You are on page 1of 433

1

Christian Jacq
Işık Taşı Serisi Cilt 3
Cesur Paneb
Fransızca aslından çeviren: Ali Cevat AKKOYUNLU
Orijinal adı: La Pierre de Lumiere / Paneb l'Ardent
1. baskı / şubat 2001
2. baskı / eylül 2001
Doğan Kitapçılık


Bu roman, Altın Evi'nin sırlarını bilen ve bunu eserlerine
yansıtmayı başaran, Hakikat Meydanı'nın tüm zanaatkarlarına
ithaf olunur.

2
O
Birinci bölüm
Hakikat Meydanı'na, Teb'in batı kıyısındaki gizli köye
girerek paha biçilmez hazineyi çalmak; işte yasak bölgeye yak-
laşmayı başaran beş kişinin görevi buydu. Vaat edilen inanılmaz
ödülü düşündüğünde, yüzü geniş bir tebessümle aydınlandı çete
liderinin. Kimse, yerel Polis Şefi Sobek bile her şeyi önceden
tahmin edemezdi; hırsızların, yüksek duvarların ardında saklanan
ve loncaya ihanet eden zanaatkardan yardım görecek olmaları,
operasyonun sanıldığından da kolay geçeceğinin işaretiydi sanki.
Hainin kalbi çılgınca çarpıyordu.
Patronuyla birlikte, yeni firavunun taç giymesinin beklen-
diği şu günlerin kargaşasından yararlanarak her türlü tehlikeyi
göze almayı, vurgun işlerinde son derece deneyimli bir haydut
çetesini köye göndererek Krallar Vadisi'ndeki firavun mezarlarım
kazıp süslemekle görevli zanaatkarların büyük bir kıskançlıkla
korudukları Işık Taşı'nı kaçırmayı kararlaştırmışlardı. Hain birkaç
saat sonra, yıllardır yaşadığı, sanatının inceliklerini öğrendiği,
bunca esrarı ve heyecanlı anı paylaştığı loncayı bir daha dön-
memek üzere ardında bırakmış olacaktı. Bu görevi yerine
getirmek için bütün yeteneklere sahip olmasına rağmen, arka-
daşlarının onu ustabaşılığa neden seçmediklerini hâlâ anlayamı-
yordu.
Üzüntüyü, öfke ve bu değerbilmez nankör topluluğu ceza-
landırma isteği izlemişti. Kader önünde yepyeni bir yol açtığında,
hiç mi hiç tereddüt etmedi; loncayı yıkarak zenginliğe kavuşacak,
görkemli bir ev ile büyük bir bahçeye sahip olacak, bir sürü sadık
hizmetkâra emir yağdıracaktı. Usta-başının talimatlarını uygu-
lamak zorunda olduğu bunaltıcı iş günleri olmayacakü bundan
böyle, firavun adına yapılacak karşılıksız işler de. Bundan böyle

3
sadece hayatını yaşayacaktı hain, yeminini ve geçmişini unutması
da çok sürmeyecekti.
Talihi yaver gitmiş, varlıklı ve saygın bir ev hanımı olmaya
can atan eşinin de desteğini kazanmıştı. Uzun bir süre boyunca,
karısının göstereceği tepkiden çekinmiş, niyetini açığa vurama-
mıştı; oysa yanılmıştı işte, hainin eşi de en az kendisi kadar
kararlıydı. Üstelik şimdi derin bir uykuya dalıp horuldayan
nöbetçinin birasına kattıkları uyku ilacını da bizzat karısı hazır-
lamıştı. Bu kez yakındı başarı, öylesine yakın ki hain heyecandan
tir tir titriyordu; sinirlerinin laçkalaşmaması için kendine hakim
olmaya çalışıyor, yıllar süren çabalarının sonunda ödüllendirile-
ceği bu sakin gecenin sükûnetine uymaya çalışıyordu.
Patronunun gönderdiği adamlar birazdan hainin bıraktığı ip
merdivenden tırmanıp duvarı aşacaklardı. Ondan sonra da geriye,
onlara tapınağın yolunu göstermek kalacaktı.
Bir dizi tiz çığlık Cesur Paneb'i uykusundan uyandırdı.
Hakikat Meydanı'nın ustabaşısı ile bilge kadının manevî evlat
seçtikleri otuz altı yaşındaki kara gözlü dev, giderek daha da
güçlü görünür olmuştu. Az uyuduğu doğruydu, ama uykusunun
bölünmesinden de hiç hoşlanmazdı.
— Ne var, ne oluyor? diye sordu karısı Lekesiz Uabet, gözle-
rini açmadan.
— Sen uyu. Ben gidip bakarım.
Daha şimdiden boyu ve ağırlığıyla en az babası kadar iri
olacağını gösteren oğulları Aperti, hâlâ düş görüyor gibiydi.
Gürültünün sorumlusu mutfakta yalpalanarak yürüyor, tüm
hurmaları silip süpürdüğü yetmezmiş gibi, şimdi de ekmek sepe-
tine saldırıyordu.
— Aslında oğlumun ısrarlarına aldırmayıp bu eve girmene
hiç izin vermemeliydim! dedi Paneb, Çirkin Hayvan adını hak
eder görünen tombul kaza.

4
Terbiyesiz, saldırgan ve hırsızdı hayvan, üstelik de doymak
bilmiyordu. Kırmızı gaga ve ayaklarıyla siyah çizgili sarı boy-
nuyla, kahverengimsi kanatları, beyaz karnı ve siyah kuyruğuyla
Aperti'nin en iyi oyun arkadaşıydı Çirkin Hayvan; düşmanlarının
ardına dolanarak kıçlarını ısırıyor, kavgada köpeklerden bile
korkmuyordu.
— Dışarı, diye buyurdu Paneb, yoksa seni kızartırım! Tehdidi
ciddiye alan kaz, şiddetli protesto çığlıkları atmasına rağmen,
dışarı çıkarılmaya razı oldu. Duvarın köşesine saklanmış hain, ip
merdivenden tırmanan ilk haydudu gördü. Yanına gitmeden önce,
tüm haydutların duvarı aşıp toplanmalarını beklemeye karar
verdi.
Birden, beşinci adam henüz ayaklarını yere değdirmişken,
aralarından biri acıyla bağırdı. Kaz gelip baldırını ısırmakla
yetinmemişti, kendine yeni bir kurban seçerek ona da çığlık attı-
rıyordu.
— Saldırıya uğradık!
Kaz saldırılarını yakalanmadan, büyük bir hızla sürdürdü.
Bir yandan karşısındakilerin bacaklarını ısırıyor, öte yandan da
çığlıklarını giderek yükseltiyordu.
Hain şaşkınlıktan donmuş, olduğu yere mıhlanıp kalmıştı;
suç ortakları hayvanı yakalamaya çalışıyor, birbirlerine bağırıp
küfür ediyor, kesin sessizlik emrini unutmuş görünüyorlardı.
Sonunda, hırsızlardan biri kazı boynundan yakalamayı
başardı.
— Şimdi seni boğazlayacağım, pis hayvan!
Adam tehdidini gerçekleştiremedi; Paneb bir yumrukta yere
sermişti haydudu çünkü.
Çirkin Hayvan'ın çığlıklarını duymuş, kazın bunca gürül-
tüyü boş yere çıkarmayacağını düşünerek evden çıkmıştı genç
dev. Sokağa çıkar çıkmaz da gürültünün nedenini anlamıştı tabiî.

5
Kaz tabanları yağlar, hain de bir an önce evine ulaşabilmek
için duvarlara sürünerek karanlıklara karışırken, sağlam kalmış
dört hırsız zanaatkarın üzerine atıldı; güçlük çekmeden adamın
hakkından geleceklerine inanıyorlardı.
Paneb'in dizi ilk saldırganın apış arasında patladı, dirseği
ikincisinin şakağına gömüldü, alnı da üçüncünün burnunu kırdı;
sadece dördüncü haydut yumruğunu genç devin göğsüne vur-
mayı başardı, ama Paneb darbeden etkilenmişe benzemiyordu hiç.
Arkadaşlarının dövüşemeyecek durumda olduğunu gören
dördüncü haydut ip merdivene doğru atıldı.
Tam tırmanacağı sırada Paneb adamın ayaklarını yakaladı,
havada çevirip duvara vurdu.
— Böyle kaçmak var mıydı, cesur adam? Yan baygın hırsız
hançerini kınından sıyırdı.
— Bırak o silahı, dedi Paneb.
Hırsız tehdidini sürdürdü. Birden, karşısındakini tanıdı genç
dev.
— Sen... sen, Hakikat Meydanı'na saldırmaya cüret edersin
ha! Hırsız beklenmedik bir hareketle kendi gırtlağını yardı.
Çirkin Hayvan çığlık atmayı sürdürerek köy sokaklarında
koşuşturduğundan, köy halkının çoğu uyanmıştı artık. Elinde bir
meşaleyle kavga yerine ilk gelen, Çizimci Çakal Unes oldu.
Sorgulayıcı bakışlarıyla çetenin üyelerini inceledi. Üçü
baygın yatıyor, dördüncüsü ise acı içinde kıvranıyordu.
— Libyalı bunlar! diye haykırdı Unes.
— Ya şu kan kaybedeni?
Çizimci meşalesini can çekişenin yüzüne tuttu.
— Ama... ama imkânsız bu!
Öteki zanaatkarlar da birer ikişer sökün etmeye başladı.
Köylüler yavaş yavaş evlerinden çıktılar, biraz sonra da Ustabaşı
Suskun Nefer manevî oğlunun yanına geldi.

6
Unes dört Libyalıyı sıkı sıkı bağlar, Çirkin Hayvan da
müdahalede haklı olduğunu göstermek istercesine kabarıp dola-
nırken, Nefer hançerli adamın yüzüne baktı.
— Güvenliğimizi sağlamakla görevli polislerden biri, dedi
dehşet içinde.
A
İkinci bölüm
Altmış iki yaşında ve bir sürü rahatsızlıktan şikâyetçi olan
adam, her günün önemli ya da önemsiz olaylarını mezar günlü-
ğüne kaydetmekle görevli, Batı Teb'in milyonlarca yıllık ulu ve
soylu mezarının kâtibiydi. Aynı zamanda sevkıyatı denetlemek,
ücretleri mal olarak ödemek, aletleri dağıtmak, işe gelmeme
nedenlerinin doğruluğunu soruşturmak, lonca mallarının envan-
terini tutmak da onun göreviydi; kısacası zanaatkarların, kanla-
rının ve çocuklarının, her iki cinsten bekârların yaşadığı bir
köyde çıkabilecek bin bir sorunu halletmek, kusursuz bir yönetim
gerçekleştirmekti işi.
Şimdi olabileceklerin en kötüsü gerçekleşmek üzereydi; içtiği
bira sıcak, yattığı yatak ateş gibiydi.
— Uyanın, Kenhir!
Mezar kâtibi gözlerini açtı, karşısında kırk altı yaşında, geniş
alınlı, gri yeşil gözlü, orta boylu, yapılı adamı gördü.
— Sen miydin, Nefer? Yüzümü bira ve mirra karışımına
yatırılmış taze otlarla ovmayı unuttum, bir kâbus gördüm. Düşler
anahtarına göre, bizi soyacaklar, biz de birini köyden kovmak
zorunda kalacağız.
— Gerçeğe çok yaklaştınız. Bir grup Libyalı bir polisin yar-
dımıyla köye girmeyi başardı.
— Ne diyorsun? Şef Sobek'in adamlarından biri mi?
— Maalesef evet.
Nefer, Kenhir'in ayağa kalkmasına yardım etti.
7
Kâtibin genç hizmetçisi, Güçlü Mut göründü. Sabah sinirle-
nince gerginliği gün boyu süren patronunu uyandırma işini
ustabaşına bırakmayı yeğlemişti.
— Kahvaltı ister misiniz?
— Sıcak çörek ile süt. Çabuk ol ama.
Mucize eseri gençliğindeki çevikliğine yeniden kavuştuğu
günlerin dışında, sarsak görünüşlü ve şişman olan Kenhir
yürümek için baston kullanıyordu. Firavunincirinden yapılmış
masanın çevresindeki alçak koltuklardan birine oturduğunda,
yaşlı adamın gözleri hiddetle parlıyordu.
— Hakikat Meydanı'na saldırmaya cüret etmek! Hemen
şimdi firavunun dikkatine bir rapor yazacağım.
— Tabiî eğer II. Seti'yi firavun olarak görüyorsanız, diye
itiraz etti Nefer. Henüz kimse firavun olarak taç giymedi.
— Alçaklar tam da saldıracak zamanı buldular. Şef Sobek'e
haber vermek gerek.
— Verdik bile. Köyün ana girişinde bizi bekliyor.
Uzun, atletik yapılı, sol gözünün altında bir yara izi, iri elleri
sopa kullanmaya alışıkmış izlenimi veren Şef Sobek, komuta
etmeyi bilen, sert sesli, hayatını polis olarak geçirmiş bir Nübye-
liydi. Emirlerinin tartışılmasına dayanamıyor, tüm sorumluluğu
üzerine alıyor ve kusurları yanında çalışanların üzerine yıkmı-
yordu.
İçine girmesinin yasak olduğu köyün büyük kapısının açılıp,
mezar kâtibi ile ustabaşının çıktığını gördüğünde, tatsız bir
sınavdan geçeceğini anladı. Adamlarından biri yirmi yıl kadar
önce öldürülmüş, bütün araştırmalarına rağmen, zanaatkarlar
loncasının bir üyesi olduğuna inandığı suçluyu yakalayamamıştı;
İşte şimdi de emri altındaki güvenlik görevlilerinden biri
sarsıcı biçimde ölmüştü. Ne var ki polis bu kez bir cani gibi dav-
randıktan sonra ölmüştü. Kenhir öfkeli günlerinden birindeydi.

8
— Kendi gırtlağını kesen haydudun kimliğini belirleyebildin
mi?
— Gerçekten de adamlarımdan biri, demek zorunda kaldı
Sobek. Onu geçen yıl işe almıştım.
— Hangi görevi vermiştin?
— Tepelerdeki yollardan birinin denetimini.
— Neden intihar ettiğini bilmek isterdim.
— Bu çok basit, dedi Nübyeli. Kaçamayacağım anlayınca,
benim tarafımdan sorgulanmaktansa, ölmeyi tercih etti. Haklıydı
tabiî.
— Öteki dört Libyalıyı sorguladın mı?
— İçlerinden biri kafasına yediği darbeden sonra delirmiş,
ikincisi dilsiz, üçüncüsünün dili kesilmiş, dördüncüsü de dilimizi
bilmiyor. Kimliklerinin belirlenmesi için onları batı yakası merkez
yönetimine teslim etmek zorundayım.
— Ya nöbetçi?
— İlaçla uyutulmuş, yeni yeni kendine geliyor.
— Zanaatkarlardan birinin bizlere ihanet ettiğini biliyoruz,
dedi Kenhir sıkıntıyla, ama senin polislerinden birinin o-nunla
çalıştığından haberimiz yoktu. Anlaşılan Libyalılara yolu gösteren
de bu polis.
— Eğer benim bu saldırıyla uzaktan yakından bir ilişkim
olduğundan kuşkulanıyorsanız, dedi Sobek kupkuru bir sesle,
resmî bir suçlama yazın hemen. Tabiî, istifa etmekte bir an bile
tereddüt etmem.
— Sana güvenmeye devam ediyoruz, diye araya girdi Nefer,
onun için de köyün güvenlik sorumlusu olarak kalmanı istiyoruz.
Ustabaşı daha önce de Nübyelinin yarımda yer almıştı; bu
kez de Suskun Nefer'in söylediklerine karşı çıkmadı mezar kâtibi.
— Öteki polislerin de düşmanla işbirliği yapmayacaklarından
nasıl emin olacağız? diye homurdandı Kenhir.

9
— Büyük bir yanlışlık yaptım, diye kabul etti Sobek. O alçak
benim kabilemden değildi, işe almamalıydım onu. Bir daha böy-
lesi bir hata işlemem, inanın bana.
— Nasıl önlemler almayı düşünüyorsun?
— Gece gündüz köyün çevresindeki denetimi artırmayı ve
yeni firavun taç giyene kadar bütün izinleri dondurmayı. Durum
aydınlanana kadar sizden de kimsenin Hakikat Meydanı'ndan
ayrılmaması çok iyi olur.
Tüm köy halkı sarsılmıştı.
Köyün üzerindeki belayı savmak için, Başheykeltıraş Aslan
Userhat, iki yardımcısı Araştırmacı İpuy ve Neşeli Renupe'yle
üzerinde yedi yılanın yer alacağı küçük bir sütun yapmaya girişti.
Ana kapının hemen yanında, duvarın iç tarafına dikilecek bu
mütevazı anıt, kötü güçlerin uzaklaştırılmasına yardım edecekti.
Hakikat Meydanı'nda yine de gelecek için endişelenmeyen
tek bir aile yoktu; ya yeni firavun köyün ulu koruyucusu olmayı
sürdürmezse, ya bir iç savaş çıkarsa, özenle ayakta tutulan altmış
dört beyaz evin kaderi nice olurdu? Yuvarlak ve neşeli yüzüne, şiş
göbeğine rağmen Çizimci Pişkin Somun Pay endişeden öylesine
kasılmıştı ki, tüm iştahını yitirmişti. Kocasının durumundan
korkmaya başlayan karısı da Pay'ın kolundan tutmuş, loncanın
manevî anası ve hekimi bilge kadının önüne getirmişti.
Pay bu duruma fazla memnun olmamakla birlikte, kendini
öylesine kötü hissediyordu ki bilge kadına görünmeye itiraz bile
edemedi. Böylece ustabaşının karısı Işık'ın, Suskun Nefer'e verilen
makam evinin hemen yanındaki muayenehanesinin kapısını çal-
dılar.
Kapının çalmışına bir havlama cevap verdi, biraz sonra da
kucağında küçük bir köpekle bilge kadın göründü.
— Kapkara biraz sinirli, diye açıkladı. Bağırsaklarındaki
solucanların düşmesi için, ona miskotu yedirdim.

10
İnce uzun bacaklı, sivri burunlu, kahverengi gözlerinden
zekâ fışkıran, uzun sarkık kulaklı Kapkara tehlikeyi atlatmış
görünüyordu. Aynı adı taşıyan selefi mumyalanıp en sevdiği
minderler, yağ dolu bir testi ve mumyalanmış nefis bir yemekle
birlikte mezara yerleştirilmişti.
Işık'ı her gördüğünde, kırkına gelmesine rağmen bilge
kadının güzelliğine hayran olmaktan alamıyordu kendini Pişkin
Somun Pay; sadece duru yüzünden yayılan ışık bile ruhları
sakinleştirmeye yetiyordu. Saçları sarıya kaçıyordu Işık'ın, gözleri
mavi, kollan bacakları narindi. Ustabaşının karısının sesi de
yumuşak ve ahenkliydi. Işık ve Nefer Hakikat Meydanı'na kabul
edilmeden önce evlenmişler, yıllar süren çalışmalardan ve uzun
bir çıraklıktan sonra köyü yönetmek üzere seçilmişlerdi.
— Kendimi pek iyi hissetmiyorum, dedi Pişkin Somun Pay
üzgün bir sesle.
— Şikâyet ettiğin belirli bir ağrın var mı?
— Hayır, sanki her yanım sancıyormuş gibi geliyor, üstelik
iştahım da yok. İçine itildiğimiz bu belirsizliğe nasıl dayanılır ki?
Yarın, belki de köyü yıkma kararı alınacak, her birimiz bir yana
dağılacağız, buradaki hayatımız acılı bir anı olarak kalacak.
— Hasırın üzerine uzan, Pay.
Daha şimdiden sağlam bir tıp bilgisine sahip olan Işık, hem
olağanüstü bir baştabip ve hastalıklar konusunda deneyimli bir
kadın olan Neferet'in hem de kendinden önceki bilge kadının
öğretilerinden yararlanmıştı. Her iki kadın da Işık'a günden güne
yoğunlaşan bir bilgi aktarmış, sonra da köylüler için ilaç hazırla-
yacağı laboratuvarı bırakmışlardı.
Hastalığın belirlenmesinde ilk dikkat edilmesi gerekenler
yüzün rengi, vücudun ve nefesin kokuşuydu, ama önce elini has-
tanın ensesine, kafasının tepesine, bileklerine, karnına ve bacak-
larına koyarak nabzını saymak gerekiyordu kuşkusuz. Böylelikle

11
bilge kadın yüreğin sesini duyacak, çeşitli organların ve enerjiyi
taşıyan kanalların durumunu öğrenmiş olacaktı.
Işık'ın muayenesinin uzun sürdüğünü gören Pay, endişesini
gizleyemedi.
— Önemli bir şey mi?
— Hayır, rahatlayabilirsin. Ama bu endişen bazı kanalları
tıkamak üzere. Bilge kadın boğa yağından, sakızağacı reçinesin-
den, balmumundan, ardıç tohumundan ve şeytanşalgamı çekir-
değinden bir merhem hazırladı, damarların eski esnekliğini
kazanması için Pay'ın günde dört kez bu merhemi göğsüne sür-
mesini söyledi.
Çizimci ayağa kalktı.
— Şimdiden daha iyi hissediyorum kendimi, ama tümüyle
iyileşmem için, köyün geleceğinin güvende olması gerek. Senin
geleceği okuyabildiğini söylüyorlar, Işık. Loncamız için ne görü-
yorsun?
— Maat'ın yolunu izleyip ne olursa olsun doğruluktan ayrı-
lınmaması gerektiğini. Eğer böyle yaparsak, hangi olay bizi kor-
kutabilir ki?
n
Üçüncü bölüm
Teb'in batı yakasının başyöneticisi ve Yukarı Mısır'ın büyük
kentinin ordularına komuta etmekle görevli General Mehi kırk
yaşlarında, tıknaz, yuvarlak yüzlü, siyah saçlarını kafasına yapış-
tırarak tarayan, kalın dudaklı, geniş ve güçlü göğüslü, tombul el
ve ayaklı biriydi. Koyu kahverengi gözlerinde, kendinden emin
yüksek bir memurun hırslı ve kararlı bakışları vardı. Bu bakış-
lardaki ışıltının anlamını sadece büyük bir mirasın sahibi olan
karısı Serketa biliyordu. Hakikat Meydanı'nın sırlarına, özellikle
de ülkeye hâkim olmasına yardım edecek Işık Taşı'na sahip olmak
tutkusuyla açıklanabilecek bir ışıltıydı bu. Zengin Teb bölgesinin
12
efendisi olabilmek için yoluna çıkan rakiplerinden kurtulmak
zorunda kalmıştı Mehi; ne tanrılara ne de iblislere inandığından,
meslek hayatını cinayetler üzerine kurmakta tereddüt etmemiş,
bunun için de kaderini başkalarının hayatını söndürmekten
büyük keyif alan Serketa'yla paylaşmıştı.
Talihin garip bir cilvesi midir bilinmez ama, loncanın en
büyük düşmanı olan Mehi, firavun tarafından zanaatkarları
korumak, en iyi koşullarda çalışmalarını sağlamakla görevlendi-
rilmişti. Bu nedenle faaliyetlerini gölgede kalarak gerçekleştirmiş,
hizmetleri karşılığında köy dışında büyük bir servete kavuşmayı
düşleyen bir zanaatkarla işbirliğine girmişti.
Ne var ki hâlâ beklediği sonucu alamamıştı, artık sabrı da
taşmak üzereydi. Yine de çıkmak üzere olan iç savaşın, kendisine
loncaya öldürücü kesin darbeyi vurma fırsatı vereceğini umu-
yordu.
Başına görkemli bir peruk geçirmiş, üzerine dolgun hatlarını
gizleyecek bol bir elbise giymişti Serketa; kentten satın aldığı
kumaşlar, vazolar ve eşyalar taşıyan bir dizi hizmetkârın başında,
eve dönüyordu. Kendine küçük bir kız görünümü veren soluk
mavi gözleriyle, batı yakasındaki firavunincirleri, akasyalar,
hurma ve incir ağaçları ve keçiboynuzlan dikili geniş bir bahçeyle
çevrili gösterişli villalarının dört sütunlu salonunda bir o yana,
bir bu yana gidip gelen Mehi'yi izledi.
— Seni gören, dedi kocasına, canının sıkıldığını sanır.
— Satın aldığımız Nübyeli polisten hâlâ bir haber yok.
— Kötümser olmayalım, tatlı sevgilim.
Serketa kocasının boynuna sarıldı, dolgun göğüslerinin
kocasını yine baştan çıkardığını görüp keyiflendi, Mehi'nin
memelerini kabaca avuçlaması genç kadını zevkle inletti.
— Yatak odamıza gidip biraz hurma şarabı içsek?

13
Serketa her zamanki gibi sevişmeden tatmin olmuş görü-
nerek, kocasının taşanlarını açıkladığı günden bu yana birlikte
geçirdikleri heyecan dolu yılları düşünüyordu. Bilimin ve tekno-
lojinin ürünü silahları kullanarak mutlak iktidarı ele geçirmek,
kendinden başka herkesin yaşamasına ya da ölmesine karar
verebilecek güçte olmak, hazinelerini yağmaladıktan sonra o Ha-
kikat Meydanı denen köyü yok etmek; işte sıkıntıdan patlayacak
yapıdaki Serketa'yı eğlendirebilen, oyalayabilen tek amaç.
Şu harika kocası söylediklerinde samimi olmasaydı, Serketa
çoktan kurtulmuş olurdu ondan, tıpkı bir peygamberdevesi gibi;
kocasının suç ortağı olarak, onun yoluna çıkarılan ortadan kaldı-
rarak paylaştıktan bu maceradan zevk almaya bile başlamıştı.
Yine de generalin onu düş kırıklığına uğratmaması iyi
olurdu.
— Başkentten haber aldın mı?
— Seti tahttan asla vazgeçmeyecek.
— Gerçekten de Amenmes'i avucunda tutuyor musun?
— Babasının taç giydiğini öğrendiğinde göstereceği tepkiyi
tahmin edemiyorum. Seti'nin emriyle Teb'e, altın kafeste sürgüne
gönderilen Amenmes, tahttan vazgeçeceğe benzemiyordu. Mehi
de genç prensi cesaretlendirmeyi sürdürmüş, böylece sonuçta
sadece kendinin kazançlı çıkacağı bir iç savaş başlatabileceğini
düşünmüştü. Ne var ki genç Amenmes yolunu çizmekte tereddüt
ediyor, boyun eğmek ile başkaldırmak arasında gidip geliyordu.
Dalgın bakışlı general, işlediği ilk cinayeti düşünüyordu, batı
tepesindeki cinayeti. Işık Taşı'nı Krallar Vadisi'ne taşıyan zana-
atkârlan gözetlerken, kendisini yakalayan polis memurunu öldür-
mek zorunda kalmıştı.
İşte o an anlamıştı Mehi, Hakikat Meydanı'nın Mısır'ın temel
sırrına, firavunun ölümü yenerek hüküm sürmesini sağlayacak
güce sahip olduğunu. Bu nedenle firavunun yüksek koruması

14
altındaki köy, dışarıdakilere ve hatta yüksek rütbeli yöneticilere
bile kapalıydı.
Efsanevî taşa sahip olabilmek için, oldukça uzun bir yol kat
etmişti general; cesetlerle, sahtekârlıkla, yalanlar ve şantajlarla
dolu uzun bir yol; ne var ki hâlâ savaşı kazanmaktan uzaktı.
Servetine el koyabilmek için Mehi'nin kayınpederini öldür-
mesini onaylayan Serketa, cinayet tutkusuyla yararlı bir silah,
acımasız bir müttefikti. Kuşkusuz bir gün delirecek, Mehi ondan
da kurtulmak zorunda kalacaktı.
— Yeni silahlanınız hazır mı? diye sordu kadın.
— Kuzey'den gelecek bir orduyla savaşacak kadar silahımız
var artık, yeni geliştirdiğim savaş arabalarından Amenmes'e bile
söz etmedim henüz. Yıllardan beri onlara tanıdığım ayrıcalıklar
sayesinde, subaylar ile askerlerin gözü benden başka bir şey
görmüyor. Prens başlarına geçse bile, Teb birlikleri benden başka
kimsenin buyruğunu dinlemez. Yine de Seti'den çekmiyorum
doğrusu... Güçlü bir adam, sadece Delta'ya hâkim olmakla yetin-
meyecektir. Bu nedenle ona sadakatimi yineleyen, buradaki
durumu anlatan gizli mesajlar gönderiyorum... tabiî, kendi tar-
zımda yazdığım mesajlar.
— Ne kadar heyecanlı! diye haykırdı memelerini generalin
yüzünde gezdiren Serketa.
Altta kalmaktan sıkılan Mehl, karısını üzerinden attı. Teca-
vüze uğramaktan korkuyormuşçasına, küçük çığlıklar attı kadın.
Oda kapısı art arda şiddetle vuruldu.
— General, çabuk gelin, polis burada! dediği duyuldu şaşkın
kâhyanın.
Mehi ve Serketa ne düşüneceklerini bilmeksizin birbirlerine
baktılar.
— Beni asla tutuklayamayacaklar, dedi kadın kararlılıkla.
General ayaklandı.

15
— Bence ciddi bir şey olamaz.
— Ya Amenmes bize ihanet ettiyse?
— Bensiz, bir hiçtir o!
Mehi sırtına gömleğini geçirip odadan çıktı.
— Kapıcı içeriye kimseyi almadı, diye açıkladı kâhya, ama
polis memuru sizinle derhal görüşmek istiyor.
Mehi geniş adımlarla villanın bahçeye açılan kapısına gitti.
Bir sürü hizmetkâr toplanmıştı kapının önünde.
— İşlerinizin başına dönün, dedi sertçe. Sen de, kapıyı aç.
Kapıcı emri yerine getirirken, hizmetkârlar çil yavruları gibi
dağıldılar.
Mehi kapının dışında iri vücuduyla Sobek'i ve elleri arkala-
rına bağlanmış dört adamı çevreleyen polisleri gördü.
— Şef Sobek... İyi de, neler oluyor?
— Adamlarımdan biri bu haydutlarla birlikte zanaatkarların
köyüne girmeye çalıştı. Batı yakasında yönetimi temsil ettiğinize,
Hakikat Meydanı'ın korumakla görevli olduğunuza göre, zaman
geçirmeden size haber vermem gerektiğini düşündüm.
— Polis memuruna ne oldu?
— Kendi gırtlağını kesti, bundan böyle akbabalar ilgilenir
onunla.
— Bunlar... Libyalı bunlar... Sorguya çektin mi?
— Konuşabilecek gibi görünen tek bir tane var, o da dilimizi
bilmiyor.
— Onları merkez kışlasına götüreceğim. İnan bana, orada
dilini çözecekler vardır!
— Merkez kışlası doğu yakasında, benim sorumluluk alanı-
mın dışında. Oysa bu adamlar benim tutsağım.
— Senin de söylediğin gibi, ben burada yönetimi temsil edi-
yorum. Bu haydutların kim olduklarını, ne istediklerini, kimin
emrinde çalıştıklarını öğrenmem gerek.

16
— Sorguyu izlememe izin verin öyleyse, General.
Dev Nübyeli fazla hırslı bulduğu, ayrıcalıklarını korumak
için komplo kurmaktan çekinmeyeceğine inandığı Mehi'den hiç
hoşlanmıyordu. Ne var ki şimdiye kadar onun hakkında elle
tutulur bir kanıt bulamamıştı; elinde kesin kanıtlar olmadan da
böylesine önemli bir yöneticiyi suçlaması söz konusu değildi.
Eğer Mehi onu bu soruşturmanın dışında tutarsa, büyük bir
hata yapmış olmayacak mıydı? Sobek, Mehi'nin kararını kabul
etmiş görünecek, ama başkente bir rapor gönderip generalin
kuşkulu davranışının altını çizecekti.
— İsteğin kurallara pek uygun değil, diye cevap verdi Mehi,
ama anlıyorum seni. Senin adamlarından birinin ihanetini öğre-
nince, mezar kâtibi ne dedi?
— Hem o hem de ustabaşı bana hâlâ güvendiklerini söyle-
diler, onları hayal kırıklığına uğratmamak için elimden geleni
yapacağım.
— Öyleyse, benim de sana güvenmemem için hiçbir neden
yok. Bekle giyineyim, sonra birlikte kışlaya gideriz.
Mehi dürüst ve inatçı olduğunu bildiği Nübyelinin işe karış-
masından fazla memnun değildi. Rüşvet verebilmek, başka yere
tayin etmek ya da gözden düşürmek için yaptığı bütün girişimler
başarısız olmuştu. Dışarıdan biri olmasına rağmen, bütün benli-
ğiyle Hakikat Meydanı'na bağlıydı Sobek.
Bazen Sobek'in, itiraf edemese de, sanki karşısında yirmi
yıldır aradığı katil varmış gibi, kendisine değişik bir biçimde bak-
tığı izlenimine kapılıyordu general. Ne var ki Mehi ardında tek
bir iz bile bırakmamıştı; Nübyelinin soruşturması sonuçsuz kal-
maya mecburdu.
Mehi asker elbisesini giyer giymez, Serketa aceleyle geldi,
neler olduğunu sordu.

17
— Ciddi bir sorun, diye itiraf etti general. Çete acınacak
kadar başarısız oldu. Satın aldığın Nübyeli, şefin sorgusundan
kurtulmak için intihar etti, ama o salak Libyalılardan dördü de
hayatta, Sobek'i kuşkulandırmamak için onu da kışlaya götürmek
zorundayım. Bu bataktan kurtulmak için, acele bir şeyler
yapmam gerekecek.
— Hiç kuşkum yok, tatlı sevgilim, dedi Serketa. Bir yandan
kocasının göğsünü öpüyor, öte yandan da işler son kerteye var-
dığında Şef Sobek'i susturacak hançerin kabzasını okşuyordu.
O
Dördüncü bölüm
Dört Libyalı bir hücrede, duvarın dibine dizildi. Mehi'nin
yaveri, komutanını ve Şef Sobek'i selamladı.
— Bu haydutlar Hakikat Meydanı'na gizlice girmeye çalıştı,
diye açıkladı Mehi. Şef Sobek'in müdahalesi sayesinde, tutuklan-
dılar. Yalnız içlerinden sadece biri konuşacak durumda, o da Libya
dilinden başka bir şey bilmiyor. Yaverim de Libya dilini iyi bildi-
ğinden, sorgulamayı onun yapması gerekecek. Yine de ona sor-
mak istediğim bir soru var; ordumdaki bütün paralı askerleri seç-
tiğine göre, bu adamları tanıyor mu?
Generalin ısrarlı bakışını gören yaver yanlarında bir sivil
varken Mehi'nin ona sessiz bir emir verdiğini, askerî sırların
sivillerin yanında konuşulmaması gerektiğini anladı. Yine de ne
cevap vermesi gerektiği pek açık değildi. "Evet" mi demesi gere-
kiyordu, yoksa "hayır" mı?
Subay tutsakları uzun uzun inceledi sonra döndü, Sobek'in
biraz gerisinde duran ve Nübyeli farkına varmadan kafasını "evet"
dercesine sallayan generale baktı.
— Bu herifleri daha önce görmüştüm, dedi yaver, son bir kez
tereddüt eder gibi görünüp. Hatta geçen ay, son manevralar sıra-
sında silahlarımızı çalan haramilerden olduklarını sanıyorum.
18
— Silahları gerçekten de Libyalı paralı askerler çalmıştı, dedi
Mehi. Sonra asker kaçağı ilan ettik onları.
— Asker kaçağı, hırsız, muhtemelen de katil, General! Cep-
haneliğe girebilmek için kafasına vurdukları nöbetçi ölümden
kurtulamadı.
— Sorguya geç.
Yaver tek bir soru sordu, Libyalı kısa ve kesik cümlelerle
cevap verdi.
— Onun ve arkadaşlarının suçlu olup olmadıklarını sordum,
o da her şeyi itiraf etti.
— Köye kimin emriyle ve neden girdi? Libyalı aynı gergin-
likle yanıtladı soruyu.
— Arkadaşlarıyla birlikte batı yakasındaki köyleri soymak,
olabildiğince çok ganimet alıp çöl yoluyla evlerine gitmek iste-
mişler.
— Öyleyse onları mahkemeye çıkarması için Şef Sobek'e
teslim edelim.
— Size saygısızlık etmek istemem, General, ama bu dediğiniz
imkânsız. Mehi öfkelenmiş göründü.
— Ne demek istiyorsun?
— Bu katiller zaman geçirmeden askerî mahkemeye çıka-
rılmalı. Eğer farklı bir karar verirseniz, General, siz de büyük bir
suç işlemiş olursunuz. Olanları göz önünde bulundurup ayrıntılı
bir rapor yazmak, duruşma gününe kadar da bu adamları hücrede
tutmak zorundayım.
Kurallara uymak zorunda kalan General Mehi, Şef Sobek
gittikten sonra, Libyalıların ayrı ayrı hücrelere kapatılmasını bu-
yurdu. Daha sonra askerî mahkemeye çıkacaklar, büyük bir ola-
sılıkla da bir daha dönemeyecekleri Harge Çalışma Kampı'na
gönderileceklerdi.
— Belgeye mührünüzü basacak mısınız? diye sordu yaveri.

19
— Bir işe yaramaz, diye cevap verdi Mehi. Bu alçakların adını
bile duymak istemiyorum.
— Davranışımdan memnun kaldınız, umarım.
— Kusursuzdun.
— Ne istediğinizi tam anlayamamıştım. Benden beklediğiniz
cevaplar konusunda yanılmaktan korktum.
— Oysa hiç yanılmadın, bu yüzden kutluyorum seni. Sen ve
ben ordunun zaferi için çalışıyoruz. Disiplinin erdemlerin en
yücesi olduğunu hiçbir zaman unutmamamız gerek.
— Emirlerinizi tartışmadan size hizmete devamda kararlıyım,
ama bu sadakat bir ödüle değmez mi?
Mehi gülümsedi.
— Emrim altında çalışmaya başladığından beri, beni tanı-
mayı öğrendin; bu yüzden dizginleri elimden kaçırmaktan nefret
ettiğimi bilirsin. Bana şantaj yapmaya kalkarsan...
— Aklımdan bile geçmez, General!
— Peki ya şükran duygumu iki süt ineği, yumuşak bir yatak
ve üç rahat iskemleyle açıklasam, bu sefil Libyalıları unutur
muydun?
— Hiç kuşkusuz, dedi yaver.
Şef Sobek 5. Tabya'yı geçip Hakikat Meydanı'nın hizmetin-
deki yardımcılara ayrılan bölgeye girer girmez, durumda bir ola-
ğanüstülük olduğunu anladı. Demirci, kazancı, çömlekçi, derici,
dokumacı, kunduracı, çamaşırcı, oduncu, fırıncı ve yamakları
atölyelerinden çıkmış, gürültülü bir halka oluşturmuşlardı. Elinde
sopası, sanki yardımcıların köye saldırmalarından çekiniyormuş
gibi, Hakikat Meydanı'nın kapısının önüne dikilmişti nöbetçi.
Öteki polisler de uzaktan izliyordu olanları. Bütün yabancıların
yolunu kesmekle görevliydiler, ama aldıkları buyruklarda lonca-
nın rahatı için çalışanları engellemekle ilgili bir şey yoktu.

20
Nübyeli halkayı yardı, çemberin ortasında, bastonuna daya-
narak duran mezar kâtibini gördü. Yaklaşık bir saatten beri, söz-
cülüğünü Çömlekçi Beken'in yaptığı yardımcılara direniyordu.
— Sakin olun, dedi Sobek, yoksa adamlarıma sizi dağıtmala-
rını söylerim!
— Bir haftadan beri kuru balık istihkakımızı alamıyoruz!
diye homurdandı Beken. Adam başı günde dört yüz gram balık
verilmesi gerekiyordu bize. Eğer böyle sürerse, çalışacak gücü-
müz kalmaz.
— Lonca üyelerinin durumu da sizinkinden parlak değil, diye
cevap verdi Kenhir. Benim elimden de batı yakası başyöne-
ticisine başvurmaktan başka bir şey gelmez. Başyöneticinin de
yeni vezirin atanmasını beklediğini biliyorum.
— Peki, biz neyle besleneceğiz?
— Hakikat Meydanı Mahkemesi size konserve dağıtılmasına
karar verdi. Firavun çok geçmeden taç giyer, o zaman da her
zamanki sevkiyat yeniden başlar.
Kenhir söylediklerine kendi de inanmak isterdi. En azından
sesindeki kararlılık yardımcıları sakinleştirdi, birer ikişer, ayak-
larını sürüyerek işlerinin başına döndüler.
— Böyle karşılarına çıkarak, kendinizi tehlikeye atıyorsunuz,
diye uyardı mezar kâtibini Şef Sobek.
— İnsan benim yaşıma geldiğinde, kimseden çekinmez,
üstelik böyle sorunları çözmek de bana düşer. General Mehi seni
kabul etti mi?
— Kabul etmekle kalmadı, beni merkez kışlasına götürüp
yaverinin konuşacak durumdaki tek Libyalıyı sorgulamasını izle-
meme de izin verdi.
— Ne anlattı Libyalı?
— Yaverin dediklerine bakılırsa, batı yakasındaki bütün köy-
lere saldırmak niyetinde olan, üstüne üstlük de cinayetle suçlanan

21
asker kaçaklarının kurduğu bir çeteymiş bu. Bu yüzden de askerî
mahkemede yargılanacaklar. Bana kalırsa, onları bir daha göre-
meyeceğiz.
— Eğer suçlamalar bu kadar ağırsa, gerçekten de zindana
atılacaklar demektir. Bunda hoşuna gitmeyen ne var, Sobek?
— Bu hikâye baştan aşağı yalan! Eğer bu herifler gerçekten
de bir cephanelik soydularsa, Hakikat Meydanı'na neden silahsız
saldırdılar? Üstelik buranın öteki köylere benzemediğini de unut-
mayın! Bir suç ortakları olduğunu, benim adamlarımdan birinden
yardım gördüklerini hatırlamıyor musunuz? Zindana atılacakları
kesin olduğuna göre, diğer bütün soruşturmalardan kurtulacaklar
demektir Bildiğimiz her şey, yaverin anlattıklarıyla sınırlı.
Kenhir bastonuna abandı.
— Dilinin altındakileri çıkar, Sobek
— O Mehi'ye hiç güvenmiyorum! Hırsı derisinin bütün göze-
neklerinden fışkırıyor. En korkunç komplolara gözünü kırpma-
dan girişecek biri olarak görüyorum onu
— Eğer yanılmıyorsam, sen seraplara dikkat eden mantıklı
bir insansın; onun için bir zamanlar şimdi loncanın ustabaşısı
olan adam konusundaki suçlaman gibi, yanlış bir adım atmaktan
çekiniyor olman gerekir.
Kenhir duyarlı bir yarayı kaşımıştı. İriyarı Nübyeli rahatsız
olmuşa benziyordu.
— Ama bu kez durum çok farklı...
— Emin misin? Biz gerçeklere, sadece gerçeklere bakalım.
General Mehi resmen bu köyün koruyucusu değil mi?
— Yine de balık sevkiyatı durduruldu.
— Bu yas döneminde, eski firavunun ölümü ile yenisinin
tahta çıkması arasındaki sürede, yasayı vezir temsil eder. Bu
arada Mehi'den bir mektup aldım, gerekirse bize merkezî yöne-
timin ambarlarım açabileceğini söylüyor. Yönetimin başına geti-

22
rildiği günden beri, Mehi'den yakınmak için bir nedenimiz oldu
mu?
— Hayır, sanmıyorum.
— Soruşturmanı engellemeye kalktı mı?
— Göründüğü kadarıyla hayır, demek zorunda kaldı Sobek.
— Yasal olarak isteğini reddetme hakkı varken, seni sorum-
luluğun altındaki bölgenin dışına, Teb Merkez Kışlası'na götür-
medi mi?
— Evet, hatta...
— Hatta, ne, Sobek?
Nübyeli ayrıntıyı açıklamak istemezdi, ama dürüstlüğü,
gerçeği mezar kâtibinden saklamasına engel oldu.
— General Mehi Libyalıları bana teslim etmek istedi, ama
onların askerî mahkemeden başka bir yere gönderilemeyecekle-
rini hatırlatıp bastıran da yaveriydi.
Kenhir asabice bastonuna abandı.
— Mehi'den hoşlanmıyorsun, bu da senin hakkın. Kabul
etmeliyim ki o adam beni de en az senin kadar rahatsız ediyor,
ondan sakınmaya da devam edeceğim. Yine de Hakikat Meydanı
onun meslek hayatında sadece bir basamak olduğundan, firavu-
nun gözünden düşmemek için buraya gözü gibi bakacağından
eminim.
— Ya yeni firavun köyün kapatılmasına karar verirse? Birden
yılların yükü bütün ağırlığıyla mezar kâtibinin omuzlarına çöktü.
— Bu, bizim uygarlığımızın sonu olur Sobek, tanrılar da bu
toprakları terk eder.
A
Beşinci bölüm
Paneb ile Lekesiz Uabet'in güney bölümündeki evleri,
Hakikat Meydanı'nın sağ ve sol ekip olarak iki takıma ayrılmış
otuz iki zanaatkarının karıları ve çocuklarıyla yaşadığı evlerin ne
23
en güzeli ne de en büyüğüydü, ama genç devin karısı yuvayı
sıcak ve rahat kılmayı becermişti.
Yaklaşık yüz metrekarelik toplam yaşam alanının içinde,
atalara saygı göstermek için kullanılan birinci odada, üç basa-
makla çıkılan bir tören yatağı vardı; kireçle kaplanmış bir pal-
miye gövdesinin taşıdığı düz tavanlı ikinci odanın da armağan
masası, öteki dünyaya açılan bir kapıyı temsil eden sütunu,
duvarda loncanın bir koruyucusunu gösteren çerçevelenmiş bir
başka sütun başı ve güneş kayığıyla süzülüp haleflerine hayat
aktaran Ra'nın etkili ve ışıltılı ruhuyla kutsal bir değeri vardı.
Evlat edindiği dostu Paneb'e bu sanat eserini armağan eden de
Suskun Nefer'den başkası değildi.
Ondan sonra da, sırasıyla bir başka oda, bir banyo, kısmen
açık, tavanı dallarla örtülü bir mutfak, mutfaktan da terasa çıkan
bir merdiven görülüyordu. Biri yiyecek kapları, öteki de yağ ve
şarap testilerine ayrılmış iki mahzen, narin ve güzel Uabet'in
mutluluğu bulduğu yuvayı tamamlıyordu.
Kocası gibi otuz altı yaşındaydı, ama en azından on yıl daha
genç görünüyordu. Kırmızı ve sarımtırak beyaz damarlı taş
kavanozdan çubuğun ucuyla bir parça galen alıp kaşlarının üze-
rine ince bir siyah çizgi çekti. Sonra, sapı da dahil olmak üzere bir
Nü kabuklusunu kusursuzca taklit eden kaymaktaşından yapılma
bir kabı boynuna yaklaştırdı, biraz kokulu yağ dökerken, kocasını
ateşli metresi Firuze'yle paylaşmak zorunda olduğunu düşündü.
Her iki kadın da Hathor rahibesiydi, adı konmamış bir
anlaşmayı uyguluyormuşçasına, şimdiye kadar hiç tartışmamış-
lardı. Firuze bekâr kalmaya ant içmiş, Paneb de onun yanında
gece kalmamayı kabul etmişti. Olağanüstü irilikte bir oğul
doğuran ve ev kadını görevlerini kusursuz bir biçimde yerine
getiren Uabet'ten başka karısı yoktu onun. Kocasına olan sevgisi

24
nedeniyle hoşgörülü davransa da, boyun eğmiyordu Paneb'e, o
dev adam Uabet'e bu nedenle saygı duyuyor olmalıydı.
Boynuna Paneb'in armağanı kırmızı ve alacalı donuk akikten
yapılma gerdanlığı takarken, kendini gerçekten güzel buldu
Uabet.
— Sabahları hâlâ kuru balık yok! diye homurdandı kocası
öfkeyle. Oğlumun en sevdiği kahvaltılıktan mahrum olmasını
kabul edemiyorum bir türlü.
— Elimizden beklemekten başka bir şey gelmez ki.
— Hayır, Uabet, yapacak daha iyi bir şey var.
— Gidip balıkçılarla dalaşma, Paneb. Onlar sadece aldıkları
emirleri uyguluyor, sevkiyatın durdurulmasından onları sorumlu
tutamazsın.
— Ben, oğlumun rahatından sorumluyum.
Paneb papirüsten yapılma küçük kayıktan, sağlam iplere
bağlanmış dört büyük olta iğnesi sallandırdı suya. Bir saatlik bir
çabadan sonra, yaklaşık altmış beş santim boyunda, gümüş göv-
deli, kırmızı yüzgeçli bir alabalık yakalamayı başardı. Hayvanın
can çekişmesini önlemek için, başına vurup öldürdü.
Bu ilk başarısından aldığı cesaretle, daha derin sularda
avlanmak için küreklere asıldı Paneb. Talihi neredeyse hemen
yüzüne güldü. Balıkçı ile yaklaşık bir buçuk metre boyunda, en
azından yetmiş kiloluk sazan arasında acımasız bir mücadele
başladı. Aslında, böylesi değerli bir savaşçıyı yenmek için zıpkın
ve kepçe kullanmak gerekirdi. Kayığının hafifliğine rağmen,
savaşmaktan vazgeçmedi Paneb. Balığın her silkinişine cevap
vererek onu kaçırmayacağını anlatmak istedi hayvana.
Genç dev mücadeleden galip çıktıktan sonra balığın ruhunu
selamlamayı unutmadı. Bir mezarın duvarına çizeceği balık,
karanlıklar iblisinin tüm saldırılarını önlemekte güneşe yardım
edecekti bundan böyle.

25
Akıntıdan yararlanarak kıyıya varması için birkaç dakika
yetti. Avını omzuna atıp, içine alabalığı koyduğu sepeti sol eline
aldı, yüksek otların arasında yürürken baldırlarında güçlü bir
sopa darbesi duydu. Üzerine bir ağ atıldı, ayağa kalktığında,
kendini zincire vurulmuş gibi, hareket edemez durumda buldu.
Karşısında, Paneb'in daha önce karşılaştığı Başbalıkçı Nia ile üç
adamı vardı.
— Köyünden çıkmamalıydın, dedi Nia. İnsan gizli bir yerde
yaşıyorsa, orada kalmalı!
— Çürük balık gibi kokuyorsun. Beni hemen bırak. Koca
göbekli ve sakallı balıkçı yılışık yılışık güldü.
— Halinden memnun olacak durumda değilsin, evlat! Burada
sadece benim ve adamlarımın avlanmaya hakkı olduğunu söy-
lemediler mi sana?
— Eğer Hakikat Meydanı'nda yardımcı olarak kalmak isti-
yorsan, bugünden tezi yok, balık getirmeye başla. Yoksa seninle
bizzat ben ilgilenirim.
— Şuna bakın hele... şimdiden korkudan titremeye başladım!
Başlangıç olarak, tuttuğun şu güzel sazanın tadına bakacağım.
Ama her şeyden önce sana bir ders vermem gerek! Haydi
çocuklar, başlayalım!
Genç devin sırtına dört sopa birden indi. Ağın düğümleri,
hedeflerine vuramayacak kadar nefretle savrulan darbelerin
etkisini azaltırken, Paneb dişleriyle iplerden birini kemirmeye
koyuldu. Açtığı deliği genişletirken, dört balıkçıyı bir an da olsa
dehşetten donduran öfkeli bir çığlık attı. İçinden çıktığı ağı bir
silah gibi kullandı dev adam; fileyi başının üzerinde çevirerek
Nia'nın iki adamının ayaklarını yerden kesti, ikisinin de yüzü kan
içindeydi. Üçüncü adam tabanları yağlamayı tercih etti.

26
— Bana dokunma! diye haykırdı başbalıkçı sopasını yere
atarak. Hakikat Meydanı zanaatkarı olarak bir yardımcıya karşı
şiddet kullanamazsın!
Karşısındakinin gözlerinde öylesine korkunç bir öfke oku-
nuyordu ki, Nia son saatinin geldiğini düşündü. Ne var ki Paneb
elindeki ağı uzağa fırlattı.
— Balıklarımı al, livara gidelim, dedi Nia'ya.
— Beni... beni kanala atmayacaksın, değil mi?
— Sulan senin gibi pis kokan biriyle kirletmek günah olurdu.
Eğer bir daha karşıma çıkarsan kafanı kırar seni dağda, akbaba-
lara yem yaparım.
Nia aceleyle yerdeki sazanı aldı, livarın yolunu tuttu. Orada,
mevsim ne olursa olsun, taze balık sıkıntısı çekmemesi gereken
köyün balıkları yetiştiriliyordu. İki nöbetçi, livar sorumlusuyla
paylaşacaktan bir kefali kızartıyordu.
— Güzel av, Nia! diye bağırdı nöbetçilerden biri. İyi de,
nereye gidiyorsun böyle?
— Hakikat Meydanı'nın kapısına gidiyor, diye cevap verdi
Paneb. Siz de sepetlere balık doldurup bizimle geleceksiniz.
İki nöbetçi sopalarına sarıldı.
— Dediğini yapsanız, daha iyi olur, dedi Nia. Biz dört
kişiydik, yine de başa çıkamadık onunla.
Nöbetçiler birer adım geriledi.
— Sen kimsin?
— Paneb, Hakikat Meydanı zanaatkarlarından.
— Emir aldık! Kimse livara dokunamaz.
— Salakça emirler bunlar, livar loncaya ait çünkü. Sepetleri
doldurun.
— Aslına bakarsanız, dedi livar sorumlusu, Paneb haksız
değil.

27
Nöbetçiler bakıştılar. Anlaşıldığı kadarıyla, kasları ürkütücü
görünen bu devin karşısında çaresizdiler. Her ne kadar imkânsız
da olsa, onu yere devirmeyi başarsalar bile bu çekişmeden yara
almadan kurtulamayacakları kesindi. Dayak yiyecek kadar yük-
sek maaş almadıklarını düşünüp, sopalarını indirdiler. Yönetim
onlan suçlamaya kalkarsa, bir grup saldırganla karşılaştıklarını,
tehdit altında hareket ettiklerini söyleyip kurtulacaklardı.
Yardımcılar ve nöbetçi kapıcı, başını Paneb'in çektiği garip
bir grubun yaklaştığını gördü.
— Taze balık! diye haykırdı demirci, ellerini beline koyarak.
Bizim için mi?
— Payınıza düşeni alacaksınız, diye cevap verdi Paneb.
— Kimden aldın?
— Nia çok anlayışlı davrandı, livarda da harika balıklar var.
— Yani, balık teslimatı yeniden başlayacak demek mi isti-
yorsun?
— Belli olmuyor mu?
Yardımcılar kendilerine uzatılan iki sepeti aldı, yuvarlak
kafalı, pulları parlak ketalleri görüp keyiflendiler.
Duydukları gürültülerin nedenini merak eden kadınlar
köyden çıktı, sevdikleri yemekleri yapmalarına imkân verecek
balıkları görünce, katıksız bir sevinçle gülümsediler.
Paneb'in sazanı evinin önüne bıraktığını gören mezar kâtibi
somurtarak dışan çıktı.
— Bundan çok daha büyüklerini yedim, dedi dev adam, yine
de bu balığın tadını çıkarmamız gerek.
— Nereden çıktı şimdi bu?
— Ben yakaladım. Yasak değil ya?
— Yeni firavun ilan edilene kadar, kimse köyden çıkamaz.

28
— Toplumun iyiliği için çalıştım, diye itiraz etti Paneb. Bu
arada da taze balık sevkiyatı işini hallettim. Livar bize ait oldu-
ğuna göre, neden yararlanmayalım?
— Kural kuraldır, Paneb! Kurallara karşı gelmek de, ağır bir
suçtur.
— Tüm köy halkı yeniden taze balık yiyecek, önemli olan da
bu değil mi? Eğer güçlülerin kendi aralarındaki hesabı görmele-
rini beklersek, çok geçmez, açlıktan ölürüz.
Kenhir öfkeyle bastonunu yere vurdu.
— Evine dön, bir daha da çıkma!
— Bu loncanın üyesiyim, ama hâlâ özgür bir insanım.
— Ustabaşıdan sana bir kınama cezası vermesini isteyeceğim.
Bu andan itibaren, sağ ekibin çalışmalarına katılmanı yasaklı-
yorum.
n
Altıncı bölüm
— Bizi yalnız bırak, dedi Kenhir, toplantıya gelmek için
muayenehanesindeki hastalarından ayrılmak zorunda kalan bilge
kadın ile ustabaşını çağırıp getiren hizmetçisi Güçlü Mut'a.
— Köylüler çok gergin, dedi bilge kadın mezar kâtibine.
Onlara sakinleştirici vermekten başımı kaşıyacak zaman bulamı-
yorum.
— Üstelik Paneb'in davranışı da, hayatımızı hiç kolaylaştır-
mıyor! diye homurdandı Kenhir.
— Eğer gelen taze balıklardan söz ediyorsanız, hepimiz
yeniden balık yiyebildiğimiz için çok mutluyuz.
— Paneb ne köyden çıkmak ne de kendini, yönetimden kesin
emir alan başbalıkçının yerine koymak hakkına sahip. Şimdi
disiplinsizliğini rapor edip, o asinin üç ay boyunca sağ ekibin
çalışmalarına katılmasını yasaklamak niyetindeyim.

29
— Biçim olarak, haksız olduğunuzu söyleyemem, dedi Nefer.
Ama işin aslına baktığımızda Paneb'in müdahalesi hepimizi
uyandırmadı mı? Biz hiçbir yönetime bağlı değiliz, emirleri
sadece firavundan alırız. Neden balıksız kalmayı kabul edelim?
Eğer her gün gidip payımıza düşen balıkları livardan alacak bir
ekip kurmak gerekiyorsa, bu işi ben üstlenirim.
Ustabaşıdan çok daha farklı bir tepki bekleyen Kenhir şaş-
kınlığını birkaç saniye boyunca gizleyemedi.
— İyi ama, Paneb cezayı gerektirecek ciddi bir suç işledi.
— Manevî oğlumuz bazen kuralları unutma eğiliminde, dedi
bilge kadın mezar kâtibinin duyarsız kalamayacağı, hem eğlenceli
hem de tatlı bir gülümsemeyle. Bu seferki olayda da kimseye
zarar vermedi, hayatta kalmak için kendimizden başka kimseye
güvenemeyeceğimizi gösterdi bize. Biz gücümüzü bu birlik-
telikten alıyoruz.
— Yine de...
Güçlü Niut çalışma odasının kapısında göründü.
— Sana bizi yalnız bırak demiştim! diye homurdandı Kenhir.
— Imuni, yardımcınız, çok ciddi bir durumdan söz etti. Bize
verilmesi gereken su yarıya indirilmiş.
Kenhir sanki yirmi yaş daha gençmişçesine ayaklandı,
peşinde ustabaşı ve bilge kadın olduğu halde genç bir adam gibi
fırladı evinden.
Üçü birlikte köyün kuzey kapısının yakınındaki, iki metre
çapında taş bilezikli kuyuya yöneldi.
Bir sürü tehditkâr bakışlı ev kadını, Kâtib Yardımcısı
İmuni'nin çevresini almıştı.
— Elli eşek bekliyorduk, dedi kemirgen yüzlü, ters bakışlı
ufak tefek kâtip. Hepsi de geldi... ama sırtlarında kırba yoktu.
— Ya eşeklerin yanındaki sakalar? diye sordu Kenhir.
— Onlar da boşuna yol tepmiş.

30
— Nasıl bir açıklama yaptılar?
— Hiçbir şey söylemediler, dedi İmuni, yumuşacık sesiyle,
yine de mezar günlüğüne kaydedebilmeniz için açıklamalarını
tahta bir levhaya yazdım. Sadece okunması güç edebiyata düşkün
olan İmuni, en az ince bıyığı kadar özen gösterdiği kâtip gereçle-
rini yanından eksik etmezdi hiç.
— Depolarımızdaki suyu denetledin mi? diye endişeyle sordu
mezar kâtibi.
— Güney duvarındaki büyük sarnıç hâlâ yarısına kadar dolu,
Hathor Tapınağı'nın kuyusunda da törenlere haftalarca yetecek
kadar su var.
— Bugün gelen su dağıtıldı mı? diye sordu Işık.
— İzin vermedim, dedi İmuni gururla. Sokaktaki küplerden
hiçbiri doldurulmadı. Pişmiş topraktan yapılmış, kapakları dışa-
rıda kalacak biçimde toprağa gömülü duran küpler, onları
Hakikat Meydanı 'na armağan eden I. Amenofis, Haçepsut, III.
Tutmosis ya da Büyük Ramses gibi hükümdarların adlarını taşı-
yordu. İki metre yüksekliğindeki küpler, ev kadınlarının diledik-
leri kadar su kullanmalarını sağlıyordu.
Işık kuzey kapısına doğru yürüyünce, Nefer de peşinden
gitti.
— Gözündeki ışık birden kayboldu, dedi katısına. Korktuğun
bir şey mi var?
— Bize verilen suyun zehirli olmasından korkuyorum. Şef
Sobek ara kapının yakınına bırakılan kırbalara bizzat nezaret
ediyordu. Eşekler ile sakalar çoktan vadinin yolunu tutmuşlardı.
— Kırbalara yaklaşan oldu mu? diye sordu Nefer.
— Kimse yaklaşmadı, dedi Nübyeli. Işık kırbaları birer birer
açtı.

31
— Kuşkulu bir koku yok... Yardımcılardan biri badem ile
balanites meyvesi getirsin. Sen de, Sobek, adamlarına bir balıkçıl
getirmelerini söyle.
Yirmi litrelik kırbalardan her birine, suyun duru ve kokusuz
olmasını sağlayacak meyvelerden attı Işık. Yine de yeterli olma-
yacaktı bu kadarı, onun için iki Nübyelinin Nü kıyısında bir tar-
lada görüp yaralamadan yakalamayı becerdikleri balıkçılı bekledi.
Bilge kadın gözlerini kuşunkilere dikerek hayvanı sakinleş-
tirdi; balıkçıl birkaç adım atarak kırbalara yaklaştı. Eğer içerse,
suyun temiz olduğu anlaşılacaktı.
Kuşun gagası aralandı, balıkçıl kanatlarını açıp havalandı.
— Kırbaları boşaltıp yakalım, dedi Işık.
— Bu kadarı... dedi olayları izleyen Kenhir, bu kadarı fazla
oldu artık! Bizi balıktan ve sudan mahrum ediyorlar, üstelik bir de
zehirlemeye kalkıyorlar! Yarından tezi yok, bütün bu olanları
başkente ayrıntılarıyla rapor edeceğim.
— General Mehi'yi durumdan haberdar edip, bu korkunç
komployu hazırlayanın bulunmasını istemek zorundayım, dedi
Nefer.
— Ben de seninle geleceğim.
— Hayır, Kenhir. Burada kalın ve köyü herhangi bir
saklından korumak için gerekli bütün önlemleri alın.
— Gerçekten de bütün önlemleri mi?
— Başka seçeneğimiz yok.
— Yollar güvenli değil, batı yakasında bile değil; yanına
Paneb'i de al. Mehi kulaklarına inanamıyordu.
— Ne yaptım dedin, Serketa?
— Baktım ki çok sıkılıyorum, Hakikat Meydanı'na gidecek
kırbalara zehir kattım. Bunun için de dostumuz Dakter'den bir
şişecik aşırmak ve içindekini her zamankinden daha az sayıda
olduğu söylenen kırbalara boşaltmak yeterli oldu. Çılgınca

32
eğlenceli bir şey değil mi? Birkaç saat içinde, köy halkından bir-
çoğu ölmüş ya da hastalanmış olacak.
General karısını öylesine şiddetle tokatladı ki, kadın sırtüstü
yere uçuverdi.
— Loncayı karıştırmak, zanaatkarların protesto etmelerini,
suçlunun Amenmes olduğuna inanmaları için kırbaların sayısını
azaltan bendim. Yeterli su olmayınca, zanaatkarlar hiç olmazsa
geçici bir süre için köyden ayrılmak zorunda kalacaklar, ben de
köyü istediğim gibi arama fırsatı bulacaktım. Oysa sen, belki de
içerideki müttefikimizi de öldürdün!
— Ya hepsi ölmüşse? diye fısıldadı Serketa küçük kız çocuğu
sesiyle.
— Onları iyileştirebilen bilge kadını unutuyorsun. Bir de
stratejiyi benim, sadece benim kararlaştıracağımı. Bir daha buna
benzer işlere kalkışma sakın, Serketa.
Yanağı alev alev, efendisi ve kocasının ayaklarına kapandı.
— Beni bağışlayacak mısın, tatlı sevgilim?
— Bağışlanmayı hak etmedin.
— Affet beni, yalvarırım, affet!
Mehi istese bu aptalı ezebilirdi, ama kadının hâlâ işine
yarayabileceğini düşündü. Serketa'nın saçlarını kavrayarak ayağa
kaldırdı.
Çektiği acıya rağmen, dilsiz kalmayı yeğledi Serketa. Koca-
sının kendisine acıyacağı gün, öldürecekti onu.
— Eğer hamlen boşa gittiyse, loncanın tepkisi gecikmeyecek
demektir. Dakter'in suçlanmasını sağlayabilirdim, ama ondan hâlâ
vazgeçemeyeceğimizi düşünüyorum. Serketa kocasının geniş
göğsünü öptü.
— Bir fikrim var, diye mırıldandı.
Suskun Nefer ile Cesur Paneb, ellerinde birer sopa, Hakikat
Meydanı'ndan çıkan zanaatkarlara ayrılmış yolu izliyorlardı. Aynı

33
yolu öteki yönde kullanmak isteyenleri engellemek için kurulan
kontrol noktasından geçtikten sonra, Büyük Ramses'in milyon
yıllık tapınağı Ramesseum boyunca ilerlediler, batı merkez yöne-
timinin binalarına vardılar.
Hava ağırdı. Tarlalarda artık flüt çalınmıyor, kimse şarkı
mırıldanmıyordu; herkes komşusuna kuşkulu gözlerle bakıyor,
yoldan gelip geçenleri endişeyle izliyordu. Bazılarına göre, iç
savaş kaçınılmazdı ve Teb Amenmes'e bağlılığını pahalıya öde-
yecekti.
— Mezar kâtibinin hakkımda rapor yazmayacağından emin
misin?
— Eminim, Paneb.
— Fikrini neden değiştirdi ki?
— Köye girişilen saldırı karşısında senin yaptığın disiplin-
sizlik çocuk oyuncağı kalır da ondan.
— Ya sen, sen beni mi korudun?
— Bir kural saçmalaştıkça, Maat'ın ahengini bozar.
Yönetim binalarının çevresinde, olağanüstü bir hareketlilik
göze çarpıyordu. Askerler ve kâtipler dört bir tarafa koşuştu-
ruyor, subaylar çelişkili emirler haykırıyordu; görünürde ziya-
retçileri önleyecek nöbetçi de yoktu. Nefer, Mehi'nin yazıhane-
sinin bulunduğu binanın eşiğinden geçerken, iki asker üzerine
atılarak mızraklarının ucunu ustabaşının göğsüne dayadılar.
— Suçluyu yakaladık! diye bağırdı içlerinde en sinirli olanı.
O
Yedinci bölüm
"Gerekli tüm önlemler" demişti ustabaşı. Yine de yasalara
uygun davrandı mezar kâtibi; vereceği emirlerin olağanüstü nite-
liği nedeniyle bilge kadın ve sol ekip şeflyle de konuşup onayla-
rını almıştı. Kenhir köyden çıkıp Sobek'i çağırttı.
— Adamlarının hepsi de tehlikeye karşı hazırlıklı mı?
34
— Kimse, görünmeden köye yaklaşamayacak. Verdiğim
buyruklar kesin; önce uyarı, eğer uyarılan olduğu yerde donup
kalmazsa, ok.
— Demircinin yanına gidelim.
Merneptah'ın ölümünden beri, güçlü kollu, tıknaz ve sakallı
bir Suriyeli olan Demirci Obed'in işleri çok azalmıştı. Bundan
yararlanıp fırsat buldukça uykuya dalıyor ya da sıcak çöreklerin
içine keçi peyniri tıkıp gövdeye indiriyordu. Dükkânına giren-
lerin mezar kâtibi ile yerel polis şefi olduğunu gördüğünde, düşte
olduğunu sandı. Kendi küçük dünyasında Kenhir'i ilk görüşüydü
bu; dükkânın damının böylesi bir onura dayanamayıp çök-
mesinden çekindi.
— Ne kabahat işledim?
— Kabahatin falan yok, Obed, sakin ol.
— Öyleyse...
— Kusursuz aletler üretip, onları olabildiğince çabuk onarı-
yorsun. Hem ekip şefleri hem de ben seni kutlamaktan
başka bir şey düşünemeyiz. Ne var ki bugün, Hakikat Mey-
danı'nın eskisi gibi kalacağını söyleyemiyorum sana. Eğer yüksek
makamlar bütünlüğümüze el uzatmaya karar verirlerse, o zaman
kendimizi korumamız gerekecek.
— Bu benim görevim, dedi Şef Sobek şaşkınlıkla.
— Tabiî, ama gerektiğinde zanaatkarların da sana yardım
edecek durumda olmaları lazım.
Demirci, köyün çocuklarına göre birer timsaha benzeyen ve
balık yumurtasından da kötü kokan parmaklarını kütürdetti.
— Silah üretmemi mi istiyorsunuz?
— Ustabaşının kararı böyle, diye açıkladı Kenhir.
— Bu yasaya aykırı! diye itiraz etti Sobek. Bana silah verme
yetkisi sadece yönetimde, üstelik...

35
— Yönetim bize ne veriyor? Zehirli su! Hakikat Meydanı'nın
refahının sorumlusu olarak, her alanda bağımsızlığımızı pekiş-
tirmenin vazgeçilmez olduğunu düşünüyorum.
Nübyeli, Kenhir'in haksız olmadığını düşündü. Hem kendi
hem de emrindeki polisler mezar kâtibine itaat etmekle yükümlü
olduklarına göre, silahlanma kararından sorumlu tutulamazlardı.
Obed'e gelince, bu yeni görevi oldukça eğlenceli buldu; ateşi,
odun kömürü ve hurma çekirdekleriyle besledi, sonra körüğünü
çalıştırdı.
Deneyimli bir profesyonelin şaşmaz eliyle, köpekdişini
andıran seramik kaplara kömür tozu döktü; küçük ve yuvarlak
bir delik sayesinde, ocağın alevi kalıbın içine girip kömür tozunu
ateşliyor, demircinin bronz kıskaçlarla tuttuğu kabı kora çeviri-
yordu. Obed kıpkırmızı kalıbın içine madenî parçalar yerleştirip
hançerler ve kısa kılıçlar üretiyordu.
— Üretim başladı bile, dedi keyifle. Kenhir ve Sobek dük-
kândan çıktılar.
— Yine de zanaatkarları silahlandırmayı düşünmüyorsunuz
ya? diye sordu Nübyeli endişeyle.
— Silahlar yardımcım tarafından sayılacak, sonra da alet
odasına kilitlenecek, dedi mezar kâtibi. Gerektiğinde o silahlan
ben, sadece ben dağıtacağım. Eğer başka çare kalmazsa, lonca
üyelerine de kendilerini korumaları için silah dağıtırım tabiî.
— Aramızda bir hainin bulunduğunu, silah vermekle onu
gerçek bir katile dönüştüreceğinizi unutmuyorsunuz, değil mi?
— Kusursuz bir belleğim var, Sobek, topluluğun iyiliği için
bazı tehlikelere atılmamız gerektiğinin de bilincindeyim. Yeni bir
emre kadar, sadece senin adamların silah taşıyabilecek. Ya sen, o
gölge yutucunun herhangi bir aleti de silah olarak kullanabilece-
ğini unutuyor musun?
— Böylece ruhunu yok olmaya mahkûm etmez mi?

36
— Sence o ruh daha şimdiden karanlıklara mahkûm olmadı
mı?
— Ben Hakikat Meydanı'nın ustabaşısıyım, yanımda da bir
zanaatkar var, dedi Nefer sakince. Mızrağını indir ve bizi General
Mehi'nin yanına götür.
Sanığın sükûneti askeri şaşırttı. Arkadaşı da, sopasını bre-
linden diğerine atıp tutan genç devin kaslarına korkuyla bakı-
yordu. Ustabaşı olduğunu iddia eden şu adamın göğsünü delmek
güç olmayacaktı, ama devin onları yere sereceği de hemen hemen
kesindi.
— Gidip takviye çağıracağım... Sizler suçlusunuz, eminim
bundan.
— Konu nedir, Asker? diye sordu Nefer sakin sesiyle.
— Sanki bilmiyormuş gibi!
— Sarnıçtaki suyu zehirlemişler, dedi Nefer'in sükûneti kar-
şısında rahatlayan öteki asker. İki ölü, bir sürü de hasta var.
General sudan içen herkesin bulunmasını, şüphelilerin de tutuk-
lanmasını emretti.
— Bizi hemen onun yanına götür, generale verilecek çok
önemli haberlerim var. Ustabaşıdan yayılan sakin gücün etkisinde
kalan asker, Nefer'in buyruğuna uyamamazlık edemedi.
Mehi'nin geniş yazıhanesi bağırıp çağıran bir alay subay ve
kâtiple doluydu; kimileri rapor vermeye gelmişti, ötekiler talimat
bekliyordu. Elindeki sopayla, yerdeki taşlara vurdu Paneb. Oda-
dakiler iki zanaatkara döndü.
— Ustabaşı... demek kurtuldunuz! diye haykırdı Mehi. Ben
de zehirli suyu kullanıp kullanmadığınızı öğrenmek üzere, köye
bir ulak göndermek üzereydim.
— Bilge kadının sezgisi sayesinde, hiç kimse zarar görmedi.
— Harika bir haber bu! Ne yazık ki burası için aynı şeyi söy-
leyemeyeceğim.

37
— Ne oldu, General?
— Dışarı çıkın, dedi Meni subaylar ile kâtiplere. Dışarı çıkın
ve halkı yatıştırmaya başlayın. Onlara felaketin nedeninin belir-
lendiğini, bundan böyle korkacak bir şey kalmadığını anlatın.
Sakinleşmiş kalabalık yazıhaneyi boşalttı. Olayların ağırlığı
altında ezilmiş görünen Mehi, yüksek arkalıklı bir iskemleye
çökercesine oturdu.
— Lütfen oturun.
— Ayakta kalmayı yeğleriz, General.
— Ne korkunç bir intikam... Askerî doktorun uyanıklığı
olmasa, en azından yüz kişi ölecekti. Özür dilerim, ama boğazım
kurudu. Biraz hurma şarabı?
— Hayır, teşekkürler.
Gergin yüzlü Mehi kupasını bir dikişte boşalttı.
— O kadar çok felaket peş peşe geldi ki, düşüncelerimi
düzene koymakta güçlük çekiyorum... Önce başkentten yas
süresince balık yenmeyeceği emri geldi, sonra da Amenmes kar-
şılık vermek için Hakikat Meydanı'na gidecek suyu yan yarıya
azalttı.
— Bütün bunlar Hakikat Meydanı'yla ilgili yasaya göre kabul
edilemez suçlar, dedi ustabaşı.
— Biliyorum, biliyorum... Hiç zaman kaybetmeden, geçici
yetkililerin önüne protesto notasını koydum, Amenmes'e de fira-
vunun emri olmadan hiçbir yetkilinin loncanıza yönelik bir kısıt-
lama uygulayamayacağını hatırlattım. Ne var ki Seti'nin oğlu
bazen kendini ülkenin yeni efendisi gibi görmekten hoşlanıyor.
— Lonca livarından balık aldığımızı size bildirmek
zorundayım, General.
— Çok iyi yapmışsınız, Nefer. Siz sadece çalışmaları engel-
lenen bazı görevlilerin yerine koydunuz kendinizi. Başta ben
olmak üzere hiç kimse sizi bundan ötürü suçlayamaz. Bölge

38
yöneticisi olarak kayıtsız şartsız destekliyorum sizi. Su konusuna
gelince, bugün ortaya çıkan düzensizliği önleyemedim ne yazık
ki. Ya yarından itibaren her şey eski haline döner ya da istifa
ederim ve Amenmes ile Maat yasasına saygı duyanlar arasında
savaş başlar.
Tüm gücünü ortaya koyarak, loncanın kendinden daha iyi
bir müttefik bulamayacağını kanıtlamak istemişti Mehi. Saf ve
genç Amenmes! de elinde kukla gibi oynattığından, görevinden
alınma tehlikesi de yoktu.
— Suyun neden zehirlendiğini biliyor musunuz? diye sordu
Nefer.
— Şimdiye kadar duyulmamış acımasızlıkta bir intikam...
Köyünüze girmeye çalışan Libyalılardan birinin kardeşi, ahırlarda
çalışıyormuş. Bu canavar, suç ortaklarının tutuklanıp ağır ceza-
lara çarptırıldığını öğrenince, revirden ilaç aşırıp ordu ve Hakikat
Meydanı için ayrılmış kırbalara boşaltmış. Talihimiz varmış,
askerî tabip şişelerin kaybolduğunun farkına varıp yetkilileri
uyardı. Yazık! Daha şimdiden iki seyis, bir nöbetçi ve bir muha-
sebe kâtibi kusma nöbetine girdi, birçok piyade eri de acıyla kıv-
ranıyor. Hepsini kurtarmayı başaramadık.
Nefer ürperdi. Bilge kadın tehlikeyi hissetmemiş olsaydı, kim
bilir kaç kurban verecekti Hakikat Meydanı bu intikama.
— Suçluyu nasıl belirlediniz? diye sordu Paneb.
— Subaylardan biri adamın davranışlarından kuşkulanıp,
odasını aramayı akıl etmiş. Odada çalıntı şişeleri bulmuş. Canavar
kaçmaya çalışmış, ama okçular vurup düşürmüş onu. Suçlunun
meslektaştan sayesinde, kim olduğunu, neden böyle bir işe giriş-
tiğini öğrenebildik. Bir daha böylesi bir felaket yaşamamak için,
suyun ve yiyeceğin her gün sağlık birimlerince denetlenmesine
yönelik gerekli önlemleri aldım.

39
Mehi zavallı Libyalının odasına zehir şişelerini, yani
Dakter'in laboratuvarından bizzat aşırdığı şişeleri koyanın, böy-
lelikle de açılacak soruşturmanın laboratuvara yönelmesini önle-
yenin sevgili karısı Serketa olduğunu söylemedi elbet.
— Sizin denetiminizden kuşkulanmamakla birlikte, biz de
kendi kontrollerimizi yapacağız bundan böyle, dedi Nefer.
— İki önlem bir taneden iyidir.
— Eğer yarın her zamanki kadar su getirilmezse, korkarım
zanaatkarlar baş kaldıracak.
General Meni ayaklandı.
— Durumun ne denli ciddi olduğunun farkındayım. Daha
kötüsünü engellemek için, elimden geleni yapacağım.
A
Sekizinci bölüm
Gelenekler uyarınca, mezar kâtibinin evi ile ustabaşının-ki,
köyün en güzel iki evidir. Nefer ve Işık her sabah olduğu gibi
şafaktan önce kalkmış, şafak törenine firavun ve Mısır kraliçesi
adına katılmak için tapınağa gitmeden önce yıkanıp arınmışlardı.
Kendi yaptığı kandilleri yakmaktan hoşlanıyordu ustabaşı;
zeytinyağı ya da hintyağıyla dolu bronz kupalardan yapılmış
kandiller, akasya ağacından yarım küreler üzerine yerleştirilmiş
papirüs biçimindeki sütuncukların tepesindeydi. Kandilin alevini
gördüğü her sefer, Maat'a yeniden dirileceği bir sığınak suna-
bilmek için canlıların ilahî güçlerle bütünleşmeye çalıştıkları
Hakikat Meydanı'nda her gün gerçekleşen mucizeyi düşünürdü
Nefer. Kusurları ve yetersizliklerine rağmen, bir araya gelmeye ve
hayatlarını kendilerini aşan bir esere adamaya kararlıydı erkekler
ile kadınlar.
Ustabaşıdan ustabaşına aktarılan Işık Taşı sayesinde mad-
deyi dönüştürmek, taştan yıldıza, yıldızdan taşa yolculuk etmek
mümkün oluyordu.
40
Kandiller, firavunun ustabaşılık görevini onayladıktan sonra
zanaatkarların Nefer'e armağan ettiği eşyaları aydınlatıyordu:
spiraller, nilüferler, dörtgenler ve narlarla süslü, yüksek arkalıklı
bir sandalye, üzeri üzüm salkımları biçiminde kabartmalı hasır bir
iskemle, fildişi ve abanoz kakmalı katlanabilir bir sandalye, dört
köşe alçak masalar, başucu sehpaları, sandıklar... Kısacası, her-
hangi bir yüksek görevliyi sevindirecek, başardıklarıyla gurur-
landıracak her şey.
Ne var ki başka hiçbir yere benzemeyen bir köyün ortasında
yapılmıştı bu ev, loncanın şefinin aklında da, tapınak ve mezar-
ların ahenk kurallarına göre yapılabilmeleri için Altın Evi'nde
öğrendiklerini ötekilere aktarmaktan başka bir amaç yoktu.
Nefer eşini seyrediyordu. İpeksi cildini güneşin güçlü ışınla-
rından koruyabilmek için, uzun boyunlu bir şişeden akasya çiçe-
ğiyle kokulandırılmış bir sıvı döküyordu Işık; sonra mücevher
kutusunun kapağını kaydırarak üç altın telle süslü bir çift akik
küpe çıkardı. Sağlık ve gelişimi temsil eden yeşil bir sütuncuğun
tepesine yerleştirilmiş bronzdan yapılma, güneş çemberi biçi-
mindeki aynada kendine baktı.
Nefer ellerini usulca Işık'ın omuzlarına koydu.
— Güzelliğini hangi ozan dile getirebilir?
Efendisi kadar sessiz olan Kapkara zarif bir hareketle Işık'ın
boynuna atladı, sevgiyle yanağım yaladı; uzun kuyruğunu, dolu
bir yemek tabağı kadar değerli bulduğu okşamalardan ne denli
hoşlandığını göstermek istercesine, heyecanla sallıyordu.
Zarif köpek geceyi tamamlamak için hasırının üzerine kıv-
rıldığında, Işık yuvarlak bir sepet açtı, içinden kırmızı şeritlerle
birbirlerinden ayrılmış bir sıra san adamotu çiçeğini çevreleyen
nilüfer yaprağından yapılmış bir gerdanlık çıkardı.
— Neden bu kadar narin bir gerdanlık takıyorsun?
— Sessizlik tanrıçasına ayrılmış bir armağan, bu.

41
— Büyük dişi kobrayı görmek için zirveye tırmanıyorsun,
değil mi?
— Onun yardımına ihtiyacımız var, Nefer. Kaderin darbele-
rine karşı koyabilmemiz ve olayların akışını değiştirebilmemiz
için onun gücünden başka sığınabileceğimiz bir şey yok.
— Onu deliğinden her çıkarışında, ölümle burun buruna
geliyorsun.
— Köyü, onu bekleyen tehlikelerden koruyabilmek için,
hepimizin tehlikeye atılması gerekmez mi?
Nefer karısını boynundan öptü.
Manzara, doğan güneşin ilk ışınlan altında, görkemliydi.
Çölün toprağımsı rengi ile tarlaların yeşili arasında çarpıcı bir
fark vardı; ne var ki çatışmayan bu iki dünya, tam tersine birbi-
rini tamamlıyordu; hurma korularıyla kaplı ikincisini sıcak kılan,
birincisinin sadeliğiydi.
Işık düzenli adımlarla batı tepesine tırmandı. Tepeye ger-
danlığının yanı sıra papirüs çiçekleri, haşhaş, Convolvulus ve
adamotu yapraklarından bir demet sunacaktı; böylelikle, tepe-
sinde dev yılanın yaşadığı dağın hiddetini yatıştırmayı umuyor-
du. Işık'ı loncanın analığı görevinde yetiştiren eski bilge kadın,
gelecek karardığında rehberi ve gözü olması için sessizlik tanrı-
çasına saygı sunması gerektiğini anlatmıştı ona.
Tepe dört yüz elli metreye yükseliyordu. Piramit biçimindeki
zirvesi de, göğe değen bu en ulu sunağın çevresine yelpaze gibi
yayılan tapınakların eksenindeydi; Krallar Vadisi'ndeki ebedî
evler de, Işığın Kızı Maat'ın adını almış batı zirvesinin koruması
altındaydı.
Doğumların ve değişimlerin efendisi, doğruların yol göste-
ricisi, saygı gösterenlerin kurtarıcısı, onu yüreğinde taşıyanların
koruyucusu olan ilahî ananın göründüğü yer de o zirveydi; ne var

42
ki o gizemli tanrıça yalana ve hırsa dayanamıyor, o zaman aşkı
ürkütücü bir aleve dönüşüyordu.
Sadece bilge kadın, vücudunda zirve tanrıçasını canlandıran
kobranın yaşadığı dua yerinin sınırım aşabilirdi; sık sık kral
mezarlarının duvarlarına çizilen yılanın gövdesi, güneşin günlük
dirilişinin gerçekleştiği yerdi. Böylelikle kobra zamana hükme-
debiliyor, dirilişi şekillendiriyordu.
Işık zirveye varınca gerdanlık ile çiçek demetini küçük
sunağın üzerine bıraktı, tüm yaşam biçimlerine yeniden can
veren genç ışığa bir ilahi mırıldanmaya başladı.
Dişi kobra usulca deliğinden çıktı, sonra, şaşırtacak kadar
ani bir dikilişle, saldırıya geçmeye hazırlandı. Bilge kadın da, tıpkı
yılan gibi, soldan sağa, sağdan sola saldırmaya koyuldu, hareket-
lerinde ne bir sertlik, ne de uyumsuzluk vardı; gözlerini sürün-
genin gözlerinden ayırmadı, o gözlerin kırmızı parıltısında
görülen saldırganlığın yavaş yavaş sönmesini izledi. Hathor baş-
rahibesinin ahenkli sesiyle yatışan tanrıçanın kobrası, granitten
bir heykele dönüşmüşçesine sakinleşti, onu büyüleyen kadının
sorularım dinlemeye başladı.
Endişeli köylülerden çok azı doğru dürüst uyuyabilmişti
gece; yeterli miktarda su alabilecekler miydi? Hathor rahibeleri
yine de korumalarına her zamankinden fazla gerek duyulan ata-
ların sunaklarına armağanlar sunmayı ihmal etmediler.
— Yöneticiler bize aldırmıyorlar bile, dedi kısa ve güçlü
kollu, kırık burunlu, kalın kaşlı Taş Yontucusu Somurtkan Karo.
Bundan böyle ne su ne ekmek ne de sebze gönderirler!
— Çok kötümsersin, diye yanıtladı arkadaşını, koca göbekli,
yaramaz yüzlü Heykeltıraş Neşeli Renupe. Paneb sayesinde taze
balığa kavuştuk bile.
— Paneb'in yaptığı sadece bir seferlik bir işti, dedi Güçlü
Naht, yeri ezmek istercesine yürüyen iri yapılı diğer taş yontu-

43
cusu. Kimse ondan bir şey istememişti, yaptıklarından sonra
başımıza bir sürü dert açılacak.
— Tabureye otur, kıpırdamaktan da vazgeç, dedi aynı
zamanda berberlik de yapan Renupe.
— Saçlarım uzun değil ki, diye itiraz etti Naht.
— Bugün, sıra sende. Başkalarına kötü örnek olma, yoksa
hayat çekilmez hale gelir.
Naht çakmaktaşından bıçağını bileyen, bileğine hâkim Ne-
şeli'ye daha fazla itiraz etmeyi göze alamadı; hem üstelik, tıraştan
sonra sürülecek koku, cildindeki kaşıntıları da yatıştırabilirdi.
Çizimci Gau'nun biraz yumuşakça iri vücudunun ve uzun
burnunun gölgesi sağ ekipten arkadaşlarının üzerine düştü.
— Ne haber? diye sordu çatlak sesiyle.
— Haber maber yok, dedi Karo. Aslan Userhat ne var, ne yok
öğrenmek için ana kapıya gitti.
Büyük bir yırtıcınınki gibi görkemli bir göğse sahip başhey-
keltıraş, yanında küçük kahverengi gözleri pırıl pırıl parlayan
köşeli yüzlü Taş Yontucusu Halat Kasa'yla birlikte arkadaşlarının
yanına geldi küçük adımlarla.
— Görünürde tek bir eşek bile yok, dedi Kasa.
— Kendini görmemişsin, anlaşılan, diye takıldı Renupe.
— Elinde ustura olmasaydı, bu söylediklerini sana yuttu-
rurdum ya!
— Sakin ol, diye yatıştırdı arkadaşını Userhat, yine birbiri-
mize girmeyelim. Yuvarlak bir göbeği, dolgun yanakları olan
Çizimci Pişkin Somun Pay sarsak adımlarla evinden çıktı. Hâlâ
uyanmamışa benziyordu.
— Karım yemek pişirmek için su istedi benden.
— Ötekiler gibi, beklemesini bilsin, dedi Kasa, sinirli sinirli.
— Sakın eşeklerin hâlâ gelmediğini söylemeyin. Yoksa eve
dönemem.

44
— Eğer gerekirse, dedi Cömert Didya, uzun boylu, hareket-
leri yavaş marangoz, evime sığınabilirsin.
Sıska ve güçsüz Kuyumcu Alim Tuti, ağzını açmıyordu; her
zamankinden de suskun Çizimci Çakal Unes de öyle.
Boşandığı günden beri gözle görülecek biçimde zayıflayan
Taş Yontucusu Burun Fened, Heykeltıraş Araştırmacı İpuy'la bir-
likte zar yuvarlıyor, sanki dertlerini unutmaya çalışıyordu.
— Boşu boşuna gevezelik etmekten başka bir şey bilmez
misiniz siz? diye sordu Ressam Kurtarıcı Şed.
Dümdüz burnu, ince dudakları ve zarif bıyığıyla çok bakımlı
görünüyor, karşısındakileri aşağılar gibi bakıyordu,
— Sen ne öneriyorsun? diye sordu Somurtkan Karo.
— Dışarıdan gelen siparişlerden, aletlerin bakımına kadar,
yapacak bir sürü iş var... Üstelik mesleği geliştirmeye ayırmadı-
ğımız her gün, kayıp bir gün demektir.
— Paneb nerelerde? diye endişelendi Naht.
— İşte geliyor, diye haber verdi Halat Kasa. Genç dev
koşarak yaklaşıyordu arkadaşlarına.
— Eşekler geliyor! diye bağırdı. En az yüz eşek var yolda!
Zaman geçirmeden yanlarına gelen sol ekip zanaatkârlarıyla bir-
likte, kuzey kapısına doğru koştular, köyden çıktılar. O fedakâr
karakaçanlar daha önce gözlerine hiç bu kadar sevimli görün-
memiş, taşıdıkları yük hiç bu kadar değerli olmamıştı. Somurtkan
Karo kırbalardan birine yapıştı.
— Susuzluktan ölüyorum, dedi arkadaşlarına. Heykeltıraşın
bileğine yapışan, su içmesini engelleyen el, ustabaşınınkiydi.
— Bu suyun da zehirli olabileceğini unuttun mu yoksa?
n
Dokuzuncu bölüm
— Suyun zehirli olup olmadığını anlamak için, bilge kadının
dönüşünü beklemek gerek, dedi ustabaşı.
45
— Nereye gitti ki? diye meraklandı Güçlü Naht.
— Zirveye çıttı.
— Ya dönmezse? Burun Fened'in sesi endişe doluydu. Usta-
başı kutsal tepeye döndü.
— Bu sabah, gün ışığı çok duru. Işık bu sessizlikten bize
gerekli güçleri alacaktır.
Yardımcılar dört ayaklıların yüklerini boşaltıp önlerine
saman koydu, kırbalar köyün ana girişinin yanında istiflendi.
Endişeli bir bekleyiş başladı. Kimi gerekli ya da gereksiz
işlere daldı, bazıları da bilge kadının dönüş yolunu gözlemeye
koyuldu.
Öğlen güneşi susuz gırtlakları kızdırmaya başlayınca,
kadınlar ile çocukların susuzluğu giderildikten sonra, az da olsa
su dağıtılmasını buyurdu mezar kâtibi. Umut giderek tükeniyor,
kötümserler, ustabaşının karısını bir daha göremeyeceklerini
söyleyip sızlanıyorlardı. Ondan önceki bilge kadın gibi, Işık da
dağda kaybolmuş, tanrıçanın yanına varmış olmalıydı.
— Biraz su iç, dedi Paneb ustabaşıya.
— Dönüyor, diye mırıldandı Nefer. Genç dev gözlerini
yokuşa dikti. Boşuna.
— İç ve gidip dinlen.
— Işık dönüyor.
Sonunda Paneb'in keskin gözleri taşlı patikada ilerleyen
gölgeyi seçti.
— Haklısın, Nefer... bu o, ta kendisi!
İyi haber hızla yayıldı, aralarında Paneb'in oğlunun da
bulunduğu birçok çocuk koşarak bilge kadını karşılamaya gitti.
Çevresini aydınlatan Işık neşeli çığlıklarla karşılandı; dön-
müş olması, zirvedeki tanrıçanın loncanın anasının isteklerine
yanıt verdiğinin, köyü korumaya devam edeceğinin kanıtıydı.
— Su geldi mi? diye sordu Işık.

46
— Evet, dedi Nefer, ama kimsenin içmesine izin vermedik.
Kocasına müdahale edecek zaman bırakmadan, kırbalardan birini
açıp, bir yudum su içti bilge kadın.
— Bu suyu dağıtsınlar.
Birkaç dakikada, eski hareketliliğine kavuşmuştu Hakikat
Meydanı. Köy sakinleri artık yine susuzluklarını giderebilecek,
yıkanıp yemek pişirebileceklerdi.
— Mehi iyi iş becerdi, dedi sonunda mezar kâtibi. Bu suyu
göndermekle, bize paha biçilmez bir hizmette bulundu. O bizi
desteklediği sürece, sırtımız yere gelmez. Amenmes çok değiş-
mişti. Atlara, uçsuz bucaksız çölde dörtnala gitmeye tutkun genç
adam, Teb yaşantısının dipsiz eğlencelerine yuvarlanıp yumu-
şamıştı. Unutulmaz şarapların sunulduğu görkemli şölenler,
General Mehi'nin ona ayırdığı muhteşem villadaki banyo sefaları,
Nil'de yapılan tatlı gezintiler, yumuşak başlı güzellerle geçirilen
sıcak geceler; bir de tabiî en ufak bir ağrıyı bile yok eden berber,
manikürcü ve masajcı ordusu... Bir erkek başka ne isteyebilirdi
ki? Mehi, Amenmes'in önünde eğildi
— Beni görmek istemişsiniz, Prensim.
— Biraz önce uyandım, General. Buraya geldiğim günden
beri, durmadan şişmanlıyorum, tüm enerjimi yitirmek üzereyim.
Ne kadar doyulmaz olursa olsun, bu düş daha fazla süremez! Per
Ramessu'ya dönme kararı aldım.
— Elinizde kesin bilgi olmadan, büyük tehlikeye atılırsınız.
— Seti ne de olsa benim babam.
— Umarım yanılıyorumdur, Prensim, ama korkarım iktidar
savaşı aile bağlarını kesip koparır. Bu karışık dönemde başkente
dönerseniz, sizi nasıl bir kaderin beklediğini nereden bilebilir-
siniz? Burada, hiç olmazsa güvendesiniz.
— Beni boğan da bu güvenlik ya! Yoksa alnımda, bir keyif
kızının kollarında ölecek şişman bir Teb soylusu olmak mı yazılı?

47
— Alnınızda yazılanın çok daha parlak olduğundan eminim,
dedi Mehi gülümseyerek, tabiî eğer sabırsızlığınıza yenilmezseniz.
— Sabırsızlıkmış! Bu bölgenin büyüsüne kapılalı ne kadar
zaman oldu? Ben buraların tadını çıkarırken, babam firavun
olmaya hazırlanıyor.
— Belki, ama Seti, Teb olmadan hükümdarlık edemeyece-
ğinin farkında. Üstelik Tanrı Amon'un kentinde kendinizi çok
sevdirdiğinizi, gücünden artık kimsenin kuşkulanmadığı ordulara
komuta ettiğinizi de biliyor.
Amenmes meraklanmıştı.
— Aklınızda ne var, General?
— Babanızın sizi tahta ortak yapmak için pazarlık edeceğini
düşünüyorum. Herkesin kaygısı iç savaşı önlemek değil mi?
Mehi'nin söyledikleri genç prensi sarsmış, ama ikna ede-
memişti.
— Babam ödün verecek biri değildir. Ona itaat etmemi iste-
yecektir.
— O zaman da, son kararı siz verirsiniz.
Karanlık çökerken, elinde boğum boğum bir sopayla Burun
Fened, sağ ekip zanaatkârlarının önüne düştü. Arkadaşlarını
kuzey tepesinin yamacında, gömütlüğün hemen kenarında lonca
için ayrılan binaya götürdü.
İçinde dört köşe bir arınma havuzunun bulunduğu üstü açık
avluya girmeden önce, Kararlı Gau herkesin kendini tanıtmasını
istedi. Pişkin Somun Pay bir maşrapayla havuzdan su alıp teker
teker arkadaşlarının elini yıkadı; sonra zanaatkarlar iki sütunun
taşıdığı sarıya boyalı tavanı olan toplantı odasına girdiler. Usta-
başı daha önce seleflerinin oturduğu doğu tarafındaki tahta
iskemleye yerleştikten sonra, zanaatkarlar duvar boyunca uzanan
taş sıralarda yerlerini aldılar. Ustabaşının arkasında, alçak duvar-

48
larla ayrılmış bölümde bir Maat heykelciği ve tören avadanlıkla-
rının saklandığı iki küçük oda görünüyordu.
Sadece ustabaşının girebileceği bu kutsal bölümü daha önce
bir kez gören Paneb, loncanın gizli taşından fışkıran, tahta kapı-
ları aşacak kadar güçlü ateşi hatırladı.
Halbuki o gece, sadece kandillerle aydınlatılmıştı toplantı
odası. Taşı görmediğine üzülen bir zanaatkar daha vardı; kardeş-
lerine ihanet eden, müttefiklerinin onun adına dışarıda toparla-
dıkları servet karşılığında, taşın nerede saklandığını öğrenmeye
can atan adam. Doğru, toplantılar dışında kapalıydı burası, ama
anlaşıldığı kadarıyla Nefer Işık Taşı'nı burada bırakma dikkatsiz-
liğini göstermeyecekti.
— Atalarımıza saygılarımızı sunalım, dedi ustabaşı. Yolu-
muzu aydınlatmaya, bize doğruluk patikasında rehberlik etmeye
devam etmeleri için yalvaralım onlara. Bana en yakın sıranın
üzerindeki yer, yıldızların arasında dirilen ve sonsuza dek ara-
mızda yaşayacak olan selefimin yaratıcı gücünü barındırsın.
Merhumun yeri sonsuza dek boş bırakılacaktı; Hakikat
Meydanı'nın ekip şeflerinden hiçbirinin yeri doldurulamazdı
çünkü.
— Seti ile oğlu Amenmes'ten hangisinin yakında İki Ülke'ye
hükmedeceğini hâlâ bilmiyoruz, diye başladı Nefer sözüne, yeni
firavunun loncamıza ne gözle bakacağım da. İşte bu yüzden, bu
soruların cevabım öğrenmeden de olsa, bir karar alabilmek için
fikirlerinizi duymak istedim.
— Bana kalırsa, diye söz aldı Neşeli Renupe, bazıları boşuna
endişeleniyor. Hakikat Meydanı olmadan, hiçbir firavun sonsuz-
luğunu hazırlayamaz. Yeni firavun taç giyer giymez, bize iş
verecek, diye düşünüyorum ben.

49
— Kötü insanın zehrini yılanınkiyle etkisizleştiremezsin, diye
itiraz etti Kararlı Gau. Eğer bu yeni firavun bize düşmansa, kor-
karım geleceğimiz karanlık demektir.
— Kesinlikle, diye destekledi arkadaşını Güçlü Naht. Demir-
cinin eğlenmek için silah yaptığını da hiç sanmıyorum.
Ben, özgürlüğümüzü korumak için sonuna dek savaşmaya
hazırım!
— Bizler zanaatkarız, asker değil, diye araya girdi Araştır-
macı İpuy. Eğer ordu köyü boşaltmaya karar verirse, direnmek
aptallık olur.
— Bana kalırsa direnmemek, bağışlanamaz bir alçaklıktır!
diye öfkelendi Paneb. Bizim için değerli olan her şeyi terk edip
koyunlar gibi davranırsak, hayatta kalmak neye yarar?
— Kardeşine hakaret etme! diye diklendi Halat Kasa.
— Yeter, diye araya girdi ustabaşı. Konuşmanın diğer bütün
işlerden daha güç olduğunu, sadece çözüm getirecekseniz konu-
şabileceğinizi unuttunuz mu yoksa? Daha fazla dayanamayan
Paneb, dudaklarım yakan soruyu sordu.
— Muhtemel saldırganların eline düşmesini engellemek için,
Işık Taşı'nı yerinden alıp başka bir yerde saklamayacak mıyız?
— Yoksa yalanda bir saldırı olacağından mı korkuyorsun?
diye sordu Cömert Didya endişeyle.
— İktidar mücadelesi acımasız olacak. Bizler de savaşın ilk
kurbanları arasında bulunabiliriz, dedi Âlim Tuti titrek sesiyle.
— En değerli hazinemizi korumak için gerekli bütün
önlemler alınmalı, dedi Pişkin Somun Pay.
— Işık Taşı bu duvarların içinde güvenlikte değilse, daha
güvenli bir yer olabilir mi? dedi Kurtarıcı Şed. Eğer elimizde
değerli bir yükle köyden çıktığımızı görürlerse, peşimize takıl-
mazlar, bizi izlemezler mi? Işık Taşı'nı hiçbir hırsızın bulamaya-

50
cağı biçimde saklayacağımız tek yer burasıdır, başka hiçbir yer
değil.
Hararetli bir tartışma başladı, ancak sonunda başressamın
önerisi herkesin oyunu aldı.
— Kusursuz bir söz, değerli bir taştan daha gizlidir, dedi
ustabaşı, Bilge Ptahhotep'ten bir alıntıyla. Oysa kusursuz söz,
değirmentaşını çalıştıran hizmetçi kadınların yanında bile görü-
lebilir. Gündelik görevlerimizi unutmayalım, yaşam kurallarımıza
saygı gösterelim; işte o zaman, hazinelerimizi koruyabiliriz.
O
Onuncu bölüm
Kenhir nefis bir düş görüyordu. Çöl kaybolmuş, ağaçlar
çiçek açıyor, köyün beyaz evleri güneşin tatlı ışıkları altında par-
lıyordu. En güzeli, mezar günlüğüne yazılacak hiçbir şey yoktu.
— Uyanın, sizi istiyorlar.
Şu kararlı ve yakıcı ses... Hizmetçisinin, Güçlü Niut'un sesi
değil miydi bu? Düş silindi, Kenhir gözlerini açtı.
— Yine mi sen? İyi ama, saat kaç?
— Kalkıp zaman geçirmeden büyük kapıya gitmenin saati.
Sizi orada bekliyorlar.
— Artık acele edecek yaşta değilim.
— Ben sadece size söylemem istenenleri söyledim; şimdi,
yapacak işlerim var. Süpürgelerin cehennemi raksını düşününce,
kalkmanın çok daha doğru olacağını düşündü Kenhir. İşte o
zaman gerçekle burun buruna geldi; onu büyük kapıya çağırdık-
larına göre, yine büyük bir felaket var demekti.
Bacakları kaskatı, kalçaları sancılı, sekerek köyün büyük
sokağında ilerledi mezar kâtibi, köyden çıkarken de yardımcıların
şefi, Çömlekçi Beken'le karşılaştı. Sinsiliğiyle ünlü sakallı, o gün
şaşkınlıktan ne yapacağını bilmez görünüyordu.
— Yoksa su getirmediler mi yine? diye sordu Kenhir.
51
— Getirdiler, getirdiler... Ama sebze bekliyorduk, tek bir tane
bile yok! Eşekçilere sorarsanız, ordu batı yakasındaki bütün bos-
tancıları askere almış, Hakikat Meydanı için çalışanları da. Prens
Amenmes'in babasıyla savaşmaya karar verdiğini söylüyorlar.
Kenhir, Şef Sobek'in on kadar polis memuruna talimatlar
yağdırdığı 5. Tabya'ya gitti. Nübyelinin sesi kuru, sözleri keskindi.
— Yerlerinize, hem de şimdi! diye bağırdı şef. Sobek'in göz-
leri, uykusunu alamamış gibi, kıpkırmızıydı.
— İç savaş söylentilerinde doğruluk payı var mı? diye sordu
ona Kenhir.
— Hiçbir fikrim yok, ama bostancılarımızın askere alınması
iyiye işaret değil. Daha çok genel seferberlik gibi bir şey bu.
— Yani yakında sen ve adamların da askere alınabilirsiniz...
— Ben mezar kâtibi ile Hakikat Meydanı'nın ustabaşısın-dan
başka kimseden emir almam.
— Bu tutumun basma ciddi iş açabilir.
— Ne olursa olsun, bana verilen görevi yapacağım.
— Eğer Amenmes kendini firavun ilan eder, köye de el
koymaya kalkarsa, silahlarını teslim etmek zorunda kalmaz
mısın?
— Bu dediğinizi uzun uzun düşündüm, diye itiraf etti Sobek,
sonunda da bir çözüm buldum; verdiğim söze sadakat. Bu köyü
düşmanlara karşı korumak için para alıyorum. O düşmanlar kim
olursa olsun, sözümü tutacağım. Adamlarımdan hiçbirinin eni-
rimden çıkmayacağından da emin olmanızı isterim.
Zirve tanrıçasının isteği uyarınca, tam bir gün boyunca
gündelik işlerini bir yana bırakü Hakikat Meydanı'nın sakinleri;
kendilerini kutsal görevlere adadılar o gün. Loncanın kurallarına
göre, ustabaşının önderliğindeki zanaatkarlar rahip, bilge kadının
yanındaki kadınlar da Hathor rahibesi olduklarından, törenler
için dışarıdan din adamı getirtmeleri gerekmiyordu.

52
Hepsi yıkanıp arınmış, kokular sürünmüş, krallara yaraşır
keten beyaz elbiseler giymişler, ayaklarına beyaz sandaletlerini
geçirmişlerdi. Sıra halinde Maat ve Hathor Tapınağı'na yürüyor,
kollarında çeşitli biçimlerde ekmekler, süt, bira ya da şarap testi-
leri, aynalar, koku kapları, tahtadan yapılmış boğa, antilop ya da
kaz butlarını temsil eden heykelcikler gibi değişik armağanlar
taşıyordu hepsi. Bütün bunlar kendinden doğan, bütünlüğünden
hiçbir şey yitirmeksizin binlerce biçime girebilecek, her an göğü,
toprağı, suyu yaratan ve insanları yaşatan ulu tanrıya sunulacak,
enerji veren yiyecekler ve yaratılış harikalarıydı.
Armağanların sunakların üzerine bırakılmasından sonra,
ustabaşı ile bilge kadın, birinci sülaleden bu yana Mısır'ı yöneten
kraliyet çifti adına, armağanların tamam olması, benzerin benze-
riyle birleşmesi için Maat'ın bir heykelciğini Maat'a doğru kal-
dırdılar, Maat tek basma armağanların tümünü temsil ettiğine
göre, çeşitliliği ve çokluğu bozmadan bütünlüğe varmaya
çalıştılar.
— Gök dört dayanağı üzerinde yükseldikçe, dünya temelleri
üzerinde sağlam durdukça, dedi ustabaşı, güneş gündüz parlayıp
ay geceyi aydınlattıkça, Orion Osiris'in ve Yıldızların Kraliçesi
Sothis'i gösterdikçe, sular zamanında yükselip toprak bitkilerini
büyüttükçe, kuzey rüzgârı saatinde esip alev arınması gerekeni
arındırdıkça, dekanlar işlevlerini yapıp yıldızlar yerlerinde kal-
dıkça, bu tapınak da gök kadar sağlam kalacak.
— Bu göksel tapınak altın, gümüş ve değerli taşlı hanımı
ağırlasın, diye yalvardı bilge kadın, neşemizi ve güçlükler karşı-
sında bütünlüğümüzü korusun.
Tüm tören boyunca, Işık Taşı'ndan başka bir şeyi düşün-
memişti hain. Bu sırada ustabaşının Işık Taşı'nı ya köyün ana
tapınağında ya da loncanın toplantı yerinde sakladığı varsayımını
da gözden geçirmeye başlamıştı. Uzunca bir süre tapınağa ya da

53
toplantı yerine gizlice girebilmek için plan üzerine plan
hazırlamış, Libyalı haydutların başarısızlığı da hafifletmemişti
kararlılığım.
Peki, ya hedef konusunda yanılıyorsa? Hem Nefer hem de
bilge kadın bir gölge yutucunun av peşinde olduğunun farkın-
daydı kuşkusuz, bunun için de şaşırtmacalara başvurmaları
doğaldı. Şaşırtmacalardan en güvenlisi de, hırsızı Işık Taşı'nın
köyün en kutsal iki mekânından birinde güvende olacağına
inandırmak değil miydi?
Kuşkusuz en akıllıca olanı, Işık Taşı'nı daha ortalıkta, her-
kesin görüp dikkat etmeyeceği bir yere saklamak olurdu. Hem
üstelik kusursuz bir sözün değerli taştan daha gizli olduğunu ve
değirmentaşını çalıştıran hizmetçilerin yanında bile bulunabile-
ceğini söyleyerek, kendini ele vermiyor muydu Suskun Nefer?
Ekmek ve bira yapmak için gerekli taneleri öğütecek, olmazsa
olmaz değirmentaşı, herhangi bir taş değildi kuşkusuz. Yeşilimsi
kahverengi, olağanüstü sert, doleritten yapılmıştı değirmenin taşı.
Öte tarafa gidecek yolcunun etten yapılma yüreğinin yerini alan
da bu taştı; aşınmaz taştan bir yüreğe sahip olan yolcu, korku-
suzca öteki dünyadaki mahkemenin karşısına çıkabilirdi.
O taşlardan bir tanesi yardımcıların bölümündeydi; köyde de
birçok değirmentaşı vardı. Ya o taşlardan biri, törenlerde büyüyle
canlandırılan ve özel bir güce sahip olan dolerit, Işık Taşı'nı sak-
lıyorsa?
Uzunca bir süredir yanlış yönde çabaladıktan sonra, sonunda
hazineye giden yolu bulmuştu hain.
— Kiminle alay ettiğinizi sanıyorsunuz? diye diklendi
Lekesiz Uabet. Yoksa yarı yıkanmış elbiseler ile üzerinde hâlâ leke
kalmış çamaşırları kabul edeceğimizi mi sandınız?
Çamaşırcılar başlarını önlerine eğdiler. Yine de içlerinden
biri, öfkeli küçük kadına kafa tutmayı denedi.

