendisinin, daha 1905'te yani on sekiz yaşınday
ken, İvanovo-Voznasensk'te Bolşevik Partisi'ne üye olduğunu söy
leyemezdi.
Albayla askeri, tamamıyla olmasa bile birbirlerini anlamışlar-
1 63
dı. Bundan sonra savaş, kendilerini değişik yerlere atmışh. Ve şim
di işte, hiç beklenmedik bir zamanda yeniden birleşmişlerdi.
... Eski subayların önünde birçok yollar vardı. Herkes, kendi
ne en elverişli olanı seçiyordu.
''Vatan ve Özgürlükleri Savunma Birliği" güçleniyordu. Sa
vinkov, Merkez Karargahı üyelerine, her toplanhda şunu belirt
mekten geri kalmıyordu:
- Bolşevikler arasında çalışan bizim adamlarımızı arayıp
bulun!
Bir gün, kestane saçlı ve Scherlok Holmes suratlı birini getirdi
ler Perhurov'un yanına,
- Kremlin' den. Sağlam adam, diye tanıthlar.
Perhurov, kendisiyle nezaketle konuştu, sorular sordu ve do
ğal olarak hiçbir ödev vermedi. Kim olduğunu araşhrdılar, adının
Smoleviç ve Odesalı olduğunu öğrendiler. "Çok uzak memleketler
den" gelirken Moskova'ya uğramış, silahlı bir soygun yüzünden
içeri düşmüş, mali bakımdan çok ağır durumdaymış. "Birlik"in
Kremlin' den adam aradığını nereden öğrendiğini bir türlü anlaya
madılar.
Bir gece işçi nöbetçi, Parfönövska' daki "Eynem" Fabrikası ya
kınından geçerken silah sesi ve bir haykırış duymuş. Sesin geldiği
tarafa koşmuş ve kaldırımda bir cesetle karşılamış. Üzerinde hiçbir
belge yokmuş. Sadece, ceketinin astan arasında, Smol.eviç adına,
Odesa mühürlü bir mektup bulmuşlar. Albay Perhurov'un emri
böylece yerine getirilmiş.
Buna karşılık, Moskova Ekonomik İşler Milisi Şefi Vodenni
kov'la ilişkiler iyi sonuç verdi. Vodennikov gerçekten güvenilir
adamdı; sahte belgeler sağlıyor, tabanca ve mermi veriyor, gerekli
kişileri ve bu arada Pinka'yı işe yerleştiriyordu.
Perhurov'un casuslarına, Ribinsk, Yaroslavl ve Murom'a yol
culuk belgeleri sağladı.
1 64
Casuslar gittiler ve şu bilgileri gönderdiler: Ribinsk'teki topçu
depolarında milyonlarca tüfek mermisi, binlerce top mermisi ve iki
yüzden fazla yepyeni top var. Yaroslavl'da kendi haline bırakılmış
zırhlı otomobiller bulunuyor, yerel Bolşevik yöneticiler bunların
varlığından bile habersiz. Murom'da Sovyet askeri karargahı bu
lunmaktadır. Bu yüksek askeri şuranın korunması birkaç askerin
elindedir.
Bu derecede önemli haberleri öğrenen Savinkov'un yabancı
dostları daha cömert davranmaya başladılar. Sorular soruyor, din
liyor, övüyor, fakat sadece vaadle yetiniyorlardı, daha sonralan, el
li bin, bazen de yüz bin ruble "sadaka" vermeye koyuldular. İyi
_
ama, sadaka ile ne iş görülebilirdi ki ... Boris Viktoroviç, Konsolos
Grönar'la yaptığı bir konuşmada memnuniyetsizliğini belirtti.
Ve müttefikler, allaha şükür, kesenin ağzını açhlar. Aşın dere
cede bir yekun da olmasa -yine de az sayılmaz- bir defada iki mil
yon birden verdiler.
Artık bu para ile bir şeyler yapılabilirdi. Elbette ki, SQvyet ik
tidarını devirmek için yeterli bir yekun değildi. Bu iş için büyük ka
pital gerekliydi. İyi ama, hiç olmazsa bir gürültü koparılabilirdi.
Moskova'da askerlerinin sayısı beş bini aşmışh. Bir an önce
harekete geçmek için sabırsızlanıyor, sinyal bekliyor, "Neden geci
kiyoruz yahu?" diye heyecanlanıyorlardı. Ve birden, bir sürpriz;
nerec'en, biliyor musunuz? ÇeKa'dan değil, allah göstermesin! Bo
ris Viktoroviç'ten!
Bir gün, Genel Karargah'ını hiç beklenmedik bir anda toplan
tıya çağırdı ve soğuk bir sesle konuştu:
- Moskova'da ayaklanmaya kalkışmak tamamıyla anlamsız
bir iş! Kremlin'i ele geçirebiliriz! Bunun için elimizdeki güç yeterli
dir. Lenin'i öldürebiliriz! Komserleri kurşuna dizebiliriz!
- İyi ama, bütün bunlar sadece bir başlangıç! İşin en güç ya
nı bundan sonrasında. İktidarı elde tutmakta! Oysa biz, ne kadar
165
da acı bir gerçek olsa söylememiz gerekiyor, bu büyük şehirde ik
tidan elimizde tutamayacağız! Evet, evet, baylar tutamayacağız!
Baylar, affınıza dayanarak söylemeliyim ki, ben serüvenci değilim.
Her şeyi tarttım, ölçtüm. Ben, taşımacılığın bu korkunç durumun
da, Bolşeviklerin, başkent nüfusunun iaşesini nasıl sağlayabildikle
rine şaşıyorum. Sözlerimin doğru anlaşılmasını rica ediyorum: Bu
sözlerimle düşünsel düşmanlanma hayran olduğumu belirtmek is
temiyorum! Biz, Moskova nüfusunu besleyemeyiz. Evet, baylar,
besleyemeyiz! Çok iyi biliyorsunuz ki, aç çocuklann analarından
daha korkunç, daha kararlı hiçbir şey yoktur! Anımsayın baylar,
Petrograd'daki Şubat Devrimi'ne kimler başlamıştı!
General Riçkov, konuşmadı, hırladı:
- Öyleyse öneriniz nedir? Belki de hepimizin, toptan Re-Ke
Pe-Be'ye (Rusya Komünist Partisi Bolşevikler'e) girmemizi önere
ceksiniz?
Savinkov, dingin devam etti, fakat sesinde bir alay seziliyor-
du:
- Aziz general, Bolşevikler, yazık, sizin deyişinizle, toptan
üye almazlar. Fakat, bir yandan da, benim söyleyeceklerimi önce
den söylemiş oldunuz. Ben tam onlara ilişkin birkaç söz söylemek
niyetindeydim. Biz, beŞ bin kişiyiz. Onlar bizim iki katımız, aziz
general. Beni nasıl isterseniz öyle suçlandınn, ama şu gerçeği de
söylemeliyim: Lenin' in her yandaşı üç kişi için dövüşecektir! Sayın
b.1ylar, bu gerçek ne kadar da acı olsa bir gerçektir! Onlar fanatik
tırler, gerektiği zaman derhal ateşe atılırlar. Şimdi yine soruna dö
nelim, dostlar. Haritaya şöyle bir göz atın. Doğrultumuzu değiştir
mek zorundayız. Yaroslavl, Ribinsk, Kostroma, Kazan ve Mu
rom'dan başlamak gerekiyor. Yaroslavl ve Kostroma'yı aldık mı,
Bolşeviklerin kuzeyle bağlantısını kesmiş olacağız. Ribinsk' de bü
yük topçu depoları var, bunlar gerekli. Bolşeviklerin karargahı ise
Murom'da. Kazan, Çekoslovaklar eyleme geçtikleri takdirde bizim
1 66
rezerv kozumuzdur. Kostroma. Ipatievsk manashrı. Tarihi anımsa
yın, baylar. Sorun Romanovlar sorunu değildir. Rus devletinin kö
kü oradadır! Ve cephane de gayet bol. Ve son oarak size en önem
li haberi bildirmek istiyorum. Fakat, en ağır işkenceye tabi tutulsa
nız bile bunu ağzınızdan kaçırmayacaksınız.
Savinkov, dinleyenlerini bir daha gözden geçirdi, özellikle
Riçkov'a sert sert baktıktan sonra devam etti:
- Susacaksınız! En iyisi bunu belirli bir zaman unutmanız
gerekecektir. Bizim eyleme giriştiğimiz gün ve saatte müttefikler,
Ahangels' e çıkarma yapacaklar ve bizimle birleşmek için harekete
geçeceklerdir. Bizim için en önemli hareket �oktası Yaroslavl'dır.
Bu yüzden, albay Perhurov'u Yaroslavl birliğinin komutanı olarak
atadım. Moskova'da, Avaev'in komutasında bir alay kalacaktır.
Bundan sonra Savinkov'la Perhurov, ete�i birliklerin komu
tanlarına Moskova'dan ayrılacaklarını anlathlar: "İlk önce komu
tanlar ve karargah subayları aynlacaktır. Ötekilerini kabul etmek
için. Birliklerinize söyleyin; yolda hiçbir askeri kenuda konuşma
yacaklardır. Kimi artist, kimi hamal, kimi karaborsacı, kimi de sa
vaş tutsağı kılığında olacak ve buna uygun roller yapacaklardır."
Ve Savinkov bir tavsiyede daha bulundu: "Harekat sırasında
her asker ve subay, sol yenine Georgiyev şeridi dikecektir. Ne ol
duğu belli olsun diye. Bayraklarda haç olacaktır. Apoletler sadece
kahverengi olacaktır. Altın apolet kesinlikle yasaktır!"
1 67
Andrey'i ameliyattan sonra koridordan geçirirlerken sımsıkı
dudaklarını, ak alnını, açık ve hareketsiz gözlerini gören Nadya, öl
düğünü sanarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Olga kendisini
teselli etti:
- Narkozun etkisi geçince bu belirtilerin hepsi kaybolacak.
Fakat, bu etki çabucak geçmedi. Andrey, zaman zaman kendi
ne geliyor, Nadya'yı tanıyor, bir şeyler söylemeye çalışıyor, lakin
dili dönmüyordu. İki-üç gün sonra:
- Bizimkilere henüz yazma. Annemi telaşlandırmayalım, ri
casında bulundu ve sonra ekledi: "İyileşeceğim ben."
Malgin'le Mahover ziyaretine her gün geliyorlardı. Birer not
bırakıyorlardı. Olga bunları Andrey'in çekmecesine bırakıyor,
dostlarına da, "Size selamları var." diyordu. Peters, ancak şunu
söyleyebildi: "Cerjinski sana yazılı olarak teşekkür etti, bu konuda
özel bir emir hazırlattı."
Bu dünyada her şey gelip geçicidir: Andrey'in ağır durumu da
geçti. On gün sonra kalkmaya, daha üç gün sonra da, -ilk önce 01-
ga'nın yardımı ile de olsa- yürümeye başladı.
Üçüncü haftanın sonunda kendisine, avluya çıkma ve istediği
peykeye oturma müsaadesi verildi. İlk yaz güneşi alhnda güneş
lenmek, çam kokulu temiz hava almak, soğuk kıştan kurhılan ser
çelerin oynaşmalarını seyretmek pek hoşuna gidiyordu.
Acılar içinde geçen aylardan sonra Andrey, son zamanlarda
kendi başına kaldığı anlarda düşüncelere dalmak olanaklarını bu
luyordu. Fakat, derhal çözüm bekleyen sorunları değil, perspektifi,
ilerisini düşünüyordu.
ÇeKa'da çalışmayı kabul etmekle iyi rni yapmıştı, bunu önce
leri de düşünmüştü. Bütün ömrünce böyle mi yaşayacakh? Neden
bütün ömür boyu böyle olacakmış! Bu saldırılar bir gün son bula
cak, anarşistler anarşistliğin anlamsızlığını anlayacaklar, hırsızlar
ve karaborsacılar soygundan vazgeçeceklerdi. Bütün bunların son
1 68
bulması olasıydı. İyi ama, ne zaman? Bir yıl ya da üç yıl sonra mı?
Bu işten bir an önce çekilip de işliğine dönse? Öğrenimine devam
etse? Gerçekten de, o kadar da hoş olmayan bu zanaatta ömür bo
yu kalmamalıydı. "Amma da yaphn ha! Bütün ömür... Hem de ya
şamımı adamak... Kendim için pek acayip düşünceler bunlar. Hem
de yüksekten düşünmeler... Kendimi adamak... İşleri galiba karma
şıklaşhnyorum. Daha sade yaşamam ve bu kadar derinlere dalma
mam gerek. İnsan böyle derin derin düşünmeden de yaşayamaz
mı! Düşünceler birbirini izliyor. Diyelim ki işliğe döndüm. Orası el
bette daha dingin. Kimse bumuna tabanca dayamayacak. Filatov
lar yok orada. Belki de sıkılacağım. Elbett� sıkılacağım. Belki de bu
işe alışhm arhk... "
169
- Dünyanın sonu gelmedi ya. Bunun yarını da var, diyordu.
Ölçülü hastane yaşamı -doktorların sabah viziteleri, prosedür
ler, ziyaretler- beklenmedik bir anda allak bullak oldu ve Mosko
va' da yürü tülmekte olan görünmeyen savaşın yankılan buraya da
ulaştı.
Yirmi altı Mayıs sabahı, Martinov, her zamanki peykesine he
nüz oturmuştu ki, Olga yanma gelip yerleşti.
- Andrüşa, önemli bir sorun üzerinde seninle görüşmek is
tiyorum, dedikten sonra, kendilerini bir dinleyenin olup olmadığı
nı anlamak için etrafına dikkatle bakındı:
- Üçüncü odada İvanov adlı bir çocuk var. Herhalde gör
müşsündür. Olsa olsa on altı, en çok on yedi yaşında. Şimdi iyileş
me döneminde bulunuyor. Çoktan beri peşimde. Bana aşk ilan edi
yor. Dün şunları söyledi: "Sizi çok seviyorum. Bu yüzden, sizi bü
yük bir tehlikeden kurtarmak istiyorum. Derhal Moskova'dan ay
nim. Bir araç bulamazsanız, yaya aynim." "Neden?" diye sordum.
"Çünkü," dedi, "Bugünlerde Moskova'da büyük bir kıyım olacak.
Bizimkiler... -evet, öyle dedi.- Bizimkiler bütün Bolşevikleri ve bu
arada onların en büyüğü olan Lenin Ulyanov'u öldürecekler.
Kremlin'i ele geçirecekler. Bolşevikler, elbette, eli kolu bağı kalma
yacaklar ve büyük bir kıyım olacak." "Benim babam da Bolşevik.
Demek ki onu da öldürecekler." dedim. "Mutlaka. Hepsini telgraf
direklerinde sallandıracaklar. Uyar babanı." diye yanıt verdi.
Sen de uyardın mı? diye sordu Martinov.
- Babam Petrograd'da. Sverdlov yolladı oraya.
- Olga, bu sorunu kimseye açma. İki olasılık var; İvanov, ya
fantazör ya da ...
- Eskiden askeri okul öğrencisiymiş. Bunu kesinlikle biliyo
rum. Ve her gece bir yere gidiyor.
Andrey, Olga'nın anlathklannın hepsini Malgin aracılığı ile
Peters' e bildirdi.
170
Ve İvanov gözetim altına alındı. Yattığı odadakilerden ikisi iyi
leştikleri için taburcu edildi. Boşalan yataklardan birine, sözde çatı
dan düŞmüş ve beyin sarsıntısına uğramış biri yerleştirildi. Gerçek
te bu "çatıcı" ÇeKa mensubuydu. Hastanenin dış kapısında da iki
Çekist geceli gündüzlü nöbet tutuyordu. Çekistler, İvanov'u daha
yakından tanımak için, sıl.ç,,sık dçaha"nın ziyaretine geliyorlardı.
Ne var ki, İvanov, sanki kasten, hiçbir yere çıkmıyor, sessizce
yatıyor, "Niva" dergisi kolleksiyonlannı kanştınyordu. Ayaklan
ma konusunda bir daha Olga ile konuşmadı. Hemşire, ilaç vermek
üzere yanına gittiği zaman, sadece gülümsemekle yetiniyordu.
Bir gece, "çatıa" onun ağladığını duydu.
Malgin, Andrey'in ziyaretine geldiği zaİnan, "bunun bir tahta
sı noksan galiba" anlamında eliyle bir işaret yaptı.
Üçüncü gün akşam vizitesinden sonr�, '?lga, Andrey'e ilaanı
verirken, fısıltı ile:
- Giyiniyor... dedi.
İvanov, Malaya Levşinska'ya geldikten sonra etrafına ba�ndı,
gözeticileri görmeyipce, 3 numaralı eve doğru yürüdü. Dış kapı
önünde biraz dolaştı, yine etrafı kolaçan etti ve kapıdan içeri daldı.
Yanm saat süre ile, iki-üç dakikada bir, birkaç kişi daha, etra
fa bakındıktan sonra içeri girdi.
Küçük eve, on biri erkek ve ikisi kadın olmak üzere on üç kişi
toplanmıştı. Masa üzerinde, bir piyade alayının şeması vardı. Ma
sa altında, büyük parçalara bölünerek buruşturulmuş bir kağıt bu
lundu, herhalde küçük küçük parçalama olanağını bulamamışlar
dı. Bu, daktilo ile yazılmış "Vatan ve Özgürlükleri Savunma Birli
ği" programıydı. Bütün tutuklananlarda, "O.K." harfli üç köşe gi
riş kartları ele geçti.
Bir tomar da para buldular, saydılar, yirmi beş bin rubleydi.
Malgin birkaç defa sordu:
- Yurttaşlar, kimin bu paralar?
171
Sahip çıkan bulunmadı. Bunun üzerine Malgin:
- Mademki, sahipsiz, memleket hesabına bir gelir kaydede
ceğiz, dedi.
En fazla belge, Avaev Sidorov'un üstünde çıkh: Moskova Eko
nomik İşler Milisi olduğuna dair görev belgesi, "İzvestiya" gazete
si yayıcısı olduğuna dair belge, Merkez Yürütme Komitesi temsil
cisi olduğuna ilişkin sahte belge.
Arnolt Pinka'da, 1 84'üncü Alayda albay olduğuna ilişkin bir
belge ve ayrıca, ''Yaroslavl Şürası Üyesi" olduğuna ilişkin bir baş
ka belge bulundu.
Malgin, belgeleri incelerken:
- İşinizi sağlama bağlamışsınız, diye söylendi.
Çekistlerin birden odada görünmeleri, en fazla, Yüksek Tek
nik Okul öğrencisi olan Nikolay Korotnev'i şaşırth.
- Ben burada başka bir amaçla bulunuyorum, yoldaşlar, de
di. Akıl almaz bir iş bu. Beni buraya matmazel Golikova çağırdı,
Bir gece eğlencesine gideceğiz, dedi. Ve ben de geldim. İşin doğru
su bu ... Ben, matmazele karşı ilgisiz değilim, önerisini reddedeme
dim. Veroçka, lütfen anlat, söylediklerim doğru, değil mi?
Veroçka doğruladı:
- Yalan değil. Yalnız bir ayrıntıyı belirtmeliyim, çağırmamı
kendisi ısrarla istedi.
Gece yansını iki buçuk saat geçe, tutuklular götürülürken, İva
nov, merdivenden inerken, gizlenmek amaa ile kaçma girişiminde
bulundu, aralarında biri çelme takınca düştü ve köprücük kemiği
kırıldı.
Avaev-Pinka grubunun tutuklandığı Cerjinski'ye bildirildi.
Feliks Edmundoviç, belgeleri ve özellikle piyade alayı şemasını ve
"Vatan ve Özgürlükleri Savunma Birliği" programını dikkatle göz
den geçirdi:
- Çok ciddi bir iş bu, yoldaşlar, çok ciddi. Kendileriyle kişi-
1 72
sel olarak görüşmek istiyorum. Çağırın bana şu Amolt Pinka'yı,
dedi.
Pinka, ilk önce ıkmık etti, "Rastgele uğramıştım. Hiçbir şeyden
haberim yok." dediyse de, sonradan susmayı yeğledi. Açıkça görü
lüyordu ki, söze nereden başlayacağını düşünüyordu.
Pekala, dedi... Her şeyi anlatacağım. Yalnız bir koşulla.
- Söyleyin koşulunuzu.
- Yaşamak istiyorum. Yaşamıma dokunmayın. O zaman iğ-
neden ipliğe her şeyi anlatacağım.
Dokunmayacağız.
Namus sözü mü?
Evet.
Z.apta geçirilsin.
Pinka anlatmaya başladı. Tutuklanapla!ln, piyade alayı kur
may üyeleri olduğunu söyledi. Avaev, komutandı. Ondan yukarı
zincirde bulunanları sırası ile bilmiyordu. Generalleri Dovgert'ti.
Bu adamın şimdi nerede bulunduğunu bilmiyordu.
Cerjinski, sert bir sesle:
- Hepsi bu mu? -diye sorunca Pinka sarardı, bunun üzerine
Cerjinski şöyle devam etti- Telaşa düşmeyin. Sözümü tutacağım,
iyi ama, siz sözünüzde durmadınız, sorunun en önemlisini gizle
mek istiyorsunuz. Yöneticiniz kim?
- Namus sözüme inanın ki, bilmiyorum. Bütün işler derin
bir gizlilik içinde yapılıyor. Bana da pek güvenmiyorlar. Çünkü bi
zim işlerin haşan şansından kuşku duyuyorum.
- Terörcülük durumunu anlatın. Kimleri öldürmeyi planla-
mıştınız?
Bu konudaki konuşmalara ben katılmadım.
Kimler katıldı öyleyse?
Hepsi.
Demek ki, siz de?
1 73
En başta Lenin'i öldürmeye hazırlanıyorlardı.
İkinci?
Galiba Sverdlov'u.
Ve daha kimleri?
Sizi.
Daha?
Söyledim, sizi.
Size şunu sordum, daha?
Çok...
Komploları kim hazırlıyordu?
Ben.
Cerjinski candan güldü:
- Ah sizi gidi kurnaz! Size söz verdiğimi bildiğiniz için bü
tün kabahati kendi üzerinize alıyorsunuz. Terörcülük görevinin si
ze verilmesi olanaksızdır.
Pinka kırgın bir tutum aldı:
- Neden olanaksızmış?
- Siz korkaksınız, Pinka. Kazan'daki durum için neler bili-
yorsunuz?
Pinka yine sapsarı kesildi. Hızlı hızlı konuşmaya başladı:
- Kazan, Gorna sokağı, Yaçenko'nun eski evi, numara 5. Bi
zimkilerin İvan İvanoviç dedikleri adam orada oturuyor. Silah de
posu da aynı evde. Sözü geçen İvanoviç, gidenlere gizli adresler
veriyor.
Pinka sorgunun sonlarına doğru neşelendi:
- Şu üniversite öğrencisine gelince, onun gerçekten de hiçbir
ilişiği yok. İyice aşık. Avaev, bu yabancıyı getirdiği için Verka'yı to
katladı.
1 74
Kendisine karşı çok dikkatli davranılmalı ...
Ertesi gün Malgin, İvanov'un yanına gitti. İ vanov, yorganına
iyice sarınarak, başını da örterek, ona arkasını döndü. Sorulan ya
nıtlamaya hazır olup olmadığı sorusuna:
- Siz kalpsiz hayvanlarsınız. Hastayım ben. Bırakın beni ra
hatıma! çığlığı ile yanıt verdi.
Malgin, bir şey demeden yanından ayrıldı.
Beş-altı gün sonra İvanov artık bir hayli iyileşmiş durumday
dı. Peters geldi yanma. Oturdu, başını okşadı:
- Ah bre çocuk... Kaç yaşındasın? On beş mi? Daha mı kü
çük? Pekala. Yat. İyileş. Kötü insanlar arasına düşmüşsün kardeş.
.
Malgin'e, bizim kalpsiz hayvanlar olduğumuzu söylemişsin. Oysa
asıl hayvan, senin komutanın. Senin gibi bir çocuk serüvene itilir
mi hiç yavru ...
İvanov, ertesi gün bütün gün upuzun yattı. Getirilen yemekle
re bakmadı bile. Akşamüstü kalktı, demir parmaklıklı pencereden
uzun zaman avluyu seyretti. Bumu sivrilmiş, yanak.lan çökmüştü,
gözleri derin bir hüzün içindeydi.
Akşam yemeğini getiren hasta bakıcıya:
- Peters'le görüşmek istiyorum, bildirir misiniz kendisine?
diye sordu.
- Elbette bildiririz. Yalnız artık geç.
İvanov ayağa fırladı:
Derhal istiyorum. Anlıyor musunuz, derhal. Yoksa çıldıra-
cağım.
Olur, canım. Bir çaresini bulacağız.
1 75
öldü, babamı unutamadı. Bana, her şeyi anlat, demeyin, sonra bel
ki de yanlış anlarsınız beni. Babamı gözlerimin önünde öldürdüler.
O zamanlar on bir yaşındaydım. Şimdi yaşım on alh. Geçenlerde
doğru tahminde bulundunuz. Dünyada kimsem yok. Geçen kış,
yaşım on alhyken cepheye kaçhm. Bir rastlanh olarak babamın ar
kadaşları arasına düştüm. Kabul ettiler beni. Savaşhm. Keşfe gön
derildim. Yaralandım gerçi. Fakat, hafif bir yaraydı bu. Benim için
"Rusya", "imparator" sözcükleri, başımı döndüren ispirtolu içki
lerdi. Coşkudan nefesim kesiliyordu. Karşımda çar aleyhinde bir
söz söylediler mi, ağlayacağım geliyordu. Teğmen Terentiev, bir
gün bana doğru nefes nefese koşarak gelip de, "Nikolay tahttan
vazgeçti," dediği zaman, suratına bir tokat aşkettim. Çünkü, inan
mamıştım buna. İ ki gün sonra bizimkilerden biri bana ateş etti.
Kamfor ve özellikle iyot kokusuna dayanamadığım için hastane
den kaçtım. İ çim bulanıyordu. Moskova'daki hastanede, Teğmen
Nikitin'le karşılaştım, yaramın sargı bezlerini değiştirmek için
gelip gidiyordu.
"Pinkaya git, sana iş bulacak," dedi ve adresini verdi.
Korkağın biri sanmayın beni. Ölümden korkum yok. Biliyo
rum ki hepimizi kurşuna dizeceksiniz. Avaev, sık sık: "Yenilgiye
uğrayıp da ÇeKa'nın eline düştük mü, bilin ki gözlerimizi oyacak
lar, tırnaklarımızı sökecekler," diyordu. Bunları şimdi size anlah
yorum. Söylemezden önce çok düşündüm. Ve anladım ki, bunların
çoğu en aşağılık itler. Toplantılanmızda neler konuştuklarını bir
işitseydiniz! Kızılordulular, Bolşevikler bizi kıtır kıbr kesecekler
miş, sonra kanlarımızı içip bizi yiyeceklermiş... En çok konuştukla
rı konu da kadındı. Oysa Rusya' dan, Rus halkından söz etmiyor
lardı. Sık sık kavga ediyorlardı, dövüşüyorlardı da. Litvinenko'nun
yüzündeki mor lekeleri gördünüz mü? - İvanov'un gözlerinde, ko
nuşmaya başladığından beri ilk kez bir sevinç panlhsı görüldü.
Gördünüz mü? Onu Olenin getirdi bu hale, Veroçka için. Bi.ı kızı
1 76
kazanmak için her biri birbiriyle yarışıyordu. O budala üniversite
öğrencisi, soyadım bilmiyorum, Kolya diyorlar, işte o yakalandı ol
taya. Veroçka onu, Tsetnoy bulvannda eline geçirmiş. İster inanın,
ister inanmayın, sizin bileceğiniz iş bu, çoktan onların arasından
ayrılmak, kaçmak istiyordum. Hayır, pişman değilim. Sadece olup
bitenleri olduğu gibi anlahyorum. Ve bir açıklama daha yapayım,
aralarından ayrılabilseydim, önümd� iki yol açılıyordu: ya İngilte
re'ye kaçmak... Çünkü, amcam prens Meşkov oradadır... Ya da ...
Meşkov sustu, gözle�ini kapadı.
Peters, mırıldanıyormuş gibi sordu:
- İkinci yol ne? Köprüden nehre ablmak mı, yoksa şakağına
kurşunu çekmek mi?
Meşkov susmasını sürdürdü.
- Demek ki, öyle ha, prens? Mahvolm�ş bir yaşam. Ve tek
çare; kurşun!
Meşkov, gözkapaklarını kaldırdı ve Peters, gözyaşlarını gör
mezlikten geldi.
- Başka ne yapabilirim ki ...
- En önemli olan iş: Yaşamak! İyi ama, nasıl yaşayacaksın?
Size "sen" diye hitap ettiğim için özür dilerim. Evet, nasıl yaşaya
caksın? Gel, şimdi bu konu üzerinde düşünelim. öteki dünya için
acele etme. Öteki dünya dedikleri yere gitmiş değilim, sadece yol
cusuyum, eminim ki, orası anlatbklan gibi ilginç bir yer değil. Ba
balığını arayıp bulalım, ha? Adı neydi onun? İvanov mu?
- Bırakın onu. Gerekli değil bana.
Sevinkov'a, Merkez Karargahına, Orta Volga kıyılarında ve
Murom'da hazırlanan ayaklanmaya, Konsolos Grönar'la bağlantı
lara ilişkin bilgileri tutuklular arasında en iyi bilen, yalnız Ava
ev'di. İyi ama, Avaev bu konularda tek bir söz söylemedi, tek bir
itirafta bulunmadı.
1 77
Öğrenci Nikolay Korotnev'i, Peters'in yanma, saat on beşe
doğru getirdiler.
Oturun, delikanlı. Anlatın bakalım.
- Her şeyi söyledim. Veroçka da doğruladı.
- Veroçka'dan da konuşacağız. İlk önce baban ve annen;
kimdir onlar? Nerede oturuyorlar? Sizden başka kaç çocukları var?
- İki kız. Yani benim kız kardeşlerim. Babam, pratikten ye
tişme teknisyen. Annem ev kadını. Dikiş de dikiyor. Fakat, sadece
tanıdıklarımıza. Orehovo-Zuevo'da oturuyoruz.
- Anlaşıldı. Demek ki annen iğne ucu ile, baban geceli gün
düzlü çalışmasıyla sana öğrenim vermeyi kararlaşhrmışlar. Peki,
kız kardeşlerin?
- Küçük onlar.
- Anlaşıldı. Eve henüz yardım edemiyorlar. Siz, Veroçka
için aldığınız bukete kaç para verdiniz? İstemiyorsanız, söyleme
yin, sizin bileceğiniz bir iş.
- Söyleyin rica ederim, Veroçka nerede? Onun karşı devrim
le bir ilgisi yok. Onunki başka yönden.
- Delikanlı, tavsiye ederim size, yakınlarınızı iyi insanlar
arasından seçin. Gidin evinize şimdi. Sınavlarınıza hazırlanın.
- Beni serbest mi bırakıyorsunuz?
- Dedim ya, gidin evinize. Ve ana babanızın verdiği parala-
n Veroçkalara harcamayın. Affedersiniz, belki de nasırınıza basıyo
rum, fakat şunu söylemek zorundayım ki, sizin Veroçka'nız bir so
kak kızı. ..
On dakika sonra Martinov, Peters'in odasına girdi. Peters pen
cere önündeydi ve gülüyordu:
- Andrey şu hale bak...
Öğrenci, caddede kalabalığı yararak ve arada bir sağa sola ba
karak koşuyordu.
- Görüyor musun, uçuyor. Geri çevireceğimizden korkuyor
1 78
budala ... Sende ne var, ne yok?,
- Pinka bir kişinin adını daha söyledi. Tanıdık: Profesörün
oğlu Sergey Puhov ... Hani şu...
- Anladım. Ver bana dosyayı. Bir de Feliks Edmundoviç'e
danışayım.
Ve Peters çok geçmeden döndü.
- Cerjinski, "Kabahatliyse tutuklansın, dedi."
1 79
Sergey Aleksandroviç bu kez likörün övgüsüne başladı:
- Ana Födorovna, sevgilim. Bu tannsal içkiyi de nereden
buldunuz?
Bütün işler, sanki plan gereğince yürüyordu; içtiler, kannlan
nı doyurdular, Ana Födorovna lambayı kısh, sonradan bir üfürüş
te söndürmek için sadece ipince bir ışık bırakh.
Sergey Puhov'u getirmekle görevlendirilen Malgin, yanına bir
milisyoner aldı.
Kapıyı hafifçe, dikkatle çaldı. İçerden, Puhova'nın sesi geldi:
- Sen misin, Seröja?
Malgin nezaketle yanıt verdi:
- Özür dilerim. Lidya Nikolaevna. Biz ÇeKa'danız.
Kapı açıldı. Puhov tanımadığı insanlarla karşılaşınca, korku ile:
- Ne var? Aleksandr Aleksandroviç'e bir şey mi oldu yoksa?
- Profesör sağ ve sağlam, Lidya Nikolaevna. Ve herhalde bu
hafta dönecek. Biz, Sergey Aleksandroviç'i arıyoruz. Evde değil ga
liba? Nerede bulunduğunu biliyor musunuz?
Biraz dinginleşen Puhov'a sordu:
- Mutlaka gerekli mi size?
- Evet.
Lidya Nikolaevna:
- Herhalde, ikinci kattaki Denejkinlerdedir.
Ve yineledi:
Denejkinlerde. Bizim yönetici kadında.
Seröjka, ğü lüm.
Dur hele. Kapı çalınıyor... Duyuyor musun?
Alhnım benim, kim arayacak bu saatte bizi?
Kulak ver. Senin milisyonerin galiba. Derhal defet.
Yat, sen gülüm, yat. Ben, şimdi bakarım.
Ve tam bu sırada dışarıdan:
1 80
Vatandaş Puhov! Sergey Aleksandroviç! sesi geldi.
Benim! Ne var?
Giyinin derhal. Sizi tutuklama karan ile geliyoruz.
Sergey'in elleri titremeye başladı.
Sizin ceketiniz mi bu, vatandaş Puhov?
Benim.
Boyun atkınızı unuttunuz, vatandaş Puhov.
Benim değil o ...
Hazır cevap ve cesur görünmeye çalışıyordu:
- Beni kendi boyun bağımla mı şeyedeceksiniz?
Milisyoner bu anıştırmayı sert bir sesle yanıtladı:
- ÇeKa'da asmazlar, vatandaş Puhov; gerekirse kurşuna di
zerler.
Malgin, sert sert milisyonere baktı ve sus.tu.
Hazır mısınız, vatandaş Puhov? Gidelim, ha?
- Hazırım, hazınm.
- Haydi öyleyse yürüyelim.
Kendini tutamayan Ana Födorovna Sergey'e doğru koştu:
- Seröja, Sergey Aleksandroviç!
Puhov, başını bile çevirmedi, merdivenden inmeye başladı.
Anası, parmaklıklara dayanmış:
- Seröja! ... diye haykırıyordu.
181
- Saşa, ne yapıyorsun?
- Ahnamız gerek bunu ... Fakat, doğru değil...
Profesör, oğlunun not defterini karıştırmaya başladı. Kansı:
- Aleksandr, dedi, ÇeKa bile arama yapmıyor.
- Oğlumun ne olduğunu anlamam gerek. Birçok şeyler tah-
min ederdim ama, bunu asla ... Bak. -"Vatanı ve Özgürlüğü Savun
ma Birliği" programını kansına verdi.- Oğlumuz komplocu olmuş
meğer. Benim yokluğumda kimse gelmedi mi yanına?
- Saşa, ben böyle tonla konuşmalara alışık değilim. Bambaş
ka bir adam olmuşsun sen.
- Benim hakkımda başka zaman konuşuruz. Şimdi, genel
likle olanağı varsa, Sergey'i kurtarmak için çalışmalıyız. Kim geldi
benim yokluğumda?
- Kiyatkin.
- Ben de öyle tahmin etmiştim.
Bu sırada telefon çaldı. Lidya Nikolaevna aldı kulaklığı:
- Seni istiyorlar. ÇeKa'dan.
Puhov telefonda: "Bekliyorum." dedi ve yakasının üst düğme
sini çözerek derin bir soluk aldı.
- Buyurun Feliks Edmundoviç. Henüz geldim. Biliyorum.
Hayır, benim için üzücü olan bu sorun üzerinde hiçbir şey söyleye
mem. Ne zaman mı görüşelim? Sizin için en uygun olan zamanda.
Çok ilginç işler var. Telefonda bunları anlatmak güç.
Lidya Nikolaevna yalvarır gözlerle kocasına bakıyor ve işaret-
le, telefonu kendisine vermesini rica ediyordu.
- Güle güle. Bir dakika. Karım sizinle konuşmak istiyor.
Lidya Nikolaevna, başıyla kocasına teşekkür etti.
- Merhaba, Feliks Edmundoviç. Birkaç dakikanızı ayırabilir
misiniz bana? Her kuralın bir kuraldışı olanı var. Özür dilerim.
Nikolaevna, kulaklığı yerine astı, dudakları ve tırnakları mos
mordu.
1 82
Profesör, bardağa bir damla ilaç damlattı. Lidya Nikolaevna
içti ve ağlamaya başladı:
- İşte senin Cerjinski'n! Hepsi uzaktan iyi ... Biliyor musun
ne dedi bana: "Şimdi soruşturma sürdürülüyor. Ne yazık ki avutu
cu hiçbir söz söyleyemeyeceğim size ... " dedi. Ve düşün ki, aynı
1 83
vaşım yürütüyordu. Gerçekten de bu dört cephede müthiş bir çaba
harcanıyordu. Fakat, genç cumhuriyetin yurttaşları başka işlerle de
uğraşıyorlardı.
Derler ki boş arsaya yeni ev yapınak, harap olntuş eski evi
onarmaktan daha kolaydır. Sosyalizm boş alana kurulantaz, birçok
şE!yin onarılması gerekir. Elbette ki, yapılacak işlerden büyük ço
ğunluğunun ilk kez yapılması, kaçınılmaz bir zorunluktur.
Devrimin, zenginliklerini, para ilE! sağladıkları saygınlıklarını,
başkalarına komuta etme haklarını ellerinden aldığı kişilerin dışın�
da, Sovyet Rusya halkı, çeyrek eknteğe, korkunç ayakkabı, giyim
ve yakıt yokluğuna karşın, neşeliydi, hareketliydi, coşkuluydu. Ve
ne kadar da acayip görünürse görünsün, bütün tiyatro ve konser
salonları her zaman ağız ağıza doluydu. İnsanlar okumak için çır
pınıyor ve okuyorlardı. Hatta en ırak, en ıssız köylerde bile, çıra ışı
ğında, yaşamlarında ilk kez bastoncuklar çiziyor, harfleri heceli
yorlardı. İvanovo-Voznesensk işçileri de, çocukları da okumak, öğ
renmek istiyorlardı.
1915 yılında Riga, Alman saldırısı tehlikesiyle karşı karşıya
kaldığı zaman, Riga Politeknik Enstitüsü'nün tüm ders araç ve ge
reçleri, laboratuvar ve kitaplığı Moskova'ya taşınmıştı. Mihail
Frunze bu durumu rastgele öğrenince, Lunaçarski'ye, Pokrovs
ki'ye birer mektup yazdı, Enstitü yöneticilerinin, Enstitünün İva
novo-Voznesensk' e taşınması olasılığını nasıl karşılayacaklarını
öğrenmelerini, dostlarından anlamalarını rica etti. Ve bir ay sonra
Frunze Moskova'ya çağınldı.
Ve her zamanki gibi, Moskova'da Martinovların misafiri oldu.
Beş-altı gün sonra, pazar günü, Moskova'da olan Enstitü yönetim
kurulu üyeleri, profesör ve öğrenciler, Softyka'daki Alman kulü
bünde toplanacaklardı. Frunze, onlar arasında geçecek tartışmala
nn konularını biliyordu. Bir kete, Almanların bir süre sonra Ri
g-a' dan ayrılacaklarını ve Litvanya'nın özgür bir devlet olacağını
1 84
biliyordu. Daugava'daki kaşanelerde,5 Mayerenhof ya da Dubel
no'daki villalarda lüks içinde yaşayacaklarını, Kurzema kahvesin
de hoş geceler geçirebileceklerini sanıyorlardı. Doğal olarak, onlar
için ucuzluk alabildiğine yaygın olacaktı. Portakal haftaları ve (İn
giliz, Danimarka ve İsveç Okyanus ötesi memleketlerden getire
cekleri) diğer meyvaların haftaları yapılacaktı. İyi ama, Almanlar,
Riga'da, allah göstermesin, uzun süre ya da bitimsiz olarak kalır
larsa? Yaşamak mı? Eh, elbette yaşayacaklardı. Ne var ki, Alman
düzeni altında; rektör Alman olacak, dekanlar Almanlardan seçile
cek, Litvanyalılara gelince, onlar, olup olacağı, şarkı derneklerine
yönetici olarak alınacaklardı.
ivanovo-Voznesensk'e şöyle bir uğramış olan Profesör Gure
viç, şehir ve mahalle ve caddelerinin adlarını öğrenince nasıl cesa
rete geldiklerini şöyle anlattı:
- Özellikle Riliha, Hutorovo, Yami ve Putanka pek hoşları
na gitti.
Ve ekledi:
- Kendilerine, şehrinizin ana caddesinin sidik yolu haline
geldiğini söylediğim zaman gülmekten bayıldılar.
Toplantıdan bir gün önce, Graf Mirbah'ın, Enstitünün Riga'ya
dönmesi konusundaki önerisini öğrenince Frunze'nin canı sıkıldı.
Graf demiş ki, "Riga şu anda Alman · nparatorluğu bileşiminde
bulunuyor. Bu yüzden, Riga'ya ait olan her şey geri verilmelidir."
Enstitü İvanovo-Voznesensk'e taşındığı takdirde, ona bağlı
olarak bir de tarım fakültesi açılacağını anlayan Malgin, hastane
den taburcu edilen Andrey'e, yapılacak toplantıya Frunze ile bir
likte gitmesini önerdi. Esasen pazar günü yapılıyordu toplantı.
Başkanlığa seçilen Prof. Berlov, kalemiyle kürsüye vurarak sa
londa sessizliği egemen kıldıktan sonra:
1 85
- Baylar, diye söze başladı, bizi yakından ilgilendiren, heye
canlandıran bu son derecede önemli ve çok güç sorununun ince
lenmesine geçmeden önce, müsaadenizle, sizlere, İvanovo-Vozne
sensk Eyaleti Yürütme Komitesi Başkanı Mihail Vasilieviç Frun
ze'yi takdim edeyim.
Bütün gözler, merakla "Kızıl vali"ye döndü.
- Mihail Vasilieviç birkaç söz söylemek için müsaadenizi ri-
ca ediyor. Ne dersiniz, baylar?
Berlov'un bakışları salonu taradı. İtiraz eden yoktu.
- Buyurun, Mihail Vasilieviç.
Frunze yerinden kalkh, Berlov'a dönerek, hafif bir sesle: "Te
şekkür ederim" dedi. Onun bu jesti salonda bir hoşnutluk yarath .
. -:- Bizim şehrimiz, daha geçenlerde eyalet oldu. Daha öncele
ri Vladimir eyaletine bağlıydı. Şehrimiz büyüktür, çamurlu ve du
manlıdır. Şimdilik duman daha az. Çünkü, fabrikalar çalışmıyor.
Ne yakıt var, ne de pamuk. Tek bir yüksek okulumuz da yok.
Arka sıralardan sinirli bir ses duyuldu:
- Çamur ve dumandan başka neyiniz var öyleyse?
Frunze gülümsedi:
- Biraz önce söyledim ya; duman da yok. Bir resim okulu
muz, bir ticaret okulu, bir erkek lisesiyle bir de kız lisesi var.
- Hepsi bu mu?
- Bir ilçe merkezi için bunlar hiç de az değil. Fakat bir eyalet
merkezi için son derece az. Ve en önemlisi, İvanovo-Voznesensk
büyük bir fabrika bölgesinin merkezi ve ilginç bir geleceğe sahip.
Bölgemizde yeni yeni fabrikalar ve elektrik santralleri kurulacak,
bu yüzden de uzmanlara gereksinimimiz olacak.
Dikkatle dinliyorlardı. Sırtında sıradan bir er giysisi bulunan
bu aydın ve sempatik yüzlü adam, laf kalabalığına kaçmadan, yap
macıksız, güzel konuşuyordu.
- Sizlere dingin bir yaşam vadetmiyorum. İdeal koşullar da
1 86
vadetmiyorum -yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi-. Yalnız ideal
. değil, olağan, normal koşullar da vadetmiyorum. Sadece şunu va
adediyorum: Şimdilik sıkışık koşullarda çalışacaksınız. Enstitü'yü
birbirinden ayn birkaç binaya yerleştireceğiz. Evet, sıkışık koşullar
da çalışacaksınız, fakat kalpler geniş olsun. Derler ki, siperden ilk
önce taarruza geçen insan kahramandır, insan, bu sıçrayışa, pek de
farkında olmadan, bütün ömrünce hazırlanır. Her gün, her saat ça
lışmak, bazen ağır koşullar içinde çalışmak da bir kahramanlıkbr.
İstediğiniz varsa, biz, sizleri işte böyle bir kahramanlığa çağınyoruz.
Frunze bir an sustu, salonu dikkatle gözden geçirdi:
- Evet, kahramanlığa çağırıyoruz. Koşullar elverişli d�ğil,
üzüntüler çok, iyi ama bunların sonu mutluluk.
Aynı sinirli ses yine duyuldu:
- Bu mutluluktan neyi kastediyorsun.uz�
- Son derece zor bir soru sordunuz. Mutluluğu herkes ken-
dince anlar. Benim anladığım, benim kastettiğim mutluluk, insan
lara sevinç getiren, onlara daha anlamlı, manen daha zengin vı: da
ha güzel bir yaşam sağlayan namuslu ve özverili emektir.
- Peki ama siz, kahramanlığa, zorluklara yetenekli misiniz?
Veya sadece başkalarını kandırmayı mı beceriyorsunuz?
Profesör Berlov, kalemiyle kürsüyü tıklattı:
- Nezaket sınırlannı aşmayın, baylar... Devam edin Mihail
Vasilieviç.
- Söylemek istediklerim bunlardır. Şunu da bildirmeliyim
ki, Halk Komiserleri Şfirası (Bakanlar Kurulu), İvanovo-Vozne
sensk'de bir enstitütü kurulması isteğini hararetle destekliyor. Eği
tim ve Öğretim Halk Komiseri Lunaçarski'yle dün görüştüm. O, bi
ze, gereken her türlü yardımı yapacak. hk dönemde; enstitünün ta
şınması ve hazırlıkları için bize üç milyon ruble vadedildi. Ve son
sözüm de şu: İvanovo-Voznesensk'e gelmek istemeyenler, nereye
isterlerse oraya gitmek özgürlüğüne sahiptirler.
1 87
Son sıradaki çatlak ses yine yükseldi:
- Hatta Etiyopya'ya da mı?
Frunze, gülümsedi:
- Hatta oraya. Etiyopya'ya gitmek niyetindeyseniz, Rus
doktorlara benden selam götürün. Çünkü orada birçok Rus doktor
var. Fakat, siz giderseniz, Etiyopyalıların sevineceğini hiç de san
mam.
- Nedenmiş o?
- Nasıl bir diplomaya sahip olduğunuzu bilmiyorum, fakat
yanıtınızdan bir öğretim üyesi olduğunuz anlaşılıyor. Oysa, tiyat
ro balkonlarındaki öğrenciler gibi davranıyorsunuz.
Bir ses: "Bravo!" diye haykırdı ve bütün salondan alkışlar yük
seldi. Frunze, elini kaldırarak, henüz sözünü tamamlamadığını bil
dirmek istedi:
- Yaptığım kabalıktan ötürü özür dilerim. Fakat biz buraya,
ciddi bir olay dolayısı ile, birbirimizin görüşünü dinlemek için top
lanmış bulunuyoruz, palyaçoluk yapmak için değil. Toplantının
bundan sonra şöyle geçmesini öneriyorum; sorular sorulsun, gö
rüşler ortaya konsun. Müsaade ederseniz, sorular ve konuşmalara
ben de katılayım. Karar sırasında toplantıdan çıkayım. Bu önerime
.
razı iseniz, sorularınızı bekliyorum.
Andrey'le Malgin'in yakınında bir genç oturuyordu, herhalde
üniversite öğrencisiydi. Frunze'nin konuşmasını dikkatle dinlemiş,
hatta notlar almıştı.
Andrey, kaderin, kendisini bu gençle birkaç defa karşılaştıra
cağını nereden bilsindi! Bir defa İvanovo-Voznesensk'de, bir defa
da 1 945 baharında Berlin'de...
Eve dönerlerken, Malgin, Frunze'ye şaka biçiminde ricada bu-
·
lundu:
- Mihail Vasilieviç, benim tarım fakültesine yazılmam için
ilginizi rica edeceğim.
1 88
- Hiç merak etmeyin. Size de yer bulunacakhr. Çünkü bizim
çocukların çoğu mühendis olmak istiyor.
Moskova'daki Alman Elçiliği müsteşarı, ertesi günü, Rusya
Sovyet Sosyalist Federatif Cumhuriyeti Dışişleri Halk Komiserli
ği' ne hitaben, Graf von Mirbil;h adına uzun bir protesto mektubu
yazdı:
"Alman Elçiliğinin edindiği bilgilere göre, yönetim üyeleriyle
profesörlerin, öğretim üyelerinin ve öğrencilerden pek azının kahl
dığı genel toplantıda, ajitasyonun etkisi alhnda, Enstitünün Ri
ga'ya dönmemesi ve İvanovo-Voznesensk şehrine taşınması karan
verilmiştir. Bu olayı protesto etmekle ve dikkatinizi... çekmekle gö
revliyim."
191 8, HAZİRAN
Majeste Rus esnafı nefes nefese idi. Yaşamı sarsan haberler,
onun, birçok kanıh, söylentiyi, umudu ve umut kırıklığını, �ngörü
yü, sezinlemeyi, kuşkuyu ve benzerlerini bir arada ve birdenbire
kavramaya alışmamış olan yoksul kafacığını allak bullak ediyordu.
En acısı da, yüzyıllar boyu kurulmuş olan yaşam düzeni yıkılıyor
du ve bunun yeniden eski hale getirilmesi de artık olanaksız görü
nüyordu.
- Bir zamanlar, pazar günleri bizim mahalle kilisesine gider
dik. Karım alelacele duasını yapar ve eve koşarak börek hazırlardı.
Biz çocuklarla daha geç dönerdik. Bir de bakarsın, ev likörü masa
da hazır. Biraz sonra da hanım, etli ve yumurtalı böreği sıcağı sıca
ğına önümüze getirirdi. Baharda da taze soğanlı börek yapardı.
- Şimdiyse, "Yokkom"lar. Yeni sözcükler birbiri ardınca
önümüze sürülüp duruyor: "Karaborsacı", "Komün." Şimdi de
"Yokkom: Yeni Yoksullar Komitesi." Bolşevikler her şeyi önceden
planlamışlar. Daha mart ayında yeni bir gazete çıkarmaya başladı-
1 89
lar: "Yoksullar"ı. Eskiden gazetelerin ne oturaklı adları vardı: "Va
tandaş", "Ses", "Rus Sözü", "Borsa Haberleri" . Şimdi: "Yoksullar".
Yoksullar komitesinde yalnız çıplaklar var. Gelgelelim, bir polis
komiserinden daha fazla haklara sahip bunlar.
- Millileştirme kararnamesini okudunuz mu? Bir zamanlar
Mihelson fabrikası vardı. Mal sahibi bu işe kapital yatırmıştı, şim
di kimin bu fabrika? Jiro'nun bir fabrikası vardı, nerede şimdi bu
fabrika? Yok. Abrikosov'un bir fabrikası vardı oldum olası, onu da
halkın fabrikası yaptılar. N'oluyoruz yahu? Bu güpegündüz bir
soygundur! Ne aileler vardı, ne aileler. Bütün Rusya'da ünlüydü
ler; Gübnerler, Kostancoğullan, Sindeller. Bunlar sadece Mosko
va' da olanlar. Ya Piter'dekiler, ya Nijniy-Novgorot'takiler, ya İva
novo-Voznesensk'tekiler! . . . Hele hele Bakü'dekiler; Nobeller, Man
taşeviler... Aile dediğin böyle olur!
DMFB diye bir yeni söz duydunuz mu?
O da ne ola ki?
Şimdi anlatacağım ne olduğunu. Sormovski, Kolomenski,
Briyanski, Mitişkinskilerin fabrikaları vardı. Bu dev fabrikalar bir
mal sahibinin parası ile kurulamaz. Bu amaçla hisse senetleri çıka
rırlardı. Diyelim ki, Kamişino'da oturuyorsun ve bir gün öğreni
yorsun ki, halan ya da amcandan yüklüce bir miras kalmış. Eh, çok
da olmasa, yine de para. Ciddi bir adamsın, kapitalsiz yaşamışsın
ve kapitalsiz yaşamaya devam ediyorsun. Kalan mirasla da ... Anlı
yor musun, hisse senedi satın alıyorsun. Ve bu senet senin için ça
lışıyor. Şimdi var mı böyle şey? Yok. Bitti. Son. Şimdi bu fabrikalar
devletin malı ve bir yönetim altında birleştirilmişler: DMFB. Yani,
Devlet Makina Yapım Fabrikaları Birliği...
Peki, şimdi elimde hisse senedi varsa ne olacak?
Yandı.
Nasıl yanarmış?
Yandı. O kadar. Haklısınız, sizi tamamıyla anlıyorum ve
1 90
acıyorum size. Ama siz yalnız değilsiniz. Herifler koskoca Karade
niz Filosu'nu batırdıktan sonra, sizin hisse senetlerinin ne değeri
olur ki. ..
- Ama doğru değil bu!
- Efendi, günümüzdek� koşullarda her şeyi bekleyebilirsin,
dünyanın sonunu bile. Filoyu batırdılar, bu bir gerçek.
- Ne kabahati varmış filonun?
- Bu da Brest Barış Antlaşması'nın sonuçlarından biri. Filo
Sivastopol'da demirli duruyordu. Onun daimi yeri orasıdır. Al
manlar, Bolşeviklerin işlerinin kötüye gittiğini görünce, Kınm'a yö
neldiler ve Sivastopol' a vardılar. Bolşevikl�r, Almanların eline düş
memesi için filoyu Novorosiysk'e yüzdürdüler. Bunun üzerine Al
manlar kıyameti kopardılar, "Vereceksiniz de vereceksiniz!" diye.
Kim güçlü ise bağırmak onun hakkıdır: Ulyanov Lenin, şu emri
verdi: "Filo kurtarılamazsa, Almanların eline düşmesinden batırıl
ması daha iyidir. Batırılsın!" Ve batırdılar, arkadaş. Ve biliyor mu
sun, bir de hangi zırhlıyı batırdılar? Potemkin'i! Ona bile kıydılar.
- Eh, çoğu gitti, azı kaldı. Çekoslovaklar, Bolşevikleri ada
makıllı kötekliyorlar şimdi. Mariinsk, Çelyabinsk, Novonikolaevsk
Verhneudinsk, Tomsk, Omsk ve Samara onların eline geçmiş bulu
nuyor.
- Bolşevikleri silip süpürmemize yardım edecekleri anlaşılı
yor, ha?
- Hiçbir yardımları olmayacak galiba. Bolşevikler güçlü. Ne
ile güçlü, bunu bir türlü anlayamıyorum, ama güçlü. Varın gidin
mitinglerine, ne büyük bir ilgiyle dinliyorlar Ulyanov Leninlerini.. .
İşçilerin ilgisini anlıyorum. Proleter onlar, kaybedecek hiçbir şeyle
ri yok. Ama okumuşlara ne dersiniz? Bugünlerde o, öğretmenler
kongresinde konuştu. Öyle bir alkışladılar ki ...
- Duydunuz mu, allaha şükür, Saritsin'de, Tambov'da, Sa
ratov ve Samara'da ayaklanmalar oluyormuş.
191
- Bolşevikleri ortadan kaldırmaya başladılar. Hem de sıra
dan olanlarını değil, ileri gelenlerini. Petrograd'da namuslu insan
ların gözü önünde Volodarski öldürüldü." Bu, bir başlangıç olsa ge
rek. Başkalarına da ulaşılacak. Yokkomlar nasıl kurulurmuş, otu
raklı insanların atalarından kalma firmalarına nasıl el konurmuş,
öğrensinler bakalım!
- Moskova ile Petrograd arasında işleyen trenlerin yeni ha
reket düzenlerine ilişkin haberi İzvestiya gazetesinde okudunuz
mu? Okumadıysanız, amanın okuyun da zevkten dört köşe olun!
Haberde şöyle deniyor: "Yakıt tasarrufunda bulunmak amacı ile,
Nikolay Demiryolu hathnda işleyen yolcu trenleri, bundan böyle
yük treni hızı ile işleyeceklerdir. İki yolcu treni dışında, bütün yol
cu trenlerine yük treni hızı uygulanacakhr. Lokomotifler odunla
çalıştırılacaktır." Görüyorsunuz ya, yakıtta oduna geçiliyor. Kutla
mak gerek. Hem de Nikolay, yani çar hattında. Oysa insanlar saat
lerini, bu hatta işleyen trenlere göre ayarlardı.
- Allahım, ne zaman gelecek bunların sonu?
- Gazetelerde Kerenski için nasıl ad takmışlar, biliyor musu-
nuz? "Şasa Tırpancıev." Bu geveze, Paris'e varır varmaz, gazetele
re verdiği demeçte: "Rus halkının gerçek temsilcisi benim!" demiş.
Puşkin'in şu dizelerini anımsar mısınız:
"Ben, çar sarayı imişim, değiln:tişim,
Ne önemi var!
Ben, karışıklık ve savaş nedeniyim."
- Tanrım kurtar bu kullarını ...
- Duyduğuma göre, Nikolay Romanov'u (eski çar) To-
bolsk' dan Ekaterinburg'a götürmüşler, tüccarlardan İpatiev'in evi
ne yerleştirmişler. Ünlü bir aile bu İpatievler. Hele bekleyelim ba-
1 92
kalım. Romanovlar soyunun ilk çan olan Mihail Födoroviç'i çar
yapmak için, bolyarlar İpatiev Manashnnda toplanmışlardı. Son
çar da İpatievlerin eyinde bulunuyor. Sembolik bir rastlanh...
193
Yeni sekreter, derhal, bir süre önce ruhunu allaha teslim etmiş
olan tüccar kadın Aleksandra Grigorievna Tovarova'nın vasiyetna
mesiyle uğraşmaya başladı. Bu kadın, savaş başlamazdan biraz ön
ce, Neglinna caddesindeki, içinde Merkez Hamamı, "Avrupa" ote
li ve "Bar" restoranı bulunan büyük hanı Misyonerler Derneği'ne
bağışlamıştı. Bağış belgesine de şu koşulu koydurmuştu: "Kendisi
sağ oldukça hanın bir dairesinde oturacak ve her ay gelirin dört
yüz rublesi kendisine verilecekti." Aynı belgede bir ricası daha var
dı kadının: "Öldükten sonra Andron Manastırı'na gömülmesi. Bu
son isteği tamamıyla yerine getirildi." Vasiyetnamenin diğer bir
maddesi gereğince de "Han, mal sahibi sağ oldukça kimseye satıl
mamalı, devredilmemeli"ydi. Mademki, allanın sevgili kulu Alek
sandra artık öteki dünyayı boylamış, gereken bütün dinsel tören
lerle gömülmüştü, demek ki, artık satılabilirdi. Hatta, bir de alıcı
ortaya çıkmıştı. Petrograd tacirlerinden Pogaröv. Bu kadar yüksek
geliri olan bir tanınmaz malı satın almanın da tam zamanıydı. Pa
ra hızla değerini yitiriyordu, Sovyet iktidarı devrilir devrilmez, ha
nın değeri kat kat yükselecekti.
Vostorgov derhal eyleme geçti, alıcı ile Tihon arasında bağlan
tı kurdu. Çünkü onun haberi olmadan böyle büyük bir iş yapıla
mazdı. İyi ama, tam bu sırada, ortaya birçok aracı çıktı. Misyonerler
Demeği'nin kasiyeri Muhin, derneğin hukuk müşaviri avukat Kru
titski, "Kurtarıcı İsa" kilisesinin kayyumu Grigoriev, episkop Efrem
vb. Her birinin arabasını yağlamak, avuçlarına birkaç kuruş sıkıştır
mak gerekiyordu. Tihon da hiç sıkılmadan kendi hakkını istedi,
hem de yüklüce bir para. Pogaröv, Tihon'un kabininde bu "yüklü
ce yekunu" öğrenince, az daha beyin kanamasından ölüp gidecekti.
Son dakikada, Sovyet Hükümeti'nin, din işleriyle devlet işleri
ni birbirinden ayıran, 20 Ocak 1918 tarihli kararnamesini anımsadı
lar. Bu kararname gereğince, hiçbir kilisenin, hiçbir dinsel derneğin
mülkiyet hakkı yoktu, bütün dinsel derneklerin emlakı halkın mül-
1 94
kiyetiydi.
Ve böylece, yapılan alışverişin yasalara aykın olduğu anlaşıl
dı. Tihon, patrikliğini unutarak, meyhaneden çıkan bir faytoncu gi
bi sövüp saymaya başladı.
Bu güç durumdan çıkış yolunu, Vostorgov'a misafir gelmiş
olan Tobolsk başpapazı Vamava buldu. Kendisi, ölü Grigoriy Efi
moviç Rasputin'in dostuydu ve sarhoşluğu yüzünden merkeze ça
ğanlmıştı. Sözde patriğe değil de, öteki papazlara diyormuş gibi:
- Siz, eşeksiniz, diye söze başladı, Grigoriy Efimoviç (Ras
putin) sağ olsaydı bu durum karşısınsa ne yapardı? Bu sert cevizi
kerpetensiz kırardı. Pogaröv'dan paralan ödünçmüş gibi alın, bu
hükümet devrilinceye kadar da, aranızdaki belgeyi gizli tutun.
Tihon itiraz etti:
- Pogaröv razı olur mu buna! İki milyonu gizli belge ile bize
verecek kadar sersem mi sanıyorsun onu?
Pogaröv, ilk önce bu alışverişten vazgeçme yanlısıydı:
- Sözde din adamısınız, oysa bir karaborsacı gibi insanı sık
boğaz ediyorsunuz. Ben size çuval dolusu para vereceğim, buna
karşılık sizin bana vereceğiniz şey, sadece bir kağıt parçasıdır.
Bütün bunlara karşın adamı kandırdılar.
Gizli senedi, Yoan'ın, Piyatnitska 18'deki evinde imzalamayı
kararlaştırdılar. Yoan orada bütün ikinci katı emrinde bulunduru
yordu.
İki şişe gerçek votka ile bir şişe manastır şarabı sağladılar. Ge
rekli olan her şeyi hazırladılar.
Konuştular, yeni iktidara ağız dolusu sövdüler. "Kurtarıcı İsa"
kilisesi papazı bir hayli kafayı çektikten sonra bir din tartışması or
taya attı:
- İşte size "büyük iktidar", fakat allah tarafından değil. Öy
leyse bu cezayı bize veren allah hangi allahtır? Açıklayın bakalım,
sayın akademisyenler?
195
"Akademisyenler"in açıklamaya vakitleri yoktu. Paralan dik
katle sayıyor ve Pogaröv'ün, aralanna sahte banknotlar sokuştu
rup sokuşturmadığını gözden geçiriyorlardı. Baş "tacir'' Vostor
gov, tüccarın önüne, divan üzerine, on iki gümüş ve alhn kilise ha
çı sıraladı, iki değerli ziynet gösterdi. Pogaröv, haçlara bakmadı bi
le. Taşlan evire çevire gözden geçirdi ve hatta kokladı. "Ne yazık
ki, büyütecim yanımda değil. Bileydim alırdım." diye üzüldü. Yo
an'da, güçlü, on defa büyüten büyüteç vardı. Pogaröv, taşlan bu
nunla da gözden geçirdikten sonra:
- Siz beni allahın sersemi yerine koyuyorsunuz, dedi.
- ·Rica ederim. Sizin gibi saygın bir adamı nasıl sersem yeri-
ne koyabilirim!
- Bu taşların hepsi sahte. Açıkçası, çakıl bunlar.
- Nasıl olur, efendim!
Birbirlerine ağır sözler söylediler, kavga ettiler, sonra dingin
leştiler. Vostorgov, kendini haklı çıkarmaya çalışıyor:
- Ben gerçek diye aldım. Deneysizliğin acısını çekiyorum.
Bazı şeyciklerim daha var. Bugünkü kanşıklık dönemi için son de
recede gerekli.
- Getir görelim.
Yoan, yepyeni tabancalar ortaya çıkardı:
- Yüksek fiyat istemeyeceğim.
Tam bu sırada kapı hafifçe tıklatıldı. Yoan'ın ev işlerini yöne
ten prenses Şçarbatova, bir gölge gibi içeri girdi. Yoan, prensese her
zamanki nazik bakışları ile bakh, fakat geniş gülümsemesi, gör
kemli kızıl sakalı arasında kayboluverdi. Çünkü, prenses telaşlıydı:
- Dışarıda sizi bir takım gençler anyor. Gerekli bir iş için di
yorlar. Kendileri ÇeKa'danmış ...
O zamana kadar hiçbir zaman kilise tarihiyle ilgilenmemiş
olan Andrey Martinov birkaç kez Rumyantsev Müzesi'nin kitaplı
ğına gitmek zorunda kaldı.
196
Son Moskova ve tüm Rusya Patriği'nin, Andriyan olduğunu
öğrendi. Bu patrik, Büyük Petro'nun en azılı düşmanlarından bi
riydi, çünkü Petro patrikliği kapatmış ve onun yerine Kutsal Si
not'u kurmuştu.
Andrey şunu da öğrendi: Rusya'da patriklik iki yüz yıl yaşa
yabilmişti. Çünkü, çar, en büyiı1< ruhani başkandı. Çarlığın devril
mesinden sonra patriklik yeniden belirmiş ve Tihon patrik seçil
mişti.
Andrey, Tihon'un, Sovyet iktidarından, Bolşeviklerden nefret
ettiğini de öğrendi. Fakat, Rumyantsev Müzesi Kitaplığı'ndan de
ğil elbette.
Yoan, bütün sorulara dinginlik.le ve kısaca yanıtlar veriyordu:
"Anımsamıyorum."
Tabancaları kim verdi size?
Anımsamıyorum.
Neyinize gerekliydi bunlar?
Şu anda gerçekten de anımsamıyorum. Herhalde, şey
için...
Öyleyse, müsaade ederseniz, bunları bir yerden çaldığını
zı yazacağım zapta.
Nasıl olur?
- Öyleyse kim getirdi size? Gökten düşmedi ya bunlar.
- Anımsamıyorum. Evet, evet, özür dilerim, gökten düşme-
di elbet.
- Size bunları satanın kim olduğunu söylersiniz herhalde...
- Betimleyebilirim. Kısa boylu, sarışın. Gözleri... Özür dile-
rim, gözlerine bakmadım.
Andrey, Vostorgov'un not defterini karışhrmaya devam edi
yordu. İki sayfa, adlar ve rakamlarla doluydu: Şestakov: yirmi beş,
Buturlin: elli, Bantiş Kamenski: yüz... Bazı adlar kırmızı daire içine
alınmış ve Üzerlerine soru işareti.
1 97
Andrey, İvan Sevastiyanoviç'i, mavi bir kurdele ile bağlı para
paketini ve üzerindeki "kutsal paralar" yazısını ve Artemiev'in,
"Yoan Vostorgov'u hangi Hıristiyan tanımaz! En tatlı konuşan ha-
tiptir... Anneciğimin manevi vasiyeti gereğince, yuvarlak hesap el-
li bin ..." diyen sesini anımsadı.
Ve aklından şu düşünce geçti: "Bir denesem ne kaybederim
ki ... " Ve gözlerini Vostorgov'a çevirdi:
- İvan Artemiev'den neden bu kadar az aldınız? Örneğin,
Bantiş Kamenski yüz bin vermiş.
Vostorgov'un gözlerinde yalnız bir an için bir korku panlhsı
belirdi. Fakat, Martinov için bu da yeterliydi. Avı yakalamışh.
- Sözlerinizden hiçbir şey anlamadım. Nedir o yüz bin?
Andrey, şimdilik aynnblara dalmamayı uygun buldu. Papaz
korkmuştu, hele biraz devam etsindi bu sinirliliği. "Artemiev bir
daha sorguya çekilmeli. Bu listenin ne olduğunun açıklanmasında
belki de onun yardımı olur."
1 98
Vicdanımı rahatsız eden bir sorun bu, İvan Sevastiyanoviç.
Mavi kurdele ile bağlı bir tomar parayı anımsıyorsunuz, değil mi?
- Nasıl anımsamam! Annemin ruhunun istirahati için kilise
de dua yapılmasına ayrılmışh.
- Evet, evet. Para Yoan Yostorgov'un eline geçmedi, kaba
_
hat da benim. Bu affedilmez yanlışlığı düzeltmek gerekiyor.
Artemiev'in endişesi daha da arth:
- Affedersiniz, sizin Hıristiyanlığa karşı ilginiz ne zaman
doğdu?
Andrey gülümsedi ve önceden düşündüğü darbeyi indirdi:
- Başpapaz Varnava ile konuştukta� sonra.
Heyecandan, Artemiev'in burnunun tepesi aklaşh, parmakla
rı sinirli sinirli oynamaya başladı.
- Hangi Varnava?
- Tanımıyor musunuz Varnava'yı? Korkmayın, İvan Sevas-
tiyanoviç, şimdi siz sanık değilsiniz, tanıksınız. Paralan ne amaçla
verdiniz?
- İfademde belirttim bunları. Annemin ruhuna dua okun
ması için.
- İvan Sevastiyanoviç, sizi akıllı bir insan bilirim. Annenizin
ruh istirahati için kilisede dua okunmasına böyle büyük bir para
harcanamaz. Bundan başka, annenizin vasiyetnamesi de elimde.
İşte. Görebilirsiniz. Onda böyle bir rakamın sözü edilmiyor. Bu ma
salı bırakmanız gerekli arhk. Esasen Varnava'nın ifadesi de bam
başka.
Bu davada ben gerçekten de sadece tanık mıyım?
Size karşı hiçbir suçlama yok.
Öyleyse açık açık söyleyeceğim. Bu elli bini ben, eski im
paratorun Sibirya'dan kurtarılması için Vostorgov'a vermek üzere
hazırladım. Şunu mutlaka belirtmenizi rica edeceğim: Hazırladım,
fakat vermedim. Bu işi de, Vostorgov'un şantajı üzerine yapmak
1 99
zorunda kaldım. O, biraz zahire ticareti yaphğımı biliyordu. Beni
hükümete bildireceğini söyleyerek tehdit etti. Doymak bilmez iş
kembesinin ağzını on bin ruble ile kapathm. Ama, o, daha da iste
di. Benim bundaki kabahatim, sadece, sorunu hükümete bildirme
memden ibarettir. Vamava alçağına gelince, o, Moskova ile Roma
novlar arasında kuriyer gibi bir şeydir, şimdi de kalkmış, namuslu
emekçileri lekelemeye çalışıyor. İtoğlu it! Sarhoş şaşkın, zampara!
Andrey, Artemiev'i götürecek olan milisleri çağırdığı zaman,
İvan Sevastiyanoviç mınlh ile söylenmeye başladı:
- Sizin kim olduğunuzu öğrenirim. Bunda Filatov'un yardı
mı oldu. Yıllar önce, bir yakınımın evinde sizin gönlünüzü kırdım.
Affınızı rica ederim. Sinirliydim. Sonradan uzun zaman pişmanlık
duydum, boş yere bir öksüzü gücendirmiştim. Yaşamın bugünkü
gibi alt üst olacağını nereden bilebilirdim.
- Olan olmuş, dedi Andrey, bunun dava ile hiçbir ilgisi yok.
Artemiev'le yüzleştirmede, Yoan Vostorgov'un belleği, birden
bire olmasa bile, yerine gelmeye başladı.
Artemiev, tanır mısınız bu adanu?
Tanımayan var mı ki...
Siz, Vostorgov, tanıyor musunuz bu adamı?
Bir yerde görmüş gibiyim. Ama nerede, anımsayamıyo-
rum.
Kendinizi sersem yerine koymayın, Yoan. Sizinle az kağıt
mı oynadık...
- Olabilir. Ben, birçoklan ile kağıt oynamışımdır. Kağıt oy-
namayı seven bir günahkarım.
- Artemiev'den para istemediniz mi?
- Ne demek o "para istemek?" Borç para istemiş olabilirim.
Ve üç saat böyle sürdü. Fakat, sonradan, Yoan, bu yararsız
yadsımalardan bıkmış olacak ki, açıkça ve hatta kıŞkımcı bir dille
konuşmaya başladı:
200
- Pekala, yazın. Birçok.lanndan para aldım. Bazılanndan g�
nül rızası ile, bazılarından da tehditle. Ne kadar topladım, anımsa
mıyorum, fakat, herhalde bir milyondan fazla. İmparatorun kurta
nlması için değil, kendim için. Ve para istediğim insanlann kesele
rini daha kolay çözmelerini sağlamak için, imparatorun kurtanl
ması masalını uydurdum. Yan(yaptığım tamamıyla bir zabıta ola
yıdır, politika ile hiçbir ilgisi yoktur. Verin ifademi imzalayayım.
Son.
Artemiev, Vostorgov'a şaşkınlıkla bakıyor, kendi kendine:
"Ustaca kıvınyor hınzır." diyordu. Andrey, Vamava'yı çağırdığı
zaman, Artemiev başını öne eğdi, Vostorgov sustu, dudaklannı
·
ısırdı.
Martinov Vamava'ya sordu:
- Siz ne diyeceksiniz? Vatandaş Vo:;to�gov bu paralan han
gi amaçla toplamış?
Vamava gülümsedi:
- Amaç ikiydi, sorgucu vatandaş. Birincisi, ciddi olaı:u; dü
şük imparatora yardım etmek, ikincisi, doğal olarak daha önemsi
zi; Yoan cins-i latif meraklısıydı ve bu alanda büyük masrafı vardı.
Vostorgov, yerinden fırladı, konuşmadı, hırladı:
- Vamava, senin hakkından ancak Rasputin gelirdi. Bu dili
nin çoktan kopanlması gerekirdi.
Ve yumruğunu masaya indirdi:
- Rica ederim beni tutukevine gönderin. Bu yılanla konuş
maktansa, orada dolandıncılarla yatmak daha iyidir.
201
rendiklerini oraya bildirmelisin. Görüyor musun, iyi bir Çekist ola
rak yetişiyorsun. Başarılar dilerim.
Cerjinski not defterini cebine koydu:
- Bugün Vladimir İliç'in yanında olacağım. Ve bu son dere
cede ilginç olayı da anlatacağım kendisine...
202
lanh olarak onlara uğramış ve toplanhya kahlmışh.
Aile toplanhsı şu karan verdi: "İvan ya papaz olmalı ya da gö
zünün gördüğü yere defolup gitmeli." Kız kardeşi Elizaveta kendi
sini savunmaya kalkıştı, fakat dört bir yandan terslenince susmak
zorunda kaldı.
İvan, ertesi günü, "gözünÜ n gördüğü yere" gitmek için hazır
lığa koyulunca, anası baygınlıklar geçirdi ve evi valeryan kokusu
kapladı. Babası, oğlunu geçirmeye bile çıkmadı. Sadece, Elizaveta
ile ona yirmi beş rublelik bir banknot yolladı.
Kader, İvan Blagoveşçenski'yi, Kurliyansk eyaletinin Vin
davsk ilçesine bağlı Çiksten köyüne götü.rüp bırakh. Çocuktan
okuttuktan başka, yarı okuryazar belediye başkanına da yardım
ediyor, bu yüzden, onun evinde bedava oturuyordu.
Genellikle yaşam, onu güldürmüyordu. tfenüz, hangi mesleği
seçeceğini kararlaşhramamışh. Öğretmenlik fena değildi. İyi ama,
şehirde, bir lisede öğretmen olmalıydı. Lise öğretmenliğinden di
rektörlüğe ya da müfettişliğe yükselebilirdi. Sonra, Rus rütbe tab
losunda, albaylığa eşit olan devlet müşavirliğine fırlaması hiç de
güç olmayacaktı. Eyalet lise direktörleri arasında, tümgeneralliğe
eşit olan, asil devlet müşaviri olanlar da az değildi. Resmi günler
de, altın yaldızlı ceket giyecek, polisler kendisine selam duracak
lardı. İyi ama gerçekleşmesi olanaksız olan bu emeline ulaşabilme
si için üniversite mezunu olması, yüksek mevkidekilerle yakınlık
lar kurması gerekliydi.
Bazan, doğduğu kasabanın belediye başkanı Flyagin gözleri
nin önünde canlanıyordu. "Kasaba küçük ama, parası çok." diyor
du kendi kendine. Fakat, her şeyden önce kapitale sahip olmalıydı.
Öğretmen maaşı ile ticarete nasıl atılabilirdi!
Bazan da Volga'yı aklından geçiriyordu. Kereste tacirleri hiç
de kötü yaşamıyorlardı. Milyonerdiler. Kuğu kuşları gibi vapurla
n işliyordu.
203
Nihayet savaş patlak verdi de İvan Blaveşçenski'yi çamurdan
kurtardı.
1915 yılında cephelerde pek çok asker ve subay -özellikle genç
subay- ölmüş ve o zamana kadar orduya alınmamış olan öğret
menler de seferber edilmişti. Ve İvan Blagoveşçenski, kısa bir okul
döneminden sonra, yedek subay olarak orduya kabldı. Henüz yir
mi üç yaşındaydı.
Genç subay, "din, çar ve vatan için" canla başla savaşh. Bir yıl
da, sırası ile, teğmen, üsteğmen ve yüzbaşı oldu, hem de kurmay
yüzbaşı. Savaş bir-iki yılcık daha uzayıverseydi, cesur subay, İm
parator Nikolay Aleksandroviç Romanov gibi albay rütbesine yük
selecekti.
Fakat, talihi yaver gihnedi, çünkü, İmparator Nikolay'ı tahttan
indiriverdiler.
Ve yirmi dört yaşındaki kurmay yüzbaşı İvan Blagoveşçenski,
yüksek başkomutan adına yüzlerce kişiye komuta etme zevkine
doyamadı, albaylık rütbesini" takınamadı. Her ne de olsa, 1917 Şu
bat Devrimi'nden sonra kurulan Geçici Hükümetin Başbakanı
Lvov, kendisini biraz sevindirdi. Ne de olsa adam, prensti. Aynı
hükümetin Savaş Bakanı Guçkov birazcık cesaretlendirdi, bu da
oturaklı bir adamdı. Aleksandr Födoroviç Kerenski umutlandırdı.
Lavr Kornilov düzenin sarsılmazlığına olan inancını güçlendirdi.
İyi ama, tutkularının tam kızışbğı bir sırada Ulyanov Lenin bütün
umutlarının üstüne tüy dikti. Devrim sağanağı cepheleri altüst et
ti. Şimdi ne yapmalı, nereye gihneliydi?
Ve eski kurmay yüzbaşı, sırtında lime lime bir Avusturya ka
putu (kendi subay kaputu ile görünmesi sakıncalıydı) ayaklarında
ökçeleri yenmiş yampiri çizmeleri, apoletsiz, madalyasız ve nişan
sız, bir gün baba evine çıkageldi.
Dış kapıyı açhğı zaman, dana iriliğinde, kulak.lan düşük bir
köpek, kulübesinden ağır ağır çıkarak, boğuk bir sesle bir-iki hav-
204
lama taklidi yaph. Avlu patikasını süpürmekte olan, sarı kürklü ih
tiyar, çalı süpürgesini kaldırarak köpeğin karşısına dikildi: "Dik!
Yerine!" diye bağırdıktan sonra kapıdan girene:
- Kimi arıyorsunuz? diye sordu.
İvan Blagoveşçenski'nin �lbi acı ile burkuldu, bir acıma duy
gusu boğazına gelip saplandı. Evet, acıma duygusu, baba sevgisi
değil. Çünkü, adamcağız, küçülmüş, zayıflamışh, yel üfürse düşe
cek haldeydi.
Ev de ona benzemişti. Direk ve kirişler kararıp çatlamış, ev
önündeki merdiven tamamıyla çürümüş, üçüncü basamak tama
mıyla ortadan kalkmışh. İhtiyar babası oraşını nasıl atlayıp yukarı
çıkabiliyordu acaba?
- Dindarlar cimrileştiler. Gelirli dinsel törenler de azaldı;
düğünler seyrekleşti, erkekleri Almanya' da, Galiçya'da, Neman
ötelerinde ve hatta Fransa'da gömüyorlar. Asker dulları ile analar
da ancak ölmeyecek kadar bir şeyler veriyorlar. Buna karşılık her
kes mitinglere koşuyor.
Bunları, kendisinin geldiğini duyunca koşup gelmiş olan kız
kardeşi Zinaida anlatıyordu.
Papaz Aleksey'in ailesi çil yavrusu gibi dağılmışh. Yalnız Zi
naida Yurievets'de kalmışh. Aile toplanhsında İvan'ı savunmuş
olan Elizaveta Murom'daydı.
İvan, anası ve Zinaida karşılıklı oturuyorlardı. Anası biraz ağ
ladıktan sonra sustu, gözlerini kapıya dikti: "Nerede kaldı bu
adam acaba?" diye düşünüyordu.
Zinaida, bir konudan diğerine atlayarak durmadan konuşu
yordu. Onun birbirleriyle pek de bağlanhsı olmayan sözlerinden
0
-bu beş yıl içinde olup bitenlerin hepsini anımsamak kolay mıydı!
İvan şunu anladı: Burada, Yurievets'de yönetim, Bolşeviklerin elin
deydi. Zinaida: "Halk karşı koyuyor ama, elinden bir şey gelmi
yor." sözünü sık sık tekrarlıyordu.
205
İvan'ın "Kim bu halk?" sorusu karşısında, eski belediye başka
nı Flyagin'in, şarap fabrikası müdürünün, iki-üç bakkalın ve birkaç
din adamının adlanru saydı. Burada en aktif adam, Volodka Kre
tov adlı bir gençti. "O, Bolşeviklerin en büyüğü. Doğrusunu da
söylemek gerekirse, ağzı laf yapıyor. Kısacası, sersem değil. Hal
kın, özellikle çıplakların kalplerini nasıl kazanacağını biliyor."
İvan şunu da anladı: "Pek çok kötülükler de var. Soygunlar,
hırsızlıklar sık sık oluyor. Fakat, Bolşevikler böyle işlerle uğraşmı
yorlar. Ne var ki, şimdiye dek hiçbir haydut da yakalanmış değil.
Babamın köpek düşmanı olduğunu bilirsin. Bizim evimizde yakın
zamana kadar köpek görülmemiştir. Şimdi, zebella gibi bir köpek
besliyoruz. Çünkü ancak bu köpek sayesinde evde kendimizi biraz
güven içinde duyumsuyoruz."
Baba, koyu lacivert bir cübbe ile içeri girdi. Sakalı ve seyrek
saçları taranmıştı, gliserinli sabun kokusunu da beraberinde getir
mişti. Ev gözlüklerini değil, kilisede kullandığı altın yaldızlı göz
lüklerini takmıştı. Haç işareti yaparak içerdekileri takdis etti. İvan,
eski alışkanlığı ile babasının elini öpmeye uzandı, ihtiyar, elini çek
ti, sadece, oğlunu üç defa öptü.
- Nasılsın, iyi misin?
Ana, mahzenden hıyar ve mantar çıkarmaya gideceğini söyle
yerek odadan ayrıldı. Baba, Zinaida'ya şöyle bir baktı, genç kadın,
derhal mutfağa geçti ve oradan kapkacak gürültüsü duyulmaya
başladı.
Baba-oğul haşhaşa kaldılar. Papaz Aleksey, daha oturmadan
sordu:
- Bundan sonra ne yapmak niyetindesin?
- Henüz bir karar vermiş değilim.
Baba, başı ile, fabrikatör Mildovski'nin evini işaret ederek:
- Onların yanma mı gideceksin? diye sordu.
Zinaida'nın anlattıklanna göre "orası" Volodka Kretov'un
206
"karargah" merkeziydi.
- Durumu bir anlayayım bakalım hele...
Baba sustu, kendince en önemli olan soruyu hazırlamakta ol-
duğu belliydi:
Kiliseye gidecek misin? Örneğin bugünkü akşam duasına?
Mutlaka, baba.
Din görevlisi olmayı da kararlaşhrmışsındır herhalde?
Hayır, baba. Eski tarhşmaları yenilemesek daha iyi olur.
Papaz Aleksey'in yüzü sarardı ve buruştu:
- Mademki öyle, seninle konuşmam burada bitiyor, İvan.
Başka hiçbir sorum yok sana.
Ve odadan çıktı.
Blagoveşçenski, bütün nisan ve mayıs aylarını Yurievets'de
kız kardeşi Zinaida'nın yanında geçirdi. Nereye gidebilirdi ki...
.
Sonra hangi para ile? Yol parasını çıkarabilmek için ilk önce liman
da işçi olarak çalışh. Sonra, yaşlı boyacının fırça savuruşunu bir sü
re seyretti ve kendisini yardımcı olarak yanına almasını rica �tti.
Burada belki de bir süre çalışacaktı. Ne var ki, hemen hemen
her gün yapılan mfting ve toplanhlar kendisini sinirlendiriyordu.
İhtiyar boyacı bunların tiryakisi olmuştu:
- Sayın bayım, siz şu duvarı tamamlayın. Ben gidip bir din
leyeyim bakayım neler konuşacaklar, deyip ortadan kayboluyor
du.
İvan, ilk aylığını aldıktan sonra "namuslu çalışma ile saray ku
rulamayacağını" anladı. Aylığı üç gün içinde tükeniverdi. Bir şişe
"ekstra" bulmasaydı, belki de bir hafta dayandıracaktı. Nasıl içme
sin ki! Bu kahrolasıca yaşamı bir gün de olsa unutmalıydı.
Şehrin eski belediye başkanı, Eser Flyagin hızir gibi imdadına
yetişti. Bir akşam yanma geldi, derin derin nefes alarak bir süre ses
sizce oturdu ve hiç beklenmedik bir anda masaya bir tomar para
koydu:
207
- Bunlar benim. Bir kısmı da babanın. Bir süre daha kalırsan
buradaki Kretov ve Kozlov haydutları senin çanına ot hkarlar.
Kendileriyle olmayan bütün subayları temizliyorlar. Onun için bir
an önce kaybol.
İvan Blagoveşçenski, daha o gece Yurievets'den ayrıldı. Flya
gin'in kendisine verdiği mektupta şu adres yazılıydı: Moskova,
Maroseyska, numara 15. Bu adreste Evdokiya Zaytseva adlı bir ka
dınla konuşacakh.
Evdokiya Timofeevna'nın bir ay sonra döneceğini öğrenince,
"İşlerim yürümüyor, yürümeyecek vesselam!" diye düşündü. Bla
goveşçenski'ye bu acı haberi, zili çaldıktan sonra kapıyı açan orta
boylu, apoletsiz deniz subayı ceketli bir adam verdi. İvan'ın bu ha
ber karşısında bir titreme geçirdiğini görünce: "Buyurun, dinle
nin," dedi ve kendisini takdim etti:
- Ben Konstantin Konstantinoviç.
Blagoveşçenski, bu deniz subayı ceketli adama nasıl birdenbi
re güven duyduğunu anlayamadı. Kafasında karamsar düşünceler
kaynaşan, son yıllarda başarısızlıktan başarısızlığa uğrayan İvan
Blagoveşçenski'yi, yarım saat önce tanışhğı bir adama, başından
geçen her şeyi eksiksiz anlatmaya iten güç neydi? Kendisini tedbir
li olmaktan yoksun eden ve ona Flyagin'in mektubunu vermeyi
emreden sihir neydi? İşin garip tarafı da şuydu ki, adam, bütün
bunlarla sanki hiç ilgilenmiyormuş gibi bir tutum içindeydi.
İvan, denizci kılıklı adamın, ÇeKa'nın özel askeri müfrezesin
de çalıştığını öğrenince büyük bir korku geçirdi. Konstantin Kons
tantinov ise ona şu beklenmedik öneride bulundu:
- Arzu ederseniz, gelin, bizim yanımızda çalışın ... Hoşlan
dım sizden. Popov'a tavsiye edeceğim sizi. Esasen kendisi bugün
buraya gelecek.
ÇeKa Özel Müfrezesi Komutanı, Blagoveşçenski'de, ya çok
sarhoş ya da şaşkın bir adam izlenimi bırakh. Sırhnda deniz eri
208
üniforması vardı, ceketi buruşuk ve kirliydi, beresinin şeridinin uç
lan biri kısa biri uzundu. Hemen şu anda savaşa girecekmiş gibi si
lahlanmışh; omuzundan mavzeri, palaskasından parabellemu, bir
cebinden de bir tabanca sarkıyordu.
Blagoveşçenski'nin elini kuvvetle sıkh, şöyle bir yüzüne bakh
ve sonra:
- Alıyorum seni, diye kestirip attı.
Solgun, hemen hemen beyaz yüzünde küçümencik bıyığı var
dı. En ilginç yanı, gözleriydi. Bu çakır gözlerde belli belirsiz nokta
cıklar görülüyordu. Göz kapaklarını hiç kırpmıyordu. Bunlar göz
değil, porselendi sanki. Konuşurken, karşısındakine başını çeviri
yor, fakat gözleri hareketsiz kalıyordu. Bir ağrisı varmış gibi sık sık
dişlerini gıcırdahyordu. Konstantinov'a, kızgın bir sesle:
- Bugün daha üç kişi geldi, şunlarla �ir prova yap! dedi ve
birden haykırdı: Filo nasıl bahnlır, anlatsınlar! ·
Bir an sustu, sonra emir veren bir sesle söylendi:
- Anladın mı? Şunlarla bir prova yap!
Düşünceleri o konudan bu konuya atlıyordu:
- Çizme yetersizliği içindeyiz... Bunu tütün için gönderebili
riz ha? Başlangıç olarak? Konuş kendisiyle.
Bir bardak sert çay içtikten sonra, ötekinin sunduğu ekmek par
çasını bir parça beygir eti salamı ile yedi, esneyerek ayağa kalkb:
- Gidip biraz kestireceğim. Saat onda uyandır beni.
Konstantin Konstantinoviç, Blagoveşçenski'ye şu açıklamayı
yapb:
- O, sizin Yaroslavl'a gitmenizi istiyor. Duydunuz ya, "Tü
tün için." dedi. Yaroslavl'da, Ateş Deposunda Poluhin yoldaşa gi
deceksiniz. Ondan, derhal tüfek mermisi göndermesini rica ede
ceksiniz. Adresi biliyor o. Bundan sonra Tütün Fabrikasına vara
caksınız, oradan alacağınız beş sandık tütünü şu adrese göndere
ceksiniz: Moskova, Tröhsviyatitelska caddesi, ÇeKa Özel Müfreze-
209
si. Görev kartınızı ÇeKa Başkan Yardımcısı Aleksandroviç imza
layacaktı�. Bu kartı yalnız olağanüstü haller karşısında gösterecek
siniz. Anlaşıldı, değil mi?
Bazı tamamlamalar rica edebilir miyim?
- Buyurun.
- İki sorum var. Birincisi: Bu mermiler nerede kullanılacak?
Ve ikincisi: Ben, sizin tanımadığınız bir insanım, neden bu iş için
beni seçtiniz?
- Her iki sorunuzu da yanıtlayacağım. Mermiler, Rusya adı
na yapılacak haklı savaşımda kullanılacaktır. Sizi seçtik, çünkü,
bay Ayagin'in size büyük güveni var. Onun mektubunu okumadı
nız herhalde. Buyurun, görün.
Blagoveşçenski, mektubun daha ilk satırına göz gezdirir gez
dirmez, hayret bile etmedi, sadece gülümsedi:
"Aziz dostum Konstantin Konstantinoviç, bu mektubu size
götürecek olan Kurmay Yüzbaşı İvan Blagoveşçenski ... "
- İyi ama ben, Evdokiya Timofeevna'ya gönderilmiştim.
Öteki, ciddi ciddi:
- Evdokiya Timofeevna benim, dedi.
Bagoveşçenski, bütün gece hemen hemen hiç uyumadı: Kuş
kular içinde kıvrandı: "Müfreze, ÇeKa'nın müfrezesi. Öyleyse mer
miler neden gizli gönderiliyor? Bu işte bir pislik var ama, hayırlısı
olsun. Böyle işlere ne diye burnumu sokuyorum? Ayagin, beni ya
bancılara göndermez elbette. Ama, ne de olsa Yaroslavl'da Ateş
Deposuna vardıktan sonra, "Kimsin sen?" diyecekler bana. Ne ya
nıt vereceğim? Popov, gördüğüm kadarı ile, rezilin biri. Sonra beni
köpek gibi kurşuna dizecekler."
Sabaha karşı, Konstantin Konstantinoviç'i uyandırmamaya
dikkat ederek, sessizce kalktı ve doğruca istasyona yollandı. Mu
rom' daki kız kardeşi Elizaveta'nın yanma gitmeye kesinlikle karar
verdi.
210
PROVA
Haziran başlarındaydı. Andrey, ÇeKa büfesinde, kırk yaşla
rında, uzun boylu, uzun kara sakallı yeni bir Çekist gördü. Geniş
kaşları, kalpak gibi gür ve karman çorban saçları esmer yüzü, kara
üzüm gözleriyle dik�ti çekiyor-du. Bütün Çekistleri tanıyan büfe
ci kadın Maşa yeni Çekiste sordu:
- Soyadınız?
- Blümkin.
Maşa tüm listeyi gözden geçirdi:
- Burada adınız yok, Blümkin yoldaş. Ama, ben, Sergev'in
payını size vereceğim. Bugün gelmeyecek u. Siz de söyleyin de,
adınızı listeye geçirsinler.
- Olur.
Maşa, bir parça balık, iki bonbon, yüz 0yirini beş gram yulaf ek-
meği verdikten sonra, Blümkin' e boş bir bardak uzath.
- Çay masada. İstediğiniz kadar içebilirsiniz.
Blümkin, şaka ile karışık:
- Nedir bu, kahvaltı mı, yoksa öğle yemeği mi? diye sordu.
- Hayır, bütün gün için, diyen Maşa aynı şakacı tonla takıl-
dı: Bakın size koskoca bir balık parçası verdim. Martinov yoldaşa
sadece kuyruk kesimi kaldı.
Blümkin, çay içmedi, balık parçasını ekmeğin üzerine koyarak
büfeden çıktı. Maşa, ardından:
- Tam bir at hırsızı! demekten kendini alamadı.
Aradan birkaç gün geçince, Blümkin'le Andrey, koridorda ya
da büfede karşılaştıkça birer eski tanış gibi selamlaşmaya başladı
lar. Blümkin, sıcakkanlı, neşeli, şakacı bir adamdı. Çekistlerin çoğu,
onun, Sol Eser (Sosyalist Devrimci Partisi Üyesi) olduğunu, ÇeKa
Başkan Yardımcısı Viyaçeslav Aleksandroviç'in verdiği özel ödev
leri yaptığını biliyorlardı artık.
211
Blümkin, büfeye, fotoğrafçı Andreev'le gelmeye başladı. Fa
kat, aradan iki haftaya yakın bir süre geçmişti ki, Andreev Çe
Ka'dan kovuldu: Bir gün işe sarhoş gelmiş, kendisinden görev kar
hnı göstermesini isteyen kapıdaki nöbetçiye sövmüş.
Andrey'le Blümkin bir gece geç vakit daireden birlikte çıkhlar.
- Eve mi gidiyorsunuz? Nerede oturuyorsunuz?
- Aynı yönde oturuyoruz.
Gecenin bu geç vaktinde, neşeli, şakacı Blümkin'le yürümek,
Andrey'in hoşuna gitmişti.
Leontievska'da, Prenses Uvarova'nın eski köşkü önüne gel
dikleri zaman, Blümkin durdu:
- Eh, arhk ayrılmamız gerekiyor.
Sol Eserler Partisi Merkez Komitesiyle Moskova Komitesi bu
binada bulunuyordu. Bunu bilen Andrey hayretle sordu:
- Burada mı oturuyorsunuz?
- Bekarım ben. Bir baş bir hraş. Burada, aynca, prens divan-
ları var.
Blümkin elini uzattı:
- Yol arkadaşlığına teşekkür ederim. İyi geceler.
Birkaç gün sonra, Andrey, işten çıkışta Blümkin'le yine karşı
laştı. Blümkin:
- Bu gece de beraberiz ha? dedi ve derhal sordu, Vostor
gov'un davası ile ilgili haberi okudun mu? Sahi, yahu, bu dava ile
uğraşan sizdiniz. Daha ayrınhh anlahr mısınız?
- Affedersiniz, Yakov yoldaş, bizim dairede, görevle ilgili iş
lerin sokakta konuşulması geleneklere aykırıdır.
Blümkin, nezaketle:
- Benim sizden af dilemem gerekiyor, dedi, bu papazların
başına ördüğünüz çorap ilginç de, onun için sormaktan kendimi
alamadım.
- Hiçbir ilginç yanı yok bu işin...
212
Bu kez, Blümkin, Merkez Yürütme Komitesi Köy Seksiyonu
nun bulunduğu bina önünde durdu:
- Ben buraya kadarım, dedi.
- Yeni eve taşınmışsınız anlaşılan. Burada da rahat divanlar
var mı?
- Daireye daha yakın burası. Düztaban olduğumu bilmiyor
sunuz galiba. Uzun yol yürüyemiyorum.
Martinov, birinci kattaki odalardan birinde, ışığın zayıf olma
sına karşın, ÇeKa'nın eski fotoğrafçısı Andreev'i tanır gibi oldu.
"Ne arıyor burada bu?" diye aklından geçirdi. Blümkin'den ayrıl
dıktan sonra, pencereye daha dikkatli bakh, fakat hiçbir şey göre
medi, özenli bir el, yeşil perdeyi pencere üzerine geçmişti.
Martinov birkaç dakika daha bekleseydi, ÇeKa Başkan Yar
dımcısı Aleksandroviç'in, onun ardından Şol Eserler Merkez Komi
tesi üyesi Kamkov'un, daha birkaç dakika sonra da uzun etekli Ma
riya Spiridonova'nın aynı binaya girdiklerini görecekti.
Sol Eserlerin "parti stajları" azdı, alh ay kadardı. Bu p�rti, ör
gütsel olarak, 1917 yılının Aralık ayı başında yaphğı Birinci Kong
resinde kurulmuştu. O zamana dek, açıkça burjuva mevzilerinde
yer alan Sosyalist Devrimciler Partisi'nin sol kanadı sayılırdı. Baş
lıbaşına bir parti kuran Sol Eserler, devrim terimlerini ve kahraman
ve sürü teorisini ötekilerden miras aldılar. Bu mirasın korunmasın
da, Merkez Komitesi üyelerinin ve özellikle Mariya Spiridono
va'nın kendilerine büyük yardımı oldu.
Mariya Spiridonova, 1906 yılında -o zaman henüz yirmi iki ya
şındaydı- Tambovsk gericilerinin önderi ve o bölgedeki Yahudi kı
yımlarının elebaşısı olan adamı öldürdü ve ömür boyu ağır hapse
mahkum oldu. Şubat Devrimi'nden sonra, Sol Eserlerin en ünlü ko
nuşmacısı haline geldi ve çok geçmeden partinin liderliğine yüksel
tildi. İşçi sınıfı ve Marksizm'le hiçbir ilgisi bulunmadığı için, Bolşe
viklere karşı derin bir nefret duyuyor, onların Rus devletini yönete-
213
meyecekleri kanısını besliyordu. Bu yüzden, kendi partisinin Sov
yet hükümetiyle koalisyon kurmasına ve bu hükümete birkaç üye
ile katılmaya yanm ağızla razı odu. Böyece, kendi partisinden Proş
yan Posta ve Telgraf Halk Komiserliği'ne, Kologaev Tarım Halk
Komiserliği'ne, Şteyinberg Adalet Halk Komiserliği'ne getirildi.
Haftalar, aylar geçiyor, fakat Bolşevikler politika sahnesinden
çekilmeye hiç de niyetli görünmüyorlardı, tam tersi, günden güne
güçleniyorlardı. Sol Eserlerin, Rusya'nın en etkili partisi olma
umutları ise bir türlü gerçekleşemiyordu.
Ve bunlar, kamuoyunun dikkatini partileri üzerine çekmek
için, kapıyı tekmeyle kapatmayı kararlaştırdılar. Ne var ki, hükü
metten çıkmaları, bekledikleri etkiyi yapmadı. Bunun üzerine, Sol
Eserler Merkez Komitesi, Spiridonova'run ısrarı ile, Mirbah'ı öldür
me ve böylece de Brest Barış Antlaşması'ru bozma kararını verdi.
Ve Spiridonova, teröristleri hazırlamaya koyuldu.
Merkez Yürühne Komitesi'nin Köy Seksiyonu'nda toplandı-
lar. Spiridonova, Blümkin'e: "Anlat bakalım," emrini verdi:
- Yalnız belli başlı noktalar üzerinde dur. Vaktimiz az.
Blümkin, neşeyle konuşmaya başladı:
- Kanımca, işleri iyi gidiyor. Avushırya-Macaristan Ordu
sunun hıtsak subaylarından Teğmen Robert Mirbah'ı hıhıkladım.
Henüz doğru olup olmadığı bilinmeyen bilgilere göre o, büyük el
çinin yeğenidir. Olmasa bile adaşhrlar.
- Neden hıhıkladınız?
- Lanstrem adlı bir kadının öldürülmesi olayı ile ilgisi var
diye hıfukladım. Fakat, asıl sorun bu öldürme olayı değildir, teğ
men Mirbah'hr. Açıkça söylemek gerekirse, kendisini hıhıklaya
mayabilirdik. Amacımız, bay elçiyi hızağa düşürmek için onu yem
olarak kullanmaktır.
Blümkin, Spiridoniva'ya, küçük harflerle yazılmış antetli bir
kağıt uzattı. Kadın, yazıyı yüksek sesle okudu:
214
"Doğrulama belgesi. ÇeKa, üyesi Y. Blümkin'i ve Devrim
Mahkemesi temsilcisi N. V. Andreev'i, Almanya'nın Rus Sovyet
Cumhuriyeti Büyük Elçisi bay Vilhelm von Mirbah'la, bay elçiyi il
gilendiren bir sorun üzerinde konuşmakla görevli kılmışhr.
ÇeKa Başkanı Cerjinski
Sekreter Ksenofontov"
Spiridonova, antetli kağıdı masa üzerine fırlattı:
- Cerjinski, bu küstahça budalalığı imzalamaz!
Aleksandroviç tersler gibi söylendi:
- Sayın Mariya Spiridonova, böyle sözler ve böyle belgeler
uydurulmaz! Siz Cerjinski'nin imzasını tanıyor musunuz?
- Evet, tanıyorum.
Aleksandroviç, üzerinde Cerjinski'nin on beş imzası bulunan
bir kağıdı Spiridonova'nın önüne koydu. .
.
215
Mirbah'ın bizi kabul etmesini isteyeceğiz.
Eliçiliğin planı var mı elinizde?
Var. Görebilirsiniz. İşte. Şu küçük oda, sekreterin bulun
duğu ilk kabul odasıdır. Oradan, daha büyük kabul odasına geçilir.
Ve Mirbah, bizi, herhalde orada kabul edecektir. Mirbah, şu ikinci
kapıdan girecektir. Kabul odası birinci katta. Kat, yüksek değil. İşi
mizi gerçekleştirdikten sonra şu pencereden atlayıp kaçacağız.
Spiridonova odada sinirli sinirli dolaşmaya başladı:
- Ah, bir başarabilsek! Bu, bizim öyle bir zaferimiz olacak
ki ... Hele bir prova yapalım. Orada ne gibi mobilya var öğrendiniz
mı" ?.
- Evet, öğrendik. Ortada, yuvarlak bir mermer masa var. Şu
rada, sekreterin odasına açılan kapının yanında küçük bir masa da
ha bulunuyor. Ondan sonra, tabii, sandalyeler var.
- Pekala. Başlayalım şimdi provaya. Kamkov, siz elçisiniz.
Kapıdan giriyor ve oturuyorsunuz. Mirbah, elbette şuraya otura
caktır. Ne diye masayı dolaşsın! Diyelim ki, çevirmen de, Graf'ın
biraz gerisinde, konuşulanları duyabilmesi ve, Yaşa, seni de göre
bilmesi için, şuraya oturacaktır. Almanlardan birini de buraya ...