54
— Elimizden geleni yapıyoruz. İşimiz hem güç hem de
yorucu, üstelik ücretimiz de çok düşük!
— Yaptığınız işe bakınca, gereğinden de yüksek olduğunu
düşünüyorum.
Paneb'in karısı Lekesiz Uabet'in denetlemekle görevli olduğu
bu nankör iş, sadece erkeklere özgüydü. Temizlik sağlığın teme-
liydi, Uabet de hiçbir laçkalığa göz yummamakta kararlıydı.
— Bize böyle davranmaya hakkınız yok. Yoksa işi bıra-
kabiliriz.
— Eğer niyetiniz buysa, hiç düşünmeyin. Hemen işinize son
verilir, yarından da tezi yok, yerlerinize başkaları alınır. Sizden iyi
çamaşırcı bulmakta güçlük çekmeyeceğimden eminim.
Genç kadın köye dönüyormuş gibi yaptı.
— Bir dakika, yöntemlerimizi düzeltmeye hazırız.
— Bugün, ücret falan yok size. Bir daha da böyle acınacak
davranışlarda bulunmayın, yoksa gözünüzün yaşına bakmam.
Çamaşırcılar başlarını daha da eğdiler, gecikmelerini telafi
etmek, hatalarını düzeltmek için kanalın yolunu tuttular; Lekesiz
Uabet'in şaka yapmadığını biliyorlardı. Güç olmakla birlikte baş-
kalarının gıpta edeceği işlerini korumak için, Uabet'in gözün
girmek şarttı.
Söylentiler ne olursa olsun, Hakikat Meydanı yaşamını sür-
dürüyor, beklentilerinden en küçük bir ödün bile vermiyordu.
— Tören beni çok etkiledi, dedi Cesur Paneb manevî babası
ustabaşına. Şimdiye kadar, armağanların hayatî değerini anla-
yamamıştım. Birden tapınağın doğduğunu, hiyerogliflerin can-
landığını, taşların altın rengine dönüştüğünü görür gibi oldum.
— Oysa kusursuz bir gözlemcisin.
— Tören sırasında sadece kendimi hissetmedim, hepimiz
birlikteydik, yüreklerimiz birleşmişti, kendimizi değil, hizmetinde
olduğumuz o gizemli ahengi düşünüyorduk.

55
Suskun Nefer aralarında bir hain bulunduğunu unutmuşa
benzeyen Paneb'in heyecanını yatıştırmaya kalkmadı, ona öne-
recek önemli bir şey vardı aklında.
— Çok çalıştın, sana meslekle ilgili bir sürü sır açıklandı, bir
kral mezarını süslemeye hak kazandın. Şimdi artık gerçek eserini
yapmanın zamanı geldi; tabiî eğer hâlâ istiyorsan.
Paneb'in bakışları alevlendi.
— Yoksa tersini mi düşünüyordun? Ne yapacağımı söyle
bana.
— Sandığın kadar basit değil... Eserinin konusunu seçmek
için düşünecek zaman bulman, eserini uygularken de hiçbir yan-
lışa meydan vermemen gerek.
— Aklımda şimdiden yüz fikir var!
— Doksan dokuzu fazla, demek ki. Sakın esası unutma.
— Beni meraktan çatlatma!
— Esas olan, hammaddedir. Hammaddeyi belirlemediğin
sürece eserin hem ruhunun hem de elinin uzağında kalır.
— Hammaddeyi bulabilmek için, köyden çıkmam mı gere-
kecek?
— Buna sen karar vereceksin, Paneb.
— Hiçbir ipucu vermeyecek misin?
— Aynı duygulan yaşadığımdan beri o kadar zaman geçti
ki... Hafızam beni yanıltıyor.
Eğer Nefer ustabaşı olmasa, onu konuşturmak için tutup
sarsacağı kesindi Paneb'in.
— Çamaşırcılar bizi kandırmaya çalıştılar, dedi Uabet, gelip
yatağa uzanan kocasına. Yine de işleri yoluna koydum.
Paneb sessizdi.
— Yoksa bir yerin mi ağrıyor?
— Daha önce hammaddeden söz edildiğini hiç duymuş muy-
dun, Uabet? Genç kadın gülümsedi.

56
— Ah! Ustabaşı senden eserim hazırlamanı istemiş. Paneb
sıçrayıp karısının omuzlarına yapıştı.
— Demek biliyordun!
— Ben sadece Tanrıça Hathor'un basit bir rahibesiyim, ama
başaracağına inanıyorum.
A
On birinci bölüm
Bilge kadın suyun temizliğini, Burun Fened de balıkların
tazeliğini denetlerken, Kenhir hem sebze getirilmediğini hem de
yardımcıların şefinin kaybolduğunu gördü.
— Beken nereye gitti? diye sordu demirciye.
— Sabahtan beri görünmedi. Anlaşılan tembellik ediyor.
— Şimdi ne düşündüğümü anlatırım ona! Onun işini de
yapacak değilim ya. İmuni! Kâtip yardımcısı koşarak geldi.
— Boş bir levha hazırla. Beken'in davranışı hakkında rapor
yazdırıp, hemen işine son vereceğim.
İmuni fırçalarını hazırlarken, çölden kalkan bir toz bulutu
gördü demirci.
— Biri geliyor, dedi, yanında da eşekler. Şef Sobek geçmesine
izin verdiğine göre, tehlike yok demektir.
Kâtipler ile demirci çok geçmeden ağır sepetler taşıyan eşek
sürüsünün başındaki Çömlekçi Beken'i seçtiler.
— Nereden geliyorsun? diye sordu Kenhir şaşkınlıkla.
— Hakikat Meydanı bana hep iyi davrandı, meslek değiş-
tirmeye de niyetim yok. Ben de durum eski haline dönene kadar
eksiklik çekmemeniz için, bostan sahipleriyle anlaştım.
Sepetlerde salatalar, soğanlar, pırasalar, mercimekler, may-
danozlar, rezeneler, lahanalar, kimyon vardı.
— Aslına bakılırsa, diye homurdandı mezar kâtibi, yardımcı-
ların şefisin ve görevini yaptın. Üstelik talihin de varmış, disip-
linsizliğini unutuyor, işten atılma belgeni de iptal ediyorum.
57
Kızıl saçlı Firuze köydeki kadınların en şehvetlisiydi. Buna
rağmen evlenmemeye yemin etmiş, ateşli sevgilisi Pa-neb'in
evlenme önerilerine şiddetle karşı koymuştu. Özgür bir kadın, bir
Hathor rahibesi olarak, yaşam biçimini seçmiş, kendi kaderini
kendi belirlemeyi kararlaştırmıştı.
Paneb'le sevişmek, benzersiz bir zevkti, yine de genç adam
gecelerini karısı Lekesiz Uabet'in yanında geçiriyordu. Zaten
Uabet ile Firuze de dost olmuşlardı çoktan. Kızıl saçlı kadın ile
genç dev arasında ne o günün koşullarına ne de geleneklere
uymayan bir tutku vardı sadece. Paneb kendi eliyle boyadığı eve
girdiğinde, teninde zevk ürpertileri duydu Firuze.
— Sana bir hediye getirdim.
Paneb metresine tahrik edici güçleriyle ünlü kabuklardan
yapılmış bir kemer sundu. Firuze gülümsedi.
— Sence buna ihtiyacımız mı var?
— Seni bu kemeri takmış görmek istiyorum... Üzerinde başka
bir giysi olmaksızın. Otuz beş yaşındaydı Firuze, ama kusursuz
bir dişiydi. Birçok erkeğin gözlerini nefis vücudundan alamadı-
ğını biliyordu, ama Paneb'e kim rakip olabilirdi ki? Gözlerini
sevgilisinden ayırmadan, çok yavaş hareketlerle, bir kraliçe zara-
fetiyle elbisesini çıkardı, sonra da kemeri beline taktı.
Çırılçıplak, kendi çevresinde döndü.
— Sana daha önce de zamanın güzelliğini etkileyemeyece-
ğini, büyünü daha da artıracağını söylemiştim. Yanılmamışım.
Firuze'nin sağ eli lire uzandı, bir dansöz zarafetiyle sol
bacağını kaldırdı, ayağını sevgilisinin omzuna koydu.
— Daha ne kadar konuşacaksın?
İstediklerini elde etmiş, yan yana uzanıyorlardı.
— Yemek zamanı yaklaşıyor. Karın ile oğlun seni bekliyor-
dur.
— Burada kalmak isterdim.

58
— Kesinlikle imkânsız. Eğer kocalık ve babalık görevlerini
yerine getirmezsen, kapım sana kapalı olur.
Paneb uyarıyı hafife almadı.
— Hathor rahibeleri arasında, Lekesiz Uabet'ten daha yüksek
rütbedesin.
— Ne önemi var?
— Hammaddenin ne olduğunu bilmediğini iddia ediyor.
— Demek eserini gerçekleştirmeni istediler.
Paneb metresine bakmak için dirseğinin üzerinde doğruldu.
— Sen de, sen de biliyorsun!
— Bu oldukça güç bir sınav, çok az zanaatkar başardı bunu.
Korkunç bir başarısızlığa uğramaktansa, şimdiden çekilmek daha
doğru olmaz mı? Dev adam Firuze'yi kendine çekti.
— Bana hammaddenin ne olduğunu açıkla.
— Hathor rahibelerinin yolu, zanaatkârlarınkinden farklıdır.
— Bana cevap vermek istemiyorsun!
— Bilmediğimi sana nasıl öğreteyim?
Toplantı salonundaki hava çok gergindi. Atalara saygı sun-
duktan sonra, durumu özetledi ustabaşı.
— Birkaç gün boyunca temel maddelerin sıkıntısını çekme-
yeceğiz, umarım yeni firavunun taç giyeceği güne kadar da çek-
meyiz; artık hangisi firavun olacaksa. Loncanın büyük üstadı olan
firavun kaderimize karar verecektir.
— O karar bize karşı da olsa, kabul etmek zorunda mıyız?
diye sordu Somurtkan Karo.
— Uymamız gerektiğini biliyorsun! diye sertçe cevapladı
Halat Kasa.
— Peki ya iki firavun olursa? diye sordu Âlim Tuti. Hangi-
sinin emirlerini dinleyeceğiz?

59
— Bizler dümeni Maat olan geminin mürettebatıyız, diye
hatırlattı Kararlı Gau. Eğer dışarıda karışıklık hâkim olursa,
Hakikat Meydanı'nın ahengini korumak ustabaşına düşer.
— Belki be bunu yapmaya zaman bırakmazlar ustabaşına,
dedi Çakal Unes.
— Biz şimdiyle ilgilenelim, diye kestirip attı Nefer. Eğer uzun
sürecek bir belirsizlik dönemine girersek, bazı temel maddelerin
eksikliğini duyarız. Bilgelik böylesi malzemeleri kendimiz yap-
mayı, böylelikle belirsizlik boyunca kendi kendimize yetmeyi
emreder.
— Ilgın ağacı kullanalım, diye önerdi Cömert Didya. Böylesi
işler için en iyi tahtadır, kötülük güçlerini uzaklaştırdığı bilinir,
Horus da düşmanlarını ılgın ağacından yapılma so-pasıyla kovdu.
— Ağaç kesip buraya taşımak için, gönüllülere ihtiyacım var.
— Bu angaryayı neden yardımcılara yüklemiyoruz? diye
sordu Aslan Userhat.
— Çünkü bostancılar gibi yardımcılardan bazıları da askere
alındı. Köy için çalışan oduncuların da çok geçmeden askere alı-
nacaklarını düşünüyorum, üstelik çok da zaman kaybederiz.
— Ben giderim, dedi Paneb.
— Marangoz olarak, dedi Didya, ben de ona eşlik ederim.
— Üç kişi olursak, iyi olur, dedi Neşeli Renupe.
— Samimi olmak gerekirse, dedi Şef Sobek, üç gönüllüyle
birlikte karşısında duran ustabaşına, bu kararınızı hiç doğru
bulmuyorum. Yeni bir emre kadar hiçbir zanaatkarın köyden
ayrılmaması gerektiğinde ısrar ediyorum; bu hepinizin güvenliği
için çok önemli.
— Düşünceni anlıyorum, diye onayladı Nefer, ama bu göre-
vin önceliği olduğunu biliyorum.
— Tehlikeli olabilir.
— Bize silah ver öyleyse, diye önerdi Paneb.

60
— O zaman daha da tehlikeli olur, dedi Nübyeli.
— Sanki bize güvenmiyormuşsun gibime geliyor.
— Elinizde silahlarla, düşman bir devriyenin ortasına düşer-
seniz, ne olur biliyor musun?
— Öyleyse, yanımıza polis ver, dedi Renupe.
— Dikkat çekmek için bundan daha iyisini düşünemezdiniz,
diye yanıtladı Sobek. Eğer ısrar ediyorsanız, bence en iyisi, basit
birer köylü gibi görünmek.
— Gidelim, diye haykırdı Paneb sabırsızca. Yeterince
tartıştık. Eğer kendimizi korumamız gerekirse, oduncu baltala-
rımız bu işe yeter de artar bile.
— Çok dikkatli olun, diye uyardı Nübyeli zanaatkarları.
Didya hızlı yürünürse, köyden kırk beş dakika uzakta bir ılgın
ormanı biliyordu. Kızıl kahverengi kabuklu ağacın kökleri suya
ulaşmak için neredeyse otuz metreye kadar iniyor, elli metreka-
relik bir alana yayılıyordu; tatlı bir gölge veren ve tarlaları rüz-
gârlardan koruyan ılgın, çabuk büyüyen bir ağaçtı.
Kesilecek ilk ağacı seçen, Paneb oldu.
— İyi seçtin, diye onayladı Didya. Bu ağaç diğerlerinin
büyümesini engellemeye başlamış bile.
Genç dev büyük bir güçle çalışmaya girişti, iki arkadaşı
hızına yetişmekte güçlük çekiyordu. Neşeli Renupe getirmeyi
ihmal etmediği matarasını kafasına dikip susuzluğunu giderdi,
durup biraz dinlenmek isteği Paneb'in itirazıyla karşılaştı.
— Burada oyalanmayalım, Renupe. Mümkün olduğunca
çabuk gerekli odunu toplayıp dönelim.
İkinci ağacın seçimi daha güçtü ama, Paneb burada da doğru
seçimi yaparak marangozu yine şaşırttı. Renupe de gayretlerini
artırdı, sepetler kısa zamanda doldu.

61
— Kadınların kullanacağı kepçeler ile kaşıklar için yeterince
tahtamız var, dedi marangoz. Yapılacak iş ne olursa olsun, esas
olan hammadde değil mi?
Paneb ılgın yığınına başka bir gözle bakmaya başladı.
Ustabaşının talimatıyla dış dünyada giriştikleri işin amacı,
bu basit malzemenin tahmin edilemeyecek bir değeri olduğunu
keşfettirmek miydi yoksa? Marangozu sorgulamak gereksizdi, ne
de olsa Paneb'e doğru yolu göstermişti Didya; iyi de ılgını ham-
madde olarak nasıl kullanırdı bir ressam?
— Ziyaretçimiz var, dedi Neşeli Renupe.
Ormana giden patikada, başlarında vahşi suratlı bir subay ile
on kadar asker onlara doğru ilerliyordu.
n
On ikinci bölüm
— Burada ne arıyorsunuz? diye sordu subay. Neşeli Renupe
genişçe gülümsedi.
— Biraz odun kesiyorduk... Sadece yaşlı dallan; böylece genç
ağaçların büyümesine yardım ediyoruz.
— Vergiyi ödediniz mi?
— Vergi ödememiz gerektiğini bilmiyorduk. Bu orman her-
kesin malı değil mi?
— Yanılıyorsun, köylü. Ben, halkı yağmacılardan korumak
için, bir vergi koydum. Bu karışık günlerde, devriye görevim çok
önemli, ama bedava değil.
Paneb Renupe'yi kenara itti.
— Batı yakası yöneticisinin bu yaptıklarından haberi var mı?
Subay birden saldırganlaştı.
— Yoksa onu tanıdığını mı söyleyeceksin? Yönetici senin gibi
sefillerle görüşmez!

62
— Sen yine de dikkatli ol. Dostluğuyla beni onurlandırdığına
göre, gidip ona subayların sivilleri haraca kestiklerini anlata-
bilirim.
Subay kınından hançerini çekti.
— Sinirlenmeyelim! diye araya girdi Renupe. Birkaç dal için
birbirimizi öldürmeyeceğiz ya! Bu vergi dediğiniz, ne kadar?
— Senin için çok fazla, köylü! Onun yerine birkaç gün
hizmet etmeniz gerekecek.
— Sizi uyarıyorum, dedi Paneb, neredeyse fazla sakin bir
sesle, ne yeterince kalabalıksınız ne de cesur. Sizin yerinizde
olsam, yoldan çekilirdim.
Subay güldü.
— İnsan silahsızsa, sesini hiç yükseltmemeli, pire çuvalı!
— Arkadaşımı dinleseniz, iyi olur, diye araya girdi Didya,
barışçı bir sesle. Eğer öfkelenirse, bu ılgın ormanından hasarsız
çıkamazsınız.
Dev adamın cüssesi subayı etkilemişti, ama askerlerinin
hakkından geleceğine ihtimal vermiyordu.
— Yoksa tanrılar mı koruyor onu?
Postu siyah, beyaz ve kızıl beneklerle kaplı dev gibi bir kedi
dalların birinden atlayıp Paneb ile subayın arasına düştü. Sırtının
tüylerini kabarttı, dişlerini göstererek öfkeli gözlerini subaya
çevirdi.
— Pis hayvan, şimdi gırtlağını keseceğim! Askerlerden biri
araya girdi.
— Yapmayın, Şef! Adi bir kedi değil bu. Bana kalırsa, karan-
lıklar yılanı ile müttefiklerinin kellesini uçurmak için bıçağa sarı-
lanlardan bu.
— Evet, bu o, dedi başka bir asker, belki de vücudunda
güneşi barındıran ürkütücü yırtıcılardandır! Üstelik bu devi de
koruyor. Kaçalım Şef, yoksa başımıza bir felaket gelecek!

63
Emir beklemeden, tabanları yağladı askerler.
Amenmes önce genel seferberlik ilan etmeyi düşünmüş,
daha sonra vazgeçmiş, sonunda yeniden ilk kararına dönmüştü.
Böylesi bir kararsızlık Mehi'yi çıldırtıyordu, ama duygularını
açığa vurmamaya çalışıyordu general; hatta prensi, sonuçları tüm
ülke için felaket olabilecek fikirler oluşturması konusunda des-
tekliyordu bile.
Amenmes kararsızlık içinde bocalarken, Mehi Seti'ye gizli
mektuplar gönderip oğlunun öfkesini önleyebilmek için elinden
geleni yaptığını bildiriyor, iç savaşı önlemekten başka bir kaygısı
olmadığını açıklıyordu. Sekreterlerinden biri, Teb bölgesinin
tarım üretimi hakkındaki raporları getirdi.
— Üretim harika, dedi sekreter, ama size üzücü bir haber
vermek zorundayım, Teb kaymakamını kaybettik.
— Onu çok arayacağız, dedi Mehi üzüntülü bir sesle. Oysa
kendisi hakkında oldukça şey bilmesine rağmen, yükselmesini
önlemek için hiçbir şey yapmayan alçak ihtiyarın ölmesine çok
memnun olmuştu.
"İşte sevgili karımın sorumlu olmadığı bir ölüm" diye
düşündü general. Bir yandan da merhumun yerine getirilmek
üzere, en aptal ve en yumuşak başlısını seçmek için yüksek
memurların listesini gözden geçiriyordu. Yönetim konusunda tek
bir kelime bile bilmeyen yeni kaymakam bütün işleri Mehi'ye
bırakacak, böylece general de gölgede kalarak hem kenti hem de
tüm bölgeyi istediği gibi yönetecekti.
Serketa ardında inatçı bir zambak kokusu bırakarak, salına
salına kocasının yazıhanesine girdi.
— Yeni gümüş saçaklı yeşil elbisemi nasıl buluyorsun?
— Harika.
— Seni özledim de...
Kedi gibi mırıldanarak, kocasının dizlerine oturdu.

64
— Küçük prens sonunda savaş ilan etmeye karar verdi mi?
— Hâlâ vermedi, tatlım. Ben de hâlâ saçma sapan talimatlar
almaya devam ediyorum; sanki başkentte kimse iktidarda
değilmiş gibi. Neredeyse Seti'nin tahtı ele geçirmeye cüret ede-
mediğini düşüneceğim.
— Yas yarın sona eriyor. Mutlaka bir gelişme olacaktır. Ne
gelirse gelsin, karşılamaya hazırım ben.
— Bu hayvan da ne? diye şaşırdı Şef Sobek, arkadaşları gibi
ağır sepetlerle gelen Paneb'in sırtındaki dev kediyi gördüğünde.
— Bilenlere bakılırsa, güneş kedisi.
— Bu mu, kedi? Bana kalırsa, daha çok vaşağa benziyor.
— Beni koruduğuna göre, ben de ona sahip çıkarım. Nübye-
linin Paneb'e fazla yaklaştığını gören kedi tısladı,
bir pençe darbesiyle Sobek'i tırmalamak istedi.
— Ne sevimli yaratık! Ona ne isim vereceksin?
— Dur bakayım... Neden Büyücü olmasın? Sobek omuzlarını
silkti.
— Bir sorun çıktı mı?
— Büyücü sayesinde çıkmadı.
Paneb, Didya ve Renupe mezar kâtibine gidip, sadece onun
dokunabileceği terazide odunları tarttırıp kaydettirdiler. Kenttir
daha sonra ılgın dallarını Didya'ya vererek, sağ ekipten kendi
seçeceği iki zanaatkarla birlikte işlemesini söyledi.
— Yol arkadaşlarımdan ayrılmak istemiyorum, dedi beriki.
Hemen atölyeye gidiyoruz. Bu küçük iş parmaklarımızın uyuşuk-
luğunu açar, umarım. Kenhir'in bürosundan çıkarken, yolunu
kesip ilerlemesini engelleyen, tahmin edilebilir bir güçlükle kar-
şılaştı Paneb.
Kapkara kuyruğunu dikmiş, atlamaya hazırlanır gibi arka
ayaklarından destek almış, dişlerini göstermek istercesine dudak-
larını açmış, köye girmesine kesinlikle izin vermemeye kararlı

65
gibi bakıyordu kediye. Hâkim erkek olarak köyün tüm hayvanları
üzerindeki krallığının herhangi biri tarafından bozulmasına göz
yumamazdı tabiî.
Paneb ile Kapkara iyi dosttu, köpek yabancı hayvanın üze-
rine bu yüzden atılmamıştı, ama zaman geçirmeden pazarlığa
girişmek gerekiyordu.
— Dinle, Kapkara. Bu kedi beni kötü niyetli aptallara karşı
korudu. Hayatlarını kurtararak, başımızın ciddi derde girmesini
önledi. Tamam, bu bir kedi, bu yüzden de bağımsız kalmayı iste-
yecektir, ama senin bölgene ayak basmasını, hâkimiyetini boz-
masını kesinlikle yasaklayacağım.
Köpek kulak dikmiş, dinliyordu; kahverengi gözlerindeki
parıltı, mesajı aldığının göstergesiydi.
— Sana gelince, Büyücü, gururlu hayvan davranışları takın-
ma, kendini kabul ettirmeyi öğren. Bu köyde herkes diğerlerine
saygı gösterir, rütbeye önem verilir; senin dünyanın patronu da,
Kapkara.
Paneb en az on iki kilo çeken kediyi yere bıraktı.
Köpek homurdandı, kedi tüm tırnaklarını çıkarıp bir kirpi
gibi şişinerek tısladı; Kapkara böylesi bir canavar görmeye alışkın
değildi, ama geri çekilmeyecekti işte.
— Burada dövüş yasak! dedi dev adam. Terbiyeli bir konuk
gibi davranmak da, sonradan gelene düşer.
Paneb bakışlarını kedinin gözlerine dikti, orman yırtıcısı
birlikte yaşamaya karar verdiği adamın isteklerini anlamış gibiy-
di. Tırnaklarını geri çekti, sfenks gibi uzandı. Kapkara da kediyi
taklit edip aynı biçimde yattı, birkaç saniye sonra doğruldu,
kedinin çevresinde dönerek, uzaktan da olsa kokladı.
Büyücü Paneb'in bacağına sürtünmek için kalktığında,
köpek de peşlerine düştü. Davranışlarından hâlâ kuşkulu olduğu
anlaşılıyordu, ama düşmanca değildi görünüşü.

66
Köyün yeni bir sakini vardı artık.
Nihayet sakin bir sabah... Kenhir hizmetçisi tarafından
uyandırılmadan rüyasının sonunu görmeyi başarmıştı. Usulca
yatağından kalktı, yüzünü yıkayıp eski devirlerin şiirlerini oku-
yarak kahvaltısını etti. O fazla güzel sükûnet birden tuzla buz
oldu.
— Yazıhanenizin temizlenmeye ihtiyacı var, dedi Güçlü Mut,
mezar kâtibinin saçlarını diken diken eden o saygısızlığıyla.
— Söz konusu olamaz, diye homurdandı.
— Uymam gereken bir programım var, diye hatırlattı hiz-
metçi. Bu evin bir odasının da toza yenik düşmesini kabul
edemem.
— Buranın efendisi kim?
— Gerçek, dedi Niut. Bir evin gerçeği de, temizliktir.
Verecek cevap bulamayan Kenhir fırtınadan kurtarabilmek
için bir dizi papirüsü yüksekçe bir rafa yerleştirmekle, yanına da
son mezar günlüğünü almakla yetindi. O sırada elinde süpürgeler,
bezler ve fırçalarla giren Güçlü Niut'u gördü.
— Çabuk gelin, dediğini duydu güçlü sesiyle Aslan Userhat'-
ın. Postacı sizi görmek istiyor!
Kenhir aceleyle evinden fırladı, peşinde bir sürü zanaatkarla
köyün ana kapısına yöneldi.
— Ustabaşına haber verdin mi? diye sordu başheykeltıraşa.
— Önden gitti.
Suskun Nefer'in yanında, Kenhir'e üzerinde kraliyet mührü
bulunan, başkentten gelme bir ferman uzattı Postacı Uputi. Upu-
ti'nin elleri titriyordu.
— Umarım fermanda sizin için kötü haber yoktur, dedi Ken-
hir'e alçak sesle.
— Maat ve Hathor Tapınağı'nın önünde toplanalım, dedi
ustabaşı.

67
Kesin sessizlik sağlandığında, mezar kâtibinden fermanı
okumasını istedi Nefer. Ferman, II. Seti'nin, Yukarı ve Aşağı Mısır
kralı ve Hakikat Meydanı'nın yeni büyük efendisi olarak taç giy-
diğini bildiriyordu.
O
On üçüncü bölüm
Elli beş yaşındaki Firavun II. Seti, ordularını demir yumrukla
yönetmeyi, yüksek memurlarını kendine itaat ettirmeyi bilen,
güçlü yapılı ve otoriter biriydi.
Dedesi ve Ramses'in babası I. Büyük Seti gibi, iktidarını fır-
tınaların ve kozmik kaşıklıkların efendisi Tanrı Set'e adarken, onu
yeniden canlandırmayı umuyordu.
Ne var ki II. Seti'nin oğlunun adı Amenmes'ti sadece, üstelik
babasının taç giydiği gün yanında olup onu alkışlamamış, yeni
firavunun iktidarını tanıyıp sayacağını belli etmemişti.
Bir Suriyeli baba ile Mısırlı anneden olma Başdanışman Bay,
ellerini vıcık vıcık ovuşturarak firavunun önünde eğildi.
— Sonunda bana Amenmes'ten mektup getirmeyi basardın
mı?
— Maalesef hayır, Haşmetmeapları, yine de getirdiğim ha-
berler fena sayılmaz. Bana inanılır gibi gelen söylentilere bakı-
lırsa, Teb kentinin güçlü adamı General Mehi ve orduları size
bağlı görünüyor.
Ufak tefek, zayıf, küçücük kara gözleri fıldır fıldır oynayan,
çenesinde küçük bir keçi sakalı olan Bay, firavunun çevresinde-
kilerin arasından sıyrılarak yeni firavunun başdanışmanı olmayı
başarmış, direnişleri daha başlamadan boğabildiğim, tehlikeli
kabileleri daha harekete geçmeden ezip dağıtabileceğini göster-
mişti II. Seti'ye.
Başdanışmanın tek rakibi Kraliçe Tausert'ti. Tanrıça yüzlü
muhteşem kadın da tam o sırada firavunun çalışma odasına girdi;
68
pırıl pırıl, otuzlarının ortasındaki kraliçe, Seti'nin ikinci karısıydı
ve en azından kocası kadar güçlü bir kişiliğe sahipti. Onun
hoşuna gitmeyecek bir şey yapmak, sonsuza dek gözden düşmek
demekti; bu nedenle, kraliçeyle aynı fikirde olmasa bile, ona karşı
gelmemeye çalışıyordu Bay.
— General Mehi'nin bir iç savaşın çıkmasını önlemek için
elinden gelen gayreti göstereceğinden eminim, dedi firavun. Yine
de Amenmes'in Mehi'yi atlayarak Teb ordularının başına geçme-
sinden çekinmiyor değilim.
— Bunu yaparsa, dedi kraliçe, devlete başkaldırmış olur. O
zaman da hiç acımaksızın, bütün gücümüzle savaşmamız gerekir
Amenmes'le.
— Amenmes benim oğlum, senin değil.
— Fark etmez, Seti. Kimse, ceza almaksızın devletin otorite-
sini ayaklar altına almaya cesaret etmemeli. Yoksa, anarşiye geçit
veririz, bu da hepimizin sonu olur.
— Kraliçeyle aynı düşüncede olmamak mümkün mü? diye
fısıldadı Bay. Siz Kuzey Mısır'ın olduğu kadar Güney Mısır'ın da
hükümdarısınız, her şeyden önce ülkenin bütünlüğü için savaş-
manız gerekir.
— Eğer Teb bağımsızlığına karar verirse, diye araya girdi
Tausert, en kısa zamanda ve en sert önlemlerle müdahale etme-
miz gerekecek. Firavunun iktidarı Tanrı Amon'un korumasına sırt
çeviremez. Üstelik Krallar Vadisi'ndeki ebedî istirahatgâhını kaz-
dırman, Teb'in batı yakasında da milyon yıllık tapınağını yaptır-
man gerekiyor, Karnak'ın güzelleştirilmesiyle ilgili çalışmaları
saymıyorum bile.
— Hakikat Meydanı hakkında bir rapor hazırlayacaktın, dedi
Seti Başdanışman Bay'a.
— Hazırladım, Haşmetmeapları. Hakikat Meydanı'nın us-t-
abaşısı Suskun Nefer'den büyük bir saygıyla söz ediliyor, tamam-

69
ladığı eserler de kusursuzmuş. Şimdiye kadar tek bir zanaatkar
bile ondan şikâyet etmediğine göre, yerine başkasını atamak için
neden göremiyorum. Söylenenlere bakılırsa, loncanın belini bük-
mek pek de kolay değilmiş, bu nedenle de zanaatkarlarla çatış-
mamak daha doğru olurmuş.
— Firavun en ulu efendi değil mi? diye sordu kraliçe şaşkın-
lıkla.
— Tabiî ki öyle, Haşmetmeapları. Yine de zanaatkarların çok
gizli bilgilere sahip oldukları, simyacılık yapıp altın ürettikleri
söyleniyor. Bu bilgilerden yararlanabilmek için, firavunun onlarla
iyi geçinmesi gerek.
— Hakikat Meydanı'nda devletin temsilcisi yok mu?
— Var, mezar kâtibi. Adı Kenhir, yetmiş iki yaşında, söyle-
nenlere bakılırsa da oldukça hırçın biriymiş. Yine de, zanaatkarlar
köyünün yönetimiyle ilgili en ufak bir kusuruna rastlanamamış.
— Yetmiş iki yaşında... Çok yaşlı! Mezar kâtibi uzun zaman
önce emekliye ayrılmış olmalıydı. Derhal görevden alınma karar-
namesini yaz!
— Yerine kimi atamayı düşünüyorsunuz, Haşmetmeapları?
— Mesela seni, Bay! Başdanışman bembeyaz oldu.
— Emrinizdeyim Haşmetmeapları, ama ne Teb yöresini ne de
bu yeni görevin özelliklerini biliyorum, hem...
— Başdanışmanın yanımızda olması gerek, diye kestirip attı
Seti. O olmasıydı, muhalefetin hakkından gelemezdim.
— Anlaşıldı, diye kabullendi Tausert. Yine de kararnameyi
yazıp Hakikat Meydanı'na sadık ve uysal birini atasın. Atayacağı
yeni mezar kâtibi de Teb'e girişimizi hazırlar. Bu arada, unutma-
dan... O ustabaşının kararımızdan şüphelenmemesi, etkilemeyi
başardığından emin olduğu o ihtiyarı desteklememesi gerekiyor.
Bunun için, ne yapılması gerektiğini de buldum bile.
Prens Amenmes yıkılmış gibiydi.

70
— Demek, sonunda...
— Size saygısızlık etmek istemem ama, diye sözünü kesti
General Mehi, babanızın kararı beklenmedik bir şey değil ki.
— Bana danışmadan, tahta bağlılığımı sağlamak için beni Per
Ramessu'ya çağırmadan, firavunluğunu ilan etti! Beni önemsiz bir
rakipmişim gibi bir kenara iterek, bana şu kadarcık bile önem
vermeden! Ondan nefret ediyorum! Beni duyuyor musun, Mehi,
ondan nefret ediyorum!
— Üzüntünüzü anlıyorum Prensim; yine de hemen harekete
geçmek daha doğru olmaz mı?
— Firavuna kaşı gelmek, asi olmak demektir, hayatını ve
ruhunu kaybetmek demektir.
— Kimse ona karşı gelmiyor ki.
— Öyleyse, benim geleceğim ne olacak? Babam beni veliaht
ilan etmeyi aklından bile geçirmez artık. Ölene dek burada çürü-
yeceğim demek ki.
— Bundan önceki amaçlarınızı unuttunuz mu yoksa? Amen-
mes Mehi'ye şaşkınlıkla baktı.
— Ne demek istiyorsunuz?
— Babanızın taç giymesini onaylamıyorsunuz, onu yasal
firavun olarak da tanımıyorsunuz. Bir asi durumuna düşmemek
ve haklı kararlarınızı uygulayabilmek için, elinizde tek çare var;
Karnak rahiplerinin desteğini alarak, firavun olmak. Böylece,
ihanet ve asilikle suçlanacak olan babanız olur, siz değil.
— Babam boyun eğmez. Bunun sonu iç savaş olur!
— Kim bilir, Prensim? Seti sizden böylesi bir kararlılığı bek-
lemez ki. Bir oldubitti karşısında kaldığım görüp, bakarsınız geri
çekilir.
— Bunun sonuçları korkunç olabilir, Mehi.
— Zafer ve şanınız böyle bir tehlikeye değer, Prens Amen-
mes, bu kararı da sizden başkası veremez.

71
Postacı Uputi'nin karşısında, şaşkınlığını gizleyemedi usta-
başı.
— Saraydan bana bir mektup... İyi de, tüm resmî yazıların
mezar kâtibine gönderilmesi gerekmiyor mu?
— Bana verilen talimat açık ve kesin; bu belgeyi bizzat size
vereceğim. Size, başka kimseye değil.
Suskun Nefer mühürlü papirüsü aldı, düşünceli bir yüzle
evinin yolunu tuttu. Işık muayenehanesine gitmeye hazırlanı-
yordu. Ustabaşı mührü söküp yazıyı okudu.
— Olamaz!
— Kötü bir haber mi? diye endişeyle sordu bilge kadın.
— Gerçek bir felaket!
Nefer mektubun içeriğini karısına anlattığında, Işık "felaket"
tanımım hiç de abartılı bulmadı. II. Seti'nin tahta çıkmasıyla
köyün tepesinde dolaşan tehlike bulutları bir ara uzaklaşmış
görünmüştü, ama anlaşılan Hakikat Meydanına saldırmanın bir
yolu daha vardı.
Üstelik bu yol, hiçbir zanaatkarın aklına bile gelmemişti.
— Ne yapmalı? dedi Işık.
— Bir adım bile gerilememek gerekecek.
— Yasaya karşı gelmiş olmaz mıyız?
— Olabilir... Ama eğer bu emri kabul edersem, bil ki arkası
gelecektir, sonunda da lonca ölmeye mahkûm bir grup yumuşak
başlı işçiye döner.
Nefer ve Işık birbirlerine sarıldılar.
— Haklısın, sonuç arma bakmadan direnmek gerek.
Kenhir her sabahki gibi saçlarını yıkıyordu. En sevdiği andı
bu, yılların ve görevinin yükünü unuttuğu, kesin mutluluk dolu
bir an. Saçlarını duruladıktan sonra diplerini hintyağıyla ovuştu-
ruyor, bu mucizevî koku düşüncelerini düzene sokup ona eski

72
gençliğini veriyordu sanki. Ne var ki şişeden sadece tek bir damla
döküldü.
— Niut, bana yeni bir şişe getir! diye haykırdı öfkeli Düşesle.
Hizmetçi gelirken hiç de acele etmedi.
— Kalmadı, dedi.
— Ne demek, kalmadı! Sana depoya göz kulak ol, demedim
mi?
— Ben evinizi temizleyip yemek yapmak için para alıyorum,
kâhyalığınızı yapmak için değil.
— Ne felaket! Hintyağı olmadan, nasıl yaşanır? Köye git de,
bul biraz.
— Bütün bu olanlardan sonra, köyde de kalmadı. Sevkıyatın
yeniden başlamasını beklemekten başka çare yok.
— Bende gösterecek sabır kalmadı, hele bunca belirsizlikten
sonra! Gidip Lekesiz Uabet'i bul, keneotu toplanması için kocasını
razı etsin. Çok acele olduğunu söylemeyi de unutma!
— Önce mutfağın temizliğini bitireyim; orasının domuz ahı-
rına benzemesini istemem.
Kenhir daha fazla ısrar etmedi, saçlarını kurulamakla
yetindi. Hintyağı olmadan, kendini yenilgiye uğramış hissedi-
yordu. Bir de eğer şu Niut belası da başarılı olamazsa, gelecek çok
karanlık gözükecekti.
Banyo odasından çıkarken, elinde bir papirüsle Suskun
Nefer'i buldu mezar kâtibi karşısında. Ustabaşının yüzünden,
müjdeli bir haberle gelmediği anlaşılıyordu.
— Saraydan bir mektup aldım, diye açıkladı Nefer.
— Hiç alışılmadık bir uygulama... Tüm resmî yazıların bana
gönderilmesi gerekirdi.
— Elimdeki yazı için, imkânsız olurdu bu.
— Neden?

73
— Çünkü mektup, sizi emekliye sevk etmemi istiyor.
A
On dördüncü bölüm
Kenhir'in ağzını açıp bir cevap verebilmesi için, birkaç
saniye gerekti.
— Doğru, yetmiş iki yaşındayım, ama hiç emekliye ayrıl-
maya niyetim yok.
— Anlaşıldığı kadarıyla, kimse fikrinizi sormuyor.
— Elindeki mektup, Firavun II. Seti'nin imzasını mı taşıyor?
— Hayır, Başdanışman Bay imzalamış, dedi ustabaşı.
— Öyleyse, hiçbir değeri yok! Ben hiçbir memura bağlı
değilim. Görevime sadece firavun son verebilir.
— Başdanışman Bay, yükünü tahmin edebildiği bir görev için
çok yaşlı olduğunuzu, sizin yerinize Per Ramessu'da yetişmiş
genç bir kâtip atamak niyetinde olduğunu yazıyor.
— Teb'de doğmayı bile başaramamış bir beceriksiz, yani!
Anlıyorum, yeni yönetim Hakikat Meydanı'nı avucuna almayı ve
buraya damgasını basmayı özlüyor.
— Başdanışman halefinizi atamak için benim onayımı bek-
liyor sadece. Bunun karşılığında emrime beş hizmetkâr verece-
ğini, onların evimin gündelik işleriyle uğraşacaklarını, böylelikle
benim de firavunun mezarından başka bir şey düşünmeme gerek
kalmayacağını yazıyor.
Kenhir'in çenesi kilitlenir gibi oldu.
— Bay denen bu adama ne cevap göndereceksin?
— Tarlalarda çalışarak bana hatırı sayılır bir kazanç getirecek
hizmetkârları kabul edeceğimi.
Yaşlı kâtip yıkılmış gibiydi.
— Seni tanıdığımı sanıyordum, Nefer... Oysa ne kadar yanıl-
mışım!

74
— Sonra da ona mezar kâtipliği için yaş sınırı olmadığını
hatırlatıp, sağlığınızın kusursuz, yeteneklerinizin benzersiz oldu-
ğunu, loncanın yönetiminizden memnun kaldığını anlatacağım.
Gergin bir tebessüm Kenhir'in yüzündeki kırışıklıkları sildi.
— Hayır, yanılmamışım!
— Sonunda da ne benim ne de sol ekip şeflerinin gitmenizi
istemediğini, sizin emekliye ayrılmanız halinde de hem bizlerin
hem de bilge kadının peşinizden geleceğini ekleyeceğim. Geride
Işık Taşı'nı kullanmayı ve Altın Evi'ni canlandırmayı bilen kimse
kalmayacağına göre, ebedî istirahatgâhın ve milyon yıllık tapı-
nağın yapımına da ara vermek gerekecek.
Kenhir gözpınarındaki bir damla yaşı silmeye çalıştı.
— Nefer...
— Yeni yönetim, tüm insan topluluklarının hırsa, rekabete ve
zenginliğe dayandığını sanarak bizi bölmeye çalıştı. Başdanışman
Bay da tüm kusurlarımıza, bütün hatalarımıza rağmen Hakikat
Meydanı'nda, Maat'ın yasası altında yaşadığımızı unuttu anla-
şılan.
İki adam birbirlerine sarıldılar.
— Yirmi yaş gençleşmiş gibiyim, dedi Kenhir mutlulukla.
Paneb başını ellerinin arasına almış, uzunca bir süreden beri
bir ılgın ağacının kurumuş dalına bakıyordu, ama bu mütevazı dal
parçasının ilk eserinin hammaddesi olacağına inanamıyordu bir
türlü. Ilgın dalı ne destek ne de motif olamıyordu gözünde; ılgın
dalı üzerine bir şeyler çizmek ya da bir ılgın çizmek gelmiyordu
içinden kısacası. Uabet usulca kocasına yaklaştı.
— Seni rahatsız edebilir miyim? Paneb dal parçasını uzağa
fırlattı.
— Bundan hammadde olmaz!
— Kesinlikle olmaz, diye gülümseyerek onayladı karısı.
Mezar kâtibi için keneotu aramaya gider misin? Evinde hiç yağ

75
kalmamış, hizmetçisi Niut da, Kenhir her gün başını yağlamazsa
daha da çekilmez olacağından korkuyor. Ramses Tapınağı'nın
biraz ötesinde, birinci kanalın hemen yanında varmış.
— Bu bir görev mi?
— Hayır, sadece bir iyilik.
Dev adam, ufak tefek karısına hayır demeyi beceremiyor-du
bir türlü. Polislerin denetiminden geçti, bir an sonra kendini
kanala giden patikanın üzerinde buldu. Ufak bir incir ağacı
boyundaki keneotu, genellikle su yollarının ve bataklıkların kena-
rında yetişir; koyu renkli ve pürüzsüz yapraklarında güneşte
kurutulan, kabukları çatlayıncaya kadar bekletilen küçük meyve-
ler vardır. Havanda dövülen bu tanelerden, saçları gürleştirdiğine,
baş ağrılarını geçirip bağırsakları temizlediğine inanılan, kandil-
lerde de kullanılan bir yağ elde edilir.
Paneb taneleri toplayıp beline astığı kocaman torbaya dol-
dururken, genzini yakan bir yanık kokusu duydu.
Biraz ötesinde, kahkahalar atarak koşan çocuklar vardı. Kuru
otları tutuşturmayı başarmışlardı anlaşılan.
Alevler yayılıp yükseldiğinde, yalımların boşluğu aşıp göğe
kadar yükselebileceklerini düşündü Paneb. Ateş kusursuz bir
yaşama gücü değil miydi? Ateş eskiyeni ortadan kaldırıyor, yeni
biçimler doğuruyordu. Birden, tüm dünya yaratıcı aleve yönelen
bir yol gibi göründü zanaatkarın gözüne; o yolu izlememek, tek-
düzeliğin ölümcül soğuğuna kurban gitmek olacaktı. Dev adam
ölü dalları bir kenara itti, alevlerin yayılması ve keneotu ağaçla-
rına atlamasını önlemek için ateşin etrafını kumla çevreledi.
Beyni düşüncelerle dolu uzaklaşmadan önce, son alevin de ölme-
sini bekledi. Yoksa ateş, gerçek hammadde değil miydi?
Hintyağı sayesinde, yeniden doğmuş gibiydi Kenhir. Kan
beyninde daha iyi dolaşıyordu, Hakikat Meydanı'nın yönetimi

76
konusunda yardımcısı İmuni'ye uzunca bir rapor yazdırmaya
hazırdı şimdi.
Yere bağdaş kurup oturmuş olan İmuni de üzerinde titrediği,
kimselere emanet edemediği kâtip avadanlıklarını hazırlamakla
meşguldü; başta da sembolik olarak "Görmek ve İşitmek" olarak
adlandırılan, Tot'un kolu olarak bilinen, firavunincirinden yapıl-
ma tahtası. Fırçaları da her zaman kusursuz bir biçimde temizdi
İmuni'nin, tıpkı kırmızı ve siyah mürekkep topaklarını bir dam-
lasını bile taşırmadan erittiği küçük kapları gibi.
— Başlamaya hazır mısın, İmuni? Epey işimiz var. Çalışma
yöntemimde en küçük bir ayrıntı bile eksik olmamalı.
— Neden kendinizi haklı gösterme gereği duyuyorsunuz?
— Çünkü merkezî yönetim beni görevden almak istiyor.
— Hangi nedenle?
— Çok yaşlıymışım! Oysa ben hiç de emekliye ayrılmak
niyetinde değilim.
İmuni görünürde hiçbir tepki göstermedi ama, içine bek-
lenmedik bir umut doğmuştu. Kenhir'in yerine ondan daha çok
kim yakışabilirdi ki? Eğer firavun İmuni'nin düşüncesini sorarsa,
hiç saygısızlık etmeden, Kenhir'in miadının gerçekten de doldu-
ğunu anlatacaktı.
— Bu belge gerçekten de yönetimin kararını geri almasına
yeterli olacak mı?
— Tabiî ki hayır, İmuni, ama elimdeki tek silah bu değil ki.
— İtaat etmek zorunda değil miyiz?
— Hakikat Meydanı'nın kuralları haksızlığa ve keyfî karar-
lara boyun eğmemizi yasaklar.
Kenhir raporunu yazdırmaya başladığında, acele edip hede-
fini belli etmenin çok akıllıca olmayacağını düşünüyordu İmuni.
Tüm yaşlılığına rağmen, belki de kimsenin kuşkulanmadığı gizli
silahlara sahipti ihtiyar mezar kâtibi. Hainin köyün değirmentaş-

77
larını yakından incelemesi oldukça zaman aldı; ne de olsa ekmek
ve bira yapabilmek için değirmenlerin başında çalışan köy kadın-
larının kuşkusunu çekmemesi gerekiyordu. Doleritten yapılma
değirmentaşların hiçbirinden ışık yayılmıyordu çevreye.
Yardımcıların kullandığı büyük değirmene bakmaktan başka
yapılacak bir şey yoktu artık. Çalışarak geçirilen uzun günün
sonunda, yardımcılardan çoğu evlerine dönerdi; üstelik şefleri
Çömlekçi Beken'in doğum günü olması da işleri kolaylaş-
tırıyordu. Demirci Obed bile, körüğünden fazla uzaklaşmamak
için kalmayı tercih ettiği küçük kulübesinde değildi o gün.
Etraf tehlikesizdi kısacası, yine de meraklı bakışlardan
sakınmak gerekecekti; bu nedenle akşam olana kadar beklemeyi,
o güne kadar hiç giymediği, karısının komşularına göstermeden
diktiği bir gömlek giymeyi kararlaştırmıştı hain. Yürüyüşünü
değiştirmeye çalışarak batıdaki küçük kapıdan çıkmış, ana
kapının karşısındaki nöbetçiye görünmemek için köyün duvarla-
rına sürünerek ilerlemişti. Yardımcılara ayrılan bölüm ıssızdı.
Kocaman bir ibis, turuncu bir renk almış gökte uçuyor, kuzey
rüzgârı usulca esiyordu.
Ayağında papirüsten sandaletleriyle ses çıkarmadan ilerledi
hain, sonra büyük değirmentaşının arkasına çöküp çevresini
kolaçan etti.
Doğrulmaya davrandığında, gözetlendiğini hissetti. Biri un
çuvallarının arkasına saklanmış, onu izliyordu. Ondan korkan,
karşısına çıkmaya cesaret edemeyen biri. Düşmanın kim oldu-
ğunu araştırmaya kalkmadan geriye çekilmek mi, yoksa ondan
kurtulup cinayete bir kaza görüntüsü vermek mi? Tereddüt edi-
yordu. Hayvan sıçradı, üzerinden geçerken bir pençe aüp omzunu
tırmaladı, köy yönünde koşup gözden kayboldu.
Büyücü, Paneb'in dev kedisi! Tanrı'nın cezası canavar hem-
cinslerinin itiraz edemeyecekleri bir av sahası seçmişti kendine.

78
Ne var ki, ne kadar acımasız ve yabanî olursa olsun konu-
şamayacak, haini, kimsenin dikkat etmeksizin yanından defalarca
geçip gittiği kocaman değirmentaşının yanında gördüğünü kim-
seye anlatamayacaktı dev kedi. Sinirleri kopacak kadar gergin,
usulca yaklaştı hain. Değirmentaşı oldukça büyüktü; üstelik ala-
cakaranlıkta doleritin parıldayıp parıldamadığını da kolaylıkla
anlayabilecekti.
Hayır, hayır, saçmaydı bu düşünce. Kutsal taş herkesin gözü
önünde değildi kuşkusuz; usta bir yontucu olan ustabaşı, gerçek
özelliklerini gizleyecek bir biçim vermiş olmalıydı Işık Taşı'na.
Değirmentaşının yüzeyini kazıyabilmek için küçük çakısını
çıkardı hain; doleritin hemen altında, ışık saçan bambaşka bir taş
bulmayı umuyordu. Oysa kazıdığı yerden, yıllardan beri değerli
hizmetler veren doleritten başka bir şey çıkmadı.
Umutları sönen hain, yine yanıldığını kabul etmek zorun-
daydı artık. Ustabaşı değerli taşını, farklı bir görüntüyle de olsa,
herkesin gözleri önünde bırakmamıştı anlaşılan, başlangıçtaki
düşüncesine dönmekten başka çaresi yoktu hainin; loncanın en
değerli hazinesi, kapalı ve iyi korunan bir yerde olmalıydı mut-
laka.
n
On beşinci bölüm
Başdanışman Bay, General Mehi'nin çalışma odasına girdi-
ğinde, Mehi Firavun Seti'nin adamının önemli bir rakip olacağını
hemen anladı.
— Yolculuğunuz iyi geçti mi, Başdanışman?
— Doğruyu söylemek gerekirse, yolculuktan nefret ederim,
ama hem haşmetmeapları hem de saygıdeğer eşleri Hakikat
Meydanı'na gidip ustabaşıyla bizzat görüşmemi istediler. Gelece-
ğimi ona bildirdiniz mi?
— Tabiî, yarın sabah onunla burada görüşeceksiniz.
79
— Anlaşıldığı kadarıyla hakkında en ufak bir şikâyet bile
duyulmamış biriymiş.
— Yetiştiriliş biçimi Suskun Nefer'i aşın görülebilecek bir
katılığa itiyor, yönetimin isteklerini kolayca kabul ettiğini söy-
lemek de imkânsız, diye sızlandı Mehi.
— Onun hakkında bir dosya tuttunuz mu?
— Geçmişinde en küçük bir leke bile yok, dedi general. Oysa
ustabaşını suçlamayı ne çok isterdi Mehi; ne var ki Bay'dan çok
çekiniyordu. Başdanışmanın amaçlarını öğrendiğinde, onu yön-
lendirip yönetmek daha kolay olacaktı kuşkusuz.
— Nefer dediğiniz şu adam, gerçekten de dürüst biri mi? diye
meraklandı Bay.
— Hakikat Meydanı zanaatkarları çok özel bir loncadır, sayın
Başdanışman. Doğrudan firavuna bağlıdırlar ve bu konuda da kılı
kırk yararlar.
— Biliyorum General, biliyorum... Kısacası, bana yardım
edemeyeceksiniz, demek.
— Resmî görevim zanaatkarların köyünü korumak, her türlü
tehlikeyi göğüslemek; bu görevi de elimden geldiğince iyi yap-
maya çalışıyordum. Ne var ki Hakikat Meydanı'na girmeye
hakkım olmadığı gibi yöneticilerinin üzerinde de hiç yetkim yok.
Yine de emrinizde olduğumu bilmenizi isterim.
— Haşmetmeapları bağlılığınızdan çok memnun, General.
Otoriteniz ve ılımlı öğütlerinizle ülkeyi bir iç savaş felaketinden
kurtardığınızın bilincinde firavun. Prens Amenmes'i ev hapsine
aldığınızı düşünüyorum, yoksa yanılıyor muyum?
— Tabiî. Prens hasta, umutsuz, bana kalırsa çok geçmez,
babasının hükümdarlığını tanır.
— Gerçekten de başka seçeneği yok.
Ustabaşı merkezî yönetim binasına geldiğinde, bahçede,
sarmaşıklarla kaplı bir kameriyenin altında bekleyen Başdanış-

80
man Bay tarafından büyük bir sıcaklıkla karşılandı. Kameriyenin
altında, güneşin sıcak ışınlarından uzakta, alçak masaların üzer-
leri meyve tepsileri ve bira kupalarıyla doluydu.
— Teb'deki yaşam ne kadar tatlı, dedi başdanışman. Yine de
buraya sizinle havadan sudan konuşmaya gelmedim. Firavun
mektubunuzu ve Kenhir'in kalın raporunu aldı. İtiraf etmeliyim
ki, oldukça şaşırdık bu belgeleri aldığımızda. Mezar kâtibinin
kusursuz çalışmalarını hiçbir zaman unutamayız, ama böylesine
yıpratıcı bir görevi sürdürecek yaşı çoktan geçtiğini görmüyor
musunuz? Emekliye ayrılma çağı çoktan geldi, Kenhir de emek-
liye ayrılmayı fazlasıyla hak etti.
— Mektubumun bütününü okudunuz mu?
— Mektubunuz dostluğun en duygulandırıcı örneğini veri-
yor, ama o bölümleri unutmak daha doğru olmaz mı? II. Setinin
ebedî istirahatgâhının yapımını yönetecek olan sizsiniz, ben de
çağın gereklerinin farkında olan, çok daha genç bir mezar kâtibi
atamak isteğindeyim. Zaman değişiyor, Nefer, insanların değişen
zamana uymaları gerek. Ne demek istediğimi iyice anlatabildim
mi?
— Daha açık anlatamazdınız, Başdanışman.
— Demek sorun halloldu... Atanmasını onaylamanız, birlikte
çalışmayı kabul etmeniz için, başkentte yetişmiş bir kâtibin adım
bildireceğim size.
Bay başarısından memnundu, ağzına tatlı ve yumuşak bir
incir atıp çiğnemeye koyuldu.
— Hakikat Meydanı'nın ustabaşısının akıllı ve mantıklı biri
olacağından emindim, yanılmadığımı görmek beni mutlu etti.
— Sizi düş kırıklığına uğratmaktan çekmiyorum, Başdanış-
man.

81
— Hayır, hayır, sevgili Nefer! Yeteneğinizi herkes biliyor,
başarılı olacağınızdan en ufak kuşkum yok. Firavunun mezarı
gerçek bir sanat eseri olacak, eminim.
— Loncanın elinden gelenin en iyisini yapacağından benim
de kuşkum yok; bunu yapmak için de, otoriter bir mezar kâtibine
gerek olacak.
— İçiniz rahat etsin, Kenhir'in halefi gerekli becerilere sahip
olacaktır.
— İşte bundan kuşkuluyum.
Başdanışman bir an için sarsıldı, ama çok geçmeden Ne-
fer'in amacını anlamaya başladı.
— Sizin de bir adayınız var, öyle değil mi?
— Tabiî, diye kabullendi Nefer.
— Aslına bakılırsa, bundan daha doğal bir şey olamaz. Siz de
yaşlı Kenhir'in yolun sonuna geldiğini kabul ediyorsunuz, bu
yüzden onun yerine kimin geçmesini gerektiğini de düşündünüz.
Kenhir'in halefinin adını öğrenebilir miyim?
— Kenhir'in ta kendisi. Bay kaşlarını çattı.
— Benimle alay mı ediyorsunuz?
— Mektubumda da açıklamıştım, Kenhir'den daha iyi bir
mezar kâtibi düşünülemez bile. Loncanın kararı böyle.
— Ama benimki böyle değil!
— Sizinki mi, yoksa firavununki mi?
— Devlet sırrından söz ediyoruz, Nefer, ama şu kadarını
söyleyeyim ki Kraliçe Tausert de böyle bir değişiklikte kararlı,
ona karşı gelmek de söz konusu değil.
— Kraliçe, Kenhir'i neyle suçluyor?
— Şey... Kesin bir şey yok tabiî.
— Demek ki konu basit bir kaprisin ötesinde değil.
— Rica ederim, sözlerinizi ölçüp konuşun!

82
— Bizler bir zanaatkar loncası oluştururuz, Başdanışman,
çalışırken de kapris ve şımarıklık kaldırmayacak malzemeyle uğ-
raşırız. Eğer kraliçe bizim geleneklerimize uyamayacak bir kâtip
atayıp bize dayatmak niyetindeyse, bu niyetinden vazgeçsin.
— Ben size kraliçenin iradesine boyun eğmeyi öğütlüyorum,
Nefer!
— Anlaşılan yazdıklarımı yanlış okumuşsunuz. Aramızda
birlik ve dayanışma olmadan, loncanın gerektiği gibi çalışması
imkânsız; bu birlik de Kenhir'in görevinde kalmasına bağlı.
— Kraliçenin iradesi...
— O irade haşmetmeaplarının yaşama geçirip iletmekle
görevli olduğu Maat yasalarının üzerinde olabilir mi? Kraliçeye
Kenhir'in diğerleri gibi herhangi bir kâtip olmadığını, loncayı
yönetmek için ona ihtiyacımız olduğunu anlatın. Eğer Kenhir'in
sağlığı bozulursa, hem o hem de ben görüşümüzü değiştirmeye
hazırız.
— Ustabaşı, beni çok zor bir durumla baş başa bırakıyor-
sunuz.
— Sorunu çözmek için diplomasi yeteneklerinize güveniyo-
rum, Başdanışman, bunun için de kraliçeye hepimizin aynı yöne
ilerlemek zorunda olduğumuzu, yeni firavunun ebedî istirahat-
gâhını kazmaya başlamak için talimatlarını beklediğimi anlata-
cağınızdan eminini.
— Kâbuslarımda gördüklerimden de korkunç, diye itiraf etti
Başdanışman Bay General Mehi'ye. Bu Nefer'in kararını değiş-
tirmek imkânsız. Kraliçenin de öyle! Eğer haşmetmeapları dire-
nirlerse, ustabaşının istifa edip loncayı çalışamayacak durumda
bırakacağına inanıyor musunuz?
— Suskun, boşa konuşmayacak, inatçı biridir. Eğer bir şey
yapacağını söylemişse, hiç tereddüt etmeden yapar.

83
— Uyanlarımın onu korkutacağını umuyordum, ama hiçbiri
kararlılığını değiştiremedi. Artık bir an önce başkente dönüp
firavun ile kraliçeye durumu anlatmaktan başka yapacak bir şey
kalmadı.
— Bir anlaşma sağlanamadığını varsayalım, sizce ne olur?
— Kenhir resmen görevden alınır, yerine yeni birisi atanır.
— Bu, bence bütün çözümlerin en kötüsü olur, diye endişe-
lendi general. Sizin atadığınız memur zanaatkârlarca kabul edil-
meyecek, bütün iş aksayacak.
— Böylesi bir karmaşayı düşünmek bile istemem.
— Öyleyse bu karmaşayı siz yaratmayın, Başdanışman.
— Siz Kraliçe Tausert'i tanımıyorsunuz ki! Eğer istekleri
yerine getirilmezse, öfkesi yıkıcı olur.
— Kraliçenin isteği, firavunun iradesine uyuyor mu?
— Seti daha bir karar vermedi.
— Hakikat Meydanı'nı suçlayıp küçük düşürmeyin. Hakikat
Meydanı olmadan hiçbir iktidar sonsuzla bütünleşemez.
— Firavun bunun bilincinde, onun için sonu felaketle bitebi-
lecek bir çatışmayı önlemek için gerekli bütün adımlan ataca-
ğından eminim.
Yeni iktidarın gerçek amaçlarını henüz öğrenemeyen Meni,
köyün koruyucusu rolünü büyük bir başarıyla oynamıştı doğrusu.
Yakın gelecekte birçok sorunun cevabını alacağından kesinlikle
emindi.
Paneb tüm biçimleriyle alevleri çiziyordu. Birkaç günden
beri, durup dinlenmeksizin yalımlan izliyor, en mahrem hareket-
lerini yakalayabilmek için, danslarından gözlerini ayırmıyordu.
Kendi yaptığı renk topaklarından büyük bir bölümünü israf
etmiş, alevlerin canlanmasından korların sönüşüne kadar ateşin
değişimlerini resimleyebilmek için kırmızı ve sarının onlarca
tonunu kullanmıştı.

84
Papirüs parçalan ile kireç öbekleri üst üste yığılmıştı.
Çalışmalarından mutsuzdu Paneb, bu müsveddelerin hiçbirine
önem vermiyordu.
— Kenhir'i buradan almak istediklerini biliyor muydun? diye
sordu karısı.
— Direniriz.
— Değişiklik istemiyor musun?
— Kenhir değişmez. Böylesi daha iyi hem. Lekesiz Uabet
kocasının yanına oturdu.
— Hâlâ hammaddenin peşindesin, değil mi?
— Ateş benimle konuşuyor, ama hâlâ neler dediğini anla-
yamadım. Ateşi çizmek de yeterli gelmiyor bana. Oysa esrara çok
yaklaştığımın da farkındayım.
— Yanılmıyorsun.
Paneb şaşkınlıkla karısına baktı.
— Yoksa sen... sen yoksa ateşin eserimin tek hammaddesi
olacağım mı söylemek istiyorsun?
— Bir bakıma, evet.
— Yalvarırım, daha açık anlat!
— Yolunu kendin bulmalısın, Paneb.
— Neden ateşi çizmek yeterli değil?
— Elini harekete geçiren, her sabah bakışını dirilten
görünmez alevi sorgula; coşkudan başlayıp ruhun yaratıcılığına
kadar uzanan ateşin derecelerini ayarlamayı öğrenmeye çalış,
armağanları da unutma bu arada. Yeni bölgeler bulmak, aynı
zamanda da bulduğu yeni yerlere kısa bir süre hükmetmek
isteyen araştırmacı gibi ilerlemelisin.
— Ne değişik sözler bunlar, Uabet.
— Bunlar benim sözlerim değil, Paneb, öteki Hathor rahibe-
leri gibi, kızı olduğum ateşin sözleri.
O
85
On altıncı bölüm
Başlangıçtan beri, her şey ters gitmişti; sert rüzgârın, kırılıp
devrilen direğin yüzünden güçleşen yolculuk başdanışmanı tekne
değiştirmek zorunda bırakmış, üstüne üstlük, sekreteri de hasta-
lanmıştı. Şimdi de, bu. II. Seti kuzeydoğudaki kışlaları denetli-
yordu, gündelik işler de Kraliçe Tausert'e kalmıştı. Genç karısına
güvendiğinden, oğlu Amenmes'le arasında çıkması muhtemel bir
çatışmaya daha iyi hazırlanabilmek, orduyla ilgilenebilmek için,
krallığın işlerini kraliçeye devretmekte bir sakınca görmüyordu
yeni firavun.
Başdanışman Bay önce firavunla görüşüp kraliçeye diren-
mesini sağlamak istemişti başlangıçta, oysa firavunun başkentten
ayrılması, bütün planın suya düşmesine neden olacaktı. Tausert'le
karşılaşmanın da başarısızlıkla sonuçlanacağı neredeyse kesindi.
Bay sadece devletin en etkili yöneticilerinin girebildiği özel
kabul salonuna alındığında, bir kez daha kraliçenin güzelliği ve
zarafetine hayran olmaktan alamadı kendini.
Açık yeşil elbise kraliçenin kusursuz vücut hatlarını belir-
ginleştiriyor, neredeyse gerçekdışı hafiflikteki bilezik ve gerdan-
lığı insanın uzun süre direnemeyeceği çekiciliğini daha da artırı-
yordu. Tausert Seti'yi ve saray halkını avucunun içine almıştı
güzelliğiyle; Bay da ürkütücü bir zekâyla birleşen bu güzellik
karşısında gücünün yok olduğunu hissetti bir kez daha.
— Teb yolculuğundan memnun kaldın mı, Bay?
— Az çok, Haşmetmeapları.
— Öyleyse, iyi haberlerden başla.
— Tüm bölge sakin, General Mehi'nin birlikleri de size sadık.
— Amenmes'le görüşebildin mi?
— Hayır, çünkü hasta ve umutsuzmuş. Anlaşılan, babasıyla
boy ölçüşemeyeceğinin bilincinde olmalı.
— Belki de kurnazlık yapıyordur.

86
— Belki, ama Teb savaşa hazırlanıyor görünmedi bana.
— Öyleyse, kötü haberlere geçelim, dedi kraliçe. Başdanış-
man yutkundu.
— Suskun Nefer'le, Hakikat Meydanı'nın ustabaşısıyla görüş-
tüm, ona niyetinizi anlattım ve...
— Ne demek, niyetim? Ona anlatman gereken, herkesin
önünde eğilmesi gereken karanındı!
Başdanışman her zamanki tutumundan vazgeçti, doğruca
konuya girdi.
— Ustabaşı reddetti, Haşmetmeapları. Güzel Tausert'in göz-
lerinden alev çıkıyordu.
— Söylediğini doğru duydum mu, Bay?
— Nefer yazdıklarını teyit ediyor, kısacası Kenhir'in mezar
kâtibi olarak kalmasını istediğini tekrarlıyor.
— O ustabaşı firavuna itaat etmekle yükümlü olduğunu
unutuyor mu?
— Haşmetmeapları iradeniz karşısında eğilmemesi imkânsız
tabiî. Ne var ki girişimim onun için yeterli olmadı, sağlığı yerinde
olan Kenhir'i görevden almamamız için uyardı beni.
— Yoksa şu Nefer'in tarafında mısın, Başdanışman?
— Tabiî ki hayır, Haşmetmeapları, üstelik başarısız olduğum
için üzülüyorum. Ama o adam çok inatçı, boyun eğdirmek kolay
olmayacak.
— Oysa sana verdiğimiz görevleri yapardın hep. Tehdit
neredeyse açıktı.
— General Meni bile dikkatli olmayı öğütledi. Yaşlı Kenhir'i
emekli etmek loncayı öylesine kızdıracak ki, çalışırken her
zamanki heyecanı göstermemeleri, hatta düzeni bile bozmaları
mümkün.
— Başkaldırmaya cüret mi edecekler?

87
— Başkaldırı sözü belki biraz aşın, Haşmetmeapları, ama
zanaatkarlar birlik ve dayanışmalarına fazla önem veriyor gibi
görünüyorlar.
— Başka bir deyişle, bir yanlışlık yaptığımı, karanını değiş-
tirmem gerektiğini söylemek istiyorsun.
Cevap vermek zorunda kalmamak için, yerdeki döşeme taş-
larından biri olmayı tercih ederdi başdanışman. Birkaç kelime,
yıllar süren bir didinme ve sabrın sonunu getirebilir, meslek
hayatı bir taşra kasabasının kâtibi olarak sürebilirdi.
— Bir cevap bekliyorum, Bay.
"Olan oldu" diye düşündü başdanışman, "belki de bir kez
dürüst olmanın yaran vardır."
— Ustabaşıyla görüştükten sonra, Haşmetmeapları, Kenhir'i
görevde bırakmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Böylece
Hakikat Meydanı loncası sarsılmaz, en kısa sürede firavunun
isteklerini yerine getirir. Kaldı ki, kâtip de çok yaşlı...
— Beni şaşırtıyorsun, Bay.
— Buna üzüldüm, Haşmetmeapları, ama doğruyu söyleme-
nin daha yararlı olacağını düşünüyorum. Çokları beni bir fırsatçı
olarak görür, amaçlanma ulaşabilmek için yalana ve dalkavukluğa
başvurduğumu düşünür; belki de tümüyle haksız değillerdir. Ne
var ki bugün, çok sevdiğim ve hizmet etmek istediğim ülkenin
kaderine hükmeden kraliyet çiftinin danışmanıyım. Bu nedenle
de, bedeli ne olursa olsun, tutum değiştirmek gerektiğine inanı-
yorum. Kraliçenin saldırgan bakışı neredeyse sevecen olmaya
başlamıştı.
— Seni yanlış değerlendirmişim, Bay, seni tek amacı zengin-
leşmek olan o zavallı dalkavuklardan biri sanıyordum. Oysa
şimdi, dürüstlüğü seçmiş görünüyorsun. Tausert iltifat konu-
sunda çok cimriydi aslında, bu rahatlatıcı sözler de başdanışmanı

88
sakinleştiremedi; yoksa cellat bıçağının habercisi miydi bu tatlı
kelimeler?
— Bana Suskun Nefer hakkında daha ayrıntılı bilgi ver, dedi
kraliçe.
— Beni çok etkiledi, Haşmetmeapları. Bulunduğu yeri dol-
duran, hem güçlü hem de sakin bir adam. İnsan onun karşısında
kendini çok ufak, neredeyse güçsüz hissediyor. Sesini yükselt-
miyor hiç, karşısındakini ikna etmeye de çalışmıyor, hiçbir engele
aldırmıyormuş gibi, doğruca hedefe yöneliyor. Ondan çekinmeniz
gerek, Haşmetmeapları. Doğru, Nefer olsa olsa bir sanatçı, yine
de gerçek önder özellikleri taşıyor, onu başına geçiren loncayı
korumak için de hiçbir zayıflık göstermeden savaşmaya hazır
görünüyor.
— İşi bizzat firavuna karşı gelmeye vardıracak ölçüde mi?
Başdanışman Bay tereddüt etti.
— Herhalde oraya vardırmaz, size saygısızlık ediyor görün-
mek istemiyorum ama, soruyu doğru sorduğunuzdan da emin
değilim.
— Ne demek istediğini açıkla.
— Böylesi bir adama emir vermek yetmez. İtaatinin baş
eğmekten çok işbirliği olması için, önerileni tümüyle destekle-
mesi şart. Prens Amenmes'in hâlâ Teb'de olması ve tepkisinin
henüz kestirilememesi nedeniyle, II. Seti'nin iktidarı güç koşullar
içinde başlıyor, Krallar Vadisi'ndeki mezarı da çok önemli bir
girişim olacak. Kenhir'den ayrılmaya zorlayarak Suskun Nefer'i
güç durumda bırakırsak, ne elde ederiz?
— Hükümdara saygı gösterilmesini, Bay!
— Doğru, Haşmetmeapları, yine de biraz beklemek daha
doğru olmaz mı?
— Kraliçeye kararının yanlış olduğunu kabul etmesini mi
öneriyorsun?

89
— Sadece krallığın çıkarını düşünmesini öneriyorum.
— Beni yalnız bırak, Bay. Firavun döndüğünde, kesin kara-
rımızı alırız. Büyücü, evinin eşiğinde güneşin sıcaklığının tadını
çıkaran Kenhir'in kucağına sıçradı. Üç ayaklı bir tabureye oturan
yaşlı kâtip loncanın hizmetinde geçirdiği yılları, sevinç ve üzün-
tüleri hatırlıyordu. Hiçbir şeyden pişman değildi, ne gündelik
sıkıntılardan, hatta ne de zanaatkarlar arasında yaşanan,
tanrıların bile önleyemediği çekişmelerden.
Dev kedi dikkatle elini yaladığı yaşlı kâtibe zarar vermemek
için tırnaklarını çekmişti.
Kapkara birkaç metre geriden izliyordu olanları. Kara köpek
kedinin mezar kâtibiyle dost olmasını kabul ediyordu, ama nasıl
bir tutum izleyeceğine karar vermeden önce kediyi gözden
kaçırmamakta da kararlıydı.
— Benden çok daha beceriklisin, diye fısıldadı Kenhir Büyü-
cü'nün kulağına, her zaman dört ayağının üzerine düşmeyi başa-
rıyorsun çünkü. Oysa ben, pek diplomatça davranamıyorum,
yönetimin hoşuna gitmeye çalışmadan işimi gerektiği gibi yap-
maktan başka bir şey düşünmüyorum. İstesem de yapamazdım
herhalde, bu yaştan sonra da değişemem ya.
Paneb mezar kâtibinin sağına oturdu.
— Bu canavar sizden etkilenmiş görünüyor, yine de yabanî
kalmakta kararlı.
— Anlaşılan birbirimize benziyoruz.
— Sanatçı değilsiniz, Kenhir, yine de meslek hayatınız lon-
canın sırlarından çoğunu öğrenmenizi sağladı.
— Söylentilere fazla inanma, evlat.
— Nefer benden eserimi yapmamı istedi.
— Hayatının önemli bir aşaması olacak bu, Paneb. Bütün
yeteneğine rağmen, güçlüklerin üstesinden gelip gelmeyeceğin
belli değil.

90
— Oysa siz, siz hammaddenin ne olduğunu biliyor olma-
lısınız.
— İnsan doğası. Dünyada insan doğasından daha bozuk,
daha gülünç bir şey olamaz, ne var ki tanrıların bizlere verdiği
alet bu, bu aletle yaşamayı öğrenmek zorundayız. İnsan doğasını
reddetme, onu işlenmesi güç bir madde olarak görmeye çalış.
— Kendimi de değiştirmem mi gerekiyor?
— Sakın düş görme. Böyle doğdun, böyle öleceksin. Tecrü-
bem bana kimsenin değişmediğini, bu değişimi yaratmak için
doğan kişinin de sadece ustabaşı olacağını öğretti. Yine de gizle-
dikleri biçimleri gün ışığına çıkarmak için taşı ve tahtayı küçült-
mek gerekir. Taşı kaplayan çamuru at, Paneb, böylece özünü gör,
varlığının merkezini tanı. İşte o zaman, hammaddeye varırsın.
Kedi güven içinde, uyukluyordu. Suskun Nefer'in yaklaştı-
ğını duyup, gözlerini araladı.
— Akşam gerçekten de harika değil mi? diye sordu Kenhir,
batan güneşle konuşuyor gibi. Yıllar var ki kendime böylesi bir
tembellik izni vermemiştim.
— Saraydan sizle ilgili kesin kararı bildiren bir yazı aldım,
dedi ustabaşı.
— Bana yazılanları anlatmadan önce, bırak da köydeki bu
son günümün zevkini çıkarayım. Eşyalarım hazır, hizmetçimi
gönderdim, kimseyle vedalaşmadan çekip gideceğim buradan.
Yarından tezi yok, beni unutur, adımı bile anmazsınız. Hayat
böyle, işte.
— Hayat bazen beklenmedik biçimler alıyor.
Yaşlı kâtip birden derin bir endişe duydu yüreğinde.
— Yoksa firavun bana ek bir ceza mı verdi?
— Bunun kararını siz verin. II. Seti mezar kâtipliği
görevinizin devanı edeceğini bildiriyor.
A
91
On yedinci bölüm
Suskun Nefer ile Kenhir ustabaşının Hakikat Meydanı
gömütlüğünde kendi için kazdırdığı mezara kadar tırmandılar.
Nefer, Paneb'in de yardımıyla zaman zaman burada bizzat çalışı-
yordu. Manevî oğlu mezarın duvarına toprak renginin hâkim
olduğu bir resim de çizmişti.
— Manevî oğlumun yaptığı son eseri göstermek istiyordum
size, dedi Nefer yaşlı kâtibe, resmin özellikle çok başarılı oldu-
ğunu düşünüyorum çünkü.
Duvarlar kaba biçimde düzeltilmişti, dışarıdan gelen ışık,
ustabaşının önünde durduğu duvarın sadece alt bölümünü aydın-
latıyordu. Işık parlak renklere ulaşamadığından, gözlerinin loş-
luğa alışabilmesi için birkaç dakika beklemek zorunda kaldı
mezar kâtibi.
Karşısında, birinin belinde ustabaşı önlüğü, ötekinin üze-
rinde tören giysisiyle iki erkek vardı. Tören elbisesi giyenin
elinde de kâtip avadanlığı.
— Ama... ama, buradaki, benim! diye şaşırdı Kenhir.
— Bu topraktan ayrılacağımız zaman yine konuşmamıza
devam edebilmemiz, bu köyün çıkarlarını koruyabilmemiz için
ebedî istirahatgâhımda sizin de olmanızı istedim.
— Benim için olağanüstü bir mutluluk, diye kekeledi Kenhir.
— Daha çok loncanın refahını sağlamak için yaşını ve ağrı-
larını unutmaya çalışan mezar kâtibine duyduğumuz şükranın
ifadesi.
— Bu, şimdiye kadar gördüğüm en güzel sevgi belirtisi,
Nefer... Sana nasıl teşekkür edeceğim?
Kâtip uzunca bir süre, kendini en olgun çağlarında gösteren
resmi inceledi.
— Paneb bana sahip olamadığım bir soyluluk vermiş. Yine de
tanrıların huzuruna böyle çıkmayı tercih ederim.

92
— Size eserinden söz etti mi?
— Her yerde hammaddeyi arıyor, bulana kadar da huzur
yüzü görmeyecek.
— Doğru yolda mı ilerliyor bari?
— Umarım... Oysa tam hedefe vardığını sandığında başarısız
olan kaç kişi var, bir bilse...
İki adam, köye hâkim tepedeki mezardan çıktılar.
— Ne kadar talihliyiz, Kenhir. Burada yaşayıp, ölümü burada,
ataların yanında, dış dünyanın gürültüsünden uzak geçirmek, Işık
Taşı'nın korumasında olmak. Bundan daha güzel bir yazgı olabilir
mi?
— Sana benim için çok önemli, biraz da şaşırtıcı bir tasarıdan
söz etmek istiyordum.
Suskun Nefer kâtibi dinledi.
Tasarı şaşırtıcı olmaya şaşırtıcıydı doğrusu.
Her iyi haber bir şölene neden olmalıydı, Pişkin Somun Pay
da Kenhir'in görevinde kalmasını kutlamak için şölen düzenleme
fırsatını kaçırmadı. Zanaatkarlardan çoğu mezar kâtibinin asık
yüzünden yakınıyordu yakınmasına ama, her iki ekip de yaşlı
kâtibin yeteneklerinin farkındaydı, onu loncanın vazgeçilmez bir
üyesi olarak görmeye alışmışlardı çoktan.
Üzgün olan bir tek kişi vardı; İmuni, Kenhir'in yardımcısı.
Daha şimdiden, parmakları henüz uyuşmamış da olsa, kendinden
aşağı görmeye başladığı ustasının yerini almayı ummuştu. Kenhir
hâlâ mezar günlüğünü bizzat kendi tutuyor, yardımcısına sadece
ikinci derecede işler veriyordu. İmuni patronunun yaşını düşün-
dü, Kenhir'in çok geçmeden Osiris'in krallığına geçeceğini düşü-
nerek avunmaya çalıştı.
Şölen bitince, Güçlü Mut'u çağırdı Kenhir.

93
— Köyden ayrılacağınızı düşünerek, beni gönderdiniz, dedi
genç kadın. Burada kaldığınıza göre, yeniden işime dönecek
miyim?
— Geçinilmesi güç biri olduğunun farkında mısın?
— Sizinle birlikte olmak için, gerekli bu. Önemli olan,
yaptığım iş. İşimden memnun musunuz?
— Yazıhanemi sık sık temizlemeye kalkman dışında, mem-
nun olmadığımı söyleyemem. Yaptığın yemeklere gelince, nefis
olduklarını itiraf etmek zorundayım, bazen fazla yavan olsalar da.
— Fazla yağ, sağlığınız için felaket olurdu. Bundan bilge
kadına da söz ettim, dediğimi onayladı. Yemeklerinizi yapmakla
görevli olduğum sürece, fazla yağdan kaçınacağım.
— Bir gün bana kâhyalık yapmak için gelmediğini, sadece
temizlik ve yemekle ilgileneceğini söylemiştin.
Güçlü Niut gülümsedi.
— Yoksa, sorumluluklarımı artırmayı mı düşünüyorsunuz?
— Evet. Benim önümde çok yoğun bir çalışma dönemi var,
altmış yaşındaki kadar da güçlü değilim artık, hele başımdan
geçenlerden sonra. Bundan böyle zamanımı tümüyle mezara ve
mezarın gereklerine ayırmak istiyorum. Bu evi çekip çevirmek,
gündelik hayat için neyin gerekli olduğuna karar vermek de
senin görevin olsun. Bu arada, elbiselerimin temizliğini, saçım
için hintyağını da unutmaman gerekecek.
— Maaşım...
— Onu da düşündüm tabiî, pek memnun olmayacağın, ama
önemli yararlan bulunan bir çözümde karar kıldım.
— Maaşımı artırmayı kabul etmiyor musunuz, yani? Gülüm-
seme sırası Kenhir'deydi şimdi.
— Savurganlıktan nefret ederim ama, o kadar da cimri
değilim. Ağır görevini layıkıyla yapabilmek için, burada oturman
gerekecek. Bu yüzden de seninle evlenmeyi öneriyorum.

94
Niut'un ağzı açık kaldı.
— Ama...
— Ama ben yaşlı bir moruğum, sen ise genç bir kız. Bunu
bilmediğimi mi sanıyorsun? Endişelenme, hakkında hiçbir kötü
niyetim yok, aramızdaki tek aşk, bir dedenin torununa duyduğu
sevgi olacak. Seni uzun zamandan beri izledim, Niut, dürüst,
çalışkan olduğunu, saygıyı hak ettiğini gördüm. Evlenmekle,
vârisim yapacağım seni. Öldüğüm zaman, varlıklı ve iyi yetişmiş
bir kadın olacaksın, çünkü sana okumak ve bilgelerin görkemli
metinlerini yakından tanımak için zaman vereceğim. O zaman
bana teşekkür edecek, hoşuna giden biriyle evlenip, istediğin
kadar çocuk sahibi olacaksın. Endişelenme, ayrı odalarda kalaca-
ğız, kendine ait bir banyon da olacak. Evleneceğimizi ilan ederek,
düş kurma eğilimindeki köylülerin heveslerini de kursaklarında
bırakmış olacağız. Bu evliliğin senin geleceğini güvence almak
için yapılan yasal bir işlem olduğunu açıklayıp, başka bir niyeti-
mizin olmadığını anlatacağız. Herhangi bir yanlış anlamaya
meydan vermemek için, senin o kararlı sözlerine güveniyorum.
— Siz... siz şaka etmiyorsunuz, değil mi?
— Çok ciddiyim. Sen öteki hizmetkârlar gibi değilsin, Niut;
beni memnun etmek, ödüllendirilmesi gereken bir basan. Karım
olmak sana sadece yarar getirecek, hatta öteki ev kadınlarının
seni saymasına bile neden olacak. Bu niyetimden ustabaşına da
söz ettim, o da en az senin kadar şaşırdı ama ne düşündüğümü
anladı. Düşün, genç kız, düşün ve karar ver.
— Beni sizi baştan çıkarmak, bir sokak kadım gibi davran-
makla suçlamazlar mı?
— Hiç endişelenme, zaten dedikodu almış yürümüştür. Ev-
lenmekle söylentinin boynunu kırarız, kimse de sana saygısızlık
edemez, yoksa ağır suç işlemiş olurlar. Birlikteliğimizin gerçek

95
anlamını açıklamak için lonca mahkemesinin huzuruna da çıka-
cağım.
— Bu o kadar beklenmedik bir şey ki...
— Sana hiçbir şey dayatmıyorum, Niut. Ne istediğine öz-
gürce karar ver.
— Gerçekten de hiçbir art niyetiniz yok, değil mi?
— Sana firavunun ve ustabaşının hayatları üzerine yemin
ederim. Niyetimi senden saklamadım, dürüstlüğüme güvendiğini
sanıyorum. Yine de küçük bir tehlike var... Mut'un boğazı düğüm-
lendi.
— Hangi tehlike?
— Yeni ev hanımlığından fazla etkilenmen ve bana eskisi gibi
hizmet etmemen. Bu tehlikeyi göze alan biri varsa, o da benim.
— Beni yanlış tanımışsınız!
— İnsan doğasını iyi tanırım, Küçükhanım.
— Bu evi, sanki benim kendi evimmiş gibi çekip çevirece-
ğime tanrılar huzurunda söz veririm.
— İyi ya işte, eğer evlenmeyi kabul edersen, burası gerçekten
de senin evin olacak.
Sanki düş görmediğinden emin olmak istiyormuşçasına, elini
kaldırıp duvara dokundu Güçlü Niut.
— Öyleyse, en ufak bir düzensizliğe katlanmamı, tek bir toz
zerresinin bile peşine düşmememi nasıl beklersiniz benden?
Hoşuma gitmeyen, işimi kaybetmemek için susmak zorunda kal-
dığım o kadar ayrıntı vardı ki... Ama eğer dilim özgürleşecekse,
her şey değişecek demektir. Duvarların boyası yenilenmeli,
evdeki bazı eşyalar mezar kâtibinin şanına uygun değil, banyo da
zaman kaybetmeksizin elden geçirilmeli. Gerisini, daha sonra
düşünürüz.
Kenhir çıkacak fırtınayı önceden tahmin etmişti etmesine de,
yine de bu gürültüye ne kadar dayanabileceğini düşünmekten

96
alamadı kendini. Oysa olağanüstü bir genç kıza hak ettiğini ver-
menin başka bir yolu da yoktu.
— Bundan, önerimi kabul ettiğini mi çıkarayım?
— Hayır, tabiî ki hayır... Şey, demek istiyorum ki... O kadar
ani oldu ki!
— Önceden tahmin edemediğim isteklerin mi var yoksa?
— Hayır, anlaşmanın koşullan benim için de uygun, ama
öylesine ani oldu ki... Bir de... neden beni seçtiniz?
— Çünkü, yeniden evlenecek yaşı çoktan geçtim, Niut.
Kader, önemli olandan başka bir şeyle ilgilenmemem, tüm gücü-
mü temel görevlere ayırmam için güçlü bir darbe vurdu bana.
Oysa sen, senin önünde kuracağın koca bir hayat var, benim
elimde de sana sağlam bir temel verme imkânı. Kendimi tanıyo-
rum, iyi ve cömert biri olmadığımın da farkındayım, bu loncayı
yönetmekle geçen yıllar bana dikkatli olmayı, düş kurmamayı
öğretti. Seninle evlenerek, her şeyden önce kendi rahatımı ve
çıkarımı düşünüyorum. Sakın iyi yürekli olduğumu, cömertlik
yaptığımı falan düşünme.
Güçlü Niut sinirlerini yatıştırmak için bir fırçaya sarıldı,
ahşap bir sandığı temizlemeye girişti.
— Belki belgelerinizi gerektiği gibi sınıflandırıyorsunuz, ama
elbise katlamaktan, dolaba gerektiği gibi yerleştirip yıpranmasını
önlemekten haberiniz bile yok. Yaşınız da böylesi becerileri
öğrenmeye engel değil. Köy kadınlarının alaycı bakışları altında
günlerce aynı buruşuk gömleği giymenize gelince... Bazı şeyleri
daha baştan açıklığa kavuşturmak gerek, Kenhir; bir evi ayakta
tutmak, bazı kararlar almak gerektirir, bu alanda da isteklerime
karşı çıkılmasından hoşlanmam.
— Pazarlık mümkün değil mi?
— Değil.
— Koşullarını kabul ediyorum, Niut.

97
n
On sekizinci bölüm
II. Seti'nin talimatını beklerken, sol ekip şefinin de onayla,
işleri iki ekip arasında paylaştırmıştı ustabaşı. Bunlara tapınak ile
ek sunakların onarımı, toplantı salonunun yer döşemesinin yeni-
lenmesi, evlerin güzelleştirilip tavan alarmın elden geçirilmesi
gibi işlerdi.
Paneb ile Kurtarıcı Şed evliliği köy mahkemesince de onay-
lanan Kenhir'in geniş mezarındaki son düzenlemeleri de tamam-
lamışlardı. Kâtip tüm varlığını Güçlü Mut'a bıraktığını belirten bir
vasiyet hazırlatıp tanıkların da huzurunda imzalamıştı.
— Kendimle barışığım artık, dedi Kenhir ustabaşına. Şimdi
huzur içinde ölebilirim.
— Mezarınız istediğiniz gibi oldu mu?
— Layık olmadığım kadar görkemli. Yine de, kimseye bırak-
mayacağım bir yer. O görkemli eve taşınmakta acele etmemekle
birlikte, kıskanç bir dikkatle koruyacağım mezarımı. Öte tarafın
iyi yanları var, Nefer. Ressamların yetenekleri sayesinde, çiftçiler
güçlük çekmeden ürün topluyor, buğdaylar hep olgun görünüyor,
rüzgâr yelkenleri şişirirken kumaşlarını yırtmıyor, ben de son-
suza dek genç kalıyorum. Loncadan daha ne isteyebilirim ki? Bu
köyden ayrılmak zorunda kalmak beni üzecekti kuşkusuz, o
felaketten de senin sayende kurtuldum.
— Kurtulmanızı sadece kendinize ve çalışmanıza borçlu-
sunuz, Kenhir.
— Çatışmanın sürekli olduğu bu dünyada, kardeşlik çok
ender bir özellik. Kardeşliğin ışıltısını görebilecek kadar uzun
yaşadığım için mutluyum. Güneş parıldıyordu, su ve yiyecek
sevkiyatı yeniden başlamıştı ve çiçekler ataların mezarlarını süs-
lüyordu. Köy mutlu bir arı kovanı gibi vızıldıyordu; yine de endi-
şeliydi ustabaşı.
98
— Yeni bir döneme giriyoruz, diye açıkladı düşüncesini
mezar kâtibine. Başdanışman Bay, firavun ile lonca arasında ara-
cılık yapıyor, bizim yanımızda yer alacağından da kuşkuluyum
doğrusu.
— Bir dalkavuk, üstlerinin öfkesini üzerine çekmekten
kaçınmak koşuluyla, kendi iyiliğinden başka bir şey düşünmez.
Ya Hakikat Meydanı'nın ona yararlı olacağını anladı ya da köyü
yıkmak için komplo kurmayı sürdürecek.
— Adam hem akıllı hem de kurnaz, üstelik tehlikeli olabile-
ceğini de düşünüyorum. Kraliçeyi kararını değiştirmeye razı
ederek, ne denli etkili olduğunu kanıtlamadı mı?
— Gerçek niyetini anlayabildin mi?
— Bana kalırsa, henüz kesin bir amacı yok, yaptığımız işin
niteliğini merak ettiği kanısındayım.
— Talihimiz varmış, General Mehi hâlâ resmî koruyucumuz
olarak kalıyor; oysa Prens Amenmes'in hâlâ Teb'de olması, gene-
rale zarar verip, bizi de tehlikeye atmaz mı? Eğer bir iç savaş
çıkarsa, çatışma bizi de etkiler.
— İşte bu yüzden Işık Taşı'nın her türlü hırstan uzak tutul-
ması gerekiyor ya.
— Hain şimdiye kadar Işık Taşı'na yaklaşmayı başaramadı.
Üstelik taşın yerini de bulacağından kuşkuluyum.
— Biz gözümüzü açık tutalım, Kenhir. Gölgeler arasında
çömelip gizli kalmayı başararak ne denli becerikli olduğunu gös-
termedi mi?
— Şef Sobek'in de tahmin ettiği gibi, sonunda yanlış bir adım
atacak o gölge yutucu.
— Ben sizin kadar emin değilim, diye itiraz etti Nefer,
bundan böyle varlığını hesaba katarak hareket etmek zorundayız.
— Bir de kraliçenin tutumu var tabiî. Bana bulaşmasının
nedeni sadece yaşım olamaz. Tausert'in aklında, buraya Hakikat

99
Meydanı'nın her hareketini ona yetiştirecek bir casus
yerleştirmek vardı. Yeni iktidar bizi dize getirip sırlarımıza sahip
olmak istiyor.
— Yine de sizi emekliye ayırmaktan vazgeçti kraliçe.
— Bu geri adımın nedenini merak etmiyor da değilim doğ-
rusu, diye itiraf etti Kenhir. Bunun ardından emekliliğimden çok
daha acımasız bir intikam gelmesinden korkuyorum.
— Bilge kadın Hathor rahibeleri bizi her gün tanrıçanın
koruması altına sokuyorlar, biz de Maat'ın yolunda yürümeye
çalışıyoruz; daha etkili güvenlik önlemleri almamızı mı önerir-
siniz?
Bazen, daha kalabalık, daha iyi silahlanmış bir orduya sahip
olmak geçmiyor değildi Kenhir'in aklından; oysa ustabaşının
yanılmadığını ummaktan başka bir çare yoktu elinde.
Gömütlüğe giden patikada, Paneb'in yolunu kesenler Halat
Kasa ile Burun Fened'di.
— Seninle konuşmak istiyorduk, dedi Kasa.
— Durma, konuş öyleyse.
— Neden Suskun Nefer'in mezarında yalnız çalışıyorsun?
Bizler sana yardıma hazırız oysa.
— Gerek yok.
— Geleneklere saygı da göstermiyorsun!
— Manevî babamın ebedî istirahatgâhıyla ilgilenmek bana,
yalnız bana düşer.
— Fazla iddialı davranmıyor musun?
— Bunun kararını vermek, ustabaşına düşer. Eğer yaptıkla-
rımdan memnun olmazsa, başkalarını çağırır.
— Sen patronunun gözüne girmekten başka bir şey düşün-
müyorsun, işin aslı bu! Bizler de değersiz adamlar durumuna
düştük. Bu da hoşumuza gitmiyor, Paneb, hiç hoşumuza gitmiyor!

100
— Sen ve senin gibi düşünenler, yanılıyorsunuz. Bırak da
geçeyim, yapacak işim var benim.
— Kasa'nın hakkı var, diye söze karıştı Fened. Anladık,
ustabaşı seni oğlu olarak kabul etti, ama bu bizi süprüntü gibi
görmen için yeterli bir neden mi?
— Yoksa burnun duyarlığını mı yitirdi? Ben sadece görevimi
kendi gücümle tamamlamaya uğraşıyorum, hepsi bu.
— Bize gerekeni anlatmıyorsun, Paneb.
— Geçmeme izin verecek misiniz, vermeyecek misiniz? Halat
Kasa ile Burun Fened sükûnetiyle onları şaşırtan dev adama
direnmek için sağ ekibin öteki zanaatkarlarından yardım isteye-
bilirlerdi. Paneb genelde öfkesini gemleyememekle ünlüydü; oysa
şimdi, neredeyse aldırmaz görünüyordu. Fened durumu yatış-
tırmayı yeğledi.
— Canını sıkmak arzusunda değiliz, bize yaptığın resimleri
göster, yeter.
— Mezarın girişinin önüne koca bir kaya yuvarladım, eğer
ona dokunacak biri çıkarsa, önce yumruklarımın tadına bakması
gerekecek.
— Bize böyle davranmaya hakkın yok! diye itiraz etti Kasa.
— Daha az şüpheci olun, her şey yoluna girer.
— Aslında, iyi bir derse ihtiyacın var, Paneb. Öyle bir dersten
sonra, çok daha geçimli olursun.
— Ne zaman istersen.
— Sakin olalım! diye araya girdi Burun Fened. Aslında, karşı
karşıya gelmemiz için hiçbir neden yok. Paneb'in biraz daha
anlayışlı olması yeter, sonra her şey yoluna girecektir.
— Her şey, siz yolumun üzerinden çekilir çekilmez yoluna
girecek.

101
Genç devin bakışları giderek sertleşiyordu. Fened ve Kasa,
Paneb'in Suskun Nefer'in mezarına kadar tırmanmasını, girişin
önündeki koca kayayı yerinden oynatmasını izlediler.
Ateş hammaddenin özelliklerinden sadece biriydi, Paneb de
bu kadarıyla yetinemiyordu bir türlü. Eğer gerçekten bir ham-
madde varsa, kayanın yüreğinden başka bir yerde bulunması
imkânsızdı, genç ressamın eserini tamamladığı yerden başka;
manevî babasının ebedî istirahatgâhını süslediği yerdi burası da.
Dilsiz duvarları renkli bir halk şarkısına dönüştürüyor, Nefer'in
ruhuna sunabilmek için hayatın çeşitli renklerini paletinde can-
landırmaya çabalıyordu.
Onun hammaddesi resimdi, o hammaddeden uzaklaşmaması
gerekiyordu.
Dev kedinin omzunda tırnaklarıyla açtığı yara cerahatlen-
miş, hain de iki günden beri ateşler içinde yatmak zorunda kal-
mıştı.
Ne büyük bir umutsuzluk! Loncanın göbeğinde, tek bir
yanlış adım atmadan, yakalanmadan yaşamayı başarmak, Işık
Taşı'nı çalmaya hazırlanırken, böylesine, bir kediye yenik düşerek
geri çekilmek zorunda kalmak! Yarasının nedenini soracağından
emin olduğu bilge kadına da başvuramazdı. Hain kendi yalanına
dolanmaktan, kuşkuları üzerine çekerek tüm çabasının boşa git-
mesinden korkuyordu.
Karısının hazırladığı şurup da işe yaramamış, ateşi yüksel-
meye devam etmişti.
— Işık'a görün, dedi kadın.
— Çok tehlikeli.
— İyi de, böyle kalırsan çok daha hasta olabilirsin.
— Yarayı temizlemek yeter.

102
— Elimde gerekli otlardan yok. Güvenlik nedeniyle Sobeke
ev kadınlarının köyden çıkmalarını yasakladı. Şimdilik, pazara
gitmeye bile hakkımız yok.
— Bir çözüm yolu var. Demirci Obed yaralandığında, yarama
bakır temelli bir merhem sürüyor.
— Merhemi nerede sakladığını biliyor musun?
— Alet odasında, bir rafın üzerinde.
— Kolayca bulunabilecek bir yerde mi?
— Obed meşgulse, evet. Bu sırada da, silah üretiyor olmalı.
— Eğer beni merhem kavanozunu aşırırken yakalarsa, doğ-
ruca köy mahkemesini boylarım, yaptıklarımı açıklamam da
imkânsız olur. En iyi koşullarda bile köyden kovuluruz.
— Haklısın, ama bu tehlikeyi göze almaya değmez mi?
Korktuğuna göre, benim gitmem gerekecek.
— Titriyorsun, elin de öyle. Çok gergin görünüyorsun.
— Ya sen, sen gergin değil misin?
— Senin kadar değil, en azından. Bir deneyeceğim. Hainin
karısı bir kavanoz kırdı, parçalarını da başının üzerine yerleştir-
diği sepete attı.
— Kavanozun yenisini almak için çömlekçiye gideceğim,
böylece demirci dükkânının önünden geçmek için bir bahanem
olur.
— O kediyi boğmalıydım! diye homurdandı yaralı.
— Bundan böyle, o hayvandan uzak dur.
Karısı evden çıkınca, mutfakta, dizlerinin üzerinde kaldı
hain, yaranın acısı gittikçe daha belli ediyordu kendini.
Eğer karısı yakalanırsa, onu polisin elinde bırakıp, köyden
kaçmaya karar verdi. Kadın gerçek bir sorguya dayanamayıp
konuşacaktı nasıl olsa, o zaman da hain Hakikat Meydanı'nın
uzağında olmalıydı. Zenginliğe bunca yaklaşmışken, ne yazık!
Bitkin bir şekilde uyuklamaya başladı, düşünde geniş topraklar,

103
çalışkan hizmetkârlar, semiz inekler ve nefis yemekler gördü.
Elini kızarmış butlardan birine uzattığında, ustabaşının elini
bileğinde duyup haykırdı.
— Sakin ol, dedi karısının sesi, benim. Hain kâbustan uyandı.
— Sen ha... Ne oldu, başarabildin mi?
— Merhemi aldım.
— Kimse görmedi mi seni?
— Kimse. Beni yardımcıların bölgesinde birinin görmüş ola-
bileceğini düşünerek, yeni bir kavanoz da aldım. Şimdi, bırak da,
yarana bir bakayım.
Yirmi dört saat boyunca kocasının yarasındaki merhemi
tazeledi. Sonunda ateş düşmeye, yara kapanmaya başladı.
O
On dokuzuncu bölüm
Sırtlarında birer torba, Hakikat Meydanı yönünde ayaklarını
sürükleyerek yürüyordu beş adam. İskelede yolu sormuşlar, soluk
almak için birkaç kez durup dinlenmek zorunda kalmışlardı.
Gidecekleri yere varmak için acele eder görünmüyorlardı hiç.
Daha 1. Tabya'ya vardıklarında, kara derili polisler çevrele-
rini sarıp kısa kılıçlarıyla tehdit etti gelenleri.
— Yüzükoyun yere yatın, çabuk! dedi polislerden biri.
Yolcular dehşet içinde, söyleneni yaptılar.
— Kimsiniz?
— Köylüyüz, dedi en gençleri.
— Yükünüz ne?
— Birkaç parça çamaşır sadece.
— Bir görelim.
Polisler torbalan karıştırdı, silah falan bulamadılar. Sadece
resmî görünüşlü bir tahta levha çekti dikkatlerini.
— Ayağa kalkın, sakın ani bir harekette bulunmayın!
— Bizi nereye götürüyorsunuz?
104
— Şefimiz Sobek'in yanına. Kim olduğunuzu ona söylersiniz.
Beşi de sürüklenerek tabyaya kadar götürüldü, orada elleri arka-
larına bağlandı.
Nübyeli şefin etkileyici görüntüsü gelenlerin endişesini daha
da artırdı.
— Demek, köylüsünüz, dedi Sobek.
— Tod Tapınağı'nın topraklarında çalışıyorduk, diye cevap
verdi genç olanı, aldığımız görev emriyle buraya geldik.
— Kimin emriyle?
— Bizzat firavunun!
— Hangi görevle?
— Firavunun Suskun Nefer'e bağışladığı tarlayı ekip biçmek.
Bize verilen levhayı bir inceleyin. Dediklerine göre, orada her şey
yazılıymış.
Kesinlikle resmî bir dille yazılmış metin, köylülerin açıkla-
malarını doğrular nitelikteydi.
— Şef, dedi polislerden biri Sobek'e, nöbetçilerden biri gerçek
bir birliğin geldiğini bildiriyor!
— Bu kez, iş ciddi. Bu herifleri bir köşeye tıkın, ellerini de
sakın çözmeyin. Savunma düzenimizi görmek için, hileye baş-
vurdular. Öteki tabyalar ile köye de haber verilsin.
Sobek'in iyi eğitilmiş Nübyelileri saldırıya karşı koyacak
önlemleri kısa zamanda aldılar.
İyi de, saldırıyı kararlaştıran kimdi? II. Seti mi, yoksa
Amenmes mi? Ya yeni taç giymiş firavun iradesini her şeyden
önce en kutsal yerlerden birinde uygulamayı düşünüyordu ya da
rakibi ilk bağımsızlık gösterisi için Hakikat Meydanı 'nı seçmişti.
Gerçek neden ne olursa olsun, çatışma önlenemez görünüyordu.
— Orada eşeklere binmiş en az yüz adam var Şef, ama çok
tuhaf... Başlarındakinin General Mehi olduğuna yemin edebi-
lirim!

105
Sobek'in yüzü asıldı. General adamlarının içinden en iyi
yüzünü seçtiyse, ne kadar cesur ve gözü pek olurlarsa olsunlar,
Nübyelilerin kazanmaları imkânsız görünüyordu.
Demek büyük saldırı sonunda başlamıştı. Sobek köyü
yıkmak, köy halkını kovmak için gelenlere silahlarını teslim edip
onların yanında yer alabilirdi; yine de asıl görevine bağlı kal-
maya, hayran olduğu bu loncaya beslediği sevgiden ayrılmamaya
karar verdi.
— Gittikçe tuhaflaşıyor, Şef... Mehi'nin askerleri silahsız
sanki.
— Sakın nöbetçilerin gözünden kaçmış olmasın?
— Hayır, hepsi aynı haberi gönderiyor.
Sobek emin olmak için tabyadan çıktı. Mehi arabasından
inerken, arkasındaki kalabalık olduğu yere çakılıp kaldı.
Bir hileyle karşılaşmaktan korkan Nübyeli okçular, her türlü
tehlikeye karşı hazır bekliyorlardı.
— Ne istiyorsunuz, General?
— Firavun II. Seti'nin Hakikat Meydanı'na gönderdiği arma-
ğanları taşıyan hamallara bizzat eşlik etmek istedim. İşte size
armağanların listesi, altında da kraliyet mührü var.
Hem şaşkın hem de kuşkulu olan Sobek, tedbiri elden
bırakmadı.
— Hiçbir silah gizlemediklerinden emin olabilmek için, bu
adamları aramak zorundayım.
Yeşil ve siyah rastık kavanozları, bir sürü rahatlatıcı ve koku
verici krem, hintyağı, moringa, kenevir, susam ve zeytinyağı tes-
tileri, cildin ve saçların sağlığım korumak için kokular... Firavun
loncaya güzellik ürünlerinden oluşan gerçek bir hazine gönder-
mişti. Kâtip yardımcısı İmuni'nin sağ bileği, hintyağının ne denli
iyi cins olduğunu görüp hayran kalan Kenhir'in söylediklerini
levhaya geçirmekten neredeyse sancımaya başlamıştı. Kraliyet

106
çifti, mezar kâtibi ile ustabaşına gönderdikleri mektupta, Krallar
Vadisi'ndeki ebedî istirahatgâhlarının kazılacağı yerin seçimini
onlara bırakıyor, böylelikle firavunun loncaya olan güvenini bir
kez daha teyit eder görünüyordu. Per Ramessu'da kalmak zorun-
da olan hükümdar daha uzunca bir süre Teb'e gelemeyecekti, ama
bu zorunluluğun çalışmaları geciktirmemesi gerekiyordu.
— Her şey eski düzenine giriyor, dedi Nefer
— Ben o kadar emin değilim, diye itiraz etti bilge kadın.
— Firavunun sözünden şüphe mi ediyorsun yoksa?
— Eğer Teb'e gelmeye cesaret edemiyorsa, oğlu Amenmes'-
ten sert bir tepki bekliyor demektir.
— Seti kuzeydoğu sınırlarımızı tahkim etmekle meşgul değil
mi?
— Yeni firavunun ilk görevlerinden birinin Krallar Vadisi'ne
gelip atalarının mezarına saygı sunmak olduğunu benim gibi sen
de biliyorsun. Seti buraya gelmemekle güçsüzlüğünü kanıtlıyor,
adının büyüsüne saygı duymadığını gösteriyor.
Işık' ın yargısı sertti sert olmasına da, ustabaşının karısına
vereceği hiçbir cevap yoktu.
— Beni endişelendiren bir şey daha var, diye itiraf etti bilge
kadın, bunu gidermek de kolay gözükmüyor.
— Bir yardımım dokunamaz mı?
— Maalesef hayır, dedi bilge kadın gülümseyerek. Firavunun
armağan ettiği hediyelerin büyük bir bölümü tapınakta kalacak,
ama güzellik ürünlerinden çoğunu, bu konuda kesin zevkleri
olan, zevkleri söz konusu olduğunda tartışma dahi kabul etmeyen
Hathor rahibeleri arasında adil biçimde paylaştırmak gerekecek.
Bu nedenle de önümdeki birkaç saatten çok çekiniyorum.
Gerçekten de yanılmıyordu Işık. Loncadaki tecrübe, yaşlılı-
ğın ayrıcalıkları ya da cildin duyarlılığı gibi önemli savların da
ileri sürüldüğü uzun tartışmalar boyunca her kadın olabildiğince

107
çok güzellik ürünü elde etmeye çalıştı. Bir tek Firuze'nin tartış-
maya girmesi gerekmedi, sanki zamanın da etkileyemediği güzel-
liği köyün tüm kadınlarını büyülemiş gibi. Lekesiz Uabet çıkarla-
rını zarafetle savundu, genç Niut bile, başta yaşlı kocası için
büyücek bir kavanoz hintyağı ile istediklerinin hemen hepsini
elde etti.
Kadınlar köyün içindeki ahengi korumaya çalışırlarken
ustabaşı 1. Tabya'ya, bu maceradan canlı kurtulup kurtulamaya-
caklarını merak etmeye başlayan beş köylü gencin yanına gitti.
Sobek'in uzattığı resmî belgeyi inceledikten sonra, gerçeği
kabul etmek zorunda kaldı Nefer. Firavun ona Ramesseum yakı-
nında bir buğday tarlası ile bostan bağışlıyor, bunları ekip biç-
mekle görevli beş kişinin maaşlarını da üstleniyordu. Ustabaşına
da tarlanın ürününü istediği gibi değerlendirmek kalıyordu.
— Bu adamların ellerini bir an önce çözmek gerekmez mi,
Sobek?
— Beni anlamanız gerek, Nefer. Onları ana birliğin saldırı-
sından hemen önce dikkatimizi başka yöne çekmekle görevli teh-
likeli adamlar sandım.
— Doğru düşünmüşsün. Bugün olanlar, gözlerimizi dört
açmamızı engellememeli.
— Demek firavunun bu güven gösterisi Hakikat Meyda-
nı'nın ustabaşısını yeterince etkilemiyor.
— Bilge kadın, ancak firavun Teb'e gelirse iç savaş tehlike-
sinin ortadan kalkacağını düşünüyor.
— General Meni de aynı şeyi düşünüyor, diye açıkladı Sobek.
Dediklerine bakılırsa, Prens Amenmes hâlâ babasının firavunlu-
ğunu tanımamış, bu sessizliği de hiç iyiye işaret değilmiş.
— Bana kalırsa, dedi Somurtkan Karo, İsis düğümü biçiminde
bir muska yapmakla meşgul Cömert Didya'ya, konu kapandı. II.
Seti ülkenin kuzeyi ile Memfis'te hüküm sürmekle yetinecek, bu

108
arada da Prens Amenmes Teb zevklerinin kollarında uyuk-
layacak.
— Bu dediğin hem firavun iradesinin tümüyle gerçekleşme-
sine hem de Maat yasasına aykırı, diye itiraz etti marangoz. İki
Ülke karşı karşıya gelir, Kuzey ve Güney birbirinden ayrılırsa, bir
felakete doğru koşuyoruz demektir. Tahtının sallandığını, Mısır'ın
da anarşiye gömüldüğünü görmek istemiyorsa, Seti kabul edemez
bunu.
— Devir çok değişti, diye söze karıştı, her zamanki gibi
kırılgan görünüşlü Alim Tuti. Belki de Seti geri dönülmez bir
bölünmeyi önlemek için, elindekilerle yetinecektir.
— Ben, dedi Çakal Unes, ben sizden daha kötümserim. His-
lerim bana fırtınadan önceki kısa sükûnet anını yaşadığımızı
söylüyor.
— Öyleyse, yararlanalım bundan, diye haykırdı Pişkin
Somun Pay, arkadaşlarına çörek dağıtırken. Kendi elimle pişirdim
bunları, içleri yumuşacık oldu.
— Beni asıl Paneb endişelendiriyor, diye konuyu değiştirdi
Marangoz Didya. Her zaman gürültü çıkarıp duygularını gem-
lemezdi, oysa şimdi çok neşesiz görünüyor.
— Galiba nedenini biliyorum, dedi Unes.
— Biliyorsan, söyle.
— Hâlâ tahmin edemediniz mi? Didya usulca şakağını kaşıdı.
— Sakın sen...
— Tabiî, tabiî.
— Gerçekten de eserini yapmaya hazırlandığını mı düşünü-
yorsunuz? diye sordu Pay. Susmasından, çizimcinin de arkadaş-
larıyla aynı şeyi düşündüğü anlaşıldı.
— Böylesi bir güçlüğe atılmak için daha çok genç değil mi?

109
— Paneb'in başarması mümkün olamaz, işin kötüsü de,
bunun farkında, dedi Unes. Neşesiz olmasının nedeni de bu.
Başarısızlığının kesinleştiği gün, Paneb de yok olacaktır.
— Sanki bundan keyif duyacakmış gibi konuşuyorsun, Çakal.
— Kendini beğenmişlerden nefret ederim. Böylelerinin ken-
dileri için fazla büyük bir kayaya çarpıp dişlerini kırdıklarını
görmek, beni düşünemeyeceğiniz kadar eğlendirir. Paneb'den çok
daha yetenekli zanaatkarlar bile mesleklerini, sadece mesleklerini
yapma tevazuunu gösterdiler ve hammaddeye hakim olacaklarını
iddia etmediler hiç.
Köyün ana gömütlüğünün kazılmış olduğu batı tepesinden
gelen tok bir gürültü, akşamın sükûnetini bozdu. Paneb firavun
tarafından gönderilen güzellik ürünleri nedeniyle yapılan kutla-
maları duymamış, gün boyunca Suskun Nefer'in mezarını süsle-
mişti. Şimdi de mezarın girişini kapatmak için ağır kayayı yuvar-
layarak yerine yerleştiriyordu.
A
Yirminci bölüm
Kokulu cildi, âşık bir kadının çıplaklığıyla güzelleşmiş
vücuduyla Firuze, Paneb'i zevk yolunda çok ötelere götürmüştü.
Kendilerini birbirlerine verdikleri her sefer, karşısında düş gücü
tükenmez yeni bir sevgili bulduğu hissine kapılıyordu genç dev.
Tutkuyla girip yollarını yitirdikleri karşılıklı keyif dünya-
sından yavaş yavaş gerçeklere dönen iki sevgili, sanki yeni doğ-
muşlar gibi birbirlerine bakıyorlardı.
— Hiç yaşlanmıyorsun Firuze. Bunun sırrı ne?
— Tanrıça Hathor'un büyüsü.
— Sen de benim gibi hammaddeyi aramadın mı?
— Bizim yolumuz zanaatkârlarınkinden farklı.
— Eminim siz de hammadde kullanıyorsunuz.

110
— Hathor evrendeki tüm yaşam biçimlerini birbirlerine bağ-
layan sonsuz aşk değil midir?
— Ya hammadde bu anlattığın aşksa?
— Söylenenlere bakılırsa, gün boyu Suskun Nefer'in meza-
rına kapanıyor, yaptıklarını da kimseye göstermiyormuşsun.
— Doğru. Sadece yaşlı Kenhir ustabaşının göstermek istediği
bir resmi görebildi. O günden beri mezarın girişini bakayayla
kapatıyorum, Nefer bile ne çizdiğimden habersiz.
— Hammaddeyi bulmadan, yenilgiye doğru koşmuş olmuyor
musun?
— Yenilgi, hammaddeyi tahtada, ateşte ya da bilmem nerede
bulmayı beklemek olurdu. Zamanını hammaddeyi merak ederek
geçirmek, hayatını kaybetmektir. Eserimi gerçekleştirecek yete-
neğim ya vardır ya da yoktur. Hammadde yüreğim ile elimin bir-
likteliğidir, önemli olan tek bir gerçek var: yapmak. Benim de
yapmayı bildiğim tek şey, resim.
Tiz çığlıklar sevgililerin dikkatini çekti.
— Çirkin Hayvan bu! diye haykırdı Firuze kapıyı açmaya
gitmeden üzerine bir örtü alarak.
Sarı boynu siyah çizgilerle süslü kaz avazı çıktığı kadar
bağırıyor, çığlıklarıyla Hathor rahibesinin evine girmekte kararlı
olduğunu belli ediyordu.
— Bana kalırsa, Çirkin Hayvan seninle konuşmak istiyor,
Paneb.
— Benimle mi? Evet hakkı var! Gecikiyorum.
Sağ ekip zanaatkârlarının toplantı odasının kapısında nöbet
bekleyen Somurtkan Karo'nun önüne en son gelen, Paneb'di.
— Kapıyı kapatmak üzereydim, diye homurdandı Somurtkan.
— Ama hâlâ açık, önemli olan da bu.
Her zanaatkar kendine ayrılmış yerde oturuyordu, ustabaşı
atalara seslenerek loncayı korumaları, yolunu çizmeye devam

111
etmeleri için yakardı. Ustabaşının sesindeki ciddiyeti duyan
zanaatkarlar, Nefer'in onları sadece müjde vermek için toplama-
dığını anladılar.
— Yeni bir emre kadar firavunun burayı ziyaret etmesi söz
konusu değil, diye açıkladı Nefer, yine de bizi ebedî istirahatgâ-
hını hazırlamakla görevlendiriyor. Onun için yarın Krallar Vadi-
si'ne gidip mezarın yerini seçeceğiz.
— Ya seçtiğimiz yer, firavunun hoşuna gitmezse? diye endi-
şelendi Burun Fened.
— Bakacağız.
— Firavun neden gelip bizleri görmüyor? diye sordu Güçlü
Naht.
— Oğlu Amenmes Teb'de de ondan.
— Oğlunun niyetini biliyor muyuz?
— Elimizde hâlâ kesin bilgi yok, ama bugüne kadar babasına
bağlılığını bildirmedi. Bu da Amon'un kentinde iktidarını ilan
edebileceğini düşündürüyor.
— Kuzey Güney'e karşı... ortada da biz!
— Şimdilik, dedi Paneb, kazmamız gereken bir kral mezarı
var, bundan daha güzel bir haber de olamaz.
— Ya sol ekip? diye merak etti Araştırmacı İpuy.
— Hay'ın yönetimi altında, Kraliçeler Vadisi'nde çalışacaklar.
Oradaki kayaların yumuşaklığı nedeniyle, onarılıp düzeltilmesi
gereken sürüyle kraliçe mezarı var.
— Mezarın yerini düşündün mü? diye sordu Kararlı Gau.
— Onu yerinde konuşuruz.
Ustabaşının cevabı zanaatkarları şaşırttı. Genellikle böyle
kaçamak cevaplar vermezdi Suskun Nefer.
Genç karısının daha güneş doğmadan uyandırdığı mezar
kâtibi bir parça taze ekmek kemirdikten sonra sarsak adımlarla
aletlerin saklandığı, gözlerden ırak kilitli odaya gidip çekiçler,

112
çeşitli boylarda bakır keski ve kalemler çıkardı, zanaatkarlara
dağıttı. Kâtip Yardımcısı İmuni kimin ne aldığını özenle yazdıktan
sonra kafile yola düştü, Kenhir'i geride bırakmamak için ağır
adımlarla patikayı tırmanmaya başladılar.
— İhtiyarın yüzünden düşen bin parça, dedi Pişkin Somun
Pay. Giderek daha sert, daha kinci oluyor.
— Huyunu değiştirmesi mümkün değil, dedi Neşeli Renupe.
Artık yaşı da böylesi yürüyüşlere uygun değil.
— Sen öyle zannet! diye itiraz etti Âlim Tuti. Birkaç dakika
sonra hepimizden daha hızlı tırmanmaya başlayacak. Dünyayı
verseniz, Krallar Vadisi'nden bir gün kaçırmaya gönlü razı olmaz.
Orada, hiçbir şey başka yerdekine benzemez; sanki canlı canlı
başka bir dünyaya girmemize izin verilmiş gibi.
Kuyumcunun görüşü çok kişi tarafından da paylaşılıyordu.
Kafile dağdaki geçide varıp hasırlarını, su ve erzaklarını yerleş-
tirdiğinde hâlâ sağlıktan ve ailelerinden söz ediyordu zanaat-
karlar; ne var ki dirilmiş firavunların ruhlarının yaşadığı "büyük
çayıra" inen patikaya girdiklerinde, herkes sustu. Öteki işçiler
gibi sıradan zanaatkarlar değildi onlar. Dışarıdan kimsenin gire-
mediği, kayayı delerek yeni bir yol bulmaya çalışacakları kutsal
bir manzarada gezmekle yükümlü bir ekip olarak görüyorlardı
kendilerini. Krallar Vadisi'nin iki Nübyeli polisin koruduğu dar
taş kapısından geçerken hain bile az da olsa heyecanlandı. Ancak
geri dönemeyecek kadar uzağa gitmiş, bağışlayamayacak kadar
aşağılaşmıştı artık. Hem adalet diye bir şey olsaydı, loncayı
vadiye onun götürmesi gerekirdi, Suskun Nefer'in değil.
Krallar Vadisi'nin eşiğinden geçen herkes, altın işlemeli uzun
bir elbise giymiş bilge kadını görerek şaşırdı.
— Firavunun yokluğunda, bizi onun ebedî istirahatgâhını
kazmaya başlayacağımız yere götür.

113
Işık giyene mimarların şefi payesini veren, böylelikle taşa ilk
kazmayı vurma hakkı tanıyan altın işlemeli önlüğü Nefer'in
beline doladı. Boynundaki İsis düğümü kötü güçleri uzaklaş-
tıracak, böylelikle ustabaşının düşüncesini, gerçekleştirilecek
eserle ilgilenebilmesi için özgür kılacaktı. Başta bilge kadın ile
ustabaşı olmak üzere, kafile ağır adımlarla Büyük Ramses'in ebedî
istirahatgâhının önünden geçti, Tutanhamon'un mezarını örten
taşları ve çok az kişinin bildiği gizli bir tapınağı aştı, güneydo-
ğuya yönelen patikaya girdikten sonra önce batıya, sonra da
güneye dönüp I. Tutmosis'in mezarını ardında bıraktı ve on beş
metre ötede, yarın önünde durdu. Burası değişik, tuhaf bir yerdi,
sanki vadinin biraz dışında gibi. Hemen hepsi içlerinde büyük bir
yalnızlık duydu, ama üzüntüden eser yoktu. Burun Fened
yaklaştı. Kayayı kokladı, öptü, sonra okşadı. Kayayla derin bir
ilişki kurabilmek, damarlarında dolaşan hayatı hissedebilmek ve
açılmayı kabul edip etmeyeceğini anlamak için bir daha kokladı,
öptü, okşadı; sonra bir daha, bir daha...
— Kaya kabul ediyor, dedi sonunda.
Zanaatkarlar yarım daire biçiminde toplanınca, Suskun
Nefer ilerledi. Temel devlet sırlarını, kral mezarlarını gösteren
çizimleri uzun uzun inceledikten sonra, buranın el değmemiş
olduğunu görmüştü.
İlk kazma darbesini vurdu, bakir kayayı gelecekteki eseri
doğurması için altın kalemi yarığa sapladı.
Yürekler sıkıntılıydı. Herkes loncanın bir kez daha görün-
meze daldığını, bir kez daha sonsuzluğun yeni bir görüntüsünü
gün ışığına çıkarmaya çalışacağını biliyordu. Aletlerin belli belir-
siz tıkırtısı yine de dağların çevrelediği vadiyi doldurdu; sanki
tüm vadi Hakikat Meydanı'nın ekibini onaylıyor gibi.

114
Ustabaşı kenara çekildi, üzerine gökyüzü ateşinin Tanrı Şefin
hayvanının burnu ile kulaklarını çizdiği ağır taş kazmayı Paneb
aldı. Ve ateş kayaya saplandı.
Ustabaşının talimatı uyarınca kazmalar ve ucu sivriltilmiş
yontma kalemleriyle kayayı delmek, fırlayıp zanaatkarları yara-
lamaması için taş parçalarını sepetlere doldurup götürmek, alet-
leri temizlemek, geçitteki taş kulübelerde uyumak, yeniden
vadiye dönmek... Ekip arasındaki dayanışma, şantiyenin en kü-
çük bir sürtüşme olmadan düzene girmesini sağlamıştı.
Çalışmaların bu aşamasına katılmayan, sadece Kurtarıcı
Şed'di, bilge kadının verdiği ilaçlarla gözleri giderek düzelen baş-
ressam. Mezarın hemen yanında kurulmuş açık hava atölyesinde,
birinci koridorun anıtsal kapısının dekorunu hazırlamaya çalışı-
yordu.
— Belki yaralıyorum ama, dedi Suskun Nefer'e, çalışma
hızının hiç azalmadığını hissediyorum. Sanki büyük bir acelen
varmış gibisin, bu da her zamanki âdetlerine hiç benzemiyor.
— Gerçekten de, kaybedecek zamanımız yok.
— Bizden sakladığın önemli bilgilerin mi var yoksa?
— Hayır, Şed. Ben sadece kendimi buraya ve yaşadığımız ana
uydurmaya çalışıyorum.
— Kötümser olmak istemem, ama bu söylediklerin iyiye
işaret değil.
— Henüz bilemiyorum... Paneb sana eserinden söz etti mi?
— Bir iki kere dokundurdu, o kadar. Kimseden yardım
almamakta kararlı. Bana kalırsa, senin için hazırladığı mezardan
çıkarıldığına memnun olmadı. Yine de kazmayı vururken kul-
landığı güce bakarsan, yeni bir kral mezarının yaratılmasına
katkıda bulunmaktan mutlu olduğu anlaşılıyor. Bu çocuk, kim-
senin anlayamayacağı bir dayanıklılığa sahip.

115
— Bu dayanıklılık ve çalışma gücü hammaddeyi bulmasına
yetecek mi?
— Emin değilim. Gerekli olabilecek sayısız beceri var, başa-
tının reçetesini yazmanın mümkün olabileceğini de sanmıyorum.
Yoksa artık tanrılara da güvenmiyor musun?
— Endişelenme, Şed.
Marangoz Didya'nın yaptığı üç bacaklı sağlam bir taburenin
üzerine yerleşmiş Kenhir'in kül yutmaz bakışlarla izlediği sağ
ekip zanaatkarları, Paneb ve onunla boy ölçüşmeye kararlı Güçlü
Naht'ın peşinde, giderek artan bir hızla yürütüyorlardı çalış-
malarım.
Bilge kadın yanılmamıştı; kaya güzel ve sağlıklıydı, aletlerle
birlikte şarkı söylemeye girişmişti.
n
Yirmi birinci bölüm
II. Seti'nin taç giymesinden bu yana neredeyse bir yıl geç-
mişti, ama donup kalmış gibiydi zaman; hükümdardan Krallar
Vadisi'ndeki ebedî istirahatgâhının yeri konusunda onay alan
Hakikat Meydanı zanaatkârlarının dışındakiler için, tabiî. Hem
Krallar Vadisi'nde hem de mezar onarımlarının sürdürüldüğü
Kraliçeler Vadisi'nde dönüşümlü olarak çalışıyordu sağ ve sol
ekip üyeleri.
Prens Amenmes hâlâ bir karar alamamıştı, ama geçmiş
ayların uyuşukluğundan çıkıp seçkin askerler gibi talime
başlamış, bu davranışıyla da General Mehi'nin verdiği bilgiye
göre başkent Per Ramessu'dan ayrılmamaya kararlı firavunun
kentlerine gereken değeri vermediğini düşünüp umutsuzluğa
kapılan Teb ordusunun sevgisini kazanmıştı.
Firavun ile oğlu arasında ne bir ilişki, hatta ne mektuplaşma
vardı; üstelik Amenmes hâlâ babasına bağlılığını da bildirmemişti.
Gerginlik ve endişe sürüp gidiyor, durmadan gelip kafalara yer-
116
leşen, iç karartıcı şu soru da buna eşlik ediyordu: firavun neden
şu ya da bu biçimde hükümdarlığını kanıtlamıyor? Doğru, taç
giydiğinden bu yana kuzeydoğu sınırını tahkim etmek, Suriye ve
Filistin'de baş gösteren ayaklanmaları bastırmak zorunda kal-
mıştı, tamam ama Merneptah'ın çelik yumruklu yönetiminin
izleri hâlâ belirgindi; üstelik komşularının Mısır'ı yakın zamanda
istila etmeleri de düşünülemezdi. Firavunun, komplo hazırlamaya
yatkın yüksek memurlara göz açtırmaması gerekirdi, ama rejimin
güçlü adamı Bay, her geçen gün bir devlet kadını olarak daha da
öne çıkan Kraliçe Tausert'in de yardımıyla, Per Ramessu
Sarayı'nda neler döndüğünü öğrenmeye başlamıştı. Peki öyleyse,
kraliçe neden Amenmes'in başkaldırı hazırlıklarına göz yumu-
yordu?
Neredeyse gerçekdışı böylesi bir ortamda, gün geçtikçe daha
çok geriliyordu General Mehi'nin sinirleri. Hakikat Meydanı'nın
hazineleri bunca yakında olmasına rağmen, şimdilik erişilmez
görünüyordu, özellikle de köydeki hain Işık Taşı'nı bulma konu-
sunda en küçük bir başarı bile sağlayamadıktan sonra. Bir de
şimdi ekibiyle birlikte, II. Seti'nin mezarını kazıp süslemekle
görevliydi, bu da en azından aylar boyunca ortaya çıkamayacağı
anlamına gelirdi. Mehi birkaç kez Amenmes'le zanaatkarlar
köyünün yararlandığı ayrıcalıklar konusunu görüşmeye çalışmış,
ancak silahlardan başka bir şey düşünmeyen genç prensin ilgisini
çekmeyi baş aramamıştı.
Tatlı Serketa Dakter'in laboratuvarında uzun saatler geçirip
zehirler konusundaki bilgisini geliştiriyor, elde ettiği zehirleri
küçük kemirgenler üzerinde deneyip, can çekişmelerini izleyerek
oyalanıyordu. Generalin karısı çok daha büyük memelilere sal-
dırmak isterdi kuşkusuz, ne var ki bilgin onu engellemiş, böylesi
bir faaliyetin dikkat çekebileceğini söyleyip uyarmışü kadını.
Giderek daha yaratıcı olan, böylelikle içindeki sıkıntıyı hafifleten

117
yeni çalışma arkadaşından memnundu Dakter. Artık Mısır'ı bilim
ve tekniğin geleneksel inanışların yerini aldığı çağdaş bir ülkeye
dönüştürebileceklerine inanmıyordu, ama yine de Serketa'nın
kararlılığının etkisinde kalıp, umutlandığı da oluyordu. Hatta,
özellikle de yeni güçlerin ortaya çıkabilmesi için, bir iç savaşa
gerek vardı Dakter'e göre.
Mehi firavuna gizli ulaklar göndermeyi, bağlılığını yinele-
meyi sürdürüyordu; bu mektuplarda prens Amenmes'in düşle-
rinden vazgeçmediğini bildirmeyi unutmuyordu tabiî. General
firavunun oğluna yasa içinde kalması, sonradan pişman olacağı
bir girişimde bulunmaması için gereken öğütleri veriyordu kuş-
kusuz. Mehi istediği kadar düşünsün, II. Seti'nin neyi beklediği,
özellikle de taşıdığı adla neden böylesine çelişkili hareket ettiğini
bir türlü anlayamıyordu. Tanrı Set'in koruması altınayken bir
yıldırım gibi atılmalı, ona karşı gelmeye cüret eden o evladı yerle
bir etmeliydi. Hem, içinde Amenmes'e karşı hiç sevgi beslemediği
bilinen Kraliçe Tausert de neden firavunu harekete geçmeye zor-
lamıyordu? General Mehi'ye bu sorularının cevabını, dolgun bir
bahis karşılığında da olsa getiren, Teb'deki dedesini ve ninesi-'
ziyaret etmek için izinli gelen, Per Ramessu'da görevli bir subay
oldu. Haberin kısa sürede resmileşeceğini düşünen Mehi hızla
Amenmes'in oturduğu, merkez kışla yakınındaki ve koştu. Haberi
ilk veren olmak ve bu kez tepkisini yönlendirmek istiyordu.
Amenmes'in yanına vardığında, prensin yanına yaklaşmala-
rını yasakladığı iki savaş arabası uzmanıyla baş başa buldu
Seti'nin oğlunu Mehi.
— Bize katılın, General! Her geçen gün Teb ordusunun
silahlarının özellikleriyle ilgili yeni şeyler öğreniyorum, diye
açıkladı Amenmes, böylesine karşı konulmaz bir savaş makinesi
oluşturduğunuz için sizi kutlamam gerek. Ama o ne, suratınızdan
düşen bin parça. Kötü bir haber mi var?

118
— Sizinle yalnız görüşmem gerek.
İki savaş arabası uzmanı kalkıp çıktı.
— Adamlarınız bir göz işaretinize bile itaat ediyorlar,
General. Ben de böyle bir duruma gelmeye çalışıyorum. Bunun
için zamana ihtiyacım vardı, sanırım zamanımı iyi kullandım.
Peki öyleyse, bana vermek istediğiniz şu acele ve önemli haber de
neymiş?
— Herhalde babanızın böylesine sessiz kalmasının nedenle-
rini siz de merak etmişsinizdir.
— Sonunda bir sonuca vardım. Kuzey'e hâkim olmak, ona
yetiyor.
— Şimdi aldığım bilgilere göre, gerçek söylediğinizden çok
farklı. Prens meraklanmış görünüyordu.
— Ne demek istiyorsunuz General? Açıklayın!
— Kraliçe Tausert hamile.
— Hamile mi? Eğer bir erkek doğurursa, babamın ikinci bir
oğlu olacak! Benim yerime veliaht olarak seçeceği bir oğul. Böy-
lelikle tüm yasallığımı yitirmiş olacağım. Demek o lanet olası
Tausertle hazırladığı plan buydu!
Amenmes önündeki hançerin sapına sarıldı, büyük bir kinle
duvara çizilmiş Mısır haritasına fırlattı bıçağı. Dakter'in geliştir-
diği güçlü silah başkentin, Per Ramessu'nun üzerine saplanıp
duvarda kocaman bir yarık açtı.
— Kraliçe ne zaman doğuracak?
— Yaklaşık iki ay içinde, dedi Meni.
— Eğer babam beni aşağılamaya cüret ediyorsa, o tahtta
daha fazla keyif süremeyecek.
Sekiz günlük çalışmadan sonra, iki günlük bir izin için
Krallar Vadisi'nden dönen Paneb'in kafasında birçok proje vardı.
Her şeyden önce, içindeki tüm yeteneği, bütün tekniği, son güç
kırıntısını isteyen eserine devam etmek; sonar da Suskun Nefer'e

119
II. Seti'nin mezarındaki kuyu salonu için şimdiye kadar görül-
memiş bir süsleme önermek. Bu yeni ebedî istirahatgâh Mernep-
tah'ınkinden çok farklıydı, iki dönemin havası da benzemiyordu
birbirine, onun için Hakikat Meydanı'nın bir taklitle yetinmesi
mümkün değildi. Oysa ressamın önerisi öylesine şaşırtıcıydı ki,
ustabaşı büyük bir olasılıkla Paneb'in projesini reddedecekti.
Paneb Lekesiz Uabet'in o her zamanki nefis yemeklerinden
birini hazırlamış olduğunu umuyordu, ama evin kapısından girer
girmez, gözyaşlarıyla karşılayıp kollarına atıldı karısı.
— Ne oldu sana?
— Mutfağa bir gel de bak, dedi kadın iki hıçkırık arasında.
Mutfak yıkılıp dağılmış gibiydi. Kırılmış kavanozlar, dev-
rilmiş tencereler, delinmiş kömür çuvalı, sağa sola dağılmış seb-
zeler, meyveler... Aşın titiz bir kadın olan Lekesiz Uabet için,
felaketin ta kendisi.
— Kim yaptı bunu?
— Oğlun ile yeşil maymunu. Oturup uslu uslu tapınaktan
dönmemi bekleyecekleri yerde, mutfağımı oyun alanına çevir-
mişler; işte sonucu! Üstelik okula yetişmek için acele ettiğinden,
beni dinlemedi bile.
— Onu tutmayı beceremedin mi?
— Oğlumuz on bir yaşında, ama daha şimdiden çoğu yetiş-
kinden çok daha gürbüz.
Paneb şaşırtacak biçimde sakindi.
— Gidip bulacağım onu.
— Yalvarırım, fazla sert davranma ona! Aperti daha küçücük
bir çocuk. Büyük bir yaramazlık yapmış olsa dahi, aşırı bir cezayı
hak etmedi henüz!
Paneb karısını usulca alnından öptü.

120
Aperti sol ekipten bir zanaatkarın matematik dersi verdiği
okulda değildi, Paneb kısa süren bir araştırmadan sonra oğlunun
Kararlı Gau'nun yanında olduğunu öğrendi.
— Oğlum sizin evde mi? diye sordu çizimcinin karısına.
— Evet, kendisi için fazla karmaşık olduğunu söylediği bir
bölme konusunda kocama danışıyor.
— Söyleyin, gelsin.
— Girmek istemez misin?
— Hayır, Uabet bizi bekliyor.
Aperti göründüğünde, yaptığından pişman olmuş birine
benzemiyordu pek.
— Neden okula gitmedin?
— Öğretmenden hoşlanmıyorum... Gau'yu tercih ederim. O
bana problemin çözümünü gösterdi.
— Başka bir deyişle, hilecinin tekisin. Çatlak sesiyle araya
girdi Gau.
— Sandığın kadar ciddi bir şey değil, Paneb. Oğlun şimdi
bölme kurallarını iyice anladı. Önemli olan da bu değil miydi?
— Buna çok sevindim, sana da teşekkür ederim. Gel, Aperti.
Çocuk sanki kaçmak istiyormuşçasına babasının önünden
koştu. Evlerine varmasına birkaç adım kala, güçlü bir kol ayakla-
rını yerden kesti, yumurcak karşısında babasının öfkeli gözlerini
gördü.
— Neden mutfağın altını üstüne getirdin?
— Ben sadece yeşil maymunla oynadım!
— Sen maymundan da betersin, Aperti, çünkü annene say-
gısızlık ettin.
— Benim de haklarım...
Paneb'in attığı güçlü tokat, neredeyse yumurcağın başını
koparacaktı.

121
— Senin hiçbir hakkın yok, sadece görevlerin var. Bunlardan
birincisi de sana hayat veren anneni saymak. Üç yıl boyunca
emzirdi seni, dışkılarından da hiç iğrenmedi. Sana konuşmayı,
yazmayı, okumayı öğreten, sağlığınla ilgilenen de o. Git annenin
karşısında yere kapan, bir daha da böyle davranma, Aperti. Yoksa
kemiklerini kırar, köyden kovarım seni.
Yirmi ikinci bölüm
Seti'nin mezarında çalışmak için, iki vazgeçilmez aleti vardı
Paneb'in; tereddüt anında orantıları denetlemek için kullandığı,
bir dirsek boyunu gösteren katlanabilir bir arış, bir de Kurtarıcı
Şed'in armağanı, tüm ölçüleri gösteren göz.
Kurtarıcı Şed, duvarlarının büyük bir dikkatle düzeltilip
çizimcilerin üzerine "Ra'nın İlahilerini" ve "Gizli Odanın Kitabını"
temsil eden hiyeroglifler çizdikleri kuyu salonuna giden, birbiri
ardında sıralanan, 2,82 metre genişliğinde, yükseklikleri 3,25 ile
3,39 metre arasında değişen üç koridoru tasarlamak için sembolik
bir program geliştirmişti; seçilen metinler kralın ruhuna, dirilişe
ulaşmak için aşılması gereken bölgeler ile ışığın gizli adlarını
öğretecekti.
Heykeltıraşlar da firavunun sonsuza dek genç ve Osiris gibi
taç takmış haldeki, hayranlık uyandırıcı bir heykelini yapmış-
lardı. Böylelikle firavun bir yandan karanlıkları yenen güneşi
bedeninde canlandırırken, bir yandan da ölülerin ve yerin altın-
daki krallığın tanrısının dirilişini yeniden yaşayacaktı. Bir sonraki
resim, II. Seti'yi tanrısal ışık Ra'ya ve evrenin sonsuz kuralı
Maat'a armağan sunarken gösteriyordu.
İş günü tamamlanmak üzereydi, kandillerin ışığı da gücünü
yitirmeye yüz tutmuştu. Kayanın içinde küçük bir salon oluştu-
rulmuştu oluşturulmasına da, geriye o salona hayat vermek kal-
mıştı.

122
— Ruhun kuyusunu kazmaya ne zaman başlıyoruz? diye
sordu Paneb ustabaşına.
— Kazmayacağız. Ressam şaşırdı.
— O kuyu gerekli! Lahit kuyunun üzerinden geçtiğinde,
içindeki enerji ölümü yok edecektir.
— O enerjinin adı ne, Paneb?
— O enerji Nun, kendi başına doğan büyük tanrı, tüm hayat
kaynağının ve yaratıcı güçlerin babası.
— Çizdiğin metinleri hatırlıyorsun, ama o metinlerin öne-
minin ve anlamının farkına varabildin mi? Kuyunun gerçekten
kazılıp kazılmaması o kadar önemli değil; onu aklında oluştur,
tıpkı bizim atalarımızı düşündüğümüz gibi, oluştururken de
hiyeroglifler ile tören çizimlerinin ona tüm gerçekliğini verdiğini
bil. Önemli olan, Nun'un kendisi. Bazılarının gözüne kargaşa gibi,
bazılarına da dipsiz karanlıklar yani beynimizin asla kavrayama-
yacağı, başımızı döndüren evrenin sonsuzluğu gibi görünür;
kimilerinin gözünde de ayırt edilmemiş, varlıktan önce olan ve
sonsuzluktan sonra da devam edecek olandır; her biçimde var
olan, görülmez ama yaşamsal madde gibi. Tapınağın doğumunu
hazırlamak için bir temel kazdığında, Nun'a dokunursun; su bas-
kını onun biçimlerinden biridir, rüzgârın soluğu da bir diğeri.
Uykuya daldığında da, Nun'a varırsın. Güneş kayıkları Nun üze-
rinde yüzerler; her yaratılış da o yaratılmayandan doğar. Görünür
dünyanın sınırlarını bilinçli olarak aştığın an, Nun'a girersin.
— Bütün bunlar, Krallar Vadisi'nin Nun'un görüntülerinden
biri olduğu anlamına mı geliyor?
— Evet, Paneb, Krallar Vadisi Nun'un içindedir; tıpkı üze-
rinde yaşadığımız dünya gibi, belirli bir süre için sudan yükselen
bir adacık gibi. Bu sınırsız enerji çevremizi sarar, vücudumuzu
olduğu kadar ruhumuzu da besler. Hakikat Meydanı'nın zanaat-
karları olan bizler, onun bütün gücünün temsil edileceği bir ebedî

123
istirahatgâh yaparken Nun'un içinde yaşama sorumluluğuna ve
ayrıcalığına sahip oluruz. İşlenmemiş maddeyi dönüştüren uyum
sayesinde, başlangıçtaki enerji kendini belli etmeksizin yükselir.
O olmasa, bizler sadece mezarlar kazardık, hayatın sığınaklarını
değil.
— Yoksa hammaddenin, Nun olduğunu mu söylemek isti-
yorsun?
— Geç oluyor, Paneb, yanlış hatırlamıyorsam bana bu
salonun süslenmesi için ne tasarladığını anlatacaktın.
— Emin misin? diye sordu Pişkin Somun Pay karısına.
— Kesinlikle.
— Bu kez, fazla oldu artık! İyi bir insan gibi davranıp sabır
göstermek isterdim ama, benimle alay edilmesine de izin
veremem.
— Ne yapabiliriz ki? Mahkemenin bizi haklı göreceğinden
kuşkuluyum, özellikle de başında mezar kâtibi varken.
— Ben haklıyım.
— Öyleyse, git söyle ona.
Karısının haklı öfkesinden de cesaret alan Pişkin Somun Pay
arkadaşları Çakal Unes ve Kararlı Gau'ya danışıp onların da des-
teğini sağladıktan sonra, onlarla birlikte Kenhir'in yazıhanesinin
yolunu tuttu.
Yaşlı kâtip, içinde önemli haber bulunmadığını tahmin ettiği
resmî zarfları açıyordu, karamsar bakışlarını yaklaşan üçlüye
dikti.
— Yine ne var?
— Bizi dinlemen gerek, Kenhir! dedi Pişkin Somun Pay.
Yanakları alev alevdi.
— Söyleyecek bir şeyiniz mi var yoksa?
— Var, tabiî! Hakkıma düşen bira testilerini neden hâlâ
vermedin? Evde tek bir yudum bira bile kalmadı, böylesine bir

124
davranışla karşılaşmayı da reddediyorum! Bir angarya çıktığında,
beni çağırmaktan çekinmezsin, ama iş iyi bira dağıtmaya geldi-
ğinde, hep unutuyorsun beni.
— Senin iyiliğin için.
— Ne demek, benim iyiliğim için?
— Neredeyse göbeklendin, Pay, fazla bira içmek durumunu
daha da kötüleştirebilir.
— Mezar kâtibi olabilirsin, ama nasıl davranacağımı öğret-
mek sana düşmez!
— Yanılıyorsun, Pay. Eğer hastalanırsan, yokluğun ekibin
işini yavaşlatır, gecikme de hepimizi etkiler. Tam kral mezarını
kazmaya başladığımız sırada, sağlığına dikkat etmek zorundayım.
Arkadaşların da sana gizlice içki içirtmeye kalkmasınlar sakın,
çünkü eninde sonunda öğrenirim bunu, ondan sonra da sert
önlemler almak zorunda kalırım.
Üç kafadar çekilmekten başka bir çare bulamadı. Birbirlerine
baktıklarında, Kenhir'in kafasının en sert kayalar sınıfına sokul-
ması gerektiği konusunda hemfikir olduklarını anladılar.
Mezar kâtibi taburesinin üzerine oturup ellerini bastonunun
sapında kenetledi. Ustabaşıyla konuşmadan önce, sağ ekip zana-
atkârlarının II. Seti'nin ebedî istirahatgâhındaki kandilleri yak-
malarını bekledi.
— Tüm ekip giderek sinirlenme belirtileri göstermeye baş-
ladı, Nefer, sol ekibin durumu da daha iyi değil. Hay bu hafta iki
kez zanaatkârlarının dikkatini çekmek zorunda kaldı, insanların
dünyayı yeni baştan kurdukları içki âlemlerini önlemek için sert
bira dağıtılmasını yasaklamaya karar verdim.
— Endişelerinde haklı olabilirler, diye korumaya çalıştı Nefer
arkadaşlarını, iktidardaki firavunun ziyaret etmeyi bile gerekli
görmediği bir mezarı hazırladıkları için mutsuz oldukları doğru.

125
— İnsan gerektiği gibi çalışırsa, endişelenecek zaman
bulamaz.
— Herkes II. Seti ile Tausert'in oğullan doğunca Amenmes'in
sert bir tepki göstereceğinin farkında.
— Eğer kafasında birazcık akıl varsa, babasına karşı dikilmez.
Seti oğlunu Karnak'taki Tanrı Amon'a götürdü, Amenmes yasal
kralın önünde eğilirse, her şey eski düzenine girer.
— İyimserliğiniz beni yüreklendiriyor, Kenhir.
— Sakın fazla heyecanlanma, Nefer, iyimserliğim bir mas-
keden başka bir şey değil çünkü. Prens Amenmes'in birkaç kez
Karnak'ın başrahibiyle görüştüğünü, bölgedeki yetkililerin de
prensin davranışlarındaki değişiklik karşısında şaşırdıklarını
duydum. Hayatın zevklerinin tadına vardıktan sonra, gerçek bir
asker oldu genç prens, komuta etmeyi bildiği kadar, ön safta çar-
pışacak kadar yürekli bir asker. Bu çarpışma arzusu hiç de iyiye
yorumlanacak bir şey değil.
— Bazı insanlar kararsızlıkla yetinir. Prens Amenmes'in de
öyle olduğunu umalım. Kaldı ki General Mehi hâlâ bizi koru-
makla görevli değil mi?
— O kalkanın üzerimizden kalkması için bir firavun fermanı
yeterli olur.
— Tam da ebedî istirahatgâhını yaparken, II. Seti bizi neden
arkamızdan vurmak istesin ki?
— Kraliçe Tausert, Hakikat Meydanı'ndan nefret etmiyor
mu? Benim yerime kendi hesabına çalışan bir casus getirmek
istemekle, meyvenin içine bir kurt yerleştirmeyi amaçladı.
— Ama başaramadı, dedi Nefer, bu da kraliyet ailesinin işi-
mizi çok önemli gördüğünün kanıtı.
Kenhir başını salladı.
— Son zamanlarda, diye mırıldandı, Çakal Unes'in davranış-
larını hiç beğenmiyorum. İtiraz etmek için, gölgede kalarak

126
sununla ya da bununla birleşiyor, topluluğu çürütmek ister gibi
bir hali var.
— Haydi, ne düşündüğünüzü tümüyle açıklayın, dedi usta-
başı. Yoksa bize ihanet edeni belirlediğinizi mi söylemek istiyor-
sunuz?
— Unes'in suçlu olduğu konusunda en küçük bir kanıt bile
yok elimde, yine de gözünü üzerinden ayırmamanı öneririm.
— Daha kesin bir şey?
— Hayır, yok. Kuyu salonunun çevresinde bu kadar çok esrar
neden?
— Paneb bana şaşırtıcı bir öneride bulundu, ben de kabul
ettim. Şimdi de önerisini gerçekleştirmeye başladı.
Kenhir kaşlarını çattı.
— Bir kral mezarının süslenmesinde değişikliklerden pek
hoşlanmam.
— Firavunun yokluğunda, geleceğin belirsizliğinde çalışmak
zorunda olduğumuza göre, bu değişikliğin ayrı bir özelliği var.
Önemli olan özel koşullara göre hareket etmek değil mi?
— Eğer Paneb'in önerisi uygun değilse, silip yeni baştan baş-
lamak gerekecek.
— Öyleyse, gelip bir bakın.
Kenhir büyük bir gerginlikle birinci koridora girdi, fanteziler
göreceğinden korkarak duvardaki metinleri incelemeye başladı.
Yine de en küçük bir hataya bile rastlamadı, hatta sıvanın şimdiye
kadar görülmemiş kusursuzlukta olduğunu kabul etmek zorunda
kaldı. Armağan görüntüleri de tören geleneklerine tümüyle
uygundu. Geriye şu ünlü kuyu salonunu incelemek kalıyordu.
Üçer fitilli on kandil, Paneb'in şaşırtıcı resimlerindeki tüm ayrın-
tıların altını çizen yoğun bir ışık yayıyordu.
Ne armağan sahnesi ne bir ilah; sadece bir firavunun cenaze
töreni sırasında mezara bırakılan hediyeler: bir şahin, bir kobra,

127
bir boğa, bir çakal, bir ibis, bir timsah resmi ve firavunu elinde
asasıyla kayıkta ya da bir panterin sırtında sistron çalan çıplak bir
çocuk veya kraliyet armağanlarını sunan bir rahip gibi gösteren
resimler.
— Bütün bunlar, loncanın fırtınaya kapılmaması koşuluyla
Tuti tarafından altından üretildi, diye açıkladı ustabaşı. Eğer
istenmeyen gerçekleşir, lonca da olaylardan etkilenirse, törenlerin
hayata geçirecekleri bu resimler sayesinde, firavun hiçbir şeyin
eksikliğini çekmeyecek.
Kenhir'in ağzı açık kalmıştı. Paneb fazla zarafeti olmayan,
basit biçimler seçmişti. Ne var ki seçtiği tüm biçimler firavuna
öbür tarafa giden sonsuz yolda eşlik edecek çeşitli güçleri temsil
ediyorlardı. Bazı biçimlerin çevresinde ince bir kırmızı çizgi vardı,
resimlerin tümü de altın renginde boyanmıştı.
— Tatmin oldunuz mu, Kenhir?
— Hayır, hayran kaldım.
O
Yirmi üçüncü bölüm
— Kraliçe Tausert bir erkek çocuk dünyaya getirdi, dedi
General Mehi büyük bir ciddiyetle.
Evinin pencerelerinden birinden Teb'in merkez kışlasına
bakmakta olan Prens Amenmes'in sırtı dönüktü.
— Babamın niyetini biliyor muyuz?
— O çocuğun tahta vâris olmasını istiyor, kraliçenin isteği de
öyle. Odaya ağır bir sessizlik hâkim oldu.
— Bana uzmanlarınızın yeni bir savaş arabası geliştirdikle-
rini söylemediniz, General, Kuzey ordularında kullanılan araba-
lardan çok daha sağlam, aynı zamanda da çok daha hafif bir savaş
arabası.
— Basit bir nedenden dolayı, Prensim. Arabanın geliştiril-
mesi tamamlanmadı.
128
— Konuştuğum iki uzman öyle düşünmüyor ama.
— Fazla iyimser davranmışlar.
— Gidip kendi gözlerimle göreceğim.
— Gereksiz tehlikelere atılmanızı istemem, üstelik...
— Bugünden itibaren, Teb ve Elefantin'de konuşlandırılmış
birliklerin komutasını bizzat üstleniyorum; Nübye'deki kaleler-
deki askerlerin de. Emirlerimi harfiyen yerine getirmeniz, bundan
böyle de benden hiçbir şey saklamamanız koşuluyla, sizi general
rütbesinde tutuyorum. En ufak bir yanlış adım, rütbenizin sökül-
mesiyle sonuçlanır, Mehi.
General eğildi.
— Bir kararname yazdıracağım, kâtipleri çağırın.
— Bir ferman mı? Yani...
Amenmes döndüğünde, prensi tanımakta güçlük çekti Mehi.
Yüzündeki tüm yumuşaklık kaybolmuş, bakışlar delici, çizgiler
buyurucu oluvermişti.
— Yeterince açık değil miydi söylediklerim?
— Emrinizdeyim, Prensim.
Amenmes zafer kazanmışçasına gülümsedi.
— Aklınızı yitirmemişsiniz, General. Böylesi sizin için de
daha iyi. Fermanımı yazdırır yazdırmaz, Karnak'a gideceğiz.
Amon'un oğlu Amenmes, Karnak başrahibinin de kutsama-
sıyla, taç giyme adı olarak kendine "tanrısal ışığın seçtiği, Ra
kadar sağlam" ismini seçti, ardından yabancı asıllı bir Tebliyi
kraliçe olarak alıp kral sarayına yerleştirdi. Yeni firavun onu
alkışlarla karşılayan Teb soylularına kendini kabul ettirip
onlardan eksiksiz bir sadakat istedi. Hemen ardından, haberleri
iletmek üzere ülkenin dört yanına ulaklar çıkardı. Mısır artık
yeniden yönetiliyordu, refah da kısa zamanda yeniden sağlana-
caktı.

129
Serketa'nın gözlerini firavundan ayırmaksızın kedi gibi sır-
naştığı büyük şölen Amenmes'in çevresini bir araya getirdi.
Herkes neşeli ve mutlu görünmeye çalışıyordu.
Serketa eve döner dönmez soyundu, vücudunu ovdurmaya
girişti. Yorgunluğu geçmiş, kendine gelmişti, Mehi'yi çalışma
odasında buldu.
— Hâlâ çalışıyorsun. Yoksa bugün bayram değil mi?
— Seti'ye bu şifreli mektubu gönderip artık elimde hiçbir güç
kalmadığını, yine de ona sadık olduğumu bildirmek için bir
dakika bile kaybetmemem gerek. Serketa Mehi'nin dizlerine
oturdu.
— Durum gittikçe daha heyecanlı oluyor. İki firavun, birbir-
lerinden nefret eden bir baba ile oğlu, yaklaşmakta olan bir iç
savaş... Bizim için ne talih.
— Çok dikkatli olmamız gerekecek, tatlım, Amenmes çok
değişti çünkü. Onu bir kukla gibi oynatmayı düşünüyordum, oysa
uyuşukluktan kurtulup ordunun basma geçti.
— Önce kim saldıracak?
— İşte bütün sorun da bu ya, bıldırcınım benim. Saldıran
taraf asi ve düzen bozucu olarak gösterilecek, halk da saldıranın
tanrıların öfkesini alevlendirmesinden korkacak.
— Bu batıl inançlardan ne zaman kurtulacağız? Önemli olan
Amenmes'in yolun sonuna kadar gitmesini sağlamak ve sinirle-
rinin bozulmasına neden olmak. Ordumuz Seti'ninkinden daha
güçlü değil mi?
— Bundan emin olmak güç. Eğer Seti sınırlardaki muhafızları
da kullanmaya kalkarsa, yanında tecrübeli askerlerden kurulmuş
birlikler olacak demektir. Daha da ürkütücü bir şey var;
Amenmes benden kuşkulanmaya başladı, artık bana danışmadan
kendi yolunu çizmeye de kalkabilir.

130
— İşte bu çok kötü olur, tatlı sevgilim. Bütün çabalarımız
boşa çıkamaz!
— Tabiî, tabiî kaybedemeyiz.
Paneb güneşin altınını, ayın gümüşünü, gökkubbenin mavi-
sini seyrederek bir gün ve bir gece geçirmişti. Bakışlarına ham-
maddenin karışımına giren evrenin malzemelerini nakşetmişti.
Gözü daha keskinleşti, gökkubbenin ötesini gördüğünü sandı-
ğında, çok mutlu oldu genç ressam. Eliyle yıldızların karınlarını
okşadı, bir yıldız kümesiyle birlikte dans etti.
Ustabaşının II. Seti'nin mezarında yaptığı açıklama yüreğini
genişletmişti. Paneb artık Nun'un, o her zaman var olan enerjinin
titreşimlerini algılayabiliyordu.
Bu nedenle en cesur savaşçının bile başa çıkamayacağı, aslan
vücutlu ve şahin başlı canavarların gezindiği çölde korkusuzca
dolaşabiliyordu. Ne var ki görünenin sınırlarını aşıp bir kuyunun
suyunda, gökten inen yağmurda, toprağı dölleyen su baskınında,
çölü yaşanabilir kılan alevlerde gizli, o elle tutulamaz varlıkla
eserini beslemesi gerekiyordu.
Paneb bir tepeciği aşarken, hırıltılı bir soluk duyup durak-
ladı. Arkasını döndüğünde, simsiyah postu ayın gümüşümsü ışığı
altında pırıl pırıl parıldayan dev gibi bir çakal gördü.
Anubis, ölülere öteki dünyanın mahkemesine kadar rehber-
lik etmekle görevli tanrı... Hayvan öylesine güzeldi ki, en ufak bir
korku bile duymadı Paneb. Ona göründüğüne göre, peşinden
gidecekti.
Çakal yoluna devam ettiğinde, hiç tereddüt etmedi dev
ressam. Rehberinin izlerine basıp ilerlerken, belli belirsiz Hakikat
Meydanı'nın tepelerine doğru uzun bir yolculuk yaptığının bilin-
cindeydi.
Tırmanılması gereken bir yokuş, bir zirve, bir patika...
Sonunda çakal, Suskun Nefer'in girişi kocaman bir kayayla kapa-

131
tılmış mezarının önünde durdu. Demek yanılmamıştı ressam. İşte
burasıydı eserini gerçekleştireceği yer; onu tanrıların evrenine
bağlayacak, içinin derinliklerindeki gizli enerjiyi kullanıp ustala-
rına layık olacağı, eseriyle bütünleşeceği yer, burasıydı.
Çakal gecenin karanlığında kaybolmadan önce önünde yere
kapandı Paneb, sonra da işini tamamlamak için mezara girdi.
Şafak törenleri bitmiş, ataların sunaklarına çiçekler yerleşti-
rilmişti. Köyün kadınları eşeklerin taşıdığı su küplerini almaya
gelmişlerdi. Her zaman vaktinde gelen Lekesiz Uabet'in yoklu-
ğunu fark etmekte gecikmediler.
— Hasta olmalı, dedi Pişkin Somun Pay'ın karısı.
— Gidip bakayım, dedi Firuze. Kapıyı Aperti açtı.
— Annen rahatsız mı?
— Durmadan ağladı.
Kızıl saçlı güzel kadın eve girdi. Uabet yatağa uzanmış,
yüzünü yastığa gömmüştü.
— Benim, Firuze.
Paneb'in karısı öfkeyle döndü, konuğuna nefretle baktı.
— Sen... sen, nasıl cüret edersin? Peki ama, neden bu kadar
acımasızsın?
— Hiçbir şey anlamıyorum, Uabet.
— Zaferin sana yetmedi mi? Bir de evime gelip beni aşağı-
laman mı gerekiyor?
— İyi ama, hangi zaferden söz ediyorsun?
— Paneb dün geceyi senin evinde geçirdi, öyle değil mi?
— Yanılıyorsun, Uabet. Anlaşma, anlaşmadır, o anlaşmayı
asla bozmayacağım.
— Doğru mu söylüyorsun, Firuze?
— Şimdiye kadar sana hiç yalan söyledim mi?
Lekesiz Uabet rahatsız oldu.

132
— Paneb benden boşanıp seninle evlenmek istediği için, dün
geceyi senin yanında geçirdiğinden emindim oysa.
Firuze yatağın kenarına ilişti.
— Endişelerin yersiz, bir kâbus gördün sadece. Ben asla
evlenmeyeceğim, bu kararımı ne Paneb ne de bir başkası değişti-
rebilir.
— Peki öyleyse, nereye gitti?
— Bilmiyorum, dedi Firuze.
— Taş yontucuları olmalı öyleyse! diye haykırdı Uabet.
Paneb'den nefret ediyorlar, ona saldırdıklarına kalıbımı basarım.
Hiç şüphem yok, onu yaraladıktan sonra köyün dışında bir yerde
terk ettiler.
İki kadın hızla Halat Kasa'nın evine koştular, Kasa'nın karı-
sını eşiğin önünü süpürürken buldular.
— Kasa'yı görmek istiyoruz, dedi Uabet kararlılıkla.
— Kocam uyuyor, bu sabah yatak keyfi yapmaya karar verdi.
Ustabaşının dayattığı işin ağırlığından sonra, taş yontucuların çok
dinlenmeye ihtiyaçları var.
— Sana Paneb'le bir kavgadan söz etti mi?
— Yine mi kocalarımız, anlaşılan hiç huzur bulamayacağız!
Buna alışmamız gerekecek.
Halat Kasa'nın karısı kapıyı kapadı. Firuze ve Uabet Güçlü
Naht'ın evine yöneldiler, güçlü taş yontucusunu üzerine bir dilim
beyaz peynir yerleştirdiği kocaman bir dilim ekmeği mideye
indirirken buldular.
— Paneb mi? Dün hiç görmedim.
— Onunla dövüşmedin mi?
— Hayır, ne yazık ki hayır... Bir gün, onu yere sereceğim,
bırakmam için yalvaracak bana.
Ne Somurtkan Karo ne de Burun Fened iki kadına tatmin
edici bir bilgi veremedi. Gidip köyün öteki zanaatkarlarım sor-

133
guya çekip sonra da ustabaşına haber vermeye hazırlanıyorlardı
ki, birden Firuze dev ressamın düşüne giren işini hatırlayıverdi.
— Hammadde ile eserinden başka bir şeyi görmüyor gözü...
— Ya geceyi hazırladığı mezarda geçirmişse? dedi Uabet.
Suskun Nefer'in ebedî istirahatgâhının önüne vardıkları sırada,
koca kaya yerinden oynadı, Paneb göründü. Dev adamın gözleri
güneş ışığından bir an kamaştı. Yüzünde en ufak bir yorgunluk
belirtisi yoktu.
— Burada ne arıyorsunuz? diye sordu şaşkınlıkla. Cevap
vermeye fırsat bulamadılar.
Köyden alışılmadık bir gürültü yükseliyordu.
A
Yirmi dördüncü bölüm
Bir sürü zanaatkar ana kapıya doğru koşuyordu.
— Gidip bakalım, dedi Paneb.
Lekesiz Uabet ile Firuze peşine takıldılar. Üçlü yokuşu hızla
inip, kalabalığa karıştı.
— Neler oluyor? diye sordu genç dev, itilip kakılmaktan
rahatsız olan Âlim Tuti'ye.
— Anlaşılan, bir kraliyet fermanı. Seti bize ziyaretini bil-
diriyor olmalı.
— Ya da mezarının yerini değiştirmek istediğini bildiriyor,
dedi Paneb kuşkulu bir sesle.
Tüm zanaatkarlar, mezar kâtibinin Teb Kraliyet Sarayı'ndan
gelen metni verdiği ustabaşının çevresinde toplandı.
— Amenmes firavun olarak taç giydi, diye açıkladı ustabaşı,
bundan böyle de Amon'un kentinde oturacak.
İçlerinden çoğu şaşırmadı duyduğu habere, yine de Seti'nin
oğlunun iktidardan vazgeçeceğini az da olsa ummuşlardı.
— Neden böyle bir karar aldı ki? diye sordu Kararlı Gau.

134
— Çünkü Amenmes, hem Seti'nin hem de Kraliçe Tausert'ten
doğan oğlunun yasallığını reddediyor.
— General Mehi hâlâ güvenliğimizden sorumlu mu? diye
sordu Somurtkan Karo merak ve endişeyle.
— Bilmiyorum, demek zorunda kaldı Nefer.
— Firavun olarak hangisini tanıyacağız? diye sordu Neşeli
Renupe.
Ustabaşı sessiz kaldı.
— En yakındakini tanımak zorundayız, diye açıkladı Kenhir.
Amenmes Teb ordularının komutasını eline aldıktan sonra, hiçbir
itaatsizliği hoş karşılamayacaktır.
— İyi de, ona katılırsak, Seti de oğlunu yenerse, gelip köyü
yerle bir eder, diye sızlandı Burun Fened.
— Mezar kâtibinin söylediğine bakılırsa, diye onun sözünü
kesti Araştırmacı İpuy, başka çaremiz yok gibi.
— Üstelik, tamamlamamız gereken bir de görevimiz var, diye
kestirip attı Nefer. II. Seti'nin ebedî istirahatgâhını bitirmek. Kısa-
cası, sağ ekibi Krallar Vadisi'ne götüreceğim, işimize devam
edelim.
Kuşkusuz bütün zanaatkarlar Hakikat Meydanı'ndan büyük
çayıra giden yolu avuçlarının içi gibi biliyorlardı, ama o bulutlu
günde, patikanın tehlikeli olabileceğinin de farkındaydılar. İşte bu
nedenle Şef Sobekten birkaç polis memurunu sağ ekibin korun-
masıyla görevlendirmesini istemişti ustabaşı.
— Amenmes'in fermanı hakkında ne düşünüyorsun? diye
sordu Nefer Sobek'e.
— Hiç de iyi düşünemiyorum. Babasına rakip olmak yerine,
onunla pazarlık etmeliydi.
— Amenmes'in askerleri karşısında nasıl davranacaksın?
— Benim görevim, tehlike nereden gelirse gelsin, sizin
güvenliğinizi sağlamak.

135
— Eğer durum daha da tehlikeli olursa, silahlarını bırak.
— Adamlarım çatışmaya girmekten korkmaz, bana itaat
edeceklerdir.
— Başlarında firavunun bulunduğu askerlere direnmek, ağır
suç olarak görülecektir, Sobek.
— Hakikat Meydanı artık hayatım oldu. Onu kurtarmak için
savaşmazsam, kendimi bağışlayamam.
Küçük grup öğlene doğru Krallar Vadisi'ne vardı. Nöbetçiler
henüz yeni talimat almamışlardı, girmelerine izin verdiler.
Mezar kâtibi taburesine çöker gibi oturduğunda, her
zamanki gibi notlarını alması için aletlerini verdi zanaatkarlar
Kenhir'e. Ne var ki, eski heyecanlarından artık eser yoktu; süs-
lenmesi tamamlanmış kuyu salonuna giden üç koridor boyunca
yerleştirilmiş kandilleri yakan Paneb'in dışında. Salonun ötesinde,
dört sütun tarafından taşınan ve duvarları "Kapılar Kitabı'ndan"
alıntılar ve resimlerle süslü küçük bir boşluk kazmıştı zanaat-
karlar. Burada da bir yenilik önermişti Paneb; her sütunun iki
yanına birer ilah çizip, aralarında konuşturmak. Kararlı Gau,
Çakal Unes ve Kurtarıcı Şed resimlerin eskizlerini kırmızıyla çiz-
dikten sonra Kurtarıcı Şed siyah mürekkeple bazı düzeltmeler
yapmış, özellikle de yüzlerin kavislerini değiştirmişti. Sonra da
Paneb renkleriyle Osiris'i, Ptah'ı, Anubis'i, Horus'u ve firavuna
armağanlar sunan öteki ilahları canlandırmıştı.
Taş yontucuları kazmaya devam ediyorlardı, marangoz ve
kuyumcu da II. Seti'nin tören hazinesini oluşturacak eşyaları
bitirmeye çalışıyorlardı. Eski çalışma tempolarına yeniden kavu-
şan zanaatkarlar, yoğun endişelerini unutmuş, bütünüyle esere
eğilmişlerdi.
— Nefer, çabuk gel! diye bağırdı Kenhir mezarın girişinden.
Suskun hızla tırmandı.

136
Mezar kâtibinin yanında, Nübyeli bir polis memuru duru-
yordu.
— Askerler vadiye doğru ilerliyor, Şef Sobek talimatınızı
beklediğini söyledi.
— Neye karar verdin? diye sordu Kenhir, asabice.
— Krallar Vadisi kutsal ve girilmez bir yer olarak kalacak.
— Firavun olarak, Amenmes'in buraya girmeye hakkı var,
diye hatırlattı mezar kâtibi.
— Burada zanaatkarlarla kaim, diye buyurdu Nefer.
— Ben seninle geliyorum, dedi Paneb.
Şef Sobek ile Nübyeli polisler kollarını kavuşturmuş, vadinin
dar girişine dizilmişlerdi. Nöbetçilerin haber verdiği askerlerin
her an görünecekleri patikaya dikmişlerdi gözlerim.
— Kaç kişi? diye sordu ustabaşı.
— Elli kadar.
— Başa çıkabiliriz, dedi Paneb.
Askerlerin başında geleni ilk tanıyan da, dev ressam oldu;
General Mehi'nin ta kendisi.
Savaş arabası küçük grubun yirmi metre kadar berisinde
durdu, Mehi kararlı bir tavırla arabadan indi. Arkasında, yaylarını
germiş okçular.
Nefer generale yaklaştı.
— Sizinle daha farklı koşullarda karşılaşmayı tercih ederdim,
Ustabaşı; yine de kaderin görevi bizlere şaşırtıcı yenilikler sun-
mak değil midir?
— Benden ne istiyorsunuz, General?
— Sanırım Amenmes'in fermanını okudunuz.
— Fermanı Hakikat Meydanı'nın bütün sakinlerine okudum.
Hâlâ güvenliğimizden sorumlu musunuz?

137
— Firavun beni bu görevden almadı henüz, ama gerçek
niyetinin ne olduğunu bilmiyorum. Bir general olarak, verilen
emirlere bakmaksızın, itaatle yükümlüyüm.
— Size haksız görünseler de mi?
— Amenmes iktidarı ele geçirdi, ben bir uygulayıcıyım
sadece. Yeni firavun saygı görmek istiyor, çok sabırlı olacağını da
sanmıyorum.
— Size loncanın, Hakikat Meydanı'nın ulu efendisi II. Seti
için çalıştığını hatırlatmama gerek var mı?
— Böylesi açıklamalardan kaçınmak daha iyi olurdu.
— Amenmes bana gönderdiği fermanda bu görevi de üstlenip
üstlenmeyeceğini açıklığa kavuşturmuyor.
— Tekrar ediyorum, sizinle ilgili niyetlerinden habersizim.
— Daha ayrıntılı bilgi alana kadar, II. Seti'nin köyün hâkimi
olduğunu kabul edeceğim demek ki. Bu yüzden de tüm gücümüzü
onun mezarını tamamlamak için kullanacağız.
— O projeden vazgeçin, Ustabaşı.
— Tam tersine, bitirmek zorundayım.
— Firavun Amenmes beni buraya Seti'nin mezarıyla ilgili
tüm çalışmaları hemen durdurmanız gerektiğini bildirmem için
gönderdi. Ben ne düşünürsem düşüneyim, fazla bir seçeneğim
yok. Kabul ettiğinizden emin olmam gerek.
— Ya etmezsem?
— Cevabınızı haşmetmeaplarına iletirim, ama bir dost olarak
böyle bir davranış benimsememenizi öneririm. Tekrar ediyorum,
Amenmes hükümdarlığını ilan etti, böylesi bir başkaldırıyı bağış-
lamayacaktır.
— Durumun ciddiyetini göz önünde bulundurarak, loncanın
görüşlerini almam gerektiğini düşünüyorum.

138
— Hakikat Meydanı'nın geleneklerinden söz ederek firavu-
nun sabretmesini sağlayabilirim, ama zaman kazanmaya çalış-
mayın, Amenmes'in kararlılığını da yanlış değerlendirmeyin.
— Siz hangi taraftasınız, Mehi?
— Tam kıskaca düştüm ama sizin yanınızda durmaya karar-
lıyım, Ustabaşı. Atalardan miras kalmış, yitip gitmeleri felaketlere
neden olacak değerleri temsil ettiğiniz için de, hep yanınızda
kalacağım. Eğer Amenmes fazla ileri giderse, onu engellemeye
çalışırım; yine de işimi güçleştirmemenizi istiyorum sizden.
— Cevabımı yarın alacaksınız.
— Bu arada, bana bir iyilik yapın; Seti'nin mezarındaki
çalışmaları durdurun ve vadiden ayrılın. Böylesi bir iyi niyet gös-
terisi Amenmes'i sakinleştirir.
— Anlaştık, ama bir şartla; Nübyeli polisler görevlerinin
başında kalacak, sizler de vadiye girmeye çalışmayacaksınız.
— Amenmes bana vadiye girme emri vermedi, böylesi bir
aşırılığa yer vermek de istemem.
General adamlarına döndü, ustabaşının inadından vazgeç-
meyeceğini umuyordu. Yeni firavuna itaatsizlik ederek Amen-
mes'in öfkesini loncanın üzerine çekecek, Hakikat Meydanı da
kısa sürede savunmasız kalacaktı. Mehi de tirana köyü sert bir
askeri yönetim altına almayı önerecek ve yönetimin başına
geçerek loncanın hazinelerine kolayca sahip olacaktı.
Sağ ekip belirlenen tarihten çok daha önce köye dönünce,
söylentiler aldı yürüdü, köy halkı tümüyle endişe ve korku içinde
yaşamaya başladı. Amenmes zanaatkarların kutsal görevlerine
son verip Hakikat Meydanı'nı ortadan kaldıracak mıydı?
Kenhir'in kararlı açıklamaları ortalığı az da olsa sakinleştirdi,
yine de loncanın tehlikede olduğunu, zaman geçirmeden köyün
geleceğini tümden etkileyecek bir karar almak gerektiğini sak-
lamadı mezar kâtibi. Firuze bilge kadının da onayıyla bütün

139
Hathor rahibelerini tapınağa götürdü, tanrıların köyü korumasını
sağlamak için tören düzenledi.
Yeşil maymun bile yaramazlıklarına ara verdi. Çirkin Tay-
van'a gelince, dev kaz köyün ana kapısının yanında nöbete
dikildi.
Bilge kadının ve mezar kâtibinin de bulunduğu bir toplan-
tıda, Maat ve Hathor Tapınağı'nın üstü açık avlusunda bir araya
geldi sağ ve sol ekip zanaatkarları. Yüzler ciddiydi, herkes sadece
yanındakinin bilgeliğine güveniyordu.
n
Yirmi beşinci bölüm
— Firavun Amenmes II. Seti'nin mezarındaki çalışmaları
derhal durdurmamızı istiyor, diye açıkladı ustabaşı. Eğer itaat
etmezsek, ordusunu gönderecek. General Mehi aldığı emirler
hakkında ne düşünürse düşünsün, uymak zorunda kalacak, ben
de kan akmasına engel olmak için, Şef Sobek'e direnmemesini
söyleyeceğim.
— Amenmes kendini Hakikat Meydanı'nın koruyucusu ilan
etti mi? diye sordu Araştırmacı İpuy.
— Daha etmedi.
— Öyleyse, Seti'den başkasına itaat etmeyiz.
— Bu ölüm fermanımızı imzalamak olur, diye araya girdi
Kenhir; Amenmes denetimi altındaki topraklarda babasına saygı
gösterilmesini kabul edemiyor.
— Krallar Vadisi hükümdarların geçici topraklarından sayıl-
mamalı, dedi Sol Ekip Şefi Hay.
— Maalesef, dedi bilge kadın, Seti ebedî istirahatgâhının
yapımını büyüsüyle kutsamaya gelmedi buraya.
— Mantıklı olalım, dedi Âlim Tuti. General Mehi bizi koru-
yacak durumda değil, ustabaşı da Sobek'in adamlarını kaybedile-

140
ceğini önceden bildiği bir çarpışmaya sokmak istemiyor. Fira-
vunun silahlı askerlerine direnmek de bizim harcımız değil ya!
— Kadınlar ile çocukları düşünelim, dedi Aslan Userhat.
Bizler asilikle suçlanıp tutuklanırsak, onların hali nice olur?
— Biz sadece görevimizi yaptık, dedi Somurtkan Karo, güce
karşı güçle direnecek durumda da değiliz. İtaat etmemek için
hiçbir neden de göremiyorum.
Herkes düşüncesini söyledi, içlerinden memnun olmamakla
birlikte, kimse Amenmes'e karşı gelinmesine taraftar değildi.
— Yine de bir koşulum olacak, diye kararını bildirdi Nefer.
Seti'nin mezarının girişini kendi elimle mühürleyeceğim, askerler
de Krallar Vadisi'ne giremeyecek.
— Ustabaşının dediklerini onaylıyorum, dedi bilge kadın.
Sabırsızlıktan içi içine sığmıyordu General Mehi'nin. Sinir-
lerini yatıştırmak için bir saat boyunca yay gerip ok çekmiş, yine
de gerginliğinden kurtulamamıştı. Zafer oradaydı, yakında, elini
uzatacak kadar yakında... Hakikat Meydanı'nın hazineleri eline
geçtiğinde, o Amenmes kuklası da uzun süre direnemeyecekti
artık. Seti oğlundan daha ürkütücü bir engel olacaktı kuşkusuz,
ne var ki Meni de daha gelişmiş silahlara sahipti.
— Mezar kâtibi, General, dedi yaveri.
— Gelsin.
Kenhir bastonuna dayanarak güçlükle yürüyordu, sarsak
adımlarla yazıhaneye girdi, ev sahibinin önerdiği koltuğa çöker
gibi oturdu.
— Yılların yükü yaşlı bedenime giderek daha ağır çöküyor,
General, üstelik yaşadığımız güç günler de cabası. Tanrıların
üzücü çalışmalara izin vermemeleri tek dileğim.
— Kuşkusuz Kenhir, kuşkusuz... Hakikat Meydanı ne cevap
verdi?

141
— Tabiî firavunun emrine uydular, tek umutları haşmetme-
aplarının bir an önce kendini loncanın koruyucusu ilan etmesi ve
sizin görevinizin devamına karar vermesi.
General düş kırıklığını belli etmemeyi güç de olsa başardı.
— Ama küçük bir koşulları var, diye sürdürdü Kenhir sözle-
rini. Mehi yeniden umutlandı.
— Nasıl bir koşul?
— Ustabaşı II. Seti'nin mezarının girişini kendi elleriyle mü-
hürleyecek, dışarıdan hiç kimse Krallar Vadisi'ne giremeyecek.
Amenmes savaş arabalarını teker teker gözden geçiriyor,
bazılarının onarılıp sağlamlaştırılması için marangozlara emir
üzerine emir yağdırıyordu. Kuzey'e doğru sefere çıkmadan önce,
malzemenin kusursuz durumda olduğundan emin olması gereki-
yordu.
— Hakikat Meydanı çalışmaları durdurmayı kabul etti,
Haşmetmeapları, diye bildirdi Mehi.
— Yoksa kuşkunuz mu vardı, General?
— Suskun Nefer başlı başına bir sorundur, öteki zanaatkar-
ların da kolayca yönetileceklerden olduğunu söylemek güç.
— İşte size tersinin kanıtı! Şimdi derhal vadiye gidip şanti-
yede tek bir zanaatkar bile kalmadığından emin olun, sonra da
babamın mezarının girişini kapatın.
— Ustabaşı şantiyeye en küçük bir askeri müdahaleyi bile
kabul etmeyeceğini bildirdi.
— Yani, kendinde reddetme hakkı olduğunu mu sanıyor?
— Bir koşulu daha var, Haşmetmeapları, mezarın girişini
loncanın gelenekleri uyarınca o kapatacakmış.
— Yani ona güvenip, iradesine boyun eğmemi istiyor. Mehi
ateşin üzerine yağ atmamayı tercih etti. Amenmes Suskun Nefer'i
yeryüzünden kaldıracak kadar öfkelenmişti nasıl olsa.

142
— Ustabaşına babamın mezarıyla ilgili kararımı değiştirdi-
ğimi bildirin. General olduğu yerde dondu. Hakikat Meydanı'nın
büyüsü firavuna çalışmaların devam etmesini emrettirecek kadar
güçlü müydü gerçekten?
— Mezarın kapatılması yetmez. Tüm heykellerin, metinlerin
ve resimlerin zaman geçirmeden yok edilmelerini de istiyorum.
Nefer köyün ana yolu boyunca ağır adımlarla yürüdü, her
eve dikkatle bakıp orada oturanları düşündü. Yüzyılların ve toplu
çalışmaların etkisiyle köyde, bireylerin kişiliklerinden gelme
kusurların ve küçük hesapçılığın çok ötesinde bir takım ruhu ve
özel bir duygu doğmuştu. Firavunlar firavunları, ustabaşılar
ustabaşılan izlemiş, kimse Hakikat Meydanı'nı maddeyi değişti-
rebilen Işık Taşı'nın sığınağı kılan sessiz anlaşmayı bozmaya
kalkmamıştı
Şimdi de bu görkemli macera, hüküm süremeyeceğini kanıt-
layan bir hükümdarın kendini beğenmişliği, kabalığı ve nefreti
nedeniyle sona ermek zorundaydı. Büyük kurulu son bir kez top-
lamadan önce biraz zaman ayırmak, dayanışma ve kardeşlik
mucizesini her gün yaşayan köy halkının neşesi ve üzüntüsüyle,
büyüklük ve küçüklüğüyle yaşadığı beyaz boyalı bakımlı evleri
bir kez daha görmek istedi.
Ustabaşı baldırına ıslak bir şeyin dokunduğunu hissedip
irkildi.
— Kapkara! Yoksa sen de mi dolaşmaya çıktın?
Koca köpek arka ayaklarının üzerinde dikilip ön ayaklarını
sahibinin omuzlarına dayadı. Kahverengi gözlerinden güvenle
karışık bir endişe okunuyordu.
— Sakin ol, verilmiş bir söz, geri alınamaz.
— Yarından tezi yok, dedi ustabaşı zanaatkarlara, Krallar
Vadisi'nin yolunu tutacağız.
— Demek, şantiye yeniden açıldı, dedi Güçlü Naht sevinçle.

143
— Amenmes bizden II. Seti'nin mezarını yerle bir etmemizi
istiyor. Tüm topluluğu bir rahatsızlık kapladı.
— Yerle bir etmek, dedi Pişkin Somun Pay, büyük bir darbe
yemişçesine. Yerle bir etmek ne demek?
— Heykelleri kırmak, resimler ile metinleri silmek, yaptıkla-
rımızı ortadan kaldırmak.
— İyi ama, biz yok etmeyi bilmeyiz ki! diye haykırdı Neşeli
Renupe. Bakışlarındaki kurnazlığın yerinde yeller esiyordu.
— Firavun Amenmes size itaati öğretmek istiyor, dedi Ken-
hir kapkaranlık bir yüzle, bize kararlan sadece kendinin alacağını
öğretmek istiyor.
— Şimdiye kadar hiçbir firavun böylesine acımasızca dav-
ranmamıştı, diye hatırlattı Araştırmacı İpuy. Verdiği emir man-
tıksız, bu yüzen de bir değeri olamaz.
— Eğer verdiği emre uymazsak, diye itiraz etti Alim Tuti, yok
edilen biz oluruz.
— Korkaklar gibi mi hareket edeceğiz? diye dikildi Paneb. Bu
loncaya yapmak ve yaratmak için girdik! Eğer şu Amenmes
babasından bu ölçüde nefret ediyorsa, ona karşı ordularını gön-
dersin, ama vadiyi aşağılamak için bizim kollarımıza güvenmesin!
— Karın ile oğlunu düşündün mü? diye sordu Gau.
— Bir ebedî istirahatgâhı yıktıktan sonra, onların gözlerinin
içine bakamam zaten.
— Böylesi bir cinayet işledikten sonra, diye araya girdi Çakal
Unes, bir daha aletlerimizi elimize nasıl alırız?
Cömert Didya boyunun bütün uzunluğuyla doğruldu.
— Bu loncaya girişimiz sırasında, and içtik, yemin ettik. O
antlara, yeminlere karşı gelmek, kendi kendimizi yok etmek olur.
— Seninle aynı fikirdeyim, dedi ustabaşı. Bu nedenle de
Amenmes'in emrini yerine getirmeyi reddediyorum.

144
— Kararının ne gibi sonuçlar doğuracağının farkında mısın?
diye sordu Burun Fened endişeyle.
— En iyi koşullarda, Amenmes köyün kapatılmasına karar
verir, beni de ihanetle suçlar. İçinizde dediklerime karşı çıkan var
mı?
Zanaatkarlardan hiçbiri söz istemedi.
— Başka yol yok, dedi bilge kadın. Amenmes'in mantıksız
isteklerine karşı gelmezsek, Hakikat Meydanı ruhunu satmış olur.
— Benimle birlikte düşmek istemeyenler derhal köyden
aynisin, ben cevabımızı General Mehi'ye iletmeden burayı terk
etsin, dedi ustabaşı. Böylesi koşullarda, kendini ailesini ve malla-
rını kurtarmak istemenin utanılacak bir yanı olamaz. Işık ayağa
kalktı.
— Ustabaşıyla birlikte, güneş batımına kadar tapınağa çeki-
liyoruz. Herkes seçiminde özgür olsun.
Aslında, günün en tatlı dönemiydi, yeşil maymunun bile
sakinleştiği o saatler. Yorgunluk kendini birden belli eder, herkes
güneşin batışını seyretmek için susup kalırdı.
Ustabaşı ile bilge kadın tapınağa girmiş, kapıyı kapatmış-
lardı. Kutsal boşluğun karanlığında tek başına dikilen Tanrıça
Maat'ın altın heykelciği gölgelerin karşısına dikilip kaynağın
okyanuslarına ulaşacak, sabah olunca da yeniden dirilip geri
dönecekti.
— Anlaşılan bu benim köyde geçireceğim son gece, dedi
Nefer karısına. Kararımı bildirir bildirmez, tutuklatacaktır Mehi
beni.
— Nedenlerimizi anlayamayacak mı, sence?
— Anlasın ya da anlamasın, onun tek kaygısı, kendi mesle-
ğinde ilerlemek; kısacası, Amenmes'e körü körüne itaat edecek.
Köyü korumak için tek sorumlu olduğumu, ötekileri kararımı

145
onaylamaları için zorladığımı ileri süreceğim. Bakalım firavunu
inandırabilecek miyim?
— Yarın, ben de seninle geleceğim.
— Hayır, Işık. Hakikat Meydanı'nın sana burada ihtiyacı var.
Güçlerimizi birleştirebilecek, köye engelleri aşması için yardım
edebilecek tek kişi, sensin.
— Benden yapacağımdan da fazlasını istiyorsun, Nefer. Ben
seninle yaşadım, seninle yok olmak istiyorum.
— Sen loncanın anasısın. Senin sevgin olmadan, nasıl
yaşarlar?
Sanki yazgıları bu dünyada bir daha birleşmelerine izin
vermeyecekmiş gibi birbirlerinin bedenlerini ciltlerine kazımak
istercesine tutku ve sevgiyle sarıldılar birbirlerine.
O
Yirmi altıncı bölüm
General Meni gece boyunca uyumamıştı. Sinirlerini yatış-
tırmak için, karısıyla sevişirken her zamanki kabalığına başvur-
muş, ne var ki bu sevişme bile generali sakinleştirememişti.
Serketa'nın sunduğu şurup gibi tatlı şaraptan da hoşlanma-
mıştı, kısa süre sonra hâkimi olacağı Teb bölgesinin hazinelerini
sıralayan bir papirüsü açıp okumayı tercih etmişti bu yüzden.
Serketa kocasının omuzlarını ovdu.
— Hedefe çok yaklaştık, dedi bir kedi gibi sırnaşarak, yalnız
şu lanet olası ustabaşının bize yeni bir oyun oynamasından çeki-
niyorum.
— Ben de ondan başka bir şey düşünemiyorum, ama Ne-
fer'in başka çıkış yolu kalmadı. Bir kral mezarım yıkmayı nasıl
kabul edecek? Amenmes sonunda ondan kurtulmanın en iyi
yolunu buldu; firavununa itaatsizliğe zorlamak. Kimse bir asinin
tarafını tutmaz.
— Yerine kim geçer?
146
— Neden köydeki müttefikimiz olmasın? Becerikli olursa,
ustabaşılık koltuğuna oturabilir.
— Amenmes'in de bu seçimi onaylaması gerekecek.
— Firavun bana kulak verecektir.
— Sakın bana kızma, yumuşacık sevgilim, ama bu dedi-
ğinden artık eskisi kadar emin değilim. Genç hükümdar kendine
gereğinden fazla güvenmeye başladı, çevresini dostu olduklarını
iddia eden ama onun yerini almaktan başka bir şey düşünmeyen
askerlerle dolduruyor. Mehi karısının uyarısını ciddiye aldı.
— Endişelenme, onları kontrol altına alacağım.
— Eğer yanlış bir adım atarlarsa, dedi Serketa dilini dudak-
ları üzerinden geçirerek, onlarla ben ilgileneceğim.
General bu söze de boş vermedi. Gerçekten de bazı yüksek
rütbeli subayların gözünü hırs bürümüştü. Ya Mehi'nin yanında
yer alacaklar ya da askerlik hayatları acı bir sonla bitecekti.
— Hakkın var güvercinim, son günlerde astlarıma gereğin-
den yumuşak davranmakla yanlış yaptım. Yalnız yeni firavunu-
muzun kendini bir savaş ilahı sanacağını tahmin etmemiştim.
— Teb ordularına komuta edebilir mi?
— Ben olmadan, hayır. Yine de edebileceğine inanmasından
rahatsızlık duymuyorum. Seti'nin ordularına saldırmak, Amen-
mes'in akıl erdiremeyeceği gelişmiş stratejiler gerektiriyor.
Hakikat Meydanı'nın teknik sırları da elimizde olmadan, zafere
hiç yaklaşmış sayılmayız.
Bütün öteki günler gibi başladı o gün de. Tapınaktaki ilahlar
uyandırıldı, atalara saygı sunuldu, eşeklerin taşıdığı su dağıtıldı.
Ev kadınları dedikodu yapmadılar ne var ki, sanki gevezeliğin
tadına varmalarını önleyecek ağır bir yük taşıyorlardı içlerinde.
Suskun Nefer kokulu sularla bir duş yapmış, özenle tıraş
olup saçını taramış, sonra da tören elbiselerine bürünmüştü.

147
— Mezar kâtibi seninle konuşmak istiyor, diye uyardı Işık
kocasını. Kenhir'in yüzündeki çizgiler daha da derinleşmişti.
— Ben hem yaşlı bir insanım hem de devletin bu köydeki
temsilcisi, diye girişti söze. Köyün cevabını generale iletmek de
bana düşer.
— Sizin sözünüzle yetinmeyeceğini, zaman geçirmeden beni
çağırtacağını benim kadar siz de biliyorsunuz.
— Kuşkusuz... Yine de, denemenin ne zararı var? Sen, sen
çok korkunç bir tehlikeye atılıyorsun!
— Hâkim olduğunuz yasal bilgilere dayanarak köyü koru-
yacağınıza güveniyorum, Kenhir. Belki de mahkûmiyetim, sizleri
kurtarır.
— İçimizden birinin Seti'yi uyarması gerekmez miydi? Ona
götürülmesi için bir mektup hazırladım.
— Çok tehlikeli bir iş. Mehi'nin askerleri köyden çıkan her
zanaatkarı arayacaklardır.
— Öyle de olsa, bizi ancak o kurtarabilir.
— Amenmes çok hızlı hareket etti, Seti'nin Teb'e gelip
Hakikat Meydanı'nı kurtarmasını bekleyecek zamanımız kalmadı.
Kenhir Nefer'e sarıldı.
— Hiç yağcı olamadım, iltifat sanatında da yetenekli oldu-
ğumu düşünmüyorum, ama sen Hakikat Meydanı'nın gurur
duyacağı bir ustabaşısın.
Suskun Nefer Işık'ı öptü, evinden çıkarken kaç kişinin köyü
terk ettiğini, Amenmes'in intikamından kurtulmak için Hakikat
Meydanı'ndan ayrılıp dışarıda bir yerlere sığındığını merak etti.
Köyün ana yolu ıssızdı. Mezar kâtibinin dışında, Hakikat
Meydanı zanaatkarları kaçmışlardı anlaşılan.
Kolay kolay kaldırılamayacak bir darbeydi bu, son kez
açmak için köyün ana kapısına yönelen ustabaşı birden kendini
son derecede yalnız hissetti.

148
Manevî oğlu Cesur Paneb bile ailesiyle birlikte bir yerlere
saklanmayı tercih etmişti. Bu kararını anlayışla karşılamak
mümkündü tabiî, mantıklı olanı yapmıştı ne de olsa. Nefer
Hakikat Meydanı'nı yetkililer huzurunda savunmak durumunda
kalsa bile, loncanın tükenmekte olduğunu kabul etmek için hayal
kırıklığını bir kenara bırakmak zorundaydı. Ustabaşı sürgüyü
çekip büyük kapıyı açtı. Hepsi.
Hepsi orada, onu bekliyorlardı; her iki ekibin zanaatkâr-lan,
Hathor rahibeleri, çocuklar, Kapkara, Büyücü, Çirkin Hayvan,
yeşil maymun ve öteki ev hayvanları.
— Kimse köyden ayrılmıyor, dedi Hay.
— Ben de, dedi Paneb, sana eşlik edeceğim.
— Dayanışmayı seçtiğinize göre, senin asıl yerin burası
olmalı.
— Eserimi bitireceğim. Gelip göreceğine söz ver.
Nefer sağ elini Paneb'in sol omzuna koydu, manevî oğlunun
gözlerine öyle bir baktı ki, genç dev sarsılır gibi oldu.
Sonra, tıpkı dingin bir yolculuğa çıkıyormuşçasına, düzgün
adımlarla uzaklaştı, ardına hiç dönmedi.
Ustabaşının heybeti General Mehi'yi etkiliyordu. Oysa
general değerli pilili elbisesini giymiş, zarif bir ev sahibi gibi
görünmek istemişti.
Rütbe bakımından daha üst durumda olmasına rağmen,
birkaç saat sonra bir esirden de değersiz biri olacak bu adamın
içten gelme gücüne hayrandı Mehi. Amenmes'in müdahalesi
sonucunda yenik düşen Nefer'in yüzünde bir heyecan, bir endişe
belirtisi aradı, boşuna.
— Cevabınız nedir, Ustabaşı?
— II. Seti'nin mezarını yıkmayacağım, tüm sorumluluk bana
ait.

149
General sevincini belli etmemek için kendini çok zorladı.
Tuzak Suskun Nefer'in üzerine kapanmıştı, artık oradan kurtul-
masına imkân yoktu ustabaşının. Yine de onu ve loncasını dost-
ları olduğuna inandırmayı yeğleyecekti. Körlükleriyle generalin
işine yarayacaktı zanaatkarlar kuşkusuz.
— İyice düşündünüz mü, Nefer?
— Lonca, ahenk yasaları uyarınca yaratmakla görevli. II.
Seti'nin ebedî istirahatgâhı da bu yasalar sayesinde doğdu. Hiçbir
ustabaşı yapılmış işi bozarak bu yasalara karşı gelemez.
— Soylu düşünceler bunlar, çok da iyi anlıyorum duyguları-
nızı. Yine de Firavun Amenmes'in bu söylediklerinizle yetinme-
yeceğini biliyorsunuz.
— Biliyorum.
— Ona itaatsizlik ederek, Hakikat Meydanı'nı yok olmaya
mahkûm etmiyor musunuz?
— Hakikat Meydanı görevini reddettiği gün yok olur asıl.
General yazıhanesinin içinde gidip geliyordu.
— Size nasıl yardım edebileceğimi bilemiyorum, Nefer.
Amenmes'in talimatı açık, ya sizi iki ekibinizle birlikte Krallar
Vadisi'ne götürür Seti'nin mezarını yok etmenizi sağlarım ya da
yargılanmak üzere benimle saraya gelirsiniz.
— Hakikat Meydanı'nın ataları yeminime sadık kaldığıma
tanıktır. Hayatını kurtarmak için de olsa içtiği andı reddetmek-
tense, bir zorbaya karşı gelmek daha iyidir.
— Eğer bu tutumunuzu sürdürürseniz, en ağır cezaya çarp-
tırılırsınız! Davanızı daha mantıklı sözlerle savunarak belki de
yumuşatabilirsiniz Amenmes'i.
— Buna siz de inanmıyorsunuz.
— Doğru, ben kötümserim, çünkü firavun genç ve saldırgan.
Eğer babası onu bir biçimde tahta bağlayabilmiş olsaydı, işler
buraya varmayabilirdi. Ne var ki Seti de oğlunun fazla hırslı

150
olmasından çekindi. Bizler de arada kapana kısıldık kaldık, birbi-
riyle savaşacak iki firavunun arasında! Kuzey Güney'e karşı
çıkacak, Mısırlı Mısırlıyı öldürecek... Şimdi artık felaketlerin çağı,
o felaketleri nasıl uzaklaştıracağımızı da bilmiyoruz! Firavuna
başkaldırmama gelince, Teb ordularının komutanlığını üstlenme-
sinden, onlara doğrudan emir vermeye başlamasından beri,
elimde hiçbir imkân da kalmadı. Firavunun emirlerini uygula-
makta en küçük bir tereddüt gösterirsem, ben bile yarın görevden
alınmak ve tutuklanmak tehlikesiyle karşı karşıyayım. Yine de,
sizi adi bir suçlu gibi saraya götürmek, orada saçma sapan ne-
denlerle suçlanmanızı duymak... Bunu hiç düşünmezdim! Nöbet-
çilerin dalgınlığından yararlanıp kaçabilirsiniz, Nefer. Firavun
peşinize adamlarını takacaktır, bu nedenle kurtulma ihtimaliniz
düşük, ama en kötüsünden kaçınmak için başka bir çare de
göremiyorum. Hiç olmazsa hayatınızı kurtarıp bildiklerinizi baş-
kalarına aktarın. Kuzey'e gidip Seti'nin koruması altına girmeye
çalışın.
Ustabaşı önerinin çekiciliğine kapılıp kaçmaya kalkarsa, onu
anında tutuklatmaktan zevk duyacaktı Mehi. Sonra da inatçı ve
tehlikeli tutukluyu Amenmes'e teslim edecekti.
Suskun Nefer kollarını kavuşturmuş, hareketsiz duruyordu.
— Cesur bir adamsınız, Ustabaşı. Size karşı büyük bir hay-
ranlık beslediğimi, yardımcı olabilmek için elimden geleni yapa-
cağımı bilin. Ama şu kapının eşiğinden geçtiğimiz anda, size en
ufak bir dostluk göstermeme imkân kalmaz.
— Görevinizi yapın, General.
A
Yirmi yedinci bölüm
Şimdiye kadar, sadece sabahın ilk su sevkiyatı gerçekleşti-
rilmişti. Köy yolu sonra hep boş kaldı. Köylüler ne sebze, ne

151
meyve, ne de balık alabileceklerdi. Şef Sobek ne yapacağını
bilmez durumdaydı.
— Amenmes'in askerleri 1. Tabya'nın önüne dayandıkla-
rında, nasıl bir tutum takınmam gerekecek? diye sordu Kenhir'e.
Ustabaşı silahlarımı teslim etmemi söyledi, ama...
— Haklı, dedi mezar kâtibi. Onların köye girmelerine engel
olmaya çalışmanın bir yararı yok.
— Ama benim görevim bu, Kenhir!
— Teb ordusuna direnemeyiz. Kılıçtan geçirilmemiz kimin
işine yarar? Firavunun emirlerine itaat edersen, sadık bir polis
şefi olarak görülür, belki de başka bir göreve atanırsın. Dürüstlü-
ğünü saygıyla karşılıyorum, Sobek, ama kendini kurban etmek
çılgınlık olur.
Mezar kâtibi yorgun adımlarla yardımcıların bölümüne
geçti, sadece Demirci Obed'in işinin başında olduğunu gördü.
Ötekiler Amenmes'in müdahalesini beklerken evlerinde kalmayı
tercih etmiş, köyden ayrılmışlardı. Böylesi karışık günlerde,
köyde görünmemek daha doğruydu ne de olsa.
— Sen neden burada kaldın? diye sordu Kenhir.
— Onarmam gereken bir kazma ile bakır murçlar var.
— Firavunun askerleri seni hapse atacaklar, Obed.
— Önce dükkânıma girmeleri gerekecek.
— Kahramanlık yapmayı bırak da, git. Demirci ateşi canlan-
dıran körüğünü durdurdu.
— Yani, gerçekten bitti mi artık?
— Git ve bu köyü unut.
— Birkaç alet alabilir miyim?
— Ne istiyorsan, al.
— Gidiyorum, Kenhir, ama unutmayacağım.
Mezar kâtibi ana kapıya yaklaştığında, nöbetçi ayağa fırladı.
— Ben de gidebilir miyim?

152
— Tabu, arkadaşına da haber ver, yeni görev yerlerinizi
öğrenmek için ikiniz de merkezî yönetime başvurun.
Kenhir evine döndü. Genç karısı her zamanki gibi nefis bir
yemek hazırlamıştı.
— Aç değilim.
— Biraz gayret edin, dedi Güçlü Mut.
— Hayır, uyumak daha iyi gelecek. Hiç uyanmamak isterdim.
— Bu denli umutsuz olmayın.
— Umutlanmak için bir neden mi var?
Halat Kasa, Burun Fened ve Somurtkan Karo, Suskun
Nefer'in ebedî istirahatgâhının ön avlusu için düşündükleri ola-
ğanüstü güzellikteki bir kireç kütlesini yontuyordu. Her üçü de
bu duyarlı işe tüm yeteneklerini aktarırken, arkadaşları Güçlü
Naht da aynı mezara konulacak sütunun kaidesini hazırlıyordu.
Onun yanında da Başheykeltraş Aslan Userhat üe iki yardımcısı,
Araştırmacı İpuy ile Neşeli Renupe ustabaşının ayakta, gözlerini
göğe çevirmiş gerçek boyutlarda bir heykelini tamamlamaya
uğraşıyorlardı.
Üç çizimci, Kararlı Gau, Çakal Unes ve Pişkin Somun Pay,
her ayrıntıyı büyük bir dikkatle inceleyip denetleyen Kurtarıcı
Şed'in yönetiminde, ön avlunun duvarlarını süslemeye girişmiş-
lerdi. Cömert Didya da bir akasya gövdesini önüne çekmiş, usta-
başının öteki dünyada da yorulmak bilmeden çalışabilmesi için,
portresini, "cevaplayıcısını" kazıyordu. Âlim Tuti de bir başka
cevaplayıcıya altın varak kaplamakla meşguldü.
Paneb'e gelince, dev ressam fırçalarını ve boya topaklarını
almış, yeniden mezarın içine girip kapanmıştı.
Hay'ın yönetimi altındaki sol ekip de Maat ve Hathor Tapı-
nağında işe girişmiş, binanın olabildiğince kusursuz görünmesi
için gerekli onarımlara başlamıştı.
— Ustabaşı kurtulacaktır, diye tahmin yürüttü Aslan Userhat.

153
— Düş görüyorsun, diye itiraz etti Burun Fened. Amenmes
ona en ağır cezayı vermek için bir dakika bile tereddüt
etmeyecek.
— Bize cesedini bile vereceğinden emin değilim, dedi Çakal
Unes üzgün bir sesle. Ev kadınlarının çoğu gibi, Lekesiz Uabet de
eşyasını toplamaya başlamıştı. Askerler onu köyden atmaya gel-
diklerinde, düzensizlikten söz bile edilemeyecek bir ev bulacak-
lardı. Çamaşırlar yıkanarak katlanmış, özenle tahta sandıklara
yerleştirilmişti; raflarda da, her zamanki şeylerin koyulduğu
sepetler duruyordu. Taburelerde ve iskemlelerde tek bir toz zer-
resi yoktu, durulmuş hasırlarda, yapılıp kokular serpiştirilmiş
yataklarda da öyle. Aperti'nin topladığı mutfağa gelince, pırıl pırıl
parlıyordu, eksik olan tek bir alet bile bulunamazdı.
Hakikat Meydanı'nın zanaatkarları askerler tarafından zorla
köyden çıkarıldıklarında, arkalarında rahat ve çekici bir yer,
onları yağmalamaya gelmiş vahşilerle alay edercesine düzenli
beyaz evler bırakacaklardı. Firuze koku kaplarını, rastık kabukla-
rını, yağ boynuzlarını yıkamış, mücevherlerini mahfazalarına
yerleştirmişti. Kızıl saçlı görkemli kadın yarımda tek bir şey bile
götürmeyecekti. Burada tanımıştı tüm mutlulukları; hiçbir süs
takmadan, yüzünü boyamadan, en gösterişsiz elbisesiyle, varacağı
tek yerin mutsuzluk olacağını bilerek gidecekti. Ne kadar güzel
olursa olsun, başka hiçbir yer kutsal ile kutsal olmayanın evlen-
diği bu köyle karşılaştırılamayacaktı. Işık evinin işleriyle
uğraşacak zamanı bile bulamamıştı. Soğuk almış bir yumurcaktan
diş ağrısından yakman bir sol ekip zanaatkarına kadar hastala-
rından birçoğu gelip yardımını istemişti çünkü. İçindeki endişeyi
biraz olsun unutabilmek için, hastalarına eğilmişti bilge kadın,
hastalarının şikâyetlerini dinlemiş, ağrılarını hafifletmişti. Sonra
muayenehane boşalmış, Işık'ın içindeki yalnızlık çekilmez ol-
muştu.

154
Uzun bir çalışma gününden sonra Neferle buluşmak ne
kadar da büyüleyiciydi, ne tatlıydı yılların daha da pekiştirdiği
sevgileri. Ölümcül bir tehlikenin karşısındaki kocasının yanında
olamamak, Işık'a dayanılmaz bir acı veriyordu. Kapı aralandı ve
Kapkara'nın burnu göründü. Siyah köpeğin bu odaya girmesi
yasaktı, bu nedenle de eşiği aşmaya cesaret edemiyordu.
— Gel, Kapkara, gel...
Sahibesinin beklenmedik izniyle bir yasak deleceğinden
mutlu olan köpek içeri girdi, Işık'ın ayaklarının dibine kıvrıldı.
— Size ustabaşı Suskun Nefer'i getirdim, dedi General Me-hi,
bir Delta haritasını inceleyen Firavun Amenmes'in önünde
eğilerek.
— Babamın ordusu hakkında tam olarak ne biliyoruz
General?
— Çok sayıda tecrübeli askerden meydana geldiğini, Haş-
metmeapları. Ben en çok kuzeydoğu sınırındaki garnizonlardan
çekiniyorum.
— Başka bir deyişle, Per Ramessu'ya ani bir saldırı önermi-
yorsunuz.
Mehi hazırlıksız yakalanmıştı. Böylesine kesin sorular bek-
lemiyordu, öte yandan da Amenmes'in kendine bir tuzak kurup
kurmadığından emin değildi.
— Büyük Ramses başkentini kolay ele geçirilmeyecek bir
kent olarak tasarladı. Eğer niyetiniz saldırmaksa, Haşmetmeap-
ları, o zaman uzun bir hazırlık gerekecek.
— Ben de tam böyle düşünüyorum, General. Yetenekleriniz
konusunda yanılmadığımı görüp seviniyorum. Bu yetenekleri
doğru yolda kullanmaya devam edin, böylece sarayımın en etkili
yöneticilerinden biri olarak kalırsınız.
— Siz emredin, ben uygularım.

155
General, Amenmes'in onu aşağılamaktan ve karşı gelinmez
güç sahibi bir hükümdar gibi davranmaktan çok hoşlandığının
farkındaydı. Başkaları bunu göremedikleri için yerlerini kay-
betmiş, bu aymazlıklarının bedelini pahalı ödemişlerdi; yine de
Mehi'ye sıradan bir insan muamelesi yapmanın imkânsız oldu-
ğunu firavun da öğrenecekti.
— Bu Nefer kararıma karşı gelmeye cüret mi etti?
— Seti'nin mezarını yıkmayı reddediyor.
— İlgi çekecek nedenleri var mıymış?
— Söylemedi, Haşmetmeapları. Suskun Nefer Hakikat Mey-
danı'nın efendisi ve sizi karşı karşıya getirecek savaşın muhtemel
galibi olarak gördüğü babanıza bağlı kalmakta kararlı.
— Seti'nin onu kurtarmak için zamanında geleceğini mi
sanıyor? Ne aptallık! Mehi artık cezadan başka bir şey beklemi-
yordu. Firavun ya Nefer'i kendisine hakaret ve ihanetle suçla-
yacak olağanüstü bir mahkemeye çıkaracak ya da bir daha canlı
çıkamayacağı bir zindana gönderecekti.
— Göster bakalım şu asiyi bana.
Oyun acımasızdı, ama Mehi oldukça keyif alıyordu olacak-
lardan. Getirmek için yanına vardığında, şaşılacak kadar sakin
buldu ustabaşını.
— Firavun sizi görmek istiyor.
Nefer kabul salonuna girip Amenmes'i saygıyla selamladı.
— Demek Hakikat Meydanı'nın ustabaşısı, emirlerimi tar-
tışmasız yerine getirmekle yükümlü olan sizsiniz.
— Haşmetmeaplarına kendilerini loncanın efendisi olarak
görüp görmediklerini sorabilir miyim?
— Ama tabiî! Yoksa siz hâlâ Seti'nin bir sahtekâr olduğunu,
benim de tüm kraliyet sorumluluklarını üstlendiğimi anlamadınız
mı?