- Fazla insan bulunmayacak. Çünkü biz konuşmanın gizli
olmasını isteyeceğiz.
- İyi ama, ne de olsa birisi daha olacak. Elçinin özel çevirme
ni var. Bu işi ona müsteşar Doktor Ristler yapıyor. Onun da bulun
ması olasılıklı. Gerçekte, elçinin onunla birlikte olması gerekiyor.
Elçinin yaveri, teğmen Müller de görüşmede mutlaka hazır bulu
nacak. Çünkü, Mirbah onsuz bir yere gitmiyor.
Spiridonova, krokiye uzun uzun baktı, bir şeyler düşündüğü
belliydi:
Silah?
Bomba ve her olasılığa karşı tabanca.
Bombayı nasıl sokacaksınız oraya?
216
- Çantada, evrak arasında. Esasen yassı bir bomba bu.
Spiridonova tekrar sordu:
- Sekreterlik odasının kapısı bu mu? Muhafızlar bu odaya
nereden girecekler?
Aleksandroviç: "Yalnız �u kapıdan," dedi.
Nereye açılıyor bu kapı?
- Büyük kabul salonuna.
- Öyleyse, Andreev, kapı yanındaki masaya otursun. Blüm-
kin bombayı fırlatınca, sen, masayı kapıya dayayacaksın. Böylece
iki-üç dakikalık bir zaman kazanmış olacaksınız. Bombayı konuş
madan sonra, Mirbah kapıya doğru ilerle�eye başlayınca ve kapı
ya vardığı vakit fırlatacaksınız. Böyle davranmazsanız siz de öteki
dünyayı boylarsınız. Anladınız mı her şeyi şimdi? Provaya başla
yalım artık. Sizi büyük kabul salonuna aıdıl,ar. Mirbah içeri giriyor.
Kamkov, girin... Hızlı adımlarla değil ama. Çünkü, Mirbah ağır
ağır yürür. Yaşa, siz, Graf'a karşı ilerliyorsunuz. Haydi, yürüyün.
Acele etmeyin. Masaya elçiden önce varmanız nezakete aykındır.
Kuşku uyandırabilir. Andreev, siz, masaya oturun. Çanta sizde mi?
Blümkin' e vermeyi unutmayın. En iyisi, ikinizin de birer çantası ol
masıdır. Tamam. Oturun, Blümkin, başlayın konuşmaya ...
- Sayın Elçi, size şunu bildirmekle görevliyim...
Blümkin rolünü iyice benimsemişti. Sesi bile titriyordu.
- Daha dingin olun, Yaşa. Olabildiği kadar dingin ...
Kamkov hayretle sordu:
- Sözünüzü böldüğüm için özür dilerim, Mariya Aleksan
drovna, bütün bunlar niçin, bir türlü anlamıyorum. Bence, Mirbah
içeri gir!'!r girmez, bizim bu armağanımız derhal ayaklarına fırlatıl
malıdır.
- Her zamanki gibi yine �celecilik yapıyorsunuz, Kamkov.
Yaşa bombayı çantadan çıkarayım derken, Mililer derhal öldüre
cektir onu. Aptal değil o. Elçinin kabul salonunda bu kutunun ne
217
işi var, diyecektir kendi kendine ve gerçek durumu derhal anlaya
caktır. En iyisi susun ... Yaşa, devam et...
- ÇeKa sizin yeğeniniz Teğmen Mirbah'ı tutukladı. Bundan
sonra ne olacak? Açıkça söyleyeyim, ben de bilmiyorum.
Spiridonova, kızgınlıkla homurdandı:
- Hani hazırlanmışhnız ya! Graf, yeğeninin durumu kendi
sini yakından ilgilendirdiğini söylerse, siz de ona, "Müsaadenizle,
Bay Elçi, size tutukluluk evrakını göstereyim." diyerek, çantayı
açacaksınız.
Kamkov yine söze kanştı:
- Mirbah, bu yeğeninin kendisini ilgilendirmediğini söyler
se ne olacak?
Spiridonova ters ters yanıtladı:
- Çok uzak görüşlüsünüz, Kamkov. Ben de böyle bir olasılı
ğı göz önünde bulunduruyordum. Böyle bir durum karşısında, Ya
şa, siz, "Sayın Elçi, buna rağmen, size tutuklulukla ilgili bütün bel
gelerin birer kopyasını bırakıyorum." diyeceksiniz. Andreev, siz,
kalkıp masayı kapıya dayayacaksınız. Otomobili nerede bırakacak
sınız? Şurada mı? Çok iyi. Şoför kim?
Kolt. Bizden kendisi.
Korkmayacak mı?
Korkmaması gerekir. Çünkü hiçbir şeyden haberi olmaya-
caktır.
Bomba patlayınca?
Herhalde korkmayacak.
Bunlar, sizin bileceğiniz işler... Bizim için önemli olanı,
Mirbah'ın öldürülmesidir.
Merak etmeyin. Öldüreceğiz.
Sizin de sağ kalmanız bizim için önemlidir.
Sağ kalmaya çalışacağız.
Almanlann ya da ÇeKa'nın eline düşmemenizi de dilerim
elbette.
218
- Düşmemeye çalışacağız. Aramızda anlaşbk, içimizden bi
ri yaralanır da kaçamazsa, öteki onu öldürecektir. Öldüremezse,
yaralı intihar edecektir.
- Üzerinize ne büyük bir görev aldığınızı biliyorsunuz. An
d-reev, biliyorsunuz, değil mi?
- Çok iyi biliyorum, Mariya Aleksandrovna.
Spiridonova, kalkb. Gözleri alev alev yanıyordu. Teröristleri
takdis etmenin coşkusu içindeydi:
- Rusya, sizin bu kahramanlığınızı hiçbir zaman unutmaya
cakbr. Sosyalist Devrimciler Partisi ve Rus halkı sizi sonsuzluğa ka
dar anacakbr. Kurban giderseniz, Kızıl Meydan' da, Minin ve Po
.
jarski'nin yanında, Egor Sazonov ve İvan Kaliayev'le birlikte sizin
anıtlannız da dikilecektir. Ben, yıldızınızın mutluluğuna inanıyo
rum.
- Bu işi hangi gün yapacağımızı bilmek isteriz, Mariya Alek
sandrovna. Bir an önce olmasını arzu ediyoruz. Bizim de herkes gi
bi sinirlerimiz var.
- Gününü mü? Zamanı gelince bildireceğim. Gününü de,
saatini de. Şimdi bir prova daha yapalım. Kamkov, geçin yerinize.
Siz, Mirbah'sınız. Yürüyün. Fakat, ağır ağır...
1 9 1 8, TEMMUZ
Majeste Rus esnafı pısmışb, olağanüstü bir şeyler bekliyordu.
- Ah, rabbim ...
Hava kurşun gibi ağırdı. Tarih Müzesi'ndeki termometre, öğ
leyin gölgede otuz dört dereceyi gösteriyordu.
Moskova' da her gün fırtınalar kopuyordu. Bazen birbiri ar
dından. Sanki biri, henüz geçen fırtına bulutunu tekrar geri çeviri
yordu. Yağmurlar kısa süreliydi, kızgın asfalta iri yağmur taneleri
düşüyor ve derhal kuruyordu. Boğucu bir sıcak vardı.
219
BEŞ TEMMUZ
1 Temmuz sabahı, Aleksandroviç, Peters'in odasına girdi:
- Sizi rahatsız etmiyorum ya, Yakov Hristoforoviç?
Peters nezaketle karşılık verdi:
- Rica ederim. Şuralar Kongresi'yle ilgili bazı sorunlan ince
liyordum.
- Benim gelişim de bu sorunla ilgili. Özel Müfreze Komuta
nı biraz önce telefon etti.
- Kongre sırasında Bolşoy Tiyatro binasının korunması gö
revi neden onun müfrezesine verilmedi, diye soruyor, değil mi?
Peters gülümsedi. ·
220
Peters, neşe ile yanıtladı:
- Benim dilimde yok ama, Rusça' da şöyle bir atasözü var:
"Tedbirliyi allah da korur."
Aleksandroviç kalkh:
- Sizi rahatsız ettim. Ben gidiyorum.
Peters, Kongre sırasında Komutan Strijak'a yardım etmek, te
lefon santralini ve istasyonları korumak için ayrılan Çekistlerin ad
lannı söylüyordu. Andrey kendi adının da geçmesini bekliyordu.
Peters:
İşte bunlar, dedi. Anlaşılmadık bir şey varsa sorun.
- Ben nerede olacağım? .diye sordu Andrey.
- Andrey, sen, Kongre sırasında Cer)inski yoldaşın emrinde
olacaksın.
Andrey'in sık sık eve gelmeyişine aJış�ış olan Nasya bile, 4
Temmuz sabahı dayanamadı ve Lubyanka'ya giderek: "Babamla
Frunze geldiler, seni gecenin saat ikisine kadar beklediler," dedi.
·Andrey:
- Benim bu işte hiçbir kabahatim yok. Feliks Edmundoviç
görev başından ayrılmamamı emretti, diye yanıtladı.
Baba, İkinci Şuralarevinden giriş kartını, almaya gitmişti. An
d-rey de, o sırada, Kongre Komutanı Strijak'a Cerjinski'den bir
mektup getirmişti. Baba ile oğul kucaklaşhlar ve derhal aynldılar.
Andrey, Kongreye, yalnız bir defa, 5 Temmuz günü birkaç da
kika için girdi. Şansı varmış, tam o sırada Lenin konuşuyordu.
Vladimir İliç, kürsüden değil, sahneden konuşuyordu:
- Evet, yoldaşlar, günümüzde, dolaylı veya dolaysız, açık ya
da gizli savaş propagandası yapanlar, Brest Barış Antlaşması aley
hinde konuşanlar, bunun boynumuza takılmış bir ip olduğunu
söyleyenler, Kerenski ve ağaların, kapitalist ve köy burjuvazisinin
Rusya' daki işçi ve köylülerin boynuna yağlı ipi geçirmekte olduğu
nu görmemektedirler.
221
Sağdan: "Mirbah'la kucaklaşıyorsunuz!" sesleri duyuldu. Le
nin, sessizliği sağlamak için elini kaldırdı:
- Bunlar, her kongrede, halk arasında hiçbir saygınlıkları
kalmadığı için çığlık atmaktadırlar.
Eski bakanlar locasından isterik bir ses yükseldi: "Sahlmışlar!
Mahvettiniz Rusya'yı ... "
Lenin, bir an için bağırana bakh, sonra elini savurarak konuş
masına devam etti:
- Bu durumda bulunanlar için, ellerinde başka kanıt bulun
madığından, çığlıklarla, isteriyle, sövmeler ve barbarca çıkışlarla
yanıt vermekten başka hiçbir şey kalmıyor. Bu yüzden onların bu
davranışları beni hayrete düşürmüyor.
Alkışlar ve gülüşmeler duyuldu. Yine aynı isterik çığlık gürül
tünün üstüne çıkh: "Kanıt var! Var!"
Lenin, gürültünün kesilmesini beklerken, mendille alnındaki
terleri siliyordu.
Bakanlar locası parmaklıklarına abanmış olan geniş yüzlü,
çıplak san başlı birisi: "Mirbah'ı kovun! Mirbah'ı!" diye haykırı
yordu.
Yukarıdan kalın bir ses gürledi: "Susturun şu melunu!"
Locadan, sakallı ve uzun bumunda alhn kelebek gözlük bulu
nan biri ayağa kalkh. Boru gibi kıvırdığı gazeteyi dudaklarına götü
rerek: "Sizi yakında tamamıyla susturacağım!" diye tehdit savurdu.
Gürültü biraz yahşmıŞh. Lenin, sert bir sesle konuşmasını sür
dürdü:
- Savaşa son verme çabalarının ne büyük acılara mal oldu
ğunu Rus askerlerinin yüzde doksan dokuzu biliyor. Biz, açıkça,
namuslu demokratik bir barış önerdik. Ne var ki, bütün ülkelerin,
içleri pisliklerle dolu burjuvazisi tarafından reddedildi bu öneri.
Andrey'in gözleri Mariya Spiridonova'ya takıldı. Kadın, Le
nin' e kin dolu bakışlarla bakıyordu.
222
En sonunda sessizliğe kavuşmuş olan salonda Lenin'in sesi
yankılanıyordu:
- Biz, Brest Barış Antlaşması'nı, akıl almaz çaba ve acılar so
nunda imzaladık. İşçiler ve köylüler biliyor bunu. Bu barışın ağır
yükünü abartmak için daha faz�a söze gerek var mı! Biz, halk ada
letinin nerede olduğunu biliyoruz ve onu kendimize kılavuz yap
mış bulunuyoruz.
Cerjinski, birkaç sözcüklük bir telgraf yazarak Andrey' e uzat-
h:
- Bunu derhal Peters'e götür, dedi.
223
dönebildi. Katya'yı zayıflamış olarak, iri ve mutlu gözlerle görün
ce, bir daha hiçbir zaman kansı ve çocuklarından ayrılmamaya ka
rar verdi.
Gelişinden bir ay kadar sonra, Martinov ve Frunze, onu İvano
vo-Voznesensk' e çektiler, üç ay sonra da, Sverdlov, Anfim'i Yaros
lavl'a gönderdi.
Katya, çocuklarından uzakta kalamazdı, bu yüzden, ne kadar
da güç olsa, İvanovo-Voznesensk'le Yaroslavl arasında mekik do
kuyordu. Anfim'in yanma bazen haftada bir, bazen da ayda iki kez
gidiyordu. Tren gündüz varırsa, istasyondan doğruca Anfim'in ça
lışhğı daireye gidiyordu. Orada kendisini herkes tanıyordu. Emek
Komiseri Rabotnov, Katya'yı görür görmez, "Anfim, müjde, senin
gülün yine geldi," diye bağırmaya başlıyordu.
Katya'nın elini hararetle sıkıyor ve takılmaya başlıyordu:
- Ah, ne iyi kadınsın sen, Katya. Benim yaştan şöyle sadece
on beş yıl azaltmak olasılığı olsa, vallah da billah da kaçırırdım seni.
Anfim, karısını, gelişlerinden birinde, uzun boylu, yakışıklı,
sarışın Kriminal Milis Müfettişiyle tanışhrdı. Öteki, topuklarını bir
birine vurarak:
- Grekov, dedi.
Katya, 5 Temmuz Cuma günü kocasından bir mektup aldı.
Anfim, Şfiralar Beşinci Kongresine gitmeyeceğini, bu yüzden ken
disini beklediğini yazıyordu. Katya, yakın arkadaşı, genç Bolşevik
Polya Voronova'ya giderek, çocuklarına her zamanki gibi göz ku
lak olmasını rica etti ve akşam Yaroslavl'a hareket etti.
Tren ağır gidiyor, istasyonlarda uzun uzun, diğer trenlerle
karşılaşmaları bekliyordu. Yalnız Nerehta'da bekleme bir saatten
fazla sürdü.
Yaroslavl'a, gece yansından sonra, bir buçuğa doğru varıldı.
Katya, ıssız sokaklarda hızlı hızlı Bristol Oteli'ne doğru yürümeye
başladı.
224
Kotorosal nehri üzerindeki köhne köprüden geçerken, büyük
bir binanın köşesinde bir kalabalık gördü. Askeri üniformalı biri,
ona, kabaca sordu:
- Boynuzların nereye götürüyor seni, hey budala kadın!
Katya, subay üniformasının. omuzlarında albn yaldızlı apolet
leri görünce dehşetle irkildi. Gerçeği söylemenin sakıncalı olacağı
nı anlayan Katya acele acele konuştu:
- Eve gidiyorum. Evim, Rojdestvenska'da.
- Marş! Daha hızlı yürü!
Katya, birinin: "İmdat! Milis!" diye bağırdığını ve silah sesleri
duydu.
Otelin kapısı kilitliydi. Katya, kalın camı hızlı hızlı bklatb. İg
natiç adlı sakallı kapıcı göründü: "Geliyorum, güvercinim, geliyo
rum." diyordu. Kapıyı açtı ve Katya'yı her·zamanki "nezaketiyle"
karşıladı.
- Kocan biraz önce geldi. "Bu sabah bizim kan gelmiş ola
caktı." diye söyleniyordu. Oysa sen gece yansından sonra geliyor
sun. Buyur, gir içeri. Seni görünce kim bilir nasıl sevinecektir!
Anfim'in odası ikinci kattaydı. Katya, koşarcasına odasına
vardı, kocası yoktu. Açık pencerenin perdesi esen yelle savruluyor
du. Katya, divana yığıldı, kalbi delice çarpıyordu. Yerinden fırladı,
koşa koşa koridora çıkb ve Anfim'le yüzyüze geldi. Kocasının
omuzunda havlu vardı.
- Katya! Geldin ha!
- Koş! Çabuk gel!
Katya, şaşkın şaşkın bakan kocasını pencereye götürdü:
- Uyuyor musunuz siz? Dışarda ayaklanma var! Baksana!
Caddede, silahlı, omuzlan apoletli insanlar sıra sıra ilerliyor-
lardı. En önde orta boylu, subay üniformalı komutan yürüyordu.
Yanı başında, ona bir şeyler anlatan, öfkeli öfkeli kolunu savuran
bir başka subay vardı.
225
Falalev bu!
Tanıyor musun?
Nasıl tanımam. Milis örgütü komiseridir. Yanı başındaki
Baranov da seyyar müfreze komutanıdır. Alçaklar. Bekle beni bi
raz.
Anfim koridordaki telefona koştu. Katya da peşinden gitti.
Bolotin, telefonu birkaç defa çaldırdı. Yanıt yoktu. Nihayet,
kadın sesi değil, bir erkek sesi sordu:
Ne istiyorsun?
Zakhayım yoldaşı verin bana.
Kimi?
Zakhayım'ı dedim ya.
Sen kimsin?
Emek Komiserliğindenim.
Bolotin mi?
Evet.
Bristol'den mi telefon ediyorsun? Bekle biraz. Senin yanı-
na da geleceğiz. Derini yüzeceğiz...
Anfim, kulaklığı yerine asarak, İgnatiç'e seslendi:
- Nahimson hangi odada?
Tam bu sırada kapı çerçevesinde Falalev'in yüzünü gördü. Fa-
lalev, kapıyı sinirli sinirli çalıyor: "Aç!" diye bağırıyordu.
İgnatiç kapıya yöneldi. Anfim onu kolundan tuttu:
- Dur bakalım, İgnatiç.
Kapıcı kolunu kurtardı ve Bolotin'e okkalı bir küfür savurdu.
Anfim: "Katya, kaç!" diye bağırdı, "Herkesi uyandır." Ve ka-
pıyı açmasını önlemek için İgnatiç'in üstüne saldırdı. Falalev ta
bancasının kabzası ile kapının camını kırdı, elini iç tarafa uzath, iç
teki anahtarı çevirmek için çaba harcıyordu.
Katya koridorda koşarak her kapıyı çalıyor,
- Uyanın. Derhal. Derhal fırlayın, diye bağırıyordu.
226
Aşağıdan silah sesleri geliyordu. Katya koridorda koşarken,
Nahimson'un odasından dışarı fırladığını ve ceketini giymeye ça
lışbğını gördü.
Nahimson, "Ne var, ne oluyor?" diye bağırdı ve yanıt bekle
meden merdivenlerden aşağl inmeye başladı.
Dış kapı açılmışb arhk. Apoletli kişiler, Anfim'in kollarını ar
kaya kıvırmaya çalışıyorlardı. Katya, kapıcının kocasının yüzüne
tokat ahşlarını dehşetle seyrediyordu. Kapıcı: "Komiser! Namus
suz! İt!" diye haykırıyordu.
Nahimson, elinde tabanca, bağırıp çağıran sarhoş ayaklanma
cıları dağıtmaya çabalıyordu. Kapıcının başına vurunca, öteki:
- Elebaşları bu! Çocuklar! Nahimson! diye can acısı ile ba
ğırdı.
Beyazlar giyinmiş Kiriminal Milis Müfettişi Grekov hızla içeri
girdi. Katya onu görünce haykırdı:
- Grekov yoldaş!
Grekov, Katya'ya bakmadı bile. Nahimson'a yaklaşarak sırıth:
- Selam, Nahimson yoldaş! Ne iyi yapmışsın da kendi başı-
na çıkmışsın. Bizi zorlamayacaksın.
Nahimson, baştan aşağı kanlar içindeydi, şaşılası bir soğuk
kanlılıkla:
- Senin bir alçak olduğunu söylerlerdi de inanmazdım, Gre
kov! Meğer, ne kadar aldanmışım! dedi.
- Soyun, çıfıt köpeği! Çıkar ceketini!
- Çıkaracağım! Boşuna titreme, Grekov. Titreme zamanın
gelecek.
İgnatiç, Katya'yı görünce cıyaklamaya benzer bir sesle:
- Yakalayın, çocuklar! Komiserin kansı bu! Paçavra! diye
söylendi.
Katya, yere serili Anfim'e doğru koştu. Sanki, onun, kansını
savunacak gücü vardı.
227
İgnatiç, elindeki çekici alçakça, kadının sırtına savurdu:
- Kancık!
Katya'nın, kendini kaybederken son gördüğü görünüm şuy
du: Nahimson'u dışarı çıkarıyorlardı, o direniyordu.
Apoletli kişiler, sarhoş bağırtıları arasında Katya'nın cesedini
tekmeleyip çiğniyordu. Grekov, cesedi kollan arasına alarak, bir
kasap ustalığı ile yüzüstü çevirdi.
Ayaklanmacılar, "Bristol"de oturan iki Bolşeviği yanlarına
alarak, otelden uzaklaştılar. İgnatiç de onlarla birlikte gitti. Yaşlı
karısı odasından çıktı, inleyerek, sağa sola bakındı, sonra, dışarı
dan, katran kokulu bir hasır getirdi, Katya'nın mavi noktalı beyaz
bluzüne alıcı gözüyle baktı, eğildi, lacivert etekliğini yokladı, etek
lik yündendi. Katya'yı inleye puflaya soydu, Anfim'in çizmelerini
çıkardı, sonra yeniden Katya'ya döndü, ayakkaplan yamalı olsa
da, işe yarayacak durumdaydı. Bu yorucu, fakat yararlı işleri
tamamladıktan sonra, korktukları için odalarından çıkmamış olan
müşterilerden hiçbirinin kendisini görmeyişinden memnun bir
halde, Katya ile Anfim'i hasırla örttü, kanlı giysilerini odasına taşı
dı, geri döndü, sabah güneşi altında pırıldayan cam kınklarıru sü
pürmeye koyuldu. Tam bu sırada bir inilti duydu. Dişsiz ağzını
hayretle açarak donup kaldı kocakarı. İnleyen, erkekti. Anfim Bo
lotin gözlerini açh ve açık seçik, "Nine, Katya'yı çağır bana," dedi.
Korkudan şaşkına dönen kocakarı, bir sıçan gibi odasına kaç
tı, aralık kalan kapısından, canlanan ölünün ölü karısının yüzünü
okşayışını seyretmeye koyuldu. Anfim, bir yandan da: "Katenka!
Katenka!" diye söyleniyordu.
228
nu bildirdi: "Kimlikleri saptanamayan kişiler, Birinci Sovyet Alayı
kışlasından, Üçüncü Bölüğün bütün silahlanru alıp kaçmışlardır."
Bundan sonra telefon santralindeki nöbetçi kız:
- Sizi Yaroslavl arıyor, bağlıyorum, dedi.
Fakat, kulaklıktan gıcıı:tıdan başka bir ses gelmiyordu. An
drey, kulaklığı masaya koydu. Aradan birkaç dakika geçti. Tam,
kulaklığı yerine asacakb ki, birden bir kadm sesi duyuldu:
Moskova! Moskova! Duyuyor musunuz?
- Duyuyorum. Konuşun.
- Moskova! Burada ayaklanma var. Silah sesleri duyuluyor.
Ben, santral telefon memuruyum. Duyuyor musunuz?
Andrey: "Duyuyorum... Konuşun, konuşun," diye bağırdı.
- Santralin kapısını kırıyorlar.
Ve ses kesildi. Bundan sonra Moskov" Telefon Santrali'nin se
si geldi:
- Yaroslavl hattan çekildi.
Andrey, kabininde uyuyan Peters'i uyandırdı. O, .Andrey'i
dinledikten sonra:
. - Yaroslavl'la bir daha bağlanb kurmaya çalış. Hangi tele
fonla olursa olsun. Ben Feliks Edmundoviç'e gidiyorum.
ALTI TEMMUZ
Aynı gece, Mariya Spiridonova, Blümkin' e: "Bugün. Öğleden
sonra. Başarılar dilerim," dedi.
Ve işler, provadaki gibi yürümeye başladı.
Ne var ki, beklenmedik olaylar da meydana geldi. Bütün ma
halle gümbürtü ile sarsıldı. Cam kırıkları etrafa savruldu. Mirbah
birden ölmedi. Blümkin, elçinin sırtına kurşun sıkmak zorunda
kaldı. Ve Mirbah, cansız yere serildi. Doktor Rihter'le teğmen Mül
ler de korkudan yere yattılar. Teğmen, soğukkanlılığını kaybetme
di, ateş açh.
229
Hafifçe yaralanan Blümkin ve kendisine hiçbir şey olmayan
Andreev, pencereden atlayarak otomobile koştular. Andreev,
Blümkin'i arka kanepeye iterek, şoföre bağırdı:
- Tröhsveritelka'ya... Popov'un birliğine ...
Uzaklaşhklan zaman Blümkin sordu:
- Her şeyi alabildin mi?
- Şapkalanmız, çantalar, belgeler ve görev kimliklerimiz ka-
bul salonunda kaldı.
Blümkin ağır bir küfür savurdu. Andreev, sapsarıydı, gözbe
bekleri, henüz bir porsiyon kokain almış olan bir esrarkeşinkiler gi
bi genişlemişti, dudaklan mosmordu. Güçlükle konuşabildi:
- Cerjinski zaten her şeyi anlayacak...
230
Cerjinski, görev karhna şöyle bir baktıktan sonra:
- Alabilir miyim? diye sordu.
Müller, isteksiz isteksiz yanıt verdi:
- Bu belgenin bizde kalması daha iyi. Fakat size mutlaka ge
rekiyorsa, alın.
Doktor Ritsler'in başında doktor vardı. Kabul salonunun kapı
sı açıktı. Mirbah, yüzüstü yerde yatıyordu. Müller: "Şimdilik oldu
ğu gibi bırakmayı uygun bulduk," dedi.
Cerjinski, yandaki sekreter odasına girdi. Sesi geliyordu:
- Sol Eserlerin marifeti bu, Yakop Mihayloviç. Derhal geli
yorum.
Sonra şu sözleri duyuldu:
- Telefondaki Cerjinski. Popov nerde? Kendisine şu emrimi
iletin: Birliğin bir kısmını derhal Kremlir\ e, �ir kısmını da Bolşoy
Tiyatro'ya göndersin. Sizinle kimin konuştuğunu anladınız, değil
mi?
Elçiliğin önünde bir araba durdu. Arabadan fırlayan K�iminal
Milis Müffettişi Ksaveriev, kalabalığa:
- Dağılın, vatandaşlar. Tiyatro değil burası, diye haykırdı.
Cerjinski, Müller'e: "Derhal gitmem gerekiyor," diye özür di
ledi ve şoföre döndü:
- Çek Tröhsvetitelska'ya! Siz, Karahan, Kremlin'e gidin. Ve
Vladimir İliç'e şunu söyleyin: Muhafız Birliği'nde herhalde bir şey
ler oluyor.
2�1
Popov, avlu ortasında duruyordu. Cerjinski, sert bir sesle sordu:
- Bu olup bitenler ne? Bu kadar çok sarhoşun işi ne burada?
Emrimi neden yerine getirmediniz?
- Geçti arbk senin emirlerinin zamanı. Arhk ben, sadece bi
zim Merkez Komitesinin emrindeyim.
- Blümkin burada mı?
- Yok burada, Cerjinski. Benim adamlanmın sarhoşluğuna
gelince, votkadan değil bu. Senin ve efendin Lenin'in pek yakında
direklerde asılacaklannızı bildiklerinden. Silahını ver bana.
Etraf, asık yüzlü, düşman bakışlı kişilerle çevrilmişti. Marti
nov ve Belenski, Feliks Edmundoviç' e daha da yaklaştılar, öyle ki,
onu Popov'dan hemen hemen gizlediler. Trepalov da ardına geçti.
Cerjinski, Andrey'i bir yana çekerek, Popov'a, "Hain!" diye haykır
dı.
- Sözlerinde daha nazik ol, Cerjinski.
Etraftan tavsiyeler yağmaya başladı:
- Ne diye eyvallah ediyorsun ona yahu!
- Çek kurşunu bitir işini.
Fakat, hiç kimse Cerjinski'ye yaklaşmaya cesaret edemiyordu.
Sol Eserler Merkez Komitesi üyelerinden Kamkov'la Karelin de be
liriverdiler.
Cerjinski gülümsedi:
- Her şey anlaşıldı artık. Ötekiler nerede?
Karelin, yangını körüklercesine ortaya atıldı:
- Arkadaşlar, bakın nasıl alay ediyor bizimle. Kendilerini
Almanlara sattıktan yetmiyormuş gibi, şimdi de özgürlük savunu
culanyla alay ediyor bu alçaklar. Arkadaşlar, sizin açlıktan imanı
nız gevriyor. Oysa dün, Lenin'in emriyle Almanya'ya yüz vagon
buğday sevkedildi. Siz ve çocuklarınız çıplak ve perişanken, dün
Almanlara üç milyar manifatura yollandı.
Cerjinski, kollanru açarak:
232
- Amma da yalan söylüyorsun, Karelin, dedi. Birincisi, dün
değil, bir hafta önce. İkinci, yüz vagon değil, sadece otuz alh vagon.
Üçüncü, bunlar, Almanlara değil, orada bulunan Rus tutsaklara.
Çünkü Almanlar bunları beslemez olmuşlar. Ve dördüncü, bunları
çok iyi bildiğiniz halde, çok iyi bilinen nedenler yüzünden yalan
söylüyorsunuz. Bu yalanlarla kendinize cesaret vermeye çalışıyorsu.
nuz, aldattığınız insanları da kışkırbyorsunuz."
Karelin, Popov'a bağırdı:
- Ne diye dinliyorsun bunu? Ver şu tabancayı bana ...
Cerjinski gülümsedi:
- Meğer ne yiğitmişsin de benim haberim yokmuş, Karelin...
Aleksandroviç'le Donat Çerepanov da geldiler. Çerepanov,
denizcilerden birinin tabancasını belinden alarak tavana ateş etti.
Cerjinski güldü:
- Korkuyorsunuz! Blümkin'i nereye sakladığınız( söyleseniz
daha iyi etmez misiniz?
Bu sırada yanlarına yaklaşmış olan Mariya Spiridonova:
_
- Blümkin yok burada, dedi. Fakat size şunu söyleyebilirim:
Mirbah'ı biz öldürdük.
- Bunu zaten biliyorum. Blümkin nerede?
Spiridonova işaretle Popov'u yanına çağırdı. ÇeKa Özel Birli
ği komutanı derhal yanına seğirtti. Spiridonova koluna girerek,
onu yukan götürdü. Popov, bir dakika sonra döndü ve sevinç do
lu bir sesle haykırdı:
- Haydi, yürüyün bakalım.
Cerjinski, dinginlikle Çekistlere bakh. Bu bakışta, "Dayanabi
lecek misiniz?" sorusu vardı. Andrey başıyla belli belirsiz bir yanıt
verdi: "Merak etme, Feliks Edmundoviç!"
Popov: "Yürüyün, yürüyün!" diye söyleniyordu.
Kamkov'la Karelin birden ciddileştiler. Sadece Çerepanov'un
dudaklarındaki küstahça gülümseme olduğu gibi duruyordu.
233
Cerjinski sordu:
- Nereye gidiyoruz? Bizi kurşuna mı dizeceksiniz ya da al
çakça bir planınız mı var?
Popov:
- Yürüüü, diye bağırdı, ne yapacağımızı şimdi öğreneceksi-
niz.
Çerepanov, alaycı bir sesle:
- İyi. geceler, Cerjinski, dedi arkalarından.
Avluda bir deniz askeri, erlere, arabadan, insan başına iki ku
tu olmak üzere, konserve dağıtıyordu. Yeni kaputlu, yeni palaska
lı takım komutanlarından biri, arkadan, yüksek sesle:
Etli mi konserveler? diye sordu.
- Elbette etli. Sadece ikinciler bezelyeli.
- Onları sen ye!
Gevrek kuyruğu da vardı. Herhalde henüz getirmişlerdi. Bü
tün avlu gevrek kokuyordu. Saymadan, tartmadan, kime ne düşer
se veriyorlardı. Boyunlarına gevrek dizilerini takmış erler, Çekistle
re karşı ilerliyorlardı, yüzlerinde tatlı bir gülümseme vardı, çünkü
gevrek dizilerinin büyüklerini almışlardı. Çekistlerle alay ediyor
lardı:
- İstiyor musunuz ha?
- Onlara şimdi daha güzel bir ziyafet çekecekler.
Dış kapıdan onlara doğru silahlı bir genç koşuyor ve: "Çizme
getiriyorlar. Dizilin sıraya," diye bağırıyordu.
Popov okkalı bir küfür savurdu:
- Ah, itler, tam da zamanını buldular.
Ve sert bir komut verdi:
- Sola dön!
Sola saptılar ve kızıl tuğlalı duvarlarla karşılaştılar.
Danilov Bölgesi Askeri Komiserliğinde her günkü günlerden
biri hüküm sürüyordu. Çağrılı subay ve erlerin belgeleri dolduru-
234
luyor, gönüllüler sorgudan geçiriliyor, en fazla sosyal kökene ve ai
levi duruma ağırlık veriliyordu. Bölge Askeri Komiseri Ribin ve Se
ferberlik Dairesi Komutanı Strukov, askerlik yoklamasına gelmiş
olan Çarlık Ordusu eski Albaylarından Ananin'le konuşuyorlardı.
Ananin, bütün askerlik yaşamını topçu subayı olarak geçirmişti.
Ribin'e bugün böylesi gerekliydi. Kendisine, Podvoyski adına tele
fon edilmiş, Yaroslavl'a topçu subayı gönderilmesi istenmişti. Bu
yüzden Ribin son derecede memnundu, Podvoyski'nin ricalarını
yerine getirmekten bir zevk duyuyordu, mademki Nikolay İvaniç
gerekli olduğunu söylemişti, demek ki gerçekten gerekliydi.
Yaroslavl'a derhal gitmesine ilişkin öı:ıeriyi nasıl karşıladığı
sorusuna, Ananin derhal şu yanıtı verdi:
- Emrinizdeyim.
- Tam zamanında geldiniz, Ananin.yol.daş, tam zamanında.
Ne güzel!
Yazıcı içeri girdi. Ribin'in kaşları çatıldı:
- Ne var?
Yazıcı telefonla alman haberi uzattı. Ribin okudu, sonra:
� Özür dilerim, Ananin yoldaş, Dimitriy İvanoviç'le bir şey
ler konuşmam gerekiyor.
Ananin sessizce dışarı çıkınca, Ribin, haberi Strukov'un önüne
koydu:
- Oku şunu, Strukov yoldaş.
"Bugün saat on beşe doğru Alman Elçiliğine iki bomba atıl
mış, Mirbah ağır yaralanmıştır. Bu iş, besbelli ki, monarşistlerin ve
Çekoslavları da kandırmış olan ve Rusya'yı İngiliz ve Fransız kapi
talistlerinin çıkarları için savaşa sokmak isteyen provokatörlerin
marifetidir. Suçluların yakalanması için bütün kuvvetler seferber
edilmeli, ayağa kaldırılmalıdır. Bütün otomobiller durdurulmalı,
üç kez denetimden geçirilmeden bırakılmamalıdır.
Halk Komiserleri Başkanı V. Ulyanov (Lenin)"
235
Bu sırada telefon çaldı, Bölge Halk Şörası'ndan soruluyordu:
Ribin, kaç araban var?
Bir.
Yürüyor mu?
Emekliyor.
Komutanlar var mı?
On kişi kadar.
Buraya gelsinler. Sen de gel. Bağlanh için bir nöbetçi bırak.
Acele et.
Koridorda Ananin karşısına çıktı:
- Ben durumu öğrendim arhk. Yaroslavl'a derhal hareket et
mem gerekecek galiba.
- Benimle gelin Ananin yoldaş.
Bir bisikletli Askeri Komiserlik binası önünde durdu, dört bil
diri ath. Henüz mürekkebi kurumamış olan bu bildirilerde şöyle
deniyordu:
"Hükümet Bildirisi:
Bugün, 6 Temmuz, saat on beşe doğru, Rus-İngiliz-Fransız em
peryalizminin (rezil) ajanları, Cerjinski'nin imzasını taklit ederek
hazırladık.lan sahte görev belgeleriyle, Alman Elçisi Mirbah'ın yanı
na sokulmaya muvaffak olmuşlar ve Graf Mirbah'ı bomba ile öldür
müşlerdir. Bu suçu işleyen rezillerden biri, Sol Eser'dir, Cerjins
ki'nin başında bulunduğu komisyonun üyesidir, Sovyet iktidarına
ihanet ederek, Rusya'yı savaşa sokmak isteyen insanların hizmetine
girmiştir... Savinkovlarla ortaklarının yoluna sapmış olan bu reziller
yüzünden, Rusya'yı şimdi savaştan ayıran mesafe kıl kadar incedir.
"Almanya'nın en güçlü partisi olan subaylar partisi,
Petrograd, Moskova ve Çariçin'e saldırmak için çoktan beri baha
neler aramaktadır. Şimdi bu partinin elinde öyle bir bahane var ki,
bundan iyisini arasa da bulamaz.
"Moskova'daki Sovyet iktidarının, katili ve suç ortağını yaka-
236
lamak için yaptığı ilk girişime, Sol Eserler, Sovyet iktidarına karşı
ayaklanmaya başlamakla karşılık vermişlerdir. Cerjinski'nin baş
kanı olduğu komiserliği ele geçirmişler, komiserliğin başkanı Cer
jinski'yi, komisyon üyesi Latsis'i, Rusya Komünist Partisinin (Bol
şeviklerin) en seçkin üyelerini tutuklanmışlardır. Sol Eserler, bun
dan sonra Telefon Merkezini işgal etmişler, askeri harekata başla
mışlar, silahlı kuvvetlere dayanarak Sovyet otomobillerinin küçük
bir kısmına el koymuşlardır.
"Sovyet iktidarı, Bolşoy Tiyatro binasında yapılmakta olan Şu
ralar Beşinci Kongresi'nde hazır bulunan bütün Eserleri rehine al
mış, karşı devrimcilerin yeni uşaklarının ayaklanmasını silahla
.
derhal bastırıp, ortadan kaldırmak için gerekli olan bütün önlemler
alınmıştır.
"Rusya'nın şu anda bir savaşa sokulma�ının ne büyük bir çıl
gınlık ve bir cinayet olduğunu anlayan herkes, Sovyet iktidarını
desteklemektedir. Ayaklanma, kuşkusuz, en kısa zamanda ezile
cektir.
"Herkes nöbet başına! Herkes silah başına!"
Bildiriyi okuyuncaya kadar Bölge Şura binasına vardılar. Bina
nın önünde, çoğu sivil, silahlı insanlar sıra olmaktaydı. Pencereden
bir ses geldi:
Ribin yoldaş, bunların komutanı sensin, harekete geç der-
hal.
237
- Eserlerin emrinde bin sekiz yüz piyade, seksen süvari,
kırktan fazla makineli tüfek, dört zırhlı otomobil, sekiz top var. Bu
toplardan biri Kremlin'e yönelik. Ana kuvvetlerini Tröhsvetitel
ka' da yoğunlaşhrmışlar. Barikatlar yükseltmişler, Pokrovski Mey
danı etrafında mevziler kazmışlar. Bizdeki piyade tüfeği sayısı ye
di yüz yirmi, top sayısı on iki, zırhlı otomobil dört, makineli tüfek
takımının mevcudu da kırk.
- Bizim birliklerimiz nerelerde bulunuyor?
- Bir grup Srastniya Manashn civannda, ikinci Askeri Ko-
miserlik önünde, üçüncüsü de Kurtancı İsa Kilisesi tarafında. Bi
rinci Letonya Alayı ile Hazırlık Kursu Bölüğü ve Sovyet Topçu Tu
gayı toplan da orada.
- Yakov Mihayloviç, affedersiniz, sözünüzü. keseceğim,
Podvoyski yoldaşa bir sorum var... Nikolay İliç, grup komutanları
kimlerdir?
- Kendilerine tamamıyla güvendiğimiz kişiler, Vladimir İliç:
Vatsetis, Dudin. Peterson'la Kremlin Komutanı Malkov da ellerin
den gelen yardımı yapıyorlar.
- Çok iyi. Bizim Yakov Mihayloviç'le birkaç önerimiz var.
Bolşoy Tiyatrosu çember içine alınmış mıdır? Öyle sanıyorum ki,
Sol Eserler oradan dışan bırakılmıyor.
Podvoyski: "Hayır, bırakılmıyor, Vladimir İliç," diye yanıt
verdi. "Malkov orada oldukça kuş uçmaz."
- Çok iyi. Bütün köprüler tutulmalı, geçitler kapatılmalıdır.
Şu telefongrafı ilgililere iletiniz.
Podvoyski, telefongrafta şunları okudu:
"Şehirdeki ve şehrin 50 verst [Bir verst 1066 metre -çev.] çevre
sindeki bütün komiserlere iletilmelidir: Halk komiserlerinin oto
mobillerinden başka askeri birliklerin otomobillerine yol verilmeli,
Karşı Devrimle Savaşım için Olağanüstü Komisyon'un bütün oto
mobilleri durdurulmalı, bu komisyonun üyesi olan bütün Sol Eser-
238
ler ve özellikle Zaks ve Aleksandroviç tutuklanmalıdır. Parti üyesi
olduklarından şüphe edilenler, durumlarının açıklığa kavuşturul
ması için Kremlin' e getirilmelidir.
Sovyet Halk Komiserleri Başkanı Lenin"
Podvoyski:
- Telefon Santrali henüz isyancıların elinde, dedi.
Sverdlov'un yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi:
- Arhk bizim elimizde. Biraz önce telefonla bildirdiler. Ava
nesov'la Moskova Telefon Şebekesi Komiseri şimdi oradalar. As
lanlar. Popov'un birliği ile bütün telefon �ağlanhlarını kesmişler.
Telgraf henüz eserlerde. Bunlar, telgraf santralini ellerine geçirince
derhal şunu göndermişler.
Podvoyski sesle okudu:
- "Lenin ve Sverdlov'un imzası ile gönderilen bütün telgraf
lar, sağcı eserler ve menşeviklerin imzasını taşıyan tüm telgraflar
iktidar partisi olan Sol Eserler Partisi için zararlı sayılmalı .ve gön
derilmemelidir." İlginç!
Lenin, "Bunlar," dedi, "İktidar partisi olma konusunda biraz
acele davranmışlar kanımca ... "
ÇeKa üyesi Martin Yanoviç Latsis'i de tutuklu Çekistlerin bu
lundukları odaya götürdüler. O, oturum salonuna giriyormuş gibi
şapkasını çıkardı ve:
- Merhaba, yoldaşlar, diye haykırdı.
Cerjinski gülümsedi:
- Martin, bir gezintiye çıkmış gibisiniz. Şapkanızı bile unut
mamışsınız.
Uzun boylu, güzel endamlı, güzel sakallı bir adam olan Mar
tin, oturdu, şapkasını da dizleri üzerine koydu:
- Bu şapkanın çok önemli bir rolü oldu, Feliks. Bu haydutlar
beni odamda tutukladılar. Ve önlerine kattılar. Yürürken, tutuklan-
239
dığımı nasıl haber vereyim diye düşünüyordum. Ve buldum. Beni
götürenlere, "Biliyor musunuz ki, şapkamı unutmuşum odamda.
Ben şapkasız bir tarafa gidemem. Alışkanlık... Müsaade edin de gi
dip alayım." dedim. "Haydi, çabuk al gel." dediler. Odama koş
tum, Yakov Mihayloviç'e telefon ettim ve ancak ondan sonra kıy
metli şapkacığımı aldım.
Biraz sonra Moskova Şılrası Başkanı Pötar Hermogenoviç
Smidoviç'i de getirdiler. Nazik bir aydın olan Smidoviç, Popov'a,
"Hain! Satılmış!" diye haykırıyordu.
Sonra, hıncını tamamıyla çıkarmış insanların haliyle, öğrenci
sini tehdit eden öğretmen gibi, Popov'u parmağı ile tehdit etti:
- Alacağın olsun, şopar seni!
Cerjinski, durumun trajikliğine karşın, boğulacak gibi gülüyor
ve:
- Oh, Pötar Hermogenoviç, herifin iler tutar yerini bırakma
dınız. "Şopar!" ha!
Andrey, Cerjinski'nin, bu ölüm tehlikesiyle dolu saatlerdeki
tutumu karşısında hayretten hayrete düşüyordu. Cerjinski, tutuk
lulardan hiçbirine umut vermek ve dinç görünmek için kendini
zorlamıyor, etrafında kol gezen olası ölüm karşısında, ölümden
korkmadığım, ölümü küçümsediğini gösterme gereksinimini duy
muyordu. Fakat, dinginlik ve soğukkanlılık ile, bu ayaklanmanın
mutlaka ezileceği, Sovyet iktidarının, Bolşevikler Partisinin kuşku
suz zafere ulaşacağı inancını esinliyordu.
Bir aralık Popov koşa koşa geldi ve daha kapıdan:
- Bekliyorsunuz değil mi, bekleyin bakalım! Voronej'den iki
bin Donlu geliyor bizim yardımımıza!
Ve kayboldu. Cerjiİlski gülümsedi:
- Yalan söylüyor. Ve besbelli ki işleri kötüye gidiyor.
Popov, birkaç defa daha, hep böyle şaşırhcı haberler getirdi:
- Vinglinski'nin birlikleri bizimle! Duydunuz mu!
240
Duyduk, mademki sizinleymiş, sizinle olsun!
Martov alayı da bizimle.
Tebriklerimizi sunanz.
İşiniz bitiktir arhk!
Geceleyin Popov yine g�ldi. Saçlan karmakanşıkh, gözleri
buzlu cam gibiydi:
- Sizin Sverdlov, Mariya Spiridonova'run tutuklanmasını
emretmiş. Cerjinski, duydun mu?
- Duydum, duydum. İ yi yapmış Sverdlov.
- İyi ama ben, Mariya Spiridonova için Kremlin'in yansını
yıkarım. Benim topçulara şimdi emir verec�ğim. Hiç merhametim
yoktur. Bolşoy Tiyatro'dan �adece dekorlar kalacak. Mariya için
ben, tüm Lübyanka'run anasını bellerim.
Kızıl saçlı iri yan bir deniz eri Popov'4 omuzlanndan tuttu.
Andrey, deniz erinin bu elinde birkaç yüzük gördü, bunlardan bi
rinde, kan renkli iri bir taş vardı:
- Komutan, zorlama kendini. Değmez! Müsaade et de, şun
lan bir temizleyeyim. Yürü, gidip topçulan harekete geçirelim.
Popov, oradan aynlır aynlmaz, nöbetçi, kapıyı araladı ve hafif
bir sesle:
- Dayanın, yoldaşlar, dedi. Bundan sonra kimseyi buraya
bırakmayacağım. Hepsi sarhoş. Belki bu kafa ile bir bela çıkanrlar.
Cerjinski haklıydı: Başkaldıncılann işleri gerçekten kötüye gi
diyordu. Şfiralar Beşinci Kongresi'nde delege olarak bulunan Sol
Eserlerin Bolşoy Tiyatro'da tutuklanmalan yüzünden bunlann
Merkez Komitesi tamamıyla felce uğratılmışh. Bundan başka, söz
konusu Merkez Komitesinin üyeleri arasında birlik yoktu. İ çlerin
den bazıları, örneğin serüvenci ve demagog Çerepanov en sert ön
lemlerin alınmasını istiyorlardı. Bu "en sert" önlem de, Cerjinski ile
Çekistlerin kurşuna dizilmesiyle sonuçlanıyordu. Bolşeviklerden
nefret eden Kamkov gibileri biraz soğukkanlı düşünüyor ve şöyle
241
diyorlardı: "Pekala, kurşuna dizelim. Bundan kolayı ne var? Bir,
iki, hazır! Sonra ne olacak? Bolşevikler azimli insanlardır. Cerjinski
için, Şuralar Kongresi'ndeki bütün delegelerimizi tepelerler. Ya
parlar mı, yaparlar."
Eski Posta ve Telgraf Halk Komiseri Proşyan, giriştikleri isya
nın bir serüvenden başka bir şey olmadığını anlıyor, fakat, buna
katılmamazlık da edemiyordu. Kendi Merkez Komitelerinin emri
ne uyarak, küçük bir askeri birlikle'Telgraf Santralini ele geçirdi.
Orada çalışanları toplayarak, "Mirbah'ı biz öldürdük. Bu yüzden
Almanlarla savaşa girmek olasılığı var... " dedi. Oradakiler, hiç de
hoşlarına gitmeyen bu haberi çatık kaşla dinlediler. Proşyan, Tel
graf Santralini elde tutabilmek için hiçbir ciddi önlem almadı. Şu
ralar Kongresi delegelerinden, İvanovo-Voznesenski İ li Yürütme
Komitesi Başkanı Mihail Frunze'nin komutasındaki bir işçi birliği,
aynı günün akşamı, Telgraf Santralini isyancılardan temizledi.
Yiğitlik cakası satan Popov, gerçekte korkağın biriydi. Sol
Eserlerin yöneticileri, onun bu yiğit görünümüne aldanmışlardı.
Esasen kendileri de her istediklerinin kolayca gerçekleşebileceğine
inanan kimselerdi.
Popov yalan söylüyordu, çünkü korku dağlan bekliyordu.
Başkalarının önünde, hatta bunlar iki-üç kişi de olsa, cart curt edi
yor, ikide bir tabancasına el atıyor, olmayacak vaatlerde bulunu
yordu. Ama yalnız kalınca, hemen, ceketinin astarını yokluyordu.
Sahte belgeler ve yüklüce bir para orada dikiliydi.
Uyumak üzere yatağa uzandığı zamanlar bile pantolonunu çı
karmıyordu. Çünkü çalınan pırlantalar bu pantolonun ceplerin
deydi.
Martov Alayının kendileriyle beraber olduğuna ilişkin sözleri
de doğru değildi. Pokrovsk kışlalarında bulunan bu alaya, o ak
şam, "ajitasyon" yapmak için gitmiş olan Aleksandroviç, Lenin'in
Alman casusu olduğunu, Rusya'yı Mirbah ve ikinci Vilhelm'e sat-
242
tığını, Halk Komiserleri Şiirasİ'nın [Bakanlar Kurulunun -çev.) bir
"kırk haramiler güruhu" olduğunu kanıtlamak için yırtındı. Erler,
kendisini coşkusuz ve soğuk dinlediler. "Ajitasyon" unun fiyasko
ile sonuçlanacağını sezinleyen Aleksandroviç, bir bakkal ağzı ile
konuşmaya başladı:
- Sizce Sverdlov kimdir? Bir Yahudi.
Tabur kornutanlanndan biri:
- Aleksandroviç, Yahudiliği bir ölçü olarak almayın. Siz ne
siniz? Aleksandroviç adını taşıdığınıza göre...
- Böyle bir soru ile karşılaşacağımı biliyordum. Sizce "viç"
eki bir belirti midir? Öyleyse, Purişkeviç nefiir?
Salonun şurasında burasında gülüşmeler oldu. Tabur komuta-
nı haykırdı:
- Dernek ki, siz de Purişkeviç'le aynı. haydut çetesindensiniz!
Ve Aleksandroviç'i defettiler.
Yenilginin kaçınılmazlığını anlamış olan Popov'un erleri,
emirleri isteksizce yerine getirmeye, nedenli nedensiz sövüp say
maya başladılar. İçecek ne varsa; votka, ispirto ve politura, daha
akşamdan tükenmişti. Sabahleyin kendine gelenler, ayık kafa ile
düşünmeye koyuldular. Kumazlan, sözcüğün anlamıyla kaçacak
delik aramaya başladılar ve duvarda bir delik açarak bela yerinden
uzaklaştılar.
Sverdlov'un önerisiyle, isyancılara bir elçi gönderildi. Elçinin
getirdiği öneri kısaydı: "Teslim olun, başka kurtuluş yolu yok!" Po
pov, kendisinin affolunrnayacağını göz önünde bulundurarak,
öneriyi reddetti. Elçi yanlanndan aynlırken birkaç isyancı peşin
den koştu. Popov, erlerine, ateş açrnalannı emretti. Fakat, nakine
li tüfek eri öyle bir karşılık verdi ki, küfür ustası olan Popov bile şa
şınp kaldı. Buna rağmen, elçinin arkasından gidenlere ateş etti.
Makineli tüfek eri, komutanının suratına iki tokat indirdi:
- Kendi adamlarımızı da mı öldürmeye başladın, it!
243
Etraflarında isyanalar vardı, Popov ise insanlar arasında dai
ma cesurdu. "Devrim adına!" diye haykırarak makineli tüfek
erinin göğsünü kurşunla doldurdu.
Tam bu sırada toplar gürlemeye başladı. Topçu subayı Ananin
tarafından seçilen mevzilere, işçiler ve Kızıl Ordu erleri tarafından
geceleyin yerleştirilmiş olan toplar, doğruca Popov'un karargahını
dövüyordu. Mermiler, savunma hattını harman ediyordu.
İsyanalar, daha ilk mermilerden sonra çil yavruları gibi dağıl
dılar. Birçokları, tüfeklerini ahp, ellerini kaldırarak, kendilerine
karşı ilerlemekte olanlara doğru yürümeye başadı. Bir kısmı da
Kursk İstasyonu'na, Moskova İkinci İstasyonu'na ve Vladimir Şo
sesi'ne doğru kaçh.
İlk top atışından on beş dakika sonra, Moskova bölge şftraları
şu t"elefongrafı aldılar:
244
nn'yakalanıp tutuklanmalan için gerekli tüm önlemler alınmalıdır.
Yollarda görülen bütün otomobiller durdurulmalı, yollar kapan
malıdır. Yol ağızlanna yerel işçi ve köylülerden oluşturulan silahlı
müfrezeler yerleştirilmelidir. Alman haberlere göre, içinde isyancı
lann bulunduğu zırhlı bir oto!l'obil şehir dışına kaçmışhr. Bunun
durdurulması için gerekli bütün önlemler alınmalıdır.
Halk Komiserleri Ş11rası Başkanı Lenin"
245
leri bağlandı. Bir taş yığınından ibaret olan barikatın etrafında kü
melendiler. Taş yığınının üstünçl.e, sağ kolunda kırmızı bir şerit bu
lunan yaşlı bir işçi duruyordu. Herhalde komutandı.
Otomobilden, son olarak şoför fırladı. Gömleği paramparçay
dı ve kana bulanmışb. Kaçarken, "Koruyun kendinizi!.." diye çıl
gınca bağırdı ve derhal, yüzüstü yatb. Ardından bir patlama sesi
duyuldu ve otomobil siyah dumanlar arasında kayboldu.
Şoförü yakaladılar. Komutan, üzgün bir sesle:
- Ah, sizi gidi düşüncesiz Eserler sizi... Otomobilin ne kaba
hati vardı, itoğlu it! Ne bana, ne size... Öyle mi? ·
Peters:
- Git uyu ! Biraz kendine gel! diyerek Andrey'i evine gön
derdi. Fakat, uyuyamadı Andrey. İlk önce babası, biraz sonra da
Frunze geldi, Andrey tutukluyken meydana gelen olayların ayrın
tılannı anlatblar. Sol Eserler, hiçbir fabrikada destek bulamamışlar.
İşçi müfrezeleri, sabah erken Bolşoy Tiyatrosu'nun ve Kremlin'in
önüne gelmişler, isyancılann silah kullanmalanna olanak verme
mişler. Frunze'nin, Telgraf Santrali'nden Eserleri kovan işçi müfre
zesine komutanlık ettiği konusuna hiç değinmediler.
246
yedi kurşunun yedisini de boşalth. Bu çılgınca davranışının neden
lerini de şöyle anlattı:
- Yedi canlıdır bu ... Tanırım kendisini ...
Şehir Şürası Başkanı Zakhaym'ı, Bolşaya Rojdestvenska soka
ğındaki evinde öldürdüler. Grekov, cesedini sokağa atmalarını em
retti, sonra koştu, başını tekmeledi ve:
- Bu leşi buradan kim kaldırırsa, bilsin ki, öldüreceğim! Hiç
şakam yoktur.
Emek Komiseri Rabotnov'u, Şfıra İl Yürütme Komitesi eski
Başkanı Dobrohotov'u da öldürdüler.
Motosikletçiler Grubu Şefi Ermakov, başı açık, alnı mor mü
rekkebe bulanmış, ter ve çamur içinde, mofosikletiyle şehirde deli
ce dolaşıyordu. Şura'daki komünist ve işçilerin adresleri yazılı bir
liste cebindeydi. Kokuevin Oteli civarınd� B?lşevik Lütov'a yetişti,
adamı motosikletiyle devirdi, sonra duvara dikerek kurşunladı.
Yaroslavl halkının övündüğü, iki yanında güzel ıhlamur ağaç
lan yükselen, gölgeli bulvarda, dayaktan ezilmiş, üstleri başları
.
kan içinde bir grup insan, Volga'ya doğru götürülüyordu. Doktor
Troitski de aralarındaydı. Ermakov, onların yanına gelince moto
sikletini durdurdu: "Nereye götürüyorsunuz?" diye sordu.
Götürenler -biri lise öğrencisi, öteki bir erdi- yanıt verdiler:
Limana götürmemizi emrettiler.
- Kim
- General Afanasiev.
Ermakov:
- Verin şunu bana, diye bağırdı.
Muhafızlar, doktoru, motisikletin yanına götürdüler. Erma
kov, Troitski'nin çenesine bir yumruk indirdi:
- Bu, kaparo! Bana ispirto reçetesi vermemiştin. Anımsıyor
musun?
247
Öğleye doğru evlerin duvarlannda şöyle bir emir belirdi:
"Ben Albay Perhurov, Yüksek Başkomutan General Alekse
ev'e bağlı Kuzey Gönüllü Ordusunun başkomutanı olarak atanmış
ve ödevime başlamış bulunuyorum. Aynı zamanda, Kuzey Gönül
lü Ordusu Birlikleri tarafından zaptedilen Yaroslavl ilinin sivil ge
çici yönetimini elime aldım.
Yaroslavl şehri ilinde normal yaşam yeniden kuruluncaya ka
dar, gerek sokaklarda, gerekse diğer genel yerlerde her türlü top
lanh ve miting yasakhr.
Albay Perhurov"
248
işçi Abbmov, duvar dibinde süklüm püklüm duruyorlardı. Kadet
Kinjner, biraz sonra da şehrin belediye başkanı, büyük emlik sa
hiplerinden Lopetin ve sağcı eser Marmirin içeri girince, Maşkovs
ki biraz cesaretlendi, allaha şükür, korkacak bir şey yoktu. Pomeş
çik Çernosvitov sırhnda frak, etrafa parfüm saça saça içeri girince,
avukahn neşesi tamamıyla yerine geldi. Çemosvitov da burada ol
duktan sonra, demek ki, kendisine hiçbir kötülük gelmeyecekti.
Düşen, partidaşını alaycı gözlerle süzdü. Maşkovski, korkuyu at
mış olmasına karşın, yüzbaşı Alşevski'ye yine de sormaktan kendi
ni alamadı:
- Yüzbaşım, neden çağırdılar bizi bu�aya?
Yüzbaşı, ona hayret dolu gözlerle bakh ve sorusunu yanıtla
madı.
Bir saatten fazla beklediler. Konuşmaktap korkuyorlardı. Esa
sen konuşacakları bir şey de yoktu. Geçmişteki olaylar üstüne ko
nuşmaya kalkışsalar aralarında kavga çıkacakh, günün olaylan he
nüz belirginleşmemişti, gelecek diye bir şey olacak mıydı bakalım?
Maşkovski, yerdeki kiğıtlardan birini aldı. Rus Komünist Par
tisi (Bolşevikler), parti örgütünün toplanh tutanaklarından bir ke
simdi. Korku ile yere attı Uğıdı. Sanki elini ateşe sokmuştu.
General Afanasiev içeri girdi. Tören üniformasını giymişti,
göğsünde nişanları vardı. İçinde tek bir gereksiz sözun bulunmadı
ğı, kısa, kuru bir tören konuşması yaph:
- Baylar, şimdi sizi başkomutan kabul edecek. Kendisi çok
meşgul. Size ayıracak zamanı çok az. Lütfen, gereksiz sorular sor
mayın.
Maşkovski, nezaketle eğilerek sordu:
- Generalim, Aleksandr Petroviç'in bizi çağırış nedenini bi
liyor musunuz?
General kıpkırmızı kesildi:
Burada Aleksandr Petroviç yok. Başkomutan Albay Per-
249
hurov var. Bu bir. İkincisi de şu: Moskova'dan haber geldi, Halk
Komiserleri Şurası iktidarı yıkılmış, Halle Komiserleri Şurası Başka
m Lenin öldürülmüştür. Geri kalan öteki halk komiserleri de orta
dan kaldırılmıştır.
Maşkovski, "Hurraaa!" diye haykırdı.
Diğerleri de buna kahldılar. Lopatin'in sesi hepsini bashnyor
du. Başkomutan gülümsedi:
- Sevincinizi anlıyorum, baylar. Zaman bizim için çalışıyor
_ama, ne de olsa, hava gergin. Alekseev'in ve "Yurdu ve Özgürlük
leri Savunma Birliği" Başkanı Boris Viktoroviç Savinkov'un bana
verdikleri yetkilere dayanarak, Yaroslavl ili başkomutanlığı göre
vini geçici olarak üzerime almış bulunuyorum. Halka hitaben bir
bildiri hazırladım. Yüzbaşı şimdi size okuyacak bunu.
Yüzbaşı Alşevski, askerce dikleştikten sonra okumaya başladı:
250
Pethurov, başı ile hayır işareti yaphktan sonra:
- Baylar, dedi, ilde düzenin yeniden kurulmasına bunlarla
başlayacağız. Bir söyleyeceğiniz var mı, baylar?
"Müsaade eder misiniz?" diyerek öne ahldı.
Perhurov, "Müsaade etmiyorum," dedi ve Lopatin'e döndü:
·
- Sizi şehrin belediye başkanlığına atıyorum, bay Lopatin.
Sosyal demokratlar serbesttirler. Haydi iş başına, baylar. Benimle
bağlanhnızı Yüzbaşı Alşevski ile kuracaksınız.
Ve baylar derhal işe başladılar.
Lopatin'in en büyük evi, Şehir Şurasının kararı ile, Korzinki
nov'un fabrikasında çalışan dokumacılarla Dunaev'in kibrit fabri
kası işçilerine verilmişti. Lopatin, ilk iş olarak, kahyasını, evi bo
şalttırmaya yolladı. Evden gönüllü olarak çıkmak istemeyenler, po
lise, Grekov'un yardımcısına götürülüy.orqu. Eşyaları, pencereler
den sokağa atılıyordu.
Savinkov'la Maşkovski, Basım İşçileri Sendikası Sekreteri
Menşevik Bogdanov'u, Korzinkinov fabrikasına, "yeni büyük dev
rimin başarılı başlangıcını kutlamaya" gönderdiler.
İplik eğiriciler ve dokumacılar, coşkun konuşmacıyı sessizce
dinlediler. Önceden yapılan uyanlara karşın, kutlama sırasında
kimse söz alamadı.
- Kimi çar yapacaksınız? Yine Nikolaşka'yı mı? Yoksa, kar-
deşi Mihail'i mi? diye bağıranlar oldu.
Bogdanov kızdı, köpürdü:
- Budalaca konuşmayın. Rusya cumhuriyet olacak.
Kalabalığın ortasından sesler yükseldi:
- Görülüyor ne olacağı! Lopatin mi müsaade edecek cumhu
riyet olmasına?
Tam bu sırada Bogdanov'a bir taş fırlahldı. Bogdanov denge
sini koruyabildi ve başını eğerek kürsüden yana fırladı, etrafına ba
kma bakma dışarı çıkh. Ardından gelen bir tuğla parçası kabalan-
25 1
na çarph ve Bogdanov, sıçraya sıçraya dış kapıya zor yetişti.
Maşkovski'nin, dokumacıların "devrim"i nasıl karşıladıkları
sorusuna Bogdanov kaçamak yanıt verdi:
- Eh, bir basım işçisi olarak oraya gitmemin doğru olmadı
ğını söyledim size. Bu, kalifiye olmayan işçilerle uzman işçiler ara
sında sonu gelmeyen bir çahşmadır.
Maşkovski'nin aklına birden bir düşünce geldi:
- Moskova'ya telefon etsek mi dersin? Orada durum nasıl
acaba?
Telefon santralindeki nöbetçi, ilk önce reddetti, "Moskova ile
bağlanh kurmam için emir verilmedi bana," dedi. Sonra razı oldu.
"Konuşun. Moskova' dan gelecek yanıh ben de merak ediyorum.
Kimi istiyorsunuz Moskova'dan?"
Bogdanov, Basım İşçileri Sendikası Merkez Komitesinin nu-
marasını verdi:
- Onlar durumu biliyorlardır.
Birkaç dakika sonra telefon zırlamaya başladı.
Bogdanov kulaklığı aldı:
- Moskova! Moskova! Burası Yaroslavl. Orada durum nasıl?
Bir kadın sesi yanıt verdi:
- Bizde iyi. Sizde nasıl?
- Bizde de iyi. Söyleyin, Lenin öldürüldü �ü?
Moskova yanıt vermiyordu. Bir süre sonra bir erkek sesi sor-
du:
- Kimsiniz siz?
Bogdanov, kulaklığı Düşen'e uzath. Düşen acele acele konuş
maya başladı:
- Moskova'da olup bitenleri öğrenmek istiyoruz. Lenin'in
öldürüldüğü, Halk Komiserleri Şurası'nın iktidardan ahldığı doğ
ru mu? ·
252
- Benimle konuşan bu hayvan kimdir? Halk Komiserleri Şu
rasının iktidardan kovulduğunu kim söylemişse, tükürün surahna
alçağın.
- Siz kimsiniz?
- Moskova Telefon Santrali Komiseri.
·
Düşen kulaklığl bırakh: ·
253
men tanıdı, bir gece önce kendisine, bir kova içinde büyük bir can
lı balık vermiş, küçükken kendisine allahın her günü balık yağı içir
dikleri için balık yemediğini söylemişti.
Balıktan nefret eden bayan doktorla genç bir adam, yaralıyı ta
van arasına götürdüler. Bundan sonra genç adam aşağı indi ve ko
cakarıya, komiseri sakladıkları yeri kimseye söylememesi için sıkı
sıkıya uyanda bulundu:
Hele bir söyle, kafanı koparırız. Anladın mı?
Anladım. Söylemeyeceğim.
Komiserin çizmeleri nerede?
Bilmiyorum. Birisi almış olmalı.
Genç adam bir an düşündükten sonra, "Bulacağız!" dedi.
Kocakarı adamakıllı korktu: "Ya bulurlarsa? Beni kim bilir ne
yaparlar." Ve çizmeleri sakladığı yerden çıkardı:
- Bunlar onun ayağına olur mu acaba? Olursa, alın.
- Tam onun ayaklarına göre.
Bir araba geldi. Üç hamal otele girdi:
- Ölü var mı burada?
Kocakarı sevinçle yanıtladı:
- Var. Alın, götürün hemen.
Katya'nın ölüsünü arabaya athlar. Orada daha birkaç ceset
vardı.
Kocakcm haç işareti yaph: "Allaha şükür, arhk İgnatiç'i kan
dırmak kolay olacak, alıp götürdüler, diyeceğim." Ve, çaldığı eşya
ları daha güvenli bir yere saklamak için odasına koştu. Saklamaz
sa, İgnatiç hepsini alır, satar ve paralan içkiye verirdi.
"M
ALARYAM TEKRAR DEPREŞMİŞTİ"
Eski Kurmay Yüzbaşı İvan Blagoveşçenski, iki aydır, Mu
rom'da, kız kardeşi Elizaveta'nın yanında iyileşiyordu. İlk hafta el
üstünde tutuldu, yedi, içti, bol bol uyudu. Elizaveta iyi kalpli bir
254
kadındı, kardeşini oğlu gibi seviyordu. Fakat, aradan bir hafta ge
çince, bundan sonra ne yapacağını, ne yapmak niyetinde olduğunu
sormaya başladı.
Burada da yapılacak bir iş yoktu. Kızıl Ordu'ya girecek değil
di ya! Şapkasında, o kadar alıştığı kokart yerine beş köşeli yıldız ta
şıyamazdı, en önemlisi, dünkü işçi ya da daha kötüsü, yan okurya
zar köylü olan komiserin emri altına giremezdi. Ve kime karşı sa
vaşacaktı? Kimin için savaşacaktı? Rusya için mi? Bu Rusya şimdi
neydi? RE-SE-FE-SE-RE! [Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhu
riyeti sözünün Rusçasının başharfleri -çev.)
"Ne yapayım, yarabbi, ne yapayım!"
Kız kardeşi her zamanki lahana çorbasını ve bulgur lapasını
önüne sürerken öylesine somurtuyordu ki, her lokma boğazına di
ziliyordu. İ kinci haftanın sonunda, tabağın·yaoıbaşmda bir İzvesti
ya gazetesi buldu. Gazete öyle konmuştu ki, "İşçi Aranıyor" ilanı
derhal göze çarpıyordu. İlanda, Ural İş Borsasının, Halk Komiser
liği'ne bağlı İ ş Gücü Şubesine başvurduğu, demirci, tenekeci,· inşa
at işçisi ve madenci istediği bildiriliyordu.
Hatırlatmanın hiçbir yoruma gereksinimi yoktu. Elizaveta; iyi
kalpli, dingin Elizaveta, Lizanka, onu açıkça kovuyordu. İ lk önce
kız kardeşine kızdı. Şu allanın ineğine bakındı hele! Fakat, biraz
düşündükten sonra, Liza'nın hiçbir kabahati olmadığı, bütün kötü
lüğün lanet olasıca Sovyet iktidarından geldiği sonucuna vardı. İş
te bu kötülük yüzünden, o, dünkü öğretmen ve subay, şimdi tene
keci ya da inşaat işçisi olacaktı!
Gazetenin aynı sayısında, Askeri Sorunlar Halk Komiserliği
'ne bağlı Yüksek Sicil Komisyonu'nun bir haberini okuyunca kız
gınlığı daha da arttı. Haberde, Kızıl Orduda kendilerine önerilen
askeri görev makamlarına karşı itirazları bulunan vatandaşların,
Moskova, N. Lesnaya, Numara I adresine başvurmaları rica edili
yordu. Haberi uzun bir atama listesi izliyordu, İvan Blagoveşçens-
255
ki bu listeyi okuyunca hayretler içinde kaldı: Eski Üçüncü Deniz
Alayı Komutanı Albay Grigoriy Vladimiroviç Semönov'a Piyade
Tümen Komutanlığı, eski Sibirya Alayı Komutanı Albay Orşeş
kovski'ye yine Piyade Tümen Komutanlığı, eski Tümen Komutanı
Lev Nikolayeviç Dedintsev' e Süvari Tümen Kurmay Başkanlığı
öneriliyordu.
Blagoveşçenski gazeteyi paramparça ederek, ayak yoluna gö
türüp bırakh.
"Ne yapmalıyım, yarabbi, ne yapmalıyım?"
"Papaz mı olsundu? Papaz olacaksa, doğduğu şehre gitmeliy
di. Elizaveta'nın anlathğına göre, bir zamanlar papaz okulu öğren
cilerinin peşinden koşan Lüboçka Savelieva henüz evlenmemişti.
Ondan iyi bir papaz karısı olurdu; hınzır ne allaha inanırdı, ne şey
tana. Papazlık hiç de kötü bir iş değildi. İyi ama, gençken iyi. Son
ra?"
"Ne yapmalıyım, yarabbi, ne yapmalıyım?"
"Bu Bolşevikleri, bu komiserleri ne zaman tepeleyeceklerdi
yahu? İnsanlann yaşamını altüst etmişti lanet olasıcalar. Kardeşi
Yuriy'in nerede bulunduğunu öğrenmiş olsaydı bari. General
Alekseev'in yanında olduğu söyleniyor. Doğru mu acaba? Güneye
gitse? İyi ama neyle? Para gerek. Hem de bir hayli para. Nerden
alacakh bu parayı?"
Günler işte böyle geçiyordu. Blagoveşçenski, zamanının bü
yük bir bölümünü, evin bahçesinde, birçok defa onanmdan geçmiş
olan salıncak iskemlede sallanarak, tek başına geçiriyordu.
Bir gün şansı yürür gibi oldu, 1916 yılında aynı tümende bir
likte bulunduğu Albay Saharov'la karşılaşh. O zamanlar, Teğmen
Blagoveşçensk'nin varlığından habersiz görünen Saharov, bu kez,
ona bir kardeş gibi sarıldı. Sakal bırakmışh, Blagoveşçenski' den sa
dece iki yaş büyük olmasına karşın, şimdi kırk yaşlannda görünü
yordu.
256
Karşılıklı btrer sigara içtiler, tümen arkadaşlanndan söz etti
ler. Saharov, söz arasında, yakında yine sivil giysilerini çıkarıp as
keri üniformasını giyeceğini bildirdi.
- Bu çuval içinde dolaşmaktan bıkhm arhk, yüzbaşı, dedi.
Beş-alb gün sonra, Blagoveşçenski'nin yanına, yirmi beş yaşla
rında bir genç geldi. Topuklarını birbirine vurarak kendini tanıth:
- Valeri Petroviç Çebişev. Saharov sizin sözünüzü etti. Öz
lemler içinde olduğunuzu söyledi...
Cebinden bir gümüş tabaka çıkararak, Alman savaşından ön
ce en modem sigaralardan olan yaldızlı Zefir sigarası ikram etti. En
yakın geleceğe ilişkin planlan üstüne konuştular. Blagoveşçenski,
bir şaka havası içinde, şimdi en başta gelen ödevinin bir çift güzel
çizmeye sahip olmak için çaba harcamak olduğunu söyledi:
- Okski bulvarına çıkacak kılığım yok, dedi.
Misafir, İvan Alekseeviç'in ayakkabı numarasını öğrendikten
sonra, sevinçle:
- Benim ayaklanın sizinkilerden bir numara daha büyük.
Çizmelerim ayaklarımı sıkıyor. Tam size göre. Yepyeni. Sadece
odada giydim. Size satabilirim, dedi.
- Çok teşekkür ederim Yalnız, şu anda param yok.
- İki subay arasında paranın lafı mı olurmuş, İvan Aleksee-
viç? Çizme turşusu yapacak ya da bunları bit pazarına götürecek
değilim ya.
Blagoveşçenski yine şakaya döktü işi:
- Götürün, götürün, yüksek bir fiyatla satarsınız.
Çebişev, çizmeleri akşamüstü getirdi ve aynca borç para da
verebileceğini söyledi.
Ertesi sabah, Çebişev'in Antonida Vasilievna Saharova adlı bir
yakınını ziyaret için, birlikte, Spas Manasbn'na gittiler. Kadın, ken
dilerine, bol yiyecek ve bir şişe konyak çıkardı.
Saharova adı ile tanıblan kadın, yakın akrabası Valeri'ye iki
257
kez Saşa diye hitap etti.
Hiç beklemedikleri bir sırada Albay Saharov da çıkageldi.
Ve Antonida Vasilievna'nın hücresinde, Albay Saharov, ken
disini Çebişev diye tanıtmış olan Teğmen Malçevski, Kurmay Yüz
başı İ van Blagoveşçenski'yi "Yurdu ve Özgürlükleri Savunma Bir
liği"ne üye kabul ettiler. Ant töreninden sonra, onun, ilçe askeri ko
miserliğinde görev alması kararlaştınldı.
- Sayın Blagoveşçenski, bizim orada kendi insanlanmıza ge-
reksinimimiz var, dedi Saharov.
Kız kardeşi Elizaveta bu habere çok sevindi:
- Çok iyi yapmışsın, Vanya. Ne diye işsiz duracaksın!
İvan, onu dinlerken şöyle düşünüyordu: "Ne olacaksa olsun!
Moskova'da Konstantin Konstantinoviç'ten kurtuldum. Neyim
oluyormuş o benim! Saharov'a gelince, o, ciddi bir adam... "
Çebişev Malçevski, 8 Temmuz sabahı Blagoveşçenski'ye koşa
koşa sevinçli bir haber getirdi:
- Yaroslavl'da hareket başfadı. Bizimkiler orada, Mosko
va'da iktidar kimlerin elinde? Henüz bilinmiyor. Fakat, bunun
önemi yok. Başlangıç iyi gidiyor. Size şimdi ancak şunu söyleyebi
lirim: Bizim burada başımız doktor Grigoriev. Kendisi Avinkov'la
temas halinde... Ben, Futbol Meraklılan Demeği'ne gidiyorum. Bi
zimkiler orada. Siz evde kalın ve direktif bekleyin. Şimdilik Askeri
Komiserliğe gitmeyin.
Aynı günün akşamı, Oks Bulvarı'nda piyasaya çıkmış olan ka
labalık arasında silah sesleri duyuldu. Bunun, Yüksek Askeri Şılra
ile Posta ve Telgraf Merkezi'ni savunmakla görevli olan nöbetçi as
keri bölüğü ve milis kuvvetlerini şaşırtmak için yapıldığı sonradan
anlaşıldı. İsyanalar, ne Posta ve Telgraf Merkezi'ni, ne de Askeri
Şura'yı ele geçirmeye muvaffak oldular. Kuvvetleri yeterli değildi.
Viksa ve Kulebyaki gibi komşu şehirlerden vadedilen yardım da
gelmedi. Viksa'dan sadece sekiz lise öğrencisi ulaşabildi.
258
9 Temmuz �bahı, Doktor Grigoriev'in emriyle, Kovrosk istas
yonu işçilerine bir kamyon un gönderildi. Onlardan yardım umu
luyordu. Fakat, işçiler, isyancılan desteklemediler, kamyona el
koydular, "ajitasyoncu"lan da ÇeKa'ya teslim ettiler.
Blagoveşçenski evden ç �adı, direktif bekledi. Çebişev Mal
çevski'nin, Telgraf Merkezini ele geçirme deneyinde öldü,ğünü, Al
bay Saharov'un ise, isyancılan kendi başlarına bırakarak kaçhğını
bilmiyordu.
İvan Alekseeviç, kız kardeşini, olup bitenleri anlaması için
şehrin merkezine gönderdi. Elizaveta dönünce kardeşini bir hayli
telaşlandırdı:
- Her yer dingin, Vanya. Gündüz şehrin şurasında burasın
da silahlar patlamış. Sadece başpapaz Mitrofan'a yazık olmuş. Yo
an Predteçe kilisesinde ayini yönettikten sonta vaaz vermiş, Sovyet
yönetimine sövüp saymış ve kendisini tutuklamışlar.
- Kimler tutuklamış?
- O anda kilisede bulunan Hıristiyanlar.
Blagoveşçenski sabahı güç bekledi. Gelip kendisini her an tu
tuklayacakları korkusu içindeydi. "Herhalde Çebişev ele verdi be
ni. Saharov da yapar bunu, kılı bile kıpırdamaz. Neyi oluyorum ki
ben?"
İlçe Askeri Sorunlar Komiserliği'nde sabahları dokuzda işbaşı
yapılıyordu. Blagoveşçenski daha sekizde şehrin merkezindeydi.
Bolşevikler Partisi İlçe Komitesi binası yakınlarında İzvestiya Mu
romskogo Soveta gazetesi yazı işleri müdürü Lepöhin'le karşılaşh.
Redaktör neşeliydi, çantasını savura savura yürüyordu.
- Bu ne neşe böyle, Pötar İvanoviç?
Lepöhin, ROSTA'nın telgrafını gösterdi:
- Şimdi ağlama sırası kontrada [karşı-devrimcilerde -çev.),
Blagoveşçenski yoldaş. Bizlere sevinmek düşer. Allaha şükür, zafer
bizde ve Moskova tam bir dinginlik içinde.
259
Blagoveşçenski, "Moskova' da Sol Eserler isyanının ezilmesine
ilişkin üç numaralı hükümet bildirisi"ni dehşet içinde okudu:
"Sol Eserlerin Moskova' da başlathklan karşı devrim isyanı ta
mamıyla ezilmiştir. Sol Eser müfrezeleri birbiri ardınca ve rezilce
kaçmaktadırlar. Sol Eserler Partisi Merkez Komitesütin bütün üye
leri başta olmak üzere, tüm Sol Eser müfrezelerinin tutuklanıp si
lahsızlandınlmalan için direktif verilmiştir. Karşı devrim başkaldı
nsına kahlan birkaç yüz kişi tutuklanmışhr. Sol Eserler Partisinin
ünlü üyelerinden olup, Karşı Devrimle Savaşım Komisyonunun
Başkan Yardımcısı olan ve provokatör Azev gibi bir rol oynayan
Aleksandroviç de yakalananlar arasındadır, işçiler ve Kızıl Ordu
mensupları vatandaşlan uyanık olmaya çağırmaktadır. Sol Eser
müfrezeleri son erlerine kadar zararsız hale getirilmelidir."
- Mükemmel, değil mi? Sol Eserler buldular belalarını.
- Özür dilerim, acele ediyorum.
İlçe Askeri Sorunlar Komiseri sordu:
- Dün neredeydin, Blagoveşçenski yoldaş? Bu itler onu da
kurşuna mı dizdiler, diye bir hayli kaygılandım senin için.
- Evdeydim, Bleskunov yoldaş. Ya İspanyol gribine yaka
landım ya da benim eski malarya depreşti. Dün sapır sapır titre
dim.
Blagoveşçenski hala titriyordu, yüzü kağıt gibiydi ve ter için
deydi.
Murom ilçesine ve Vladimir iline, Moskova'dan bir grup Çe
kist gönderildi.
Spaski Manashn'ndaki Antonida Vasilievna Saharova'nın hüc
resinde Andrey Martinov arama-tarama yapıyordu. Madam Saharo
va, allah korkusu içinde olanların nazik ve dingin sesiyle tekarlıyor
du:
- Fakat, ne arıyorsunuz, bir türlü anlayamıyorum. Ne olabi
lir ki burada?
260
Andrey, iki ikonun arkasında yüz otuz bin ruble buldu. Ayn
ca, Başpapaz Mitrofan'ın bir mektubu ile "Yurdu ve Özgürlükleri
Savunma Birliği" programı ortaya çıktı.
Andrey, bu ganimetlerle Malgin'in odasına girdiği zaman,
onu, Blagoveşçenski'yi sorguy� çekerken buldu.
- Çebişev Malçevski ile dostluk ilişkileri içinde olduğunuz
söyleniyor.
- Bir çift eski çizmeyi karaborsa fiyatı ile satın almak dostluk
ilişkileriyse, evet...
- Neden satın aldınız bu çizmeleri?
- Çünkü yalın ayak dolaşmak istenı,iyordum. "Bolşevikler,
eski subaylan bakın ne hale getirdiler..." sözünü söyletmek istemi
yordum.
- Başkaldın günü neredeydiniz? ·
"YANDIK! . ."
261
Savino, Şorigino, Ladigino... Andrey'in çocukluğundan gayet
iyi tanıdığı köyler bunlar.
İşte Şuya ... On beş verst kadar ötede. Alhn yaldızlı tepesiyle
yüksek çan kulesi görünüyor. Bundan sonra, Teza deresi kıyısına
sıralanmış olan, kırmızı gövdeli fabrikalann bacalan birbirini izli
yor.
İşte, çok iyi bildiği tek katlı, alçak istasyon binası. Önünde bü
yük kırmızı harflerle "Şuya" yazısı.
Hatta nöbetçi memur bile aynısı, uzun boylu, gösterişli, kırmı
zı şapkası ile son derecede ciddi bir adam.
İstasyonun karşısında, ovada, etrafı bir kale gibi tuğla duvarla
çevrili ispirto fabrikası. Kapısının iki yanındaki kulelerde makineli
tüfekler. Andrey anımsadı, babası, fabrika binalannın şimdi silah
deposu olduğunu söylemişti.
- Andrey, şuraya bak!
İstasyona doğru bir müfreze geliyordu. Askerlerden kimisi as
ker ceketli, kimi sivil ceketli, bazdan da gömlek.leydi. Sadece şap
kaları ile tüfekleri birdi. Omuzlanndan torbalan, sırtlanndan çan
talan sarkıyordu. Müfreze, ''Yılmadan, yoldaşlar, savaşıma ..." şar
kısını söylüyordu. Andrey, bu şarkıyı dinginlikle dinleyemezdi.
Babasının kürek mahkO.mu olduğu o kahrolası yıllarda duyduğu
zaman, babası gözlerinde canlanır, annesine karşı içinde bir acıma
duygusu kabanr, yeni ve güzel günlerin özlemiyle ağlardı. Şimdi
bile, silahlı hemşerilerini görünce, bu hem hüzün hem de sevinç
verici şarkıyı dinleyince, dişlerini daha fazla sıkmak zorunluluğu
nu duydu.
Şuya deresi kıyısına dizilmiş olan evler birbiri ardınca geride
kalıyordu. Pazar meydanının ortasında, uzun bir sayvant alhnda
şehir kantan vardı. Bir gün bu yerde, kısmeti yürümüş, bir gümüş
ruble bulmuştu. Tihomirovlann iki katlı evi, Hranilovlann evi ar
kada kaldı. İşte pınar. Karşıld tepeye çam fidanlan dikilmişti. İşte
262
onların eski evlerinin yeri. Çocukluğu buralarda geçmişti. İleride
kendisini neler bekliyordu acaba?
İvanovo-Voznesensk'te birbirlerinden ayrıldılar. Bazdan, Ne
gorela'daki Darinski'nin evine yöneldi, İl ÇeKa Merkezi bu binada
bulunuyordu.
Andrey biraz eve uğramak istiyordu. "Kim bilir ne kadar sevi
neceklerdir. Annem şaşırıp kalacak. Nataşka, Petka da öyle... " Fa
kat, ilk önce, Parti Komitesi'ne, Frunze'ye gitmeliydi.
Mihail Vasilieviç Frunze, İl Yürütme Komitesi ve İl Halk İşlet
meciliği Şurası başkanı idi, bundan başka, İl Parti Örgütü'nün yö
neticisiydi.
İvanovo-Voznesensk yeni kurulmakta olan bir ildi. Emek, ta
rım, ticaret, maliye, sağlık, eğitim komiserlikleri, halk işletmeciliği
şurası, askeri şura yeni yeni örgütleniyor.du� İşten anlayan, azçok
okuryazar işçiler azdı. Merkez Komitesi'nden, hemen hemen her
gün, başka illere ve Kızıl Ordu'ya eleman isteniyordu. Herkes için
birkaç yer vardı.
Arseniy'in her sözü, Birinci Rus Devrimi'nin o müthiş günle
rinde olduğu gibi, İvanovo-Voznesenskliler, Şuyalılar, Kinişemllier,
kısacası, bu geniş dokumacılar bölgesinde herkes için bir yasa idi.
Arseniy, o günlerde henüz otuz dört yaşındaydı.
Akşamları, İvanovo-Voznesensk sessizliğe gömüldüğü za
man, Yaroslavl'dan top gümbürtüleri duyuluyordu.
Raboçiy Kray gazetesinin ilk sayfasında şu bildiri yayımlandı:
"İvanovo-Voznesensk RI<P (B) Örgütü Komitesi'nden: Olağa
nüstü Toplanh'nın karan gereğince genel seferberlik ilan edilmiş
tir. Bu yüzden, tüm parti üyeleri, 10, 1 1 ve 12 Temmuz günleri,
Krutitska'da Fokin'in evindeki toplanma yerine gitmelidirler. Bu
tarihlerden sonra gidenler, gecikmelerinin nedenlerini gerekçele
riyle yazmalıdırlar. Bu emre itaat etmeyenler hain sayılacak ve kor
kaklar olarak partiden ahlacaklardır."
263
Aynı gün şu bildiri de yayımlandı: "Sol Eserlerin Moskova'da
ki, beyaz orducuların da Yaroslavl'daki isyanları sonucu ortaya çı
kan endişe verici durum dolayısıyla İvanovo-Voznesensk şehrinde
ve tüm ilde sıkıyönetim ilan edilmiştir. Sokakta dolaşmak saat 24'e
kadar serbesttir. Ruhsatsız silah taşıyanlar şiddetle cezalandınla
caktır. Yakalandıkları yerde kurşuna dizme cezası da bunlar ara
sındadır."
Yaşam, o günlerde İvanovo-Voznesensklileri hiç de olağan ol
mayan bir "sorun"la karşı karşıya getirdi; kolera salgını belirdi.
Endişe verici bir olay daha meydana geldi. 17 Temmuz' da Ki
neşma'ya beş vagon un geldi. Vagonların ikisinden un yerine nehir
kumu çıkh. O gün işçilere ekmek verilmedi, yalnız çocuklara, o da
iki yüz elli gram değil, yüz yirmi beş gram, verildi.
Andrey, dar pencereli küçük bekleme odasındaki gencecik kı-
za sordu:
264
yoktu ve Andrey, pencere boşluğuna oturdu. Babası yanına sokul
du, elini sıkb ve fısıltı ile sordu:
- Nereden geliyorsun? Ne kadar kalacaksın?
- Murom' dan. Bilmiyorum.
Murom sözcüğünü çok hafif bir sesle söylemiş olmasına kar
şın duyuldu yine.
- Durum nasıl orada?
Andrey sevinçle, "Her şey yolunda," dedi. Ve anladı ki, Mt..
rom' da her şeyin yolunda olduğu haberi, burada oturan insanlar
için son derecede önemli ve gönül ferahlatıcıdır.
Frunze:
- Devam edelim yoldaşlar, dedi. SÖzü, Politeknik Enstitü
sü'nü Örgütleme Komitesi Sekreteri Çernov Yoldaş'a veriyorum.
Hafta içindeki yenilikleri anlatın.
- İlk haber sevindirici. Halk Eğitim Komiserliğinden Mihail
İvanoviç Pokrovski, bir zamanlar Londra'dan Riga Enstitüsü'ne
gönderilmiş olan fizik araç ve gereçlerinin Moskova'da ortaya çıka
rıldığını bugün bildirdi. Bunlar, ilk fırsatta bize gönderilecek.
Frunze, el hareketiyle konuşmaanın sözünü kesti:
- Bir önerim var. Araç ve gereçlerin buraya gelmesini (a
buklaştırmak için Çemov Moskova'ya gönderilsin. Kabul mü? Pe
kala! Devam edin.
- Enstitünün şu fakülteleri olacak: İplik Eğirme ve Dokuma
cılık, Fizik ve Mekanik, Boyacılık Bölümü ile Kimya ve Kimya Sa
nayii, İnşaat Mühendisliği ve Tanm İşletmeciliği Fakülteleri. Profe
sör Klark bugün Moskova' dan geldi, öğretim planlannı hazırlama
çalışmalanmıza yardım edecek.
Frunze sordu:
Nereye yerleştirdiniz profesörü?
Bir eve.
İyi mi ev?
265
Evet. Bize, İl Askeri Sorunlar Komitesi komutanı tarafın
dan tavsiye edildi. ·
266
Andrey eve uğrayamadı. Çekistler, Birleşik Müfrezeye katıldı
lar. Tren tam hareket etmek üzereyken, anası ve Nataşa istasyona
geldiler. Anası, oğlunu öpmeyi ve cebine bir yiyecek paketi sokuş
turmayı başardı.
Nataşa:
- Serbest kalır kalmaz, gel! diye bağırıyor ve siyah baş örtü
sünü sallıyordu.
267
insanları bu beladan uzaklaşhrabilirdi. Fakat, ne birini ne ötekini
yaph. Direnmenin anlamsızlığını anladığı halde, subayları, askeri
okul öğrencilerini ve liseli gençleri ateşe sürmeye devam etti. Top
çular, onun emriyle, tarihsel kilise ve fabrika yapılarını yerle bir et
ti. "Askeri mahkeme" ele geçen Bolşevikleri idama mahkum ediyor
ve bu hükümler derhal yürürlüğe konuyordu ..
Perhurov'un en yakın akıldaneleri olan generaller; Afanasiev,
Karpov, Verövkin ve Albay Tomaşenski de direnmenin anlamsızlı
ğını anlamışlardı, ne var ki, başkomutana öneride bulunmaktan
ödleri kopuyordu.
Direnmenin ikinci haftasının sonunda, Perhurov, henüz vakit
varken ve kendi adamları tarafından öldürülmeden kayıplara ka
rışmaya karar verdi.
18 Temmuz gecesi şiddetli bir fırhna esiyordu. Perhurov, Ge
neral Afanasiev ve Yüzbaşı Alşevski, Volga'da bardaktan boşanır
casına yağan yağmur alhnda, bir mavna ile on beş verst kadar yol
aldılar. Perhurov, mavnanın, sol kıyıya yaklaşhnlmasmı emretti.
Soyundu, kara sulara ahldı, giysilerini ve silahını başı üstünde tu
tarak, en yakın çalılığa doğru yüzdü. Kıyıya çıkhktan sonra, çama
şırlarını bura bura süzdü ve titizlikle giydi. Yol arkadaşları, kendi
sini korku ve umutla izliyorlardı. Neler düşünmüştü acaba Ale
sandr Petroviç?
- Hoşça kalın, baylar. Eylemlerimizi ayn ayrı sürdürmek en
iyisi olacak herhfilde. Kazan'da buluşacağız!
Öfkeden sapsan kesilen Alşevski, derhal tabancasını çıkardı,
Afanasiev elini tuttu ve kurşun, ıslak sabah sisi içinde kayboldu.
Perhurov ona döndü ve dingin bir sesle:
- Silah tutmasını beceremiyorsunuz Yüzbaşı. Ve iyi aha da
değilsiniz, dedi.
Yine dinginlikle, canlı yaverine değil de, cansız bir hedefe ni
şan alıyormuş gibi, Alşevski'ye üç kurşun sıkh.
268
General Afanasiev:
- Ama, Aleksandr Petroviç, nasıl olur bu? diye dingin bir
sesle sordu.
Perhurov:
- Elbette olur, dedi ve �rüdü.
Afanasiev, Alşevski'nin cesedini suya itti. Oturdu. Sigara pa
ketini çıkardı, ıslakh.
General Karpov ise kendi oyunu ile kapana girdi.
Karpov, 12 Temmuz'da, savaş tutsaklan sorunlanyla uğraş
mak için kurulan ve Yaroslavl'a yerleşen Alman komisyonunu
anımsadı ve komisyon başkanını bulup ya�ına getirmelerini em
retti ... Fakat, general, bu Alman'ı niçin çağırttığını adamlanna söy
lemedi. Komisyon başkanı da niçin çağınldığını bilmiyordu, bu
yüzden, gitmemek için direndi. Bundan ötürü, Alman'ı, generalin
karşısına perişan bir kılıkta getirdiler; ceketinin bir yeri kopmuştu,
düğmelerinin yarısından fazlası da yerlerinde değildi.
Karpov, adamlannın bu aşın gayretkeşliklerine dehşetli kızdı,
misafirden Almanca olarak özür diledi ve büyük bir nezaketle ki
minle müşerref olduğunu sordu.
Kayzer ordusu temsilcisi, başlangıçta darağacına götürülmek
te olduğunu sanmışh. Bu yüzden, generalin nazik tutumunu hay
retle karşıladı ve Rusça yanıt verdi:
- Teğmen Balk. . 1 Temmuz'dan beri üsteğmenim. Yeni rüt
.
269
Karpov, Alman'ı yatıştırdı:
- Rica ederim, efendim. Size elimizi bile sürmeyeceğiz. Ya
şayın yaşayabildiğiniz kadar. Şimdi size her şeyi açıklayacağım.
Biz size, sembolik olarak savaş ilan ediyoruz. Size ve savaş tutsak
lannıza karşı hiçbir savaş hareketinde bulunmaya niyetimiz yok.
Savaş tutsağı olarak size kendimiz teslim olacağız. Anlaşıldı mı
şimdi?
Balk gözlerini kırpıştınyor, kendisine yapılan öneriyi anlama
ya çalışıyordu.
- Anlıyorsunuz, değil mi? Biz, kendimiz size savaş tutsağı
olacağız! Kendimiz! Siz bizi koruyacaksınız. Bolşevikler şehre gir
diği zaman, bizim, Alman İ mparatorluğu'nun savaş tutsaklan ol
duğumuzu söyleyeceksiniz. Şükür allaha, en sonra anladınız.
"Yaroslavl Halkına Bildiri" başlıklı yazı, basımevinde çabucak
dizildi. Bunda şöyle deniyordu:
270
kuz "savaş tutuklusu"nu silahlandırdı ve bunları tiyatro önüne nö
betçi koydu.
Yarım saat geçmeden, işçi müfrezi tiyatro önüne geldi. Müfre
ze komutanı Nikitin, tiyatro civarında silahlı Almanları görünce
hayret etti.
- Çocuklar, anlayın bakalım, ne arıyor bunlar burada?
Üsteğmen Balk'ı Nikitin'e getirdiler. O, böyle hallerin gerek
tirdiği kılık ve biçimdeydi: Sırhnda resmi üniforması, elinde beyaz
aracı bayrağı vardı, silahsızdı.
- Savaş Tutsak.lan Sorunları Komisyonu Başkanı Üsteğmen
Balk... Görüşmelerde bulunmak için geldim.
"Kes köse?" diye soranlar oldu. "Kimdh ki bu?"
Nikitin, "Gevezelik etmeyin!" dedikten sonra, selam vererek
Balk'a sordu:
.
271
Zolin:
- Demidov Lisesi'nin sadece bacalan kalmış, diyordu.
Bir başka kocakan, yan yanmış bir ikonla ıslak bir kınalı kedi
yi götürüyordu.
Yerde "Akıllı Eğlence Minyatürler Tiyatrosu" yazılı bir tabela
tekerleniyordu. Bir gezginci tiyatronun kalınhlan arasında bir at le
şi uzanıyordu.
- Dunaev'in hem sigara, hem de kibrit fabrikası, her ikisi de
yandı. Epştayn'ın fabrikasının sadece kazan dairesi kaldı. Vol
ga'nın yakasındaki yıkınhlıklan görüyor musun? Bunlar, Vahro
meev'in değirmenleridir. Şu pencerelerinden hiçbiri kalmamış san
yapı ise papaz okuludur.
Ribinska sokağında beyaz gömleğinin kollan sıvalı yaşlı bir
adam, bir gölcüğün kenanna çömelmişti. Çizgili siyah pantolonu
paramparçaydı. Çatkılı yeleğini dikkatle, titizlikle yıkıyordu. Bir
çocuk sessizce onu seyrediyordu. Andrey çocuğa sordu:
- Ne yapıyor bu adam?
Çocuk gözlerini ona çevirdi. Erkek, alnına düşen kır saçlannı
arkaya athktan sonra yanıtladı:
- Çıkmıyor, baylar. Yine ayçiçeği yağı lekesi var. Bay Ole-
nin'e götürmeliyim yeniden. Bundan daha kötü olamaz.
Siyah başörtülü bir kadın yaklaşh adama:
- Bay Miron Yakovleviç, Bay Olenin geldi.
Delirmiş olan adam ayağa fırladı, çocuk da ardından gitti. Ka
dın hüzünlü bir sesle anlath:
- Yalnız Borya kurtuldu. Kansı ile kızının ilk önce ırzlanna
geçtiler, sonra öldürdüler. Lütfen yardım edin de, bir an önce has
taneye yatsın. Borya'yı biz yanımıza alacağız.
Bristol Oteli önünde büyük bir kalabalık kaynaşıyordu.
Duvar dibinde, entarisi lime lime genç bir kadın vardı. Kapıcı
ceketli, uzun sakallı bir ihtiyar adam, kadının etrafında dolaşıyor-
272
du. Elindeki çekici sallıyor ve:
- İşte bu! Bolşevik yoldaşlann adreslerini veren, işte bu rezil
kadın! diye çığlık çığlığa haykınyordu. Andrey, kapıayı kolundan
yakaladı:
- Dur, baba, dur. İlle önce elindeki şu çekici ver... Anlat şim-
di.
Duvar dibindeki kadın, Andrey'e kötü kötü baktı:
- Kadınlarla mı savaşıyorsunuz! Bundan kolayı var mı?
İhtiyar, yine çığlığı bastı:
İşte bu o şarlatan kadın! Gözlerimle gördüm.
- Bağırma sağır değiliz ya! Kim bu �dın? Ne yapmış?
- Kim mi? Dilim var, anlatacağım. Artist. Kaç kişinin canına
kıydırdı, biliyor musun! Kafasını ezeceğim!
Andrey, İntim Köşe tiyatrosunu ve güzE;l artisti anımsadı.
- Siz, Barkovska'sınız, değil mi?
- Bunun ne önemi var sizin için?
Kapıcı, çığlık çığlığa söze kanştı:
- Aynısı... Barkovska ...
Kadını alıp götürdüler. Kalabalık dağıldı. Yalnız kapıa yatış-
mıyordu:
- Böyle reziller ayaklar altında ezilmeli...
- Hiç kimseye başkalannı ezme müsaadesi verilmemiştir.
Kapıcı aniden koşmaya başladı. Andrey onun çevikliği karşı
sında hayrete düşmüştü. İhtiyar bir çocuk gibi koşuyor, kollannı
savuruyor, zaman zaman ardına bakıyordu. Bir yerden, bir ıslık se
si geldi. İhtiyann ardından silahlı bir genç koşmaya başladı. Yetiş
ti, ihtiyara bir çelme taktı ve kapıa yere yuvarlandı. Delikanlı ihti
yarı kaldırarak yeninden tuttu ve Bristol Oteli'ne getirdi. İhtiyar,
And-rey'in ardında duran birine korkulu gözlerle bakıyor ve hiç
direnme göstermeden, uslu uslu yürüyordu.
Martinov, kapıcının baktığı tarafa dönünce:
273
O, o, o ... Anfim İvaniç! diye haykırdı. Evet, gerçekten de
Anfim Bolotin'di bu. Sargı sağ gözünü kapamışh.
Bolotin, gözünü ihtiyardan ayırmadan, dingin bir sesle:
- Merhaba, Andrüşa! dedi.
İ htiyar, sıtma tutmuş gibi titreye titreye yürüyor ve sık sık haç
işareti yapıyordu.
Delikanlı:
- Bu mu, Bolotin Yoldaş? diye sordu.
- Ta kendisi. Katya'yı nereye götürdünüz?
İhtiyar, haç işaretlerine devam ediyordu.
- Sana soruyorum? Katya nerede?
Kapıcı, bir inek gibi böğürüyor ve korku dolu gözlerini An
fim'in zayıf ve kararmış yüzünden ayıramıyordu. Sonra sağ elini
alnına doğru kaldırdı, herhalde bir daha haç işareti yapacakh, fakat
eli, güçsüzce aşağı düştü. Kendisi de yere yuvarlandı. Silahlı deli
kanlı eğildi, elini adamın kalbi üstüne koydu:
- Ölmüş, komiser yoldaş, dedi.
Anfim, otele doğru yürüdü, durdu ve Martinov'a döndü:
- Gel benimle Andrüşa. Odama gidelim. Dokümanlarım
orada. Bir gün için eve gitmem gerekecek herhalde.
274
- Merhaba, Puhov, dedi ve nöbetçiye çıkmasını işaret etti.
Oturun. Serbest bırakılmanızla ilgili karan okudunuz mu?
- Evet. Teşekkür ederim.
- Birkaç dakika sonra özgürlüğünüze kavuşmuş olacaksı-
nız. Size bir sorum var: Cepheye gönderilmenizi ister misiniz?
Evet. Er olarak.
Neden er olarak? Siz subaysınız. Buna razı değiliz biz.
Fakat, öyle sanıyorum ki, başka türlü güven kazanamaya-
cağım.
Demek ki, sizce, erler için güven, bir zorunluluk, değil, öy
le mi? Bir yedek subay olarak sizinle Askeri Sorunlar Komiserliği
.
meşgul olacakhr. Benim size bir başka sorum var. Fakat, bunu, bir
sorgu olarak kabul etmeyin, siz serbestsiniz arbk. Sorumu ister ya
nıtlar, ister yanıtlamazsınız. Yanıhnız kaderin�e yansımayacaktır.
- Yanıtlayacağım, yanıtlayabilirsem ...