156
— Öyleyse, bana bir ebedî istirahatgâhı yıkmamı emrede-
mezsiniz.
— Ben üstün iradeyi temsil ediyorum, Nefer, onun için de
kullarımın tümünden kesin itaat bekliyorum, buna siz de dahil-
siniz. Ya bana boyun eğersiniz ya da en sert cezaya
çarptırılırsınız.
Mehi keyiften uçacak gibiydi, ama Nefer'in uzun suskunluğu
endişelendiriyordu onu yine de; yoksa korku son anda kararını
değiştirmesine mi yol açmıştı?
— Hiçbir Hakikat Meydanı ustabaşısı yıkıcı olamaz, Haş-
metmeapları. Ben karşınızda tek sorumlu olarak duruyorum ve
sizden zanaatkarlar köyüne ve Krallar Vadisi'ne zarar vermeme-
nizi rica ediyorum. Atalarınızın dirilecek bedenleri orada yatıyor,
hiçbir faninin de orayı kirletmeye hakkı yok. Adına layık hiçbir
firavun kutsalların en kutsalı olan o yere saldıramaz.
Nefer'in cesareti generali şaşırttı. Böylesi sözlerle, kendi
idam fermanını imzalıyordu.
— Sözlerinizin nereye varabileceğinin bilincinde misiniz?
— O sözleri duyabilmeniz gerekiyor Haşmetmeapları, atala-
rınızın mirasını koruyacağınızı umuyorum.
— Zaten benim de niyetim bu, Nefer. Mehi yanlış duyduğunu
sandı.
— Sizi denemem gerekiyordu, diye sürdürdü Amenmes söz-
lerini. Çünkü kendi ebedî istirahatgâhımın yapımını babamınkini
yıkmayı kabul edecek bir alçağa, bir haine emanet edemezdim.
Siz benim düşündüğüm adammışsınız, Nefer, bundan ülke adına
da mutlu oldum. Hakikat Meydanı'nın ulu efendisi olarak, tanrılar
da isterse Seti'nin gömüleceği mezarı ziyaret edeceğim. Sonra da
bana ayrılacak yeri kararlaştırırız.
Gördüğü korkunç kâbustan uyanabilmek için, dudaklarını
ısırdı General Mehi. Ne var ki dudaklarının acısı, şaşkınlıkla izle-

157
diği sahneyi silmeye yetmedi; firavun kollarını Suskun Nefer'in
omuzlarına dolamıştı.
n
Yirmi sekizinci bölüm
— Eşekler, diye haber verdi polislerden biri Sobek'e. Sırtla-
rında da ağır yük taşıyorlar, Şef!
— Kaç asker?
— Asker yok, sadece eşekler.
— Neler saçmalıyorsun! Eşeklerin yanında kimse yok mu?
— İkinci nöbetçinin raporu söylediklerimi doğrulayacaktır.
Eşeklerin yanında, silahsız tek bir kişi vardı. Hakikat Meydanı
ustabaşısının tören giysilerini giymiş tek bir adam.
— Ne yapıyoruz, Şef?
— Gidip karşılayacağım.
— Dikkatli olun... Mutlaka tuzaktır!
— Eşekler korkutamaz beni. Şef Sobek 1. Tabya'dan çıktı.
Kervan hızla yaklaştıkça serap uçacak, umutlar sönecekti.
Tecrübeli bir eşek kervanın başını çekiyor, ne yana gideceği
konusunda tereddüde düşmüyordu. Adam da gitgide Nefer'e daha
çok benzemeye başlamıştı.
— Ruhların derinliğini ölçme yöntemim hakkında ne düşü-
nüyorsunuz, General? diye sordu Firavun Amenmes.
Mehi kendini toparlayıp, gülümsemeye çabaladı.
— Şaşırtıcı ama etkileyici, Haşmetmeapları.
— Bir hükümdar sürekli olarak şaşırtmalıdır, değil mi? O
ustabaşının dürüstlüğü ve doğruluğu hakkında öylesine çok şey
duymuştum ki, artık anlatılanlara da inanmamaya başlamıştım.
Hükümdarının gözüne girmeye çalışan herhangi bir hırslı
dalkavuk gibi emirlerime boyun eğeceğini düşünmüştüm, ama
beni yanılttı. Eğer benim ebedî istirahatgâhımı yapacak olmasa,

158
onu büyük bir zevkle yönetime alırdım. Böylesi çok iyi bir çözüm
olmaz mıydı?
— Kamu hizmetindeki tecrübesizliği önemli bir engel olabi-
lirdi, Haşmetmeapları, diye belli belirsiz itiraza yeltendi Meni.
— Haklısınız, General, bu yüzden de yetenekleri boşuna
harcamamaya gayret göstermem gerekecek. İyi ama, çok yorgun
görünüyorsunuz...
— Hayır, Haşmetmeapları, sadece endişeli.
— Hangi konuda?
— Seti'nin tepkisi çok şiddetli olacak, Teb'in hâlâ böylesi bir
saldırıya direnmeye hazır olmadığını düşünüyorum.
— Benim endişelerimin başında da bu konu var, onun için
hem karada hem de nehir boyundaki savunmamızı pekiştirmek
için, gece gündüz çalışmak zorundasınız.
— Babanız Tanrı Set'in koruması altına girdi, diye hatırlattı
Mehi. Bölgenin üzerine yıldırım gibi düşecek, saldırının aniliğin-
den ve şiddetinden yararlanmak isteyecektir.
— Ben, General, ben Set'in karşısında etkisiz kalacağı Amon
ve Ra'nın çifte koruması altındayım, tabiî Set'in yıkıcı saldırısını
bastırmamız koşuluyla. Halka asıl saldırganın Seti olduğunu
kanıtlamak için bırakalım ilk hamle ondan gelsin, sonra onu yok
edelim. Bu yüzden, General, Teb'i alınamaz bir kale haline
getirme görevini veriyorum size.
— Bana güvenebilirsiniz, Haşmetmeapları.
— Aynı zamanda da, Hakikat Meydanı'nın koruyuculuğu
görevinizin sürdüğünü de söylemek istiyorum. O köyün eserleri,
iktidarımın parlaklığı için çok önemli, bu yüzden de hiçbir olay
loncanın ahengini bozmamalı.
İçi kederle dolan general, firavunun karşısında eğildi.
Köyden yükselen, herkesin neredeyse bulaşıcı bir neşeyle
katıldığı şölenin gürültüsünü belli belirsiz duyan Nefer ve Işık bir

159
daha hiç dönemeyecekleri uzak ülkelere gönderilecek sürgünler
gibi durup dinlenmeksizin seviştiler. Birbirlerine sarılmış, tanrı-
ların bir armağanıymış gibi tadıyorlardı birlikteliklerini. Öte
yandan yaşadıktan mutluluğun loncaya armağan edilmesi gerek-
tiğini de unutmuyorlardı.
— Bana kalırsa, şarkı söylerken en çok Paneb'in sesi duyu-
luyor, diye fısıldadı Işık.
— Hiç kuşkun olmasın. Saraydan gönderilen şarap testilerini
o boşalttı. Zaten hamallar gelir gelmez, hangi testilerde şarap
olduğunu o bulmuştu.
— Amenmes'in bahşettiği, ne büyük şeref!
— Yalnız bu değil ki... Etler Karnak mezbahasından, çörekler
de saray fırınından geliyor. Böylece firavun bize dayattığı ve
gerekli olduğuna inandığı güçlükleri unutturmak istiyor.
— Samimi olduğuna inanıyor musun?
— Samimi ve endişeli... Amon'un iradesini yeniden kurmak
isteyen Karnak başrahibinin kutsadığı taç giyme töreninin onu
başka bir kişi yaptığının, daha önce ağırlığını tahmin edemeye-
ceği yüklerin altına soktuğunun farkında artık. Bu yüklerden en
ağın da, babasına ve vatandaşlarına karşı vermek zorunda olduğu
savaş. Bir de... İyi de bu şölen akşamında olsun, bana bir an
soluklanma fırsatı tanımayacak mısın?
Işık gülümsedi, yüzündeki ışıltıyla Nefer'i kendine daha da
âşık etti.
— Arzularını tatmin etmeye hazırım, yalnız unutma, bütün
köy halkını birleştirecek ziyafete başkanlık etmemiz gerekiyor.
— Öyleyse, acele edelim!
Dışarıdan, en tutucu ev kadınlarının bile bir ağızdan katıl-
dıkları biraz müstehcen bir aşk şarkısı yükseliyordu.
— Bu loncaya katıldığımdan bu yana, gördüğüm en görkemli
şölen, dedi Pişkin Somun Pay, sığır kızartmasından kocaman bir

160
parça daha alırken. Belki de bu Amenmes hiç de kötü bir firavun
değildir.
— Cömertliğinden yaralanmayı bilelim, yeter, dedi Kararlı
Gau. Bakarsın eli açıklığı uzun sürmez.
— Neden böyle kuşkulusun? diye sordu Burun Fened.
— Ustabaşının hiç karşılıksız serbest bırakıldığını mı sanı-
yorsun? Bize başımıza gelecekleri açıklayana kadar yiyip içelim.
— Ben, ona güveniyorum! diye haykırdı Neşeli Renupe.
Böylesine leziz bir şaraptan sonra esas sorun, her günkü biraya
yeniden alışmak.
— Susun, Nefer konuşacak! diye gürledi Güçlü Naht.
Konuşmalar kesildi, ustabaşı ayağa kalktı.
— Firavun Amenmes geleneklere uygun olarak kendini lon-
canın efendisi ilan etti, bu yüzden ona itaat etmemiz gerek.
— Bu, II. Seti'nin mezarını yıkacağız demek mi oluyor? diye
endişelendi Paneb.
— Hakikat Meydanı'na hâkim olmak, köyün özellikleri ile
görevlerine saygı göstermeyi gerektirir. Firavunla uzunca bir süre
konuştum, bu konuda en küçük bir anlaşmazlık bile kalmadı.
Bizler zanaatkar ve yapıcıyız, öyle de kalacağız. Dışarıdan kimse
köyün kapısından geçemeyecek, Şef Sobek görevinde kalacak,
General Mehi de koruyucumuz olmayı sürdürecek. Değişen hiçbir
şey yok, eserimizin bir noktasını bile yıkmayacağız. II. Seti gelip
ebedî istirahatgâhını büyüsüyle kutsamadığı sürece, çalışmalara
ara verilecek. Mezarın girişini bilge kadının ve mezar kâtibinin
huzurunda mühürleyeceğim.
— Askerler Krallar Vadisi'ne girecekler mi? dedi Somurtkan
Karo.
— Krallar Vadisi sadece Hakikat Meydanı zanaatkârlarının
girebilecekleri kutsal bir yer olarak kalacak.

161
— Öyleyse, dedi Alim Tuti şaşkınlıkla, Amenmes her alanda
geri adım attı!
— Firavun atalarının sesini duydu, loncamızın görevinin ne
anlama geldiğini gördü. Bizim de kesin saygı göstermemiz koşu-
luyla, Maat'ın temsil ettiği yasalara uyacak. Tabiî bu arada refa-
hımız ve mutluluğumuz için gerekli erzakın gönderilmesine de
devam edilecek.
— Ya yardımcılar? diye sordu Halat Kasa.
— Yarından tezi yok, geri dönecekler, sayılarında bir azalma
olmayacak. Gerektiğinde, mezar kâtibinin girişimiyle, yardımcı-
ların sayısı artırılabilecek.
— Yerel bayramlarımızı kutlayabilecek miyiz?
— İstediğimiz gibi.
— Demek, değişen bir şey yok, diye açıkladı Aslan Userhat
düşüncesini.
— Biraz daha az içip ustabaşını can kulağıyla dinlemiş
olsaydın, dedi Cömert Didya, bunu çok daha önce anlamış olur-
dun.
Somurtkan Karo başını Halat Kasa'nın omzuna dayayıp
uykuya dalmıştı. Kupalarını Suskun Nefer'in onuruna kaldırarak
ne denli iyi içkici olduklarını kanıtlamaya çalışan öteki sağ ekip
zanaatkârlarının durumu da daha iyi değildi, kuşkusuz. Güçlü
Naht Paneb'le dövüşmek bile istemiyor, Çakal Unes ise boşluğa
bakarak boş boş gülümsüyordu.
— Bu gençler eski şarabı hiç kaldıramıyor, diye sızlandı
Güçlü Mut'un kızgın bakışlarına rağmen perhizi unutmuş gibi
görünen Kenhir. Altını çizmediğin önemli bir nokta var, Nefer.
Amenmes bizi Krallar Vadisi'ndeki mezarının yapımıyla görev-
lendirecek mi?
— Bize verdiği ilk iş bu zaten. Mezar kâtibi sonunda rahat-
lamıştı.

162
— Bu ana kadar, başardığına inanamamıştım. Şimdi bana
şarap ver.
— Bize bir tuzak kurmadığından emin olmamız gerek, dedi
dikkati çekecek kadar ayık olan Kurtarıcı Şed.
— Neden çekiniyorsun? diye homurdandı Kenhir.
— Bana kalırsa, Amenmes'in sözünü kuşkuyla karşılamak
gerek. Seti'nin mezarının kapatılacağı gün askerlerini gönderip
göndermeyeceğini, ustabaşının önerdiği mezar yerini onaylayıp
onaylamayacağını bir görelim hele.
— Yanılıyorsun, Şed. Endişelerini unut ve bize sunulan bu
harikaların keyfini çıkarmaya bak!
— Eğer bizzat mezar kâtibi bunu söylüyorsa, nasıl redde-
derim?
Çevresindekilerin uyuklamaya başladıklarını gören Paneb,
en çekicisinden bir içki şarkısı söylemeye girişti. Göğe yükselen
değişik sesler çevredeki müziğin kurallarına uymasa da, yeniden
bulunmuş bir hayat sevgisine tanıklık ediyorlardı.
Suskun Nefer, bilge kadın ve mezar kâtibi Krallar Vadisi
girişinin yanındaki nöbetçinin önünden geçmiş, ağır adımlarla II.
Seti'nin mezarına doğru ilerliyorlardı. Nübyeli polislerin dikkatini
çekecek hiçbir şey olmamıştı, nöbetçilerin yerini almak için
gelmiş bir asker de yoktu çevrede.
— Şed gereğinden de kötümser, dedi Kenhir. Başı günlerden
beri ağrıyordu. Yine de, Amenmes'e güvenebilecek miyiz?
— Sadece gerçeklere bakalım, yeter, dedi ustabaşı.
Issız ve dingin vadi, güneşin muzaffer ışınlan altında kavru-
luyordu. Sadece sonsuzluğu düşünen bu öteki dünyadaki tek
mutlak hükümdar, taştı. Suskun Nefer II. Seti'nin mezarını
kapayan altın yaldızlı kapının sürgüsünü itti, Kenhir de kapının
üzerine Hakikat Meydanı'nı temsil eden bir mühür bastı.

163
— Burayı bir gün yeniden açacak mıyız? diye meraklandı
Kenhir.
— II. Seti'nin adına, öyle umalım, dedi bilge kadın. Öte tarafa
yolculuk edebilmesi için gerekli diriliş metinleri onu burada bek-
liyor.
Üçü de sessizce, içinde bulundukları yerin ihtişamının etki-
sinde, uzaklaştılar.
— Gelecek ne getirirse getirsin, dedi Işık, hiçbir yabanî bu
yerin ruhunu yok edemeyecek.
Vadiden çıkarlarken, Nübyeli polisler selamladı onları.
— Önemli bir iş daha bitti, dedi mezar kâtibi. Şed yanıldı,
Firavun Amenmes de sözünü tuttu.
O
Yirmi dokuzuncu bölüm
Başdanışman Bay yıkılacak gibiydi. Kendini Yukarıve Aşağı
Mısır'ın firavunu ilan eden Amenmes'in fermanını tartışmak için,
üç günden beri Firavun II. Seti'yle görüşmeye uğraşıyordu. Yeni
firavunun ulakları Orta Mısır'ın göbeğindeki Hermopolis ken-
tinden öteye geçmemişlerdi, ama haberler çok geçmeden tüm
ülkeye yayılacaktı, iç savaşın korkunç gölgesi her yanı kaplı-
yordu ağır ağır. Eğer II. Seti ülkeyi bir felaketin eşiğinden dön-
dürmek istiyorsa, hemen harekete geçmeli, hızla vurup oğlu
Amenmes'in güvenilebilecek bir komutan olmadığını kanıtlama-
lıy-dı. Ne var ki firavun, hekimlerin Kraliçe Tausert'in dünyaya
getirdiği bebeğin başucundan ayrılmadıkları dairesinden çıkmı-
yordu bir türlü. Çocuk ateşlenmişti, soluk almakta güçlük çeki-
yordu, sağlığı çevresindekiler için endişe kaynağı olmaya başla-
mıştı.
Başdanışman gündelik işleri düzene koyuyordu, ama Seti
suskunluğunu bozmazsa Amenmes'in oldubittisi İki Ülke'yi kana
ve ateşe boğmayacak mıydı?
164
Bay kraliçe için de endişeleniyordu. Tüm ağrı kesicilere
rağmen çok acı çekmişti doğum sırasında Tausert, kendini topar-
laması da zaman alacaktı. Her zamanki enerjisinden yoksun,
kocasını yönlendirmekten uzaktı ne yazık ki.
Başdanışman tehlikeli bir dönemde devlet gemisinin düme-
ninde tek başına kalmış olsa da umutsuzluğa kapılmamakta
direniyordu. Onu kabul eden bu ülkeyi kaderiyle baş başa bıra-
kamayacak kadar çok seviyordu; bu yüzden de yanlış bir adım
atmamak için önlem üzerine önlem alıyordu. En azından, Bay'ın
emin olduğu bir gerçek vardı; asla firavun olmaya özenmeyecekti
o! Mısır kadar büyük bir gemiyi yönetmek, insanüstü bir görevdi.
Böylesi bir görevi sırtlayacak çok az insan vardı, başdanışman da
o insanlardan değildi hiç; onun tek özelliği, firavununa duyduğu
bağlılıktı. Gün boyunca, yöneticilerle görüşmelerden çıkıp,
bakanlarla toplantıya giriyordu; gece olunca da, dosyaları inceli-
yordu Bay. Bir ayağı topal olan yetim Sipta'ya ayırabilecek tek bir
dakikası bile yoktu. Tanrı Ptah'ın rahiplerinden birinin oğlu olan
genç, kâtiplik eğitimi sırasında olağanüstü bir zekâya sahip
olduğunu göstermiş, başdanışman da onu kanatlarının altına
alarak devlet adamı olarak yetiştirmeye başlamıştı. Önünde daha
uzunca bir yol vardı Sipta'nın. Kendi yaşındakilerin oyunlarına
katılması imkânsız olan genç, tapınağın kütüphanesinden ayrıl-
mıyor, orada gökbilim ve matematik öğreniyordu. Öğrenmekten
mutluydu, bu mutluluğun etkisiyle sakatlığından yakınmıyordu
pek. Bakışları yorgun, omuzları düşük firavun, başdanışmanının
çalışma odasına girince, Bay hemen ayağa kalktı.
— Haşmetmeapları, oğlunuz nasıl?
— Biraz daha iyi... Sakince uyuyor, kraliçe de öyle.
— Bitkinsiniz, Haşmetmeapları, biraz dinlenmek istemez
miydiniz?
— Benimle görüşmek istiyormuşsun, Bay.

165
— Çok ciddi gelişmeler oldu. Oğlunuz Karnak'ta taç giydi,
şimdi de Güney'de hüküm sürüyor.
— Ferman çıkarmış mı?
— Maalesef evet, çıkardığı fermanı da bütün ülkeye dağıtmak
istedi. Güvenlik güçlerimiz ulaklarını durdurdu ama.
— O ulaklara ne oldu?
— Tutuklandılar, ülkeye ihanet suçlamasıyla yargılanacaklar.
— Onları serbest bırak.
— Haşmetmeapları...
— Bu bir emirdir, Bay. Altına kraliyet mührünü basacağım
mektupları hazırla. O zavallılar sadece önderlerinin emirlerine
uydular, başka hiçbir günahları yok.
— Bağışlayıcılığınız herkes tarafından örnek gösterilecek,
haşmetmeapları. Bu yüce davranışınız size karşı gelmeye cüret
eden oğlunuzu da kapsayacak mı?
— Onu da tahta bağlamam ve veliaht naip olarak görevlen-
dirmem gerekirdi. Şimdi artık çok geç. Amenmes mutlak oldu-
ğunu sandığı iktidarın tadını aldı, bundan böyle benim tahtan
çekilmemi isteyecektir. Savaş, kan, ölüm... İşte bizim yazgımız. Ne
karanlık bir iktidar, Bay! Amenmes beni ortadan kaldırmamakla
yanlış yaptı. O zaman Merneptah'ın arkasından tahta çıkacak ve
ülke bölünmeyecekti.
— Zor bir geçitten geçiyoruz, Haşmetmeapları, ama önce
Mısır'ı düşünmemiz gerek! Oğlunuz da olsa, Amenmes bir hain
olarak görülmeli.
— Amenmes, oğlum. Çoğu artık benim oğlum olmadığını
düşünüyor. Ne de olsa iktidar isteği yasal değil mi?
Başdanışman sarsılmıştı.
— Çok acı verici de olsa, çatışma kaçınılmaz değil mi?
Hemen harekete geçmeliyiz, Haşmetmeapları, Amenmes'in iler-
lemesine izin vermemeliyiz.

166
— Ne önemi var, Bay? Eğer daha güçlüyse, kazanacak.
Sadece kaderin yasaları geçerlidir.
— Teb olmadan iktidar olamazsınız! Ebedî istirahatgâhınızın
da Krallar Vadisi'nde olduğunu unutmayın.
— Büyük çayır... Bundan böyle ulaşılmaz bir yer.
— Orayı yeniden ele geçirmek gerek, Haşmetmeapları,
yeniden ele geçirmek ve Teb'in bati yakasındaki milyon yıllık
tapınağınızı yaptırmak. Size muzaffer olmanız için gerekli ener-
jiyi o tapınak verecek.
— Muzaffer olmak... Bu kelimenin içi boş artık, Bay.
— Haşmetmeapları, Amenmes'in önünde eğilmeyi düşün-
müyorsunuz, değil mi?
— Onu da düşündüm.
— Size isminize saygı göstermeniz için yalvarsam?
— Seti, Tanrı Set'in adamı... Bir savaş yıldırımı gibi harekete
geçip, ordularımı Güney'in fethine göndermem gerekirdi. Oysa
ben kraliçemi, sağlığı bozuk oğlumu ve barış içinde yaşamak
isteyen Mısır halkım çok seviyorum. Adımı çok yanlış seçmişim,
Bay, seçtiğim ada hiç layık olamadım. Güçsüzlüğüm ruhumu
kemiriyor.
— Yoksa siz... müdahale etmeyecek misiniz?
— Evet, en azından saldırmak niyetinde değilim. Şiddete
başvuran, Maat'a başkaldırmış olmaz mı? Bu nedenle stratejimi
sabır üzerine kuracağım.
— En azından Hermopolis'i ve Orta Mısır'ı savunacağız, değil
mi?
— Neden olmasın?
— Haşmetmeapları, ben her sözü dalkavukluk olan memur-
lardan değilim. Beni kovsanız da, bu politikanızı onaylamadığımı
söylemek zorundayım.

167
— Belki de haklısın, Bay, ama hükümdar olan benim, uygu-
lanacak politikayı da ben seçerim. Seni görevden alma gibi bir
düşüncem yok, dürüst, becerikli ve sadık bir adamsın çünkü. Bu
sarayda senin gibi birini bulacağımı da sanmıyorum.
— Amenmes ordularının muhtemel ilerleyişini durdurabil-
mek için, Hermopolis'e takviye göndermeme izin veriyor musu-
nuz?
— Başlarındaki komutanın saldırıya geçmemesi koşuluyla,
evet. Başdanışmanın sekreteri, hekimin firavunla görüşmek iste-
diğini bildirdi.
— İrademi uygula, Bay, irademe aykırı hiçbir girişimde de
bulunma.
— Teb'de olup bitenler konusunda daha fazla habersiz kala-
mayız. Haşmetmeapları, bu nedenle bir casusluk ağı kurmak
niyetindeyim.
— Nasıl istersen, ama saldırıya geçenin Amenmes olması
gerektiğini unutma. Devleti yönet, Başdanışman. Ben, benim için
değerli olanların yanına gidiyorum. Umutsuzluğa kapılan Bay
fırçalarım bırakmayı, papirüslerini yırtmayı, onaylamadığı tali-
matlar yağdırması gerekecek bu yazıhaneden çıkıp gitmeyi
düşündü bir an. Böyle bir firar, durumu daha da güçleştirmez
miydi? Firavun derin üzüntüdeydi, onu en zor günlerinde bırakıp
gitmenin zamanı değildi şimdi. II. Seti ordularının generallerine
bizzat seslenmediğine göre, henüz hazır olmadığı bu duyarlı
görevi yerine getirmek, Bay'a düşüyordu. Uzman bir kâtip, eski
metinlere tutkun bir sanatçıydı, ama hiçbir sevgi beslemediği
askerî çevrelerle en ufak bir ilişkisi olmamıştı başdanışmanın o
güne kadar.
Dört general de genellikle emirleri bizzat firavundan almaya
alışıktı. Bu yüzden dördü de onları saraya çağıran bu yabancı
kökenli sivil yöneticiye, gizlemeye çalışmadıkları bir küçümse-

168
meyle bakıyorlardı. Amon ordusu generalinin, sözcülüklerini
yapmasını aralarında kararlaştırmışlardı. Generalin Başdanışman
Bay'ı kısa sürede hizaya getireceğimden emindiler ne de olsa.
— Firavun nerede, Başdanışman?
— Karısının ve oğlunun yanında.
— Saray mensuplarından bazıları firavunun hasta olduğunu
iddia ediyor. Gerçek nedir?
— Haşmetmeapları çok yorgun. Bu nedenle de beni asi
Amenmes'in oluşturduğu tehlikeye karşı koymak için belirlene-
cek stratejiyi kararlaştırmakla görevlendirdi.
— Tek bir strateji var, Başdanışman; zaman geçirmeden sal-
dırıya geçmek.
— Teb ordusu hafife alınabilir mi? Soru generali hazırlıksız
yakalamıştı.
— Hafife almak, kuşkusuz hayır...
— Arkadaşınız, General Mehi, birliklerini çok etkin kılan bir
dizi reform gerçekleştirmedi mi? O birliklerin bizimkilerden
üstün silahlara sahip olup olmadıklarını kim bilebilir?
— Bütün bunlar söylentiden ibaret, Başdanışman, bu söylen-
tilerin de saçma olduğunu düşünüyoruz.
— Bunu öğrenmek daha doğru olmaz mı?
— Zaman kaybından başka bir şeye yaramaz!
— Firavun aynı fikirde değil, General. Komutan sarsılmış
göründü.
— Bizimle alay ediyor olmalısınız, Başdanışman... Seti
Amenmes'e saldırmak için tereddüt etmemeli. Zaman kaybetme-
den isyanın belini kırmak gerekir.
— Firavun tedbirli, bu tutumunu da onaylıyorum. Teb'deki
casuslarımızdan aldığımız raporlar düşmanın güçlü olduğunu,
hafife alınmaması gerektiğini doğruluyor.
— Öyleyse...

169
— Gerçek strateji, birliklerimizin önemli bir bölümünü
Hermopolis'e yığıp kentin surlarım güçlendirmektir. Bir saldırı
anında, hem surlar hem de birliklerimiz düşmanı püskürtebilecek
güce sahip olmalı, bu arada da takviye alacaklarından emin
olmalılar. Amenmes ilk hamleyi yapmakla, geri dönemeyeceği bir
hata işlemiş olacak.
Dört asker birbirlerine baktılar.
— Şaşırdık, diye itiraf etti sözcüleri, ama eğer firavunun ira-
desi böyleyse...
— Hiç kuşku duymayın ve bu iradenin zaman geçirmeden
savaş alanına uygulanabilmesi için gerekli önlemleri alın. Güven-
liğimiz buna bağlı. Üstelik hoşunuza gideceğinden emin olduğum
bir karardan da söz etmek istiyorum. Gerçekten de generaller
başdanışmanın önerisini heyecanla kabul ettiler, Bay'a başka bir
gözle bakmaya başladılar. Anlaşılan firavun ona güvenmekle
doğru bir karar vermişti.
Bay'a gelince, hükümdarın kararını kabul ettirdiği için mut-
luydu, önerisinin başarıyla sonuçlanması için de dua ediyordu.
A
Otuzuncu bölüm
Ustabaşı ve mezar kâtibi, Amenmes'in şafak törenini kutla-
dığı dev Karnak Tapınağı'nın yanındaki sarayın kabul salonuna
alındılar. Duvarlan ve sütunlan süsleyen parlak renkler sayesinde,
çok keyif verici görünüyordu kabul salonu; ne var ki firavunun
iki konuğu papirüslerin üzerinde uçuşan kuşlan temsil eden
resimlerin zevkini çıkaramadılar. Bu görüşmeden çekiniyor, Kur-
tarıcı Şed'in uyarısını akıllarından çıkaramıyorlardı.
Firavunun iradesi karşısında eğilmek zorunda kalmışlar,
Krallar Vadisi ile firavunların ebedî istirahatgâhlarının yerinin
belirtildiği son derece gizli bir planı Amenmes'e göstermek üzere
getirmişlerdi. Genç hükümdar o ana kadar sözünü tutmuştu hep;
170
oysa bu isteği, değerli hazineye el koymak için düşündüğü kur-
nazca bir tuzak olamaz mıydı?
Amenmes'in çevresi, tam bağlılıklarını bildirmeye, yarar-
landıkları ayrıcalıkları kaybetmemek için istekte bulunmaya
gelmiş soylular ve yöneticilerle doluydu. Büyük toprak sahiple-
rinin endişeleri giderilmeliydi, firavun da kazanılmış ayrıcalıkları
geri almayı düşünmediğini belli etti. Tahtını sağlama aldıktan
sonra, başka şeyler yapmayı düşünüyordu o.
— Ah, Nefer! diye bağırdı neşeyle. Yaklaşın... Yanınızdaki
ihtiyar da ünlü Kenhir olmalı, azledilemez mezar kâtibi.
— Hizmetinizdeyim, Haşmetmeapları.
— Siz loncanın içinde devleti temsil ediyorsunuz, Kenhir, sizi
köyü yönetmede gösterdiğiniz başarı için kutlarım. Bana gön-
derdiğiniz raporu dikkatle inceledim, açıklığı ve ayrıntılarına
hayran oldum. Öte yandan, siz sevk edilen malzeme ve erzaktan
memnun musunuz?
— Hiçbir şikâyet yok, Haşmetmeapları.
— Yardımcıların çalışması, kabul edilebilir düzeyde mi?
— Hiç kuşkusuz, Haşmetmeapları.
— Sayılarını artırmamı ister misiniz?
— Şimdilik gerekli olmayacak, Haşmetmeapları.
— İncelemek istediğim belgeyi getirdiniz mi?
— Sizinle baş başa görüşmemiz gerekecek, Haşmetmeapları,
dedi ustabaşı.
— Bakanlarımı göndermemi mi istiyorsunuz?
— Eğer Haşmetmeapları bir sakınca görmezlerse.
— Onların önünde konuşmayacaksınız, öyle değil mi?
— Böylesi Hakikat Meydanı'nın yasalarına karşı gelmek olur.
— Hiç değişmeyeceksiniz, Ustabaşı, üstelik böylesi daha iyi.
Bizi yalnız bıraksınlar.

171
Bakanlar ve yöneticiler kabul salonundan çıktı, kapılar
kapandı.
— Evet, belge?
Kenhir deriden yapılmış bir kılıftan toprak rengi bir papirüs
çıkardı, açıp somakiden yapılmış alçak bir masanın üzerine
yaymaya başladı.
— İşte loncanın ve Mısır'ın en değerli esrarlarından biri,
Haşmetmeapları. Amenmes sabırsızlığını gizlemekte zorlanı-
yordu, ama Kenhir de çok yavaş hareketlerle açıyordu papirüsü.
İlk çizimcinin eli vadinin sınırlarını belirtmiş, sonra da her
ustabaşı kendi kazdığı mezarın yerini göstermişti.
— Tutmosisler, Amenofisler, Büyük Ramses, diye mırıldandı
firavun. Hepsi burada, öte dünyada bir arada. Ben, ben de onlarla
birlikte, onların yanında büyük çayırda yaşayacağım. Bana nereyi
öneriyorsunuz?
Başparmağıyla belirli bir noktayı gösterdi Suskun Nefer, I.
Ramses ile Horemheb'in mezarlarının ortasında, II. Ramses'in
ebedî istirahatgâhının güneyinde.
— Burası vadide yeni bir bölüm, dedi Amenmes, babamın
mezarının uzağında. Ne ustabaşı ne de mezar kâtibi cevap ver-
medi, gerçek anına geldiklerinin bilincindeydi ikisi de. Amenmes
ya kendi ebedî istirahatgâhının kazılması işini loncaya verecek ya
da atalarının hazinelerini yağmalamak için haritaya el koyacaktı.
— Bu noktayı nasıl seçtiniz?
— Deneyim ve içgüdüyle, diye cevap verdi Nefer. Kayayı
hissetmek ve bilge kadının onayını almak gerekli.
— Ya çok daha uzak bir yer veya ünlü bir firavunun hemen
yanını seçersem?
— Seçin, Haşmetmeapları, yanıldığınızı kanıtlarız. Kenhir
soluğunu tuttu.

172
— Ebedî istirahatgâhımı kazmaya başlayın, dedi Amenmes,
hiçbir eksiği olmamalı. General Mehi son günlerdeki düş kırıklık-
larını unutabilmek için, çılgınlar gibi işine sarılmıştı. Teb'i aşılmaz
duvarlarla çevrelemek çok zaman alacaktı. Bu nedenle daha hafif,
ama çok daha etkili başka savunma önlemlerine başvurmuş, Nü
boyunca nöbet noktalarını artırarak ağır yük gemilerinden
engeller oluşturmuş, böylelikle düşman donanmasının Güney'e
inişini durdurup asker sevkiyatını kesmeyi amaçlamıştı.
Okçular, piyade erleri ve savaş arabası kullanıcıları özel bir
eğitimden geçiriliyordu, her birlik zamanı gelince saldırıya geçe-
cek, saldırırken de savaş alanını avucunun içi gibi tanımasının
faydasını görecekti. Bütün ayrıntılar tamamlandığında, Seti'nin
orduları sayıca üstün olsalar da Teb'i her türlü işgalden koruya-
caktı bu yöntem. Üstelik düşmanın Teb askerlerinin silahlarından
henüz haberi bile yoktu.
Amenmes'in orduların komutanlığını üstlenmiş olması,
subayları hiç etkilememişti; gerçek önderleri, savaş alanlarında
pişmiş olan, onlara elle tutulur ayrıcalıklar, rahat hayat koşullan
ve dolgun bir maaş sağlayan General Mehi'ydi. Firavunun tarafını
tutarak onun etki alanından kaçmaya çalışan bir avuç yüksek
rütbeli subay, nasıl bir hata işlediklerini kısa sürede anlamışlardı.
Hareketlilik düş kırıklığını az da olsa gideriyordu, ama Mehi
onu aşağılayan, hakaret eden Amenmes'i hiç bağışlayamayacaktı.
Görüldüğü kadarıyla, kendini beğenmiş bu hırslı ve genç soyluda
gerçek bir firavunun özelliklerinden çok, herkesten daha becerikli
olduğuna inanan bir çıkarcının vasıfları vardı.
Ona aksini kanıtlayacaktı general.
Mehi şimdilik II. Seti'nin amaçları ve askerlerinin manevra-
ları hakkında kesin bilgiler edinmeyi umuyordu. Amenmes'e
sözünü etmediği casusları sayesinde, sonucunda hem babanın
hem de oğlunun yok olacağı savaşa hazırlanırken, firavundan

173
daha sağlam bilgilere sahip olacaktı. Sonunda da, ülkeyi birlik
içinde yönetecek tek güçlü kişi olarak kalacaktı herkesin
gözünde. Bunun için en iyi askerlerini savaşa sokmaması, sadece
onun adına çarpışacak seçkin bir birliği yedekte tutması gereke-
cekti.
— General, diye uyardı onu yaveri, Kuzey'den bir haberci
geldi.
— Girsin.
Mehi casusunu çadırında kabul etti. Daha önce hizmet-
lerinden yararlandığı subayı iyi tanıyordu.
— Düşman toprağındaki son görevim olacak bu, General.
Başkente dönmek için Hermopolis engelini aşamam artık.
— Engel mi? Ne tür bir engel?
— Çok sayıda asker.
— İlginç... Yoksa Seti Teb'e saldırmayı düşünmüyor mu?
— Firavunun hasta olduğu söyleniyor. Yönetim Başdanışman
Bay'ın ellerinde.
— Bir sivil... Korkudan ölecek bir sivil! Ya kraliçe?
— Çok zorlu bir doğumdan sonra, toparlanmaya çalışıyor.
Oğlunun sağlığı düzelir düzelmez, durum kökten değişecektir.
— Hermopolis bir şaşırtmaca da olabilir.
— Değil, General. Başdanışman Bay saldırganın yenileceğini
düşünüyor. Teb ordularının hızının kesileceğine ve iç savaşın
sorumlusunun Teb orduları olacağına inanıyor. Üstelik Hermo-
polis saldırıya uğrar uğramaz önemli takviye de alacak.
— Kuzeydoğu sınırındaki garnizonlar mı?
— Evet.
— Başdanışman göründüğü kadar aptal değil demek. İyi ama
II. Seti Tanrı Set'in koruması altına girdiğini, adına layık olabil-
mek için yıldırım gibi vurması gerektiğini unuttu mu yoksa?

174
— Orduda fısıldananları yüksek sesle söylediniz. Kimse fira-
vunun davranışını anlayamıyor. Firavunun kararlarını stratejik
nedenlerle açıklamayı başaran Bay'ın zekâsı olmasa, orduda derin
çatlaklar olacaktı.
II. Seti iktidarını Per Ramessu'da çürümeye terk ederek,
herhangi bir güçlükle karşılaşmadan zaferin meyvelerini topla-
mak... Ne var ki bu durumda, zaferi Amenmes kazanmış gözüke-
cekti.
İktidara ulaşabilmek için, iki firavun arasında bir savaşa
ihtiyacı vardı Mehi'nin. Hakikat Meydanı'nın hazineleri yeniden
ulaşılamaz göründüğünden beri, artık kendi silahlarını kullan-
mak, baba ile oğlu altından kalkamayacakları biçimde çarpışmaya
yöneltmek zorundaydı.
Bir gün gelecek, Mehi bir tabur askerin başında köyün
yolunu tutacak, Sobek'in polislerinin de onu engellemeye hakları
olmayacaktı.
İşte o gün, köyün büyük kapısı açılacak ve Suskun Nefer, her
şeyi yıkıp Işık Taşı'na el koymadan önce bağışlayıcı hükümdar
gibi davranan yeni efendisinin karşısında yere kapanacaktı.
— Güvenilebilir bilgi toplamak çok güç olacak, General, ama
imkânsız değil bu. Subaylardan bazılan Seti'ye itaatte tereddüt
ediyorlar. Size birinci elden bilgi sağlayacak subaylar bulmakta
zorlanmayabilirsiniz.
— Teb'in merkez kışlasına gidip dinlen. Sonra, savaş ara-
balan birliğinde yüksek bir görev alacaksın.
— Teşekkür ederim, General.
Mehi her zamanki gibi, iştahla yiyip süpürdü önündekileri.
Çok yiyip, çok içiyor, ağzındakileri hızla yutuyordu. Dalavere-
lerin başına dönmekte acelesi vardı ne de olsa.
— Özel bir ulak, dedi yaveri.
— Nereden?

175
— Per Ramessu'dan. Mehi boğulacak gibi oldu.
— Ne dedin?
— Per Ramessu. Belgenin altında II. Seti'nin mührü var. Ulak
yalnız ve silahsızdı, bu belgeyi Teb'in kuzeyindeki ileri karako-
lumuza getirmiş. General gerçek olduğuna inandığı mührü sabır-
sızlıkla söktü. Elindeki papirüs birinci sınıftı, yazılar da zarif ve
güzel.
Anlaşılabildiği kadarıyla, belge sahte değildi.
Oysa metni okuduğunda, önce bir şaka olduğunu sandı
Mehi.
Mesajın altındaki "Yukarı ve Aşağı Mısır Hükümdarı Seti'nin
adına, Başdanışman Bay" imzası, okuduklarının şaka olmadığının
kanıtıydı.
General savaş arabasına atladı, atları saraya kadar dörtnala
koşturdu.
n
Otuz birinci bölüm
Firavun Amenmes Mehi'nin getirdiği mektubu okudu.
— Baştan sona mantıksız değil mi, Haşmetmeapları?
— Başdanışman Bay II. Seti'nin adına sizi Per Ramessu'ya
çağırıp Teb birlikleri hakkında rapor vermenizi istiyor. Bunda
şaşacak ne var, General? Ne babam ne de ben resmen savaş ilan
etmedik henüz. Benim taç giydiğimi görmezden gelmek istiyor,
ben de onu resmen firavun olarak tanımadım, ama ülke hâlâ barış
içinde, ikimiz de kendi topraklarımızdan çıkmadık daha. Size
gelince, sevgili Mehi, bu göreve Seti'nin onayıyla getirilmediniz
mi?
— Tabiî, Haşmetmeapları, ama bu durumda...
— Başdanışman Bay hangi tarafta savaşacağınızı öğrenmek
istiyor.
— Benim ne tarafta olduğum açık!
176
— Kim bilir, General? Belki de sadakatiniz sahtedir. Belki
bana sadık görünmekle birlikte, savaşı babamın kazanacağına
inanıyorsunuzdur. Mehi'nin yüzü bembeyaz oldu. İktidar müca-
delesinde, ihanet de diğerleri gibi bir silah değil mi?
— Ordunuzun bir generali için değil, Haşmetmeapları!
Amenmes'in yüzünde tuhaf bir tebessüm belirdi.
— Sizi hiçbir şeyle suçlamıyorum, Mehi, ama durumdan
yararlanmak gerektiğine inanıyorum.
— Ne demek istediğinizi anlayamadım.
— Per Ramessu'ya gider, Başdanışman Bay ve hatta babamla
görüşürsünüz. Onların sorularına cevap verirken benim halkı
ezmekten, Güney'in zengin kentlerini yağmalayıp zengin olmak-
tan başka bir şey düşünmeyen bir kukla olduğumu anlatmaya
çalışırsınız. Ordumun bana başkaldırmaya hazırlandığım, dev-
rilmem için Seti'nin saldırıya geçmesinin yeteceğini söylersiniz.
— Kimse inanmaz bana!
— İnandırmaya çalışın, General. Eğer bu görevinizi başarır-
sanız, savaşı kazanırız.
— Onları kandırdığımı kabul etsek bile, geri dönmeme izin
verirler mi?
— Sanırım verirler, çünkü onların Teb'deki gözü ve kulağı
olursunuz, aynı zamanda da bilgi gönderecekleri biri. Bunun bize
sağlayacağı üstünlüğü düşünebiliyor musunuz? Bu macera sizin
için tehlikeli olabilir, kabul ediyorum, yine de denemeye değer
görünüyor. Hemen gidin, General.
Belinde altın işlemeli önlüğüyle Suskun Nefer altın kaleme
çekiciyle bir kez vurdu; kalem kayaya saplanır saplanmaz Paneb
göğün ateşinin üzerine Set'in ağzı ile iki kulağını kazıdığı kaz-
masını aldı, vurmaya başladı. Çok geçmeden Güçlü Naht da
katıldı Paneb'e, hâlâ genç devden daha güçlü, daha uzun zaman
vurma tutkusuyla yanıyordu. Burun Fened kireçtaşının özellikle-

177
rini denetleyip onayladıktan sonra, öteki taş yontucuları daha
ağır bir tempo tutturdular.
— Hangi planı uygulayacağız? diye sordu Kurtarıcı Şed.
— Firavuna önerdiğim, onun da onayladığı planı; birbirini
izleyen dört koridor, sonunda da her zamanki odacıklar.
— Firavunun ebedî istirahatgâhı babasınınkinden pek farklı
olmayacak anlaşılan.
— Amenmes gerçekten de geleneklerden fazla uzaklaşmak
istemiyor.
— Süsleme konusunda özel istekleri var mı?
— Annesini tanrılara armağan sunarken göstermemizi istedi.
Gerisi için, bize güveniyor.
— İlginç... Böylesine bir tutuculuk beklemiyordum ondan. Bu
firavun iktidara geçmek ister gibi görünüyor, eğer bu vadinin
önemini anlarsa, belki de iktidara gelebilecek. Demek metinler ile
resimleri ekibimle birlikte seçeceğim.
Suskun Nefer heykeltıraşlara kral heykelleri hazırlamalarını,
Amenmes'i mezarın duvarlarında kabartma olarak göstermelerini
söyledi. Marangoz Didya ve Kuyumcu Tuti'ye gelince, cevaplayıcı
heykelcikler ile altın kaplama kabartmalara kadar
bütün cenaze eşyasıyla onlar ilgileniyordu. Büyük bir olası-
lıkla, sol ekipteki meslektaşlarından yardım isteyeceklerdi, o
meslektaşların işlerinin başlarından aşkın olmasına rağmen. Yeni
firavun Hakikat Meydanının önemini teyit edeli beri, firavunun
öfkesini üzerlerine çekmemek için durdurdukları siparişlerine
yeni baştan hız vermişti kentin soylulan.
Kazmaların ve kalemlerin şarkısı, birbiri ardından çizilen
eskizler, modellerin incelenmesi, güzelliğe dönüştürülecek mad-
deye duyulan tutku... Zanaatkarların her şeyi yitirdiklerini san-
dıkları karanlık bir dönemden sonra, heyecan geri dönmüştü.

178
Yeni bir ebedî istirahatgâhın yaratılmasına girişmek de ekibin
dayanışmasını pekiştirmişti kuşkusuz.
Hainin gerçek bir acı gibi hissettiği bir dayanışmaydı bu.
Gizliden gizliye yürüttüğü çabalara rağmen, kimsenin usta-
başının önderliğine karşı çıkmadığı bu köyde en küçük bir çatlak,
bir ayrılık bile yaratamamıştı. Üstelik, Işık Taşı'nın saklandığı yeri
bulabilmek için yaptığı tüm araştırmalar da başarısızlıkla sonuç-
lanmıştı.
Yine de umutsuzluğa kapılmayacaktı. Önlenemez bir iç
savaşın habercisi olan bu endişe verici günlerde girilmesi güç
yerleri araştırmak için uygun fırsatlar bulabilirdi. Çatışma çıktı-
ğında, Hakikat Meydanı da karışıklıklardan kurtulamayacaktı.
İşte o zaman durumdan yararlanmak da ona düşecekti. Mehi ve
yanındakiler Hermopolis'ten Per Ramessu'ya kadar sıkı koruma
altında, ama Nü üzerindeki teknelerin gidiş-gelişini denetleyen
askerî karakollardan Başdanışman Bay'ın resmî davetini
göstererek geçen bir generalin rütbesine uygun saygıyla götü-
rüldüler.
İçi endişe dolu Mehi sol kalçasında yüze yakın küçük sivil-
cenin baş verdiğini gördü. Günde birkaç kez duruyor, sivilcelerin
kaşıntısını biraz olsun azaltabilmek için kalçasına rahatlatıcı bir
merhem sürüyordu.
Onu aslanın ağzına atan Amenmes'e direnmek imkânsızdı.
Tek umudu, gönderdiği şifreli mesajları alan II. Seti'nin generalin
sadakatine inanması, yanında çarpışmasını istemesiydi. Yine de
firavunun bir döneğe çok önemli bir görev vermesini mümkün
göremiyordu pek. Per Ramessu'yu, Büyük Ramses'in yarattığı
görkemli başkenti yeniden görmek de endişelerini hafifletmedi
Mehi'nin. Ne kanalların çekiciliğinin ne de bahçeler ile bostan-
ların güzelliğinin keyfîni çıkarabildi. Yanındaki korumaları dur-
durulup saraya tek başına gitmesi söylendiğinde kendini tümüyle

179
savunmasız hissetti. Bekleme odalarından birinde uzun süre sab-
retmesi gerekti üstelik. Sonunda yaşlı bir kâtip generali, içinde II.
Seti'nin granitten bir heykelinin de bulunduğu geniş bir odaya,
Bay'ın çalışma odasına aldı.
— Davetime karşılık verdiğiniz için size teşekkür ederim,
General. Umarım yolculuğunuz rahat geçmiştir.
— Yolda sıkça durdurulup arandık, ama gemi rahattı
doğrusu.
— Lütfen oturun. Mısır güç bir dönemden geçiyor, bu
nedenle en kötüsünü önlemek için tüm yetkililerin güçlerini bir-
leştirmeleri gerektiğini düşündüm. Siz de bu fikirde değil misiniz?
— Tabiî, ama ben sadece emirlere itaat etmesi beklenen bir
askerim. Hem üstelik...
— Bu kadar alçakgönüllü olmayın, General! Hem Firavun
Seti hem de ben Teb ordularını dikkat çekecek biçimde yeniden
düzenlediğinizi biliyoruz. Tek merak ettiğimiz, silah ve malze-
menin durumu.
— Şifreli mesajlarımı aldınız umarım.
— Endişelenmeyin, bütün mesajlarınız yerine vardı, yasal
firavuna bağlılığınızı memnunlukla karşılıyoruz. Firavun da bu
sadakatinizi ödülsüz bırakmayacaktır. Amenmes gitmenize engel
olmaya kalkışmadı mı?
— Mektubunuzu gösterdim, Mısır'ın hâlâ barış içinde yaşa-
dığını söyleyip gidişimi onayladı.
— Bu gerçeğin çok iyimser bir yorumu, General. Bana hâlâ
Teb ordularının silah ve malzemesi konusunda cevap vermediniz.
— Ülkeyi sarsacak felaketi önceden gördüğümden, birlikle-
rimi sağlam silahlar ve güvenilir savaş arabalarıyla donatmak için
elimden geleni yaptım. Başdanışman not alıyordu.
— Amenmes Nübye'deki garnizonları geri çağırdı mı?
— Henüz hayır.

180
— Ne zaman saldırıya geçmeyi tasarlıyor?
— Bu konuda kararsız.
— Neden?
— Amenmes zafer kazanacağından emin değil, öte yandan,
halkın lanetleyeceği saldırgan olmak da istemiyor.
— Gerçekten de tüm Mısır'a egemen olmayı düşünüyor mu?
— Bana kalırsa, bunun imkânsız olacağını kısa sürede anla-
yacak, durumu da hızla güçleşecektir. Yine de Hakikat Meydanı'-
nın ustabaşısından Krallar Vadisi'nde ebedî istirahatgâhını kaz-
maya başlamasını istedi.
— Ya Seti'nin mezarı ne oldu?
— Çalışmalar durduruldu. Suskun Nefer mezarın kapışım
mühürledi.
— Oysa ben Amenmes'in babası için yapılan anıtı yıktıraca-
ğını sanıyordum. Böylesi bir ölçülülük şaşırttı beni. Bir güçsüzlük
belirtisi mi bu yoksa?
— Amenmes aslında sadece Teb'e hâkim. O da genç
firavunun Tanrı Amon'a olan bağlılığından çok hoşlanan Karnak
başrahibi sayesinde. Ne var ki bu ittifakın da çok güçlü olduğunu
söyleyemem, sona ermesi için Seti'nin sert bir müdahalesi yeterli
olur.
— Başka bir deyişle, firavunun oğluna karşı genel bir saldırı
başlatmasını öneriyorsunuz.
— Ülkenin bütünlüğünü kurtarmak istiyorsa, başka bir
çözüm var mı? Önerdiğim çözüm korkunç, bunu ben de bili-
yorum. Birçok asker hayatını kaybedecek ama bu acı deney
kaçınılmaz bence.
— Olmayabilir, General.
— Nasıl?

181
— Biz saldırıya geçtiğimizde, sizin birlikleriniz bize yardım
edecek ve asiyi tutuklamamız için Teb'e kadar ilerlememize izin
verecek.
Bay kadar ürkütücü birinin karşısında fazladan tek bir
kelime bile etmemesi gerekiyordu Mehi'nin. Üstelik başdanış-
manın önerdiği çözüm, baba ile oğul arasındaki çatışmayı başla-
madan önleyeceği için, çarelerin en beteriydi.
— Tereddüt ediyorsunuz, General?
— Hiç de değil... Sizi böylesine gelişmiş bir stratejiyi düşün-
düğünüz için kutluyorum üstelik. Ne var ki, önerinizin zayıf bir
noktası var; adamlarımın tümü buna itaat edecek mi?
— Kuşkunuz mu var?
— Üst rütbeli subaylardan bazıları geleceğin Amenmes'te
olduğuna inanıyorlar.
— Onlara yanıldıklarını gösteremeyecek misiniz?
— Buna çalışırım, ama çok duyarlı bir konu bu.
— Size daha iyisini önereyim. Onlara Seti'nin nankör dav-
ranmayacağını, yasal firavuna gösterdikleri bağlılığın karşılıksız
kalmayacağını söylersiniz.
— Böylesi bir vaatle, onları kendi tarafıma çekmem kolay-
laşır. Geriye tek bir önemli konu kaldı, Başdanışman; saldırıya ne
zaman geçeceksiniz?
— Haşmetmeapları saldırının gerekli olduğuna inanır inan-
maz. O zaman, operasyonun ayrıntılarını bildiren şifreli bir mesaj
alacaksınız.
O
Otuz ikinci bölüm
Katılanların durup dinlenmeksizin firavuna methiyeler düz-
düğü bir bakanlar kurulu toplantısının ardından, Mehi'nin Per
Ramessu'dan dönüp Teb'e vardığını öğrendi Amenmes. Generali

182
hemen saraya davet ederek kimsenin kendilerini dinlemeyece-
ğinden emin olduğu küçük bir salonda kabul etti.
— Demek babam sizi yanında alıkoymaya çalışmadı. Çok
talihlisiniz doğrusu, General!
— Bu talih falan değil, Haşmetmeapları. Düşmanın kurduğu,
benim de yem olarak kullanıldığım bir tuzak, sadece.
— Anlatın çabuk.
Tehlikeli bir oyun oynadığının farkındaydı Mehi, her iki
tarafın da güvenini kaybetmemeye çalışırken, onları birbirleriyle
çarpışmaya zorlamalı, bu sırada da tek bir yanlış adım bile
atmamaya dikkat etmeliydi.
— Seti krallığının yeni sının olarak gördüğü Hermopolis'e
dikkat çekecek kadar çok asker yığıyor.
— Hermopolis cephesini yarabilir miyiz?
— Mümkün, ama büyük kayıp veririz. O zaman da Ku-
zey'den gelen takviye kuvvetlerle karşı karşıya kalırız, özellikle
de kuzeydoğunun güçlü garnizonlarıyla.
— Kısacası, babamın istediği gibi hareket etmiş oluruz.
— Kesinlikle, Haşmetmeapları. O sizin saldırıya geçeceğinizi,
Hermopolis önünde de yıpranıp gücünüzü yitireceğinizi umuyor.
— Söyleyin bana, General... Düşman size nasıl davrandı?
Amenmes'in, onun ikili oynadığından kuşkulandığını hissetti
Meni. Per Ramessu'dan dönebilmiş olması genç firavunu kuşku-
landırmıştı. Generalin bu şüpheleri dağıtması gerekiyordu.
— Belirgin bir soğuklukla, Haşmetmeapları, yine de rütbeme
saygı gösterdiler, Başdanışman Bay'ın mektubu sayesinde de,
gereken kolaylıkları gösterdiler. Sonra da benden Seti'nin tarafına
geçmemi beklediler.
Amenmes'in bakışları deliciydi şimdi.
— Ve siz de geçmediniz, öyle mi, General?

183
— Hayır, Haşmetmeapları, çünkü sizin kazanacağınıza ina-
nıyorum; aslında inanmak, yeterince güçlü bir sözcük değil.
— Neden?
— Çünkü düşmanı nasıl yok edeceğimizi biliyorum. Mehi'nin
sözlerindeki kararlılık firavunu şaşırttı.
— Seti'yi görebildiniz mi?
— Hayır, sadece Başdanışman Bay'la görüşebildim. Babanızın
sağlığı konusunda kesin bilgi de alamadım. Kraliçenin çok güç bir
doğum yaptığı, oğlunun durumunun da fazla parlak olmadığı
söyleniyor, ama bütün bu söylentiler, bizleri Seti ile Tausert'in
savaşmaktan başka kaygıları olduğuna inandırmak için çıkarılmış
maksatlı dedikodular olabilir.
— Peki ya söylentiler gerçekse?
— Gerçeği, Haşmetmeapları, Bay'ın ağzından öğrendim.
— Şu meşhur plan! Peki neymiş, tasarladıktan?
— Oldukça basit, ama ürkütecek kadar etkili olabilir. Bay
beni Seti'ye içtenlikle bağlı, size itaat etmek zorunda olmakla bir-
likte ihanetten başka bir şey düşünmeyen biri olarak görüyor.
Kuzey ordusu saldırıya geçtiğinde, adamlanma savaşmamalarını
söyleyeceğim. Askerler aralarında barış yapacaklar, siz de tek
başınıza ve savunmasız kalacaksınız.
— Bu... bu korkunç bir şey! Kabul etiniz mi?
— Kabul etmeseydim, Başdanışman Bay'ın yazıhanesinden
canlı çıkamazdım. Üstelik benden, kararsız subayları da ikna
etmemi istedi, saldırı tarihini önceden bildireceğini de söyledi.
Amenmes ne yapacağını bilemez haldeydi.
— Bu Bay bir iblis!
— Hayır, Haşmetmeapları, çabuk ve kesin zafer için en iyi
yolu bulduğuna inanmış bir strateji uzmanı o.

184
— Bana bu planı bütün ayrıntılarıyla anlattığınıza göre, dedi
firavun titrek bir sesle, bunun anlamı bana ihanet etmeyeceğiniz
mi oluyor?
— Tabiî ki etmeyeceğim, Haşmetmeapları! dedi Meni samimi
bir tebessümle. Üstelik planı da onlara karşı çevireceğiz. Seti'nin
ordusu, alkışlarla karşılanacağına inanarak Teb hizasına vardı-
ğında, onlan şu anda birlikleri yerleştirmekte olduğum kapana
kıstıracağız. Şaşkınlıkları işimize yarayacak, birbiri ardından
dalga dalga saldırıya geçeceğim, düşman yok olmak istemiyorsa,
teslim bayrağı çekmek zorunda kalacak. Ordunuzun başında,
tarihe geçecek bir zafer kazanacaksınız.
Amenmes ile Seti'nin birbirleriyle kapışmaları durumunda,
en iyi birliklerini savaşa sokmayacağını söylemedi Meni. Zamanı
geldiğinde, asıl zaferi o kazanacaktı. Kuşkusuz oldukça duyarlı bir
girişimdi bu, böylesine korkulu bir operasyonu sadece kendisi
gerçekleştirebilirdi zaten.
— Beynimi kurcalayan bir soru var, General; size neden
güveneyim?
— Sizde, babanızdan çok daha güçlü bir iktidar yeteneği
gördüğümü söylemek, yeterli olamaz elbet. Bunu yeterli bulma-
makta haklı olursunuz üstelik. Gerçek neden aslında çok basit,
Haşmetmeapları. Ben bir Tebli olarak doğdum, Amon'un kentinin
Delta'da kurulmuş bir başkentin gölgesinde kalmasını içime hiç
sindiremedim. Oysa siz buraya gelip yerleştiniz, babanızın
küçümsemeden başka bir şey duymadığı bu kenti, bu bölgeyi
sevdiniz. Zaferi Teb kazanacak, ona hiçbir zaman yitirmemesi
gereken şanı yeniden vereceksiniz. Benim ve bu orduda savaşan
yüksek rütbeli subaylardan büyük bir çoğunluğunun düşlerini
sadece siz gerçekleştirebilirsiniz. İşte düşmanlarınızı yok etmek
istememin nedeni, bu. Amenmes'in bakışlarının sakinleşmesin-
den, söylediklerinin işe yaradığını anladı Mehi. Kuşkusuz başka

185
savlan da vardı elinde, ama daha ilk söylediğinin bu saf ve hisli
hükümdara yeterli görünmesi, öteki düşüncelerini açıklamasını
gerektirmeyecekti.
Başdanışman Bay, Meni hakkında hazırlanan ayrıntılı dos-
yayı uzun uzun incelemişti. O dosyada, generalin çeşitli hizmet-
lerinden, emrinde çalışanların yaydıkları dedikodulara kadar
birçok bilgi vardı. Mehi'yle de konuşup görüştükten sonra, onun
hakkında kesin bir yargıya varmıştı başdanışman; Meni gerçekten
de ihtiyacım duyduğu adamdı.
Becerikli, çalışkan, kararlı bir adamdı general, altındakilere
sözünü geçiriyor, itaat ettirmeyi biliyordu. Amenmes'in hiçbir
geleceği olmadığını anlayacak kadar akıllıydı, II. Seti'ye sevgi
nedeniyle olmasa da, çıkan için hizmet edecekti, firavunun
ülkenin tümüne hâkim olmasına yardım edecekti.
Bay'ın çalışma odasına giren dört general de son derece de
gergindi. Sözcüleri nezaket cümleleriyle zaman kaybetmedi hiç.
— Evet, Başdanışman, neler öğrendiniz?
— Teb birlikleri hakkında bir iki ayrıntı.
— Korktuğunuz kadar iyi donatılmışlar mı?
— Eğer General Mehi'nin anlattıklarım doğru yorumluyor-
sam, maalesef evet.
— Demek işbirliğine razı.
— O da sizin gibi ülkesinin büyüklüğünden, kaybolmakta
olan bütünlüğü yeniden kurmaktan başka bir şey düşünmüyor.
— Yine de karşı tarafın yanında duruyor, dedi Amon ordu-
sunun generali.
— Gerçek, sandığınızdan çok daha karmaşık, onun için
durumdan yakınmamamız gerek.
— Yoka Amenmes hatasının farkına mı vardı?
— Bana en etkili görünen strateji konusunda Haşmetmeap-
larının onayım almadan, size daha fazla ayrıntı veremem. Yine de

186
askerlerinizi hazır tutmanızı, donanmanın da demir alacak gibi
bekletilmesini istiyorum.
Generaller sevinçliydi. Başdanışmanın söyledikleri, genel
saldırının çok geçmeden başlatılacağının işaretiydi.
— Hemen firavunla görüşmem gerek, dedi Bay başvekil-
harca.
— İmkânsız, Başdanışman. Haşmetmeapları oğlunun başu-
cunda, kimsenin, sizin bile rahatsız etmemenizi söyledi.
— Kraliçe beni kabul eder mi?
— Bir sorayım.
Bay'ın elinde Mısır'ın tümünü Seti'ye vermek imkânı vardı,
oysa zaferi getirecek saldırıyı başlatmak için onayım almak ama-
cıyla bile görüşemiyordu firavunla. Ne var ki, hükümdarın oluru
olmadan böylesine önemli bir karar alması da imkânsızdı.
Yanına bir hekim yaklaştı.
— Kraliçe sizi kabul edecek, Başdanışman. Haşmetmeapları
maalesef öğütlerimi dinlemiyor, oysa onu devlet işlerini yönete-
meyecek kadar güçsüz görüyorum. Lütfen yanında fazla kalma-
yın, en önemlisi de, onu yormamaya bakın.
— Bana güvenebilirsiniz.
Bir hizmetkâr Bay'ı soluk mavi renkli ve beyaz nilüferlerle
süslenmiş duvarları olan aydınlık bir odaya götürdü.
Tausert abanoz ağacından yapılmış bir yatağa uzanmış,
başını da işlemeli yastıklara dayamıştı.
Kraliçenin yanına fazla yaklaşmadan, saygıyla eğildi Bay.
— Haşmetmeapları, sağlığınız... diye güçlükle kekeledi.
Heyecandan sesi çıkmıyordu.
— Çok daha iyiyim, Başdanışman. Gelip yanıma oturun.
— Hayır, ayakta kalmayı tercih ederim. Yaklaştığında, Kra-
liçe Tausert'in hâlâ eskisi gibi güzel ve çekici olduğunu gördü.

187
Taranmış saçları, makyajlı yüzüyle soylu bir ifadesi vardı, bakış-
ları da gücünden hiçbir şey kaybetmemiş gibiydi.
— Sizi böyle rahatsız etmek zorunda kaldığım için beni
bağışlayın, Haşmetmeapları, ama firavunun onayını almak koşu-
luyla, içinde bulunduğumuz çıkmazdan kurtulmanın yolunu
buldum.
Başdanışman planını Tausert'e açıkladı.
— Eğer başarırsan, Bay, Mısır'ı kurtarmış olursun.
— Saldırıya ne kadar çabuk geçersek, Haşmetmeapları,
kazanma ihtimalimiz o kadar artar. Eğer kararımız gecikirse,
General Mehi bizden kuşkulanmaya başlar, güveni sarsılır. Fira-
vunun nezdinde bir girişimde bulunamaz mısınız?
— Seti oğlunun sağlığından başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor
artık. Sanki kendi yapamadıklarını oğlu gerçekleştirebilecekmiş
gibi, bütün umutlarını o çocuğa bağladı.
— Saygısızlık etmek istemiyorum, Haşmetmeapları, ama
alınacak kararın ne denli önemli olduğu konusunda ısrar etmek
zorundayım. Birliklerimiz harekete geçmeye hazır, oysa hâlâ
generallere asıl görevlerinin Amenmes'i tutuklamak ve barışa
ulaşmak olduğunu söylemedim.
Kraliçenin bakışları hayranlık doluydu.
— Sen devletin parlak bir hizmetkârı ve bulunmaz bir
dostsun, Bay. Mısır bu sadakatini hiç unutmayacak. Ayağa kalk-
mama yardım et, gidip firavunu seni hareketlerinde özgür bırak-
maya ikna etmeye çalışayım.
Odanın kapısı açıldı.
II. Seti kollarını yana sarkıtmış, bakışları bomboş, donmuş
kalmış gibi duruyordu eşikte.
— Oğlum öldü, diye mırıldandı.
A
Otuz üçüncü bölüm
188
Kararlı Gau'dan aldığı özel dersler sonucunda, matematikte
biraz toparlanmıştı Paneb'in oğlu Aperti. Yine de okulda sonun-
culuktan kurtulamıyordu. Kenhir ile yardımcısı İmuni de
Aperti'yi okuldan uzaklaştırmaktan başka bir şey düşünmez
olmuşlardı.
Yaşı nedeniyle, sadece edebiyat dersi vermeye başlamıştı
Kenhir. Öğrencilerin en parlakları Bilge Ptahhotep öğretisinin
inceliklerini, Maat'a gösterilmesi gerekli saygıyı ya da adaletsiz-
likle neden mücadele edilmesi gerektiğini öğreniyorlardı. Okuma,
yazma, matematik ya da köyün kızlı erkekli çocukları için gerekli
diğer temel dersleri huysuz İmuni üstlenmişti, çocuklardan bazı-
ları loncada kalacaklar, bazıları da aldıkları eğitimin de desteğiyle
meslek hayatlarına köyün dışında başlayacaklardı.
— Oğlun derslerimin huzurunu bozuyor, dedi İmuni Paneb'e.
Gevezelik ediyor, arkadaşlarının dikkatini dağıtıyor, ben soru
sorunca da saygısız cevaplar veriyor.
— Ona neden sert cezalar vermiyorsun?
— Cezayla tehdit etmeye çalıştım onu. Oysa o, bana bakıp
güldü.
— Ondan korkuyorsun, söylemek istediğin bu mu yoksa?
— Hayır, tabiî ki hayır... Yine de yaşına göre çok büyük ve
çok güçlü, ben de...
— Dinle, İmuni, sen ve ben, birbirimizden hiç hoşlanmı-
yoruz; yine de oğlum öğretmenini saymalı, derslerine gerektiği
gibi çalışmalı. Onu yola bizzat ben getireceğim, senden de bana
en küçük yaramazlığını bile bildirmeni istiyorum; yoksa, oğlu-
mun başarısızlığından seni sorumlu tutarım. Ne demek istediğimi
iyice anlatabildim mi?
— Anlatabildin, dedi İmuni kısık sesle.
On kadar yumurcak yere çizilmiş ve karelere bölünmüş yılan
biçiminde bir yolda ilerlemeye çalışarak oynuyorlardı. Karelerden

189
bazıları oyunculara üstünlükler sağlayıp ilerlemelerine neden
oluyor, kimileri de ceza verip geri gitmeye zorluyordu çocukları.
— Hile yaptın, Aperti! diye haykırdı Araştırmacı İpuy'un
çalışkan ve ciddi oğlu.
— Sen öğretmenin gözüne girmekten başka bir şey düşün-
müyorsun!
— Hile yaptın, oyundan çıkacaksın. Ötekiler de aynı düşün-
cedeydi.
— Siz hepiniz küçük birer gammazsınız. Yine kazanacağımı
anlayınca, daha fazla dayanamadınız!
— Evet, hile yapmana dayanamıyoruz.
Aperti önce uzaklaşır gibi yaptı, sonra hızla geri döndü,
elindeki söğüt dalıyla İpuy'un oğlunun sırtına vurdu.
— Bunu hiç unutmayacaksın, ispiyon!
Rakibinden bir kafa büyük, neredeyse yirmi kilo daha ağır
olan Aperti, İpuy'un oğlunu yere devirdi: çocuğun sırtını açmaya
çalışıyordu ki, kıçına yediği şiddetli tekmeyle berikinin üzerinden
uçtu, bir evin duvarına çarpıp yere serildi.
Dev çocuk yeni rakibine gerekli dersi vermek için öfkeyle
ayağa fırladı.
— Yoksa babana da mı vuracaksın? diye sordu Paneb sakin
bir sesle. Aperti daha fazla gerileyemedi, yanaklarını ateşe veren
iki tokadı da engelleyemedi bu nedenle.
— Ben de çok kötü bir çocuktum, diye itiraf eti Paneb, ama
hep öğrenmek istedim, onun için hiç hileye başvurmadım. Ya
bugünden tezi yok davranışlarını kökten değiştirirsin ya da seni
köyden kovarım. Bundan böyle yardımcılarla birlikte tarlada çalış
da yararlı olmayı öğren!
— Bunu yapma!
— Öyleyse, seni burada tutmam için, geçerli nedenlerini
söyle. Hakikat Meydanı'nda yaşamak kimsenin eline geçmeyecek

190
eşsiz bir fırsat, burada tapınak okullarının çoğundan çok daha
ileri bir eğitim alabilirsin. Eğer bunu anlayamayacak kadar
salaksan, git talihini başka yerde dene.
— İmuni'yi sevmiyorum, Gau'yu tercih ederim. Çirkin ve çok
sert, ama onun anlattıklarını anlıyorum.
— Senin neyi tercih ettiğin umurumda değil, oğlum; önemli
olan itaat etmek ve öğrenmek.
— Firavun Amenmes'in talihi var doğrusu, dedi Güçlü Naht.
Sonsuza kadar vadinin en güzel yerinde yaşayacak.
— Ben, dedi Somurtkan Karo kazmasının ucunu yere daya-
yarak, II. Seti'nin mezarının olduğu yeri tercih ederdim.
— Issız yerler pek işine yaramadı Seti'nin, dedi boşanmasını
izleyen uzunca bir depresyon döneminden sonra nihayet biraz
şişmanlamaya başlayan Burun Fened.
— Sence, Amenmes'e yarayacak mı? Saldırıya geçmek yeri-
ne, oturmuş düşmanını bekliyor. Bir öndere yaraşır davranış değil
bu.
— Galiba kendini askeri konularda uzman sanıyorsun, diye
alay etti Halat Kasa.
— Kayayı daha uzun süre kazmayacağız, söylediğime mim
koyun, bu mezar işi fazla uzun sürmeyecek!
— Ustabaşının dayattığı hıza bakarsak, sana inanmakta
güçlük çekiyorum. Paneb de bıraktı elindeki işi.
— Bir şikâyetin mi var yoksa, Kasa?
— Nefer'in geçen ay iki izin günümüzü de kaldırarak bizi
sürekli çalıştırmasının nedenini anlayamıyorum bir türlü.
— O günler, basit birer bayramdı sadece, diye hatırlattı
Paneb. İşlerin yoğun olduğu dönemlerde, ustabaşının böylesi
kutlamaları kaldırma hakkı vardır.
— Yoğun dönem, durumumuza uygun bir tarif.

191
— Oysa anlaşılması hiç de güç değil, dedi Karo pazusunu
ovuşturarak. Ustabaşı Amenmes'in iktidarının çok kısa sürece-
ğinin farkında, onun için gerçek bir ebedî istirahatgâh yapmak
istiyor.
Naht bir yudum su içti, kırbayı yanındakilere uzattı.
— Umarım, yanılıyordur... Eğer Seti Teb'e girerse, postumuz
metelik etmeyecektir.
— Böylesine kötümser olmaya hakkın yok, diye itiraz etti
Burun Fened. Bizi nasıl savunduğunu, loncayı nasıl kurtardığını
unuttun mu yoksa?
— Ben onu suçlamıyorum ki, ama intikam peşindeki bir
firavunun ordusu karşısında ne yapabilir?
— Her şeyden önce, diye kestirip attı Paneb, işler henüz ora-
lara varmadı; sonra, dikkatinizi çekerim, mola bitti.
Tüm Per Ramessu yastaydı. Sarayda, hizmetkârlar ile görev-
liler sakallarını tıraş etmiyorlardı. Kadınlara gelince, peruklarını
takmıyorlar, saçlarını omuzlarına döküyorlardı.
En yetenekli uzmanların görevlendirildiği mumyalama
çalışmaları başlamıştı. Başdanışman Bay krallığın hâlâ yönetilip
yönetilmediğinden kuşku duyan bütün yüksek memurları teker
teker yatıştırdığı çalışma odasından aynlamıyordu hiç. Tüm
çabalarına rağmen, inandıramamıştı çevresindekileri. Başkenti bir
endişe, yoğun bir korku kaplamıştı.
Başdanışman gerek kendi, gerekse yardımcılarının çabala-
rıyla devlet gemisinin hâlâ güvende olduğunu kanıtlamaya ve
genel umutsuzluğu dağıtmaya uğraşırken, bir mucize gerçekleşi-
yordu; Kraliçe Tausert saray erkânını toplayacaktı. Umutsuzluk o
anda yerini meraka bıraktı. Büyük Ramses tarafından yaptırılan
kabul salonuna girebilmek için, itişip kakışmaya girişti saray
görevlileri. Açık yeşil bir elbise giymiş, başına altın bir taç
oturtmuş, boynuna firuze bir gerdanlık takıp bileklerine altından

192
narin bilezikler geçirmiş olan kraliçe, firavunun tahtına kurul-
muştu. Seti'nin yokluğunda, ülkeyi yönetmek firavunun büyük
eşinin göreviydi.
Kraliçenin yakınındakiler boşuna bir bitkinlik belirtisi ara-
dılar Tausert'in yüzünde. Seti'nin eşi her zamanki zarafet ve
çekiciliğiyle devletin tepesinde ilk kez tek basmaydı; çevresinde-
kiler bir yanlış adımım bekliyorlardı.
— Firavun rahatsız, dedi etrafındakilere. Oğlunun ölümü onu
derinden yaraladı, hekimler krallık asasını yeniden eline alabil-
mesi için uzun bir istirahata ve yoğun bakıma ihtiyacı olduğunu
söylüyorlar. Bu geçiş döneminde dizginleri ele almam gerekecek.
Hem benim hem de devletin işlerini herkesin hayranlığım uyan-
dıracak bir beceriyle yürüten Başdanışman Bay'ın kararlarına
güvenmenizi istiyorum.
— Ordumuz Teb'e ne zaman yürüyecek? diye sordu saray
görevlilerinden biri saldırgan bir tavırla.
— Firavun saldırının bizden gelmemesine karar verdi, yine
de denetimimiz altındaki bölgelerin güvenliğini sağlamak için
gerekli tüm önlemler alınacak. Tabiî eğer Prens Amenmes saldı-
rıya geçerse, şiddetle karşı koyacağız.
— Bunun anlamı, Teb'i ve Güney'i terk ettiğimiz mi?
— Bunun anlamı binlerce Mısırlının kanım ilk dökenin biz
olmayacağı ve firavunun, hiç olmazsa şimdilik, statükoyu kıyıma
tercih ettiği. Öte yandan, hayatta kalmak için, İki Ülke'nin bir-
leşmesi gerektiğinin de bilincindeyiz. Bu amacı gerçekleştirmek
için mümkün olan her yolu deneyeceğiz.
— Hangi yollan, Haşmetmeapları?
— Sivri dilli basit bir görevlinin böylesine önemli devlet sır-
larım bilmesi gerektiğini sanmıyorum, dedi kraliçe sakince. O
görevli itaat etmek ve ülkesine hizmet etmekle yerinsin, tabiî eğer
beceriyorsa.

193
Tausert ayağa kalkarak toplantının sona erdiğini belli etti.
Hem kraliçeye hayran kalan hem de endişeleri yatışan Bay,
saray halkının kraliçenin etkisinde kaldığım hemen anladı.
— İzin verirseniz, sizi müdahaleniz için kutlamak istiyorum,
Haşmetmeapları, dedi başdanışman kraliçeye. Söylediklerinizin
kötü niyetlileri susturacağından, endişeleri yatıştıracağından
eminim. Buna rağmen firavunu planım uyarınca Teb'e saldırmaya
ikna etmek, gerçekten de imkânsız mı?
— Seti'nin tüm umudu bebeğimizdeydi, Bay. Oğlumuzun
ölümü firavunun yaşama arzusunu söndürdü. Set'in öfkesini çek-
tiğini düşünüyor. Bu yüzden Amenmes'le çatışmaya girmekten
kaçınıyor, ne olursa olsun, savaşı başlatan taraf olmak istemiyor.
— Çatışmanın kaçınılmaz olduğunu biliyorsunuz, Haşmet-
meapları!
— Dahası da var, Başdanışman.
Kraliçenin sesindeki ciddiyet başdanışmanı endişelendirdi.
— Seti veliahdı olarak gördüğü çocuğunun Krallar Vadisi'nde
bir ebedî istirahatgâha gömülmesini istiyor.
— Teb bölgesinin Amenmes'in denetiminde olduğunu unu-
tuyor mu?
— Firavun bu arzusunu yerine getiremeyeceğine göre, iş
bana düşüyor.
— Yalvarırım, çılgınlığa alet olmayın, Haşmetmeapları! Prens
Amenmes sizden nefret ediyor, isteğinizi reddedecek, sizi rehine
olarak elinde tutacaktır. Kendinizi kan içici bir aslanın ağzına
atamayacağınız kadar ihtiyacı var size bu ülkenin.
— Bir gemi hazırlat, Başdanışman. Yarın sabah yola çıkıyo-
rum.
— Tek bir gemi mi? Ama size kalabalık bir koruma ordusu,
tecrübeli askerler ve...

194
— Tek bir gemi, ölü oğlum için küçük bir dua odası olan tek
bir gemi. Tek bir asker bile istemiyorum.
n
Otuz dördüncü bölüm
— Hâlâ bir haber yok mu? diye asabice sordu Mehi yaverine.
— Bugün hiç mesaj gelmedi, General.
Mehi yeniden okçuların çalışmalarını yönetmeye gitti. Elle-
rindeki yeni oklarla, kısa zamanda yok edeceklerdi düşmanlarını.
Tüm birliklere uyguladığı yoğun çalışmalar sayesinde, korkutucu
bir ordu vardı şimdi elinin altında; korkutucu, çok hareketli,
emirlerini kısa zamanda yerine getirebilecek bir ordu. Kendisiyle
gurur duyabilirdi. Yıllar boyunca gizli gizli yürüttüğü çalışmalar
sonunda, iyi kullanılırsa iktidarın yolunu açacak eşsiz bir vurucu
güce sahip olmuştu. Firavunların eski toprakları üzerinde kuru-
lacak askerî bir dikta rejimi uzun ömürlü olamazdı. Maat'ın yasa-
larına aykırı gelecek böyle bir yönetim, hem kâtiplerin hem
rahiplerin, en önemlisi de tüm halkın direnişiyle karşılaşırdı. Bu
yüzden bir kur-tancı gibi çıkacaktı ortaya Mehi, başarısı da II. Seti
ile oğlunun arasında geçecek ölümcül bir savaştan geçecekti.
Savaş arabasının dizginlerini ayarlarken, aklına eğlenceli bir
fikir geldi; yükselmesinin hiç olmazsa bir bölümünü Hakikat
Meydanı'na borçlu değil miydi? Kabul Heyeti'nin adaylığını geri
çevirmesinden bu yana loncaya duyduğu nefret, onu savaş
imkânlarını geliştirmeye, kısacası her gün biraz daha güçlenmeye
itmişti.
Hazinelerini yağmaladıktan sonra tüm köyü yerle bir etmek,
en az taç giymek kadar keyiflendirecekti onu; hatta belki daha da
çok.
Başdanışman Bay'ın şifreli mesajı neden bu kadar gecik-
mişti? Mehi başdanışmanı dürüst olduğuna inandırdığını sanı-
yordu, hem zaten Bay da planının başarılı olacağını düşünmemiş
195
miydi? Bu planı uygulamaya koymak ve Güney'i yeniden ele
geçirmek için acele edeceğini de söylemişti.
Seti hâlâ tereddüt ediyor olmalıydı, oysa Bay'ın planı öyle-
sine iyi hazırlanmıştı ki, er ya da geç firavunu ikna edecek, fazla
kayıp vermeden zafere ulaşacağına inandıracaktı. Yaver koşarak
geldi.
— General, Kuzeyden kuşkulu bir gemi geldiğini bildiriyor-
lar!
— Bir filo demek istiyorsun herhalde?
— Nöbetçilerin söylediğine bakılırsa, tek bir gemiymiş. Mehi
meraklanmıştı, ama yine de tehlikeye atılmak istemedi.
— Gemiyi durdurup, batı yakasındaki ana iskeleye yanaştır-
sınlar. İçindeki askerler teslim olmazlarsa, hepsini öldürsünler,
ama sorgu için iki tanesini ayırsınlar.
Tüm köy taze günlüğün hâkim olduğu bir koku sisine
bürünmüştü. O gün evlerin ve toplantı yerlerinin kokuyla temiz-
lenme, tütsülenme günüydü, ev kadınlarının hepsi buhurdanların
içindeki korlara reçine parçacıkları atmışlardı. Herkesin katıldığı
bu eğlenceden memnun olan çocukların koşuşturması, bağırış
çağırışı altında sürdürülen bu sağlık faaliyeti hem böcekleri hem
de hastalıkları yok edecekti.
Hain sağ ekibin toplantı yerine yaklaştı. Uzun düşüncelerden
sonra, Işık Taşı'nın bu binada, büyük bir ihtimalle merkez odada
saklandığı sonucuna varmıştı. Fırsattan yararlanmayı başarırsa,
hiç olmazsa haklı olup olmadığını anlayabilecekti.
Ne var ki ustabaşı önce davranmış, Somurtkan Karoya kısa
ve güçlü kollu taş yontucusunun angarya olarak gördüğü bir iş
vermişti. Bir sonraki tütsü gününde, dikkati üzerine çekmemek
için gönüllü olmayacak, ancak burada görevlendirilmeyi sağla-
yacaktı.
Omzuna bir elin konduğunu anladığında kanı dondu.

196
— Yoksa sen de mi evden kaçtın? diye sordu Paneb.
— İtiraf etmeliyim ki, evet. İnatçı kokulardan hiç hoşlanmı-
yorum.
— Ben de. Üstelik Uabet görünmez hayvancıkları da öldü-r-
ebilmek için tütsüyü daha da yoğunlaştırıyor, neredeyse soluk
alamayacak duruma düşüyorum.
Genç dev uzaklaştığında, sırılsıklam tere battığını hissetti
hain. Kafası bomboş, sarsak bacaklarının üzerinde sendeleyerek
eve döndü. Birçok ev kadını karışırım çevresini almış, hararetle
bir şeyler anlatıyordu.
— Şef Sobek Kenhir'le görüşmek istiyor. Büyük kapıya çık-
malıyız.
Kokulu sis dağılmaya başlamış, köy arınmıştı, ama kimse bu
sağlık çalışmasını tamamlayacak şöleni düşünmüyordu. Herkes
yeniden köye giren mezar kâtibinin açıklamalarını duymaya
koşmuştu.
— Kuzey donanması Teb'e saldırdı, dedi Kenhir.
— Savaş, diye bağırdı Pay'ın karısı korkuyla, savaş bu!
— Kimse köyden çıkmasın, buyurdu ustabaşı. Sobek bizi
gelişmelerden haberdar edecek.
General Mehi elini kaldırır kaldırmaz yaylarını boşaltmaya
hazır üç yüz okçunun dikkatli gözleri önünde, batı yakasının ana
iskelesine yavaş yavaş yanaştı düşman gemisi. Ne var ki askerleri
gibi Mehi de önündeki tuhaf gemiye şaşkınlıkla bakakalmıştı.
İskeleye yanaşan savaş gemisi değil, ortasında, diz çökmüş,
tabutu korumak için ellerini uzatmış İsis ve Neftis'i temsil eden
iki heykelle çevrelenmiş bir kamarası bulunan küçük bir cenaze
teknesiydi. Yirmi kürekçiden hiçbirinde silah yoktu, kaptanda da.
Uzun beyaz yas elbisesi giymiş, başına Kuzey'in kırmızı
tacını oturtmuş Tausert göründüğünde, herkes soluğunu tuttu.
Mehi kraliçenin önünde eğildi.

197
— Siz General Mehi'siniz, değil mi?
— Emrinizdeyim, Haşmetmeapları.
— Bu cenaze gemisi oğlumun mumyasını taşıyor. Hem
firavun hem de ben cenazenin Krallar Vadisi'ne gömülmesini
istiyoruz. Mehi kulaklarına inanamıyordu.
— Siz yanınızda sizi koruyacak gemiler olamadan mı
geldiniz?
— Yalnız geldim, General. Yanımdaki denizciler de asker
değil.
— Haşmetmeapları, ne diyeceğimi..
— Siz Teb'in batı yakasının başyöneticisi değil misiniz?
— Tabiî, Haşmetmeapları, ama...
— Ama neredeyse savaşa giriyoruz ve Prens Amenmes'in
emirlerine uymak zorundasınız.
— Prens firavun oldu ve...
— Bir tek firavun var, General, ben de onun adına geldim.
Mehi böylesi bir saldırıya hazırlıklı değildi, ama belki de
kraliçenin bu çılgınca davranışından yararlanabilirdi.
— Anlıyorsunuz umarım, Haşmetmeapları, ama Firavun
Amenmes'e danışmam gerek. Kalacağınız Ramesseum Sarayı'na
kadar benimle gelir misiniz lütfen?
— Daha kötü bir yer de seçebilirdiniz, General.
— Savaş değil bu, diye rahatlattı mezar kâtibi köy halkını.
— Kuzey'den gelen, bir filo değil miymiş? diye sordu Araş-
tırmacı İpuy.
— Hayır, Kraliçe Tausert oğlunun mumyasını taşıyan bir
cenaze gemisiyle gelmiş.
— Kraliçe Tausert! diye haykırdı Güçlü Naht şaşkınlıkla.
Çıldırmış olmalı!
— Söylentilere bakılırsa oğlu için Kralımı Vadisi'nde bir
mezar istiyormuş.

198
— Amenmes asla kabul etmez bunu. diye açıkladı düşünce-
sini Cömert Didya. Tausert'i tutuklatacak ur. Seti de ordularına
Teb üzerine yürüme emri verecek.
— İşte buna cesaret edemez, diye itiraz etn Somurtkan Karo.
Amenmes'in kraliçeyi idam ettireceğinden korkar
— Ne olursa olsun, diye kestirip artı Neşeli kenupe bütün
bunlar bizi hiç ilgilendirmiyor
— Emin misin? diye sordu Paneb lonca değilse, kim kazacak
dersin çocuğun mezarını
— Firavun Amenmes'in başka niyetleri olacağından eminim,
kader ona paha biçilmez bir armağan verdi.
— Kraliçeden bir çılgınmış gibi söz etmekten vazgeçin, diye
araya girdi Kurtarıcı Şed. Eminim ne yaptığını biliyor, kendini
Seti'nin düşmanının kucağına atarak baba ile oğul asında şiddetli
bir çatışmaya engel oluyor.
— Yine de büyük bir tehlikeye giriyor.
— Mısır kraliçeleri hep olağanüstü bir cesaret göster-
mişlerdir. Bu girişim başarısızlıkla sonuçlansa bile, insanı hayan
bırakıyor. Mısır'da hâlâ hayat olduğunu kanıtlayan bir girişim.
Sanki gözlerinin önünde bambaşka bir geçek varmış gibi,
üşüyordu ustabaşı.
— Tausert sizinle alay etmiş, General! dedi Amenmes
öfkeyle.
— Hayır, Haşmetmeapları. Kamarada gerçekten de oğlunun
lahti var.
— Bu bir tahrik!
— Kuşkusuz, ama hangi amaçla?
— Konuşturun onu, General!
— Haşmetmeapları... Tausert kraliçe.
— Saçmalıyorsunuz, Mehi! Mısır'ın tek bir kraliçesi var, o da
benim karım.

199
— Beni bağışlayın, Haşmetmeapları, ama Tausert'e adi bir
tutuklu gibi davranamam. Amenmes kendine hâkim olamadı,
yumruğunu yanındaki sütunlardan birine indirdi.
— O entrikacıdan nefret ediyorum! Annemin yerini aldı ve
babamın yüreğini yolundan saptırdı.
— Duygularınızı biliyordur herhalde.
— Kuşkusuz biliyordur!
— Öyleyse, Haşmetmeapları, Teb'e gelmesinin şaşılacak çok
yanı var.
— Size Seti'den mesaj getirdi mi?
— Hayır, Haşmetmeapları.
— Gerçekten de sadece oğlunun cenaze töreninden mi söz
etti'?
— Sadece.
— Bu bir tuzak, General. Bir tuzaktan başka şey olamaz!
— Ben de aynı sonuca vardım, Haşmetmeapları, ama nasıl
bir tuzak, bir türlü anlayamıyorum.
— Tausert hırslı ve hesapçı bir kadındır, beni ortadan kal-
dırmak için oğlunun ölüsünden bile yararlanabilir. Sakın yumu-
şayıp etkisi altında kalmayın! O kadın sahtekârların en tehlike-
sidir, çekiciliğiyle sizi de avucuna almaya çalışacaktır. Nöbetçiler
şu anki gevşekliğimizden yararlanan bir düşman filosundan söz
etmiyorlar mı?
— Her şey sakin, Haşmetmeapları.
— Kraliçeyi kaç kez sorguladınız?
— Üç kez, Tausert her seferinde de aynı cevaplan verdi, hep
sakindi, hatta isteklerini bile sıraladı.
— O büyücü bizi nasıl bir tuzağa çekmek istiyor acaba? En
iyisi onu olağanüstü bir mahkemede yargılayıp ölüme mahkûm
etmek olurdu.

200
— Böyle davranarak, babanızın öfkesini üstünüze çekmiş
olursunuz, dedi böylesi bir ihtimal için dua eden General Mehi.
Amenmes biraz önce yumrukladığı sütuna dayandı, gözlerini
asma dalı kabartmalarıyla süslü tavana dikti.
— Bana Kraliçe Tausert'i getirin, General.
O
Otuz beşinci bölüm
— Kraliçe... Bayan Tausert geldi Haşmetmeapları, dedi saray
teşrifatçısı.
— İçeriye alın.
Amenmes düşmanını Karnak Sarayı'nın taht salonunda
kabul etmeye karar vermişti. Kendinden önce Merneptah'ın
oturduğu yaldızlı tahta kurulmuş, başına da mavi bir peruk
geçirmişti.
Konuşmayı dinleyecek başka kimse yoktu.
Tausert görünür görünmez, tüm dengesini yitirdi firavun.
Takılarının altın parıltısını daha da yoğunlaştıran kırmızı bir
elbise giymişti Tausert. Bu haliyle basit bir faniden çok, bir tan-
rıçaya benziyordu. Amenmes'in boğazı tıkandı, nefret ettiği bu
kadının yüzüne söylemek için hazırladığı suçlamalardan hiçbirini
hatırlayamadı.
— Bana bir iskemle uzatmayacak mısınız, Amenmes? Oysa
Tausert'ten firavunun karşısında eğilmesini istemeliydi, ama onu
azarlamaya cesaret edemedi.
— Ben sizin hizmetkârınız değilim.
— Ne kadar güçlü olursa olsun, her firavun bir kraliçeye
nasıl davranılacağını bilir.
Amenmes ayağa kalktı.
— Peşimden gelin.
Tausert'i iki konuşma arasında dinlendiği küçük bir odaya
götürdü. Minderlerle kaplı taş sıralara aynı anda oturdular.
201
— Ne istiyorsunuz, Kraliçe Tausert?
— General Mehi söylediklerimi size iletmedi mi?
— İlettiklerinin hiçbir anlamı yok!
— Hedefiniz ne olursa olsun, Amenmes, bir annenin acısını
ayaklarınız altına alacak ve en doğal isteklerini reddedecek kadar
acımasız mı davranacaksınız?
— Siz duygunun ne olduğunu bilemezsiniz! Babamla evlen-
dinizse, bunun nedeni aşk değil, sadece iktidara ortak olmak tut-
kunuzdu.
— Seti'ye bir erkek çocuk doğurdum, tahtın veliahdı olarak
ilan etmek istediği, kaderin elimizden kopardığı bir çocuk. Bu
ölüm babanızı umutsuzluğa boğdu, umutsuzluğunun içinde bir
istekte bulundu; firavun olması gereken bu çocuğun atalarının
yanına, Krallar Vadisi'ne gömülmesi. İşte yolculuğumun tek
amacı bu, sizin tahmin ettiklerinizin ise hiçbir değeri yok.
Tausert'in vakarı Amenmes'i sarsmıştı. Onu Seti'nin hüküm-
darlığını tanımayıp kendini firavun ilan etmekle suçlayacağını
sanmış, tartışmaların hemen alevleneceğini düşünmüştü. Oysa
kraliçe sükûnetle konuşuyor, hiç de düşman gibi davranmıyordu.
Üstelik insanı büyüleyen güzellikteki kadının gözlerinde bir
üzüntü bile görür gibi olmuştu.
— Size inanmıyorum, Tausert, Teb'e tahttan feragat etmemi
ve babamı firavun olarak tanımamı istemek için gelmediniz mi?
Tausert gülümsedi.
— İstesem, kabul eder miydiniz?
— Asla!
— Demek, bunu istemenin anlamı yok. Çok ileri gittiniz,
Amenmes, geri dönmeyi de düşünmüyorsunuz. Yalnız Seti'nin
binlerce Mısırlı askerin ölümüyle sonuçlanacak, ülkemize felaket
getirecek ve onu saldırganların eline düşecek ölçüde güçsüzleşti-
recek bir iç savaş istemediğini bilin.

202
Amenmes'in Tausert'e göre çok önemli bir üstünlüğü vardı:
General Mehi'nin planı. Ne var ki birden gözlerinin önünde Nil'in
sularını kızıla boyayan binlerce ceset belirdi, böylesi bir ihtimal
karşısında dehşete düştü. Hükümdar olmak, ölüm ekmek olma-
malıydı.
— Rahatsız görünüyorsunuz, Amenmes.
— Yolculuğunuzun gerçek amacını ne zaman itiraf edecek-
siniz?
— Size her şeyi anlattım.
— Bir art niyeti ve kesin bir hedefi olmadan parmağını bile
kıpırdatmayacak olan size nasıl inanayım?
— Babanızla birbirimizi seviyoruz, oğlumuzu da çok sevdik.
Ölümü hayatımızı altüst etti, bu nedenle kocamın isteğini yerine
getirebilirsem, mutlu olacağım. Tekrar ediyorum, buraya gel-
memin tek nedeni bu, bunu anlayacağınızı umuyorum.
— Babamın beni veliaht ilan etmesine, naip olarak atayıp
iktidara ortak etmesine engel olan sizsiniz, değil mi?
— Evet, benim.
— Benden neden nefret ediyorsunuz?
— Sizi hükümdarlık edecek biri olarak görmüyorum, Amen-
mes.
— Yanılıyorsunuz, yanıldığınızı da kanıtlayacağım! Bugün
sizi firavuna saygısızlık ve hakaretten yargılatacağım.
— Nasıl istiyorsanız öyle davranın, ama önce babanızın
isteğini yerine getirin. Amenmes tereddüt ediyordu.
Tausert samimi gibi, sanki ölü oğlunun kaderinden daha
önemli bir şey tanımıyormuşçasına, güçsüz durumda da olsa
kendine bir çıkış yolu aramıyordu. Görünürde savunmasız bu
kraliçenin kurduğu tuzak neydi?
— Ölü bir çocuğa hoşgörüyle yaklaşmak, otoritenizi sarsmaz,
diye ekledi Tausert.

203
— Seti'nin mezarını yıkmamakla, ne kadar bağışlayıcı oldu-
ğumu gösterdim.
— Bir oğul babasının ebedî istirahatgâhına zarar verip fira-
vunların ruhlarının yaşadığı büyük çayın kirletebilir mi?
Can evinden vurulan Amenmes gözlerini yere eğmek
zorunda kaldı. Nefret ettiği kadın, sarayında tutsak da olsa, karşı
gelmeye cüret ediyordu işte.
— Oğlunuz firavun değildi, mumyasının vadiye girmesi söz
konusu olamaz.
— Firavun kanı taşımayan bazı kişilerin mumyalan, özel
izinle de olsa vadiye alınmadılar mı? Hakikat Meydanı'nın usta-
başısına sorun, bu söylediklerimi doğrulayacaktır.
— Saraya kadar size eşlik etmemi ister misiniz? diye sordu
Şef Sobek Suskun Nefer'e.
— Bunun gerekli olacağını sanmıyorum.
— Böylesi daha iyi olurdu. Sizi çağıranlar sivil de olsa,
Amenmes'in sizi neden görmek istediğini açıklamadılar.
— Korkulacak neyim var, Sobek?
Nübyeli, firavunun beş kâtibi ve onların yardımcılarıyla bir-
likte yola düşen ustabaşının böylesine tedbirsiz davranmasına
üzüldü. Kâtipler ile yardımcıları 1. Tabya'ya kadar gelip, Nefer'in
yardımını rica etmişlerdi. Firavun Amenmes'in konuya çok önem
verdiğini de tekrar tekrar söylediler ustabaşına. Arabaların sürü-
cüleri atlarını kamçıladı, hızla iskeleye varıp Nefer'i bir gemiye
bindirdiler.
Nefer sarayın ana kapısına vardığında, onu karşılayan teşri-
fatçı önüne düştü ve Amenmes ile olağanüstü güzel, ustabaşına
belirgin bir merakla bakan bir kadının bulunduğu bir salona aldı.
— Sonunda gelebildiniz! diye haykırdı Amenmes.
— Hiç vakit kaybetmedim, Haşmetmeapları.

204
— Kraliçe Tausert'e hiç taç giymediği için oğlunun Krallar
Vadisi'ne gömülemeyeceğini açıklayın.
Firavunun soruyu soruş biçimiyle, nasıl bir cevap istediğini
belli etmeye çalıştığı açıktı. Oysa Amenmes'in isteği gerçeğe
uymuyordu, ustabaşının yalan söylemeye ne niyeti ne de hakkı
vardı.
— Aslında, Haşmetmeapları, bazı istisnalar var. Amenmes
kıpkırmızı oldu.
— Hangi istisnalar?
— Mesela, Ramses'in "kral oğulları" olarak adlandırdığı sadık
adamları için yaptırdığı, birçok mezar odasına sahip dev ebedî
istirahatgâh.
— Büyük Ramses'e layık bir istisna! Üstelik o oğulların,
sembolik de olsa, tahtla ilişkileri vardı! Oysa Kraliçe Tausert'in
oğlunun durumu farklı. Konu kapandı.
— Sanmıyorum, Haşmetmeapları, atalarınızın vadiye kabul
ederek paha biçilmez bir onur verdiği önemli kişileri de unut-
mamak gerek. Bunu söylerken Kraliçe Haçepsut'un* [İn (Mezar
60).] sütanrıesini, II. Amenofis'in vezirini,* [Amen-em— Opet
(Mezar 48).] III. Tutmosis'in yelpaze sallayıcısını* [Maiherpri
(Mezar 36).] ve III. Amenofis'in büyük karısı Kraliçe Tiyi'nin anne
ve babasının* [Yuya ve Cuyu (Mezar 46).] mezarlarını anlatmak
istiyorum. Bu arada sadık dostların, kedilerin, köpeklerin, may-
munların ve ibişlerin sözünü bile etmiyorum.
Kraliçe sevincini dışa vurmadı. Ustabaşının, bir istisna yapıp
onurlandırmak istediği birini vadiye alabileceğini söylediği
Amenmes'e uzun uzun bakmakla yetindi sadece.
Oysa o çocuk, yerini alması için doğan, Tausert kadar nefret
etüği bir çocuktu. Amenmes'in elinde ustabaşının bile çenesini
kapatacak son bir koz kalmıştı.

205
— Hakikat Meydanı şu anda benim ebedî istirahatgâhımı
kazmakla meşgul, diye hatırlattı firavun, benzer bir eser yaratmak
için gerekli zanaatkara ve zamana sahip değil. Bu nedenle, Kraliçe
Tausert'in isteğini kabul etmek, mümkün görünmüyor.
— Sizi yanıltmak istemem, Haşmetmeapları, diye düzeltti
Nefer, ama firavun ailesinden olmayanların mezarları, süssüz ve
gösterişsiz, basit oyuklardır. Heykeller, resimler ve metinler
sadece firavun mezarlarına özgüdür. Eğer emir verirseniz, iki taş
yontucusu görevlendirir, lahtin yerleştirileceği tek odalı bir mezar
kazdırırım.
— İyi ama, cenaze eşyaları eksik!
— Gerekli olanları getirdim, dedi kraliçe.
Amenmes tutsağının isteklerini yerine getirecek değildi ya!
Üstelik ona yardım etmek yerine, Tausert'in eline silah veren şu
çekilmez ustabaşı! Kraliçe kalktı.
— Babanızın adına ve kendi adıma, diye söze girişti Amen-
mes'in tüylerini ürperten bir sükûnetle, cömertliğiniz için teşek-
kür ederim. Sizin sayenizde, üvey kardeşiniz olan bu küçük
varlık, sonsuza dek mutlu olacak.
A
Otuz altıncı bölüm
— Davranışınızdan hiç memnun değilim, Nefer, dedi Amen-
mes ustabaşına düşmanca bakarak. Sizden nasıl bir cevap bekle-
diğimi anlayamadınız mı?
— Anladım, Haşmetmeapları.
— Öyleyse, Kraliçe Tausert'e neden bütün gerçekleri anlat-
tınız?
— Çünkü benden gerçeği duymak istediniz.
Amenmes'in bu saygısız ustabaşını görevden alması gereki-
yordu kuşkusuz, ama böylesine dürüst, firavunun karşısında bile

206
düşüncelerini saklamaya gerek duymayan başka birini nasıl
bulacaktı?
— Öneriniz samimi miydi?
— Tabiî, Haşmetmeapları.
— Anlattığınız gibi çok sade bir mezar istiyorum, süsü falan
olmayacak.
— Kural da böyle Haşmetmeapları.
— Hangi yeri düşündünüz?
— Burada bir parça papirüs bulabilir miyim? Nefer vadinin
kaba bir planını çizdi.
— Burası, Haşmetmeapları, Horemheb'in mezarının biraz
ötesi.
— Ama... ama önerdiğiniz yer benim ebedî istirahatgâhımın
çok yakınında!
— Mezarı burada kazmakla hem güçlerimizi fazla bölmemiş
oluruz hem de çocuğun mezarı II. Seti'ninkinden uzakta kalır.
Çocuğun resmî koruyucusu değil misiniz zaten?
Sağ ekip zanaatkârlarının kimi kollarını kavuşturarak, kimi
de yere çömelerek, sessizlik içinde dinlemişlerdi ustabaşının söy-
lediklerini.
— Hızla bir mezar kazmak, diye tekrarladı Somurtkan Karo,
bu ne demek şimdi?
— İş tamamlanana kadar, izin günlerimizden vazgeçmek,
diye cevap verdi Burun Fened.
— Bu aptalca bir şaka mı? Nefer sessizdi.
— Doğu mu yoksa? Zaten Amenmes'in mezarıyla uğraşı-
yoruz, yeni bir mezar kazmak için bize takviye gerek!
— Ustabaşı basit bir mezardan söz etti, diye hatırlattı Halat
Kasa.
— Tausert'in çocuğuyla ilgilenmek, başımızı derde sokmaz
mı? diye endişelendi Araştırmacı İpuy.

207
— Amenmes'i kraliçenin isteğini onaylamaya razı ettim, diye
açıkladı Nefer, ama eğer çok gecikirsek, kararını değiştirebilir. Bu
nedenle mezarı en kısa sürede bitirmek için, iki taş yontucusuna
ihtiyacım var.
— Talihim varmış, bu iş beni hiç ilgilendirmiyor, dedi Kurta-
rıcı Şed alaylı bir gülümsemeyle. Bu tip mezarlar süslenmez ne de
olsa.
— Taş yontucuları izin günlerinden başka şey düşünmedik-
lerine göre, ben gönüllü olarak çalışırım, dedi Paneb. Taş kazmam
sayesinde, kimsenin yardımına ihtiyacım yok.
— İki kişi çalışırsak, daha çabuk bitiririz, diye araya girdi
Güçlü Naht. Üstelik ben, gerçek bir uzmanım.
Nakht boş zamanından çok Paneb'le arasındaki çatışmayı
düşünüyordu. Bu nedenle ona üstünlüğünü kanıtlayacağı hiçbir
fırsatı kaçırmak istemezdi.
— Arkadaşlarımız köye döndüklerinde, geçitteki kulübelerde
kalırız, sonra ben de sizinle birlikte vadide çalışırım, dedi
ustabaşı.
Serketa üzüm tanelerini parmaklarının arasında eziyor, çıkan
üzüm suyunu asma dallarıyla kaplı kameriyenin gölgesinde sır-
tüstü uzanmış Mehi'nin çıplak göğsüne damlatarak eğleniyordu.
General uyumakta zorlanıyor, sıcaktan da giderek daha fazla
yakınıyordu. Yemekten sonra kısa bir şekerleme gücünü topla-
masına yardım edecekti, tabiî eğer sıcaktan fazla rahatsız
olmazsa.
— Beni okşamak istemiyor musun, tatlı sevgilim?
Tatlı üzüm suyu generalin göğüs kıllarını yapış yapış etmişti,
homurdanarak uyandı.
— Yeter artık, Serketa! En az bir saat daha uyumam gerek.
— Seni gevşetecek çok daha keyifli şeyler biliyorum, diye
fısıldadı karısı, Mehi'ye sürtünerek. Üstelik, yeterince uyanık

208
görünüyorsun. Sevişmekten hiç zevk almamakla birlikte, sonunda
bugün kendisini tatmin edeceğine inandığı generalin kabalığı
hoşuna gidiyordu Serketa'nın. Saçlarını düzeltirken, hizmetçisini
çağırdı, bir kupa soğuk beyaz şarap getirmesini buyurdu.
— Birliklerin talimine neden ara verdin?
— II. Seti saldırmayacak da, ondan.
— Emin inisin?
— Oğlunun ölümü firavunu yıkmış, üstelik saldırgan olarak
tanınmak da istemiyor.
— Demek Başdanışman Bay'ı dinlemiyor.
— Maalesef.
— Durum yine de değişebilir.
— Sanmam. Seti bir iç savaştan kaçınmak istiyor, Amenmes
de savaşı çıkaran adam olarak damgalanmaktan korkuyor. Baba
ve oğul birbirlerinin zayıf anını gözleyen iki vahşi hayvan gibi
birbirlerini kolluyor. Belki de bu zayıf an hiç gelmeyecek.
— Böyle bir zayıf anı yaratabiliriz belki, dedi Serketa par-
mağını kupanın kenarında gezdirerek.
— Aklından yine neler geçiyor?
— Hakikat Meydanı'nın zanaatkarları oğlunun mezarını
kazdıkları sürece, Teb'de kalacaktır Tausert. Eğer başına bir
felaket gelir, Amenmes de onun ölümünden sorumlu tutulursa,
Seti harekete geçmek ve saldırıyı başlatmak zorunda kalır. Mehi
doğruldu, karışım iki omzundan kavradı.
— Onu ortadan kaldırmanı yasaklıyorum, Serketa! Tausert
Ramesseum Sarayı'nda ev hapsinde, o saray da benim sorumlu-
luğumda. Eğer Tausert'in başına bir felaket gelirse, suçlanacak ilk
kişi ben olurum.
— Ne yazık... Zehir konusunda bilgilerimi öylesine geliş-
tirdim ki onları bir kraliçede denemek isterdim.

209
— Umutsuzluğa kapılmayalım, tatlı ceylanım. Dostumuz
Dakter'le birlikte çalışmaya devam et, ama sakın aceleyle bir
yanlış yapma.
— Tausert'i doğu yakasına göndermek imkânsız mı?
— Amenmes böyle bir karar vermekten çekinir, hem zaten,
nasıl bir açıklama yapacağım? Nefret ettiği şu kraliçeye nasıl bir
son hazırlayacağından başka bir şey düşünmüyor şu sıralarda,
yine de yanlış bir harekette bulunacağını, umarım.
— Onu doğru yönde etkile.
— Eğer Tausert'in ortadan kaldırılması gerektiğinde çok ısrar
edersem, firavun tam aksi bir karar alır Amenmes tuhaf biri,
bazen kararlı, bazen ikircikli. Kraliçenin istediğini elde edeceğine
asla inanmazdım, oysa o en korkunç düşmanını dize getirmeyi
başardı.
— Seni duyan da, Tausert'in ürkütücü bir kadın olduğunu
sanır.
— Eğer yolunu kimse kesmezse, sonunda tahta gerçekten
oturacak.
Bir arkadaşına güzel bir oyun oynamış kız çocuğu gibi,
olduğu yerde zıplayıp ellerini çırpmaya başladı Serketa.
— Sen onun özgürce Per Ramessu'ya dönmesini, yaşlı koca-
sından kurtulup Amenmes'e savaş açmasını istiyorsun!
Nilüfer suyundan yapılma bir kremle saçlarını kafasına
yapıştırmaya çalışıyordu Mehi.
— Eğer Tausert Başdanışman Bay'ın önerilerini dinlerse,
askerlerimin direnmeyeceğinden, zarar görmeden Amenmes'i
tutuklayacağından emin olarak gönderecektir birliklerini buraya.
Serketa kocasının ayakları dibine kıvrıldı.
— Uzakları görüyorsun, doymak bilmeyen leoparım benim, o
geleceği seninle birlikte yutmak istiyorum ben de.

210
Paneb kazma salladığında, Naht çıkan kaya parçalarını
süpürüyor, sonra yer değiştiriyorlardı. Bu arada Nefer de duvar-
ları kabaca düzeltiyordu. İki rakibin birbirlerini geçmek için har-
cadıkları çaba sayesinde, kısa süre sonra hatırı sayılır bir çukur
açıldı. Çalışmalarına pek ara vermeden altı metreye dokuz metre
boyunda, girintili bir oda kazdı Cesur ile Güçlü. Bu haliyle,
firavun ailesinden olmayanlar için yapılanlardan çok daha geniş
görünüyordu mezar.
— Amenmes buna kızmayacak mı? diye meraklandı Naht.
— Bana kalırsa, cenaze törenine gelmeyeceğinden, hiçbir
şeyin farkına varmayacaktır, diye rahatlattı onu Nefer.
— Ne olursa olsun, dedi Paneb, senden iki kat daha çok
kazma salladım. Güçsüzleşiyorsun, Naht. Eğer böyle devam eder-
sen, meslek değiştirmen gerekecek.
— Yalan, en az senin kadar hızlı çalıştım! Ustabaşı tanık
buna.
— Önemli olan, sonuç, diye kestirip attı Nefer. Elinde içi taş
ve kireç parçalan dolu bir sepetle mezardan çıkıyordu.
— Bana bırak, dedi Paneb. Senin işin değil bu!
— Üçümüz, bir takım oluşturmuyor muyuz? Umarım mezar
Kraliçe Tausert'in hoşuna gider.
— Hâlâ Ramesseum'da göz hapsinde mi? diye sordu Naht.
— Kenhir'in aldığı bilgilere göre, hem tapınakta çalışanların
hem de ona göz kulak olmakla görevli askerlerin sevgisini kazan-
mış.
— Tausert mahkûm oldu bile, diye açıkladı Naht düşüncesini.
Artık bir tehlike oluşturmayan o çocuğa karşı hoşgörü gösterdik-
ten sonra, en büyük düşmanına herkese örnek olacak bir ceza
vermek isteyecektir Amenmes. Ondan sonra da hepimiz kendi-
mizi savaşın ortasında bulacağız savaşın ve savaşla gelen tüm
felaketlerin.