- Siz, bir Rus aydınının oğlusunuz, üniversite öğrencisi ve
subaysınız, bir savaş tutsağı olarak acılar çektiniz. Buna karşıl), ne
den Sovyet iktidarına, halka karşı eyleme geçtiniz?
Puhov susuyordu.
- Yanıtlamak sizin için güçse yanıtlamayın.
- Çok karmaşık bir sorunla ilgili bir soru bu. Müsaadenizle
ben de bir soru sormak istiyorum.
- İstediğiniz kadar sorabilirsiniz.
- Ben, kanşhğım eylemden pişman olduğumu, hata ettiğimi
söyledim. Bunu korku yüzünden mi yaphğımı sanıyorsunuz?
- Hayır.
- Teşekkür ederim. Müsaade ederseniz, sorunuzu yazılı ola-
rak yanıtlamak istiyorum ... Oturacağım, güzelce düşüneceğim ve
yazacağım.
- Kabul. Yazın ve doğruca bana gönderin. Serbestsiniz, Ser
gey Aleksandroviç.
275
Bir sorum daha var... Özgürlüğe kavuşmamda babamın
hiçbir rolü olmadı mı?
- Babanız, sizinle, sağlığınızla yakından ilgilendi. Fakat, hiç
bir ricada bulunmadı. Size şunu olanca içtenliğimle söyleyebilirim:
Halk Komiserliği Şurası, babanıza ve işlerine büyük bir değer veri
yor. Siz, gerçekten büyük bir suç işlemiş olsaydınız, bırakmazdık
sizi.
Teşekkür ederim. Hoşça kalın.
Güle güle. Mektubunuzu bekliyorum.
276
- Varenka Samarina hemşire oldu. Evvelki gün bize uğradı.
Bugün de gelir belki. Bir itirazın var mı?
- Ne söylüyorsun, anne? Sevineceğim elbette...
Kendisini tedirgin eden bir başka haberi daha vardı ki, şimdi
lik bildirmemeyi uygun buldu. Oğlu kim bilir nasıl karşılayacaktı!
Ne var ki, Sergey, annesini, böyle bir konuşmaya yöneltti:
- Bugün ayın otuzu, değil mi anne? Derhal bizim ev komu
tanlığına gidip, serbest bırakıldığıma ilişkin kağıdı vereyim. Ver
mezsem, ağustos kuponu hakkımı yitiririm.
- Git, dedi Lidya Nikolaevna. Olabildiği kadar dingin konu
şabilmek için kendini zorluyordu. Yalnız, De':lejkina orada değil ar
tık. Tutukladılar. Evinde araba dolusu silah buldular.
Sergey, uzun zaman sustu, Ana Födorovna'yı düşünüyordu:
Ona acıyor muydu? Yoksa böyle olması k.enğisi için daha mı iyi
idi? Sonra, bu kararsız tutumundan dolayı kendinden utandı. Ken
disi için hiçbir özveriden kaçınmamış olan ve arhk pek de genç ol
mayan bu basit kadına gerçekten acıyordu. Onun bir tek isteğj var
dı Sergey' den; arada bir yanına gitsin ve tatlı diller dökerek kendi
sini sevsin.
- Peki anne. Ev komutanlığına daha sonra gideceğim. Şimdi
oturup bir mektup yazacağım.
Bir yanıt alamadı. Düşünceli, dalgın otururken, annesinin ya
nından ayrılışının farkına varmamıştı.
Mektubun ilk satırları üzerinde bir saatten fazla zaman kay
betti, istediklerini bir türlü yazamıyordu, kaleminden dökülen her
sözcük, ona, içtenlikten ve inandırcılıktan uzak, yapay geliyordu.
Birkaç defa masadan kalktı, annesinin dönüp dönmediğini anla
mak istedi. Bir türlü dönmüyordu annesi. Lidya Nikolaevna, çalı
şan herkes için üçer arşın basma verildiğini öğrenmişti. Sıralar, o
zaman moda olan yeni deyişle "kuyruklar" birkaç sokağa uzanıp
giden bir dev yılanı andırıyordu.
277
Sergey, ev komutanlığına gitmeye karar verdi ve annesine şu
notu bırakh: "Çok kalmayacağım. Seni sevgiyle öperim. Seröja."
Birinci kahn sahanlığında, kısa boylu, kara bıyıklı, deri ceketli
ve asker şapkalı biri kendisini selamladı:
Merhaba, sayın bay.
- Bana mı diyorsunuz?
- Sana, sayın bay, sana. Ana Födorovna'yı yakan sensin her-
halde. Jurnalcıhk yapmışsın yani. ·Eh, sayın bay, başkasını yakarak
kendini kurtarmışsın.
- Sen aklını oynatmışsın, şaşkın! Çekil önümden bakayım ...
Grigoriy Denejkin hiçbir zaman iyi bir nişana olamamışh. Son
yıllarda yalnız silah kaçakçılığı ile uğraşmasına karşın tembeldi ve,
daha da kötüsü korkaktı. Fakat, bu defa tam hedefe isabet ettirdi.
Attığı kurşun Sergey'in kalbini deldi ve arkadan çıktı.
Lidya Nikolaevna silah sesini duydu, ama Sergey'e ateş edildi
. ğini nereden bilsindi! Yanından kara bıyıklı biri koşa koşa geçti.
Lidya Nikolaevna, bunun, oğlunun katili olduğunu nereden bilsin
di!
Sergey'in ölüsünü ilk gören o oldu ve merdivene düştü. İki
adım ötesinde bir paket buldular. İçinde üç arşın basma ve bir pa
ket Kapriz sigarası vardı.
278
Sergey Puhov'un ölümünden sonra Grigoriy Denejkin orta
dan kayboldu, sanki yer açıldı, yerin dibine girdi. Uzun süre aran
dı, fakat bir sonuç alınamadı.
Yine de, kader, bir gün beni onunla karşılaşhrdı. Bu olay, 1944
yılında, Almanya'da, Berlin'e . kırk kilometre mesafedeki Doben
dorf şehrinde oldu. Almanya' da birçok "eski tanıdık"larla karşılaş
tım. Ne var ki, propogandist kurslarında Grigoriy Denejkin'le kar
şılaşacağım aklımın kenarından bile geçmiyordu.
Bunu, yeri gelince anlatacağım.
11
• • • ADIM ALFRET ROZENBERG ... "
279
durumlarda, Katya'run ölümünden sanki kendisi de suçluymuş gi
bi bir kalp huzursuzluğu içinde bulunuyordu. Yalnız kendisi değil,
diğer Çekistler de, ayaklanmayı zamanında önleyememenin suçlu
luğu duygusu içindeydiler.
Anfim, Katya ile ilgili konulardan kaçmıyordu. Bir gece And
rey sordu:
- Anfim İvaniç, kaç yaşındasınız?
- Neden sordun? Yaşlanmış mıyım? Yaşım büyük değil,
otuz üç... Tam yaşayacak zamanım ...
280
Andrey, ertesi sabah yola çıkh. Yük ve yolcu vagonlarından
oluşan tren, İvanovo-Voznesensk'e ancak yirmi dört saatte varabil
di. Özellikle Aleksandrovo yakınlarında bir köstebek ağırlığı ile yol
aldı, çünkü askeri trenleri beklemesi gerekiyordu.
Andrey, bir beygir vagon�nda yolculuk ediyordu. Vagona,
rendelenmemiş tahtalardan alelacele ranzalar yapılmıştı.
Yanı başında genç bir adam vardı. Hemen hemen kendi yaşın
daydı. İyi giyimliydi. Küçük, pek güzel, kavun içi renkli bir deri
valizi vardı. Rusçayı yabana aksanı ile konuşuyordu:
- Bizim Riga Politeknik Enstitüsü'nü sizin şehre taşıdılar.
Öğrencilere yapılan bildirimde, isteyenleri� öğrenimlerine devam
edebilecekleri, istemeyenlerin Moskova'daki bürodan belgelerini
alabilecekleri bildirildi. İlk önce ben, öğrenimime devam edeceği
mi bildirdim. Bu yüzden belgelerim İvanoı.ro-Yoznesensk'e gönde
rilmiş. Ama, şimdi bu isteğimden vazgeçmiş bulunuyorum ve bel
gelerimi almaya gidiyorum.
- Neden vazgeçtiniz?
- Bazı düşündüklerim var.
Bütün yolçuluk boyunca uyumaya da, konuşmaya da, birlikte
yemek yemeye de bol bol vakitleri vardı. Yuriev-Polski'de Andrey,
çay için sıcak su buldu. Yanındakine:
İvanovo-Voznesensk'te ne kadar kalacaksın? diye sordu.
Herhalde bir-iki gün.
Nerede kalacaksın?
Bir otele gideceğim.
Andrey güldü:
- Orası Riga değil. Bizim şehirde olup olacağı küçümencik
iki otel var. Bunlarda oda bulabileceğini hiç sanmam. Fakat, telaş
etme. Bizim evde sana da bir yer bulunur.
Anaağını, Petka'yı, Nataşa'yı görmek, Andrey için ne büyük
bir mutluluktu! Petka, artık Petka değildi. İkinci Sovyet Bölüğü Ko-
281
mutan Yardımcısı'ndan herkes, saygı ile, "Bölük Komutan Yardım
ası Martinov Yoldaş" diye söz ediyordu.
Nataşa da, okul tatilini işte geçiriyordu. Fabrikatör Vitkov'un
Sovestka sokağındaki evinde yeni açılan çocuk yuvasında çalışı
yordu. Nataşa övündü:
- Açılış töreninde Frunze bile bulundu. Ben kesinlikle karar
verdim, Antonida Nikolaevna gibi öğretmen olacağım.
Annesi, Derbenev fabrikasının fabrika komitesinde çalışıyor
du. Onun da kendi iş alanından verilecek haberleri vardı:
- Dün bütün dokunan kumaşlan yazdık. Arhk dokunan bü
tün kumaşlar halkın malı.
Yol arkadaşı, akşam geç vakit geldi, karnını doyurdu ve teşek
kür etti. Ana, Pötar'ın eve geldiği zaman uyuduğu barakada misa
fire bir yatak serdi.
Andrey ertesi sabah Frunze'nin yanına gitti. Telefon sık sık ça
lıyordu. Bu yüzden rahatça konuşamadılar. Frunze kulaklığı alı
yor, "affedersiniz" deyip kapatıyor ve konuşmasına devam ediyor
du.
- Siz de ekleyin! Karan yerine getirmeyenler, on kabnı öde
yeceklerdir. Evet, evet, on kahnı ve daha fazlasını. Söyleyeceklerim
bunlar.
Frunze bu sözlerini Andrey' e şöyle açıkladı:
- Son derece yoksul olanlar, yani asker eşleri, savaş tutsak
larının aileleri ve işsizlere yardım fonu kuruyouz. Bütün tüccarlar
dan kazançlarının yüzde ikisini, tüm fabrikatörlerin her işçi için bi
rer ruble vermelerini istedik. Ve yalnız kendi kazançlarınızdan, iş
çilerin aylıklarından değil, dedik. Onlar işte buna razı olmuyorlar.
Bir telefon konuşmasında Frunze hayretle haykırdı:
- Olamaz! Ben miyim? Bugün ha? Oysa ben, bugün Vorons
ki'nin okuyacağını sanıyordum. Affedersin, öyleyse, derhal geliyo
rum.
282
- Şaşırmışım, Andrüşa. Sosyal işlerde çalışan işçiler için
kurs açhk. Benim söyleşimin yarın olacağını biliyordum. Oysa bu
günmüş. Gitmem gerekiyor.
Frunze'nin odasından birlikte çıkhlar. Antrede sekreter tele-
fon kulaklığını uzath:
- Sizi istiyorlar, Mihail Vasilieviç.
- İl Askeri Sorunlar Komiseri telefonda.
Andrey, Frunze'nin bir görev daha yüklenmiş olduğunu böy
lece öğrendi. Frunze, Yaroslavl Askeri Sorunlar Komiseri idi de
mek. O gün, bu komiserlik karargahı, Yaroslavl'dan İvanovo-Voz
nesensk' e taşınıyordu.
İl Komitesi'nin geniş mermer merdivenliğinin sahanlığında,
Andrey, yol arkadaşını gördü, Furmanov'la konuşuyordu. Andrey
Furmanov'un yalnız son sözlerini duydu:
- Sanmam. Buradaki yoldaşlar için siz, hiç bilinmeyen bir
kişisiniz. Burada Parti'ye derhal kabul edileceğinizi sanma� .
Rusça'yı yabana aksanı ile konuşan yol arkadaşı:
- Haklısınız, Furmanov yoldaş. Hoşça kalın. Sizi rahatsız et
tiğim için affınızı dilerim, diye yanıtladı.
Günler çabucak gelip geçmişti. Moskova'ya dönme zamanı
gelmişti. Yine beraber yolculuk ettiler. Yol arkadaşı, Moskova ga
rında Andrey'e misafirseverliğinden dolayı teşekkür etti ve adresi
ni istedi. Martinov ev adresini verdi.
- Affedersiniz, soyadınızı bilmiyorum.
- Martinov. Adınızın Alfret olduğunu biliyorum. Fakat, siz
de affedersiniz, soyadınızı bilmiyorum.
Yol arkadaşı bir reverans yaparak:
- Rozenberg, dedi ve tekrarladı: Alfret Rozenberg. Bir daha
teşekkür ederim. Hoşça kalın...
283
ANDREY MiHAYLOVİÇ MARTİNOV'UN ANILARINDAN
Doğu Bölgeleri Bakanı, Alman nasyonal sosyalizminin ideolo
gu ve "Yirminci Yüzyılın Efsanesi" kitabının yazarı Alfret Rozen
berg'i,- son defa, Vlasov'un Başkanlığındaki heyeti kabul ederken
gördüm. Himmler, Ribentrop ve Göbels'in Vlasov'u kabullerinden
sonra Rozenberg yumuşamışh. Gözlerinde zaman zaman kin kıvl
cımları parıldamasına karşın, nazik olmaya çalışıyordu . Kaygılı ve
yıkılmış bir hali vardı. 1945 Nisanıydı. Sovyet orduları Berlin' e
yaklaşıyordu ...
Moskova garı kalabalıktı. Henüz ne Ribinsk'e ne de Yaros
lavl'a yolcu trenleri gitmiyordu.
Andrey, kendi kendine, "Yaroslavl'da neler oluyor acaba? An
fim İvanoviç ne yapıyordur şimdi? İyi ki Moskova'ya geldim. Kar
ıcığımı göreceğim ... " diyordu.
Birden, korkunç anlamını yıldırım hızıyla kavradığı sözler gel
di kulağına:
- Yoldaşlar! Yoldaşlar! Biraz önce, Mihelsön Fabrikası'nda
Vladimir İliç Lenin'e suikast yapıldı...
Andrey, Lubyanka'ya doğru koşmaya başladı.
284
iKİNCİ BÖLÜM
MART, 1 943
İnsanlar vardır, hem de pek çok, günlük işleriyle uğraşır du
rurlar, kendilerinden uzaklarda olup bitenlere aldırış dahi etmez
ler, oysa bu uzaktaki olaylar, eninde sonunda, şu ya da bu biçimde
kendi kaderlerini de etkileyecek, yaşamlannı temelinden değiştire
cektir.
1943 yılı Mart ayının başlannda, Moskova'daki Cerjinski Mey
danı'na bakan iki numaralı binanın bir oClası.nda, Devlet Güvenliği
Komiseri, zile basarak sekreterini çağırdı, eline bir kağıt vererek,
- Bu kağıtta adı geçen yoldaşın şimdi nerede bulunduğunu
ve ne iş yaptığını lütfen ivedilikle araştırın, dedi.
Bir not defterinden koparılmış olan kağıtta komiserin elyazısı
ile şunlar yazılıydı: "Andrey Mihayloviç Martinov, 1 898 doğumlu,
Şuyalı, 1918' den beri parti üyesi."
Devlet Güvenliğinin üçüncü rütbeden komiserinin adı, Alek
sey Mihayloviç Malgin' di.
285
elektrik santrali, savaş sırasında iki ilin sanayisini besliyordu. Ku
ru torf, yan ilkel bir işletme olan Çeren Mah'tan da elde edilebilir
di. Ne var ki bu işletme de Aleksino'dan yirmi yedi kilometre uzak
lıktaydı. Okulun hiçbir taşıt aracı yoktu.
Kolhoz Başkanı Evdokiya Korolöva, okula yardım etmek isti
yordu ama, kolhozun olup olacağı yedi atı vardı, bunlar da açtı.
Makina traktör istasyonundan yardım vadetmişlerdi, fakat Marti
nov bu vaatten bir sonuç çıkacağına inanmıyordu, çünkü bu işlet
menin de işleri yolunda değildi.
Martinov bir mucize beklemiyordu. Mart sonunda yollar ge
çilmez hale gelecek ve o zaman, havalar düzelinceye kadar okulu
kapatmak gerekecekti. Bu yüzden, Andrey Mihayloviç, ilçe eğitim
müdürlüğü dairesine gitmeye karar verdi.
Sabah erken kalktı. Aleksino'dan ilçe merkezine bir buçuk sa
atlik bir yol vardı. Andrey Mihayloviç, ilçe merkezine memurlar
işe başladıkları sırada varmak istiyordu. Başka işleri de vardı.
Son zamanlarda aklı fikri oğlundaydı.
Feliks, 1940 yılının baharında Pedagoji Enstitüsünü bitirmiş,
kendisini öğretmenliğe değil, yerel gazetede çalışmaya göndermiş
lerdi. Bunu herhalde gazetenin başredaktörü istemişti. Feliks daha
öğrenciyken bu gazeteye sık sık yazılar gönderiyor ve bunların he
men hemen hepsi basılıyordu. F. Martinov imzalı röportajları gaze
tenin sayfalarında sık sık görülüyordu.
Oğlunun son mektubunu 1 941 yılının Ekim ayında aldılar. Fe
liks, gönüllü olarak orduya yazıldığını bildiriyordu. Zarfta Mosko
va damgası vardı. Demek ki, mektubunu, cepheye giderken Mos
kova' dan atmıştı.
O zamandan beri ne bir ses, ne bir nefes. Bir buçuk yıldır acılı
bir bilinmezlik içinde yaşıyor Martinov ailesi.
Andrey Mihayloviç, oğlunun öldüğü kanısındaydı, bunu ne
karısına, ne de on altı yaşındaki kızı Maşa'ya ve on üç yaşını süren
286
küçük oğlu Mişa'ya söylüyordu. Nadejda İvanovna da oğlunun öl
düğüne kendini inandırmıştı. Buna karşın, köy şurasından gelen
mekhıplan sık sık kanştınyordu, oysa, bir mekhıp gelince kendisi
ne derhal vereceklerini gayet iyi biliyordu.
1942 yılının Ocak ayında Martinovlara beklenmedik bir misa
fir geldi; gazetenin edebiyat bölümünde çalışan Marina Çasova ad
lı bir genç kız. Feliks'in bavulunu getirmişti. Daha üniversite yılla
rında Feliks'le arkadaşlık ettiğini anlath. Savaş'tan önce yerel Kom
somol gazetesinde çalışıyormuş. Feliks'le sık sık civar kasaba ve
köylere röportaj yapmak için giderlermiş. "Size benden söz etmedi
mi?" diye sordu. Ve öyküsünü, beklenme�ik bir itirafla sonuçlan
dırdı: Evlenecekmiş, bu yüzden Feliks'ın eşyalarını yanında tutma
sı, artık uygun değilmiş. "Benim bu tuhımumu hoş görüyorsunuz,
değil mi!" dedi.
Marina akşamüstü gitti. Nadejda İ vanovna bütün gece ağladı.
Bavuldan, Feliks'ın kostümü, gömlekleri, iki not defteri, gaze
te kesikleriyle dolu bir dosyası ve enstitü öğrencisiyken N.adejda
İ vanovna'nın sahn aldığı bir çalar saat çıktı.
İ lk oğullarından kalanlar bunlardı. Andrey Mihayloviç, oğlu
nun yayımlamaya muvaffak olabildiği bütün yazılarını okudu. Bu
başlangıca bakılırsa, ondan iyi bir gazeteci olacaktı. Not defterin
den, oğlunun bir edebiyatçı, bir yazar olmak özlemi içinde olduğu
nu anladı.
Nadejda İvanovna kocasının çayını hazırlarken:
- Ne zaman? diye sordu.
Andrey Mihayloviç, kansının, eve ne zaman döneceğini sor-
duğunu anlamıştı:
- Saat yedide, dedi.
- Ben gecikeceğim. Yine toplantımız var...
Martinov, kansının bugün muhasebeci olarak çalıştığı kolhoz
yönetiminin toplantısında bulunacağını biliyordu.
287
- Unutmayacaksın, değil mi?
Kansı, "İl Askeri Sorunlar Komiserliğine uğramayı unutmaya
sın sakın. Bakarsın, çocuktan bir haber gelivermiş" demek istiyordu.
- Nasıl unuturum!
Andrey Mihayloviç, ilçeye giderken kendisinin değişmez yol
arkadaşı olan sırt çantasını sırtlandı, kansını öptü. Henüz güneş
doğmamışh. Geceleyin donmuş olan dış kapı önündeki su birikin
tisini kaplayan ince buz tabakası çahrdadı.
Andrey, alışık olduğu yolda hızla ilerlemeye koyuldu.
Martinovlar on yıldan fazla bir zamandır Aleksino'da oturu
yorlardı. Köyde herkes onlara alışmışh. Andrey iyi bir öğretmen ve
örgütçüydü, Aleksino'ya gelişinin üçüncü yılı kendisini okul direk
törü yaphlar. Nadejda İvanovna tecrübeli bir ekonomist olarak ta
nınıyordu. Martinov'un gençliğinde Cerjinski'yle birlikte çalışhğı,
Vladimir İliç'i birçok kez gördüğü ve kendisiyle konuştuğu kimse
nin aklından bile geçmiyordu. Martinov'un ÇeKa'da Çalışhğını,
belgelerden, sadece ilçe parti komitesinin personel dairesinde çalı
şanlar biliyordu, onlar da, bilindiği üzere, geveze insanlar değildi.
Andrey Mihayloviç, gençliğinin savaşıma yıllarından kimseye
söz açmıyordu. Kronştad Ayaklanması'nı bashrma hareketine ka
hldığından dolayı aldığı "Kızıl Bayrak" madalyası genellikle kırmı
zı kutusunda duruyor, bayram günlerinde göğsüne takıyordu. Ne
den kazandığı sorusuna, kısaca, "İ ç Savaşta," yanıhnı veriyordu.
Kronştad olaylarından sonra Martinov'un yaşamında kesin
·
bir değişim meydana geldi. Ağır yaralı olarak götürüldüğü
Petrograd Askeri Hastanesi'nde iki aydan fazla kaldı. Oradan Mos
kova'ya gidip ÇeKa'ya uğradığı zaman, Cerjinski'nin birkaç kez
kendisiyle ilgilendiğini öğrendi.
Feliks Edmundoviç, Martinov'u derhal kabul etti, madalyasın
dan dolayı kendinisini kutladı, durumunu sordu ve birden şu öne
riyi ortaya ath:
288
- Andrey, şimdi ben, bir yandan da, Merkez Yürütme Komi
tesi'ne bağlı olarak kurulmuş olan Çocuklann Yaşamını İyileştirme
Komisyonu Başkanıyım. Enerjik insanlara dehşetli gereksinimim
var. Bana yardım. etmek ister misiniz?
Ve Andrey, Çocuklann Yaşamını İyileştirme Komisyonu mü
fettişi oldu. Çok geçmeden de şu gerçeği anladı: Öğrenim yapma
dan bu işlerin albndan kalkabilmek olanaksızdı. O sıralar öyle bir
dönemdi ki, cephelerden dönen kızıl ordulular ve kızıl komutanlar
okul sıralarına oturuyor, partizanlar işçi fakültelerine giriyor, kom
somollar ve partili işçiler, ilçe ve il komitelerinden öğrenim yapma
müsaadesi istiyorlardı.
Çocuk Komisyonu sivil bir daire olmasına karşın, Andrey,
alışkanlık gereği, dilekçe değil rapor yazdı ve sekreterle Cerjins-
·
•
ki'ye gönderdi.
Ertesi gün koridorda karşılaşhklan zaman, Cerjinski:
- Odama gel, dedi.
Andrey'in, "razı olmayacak" korkusu içinden bir ateş gibi ge
lip geçti.
Cerjinski, onun dilekçesini dosyadan çıkararak yüksek sesle
okudu: ''Beni öğrenim yapmakla görevlendirmenizi rica �erim.
Öğrenimimi tamamladıktan sonra yeniden bugünkü işime dönme
yükümlülüğümü kabul ediyorum."
Gözlerini Martinov'a çevirdi. Andrey bu gözlerde kıvılcımlar
uçuştuğunu gördü ve sevinçle, ''Razı olacak!" diye düşündü.
Bu öğrenim kaç yıl sürecek?
- Beş... İkisi hazırlık yılı, üçü de öğrenim.
- Bizim., başıboş çocuklar sorununu beş yılda çözemeyeceği-
miz kanısındayız, öyle mi?
Herhalde daha kısa sürede çözülecek.
Öyleyse, neden tekrar bugünkü işe döneceğinizi yazdınız?
Ben ÇeKa'yı göz önünde bulundurrnuştum.
289
- Şimdi senin yaşında olsaydım...
Ve Andrey'in raporuna kırmızı kalemle, "kabul" sözcüğünü
yazdı.
Ve Andrey Martinov, yirmi yaşında, evli, aile babası, Rusya
Komünist Partisi (Bolşevikler) üyesi, yedek Çekist, Pedagoji Ensti
tüsünün Hazırlık Kursu öğrencisi oldu.
Yaşam, zorluklarla dolu idi. İyi ki, Feliks'i, İvanovo'daki dede
siyle büyük annesi almışlardı. Nadya'nın maaşı ve kendisinin bur
su ucu ucuna yetiyordu. Andrey, her pazar, erken erken, Mosko
va'nın Kursk istasyonunun indirme-bindirme kesimine gidiyordu.
Moskova Şürası, İş Borsasına, yüksek öğrenim gençliğine öncelik
tanınması için yönerge yollamışb.
Lise programlarındaki bütün dersleri iki yılda geçeceklerdi.
Andrey, özellikle cebirde büyük zorluklar çekiyordu. İlk zamanlar
da hep kötü not alıyordu. Eski bir subay olan öğretim üyesi Lapin,
zayıf not verdikten sonra daima şunlan söylüyordu:
- Yoldaş, ne yapmalı sizinle bilmem ki ... Bundan sonra in
tegral hesabı da okuyacaksınız. İyi ama, hiçbir yeteneğiniz yok...
Alaycı bir sırıtma ile ekliyordu:
- Almanya'da integral hesabını atlann bile bildiğini söylü-
yorlar...
Andrey kızmadan yanıt veriyordu:
- Olabilir... Atlara yetişmeye çalışacağım ...
Yıl sonunda, Lapin, teslim bayrağını çekti, en yüksek notu
yazdıktan sonra:
- Bravo, Martinov, dedi.
290
Andrey, enstitüdeki derslerden sonra, Rumyantsev Müze
si'nin, 1925'te "V. İ. Lenin" adı verilmiş olan kitaplığına koşuyor
du. Yalnız orada rahat çalışabiliyor, akşamlan büfeden on kopey
�aya akşam yemeği alabiliyordu. Hem ucuz, hem külfetsiz.
291
Andrey, bir süre sonra Politeknik Müzesi salonunda Maya
kovski'yi dinledi. Martinov, Lenin'in, Sovyet iktidarının karşı kar
şıya bulun�uğu ödevlere iJişkin konferans verdiği Nisan 1918'den
beri buraya gelmemişti.
Mayakovski olanca sesiyle şiir okuyordu:
"Diyalektik okuduk
biz,
.
fakat, Hegelden değil.
Savaş gümbürtüleri arasında,
burjuva
kurşunlar alhnda
kaçarken"
292
almış olan disiplinhliği, onun atandığı yerden vazgeçmesine mü
saade etmedi. Ancak dört yıl sonra, kendisini doğum yerine yakın
olan Aleksino'ya gönderdiler.
1941 yılında Haziran ayında askeri komiserliğe giderek, cep
heye yollanılmasını istedi. Şu yanıtı aldı:
- Gerektiği zaman sizi çağıracağız. Şimdi çocuklara akıllı ve
sağduyulu olmayı öğretin. Bu işte yarannız daha fazla olacak...
293
- Buyurun.
Büyük bir masanın ardında Aleksey Malgin oturuyordu. Tele
fonla konuşuyordu, bu yüzden başı ile bir koltuğu gösterdi.
Yıllardan beri görüşmemiştik, Alöşa hemen hemen hiç değiş
memişti, aynı alız adamdı, sadece saçları biraz seyrekleşmiş, alnın
da derin iki çizgi belirmişti. Benim gençlik dostumun akıllı, dikkat
li gözlerinde hiçbir değişiklik yoktu. Telefon kulaklığını yerine bı
rakhktan sonra, sanki bir gün önce görüşmüşüz gibi, ''Merhaba,"
dedi.
Biraz sonra kalkh ve güldü:
- Bunamışım ben, yahu ...
Kucaklaşhk. Karşılıklı oturduk, birbirimize bakarak gülümsü
yorduk.
Malgin, Nadya'yı ve çocukları sordu. Birden:
Almanca'yı unutmadın ya, dedi.
- Ne diyeyim bilmem ki...
- Olsun. Tekrar öğreneceksin. Vlasov için bir şeyler biliyor
musun?
- Pek az ... Ordusu ile birlikte Almanların tarafına geçmiş...
Malgin'in kaşları çahldı:
- Ordusu ile geçtiği doğru değil. Ne yazık ki, yaygınlaşmış
bir söylenti. Koskoca bir ordu nasıl olur da Almanların yanına ge
çer? Bu orduda komünistler yok mu, komsomollar yok mu! Ve ni
hayet bu orduda Sovyet insanları yok mu be canım! İkinci hücum
ordusu kahramanca savaşh. Vlasov tek başına Almanların tarafına
geçmiştir. Bütün bunları ayrınhları ile öğreneceksin.
Dayanamadım:
- Ne diye öğreneyim ayrınhları ile bunları?
Malgin gülümsedi:
- Affedersin, sana en önemli şeyi söylemedim. Andrey, sivil
yaşama veda etmen gerekiyor. Seni, Almanların cephe gerisine,
294
Vlasov'un karargahına göndermeyi kararlaşhrdık.
- Neden beni?
- Çünkü sen Çekistsin. Öyle bir okuldan geçtin ki, pek az
kimseye nasip olmuşhır bu. Öğretmenlerin de kötü değildi.
İyi ama son yıllarda ÇeKa'dan uzaktaydım.
Bu da iyi. Kimse senden kuşkulanmayacak. Almanlar da ...
Herhalde geri kalmışımdır.
Telafi edeceksin. Hemen yarın yola çıkacak değilsin ya ...
Dünkü parti işçileri, dünkü kolhoz başkanları bugün partizan bir
liklerine komutanlık ediyorlar. Düşmanın cephe gerisinde harekat
ta bulunuyorlar. Sen Almanca da biliyorsun.
- Bu azizliği sana mı borçluyum, Aleksey?
- Elverişli bir adam bulmam istendi. Ben de seni buldum.
Alaycı bir sesle
- Teşekkür ederim, çok teşekkür ecletim, dedim.
Malgin'de şakaya şakayla yanıt verdi:
- Teşekkürü yalnız yazılı olarak kabul ediyoruz.
Ve ciddiyetle ekledi:
Gönüllü bir iş bu. Kabul etmeyebilirsin de.
- Bugünlerde kırk dördü dolduruyorum.
- Biliyorum. 16 Mart'ta. En uygun yaş.
Aleksey, Vlasov'un çevresi hakkında bilgi vermeye başladı:
- Födor İvanoviç Truhin orada. Kendisi tümgeneral. Daha
savaşın başında, galiba onuncu günü Almanlara gönüllü teslim ol
muş. Kırk beş yaşında. Vasiliy Malişkin de kırk beşinde. Zakutni
de aynı yaşta. Blagoveşçenski biraz büyük onlardan. Genellikle
Vlasov'un etrafına tecrübeli kişiler kümelenmiş. Komitesinin özü
nü genellikle eski insanlar oluşhıruyor. Truhin; Kostroma civarın
dan bir toprak ağasının oğlu. Maltsev; bir büyük fabrikatörün ak
rabası. Meandrov; papaz oğlu Vlasov, bir köy burjuvasının oğlu.
Biz, bazen, benim sosyal aritmetik dediğim bilimi küçümsüyoruz...
295
Evet, evet, şaşma, sosyal aritmetik. Gel, seninle bazı şeyleri hesabe
delim: Sen işe başladığın zaman kaç yaşındaydın?
- Dokuz buçuk.
- Födor Tnıhin'i o yaşta, ayı postuna sararak, kızakla okula
götürürlerdi. Babasının bin beş yüz dekar ormanı vardı. Toprakla
n, �likanesi bunun dışında. Sütunlu evi vardı. Dosyası yakında
ele geçirildi, bunda bir gazete kesiği bulundu. Kostroma'da zengin
ler için düzenlenen bir bağış toplantısında, babası bir bardak şam
panya için tepsiye yüz rublelik bir banknot atmış. Bu, elbette ne
başlangıçmış, ne de son. Födor Tnıhin'in o neşeli ve tok günleri bir
an için olsun unuttuğunu mu sanıyorsun? Babasının malikanesini
�ilerinden aldıkları zaman Tnıhin yirmi yaşındaydı. Çocuk değildi
yani. Her şeyi anımsıyordu. Sonra Sovyet iktidarına uymaya çalış
h, fakat, 1941'de bu iktidar zorluklarla karşı karşıya gelince, bu
adam, hemen Almanların tarafına geçti. Sakın geç kalmasın ... Al
manlar, bir-iki gün sonra Sovyet idaresini devirecekler ve belki de
malikaneleri eski sahiplerine vermeye başlayacaklar. Ve o zaman
Tnıhin derhal, "Ben buradayım!" diyecek.
Sana ben, Andrey Mihayloviç, Vlasov komitesinin zirvesinde
kileri anlahyorum. Orada sıradan Vlasovcular da var. Bunlara Al
manlar "Ostlegion" diyorlar.
- Ne menem şey bu Ostlegionlar?
- Tumturaklı bir ad bu Ostlegion, ama, aslında savaş tutsak-
ları arasından derlenmiş küçük küçük gruplardan oluşturulmuş.
Komutanlar Alman. KarargAhlan Doğu Prusya'da, Letsen kalesin
de. General Kastring'in orada bulunduğu söyleniyor. Ostlegionlar
la Vlasov'un doğrudan bağlantısı yok. Onları sözüm yabana, dü
şünsel alanda yönetiyor, gidip, bunların önünde nutuklar söylü
yor. Ostlegionlarda kriminal tipler de var, köy ağalanrun tohumla
n da, patalojik korkaklar da, alçaklar da. Kırgınlar da var elbette.
Bu arada, Ostlegion'a düşmeyi kendileri için bir trajedi sayanlar da
296
var. Düşmanın çemberi içine düşmekten asker suçlu değildir. Bu
erlerden pek çoğu çemberi yararak bizimkilerin yanına ulaşmaya
muvaffak oldu, bazıları çemberi yararken öldü, bazıları da çembe
ri yarmayı başaramadı. Burada, derhal el kaldırıp teslim olanları
kastetmiyorum, sözüm, bütün dürüstlükleriyle savaşanlara, fakat,
alınlarına kurşun sıkma cesaretini gösteremeyenleredir. Bunu her
kes yapamaz. Ve sonunda, savaş tutsaklarına özgü tel örgülerinin
ardına girerler. Bu tutsak kamplarında açlık ve soğuk var. Alman
propagandası, aralıksız olarak, Sovyet ordusunun tam bozguna
uğrahldığını, Alman ordularının Moskova'ya dayandıklarını yayıp
duruyor. Ve tutsaklara, "Sizi bu hale getirenler komiserlerdir!" de
niyor. Almanların, Smolensk, Pskov, Minsk, Jitomir, Şepetovka ve
daha birçok yerlerde kurdukları savaş tutsakları kamplarında, tut
sakları Ostlegionlara nasıl zorla çektiklerine ilişkin elimizde birçok
belge var. Yöntem hep aynı: Aç bırakmitk, ·soğukta yan çıplak ve
yalın ayak gezdirmek, çalışhrmak. Açlık ve soğuktan ölümler art
hkça, bunlar, diğerlerine şöyle diyorlar: "Baylar, önünüzde iki yol
var. Biri ölüm, ötekisi Büyük Almanya ile işbirliği yapmak. ister bu
koşullarda çalışırsınız, ister Ostlegion'a yazılırsınız." Bazıları, ko
şullara dayanamayıp ikinci yola sapıyor. Belgeleri okuduktan son
ra bu gerçeği bütün korkunçluğu ile göreceksin.
- Vlasov'un karargahında ne iş göreceğim ben?
- Demek ki razısın? Çok iyi. Ne iş mi yapacaksın? Halkımı-
zın zaferine yardım edeceksin.
- Yani?
- Ödevler çok... Biz, Vlasovculardan ve Ostlegionculardan
istihbarat işlerinde yararlanmayı kararlaşhrdık. Biraz önce de be
lirttiğim gibi oralarda türlü türlü insanlar var. Btınların içinde akıl
lan başlarına gelenler ve yararlı bir şeyler yaparak hatalarını dü
zeltmek isteyenler az değil. Bunlar, bize memnuniyetle yardım
edeceklerdir. Hemen hemen bütün Avrupa'da Ostlegionlar kurul-
297
muş. Bunu da göz önünde bulundurduk. Ellerini kana bulaşhrma
mış, vicdanlannı satmamış olanlara, hatalanru düzeltmek isteyen
bu gibi insanlara yanımıza gelmeleri için yardım edelim. Affedil
meleri olanaksız olanlara da Bah'ya kaçma kapılannı kapayalım.
Böyleleri, biz Almanya'da ilerlemeye başladığımız zaman, adaletin
hıncından kurtulmak için, Bah'ya kaçmaya çalışacaklardır. Açık
konuşalım, orada büyük güçlüklerle karşılaşacaksın. Tehlikeler
çok, bu yüzden aşın derecede ihtiyatlı olacaksın. Fakat, inanıyoruz
ki, bunlann üstesinden geleceksin.
- Kanma ve çocuklanma ne diyeceğim?
- Kanna gerçeği anlatacaksın, "Beni eski işime alıyorlar," di-
yeceksin. O anlayacakhr. Çocuklara da cepheye gönderileceğini
söyleyeceksin. "Ben istedim." diyeceksin. Parti örgütüne de aynı
şeyi söyle. Daha sonra, partizan olduğun, partizanlann yanma git
tiğin söylentisini yayacağız. Şimdiye dek Martinov'dun, bundan
sonra ''M. Yoldaş" olarak bilineceksin. Razı isen derhal hazırlığa
başla.
Ve hazırlıklara başladım.
İkinci Yıldırım Ordusunun, Volhov cephesinde 1942 bahann
da içine düştüğü ağır duruma ilişkin belgeleri incelemeye koyul
dum.
Erlerin, subay ve komutanlann kahramanlıklannı kanıtlayan
pek çok belge vardı ve, neden saklayayım, büyük yanlışlıklan ve
düşüncesizce eylemleri anlatan belgeler de az değildi.
Korgeneral Nikolay Kuzmiç Klikov'un komutasındaki ordu,
Leningrad ablukasını yarmak gibi yüksek bir amaç uğrunda taar
ruza geçmişti. 1942 yılının Ocak ayında, henüz yedek güçleri çok
gerilerdeyken savaşa sürülmüştü. Cephanesi de yetersizdi. Başan
sızlığa uğrayınca taarruzunu durdurmak zorunda kaldı. Ocak ayı
nın ikinci yansında yeniden taarruza geçti. İkinci Yıldırım Ordusu
erleri, Almanların savunmasında gedik açmaya muvaffak oldu,
298
düşmanı Volhov çayının Batı yakasına çekilmek zorunda bıraktı ve
Miyasnoy Bor'u ele geçirdi. Böylece açılan ve bazı yerlerde genişli
ği elli kilometreyi bulan koridordan İkinci Yıldırım Ordusu erleriy
le bir süvari kolordusu geçirildi. Bunlara verilen ödev şu idi: Lüb
nan bölgesine çıkmak ve Leningrad yönünde taarruzlanna devam
etmek.
Başlangıçta İkinci Ordu Lüban yönünde başarılı olarak 70-80
kilometre ilerledi. Karşı yandan da 54. Ordunun taarruzda bulun
ması gerekiyordu. Fakat, çok geçmeden ilerleme hızı zayıfladı,
çünkü beklenen güçler yetişmemişti. 54. Ordu da görevini yerine
getirememişti.
İkinci Ordunun ön müfrezeleri Lüban yakınlannda göründü
ler. Tosno'ya vardılar, ne var ki, ordu, Alman direnişini tamamıyla
kıramadı, uzun süren kanlı çarpışmalarda ve aralıksız bombardı
manlar altında ağır kayıplara uğradı, bunların terlerini dolduracak
güçler de gelmedi.
Bahar erken başlamıştı, karlar eriyordu, ilkbahar selleri yolla
n bozdu. Yiyecek ve cephane tedariki gitgide güçleşiyordu. ·
Almanlar, mart ortasında koridoru yanm kilometreye kadar
daralttılar. Bundan sonra da tamamıyla kapattılar. İkinci Ordu,
bundan sonra yiyecek ve cephane yardımını sadece havadan sağla
mak zorunda kaldı.
Bir belgede şu satırlan okudum: "İkinci Ordunun çabalan ve
52. Ordu ile 59. Ordu birliklerinin yardımlan ile koridor, 28 Mart'-
ta yeniden açıldı." Bütün bunlann nelere mal olduğunu tasavvur
edebilirsiniz! Ayrıca şunu da belirtmeliyim, düşman tam o sırada
Bavyera Kolordusu ile desteklenmiştir.
İşte bir belge daha: Alman teğmeni Vemer Vaydeman'ın not
defterinden özetler... Söz konusu mektup, teğmenin kansının otur
duğu Tsosen şehrine ulaşamamış, ölen subayın cebinde bulunmuş
tur. Mektupta şöyle deniyor: "Biz bu cehennemi çizgiye ölüm kori-
299
doru diyoruz. Yalnız bir gün içinde, yani dün, burada bizim alh
yüzden fazla askerimiz can verdi. Konrat Kerl de bunlar arasında.
Anımsıyorsun değil mi kendisini? Sana, geçen yılın temmuz ayın
da tanışhrmışhm. Ne kadar uzakta kaldı şimdi o günler... "
Bir belge daha: Polityön [Politik yönetici] Aleksey Sokolov
şunlan bildirmiş: "Koridordan saat beşten sekize kadar cephane
yüklü 86 at geçti. İkinci Ordunun çember içindeki birliklerine sırt
çantalarında yiyecek ve cephane taşıyan birçok insan da geçti.
Hepsi sırılsıklamdı. Çünkü, bombalann açhklan derin çukurlar su
ile dolu idi. Tepelerinde faşist uçaklan olmasaydı erlerimiz korido
ru güle oynaya geçeceklerdi. Fakat, bu uçaklar, onların her biriİli
izliyordu."
İkinci Yıldmm Ordusu Komutanı General Klikov, on beş Ni
san günü ağır yaralanıyor. Cephe Askeri Şürası, komutanın derhal
cephe gerisine gönderilmesini öneriyor.
"Koridor" çalışmaya devam ediyor. Cephane ve yiyecek bu
koridordan getiriliyor, yaralılar, bu koridordan götürülüyor. İki
hafta içinde sekiz bin yaralı cephe gerisine taşmıyor. Askeri Şura
üyesi, Tümen Komiseri Zuev, yaralılara büyük bir özen gösteriyor.
"Koridor" çalışıyor. Askeri Şura, koridordan demiryolu geçi
rilmesini kararlaşhnyor. Elde ray var, belirli sayıda vagon, özellik
le yük vagonu var. Ve raylar, aralıksız bombardımanlar alhnda dö
şeniyor.
Yüksek Başkomutanlık, 25 Mayıs'ta, "koridor"dan güney do
ğuya çekilme emrini veriyor.
Artık, İkinci Yıldırım Ordusunun yeni komutanı var: Vlasov.
Almanlar, 2 Haziran'da "koridor"u yeniden kapahyorlar.
İkinci Ordu erleri, bir hayli azalmış olmalarına karşın, yirmi gün
sonra, Alman savunmasında, dar bir bölgede, bazı yerlerde bir, ba
zı kesimlerde iki kilometre genişliğinde gedik açıyorlar. Aradan,
kanlı çarpışmalar içinde dört gün daha geçiyor, düşman üçüncü
300
kez "koridor"u kapahyor.
Böyle de olsa, İkinci Yıldırım Ordusunun çember içindeki bir
liklerinin geri çekilmesi devam ediyor. 1 Temmuz'a kadar, çarpışa
çarpışa yirmi bin kadar er ve subay çekilmiştir.
Benim için en önemli olan soruna yanıt arıyorum: Vlasov çem
berden neden çıkamamışhr? Acaba, kaptan gemiyi en son terk
eder, kuralını kendine kılavuz mu edinmiştir? Yoksa, ordunun ka
lıntılarını toplayıp düşmanla son kurşuna kadar dövüşmek niye
tinde miydi?
O günlerde İkinci Orduda olup bitenleri anlatan belgeleri oku
duktan sonra bütün bu sorular geçersiz kaldı.
Anımsadığıma göre, bu alanda okuduğum belgelerin ilki, Vol
hov Cephesi Özel İstihbarat Dairesi'nin haberiydi. Bunda şöyle de
niyordu:
"Çemberden kurtulan Özel İstihbarat Dairesi işçileriyle İkinci
Yıldırım Ordusu komutanlarından alınan haberlere göre, Güney ve
Bah askeri birlikleriyle bağlantılarını yitiren Ordu Askeri ŞO.tası, 23
Haziran' da aldığı kararla, İkinci Yıldırım Ordusu Genel Karargahı
nın 59. Ordu Bölgesine çekilmesini kararlaşhrmışhr."
Aynı belgede daha sonra şunlar bildiriliyordu: "Bugün, Vla
sov'un emriyle bütün radyo istasyonlan yok edildi, bu yüzden de
kuzeydeki askeri birliklerle tüm bağlanhlar kesildi..."
Bu yersiz ve korkunç emrin nedenini uzun zaman aradım. Bir
gerekliliğin, bir operatif düşüncenin bulunup bulunmadığını anla
mak istiyordum. Fakat, hiçbir şey bulamadım. Büyük zararlara yol
açmış olan bu emir, hiçbir gerekliliğe dayanmıyordu.
Belgede, daha aşağıda, şunları okudum: "Askeri Şô.ra ile İkin
ci Yıldırım Ordusu Karargahı, 23 Haziran gecesi saat yirmi üçte,
Drovyanoe Pole Bölgesindeki Komutanlık, konum yerinden, Glu
şitsa çayının doğu yakasında bulunan 59. Tugayın komutanlık ko
num yerine gitti. Ertesi gün Askeri Şô.ra ve Ordu Karargahı men-
30 1
suplan çemberin çıkış noktası yönüne hareket etti. Fakat, Polist ça
yına varmadan önce yolu şaşırdılar ve düşmanın makineli tüfek,
top ve havan toplu ateşi alhnda kaldılar ..."
Üsteğmen Domraçov'un 59. Ordu Komutanı General Korov
nikov'a gönderdiği rapor elime geçti. General Korovnikov, Üsteğ
men Domraçov'la Polityön Snegiröv'ün komutasında bir müfreze
yi, Askeri Şılra'ya ve İkinci Ordu Karargahına çemberden çıkmala
rına yardım etmek için göndermişti. Ve onlan bu tehlikeli yola
gönderirken, kendilerine şöyle demişti: "İlk önce Vlasov'u çember
den kurtann. Yaralı ise kollannızda taşıyın."
General Korovnikov, Vlasov'un bir hain.olduğunu bilmiyordu
tabii. Volhov Cephesi Komutanı General Meretskov da, Vlasov'u
aramak ve kurtarmak için ormana gönderilen er ve subaylar da, ay
nı görevle ormana müfrezeler yollamış olan partizan komutanlan
Dimitriev ile Sazonov da bilmiyorlardı.
Üsteğmen Domraçov'un raporunda şunlan okudum:
"Grubumuz, İkinci Ordu Karargahı için yanına yiyecek mad
deleri de aldıktan sonra, 21 Haziran gecesi saat yirmi üçü kırk da
kika geçe yola çıktı. Saat altıda hayırlısı ile ulaştık." Sırtlarındaki
ağır yükle cephe hattında nasıl emekleye sürüne ilerledikleri, ateş
altında dikenli telleri nasıl kestikleri konusunda hiçbir aynntı yok
tu. "Hayırlısı ile ulaştık." İşte hepsi bu kadar.
"Ayın yirmi üçünde Askeri Şurayı ve İkinci Yıldınm Ordusu
Karargahını ·çemberden kurtarma hareketine başladık. Yürüyüş
kolumuz şöyle dizilmişti: En önde Snegiröv, sonra ben, bizden son
ra bölük komutanı Yüzbaşı Ekzemplarskin'in komutasındaki istih
barat bölüğünün iki takımı (bunlarda on iki hafif makineli tüfek
vardı, teğmen Sorokin'in komutasındaki takım tamamıyla otomat
lıydı), onlann ardından da Vlasov, İkinci Yıldınm Ordusu Kurmay
Başkanı Albay Vinogradov, Askeri Şura mensuplan, İkinci Ordu
Karargahı işçileri geliyordu. İstihbarat bölüğünden bir takım bizi
302
destekliyordu. Ben pusula ile yönümü belirliyordum. Polist çayına
vardığımızda, Vlasov'un başkanlığında yedi-sekiz kişilik küçük bir
grup güneye yöneldi. 'Nereye gidiyorsunuz? O tarafa değil, ardım
dan gelin!' diye bağırdım. Aldırmadılar. Snegiröv, onlan çevirmek
için arkalanndan koştu."
Açıkça görülüyor ki, yollannı şaşırmamışlar, kendilerini çağı
ranlara kulak asmamışlar ve basıp gitmişler.
Okumaya devam ediyorum: "Biz, demiryolundan uzaklaşma
maya dikkat ederek yolumuzda yürüyorduk. Bize kablan İkinci
Ordu er ve komutanlanyla birlikte, 25 Haziran günü saat üçte çem
berden çıkhk ve saat dörtte," 191 'inci Tümenin Kurmay Başkanı Ar
zumanov ile Komiser Yakovlev'e durumu bildirdik."
Yalnız bir günde, yani 22 Haziran'da, alh binden fazla er ve
subay çemberden kurtulmuş.
Teğmen Gorbov'un raporunda da şöyle deniyor: "İkinci Yıldı
rım Ordusundan erler ve subaylar, hiçbir kayıp vermeden 29 Hazi
ran günü 49. Ordu bölgesine ulaşhlar. Onlann anlathklarına göre,
geldikleri bölgede düşmanın kuvveti fazla değil."
Demek ki, Vlasov da çemberden kurtulabilirmiş.
Burada bir sıçrayış yapmak istiyorum: 1944 yılı sonbahannda,
Dobendorf'a, "Rus Kurtuluş Ordusu Propagandistleri Kursu"na,
kursçulann dileklerini dinlemek için gönderilmiştim. Durumlann
dan memnun olmayanlar vardı. Bunlardan biri olan Semön Malük,
konuşmamızın sonunda şöyle dedi:
- Efendim, olanağınız varsa, beni Andrey Andreeviç'e hahr
lahn ... Bir rapor gönderdim, fakat, anlaşılan eline geçmemiş ...
- Neyi hahrlatayım, diye sordum.
- İkinci Yıldınm Ordusu Karargahında şifre memurluğu
yapmış olan Malük sağ, deyin.
Ve övünerek ekledi:
Andrey Andreeviç, beni ilk defa Almanlara gönderdi ve
303
kendilerine teslim olmak istediğini bildirmemi söyledi.
- Ne zaman oldu bu?
- Gününü tam olarak anımsayamıyorum. Galiba 1942 Hazi-
ranının ortalanna doğru idi ... O zaman ben Andrey Andreeviç'le
uzun uzun konuştum. Beni Almanlara gönderdi. Teslim olmak is
tediğini bildireyim diye.
Karargaha dönünce, Malük'le konuşmamı, Karşı İstihbarat
Şubesi Şefine anlattım. Aradan iki hafta geçmeden, Malük'ün, pro
pagandistlerin mezun oldukları gün, sarhoş halde, bir araba altın
da kalarak ezildiğini ve kendin� gelmeden öldüğünü öğrendim.
Bay Çikalov da bir görüşmemizde, bana:
- Gevezelere hiç tahammülüm yoktur, dedi.
Yine 1942 yaz aylarına dönüyorum:
Sislere gömülü, bataklık, rutubetli ve karanlık Novogorodsk
ormanlarında, üstün Alman kuvvetleriyle çarpışmalarda, Vla
sov'un ihaneti sonucu birçok er ve subay ölmüştü.
Olhovka Bölgesi'ni savunan 22. Tümenin alaylarında, savaşa·
bilecek durumda sadece iki bin kadar er kalmışb. Mermileri kıttı, in
san başına ancak yüz gram peksimet ve iki yüz gram at eti veriliyor
du. Buna karşın, onlar düşmanı ilerletmiyor, ağır kayıplara uğratı
yorlardı. Düşman sayıca üstündü, karnı yoktu ve yeni yeni kuvvet
ler alıyordu. Almanlar, 22. Tümenin kalıntılanna karşı kırk tank sür
müşlerdi, bunların on ikisi bizimkiler tarafından tahrip edilmişti.
İkinci Yıldmm Ordusu Özel Şube şefi Şaşkov yaralanmış ve
sonra kurşunu beynine sıkmıştı. Askeri Şura üyesi Lebedev de öl
müştü. Tümen Komiseri Zuev, kaçınılmaz olarak düşmanın eline
düşüceğini anlamış ve intihar etmişti. İkinci Ordu Yedek Güçleri
Komiseri Vasiliev, erler tarafından son derecede seviliyordu. Ağır
yaralanmış ve ölümünden biraz önce şunları söylemişti: "Ölmek is
temiyorum. Hiç olmazsa zafere kadar yaşamalıydım." Vasiliev,
öleceğini anladıktan sonra bile zaferi düşünüyordu.
304
832. Tümenin 1238, 1265 ve 1267. alaylarında savaşabilir du-
. rumda ancak dört yüz er ve subay kalnuşh. Bunlara, günde ellişer
gram peksimetle altmışar gram at eti veriliyordu. Tuzlan bile yok
tu. Bütün bu yokluklara karşın aslanlar gibi döVüşüyorlardı. Mer
mileri yetersiz olduğu için, yalnız· yüzde yüz vuracaklarına emin
.olduktan hedeflere ateş ediyorlardı. 24 Haziran'da, savaşa savaşa
çemberden çıkblar.
Alçaklar ve korkaklar da eksik değildi. Tabur komiseri Zubov
tutsak edildikten sonra kaçmayı başarmışh. A.tlatbğına göre Birin
ci Sınıf İaşe Subayı Jukovski ve Albay Gorünov Almanlara teslim
olmlJŞlar ve onların sorduklanna aynntılı yanıtlar vermişler.
İkinci Ordu Ulaşbrma Komutanı General Afanasiev'in Gene
ral Meretskov'a yazdığı raporu coşku ile okudum: "İkinci Yıldınm
Ordusu er ve komutanları kahramanca 54va�hlar. Büyük çoğunlu
ğu son damla kanına dek vatana sadık kaldı. Yoksa dayanılmaya
cak kadar ağır koşullar içindeydiler, savaş koşullan güçlükle do
luydu, bu güç durumlarının ya bir budalalığın ya da bir �anetin
sonucu olduğu düşüncesi i:inde ölmek de kolay değildi.
Hiçbir ulaştırma araa -ne araba ne otomobil- çalışmıyordu,
bütün yollar diz boyu çamurdu. Cephane otuz kilometre uzağa
sırtta taşınıyordu. Erler, savaş tekniğini gözbebeği gibi koruyor,
· birçoklarını düşmana bırakmamak için Novo Kerest'e kadar taşı
yorlardı..."
Afanasiev, Vlasov'u ormanda en son görenlerdendi.
Belgelerden saptadığıma göre, makineli tüfek erahndan Vasi
liy Popov, Georgiy Lüsin ve Nikolay Sermaşçiev Vlasov'la beraber
mişler. Polityön (politik yönetici) Şçerbakov da onunlaymış. Vla
sov'un ev yardımcısı da yanındaymış.
Afanasiev, hepsine, Oredej çayına gitmelerini önermiş. Kara
göl bu çaya giden yol üzerindeymiş. Gölde balık bolmuş. Böylece
yiyecek yedeklerini artırabilirlermiş. "Bu yoldan gidersek partizan-
305
lan bulacağız, mutlaka bulacağız!" demiş. Vlasov bu öneriyi kabul
etmemiş. Erlerden biri Afanasiev' e gitmek istemiş, fakat Vlasov
ona şiddetle çıkışmış ve, "Seni, alçak bir hain olarak tepelerim!" di
ye tehdit etmiş.
Afanasiev tek başına hareket etmiş. Bataklığın biraz güneyin
de kendisini partizan nöbetçi durdurmuş. Ve partizanlar, generali,
Sazonov'un komutanı olduğu Oredej müfrezesine götürmüşler. Bu
müfrezede radyo istasyonu varmış. Afanasiev, haritada, Sazo
nov'a, Vlasov'u en son gördüğü yeri göstermiş ve, "Yakın bir yer
de o. Arayın, yoldaşlar, arayın. Andrey Andreeviç kurtarılmalı!"
demiş.
Sazonov'un savaşçılan üç gruba ayrılarak yola çıkmışlar. Bi
rinci grup �idritsa-Lisino-Tosno yönünde, ikincisi Ostrov köyü,
üçüncüsü de Peçnovo istikametinde Vlasov'u aramaya başlamış.
Sazonov, partizanlannı bir haini aramaya gönderdiğini nere
den bilsindi!
306
Tkaçov, 382. tümenin 1238. alayına bağlı kendi bölüğünün ka
lınhlan ile birlikte, çarpışa çarpışa çemberden çıkarken ölmüş.
Günlüğünü, arkadaşı Teğmen Pötar Voronkov korumuş.
"Glmşitsa çayının kıyısındayım. Savaştan biraz önce Panya ile
buraya gelmiştik. Kuşlar gibi şendik. Oysa şimdi Almanlar burada
kuş uçurtmuyorlar, her santimetreyi makineli tüfek ateşiyle tarı
yorlar. Savaştan öylesine �efret ediyorum ki. Buna karşın, son ne
fesime kadar savaşacağım. Ölürsem, ödevimi yapmış olmanın bi
linci içinde öleceğim. Alçağın biri, düşmana teslim edildiğimiz söy
lentisini yaymış. Her şey olabilir: Yanlışlık, beceriksizlik, budala
lık... Fakat, ihanet, asla ...
"
ALMAN ÇiZMESİ
Volhov Cephesi'ndeki İkinci Yıldırım Ordusu komutanı, 12
Temmuz 1942 günü gönüllü tutsak oldu.
Vlasov'u orman kıyısına çıkarmış olan Alman takımının ko
mutanı Oberleutnant [üsteğmen -çev.] Şubort, matarasının kapağı
307
durumunda olan bardağı doldurdu ve Vlasov'a uzath. Oberleut
nanhn bozuk bir Rusçası vardı, bu yüzden sözünü jestlerle tamam
lamaya çalışıyordu:
- Kamü ... Gut konyak... İnsanı dinçleştiriyor.
Vlasov, Almanlarla ilk temasında, özellikle ormanda yürürler
ken her an tetikteydi, bir sürprizle karşılaşmamak için oberleyta
nantın yakınında olmaya dikkat ediyordu. "Allah bilir, insanı rast
lantıya getirip tepeleyiverirler... "
Ormandan çıkhktan sonra, parlak güneş ışıklan altında içi ra
hatladı. Kendisine konyak sunan oberleytenantın, topuklarını bir
birine vurup iki adım geriye çekilmesi hoşuna gitti. Subay, kendi
sine hitap ederken, daima elini şapkasına götürüp selam durumu
na geçiyor ve: "Herr General!" diyordu. Bu da hoşuna gidiyordu.
Vlasov'un konyak isteği yoktu. Güneş adamakıllı kızdırıyor
du, bu yüzden bir bardak Soğuk su olsaydı daha fazla hoşlanacak
tı. Fakat, konyağı küçük yudumlar halinde içti, içmezse subaya ha
reket etmiş olabilirdi belki de. Bundan korkuyordu. Bardağı Al
man'a verirken hafifçe eğildi, Almanca teşekkür etmek istiyordu,
fakat ağzından birden, "Mersi," sözü çıktı.
Oberleytenant bardağı avucuna aldı ve aynı saygılı tonla sor-
du:
- Daha ister misiniz, Herr General?
- Mersi, Oberleutnant.
· Vlasov, sadece, yirmi iki yaşındaki oberefreytordan (başça
vuştan) hoşlanmıyordu, daha ormanda, Almanlarla ilk temasında
dikkatini çekmişti bu genç. Almanlar, Vlasov'un isteği ile, onun
muhafızları arasındaki makineli tüfek erlerini kurşuna dizdikleri
zaman, oberefreytor, Rus generale aşağılayıcı gözlerle bakıyordu.
Almanlar, büfeci kadın Zina'yı kulübeden çıkardılar. Vlasov,
bu gece, bir kaput altında onunla yattı, iç çamaşırlarını yırth, göğ
sünü ve dudaklarını ısırdı. Zina, ilk anda Almanların kendisini ne
308
yapacaklarını anlayamadı. Asker ceketinin düğmelerini aceleyle
ilikledi. Yüzü bir anda sapsan kesildi, iri siyah gözleri daha da iri
leşti. Uzun boylu, kalın kaşlı Alman askeri, onu, ölmüş olan maki
neli tüfek askerinin albnda yathklan ağaca doğru sürüklerken, Zi
na yere düştü ağlıyor ve haykırıyordu:
- Andrey Andreeviç! General Yoldaş, öldürmeyin beni! Aa
yın bana!
Vlasov başını çevirince, genç oberefreytorun çahk kaşlı yüzü
ile karşılaşh. Bu sırada tüfek sesleri duyuldu ve Zina haykırmaz ol
du. Hareket ettikleri zaman Vlasov kendini tutamayarak Zina'nın
cesedine bakh. Genç kadının eteği dizlerincl.en yukan çekilmişti. Ve
Vlasov sol bacağındaki kahve renkli beni açık seçik gördü. Zina,
bunun "yıldız" olduğunu söylemiş ve şöyle demişti: "Annemin de
aynı yerde böyle bir beni var. Ben hiçbir zaman kaybolmayacağım,
bu yıldızımla tanınacağım..."
Oberleytenant, generale bir dolu kadeh daha uzatb ve "Tekrar,
tesellinin anasıdır." gibilerden hiç de yerinde olmayan bir söz etti.
Vlasov, yine:
- Mersi, dedi ve bardağı bu kez hiç nazlanmadan içti. Asker
ler güldüler. Fakat, oberleutnant kaşlarını çahnca gülüşmeler bıçak
gibi kesildi. Vlasov yine fark ehnişti. Onları güldüren, oberefrey
tordu, Vlasov'un kadehi bir dikişte içişinin taklidini yapmışh.
Siyah bir "Opel-Admiral" durdu. Arabadan çıkan bir yüzbaşı
Vlasov'u selamladı. Oberleutnant, generale:
- Herr General, buyurun, dedi.
Ve arabanın kapağını açarak, generalin yerleşmesine yardım
etti, sonra kapıyı hızla kapath.
Arabanın içi serindi, deri ve sigara kokuyordu. Vlasov, çizme
lerinin çamurlu oluşundan rahatsız oldu ve ayaklarını kanepe alh
na saklamaya çalışh, fakat kanepe alçak olduğu için bunu başara
madı.
309
Yüzbaşı susuyordu. Vlasov, "Almanca da olsa bir şeyler söyle
yahu" der gibi ona baktı. Fakat, yüzbaşının ağzı kenetliydi. Niha
yet bu suskunluk tahammülsüz bir hal aldı ve Vlasov, sırf onu ko
nuşturmak için:
- Zer gut otomobil, dedi.
Yüzbaşı, başını çevirip yanındakine bakmadı bile. Bakışlarını,
şoförün pembe beyaz, pıtırlı ensesinden ayırmadı.
Araba, kırmızı tuğlalı iki kat bir yapının önünde durdu. Yüz
başı dışarı çıktı ve arabanın kapısını açarak, Rusça:
- Geldik, sayın general. Burası Siverska istasyonu, dedi. Si
zi, "Kuzey" Orduları Komutanı General Lindeman görmek istiyor.
Alman'ın, Rusça bildiği halde bütün yolculuk boyunca susma
sına canı sıkılan Vlasov, sinirli bir halde:
- I<;endime biraz çeki düzen vermek için kısa bir zamana ge
reksinimim var, dedi.
Yüzbaşı, nazik, fakat soğuk bir tonla yanıt verdi:
- Bizim burada durmakta asıl amacımız da bu, sayın gene
ral. General Lindeman sizi saat on dörtte bekliyor.
General Lindeman'ın karargahında her şey düzen içinde yü
rüyordu. Astsubay üniformalı berber, Vlasov'a nasıl bir saç mode
li istediğini sormadan, ormanda bir hayli büyümüş olan saçlarını,
ustaca ve hızla kesti. Vlasov, berberin, kendisinin en sevdiği saç
modelinin alabros olduğunu derhal anladığını memnuniyetle gör
du. Ustura da yağ gibi kayıyordu. Vlasov bir elinin tersini yüzün
den geçirdi ve memnuniyetle gülümsedi.
Duşun yanı başındaki küçük soyunma odasında yepyeni iç ça
maşırları, etiketli çoraplar ve hoş kokulu bir sabun vardı.
Vlasov, yıkanırken, sabahleyin ormanda olup bitenleri anım
samadı bile; makineli tüfek erlerinin kurşuna dizilmelerini, Zi
na' nın ölümünü ... Bunlar artık bir tarihti ve kendisini kaygılandır
mıyordu.
310
Hızla akan suyun alhnda derin bir zevkle yıkanıyor, büyük
süngerle güçlü ensesini oğuşturuyordu. Göbek çukurunun üst ta
rafında bir sivilce gördü, sıkh ve yerini her olasılığa kaşı güzelce yı
kadı. Aklından şu düşünce geçti: ''Tentürdiyot sürmeliyim. Olmaz
sa odekolonla ovmalıyım. Adal!' sen de, böyle de olur."
Geniş bir hamam havlusuna sarınarak soyunma odasına gitti
ve iyice temizlenip ütülenmiş ceketini askıda gördü. Sadece çizme
leri kendisininki değildi, düz ve sert konçlu, pırıl pırıl Alman çiz
mesiydi.
Berber geldi, saçlannı parlatarak taradı, masaj yaph.
Vlasov, bundan sonra, büyük ve aydı�lık yemek salonunda -
burası, Almanlar gelmeden önce parti komitesinin toplanh salo
nuydu- iki parça domuz pashrmasını lezzetle yedi. Acı pastasın
dan tattı, Rus acısından tamamıyla farkl�dı... mayhoş ve tatlıydı,
hoşuna gitti. Sevmediği halde, bir bardak sade kahveyi içti. Bu sı
rada küçük bir kapta kaymak gördü. Peçete ile örtülü bir tabakta
ne bulunduğunu merak etti. İki yumurta ile küçük bir kaşık.vardı.
Yumurtanın birini yedi, ikincisini soyarken fazla sıkmış olacak ki,
kabuğunu kırdı. Kaymağı kanşhrarak ikinci kahveyi de içti.
Artık işe başlıyabilirdi, fakat yapacak bir işi yoktu, Linde
man' a götürülmesini beklemeye başladı.
Pencere yanına gitti, çerçeveyi hafifçe itince pencere kıpırdadı.
"Çıkıp biraz dolaşayım. Herhalde muhafız falan yoktur... " diye dü
şündü. Fakat, pencereden başını dışan çıkannca, dış kapı önünde
otomatik silahlı bir er gördü. Hoşuna gitti. Demek ki muhafızları
vardı. "Kaçabilirim de..." Ve birden neşesi kayboldu. "Kaçacak ye
rim yok artık. Nereye kaçacağım! Arkaya giden bütün yollar ka
pandı."
Bir aralık Zina aklından geçti. "Andrey Andreeviç!" diye hay
kıran sesini duyar gibi oldu.
Biraz önceki yüzbaşı geldi salona:
311
- Hazır mısınız, sayın general? Gidebiliriz arbk.
312
Lindeman, Vlasov'un çizmelerine bakb:
- Bu konuşmamızdan sonra, sizi, size aynlan binaya götüre
cekler. Her istediğinizi yüzbaşıya söyleyeceksiniz. Şu anda bir di
leğiniz var mı?
- Teşekkür ederim. Hi�r dileğim yok.
Lindeman, önündeki kağıtlan kanşbrdıktan sonra:
Beni kişisel olarak ilgilendiren bazı özel sorulanın var, de-
di.
Yanıtlayabileceğim sorularsa, memnuniyetle cevaplayaca-
ğım.
Stalin'in sağlık durumu nasıl? En � ne zaman gördünüz
kendisini?
Vlasov, Stalin'i en son, 1941 yılının Mayıs ayında Kremlin' de,
Harp Akademisi mezunlanna verilen akşam yemeğinde, uzaktan,
nutuk söylerken görmüştü. Bunu olduğu gibi söylerse, Lindeman'ı
tatmin edeceği çok kuşkulu idi. Bu yüzden, yalnız birinci soruyu
yanıtlamayı yeğledi:
- Benim bildiğime göre, Stalin sağlamdır. Ne var ki son ay
larda bu konuda bilgi almak olanaklarım yoktu.
- Jukov hakkındaki kanınız nedir?
- Ne anlamda? İnsan olarak mı, yoksa komutan olarak mı?
Komutan olarak kişiliği alabildiğine şişirilmiştir. Sıradan bir albay.
Tabii yetenekleri yok denemez. İnsan olarak, çok sempatik olduğu
nu söylüyorlar. Kendisiyle fazla temasım olmadı.
"Özel" sorular yağmur gibi yağıyordu: Şapoşnikov, Konenev,
Meretskov... Lindeman, Vlasov'un sözünü kesmeden, ilgiyle, dik
katle dinliyordu. Vlasov, yaphğı değerlendirmelerin Lindeman'ın
hoşuna gittiğini farketti.
Alman general, hiç beklenmedik bir anda doğruldu:
- Bana ilginç anlar yaşathnız, general. Anlattıklannızın hep
si gerçeğe uygunsa, bundan memnun olacağım. Fakat benim şim-
313
diye dek bildiklerimle sizin değerlendirmeleriniz ne yazık ki birbi
rine uymuyor.
Vlasov, gözlüğünü çıkardı, camlarını hızlı hızlı silmeye başla
dı. "Daha dikkatli olmalıyım. Böyle giderse, halim dumandır... "
- Özellikle Jukov ve Meretskov hakkındaki değerlendirme
lerinizi kabul edemeyeceğim. Ben, Jukov'un eylemlerini dikkatle
izliyorum. Elbette, olanaklarım içinde... Bu yetenekli komutanın
önem ve rolünü küçümsemek doğru değildir. Olacak şey değil ya,
ben onu bizim kara kuvvetlerinin genelkurmay başkam olarak gör
sem sevinirim.
Lindeman sinirli bir halde ekledi:
- Çünkü o, N.us koşullarını bizden iyi biliyor.
Vlasov, içine düştüğü güç durumdan sıyrılmak için:
- Ne yazık ki, General Jukov'la görüşme olanaklarım azdı.
Lindeman, kuru bir sesle Vlasov'un sözünü kesti:
- . Benim hiçbir temasım olmadı...
Arhk açıkça belliydi ki, Kuzey Ordu Grupları Komutanı, Vla
sov'a karşı her türlü ilgiyi yitirmişti. Gözleri çizmelerinde olduğu
halde, yüzbaşıya bir dosya uzattı:
- Radyoda bildirmek istiyoruz. Rusça metnini görmek ister
misiniz?
Vlasov, şunları okudu: "Volhov çemberinin temizlenmesi sıra
sında, İkinci Yıldırım Ordusu Komutanı General Vlasov sığınağın
da yakalanmış ve tutsak alınmışhr. General Vlasov, Büyük Alman
ya tarafına geçmek için çoktan fırsat kolladığını bildirmiştir."
- Ben sadece ilk cümle ile yetinmenizi rica edecektim. Şim
dilik böylesi daha iyi...
Lindeman, yüzbaşıya bir şeyler söyledi. Yüzbaşı, cebinden kü
çük bir sözlük çıkardı, birkaç sayf;ı karışhrdıktan sonra, sözlüğü ko
mutana verdi. General, gösterilen yere bakh, sonra Rusça şöyle de
di:
314
- Bir Rus atasözünde, "Başı kesilenin saçına ağlanmaz." de
nir. Fakat, ikinci cümleyi istemiyorsanız, kaldıracağız. Auf wieder
sehen, Herr Vlasov...
Yüzbaşı, Lindeman'a bir şeyler fısıldadı. Vlasov, sadece ''ba
sın" sözünü anladı. Lindeman �ssiz;ce koltuğuna oturdu. Yüzbaşı
kapıya giderek, ellerinde fotoğraf makinaları bulunan ilci subayı
içeri aldı. Yüzbaşı, Vlasov'a, oturmasını ve Lindeman'ın yaphğı gi
bi, ellerini dizlerine koymasını rica etti. Lindeman'ın yüzü bir gü
lümseme ile aydınlanmışh. "Kuzey'' Ordu Grupları Komutanı,
İkinci Yıldırım Ordusu Komutanı General Vlasov'la konuşuyordu.
Büyük Almanya tarafına geçmek için çokt{ln fırsat kollamış olan
Vlasov'la.
Subaylar, fotoğraflar çektikten sonra odadan ayrıldılar. Linde
man, koltuğundan kalkh ve bir şeyler anımsamış gibi, Vlasov' a il
giyle baktı. Kavrayışlı yüzbaşı hemen başını ona doğru yaklaşhrdı
ve derhal çevirdi:
- General bana söylendiğine göre, isteğiniz üzerine yanınız
daki iki askerle bir kadın öldürülmüş. Bu isteğinizin nedenini açık
lar mısınız?
Vlasov, her soruyu beklerdi ama, bunu değil. Lindeman'ın, iki
muhafızla Zina'nın kaderiyle ilgileneceğini hiç ummuyordu. Kafa
sında hazır bir yanıt formülü de yoktu. Bu yüzden aklındakini ol
duğu gibi söyledi:
- Görgü tanıkları ne kadar azsa o kadar iyidir...
Lindeman, yanıh dinledi, kaşları hafifçe çahldı ve hiçbir şey
söylemedi.
Berlin'den uçakla gelmiş olan, Başkomutanlığa bağlı Propa
ganda Şubesinden Yüzbaşı Ştrikfeld, öğleden sonra Vlasov'un ya
nına gitti. Ştrikfeld, çok iyi Rusça biliyordu. Bu yüzden, başbaşa
kaldılar.
- Yarın Vinitsa'ya gidiyoruz, Andrey Andreeviç.
315
- Söyleyin allah aş�, Adolf Hitler orada mı? Beni kabul
edecek mi?
- . Kulağınıza küpe olsun, Führer'in nerede bulunduğunu
hiçbir zaman, hiç kimseye sormayın. Çünkü, hiçbir zaman yanıt
alamayacaksınız. Size bir tavsiyem daha var, Führer tarafından ka
bul edilmek istediğinizi açıklamayın. O sizi görmek isterse, götüre
ceklerdir elbette siii.
Akşam, Subay Sineması'na gittiler. Seyirci azdı. Subaylar Vla
sov'a ilgiyle baktılar, hatta içlerinden bazılan selam durdu. İkisi si
yah giysiliydi. Ştrikfeld, bunlardan birinin SS subaylarından briga
den führer Belinberg, ötekinin yine SS'den Obersturmbannführer
Leman olduğunu söyledi.
- Bu rütbeleri askeri rütbeyle söylemek gerekirse, Leman
yarbay, Beİ.inberg ise tuğgeneraldir. Kendisi Heinrich Himmler'in
yakınıdır.
Ve övünerek ekledi:
- Beraber yolculuk yaptık.
SS kıtalanndan brigaden führer Belinberg'in, bir ay sonra gru
per führer, yani tümgeneral olacağını, iki ay sonra da Krasnodar
yakınlarında partizanlar tarafından öldürüleceğini, dul eşi Adela
Belinberg'in de iki yıl sonra Himmlec'in nzası ile Vlasov'un kansı
olacağını o zamanlar kim bilebilirdi ki...
Vlasov bunu bilseydi, herhalde yanına gider, tanışır, kendisiy
le konuşurdu.
Ekranda günün olaylan gösteriliyordu. Hallerinden memnun
gürbüz Alman askerleri, Eyfel kulesi dibinde Fransız kızlarla neşe
li neşeli konuşuyorlardı. Biraz sonra, aynı askerler ya da onlara pek
benzeyen başkaları bir Paris kahvesinde gösterildi. Birinin elinde
içki kadehi vardı.
Daha sonra, Kiev'in Puşkin ve Sverdlov caddeleriyle Tiyatro
Meydanı gösterildi. Vlasov'un savaştan önce oturduğu ev, bir ara
316
görünüp kayboldu. Resim Galerisi'nde Almanlar dolaşıyordu.
Vlasov, iskemlesinde kıpırdadı, içinde bir huzursuzluk duy
muştu. Kiev için bir şeyler söylemek istiyor, fakat duruma uygun
söz bulamıyordu. Ekranda Hamburg belirdi. Muzafferane ilerle
yen Alman orduları için yardım toplanıyordu.
Sonra, soylu, fakat sıkıcı kocasından Alplere kaçan çapkın bir
dilberin serüvenini anlatan uzun bir film gösterildi.
Filmden pek hoşlanan Ştrikfeld çevirmeyi de unuttu. Tahta is
kemlede uzun zaman oturmaktan kabalan ağrımış olan Vlasov kal
kıp gidemiyordu. Çapkın dilber dağdan skiyle iniyordu. Aşağıda,
sevgilisi ve henüz gelen kocası bekliyordu. Büyük Almanya Başko
mutanlığına bağlı Propaganda Şubesinden" Yüzbaşı Ştrikfeld, fil
min nasıl sonuçlanacağını merakla bekliyordu.
Ştrikfeld'le dostça ayrıldılar. Vlasov, �ütün film boyunca nasıl
söyleyeceğini düşündüğü bir dileğini, ayrılırken aklına gelivermiş
gibi dile getirdi:
- Olasılığı varsa, bana, Rus biçimi bir ayakkabı bul�urun.
Bunlar dehşetli ayaklarımı sıkıyor.
317
Ştrikfeld'e bu tutuklu durumunun daha ne kadar süreceğini sor
mak istedi, yüzbaşı omuzlannı kaldırmakla yetindi.
Abvere, Gestapo'ya, Dışişleri Bakanlığı Beşinci Şubesine ve is
tihbarat işleriyle uğraşan bütün dairelere,' General Vlasov için neler
öğrenmişlerse bildirmeleri için birer yazı gönderilmişti. Ştrikfeld'in,
bunu, ortada fol yok yumurta yokken ağzından kaçırması olanak
sızdı. Soru yazısında Vlasov'un özgeçmişi de kısaca anlatılıyordu:
"1901 yılında, Gorkov devrimden önce Nijegorod ilinin, Gagin
ilçesinin, Lomakino köyünde doğdu, papaz okulunu, seminaryayı
bitirdi. Üç defa evlendi; ilk kez 1926 yılında, köydeşi Ana Mihay
lovna Voronina ile, ikinci kez 1937'de, Yuliya Semönovna Osadça
ile, üçüncü kez, 1941'de askeri doktor Agnesa Pavlovna Podma
zenko ile. Komsomola girmedi. Yüksek Vistrol askeri kurslannda
okudu. Savaştan önce bölük, tabur ve tümen komutanlıklannda
bulundu.
"Alınan bilgilere göre, 1937'den sonra hızla yükseldi. Uzun
zaman Komünist Partisi'ne üye olmadı, köy burjuvazisi kökenli ol
duğunun anımsanacağından korkuyordu. Kadınlara zaafı vardır
(Kansı Agnesi Pavlovna'yı doğum yapmak için gönderdikten he
men sonra iki kadınla ilişki kurdu). Parayı sever, kurnaz, içine ka
panık, ölümden çok korkar.
"Şu noktaların aydınlığa kavuşturulmasını rica ediyoruz: Ba
basının ne kadar toprağı vardı? Sovyet komutanlan arasında dost
lan kimlerdi? Memleketimize kaçışı Ruslar arasında ne gibi izle
nimler yaratmıştır?"
Soru yazısının sonunda şöyle deniliyordu: "Bu bilgiler, Gene
ral Vlasov'un anti-sovyetik amaçlar uğrunda kullanılması için ge
reklidir."
Ştrikfeld olmasaydı, aylaklıktan herhalde çatlayacaktı. Yüzba
şının on parmağında on marifet vardı; sarhoş olmadan içki içmesi
ni beceremiyordu, hiç çekinmeden fıkralar anlatabiliyordu. Bir de-
318
fasında Göbels için şu fıkrayı anlatmıştı: "Berlinliler sabah sabah el
lerine aldıkları gazetede beyaz bir boşluk gördüler mi, bilirler ki,
Propaganda Bakanı Göbels'in günlük makalesi sansür edilmiştir."
Ştrikfeld, ikinci haftanın sonunda, bir akşam, kendine teslim
edilen Vlasov'un can sıkıntısı içinde kıvrandığını gördü ve özür di
leyerek çıktı. Biraz sonra, yanında iki genç kızla döndü. Bunlar pek
terbiyeli davranıyorlardı. Reverans yaptılar, el sıkıştılar, kendileri
ni küçük adlan ile tanıttılar. Birinin adı Mura, ötekinin Lüsya idi.
Vlasov, orta boylu, balık etinde, iri göğüslü sarışın Lüsya'yı
beğendi. O kadar ki, Ştrikfeld'in ona göz koyması olasılığını düşü
nerek huzursuzlanmaya başladı. Ne var ki, yüzbaşı, bu kez de na
zik davrandı:
- Siz bizim misafirimizsiniz... Seçme hakkı sizin, dedi.
Sonra masaya iki şişe şarap koyarak, .bi�ni açtı ve bardakları
doldurmaya başladı. Bu sırada Vlasov sabırsızlanarak, "kendinin
kini dışarı çıkar" anlamında bir göz işareti yaptı. Ve Lüsya'nın ya
nma oturdu. Genç kadın çapkınca güldü:
- Benim nişanlı sensin, öyle mi? Maşallah, fasulye sırığı gibi
bir adammışsın, diye fıkır dikir söylendi ve sonra etrafına bir göz
attıktan sonra, hafif bir sesle:
- Bugünlerde dağıtılan bildirilerdeki resim sensin galiba,
dedi.
Aradan üç gün geçmişti. Ştrikfeld:
- Beklediğiniz görüşme bugün yapılacak, haberini verdi.
Vlasov umuyordu ki, bir "Opel-Admiral" gelip kendisini ala-
cak, Hitler'in karargahına götürecek, Führer'le yapacağı konuşma
da Rayh'ın en yüksek makamlarındaki kişiler bulunacak, kısacası
her şey yüksek düzeyde geçecekti. Öyle ya, kendisi gibi Almanla
rın tarafına gönüllü olarak geçmiş kaç Sovyet komutanı vardı ki...
Fakat, hiçbir yere gitmesine gereksinim görülmedi. Yüzbaşı,
Vlasov'un odasına, sivil bir Alman getirdi.
319
Sivil adam, hiçbir törene gereksinim görmed�n, hatta Ştrik
feld'in sabahları yaphğı gibi faşist selamıyla kolunu kaldırmadan
kendini tanıth:
- Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından Hilger...
Sanki bir misafir değil bir ev sahibiymiş gibi, davet bekleme
den oturdu, karşısındakini küçümseyen bir tonla:
- Sizi dinliyorum, General Vlasov.
Vlasov, şaşırmış bir halde Ştrikfeld'e bakh. Yüzbaşı, Vlasov'a,
"Benden bir yardım bekleme" der gibi ilgisizlik gösteriyordu.
- Asıl ben sizi dinlemek istiyorum, Herr Hilger. Benim söy
leyecek bir şeyim yok. Ben Büyük Almanya'ya gönüllü olarak geç
tikten sonra her şeyi anlathm. Şimdi sadece şunu ekleyebilirim: Ko
münistlere karşı yürüttüğünüz savaşa hizmet ve bilgimi sunmaya
hazınm.
Sizi bu karara sevkeden etken nedir?
İnanom.
Kısaca da olsa anlahr mısınız?
Çalışacağım anlatmaya.
Sizi dinliyorum.
Dindar bir aile ortamında yetiştim. Babam ve annem beni
papaz yapmak istiyorlardı.
Allaha inanır mısınız?
Bilmem ki nasıl anlatayım ...
Evet veya hayır diyerek.
İnanıyorum.
Devam edin konuşmanıza.
Dinle devleti birbirinden ayıran Sovyet yönetimi, dini ken
di yasalarından yoksun etti.
- İnsan yasasız da dine inanışını sürdürebilir.
- Sürdürebilir ama, önde çoban olmayınca güç bir iş bu...
Sonra, sonsuz baskılar...
320
- Anladım ... Sizi bize gelmeye zorlayan etkenlerden biri din
sorunu. ötekiler?
Çok...
Sayın başlıcalannı...
Marksizm-Leninizm'e karşıyım.
Ne bakımdan?
Sınıf savaşımı teorisine inanmıyorum. İnsanlar var yete
nekli, çalışkan, tasarrufçu, gerçek mal sahibi, yine insanlar var tem
bel, budala, özensiz, haset... Toprak, onu sevenlere ve işlemesini
becerenlere ait olmalıdır.
- Babanızın ne kadar toprağı vardı?
.
- Alh yüz morg... (Polonya ve Letonya' da beş dekar, Alman-
ya'nın çeşitli bölgelerinde 2.6 - 3.6 dekar arasında)
Hilger not defterine bakb:
- Abamyor musunuz? Belki de kırk, ha?
- Olabilir. Belki de Alman toprak ölçüsü ile Rus ölçüsünü
karıştırıyorum.
- Sanayie ilişkin görüşleriniz toprağa ilişkin görüşlerinize
uyuyor mu?
- Genel çizgileriyle evet.
- Bizim bildiğimize göre Komünist Partisi üyesiymişsiniz.
Neden üye oldunuz? Sizden doğru bir yanıt alacağımızı umuyo
ruz.
- Komünistlerin düşünceleri bana tamamıyla yabancıdır,
hatta düşmancadır ... İyi ama, kurtlar arasında yaşayanlar kurt gibi
ulumasını bilmelidirler.
Bu atasözüne sadık kalacağınızın güvencesi nedir?
- .Bir subay olarak yemin ederim.
- Siz, bir subay olarak, bir değil iki kez yemin etmişsiniz. Bi-
rinde subay andı, ikincisi Komünist Partisi'ne girdiğiniz zaman ...
Bu yemine sadık kaldığımı yapacağım işlerle göstereceğim.
321
İşten kashnız ne?
Komünistlere karşı savaşım.
Nasıl bir savaşım?
- Her türlü.
Şimdi ne yapmak niyetindesiniz?
Büyük Almanya'nın Sovyet sistemini yıkmasına yardım
edeceğim.
- Alman Silahlı Kuvvetleri bunu sizin yardımınız olmadan
da yapacak.
- Olabilir... Fakat ele geçirilen memleketin yöneltilmesi ge
rekiyor.
- Öneriniz nedir?
- Komünizme karşı zafer kazanıldıktan sonra Rusya bağım-
sız bir ülke olarak kalmalıdır.
- Almanya, bundan ne gibi çıkarlar sağlayacakhr?
- Tüm Ukrayna, Balhk ülkeleri, Belorusya, Kırım Alman-
ya'ya verilecek... Rus köylüleri, Almanya'ya ucuz fiyatla tarım
ürünleri satacak. Madenler ortak işletilecek.
Hilger, konuşmanın başından beri ilk defa gülümsedi:
- Vatandaşlarınız, sizin bu cömertliğinizi destekleyecek mi?
Soru, apaçık alaycı bir tonla sorulmuştu. Vlasov bu alayın far-
kında değilmiş gibi davrandı:
- Elimizde asıl Rusya (Velikarusya) kalacak. Hiç olmamak
tan daha iyi ...
Hilger bir genelleme yaph:
- General tutumunuzu az ya da çok açıklamış bulunuyorsu
nuz. Bunları gerekli makamlara ileteceğim. Her şey inceleneceği
için belirli bir zaman geçecek. Bizim dileğimiz, sizin, yanıh bekle
meden birkaç eylemde bulunmanızdır.
- Ne gibi?
Hilger, çantasından .kalın ve parlak bir kağıt çıkardı:
322
- Bu, sizin Rus asker ve subaylarına çağrınızın taslağıdır.
İmzalayın. Fotoğrafınıza da bir imza ahn.
- Resimsiz olsun.
Hilger kesin bir tonla:
Fotoğrafınız gerekli. Karar böyle, dedi.
Bana ne kadar zaman veriliyor?
Ne için?
Çağrıyı gözden geçirmem ve redakte etmem için.
Neden zahmete gireceksiniz, general? Çağrıyı hazırlayan
lar yetenekli insanlardır. Sonra, Yüksek Başkomutanlığa bağlı Pro
paganda Şubesince onaylanmış, Göbels tarafından da gözden geçi
rilmiştir. Yani iyi hazırlanmışhr ... İmzaladınız mı? Çok güzel...
Şimdi sizi sevindirmek istiyorum, General Paulus'un komutasın
daki Altıncı Ordu birlikleri, Führer'in planını gerçekleştire gerçek
leştire Stalingrad bölgesinde Volga'ya ulaşmışlardır. Yüzbaşı, son
bildiriyi okudunuz mu?
- Evet, sayın danışman. Stalingrad'ın kuzey kesimi artık eli
mizde bulunuyor. Hava kuvvetlerimiz, şehrin Volga kıyısındaki
merkezini durmadan bombardıman ediyorlar. Akşama kadar, bü
yük bir olasılıkla, şehrin düştüğü haberini alacağız. Novorosiysk
bölgesinde önemli başarılarımız var, Kırım ve Temrük'e taarruz
plan gereğince devam ediyor.
- Yüzbaşı, şampanya şişesini açmanın tam sırası. Lütfen
emir buyurun ...
Ştrikfeld koşa koşa çıktı. Konuşmanın mutlaka, şampanya ile
sonuçlanacağını zaten sezinlemişti. Bu Dışişleri Bakanlığı baylarını
iyi tanıyordu. Boş şeyler de konuşsalar, görüşmelerden sonra tapa
tavana fırlardı. Bu, onlarda bir gelenek halini almışh. Çünkü, Yoa
him von Ribentrop şarap ticaretiyle yakından ilgiliydi.
323
- Siz Rusların şöyle bir sözünüz var: "Bütün gün içinde gö
nül avutmaya bir saatlik bir zaman bile yok."
- Ne güzel Rusça konuşuyorsunuz, Bay Danışman.
- Şerefinize, Bay Vlasov. Moskova'da uzun zaman kaldım,
Andrey Andreeviç. Bizim elçiliğimizin danışmanı idim. Nasıl ol
muş da orada karşılaşmamışız, hayret! Kokteyllerde Sovyet komu
tanları eksik olmazdı. Almanca biliyor musunuz?
- Pek az. Daha doğrusu hiç. Seminaryada Yunanca ve Latin
ce okumuştum.
- Şampanya nefis, general. Sizin "Abrau-Dürso". Fransızla
nnkinden hiç de aşağı değil. Hatta sizinki, bir harika. Yüzbaşı, ne
dersiniz, bir şişe daha içelim mi, Rusça nasıl derlerdi Andrey An
dreeviç? "Çekelim", değil mi?
324
sov, bu kadar çok eti atabilir miydi? Hemen bıçağa sanldı ve ölü
ineği kesti. "Hapırsa da yiyeceğiz, köpürse de... " Sadece kendi ai
lesi yes� neyse... Kirpi de yiyebilirlerdi, onların bileceği bir işti
bu. F�kat, o, satmaya kalkh ... Bereket versin, köylüler perhizdeydi
ve kimse almadı.
Açgözlüydü ihtiyar, bir kuruş için herkesi horlamaya hazırdı,
fakat, mezanndan kalkıp da, oğlu Andrey'in düşmanlarla içki içti
ğini ve böyle şeyler konuştuğunu duysaydı, mutlaka lanetlerdi.
Toplumdan çok yalnızca kendisini düşünen bir insandı, buna rağ
men lanetlerdi.
Anası da lanetlerdi.
Allahtan bir oğul istemişlerdi. Birbiri ardınca hep kızlan dün
yaya gelmişti. Baba kızıyor, "Bu mülkü kime bırakacağım? Damat
lara mı? Erkek evlat lazım bana!" diye bağırıyordu. Sık sık manas
tıra gidip adak adıyorlardı. Baba, bir gün ·anaya, "Bana bir erkek
evlat doğurursan papaz yapacağım onu." demişti. Ana bir yandan
ağlayacak, fakat bir yandan da lanetleyecekti.
325
Stalingrad'ı teslim etmezlerse benim için daha iyi olacak galiba.
Teslim ederlerse, Almanlar zaferden akıllarını yitirecekler ve beni
de cehenneme gönderecekler herhalde. Ortadan kaldırabilirler de
beni. Kötü rüyalar görüyorum. Rüyaları bilimsel olarak kiro yo
rumluyordu? Pavlov mu, yoksa Behterev mi? Gelsinler de benim
bu korkulu rüyalarımı açıklasınlar bakalım. Rezilce rüyalar... Söz
de tüm dişlerim dökülmüş. Rüyada dişlerin dökülmüş olmasını
görmenin hiç de hayra alamet olmadığını annem söylerdi. Ah,
Ştrikfeld! Tilki seni. Durup durup hep aynı şeyi yineliyor: "Şimdi
lik Berlin'den hiçbir haber yok"muş. Neden Berlin'den efendim?
Genel Karargah burada, Vinitsa'da. Benim işimin Berlin'le ne ilişi
ği var? Kurnazlık yapıyor, alçaklar.
326
İki saat sonra.
Uçakla mı?
Ne yazık ki trenle. "Ne yazık" sözü yalnız bana ait. Sizin
için zevkli bir yolculuk olacak bu. Almanya'yı göreceksiniz. Uçak
la uvvv ve tamam. Trenle ise çok şey göreceksiniz. Şunu söyleye
yim ki, Almanya güzeldir, bayındınlmış bir diyardır.
BERLİN'DE
"Allah kahretsin bu Alman vagonlarını. Her komparhmanda
alh kişi ve en kötüsü, yatamıyorsun, baston yutmuş gibi oturuyor
sun. Yani oturmuş durumda uyumak ZOfl;lndasın. Bizim vagonlar
dan birini takmadılar ki, insan gibi yolculuk yapalım. Her şeyde ta
sarruf..."
Yolcuların da burunları kaf dağında. ;\iman Almanla bile ko
nuşmak istemiyor. Ştrikfeld'e bir iki soru sordular, o da yanıhnı
verdi, hepsi bu kadar. Hatta Vlasov' a en küçük bir ilgi bile göster
mediler. Sanki yanı başlarında bir koskoca general değil, belirsiz
bir kişi, bir eşya var...
Ştrikfeld de susuyor. Açıkça belli ki, vatandaşlarının yanında
kendini serbest hissetmiyor. Burnunu gazeteye sokmuş, öylece du
rup duruyor.
"Şu koca kafalı, domuz gibi şişkin herif de, kah bana, kah sarı
derili çantasına bakıyor. Çantasını alıp kaçacağımdan korkuyor it
oğlu it."
Yandaki komparhmandan kahkahalar ve yüksek sesli konuş
malar geliyor. Vlasov, ayakyoluna giderken farketti. İçiyorlardı.
Herhalde izne gidiyor bu bay subaylar.
Beyaz ceketli bir servitör geçti, yolcuları akşam yemeğine da
vet etti. Yemek zamanını Ştrikfeld belirledi; saat sekizde. Sanki da
ha önce olmazmış gibi. Koca kafalı ile, güneş yanığı yüzlü birisi va
gon restorana yollandılar.
327
"Koca kafalı çantasını alacak mı acaba? Aldı bre. Demek ki, be
ni gerçekten dolandırıcı sanmış... Biraz uyuyabilsem... İyi ama,
ayaklarımı nereye uzatacağım?"
Ştrikfeld bir düğmeye bash ve oturduğu koltuk biraz uzandı,
o da uyuklamaya başladı. Bacaklarını da öylesine gerdi ki, kompar
hmandan çıkmak isteyenler tökezlemek zorunda kaldılar. Uyuklar
mısın, al bakalım!
Vlasov kalkh, otura otura uyuşan bedenini koridordaki camda
biraz canlandırmak istiyordu.
Nereye, Andrey Andreeviç?
- Biraz hava almak İstiyorum.
- Rica· ederim, oturun yerinize, Bay General.
Arhk adamakıllı acıkmışh. Allaha şükür saat de arhk sekizdi.
Vagonrestoranda in cin yoktu. Herkes kamını doyurmuştu demek.
O da bir akşam yemeğiydi ki, allah allah...
Bezelye ile patates köftesi veriyorlardı. Sanki makina yağında
kızarhlmışh bu köfteler.
Berlin'e ertesi sabah erken erken vardılar. Ve trenden doğruca
sığınağa koştular. Hauptstadt des Reiches (Rayh'ın başkenti) bom
bardıman ediliyordu.
Vlasov'un karşısında, atmaca burunlu, görünüşüne göre bir
hayli sinirli, yaşlı bir Alman kadını oturuyordu. Av izleyen yırhcı
kuşun gözlerini andıran gözle.ri birini arıyordu. Kucağındaki ttırist
çantasının cebinden bir soda şişesi görünüyordu. Daha içerilere
geçmeye cesaret edemedikleri için giriş kapısı yanında sıkışıp kal
mış olan iki gencin sırhnda soluk bir Sovyet asker ceketi ve göğüs
lerinin sağ tarafında da OST rozeti vardı. Tahta döşemede, üzeri
tertemiz bir peçete ile örtülü, iki kulplu uzun bir sepet yahyordu.
Ve sepetten etrafa yiyecek kokulan yayılıyordu.
Kompartımandaki koca kafalı ile yüzünde yanık izi bulunan
yol arkadaşı sığınağa herkesten sonra girdiler.
328
Koca kafalı adam, etrafa şöyle bir göz gezdirdikten sonra, se
petin yanında duran, uzun mavi önlüklü Alman'la konuşmaya
başladı. Önlüklü adam, peçeteyi açtı, kremvirşleri gösterdi ve hızlı
hızlı bir şeyler söyledi. Koca kafalı, iki Rus'un yanı başında bulun
duğunu anımsamış olacak ki, �ustu.
Vlasov, Ştrikfeld'e hafif bir sesle:
- Rusların sığınağa girmeleri yasak mıdır? diye sordu.
Ştrikfeld kaçamak yanıt verdi:
- Yönergede açıkça söylenmiş değildir.
Sırtlannda Sovyet askeri ceketi bulunan iki genç, kim olduğu
nu bilmedikleri generale sessiz bir sempati ile bakblar. Herhalde
_
tutsak sanmışlardı.
On dört yaşlarında, pijamalı bir kız telaşla içeri girdi. Yaşlı bir
Alman kadını ona doğru koştu. Kadın, ilk pnce kıza sanldı sonra
yüzüne sert iki şamar indirdi ve oturduğu yere sürükledi.
Uçaksavar topları pek yakından ateş ediyorlardı, arka arkaya
iki bomba patlayışı duyuldu: Yaşlı Alman kadını kızın kul!!-klarına
pamuk hkamaya çalışıyor, torunu başını sağa sola çevirerek razı ol
muyordu.
İnsanların balık istifi gibi yığıldıklan sığınağın havası gittikçe
dayanılmaz bir hal alıyordu. İçerdekiler yetişmiyormuş gibi, aralık
sız yeni yeni insanlar geliyordu. Herhalde bir tren daha gelmişti.
Birden derin bir sessizlik çöktü. Demek ki, bombardıman sona
ermişti. Sık sık "Panoptikum" sözcüğü duyuluyordu. Biri, "Panop
tikum"un bombalanmış olduğunu bildirdi.
Ştrikfeld üzüldü:
"Panoptikum, Friedrich Strasse'nin pasajıdır. Göstereceğim si
ze. Yanından geçeceğiz. Yazık!
Nihayet çıkış başladı. İlk önce, yaşlı Alman kadını yerinden
fırladı. Torununu elinden çekeleyerek, hırsla kendine yol açıyordu.
Birden durdu, kızın kulaklanndan pamuklan çıkarmaya koyuldu.
329
Torununa söyledikleri etrafındakileri güldürdü, hatta koca kafalı
bile gülümsedi. Ştrikfeld, kadının gülüşmelere yol açan sözlerini
Rusça'ya çevirdi: "Ne kurnazsın sen. Sana çıkışhğım zamanlarda
kulaklarındaki pamuklan hiç çıkarmazsın!"
- Torununun kulaklarını neden hkıyor?
- Sağır olmasın diye.
İstasyon yakınında büyük bir bina yanıyordu. İtfaiyeciler sön
düremeyeceklerini bildikleri halde, ateşe, pırıl pınl su bıçaklan
saplıyorlardı. Sessiz bir yaz yağmuru yağıyordu, modası geçmiş,
gereksiz bir yağmur.
Ştrikfeld istasyon civarında duran arabaların etrafını koşa ko
şa dolaşh, Vlasov'un yanına geldiği zaman, kırık bir sesle
- Araba yok, dedi, bombardımandan olacak herhalde. Met-
ro da çalışmıyor. Yaya gideceğiz.
Vlasov kaygı ile sordu:
- Uzak mı?
- Yirmi dakikalık bir yol. Friedrich Strasse'deki Santral Ote-
li'nde size bir oda ayırttım.
Friedrich Strasse'de Unter den Linden'e ayrılan sokağın yakı
nında pasaj yanıyordu. Kısa boylu, dazlak başlı, koca göbekli, göm
leği paramparça, askıları. düşük bir adamın elinde büyük bir insan
başı vardı.
Ştrikfeld Vlasov'u tek başına bırakarak kayıplara kanşh. Fakat
Vlasovla ilgilenen yoktu, herkes korkunç başa bakıyordu.
Kalabalık içinden sıyrılan Ştrikfeld, Vlasov'u kolundan çekti:
Gidelim Vilhem Strasse'den geçeceğiz.
- Elinde insan kellesi tutan o adam kimdi?
- Panoptikum'un sahibi. Pasajda her istediğinizi bulabilirdi-
niz; türlü türlü mal satan mağazalar, kabareler, korku salonlan.
Ben çocukluğumda bir gün bu salondan geçmiş ve sonra bir hafta
uyuyamamışhm. Annem, beni oraya götürdüğü için, babamı iyice
330
bir paylaıruşh. Bir �ynalar labirenti vardı ki, neşe kaynağı idi, bir
girdin mi bu labirente güç çıkardın. Mumdan yapılmış insan figür
lerinin bulunduğu Panoptikum kabini de yine bu pasajdaydı. Na
polyon ve Bismark gibi ünlü tarihsel kişilerin figürleri bunlar ara
sındaydı. Bir de "Günahkarlar Cehennemde" adlı, kokunç, fakat il
ginç bir tablo vardı. Mumdan yapılma figürlerin en ilginci, "Ştemi
kel'in Yaşam Yolu" adlı seri idi. Ünlü bir katil olan Ştemikel'in, ilk
önce kurbanlarını öldürüşünü görüyorduk. Ondan sonra celladın
katilin başını kesişiyle ilgili figür geliyordu. En sonda da Ştemi
kel'in başı sepette görülüyordu. Anlathklarına göre, Panoptikum'a
düşen bomba, Bismarkları, Napolyonları, Ştemikelleri eritmiş, sa
dece o gördüğün kesik baş kalmış. Acıdım doğrusu Panoptikum'a.
Şehrimizin belli başlı görülecek yerlerinden biriydi.
Otelde de şansları yürümedi. Kendileri için oda ayrılmamışh.
Ştrikfeld bir yerlere telefon etti, sonra Vlasov'u bir koltuğa oturta
rak ortadan kayboldu. Ancak sabaha karşı bej renkli bir kağıdı mu
zaffer bir eda ile sallaya sallaya otele döndü.
Oda, daracık, tek pencereli bir yerdi. Vlasov, hiddetle perdeyi
açtı: Pencere, bir beton duvara bakıyordu. Üstüne üstelik, uzaklar
dan boğuk bir uğultu duyuldu, yaklaşh, şiddetlendi, kulakları sağır
edici bir demir uğultusu yarathktan sonra yavaş yavaş uzaklaşh.
Vlasov perişan bir halde sordu:
- Sık sık mı duyacağım bu uğultuyu?
Ştrikfeld, suçlu suçlu omuzlarını kaldırdı:
- Maalesef öyle... 5-Bahn dediğimiz yeralh trenimiz bu, Fri
edrich Strasse, 5-Bahnhofa yakın bir yerde. Pek uygun bir ulaşhr
ma araa. Sizi istediğiniz yere götürür. Dinlenin şimdi.
Vlasov, yüzünü buruşturdu:
- Dinlenebilirsem...
Ertesi sabah, Ştrikfeld sevinç ve neşeyle içeri girdi. Masaya üç
yüz Mark bırakh:
331
- Bu para, ilk giderlerinizi karşılamak içi,n verildi Andrey
Andreeviç. Biraz sonra öğle yemeğini yedikten sonra terziye gide
ceğiz. Sizin, Sovyet üniforması ile Berlin'de dolaşmanız hiç de uy
gun değil, hatta sakıncalı. Fanatiğin biri başınıza bela açabilir.
Onun için bir başka giysi gerekli.
Öğle yemeği odaya getirildi. Bol bol atışhrmaya alışmış olan
Vlasov, servitörün getirdiği iki küçümencik çorba kasesine düş kı
rıklığı içinde baktı kaldı. Ştrikfeld gülümsedi ve sonra servitore
emir verdi:
- Tsvay kom! Şvarts brot, biir!
Garson çabuk, çabuk bir şeyler söyledi. Vlasov, onun konuşma
tonundan, istenenleri getiremeyeceğini söyl�diğini sezinledi. Ştrik
feld, pembe bir karton gösterdi. Servitor gülümseyerek çıktı.
- Burada kupon sistemi yürürlükte. Sizin için votka, bira ve
kara ekmek ısmarladım. Terziden sonra kuponlarınızı almaya gi
deceğiz.
Küçümencik iki kadehle getirilmiş olan votka en düşük kalite
lisindendi. Kuş başı domuz etlerinin yüzdüğü çorba lezzetliydi.
Ştrikfeld. Vlasov'a başkentteki yaşam düzenini anlatmaya
başladı:
- Burada her şey kuponla. Restoranlarda bile. Kuponsuz sa
dece sebze çorbası ve kötü kaliteli bira alabilirsin. Şimdi ben size,
özel yemeklerle bir ziyafet çekeceğim.
Ve ağzı sulanmış gibi dilini şaklattı.
Garson, kızartılmış domuz eti getirdi, yanında bezelye ezmesi
ve lahana garnitürü vardı.
- İşte benim en sevdiğim yemek. Bizde "donmuş ayak" de
nir. Nasıl, lezzetli, değil mi?
Üç yüz Mark, telefon sehpası üstündeydi. Yüzbaşı, öğle yeme
ğini bu marklardan ödedi. Vlasov sesini çıkarmadı. Fakat, Ştrikfeld
çıkar çıkmaz, markları çabucak cebine indirdi. "Bundan sonrakini
kim bilir ne zaman verir bu reziller?"
332
Askeri Dikimevi başustası, Vlasov'un ne istediğini bir türlü
anlayamıyordu. Herr General, askeri üniforma ile sivil kostüm kar
ması bir giysi istiyordu. Pantolon, çizmeyle giyilecek gibi olmalıy
dı, ceket apoletsiz ve açık yakalı bir subay ceketine benzemeliydi.
Kara Ordusu subaylarının giydiği haki renkli bir kumaş seçtiler.
Giysi, ertesi sabah hazır olmalıydı. Başusta, ilk önce itiraz etti, üç
günden önce hazırlamasının olanaksız olduğunu söylemeye çalışh.
Fakat, Ştrikfeld SS Rayhsführerinin adını üç defa anınca boyun eğ
di. Müşterisinin Herr Himmler'le tanışıklığı karşısında şaşırıp kal
dı ve misafirlerini kapı önüne kadar uğurladı.
Vlasov dikimevinden otele dönünce bir uyku hapı aldı ve uyu
mak üzere yatağına uzandı. S-Bahn trenleri traklamalarla gelip ge
çiyor, bombardımanı haber veren alarm düdükleri uluyor ve Vla
sov, daracık yatağında bir yandan öte yan"a dönerek, geniş ağzını aç
mış horul horul horlayarak, derin bir huzursuzluk içinde uyuyordu.
333
delerinde hiçbir zaman tek başına geziye çıkmayacağına dair na
mus sözü verecekti.
Göğüslerinde OST rozetleri bulunan birtakım insanlar, güzel
bir yapı önünde yan eğilmiş, bazılan da diz çökmüş durumdaydı
lar. Kaldırımın bozulan yerlerini onanyorlardı. Ellerinde ağaç tok-
'·
maklar vardı.
Yanından geçmekte olduğu bir gencin yanındakine:
- Bizim Elçilik binamızın önünde böyle dizüstü duracağımı
hiçbir zaman aklımdan geçirmemiştim, dediğini duydu.
Yanındaki, dingin bir sesle yanıt verdi.
- Bizim Eliçiliğimizdi burası bir zamanlar, şimdi onların bir
kantorası burası.
Vlasov:
- Sovyet Eliçiliği burası mı? diye sordu.
Genç, Rusça'yı güzel konuşan bu uzun boylu, geniş gözlüklü
adama hayretle bakh:
- Eskiden böyleydi. Neden sordunuz? Bilmiyor muydunuz?
- Bilmiyorum. Berlin'de ilk defa bulunuyorum.
Ağaç tokmağı ile taşlara vurmakta olan genç:
Biz de öyle, dedi ve sordu:
Rus musunuz siz?
Evet.
Beyazlardan mısınız?
Hayır.
Orta yaşlı bir adam:
- Tütününüz var mı? diye sordu.
- Maalesef...
Delikanlı sorulanna ısrarla devam ediyordu:
- Kimsiniz öyleyse? Burada yalnız beyazlar serbestçe dola
şabilirler. Mademki beyazlardan değilsiniz? ..
- General Vlasov'um.
334
Eli tokmaklı bir adam karşısına dikildi:
- Defol buradan. Kemiklerin henüz sağlamken yok ol...
Vlasov, hızla karşı tarafa uzaklaşh. Ardından bağınyordu biri:
- Ne anyor burada bu rezil! ...
Vlasov koşar adımla ilerliyordu. Ahlan kaldırım taşlanndan
biri sırhna, öteki koluna isabet etti. Vlasov koşmaya başladı. Bir
aralık ayağı kanalizasyon deliğini kapayan demir kapağa takıldı ve
yüzüstü düştü. Kültür Bakanlığı tarafından, kendine doğru polisler
koşuyordu.
Eski Elçilik binası önünden haykırışlar, küfürler duyuluyordu.
Polisler savaş tutsaklannı dövüyordu anlaşılan.
Ştrikfeld, iğneleyici sözlerle Vlasov'u bir iyice hırpaladı:
- Şunu anlamanız gerek: Sevgili vatandaşlannızdan, özel
likle Alman polisinin denetimi alhnda ç�lışhnlanlardan uzak dur
malısınız. Şu halinize bakın bir, Bay General. Yann, kendinize iş
birlikçi bulmak, komitenizi oluşturmak için, Hamelburg Subay
Kampına gideceksiniz. Oysa, yüzünüz, arkadaş toplanhsının izle
rini taşıyor. Allaha şükredin ki, gözlerinizi çıkarmamışlar...
Ştrikfeld, içinin zehirini döktükten sonra tonunu değiştirdi:
- Haydi, şimdi akşam yemeğine gidelim.
Ştrikfeld, ertesi sabah, otel odasına, orta boylu, sıska, kumral,
ince bıyıklı biriyle geldi:
- Andrey Andeeviç, müsaadenizle, size, Bay Zakutini' yi ta
nıtayım.
Zakutini, dudaklannı yalayarak:
- Tanışhğımıza son derecede memnunum. Sizi çoktan tanı
mak istiyordum, dedi.
Gözlüklerini çıkarmış, kurnaz bakışlarla Vlasov'u süzüyordu:
- "Rus Komitesi" kurmak niyetinde olduğunuzu bana Yi
ne' de söylediler.
- Affedersiniz, Dimitriy Efimoviç, nedir bu Vine?
335
Vine mi? Doğu İşleri Bakanlığında, redaksiyon gibi bir şey;
kurtanlan Sovyet bölgelerinde oturanlar için bildiriler, çağrılar,
propaganda materyalleri hazırlıyor. Bunlardan bazılan, Alman
ya'da çalışmaya gelen Ruslara da gönderiliyor. Savaş tutsakları
kamplan için materyal hazırlayan bir redaksiyon da var.
- Siz orada mı çalışıyorsunuz?
Zakutni kesin yanıt vermekten kaçındı:
- Aşağı yukarı, dedi.
Vlasov içinden söylendi: "Ah, açıkgöz! Buradaki duruma ne
çabuk uymuşsun! 'Kurtarılan Sovyet bölgeleri,' ha? Şeytan seni..."
- Ne yazık ki biz, ötedeyken tanışmak fırsahnı bulamadık.
Bilmek isterim, Kızıl Ordudaki göreviniz neydi?
- Son görevim mi? Yirmi Birinci Ordu Kolordu Komutanıy
dım. Başka neler ilgilendiriyor sizi?
- Ne zaman tutsak oldunuz.
Zakutni hayretle kaşlarını kaldırdı. Daraok alnı, gür kaşları ile
ağarmaya başlamış olan alabros saçları arasında bir çizgi halini aldı:
- Sorunuzu anlayamadım... Ben, beyan ettiğiniz gibi, tutsak
düşmedim. Büyük Almanya'ya gönüllü olarak geçtim.
- Özür dilerim.
- Tamam. Şimdi, müsaade edin de, ilk konumuza sizin "Rus
Komitesi" kurma niyetinize dönelim. Bu niyetinizi tamamıyla
onaylıyorum. Tabii, beni aranıza kabul ederseniz. Rusya' da ben de
sizin gibi, Komünist Partisi'ne üye olmakta acele davrandım. Şim
di, elbette ayrılmış bulunuyorum. Demek istiyorum ki, benim eski
parti üyeliğim bir engel değilse, daha şimdiden komitenizin kuru
cuları arasında sayabilirsiniz beni -gözleri.kinle parladı- bilmem siz
ne düşünüyorsunuz ama, Andrey Andreeviç, benim için, yaşamı
mı sarsmış olan bu partiyle hesaplaşmak zamanı gelmiştir artık.
- Kişiliğinizde bir düşündeşimi bulduğum için memnu
num, Dimitriy Efimoviç.
336
- Teşekkür ederim, Andrey Andreeviç. Hamelburg kampı
na gideceğinizi Herr Ştrikfeld'den öğrendim ... Sanıyorum ki, orada
da birçok düşündeşimizi bulacaksın.
- I<irnleri tavsiye edersiniz?
- Bunlann adlannı yazdım. Onikinci Ordu Komutanı Gene-
ral Ponedelin, Sekizinci Kolordu Komutanı General Snegov, Vasi
liy Födoroviç Malişkin...
- On Dokuzuncu Ordu Kurmay Başkanı mı?
- Ta kendisi... Onlardan baŞka, Födor İvanoviç Truhin, İvan
Alekseeviç Blagoveşçenski. .. Şunu söylemeliyim ki, Bay Malişkin
zekası ile sivrilmiş bir insan değildir, aşın derecede gevezedir. Ge
orgiy Nikolaeviç Jilenkov da orada. Otuz yaşlannda. General.
- Duymamışhm bu adı.
- Nereden duyacaksınız... Parti ilçe �omitesinde çalışmış.
Savaştan biraz önce Tuğkomiser yapılmış. Askerlikteki tuğgeneral
karşılığı. Alçağın, dolandırıcının biridir ama, budala değildir ve Al
manlardan saygı görmektedir.
337
mir Bolyarski ile tanıştı. Ve hep birlikte Osintorf'a hareket ettiler.
Oradaki Ostlegion'da beklemedikleri bir olayla karşılaştılar. Jilen
kov, ajan okulu için ilk önce er Grigoriy Soldatenkov'u seçti. Ona
ilişkin bilinmesi gerekli bütün bilgileri önceden öğrenmişti; doğum
tarihi ve yeri, sosyal kökeni, savaştan önce nerede çalıştığı, lejyon
daki tutum ve davranışı, kimlerle yakınlık kurduğu, Büyük Al
manya'ya karşı tutumu ... Soldatenkov'a ilişkin bütün bu bilgiler
iyiden iyi idi; Viyatsk ilinin uzak bir köyünde 1919'da doğmuştu.
NEP zamanında babası tüccarmış, sonra mülkü elinden alınarak
sürgüne gönderilmiş. Soldatenkov Komsomola alınmamış. Asker
olmazdan önce, holiganlık (külhanbeyliği, uyuntuluk) yüzünden
bir yıl cezaevinde yatmış. Lejyonda iyi davranışlı ve disiplinliymiş.
Alman komutanına emireri olmayı kendisi istemiş. Kısacası tam is
tenen kadrolardan biriymiş.
Sabahları erken kalkma alışkanlığı olan Dalken, Jilenkov'a,
Soldatenkov'u saat altıda yanına çağırmasını emretti. Jilenkov'la
Bolyarski, çalışkan Alman'a okkalıca birer küfür savurduktan son
ra bira içmeye oturdular ve gece yarısından sonra saat ikiye kadar
kafaları çektiler. Sabah saat dörtte, silah sesleri, yırtıcı çoban köpek
lerinin havlamaları ve haykırışlarla uyandılar. Lejyonerlerin ayak
landıklarını ve Alman komutanı öldürdüklerini öğrendiler. Ayak
lanmacılar, olanca hınçları ile döğüşmüşler ve elliden fazla gesta
poyu öldürmüşlerdi. Orşa'dan çabucak getirilen bir SS taburunun
yardımı ile ayaklanmayı ancak akşamüstü bastırabildiler. Lejyon
dakiler tarafından Strihninia denen bölük komutanı Semön Goro
hov, SS'çiler tarafından mahzende yakalandı. Ayaklanmacılardan
kurtulmak için oraya gizlenmiş. Sorgusunda, Vasiliy Guryanov'la
Nikolay Bondarev ve Grigoriy Soldatenkov'un ayaklanmanın yö
neticileri olduğunu söyledi. Guryanov'la Bondarev ölüler arasında
bulundu. Soldatenkov ise ne ölüler, ne de diriler arasında ele
geçmedi. Kendisini ancak ikinci günü Boğuşevsk'te üç lejyonerle
338
birlikte yakaladılar ve Osindorfa sevkettiler. İçi kin zehriyle dolu
olan Dalken, Jilenkov'la Bolyarski'yi, ellerini bağlayarak, ayaklan
ma elebaşlannı sorguya çekmek için gönderdi. Yakalanan lejyoner
lerin kapahldıklan barakaya giderlerken, Dalken, bütün zehirini Ji
lenkov'a kustu:
- Bu haydutu ajan okuluna almak istiyordunuz bir de.
Jilenkov, "Ama bana demişlerdi ki ... " gibi sözlerle kendini
haklı çıkarmaya çalışıyordu.
- Bana da sizin akıllı bir adam olduğunuzu, söylemişlerdi...
Jilenkov, saç ve sakalı uzamış Soldatenkov'u görünce, onun,
Yüzbaşı Smirnov olduğunu derhal anlad�. Kendisiyle son defa,
1941 yılının Ekim ayında, Smolensk ilinin Semlevo ilçesi yakınla
nndaki ormanda karşılaşmışlardı.
Jilenkov, o zamanlar tuğkomiserdi ve otuz İkinci Orduda As
keri Şüra üyesiydi. Bu ordu, Ekim 1941'de çok güç durumdaydı.
16'ncı, 19'uncu; 20'nci ve 24'üncü ordularla birlikte Viyazma bölge
sinde çember içindeydi.
Jilenkov, politik yönetici Veselovski, Askeri Şura Sekreteri po
litik yönetici Minaev, Kurmay Karargahından Binbaşı Korovin ve
Yüzbaşı Smimov, yanlannda bir grup Kızıl Ordu eri olduğu halde
karargahtan kopmuşlar ve ormana sokulmuşlardı.
Kısa süren bir toplanhda, ilçe merkezi Semlevo yönünde çekil
meyi kararlaşhrdılar.
Korovin'le Minaev önde yürüyor, erler onlan izliyordu.
Veselovski, biraz geride kalmış olan Jilenkov'un bazı kağıtlan
yırtmakta olduğunu gördü:
- Geri kalıyorsunuz Komiser Yoldaş, diye bağırdı.
Jilenkov:
- Yürüyün. Size yetişeceğim ben, diye yanıtladı ve Vese
lovski'ye kötü kötü baktıktan sonra bağırdı: Niçin duruyorsunuz?
Yürüyün demedim mi size?
339
Veselovski birkaç adım athktan sonra başını çevirdi. Jilenkov,
sırt çantasından çıkardığı buruşuk bir er ceketi giyiyordu. Sonra
pantolonunu değiştirdi, şapkasını çamura atb ve yıldızı bulunma
yan bir bereyi başına geçirdi. Veselovski, Askeri Şura üyesinin, yi
ne çantasından çıkardığı bir pamuklu paltoyu giyişini hayret ve
dehşetle seyretti. Ve kendi kendine söylendi. "Her şeyi önceden ha
zırlamış bizim yaman komiser..."
Bu sırada Jilenkov ters yönde yürümeye koyulmuştu. Vese
lovski "Nereye gidiyor bu?" diye düşündü. Tam haykıracağı sırada
ötekinin geri döndüğünü gördü. Rahat bir soluk aldı. İyi ama, biraz
sonra gördükleri onu yine tedirgin etti. Jilenkov, etrafına şöyle bir
bakındıktan sonra, biraz önce atbğı ıslak kağıt parçalarını topladı,
yeri eşeledi ve bunlan oraya gömdü ve iyice çiğnedi. Boşalan çanta
sını sırtına aldıktan sonra yine geriye dönüp ilerlemeye başladı.
Er Siçov, Veselovski'nin yanma geldi:
- Geri kalışınız Kprovin yoldaşı telaşlandırdı.
- Yavaş konuş, Siçov...
Veselovski, Jilenkov'un biraz önce çiğnediği yere gitti. Çamur
lu belge parçalarını gömüldüğü yerden çıkardı; parti üyeliği kartı
nın ve bazı resimlerin parçalan da bunlar arasındaydı.
- Anlaşıldı, Siçov, benimle gel.
Jilenkov'a orman bitiminde yetiştiler. Kalın bir çam ağacına
dayanmış duruyordu. Onlan görünce yüzünde korku alametleri
belirdi. Büyük bir kurbağa, çamurlu çizmesinden sıçrayarak ıslak
san yapraklar üzerine düştü. _
340
- Açıklar mısınız bunun nedenini?
Jilenkov !iapsan kesildi, güzel yüzü çarpıldı:
Bu nasıl ton böyle? Ben sizin üstünüzüm.
- Siz şu anda rütbesizsiniz. Bir parti üyesi olarak soruyo-
rum ...
Siçov ortaya ahldı:
- Bir parti üyesi değil, bir it bu ...
Jilenkov ateş etti. İlk önce Siçov, ardından da Veselovski düş
tü. Ve Veselovski son olarak şunu gördü: Jilenkov, bir Alman aske
rinin önünde diz çökmüş, ellerini kaldırmışh ...
Rütbeniz?
Er.
Soyadınız?
Maksimov.
Adınız?
İvan.
Çavuş Hekman, tutsağı getirmiş olan er Keder'e muzafferane
bir bakışla bakh:
- Demez miydim size, Rusya'da serçelerden fazla İvanlar
var diye...
- Komünist misiniz?
- Asla. Komsomol üyesi bile değildim.
Hekman kuşku ile sordu:
- Neden? Rusya' da herkes komsomol olmak zorundadır.
- Ben soylu bir ailedenim... Yani von ... Almadılar beni...
Jilenkov'un söylediği tek doğru söz bu idi. Ne komsomola ne
de partiye alınırken ve başka olaylarda soylu kökenini hiçbir zaman
belirtmemiş olan Jilenkov, gerçekten soylu kökenliydi. İçinde gizli
bir yaraydı bu. Bir gün gerçek geçmişini öğrenecekleri, yalan söyle
diği için partiden ve işinden atacakları korkusu içinde yaşıyordu
341
daima. Bu konferanslarda denetim komisyonlarına genellikle eski
komünistler, son derecede ciddi ve kılı kırk yaran insanlar seçilirdi.
"Bir de kökenimi araşhrmaya kalkışırlarsa ... " diye ödü kopuyordu.
Konferanslara kendini seçtirmeyebilirdi elbet. Ya da delegelik
ten gönüllü olarak çekilebilirdi. Ne var ki, "Jilenkov delegelikten
neden çekildi acaba? Açığa çıkmasından korktuğu pislikleri var
mutlak." diyeceklerinden korkuyordu. Bundan başka, konferansa
kahlmaması, kendisini nutuk söylemekten yoksun edecek, gölgede
bırakacak, kariyerine engel olacakh. Oysa Jilenkov iliklerine kadar
kariyeristti. Kendisini birçoklarından daha akıllı görüyordu. Bölge
sindeki herkesi kendinden daha yeteneksiz sayıyordu. Fabrika par
ti komitelerinin ve ilçe parti bürosunun toplanhlannda bulunmak
tan hoşlanıyordu. En sevdiği şey de, atama, yer değiştirme, hatala
n inceleme gibi, insanların kaderlerine ilişkin kararlann alındığ�
toplantılarda bulunmak, kendi görüşünü kabul ettirmekti. Birinci
sınıf bir aktördü. Herkese özen gösteriyormuş gibi davranmak,
prensip sahibi görünmek, başlıca rolü idi ve bunu hiçbir zaman
unutmazdı. Sert davranmayı gerektiren hallerde kaşlan çahlıyor,
iyilik yapmasını gerektiren hallerde yüzünü içtenlik dolu bir
gülümseme kaplıyor, neşeli olmasını gerektiren hallerde de kahka
halarla gülüyordu.
Bu rolüne öylesine alışmışh ki, yalnız olduğu zamanlarda bile
bir saniye için dahi gevşeklik göstermiyor, kendine karşı her an
dikkatli, titiz davranıyordu.
Toplantılarda sık sık konuşuyor, her konuşmasını titizlikle ha
zırlıyor, her toplanhda ne konuşacağım biliyor, herkes tarafından
beğenilmeye özel bir özen gösteriyordu. Kalibar Fabrikası Parti Ko
mitesi Sekreteriyken ilçe yöneticilerini şiddetle eleştirdiği olmuştu
ve bu davranışı ile, "cesur adam" ününü kazanmışh.
Eski komünist, işçi İvan Kapitonoviç Nosov, onun, dünyada
en korktuğu bir insandı. Nosov çoktan emekliye aynlmışh ama,
342
parti işlerini bırakmamıştı. Seminerlerde, konferanslarda, ilçe şura
sı toplantılannda daima hazır bulunuyordu.
Bir gün Jilenkov' a:
- Konuşmayı iyi beceriyorsun, kardeş. Dilin ustura gibi ke
siyor, demişti.
Kendisiyle o zamana kadar kimse böyle konuşmamıştı. Bu
yüzden şaşırıp kalmıştı. Nosov, ona dikkatle baktıktan sonra ekle
mişti:
- Seni eskiden bir yerde görmüşlüğüm var, ama nerede,
anımsayamıyorum? Voronejli misin?
Jilenkov, bu olaydan sonra, toplantı salonlarına girişlerinde,
.
kürsüye her çıkışında gözleriyle Nosov'u araştınyor, görünce içini
bir huzursuzluk kaplıyor ve kendi kendine, "Moruk yine burada.
Evinde oturup rahatına bakmaz da ... " diy.e sÇ>yleniyordu.
Jilenkov, onu toplumsal işlerden uzaklaştırma olanaklarına sa
hipti, kendisi için bir iş değildi bu. Ama korkuyordu: Herkes No
sov'u toplantılarda görmeye alışmıştı, ilçenin canlı bir geleneği ol
muştu bu adam.
İhtiyar, Jilenkov'un uykularının kabuslu rüyalarıydı; geçmişi
ni araştırmış, babasının, özgeçmişlerinde yazdığı gibi bir demiryo
lu işçisi değil, eski bir büyük çiftlik sahibi olduğunu, ray ticareti
yaptığını öğrenmişti. İşte toplantı başlıyordu. Nosov ayağa kalkı
yor, sert bir sesle içeridekilere soruyordu, "Bir yalana inanılır, iki
yalana inanılır. Siz bu yalancıya hala inanıyor musunuz?" Herkes
bir ağızdan, "Hayır, inanmıyoruz!" diye haykırıyordu.
Kan ter içinde uyanan Jilenkov şu karan veriyordu her defa
sında, "Gidip her şeyi söyleyeceğim. Gençlik acemiliği yüzünden
söyledim bu yalanı" diyeceğim. "Ha demiryolu işçisi, ha demiryo
lu seksiyonu başkanı, bunun ne önemi var?" diyeceğim. "Oğullar
babalarının sorumluluğunu taşımaz." diyeceğim.
Ne var ki, kökenini sakladığını, yalan söylediğini itirafa cesa-
343
reti yoktu. Partiden ablacağından, ablmasa bile yöneticilikte kal
mayacağından korkuyordu. "O zaman ne yapanın ben? Hiçbir
meslek sahibi değilim. Tuğla mı taşıyayım?"
Böyle bir hale düştükten sonra, kendisini görünce saygı ile, ne
zaketle gülümseyen tanıdıklarının, kinle, "Jilenkov olayını duydu
nuz mu? Ne tipmiş yahu!" dediklerini duyar gibi oluyordu.
Jilenkov yıllık dinlenme iznini daima kışın kullanıyor, Kislo
vodsk ve Gagri gibi, kışlan tenha olan dinlenme yerlerine gidiyor
du, çünkü, beklenmedik, istenmedik karşılaşma olanaklan azdı.
Savaştan iki yıl önceki kış tatilini can sıkınhsı içinde geçirdi. Çün
kü, Gagri'deyken, birçok parti yöneticisinin madalyalarla taltif
edildiğini öğrendi, listede kendi adı yoktu. Dönünce, ''Moskovsiky
Bolşevik" gazetesinde İvan Kapitonoviç Nosov'un ölüm haberini
okudu. Ve bu büyük sevinç, aasını çabucak unutturdu. Cenaze tö
reninde söylediği nutuk, herkesi heyecanlandırdı, kadınlan ağlattı,
Nosov'un yaşlı, ufak tefek kansı üç-dört gün sonra kendisine tele
fon etti:
- Güzel sözlerinize teşekkür ederim, evladım, dedi. "Size bir
itirafta bulunayım, İvan Kapitonoviç, sizi pek pek sevmezdi. Oysa
siz onun için ne güzel sözler söylediniz!
Jilenkov, "Neden pek sevmezdi beni?" diye soracak oldu ama,
kendini derhal toparladı, "Neme gerek! Şeytanın işi yok... "
- İnsanın kendini herkese beğendirmesi kolay değil. Değişik
karakterli insanlar az mı!...
Jilenkov'un olumlu bir yanı vardı: İçki içmezdi. Kimi zaman,
kafayı çekmek, biraz gürültü yapmak, şarkı söylemek istiyor, f�kat
korkuyordu. "Ayığın aklında olan şey, sarhoşun dilindedir. Olur
da ağzımdan bir söz kaçınnm ..."
Jilenkov'un av tüfeğinden başka silahla hiçbir ilişiği olmamış
b. Av tüfeğini de, kimi yüksek makamdaki yöneticilerin ava olma
lan yüzünden sabn almışh. Dağda bayırda gezerken onlarla yakın
344
ilişkiler kurma olanaklannı buluyordu. Fakat öyle oldu ki, topog
rafya haritası ile okul haritası arasında bir aynm yapamayan ve as
kerlik işlerinden hemen hemen hiç anlamayan Jilenkov, savaş ön
cesinde 32. Ordu Askeri ŞO.ra üyesi olarak atandı, tuğkomiser ün
vanı verildi kendisine.
Gizli haber bültenini okuma olanaklanna kavuştuktan sonra
yine korkulara kapıldı. Bu kez anketten değil, Almanlardan. Onla
rı yenilmez bir güç olarak görüyordu. Birkaç gün içinde, Narvik ve
Girit istilalarını, Polonya'nın, daha sonra Bah Avrupa ülkelerinin
ezilişlerini, Hitler tümenlerinin Majino hattını dolaşarak Paris'e va
nşlannı dehşete kapılarak okudu.
Hitler Almanyası, Sovyetler Birliği'ne saldırdı. Almanlann ilk
zaferleri Jilenkov'da ne huzur bırakh, ne düşünme yeteneği. "Her
şey bitti. Sovyet iktidarına son verecek bu Hitler. İki kere iki dört
eder gibi kesin bir gerçek bu. Komiser olduğum için beni bir direk
te sallandıracaklar. Durmamalı, bir şeyler yapmalı. Yoksa bir tahta
kurusu gibi ezecekler, tozumu savuracaklar. Bir iz bile kalmayacak
benden."
Ve Kızıl Ordu eri üniforması sağlayarak fırsat kollamaya baş-
ladı.
Doğum tarihiniz?
Bin dokuz yüz on, Herr Subay.
Çavuş Hekman, hoşlandığı savaş tutsağının yanlışını düzeltti
(Er Keler yanında olmasaydı bunu yapmayacakh).
- Çavuşum ben, Maksimov, subay değil. Mesleğiniz?
- Benim mi? İyi direksiyon kullanınm.
Çavuş sevindi:
- Auto? Zer gut! Çalışmak ister misin?
Jilenkov: ''Mezara gitmektense çalışmak daha iyi. İleride neler
olur, allah bilir, .. " diye düşündü ve sonra:
345
İsterim elbette, dedi.
Zer gut.
Elimden geldiği kadar çabalayacağım, Herr Subay...
Hekman'a bu kez de subay dedi, çünkü, yağlı yemeğin daha
lezzetli olacağını biliyordu.
Jilenkov, geceyi, diğer savaş tutsakları gibi dışarıda geçirmedi,
Semlevo kıyısındaki bir boş evde, iki Alman şoförle birlikte yath.
Şoförler, sabah erken erken kahvalh almaya gittiler. Jilen
kov'a, margarin sürülmüş, üstüne de domuz söğüşü konmuş bü
yük bir sandviç verdiler. Et, kağıt gibi inceydi ama, ne de olsa etti.
Aynca bir bardak da kahve uzathlar. "Yaşanabilir... Hele bakalım,
ileride ne olacak... "
346
olduğunun Almanlara duyurulacağından korkuyordu.
Bir olay yine yüreğini ağzına getirdi. Bir akşam, arabalan dur
durdular, Jilenkov da Alman şoförlerle birlikte akşam yemeğini ye
di, sonra geceyi geçirecekleri eve gittiler. Jilenkov, her zamanki gi
bi sobayı yakhktan sonra Almanlann yanına oturdu. O zamana
dek hiç görmediği kara kuru biİ" astsubay geldi yanlarına. Savaş
tutsağına ters ters bakhktan sonra, yüzünü buruşturarak tabanca
sını kılıfından çıkardı.
Astsubayın karakterini iyi bilen şoförler:
- Rus! İvan! Kaç! diye bağırdılar.
Jilenkov'un rengi attı, şaşkınlıkla yerinden kıpırdayamadı.
- Fırla, kaç!
Jilenkov astsubaya arkasını döndü, etrafına bakınarak. olduğu
yerde ayak değiştirmeye başladı.
- Fırla, kaç!
Jilenkov, iki kat eğilerek kap\ya doğru hızlandı. Silah sesini
duyunca kirli yere upuzun uzandı. Almanlar kahkahayı bashlar. Ji
lenkov, şaşkın şaşkın ötesini berisini yoklamaya koyuldu, yaralı ol
madığını anlayınca doğruldu. Astsubayın kahkahalan ötekileri
bashnyordu. Yumuşak bir sesle:
- Ben şaka yaptım İvan, dedi ve tavanı gösterdi: Oraya ateş
ettim.
Ve Jilenkov'a sigara verdi.
Jilenkov akşam yemeğini acele acele yedi, kaşığını yaladı ve
verilen sigarayı yaktı. Şoförlerin yüzlerinde hala gülümseme vardı.
Jilenkov da isterik bir gülüşle gülmeye başladı.
İkinci haftanın sonlanna doğru Jilenkov'u Gjadsk'a gönderdi
ler. Gidişinde büyük demir varillerde yakıt götürdü. Dönüşünde,
bıçkıhaneye uğrayarak ölen subaylar için tabut yüklemesi emredil
di. Bıçkıhane avlusunda, son günlerde en korktuğu şey başına gel
di, bir tanıdıkla karşılaşh.
347
Gjadsk Orman İşletmesinin �kçisi Çemikov'un kendisini ta
nımayacağını sandı ilk önce. Sakalı uzamışh, sırhnda kirli, yırhk
pırhk bir pamuklu vardı. Böyle bir insanın kişiliğinde, ormana en
modern av tüfeği ile gelen, karnı tok, kendini beğenmiş Jilenkov'u
tanımak kolay değildi elbet.
Fakat, Çernikov Jilenkov'u tanıdı ve bıçkıhaneyi yöneten su
baya koştu.
Subayla silahlı askerler kamyonun önünde durunca, Jilenkov
dondu kaldı, bütün gücünü yitirdi, kabinden inemedi, indirdiler.
Bu kez kendisini bir çavuş değil, SS' den, pembe yanaklı, _çene
si çukur, tatlı gülümsemeli hauptştrumführer sorguya çekti. Ne ba
ğırdı, ne sinirlendi. Haklıydı da; savaş tutsağı her soruyu seve seve
ve aynnhları ile yanıtlıyordu. Gözlerindeki huzursuzluktan onun
katkısız bir korkak olduğunu anladı.
Gerçek soyadın?
Jilenkov.
Askeri rütben?
Tümgeneral.
Hauptştrumführer yerinden sıçradı. Bir iri balık yakalamışh.
Hem de nerede? Çam tahtalarından yapılan ıssız bir bıçkıhanede.
Jilenkov, askeri rütbeyi, sonunun nereye varacağını düşünme
den, bir anda uyduruvermişti. Alman'ın sevindiğini görünce iyi bir
iş yaptığı kanısına varmışh. "Kim olduğunu nereden anlayacaklar.
Tümgeneral işte. Yağlı yemek daha lezzetlidir. Öyle bir şaşırdı ki,
yerinden bile sıçradı..."
Jilenkov, daha o gün, Alman Kara Kuvvetleri Genel Kararga
hının bulunduğu Detsen' e uçakla gönderildi.
"UTANMIYOR MUSUN?!"
Vlasov'la Ştrikfeld, Hamelburg kampına vardıkları zaman,
yüzbaşı, oradaki Ruslarla konuşmak istemedi:
348
- Size engel olmak istemem. Kendi aranızda anlaşın, dedi ve
gülümseyerek ekledi:
- Zaten bütün olup biteni bana bildirecekler.
Zakutni haklı çıkh. Malişkin her şeye hazırdı.
- Sizinle konuşmak istiyorum, Bay Malişkin. İlginç bir işe
başlamak üzereyim.
Malişkin gülümsedi:
- Beni kadeh arkadaşı mı yapmak istiyorsunuz? Çenenizi
hiç yormayın, Andrey Andreeviç... Her şeyden haberliyim ve bu
yüzden düşünme olanağı da buldum. İlkesel olarak razıyım. Sade
ce bazı koşulların açıklığa kavuşturulmasını istiyorum.
- Buyurun, sizi dinliyorum.
- Beni başkan yardımcısı yapacaksınız. Sanmayın ki, kendi-
mi dev aynasında gören bir insanım... Hfiyır... Açık konuşayım,
Andrey Andreeviç; küçük adam olmaktan bıkhm usandım arhk.
Kızıl Ordu'ya birçoklarından önce girdiğim halde, bir türlü albay
lıktan yukan çıkamadım.
- Biliyor musunuz ki, Vasiliy Födoroviç, kırk birin Ekim
ayında tuğgeneralliğe terfi ettirildiniz.. O zaman siz, Viyazma'da
.
• Malişkin:
- Geç kaldılar, �iye yüzünü buruşturdu. Değerimi daha ön
ce anlamalıydılar. Boş ver. Evet, sözüme gelelim, Andrey Andree
viç. Yalnız başkan yardımcılığı... Kabul ediyorsanız, bundan sonra
ki işbirliğimiz üzerinde konuşabiliriz.
349
- Neden kabul etmeyeyim. . . Siz, Bay Zakutni'yi hesaba kat
mazsak, bu konuyu görüştüğüm ilk insansınız. Bu bakımdan, hak
kınız.
- Ala ... Şunu derhal söylemeliyim ki, Zakutni'yi ciddi bir in
san yerine almayın. Küçük adamdır. Bizim bu kampta birkaç gün
kaldı ve çok kötü izlenimler bırakh. Sarhoş, kendini beğenmiş, kaz
kafalı...
- İyi ama, Propaganda Bakanlığında çalışhğını ve bildiriler
yazdığını söylüyor.
- Okuduk yazdıklannı... Hava cıva ... Yazısız yanları ile sa
dece ayakyolunda işe yarar...
- Almanları nasıl buluyorsun?
- Henüz acemi olduğunuz belli. Onlarda da düzensizlikler
var... Fakat, onları değerlendirmek bizim işimiz değil. Gelin, sizi
Truhin'e götüreyim. Buranın Rus komutanı o...
350
- Birçok defa öneride bulundukları halde Komünist Partisi' -
ne girmedim. Giremezdim. Bin dokuz yüz on dokuzda Troçki de
çok ısrar etmişti. Benim Bolşeviklerle görülecek eski hesabım var,
Andrey Andreeviç. Partimin müsaadesinden söz ettim. Burada söz
konusu olan parti, birinci partidir. Yani, RHEP.
- Benim için önemli ofan, ilkesel bakımdan razı olup olma
dığınızdır, Bay Truhin.
- İlkesel olarak razıyım. Çünkü, benim için olduğu gibi, si
zin için de baş ilke, Rusya'yı komünistlerden kurtarmakhr. Bütün
ömrümce bu özlemle yaşamışımdır.
351
- Centilmence davrandı, diyerek onun bu jestini övdü. Bu
rada kalsaydı, bana akıl vermeye kalkışacakh. Böyle şeylere bayılır.
Sizi dinliyorum, majeste...
Vlasov hayretle sordu:
- Majeste de n'oluyor?
- Neden olmasın? Alışın... Büyük bir işe başlıyorsunuz, say-
gı görmeniz gerek... Rütbe dizisi listesini anımsıyor musunuz?
Hepsi on dörttü, sizin rütbeniz üçüncü dereceydi. Şunu bilelim ki,
imparator efendimiz Büyük Petro, bu listeyi hazırlarken ne yaph
ğını biliyordu. Rütbe dizisi ile, basit halkta, yüksek mevkidekilere
karşı saygı duygusunu aşılamak amaanı güdüyordu. Sizi dinliyo
rum, majeste ... Komüniştlerde tek bir hitap sözcüğü var: Yoldaş.
Dilde sanki başka sözcük yokmuş... Kadınlar da yoldaş ... Bayan, fe
na mı? Ya da madam? Affedersiniz, sizi dinliyorum.
Blagoveşçenski, bu kez "majeste" demedi. Vlasov'un canı sı
kıldı buna. Kendi kendine, "Üşendi kerata" dedi. İvan Alekseeviç,
onun bu düşüncesini sezmiş olacak ki, ekledi:
- Majeste...
Vlasov, içinden, "Görüyorum ki, ötekilerden daha kurnazsın!"
dedikten sonra söze başladı:
- Size ajitasyon yapacak değilim, İvan Alekseeviç...
- Gerçekten de gereksiz bir şey bu. Lafı dolaşhrmadan ko-
nuşalım. Rus Komitesine girmemi önereceksiniz, memnuniyetle
kabul ediyorum.
- Çok iyi. Ben de bunu önerecektim. Tarafınızdan tam bir
anlayış gördüğüm için mutluyum.
- Bu işi ben çoktan düşünmüştüm.
Vlasov yine kendi kendine söylendi: "Ah, cambaz seni! Sen de
başkan yardımcılığına adaysın galiba!"
- Andrey Andreeviç, burada bir örgüt içinde birleşmezsek
dumandır halimiz. Almanlar, bizi, tahta kurusu gibi birer birer
352
ezerler. Beni yanınızda sayabilirsiniz.
Vlasov'un düşüncelerini yüzünden okumuş gibi, öngörülü
lükle ekledi:
- Kayıtsız koşulsuz sizinleyim. Fakat, müsaadeniz olursa, si
ze zaman zaman danışmanlık edebilirim...
- Bu sözler beni memnun' ediyor.
- "Ayır, buyur" sloganını anımsıyor musunuz? Bir Bolşevik
sözcüğü kullandığım için özür dilerim. Alışkanlık. Ben size bam
başka slogan öneriyorum: İlk önce birleştir, sonra ayır ve buyur. Si
ze, yararlı insanlar önerebilirim. Buraya sizden önce geldim, bu
yüzden, durumu daha iyi biliyorum. Çökmek üzere olan Sovyet
0
egemenliğinin düşmanları burada, Paris'te, Prag'da ve diğer yer
lerde de fazlası ile var. Şimdi bunlar kapınızı çalacaklar. Aralannda
alçaklar, dalkavuklar da az değil. Böyleleıjni yaklaşbrmamak ge
.
rek. Fakat, kanımca, bunun zamanı değil. Deride, gerektiği zaman,
bunları kesip, çöp tenekesine atanz. Şimdi değil ama. Şimdi birle
şelim... Bence General Krasov'u görmeniz hiç de kötü olmay�cak.
- Şu bildiğimiz Krasov'u mu?
- Ta kendisi. Romanlarını okudum burada. Modası geçmiş,
fakat ilginç şeyler... Profesör Rudnov Paris'ten geldi. Ayağı yanmış
it gibi dolaşıyor. Yaşlı. Olsun. Onun da yeri var. Jrebkov da bura
da. Daha genç, enerjik ... Her ikisi de eski mültecilerden, etkili kişi
ler arasında tanıdıkları çok. Jrebkov'un Londra çevreleriyle bağlan
hlan var. Bizim için çok önemli bu...
Vlasov, ilgi ve memnuniyetle dinliyordu. "Akıllı it!" dedi için
den ve birden şu öneride bulundu:
- Sizi başkan yardımcısı yaparsam, bir itirazınız olur mu?
Ne dersiniz bu önerime?
- Kendim için bir onur sayanın bunu. Fakat, böyle önemli
bir mevkiye layık değilim. Majeste, ben, gölgede kalmaya alışmış
bir insanım -gülümsedi- malum ya, insan gölgede daha az terler.
353
İş konusunun dışında şundan bundan ve ortak tanıdıkların
dan da konuştular ve anladılar ki, gençliklerinde, her ikisi de ünlü
bir balerine uzaktan, platonik olarak aşık olmuşlar.
- Hoş günlerdi...
- Evet, hoştu ...
Her ikisi de papaz okulunda okuduklarını anlayınca pek se-
vindiler.
Ben Nijnogorot seminaryasındaydım.
Ben de Kostromo'dakinde.
Bizimki daha iyi idi. Sıkı bir disiplini vardı.
Bizimki de öyleydi. Hele bir papaz doktorumuz vardı. Ku
lağımıza eğilip öyle bağırırdı ki, kulaklarımızı kökünden söküp at
mak istiyordu sanki.
Sağlam bir öğrenim de verirlerdi.
- Ne yazık, oradayken karşılaşmamışız.
- Siz kara kuvvetlerindeydiniz, bense sahil savunmada. Son
zamanlarda Libava'daki askeri deniz okulu komutanıydım.
Şimdiki göreviniz ne, İvan Alekseeviç?
Vuyhavze'deki gençler okulu şefiyim.
Nasıl okul bu?
Bolşevik tutsaklığından kurtarılan bölgelerden, on iki-on
dört yaşlan arasında çocuklar topladık.
- Ne amaçla?
- Almanlar, belediye başkanı ve polis gibi idareci kadrolar
hazırlamak istiyorlar. Fakat perspektifsiz bir iş.
- Neden?
- Ölüyorlar. Bütçe küçük, beslenme kötü. Onlar da durduk-
ları yerde duramıyorlar, koşuyorlar boyuna. Geçen ay beş yüz ço
cuktan iki yüz kırkının künyelerini sildik.
Neden sildiniz?
- Öldüler, ne yapılır ki... Allah rahmet eylesin masumlara.
354
Vlasov'un kafasından "Ama senin yüzünden kan damlıyor."
düşüncesi geçti.
Candan iki dost gibi ayrıldılar.
Vlasov, neşeli bir sesle:
- Bay Ponedelin'i getirin yanıma, emrini verdi.
Truhin gülümsedi:
- Onunla biraz güç anlaşacaksınız, Andrey Andreeviç. İnat
bir adamdır, dedi.
- Olsun. Yola getiririm onu ben.
On İkinci Ordunun eski komutanı Ponedelin, kırk birin Ağus
tos ayında Güney Batı Cephesinde tutsak düşmüştü. Konuşmaları
kısa sürdü.
Ne istiyorsun benden, Vlasov?
Konuşalım dedim.
Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok:
Bence var.
Varsa, konuş kendi kendine.
Ve çıktı. Truhin'e:
- Bir daha bu rezilin yanına çağırmayın beni, dedi.
Sekizinci Kolordu eski komutanı General Snegov'la konuşma-
dan da bir sonuç alınamadı. Ama, Snegov, hiç olmazsa dinledi.
- Ne dersiniz, Bay Snegov?
Snegov derin bir nefes alarak tabureden kalktı:
- Utanmıyor musun Vlasov? dedi.
Kapıya doğru yollandı. Kapıyı ayağı ile itti, açılmadı.
- Amma rezillik ha! diye hınçla söylendi. Açılmayan kapıya
·
355
- Senin için çıkış yolu yok, Vlasov. Benim için görüyorsun
ki, var.
Akşam yemeğini, kampın Alman komutanı Albay Pelet'Ie bir
likte yediler. Biraz da içtiler. Mezeler şöyle böyleydi, fakat günün
koşullarına göre fena sayılmazdı: Balık, kaynatılmış patates, taze
lahana garnitürlü sosis (üçer parça). Albay Pelet yeşil lahanaya ba
yılıyordu.
Ştrikfeld kadeh kaldırdı:
- Führer'in sağlığına, baylar.
Hep bir ağızdan:
- Hayl! diye bağırdılar.
Albay, misafir için de kadeh kaldırılmasını önerdi, Vlasov için
içtiler.
Truhin, Alman üniforması ile idi. Başını öne eğmişti. Yüksük
ten de küçük kadehlerle içki mi içilirdi! Çıkh, cebindeki şişeden
gizlice içti ve biraz kafayı tuttu. HŞ-D Subaylar Kampından ve Ab
verofisier' den kendisine verilen kimlik karhndan Vlasov' a övgü ile
söz etti. Bunda şöyle deniyordu: "Subaylar Kampında 49 numara
ya kayıtlı olan Rus savaş tutsağı General Födor Truhin, Rus Ulusal
İşçi Partisi (Komünizmle Savaşım Komitesi) üyesidir, bizim çıkar
larımız için kullanılmaya elverişlidir." Sağda kıvrım kıvrım bir im
za, solda, gamalı haçlı mor bir damga.
- Siz bu partiden söz etmediniz bana. Üçüncü partiniz mi
yoksa?
Truhin:
- Sözünü ettiğim partinin bir kolu bu, diye homurdandı.
Ştrikfeld saatine bakh. Vlasov, kalkma zamanının geldiğini
anladı ve kalkh.
Geceyi, Truhin'in odasında geçirecekti. Truhin, bir çekmece
den bir şişe çıkardı, bir yerden sıcak patates ve kaynamış iki yu
murta getirdi:
356
- Şimdi bizdeki gibi yiyip içeceğiz, dedi.
Çenesi boyuna işliyordu:
- Burada, kuzenim Yuriy Andreeviç Tregubov'la buluştum.
Çoa.Hduğumuzda sık sık görüşürdük. Sonralan Bolşevikler yüzün
den ayrıldık birbirimizden.
- Nasıl buluşabildiniz, FÖdor İvanoviç?
- Bu kampın Rus komutanı olarak bir kart verildi bana. Bu-
nunla her yere serbestçe gidebiliyorum.
- Bütün Almanya'da mı?
- Bazı sınırlamalarla ... Fakat, bu da yetiyor bana. Kuzenim
de işini uydurmuş burada. Telefon Fabrikasında baş mühendis. Si
zi mutlaka tanışbracağım. Brunst, Redlih, Evreinov gibi pek sevim
li, bizim insanlar onun evinde sık sık toplanıyorlar.
- Beyazlardan mı bunlar?
- Çoğu. Aralarında eski Sovyet insanları da var. Askeri ha-
kim Krupoviç ilginç bir kişi. Bolşeviklere yirmi beş yıldan fazla hiz
met etmiş, Prens Oldenburski'nin oğlu olduğunu kimse aı:ılama
mış. Kurnaz mı kurnaz ... Bunlardan bazıları ile tanışbracağım sizi.
En başta mutlaka Sergey Nikolaeviç Sverçkov'la.
- Kim o?
- Eskiden artistmiş. Bir ara MHAT'da (Moskova Sanat Aka-
demi Tiyatrosu) çalışbğını söylüyor. Bence yalan. Allah kahretsin
bunları. Herkes, kendi bildiğince yaşam öyküsü uyduruyor bura
da. Jilenkov, kendini tümgeneral olarak yutturdu. Gelelim Sverç
kov'a. Bizim partinin programını hazırlayan odur.
Affedersiniz Födor İvanoviç, hangi partinin?
- Bizim ana partimizin, Halk Emek Birliğinin.
- Siz onun adını başka türlü söylemiştiniz. Kimlik kartınız-
da Rus Ulusal İşçi Partisi olarak anılıyor.
- Basit halka da bir şeyler vermek gerek Andrey Andree
viç... Size, Bay Astafiev'i tavsiye ederim. Bu genç, bugünlerde Pa-
357
ris'ten geldi. Ölen babası, belleğim bana ihanet etmiyorsa eğer,
devrimden önce büyük bir tüccardı ya da tarih profesörü idi. Jereb
kov'un bana anlathğına göre, Bay Astafiev Almanya'ya yalnız sizin
için gelmiş. Birinden sizin niyetinizi öğrenir öğrenmez sizi sevme
ye başlamış. "Ben demiş, vatanımın komünist zehirinden kurtarıl
ması uğrunda Vlasov'un ardından ateşe ahlmaya hazınm." Dinli
yor musunuz beni: Andrey Andreeviç?
- Bütün dikkatimle dinliyorum. Astafiev, dediniz, değil mi?
Bellemem gerek bu adı.
- Yazın: İvan Apolonoviç Astafiev ... Pek sevimli bir genç...
Şvetsov'la da tanışhracağım sizi. Bilgili bir bay, Moskova Pedagoji
Enstitüsü'nün direktörü imiş ... Şunu söylemeliyim ki, bilimsel kad
rolarımız pek az. Bilimler Akademisi muhabir üyelerinden Nikolay
Nikolaeviç Pope, Profesör Andreev, Leningrad Finans Enstitüsü'n
de öğretim üyesi Koşkin, bir de soyadı belleğinde iyi kalmamış Gri
şaev mi, Grişkin mi, Edebiyat Enstitüsü öğretim üyelerinden biri
var ki, boşboğazın, gevezenin biri. Bize pek yararı olmayacak. Alek
sandr Ardalönoviç Almazov ise ciddi bir adam. Yalnız, İngilizlere
kaçmaz inşaallah, çünkü büyük bir İngiliz yanlısı. Blümental-Ta
marin'le tanışmıyor musunuz? O da Almanya'da. Königsberg'de
radyo sözcüsü. Ağzı kalabalık bir bay. Kendisini pek sevemedim.
Truhin saatine bakh:
Affedersiniz, benim gitmem gerek.
- Bu vakit nereye gideceksiniz?
- Teftişimiz var. Baskın arama-taramalarına böyle diyoruz.
Benim rezillerin uyudukları saat bu. Gidip kaldırıyoruz. Çabuk dö
neceğim. Sadece direktiflerimi vereceğim.
Çıkarken:
- Siz yahn, dedi ve kapıyı dışarıdan kilitledi.
Vlasov soyunurken aklından şunları geçiriyordu: "Küçük
adamsın Födor İvanoviç, çok küçük adam ... Moskova'da Frunze
358
Akademisi'nde taktik dersleri veriyordun. Beş günlük bir Genel
Kurmay Başkan Yardımcılığın var. Şimdi tutmuş arama baskınları
yapıyorsun. Seninle işbirliği yapmak değer mi diye düşünüyorum
şimdi. Sonra, akıllı başkan yardımcısı neyime benim ... Zaten Al
manlara, Ştrikfeld'e tamamıyla bağımlı durumdayım. Bana şeflik
yapacak bu adam. En iyisi, Truhin'e de, Blagoveşçenski'ye de boş
vermeliyim... "
Pencereyi bir projektör ışığı yaladı, çoban köpekleri uludu, bir
silah sesi duyuldu. "Teftiş başladı" dedi Vlasov.
Kapı çalındı.
Kim o?
- Zakutni... Açın, Andrey Andreeviç.:.
- Anahtarım yok. Födor İvanoviç'te anahtar.
Zakutni güldü:
- Kilit altında mı tutuyor sizi bu kütük? Şimdi gidip bulu
rum onu ben ...
Vlasov, onun buraya, İmparatorluk Güvenlik Dairesinin bü
yük şeflerinden biri tarafından gönderildiğini sonradan anlayacak
tı. Çünkü Zakutni, Vlasov'un tutsak generallerle yaptığı konuşma
lar üzerinde ayrıntılı sorular soruyordu.
- Ponedelin, açıkça görülüyor ki, işimize yaramayacak ..
Snagov da aynı soydan. Bırakın onları, Andrey Andreeviç. Ben si
ze bir general daha hazırladım. Dokuzuncu Ordu Komutanı Miha
il Födoroviç Lukin. Eski Rus Ordusu teğmenlerinden.
- Bir zamanlar Moskova Garnizon Komutanlığı yapmış olan
Lukin mi?
- O. Yalnız, Hamelburg'da değil. Ya Lukenvalde'de ya da
Vusturay'da. Bulacağız.
- Ah, bir razı olsa... Lukin bu ... Şaka değil, bütün ordu tanı
yor onu.
GENERAL Luı<iN
Smolensk çarpışmalarının en önemli sonucu şu idi: Kızıl Or
dulular olağan�stü bir direniş gösterdiler. Sadece, düşmanın güçlü
baskısı karşısında dayanmakla kalmadılar, aynı zamanda, ona, his
sedilir darbeler indirdiler. Sovyet birliklerinin bu direnişi karşısın
da Almanlar, savaş arenasının bu kesiminde saldınlannın hızını
büyük ölçüde yavaşlatmak zorunda kaldılar. Kızıl Ordu, düşma
nın, güçlü de olsa, yenileceğini kanıtladı. 1941 yılı Haziranının son
larına doğru, 16. Ordu, 20. Ordunun da yardımı ile Hitlercileri geri
letti ve Smolensk'in bir kesimini ele geçirdi.
Smolensk'i elden çıkarmak istemeyen Alman komutanlığı, bu
bölgeye taze tümenler getirdi ve 1 6. Ordu ile 20. Ordu'ya yandan
ağır darbeler indirerek, bunları çember içine aldı. Fakat Sovyet or
duları, çetin çarpışmalar vererek çemberde gedik açmaya muvaf
fak oldu. General Mihail Födoroviç Lukin, o sırada 16. Ordu komu
tanıydı.
360
kin, sonra, topçuların geçmesini emretti. Onların ardından piyade
nin geçişi başladı.
Geri çekilmenin düzene girişi karşısında rahatlayan ve bu dü
zenin bir süre bozulmayacağından emin olan Lukin, arabasına
doğru yürümeye başladı. Bu ;;ırada karşıdan bir kamyon belirdi.
Büyük bir hızla, zigzaklar yaparak, nehir üzerindeki pontona doğ
ru uçuyordu. Çılgınca gelen araba karşısında herkes, iki yana sıçrı
yor, yere yahyordu. Lukin şoförü gördü; yüzü kireç gibiydi, gözle
ri iri iri açılmışh, hareketsizdi, donup kalmış gibiydi bu gözler. Ge
neral, korkudan çılgına dönmüş, paniğe kapılmış birçok insanlarla
karşılaşnnşh. Bunlar, kendi yaşamlarını ku.rtarmak için başkalarını
harcamaktan çekinmeyen kimselerdi.
Lukin tabancasını çekerek kamyona doğru yürüdü:
- Dur alçak!
Şoför, hızla çevirdi, araba devrilecek gibi oldu, durdu.
Komutanlar, yere yuvarlanan komutanlarının yanına koştular.
Lukin:
- Bir şey yok, bir şeyim yok, diyerek ayağa kalkmaya çalışı
yor, fakat kalkamıyordu. Tekerlek sağ bacağını kırmışh. Daha ora
da demir çember içine aldılar. General, arabasından geçişi izliyor
du. O gün, o saatlerde bu, onun en önemli işiydi.
Savaş tarihi, savaş meydanlarında, su dolu siperlerde, tankla
rın ileri ahlışlarında, pike yapan bombardıman uçaklarının şiddet
li uğultularında, taarruzlar ve geri çekilişlerde, düşmanın kuşahl
masında, piyadenin cephe taarruzlarında, topların gümbürtülerin
de yarahlır.
Savaş bültenlerinin, "cephelerde yeni bir şey yok" dediği, sa
vaş araçlarının sustuğu, sadece, soluklarını kısmış bir halde düş
man mevzilerine doğru süründükleri zamanlarda bile savaş tarihi
yarahlır. Zira savaş tarihi, her şeyden önce, önceden planlanmış,
düşünülmüş ya da rastlantılı, akıllı veya budalaca, cesurca ya da
361
korkakça, türlü türlü insan davranışlarının bir toplaondır.
Savaştan sonra, kendilerinin veya düşmanın binlerce belgesi,
emirler, genelgeler, istihbarat raporları, yazılmış telefon konuşma
ları, şifreleri çözülmüş telgraflar, anılar, askeri tarihçilerin ellerinde
kitaplaşır. Şu veya bu cephenin, şu ya da bu ordu kesiminin duru
mu açıklığa kavuşur.
Ve çarpışmalara kahlmış olanlar, şu veya bu hareketin yürü
tülmesinde kendilerinin ya da düşmanlarının yaphklan hataları,
kararlarının hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu anlama
ya başlarlar.
Kısacası, tüm savaşın gidişah, dönüm noktalan, şu ya da bu
operasyonu ve epizotları üzerindeki tarhşmalann yıllar yılı sürüp
gitmesine karşın, her şey az çok açıklığa kavuşur.
362
Grubu", Orgeneral Höpner komutasındaki 4. Tank Ordusu ve da
ha iki kolordu ile güçlendirildi. Orgeneral Guderiyan'ın komuta
sındaki 2. Tank Ordusu, Güney'den alınarak Moskova yönüne,
Merkez'e getirildi.
Orgeneral Got'un komutas�ndaki 3. Tank Ordusu, Merkez Or
dulan Grubunun sol yanına yardıma gönderildi. Merkez Ordular
Grubu'nun Moskova taarruzu 8. Hava Kolordusu tarafından des
tekleniyordu.
Düşman, Moskova'yı savunan Sovyet birliklerinin karşısına,
toplam bir milyon kişilik 77 tümen, 1700 tank, 20.000 kadar havan
topu ve bine yakın uçak yığmıştı.
Kasırgasal bir zafer kazanacağını uman Hitlerci komutanlık,
hazırlandığı harekete "Tayfun Operasyonu" adını vermişti. Bu
umudunu şu temele dayandırıyordu: Von·Kluge komutasındaki 4.
Ordu Polonya ve Fransa'nın bozgununa katılmıştı. Höpner Got ve
Guderiyan'ın tank ordularının komutanları, Belçika ve Fransa si
lahlı kuvvetlerini perişan etmişler ve yenilmezlik ününü kazanmış
lardı.
Sovyet halkının Best kalesinde ve Liepaya'daki çetin direnişi,
Alman silahlı kuvvetlerinin Smolensk bölgesinde giriştikleri "yıldı
rım" taarruzunun tutukluk yapması ve Elniya' da yenilgiye uğra
ması, Hitler için, stratejik önemi olmayan rastlantılardı.
"Tayfun", önüne gelen her şeyi silip süpürecek ve Moskova
yolunu açacaktı.
Operasyonun hazırlanması sırasında Hitler şöyle demişti:
"Moskova öyle bir çember içine alınmalı ki, hiçbir Rus; asker, er
kek, kadın ya da çocuk, hiçbir Moskovalı bu çemberin dışına çık
mamalı, her çıkış çabası ezilmelidir." Rayhskansler, büyük söz söy
lemesini biliyordu. O zamanlar bu sözler etkili de oluyordu.
"Merkez" orduları grubu, 30 Eylül-2 Ekim arasında, darbeleri
ni Batı, Rezerv ve Briyansk cepheleri üzerine yoğunlaştırdı.
363
Taarruzun başlamasından sonra Hitler, askerlerine şunları
söyledi: "Düşmanın daha kış basmadan ağır bir darbe albnda ezil
mesi için, son üç buçuk ay içinde gerekli her şey yapılmış, insan gü
cünün gerçekleştirebileceği tüm hazırlıklar tamamlanmışhr. Bu yı
lın son ve kesi'n savaşı başlamış bulunuyor." Rayhskansler Adolf
Hitler, bazen coşkulu konuşuyordu. O zamanlar bu da etkili olu
yordu.
General Lukin, Smolensk çarpışmalarından hemen sonra 16.
Ordudan 20. Orduya atandı. Daha sonra da 19. Ordu Komutanlığı
na verildi.
Şiddetli savunma çarpışmaları sırasında yapılan bu değiştir
melerin, amaca uygun olup olmadığını anlamak güçtü. Ne var ki,
disiplin son derece önemliydi. Bundan başka, en üstün bir sağdu
yunun varlığına inanılıyordu.
19. Ordu, Eylül sonlarında Viyazma'nın bahsında savunma
savaşları veriyordu. Alman komutanlığı, Lukin'in J..<uvvetleri karşı
sında Got'un 3. Tank grubunu ve Ştraus'un komutasındaki 9. Ordu
tümenlerinden bir kısmını yoğunlaştırdı. Lukin'in sağ kanadında,
hemen yanı başında, Orgeneral Homenko'nun 30. Ordusu, sol ka
nadında da kendisinin daha önce komuta ettiği 16. Ordu vardı. Lu
kin'in ordusunun biraz ardında, Viyazma' nın güney doğusunda
Yed ek Cephenin, Korgeneral Vişnevski'nin komutasındaki 32. Or
du bulunuyordu.
Kırık ayağındaki demir çemberi bir buçuk ay kadar taşımış
olan Lukin, bacağını muayene eden doktorun kemiğin kaynaşhğı
nı söylemesi üzerine pek sevindi. Cephe komutanı ile Askeri ŞOra
üyesi bir gün yanına geldiler. Askeri Şura üyesi belki acıdığından,
belki de sakınganlığından:
- Böyle komutanlık olur mu! Hastaneye gönderilsin, dedi.
Cephe komutanı, askerliği zamanındaki siper yaşamını anım
samış olacak ki, kahkahalar arasında:
364
- Sıksın büzüğü! dedi.
Ve Lukin "sıktı" gerçekten. Almanların taarruzundan iki gün
önce bacağındaki ağır sargıyı çıkarıp aldılar. O zamana kadar ken
dine güvenini zaten yitirmişti, cesareti daha da arttı .
Lukin, kendi ordusunun durumunu iyi biliyordu. Ordusunun
karşısındaki düşman kuvvetleriiıin durumunu iyi bilemezdi elbet
te. Fakat, yine de birçok şeyler biliyor, birçok şeyleri de seziyordu.
Kesinlikle bildiği bir şey vardı: Hitlerciler çok yakında taarruza ge
çeceklerdi. Lukin'in istihbaratçıları aralıksız çalışıyorlardı, gerekli
bir "dil" yakalamışlardı. Henüz tam bir güvenle çalışamayan, fakat
her şeye karşın eylemde bulunan partizanla� yararlı bilgiler getiri
yorlardı. Smolensk bölgesinde, işgal altında bulunan yerlerin halk
ları da bu alanda yardım yapıyorlardı. Bunlar, büyük tehlikeleri
göze alarak, cephe hattından kendi askerlerini.n yanına sokulmaya
muvaffak oluyorlardı.
Cephe Karargahı, Eylül ortasından beri, istihbaratçıların ve
havadan yapılan istihbaratın, yeni yeni düşman birliklerinin cep
heye doğru ilerlediklerini saptadıklarını birkaç kez bildirmişti. Al
manların, Duhovşçna bölgesine kuvvet yığdıklarını Lukin biliyor
du. Cephe Karargahı, her türlü istihbarat işine özellikle geceleri hız
verilmesini, düşmanın kesintisiz olarak gerilim içinde tutulmasını,
cephe gerisine sızılmasını, düşman karargahındaki çalışmaların
bütün olanaklarla dezorganize edilmesini emrediyordu.
Savunmayı güçlendirmek amaa ile geceli gündüzlü, gizli ve
sakıncalı çalışmalar yapılıyordu. Derin siperler kazılıyor, tanklara
karşı, eldeki mayınlarla mayın tarlaları meydana getiriliyordu.
İstihbarat uçakları, Eylül ayının son günlerinde düşmanın mo
torlu kuvvetlerinin Yatsevo-Vuhovşçina-Belli yönünde ilerlemekte
olduklarını, Smolensk, Orsa, Vitebsk ve diğer yerlerde yeni yeni ha
va meydanlarının kurulduğunu saptadılar. Sovyet hava kuvvetleri
zayıftı. Eylül sonlarında tüm Batı Cephesinde, işe yarar iki yüz ka-
365
dar uçak vardı. Özellikle, düşmanın motorize hücum kıtalannı her
an bombalamak için gerekli olan TU-2 ve İl ağır borbardunan uçak
lan son derece yetersizdi. Almanlarınkine kıyasla sayıca yetersiz ol
malanna karşın, Sovyet askeri hava kuvvetlerinin pilotlan, düşman
uçaklanna karşı koyabiliyorlardı. Örneğin, sadece 24 Eylül günü
Smolensk Havaalarunda elli düşman uçağı imha edilmişti.
Cephe Komutanı Konev, her türlü istihbarat araçlannın ver
dikleri bilgilere ve tutsak alınan bir Alı'İıan pilotunun ifadesine da
yanarak, 24 Eylül günü, Alman taarruzunun 1 Ekim günü başlaya
cağını bildirdi. Alman pilot, hareketin ya Kaytel ya da Göring tara
fından yönetileceğini ve bunların, bugünlerde Smolensk' e gelmele
rinin beklendiğini söylemişti.
Cephe Karargahı, topçu kuvvetlerinin, tanklara ve hava kuv
vetlerine karşı savunmanın hazır durumda bulunmalannı emretti.
366
gilizce, Fransızca ve Lehçe bildiği, İtalyanca'ya da başladığı, fakat
savaşın engel olduğu yanıtını verdi. Tutsak düştüğü için ne üzülü
yor, ne de seviniyordu, sanki sadece alıştığı bir şehirden bir başka
şehre gidip yerleşmişti.
"Savaşta insanın başına her şey gelir; kimi ölür, kimi yaralanır,
bazıları da tutsak düşer. Asken okulda bize, savaşlarda tutsak düş
menin olağan bir şey olduğunu öğretmişlerdi," diyordu.
Sorgusu sırasında, sınavdaymış gibi bir tutum içindeydi. Elle
ri dizlerindeydi, Albay Maslov'un gözlerinin içine bakıyordu.
Hazırlanmakta olan taarruz için neler biliyorsunuz?
- Taarruz mutlaka olacak. Benim bölüğüm hazır durumda.
- Ne zaman başlayacak?
- Kesin olarak söyleyemeyeceğim. Ama herhalde 1 ya da 2
Ekim'de başlayacak.
- Nereden biliyorsunuz?
- Bizim tabur komutanına gelen zarfın üzerinde "1 Ekim' de
açılacak" emri vardı.
Üsteğmen bütün sorulan yanıtladı. Sorular bitince, kendisinin
de bir soru sormasına müsaade edilmesini rica etti. Sorusu şuydu:
Yakutsk'da en şiddetli soğuklarda ısı kaç dereceye düşer?
Neden ilgileniyorsunuz bununla?
Bize, bütün tutsakları Yakutsk'a gönderdiğinizi söylediler.
Merak etmeyin. Sizi daha yakın bir yere, Moskova'ya yol-
layacağız.
Alman, memnun, gülümsedi:
- Teşekkür ederim.
Üsteğmeni götürdüler. Maslov, kendisinden hiç yararlanılma-
mış olan çevirmene döndü:
Amma ilginç tutsak! Kim yakaladı bunu?
Er Martinov. Gönüllülerden ...
Kendisini mükafatlandırılacaklar listesine yazmalarını
367
söyleyin. Son derecede önemli veriler elde ettik.
368
kin'in ordusu ile 16. ve 20. Ordulann tümenleri 4 Ekim günü çem
ber içine alınma tehlikesi ile karşı karşıya geldiler. Yedek Cep
he'nin 32. Ordusu da aynı tehlikenin içindeydi.
5 Ekim günü hava korkunçtu: Zehir gibi soğuk bir yel esiyor,
sulu sepken kar ahşhnyordu. Siperler vıcık vıcık çamurdu.
Sabahın alaca karanlığında Komutanlık Karargaluna dönmek
te olan Lukin, Topçu Tümeninin yeni mevzilere çekilmekte oldu
ğunu gördü. Kemiklerine kadar sınlsıklam, sıska, böğürleri çök
müş atlar, yapışkan çamurda, toplan güçlükle çekiyorlardı. Pa
muklusu sınlsıklam genç bir er, çamur içindeki körüklü çizmele
riyle, yüzü atına dönük yürümeye çalışıyor, bir yandan da, tatlı bir
'
dille, "Haydi aslanım, az kaldı, dayan!" diye atına yalvanyordu.
Lukin, topçu erlerine bakh: Hepsi de sınlsıklam, uykusuz,
yorgundu, toplan yapışkan çamurdan çı\ca�aya çalışan atlara
,
yardım ediyorlardı. ;Ah" dedi içinden, ''Daha fazla kamyonumuz
olsaydı!"
Sulu sepken aralıksız devam ediyordu.
Lukin, Alman taarrruzu başlayalı beri ordusunun ağır kayıp
lara uğradığını biliyordu. Ne kadar er ve subayının öldüğünü, ne
kadannın yaralandığını biliyordu. Kendisine ölenlere ilişkin rapor
verilirken susuyordu daima. Biliyordu ki, savaşta insan kaybının
önüne geçilemez, kendisi de ölüme karşı bir güvence alhnda değil
di. Bütün bunlan çok iyi bildiği halde, ölüm raporlannı dinlerken,
ölülerin daha az olması için, bir komutan olarak bütün önlemleri
aldım mı, diye düşünüyordu.
Lukin'i en fazla yaralıların durumu endişelendiriyordu. Yara
lı sayısı bir hayli kabarıkh. Kolhozcu küylülerin evleri, samanlıklar,
okullar, köy şi'ıralan, kiliseler, kısacası, çahsı bulunan her yer yara
lılarla dolu idi. Beş evli bir mahalleae Lukin adını anımsayamıyor
du, Viselki miydi, Vovis Dvoriki mi, beş evin beşinde de, yerde,
peykelerde, yaralılar yahyordu. Bir evde, bir yaralı masa üzerine
369
yahrılmışh. Bir havluya sanlı, başı ucunda bir toprak çanak, onun
yanı başında da bir ağaç kaşık vardı.
Beş evli mahallede oralı sadece iki kişi kalmışh; biri, başını ke
şiş kadınlar gibi siyah bir baş örtüsü ile sarıp sarmalamış bir koca
karı, öteki de, on iki yaşındaki torunu. Çocuğun boş sağ yeni, bir
çengelli iğne ile gömleğine iliştirilmişti. Kocakarı, Lukin'e bardak
la su uzahrken, General'in torununa bakhğını gördü ve durumunu
kısaca anlath:
- Kendini göstermek istemiş... Patlamayan bir bombayı al
mış ... Fakat, zamanında atmamış...
Bu beş evde, yüzden fazla yaralı vardı. Kendilerine, askeri
doktor Elizaveta İvonova Sedükovna hizmet ediyordu. Kırk yaşla
rında, kısa boylu, iri mavi gözlü, iyi kalpliliği yusyuvarlak yüzün
den okunan bir kadındı. Kendisine iki hasta bakıcı ile tek kollu oğ
lanın büyükannesi yardım ediyordu.
Lukin sordu:
- Yaralılar arasında yürüyebilenler var mı?
- Yok. Yürüyebilecek durumda olanların hepsi gitti. Burada
kalmaktan korkuyorlardı.
Lukin, "Siz korkmuyor musunuz?" diye soracak oldu. Ama
sormadı. Asıl önemli olan, onların burada kalmalarıydı, yaralılara
ellerinden geldiği kadar yardım etmeleriydi.
Serdükova, üzüntü ile:
- Sargı malzememiz yok, dedi. Evlerde, peşkir, havlu, men
dil, baş örtüsü, yashk kılıfı, çarşaf gibi ne bulduysak kullandık.
İlaçlarımız da bitti.
Lukin, susuyor, verecek yanıt bulamıyordu. Durum son dere
ce ağırdı ve avutucu sözleri söylemesine elverişli değildi.
Bir hasta bakıcı ağlayarak doktorun yanına geldi. General, sı
kıntılı suskunluğuna son vermek istiyormuş gibi, "Ne oldu?" diye
sordu.
370
Hasta bakıcı yanıtını ona değil, doktora verdi:
- Yarbay Grehov öldü, Elizaveta İvanovna.
Serdükova, sessizce kalkh, evlerden birine yollandı. Birkaç
adım athktan sonra döndü:
- Affedersiniz, General Yoldaş.
Hasta bakıcı Lukin'e döndü:
- Doktorun arkadaşı Tatyana Pavlovna Orehova'nın kocası
bu ölen. Tatyana Pavlovna dün öldü, o da doktordu.
Lukin:
- Adınız ne sizin? diye sordu. Sonradan, bu konuşmayı
anımsadığı zaman bu ağlamış kara gözlü, uzun boylu güzel kıza
bu gereksiz soruyu neden sorduğunu anladı. O anda, kendini, bü
tün bu olup bitenlerin suçlusu olarak hissediyordu: Her türlü ger
çek yardımdan yoksun olarak yatan yaralıların, Yarbay Orehov'la
eşinin ölümlerinin, ordudaki güç durumun v� hatta yağmurun şid
detlenmiş olmasının ...
Hasta bakıcı, sanki sivil yaşamdaymış gibi:
- Elena, dedi, fakat kendini çabuk toparladı: Elena Mordi
novna, General Yoldaş. Bir saniye sonra da tamamladı: Teğmen...
Başı açıkh. Yağmur damlaları alnından yanaklarına akıyor ve
gözyaşları ile karışıyordu. Silmiyordu, utanıyordu herhalde, elleri
hazırol durumundaydı.
Yağmur aralıksız yağıyordu.
General Lena'nın peşinden son eve girdi. Sundurmada, ev do
kuması bir alaca kilim üzerinde bir ölü yahyordu. Yüzü, kanlı bir
peşkirle örtülüydü. Lukin, bir ölül'lün yanından değil de, uyandır
mak istemediği, uyuyan, yorgun bir insanın yakınından geçiyor
muş gibi, ayak parmaklarının ucuna basarak geçti.
Başlarını döndürebilecek ve görecek durumda olanlar, başları
nı çevirerek sessizce generale bakhlar. Kimse tek bir soru sormadı.
Yalnız, general, kapının demir tokmağını tutup, başını eğerek kapı
dan çıkmak üzere olduğu sırada, bir kısık ses:
371
Ölecek miyiz burada, General Yoldaş? Yoksa ölmeyecek
miyiz? sorusunu sordu.
İçeridekiler, çok konuşmanın gereksiz olduğunu biliyorlardı,
sadece, o anda en önemli olan şeyi öğrenmek istiyorlardı. Lukin:
- Sizleri cephe gerisine göndermeye çalışacağız, dedi. Fela
ket içindeki insanları avutmak, aldatmak istemiyordu. Ekledi:
- Çalışacağız. Fakat, siz de görüyorsunuz ne büyük güçlük
ler içindeyiz.
- Biliyoruz, General Yoldaş, biliyoruz. Hatta çok iyi biliyo
ruz. Bizim bütün isteğimiz, Almanların eline düşmemek. General
Yoldaş, Moskova teslim edilmedi, değil mi!
Lukin, hayret dolu bir sesle söylendi:
- Bu nasıl söz, evlatlar! Nasıl olur bu!...
372
çünkü çekilirken, düşmanı da ardından sürükleyebilirdin. 19. Or
dunun geri çekilişi düzenli olarak, paniğe kapılmadan gerçekleşti
riliyordu. Özellikle Viyazma bölgesinde, düşmanı peşinden sü
rüklemek son derecede sakıncalıydı. Böyle bir durum, düşmana
Moskova yolunu açmak demekti.
İstihbaratçılar, 7 Ekim sabahı, ordunun cephe gerisinde, Vor
ya çayının yüksek kıyılannda, Viyazma-Rjev şosesinin geçtiği yer
de Alman tanklan gördüklerini bildirdiler. Bunlar, Got'un 3. Tank
Ordusuna bağlı tümenlerle Viyazma'nın bahsında birleşmek ve
böylece orduyu kuşatmak için derin gedik açıyorlardı.
Alınan 7. Tank Tümeni komutanının şu raporu Lukin'in eline
geçmiş olsaydı: "Kızıl Ordunun Siçovka yönündeki baskısı o dere
cede şiddetli ki, ben, son kuvvetlerimi savaşa sürmek zorunda kal
dım. Bu baskı devam ederse, dayanama.yac;ağırn, çekilmek zorun
da kalacağım."
Ne var ki, Sovyet Komutanlığı, Almanlann artık soluklannı
tüketmek üzere olduğunu bilmiş olsaydı bile Lukin'in orçl.usu ve
Viyazma bölgesinde savaş veren diğer ordular, bundan daha fazla
sını yapamazlardı. Beş günlük savaşlarda çok kan kaybetmişlerdi.
Cephaneleri tükenmişti. Savaşçılar, yorgunluktan ayakta durama
yacak haldeydiler.
Yağmur da bir türlü dinmek bilmemişti.
373
Fakat, şu ya da bu savaş hareketinin boyutu ve savaşın genel
gidişi üzerindeki etkisi ne olursa olsun, bunların her birine insan
lar katılmışhr ve onlar için bu hareket, ister düşman cephesinde ge
dik açma ve orduyu çemberden kurtarma operasyonu olsun, ister
bir tepeyi veya yedi hanelik bir yerleşim yerini ele geçirmek için gi
rişilmiş bir hareket olsun, ona kablan insanların gözünde daima
çok önemli bir harekettir, bazen de yaşamlarının son operasyonu
dur.
Savaşta her hareket, hatta en küçük hareket, beceriyi, kahra
manlığı, zafer istemini, dayanıklılık ve en önemlisi, yurt sevgisini,
insanları kahramanlık için esinlendiren, "ölürsem haklı bir dava
uğrunda öleceğim" bilincini oluşturan vatan sevgisini gerektirir.
İşte bu yüzden, vatan için gösterilen her kahramanlık kutsaldır.
Politik yönetici Aleksandr Sergeeviç Solomentsev, Gönüllüler
Taburunun İkinci Bölüğündeki Kızıl Ordu erlerine vatan sevgisini,
halk sevgisini, parti sevgisini anlahrken böyle konuşuyordu. Çok
iyi bir insandı politik yönetici Solomentsev. Genç sayılmazdı arhk.
Kırk beşin üstündeydi. Komünistti, Mihail Frunze'nin birlikleri,
.
1919 yılının Temmuz ayında, Ufa'ya hücuma hazırlandıkları sırada
partiye üye alınmışh. O zamanlar, çarpışmalardan önce, şöyle bir
dilekçe ile Komünist Partisi saflarına girmek bir gelenek olmuştu:
"Başıma bir hal gelirse beni Komünist Partisi üyesi saymanızı rica
ederim."
Solomentsev, sivil yaşamında, dünyanın en barışçı meslekle
rinden birinde çalışıyordu. Şehir Halk Şurasının Bayındırlık kesi
minde şube şefiydi. Gönüllüler Taburunda politik yönetici oldu.
Tabur herhalde gönüllüler taburu olduğu için, birçokları ken
disine, "Solomentsev Yoldaş!" diye hitap ederdi.
Beğeniyle dinlerlerdi onu. Sesinin kendine özgü bir tonu ol
masından mı, sıcak içten konuşmasından mı, kim bilir. Başkaları
nın da aynı konudaki konuşmalarını dinlemesine dinlerlerdi ama,
374
bazen biçimsel olarak, disiplini bozmamak için. Solomentsev'i ise
istekle beğeniyle dinlerlerdi.
Gönüllüler, her zorluğa alışıldığı ölçüde siperlerine alışmışlar
dı. En başta, taburun savunmakla görevli olduğu kesim sakindi.
Komutan, herhalde bu yüzden, gönüllüleri buraya yerleştirmiş,
sağ ve sol kanatlarını "gerçek" birliklerle pekiştirmişti.
Ne var ki, sükunet ancak üç gün sürdü. Almanlar, kısa, fakat
şiddetli bir topçu ateşinden sonra, savunmada gedik açma deneyi
ne giriştiler.
Çetin bir gün geçirdiler. Adsız derenin kıyısında, üç Alman
tankı tutuşmuş yanıyordu. Koyu mavi bir duman bütün ovaya ya
yıldı. Etrafta bir köy demirci dükkanının kof<usu vardı. Duman da
ğıldıktan sonra, haki üniformalı cesetler çıkh ortaya. Bunlardan bi
ri on metre ötedeydi, postallarının yıpra11ık pençeleri görünüyor-
·
du.
Tabur da kurbanlar verdi. Tabkom (Tabur Komutanı) Yüzbaşı
Kirpiçov'la gönüllülerden ressam Pötar Aleksandroviç Minaev
ölenler arasındaydı.
Gönüllülerin siperleri efsunlanmış gibiydi, Almanlar üç gün
de yedi çıkış yapmalarına karşın hiçbir başarı elde edemediler, si
perlere ulaşamadılar.
Solomentsev, dingin bir sesle konuşuyordu:
- Onlar, yine saldıracaklar elbette. Durum şu: Ne onlar si
perlerimize gelebiliyor, ne de biz geri çekilebiliyoruz!
Ve birden konuyu değiştirdi:
- Şimdi neyi özlüyorum, biliyor musunuz? Moskova'da
evimde olmayı ve oradan derhal Sanduni Kaplıcalarına gitmeyi.
Daima üçümüz giderdik: Ben, başmuhasebeci Kotov ve çiçekçi Ju
harev...
Tank uğultuları duyuldu. Solomentsev, dingin bir sesle:
- Geliyorlar, dedi, iş başına yoldaşlar.
375
Öndeki tank T-IV, hızla ilerliyordu, çamurlukları, tekerlekleri
nin hemen hemen yansından fazlasını örtmüştü. Uzun namlusu
susuyordu, sanki Sovyet erlerinin ateşe başlamalarını bekliyordu.
Ardından, biraz yanlarda, orta boyda üç tank T-III geliyordu. Bun
lar, önde gideni koruyor ve rastgele ateş ediyorlardı.
Solomentsev:
- Ah, sersemler... Korkuyorlar, diye bağırdı.
Feliks Martinov, o sırada tehlike diye bir şey düşünmüyordu,
buna vakti yoktu. Patlayıcı madde ile dolu şişelere ve önceden ha
zırladığı bomba dizisine bir göz atb.
Biraz sonra, daha dört Alman tankı belirdi. Öndekileri kovalı-
yormuş gibi hızla ilerliyorlardı.
Solomentsev:
- Ateş! komutunu verdi.
Üç tank daha göründü. Taburun karşısında şimdiye dek böy
le bir şey görülmüş değildi.
Feliks Martinov, komutu duymadı, hissetti ve şunu anladı ki,
bu tanklardan hiç olmazsa birisi durdurulmazsa, olasılıkların en
korkuncu başlarına gelecek; arkadaşları makineli tüfek ateşi altın
da geri kaçmaya başlayacaklar ve hepsi de kurşun yağmuru altın
da can verecek, tankların altında ·ezilecek.
Öne sürünmeye başladı. Ne düşmanın ne de kendikilerin ateş
seslerini duyuyordu, tankın geniş çelik göğsünden başka hiçbir şey
görmüyordu. Hafifçe doğruldu, olanca gücü ile bombalan sağ tır
tıla fırlattı. Sonra ıslak toprağa adeta yapıştı. Tek bir şey gördü:
Tank yanıyordu.
Yine sürüne sürüne geri, arkadaşlarının yanma döndü. Sipere
kaydı ve soluk soluğa:
- Tamam! dedi.
Bu sırada korkunç bir gürleme oldu ve Feliks kendini kaybetti.
Kendine geldiği zaman, gündüz müydü, gece miydi, anlaya-
376
madı. Homyakov, yanı başında bir şeyler yapıyordu. Başını daha
da kaldırınca bir ölüyü siperden çıkarmakta olduğunu gördü. So
lomentsev'di bu.
Feliks, "Vitya!" diye haykırmak istedi. Beceremedi, sadece bo
ğuk bir hınlh çıkh ağzından. Homyakov bu hınlhyı duymuştu:
- Vitya, yardım et bana ...
Fakat, Homyakov, ona değil, siperin önünde yükselen toprak
yığınına doğru bakıyordu. Feliks de bakh. Orada bir Alman askeri
vardı, derin bir huzur içinde sigarasını içiyordu.
377
Lukin, kızların, kendisini taşıyamayacaklarını görüyordu:
- Kızlar, haydi, uzaklaşın. Benimle birlikte ölmeye mi niyet
lendiniz yoksa...
Fakat, hasta bakıcılar inath, generalin ağır, sağlam vücudunu
ıslak topraktan kaldırdılar. Her sallantıda, generalin bir süre önce
kırılmış olan bacağı daha şiddetle ağrıyor ve bu ağn tepesine vuru
yordu. Lukin şakacılık ve kendisini alaya alma yeteneğini henüz
yitirmemişti:
- Yürümeyi tamamıyla unuttum artık, diye gülümsedi bir
aralık. Aklından, "Bu körpecik kızlar benim yüzümden ölüp gide
cekler..." düşüncesi geçti.
- Kızlar, bırakın beni, uzaklaşın buradan...
Lukin, kızlardan birine, içinden "düğme" adını takmışh. İşte
bu "düğme" hayret dolu bir sesle:
- Nasıl olur, General Yoldaş! dedi.
Bir tepeye vardılar. General birkaç adım yürüdü:
- Burası kuru, dedi.
Bu sırada, yakınlarında bir mayın patladı. Kızlara bir şey ol
madı ama, bir demir parçası generalin yine sağ bacağına saplandı.
Tepeyi aşmak gerekiyordu. Hasta bakıcılardan biri yarayı sar
maya daha büyük bir azimle girişti. Anlaşıldı ki, bundan önceki
sargılama sırasında Almanlardan çok generalden korkmuştu. öte
ki kız, bir aralık ortadan kayboldu. On dakika sonra iki komutanla
döndü. Yakındaki yeraltı barınağında, İstihbarat Şubesi Komutanı
ağır yaralı olarak yahyordu. Bu komutanlar onun emrindeki su
baylardı. Lukin, onların yardımı ile yeralh barınağına taşındı. Has
ta bakıcılar, durumdan memnun, Lukin'in iki yanında yürüyor
lardı. General, yine:
- Uzaklaşın buradan, kızlar, dedi.
"Düğme", gülerek:
- Olur mu hiç, General Yoldaş! diye yanıt verdi.
378
Moji�, generale döndü:
- Bir uçak gönderecekler, Mihail Födoroviç. Bir kurtuluş ça
resi bulunacak elbette ...
Lukin, Mojin'i daha Sibirya'dan tanıyordu. Ormandaki bu
beklenmedik karşılaşma onu pek sevindirmişti.
Komutanlardan biri:
- Burada yemek de var, dedi generale, doyurun kamınızı...
Bir silah sesi duyuldu, ardından bir ikincisi... Ve yeralh barı-
nağı yakınlarından Almanca konuşmalar yükseldi.
General hafif bir sesle:
- Gittik uçakla, ha? diye söylendi ve ekledi: Hemen çıkalım
.
buradan. Yoksa bombalarla havaya uçururlar bizi.. ..
Ve ardından uyarıda bulundu:
- Mojin'in İstihbarat şefi olduğuntJ s�ylemeyin sakın... Sa
kın...
Öyle bir bomba patlaması oldu ki, Lukin, yeralh barınağı tava
nının tamamıyla kendi üzerine düştüğünü sandı.
379
"Ben de isteyeyim mi acaba? Susuzluktan yanıyorum. Allah
kahretsin bunlan ... Peki ama, istersen n' olacak? Ödün vermeye ko
laycacık sapıyorsun, Mihail Födoroviç... Kimden isteyeceksin su
yu? Düşmandan... İyi ama hasta bakıo düşman mı ki? Ben yaralı
yun, o hasta bakıcı... Bana su vermekle yükümlü. Dışarı gitti. De
folsun. Başka şeyler düşünmeliyim. Ne yapısı acaba bu? Pencerele
rinden okulu andınyor. Yakında yapılmış. Güzel bir okul... Gene
uyku bash. Neredeyim ben? Bu Alman üniformalan ne anyor
burada? .. Aman ne hızlı uçuyor bu uçak. Ay, ne hoş uçuyor... Tut-
sak olmak ne korkunç şey... Tutsak edilen kim?... Çok sarsıyor... Sa-
yı saymaya çalışacağım ..."
Lukin, yine zifiri karanlık uçuruma yuvarlandı.
380
uzaklaştırılmasını istiyorum! Rezalet bu! Derhal alınmazsa ben ata
cağını onu buradan! O! Allaha şükür kuvvetim var daha ...
Bay Yüzbaşı, er değil bu adam, general...
- Daha kötü ya ... Herhalde, herhalde değil, mutlaka komü
nisttir.
. Hasta bakıo gitti bir hemşire ile döndü. Hemşire, Lukin'in ya
nına giderek, kapalı gözlerine kinle baktı, dudakları bir çizgi halini
almıştı. Hasta bakıolara sert bir sesle, henüz baygın yatan generali
koridora götürmelerini emretti.
Lukin'in, ne gözleri, ne de bumu görünen yatak komşusu, bir
den sesini yükseltti:
"
- Bırakın onu, diye bağırdı. Yüzbaşı Hesler, bu yaptığınız
yakışıksız bir davranıştır...
- Nasıl cesaret ediyorsunuz bunu SQyl�meye? ...
- Ediyorum. Hemşire, Başhekim Herr Nelte'ye rica edin de
yanıma gelsin!
Başüstüne Herr Albay...
Ve Yüzbaşı Hesler'e de söyleyin ki, uyumama engel olu-
yor...
Doktor Nelte yanında iki kişi olduğu halde odaya geldi. Biri
nin beyaz hastane mantosunun altında general üniforması açıkça
belli oluyordu. Dudakları narçiçeği renkliydi.
General, ilk önce albayın yanma gitti, elini alnına koydu ve yu
muşak bir sesle sordu:
Bugün daha iyisin, değil mi, Kurt?
- Sen misin? Buradaki bu şamata olmasa daha iyi olacağım.
- Gereken işlem yapılacaktır, Kurt...
General hala baygın yatan Lukin'e baktı ve gözlerini Başhe
kim Nelte'ye çevirdi. Doktor, hemşireye döndü:
- Enjektörü verin bana.
Ve enjeksiyonu kendisi yaptı. Lukin gözlerini açtı.
381
Alman general Rusça konuşmaya başladı:
Nasılsınız? Bazı sorularım var. Yanıtlayabilir misiniz?
Sorunuza bağlı.
Hangi birlikler vardı? ...
Askeri birliklerle ilgili hiçbir sorunuzu yanıtlamayacağım.
Neden?
Üniformanıza bakılırsa siz de generalsiniz. Benim yerimde
siz olsaydınız ne yapardınız?
Alman sustu, kalın narçiçeği dudaklarını sımsıkı kapattı, bir
şeyler hesaplıyormuş gibi dikkatle Lukin'e bakb ve sonra nezaketle:
- Siz bilirsiniz, dedi ve çıkh.
Oda sessizdi. Almanların gözleri Rus Generaldeydi. Çoğu iki
generalin neler konuştuklarını bilmedikleri halde, Rus'un, Merkez
Orduları Grubu Komutanlığı temsilcisiyle onurlu konuşması dola
yısı ile ona saygı ile bakıyordu.
Lukin'in sağ bacağındaki ağrı artmışh. Hele ayağının başpar
mağı zonkluyordu. Büyük bir zorlukla doğruldu, sağlam sol eliyle
kaputunu ve battaniyeyi yana çekti ve ancak o zaman sağ bacağı
nın bulunmadığını anladı.
Kapı ardına kadar açıldı, Yüzbaşı Hesler, dengesini yitirerek
boylu boyunca yere yuvarlandı. Elinden fırlayan koltuk değneğini
alıp doğrulmaya çalışırken bir daha düştü. Oturduğu yerden hay
kırmaya başladı:
- Kulaklarımla duydum... Şimdi... Bizim öncü birliklerimiz
Moskova'ya girmiş ... Moskova'ya!..
Oda yine uğultuyla doldu.
- Moskova! Moskova! diye haykırdı.
Lukin inanmıyordu. Sevinçten çılgına dönen bu küstah ve za
vallı Hitlerciye inanamazdı. İnanamazdı. Çünkü, Almanların Mos
kova'yı ele geçirmeleri olanaksızdı, aklın alacağı bir şey değildi.
İnanamazdı, çünkü Hitlerci ordunun öncü birlikleri Moskova'ya
382
girmeye muvaffak olsalar bile, başkenti savunma savaşları, bu
ölüm kalım savaşları sürüp gidecekti. Kısacası inanmıyordu buna.
İnanmadığı halde, bir an içine korku düştü. Parmaklan sargı
sı üzerinde dolaşmaya ve sonra sargıyı çözmeye başladı. Bunu ni
çin yaphğının bilincinde değildi. Fakat, yapması gerekiyordu, yap
masaydı, beyni ve kalbi, içindeki derin acıya dayanamayacakh.
Ve General Lukin yine bayıldı.
MOSKOVA'DA
383
· kilmeye çağınyor. Şimdi, her zamankinden daha fazla uyanıklık,
çelik disiplin, örgütlülük ve eylem azmi gerekiyor."
"Devlet Savunma Komitesinin karan gereğince, Moskova ve
civan, 20 Ekim' den itibaren kuşahlmış bölge ilan edilmiştir."
- Doğru bir karar.
Doğuya doğru aralıksız taşıma araçlan gidiyordu. Çocuklar
ve kadınlar götürülüyordu. Fabrikalar ve enstitüler Ural ve Sibir
ya'ya taşınıyordu.
öte yandan, Moskova'ya Ural ve Sibirya'dan tümenler geli
yordu hızla.
384
"Mayakovski" durağında metro sessizdi. Uçaksavar bataryala
nrun patlayışlan bile duyulmuyordu, metro o denli derinlikteydi.
Elektrikli tren durdu. Hükümet üyeleriyle Devlet Savunma
Komitesi üyeleri ve Stalin trenden indiler. Alkışlar sessizliği bozdu.
Stalin elini kaldırdı: "Yapmay�n ... Alkış zamanımız değil."
Arharigelsk'te, Kazan'da, İvanovo'da, binlerce şehir ve köyde,
alay, tümen, kolordu ve ordu karargahlannda, gemilerde ve deni
zaltılarda, tank fabrikalannda, bahya ekspres hızı ile gelmekte olan
trenlerde, askeri h.istanelerde, kısacası, radyosu bulunan her yerde
insanlar, birbirlerine:
- Daha yavaş konuşun, daha yavaş._.. diyorlardı.
Stalin'in konuşması her an bekleniyordu.
Boğuk ses, memleketin her yanına umut ve güven yayıyordu:
- Sovyet cephe gerisi, hiçbir zamaa. şipldiki kadar sağlam ol-
mamışhr. Bizim şimdiye dek yitirdiğimiz topraklar kadar toprak
yitirmiş olan başka bir devlet, herhalde böyle bir sınava dayana
maz, çöker...
"Doğru söylüyorsun, Stalin Yoldaş, haklısın!"
- Saldırgan Almanlar, Sovyetler Birliği halklanna karşı bir
yoketme savaşı yürütmek istiyorlar. Pekala, mademki istiyorlar, is
teklerini yerine getireceğiz..."
"Getireceğiz!"
- Alman işgalcilere aman vermeyeceğiz! Alman işgalcilere
ölüm!
"Ölüm! Fitil fitil burunlanndan getireceğiz!"
Dinlenmeden sonra, neşeli bir ses gürledi:
- Sovyetler Birliği Halk artisti Maksiın Mihaylov...
Alkış tufanı...
- "Vdol Pitarski" şarkısını söyleyecek...
- Duyuyor musunuz, yoldaşlar? Duyuyor musunuz? Mi-
haylov şarkı söylüyor! Demek ki, işler yolunda...
385
- Elbette yolunda! Ne sandındı sen!
386
Borodin Ovasında yine savaş var. Moskova önlerindeki köy ve
şehirlerde savaş.
Doğrul ey büyük ülke,
Ölüm-kalım savaşına!
Geçit töreninden, Kızıl �eydan'dan doğruca savaşa, Nara, İs
t-ra nehirlerinden, Moskova-Volga Kanalı'ndan, Krükovo ve Dub
sokovo yakınlanndan geçen cepheye gittiler.
Birçoklan zaferi görmedi.
Moskova dayandı.
16., 19. ve 4. Ordulann, Viyazma civarında kuşatma çemberin
den kurtulmuş, ölmüş, kendilerinin kab�hati olmadan tutsak düş
müş erleri, subaylan ve generalleri, görevlerini yerine getirdiler,
böylece Moskova'nın dayanmasına yardım ettiler.
Onlar son kurşunlanna, son damla �nlanna kadar dövüştü
ler. Yaralı olarak dövüştüler, ölürken dövüştüler. Yirmi sekiz Al
man tümeninin saldırısını durdurdular, Viyazma yakınlannda
durdurdular, ''Tayfun"un durdurulmasına yardım ettiler: Bu sıra
da diğer ordular, büyük zaferin kazanıldığı çarpışmalara ha�lanı
yorlardı.
Şan ve şeref onlara, Moskova'yı savunanların, Moskova'yı
ayakta tutanlann tümüne şan ve şeref!
387
Yukarıdan mı?
Dizin yukarısından.
Mademki gerekiyor... Kesmezseniz ölür müyüm?
Mutlaka ... Kangren bu ...
Keserseniz yaşayacak mıyım?
Kesinlikle bir şey söylenemez.
Yaşama şansı var mı yani? .. Biraz olsun?
Elbette var, Evgeniy Nikolayeviç. Hem de çok.
Kesin öyleyse.
Yalnız bende, anestize edecek (duyumları duyumsuzlaşh-
racak) hiçbir şey yok. Anlıyor musunuz hiçbir şey...
- Uyuşturucusuz mu?
- Evet.
Doktorlar, Sovyet doktorları, savaş tutsakları. Hemşireler de
öyle. Başhemşire ise Alman. Denetim için görevli. Albay doktora
yalvarıyordu:
- Doktor, sevgili doktorcuğum, bir an önce kes. Çok rica
ederim, bir an önce bitsin bu iş.
Kızlar ağlıyorlar. Enstrümanları verirken de ağlıyorlar. Albay
durmadan rica ediyor.
Sınk gibi Alman kadınının kaşları çahk, gözlerinde can sıkın
hsı belirtileri. Başlangıçta susuyordu. Sonra operatörü mahmuzla
maya başladı:
- Şnel! ... Şnel! ...
Tenteneli mendili ile albayın alnında biriken terleri silmeye
koyuldu. Ve dayanamadı... Düştü.
Miyagkov, geceleyin kendinden geçti. Durmadan sayıklıyor-
du:
- Marusya, Marusya ...
Alman kadın sık sık yanma geliyor, su değil, onun emriyle ya
ban mersininden hazırlanmış şurup veriyordu.
388
Yaralılar, onun, birkaç kez, "Mayn liber! Mayn liber!" dediği
ni duydular.
Albay sabaha ulaşamadı.
389
rali nereye götürmeliydiler? Alman hastanesine mi, yoksa Rus sa
vaş tutsakları hastanesine mi? Viyazma'dayken bunu belirtmemiş
lerdi kendilerine.
Komutan durumundaki:
- Rusların hastanesine çek! emrini verdi.
Tıp Teknikumu binasına yerleştirilmiş olan hastaneye varınca
ya kadar kamyon bir hayli sarsıldı, sıçradı.
Almanlar, kamyondan indirdikleri sedyeyi, dış kapı önünde
yere koydular.
Lukin, başını kaldırarak etrafına bakındı. Beş-alh metre ötesin
de, Üzerleri karla örtülü cesetler yatıyordu. Üstüste depolanmış gi
biydiler. En üstteki ikisi, yeni getirilmiş olacak ki, henüz karla ör
tülmemişlerdi, çınl çıplaktılar.
İki Kızıl Ordu eri geldi. Sıskaydılar, kollan uzamış gibiydi.
Sedyeyi zorlukla kaldırdılar, yalpalayarak yürüdükleri ve birbirine
ayak uyduramadıkları için sedyeyi sarsıyorlardı. Kamyondaki Al
manlardan biri:
- Duydun mu, Gerasimov, general... dedi.
- Generalse general...
İçerisinin de dışarıdan farkı yoktu. Hatta içerisi daha da so
ğuktu, tuğla duvardandı, herhalde.
Dayanılmaz bir ceset kokusu vardı. Hasta bakıalar daha fazla
yürüyemediler ve sedyeyi, ince bir buz tabakası ile kaplı tabana bı
raktılar. Yerdeki ince buz tabakası, donmuş kandan donuk bir renk
almışh.
Hasta bakıalardan biri, nefes nefese döşemeye oturdu. İkinci
si, "Gidip sorayım." dedi ve ayaklarını sürüyerek uzaklaşh.
Pamuklu hırka giymiş bir kadın geldi. Başını kahve renkli bir
yün baş örtüsü ile sarmışh. Eğildi. Lukin, Elizaveta İvanovna Ser
dükova'yı hemen tanıdı. O beş hanelik mahallede görüşmüşlerdi.
- General Yoldaş...
390
Yine karşılaştık, Elizaveta İvanovna...
Doktor, hasta bakıcılara:
- Kaldırın, kaldırın, dedi.
İkinci kata, yarahlar arasındaki daraak patikadan çıktılar. Ba
samaklar, merdiven sahanlıklan, her yer, her yer yaralıyla doluydu.
Koridoru, insanlar üzerinden atfaya atlaya geçiyorlardı. Biri yalvar
dı:
- Dikkatli olun çocuklar, ezeceksiniz beni.
Biri sert sert:
- Kör müsün be, bashğın yeri görmüyor musun? diye bağır-
dı.
Pencereler buzluydu. Duvarlarda rutubet lekeleri vardı, bazı
yerlerde yüzlerce insanın soluklanndan sular sızıyordu.
Serdükova önde yürürken konuşuyo�du:
- Şimdi, şimdi ... Azıcık daha dayanın... Sizi İvan Pavloviç
Prohorov'un yanma yerleştireceğim. Tanıyor musunuz onu?
Nasıl tanımazdı General Prohorov'u? İlk önce 1 6. daha sonra
da 20. Ordu topçu komutanıydı. Sadece 19. Orduda beraber· değil
diler.
- Burada mı o?
- Burada, burada ...
Lukin'i karyolaya yerleştirdiler, üzerine battaniye, en üste de
kaputunu örttüler, sarıp sarmaladılar.
Merhaba, İvan Pavloviç?
Mikail Födoroviç! Tanıyamadım seni... Nereden böyle?
Oradan, İvan Pavloviç... Sigaran var mı?
Üç gün önce sonuncusunu içtim ...
İçi tarifsiz bir hüzünle doluydu. Üstelik, sağ ayağının baş par
mağının sancısı bir türlü durmuyordu, tutup koparası geliyordu.