211
Paneb kazmasını bıraktı, ustabaşının yanında çökerek
Krallar Vadisi'ni çevreleyerek vadinin dış dünyayla ilişkisini
koparan yarların tepesini seyretmeye koyuldu.
— Burada çalışabilmek, ne büyük bir mutluluk, diye mırıl-
dandı ustabaşı. Kayanın en ufak titreşimini duyup, söylediklerini
anlayabilmek. Biz kayayı değiştirdiğimizi sanıyoruz, oysa o, bize
kendi yasasını kabul ettiriyor. Fani olan hiçbir şeyin yetişmediği
bu büyük çayırda, tanrılar çizmekle, yontmakla, yazmakla görevli
olduğumuz taş sözcükleri söylüyorlar. Savaşla, insanların çılgın-
lıklarıyla mücadele etmek için tek yolumuz, bu.
n
Otuz yedinci bölüm
Cesur Paneb ile Güçlü Naht küçük lahti mezara indirdiler,
daha sonra ustabaşı Kraliçe Tausert'in Per Ramessu'dan getirdiği
ve II. Seti ile büyük eşi tarafından armağan edilmiş yüzüklerden,
bilezik ve gerdanlıklardan* ["Altın mezar" olarak adlandırılan
Mezar 56'da bulunan hazine.] oluşan hazineyi mezara yerleştirdi.
Cenaze eşyasının arasında gümüşten yapılmış sandaletler ile
eldivenler de vardı.
Nefer, "Yıldızların Rahminde Bulunanların Kitabı"ndan aldığı
bir diriliş metnini okudu, sonra kuyunun ağzı taşlarla kapandı,
mezarın üstüne kum döküldü.
— Firavun rahatlayacak, dedi Tausert. Oğlumuz önümüzdeki
yılları sarsacak kargaşadan uzak, huzur içinde dinlenecek. Yar-
dımınız için teşekkür ederim, Ustabaşı. İtiraf etmeliyim ki içimde
Hakikat Meydanı'na karşı en ufak bir sıcaklık yoktu, bu nedenle
Kenhir'in emekliye ayrılmasını da ben istedim, mezar kâtibinizin
yerine Per Ramessu'dan bir memur gönderecektim. Kararlılığınız,
isteğimin gerçekleşmesini engelledi.
— Kenhir'in tecrübesinden vazgeçmemiz imkânsız. Ben de
hep haksızlıklara karşı çıkacağım.
212
— Seti'nin mezarına gerçekten de kimse dokunmadı mı?
— Amenmes mezara dokunmadı, Haşmetmeapları. Üç kori-
doru, kuyu salonunu ve dört sütunlu salonu tamamladık, sonra
Firavun II. Seti'nin ebedî istirahatgâhının kapısını ben kendi elle-
rimle mühürledim.
— İşiniz bitmedi daha, yasal hükümdar yeniden Teb'e hâkim
olduğunda, o kapıyı açacaksınız. Doğru tarafta yer almaya çalışın,
Ustabaşı.
— Benim için tek bir taraf var; Hakikat Meydanı.
— Hakikat Meydanı doğrudan firavuna bağlı değil mi?
— Evet, Haşmetmeapları, ama lonca iki hükümdar karşı-
sında, iki ayrı ebedî istirahatgâh kazmanın dışında ne yapabilir?
— Size boyun eğdirmek kolay olmamalı.
— Bizler köyümüzün hâkimi Maat'ın yasaları altında yaşa-
mıyor muyuz? O yasalara karşı gelir gelmez, felaket olur.
— Yoksa bana siyaset dersi vermeye mi kalkıyorsunuz,
Ustabaşı?
— Sonsuzluğun hükmettiği bu vadide, fani kaygılara yer
yoktur.
Kraliçe Tausert bir ülkeyi yönetebilecek yetenekte bir adam
buluvermişti karşısında. İyi ya da kötü hiçbir olayın kararından
geri döndüremeyeceği, tanrıların çizdiği yoldan ayrılmayacak
biri. Tabiî, zanaatkarların köyü, eseri Mısır'ın geleceği için son
derecede önemli olan minyatür bir devlet değil miydi zaten?
— Söylentilere göre, Hakikat Meydanı'nda inanılmayacak
değerde hazineler gizliymiş. Size göre bu, masalcıların abartısı
değil mi?
— Haşmetmeapları, firavunun büyük eşi olduklarına göre,
Altın Evi'nin niteliği ile görevlerini biliyorlardır. Işık Taşı olmasa,
dirilme evlerinin birer mezardan farksız olacağını da.
— Bütün bunlan Amenmes de biliyor mu?

213
— Bilmiyorum. Henüz ziyaretiyle köyü onurlandırmadı.
— II. Seti de... Ne birini ne de ötekini firavun olarak tanı-
mamanızın nedeni de bu.
— Benim öyle bir yetkim yok, Haşmetmeapları. Benim
görevim sadece eserin tamamlanabilmesi için loncayı korumak ve
Hakikat Meydanı'nı hayatta tutmak.
— Bir firavuna itaatsizliğe cüret eder misiniz?
— Amenmes bana Maat'ın uygulamalarına aykırı bir emir
verdiğinde, emrini yerine getirmedim.
— Sizi görevinizden alabilirdi!
— Kuşkusuz alabilirdi, Haşmetmeapları, ama yıkım isteyen
bir hükümdar kendini de yıkılmaya mahkûm etmiş olmaz mı?
— Seti'nin karşısında, böylesi sözler kullanmamanızı öğüt-
lerim.
— İki Ülke'nin efendisini kızdırmamak için düşüncemi sus-
turmak, bağışlanmayacak bir günah olur.
Tausert Suskun Nefer'i yeterince sınamıştı. İşlediği kaya
kadar sert ve sağlamdı karşısındaki adam.
— Vadide biraz yürümek isterdim, dedi kraliçe.
Tausert barış ve yalnızlıkla dolu dakikaların, geçici bir
iktidar için verilen savaşların gülünç hatta saçma göründüğü bu
vadinin ışıltılı gücünün tadını çıkardı yudum yudum. Ölümün
getirdiği en ulu yargıdan, yaşamın sonsuz varoluşa dönüşmesin-
den başka bir şey düşünülmeyen bu köyde, hırs ve kendini
beğenmişliğin yeri yoktu.
Bu dönüşümün sırrını da Hakikat Meydanı'nın ustabaşı-
sından başka kimse bilmiyordu. Böylesi bir güçten kaynaklanan
cesaretiyle en korkunç buhranlara bile direnebilirdi.
Batan güneş kayalan ışıldatmaya başlayınca, öte tarafın
vahasındaki gezintisinin saatler sürdüğünü, o saatler boyunca
Amenmes'in başkaldırışına varana kadar her şeyi unuttuğunu

214
anladı kraliçe. Kendini çocuğunun ruhunun gökteki cennetlere
uçacağı büyük çayırdan güçlükle kopararak, ustabaşına yöneldi.
— Zaman kavramını yitirmişim.
— Vadi faniler için değil Haşmetmeapları, çünkü faniler
içlerinde gereğinden fazla ölüm taşıyorlar. Buraya her girdiğimde,
vadinin zanaatkarların varlığını kabul edip etmeyeceğini merak
ediyorum.
— Tanrılar sizi korusun, Ustabaşı.
— Kendi kurtulmanızı düşündünüz mü?
— Vadide gezinirken, hayır. Ne yazık ki, gerçek kaybolmadı.
Şimdi Ramesseum'daki yaldızlı hücreme dönmem gerek, sonra da
Amenmes beni doğu yakasına gönderip benden kurtulacaktır.
— Öylesine acımasız olabileceğini mi düşünüyorsunuz?
— Oğlum gömüldü, cömertlik dönemi kapandı, Amenmes
aramızda herhangi bir barışmanın imkânsız olacağını biliyor.
Resmî açıdan bir hastalık ya da kaza sonucu ölmüş olacağım.
— Düşmanınızın size böylesine korkunç bir son hazırladığını
bildiğinize göre, neden Teb'e geldiniz?
— Çünkü Seti'yi seviyorum ve isteğini yerine getirmek
istedim. Kararımdan zerre kadar pişman olmadığım gibi, sonsuz-
luk köyünü görmeme fırsat veren kadere de teşekkür ediyorum.
— Savaştan vazgeçmek size göre değil, Haşmetmeapları.
— Ben Amenmes'in elindeyim artık, onun niyetleri konu-
sunda da düş kurmuyorum.
— Belki bir çözüm vardır.
— Kaçmak mı?
— Başka bir çözüm düşünüyordum.
Tüm gizli raporlar aynı sonuçta toplanıyorlardı. Meni çok
değerli bir generaldi, üst rütbelilerce çok sayılıyordu, hem pro-
fesyonel hem de iyi donatılmış bir ordu kurmayı başarmıştı.

215
Amenmes her zamanki kuşkuculuğuyla, Teb ordularının
başına geçirdiği, bu yüzden de tahtının geleceğini emanet ettiği
adamın sadakatinden şüphelenmişti. Bu nedenle yakınlarından
çoğunu generali izlemek, yaptıklarının söylediklerine uyup
uymadığını denetlemekle görevlendirmişti.
Gelen sonuç, en ufak bir yanlış yoruma meydan vermeyecek
kadar açık, kesindi; Mehi askerlerinin eğitimiyle bizzat ilgile-
niyor, talim sahasında yorulup terlemekten çekinmiyor, batı
yakasını bölgenin zenginliklerini koruyup artıracak bir dürüstlük
ve adaletle yönetiyordu. Onu yanlış yapmakla suçlamak mümkün
değildi, harekelerinde de kuşku çekici en küçük bir şey yoktu.
Kısacası, Amenmes onu bir zamanlar Teb bölgesini yakından
tanımaya davet eden, bunu yaparken ona iktidarın yolunu açtı-
ğından habersiz olan generale güvenebilecekti. Üstelik sonunda
Mısır'ın tek efendisi olmak için, generalin paha biçilmez önerile-
rinden de yararlanacaktı.
— General Mehi geldi, dedi teşrifatçı.
— İçeri alın.
Mehi kabul salonuna girdiğinde, Amenmes, Kuzey'e doğru
ilerlemek istiyorsa, yolunu kesen Hermopolis'i alması gerektiğini
kanıtlayan bir Orta Mısır haritasını inceliyordu.
Bunu gördüğünde, genç firavunun saldırıya geçmeye karar
verdiğinden, böylece planını temelinden yıktığından korktu Mehi.
— Hermopolis sının... Bizimle alay etmeyi daha ne kadar
sürdürecek, General?
— Hermopolis olabildiğince tahkim edilmiş, orasını kuşat-
madan önce mümkün olduğu kadar çok bilgi toplamamız gere-
kecek; acele edersek, kendimizi tehlikeye atmış oluruz.
— Haklısınız, daha önce halletmemiz gereken bir iş var; Kra-
liçe Tausert sorununu çözmek.

216
— Oğlu konusunda gösterdiğiniz hoşgörü halkın çok hoşuna
gitti, Haşmetmeapları.
— Ama benim iyiliğimin de bir sının var, kraliçe de çocuk
değil! Başlıca düşmanımız, kraliçedir. Oğlunun ölümünün Seti'yi
yıktığı anlaşılıyor, onu sadece bu kadın eski gücüne döndürebilir.
Oysa Tausert şimdi avucumuzda. Ondan kurtulmakla, babama
öldürücü bir darbe vurmuş olmaz mıyız? Zaten derin bir umut-
suzluğun pençesinde, kaderin kendine sırt çevirdiğini sanıp
benim lehime tahttan çekilebilir. Ne dersiniz, General?
Mehi'ye böylesine duyarlı bir soru sormakla, generali özel
danışmanı olarak gördüğünü belli etmek istiyordu firavun. Bu
nedenle Mehi Amenmes'i düş kırıklığına uğratmaya hakkı olma-
dığım düşündü
— Kuşkusuz haklısınız, Haşmetmeapları, yine de size başka
bir yol önerebilir miyim?
— Nasıl bir yol?
— Eğer her türlü suçlamadan kurtulmak istiyorsanız, kraliçe
Teb topraklarının dışında ölmeli.
— Ama eğer Tausert'in Per Ramessu'ya dönmesine izin
verirsem, elimizden kaçmış olur.
— Gemisindeyse, kurtulamaz. Amenmes anlamamıştı.
— Gemiye kraliçeyi öldürecek, sonra da kaçacak, güvenebi-
leceğimiz birini sokalım. Resmî raporlarda, bu korkunç cinayeti
işleyenin Tausert'in kendi adamlarından biri olduğu yazılır böy-
lelikle.
— Harika, General... Artık başka bir şey duymak istemi-
yorum, söylediklerinizi de unuttum bile.
Mehi firavunun yanından çıkarken, Tausert'in güvenliğinden
sorumlu subayla burun buruna geldi.
— Burada ne arıyorsun?
— Bir sorun var, General, çok ciddi bir sorun...

217
— Konuş!
— Kraliçe Tausert kayboldu.
— Benimle alay mı ediyorsun?
— Nöbetçilerimizi atlattı General, ama böyle davranacağını
tahmin edemezdim.
— Onu hemen bulamazsan, meslek hayatının biteceğini bil!
— İlk haberlere göre, kraliçenin nereye sığındığını öğrendik
galiba. Hakikat Meydanı zanaatkârlarının köyünde saklanıyor.
O
Otuz sekizinci bölüm
— Şef, bu kez gelenler, gerçekten de askerler! diye bağırdı
Nübyeli polislerden biri, şaşkın bir ifadeyle Sobek'in odasına
girerken.
— Kaç kişi?
— En aşağı, yüz.
Sobek askerî birliğin yaklaşmakta olduğu 1. Tabya'ya koştu.
— Herkes yerine! diye bağırdı.
Gelenlerin başındaki General Mehi tabyanın elli metre kadar
ötesinde durdu. Sobek yanına vardı.
— Kraliçe Tausert'i almaya geldim, dedi Mehi.
— Bu isteğiniz benim yetkilerimi aşıyor.
— Derhal ustabaşını görmek istiyorum.
— Gidip haber vereyim.
Mehi'yi şaşırtan, korunmuş bölgeden çıkıp olanları açıkla-
maya gelenin ustabaşı değil, basit bir beyaz elbise giymiş, başına
eski piramitler dönemini hatırlatan kısa bir siyah peruk geçirmiş
bilge kadın olmasıydı.
— Kocanız karşıma çıkmaktan çekiniyor mu?
— Hakikat Meydanı'ndaki Hathor rahibelerinin başı olarak,
Kraliçe Tausert'in tanrıçanın tapınağına sığınma isteğini kabul
ettim.
218
— Firavun Amenmes kraliçeyi saraya getirmemi emretti,
dedi Mehi, biraz tereddütlü bir sesle.
— Siz köyün resmî koruyucusu değil misiniz?
— Aynı zamanda da, emirlere itaat etmekle yükümlü bir
askerim.
— Hakikat Meydanı'nın asker olsun olmasın, dışarıdakilere
yasak olduğunu çok iyi biliyorsunuz.
— İyi ama Tausert loncanın üyesi değil ki!
— Kraliçe tüm ülkedeki Hathor rahibelerinin en üstü olarak,
loncanın en doğal üyesi. Bir tapınağın verdiği sığınma hakkına
kim karşı gelebilir?
Bilge kadın haklıydı. General böyle korkunç bir suç işlese,
Amenmes'in onu yargılatması gerekirdi; tek bir çaresi vardı artık.
— Benimle gelip, durumu firavuna anlatmayı kabul ediyor
musunuz?
— Tabii.
Suskun Nefer, kesinlikle reddedeceği böylesine ciddi bir
karar aldığından habersizdi karısının; oysa Işık Amenmes'in böy-
lesi bir hakareti kabul etmeyeceğini, bu nedenle pazarlık etmenin
gerekli olacağını biliyordu. Bilge kadın Mehi'nin savaş arabasına
bindi, general onun bileğine bir dizgin dolayıp, arabanın kenarını
sıkıca tutmasını söyledi. Dimdik önündeki yola bakan Işık'ın
sakinliğinden etkilenerek, biraz rahatlamıştı sanki. Hayatının her
döneminde kadınları aşağı gören Mehi, şimdi tuhaf duygular
içindeydi. Yarımdaki yolcu, onu rahatsız eden bir ışık saçıyordu
sanki çevresine. Yol boyunca, sanki birbirlerini kesinlikle tanı-
mıyorlar, aynı dili konuşmuyorlarmış gibi, tek kelime bile etmedi
ikisi de. Ustabaşının karısının asla ona güvenmeyeceğini, kadını
hep yenilmesi güç bir rakip olarak görmesi gerektiğini anladı
Mehi.

219
Firavun Amenmes bilge kadının yüzüne bakmaktan kaçını-
yordu.
— Bir tapınağın verdiği sığınma hakkı kutsaldır, bunu herkes
biliyor! dedi büyük bir öfkeyle. Ama bu durum devleti ilgilendi-
riyor, köyün en ulu efendiye, Mısır firavununa başkaldırmaya
hakkı yok!
— Bu karar ne ustabaşına, ne de köye ait Haşmetmeapları,
diye açıkladı bilge kadın sükunetle. Üstelik size başkaldırmayı
akıllarından bile geçilmiyorlar. Kraliçe Tausert kutsal bir koru-
madan yararlanıyor.
— Sizi ihanetten tutuklatmam gerekir!
— Firavun sizsiniz.
Amenmes başkalarına hiç benzemeyen, korku nedir bilmez
gibi gözüken bilge kadının gözlerine bakmaktan çekiniyordu
hâlâ.
— Tausert davranışının nedenini açıklıyor mu?
— Kraliçe Per Ramessu'ya dönemeyeceğinden korkuyor.
— Beni hangi karanlık emellerle suçluyormuş?
— Nasıl bilebilirim, Haşmetmeapları?
— Tausert hayatını tapınağınızda hapis geçirmeyi hak edi-
yor, ama babamın bundan beni sorumlu tutacağından ve onu
kurtarmak için savaş ilan edeceğinden eminim. Siz ki bilge kadın
olarak adlandırılıyorsunuz, benim yerimde olsaydınız, ne yapar-
dınız?
— Ölümcül bir çatışmayı önleyebilmek için, kraliçenin baş-
kente gitmesine izin verirdim.
— Bağışlayıcılık, yine bağışlayıcılık! Daha önce oğlunun
Krallar Vadisi'ne gömülmesine izin verdim, şimdi de, o beni yok
etmeye çalışırken, özgürlüğünü vermem isteniyor!
— Sizi yok etmek istediğinden pek emin değilim.
— Yoksa Tausert size gizli düşüncelerini mi açıkladı?

220
— Başlıca kaygısı, Mısır'ı harabeye çevirecek bir iç savaşı
önlemek değil mi? Amenmes düşünür gibi yaptı.
— Yanlış yaptığımdan eminim, ama istediği özgürlüğü tanı-
yacağım Tausert'e. Derhal Teb'i terk etsin.
— Ona karşı hiçbir girişimde bulunmayacağınız vaadi mi, bu
söylediğiniz?
— Çok şey istiyorsunuz!
— Bir firavunun sözünden daha sağlam, daha değerli bir şey
olamaz, Haşmetmeapları.
— Size söz veriyorum, Tausert gemisine binip sakince Per
Ramessu'ya dönebilir. Ama buraya gelip benimle alay etmeye
kalkmasın sakın. Yoksa, acımasız olabileceğimi gösteririm.
Köşeli Kafa yirmi yıldan beri ticaret filosunda gemiciydi.
İşinden hoşlanıyor, yeterli maaş da alıyordu. Üstelik, yeni yerler
görmek, gemi boşaltılırken kızlarla tanışmak da keyif veriyordu
iriyarı gemiciye. Bunu öğrenen karısı Köşeli Kafa'nın meslektaş-
larım da tanık göstermiş, mahkemeden gemiciyi meteliksiz bıra-
kacak bir nafaka koparmayı da başarmıştı.
Kıyıya çömelmiş, ağır ağır elindeki soğanı çiğnerken, kâkül-
leri yüzünün yansım gizleyecek gibi sarkık bir peruk takmış
kadın yanına yaklaştığında, yakışıklılığı nedeniyle geldiğini
sanmıştı Köşeli Kafa önceleri. Kadının memelerini okşamaya
kalkmış, bıçağın sivri ucunu göbeğinde hissedince elini çekmek
zorunda kalmıştı.
— İndir ön ayaklarını, arkadaş! Çok zengin olmak ister
misin?
— Ben mi?
— Başkasıyla mı konuşuyorum? Köşeli Kafa bir kahkaha
patlattı.
— Bir kürekçinin görevi, kürek çekmektir, zengin olmak
değil.

221
— Ya talih yüzüne gülmeye karar verdiyse? Köşeli Kafa
ağzındaki soğan zarlarım tükürdü.
— Başka kapıya, güzelim... Eğer benimle yatmak için para
vermek istiyorsan, sorun yok. Ama masallarını aptallara sakla.
— Ödemek zorunda olduğun nafaka güvence altında, kent
dışında bir villa, bir buğday tarlası, beş süt ineği, iki eşek ve doğu
yakasındaki mezarına göz kulak olmak için bir cenaze rahibi.
Kürekçi düş gördüğünden emindi, gözlerini ovuşturdu.
Kadın hâlâ oradaydı.
— Dürüst biriyle alay etmek, güzel bir şey değil!
— Önerim çok ciddi.
— Sen benimle eğleniyorsun. Hem bütün bunların karşılı-
ğında, benden ne istiyorsun?
— Vicdanında birçok cinayetin yükünü taşıyan bir kadını
öldürmeni.
— Bir cinayet... Kimden söz ediyorsun?
— Kraliçe Tausert'ten, dedi Serketa.
— Sadece bir kraliçecik, hepsi bu mu? Postu deldirmeye
niyetim yok benim.
— Yanlış düşünme, onu Per Ramessu'ya götürecek kürekçi-
lerin arasında olacaksın. Beşinci gece, kaptan seni çağırıp krali-
çenin odasına sokacak. Onu öldürüp kaçacaksın.
— Ya kaptan beni ele verirse?
— Kaptan bizim dostumuz.
— Öyleyse, bunu neden kendi yapmıyor?
— Çünkü Per Ramessu'ya gidip bize hizmet etmeyi sürdür-
mesi gerek. Adını bile bilmediği bir kürekçinin, onu kandırıp bir
anlık gafletinden yararlandığım söyleyecek.
Eğer kurbanı olarak karısını gösterselerdi, bir saniye bile
tereddüt etmezdi Köşeli Kafa. Ama şimdi...
— Kim olduğunuzu bile bilmiyorum.

222
— Kendi iyiliğin için, hiçbir zaman da öğrenmeyeceksin.
— Ücretimin ödeneceğinden nasıl emin olacağım? Serketa
kürekçinin dizine bir külçe altın bıraktı.
— İşte peşinat.
Köşeli Kafa bir dakika boyunca donup kaldı. Aslında
Dakter'in hazırladığı, düşük değerli bir alaşımdan başka bir şey
olmayan külçenin üzerinde en ufak bir işaret bile yoktu.
— Daha şimdiden zengin oldun bile, arkadaş. Ama eğer işini
gerektiği gibi yaparsan, bu sadece basit bir başlangıç.
— Bir de gemi isterim. Sadece bana ait olacak, kare yelkenli,
emrime amade kürekçileriyle bir gemi.
— Çok paragöz çıktın. Tamam, ama daha fazlasını isteme.
— Hançer kullanmaktan pek hoşlanmam. Bir kaytan parçası,
işinizi görmez mi? Öylesine güçlü sıkarım ki, bağıracak zaman
bile bulamaz.
— Ne kullanmak istiyorsan kullan, ama sakın başarısız olma.
— Sonra, nerede buluşacağız?
— Tam burada. Sonra seni Teb dışına, yeni evine götürürüm.
Köşeli Kafa, Nü kıyısında yaptığı kulübenin tabanına göme-
ceği altın külçesini tartıyordu avucunda.
— Tamam, kabul ediyorum.
— Yarın sabah, kraliçenin gemisine gideceksin, kaptan seni
işe alacak. Sakın unutma; beşinci gece.
— Anlaşıldı
— Gerçekten de talihin acıkmış, Köşeli Kafa.
A
Otuz dokuzuncu bölüm
Köy hayatı onu öylesine büyülemişti ki, Amenmes'ten kur-
tulabilmek için bir tapınağa sığınmış olduğunu bir an bile
düşünmedi Kraliçe Tausert. Sarayın günlük kaygılarından, entri-
kalarından uzak, Maat ve Hathor Tapınağı'ndaki açılış törenlerine
223
katılarak tanrısal varlığın karanlıklardan çıkıp Hakikat Meydanı'-
nı aydınlatması için yalvarmış, sonra Firuze'yle birlikte her evi
ziyaret etmiş, ataların sunaklarına çiçeklerden ve yiyeceklerden
armağanlar sunmuş, en sonunda da tüm rahibelerle altının ve
kuzeyden esen tatlı yelin tanrıçası, batı zirvesinin kraliçesi, gök-
lerin hanımı, dişi güneş ve neşe dağıtıcısının törenlerine katıl-
mıştı.
Müzik çalıp Hathor'un onuruna dans etmişlerdi, aralarında
kraliçenin de bulunduğu yedi rahibe, olumsuz enerjileri uzaklaş-
tırmak ve tanrıçanın cömertliğini lonca üyelerine çekmek için
sistronlarını çalmışlardı. Büyük Ramses'in küçük sarayına yer-
leştirilen Tausert köyün kurucularının, I. Amenofis ile büyük eşi
Ahmes Nefertari'nin ruhlarına saygılarını sunmuş, sonra da
Hathor'a olan aşkıyla hasadın koruyucusuna dönüşen ürkütücü
dişi kobrayı sakinleştirme törenine katılmıştı.
Kimse, taze su ihtiyacının karşılanması, hububatın silolarda
korunması, veya mezar kâtibinin yönettiği okuldaki eğitim gibi
gündelik işlerin her ayrıntısıyla ilgilenen kraliçenin tevazuu ve
sadeliği karşısında şaşkınlığını gizleyemiyordu. Mısır kraliçesine
bu denli yaklaşabilmenin keyfini çıkaran çocuklar da hiyeroglif-
leri gerçekten okuyabildiklerini, doğru yazabildiklerini göstermek
için, ellerinden gelen gayreti gösteriyorlardı. Yaramaz Aperti bile
uslanmıştı sanki, Kapkara ise yeşil maymunu kolluyor, gidip kra-
liçeyi rahatsız etmemesi için onu bir an bile gözden kaçırmıyordu.
Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bu tatlı saatler, paha
biçilmez bu mutluluk, kraliçenin bilge kadının askerlerce Teb
kentine götürüldüğünü duymasıyla birlikte birden kayboldu
sanki.
Zaman kaybetmeden ustabaşını Büyük Ramses'in sarayının
kubbeli salonunda kabul etti Tausert.

224
— Amenmes'in karşısına çıkmak bana düşerdi, dedi endişesi
yüzünden belli olan ustabaşı. Işık'ın böylesi bir tehlikeye atıl-
maması gerekirdi.
— Eğer Amenmes onu rehin tutmak istiyorsa, gidip Işık'ın
yerini alır, onu kurtarırım. Karınız için endişelenmeyin; üvey
oğlumun asıl yakalamak istediği o değil, benim. Maat ve Hathor
Tapınağı'nın kutsal olduğunu bilip buraya saldıramayacağından,
beni köyden çıkarmak için elindeki tüm imkânları kullanmaya
çalışacaktır.
— Işık'ın tek başına tuzaktan kurtulup kurtulamayacağını
bilemiyorum, ama sizi Amenmes'in öç alma isteğine terk ede-
mem, Haşmetmeapları.
— Eğer Amenmes bilge kadını tehdit ederse, beni teslim
etmeniz gerekecektir.
— Bir firavun insanların en alçağı gibi davranabilir mi?
— Beni baş düşmanı olarak görüyor. Bu nedenle, eline beni
susturmak imkânı geçmişken, fazla düşünmeyecektir.
— Burada yaşayarak, onun için nasıl bir tehlike oluşturu-
yorsunuz ki? Tausert üzüntüyle gülümsedi.
— Birkaç saatlik bir düş görmek şansına sahip oldum, Nefer,
daha uzun süremeyecek bir düş. Sizin aranızda kalmam,
Amenmes için öylesine korkunç bir hakaret olurdu ki, nefreti
çılgınlığa dönüşür, köyün varlığını bile tehdit ederdi. Öte yandan,
Seti'nin tam ve kesin üstünlüğünü yeniden kurması için, benim
de vermem gereken bir savaş var.
Nefer, kraliçenin umutlarını boş bir hayal gibi gördüğünü
söylemedi; hayatta kalabilmek bile yabana atılmayacak bir başarı
olacaktı.
— Hakikat Meydanı, bilge kadın olmadan varlığını sürdü-
remez, diye açıkladı ustabaşı. Onun için yarından tezi yok, saraya
gideceğim.

225
— Bu çok tehlikeli, Nefer!
— Başka çarem yok, Haşmetmeapları.
Tausert ustabaşının kararını değiştiremeyeceğini hissetti.
Eğer Işık geceden önce dönmezse, Hakikat Meydanı'na felaket
tohumlan ekmemek için, köyden ayrılmaya karar verdi kraliçe.
— Burada böyle oturup bekleyemeyiz ya! diye diklendi
Paneb. Hem senin de gidip aslanın inine girmeni kabul edemem!
— Işık'ı geri getireceğim, dedi Nefer sükûnetle.
— İzin ver de kazmamı alıp o zorbaya hakkında ne düşün-
düğümü söyleyeyim!
— Bunun bilge kadını kurtarmak için en uygun yol olaca-
ğından emin misin? Genç devin içinden duvarları yıkıp parça-
lamak geliyordu.
— Bu iktidar mücadelesinde bizim yerimiz yok. Kraliçeden
kurtulmanın yoluna bakalım.
— Sığınma hakkı kutsaldır, Paneb. Tausert'i en korkunç
düşmanının ellerine teslim etmek de kabul edilemeyecek bir
alçaklık olur.
— Kraliçeyi buraya kabul etmememiz gerekirdi, Nefer!
— Kraliçeye Hakikat Meydanı'nın korumasını tanıdığım için
pişman değilim. Bir zamanlar yıkmak istediği köyü şimdi seviyor
artık.
Sokaktan koşuşma sesleri geldi.
— Ana kapıya gidiyorum! diye haykırdı Paneb.
Daha şimdiden bağırmalar duyuluyordu. Genç dev sevinç
çığlıkları duyduğunu sandı, yine de gidip kendi gözleriyle gör-
meyi tercih etti. Oradaydı, çevresinde çocuklar ve Hathor rahibe-
leriyle.
Sakin, ışıltılı, köyün dışından, basit bir gezintiden dönmüş
gibiydi Işık. Paneb heyecanla kadının iki yanağını öptü, fazla
kuvvetli sarılıp soluksuz bırakmamaya özen gösterdi.

226
Peşinden Nefer geldi, kankoca uzun uzun birbirlerine sarılı
kaldılar.
— Amenmes bana söz verdi, diye açıkladı bilge kadın. Krali-
çenin buradan ayrılmasına izin veriyor. Ama eğer Teb'e dönerse,
ona acımayacak.
Pişkin Somun Pay birkaç saat içinde, unutulmaz anlar yaşa-
dığı, dünyanın çok ötesinde çok canlı olan bu köyden ayrılacağı
için üzgün görünen Kraliçe Tausert'in şanına uygun bir şölen
hazırlamıştı.
Beklenmedik şölenin bir araya getirdiği köy halkı Hathor'u
anmış, iç savaş bulutlarını üzerlerinden kovarak köydeki barışı
koruması için tanrıçaya yalvarmıştı.
Kraliçe, Pişkin Somun Pay ile Neşeli Renupe'nin birkaç ev
kadının yardımıyla hazırladığı yemekleri çok lezzetli buldu.
Ördek kızartması en az Per Ramessu Sarayı'ndaki gibi leziz, pey-
nirli sebze güveci de bir kral masasını süsleyecek kadar güzeldi.
— Sizce Amenmes samimi miydi? diye sordu Tausert Işık'a.
— Bana söz verdi, Haşmetmeapları. Eğer sözünü tutmazsa,
gidip yüzüne vururum, sahtekârın iktidarı da kısa zamanda sona
erer.
Resmen firavunun adım taşıyan bir yeminin, firavunun ver-
diği bir sözün kutsal bir değeri vardı.
— Gerçekten de başarılı bir diplomatsınız, Işık.
— Bana kalırsa Amenmes kişiliğinize saygı duyuyor, kör
şiddete mahkûm olmayacak kadar da akıllı. Yine de...
— Yine de, kuşkularınız var.
— Olabildiğince dikkatli olmanın bir zararı olmaz, Haşmet-
meapları. Geminize kadar size eşlik edeceğim.
— Amenmes'in yalan söyleyecek kadar alçalmasından mı
çekiniyorsunuz?

227
— Hayır, ama siz iktidarının ülkeye yayılması karşısındaki
en büyük engelsiniz, onun için bağışlayıcılığı beni oldukça
şaşırttı.
— Teminatların en güçlüsünü aldınız Işık, köyden ayrılırken
buranın intikama kurban gitmemesi için dua edeceğim. Kaderin
bana neler hazırladığını bilmiyorum, ama hem benim hem de
Firavun Seti'nin Hakikat Meydanı'nı destekleyeceğini bilmenizi
isterim.
— Hakikat Meydanı şu anda Amenmes'in iktidar alanı içinde,
Haşmetmeapları.
— Onun ebedî istirahatgâhını yapıyorsunuz, size ihtiyacı var.
Eğer sağ salim Per Ramessu'ya varmayı başarırsam, ellerimi
kavuşturup oturmayacağım. Kim bir iç savaş çıkaracak kadar
çılgın olabilir ki? Hathor yardımcımız olsun, yoksa karanlıklara
dalıp kaybolacağız.
Şafak törenlerinin tamamlanmasından, ataların ruhlarının
onurlandırılmasından sonra, belki bir daha hiç göremeyeceği
zanaatkarlar köyüne özlemle baktı Tausert. Yüksek duvarların
ardında, varlığından o güne dek habersiz olduğu ve ana kapının
eşiğinden geçer geçmez kırıntısının bile kalmayacağını bildiği bir
dinginlik, bir sükûnet yaşamıştı.
Doğan güneş çölün renklerini, evlerin beyaz cephelerini
canlandırıyordu; burada kalabilmek ne tatlı olurdu, burada,
Hathor rahibelerinin yanında kalıp iktidarın dayatmalarını unu-
tabilmek! Oysa bilge kadının gelişi, ayrılma anının gelip çattığım
gösteriyordu.
— Hakikat Meydanı'nın sırlarına parmağımın ucuyla dokun-
dum sadece, dedi kraliçe, onları gerçekten anlayabilmek için siz-
lerle birlikte yaşayıp çalışmak gerektiğini biliyorum şimdi. Işık
Taşı'nın gerçek mi, yoksa bir efsane ürünü mü olduğunu bana
söyleyecek misiniz?

228
— Işık Taşı olmasaydı, Haşmetmeapları, Krallar Vadisi de
olmaz, sonsuzluğa demir atamazdı.
— Öyleyse, ne olursa olsun, Işık Taşı'nı koruyun.
— Bana ve ustabaşına güvenin, Haşmetmeapları. Yanlarında
Hathor rahibeleriyle köyden çıktı iki kadın. Orada onları Şef
Sobek ve omzunda taştan kazmasıyla Paneb bekliyordu.
— Mısır kraliçesini ve loncanın anasını savunmasız bırak-
manın sözü bile olmaz, dedi Cesur öne düşüp yürürken. Işık ile
Tausert peşinden geliyor, Nübyeli polis de en arkada onları izli-
yordu.
Ramesseum'un karşısında, dış dünya ile köyün arasındaki
sınırda elli kadar asker her zamanki nöbetçilerin yerini almıştı.
— Bana Amenmes sözünü tutmayacak gibi geliyor, dedi
Paneb.
n
Kırkıncı bölüm
Bilge kadın askerlerle konuşup pazarlık etmek için küçük
gruptan ayrıldı. Onu subaylar karşıladı.
— Geçmemizi engelleyecek misiniz?
— Aldığım emir kesin. Kraliçe yanınızda mı?
— Ona gemiye kadar eşlik edeceğiz.
— Üstlerime haber vermem gerekir. Burada biraz bekleyin.
Çok uzun sürmedi. General Mehi'nin savaş arabası bir toz
bulutu kaldırarak yaklaştı, general yere atlayarak bilge kadına
doğru yürüdü.
— Kraliçe Tausert'i iskeleye götürme emri aldım.
— Geminin hareketine kadar yanında kalacağım.
— Bundan haberim yoktu.
— Israr ediyorum, General. Yoksa kraliçe köye dönecek.
— Firavun Amenmes çok kızacak!

229
— Öyleyse onu kızdırmamaya çalışın ve isteğimi kabul edin.
Mehi pek memnun değildi.
— Kraliçe Tausert'in çekinecek bir şeyi olmadığına, ben de
burada bulunduğuma göre, neden korkuyorsunuz?
— Peki öyleyse, ama kraliçenin yanında sadece siz ola-
caksınız.
Işık Şef Sobek ile Paneb'i ne kraliçenin ne de kendinin tehli-
kede olmadığına ikna edebilmek, dahası, generalin de onların
güvenliğini sağladığını anlatmak için uzun uzun konuşmak
zorunda kaldı.
— Eğer senin başına en ufak bir şey gelirse, dedi Cesur,
kazmamı kafasına geçiririm. Sen dönene kadar da buradan
ayrılmayacağım.
Araba uzaklaştığında, dev adamın öfkesi yatışmamıştı. Yol
boyu hiçbir şey olmadı.
Tausert'in gemisi iskeleye yanaşmış, gemiciler de hareket
etmeye hazır görünüyorlardı. Kraliçe şaşkınlık içinde iskeleye
doğru yürüdü, içinde ufak da olsa bir endişe vardı. Bir saldırıya
uğrayabileceği son yer bu iskele değil miydi ne de olsa?
Hiçbir şey olmadı, kraliçe dönüp bilge kadına sarıldı.
— Hakikat Meydanı'nda bu kadar kısa süre kaldıktan sonra
bile, dedi, eskisi gibi olamam artık. Size şükran borçluyum, Işık.
— Yolculuğunuz mutlu geçsin, Haşmetmeapları. Tausert
iskeleden yürüyüp güverteye ayak bastı. Hemen demir alındı,
kürekçiler gemiyi uygun akıntıya yöneltmek için küreklerine
sarıldılar. Eğer rüzgâr güneyden esmeye başlarsa, yelkenlerden
bazılarını da açacaklardı. İriyarı, sakallı bir adam kraliçenin
önünde eğildi.
— Bu geminin kaptanıyım, Haşmetmeapları, yolculuk
boyunca rahat etmeniz için, ne gerekiyorsa yapmaya çalıştım.

230
Mehi bana emirlerinizi yerine getirmemi söyledi, umarım yolcu-
luğunuzdan memnun kalırsınız.
— Beni buraya getiren kaptana ne oldu?
— Nasıl söyleyeyim, bilemiyorum, Haşmetmeapları...
— Gerçeği bilmek istiyorum.
— Teb'de kalıp, Amenmes'in ordusuna yazılmayı tercih etti.
Kraliçe her türlü ihtiyacı düşünülerek hazırlanmış kamaraya
girdi. Sabah serinliği çabucak kaybolmuştu, ama Tausert vücu-
dunun buz kestiğini hissetti. Amenmes sözünü tutmuştu. Teb
toprağında kimse ona kötülük etmeye kalkmamıştı, şimdi de Per
Ramessu'ya dönüyordu işte.
Saldırı gemide gerçekleştirilecekti kuşkusuz; gemide gerçek-
leştirilecek ve kaza süsü verilecekti. Savunmasızdı Tausert, kaç-
ması bile imkânsızdı.
Amenmes onu infaz öncesi korkuya da mahkûm etmişti
üstelik. Saldırının Seti'nin denetimindeki Hermopolis'ten önce
yapılacağı gün gibi açıktı. Yolculuk koşulları uygun olur, gemi
mürettebatı becerikli davranırsa yüz yetmiş kilometrelik bir yol,
altı ya da sekiz günlük bir yolculuk.
Katil ne zaman vuracaktı acaba? Kraliçeyi kaygılandıran tek
soru buydu artık.
Paneb kazmasını bırakmamıştı elinden.
Ramesseum'un nöbetçi kulübesinde topu topu on asker
kalmıştı. Ötekiler Mehi'nin yavaş adımlarla dönen arabasının
peşinden gitmişlerdi.
Işık emniyet kayışım çözdü, arabadan indi ve Hakikat Mey-
danı'nın sınırından geçti.
— Kraliçe hareket etti mi? diye sordu Paneb.
— Gemisi Kuzey'e doğru yola çıktı.
— Ben hâlâ endişeliyim. Bir gemi, kolayca batabilir.
— Yanında Teb donanmasından iki tekne var.

231
— Sence, Tausert Amenmes'in elinden kurtulmayı başaracak
mı?
— Emin olmak isterdim.
— Yoksa bir işaret mi gördün?
— Gemi iskeleden ayrıldığında, direğin üzerinde kara bir
gölge vardı. Belki de sadece sabahın pusuyla doğup güneşin ışı-
ğında kaybolan, suyun kötü ruhudur. Yatıştırıcıların etkisiyle,
Hathor Tapınağı'nın tedavi odasında uyku tedavisini sürdürü-
yordu Firavun Seti. Uzmanlar hastalan burada tedavi ederlerdi
genellikle, özellikle depresyon geçiren hastalarını tedavi etmeden
önce de uyuturlardı çoğu zaman. Saray hekimleri firavunun acı-
larını dindirememiş, Başdanışman Bay da ağzını açıp tek kelime
etmeyen hükümdarın sağlığına yeniden kavuşabilmesi için bu
son çareye başvurmuştu.
Tüm endişesine rağmen, her gün bakanlan toplamayı sür-
dürdü başdanışman. Onlar da Bay'la sıkı bir işbirliğine girdiler,
her gün ekonominin durumu hakkında rahatlatıcı bilgiler aldılar;
Nil'in son kabarması görkemli olmuş, depolar hububatla dol-
muştu. Tapınaklar da zenginliğin adilce paylaşılmasına göz kulak
oluyordu.
Bay'ın sabırsızlıkla beklediği adam yazıhanenin kapısında
göründü. Genç piyade teğmeni gönüllü olarak Güney'e gitmiş,
Amenmes'in Tausert'e nasıl davrandığı konusunda bilgi topla-
maya çalışmıştı. O ana kadar, casusunun tutuklandığından kor-
kuyordu başdanışman, ama daha da çok korktuğu, teğmenin
dönüp de anlatacaklarıydı kuşkusuz.
— Kraliçe hayatta mı?
— Evet, Başdanışman.
— Nerede?
— Eğer her şey yolunda gittiyse, Hermopolis yolunda olmalı.
Gemisi orada ordumuz tarafından karşılanacak.

232
— Yoksa Amenmes kraliçeyi özgür mü bıraktı?
— İyi haber almakla böbürlenen bir saray memuruna bakı-
lırsa, kraliçe her konuda istediğini elde etmiş. Oğlu Krallar Vadi-
si'ne gömülmüş, Amenmes'in pençesinden kurtulmak için Haki-
kat Meydanı'na sığınmış.
— Zanaatkarlar cesaretlerinin bedelini pahalı ödeyecekler,
diye hayıflandı Bay. Onları nasıl korumalı?
— Amenmes zanaatkarları suçlamadı. Suskun Nefer firavu-
nun ebedî istirahatgâhını kazmakla resmen görevlendirilmiş lon-
canın başında hâlâ.
— Amenmes, firavun ha! Kendini beğenmişlikten sarhoş
olmuş bir kukladan başka şey değil oysa! Neden kraliçenin hare-
ketini beklemeden Per Ramessu'ya döndün?
— Çevremdekilere gereğinden çok soru sorarak, kuşku
çekmeye başlamıştım. General Mehi'nin askerleri oldukça dik-
katli.
— Aralarında bizden taraf olabilecek olanlar var mı?
— Tebliler ordularıyla gurur duyuyor, askerlerine güveniyor;
yine de muhbir satın almak mümkün.
— Orada bir savaş havası hissettin mi?
— Dürüst olmak gerekirse, hayır. Bölge çok zengin, halk
refah ve mutluluktan başka bir şey istemiyor, herkes bu çekiş-
menin halka zarar vermeden barış içinde çözümleneceğini
umuyor.
Eğer Başdanışman Bay sadece duygularına kulak verseydi,
zaman geçirmeden başkentten ayrılır, kraliçeyi düşmanlardan
kurtarmak için güneyin yolunu tutardı; oysa o günün koşulla-
rında, yokluğu öylesine bir kargaşaya neden olabilirdi ki, yöne-
timin başmda kalmayı tercih etti.
Bu nedenle Hathor Tapınağı'na gidip başhekimi görmekle,
hükümdarın sağlığını sormakla yetinmek zorunda kaldı.

233
— Haşmetmeaplarının durumu düzeliyor, diye açıkladı
helam görüşünü.
— Bir konuşmayı kaldıracak durumda mı?
— Henüz değil, Başdanışman. Uzun uyku dönemleri giderek
kısalıyor, ama haşmetmeapları hâlâ çok bitkin. Kesin bir iyileş-
meden önce herhangi bir yorgunluğa meydan vermemek koşu-
luyla, oldukça iyimserim ben.
— Ona, isteğine uygun olarak oğlunun Krallar Vadisi'ne
gömüldüğünü söyleyebilir misiniz?
— Bu haber bütün ilaçlardan da iyi gelecek. Ya kraliçe?
— Yakında döneceğini umuyorum, ama emin olmak için
henüz çok erken. Tapınak hastanesinden çıkarken, Tausert'i bir
daha göremeyeceğinden emindi başdanışman. Gemiye binmeyi
başarmış olsa bile, Hermopolis'e varamayacağı açıktı.
Amenmes ne denli tecrübesiz olursa olsun, bir devlet adamı
gibi davranacak, baş düşmanını elinden kaçırmayacaktı.
O
Kırk birinci bölüm
Köşeli Kafa geceleri birer birer saymıştı. Güçsüz akınü
yüzünden beklenenden yavaş geçen, olaysız bir yolculuktan
sonra, beşinci gece gelip çatıyordu işte. Birkaç saat sonra, varlıklı
bir adam olacaktı kürekçi. Bir kraliçeyi öldürecek olmak, onu
biraz huzursuz ediyordu, yine de düşünde bile görmeye cesaret
edemeyeceği rahat bir hayat fırsatını kaçırmamakta kararlıydı.
Yolculuk boyunca, yaptıkları işten başka bir şey düşünmeyen
meslektaşlarıyla gevezelik edip durmuş, talihinin ne denli açık
olduğunu söylememek için dilini ısırmak zorunda kalmıştı. Sus-
kunluğun, üzerine aldığı görev ve kendi güvenliği için önemli
olduğunun farkındaydı.
Gece yolculuğu tehlikeli olabileceği için, kaptan güneş
batınca gemiyi durduruyordu. Kürekçiler moladan yararlanarak
234
karaya çıkıp kıyıda ateş yakıyor, tuttukları balıkları kızartıyor-
lardı. Kamarasından günde sadece bir kez çıkan, hiç kimseyle
konuşmayan kraliçeyi unutmuşa benziyordu çoğu.
O gece, arkadaşlarıyla birlikte karaya çıkmadı Köşeli Kafa;
kaptan nöbet tutma görevini ona vermişti çünkü. Bu yüzden bir
kupa bira, bir somun ekmek, kurutulmuş balık ve bir demet
soğanla yetindi, ertesi gün öğlene kadar uyumaya izni olacağını
biliyordu ne de olsa.
Ertesi gün çok uzaklarda olacaktı Köşeli Kafa. Küpeşteye
oturarak, kurbanını boğacağı kaytan parçasının sağlam olup
olmadığını bir kez daha denedi. Ölüm acı verecekti, ama çabuk
olacaktı. Ekmek pek lezzetli değildi, soğanlar da öyle. Mütevazı
yemeklerin sonuncusu, pek güzel değildi, kısacası. Kürekçi Tebli
soylulara layık yemekler düşledi, bundan böyle şişman, göbekli
biri olacağım düşündü. Her yemekte, en iyi cinsten et yiyecek,
baharlı soslar tadacaktı. Bir aşçı... evet, çok yetenekli bir aşçı da
tutacaktı. Hava karardı.
Kaptan pruvadaki yerinden ayrıldı, yavaşça doğrulmakta
olan kürekçiye yaklaştı.
— Hazır mısın?
— Ne zaman isterseniz.
— Nasıl bir silah seçtin?
— Bir kaytan.
— Kendine güveniyor musun?
— Endişelenmeyin, Kaptan.
— Tereddüt etmeyeceğinden eminsin, değil mi?
— Kesinlikle!
Kaptan kürekçiye kısa bir balta uzattı.
— Ben kaytanımı tercih ederim.

235
— Kraliçe kapıyı sürgülemiş olmalı; kilidi bununla kırarsın.
Hızla vur, sonra hemen kamaraya gir. Kurtulma imkânı verme
sakın ona.
— Artık başlayabilir miyim?
Kaptan kıyıya baktı. Gemicilerden çoğu uyuyordu. Uyanık
olanlar da gemide olanlarla ilgilenmiyorlardı hiç.
— Haydi.
Uyuyakalmış kraliçe sıçrayarak uyandı. Üç yağ kandiliyle
aydınlatılmış kamaranın kapısı zorlanıyordu.
İmdat çağırmak yararsızdı, kendini koruyacak bir silahı da
yoktu.
Kaç kişiydiler? Üç mü, dört mü, yoksa daha fazla? Beşinci
gece... Tausert'e son ana kadar kurtulma imkânı olacağı izlenimi
vermek için geminin Hermopolis'e yaklaşmasını, beşinci geceyi
beklemişti Amenmes.
Kraliçe bağırmadı, çığlık da atmadı. Kilidi bir balta darbe-
siyle parçalanan kapının önüne gidip durdu. Bir adam.
Kısa boylu tıknazdı, tıraş da olmamıştı, kafası köşeliydi.
— Kimsin?
Kürekçi uyuyan bir kadının üzerine atılacağını sanıyordu.
Kendini, vakarıyla dizlerinin titremesine neden olan bir krali-
çenin karşısında bulunca, şaşırdı.
— Sakın direnmeyin! Yoksa, uzun sürer.
— Soruma cevap ver! Kimsin?
— Sizi öldürmekle görevli biri, Haşmetmeapları. İşimi güç-
leştirmeyin. Köşeli Kafa kaytan parçasını gösterdi.
— Hiç olmazsa, kimin hesabına çalıştığını söyle.
— Önemi yok. Sırtınızı dönün, böylesi daha kolay olur.
— Kamaramdan çık! Kürekçi yaklaştı.
— Üzgünüm, Haşmetmeapları.

236
Ani bir hareketle, kaytanı gerdi Köşe Kafa. Kraliçenin üze-
rine atılmaya hazırlanıyordu ki, kaptan kamaraya girdi, hançerini
kürekçinin beline sapladı.
— Kapıyı açık gördüm, Haşmetmeapları, diye açıkladı kap-
tan, açık görüp endişelendim. General Mehi gözümü dört açmamı
söylemişti; bir saldırıdan çekiniyordu anlaşılan.
Köşeli Kafa son kez sarsıldı, öldüğünde kaytan parçasını
bırakmamıştı elinden.
— Kim bu sefil?
— Teb'de işe aldığımız kürekçilerden biri. Tausert arkasını
döndü.
— Cesedi buradan götürün, Kaptan.
— Hermopolis'e varıncaya kadar, kamaranın önünden
ayrılmayacağım, Haşmetmeapları. Rahat uyuyabilirsiniz.
— Çabuk gelin, Başdanışman! diye haykırdı Bay'ın sekreteri.
— Bu kadar acele gerektirecek ne oldu?
— Kraliçenin gemisi biraz önce büyük kanala girdi!
Bay askere yeni alınan gençlere ödenecek ücretle ilgili dos-
yayı bıraktı, sarayın iskeleyi gören pencerelerinden birine koştu.
Yelkenleri indirilmiş olan gemi, küreklerini aynı anda zara-
fetle çeken gemiciler sayesinde suyun üzerinde kayar gibi ilerli-
yordu.
Bay, kafasını yarma pahasına büyük merdivenin basamakla-
rını dörder dörder indi, güney rüzgârı hızıyla kente yayılan söy-
lentiyi duyup rıhtımda toplanmış yetkililere çarpa çarpa yol açtı
kendine. Kraliçe Tausert asi Amenmes'in elinden kurtulmuştu.
Başdanışman hâlâ en kötüsüne hazırlanıyordu. Geminin
kraliçenin gemisi olduğu doğruydu, ama içinde Tausert'in cesedi
mi vardı? Yanaşma manevrasının yavaşlığına daha fazla daya-
namadı, olduğu yerde tepinmeye koyuldu Bay. Oysa kraliçe,
başında hayatın sürekli yenilenmesini ve yıldızlar topluluğunda

237
yer almasını temsil eden helezonî kırmızı tacını giymiş, geminin
pruvasına çıkmıştı. Kıyıdaki hareketlilik bıçakla kesilmişçesine
durdu, yerini yoğun bir sessizliğe bıraktı.
Gemi iskeleye bağlanır bağlanmaz, gemiciler yere diz çöktü,
limana varmalarını sağlayan suya ve rüzgâra şükranlarını
sundular. Kraliçe direğin dibine yerleştirilmiş sunakta bir parça
tütsü yaktı, yıldızların tanrıçası ve denizcilerin koruyucusu
Hathor için bir ilahi okudu. Sonra iskeleye yürüdü, önünde yere
ilk kapanan Başdanışman Bay'dı.
— Haşmetmeapları.
— Beni canlı göreceğini ummuyordun, Başdanışman, endi-
şelerin de yersiz değildi üstelik. Hermopolis'e varmadan önce,
kürekçilerden biri beni boğmaya kalktı. Beni kurtaran kaptan
oldu, Mehi'nin askeri.
Tausert'i sağ ve sağlıklı bulmanın sevincine, bir de Mehi'nin
yasal firavunun vazgeçilmez ve sadık müttefiki olduğunu anla-
masının verdiği huzur eklenmişti. Anlaşılan Bay ile general ara-
sında hazırlanan plan, ölü bir papirüs parçası olarak kalmayabi-
lirdi, belki de.
— Seti'nin sağlığı düzeldi mi?
— Oğlunun Krallar Vadisi'nde istirahat ettiğini öğrenmek,
firavunun durgunluktan çıkmasına neden oldu, Haşmetmeapları.
Uyku tedavisi bitti, biraz önce de saraya döndü. Sizin dönüşünüz
tümüyle iyileşmesini sağlayacak, bundan eminim.
Başdanışmanın kraliçeye duyduğu saygıya, hiçbir ozanın
tanımlayamayacağı güzelliği karşısında kapıldığı heyecan da
ekleniyordu. Birkaç kez o güzelliği şiirleştirmeye kalkışmış, dize-
lerinin yetersiz olduğunu görüp papirüsü yırtmak zorunda kal-
mıştı.
— Teb'deki konukluğum sırasında çok şey öğrendim, diye
açıkladı kraliçe.

238
— Prens Amenmes'le karşılaştınız mı, Haşmetmeapları?
— Gerçekten de karşı karşıya geldik. Onda bir hükümdar
derinliği göremedim, ama hırslarını hafife almamamız gerekiyor.
— Amenmes harekete geçmek için hiçbir olanağının
bulunmadığının farkında değil hâlâ.
— Umarım öyledir, Başdanışman. Ama Teb'in batı yakasına
ve son derecede temel bir kuruma hâkim: Hakikat Meydanı'na.
Eğer Hakikat Meydanı'nın gizli hazinelerine ulaşırsa, yenilgimiz
kaçınılmaz olur.
A
Kırk ikinci bölüm
Krallar Vadisi'ne gidip Amenmes'in mezarının kazı işlerini
sürdürmekle görevli sağ ekip zanaatkarlarına yeni bakır kalem
dağıtması gereken, Kenhir'in alet odasının kapısını hâlâ açmamış
olduğunu görünce şaşırdı Suskun Nefer. Mezar kâtibinin evine
gittiğinde, elinde yeni bir süpürge tutan Güçlü Mut'la karşılaştı.
— Kenhir hasta mı yoksa?
— Hayır, sizi bekliyor. içeri girmeden, ayaklarınızı yıkayın.
Ev temiz kokuyordu, daha önce hiç bu kadar temiz ve görkemli
görünmemişti. Yere bağdaş kurup oturmuş Kenhir, mezar günlü-
ğüne bir şeyler yazıyordu.
— Yoksa bugün Krallar Vadisi'ne gideceğimizi unuttunuz
mu?
— Programda bir değişiklik oldu, Nefer.
— Yoksa artık ustabaşı değil miyim?
— Tam tersine! Köyde bütün olup bitenlerden sonra, sorum-
luluklarının azalacağını da düşünme sakın.
Endişe yerini şaşkınlığa bıraktı.
— Biraz daha açıklayamaz mısınız?
— Endişelenme, söyleyeceklerimden bilge kadının da haberi
var. Kenhir papirüsü dürdü, güçlükle doğrulup bastonuna sarıldı.
239
— Gidilecek yol fazla uzun değil, ama tırmanmamız
gerekecek.
Dışarı çıktıklarında, Güçlü Niut yaşlı kocasını azarladı.
— Çok geç kalmayın. Yaptığım sığır kızartmasının zamanını
geçirmeden yenmesi gerek.
Kenhir batı gömütlüğüne giden patikaya yöneldi, Nefer
mezar kâtibinin onu kendi ebedî istirahatgâhına götüreceğini
anladı.
Ustabaşına ayrılan mezar, tüm gömütlüğe hakimdi, zanaat-
karlar da bir ön avluda son bulan uzunca bir duvar oluşturmuş-
lardı; daha sonra da, Paneb dışındaki bütün zanaatkarların top-
lanıp bekledikleri üstü açık bir avluya geçiliyordu. Mezarın giri-
şinin iki yanında yer alan ve ustabaşını sonsuza dek genç
gösteren heykelleri görebilmesi için yer açtılar.
— Heykeltıraşlar ile taş yontucuların senin ka'n için hazır-
ladıkları armağan, diye açıkladı Kenhir.
— Ama... ama, bana hiçbir şey söylememişlerdi.
— Kararlarınla onları öylesine çok şaşırttın ki, bir kez olup
seni şaşırtma fırsatı bulduklarına mutlu oldular.
Aslan Userhat gruptan ayrılıp yaklaştı.
— Ustabaşımız için yaptığımız ebedî istirahatgâhı tamam-
ladık, dedi heyecanını açığa vuran ciddi bir sesle. Öbür tarafın
çayırındaki en güzel ve en büyük mezar oldu. Kuyusu geniş oldu,
kubbeli dirilme odası kayaya oyuldu. Son yolculuk günü gelip
çattığında, atölyelerimizde hazırladığımız sütunları, heykelleri ve
armağan masalarını yerlerine yerleştireceğiz. Sonsuza dek, sen,
Suskun, köyünü izleyecek ve onu gücünle besleyeceksin.
Nefer ne diyeceğini bilemiyordu.
— Bana kral muamelesi yapmışsınız.
— Sen gemimizin kaptanısın, gücünü aldığı okyanus üze-
rinde lonca teknesini yürüten sensin, dedi Kurtarıcı Şed. Bu

240
yüzden, sana böyle bir istirahatgâh layık olabilirdi ancak; böylesi
bir istirahatgâh, ressamın çalışması olmadan yapılabilir mi?
Cesur Paneb, Nefer'in ölümünden sonra zanaatkarların onun
onuruna şölenler verecekleri dört sütunlu salonun eşiğinde
göründü.
— Ustabaşı, sana eserim olduğunu sandığım çalışmayı gös-
termek için iznini istiyorum.
Nefer daha önce Paneb'i bu denli kendinden emin görme-
mişti hiç.
— İzin veriyorum.
Paneb salona girdi, Kenhir'in kullanmasına izin verdiği üçer
fitilli on kandili yaktı. Ustabaşı Paneb'in peşinden gitti ve kendini
Büyük Ramses'in yanında, Amon'un kayığının, Baba Amon, Anne
Mut ve Oğul Hons'tan oluşan Teb üçlüsünün karşısında gösteren;
kral heykelcikleri taşıyan rahipler ve onlara armağan sunan
rahibelerin ortasında bilge kadınla yan yana temsil eden; gökteki
Nil'in bir dünya nehrine dönüştüğü birinci çağlayanın tanrısal
güçlerine saygılarını sunan törencilerin ve bir şölende tanrısal
ışığa tapan Işık'ın arasında temsil eden resimlere baktı.
Başta Kurtarıcı Şed olmak üzere tüm ekip üyelerini mezara
davet etmeden önce, bütün ayrıntıları teker teker inceledi usta-
başı.
— Bu küçük bizlere ne yapmış... diye mırıldandı başressam
şaşkınlıkla. Sonra doğası ve meslek duygusu üstün geldi, bir
kompozisyon hatası ya da kesin olmayan bir çizgi aradı boşuna.
Renkleri parlak ve bozulmaz kılan verniğin altındaki
resimler, canlılıklarıyla zanaatkarları hayranlıktan dilsiz bırak-
mıştı.
Paneb ve Nefer, bir girintiyle biten ikinci salona girdiler.
Cesur burada Osiris'in ölümsüzlüğünü yaşamak için Abidos yol-
culuğuna çıkmış manevî anne ve babasını otururken çizmiş, bir

241
palmiyenin dibinde sonsuzluk iksirini içtikleri önemli anı can-
landırmıştı. Kenhir bu ikinci salonun sütun ayaklarından birin-
deydi; böylelikle yaşam ötesinde Nefer'in yanında olacaktı mezar
kâtibi. Resmin ve renklerin kusursuzluğu olağanüstüydü, ama
batı tepesinden çıkıp gelen, Işık ile kocasının saygı sunduğu,
Hakikat Meydanı'nın kurucusu I. Amenofis'i koruyan bir Hat-hor
ineği çizerken kendini aşmıştı Paneb. Tepesinde bir piramidin
göründüğü yüksekçe bir mezara doğru ilerleyen bir cenaze kala-
balığı, sayısız öküzün yardımıyla lahti çeken ve usta-başının
hazinesini oluşturan zanaatkarları temsil ediyordu.
— Paneb hiçbir şeyi unutmamış, dedi sembolik sahneleri
ezbere bilen Kararlı Gau.
— Burada dünün, bugünün ve geleceğin loncasını temsil
ediyor, dedi Cömert Didya. Hepimiz Nefer'in yanındayız, öte
tarafta da onunla birlikte çalışmaya devam edeceğiz.
Paneb son girintiyi göksel Horus'a, altının hanımefendisi
Hathor'a, öte dünyanın rehberi Anubis'e, ölümü yenen Osiris'e ve
enerjinin dağıtıcısı Min'e ayırmıştı ama, en olağanüstü sahne,
doğrulmuş ve canlı Osiris'i temsil eden "süreklilik" sütununun
üzerine yerleştirilmiş, yeniden canlanma sembolü böceği büyü-
leyen İsis ve Neftis'i çizdiği bölümdü.
Tavanda, gök tanrıçası resimleri canlandırmak için kanat
çırpıyordu.
— Lahit odasını da tamamladın mı?
— Son verniği dün gece sürdüm.
İki adam lahit odasına indiler. Paneb manevî anne ve baba-
sını, güneşe taptıkları bir kayıkta çizmiş, yanlarına da her sabah
neşeyle haykırarak güneşi doğuran şebekler, bir şahin, hançeriyle
karanlıkların yılanını deşen bir kedi, hatta ilk çığlığıyla dünyanın
doğmasına neden olan Anion kazını koymuştu.

242
Bildikleri sayesinde, bıçaklı nöbetçilerin koruduğu kapılar-
dan geçiyor, doğu ve batı tanrıçalarının ellerinden yayılan ener-
jiyi içiyordu ustabaşı; en sonunda da, gök tanrıçasının sunduğu
göksel sudan tadıyordu Işık ile Nefer. Ustabaşı resimlerin önünde
uzunca bir süre huşu içinde durdu, sonra kandilleri söndürerek
birinci salona döndü.
— Paneb bütün bunları tek başına nasıl başardı? diye merak
ediyordu Pişkin Somun Pay.
— İnanılır gibi değil, demek zorunda kaldı Halat Kasa.
— Bir başyapıt, bir başyapıttır işte, dedi Güçlü Naht ciddi-
yetle. Mümkün olanın ötesine geçmesi gerekir.
— Sakın kıskanmayın, dedi Çakal Unes.
— Herkesin yeteneği farklı, diye itiraz etti Burun Fened.
Bütün becerisine rağmen Paneb kayanın damarını bulmayı, yarda
mezarın girişini nerede kazacağını bilmiyor işte.
Ön avluda beklenmedik bir konuk göründü.
— Bakın! diye bağırdı dev böceğin altınımsı parıltısını ilk
gören Somurtkan Karo.
Dev kırıkanatlı salonlara doğru yürüyordu, zanaatkarlar
böceğin ilerlemesini izledi. Doğan güneşin ve değişimin tanrısı
Hepri'yi temsil eden böceğin varlığı, iyiye işaretti, hem de en
iyiye. Ne var ki böcek bile gergin bir yüzle ustabaşının yorumunu
bekleyen Paneb'in dikkatini çekemedi. Nefer'in gözleri hislerini
açığa vurmuyordu oysa.
— Kendinden memnun musun, Paneb?
— Kendime böyle bir soru sormadım, onun için cevap
verecek durumda değilim.
— Hiçbir yanlış yapmadığını düşünüyor musun?
— Teknik açıdan hiç yanlış yapmamaya çalıştım. Konu seçi-
mine gelince, sembollerden bir yol çizmek ve eser aşkını hâkim
kılmak istedim.

243
Öteki zanaatkarlar uzaklaşmışlardı; ustabaşı ile ressam bir
kez daha karşı karşıya duruyorlardı.
— Hangi hammaddeyi kullandın, Paneb?
— Resmimi ve yaratma isteğimi.
— Yetmez.
Paneb yumruklarını sıktı.
— Demek beceremedim!
— Eserinde suçlanacak bir şey göremiyorum. Hiçbir eksiği
yok, hammadde dışında, yok.
— Oysa kendimi aşmaya çalışmıştım!
— Yeterince uzağa gitmemişsin, demek.
— Her şeyi silmem mi gerekecek.
— Tabiî ki hayır.
— Ama bu mezar terk edilecek, öyle değil mi?
— Bilge kadına danışmam gerek. Güneş batana dek burada
bekle.
n
Kırk üçüncü bölüm
Sağ ekip zanaatkarları Paneb'in çalışmasının eser olarak
değerlendirilmediğini anlamışlar, genç devi teselli etmek için
büyük avluda kalmışlardı.
— Bunu bir felaket gibi görmemeye çalış, diye öğüt verdi
Neşeli Renupe. Söz konusu olan yeteneğin değil.
— Ben çoktan vazgeçtim, diye itiraf etti Somurtkan Karo.
İnsan neden kendine varamayacağı hedefler koysun ki?
Söylediklerinin Paneb'i daha da sinirlendiğini anlayan hey-
keltıraş ile taş yontucusu, diğerleri resimleri hayranlıkla izlemeyi
sürdürürken, genç ressamın yanına oturdular.
— Umutsuzluğa kapılma, dedi Kurtarıcı Şed.
— Neden kapılmayayım? Tüm gücümü bu işe ayırdım, hem
üstelik başardığımdan da emindim.
244
— Başka bir yol bulacaksın.
— Sanmıyorum, Şed.
— Vazgeçmek, sana yakışmıyor. Umutsuzluğunu yen ve
devam et. Basit bir umutsuzluk anı Cesur'un ateşini söndü -rebüir
mi? Gururun yaralandı, ama bu son olmayacak. Bu tecrübenden
yararlan daha ileri gitmeye çalış, umutsuzluğun yıkıcı olduğunu
da hiç unutma.
Şed'in darbelerini almaktansa, bir dövüşçü tarafından ezil-
meyi tercih ederdi Paneb; oysa güçsüz noktalarına dokunup
duygularını ayaklar altına almakla Kurtarıcı unvanını hak etmi-
yor muydu ustası?
— Yaşlanıyorum, artık bütün bir mezarı süsleyecek gücüm
kalmadı, diye yakındı Şed. Onun için de yerimi alması için res-
samlarımdan en az silik olanını seçtim. Eğer sen de yeteneklerinle
yetinip ötekilerin arasına karışırsan, başka birini yetiştirmek
zorunda kalırım. Bana böyle bir angarya yükleme, Paneb; ken-
dimde eğitmen ruhu göremiyorum ben.
— Bana hatalarımı göster.
— Sana hata yaptığını söyleyen oldu mu? Bir yeteneksizi
ustabaşı mezarını süslemekle görevlendirir miydim sanıyorsun?
Renklerinin yoğunluğundan hiç hoşlanmadığımı biliyorsun, ama
o renklerde öylesine güzel bir ahenk var ki, içlerindeki alev kar-
şısında saygıyla eğiliyorum.
— O alev bir eser yaratmaya yetmiyor ama!
— Daha fazlasını öğrenmek için, günün sonunu beklemek
gerekmez mi?
Batan güneşin ışınlan Nefer'in ebedî istirahatgâhının avlu-
sunu ve salonlarını sıcak bir aydınlıkla parıldatıyordu. Her
zamankinden öylesine tatlıydı ki güneşin ışınları, zanaatkarlar
yoktan varolmuş bu anın keyfine varmak için susup kaldılar.

245
Nefer'in, Hay'm, bilge kadın ve Kenhir'in yokuştan tırman-
dıklarını ilk gören, Paneb oldu. Işık önde yürüyordu, ustabaşının
elinde de, üzerindeki kalın örtüye rağmen çevresine ışık saçan bir
şey vardı.
'Taş!" diye düşündü hain, birden daldığı rüyadan uyanarak.
"İyi ama, neden buraya getiriyorlar? Üstelik, nereden çıkardıkla-
rını da görmedim. Dönerlerken, peşlerinden giderim!"
Kenhir ile sol ekip şefi, birer heykel gibi hareketsiz, ön
avludan asıl avluya geçen eşikte durup kaldılar. Bilge kadın ile
ustabaşı ise birinci salona girdi.
— Gel, Paneb, dedi Suskun Nefer.
Üçü birlikte ilerledi, ustabaşı taşı son girintiye yerleştirdi.
— Kurtarıcı Şed sana ciddi yanlışlar gösterdi mi?
— Hiçbir şey söylemedi.
— Oysa eserin daha tamamlanmadı, diye söze girdi bilge
kadın. Çünkü kimse tek başına hammaddeyi bulamaz. Çalışmanı
tamamlayabilmek için gerekli gücü kendinden aldın, ama bir tek
bu taş yaptıklarını ışık saçan, gerçek bir esere dönüştürebilir.
Kendi hammadden Hakikat Meydanı'nın kuşaklardan beri şanti-
yeleri canlandıran hammaddesiyle birleşecek; ustabaşına verile-
cek armağan da kişi ile loncanın birleşmesinden doğacak.
Nefer kumaşı kaldırdı, Işık Taşı'ndan çıkan aydınlık her
resmi, her rengi, her hiyeroglifi tohumladı.
— Eserin kabul edildi, dedi Nefer. Yolunda devam etmek
istiyor musun?
— En büyük isteğim, bu.
Adam genç ve güçlüydü, ama Teb devriyesine direnmeden
teslim olmuş, sonra da çeşitli birliklere manevralar yaptıran
General Mehi'nin karargâhına götürülmüştü zaman geçirilmeden.

246
Mehi çadırındaki subaylara çeşitli talimatlar vererek çevre-
sindekileri savdı. Başdanışman Bay'ın habercisi gelmişti sonunda,
işte ona iktidar yolunu açacak iç savaş nihayet çıkıyordu demek!
Daha ilk bakışta, karşısındakinin asker olduğunu anladı
Mehi.
— Adın?
— Meşa, Set ordusunda okçu yüzbaşısı.
— Mesaj?
— Ne... ne demek istediğinizi anlamıyorum.
— Endişelenme. General Mehi'nin karşısındasın. Şimdi
mesajı ver.
— Mesajım yok. General.
— Öyleyse, burada ne arıyorsun?
— Savaşmayı reddeden bir ordudan kaçtım, Firavun Amen-
mes'e katılarak Teb ordusunda hizmet etmek istiyorum. Per
Ramessu'dan kaçan ilk subay olabilirim, ama sonuncusu olmaya-
cağım kesin.
— Set ordusu... en seçkin birlik, öyle değil mi?
— Arak değil, General, tıpkı koruyucu tanrısına ihanet eden
Firavun Seti gibi, Set ordusu da şanına layık değil artık. Tan-n
Set'in firavuna karşı çıkması çok sürmez; işte bu nedenle
galiplerin yanında yer almak istedim.
— Seti'nin güçleri Amenmes'inkilerden çok daha kalabalık,
üstelik kuzeydoğu sınırındaki garnizonların sözünü bile etmiyo-
rum. Yanlış karar verdiğini düşünmüyor musun?
— Bir asker zaferin asker sayısından çok, komutanların
dirayetine bağlı olduğunu bilir. Seti de komutan falan değil.
Firavun Amenmes ve siz düşmanı ezeceksiniz.
— Per Ramessu'yu kim yönetiyor?
— Seti uzun bir uyku tedavisi gördü, şimdi de, karar alama-
yacak bir halde, sarayında dinleniyor. Gündelik işlerin yönetimi

247
yeteneksiz bir memur olan Başdanışman Bay'ın omuzlarında. Bir
de geri dönerek bir mucize gerçekleştiren Kraliçe Tausert var.
Size saygısızlık etmiş olmak istemem ama, General, onu ortadan
kaldırmanız gerekirdi.
— Firavun Amenmes bağışlayıcı olmak istedi. Bağışlayıcılık
ululuk belirtisi değil midir?
— O kraliçe çok tehlikeli.
— Yüksek komutanlara söz geçirebiliyor mu?
— Henüz değil. Generallerden bazıları, bir kadına itaat etmek
istemedikleri için Seti'nin iyileşmesini bekliyor, ama bana kalırsa,
düş görüyorlar. Hükümdarın yıkıldığı kesin, başkent de her an
hareketsizliğe biraz daha batıyor.
— Birliklerimizin Kuzey'e ilerlemesini engelleyecek Hermo-
polis'i unutmuşa benziyorsun.
— Hem Nil'den hem de çölden gelecek kesin bir saldırı,
olduğundan daha etkili görünen kilidi kırabilir. Askerlerden
çoğunun sizin emrinize geçeceğinden eminim. Ürkmüş bir tav-
şana benzeyen Seti için neden ölsünler ki? Üstlerim bile sözlerini
sakınmadan eleştiriye başladı. Kraliçe dönmeseydi, generallerden
çoğu Amenmes'in yasallığını tanımış olacaktı. Tausert istediği
kadar güçlü görünsün, komuta etme yeteneğinden yoksun ve bir
firavunun eksikliğini dolduramaz. Mehi'nin önünde yeni bir yol
açılıyordu sanki; Per Ramessu'nun batışı ve Seti'nin yıkılması.
Yine de bu yol geleceğe fazla güvenmek ve Kuzey ordusundan
güçlü bir generalin askeri bir diktatörlük kurarak Güney'i
yeniden ele geçirebileceğini unutmak olurdu.
Uygulanması gereken, Başdanışman Bay'ın planıydı, başka
bir şey değil. Ya bu Meşa, Kraliçe Tausert adına casusluk yapmak
için Teb ordusuna girmeye çalışan bir muhbirse?
— Seçkin birliklerimi nasıl eğittiğimi görmek ister misin?
— Bu benim için büyük bir onur olur, General.

248
Mehi konuğunu savaş arabasına bindirdi. Meşa silahsız
olduğuna ve düşmemek için bağlandığına göre, bir saldırıdan
ürkmesi için nedeni yoktu generalin. Göğüs göğüse savaşma
yöntemlerini geliştirmeye çalışan iki piyade sırasının arasından
geçerlerken, askerlerden çoğu generalin kendine yeni bir yaver
seçtiğini sandı. Bu talihli adamın kimliğini çıkaramadıkları için
şaşıran savaş arabası sürücüleri de bir taraftan atların dayanıklı-
lığını artırmaya çalışırken, yaverin kim olduğunu merak etmeye
başladılar.
— Savaş arabalarınızın hızı insanı etkiliyor, General!
— Uzmanlarım Seti'ninkilerden çok daha hafif ve çok daha
sağlam tekerlekler geliştirdi.
— Bu yenilik, size büyük bir üstünlük verir.
— Kısa kılıçlarımız, hançerlerimiz ve kalkanlarımız da çok
iyi, Kuzey ordularında eşine rastlanmayacak yaylarımız ile okla-
rımızdan söz etmiyorum bile.
— Demek yanılmamışım. Zafer sizin olacak!
— Oysa hâlâ çözümlenmesi gereken sorunlar var, şimdi sana
soracağım gibi, örneğin.
Mehi arabasını okçuların talim alanının yakınında durdurdu,
eğitmeni yanına çağırdı.
— Bu adama iyi bak, Meşa; iğrenç bir hain, bu adam.
Eğitmen donup kaldı.
— O da Kuzey'den geldi, diye sürdürdü Mehi sözlerini. Onun
Set ordusunun üst rütbeli subaylarından birinin yeğeni olduğunu,
okçularımızın sayısını ve bir savaş anında uygulayacakları
stratejiyi öğrenmekle görevlendirildiğini öğrendim. Kılıcımı al ve
öldür onu.
Meşa generalin uzattığı silaha dehşetle baktı. Eğitmen
konuşmadan, hareketsiz bekliyordu.
— General...

249
— Ne bekliyorsun? Eğer samimiysen, bir haini öldüreceğin
için keyifli olman gerekir.
— Ben askerim, General, katil değil!
— İşbirlikçini öldürmeyi reddediyorsun, değil mi?
— Onu tutuklatıp yargılayın!
— Casuslar yargılanmaz, dedi Mehi hançeriyle Meşa'nın
gırtlağını yararken. Generalin ifadesiz bakışları altında, bir kan
gölü içinde çırpındı zavallı. Eğitmen tirtir titriyordu.
— General, hain olmadığımı biliyorsunuz!
— Tabiî biliyorum.
— Ama öyleyse...
— Beni sokmaya hazırlanan bu yılana bir tuzak kurdum.
— Beni... beni öldürebilirdi!
— Bunlar, mesleğin cilveleri, Eğitmen. Cesedi kaldır, sonra
işinin başına dön.
O
Kırk dördüncü bölüm
Loncadaki herkes gibi, hain de Işık Taşı'nın Paneb'in çizdiği
süsleri aydınlattığını görmüştü; sonra ustabaşı taşı yeniden örtü-
süne sarıp, gizlediği yere götürmüştü.
Ekibin öteki zanaatkarları Cesur Paneb'in çevresinde topla-
nırlarken, Nefer ile bilge kadını izleme, en azından hangi yöne
gideceklerini öğrenme fırsatını bulmuştu hain.
Ne var ki rampanın tepesinde ilerlemesini engelleyen iki
beklenmedik nöbetçiyle karşılaştı; Çirkin Hayvan ile Kapkara.
Köpek dişlerini gösteriyor, kaz da durmaksızın gagasını açıp
kapıyordu. Bu yüzden, hâlâ Paneb'i kutlayan arkadaşlarının
yanına dönmek zorunda kaldı.
Taşı görünce, tüm zanaatkarlar Paneb'in yeni bir aşamaya
ulaştığını, bundan sonra önünde bambaşka kapılar açılacağını
anlamışlardı. Daha şimdiden küçük bir şölen düzenlemeye karar
250
vermişti Pişkin Somun Pay. Paneb'in yeni rütbesi açıklandığında,
çok daha önemli bir kutlama yapıla-, çaktı kuşkusuz. Paneb'i son
kutlayan, Kurtarıcı Şed oldu.
— Ustabaşının kararını biliyordun, değil mi?
— Ben sadece bir teknisyen olarak ne düşündüğümü söyle-
dim; gerisine karar vermek, onun işi. Seninle hiç olmazsa zama-
nımı boşa harcamamış olacağım. Sakın yolun sonuna vardığını
sanma. Bana kalırsa, asıl güçlük şimdi başlıyor.
Amenmes'in mezarındaki çalışmalar aralıksız devam edi-
yordu. Heykeltıraşlar firavunun heykellerini yapmaya başlamış-
lardı artık. Aslan Userhat kırmızı mürekkeple yekpare bir kaya
parçasının üzerine eserin sınırlarını çizmişti; Araştırmacı İpuy
kayaya darbeler vurarak ilk eskizi ortaya çıkaracak, sonra da
Neşeli Renupe kuvars esaslı bir pastayla heykele ilk cilasını
çekecekti. Heykeli çevresindeki cüruftan kurtarıp ortaya çıkar-
mak, bakır uçlu testeresiyle Userhat'ın göreviydi yine.
— Bakır boruyu gözden geçirdin mi? diye sordu İpuy'a.
— Parmaklarımın arasında kusursuzca dönüyor, heykelin
bacakları arasındaki taşı istediğin gibi çıkarırım, merak etme.
— Ya çakmaktaşı matkabı, Renupe?
— Sana kusursuz burun delikleri ve şimdiye kadar görme-
diğin güzellikte dudak kıvrımları yapacağım. Talihli adammış, şu
Amenmes! Ona hanedanın en iyi görüntülerinden birini yapa-
cağız.
Neşeli abartmıyordu, aslında. Ustabaşı III. Tutmosis'e, ya da
III. Amenofis'e layık soylulukta bir firavun yüzünün doğduğunu
gördü. Userhat aslında son derecede hassas olan son cilayı da
başarıyla tamamlamıştı. Ellerine en azından ataları kadar hâkim
olan üç kardeşine, güçlü Userhat'a, narin İpuy'a ve her zaman
gülmeye hazır Renupe'ye karşı sınırsız bir hayranlık duydu Nefer.
Ressamlar gibi çalışıyor, hesap yapmıyorlardı; atölyelerde gözden

251
ırak, yıllar boyu öğrenip geliştirdikleri oran cetvelleri üzerinde
çalışa çalışa hareketlerinin ayrılmaz parçası olmuş oranları ve
ilişkileri kullanıyorlardı. Bu nedenle de, boyu ne kadar küçük ya
da ne kadar büyük olursa olsun, heykel dinamik ve denge kural-
larım doğal olarak yansıtıyordu. Marangoz Didya ile kuyumcu
Tuti de kendi alanlarında aynı biçimde çalışıyorlardı; mezara
bırakılacak olan cenaze eşyalarından çoğu hazırdı artık. Mumya
için yapılan altın takılar dikkati çekecek kadar güzel olmuştu;
aralarında başkalaşım kurbağasının da bulunduğu tahta heykel-
ciklerin, mücevherlerden geri kalır yanı yoktu.
Paneb ustabaşının yeni eğitim tarihini bir an önce açıklaya-
cağını ummuştu; oysa Nefer sessiz duruyor, Amenmes'in meza-
rının süslenmesinden başka bir konuda konuşmuyordu. Güç de
olsa, sabırsızlığım denetlemeyi ve kafasını resimlerine vermeyi
başardı Paneb. Işık ve Nefer daha önce hiç düşünemeyecekleri bir
lüks yaşamaya karar vermişlerdi; şafak töreninden sonra, öğlene
kadar dinleneceklerdi. Ustabaşı atölyelerden hiçbirini ziyaret
etmeyecek, bilge kadın da muayenehanesini açmayacaktı.
Evlerinin terasına serdikleri hasır şiltelere uzanmışlar, mutlu
anılarım hatırlarken göğü seyretmeye koyulmuşlardı.
Ne var ki köyün gündelik isteklerinden çalmaya çalıştıkları
mutluluk, beklediklerinden de kısa ömürlü olacaktı; sokaktan
Kenhir'in kararlı sesi yükseliyordu çünkü.
— Seninle hemen görüşmem gerekiyor, Nefer!
Işık kocasını engellemeye kalkmadı; görev üstünlüğünü bir
kez daha kanıtlıyordu, bilge kadın da dahil kimse buna karşı
çıkamazdı.
Nefer evin kapışım açıp dışarı çıktığında, Kenhir'in öfkeden
tir-tir titrediğini gördü.
— Bir çağrı, dedi büyük bir kızgınlıkla. Başheykeltıraşımızın
hemen saraya gitmesi gerekiyor, belgenin altında da Amenmes'in

252
mührü var! Hakikat Meydanı tarihinde bir benzeri daha yok
böyle bir isteğin.
Ustabaşı Kenhir'in en güzel elbiselerini giydiğini gördü,
firavunla görüşmeye gideceğini anladı. Ona eşlik etmekten başka
çaresi yoktu.
Amenmes yaşlanmıştı. Gençliği, sanki firavunun omzuna
binen, onu yıpratan endişelere direnemiyormuşçasına, hızla yitip
gidiyordu.
— İtirazınız beni şaşırtıyor, dedi Kenhir ile Nefer'e. Ben,
Hakikat Meydanı'nın tartışmadan itaatle yükümlü olduğunuz
efendisi değil miyim?
— Yasa açık, Haşmetmeapları, diye cevap verdi öfkesinin
gizleyemeyen Kenhir. Ne sebeple olursa olsun, Hakikat Meyda-
nı'nda çalışan hiçbir zanaatkar başka bir iş için çağırılamaz.
— Yoksa emirlerimin yasaya aykırı olduğunu iddia etmek
cüretini de mi göstereceksiniz?
— Maalesef, emirleriniz yasaya aykırı, Haşmetmeapları. Bu
ülkede hiç kimse kendini Maat'ın üzerinde göremez.
— Görkemli cümlelerinizle beni daha fazla rahatsız etmeyin!
— Başheykeltıraşımızı neden çağırtmak istediniz? diye sordu
ustabaşı.
— Çünkü yüksek memurlarımdan birçoğu, ica'larının tanrı-
larla birlikte yaşaması için Karnak Tapınağı'na yerleştirmek üzere
heykeller yaptırmak istiyor. Onlara böyle bir ayrıcalık tanımayı
kararlaştırdım, zaman kaybetmemek için de olağanüstü bir hey-
keltıraşa ihtiyacım var. En iyisinin sizin yanınızda bulunacağını
bildiğimden, onu çağırdım.
— Kesinlikle imkânsız, diye kestirip attı Kenhir. Sadece
ustabaşı lonca içindeki görevleri dağıtmaya yetkilidir. Öte yan-
dan, mevcut şantiyelerdeki çalışmaları aksatmamak koşuluyla,
dışarısı için heykel yapma izni verebilir.

253
— Şimdi de mevcut şantiyenin, benim ebedî istirahatgâhım
olduğunu söyleyeceksiniz.
— Evet, Haşmetmeapları.
— Yetersiz bir neden, Mezar Kâtibi! Acelem var, bu nedenle
başheykeltıraşınızı istiyorum.
— Bunun imkânsız olduğunu tekrarlıyorum.
— Bana direnmeye devam ederseniz, Kenhir, sizi Teb bölge-
sinin en ücra kasabasına gönderirim.
— Bu sizin hakkınız, Haşmetmeapları. Amenmes ustabaşıya
döndü.
— Bu huysuz ve yaşlı kâtipten daha mantıklı olacağınızı
umarım.
— Maalesef değilim, Haşmetmeapları.
— Dikkat edin, Nefer! İstediğimi alırım. Karşınızda konuşan,
Mısır firavunu onu dinlemeniz gerek.
— Gücünü kötüye kullanan bir firavun, oturduğu tahta layık
olabilir mi? Her zaman, koşullar ne olursa olsun dinlememiz
gereken, Maat'ın sesidir. O sesi dinlemeyi beceremediğimiz için
durmadan tapınağı yapmak, haksızlığa ve hırsa olan doğal eğili-
mimizle mücadele etmek zorunda kalıyoruz ya.
— Siz de hükümdarınıza ahlak dersi vermek iddiasındasınız!
Emirlerime itaat edecek misiniz, etmeyecek misiniz?
— Edemeyeceğiz, Haşmetmeapları.
— Firavunlarına karşı gelenlerin sonunu bilmiyor musunuz
yoksa?
— O sonu Krallar Vadisi'ndeki ebedî istirahatgâhın duvarla-
rına işledik; firavuna karşı gelenlerin başı kesiliyor, kazığa geçiri-
liyor ya da ateşe atılıyor. En ürkütücüleri olan yılan Apofis'e
gelince, güney kayığına saldıramaması için bağlanıp, bıçaklarla
toprağa çivileniyor. Ustabaşının sükûneti Amenmes'i etkilemişti.
— Bana nasıl bir çözüm yolu bırakıyorsunuz, Nefer?

254
— Biz asi değiliz, Haşmetmeapları, ama eğer haksızlığa
boyun eğersek, Hakikat Meydanı bir daha kendine gelemez.
— Yönetmek, seçim yapmayı gerektirir.
— Loncamızın zararınaysa, dalkavukların kaprislerini seç-
meyin, Haşmetmeapları. Bugün, küçük bir zafer kazanabilirsiniz,
ama yarın, yenilgi ciddi olur. Size dalkavukluk yapanlar, sonra
ihanet edecektir; bu onların doğasında var, tıpkı yırtıcının doğa-
sında, avını yemek olduğu gibi.
— Hiçbir tehdit size boyun eğdiremeyecek, değil mi?
— Loncamın hiçbir üyesi korku altında çalışmaz.
— Durumun farkında mısınız, Nefer? Bir karar verdim, o
karardan vazgeçmemi istiyorsunuz.
— Hükümdar olan sizsiniz, Haşmetmeapları, dalkavuklar
değil.
— Hakikat Meydanı'nın bağımsızlığına hangi noktaya kadar
göz yumacağım?
— Hakikat Meydanı firavunların ruhuna hizmet etmek,
maddeyi ehlileştirmek ve zamanı yenmek için doğdu. Onu güç-
süzleştirerek, kendi gücünüzü azaltırsınız. Amenmes düşünmek
için konuklarının yanından uzaklaştı. Sonra tekrar yanlarına
döndü, yüksek sesle konuştu.
— Köye dönüp ebedî istirahatgâhımı tamamlayın. Mezar
kâtibi ile ustabaşı kabul salonunun kapısına doğru yürüdü.
— Bir dakika, Nefer... Sizinle baş başa konuşmak istiyorum.
Kenhir dışarı çıktı.
Firavun bakışlarını ustabaşının gözlerine dikti.
— Sizin gibi bir başdanışmana ihtiyacım var, Nefer, ama sizi
tepeden inme bir kararla başdanışmanlığa atamanın da bir işe
yaramayacağını biliyorum. Bu görevi üstlenmeyi kabul eder
misiniz?
— Hayır, Haşmetmeapları.

255
— Bu kesin cevabınız mı?
— Evet.
— Hakikat Meydanı böylesine önemli mi?
— Önemli, Haşmetmeapları.
A
Kırk beşinci bölüm
Bacakları sıcak sudan ciddi biçimde haşlanan bir kız çocuğu,
sopa savaşı sırasında birbirlerine şiddetle saldırarak yaralanan iki
yumurcak, midesinden şikâyet eden Somurtkan Karo, Kararlı
Gau'nun sürekli bir yorgunluktan yakınan karısı, sabahın fela-
ketlerini tamamlamak için de, bir vuruşta yekpare bir kireçtaşını
parçalayabileceğim göstermek isterken kolunu kıran Aperti!
Bilge kadın bu kadar kısa bir süre içinde böylesine ciddi rahatsız-
lıklarla ilk kez karşılaşıyordu, elindeki bal stoklarının neredeyse
tümünü kullanmak zorunda kaldı. Bu yapışkan ve değerli madde
yaraları tedavi edip kabuk bağlamalarını hızlandırıyor, yan etki
yaratmaksızın iç ve dış cerahatleri kurutuyor, insana güç veri-
yordu. Özenle kapatılmış ve envanter defterine dikkatle kayde-
dilmiş kavanozlardaki an altını vazgeçilmez, paha biçilmez bir ilaç
olarak görülüyordu; bu nedenle çörekçiler balı neredeyse kıska-
narak kullanırlardı. Yüzyıllar boyu süregelen deneylerin sonu-
cunda, balın göz tedavilerinde ve hatta jinekoloji alanında da
yararlı olduğunu belirlemişti Mısırlı hekimler.
Muayenehanesindeki işini tamamlayan Işık, Hakikat Mey-
danı'nın sahip olduğu tüm malların korunmasından sorumlu
İmuni'nin yazıhanesine gitti. Bakır kalemleri envanter defterine
geçirmekte olan kısa boylu kâtip, bilge kadını görür görmez
ayağa fırladı, üstünden fırça yemeğe hazırlanan bir er gibi, kas-
katı bekledi.
İmuni başlangıçtan beri korkuyordu bilge kadından; düşün-
celerini okuyup, hedefini görebileceğinden ürküyordu Işık'ın.
256
İmuni'nin düşü yaşlı Kenhir'in yerine geçmek, onu gülünç
duruma düşürmekten vazgeçmeyen Cesur Paneb'den bir yolunu
bulup öcünü almaktı.
— Bana acilen bal gerekiyor, İmuni.
— Kaç kavanoz istiyorsunuz?
— Bugün bir, gelecek hafta da birkaç kavanoz... Tabiî fırtı-
nanın dinmeyeceğini varsayarsak.
— Şimdi hallederim.
Kâtip yardımcısı hızla gitti, ne var ki bir süre sonra döndü-
ğünde, eli boştu.
— Kayıtlarda bir yanlışlık olmalı. Elimizde istemediğimiz
kadar merhem var ama, bal kalmamış!
— Korkunç bir hata, İmuni. Muayenehanede sadece bir haf-
talık tedaviye yetecek kadar bal kaldı.
— Üzgünüm, gerçekten üzgünüm. Mezar kâtibine haber
verelim, o bir çözüm bulur. Kenhir'in öfkesi köy tarihine geçecek
gibiydi. Yardımcısını insanoğluna özgü tüm kabahatlerle suçla-
mış, yeni hatalar icat etmiş, bunlarla da yetinmeyerek bir daha
yanlışlık yaparsa köy mahkemesine verip Hakikat Meydanı'ndan
atılmasını istemekle tehdit etmişti.
— Tabiî bu ay ne maaş alacaksın ne de izin yapacaksın! diye
bağırdı mezar kâtibi. Bir devlet memuru olduğunu, üstelik
Hakikat Meydanı'nın hizmetinde çalıştığını, Çirkin Hayvan'dan
daha dikkatli olman gerektiğini unutuyor musun? İmuni başını
önüne eğmiş, cevap vermiyor, böylesi bir fırtınayı canlı atlattığı
için şükrediyordu.
— Üstelik yaptıklarına tüy dikmek için, sırtım ağrırken
merkezî yönetim binasına gitmek zorunda bırakıyorsun beni! Bu
konuyu yeniden konuşacağız, İmuni. Bu arada stokları gözden
geçir, öteki yanlışlarını düzelt.
Kâtip yardımcısı daha fazla beklemeden gözden kayboldu.

257
— Ona hiç de yumuşak davranmadınız, dedi fırça sırasında
ev işlerine ara vermek zorunda kalan Güçlü Niut.
— Bir köyün malı yumuşaklıkla yönetilmez! Bana basto-
numu ve daha kalın bir ceket ver.
Onu korumakla görevli iki Nübyeli polis memuruyla birlikte,
Mehi'nin bürosuna gitti Kenhir.
— General doğu yakasındaki manevraları denetliyor, dedi
Mehi'nin sekreteri.
— Onu ne zaman görebilirim?
— En iyi ihtimalle, on beş gün sonra.
— Çok geç! Yerine kim bakıyor?
— Belki size yardımcı olabilirim?
— Çok ciddi bir sorunumuz var. Hakikat Meydanı bal sıkın-
tısı çekiyor, acil bir sevkiyata ihtiyacımız var.
— Hiç talihiniz yokmuş, diye cevap verdi sekreter. Eldeki bal
stokları saraya, büyük hastaneye ve kışlalara götürüldü. Burada
bile, revirin ihtiyacını karşılayacak kadarının dışında, bal yok.
Böylesi önlemler, çatışmanın eli kulağında olduğunu gös-
termiyor muydu? Sürüyle asker yaralanacak, askeri hekimler
ballı kompresler kullanmak zorunda kalacaklardı.
— Köyün önceliği var, diye hatırlattı mezar kâtibi.
— Bir başvuru formu doldurun, özel ulakla saraya ileteyim.
Yine de sabırlı olmak gerekeceğini unutmayın. Şu sıralarda,
bürokrasinin işi başından aşkın.
— Gerekeni yaptım, dedi Kenhir bilge kadın ile ustabaşına,
ama galiba savaş ekonomisinin kurbanıyız. Bizi bu durumdan
sadece Mehi kurtarabilir, ama onu bulmak şimdilik imkânsız. Bu
kabul edilmez durumu protesto etmek için, ayrıntılı bir rapor
hazırlayacağım.
— Bana bal lazım. Yoksa, hastalarımı tedavi edemem.

258
— Bir yol daha var ama, oldukça tehlikeli bir yol; çöle gidip
yaşlı Boti'den almak.
— Çekindiğiniz ne?
— Hem haydutlardan hem de bal üretiminin güvenliğinden
sorumlu polislerden korkuyorum. Kaldı ki, Boti de tuhaf adamdır;
üretiminin tümünü devlete satmak zorunda, ama bazen kaçamak
yapıyor. Sakın çöle eşekli bir ekip göndermeyi düşünme, hemen
farkına varırlar.
— Demek yalnız gideceğim, dedi Işık.
— Aklından bile geçirme! diye itiraz etti Nefer.
— Balın cinsini bizzat görmem, balcıyı da ikna etmem gere-
kecek.
— Ben de geliyorum.
— Buna resmen itiraz ediyorum, dedi mezar kâtibi. İçinde
bulunduğumuz durumda, ustabaşının köyden ayrılması düşünü-
lemez. Bilge kadın maceraya atılmakta direniyorsa, Paneb'den
ona eşlik etmesini isteyelim. Ona hepimiz sonuna kadar güveni-
yoruz, manevî oğul olarak görevini eksiksiz yerine getirecektir.
— Demircinin ürettiği silahlardan verelim ona. Kenhir duy-
duklarından memnun olmamışa benziyordu.
— Silahlı bir zanaatkar... Polis kontrolüne düşerlerse,
Paneb'in başı belaya girer.
— İyi de, Işık'ı korumak zorunda!
— Ürettiğimiz silahlar, köy sınırlarının dışına çıkmayacak,
diye kestirip attı mezar kâtibi.
Okçular gitgide daha keskinleşiyor, savaş arabaları da şaşır-
tıcı bir dengeyle hareket ediyorlardı. Yoğun talimler sonuç ver-
meye başlamıştı, seçkin birlik yakında karşısına hangi düşman
çıkarsa çıksın, yok edecek güce ulaşacaktı. Yorucu bir günden
sonra çadırına döndüğünde, askeri posta yönetimince dağıtılan
mektupları incelemeye başladı Mehi. Gelenlerin arasında, sekre-

259
terinin yazdığı ve mezar kâtibinin şaşırtıcı isteğini bildiren bir
rapor vardı. General hemen yaverini çağırdı.
— Bana dinlenmiş ve hızlı bir at hazırlat. Kente gidiyorum,
yarın sabah dönmüş olurum.
Mehi Serketa'nın önemli manevralar sırasında oturduğu kent
merkezine kadar dörtnala sürdü atını. Generalin eşi kentin mer-
kezinde oturmaktan yararlanarak Tanrı Amon'un kentinin soylu
hanımlarını evine davet ediyor, fırsatı kaçırmayıp kocasını yücel-
tiyor, Mehi'nin cesaret ve becerisinin sadece bölge için değil, tüm
ülke için son derece gerekli olduğunu anlatıyordu. Ara sıra ve
belli belirsiz dokundurmalarla el altından yapılan propaganda,
generalin zaten sahip olduğu ünü daha da pekiştiriyordu. Birçok-
ları Amenmes'in geleceğinden kuşkulanırken, Mehi Teb kentini
felaketten kurtaracak güçlü adam olarak görülmeye başlamıştı.
Mehi eve vardığında, kaymakamın karısı ile dostlarının
Serketa'yı kusursuz ev sahibeliğinden dolayı kutladıklarını
duydu; hiçbiri nefis pastaları reddedememişti, yakında yeniden
görüşmekten mutlu olacaktı hepsi de. Hanımlar generali göre-
bildikleri için mutluydular. Mehi de duymak istediklerini söyledi,
her zamanki inandırıcılığıyla, hayatlarının kesinlikle güvende
olduğunu anlattı. Konuklar gittikten sonra, Mehi karısını evin
özel bölümüne götürdü.
— Hakikat Meydanı bal sıkıntısı çekiyor, dedi Serketa'ya.
— Çok mu önemli?
— Bunun anlamı, bilge kadının hastalarını tedavide zorlana-
cağıdır. Değerli maddenin sevkiyatını dondurduğum için, gelip
resmî bir istekte bulunmuş mezar kâtibi. Yönetim Hakikat Mey-
danı'nın isteğini karşılamak zorunda, ama aradan epey zaman
geçecek. Bu yüzden, zanaatkarların başka yollardan bal bulmaya
çalışacaklarından eminim. Ustabaşının bal bulmakla görevlendi-

260
receği zanaatkarlar köyden çıkmak zorunda kalacak, böylelikle de
kendilerini tehlikeye atacak.
— Balın hekimlikte kullanılıp kullanılamayacağını bilge
kadından başka kim denetleyecek? Bana kalırsa, o da bal bulmaya
gidenlere katılacaktır. Şimdi aklıma çok tatlı bir plan geldi,
sevgilim. Haydutlar onları yakalayıp öldürebilir. Bilge kadın
olmadan, lonca gücünden çok şey kaybeder ve onun sihirli
korumasından yoksun kalır. Duvarların içinde kaldık-lan sürece,
onlara ulaşmak imkânsız ama, bal aramaya çıkarlarsa, önümüzde
çok çekici bir fırsat var, demektir.
General karısını hırsla öptü.
— Anlayışlılığın beni hayran bırakıyor, yumuşak bıldırcınım.
Ne yazık ki askerlerimi böylesi bir işte kullanamam.
— Demek bu işi yapacak, ama bizimle hiçbir ilgisi olmayan
adamlar bulmam gerekecek.
— Eski dostumuz Tran-Bel işe yarar. Kafasında hiçbir art
niyet olmaksızın bizimle işbirliği yapması için onu birazcık itip
kakman gerekebilir ama, bu konudaki yeteneğine güveniyorum.
n
Kırk altıncı bölüm
Siyah saçlarını yusyuvarlak kafasına yapıştırmış, ay yüzlü
Tran-Bel çok yiyor, çok içiyordu ama mobilya tüccarlığında ve
bazı karanlık işlerde aracılık hayatını sürdürebilmesi için, gücünü
toplamak, bu yüzden iyi beslenmek zorundaydı.
Düş gibi parlak ve kısa bir süre boyunca Hakikat Meyda-
nı'nın bir zanaatkârıyla işbirliğine girişmiş, zanaatkarın ürettiği
lüks mobilyaları çok yüksek fiyata satmış, çizdiği modellere
dayanarak yaptığı görkemli eşyalardan da iyi gelir elde etmişti.
Bir süreden beri bölgeye musallat olan gerginliğin başlangıcından
bu yana, zanaatkar köyden çıkamıyordu; vergi tahsildarına bil-
dirmediği lüks mobilyalar satıp yine büyük paralar kazanabilmek
261
için bir süre daha sabırlı olması gerekecekti Libyalı tüccarın. Ne
var ki zengin müşterileri hâlâ dükkânın kapısını aşındırıyor,
Tran-Bel de onlara çeşitli hizmetler sunup karşılığında tencereyi
kaynatacak gelir elde ediyordu.
Kafasındaki ağır perukla yüzünün yansını gizleyen kadın
gizli atölyesine girdiğinde, iyimserliğinin uçup gittiğini hissetti
Tran-Bel. Onu avucuna almış olan bu ürkütücü yaratık, önemli
bir nedeni olmasa gelmezdi buralara. İç savaşın beklendiği böyle
bir dönemde de, hayra yoracak yanı yoktu ziyaretinin
— Rahatça konuşabilir miyiz? diye sordu kadın sert sesiyle.
— Atölyeyi kapatayım.
Dediğini yaparken, gergindi Tran-Bel.
— Sizin için ne yapabilirim, sevgili koruyucum?
— Bana birkaç katil gerek.
— Nasıl da kolay söylüyorsunuz, birkaç katil! Ben sadece
basit bir tüccarım ve...
— Söylediğimi tekrarlamayacağım, Tran-Bel. Zaman daralı-
yor.
— İyi de, nereden bulayım?
— Bir servet kazanabilmek için, her şeyi yapmaya hazır bir
sürü Libyalı tanıyorsundur.
— Belki, ama benim payım...
— Payına düşeni ben belirleyeceğim. Çok güçlü bir adamın
hizmetinde olduğunu, yönetimle başının belaya girmesini iste-
miyorsan o adamın emirlerini tartışmaman gerektiğini unutma
sakın.
Tran-Bel'in vereceği cevap yoktu.
— Cezalarım çekip çıkan ve limandaki mahallede çamaşırcı
olarak çalışan üç sabıkalı tanıyorum. Ahlak konusuna fazla kafa
yoracaklarını sanmam, ödülden hoşlanırlarsa, her konuda yar-
dımcı olurlar size.

262
— Onlarla hemen temasa geç ve sana anlatacağım yere gel-
melerini iste. Fazla ortalığa çıkmasını gerektirmeyecek görevin-
den mutlu olan Tran-Bel, istediklerini yerine getireceğini söyledi
Serketa'ya
Bala götüren yol, mezar kâtibinin bile tümüyle çözemediği
kadar gizliydi. Yaşlı Boti'nin batı çölünde bir sürü kovana sahip
olduğunu biliyordu, ama bal üreticisinin mesleğini nerede yürüt-
tüğünü bulamamıştı.
— Yine de denemek gerek, dedi bilge kadın, Kenhir'in uzat-
tığı tamamlanmamış haritayı Paneb'le birlikte incelerken.
— Bu vadinin dibindeki son polis noktası ile kovanların ara-
sında, dedi mezar kâtibi, en azından bir günlük yol olmalı. Buraya
kadar tamam da, hangi yönde, onu bilmiyorum.
— Çöl dostumdur, dedi Paneb. Bize çözümü o gösterecek.
— Çölde su kuyusu eksik değil, bal üreticisinin topraklarında
da bir su kuyusu olmalı. Yine de tehlikeli insanlarla karşılaşma-
nızdan korkuyorum.
— Bana bir silah verin, dedi Paneb.
— Üzgünüm, ama imkânsız. Eğer polislerle karşılaşırsanız,
konuşup anlaşmaya çalışın. En kötü ihtimalle, buraya getirirler
sizi. Ama yanında bir kılıç ya da mızrak olursa, tehlikeli biri
olarak görürler seni.
— Ben de kazmamı alırım.
— Buna kesinlikle karşıyım, Paneb! Kazma Hakikat Mey-d-
anı'na ait, buradan çıkarılması imkânsız.
— Hiç olmazsa yanımıza erzak alabilecek miyiz?
— Size kurutulmuş balık, soğan, incir ve su kırbaları verdi-
receğim. Ağır olacak ama senin omuzların güçlü.
Büyük Adali ile iki kardeşi, Ortanca Adafi ve Küçük Adafi,
Mısır'a gizlice giren ve onlara durum düzelir düzelmez daha iyi
para kazanacakları vaadini veren Tran-Bel adına ufak tefek hır-

263
sızlıklar yapan Libyalılardı. İşte şimdi karşılarına çıkmıştı zengin
olma fırsatı. Yapılacak iş, Tran-Bel'i rahatsız edenleri ortadan
kaldırmaktan ibaretti sadece.
İşte bu öneri, çamaşırcı olarak çalışıp kadınların kirlettiği
giyecekleri yıkamak zorunda kalan Libyalıların çok hoşuna gitti.
Kendi ülkelerindeyken de, keselerini alabilmek için yolcuları
öldürmüşlerdi, bir insan boğazlamakla domuz boğazlamanın farkı
yoktu onlara göre.
Bir gün önceden beri ardına saklanıp bekledikleri çalılıklara
yaklaşan köylü giyimli, başı örtülü kadını gördüklerinde, içinde
karşı konması güç bir arzu duydu Küçük Adafi. Mısır'da ırza
geçmenin cezası ölümdü, ama uzun süreden beri bir kadınla bir-
likte olamamıştı Libyalı; abileri de aynı zorunlu bekâreti pay-
laşmak zorunda kalmışlardı onunla. Karşılaştıkları kızlar ya
evliydi ya nişanlı, üstelik de namuslu.
— Haydi bakalım, diye buyurdu Serketa. Kurbanlarınız batı
çölüne çıktılar bile.
— Kaç kişiler?
— İki.
Büyük Adafi güçlü bir kahkaha attı.
— Çocuk oyuncağı olacak, desenize!
— Bu denli kolay olacağına göre, dedi Küçük Adafi, işe
koyulmadan önce seninle birazcık eğlensek?
— Yaklaş.
— Kabul ediyorsun, demek... üçümüzü de mi? diye sordu
şaşkınlık ve düş kırıklığıyla.
Libyalı kalçasını mıncıklar mıncıklamaz elindeki kısa han-
çerle adamın kolunu çizdi Serketa. Küçük Adafi dehşetle geri
çekildi.
— Bir dahaki sefere, dedi Serketa, taşaklarını keserim. Han-
çerini üç kardeşe doğru salladı.