Fakat, koparacak bir şey yoktu ki ... Kolu da dirsekten bükülmüyor
du. Nereye koyacağını bilemiyordu bu kolu.
39 1
Mihail Födoroviç, ne var ne yok? Ne yapıyorlar?
Elizaveta İvanovna anlatsın.
Korkunç... Hemşire biraz önce anlath. Kiev şosesinde bi
_
zimkileri götürüyorlarmış... Bugün soğuk sıfırın altı yirmiydi. Ar
kalarından bir Alman arabası yetişmiŞ kendilerine. İki yana çekile
memişler. Yol buz tutmuş. Bizimkiler yalın ayak. Ayaklan kaymış,
düşmüşler. Arabadan makineli tüfekle ateşe başlamışlar. Hemşire
buralı, Smolensklidir. Karşıdan geliyormuş. Bir şans eseri kurtul
muş. Yol ve ova cesetle dolmuş. Mihail Födoroviç nedir bunlar
böyle?
. Hemşire geldi. Gözleri yaşlıydı:
- Bir görseydiniz, General Yoldaş. Öyle korkunçtu ki... Kı
392
Midelerimizi bozar belki de...
Mihayil Födoroviç, elimde bir kuvvet olsaydı, bu kadını...
Ama yok, İvan Pavloviç, yok. ..
Lukin'le Prohorov'u, bir akşamüstü Smolensk'ten yola çıkar
dılar. Düzgün Rusça konuşan, uzun boylu, sakallı birini yanlarına
·
vermişlerdi.
- Sizin hemşerinizim ben, baylar. Adım, Speşev.
- Kim olduğunuz bizi ilgilendirmiyor... Nereye götürüyor-
sunuz bizi?
- Almanya'ya, baylar. Telaşlanmayın, ben beyazlardan de
ğilim. Babam, bin dokuz yüz on yılında ayrılmış Rusya'dan. O za-
·
393
Bırak, Fridrih, değmez.
General bunlar, galiba.
Doğru, general... Görüyor musunuz, iki tane...
Şimdi göstereceğim onlara ben... Kim olduğumu anımsa-
sınlar...
Speşev azimli bir tutum içindeydi:
- Baylar, Berlin'e gidiyoruz? Almanların başkentini de göre
ceğiz. Bizim gazetelerin yazdığı gibi, Almanların inini...
Yanlarından bir Alman albay geçiyordu. Speşev ona koştu, bir
şeyler söyledi. Genç subaylar derhal ortadan kaybold�lar.
Almanlar, savaş tutsaklarını, özellikle subay ve generalleri sü
rekli olarak aynı yerde tutmuyorlar, bir kamptan diğerine götürü
yorlardı.
Lukin, 1942 sonbaharına kadar birçok kamp değiştirdi. Ber
lin' de, Lukenvalde'de, Sitenhors'ta, Vustrau'da bulundu.
Berlin kampının koridorunda oturduğu bir gün, General Kar-
bişev'i gördü: Komutana götürülüyordu. Lukin bağırdı:
- Dimitriy Mihayloviç!
Karbişev başını çevirdi ve elini salladı:
- Merhaba, Mihail Födoroviç!
Bir şeyler söylemek istiyordu, fakat, muhafızı arkasından itti
ve: "Şnel, şnel!" diye haykırdı.
Her gittiği yerde yaşam dayanılmayacak derecede ağırdı. Ne
rede olursan ol tutsaksın! Pis barakalarda, çürümüş samanlar üze
rinde, tek yataklı hücrelerde hep tutsaksın! Tutsak her an arama-ta
rama ile, türlü türlü provokasyonlarla karşı karşıyadır. Doğru ha
ber alma olanaklarından yoksundur. Bunun yerini söylentiler, ba
zen yersiz ve fantastik, kimi de umut dolu, fakat genellikle karam
sar tahminler, öngörüler alır. Kısacası her an yoklamalar, denetim
ler uykusuzluk işkenceleri ve nihayet karabasanlı uyku ... Kısacası,
bitimsiz, acılı düşünmeler: Tutsak düşmemek için elinden gelen
394
her şeyi yapmış mıydın? Her şeyi? Ya yapmamışsan?
Tutsaklık özlem aası demektir. Vatan özlemi, kendilerine iliş
kin hiçbir şey bilmediğin yakınlanna özlem, orduya, işine özlem!
Tek sözle, taş gibi içine çöken bir aa... Fakat bu korkunç, bu müt
hiş acıdan daha kötüsü de var. İnandığın, yoldaş, arkadaş, dost bil
diğin bir adamın, hain, jurnalci, it olması ...
Düşmana çalışmak çok acı. Zora dayalı, tutsakça emeğinle
düşmana yardım ettiğinin bilincine varmak, kahredici... Ezici ve
utanç verici ... Hiçbir şey yapmamak daha da güç.
Her zaman düzgün giyimli, genç görünüşlü General Lukin'i
eski dostlanndan biri görseydi, gözlerine inanamazdı. Bir zaman
lar, zamanından önce şişmanlamış, göbek salrmş dostlan onunla
şakalaşırlardı. "Hele şuna bakın, "kurmaylığından" hiçbir şey yitir
memiş, hğ gibi, çakı gibi..." derlerdi. Lu1'in, gülümser ve: "İki tür
.
sporu sevmem; ahşhrmayı ve uykuyu. Hele öğle uykusunu ... " di
ye yanıt verirdi.
Dostlan tanıyamazlardı şimdi onu. Sakal bırakmışh; g�r geniş
bir sakal. Kendisi de şaşıyordu bu kızılrmtrak, kıvırak sakala. Bir
gün kırk yaşlarında bir tutsak yanına gelmiş ve: "Söyler misin ba
na, baba ... " diye söze başlamışh. Lukin, "Sana nasıl baba olurum"
ben yahu! "diye gürlemişti. Ötekinden aldığı yanıt şuydu: "Sen bir
ayna bulduğun zaman kendine bir bak hele. Tıpkı Brendey'sin..."
General üniforması yerine, yama yama üstüne vurulmuş, Bi
rinci Dünya Savaşı'ndan kalma bir Alman askeri ceketi taşıyordu.
Eski Kayzer ordusu başkomutanı, savaştan ne kalmışsa, onarılıp
depolanmasını emretmişti, bir gün gerekir diye. İşte, şimdi gerekli
olmuştu da.
Bulunduğu her kampta en korkunç şey, bitimsiz açlıkh.
On beş yaşındayken, anası, Mişo Lukin'i Piter'de bir arabaa
lar lokantasının mutfağına çırak vermişti; odun kırsın, su taşısın,
yer süpürsün, arhklan toplasın, patates soysun, balık temizlesin di-
395
ye... Lokanta sahibi, ona beş ruble aylık veriyordu. "Kamın toksa
yaşıyorsun demek" sözü de cabasıydı. Bazen, lahana çorbası ve la
padan başka, salamlı sahanda yumurta yiyordu. Yanında, birçok
müşterinin istediği gibi soğan. Kışın ve sonbaharda kuru soğan, ba
harda da taze soğan. ·
396
yordu. Soğuk ve yumuşak avucunu alınlanna koyuyor, "Günahla
rını itiraf et, evlat... Aa çeken ruhunu huzura kavuştur," diyordu.
Birçokları, son dakikalannda ağlıyordu. Gurbet elde ölmek
aaydı. En yakın insanlannın -ananın, babanın ve diğerlerinin- se
nin, çınl çıplak, tabutsuz, d �zenfeksiyon karışımı serpilmiş, bilin
397
Bu görüşmeyi dinlemiş olan İvan Pavloviç Pruhotov, uzun
uzun güldü:
- Sende bu kadar derin din bilgisi bulunduğunu bilmezdim,
Mihail Födoroviç... Meğer sen, koskoca bir din uzmanı, bir akade
misyenmişsin...
- Bunlar çocukluğumdan kalma, İvan Pavloviç. Mahalle pa
pazı, anneme: "Nastasya, oğlun maaşallah, pek yaman... " derdi.
- Ne yapalım bu papazı, Mihail Födoroviç?
- Hiç... Ne yapabiliriz ki... Abver subayına götürecek değiliz
ya ... Bir şey yapmak da gerekli değil. İnsanlar ölüp gidiyor. Bu
adamcağız, inananların hiç olmazsa son nefeslerinde acılarını biraz
hafifletiyor.
- Mihail Födoroviç, sende biraz din bulaşıklığı var galiba.
- Amma yaphn ha... Papaz Hariton -gerçek adını ancak şey-
.
tan bilir- bizden daha pratik çıkh. Bir şeyler yapıyor hiç olmazsa ...
Biz ne yapıyoruz biz?
Tutsaklar arasında türlü türlü insan vardı.
Bir gün, işten sonra, bir savaş tutsağı yanlarına geldi, saygılı
bir tutum içinde sordu:
General Yoldaş, müsaade ederseniz bir sorum var size...
- Kimsiniz siz?
- Ben mi? Lepeşkin, General Yoldaş. Üsteğmen Sergey İva-
noviç Lepeşkin.
Buyurun, sizi dinliyorum, Sergey İvanoviç.
Almanlar, aramızdan kurslar için adam topluyorlar.
Ne kursu imiş bunlar?
"Doğulu işçiler için kurslar" diyorlar. İşgal ettikleri bölge
ler için öğretmen, tarım mühendisi ve belediyelerde çalışhrmak
için memur yetiştireceklermiş.
Eee?
- Ben de yazılmak istiyorum. Hem bir şeyler öğreneceğim,
398
hem kamım doyacak ve memlekete vannca, haydi partizanlann
yanına... Faşistlere karşı dövüşmek için.
- Benim ilgim ne bu işle?
- Size akıl danışmaya geldim. Benim bu niyetimi onaylıyor
musunuz? Yani, genellikle kanınız ne?
- Git buradan, Lepeşkin, git! Uykum var. Ama bir dakika,
cepheye gitmezden önce kaç kiloydun sen?
Yetmiş iki.
Şimdi?
Bilmiyorum... Çoktan tarblmadım.
Bana göre en aşağı seksen kilosun şimdi. İyi besleniyorsun
Lepeşkin... Arkadaşların mı, kim besliyor seni? Git, git...
Başka bir gün iki kişi geldi: Kolomiytsev ve Snegiröv. Biri Tu
lalı, öteki Vladimirli.
- Mihail Födoroviç, Almanlar anket kağıtları verdiler elimi
ze. "Doldurun!" dediler. Şöyle sorular var: "Madencilikten anlıyor
musunuz? Mühendis misiniz? Evet veya hayırla yanıtlayın."
- Sakın gerçeği yazayım demeyin. Sizi, allah bilir nereye
gönderecekler. Belki yeralbna ve sonra kurşun!
Kolomiytsev'le Snegiröv dinlemediler. "Bol yiyecek var" va
adine aldandılar. Bir daha da yüzlerini gören olmadı.
Hitlerciler, her gün başka başka yöntemler kullanarak, savaş
tutsaklan arasındaki uzmanları ortaya çıkanyorlardı.
- Mihail Födoroviç, ne yapayım?
- Hiçbir vaade inanma. Faşistlere her ne suretle olursa olsun
yardım etme.
Dövüyorlar.
- Düşmana yardım etmektense, ölüm daha iyi.
- Mihail Födoroviç, dün, Almanlara çalışmadıkları ıçın,
İvan Sliyadnev, Konstantin Şilov ve Pötar Loktev adlı üç doktoru
kurşuna dizdiler.
399
- Adlarını belleyelim, yoldaşlar! Unutmayalım adlarını...
Hepimizi kurşuna dizemezler. Dayanın, yoldaşlar. Dayanın!
Ve bir gün.
General Lukin kim?
Benim Lukin.
General Vlasov görüşmek istiyor sizinle.
Merhaba Mihail Födoroviç...
Ne istiyorsunuz?
Bir ordu kurmak istiyorum, Mihail Födoroviç.
Yanıt: Belli belirsiz, ince, alaylı bir gülümseme. Vlasov, görme-
mezliğe geldi.
Rusya'yı Rus halkını komünistlerden kurtaracağım...
Bir sorum var size, Vlasov.
İsterseniz bin sorun.
Şimdilik sadece bir. Silahınız var ını? Kendi silahınız }'ani?
Yok...
Bir soru daha. Sigara kullanıyor musunuz?
Evet.
Bir sigaranız var mı?
Maalesef.
Bana bakın, Vlasov, silahınız yok, sigaranız yok, bir de tut
turmuş, "Ördu kuracağım." diyorsunuz.
- Ben sizinle ciddi ciddi konuşmaya geldim, oysa siz...
- Bugünkü durumunuzda sizinle ciddi konuşulabilir mi?
Gidin buradan, Vlasov, gidin.
Pişman olacaksın sonra, Lukin ... Neye güveniyorsun?
Nasıl neye? Aynı şeye; Sovyet iktidarına ve halka...
Büyük laflar bunlar, Lukin. Mitingde değiliz.
Senin için belki büyük. Benim için olağan.
Diyelim ki, Rusya üstün geldi. Olmayacak ya, öyle varsa-
400
yalım... Stalin, senin tutsaklığa düşmeni hiçbir zaman affebneye-
cektir. Asarlar seni, Lukin .. .
- N'olacak asarlarsa... . Hiç olmazsa vicdanım rahat ve temiz
olarak öleceğim.
- Vicdanın temizmiş, d�ğilmiş, öteki dünyada ne önemi var
bunun? Hepimizi çürüme ve karanlık bekliyor.
Gelecek kuşaklan unutuyorsunuz, Vlasov .. .
- Budalalık bu, Lukin... Benden sonra tufan.. .
- Görüyorsunuz ki, sizinle konuşmak sıkıyor beni Vlasov.
Gidin buradan, Vlasov, gidin...
401
dınlmış, oradan da evine dönmüş. Geri kalan ikisinin ne olduklan
bilinmiyor, kendi kendine kaybolmuş gözü ile bakılıyor. Biri, veya
ikisi de tutsak düşmüş olabilir. Biri, asıl muhasebeciymiş. Onunla
karşılaşma olasılığı az olmasına karşın ·-ne de olsa böyle bir olası
lık vardı- bu durumu gözönünde bulundurmam gerekiyordu.
Beni en fazla benim Feliks düşündürüyordu. Öyle sanıyor
dum ki, kendisiyle arhk hiçbir zaman karşılaşamayacakhm. Gerçi
kaybolmuş sayılanlar arasında bir gün ortaya çıkanlar vardı ...
402
İnsan sizi tanıyamayacak. Bambaşka olmuşsunuz. Tam bir
tüccarsınız, diyordu.
Kolhoz Başkanı Korolöva, hüzün dolu bir sesle:
- Erkek diyeceğimiz bir erkeğµniz vardı, onu da aldılar.
ötekiler çocuk ve ihtiyar. Neden istedin, Andrey Mihayloviç? diye
söylendi.
Sonra kendi kendimize kaldık. Çocuklar uyudular. Trene yeti
şebilmem için sabaha karşı evden çıkmam gerekiyordu. Nadya ile
bütün gece konuştuk. Çocukları uyandırdı, "Haydi, babanızı geçi
relim" dedi. Bir süre, hiç konuşmadan oturduk.
Nadya, ayrılmazdan önce yalvardı: .
- İlk fırsatta mektup yaz. Sensiz ne kadar üzüleceğimi bili
yorsun ...
Moskova' da, bana Devlet Güvenliği Binbaşısı rütbesinin veril
diğini Malgin' den öğrendim. Alöşa:
- Yakında yola çıkacaksın, dedi.
Timofey Bragin, sağ ise, Nikandrov adlı sakallı bir adamın, Sa
vunka kesiminde yanlarına nasıl getirildiğini ve bu Nikandrov'un
ulu orta konuşmalarını hatırlayacaktır. Bragin, ilk önce, bu geveze
likleri çatık kaşla dinledi. Sonra, Nikandrov'un yanma giderek,
"Çıkalım!" dedi, Nikandrov'u sığınağın önüne çıkardı ve bastı
yumruğu.
- Bana bak, it, ben disiplin taburunda bulunuyorum ama,
kimsenin Sovyet iktidarına karşı ulumasına müsaade etmem! Al
çak!
Ve bir yumruk daha indirdi.
Nikandrov'un, düşman cephesine, bu kesimden geçmesi gere
kiyordu. Uydurduğumuz masala göre, kalbimdeki Sovyet düş
manlığının son damlasını, beni götürdükleri bu disiplin taburunda
kusacaktım.
403
Karşı tarafa geçtiğim anlaşıldıktan sonra, Bragin, "Neden bu
itin kafasını ezmedim!" diye üzülmüştür herhalde.
Mayınlanmış kesimi sürüne sürüne geçtim. Tehlikeli olan yer
leri biliyordum. Almanların savunma hatbna kadar sokuldum. Ve
yatbm. Siperlerden Alman askerlerinin konuşmaları geliyordu. Bi
ri öksürüyor ve soğuklamış sesiyle, "Geçmiyor, ah geçmiyor!" di
yordu. Başka biri hafif hafif ıslıkla bir melOdi çalıyordu. Bir başka
sı, "Lunsberg vadisi ne güzeldir ne güzel..." diye bir şarkı tutturdu.
Cebimde iki kağıt vardı; biri, hudut bölgesine geçiş izni, öteki,
"General Vlasov'un Rus askerlerine çağrısı." Bunu bana geçişimi
örgütleyen, tümenin "casuslara ölüm!" kıtasının komutanı Binbaşı
Kulikov, son anda "hediye" etmişti.
Şafak söküyordu, ''Tam zamanı!" dedim ve kalkhm. Bir beyaz
mendili dişlerime kıstırarak, kollanın yukarıda, yürüdüm.
İlk gün iki kez sorguya çekildim. İlk önce bir oberleytenant
(üsteğmen) konuştu benimle. Bölük komutanı olduğunu anladım.
Bilinen sorulan sordu: Soyadım, adım, rütbem. Almanca bilmem
işime çok yaradı. Subay, çevirmene sorusunu anlahrken, ben yanı
hmı hazırlıyordum.
Sonra alay karargahına gönderildim. Orada bir başka oberley-
. tenant çıkh karşıma. Sorulan pek çoktu: Neyim, ne zaman, nerede
doğdum, anam babam kimler, nerede okudum... Sonra, birliğimin
konumu, istihbarat bölüğünün nerede olduğu, alay komutanının
adı, tabur komutanlarının adlan soruldu, özellikle etraftaki alayla
rın numaralan üzerinde dikkatle duruldu.
Beni hazırlayan Çekistler işlerini iyi bilen insanlardı, sorulan
iyi öngörmüşler ve yanıtlarını geniş ölçüde hazırlamışlardı.
- Askere çağrıldığınız yerden, birliğinize gelinceye dek geç
tiğiniz yolu aynnhlan ile anlahn.
Sözde muhasebeci olarak çalışhğım kolhoz, Yaroslavl iline
bağlı Palkinsk ilçesinde bulunuyordu. Palkinsk ilçesinin Askeri
404
Komiserliği tarafından çağrıldığımı, oradan Yaroslavl'a, sonra Şu
ya'ya gittiğimi ve yedek alaya teslim olduğumu anlathm. Ondan
sonraki yolumu anlahrken bütün söylediklerimi iyice bellemeye
çalışıyordum, çünkü bir daha tekrarlatabilirlerdi bana.
- Askerlik giysilerini nerede giydiniz?
- İlk önce İvanovo ilinin Şuya şehrinde, ikinci kez de Mos
kova'da.
- Ne zaman?
Almanlar, giysilerimde, herhangi bir numara ya da ne zaman
dikildiğini gösteren bir işaret mi bulmuşlardı acaba?
- Bir ay önce, gününü anımsamıyoru�.
Kesin yanıhm amacına ulaşh. Oberleytenant, çevirmen: "Doğ-
ru söylüyor." dedi.
- Bundan sonra ne yapmayı düşünüyoı;-sunuz?
Yine kesin ve inandırıcı konuştum:
- Demokratik ve özgür Rusya için savaşacağım.
Oberleytenant, üzerimde buldukları hudut bölgesine. geçiş iz-
ni kağıdına: "Yararlı olabilir" sözünü yazdı.
405
!arla işbirliği yapmaya hazır olduğunu bildirmişti, bu yüzden ge
reksiz bir şey söylememeye dikkat ediyorlardı.
Üçüncü gün pek konuşkan birini yanıma oturttular. Alman'ın
bizim sessiz topluluğumuza getirmesinden hemen sonra kendisini
takdim etti:
- Merhaba, kardeşler... Tanışalım, ben Kola ... Gazeteciyim...
Budalaca tutsak düştüm. Bizim meslektaşlar, haberlerini, genellik
le, günlük savaş bültenine bakarak hazırlıyorlardı. Oysa ben, tut
tum, ön hatlara sokuldum... Ve yandım ... Eh ne yapalım. Zafer na
sıl olsa bizim olacak...
Herkes susuyordu. Gazeteci, buna aldınş etmeden konuşma-
sını sürdürüyordu.
- Sigara ikram edecek yok mu burada?
Kimseden yanıt alamadı.
- Yok demek. .. Eh, dayanacağız...
Bana döndü:
-. Ahbap, sen nasıl düştün buraya?
Dişlerim arasından:
- Sen gibi, dedim.
406
Savaş tutsağı devam etti:
- Doğrudan konuşuyorum: Siz ne gazetecisiniz ne de Kola ...
Adınız Georgiy, soyadınız Sinitsin. Ve "Komsomol" gazetesinde
de çalışmış değilsiniz. Sahne ışıkçısısınız.
Kola'nın sesi kesildi. Ve bir daha da işlikte görünmedi.
407
Akşam, yatmaya hazırlanan yatak komşum, yanımızdan geç
mekte olan Skvortsov'u gözleriyle göstererek:
- Bu it senin etrafında mı dolaşıyordu? Dikkat et, provoka
tördür, dedi.
Adamın gözlerinde yapay hınç pırılhlan vardı. Bu, ötekinden
daha akıllı ve daha tehlikeliydi.
408
yorlardı. Barakadakiler sık sık değiştiriliyordu. Buraya, bütün sı
navlardan başan ile geçmiş olan ve "atanmalanm" bekleyen kim
selerin gönderildiğini anlamak hiç de güç değildi.
Aradan beş gün geçti, arayan olmadı. Kendini Nikolay Maksi
menko diye tanıtmış olan garip bir kişi vardı aramızda. Kimseyle
konuşmuyor, sadece sorulan sorulara kısaca yanıt vermekle yetini
yordu. O da isteksizce:
Gündüzleri yatakta yatmak yasakh. Fakat o, muhafızlara aldı
nş etmeyerek bütün gün yahyordu. Hafta sonunda yanıma geldi:
Kağıdınız var mı? diye sordu.
- Yok. Ne yapacaksınız kağıdı?
- Bir rapor yazmak istiyorum.
Hüzün dolu gözlerle bakh ve bir daha sordu:
- Yok demek. Bakın, belki vardır..
O gün tek söz söylemedi. Yemek de yemedi.
Yat borusundan önce yatak komşuma gelerek:
- Yeni mi geldiniz? diye sordu ve sonra devam etti:
.
- Dinleyin öyleyse. Burada herkes beni Nikolay Maksimen-
ko diye biliyor. Yalan bu ... Gerçek adım Grigoriy İvanoviç Konova
lov'dur. Ailem Novosibirsk'tedir.
- Bana .neden söylüyorsunuz bunlan? Günah çıkaran papaz
mıyım ben...
- Belki komutanlığa jurnal edersiniz diye... Böyle jumallar
için bir paket tütün veriyorlar.. .
- Budalasın sen, budala ... Ve alçak ... Bırak beni, uykuma en-
gel oluyorsun.
Maksimenko Konovalov güldü:
- Budala sensin...
Barakada konuşmalar kesildikten sonra kalkh, kapıya doğru
yürüdü. Bir ses: "Nereye gidiyorsun?" diye bağırdı. Coşkulu, hat
ta sevinçli bir sesle, "Ayakyoluna!..." dedi.
409
Konovalov'un çıkmasından sonraki sessizliği hiçbir zaman
unutamayacağım. Kimsenin uyumadığı besbelliydi. Yarım saat
geçti. Konovalov dönmüyordu bir türlü. Yatak komşum, öksürerek
doğruldu, geniş bir soluk aldı:
- Gidip bakayım, şu bu�ala ne oldu ... dedi.
Döndü ve sessizce yatağına yath. "Ne oldu? Neden susuyor
sun?". diyenlere kısaca yanıt verdi:
� Böyle olacağını biliyordum ... Asmış kendini...
Biri yatağından fırlayarak kapıya doğru koştu. Onu başkaları
izledi. Ben de aralarındaydım. Yatak komşum, gür bir sesle:
- Nereye budalalar? Dokunmayın ona ... Sonra sorgulara gö
türüleceksiniz, budalalar... diye bağırdı.
Hepimiz geri döndük, sessizce yataklarımıza uzandık.
Ertesi sabah Anisin'in yanına götürüldüm. Benimle bir sorgu
cu olarak değil, eşit haklara sahip bir insanmışım gibi konuşuyordu:
- Affınızı dilerim, Pavel Mihayloviç... Vadim Viyaçeslavoviç
tarafından hiç beklemediğim bir anda Kiev' e gönderildim.
Kiyev'e adam gönderme hakkına sahip olan bu Vadim Viya
çeslavoviç'in kim olduğunu çok merak ediyordum. Fakat, tabii,
sustum. Anisin, kendiliğinden açıkladı:
- Maykopski ... Bir otorite...
Ve Kiyev'e yolculuğunu anlatmaya başladı:
- Rovno' dan sonra otobüsle yolculuk yapmama izin verildi.
Otobüsle daha çabuk varacağımı sanıyordum. Aldanmışım. Jitomir
şosesinde yol alırken gözlerime inanamıyordum. Yolun iki yanı da
çıplakh, . partizanlardan korkan Almanlar qrmanları kesmişlerdi.
İçimde bir korku vardı etrafı seyrederken ... Ben, Fundukleevska'da
oturuyordum ... Kiev hazin bir görünüş içinde...
Anisin, Kiyev'in bu acıklı görünüşünün etkisi alhndaydı. "Eh
ne yapalım, Büyük Almanya'nın yardımları ile yeni baştan yapaca
ğız..." gibilerden bir şey söylemiş olsaydım, onun bana karşı olan
tüm güvenini yitirmiş olacakhm.
-1 1 0
Kardeşimi görmeye gittim. Öldürülmüş. On sekiz yaşın
daki kuzenim Gala aç ... Annesi, -ki doktordu- g�enlerde kaybol
muş... Kısacası, durum hiç de gönül açıcı değil.
Kendisini bir baş işaretiyle onayladım ve:
- Savaş... Ne yapalım... demekle yetindim.
Konuyu değiştirdi:
- Evet, oluyor böyle şeyler ... Şimdi sizin durumunuza gele
lim, Pavel Mihayloviç... Andrey Andreeviç Vlasov'la çalışmak ister
misiniz? Sizi zorlamak istemiyorum ... Size karşı, nedendir bilmem,
iyi duygularım var, bu yüzden diyeceğim ki, sizin durumunuzda
ki bir insan için en iyi seçenek budur.
- General Vlasov'un yanında ne iş yapacağım?
- Şimdilik bilmiyorum ... Şu anda · öğrenmek istediğim şey
şu: Razı mısınız değil misiniz? Yineliyorum, bu seçenek sizin için
en iyisidir.
Diyelim ki razı oldum. O zaman?
Bırakın bu diyelimi... Razı mısınız?
Düşüneyim, olmaz mı?
Olur tabii. En çok on beş dakika ...
Başka seçenek var mı?
Bende yok. .. Ötesi sizin bileceğiniz iş... Neden korkuyorsu-
nuz?
Kesinlikle:
- Pekala, razıyım, dedim.
- Çok güzel... Şimdi belgelerinizi hazırlayalım. Dilekçenizi
imzalayın. Andrey Andreeviç'e ne büyük bir hediye sunduğunuzu
anlayamıyorsunuz... Dün kendisini SS şeflerinden biri ziyaret etti.
Andrey Andreeviç, Vadim Viyaçeslavoviç Maykopski'ye, "Bize
Ruslardan kahlanlar pek az. Bu yüzden beni kınıyorlar." demiş.
Son günlerde, Fransa'da mı, Hollanda' da mı, bütün bir "Doğu Ta
buru" ayaklanmış. Bunun Andrey Andreeviç'le doğrudan ilişkisi
yok ama, ne de olsa, hoşa gidecek bir şey değil...
41 1
Anisin belgeleri alarak çıkh, beni yine barakaya götürdüler.
Bir gün sonra Anisin beni almaya geldi. Benimle birlikte o
odadan bu odaya girdi, bir san karton doldurdum. Aynlırken, şiş
ko bir Alman, yumuşak, terli elini iğrenerek bana uzath ve biz, bir
demir kapıdan sokağa çıkhk.
412
- Başarılı olabiliyorlar mı? diye sordum.
- Aramaktan neredeyse soluğumuz kesilecek ... O hale getir�
diler bizi...
Yine öğrendiklerime göre, Gestapo'nun Rus şubesi Hapşturm
führer Ebeling tarafından yön�tiliyor. Ebeling, doğrudan, Gestapo
Şefi Müller'e bağlı.
- Maykopski Himmler'le görüşüyor mu?
- Bugünlerde görüştü. Döndükten sonra, Himmler'in:
"Ajan, ajan, yine ajan ... Kendileriyle ilgilenmek zorunda olduğu
muz insanlann ne düşündüklerini, ne yaphklanru, ne yapmak iste
diklerini ancak ajanlar anlayabilir... " söz�nü on kez yinelediğini
anlath. Oysa ajan bulmak, özellikle Stalingrad'dan sonra son dere
cede zorlaşh .. Gönüllüler var tabii. Ama az.
Bu arada Anisin için de her şeyi öğrendim. O da, savaştan ön
ce Kiev' de avukatmış.
- Seni, Vadim Viyaçeslavoviç'le mutlaka tanıştıracağım.
Çok ilginç bir adam... dedi.
Birkaç gün sonra, Anisin, bir gece beni, Maykopski'nin evine
götürdü, aldığı madalya dolayısı ile kendisini kutlayacakhk. Evi,
gestapo merkezine yakın, sessiz bir sokaktaydı. Zengin döşeliydi,
bir antikaa mağazasını andırıyordu: Tablolar, bronz figürler, �-i
limler, kristal ve porselen koleksiyonlan adım başında karşımıza
çıkıyordu. Dikkatle bakınca bunlann Rus, Sovyet ürünü olduklan
nı anladım.
Anisin'le büyük bir odada oturuyor ve hemen hemen hiç ko
nuşmuyorduk. O, daha eşikten içeri girer girmez başını öne eğmiş,
susuyordu. Bir yerden sesler, kadeh çınlamalan ve müzik nağme
leri geliyordu.
Yarım saat geçmişti, gelen yoktu. Anisin, somurtkan bir yüzle,
"Anlamıyorum yani... Beni davet eden kendisi." dedi.
Nihayet ev sahibi göründü. Kırk yaşlannda, orta boylu, kum-
413
ral kıvırcık saçlı, zayıf bir adamdı. Yeşil şeritli "ost madalya"sı göğ
sünde sallanıyordu.
Anisin, Maykopski'nin elini iki avucu içine aldı ve acele acele,
coşku ile söylendi:
- Aziz Vadim Viyaçeslavoyiç, içten tebriklerimi sunarım ...
Öyle sevindim, öyle sevindim ki...
- Teşekkür ederim Vladimir Alekseeviç ... Candan teşekkür
ederim. E, tanışhnn bizi ...
- Pavel Mihayloviç Nikandrov...
- Memnun oldum...
Ben:
- Böyle sevinçli bir gününüzde sizinle tanışmaktan son de
rece mutluyum, dedim.
- Buyurun, baylar.
Maykopski ile görüşmeyi son derece arzu ediyordum, çünkü
onun güvenini kazanmalıydım. Ne yazık ki, Jilenkov'un gelişi bu
konuşmayı engelledi. Jilenkov, dalkavukça bir gülüşle içeri girdi.
Ben, bir an, bir şaşkınlık geçirdim. Onun yanında konuşursam, bel
ki de kendimi tutamaz, ağzımdan gereksiz bir söz kaçırırdım. Çün
kü buradaki rolümü yeni yeni benimsiyordum. Moskova'da, hain
lerle nasıl yaşayacağımı düşünmek başkaydı, burada onlarla yüz
yüze olmak başka.
Jilenkov, örgülü apoletli yeni bir Alman generali üniforması
giymişti. Çizmeleri ayna gibi parlıyordu. Yüzünde bir sevinç mas
kesi vardı:
- Sevgili Vadim Viyaçeslavoviç, biraz önce öğrendim ve
derhal koşup geldim, diye söylüyor, hayır söylemiyor, adeta bül
bül gibi ötüyordu.
Maykopski'yi iki yanağından da öptü. Üçüncü öpücüğü ada
mın çenesine rastladı.
- Hepimiz için büyük bir sevinç bu ... dedi.
414
Anisin'i sadece başı ile selamlamakla yetindi. Bana şöyle bir
bakh.
Maykopski:
Andrey Andreeviç nerede? Henüz dönmedi mi? diye sor-
du.
Dönmesine döndü ama keyfi hiç de yerinde değil. Kendi
sini kimse kabul etmemiş: Ne SS. Reichsführeri, ne de Bay Riben
trop... Führerden hiç söz etmeyelim... Bizim Andrey Andreeviç
anafora yakalanmış bir eşyayı andırıyor... Mali güçlükler içinde
kıvranıyor.
Maykopski bana elini uzath:
- Özür dilerim, Bay Nikandrov, ne ·yazık ki gitmem gereki
yor.
5-Bahn komparhmanında, Viktori�aştarase'ye gelinceye ka-
dar Anisin'i teselli etmeye çalışhm:
- Üzülmeyin... Olur böyle şeyler...
Anisin, dalgın dalgın yüzüme bakh:
- Kendini dev aynasında görmeye başladı Vadim. İçtiği kan
la semirdi alçak. ..
Gördüğü soğuk kabule sinirlenen Anisin, Maykopski'nin bu
zenginliği nasıl topladığını anlattı:
- Kiyev'de natürfonu o yönetiyordu. Pek çok insan öldürül
dü. Her ailede az çok bir şeyler vardı. Doktor, mühendis, bilim ada
mı gibi birçok aydını kurşuna dizdiler. Bunlann bütün ev eşyası
natürfona alınıyor oradan da Berlin'e gönderiliyordu. Birçok şey
Vadim'in elinde kaldı. Bir gün, benim yanımda, "Artık milyone
rim!" diye övündü. Alçak, bir sandviç bile ikram etmedi. Bir kadeh
rakıyı kıskandı ...
Tren traklıyor, Anisin aralıksız mırıldanıyordu. Benim gözü
mün önünden de bir film şeridi gibi şunlar geçiyordu: Gece, yığın
yığın bavul... Ve Maykopski, bunlan birer birer açıp işine yaraya
cak şeyleri bir yana ayınyor.
415
Kiev Polis Müdürünün natürfon depolarını geceleyin araştır
.
dığı düşüncesi de nereden aklıma saplandı bilmem. Oysa, o bunu
belki gündüzleri yapıyordu, yahut kendisi yapmıyor da, istediği
her şeyi dalkavukları getiriyordu.
416
mış? Sadece iki kitap okuduğunu kendisi söylüyor. Konan Doyl'un
Scherlock Holmes'a ilişkin hikayeleriyle, ilk gençliğinde okuduğu
Graf Salias'a ilişkin bir roman. Öyleyse, bu adamın komuta zinci
rinde yükselmesine kim yardım etmiş. Binlerce insana komuta et
me yeteneklerine sahip olduğu kanısı nasıl yaratılmış?
Adı Dimitriy Födoroviç'tl, fakat kendisine kısaca Mitya deni
yordu.
Truhin, sık sık şöyle diyordu:
- Zeka düzeyi bakımından Mitya'dan sonra tabureler gel
mektedir.
z.akutni, Rostov iline bağlı Zimovniki'de doğmuştur. Kendisi,
doğduğu bölgeden söz etmesini seviyor, bu bölgede her şeyin bü
yük olduğunu belirtiyordu:
- Bizde karpuzlar elli kilogramdır. Y_a domatesler? Mosko
va'da yemiş olduğumuz domates değil, cevizdir. Bizde yetişen do
matesleri bir görseniz! Domates değil mübarekler dev...
Mitya'yı bir sabah erken erken dışarda gördüm. Rus J:<omite
sinin önündeki sıska ağacın yanı başında duruyordu. Gözleri, as
falt kenarında büyümüş olan ağ!lcın tozlu yapraklarındaydı. Her
zaman küstahça bir bencillikle dolu olan bu küçücük gözler hüzün
lüydü.
- Hayrola, Dimitriy Födoroviç? Nedir bu sabah karanlığın-
daki haliniz? Yoksa yeni bir olay mı var?
Dalgındı. Kendi kendine konuşuyormuş gibi:
- Bizim step ne güzeldir şimdi, dedi.
Bu kara ruhlu insan bile vatan özlemi çekiyordu.
z.akutni, farkında olmadan bana hizmet ediyordu. Budalaca
gevezelikleri arasında bazen pek değerli haberler veriyordu:
- Dün Propaganda Bakanlığında yeni bir bildiri hazırlandı...
Yeni savunma hathnın düzeltilmesine ilişkin ... Eh, çaresiz Viborg'u
Sovyet birliklerine bırakacaklar.
417
Zakutni, herkesin, hatta Malişkin'in Çekist olmasından kuşku
lanıyor, bu yüzden sözlerinde son derece dikkatli olmaya çalışıyor
du. Bu yüzden, onunla konuşurken uyanık olmak gerekiyordu. Fa
kat ben onu söyletmenin anahtarını bulmuştum, övülmeye bayılı
yordu adamcağız. "Sizin uzak görüşlülüğünüz sayesinde general!"
demek yeterliydi. Hele, "Bunu sizden daha iyi kimse anlayamaz,
Dimitriy Födoroviç!" dediniz mi, ağzı kulaklarına varıyordu.
Başta Truhin olmak üzere, hepsi de içki düşkünü idi. İçkiyi ne
reden buluyorlardı, yarabbi? Çünkü, Almanya'da savaşın ilk yılla
rında her şey kuponla satılıyordu. Kuponlar da türlü türlüydü; ek
mek kuponu, et kuponu, süt, yağ, şeker, patates kuponları. Her
maddenin kuponu da ayn renkteydi; san, kırmızı, beyaz, yeşil,
pembe, düz, tırtıllı... Çocukları bir yaşına kadar olan anneler için
başka kupon, üç yaşına kadar olanlar için ayn kupon, okul öncesi
çocukların anneleri için ayn kupon, güçlenmek için ev iznine gel
miş yaralılar için başka, sılaya gelmiş askerler için başka kupon
vardı. Gaz kuponu, kömür kuponu, sigara kuponu ... "Lebensmit
telkarten"8 olmayanlara lokantalarda sadece sebze çorbası, bazen
da bira verilirdi.
Berlin caddelerinde, günün her saatinde, iyi paketlenmiş, dört
bir tarafı mühürlü sandıkları taşıyan insanlar görülürdü. Bunlar,
Hollanda, Fransa, Danimarka gibi işgal altındaki ülkelerdeki Al
man subay ve askerleri tarafından yakınlarına yollanmış posta pa
ketleriydi. Metro vagonlarında ve S-Bahnda Poltava, Çernigov,
Pskov, Kopenhag Abvil ve benzeri şehirlerden yollanmış hediye
paketlerini sıkı sıkı kucaklamış Alman kadınlarına sık sık rastlanır
dı. Fakat, bin dokuz yüz kırk dörtten sonra bu hediyeler giderek
azalmaya başladı.
İçki kuponlarını gayet iyi anımsıyorum; ortaları siyah çizgili,
8 Yemek kuponu.
418
san, uzun kuponlardı bunlar. İçki düşkünlerine, bir aylık kupon
larla alınan içkiler ancak bir gün yetiyordu. Oysa, Truhin ve Rus
Komitesinin diğer eylemcileri ve bu arada Vlasov her gün kafayı
çekiyorlardı. İçkiyi onlara, "Ayı" adlı Rus lokantasının büfecisi Ah
medali sağlıyordu. Bin do�uz yüz kırk dört yılı kışında, Ahmeda
li'ye, bombl\I'dıman sırasında çalınmış ve "bombardımanda imha
olunmuştur" diye kaydı silinmiş bir sarnıç dolusu ispirto getirildi.
Bu olayı anlatan Zakutni, büyük bir gizi açıJ<lıyormuş gibi, "Bu iş
ten yalnız Ahmedali değil, bizimkiler de bir hayli vurgun vurdu
lar," diyordu.
Sovyet Ordusunun her zaferi ve Şovyet Birliklerinin kurtar
dıklan şehirlere ilişkin her haber vatan hainleri için bir kafayı çek
me nedeniydi. Kaçınılmaz hesaplaşma gününün yakınlaşmakta ol
ması karşısında duyduklan korkuyu votka ile unutmaya çalışıyor
lardı. Bu yüzden, kafa çekme nedenleri günden güne artıyordu.
Örneğin, Vlasov, 1944 yılının Ocak ayında, İkinci Yıldınm Or
dusunun Ropşa civannda kazandığı zaferi öğrendiği zaman ·zilzur
na sarhoş olmuştu. İkinci Ordu, 42. Ordu ile birlikte, Leningrad'ın
Güney babsındaki Hitler kuvvetlerini tam bir bozguna uğratmışb.
Vlasov, daha sabahtan tek başına içmeye başladı. Hitrovo, onu
odasına kapatb, üzerine kilidi vurdu. Oysa, generali görmek iste
yenler çoktu o gün. Gerek Vlasovcular gerekse Almanlar, birinci
katta bulunan kabul odasında toplandılar. Vlasov'un boğuk sesi ta
oradan duyuluyordu:
"Güz yağmuru yağacak sinsi sinsi,
Mezanma götürürlerken tabutta beni,
Ve sen duyacaksın hazin ağıh."
Vlasov kafayı çektiği zaman, bu eski türküyü söylüyordu. Bir
gün, Jilenkov, "İşte, Rus Kurtuluş Ordusunun Ulusal marşı!" diye
bir nükte yapmışh.
Birçok olay onlara kafayı çekme bahanesi olmuştu: Lenin-
419
grad'ın ablukadan kurtulması, Çemovtsi ve Odesa'nm kurtarılışı...
Sovyet Birlikleri, Prut nehrinde Romanya sınırına vardıkları zaman
zilzurna sarhoş oldular. Ertesi sabah Vlasov'u Himmler'in kararga
hına çağırdılar ve kendisine gözdağı verdiler. Vlasov aynı günün
akşamı kendinden geçecek kadar içti, yımk içgömleği ile kabul
odasına indi, Hitrovo engellemeseydi sokağa fırlayacakh. Kudur
du Andrüşa, yerlere yuvarlandı. Döşeme üzerinde debelenirken,
"Ben generalim, hakkınız yok!" diye bağırıyordu.
Truhin, hepsinden fazla içmesine karşın, kendini tutabiliyor
du. Odasına girdiğim bir gün, kendisini harita başında buldum. Kı
rık haçlı küçük bayrağı Roma üzerinden aldı ve herhalde nereye iğ
neleyeceğini bilemediği için kül tablasındaki yanan sigaranın yaru
na koydu. Bayrak alev aldı. Truhin alevi hemen söndürdü, yan
yanmış küçük bayrağı da parmağı ile bastırdı. Güldü ve alaylı bir
sesle:
- Yanıyoruz, mavi alevler içinde tutuşuyoruz, dedi.
"Ne demek istiyorsunuz?" der gibi yüzüne bakhm.
- Bilmiyorsunuz galiba. Amerikalılarla İngilizler dün Ro
ma'ya girdiler.
Biraz sustuktan sonra devam itti:
- Şu işlere bakın, Bay Nikandrov...
420
yüksek rütbelilerin hemen hemen hepsi birer yaşam arkadaşı bul
muşlardı kendilerine), hatta Vlasov'un yaşam yoldaşı adayların
dan İlza Kreşten ...
Astafiev, akşamlan "Ayı" ya gelir, sigarasını ağır ağır içerek
birasını yudumlardı. Biri ma�asına oturursa, nezaket için biraz ka
lır, sonra özür dileyerek çıkıp giderdi.
Bir gün kendisini, Friedrich Strasse' deki Şpree köprüsünde
martılara ekmek ufakları atarken gördüm. Gözleri hüzünlü idi. Ya
nında, on yaşlarında, uzun pantolonlu kirli gömleğinin göğsünde
OST rozeti bulunan bir çocuk vardı. Herhlilde çalışbğı iş yerinden
kısa bir süre için aynlmışh. Gözleri gi�çe küçülmekte olan ek
mekteydi. Teğmen, nihayet onu fark etti ve çoktan tıraş görmemiş
saçlarını okşayarak, elindeki ekmeği verdi. Çocuk ekmekten büyük
bir lokma kopararak nehir boyunca uzaklaşh.
Astafiev beni gördü, elini şapkasına götürerek bir sellim çakış
hrdı ve esbah durağına doğru ilerledi
Bir gün, Ayı' da Truhin'le Blagoveşçenski'yi aynı masada gör
düm.
Blagoveşçenski'nin Lidepaya Askeri Okulu'nda komutanlık
yapmış bulunduğunu ve savaşın başlamasından iki hafta sonra Al
manlara gönüllü teslim olduğunu Zakutni' den öğrenmiştim. Ha
melburg' daki tutsaklar kampındayken Rus Emek Halk Paı:tisine
girmiş, komite bileşimine alınmış. Bir süre, Vulhayze'deki çocuk
okulunda komutanlık yapmış.
Zakutni, Blagoveşçenski'den söz ederken, yüzünü, kusacak
mış gibi buruştururdu.
- Bu ahbap, nerde ekmezsen orada biter. Kurnazdır, alçak,
kurnaz. Tam cezvit... Namussuz borç çevirmeyi de hiç sevmez. Ala
cağını, ancak, yumruğunu bumuna dayadıktan sonra alabilirsin.
Zakutni, etrafı şöyle bir gözden geçirdikten sonra, gizli bir şey
bildirmek için başını benden yana eğdi:
42 1
- Koru kendini ondan ... Çünkü kendisini sık sık Noye Fried
rich Strasse'�e görüyorum... Anladın mı?
Alman Karşı İstihbarahnın Rus Şubesi, Noye Friedrich Strasse
22'de bulunuyordu.
Blagoveşçensk'nin önemli bir kişi olduğunu sezinliyordum.
Fakat, kendisiyle karşılıklı oturma fırsabnı henüz elde edememiş
tim. Bu yüzden, Truhin'in bizi tanışhrmasına sevindim:
- Tanışhrayım sizi, Pavel Mihayloviç... Tuğgeneral İvan
Alekseeviç Blagoveşçenski.
- Sizinle tanışmaktan son derecede memnunum, Bay Nikan
drov. Şunu da söylemeliyim ki, siz gururlu bir insansınız ve şimdi
ye dek benle tanışmak istemediniz.
- Rica ederim, Bay General...
Truhin sözümü kesti:
- Sizinki bir kuruntu, İvan Alekseeviç... Pavel Mihayloviç
bizdendir. En iyisi, bir şişe rakı daha isteyelim.
Ahmedali, bir şişe Bulgar erik rakısı getirdi:
- Fö,dor İvaniç, sizin için saklıyordum. Şunu da belirtmeli-
yim ki, şnaps değil bu.
Paragöz Truhin sordu:
- Fiyab?
Ahmedali kulağına fısıldadı.
- Allahtan korkun yok mu be? Nerede bende o kadar para?
Herman Göring miyim ben? Getir oradan şnaps...
Büfeciye şişeyi bırakmasını söyledim. Truhin, beni iğneleme
hrsahnı yakalamışb:
- Cömert adamsın... Eh, n' olacak, bekar adam...
Truhin'in ruh haletinin sık sık değiştiğini biliyordum. Neşesi
ve konuşkanlığı bir anda ortadan kayboluyor, birden susuyor ka
deh üstüne kadeh yuvarlamaya başlıyor, sararıyor ve ufacık gözle
rini kan bürüyordu.
422
Şimdi de bu durumdaydı. Arta kalan rakıyı, kadehe değil, Vi
yana bardağına aktardı, bir kaldırışta içti ve dişlerini gıardath.
Blagoveşçenski kelebek gözlüğünün altından Truhin'e dikkat
ve endişeyle bakh. Zakutni'nin sözlerini anımsadım: "Kurnazdır,
alçak, kumaaaz... Tam cezvit. .. ''.
Truhin:
- Hahrlayamıyorum bir türlü, diyordu. Sabahtan beri kafa
mı zorluyorum, aklıma gelmiyor vesselam gelmiyor. Çıldıracağım
neredeyse...
Blagoveşçenski:
- Neyi? diye sordu.
- Volga'nın sağ kıyısında en yüksek tepede, çam ağaçlan
arasında sütunlu büyük bir ev vardır. İşte orasının adını... Hay al
lah kahretsin aklımı oynatacağım...
Ve boncuk boncuk terli, sapsan alnını ovuşturuyordu.
Blagoveşçenski:
- Sonra hahrlarsın ... Ayık kafa ile, dedi.
- Şimdi istiyorum. Bir burgu gibi aklımı burguluyor durma-
dan. I<ineşma yakınındadır. Kimin malikanesiydi be canım? Bolşe
vikler sonradan sanatoryum yaphlar orasını....
Blagoveşçenski:
- Poroşino mu? dedi.
Truhin:
Yok canım sende, diye hiddetle söylendi.
Navoloki olmasın?
Geç yahu. Navoloki'nin ne ilgisi var orası ile?
Puçej? Ya da Reşma?
Ben ortaya ahldım:
- Bakıyorum ki, Volga kıyılannı iyi tanıyorsunuz. Bulundu
nuz mu oralarda?
Blagoveşçenski, tatlı bir sesle:
423
- Ben, Troitsko teP.t?lerindeki Yurievets'tenim. Oradan etrafı
seyrettiğiniz zaman soluğunuz kısılır.
Aklımda: "İşte bir hemşeri daha. Bir bti eksikti!" dedim. "Şey
tanın işi yok, ister misin tanıdık çıksın ya da, allah göstermesin,
Makarievo'lu tüccar Mihail Petroviç Nikandrov'un akrabası?" Bek
lemedik sorular karşısında kalmamak için, onu Volga anılarından
uzaklaşhrmak istemedim:
- Volga'yı bir yana bırakalım, ben, nedendir bilmem, Kama
nehrini pek severim. Sabahlan nehrin üstü hafif bir sis tabakası ile
kaplıdır. Vapur düdükleri duyulur. Eşsiz bir yerdir. Veya Oka...
Gorki şehri yakınlannda iki güzel nehir vardır ...
Blagoveşçenski:
- Nijni-Novgorot demek istiyorsunuz, değil mi? dedi.
Suçlu suçlu:
- Ne yapayım, eski alışkanlık, diye söylendim.
Blagoveşçenski biraz sertçe:
- Kurtulmanın zamanı artık... diye uyanda bulundu.
Anlaşılan benimle kavga etmek niyetinde değildi, bu yüzden
olacak, ılımlı bir sesle ekledi:
- Oka'yı ben de severim. O, daha dingindir. Gençliğimde bir
ara Murom'da kalmışhm.
Yakov Hristoforoviç Peters'i daima anımsarım ve anımsayaca
ğım. Bana şöyle demişti: "Çekist, her zaman soğukkanlı olmalıdır.
Sinirleri ve duygulanna öylesine egemen olmalıdır ki, düşman,
hiçbir şey anlamamalı, hiçbir şey sezinlememelidir."
Şunu da açık seçik anımsadım: Bin dokuz yüz on sekiz ... Mu
rom... Yüzbaşı Blagoveşçenski'yi sorguluyorum. Öyle ya, Yurievt
sliydi, bir papazın oğluydu. Malgin'le aralannda şöyle bir konuş
ma geçmişti:
Ayaklanma günü neredeydiniz, vatandaş Blagoveşçenski?
- Evdeydim, sorgucu vatandaş ... Sıtmadan hastaydım. Sapır
424
sapır titriyordum. Bütün gün bahçede yatbm. Sorabilirsiniz kom
şulara ...
Truhin birden sıçradı:
- Çıldıracağım! Bir türlü hahrlayamıyorum ...
Blagoveşçenski:
- Bırakın şunu allah aşkına... Sonra votkaya da acıyın biraz.
Azıcık da ilaç için kalsın.
Truhin, birden gülmeye başladı. Dingin bir halde yerine otur-
du:
- Hahrladım nihayet: Soğuk Kaynaklar... Adı böyleydi ora
sının, Soğuk Kaynaklar. Halam orada ot_ururdu. Anuta halam... Ba
bamın kız kardeşi. Bütün yaz tatlı kaynatırdı. Kırk tür tatlı. Bazen
misafirliğe giderdim. Çay içmek için terasa çıkardık, "İç, Fedeçka,
iç... Ağzın tatlılansm." derdi. Pek budalaydı.
Blagoveşçenski, bu hala öyküsünü sık sık dinlemiş olacak ki,
yüzünde sıkınh belirtileri görüldü, bıyıklan dikleşti. Bardağını ba
na doğru kaldırdı:
- Şerefinize, Pavel Mihayloviç...
Doğrudan gözlerimin içine bakh.
- Söyleyin lütfen, fakat içtenlikle ve günah çıkanr gibi. Bu
raya geldiğinize pişman değil misiniz?
Söyleyeceklerimi düşünebilmek için:
- Ne diyeyim bilmem ki," diye söze başladım. Konuşmanın
sakıncalı bir konu üzerinde olacağı belliydi. Açıkçası, esef ediyo
rum. Benim için Rusya'da kalmak daha iyi olacakh. Fakat, ne yazık
ki, Rusya...
Blagoveşçenski sözümü kesti:
- Hepimiz bir hamurdan yoğrulmuşuz. Düşüncelerimiz bir,
sözlerimiz bir... Biliyorum bundan sonra ne söyleyeceğinizi... ''Ne
yazık ki Rusya arhk yok. Rusya değil, Sovyet Sosyalist Cumhuri
yetleri Birliği var... " Bütün bunlar budalaca sözler, Bay Nikan-
425
drov ... Rusya var, vardı ve olacak ... Sizi bilmem ama, ben yanlış bir
hesap yaptım. Sovyetlerin sonu geldiği kanısına varmışhm. Oysa
sonu gelenler bizlermişiz. Buradakilerin hepsi, hepimiz budala in
sanlanz. Födor İvaniç'in halası gibi budala. Etrafındaki her şeyin
güzel olduğunu sanıyormuş bu kadıncağız. Neden yüzüme öyle
bakıyorsunuz? Oynathğımı mı sanıyorsunuz? Hayır, hayır! Sağlam
bir aklım ve güçlü bir belleğim var, elime kötü kağıt düştü ne ya
zık. Fakat, artık dönüş yok. Ne bizim için, ne sizin i�n, ne de Födor
İvanoviç için. Mademki öyle, başladığımızı sürdürmek zorunda
yız. Sizinle tanışhğıma memnunum. Uğrayın bana. Şimdi, Kanonir
Strasse'de, köşedeki evde oturuyorum. Hani birinci kahnda kahve
var ya, orada. Dün, bu kahvede bir genç kız bir delilik yaph. Bir üs
teğmenle gelmiş kahveye. Bira ısmarlamışlar, biraz oturmuşlar.
Üsteğmen tabancasını çıkararak ilk önce kıza, sonra da kendine bi
rer kurşun sıkmış. Subayın üstünde, "Artık cepheye gitmek istemi
yorum. Bir cehennem orası!" yazılı bir kağıt bulmuşlar. Budala!
Cephe, balık avına çıkılan yer değildir, cephedir. Hoşçakal, Pavel
Mihayloviç. Siz kalıyor musunuz, Födor İvanoviç?
Truhin gözleri kapalı oturuyordu, hiçbir yanıt vermedi.
426
gözlerini gizliyordu.
Vlasov, bin dokuz yüz kırk dört yazında daha da yaşlandı.
Bumu, ince, mor damarcıklarla kaplandı. Alt dudağı, titremeye
başladı. Öne eğik bir halde yürüyor, ayaklarını sürüyordu. Gülme
yi tamamıyla unuttu, sesi bile inceldi.
_
Zakutni, bir gün, sırıtarak:
- Andrüşa artık papazın dul kansını andırıyor, dedi.
- Neden papaz kansını değil de, papazın dul karısını? diye
sordum.
- Çünkü papaz kansı her zaman her şeyden memnundur.
Kilise küçük olsun, büyük olsun daima gelir sağlar. Ve bir yandan
da köyün sayılan bir insanıdır. Dul papaz kansının ise önünde bir
perspektif yoktur.
Kısacası bu Zakutni, karakter değerl�ndirmeleriyle zaman za
man beni hayrete düşürüyordu. Bir gün de Truhin için "can yakıcı
güvey'' demiş ve bu benzetişini şöyle açıklamışh.
- Bir köylü kadının yedi evladı varmış, yedisi de kız. Fakat
bunlar eli ayağı düzgün bir şeyler olsa, haydi, neyse ne... Biri şaşı,
öbürü de topal, üçüncüsü bücür, dördüncüsü sağır, geri kalanlar da
ona göre. Kız değil mübarekler, yumru yumru fidan... Ergenler, el
bette, burun kıvırıp geçiyorlar. Öyle ya kala kala kör-topala mı kal
dılar! Gelgeleli.m, birini evermeye muvaffak oluyorlar. Güvey, şaşı
meraklısı mı imiş, yoksa drahomaya mı göz dikmiş, bilinmez ... Ve
işte bu güvey bir dini bayram günü kaynanasına misafirliğe gelmiş.
Herifte surat bir karış, oturduğu yerden emirler verir, şunu beğen
mez, bunu kusurlu bulur, ikide bir: "Cadı kan, senin en yüzüne ba
kılmaz kızını kendime kan olarak aldım, böylece sana saygı göster
dim!" dermiş. Evdekiler de ne yapsınlar, önünde el pençe divan du
rurlarmış ... Bizim Födor İvanoviç de, bu "canyakıcı damat" gibi,
herkesi karşısında secdeye çökertmek istiyor. İyi ama, dinleyen
kim? Bizimki de hıncını rakıdan alıyor. öte yandan Andrüşa'nın
427
içini kurt yiyor, çünkü evdeki hesabı hiçbir zaman çarşıdakine uy
muyor.
Gerçekten de İşler, Vlasov'un istediği gibi yürümüyordu.
İlk zamanlarda, Vlasov'un Almanya'da içinde bulunduğu du
rumu anlayamıyordum, yavaş yavaş inceliklerini kavrar oldum.
Almanya'nın Doğu Eyaletleri Bakanı Alfred Rozenberg'in ka
nısınca; Rayh'ın Vlasov'un yardımlarına hiç de gereksinimi yoktu.
Göbels, Lay, Zavkel, Göring de aynı tutum içindeydiler. Göring, J<a
ra Kuvvetleri Propaganda Şubesinin bir Rus Komitesi örgütlemekte
olduğu kendisine rapor edildiği zaman şöyle demiş: "Bizde gerçek
işleri az olanlar, işte böyle budalalıklar yapmaya kalkışıyorlar."
Himmler de, başlangıçta, Vlasov'un hangi işe ve ne zaman ge
rekli olacağını bilmiyormuş herhalde. Gelgelelim, onun değişmez
bir yaşam kuralı vardı. Buna göre, vatan haini her zaman bir işe ya
rar. Yaramazsa, hiçbir işte kullanılmazsa bunun da zaran yoktur,
çünkü masrafı büyük değildir. Yedekte tutulur ve bakarsın bir gün
gerekli oluverir.
Savaştan sonra Himmler'in evrakını kanşhnrken, Hitler'e yaz
dığı bir rapor elime geçti. Hitler'in gözlüksüz okuyabilmesi için iri,
menekşe renkli harflerle basılmış olan bu raporda, "Size ve Büyük
Almanya'ya sadık kalacağına and içmiş olan Tuğgeneral Vlasov'un
yedekte tutulması gereği," üzerinde duruluyordu. Himmler'in bu
konudaki gerekçesi beni hayretler içinde bırakmışh. Vlasov'un bir
gün gerekli olabileceğini kanıtlamaya çalışan Himmler şöyle diyor
du: "Büyük Amiral Dönits'in iyi yetiştirilmemiş ve çoğu zaman so
rumsuzca davranan subaylan, düşmanın savaş ve taşıt gemilerine
bazen boşu boşuna pek çok torpil ahyor ve bunlar çok seyrek he
deflerine isabet ediyor. Oysa, ileride Rusların başına, bizim deniz
savaş filomuzdan çok daha büyük işler açacağından emin oldu
ğum General Vlasov, devlete bir yılda, boşu boşuna ahlmış bir tor
pilin değerinin yansından daha az bir paraya mal olacakhr!"
428
Ve rapor, Vlasov'un kaderini belirleme hakkının kendisine ve
rilmesi ricası ile sona eriyordu.
Himmler, Vlasov'u işsiz bırakmak istemiyordu. Ve ona, Sov
yet düşmanı propagandalar yapma görevini verdi. Vlasov, ilk ön
ce Pskov'da halkın önüne çıkacakh.
Zakutni, kendisiyle "dostluk kurduktan" sonra, bana Vla
sov'un Pskov'a gitmek istemeyişi öyküsünü şöyle anlath:
- Ştrikfeld'i bir hayli zor durumda bırakmışh o zaman. "Şef
lerle görüşün. Bana herhangi bir tutsaklar kampında konuşma mü
saadesi versinler. Ne farkı var canım? Ha orada, ha burada ..." di
yor, Fakat Ştrikfeld, "Pskov için emir ve�di." diye diretiyordu. İyi
ama, orada, Almanları güpe gündüz bile öldürüyorlar. Üstelik, An
drüşa mitingde konuşacak. Döndükten sonra üç gün kendine gele
medi.
Vlasov'un Pskov ziyaretiyle ilgili üç belge var elimde.
Birinci belge, Vatan İçin gazetesinin şu yazısı:
"General hazretleri istasyonda trenden indikten sonrjl, onuru
na bir dinsel tören yapıldi, dua edildi. General hazretleri kutsal ha
çı öptükten sonra, kendisini karşılamaya gelenleri gülümseyerek ve
babaca selamladı, 'Baylar kadim şehrinizi ziyaretimden dolayı mut
luyum, sevinçliyim. Candan seviniyorum. Teşekkür ederim.' dedi.
"General hazretleri, istasyondan, şehrin Belediye Başkanı Bay
Çerepenkin Pskov, il Polis Şefi Gorojanski ve gazetemizin Yazı İş
leri Müdürü Bay Hromenko eşliğinde ve birtakım Alman askerinin
muhafazasında, kendisine ayrılan köşke gitti. Kısa bir dinlenme
den sonra, Ostlegion tören kıtasının geçit resminde hazır bulundu.
Askerlerin yiğit görünüşleri Tuğgeneral Vlasov'un nurlu yüzünü
güldürdü ve o, geçit resminin yüksek düzeyde olduğunu belirtti.
"Tuğgeneral Vlasov, öğleden sonra komutanlıkta (eski Yürüt
me Komitesi binasında) yapılan toplanhda hazır bulundu. Gerçek
Rus vatanseverliği ile dolu bir konuşma yaph. Pskov bölgesini zor-
429
la ellerine geçirmiş ve köleleştirmiş olan komünistlerden kurtaran
yenilmez Alman Ordusuna ve onun yüksek önderi Adolf Hitler'e
şükranlarını sundu ve konuşması, dinleyiciler tarafından coşku ile
allqşlandı.
"Toplantıda Bay Çerepenkin'le ruhanilerin başı Venisnien de
konuştular. İşçi sınıfının temsilcisi İvan Bojenko'nun yaptığı ko
nuşma tam bir onaylama ile karşılandı. Bojenko, işçi sınıfının,
uğursuz ve muzır Marksizm'le hiçbir ilgisi bulunmadığını ve gene
ral hazretlerinin, Rusya'da Alınan Ordusu tarafından kurulan dü
zene dayalı yeni bir düzenin kurulmasına ilişkin sözlerini tama
mıyla paylaştığını bildirdi.
''Tümgeneral Vlasov, akşamüstü, Petrograd (Leningrad) böl
gesinde harekatta bulunan Alınan birliklerinin komutanı Buş tara
fından kabul edildi. İçtenlik havası içinde geçen konuşmada, Pet
rograd' da, Bolşeviklerden kurtarılmasından sonra kurulacak dü
zenle ilgili sorunlar ele alındı.
''Tümgeneral Vlasov, bundan sonra, Riga'dan gelmiş olan
metropolit Sergey hazretlerini ziyaret etti. Ve ancak, gece yansın
dan sonra saat on iki buçukta, uyumak üzere, kendisine tahsis edi
len köşke gitti."
İkinci belge:
"SS Komutam Hamptştrumführer Bay Rudolf Eger' e:
"Komutanlıkta verdiğiniz emir gereğince ve General A. A.
Vlasov'un Pskov'a gelmesi dolayısı ile, İvan Sömonoviç Bojen
ko'yu, işçi sınıfının temsilcisi olarak konuşması için hazırladım.
Kendisi eski bir tüccar ailesindendir. Kendisi, Harkov ilinin Peso
çin köyünde doğmuş, savaştan önce, Leningrad'ın (Petrograd'ın}
Ligovka sokağında, 25 numaralı hanede oturmuştur. Suistimal su
çu ile Sovyet idaresi tarafından mahkum edilmiş ve cezaevinde ce
zasını çekmiştir. Belirli bir süre komutanlığımız emrinde çalışmış
tır. Halen yedektedir (İdari işlerde kullanılması düşünülmektedir).
430
"Bofenko, insan arasına çıkacak bir kılığa sokuldu: Sakal hraşı
yapıldı, yeni bir kostüm verildi, içkiyi fazla kaçırırsa cezalandırıla
cağı bildirildi. Vatan İçin gazetesi redaktörünün yazdığı konuşma,
Bojenko'ya ezberletildi. Şimdi konuşmaya hazır durumdadır. Say
gılar.
Pskov ili Polis Müdürü G. Gorojanski."
Üçüncü belge:
"Pskov, 8 Mayıs 1943
Devlet gizi öneminde gizli belge.
"İmparatorluk Güvenliği Genel Müdürlüğü, iV. SS Dairesi.
"Shlrmbannführer" Kurt Lindov
"Berlin, Prens Albreht Strasse, 8
"Aziz Doshlm Kurt,
"Kulağımıza gelen söylentilere gör� �ra Kuvvetleri Kararga
hına bağlı Propaganda Şubesi, hltsak edilen Rus generallerinden bi
riyle meşgul oluyormuş. Fakat, burada tanık olduğumuz olaylar bu
söylentileri kat kat aşh. Tümgeneral Vlasov'u birkaç gün �nce bu
raya getirdiler. Sersemlerden biri, bu ziyaret dolayısı ile halka aile
başına yanmşar litre votka sahlmasını emretmiş (Bu hıyann adını
aynca bildiriyorum). Hiçbir zaman arzu edilmeyen, büyük kuyruk
lar meydana geldi. Rus polisler, her zamanki gibi, kuyruktan önle
yemediler. Benim çocuktan harekete geçirmek zorunda kaldık.
"Misafiri karşılayacak bir kalabalığı toplamak gerekiyordu.
Çünkü, trenin istasyona gelişinde, şehir yöneticilerinden ve din
adamlarından oluşan on kadar budaladan başka kimse yokhl ora
da. Benim çocuklar, emrimi alır almaz, sürek avına çıkhlar ve yerli
halkı istasyona topladılar.
"Bu general, dış görünüşü ile, kuzenim Edgar Şleger'i anımsa
hyor. Tanıyorsun, değil mi? Bir ara Drezden'de polis müfettişiydi.
431
Vlasov da onun gibi uzun boylu, öne eğile ve görünüşüne göre
onun gibi budala. Aynca, izlenimlerime göre, korkağın da biri.
Kuşku dolu gözleriyle etrafına bakındı durdu ve hımhım bir sesle
birkaç söz söyledikten sonra istasyondan bir an önce uzaklaşmaya
çalışh. Otomobile doğru yürüdüğü sırada ayaklan dibine bir kara
kedi ölüsü atıldı.
"Bir başka sersem (kim olduğunu aynca açıklayacağım), ona
bir Rus taburunun gösterilmesini emretmiş. Bu tabura bağlı bir bö
lüğün, birkaç gün önce, subaylan öldürdükten sonra haydutlann
yanına (partizanlara demek istiyor) kaçtığını bilmiyormuş gibi. Vla
sov' a, bir gün önce Ostrov şehrinden getirilmiş bir bölük gösterildi.
"Vlasov, komutanlıkta yapılan toplantıda bir sürü budalalık
lar konuştu. Öğrendiğime göre, Mareşal Buş bu konuşmadan hiç
de memnun değil.
"Burada zaten güç durumdayız. Böyle olduğu halde, ne diye
böyle sersemliklerle uğraşhnrlar bizi, bir türlü anlayamıyorum.
Vlasov'u buraya göndermeyi kim düşünmüş? Bunq bana bir an
önce bildirmeni çok rica ederim. Vlasov'un gerçek yerinin neresi
olduğunu bilmem benim için son derece önemli.
"Hayl Hitler!
Rudolf Eger, SS hauptsturmbannführer."
432
mektup almış, pek hoşuna gitmiş, övünmesini paylaşacağı birini
arıyormuş. Ve o anda benden başkası yokmuş yakınında. Bana ver
diği bu mektupta şöyle deniyordu:
"General Vlasev' e,
"Pek sayın Andrey Andreeviç,
''Muhafızlannız tarafındari silah yoklaması yapılmamış kim
seleri kabul ettiğiniz tekrar saptanmış bulunuyor. Ben, sizin güven
liğinizi korumakla görevliyim ve Alman hükümeti karşısında so
rumluyum. Bu yüzden, aranızdaki anlaşma gereğince, şunlara dik
kat etmenizi bir daha rica ederim:
"1 . SS Obersturmführer'0 Amelung, sizin güvenliğinize ilişkin
sorunlarda benim irtibat subayımdır.
"2. Sizin güvenliğinizle ilgili olarak alınan bütün önlemleri ve
en başta oturma yerinizle ilgili değişiklikl�ri ss· Obersturmführer
'.
Amelung'a tam zamanında bildirmenizi rica ederim.
3. Aramızdaki anlaşma gereğince, tanımadığınız kişileri, yal
nız, dairenizce kimliği saptandıktan ve silah araşhrması yapıldı�
433
Bundan sonra tekrar günün en önemli konusuna geçti: Himm
ler'le görüşebilme sorununa.
- Himmler isterse her şeyi yapabilir. Tuttuğunu koparan bir
adam. Zeki. Bütün mesele onun yanma gidebilmemde ... Yüzde yüz
en yakın dost olacağız. Beni unutmuyor o ... Kreger'in, "Ben sizin
güvenliğiniz için Alman hükümetine sorumluyum." demesi hiç de
boşuna değil. Elbette, şaka mı bu ... Eh, biraz daha bekleyeceğim.
Benim günüm de gelecek...
Jilenkov, Kreger'in mektubunu öğrenince gülmekten kendini
alamadı:
- Kurnaz bu Almanlar, kurnaaz... Allah bilir, Andrüşa'nın
güvenliğini mi sağlıyorlar, yoksa bir tutuklu gibi mi koruyorlar...
Ve sinsice ekledi:
- Bu önlemleri niçin alırlar yani? Diyelim ki, dangalağın bi
ri Andrüşa'yı tepeledi. Yerine bir başkasını bulamayacaklar mı san
ki ... Kurnaz bu Kreger kurnaaz... "Ben hükümete sorumluyum."
diyor. Ne hükümeti yahu, Andrüşa, Himmler'in kendi planlan için
gerekli ...
Mektup, çok geçmeden gizlileşiverdi. Kızıl saçlı, elma yanaklı,
topuz yumruklu, iri yan bir babayiğit olan Obersturmführer Ame
lung kabul odasında ekşiyip duruyordu, _bir yere gittiği zamanlar
da da koltuğa, Komutan Hitrovo yerleşiyordu. Binanın giriş kapı
sına geceli gündüzlü nöbetçiler koydular. Biri Vlasovcu, öteki Al
man olmak üzere iki kişi gece gündüz orada duruyordu. Gündüz
leri, ikinci kahn sahanlığında da bir nöbetçi vardı. Hatta, daimi zi
yaretçilerle içerde çalışanlar da, karargaha girerken bir odaya alı
narak silah yoklamasından geçiriliyorlardı.
Yalnız komite üyeleri -Truhin, Jilenkov, Malişkin ve diğerleri
bu aramanın dışındaydı. Almanlar onlarda silah araşhrması yap
mıyor, fakat, geldiklerini Amelung'a bildiriyorlardı. O da, kabul
odasından aşağı iniyor, ziyaretçiye, rütbesi kendisininkinden yük-
434
sek değilse, domuz gibi bakıyordu. ·
Rus Komitesinde kurulacak Eğitim ve Kültür Şubesinin yöne
ticilik makamına adaylığını koymuş olan Sverçkov diye biri vardı.
Savaştan önce Moskova'daki gezginci tiyatrolardan birinde çalış
mışh. Fakat, Almanya'da, ke!'disini bir halk artisti ve MHAT'ın
(Moskova Sanat Akademi Tiyatrosu) seçkin sanatçılanndan biri
olarak tanıhyordu. Buna kimse inanmıyordu, ne var ki, kimse de
yalanlamaya kalkışmıyordu. Yalanlamak işlerine gelmiyordu. Bu
nunla, "Görüyor musunuz, biz de ot olamıyoruz, bizde de halk ar
tisti var." demek istiyorlardı.
İşte bu sözüm yabana halk artisti, sabp.htan akşama değin ko
mitede ekşiyor, kah Jilenkov'un odasında oturarak ''baş politik da
nışman"a arhk ıağı çıkmış fıkralan anlahyor, kah Truhin'i, Mosko
va aktörlerine ve bu arada kansına ilişkin anekdotlarla eğlendiri
yordu.
Sverçkov, haziran sonlannda, Königsberg'e, orada radyo söz
cüsü olarak çalışan Blumental-Tamarin'e misafirliğe gitti. Blumen
tal-Tamarin (kendisini birçok defalar görmüştüm), iki dilde basıl
mış kartvizitini övünerek gösteriyordu: "Fon Blumental-Tamarin,
Rus Tiyatrosu Halk Artisti, Profesör." Onu da kimse yalanlamıyor
du. Hatta Jilenkov, bir konuşmasında şöyle demişti: "Rusya'nın ile
rici aydınlan bizim saflann:uzda bulunuyor. Andrey Andreeviç'in
çevresine şöyle bir bakın; profesörler, ressamlar, halk artistleri ile
dolu. Bunlar arasında, Rus halkının övüncü olan Sverçkov ve Blu
mental-Tamarin gibi Rus sahnesinin büyük ustalan var!"
Sverçkov, yeni fıkralarla dopdolu olarak Königsberg'den dön
dükten sonra, doğruca Jilenkov'un yanına yollandı. Fakat karargah
kapısında durduruldu. Silah araması yapılacakh. Hitrovo, kendisi
ne, kabaca:
- Ceplerini dışan çıkar! emrini verdi. Sverçkov, basbariton
sesiyle gürledi:
435
- Çıldırdınız mı siz? Kim olduğumuzu bilmiyor musunuz
yoksa? Andrey Andreeviç'in kişisel çağrılısıyım ben.
- Önemi yok. Ben, bakan düzeyinde bir adamım.
Hitrovo diretiyordu:
- İstersen metropolit ol... Benim için hiçbir önemi yok... Cep-
lerini dışarı çıkarmazsan kovanın seni...
Sverçkov, çılgınca haykırdı:
- Siz bir küstahsınız! Şikayette bulunacağım sizden!
Hitrovo surahna bir tokat vurdu:
- İşte sana bir küstah! Defol buradan!..
Ben, Amelung, Ştrikfeld ve çevirmen Zenderführer Şavert ka
bul odasındaydık. Feldmareşal von I<layst'ın oğlu, genç von I<layst
Vlasov'un odasındaydı. Kendisi çok iyi Rusça konuşuyor ve son
günlerde karargahın demirbaş ziyaretçileri arasında bulunuyordu.
Amelung, her zamanki gibi koltuğunda uyukluyordu. Sverç
kov, somurtkan bir yüzle ikinci kata çıkh. Kızıl saçları dağılmışh.
Cepleri hala dışarıdaydı.
Amelung koltuğuna geçti, ağır ağır söylendi:
- Ceplerinizi sokun içeri. Ayıp!
Kendine özgü büyüklenmesini yitirmiş olan Sverçkov, başı
önde, ceplerini yerine soktu. Fakat, oturmaya cesaret edemedi ve
kapıda dikildi kaldı.
Odada derin bir sessizlik vardı. Pencereden bir gün önceki
bombardımanda yıkılmış olan fabrika binalarını seyrediyordum.
Hala dumanlar çıkıyordu.
Kapı önünde bir araba durdu. Hitrovo'nun sesi geldi:
- Kalk! Hazır ol!
Amelung hızla aşağı indi. Ardından von I<layst koştu. Ştrik
feld de bir yerden beliriverdi. Önemli birisinin geldiği belliydi.
Vlasov da odasından çıkıp merdiven başında durdu. Çevirme
ni Şavert onun yanında yer aldı.
436
SS Gruppenführer, tören kıyafetiyle kabul odasına girdi. Kırk
yaşlarında, güzel endamlı ve güzel yüzlü bir adamdı. Faşist selamı
nı artistçe yerine getirdi ve Rusça, "SS Rayhsführerinin özel emriy
le geliyorum Bay General." dedi ve mühürlü bir zarfı uzattı: "Emir
leri gereğince zarfı doğrudan size veriyorum."
.
Vlasov, odasının kapısını ardına kadar açtı:
- Buyurun ...
O gün karargahta kimler varsa, hepsi de kabul odasına doluş
tu. Fısıltı ile konuşmaya başladılar. Sverçkov kulağıma eğildi:
- Andrey Andreeviç, allaha şükür, en sonunda çağrıyı aldı
galiba ... Pek üzülmüştü zavallı ...
- Öyle galiba ... diye söylendim ve sonra ne olur ne olmaz di
ye ekledim: Er geç olacaktı bu iş ... General Vlasov'un etkisini ve
gücünü ancak dar görüşlü politikacılar değ.erlendiremez. SS Rayh
sführerine gelince, o, bilindiği üzere her şeyi gören bir insandır.
Biraz sonra Vlasov'un kapısı açıldı, Gruppenführer önde dışa
rı çıktılar. Kendine özgü neşesi ve zil gibi öten sesiyle:
- Baylar, çoktan beri sabırsızlıkla beklediğimiz en güzel ha
beri almış, bulunuyorum, dedi.
Gruppenführer, sert sert Vlasov'un yüzüne baktı. Öyle ya, bu
zamansız açıklamanın ne gereği vardı! Vlasov hemen başını önüne
eğdi ve sözünü, her zamanki boğuk sesiyle tamamladı:
- Baylar tanıştırayım sizi...
O anda, kabul odasında bulunanların en yüksek rütbelisi ben
dim. Bu yüzden öne geçtim. Gruppenführer güzel, bakımlı elini
uzattı ve:
- Oto von Rone, diye kendini tanıttı.
Dünyada en hızlı işleyen şeyin insan düşüncesi olduğu söyle
nir. Saniyenin onda biri gibi, çok kısa bir süre içinde geçmişin her
hangi bir olayını anımsayabilirsin. Bende de öyle oldu. 1918 yılının
Nisan ayındaydı, Alman elçisi von Mirbah'ı Moskova'ya getiren
437
tren, yiyecek maddeleriyle tıka basa dolu soğutma tesisli vagonlan
nı ve Malgin'le bana kuşku ile bakan iki Alman subayını anımsa
dım. Gruppenführerin elini sıktım ve son derecede dingin bir sesle:
- Albay Nikandrov, diye yanıt verdim.
Oto von Rone, elbette ki beni tanımamıştı. Öyle ya, bu sakallı
subayın kişiliğinde yirmi beş yıl önceki genci nasıl tanıyabilirdi!
Von Rone gider gitmez, Vlasov, benle Sverçkov'u odasına ça
ğırdı. Sverçkov Vlasov'u kucakladı, öpecek bile oldu, fakat Vlasov
beceriyle kendini yana çekti. Sverçkov coşku ile haykırdı:
- İsa dirildi Andrey Andreeviç! Nihayet gerçekleşti! Kutla-
nm sizi...
Vlasov haç işareti yaptı:
- Evet, dualanm kabul olundu en sonunda.
Sevinçten gözleri çakmak çakmakh, san solgun yüzü pembe-
leşmişti.
Sverçkov kulaklanna kadar varan sıntkan ağzı ile:
- Ne zaman, Andrey Andreeviç? diye sordu.
- Yann ... Sizin ciddiyetinize güvenerek açıklıyorum bunu
baylar... Kabul edin ki, bu konuda hiçbir şey söylememişim... Ara
mızda kalsın ha...
Jilenkov'la Truhin içeri girdiler. Jilenkov'un gülümsemesin
den her şeyi bildiğini anladım. Onun, Devlet Güvenlik Merkeziyle
bağlantısı vardı. Truhin, Vlasov'un elini sarsa sarsa sıktı. Malişkin
de gelince odadan aynldım. Vlasov şimdi içini dökecekti.
Kabul odasının kapısında Zakutni ile burun buruna geldim.
- Beni mi çağırıyor? dedi ve yanıt beklemeden Vlasov'un
odasına daldı.
Himmler'in karargahına yapılan ziyaretin öyküsünü, 21 Hazi
ran Cuma günü Zakutni'den dinledim. Zaman zaman coşmuş ve
hayret etmiş gibi davranmam da gerekiyordu.
- Ah, benim yerimde siz olacaktınız! Kısacası, yola çıktık
438
efendim, Himmler'in karargahına gidiyonız. Bizi saat on birde ka·
bul edecekti. Fakat, bize, saat onda orada bulunmamız emredildi.
Üç arabadaydık, öndekinde Almanlar. Yalnız Ştrikfeldi tanıyonım
aralannda. Hepsi de taşı sıksalar suyunu çıkaracaklar, balık gibi
susuyorlar. İkinci araba bizler; Andrey Andreeviç önde, biz de ar·
kada. İki yanında Jilenkov ve Födor İvanoviç. Malişkin üçüncüsün·
de. Onun yanında da yine Almanlar.
Uçuyonız. Öyle bir yol ki; bal dök de yala. Zaman zaman çam
ağaçlan görünüp kayboluyor. Yol boyundaki nöbetçiler tarafından
sık sık durduruluyoruz. Belgelerimiz gözden geçiriliyor. Bizleri
Rostov hayvan pazannda hayvanların saşılması gibi bir bir sayı·
yorlar! "Ayn, tsvay, dray ... " İlk kontrolde Sverçkov'u indirdiler.
Listede adı yokmuş. Gürültü koparacak oldu, fakat bir hauptman,
"Lütfen ardımdan gelin!" deyiverdi.
İkinci kontrolde hepimizi arabalardan indirdiler. Arabalan
küçük bir meydana çektiler. Kantar mıydı ne? Gene bindirdiler.
Yol boyunda lamba direkleri ... Güpe gündüz hepsi yanıyor. Karşı·
da bir kapı göründü. Yüksek bir kapı. Birden bu kapıdan siyah ara·
balar fırladı dışan ve böğürerek yanımızdan gelip geçtiler. Şoförü·
müz hızla sağa saph. İkinci arabada Himmler vardı. Evet, Himm·
ler, ta kendisi. Tnıhin'in yüzünde bir şaşkınlık belirdi. Jilenkov,
köppoğlu, derhal zehirini döktü:
Kötüye alamet bu, sayın General. Misafir geliyor, ev sahi·
bi gidiyor.
Kapı kapanmamışh. Biz, birinci arabadan sonra hızla içeri dal·
dık. Malişkin'in bulunduğu üçüncüsünü daha kapıda durdurdu·
lar. Biz yan ölü, yan diri durumundayız. Hirnmler'in işleri yalnız
bizimle mi ki... Gider. Ama, ne de olsa can sıkıcı bir şey ...
Vlasov'un ensesi sapsan oldu. Kulaklar kıpkırmızı. Sivil gi·
yimli bir tip kapıyı açh:
- Steigt aus! dedi.
439
Çıkın yani. İlk önce Andrey Andreeviç'in çıkmasını bekliyo
ruz. Cehenneme babadan önce girmek saygısızlık. Karşıki duvarda
bir kapı. Önünde üç basamak. Nedendir bilmem, saydım basamak
ları: Üç.
- Kommen Sie Hierher!11
Arkamızdan itelediler de. İçerideki duvarlar mermerle kaplı.
Pencere yok, mobilya dersen, hiç. Tavanda lambalar. Ocianın orta
sından aşağı doğru inen merdiven basamakları var. Kısacası kol
tuklu bir kapana düşmüşüz. Oturduk. Birbirimize bakamıyoruz. Ji
lenkov'un bir ayağı zemberekli gibi oynuyor, topuğu yeri hklahyor
hafiften. Yukarıdan ayak sesleri duyuldu. Ne olacağız, bilemiyo
rum. Qizi, doğrudan tepeliyecekler mi, yoksa işkenceye mi tutula
cağız? Malişkin'i getirdiler. Adamın ağzı bumu birbirine karışmış.
.
Bizim cesetlerimizle karşılaşacağını sanıyormuş. Korku içindeydi.
Susuyoruz. Jilenkov ayak hklatmasını durdurdu. Gelen, giden
yok. Sessizlik. Vlasov kalkh. Öksürmeye başladı.
- Acayip.. . diye söylendi.
Truhin alaycı bir sesle:
- Misafirin umduğu değil, bulduğu işte, dedi.
Jilenkov baş parmağı ile orta parmağını şaklath, duvarları gös-
terdi: Susun, duvarların dili var...
Vlasov öksürükleri arasında:
- Bir şeyler var, yoldaşlar... Affedersiniz, baylar...
Sözünü tamamlayamadı, çünkü yukarıda yine ayak sesleri du
yuldu.
İki SS'çi -boğa gibi sağlam- kaşarlı sandviç, kahve, kadehle
konyak -tabii, çok az- getirdiler. Bırakıp çıkhlar. Biz, sağırlar-dilsiz
ler gibi susuyoruz... Kendi kendime, ''Mademki, yiyecek bir şeyler
getirdiler, demek ki, tepelemeyecekler bizi..."diyorum.
1 1 Buraya geliniz!
440
Jilenkov, sandviçi ahşhnrken yine duvarlan gösteriyor: Susun
yani...
Bir uşak geldi. Bizim dilden:
- Tuvalete gitmek isteyen var mı? diye sordu.
Birer birer gidip geldik. .
İki saat kadar sonra öğle yemeğini getirdiler. Dört türlü yemek
ve çerez. Aynca bira.
Neşemiz tamamıyla yerine geldi. Hatta Malişkin, sesli hayal
kurmaya başladı:
- Şimdi bir de uyumamıza izin verseler...
Jilenkov, aklındakini dile getirdi:
- Birer de kan verseler ... Ne dersin Mitya?
Ben, elbette, susmakla geçiştirdim.
Ve yeni bir sürpriz:
- Kommen Sie Hierher...
Ve bizi bir yatak salonuna götürdüler. Vlasov'a ayn bir oda
verdiler. Bize pansiyon. Fakat, hafifçe gıcırdayan rahat yataklar ...
Jilenkov hemen uzandı, geniş bir nefes aldı:
- Ne demek bunlar yahu? diye söylendi.
Uyuduk dersem yalan söylemiş olurum. Uyumadık. Yalnız
uyukladık ve daha fazla da düşündük. Öyle ya, şeytanın işi yok, is
ter misin bizi cehenneme göndersinler... Belki de yataklara elektrik
akımı veplmiştir. Biraz sonra akımı işletirlerse kapkara oluverece
ğiz...
Ertesi sabah, ilk arabadaki Almanlar geldi:
- Schnell, schnell...
Yukan kata çıkardılar bizi. Ve orada, bir gün önce sayın Adolf
Hitler'e suikast yapıldığını öğrendik. İtin biri saatli bomba yerleştir
miş. Eee böyle aa bir günde Himmler bizimle görüşecek değil ya ...
Korktunuz mu, Dmitriy Födoroviç?
Allah bir daha göstermesin... Zaten genellikle sabaha kar-
44 1
şı uyuyabilen bir insanım. O gece ise...
Üzüldüm sizin için.
- Teşekkür ederim, Pav�l Mihayloviç.
- Andrey Andreeviç için de üzüldüm. Böyle bir durum kar-
şısında beklediği ilgiyi göremeyecekti elbet.
Hitler'e yapılan suikastten sonra, Berlin büyük bir polis kara
koluna döndü. Yıkıntılarla dolu caddelerde gestapo arabaları fırfır
dönüyordu. Yol ağızlarında makineli tüfekler belirmişti. Merkez
caddelerin kavşaklarında köpekli 55' çiler dikiliyordu.
Vilhelm 5trasse ile Unter den Linden caddelerinde kordon ha
linde polisler bulunduruluyordu.
Rus Komitesinde de durum değişmişti. Bina dolayında güven
lik önlemleri artırılmıştı, Viktoriya 5trasse'de, cepleri kabarık sivil
kişiler ortaya çıktı.
Vlasov'a ve etrafındakilere maaşları ve kuponları veriliyordu,
yani kurulu düzen işliyordu. Ne var ki, Vlasov'a Berlin'de dolaşma
sı yasaklandı, yanına, ancak Amelung'un izniyle girilebiliyordu.
442
düşünmek de yanlışhr. O, her şeyden önce bir insandır. Herkes gi
bi kusurlan bulunan, normal, olağan bir insan. Gerilimli yaşamı
dolayısı ile o da, her insan gibi yorulur.
Ben Almanya'dayken, yurduma yardım görevimi bir an için
dahi unutmuş olsaydım yaka� ele verirdim.
Sporcular arasında "ikinci soluk alma" diye bir kavram kulla
nılır. Benim "ikinci soluğum" orada gerekli olduğum bilinciydi.
Biliyordum ki, düşmanın cephe gerisinde yalnız değildim.
Belki de pek yakınımda, Berlin'de, Letsen'de, Hamburg veya Drez
den'de, herhangi bir Alman dairesi ve örgütünde, onlann silahlı
kuvvetlerinde, Devlet Güvenliği Merkezin� e, Abver'de ya da Hit
ler'in karargahında arkadaşlanm vardır. Bunlar sadece bir olasılık
tı. Hiçbirini tanımıyordum. Onlan tanımak hakkına sahip değil
dim.
Bu yüzden, düşmanın cephe gerisinde, vatan haini Vlasov'un
Rus Komitesinde bulunan ben, Andrey Martinov, gereken işleri tek
başıma yapmak zorundaydım. Danışacağım tek insan vardı, o da
bendim, kendimdim. Bazen, bana: "Şunu yap!" ya da "Aman şunu
sakın yapma!" diyecek bir yakınıma öylesine muhtaçhm ki ... Yal
nız olmayanlara, etraflannda dostlan, düşünce arkadaşlan bulu
nanla�a öyle gıpta ediyordum ki...
Benim de düşünce arkadaşlan, dostlar, yardımcılar arayıp
bulmam gerekiyordu.
"Rus Komitesi"nin Organizasyon Şubesindeki işlerim, bu
alanda bana yardım ediyordu. Kadrolan tanımak benim görevle
rim arasındaydı. Truhin'in hazırladığı "Özlük İşleri" kartoteksini
günlerce inceleyebilirdim. Benden kuşkulanmıyorlardı.
Yüzbaşı Nikolay Mihayloviç'in kişiliğine ilişkin bilgileri de
oradan öğrendim. Kendisi, Dobendorf'taki propagandistler kursu
nun pansiyonunda bulunuyor, arada bir herhangi bir görevle Ber
lin'e geliyordu.
443
Anket karandan öğrendiğime göre, Yaroslavl'da, 1916'da, bir
tüccar ailesinde dünyaya gelmişti. Ailesi, 1932 yılında, zararlı sos
yal eleman olarak baskıya uğramış, kendisi komsomol ve partiye
girmemiş. Öğrenimi; lise ve sonra askeri okul. 1933'ten beri ordu
da çalışmış.
İşte bu bilgiler yüzünden Kudriyavtsev dikkatimi çekti. Bir
tüccarın oğlu olan ve ailesi 1932' de baskı alhna alınan bir kişi, da
ha 1933'te, hele doğduğu şehirde, askeri okula kabul edilemez.
Çünkü orada herkesçe bilinmektedir.
Truhin'in emir subayı, sarhoşken biı: araba alhnda kalarak
ezilmişti. Truhin, kendisine yeni bir emir subayı seçmemi emredin
ce, Kudriyavtsev'le görüşme niyetim kesinleşti.
Bay Kudriyavtsev, Kızıl Orduya gönüllü olarak mı girdi-
niz?
Çağrıldım.
Nasıl çağırırlarmış sizi? 23 Aralık 1916'da doğmuşsunuz.
Sizin kendi elyazınızla yazdığınıza göre, 1933'te orduya alınmışsı
nız. Yani henüz 17 yaşınızı tamamlamadan. O yaştakileri orduya
çağırmazlar.
Yanlışlık yapmışım. Ben, 1915 doğumluyum.
Siz kendiniz yazmışsınız. Anket kartınızı siz doldurmuş-
sunuz.
Dedim ya, şaşırmışım!
Siz doğduğunuz zaman babanız kaç yaşındaymış?
Anımsamıyorum.
Kırk?
Daha küçük. Ben ilk çocuğuyum.
Belki de otuza yakın?
Olabilir.
Birinci Dünya Savaşı'na kahlmış mı?
Elbette. Anlattığına göre, savaşın daha ilk haftasında aske
re almışlar kendisini.
444
- Her soruda batağa gömülüyorsunuz Bay Kudriyavtsev.
Sözlerinizden anlaşıldığına göre babanız, 1914 yılının Ağustos
ayında cepheye gönderilmiş. Oysa siz, Aralık 1915'te doğmuşsu
nuz. Bunun dokuz ayım çıkanrsak, şüpheli bir durum çıkıyor orta-
ya. Ya annenize iftira ediyorsunuz ya da .. .
- Belki de babam sılaya gelmiştir... Yaralanmış olabilir...
- Olabilir. Diyelim ki, doğru söylüyorsunuz, 1915 yılının
Aralık ayında doğduğunuza göre, 1933 Ağustosu'nda yine tam 17
yaşında değilsiniz. Daha üç ay gerekiyor. Bu durumda sizi askere
alamazlar.
- Aldılar.
- Bay Kudriyavtsev bana doğruyu söylemenizi istiyorum.
Gözlerine baka baka konuşuyorum. Dudaklannı yalıyor, ağzı
kurumuş yani. Yeni bir soru soruyorum:
Ailenizin ev adresini söyler misiniz?·
Ranzin sokağı, numara sekiz.
Yineleyin lütfen.
Ranzin sokağı, numara sekiz.
Ailenizin Ranzin sokağı, numara sekizde oturduğunu söy
lüyorsunuz. Olanak dışı bu... Ranzin sokağı, savaştan biraz önce
belirdi. Daha önceleri orası boş bir alandı. Sonra aileniz...
Soyadlan?
Smirnovlar. Mihayl Aleksandroviç ve Zoya Aleksandrov-
na.
Eşinizin adı?
Lüba. Lüba Aleksandrovna.
Babası Mihayl olduğuna göre Aleksandrovna olamaz.
Bocalamaya başladı:
Bu onun üvey babası. Asıl babasının adı Aleksandr.
- Kannız şimdi nerede?
- Bilmiyorum. Bin dokuz yüz kırk ikiden beri görmedim
kendisini.
445
Eşinizin ana ve babası nerede çalışıyorlardı?
Babası "İşçi Zaferi"nde, annesi de "Kızıl Perekop"ta.
Ne iş yapıyorlardı?
İşçiydiler. Babası fıçıa, annesi de çamaşıra.
Gerçekleri ne zaman söyleyeceksiniz, Bay Kudriyavtsev?
Gerçekleri söylüyorum.
Şimdi dinleyin beni, Bay Kudriyavtsev, eğer gerçek Kudri
yavtsev'seniz. Okulda Komsomol üyesi miydiniz? Hangi okulu bi
tirdiniz?
Orta.
Neredeydi bu okul. Adresi, numarası?
Anımsamıyorum.
Sokağını da mı?
Sokağını da.
Anlaşıldı, Kudriyavtsev, siz, orta öğreniminizden sonra
gönüllü olarak askeri okula girmişsiniz? Bitirmişsiniz ve subay ol
muşsunuz. Partiye de üye olmuşsunuz. Son rütbeniz neydi?
Orada yazılıdır. Yüzbaşı.
Kuşkuluyum.
Sizin bileceğiniz iş... Ben gerçekten yüzbaşıyım.
Bence ise binbaşmız... Okulu bitirince teğmen oldunuz. İki
yıl sonra, üsteğmen. Doğru mu?
Zengin fanteziniz var.
Buyurun gidin.
Nereye?
Konuşmamız burada sona eriyor.
Yalnız bu kadar mı? Neden?
Sizi neden mi ç�ğırdım? Tanışalım diye.
Ağır ağır konuşuyorum, biliyorum ki, söylediklerimin hepsi
de onun için son derecede önemli.
Sovyet geri cephesine göndermek için bir grup topluyo-
rum ...
446
Oltaya yakalandı; gözleri çakmak çakmak. Sözler ağzımdan
tane tane çıkıyor:
- Buyurun gidin, Yüzbaşı... Bize böylesi gerekli değil.
Gözlerindeki panlh söndü. Sanki biri akımı kesti, bakışları
kinleşti. Fakat, besbelli ki, iradeli, dingin konuşuyor, sanki hiçbir
şey olmamış gibi:
- "Böylesi" dediniz. Kashnız ne, sorabilir miyim?
- Anket karhnız tamamıyla uydurma. Siz, orada yazdığınız
kişi değilsiniz.
Kalkh, hazırol durumuna geçti. Büyük bir nezaketle, ''Müsa-
adenizle," dedi.
- Buyurun gidin, Yüzbaşı.
Kapıya yöneldi. Arkasından:
- Böylesini Sovyet cephe gerisine pasıl yollayabiliriz ... Siz,
·
447
Tnıhin, o günlerde, Letsen'deki Ostlegionerler kampına gitti.
Ben de emir subayını seçme işini biraz savsatbm. Ve Kudriyavt
sev'le bir daha görüşmeye karar verdim.
Çağırdım kendisini:
- Oturun, Yüzbaşı.
- Teşekkür ederim.
Oturdu. Baktım, sorularımı bekliyor. Susuyorum. O da susu
yor.
- Size bir iş önerisinde bulunacağım, Yüzbaşı. Bilmem, başa
rabilecek misiniz? General Truhin'e bir emir subayı gerekli.
Yüzünde bir memnuniyetsizlik belirdi birden.
Müsaade eder misiniz?
- Buyurun.
- Hayır, başaramayacağım. Hoşuma gitmiyor böyle işler.
Sonra Bay Truhin'den korkuyorum.
- Sovyet cephe gerisine gitmekten korkmuyorsunuz da,
şimdi ...
Gözlerine bakarken aklımdan şu düşünceler geçiyor: ''Yüzba
şı, sen eğer, Sovyet iktidarından nefret edip, gönüllü teslim olan bir
tutsak olsaydın ..."
- Burası iş borsası değil. Emrettikten sonra, değil sadece
emir subayı, kayıt memuru bile olursun...
- General Truhin'in emir subayı olmaktansa, kayıt memur
luğunu yeğlerim.
Neden?
- Bana düşünme süresi verir misiniz?
- Düşünün. Yarına kadar.
Olayların gelişmesini hızlandırmam gerekiyordu. Truhin her
an dönebilir ve: ''Kimi buldunuz, Bay Nikandrov?" diye sorabilirdi.
Ertesi günü Kudriyavtsev'le içten konuştuk. Söze dolaylı baş
layınca, o:
- Açıkça söyleyin, benden ne istiyorsunuz? ricasında bulun-
du.
Artık yalnızlığa katlanamıyordum. Üstelik Kudriyavtsev' e
inanıyordum. Bunun için açıkça konuştum. Ah, ne sevindi! "Ni
kandrov Yoldaş, bugün yeniden dünyaya geldim!" dedi.
Ve her şeyi anlattı:
- Ben gerçekten yüzbaşıyım, gerçekten Yaroslavl'lıyım. Ger
çek soyadım Fomin'dir, adım da Nikolay. Babam v� annem sağdır
lar. Daha doğrusu, son görüşümde sağ idiler. Her ikisi de komü
nisttir. Kanm, son görüşümde Pedagoji Enstitüsünden mezun ol
mak üzereydi.
"Son görüşümde", "son defa" sözlerini sile sık yineledi. Sanki,
yaşamının bir muhasebesini yapıyordu. Yaşamı oradaydı. "Burada
ise hiç, sadece acı, ızdırap... " diyordu.
Fakat, Nikandrov Yoldaş yaşamdan umudumu kestiğimi san
mayın. Hele sizinle bu görüşmemizden sonra...
Nasıl tutsak düştüğünü anlattı:
- Almanlar, 1942 Mayısında Harkov Cephesinde bize ağır
bir darbe indirdiler. General Gorodniyanski gözlerimin önünde öl
dü. Ben de, ertesi sabah, Alay Karargahında tutsak düştüm.
- Vlasov'un yanına nasıl geldin?
- Bütün gerçeği anlatacağım. Hangi Alman kamplannda
bulunduğumu da uygun bir günde ayrınhlan ile açıklayacağım.
Şimdi sadece son bulunduğum üç kamp üzerinde duracağım. Vi
yana civarındaki bir kampta beş gün kaldım. Orada itler, bize kok
muş et yedirdiler. Sonra biz subayları -yüz kişi kadardık- Hano
ver'in yüz kilometre uzağındaki Nurenberg'e götürdüler. Yiyecek
ler; bulaşık suyu çorba ve çamur gibi iki yüz gram ekmekti. Her
gün ölüm oluyordu. Bir gün bir Alman'la bir Rusça çevirmeni gel
di. Kamp komutanı ile konuştular ve ardından derhal söylentiler
yayıldı: İşgal bölgeleri için idareci yetiştirme kurslarına adam an-
449
yorlarmış. İki-üç aylık kurstan sonra, bunları çeşitli görevlerle Rus
ya'ya yolluyorlarmış. İlk önce, isteklileri kampta iyice bir seçme
den geçiriyorlarmış. Rusya sözünü duyunca derhal kabul ettim.
Yalnız, vatana bir ayağımı basayım, diyordum, sonrası...
- Evet, sonrası?
- Bu da sorulur mu? Sonrası, doğruca dağa... Bu itleri tepe-
lemeye... Ve hemen, seçmenin yapıldığı kampa gönderilmemi iste
dim. Almanlar biz daha varmadan önce, Rusya'ya gönderilecek
ikinci grubu hazırlamışlardı. Eh, diyordum, üç ay, ağır ağır da olsa
geçecek. Mutlaka gidebileyim diye onların bilimini ezberleyece
ğim, birinciler arasında yer alacağım. Fakat, tersliğe bakın ki, eme
lime kavuşamadım. İkinci grubu yollamadılar. İlk zamanlarda "ge
çici bir engel" çıktığını bildirdiler. Fakat, kampta böyle şeyleri sak
lamak olasılığı var nu ki... Her şeyi öğrendik. Rusya'ya gönderilen
birinci gruptaki yüz elli kişiden çoğu kaçmış. Anlathklarına göre,
bu söylentiyi yayanların kafalarını ezmişler. İmzaladığıplız dekla
rasyonlar ve diğer şeyler bize hiçbir yarar getirmedi.
- Nedir o diğer şeyler?
- Baş korkuluk Hitler adına and içtik. Ben, deklarasyonu asıl
adımla değil, Kudriyavtsev diye imzaladım, ama her ne de olsa im
zaladım. Bu da yetmiyormuş gibi, Hitler adına and içerken resmi
mi de çektiler. Memleket özlemim arhk dayanılmaz bir hal almışh.
Umutlarım suya düşünce, tuvalete gidip kendimi asmak bile ak
lımdan geçti.
Kursa seçilmiş olan bizleri, ansızın, seçilmişler kampından,
"ulan itler, sizi diğerlerinden daha iyi besleyeceğiz!" der gibi, Vus
trav'a götürdüler. Oradaki Rus savaş tutsakları ne menem insan ol
duğumuzu derhal anladılar ve tutumlarını belirlediler: Bizimle ne
konuşuyor ne de yüzümüze bakıyorlardı.
Seçilmişler kampında tanışhğım biri vardı, Kirov'dan Volodya
Şerstnev. Kendisi ile içten bir konuşmamız olmadı. Fakat, onun da
kurslara aynı amaçla yöneldiğini seziyordum.