264
— Avınız öyle kolay yakalanacaklardan değil, diye açıkladı.
Biri, yaklaştığınızı fark edebilecek bir çeşit büyücü, öteki de şim-
diye kadar kimsenin sırtını yere getiremediği bir dev.
— Onun da bıçağı var mı?
— Bilmiyorum, ama pek sanmam.
— Büyücü yaşlı ve çirkin mi? diye merak etti Küçük Adafi.
— Kırkında ve güzel.
— Gırtlaklamadan önce, ırzına geçebilir miyiz?
— Nasıl isterseniz. Üç gün sonra burada olacağım. O zamana
kadar işi başarırsınız, umarım.
— Endişelenme, güzelim, dedi Ortanca Adafi güvenle.
— Sözünüz yeterli olmayacak, onun için bir kanıt getirmeniz
gerek.
— Devin kamışıyla büyücünün kellesi, yeter mi? Libyalıların
acımasızlığı karşısında keyifli bir şaşkınlığa düşen Serketa, duy-
duğunu onaylarcasına salladı başını.
— Paramızı senden mi alacağız?
— Düş kırıklığına uğramayacaksınız. Sonra da birlikte hoşça
vakit geçiririz. Küçük Adafi'nin ağzı sulandı; birbiri ardına iki
dişi, bundan fazla ne isteyebilirdi ki?
Serketa hâlâ tereddüt ediyordu. İlk görevlerini tamamladık-
tan sonra bu hayvanlardan yararlanmayı sürdürmeli miydi, yoksa
üç tehlikeli kaçağın peşine adam salıp onları öldürtmek daha mı
doğru olurdu? Bunu generalle kararlaştıracaktı.
— Kovanların haritadaki son polis noktasından fazla uzak
olmadığım düşünüyorum, dedi bilge kadın. Çevrede hâlâ oldukça
yoğun bir bitki örtüsü, özellikle de arıların kaliteli bal hazırlaya-
bilmeleri için nadide çiçekler ile akasyalar var. Çölün derinlikle-
rinde, bal yapmaları için gerekli hammadde bulamazlar.
Paneb'in sırtında ağır bir erzak torbası ve taze su dolu iki
büyük kırba vardı.

265
— Boti neden tarlaların bu kadar uzağına yerleşmiş ki?
— Çünkü anların çiçek özü toplamak için en fazla ne kadar
uçabileceklerini hesapladı ve çünkü çöl kovan kurmak için en
uygun yerdir. Tanrı Ra ağladığında, kuma düşen gözyaşları anya
dönüşür, o anlar da bal yapmak için ihtiyaç duydukları güneş
altınını verir bize. Çölün ateşi onlara yararlanmasını bildikleri
gerçek bir güç kazandırır.
— Demek firavunun aynı zamanda hem "sazın" hem de
"arının" firavunu olarak adlandırılmasının nedeni bu. Varlığım
yaşın ve kurunun, toprağa bağlı sıradan saz ile çiçeklerin enerji-
sini toplayarak besine ve ilaca döndürmek için gökleri dolaşan
yorulmak bilmez arıyla birleştiriyor.
— Firavun en yararlı varlıktır, diye doğruladı bilge kadın,
loncamızın amacı da öyle; yararlı ve ışıltılı eserler yaratmak.
— Taptığımız "yararlı varlık", "ışıltılı varlık", "ışıltılı ata" ve
ulaşmaya çabaladığımız "ruhun ışığı" hep aynı sözcük, AH değil
mi? Taştan fışkıran ışık, gerçekten de asıl hammadde! Peki
öyleyse... Bu bal arama ve anlarla karşılaşmanın asıl amacı, zaten
bildiğim şeyi gerçekten anlamamı sağlamak olmuyor mu?
Işık gülümsedi.
— Köyün bu vazgeçilmez ilaca ihtiyacı var, Paneb, ama bazen
kader de ışıltılı olur.
Paneb erzak torbası ile kırbaların ağırlığını duymuyordu
artık. Üzerinde yürüdüğü patika benzersiz yumuşaklıkta, güneş
de akşam yeli gibi serinletici görünüyordu gözüne.
Kelimeler ete bürünmüş, eser de taşın kendisi gibi elle
tutulur olmuştu.
— Patikadan ayrılmamız gerek, dedi Işık, polis noktasına
yaklaşıyoruz çünkü. Bilge kadın ile zanaatkar çakmaktaşıyla kaplı
bir tepeye tırmandılar, çevreyi kolaçan etmek için yüzükoyun
yere uzandılar.

266
— Peşimizden gelenler var, diye mırıldandı Işık.
O
Kırk yedinci bölüm
Paneb bütün yönleri araştırdı.
Baüda, uzakta, büyük bir palmiyenin gölgesine sığınmış bir
kulübe.
— Haritada gösterilen polis noktası. Uzağından geçeceğiz.
Peşimizde birilerinin olduğundan emin misin?
— Arkamızda düşman bir varlık var.
— Bir sırtları ya da başka bir yırtıcı olmasın?
— Devam edelim.
Bilge kadın ile ressam patikaya paralel bir yönde ilerlediler.
Paneb sık sık dönüp arkayı kolluyordu. Güneş tüm şiddetiyle
parlıyordu, ama iki yolcu da düzenli bir yürüyüş tutturmuşlar, acı
verici bir susuzluğa kapılmamak için arada sırada birer yudum
içer olmuşlardı.
— İlginç, dedi Paneb. Kenhir daha anlayışlı davranıp, bana
silah verilmesine karşı çıkmamalıydı. Bize yolu gösteren o, demek
tehlikelerin de farkındaydı.
— Mezar kâtibimiz çok şekilci.
— Umarım, haklı çıkarsın, Işık. Ya gölgeye saklanıp bizi
ölüme gönderen hain, oysa?
— İmkânsız.
— Nasıl böyle emin olabiliyorsun?
— Çünkü Kenhir Işık Taşı'nın nerede gizlendiğini biliyor.
Hain o olsaydı, çoktan Işık Taşı'nı çalıp kaçmış olurdu.
Işık'ın söyledikleri Paneb'i etkilemekle birlikte, tümüyle ikna
edememişti. Ya Kenhir çok daha ince bir oyun oynuyor, Işık
Taşını ele geçirip kaçmadan önce, bilge kadından kurtulmak isti-
yorsa? Üstelik Işık'ı korumak için başka bir zanaatkar görevlen-
dirse, Paneb'in itiraz edeceğini de biliyordu mezar kâtibi. Bu
267
nedenle daha başlangıçta bilge kadının manevî oğluna vermişti
onu koruma görevini. Tek bir sakıncası vardı bu kararın; genç
devden kurtulmak için, çok daha fazla adam gerekecekti. Demek
arkalarında birden fazla kişi vardı. Işık ve Paneb mezar kâtibinin
harita üzerinde işaretlediği yolun sonuna vardılar. Son polis nok-
tası doğuda, bir kum tepesinin arkasındaydı.
— Hangi yöne gitmeli?
— Bir işaret bekleyelim, diye cevap verdi Işık.
— Peşimizdekiler yaklaşacak. Ortadan kaldırmak istedikleri
sensin, eminim. Bilge kadın olmazsa, köyün hali nice olur?
Tuzağa düştük.
— İşaret görünecek ve bizi kovanlara götürecek.
— Önce, hayatta kalmamız gerek! Aklımda bir fikir var ama,
peşimizdekiler kalabalıksa bir işe yaramaz.
Paneb kafasından geçenleri açıkladı. Işık onayladı duyduk-
larını.
— Yaklaşıyorlar, diye mırıldandı.
Rüzgâr esmediği için, avlarının bıraktığı izleri sürmekte hiç
güçlük çekmedi Adafi kardeşler. Sırtında ağır yük taşıyanı zaman
zaman yumuşak kumlara batmış, sonra daha sert toprağı bul-
muştu.
— Uzağa mı gidecekler? diye endişelendi Küçük Adafi.
Çölden nefret ediyordu.
— Hızla yaklaşıyoruz, diye cevap verdi en büyükleri. Yorgun
bir av daha az direnir hem.
— İşte bu doğru. Hemen saldırıp bir an önce vadiye dönelim.
— Abini dinle, aptal! diye araya girdi Ortanca.
— Ben de düşünmeyi biliyorum! Onları ne kadar çabuk
öldürürsek, o kadar çabuk zengin oluruz.
Üç Libyalı oldukları yerde durdular. Birkaç yüz metre ötede,
kum tepeciğinin dibinde, bir insan şekli vardı.

268
— Yaklaşalım mı? diye sordu Küçük.
Büyük Adafi elindeki orağın, kardeşleri de kasap bıçakları-
nın saplarını sıktılar.
— Yaklaşalım.
Dikkatle çevrelerine bakındılar. Her şey olması gerektiği
gibiydi.
— Kadın! dedi Ortanca yalanarak.
— Önce ben! diye itiraz etti Küçük.
— Sakin olun, dedi Büyük. Buraya, onları boğazlamaya
geldik.
— Hayır, önce eğleneceğiz! Oldukça çekici görünüyor. Işık
yaklaşan üç kardeşi duymamışçasına, hareketsizdi. Duruşu,
Büyük Adafi'yi meraklandırdı.
— Yanında bir koruması olduğunu unutmayın. Peki ama, o
herif nerede?
— Tam arkanda, diye açıkladı kumların arasından fırlayan
Paneb. Bilge kadını görüp yaklaşacak saldırganların birbirlerin-
den ayrılmayacaklarını umarak kumların içine gömülmüştü.
Küçük Adafi daha neler olduğunu anlamadan, Paneb'in fır-
lattığı taş kafasına çarptı, şakak kemiğini dağıttı.
Öfkeyle haykıran Ortanca genç devin üzerine atıldı, Paneb
son anda yana çekildi, yanından geçen Libyalının kolunu kapıp
kıvırdı. Ortanca dengesini yitirdi, bir türlü elinden bırakamadığı
bıçağının üzerine düşüp öldü.
Kardeşlerinden daha ağır olan Büyük Adafi de atılmıştı,
elindeki orağı kafasının üzerinde çevirerek yaklaşmış, düşmanı-
nın gırtlağını kesmeye çalışıyordu. Oysa Paneb hızla eğildi, sonra
da kafasıyla rakibinin karnına şiddetli bir darbe indirdi. Soluğu
kesilen Libyalı yere yıkıldı, zanaatkarın sırtına vurduğu tekmeye
de engel olamadı.

269
Büyük Adafi dehşet içinde doğrulup kaçmaya çalıştı. Dev
adamın yumruğu ensesine indi ve Adafilerin sonuncusu kardeş-
lerinin hemen yanına yıkıldı.
— Onları sadece bayıltmak istemiştim, diye itiraf etti Paneb
Işık'a, ama bu Libyalıların kemikleri çok zayıf. Bu herifleri kimse
özlemeyecek, hiç olmazsa çakallara ve akbabalara ziyafet olurlar.
Bilge kadın gözlerini göğe çevirdi.
— İşte işaret!
Sarı göğüslü, gri sırtlı, uzun kuyruklu bir kuş güneye doğru
uçuyordu.
— Balmumu arayıcısı, diye açıkladı bilge kadın. Bize doğru
yönü gösteriyor. Talihli bal üreticileri, bu kuşun peşine takılıp arı
kovanı bile bulur. Yaşlı Boti bir kaba oturttuğu mumlarla bir ağaç
kütüğünün üzerine yerleştirilmiş, bataklık sazlarından yapılmış
kovanlarından birini tütsülemeye girişmişti ki, patikadan yakla-
şan Paneb'i ve bilge kadını gördü. Anlarını, ona bunca iyilik
yapan böceklerini öyle severdi ki, genellikle sokulma korkusu
duymadan rahatça dolaşırdı kovanların arasında; oysa sabahtan
beri çok gergindi anlar. Bu yüzden daha dikkatli olmaya, balı
almak için kovanı dumanlamaya karar vermişti.
Şimdi anlıyordu işte anların sinirlenme nedenini.
Gelen sadece o dev olsa, çoktan zavallıların koruyucusu
Tanrı Amon'a son duasını yapardı Boti; yüzü ışıltılı kadının var-
lığı, az da olsa rahatlatıyordu yaşlı arıcıyı.
Mumlan söndürdü. Çevresinde endişeli arılan olduğu halde
son bir siper gibi kovanlarının önünde dikildi.
— Kimsiniz?
— Ben, Hakikat Meydanı'nın bilge kadınıyım, yanımdaki de
bir zanaatkar.
— Demek... demek gerçekten de var Hakikat Meydanı.

270
Boti bir adım geriledi. Karşısındaki kadın, söylentilere göre
herhangi bir iblisi yerin altına sokacak derecede güçlü bir büyücü
değil miydi?
— Daha fazla yaklaşmayın! Yoksa, anlarım saldırır.
— Düşmanca bir niyetimiz yok.
— Yanınızdaki dev... Omzunda ne var?
— Sizinle paylaşmaya hazır olduğumuz bir torba erzak ile su
kırbaları.
— Burada her şeyim var!
— Hakikat Meydanı'ndaysa, yok. Bal sıkıntısı çekiyoruz,
hastalarım ile yaratılan tedavi edebilmek için, bala ihtiyacım var.
— Üretimimin tümü devlete ait, size tek bir gram bile
veremem. Paneb torbayla kırbalan yere bıraktı.
— Hiç istisna yapmaz mısın? diye sordu.
— Hemen hemen hiç. Acil haller dışında.
— Biz de acil bir durumdan söz ediyorduk, dedi bilge kadın
tatlılıkla.
— Ama bu pek yasal değil.
Işık elbisesinin cebinden küçük bir külçe çıkarıp güneşte
ışıldattı.
— Arılarınızın altınına karşı, Hakikat Meydanı'nınki.
— Dokuna... dokunabilir miyim?
Boti'nin kuşkulan hemen dağıldı, elindeki gerçek altındı.
— On büyük kavanoz, yeterli olur mu?
— On iki, dedi Paneb. Ancı başını salladı.
— Balı görmek istiyorum, dedi Işık.
— Yoksa kuşkulanıyor musunuz? diye diklendi Boti.
— Bana bal, an sütü, polen ve cerahatlerin tedavisi için de
kovan sıvası lazım. Bütün bunlar bulunur mu sizde?
— Beni ne sandınız? Kimse anların hazinesini benim kadar
bilemez!

271
Ancı boşuna övünmüyordu; kovan zenginliklerinden hiçbiri
kaçmazdı gözünden, özenle kapatılıp etiketlenmiş kavanozlarda
sakladığı maddeleri teker teker gösterdi bilge kadına.
— Devlet neden Hakikat Meydanı'na bal vermiyor?
— Savaş ekonomisi, diye açıkladı Işık. Firavun Amenmes her
şeyden önce askerlerini düşünüyor.
— Bana verdiğiniz bu külçe gerçekten de köyünüzden mi
gelme?
— Sırlarımızı açıklayamayız, dedi bilge kadın.
— Sevgili arılarımın getirdiği altın tozunu toplama mutlulu-
ğuna eriştim, burada onlarla yalnız, hayatımdan memnunum;
hırslardan ve çekişmelerden uzağım. Karşılaştığım tek insanlar,
ürünümü almaya gelen polisler, onlarla da bir iki kelimeden fazla
konuşmuyoruz. Uzun zamandır bu kadar çok konuşmamıştım.
Boti eski bir kovanı açtı, içinden uzun boyunlu küçük bir sürahi
çıkardı.
— İşte eserim. Bunu kimseye göstermemeye kararlıydım
ama, Hakikat Meydanı'nın bilge kadını olduğunuza göre...
Göreceksiniz, çok işinize yarayacak. Bunlarla çok ciddi has-
talıkları iyileştireceksiniz.
— Böyle bir armağana nasıl teşekkür etmeli?
— Bana bir servet verdiniz, sizi tanımak ve sizden yayılan
ışığı görmeme fırsat tanıdınız. Daha ne isteyeyim?
Bir an için yardımcılara katılmak ve köyün hemen dışına
yerleşmek geçti arıcının içinden; ama mesleğini ve anların dilini
öğrendiği yer burasıydı, çölün yakıcı ıssızlığı. Sevgilileri Mısır'ın
en iyi balını burada yapıyorlardı.
A
Kırk sekizinci bölüm
Seti yavaş yavaş iyileşiyordu, ama Kraliçe Tausert ile Baş-
danışman Bay'a bıraktığı devlet işlerini ele almak için en ufak bir
272
arzu yoktu içinde. Yine de firavun oydu ve ne büyük eş ne de
başdanışman İki Ülke'nin efendisinin resmî onayı olmaksızın
ülkenin geleceğini etkileyecek bir karar alamazlardı. Hathor
Tapınağı'ndaki uzun konukluğu sırasında, meditasyonun tadını
almıştı Seti. Bu nedenle, şafak töreninden sonra, Amon Tapına-
ğı'nda uzun zaman geçiriyordu. Armağanların geri dönüşünü,
rahiplerin tanrısal enerjiyle kutsanan yiyecekleri alıp bir bölü-
münü kendilerine ayırdıktan sonra kalanları başkentin tapınak-
larında çalışan çeşitli meslek erbabına dağıtmalarını izliyordu.
Firavun sık sık Ptah'ın başrahibiyle yiyordu öğle yemeğini.
Yemek sırasında tanrıların oturdukları evlerin doğması için
gücünü zanaatkarların yüreklerine ve ellerine gönderen kelamı
ve kelamla yaratılışı konuşuyorlardı. Seti artık bakanlar ve saray
görevlileriyle görüşmüyordu, elçileri kabul etmek kraliçeye kal-
mıştı. Tausert elçilere ticarî ilişkilerin eskisi gibi süreceğini söy-
lüyordu genellikle.
Öğleden sonra, ara sıra da olsa görüştüğü tek yönetici olan
Bay'ın hazırladığı belgeleri incelemek için iki saat kadar çalışma
odasında kalıyordu Seti. Elindeki ilk papirüs genel seferberlik ve
Kuzey ordularının hareketiyle ilgili ayrıntılı bir plandı.
— Beni dinlemeyi kabul ediyor musunuz, Haşmetmeapları?
diye sordu başdanışman.
— Yine savaştan mı bahsedeceksin?
— Göreviniz Teb'i ve Yukarı Mısır'ı yeniden ele geçirmek
değil mi?
— Her gün Per Ramessu'daki tapınağına gidip Amon'a dua
ediyorum. O bana hiç düşmanca esinler vermiyor.
— İç savaş beni de titretiyor, Haşmetmeapları, elinizdeki plan
da iç savaşı önleyerek her Mısırlının arzusu olan bütünlüğü
yeniden sağlamak üstünlüğüne sahip bu yüzden.

273
— Bütünüyle General Mehi'ye dayanan bir plan, bana
kalırsa.
— Doğru, Haşmetmeapları, ama generalin bize bağlılığından
kuşku duymuyorum; kaldı ki, bağlılığım birçok kez kanıtladı.
— Haklı olduğunu kabul edelim, Bay, ama generalin Amen-
mes tarafından yönlendirilebileceğini unutuyor gibisin.
— Nasıl, Haşmetmeapları?
— Amenmes'in generalin ona sadece görünüşte bağlı oldu-
ğunu anladığım düşünelim. Planının uygulanmasını bekleyecek,
generali ortadan kaldırdıktan sonra, Teb birliklerine, bir tuzaktan
habersiz olan ordumuzu yok etme emri verecek. Tam bir katliam,
tam bir yenilgi... Ülke için düşlediğin kader, bu mu?
— Tabiî ki hayır, Haşmetmeapları, ama Amenmes'in bu
kadar kurnaz davranabileceğine ihtimal veriyor musunuz?
— Düşmanı küçük görmek, bağışlanamayacak bir hata olur.
Oğlum eğer böylesi bir maceraya atılmışsa, kendinde önder nite-
likleri görüyor demektir. Eğer yanılmıyorsa, bizimle nasıl savaş-
ması gerektiğini de biliyor olmalı. Senin planını uygulamak,
Başdanışman, ölümcül bir tuzağa düşmek olmaz mı? Hükümdarın
düşüncesi, başdanışmanın karşı çıkamayacağı kadar açıktı.
— Beni aydınlattığınız için, teşekkür ederim Haşmetmeap-
ları. Peki bu yüzden askerî müdahaleyi tümüyle durdurmamız mı
gerekiyor?
— Kuşkusuz, evet.
— Böylece Amenmes'i kazandığına ve Yukarı Mısır'a hâkim
olduğuna inandırıyorsunuz.
— Kendine gereğinden fazla güvenerek saldırıya geçecek,
böylelikle de tanrıların öfkesini çekecek. Onlar başkaldırısını
benden çok daha iyi cezalandırır.
Bilge kadın köye döner dönmez hastalarının başına koşmuş,
hiçbirinin durumunun ağırlaşmadığını görüp, rahatlamıştı. Boti'-

274
nin balı sayesinde, hepsinin tam olarak iyileşeceğinden emin,
gerekli tedaviye girişmişti. Paneb'e gelince, mezar kâtibinin
elinden kurtulamadı.
— Bir olay oldu mu?
— Neden ilgileniyorsunuz? Kenhir'in kaşları çatıldı.
— Yoksa bal alabilmek için, zavallı Boti'nin kafasını mı
kırdın?
— O açıdan, size anlatılacak önemli bir şey olmadı. Ancı
yardıma hazırdı.
— Eğer o değilse, canını kim sıktı?
— Tahmin edemiyor musunuz?
Yaşlı kâtip fırçasını bıraktı, genç devin gözlerinin içine baktı.
— Beni sinirlendiren davranışların başında, ikiyüzlülük gelir.
Beni suçlamak için bir nedenin varsa, sözü hiç dolaştırmadan
yüzüme söyle.
Paneb'in yüzü kıpkırmızı oldu.
— Muhtemelen Libyalı, üç haydudun saldırısına uğradık.
— Bala giden yolun tehlikeli olduğunu söylemiştim sana.
— Nereye gittiğimizi biliyormuş gibi peşimize düştüler.
Mezar kâtibinin yüzü karardı.
— Yoksa bilge kadın ile seni tuzağa gönderdiğimi söylemeye
cüret mi ediyorsun? Bir an için bile olsa, böylesi bir cinayeti
aklımdan geçirdiğimi söylemeye cüret mi ediyorsun?
Yaşlı kâtibin öfkesi onu en az yirmi yıl gençleştirmişti.
— Doğru, sizden kuşkulandım. Kuşkulanmak için sağlam
nedenlerim de vardı.
— Hangi nedenler, Paneb?
— Bir sürü rastlantı ve bana silah vermemekteki ısrarınız.
— Bunun hem senin hem de Hakikat Meydanı'nın iyiliği için
olduğunu hâlâ anlayamadın mı? Yaşlı bir adam olabilirim, doğru,

275
ama hâlâ bastonumla seni yere serecek güç var bu titrek kollarda!
Tehdit dolu bakışlarla, yerinden doğruldu.
— Bana saldırırsanız, kendimi korurum. Böylesi bir tehlikeye
atılmayın. Mezar kâtibi genç devin uyarısını hafife almadı.
— Bir alçak değilsen eğer, Paneb, düşüncelerinin sonuna
kadar git ve karşındaki katili öldür.
Dev adam yumruklarını sıktı.
— Vur, diye ısrar etti mezar kâtibi. Hainlerin en iğrenci
olduğuma göre, neden vurmuyorsun?
Paneb gözlerini ondan ayırmayan Kenhir'e yaklaştı.
— Tamam, masumsunuz. Emin olmam gerekiyordu.
— Fikrini neden değiştirdin?
— Bakışınızdaki kararlılık yüzünden. Bilge kadını ölümcül
bir tuzağa gönderecek katilin bakışı değildi, gördüğüm. Beni
kandırmayı başardıysanız, Kenhir, yine yolunuzun üzerinde ola-
cağım, üstelik o zaman size hiç fırsat tanımam.
Serketa köylü kadın giysileri çıkardı, kaba bir peruk altında
sakladığı saçlarını omuzlarına döktü, sonra banyo odasına geçti,
hizmetkârlarının onu yıkamalarını, vücudunu kokularla ovmala-
rını istedi.
Daha giyinmeye fırsat bulamadan, vücuduna yapışacak dar
bir elbise seçerken, kocasının odaya girdiğini gördü.
— Çık buradan, diye buyurdu general hizmetkâra. Serketa
bir şalla göğüslerini örter gibi yaptı.
— Ne yazık ki sana müjdeli haberler veremiyorum, sevgilim.
Bugün üçüncü kez buluşma yerine gittim, gelen giden olmadı.
— O salak Libyalılar gelmeyecek. Bir çöl devriyesi, patikanın
hemen yanında üç ceset buldu.
— Üçü de! diye şaşırdı Serketa. Oysa güçlü kuvvetli adam-
lardı hepsi de. Hiç olmazsa görevlerini kısmen de olsa, yerine
getirebildiler mi?

276
— Bilge kadın ile Paneb köye döndü. Dev adamın omzunda
ağır bir torba varmış.
— Tek başına üç saldırganın hakkından geldi, diye mırıldandı
Mehi'nin karısı iştahlı bir sesle. Emrimizde olmaması ne yazık!
Belki hâlâ bir umut vardır.
— Bana kalırsa bilge kadın büyüsünü Paneb'in gücüyle bir-
leştirdi. O üç salak kendilerini gereğinden de güçlü görmüş
olmalı.
Serketa generalin yanağını okşadı.
— Can sıkıcı bir başarısızlık, ama senin daha önemli endişe-
lerin var, öyle değil mi?
— Üstüne bastın, tatlım.
— Yoksa Amenmes senden kuşkulanıyor mu?
— Hayır, o maymun iştahlıya güvenemeyen, benim.
— Seni uyarmıştım, onda önder nitelikleri yok! Yoksa baba-
sından bağışlanmasını mı istiyor?
— Eğer yalnızlığa daha fazla dalarsa, onu da isteyebilir. Son
danışmanlarını da uzaklaştırdı yanından, beni de. Bundan böyle
onunla görüşmek için önceden izin almalıymışım. Amenmes tek
basma karar vermek, iktidarını paylaşmamak istiyor. Teb birlik-
lerini Kuzey'e saldırtacak kadar çıldırırsa, nasıl vazgeçireceğim
onu?
— İtaat etmemek, sonun olur. Ama kimsenin yükselmemizi
önlemesine izin veremem. Bu, Amenmes de olsa.
— Yoksa bir firavuna saldırmayı mı göze alacaksın, tatlım?
— Yakında herkes Seti'nin tek yasal firavun olduğunu kabul
etmek zorunda kalacak, sevgilim.
Güneş batmak üzereyken, hububat silosunun dibinde, kaza-
nacağından emin olduğu bir güreş yarışması düzenleyen oğlunu
almaya gitti Paneb.

277
Dev adamı gören çocuklar en kısa yoldan eve varmak için
kaçtılar, Aperti de onu babasının öfkesinden kurtaracak anne
hoşgörüsüne sığınabilmek umuduyla, tabanları yağladı.
Oysa Paneb oğluna yeni bir ders vermekte kararlıydı. Ne var
ki batıdaki en yüksek tepenin üzerinde parlayan tuhaf bir ışık
çekti dikkatini. Ateş.
Paneb gömütlükten geçti, alevlerin lacivert göğe yükseldiği
yere doğru tırmandı. Böyle bir yerde kimse ateş yakamazdı, bir
iki yumurcağı daha evlerine kovalamak zorunda kalacağından
emindi dev ressam.
Gölgelerin arasından tıknaz, sakallı, kalın kaşları ve gür saç-
larıyla aslana benzeyen bir maske takmış bir adam fırladı.
— Ben, Yol Gösterici Bes'im dedi, sonra dilini çıkarıp güçlü
bir kahkaha patlattı. Beni izleyecek kadar cesur musun?
Hızlı adımlarla, geçide giden patikaya yöneldi Bes. Dev
adam bir an bile tereddüt etmedi, peşinden seğirtti.
n
Kırk dokuzuncu bölüm
Yol Gösterici Bes geçidi aşıp, Krallar Vadisi'ne indi. Paneb
şaşkınlık içinde de olsa onu izlemeyi sürdürdü, yüzünde Anubis
maskesi olan bir törencinin önünde nöbet tuttuğu büyük çayırın
kapısına vardı.
Basit bir hareketle, eşikten geçmesini işaret etti Paneb'e.
Elinde bir meşale, Büyük Ramses'in ebedî istirahatgâhının
önünden geçti Bes, sonra da Amenmes'in mezarına yöneldi, ama
orada da durmadı. Hiç ardına bakmadan, dolanarak vadinin
sonuna giden patikada ilerledi.
Paneb rehberinin onu bir çıkmaza sürüklediğini düşündü,
çünkü patika her yanı dik yarlarla kaplı bir meydanda sona eri-
yordu.

278
Bes gözden kayboldu, ama hâlâ meşalesinin ışığını görü-
yordu ressam, on metre kadar yüksekte. Kayalara yaklaşınca, bir
ip merdivenle karşılaştı, tırmandı. Önünde dört meşalenin yan-
dığı bir mağaranın girişinde buldu kendini. İki yanda akbaba,
timsah, aslan ve akrep kafalı nöbetçiler vardı. Paneb ilerler gibi
yapınca, hançerlerini kaldırdılar.
— Ben korkunun efendisiyim, dedi akbaba, sen de saklı
odanın gizli kapısının önündesin. Girmeye cesaret edersen, ışığın
çağrısını duymak koşuluyla yeni bir hayat bulacaksın orada. Yine
de dikkatli ol, Paneb, yüreğin sağır olmamalı.
— Açılın.
Ne nöbetçilerin görünüşü ne de ellerindeki silahlar korkut-
maya yetmemişti genç devi. Emrine uymazlarsa, onlan zorlayıp
içeri girmeye kararlıydı.
— Akşam olunca ölen güneş gibi, dedi aslan, gecenin içinden
geçmek, ürkütücü sınavları atlatmak ve yarın sabah yeniden
dirilmeye çalışmak zorundasın. Karanlıklardaki ışığı görebilecek
cesaretin var mı?
Paneb muska olarak taşıdığı gözü ve yüreği gösterdi, nöbet-
çiler hançerlerini indirdiler.
Mağaranın içinde, bir meşale yanıyor, karanlığın içinde bir
yol görülüyordu. Paneb dar bir kapıdan geçti, kayanın içinde
daralarak inen on metrelik bir geçide girdi.
ikinci bir koridora inen çok dik bir merdivenin ilk basama-
ğında kaskatı durdu zanaatkar. Temel enerji Nun'un mağarasının
tavanına yıldızlar çizilmişti. Paneb bir kalas üzerinden kuyuyu
aştı, duvarları ışığın çeşitli hareketlerini gösteren yedi yüz yetmiş
beş resimle süslü, iki sütunlu küçük bir odaya girdi.
Zamanı unutarak "birleşmiş bütünlüğün gizli odasındaki"
gizli şekilleri seyretti, hepsini tek bir bakışta toplamaya çalıştı; ne

279
var ki anahtarın eksik olduğunu hissetti, odanın kuzeydoğusun-
daki parıltıyı gördü.
Yeni bir merdiven, dört köşe sütunlu, öncekinden daha geniş
bir salona iniyordu. Kurtarıcı Şed ile Firuze meşaleleri yakınca,
gözleri kamaştı. Paneb metinleri duvara yazılmış bir kitabın
içinde bulmuştu kendini; hiyeroglifler ve sembolik sahnelerle her
an yıldızların doğduğu, "yaratılışın rahminde yer alanın" tüm
içeriği açığa vurulmuştu.
Kırmızıya boyalı çakıl kumundan yapılma lahtin yakınında,
kaymaktaşından bir kaidenin üzerinde ustabaşı ile bilge kadın
duruyordu.
Kurtarıcı Şed öğrencisinin elini tuttu ve güneş kayığının her
gece yer altında gerçekleştirdiği yolculuğu tekrarlattı.
Duvara dizilmiş birinci kapıya, batı kapışma, birinci saat
denk düşüyordu.
— Ne görüyorsun, Paneb?
— Kaçınmam gereken ürkütücü bir yılan ve eti çürümeyen
güneş kayığını görüyorum.
— Ruhun o evrene atılsın.
Tatlı bir müziğin duyulduğu zengin tarlalardan geçtiği ikinci
saate girmeden önce, geniş ve sakin bir bölgeden vuruyormuş
gibi geldi dev adama. Mutluluk tarlalarından çıkarken, yelin
serinlettiği üçüncü saate adım atü.
— Göğün ışığı Ra ile yer altı dünyasının ışığı Osiris'in bir-
leşmesi burada gerçekleşir, diye açıkladı Şed. Bu birleşme saye-
sinde kötülük gölgeleri hapsolunur, hiçlik yok edilir.
O ana kadar benzersiz bir iç barış tatmıştı Paneb. Ne var ki
dördüncü saatle karşılaşmak onu daldığı mutluluktan uyandıra-
caktı. Duvarda lahtin indirilmesi ve güneş kayığının susuz ve ıssız
bir bölgeye çekilmesi temsil ediliyordu. Sanki her şey, yolculuğun

280
kesilmemesi için dev adamın kaslarım germesini gerektirir
gibiydi.
— Beşinci saat güneşinin döllediği doğum mağarasına gir,
diye buyurdu Şed. Hayatın çeşitli biçimlerini içeren ışık yumur-
tası burada korunur.
Altıncı saatte, kayığın yolculuğunu durdurmak için nehrin
suyunu içmeye çalışan dehşet verici yılan Apofis'le karşılaşmak
için gerekli gücü topladı Paneb. Bıçaklar Apofis'i yere çivilemiş,
hareket etmesini engelliyordu. İşte o sırada ressamın gözüne, her
şeyin içinden geçen, hayatı canlandıran çok hareketli başka bir
yılan göründü. Burçlar kuşağının on iki kadın ve on iki erkek
biçimindeki yıldızlarına baktıktan sonra, öteki taraf varlıklarının
seslerinin duyulduğu -bir şahin çığlığı, küçük bir kuşun ötüşü,
kedinin miyavlayışı ve arıların vızıltısı- sekizinci saate geçti
Paneb.
— Dokuzuncu saatte, diye açıkladı Şed, mumya doğrulmuş,
Osiris de karanlıkları yenmiş olur; artık kuş ruh doğacaktır.
Onuncu saatte, önüne hamile yeni güneşi almış yuvarla-
yarak iten böceği gördü Paneb. Sonra göksel okyanusun sularında
yüzdü, hiç alamadığı gibi güzel soluk aldığını hissetti.
Ya on birinci saatteki, ışığın düşmanlarının yenilgilerine,
kellelerinin uçurulup korların içine atılışına tanık olmak zevki...
O sırada gök yılanı ve bakış açısının genişlemesine neden olan iki
tam göz çıkıyordu ortaya.
— On ikinci saatte, dedi Şed, yıldızların tepesinde yerini sağ-
lamlaştıran yeni güneşi ve kendi doğumunu seyret. İşte şimdi
kayığın batıdan doğuya, ölüm ile diriliş arasında gittiği gizli boş-
luğun on iki bölgesinden geçmiş oldun.
On iki saat göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Paneb
ruhun ışıltılı gecesini yaşadığı sığınağın kapalı kapısının önüne

281
oturmuş, mavi gökteki tahtına kurulmuş olan güneşe hayranlıkla
bakıyordu.
Artık, adım adım oluşumuna katıldığı için, güneşin içini de
tanıyordu. Bundan böyle, güneşin her batışında, onunla birlikte
batı kapısından geçecek ve doğuya doğru o tehlikeli yolculuğunu
paylaşacaktı.
Paneb ressam olmak, Hakikat Meydanı'na kabul edilmeyi
tutkuyla isteyip fazla umutlanamadığı o güç günlerini hatırladı.
Cesaretini yitirmeyi kabullenmemiş, kaderinin başka hiçbir yerde
değil de orada düğümleneceğini haykıran içgüdüsünün sesine
uymuştu.
Ustabaşı, bilge kadın ve törenciler köye dönmüşlerdi çoktan.
Sadece Kurtarıcı Şed yarın dibinde durmuş, meslektaşını bekli-
yordu.
— Hayatımın geri kalan bölümü boyunca burada kalmayı
tercih ederdim, diye duygularını itiraf etti Paneb.
— Bulacaklarının sonuna varmadın daha.
— Daha başka ne bekleyebilirim?
— Elinin ruhunun algıladığına tercüman olmasını. Bütün bu
sırların sana delidolu düşlerine devam etmen için açıklandığını
mı sanıyorsun?
— Bütün resimlerimi yok edip, yeniden başlayacağım.
— Sakın ha! Görebildiğim kadarıyla, kendini beğenmişlikten
arındıramamışsın henüz. Loncaya layık olmayacak böyle bir
harekete izin vereceğimi nasıl düşünürsün? Asi kişiliğine rağmen,
durmaksızın öğrenmek istediğin için, görevimizin ne denli büyük
olduğunu az da olsa anlamaya başladın. Ama tamamlamak
zorunda olduğun yolun güneş kayığınınkinden daha kolay ola-
cağını düşünme sakın!
— III. Tutmosis'in mezarındaydık, değil mi?

282
— İçinde yolculuk ettiğin, üzerinde firavunun isminin yazılı
olduğu oval odanın duvarları üzerindeki resimlerle süslü diriliş
kitabını yaratan gerçekten de III. Tutmosis.
— Lahti de ovaldi.
— Güneşle bir tutulan firavunun varlığı içinde yolculuk ettin.
Böylesi bir talihe erişebilmiş pek az insan vardır. Buna layık
olmaya çalış.
— Benden kuşkulanıyorsun, neden?
— Çünkü istesek de, istemesek de, hayat bizi çok yüksek-
lerden düşürecek sınavlar hazırlıyor. Senin için düşüş, diğerle-
rinden çok daha şiddetli olacak. Felaketle karşılaştığında, karan-
lıklar ejderhasının karşısında kazandığın zaferi hatırla.
O
Ellinci bölüm
Paneb birinci odaya inmek üzere evinin eşiğinden geçti-
ğinde, her tarafın köşe bucak temizlenmiş olduğunu, ortalıkta
güzel bir koku dolaştığını fark etti. Lekesiz Uabet atalara adanmış
bir sütunun bulunduğu ikinci odanın önünde duruyordu. Yüzünü
boyayıp Hathor rahibelerinin beyaz elbisesini giymiş, boynuna da
kocasının armağanı kırmızı akik ve alacalı donuk akikten ger-
danlığını takmıştı. Dinginliğiyle genç devi şaşırttı, önünde eğil-
diğini gördüğündeyse, daha da arttı Paneb'in şaşkınlığı.
— Güneşin gece yolculuğuna katıldığını biliyorum, dedi
sansın narin kadın, artık aynı insan olamayacağını da. Köyde
senin yaptığın yolculuğu yapmış çok az adam vardır, bu nedenle
karşında eğiliyorum.
Genç dev karısını usulca kollarına aldı. Titriyordu Uabet.
— Ruhun, Firuze'nin aksine hiç bilmediğim, hiçbir zaman da
öğrenemeyeceğim bölgelerde gezindi; yine de Firuze'ye karşı ne
kıskançlık ne de gıpta var içimde, diye sürdürdü Uabet sözünü.
Kurtarıcı Şed meslektaş, ustabaşı da manevî evlat olarak seçtiler
283
seni, yoluna devam ederek loncanın başressamı olman kadar
doğal bir şey yok. Ben sadece basit bir ev kadınıyım ve seni bütün
yüreğimle seviyorum. Ve sen, gideceksin tabiî.
Paneb karısını nazikçe kaldırdı, evin tümü gibi pırıl pırıl
parlayan odalarına kadar taşıdı. Basit elbise çengelleri bile yep-
yeni görünüyordu.
Lekesiz Uabet kolunu kocasının boynuna dolamış, başını
göğsüne dayamıştı ama, kendini kapıp koyuveremiyordu bir
türlü.
— Korkuyorum Paneb, sana layık olamamaktan korkuyorum.
Karısını usulca yatağın üzerine bıraktı, yanına oturarak
ellerini ellerinin arasına aldı.
— Doğru, yepyeni bir yola girdim, ama yine ötekiler gibi bir
zanaatkarım ve seni bırakıp gitmek için en ufak bir nedenim yok.
Sen olmasaydın, pislik ve dağınıklık içinde yaşardım, mezar kâtibi
de beni köyden kovdurmak zorunda kalırdı. Başka hiçbir kaygı
duymadan çalışmamı senden başka kime borçluyum sanıyorsun?
— Yani... yani işini güçleştirmedim mi?
— Bundan nasıl kuşkulanırsın, anlamıyorum.
— Beni olduğum gibi kabul ediyor musun?
— Sakın, ama sakın değişme!
— Burada benimle kalacak mısın?
— Bir koşulla, Uabet; bir daha önümde eğilmemen koşuluyla.
Ancak tanrılar, firavun, ustabaşı ve bilge kadın layıktır böylesi bir
saygıya.
Paneb yavaş hareketlerle karısının gerdanlığını çıkardı,
beyaz elbisesinin askılarını kaydırdı.
— Seni kendime göre seviyorum, dedi, belki en iyi sevgi
yöntemi değil bu ama, böyle işte... Aslında, buradan gidip ken-
dine daha iyi bir koca bulması gereken, sensin.
Çıplak ve savunmasız Uabet gülümsedi.

284
— Daha iyi bir fikrim var. İkinci bir çocuk ister miydin?
— Hamileliği göze alabiliyor musun?
— Bilge kadına danıştım, hiç endişelenmememi söyledi.
— Sana benzeyen bir kız ver bana.
— İsteğimizi gerçekleştirmeleri için atalarımıza dua edece-
ğim.
Uabet, böylesine kırılgan, böylesine kararlı... Uçsuz bucaksız
ve sevgiyle uzandı karısının yanma.
Sağ ekip üyelerinin olduğu kadar, sol ekip üyelerinin de
değişik bir gözle bakmaya başladıkları Paneb'in onuruna şölen
veren, Kurtarıcı Şed'di. Güçlü Naht ile Burun Fened bile ressamın
yeteneklerini kabul ediyor, ustabaşı ile bilge kadının onu neden
evlat edindiklerini arılıyorlardı. Geliştirilmiş tekniğine, her eser
biçimine ve süslenecek her yere uyabilecek yoğun bir düşsellik
ekliyordu genç dev. Üç ressam, Kararlı Gau, Çakal Unes ve Pişkin
Somun Pay kendilerinden çok daha genç olmasına rağmen mes-
lektaşlarının yeteneklerine saygı duyuyor, onu daha şimdiden
atölyenin gelecekteki patronu olarak görüyorlardı.
— Ana kapıda seninle görüşmek isteyen biri var, dedi Nefer
Paneb'e.
— Benimle mi? Emin misin?
— Eminim.
— Kimmiş?
— Kapı nöbetçisinin tanımadığı biri.
— Ne istiyormuş?
— Karşılaştığında anlarsın.
— Daha fazlasını söylemeyecek misin?
— Şef Sobek geçmesine izin verdiğine göre, tehlikeli biri
değil, demektir. Merakla köyden çıktı Paneb.
Kapının karşısında, bir eşek duruyordu. Bumu ve kamı
beyaz, tüyleri açık gri, kara gözleri uzun ve zarif kulakları kadar

285
hareketli, burun delikleri kocaman, en azından üç yüz kilo olan
gerçek bir atlet. Sırtında, bir kayışla bağlanmış boş bir semer
vardı.
— Semerde biri mi oturuyordu? diye sordu Paneb.
— Benim için çalışan beş köylüden biri, dedi Nefer. Oysa
daha bu olağanüstü eşeği satın aldığımız sırada uyarmıştım onu;
Kuzey Rüzgârı sırtına binilmesine dayanamıyor. Gördüğün gibi,
Hakikat Meydanı'nın yolunu da öğrendi.
Gururlu hayvan, hiçbir korkunun okunmadığı gözlerini
Paneb'e dikmişti.
— İşte yeni hayatın için sana vermek istediğim armağan,
dedi ustabaşı. Kuzey Rüzgârı dayanıklılığını ve aklını övmeye
gerek duymadığım ünlü bir soydan geliyor. Huyu seninkinden iyi
değil, ama anlaşacağınızı sanıyorum.
— Muhteşem bir hayvan...
— Bir aile babası mal mülk edinmeyi düşünmeye başlamalı,
özellikle de karısı ikinci bir çocuk bekliyorsa.
— Uabet sana sözünü etti mi?
— Işık karını yakından izleyecek, hamileliğinde hiçbir sorun-
la karşılaşmayacağını düşünüyor. Kuzey Rüzgârı topraklarıma
kadar gidip, devletin dağıttıklarına ek olarak, ihtiyacını duyduğun
ürünleri getirecek. Ondan ne beklediğini iyice anlatman yeter.
Islak burnunun ucunu genç devin eline değdirdi Kuzey
Rüzgârı, uzun uzun kokladı, sonra öylesine yüksek sesle anır-
maya koyuldu ki, ne olup bittiğini anlamak için koşuşturan köylü
sayısı hiç de azımsanacak gibi değildi.
— Sence, beni kabul etti mi?
— Başını okşa.
Girişim başarıyla sonuçlandı. Bu sevgi gösterisinden çok
etkilendiği belli olan Kuzey Rüzgârı yeni sahibine sürtündü.

286
Uzun bir bekleyişten sonra, Karnak Sarayı'nda, Amenmes'in
yaldızlı tahtı üzerine kurulmuş, boş gözlerle karşıdaki sütunlara
baktığı kabul salonuna alındı General Mehi.
İki ayı aşkın bir süredir, divan toplamaya gerek duymamıştı
genç firavun. Önemli bir yönetici olan oturaklı veziri, bir yandan
gündelik işleri çekip çeviriyor, bir yandan da firavunun davranışı
karşısında sinirlenip endişeye kapılan soyluları sakinleştirip cesa-
retlendirmeye çalışıyordu.
Eğilirken, Amenmes'in zayıfladığı, yüzündeki çizgilerin
dikkat çekecek kadar derinleştiğini fark etti Mehi. Çölde at koş-
turmaktan hoşlanan, bir gün ulu bir firavun olmayı düşleyen
güler yüzlü gençten geriye hiçbir iz kalmamıştı.
— Kısa kesin General! Size ayıracak çok az zamanım var.
— Benim görevim, size endişelerimden söz etmek.
— Savaş ve kan... Bundan başka bir şey düşünmüyorsunuz,
General. Ama yanılıyorsunuz! Şiddet kullanarak hiçbir yere varıl-
maz. Babam Güney'e saldırmadı, ben de, katliamdan başka bir şey
düşünmeyen askerlerin hoşuna gitmese de, Kuzey'e saldırmaya-
cağım!
— Benim tek amacım, güvenliğinizi sağlamak.
— Beni aptal yerine koymaktan vazgeçin, Mehi! Bu saraya
kapanarak, tek bir saniye bile kaybetmedim, tam tersine. Yıllar-
dan beri beni savuran kargaşadan sonunda kurtuldum, biraz
gerileyip daha iyi gördüm çevremi. Orada iktidardan paylarını
alabilmek için beni parçalamaktan başka bir şey düşünmeyen
akbabalar var, siz de onlardan birisiniz, General!
— Hayır, Haşmetmeapları, böylesine haksız bir suçlamayı
hak etmedim. Ben bir asker ve bir yöneticiyim, önemli kararlar
almak bana düşmez. Teb birliklerini barışın hizmetinde kullan-
manız beni sevindirir, yine de maaşlar birkaç gün geciktiği için
askerlerin moralinin bozulmaya başladığını bildirmek zorunda-

287
yım. Uzun zamandan beri böyle bir gecikmeye tanık olmadığı-
mızdan, adamlar maaşlarını hiç alamamaktan korkuyor.
Amenmes'in öfkesi başladığı gibi söndü.
— Bu karışıklık neden, General?
— Vezire bir şikâyet mektubu gönderdim, karşılığında da
savaş ekonomisinin pahalıya patladığını, Teb maliyesinin denge-
lerinin bozulmak üzere olduğunu belirten bir cevap aldım. Eğer
ciddi bir sorunla karşılaşmak istemiyorsanız, silah altına alınan
köylüleri zaman geçirmeden tarlalarına geri göndermek gereki-
yormuş.
— Siz de mi böyle düşünüyorsunuz?
— Savunma yeteneğimiz büyük ölçüde etkilenir. Kuzey
orduları saldırıya geçerse, sayısı azaltılmış birliklerle direnebile-
ceğimden emin değilim.
Amenmes kalktı, sanki taşla teması ona biraz güç vere-
cekmiş gibi, bir sütuna yaslandı.
— Belki de babam büyük bir saldırıya hazırlanıyordur. Eğer
Teb'in güçsüzleştiğini, savunma önlemlerimizin eskisi kadar etkin
olmadığını öğrenirse, tereddüt etmeyecektir.
— Neden zenginlikleri doğru yerde arayıp, bulunca el koy-
muyoruz, Haşmetmeapları? Firavun meraklandı.
— Ne demek istiyorsunuz, açıklayın, General.
— Belki duyduklarım sadece söylentiden ibarettir, ama
Hakikat Meydanı ustabaşısının altın yapabildiği anlatılıyor. Şu
andaki sorunlarımızın üstesinden gelebilmemiz için, bundan daha
yararlı bir şey olabilir mi?
Amenmes bir an gözlerini yumdu.,
— Bu konuyla bizzat ilgilenir misiniz, General?
— Bu iş vezirin sorumluluğuna girer.
A
Elli birinci bölüm
288
— Şef, yüz kadar asker!
— Herkes görev yerine, diye buyurdu Sobek.
Nübyeli polisler sıkça tekrarladıkları manevrayı şaşırtıcı bir
hızla gerçekleştirirken, şefleri gelen askerleri karşılamak için 5.
Tabya'dan çıktı. Askeri birlik iri yapılı zencinin on metre kadar
ilerisinde durdu. Baştaki savaş arabasından inen genç subay,
Sobek'i selamladı.
— Vezirin birliğinin komutanıyım.
— Hakikat Meydanı'na girmeniz yasak.
— Bana evet, ama firavunun görevlendirdiği vezire hayır.
Subay polis şefine altında Amenmes'in mührü olan bir papirüs
gösterdi.
— Burada bekleyin. Gidip mezar kâtibine danışmam gerek.
— Vezir çok sabırlı değildir.
— Adamlarım da oldukça gergin, diye cevap verdi Sobek.
Eğer ilerlemeye kalkarsanız, oklarını atacaklar.
Kenhir Güçlü Mut'un hazırladığı kahvaltıyı henüz bitirme-
mişti; mezar günlüğünü yazmaya girişmeden önce düş kuru-
yordu. Evlendikleri günden beri fırınlanmış hububat ile bal gibi
tatlı incir ve hurmalı çörek yediriyordu karısı. Güçlü bir öğle
yemeğinin izlediği bu kahvaltı sayesinde, giderek gençleşmişti
yaşlı kâtip. Yine de her gün yeterli ölçüde hafif bira, üç günde bir
de bir kupa şarap içebilmek için mücadele etmesi gerekiyor,
gereken izni kopardıktan sonra da, sarhoşluğu hoş görmeyen
Mut'un dikkatli gözleri önünde yavaş yavaş yudumluyordu içki-
sini.
— Karşımızda oldukça ciddi bir sorun var, dedi Sobek. Vezir
kapıların açılmasını emrediyor.
— Buraya ne yapmaya gelmiş? Bugüne kadar, bir hayaletten
de az görünüyordu.

289
— Yanında yüz kadar asker var, söylediklerine bakılırsa acele
ediyormuş. Onu savabilir miyim?
— Firavun tarafından görevlendirilmişse, maalesef hayır.
Kenhir bastonuna dayanarak doğruldu, acele etmeksizin 5. Tab-
ya'ya yürüdü. En az onun kadar yaşlı olan vezir, askerlerden
birinin tuttuğu geniş şemsiyenin gölgesinde bekliyordu.
— Mezar kâtibi siz misiniz?
— Neden geleceğinizi daha önceden bildirmediniz?
— Firavun Amenmes'e göre, acil bir durum.
— Görevinizin konusu ne?
— Ustabaşıyla görüşmek.
— Firavunun ebedî istirahatgâhındaki çalışmaları sürdürmek
için Krallar Vadisi'ne gitmek üzereydi. Sekiz gün sonra gelin.
— Amenmes hemen cevap istiyor. Bana direnirseniz, asker-
lerimden kapıyı zorlamalarını ve ustabaşını cebren getirmelerini
isterim.
Tek yasal hükümdarın II. Seti olduğunu, Amenmes'in imza-
ladığı belgenin bir değer taşımadığım iddia etmek, kanlı bir
çatışmayla sonuçlanabilirdi; bu yüzden zaman kazanmaya çalıştı
Kenhir.
— Ustabaşıdan ne istiyorsunuz?
— Görevim son derecede gizli.
— Ben mezar kâtibi ve bu köyde devletin temsilcisiyim. Bu
bakımdan, olan biten her şeyden haberdar edilmem gerekir.
— Ustabaşıdan başka kimseye açıklayamam. Kenhir ısrarın
yararsız olacağını hissetti.
— Köye girebilirsiniz, ama yanınızda tek bir askerin bulun-
masına izin veremem.
— Anlaştık.

290
İki adam köyün ana kapısına yöneldi. Mezar kâtibinin
yanında bir yabancının bulunmasından endişelenen kapı nöbet-
çisi ayağa kalktı.
— Açabilirsin, dedi Kenhir nöbetçiye.
Köyün eşiğinden geçerken, tuhaf bir duygu doldurdu vezirin
içini. Firavunların sonsuzluğunun hazırlandığı bu gizli dünyada
neler bulacaktı?
Elinde ağır bir kazma tutan dev gibi bir adam dikildi karşı-
sına; kapkara bir köpek dişlerini gösterirken, kocaman bir kaz da
baldırlarını ısırmaya çalışıyordu.
— Burada biraz bekleyin, dedi Kenhir. Ustabaşına haber
vereyim.
Güçlü Niut köy halkına bir yabancının geldiğini bildir-
diğinden, herkes evine kapanmış, kapısını sıkıca kapamıştı.
Bu sessizliğiyle terk edilmişe benziyordu Hakikat Meydanı.
Vezir kıpırdamaya cesaret edemedi.
— Sen kimsin? diye sordu Paneb'e.
— Bizler gizliliğe uyar, gevezelerden hoşlanmayız. Gereksiz
sorulan da hiç sevmeyiz.
Vezir ısrar etmedi, Kenhir'in dönmesini bekledi.
— Peşimden gelin, dedi mezar kâtibi.
Paneb, köpek ve kaz, Amenmes'in elçisine eşlik ettiler,
Büyük Ramses'in küçük sarayının, taş döşeli bir avluya açılan
kapısının önüne kadar yanında yürüdüler.
— Sadece siz gireceksiniz.
Vezir hasır örgü ve üzüm salkımlarından bir dekorun orta-
sında, Hathor'a armağan sunan firavunu temsil eden resimlerle
süslü bir salonda buldu kendini. Sonra daha küçük bir odaya
geçti, yere bağdaş kurup oturan Suskun Nefer'i gördü.
— Siz loncanın ustabaşısı mısınız?
— Sizi firavun mu gönderdi?

291
— Evet, görevim son derecede duyarlı ve resmî. Amenmes'in
adına konuşuyorum, başlamadan önce de ona itaatle yükümlü
olduğunuzu hatırlatıyorum.
— Firavunun loncanın ulu efendisi olduğunu, hem onun hem
de vezirinin savunmakla görevli oldukları Maat yasasına uymak
zorunda olduğunu unutmuyorum.
— Tabiî, tabiî... Elinizde çok miktarda altın bulunduğu doğru
mu?
— Kutsal yapılar için o altın.
— Yine de altın ürettiğiniz bir Altın Evi olmalı burada, öyle
değil mi?
— Bir vezir söylentilere kulak verir mi?
— Firavun Amenmes sahip olduğu zenginlikleri istiyor.
— Böyle bir altının var olduğunu kabul etsek bile, Hakikat
Meydanı'nın dışına çıkarılamaz.
— Tekrar ediyorum, o altın firavuna ait.
— Öyleyse gelip, burada seyretsin, dedi Nefer, yapılmakta
olan eserin gizliliğinde.
— Bunlar kabul edilemez sözler! Değerli madeni sakladığınız
yerden çıkarın ve 5. Tabya'ya getirin.
— Buna hiç güvenmeyin.
— Size vezir olduğumu ve firavunun buyruğunu ilettiğimi
son kez hatırlatıyorum!
— Söylediğiniz, Hakikat Meydanı'nın doğasından ve görev-
lerinden habersiz, saçma sapan bir karardan başka bir şey değil.
— Söylediklerinizin ne denli tehlikeli olabileceğinin bilin-
cinde misiniz?
— Loncanın hazineleri, savrulup saçılacakları dış dünya için
hazırlanmadı. Eğer siz, Vezir, bunu anlayamıyorsanız, sonunuz
felaket olur.

292
— Devletin selameti için, duyduklarımı unutmaya hazırım,
ama sabrımın da bir sınırı olduğunu bilin. Ya şimdi hemen emri
yerine getirirsiniz, ya da...
— Ya da?
Suskun'un kişiliğinden yayılan sakin gücün etkisinde kalan
vezir kelimeleri seçmeye çalıştı.
— Firavuna size ağır bir ceza uygulamasını önereceğim.
Böylesi bir itaatsizliğin hoş görülmemesi gerekir.
— Sizin itaatsizlik olarak tanımladığınız, loncanın kuruluşu
sırasında bizzat firavunun belirlediği yasalara saygıdan başka bir
şey değil. O yasaları saydırmak da benim görevim.
— Kellenizi tehlikeye atıyorsunuz!
— Verilen söze ihanet etmektense, ölmek yeğdir.
— Son sözünüz bu mu?
— Firavununuzun yanına dönün, onu hatasından dönmeye
ikna etmeye çalışın.
— Hata yapan, asıl sizsiniz, Ustabaşı, hem de ölümcül bir
hata.
Vezir saraydan çıktı, bir kez daha Paneb, köpek ve kazla
burun buruna geldi.
— Sakın loncaya zarar vermeye kalkmayın, diye uyardı onu
dev adam, yoksa başınızı beladan kurtaramazsınız!
— Yoksa beni tehdide mi yelteniyorsun?
— Size saygısızlık etmek istemem, ama bana hiç de güven
vermiyorsunuz, bu köyü yaşatan ruhu anlamadığınızdan da
eminim. Buranın kutsal bir yer olduğunu bilmekle yetinin, varlı-
ğına da el uzatmaya kalkmayın sakın.
Öfkeden fokurdayan vezir Firavun Amenmes'e ayrıntılı
raporunu verirken, özellikle ustabaşının itaatsizliğinin, genç
devin cüretinin ve mezar kâtibinin işbirliğine yanaşmamasının
altını çizmeye özen gösterdi.

293
— Suskun Nefer'in kabul edilemez davranışı ve hakkınızda
sarf ettiği hakaretler nedeniyle, Haşmetmeapları, hemen tutuk-
lanmasını ve benim mahkememde yargılanmasını öneriyorum.
— Köyde gerçekten altın bulunduğuna inanıyor musun?
— Kesinlikle, Haşmetmeapları. Bunu ustabaşı da itiraf etti,
yine de altını size vermeye yanaşmıyor.
Küçük topluluğa katılmak üzere davet edilen General Mehi,
vezirin sözlerini duyunca sevincini saklamak için büyük gayret
harcadı. Suskun Nefer tam Mehi'nin istediği gibi davranmış, böy-
lelikle kendi ölüm fermanını imzalamıştı. Önderinden yoksun
kalan lonca kısa sürede dağılacak ve kolay lokma olacaktı.
— Sizin düşünceniz, General?
— Vezirin söylediklerinden kesinlikle kuşkulanmamakla bir-
likte, ustabaşının davranışına çok şaşırdığımı bilmenizi isterim.
Onunla karşılaştığım her sefer, ölçülü ve sorumluluk sahibi bir
insan izlenimi bıraktı bende. Bu arada Hakikat Meydanı'nın resmî
koruyucusu olduğumu ve onu savunmak için konuşmam gerek-
tiğini hatırlatmak istiyorum.
— Biraz geç kalmadınız mı?
— Konuşmanın ve pazarlığın erdemlerine inanırım, Haş-
metmeapları. Bu yüzden Suskun Nefer'i mantıklı davranmaya
ikna edeceğimizden hiç kuşkum yok.
— Onu iyi tanımıyorsunuz, diye araya girdi vezir. Hüküm-
darımızın otoritesini tanımak istemeyen bir inatçı, o adam!
— Anlaşılamaz bir davranış.
— Köye gidin, General, diye buyurdu Amenmes. Köye gidin
ve bana Suskun Nefer'i getirin.
n
Elli İkinci bölüm
Kenhir, içinde ustabaşı ile sağ ekibin çalıştığı Amenmes'in
mezarının yanında kısa bir şekerlemeye henüz dalmıştı ki, Krallar
294
Vadisi'ndeki malzeme deposunun önünde nöbet tutmakla görevli
Nübyeli Polis Memuru Penbu omzuna dokundu.
— Sizi uyandırmak zorunda kaldığım için üzgünüm, ama
General Mehi vadinin kapısında bekliyor, sizinle acilen görüşmek
istediğini söyledi.
Yaşlı kâtip güçlükle doğruldu, öğle güneşinin altında yavaş
yavaş yürüdü. General yalnız gelmişti. Görkemli siyah atı, bini-
cisinin acımasız koşturmasından sonra ter içinde soluklanmaya
çalışıyordu.
— Ustabaşı burada mı? diye sordu Kenhir'e endişeyle.
— Size cevap vermek zorunda değilim.
— Firavun Amenmes onu tutuklamamı ve saraya götürmemi
buyurdu.
— Ne Krallar Vadisi'ne ne de zanaatkarlar köyüne girmeniz
mümkün değil.
— Sizi korumakla görevli olan, Suskun Nefer'e sınırsız bir
hayranlık duyan ben, olan bitene çok üzülüyorum, Kenhir, inanın
bana. Amenmes'in seçtiği vezir tehlikeli bir entrikacı, önerileriyle
hükümdarı yanlış yönlere götürüyor, ama ne yazık ki ona engel
olacak gücüm yok.
— Ustabaşını neyle suçluyorlar?
— İtaatsizlik ve firavunun kişiliğine hakaretle. Kenhir
ürperdi.
— Vezir ustabaşını kendi mahkemesine çıkarmaya da karar
verdi mi?
— Maalesef, evet.
— Demek Nefer idam cezasına çarptırılabilir! Mehi'nin ses-
sizliği anlamlıydı.
— Ustabaşını size teslim etmeyeceğim.

295
— Sizin yerinizde olsaydım, Kenhir, ben de öyle yapardım,
ama bu direnişinizin bir yararı olamaz. Böyle bir durumda,
Amenmes ordunun şiddet kullanmasını emredecektir.
— Bir firavun Maat yasasına nasıl karşı gelebilir?
— Amenmes sadece Teb'e hâkim. Sarsak otoritesini yaymak
için, her yöntemi deniyor. Suskun Nefer'in bir örnek olmasını
sağlayarak, iktidarını eleştirenlere gözdağı vermeyi amaçlıyor.
Yarın, askerî bir birliğin başında, köyün kapısına dayanmak
zorunda kalacağım.
— Devletin temsilcisi olarak bu girişimi yasadışı ilan
ediyorum. Böyle bir kararın alınmaması için vezire yazacağım!
— Size cevap bile vermeyecek, diye hayıflandı general. Tek
çare istifa etmem, ama firavun yerime kaba ve şiddet taraftarı bir
asker atayacak, istediğini yaptıracaktır.
Kenhir yıkılmış görünüyordu.
— Nefer'le konuşmam gerek.
— Direnmeliyiz, dedi Kenhir. General Mehi'yle gidersen, bir
daha dönemezsin.
— Her şeyden önce, köyün selametini düşünmek zorundayız,
diye itiraz etti Nefer. Amenmes çıldırdıysa, başka neler yapa-
caktır, kim bilir?
— Sen Hakikat Meydanı'nın ustabaşısısın! Sen olmazsan,
köyün hali nice olur?
— Bilge kadın, sol ekip önderi ve siz yeni bir ustabaşı seçer,
tüm lonca tarafından kabul edilmesini sağlarsınız.
— Vezirin getirdiği suçlamaların kellene mal olabileceğini
düşündün mü?
— Önemli olan, Hakikat Meydanı'nı korumak.
— Amenmes halefini rahat bırakacak mı, sanıyorsun?
— Böylesi bir adaletsizlik yaptıktan sonra, adı sonsuza dek
lekelenecek, bir zorba gibi davranmadan önce, tereddüt edecek.

296
— Seninle geliyorum, Nefer.
— Hayır, Kenhir. Loncanın size burada ihtiyacı var.
— Bu olayla ilgili bir rapor yazıp tüm Tebli görevlilere ve II.
Seti'ye göndereceğim. Eğer Amenmes Hakikat Meydanı'nın
ustabaşısına bulaşacak kadar çıldırdıysa, bu onursuzluktan kur-
tulamamalı.
— Işık'a bana yardım etmesini ve onu hiç unutmayacağımı
söyleyin. Birbirlerine sarıldılar.
Nefer şantiyeden ayrılmak üzereyken, Paneb Amenmes'in
mezarından çıktı.
— Olağanüstü bir şeylerin varlığını hissediyorum.
— Kenhir anlatır sana, dedi Suskun.
— Adamlarım savaş arabalarıyla biraz ötede bekliyor, diye
açıkladı General Mehi Nefer'e. Sanırım mezar kâtibi durumun ne
denli ciddi olduğunu anlatmıştır.
— Tutuklama, vezirin mahkemesi ve idam... Benim için
düşünülenler bunlar, değil mi?
Mehi üzgün görünmeye çalıştı.
— Sizinle daha başka koşullarda karşılaşmış olmak isterdim
ama, kimse Amenmes'in iradesine karşı gelemez. Vezirinden
başka kimseyi dinlemiyor, o da sizi ortadan kaldırmaya kararlı.
— Neden?
— Bilmiyorum, tek bildiğim bağımsızlığınızı hazmedemeyen,
görevinizin önemini kavramaktan âciz ve kindar bir yönetici
olduğu.
General atını dizgininden çekiyor, iki adam taşlarla kaplı
tepelerin arasından kıvrılarak giden patikada yürüyordu.
— Sarayın kapısından geçtiğiniz an, idam fermanınızı imza-
lamış olursunuz, Nefer. Önereceğim çok onurlu bir yol değil belki,
ama hâlâ kaçacak zamanınız var. Askerlerim bulundukları yerden
bizi göremez.

297
General sırtını ustabaşına döndü.
Beriki önerinin çekiciliğine dayanamayıp kaçmaya yelte-
nirse, hançerini kınından sıyıracak ve Nefer'in sırtına saplaya-
caktı.
Kaçmaya çalışan bir suçluyu öldürdüğü için, kim suçlayabi-
lirdi generali?
— Sizinle gelmeyi tercih ederim, General. Eğer kaçarsam,
firavunun tüm öfkesi köye yönelir.
Mehi fazla üzülmedi. Ustabaşının bir alçak olduğunu
düşünmüyordu, kolunun titremeyeceğinden emin olmakla bir-
likte, düşmanından görünürde yasal yollarla kurtulmak daha iyi
olacaktı.
— Cesaretinize hayranım, Nefer. Hakkınızda verilecek
hüküm ne olursa olsun, köyü elimden geldiğince savunacağıma
söz veriyorum. Eğer duruşmada tanıklık etmem istenirse, sizin
lehinizde konuşacağım.
General bileklerine tahta kelepçeler takmayı reddettiğinden,
özgür bir adam gibi girdi Teb Sarayı'na Nefer.
Ustabaşının sükûneti Mehi'yi şaşırtıyordu. Lonca önderinin
hiç umudu kalmamış olması gerekirken, kesinlikle korku belirtisi
göstermiyor, firavunun kendisini kabul etmesinden dolayı mutlu
bir ziyaretçiyi andırıyordu. Kabul salonunun kapısında vezir kar-
şıladı Nefer'i.
— Davranışınız kabul edilemez, ama size son bir fırsat daha
vermek istiyorum. Firavunun adına bildirdiğim istekleri yerine
getirmeyi kabul ediyor musunuz?
— Kararımı değiştirmedim.
— Başınıza gelecekleri hak ediyorsunuz, Nefer! Adalet acı-
masız olacak!
— Bu deyimi doğru kullandığınızdan emin misiniz?

298
Sinirlenen vezir ustabaşını Amenmes'in huzuruna çıkardı.
Büyük taş pencerelerden birinin kenarına oturmuş olan firavun,
kutsal Karnak kentine bakıyordu.
— Tutukluyu getirdim, Haşmetmeapları.
— Bizi yalnız bırak.
— Size suçlamaları hatırlatmak zorundayım, Haşmetmeap-
ları, ve...
— Bizi yalnız bırak, Vezir.
İstemeye istemeye dışarı çıktı yüksek yönetici.
— Seleflerim Karnak'ı tanrıların bulunmaktan zevk aldıkları,
hayranlık uyandırıcı ve kutsal bir kent haline getirdiler, dedi
firavun. Onlar gibi ben de kenti güzelleştirmek, yeni tapınaklar
yaptırmak, dikilitaşlar getirtmek, amt kapılan altın ve gümüşle
kaplatmak istiyorum. Ama böylesi bir şantiyeye girişmeden önce,
tüm kullarımın itaatini sağlayarak iktidarımı pekiştirmek zorun-
dayım. Anlıyor musunuz, Nefer. Suskun başını sallamakla yetindi.
— Çevremde sadece alçaklar ve ikiyüzlüler var. Bir tek Mehi
gerçeği söyleme cesaretini gösterdi. Teb homurdanmaya, askerler
sabırsızlıkla tepinmeye başladı; maaşlar gecikecek, asker kaçak-
larının sayısı her geçen gün daha da artacak. Tahtımı kurtara-
bilmek için, kararsızlan ikna etmek, kor-kakları sakinleştirmek,
zaferlerin tanrısı Amon'un kentini zenginleştirecek bir firavun
olduğumu kanıtlamak zorundayım. Bunu da anlıyor musunuz?
— Krallığın görevleri.
— Hakikat Meydanı'nda çok altın var, öyle değil mi?
— Kuyumcumuzun gerektiği gibi çalışabilmesine yetecek
kadar. Bu altın bize saray tarafından veriliyor, gelen altın miktarı
da mezar kâtibince kaydediliyor. Amenmes ustabaşına döndü.
— Ama siz, Nefer, siz altın yapmayı biliyorsunuz. Loncanın
önderi cevap vermedi.

299
— Ben Hakikat Meydanı'nın efendisi değil miyim? Bu sırrı
bilmem gerek!
— Yaptığımız altının köy dışında hiçbir değeri olamaz.
— Siz ustabaşısınız ve bana itaat etmek zorundasınız, Nefer.
— Buyruk köyü yöneten Maat yasasına aykırıysa, değilim.
Siz o yasanın birinci hizmetkârısınız, sizin sayenizde güçsüz güç-
lüye karşı korunuyor.
— Boş konuşmalara zaman yok! Yeteneklerinizi harekete
geçirerek, ihtiyacım olan altını bana getirmenizi istiyorum.
— Altın Evi Hakikat Meydanı'nın içinde, Haşmetmeapları,
orada gerçekleşen eser bu dünyaya ait değil.
— Dikkatli olun, Ustabaşı! Bu kez, sabrım taşıyor. İnat eder-
seniz, vezirin mahkemesine havale ederim sizi.
— Bana karşı hiçbir ciddi suçlama yapılamayacağını çok iyi
biliyorsunuz.
— Siz, firavununa itaat etmemekte direnen bir asisiniz!
— Tam tersine, sadığım ve bunu kanıtlayabilecek durum-
dayım.
— Kanıtlamak, diye yineledi Amenmes şaşkınlıkla. Nasıl?
— Hakikat Meydanı'nın kâhinine danışarak.
O
Elli üçüncü bölüm
Nefer sarayın odalarından birinde gözetim altında beklerken,
General Mehi ve vezir firavunun sözlerini dinliyor, her geçen
dakika biraz daha asıyorlardı suratlarını.
— Ustabaşı söylediklerinde sonuna kadar haklı, Haşmetme-
apları.
— Bu kehanet de ne oluyor?
— Hakikat Meydanı'nın kurucusuna, I. Amenofis'e birkaç
soru sormak, Haşmetmeapları. Zanaatkarlar heykelini taşıyacak-
lar, sorulara o heykel cevap verecek.
300
— Mutlaka hileli bir cevap olacaktır! diye öfkelendi
Amenmes. Reddetmem gerekecek.
— İmkânsız, dedi vezir, yoksa hem atalarınızı öfkelendirir,
hem de Teb halkının gözünde inanılırlığınızı yitirirsiniz.
— Demek Nefer'in kendinden böylesine emin olmasının
nedeni, buydu. Herkesin saydığı ölü bir firavunun desteğiyle,
kazanacağından emin! Hiç olmazsa, sorulacak sorulan seçemez
miyiz?
— Sorulan sormak, iddia makamının görevi.
— Sorulacak tek bir soru var. Suskun Nefer firavuna, Hakikat
Meydanı'nın ulu efendisine sadık mı? İyi ama, bu bir işimize
yaramaz ki, zanaatkarlar heykelin "evet" dediğini göstermek için
öne doğru eğeceklerdir onu!
— Böylesi bir duruma düşmemizi önleyecek bir fikrim var,
dedi General Mehi kurnazca bir tebessümle.
— Şef, panter postu giymiş vezir ile kafalarını kazıtmış on iki
rahip!
— Asker yok mu? diye sordu Sobek.
— Bir tane bile yok. Ha, bir de ustabaşı var!
— Özgür mü?
— Kortejin ortasında yürüyor.
Sobek 5. Tabya'dan çıktı. Vezire aldırmaksızın, iki rahibi
kenara itip ustabaşı için bir yol açtı zenci polis.
— Hoş geldiniz, dedi heyecanla. Umarım, kimse köye gir-
menizi engellemez.
— Suskun Nefer hâlâ zan altında, diye açıkladı vezir. Buraya,
Nefer'in suçluluğunu onaylayacak kâhine danışmaya geldim.
Kortej ana kapının önünde durdu. Işık köyden çıktı. Nefer'e
uzun uzun sarıldı.
— Hathor rahibeleri seni korumaya ara vermediler, diye
fısıldadı. Vezir karı-kocayı uyardı.

301
— Amenofis ile karısı Ahmes Nefertari'nin heykellerini
getirtin. Vakit kaybetmeden Hakikat Meydanı'nın saygıdeğer
koruyucusuna soru sormak istiyorum. Sağ ve sol ekipten altışar
zanaatkar, Lübnan sedirinden kirişlerin taşıdığı ahşap bir kayığın
içine yerleştirilmiş olan kraliyet çiftinin heykellerini getirdi.
Tüm köy heykellerin çevresine toplanmış, firavunun
ruhunun vereceği hükmü bekliyordu.
— İddia makamı sorusunu sorsun, dedi bilge kadın vezire.
— Önce hamalları değiştirelim. Cesur Paneb hemen müda-
hale etti.
— Bu kayık sadece Hakikat Meydanı'nın zanaatkârlarınca
taşınabilir!
— Kehanetin tarafsızlığından emin olabilmek için, Amon
rahipleri alacak onların yerini. Böylece, kimse kâhinin cevabın-
dan kuşkulanmayacak.
— Bu dediğiniz, geleneklere aykırı! diye haykırdı dev.
— Vezirin istediği gibi olsun, diye kestirip attı bilge kadın.
Amon rahipleri zanaatkarların yere bıraktığı kayığı kaldır-
dılar; hepsi her yılın birkaç gününü tapınakta geçiren, istenen
cevabın verilmesi karşılığında yabana atılmayacak bir ödül vaa-
diyle gelmiş, rahip vekilleriydi.
Vezir, Amenofis'in renkli bir taht üzerine oturtulmuş kireç-
ten heykeline, heykelin olağanüstü yoğun gözlerine baktı.
— Saygıdeğer Atamız, burada, gerçeği öğrenmek için top-
landık. Kurduğun loncanın önderi Suskun Nefer, Firavun Amen-
mes'e karşı başkaldırmakla suçlanıyor. Suçluluğuna hükmedilirse,
en ağır cezaya çarptırılacak.
Zanaatkarlar mahkemeyi izlemek içip çalışmayı durdurmuş-
lardı, hepsi de bilge kadının vezirin isteğini kabul etmesine kız-
mıştı. Öfkeden çılgına dönmüş olan Paneb Amon rahiplerinin

302
hilesini kabul etmemeye, gerekirse kuvvet kullanarak yeni bir
kehanete başvurmaya hazırlanıyordu.
— Saygıdeğer Atamız, diye sürdürdü vezir sözünü, sorumuza
cevap ver. Suskun Nefer, Hakikat Meydanı'nın efendisi firavuna
sadık mı?
Kayık uzunca bir süre hareketsiz kaldı. Oysa taşıyıcıları
heykele olumsuz cevap verdirmek için gerilemeye çalışıyorlardı
tüm güçleriyle; ne var ki görünmeyen bir güç onları oldukları
yere çiviliyor, hatta adım adım ilerlemeye zorluyordu.
— Kehanet açık! diye haykırdı Paneb kulakları sağır edecek
sesiyle. Ustabaşımız firavuna sadık kaldı, ona karşı yapılabilecek
hiçbir suçlama yok!
— I. Amenofis'e şükran! diye bağırdı Güçlü Naht. Bütün köy
halkı katıldı bağırışına.
Vezir olduğu yerde donup kalmış, yenilgisinin sonuçlarını
düşünüyordu. Paneb'in alaycı bakışları şaşkınlığını daha da artı-
rıyordu kuşkusuz. Heyecan yatıştığında, son bir girişimde bulun-
mayı denedi.
— Sorum o kadar ciddi ki, Kraliçe Ahmes Nefertari'nin de
cevabını bilmek istiyorum; ustabaşının davranışını onaylıyorsa,
belli etsin!
Paneb o zavallı adamı kovmaya hazırlanıyordu ki, heykelin
siyaha boyanmış yüzü, Amenmes'in elçisini korkudan donduran
geniş bir tebessümle aydınlandı. Vezir Kenhir'in de gelmesini
engelleyememişti. Amenmes bekletmeden huzuruna kabul etti
ikisini de.
— Neden Suskun Nefer'i de getirmediniz?
— Kâhin onun lehinde cevap verdi, Haşmetmeapları, ama...
— Sadece saygıdeğer I. Amenofls ustabaşının doğruluğunu
onaylamakla kalmadı, diye vezirin sözünü kesti mezar kâtibi,
büyük eşi de mucizevî bir müdahaleyle onun cevabını doğruladı.

303
Amenmes'in yüzü, sanki büyük bir rahatsızlığın eşiğin-
deymiş gibi, daha da ufalmıştı.
— Nefer denilen o adamı tutuklamak gerek, diye ısrar etti
vezir. Böylesine açık bir itaatsizliği hoş göremezsiniz!
— Benim başka bir önerim var, dedi Kenhir, ellerini basto-
nunun sapına dayayarak. Vezir birden beklenmedik bir umuda
kapıldı. Ya mezar kâtibi bir türlü yıkmayı başaramadığı ustabaşını
yok edebilmesi için eline kozlar verirse? Küçük ihaneti karşılı-
ğında onurlu bir göreve atanır, dolgun bir maaşa kavuşabilirdi.
— Uygulanan yöntemde, diye devam etti Kenhir, kabul edi-
lemez iki kuralsızlık yapıldı, her ikisi de vezirin suçuydu.
— Neler saçmalıyorsunuz? diye itiraz etti beriki.
— Önce, sadece zanaatkarların kâhin kayığını taşımaya yet-
kisi olmasına rağmen, bu görevi Hakikat Meydanı'nın yabancısı
Amon rahiplerine verdiniz; ikincisi de, masum bir insana duydu-
ğunuz nefret nedeniyle, verilen kutsal hükmü reddediyorsunuz.
Böylesi bir davranış, Maat'ın yasasını her koşulda uygulamakla
görevli bir vezire yakışmıyor. Bu nedenle, firavundan derhal
veziri görevden almaşım istiyorum. Eğer isteğim reddedilirse,
Amon Mahkemesi'ne başvurur ve haklı çıkarım. Bir insanın
görevi ne kadar yüksek olursa, o kadar katı olmak zorundadır;
Mısır böyle kuruldu, hayatta kalması için böyle devam etmek
gerek. Vezir firavuna döndü.
— Haşmetmeapları, bu yaşlı ve kindar kâtibe kulak ver-
meyin!
— Senin yüzünden, ciddi bir hata işledim. Bu saraydan çık,
bir daha da sakın dönme.
Sürüyle kuşun yaşadığı yüksek otlaklar arasındaki avdan
dönen General Mehi, hâlâ gergindi. Çomakla öldürülmüş bir sürü
kuş getirmişti, ama harcadığı güç endişelerini yatıştırmaya yet-
memişti işte.

304
Serketa kıyıda, hanımlarının olabildiğince rahat edebilmesi
için hizmetçilerin üst üste yerleştirdiği kumaş şiltelerin üzerinde,
geniş bir şemsiyenin altında dinleniyordu.
— Üzüm suyu yeterince soğuk değil! diye azarladı hizmet-
kârlarını. Hemen gidip daha soğuğunu getirin.
Mehi karısının yanına çöktü.
— Harika görünüyorsun, sevgilim, ama hâlâ endişeli gibisin.
— Amenmes vezirini, ustabaşı ve mezar kâtibi karşısında
gülünç duruma düşen o yaşlı budalayı kovdu. Oysa ona kâhinden
nasıl yararlanabileceğini anlatmıştım, ama beceremedi işte.
— Firavun yerine kimi atadı?
— Benden hiç hoşlanmayan başka bir beceriksizi.
— Eğer seninle uğraşırsa, dedi Serketa tatlı bir sesle,
selefinden de az dayanacak demektir.
Çıplak ayağıyla, generalin bacağını okşadı.
— Başdanışman Bay, Seti'yi Teb'e saldırmaya ikna edemeye-
cek, dedi Mehi, Amenmes de Kuzey'e karşı harekete geçmeyecek.
Her ikisi de barıştan başka söz etmiyor, oğlunun babasını tanıya-
cağından neredeyse eminim artık.
— Kötü mü olur?
— Benim için, felaket! Beni ikili oynamakla suçlayacaklar.
Böylesi bir barışma, bütün çabalarımızı yok eder.
— O kararsız firavuncuğu etkileyemez misin?
— Amenmes çok değişti. Vezirinin başarısızlığı onu öylesine
kuşkulandırdı ki, her geçen gün biraz daha yalnızlığa gömülüyor.
Gerçeği kabul etmek gerekiyor. Seti'nin oğlu, ne yapacağı kesti-
rilmez biri oldu çıktı. Belki de beni görevden almayı, Teb ordula-
rının başına başka bir başkomutan getirmeyi bile düşünüyordur.
Hakikat Meydanı'nı koruyormuş gibi yaparak, kızdırdım onu
herhalde. Ne olursa olsun, artık Amenmes'e müttefik gözüyle
bakamam.

305
Serketa generalin karnının üzerine uzandı.
— Yine söylüyorum, tatlı sevgilim, kimse sana kötülük
yapamaz.
— Benden habersiz bir şey yapmanı yasaklıyorum, Serketa!
— Eğer Amenmes sana doğrudan saldırma deliliğini göste-
rirse, müdahale etmeyecek miyim? O tecrübesiz firavuncuk
ortadan kalkarsa, Teb'in tek hakimi olur, senden hiç kuşkulan-
mayan II. Seti'ye sadakatini tekrarlarsın. Senden başka kim barışı
sürdürerek iç savaşı engellediğini iddia edebilir ki?
A
Elli dördüncü bölüm
Nefer karısıyla evin terasında, yıldızların altında nefis bir
gece geçirmiş, şimdi de sabah güneşinin zevkini çıkarıyor, karı-
sının saçlarını okşuyordu. Onları ilk karşılaştıkları günden beri
birleştiren büyülü tutku her gün biraz daha güçleniyor, kankoca
onlara böylesi bir mutluluk bahşeden tanrılara şükrediyordu.
— Vezirin ya da Amon rahiplerinin öç almak isteyecek-
lerinden korkmuyor musun?
— Köyün topraklarında ve kurucu ataların korumasın-
dayken, hayır.
Sağ ekip için izin günüydü; oysa ustabaşı izin gününden
yararlanmayacaktı. Kararlı Gau'nun tasarladığı, Cömert Didya'-
nın da Somurtkan Karo ve Neşeli Renupe'nin yardımıyla yaptığı
yeni silonun yerine yerleştirilmesine nezaret edecekti. Sonra yeni
gelen hububat amforalarını denetleyecek, en sonunda da
Kenhir'in şikâyetlerini dinlemek zorunda kalacaktı.
— Yukarıda mısınız? diye sordu Paneb güçlü sesiyle. Ustabaşı
yerinden doğrulup aşağıya, sokağa baktı.
— İlginç bir ziyaretçi var, dedi dev adam.
— Yeni vezir mi?

306
— Daha da iyisi. Firavun Amenmes'in ta kendisi. Şef Sobek
gelenin bir sahtekâr olduğundan korkmuş, gelip ziyaretçinin
gerçekten de firavun olduğunu doğrulaması için mezar kâtibini
çağırmış. Eğer gerçekten firavunsa gelen, aşağı inip karşılaman
gerekir.
Köyün büyük kapısının çevresindeki hareketlilik, önemli bir
şeyler olduğunun kanıtıydı. Suskun Nefer beline peştamalını
doladı, üzerine heykeltıraş önlüğünü geçirdi, merdivenleri indi.
Sokakta, Çakal Unes'le karşılaştı.
— Amenmes geldi!
— Yanında kim var?
— Sadece arabasının sürücüsü.
Kenhir bastonunu kullanarak köy halkını dağıtmaya,
Amenmes'in köyün ana yolunda yürüyerek ustabaşıyla karşı-
laşmasını sağlamaya çabalıyordu.
İki adamın gözleri birbirine kenetlendiğinde, ağır ve yoğun
bir sessizlik oluştu.
— Sizi köyümüzde gördüğümüz için mutluyuz, Haşmetme-
apları, dedi Nefer eğilerek.
Zayıflamış ve solgundu Amenmes, düşte gibiydi.
— Krallar Vadisi'ne gitmek için kullandığınız yoldan geçmek
ve ebedî istirahatgâhımı görmek istiyorum.
— Hemen şimdi mi?
— Zamanım daralıyor, Ustabaşı.
Nefer Paneb'e yanlarında gelmesini söyledi.
Geçide çıkan yokuşun ortalarında, soluk soluğa kalan
Amenmes'in koluna girmek zorunda kaldı dev adam. Firavunun
bacakları titriyor, gücü tükenmiş gibi yürüyordu.
— Köye dönmek ister misiniz? diye sordu Nefer.
— Devam edelim.

307
Paneb yavaşladı. Geçitteki kulübelerin yanına varınca, uzun
uzun dinlendi Amenmes. Üzerinde şahinlerin uçtuğu, güneşin
kavurduğu kahverengi tepelere baktı.
— Krallığın koruyucusu Horus'un kuşu, diye mırıldandı.
Hâlâ beni düşünüyor mudur? Göğe yükselmek yerine, batağa
saplandım. Oysa siz, Ustabaşı, siz öteki hayata giden doğruluk
yolundan ayrılmadınız, yaptıklarınızın önemini bu kadar geç
kavradığıma pişmanım şimdi. Neyse ki bugün efendisi olmam
gereken bu toprakları gezebileceğim.
Amenmes geçitteyken zanaatkarların kaldıkları kulübeleri
gezdi, kendine en iyisini ayırdıktan sonra Kenhir'in çizdiği işa-
retleri okuyarak eğlendi.
— Vadiye inelim, dedi sonunda.
Adımları kararsızdı, düşmesini önleyebilmek için, firavun-
dan gözlerini ayırmıyordu Paneb.
İniş olaysız geçti, üçü birlikte şanlı dönemlerin anılarının
gezindiği büyük çayırın sessizliğine girdiler.
— Buraları sarayımdan çok daha canlı, diye yakındı Amen-
mes. Orada, entrika ve hırstan başka bir şey yok; oysa burada hep
kaçırdığım huzuru buldum. Heykellerin inceliği, onu tanrıların
yanında gösteren sahnelerin güzelliği karşısında gözleri kamaştı
Amenmes'in. Koridorlarda yavaş yavaş ilerledi, ışığın değişimle-
rini anlatan metinleri okudu, Yaradan'a ve İsis'e armağan sunan
annesinin resmi karşısında uzun süre kaldı.
— Buraya çok daha önce gelmeliydim, oysa burada ölü-
mümle karşılaşmaktan korkuyordum. Ne bağışlanmaz hata! Bu
duvarların üzerinde, ölümü andıracak hiçbir şey yok. Bana
dostum ve müttefikim olduklarını iddia edenlerden çok fazlasını
verdiniz, oysa ben sizi aşağıladım, sizinle mücadele etmeye kal-
kıştım.

308
Nefer ve Paneb Amenmes'i yalnız bıraktılar. Ebedî istira-
hatgâhından çıktığında, güneş alçalmaya başlamıştı.
— Geç oldu, dedi ustabaşına, o kadar geç oldu ki... Hiç
olmazsa benim için yarattığınız harikaları görecek kadar yaşadım
ya.
Kısa boylu, şişman ve sakallı, Yunanlı bir matematikçi ile
İranlı bir kimyagerin oğlu olmakla övünen Dakter, Mehi saye-
sinde yönetimine atandığı laboratuvarında yavaş yavaş uyukla-
maya başlamıştı. Mısır'ı geleneklerinden kurtarıp ilim ve tekno-
lojik gelişme çağına fırlatacak devrimden uzun süre önce kesmişti
umudunu. General gerçekten de firavunların bu eski ülkesini sil-
kelemeye çabalamış, ama koşullar başarısını engellemişti.
Dakter sudan başka şey içmezdi, ama gitgide daha fazla
yiyor, şişmanlamasının acısını yanında çalışanlardan çıkarmaya
çalışıyordu. Mısırlı kadınlardan hiçbiri kabul etmemişti onu, bu
nedenle Teb kentinin kenar mahallelerindeki bir birahanede
vücutlarını satan Libyalılarla yetinmek zorunda kalıyordu. Oysa,
ne büyük bir dâhiydi! Hâlâ yeni makineler bulacak, petrolden
yararlanarak ülkenin ekonomisini tepeden tırnağa değiştirecek
güçte hissediyordu kendini. Oysa Mısır Maat'ın yasasına, o düş
ürünü ahenge saplanıp kalmış, ne pahasına olursa olsun maddî
başarının dürüstlükten üstün olduğunu bir türlü anlayamamıştı.
— Senden istediğimi hazırladın mı, Dakter? Uykusu bölünen
Dakter, irkildi.
— Serketa! Bağışlayın beni... Biraz dinleniyordum da.
Dakter tatlı sesi, bakışları ve cilveleriyle genç bir kıza ben-
zemeye çalışan etine buduna dolgun bu kadından ürküyordu
oldum olası.
— Acelem var.
— Son günlerde işim başımdan aşkındı, onun için...

309
— Senin sayende, zehir hazırlama konusunda oldukça çok
şey öğrendim, diye itiraf etti Serketa, hele nilüfer yaprağı esaslı
uyuşturucular konusunda bildiklerine paha biçilemez; benim de
hata yapmamam gerekiyor. Aynı zamanda senin de koruyucun
olan kocamın durumu gittikçe tehlikeye girmeye başladı, fazla
gecikmeden müdahale etmem gerekiyor.
— Hiçbir şey bilmek istemiyorum!
— Tam tersine, senin gibi bir müttefikin, tüm projelerimden
haberdar olması şart. Bana uyuşturucuyu verir vermez, Firavun
Amenmes'in odasını korumakla görevli askerleri uyutacağım.
Sonra odaya girip, kendi hazırladığım bir zehir içireceğim ona.
— Susun, yalvarırım susun!
— O zehri bir sığırda denedim, anında öldü. Böylece, Teb
ordularının başına yeni bir başkomutan atamak isteyen şu budala
firavundan kurtulmuş olacağız. Ne saçma bir düşünce... Böyle bir
düşünce, ciddi bir ceza gerektirmiyor mu, sence?
— Amenmes bir firavun!
— Yasal olan tek firavun II. Seti, biz de ona olan sadakatimizi
hiç eksiltmedik. Bunu sakın unutma, sevgili Dakter ve hemen o
meşhur uyuşturucuyu ver.
Amenmes geceyi Hakikat Meydanında, Yüce Ramses'in
sarayında geçirmişti. Köy halkı gibi atalara saygısını sunmuş,
sonra da ustabaşı ve bilge kadınla birlikte kahvaltıya oturmuştu.
Hükümdarın yüzündeki çizgiler kaybolur gibiydi sanki, hem
üstelik iştahına da kavuşmuştu.
— Ne eksiğiniz var. Ustabaşı?
— Devlet sözünü tuttuğu sürece, hiçbir eksiğimiz yok, Haş-
metmeapları.
— Köyü genişletmek istemez misiniz?
— Kesinlikle hayır! İskele ve sancak mürettebatıyla bir gemi
gibi burası, herkes toplu esere katkı sağlarken uzmanlık alanında

310
kusursuz olmaya uğraşıyor. Zanaatkar sayısını artırmak gereksiz,
hatta zararlı olabilir, tek önemli olan, loncanın birliğidir çünkü.
Sanatını sendelemeden uygulayacak, öğrenip denediğini başka-
larına aktaracak hale gelebilmesi ve Hakikat Meydanı'nın gerçek
bir hizmetkârı olabilmesi için bir zanaatkarın yıllar boyu eğitil-
mesi gerekiyor.
— Vezirim bana sizin hakkınızda yalan söyledi, bir tek
General Mehi sizin tarafınızı tuttu. Dikkatli olun, Nefer; duru-
munuz ve elinizdeki sırlar gerçek bir kıskançlık dalgası
yaratabilir.
— Hakikat Meydanı, firavunun koruması altında olduğu
sürece, neden çekinsin?
— Burasını dokunulmaz kılacağım, dedi Amenmes.
— Önce sağlığınızla ilgilenmeniz daha doğru olmaz mı? diye
sordu Işık.
— Birkaç gün önce, yeteneklerinden çok söz edilen Dakter
adında birini saraya hekimbaşı olarak atadım. Ama bilge kadın
loncanın diğer üyeleri gibi beni de tedavi etmeyi kabul eder mi?
— Emrinizdeyirn, Haşmetmeapları.
— Gençliğimin gücünü yitirdim, belki de hiç gerçekleşme-
yecek saçma bir savaşı hazırlamakla geçirdim günlerimi. Ebedî
istirahatgâhımı gördükten ve az da olsa köydeki hayata katıl-
dıktan sonra, sorumlusu olduğum bu kargaşaya bir son vermek
niyetindeyim. Yarından tezi yok, yasal firavunla, babamla görüş-
meleri başlatacak, beni bağışlamasını isteyeceğim. Ondan istedi-
ğim tek ayrıcalık, Krallar Vadisi'nde dinlenmek olacak. Ahenk
yeniden döndüğünde, gelip sizi göreceğim, Işık, siz de beni eski
sağlığıma kavuşturacaksınız.
n
Elli beşinci bölüm

311
— Çok tehlikeli, Serketa! Planının başarılı olması imkânsız,
dedi General Mehi.
— Başarılı olacağını biliyorsun, tatlı sevgilim, senden tek
istediğim, saraydaki bazı muhafızların yerine kendi adamlarını
koyman. Ötekilere gelince, uyuşturucu katılmış yemekleri bir
hizmetkâr verecek. Onlar uykuya dalar dalmaz, Amenmes'in
odasına girip, kendi elimle hazırladığım nefaseti sunacağım.
Öldürücü bir nefaset... Hiç acı çekmeden, daha iyi bir dünyaya
gidecek.
— Yakalanabilirsin!
— Böyle bir âdetim yok, diye kıkırdadı. İzin veriyorsun, değil
mi?
— Hayır, Serketa.
Vekilharç kameriyenin altında uzanmış çifti rahatsız etmeye
karar verdi.
— Yaveriniz sizinle görüşmek istiyor, General. Çok acil ve
önemli olduğunu söylüyor.
Subay büyük bir heyecanın etkisindeydi.
— Saraydan ürkütücü haberler geliyor, General! Bana inan-
dırıcı gelen söylentilere bakılırsa, Amenmes Seti'yi İki Ülke'nin
tek efendisi olarak tanımaya hazırlanıyormuş. Kararlılığını gös-
termek için, Teb birliklerini dağıtmaya, sizin yerinize de buyru-
ğunu yerine getirecek yeni bir general atamaya hazırlanıyormuş.
Yeni vezirin, o ambar kâtibinin size düşman olduğunu eklememe
gerek var mı? Barış yolunda, günah keçisi ilan edileceksiniz.
Üstelik adamlarım da geleceklerinden endişe duyuyorlar.
— Endişelenmesinler, firavunun nezdinde savunacağım
onları.
Yaver uzaklaştığında, generalin dizlerini öptü Serketa.
— Artık izin veriyorsun, değil mi, tatlı sevgilim?

312
Mezar kâtibinin yardımcısı İmuni'nin kemirgen gözleri her
zamankinden de deliciydi.
— Otuz altı, otuz yedi... Bir testi bira eksik işte!
— Bir daha say, diye buyurdu Kenhir.
— Kaç kez saydım! Bu sabah bize otuz sekiz testi bira teslim
ettiler, depoya yerleştirirken, otuz yedi saydım. Demek ki, biri, bir
testi birayı çaldı!
— Böyle öfkelenme, İmuni. İyi bir kâtip sükûnetini korumayı
bilmeli.
— Suçluyu bulmamız gerek!
— Kuşkulandığın biri var mı?
— Küçük bir soruşturma yaptım bile. Bu sabah, boşaltma
sırasında, sağ ekipten üç zanaatkar vardı; Pişkin Somun Pay,
Cömert Didya ve Cesur Paneb.
— Tabiî, Paneb'i suçluyorsun!
— İki ev kadınının tanıklığına göre, suç mahallinde en son
görülen, o. Ötekilere kıyasla gücü, böylesi bir testiyi kaldırıp
götürmeye daha uygun, bana kalırsa testilerden birini yürüt-
mekte tereddüt etmemiştir.
— Elinde kanıt var mı?
— Belirtiler birbirlerini doğruluyor; ustabaşına haber vermek
zorundasınız. İmuni haksız değildi ama, tiz sesi Kenhir'in sinirine
dokunuyordu.
— Gidip haber vereyim.
— Suçlayıcı olarak, konuşmanızda hazır bulunacağım.
— Gidelim bakalım, diye homurdandı Kenhir.
Nefer heykeltıraşların atölyesinde, Amenmes'i oturur
gösteren, huzura kavuşmuş yüzüyle güçlü ve genç bir firavuna
benzeyen heykelini tamamlamaya çalışıyordu.
İmuni ağzını açıp konuşmaya hazırlanıyordu ki, Kenhir elini
yardımcısının ağzına kapadı.

313
— Sus !
Hareketin kusursuzluğuna hayran kalan İmuni Paneb'e karşı
yürüttüğü savaşı bir an için unuttu. Bakışı, Amenmes'in dudak-
larına tanrı ile insanı imkânsız bir ahenkte buluşturan bir kıvrım
veren ustabaşının elini izledi. İnce kalem, taşı yaralamadan dans
ediyor, görünürde hareketsiz maddeyi hayat desteğine dönüştü-
rüyordu.
Nefer elindekileri bıraktı, keten bir mendille alnındaki teri
sildi. Heykelle konuştuğu başka bir dünyadan çıkarak, mezar
kâtibi ile yardımcısını gördü.
— Loncada bir hırsız var, dedi İmuni.
— Kimden bahsediyorsun ve ne çaldı?
— Paneb bir testi bira çaldı. Mahkemeye çağırılmasım, evinin
aranmasını istiyorum.
— Sorguladın mı?
— Şiddet kullanabilir.
— Ben varsam, kullanmaz.
Suskun Nefer iki kâtiple birlikte atölyeden çıktı, karısının
isteğine uyup evin cephesini badanalayan Paneb'in yanına
vardılar.
— Etkileyici bir heyet! dedi dev adam. İddiaya girerim ki,
kâtip yardımcısının mutlaka benimle ilgili bir şikâyeti vardır yine.
— Bu kez, durum çok ciddi! dedi İmuni. Onun için, hemen
itiraf edersen, daha iyi olur !
— Sana gittikçe daha az dayandığımı, yakında fırçamın
yüzünde gezintiye çıkabileceğini itiraf ediyorum.
— Bu sabah gelen bira testilerinden birini çaldın mı? diye
sordu Kenhir. Paneb'in gözleri tehdit doluydu şimdi.
— Bu hikâyeyi şu İmuni sahtekârının uydurduğundan emi-
nini.
— Bir testi çalındı, sen de oradaydın!

314
— Bildiğim kadarıyla, yalnız değildim. Ya başımı derde
sokmak için testiyi sen bir yerlere saklamışsan?
Genç devin, yardımcısına saldırmak üzere olduğunu hisse-
den Kenhir araya girmek zorunda kaldı.
— Bu iş ciddiye benziyor, Paneb. Pay ve Didya'yla yüzleş-t-
irilmeyi kabul ediyor musun?
— Önce, mahzenime bir bakın.
— Dediğini yapalım, dedi İmuni. Cesur evinin kapısını açtı.
— Girin ve bakın.
— Bunu keyifle yapmıyorum, diye açıkladı mezar kâtibi
duygularını. İşbirliğin için teşekkür ederim.
Ustabaşı dışarıda kaldı.
— Bir gün, dedi Paneb, bu İmuni piresinin kafasını iki taş
arasında ezeceğim.
— Sakın hislerine kapılma, yoksa loncadan atılırsın.
— Hiç olmazsa sen, suçsuzluğumdan eminsin, değil mi?
— Bana böyle bir soru sorman gerekir mi?
İmuni Paneb'in evinden çıkarken üzgündü, oysa Kenhir
memnuniyetini gizlemeye bile çalışmıyordu.
— Kuşkulu bir testi göremedik, diye açıkladı mezar kâtibi.
— Sorun hâlâ çözümlenmedi, diye hatırlattı yardımcısı tiz
sesiyle. Paneb'i öteki zanlılarla yüzleştirelim.
— Acele edelim, dedi ressam. Zaman kaybetmekten nefret
ediyorum.
Cömert Didya'yı kendine ait bir yöntemle böbrek pişiren
Pişkin Somun Pay'ın evinde buldular.
— Paneb bir testi bira çalmakla suçlanıyor, dedi İmuni. Bu
hırsızlığa tanık mısınız?
— Saçmalama, diye kestirip attı Didya. Bu sabah o kadar
susamıştım ki, boşaltma sırasında testilerden birini alıp bitirdim.
Testiyi maaşımdan kessinler, hepsi bu kadar.

315
— İyi ama, yine de...
— Bürona dön, dedi Kenhir yardımcısına.
Burnuna gelen kokulara dayanamayan Paneb tencerenin
üzerine eğildi.
— Testiyi neden çaldın? diye fısıldadı Pay'ın kulağına.
— Böbrek sosu için gerekiyordu. Karım da böyle bir masrafı
kabul etmez.
— Bir daha yapma. Didya'ya da teşekkür et.
— Meslektaşlar arasında, birbirimizi omuzlamamız gerekir,
dedi marangoz. Pay'ın bizi yemeğe davet etmesi gerektiğini
düşünüyorum.
Teb Sarayı kaynıyordu. Söylentiler artmış, herkes Firavun
Amenmes'in tacından feragat edeceğine inanır olmuştu. Bazılan
rahatlarken, kimileri de ayrıcalıklarından tümünü ya da bir
bölümünü yitirmekten çekiniyor, ama herkes sessizliği sağır
edecek kadar artan General Mehi'nin kaderini merak ediyordu.
Güneş batarken, gece nöbetini devralacak hizmetkârlarla birlikte
sarayın kapısına geldi Serketa. Basit elbiseler giymişti, güçlükle
karşılaşmadan ilk iki kontrol noktasını aşü. Üçüncü noktadaki
nöbetçi daha dikkatliydi.
— Seni daha önce hiç görmedim.
— Çamaşırcılardan birinin yerine geldim. Hastalandı da.
— Oda hizmetçisine git, sana ne yapacağını söylesin.
Serketa çamaşırhaneye giden koridora girdi, ama yön değiş-
tirerek kraliyet dairesine çıkan geçide saptı. Mehi'nin çizdiği
saray planını iyice ezberlediğinden, yolunu kaybetmekten kork-
muyordu.
Kaba elbisesinin iç cebinde, bir hançer ve bir zehir şişesi
vardı. İlki olası bir engelden kurtulmaya, ikincisi de Amenmes'i
öldürmeye yarayacaktı. Nöbet değişikliği az önce gerçekleştiril-
mişti. Yarım saat sonra, Amenmes'in yakın korumaları uykuya

316
dalacak, yol açılacaktı. Kimse hükümdarın odasına sızmasına
engel olamazdı artık.
Generalin eşi, vazoların konulduğu küçük bir odaya
saklandı. Saray tümüyle sakinleşene dek orada bekleyecekti.
Taşların üzerinde telaşlı ayak sesleri duyunca, endişelenmesi
gerektiğini anladı Serketa. Biri ihanet etmişti, şimdi onun peşin-
deydiler. Acele etmiş olsaydı, tuzağa düşeceği açıktı.
Kimseye görünmeden nasıl çıkmalıydı? Odanın bahçeye
açılan küçük bir penceresi vardı ama, taşla örülmüştü pencere.
Hiçbir çıkış yolu, saklanacak hiçbir delik göremedi.
Kapı açıldığında, kaçacak yer bulamayacaktı.
Onu yakalamaya çalışacak ilk nöbetçinin göğsüne hançerini
saplamaya, ötekilerin yüzlerini tırmalayarak aralarından kaçıp
kurtulmaya karar verdi. Erkek sesleri ve telaş.
Sonra kadın sesleri, hıçkırıklar, çığlıklar.
Merakla kapıyı araladı.
Askerler, görevliler, hizmetkârlar koşuşturuyordu koridor-
larda. Mehi'nin karısı hizmetkârlardan birinin bileğine yapıştı.
— Ne oldu?
— Firavun Amenmes öldü!
O
Elli altıncı bölüm
Kenhir ter içinde uyandı, sıçradı, genç eşini uyandıracak
denli tiz bir çığlık attı. Güçlü Niut ayaklandı, mezar kâtibinin
yatak odasının kapısını vurdu.
— Girebilir miyim?
Cevap olarak bir öksürük nöbetiyle karşılaşınca, kapıyı açü.
Kenhir yatağın içinde oturmuş, soluk almaya uğraşıyordu.
— Korkunç bir kâbus, diye anlattı. Set'in vârislerinden
birinin gelişini gördüm. Şiddet uygulayan, kavgacı ve savaşçı biri,

317
herhangi bir atletten çok daha güçlü, gözünün akı kızarmış,
öylesine güçlü ki, çölden bile korkmayan bir adam!
— Sizin yaşınızda, böyle bir duruma düşmek! Gidip yıkanın,
bu arada çarşafları değiştirip odayı tepeden tırnağa temizleyeyim.
Niut işe koyulurken, daha gece olmasına rağmen köyün ana
yolunda alışılmadık sesler yükseldi.
Çakal Unes eline bir meşale almış, köyü uyandırıyordu.
— Herkes kalksın! Firavun Amenmes öldü! Suskun Nefer
Unes'i sakinleştirmeyi başardı.
— Postacı Uputi haberi öğrenir öğrenmez buraya gelmiş.
Bilge kadın köy halkını yatıştırmaya çalışırken, emrindeki polis-
leri alarma geçiren Şef Sobek'in yanına gitti ustabaşı.
— Bundan sonra her şey, bölgenin güçlü adamı General
Mehi'nin tutumuna bağlı, dedi Nübyeli. Ya kendine karşı geldiği
için Teb'i cezalandıracak olan Seti'nin emrine girecek ya da
Amenmes'in yerine geçecektir ki, bunun anlamı da iç savaş
demektir.
Vezir, bakanlar, Amenmes'in hizmetindeki memurlar ile yö-
neticiler, hepsi General Mehi'nin üst rütbeli subaylara talimatlar
yağdırdığı merkez kışlasına götürülmüşlerdi.
Anlaşıldığı kadarıyla, güç kullanarak iktidara el koymak,
önemli görevlere askerler getirmek niyetindeydi general.
— Prens Amenmes dün gece öldü, diye girişti söze Mehi.
Uzmanlara mumyalama işlemlerine başlamalarını buyurdum.
Başlangıçtan beri sadakatle hizmet ettiğim yasal Firavun II. Seti'yi
durumdan haberdar etmek için, Per Ramessu'ya haberciler çıkar-
dım.
Tüm yüzlerde şaşkınlık okunuyordu. Çoğu Seti'nin oğlunu
izlemekte tereddüt etmeyeceğini düşünmüştü ama bilmedikleri,
Mehi'nin Kuzey ile Güney arasındaki güç dengesinin farkında
olduğu, bu dengenin onun yararına işlemediğini anladığıydı.

318
Cepheden bir saldırı sırasında, sayıca azlığını, gelişmiş silahla-
rıyla telafi edemeyecekti kuşkusuz; ona zaferi sadece kurnazlık ile
şaşırtmaca kazandırabilirdi ama, artık bunlara güvenmek imkân-
sızdı.
— Bizler de Seti'nin sadık hizmetkârlarıyız, diye ortaya atıldı
Amenmes'in atadığı maliye bakanı, ama sahtekâr bize seçme hak-
kı vermedi! En azından firavuna Teb'i kurtarmak için elimizden
geleni yaptığımızı kanıtlayacağız.
— Sakın resmî yas ilan etmeyelim, diye önerdi kaymakam.
Böylesi Seti'yi öfkelendirebilir. Ne de olsa, firavun kanı taşıyan bir
prensin ölümüyle karşı karşıyayız. Amenmes'in bizlere verdiği
unvanları unutalım, önceki görevlerimize geri dönelim. Firavun
Teb'e girdiğinde, sadık ve itaatkâr bir kent karşılayacak onu.
— Eski sahtekârlığın tüm izlerini silmemiz koşuluyla, diye
konuştu eski tarım bakanı. Amenmes kendine Krallar Vadisi'nde
bir mezar kazdırmadı mı? Bunu öğrendiğinde, II. Seti'nin ne kadar
öfkeleneceğini gözlerinizin önüne getirmeye çalışın bir! General
Mehi batı yakasının başyöneticisi olduğuna göre, Hakikat Mey-
danı zanaatkarlarından o hakaret anıtını yok etmelerini istesin.
Yoksa lonca ağır cezaya çarptırılır, Seti'nin öfkesi hepimizi vurur.
— General Mehi'nin imzasını taşıyan bu belgeye göre, Haş-
metmeapları, oğlunuz ölmüş, dedi Başdanışman Bay.
— Neden ölmüş?
— Saray hekimlerine bakılırsa, vücudu bir ihtiyarınkinden
farksızmış; sıska, bitkin bir halde uykuda ölmüş. General mum-
yalanmasına karar vermiş, bölgenin karışmaması için gerekli
önlemleri alıyorlarmış.
— Elindeki belge, Firavun’u Güney'in durumu hakkında ya-
nıltmayı amaçlayan bir yalan olamaz mı? diye sordu Kraliçe
Tausert.

319
— Altındaki mühür generalin, yazı da bundan önceki mesaj-
lara benziyor.
— Ya bu mesajı tehdit altında yazmak zorunda kaldıysa?
Amenmes güç kullanarak kazanamayacağını anladığına göre,
belki de en aşağılık hilelere başvurmayı deniyordur!
— Oğlumun öldüğünü sanıyorum, dedi Seti üzgün bir sesle.
İtaatsizliğini pahalı ödedi.
— İnanılır bilgiler toplamaları için, bölgeye gözlemciler
gönderelim, diye önerdi kraliçe. Birliklerimiz hazırlıksız yakala-
nırsa, bunun cezasını ağır öderler.
— Çok daha önemli bir şey var, dedi isteklerini büyük eşine
ve Başdanışman Bay'a anlatan hükümdar.
— Amenmes'i zehirlemem bile gerekmedi, diye hayıflandı
Serketa. O zavallı genç kendi kendine öldü. Otuz üç yaşmda,
tahtta henüz üçüncü yılını tamamlayamadan... Ne korkunç
bilanço! O beceriksiz, Seti'yi yok etmeyi de başaramadı.
Geçmek bilmeyen kaşıntılar ve ağır ateş yüzünden yatağa
mıhlanan Mehi'nin ayaklarının dibine kıvrıldı. Hekim karı-kocayı
yatıştırmış, ancak durumun kötüleşmemesi için hastanın en az
sekiz gün boyunca odadan çıkmamasını salık vermişti. Bu
tatsızlık Teb Sarayı görevlilerinden zerrece hoşlanmayan Mehi'yi
çılgına çeviriyordu.
Resmî olarak, Mehi dosyalan inceliyordu. Her sabah yaveri
gelip, Mehi'nin toplumun öteki kesimleri gibi, Seti'nin tepkisini
merak edip sabırsızlanmaya başlayan birliklerine gönderdiği
emirleri alıyordu. Teblilerden bazıları II. Seti'nin hoşgörülü dav-
ranacağım umarken, kimileri de gururlu kentin belini kırmasın-
dan korkuyordu.
— Bu sabah Per Ramessu'dan haber gelmedi mi?
— Hiçbir şey yok, sevgilim.

320
— Şimdi çok daha iyiyim, gereğinden fazla zaman kaybettim.
Yarın, Hakikat Meydanı'yla ilgileneceğim.
— Ustabaşının Seti'nin mezarını yıkmayı kabul etmediğini
unutuyor musun?
— Koşullar değişti. Nefer akıllı adamdır, gelip geçici Amen-
mes'in izlerini silmenin yasal patronunun hoşuna gideceğini
anlayacaktır.
— Ya reddederse?
— Gizli umudum da bu ya, güvercinim... O zaman, onu
tutuklatacağım. Tüm köy Maat ve Hathor Tapınağı'nın üstü açık
avlusunda toplanmıştı.
— Amenmes'in mumyalanmasına başlandı, dedi mezar
kâtibi, ama resmî yas ilan edilmedi. Bu da Teb'in Yukarı ve Aşağı
Mısır Firavunu II. Seti'ye boyun eğeceğinin işareti. Ülkenin
bütünlüğü sağlandı, buna ancak seviniriz. Yine de Amenmes
adının firavunlar listesinden silineceği kesin gibi.
— Ebedî istirahatgâhına ne olacak? diye sordu Paneb.
— İşte herkesin düşüncesini öğrenmek için çağırdım sizi
buraya, köyün geleceği buna bağlı görünüyor.
— İyi ki ustabaşı II. Seti'nin mezarını yıkmayı kabul etmedi,
diye haykırdı Neşeli Renupe.
— Ona mutlak bağlılığımızı kanıtlamak için, oğlunun meza-
rını yıkmamız gerekir, dedi Kurtarıcı Şed.
— Ben de öyle düşünüyorum, diye onayladı Kenhir. Teb ileri
gelenlerince görevlendirilen General Mehi sahtekârın tüm izlerini
Krallar Vadisi'nden atmamızı isteyecektir, unutmayın.
Tüm bakışlar ustabaşının üzerinde toplandı.
— Mezar kâtibi bizi uyarmakta haklı. Sol ekip şefi ne düşü-
nüyor?
— Ustabaşının düşündüğünü, dedi Hay.
— Ya bilge kadın?

321
— Koşullar ne olursa olsun, Maat'a olan saygımızdan başka
bir şey düşünmeyelim.
— Öyleyse, çok kolay! diye haykırdı Paneb. Aşkla yarattı-
ğımız bir ebedî istirahatgâhı, resim ve heykelleri nasıl yok ederiz?
Amenmes büyük bir firavun değildi, ama loncaya zarar vermedi.
Hangi alçak siyaset bizi barbarlar gibi davranmaya zorlayabilir?
Zaman önemsiz olayları silecek, sonsuzluk da Amenmes'i diriliş
metinlerini bilen bir firavun olarak gösteren tören görüntülerin-
den başka bir şey hatırlamayacaktır. İnsanın her şeyi kaybolacak;
ama bir firavun için çizdiğimiz semboller hatırlanacak.
— Biz, diye itiraz etti Halat Kasa, biz bugün yaşıyoruz! Güzel
sözlerin generali kesinlikle etkileyemez, bu köy Amenmes'e en
küçük bir bağlılık gösterirse, Seti Hakikat Meydanı'nı yerle bir
eder.
— Ben, diye araya girdi Somurtkan Karo, Kasa'yla aynı
fikirdeyim. Ama benden hiçbir şey yıkmamı beklemeyin.
— İçinizde Amenmes'in mezarını yok edecek biri var mı?
Kimi gözlerini gökyüzüne çevirdi, bazıları ayak parmaklarını
incelemeye koyuldu, berikiler de Hathor rahibelerine bakmaya
başladı.
— Davranışınızın bilincinde olun, dedi Kenhir. Seti sizi
bağışlamayacak.
— Amenmes'in ebedî istirahatgâhı neredeyse tamamlandı,
diye açıkladı Paneb. Bu loncada onu kirletecek kimse bulunma-
masından daha güzel bir şey olabilir mi? Firavun bizden memnun
kalmazsa, mezarını başkalarına tamamlatsın.
Kenhir Paneb'in söylediklerinin mantıktan yoksun olmadı-
ğını kabul etmekle birlikte, asi bir evlattan kalma tüm izleri sil-
meye kararlı bir firavun karşısında loncanın ne değeri olabilece-
ğini düşündü.

322
— Yapılacak işler var, dedi Paneb. Burada gevezelik edece-
ğimize, Amenmes'in cenaze odasını bitirelim ki, firavunun mum-
yasını kabule hazır olsun.
— Prens vadide asla gömülemeyecek! diye itiraz etti Güçlü
Naht.
— Bu iktidardakilerin sorunu, bizim bu konuda kafa patlat-
mamız gerekmez. Ustabaşının planına uyalım, her şey düzelir.
Paneb'in bulaşıcı heyecanı son endişe kırıntılarını da dağıttı,
zanaatkarlar Krallar Vadisi'ne gitmeye hazırlandılar.
Suskun Nefer'in loncanın yürek birliğiyle aldığı kararı özet-
lemesi bile gerekmemişti.
A
Elli yedinci bölüm
Mehi tümüyle iyileşmiş, elli piyade askerinin başında
Hakikat Meydanı'na gitmeye hazırlanıyordu ki, yaveri acil bir
mesaj getirdi.
— Kuzey'den bir filo geliyor, General!
— Kaç tekne?
— Biri kraliyet gemisi olmak üzere, beş.
— Bizzat Seti demek! Nerede?
— Birazdan görüşümüze girer.
Firavunun büyük bir tezahüratla karşılanması, böylelikle Teb
ordusunun sarsılmaz sadakatini bir kez daha göstermesi için,
doğu kıyısına bulabildiği kadar asker yığdı Mehi. Hem böylece
saray erkânı kalabalığın arasında kaybolup sesini duyuramaya-
caktı.
Koca kent daha şimdiden söylentilerle çalkalanıyor, korkuyla
karışık bir merak yayılıyordu. Hükümdarın öfkesinin ilk kurbanı
kim olacaktı? Generali asıl şaşırtan, filonun batı kıyısına yönel-
mesi oldu. Nil'i geçip hükümdarı karşılayabilmek için, hafif ve
hızlı bir tekneye bindi hemen. İskeleden geçmeye çalışan II. Seti
323
değil, sarsak adımlı Başdanışman Bay'dı. Zayıf, sinirli, kara göz-
leri çok hareketli, sakalı özenle düzeltilmiş Bay dikkatle ilerle-
meye çalışıyordu.
— Toprağa ayak basabildiğim için memnunum, diye açıkladı
Mehi'ye. Yol boyunca rahatsızlık çekmiştim.
— Haşmetmeapları da geldiler mi?
— Firavun bana iki görev verdi. Bunlardan birincisi, Prens
Amenmes'in gerçekten öldüğünden emin olmak ve barış ve
huzurun Teb bölgesine geri gelip gelmediğini gözlerimle görmek.
— Teb sonunda giderek daha da ağırlaşan boyunduruğundan
kurtuldu. Korktuğum karışıklıkların çıkmasını engelleyebildiğim
için kendimle gurur duyuyorum.
— Güvenliği sağlamayı gerçekten de başarabildiniz mi?
— Amenmes'in son taraftarları pek kalabalık değil, şu anda
da saklanmaktan başka bir şey düşünmüyorlar. Yine de kaygınızı
cevaplamadan önce, birkaç gün beklemeyi tercih ederim.
— Açık sözlülüğünüz için teşekkürler, General. Bu dürüst-
lüğünüz yüksek makamın gözünden kaçmayacaktır.
— Ya ikinci göreviniz, Başdanışman?
— Zaman kaybetmeden Hakikat Meydanı'na gitmek zorun-
dayım.
— Şef Sobek'in memurları kolayca laf anlatılacaklardan
değildir pek. Eğer izin verirseniz, birkaç asker alıp size eşlik
ederim.
— Memnun olurum, General.
Mehi sevinçten uçacak gibiydi. Müdahalesi şimdi artık resmî
bir nitelik kazanacak, başdanışman da Teb orduları generalinin
Amenmes'in tüm izlerini silmeye kararlı olduğuna tanıklık ede-
cekti. Bay savaş arabasına kuşkuyla baktı.
— Sakın, hızlı sürmeyin, midem kolaylıkla bulanır da.
— Dikkat ederim, Başdanışman. Araba ileri atıldı.

324
— Bu korkunç dönem size çok acı çektirmiş olmalı, General.
— Tek bir tutkum vardı, Başdanışman; Prens Amenmes'i
Kuzey'e karşı saldırıya geçmemeye ikna etmek.
— Ben ise, Seti'yi sizinle yaptığımız planı uygulamaya ikna
edemedim bir türlü. Tüm kötümser tahminlerime rağmen fira-
vun, ahenk ve barışın geri geleceğine inanıyordu.
— Firavun bilgeliğiyle, bizden çok daha uzağı gördü.
— Haklısınız, General, bize de tarihimizin en karanlık sayfa-
sını kapatmak kalıyor.
— Hakikat Meydanı'nın ustabaşısının diplomatça davrandı-
ğını söylemek zor, üstelik dünyaya loncasının gözünden bakmayı
seviyor. Başının derde girmesini istemem.
— Gerekli yetkiyi aldım, General. Seti'nin isteği yerine geti-
rilecektir.
Mehi neşesini gizlemek için oldukça uğraşmak zorunda
kaldı. Sonunda, Nefer'in de kaderi mühürlenmişti işte. Firavuna
karşı gelerek şimşekleri üzerine çekecek, gücüyle hemen herkesi
etkileyen Paneb'in dışında loncayı savunmasız bırakacaktı. Neyse
ki Paneb'den kurtulmak için bir planı vardı Serketa'nın, general
geleceğe umutla bakabilirdi sonunda.
Şef Sobek 5. Tabya'nın önünde, yolun ortasında dikiliyordu.
Mehi'nin savaş arabası Nübyelinin bir metre önünde durdu.
— Gidip mezar kâtibi ile ustabaşını çağır, diye buyurdu
general. Firavun II. Seti'nin elçisi Başdanışman Bay, onları hemen
görmek istiyor.
Sobek Mehi'nin sesinden durumun ciddi olduğunu anladı,
yolda fazla oyalanmadı. Ne var ki geri döndüğünde yanında
sadece bilge kadın vardı.
— Bütün bunlardan kocanızın Krallar Vadisi'nde, Amen-
mes'in mezarında çalıştığı anlamını mı çıkarmalıyım? diye sordu
Başdanışman Bay.

325
— Evet, dedi Işık.
Araba döndü ve vadi yönünde ilerlemeye başladı. Vadiye
giden ıssız ve kayalık yol, askerleri sessiz kalmaya itti. Dağlarda
gezinen ruhların saldırısından ürken askerler, birbirlerine yana-
şarak ilerliyor, endişe dolu gözlerle tepelere bakıp duruyorlardı.
Başlarına bir şey gelmeden vadinin girişine vardılar, ama
sinirleri yay gibi gerilmişti.
Böylesi kalabalık bir birlik karşısında, silahlarını indirdi
girişte nöbet tutan Nübyeli polisler.
— Bu taş kapıdan geçmeye iznimiz var mı? diye endişelendi
Bay.
— Yanınızda yetki belgeniz yok mu, Başdanışman?
İki adam kutsal bölgeye girdiklerinde Bay'ın nutku tutuldu.
Oysa Mehi ustabaşını suçüstü yakalamak, Amenmes'in mezarında
çalışırken basıp ihanetini kanıtlamak için acele ediyordu.
Zanaatkarların malzeme deposunun önünde nöbet tutmakla
görevli Nübyeli Polis Memuru Penbu kısa kılıcını çekerek yolla-
rını kesti.
— Firavunun adına hareket eden Başdanışman Bay'a eşlik
ediyorum, diye açıkladı general. Suskun Nefer burada mı?
Penbu başım salladı.
— Yolu göster.
— Daha öteye gitmeye iznim yok.
— Öyleyse, çağır onu!
Penbu'nun çıkardığı baykuş çığlığı Krallar Vadisi'nin yoğun
sessizliğini yırttı, geçti.
Birkaç dakika sonra, elinde kocaman bir kazma, vücudu toz
içinde, saçları karmakarışık Paneb göründü.
— Buradan hemen gidin, dedi gözlerinde büyük bir öfkeyle.
— Ben Başdanışman Bay'ım. Firavun Seti bana acil bir görev
verdi, bu görevi yerine getirmek için de gerekli yetkilerle donattı.

326
— Yanımızda kalabalık bir birlik var, diye ekledi Mehi.
— Ne istiyorsunuz?
— Ustabaşını görmek.
— Şantiyeyi yönetiyor. Onu bu akşam, köyde görebilirsiniz.
— Maalesef, söyleyeceklerim son derecede acil.
— Hangi şantiye? diye sordu Mehi.
— Size cevap vermek zorunda değilim.
— Git getir onu, Paneb.
Genç dev, seve seve karşısındakilerin başına indireceği kaz-
manın sapını sıktı. Ne var ki ustabaşına danışmanın daha doğru
olacağını düşündü.
Suskun Nefer'in sakinliği generali şaşırtıyordu hep. Bay'ın
burada bulunması, Seti'nin dizginleri yeniden eline aldığının ve
Hakikat Meydanı'nrn geçmiş hatalarının bedelini ödeyerek boyun
eğmesi gerektiğinin kanıtıydı. Yine de oyunun tek hâkimiymiş-
çesine sakindi loncanın başı, yine aynı soylu davranışları sürdü-
rüyordu.
— Yolculuğunuz iyi geçti mi, Başdanışman?
— Doğrusunu söylemek gerekirse, gemiyle seyahat etmekten
pek hoşlanmıyorum, nehirden gitmektense, eski Mısır toprağını
tercih ediyorum. Ama firavun oğlunun ölümünü öğrenir öğren-
mez, zaman geçirmeden Teb'e giderek, ülkemizi tehlikeye atan
güç döneme bir son vermemi istedi. Yanılmıyorsam, yapımına
devam etmek için II. Seti'nin ebedî istirahatgâhını yeniden açtınız.
— Henüz değil, Başdanışman.
— İyi ama... Öyleyse, zanaatkarlara ne görev verdiniz?
— Amenmes'in cenaze odasının tamamlanmasını.
— O odada firavun olarak mı gösteriliyor?
— Geleneklere saygı gösterildi.

327
General Mehi için için seviniyordu. Her zamanki alışkanlık-
larını sürdüren ustabaşı, yalan söylemeyi, gerçeği gizlemeyi bil-
miyordu işte.
— Amenmes'in ölümünden sonra, diye sürdürdü başdanış-
man sözlerini, sahtekârlığının izlerini silmek için mezarını yerle
bir etmeniz gerekirdi.
— Hakikat Meydanı'nı iyi tanımıyorsunuz, Başdanışman.
Köyün zanaatkarları bu dediğinizi oybirliğiyle reddettiler, tamam-
lanmış esere el sürebilecek tek bir zanaatkar bile bulamazsınız
burada.
Bu kadarını da beklemiyordu Mehi! Nefer kendi idam fer-
manını imzalamakla kalmıyor, suçuna tüm köyü de ortak edi-
yordu. Koşullara uygun davranıp durum ne olursa olsun yarar-
lanmayı beceremeyen ustabaşının bu dürüstlüğünden daha
aptalca bir şey olabilir miydi?
Daha şimdiden Suskun Nefer ile lonca arkadaşlarını tutuk-
lanmış, yargılanmış, hayatlarının sonuna kadar çalışacakları bakır
madenine gönderilmiş görüyordu Mehi. Hakikat Meydanı terk
edilecek, Işık Taşı ve zanaatkarların öteki tüm sırlan generalin
eline geçecekti.
Geriye yaptığı hizmetler fazla yararlı olmasa da, loncanın
içindeki hainin ödüllendirilmesi kalıyordu. Bu küçük sorunu
Serketa'ya bırakacaktı Mehi.
— Seti'nin buna izin vermeyeceğini tahmin etmeniz gere-
kirdi, dedi başdanışman.
— Size loncanın kararını söyledim, o karar değişmez. Firavun
ulu efendimiz olduğuna göre, bize istediğini yapabilir.

328
— İtiraf etmeliyim ki Seti de sizi benim kadar yanlış tanı-
yordu. Gözüne girmek ve kellenizi kurtarmak için, oğlunun ebedî
istirahatgâhını yıkmanızdan korkuyordu. Oysa ahenkli günlere
ve İki Ülke'nin bütünlüğüne geri dönmenin, Amenmes iktidarını
unutmanın zamanı geldi, yine de oğlunun mezarını olabildiğince
çabuk tamamlamanızı istiyor firavun. Ölmüş prense saygı gös-
teren General Mehi'nin sayesinde, mumyalanma çalışmaları baş-
ladı. Amenmes'in vücudu üzerinde geleneksel törenler de yapı-
lacak. Ondan sonra, ustabaşı, II. Seti'nin ebedî istirahatgâhını
tamamlamaya girişirsiniz.
n
Elli sekizinci bölüm
Yatağın üzerine serilip kalmadan önce, odanın altını üstüne
getirmişti Mehi. Mobilyayı parçalamış, kumaşları yırtmış, ayna-
ları kırmıştı. Geride kalan görüntü iç karartıcıydı, ama Serketa
her şeyden önce kocasını yatıştırmayı düşünüyor, bunun için
alnına ve şakaklarına soğuk suya batırılmış bezler koyuyordu.
— Kahrolası Başdanışman Bay... Oysa başlangıçta Seti'nin
nihayet bir firavun gibi davranacağı izlenimi vermişti. Bütün
bunların yerine, bağışlama ve hoşgörü!
— Teb ileri gelenlerine yaptığı konuşmada, senin hakkında
en ufak bir eleştiride bulunmadı ama.
— Yine de görevimde kaldığımı teyit etmedi! Gidip raporunu
firavuna sunacak. Seti'nin ne yapacağını ise, kimse tahmin ede-
mez.
Mehi alnındaki bezi odanın köşesine fırlatıp doğruldu.
— Haklısın, çok daha kötü durumda olabilirdik. Yine de
hiçbir zaman müttefikim olmayacağını biliyorum o başdanışma-
nın. Göbeğinden kraliyet çiftine bağlı, onlardan başka kimseye
hizmet etmeyi düşünmüyor bile.
— Teb'in güçlü adamısın hâlâ, önemli olan da bu değil mi?
329
— Daha ne kadar, Serketa? Bay beni ordumdan ayırmayı
başarırsa, hiç gücüm kalmaz.
— Böyle bir kararı ne biz kabul ederiz, ne de adamların.
General ayağa kalktı, yüzünü kokulu sularla yıkamak için ban-
yoya geçti: böylelikle yenilgisini yıkayıp arınıyordu sanki.
— Başından beri yolumun üstünde dikilen asıl engel, Hakikat
Meydanı. Beni gülünç duruma düşürdü, amacıma ulaşmamı en-
gelledi. Oysa Işık Taşı'na ihtiyacım var, Serketa, o en güçlü silah
benim olmalı!
— Mısır yeniden birleştiğine göre, köydeki hayat yeniden
düzene girecek, muhbirimiz de istediği gibi hareket etme fırsatı
bulacak.
— Şimdiye kadar, Işık Taşı'nın nerede olduğunu bulamadı bir
türlü!
— Kötümser olmayalım, tatlı sevgilim. Yine de gelecekte bu
kadar pasif kalmamamız gerektiğini düşünüyorum.
— Ne demek istiyorsun?
— Önderleri, loncanın ruhunu temsil ediyor. Suskun Nefer,
Hakikat Meydanı'nı yönettiği sürece, o köyü yıkmak imkânsız.
Aştığı tüm engellerden sanki güçlenerek çıkıyor ustabaşı; engel-
ler yükseldikçe, Nefer daha da güçlü olacak. Onun varlığı binanın
giderek sağlamlaşmasına neden oluyor.
Mehi sakinleşti, uzun uzun karısının söylediklerini düşündü.
— Aslında bütün çıplaklığıyla gerçeği anlatıyorsun, oysa
şimdiye kadar bunu böylesine açık görememiştim ben. Sanki bu
basit gerçek çok şaşırtıcıymış gibi! İyi de, Neferle nasıl mücadele
etmeliyiz?
— Onu en yakın ve en etkili desteklerinden yoksun bıra-
karak, dedi Serketa. Ama bu yöntem, başarılı da olsa, yetmeye-
cektir, çünkü loncanın ruhu ustabaşının yüreğinde yaşıyor.
— Ne öneriyorsun?

330
— Hâlâ tahmin edemedin mi, yumuşak sevgilim?
Mehi tereddüt etmeden çok kişinin canına kıyabilirdi, ama
bu adamın, en amansız düşmanının karşısında, nasıl davranaca-
ğını kestiremiyordu.
— Yoksa Suskun Nefer'i ortadan kaldıramaz mısın?
— Onu ortadan kaldırmak sandığın kadar kolay değil!
— Öyle ama, Nefer'i ortadan kaldırmaya mecburuz, sevgilim,
diye cıvıldadı Serketa. Onu dokunulmaz yapan büyülü bir koru-
ması olduğu için çok zor olacak ondan kurtulmak. Böylesi bir
güçlük beni son derece heyecanlandırıyor, onun zırhında bir
çatlak bulacağımdan eminim.
— Yoksa aklında bir plan mı var?
— Sadece basit bir fikir, çok basit. Yine de, binlerce askerden
çok daha etkili.
— Nasıl bir fikir, Serketa?
Dolgun dudaklarını generalinkilerine dayadı.
— İçi... Onu içinden öldüreceğim.
Güneş ışını, biraz önce yeniyetmeler gibi tutkuyla sevişmiş
Firuze ile Paneb'in çıplak vücutlarını aydınlattı. Genç devin zarif
okşayışı Firuze'yi zevkten sarhoş etmeye devam ediyor, Paneb de
esnek ve arzu dolu vücudu tümüyle kusursuz güzelliğin kanıtı
olan kadının yakıcılığına hayran olmayı sürdürüyordu. Firuze'nin
elini sevgilisinin vücuduna usulca dokundurması, onda karşı
koymayı aklına bile getirmeyeceği bir fırtına yaratmaya yeti-
yordu. Her birleşmeleri yepyeni bir mutluluktu, şimdiye kadar
birbirlerine hiç doymamışlardı. Paneb'in üzerine uzanmış, genç
devin gözlerinde onları birazdan yakacak ilk ateşin kıvılcımlarını
görüyordu.
— Gitmek zorundayım, dedi Firuze. Bilge kadın beni tapı-
nakta bekliyor, birlikte Tanrıça Hathor'un tören eşyalarının sayı-
mını yapacağız. Bu aslında Lekesiz Uabet'in işi, ama hamileliği

331
nedeniyle, böyle bir yükün altına girmemesi gerektiğini düşün-
dük.
Arzuyla tutuşuyor olmasına rağmen, Firuze'yi durdurmayı
düşünmedi Paneb. Hiç olmazsa, saçını tararken onu izlemesine
izin veriyordu.
— Seti'nin mezarındaki işe ne zaman başlıyorsun?
— Gelecek hafta.
Hakikat Meydanı'nın ustabaşısının ve Amon başrahibinin
yönettikleri cenaze töreni Amenmes'in kanındaki soyluluk nede-
niyle firavun geleneklerine göre yürütülmüş, görkemli olmuştu.
Törenin sonunda, mezarın kapatılan girişine loncanın mührünü
vurmuştu Nefer.
Böylelikle kapanmıştı, sanki kayda değer hiçbir şey olma-
mışçasına iktidarını sürdüren II. Seti'nin oğlunun kısa macerası.
Bir kez daha kişisel çekişmelere üstün gelmişti firavunluk görevi.
— Endişeli görünüyorsun, Paneb.
— Mezarda özel bir yöntem kullanmıştım, firavunun yaptı-
ğımı değiştirmemi isteyip istemeyeceğini merak ediyorum. Belki
de her şeye yeniden başlamak gerekecek.
— İşinin artmasından mı korkuyorsun, yoksa?
— Tam tersine, yine de o resimlerden vazgeçmek istemem,
özellikle de bana çizginin basitliğini gösteren ve cenaze töreni
sırasında taşınan eşyaları temsil edenlerden.
— Tüm köy bu yeniliği konuşuyor.
— Öyle de, Seti daha onaylamadı yaptıklarımı.
Firuze vücut hatlarını ortaya çıkaran uzun kırmızı bir elbise
giydi.
— Yeteneğine güven, Paneb. Seni şimdiye kadar hiç yanılt-
madı. Her zamanki gibi, elinden kaçıp kurtuldu genç devin.
Kuzey Rüzgârı devlet tarafından görevlendirilmiş beş köy-
lünün çalıştığı Nefer'in tarlasına doğru hızlı adımlarla ilerliyordu.

332
Paneb yolu daha iyi bilen, gidilecek yöne karar vermekte güçlük
çekmeyen eşeğini izliyordu. Lekesiz Uabet'in canı birdenbire taze
kabak çekmiş, aşerdiğini, daha fazla sabredemeyeceğini söyle-
mişti. Bu yüzden, mezar kâtibinin de onayıyla, karısının isteğini
yerine getirmek düşüyordu Paneb'e.
Eşek durduğunda, tarlada kimsecikleri göremeyen Paneb
hayvanın yanıldığını düşündü. Biraz dikkatlice bakınca, dalları
birbirine karışmış yaşlı ılgının dibinde şekerleme yapan uykucu-
ları gördü. İçlerinden biri horluyordu üstelik. Dolgun kalçaya
inen tekme, ufak tefek, şişman olanını uyandırdı, adam Çirkin
Hayvan'ı andırır bir çığlık kopardı. Arkadaşları da açtılar gözle-
rini.
— Suskun Nefer'in topraklarını böyle mi işliyorsunuz?
— Sen de kimsin?
— Size yeniden çalışma sevgisi verecek biri. Uzun boylu,
tıraşsız olanı doğruldu.
— Sen bir kişisin, bizse beş! Bizi korkutacağını mı sandın
yoksa?
— Beni korkuttu, diye itiraf etti, kısa boylu, şişman olanı.
— Sen akıllısın, dedi Paneb. Karşılığında maaş aldığınız işi
tamamlamamakta ısrar ederseniz, en son senin kafanı kıracağım.
Arkadaşlarının kendini desteklemediğini gören uzun boylusu
kaçmaya davrandı. Kuzey Rüzgârı adamı bir kafa darbesiyle dur-
durdu, dikenli çalılıkların arasına devirdi.
O çok sevdiği nefis yiyeceklerin adamda neden böylesi acıklı
çığlıklara sebep olduğunu bir türlü anlayamadı eşekçik.
— Benim adım Cesur Paneb, buraya kabak almaya geldim.
Tarlanın ve yandaki bostanın halini görünce, korkarım boşuna
uğraşmışım. Gayretlerimin boşuna olması beni kızdırır, kızınca da
etrafı yıkarım. Yanlış duymadınız, yıkarım, dedim!

333
— Nerede bulabileceğimi biliyorum, dedi kısa boylu şişman
olanı titrek bir sesle. Gidip getireyim hemen.
— Sonra, işe koyulacaksınız. Bu tarla gerektiği gibi ekilme-
miş olursa, Nefer'in sizden şikâyetçi olmasını beklemeden, erkek
erkeğe tartışırız.
— Hem sen hem de Nefer memnun kalacaksınız, diye söz
verdi kısa boylu şişman.
— Size güveniyorum, ama gelip kendi gözlerimle göreceğim.
Kuzey Rüzgârı her gün, değişik saatlerde gelip denetleyecek sizi.
— O da senin kadar güçlü mü?
— Doğru, eşeğim bana benzer. Gördüklerini bana anlata-
caktır, sakın hoşgörüsüne güvenmeyin.
Koca karakaçan kendine diken ziyafeti çekiyordu.
— Yoksa... yoksa, konuşuyor mu?
— Yaşadığım köyde, olağanüstü şeyler olur. Yoksa bilge kadı-
nın Mısır kraliçesininkilerle boy ölçüşecek sihirli güçlere sahip
olduğunu bilmiyor muydunuz?
Beş köylü birbirine sokuldu. Sırık boylusu bile korkmuştu.
— Hiç olmazsa bizi lanetlemedi ya? diye endişelendi kısa
boylu şişman.
— Daha lanetlemedi, ama öfkesini çekmeyin.
Kabak dolu iki sepet, Kuzey Rüzgârı için sözünü etmeye
değmez bir yüktü. Paneb o günlerin gözde bir halk şarkısını
ıslıkla çalarken, önden gidiyordu eşek.
— Çok güzel, diye mırıldandı yanında yürüyen yirmi yaşla-
rındaki kahverengi saçlı kız.
— Adın ne, güzelim?
— Yema. Burada herkes ellerimin toprakla kaynaştığını bilir.
İstersen, sana nefis sebzeler verebilirim.
— Neden olmasın?
— Ya sen, sen nereden geliyorsun?

334
— Zanaatkarların köyünden.
— Demek sırlarından çoğunu biliyorsun. Ne zaman gelirsin?
— Birkaç gün içinde.
— Göreceksin, harikalar göstereceğim sana.
O
Elli dokuzuncu bölüm
Soyağaçları tutkunu Kâtip Yardımcısı İmuni, köyün arşivle-
rini karıştırırken, heyecan verici bir şey bulmuştu; karmakarışık
aile bağlarından yola çıkıp, Suskun Neferle akraba olduğunu iddia
edebilir, böylelikle ustabaşının manevî evlatlığına Cesur Paneb'-
den çok daha fazla hak kazandığını ileri sürebilirdi. Ne var ki
zincirin birkaç halkasını bulması gerekiyordu hâlâ. Mezar kâti-
binin çalışma odasında bulunan en eski belgelere ulaşabilirse,
inanılabilir bir soyağacı çizebileceğinden emindi yine de.
Bu yaşa gelmişken, aynı çalışmayı sürdürüp, aynı özenle en
küçük ayrıntıyla hâlâ nasıl ilgilenebiliyordu Kenhir? Bazıları
bitmek tükenmek bilmeyen bu enerjinin Mut'un gücüyle ilgili
olduğunu fısıldıyordu, ama genç kadın dedikodulara kulağını
tıkamıştı. Herkes Mut'un olağanüstü bir özelliğe sahip olduğunu
da kabul ediyordu; yaşlı kâtibin dayanılmaz huysuzluğuna göğüs
germek.
Mut'un çalışması, güzel eşyaya, değerli kumaşlara ve canlı
renklere olan tutkusu, ince zevki sayesinde, her geçen gün daha
da zarifleşiyordu ilginç çiftin evi. Sınırsız lüks merakı, Kenhir'e
pahalıya patlasa da mücadeleden çoktan vazgeçmişti yaşlı kâtip.
— Bakır kalemler ile aydınlatmada kullanılan fitillerin sayı-
mını bitirdim, dedi İmuni.
— Hesapları denetledin mi?
— Hiç eksik yok.
— Bu kez, Paneb'i suçlamayacak mısın?
— Sizin sayenizde, köy kusursuz yönetiliyor.
335
— İltifattan nefret ederim, İmuni. Karanlık niyetleri gizle-
meye yarar iltifatlar çünkü. Senin niyetlerini iyi biliyorum. Yerimi
almak istiyor, bu köhne vücudun hâlâ ayakta durmasına üzülü-
yorsun. Bana kalırsa, geleceğinle biraz daha az ilgilenip şimdiye
dönmen daha iyi olur; mezar kâtibi olmak için daha öğrenecek
çok şeyin var çünkü.
— Sizi temin ederim ki...
— Yalan söylemenin yaran yok.
— İşim bittikten sonra, köyü daha iyi tanıyabilmek için,
tarihiyle ilgilenmek istiyorum.
Kenhir şaşırdı.
— İyi bir fikir.
— Bazı belgeleri inceledim, ama en eskileri sizin çalışma
odanızda. Oraya girip belgelere bakmama izin verir misiniz?
— İsteğini reddetmem için bir neden göremiyorum.
Sonunda inadından vazgeçiyordu demek kinci kâtip yar-
dımcısı. Paneb'in peşinde koşmak, zanaatkarların davranışların-
dan yakınmak yerine, Hakikat Meydanı'nın kendisiyle ilgilene-
cekti.
Uabet'in hamileliği istediği gibi gidiyordu. Genç kadın fazla
şişmanlamamıştı, ama taze sebze isteği geçmiyordu bir türlü.
Paneb de sık sık Nefer'in topraklarını ziyaret etmiş, köylülerin
eski güçlerine kavuştuklarını, gerektiği gibi çalıştıklarını görüp,
ödüllendirilmelerini sağlamıştı.
Paneb Kuzey Rüzgârı'nın sırtındaki sepetleri doldurmayı
tamamlamak üzereydi ki, kolunda yumuşacık bir el hissetti.
— Senin için nefis kuşkonmazlarım var, dedi güzel Yema,
simsiyah gözleri parlayarak.
— Ya fiyatların? Mantıklı mı?
— Konuşuruz. Belki de fiyatlarımı indirmeye ikna edersin
beni.

336
— Anlaştık, ama acelem var.
Genç kız ince bir zarafetle gözler önüne sermeyi başardığı
vücudunu belli eden kısa bir gömlek giyiyordu sadece. Yürü-
mekten çok dans eder gibi ilerleyerek, Paneb'i sazlardan yapılmış
küçük bir kulübeye götürdü.
— Dikkat et, kapı çok alçak.
Genç dev henüz kulübeye girmişti ki, gömleğini çıkardı
Yema. Çırılçıplak, Paneb'e sürtündü.
— Çok güçlüsün. Seviş benimle.
Paneb genç kızı kaldırarak kendinden uzakta tuttu.
— Burada kararları ben veririm, kızım, üstelik her bakımdan
tatmin olmuş, talihli bir erkeğim. Çok güzelsin, ama seninle yat-
mak istemiyorum. Kuşkonmazlarını kendine sakla ve giyin.
Somurtan kızı yere bıraktı.
Kulübeden çıktı, Yema da peşinden. Çırılçıplak, bir tepeciğe
tırmandı.
— İmdat, diye bağırdı, ırzıma geçtiler! Beş köylü başlarını
çevirdi. Paneb döndü, yalancıyı tokatladı.
— Bu kadar yeter!
Yema hıçkırıklar içinde, yere çöktü.
— Hemen giyin, bir daha da rahatsız etme beni.
Serketa'nın desteğiyle, yeniden Teb bölgesinin en güçlü ve
en saygın adamı olmuştu General Mehi. II. Seti'nin Teb'e gelmesi
beklenirken, Kraliyet Sarayı herkese yasaklanmış, çevresine asker
dizilmişti.
Görünürde sakin halk, aslında oldukça endişeliydi. Bay
taşanlarından söz etmeden Kuzey'e dönmüştü. Kimse sessizliği
dikkat çekmeye başlayan firavunun gerçek amacını tahmin ede-
miyordu. Bu bekleyiş, hükümdarın Amenmes'e baş eğmekten
suçlu kente vereceği cezalan düşündüğünün işareti miydi yoksa?

337
— Bay'dan mektup var, dedi Serketa gergin bir sesle.
Mehi'nin tahta levhaya dokunan parmakları titriyordu.
Görevden alınmışsa, böylesi bir yenilgiden sonra nasıl
ayakta duracaktı? İşlek hiyerogliflerle yazılmış metinde gezdirdi
gözlerini. Derin bir soluk aldı general.
— Tüm görevlerim devam ettiği gibi, güç koşullarda banşı
koruduğum için firavunun övgüsüne de layık ilan ediliyorum.
Başdanışman bir taraftan bölgenin refahını sağlamayı sürdür-
memi, bir yandan da Hakikat Meydanı'na bir zarar gelmemesi
için çalışmamı istiyor.
— Seti ne zaman geleceğini belirtiyor mu?
— O konuda hiçbir bilgi yok.
— Bu kadar gizlilik, neden? diye meraklandı Serketa.
— Anlaşılan, firavun oğlunun ölümünün etkisinden kurtu-
lamamış. Belki de Per Ramessu'da güçlüklerle karşılaşıyordum
onun için başkentten ayrılmaya çekiniyor olabilir.
— Talih kuşu bizi terk etmedi, diye kıkırdadı Serketa.
Krallar Vadisi'nden dönen sağ ekip üyeleri, birkaç gün din-
lenebilecekleri için mutluydu. Teb'in geleceği üzerinde dolaşan
kara bulutlar, Somurtkan Karo ve Âlim Tuti gibilerin kötümser-
liklerinin iyice açığa çıkmasına neden oluyordu. Kayadaki bir
bozukluk çalışmaları geciktirmiş, ustabaşı da resimlerin bozul-
maması için yeni önlemler almak zorunda kalmıştı.
— Kenhir bir kâbus görmüş, diye anlattı Karo. Seti adını
almaya cüret eden bir firavun varken, daha kötüsüne de hazırlıklı
olmalı.
— Seti'nin bir savaş yıldırımı olmadığını sen de gördün, diye
itiraz etti Burun Fened.
— İç savaşı başlatmadı, diye onayladı Halat Kasa, yine de
Teb'in Amenmes'e boyun eğmesini bağışlamayacak.

338
— Başka çare yoktu, dedi Kararlı Gau. Seti bunu kabul
edecek.
Hava birden serinlemişti. Kötü bir rüzgâr, bir öncekinden de
sert geçmesi beklenen kışın yaklaştığını haber veriyordu.
— Yarın, dedi mezar kâtibi, genel dumanlama! Sıcaklar bitti,
evleri ve toplu mekânları arındırmak gerek. Toplantı odasıyla kim
ilgilenecek?
Hain fırsatı kaçırmadı. Kimse böylesi bir angarya istemedi-
ğinden, arkadaşları hainin fedakârlığını övdüler.
Tüm köy, kötü kokuları ve istenmeyen böcekleri öldüren hoş
bir sise bürünmüştü. Kapkara, Çirkin Hayvan ve öteki ev hay-
vanları yardımcıların bölümüne sığınmışlar, Demirci Obed'in göz
kulak olduğu çocuklarla oynuyorlardı.
Bol bol dumanladığı toplantı odasında yalnız, zanaatkarların
oturduğu taş sıraları gözden geçiriyordu hain.
Hiçbirinde dikkatini çekecek bir şey göremedi.
Girmesi yasak sunağın eşiğinden geçerken, tereddüt etti. O
güne kadar hiçbir kusurdan yakalanmamıştı, ama henüz geri
dönülmezi gerçekleştirmemişti zaten. Kutsal bölgeye ve ustaba-
şının yetkisine tecavüz ederek yeminini kesinlikle ayaklar altına
alıyor, loncanın ruhundan kopuyordu.
Yıllardan beri gözünü körelten zenginlik hırsından vazgeçip
yüreğini Suskun Nefer'e açmak, bağışlamasını istemek daha iyi
olmaz mıydı?
Yüreğinin sesinin artık konuşmadığını fark etti hain o
zaman. Aslında, Hakikat Meydanı'nı hiç sevmemişti. Hayatın cil-
veleri onu buralara atmış, parlayıp başkalarından üstün olmasını
sağlayacak bilgiler ve yöntemler aradığı için, Hakikat Meydanı'n-
da çalışmaya razı olmuştu. Şimdi artık, bir de zenginlik arıyordu,
o zenginliği de sadece ihanet ederek kazanabilirdi.

339
Yaldızlı kapının sürgüsünü çekti, kapıyı açıp ortasında,
hayatı boyunca hizmet etmekle yükümlü olduğu Tanrıça Maat'ın
bir dirsek boyundaki altın heykelinin bulunduğu sunağa girdi.
Kin dolu bir elle heykelciği yerinden kaldırdı, kaidesini araş-
tırarak gizli bir kapağı açacak bir çıkıntı ya da bir girinti aradı.
Parmakları sadece kusursuz bir biçimde cilalanıp pürüzleri
giderilmiş granite dokundu.
Umutsuzluk içinde küçük odanın her yanını araştırdı hain,
Işık Taşı'nın nerede saklandığını bulmak için. Boşuna.
— Burada kim var? diye sordu sol ekip şefinin ciddi sesi.
Panik içinde, Maat'ı yerine yerleştirdi, sunağın kapısını kapadı,
sürgüyü itti, dumanla kaplı toplantı odasına döndü.
— Ben varım!
— Başına bir iş gelip rahatsızlanmandan korktum.
— Hayır, hayır, her şey yolunda!
— Bırak, duman işini tamamlasın, dedi Hay, sonra gel, hep
birlikte mutlu bir olayı kutlayalım. Lekesiz Uabet bir kız doğurdu.
A
Altmışıncı bölüm
Genç Sipta sakatlığını unutmuş, rahiplerin sevecen bakışları
altında, Per Ramessu'daki Amon Tapınağı'nın kütüphanesindeki
çalışmalarını sürdürüyordu. Çalışmaya ara verdiği her fırsatta,
delikanlıyla bir araya gelip fen ve edebiyattaki ilerlemesini
konuşmaktan hoşlanıyordu Başdanışman Bay. Dış dünyayla
kesinlikle ilgilenmeksizin, zamanının hemen hemen tümünü
araştırmalarına ayırıyordu Sipta. Böyle durumlarda da, bir şeyler
yemesi gerektiğini hatırlatmak gerekiyordu ona.
Sipta küçük dokundurmalarla onu merkezî yönetimin
çalışma biçimi ve İki Ülke'nin gündelik işleri hakkında bilgilen-
dirmeye çalışan başdanışmanla konuşuyordu sadece. Çok dikkat-

340
liydi öğrencisi, duyduklarını kesinlikle unutmuyor, her zaman
sorulması gereken soruları bulup çıkarıyordu.
Genellikle iç karartıcı bir çevrede yaşayan başdanışmanın
tek neşelenme fırsatıydı bu konuşmalar. Amenmes'in ölümü
Seti'yi derinden etkilemiş, Kraliçe Tausert de firavunun hayattan
yeniden zevk almasından umudunu kesmeye başlamıştı. Bilgelik
ve becerisiyle büyük eşlik görevlerini eksiksiz yerine getirmeye
çalışıyor, Bay da hiçbir fedakârlıktan kaçınmaksızın yardıma
çalışıyordu kraliçeye. Ne var ki önemli fermanların altına
firavunun mührünün basılması gerektiğinden, bu gibi kararlan
yürürlüğe koymak için Seti'nin uyuşukluğundan çıkması bekle-
niyordu.
Hükümdarın çok ender geldiği çalışma odasına girerken,
Seti'nin onlar için hazırladığı geleceği merak eden Teblilerin
endişelerini düşünüyordu başdanışman. Doğru, General Mehi'ye
mektup yazıp bütün görevlerine devam ettiğini bildirmişti Bay.
Bölgenin bu güçlü adamının, firavunun hizmetkârı ve barışın
teminatı olan generalin sağlamlığı Bay'ı rahatlatıyordu ama,
kendi bile hükümdarın gerçek amaçlarından habersizdi.
— Bu sabah genç Sipta'yla çalıştın mı? diye sordu Seti.
— Maalesef, hayır, Haşmetmeapları. Başkentin batı mahalle-
siyle ilgili, çözmem gereken konular vardı.
— Bana kalırsa, Anion rahiplerinin hakkında çok olumlu
şeyler anlattıkları o gence daha fazla zaman ayırman iyi olur.
Tahtın çevresinde gezinen gereğinden fazla dalkavuk var, oysa
görevlerinden başka bir şey düşünmeyen dürüst insanlara rast-
lanmıyor bu günlerde. Sipta bu ender insanlardan biri ve onu
yalnız sen eğitebilirsin.
— Hiçbir emir beni bundan fazla mutlu edemez, Haşmetme-
apları.

341
— Aynı zamanda, yolculuğumu hazırlamakla da görevlendi-
riyorum seni. Bay hazırlıksız yakalanmıştı.
— Nereye gideceksiniz, Haşmetmeapları?
— Hermopolis'e. İktidarımı sürdürmek için gerekli bilgeliği
Tanrı Tot'un kentinden başka nerede bulacağım? Oraya Tausert'le
birlikte gidip bilginin efendisinden, iktidar omuzlarıma yükleneli
beri eksikliğini duyduğum o dinginliği isteyeceğim.
Duydukları, başdanışmanı gerçekten sevindirmişti, yaşadığı
güçlüklerin Seti'nin siyasal zekâsını etkilemediği belliydi çünkü.
Hermopolis'te firavunu heyecanla karşılayacak, çok sayıda asker
vardı hâlâ. Amenmes'in hâkim olduğu güney sınırındaki müs-
tahkem kentte bir süre kalarak Teblilere ve Güney eyaletlerinin
diğer bütün önderlerine açık bir mesaj verecekti firavun; en
küçük bir başkaldırı girişiminde, bizzat ve zaman geçirmeden
harekete geçecekti.
— Daha uzun dönem için düşüncelerinizi öğrenebilir miyim,
Haşmetmeapları?
— Ne yapacağımı Tot'un belirtmesini istiyorum, Başdanış-
man. İbişin gagasının keskinliği ve uçuşuyla kapladığı alana sahip
olmadan sürdürülen bir iktidar, renksiz olmaya mahkûm değil
midir?
Bebek, dev adamın kollarında öylesine kırılgan, öylesine
savunmasız görünüyordu ki, kıpırdamaktan bile korkuyordu
Paneb.
— Kızımız bir harika, dedi, onun istediğini yerine getirdiği
için mutluluktan sarhoş olan Lekesiz Uabet'e. Senin gibi ince ve
narin olacak.
— Senin gücünü de alacak. Eminim bundan.
— Adına karar verdin mi?
— Dolunay yeniden dirildiğinde doğdu, onun içini adını
Selena koyalım.

342
Açık kahverengi saçlar, yeşil gözler, çizgileri kusursuz
kulaklar, dudaklar... Ender görünür güzellikte bir bebekti Selena.
Aperti yaklaştı.
— Ben, ben onu çirkin buluyorum. Üstelik bir kız o, beni
dövemeyecek.
— İşte onu koruman için geçerli bir neden.
— Kesinlikle hayır! Kendi başının çaresine baksın. Koşarak
evden çıktı yumurcak.
— Giderek daha çekilmez oluyor, dedi Paneb.
— Sakın üzerine varma, diye yalvardı karısı. Bugüne kadar
evin tek çocuğuydu. Kardeşinin doğumu, anlayışla karşılayıp hoş
görmemiz gereken bir kıskançlık doğurdu içinde. Biraz zaman
geçsin, gözleri Selena'dan başkasını görmeyecektir.
— Umarım yanılmazsın.
Bilge kadının gönderdiği iki Hathor rahibesi doğumdan
bitkin çıkan Lekesiz Uabet'e yardıma geldi. Köy kadınlarının ara-
sındaki dayanışma kurallarına uygun olarak, güç dönemlerden
geçen hiçbir kadın, kaderiyle baş başa bırakılmazdı. Genç anne
gündelik işlerinin başına dönmeden önce, birkaç gün dinlene-
cekti. Vücudunun zayıflığı nedeniyle kızını sadece bir hafta
emzirecekti Lekesiz Uabet, sonra bu görev, devletin bulacağı bir
sütanneye düşecekti.
— Paneb, çabuk gel! dedi Pişkin Somun Pay endişeyle.
— Aperti yine ne halt karıştırdı?
— Hayır, mezar kâtibi seninle hemen konuşmak istiyor.
Kenhir'in yüzü, her zamanki gibi, asıktı.
— Bana itiraf edecek bir şeyin yok mu, Paneb?
— Harika bir kız çocuğunun babası olmak dışında, itiraf
edebileceğim bir şey göremiyorum.
— İnan bana, şakanın sırası değil. Yema diye birini tanıyor
musun?

343
— Sanmıyorum.
— İyi düşün! Nefer'in topraklarının yakınında oturan bir
sebze yetiştiricisi. Son günlerde sık sık oralara gitmedin mi?
— Doğru Şimdi hatırladım, kapısının önünden geçen erkek-
lerin aklını çelmeye çalışan şu kızdan söz ediyorsunuz.
— Ona tecavüz etmekle suçluyor seni.
— Benimle alay mı ediyor? Doğru, üzerime saldırdı, onu
kabaca itmek zorunda kaldım, hatta tokat bile attım!
— Yema'nın tanıkları var!
— Kimmiş?
— Nefer'in topraklarında çalışan beş köylü.
— Yalancılar! Gidip kafalarını kıracağım onların!
— Bunu düşünmeni bile yasaklıyorum, yoksa başın daha
ciddi belaya girer!
— Aramızda hiçbir şey olmadı, Kenhir, kızımın başı üzerine
yemin ederim!
— Yema tecavüze uğradığı iddiasıyla şikâyette bulundu, batı
yakasının yargıçlarından birisi de dilekçesini işleme koydu.
— Bütün bunlar çok saçma, ben masumum!
— Seni tanıdığım için, söylediklerinin doğruluğundan kuş-
kulanmıyorum, ne var ki böyle bir şikâyet var, yasa ırz düşman-
larının ölüm cezasına çarptırılmasını istiyor.
— Bırakın şu Yema'yla ve beş köylüyle bir konuşayım. Ger-
çeği hemen itiraf edeceklerdir, inanın.
— Seni suçlayanlara elini sürersen, mahkemeyi masumiye-
tine inandırman imkânsız olur.
— Yalanın galip gelmesine izin verecek de değiliz ya?
— Bir yasal süreç başlatmamız gerekecek, önce köy mah-
kemesini toplayıp senin köyden atılıp atılmayacağına karar ver-
melerini isteyeceğim.
— Köyden atılmak mı? Hiçbir hata yapmadım ki!

344
— Bir tanığın var mı?
— Tanığa ihtiyacım yok!
— Senin için endişeleniyorum, Paneb.
Serketa belini bir hizmetkârına ovduruyordu, kadının elle-
rinin fazla sert olduğunu düşündü.
— Biraz daha yağ sür, dedi Mehi'nin karısı. Hem daha nazik
davranamaz mısın? Cildimin çok duyarlı olduğunu görmüyor
musun?
General tatlı bir çiçek kokusunun hâkim olduğu masaj oda-
sına girdi.
— Seti Hermopolis'e vardı, diye bildirdi. Resmî açıklamaya
göre, Teb birliklerinin Kuzey'e ilerlemesini engellemekle görevli
garnizonları denetliyor.
— Barış yeniden kurulmadı mı? diye sordu Serketa masajcı-
sını aşağılayıcı bir el işaretiyle savarken.
— Firavun tüm ülkeye hâkim olduğu ve en küçük bir baş-
kaldırı girişiminin zaman geçirmeden bastırılacağı mesajını
vermek için, güç gösterisinde bulunuyor. Bana kalırsa, çok
yerinde bir düşünce. Bundan böyle hiç kimse Seti'nin kararlılı-
ğından ve yeteneklerinden kuşkulanamayacak.
— Teb'e karşı bir tehdit, falan?
— Muhbirlerime göre, hükümdar ne düşündüğünü kimseye
belli etmiyormuş.
— Benim harika haberlerim var, diye fısıldadı Serketa.
Yolumuzun üzerindeki engellerden birinden kısa süre sonra kur-
tulacağız.
General karısının baldırlarını avuçladı.
— Yine ne işler karıştırdın, yumuşak bıldırcınım?
— Dostumuz Tran-Bel sayesinde, hizmetlerinin karşılığında
yüklü bir ödül alacak kusursuz bir bela, Paneb'i tuzağa düşürmeyi

345
başardı. Tran-Bel o devi yok etmek için birkaç tanık da ayarladı.
Ustabaşının müttefiklerinden biri eksiliyor.
Mezar kâtibi, ustabaşı, bilge kadın, sol ekip şefi ve iki Hat-
hor rahibesinden kurulu köy mahkemesi, büyük gayretle sakin
durmayı beceren Cesur Paneb'in açıklamalarını dinlemişti.
Bilge kadının elindeki Tanrıça Maat heykelciği üzerine
yemin ederek, onlardan hiçbir şey saklamadığına inandırmıştı
yargıçlarını.
— İçinizde, Paneb'in köyden atılması gerektiğini düşünen var
mı? diye sordu mezar kâtibi.
— Masum olduğunu, korkunç bir iftirayla yıkılmak istendi-
ğini biliyoruz, dedi Nefer. Bu yüzden bizim görevimiz, özellikle de
benimki, onu korumak ve savunmak olmalı.
— Suçlamanın ciddiyetini ve şikâyetin kabul edildiğini
düşününce, diye açıkladı mezar kâtibi, Paneb'i dış yargının pen-
çesinden kurtarmak güç olacak.
— Duvarın bu yanında kaldığı sürece, diye düşüncesini söy-
ledi Hay, Cesur dışarının elinden kurtulmuş sayılır.
— Öyleyse, bırakın dışarısı yargılasın beni! dedi Paneb.
Masumiyetimin her yerde, burada olduğu kadar dışarıda da
bilinmesini istiyorum.
n
Altmış birinci bölüm
Mezar kâtibi Paneb'i yargılayacak mahkemenin Maat Ta-p-
ınağı'nın önünde, Karnak salonlarından birinde toplanmasında
ısrar etmiş, isteğini kabul ettirmişti. Jüri rahiplerden, zanaatkar-
lardan ve kâtiplerden kurulmuş, başına da Kenhir'in adil ve sert
olarak bildiği ikinci Amon kâhini getirilmişti. Kafasını kazıtmış,
geniş omuzlu, sırtı dik mahkeme başkanı hoşgörülü birine ben-
zemiyordu. İddia sahibi ile zanlı mahkemenin karşısında, ayakta
duruyorlardı. Güzel Yema, yapılan suçlamalar ne denli aşağılık
346
olursa olsun, sükûnetini bozmayacağına söz veren Paneb'e bir kez
bile bakmamıştı.
— Bayan Yema, diye girdi mahkeme başkanı söze, Hakikat
Meydanı Zanaatkarı Paneb'in şiddet kullanıp ırzına geçtiği iddia-
sında ısrar ediyor musun?
— Ediyorum.
— Firavun ve Maat adına yemin eder misin?
— Evet.
— Ya sen Paneb, iddia edilen suçu işlemediğinde ısrar ediyor
musun?
— Ediyorum.
— Firavun ve Maat adına yemin eder misin?
— Evet.
— Demek ikinizden biri yalancı ve günahkâr, dedi yargıç.
Söz konusu suçun çok ciddi olduğunu, hem burada hem de öteki
dünyada ağır bir cezaya neden olacağını unutmayın. Düşüncenizi
değiştirdiniz mi?
Ne Yema ne de Paneb cevap verdi.
— Olanları anlat, Bayan Yema.
— Sepetlerimi yerleştirdiğim kulübedeydim. Paneb çılgın bir
boğa gibi üzerime atıldı. Beni soyup ırzıma geçti. Kaçma fırsatı
bulur bulmaz, imdat çağırdım. Yandaki tarlada çalışan beş köylü,
anlattığım iğrenç saldırıya tanıktır.
— Önüme gelin, dedi mahkeme başkanı tarım işçilerine.
Bayan Yema'nın anlattıklarını doğruluyor musunuz?
Bulundukları yerin görkemi, karşılarındaki yargıcın ciddi-
yetinden ürküp şaşıran köylülerden üçü, söyleyecek bir şeyleri
olmadığını belirtmek istercesine gerilediler.
— Ben, ben her şeyi gördüm, dedi sırık gibi olanı. Kısa boylu
şişman da başını sallayarak arkadaşının dediklerini onayladı.

347
— Emin misiniz? diye sordu, zarif bir kırmızı elbise giymiş
bilge kadın.
Kulaklarına altın telli kırmızı akik küpeler takmış olan Işık,
gözlerini iki tarım işçisine dikmişti. Gözlerinde en ufak bir düş-
manlık belirtisi yoktu, ama bakışları öylesine yoğundu ki, kısa
boylu şişman daha fazla dayanamadı.
— Dev adam ile genç kızı gördüm, dedi, ama hepsi bu kadar.
— Ya arkadaşın?
— Onun ne gördüğünü bilmiyorum.
— Ben, söylediklerimde ısrar ediyorum, dedi sırık boylusu,
Görünmez bir elin gırtlağını sıktığını hissettiğinde, sesi titredi.
— Sana kötülük etmek istemiyorum, dedi ona bilge kadın,
ama uyarıyorum seni. Yalana devam edersen, havasız kalacaksın.
— Israr... ısrar ediyorum...
Bilge kadın en küçük bir hareket yapmıyor, solukları giderek
ağırlaşan sırık boyludan ayırmıyordu gözlerini.
Yakıcı bir duygu soluğunu tümüyle keser gibi olunca, daha
fazla dayanamadı.
— Arkadaşlarımın gördüğünden fazlasını görmedim, demek
zorunda kaldı.
— Bir tecavüze tanık oldun mu, olmadın mı?
— Hayır... hayır... olmadım!
Umudu kırılan Yema yine de etkilenmemiş görünmeye çalı-
şıyordu.
— Ben Paneb'in bana tecavüz ettiğinde ısrarcıyım.
— Senin sözüne karşı, benimki, küçük şırfıntı! diye haykırdı
dev adam. Sözleri mahkeme başkanını kızdırdı.
— Bir tanığın var mı? diye sordu Paneb'e.
— Yemin ederim ki masumum!
— Yema da suçlu olduğuna yemin ediyor! Onu böyle narin
ve ince görünce, sana direnebileceğine inanmak mümkün mü?

348
Mezar kâtibi hiddetle müdahale etti.
— Bir savcı gibi konuşuyor, yargıçlık yetkilerinizi aşıyorsu-
nuz! Mahkeme üyeleri son sözlerinizi dikkate almasınlar. Bir daha
böylesine açıkça yan tutarsanız, yerinize başkasının atanmasını
istemek zorunda kalacağım.
— Tamam, tamam... Yalnız bu Paneb kendini savunmak için
hakaretten başka bir şeye başvurabilir mi?
— Evet, dedi bilge kadın.
— Nasıl? Açıklayın lütfen.
Genç dev gözlerini Işık'a dikip baktı, içini değişik bir enerji
doldurdu. Bilge kadın konuşmadan iletişim kuruyordu Paneb'le,
doğrudan doğruya düşünceden düşünceye; Paneb'in gözlerinin
önünde bir yüz belirdi.
— Kuzey Rüzgârı'nı getirsinler, dedi Paneb.
— Yakınlarından biri mi? diye meraklandı yargıç.
— Hayır, eşeğim. Gelip yalancıyı göstersin. Yargıç tereddüt
etti.
— Pek alışılmadık bir yöntem, bu önerdiğin!
— Bir hayvan gerçeği asla saklamaz, dedi bilge kadın. O
hayvanın bedeninde yalan söylemeyecek tanrısal bir güç var.
— Şikâyetçi önerileni kabul ediyor mu?
"Eşek doğruca sahibine yönelecek" diye düşündü Yema.
Zanaatkar çok saftı anlaşılan. Kendi aleyhine döneceğini
tahmin etmeden, bir gösterişle mahkemeyi etkilemek istiyordu
herhalde. Bunu düşününce, Paneb'in önerisini onaylamakta bir
sakınca görmedi Yema.
Bilge kadının yanında, Maat Tapınağı'na giden yolun üze-
rinde göründü eşek. Mahkeme başkanının karşısına gelip durdu.
— Kuzey Rüzgârı, bir tecavüz davasında tanık olarak dinle-
niyorsun. Durumun ciddiyetini kavrıyor ve bu duruşma sırasında

349
yalan söyleyen kişiyi gösterecek yeteneğin olduğuna inanıyor
musun?
Sol ön toynağıyla toprağı kazıdı eşek. Jüri üyelerinden bir
mırıltı yükseldi, hayvanın tanıklığını kabul ettiklerini belirttiler.
— Kuzey Rüzgârı, bize yalancıyı göster.
Güçlü hayvan başını Paneb'e doğru çevirdi. Bayan Yema'nın
yüzü keyifli bir tebessümle aydınlandı.
Ne var ki eşek olduğu yerde döndü, genç kızın yanına gelip
burnuyla omzunu dürttü.
Tuzağa düşüp bir yılanla karşılaşmış gibi, geriledi Yema.
— Bu hayvana inanacak değilsiniz ya!
— Neden yalan söyledin, Yema? diye sordu mahkeme baş-
kanı. Gözleri öfkeliydi.
— Gerçeği anlattım ben!
Kuzey Rüzgârı yalancının üzerine atıldı, bir kafa darbesiyle
yere serdi, ön ayaklarını kızın göğsüne dayadı.
— Beni öldürecek! diye dehşet içinde inledi. Kimse imdadına
gitmedi.
— İtiraf ediyorum, yalan söyledim. Gidip Paneb'e sırnaştım,
beni itti. Öylesine aşağılanmış hissettim ki kendimi, öç almaya
karar verdim. Onu ırzıma geçmekle suçlayarak, mahkûm edile-
ceğinden emin olmak istiyordum. Hapishanenin dibine de soksa-
lar, bulup alay edecektim onunla! Yaptığım kötü bir şey, ama beni
anlamanız ve bağışlamanız gerek. Paneb bana böyle bir muamele
etmemeliydi.
— Yalanın korkunç sonuçlar doğurabilirdi, dedi mahkeme
başkanı. Jüri üyeleri cezayı kararlaştırırken, bu gerçeği göz ardı
etmesinler.
— Onlardan hoşgörülü olmalarını istiyorum, dedi Paneb.
Yema çok genç, burada çektiği korku ona ders olmuştur.

350
Bir yıl boyunca asgari maaşla sebze yetiştirip Hakikat Mey-
danı'na getirmeye mahkûm edilen Yema, felaketi ucuz atlattığına
inanıyordu. Jüri üyeleri, onuru kırılmış ateşli genç kız palavrasını
yutmuş, mahkeme başkanı da sorguyu daha fazla derinleştirme-
mişti.
Böylece, Tran-Bel'den, başarısız olmasına rağmen kendisine
vaat edilen ödülden söz etmek zorunda kalmadı. Bu yüzden, daha
mahkemeden çıkar çıkmaz, Libyalının dükkânında aldı soluğu.
Yema'yı görür görmez, genç kızı arşivlerini sakladığı küçük
odaya sürükledi tüccar.
— Buraya neden geldin, küçük salak?
— Paneb aklandı.
Tran-Bel elini yuvarlak kafasına yapıştırılmış siyah saçlarına
götürdü.
— Aklandı mı? Neler saçmalıyorsun?
— Eşeğinin yüzünden, Kuzey Rüzgârı mı, ne! Bilge kadın
jüriyi büyüledi, yalancı tanıkların gözü korktu, eşek de suçlu diye
beni gösterdi.
— Gerçekten çıldırmışsın, Yema!
— Eğer dediğim gibi olmasaydı, Paneb mahkemeden özgür
aynlamazdı.
— Benden söz ettin mi?
— Hayır, tabiî ki hayır!
— Böylesi senin için daha iyi, kızım. Yalan söylemiyorsun
ya?
— Bir yıl boyunca Hakikat Meydanı için çalışmaya mahkûm
edildim. İşte elime geçen bu! Şimdi, ödülümü almak istiyorum.
— Kuzey'e gidecek ilk yük gemisine binecek, Mısır'dan
ayrılıp Filistin'e geçeceksin. Orada çiftçilik yapan bir dostumun
yanında hizmetçi olarak çalışırsın. Adını değiştirir, Mısır adale-
tinden kurtulursun.

351
— Ama... ama ben burada kalmak istiyorum!
— Başarısız oldun, başka bir seçeneğin kalmadı. Benim
üstümde, yaptığın yanlışı kabul edemeyecek insanlar var.
— Demek ki...
— Demek ki, yaşamak istiyorsan bir an önce buradan uzak-
laşıp, çeneni tutmak zorundasın! Yarın, Mısır'ı terk ediyorsun.
Seni korumaları için iblislere dua etmeyi de unutma.
Korkudan dehşete kapılan genç kız, söylenenleri kabul
etmek zorunda kaldı.
Tran-Bel çiftçi dostunun Yema'yı esir gibi kullanıp yanında
çalışan işçilere sunacağını söylemeyi unutmuştu. Tek kaygısı,
başarısızlığını unutturmak ve bu işten bembeyaz bir keten bezi
gibi çıkabilmek için patronlarına ne söyleyeceğine karar ver-
mekti.
O
Altmış ikinci bölüm
II. Seti iktidarının dördüncü yılında, kış gerçekten de sert
geçiyordu. Buz gibi bir rüzgâr, en kötü mevsimlerde bile çok daha
ılık havalara alışkın Teb'in batı yakasını süpürüyordu. Bazıları da
amaçları konusunda karasızlığa düşmüş firavunun güçsüzlüğüne
öfkelenen Tanrıça Sehmet'in ürkütücü elçilerinin bölgeye verdik-
leri cezaya bağlıyorlardı soğuğu.
Eşek kervanı geldiğinde, çoktan uyanmıştı mezar kâtibi.
Kalın paltosuna sarınmış, kervanın başına çıkışıyordu.
— Yakacak odun getirdin mi?
— Tek bir çuval bile yok.
— Oysa çok acil olduğunu belirtmiştim!
— Yönetim hiçbir şey vermedi... Aslında bu aralar herkes
odun peşinde. Kenhir zaman yitirmeden ustabaşına haber verdi.

352
— Hemen odun bulmalıyız, dedi Nefer. Evler buz gibi,
bronşitten şikâyet eden bir sürü hasta var. Isınamazlarsa, durum-
ları ağırlaşır, özellikle de Paneb'in küçük kızını düşünüyorum.
— Aslında odun stokumuz yeterli görünüyordu, ama hava-
ların böylesine soğuyacağını kim tahmin edebilirdi ki?
İki yöneticinin sözünü kesen çok öfkeli bir Paneb'di.
— Yatağımı, evdeki eşyaları yakmaya hazırım, ama sonra ne
yapacağım? Bu kıtlıktan kimin sorumlu olduğunu bilmek
isterdim!
— Ben, dedi Nefer.
— Ustabaşı başkalarının hatalarını üstleniyor. Ama bu soylu
davranışı da odun bulmamıza yardım etmeyecek.
— Haklısın, üstlenmek yeterli değil. Şimdi gidip odun bula-
cağım.
— Böyle bir tehlikeye sen mi atılacaksın? Söz konusu bile
olamaz! Ben hallederim. Mezar kâtibi bana resmî bir izin kâğıdı
verir mi?
— İmkânsız, Paneb. Devriyelere dikkat et.
— Neden gidip başyöneticinin kapısına dayanmıyorsunuz?
— Çünkü bu sabah odun geleceğini ummuştum da, ondan,
dedi Kenhir.
Şiddetle esen rüzgâr, Paneb'in suçlamasına öfkelenen ihtiyatı
sendeletti. Yine de düşüncesini açıklama fırsatı bulamadı. Genç
dev İmuni'nin evine koşuyordu.
— Deponun kapısını aç ve bana en iyi baltayı ver, dedi kâtip
yardımcısına.
— Neden?
— Acele et, İmuni, saçmalıklarını dinleyecek günümde deği-
lim pek.
— İzinsiz odun kesmek yasaktır ve...
Dev adam kâtibi koltukaltlarından kavrayarak kaldırdı.

353
— Eğer o baltayı iki saniye içinde elime vermezsen, evinde
ne kadar odun varsa alırım, kâtip levhaların da dahil.
Üç polis memuru dallarından çoğu ölmüş, gövdesi beyazla-
maya yüz tutmuş firavunincirine girişen dev adamı izledi uzunca
bir süre.
Soğuğa ve rüzgâra rağmen belden yukarısı çıplak çalışıyor,
baltayı durmaksızın kaldırıp indirirken en ufak bir yorgunluk
belirtisi göstermiyordu.
— Aslında yaptığı yasadışı, dedi polislerden yaşlı olanı. Ama
o kadar da güçlü görünüyor ki.
— Eğer dolaşan söylentilere bakılacak olursa, diye tamamladı
sakallı olan meslektaşı, bu galiba Hakikat Meydanı'ndan bir
zanaatkar. Tek başına dokuz adamla başa çıkabildiği söylenen
Cesur Paneb.
— Nasıl emin olmalı?
— Eşeğine bir bak... Sahibi gibi, o da kocaman! Herkes
Paneb'in dev gibi bir eşeği olduğunu bilir.
— Dokuz adam mı dedin? Gerçekten mi?
— Oysa biz üç kişiyiz sadece. Hem baltasını gördün mü?
Saldırırsak, kendini koruyacaktır. Yanına gitmeden önce, biraz
beklesek daha iyi olmaz mı?
— Haklısın.
Paneb uzun zaman önce polisleri görmüştü, ama aldırmı-
yordu. Kuzey Rüzgârı'nın sırtındaki küfelere kuru odun doldur-
duktan, kendi omuzlarına da epeyce odun aldıktan sonra köyün
yolunu tuttu, üç polis memurun önünden geçti.
— Günaydın, arkadaşlar. Yerinizden kıpırdamamakla akıllılık
ettiniz.
— Bu odun sıkıntısı kabul edilemez, diye esip gürledi Kenhir.
Siz de benim gibi Hakikat Meydanı'nın önceliklerini biliyorsunuz!

354
Başını omuzlarına gömmüş olan General Mehi, her zamanki
gibi sevecen görünmekte zorlanıyordu. Tran-Bel'in Paneb'den
kurtulmak için tasarladığı oyunun işe yaramamasından etkilen-
mişti. Ayrıca batı yakasında olduğu kadar doğu yakasındaki kış-
laların askerleri de yüksek sesle soğuktan yakınmaya başlamıştı,
ama kimse ağaç keserek firavunun malına dokunmak istemiyor,
II. Seti'nin öfkesini çekmeye cesaret edemiyordu.
— Biliyorum, Kenhir, ama benim gücümün de bir sınırı var!
Yaşlı ağaçları kesmemize izin vermesi, Lübnan'dan odun getirt-
mesi için firavuna mektup yazdım, ama bir cevap alamadım.
Seti'nin Hermopolis'te olup olmadığını bile bilmiyorum.
— Elinizde birkaç çuval olsun odun kömürü kalmadı mı?
— Tek bir çuval kalmadı. Olsaydı, size vermez miydim?
Kenhir generalin iyi niyetine inanmış gibiydi.
— Öyleyse, kendi başımızın çaresine bakmamız gerekecek.
Bu yüzden bize odun getirecek zanaatkar için dokunulmazlık
istiyorum.
— Paneb, herhalde.
Mezar kâtibi cevap vermedi.
— Onun hakkında gelecek polis raporlarını görmezden
geleceğim. Yine de fazla ortalıkta yapmasın.
— Teşekkürler, General. Siz Hakikat Meydanı'nın iyi bir
koruyucusunuz.
Paneb sayesinde, biraz ısınabilmişti köy, hastalar da tehli-
kede değildi artık. Genç dev evine döner dönmez, her gün biraz
daha güzelleşen kızını kollarına alıyor, Lekesiz Uabet'in sevgi
dolu gözleri önünde, sallamaya koyuluyordu.
— Birazdan yemek yiyeceğiz. Aperti de nerede?
— Okulda, cezalı. Dün, matematik ödevini düzelten kâtip
yardımcısına hakaret etmiş.
— Bu İmuni'den hiç rahat yüzü görmeyecek miyiz?

355
Paneb küçük kızı sevgiyle öpüp annesinin kollarına bıraktı,
sonra da Imuni'nin yazıhanesine gitti, kâtip yardımcısını çok
sinirli bir şekilde, ustabaşı ve mezar kâtibiyle konuşurken buldu.
— Bildirecek son derece ciddi düzensizlikler var, köy mah-
kemesinin toplanarak örnek olacak bir ceza vermesini istiyorum !
— Oğlumu kullanarak bana zarar vermeyi mi düşünüyorsun
yoksa? İmuni şaşırmış göründü.
— Seni mi? İlgisi yok!
— Suçlamalarını açıkla bakalım, dedi Suskun Nefer.
— Birincisi, Aslan Userhat kendine ayrılandan çok daha fazla
kaymaktaşı kullandı. Kendi hesabına çalışıyor, yaptığı heykelleri
kime teslim edeceğini de söylemiyor bana.
— Kimseye teslim etmeyecek, dedi ustabaşı. Benim isteğim
üzerine, Firavun II. Seti'nin mezarına konulacak armağan masa-
larını yapıyor.
Kâtip yardımcısının yüzü kızardı.
— Benim... benim haberim yoktu bundan!
— Birini suçlamadan önce, sor! Başka?
— Sonra, Kararlı Gau aşırı miktarda papirüs kullanıyor!
— Yanlış, diye araya girdi Paneb. Resimler için kullanacağım
eskizleri çiziyor, bu konuda kesinlikle hiçbir sınırlama kabul
edemem.
Mezar kâtibi Paneb'i onayladı.
— Böylesine gösterişli suçlamalardan vazgeç, dedi Kenhir
yardımcısına. Bunları yapacak çapta değilsin henüz.
İmuni kinini yuttu; yine de talihi yaver gidiyor, soyağacı
araştırmaları gelişiyordu. Yakında öcünü alacaktı hepsinden.
Amenmes'in cenazesinden beri posta hizmeti yeniden düze-
ne girdiğinden, patronlarıyla yazışmaya başlayabilmişti hain.
Onlardan, köyün biraz berisindeki ataların tepeciğine gitme
emrinin bulunduğu şifreli bir mesaj almıştı. Kongreleri sırasında

356
zanaatkarlar bu tepeciğe gider, yaratılışın nasıl gelişeceğine karar
vermeden önce buraya dünyadaki evlerini kuran önemli tanrılara
saygılarını sunarlardı.
İç savaş bulutları kaybolalı beri, köyden çıkmaya izin verili-
yordu ama, Şef Sobek'in gözlerini hâlâ dört açtığından emindi
hain. Bu yüzden, ailelerini ziyaret etmek ya da özel işlerini
çözümlemek için Nil'i geçen ilk kafileye katılmamayı uygun
görmüştü.
Ataların tepeciğine gitmek için, izinli olduğu bir sabahı seçti.
Peşinden gelen Nübyeli polis, onun nereye gittiğini görünce
rahatlamış, 5. Tabya'ya geri dönmüştü.
Akasya koruluğunun ortasındaki küçük tapınak tanrıların
mezarını barındırıyordu. Buradaki huzur, hainin artık uzun
süreden bari parçası olmadığı başka bir dünyaya aitti.
— Kimse bize bakmıyor, dedi ataların sunağına armağanlar
getirmiş Hathor rahibeleri gibi bembeyaz bir elbise giyen Serketa.
Işık Taşı'nı nereye sakladıklarını öğrenebildin mi bari?
— Maalesef hayır, ama umudumu yitirmedim henüz.
— Bunu senden başka kimse başaramaz, en önemli engeli
aşman koşuluyla tabiî.
— Neymiş o engel?
— Ustabaşının ta kendisi.
— Ne demek istiyorsunuz? diye sordu hain dehşet içinde.
— Suskun Nefer'den kurtulmamız şart. O gidince, köy güçsüz
kalır, Işık Taşı'na giden yolda engel kalmaz.
— Benden cinayet işlememi istiyorsunuz!
— İyi düşün, bundan daha uygun bir çare yok. Tabiî, en çok
nefret ettiğin zanaatkarın suçlanmasını da sağlaman gerek.
— İmkânsız bu.
— Nefer'in ölümü loncanın sonu olacak, ödülün de inana-
mayacağın kadar önemli, bana güvenebilirsin.

357
— Çok tehlikeli.
— Planını hazırladığında, bana haber ver. Dışarıda seni bek-
leyen serveti on kat artıracağız.
A
Altmış üçüncü bölüm
Aperti ev halkının uykuya daldığından emin olunca, kız
kardeşinin yatırıldığı küçük tahta yatağa yaklaştı. Her geçen gün
biraz daha fazla nefret ettiği, annesi ile babasının hayran olduğu,
durmadan gülümseyen şu kız kardeşinin. Öğretmenleri tarafın-
dan sert cezalara çarptırılan Aperti zamanının çoğunu arkadaşla-
rıyla eğlenmek yerine, köy yararına angaryalarla geçiriyordu.
Güreşten ve gücünü kanıtlamaktan başka bir şey düşünmezken,
bu zanaatkarlar ve rahibeler dünyasında ölümüne sıkılıyordu
doğrusu.
Oysa Selena, kusursuzluk simgesiydi gerçekten! İtaatkâr
çocuk anne ve babasını her bakımdan tatmin edecek, Aperti'yi de
karanlıkların içine itecekti kuşkusuz. Bu yüzden, çok geç olma-
dan harekete geçmeye karar vermişti. Kız kardeşini bir bezle
boğarak, o korkunç rakipten kurtulacağını umuyordu.
Daha henüz elini küçücük yatağın kenarına koymuştu ki,
Paneb'in güçlü pençesi saçlarına yapıştı.
— Niyetin neydi, Aperti?
Acıya rağmen ağlamamakta karalı küçük çocuk, boşuna
debelendi.
— Uyuyup uyumadığım anlamak istemiştim!
— Yalancı! Ona kötülük edecektin, değil mi?
Paneb oğlunu bir kirli çamaşır torbasıymış gibi yere fırlattı.
— Eğer başarsaydın, Aperti, kemiklerini kırardım. Bundan
böyle, kız kardeşinin güvenliğinden sen sorumlusun. Sakın bir
yanlış yapayım deme.
— Kabul etti mi? diye sordu Mehi karısına.
358
— Daha etmedi.
— Eğer biraz aklı kaldıysa, böylesine saçma bir maceraya
girmez!
— Ben, bu maceraya inanıyorum. Ona inanamayacağı bir
servet önerdim, o düşün çekiciliğine dayanamayacak.
— Ustabaşısını öldüren bir Hakikat Meydanı zanaatkarı...
imkânsız!
— Müttefikimiz başkalarına benzemiyor. Hayatı boyunca,
ihanetten başka bir şey yapmadı. O kadar becerikli davrandı ki,
kimse ondan kuşkulanmadı. Bundan sonra, tırmanması gereken
tek bir basamak kaldı, oraya da çıkacak.
— O kahrolası lonca yüzünden, yenilgiden başımızı alama-
dık! Projen gerçekleşemeyecek kadar mantıksız.
— Artık o haini iyi tanıyorum. Hırs ve zenginlik düşü yüre-
ğini öylesine çürüttü ki, hiçbir şey karşısında gerilemeyecek bir
karanlıklar iblisine döndü.
— Kendinden emin görünüyorsun, Serketa.
— Ustabaşı geçirdiği sınavlardan güçlenerek çıkan tek insan
değil de, ondan. O lonca bize gereğinden fazla direndi, bense
yenilgiden nefret ederim.
— Adam öldürmek, o kadar da kolay değil. Müttefikimiz
korkak biri değil mi?
— Tabiî ki korkak, hem de alçak bir korkak, bir masumu
suçlayarak, tam bir alçak gibi öldürecek! Harekete geçmeye karar
verdiğini kendi bile bilmiyor henüz, kimseyi kuşkulandırmadan
hedefine ulaşmak için doğru yöntemi bulamadı daha. Hiç endişen
olmasın, bir şey düşünecektir.
Firavun koca bir günü Büyük Ramses'in başlattığı, oğlu
Merneptah'ın tamamladığı Tot Tapınağı'nda, yalnız başına geçir-
mişti. Kraliyet atölyelerinin heykeltıraşlarına, armağan sunma
sahnelerinden oluşan bir program hazırlatmış, bilgi tanrısıyla baş

359
başa kalmadan önce, programın tamamlanmasını beklemişti.
Hermopolis'te kaldıkları süre boyunca, bir kez bile sessizliği
nedeniyle onu suçlamamıştı Kraliçe Tausert. Belki de bu uzun
meditasyon döneminin gerekli olduğuna inanıyor, firavunun
böylelikle tüm enerjisini yitirdiği bitmek tükenmek bilmez güç-
süzlüğünden kurtulacağını umuyordu. Seti binlerce yıllık bilginin
vârisleri Tot rahiplerine danışırken, kraliçe tüm zamanını devlet
işlerine ayırmıştı. Başkentte kalmayı tercih eden Başdanışman
Bay'la sürekli ilişkideydi, durmadan talimatlar veriyor, durmak-
sızın çıkan sorunları çözmeye çalışıyordu.
Hem kararlı hem de yumuşak tavırlı büyük eş, Orta Mısır'ın
büyük kentindeki yöneticilerin kalbini kazanmayı bilmişti. Tot
başrahibi bile tüm ülkenin geleceğinin dayandığı Tanrıça Maat
heykelinin kaidesi kadar sağlam görünen bu kraliçeyi yere göğe
sığdıramıyordu.
Tausert Bay'a Girit'ten ithal edilen gıdaların vergilendiril-
mesiyle ilgili sorunu çözmek için bir mektup yazarken, geniş
pencereleri Tot Tapınağı'na bakan büyük çalışma odasına Seti
girdi. Hükümdarın yüzünde, huzurlu insanların dinginliği vardı.
— Yakacak odun sıkıntısı sürüyor mu? diye sordu Seti.
— Hayır, Haşmetmeapları. Suriye ve Lübnan'dan yeterince
odun getirttim. Tüm bölgelere dağıtıldı.
— Sana hayranım, Tausert. Hiçbir büyük eşin görevini böy-
lesine bir etkinlikle yaptığını sanmıyorum. Sen olmasaydın, Mısır
batardı.
— Sen hep firavun oldun, firavun hep halkının refahını,
mutluluğunu düşündü. Seti tapınağın duvarlarını altın rengine
boyayan güneş ışınlarını izledi.
— Bu kent, harika değil mi? Huzur kokuyor, rahipleri Tot'un
yolunda yürüyor, kimse burasının dinginliğini bozmamalı. Oysa
ben, ben ne yaptım? Buraya sayısız asker yerleştirdim, savaşın

360
soluğu neredeyse büyük tapınağın bulunduğu ılgın vadisini bile
kavuracaktı.
— Heykeltıraşların seleflerinin eserini daha da güzelleştir-
medi mi?
— Ne sefil bir teselli. Hermopolis'ten ayrılmanın, ordularımı
serbest bırakmanın zamanı geldi.
— Nereye gidiyoruz, Haşmetmeapları?
— Teb'e.
— Ensemdekileri biraz kısalt, dedi Kurtarıcı Şed, berberlik
görevini tüm köyü kendine hayran bırakacak kadar iyi yapan
Neşeli Renupe'ye.
— Mezar kâtibi, Seti'nin, ordularının başında Teb'e doğru
ilerlediğini açıkladı.
— Sonunda olacaktı zaten.
— Söylentilere bakılırsa, firavunun içine Tanrı Şefin öfkesi
dolmuş. Seti kendine karşı gelmeye cüret eden Teb kentinden
öcünü acı biçimde alacakmış.
— Endişelenme Renupe, endişelenme ve kaderine razı ol.
— Ya Seti'nin askerleri köyde taş üzerinde taş bırakmazlarsa?
— Bakarsın ustabaşı kendi ürettiğimiz silahları elimize
almamızı, ölene kadar köyü savunmamızı buyurur. Daha iyisi
olabilir mi?
— Ben, yaşamak istiyorum!
— Birçok yaşama biçimi var, dostum, ama hiçbiri özgürlüğün
yerini tutamaz. Sakın saçlarımı kötü kesmeye kalkma; tehlikeli
durumlarda, son derecede zarif görünmek gerekir.
Seti'nin gelmekte olduğu, söylentiden başka bir şey değildi
henüz. General Mehi doğu yakasındaki genel karargâhına yerleş-
miş, dışarıya kuş uçurtmuyor, haber sızdırmıyordu. Felaket tellal-
larının sayısı artmış, Tanrı Setin Amon'un kentini yıkacağı dedi-
kodusunu yaymaya girişmişlerdi. İşin kötüsü, halk duyduğuna

361
inanıyor, giderek daha da endişeleniyordu. Köyde heykeltıraşlar,
Aslan Userhat, Araştırmacı İpuy ve Neşeli Renupe sütunlar
hazırlamış, üzerlerine yedi, on, on iki ya da on sekiz koruyucu
yılan kazımışlardı. Kapıların iki yanına yerleştirilecek sütunlar,
kötü güçlerin girmesini engelleyecekti.
Hava giderek ağırlaşıyordu. Zanaatkarlar artık Krallar Vadi-
si'ne gitmiyor, sanki hiç kimse ya da hiçbir şey varlıklarını tehdit
etmiyormuş gibi, kendi konutlarıyla, ebedî istirahatgâhlarıyla
ilgileniyorlardı. Bilge kadının önderliğindeki Hathor rahibeleri
tanrıçaya yakarıyor, sevginin nefrete üstün gelmesi için dua edi-
yorlardı.
— Atalarımız bizden daha talihliymiş, dedi Paneb Suskun
Nefer'e. O dönemler çok daha huzurluymuş, loncanın bütünlüğü
çok daha sağlammış.
— Atalarımız başka tehlikelerle boğuştu, Işık Taşı'nın eserini
korumak amacıyla biz de, karşımızdaki tehlikelerle boğuşmak
zorundayız. Benimle gel, evlat. Nefer'in sesindeki resmiyet genç
devi etkiledi, ustabaşının peşine takılıp tapınağa kadar gitti. Üstü
açık avludan geçtikten sonra, dar basamaklı bir merdivenin çatıya
çıktığı birinci salona girdiler.
Güneş batıyordu. Göğü gölgeleyecek tek bir bulut yoktu.
Nefer Paneb'e bir köşesinde delik olan, 25 santim eninde,
hemen hemen aynı boyda, abanoz ağacından yapılmış, dörtgen
biçiminde küçük bir nesne verdi. Deliğin tam karşısında, kurşun
telin yerini gösteren, ince bir çizgi vardı.
— Delikten bakınca, diye açıkladı ustabaşı, meridyen düz-
lemine yerleştirilmiş bir telin arkasından gezegenlerin yükselişini
göreceksin; bizim "bilginin aleti" olarak adlandırdığımız bu
usturlabı nasıl kullanacağını öğreteceğim sana. Böylece herhangi
bir yapının açılarını dört anayöne göre yerleştirebilirsin. Paneb

362
özellikle yetenekli çıktı. Gökle oynayabilmek, ona tarifsiz bir
keyif veriyordu.
— Gecenin on iki saatinin sırrını öğrendin, diye hatırlattı
Nefer, ama şimdi yılı düzenleyen, zamanın gizemini anlatan ve
tören saatlerini gösteren yıldız kümelerinin, otuz altı dekanın
mesajını anlamanın zamanı geldi. Her dekan, on gün boyunca
"saat yıldızı" olarak seçilir, bunun için Âlim Tuti'nin geliştirdiği
otuz altı sütunlu yıldız saatine bakman gerekecek. Dekanların
simgesi, doğumuyla üç yüz altmış beş günlük yılımızın başlangı-
cını belirleyen Sirius'tur. Bir firavunun mumyalanma süresine
denk düşen yetmiş gün boyunca, Sirius incelenemeyecek kadar
yaklaşır güneşe. Öteki dekanlar gibi arınmak ve yeniden yapıl-
mak için tahnit atölyesine girer, dirilir.
— Bu açıklamalar, neden?
— Hakikat Meydanı'ndaki hayatın yıldızların yansıması
oldu-ğunu anlaman, belki de bir gün, bir tapınak yapmakla
görevlendirildiğinde, öğrendiklerini kullanman için. Sana bu gece
öğreteceklerim olmadan, tek tapınak bile yapamazsın.
— Ustabaşı sensin.
— Nesiller geçiyor, geriye sadece tanrıların ışığa ya da taşa
kazılı sözleri kalıyor.
Büğe kadın merdivenin tepesinde göründü. Sol elinde, Setin
gücünü ve en sert maddeleri bile delecek göksel ateşini temsil
eden asa vardı.
— Bununla, dedi Işık Paneb'e, gölgeyi hesaplayıp, güneşin
hareketlerine dayanan kesin yönü bulacaksın. O ışığı elinde tut
ve sadece yapmak için kullan.
Asa yakıcıydı, ama genç dev avucundaki acıyı hissetmedi.
Elinde neredeyse kaldıramayacağı kadar ağır bir şey olduğunu
sandı; oysa büğe kadın hiç zorlanmadan getirmişti asayı.

363
— Göğü izlemeye devam edelim, dedi ustabaşı. Daha öğre-
necek çok şeyin var, Paneb.
Köy endişeli bir uykudaydı. Nefer, Işık ve Paneb geceyi
tapınağın üstünde geçireceklerdi, sanki tüm gelecek onların-mış
gibi.
n
Altmış dördüncü bölüm
— Muhbirlerimizden bir haber var mı? diye sordu General
Mehi yaverine.
— Firavun, Tanrıça Hathor'a saygılarını sunmak için, Den-
dera'da durmuş. Geleneklere uyup kendini tanrılara tanıtmak için
küçük büyük, bütün tapınakları ziyaret ettiğinden, Teb'e çok
yavaş yaklaşıyor.
— Seti sonunda amacını açıklamış mı?
— Hayır, General.
— Birliklerimizin durumu?
— Pek iyi değil. Açık ve anlaşılır emirler bekliyorlar.
— İşte sana açık ve anlaşılır bir emir; silahlarını kışlalara
bıraksınlar, Teb askerlerinin hepsi II. Seti'nin gelişini kutlamaya
hazırlansın.
Yaver rahatlamıştı. Çoğu kişi gibi o da Mehi'nin Amenmes'i
örnek alarak yasal firavuna başkaldıracağından, böylece kanlı
çatışmalara neden olacağından korkuyordu. Ne var ki general bir
kez daha mantıklı davranmış ve İki Ülke'nin efendisini tanıdığını
belli etmişti.
Mehi saçmalamaya kalkıp mantıksız davranmış olsaydı eğer,
susacaktı yaveri; ama general Teb'in ve Teb halkının çıkarlarını
kendi kişisel kaygılarının önünde tuttuğuna göre, konuşmaya
karar verdi.
— Subaylarınızdan biri yüzünden, General, başınız ciddi
derde girebilir.
364
— Beni neyle suçluyormuş?
— Amenmes'in en güçlü destekçisi olmakla ve olaylar nasıl
gelişirse gelişsin, rütbenizi korumak için Seti'ye yalan söyle-
mekle.
Mehi sakin görünmeye çalıştı.
— Böylesine aşağılık bir suçlamaya cüret eden kim?
— Okçularınızın yüzbaşısı.
General yıkılmış görünüyordu şimdi.
— Hem de askerlerin arasından seçip, kendi ellerimle yük-
selttiğim o adam, ha... Nasıl bu kadar nankör olabilir?
— Sizi suçlayarak kellesini kurtarmayı, hatta yükselmeyi
umuyor,
— Bunları kime söylemiş?
— Sadece bana. Beni yanına çekmek istedi. Onu dikkatle
dinlediğimi görünce, onunla birlikte olacağıma ve öteki subayları
da aleyhinize çevireceğime inandı.
— Neden bana sadık kalıyorsun?
— Çünkü siz, ülkenin iyiliğinden başka bir şey düşünmeyen,
devlete sadakatle hizmet eden birisiniz.
— Okçu yüzbaşısına onun müttefiki olduğunu, bana bir
komplo hazırlamaya çalıştığını söyler misin? Bana zarar vermek
için elinden geleni yapmaya mı, yoksa bu korkunç düşüncesinden
vazgeçmeye mi karar verecek, onu bilmek istiyorum da.
— Onu tutuklatıp askerî mahkemenin karşısına çıkarmak,
daha iyi olmaz mı?
— Önce, yanında başka kimlerin olduğunu öğrenmemiz
gerek.
— Bana verdiğiniz görevden hiç hoşlanmıyorum, General,
yine de yerine getireceğim buyruğunuzu.
— Sadakatini unutmayacağım, dedi Mehi.

365
— Son haberler oldukça ürkütücü, diye açıkladı ustabaşı
zanaatkarlara. Şef Sobek söylentilerden hangisinin doğru, hangi-
sinin yanlış olduğunu bilmiyor ama, Seti Teb'den öç almak ister
görünüyor, Mehi de silahlarını firavuna karşı kullanmayacak.
— Bize ne olacak? diye endişelendi Pişkin Somun Pay.
— Günlük sevkıyatların sürmesi gerek. Eğer sevkiyat kesi-
lirse, mezar kâtibinin büyük bir sabırla istifledikleri sayesinde,
birkaç hafta direnecek kadar erzakımız var.
— Ya su? diye meraklandı Kararlı Gau.
— İdareli kullanmak gerekecek. Su sıkıntısı başlarsa, Kenhir
yönetim nezdinde girişimde bulunur, sol ekip şefi de su bula-
bilmek için bir acil durum ekibi kurar.
— Krallar Vadisi'ndeki işe ne zaman yeniden başlayacağız?
diye sordu Burun Fened.
— Her şey firavunun tutumuna bağlı. Şimdilik, acil bir işimiz
var; Hakikat Meydanı'nı tehlikeden kurtarmak.
— Nasıl?
— Tanrı Amon onuruna kutlanacak törende Karnak Tapınağı
için yararlı olacak bir eser yaratarak. Şef Sobek, Paneb ve ben batı
yakasındaki tersaneye gidip, bilginin efendisinin bineceği yeni bir
tören kayığı için tahta alacağız.
— Böylesine karışık bir dönemde, çok tehlikeli olur dediğin!
diye karşı çıktı Alim Tuti. Beklemek daha iyi değil mi?
— Bilge kadın çok az zamanımız olduğunu söylüyor. Gerekli
malzemeyi getirir getirmez, ekip gece gündüz çalışmak zorunda
kalacak.
Her zaman an kovanı gibi kaynayan tersane, sanki tatil-
deydi. Marangoz ve doğramacılar kesin talimat alamadıklarından
aletlerini bırakmış, akasya ve firavunincirinden çıkardıkları uzun
tahtaları bir sundurmanın altına istiflemişlerdi.

366
Hakikat Meydanı'nın üç temsilcisi girişin önüne vardığında,
nöbetçi yollarını kesti.
— Kimsiniz?
— Hakikat Meydanı'nın ustabaşısı, yanımda da polis şefi ve
bir zanaatkar var.
— Sen, Suskun Nefer misin?
— Ta kendisi, diye onayladı Paneb.
— Ustaya haber vereyim.
Geniş omuzlu, göğsü kabarık, elli yaşlarındaki usta, konuk-
sever birine benzemiyordu pek.
— Ziyaretiniz beni şaşırttı. Ne istiyorsunuz?
— Tören kayığı yapmaya yetecek kadar tahta, dedi Nefer.
— Elinizde izin belgesi var mı?
— Böyle bir belgeyi sadece firavun verebilir.
— Demek isteğinizi karşılamak zorunda değilim.
— En azından, bize yardım etmeyecek misiniz?
Tersanedeki zanaatkarlardan çoğu, haberleri bile olmadığı
sırlara sahip olan Hakikat Meydanı'ndaki meslektaşlarını kıska-
nıyordu. Usta için, öcünü alma fırsatı ayağına gelmişti.
— Ya reddedersem?
— Bizi çok güç durumda bırakırsınız. Tanrı Amon'a layık bir
eser yaratmamız için gerekli tahtayı buradan başka hiç bir yerde
bulamayız.
— Hiç olmazsa, dürüst konuştunuz, Nefer.
— Loncamızın kendini beğenmişlerle dolu olduğunu sandı-
ğınızı biliyorum, ama biz de sizin gibi maddeyle uğraşıyoruz,
kimsenin göğünü karartmadan maddeyi ışıldatmaya çalıyoruz.
— Yanınızdaki dev ile polis memuru... Tahtayı güç kullana-
rak almaları için mi getirdiniz onları?

367
— Kesinlikle hayır, dedi ustabaşı geniş bir tebessümle. Onlar
sadece tahtaların eşeklere yüklenmesine yardım edecek. Tahtayı
verme kararı size ait, sadece size.
— Tahtaların karşılığında, marangozluk yöntemlerinin anah-
tarlarını verecek misiniz?
— Yöntemleri zaten biliyorsunuz; sırlara gelince, bu bam-
başka bir konu.
— Demek cömertliğimin karşılığını alamayacağım.
Nefer olmasa, çoktan bu suratsız adamı yere serip gerekli
tahtaları alacaktı Paneb. Böylesi tatsız davranan bir sülük, başka
bir davranış hak etmiyordu genç devin gözünde.
— İstediğinizi alın, dedi usta sonunda, ama karşılığında bana
bir makbuz verin. Başımın yönetimle derde girmesini istemiyo-
rum.
— Mezar kâtibi istediğiniz belgeyi verecek.
Nefer her hayvana kaldırabileceği kadar tahta yüklendiğini
denetledikten sonra, Kuzey Rüzgârı değerli malzemenin büyük
bölümünü taşıyan kervanın önüne düştü; gerisini ustabaşı, Paneb
ve Sobek sırtladı.
Zanaatkarlar ellerinde kısa saplı keserlerle, sintinenin pürüz-
lerini giderdiler, küpeşteleri düzelttiler, baş ve kıç bodoslamalarını
şekillendirdiler, dümen yekesini yerleştirdiler; uzun saplı keser-
lerle de gemi omurgasının dış yüzünü tesviye ettiler.
Marangoz Didya Paneb'in de yardımıyla ustabaşı ve Kurta-
rıcı Şed'in çizimlerine dayanarak işleri yönetiyordu; heykeltıraş-
lar büyük bir özenle kesilmiş küçük tahta parçalarını iç içe geçi-
rerek bir gövde yaptılar. Taş yontucuları lataları birbirine sabit-
lemişler, zıvana dillerinin oyuklara oturması için çift başlı çekiç
kullanmışlardı.
Her biri belirli bir yöntemde uzmanlaşmış olmasına rağmen,
ekibin her üyesi herhangi bir malzemeyi işleyecek yetenekteydi.

368
Kurtarıcı Şed yapılan her işi denetliyor, gözüne çarpan en küçük
kusurları bile işaretliyordu. Sonunda, nilüfer biçimindeki pruva
ve pupasıyla, altından kamarasıyla meydana çıktı kayık. Akasya
kusursuz bir raspadan geçmiş, tüm tekne soluk kesecek kadar
güzel yapılmıştı.
— Daha önce eserini gerçekleştirmiş olmasaydın, bunu kabul
edebilirdim, dedi ustabaşı Kuyumcu Tuti'ye.
— Böylesine acele etmek zorunda kalmaktan nefret ederim.
Paneb ve Kararlı Gau olmasaydı, kayık hiçbir şeye benzemeye-
cekti.
— İşinizin bittiğini sanmayın sakın, diye uyardı Şed zanaat-
karları. Daha Amon'un varlığını hatırlatmak için koç başlarını
yapmanız, kamaranın damını da alevli soluklarıyla kötülük güç-
lerini kovacak olan kral kobralarla süslemeniz gerek.
— Kamaranın çevresini örtecek kumaşı unutmayalım, dedi
Nefer. Böylece firavuna sırrın koruyucusu Amon'un kayığını
armağan edebiliriz.
Hain için, her şey aydınlanıvermişti birden.
Anlaşılan ustabaşı loncaya aktarmadığı, kuşkusuz Hakikat
Meydanı'nın geleceğiyle ilgili yeni haberler almıştı. Demek Haki-
kat Meydanı kapatılacaktı, Suskun Nefer de en değerli hazineyi,
Işık Taşı'nı köyden çıkarabilmek için en iyi yolu bulmuştu; Işık
Taşı'nı Amon'un kayığında, bir tören kumaşının altında gizleye-
cekti. Ustabaşı bu paha biçilmez armağanın karşılığında, Karnak
başrahibiyle pazarlık etmiş, kendi güvenliğini sağlamıştı; kısacası
loncanın başı, hepsinin ustabaşısı, alçakların en aşağılığı gibi
davranmıyor muydu sanki? Onu ortadan kaldırmak, cinayet
olmayacaktı şimdi.
Ne olursa olsun, inanılmaz bir fırsat çıkıyordu hainin önüne.
Nefer, kimsenin tanrısal evin kutsallığına saldırmayacağından
emin olarak, Işık Taşı'nı altın kamaraya yerleştirecekti.

369
O
Altmış beşinci bölüm
General Mehi'nin yaverinin okçu yüzbaşısıyla buluşmak için
seçtiği yer askerî levazımcıların askerlere bayramda şarap vere-
bilmek için üzüm sıkmakta kullandıkları cenderenin hemen
yanındaydı. Çevrede en küçük bir hareket göremeyen subay,
böylesine etkili bir müttefik bulduğu için, gizlice seviniyordu.
Uzunca bir süredir Mehi'nin ikili oynadığından, kendi mes-
leği ve çıkarından başka bir şey düşünmediğinden kuşkulanı-
yordu okçu yüzbaşısı. Generali acımasız ve sinsi bir yırtıcı gibi
görüyor, gücünü artırmak için her yola başvuracağına inanı-
yordu. Hiç kimseye söylemeden, büyük bir dikkatle ve tek basma
yürüttüğü soruşturma, generalin gerçek bir katil olduğunu anla-
masını sağlamıştı. Yaverin ve başka üst rütbeli subayların yardı-
mıyla, kanıt bulmak güç olmayacaktı artık. Belki Amenmes'i
ortadan kaldıran da Mehi'ydi. Aynı Meni II. Seti'ye tuzak hazır-
lamaktan da çekinmeyecekti herhalde. Firavunu uyarmak, tek
amacı iktidarı ele geçirmek olan zorba generalin tutuklanmasını
sağlamak gerekiyordu. Sonunda maskesini düşürdüğü diktatör
ruhlu generali yıkmak için bir avuç cesur subay yeterliydi.
Mehi'nin dikkatini çekmeden böylesi subaylar bulup ikna etmek,
yaverin görevi olmalıydı. Uzaktan bir ayak sesi duydu.
Sonra, yeniden sessizlik.
Yaver neden hareketsiz duruyordu? Okçu yüzbaşısı karan-
lıkları araştırdı, çevresini saran gölgeleri seçince kasları gerildi.
— Kim var orada? Ortaya çıktılar.
Oklarını yüzbaşıya çevirip yay geren otuz kadar okçu.
— Teslim ol, dedi General Mehi.
Yüzbaşı kaçamayacağını gördü. Elini kemerine götürdü,
kınındaki hançerin kabzasını kavradı.
— Dikkat! diye haykırdı Mehi. Saldırıyor!
370
Üç okçu aynı anda bıraktılar oklarını. Birinci ok, yüzbaşının
sol gözüne saplandı, ikincisi gırtlağına, üçüncüsü de göğsüne.
Devrildiğinde, çoktan ölmüştü. Ensesi cenderenin kenarına
çarptı. Cesedin yanına ilk varan, Mehi'ydi. Yüzbaşının cebine bir
papirüs kaydırdı gizlice.
— Okçuları kutluyorum, dedi general. Onlar olmasa, içimiz-
den bazıları yaralanacaktı. Cesedin üstünü arayın.
Manga komutanı söyleneni yaptı.
— Bir belge, General!
— Oku.
— İsimler var. Üst rütbeli subay, hepsi de!
— Yüksek sesle oku.
Okçular şaşkınlıktan yıkılacak gibiydi. Mehi'nin söyledikleri
gerçekti demek! Amenmes taraftarları II. Seti'den kurtulmak için,
komplo düzenlemişlerdi.
— Komplocular derhal tutuklansın! dedi Mehi. Yanında dur-
mayan dik başlı subaylardan kurtulup yerlerine emirlerine uya-
cak olanları getireceği için, mutluydu.
Yaver Mehi'nin görkemli villasında, bekleme odasında pi-
nekliyordu. Yanında kâhya olduğu halde Serketa gözüktü.
— Ne kadar bitkin görünüyorsunuz! dedi acıma dolu bir
sesle. Rahatsız mısınız yoksa?
— İyiyim, Hanımefendi.
Generalin eşi kâhyanın tanıklığına başvurdu.
— Bu subay gereğinden çok çalışıyor. Biraz gücünü topla-
ması için, hurma likörü getirin hemen.
Kâhya emri yerine getirdi, yaver güzel kokular çıkaran
değerli içkiyi devirmekte tereddüt etmedi.
— Peşimden gelin, dedi generalin eşi konuğunu somaki
sütunlu salona alırken.
— Eviniz gerçekten de muhteşem!

371
— İtiraf edeyim ki, çok seviyorum bu evi. Kırmızı ve siyah
süslerin zarafetini gördünüz mü?
Yaver elindeki kupayı oymalı alçak masaya bırakıp gözlerini
tavana çevirdi.
— Kocam birazdan burada olur, dedi Serketa. Okçu yüzbaşı-
sıyla buluşmayı ayarladığınız için size şükran duyuyor. Yüzbaşı
sizin yerinize generalle karşılaşınca, çok şaşıracak. Mehi böylesi
bir saçmalığa daha fazla alet olmaması için onu ikna edecektir,
umarım.
— İtiraf ediyorum, generalin iyiliğine hayranım. Okçu yüz-
başısı mahkemenin karşısına çıksa, ağır bir cezaya çarptırılırdı.
— Kocam emrindekilere karşı oldukça hoşgörülüdür. Bu da
bir komutanda olması gereken bir özellik değil mi zaten?
— Tabiî, tabiî öyle... Ama generalin kararlılığına hayran
olanlar da az değil. Bu yüzden de bağışlayıcılığı beni şaşırtıyor ya.
— Size kalırsa, okçu yüzbaşısının başka suç ortağı var mıydı?
— Olmadığını söyledi. Mehi'ye düşman subaylardan küçük
bir grup oluşturmak için, bana güveniyordu.
— O aşağılık adam yolunun üzerinden çekildikten sonra,
kocama zarar vermek isteyen başka subay kalmayacak demek.
— Kalmayacak, Hanımefendi.
— Oysa siz, sevgili dostum, az kalsın siz de generale ihanet
ediyordunuz.
Tuhaf bir bitkinliğin pençesine düşmüş yaverin alnında ter
damlaları birikmeye başlamıştı.
— Ben mi? Asla!
— O okçunun iftiralarının etkisinde kalıp kocamın dürüst-
lüğünden kuşkulandığınızdan eminim.
— Hayır, emin olun, yanılıyorsunuz!
— Kendinizi iyi hissetmiyorsunuz, ama bunun bir önemi yok.
Uzun zamandır generalin yaveri olarak çalışıyorsunuz.