450
Bir akşam onunla Vustrav'da oturuyorduk. İkimiz de susu
yorduk. Ne konuşabilirdik ki...
Bastonlu bir adam geldi yanımıza. Sağ ayağı odundandı. Saka
lı da kuşağına kadar. Gözlerinden akıl fışkınyor. Üstü başı perişan,
sırtında eski bir Alman asker �eketi var. Görünüşünden yaman bir
adam olduğu anlaşılıyordu.
- Ne diye öyle başınızı öne eğmiş susuyorsunuz bre kursçu
lar?" dedi.
Konuşmaya başladık. Güvenimizi nasıl kazandı, anlayama
dık. Ve kendisine, sanki babamızmış gibi, iğneden ipliğe her şeyi
anlattık.
- Çocuklar durumunuz gerçekten de berbat. Fakat, içinden
çıkılmaz bir durum değil. Esasen her durumun bir çıkış yolu var.
Gençsiniz. Savaş tutsaklanndan birçoğu, birçoğumuz yani, ölece
ğiz. Fakat, birçoklanmız da sağ kalıp, yurdumuza döneceğiz. El
bette ki, bize teşekkür etmeyecekler. Çünkü, başkalan savaşırken,
bizler tutsak kaldık. Ne de olsa bizi kabul edecekler... -başını eğdi
bize doğru ve fısılh ile ekledi- Ordumuzun faşistleri nasıl patakla
makta olduğunu duyuyorsunuz, değil mi? Oh olsun!
Kiminle konuşuyoruz? diye sorduk.
Nasıl kiminle? İnsanla!
İyi .ama, her insanın bir adı, soyadı ve belirli bir görevi var.
İnsanın en yüksek görevi insan olmak...
Bizimle konuşan adamın General Lukin olduğunu sonradan
öğrendik. Bir daha göremedim kendisini. Biz, kursa seçilenleri, Rus
Komitesinin emrine verdiler. Ve propagandistler kursuna aldılar.
Arkadaşım Volodya Şerstiev öldü. Bir gün, komutanlığın adamla
nndan birini, Kazan'da kondüktörlük yapmış olan bir vatan haini
nin, çenesini kırdı. Bu it, halen Dobendorftadır. Volodya'yı ise kur
şuna dizdiler.
451
Truhin'in emir subayı Yüzbaşı Kudriyavtsev, Fransa'daki Ost
legionerlerin durumlanna ilişkin bir raporun özetini getirdi. Bun
da şu bilgiler vardı:
Bulon'da: Bir bölük var. Georgi Stepanov ve Pötar Jivorenkov
adlanndaki iki Rus, haydutlara (partizanlara yani) silah sağladıkla
n anlaşılınca, kaçmışlar.
452
Yoksa, kamp çok güzel." Sabah ve akşam taze fasulye kabukların
dan yapılma yemek, bütün gün için 300 gr. ekmek, pazarları aynca
yirmi beşer gr. at salamı (üç haftadan beri verildiği yokmuş).
Yüzbaşı Sveşnikov, ölü bulunmuş. Solomatin, İvanovski, Lo
puhin, Şçadrov ve Zemov ad �ı erler kaçmış. Yüzbaşı Sveşnikov'u
öldürdüklerinden kuşkulanılan Zemov'la Lopuhin, Paris'in altmış
kilometre uzağındaki bir yerde görülmüşler. Lopuhin çarpışmada
ölmüş, Zemov da son kurşunu kendi başına sıkmış. Zemov'un ce
binde bulunan bir kağıtta şu adresler yazılıymış: "Merkez pazarın
daki lahana tezgahlan", "Fraşon ve Başkan Vilson sokakları kavşa
ğındaki kahve", "Ulus Meydanındaki P�tane." Bu adresler kon
trol alhnda bulundu.
453
O gün, benim Vlasov'un karargahında bulunuşumun ne den
li önemli ve gerekli olduğunu olanca açıklığı ile anladım. Sağlar ve
ölenler için birçok şeyler yapabilecektim. Ve, sonuç; belirleyici an
da en küçük bir kararsızlığa düşmeden harekete geçmiş olanlann
ad ve soyadlannı bularak memlekete bildirmek için kendi kendime
söz verdim.
Kudriyavtsev-Fomin yoldaşla yalnızlıktan kurtulmuştum. İyi
bir istihbaratçıydı. Cesurdu, yurduna bağlıydı. Bana gerekli olan
insanlan bulmama yardım ediyOl'du. Teğmen İvan Riyabov, Yüz
başı Evdokimov, Çavuş Pötar Davtkov, Er Valentin Baladin, sevgi
li yoldaşlanm, candan dostluğunuza, cesaretinize ve askerlik göre
vine bağlılığınıza hayranım! Sizlere çok çok teşekkür ederim. Ka
rakterleriniz ayrı, doğum yerleriniz ayrı. Kiminiz Vladimir' den ki
miniz Ural'dan, kiminiz Sibirya'dan, kiminiz Moskova'dan. Fakat,
hepinizin kaderi bir: Bin dokuz yüz kırk bir yılının o çetin aylann
da tutsak düştünüz ve nelere katlanmadınız ... Açlığa, soğuğa, ad
sız ölüme... Bütün bunlara karşı yurda yardım etmek için elinizden
geleni yapbnız.
Ne yazık ki, şimdi, elinizi sıkmak olanaklan yok artık. Pötar
Davitkov'la Valentin Balandin düşmanla çarpışmalarda can verdi
ler. Rukavişnikov da arbk yaşayanlar arasında değil. O, Kostya Ya
kovlev ve İvan Riyabov'la birlikte, Rus Komitesi Radyo İstasyonu
nu bizim Moskova ile bağlantı merkezimiz haline getirmişti.
Konstantin Yakovlev sağ� Şimdi, telgraf-posta mühendisi, tek
nik bilimler doktoru, işinin sevdalısı.
Şunu da söylemeyi bir ödev sayarım: Ne ben, ne de arkadaşla
nm, Rayh'ın "yüksek tabakalan" arasına giremedik, kara, deniz ve
hava kuvvetleri kurmay merkezlerindeki belgelere ulaşamadık,
yüksek komutanlann raporlannın birer mikrofilmlerini çıkarmak
olanaklannı bulamadık. Fakat, esasen bizden bunlan istemiyorlar
dı, yöneticilerimiz, bizim mütevazı olanaklanmızı biliyorlardı.
454
AzAtı olsa bir şeyler yaptık. Bir ödevi yerine getirdik: Yöneti
cilerimiz, Vlasov'un planlarını her zaman biliyorlardı. Ve Vlasov
cular, yakalandıktan sonra çekildikleri sorguda yalan söyledikleri,
hile yoluna saphklan zaman, sorgu organlan, onların hainlik, al
çaklık ve cinayetlerini belgelemede hiçbir zorluk çekmiyorlardı.
455
- Kurulunca bana bildirin, dedi, bir saniye daha sustuktan
sonra ekledi:
- Saat alhya dek kuramazsanız bana yine rapor edin.
Ve kulaklığı bırakh.
Bundan sonra uyuyamadı. Yatb, buz gibi ayaklarını battaniye
ye iyice sardı, gözlerini kapadı, fakat uykusu bir türlü gelmiyordu.
Belinin biraz alhndan bir ağn hafif hafif yoklamaya başladı. Savaş
tan önce, doktorlar, kendisinde böbrek yetersizliği hatta nefrit sap
tamışlar, sıkı bir perhiz koşullarında yaşamasını söylemişler, her
hafta inceleme yaphrmasını tavsiye etmişlerdi. Jeleznovodsk' a git
meye razı oldu ve yaşamının en sıkınhlı ayım orada geçirdi.
Anfim İvanoviç ısındı ve ağrısı geçti, ne var ki, uyuyamadı.
Kalksa bir duş alsa ve işe başlasa iyi olacakh herhalde. Fakat, ağrı
yeniden başlar kaygısı ile bir süre daha yataktan çıkmamaya karar
verdi.
İşleri zaten başından aşkındı.
Bin dokuz yüz kırk dört baharıydı. Sovyet Ordusu, taarruzla
nndan birine daha hazırlanıyordu. Her dört cephede de (Birinci
Balhk Cephesiyle her üç Belorus Cephelerinde}, düşmanın Merkez
Orduları grubu, Merkezin kanatlarını oluşturan Kuzey ve Kuzey
Ukrayna orduları grupları bozguna uğratılacak, Belorusya tama
men, Letonya ile Litvanya'nın birer kesimleri kurtarılacak, Sovyet
Ordusunun Polonya ve Doğu Prusya yollan açılacakh.
"Bagratiyon" adı verilmiş olan taarruz planı, 1944 Mayısı'nın
son günlerinde, Genelkurmay Başkanlığında incelendi. Yüksek
Başkomutan Stalin, yardımcıları, genelkurmay başkanı, dört cep
henin komutanları ve askeri danışmanlık üyeleri bu inceleme top
lanhsında hazır bulundular. Hangi askeri birliklerin kahlacakları
sorunu ile maddi-teknik gerel:-.sinimi konusunun incelenmesine di
ğer ilgili mareşal ve generaller de katıldılar.
Taarruza hazırlanan orduların emrinde alh bin uçak, beş bin
456
tank ve diğer motorize araçlar, otuz binden fazla top ve havan to
pu vardı. Yüz altmış alh tümende, on iki tank ve mekanize araç ko
lordusunda, müstakil tank ve motorize araç tugayında ve yedi tah
kimli bölgede toplam bir buçuk milyon kadar insan bulunuyordu.
Birinci Belorus Cephesine bağlı, yeni kurulmuş Birinci Polonya Or
dusu da bunlar arasındaydı.
Uçaklar, tanklar, arabalar, diğer motorize araçlar için yüz bin
lerce ton yakıt ve makina yağının taşınması gerekiyordu. Mermiler
de taarruzun başlamasına kadar taşınmış olmalıydı. Yalnız kara
kuvvetleri için gerekli olan mermilerin taşınması üç bin beş yüz va
gonla sağlanacakh. Bunlardan başka her g:ün ekmek, yiyecek mad
deleri, ilaç, sargı bezi, sinema filmi, kitap, gazete ve daha başka bin
lerce şey taşınacakh. Diş macunu, sabun, ayakkabı boyası, hraş
bıçağı, votka, kısacası insanın yaşaması için gerekli olan her şey. Bu
yaşama, gerçi "cephe yaşamı" deniyordu. İyi ama oradaki insanlar,
yaşamak, beslenmek, giyinmek istiyorlardı, içkiden de vazgeçmiş
değillerdi. Kitap, gazete ve dergileri kapışıyorlardı. "Dom�z Çoba
nı Kızla Sığırtmaç", "Şen Gençler'' ya da "Sirk" filmlerini üçüncü,
beşinci kez de seyretseler memnun oluyorlardı. Cephedeki insan
lar, çoğunluğu, hiç olmazsa ölümü değil, yaşamı düşünüyor, gele
ceğin hayalini kuruyor, mutlu olacaklarına inanıyorlardı.
Belorusya'ya bahar, genellikle geç gelir. Bu yıl daha da geç
kalmışh. Mayıs ayında, vadilerde ve dağlarda hala kar vardı. Aske
ri birliklerin önemli bir kısmı henüz kış giysileriyle idi. Bu yüzden
yazlık giysilerin taşınması için de vagonlar gerekliydi.
Bu bir buçuk milyonluk ordudaki her insanın yalnız giyinme
ye, yiyip içmeye değil, aynı zamanda, yıkanma olanaklarına, ken
dilerinden umut ve korku ile mektup bekleyen yakınlarına mektup
yazmaya da gereksinimi vardı. En önemlisi, erinden generaline ka
dar herkesin, bu taarruzda kendi yerini, kendi yükümlülüklerini
bilmesi gerekliydi. Bu bir buçuk milyonun hepsi, zafere ve düşma-
457
nın kaçınılmaz olarak yenileceğine bütün varlığı ile inanmalıydı.
Arhk 1941 değildi, zaferlerle dolu 1944 yılıydı. Moskova, Stalin
grad ve Kursk çarpışmaları her erin kalbinde yaşıyordu, binlerce
şehir ve köy kurtarılmışh. Bütün bunlara karşı, çelik bir irade ve za
fere inanç gerekliydi. Çünkü düşman henüz ezilmemişti, güçlüy
dü, kendiliğinden bahya çekilmek istemiyordu, kovulması ve yok
edilmesi gerekliydi.
Büyük bir nefesli sazlar orkestrasının çalışmasına ayrılmış
olan bir salona, provalar başlamazdan önce girerseniz bir ses kaka
fonisiyle kulaklarınız rahatsız olur. Flütün ince, nazik melodisine
klarnetin hızlı konuşması ya da saksafonun korkak kahkahası karı
şır. Bütün bunlar, orkestra şefinin yerine geçip dingin ve tatlı bakış
ları ile sanatçıların gözlerine bakmasına ve ilk işareti vermesine ka
dar sürer. Ondan sonra müzisyenler, çok iyi icra etme özeninden
başka tüm kaygılardan kurtulurlar ve orkestra gerçek müziği yeni
den yaratmaya başlar.
İşte, dört cepheden yapılacak taarruzun hazırlıkları da, orkes
tranın, provadan önceki durumumu andırıyordu. Yalnız cephele
rin kapladığı bölge birkaç Bahlı devleti içine alabilecek büyüklük
teydi ve bu orkestranın ilk akordu ile yer gök inleyebilirdi.
İlk akorda birkaç gün kalmamıştı. Hazırlıklar hala sürüp gidi
yordu. Herkes enerjik davranıyordu. Bütün çalışmalar derin bir
gizlilik içinde yapılıyordu. Bazıları, birtakım bencil hesaplarla ha
zırlık çalışmalarının uyumunu bozuyordu. Bir buçuk milyon insan
içinde böylelerinin bulunmaması olanaksızdı, ne var ki çok azdılar,
çoğunluk yüce amaca uyuyor, taarruzun başarılı olması için elin
den geleni yapıyordu.
Bolotin'in de bu orkestrada önemli rolü vardı. O, düşmanın
cephe gerisindeki patlayışların daha sık olmasını, trenlerin köprü
lerden geçerken tepetaklak edilmesini, hava meydanlarında uçak
ların yakılmasını, benzin sarnıçlarının alevlenmesini sağlamakla
458
görevliydi. Askersel dilde buna, "partizan birliklerinin eylemleriy
le dört cephenin eylemlerinin bir plan içinde uyumlaşması, düşma
nın cephe gerisi harekahnın dezorganize edilmesi, düşman yedek
lerinin cepheye taşınmasının önlenmesi" deniyordu. Partizanların
bir ödevi daha vardı: Düşmanın hazırlıklarını öğrenip Sovyet Ko
mutanlığına bildirmek. Birçok subay, partizanları "Bagration" pla
nına uygun olarak harekete geçirmesinde Korgeneral Bolotin' e yar
dım etmekle yükümlü idiler. Yarbay Orlov da bunların arasınday
dı. O, ordu ve partizan istihbaratçıları arasındaki ortak çalışmaları
koordine etmek için, Bolotin tarafından Alehnoviçi bölgesine gön
derilmişti.
459
Gecikmiş ve isteksiz açılan İkinci Cephe, Almanlara hiç olmaz
sa, Almanlann, Bah Cephesinden Doğu Cephesine tümen kaydır
malarına belirli ölçüde engel olabilecekti.
...Telefon çaldı. Bolotin, her zamankinden daha çabuk kulaklı
ğı kaldırdı. Orlov'dan henüz bir haber alınmamış olması, onu, ken
disinin de farkında olmadan, büyük ölçüde heyecanlandırıyordu.
''Buyurun," dedi, fakat yanıt alamadı, karşısındaki, onu erken erken
rahatsız ettiği için mi susuyordu, yoksa bir yanlışlık mı olmuştu?
Anfim İvanoviç, kulaklığı yerine koydu ve her zamanki alış
kanlığı ile takvimin yeni sayfasını çevirdi. Katya'nın ölüm yıldönü
mü olan 8 Temmuz'a bir ay vardı daha. Artık çok uzaklarda kalmış
olan Bristol Oteli'ndeki olayın üstünden yirmi alb yıl geçmişti.
460
Frunze, Harkov'da değildi. Emrindeki birlikleri dolaşmaya
çıkmışh. Fakat, varlığı her yerde belli oluyordu. Güney Cephesi ka
rarg�hında herkes sıkı bir disiplin içinde çalışıyordu. Bolotin ko
mutanın günlük emirlerinin biriktirildiği dosyayı istedi. Okurken,
Frunze'nin gücünü ve partiye inanmışlığıriı hem aklı ile, hem de
kalben duyumsadı.
"Kızılordulu er, komutan ve komiser yoldaşlar,
Sizleri, birliklerinizdeki eksiklikleri hep birlikte ortadan kal
dırmak ve birliklerinizi düşman için müthiş ve sarsılmaz birer güç
haline getirmek için çalışmaya, Cumhuriyetimiz adına çağırıyo
rum. Namuslu kalbi proletarya ve köylüler için çarpan sizlere hitap
ediyorum: Hepimiz, tüm istek ve enerjimizie çalışalım! Kalbimizde
korkuya yer vermeyelim! Düşmanın büyük çabalarına karşın,
emek ordusunun zaferi kaçınılmazdır! \!raı:ıgel yenilmelidir! Gü
ney Cephesi orduları bunu yapacaklardır! Cesaretle ileri!"
Bolotin, Mihail Vasilieviç'i iki gün sonra gördü. z.ayıflamışh,
fakat neşeliydi, enerjikti, gözlerinde şakacı ışılhlar vardı. Tıpkı Şu
ya'da olduğu zamanlardaki gibi. Hele polisi ustalıkla aldathğı za
manlarda gözlerinde bu ışılhlar parlardı.
Fakat, eskiden olduğu gibi, sabaha kadar konuşamadılar. Cep
he komutanının gündüz ve geceleri, neredeyse dakikalarına kadar
doluydu.
Öğle yemeğini Frunze'nin vagonunda yediler. Devrimci Aske
ri Danışma Kurulu üyesi Sergey İvanoviç Gusev de yanlarındaydı.
Yemekler, er yemeği idi: Sebze çorbası ve dan lapası.
Sergey İvanoviç büyük bir balık getirmişti.
Ertesi gün, Frunze'nin değişmez emir subayı Sirotinski, Bolo
tin' e, Yedek Tümen Komutanlığına atanmasına ilişkin emri göster
dikten sonra, gülerek:
- Kader Bolotin'i koruyor, dedi.
Sirotinski, Bolotin'i her zaman, "Onegin"in bu dizesiyle
461
selamlardı. Kader, gerçekten de Bolotin'e özen gösteriyordu. San
ki, 1918'de Bristol Oteli kapıcısının eliyle indirdiği ağır darbe -ki bu
darbeyi bir başkası yeseydi, mutlak öteki dünyayı boylardı- son
darbe olmuştu. Anfim İvanoviç, tüm iç savaş boyunca ne yaralan
dı, ne tifüse ne de "İspanyol"a yakalandı.
Sonra Perekop, Bolotin, Kınm'daki ilk mitingi hiçbir zaman
unutmadı. Kınm'a özgü olmayan bir soğuk vardı, şiddetli bir tipi
esiyordu. Frunze, şapkasız ve kaputunun düğmeleri çözük, bir
kamyonda nutuk söylüyordu. Soğukalmıştı, sesi kısıktı:
"Kızıl Ordu erleri, düşmanın tahkim ettiği mevzilerini yararak
Kınm'a girmiş bulunuyorsunuz. Bir darbe daha vurduktan sonra,
Kınm'da, beyazlardan sadece acı anılar kalacaktır. Düşmanlarına
karşı amansız olan Kızıl Ordu öç peşinde değildir. Biz, sadece düş
manın zorlaması yüzünden kan döktük. En çetin çarpışmalar sıra
sında, düşmanlarımıza banş önerilerinde bulunduk . .
Güney Cephesi Askeri Danışma Kurulu Vrangel'e, onun su
bay ve erlerine yirmi dört saat içinde teslim olmalarını önerdi. Tes
lim olacaklara, yaşamlarını bağışlayacağımızı ve isteyenlere başka
ülkelere gitme izni vereceğimizi vadettik. Kızıl Ordu yalnız qüş
manlanna karşı amansızdır, yenilenlere karşı şövalyedir... "
Bundan sonra Kerç'e süvari taarruzu yapıldı. Bolotin, Can
köy'de Frunze'nin zaferi telgrafçıya dikte ettiği sırada, o unutul
maz anda yanında bulunuyordu: ''Moskova stop. Kremlin stop.
Vladimir İliç Lenin stop. Süvari kuvvetlerimiz bugün Kerç'i kurtar
dı stop. Güney Cephesinin görevi sona erdi stop. Cephe Komutanı
Frunze stop."
Mihail Vasilieviç telgrafçıya sordu:
- Verdiniz mi? Teşekkür ederim.
İskemleye oturdu, sanki yapacak işi kalmamış gibi ellerini diz
lerine koydu. Yüzünde yorgun bir gülümseme vardı. Geniş bir ne
fes aldı.
462
Derler ki, her insanın pek sevdiği tatlı anılan vardır, bunlarsız
yaşamı renksizdir, kışın saçaklardan sarkan buzlar gibi, köpek bur
nu gibi soğuktur. Bu anılar, kalbin bir köşesinde, kül alhndaki kor
lar gibi sesizce, için için yanarlar. Fakat, gerektiği anda bütün kalbi
ısıhr, insanın yaşama gücünü artınrlar. Öylesine de arhnrlar ki...
Korgeneral Bolotin, sevinci de tatmışh yaşamında, acıyı da.
Aalar ve umutsuzluklarla dolu öyle günleri olmuştu ki, böyle an
lannda, yaşamının özü ve anlamını oluşturan en önemli, en değer
li şeyleri, adalete, dürüstlüğe, parti yoldaşlarına ve en nihayet ken
dine olan inananı yitireceğinden korkmuştu. İşte böyle anlannda,
Canköy'deki o rüzgarlı, soğuk günü anımsayınca, içini tatlı bir fe
rahlık kaplıyor ve geniş soluk almaya başlıyordu.
Anfim İvanoviç, bin dokuz yüz yirmi beş yılı yazında, Kat
ya'nın ölümünden yedi yıl sonra Yaroslayl'a gitmeye karar verdi.
Bu günlerden üç yıl önce evlendiği ikinci karı°sı Lidya İvanovna ile
birlikte, Moskova'da ilk önce İvanovo'ya gittiler. Arhk on alt yaşın
da olan küçük Katya ve on ikisindeki Arseniy, tatillerini orada, bü
yük annelerinin yanında geçiriyorlardı.
Annesi, Anfim'in Yaroslavl'a gideceğini öğrenince:
- Çocukları da alacak mısın? diye sordu.
- Elbette.
Kadın, kesin bir sesle:
- Lidya'yı bırak burada, benim yanımda, dedi.
Küçük Katya, babasının Lidya İvanovna'yı almayışına üzül
dü: Ona daha ilk günden bağlanmıştı. Başı dimdik önde yürüyor
du. Arseniy, babasının eline sımsıkı sanlmışh. Gelip geçenler, iki
Kızıl Bayrak madalyalı korgenerale ilgiyle bakıyorlardı. Yaroslavl
ilinde pek az rastlanan bir olaydı bu.
Faytonla ya da tramvayla gidebilirlerdi. Fakat, Bolotin niçin
böyle yaphğının farkında olmadan yaya yürümeyi yeğlemişti. Ne
var ki, Kotorosal çayı üzerindeki köprünün ağaç döşemesi, ayakla-
463
nnın altında gıcırdamaya başladığı zaman neden yaya yürümeyi
yeğlediğini anladı. Bu gıartı, çaydan gelen nem kokusu, köhne
tramvay vagonlarının gürültüsü ve çangırtısı, Yaroslavl'ın oradan
görünüşü yaşamında eksikliğini duyduğu şeylerdi ve bütün bunla
rın Katya ile sıkı sıkıya bağlanhsı vardı.
O mutlu günlerinde, Katya'nın Yaroslavl'a her gelişinde, bir
likte işte bu köprüden geçerlerdi. Onu, gidişlerinde, genellikle ge
celeri, bu yoldan geçerek uğurlardı.
Katya'yı son gelişinde karşılayamamış, otelin koridorunda
görmüştü. Karısını öpmek istemişti. Fakat, Katya, onu elinden tut
muş, pencereye doğru sürüklemiş ve: "Uyuyorsunuz siz, dışanda
ayaklanma var," demişti.
Bristol Oteli'nde değişen bir şey yoktu. Hatta uzun sakallı ka
pıa bile eskisini andırıyordu, Bolotin, onun yerlere kadar eğilerek
kendisini selamlamasına soğuk bir karşılık verdi.
Çocuklar, kanlı olayın geçtiği vestübile girdikten hemen son
ra, laterna sesi duydular ve derhal sokağa fırladılar.
Bolotin, kendi kendine, "İşte burada yahyordu ..." diye söylen
di ve sanki hala orada yahyormuş gibi, başını o loş köşeye çevirdi.
İkinci kata çıkh, o zamanlar oturduğu odanın önünde durdu.
Kapıyı bir açh ki, onu orada gördüm düşüncesi geçti aklından.
Eski odasına bitişik odanın kapısı açıldı, bir erkek yanında bir
kadınla çıkh. Loş koridorda Bolotin'i iyice göremeden sordu:
- Sokolov Yoldaşa mı gidiyorsunuz? O bu sabah ayrıldı ve...
Ah, affedersiniz ...
Kadın koridorda ilerlerken, ikide bir başını çevirip Bolotin' e
bakıyordu. Herhalde madalyalan dikkatini çekmişti.
Anfim İvanoviç dalgındı. "Hiçbir ıaman, hiçbir zaman unuta
mayacağım bunu" diyordu kendi kendine.
Arseniy:
- Baba! Baba! diye haykırdı.
464
Anfim:
- Geliyorum, şimdi geliyorum, dedi ve küçük .Katya'yı sar
dı, sonra hafif bir sesle:
- .Katya, anneni işte burada öldürdüler ... diye söylendi.
"O B
izE DiRi OLARAK GEREKLİ"
Sovyet subayını getiren Binbaşı .Kalugin'in çalımından geçilmi
yordu. Elbette geçilmeyecekti, Vasilevski'nin en yakın adamların
dan birini yakalamışh. Vlasov'a, özellikle şimdi sunulmuş, en de
ğerli bir hediye idi bu. Çünkü, Rus Komitesinde dolaşan söylentile
re göre, Alınanlar, verilmekte olan parayı bugünlerde keseceklerdi.
Sonra? Komitedeki eylemcilerin hali ne olacakh? Nereye gidecek
lerdi? Savaş tutsakları kamplarına mı? Ostlegionlara mı? Propa
gandacı kurslarına mı? Tepedekiler (Vlasov, Truhin, Malişkin, Jilen
kov) elbette kendilerine uygun birer yer bulacaklardı, özellikle Ji-
465
lenkov. O, hangi koşullar içinde olursa olsun paçasını kurtaracakh,
çünkü her yerde bağlanhsı vardı. Maykopski onu destekleyecekti.
Söylentilere göre, Maykopski ve onun yanı sıra Jilenkov, Vla
sov'a bağlı askeri birlikler oluşturulması için Almanlarla müzakere
halindeydiler. Almanlar sözde vaatte bulunmuşlardı. Kim bilir? Bir
de sözlerinden dönüverirlerse?
Komitede söylenti mi arasın. Herkes aklına geleni gerçekmiş
gibi yayıyordu.
Bu söylentilerden biri doğru çıkh. Vlasov'un ısrarlı yalvarma
lan üzerine, propagandistler kursunun son mezunlan ve işgal böl
gelerine gönderilmeye razı olanlar -ki hepsi alh yüz kişi kadardı
"haydutlar"la savaşmak üzere Belorusya'ya gönderildi. Vlasov, Bü
yük Almanya'ya sadakatini bir daha kanıtlamak ve kadrolarını ey
lemde göstermek için bu suretle bir fırsat ele geçirmiş bulunuyordu.
İşgal bölgelerinde Almanlar hesabına çalışmayı kabul etmiş
olanlar deklase elemanlardı. İçlerinde Sovyetlerin yanına geçebile
cek pek az kişi vardı. Çünkü, hemen hemen hepsi, işgalden önce
türlü suçlar işlemiş kişilerdi.
Vlasov, Dobendorf'ta bu "özgür tabur"un uğurlanması töre
ninde yaphğı konuşmada, söz konusu taburu, "er geç kendi bayra
ğı ile Moskova'ya girecek" gelecekteki kuvvetin öncüsü olarak ni
teledi.
Sovyetlerin yanına geçme girişiminde bulunacak veya savaş
tan kaçacak olanlan kurşuna dizmek için oluşturulan özel grubun
komutanlığına da Binbaşı Kalugin atandı. Yarbay Orlov'u yakala
yan Kalugin. Bu olaydan sonra şöyle övünüyordu:
- Bir bilseniz nasıl dövüşüyor bu "haydutlar." Ama, bizim
karşımızda dayanabilirler mi hiç! Sadece on beş kişi kalmışh karşı
mızda. Emir verdim, beşini kolayca kurşuna dizdik. Beş kişilik ikin
ci grup bizi bir hayli uğraşhrdı, dördünü öldürmek güç olmadı
ama, beşinci dayandı. Beş kişilik üçüncü gruptan birisi, "Dinleyin
466
beni, ondan sonra öldürün!" diye yalvarmaya başladı. "Size öyle
şeyler söyleyeceğim ki... " diyordu. "Pekala, konuş" dedim. ''Yalnız
burada değil. ötekilerin d�ymasını istemiyorum." diye sızlandı.
"ötekiler de kimler? Bunlar mı? Onlar, biraz sonra bitimsiz olarak
susacaklar." dedim. Benim çocµklan gösterdi: Kurnaz kerata. Bir
yana çektim, "Konuş!" dedim. Koşullan varmış. ''Yaşamımı bağış
layacağınızı vadedin. Ondan sonra anlatacağım" dedi. Vadettim.
Anlattı: Radistmiş. Bulunduğumuz yere, bir saat sonra, bir Sovyet
subayı paraşütle atlayacakmış. Anladığıma göre önemli bir kişiy
miş. Buradan, derhal, partizan komutanının karargahının bulundu
ğu Zubtsi'ye götürülmesi için emir verilmiş. Ve aldatmadı bizi bu
radist. Bu subayı, huraya getirinceye kadar ne çileler çektim bile
mezsiniz. Karanın kesindi. Andrey Andreeviç'e bir hediye sunacak
tım. Öyle ya, Vasilevski'de uçup gelen bu kuşu yakalamak kolay mı
sanıyorsunuz...
Tutsak edilen subayın, Vasilevski tarafından uçurulduğu ma
salı elbette doğru değildi. Kalugin yalan söylüyordu. Fakat, öteki
ler, ufacık bir umut taşıyan, en akıl almaz söylentiye inandıklan gi
bi, buna da çabucak inanmışlardı.
467
Konuşacak mıyız?
Konuya bağlı.
Ufak tefek şeyler... Affedersiniz, kendimi tanıtmayı unut
tum. Ben, Teğmen Asrafiev, Askeri İstihbarat Şubesinin komutan
yardımcısı.
Abver'den mi?
- Hayır. Biz ayrıyız. Tuğgeneral Vlasov karargahına bağlı-
yız.
Orlov, alaycı bir dille:
- Sahiden ayn ve bağımsız mısınız? Ama, Alman üniforma
sı taşıyorsunuz.
- Geçici bu. Kendi üniformamız da da olacak. Özür dilerim,
burada soru hakkı bende.
Sorun.
Sovyet Orduları taarruza ne zaman başlayacak?
Hangi Sovyet Ordusu?
Bagramyan'ın Balhk Cephesi ve Rokosovki'nin Belorusya
Cephesi.
Size bir akıl vereyim mi?
- Verin.
- Moskova'ya, Genelkurmay Başkanlığına telefon edin. En
doğrusunu onlar biliyor. Ben yanılhnm sizi.
- Teşekkür ederim verdiğiniz akla. Mutlaka telefon edece
ğim. Yalnız, bana, Genelkurmayın telefonlarından birini söyleyin.
Hangisini olursa.
Şu unutkanlığım olmasa ... Size bir sorum var.
Sorun.
Rusya' dan ayrılalı ne kadar oldu?
Neden sordunuz?
Bir acayip konuşuyorsunuz da.
Yanlış vurguluyorum, değil mi? Rusya'dan çoktan ayrıl-
468
dım. 1918 yılında. O zaman alh yaşındaydım. Babam şöyle diyor
du: "Şükür allaha, kurtulduk. Boğucu sıcak, tifo, açlık, ÇeKa." İkin
ci Dünya Savaşı'na kadar Paris'te oturdum. Doğum yerim Koz
lov'dur.
- Yani Miçurinsk.
- Sizin için Miçurinsk, benim için Kozlov. Söyleyin allah aş-
kına, şehir adlarını değiştirme tutkusu nereden geldi size? Nijni
Novgorot ne güzel bir ad! Siz bunu Gorki yaphnız. Neden? Gor
ki'yi ben de seviyorum. Özellikle "Ayak Takımı Arasında" adlı ya
pıhnı. "İnsan demek, kıvanç demektir!" İyi ama, neden koskoca bir
şehir onun adını taşımalıdır? Yahut da Viyatka'yı alalım. Ne şirin
bir ad Viyatka! Siz, Kirov yaphnız. Moskova'nın sokak ve caddele
rine de yeni adlar takhnız: Vozdvijenka, Ostojenka ... Frunze adı,
'Znamenka adından neyi ile daha güzeldir?-Sizin Genelkurmayınız
hala orada mı bulunuyor?
Bilmiyorum.
Neyi bilmiyorsunuz?
Frunze caddesinin önceleri Znamenka olduğunu.
Görüyorum ki, bir şey bilmiyorsunuz. Bizi dinleyen biri
olsa, sanacak ki, Moskova'dan dün gelen, siz değil, benim. Mosko
va'run nerede bulunduğunu da bilmediğinizi söylerseniz, buna hiç
şaşmam.
Bunu biliyorum. Moskova yerinde bulunuyor.
- Propaganda mı yapıyorsunuz?
- Sizin, hiçbir zaman göremeyeceğiniz, Moskova'ya ilişkin
sorunuzu yanıtlıyorum.
- Savaştan önce Pravda'da bir yazı okumuştum. Rusya'da,
Moskova'yı ömründe görmemiş pek çok insanın bulunduğu belir
tiliyordu.
- Onlarla sizler arasında küçücük bir aynm var: Onlar, Mos
kova'yı her an görebilirler, yeter ki istesinler. Oysa siz Moskova'ya
469
hiçbir zaman gidemeyeceksiniz, Muhafızlar arasında getirilirseniz,
o başka.
- Gideceğim Moskova'ya!
- Sizin bu çocukça saflığınız hoşuma gidiyor. Almanlar da,
1941'de Moskova için böyle konuşuyorlardı. Şimdi 1944. Güvendi
ğiniz dağlara kar yağdı.
Astafiev içten güldü:
- Kim kimi sorguya çekiyor? Ben mi sizi, yoksa siz mi beni?
Orlov, dinginlikle:
- İyi ama siz beni boşuna sorguya çekeceksiniz. İlginç hiçbir
şey söylemeyeceğim size.
- Öyie bir söyleyeceksiniz ki...
- İşkenceye mi başlayacaksınız yani? Hiç tavsiye etmem.
Çünkü o zaman tamamıyla susacağım.
Astafiev tabakasını çıkardı:
- Müsaade eder misiniz?
- Hayret ediyorum size. Bir yandan işkenceye başlamak is-
tiyorsunuz, öte yandan benden sigara içme müsaadesi istiyorsu
nuz.
- Alışkanlık, Buyurmaz mısruz?
Orlov soğuk bir sesle, "Teşekkür ederim, içmiyorum," dedi.
- Sigaralarım düşük kalitelidir. Savaştan önce Paris'te, sizin
Troyka'yı sık sık alıyordum. Orta kaliteli ama, kapağında nefis bir
tablo vardı. Demek ki, kararınız hiçbir şey söylememek, ha? Ben
den bir öğüt ister misiniz?
- Söyleyin bakayım.
- Henüz zamanı iken her şeyi anlahn bana.
Orlov, dumanı uzaklaşbrmak için elini savurdu, Astafiev, is
kemlenin bacağında sigarasını söndürdü.
Affedersiniz. Eee, öğüdümü kabul ediyor musunuz?
- Hayır.
470
Yazık! Çıkannızı bilmiyorsunuz.
Açıklayın bu çıkan.
Memnuniyetle. Bir başkası sizi konuşturacakhr zaten. Ben
hiçbir şey değilim. Bir aydınnn, kan kokusuna dayanamam. Gerçi,
günümüzde çağlayanlar gibi, şampanya gibi kan dökülüyor. Ama,
kan kokusuna dayanamıyorum.
Orlov aynı tonla konuştu:
- Şu anda Födor Mihayloviç Dostoyevski'yi anımsadım: "Ve
bundan dolayı (kan döktüğü için), üstün gelene Kapitoliy'de taç
giydiriyorlar ve sonra onu insanlığın kurtancısı ilan ediyorlar." İyi
ama günümüzde dökülen kanların gerçek s�çlusu, sizin bir köpek
gibi hizmet ettiğiniz insanlardır.
- Hakarete sapmayın rica ederim. Ben sadece sizin çıkarını
zı göz önünde bulunduruyorum. Baştakiler, b}l konuşmamızın so
nucunu bekliyorlar. Boş elle dönersem, sizi Erih Rike'ye teslim ede
cekler.
- Alman mı o?
- SS Oberscharführeri.12 Andrey Andreeviç'in karargahına
verilmiş bir görevli.
- Bu Andrey Andreeviç de kim?
- Nasıl kimmiş? Siz gökten mi düştünüz buraya? Tuğgene-
ral Vlasov anladınız, değil mi? Sizi Rike'ye teslim edecekler. Cana
vann biri bu Rike. Kısa bacaklı bir ucube. Güzel olan her şeye düş
man. Özellikle yakışıklı ve değerli erkeklere. Ondan kurtuluşun tek
yolu, kurşun. Fakat bundan önce, sizi tanınmaz kılıklara sokacakhr.
Korkutmayın beni. Gece uyuyamam sonra.
- E, başlıyor musunuz?
- Pek canım istemiyor.
Kapıya vuruldu. Astafiev, "Buyurun," dedi.
471
Bir asker girdi içeri:
- B_ay Teğmen, general çağırıyor sizi.
Astafiev ayağa fırladı, Orlov'a, paylar gibi:
- Lafa daldım sizinle... Fakat, boşuna. Rike'nin elinden kur
tulamayacaksınız.
Bir astsubay geldi. Bir sürahi dolusu su ve leğen getirdi. İs
kemleye koydu, "Buyurun, su," dedi.
Orlov, bir yudum aldı: İçimli, soğuk...
Astsubay, "Dışarı çıkma gereksinimi duyduğunuz zaman, ka
pıyı hklahverin," dedi.
Bundan sonra kahvalh getirdiler: Patates püreli sosis, kahve,
iki parça kaşar ve ekmek. Fena değil.
Orlov, ''Yiyeyim mi acaba?" diye düşündü. "Burada ne kadar
kalacağım belli de�. Enerji toplamalıyım." Ve sosisten başladı.
Kahvalhdan sonra hücresinde dolaşmaya koyuldu: Beş adım
ileri, beş a?ım geri. ''Muhakkak ki, taarruzla ilgili sorular soracak
lar." Birden, işinden de, taarruz hazırlıklarından da çok uzaklarda
olduğunu duyumsadı. Moskova, Korgeneral Bolotin ve diğerleri
çok uzaklarda kalmıştı. Yalnız mesafe bakımından değil, zaman
bakımından da. Bunların hepsi şimdi birer anıydı.
Yarbay Orlov, bu olaydan birkaç gün önce, Bolotin'den, iki
günlük ev izni almışh. Ve kayınvalidesi Varvara İvanovna'nın,
kendi oğlu Seröja ile ·birlikte oturduğu Kineşma'ya hareket etti. İk,i
günlük iznin, otuz sekiz saatini yollarda kaybetti. Savaştan önce on
iki saatte varılan bu şehre, şimdi tren Moskova' dan dolaşarak on
dokuz saatte varıyordu.
Orlov, oğlunu, son kez, 22 Haziran 1941 sabahı görmüştü. Bir
gün önce, cumartesi akşamı, kansı Kira ile konsere gitmişlerdi.,
Grodno'ya Moskova' dan artistler gelmişti. Aralarında, adı bütün
memlekette bilinen bir sunucu ve genç olmasına karşın, artık ün
yapmış bir kemana vardı.
472
Orlov konsere girmek istemiyordu. Çünkü, Kira ve Seröja er
tesi sabah erkenden Kineşma'ya hareket edeceklerdi. Büyük anne,
mektup mektup üstüne yazarak torununu istiyordu. Bahar iyi geç
memişti, hergün yağmur yağmış, sert ve rutubetli bir yel esmişti.
Bu yüzden Seröja gripten kurtul!lmamışh. Haziran ortalanna doğ
ru havalar iyileşmiş, sıcaklar başlamışh. Seröja arhk korkusuzca
yolculuk yapabilirdi.
Yol biletleri Orlov'un çalışma masasındaydı. Orlov, son gece
yi oğlu ve eşiyle birlikte geçirmek istiyordu. Ne ki, Binbaşı Kapus
tin eşiyle geldi ve konsere gitme karan verildi. Kira konserleri se
viyordu, hele şimdi iki ünlü sanatçı da şehitjerinde bulunuyordu.
Kira'nm Kapustinlerle birlikte gitmesi ve Orlov'un da, Seröja'yı
uyuttuktan sonra varması kararlaşhnldı.
Orlov, konserden sonra, karargahına dönoıek üzere yola çıkh.
Ertesi sabah da savaş başladı.
Orlov, sabahın dört buçuğunda istasyondan evine koştu. Fa
kat, ne Kira'yı bulabildi ne de Seröja'yı. Orlov'un, kim olduğunu
bir türlü anımsayamadığı bir kadın kendisine seslendi ve Kira'nın
şu anda istasyonda olabileceğini söyledi.
Orlov, zaman yitirmeden istasyona fırladı. Yolcu treni henüz
kalknuşh.
Orlov, ailesinin o trenle gittiği kanısına vardı ve alayına dön
meye karar verdi. Tam o sırada, yunkers uçakları büyük bir uğul
tu ile istasyonun üzerinden geçti. Orada bulunan kalabalık, çil yav
rusu gibi dağılarak, evlerin giriş kapılanna koşuştu. En büyük teh
likenin kendilerini oralarda beklediğini nereden bileceklerdi ki...
Orlov, otobüs terminalinin pavyonunda dün akşamki konseri
veren sanatçıları gördü. Kemancı, yüzü sapsan, dudakları mos
mor, iki eliyle kemanına sımsıkı sarılmış, susuyordu. Son derecede
sempatik, genç bir artist peykede oturuyordu. Gür ve kabarık saç
larının tepesinden bir kurdela sarkıyordu. Uzun boylu şişman su-
473
nucu ellerini şaplatarak konuşuyordu:
- Duyuyor musunuz? Edik, "Bir taksi bulalım." diyor. Siz
Moskova'ya mı gideceksiniz, yoksa olup bitenleri anlamıyor musu
nuz?
Genç artist kadın gülümseyerek:
Anlıyorum, dedi, anlıyorum. Yine de bir deneyelim.
- Bırak bu düşüncesizlikleri, Rita...
- Öyleyse yaya yola çıkalım, dedi ve kurdelasını .düzeltti.
Burada durmanın hiçbir yaran yok. En iyisi yürüyelim. Her adım
da Moskova'ya biraz daha yaklaşmış olacağız.
Sunucu hayret içindeydi:
Bu bagajla mı? Benim bavullanmla mı?
- Ahn bagajınızı efendim! Ya bagajını kurtar ya da yaşamı-
nı ...
Kemancı söze kanşh:
--:- Ben kemanımdan ayrılamam. Devlet koleksiyonuna kayıt-
lı bir keman o...
Artist kadın:
- Öyleyse sıra ile taşıyacağız, dedi.
Bombardıman bitmişti.
Sunucu Orlov'a döndü:
- Gidebilir miyiz, Yüzbaşı Yoldaş? Bundan sonra n'olacak
acaba?
Orlov, bir gün öncesine dek, savaş hareka.h ile ilgili her türlü
soruyu yanıtlayabilirdi. Bugün ise hiçbirine yanıt veremezdi. Ya
landan nefret ederdi, doğruyu da bilmiyordu. Bu yüzden genel bir
yanıtla karşılık verdi:
- Bundan sonra ne olacağını nereden bileyim? Gelecek gös-
terecek...
Sunucu mesleğine uygun bir şaka yapmaya çalışh:
- Geleceğimiz varsa eğer...
Ve yineledi:
474
- Geleceğimiz varsa eğer...
Sonra ekledi:
- Size ulu orta bir soru yönelttiğim için özür dilerim, subay
yoldaş.
Artistler Orlov'a karşı ilgilerini yitirdiler ve aralarında kendi
işlerinden konuşmaya başladılar. Yüzbaşı Orlov, sanki bütün bu
olup bitenlerin tek sorumlusu kendisiymiş gibi bir utanma duygu
suna kapıldı.
- Hoşça kalın, yoldaşlar, diyerek pavyondan çıktı. Kapıda
iken, gidebiliriz, diye ekledi.
Orlov, sonralan bu olayı sık sık anımsadı. Özellikle çember içi
ne alındıkları zaman. O dönemde, kendisine her şeyi açıklayan,
umut veren, inanç ve güvenini yitirmemesi için yardım eden, bu
nun böyle sürmeyeceğini, yakında her şeyin düzeleceğini anlatan
.
birisine öylesine gereksinimi vardı ki....
Orloy, savaşın ilk günlerinde, faşistlerin, Grodno bölgesinde,
Kuzeybatı Cephesiyle Batı Cephesinin birleştiği yerde, Sovyet top
raklarına derinliğine girdiklerini bilmiyordu tabii.
Orlov çok çetin günler geçirdi. Çok şeyler gördü: Ölümler,
yangınlar ... Daha ilk tüfek sesini duyunca ellerini kaldırıp teslim
olanları, Alman motosikletlerini görünce kaçacak delik arayan pa
nikörler gördü.
Grodna'dan kendisiyle birlikte ayrılan on dokuz savaşçıdan
sadece yedisi sağ kalmış, öteki on ikisi ölmüştü. Orlov, ölenlerin
belgelerini uzun zaman yanında taşıdı, sonra bir yere gömdü, sa
dece doğum yerlerinin yazılı olduğu listeyi yanında bıraktı. Bir sü
re sonra Orlov, sadece bir Kızıl Ordulu ile kaldı: Grigoriy Ulutin'le.
İki hafta gündüzleri uyudular, geceleri yürüdüler.
Bir gece, terkedilmiş bir tuğla barakada gizlenmişlerdi, sabaha
karşı dışarıdan ıslık sesi duydular, sonra tahta kapak aralandı ve
kısık bir ses:
475
- Ateş etmeyin, sizdenim, diye seslendi.
Biraz sonra bunun, Orlov'un askeri okuldan sınıf arkadaşı üs
teğmen Nikolay İlin olduğu anlaşıldı.
- Tam ben girecektim ki, sizin girdiğinizi gördüm. Konuş
manıza kulak verdim ve bizden olduğunuzu anladım. Aleksey, ta
nısaydım seni, derhal koşacakhm, yanınıza.
Ulutin, tabancasını avucuna aldı:
- Son kurşun bana, dedi.
Çetin bir yola çıkmazdan önce, nöbeti, daima Orlov üzerine
alırdı. Grodno istasyonundaki insanları, pavyondaki sempatik ar
tist kadını sık sık anımsıyordu.
"En iyisi yürüyelim. Her adımda Moskova'ya biraz daha yak
laşmış olacağız." Sağ mıdır acaba bu küçücük yiğit kadın?
Orlov yine nöbetçiydi. Ulutin zaman zaman sıçrıyordu uyku
sunda. İlin, ağır ağır doğruluyor ve inliyordu, belalar eksikmiş gi
bi, bir de ayağını burkmuştu.
- Haydi, kalkın bakalım, yol göründü ...
Böylece, yürüye yürüye eylül başında, yalınayak, aç, sakallan
uzamış, ölen arkadaşlarının listesi ve askerlik belgeleri yanlarında,
kendilerinden olanların yanına ulaştılar. Üçü de parti üyeliği kart
larını gözbebekleri gi�i korumuşlardı.
Orlov derhal kansına mektup yazdı ve kayınvalidesinin adre
sine yolladı. Yanıt bir hayli gecikti. Orlov, kansının mektubunu, ta
aralık ayının son günlerinde, Bah Cephesi birlikleri tarafından kur
tarılan Volokolamsk'ta buldu.
Varvara İvanovna, hiç tannnadığı insanların Seröja'yı yanına
nasıl getirdiklerini aynnhlanyla anlahyordu. "Kaybolmayışını, ya
nından hiç ayırmadığı Kira'nm çantasına borçlu. Kira'nın bütün do
kümanları, paralan ve benim son mektubum çantadaymış. .zarta iyi
ki, gönderenin adresini de yaznuşım ve bu adres, benim kolayca
bulunmann sağlamış." İvanovna, Kira için hiçbir şey bilmiyordu.
476
Orlov, Volokolamsk'ta, partizanlarla bağlanh kurmak için
cephe hathnın ötesine geçmiş olan ve faşistler tarafından yakalana
rak asılan Moskovalı sekiz komsomolun asıldığı yerde yapılan mi
tingde hazır bulundu. Alhsı erkek, ikisi kız olan komsomolların
donmuş cesetleri darağacında sallanıyordu. Rüzgar tarafından
döndürülürken çatırdıyor, gıcırdıyorlardı.
Orlov, yüzü buzlaşmış karla bembeyaz üniversite öğrencisi
Gribkova adlı kızdan gözlerini ayıramıyordu.
Ayru gün, gestaponun zindana dönüştürdüğü mahzeni gidip
gördü. Oradan, işkence sırasında tanınmaz hale getirilmiş cesetler
çıkardılar. Faşistler, ayrılmazdan önce tutukluların hepsini öldür
müşlerdi. Gözleri oyulmuş bir binbaşıyı -kiıri olduğunu öğreneme
diler- mahzenin hemen önündeki meydana gömdüler. Binbaşının
sağ eli sımsıkı bir yumruktu. Anlaşıldığınil g?re, ölümü sırasında
faşistlere hınçla yumruk savurmuştu.
Orlov, o gece uyuyamadı, derin bir acı içinde Kira'yı düşündü.
"Nerede acaba? Nerede?" Bu soruya kimseden yanıt alamadı: Her
halde bir yerden haberi gelecekti.
Orlov, üç yıl boyunca oğluna da gidemedi. Volokolamsk'ın
kurtanlışından hemen sonra, General Bolotin; kendisini yanına al
dı. İş çoktu, bu yüzden izin istemeye cesaret edemiyordu. Nihayet,
general, bir gün:
- Seni önemli bir görev bekliyor. Ondan önce, git, oğlunu
gör. İki gün yetecek mi? Üç gün de olabilir, dedi.
Orlov istasyondan eve koşar gibi gitti.
·
477
du. Sanki, büyükanne ile torun, Aleksey İvanoviç'in yanında yara
yı deşmemek için sözleşmişlerdi. Seröja, geceleyin, sadece bir kez
anlaşmayı bozdu, Babası, hangi okulda okuduğunu sorunca:
- Annemin okuduğu okulda, dedi ve hemen anneannesine
bakh: Böyle demekle doğru mu hareket etmişti acaba?
Anneannesi imdadına yetişti:
- İki okula devam ediyor. Biri genel öğrenim okulu, öteki de
müzik okulu.
Ve gülümsedi:
- Sadece solfeji sevmiyor.
Orlov, saat üçte istasyonda olmalıydı. Oğlunu yahrdıktan son
ra kayınvalidesiyle karşılıklı oturdular. Varvara İvanovna, şehirde
olup bitenleri anlath. Yalnız Kira'dan söz açılmasın diye.
- Vasilevski'nin babasını gördüm dün. Bizim şehir şurası,
kendisine, özel yiyecek karnesi verilmesini önerdi. Fakat o, ''Mare
şal ben değilim, oğlum." diyerek kabul etmedi.
Varvara İvanovna, nihayet kendini tutamadı.
- Bir de öldüyse... diyerek ağlamaya başladı.
Orlov susuyordu.
- Savaş sona ermeyince evlenme, Alöşa. Belki de yaşıyor
dur... Ben sana yardım edeceğim ... Seröja büyüyünceye dek.
- Nasıl evlenirmişim, anne!
Orlov, Varvara İvanovna'ya ilk kez "Anne!" dedi ve sesli ağ
ladı. Tehlikeli bir işe gönderileceğinden hiç söz açmadı.
Orlov, daha bir süre dolaşhktan sonra oturdu. Başı dönüyor
du. Seröja'nın şimdiki yüzünü hayalinde canlandırmaya çalışıyor,
bir türlü başaramıyordu. Nedense çocuğunun yüzünü küçücük gö
rüyordu. Biraz önce yanından aynlmış olan Astafiev'in görünümü
nü de anımsayamıyordu.
Kahvesine, Alman doktorlarca direnci zayıflatan bir toz kon
muştu. Orlov'un bundan doğal olarak haberi yoktu. Kendi kendi-
478
ne: "Uyumaktan başka çare yok." dedi ve yattı. Astafiev, onu, di
kiz deliğinden izliyordu. Orlov uyur uyumaz, bunu Vlasov'a bil
dirmesi emrini almıştı. "General, tutsak subayla konuşmasına,
onun hiç beklemediği bir anda başlamak istiyor."
479
- Rusya'ya, halka...
Vlasov gözlüğünü çıkardı, camlarını hızlı hızlı silmeye koyul
du. Orlov, Vlasov'un, Yalta'da denize bile gözlükleriyle girdiğini
anımsadı. Kira, bir gün, yan şaka sormuştu: "Siz, galiba uykuya da
gözlükle yahyorsunuz?" Vlasov, ciddi ciddi, "Alışmışım." diye ya
nıt vermişti.
Gözlük, kendisini gerçekten de daha çalımlı gösteriyordu.
Gözlüksüz, kalın dudaklı alt çenesi daha belirgin ortaya çıkıyor, pı
hrlı yüzünün üst kesimindeki kirpiksiz küçücük gözleri kıpır kıpır
kırpışmaya başlıyor, içkiyi seven, küçük çaplı bir adamın fizyono
misi ortaya çıkıyordu.
- Rusya'ya karşı suçlu durumunda değilim. Onun, bu ka
bustan özgür ve güçlü çıkmasını istiyorum. Rusya'nın hakkı var
bunda.
- Bunun için de Hitler'e sığındın, ha?
- Adolf Hitler ve Büyük Almanya hükümeti, Rusya'nın sa-
dece iyiliğini istiyor.
- Sizin Hitleriniz alçağın biri...
Vlasov ayağa fırladı:
- Susun! Benim önümde Reichskanzleri aşağılamanıza mü
saade etmeyeceğim.
- Gidin öyleyse buradan.
Vlasov oturdu ve gülümsedi, gözlüklerinin alhnda kaim kırı
şıklıklar belirdi.
- Ben buraya kavga etmek için gelmedim. Sen, orada, Yal
ta' da da barut gibiydin. Karına buket verdiğim için bana nasıl sal
dırdığını anımsıyor musun? Buraya ciddi önerilerle gelmiş bulunu
yorum.
Ne istiyorsunuz benden?
Benim yanımda çalışmaya razı mısın?
Neresi o "benim yanım?"
Rus kurtuluş ordusu diye bir ordu örgütlüyorum. Sana iyi
480
bir mevki vereceğim. Daha Yalta' da iken hoşuma gitmiştin. Seni
ölümden kurtarmak istiyorum.
- Defol!
Vlasov kapıya gitti, elinde bir dosya vardı.
- Acele etme bakalım. Konuşacağız daha ... Ba� şuna.
Ve dosyayı Orlov'a verdi: ·
- İyi bak.
Orlov, her namussuzluğu bekliyordu ama, böylesi aklına gel
memişti. Gözlerinin önünde, kendisinin Alman üniformalı bir por
tresi duruyordu. Vlasov, yılışarak sordu:
- Ne diyeceksin? Hiç de kötü değil. Ö!ekileri de gör.
İkinci resmin alhnda: "Sovyet subayı Aleksey Orlov General
Truhin'le görüşürken" yazısı vardı.
Vlasov, muzafferane bir eda ile Orlov'a bf!kıyordu:
- Ne diyeceksin? ötekilere de bak...
Orlov, üçüncü resmin altını sesli okudu: "Aleksey Orlov, dün
yadaki tüm kurtuluş ordulannın önderi Adolf Hitler adına and iç
tikten sonra General Vlasov'la konuşurken. Bu yiğit Rus subayı,
"Komünizme karşı bütün varlığımla savaşacağım, dedi."
- Eee?
- Ustaca yapılmış... Kendiniz mi yaptırdınız, yoksa Kalten-
bruner mi gönderdi size? Bu da ne? Daha da var mı?
- Oku, oku!
Dosyada bir de "Rus Askerlerine!" başlıklı bir çağn vardı:
"Ben, Rus subayı Orlov, siz dostlarıma, gerçekleri söyleyeceğim ... "
- Klinç hasetten ölürdü bunu görünce...
Vlasov, şaşkın şaşkın Orlov'un yüzüne bakh:
- Kim o Klinç?
- Bir ressam. Fotomontaj uzmanı. Krokodil' de sık sık yayım-
lanıyor yapıtlan. Sizin bu buluşunuzu görse hasetten ölür, dedim.
Ustaca yapmış itler.
481
Anladın mı, Aleksey İvanoviç, maksatlannı?
Sezer gibi oldum.
Bolşevikler, ellerine geçersen, diri diri yerler seni arhk.
Sahi mi?
Açık konuşalım. Başka seçeneğin yok. Geri dönüşü aklın
dan çıkar. Kaçsan bile -ki çok güç ya!- Sovyetler seni ilk telgraf di
reğinde sallandınrlar. Senin iki seçeneğin var: Ya benim yanım ya
da mezar.
Beni kurşuna mı dizeceksiniz, yoksa diri diri mi yakacak-
sınız?
Bir şeyler düşüneceğiz... Benim yanıma gelirsen, sana ge
neral rütbesi vadediyorum. Yalta'daki sanatoryumun direktörünü
anımsıyor musun? Maltsev'i? Şimdi burada o. General. Oysa Sov
yetler' de kalsaydı yarbaylıktan daha yukan çıkamayacaktı.
- Ama onun hizmetleri çok.· Yalta'da, Almanlara belediye
başkanlığı yaptı ve binlerce insanı öteki dünyaya gönderdi.
- Ama yazık ki, bazen gaddar olmak zorundayız. Eee, Alek
sey İvanoviç, karar zamanı arhk. Şunu da bil ki, maaşın yüksek ola
cak, lüks içinde yaşayacaksın.
Orlov'un kalbinde o anda, kendisine bir tüccar gibi, vatan ha
inliği önerisinde bulunan bu iri gözlüklü, koca ağızlı adama karşı
öylesine bir kin dalgası kabardı ki, yerinden fırladı, korku ile geri
geri giden Vlasov'un yakasına yapıştı ve: "Rezil! Hain! Şuna bak,
Rusya'yı kurtaracakmış! O, sensin, hem kendini, hem de diğerleri
ni kurtaracak, it!" diye bağırdı.
Teğmen Astafiev'le astsubay derhal içeri girerek Orlov'un el
lerini tuttular. Sonra sakallı bir subay geldi. Vlasov emretti:
- Atın şunu mahzene ... Ne su, ne yiyecek...
- Yürüyün önümde, efendim. Yalnız dikkatle. Şurada altı
basamak var, biri tamamıyla kınk. Geçenlerde, az daha kafamı kı
racaktım. Işık da yok... Levazım komutanı kısıtlama yapıyor. Bura-
482
da bir elektrik düğmesi olacak. ..
.
Çevirdi düğmeyi. Orlov etrafına bakındı: Dehliz gibi bir mah
zen. Kirli duvarlarında borular, kablolar... Bir köşede kömür yığı
nı. Bir yerden su damlıyor. Pis bir kanalizasyon kokusu...
- Şuraya buyurun efendim. Burası, elbette, Unter den Lin
den' deki Adlon Oteli değil. Fareler yok. Geçenlerde zehirlediler.
Astafiev, bir kilidi açh, sürgüyü çekti, dar kapı açıldı. Karanlık
delikte, yerde çaput bezlerinden başka bir şey yoktu.
Orlov, başını eğerek içeri girdi. Astafiev sürgüyü geçirdi, kili
di kapath ve aynı nazik sesle söylendi:
- Sizi rahatsız etmeyeceğiz. Su ve yiyecek verilmeyeceğine
göre yanınıza kimse gelmeyecek. Diğer gereksiniminizi şu köşede
gidereceksiniz. Hoşçakalın ...
Elektrik düğmesini de çevirdi ve içerisi nemli bir karanlığa gö
müldü.
483
GENERAL VLASOV'UN EVLİLİK HAZIRLIGI
SS Rayhsführer'ine yapılan başarısız ziyaretten sonra, Ştrik
feld, ağustos ayının ilk günlerinden birinde, sevgili dostuna, bir
Einweisung13 getirdi.
- Biraz istirahat edin... Zelsburg yakınındaki Rudolging'e
gideceksiniz. Pek güzel bir yer. Nekahat dönemindeki askerler için
oları sanatoryum, dingin, sevimli bir dinlenme evi.
Vlasov, asker sözünü duyunca nazlanmaya başladı:
- Gitmem. Israr etmeyin. Burası kötü mü yani?
Ştrikfeld, kendi istirahat kartını gösterdi.
- Siz de mi gideceksiniz?
Ştrikfeld, Rus atasözleriyle gösteriş yapmasını seviyordu
- İğne neredeyse iplik de orada, dedi. Herr Kreger de kısa
bir süre için gelecek. .. Sonra, orasının şefiyim biliyor musunuz?
Adela Belinberg... Genç, güzel, zeki, hoş bir kadın. Yemin ederim
ki, aklınızı alacak. Şunu da ekleyeyim: Dul. Kocası, 55 gruppenfüh
reriydi, Krasnodar civarında öldü. Çocukları yok.
- Gruppenführerin ordudaki karşılığı, bildiğime göre, tuğ-
general, değil mi?
- Evet.
Ştrikfeld gülümsedi:
- İkinizin de rütbesi bir. Sadece şu aynmla ki, Belinberg, ne
yazık ki, artık yükselemeyecek. Oysa sizi öyle �el yarınlar bekli
yor ki... Adela için siz ... Eee, gidiyor muyuz?
Vlasov'un yaşamında kadınlar daima büyük bir rol oynamış
h. Küçük Lomakino'da genç kızlar ondan pek hoşlanmıyorlardı. Sı
rık gibi, bir deri bir kemik bir gençti, saçlarını vıcık vıcık yağlıyor
du. Papaz okulundan tatile geldiği zamanlarda, eğlencelere kahlı-
1 3 Sevk kağıdı.
484
yor, bir genç kıza evine kadar eşlik etme fırsah eline geçince, birkaç
sözden sonra elini kızın göğsüne daldınyor ve ter içinde kalıyordu.
Delikanlılar bu rezili sık sık dövüyorlardı.
Devrimden önceki son yaz tatilinde, komşu köyden Klaşa Va
nükova adlı bir kızı beğendi. ı:anışmalarından sonraki üçüncü gün
Klaşa'yı bir samanlığa soktu. Genç kız, kendisini savundu, Andrü
şa'nın yüzünü hrmaladı ve yımk bluzu ile evine koştu. Cephede,
bir ayağını kaybetmiş olan ağabeyi, hastaneden çıkmış ve eve dön
müştü.
O gece köylüler, Vlasovların ikinci kabndaki odada onun tek
ayakla Andrüşa'nın peşinde koşarken, kahramanlık nişanının göğ
sünde nasıl sıçradığını gördüler. Koltuk değneği ile Andrüşa'ya vu
ruyor ve: "Kafanı kıracağım senin, sakallı keçi!" diye haykırıyordu.
Oğullarını din adamı yapmayı allaha udetmiş olan baba ile
ana, onun dinle zerre kadar ilgilenmediğini kaygı ile görüyorlardı.
Andrüşa'yı dinsel gıdadan fazla kadın eti ilgilendiriyordu, hem de
öyle seçim de yapmıyordu. Bir gece annesi onu, meyhaneci dul ka
rının yarağından çekip almışh. Kadın elli yaşlarında, "donlara, dö
şeklere sığmayan" bir yağ tulumu idi. En küçük oğlu, zamparasın
dan en aşağı beş yaş büyüktü.
"Evlen de aklın başına gelsin!" özlü sözünü de Andüşa geçer
siz bırakh. Komşusu Ana Voronina ile evlendikten sonra daha da
çılgınlaşh. Bir gece, içkiyi fazla kaçırdıktan sonra, bir arkadaşına,
"Bir kadınla olamıyorum, denedim olamıyorum." dedi.
1944 yazında, aynı süre içinde üç metresi vardı. Birincisi Liza.
Nereden çıkıp gelmişti, neyin nesiydi, kaç yaşında idi? Çevresinde
kiler, bu konularda hiçbir şey bilmiyorlardı. En çok yirmi yaşında
gösteriyordu. Ufacık tefecik, siyah saçlı, işveli, fıkırdak bir kızdı.
Domatese ve şampanyaya bayılıyordu. Bir oturuşta iki kilo domate
si rahatlıkla ahşhnyordu. İkincisi, İlza Kresten'di. Uzun boylu, gü
zel, erkeği egemenliği altına almasını seven bir kadındı. Vlasov'la
485
yakında evleneceğini sağa sola anlatıyordu. Arada bir, kısa bir süre
için ortaya çıkıveren: siyah saçlı, hafif çilli, pembe beyaz yüzlü, ucu
kalkık burunlu bir kadın daha vardı ki, karşı istihbarat şubesinde
çalışan çocuklar, haspanın, bir zamanlar Minsk Tiyatrosunun gez
ginci grubuna yardımcı olarak kabldığını çabucak öğrendiler.
Bunlar, Vlasov'un az çok devamlı kadın dostlarıydı. Gelip ge
çici olanları, rastlantıları ancak Hitrovo biliyordu. Almanya'da bir
hayli Rus kadını vardı. İşgücünden Yararlanma Örgütü ajanlarının
topladıkları insanlar arasında en mutsuz olanlar kadın ve genç kız
lardı. Bunlar, ağır işlerde çalışhrılıyor, açlık çekiyor ve ırzlarını ko
rumak için çetin bir savaşım yürütüyorlardı.
Berlin'den Rudolding'e gidilen yolda Vlasov, durmadan,
Ştrikfeld'le alay ediyordu:
- Göreceğiz beni götürdüğün yeri... Herhalde ıssız bir dağ
başı. Sabah kahvalhsı yulaf lapası, öğle yemeği yulaf lapası, akşam
yemeği yine yulaf lapası... Sizin şu Adela... Neydi soyadı?
- Belinberg.
- Sizin şu Adela Belinberg herhalde ineğin biri. Ayakkabıla-
rı kırk beş numara, korsesi suponla sıkılı.
Neyle, neyle? Supon mu? Neymiş o?
Dar ve çok sağlam bir kayış. Hamutlann sıkıldığı kolan...
Anladım ... Hamut yani...
Yüzbaşı, aman tanışbrın beni. On altı yaşında bir delikan
lı gibi vuruldum kendisine... Ben bütün yaşamımca, işte böyle bir
kadının özlemini çektim. Ne yapın yapın, tanışhrın beni. Dileyin
benden ne dilerseniz, sadece tanışhrın ...
- Pekala, yalnız yarın.
- Hayır, mutlaka bugün, bugün. Yoksa bütün gece uyuya-
mam, aklımı oynahnm.
- Frau Belinberg burada değil şimdi. Sanatoryumda otur
muyor o...
486
Bir bahane bulun, hemen gidelim yanına. Örneğin, bir ne
zaket ziyareti. Ya da benim güvenliğimle ilgili sorunu görüşmek
için...
-- 'Yarın.
- Bugün.
Vlasov, dinlenme evine gelişinin daha ilk saatinde Frau Belin
berg'in gerçekten de sempatik bir kadın olduğu kanısına vardı.
"Ştrikfeld biraz abartmış. Hiç de güzel değil. Liza ile kıyaslanacak
tarafı yok. İyi ama, Liza nasıl olsa elde. Ondan sonra, Liza'nın, SS
Rayhsführeri Himmler'in hizmetinde olan yüksek mevkide bir kar
deşi yok. Frau Belinberg'in ise böyle bir kar�eşi var. Doktor yalan
söyleyecek değil ya! 'Frau Belinberg nüfuzlu bir kadın. O sanator
yumun başında oldukça bize kimse dokunamaz. Kardeşine bir te
lefon açması yeter. Ştrikfeld gevezenin biri. Masallar anlatıyor. Fa
kat böyle ayrıntılan bilmiyor.' demişti doktor."
- Yüzbaşı, binlerce özür dileyerek soruyorum: Obersturm
bannführer hangi rütbeye eşit?
- Burada eşit sözcüğünü yerinde kullanmadınız, Andrey
Andreeviç. Hangi rütbenin karşılığı demeniz gerekiyordu.
Teşekkür ederim: Hangi rütbenin karşılığı?
Yarbayın ... Neden sordunuz?
Size tekrar anımsatıyorum; ne zaman yola çıkıyoruz?
Yarın.
Söyleyin, yüzbaşı...
Yüzbaşı değil, hauptsturmführer. Mademki, bunlan öğ-
renmek istiyorsunuz, belleyin nihayet.
- Söyleyin, hauptsturmführer, siz erkek misiniz, yoksa...
- Pekala gidiyoruz.
İşler yolunda gidiyordu. Frau Belinberg biraz Rusça biliyordu.
Kısacası ona şu emri vermişti: "Öğren! Moskova'yı aldıktan sonra,
Kınm'da bir malikane sahibi olacağız." Herr Vlasov da çatpat Al-
487
manca öğrenmişti. Ştrikfeld'in de onlara yatdımı oldu. Bu adam bir
numaralı bir pezevenk olmaya adaydı.
Sekiz gün sonra birbirlerine aşk ilan ettiler. Meğer Adela da
Vlasov'dan hoşlanmış, Vlasov da Adela'dan. Ne yazık ki, Adela,
arhk yılların çizgilerini gizlemeyi başaramıyordu, cildi tazeliğini
yitirmişti, yüzünde yağ sivilceleri vardı. "Eh olsun, yüzünden su
içecek değilim ya! .. " diyordu Vlasov. Yalnız, zekasını biraz abart
mışh Ştrikfeld. Oysa, olağan bir Frau idi, basitti. Hitler için ölmeye
hazırdı, vatanın yararına ise faterland için de ölebilirdi. Herr Vla
sov'un eşi olmalı mıydı? Neden olmasındı!
Vlasov'un dinlenme karhnı imzalarken:
- Her başlangıcın bir sonu var! diye gülümsedi.
Bu kartta şunlar yazılıydı: "Hastanın sağlık durumunda belir
gin bir iyileşme var. Fizik bakımından güçlendi, iyimserliği arth."
Frau şef, karhn ''Kilo almış mı, vermiş mi?" hanesine, hafifçe içini
çekerek, "Hayır." diye yazdı. Kadınca güldü ve işaret parmağını sal
ladı. "Aşkta da insan sağlığını korumalı, sevgilim... " diye söylendi.
Düğün günleri konusunda bazı engeller ortaya çıkh. Aralık
ayından önce yapılamayacakh. Çünkü, Adeta, kocasının ölümü
üzerinden en az iki yıl geçmeyince evlenmeyeceğine dair and iç
mişti. İki yıl, Aralık ayının yirmi dördünde doluyordu. Sonra, ari
ırkından birinin, bir Slavla evlenmesi yasakh. Bu sorunun çözümü
nü, Adela'nın kardeşi, Vlasov'un gelecekteki kayınbira.deri Obers
turmbannführer Ferdinant üzerine aldı. SS Rayhsführeri Himm
ler'in yardımını rica edecekti.
Vlasov'un· hareketinden önce, nişanlısı, birkaç dakikasını ken
disine ayırmasını istedi, "Bizim gelecekteki aile yaşamımızı ilgilen
diren ciddi bir konuşma yapmamız gerekiyor." dedi.
Bir köşeye çekildiler. Ştrikfeld, ne konuşacaklarını anlamak
için işi vurdumduymazlığa getirdi, ne var ki, nişanlısı Frau kendi
sine öyle baktı ki, derhal ortadan kayboldu. SS Rayhsführerinin ya-
488
kını olan, Obersturmbannführerinin ablası hiç de şakaya gelecek
bir insan değildi.
Adela nişanlısını nezaketle alnından öptü:
- Sevgilim, şimdi yapacağımız konuşma, biliyorum ki, hiç
de hoşuna gitmeyecek. Ama, y�pmak zorundayım ...
Vla,sov, tedirgindi, kendi kendine: "Ne istiyor bu kan ben
den?" diyordu.
:____ Evet, sana şunu söylemek zorundayım: Senin geçmişin be
ni zerre kadar ilgilendirmiyor. Beni gelecek ilgilendiriyor. Arhk,
yaşamın bir düzene girmelidir. Şu İlza -doğru mu söylüyorum adı
nı?- senden uzaklaşhnlacaktır. Ferdinant b'4nu vadetti. Budala bir
kız bu İlza. Onunla nasıl eğlendiğini önüne gelene anlatıyor. Şunu
da söyleyeyim ki, sana sadık değil o.
Vlasov, "İyi ki İlza'yı bilmiyor." diye düşündü:
- Sevgilim ... Anlaşhk...
Adela nişanlısına bakh: Gözlerinde ne bir gülümseme ne de
kötülük vardı, sanki havadan, sudan söz ediliyordu.
- Umanm ki İlza Kersten, arhk senin evinde görülmeye-
cek. .. En iyisi onun Berlin' den uza�laşhnlması.
"Şeytan kan, her şeyi öğrenmiş."
- Sevgilim ... Anlaşhk...
- Çevrendekilerin, kızıl saçlı aktrisi bundan sonra anmaya-
caklannı umuyorum. Aldanmıyorsam, adı Nona idi.
- Sevgilim, dedim ya anlaştık ... Tamam ...
- Danke.
Ve ekledi:
- On gün sonra Berlin'de olacağım. O zamana kadar bu pü
rüzleri ortadan kaldıracağını umuyorum.
489
restoranında görmüşlerdi. Vlasov'un özel aşçısı, Ostinli erkek gü
zeli astsubay Atarov'la birlikteydi. Masadaki buz kovasında iki şi
şe şampanya vardı. Friiulein, iri iri domatesleri ısırarak iştahla yi
yordu. Akşam yemeğinden sonra birlikte çıktılar. Eskiden, Krasno
darsk' ta bir ticaret mağazasının muhasebecisi olan gardropçu Lisin
şunları anlatıyordu:
- Salondan çıktıktan sonra, Atarov, İlza'ya, pardesüsünün
yakasına OST rozetini takmasını önerdi. İlza, kırıtarak "üst most
tanımıyorum ben!" diye yanıt verdi.
Atarov, bu olaydan sonra kendisini içkiye verdi. Kafayı iyice
çektikten sonra çılgınlaşıyor ve: "Vurun beni! Günahsız kızı yok et
tiler!" diye haykınyor, sesli ağlıyordu.
Kızıl saçlı Nona'yı Leipziger Strasse'de otomobil çiğnedi. Öy
le ya, ne diye caddenin geçilmesi yasak yerinden geçmeye kalkar!
İlza Kersten'e gelince, Andrey Andreeviç, Frau Belinberg'in
Berlin' e gelmesinden üç gün önce, İlza'yı evine çağırdı. Ne konuş
tuklarını sadece Hitrovo biliyordu. Muhafız kıtasından Poluyanov,
o sırada aşağıda l}Öbetteymiş, İlza tabaklar kırmış, "Sersem, Teke!"
diye haykırmış... Poluyanov, "Kadın diye buna derler işte!" diye
anlatıyordu.
Araba bekleniyor ve İlza'nın eşyası -bu arada bir termosta çor
ba, ötekinde kahve- aşağı taşınırken, İlza, antrede direniyordu. Hit
rovo, onu sıkısıkı kucaklamıştı. Bu adamın kollarından ayı kurtula
mazdı, kadın nasıl kurtulabilirdi. İlza'ya eşlik etme görevi, artis
tokratik dış görünüşlü, uzun boyunlu, son derece nazik çevirmen
Viktor Adolfoviç Rusler' e verildi.
Sürgün yeri olarak, Baden gölü kıyısında güzel bir yer seçil
mişti. Oradaki psikiyatr İlza'yı denetimi altında tutmayı kabul et
mişti.
Resler kırk sekiz saat sonra döndü, Hitrovo'ya, "Götürdüm,"
dedi.
490
- Teşekkür ederim ama, bu ne hal böyle Yüzünüz çeteye
dönmüş.
Pek nazik olan soylu, centilmen çevirmen kendini tutamadı:
- Bu maskaraya siz de eşlik etseydiniz, durumunuz bundan
farklı olmayacakh.
491
birçok dostu vardı, yüksek mevkilerdekiler, evine teklifsiz geldikle
rini kendisi anlahyordu. Bunlar, elbette, Adela'dan fazla kocasına
geliyorlardı. Böyle de olsa, bu kadın, şimdi, Vlasov'un başına bela
lar açabilirdi. Bu İlza Kersten orospusu da nereden çıkıp gelmişti!
Biraz sabretseydi ya rezil! Vlasov, onu boşlamayacakh elbet.
492
Ferdinant, sol gözünün alh mosmor Adela'yı, araba ile mali
kaneye getirdiği zaman Maks pek sevindi. Ferdinant, biraz sonra
gitti ve Maks'la Adela, göğüslerinde OST rozeti bulunan hizmetçi
leri ve birçok işçiyi hesaba katmazsak, başbaşa kaldılar. Ve ne unu
tulmaz bir gece geçirdiler!
Adela, Belinberg'in Fransa'dan getirdiği çift yatakta yahyor
du. Konuşmuyordu. Sadece, zaman zaman, Maks'tan, kompres be
zini değiştirmesini rica ediyordu. Maks ile durmadan konuşuyor
du.
Ve sabahleyin, artık malikanenin kahyası değil, sahibi olacağı
na daha büyük bir güvenle Adela'nın yanından ayrıldı. O gün, he
.
men hemen topallamadı, bastonsuz yürüdü.
Ne yazık ki, bu mutluluğu sadece iki hafta sürdü. Bir gece,
Adela, ona karşı yine sıcakh, tatlıydı, ne var ki1 sabahsı geceliğini
çıkanrken en ağır darbeyi indirdi:
- Sevgili Maks, dedi, bugün bana General Vlasov gelecek,
gerekli emirleri verin...
Vaydeman, yanlış mı duymuştu? Sapsan, sordu:
- Kim gelecek, kim?
- Dedim ya, General Vlasov.
Kadının bakışları ve sesi buz gibiydi.
İyi ama, biz...
- Maks, umuyorum ki, gereken her şey iyi hazırlanacakhr.
- Elbette, Frau Belinberg, her şey sizin onurunuza uygun bir
biçimde hazırlanacakhr.
- Bundan hiç kuşkum yok, Herr Vaydeman ...
O gün, yalnız OST oda hizmetçilerinin, OST kahya kadının ve
OST sebze bahçesi işçilerinin değil, aynı zamanda, aşçı Gertruda ile
tatlıcı Roze'nin neler çektiklerini bir allah bilir...
Malikanenin resim galerisini, OST rozetli iki genç kadın temiz
liyordu. Biri 101427 numaralı Kozihina, öteki 1 1716 numaralı Riya-
493
binina. Her ikisi de mavi önlüklü ve beyaz pamuk çoraplıydı. Fra
u Belinberg, OST işçilerinin malikaneye kendi giysileriyle girmele
rini yasaklamışh.
İlk önce, parkeyi ayna gibi parlathlar. Sonra, tabloların tozunu
almaya başladılar. Yorgundular. Kozihina, ötekine takıldı:
- Aman ne candan çalışıyorsun... Nerdeyse tabloları aşındı
racaksın.
Ufacık tefecik, ipince bir kadındı bu. Saçtan kısa kesilmişti.
Yirmi üç yaşında olmasına karşın, küçük bir kız gibi görünüyordu.
Riyabinina gülümsedi?
- Frau Belinberg, toz kalmış mı, kalmamış mı diye mutlaka
gözden geçirecek. Sonra ben bu tabloyu pek seviyorum.
- Tablo gibi bir tablo işte.
- Öyle değil. Savitski'nin yapıh bu. Smolensk Müzesi'nden
çalınmış.
Nerden biliyorsun?
- Numarasına bak. Zahmet edip de, bu numarayı bile'alma
mışlar.
Kozihina, tablo çerçevesinin iç tarafına çakılmış san tenekeyi
gözden geçirdi ve "Smolens Müzesi" yazısını sesle okudu.
Anladın mı şimdi?
Vay namussuzlar vay...
Aman, kıs sesini. Maks duyarsa ...
Bırak şu topal şeytanı.
Riyabinina, bir başka tablonun tozunu almaya koyuldu. Onun
da çerçevesinde bir metal parçası vardı.
- Bu da bizden. Rostov Güzel Sanatlar Müzesi'nden.
Tablonun alt yanında Almanca bir yazı vardı, okudu ve çevir
di: "SS Gruppenführer Belinberg'e, Birinci Tank Ordusu Komutanı
Makenzen'den hediye."
Kozihina kin dolu bir sesle söylendi:
494
- Çalınmış malı hediye etmekten kolay ne var...
Ve merdiveni bir başka tablonun alhna götürürken:
- Varka, dedi, bana, bir mağazada sahcı olduğunu söylemiş
tin. Doğru değil bu. Bu itlerden memleketteki durumunu gizle
mekte haklısın. İyi ama, bende� ne diye gizliyorsun? Burada tüm
acılara birlikte katlanıyoruz.
- Nerden çıkanyorsun bunları? Senden gizlediğim hiçbir
şey yok.
Sen yüksek öğrenimlisin. Besbelli. Almancayı kolayca pğ
rendin. Yani genellikle...
- Lise öğrenimimi birincilikle bitirdil!-' · Doktor olmak isti
yordum. Fakat kimyadan üçten fazla alamadım. Bunun üzerine, ti
caret okuluna girmek zorunda kaldım. Bir yandan da çalışıyor ve
özellikle lüks mallan tezgah alhndan satarak iyi para kınyordum.
Bırakhm okulu. Kocamın kazancı da yerindeydi.
Şimdi nerede o?
- Bilmiyorum. Savaştan biraz önce aynlmışhk.
Benimki sağ. Savaşıyor. Her ne dersen de, sen tezgahtar
değilsin. Ya aktrist ya da ressamsın. Tablolardan ve genellikle her
şeyden anlıyorsun. Seni buraya getirdikleri zaman, kızlar, "Artist
bu!" dediler. Ben açık söylüyorum: Fizik kültür eğiticisiydim, bi
zim orada skide birinciler arasındaydım. Şimdiyse, beyaz zenci,
köle...
Hepimiz aynı durumdayız. Hepimiz köleyiz burada.
Dün gece neye ağlıyordun?
Dişim ağrıyordu.
Ah, gene yalan söylüyorsun.
Riyabinina merdivenden indi. Kozihina'dan hemen hemen bir
baş yüksekti. İri, yeşil gözleri ve kumral saçlan ile, bu mavi iş göm
leği alhnda bile güzeldi.
Kozihina:
495
- Şaşıyorum bu Frau Belinberg'�, dedi, seni nasıl aldı evine?
Oysa azıak sempatik olanlan bile geH gönderiyor, sadece ben gibi
yüzüne bakılmayacak olanlan bırakıyor.
- Ay, sen yüzüne bakılmayacak olanlardan mısın? Hani se
496
- Bir Fraulein'ın bonbon sevmediğini ilk kez görüyorum.
Benden olduğu için herhalde. Gel, gel. Al. Pasta da getireceğim.
Hatta iki parça.
- Tatlı sevmem.
- Acı getireceğim öyleyse. Gel yanıma.
Ve Riyabinina'nın elini tÜttu.
- Dinle beni, Riyabinina. Bu gece sebze serine gel.
- Doğulu işçilerin, koğuşlarından aynlmaya haklan yoktur.
Bu kuralı bozanlar, ilk önce dayak cezasına çarphnlır, yineleyenler
işçi kampına geri çevrilir ve savaş zamanı yasalarınca cezalandırılır.
Vaydeman, sözünü kesmeden dinledi. Riyabinina sustu, elini
.
kurtarmaya çalıştı, fakat muvaffak olamadı, Vaydeman sıkı sıkıya
tutmuştu.
- Güçlü bir belleğin var. Fakat, bazı s.özleri atladın. Şöyle ki,
"Doğulu işçiler, mal sahibinin izni olmadıkça, koğuşlarından ayrıl
ma hakkına sahip değildirler." deniyor orada.
- Frau Belinberg bu izni vermemiştir bana.
- Unutma ki, ben, mal sahibinin vekiliyim ve sana koğuştan
ayrılma iznini veriyorum. Sebze serinde biraz oturacağız. Sana iki
pasta getireceğim.
- Alman subayı, sadece sorgu sırasında doğulu işçilerle bir
likte olabilir. Başka zamanlarda bulunması bir ahlaksızlıktır ve bu
nu yapanlar cezalandırılır.
Vaydeman artık kızmaya başlamıştı. Fakat, belli etmemeye ça
lışıyordu.
- Riyabinina, gece yansından sonra sebze serine gelin, sizi
sorguya çekeceğim. Benim için kaygılanmayın, kimse görmeyecek
bizi. Bugün, Frau Belinberg' e müstakbel eşi gelecek. Yani, bizimle
uğraşmaya vakti olmayacak onun.
Kozihina, koşa koşa geldi. Vaydeman Riyabinina'nın elini bı
raktı ve sert bir sesle:
497
Gene mi sen? Dışarı marş ...
Frau Belinberg sizi çağırıyor. Misafirler geldi.
Şimdi geliyorum. Söyle kendisine.
Kozihina, gülümseyerek Riyabinina'ya göz kırphktan sonra
dışarı çıkh. Vaydeman yine genç kadının elini tuttu:
- Anlaştık, değil mi?
Riyabinina'nın elini bırakarak, işaret parmağını salladı:
- Hele bir gelme.
498
Teğmen, doğulu işçilere ayrılan bölümde Kozihina ile görüş
tü, nereden olduğunu sordu. ·
Vaydeman, kaş göz arasında Riyabinina'ya:
- Gece yansından sonra, diye fısıldadı ve cebine bonbon sı
kıştırdı.
Astafiev, malikaneyi dolaştıktan sonra hafif bir kahvaltı yaptı
ve arabasına bindi. Vaydeman'a selam verdi:
- Lütfen Frau Belinberg'e söyleyin, general, saat tam on ye
dide gelecektir, dedi.
499
evlilik değil, bir politik bağlaşıklık.
- Bu ayıya bir başka kurban sunulmalıydı.
- Neden?
Vaydeman diz çökerek Adela'nın elini öptü:
- Neden böyle konuşuyorsunuz, Adela ... Henüz geç değil
ken aklınızı başınıza toplayın. Kendini beğenmişlikten kimseye ha
yır gelmemiştir. Güzel bir malikaneniz, eşinizden emekli maaşınız
var. Sizi seviyorum, Adela... Çıldıracağım neredeyse.
- Sakın yapma bunu. Sonra Auschwitz'e14 götürüleceksiniz
ve benimle Rusya'ya gelemeyeceksiniz. Uzat şu inatçı alnını... Ben
dinlenmeye gidiyorum.
500
İşte tam o sırada uçaklar belirdi. Yüksekten uçtukları halde,
yemek salonunun pencereleri zıngırdıyordu. Tsosen'deki uçaksa
var toplarının gümbürtüleri duyuluyordu.
Her şey bittikten sonra, Frau Belinberg geçirdiği korku, buna
lım yüzünden utanç duydu. Alrı�an kadınının böyle davranmaya
hakkı yoktu, ama ne yapsındı ki, sinirleri kendisine ihanet etmişti.
Frau Belinberg, daha uçaklar belirir belirmez masa altına sı
ğındı ve çığlık çığlığa haykırmaya başladı:
- Kapayın pencereleri şeytanlar... Söndürün ışıkları!
Doğulu oda hizmetçilerine her zaman böyle haykırırdı: "Şey
tanlar!" Oysa bugün onlar evde değildi. Bu yü;zden, nişanlısı, misa
firler, Frau Kultser ve tatlı bir kız olan Vays bu "şeytanlar"ın mu
hatabı olmuşlardı.
O anda, bir Alman kadını, SS Gruppenführerinin dul eşi ve
Tuğgeneral Vlasov'un nişanlısı olarak onurlu davranmadığının
farkında bile değildi. Sandalyesini ve Gruppenführer Yeşken'in,
kocasına hediye etmiş olduğu vazosunu devirerek yemek salonun
dan fırladı, yatak odasına giderek yeşil dolaptan yeşil mücevher
valizini kaptığı gibi soluğu sığınakta aldı.
Uçaklar bombalarını atmışlar ve çekip gitmişlerdi, uçaksavar
lar susmuştu, fakat Frau Belinberg hala sığınaktaydı, bombardı
mandan sonra her zaman olduğu gibi histeri nöbetleri geçiriyordu.
Misafirler, hiçbir şey olmamış gibi davranıyor, İngiliz ve Ame
rikalıların canavarca bombardımanları üstüne hafif seslerle konuş
malarını sürdürüyorlardı. Ne barbardı bunlar... Tarihsel şehirleri,
katedralleri sanat yapıtlarını, anıtları canavarca bombalıyorlardı...
Fraulein Vays, Herr Vlasov'a kompliman yapmak için:
- Ruslar bu alanda daha uygar çıkhlar. dedi.
Oberstunnbannführer Ferdinant, Frauleine' a hayret dolu göz
lerle bakh.
Teğmen Astafiev, sigara içmek için terasa çıkh. Tam o sırada,
501
doğulu iki işçi kadın geçiyordu oradan. Biri, bir gün öncesinden
anımsadığı ufaak tefecik kıza benziyordu.
- Matmazel, gelin buraya, diye haykırdı.
Kozihina:
Beni mi çağırıyorsu.nuz? diye sordu.
- Evet, seni, seni.
- Geliyorum, Herr subay.
Riyabinina evin köşesinde durdu.
Soyadın ne senin?
Kozihina, Herr subay... Rus musunuz siz?
Rus. Neden sordun?
Rus ve subay. Almanya' da ... İlginç de...
Sen de Almanya'dasın.
- ·Benimki başka.
General Blagoveşçenski yanlarına geldi.
- Gönül mü eğlendiriyorsun, Teğmen?
- Sizin Sovyet vatandaşınızla konuşuyorum. Malikanede ve
etrafında bulunan herkesi tanımak zorundayım.
- Ben de sandım, içeride ev sahibinden başka kadın olmayı
şı sizi sıkh. Ev sahibi dedim de aklıma geldi, onun kahyası hakkın
daki düşünceniz ne? Olsa olsa otuz yaşında genç bir adam.
- Hayır, yirmi yedi yaşında, General. Deneylerim beni aldat
mıyorsa, ev sahibine sırılsıklam aşık. Andrey Andreeviç'ten deli gi
bi kıskanıyor onu.
Blagoveşçenski güldü:
Ben de farkettim. Kıskançlar tehlikeli insanlardır. Dikkatli
olun.
Bu konuda hiçbir kaygım yok. Andrey Andreeviç, son
günlerde ünlü bir falcıya gitti. Adı, aldanmıyorsam, Frau Nagel.
Aleksandrplats'da oturuyor. Falcı, ona, "Bütün girişimlerinde ve
bu arada aşkta başarılı olacağını, seksen yaşına kadar yaşayacağı
nı" söylemiş. Kadının aşk konusundaki öngörüsü, görüyorsunuz
502
ya, gerçekleşti arhk.
- Pek havaisiniz, Teğmen.
- Farkında değilim, İvan Alekseeviç. Sadece, geleceği dü-
şünmemeye çalışıyorum. Her şey başladığı gibi yürüsün diyorum.
- Ben çok yanlı düşünüy?rum, Teğmen. Almanlar kazanır
sa, o zaman, benim de, senin de yolumuz belirli. Kaybederlerse...
- Yine belirli. Sağ kalırsanız, Rus göçmenlere katılacaksınız.
Bir takside yolculuk yapacaksınız. Şoför de olabilirsiniz...
- Çok şakacısınız.
- Eh, ne yapayım, havai bir insanım...
Riyabinina ile Kozihina, ellerinde bulaşık tabaklarla dolu se
petler olduğu halde avludan geçiyorlardı. Astafiev, onları, köşeyi
dönünceye kadar gözleriyle izledi, sonra bir sigara yaktı.
- Bu Rus kadın ve kızlarını gördüğOO zaman aklımdan şun
lar geçiyor: "Neden ilgileniyorum bunlarla? Sovyet insanı bunlar.
Babalan, benim ailemi Rusya' dan kovmuş. Onlar yüzünden ben
vatansız kalmışım." Böyle olduğu halde içimde bir acıma duygusu
var onlara karşı. İtalyan ve Hollanda kadın ve kızlarına pek acımı
yorum. Fakat, Rus kadınlarının durumu üzüyor beni... Onlar için
Almanların burunlarını yamyassı etmeye hazırım.
- Bir Alman'ın evinde böyle sözler dinlemek gerçekten de
acayip ...
Sorusuna bağlı.
- Olabilir: .. Size bir soru sorsam kırılmazsınız, değil mi?
- Düne kadar, bir Sovyet generali olan siz, Komünist Partisi
üyesi miydiniz? Söyleyin bana, komünist düşüncelerinden, komü
nist ideallerinden ve yirmi beş yıl içinde yaşadığınız o ortamdan
nasıl oldu da birdenbire sıyrılabildiniz?
- Uzun bir konuşma konusu bu, Teğmen... Sadece şunu söy
leyebilirim: Ben, kendimi hiçbir zaman Sovyet insanı saymadım.
Daima Rus kaldım, sadece Rus...
503
MilliyetÇi yani?
Eh, diyelim ki, milliyetçi...
Bu duygunuzu nasıl saklayabildiniz, nasıl koruyabildiniz?
Bırakalım, bunlan, Teğmen. En iyisi, içelim. Frau Adela
yaşamasını biliyor. Berlin'de her şey kuponla. Burada ise her iste
diğin var. Şarap, harika ...
- İçelim, Generalim. Sorumun yanıh bu değildi, ama içelim.
Vlasov terasa çıkh, havaya bakh:
- Gidelim arhk, baylar.
Blagoveşçenski sordu:
- Frau Belinberg ne halde?
· Vlasov belirsiz bir yanıt verdi:
- Sinirleri bozuk. Bizi uğurlamaya gelecek şimdi. Sanıyo
rum ki, bu gece başka bombardıman olmaz.
Astafiev, melankolik bir sesle, "Allah bilir," dedi. "Arka arka
ya üç defa geldikleri de oluyor. Arabalan hazırlatalım mı?"
- Evet. Ama, bir dakika. Kim bu kadın?
Riyabinina ve Kozihina, yine bulaşık sepetleriyle avludan ge
çiyorlardı.
Hangisi, generalim?
- Uzun boylusu.
- Doğulu işçilerden biri. Frau Belinberg'in evinde bunlardan
çok var.
- Çağınn buraya onu? ·
- Başüstüne.
Astafiev, acele acele taş merdivenleri indi. Blagoveşçenski iro
niyle Vlasov' a bakh: "Koca teke. Kart köpek. Bu yeni durumunda
bile ... "
Vlasov, Blagoveşçenski'ye hafif bir sesle:
- Konuşmak istiyorum bu kadınla, dedi.
Blagoveşçenski, sadece başı ile değil, tüm vücudu ile bu isteği
504
onayladığını belirttikten sonra sessizce uzaklaşb. Astafiev de aynı
şeyi yapb, herifin karakterini iyi biliyordu.
Vlasov, Riyabinina'ya doğru yürüdü ve elini uzattı:
- Merhaba, Kira.
Riyabinina, olanca soğukkanlılığı ile:
- Yanlışınız var, Herr General. Adım, Varvara. Varvara Ri
yabinina, dedi.
Vlasov güldü:
- Yanılıyor muyum? Nasıl olur, Kira? Benden çekinmeyin,
Kira. Tanıdınız mı beni?
- İlk defa görüyorum sizi.
- Ben, Andrey Andreeviç Vlasov, Yalta'yı, Aeroflot dinlen-
me evini anımsıyor musunuz? Ben yalnızdım, siz kocanızla idiniz.
Eşinizin adı Orlov, değil mi?
Sizi ilk defa görüyorum.
- Boşuna inat etmeyin, Kira. Çekinmeyin benden.
- Hiçbir şeyden çekinmiyorum. Ben, Kira değil, Riyabini-
na'yım.
- Kocanızın nerede olduğunu biliyor musunuz?
- Büyük bir olasılıkla cephede. Tanışınız Kira'nın kocası ne-
rededir, bunu bilmiyorum.
- Diyelim ki, Kira değilsiniz. Nasıl düştünüz buraya?
- Şaşılacak ne var bunda? Herr Göbels'in buyurduklan gibi,
milyonlarca doğulu işçi, Büyük Almanya'da gönüllü olarak çalış
mak istediğini bildirdi. Ben de onlar arasındaydım.
- Ben size, Frau Belinberg'in malikanesine nasıl düştüğünü
zü sordum.
- Sizin müstakbel eşinizin malikanesine mi? Gayet basit:
Kahyası, doğulu işçiler borsasına geldi ve beni de seçti. Gidebilir
miyim? İşler beni bekliyor, Herr general. Nişanlınız bu alanda pek
titiz ve sert.
Vlasov, kuru bir sesle:
505
- Gidebilirsiniz, dedi.
Riyabinina aşağı indi, Kozihina, depo kapısında kendisini bek
liyordu. Vlasov, "Kira!" diye haykırdı. Genç kadın duymamış gibi
davrandı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, dimdik ve dingin yürüyor
du.
- Riyabinina!
Kozihina:
- Seni çağırıyorlar, dedi.
Genç kadın, başını çevirdi:
- Beni mi çağırıyorsunuz?
- Gel buraya .
Riyabinina hayretle omuz silkti, terasın önüne geldi:
- Geldim, Herr General.
- Çoktan beri mi Almanya' dasınız?
Riyabinina'nın dudaklarında acı bir gülümseme belirdi:
Sonsuz bir öncesizlikten beri.
Bırakın bu şairane sözleri. Tam ne zamandan beri?
Bin dokuz yüz kırk birden.
Nerede tutsak düştünüz?
Askere alınmadım ki, tutsak düşeyim.
Rusya'da son bulunduğunuz yer neresiydi?
Lvov şehri, Herr General.
Numaranız?
1 1 3716.
Bu sırada Frau Belinberg, Ferdinant, Vaydeman ve Astafiev te
rasaya çıkmışlardı. Vlasov, telaşla, "Gidebilirsiniz," dedi.
- Andre, sinirlerim dinginleşti arhk.
- Memnun oldum, sevgilim. Yoksa, sizi hasta hasta bırak-
mak beni üzecekti.
Gidiyor musunuz?
- Zamanı arhk. .. Sevgili Adela, sizden küçük bir ricam var.
506
Burada doğulu bir işçi kadın gördüm. Onun, muhafızlanma teslim
edilmesine müsaadenizi rica ediyorum.
Ferdinant söze kanşh:
Güvenliğinize karşı bir şey mi yaph?
- Belirli bir anlamda.
- Hay hay, sevgili Andre. �faks, gerekeni yapın!
Vaydeman, sevinçle sordu:
- Kim bu canınızı sıkan kadın? Cezasını vermeye hazırım,
General.
- Numarası 1 1 3716. Soyadı Riyabinina.
- Bu kadın generale gerekliyse -bu son sözcüğü özellikle
vurguladı- gerekliyse size, memnuniyetle veririz.
Astafiev, Vaydeman'ın ironisini derhal kavradı:
- Askeri bir gereklilik bu, bay kahya ..Ko�ihina adlı Rus kızı
nın da bize verilmesini rica ediyorum.
Vlasov, Astafiev'e göz ucu ile baktı. Vaydeman, aynı tonla soı7
du:
- Bu da mı askeri gereklilik?
Teğmen sert bir sesle:
- Evet, dedi, General Vlasov'un güvenliği ile ilgili.
Vlasov yılıştı:
- Bir değiş tokuş da yapabiliriz. Erkek mi göndereyim size,
kadın mı? Fakat, erkek sorunu biraz güç. Onlan fabrikalara istiyor
lar...
507
lar arasında nutuk söylüyordu. Bundan sonra Bükreş çıkh karşımı
za: Tipik Rumen orkestrası eşliğinde bir erkek kıvrak bir Rumen
türküsü söylüyordu. Nadya, "Alman saldırısını kutluyorlar." dedi.
Oysa, Sovyet şehirlerine bombalar yağıyordu, kan dökülüyor
du ve Bükreş bu saldınyı kutluyordu. Şimdi ise.. Her şey anlaşıl
.
508
şimdi. Çıldırmış bu adam...
Gereksiz sözler ka_çırdığının farkına vardı, dolabından bir şişe
konyak çıkardı:
- Günaha girelim mi, Bay Nikandrov? dedi ve kadehleri
doldurdu.
O anda, neden birdenbire Nadya'yı ve çocuktan anımsadım,
bilemiyorum. Görünmez bir güç beni Aleksino'ya alıp götürdü,
okulumu gördüm: Pencereleri, batmakta olan güneşin ışıklan ile
pınl pırıldı, sanki okul alevler içinde yanıyordu. Burnuma nemli
toprak kokusu geldi. Nadya çocuklarla birlikte dolaşıyor, bizim
akıllı köpeğimiz Dik, Üzerlerine sırası ile s�çrayarak onlara eşlik
ediyordu. Kızım, "Bizim Dik tam bir çoban köpeği. Sadece, kulak
ları kolalanmadığı için sarkıyor." diyordu. Bu sözü ondan defalar
ca dinlemiştim...
- Şerefinize, Nikandrov.
Ve görüntü kayboldu. Bundan önce bir yaşamım olmuş muy
du benim? Kanm ve çocuklarım var mıydı? Bu Aleksino da n�ydi?
Aleksino da vardı, karım da, çocuklarım da. Fakat, şimdi çok uzak
lardaydı bunlar. Aklın alamayacağı bir uzaklıkta. Şimdi aramızda
cephe vardı.
- Şerefinize, Födor İvanoviç.
- Kaygılanmayın, Pavel Mihayloviç... Son, henüz uzak...
Ertesi sabah Zakutni ile karşılaştım. Yüzünden hemen anla
dım, haberlerle dolu idi. Anlaşıldığına göre, sabah sabah ilk karşı
laştığı insan bendim. Henüz kimseye anlatamamıştı, neredeyse çat
layacaktı:
- Duydunuz mu? dedi, etrafa şöyle bir göz attı ve fısıltı ile
devam etti:
- Bizim başkanın iş miş gözü gördüğü yok. Nişanlısının evi
ne postu sermiş, konyak içiyor boyuna. Bu arada kadın kolleksiyo
nunu da zenginleştirdi...
509
- Nasıl olur, Dimitriy Efimoviç? Sırası mı şimdi bunun?
- Ben de onu diyorum ya. Delinin endazesi mi olur! İki ka-
dın getirildi. Biri ona, öteki de Astafiev'e. Utanma duygusunu ta
mamıyla yitiren Andrey Andreeviç, şimdi bu matmazeli aparhma
nında tutuyor, kapıda muhafız var. Biraz önce, matmazele götürü
len kahvalhyı gördüm. Sanki bakan mübarek. Üstü kolalı peçete ile
örtülü bir tepside götürüldü kahvalhsı.
Doğrusunu söyleyeyim, Mitya'nın bu dedikodusuna hiç aldınş
etmedim. O anda beni, her şeyden önce, tutsak Yarbay Aleksey Or
lov'un kaderi ilgilendiriyordu. Bir an önce Vlasov'un yanında olma
lıydım. Onunla, bir daha Orlov'a gidecektik. Bu yüzden Zakut
ni'den kurtulmaya çalışıyordum. Vlasov'un getirdiği bu kadının
Orlov'un kansı olabileceği aklımın kenarından bile geçmiyordu.
510
çorbayı, iki kaşık yağsız patates püresini ve haşlanmış lahanayı yi
yinceye kadar yarım saatlik bir dinlenmesi vardı. Saat dokuzda,
huzursuz uykusunu uyumak üzere kirli tahta yatağına uzanıyor
du ... Almanlara küçücük de olsa bir zarar verdikleri günlerde kalp
lerini sevinç, hatta mutluluk ışın�arı aydınlahr gibi oluyordu.
Ve Kira, Almanya'ya zorla getirilmiş, savaşa kadarki yaşamla
rı mutluluk içinde geçmiş binlerce kadın ve genç kız, Esen' de,
Frankfurt am Main'da, Hamburg ve Berlin'de nasıl yaşarlarsa, öy
le yaşıyordu.
Kira, savaşın karabasanlı ilk günü, saat sekizde kocasının pek
yakınında bulunduğunu, yalnız uğursuz bir. rastlanhnın onu bul
masına engel olduğunu bilseydi, yaşamı daha dayanılmaz, daha
acı olacaktı.
Kira, Seröja'yı kamyonda tanımadığı il'lSanların yanına birkaç
dakika için bırakmışh o sabah. Hemen eve koşacak, kocasına, tren
le değil, kamyonla hareket ettiğini bildiren, birkaç satırlık bir mek
tup yazıp bırakacakh.
Koşa koşa gitti. Apartmanları yanıyordu. Kendi dairelerinin
bulunduğu üçüncü kahn pencerelerinden koyu bir duman çıkıyor,
arada bir alevler yükseliyordu. Yangını söndürmekle uğraşan yok
tu. Sadece, ihtiyar ve güçsüz kapıcı kadın, elindeki boş kova ile ko
şuyor ve bir şeyler haykırıyordu.
Kira, derhal geri döndü, Seröja'yı bırakhğı kamyonun bulun
duğu meydana koştu. Kamyon yoktu orada. Sadece, kayışla sıkıl
mış, büyük bir siyah bavul vardı. Herhalde arabadan düşmüştü.
Seröja tanımadığı insanlar arasında kamyonla gitmişti. Kira
kendini tutamadı, ağlamaya başladı. Tren biletleri kendisindeydi.
Kocası mutlaka istasyondaydı. Kira, oraya koştu. Eşi, o anda bekle
me salonundan çıkıyordu. Kira, tam bu salona girerken bombardı
manı haber veren alarm düdüğünü duydu. Tekrar terminale doğru
koştu. Eşinin Moskovalı artistlerle birlikte olduğu, terminal pavyo-
5l l
nunun üç adım ötesindeki büfenin saçağı alhna girdi. Bombardı
man sona erince, "Alöşa'yı mutlaka bulmalıyım" düşüncesiyle şehir
merkezine yöneldi. Orlov da o sırada artistlerle vedalaşmış, şehir
meydanından geçiyordu. Ne var ki, Kira köşeyi dönmüştü arhk.
Bütün bunları bilseydi, bu korkunç haksızlık karşısında deli
rirdi herhalde.
Eski katolik kilisesi önünde ilk cesedi gördü. Doktor Elizaveta
Stepanovna idi bu. Gençti. Daha dün gece, tütün fabrikasında mü
hendis olan kocası ile konserdeydi. Orlovlarla aynı sıradaydılar.
Küçük kızından şikayet ediyor, "Çorba sevmiyor, süt sevmiyor. Sa
dece marmelat seviyor." diyordu.
Elizaveta Stepanovna'nın akan beyni üzerinde yeşil sinekler
uçuşuyordu.
Kira korku ile ürperdi, müthiş bir korku ile. Boğazına sert bir
topaç gelip oturdu, neredeyse boğulacakh. Sokakta daha fazla ka
lamayacağını anladı, güneş ışıklan ile yıkanan bilmediği bir avlu
ya girdi.
Kira'nın, Varvara İvanovna Riyabinina kimlik karh uydurma
değildi, gerçekti.
Almanlar, Grodno'yu aldıktan on alh gün sonra, bir sürek
avında yakaladıkları diğer kadın ve kızlarla birlikte Kira'yı da Al
manya'ya götürdüler. Uzun yük trenine o derecede bol dezenfek
siyon serpmişlerdi ki, vagonlardaki insanlar kokudan boğulacak
gibi oluyorlardı. Genç kızlardan biri, Varvara, muhafızların sıkı sı
kı yasaklamalarına karşın, zaman zaman arkadaşlarının omuzları
na çıkarak, pencerenin demir kapağını aralıyordu.
Bu yüzden de öldü.
Tren yavaşlamışh. Varya, yine arkadaşlarının omuzlan üstün
de yükseldi:
- Kapatayım, belki de istasyondur burası, diyordu. Sonra
haykırdı:
512
İstasyon değilmiş!
Silah sesini kimse duymadı, sadece Varya'nın yere yuvarlan
dığını gördüler. Mermi, şakağını delmişti.
Bir demir köprüden geçiyordu tren.
Kimse ağlamıyordu. Herkes susuyordu. Kira, Varya'nın gide
rek soğuyan elini okşuyordu. ·
Durakta, kadınlar bağırmaya ve kapıyı vurmaya başladılar.
Biri kapıyı araladı. Yaşlı bir Alman askeriydi:
- Ne bu gürültü? diye haykırdı.
Ölüyü görünce; "yazık" der gibi dilini çıtlattı. Parmağı ile Ki
ra'yı ve daha iki kadını göstererek:
- Defedin! dedi.
Cesedi kaldırırlarken, Kira, Varvara'nın cebinde kimlik kartını
gördü, bir gün gerekli ·olacağını düşün111,ed�n aldı. Sadece, Var
ya'nın kim olduğunu anlamak istiyordu.
Almanya'da, Fürstenvalde tutsak kampında adı yazılırken,
kendini Varvara İvanovna Riyabinina olarak tanıth. Yirmi �i ya
şında. Bir mağazada sahcı. Kendisinin uçak mühendisi olduğunu
Almanların bilmesini istemiyordu. Ölen arkadaşı annesinin adını
taşıyordu, bu yüzden, yeni adını ve soyadım unutması olanaksız
dı. Artık Almanlardan korkusu yoktu, "Uçak mühendisi olarak fa
şistlere çalışmayacağım! Bu mesleği bana faşistlere çalışayım diye
kazandırmadılar." diyordu. İyi Almanca bildiğini de söylemedi.
"Almanca bildiğimi belli etmeyeceğim. Konuşmayacağım." kararı
nı verdi.
Doğulu işçilerle hka basa dolu katarlar A1!11anya'ya, özellikle
Berlin'e gelmeye başlayınca, Gestapo'ya bağlı bir Rus şubesi kur
dular. Doğulu işçiler arasındaki anti-faşist eğilimli kişileri yakala
mak, tutuklamak ve işkenceli sorgudan sonra ölüm kamplarına
göndermekle görevli özel "Kornet" grubunu da bu şubeye bağladı
lar. Doğulu işçiler arasında anti-faşistler pek çok olduğu için, Ko-
513
met'in işi hiç de kolay değildi. -Burada, Almanlardan başka beyaz
lar ve hainler çalışıyordu. Eskiden beri denenmiş olan "kamçı ve
bonbon" yöntemini uygulayan bu grup, doğulu işçiler arasında
ajanlarını sokmuştu. Komet'teki Rus şubesini Hauptsturmführer
Ebeling yönetiyordu. O da SS yöneticilerine, hepsi de SS Heinrich
Himmler' e" bağlıydı.
Alman karşı istihbarahnın Rus şubesi, Friedrich Strasse 22' de
bulunuyor ve Ervin Şults tarafından yönetiliyordu. Çarlık ordı,ısu
albaylarından birinin oğlu olan Sergey Zavalişin de onun yardım
cısıydı. Zavalişin, Vrangel ordusunda teğmenlik ve takım . komu
tanlığı yapmışh, o zamandan beri Almanya'da sürünmüştü. Daim
berg fabrikasında çevirmenlik yapmışh. Küçük bir maaşı vardı, zo
ru zoruna geçiniyordu .. Kadınlara, içkiye ve uyuşturucu maddele
re zaafı vardı. Bunlara göre yetiştiremediği için kendisini mutsuz
sayıyordu.
Bu yüzden, savaşı kendisi için bir nimet kaynağı olarak karşı
ladı ve savaşın daha ikinci günü gestapoya giderek hizmetlerini
sundu, "Bolşevizme karşı savaşıma katkıda bulunmaya hazır oldu
ğunu," bildirdi. "Gerektiği zaman çağıracağız," diyerek baştan
savdılar. Çünkü onlara göre, Sovyetlere karşı açtıkları savaş en çok
bir-iki ay sürecekti, böyle sığınhlara gereksinmeleri olmayacaktı.
İyi ama, evdeki hesap çarşıdakine uymadı, daha temmuz
ayında Zavalişin'i anımsadılar. Çağırdılar ve hayalinden bile geçir
mediği bir maaş önerdiler.
Ve Zavalişin çalışmaya başladı. İşinden ve maaşından mem
nundu, bu yüzden göze girmek için elinden gelen her şeyi yapıyor
du. osr işçilerin barakalarına gidiyor, özellikle kadınların baraka-
514
lannı daha sık dolaşıyor, yemekleriyle ilgileniyor, verilen bütün
malzemenin kazana girip girmediğini, aşçının hırsızlık yapıp yap
madığını soruyordu. Onun tavsiyesiyle Rus nane şekerlerine ben
zer bonbonlar hazırlandı. Cepleri, her zaman bu tür bonbonlar ve
sigaralarla doluydu.
Doğulu işçileri dikkatle inceliyor, gerekli olacaklarına karar
verdiği kimselerin adlarını belliyordu. Almanlarla işbirliği yapma
yı kabul edenleri yerlerine gönderiyor, kabul etmeyeni� kurşuna
dizdiriyordu.
Arhk, doğulu işçiler arasında, arkadaşlarını bir paket sigaraya,
bir dilim ekmeğe ve bir bonbona satan ajanları vardı, bu yüzden
barakalara daha seyrek uğramaya başladı. ·
515
Yaşlı aşçı kadın, mutfaktaki işçilerin, kendilerine ayrılandan
fazlasını yememeleri için sıkı bir denetim alhnda bulunduruyordu.
Kira, buna karşın, bazen hem kamını doyurmaya, hem de yakında
ki barakalar için birkaç patates ya da ekmek çalmaya muvaffak olu
yordu. Oralardaki aç arkadaşlarına, patatesleri yerde bulduğunu,
ekmeği de midesi ağrıdığı için yiyemediğini söylüyor ve daha bu
na benzer yalanlar uyduruyordu.
Bunlan ona acı · deneyleri öğretmişti. İlk çaldığı patatesleri,
Rusya'dayken et kombinasında Çalışmış olan Tatyana Rogova'ya
götürdü. Kira, sakat insanlara oldum olası aardı, onların yaşamla
nnın hiç de kolay olmadığını bilirdi.
Çilli yüzlü, kısa boylu, seyrek saçlı, tahta göğüslü bir kadın
olan Tatyana Rogova, onda son derecede mutsuz bir kadın izleni
mi bırakmışh, hele getirdiği etsiz çorbayı iştahla yediğini gördük
ten sonra, içinden, "Açlık çekiyor zavallı..." demişti. Ve ona, üç bü
yük patates verdi.
Rogova, kirpiksiz göz kapaklannı büzdü, ısırıcı bir sesle, ''Ne
reden aldın bunlan? Çaldın mı yoksa? Ya gidip de şimdi seni ele
verirsem? Öyle bir dayak yiyeceksin ki, ah, öyle bir dayak yiyecek
sin ki..." dedi.
Kira, patatesleri artıklar arasında bulduğunu söyledi, inandır-
mak için yemin de etti.
Rogova:
- Eh mademki bulmuşsun, yiyeceğim öyleyse, dedi.
Patatesleri hızlı hızlı ahştırdı, sonra ahlak dersi vermeye baş-
ladı:
- Hırsızlık malını ağzıma almam, boğazıma oturur.
Kira, bir daha Rogova'ya sokulmadı. öteki, karşılaştıkları za
man, sıntarak:
- Unuttun beni artık, diyordu.
İki hafta geçmeden, bu kadını, yandaki barakanın yöneticisi
516
yaptılar. Koğuştaki kontrplakla bölünmüş odasına yerleşti. Her
kesten önce kalkıp en geç yatıyor, yemeklerini odasında tek başına
yiyordu. Barakadak.iler, ondan korkmuyorlar, ispiyonculuk yaptı
ğı ve Almanlara dalkavukluk ettiği için kendisinden nefret ediyor
lardı. Adı çiçek cadı olmuştu. Bit ay geçmeden tuvalet pisliği için
de ölüsü bulundu. Bu korkunç ve iğrenç ölümü haketmişti.
Kira, mutfakta bir buçuk yıl kadar çalıştı. Bu süre içinde bara
kada birkaç yönetici değişti. Bu göreve, en alçak, en rezil insan ka
lıntılan bile güç dayanıyordu. Jurnalcilik yapmak, dayak atmak,
ağır hastalan bile kaldırıp işe göndermek kolay iş değildi.
Ördek yürüyüşlü ve iri, yassı burunlu olduğu için kendisine
"Badibadi" adı verilmiş olan Ukraynalı Avdeenko, hücreye atılaca
ğını, pestili çıkıncaya kadar dayak yiyeceğini ve en ağır işe gönde
rileceğini bildiği halde, bir hafta geçmeden görevinden ayrıldı.
Akşam yoklamasından sonra, barakada sıra olmuş kadınlann
önünde diz çökerek:
- Allah için affedin beni, diye ağladı.
Savaştan önce Viyazma'da, bir sinemada yer göstericiliği yap
mış olan Raisa Konöplova, koğuş yöneticiliğine atandığı zaman
buna herkes şaştı. İyi kalpli, kadife sesli bir kadındı bu. Görevine
hiç de uygun değildi. Ne var ki, işe başlar başlamaz sesi kötüleşti,
kabalaştı, emredici oldu. Ustaca bir dayak atışı vardı, yumruklan
demir gibiydi. Onun da egemenliği uzun sürmedi. Bir sabah, kafa
sı ezilmiş bir halde ölüsünü buldular. Almanlar, katilini araştırma
dılar bile. Demek ki onlara da kendini beğendirememişti. Akşa
müstü, yandaki barakadan Elena Savkina adlı, otuz yaşlannda,
sempatik, hatta güzel yüzlü bir kadın gönderildi. İri kamı ve aca
yip yürüyüşü bu güzelliği bozuyordu. Ha düştü, ha düşecek gibi
yampiri bir yürüyüşü vardı.
Neyin nesi, kimin fesi olduğu derhal öğrenildi: Savaştan önce
Minsk'te, bir çamaşırhanede, getirilen çamaşırlan teslim alıcı ola-
517
rak çalışmış, Almanya'ya kendi isteği ile gelmiş. Sevici imiş ve öte
ki barakada hiçbir kadın onunla yatmayı kabul etmemiş.
Aradan bir hafta geçer geçmez soyadı unutuldu, kimse ona,
gelenek gereğince ''Bayan Savkina" demez oldu. "İşkembe-i küb
ra" diye anılıyordu artık.
Aradan daha bir hafta geçti ve bir gece odasından feryatlar,
sövgüler yükseldi. Gomelli genç öğretmen Nina Ponomrenko'nun
sesini herkes biliyordu. Kültürlü ve nazik Nina:
- Rezil! Sıçan! diye haykırıyordu.
Sonradan öğrenildi ki, "işkembe-i kübra", Nina'ya yanına gel
mesini ve "çarpım tablosunu" öğretmesini emretmiş, sonra da üze
rine çullanmış. "İşkembe-i kübra", sabah yoklamasına geldiği za
man yüzü hrmık hrmıktı, kudurmuş gibiydi.
Aradan bir hafta daha geçti ve "işkembe-i kübra", Pskov'daki
Çocuk Dünyası mağazası eski tezgahtarlarından Nadya Kropaço
va'yı işe yollamaz oldu. Ve "işkembe-i kübra'nın madamı" koğu
şun daimi nöbetçisi durumuna geldi, hiçbir iş yapmıyor, koruyu
cusunun odasında sabahtan akşama yatakta keyif çahyordu. Artık
herkes ondan daha fazla korkuyordu. Kendisinden nefret edildiği
ni gören Kropaçova, istediğinden öcünü alıyordu. "Dostu" onun
her kaprisini yerine getiriyordu.
Sabahlan koğuş dayanılacak gibi değildi. Havası boğucu idi,
kadınlar öksürüp aksırıyor, esniyor ve kaşınıyorlardı. Hepsinin gö
zünden uyku akıyor, uyanıp kalkmak kimseye bir mutluluk vadet
miyordu, homurtu ve sövgülerle doğruluyorlardı.
Kira, koğuştan herkesten önce çıktığı için memnundu. Mutfak
ta, aşçı kadın gelmeden sıcak su ile elini yüzünü yıkayabiliyordu.
Geceleri koğuşta ilginç konuşmalar sürerken o, kazanları yıkı
yor, mutfağı temizliyordu, bundan dolayı da haberleri ya herkes
ten sonra öğreniyor ya da hiç öğrenemiyordu.
Bir aralık, sessiz ve sempatik Olya Sokolova'yı birkaç günden
518
beri görmediğini farketti. Yatak komşusuna sordu ve:
- Duymadın mı? Geçen çarşamba kendini ash, yanıhnı aldı.
Komşusunun bu dinginliğine şaştı kaldı. "Nasıl olur! Olya arhk ya
şalJllYC>r demek! Ve bunu bana kimse söylemedi."
Bir iki saat sonra kendisi de unuttu bu olayı. Taşınamayacak
derecede yıpranmış olan ayakkaplan onu daha fazla ilgilendiriyor
du.
En korkunç gün gelip çatmışh demek. Arhk hiçbir şey ilgilen
dirmiyordu kendisini.
Bu korkunç günün öğle saatlerinde Kira, bir öbek patatesi yı
kamış, başını eğmişti, soğuk sudan kızarmış; pis tırnaklı ellerine il
gisizce bakıyordu. Son günlerde, sabahlan elini yüzünü yıkamadı
ğını, saçlarını taramadığını anımsadı birden. Kaç günden beri böy
leydi? Beş, yedi ya da daha fazla ... "Eh, ne0önemi var ki..."
Daha da korkuncu, birkaç gündür, Seröja, kocası ve diğer ya
kınlan da aklından çıkmışh. Oysa, hep onları düşünürdü. "Ne ol
du bana böyle? Neden unuttum?" Alınan aşçı kadınlara aldıi'ış et
meden ağlamaya başladı. Hıçkırarak ağlıyordu. Çocukluğundan,
babasının ölümünden beri böyle ağlamamışh. Volga'da, Plös'ten
motorla dönüşünde fımnaya tutulmuş, benzin rezervuanna yıldı
rım düşmüş ve babası alevler içinde dalgalar arasına ahlmış, ölüsü
nü iki gün sonra bulmuşlardı.
Aşçıbaşı kadın, yüzü gülmeyen bu kalpsiz kadın, her nasılsa
başkasının kederi karşısında duygulanmış olacak ki, ona dokun
madı. Kira, geceleyin de, kendi kendine, "Neden unuttum, ne
den?" diyerek ağladı. Son aylarda hemen hemen kimseyle konuş
muyor, kimseye inanmıyor, herkesin jurnalcilik yaphğından kuş
kulanıyordu. Şimdi anlıyordu ki, böyle devam ederse aklını boza
cak ve Olya Sokolova gibi bir gün ilıniği boynuna geçirecekti. 01-
ya'ya bu kez candan aadı ve gözyaşları daha bol akmaya başladı:
"Ah zavallı kız... Nasıl oldu da kendisiyle konuşmadım..."
519
Sabaha dek, koğuşta beraber olduğu genç kızlan düşündü. Bu
yaşam böyle sürmemeliydi. Kızlar arasında çok iyileri vardı, onlar
la dost olabilirdi. Rogova ve "işkembe-i kübra" gibileri de vardı.
Ne var ki, onlar çok azdı.
Sabahleyin, yine herkesten önce kalkarak mutfağa gitti. Sırhn
daki giysileri yıkayıp çabucak kuruttu. Kendi de yıkandı, saçlarını
güzelce taradı. "Daha yaşayacağız, yaşayacağız!" diyordu kendi
kendine. Bu sabah ilk kez, Seröja ile Aleksey'in sağ oldukları güve
ni doğdu içinde. "Hastaymışım meğer. Artık iyileştim."
Akşamsı, kara gözlü, ufak tefek kızın yanına cesaretle gitti.
Adı Galya idi ve Vitebsk taraflanndandı. Bundan başka hiçbir şey
bilmiyordu bu kız için.
- Sizinle konuşmak istiyorum, dedi.
Onun niyetini anlayan Galya:
- Gidip bir yerde fısıldaşalım, diye yanıt verdi.
Bir ay sonra Kira'nın birkaç arkadaşı vardı. Novgorot Pedago
ji Enstitüsünde öğrenciyken yakalanıp Almanya'ya getirilmiş olan
İra ÖVarova, z.avalişin'in bir ajanı olduğunu, kendisinin deyişiyle
bu "alçaklığı", ''Teslim Olmayacağız" grubunun tavsiyesiyle kabul
ettiğini açıkladı. Kira, söz konusu grubun varlığını da Galya'dan
öğrendi. On yedi kişinin oluşturduğu Teslim Olmayacağız'ın tek
bir amacı vardı: Umutsuzluğa düşenlere elinden gelen yardımı
yapmak.
1943 yılının Ocak ayında meydana gelen bir olay Kira'nın ka
derini değiştirdi. Bir gün, kadınların işde oldukları bir sırada ko
ğuşta bir arama yapıldı. Kira'nın yatağının alhnda aiti tane çiğ pa
tates bulundu. Kaynahlmış patates olsaydı bunlar, Kira, "Dünkü
ve evvelki günkü patateslerimi yemedim," diyerek işin içinden sıy
nlacakh. İyi ama, çiğ patates verilmiyordu.
"İşkembe-i kübra" geldi
- Al da mutfağa gidelim, dedi.
520
Aşçıbaşı, saçlan ıslak, iskemlede oturuyordu, demek ki, biraz
önce duş alınışh.
"İşkembe-i kübra":
- Bırak yerine onlan! komutunu verdi.
Kira, sepeti fırlath.
- Sana yerine koy, dedim, fırlat, demedim. Al ve koy! Nimet
bunlar.
Aşçıbaşı kadın, iskemleden kalkh, patateslerden birini alarak
Kira'nm ağzına götürdü.
"İşkembe-i kübra" Rusça konuştu:
- Haydi, tıkın!
Kira, dingin, "Hayır," dedi.
- Evet! yiyeceksin! Yoksa kafanı kıracağım.
Aşçı kadın peşkirle başını kuruluyordü, gözleri Kira'daydı.
Kira, "ne de olsa hafif atlathk" düşüncesiyle barakaya döndü.
Galya ile İra ona koştular:
- N'oldu?
- Hiç. Bağınp çağırdılar.
Bu sırada "işkembe-i kübra" içeri girdi ve:
- Kalk! Saf düzeni, marş! komutunu verdi.
Olup bitenden haberi olmayan kadınlar, söve saya ve isteksiz
isteksiz sıra oldular. Şef, Kira'yı öne çıkararak, nutuk atmaya baş
ladı. Topluluk önünde söz söylemek, yapabileceği işlerin en ağırıy
dı onun için. Terliyordu.
- Bu kancık hırsızın biri. Bu rezil, Frau aşçıyı aldatmış. Frau
iyi bir kadın. Bize lezzetli yemekler pişiriyor. Bu ise domuz. Do
muz gibi zıkkımlanmayı seviyor.
Kira'ya çürük, kara bir patates uzath:
- Haydi ye bakayım.
Kira, Minskli üniversite öğrencisi Lida Volkova'ya bakmamak
için kendini zorluyordu. Patatesleri onun için çalmışh. Kazan da-
521
iresinde çalışan Lida bunları orada pişirecekti. Kira, onun dayana
mayacağından, gerçeği açıklayacağından korkuyordu. Ondan son
ra, allah göstermesin, ona da işkence edeceklerdi.
Kadınların gözleri Kira' daydı. Bazıları acıyarak, bazıları da
merakla bakıyordu. Kira, birden, çürük patates yemenin hiç de güç
bir iş olmadığı kararına vardı. Kendini zorlayarak büyük bir parça
sını ısırmalı, yutarken başka bir şey düşünmeliydi. Tavandan sar
kan elektrik lambası kaç mumluktu acaba? Yirmi beş veya on beş?
Patatesi içi bulanmadan yedi. Hatta gülümsemeyi ve "işkem
be-i kübra"ya alaycı bir sesle "teşekkür ederim", "mersi" demeyi
düşündü. Sonradan vazgeçti: "Boşuna ... Bu hayvanın üzerinde et
kisi mi olacak sanki ..." Sadece:
- Tamam, demekle yetindi.
"İşkembe-i kübra", "Rahat!" komutunu verdi.
Sonra Kira'ya yaklaşh. "Dayak faslı başlayacak şimdi" düşün
cesi geçti aklından. öteki:
- Alacağın olsun senin, dedikten sonra dışarı çıkh. Kira ya
tağına uzandı. Yanı başında Lida için için ağlıyordu.
- N' olursun yapma, Lidoçka...
G�cenin geç vaktiydi, herkes uyuyord� . Galya Kira'nın başu
cuna geldi:
- Bravo sana, diye fısıldadı.
522
yordu. Aşçıbaşı kadının bağırıp çağırmalarından bıkmış usanmıştı.
Burada ise, iş süresi boyunca hareket halindeydi, yorulduğu za
man bir yere oturabilirdi. Yeni işinin çok önemli bir üstünlüğü da
ha vardı: Cephelerdeki duruma ilişkin haberler öğrenebiliyordu.
Erkek tuvaleti önündeki sigara içim yerinde, erkekler haberler üze
rinde yorumlar yapıyorlardı. Bir gün, iki işçiden biri göz işaretiyle
Kira'yı göstererek yavaş konuşmasını uyardı. Öteki, "Anlamıyor
o." dedi ve sonra Kira'ya, Almanca olarak, Almanca bilip bilme
diğini sordu. Kira, gülümseyerek omuzlarını kaldırdı.
İşçiler, bir hafta içinde, onun yanında hiç çekinmeden konuş
maya alıştılar. Kira, onlarla hiç ilgilenmiyormuş gibi davranıyor,
işine devam ediyordu. Genellikle baş örtüsü ile gözlerine kadar yü
zünü kapıyordu. Bir gün, arkadaşlarının kendisine sempati dolu
bir sesle Hansen dedikleri bir Alman, sigara 1.çme yerine girdiği za
man, Kira'yı ardından, omuzlarından yakaladı.
- Kocakarı, sende daha iş var, diye gülümsedi.
Bunu, sonraki günlerde de yineledi. Bir gün Kira dayanamadı
ve elindeki paçavra ile Hansen'e vurdu. Alman kızmadı, kabahatli
kabahatli gülümsedi.
Yine bir gün izmaritleri toplamak için girdiği zaman, işçilerin,
aralarında fısıltı ile konuştuklarını görünce hayret etti. Sanki cena
ze törenindeydiler. Hansen'in:
- Şu Stalingrad bir değirmen gibi boyuna insan öğütüyor.
Pavlus'un ordusunu da eritti... dediğini duydu.
Ve Kira Stalingrad zaferini böylece öğrenmiş oldu.
Havanın kararmasını sabırsızlıkla bekledi, bu haberi arkadaş-
larına bir an önce bildirmek istiyordu.
Galya'nın gözleri şeytanca parladı:
- Teşekkür ederim Varya, ben de öğrendim.
Ve derhal sustu. "İşkembe-i kübra" Nadya'sı ile ya�larına ge
liyordu. Nadya:
523
- Ne diye sırıhyorsunuz, kanaklar! dedi. Ağzından buram
buram içki kokusu yayılıyordu.
"İşkembe-i kübra" tehdit dolu bir sesle:
- Sevinmekte acele ediyorsunuz, reziller, o zamana dek siz
den iz bile kalmayacak, diye söylendi.
Acı da olsa, doğru söylüyordu. Stalingrad zaferinden Alınan
lann tam yenilgisine dek, uzun bir zaman geçecekti. Ukrayna, Be
lorusya, Orel, Kursk ve Moskova'ya pek yakın olan Rjev henüz Al
manlann elindeydi, Leningrad kuşatması sürüyordu.
İra Uvarova, Zavalişin tarafından çağnldığını söyledi:
- Bana, "Konuşulanlan da susanlan da dikkatle izle. Susan
lar daha tehlikeli." dedi. "İçimizde en tehlikeli insan bizim koğuş
yöneticisi, Sergey Vladimiroviç. Şehir şurası üyesi olduğunu gizli
yor." dedim. Zavalişin, araşhracaklannı söyledi.
Aradan beş-alh gün geçmişti ki, kadınlar, "İşkembe-i küb
ra"nın şehire gitme hazırlığı yapmakta olduğunu gördüler. Dudak
larını boyadı, göğsüne yeni bir OST dikti.
Gidiş o gidiş. Nadya yine koğuşa geçti, acıdılar ve kendisine
en kenarda da olsa bir yatak verdiler.
Küçük odaya yeni bir yönetici geldi: Bayan Ana Vasilievna Pa
ramoaova. ''Teslim olmayacağız" grubunun .başkan yardımcısı İra,
onu, Zavalişin'e pek övmüş.
Ve koğuştaki kadınlar birazcık rahata kavuştular.
524
- Bozuk bir Almanca ile konuş. Bizim gibi... dedi.
Kira ertesi gün, Hans'ın tornası yanından geçiyordu. Alman,
kadının cebine bir paket soktu çabucak. Pakette, bir parça ekmekle
salam ve "Öğle istirahatinden sonra gel. Bu kAğıdı da yırtıp at." ya
zılı bir kAğıt vardı.
Kira, öğle yemeğinden sont'a genellikle kadın tuvaletinde yer
leri yıkıyordu. Bu kez erkekler tuvaletinden başladı. Hans geldi.
Kira, onun verdiği kAğıt parçasını geri çevirdi:
- Siz yırtıp ahn, dedim.
Hans gülümseyerek, kağıdı yırth:
- Teşekkür ederim...
Ve yineledi:
- Korkmayın benden. Düşman değilim. Birinci katta çalışan
lar bizdendir. Onlara, Layşner ustanın d�posunda pek çok tahta
ayakkabı bulunduğunu söyleyin. Bunlar artan ayakkabılardır.
Kendisine rica etsinler. Kabul etmezse durumu mühendis Hen
ka'ya bildirsinler.
Kira'nm elini sıkh ve çıkıp gitti.
Birinci katta yalnız doğulu işçi kızlar çalışıyordu. Ayakkabıla: .
n çoktan giyilmez hale gelmişti. Bu yüzden yalın ayak dolaşıyqf
lardı. Beton döşeme; metal parçalan ve kömür artıklarıyla dolu idi.
Layşner usta, ilk önce "Ne ayakkabısı? Nereden bulayım?" di
ye bilmezden gelince, Galya, "Herr Henka'dan isteyin lütfen." de
di. Layşner usta, kendisine akıl vermeye kalkışan Rus kızına hay
retle baktı. Galya'ya, Almanya'daki çalışması süresince ilk kez
"Fraulein" deniyordu.
Usta, üstü muşamba bezinden, tabanı kalın tahtadan bir çift
sandalet getirdi:
- Alın, Fraulein, ayağınıza tam gelirse sevinirim. İşten rnnra
da arkadaşınız için alırsınız.
Galya, beton döşemede tek tek yürümeye başladı.
525
Ertesi sabah, Kira yine Hans'ın yanından geçiyordu. Durup
kendisiyle konuşmak, elini sıkmak geçti içinden. Sadece hafifçe gü
lümsemekle yetindi.
8 Mart 1944 günü, iş mantosu ile iş araçlarının bulunduğu do
labın kapağını açhğı zaman, iş giysisinin cebinde ince bir kağıda
sanlı, küçük yapraklı bir dal ve küçük bir çikolata buldu.
Ağlamamak için kendini güç tuttu.
O gece, uyumadan önce kadınlardan biri:
- Yann 8 Mart, dedi.
Sinirli bir ses yanıt verdi:
Ne olmuş 8 Mart olmuş da!
- 8 Mart...
- Sana ne bundan? Pasta ziyafeti mi çekecekler yani?
Her ağızdan bir ses çıkmaya başladı. Memlekette 8 Mart'ı na
sıl kutladıklarını anımsadılar, şimdiki durumlarına lanetler savur
dular.
- Sabah uyandığım zaman oğlan kardeşim Kolka, bir kutu
çikolotayla Krasnaya Moskova parfümünü burnuma dayardı.
- Ben, yaşamımda ilk şampanyayı 8 Mart'ta içtiın...
- Biz birbirimize hediyeler verir, geleceğimizi öngören gül-
dürücü mektuplarla yazışırdık.
Galya, memleketteki son barış 8 Mart'ında arkadaşlannın ken
disine komple gramofon plakları hediye ettiklerini anlattı.
- Plaklann hepsi de Lemeşev'dendi.
Kira, söylenenleri dinlerken, bunlann arhk hiçbir zaman geri
dönmeyeceğini acı acı düşünüyordu.
Bu sabah, işte, hiç beklemediği hediye ile karşılaşh.
Yalnız kendisi değil, koğuştaki diğer arkadaşlan da hediyeler
almışlardı. Demek ki, Hans yalnız değildi bu işte. Galya'nın iş araç
ları çantasına küçük bir sempatik ayı koymuşlardı. Başında bilinen
taç yerine, kadm çorabından dikilmiş bir kalpak vardı.
526
8 Mart akşamı, yemekten sonra kadınları sinemaya götürdü
ler. Bu da bir sürprizdi. İlk önce güncel olaylar gösterildi: Adolf
Hitler nutuk söylüyor, Adolf Hitler İtalyan elçisiyle görüşüyor, da
ha sonra da cephe haberleri. Bundan sonra da "Anton İvanoviç'in
Kızgınlığı" adlı film. Kızlar kırıldılar gülmekten. Fakat filmin so
nunda hepsi de ağladı. Leningrad'ı görmüşlerdi, artistlerin hiçbiri
yabancıları değildi, hepsi de canlarına yakındı. Ne yazık ki, bunlar
arbk dönüşsüz bir geçmişin anılarıydı. Gerçek olan şey, koğuştu.
Yaz başlangıanda Hans, "Yakın günlerde sizi bir başka yere
götürecekler. Üzmeyin kendinizi. Size iyilik diliyoruz," dedi.
Aradan bir hafta bile geçmeden, Kira, birkaç kadın arkadaşı ile
birlikte Frankfurteralee'deki kantoraya götürüldü. Frau Belin
berg'in malikanesinin kahyası Maks Vaydeman, kendisini oradan
alıp götürdü.
Kira, Hans'ın adresini unutmamak için sık sık tekrarlıyordu:
"Berlin, Pankov, Dolomitan Strasse, 1 8."
"K
ONUŞMAMIZ G EREKİYOR ÜRLOV YOLDAŞ ... "
Elektrik düğmesi çevrildi, içerisi hafifçe aydınlandı. Biri reze-
yi çekti, fakat kapıyı açmadı. "Neden geciktiler?"
- Bay Orlov, nasılsınız?
Daha iyisi can sağlığı.
Kapı açıldı. İçerisi daha da aydınlandı.
- Günaydın Bay Orlov.
"Demek ki sabah... "
Sizi yukarı götürmem emredildi. Buyurun.
Pekala, gidelim.
Bu nasıl soru böyle?
Üç günden beri buradasınız ... Öğle yemeği de verilmedi
size...
Akşam yemeği de... "Su işini söylemeyeceğim, namussuz-
527
lara... Akmasa da damlıyor. On beş dakikada, bir avuç su toplanı
yor. Söylersem bunu da keserler... "
- Merak etmeyin Teğmen, yürüyebileceğim... "Beni nereye
götürüyorlar acaba? Sorguya mı? Biraz başım dönüyor. Eh, yürü
yebileceğim."
Orlov'u geniş bir aydınlık odaya götürdüler. Pencereler açık.
"Yanık kokusu var. Demek ki, Berlin havadan yine bombalanmış
Neden duymamışım? Uyumuşum demek. .. Uyku sağlıkhr, Alek
sey İvanoviç!"
Beyaz örtülü masada süt var.
Buyurun, için, Bay Orlov.
Çay da olabilirdi.
Üç günlük açlıktan sonra süt daha iyidir.
Zehir konmamışhr herhalde?
Kuşkunuz yersiz. İçiyorsunuz, değil mi? Bravo. Dinlenin ·
528
- Ujakin, dost işi bir hraş isterim ha .. Eski dostça...
.
529
"A. F. Kerenski ile mülakat için Madrit'te bulunan Geçici Rus
Hükümeti Başbakanı şöyle diyor: 'Rusya özgürlük savaşına hazır
dır. Bütün kalbimle inanıyorum ki, General Vlasov Rusya'yı doğru
yola çıkaracakhr."
"Bertin 5-Bahn'ında bilet fiyatlanna on beş fenik zam yapıldı."
Dinsel ayinlerle ilgili birçok ilan ...
"Kayıp aranıyor" ilanlan: "Lidya Mihaylovna Abramova,
1920' de Vrangel ordusunda subaylık yapmış olan Viktor Nikolae
viç Abramov'u anyor." Adres: Breslav, 5, "Kayzerkrene" kabaresi!
Bir astsubay girdi içeri:
Emriniz, efendim?
İş gömleğini geçir sırbna. Bay Yarbayı hraş edeceksin.
Başüstüne. Buyurun, Bay Yarbay.
Fazla saçlan kesin. Hepsi o kadar.
Oradan çıkalı çok mu oldu, efendim?
Astafiev, başını gazeteden kaldırdı:
Kotov! Gevezelik etmeden çalışamaz mısınız?
- Güç çalışının. Konuşmadan duramam.
- Benimle konuş öyleyse.
Kotov, bundan sonra tek söz söylemedi. Sadece işiyle ilgili so-
rular soruyordu:
- Bıyıklannızı bırakayım mı? Yakışıyor size.
- Bıyıklı da olur, bıyıksız da. İstersen kesme.
Astafiev takıldı:
- Bıyık, şövalyelere pek yakışır.
- Kotov, kes bıyığı. Neyime gerek benim.
Berber, Orlov'un isteğini yerine getirdi, Astafiev'e sordu:
- Odekolon süreyim mi efendim?
- Dayan. Rayhbank'ın parası bol nasıl olsa.
Üçüncü katta bir odaya girdiler. İçerde bir maroken divan, viş
ne çürüğü derin koltuklar ve yerde de halı vardı.
530
- Dinlenin, Bay Orlov. Ben şimdi geleceğim.
Astafiev, kapıyı dışarıdan kilitledi. Orlov koltuklardan birine
oturdu.
- Pardon, Bay Yarbay. Kahvalhnız sizi bekliyor.
Orlov, masaya bakınca hayret etti. Masallardaki gibi bir örtü,
üzerinde sosisler, galiba sıcak da; ekmek, tereyağı, mis gibi kokan
kahve.
"Koltuğa oturur oturmaz uyumuşum. Bu yüzden ne zaman
getirdiklerini farketmemişim."
- Biraz kestirdiniz Aleksey İvanoviç. Buyurun kahvalhnızı.
Astafiev yine çıkh. Ardından iki kişi geldi: Biri Vlasov, öteki
Nikandrov adında uzun boylu, sakallı bir ada·m.
Orlov, sosis tabağını yana koydu. Vlasov dostça:
- Bırak şu inadı Aleksey İvanoviç, deqi, z:aten birkaç gündür
midene bir şey girmedi, doyur kamını. Acelemiz yok bizim.
- Söyle bakalım Vlasov, ne istiyorsun?
- Aleksey İvanoviç, bir zamanlar seninle biz Yalta'dardık.
Hangi aydaydı, bir türlü annnsayamıyorum şimdi?
- Ne önemi var bunun?
- Kıskanıyordum seni. Ne güzel karın vardı. Adı Kira idi ga-
liba. Evet, evet, Kira. Dinle beni, Orlov. Dikkatle dinle. Her şeyi iyi
ce tartmanı istiyorum. Şunu da söyleyeyim ki, senin resmini ve im
zanı taşıyan bildiriler Sovyet insanlarının üzerinde derin izlenimler
bırakh. Yineliyorum, iyice tart her şeyi. Şimdilik hoşçakal.
Nikandrov en son ayrıldı odadan. "Beni baştan aşağı süzdü
hain. Ölçü�ü aldı sanki cellat."
Sosisler ve kahve soğumuştu. Orlov yememek için kendini
güç tutuyordu.
Açılan kapıdan Kira'yı içeri ittiler. Orlov, ilk anda hiçbir şey
anlayamadı. "Kira ha? Nasıl çıldırmadım, yarabbi? Bir rüya mı
bu?"
531
- Alöşa!
''Evet, o. Kira."
- Alöşa!
Kira, Orlov'un boynuna atıldı. Anlaşılmaz şeyler söylüyordu.
Onlar getirdi beni buraya. "Şimdi göreceksin onu." dediler.
Kira! Gözlerime inanamıyorum... Sevgilim!
Alöşa! Ne zamandan beri buradasın? Seröja nerede?
Nerede olabilir! Kineşma' da büyükannesinin yanında.
En son ne zaman gördün?
İki-üç hafta önce.
Hasta değil ya?
Kira, hala gözlerime inanamıyorum.
Söyle, Seröja sağlam mı?
Sapasağlam. Kira! Ağlama, Kira! Ağlama, Kira!
Kendimi tutamıyorum. Çok çektim. Nasıl oldu, ben de an
layamadım. Seni ararken kamyon hareket etmiş. Sen gördün mü
onları? Seröja'yı ve annemi?
Kira, anlat, anlat.
- Nasıldı?
- Okula gidiyor. Hem de iki okula, hem de müzik okuluna.
Anlat bana, konuş, hayahm benim.
- Zifiri karanlık, soğuk bir geceydi sanki... Nasıl sağ kalabil
dim? İliklerime kadar nefret ediyorum onlardan. Annem nasıl?
Çok mu yaşlanmış?
- Seröja ihtiyarlamasına müsaade etmiyor. Öyle iştahlı ki bi
zim oğlan.
Gördün onları demek?
- Kira, ağlama, sevgilim.
- Kendimi tutamıyorum. "Şimdi kocanızı göreceksiniz. Et-
kileyin onu." dedi bana.
- Kim o?
532
- Kim olacak, Vlasov. ''Her ikinizin de sağ kalmanızı istiyor
san etkile kocanı," dedi. Alöşa, söyle ne yapayım sana? "Sizi dinle
mezse diri diri yakacaklar kocanı." dedi.
Ellerinden geliyor bu işler...
"Her ne olursa olsun �lınanya mutlaka üstün gelecek."
dedi.
Bana da dedi. Kendileri gibi olmamı istiyorlar. Onlara bir
çok şeyler söyleyeceğimi sanıyorlar. Budalalar. Doğru değil mi, Ki
ra? Budala bunlar.
Budala! Elbette.
Bizi sağ bırakmayacaklar, Kira.
Biliyorum.
Benim resmimle bildiri dağıtbklannı söyledi.
Bana da gösterdi. Alman ünifonnasnu nasıl giyerim ben!
Montaj yapmışlar. Ellerinden geliyor rezillerin. Kira, işin
en korkunç tarafı ne, biliyor musun? Bizimkiler gerçeği öğreneme
yebilirler ...
- Er geç öğrenecekler. Dünyada hiçbir şey gizli kalınıyor.
Öğrenmeseler bile, senin vicdanın temiz. Alöşka, öyle şeyler gör
düm, öyle acılar çektim ki...
Bırak bunları şimdi.
- Seröja'yı anlat bana.
- Habersiz gittim. Büyümüş kerata. Benim omuzuma ulaş-
_
mış boyu.
Kapı açıldı. Yine Vlasov'la Nikandrov girdi.
- Size eşinizi görme olanağı sağladığım için bana teşekkür
etmelisiniz, Kira Antonovna. Aleksey İvanoviç, seninki, kendini
burada Riyabinina olarak tanıtmış. Bay Nikandrov emrinizi verin.
- Görüşme sona erdi, Bayan Orlova.
Kira, kocasını omuzlanndan sardı:
- Alöşa, bunlar insan değil, hayvan, canavar. Benim için
533
üzülme. Anlıyor musun, üzülme... Dayanacağım ben.
- Görüşme sona erdi, Bayan Orlova.
Yine kapı açıldı. Orlov, koridorda, otomatik tüfekli iki kişi gör-
dü. Nikandrov:
- Tutukluyu götürün! emrini verdi.
Kapı gürültü ile kapandı. Vlasov:
- Şimdi dikkatle dinle beni, Aleksey İvanoviç, dedi. Bu, son
konuşmam olacak seninle. Şimdi sana kağıt, kalem getirecekler.
Otur, yaz. Ya da ... neden öyle bakıyorsun?
- Bana işkence yapacaklar mı?
- Kılına bile dokunmayacağız. Tabii akıllıca davranırsan ...
Burada bir uzman var. İşinin büyük ustası. Fantazör. Adı, Erih Ri
ke. Seni Kira'nın yanında sorguya çekecek.
Yeniden: Şıp şıp şıp ... Bugün Cuma. Kira'yı nereye tıktılar aca
ba? Yıllardan beri görüşmemiştik... Yaşamda, belki de aşk en
önemli şey... Almanlar üstün gelmeyecek. Zafer bizim olacak...
Ben, o zamana dek çürüyeceğim belki de... Ne önemi var... Kira'ya
acı çektirecekler... Bir tabancam ve iki de mermim olsa... Fazlası ge
rekli değil. Biri Vlasov' a, biri de bana ...
Şıp şıp şıp ... Nereye akıyor bu su? On beş dakikada bir avuç
su ... Döşeme kuru ... Nereye gidiyor bu su? Elektrik düğmesi çevril
di.
Gidebilirsiniz Malov...
İçerdeki size bir kötülük yapabilir, Bay Yarbay... Güldü.
Bana mı? Düşündüğünüz şeye bakın hele, Malov...
"Kimin sesi bu? Teğmenin değil..."
- Yanm saat sonra gelin Malov. Beni sorarlarsa "Orlov'un
yanında," deyin. Anladınız mı? "Orlov'la konuşuyor."
Anladım efendim.
- Gidin.
534
Kapı hafifçe açıldı:
- Uyuyor muydunuz, Orlov... Uyumuyorsunuz, değil mi?
Sizinle konuşmalıyım Orlov Yoldaş.. .
535
Truhin, "İzleniminiz ne, Pavel Mihayloviç?" diye sordu. "Sert
bir cevize benziyor. Kolay kolay kırılamayacak." yanıbnı verdim.
Truhin, "Kırılacak, kırılacak. Göreceksin bak. .." diye diretti.
O gece, Merkeze şu raporumu bildirdim: "Şimdilik dayanı
yor." Bu değerlendirmemde haklıydım. Çünkü Orlov'un ilk sorgu
sundan sonra Vlasov yemyeşil olmuştu. Kızgınlığını gidermek için
Adela'sının yanma gihnişti.
Merkezden gelen karşılıkta şöyle deniyordu: "Vlasov'un öne
risini kabul ehnesini Orlov'a bildirin." Raporumda "Orlov bana
güvenmeyebilir." dedim. Yanıtladılar: "İnandırıcı kanıtlar topluyo
ruz. Bizi öbür gün arayın." İşte o gün, Orlov'un kansını götürdüler
yanma.
Yineledim:
Konuşmamız gerekiyor, Orlov Yoldaş.
- Sizinle konuşacak hiçbir şeyim yok, haydut!
- SOvün bakalım, sövün. Yalnız bağırmadan.
Kansının kurtarılması konusunu konuşacağımızı söyleyince
dinginleşti. Bunun üzerine:
- Onlardan değilim ben, Orlov Yoldaş, dedim.
Güldü:
- Ah haydut seni, inandırabileceğinizi mi sanıyorsunuz?
Fakat, gözlerinde bir merak, bir umut pırılbsı yanıp söndü.
- Görüyorum ki, sizi inandırmak çok güç. Ne var ki, vakti-
miz çok az... Şimdi kısaca anlatayım: Sizi, ordu ve partizan istihba
ratları arasındaki işbirliğini düzenlemekle görevlendiren generalin
son dakikalarda söylediklerini şöyle bir anımsayın... Başbaşayrruş
sınız.
- Boşuna yoruluyorsunuz. Böyle bir general tanımıyorum.
- Aynlacağınız sırada, general size demir kasanın anahtarla-
nnı kime verdiğinizi sormuş. "Her zamanki gibi Yarbay Vladi
çin'e." demişsiniz.
536
Gözlerinde inanma panltılan belirdi. Karutlanma devam ettim:
- General, size kendinizi korumanızı salık vermiş ve ''Ken
dini koruyaru allah da korur..." demiş. Doğru mu? Bundan başka,
"Rakamı unutmadınız ya?" demiş. Siz de ''Kırk beş." yanıhnı ver
mişsiniz.
Artık tamamıyla inanmışh. Ben, kırk beşin ne olduğunu bilmi
yordum. Orlov için özel bir anlamı vardı ki, gülümsedi söylerken.
Demek ki, bizdensin ha? Amma iş ha! Nasıl düştün bura-
ya?
Bunları serbest zamanınızda anlabnm. Şimdi yapılacak en
önemli iş şu: Moskova, Vlasov'un önerisini iq!bul etmenizi istiyor.
Ayağa fırladı:
- Olur mu öyle şey!
Vlasov'un yanında "çalışmamın" beninı de hoşuma gitmedi
ğini anlathm.
- Derhal kabul etmeyin. Dayahn biraz. Direktifleri benim
aracılığımla alacaksınız. Vlasov, karınıza işkence yapılacağı tehdi
dini savurdu. Bu tehdit sizin işinize yarayacak. "Kanma işkence
yapılmasıru istemiyorum... Bu yüzden ... "
- Buna inanacağını mı sanıyorsun?
- Hainlerin çoğu gibi Vlasov da santimantaldir,16 inanacak-
hr. Önerisini kabul etmenizi öyle istiyor ki...
Sahiden de bizden misin? Adın ne?
- Ni.kandrov. Pavel Mihayloviç.
- Partizanlara gidiyorum diye uçağa bindim, Vlasov'un eli-
ne düştüm. Nasıl iştir bu? Bir türlü anlayamıyorum.
- Her şeyi anlatacağım. Fakat, şimdi en önemli sorun var
önümüzde. Öneriyi kabul ettiğinizi bildirdikten sonra sizi, otelde
527 numaralı odaya yerleştirecekler. Orası oda değil, son yoklama-
537
dan geçeceğiniz bir hücre. Beni de orada bir hafta tuttular. Gerek
siz tek bir söz söylemeyin, tek bir davranışta bulunmayın.
- Anladım. Kira'yı görecek miyim?
Öneriyi kabul ettikten sonra, geceyi uykusuz geçirmemesi için
kendisine bir uyku hapı verdim.
Orlov'un, Vlasov'un önerisini sözde kabul edeceği sorgusuna
kahlmayı reddettim. Orlov'la Astafiev'i haşhaşa bırakmayı, neden
se daha uygun buldum.
Teğmen, sonradan, bana her şeyi anlath. Orlov'dan iğrenerek
söz etti:
- Onu tam anlamı ile bir insan, gerçek bir yiğit sanırdım.
Meğer o da aşağılık bir herif, bir paçavra imiş. "Kira'ya işkence ya
pılmasını istemiyormuş ... "
- Astafiev, siz, onun bir kahraman olarak ölmesiİıi mi isti
yordunuz?
Bana, aşağılayıcı gözlerle bakh:
- Bay Nikandrov, sözlerimde manhk yok belki ama, bay Or
lov, sıkılan kurşunların üstüne, göğsünü açarak yürüseydi daha
· memnun olacakhm. O zaman, onur, övünç gibi kavramların hala
yaşamakta olduğuna inanacakhm. Bunlarsız yaşam, yaşam değil,
Bay Nikandrov. Orlov'un size ve Vlasov'a yardım edeceğini anla
dığım halde, böyle düşünmekten kendimi alamadım.
Astafiev'in, Orlov olayı ortaya çıkalı beri, Vlasov'dan adı ve
babasının adı ile değil, sadece ''Vlasov'' ya da "general" diye söz et
tiğini fark etmiştim.
- Anlıyorum, amaca ulaşmak için her türlü araç kullanılır.
Ne var ki, vatan hainliğinin bu araçlar arasında olmasına gönlüm
razı değil nedense.
Ve gülerek ekledi:
- Sizler bu sözümün dışındasınız elbet.
Konuşmayı tatlıya bağlamak istedim:
538
- · Bence Orlov'un tutum ve davranışı doğrudur. Gerçek biİ'
Rus vatanseveri olarak, Andrey Andreeviç'in yönetimindeki kur
tuluş hareketinin ...
Astafiev, öyle bir hınç dolu bakışla baktı ki bana ...
- Gönüllü gazetesinin b�şyazısını okuyorsunuz galiba, dedi.
Hiç beklemediğim bir zamanda, Astafiev'in yepyeni bir yanı-
nı açıklamaya başlayan konuşmayı sürdürmek istiyordum. Ne var
ki, riziko alhna girmeye hakkım yoktu, bu yüzden sert bir sesle teğ
menin sözünü kestim:
- Sizin için bilı:nem ama, benim için, Gönüllü gazetesinin
içerdiği düşünceler yol göstericidir. Sizden.benim bu duygulanma
saygı göstermenizi rica ederim.
Astafiev, boşver der gibi elini savurdu:
- Bırakalım bunları... Orlov, bir paçavradır. Onun tek bir sö
züne inanmıyorum. Bugün bazı kimseleri sath, yann başkalarını
daha ucuz fiyatla satacakhr. Bunlar neden ilgilendiriyor sizi, Bay
Nikandrov?
- Başka sorum yok size.
- Müsaadenizle...
Ve topuklannı birbirine vurarak çıkıp gitti.
Kimdi, neydi bu Astafiev? Hangi yüzü gerçek, hangisi yapay
dı? Belinberglerden alıp getirdiği, bu oğlana benzeyen, dilli ve ha
zırcevap kızı odasına yerleştirdi. Gündüz yanında tutuyor, akşam
lan da Meşka'da beraber içiyorlardı.
Kira'yı nereye hktıklarını ondan sormayı unuttum.
Odama giderek Merkeze vereceğim raporu hazırlamaya ko
yuldum. Orlov hareketi başarı ile sonuçlanmışh. Merkeze bildire
ceğim daha önemli bir haberim de vardı: Almanya'da on alhsından .
altmışına kadar bütün halkın seferberliği başlamışh, bunları fols
şturm özel birliklerinde örgütlüyorlardı.
539
"SEN DE Mi ALÖŞA!"
Astafiev, asansörde, iğneleyici bir gülümseme ile:
- Bay Orlov, Alman üniforması size pek yakışh. Tam bir Al
man oldunuz, dedi.
Aleksey İvanoviç aynaya baktı ve: "Eh, ne yapalım, alışaca
ğız," diye söylendi.
Beşinci kata vardılar. Astafiev, 527 numaralı odanın kapısını
açh:
- Buyurun efendim. Pek fakirane ama, ne yazık ki bundan
başkası yok. Berlin tıklım tıklım.
- Hiç de fakirane değil. Tam tersi, pek hoş ...
Orlov pencereye gitti. Caddenin karşı kesimindeki yıkıntıdan
sarı bir duman yükseliyordu. Astafiev:
- Görünüş pek de iç açıcı değil, diye konuşmasını sürdürdü,
evvelki gün bombaladılar.
- Tedirgin olmayın, Teğmen. Burası hoşuma gitti benim.
- Hoşunuza da gitmiş olsa, sizi daha iyi bir yere yerleştirme-
ye çalışacağım.
- Değmez, Teğmen, değmez. Boşuna zaman kaybetmeyin.
Orlov geniş, rahat bir koltuğa oturdu, bacaklarını gerdi, ceke-
tinin üst düğmelerini ilikledi.
- Şimdi sıra en güzelinde...
- Anladım. Yeni eve yerleşmemizi kutlayacağız yani.
Astafiev telefonun başına geçti:
- Restorana gitmek istediğimiz zaman altı rakamını üç kez
çevirin, karşınıza Ahmedali çıkacaktır. Korkunç bir dalavereci. Fa
kat, acemi bir emir eri gibi, her emrinizi yerine getirir. Ahmedali!
Sen misin? Dinle dostum, 527'deyiz. Şustovski ile ona uygun meze
ler hazırla, içki kuponu mu? Aklını mı oynattın sen? Oldu olmadı,
general hazretlerine ayırdıklarından yolla. Limon mu? Gerekli de-
540
ğil. Monarşizm bu ... Çünkü limonla konyak içmek ikinci Nik�
lay'ın buluşu.
Kulaklığı bırakarak oturdu:
- Şimdi gönderecek. Şustovski, bizce, daha doğrusu sizce,
yani Sovyetçe Ermenistan konyağı demek. Size biraz enerji gerekli.
Fakat, doğrusunu söyleyeyim, Önceki durumunuz daha fazla hoşu
ma gidiyordu.
- Anlayamadım.
- Direndiğiniz ve generalin teklifini kabul etmediğiniz dö-
nemdeki durumunuz yani. Ben bir hiçim, bir paçavrayım. Ama, di
renişinize gıpta ediyordum. Rüzgann çorak bir toprağa savurduğu
bir çiçek tozuyum. Ne vatanım var, ne ailem: Yitmiş bir kişiyim. Bi
liyor musunuz en çok kimlere acıyorum? Dostlarınıza. Bugünkü
durumunuz onlar için büyük bir darbe. Çiin�, insana olan güve
ni yitirmekten daha korkunç ne var! Babam, ölüm döşeğindeyken
bana şöyle demişti: "Bir gün elbet vatanın Rusya'ya döneceksin.
Fakat, oraya bir damla dahi kötülük götürme beraberinde. Sa� va
siyetim bu olsun." Babam, Rusya'dan 1918'de korkudan kaçmışh.
Sonralan, bu davranışını hiçbir zaman affetmedi. Yanında Rusya
için kötü bir söz söylendi mi sapsan kesilirdi.
- Bay Astafiev, affedersiniz, bunları neden anlahyorsunuz
bana?
Astafiev sustu.
Orlov, içinden: "Rolünü iyi yapıyor, rezil. Gözlerinde derin bir
hüzün ... Yaman bir aktör kerata."
Kapı vuruldu. Truhin'di gelen. Orlov ayağa fırlayarak düğme-
lerini iliklemeye koyuldu.
Astafiev üzgün yüzünü Truhin'e çevirdi:
- Tanışhrayım sizi: Yarbay Orlov.
- Truhin.
Orlov, onun yumuşak ve nemli elini sıkh:
541
- Biz tanışıyoruz, General Yoldaş, affedersiniz, Bay General.
- Af dilemeye gerek yok, Bay Orlov. Ben de ilk zamanlarda
"yoldaş" tan bir türlü kurtulamamışhm. Yirmi yıllık alışkanlığı bir
den atmak kolay değil... Nerede tanışmışhk?
- Moskova'da, Bay General.
- Bırakın şu generali menerali.
Kapı yine vuruldu. Astafiev açh:
- Gel bakalım.
Gelen Kozihina'ydı. San entarisi üzerine dantelalı iş gömleği
ni geçirmişti, kabarık saçlarının tepesine iş başlığını kondurmuştu.
OST rozeti, siyah dantelalı mendille ustaca kapatılmışh.
Astafiev'in hüznü birden kayboldu:
- Neler getirdin? Konyak, havyar ve... kral buluşu. Söyle
Ahmedali'ye, üç kişiyiz arhk. Üçüncünün Födor İvanoviç, yani ge
neral olduğunu unutma.
- Nasıl unuturmuşum generali? Hem de böyle büyük biri.
Truhin kahkahayı bash:
- Evet, büyük. .. Bir doksan alh boyunda... Söyle Ahmeda
li'ye, bana şiş kebabı yollasın. İçeceksek insan gibi içelim. Dört ba
şı mamur...
Kozihina fırladı gitti. Truhin sınth:
- Pek tatlı bir kız. Şu Ahmedali personel seçmesini biliyor
vesselam...
Astafiev kızgın bir sesle:
Bu kanarya onun seçmesi değil, diye söylendi.
- Pek şeker...
- Affedersiniz, General, Ahmedali'nin seçmesi olmadığını
bir daha söylüyorum.
- Anladım, teğmen, anladım. Pek tatlı...
Truhin konyak şişesini aldı:
- Başlayalım, baylar.
542
Ve bir su bardağını ağzına kadar doldurdu, yukarı kaldırdı:
- Bolşevizme karşı nefretin birleştirdiği değişik inançlı, de
ğişik karakterli insanlar arasındaki savaş dostluğu, silah arkadaşlı
ğı onuruna kadehimi kaldırıyorum. Ve Rusya için, Rus halkı için
içiyorum.
Astafiev, bir dilim limonu ağzına attı:
- Limonla gerçekten hoş. İmparator budala değilmiş meğer.
Truhin şişede kalan son konyağı da bardağına aktardıktan
sonra:
- Boş kadehi sevmem, dedi, imparatora gelince, tanırım
kendisini... Neden bakhn öyle, Astafiev? 1913'te Romanovlar hane
danının üç yüzüncü yıldönümü kutlanıyordu. İmparator, impara
toriçeyle birlikte Kostroma'ya geldi. Lisenin en uzun boylusu oldu
ğum için, imparatoru ekmek ve tuzla karşı}amaya beni gönderdi-
·
543
beyaz Rus mültecisinin oğluyum, söyleyin bana hangi Rusya'ya
inanayım? Siz ne dersiniz, Bay Orlov? Rusya'dan yeni geldiniz.
544
dı. Bütün Avrupa' daydılar, "İşte benim idealim: Adolf Hitler," de
dim. Pek yakında onu kapana sokacaklar. Zavallı budala ...
Orlov, ayağa fırladı, hazır al durumuna geçti ve dingin bir ses-
le:
- Rica ederim, böyle konuşmayın, dedi, biz askeriz, uşak de
ğiliz. Efendilerini, yalnız uşaklar kötüler.
- Ben şaka ediyorum, Bay Orlov. Haydi içelim.
- Konyakla votkayı kanşhrmak istemiyorum, Födor İvano-
viç. Astafiev şimdi getirecek.
- Hiç bekleme. Kanaryasının yanında şimdi o... Bordolu
Rus'tan ne hayır gelir! Dikkatli ol onun ya�ında. Alçağın biridir.
Seninle ben Rusya'danız. O, Bordolu. Söyle bana, ölümden korku
yor musun? Ama yalana sapma.
- Nasıl diyeyim bilmem ki... Evet, kark\Jyorum.
- Teşekkür ederim. Yiğitsin sen. İç. İyi bir insansın, Orlov.
Hepsi yalan söylüyor. Korkmuyorlarmış. Oysa ödleri kopuyor.
Korkaklar... Bizun şefin, ne müthiş bir korku içinde yaşadığını bir
bilsen. Geceleri dua ediyor. Gözlerimle gördüm. Tapmıyor ve "Al
lahım, yarabbim ... " diye mırıl mınl dua ediyor. Ben de korkuyo
rum. Her şey varlığını sürdürecek, ben toprak alhnda olacağım.
Korkunç şey ... Anlıyor musun, şu maşa, şu koltuklar varlıklannı
sürdürecek, ben toprak alhnda olacağım...
Astafiev geldi:
- Şimdi getirecekler, dedi.
Truhin sarhoştu arhk:
- Gitme zamanıdır. General ... Babam bazen şöyle derdi:
"Aziz misafirler, ev sahiplerinden bıkmadınız mı daha?"
- Sizin kanarya nerede?
Astafiev ceketini uzath Truhin'e.
- Gidelim, Födor İvanoviç. Bay Orlov'un kansı neredeyse
gelir artık. Aleksey İvanoviç, kansını yıllardır görmedi.
545
Truhin'e bir türlü ceketin yenini bulduramıyordu.
- Sevincimi paylaşıyorum. Ben de, nikahlımı yıllardır gör
medim. Buranın şırfınhlanndan bıkhm usandım. Uzun bir ayrılık
tan sonra buluşmak ne büyük mutluluk!
Ve bir şarkı tutturdu: "Sıkılgandık ilk buluşmada! Söz bulamı
yorduk konuşmaya ... "
Astafiev, kolunu geçirdi ceketinin yenine ve kapıya doğru sü
rükledi generali.
- Auf wiedersehen Bay Orlov... Gidelim, Födor İvanoviç gi
delim.
Kira girdi içeri. İlk önce yanlış bir odaya geldiğini sanmış ol-
malı ki, Vlasovculara şaşkın şaşkın bakh.
Orlov, Truhin'in götürülmesine yardım etti:
- Güle güle, ·Födor İvanoviç.
- Bir dakika, Aleksey İvanoviç, kendimi takdim edeyim.
Müsaadenizle Frau, ben Födor Truhin. Lise öğrencisi. .. Pardon... Si
ze sevgiler dilerim...
Ve yeni bir şarkıya başladı: "Ve gülerek dedi ki içten.."
Ve misafirler nihayet çıkıp gittiler.
Sen de mi, Alöşa!. ..
Her şeyi anlatacağım ...
Nasıl yapabildin bunu, Alöşa!
Dur şu ceketi giyeyim.. .
Ve Orlov, Alman subay ceketini aldı. Kira bembeyaz kesildi:
- Nasıl yapabildin! ...
"Ah, nasıl anlatayım, nasıl!"
Kapı hızla açıldı ve Kozihina göründü. Onlara bir göz athktan
sonra şuhça gülümsedi:
- Bir isteğiniz var mı efendim?
- Kira, dur, anlatacağım ...
Kira, kapıdan haykırdı:
546
•
Alçak!...
Orlov, karısının peşinden fırladı.
İhtiyar kapıa arkasını asansöre dönmüş, aklından bir takım
hesaplar yapıyordu. Asansör deliğinden aşağıya büyük bir şeyin
düştüğünü duydu. Bundan sonra kalp paralayıcı bir kadın feryadı
yükseldi:
- Varya! Varenka!
Güzel servitör kız, merdivenlerden aşağı koşuyordu. Son ba-
samaklarda Orlov'a yetişti.
Orlov, biraz sonra kansının cesedi önüne diz çökmüştü.
Servitör kız, son basamağa oturmuş, ağ�ıyordu.
Elektrikler söndü. Bombardıman başladı.
Dışarıdan bir ses geliyordu:
- Ahtung! Ahtung!
547
Vlasov'un sözünü kesti:
- Andrey Andreeviç, toplanhyı unutmadınız herhalde.
- Unutmadım, unutmadım, dedi ve Orlov'a kendini kopup
koyuvermemesini salık verdikten sonra bana döndü: "Pavel Mi
hayloviç, gereken işlerin kusursuz yapılmasına özen gösterin."
Truhin, bana elini uzahrken, alaycı bir sesle:
- Özen gösterin, özen, dedi.
Bir kamyona bindik, Astafiev'le oğlana benzeyen genç kadın
yanyana oturdular, bu kızcağız yol boyunca sessizce durmadan ağ
ladı. Aynca, muhafız takımından iki asker ve siyahlara bürünmüş,
başını bir keşiş kadın gibi siyah baş örtüsü ile sanp sarmalamış ta
nımadığım bir kadın vardı. Aleksey İvanoviç'in eli tabutun üzerin
deydi.
Kira'yı, Dobendorf yakınındaki mezarlıkta, Rus subaylarına
ayrılmış parsele gömecektik.
Aleksey İvanoviç, tabutun indirilmesine yardım etti. Daracık
mezara kadar tabutun yanında yürüdü. Gözleri kupkuru idi, ko
nuşmuyordu. Astafiev'in kadın arkadaşı -sonradan öğrendim, Kla
va Kozihina- ağlamalı bir sesle:
- Yarabbi, neden susuyor? diye söylendi.
Tabutu mezara indirdikleri sırada, Kozihina, küreklere sarılan
askerlere:
- Durun! diye haykırdı.
Mezara yaklaşh, hıçkıra hıçkıra bir avuç toprak alarak tabutun
üzerine attı ve hınçla Orlov'a döndü:
-:__ Ne duruyorsunuz, siz de ahn. İyi değil bu yaptığınız...
Orlov, yine sessiz, söyleneni yerine getirdikten sonra çekildi.
Askerler, mezan büyük bir hızla kapattılar, toprak kümesini
kürekleriyle düzlediler, birer sigara içtikten sonra kamyona yönel
diler. Astafiev, Kozihina'yı mezardan zorla uzaklaşhrdı. Kadın ar
tık ağlayamıyor, sadece kesik kesik hıçkınyordu.
548
Orlov, bir başka mezarın yanındaki peykedeydi hala. Yanına
gittim:
- Haydi, Aleksey İvanoviç, gitmemiz gerekiyor, dedim.
Hemen kalktı:
- Eh, mademki gerekiyqr, gidelim.
Bir daha Kira'nın mezarına baktıktan sonra önümde yürüme-
ye başladı. Kamyona vardığımız zaman başını bana çevirdi:
- Seröja şu anda hiçbir şey bilmiyor. Herhalde evdedir.
İki gün sonra Astafiev intihar etti.
İlk önce, bunu niçin yaptığını bir türlü anlayamadık. Truhin,
hüzünlü bir sesle:
- Mahşerde öğreneceğiz, diye söylendi.
Astafiev'le olumlu bir konuşmanın yolunu bulamadığım için
üzgündüm.
Aradan bir süre geçtikten sonra Klava Kozihina olayı şöyle an
lattı bana:
- Kira'nın ölümünden sonra bambaşka bir adam oldu. Susu
yor ve içiyordu. Benimle de konuşmak istemiyordu. Zaten bana
karşı son derece nazikti, okşayıcıydı, Kira'nın ölümünden sonra ço
cuklaştı adeta: Başını dizlerime koyuyor, ellerimi öpüyor ve sessiz
e� ağlıyordu.
Son gece dili çözüldü, konuşuyor konuşuyordu ... Bir aralık,
"Klava, haydi birlikte ölelim," dedi. Gözleri hüzün doluydu, ya
nakları gözyaşlarıyla ıslaktı. Sonra, herkese sövmeye başladı. "İğ
reniyorum bu süprüntülerden. Kusacağım geliyor bu Vlasov'u gö
rünce. Korkağın biri, Alman uşağı... " diyordu. Sizin için de, Pavel
Mihayloviç aynen şunları söyledi: "Eninde sonunda öldüreceğim.
Mutlaka öldüreceğim." Bunları size açıkladığım için beni hoşg�
rün, Pavel Mihayloviç. Sonra kendini lanetlemeye başladı: "Serse
min biriyim ben. Kafa değil bu bendeki susak, susak." Yine Vlasov
aklına geldi, "Açgözlü o... Bir de kadın eteği budalası ... " diye hay-
549
kırdı. Çarlık generallerinden birinin, geçenlerde Yugoslavya'dan
komiteye pek çok mücevher getirdiğini anlattı ve şöyle dedi: "Ah
bir görseydin, Klaşa., Vlasov'un açgözlü bakışlarını... Kuduz köpek
gibi salyaları akıyordu. Mutlaka çalacak bu mücevherleri. Truhin
bunların bankaya yahrılmasını önerince, Vlasov'un "Ne işi var
bankanın bunlarla!" diye bir haykırışı vardı ki, küçük dilini yutar
dın bir duysaydın..." Orlov için neler söyledi biliyor musunuz:
"Hepsinden daha alçak o... İlk günlerde hayrandım kendisine, işte
gerçek bir Rus, diyordum. Fakat katilin biriymiş." Bütün gece, Ki
ra'nın "Sen de mi Alöşa!" sözünü yineledi.
Bir aralık giyindi, "Gidip öldüreceğim bu Orlov alçağını..." di
ye haykırarak ayağa fırladı. Önüne geçtim, avuttum, silahını alıp
sakladım, soyunmasına yardım ettim. Sızar kalır diye şarap ver
dim. Yahşh, sustu ... Seviniyordum. Bir aralık, "Uyuyamayacağım,
git kapıcıdan bana uyku hapı iste." dedi. Gittim. Dönüşümde, "Ka
pıcı uyku hapı çok kuvvetli, alır almaz uyuyacak, diyor." diye söy
lenerek içeri girdim. Yoktu odada. Banyoya koştum. Bir de ne gö
reyim..."
Çabuk unutuldu Astafiev... Bir varmış bir yokmuş oldu. Sade
ce Kozihina unutamadı.
550
rildikleri yük vagonu, Almanya'yı iki gün dolaştıktan sonra bir kör
hatta çekildi. Orada uzun süre kaldı. Sonra yine yola çıkarıldı. İçer
dekiler, bazen bulundukları yeri belirleyebiliyorlardı: Bir gece Ha
nover'tı.en geçtiler, sabaha karşı Köln'deydiler.
Yolculuklarının üçüncü �nünün sabahıydı. Tutsakları, dar
sokaklardan geçirdiler. Bu sokaklarda kadınlar ve çocuklar çoğun
luktu, erkek azdı. Artık durum, 1941'deki gibi değildi. O zamanlar,
erkekler çoktu, parmaklan ile tutsakları göstererek küstahça bağı
rıyor, sövüyor, tükürüyor, aralarında neşeli neşeli konuşuyorlardı.
Şimdi ise somurtkan, sessiz ve hatta ürkektiler, kimse konuşmu
yordu, tutsaklara şöyle bir göz attıktan son�a hızla gelip geçiyor ve
bir an önce evlerine girip kapanıyorlardı.
Şehirden çıkhlar, muhafızlar, boyuna
- Schnell!1' Schnell!" diye bağınyoPlardı.
Fakat, bunlar da 1941 yılı sonbahanndakilere benzemiyordu.
O zamanlar, tutsaklarla alay ediyor, kuvvetleri kesilip geri kalanla
ra çekiyorlardı kurşunu.
- İvanlardan biri daha gitti ... diyerek basıyorlardı kahkahayı.
Şimdiki muhafızlar, neşeli değil, kızgın. Olur olmaz şeye bağı
rıyorlar, ne var ki, öldürmüyorlar. Hatta içlerinden biri:
- Gerçekten de yorucu bir yol... diyerek tutsaklara sempati
sini belirtti. Bitmez tükenmez bir dağ yamaanı tırmanıyorlardı. Bir
hayli yükseğe çıkmış olacaklar ki, soluk almaları bile zorlaşmışh.
Karşıda bir kale suru görüldü. Mihail Födoroviç'in yakın ve
ayrılmaz arkadaşı General Prohorov, soluk soluğa:
- Şu kale duvarına bak hele, dedi.
General Snegov gülümsedi:
- Kırlangıç yuvası... Sere serpe dinlenilecek bir yer...
En az on metre derinliğinde bir uçurum üzerine yapılmış köp-
1 7 Çabuk, hızlı.
551
rüyü geçtikten sonra, karşılarında, küçük kuleli ve dar pencereli bir
şato belirdi.
- Geldik artık.
- Neredeyiz.
Snegov yine gülümsedi:
- Ortaçağda.
Kamp komutanı çevirmeniyle birlikte yanlarına geldi:
- Achtung!'" Vültsburg kalesinde bulunuyorsunuz.
Kampımda düzen şudur...
18 Dikkat!
552
değil, iki gün değil, bir hafta değil, aylarca yanyana yaşamak zo
rundasın. Birbirinize görünmez zincirlerle bağlısınız, bu yüzden,
iğrensen de, onun gevezeliklerini dinlemek zorunluluğu vardır.
Geçmişten konuşulacak çok şey var, bugünün nesini konuşacak
sın? Ya geleceğin? Geleceği� olacak on bakalnn?
Tutsaklık bu, daha ötesi var mı?
Evet var: Komünist... Onu hiçbir tutsaklık ezemez, boynunu
bükemez.
Tutsaklıkta genel toplanh yapmak olanaksız elbet, fakat, şunu
herkes biliyor: Biri kederler içinde bunalmaya ve kendine güvenini
yitirmeye, bir dirhem uyku uyumadan sab�hlamaya başladı mı, ya
Mihail Födoroviç ya da İvan Pavloviç Prohorov, Mihail Nikolaeviç
Snegov, Vladimir Nikolaeviç Sotenski veya bir başkası hemen ya
nma gidip oturur ve sözü evire çevire konuşmaya başlar.
- Sen anlatmıştın: Bölük komutanlığın sırasında Reşetov ad
lı bir takım komutanın varmış? Anımsıyorsun, değil mi? Benimle
birlikte, Vistrel'den mezun olan Reşetov değil mi o?
Veya:
- Yahu, Volga'da, Gorki yakınlarında buzlar yılın hangi
günlerinde çözülmeye başlardı? Anımsamıyor musun? Nasıl olur,
canım? Doğup büyüme Gorkilisin.
Ya da:
- Senka Krivtsov'u tanırsın, değil mi? 1939 yılında, Mosko
va civarında yapılan manevralarda bir gün, Grohovets yakınların
daki kampta uyumaya yatmışh ve biz ona öyle bir...
Ve adam bu olayı anımsar, hafif hafif gülümsemeye başlar, ko
nuşmaya kahlır ve böylece kara düşüncelerden biraz da olsa ayrıl
mış olur.
Bu tür konuşmalann, her zaman değilse bile, bazen yardımı
olurdu.
553
Uyudun mu, Mihail Födoroviç?
Dalmak üzereydim, İvan Parloviç.
Mademki öyle, engel olmayayım. Uyu...
Uyku zamanı değil henüz. Sen, sadece anılarınla başbaşa kal
mak, düşüncelere dalmak için gözlerin kapalı susuyorsun. "Benim
kiler şimdi neredeler? Ne zamandan beri görmedim kendilerini?
Çoktan... Göreceğim bir gün elbet. Göreceğim... Bizimkiler arhk
Polonya'da. Bugünlerde Almanya'ya girecekler. Almanlar, taarru
zun ne olduğunu unuttular. İki yıldır hep 'cephe hathnı düzeltiyor
lar.' Düzeltin bakalım, düzeltin. Burada olmak ve hiçbir şey yapa
mamak onuruma dokunuyor. Zafer gününü bir görebilsem, Mos
kova'ya bir dönebilsem... "
Mihail Födoroviç, uyuyor musun?
- Uyumuyorum, İvan Pavloviç, uyumuyorum.
- Uyumana engel olduğum için affet beni. Savaş pek yakın-
da sona ereceğe benziyor.
Karanlıktan Snegov'un sesi geldi:
Acele etıne, İvan ·Pavloviç, son henüz uzakta.
Gelecek, gelecek.
Biz ne olacağız?
Siz misiniz, Muziçenko Yoldaş?
Benim, İvan Pavloviç. Bir gün vatana dönecek miyiz, ne
dersin?
Bu heriflerin elinden sağ kurtulabilirsek, döneceğiz elbet.
Bir şey yapamazlar bize, göreceğiz zaferi...
Kim o? Şevçuk, sen misin?
Hayır, Sotenski ... Şevçuk çoktan uyudu.
Uyumadım, uyumadım. Bir şey yapamazlar...
Mihail Födoroviç, uyudun mu?
Sizin gibi şeytanlar buradayken uyunur mu?
Haydi uyuyalım öyleyse...
554
Allah kahretsin, Zakutni nereden aklıma geldi? Vustrav'da,
buraya gönderileceğimiz günlerden birinde çıkıp geldi:
Merhaba, Mihail Födoroviç!
Ne istiyorsun?
Sizinle konuşmam gere1:<lyor.
Konuş.
Mihail Födoroviç, Andrey Andreeviç Vlasov'un önerisini
boşuna reddediyorsunuz. İki canlı mısınız? Herkes gibi bir canlısı
nız. Ve, bu candan her an yoksun edilebilirsiniz.
- Vlasov mu gönderdi seni?
- Hayır, kendim geldim. Acıyorum si?e. Pisi pisine ölüp gi-
deceksiniz.
Sizi görmeye geldim, Mihail Födoroviç. Nasılsınız bura-
da?
Gördüğünüz gibiyim.
Sağlığınız?
Yaşayıp gidiyorum işte.
Malişkin iskemleye ilişti, derin bir göğüs geçirdi:
- Ammsıyor musunuz, Mihail Födoroviç, çember içinde ol
duğumuz sırada ...
- Ne istiyorsunuz benden?
- Hiçbir şey... Sağlıkla kalın Mihail Födoroviç, bundan son-
ra görüşemeyeceğiz herhalde.
Olabilir... Başka?
Bağışlayın beni, Mihail Födoroviç.
Ne bir yargıcım, ne de babanız ve ananız.
Hata ettim, Mihail Födoroviç, günahkanm.
Günahkarım, Mihail Födoroviç.
Ne zaman başladınız böyle düşünmeye?
Çoktan. Sadece kimseye söyleyemiyordum. Utanıyordum.
Amma da acayip manbk ha! Vatana ihanet ettiğiniz zaman
555
utanmadınız, Hitler'in şeyini öptüğünüz zaman utanmadınız da ...
Mademki öyle, öldürün beni Mihail Födoroviç...
Siz öldürmüş, yok etmişsiniz zaten kendinizi...
Kendine acı, Zakutni.
Demek ki karannız kesin? Bize kahlmayacaksınız yani...
Amma yapışkanmışsın, Zakutni.
Biraz daha oturdu. Göbels'e ilişkin bir fıkra anlatmaya çalışh.
_
Oysa gözleri umutsuzluk doluydu, düşkün durumdaydı, yüzü gü
lemiyordu.
Malişkin, ondan önce gelmişti. 19. Ordunun Kurmay Başkanı
iken, Lukin, ona Vasiliy İvanoviç diye hitap ediyordu. Şimdi ise so
yadı ile bile hitap etmek istemiyordu.
Merhaba, Mihail Födoroviç.
Merhaba. Hangi rüzgar attı sizi buraya?
Ne yapayım, Mihail Födoroviç?
Almanlar size tabanca verdiler mi?
Hayır.
Yazık! Vermiş olsalardı şakağınıza çekerdiniz kurşunu.
Tabancanız olmadığına göre, tren alhna ahn kendinizi. Yahut bir
köprüden aşağı ... Bunlan da yapamazsanız, bir sicim bulun...
556
ğı (Himmler bu makamı da ele geçirmişti) Karargahından, SS
Rayhsführerinin, Hitler' e ve Büyük Almanya'ya sadakat andı içmiş
olan General Vlasov'u ne zaman kabul etmek lütfunda bulunacağı
konusunda tek bir haber sızmıyordu.
Bana kadar ulaşan söylentilere göre, Vlasov, Almanya'nın
"üçüncü adamı"nın dikkatini Çekmek için türlü önlemler alıyor,
her fırsattan yararlanarak kutlama telgrafları yolluyor, "sevgili
Haynrih"in kendisini kabule nasıl meylettirecekleri konusunu
Adela Belinberg'le aralıksız inceliyor, Ferdinand'ı, etkisini kullan
ması için boyuna sıkışhnyordu. Hatta, Zakutni'nin anlathğına gö
re, Ferdinand'a, Rusça, "Gevezelikten başk� bir şey gelmiyor elin
den!" diye bağırdığı oluyordu. Oberşturmbanführer ise, ablasını
gücendirmemek için susmayı yeğliyordu.
Vlasov, bazen yalnız, kimi de JilenkoV:la birlikte her hafta
Maykopski'ye gidiyordu. Politika işleri başdanışmanı sonradan
şunları anlahyordu: "Bizim Andrüşa, Himmler tarafından kabul
edilebilmek için neler yapıyor bir bilseniz... Maykopski'nin öpme
dik yerini bırakmadı. 'Aziz dost, yardım et bana, kurtar beni' diye
yalvarıyor. Maykopsh, elbette, elinden geleni yapıyor. İyi ama, ne
yapabilir, onun olanaklarının çok üstünde bir iş bu."
Ve hiç beklenmedik bir anda bir haber: Her Himmler, Herr
Vlasovla görüşmek isteğinde bulunmuş. Ne sevindiler, yarabbi, ne
sevindiler ... Vlasov'un çalımından geçilmiyor.
Ziyaretin ayrınhlannı Zakutni'den dinledim. Himmler'in ka
rargahında yapılan görüşmenin ertesi günü Vlasov, Rus �omitesi
üyelerini toplanhya çağırmış. Zakutni de üyeler arasında olduğu
için toplanhda hazır bulunmuş.
- Bay Nikandrov, güvendiğim bir insan olduğunuz için, iki
devlet arasındaki, -Büyük Almanya ile Rusya arasındaki- bir dev
let gizini size açıklıyorum. Beğenmedim bu kez Andrey Andree
viç'i... Ciddi adam sözde. Oysa ciddiliğe yakışmayan işler yapıyor.
557
Neye benziyor bu canım? Komitenin yönetim kurulunu, yani beni,
Malişkin, Jilenkov, Truhin ve diğerlerini topladı. Kendisinden otu
raklı bir rapor bekliyordu Oysa adam, karşımıza geçmiş, ellerini
oğuşturuyor. Ağzı kulaklarında, "şimdi", diyor "işlerimiz hkırın
da." Söyleyin allah aşkına, ciddi toplantı böyle mi açılır? "Biliyor
musunuz?" diyor "Himmler, benim düşündüğüm gibi değil. Bam
başka bir adam!" Çok umurunda Himmler'in senin ona ilişkin dü
şüncelerin. Önemli olan onun sana ilişkin düşünceleri... "Nazik
adam. Hem de çok nazik... Centilmen. Bayıldım! Pek hoşuma git
ti." diyor. Bir resim gösterdi: İkisi yanyana, el ele tutuşmuşlar. "Da
ha konuşmamız sona ermemişti. 'Buyurun,' dedi, 'bir anı resmi
çektirelim." Allah razı olsun Jilenkov'dan: "Resmi sonra da görsek
olur. Siz, neler konuştunuz, onu anlatın" diye ortaya atıldı. Andrey
Andreeviç alındı: "Her şeyin sırası var, Bay Jilenkov" diye homur
dandı. Evet, evet, "Bay Jilenkov'' dedi. Ne general, ne de Georgi Ji
kolaeviç. İyi ama, resmi de bir yana bırakmak zorunda kaldı. Ve
konuşmayı anlatmaya başladı: "Bay Himmler şu kanıda: SÜahlı
Kuvvetlerin Propaganda Şubesi, Rusları, Bolşevizme karşı yürütü
len ortak savaşa örgütleyememiş. Bu yüzden bu işlerin tümünü
şimdi kendisi yönetecek. Pratik yönetim ise, SS'den gruppenführer
Gotlip Berger'e verilmiş. Gördüm kendisini. Aydın ve kararlı bir
kişi..." Ben, oturduğum yerden kendi kendime, "Aydınmış değil
miş, bana ne. Sen konuştuklarını anlatsana ... "
558
men istiyordu. Himmler, yalnız beş tümene müsaade etmiş. Buda
la mı adam ... Şu zamanda cephe gerisinde on Rus tümeni kurdurur
mu ... Çünkü aralarına bolşeviklik bulaşırsa, burada büyük işler gö
rür bu tümenler...
Vlasov, Himmler tarafından kabul edildikten sonra, tepedeki
en yüksek devlet adamlarının davetlerini almaya başladı. Kulağı
delik Zakutni'nin Devlet Güvenlik Dairesi, Vlasov'un kimi, ne za
man ziyaret edeceğine ilişkin bir ziyaret programı hazırlamış.
Vlasov'u Himmler'den sonra Göring kabul etti. Ve temsilcisi
General Aşenberg'i Vlasov'a yolladı. Merdivenden inerlerken, Vla
sov'un:
-. Rusçayı iyi konuşuyorsunuz, General, dediğini duydum.
· Aşenberg durdu ve birden canlandı:
- İki yılım Moskova'da geçti, Bay G�ne�al. Hava Kuvvetleri
Ateşe Yardımcısıydım. Güzel bir sokakta evim vardı. Ne yazık ki,
bu sokağın adını unuttum. O zamandan beri hemen hemen on beş
yıl geçti. Hah, anımsadım: Malaya Bronna ... Bolşoy Tiyatroşu'na
yaya giderdim.
Vlasov, Göring'den karamsar döndü. Sonradan anlaşıldı ki,
Askeri Hava Kuvvetleri Başkomutanı Vlasov'a her türlü yardımı
yapmaya hazır olduğunu bildirmiş ve Alman hava kuvvetleri ser
vislerinde çalışan tüm Rus savaş tutsaklarını onun emrine vermeyi
önermiş. Vlasov, Göring'e kızgındı. Truhin'e:
- Yerinden bile kalkmadı beni kabul ederken koca domuz.
Vlasov, bu ziyaretlere giderken adamlarından bazılarını yanı
na alıyordu. Göbels'e Jilenkov'la gitti. Pek memnun döndüler.
Özellikle Jilenkov.
- Göbels dehşetli sempatik. Aklınız alıyor mu bunu? "Söyle
yin, baylar, bizim propagandamız Ruslar üzerinde neden etkili ola
madı?" diye sordu. "Herr Göbels, müsaade ederseniz kişisel görü
şümü söyleyeceğim," "Buyurun, sizi dinliyorum." "Başarılı olama-
_
559
dı, çünkü, Rus kulağına göre değil, Alman kulağına göre hazırlanı
yor ve gerçekleştiriliyordu." dedim ve ekledim: "Bizim kulağımızı,
Rus kulağını komünist popagandası bozmuştu." Yüzüme bakh,
bakh ve bir şey söylemedi, fakat bu bakışlardan, yaruhmın hoşuna
gittiğini anladım. Bize biraz kağıt verilmesini emredeceğini, basım
alanında da yardımda bulunacağını !t:ıyledi.
Daha alt basamaklardakilerin ziyaretlerine kalabalık gitmeye
başladılar. Örneğin, Lay'a beşi birden gitti: Vlasov, Truhin, Maliş
kin, Jilenkov ve Sverçkov. Alman tarafı da koskoca bir grupmuş: İş
çi Cephesinden memurlar, SS Oberführerlerinden Kreger, Sturm
bannführer Zivers ...
Sverçkov orada da bir patavatsızlık yapmış.
Lay, doğulu işçilerin kötü çalışhklanndan, sabotaj yaptıkların
dan yakınmaya başlamış:
- Generale söyleyin, onların daha iyi çalışmalarını nasıl sağ
layalım? diye sormuş.
Vlasov, Rus tembelliğinden söz etmiş. Ondan önce bir söz so
kuşturma deneyinde bulunmuş olan Sverçkov, "Auschwitz gibi
toplama kamplannız var. Sabotaj yapanlar oralara gönderilmeli."
diye ortaya ahlmış.
Lay ve yardımolan donup kalmışlar. Odayı derin bir sessizlik
kaplamış. Yavaş yavaş kendine gelen Lay:
- Auschwitz'in ne ilgisi var bu işle? Bu bay, herhalde... ya-
bana radyo istasyonlarını sık sık dinliyor... diye sert sert söylenmiş.
Sturmbannführer Zivers, tehdit dolu bir sesle, Rusça olarak:
- Sizin bir özdeyişinizde, sözünü önceden tart, denir, demiş.
Vlasov, durumun nezaketini kavrayarak, Lay şerefine kadeh
kaldırmış. Fakat, bunun da bir yaran olmamış ve Lay, ziyaret so
560
- Şeytan mı dürttü sizi, allah kahretsin... Bilmiyor musun,
bunlar Osviyentsin'den açıkça söz edilmesini sevmiyorlar.
Sonra kendi potunu onarmaya kalkışmış:
- Bu Yahudi uyduruklarını ne diye ciddiye alıyorsunuz?...
Truhin söze karışmış:
- Sergey Nikolaeviç, bu potunuzdan dolayı burnunuzun
ezilmesi gerekiyor...
Bir daha Sverçkov'u yanlarına almadılar. Vlasov, ondan soğu
du. Bunun nedenini tek sözle açıkladı: "Gözü yukarıda olan buda
la, öteki budalalardan daha sakıncalıdır... "
561
2. Bu amaçla Komite adına bir hesap açılacakhr. Kredi mikta
rını Büyük Almanya hükümeti belirleyecektir.
3. Komite, Rus aktiflerini kullanma olanaklarına kavuştuğu
zaman, kendisine verilen krediyi ödeyecektir. Kredinin ödenme
koşullan ve faiz miktan ayn bir antlaşma ile belirlenecektir.
4. Bu antlaşma, 1 Aralık 1944 tarihinden itibaren yürürlüğe gi
recektir."
Vlasov, Doğu bölgeleri Bakanı Alfret Rozenberg'e giderken,
ötekilerle birlikte beni de yanına aldı.
Rozenberg'in, Balhk memleketlerindeki Almanlardan olduğu
l'IJ.l biliyordum. Onun özgeçmişi de, diğer führerinkiler gibi, Al
manya'da milyonlarca dağıtılıyordu. Fakat, onunla daha önceleri
karşılaşhğımı nereden bilebilirdim!
Alman nasyonal sosyalizminin ideologu ve "Yirminci Yüzyı
lın Efsanesi" adlı kitabın yazan, bizi, geniş kabinin ortasında, ayak
ta karşıladı. Kendisini derhal tanıdım.
Rozenberg'le Vlasov arasındaki görüşmenin her sözcüğünü
bellemem gerekiyordu. Ne var ki, anılanın buna olanak vermedi.
... Ağustos 1 918. Sadece bir haftalık bir izin koparabildim. Ya
kov Hristoforoviç Peters, "Biraz dinlen. Sizinkilere şöyle bir uğra."
dedi.
Yük ve yoku vagonlarından oluşan tren ağır ağır ilerliyor. Biz
-ben ve yolda tanışhğım yolculuk arkadaşım- rendelenmemiş tah
talardan yapılmış yataklara uzanmışız. Biraz kımıldansak tahta
kıymıkları vücudumuza batıyor. Yol arkadaşım, Rusça'yı garip bir
maniyerle'" konuşuyor.
Yol arkadaşım, Alfret Rozenberg, bizde, kardeşim Pötar'ın ku
lübedeki yatağında geceyi geçirdi. Kendisini, parti il komitesi mer
divenlerinde Furmanov'la konuşurken gördüm. Dimitr Andreeviç
ona şöyle diyordu: "Siz, buradaki yoldaşlar için tamamıyla yaban-
19 Yapmacık, özentili.
562
a bir kişisiniz. Bu yüzden, İ�anovo-Voznesensk parti komitesinin
sizi üye alacağını hiç sanmam." Demek ki, Alfret Rozenberg, ko
münist partisi üyesi olmak istemiş. Furmanov' a, şu yanıb verdiği
ni anımsıyorum: "Haklısınız herhalde, Furmanov yoldaş. Sizi ra
hatsız ettiğim için özür dilerim. Hoşçakalın."
563
General Krasnov da geldi. Derhal Aleksina'daki bir tarih der
sini anımsadım. 1917 Devrimi'ni anlahyordum. Öğrencilerim,
Krasnov gibi bir düşmanın, nasıl olur da namus sözüne inanılarak
serbest bırakıldığını sormuşlardı.
İşte bu Krasnov'u, Vlasov, daha dış kapıda karşıladı, kollannı
açarak, "Sevgili Pötar Nikolaeviç, seni böyle dinç gördüğüm için
son derece mutluyum!" dedi.
Ne var ki, Krasnov'un "dinçliği" hiç de gıpta edilecek gibi de
ğildi. Akbabaya dönmüştü, yüzü topaç topaç şişti, durmadan bur
nu akıyordu, bir demirci körüğü gibi hırlayarak soluyor, ayaklan
nı sürüye sürüye yürüyordu.
Bu görüşme de beklenen sonucu vermedi. Krasnov, birleşme
yi diplomatça reddetti:
- Andrey Andreeviç, ben Adolf Hitler' e sadakat andı içmiş
bir insanım. Bundan başka, Büyük Almanya ile aramda anlaşma
var. Bu anlaşma gereğince, taraftarlanm, Bolşevikliğe karşı savaşa
katıldıklarından dolayı İtalya'ya yerleşme hakkına sahip olacaklar.
Nerede, nerede?
İtalya' da.
İtalyanlar razı olurlar mı buna?
Orasını bilmem. Bu sorunu onlar kendi aralarında çözsün-
ler.
Bay Krasnov, bir anlaşmaya varamadığımız için üzgü-
nüm.
Ben de... Fakat, n� yapalım ki, ant içmişim. Sonra onlarla
aramızda anlaşma var...
Ve aynldılar.
"Birinci Dünya Savaşı'na kahlan Ruslann Ulusal Birliği Örgü
tü" başkanı General Turkul çarlık generallerinden Kreyterle birlik
te, Oberführer Kreger'in arabası ile geldiler. Arabadan zorla İı:'dik
ten sonra, "nereye getirdiler bizi acaba" der gibi birbirlerinin göz
lerine bakhlar.
564
Generaller "önkoşul"lan şöyle bir gözden geçirdikten sonra
birliğe katılacaklarını bildirdiler. Turkul:
- Öyle de olur, böyle de olur, benim için farketmez. Fakat,
görüyorum ki, bu birlikten bir şeyler çıkacak.
"Ukrayna Radası" Başkanı Şandrük, Vlasov'u ayağına çağırdı.
Vlasov ilk önce diretti: "Şu Şandriik' e bak hele! Meyhaneciden baş
ka kim tanıyor onu!" dedi. Ne var ki, Maykopski kaşlarını çatıp ho
murdanınca, Kreger'le gitti. Şandrük'ün Devlet Güvenlik Merke
zinde koruyucuları vardı. Bu yüzden olacak, Vlasov'u donukça
karşılamış. Dinledikten sonra, tembel tembel esneyerek:
- Baylar, orada birlik mi yapacaksınız, ne yaparsanız yapın,
bunlar beni ilgilendirmez, demiş.
Jilenkov, dostu Oberführer Darken'le birlikte, Berlin banliyö
lerinden birinde oturan Bandera'ya gitti. Baı:ıdera, onları, "Moskof
·
lar, defolun ananızın şeyine..." diye söverek karşılaşmış. Fakat,
Darken diş sıkınca, öteki sövmeyi bırakmış, "Aldatacaksınız beni. ..
Bilirim sizi ben... " diyerek birliğe katılmayacağını bildirmiş.
.
Doğu İlleri Bakanlığı, artık yapacak başka işi bulunmadığı için,
bu görüşmelerle yakından ilgileniyordu. Gürcü Komitesi Başkanı
Kediya da onların aracılığı ile Vlasov'a geldi, ne var ki, Gürcistan'-
la Rusya arasında kurulacak ilişkiler sorununda anlaşamadılar.
Türkistan "Cumhurbaşkanı" Kayyum Han da anlaşmaya ya
naşmadı. Küçük dağlan ben yaratmışım tutumu ile konuştu, "Biz
ayn bir devlet olarak kalacağız. Rusya ile hiçbir ilişki kurmayaca
ğız." diye sözler etti. Bunun üzerine Maykopski, Omut Han'ı gön
derdi. Bu han, ilk önce kendine maaş sorununu öne sürdü. Kay
yum Han için de, "Bırakın şu paçavrayı. Serüvencinin, katilin biri
dir, sizi bir kadeh rakıya satar." dedi.
565
Almanlar, Vlasov'un propagandaa kursları örgütlemesine da
ha 1 943 sonlarında müsaade etmişlerdi. Kursu bitirenlerjn çoğu,
Ostlegionlara, savaş tutsakları kamplarına, doğulu işçilerin baraka
larına gönderiliyordu. İçlerinden bir kısmı sadakat andına bağlı
kalmıyordu. Böyleleri yakalanınca ya Ausı:-hwitz ve Maydanek
ölüm kamplarına sürülüyor ya da kurşuna diziliyordu. Sovyet in
sanlarının, kendi vatandaşlan arasında faşist propagandası yapma
ları Himmler için son derecede önemliydi.
Kursa kahlacakların listesini hazırlarken, bunlara kendi adam
larımı sokuşturmayı başarıyordum. Dobendorfa gitmek isteyişi
min asıl nedeni de onları görmekti. Şansım yürüdü. Vlasovcular, Ji
lenkov için yapılacak törende hazır bulunmayı kararlaşhrdılar. Ben
de aralarına kahldım. Fakat, tersliğe bakın ki, biz oraya vardığımız
zaman, kıırsçular, geziden henüz dönmemişlerdi. O civardaki zen
gin bir malikanede Rus kızlan çalışhrılıyormuş. Kızlar, gelenlerin
kimler olduğunu öğrenince, misafirlerden birini tuvalet çukuruna
itmişler. Kursçular kendileriyle ilişki kurmak isteyince de hepsi sa
ğır ve dilsiz kesilmiş.
Kursçulann geziden dönmeleri beklenirken, şefler, kurs ko
mutanı Alman'ı görmeye ve kahvalh yapmaya gittiler. Ben, acık
madığımı bahane ederek kendilerinden ayrıldım.
Önceleri burada, etrafı dikenli telle çevrili yedi barakada İngi
liz savaş tutsakları bulunuyormuş. Barakalar oldukları yerlerde
kalmışh, sadece tuvaletlerini daha uzaklara kazmışlardı. Bundan
başka barakaların etrafındaki dikenli tel ağını ikileştirmişler ve dış
ışıklandırmayı güçlendirmişlerdi.
Komutanlık binası ile Alman komutanının evi, oradakilerin en
yen ileriydi.
Son barakanın ardında, çahsı yere yakın, uzun bir bina ·vardı.
Ya sebze deposuydu ya da ser. Yaklaşmadım. Geçerken:
- Bay subay, diye bir ses duydum. Demir çubuklu pencere
de sakallı, benzi soluk bir adam vardı.
566
- Bay subay, sigaranız var mı?
Bir sigara verdim, sonra bir tane daha uzattım.
- Teşekkür ederim. Lütfen bir de ateş.
Sigarasını yakhktan sonra:
Birkaç kibrit çöpü alabilir miyim? diye sordu.
- Hepsini alın.
- Çok teşekkür ederim. Bu iyiliğinizi hiçbir zaman unutma-
yacağım.
- Kimsiniz? Adınız ne?
- Aleksandr Larionov. Teşekkür ederim, Yoldaş.
Kim olduğumu unutmaya, yararsız riziko alhna girmeye hak
kım yoktu. Bu gence acımışhm. Güzel ve cesur gözleri vardı. So
murtmam gerekiyordu.
- Senin nasıl yoldaşın olabilirim ben? dedim ve böyle haller
de Vlasovcuların yaptıkları gibi davrandı�: ·
567
Son olarak Vlasov ortaya geldi, kalın çerçeveli büyük gözlük
lerini sildikten sonra ellerini göbeğine koydu:
- Baylar, son derece yararlı dersler dinlediniz, diye nutkuna
başladı. Önündeki kağıda bir göz attıktan sonra devam etti:
- Sadece ders başlıklarına bakmak yeterlidir: "Rusya Üstüne
Bilgiler", "Savaşın Suçlusu: Bolşevikler", "Baş Düşman Mark
sizm", ''Marksizm ve Yahudilik." Bu bilgileri başka hiçbir yerde
öğrenemezdiniz. Bunların size, ilerideki yaşamınızda büyük yaran
olacaktır. Elde ettiğiniz geniş ve büyük bilgilerden dolayı sizleri
kutlarım!
Put gibi duran "propagandist" ve "muhabir''leri birer birer
gözden geçiriyordum. Sağ baştaki, iki metre uzunluğunda bir sırık.
Kızıl saçlı, kaşları belli belirsiz, yaban domuzu gözlü, her biri beşer
okka ağırlığında, sıkılmış yumruklu. Taşlaşmış yüzünden hiçbir
şey okuma olasılığı yok. Adı: Nikonov. Dosyasını karıştırmıştım.
Savaştan önce indirme-bindirme işçisi, daha sonra kasap olarak ça
lışmış. Hırsızlık yaparken yakalanmış ve beş yıl hüküm giymiş.
Yanındaki uzun boylu, uzun boyunlu ve sivri kuş burunlu
olanı caz flütçüsü Filipov. Yusyuvarlak baykuş gözleriyle, gözka
paklamı kırpıştırmadan Vlasov'a bakıyor. Onun da zengin bir geç
mişi var: Savaştan biraz önce ırza geçmekten mahkum olmuş, ceza
sını ıslah kampında tamamlamış.
İşte biri daha: "Ruta!" diye kendisini çağırdıkları zaman der
hal çıkmadı, sadece korku ile gözlerini kırpıştırdı. Pek genç: Yirmi
beş yaşında var yok. Belgelerine göre öğretmen. Hiç inanacağım
gelmiyor.
İşte benim Koçnev. Benim Nikandrovluğum gibi, onun Koç
nevliği de uydurma. Bana sadece bir kez ilgisiz bakışlarla baktı,
herkese bakar gibi. Bravo Zimenkov yoldaş!
- Ben, Bolşeviklere karşı savaşmaya, komünistlerden öç al
maya yemin etmiş bir insanım. Sovyet rejimini yıkmadıkça içim ra
hat olmayacak.
568
Vlasov, işte böyle sürdürüyordu konuşmasını. "Programım"
adlı programını açıklamaya koyuldu. Kendisinden defalarca dinle
mişimdir. Hitler'den çalınma, öteki "Kavgam"ı yazmış, bu da
"Programım"ı. Pek yavan. Eser-Menşevik karışımı bir şey. Jilen
kov, Truhin'e bir şeyler fısıld�dı. Büyük Födor'un gözlerinde gü
lümseme kıvılcımlan parlayıp söndü. Hepsi de nutku büyük bir
dikkatle dinliyormuş gibi görünmeye çalışıyor. Oysa bıkıp usan
mışlardır, çok iyi biliyorum. Nutuk üç sözcükle özetlenebilir: "Ko
münistsiz ve Sovyetsiz (Şurasız) Rusya!"
Gözlerim, eski avukatlardan Hohlov'a takıldı. Yüzünde bık
kınlık belirtileri var. Sana üniversitede bun!an mı öğrettiler? Vicda
nını kim körletti senin? Yoksa, oldum olası vicdansız mıydın?
Evinde baban var, anan var, karın ve beş yaşında oğlun var. Hepsi
de iyi insanlar. Herhalde "kayıp" ya da. "Spvyet vatanı uğrunda
kahramanca öldü" haberini almışlardır. Kim bilir nasıl aa acı göz
yaşı dökmüşlerdir baban, annen. Evinize arkadaşların gelmiş, elle
rinden gelen yardımı yapmışlardır; kimisi kömür, kimisi yiyecek
getirmiştir. Oğlunu da "çocukevi"ne yerleştirmişlerdir.
Oysa sen, yaşıyorsun. Gönüllü tutsak oldun. Sorgunda yalan
söyledin, baba,na annene iftira ettin, "Mallarına mülklerine el koy
dular." dedin. Oysa baban, kolektivizmin daha başlangıcında par
ti komitesine gitti ve "Beni köye yollayın." dileğinde bulundu. Sen,
Hitlercilerin ayaklarına kapandın. "Suçum yok. Zorla soktular be
ni komsomola." diye sızlandın.
Odint.sov ikinci sırada. Tanımıyorsun beni Odintsov Yoldaş!
Sitenhor kampında seninle bir yüzbaşı konuştu. İlk önce onun bir
provokatör olduğunu sandın, sonra inandın ve cesur bir Sovyet
genciyle karşılaşmanın verdiği sevinçle az daha ağlayacakhn. Sen
de cesursun ve gerçek bir Sovyet vatandaşısın! İnanıyoruz sana
Odintsov Yoldaş! Yann, Vlasov karargahındaki İstihbarat Şubesi
Şefi Binbaşı Gay'ın emrine verileceksin. Ve çalışma olanaklarına
569
kavuşacaksın. Karargahın memleketimize yollamak için yetiştirdi
ği hainler elinden geçecek.
Vlasov, nihayet:
- Size başanlar dilerim baylar! diyerek nutkuna son verdi.
Şimdi, komutan bozuk Rusçası ile sorular sormaya çalışacak. Önce
den çağnlıp hazırlanmış iki kursçu önemsiz sorular soracaklar,
Vlasov da sözüm ona yanıtlayacak.
Öyle de oldu:
Baylar, soru sormak isteyen var mı?
- Müsaade ederseniz Bay Komutan...
- Buyurun Bay Hohlov.
Sana nasıl soru sormanı öğütlediler avukat eskisi?
- Bay General Vlasov, sayın komutan, sevgili führe!"İmiz
Adolf Hitler'in sağlık durumunun iyi olmadığına ilişkin söylentile
rin aslı var mı?
Komutana bakıyorum: Adam memnun. Elbette soruyu haz!r
layan kendisi. Vlasov çenelerini oynatmaya başlamışh ki, komutan
ondan önce davrandı:
- Bay Vlasov, soruyu ben yanıtlayacağım. Führerin sağlık
durumu için gösterdiğiniz candan ilgiye teşekkür ederim. Bu söy
lentiler asılsızdır. Führerimiz sağlam ve dinçtir. Hayl Hitler!
Propagandistler bir ağızdan, haykırıyorlar:
- Hayl Hitler!
İyi hazırlamışlar kendilerini...
- Başka soru soracak var mı?
- Müsaade ederseniz...
Ah, neden razı oldun Odintsov Yoldaş? Sana, dikkatleri üzeri
ne çekme, demediler mi ki... Neyse, herhalde başka çıkış yolu bu
lamadın. Hele bakalım neler soracaksın?
- Düşmanlarımızı tamamıyla bozguna uğrathktan sonra Al
manya'ya yerleşebilir miyiz?
570
Vlasov sorudan herhalde haberli ki, anlaşılır bir açıklıkla ve al
laha şükür, kısa konuştu:
- Alman hükümeti, bu hakkı, üstün haşan kazananlara ve
recektir.
Tam bu sırada silah sesleri �uyuldu. Vlasov gözlüklerini çıka
rarak etrafına şaşkın şaşkın bakh. Özel muhafız komutanı Hitrovo
koşa koşa geldi. Elinde tabanca vardı.
Yine silah sesi. Sebze deposu tarafından geliyordu. Sonra alev
ler görüldü.
571
den, orduda da tankçıydı. Derhal etrafını aldık. Sövmeler birden
kesildi. Herkes susuyor. Almanlar da şa,rkının ne olduğunu bilme
den gülümsüyorlar. Armonikanın sahibi, komutanlık muhafız kı
tasından bir Alman askeri. Malov'un yanında oturuyor. "Bu güzel
şarkının söylendiği armonika benim ... " der gibi ağzı kulaklarında.
Malov, "Deniz yayılmış ufuklara... " şarkısına g�. Şu danga-
lak Nikonov birden etinden et koparılmış gibi bağırdı:
- Kes artık, yeter...
Malov devam ediyor. Fakat, dinleyenlerde biraz önceki dikkat
kalmadı. Bir takımı Nikonov'a, bir takımı da onlara bağırıyor: "Su
sun, yahu, susun!"
Malov hafiften şarkı söylüyor:
''Yaşlı kadın boşuna bekliyor oğlunu .. .
Öğrenecek gerçeği ve basacak çığlığı... "
Nikonov zırıl zırıl ağlıyor ve bir yandan da:
- Kes ulan it, kes!. .. Dayanamayacağım!..
Armonikayı Malov'un ellerinden koparıp aldı. Gördünüz mü
Nikonov'u? .. Tam bir boğa. Armonikayı paramparça etti, körüğü
nü ikiye ayırdı, sonra ayaklan alhna alarak çiğnemeye başladı.
Armonikanın sahibi kıpkırmızı kesilmiş, ellerini savura savu
ra bağırıyordu. Sonra komutana koştu. Çok geçmeden Nikonov'u
da, Malov'u da kurşuna dizdiler. Bizi barakalarımıza kapadılar, üs
tümüzden kilitlediler, nöbetçileri arhrdılar.
572
sını komiteye göndererek, işlerin günü gününe gidişine ilişkin ra
por vermelerini istiyordu. Kreger, kasım başında Himmler'in, bir
yönergesini getirdi komiteye. Bunda, Birleşik Komitenin 16 Ka
sım'da örgütlenme toplantısı yapması isteniyordu. Toplantı,
Prag'daki Prag Şatosu'nun tör�n salonunda yapılmalıydı. Kre
ger'in yaptığı açıklamaya göre, Himmler, Prag'ı bOşuna seçmemiş
ti. Orası, Almanya'nın egemenliği altında olsa da, bir Slav toprağı
idi. Bolşevizme karşı savaşan komitenin ilk toplantısının bir Slav
toprağında yapılması elbette iyi olacaktı.
Truhin:
- Bir manifesto hazırlasak fena olmaz, dedi.
Bu buluş, Vlasov'un pek hoşuna gitti ve manifesto hazırlama
görevini Truhin, Jilenkov, Malişkin ve Zakutni'ye verdi. Sonradan,
Gönüllü gazetesinde çalışan ve önceleri Kiy.ev ı;;inema stüdyosu se
naryo şubesi şefliği yapmış olan Nikolay Kovalçuk'u da onlara kat
tılar. O, sevindi buna: Manifesto hazırlayanlar olur da yukarıdaki
lerin dikkatini çekerseydi... Zaten Gönüllü gazetesinden elde l!ttiği
gelirle güç geçiniyordu.
İki gün uğraştılar. Zakutni'nin önerdiği şu cümle üzerinde
uzun uzun tartıştılar: "Biz, Rus halkının, İngiliz ve Amerikan em
peryalistlerinin çıkarları için kan dökmesini istemiyoruz."
Jilenkov, bunu Vlasov'un kabul etmeyeceğini kanıtlamak için
bin dereden su getiriyordu.
Nihayet dayanamadı, ayağa fırlayarak:
- Aklınız yok mu sizin bre kütükler! Andrey Andreviç, Bir
leşik Amerika ve İngiltere'yi kızdırmaya kalkar mı hiç! Hem de da
ha şimdiden! ... diye haykırdı.
Jilenkov'un karısı mıdır, yoksa metresi mi, her nesiyse Elena
Viyaçeslavovna, misafirleri hafif çayla suluyor ve Truhin'e,
- Födor İvanoviç, affınıza sığınarak söylüyorum, kullanıl
mış değil bu. Ne yapayım ki, gerçek de değil, diye özür diliyordu.
573
İki gündür kuru rejim sürdürmek zorunda kalmış olan Tru
hin, can sıkınhsı ile:
- Ersatz,2° efendim, ersatz! dedi ve kadının yüzüne yalvanr
gibi bakarak, "Rakı aklma gelmez mi bu zavallının... " diye içinden
söylendi.
Jilenkov nihayet durumu kavradı ve şişe ile küçücük, kadeh
ler getirdi. Truhin'in canı burnuna geldi, içinden, "Avrupalılık tas
lıyor namussuz!" dedi. Kadın, sandviç de getirdi. Ekmekler kağıt
inceliğinde kesilmişti, dilimler arasında kibrit çöpü gibi doğranmış
salam ve kaşar vardı.
Misafirler masa etrafına toplandı, kadın da daktilo başına geç
ti, manifesto yazmak için. Tek parmakla hkırdatmaya başladı. Bir
aralık yüksek sesle sordu:
- Baylar, burada, "Bolşevizm düşmanlanndan bir kısmı ha
len Sovyetler Birliğinde yaşıyor" deniyor. Bunu nasıl anlıyorsu
_
nuz? Kimler bunlar, baylar?
Jilenkov, sinirli bir sesle yanıt verdi:
- Lölya, senin işin değil o, yazmana baksana sen! diye söy-
lendi, çünkü bu cümle onun buluşu idi.
Truhin itiraz edecek oldu:
- Georgi Nikolaeviç, nedenmiş?
- Bunun böyle olup olmadığını kim gidip araşhracak ca-
nım? Belki de vardır.
Taslağı Vlasov'a, Truhin'le Kovalçuk götürdü, memnun dön
düler:
- Tamam, onayladı, dediler.
İyi ama, bütün çalışmaları havaya gitti. Kreger, Vlasov'un da
onayladığı taslağı okuduktan sonra:
- Neden zahmet ettiniz, bende bunun hazın var, dedi.
20 ihtiyat.
574
Vlasov, Devlet Güvenlik Merkezi tarafından hazırlanan tasan-
yı okudu, kırgın bir sesle:
- Buram buram Alman kokuyor, diyecek oldu.
Kreger hayretle yüzüne bakh:
- Nasıl olur? Bunu, sizin adamınız, Bay Maykopski yazdı.
Pekala, sizin taslağınızı da götüİi.irüm öyleyse...
Himmler, Maykopski'nin taslağını onaylamış, "Daha kısa, da
ha enerjik!" demiş. Jilenkov'un cümlesini de beğenmiş, "Ekleyin!"
demiş,
Jilenkov sevinçten uçuyordu.
575
Bu kurnaz hergeleye iyi bir ders verme fırsahnı yakalamış
olan Truhin:
- Sayın Georgi Mihayloviç, kimi kastediyorsunuz? diye sor-
du.
Bu sorunun alhndaki hınzırlığı derhal kavrayan Jilenkov:
- Herr Hitrovo'yu, evet onu ... diye yanıt verdi.
Vagon restorana sadece birinci ve ikinci kategoridekileri bı
raktılar. Yiyecek ve içecekler kuponsuzdu. Tnıhin restorana her
kesten önce girdi ve derhal içki istedi. Zakutni, Malişkin'e eğilerek:
- Bizim Fodor yine kafayı çekecek ve biz bu dangalak yü-
zünden yine rezil olacağız, diye fısıldadı.
- Evet, mutlaka çekecek kafayı... Ben de memnuniyetle içe-
rim ... Ölüm korkusunu unutmak gerek.. .
576
- Rezil... demekten kendini alamadı.
Alman askerlerinden biri derhal başına dikildi ve Rusça:
- Ne dedin? Kim o rezil? diye sordu.
Otele kadar sustular. Hepsi pencerelerden dışan bakıyordu.
Caddelerde pek az insan vardı. Onlar da başlan önde yürüyorlar
_
dı. Karşılanndan gelen tramvaylann sadece sahanlıklannda Çekler
vardı. İçeride Almanlar oturuyordu. Mağazalann önlerinde kuy
ruklar uzanıyordu.
"Misafirleri", yine kategorilerine uygun otellere yerleştirdiler.
Vlasov'la Adela'yı Krona Oteli'nde bir daireye, komitenin müstak
bel üyelerine Avrupa Oteli'nde ayn odalar yerdiler, ufak tefekleri
de Ovenska sokağındaki küçük bir otele götürdüler ve her odaya
üçer kişi yerleştirdiler.
Kahvalhda, Maykopski'nin, ne I<rona'<l.a ,J\e de Avrupa'da ol
duğu anlaşıldı. Eski avukah, her zaman ve her şeyde kıskanan Ji
lenkov, sıntarak:
- O şimdi herhalde Peçek sarayındadır, dedi.
Truhin:
- Neden bu kadar önem veriyorlar ona? diye safça sordu.
Bu sarayın gestapo dairesi olarak kullanıldığını bilen Zakutni,
Jilenkov'u azarlarcasına başını salladı:
- Bu şakalar bir gün başınıza bir bela getirmezse iyi ... dedi,
577
zorunda kaldılar. Ufak tefeklere pilsen yerine bulanık bir su veril
di, hem de küçük bardaklarla, sucuktan da tek ve soğuktu.
Truhin, hava kararınca, kendime bir eğlence bulurum umudu
ile karanlık şehirde tek başına dolaşmaya çıkb. Vatslav Meyda
nı'nda ufak tefek -fındık kurdu kadınlardan hoşlanırdı- bir sokak
kadını çıkb karşısına. Kadın, Almanca, evinin, hemen köşeyi dö
nünce oracıkta olduğunu, evine gidebileceklerini söyledi. Truhin,
içinden, "Namussuz beni bir avluya sokacak ve orada dostuna te
mizletecek!" dedi. Kadm, onun ne düşündüğünü anlamış, olacak
ki, kolundan çekti:
- Korkmayın Herr ... Kimse dokunmayacak size.
Ve ekledi:
- Bende hiçbir hastalık yok. Gelin pan.
Bir avluda uzun uzun yürüdüler, birkaç basamak çıkıp yeni
den aşağı indiler. Kadın, Truhin'i kolundan adeta sürüklüyordu.
"Halt!"21 diye bağırmalar ve ardından da silah sesleri duyuldu.
Truhin, korkudan soğuk soğuk terlemeye başladı. İçinden, "Yan
dım!" dedi. Tam bu sırada kadın, rahat bir nefes alarak, "Geldik."
diye fısıldadı.
Girdikleri odada bir aile evi havası vardı. Kadın, adının Marta
olduğunu ve yirmi beşinde bulunduğunu söyledi. Truhin gülüm
semekten kendini alamadı. Kadın kırkında vardı en aşağı. Kadın,
"Bira mı, kahve mi?" dedi. Truhin her ikisini de istedi.
Misafir:
- Neden acele ediyorsunuz? diye sordu.
- Sizi geçireceğim. Tek başınıza sokağa çıkış yolunu bula-
mazsınız. Saat ondan sonra da, biliyorsunuz, sokağa çıkmak yasak.
Peçek'te de Gestapo var...
Truhin:
21 Dur!
578
- Sahi mi? Bilmiyordum bunları ... dedi, boğazı kurudu. Ji
lenkov'un kahvalhda söylediklerini ancak şimdi anlamışh. ''Bu
Maykopski bir kuvvetmiş meğer..." diye düşündü. Kadına döndü:
Mademki öyle, sabaha kadar yanınızda kalacağım.
- Bir kahve daha getire� mi?
- Getir.
Marta durmadan konuşuyordu:
- Size ne gibi yiyecek çıkarabilirim diye düşünüyorum. Ev
de aşağı kaliteli ekmek ve pekmezden başka bir şey yok. Ben,
Tramvay İdaresinde daktilocuyum, bu yüzden öğleleri orada kar
nımı doyuruyorum. Biz Praglılar kahveyi sev�riz. Babam, lrji Sli
mak'la dosttu. Dostlukları hemen hemen kırk yıl surdü. Babam bir
kez olsun evine gitmedi. "Evi ve ailesi, Pan Slimsk'ın özel yeridir.
Benim evim ve ailem de benim özel yerimdir.". diyordu. Kırk yıl
hep aynı birahanede buluştular. Eşleri de kahvede buluşup görü
şürlerdi. Slaviya kahvesi lüks ve pahalıdır, Metro'da aydınlar top
lanırdı, Ünyon'da da şairler... Şiirlerini okurlardı.
Marta göğüs geçirdi:
- Bir kez bulundum orada. Benim Duşan'la. Sonra her şey
bitti. Yılbaşı yaklaşıyor, eski yılbaşlannı anımsadıkça içim titriyor.
Eskiden Prag, bugünlerde yılbaşı hazırlıkları içindeydi, halılar sil
kilir, mobilyalar birbir elden geçirilir, her şey pırıl pınl parlahlırdı.
Mağ�zalar gelin gibi süslenirdi. Domuz kafaları öylesine süslenir
di ki, insanın öpeceği gelirdi. Yarım metre kalınlığında ve allah
inandırsın sizi, bütün vitrin boyunca uzanan salamlar vardı. Her
köşe başında canlı balık satılırdı. Çiçek, her taraf çiçekti.
Marta, alhn suyu ile yaldızlanmış küçük bir sarmaşık dalını
duvardan aldı, avucuna koydu:
- Görüyor musunuz bunu: Sarmaşık ... Onsuz yılbaşı olmaz
dı. İsteyen hakikisini, isteyen de böyle yaldızlısını alırdı.
Marta kurnazca gülümsedi, güzelleşti bile:
579
- Bu sarmaşık duvarda iken, insan, günaha bile girebilirdi.
Tabü, kocasının haberi olmayacak kadar az.
Kapı çalındı. Marta korku içinde fısıldadı:
- Eyvah, baskın! Açayım mı?
- Nasıl istersen.
Otomatik tüfekleri omuzlarında, iki Alman girdi. Yaşlı olan
üsteğmen, Truhin'in kimliğini uzun uzun gözden geçirdi. El fene
riyle Truhin'in yüzünü aydınlatarak, bir ona, bir de kimlikteki
"lichtbild"e22 defalarca bakh. Pasaportu verirken, Herr Generale
geceyi nerede geçireceğini sordu: "Madamda mı, yoksa otelde
mi?"
Truhin, başı öne eğik, "Galiba madamda kalacağını." söyledi.
Subay:
- Gute Nacht, General... diyerek ayrıldı.
Sabahleyin Marta, kahve, bir dilim ekmek ve kahverengi pek
mez getirdi. Truhin, kahveyi içti, ötekilerine el sürmedi. Fakat Mar
ta hepsini hesaba koydu:
- Bir bira, iki kahve, pekmez ve ... gece ücreti ...
Truhin, su birikintilerini atlayarak yürürken, kendi kendine,
"Soydu beni cadı!" dedi.
22 Fotoğraf.
580
bağlanhsı kopmuştu ve şimdi kendisine yeni adres veriliyordu.
Orlov için de pek sevindim. Kira'nın ölümü üzerinden iki ay
dan fazla bir zaman geçmişti, o hala kendine gelmiş değildi. Vla
sovcular ve özellikle örgüt işleri yardımcısı olarak yanında çalışh
ğı Truhin'fn karşısında soğukkan.lı davranıyordu. Başbaşa olduğu
muz zamanlarda da, Kira konusuna değinmemeye çalışıyordu. Fa
kat en büyük acılarını biraz olsun hafifletecek, ağır bir darbe yedi
ği Berlin'den biraz aynlacakh.
Daha çok şeyler dinlemek için ayn vagonlarda yolculuk yap
mayı kararlaşhrdık. Tren Drezden'de, tarife gereğince birkaç daki
ka yerine iki saatten fazla kaldı. Bu, Amerikap. uçaklarının yaptık
ları korkunç bombardımanların doğal bir sonucu idi.
Orlov, dışarı çıkmıştı, İgor Niman ve Nikolay Kovalçuk'la ko
nuşuyordu. Kovalçuk'la ilgili birçok şeyler ·biliyordum, Niman'la
yakından ilgilenmem gerekiyordu. Her şeyden önce gerçek kimli
ğini saptamam gerekiyordu. Niman, onun takma adı idi. İlk za
manlarda Gönüllü' de çalışmış, sonra Halk İstenci gazetesine alın
mıştı. Resmen haber redaktörüydü, yakınlan onun için "kanıt uy
durmacısı" diyorlardı.
Sabahlan, Büyük Sovyet Ansiklopedisi'nin eksik ciltlerinin,
Sovyet yıllıklarının bulunduğu kitaplığın önüne oturuyor ve başlı
yordu haber uydurmaya. Fantazisi bitimsizdi adamın: Grevler,
tren kazaları, milisyonerlerin genç kızların ırzlarına geçmeleri, ce
zaevlerinden firarlar, elektrik istasyonlarının ve köprülerin havaya
uçurulması, parti sekreterlerinin öldürülmesi ve daha neler neler
uyduruyordu her gün. Bunlarda sadece şehir ve il adlan doğruy
du. "Sovyetler Birliği'nin İdari Taksimatı" adlı kitaba büyük bir
önem veriyordu. Çünkü bütün şehir ve il adlan yazılıydı. Her gün,
Rusya haberlerini tamamladıktan sonra bu kitabı oradaki bir çelik
kasaya kilitliyordu. "Çalarlarsa ne yaparım sonra ben!" korkusu
içindeydi.
581
Niman'la Blumental, Tamrain Evdokiya Karpova adında bir
tip uydurdular. Sözde bu kadın Büyük Almanya'ya ve özellikle
Adolf Hitler' e deriİl sevgisi yüzljnden kız.ıllar tarafından parça par
.ça edilmişmiş.
Blumental sarhoş olduğu gecelerden birinde bana şöyle yakın-
dı:
- Bunların hepsini ben uydurdum, Bay Nikandrov. Ben! Ka
dının özgeçmişini, günlüğünü, annesine mektuplannı, her şeyi, her
şeyi ben yazdan. İki hafta uğraştım bunlarla. Fakat ne oldu? Büyük
dolandıncı Niman, bütün yazı ücretlerini cebine attı, bana sadece
bira parası verdi alçak...
Bir de bu uydurma kadın için, Berlin katedralinde ayin yaphr
dılar. Vlasov da, Truhin de, Jilenkov da bulundular bu ayinde. He
le Vlasov'un elleri hiç durmadı, boyuna haç işareti yaptı.
Bir başka akşam, Blumental kendini bilmeyecek derecede sar
hoştu. Ağlıyor, bir takım aile geçimsizliklerinden söz ediyor, Berta
diye bir kadının adını anıyordu. Bir aralık beni kucakladı ve kula
ğıma eğilerek:
- İnanıyor musun bana, Pavluşa? dedi. Öyle dertliyim, öyle
dertliyim ki, aklın almaz, Pavlik! Bu çirkef içinde daha fazla daya
namayacağım. Düşün, bir de bu çirkeflikleri radyoda okuyorum ...
Astafiev gibi bir budalalık yapmayacağım elbette. Böyle bir şey
yapmaya hakkım yok. Çünkü, Moskova Sanat Akademi Tiyatrosu
nun yönetimi beni bekliyor. O zaman bazı kimseler ayaklanma ka
panacak...
Aleksey İvanoviç, Niman'ı dikkatle dinliyordu. "Bravo!.." de
dim içimden, "Vaktini boş geçirmiyorsun Orlov!"
Beni görünce:
- Pavel Mihayloviç, buyurun yanımıza... İgor Mihayloviç
öyle ilginç şeyler anlatıyor ki ...
Kovalçuk da dudaklarında hafif bir gülümseme, dinliyordu.
Ben politik fıkraları sevmediğimi, özellikle doktor Göbels'e büyük
582
bir saygını olduğunu söyledim ve biraz geri çekildim. Niman, ak
lınca Orlov'u denemeden geçiyordu. Arkamdan:
- Şakadan anlamıyor bu adam yahu, demiş.
Orlo�un Niman'la konuşması bir bakımdan da yararlı oldu.
Bu adam, Prag toplanhsının gü�demini, komiteye kimlerin seçile
ceğini biliyordu. Bu bilgiler bize gerekli olabilirdi.
Böyle bir hainler, serüvenciler, dolandına ve üçkağıtçılar top
lantısı eşine rastlanmadık bir olaydı.
Prag Şatosu'nun tören salonunda, bir kesimi tarihin çöplüğü
ne çoktan ahlmış, bir kısmı da pek yakında ahlacak insanlar top
landı. Kimisi general kılığında, kimisi fraklıypı. Sarayın kırmızı ha
lısı üzerinde kurula kurula dolaşıyorlardı. Alhn yaldızlı koltuklar
da, eski pomeşcikler, eski tarih profesörleri, eski papaz ve gazeteci
ler, eski çarlık generalleri ve yeni Alman albayları, kısacası eski in
sanlar oturuyordu.
Kurucu meclis toplantı saati geldiği halde kimse yerinden kı
pırdamıyordu. Tiso bekleniyordu. Kukla Başkan, kurşunlanacağın
dan korktuğu için, hiçbir toplantıya zamanında gitmezmiş.
Biz Orlov'la, salonu çok iyi gören bir yerde bulunuyorduk. Ki
evli gazeteci Muziçenko ile Belorusya Radası Başkanı Ostrovski ya
kınımızdaydılar.
Arhk bunamış olan Rudnev toplanh başkanlığı masası arka
sında yerini aldı, zili avuçladı, tam çalacağı esnada, vazgeçti ve zi
li yavaşça masaya bırakh, çünkü salona Ribentrop'un yardımcısı
Lorens'le, Almanya'nın Bohemya ve Moravna Bakanı Frank ve Slo
vakya Başkanı Tiso girmişlerdi.
Salondakilerin hepsi ayağa fırladı. Lorens kimseye aldırış et
meden koltuğuna oturdu. Tiso, Lorens'e bakhktan sonra ürkek ür
kek elini kaldırdı, fakat kimseden karşılık bulmadı.
Rudney'e, Frank'a, "Başlayabilir miyiz?" dedi herhalde, öteki
başını salladı ve ihtiyar açış konuşmasına başladı.
583
Konuşmaolann hepsi "komünizmle savaşım" konusuna ağır
lık verdiler. Başka ne konuşabilirlerdi ki ... Himmler'in gönderdiği
telgraf okundu. Bunda: "Rusya Halk Kurtuluş Komitesini kurulu
şu dolayısı ile kutlar, Bolşeviklere karşı ortak savaşımızda kendisi
.
ne başarılar dilerim," deniliyordu.
Lorens konuşmasında şöyle dedi: "Alman subay ve askerleri
nin, geçici olarak Sovyetler Birliği denen geniş memlekete girdikle
ri zaman, herkes tarafından büyük bir sevinçle karşılanmış olmala
rı boşuna değildir. Bu, Rus halkının özgürlüğü uğrunda bizimle
birlikte savaşma isteğinin en iyi bir kanıhdır." ·
584
kov, her zamanki gibi, bu kez de kendi tezlerinden hırsızlık yap
mışh. Bu yüzden nutkunun bazı yerlerini çizmek zorunda kaldı.
Kürsüye gelen Vlasov, alt dudağını çiğnedi, bir yudum su içti
ve çatlak sesiyle haykırdı:
- Rusya halklan, dinleyin �ni! Bugün siz, Bolşevizme karşı
yürütülen savaşta birleşmiş bulunuyorsunuz. Artık, komünizmi
sona erdirme ve yeryüzünden adını silme olanaklanna kavuştuk.
Ne mutlu bize...
SS sturmbannführerlerinden biri hızlı hızlı salona girdi, başka
na giderek, ona değil, Lorens'e bir zarf verdi. Gözler Vlasov' dan
kaymış, Lorens'te toplanmışh. "Ne vardı bu �rfta acaba?"
Vlasov konuşmasını kesti.
Lorens bir şey söylemek gereksinimini duydu ve:
- Önemli bir şey değil, baylar... diye başlapı, bizimkiler, Ma
caristan' da, uyguladıklan esnek savunma taktiği gereği bazı yerle
şim yerlerinden çekilmişler. Budapeşte için doğrudan bir tehlike
yok... Devam edin, General...
585
Memedov:
- Neden selam vermiyor bana bu? diyerek Uhov'un çenesi
ne bir yumruk indirdi.
Ve birbirine girdiler...
Meğer yerleştirildiğim otel, Kameniçka sokağına iki dakika
mesafedeymiş. Kırtasiye mağazasını kolayca buldum. Tibor Tvor
jak kız kardeşinin yeni adresine pek sevindi.
1 945 YA KLAŞIRKEN
Adaletten gizlenen katiller, caddelerde, sokaklarda dolaşır,
trenlerde yolculuk eder, yer, içer, giyinip soyunurlar, kısacası, her
şeyi herkes gibi yaparlar. Sinemaya gider, meyhaneye girer, tütün
cüden sigara alırlar, bütün bunları milyonlarca insan gibi yaparlar.
Ve bunları yapan katil, herkes gibi yaşadığını sanır. Hayır, ya
şamıyor o. Sadece, varlığını sürdürüyor. Çünkü, her an kuşku ve
korku içinde bulunan, geceleri ufacık bir hngırtı duyunca hemen
silahına davranan bir insanın yaşamına yaşam denemez.
Orta Avrupa kaldınmlannda gezip dolaşıyor, tren, otomobil
ve uçakla yolculuk yapıyor, içki içiyor, yemek yiyor, çamaşır değiş
tiriyor, savaş bültenlerini okuyor, film seyrediyor, sigara içiyor, ka
nn doyuruyor, kadınlarla yahyor, para alıyor, nutuk söylüyorlardı,
kısacası, her normal insanın yaphklannı yapıyorlardı. Ve böylece
yaşadıklarını sanıyorlardı. Oysa yaşamıyorlardı, varlıklarını sür
dürüyorlardı. Kulakları, doğudan gelen Sovyet toplarının hınçlı ve
güçlü gümbürtülerindeydi.
Sovyet Ordularının amarsız baskıları alhnda çılgına dönen ki
mi katiller, her gün biraz daha yaklaşan korkunç gerçeği görmek
için yerin yedi kat dibindeki dairelerinden çıkamıyor, bir başkala
rı, çaldı.klan alhnlarla hka basa doldurdukları bavullarını kapıp
kurtuluş çaresini anyor, üçüncüleri Bah'ya kaçma planlan kuru
yor, dördüncüleri, beşincilerle -bunlar pek çoktular- Herr Göbels'in
586
vadettiği yeni silahı sabırsızlıkla bekliyordu.
Dünya, arhk, Babiy Yar'ı, Treblinka'yı, Krasnodar ve Har
kov'daki canavarlıkları biliyordu. Sovyet Orduları, Osviyentsim ve
Maydanek yakınlarındaydı. İnsanlık çok geçmeden, ölüm kampla
rında ölülerin çenelerinden sök�len alhn dişleri, fabrikalara gönde
rilen kadın saçı denklerini, insan cildinden yapılma abajurları, mil
yonlarca insanın boğulup öldürüldüğü gaz fırınlarını öğrenecekti.
"Hugo Şnayder", "Polte Verke", "İG Farbenindustrie AG", "Krup"
ve benzeri firmaların doğulu işçileri köle olarak çalışhrıp sömür
dükleri de ortaya çıkacakh.
Sovyetler Birliği'ne yapılan alçakça salqından, şehir ve köyle
rin yakılıp yıkılmasından, ulusal değerlerin yok edilmesinden, mil
yonlarca masum insanın canavarca öldürülmesinden kendilerinin
sorumlu tutulacaklarını iyi bilen Hitler, Göring, Himmler, Göbels,
Rozenberg ve diğer savaş suçluları -ki bunlar Almanya' da pek çok
tular- Sovyet Ordusunun ilerlemesi karşısında ölüm korkusu için
de kıvranıyorlardı. Evet, "Öç günü" yaklaşıyordu.
Ve bu öç gününü biraz olsun uzaklaşhrmak için her çareye baş
vuruyor, on alhsından altmışına kadar kadın, erkek, çocuk bütün
Almanları bu umutsuz savaşın ateşine atıyorlardı. Bu insanlar -ki
mi aldahlmışh, kimi korkutulmuştu, kimi de suç ortağı idi- bu kor
kunç kısır döngünün dışına çıkamıyorlardı.
Sovyet ordularının hızla ilerlemesinden, galiba, Almanlardan
çok vatan hainlerinin elebaşları korkuyordu. Onlar için tek kurtu
luş yolu bahya kaçmakh, orada yeni ihanet ve alçaklıklar pahasına
yaşamlarını koruyabileceklerdi. Onların akıllarına uyarak hıyanet
yoluna sapmış olan diğerleri için de bir çıkar yol daha vardı: Silah
larını teslim edip, kendi halklarının ayaklarına kapanarak af dile
mek. Fakat, birçoğu bunu yapacaklarına, halklarına karşı savaşa
hazırlanıyordu.
1945 yılının eşiğinde, Vlasov şu telgrafı aldı:
587
"SS Reichsführerinden23 General Vlasov'a,
Führer sizi, 600. ve 700. Rus tümenleri komutanı atamıştır.
Bundan sonra oluşturulacak tüm Rus birliklerinin başkomutanlığı
görevi de size verilecektir.
Başkomutan olarak, subaylara albaya kadar rütbe verme hak
kı da size verilmektedir. Albaylık ve generalliğe terfi ettirme işlem
leri, SS Genel Yönetim sorumlusu ile görüşülerek çözümlenecektir!
Heinrich Himmler
Doktor Kaltenbrunner24 tarafından görülmüş onaylanmıştır."
Bundan da açıkça anlaşıldığı üzere, Vlasov'un gelecekteki tü
menleri SS'in bir kesimi olacak ve Himmler'le Kaltenbrunner'in
emri altında bulunacaktı.
Şimdi iş kala kala, komutana gruppenführer şanının verilme
sine kalıyordu. İyi ama Almanlar buna razı olmayacaklardı, çünkü,
Vlasov vatan haini idi ama, ne de olsa Rus'tu.
Bir süre sonra Göring de, Rus Kurtuluş Ordusuna bağlı askeri
hava birlikleri oluşturulmasına müsaade ettiğini bildirdi. Göring,
bu birliklerin başına Viktor Maltsev'in getirilmesini rica ediyordu.
Maltsev, bir zamanlar Sovyet havaalığında çalışmış, bir suçundan
dolayı mahkum olunca işinden çıkarılmış, savaştan önce, Yalta'da
ki Aeroflot �anatoryumu Direktörlüğü yapmış. Alman işgali sıra
sında da Yalta Belediye Başkanlığına getirilmiş bir kişiydi.
588
ANDREY MiHAYLOVİÇ MARTİNOV'UN ANILARINDAN
Ocak ayı başlarında, Truhin beni yanına çağırdı ve Vlasov'un
şu emrini gösterdi: "Almanların 600 numaralı olarak belirledikleri
ilk tümenimin oluşturulması görevini Albay Bunyaçenko'ya ver
miş bulunuyorum. Önceleri General Kaminski'nin komutasında
olan SS tugayının da bu tümene katılmasını emrediyorum."
- Haydelberg'e gideceksiniz. Söz konusu tugay orada bulu
nuyor. Bu tugayda kimin ne işe yarayacağı konusunda BunyaÇen
ko'ya yardım edin. Döndüğünüz zaman durumu bana bir raporla
bildirin.
Karargahtan birini yardımcı olarak yanıma almama müsaade
sini rica ettim.
- Tek başıma bu işin alhndan güç kalkarım, Bay General, de-
dim.
Truhin müsaade etti ve ben Semön Riyabov'u seçtim.
"General Kaminski"nin kim olduğunu ve "SS tugayı"nın s�rü
venlerini bu suretle öğrendim.
589
Voskoboynikov, ilk iş olarak, komünist ve komsomollan, aynı
zamanda şura memurlannı ortadan kaldırmak için askeri mahke
me oluşturdu. Kendi öğrencilerini bile bu kıyım makinesindan ge
çirdi.
Voskoboynikov, 8 Ocak 1942 günü, şehir meclisine bağlı istih
barat şubesi şefi, Alman subayı üsteğmen Komfeld'e öğle yemeği
ne gitmek üzere evinden çıkh. Tam otomobiline bineceği sırada
kalpaklı biri yanına geldi, iki arkadaşı da, biraz ötede muhafızlarla
konuşuyorlardı.
Kalpaklı, derin bir nezaketle:
- Müsaadenizle Bay Başkan, dedi.
Voskoboynikov, otomobiline girmek üzereydi:
- Ne var, dedi, çabuk söyle...
- Vatana ihanet suçundan ölüme mahkum edildiğinizi bil-
dirmeye geldim.
Voskoboynikov, korkudan dili tutulmuş gibi donup kaldı.
Partizan aynı dinginlikle ekledi:
- Bu hükmü yerine getirme görevi de bana verildi, dedikten
sonra, Almanlardan alınma tabancasını hainin göğsüne çevirdi ve
bütün kurşunlan boşalth. Biraz ötedeki iki arkadaşı, muhahzlann
üzerine bir bomba savurduktan sonra onun yanma koştular. Mu
hafızlardan kurtulanlar da kaçhlar.
Biraz sonra olay yerine gelen Başkan Yardımcısı Bay Kamins
ki, Üsteğmen Komfeld, Polis Şefi Pokrovski, Askeri Sorgu Şubesin
den Oratsük, Askeri Mahkeme Başkanı Amsonov ve polisler, dö
nüşlerinde belediye binasına giremediler. Çünkü dış kapı önünde
şöyle bir ilanla karşılaşhlar:
"öteki dünyaya gitmek isteyenler var mı daha? Varsa kendi
lerine yardıma hazınz!"
Belediye başkanlığına Kaminski atandı. Kendisinden öç alına
cağını çok iyi bildiği için, belediyedeki muhahzlan arhrdı. Partizan
590
baskınları ve öldürmeler devam ediyordu. Bu durumdan ürkmüş
olan Hitlerciler de, Kaminski'nin it, uğursuz takımını muhafız ola
rak almasını kolaylaşhrıyorlardı.
Bütün bunları, bana, Kaminski'nin tugayında ordu marşlan
korosunu yöneten aktör Kislitsin anlattı. Kendisi aynı zamanda, tu
gayın askeri mahkemesi üyesiydi. Fakat, "övünmek gibi olur" diye
düşünmüş olacak ki, bunu sükutla geçiştirdi. Tugay Lokot'tayken,
mahkeme, "kurtuluş hareketine kahlmayı reddeden" komünistler,
komsomollar ve şura işçileriyle dolu olan cezaevinde geceleri "ça
hşh" ve herkese ölüm cezası verdi.
Arkino köyünden Grigoriy Pratsük, bu alanda büyük çaba
harcadı. Savaştan önce hırsızlık suçlarından birçok kez cezaevinde
yatmışh. Kaminski, bu haydudu Askeri Sorgu Şubesi Başkanlığına
getirdi. Kansı Natalya ile kız kardeşi Pelageya'nın, bir kimsenin
evinde beğendikleri bir eşya varsa, adam, çok geçmeden darağa
cında sallandırılıyordu. Pratsük'ü, Haydelberg'te göremedim, baş
ka bir şehire gönderilmişti. Fakat, Pelageya ile görüştüm. Şişman
bir kadındı, sağ yanağında büyük bir mor leke vardı, küçücük göz- ·
591
Kendileriyle gelmek istemeyenleri, ilk cumal üzerine hemen öldü
rüyorlarmış.
İvan Korşunov adlı bir polis vagonda, kansına:
- İnelim, kalalım burada. Benim bizimkiler karşısında bü
yük bir suçum yok. Kimsenin kanına girmedim, soygun da yapma
dım. Verseler verseler en çok beş yıl hapislik verirler. Yatar, çıka
nın. Böylece Rusya'da kalmış oluruz, demiş.
Bu konuşmaya kulak misafiri olan polis Roman, İvan'ın duru
munu, savcı Samson'a cumal etmiş. Bu sözüm ona savcı da, "hai
nin diri diri yakılmasını" emretmiş. Yol kenanna çıkanlan Korşu
nov ve kansı, Üzerlerine benzin dökülerek diri diri yakılmışlar.
Rusya'da ve Belorusya'da geçtikleri yerlerde hem Ruslan,
hem de Beloruslan soymuşlar, halkın Almanlardan gizlemeye mu
vaffak oldukları hayvanlarını, buğday ve hayvan yemlerini, ek
meklerini, kısaca, götürebilecekleri her şeyi çekip almışlar. Doğu
Silezya'ya, daha sonra da Pomeranya'ya ulaşhklan zaman, Alman
ları da soymaya koyulmuşlar.
Bu durum, tepedekilerin canını sıkmış. Esasen, anlaşıldığına
göre, Kaminski'ye gereksinimleri de kalmamış artık. Himmler,
Vlasov'un komutasında tümenler oluşturulmasına ilişkin kararının
Hitler tarafından onaylanmasından sonra Kaminski'yi Berlin'e ça
ğırmış. Tugayın Kurmay Başkanı Şavikin, Çevirmen Sadovski ve
Kaminski'nin vazgeçilmez kadeh arkadaşı Doktor Filip Zabora da
kendisi ile birlikte yola çıkmışlar. SS'ler, Himmler'in emrini yerine
getirerek, bunları Pozman yakınlarında durdurmuşlar ve hepsini
kurşuna dizmişler.
Tugay, Haydelberg'e yerleştirilmiş, ailelerine de başlarının ça
resine bakmaları emredilmiş. Şavikin ve Sadovski'nin karılarını,
Kaminski'nin emir subayı Kanaev'in ve en son da Kaminski'nin ka
nlarını gördüm, kendileriyle konuştum. Lokot'taki İspirto ve Vot
ka Fabrikasında işçi olarak çalışmış olanJ<aminski'nin kansı Tatya-
592
na Şpaçkova, Brasova'da doğduğunu, orada birçok akrabası bulun
duğunu anlath. Sonra ağlayarak Almanlardan şikayete başladı:
- Kocann, canla başla çalışhğı halde kurşuna dizdiler. Kö
pek gibi öldürdüler. N'olacak benim halim şimdi? Nereden para
bulacağım?
Karargah yazıcısı Klavdiya Grekova, hınçla:
- Yeter sızlandığın Tanka. Şöyle bir silkiniversen şıngır mın
gır dökülenler yeter de artar sana! dedi.
Şpaçkova ayrıldıktan sonra Grekova bana şunlan anlath:
- Onda, Nataşka Pratsük'tekinden daha fazla alhn vardı.
"Zaferden sonra her yıl Nis' e gideceğiz." diye övünürdü. Birisi,
_
herhalde Faidka Kanaev bu rezili soydu. O da canavann biridir,
gümüş küpe gördü mü, kızların kulaklarını keserdi.
Tugayın asker ve subaylarından birçoğu!'un dosyasını oku
dum ve Sovyetler Birliği'nde savaştan önceki dönemde, devrimin
bozguna uğrathğı burujva arhklarından ne çok süprüntü bulundu
ğunu bir daha açık seçik anladım. Eski tüccar ve köy ağalannın ço
cuklanndan da bir hayli vardı. Eski insanlardan oluşan bu suçlular,
bu caniler güruhu arasında güvenilecek bir insan bulmak olanak
sızdı. Semön Riyabov da bulamadı:
- Burada öyle paçavralar toplanmış ki, Pavel Mihayloviç, en
iyisi, bir riziko alhna girmeden uzaklaşalım. Bu herifler bizi bir şi
şe rakıya satarlar.
Fakat, Vlasov'un ilk tümeninin çekirdeğini oluşturacak olan
tugayı kendi haline bırakmamız da doğru değildi. Riyabov'u ora
da bırakmayı uygun buldum ve bu kararımı Bunyaçenko'ya söyle
dim. Son derece sevindi. Riyabov hiç olmazsa "bizden" di, "namus
lu"ydu, Kaminski'nin haydutl�rından değildi.
Riyabov, beni uğurlamak için istasyona geldi. Konuşulacakla
rın hepsini konuşmuştuk. Birçok tehlikelerle karşılaşacakb. Öpüş
tük.
593
Semön, başarılar diliyorum sana ...
Aman, şeytan kulağına kurşun...
25 Sığınak, depo.
594
Kreger'deki doğulu işçiler pansiyonuna, ilk kez yağışlı, soğuk
bir günde gitti. Koğuş yönet_icisi, onu, ilk önce, loş bir barakaya gö
türdü. Yağmur barakaların pencerelerinde trampet çalıyordu.
- Riyabina, işte burada yatıyordu. Tanıyor musunuz kendi-
sini?
Orlov:
- Evet, dedi. İçini öyle bir hüzün kaplamıştı kj, gözyaşlannı
güç tuttu: "Demek ki, benim sevgili insanımı burada işkenceden
geçirmişler! ..
"
' Barakanın kapısı açıldı ve içeri koşa koşa kadınlar girdi. Islak
giysileri vücutlanna yapışmıştı, yalın ayaktıla�, yüksek sesle, hay
kırarak konuşuyorlardı. Yönetici:
- Kesin gürültüyü ... Misafir var, diye bağırdı.
Kadınlar, Orlov'a ürkek gözlerle baktılar. �ir Alman subayın
dan kötülükten başka ne bekleyebilirlerdi! Aleksandr İvanoviç
Rusça konuşmaya başlayınca sırtlannı çevirdiler ve dağıldılar. Ba
rakanın ortasında duran bir kadın:
- Bu uşak ne anyor burada? .. diye bağırarak söylendi.
Koğuş yöneticisi, iri kara gözlü, ince endamlı genç kızı yamna
çağırdı:
- Galya, bay subay Varka Riyabinina ile ilgileniyor? Anım-
sıyor musun Varka'yı?
- Elbette anımsıyorum. Nerede şimdi o?
Orlov, derhal yanıtladı:
- Öldü ... İntihar ettiğini söylüyorlar. Öldürmüşler ... Sonra
da bu yalanı uydurmuşlar ... dedi.
Aleksey İvanoviç, hızla geri dönerek kapıya yöneldi. Ardın
dan ıslak paçavralar, teneke maşrapalar yağmaya başla�ı. Bir tuğ
la Orlov' un beline rastladı.
Ertesi gün, iyj ki, Nikandrov Haydelberg'ten dönmüştü. Or
lov, ona olup bitenleri anlattı.
Nikandrov, öğle yemeği için Meçka'ya gitmelerini önerdi:
595
- Çoktan gitmeliydik. Yeni haberler duyarız hem de...
Restoranda, tam karşılarındaki masada, Harkov'un eski Gar
nizon Komutanı Zverev'le Binbaşı Kalugin oturuyordu. Vlasov'un
ikinci tümen komutanlığına atanmış olan şişman Zverev ökçelerini
şaklatarak karşılarına geldi ve dilini ağzında zorla döndürerek:
- Buyurun bizim çadıra ... Binbaşı Kalugin'in ad gününü
kutluyoruz. Buyurun, dedi.
Orlov yadsımak üzereydi ki, Nikandrov, ondan önce davrandı:
--'- Davetinizi memnuniyetle kabul ediyoruz, Grigoriy Alek
sandroviç...
Zverev, Sovyet savaş tutsakları arasından yeni kurulmakta
olan tümenine adam kandırmak için gittiği Norveç'ten henüz dön
müştü. Bu bakımdan Nikandrov onunla görüşmek istiyordu.
Kalugin için kadeh kaldırdılar. Zverev konuşmaya başladı:
- Ştorfozen adasındaki kampa gittim doğruca. Rezilleri etra
fıma toplayarak bir nutuk çektim. Bakhm, hepsinde surat bir karış.
Onlara yeni Alman silahından söz açtım. Sırıtmaya başladılar. Es
kiden tanıdığım Albay Makarov'u yanıma çağırdım. "İvan An
dreeviç," dedim, "Ne bu hal?" "Hiç, dedi, işler iyi gidiyor, çalışıyo
ruz, yeni yollar açıyor ve bekliyoruz." "Ne bekliyorsunuz?" diye
sordum. "Almanların ve onlarla birlikte sizin teslim bayrağını çe
keceğiniz günü bekliyoruz." demez mi it! Derhal surahna bir şa
mar aşkettim ve emrimi verdim.
Orlov sordu:
- Kurşuna dizmelerini mi emrettiniz?
- Ya, kurşuna ... Tuvalete athlar. Orada boğuldu.
Orlov, dayanamayacağını, herifin sarhoş surahna yumruğu
indireceğini ya da tabancasındaki bütün kurşunları göğsüne boşal
tacağını anladı. Bu yüzden kalkh, olanca soğukkanlılığı ile:
- Baylar, arabayı kilitlemeyi unutmuşum, diyerek yürüdü.
Döndüğü zaman: "Allaha şükür hiçbir şey çalınmamış ... " diye gü
lümsedi.
596
Zverev gevezeliğini sürdüriiyordu:
- Delikanlı meğer şarlatanın biriymiş. "Neden somurttukla
rını anlamadınız mı, efendim? Moskova Radyosu'nu dinliyorlar da
ondan ..." dedi. Bağırdım: "Söyle radyolan nerede? Söylemezsen
kafanı koparacağım!" O korkmadan yanıt verdi: "Efendim kafama
acırım. Çünkü keserseniz yerinde yenisi bitmeyecek. Radyoya ge
lince, bu konuyu, üçüncü barakadaki Teğmen Buligin'le konuşun.
Tabii ilk önce söylemeyecek, fakat biraz sıkıştırırsanız her şeyi an
latacak... "
Nikandrov masum masum sordu:
- Eee? Siz de sıkıştırdınız mı? Radyoyu buldunuz mu?
• - Kamp komutanlığındakiler acele ettiler ve çocuğu dayak
tan öldürdüler.
Zverev artık tamamıyla sarhoştu. Bergen'de zengin bir Nor
veçli kadının kendisine nasıl aşık olduğunu aiılafmaya koyuldu:
- "Sizsiz yaşayamayacağım, aşkıma aşkınızla karşılık ver
mezseniz yaşamıma son vereceğim!" dedi. Milyonları, üç katlı bir
villası ve bir de yatı varmış. Ama boyunu görseniz, iki metre ...
Ayakkaplan kırk altı numara.
Nikandrov, artık bu gevezeden yararlı bir şey çıkmayacağını
anladı ve· kalktı:
- Özür dilerim, Grigoriy Aleksandroviç, gitmemiz gereki
yor...
Orlov'a da "kalk" işareti yaptı.
Nikandrov, ayrılmak üzereyken:
Kaç kişi getirdiniz? diye sordu.
Norveç'ten mi? Kırk iki... Kırk üçtüler. Biri yolda kaçtı.
Adı ne?
Kimin?
Kaçanın?
Cerjinski'nin adı: Feliks. Soyadı? Şimdi anımsayacağım ...
Martinov.
597
Zverev kaçağın soyadını söyleyince Nikandrov sapsan kesil
di. Orlov buna hiçbir önem vermedi. Nikandrov:
- Nerede kaçh? diye sordu.
- Anımsamıyorum. Bertrofta mı, Noyhavz'da mı, yoksa
başka yerde mi? Bilemiyorum. Hamburg'da henüz bizimleydi.
Nikandrov, Orlov'a:
- Haydi, gidelim, dedi.
Dışarısı karanlıktı. Şurada burada koyu mavi lambalar göz
kırpıyordu.
Nikandrov susuyordu. Orlov sordu:
- Canını sıkan bir şey mi var?
- Hayır. Her şey normal.
Orlov, Nikandrov'un asıl soyadının Martinov olduğunu ve
1941 sonbaharında iz bırakmadan kaybolan Feliks Martinov'un da
oğlu olduğunu nereden bilsindi.
598
olan Milerovo cezaevinde (Almanlar, orada Ruslara suda haşlan
mış buğday veriyorlarmış, otuz binden fazla savaş tutsağı dizante
riden ölmüş) ve Harkov cezaevinde bulunmuş, kışın yalın ayak
Vladimir-Volinski'ye kadar yürütülmüş, Nümberg yöresindeki sa
vaş tutsaktan kampında açlık ç�kmiş, hücrelerde yahnlmış, bom
bardımanlarda yıkılan yapılann kalınhlannı taşımış. Her şeye da
yanmış. Çünkü genç ve dinçmiş.
Oradan Norveç'in Ştorfozen Adası'na götürülerek maden
ocaklannda çalışhnlmış, orada da dayanmış çünkü gençmiş ve ar
kadaşlan ile aralannda sıkı bir dayanışma varmış, birbirlerini güç
lendirirlermiş. Kampta aralannda "kolhoz" <;füzenince yaşıyorlar
mış, üçer ve beşer kişilik gruplar oluşturmuşlar. Aralannda şu çe
lik yasa hüküm sürüyormuş: "Birimiz hepimiz için, hepimiz biri
miz için." Mihail Nikitoviç, aradan yirmi 'iıiç yıl geçmiş olmasına
karşın kendi kolhozunu unutmamıştı: Kendisi, Tula yöresinden Se
mön Pavlaviç Gorohov ve Kiev' den Mihail Andreeviç Kojin. Kom
şu kolhozdakileri de anımsıyordu: Leningrad yöresinden Mühen
dis Födor İvanoviç Semenkov, Astrahan'dan Mihail İvanoviç Ter
novski ve yine Astrahan' dan Mihail Evkin.
- Diyelim ki, Gorohov Yoldaş bugün hasta, demek ki, ben
ve Kojin üç kişi için çalışacağız. Ertesi gün ben yataktan kalkamı
yorum, ötekiler benim için de çalışacaklar. Her üçümüzün de has
ta olduğu günler olurdu. Böyle hallerde komşulanmız bizim için
de çalışırlardı.
Benim Feliks bu kolhozlardan birindeymiş.
Mihail Nikitoviç şunu da anlath:
- Bizim kampa Vlasovcular iki kez geldi. Zverev bunlardan
biriydi. Bizi hem birer birer hem de takımca yanına çağırdı, nutuk
lar çekti, "tatlı yaşam" ve bol para vaadinde bulundu. Tehditler sa
vurdu. Fakat, amacına ulaşamadı. Büyük bir çaba harcayarak sade
ce sekiz ya da on kişiyi kandırabildi.
599
Benim oğlum da kandırdık.lan arasındaydı demek. Vorojeykin
üzüntümü görünce:
- Feliks, "Almanya'ya varınca derhal kaçacağım," dedi.
Oğlum için daha fazla bir şey öğrenemedim. Nadyaağım bü
tün gece ağladı. Hiçbir zaman kapanmamış olan yarası yeniden de
şilmişti.
Bir süre önce, bir turistler grubuna kablarak Norveç'e gittik.
Deniz kıyısından, uzaklarda sisler arasında görülen kayalık adaya,
oğlumun çok ağır günler geçirdigi adaya uzun uzun bakbk.
600
- Hele gelsin bakalım.
Jilenkov, daha kapıdan, sağ elini başının üstüne kaldırarak:
- "Yaşa!", diye haykırdı.
Vlasov, yanın ağızla:
- Guten Morgen, diye mırıldandı.
- Benim taslak onaylandı, kabul edildi.
Vlasov kaşlannı çath:
- Gene ne uydurdun? Ne taslağı imiş o?
- Size anlatmak olanağını bulamadım. Çünkü o sırada Mü-
nih'teydiniz. Kısaca anlatayım: Sovyet geri cephesine vurucu grup
lar gönderilmesine ilişkin bir taslak bu. Bunlar ilk zamanlarda se
:
kiz kişiden oluşacak. Yeni Alman silahı kullanılmaya başladıktan
sonra harekete geçecekler. Radyo istasyonlannı, telefon-telgraf
merkezlerini, demiryolu istasyonlannı, havaala.nlannı ele geçire
cekler.
Vlasov, Jilenkov'un yüzüne şaşkın şaşkın bakıyordu.
- Bundan başka, yerel örgütlerin yörıeticilerini, yeni as�eri
yöneticileri öldürecekler.
- Fantazörlükte eşiniz yok, Bay Jilenkov...
- Biz, Sovyetlerin cephe gerisine akıllı, cesur, güçlü ve kut-
sal davamıza sadık insanlar göndereceğiz.
Vlasov karş1sındakinin yağlı yüzüne bakıyor ve kendi kendi
ne, "Ah tilki seni... Aklın fikrin kadında, yiyecekte ve böyle kumaz
lıklarda..." diyordu.
İyi ama, parayı nereden bulacağız?
Verecekler... Hem de beş milyon.
Beş milyon ha? Eh, başlangıç için fena değil.
İlk gruplan Nijni Novgorot, Yaroslavl, Kostroma, İvano
vo, Tver, Orel gibi Orta Rusya bölgelerine, ikinci gruplan Ural, Ba
h Sibirya gibi sanayi bölgelerine göndereceğiz, her şey işte burada
yazılı.
60 1
- Bırak oraya. Truhin haberli mi bu taslaktan?
- Evet.
Bu sırada emir subayı içeri daldı, kapıyı hızla çarpb.
Bu nasıl giriş böyle? Kuduz köpek mi kovalıyor seni?
General, bizimkiler geldiler...
Kim o bizimkiler? Nereye geldiler?
Özür dilerim... Sovyet orduları Oder'e ulaşblar.
Vlasov yerinden sıçradı, pencereye gitti, gözlüklerini çıkanp
silmeye başladı. Yüzü sapsarıydı.
- Bay Yüzbaşı, söylenti yaymayın, cezasını bilmiyor musu-
nuz yoksa?
Moskova Radyosu bildirmiş.
Kim dinlemiş?
Yüzbaşı Kuçinski ...
Beş gün hapis ...
602
- Bizimkiler Oder kıyılarında, diye söylendi.
Sevincimi belli etmedim, Rukavişnikov'a sert bir sesle:
- Haberinize teşekkür ederim. Sizin müsaadesiz gelmeniz
doğru değildi. Başka ne haberler var?
- En önemlisi bu ... Bizimkiler Frankfurt'un karşısında bulu
nuyorlar. Başka neler ilgilendiriyor sizi? Son yaklaşıyor artık...
Son henüz uzaklardaydı. Frankfurt'tan Berlin'e, düz çizgi ile
daha yetmiş kilometrelik bir mesafe vardı. Yani uçakla yetmiş kilo
metre. Tanklar ve piyade, mayınlanmış, beton kazıklarla engellen
miş karada ilerleyeceklerdi. Her tepe kale haline getirilmişti. Ve
radyolar, günün her saatinde Rusların cana':'arlıklarına ilişkin uy
durma haberler haykırıyordu. Sözde, Ruslar Alman çocuklarını bo
ğazlıyor, genç kızların ırzlarına geçiyor, sonra bunları nehirlere,
kanallara ahyorlardı. Barbar komünistler .ve .komiserler, en kor
kunç işkenceler için yanlarında türlü aletler taşıyorlardı. Her askeri
birlik özel açılır kapanır (portatif) darağaçlarını da beraberinde ge
tiriyordu. Sovyet askerlerinin yalnız yollardaki türlü engelleri de
ğil, Göbels ve yardımalarının Alman halkına aşıladıkları kin ve
korkuyu da yenmeleri gerekiyordu.
Berlin yöresindeki son kilometrelerin büyük güçlükler içinde
aşılacağını ve birçok Sovyet askerinin buralarda sonsuzluğa dek
kalacaklarını anlıyordum. Ve kurbanların daha az olması için elim
den gelen her şeyi yapmakla görevliydim. Bu amaçla, düşmanın
savunma çabalarını ve direnme olanaklarını öğrenmeliydim.
603
ğünde hazır bulundu, "Acı! Acı!" diye haykınlarak yeni evliler bir
kaç kez öpüştürüldü, "Hayl Hitler!" çığlıkları savruldu.
Başlangıçta sosyete kurallarına uyuldu. Gelinin eli öpüldü, ök
çeler birbirlerine vurularak kutlama sözleri söylendi, mutluluk di
leklerinde bulundu. Fakat, hiç kimse "Size uzun ömür boyu mutlu
luklar dilerim,", "Bir yashkta kocayın." demedi. Sadece, çabucak
sarhoş olan bir papaz davudi sesiyle "Çok yıllara çok yıllara" du
asını okumaya başladı. Sonra çoğalan sarhoşlar boğazlarını parala
yarak şarkı söylemeye koyuldular. Birisi "Katyuşa" türküsüne baş
ladı ise de çabuk susturuldu ve yaka paça dışarı atıldı.
Yeni evliler odalarına çekildikten sonra, birtakım kızlar ortaya
çıktı, bir sarhoş armonikaa bulundu ve çılgınca bir eğlence başla
dı. Zakutni, kan ter içinde, eski Rus danslarından "Barinya"yı oy
narken yere yuvarlandı, kalkamadı, yardım edecek oldular, kızd�,
öyle yakası açılmadık sövgüler kustu ki, muhafız komutanı Hitro
vo bile şaşh ve ellerini açarak, "Bu adam meğer sövgü ustası imiş
yahu!" demekten kendini alamadı.
Truhin, uzun bir kanepede bacaklanru büzmüş, ölü gibi yah
yordu. Başucunda kızıl saçlı bir genç kız oturuyordu. Truhin, ona
aldınş etmiyor, gözlerini kırpmadan tavana bakıyordu.
Armonikacı "Mançurya Tepelerinde" valsini çalmaya başladı.
Sesle ağlayanlar vardı.
Yine bombardıman gümbürtüleri geldi, ışıklar söndürüldü.
Kızlar ciyaklıyor, Zakutni sövgülerini sürdürüyordu.
604
umutlan arhk tuzla buz olduğu için, herhalde Batı'ya kaçmıştı.
Vlasov da, "Rusya'yı kurtarmaktan" vazgeçmiş, kendi cancağızım
kurtarma kaygılanna düşmüştü.
Bizim gruptakilerin her biri -ben, Orlov ve Rukavişnikov- için
Vlasov'u ortadan kaldırmak işten bile değildi. Ne var ki, Merkez,
_
öldürülmesini değil, diri yakalanmasıru istiyordu.
Aleksey Malgin'le konuşmalarımızı sık sık anımsıyordum. Bir
gün, "Bu canavan öldürmeye hazınm," demiştim. Malgin, "Sana
böyle bir ödev vermiş değiliz, yargılanacak!" diye karşılık vermişti.
Şimdi, Vlasov'un kansırun ardından Batı'ya kaçmasını ve böy
lece haklı, adaletli öçten yakasını sıyırmasını qnlemek için önlem
ler almalıydım. Bu amaçla, ardından, ben de Karlovy Vary'e gittim.
Onlann bu son günlerinde, Rusya Halklan Kurtuluş Ordusu
Komitesinde Malişkin'le Jilenkov'un sözleri ağırlık kazanmıştı.
Hatta günde birkaç kez yaptıkları toplantılar bile, Malişkin'in yer
leştiği Richmond Oteli'nde gerçekleştiriliyordu. Vlasov bu toplan
tılara, şaşkın, perişan, süklüm püklüm gidiyor, Malişkin'in, kendi
lerini bekleyen karanlık geleceğe ilişkin sözlerini ve Jilenkov'un
fantastik haberlerini başı eğik, dinliyordu.
Dolaşan söylentilerin doğruluk derecesini anlama olanaklannı
da yitirmişlerdi. SS Rayhsführerinin aracılan ve özel temsilcileri
olan Kregerler, Ştrikfeldler ortalıkta görünmüyorlardı artık. Ober
führerler, hauptsturmführerler,26 gruppenführerler kendi başlan
nın çaresini anyorlardı.
Hemen hemen her dakika ortaya atılan türlü türlü ve akıl al
maz söylentileri şimdi anımsayamıyorum. Jilenkov, Yalta Konfe-
,
ransını, sanki orada bulunmuş gibi anlatıyordu.
Zakutni, bir gün kulağıma şu haberi fısıldadı:
- Vlasov'la Jilenkov, dün bütün gün, Churchill'e bir mektup
605
yazmak için çabaladılar. Aman bize dokunmayın, yardım edin, si
/1
606
Yirmi Nisan gecesi kalede çetin bir fırhna esiyordu. Gök gür
lemesine top sesleri karışıyordu.
Hücrelerle koridorlarda bütün ışıklar söndürülmüştü. Muha
fızlar, ellerinde el fenerleri, sağa sola koşuşuyor, savaş tutsaklannı,
tekme ve sövgülerle ayağa kaldıny?rlardı:
- Schnell! Schnell! Haydi meydana!
Mihail Födoroviç Lukin, pantolonunun kemeri albna diktiği
düğmeleri bir daha yokladı. On taneydi bu düğmeler. Üstbaş yok
laması sırasında, muhafızlann, bunlann neden yerli yerinde dikil
medikleri sorusuna, Lukin, derhal şu yanıh veriyordu:
- Yedek düğme bunlar ... Yerli yerindekiJer kopup yitince,
bunlardan birini hemencecik yerine dikiyorum.
Oysa, düğmelerin alhna, kemer astan ile kumaş arasına, Pilot
Yarbay Nikolay İvanoviç Vlasov'un Sovyetler Birliği Kahramanı
Yıldızı dikilmişti.
Yarbayı, 1944 yılının Ağustos ayında, apoletleri ve göğsünde
ki Sovyetler Birliği Kahramanı Yıldızı ile getirmişlerdi. Şaşılacak
bir şeydi bu. Çünkü Almanlar, savaş tutsaklannın rütbe işaretleri
ni ve madalyalannı kopanp alıyorlardı. Sonradan her şey anlaşıldı:
Nikolay Vlasov, Almanlara, "Bunlan ben sağ kaldıkça koparamaz
sınız. Hele bir deneyin, gebertirim sizi, boğanın sizi..." demiş.
Ve o, kale zindanda bu altın yıldızı ile dolaşh.
Vültsburg'dan kaçmak kolay değildi, hemen hemen olanak
sızdı. Nikolay İvanoviç, bu olanaksızlıklan göze ald ı, kaçmaya ka
rar verdi. Karannı Lukin'e söyledi.
- Pekala, kaç. Gençsin, dinçsin. Ben de sakat olmasaydım...
' En ince ayrınhlarına dek iyice hazırlanan kaçma, Doktor Dub
rovski'nin korkaklığı yüzünden başarılı olamadı. Nikolay İvanoviç
yakalandı. Bauthavzen'e gönderilmek üzere son kez avludan geçi
rilirken, tanınmayacak duruma getirilmiş kanlı yüzünü yukarı kal
dırdı, pencerede Lukin'i gördü, ayağı ile bir taşı işaret etti, onun al-
607
tında bir şeyler bulunduğunu böylece anlatmış oldu.
Lukin, dışarı çıkarılmasını sabırsızlıkla bekledi, dolaşırken,
kimseye sezdirmeden taşı kaldırdı ve altından, kağıda sanlı bir
şeyi aldı. Kağıtta, "General Yoldaş, başıma bir hal gelirse yıldızı
saklayıp koruyun ve yurda götürün." yazısı vardı.
- Schnell! Schnell! (Çabuk) Kale meydanına!
Birisi:
- Sonumuz geldi, yoldaşlar! dedi.
Dörder dörder sıraya dizerek, "İleri, marş!" komutunu verdi
ler. Kalede sadece ağır hastalar (General Şevçuk, General Sotenski,
Teknisyen Doljenka ve Mühendis Volginin) kaldı.
- Schnell! Schnell!
Elveda Vürtsburg kalesi! Korkunç zindanlannla kahrol!
Kale dışına çıkarıldılar. Top sesleri susmuştu. Revirde yatan
Teknisyen Doljenko, çığlıklar ve vuruş sesleri duydu. Sonra bunlar
da kesildi.
Doljenko, akşamüstü emekleyerek revirden çıktı. Şatonun gi
riş kapısı önünde Sergey Anisimoviç Şevçuk'un ve Vladimir Niko
laeviç Sotenski'nin insan kılığından çıkarılmış cesetleriyle karşılaş
tı. Yörelerindeki taşlar kanlıydı. Generallerin taşla öldürüldükleri
anlaşılıyordu. Doljenko'yu herhalde unutmuşlardı ya da acele et
tiklerinden yetişmeye vakitleri kalmamıştı.
608
Jilenkov daha büyük bir coşku ile Vlasov'u tersledi:
- Kanşhrmasan iyi olur Himmler'i... Adamın başında ateş
ler yanıyor. Bizimle uğraşmaya vakti var mı Himmler'in!
Truhin susuyor ve Vlasov'un Himmler'den söz ederken
yüzünde beliren korku ve çekinken�iği alaya bir sarhoş gülümse
mesiyle izliyordu.
Jilenkov tartışma sırasında, fırsat buldukça, konyak kanşhrdı
ğı birasını çekiyor, çiğ çiğ sosisleri ahşhnyor ve sözünü sürdürü
yordu:
- Bir Amerika, Amerika tutturmuşsun. Boş elle alır mı bizi
Amerika? Neyi oluyoruz biz? Prag'ın anahtarlar.mı onlara biz tes
lim etmeliyiz. Hem de gümüş tepside ...
Truhin yüzündeki sarhoş gülümsemesiyle söze karıştı:
- Anahtarları gümüş tepsiden alırlar ve soıva bizim kıçımı
za birer tekme vuraraktan ...
Gece bir karara vardılar nihayet: Almanları aldatarak birinci
ve ikinci tümenleri cepheden geri çekecekler ve Çekoslovakya'ya
getirecekler. Bunyaçenko komutasındaki birinci tümen, bir yolunu
bulup Deçin şehrine girecek ve oradan da Prag'a taarruza geçecek.
İkinci tümen ise doğruca Prag' a sürülecek!
Amaçlan; Prag'ı Sovyet birliklerinden önce ele geçirerek Ame
rikalılara teslim etmek...
Truhin'in bu işe pek aklı yatmadı:
- Stalin, Churchill ve Roosevelt, kimin nereleri alacağını
çoktan kararlaşhrdılar bence...
Jilenkov:
- Olabilir, dedi. Biz Amerikalılara yardım edelim de, sonra
ne olacak, görürüz.
İyi Almanca bilen Kalugin'i, sivil giysi ile, Bunyaçenko'nun
tümenini arayıp bulmaya gönderdiler. Truhin, elindeki yedek kim
liklerden birini Kalugin'e verdi. Artık adamın adı Haynrih Krav-
609
ze'ydi, Knop-Bremze fabrikasında mühendis olarak çalışıyordu.
Kendisini törenle gönderdiler. Jilenkov, haç çıkardı ve alnından
öperek:
- Kaderimiz senin elinde, dedi.
Kalugin, Bunyaçenko'yu çabucak buldu ve tümen üç gün son
ra Deçin'e getirildi, oradan da Prag'a yola çıkarıldı.
Tümenle birlikte giden Senön Riyabov'dan bir süre sonra şun
ları öğrendim: Tümendekilerden bazdan, doğrudan Amerikalılara
teslim olmalarını, bir kısmı da hem Almanlarla hem de Amerikalı
larla ilgilerini kesip Sovyet Komutanlığı ile bağlanh kurarak bağış
lanma dileğinde bulunmalarını istiyorlarmış. Aralarında hırgür sü
rüp gitmiş.
610
- Siz kimlerle savaşıyorsunuz? Almanlarla mı, Ruslarla mı?
diye sorunca Vlasov belirsiz bir yanıt verdi:
- Hiç kimseyle... Size yardım etmeye geldik.
Tam o sırada bir sarnıç otomobil gelip yanlarında durdu. İs
pirto ile dolu olan sarnıç, Almanlardan çalınmıştı. Etrafı derhal
Vlasovlarla sarıldı ve... çılgınca sarhoşluk başladı.
Öç
Vlasov, 11 Mayıs gecesini, Jebrak'ın güneyindeki bir şatoda ge
çirdi. Dar ve yüksek odalar küf ve nem kokuyordu. Vlasov'u ikinci
kattaki yatak odasına yerleştirdiler. Şato bekçisi, aynı yatakta, bir
zamanlar, imparator Frans-Jozef'in yatmış olduğunu övünerek an
lattı.
İçerisi buz damından farksızdı. Vlasov, şöminenin yakılması
nı istedi. Odun buldular, benzinle tutuşturdular. Fakat baca çekmi
yordu, oda dumanla doldu.
Vlasov'un çevresinde yakınlarından hemen hemen kimse kal
mamıştı. Jilenkov dal;ıa Karlovy Vary'de, Truhin'le Malişkin de Ra-
61 1
kovnik'te kayıplara karışmışlardı. Zakutni de, yine oradan, "Sağlı
cakla kaim!" diye bir tezkere bırakarak otomobille kaçmışh.
Vlasov, o gece Orlov'a:
- İnşallah siz bırakmazsınız beni, dedi.
- Olur mu öyle şey General?
Ertesi sabah beklemedikleri bir haberle vurulmuşa döndü: Al
bay Jurov başta olmak üzere, on sekiz subay, sabaha karşı tüymüş
lerdi. Kırk yedi askerle astsubay onlarla birlikte gitmiş, ne kadar ya
kıt ve yiyecek varsa onlan da arabalara yükleyerek götürmüşlerdi.
Yüzbaşı Kuçinski, Albay Jurov'un kaçışını görenleri sorguya
çeker�en:
- Neden gelip haber vermediniz? diye deli gibi bağırıyordu.
- Jurov, bize, generalin emriyle öncü olarak gideceklerini
söyledi.
612
başı Kuçinski'yi götüren Dovgas, benim yakın arkadaşımdır. Bura
dan şeye... İspanya'ya gideceğimizi söyledi...
- İspanya'ya mı? Amma yaphn ha!
- Şurka Dovgas'ın duyduğuna göre, Franko, sözde, bizim
generale davetiye göndermiş.
Kamzolov, böyle gereksiz şeyleri konuşmasan iyi olur.
- Başüstüne efendimiz ... Hah, tuttum, işte Moskova efendi
miz ...
Ünlü spiker Levitan konuşuyordu: "Sovyet ordulan Avrupa
halklannı faşistlerden kurtardı. Sözüm ona yeni düzen, Avru
pa' dan tamamıyla kaldınldı. Almanya'daki faşis! devlete son veril
di ve böylece Alman halkı da faşizm belasından kurtulmuş oldu.
Şimdi, gerek Avrupa gerekse tüm dünya halklan, barışı yerleştir
me göreviyle karşı karşıya bulunuyorlar."
İsterik bir haykınş kanşh: "Achtung! Achtung!"
- Bu da ne, Kamzolov...
- Moskova'nın sesini boğmaya çalışıyorlar, efendimiz.
Bir kadın sesi duyuldu: "Pravda'nın başyazısını verdik. Şimdi
müzik dinleyeceksiniz: Oginski'den Polonez ..."
"İspanya'ya ha? O artık her yere gitmeye gönüllü. Yalnız ka
çabilsin... "
- Bakın, efendimiz, Resler sivil giyinmiş...
Resler, Orlov'a:
Biliyor musunuz nereye gidiyoruz? dedi.
- Nereye?
- Yedinci Amerikan Ordusu Karargahına, General Peç' e.
Vlasov, general, siz, yarbay. Ben, üsteğmen. Sivil giyinmeyi yeğle
dim bu yüzden.
"Demek, Yedinci Amerikan Ordusu Karargahına? Amerikalı
lar onu kabul edeceklerdir. Kaçacak yani... Ne yapayım? Nikan
drov burada olsaydı ..." Orlov geniş bir soluk aldı. Herhalde son
613
kırk sekiz saatin olaylarını arumsamışh. Prag'da Krona Oteli'nde,
Yüzbaşı Kolçin merdivenleri koşa koşa çıkıyor ve "Ni.kandrov öl
dü!" diye haykırıyor. "Ah Pavel Mihayloviç, Pavel Mihayloviç! O
kadar çok insanı kurtardın. Ne yazık ki, zaferi göremedin... Benim
için ne ağır bir darbe bu ... N' aparun ben sensiz ... Merkezle nasıl
bağlanh kurabilirim ..."
Bay Orlov, arabada m ı kalacaksınız?
Neden sordunuz?
Valizimi bırakacaktım da... Göz kulak olun.
Olur... Viktot Adolfoviç, bu Peç sorunu uydurma, değil
mı'?.
614
öldürürüm namussuzu. Diri teslim etmem onlara. Arkasından vu
racağım. 'Sovyet devleti adına ölüme mahkum edildiniz!' diyece
ğim."
Kamzolov döndü:
Efendimiz Dovgas geldi mi?
- Hayır.
- Gitti saatim... Efendimiz: general hazretleri geliyorlar.
Vlasov, şatonun merdivenlerinde durmuştu. Her zamanki gi
bi, yan askeri üniforması ile idi. Gözlerinde iri gözlükleri ve elinde
bir valiz vardı.
Bekledikleri araba geldi. Yöneticisi Dovgas'h. Kamzolov ona
yumruğunu sallayınca, Dovgas saati gösterdi. Arabada bir subay
vardı. Uyuyordu. Uyuyacak zaman mıydı ki?
Orlov, radyonun düğmesini çevirdi. Parazitler arasında bir ka
dın konuşuyordu: "Aşkabat'ta yirmi yedi der�ce; Moskova'da sa
bah saat onda, arh on dört derece idi. Şimdi on sekiz. Akşamüstü
Bah bölgelerinde kısa süreli yağmur bekleniyor..."
- Kapahnız radyoyu lütfen. General yanında başkaları va·r
ken Moskova'yı dinlemek istemiyor. Sevmiyor yani.
- Kamzolov, sen seviyor musun?
- Sanki siz sevmiyormuşsunuz gibi soruyorsunuz. Arhk
Moskova'yı görmeyeceğiz efendimiz.
Başkaları görecek.
- Biz Amerika'yı göreceğiz.
- Seni anlamak pek güç, Kamzolov. Bir İspanya diyorsun,
bir Amerika ...
- Bence hepsi bir. Nereye emrederlerse oraya...
"Saat on biri otuz beş geçiyor. Ne yapayım, ne yapayım? Rus
ya Halkları Kurtuluş Komitesi Başkanı General hazretleri geliyor
lar. Elinde valiz, etrafına göz ata ata geliyor general. Kurtuluşuna
.
kavuşmak üzere olduğu son dakikalarında öldürülmekten korku-
615
yor. Yüzü sapsan. Gözlüklerinin altında gözlerinin etrafı mosmor.
Nereye oturayım acaba? Şoförün yanına mı? İyi ama, ateş etmem
gerektigi zaman Kamzolov engel olmaya kalkışırsa?"
- Aleksey İvanoviç, siz şoförün yanında kalın. Ben arkaya
geçeceğim. Viktor Adolfoviç, hazır mısınız?
- Evet, efendimiz.
- Öyleyse, allahın izniyle yola çıkalım artık.
Tam bu sırada bir haykınş:
- Jurov'u yakalamışlar. Getiriyorlar...
Ne var ki, getirilen, Albay Jurov değildi, onun gibi tıknaz, ge
niş omuzlu bir adam olan bölük komutanı teğmen Kurkin' di. Or
lov ikisini de son günlerde hep birlikte gördüğünü anımsadı.
Kurkin'i sürüklüyorlardı, çünkü yürüyecek halde değildi. Sol
ayağı yalındı, paçası dizine kadar yırtıktı, yüzünde sanki kanlı bir
mask vardı. Truhin'in eski emir eri astsubay Noreyko, elinde ta
banca, Kurkin'in ardından geliyordu. Her şeye karşı genellikle ilgi
siz olan Truhin bile bu adamdan kurtulmak istemiş ve:
- Bu herif hem sersem hem de gaddar, demişti.
Noreyko, koşarak Vlasov'un arabası önüne geçti, put gibi
durdu, kırmızı benekli kahverengi gözlerini belirterek:
- Çalılıklar arasına gizlenmişti. Yakaladık. Anladığıma göre
Sovyet birliklerini bekliyordu.
- Kim güzelleştirdi bunu böyle? Sen mi?
- Evet, generalim. Yaralı olduğu halde kaçmaya çalışıyordu.
Uslandırdım kendisini...
Vlasov arabadan çıkarak Kurkin'in yanma gitti, sessizce süz
dükten sonra ağır ağır sordu:
- Bay Kurkin, bundan sonra ne yapmak niyetinde olduğu
nuzu sorabilir miyim? Bildiğiniz gibi hastanemiz yok. Sizi burada
bırakırsam herhalde öleceksiniz. Fakat birdenbire değil. Acı çeke
çeke. İyi ama, ne diye acı çekeceksiniz?
616
Kurkin konuşacak halde değildi. Birbirine yapışmış mosmor
dudaklarını zorlukla araladı ve duyulur duyulmaz bir sesle:
- Ne duruyorsunuz, itler, vurun beni... diye mınldandı.
Vlasov arabasına doğru yürüdü, kapıyı açmak üzereyken ba-
şını geri çevirdi ve:
- Norayko, gerekeni yerine getir! emrini verdi.
Ve ekledi:
- Kamına çek kurşunu alçağın. Derhal ölmesin köpoğlu kö
pek, kan kusa kusa gebersin. Haydi sür arabayı...
617
sona bash. Baltalı delikanlı arabaya doğru koştu. Ama geç kalmış
h. Araba hızla uzaklaşh. Arkadaki de öyle.
"Saat on iki. Ne yapayım acaba?
"Yol ip gibi uzanıyor."
"Kamzolov neden sağa saph? Bir bildiği var galiba? Neden
sormadı? Bana mı soracak? Kuçinski de arkamızda. Kendisi direk
siyon başında. Deli gibi sürüyor, uçuyoruz."
Yüzbaşı Kuçinski öne geçti. Dovgas, Kamzolov' a bir şeyler
haykırdı. Orlov ne söylediğini anlayamadı.
Frenler gıcırdadı, arabalar durdu. Vlasov battaniye alhndan
başını çıkardı:
- N'oldu? Neden durdunuz?
Kamzolov yanıt vermeden dışarı çıkh, arabanın kapağını kal-
dırdı. Kendi kendine sövdüğü duyuldu. Vlasov:
- Elini çabuk tut! diye bağırdı.
Kamzolov dingin bir ·sesle:
- Şimdi, şimdi, dedi.
Kuçinski'nin arabası, önde, 33 rakamlı kilometre taşının ya
nında çapraz duruyordu. Orman sessizdi. Bir dakika sonra bir
uğultu duyuldu. Şoseden arabalar geliyordu.
"Bu da ne? Amerikalılarla karşılacakları yer burası herhalde.
Ne yapayım acaba? Amerikahlar gelir gelmez Vlasov arabadan
inecek."
Çalılıklar ardından insanlar �rladı. Çoktular.
"A, bunlar bizimkiler... Tankçılar... "
- Eller yukarı!
"Benim kim olduğumu bilmiyorlar mı? Beni de Vlasov'un
adamı sanıyorlar... "
Orlov ellerini kaldırdı. Bir üsteğmen, tabanca kılıflı palaskası
nı çıkardı, nezaketle, sessizce ceplerini yokladı. Otomatik tüfekli
askerlere, "Gözünüzü açın!" emrini verdi.
618
"Bir şeyler söylemeliyim ... "
Yoldaşlar...
Sus ...
Anlamıyor musunuz, yoldaşlar...
Sus, it!
Vlasov'u arabadan indirdiler. Gözlüksüzdü, sövüyor, direni-
yordu. Bir tankçı, ardından, boğazına doladı ellerini.
Kuçinski, Resler'e bağırdı:
- Uzat ellerini ...
Resler, sapsan, şaşkın, ellerini uzath.
Kuçinski'nin arabasuun beş metre ötesinde, bir T-34 tankı dur-
du. Bir albay dışarı fırladı.
Orlov, ona döndü:
- Albay Yoldaş, bir dakika...
Albay, Orlov'a göz ucu ile bakarak önlerinden geçti sessizce.
Kuçinski'nin arabasına gelmiş olan subay, albayın yanma giderek
selam durdu. Yüksek sesle, tane tane, hatta biraz da coşku ile rapc;>
runu verdi:
- Albay Yoldaş, vatan haini Vlasov'u yakalama harekah ha
şan ile gerçekleştirildi. Bizden kayıp yok. Harekata, 25. Tank Ko
lordusunun 1 62. Tank Tugayına bağlı Özel Şube Komutam Vinog
radov, Tugayınızdan İgnaşkin ve erler kahldı. Kamzolov ve Dov
gas, vatan haininin yakalanmasında bize yardım ettiler.
- Teşekkür ederim, Yakuşev Yoldaş ... Teşekkür ederim,
tankçı yoldaşlar.
Tarıkçılar bir ağızdan bağırdılar:
- Sovyetler Birliği'nin hizmetindeyiz...
Albay şapkasını çıkararak, terini sildi, tankçılara gülümsedi:
- Görevimiz sona erdi, çocuklar...
"Vlasov'a bakan olmadı. Vatan hainine kimse bakmadı, kimse
bir şey sormadı... "
619
Albay Yoldaş, bir dakika...
Bana yoldaş diye hitap etmeye hakkınız yok. Soyadınız ne?
Orlov... Aleksey İvanoviç.
Sizi dinliyorum, Orlov.
Ben Sovyet ordusunda yarbayım...
İyi ama, benim karşımda bir Alman subayı var.
Ve albay, Yakuşev'e döndü:
- Gidelim artık, Mihail İvanoviç...
Vlasov tekrar arabasına bindirildi. Alt çenesi daha fazla sark
mış, dudakları morarmıştı. Boğuk bir sesle:
- Gözlüklerim? dedi.
Buldular. Bir camı kınlmıştı. Bir tankçı, Vlasov'un bumuna
yerleştirdi ve kendini tutamayarak güldü. Vlasov, kinden çarpılmış
suratı ve tek camlı gözlüğü ile gerçekten de gülünçtü.
Yüzbaşı, tankçıya mırıldandı:
- Kostin, sinemada değilsin...
Kostin gülmesine egemen olamıyor ve kıkır kıkır gülüyor, di-
ğer erler de, subaylar da gülmeye başladılar.
Yüzbaşı Yakuşav:
- Yeter! diye bağırdı, ama o da güldü.
Şaşılacak şey, Resler de gülüyordu. İlk önce yüzünde korkak
bir gülümseme belirdi, kimse aldırmadı. Sonra sınth, daha sonra
da kahkahalarla gülmeye başladı.
Gülmeye ilk başlamış olan tankçı, "N'oluyor bu tutukluya?"
diyerek Resler' e baktı. Sonra yüzündeki gülümseme silindi ve:
- Siz ne diye gülümsüyorsunuz! diye bağırdı.
Resler, hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
620
duş alıp, hraş olup sere serpe uzanabilseydim... Seröjka, bazen 'Se
re serpe uzanayım .. .' derdi. Kira, Kira ... Sen de mi, Alöşa Nasıl ya
pabildin bunu, Alöşa!"
Resler fısıldadı:
- Nereye götürüyorlar bizi�
Orlov, rolüne devam ediyordu:
- Bilmiyorum. Nereye gerekiyorsa oraya ...
Bir evin dış kapısı önünde, Orlov'un tanımadığı bir tuğgene
ralle, çok iyi tanıdığı Korgeneral Bolotin, subaylar ve sivil giysili ki
şiler duruyordu.
Albay raporunu vermeye başladı:
- Ben Albay Mişçenko... Vatan haini Vlasov'u yakalama ha
rekah ...
Hepsi de Vlasov'un bulunduğu arabanın ya,nma geldiler. &şı
dizlerine bakan Vlasov'u gördükten sonra uzaklaşmaya başladılar.
Orlov:
- Korgeneral Yoldaş ... diye bağırdı.
Bol�tin başını çevirdi, Orlov' a dikkatle bakhktan sonra hızla
yanına gitti.
- Aleksey İvanoviç!
Sonra emretti:
- Derhal serbest bırakın!
Tankçılar şaşırmış durumdaydılar.
Bolotin generali yanına çağırdı:
- Evgeniy İvanoviç, bu...
- Anladım.
Orlov arabadan indi. General elini uzath:
- Fominih.
- Orlov.
Resler, dehşet dolu gözlerle Orlov'a bakıyordu. Vlasov başını
kaldırmadı.
62 1
Bolotin, üzüntülü bir.sesle:
- Martinov'un durumunu biliyor musun? diye sordu.
Orlov hayret içindeydi:
- Martinov mu?
- Galiba size gerçek soyadmı söylememiş. Ağır yaralıydı.
Umutlar kesilmişti. Bugün haber aldığıma göre, kendine gelmiş ve
ilk önce seni sormuş ...
General Fominih yanlanna geldi:
- Müsaadenizle. Bu köpoğlunu Drezden' e götüreceğim. Ma-
reşala göstermem gerekiyor.
Kamzolov da yakınlanndaydı. Orlov takıldı:
- Saatini aldın mı?
Komzolov elindeki saati uzath.
Orlov bakh: Saat tam on üçtü. 12 Mayıs 1945'in saat on üçü ...
622
Jilenkov, İnsburg bölgesinde Amerikalıları bulmuş. Malişkin,
Füsen yakınlarındaki 20. Amerikan Kolordusu Karargahına ulaş
mış, oradan Yedinci Amerikan Ordusu Komutanı General Peç'e
gönderilmiş.
Jilenkov ve Malişkin, Asburg �hrindeki savaş tutsakları kam
pında buluşmuşlar ve daha üç vatan haini ile birlikte, Frankfurt am
Main yakınlarındaki Oberuzel şehrinde bulunan, Amerikan casus
luk kampına götürülmüşler. İyi Rusça bilen Teğmen Stuart ile Bin
başı Sandres'in emrine verilmişler.
Bir süre Florida villasında kalmışlar ve Amerikan istihbaratı
için bol bol "raporlar" yazmışlar.
Jilenkov, Amerikahların, özellikle Sandres'in pek hoşuna git
miş. Sandres, onun, Maksimov adı altında Münih'te istihbarat işle
rinde çalışmasını uygun görmüş. Jilenkov, bu· ''başarısına" pek se
viniyor ve eski şefi Vlasov'la alay ediyormuş: "Kör kedi gibi yaka
landı budala. Z.amanında kaçamadı dangalak." diyormuş.
Bizimkiler, Amerikalıların gizlemelerine karşın, Jilenkov!la
Malişkin'in yerini öğrenmişler ve geri verilmelerini istemeye başla
mışlar.
Her �si de, 1 Mayıs 1946'da değişim yerine getirilmiş. Maliş
kin, Sovyet subaylarını görünce ağlamaya başlamış. Jilenkov da ge
risin geriye kaçma girişiminde bulunmuş. Yakalanmış. Korkudan
tir tir titriyor ve "İstemiyorum! Gitmeyeceğim!" diye haykırıyor
muş. Sonra dinginleşmiş ve Binbaşı Senders'le görüşmek istemiş.
"Beni limon gibi sıktınız. Şimdi de başınızdan atıyorsunuz." demiş.
Amerikalı omuzlarını kaldırarak, ''The life... Yaşam böyle... " diye
ilgisizce söylenmiş.
Aleksey İvanoviç Orlov, 2 Ağustos 1946 sabahı erken erken te
lefon etti:
- Günaydın, Andrey Mihayloviç. Bugünkü İzvestiya'yı gör
dün mü?
623
Henüz okumadım. Ne var?
Dinle, okuyorum: "Sovyetler Birliği Yüksek Mahkemesi
nin Askeri bölümü, vatan hainleri A. A. Vlasov, G. N. Jilenkov, F.
İ. Truhin, G. A. Zverev ve diğerlerinin davasını sonuçlandırdı.
Bunlar, Alman istihbarahnın ajanları olarak Sovyetler Birliği'ne
karşı aktif casusluk ve baltalama eylemlerinde bulunuyorlardı.
Kendileri de suçlarını itiraf ettiler. Mahkeme hepsini ölüme mah
kum etti. Ve karar yerine getirildi." İşte bu, Andrey Mihayloviç, ne
diyeceksin?
Ne diyebilirim ki... Sadece şunu söyledim!
- Berlin'deki konuşmamızı anımsıyor musun? Her ne ya
parlarsa yapsınlar akıbetlerinden kurtulamayacaklar, demiştik. ..
624
tirildik. Metronun Popine durağı yakınımızdaydı, bu yüzden EKS
PO'ya on dakikada gidebiliyorduk.
Bulunduğumuz evle komşu evde, turistlerden başka, Sovyet
pavyonunda görevli olanlar, Sovyet gazetecileri ve aynca, konser
vermek için gelen sanatçılar vardı. qeceleri her iki ev de gürültülü
oluyordu. Birbirimize misafirliğe gidiyorduk. Her odadan Rusça
konuşmalar ve Rus şarkıları etrafa yayılıyordu. Sanki, Kanada' da
değil, Moskova' da, Leningrad'daydık.
Mavi kaplı pasaportum, mühürle dolmuştu, on gün içinde
otuz iki sergi sarayı gezmiştim.
Bizim pavyona, yeni gazeteleri gözden geçir;mek için sabahla
n gidiyordum. Giriş kapısı çok kalabalık olduğu için, görevlilere
özgü kapıdan giriyordum. Ne var ki, oradan da girmek kolay de
ğildi, birçok meraklı etrafımı sarıyor, kendilerini de beraberimde
götürmemi rica ediyorlardı. Çünkü, her Sovyet turistinin, aynı gi
riş kapısından bir kişiyi daha götürme hakkı vardı.
28 Ekim sabahı serindi. Saint Laurent nehrinden soğuk bir
sonbahar esintisi geliyordu. Aleksey Orlov'la birlikte genellikle
sergiye metro ile gidiyor ve Birleşik Amerika pavyonu yanındaki
durakta iniyordum. Ondan sonra, Saint Helen Adası ile Notre Dam
Adası'nı birbirine bağlayan Kosmos Köprüsü'nden geçip, on daki
kalık bir yürüyüşten sonra bizim pavyona varıyorduk. Bu kez de
öyle yaptık. Kosmos Köprüsü'nü geçtikten sonra Tunus pavyonu
na gittik. Pek güzel bir kız pasaportlarımıza birer mühür bastıktan
sonra memleketine ilişkin bilgi verdi ve içeri daldık. Biraz sonra
ben çıktım, Orlov orada kaldı.
Kiminle karşılaşacağımı bilseydim, ben de acele etmezdim. Ya
da daha önce çıkıp giderdim.
Bizim pavyonun görevliler kapısı yine kalabalıktı. Bu kalaba
lık arasından kolayca geçmenin tek yolu şu idi: Sovyet pasaportu
nu yukarı kaldırarak yürümeye başlıyorduk, oradakiler, gözlerimi-
625
zin içine bakarak kendilerini yanımıza alırız umudu ile bize yol açı
yorlardı.
Kırmızı pasaportumu tam başımın üzerine kaldırmıştım ki, bir
el omuzuma dokundu:
- Bir dakikanızı rica edeceğim, efendim.
Bunu, yabanalık kokmayan tertemiz bir Rusça ile söyledi. Alt
�ş yaşlarında bir adamdı bu. Yüzü sütlaç gibi kırışıktı. Sabahın
soğuk esintisine karşın şapkasızdı, sırtında sadece koyu mavi bir
keten pantolon vardı. Ayakkabıları da eskiydi.
- Özür dilerim, sizi rahatsız ettim. Fakat, bir vatandaşınızın
bir ricasını reddetmeyeceğinizi sanıyorum.
- Ricanıza bağlı.
- Küçük bir rica bu. Ben, karşı kıyıdaki Skuomiş şehrinde-
nim . Bir tarla sıçanı gibi yanınu yöremi yitirdim. Krasnodarlıyım
aslen. Kısacası, Rus'um. Adım, İvan Petroviç Şçeglov. Bizimkilere,
Dünya Sergisi'nde, tabii bizim pavyonda bir resmimi çektirip gön
dermeyi vadettim. Affedersiniz, yani Sovyet pavyonunda. Bir oğ
lum var, çok yalvardı. Fakat, içeri giremiyorum.
Ve elime, savaş öncesi Sovyet yapımı FED makinasını tutuş
turdu (Feliks Edmundoviç Cerjinski'nin kısaltılmış adını taşıyordu
bu makine).
Gözlerine baktım, kötü bakışları hoşuma gitmedi.
- Ne yazık ki, fotoğraf makinesi kullanmasını bilmem, de
dim.
Onu, bir kez daha durakta gördüm, yanında, iyi giyimli, bas
tonlu biri vardı. Bastonlu, beni görünce derhal metroya atladı. Ta
nıdım kendisini ve Orlov'un o anda, yanımda olmayışına üzül
düm. Maykopski idi bu bastonlu.
Kendisini İvan Şçeglov diye tanıtmış olan adam gözlerini ben
den ayırmıyordu.
- Söze geldi mi sizden cesuru yok. .. diyerek bir skandal çı-
626
karmaya çalışıyordu.
Nihayet Orlov geldi:
- Beklettim seni, ihtiyar, Venezüella pavyonunu da bir göre
yim dedim. Fakat, neyin var senin?
Uzaklaşmakta olan Şçeglov'u gösterdim ve olup biteni anlat
hm. Orlov elini savurarak:
- Eski tanıdıklanndan, dedi. Anımsamıyor musun? Limo
nov; Vlasov'un muhafız takımında çavuştu. Çarlık döneminde
Pskov'da polislik yapmış. Bırak şunu ...
627
Maykopski, Maykopski! Şimdiki adın nedir, bilmiyorum.
Merkezin neresi? Montreal mi, Ottava mı, Toronto mu? Belki de
Los Angelos'tan veya Brüksel'den ya da Madrit'ten geldin. Merke
zin, Frankfurt am Main veya Münih olabilir...
Bunları bilmiyorum. Fakat şunu kesinlikle biliyorum ki, şim
di, insanlık düşmanı emperyalizmin emrindesin!
Aklımdan, Julius Fuçik'in ünlü sözü geçiyor:
- İnsanlar, uyanık olun!
628
"kurmay göbeği" salmamışh, hala hğ gibi bir subaydı. Kendisini
her zaman zevkle dinliyordum. Bir gün evinden ayrılmak üzerey
ken, aklıma geldi, Sovyetler Birliği Kahramanı Pilot Yarbay Vla
sov'u sordum.
- Nikolay İvanoviç, zafere üç ay kala Mauthavzen'de öldü.
Kızılbayrak Alayının ölümsüz kahramanları arasında yer aldı. Yıl
dızı, burada, Moskova' dadır.
Romanımın, 1969 yılında Moskova dergisinde yayımlanan ilk
baskısı işte bu sahrlarla sona eriyordu [Yazarın Son sözü, romanın
1972'de çıkan baskısından alınmışhr. -çev.].
Kendisiyle sık sık görüşüyorduk. Bir gün bana, çalışma masa
sındaki mektup yığınını göstererek:
- Gördün mü neler açhn başıma! dedi. Fakat, sesinde bir se
vinç yankılanıyordu. Bütün ömrünce kendisi� değil, vatanını dü
şünmüş olan bu yiğit insan, arhk, Sovyetler Birligi'nde geniş ölçü
de tanınıyor, derin bir saygı ve sevgi görüyordu.
- Memleketin her tarafından mektuplar alıyorum. Me�er
kendilerine komutanlık yaphğım birçok er ve subay beni öldü sa
nıyorlarmış. İşte Teğmen Puhov'un mektubu. Kendisi şimdi yük
sek tarım mühendisi. Kızını evlendirdiğini bildiriyor. Orelli Pötar
Kalaşkinov ise, Moskova'ya geleceğini yazıyor ve beni ziyaret et
mesi için müsaademi istiyor. Elbette çok sevineceğimi bildirdim.
Asker arkadaşlığı sonsuzdur. Vatanımız için kan dökmüş asker ar
kadaşlarını unutanlara insan denemez. Mektupların hepsini yanıt
lıyorum ...
Sovyetler Birliği mareşali, dört kez Sovyetler Birliği Kahrama
nı G. K. Jukov'un, Literatumaya Gazeta'nın 6 Mayıs 1970 tarihli sa
yısında çıkan "Arkadaşlar Üstüne Birkaç Söz" başlıklı yazısını bü
yük bir kıvançla okudum. Yazının yansı Mihail Födoroviç'e ayrıl
mışh. Georgi Konstantinoviç (Jukov) Lukin için şöyle diyordu: "M.
F. Lukin, ordu çevrelerinde, bilgili, geniş deneyli büyük bir komu-
629
tan olarak tanınır. Ekim Devrimi'ne katılmışhr, 1919'dan beri parti
üyesidir. Her gittiği yerde görevini kusursuz olarak yerine getir
miş, yüksek komutanlık becerisi göstermiştir, Partiye ve halkına
sarsılmaz bağlılığı ile örnek olmuştur."
Georgiy Konstantinoviç, Lukin'in, Büyük Vatan savaşma yap
hğı unutul�az katkılan belirtirken şöyle demektedir: "Örneğin, sa
vaş başladığı zaman, 1941 yılı Haziran ayının yedi günü içinde,
düşmanın üstün kuvvetlerini durdurmaya �uvaffak oldu. O gün
lerdeki savaş bültenlerimizde, Şopetovka bölgesinde savaşan bir
liklerimiz, General Lukin'in birlikleri diye anılıyordu. O zamandan
beri hemen hemen otuz yıl geçmiş bulunuyor. Ve ben, savaş bül
tenlerindeki bu deyişi şu sözlerle tamamlamak istiyorum: 'Büyük
yurt bahadırı, gerçekten yılmaz kahraman Lukin'in birlikleri... O
zamanlar, düşmandan değerli yedi gün kazanmak, elbette bir kah
ramanlıkb."
Georgiy Konstantinoviç'in yazısı şöyle sona eriyor: " ... Mihail
Födoroviç'le geçenlerde görüştüm. Elbette eski günleri, başımızdan
geçenleri andık. Onun azmi ve yiğitliği karşısında duyduğum hay
ranlığı açıkça belirtmek gerekiyor. O, savaş yıllarında çok aa gün
ler geçirdi, fakat kişiliğinden hiçbir şey yitirmedi, alçakgönüllü, la
konik,2' Vatan Savaşının ve zaferlerimizin kahramanı olarak kaldı."
Faşizme karşı zaferlerimizin yirmi beşinci yıldönümü günü
kendisine telefon ederek bayramını kutladım.
- Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim, dedi.
- Okudunuz mu? diye sordum.
Sesi titredi, anladım ki, büyük bir heyecan içinde.
- Okudum. Söyleye�ek söz bulamıyorum. Georgiy Konstan-
630
tinoviç'in bu candan ilgisi, benim için son derece değerli. Çok de
ğerli ... Çok. ..
Başka bir konuşmamızda bana şunlan söyledi:
- Sovyet Ordusu, daha savaşın ilk aylannda Hitlercilere öy
�
lesine ağır darbeler indirdi ki, on ar, hiçbir Avrupa memleketinde
· böylesiyle karşılaşmamışlardı. Bunun iyice bilinmesi gerek. Bilin
diği üzere, halkın büyük çoğunluğu ve bu arada tutsaklanmız,
yurtseverce, yiğitçe davrandılar, direniş gösterdiler. Fakat halkın
zaferini, elbette ki, ordumuz; savaşa savaşa Berlin'e varan erlerimiz
ve komutanlanmız kazandı. Aynı zamanda, bu ordu, birçok halkı
faşizmden kurtardı. Onlar Dizim şanımız, övüncümüzdür!
.zafer bayramından birkaç gün sonra Mihail Födoroviç' e tele
fon ettim. Savaşın ilk dönemi üzerindeki konuşmalarımıza devam
etmek için bir randevu istedim. Memnuniyetle I.<abul etti:
- Yann akşam serbestim. Buyur, dedi.
Kendisine iyi geceler dileğinde bulundum. Meğer son gecey
miş. Sabaha çıkamadı.
Krasnaya Zvozda gazetesinin 28 Mayıs 1970 tarihli sayısında
çıkan matem bildiriminde, M. V. Zaharov, S. M. Budyoni, S. L. So
kolov, İ. G. Pavlovski, A. M. Vasilevski, A. i. Erömenko, G. K. Ju
kov, İ. S. Konev ve diğer ünlü mareşallerin imzalan vardı ve şöyle
deniyordu: "Yiğit General, Partinin ve Sovyet halkının sadık evla
dı Mihail Födoroviç Lukin'in canlı anısı her zaman kalplerimizde
yaşayacakhr."
Sovyet halkı kahramanlarının, sadık evlatlannın anılannı,
kuşkusuz koruyacak ve bu adlar, "Halk Kahramanı" denen ulu ki
tapta sonsuzluğa dek yazılı kalacakhr. O
63 1