372
— Ben... ben pek anlayamadım!
Subay doğrulmaya çalıştı, beceremedi. Buz gibi bir sis, çev-
resini görmesini engelliyordu.
— Kocam artık size güvenmiyor. Bu yüzden, okçu yüzbaşısı
gibi, sizden de kurtulması gerek.
— Neyim... benim neyim var?
— Aşırı yorgunluk, gerektiğinden fazla alkol, herhalde. Sizin
kadar bitkin olan birisinin, sudan başka bir şey içmemesi gere-
kirdi.
Yırtıcı bir sancı, yaverin soluk almasını engelledi. Ağzı açık,
kaskatı, boşluğa devrilip, kaldı.
Kâhyayı çağırmadan önce, adamın gerçekten öldüğünden
emin olmak istedi Serketa.
— Çabuk gel, konuğumuz rahatsızlandı! Hizmetkâr cesede
yaklaştı.
— Durumu ciddi, Hanımefendi.
— Askerî hekimi çağır!
— Korkarım, artık çok geç.
— Ne korkunç şey! Zavallı öylesine bitkindi ki, yüreği daha
fazla dayanamadı. Olayın örtbas edilmesi için ceset sarayın baş-
tabibi Dakter'e teslim edilecek, o da otopsi yapıp ölüme bir kalp
krizinin neden olduğunu açıklayacaktı.
Serketa hazırladığı zehrin böylesine etkili olmasından mut-
luydu. Yaver bu denli saf davranmasa, Mehi'nin meslek hayatının
tehlikeye gireceğini düşündüğünde, ürperdi yine de. Talih bir kez
daha yanlarındaydı, tırmanış devam edecekti. Becerikli, zarif ve
çevikti Araştırmacı İpuy. Bu yüzden kayığın yüksek kamarasına
tırmanmak, loncanın yeni şaheserini tamamlayacak yaldızlı
frizleri yontmak ona düşüyordu.
— Bana bırak, dedi Aslan Userhat.
— Çok ağırsın!

373
— Başheykeltıraş olduğumu unutuyor musun?
— Başheykeltıraş olman sana bu iş için gerekli çevikliği
vermez ki! İpuy tırmanırken maymun çevikliği gösterdi, neden ne
de güvenlik kayışından yararlanmamıştı.
— İn aşağı, bu çok tehlikeli!
— Öyle mi sandın?
İpuy meslektaşlarının zarafetle oyduğu frizleri inceledi, iki
kobranın yüzünü inceltti, son müdahalesinden sonra, kamaranın
köşesinde buldu kendini. Bir an, uçmaya hazırlanan bir kuş gibi,
boşlukta hareketsiz, asılı kaldı. Ne var ki, kuş değil, Hakikat
Meydanı'nın bir zanaatkarıydı sadece, büyük bir gürültüyle
kayığın küpeştesine düştü.
Attığı çığlıktan, yaralarının endişe verici olduğunu anladı
arkadaşları.
— Sakın dokunmayın! diye bağırdı ustabaşı. Paneb, git bilge
kadını çağır. Işık koşarak geldi, fazla endişelenmeden yaralıyı
muayene etti.
— Köprücükkemiği kırılmış, dedi. Naht ve Paneb, İpuy'u sır-
tının üzerine çevirin, kürekkemiklerinin arasına bir şey yerleş-
tirin.
Bilge kadının tedavisine güvenen heykeltıraş, arkadaşlarının
müdahalesine ses çıkarmadı.
— Omuzlarından çekin, kırık küçülene, köprücük kemiği
çıkana kadar çekin. Naht ile Paneb Işık'ın sözüne uydular, İpuy'a
fazla acı vermeden denileni yaptılar.
Bilge kadın keten kaplı iki kalın kayış aldı, birincisini kolun
içine, ikincisini de belden aşağısına yerleştirdi.
— Sakat kalacak mıyım? diye sordu İpuy endişeyle.
— Tabiî ki hayır, diye yatıştırdı Işık heykeltıraşı. Birkaç gün
boyunca pansumanım değiştirip, elimizdeki kusursuz balla tedavi
edeceğim seni. Yaran, deyim yerindeyse, açık ve temiz, iyileş-

374
tikten sonra hiçbir iz kalmayacak. Araştırmacı endişeyle altın
kamaraya baktı.
— Hiç olmazsa, başardım mı?
— Eser tamamlandı, dedi Nefer.
Naht ve Paneb İpuy'u bir sedyeye yatırıp götürürken, Firuze
ve iki Hathor rahibesi kamaranın içindekileri gizleyecek büyük
kumaşı getiriyorlardı. Hainin ne olduğunu tahmin ettiği bir şeydi
kamaraya konacak olan.
A
Altmış altıncı bölüm
Kayığın canlandırılış töreni gece yapıldı. Ustabaşı ile sol ekip
şefi kalın bir kumaşın altına saklanmış bir şey taşıyarak heykel-
tıraşların atölyesinden çıktılar, ellerindeki değerli yükü Amon
kayığının kamarasına bıraktılar. Kayık Amon tapınağında yüz-
meye başladığında, görünür dünyanın on varlığına hayat vere-
cekti: güneş, ay, hava, su, ateş, insan, toprak üzerinde yürüyen
öteki yaratıklar, göksel varlıklar, suda yaşayanlar ve yer alü
yaratıkları. Kendi benliğinde hayatın çeşitli biçimlerini toplayan
kayık, bitmek bilmeyen değiş imleriyle evrenin bütünlüğünü
koruyan enerjinin en gelişmiş halini temsil ediyordu.
Tören sona erince, İpuy'u ziyaret edip evlerine döndü zana-
atkarlar. Aldığı uyuşturucular yardımıyla acısı geçen heykeltıraş,
karısının yanında sakin sakin uyuyordu.
Kayık bir kaidenin üzerine, ana tapınak ile Büyük Ramses
tarafından yaptırılıp Amon'a armağan edilen küçük sunağın
araşma yerleştirilmişti. Kutsal nitelikleri ve çevresine yaydığı
büyülü güç nedeniyle, kayığın basma nöbetçi dikmeye gerek
görmemişti ustabaşı.
Buna rağmen, bin bir dikkatle çıktı hain evinden. Her şeyden
önce, başta Çirkin Hayvan ile Kapkara'nın ve diğer ev hayvanla-
rının köyde kol gezmediğinden emin olması gerekiyordu.
375
Gecenin serinliğinde, evlerin içinde uyumayı tercih edeceklerdi
kuşkusuz. Sonra, bütün bunların bir tuzak olup olmadığını
anlamak için, uzunca bir süre çevresini kolaçan etti.
Her yer ıssızdı, hain yine de kayığın oldukça uzağında,
karanlıklar içinde beklemeyi yeğledi. Bir baykuş öttü, uzakta,
tepelerdeki çakallar birbirlerini çağırdı, sonra yeniden sessizlik.
Yerini değiştirip biraz daha yaklaştı, sonra yeniden bekle-
meye koyuldu. Eğer bir yerlere saklanmış, nöbet tutan bir zana-
atkâr varsa, çoktan görmüş olmalıydı. Önündeki yol açıktı.
Küpeşteye yapışıp kendini çekti, kamaranın kapısını
kaplayan kumaşın altına süzüldü. Kapının üzerindeki minik sür-
güyü çekti.
Elleri titriyordu. Taşın gözlerini kamaştırmasından çekinerek
gözlerini yumdu, yan yattı. Kapı aralandı, yıllardan beri düşünde
gördüğü hazineyle arasında hiçbir engel kalmamıştı artık. Birkaç
saat sonra Teb'in varlıklı insanlarından biri olacak, yeteneklerinin
hakkını vermeyen bu loncadan öcünü alacaktı. Gözlerini açtı-
ğında gördüğü tek ışık, mehtabın mavimsi aydınlığıydı. Büyük bir
şaşkınlıkla, kamaranın içine bakındı hain.
Işık Taşı, falan yoktu kamarada; sadece Min biçiminde küçük
Tanrı Amon heykelciği, ayakta sağ kolu havada, erkekliği dimdik.
Her an kendi tohumlarıyla kendini baştan yaratan temel tanrının,
loncanın kullandığı kutsal geometri kurallarından çoğunu barın-
dıran heykelciği. Her on günde bir düzenlenen törenlerde, Amon-
Min'in sadece başı görünür, vücudunun gerisi kalın bir kumaşla
örtülürdü.
Peki ya Işık Taşı heykelciğin altında ya da arkasındaysa?
Hayır, o kadar yer yoktu. Yine de emin olmak gerekirdi ama
yerinden oynatmak için heykelciğe dokunmak, günaha girmek
zorundaydı. Tereddüt etti.

376
Böylesi bir günahtan sonra, Hakikat Meydanı'nın hizmet-
karlarıyla paylaşacağı ne kalacaktı? Loncayla son bağını da
koparmış, Maat yolunu sonsuza dek terk etmiş olacaktı. İyi de, bir
saniye için de olsa, o yolda yürümüş müydü ki? Ne bilgeliği ne de
eserin tamamlanmasını aramamıştı buradaki hayatı boyunca; tek
kaygısı kendi çıkan olmuş, böylece zaten zanaatkârlık kurallarına
karşı gelmişti.
Yaptıklarının öneminin bilincindeydi hain, yine de geri adım
atmadı.
Elini uzattı, tacın üzerine yerleştirilmiş altın tüylerden en
uzun ikisini tutup kaldırdı, yerinden oynattı.
Heykelin altında da değildi Işık Taşı.
Heykelciği yerine koyarken, avucunda şiddetli bir acı duydu.
Avucunun içinde derin bir yara vardı ama, bir damla kan akmı-
yordu yaradan.
Aceleyle kamaranın kapışım kapadı, sürgüyü itti, kumaşı
örttü. Bir merhem sürüp acısını dindirmekten başka bir şey
düşünmüyordu şimdi.
Kenhir her sabahki gibi saçlarını hintyağıyla yıkıyor, kul-
landığı yağm hem saçlarını güçlendirmesini hem de mirra karış-
tırılmış biraya batırdığı taze otların önleyemediği kâbusların izini
silmesini umuyordu. Üstelik o geceyi de oldukça rahatsız
geçirmiş, düşünde kendini hıyar yiyip sıcak bira içerken, sonunda
da canlı bir timsahı mideye indirirken görmüştü. Düşlerden
birincisi, güçlüklerle karşılaşacağı anlamına geliyordu; ikincisi,
varlığını yitirmek, üçüncüsü de, bir devlet memuruna haddini
bildirmek. Ne var ki düşleri hangi sırada gördüğünü hatırlaya-
mıyordu bir türlü. Öteki ikisinin hakkından ancak üçüncü düş
gelebilirdi.
— Sabah kahvaltısı, dedi Güçlü Mut. Bırakın da kafanızı
kurulayayım, yoksa soğuk alacaksınız.

377
Tüm ev işlerinde olduğu gibi, bunda da karısının isteğine
boyun eğmek zorunda kaldı yaşlı kâtip. Genç kadın kusursuz bir
ev kadını olmuştu, elini attığı her işi de başarıyordu. Kenhir'in evi
inşam büyülüyordu sanki, Niut'un yeteneklerini kıskansalar da
yöntemlerini taklide girişmişti köyün öteki kadınları.
— Yeterince boş zamanın yok, dedi yaşlı adam.
— Burada yapılacak çok şey var; iyi yapabilmek de zaman
istiyor.
— Dikkat çekecek birisin, Niut, ama duygusal hayatından söz
ediyorum. Burun Fened'in seni çok güzel bulduğunu duydum.
— Evli bir kadın olduğumu unutuyor musunuz?
— Aramızdaki anlaşma açık, Niut; vârisim olacak, hareket-
lerinde özgür kalacaksın. Eğer Fened hoşuna girmiyorsa, başka-
sını seç. Senin yaşındakiler, hayatlarını benim gibi bir bunağın
dizi dibinde geçirmemeli.
— Ya özgürlükten anladığım, buysa?
— Erkekler ilgini çekmiyor mu?
— Şimdilik, hiç. Evimi çekip çevirmek, Hathor rahibeleriyle
birlikte törenlere katılmak, beni mutlu etmeye yetiyor. Üstelik
bana, söz verdiğiniz gibi davrandığınız için, neden başka yere
gidip ne olduğunu bilmediğim bir mutluluk arayayım?
Niut'un söyledikleri karşısında, tepkisini göstermedi Kenhir.
Demek karşılaşacağı büyük güçlüklerin nedeni Niut olmayacaktı,
tam tersine; bu değişik evlilik Kenhir'i sadece mutlu ediyordu.
Bakla doldurulmuş sıcacık çöreklerle nefis bir kahvaltı
yaparken, Paneb gelip rahatını bozdu.
— Sevkiyatta aksama mı var yine?
— Evet?
— Su mu?
— Hayır, et.
— İmkânsız!

378
— Kasap Des öyle düşünmüyor ama.
Meşinden bir önlük takmış, kısacık saçlı Des, bir eline bıçağı,
bir eline de masadı almış, tüm yardımcıları çevresine toplamıştı.
— Ne sığır eti var ne koyun ne de domuz! Küçücük bir tavuk
parçası bile yok! Ben çalışmazsam, para kazanamam ki!
— Biraz sakin ol, dedi Kenhir. Nefis kahvaltısına ara vermek
zorunda bırakıldığı için, öfkeliydi.
— Sakin olmam için hiçbir neden kalmadı! Bir haftadan beri
et gelmedi.
— Bana neden daha önce haber vermedin?
— Hamalların güzel vaatleri yüzünden! Peki, ya şimdi ne
yapacağız?
Birinci düş gerçekleşmişti işte; aşılması gereken ciddi
engeller.
— Ben ilgilenirim, dedi mezar kâtibi. Daha güne başlamadan
yorgun hissediyordu kendini.
Yanına ustabaşını alıp Ramesseum'a gitti. Etkileyici yiyecek
stoklarının bulunduğu kubbeli tuğla binaların serin rahatlığında
oturan, badem bıyıklı, çekingen tavırları olan sürü kâtibinin
yanına vardılar.
— Hakikat Meydanı'na bir haftadan beri et gelmedi, diye
söze girdi Kenhir suçlayıcı bir sesle.
— Doğu yakasında olanlardan sonra, bunda şaşılacak bir şey
göremiyorum. Tüm yönetim donup kalmış, sanki.
— Öyleyse, koşullar ne olursa olsun, milyon yıllık tapınağın
ihtiyaçlarımızı karşılamak zorunda olduğunu hatırlatmam gere-
kiyor. Ramesseum topraklarında bize ait kalabalık bir sürü ve
geniş bir kümes yok mu?
— Kayboldular.
İkinci düşünü hatırlayan Kenhir'in kaşları çatıldı.
— Ne demek, kayboldular?

379
— Haklarınızın yazılı olduğu belgelerden söz ediyorum.
Üzgünüm, ama sevkiyatı durdurmak zorunda kaldım.
— O belgeleri yitiren siz değil misiniz? diye sordu Suskun
Nefer.
— Belki, ama gerçek bu.
— Çok daha önemli bir gerçeği unutmuş görünüyorsunuz;
Maat bu ülkeye hâkim olduğu sürece, yönetim sorumluluğundan
kaçamaz, bu yüzden yönetilenlere hiçbir zarar vermeden, hatala-
rını onarmak zorundadır.
Sürü kâtibi kaskatı oldu.
— Yönetim karar verir ve...
— Olağanüstü bir kervan düzenleyin, en geç bu öğleden
sonra sevkiyatı yapın, diye kestirip attı Nefer. Hakikat Mey-
danı'nın varlığını düzenleyen yasaya bir daha karşı gelirseniz,
bizzat firavun müdahale edecektir duruma.
Ustabaşının soylu tavrı ve kararlılığı kâtibin yeni sevkıyatı
yapmamak için öne süreceği her biri ötekinden de saçma baha-
neleri önledi.
— Sevkiyat yapılacak, demek zorunda kaldı.
Kenhir rahatlamıştı. Talihi yine yaver gitmiş, timsahı mideye
indirmenin üçüncü ve son düşü olduğunu anlamıştı.
Yaz sıcağından ve güneşin şiddetli ışınlarından nefret eden
Mehi, her zamankinden çok daha uzun süren serin günlerin
tadını çıkarıyor, lekelenmemiş ününün keyfine varıyordu. Teb
ordusu, son Amenmes taraftarlarının ortadan kaldırılmasıyla
sonuçlanan temizlikten mutlu olmuş, hemen herkes II. Seti'ye
komplo kuracak kadar alçalmış bir okçu yüzbaşısının ölümüne
sevinmişti.
General genç yaşta kalp krizine kurban giden yaverinin
cenazesine katılıp yakınlarına başsağlığı dilemiş, ne var ki yitip

380
gidenin verdiği hizmetler karşılığında ailesine birkaç dönüm
toprak bağışlamaya vardırmamıştı cömertliği.
— Hakikat Meydanı'ndaki müttefikimizden bir haber aldın
mı? diye sordu Serketa'ya.
— Daha almadım, ama önerimizi kabul edeceğinden eminim.
— Ben senin kadar iyimser değilim. Yeni yaveri Mehi'yi
selamladı.
— General, nehir polisinden bir rapor geldi. Kraliyet filosu
Teb'den görünecek kadar yaklaştı!
n
Altmış yedinci bölüm
Yeniden yumuşamaya başlayan havada, bin bir çiçek kokusu
vardı. Kış nihayet çekip gitmeye karar vermişti, kıyıya toplanmış
binlerce Teblinin alkış ve tezahüratla karşıladığı firavunun gemi-
sini selamlayan, ilkbaharın okşayıcı ılıklığı oldu. Mehi'nin asker-
leri her zamanki silahlarının yerine palmiyeler sallıyor, yirmi
kadar çalgıcı, Seti'nin Güney'in büyük kentine beslediği iyi
niyetten kimsenin kuşkusu yokmuşçasına, neşeli havalar çalı-
yordu. Bir tek generalin yüreği endişe doluydu; hükümdarın
gerçek niyetini bilmiyordu çünkü. Seti, yanında göz kamaştırıcı
Kraliçe Tausert'le birlikte iskelede göründüğünde, Mehi günleri-
nin geri kalanını Filistin ya da Nübye'de kale komutanı olarak
geçirip geçirmeyeceğini merak ediyordu.
Seti hem kararlı hem hayalci, değişik biriydi; yan yana
yürürlerken bile, düşüncelerini anlayamadı general.
— Haşmetmeapları, sizi burada görmek, ne mutluluk!
— Biz de nihayet Amon'un kentine gelebildiğimiz için mut-
luyuz, dedi firavunun büyük eşi, karşı konulmaz çekicilikte bir
tebessümle. Kimsenin ya da hiçbir şeyin güvenliğimizi tehlikeye
atmayacağını ummak isterim.

381
— Teb hep sizin yanınızda oldu Haşmetmeapları, kentin
koşulsuz sadakatinden emin olun.
— Karnak'a gidiyoruz, dedi Tausert. Firavun büyük rahiple
görüşmek istiyor.
— Firavun Teb birliklerinin saygı sunmasını kabul etmek
istemezler mi?
— Kararımızı verdiğimizde, size bildiririz, General. Mehi
eğildi.
Hâlâ kuşkunun pençesindeydi ama hükümdarın, tıpkı çok
yaşlı biri gibi, güçlükle yürüdüğü, yüzünün bitkin olduğu gözün-
den kaçmamıştı.
Firavunun kusursuz ve pırıl pırıl bir Hakikat Meydanı göre-
bilmesi için, tüm köyün ve yardımcıların bölümünün köşe bucak
temizlenip yıkanmasını buyurmuştu Kenhir.
— Seti hâlâ Anion Tapınağı'nda mı kalıyor? dedi Şef Sobek'e.
— Dün tapınaktan çıkıp, soylular kuruluna başkanlık etmiş,
kimseyi de cezalandırmamış. Teb derin bir soluk almış olmalı.
— Demek buraya gelmesi fazla gecikmeyecek.
— Birkaç günden beri, dedi polis şefi, içimde bir sıkıntı var.
— Görüldüğü kadarıyla, Seti Teb'i bağışladı. Amon'un ken-
tinin korkacak bir şeyi kalmadı.
— Buralarda bir şeyler kol geziyor. Belki de bize zarar ver-
meye çalışan kötü niyetli biri.
— Öyle olsaydı, kâbus görmem gerekirdi.
— Dikkatli olun, dedi Sobek. İçgüdüm beni hiç yanıltmadı.
— Umarım aramızda gizlenen hainden korkmuyorsun. Öyle
birisi olsaydı, uzun süre önce yakalardık. Kötü günler geride
kaldı, İki Ülke birleşti, Hakikat Meydanı hiçbir şeyden çekin-
meksizin eserini tamamlamayı sürdürecek yine.
— Tanrılar koruyucumuz olsun, diye mırıldandı Nübyeli
endişeli bir sesle.

382
En yüksek tepenin üzerindeki polis memurunun işaret ver-
diği görüldü.
— Kraliyet korteji yaklaşıyor, dedi Sobek.
Seti artık kendi arabasını kendi sürmüyordu, arabacısı
hükümdarın sarsılıp acı çekmemesi için, büyük bir dikkatle
yönetiyordu atları. Altmış yaşındaki firavun, sanki ica'sı vücu-
dunu terk edip gitmiş gibi, olduğundan yirmi yıl daha yaşlı
görünüyordu.
Kortejin güvenliğinden sorumlu Mehi rahatlamıştı. Firavu-
nun güveni devam ediyordu, Seti tüm görevlerinin yanı sıra
Hakikat Meydanı'nın huzurunu korumadaki başarısını överek,
zanaatkarlar köyünün resmî koruyuculuğu görevinin devam
edeceğini açıklamıştı.
Yüksek yöneticilerin huzurunda boynuna inci bir gerdanlık
takıp generali onurlandıran Seti, Mehi'yi Mısır büyüğü rütbesine
de yükseltmişti. Hükümdarın arabası dururken, köyün ana kapısı
açıldı.
— Yürekleriniz saygılı bir endişeyle dolu olsun, dedi ustabaşı
zanaatkarlara. Sakın aceleye düşmeyin, kayığı yürütmek için
şaşırmadan ve düzen içinde yerinizi alın, o kayığı seçen, hayatın
efendisi çünkü.
Zanaatkarlar yürüyüşe geçti. Önde, ustabaşı ile bilge kadın,
arkalarında sedir ağacından yapılmış iki büyük fıçı üzerine yer-
leştirmiş kayığı taşıyan iki ekibin zanaatkarları, en geride de
mezar kâtibi.
Öğle güneşinin altında, tüm kıvılcımlarıyla parıldıyordu
altın kamara. Loncanın yarattığı bu eser Mehi'nin bile gözlerini
kamaştırdı. Bu gördüğü, Hakikat Meydanı'nın hazinelerine sahip
olma isteğini daha da arttırdı.
— Kayığın kamarasının üzerine adınız kazındı, Haşmetme-
apları, diye açıkladı Nefer. Amon sizi korumayı sürdürsün.

383
— Beni, köye geldiği zaman Büyük Ramses'in kaldığı yere
götürün, dedi II. Seti. Önce ona saygılarımı sunayım, sonra ebedî
istirahatgâhıma gideriz.
Ustabaşı Hakikat Meydanı'nın damgasını taşıyan kil mührü
kırdı, sürgüyü çekti, yaldızlı ahşap kapının iki kanadını itti.
Elinde üç fitilli bir kandil, hükümdara Tanrıça Maat heykellerini,
firavunu Osiris olarak temsil eden, tanrısal ışığın çeşitli adlarını
canlandıran Ra ilahilerini gösterdi. Seti hiyeroglifleri okudu, çok
yavaş adımlarla ilerledi, Paneb'in taklit edilemez bir kahveren-
giyle mezara konulacak tören eşyalarını çizdiği küçük odaya
vardı. Sanki bu sembollerin mumyalanmış vücudunu aydınlata-
cağı töreni yaşıyormuşçasına, teker teker inceledi her resmi.
— Hiçbir firavun mezarında böyle bir süsleme yok, değil mi?
— Hiçbirinde, Haşmetmeapları.
— Bunu yapan kim?
— Ressam Cesur Paneb. Kullandığı üslup sizi şaşırttı mı?
— Tam tersine, ustabaşı, tam tersine... İnanılmaz bir keskin-
likle, tam da istediğimi, ama kendime bile açıklayamadığımı
çizmiş. Sakın en ufak bir ayrıntıyı bile değiştirmeye kalkmayın.
Firavun dört sütunlu salona indi, Paneb'in çizdiği ilahları
teker teker, uzun uzun inceledi. Sonra, firavunu Maat'a armağan
sunarken gösteren bir resimle süslenmiş kapıdan geçerek, mezara
kazılmış son odaya girdi.
Kurtarıcı Şed ile Cesur Paneb duvarlara gökteki, ilahî top-
raktaki ve Osiris'in yer altı krallığındaki üçlü doğumu çizmişlerdi.
Her biri küçük korunak altındaki birçok mumya, her gün yeni
güneşin uyandırdığı yaratıcı güçleri temsil ediyordu.
— Kayaya daha çok dalmak ve lahtinizin konulacağı geniş
salonu açmak istiyoruz.
— Gerek yok, Nefer. Ebedî istirahatgâhımın tamamlandığını
görüyorum. Buraya kırmızı granitten bir lahit yerleştirir, tavana

384
da kanatlarını çırpıp bana sonsuza dek hayatın soluğunu vermesi
için bir gök tanrıçası çizersiniz. Paneb'in öfkesi, çizimcilerin
atölyesinin duvarlarını titretti.
— Çalışmama ara vermek mi? Saçmalık bu! Öteki koridorlar
ve diriliş odasının süslemeleri için olağanüstü bir program hazır-
lamıştım!
— Firavunun iradesini kabul etmek zorundayız, dedi Nefer.
— Eserimizi tamamlamamızı önlediğinde de mi?
— Tamamlamamız gereken onun eseri, bizimki değil.
— Şed'e bir sor, sayısız eskiz yapma pahasına, nasıl bir dekor
hazırladığımızı anlatacaktır. Eskizler bittiğine göre, uygulama
zamanı geldi.
Cesur öfkeden titriyordu.
-Ustabaşılık unvanını kullanıp, hükümdara yanıldığını anlat-
man gerekir!
— Bana nedenlerini söyledi, ben de doğru buldum.
— Kısacası, aylarca süren bir çalışma, boşa gitti.
— Sen Hakikat Meydanı'nın hizmetkârısın, Paneb, bu
nedenle de kendi keyfin için resim çizmiyorsun. Bu görevim anla-
makta güçlük çekersen, elin kısırlaşmaya başlamaz mı? Paneb
öfkeyle atölyeden çıktı.
— Benzer durumla ilk karşılaştığımda, aynı onun gibi dav-
randım, dedi Kurtarıcı Şed. Mesleğe ne denli bağlı olduğunun
bundan daha iyi bir belirtisi olur mu? Suskun Nefer cevap ver-
meden, atölyeden çıktı.
— Bu ustabaşı ile manevî oğlunun arasındaki ilk çalışma,
dedi Çakal Unes. Bu çatışmanın loncayı da etkileyecek bir ayrı-
lığa dönüşmemesini umarım.
Suskun Nefer'in sağ ekip üyelerini davet ettiği toplantı
salonuna girmeden önce, arınma havuzunun başında düşüncelere
dalmış duran ustabaşının yanına gitti Paneb.

385
— Kendini beğenmiş bir aptal gibi davrandım, bağışla beni.
Böyle bir hatayı bir daha tekrarlamam.
— Sakın kendi yaradılışından uzaklaşmış olmayasın?
— Kesinlikle hayır, Ustabaşı, o yaradılış benim hayatım,
ondan uzaklaşamayacağım kadar yaşlandım sanıyorum. Ama
esere hizmet etmenin herhangi bir kişisel basandan çok daha
önemli olduğunu anladım. Beni bağışlayacak mısın?
Nefer'in tebessümü huzur doluydu.
— Daha verilecek çok savaşın var, Paneb, sana güveniyorum.
— Sen olmasan, Ustabaşı, hayatta kalmayı bile başaramaz-
dım.
— Tabiî ki başarırsın, senin içinde gerçek bir alev var. Sakın
o alevi söndürmelerine izin verme.
Nefer'i yakından tanıdıkça, ustabaşının gece ve gündüzün
ötesinde, insanların doldurduğu boşluğun ötesinde bir yerlerde
dolaştığı duygusuna kapılıyordu Paneb. Suskun, Krallar Vadisi'-
ndeki taşlarla aynı yapıdaydı, görünmezle besleniyordu. Seti'yle
yaptığı uzun görüşmeden sonra, bütün zanaatkarlar vereceği
haberleri sabırsızlıkla bekliyorlardı.
— Firavun bize üç hedef gösterdi. Önce, ebedî istirahatgâhını
en kısa zamanda tamamlayıp lahtini indirmek; sonra, Kraliçeler
Vadisi'nde büyük eş Tausert için bir mezar kazmak; üçüncüsü de,
Karnak'ta Teb üçlüsünün onuruna bir tapınak inşa etmek.
— Karnak'ın kendi ustaları var, diye itiraz etti Kararlı Gau.
Neden gidip doğu yakasında çalışalım?
— Bina Amon'un büyük tapınağının duvarları dışında yapı-
lacak. Seti ona bizim heykeltıraşlarımızın elinin değmesini istiyor.
— Bu köy dışında görevlendirilmemizin, köyün kapatılma-
sının ilk adımı olamaz mı? diye endişelendi Halat Kasa.
— Ne olursa olsun, diye sözünü sürdürdü Nefer, atalarımız
da sık sık bunun gibi görevlerle karşılaşmışlardı.

386
Hazırlık ve program konuları tartışıldı, sonra toplantı da-
ğıldı.
— Memnun görünmüyorsun, dedi Neşeli Renupe Paneb'e.
— Ustabaşına itaat edeceğim, ama bana kalırsa bu firavuna
karşı biraz yumuşak davranıyor.
O
Altmış sekizinci bölüm
Başdanışman Bay'ın, yıldızı parlamaya başlayan genç dâhiyi
tanımak için sabırsızlanan yönetimin en gözde temsilcilerini
davet ettiği Per Ramessu Sarayı'nın kabul salonuna girerken,
topal ayağı yürüyüşünü güçleştirmesine rağmen, genç Sipta'nın
yüreğinde pek de fazla bir heyecan yoktu. Sipta kraliyet kâtipliği
görevine atanmış, başka bir deyişle, bilim basamaklarının tepe-
sine tırmanmıştı, fen konularındaki bilgisinin olağanüstü olduğu
söyleniyordu. Yaşlı yöneticilerin ondan çekinmelerinin başlıca
nedeni de buydu; öyle ya, devlet işlerini çekip çevirecek yete-
nekte çok az teknisyen vardı ne de olsa; başdanışmanın hararetli
tavsiyelerine rağmen, bu kadar genç bir adama önemli sorum-
luluk vermeye yanaşmıyordu hiçbiri. Söze yöneticilerin en yaşlısı
girdi.
— Gemi kiralama yasası hakkında ne biliyorsun?
— Yasa sadece hafif tekneleri kapsıyor, yaşanılan büyük
aksaklıklar nedeniyle, Firavun Horemheb tarafından değiştirildi.
Yine de varlıklı birinin, parası olmayan yoksulları gemisinde
ücretsiz taşıması gerektiği hükmünü korudu. Gemi büyüklükle-
rine göre geçiş ücretlerini sıralamamı ister misiniz?
— Gerekli değil.
Yasal konulardaki soruların ardı arkası kesilmedi. Sipta sü-
kûnetle, ayrıntılı cevaplar verdi, cevaplarıyla böylesine karmaşık
bir alanda bu denli derin bilgisi olduğunu tahmin bile edemeyen
Bay'ı şaşırttı. Kanallar yöneticisi genç adama oldukça güç eko-
387
nomik sorular sorduğunda, koruması altındaki öğrencinin başa-
rısız olmasından endişelendi başdanışman; ne var ki, Sipta bir
tahta levha üzerinde hesaplar yapıp, deneyimli bir memura
yaraşır cevaplar vermekte gecikmedi. Kuşkunun yerini hayranlık
aldı. Ne diyeceğini bilemez durumdaki yüksek yöneticileri izleyen
Bay, oğlunun başarısına tanık olan bir baba kadar mutluydu.
Yöneticilerin en yaşlısındaki sertlikten eser kalmamıştı; içlerinde
belki de en ilgilisi, tahta kimin çıkacağını kararlaştırmakla görevli
bilgeler meclisinin önderi, Ptah başrahibiydi.
Hain Ramesseum'un biraz ötesinde, bir ılgının gölgesinde
uyuyor gibiydi. Onu izleyecek Nübyeli bir polis memuru, izin
gününden yararlanıp, köyde pek rastlanmayan yeşillikler içinde
dinlenmeyi yeğleyen yorgun bir zanaatkardan başka bir şey
göremeyecekti.
Ağacın öte tarafında, örülmüş hasırlardan sepet yapıp satan
bir kadın vardı. Böylesi buluşmalarda âdet edindiği gibi, yine
tanınmayacak kılıktaydı Serketa.
— Gelmemi istemişsin, ben de geldim.
— Önerinizin üzerinde düşündüm. Bana hiç ciddi görünmedi.
— Yanılıyorsun!
— Servetimin on katı... Yalan söylüyorsunuz.
Serketa reddedemeyeceği bir şeyler söyleyerek adamı ikna
etmesi gerektiğini düşündü.
— Ben General Meninin karışıyım, kocam da Mısır'ın en
güçlü adamlarındandır. Sözünü tutmakta hiç zorlanmayacak. Eğer
daha fazlasını istiyorsan, durma, söyle. Hain, başının döndüğünü
hissetti. Demek ona önerilen servet, düş değildi.
— Haberler kötü, diye devam etti Serketa. Suskun Nefer
firavunun sırlarını paylaştığı biri oldu, Hakikat Meydanı'na
dokunmak da, her zamankinden daha güç artık. Üstelik köyün

388
resmî koruyucusu olarak, kocamın çok dikkatli davranması
gerekiyor.
— Işık Taşı'nı neden böylesine ısrarla istiyor?
— Böylesi bir hazineyi kim istemez?
— İktidarı paylaşmak istemiyor, değil mi?
— Mehi iktidara gelmek için gerekli yeteneklere sahip. Hain,
generalin karısına güvenebileceğini hissetti. Kadın ondan gerçeği
saklamıyor, böyle yaparak da kocasını tehlikeye atıyordu. Aldığı
korkunç risk, samimi olduğunun kanıtıydı.
— Eğer gerçekten zengin olmak ve Işık Taşı'nı bize vermek
istiyorsan, dedi Serketa sertçe, ustabaşını öldür. Bunu ancak sen
yapabilirsin.
Hain elleriyle gözlerini örttü.
— Öyle fazla bir şeye ihtiyacım yok, dedi itiraf edercesine.
Sadece, yıllardır her gün katlanmak zorunda olduğum hakaretleri
unutmaktan başka bir şey düşünmüyorum; bu servet asıl karımın
işine yarayacak. Hakikat Meydanı'nı yönetmek için seçmeleri
gereken, bendim, başkası değil.
Zanaatkarın buz gibi nefreti Serketa'nın hoşuna gitmişti. Bu
adam sadece olağanüstü bir gizlenme becerisi göstermekle kal-
mıyor, aynı zamanda da kendinin bile bilmediği bir katil ruhu
taşıdığını belli ediyordu. Kırılgan, neredeyse hüzünlendirici bir
sesle konuştu.
— Peki, kararın ne?
— Talihliymişsiniz... Bana esin veren yeni gelişmeler oldu.
Serketa keyifle ürperdi.
— Yani... kabul mu ediyorsun?
— Yapacak başka şeyim yok, gerçekten yok. Suskun Nefer'i
ortadan kaldıracağım. Karnak tapınakları ile çevresindeki yapı-
lardan sorumlu mimar uzun boylu, ciddi görünüşlü, öfkeli yüzlü
biriydi.

389
— Firavun emirlerinizi yerine getirmemi buyurdu, dedi
içinde biraz suçlama olduğu belli çok kuru bir sesle.
— Gerekli olmayacak, dedi Nefer tatlılıkla.
— Gerekli olmayacak mı? İyi ama başrahibin ve benim
onaylarımız olmadan, Karnak'ın kutsal toprakları içinde inşaat
yapma hakkına sahip değilsiniz ki!
— Firavunun onayı yeterli olmalı, sizce de öyle değil mi?
— Tabiî, kuşkusuz, diye homurdandı mimar, öfkelenip açık
verdiği için utanıyordu şimdi.
— Firavun Amon Tapınağı duvarlarının dışında, iskeleden
yeterince uzakta bir platform üzerinde üçlü bir tapınak yapma-
mızı istedi; bu nedenle ne sizin ne de törencilerin faaliyetlerine
zarar vermeyiz. Sizden sadece gösterilecek yerlere taş bloklar
yerleştirmenizi isteyeceğim.
— Bu tapınağın planı da, Hakikat Meydanı'yla ilgili her şey
gibi, devlet sırrı mı?
— Tapınağın kuvarsitten kapıları olacak, diye anlattı Nefer,
bir de Amon'a, karısı Mut ve oğulları Hons'a adanmış üç sunağı.
Girintilerde, duvarlara kazınmış hiyerogliflerin sonsuza dek
yaşatacağı kraliyet Ira'sını taşıyan heykeller. Çalışmaları meslek-
taşım Hay yönetecek, yapılan işin ruhu ve üslubunun Karnak'taki
eserlerle uyum içinde olması için sizi can kulağıyla dinlemekten
zevk alacaktır.
Mimar ne söyleyeceğini bilemiyordu.
— Sizi çok daha farklı düşünüyordum, diye itiraf etti. Oysa
elinize çekiç ile kalem alıp bir çırak gibi işe girişmeye hazır
olduğunuza yemin edebilirim.
— Tabiî ki işe girişmeye hazırım, dedi Nefer gülümseyerek.
Ama çalışma planını görmek koşuluyla, asıl görevim bu çünkü.
Krallar Vadisi görünürde ne kadar düşman, esrara ve sessiz-
liğe bürünmüş, dışarıdakilere yasak bir yerse, Kraliçeler Vadisi de

390
o denli özgür, girişi kolay, Teb gömütlüğünün güney ucundaki
yeşil vadiye açılan bir mezarlıktı. Geleneksel adıyla "eksiksiz
güzelliğin yeri"* [Mısır dilinde, fa set neferu, "kusursuzluk" veya
"ahenkli varlık" olarak da çevrilebilir.] Ramses'in kararından bu
yana firavun anneleri ile karılarını, "kral oğlu" adını taşıyan soy-
luları kabul ediyordu.
Zanaatkarların Tanrısı Ptah'ın tapınağı şantiyenin doğu-
sundaydı, uzun sürecek çalışmalar sırasında geceleyebilmek için,
taş kulübelerle mütevazı bir köy kurmuşlardı zanaatkarlar.
Kraliçe Tausert hiç de iç karartıcı görünmeyen gömütlüğü
uzunca bir süre seyretti. Güneş yumuşak, rüzgâr tatlıydı; sanki
bahar kendi yöntemiyle selamlar gibiydi güzel kraliçeyi.
— Büyük eş Nefertari de burada istirahat ediyor, değil mi?
— Evet Haşmetmeapları, dedi, bilge kadın ve Burun Fened'le
birlikte kraliçeye eşlik eden ustabaşı. Zanaatkarların hatırladığı
kadarıyla kraliçenin ebedî istirahatgâhındaki süsler benzersizmiş.
Nefer kraliçenin Seti'nin ulaşamadığı bir ululuk düşlediğini
anladı.
— Firavun yapılanlardan tatmin oldu, dedi kraliçe, benim de
burada, İki Ülke'nin öteki kraliçelerinin yanında dinlenmemi
istiyor. Ebedî istirahatgâhımın yerini nasıl seçeceksiniz?
— İki yoldan, Haşmetmeapları.
Nefer Tausert'i bir atölyeye davet etti. İçeride, taş bir
masanın üzerinde, olağanüstü güzellikte bir papirüs açılmıştı.
— İşte burasının kutsal ilan edilmesinden bu yana kazılıp
süslenmiş kraliçe mezarlarını gösteren plan. Görebildiğiniz gibi,
bir sürü seçeneğimiz var. Tausert kendinden önceki kraliçelerin
adlarını okudu, sadece elindeki belgeyle Mısır macerasının en
heyecanlı anlarını bir daha yaşıyormuş gibi gördü kendini.
— İkinci yol nedir, Ustabaşı?

391
— Vadideki kireç damarlarının çoğu kaliteli değil; iyi işlen-
seler de duvar ve tavanların yıkılması muhtemel. Bu yüzden
Burun Fened'in işi her zamankinden daha önemli olacak; altında
büyük kusurlar gizleyen bir kayanın çekiciliğine kapılmayacak
kadar ustadır.
— Nefertari'nin mezarının olabildiğince yakınında bir yer
bulalım, dedi Tausert.
Nefer ve Fened kraliçenin isteğini yerine getirmeye çalıştı-
larsa da, uygun bir yer bulamadılar. Umudu kırılan kraliçe daha
uzaklarda bir yer aramayı kabul etti, sonunda Fened vadinin batı
kısmında güzel bir kaya buldu.
— İmkânsız, dedi bilge kadın.
— Neden? diye endişelendi Tauzer.
— Çünkü burada Tanrıça Hathor'un koruyucu soluğunu
duymuyorum. Burası mutlu bir istirahatgâh olamaz.
Yeni girişimler de başarısızlıkla sonuçlandı.
— Başaramayacağız, dedi Işık.
— Neden bu kadar güç? diye şaşırdı Tausert.
— Zaman uygun değil, Haşmetmeapları. Daha sonra yeniden
geliriz.
Işık Nefer'in başarısızlığın gerçek nedenini anladığını bili-
yordu; Kraliçeler Vadisi Tausert'in varlığını kabul etmeyecekti.
A
Altmış dokuzuncu bölüm
Nil'in üzerindeki tuhaf tekne, Teb'in yaklaşık 150 kilometre
kuzeyindeki Abidos'a, Osiris'in kutsal kentine doğru yol alıyordu.
Kamara yerine, iki yanında İsis'i temsil eden bilge kadın ile ablası
Neftis'i temsil eden Firuze'nin nöbet tuttukları bir dua odası vardı.
Sessiz rahipler kürekçilerin yerine oturmuş, Nefer ve Paneb kıç
güvertede yer almışlardı.

392
— Bu yolculuğun gerçek amacını açıklamayacak mısın? diye
sordu Cesur Paneb.
— Altın Evi, dedi ustabaşı. Paneb yıldırım çarpmışa döndü.
— Altın Evi'nin Hakikat Meydanı'nda olduğunu sanıyordum?
— Gerekli olduğu yerde kendi kendini doğurur. Oraya gir-
meye layık olmak, girmeyi becerebilmek için, insanın kendi
ölümüyle karşılaşmış olması gerekir. Bu yolculuk da bu nedenle
şart.
— Hiç beklemiyordum...
— Beklemek bir işe yaramaz, Paneb, sadece hazır olmak
gerekir.
Ustabaşı ile manevî oğlu, Abidos iskelesine yanaşana dek tek
bir kelime daha etmediler. Paneb ne kuşların ötüşünün ne de
sulan yaran geminin hışırtısının bozamadığı bir sessizliğe gömül-
düğünü hissetti. Zaman geçmiyordu; geriye dua odasının açıkla-
namaz varlığı ile ürkütücü bir sınavla karşılaşmaktan korkmuyor
gibi görünen yolcuların ciddiyeti kalmıştı. Gemi iskeleye yanaş-
tığında, akşam oluyordu.
Üstlerine beyaz kumaştan basit gömlekler geçirmiş, kafala-
rını kazıtmış rahipler kıyıda sessizce bekliyorlardı, içlerinden biri
öne çıkıp Suskun Nefer'i karşıladı.
— Aranızda batının efendisi var mı?
— Kız kardeşleri onu yol boyunca korudular.
— Cesur Paneb Altın Evi'ne giden Osiris yolunda yürümek
ister mi?
— İstiyorum, diye onayladı dev adam.
Elindeki uzun yaldızlı bastonu yere vurarak yürüyen rahip,
aralarında ustabaşı, bilge kadın ve Firuze'nin de bulunduğu
uzunca bir insan dizisinin başına geçti. İki yanında ciddi yüzlü iki
rahibin yürüdüğü Paneb, ağaçlarla çevrili bir tepeciğe götürüldü.

393
Tepenin batısında, on metre derinliğinde, içinden yayılan bir
ışıkla hafifçe aydınlanmış bir kuyu vardı.
— Osiris'in dünyasına gir, dedi ustabaşı, ve ilk doğumunu aş.
Paneb tereddüt etmedi. Kuyunun dibine indi, aşağıda yüz met-
reden de uzun bir koridor gördü.
Paneb ilerledikçe, ışık geriliyordu; yine de mumyalanmış
şekillerin dirilmek için bekledikleri gece güneşinin mağara-
lardaki yolculuğunu anlatan hiyeroglif sütunlarını okuyabileceği
kadar aydınlıktı koridor.
Birden, koridorun sonunda parlayan ışık, Paneb'in gözlerini
kamaştırdı.
— Gözlerini bağlamak zorundayım, dedi arkasındaki rahibin
sesi. Bu kumaş parçası sayesinde, karanlıklardan korkmayacak-
sın. Ama önce, sendelemeni önleyecek sandaletleri giymen gere-
kiyor. Otur ve bacaklarını uzat.
Başka bir rahip, Paneb'in ayaklarına kırmızıyla sandaletler
çizdi. Sonra ayağa kaldırıp gözlerini kırmızı bir kumaşla bağ-
ladılar.
— Seni Altın Evi'nin girişine kadar götüreceğiz, dedi usta-
başı. Bitmek bilmeyen enerjiyi, ka'yı barındıran heykeller orada.
Oraya sadece Maat'ın kurallarına uyan ve altını tanrıların teni
olarak görenler girebilir.
Paneb'i yürüttüler.
— Ben kapıyım, dedi ciddi bir ses, ve eğer adımı söyle-
mezsen, benden geçmene izin vermem.
Paneb Hakikat Meydanı'na girdiği günden beri öğretilenleri
hatırlamaya çalıştı. Bir cevap vermesi gerekiyordu.
— Doğruluk, senin adın.
— Beni tanıdığına göre, benden geç.

394
Gözündeki örtü çıkarıldı, bir rahip Paneb'in elinden tutarak
birincisiyle dik açı oluşturan yeni bir koridora doğru yürüttü.
Orada Paneb'i soyup, vahşi bir hayvanın postunu giydirdi.
— İşte Set'in kefenine girdin, dedi ustabaşı. Bırak da diriliş
atölyesine götürsünler seni.
Dört inanmış, zanaatkarı bir kızağa bindirdi, tavanı pembe
yekpare granitten on dev sütunca taşınan çok büyük bir salona
kadar çektiler kızağı.
— Birinci sabah adasına vardın, dedi Nefer. Işık yaratınca,
ada da kaynakların okyanusundan yükseldi.
Paneb ayağa kaldırıldı, ustabaşının Işık Taşı'yla parlatmakta
olduğu siyah bir yatağa uzanmış, mükemmel bir Osiris heykeline
hayran oldu.
— Dirilenin vücudu altına dönüşür, madde aydınlanır, hey-
keller dünyaya gelip güneş ışınlan gibi parıldar. Görülmezi
görüyor, ulaşılmaza erişiyorsun. Bilge kadın bir gözün süslediği
tepeciğe dikilmiş akasyanın dibine su ve süt döktü.
— İsis olarak, kardeşim Osiris'e göz kulak oluyorum. Bir
erkek gibi davranıp ışıkla yaşaması için Altın Evi'nde onu genç-
leştiren benim, ben, bilge kadın.
— Set'in postunu giydiğine, giydiğin post seni yok etmedi-
ğine göre, dedi rahiplerden biri, o posttan kurtul, Paneb, kurtul ve
Osiris'i öp. Kefenden kurtulan Paneb heykele yaklaştı, tanrının
alnını öptü.
— Altının sırrını koruyan Set'tir, dedi bilge kadın, Osiris'i
cansız madde biçiminden çıkarıp canlı altına dönüştüren de kız
kardeşi İsis'tir. Yatak ve heykel, bilge kadirim yönlendirdiği Işık
Taşı'nın aydınlığında, Paneb'in şaşkın ve hayran gözlerinin
önünde altına dönüştüler.
'Tapınağın kraliçesi" Neftis gibi hareket eden Firuze zanaat-
karın boynuna söğüt yapraklarından bir gerdanlık doladı, gözle-

395
rine, alnına, dudaklarına, boynuna ve ayaklarının başparmakla-
rına altın pullar yapıştırdı.
Bilge kadın elindeki kırmızı akikten İsis düğümüyle yüreğine
dokunurken, Firuze Paneb'e bir kupa sundu.
— Törenin Osiris'le özümsediği sen, hayat suyuna dönüştü-
receğin bu zehri iç. Genç dev kupayı bir dikişte boşalttı. Ağzın-
daki ekşi tat kısa zamanda yerini bitkisel altına, bala bıraktı.
— Işığı kavrayıp Maat'ın taşını tutabil, dedi Firuze Paneb'in
parmaklarına altın yüksükler geçirirken, çünkü ellerin bundan
böyle yıldızların yoldaşı olacak.
Paneb ilk kez Işık Taşı'na dokunabildi.
— Altınla diril, diye mırıldandı bilge kadın. Yüzünü aydınla-
tıyor, onun sayesinde soluk alıyorsun.
Genç dev taşı ustabaşına verdi, rahiplerden biri Paneb'i
salonun son odasına, içinde altından bir lahtin bulunduğu odaya
götürdü. Ters "v" biçimindeki kubbe, ışık tanrısının kaldırdığı dev
bir gök tanrıça resmiyle süslenmişti.
— Osiris Paneb, buyurdu ustabaşı, hayatın evinde yerini al.
Genç dev lahtin içine sırtüstü uzandı.
— Gittin, ama geri geleceksin, dedi bilge kadın. Uyudun, ama
uyanacaksın; öte tarafın kıyısına yanaştın, ama yeniden yaşaya-
caksın. Kemiklerin düzene girsin, kolların bacakların toplansın.
Uzun sessizlik Paneb'e gök anasının vücudunda, yıldızlar ve
güneş kayıklarıyla birlikte yolculuğa çıkmış hissini verdi.
Sonra bilge kadın ile ustabaşı lahtin başucuna yakın, altın bir
sütunu doğrulttu.
— Ayağa kalk, Osiris! dedi Nefer. Ceset kayboldu, şimdi
sonsuza dek yaşayacak altın olarak görünüyorsun; bedenin Işık
Taşı kadar sağlam.

396
— Kendi kendini doğuran yaratıcı güçten doğdun, diye
devam etti bilge kadın. Seni yüreğinde yarattı, bir insan tohu-
mundan geliniyorsun.
İki rahip doğrulması ve lahitten çıkmasına yardım ettiler,
sonra beyaz bir gömlek giydirdiler Paneb'e. Firuze alnına yeni
Osiris'in "düşünsel adaletini" onaylayan iki tam gözün süslediği
altın işlemeli bir kurdeleden yapılmış adalet çelengini sardı.
— Sana eserin hayatını emanet ediyorum, dedi ustabaşı, eline
yontulmuş ve kusursuz biçimde cilalanmış küçük bir granit blok
bırakarak.
Granit blokun adı, "hayat" anlamına gelen anh'tı.
— Altın Evi'nin esrarında, Osiris'in sırlarını gördün, dedi
bilge kadın. Bu dünya yok olup gittiğinde, geriye sadece büyük
sırların efendisi, ölümü yenip hayat vermeyi başaran kalacak. O
efendi bakışını ve hareketini yönlendirsin; onun gibi ateş, hava,
su ve toprak ol, hiç durmadan sürekli değişim ol, bir ile çoğu bir-
leştir. Osiris dirildiği zaman, tarlalar verimlileşir; Osiris balçığın
karasını, bitkilerin yeşilini taşır üzerinde, ama varlığı yıldızların
altınından oluşur, bir gezegen gibi ışıldar. Vücudunun her bir
parçasının Mısır'ın her eyaletinde korunan temel emanet oldu-
ğunu, Hakikat Meydanı zanaatkarının görevinin de dağılmışı
toplamak olduğunu unutma.
Ustabaşı Paneb'e yaklaştı, sağ elinin ayasını genç devin
ensesine, sol elini de sağ omzuna koydu, kardeş gibi sarıldılar.
Sonra bilge kadın, Nefer, Firuze, Paneb ve rahipler kollarını
açtılar, el ele tutuşarak lahtin çevresinde bir halka oluşturdular.
Ressam vücudundan inanılmaz güçte bir enerji aktığını duydu.
— Altın Evi'nin yeni ustası ona verilecek görevlere layık
olsun, dedi ustabaşı.
n
Yetmişinci bölüm
397
Yediği mükellef yemekten sonra, yanakları her zamankinden
daha dolgunlaşan Pişkin Somun Pay, yediklerini hazmedebilmek
için köyün ana yolunda birkaç adım atmaya karar vermişti. Başı
ağrıyordu, yakında köye dönmeleri beklenen ustabaşı ile bilge
kadının evlerinin önünden sarsak adımlarla geçti. Daha önce hiç
görmediği bir ayrıntı dikkatini çekti, geri döndü.
— Bu da ne?
Pay giriş kapışma yaklaştı.
— Ne korkunç!
Bağırtısı, kocaman bir küpten su alan Çakal Unes'in de dik-
katini çekti. Tahtanın üzerine çizilmiş kırmızı elin korkunçluğu
Unes'i de etkiledi.
— İğrenç! Bunu kim...
— Elin büyüklüğünü gördün mü? Bir dev eli sanki!
— Aptalca konuşma! Nefer'in bu iğrençliği görmemesi gerek.
Silelim, kimseye de sözünü etmeyelim.
— Ya... ya yeniden çizerlerse?
— O zaman bakarız.
II. Seti'nin iktidarının bu beşinci yılında, çok soğuk kışın
yerini fazla sıcak bir bahar almıştı. Sıcak bütün şiddetiyle Teb
üzerine abanmış, eşekçiler biraz serinlik vermesi için sokakları
palmiye dallarıyla kaplı köye daha fazla su taşımak zorunda
kalmışlardı. Susuzluktan en az etkilenen, her zamankinden çok
daha canlı görünen Paneb'di. Şeytan oğlunun bile uyuklamaktan
zevk aldığını, karısı Lekesiz Uabet'le üzerine titredikleri kızları
Selena'nın günden güne güzelleştiğini görüp keyiflenmiş, usta-
başıyla birlikte doğu yakasına giderek Teb üçlüsünün istirahat-
gâhını tamamlamaya çalışan sol ekibe yardıma girişmişti.
Ekip Şefi Hay onu bambaşka bir biçimde karşıladı.

398
— Altın Evi ustalarının arasına hoş geldin, Osiris Paneb. Ne
yazık ki ustabaşının ve bilge kadının yokluğunda burada kalmak
zorunda kaldım; yine de Abidos törenine tüm ruhumla katıldım.
— O birkaç saat öylesine yoğun geçti ki! Hay gülümsedi.
— Tören dokuz gün sürdü. Paneb Nefer'e baktı.
— İmkânsız!
— Zamanın efendisi Osiris'ten başka kim zamanı yok
edebilir?
İstirahatgâh neredeyse tamamlanmış, ressama I. Seti'ye ve
Büyük Ramses'e layık klasik kabartmaları boyamaktan başka
yapacak bir şey kalmamıştı. Hızı ve keskinliği artmış elini artık
bambaşka bir enerji dolduruyordu. Buralara hâkim derin huzura
dalmış, armağan sahnelerini sıcak ve ışıltılı renklerle canlandırı-
yordu Paneb.
II. Seti hareket ederken gitgide daha zorlanıyordu, ama
Karnak istirahatgâhında düzenlenecek ilk törene bizzat başkanlık
etmek istemişti. Geldi, gizli Amon'a, kozmik ana Mut'a ve tanrı
çocuk Hons'a saygısını sundu. Büyük eşi yanında gelmiş, törenin
sonuna kadar dayanabilmesi için firavunu koruyucu büyüsüyle
çevrelemişti.
— Bu tapınak gerçekten görkemli oldu,* [II. Seti'nin istira-
hatgâhı hâlâ Karnak'ta, meraklıların ziyaretine açık.] dedi hüküm-
dar ustabaşına. Bir gün, Karnak tanrıların planı uyarınca gelişti-
ğinde, burası büyük tapınağın bölümlerinden biri olacak, insanlar
gelip, yaratıcı üçlüye saygılarım sunacaklar. Cenaze eşyalarım
hazır mı, Nefer?
— Kuyumcu asaları gözden geçirirken ana lahtin kapağıyla
bizzat ilgileneceğim.
— Acele edin, günlerim sayılı.
Firavun tahtırevanla saraya dönerken, Tausert Suskun'a ses-
lendi.

399
— Kraliçeler Vadisi'nde uygun bir yer bulabildiniz mi?
— Hayır, Haşmetmeapları.
— Bu gecikmeyi nasıl açıklayacaksınız?
— Bilge kadın aceleye kapılmadan, uygun zamanı beklemek
gerektiğini söylüyor.
— Peki size ebedî istirahatgâhımı Nefertari'nin yanında
kazma emri versem?
— Emrinizi yerine getiririm tabiî, ama işimizi bölecek o
kadar çok olay çıkar ki, sonunda vazgeçmek zorunda kalırız.
— Bana dolambaçsız cevap verin, Ustabaşı. Bir lanete kurban
mı ediliyorum?
— Bilge kadın öyle düşünmüyor, Haşmetmeapları. O sadece
örtünün yırtılmasını beklemek gerektiğini söylüyor.
Başdanışman Bay Kraliçe Tausert'ten aldığı uzun mektubu
yırttı. Mektupta hiçbir saray görevlisinin görmemesi gereken bir
devlet sırrı yazılıydı. Firavun II. Seti yakında ölecekti. Ciddi bir
buhranı önleyip firavunun yerini alabilecek tek bir kişi vardı:
kralın büyük karısının ta kendisi.
Oysa Tausert Teb'deydi ve kocasını yalnız bırakarak baş-
kente dönmeyi reddediyordu. Başdanışman Bay en ön safta
bulunacak, aldığı açık emri yerine getirmeye çalışacaktı; yeni
karışıklıkların çıkmasını önlemek ve tüm ülke üzerinde hak iddia
etmeden önce Kuzey'i ele geçirmeye çalışacak bir maceracının
yolunu kapatmak.
Gerekli olan, Tausert'in zaman kaybetmeden gelmesi ve
daha önce bir çok büyük eşin örneğinde olduğu gibi, firavun
olarak taç giymesiydi. Oysa fazla hayal kurmuyordu başdanış-
man. Kraliçe kocasını bu zor geçitte terk etmeyecek, cenaze
töreninin gerektiği gibi yapılması için elinden geleni yapacaktı.
Bay'ın bütün ısrarlarına rağmen, Teb'de kadar kalmaya kararlıydı,

400
böylece çıkması kesin komplolara sadece uzaktan müdahale ede-
bilecekti.
Komploları başarısız kılmak için, tek bir çare vardı; tahta
hükümdar görevlerini bütünüyle yerine getirmesi olanaksız bir
firavun çıkarmak, böylelikle Mısır'ın bir naibe tarafından, büyük
eş Tausert tarafından yönetilmesini sağlamak. Hem üstelik Baş-
danışman Bay'ın elinde bu iş için biçilmiş kaftan bir aday bile
vardı: genç Sipta.
Hiçbir kabileye, hiçbir gruba mensup olmadığı için, kimseyi
öfkelendirmeyecekti. Hem üstelik hastalıklı ve iktidar kavga-
larının bu kadar uzağında bir genç kimi korkutabilirdi?
Yapılması gereken önemli işler vardı; darbelere daha iyi
direnebilmesi için, Sipta'nın eğitimini hızlandırmak. Şifreli bir
yazıyla kraliçeye mektup yazdı Bay, onu yatıştırmaya çalıştı.
Kraliyet çifti ustabaşı ile bilge kadını Karnak Sarayı'nda öğle
yemeğine davet etmişti. II. Seti ancak yemekten birkaç dakika
önce gelebilmiş, ebedî istirahatgâhın tamamlanmasını Hakikat
Meydanı'nda, köy sakinleriyle birlikte kutlayamadığı için üzün-
tülerini bildirmişti. Firavun kendinde Nil'i aşacak güç göremi-
yordu artık. Odadan çıkmak bile yoruyordu onu; hekimlerin tüm
öğütlerine rağmen, şu son günlerde en çok ihtiyaç duyduğu
huzuru temsil eden Nefer ve Işık'ı gördüğünde, onları selamlamak
için ayağa kalkmıştı. Bilge kadın II. Seti'yi son kez gördüğünden
emindi. Tausert Işık'ın huzursuzluğunu hissetti.
— Firavun ölümden korkmuyor, dedi kraliçe. Teb'de huzurlu
ve mutlu günler geçirdi, bunu asıl size borçluyuz. Yaptıklarınızı
hiç unutmayacağım.
— Hekimlik bilgilerim işe yarayacaksa...
— Çok geç, Işık. Firavun artık tedavi görmüyor, sadece ağrı-
larını dindirecek sakinleştiriciler alıyor. En önemli organları yıp-
randı, hiçbir ilaç onu kurtaramaz.

401
— Lonca firavunun öteki dünyadaki cennete yolculuğu için
gerekli bütün sembolleri hazırladı, dedi Nefer.
— Firavun bunun bilincinde, onu bunu bilmek kadar sakin-
leştirebilecek başka bir şey yok. Ama bana sormaya cesaret ede-
mediğiniz bir soru var; krallığın ve aynı bağlamda, Hakikat
Meydanı'nın geleceği. Gelecek günler karmaşık görünüyor ama,
her şeyin üstesinden geleceğim. Hiç endişeniz olmasın, lonca
temel bir kurum olarak kalacak ve geçmişte olduğu gibi çalışmayı
sürdürecek. Suskun Nefer ile karısı sarayın bahçesinde oyalan-
mış, çiçekli yollarından geçtikten sonra parlak ve pürüzsüz yap-
raklı bir nar ağacının gölgesine yerleştirilmiş aslan ayaklı iskem-
lelere oturmuşlardı. El ele tutuşmuş, yüzlerini kuzeyden esen yele
vermiş, beyaz nilüferlerin kapladığı havuza bakıyorlardı. Üstle-
rinden bir çift yabanördeği geçti. Aile sadakatinin temsilcileri,
sanki bütün gökyüzü onlara aitmiş gibi, geniş geniş açıyorlardı
kanatlarını. Nefer ve Işık hemen hemen aynı anda ilk karşılaşma-
larını, Hakikat Meydanı'na hem çok uzak hem de çok yalan
oldukları o günü hatırladılar. Hayat, tüm görevi maddeyi ışıl-
datmak olan bu loncaya sınırsız hizmet sunmaktan daha güzel bir
kader hazırlayamazdı kimseye.
— Hatırlıyor musun, Işık, ne kadar çekingendim. Korkuyor-
dum, seninle konuşmak bile ürkütüyordu beni.
— Kendinden emin görünmeye çalışan erkeklerden oldum
olası nefret ederim, çekingenliğinle daha ilk dakikada beni kazan-
dın. Tam olarak böyle olmasa bile, öyleydi işte.
— Ben kaba bir adamım, sırlarımı açıklamaktan fazla hoş-
lanmam, ama seni daha fazla şımartmak isterdim doğrusu. Bunu
beceremediğim için, bağışla beni. Nefer'in âşık olduğu bir parıl-
tının yanıp söndüğü mavi gözlerini sevgi ve tutkuyla kocasına
dikti.

402
— Ne bir olay ne de bir kişi ayıramadı bizi, aramıza bir
yaprak bile giremez. Böylesi bir mutluluk yaşarken, her sabah
tanrılara ve atalara cömertlikleri için şükran sunmak gerekmez
mi?
Güneş nar ağacının yaprakları üzerinde oyun oynuyordu.
— Görevim yasaklıyor ama, diye mırıldandı Nefer, sonsuzluk
tükenene dek burada, seninle kalmak isterdim.
— Böyle bir ilkbahar akşamı, sonsuzluk bu değil mi?
O
Yetmiş birinci bölüm
— Sana açıklamam gereken tek bir sır kaldı, dedi ustabaşı
Paneb'e. Işık Taşı'nın saklandığı yer.
Genç devin yüreği hızla çarpmaya başladı.
— Bana bütün bu verdiklerin için, sana nasıl teşekkür
ederim?
— Sadece görevimi yapıyorum, Paneb. Altın Evi'nin sırlarını
öğrendiğine göre, aralarındaki en temel sırra ulaşman gerekir.
İki adam, yapılmakta olan işleri tartışıyormuşçasına, yavaş
adımlarla yürüdüler köyün ana yolunda.
— Taşın nerede olduğunu hiç merak etmedin mi?
— Hiç, diye cevap verdi Paneb. Bunu bilmek senin sorumlu-
luklarından biri, bu sorumluluğu paylaşmayı hiç düşünmedim.
Ustabaşının tuttuğu yol manevî oğlunu şaşırttı.
Hainin yıllardan beri boşuna aradığı yerin önünde durduk-
larında, ustabaşının aslında çok önemli ipuçları vermiş olduğunu
anladı Paneb.
— Burada saklı değil herhalde...
— Taşın başka yerde olması mümkün mü?
— Hayır, tabiî ki hayır.
— Ender rastlanacak bir niteliğe sahipsin, Paneb. Meraklı
olmadan öğrenmek istiyorsun. Bu taş sayesinde, zaman ile boş-
403
luğun birlik oluşturduğunu, ışıltılı boşluğun canlı olduğunu, dur-
maksızın inşaat malzemesi yarattığını, evrenin soluk alıp soluk
verdiğini, bütünüyle taşın ışığıyla dolu olduğunu bileceksin.
Hakikat Meydanı'nda böylesi bir bilgiye erişmenin bazı sonuçları
da var tabiî. Nefer ve Paneb köy merkezine döndüler.
— Peki nedir sözünü ettiğin sonuçlar?
— Ellimi geçtim, Paneb, artık gençliğimdeki kadar güçlü
değilim. İçgüdüm beni yanıltmıyorsa, loncanın önünde yapılacak
çok iş var; işte bunun için sorumlulukları paylaşmak gerekiyor.
— Anlayamıyorum.
— Hay kusursuz bir sol ekibin başında, ama sağ ekipte de
onun gibi birine ihtiyacım var. Sen o adam olacaksın, Paneb.
Genç dev yıldırımdan hoşlanırdı, ama kafasına düşen, onu
olduğu yere mıhlamıştı sanki.
— Bunu gerçekten düşünmüyorsun, değil mi?
— Kırkına geliyorsun, sanatında bilmediğin hiçbir şey kal-
madı, sanatında kusursuzluğa eriştin, Altın Evi'nin sırlarına ulaş-
tın. Aslına bakılırsa, başka bir seçeneğim yok. Her Hakikat Mey-
danı ustabaşısı bu kararı alırdı.
— Bu imkânsız, ben...
— Bu kaçaklık, sana yakışmıyor, Paneb.
En duyarlı yerinden darbe alan dev, yumruklarını sıktı.
— Beni başka herkesten üstün görüyorsun, Ustabaşı. Beni
ekip şefi olarak düşünebiliyor musun?
— Boşuna konuştuğumu hiç gördün mü?
Çirkin Hayvan bile dikkatle dinlemişti Paneb'i. Kollarında
kızını sallayan Lekesiz Uabet ise uyanıkken düş görüyordu.
— Ekip şefi... Gerçekten de ustabaşı böyle mi dedi?
— Yapamayacağımı mı düşünüyorsun?

404
— Tabiî ki hayır! Ama karınla ve çocuklarınla ilgilenecek
zaman bulabilecek misin? Sendeki bu güçle, işleri daha da hız-
landıracaksın.
— Sakin ol, karşı gelinemeyecek kurallar var.
— Nefer yanılmıyor, dedi Uabet, heyecan ve gururla.
— Mahkemenin de onaylaması gerekmiyor mu?
— Eğer Hakikat Meydanı yönetmeyi becerenleri göremezse,
uzun süre ayakta kalamaz.
Paneb kızını alnından öptü, batı gömütlüğünde gezinmeye
gitti. Doğru, ustabaşının kararlan tartışılmazdı ama, zanaatkar-
lardan kaçı manevî oğlunu bu göreve getirmesine karşı çıkacaktı?
Onu yetiştirip eğiten çalışma arkadaşlarına yakında emir vermek
zorunda kalacağını düşünmemek için, bu umuda sıkı sıkıya
sarıldı genç dev.
Suskun'un neredeyse tamamlanmış ebedî istirahatgâhına
yaklaştığı sırada, güneşin yıkadığı basamaklara oturmuş Firuze'yi
gördü. Uzun kızıl saçları daha önce hiç bu kadar güzel görün-
memişti gözüne.
— Seni bekliyordum, Paneb.
— Buraya geleceğimi nereden bildin?
— Hathor'un rahibelerine tanrısal güçler verdiğini unuttun
mu?
— Öyleyse, başıma gelenleri de biliyorsun.
— Seni gören, dedi gülümseyerek, sonunda kendine denk bir
rakip bulduğuna yemin eder. Kuşkusuz, kendin! Sakın vazgeçme,
Paneb, kaçarak yazgından kurtulabileceğini sanma sakın. Set'in
sana verdiği gücü başkalarına hizmet olarak iade etmelisin. Yoksa
o güç, sonun olur.
— II. Seti'nin ruhu göğe uçtu, diye açıkladı mezar kâtibi köy-
lülere, göğe uçtu ve ışığın ülkesine girdi; güneş çemberine

405
erişerek, yaratıcısına kavuştu. Parlamaya devam etsin, yeni
Horusu beklerken, gök pırıltılı kalsın.
Haber, Kenhir'in köy mahkemesini toplayıp, mahkemenin
Paneb'in sağ ekip şefliğine getirilmesini onaylamasını ya da geri
çevirmesini istediği güne rastlamıştı.
— Kraliçe Tausert geleceğimiz hakkında bana söz verdi, dedi
Suskun. Ölen firavun gibi, kraliçe de loncanın görevinin önemine
inanıyor.
— Belki de kararımızı ertelememiz daha doğru olur, dedi
Kenhir.
— Kesinlikle hayır, dedi ustabaşı kararlılıkla. Yeni ekip şefi-
nin firavunun cenazesinde önemli bir görev üstlenmesini bekli-
yorum.
Böylece köyün egemen kurulu Maat ve Hathor Tapınağı'nın
üstü açık avlusunda, mezar kâtibinin başkanlığında toplandı.
— Ustabaşının kararını ve seçimini onaylıyorum, dedi
Kenhir. Aranızda itiraz eden var mı?
Sol ekip şefi Hay söz aldı.
— Paneb'i loncaya girdiği günden beri izliyorum. Hepimiz
gibi, ben de biliyorum kusurlarını, yine de Suskun Nefer'in ver-
meye hazırlandığı görevlerin üstesinden geleceğinden eminim.
Bilge kadın bir bakışla onayladığını belli etti.
— Ekip üyelerinin düşüncesini aldın mı? diye sordu ustabaşı
Hay'a.
— Oybirliğiyle Paneb'in lehine karar verdiler.
— Hathor rahibeleri de öyle, diye ekledi bilge kadın.
— Lekesiz Uabet'in itirazı var mı? diye meraklandı Kenhir.
— Yok, dedi genç devin karısı.
— Loncanın tek yürek karar verebilmesi için, geriye sağ ekip
üyelerine sormak kalıyor. Bu konuyu tartıştınız mı?

406
— Gerçekten, gerekli miydi? diye sordu Kurtarıcı Şed.
Suskun Nefer'i ustabaşı olarak seçmemizin nedeni, kişisel bir
tercih göstermeksizin, loncayı doğru yolda götürmesi değil
miydi? Cesur Paneb'i yeni ekip şefi olarak seçmek istiyorsa, iste-
diğini yapalım.
Halat Kasa'nın büyük kahverengi gözleri öfkeyle parladı,
köşeli yüzü kızardı.
— Cesur'u tanıyınca, kuralları ayakları altına almasından,
çalışma saatlerine saygı göstermemesinden korkmak gerekir!
Bizlerin tersine, yorgunluk nedir, bilmiyor, başkalarının güçsüz-
lüğünü görmezden geliyor. Böylesi bir davranış, bir ekip şefine
yakışmaz.
— Böyle konuşmakla, iyi ettin, dedi Pişkin Somun Pay. Paneb
seni can kulağıyla dinledi, uyanlarını hafife almayacaktır. Söyle-
diklerin, atamasını reddetmek için yeterli neden mi?
Kasa cevap vermedi.
— Paneb'i güreşte yenmiş olsaydım, dedi Güçlü Naht, olum-
suz görüş belirtirdim. Yeni ekip şefimizin içimizdeki en güçlü
zanaatkar olması, koşullar ne olursa olsun, iyiliğimiz için
dövüşmesi iyi bir şey.
Sağ ekip zanaatkarları taş yontucusunu onayladılar.
— Kâtip Yardımcısı İmuni'nin ne düşündüğünü duymadık,
dedi ustabaşı. Kenhir rahatsız olmuştu.
— Yardımcımın benimkinden farklı bir görüşü olamaz.
— Bu görüşünü Paneb'in önünde açıklaması daha uygun
olmaz mı?
Mezar kâtibi istemeye istemeye kabul etmek zorunda kaldı.
Kemirgen yüzlü küçük kâtip yardımcısı kendisine vahşi hayvan
gözleriyle bakan Paneb'e endişeli bir göz atü.
— Kararlarınıza karşı gelmeyi düşünmem, hem...

407
— Sen bu loncanın üyesisin, sana kendi düşünceni soru-
yoruz. Paneb'in atanmasını onaylıyor musun, onaylamıyor
musun?
İmuni'nin solgun yüzü tatsız bir yeşile döndü. Tek başına,
her şeyi altüst edebilir, güçlü ve ciddi görüşler açıklamasının
gerekeceği uzun bir tartışma başlatabilirdi.
— Evet, evet... onaylıyorum.
Küçük kâtip, topluluğun bakışlarını üzerinde toplamayı
sürdürerek, aceleyle zanaatkarlar arasındaki yerine döndü.
Mezar kâtibi ressama bakıp konuşurken, rahatsızlığını giz-
lemeye gerek duymadı.
— Cesur Paneb, Hakikat Meydanı'nın sağ ekibine şeflik
yapmak üzere seçildin, ekibinin üyeleri sana itaat etmek zorunda.
Ustabaşının planını yaşatırken loncanın kurallarına uyacak ve
Maat'ın yolunu yüreğinde saklayacaksın. Yeni görevin nedeniyle,
köyün güneydoğu köşesinde daha geniş bir evin olacak, dışarıda
bir tarlaya, daha fazla yiyeceğe ve mala sahip olacaksın. Bu ayrı-
calıkların karşılığında, dinlenme zamanın azalacak, tüm mah-
keme toplantılarına katılacak, tapınakta daha fazla hizmet ede-
ceksin. Görevlerini eksiksiz yerine getireceğine yemin ediyor
musun?
— Firavunun ve manevî anne babamın hayatları üzerine,
yemin ederim.
A
Yetmiş ikinci bölüm
Onu ilk gören, küçük kanallardan birinden su çekmeye
gelen, yardımcıların şefi, Çömlekçi Beken oldu.
Şaşkınlık ve korku içinde, elindeki testiyi düşürdü, vücu-
dunu giderek saran yağ tabakasına rağmen, köye kadar koştu.
— Ne oldu sana? diye sordu Demirci Obed, arkadaşının soluk
soluğa gelişini gördüğünde.
408
— Bilge kadına haber gönder... Onunla konuşmam gerek.
Böylesi bir davranış, Beken'in âdetlerinden olmadığından,
Obed durumu ciddiye aldı, kapı nöbetçisinden yardım istedi.
Yardımcıların şefinin bir saate yakın sabretmesi gerekti. Işık
karaciğer kanalları tıkanmak üzere olan bir kız çocuğuna bakı-
yordu çünkü. Bilge kadın köyden çıktığında, Beken koşarak
yanına vardı.
— Kaplumbağa... Toprak tanrısının kaplumbağasını gördüm.
Dev gibiydi, ağzı bir kuyununkinden de büyüktü!
Aslında bir balık olarak görülen kaplumbağa, suların yük-
selmesinin habercisi olarak da tanınırdı. Erkekleri ka-mışlarıyla
toprağı tohumlardı. İşaretleri okumayı bilen birisi için, kaplum-
bağa suyun ne kadar güçlü yükseleceğini açıklardı. Genellikle
nehrin suyunun büyük bölümünü içip tüketecek olmasından
korkulurdu ama, bu kez ürkülen, bambaşka bir şeydi.
— Biraz abartmıyor musun?
— Belki, diye kabullendi çömlekçi, ama ağzının şimdiye
kadar görmediğim büyüklükte olduğuna, kaplumbağanın tarla-
lara doğru hızla ilerlediğine yemin ederim! Sonra gözden kay-
boldu...
— Senden başka, onu gören var mı?
— Hayır, kanal kıyısında yalnızdım. Ama yemin ederim,
gerçeği söylüyorum!
— Sana inanıyorum, Beken. Gidip yetkililere haber vereyim.
General Mehi kulaklarına inanamıyordu.
— Söylediklerinden emin misin? dedi Per Ramessu'dan
dönen subaya.
— Gerçekten de bilgeler meclisinin önerisi ve Kraliçe Tau-
sert'in onayıyla genç Sipta firavun seçildi.
— Kim bu Sipta?
— Başdanışman Bay'ın koruduklarından biri.

409
— Saçmalık, bu! Kimse bu Sipta'yı tanımıyor, başdanışman
da hayalci biri değil ki.
— Anlatılanlara bakılırsa, yeni hükümdar saray erkânının
hayranlığını kazanacak olağanüstü yeteneklere sahipmiş.
Mehi kuşkuluydu hâlâ. Hükmetmek için doğmuş Tausert
asla vazgeçmeyecekti iktidardan; ne var ki, firavunluğunu ilan
ederse, güçlü bir dirençle karşılaşacağının da farkında olmalıydı.
Bu direnci kırmak için tahta bir kukla oturtmuş, onun ardına giz-
lenerek kendisine karşı çıkan çeşitli grupları devirmeyi
planlamıştı.
— Bilge kadın acilen sizinle görüşmek istiyor. Mehi Işık'ı
zaman geçirmeden kabul etti.
— Gelecek su baskını tehlikeli olacak, diye açıkladı Işık.
Felaketin önlenmesi için, önlem almak gerekir.
— Hangi işaretlere dayanarak konuşuyorsunuz?
— Dev bir kaplumbağanın görülmesine. General şaşırdı.
— Bu biraz... biraz hafif bir işaret değil mi?
— Bizi şimdiye kadar hiç yanıltmamış bir işaret. Talihimiz
varmış, yardımcıların şefi kaplumbağayı gördü, zaman kaybet-
meden beni uyardı.
— Uzmanların gözlemlerini beklemek daha doğru olmaz mı?
— O zaman çok geç olur, Teb de büyük tehlikeye girer. Eğer
bir girişimde bulunmazsanız, Kraliçe Tausert'ten beni kabul
etmesini isterim.
Mehi tehlikeyi gördü; görevini savsaklamakla suçlanabilirdi.
— Kraliçeye birlikte gidelim. Uzmanlar beni dinlemeyecek-
lerdir, onun için haşmetmeaplarının katında sizin sözünüz
benimkinden daha önemli.
Tausert, cenaze törenleri biter bitmez Amon'un kentinden
ayrılacağını Teb ileri gelenlerine bildirmek üzere büyük meclisi
toplatmış, toplantıya başkanlık etmeye hazırlanıyordu.

410
Teşrifatçısı General Mehi ile bilge kadının geldiğini bildirdi-
ğinde, önce onları kabul etmeye karar verdi.
General ustabaşının karısının endişelerini açıklamasını bek-
ledi, kraliçenin anlatılanları gülünç bulacağını umuyordu içten
içe; ne var ki, Tausert'in tepkisi bir kez daha şaşırttı Mehi'yi.
— Böyle bir uyarıyı hafife almayalım. General Mehi, adam-
larınızdan büyük bölümü bentler yönetiırıinin emrine girsin,
nehir kıyısındaki bentleri zaman geçirmeden onarıp güçlendir-
sinler. Bunların yanı sıra, her bölge yöneticisine haber gönderin,
alçak topraklarda yaşayan köylülerin göçe hazırlanıp yüksekçe
tepelerdeki köylere taşınmalarını sağlayın.
— Bu oldukça ağır bir iş Haşmetmeapları, ve ben...
— Görevi size verememin nedeni de bu ya.
— Yine de büyük meclise katılabilir miyim?
— Hayır, bir saniye bile kaybetmeyin. Ancak size neler söy-
leyeceğimi ana hatlarıyla açıklayayım; Hakikat Meydanı'nın
ustabaşısı II. Seti'nin mezarının kapısına gömütlüğün mührünü
basar basmaz, Sipta firavun olarak taç giyecek. Firavun gerçekten
hükmetmeye hazır olacağı güne kadar naibelik görevini üstlene-
ceğim. Şimdi iş başına General, acele edin.
Mehi kraliçenin bilge kadını alıkoymasına az da olsa,
bozuldu. Bakalım o büyücü daha başka ne haltlar karıştıracaktı?
Ne var ki, Suskun Nefer'in ölümü yaklaşıyordu; bu ölüm karısını
da yıkacak, hareketlerini kökten engelleyecekti.
— Benimle baş başa konuşmak istiyordunuz, değil mi?
— Düşüncelerimi okuyorsunuz, Haşmetmeapları.
— Bu korkunç kehanet gerçekleşirse, Mısır sizin sayenizde
felaketten kurtulmuş olacak, ben de tahtımı sizin yardımınızla
koruyacağım. Size çok şey borçluyum, Işık.
— Teb'den ayrılmayın, Haşmetmeapları. Kraliçe hazırlıksız
yakalandı.

411
— Benden yapamayacağım bir şey istiyorsunuz. On gün
sonra, kocamın mumyası lahte yerleştirilmiş olacak; o zaman
hemen Per Ramessu'ya dönmem gerekecek. Yoksa, ülke karışır.
— Yola bugün çıksanız bile, suların yükselmesinden kurtu-
lamayacak, boğularak öleceksiniz. Kararınızı değiştirmeniz için,
elimde başka bir şey yok, beni dinlemenizi sağlamaları için tanrı-
lara dua ediyorum.
Sular, o güne kadar hiç görülmemiş biçimde yükseldi. Bent-
lerden bazıları yıkıldı, birkaç dana boğuldu, ama alınan önlemler
sayesinde insan kaybı olmadı. Mehi'nin askerleri göç etmek için
gereğinden fazla bekleyen, sular yükselince de palmiyelerin
tepesine tırmanan bir avuç köylüyü kurtardı.
Set, kardeşi Horas'un sol gözü olan mehtaba saldırmayı
durdurunca, sol göz büyümeye başladı, kısa sürede gümüş tabak
tüm görkemiyle boşlukta parladı, eyaletlerinin tümüyle el değ-
memiş Mısır'ı temsil etti.
Kraliyet Sarayı'nın rıhtımında, Kraliçe Tausert'in gemisi
şimdiye kadar görülmemiş büyüklükteki bir dalgaya kapılıp, batü.
Sonunda Teb'de kalmaya karar veren kraliçe, ölümden kurtul-
muştu. Karnak Tapınağı'nda altın ve gümüş aynalar törenine
katıldı, güneşin ve ayın akislerinin su baskınının kötü sonuçlarını
silmeleri için tanrılara yakardı.
Kırmızı çamurlar taşıyan sular yavaş yavaş yatıştı, Yukarı
Mısır'ın tüm halkı gibi Tebliler de, anaforlara dikkat etmek kay-
dıyla kayıklarına binip nehirde dolaşmaya başladı.
Sakinleştirici kelimelerle dolu mektubuna rağmen ona ihanet
edip tahta kimsenin tanımadığı bir yabancıyı çıkaran Başda-
nışman Bay'a çok öfkelenmiş olan Tausert, hayatını kurtardığı
için bilge kadına, II. Seti'nin cenaze töreninin kusursuz olmasını
sağladığı için de ustabaşına teşekkür etmeye, Hakikat Meydanı'na
gitti.

412
Kraliçe bir daha asla evlenmeyecekti. Daha şimdiden sevgi-
lileri olduğuna dair dedikodular çıkmış, hemen herkes genç ve
soylu bir Tebliyle evlenerek yeni bir kraliyet çifti oluşturacakla-
rını, Sipta'yı alaşağı ederek iktidarı ele geçireceklerini söylemeye
başlamıştı. Söylentilere hiç mi hiç aldırmayan Tausert, duydukla-
rını yalanlamaya da kalkışmadı; sadece hırslı ve aptalların böylesi
çürük gıdalara ihtiyacı vardı, oysa kraliçe sırrını kimseyle pay-
laşmayacaktı; II. Seti'ye, ölümünden sonra da sevdiği adama sadık
kalacaktı, o kadar.
Tausert Hakikat Meydanı'ndaki tapınağında Maat'a saygılar
sunduktan sonra Işık'la birlikte köyün ana yolunda yürümeye
koyuldu.
— Başdanışman Bay bana ihanet etti, dedi bilge kadına, ama
yine de Mısır'ı ciddi bir buhrandan kurtardı. Bir su baskının beni
Teb'e mıhlayacağını, kabilelerin hırslarım boğmak için bir firavun
gerekeceğini kim tahmin edebilirdi? Kraliçeler Vadisi'nde bana
neden bir yer bulamadığınızı anladım sanmıştım, firavun olacak-
tım çünkü. Meğer, yanılmışım. Hükümdar olan Sipta, ben sadece
naibelik yapacağım. Hathor artık beni çocuklarının araşma kabul
edecek mi?
— Hayır, Haşmetmeapları. Kraliçeler Vadisi'ne döndüm,
cevap hiç değişmedi. Başdanışman Bay nihayet bir akşam da olsa
dinlenmeye karar vermiş, saraydaki çalışma odasına çekilerek,
dosyalarını incelemeye koyulmuştu. Mısır'ın bir firavunu vardı
yine, başdanışmanın bütün endişeleri de boşa çıkmış, taç giyme
töreni sırasında anlatılmaz acılar çeken genç Sipta'nın tahta çık-
masına kimse direnmemişti. Ptah başrahibinin sevgili öğrencisi
bu güçlükten de yüzünün akıyla çıkmış, alkışlarla firavun ilan
edilmişti. Kimse çekinmiyordu genç firavundan; herkes başda-
nışmanın Tausert'in hırsını gemleyip onu ikincil bir konuma

413
düşürmeyi başardığını, bundan böyle ülkenin gerçek efendisi
olacağını düşünüyordu.
Hepsi de yaralıyordu.
Bay kraliçeye sınırsız bir hayranlık, genç Sipta'ya da büyük
bir sevgi duyuyordu. Tausert hükmedecek, Sipta da adil ve dürüst
bir yönetici olacaktı. Seti'nin dul karısına, sayısız ve etkili düş-
manlarına karşı paravan olacaktı Sipta. Sonra, bir süre sonra,
Haçepsut gibi, en üst basamağa tırmanacaktı Tausert.
Başdanışmanın tek bir isteği vardı; Tausert'e her şeyi
anlatmak, ona ihanet etmediğine, tam tersi, yolunu açtığına
inandırmak.
n
Yetmiş üçüncü bölüm
Serketa hainle yeniden buluştuğunda, geleceğe çok daha
güvenle bakıyordu. Kraliçe Tausert Per Ramessu'ya gitmek üzere
Teb'den ayrılmıştı. Başkente varır varmaz Bay'dan öcünü almak
için elinden geleni yapacağından ve kukla Firavun Sipta'dan kur-
tulacağından kimsenin kuşkusu yoktu.
Bunun sonucunda sadece General Mehi sarsılmaz bir direk
olarak gözükecek, Kuzey ve Güney'in tüm aklı başında yetkilileri
onun çevresinde toplanmakta tereddüt etmeyecekti.
— Benden istediğini getirdim, dedi haine küçük bir şişe uza-
tırken.
— Bunun etkisinden eminsiniz, değil mi?
— Hiç endişelenme.
— Etkisini gerçekleştirmesi için, ne kadar zaman gerek?
— Yaklaşık bir saat. Bundan, nihayet harekete geçmeye karar
verdiğini mi çıkarmalıyım?
— Önümde mükemmel bir fırsat var.
— Başarırsan, zengin olursun.

414
Yas dönemi sona erdiğinden, Cesur Paneb'in sağ ekip şefli-
ğine getirilmesini kutlayabilirdi artık lonca. Genç dev göreve
başladığından beri, mezar kâtibinin her zamanki dikkatiyle üze-
rine titrediği kurallara harfiyen uyarak, ekibin en endişelilerini
bile yatıştırmayı başardığından, kutlamanın tam bir şölen havası
içinde geçeceği kesindi.
Paneb II. Seti'nin lahtinin mezara indirilişi işlemini gerçek
bir ustalıkla yönetmiş, firavunun ruhuna öte taraf yolculuğunda
eşlik edecek hazineyi oluşturan eşyaları teker teker denetlemişti.
Yönetim biçimi bazen kırıcı olsa bile, başkalarından istediğinin
kat kat fazlasını kendinden talep ettiğinden, kimsenin söyleyecek
bir şeyi olamıyordu.
Yeni bir ekip şefi atanması olağanüstü bir gelişmeydi, bu
nedenle şölenin unutulmayacak kadar görkemli olması gereki-
yordu; şölende sığır pirzolaları, çeşit çeşit balıklar, sebze püreleri,
taze peynirler, ballı çörekler, sert biralar, nefis şaraplar vardı.
Suskun Nefer ile eşi tüm köy halkının paylaştığı sade
neşenin tadını çıkarıyordu. Köyün hayvanları da katılıyordu kut-
lamalara, yeşil maymun, Büyücü, Çirkin Hayvan ve efendisinin
ayakları dibinde sızıp uyuyacak kadar et tıkman Kapkara. Bazen
belden aşağı, şakalar ve takılmalar duyuluyor, Paneb'in Halat
Kasa ve Güçlü Naht gibi en amansız düşmanları bile silahlarını
bırakıp yeni ekip şefini hararetle kutluyorlardı.
— Aslında, dedi Naht, tuzağa düşürdüler seni. Biz, atanmanı
kutlayabiliriz, ama sen, işte orada kuşkum var! Ekipten birinin
küçücük bir derdi olsun, söylenecek tek bir ad var artık: Paneb!
Ekip şefi, yanında çalışanların hatalarından sorumlu değil mi?
— Bu dediklerin beni keyiflendirmiyor, ama haklısın galiba.
Anne ve babasına belli etmeden biranın tadına bakan Aperti, bir
taburenin üzerine yığılmış, sızmıştı; uzun masanın çevresinde
birkaç kez koşup döndükten sonra, oyundan sarhoşlamış çocuklar

415
da uyukluyorlardı. Kocasıyla Hathor rahibelerine itiraf edeme-
yecek kadar gururlanan Lekesiz Uabet küçük kızını kollarına alıp
gitme işareti verdi, az sonra bütün ev kadınları Uabet'i taklit
ettiler.
Ustabaşı evine dönmeden önce manevî oğlunu kucakladı.
— Önümüzde yapılacak çok iş var, Paneb; şölen biter bitmez
Hay ve mezar kâtibiyle birlikte toplanmamız gerekecek.
Nefer bilge kadınla birlikte çekilirken, Neşeli Renupe genç
devin önüne, içinde en azından üç litre şarap bulunan bir amfora
koydu.
— Kenhir'in mahzeninden gelme, olağanüstü bir hasat, dedi.
Bunu daha bir saat önce ele geçirdim.
Paneb II. Ramses'in son yılından kalma şarabın nefis koktu-
ğunu kabul etmek zorunda kaldı.
— Bizi onurlandır, Ekip Şefi bu nefis şarabı sağlığımıza iç!
dedi Güçlü Naht. Genç dev ekibe daha fazla direnmedi, koca
amforayı koluna dayayıp bir dikişte devirdi.
— Paneb çok yaşasın! diye haykırdı Pişkin Somun Pay. Çok
geçmeden herkes katıldı bu dileğe.
Köy uykuya dalmıştı ama Paneb'in içinden eve dönmek
gelmiyordu bir türlü. Sarhoş değildi ama, içinde rahatsızlık verici
bir şeyler duyuyor, gecenin serinliğinin onu iyileştireceğini
umuyordu. Ne var ki, yüreği düzensizce çarpmaya, sırtı soğuk
soğuk terlemeye başlamış, göğe baktığında kırmızı, mavi ve yeşil
çizgiler görür olmuştu.
Sonra ellerine yakıcı bir öfke yerleşti, bir yumrukta duvarın
birini devirdi, gücü daha da arttı. İçinden bir ev yıkma tutkusu
yükseldi, şeytanın avucuna düştüğünü anladı.
Şeytandan tek başına kurtulamayacaktı. Sarsak adımlarla,
ustabaşının evine yöneldi. Işık'ta bunu geçirecek bir ilaç vardı
mutlaka.

416
Oysa sokak gözlerinin önünde dans ediyor, on sokak olup,
ayaklarının dibinde uçurumlar açıyordu.
Bir an olduğu yerde donan dev, yine de yürümeye çalıştı.
Evet, kapıya varmıştı işte.
Olağanüstü bir çabayla, eline bir taş alıp kapıyı devirmeye
çalıştı.
— Kapıyı aç, Nefer, yoksa bu gece ölüm kol gezecek! Ressam
artık kendi sesini tanıyamıyor, ne dediğini ve ne yaptığını bilmi-
yordu. Kapı açıldı.
— Paneb! diye haykırdı Nefer. Ne oldu?
— Seni göremiyorum, söylediklerini iyi duyamıyorum.
Ustabaşı manevî oğlunun koluna girdi, eve alıp birinci odaya
sokarken, uzaktan olanları izleyen kâtip yardımcısı İmuni'yi
göremedi.
Uykudan apar topar uyanan Işık genç devin üzerine eğildi.
Gözlerini muayene etti, nabzını saydı, yüreğinin sesini dinledi,
sonra da midesini.
— Paneb'e ilaç verilmiş, dedi sonunda. Bana kalırsa adamotu,
kokulu kusturan ve nilüfer karışımı bir şey.
— Hayati tehlikede mi?
— Sanmıyorum, ama emin olmak için, onu kusturmam
gerekecek. Yoksa, göreceği hayaller, tehlikeli şeyler yapmasına
neden olabilir.
Işık dediğini yaptı, hastanın organizmasındaki zehri ilaçlarla
temizledi. Şafak sökerken, kendine geldi Paneb. Hiçbir şey hatır-
lamıyordu.
Başdanışman Bay Per Ramessu'da karaya ayak basan Kraliçe
Tausert'in önünde yere kapandı.
— Haşmetmeapları, ne kadar mutluyum, bir bilseniz...
— Beni saraya götür de firavuna saygılarımı sunayım, sonra
da kendi daireme kapanayım.

417
— Hayır, Haşmetmeapları, Sipta'nın istediği bu değil. Bu
söyledikleriniz, Mısır'ın arzusu da değil. Ben Mısır için çalıştım.
Mısır ve sizin için. Tauzer başdanışmanın heyecanlı açıklamala-
rını dinleyip, dürüstlüğüne inandı; ne var ki, saraya girerken,
Bay'ın yöntemini eleştirmeyi de unutmadı kraliçe.
— Sipta'nın tahta çıkması, ciddi karışıklıkları önledi
kuşkusuz, dedi. Ama eğer hükmetmeye kalkarsa, benim naibeli-
ğimin bir anlamı olmayacak.
— Genç firavun böyle davranmayacaktır, eminim.
— Bütün tecrübene rağmen, Başdanışman, şaşırtıcı saflığının
kurbanı olmayasın? Kraliçenin kabul edilmeyi beklemesi gerek-
medi. Basit bir kâtip gibi giyinmiş Sipta topallayarak geldi, II.
Seti'nin dul karısının önünde eğildi.
— Başdanışman ve ben, sabırsızlıkla dönüşünüzü bekliyor-
duk, Haşmetmeapları. Sadece sizin yenebileceğiniz bilinmez güç-
lerin emrindeymişim gibi hissediyorum kendimi. Çifte taç benim
başım için çok ağır, ülkemi yönetebilecek kraliçeme itaat et-
mekten başka amacım yok.
Tausert şaşkınlık içinde karşısındaki gencin başdanışman
kadar açık sözlü mü, yoksa tam tersine, ikiyüzlülüğün zirvesinde
mi olduğunu merak ediyordu. Gerçeği öğrenmek için, onunla
birkaç gün çalışmak yeterli olacaktı.
— Bir firavun haksızlıkla mücadele eden ve büyükler olsun,
küçükler olsun, herkes için Maat yasalarını yaşatacak kararna-
meler çıkarmalıdır; şimdiye kadar hangi fermanları çıkardınız?
— Hiçbir şey çıkarmadık Haşmetmeapları, çünkü kendimi
böylesine önemli kararlar verecek durumda görmüyorum; ama
durumu daha iyi görebilmeniz için, ayrıntılı dosyalar hazırladım.
Sipta ve Tausert arasında şiddetli bir çatışma çıkacağını
uman bir sürü saray görevlisinin isteğinin aksine, firavun ve kra-
liçe çalışma odasına kapandılar, odadan sadece başdanışmana bir

418
dizi ekonomik ve toplumsal önlem açıklatmak için çıktılar.
Bakanlar ve halk önlemleri anlayış ve memnunlukla karşıladı,
insanlar bir dul ile bir sakatın oluşturduğu tuhaf çiftin bilgelikten
payına düşeni almış olduğunu düşünmeye başladılar.
Tausert kuşlara saldırmamayı öğrettiği kaplan postlu kedi-
siyle saray bahçesinin serinliğinin tadını çıkarırken, başkente
döndüğünden beri ilk kez Bay'la baş başa görüşmeyi kabul etti.
— Bana ihanet ettiğini sanmıştım, Bay. Şimdi, yanıldığımı
görüyorum. Mısır sana çok şey borçlu.
— Haşmetmeapları, ben sadece görevimi yaptım.
— Genç Sipta'yı çok iyi yetiştirmişsin. Onu oğlum gibi
görüyorum. Onunla birlikte, İki Ülke'nin refahı için çabalaya-
cağız.
— Ben sadece sizin iyiliğinizi düşündüm, Haşmetmeapları
ve...
— Hakikat Meydanı'nın ustabaşısına Firavun Sipta'nın ebedî
istirahatgâhını ve milyon yıllık tapınağını hazırlamaya başlama-
sını bildir. İktidarı boyunca başarılı olabilmesi için, her iki anıta
da ihtiyacı olacağını biliyorsun.
— Hemen şimdi yazacağım.
Tausert başdanışmanın uzaklaşmasını izlerken, ona en çılgın
düşlerinde bile göremeyeceği destansı bir ödül vermeyi kararlaş-
tırdı.
O
Yetmiş dördüncü bölüm
Ustabaşı, bilge kadın ve Burun Fened Sipta'nın ebedî istira-
hatgâhının Krallar Vadisi'nde nereye kazılacağı konusunda
anlaşmışlar, mezarı II. Seti'ninkinin yakınına, biraz kuzeybatısına
yapmaya karar vermişlerdi. Önce, beline altın önlüğünü bağlayan
Suskun Nefer bakir kayaya çekiç ve altın kalemiyle vurdu; sonra

419
ekibin yeni şefi, elinde göğün ateşini taşıyan büyük kazmasıyla
işe girişti.
Mezarın kazısını yönetmek ve Nefer'in tasarladığı iddialı
plana göre süslemek Paneb'in göreviydi artık.
— Kireç istediğimiz gibi, hiçbir kötü sürprizle karşılaşmaya-
cağız.
— Sen yine de dikkatli ol, diye uyardı manevî oğlunu Nefer.
Kaya bazen beklenmedik cilveler yapar. Kendine fazla güvenmek,
insanı sonradan onarılamayacak hatalara sürükler.
— Bu kayalığa güveniyorum, yalan söylemiyor. Hem, bir
yanlışlık yaparsam, beni doğru yola yöneltmek için, yanımda
olmayacak mısın?
— Yanlışlık yapan bir ekip şefi, görevde kalmayı hak etmiyor,
demektir. Yumrukların en şiddetlisi bile bu kadar sarsamazdı genç
devi.
— Böylesine düşebileceğimi mi düşünüyorsun?
— Mesleğimiz, tuzaklarla dolu bir macera gibidir. Sabırlı ve
dikkatli ol, maddenin, tıpkı insanlar gibi sürekli olarak hareket-
sizliğe ve kargaşaya meyilli olduğunu unutma. Yönetiyor olman,
kolaylığa kaçmana gerekçe olamaz. Uykunda bile, bir gün önce-
sinin ve bir gün sonrasının çalışmasını düşünmelisin.
Güneş vadinin üzerinde batıyordu. Zanaatkarlar aletlerini
topluyor, bir gün sonrasının çalışması için vadiye dönmeden
önce, geçitteki kulübelerde geçirecekleri geceye hazırlanıyorlardı.
İki adam Sipta'nın müstakbel ebedî istirahatgâhının önünde,
yalnızdı.
— Gök bize ne olağanüstü bir hayat sunuyor, Paneb. Tanrı-
ların bize bahşettiği sayısız nimetin farkında mısın?
Genç dev sırtını kayaya yasladı.

420
— Her gün, düşümü gerçekleştiriyorum. Daha ne isteyeyim?
Oysa, buraların gücünün nerelere gittiğini araştırmak, loncanın
bilgeliğini ilerletmek zorundayım. Bana verileni, iletmem gerek.
Yavaş adımlarla, ekibin öteki zanaatkarlarını izlediler. Nefer
Paneb'in yeni bir yolun başlangıcında olduğunu biliyor, Paneb de
Nefer'e hiçbir sözcüğün tanımlayamayacağı bir hayranlık duyu-
yordu. Akşamın sakinliğinde, kardeşlik onları batan güneşin ışın-
larının sıcaklığıyla birleştiriyordu.
Suskun Nefer, şafak töreninden sonra, geçitteki kulübelerden
köye inme işaretini geciktirdi. Zanaatkarlar ailelerini, ustabaşı da
Işık'ı görebilmek için acele ediyordu. Yine de, loncaya ihtiyacı
olan bir koruma sunuyormuşçasına, dağdan ayrılmakta tereddüt
ediyordu.
— Yaşasın dinlenme, dedi Halat Kasa. Kazmak için iyi biryer
seçtik herhalde, ama kaya iyi direniyor, kollarım hâlâ ağrıyor.
Ustabaşı patikaya girerken, Büyük Ramses'in ölümünden
beri Mısır'ın başına gelen felaketleri düşündü. Büyük firavun
ülkesine öylesine güçlü bir damga vurmuştu ki, halefleri onunla
karşılaştırılmaktan acı duyuyor, ölümünün yarattığı boşlukta
oldukları yerde tepinerek bir türlü ilerleye-iniyorlardı. Ramesse-
um'un kurucusunu aratmayacak ululukta bir hükümdar çıkana
dek, daha ne kadar beklemek gerekecekti?
Bütün karışıklıklara rağmen, Hakikat Meydanı kuruluşunda
başladığı eseri sürdürmüş, Işık Taşı'nı zenginleştir-mişti. Hay ve
Paneb gibi birbirine taban tabana zıt kişilikli iki ekip şefi loncaya
çalışmalarını sürdürmesi için olmazsa olmaz bir canlılık veriyor,
ustabaşına loncanın birlikteliğini sağlamak, bilge kadına da
büyüsüyle yeni yollar çizmek kalıyordu.
Paneb torbasına sivri uçlu çakmaktaşları doldurmuş, içindeki
yükün farkına bile varmaksızın, omzuna almıştı.

421
— O taşlarla ne yapmayı düşünüyorsun? diye sordu,
tamamen iyileşen Araştırmacı İpuy.
— Bu biçimde olanlara neredeyse hiç rastlamadım. Taşları
yontup kalem yapacağım, sonra da heykeltıraşlara armağan ede-
ceğim.
— Önümüzde yeni angaryalar var demek, diye yakındı
Neşeli Renupe.
— Şaşırmış görünmeye çalışma, dedi Kurtarıcı Şed alayla.
Yeni bir ekip şefi, neler yapabileceğini göstermek zorundadır.
Onun beklentilerini karşılayabileceğimizi kanıtlamak da ' bize
düşer.
— Bizler sadece insanız! diye itiraz etti Kasa.
— Bunu kolay kolay unutmayacağım, diye itiraf etti dev
adam. Bu yüzden, fazla dinlenmenin size zarar vereceğini düşü-
nüyorum. El tembelleştikçe, yeteneğini yitirir.
Zanaatkarlardan bazıları, Paneb'in acil durumlarda kuralları
çiğnemeye hazır olduğunu düşünüp, endişelendi. Sipta'nın cenaze
malzemesinin hazırlanması da, acil durum olarak görülebilirdi
kuşkusuz.
Mehi'nin atının adım atacak hali kalmamıştı. Vücudu terden
sırılsıklam, çılgınca çarpan yüreği yüzünden soluk soluğa,
yeniden dörtnala koşacak durumda değildi gerçekten.
— İşe yaramaz bir hayvan, dedi general, atın dizginlerini
seyislere uzatırken. At, Mehi'nin sabahtan beri tükettiği üçüncü
safkandı. Üzerine binip sinirlerini yatıştırdığı hayvanlara karşı en
ufak bir acıma yoktu içinde.
Seçkin okçular da paylarım almışlardı generalin öfkesinden:
"Çok güçsüz, çok yavaş, çok beceriksiz!" General en iyileri oldu-
ğunu da kanıtlamıştı onlara, sonra da kendinden çok daha ağır bir
piyade eriyle güreş tutmuş, göz açıp kapayıncaya kadar adamın
sırtını yere getirmişti.

422
Villasından içeri girerken, serin bir içecekle kokulu ve temiz
çamaşırlar sunan kâhyasını bir kenara itmiş, karısının üzerine
atılarak yeni elbisesini parçalamış, öylesine bir vahşilikle seviş-
mişti ki, Serketa bile bir an bu sevişmeden zevk aldığını sanmıştı.
— Canımı acıtıyorsun, tatlı çakalım!
— Bu bitmek tükenmek bilmez bekleyiş kanımı emiyor.
Karnımı ov, bu sabah çok yedim.
Generalin kasları gerilmekten düğüm düğümdü.
— Müttefikimiz beceremeyecek, dedi.
— Her zaman tedbirliyken, bu kez oldukça iyimser gözüktü,
dedi Serketa.
— Hakikat Meydanı denen o kahrolası köy, bize o kadar çok
felaket yaşattı ki!
— Çünkü yanlış yöntem uyguladık, sevgili aslanım. Bu kez,
başlarını vuracağız.
— Hangi tahinin edilemez korumanın ölümcül darbeyi son
anda önleyeceğini bilmiyorum. O Nefer yıkılmaz görünüyor!
— O ortadan kaybolunca, diye tahminde bulundu Serketa,
lonca dağılacak.
— Umalım, devletin tepesine yerleşen üçlüye da aynı şey
olur! Başdanışman Bay'ın neler tasarladığını bir türlü anlayamı-
yorum.
— Oysa çok basit; başdanışman kraliçeye aşık, Tausert'in
firavun olması için, elinden geleni yapıyor. Kişiliksiz ve sakat
zavallı küçük Sipta da, Tausert iktidarının temellerini atarken
saray erkânını oyalamak için atılmış bir yemden başka bir şey
değil.
— Bay düşündüğümden de güçlü çıktı.
— Sadece Tausert için yaşıyor. Ustabaşını yolumuzun üze-
rinden kaldırdıktan sonra, Tausert'le uğraşacağız. Tam bana layık
bir rakibe, neredeyse benim kadar tehlikeli.

423
Mehi yüzükoyun uzandı.
— Belimi ov... O salak atlar kemiklerimi yuvalarından
oynattı.
— Tausert sana güveniyor, bu aptallığını hayatıyla ödeyecek.
Kollarını geriye uzatan general karısını saçlarından kavradı.
— Kraliçenin sözü bile edilmez, önemli olan tek şey, Işık
Taşı!
— Öyleyse, o da yakında önemini yitirecek.
— Eksik olan alet yok, dedi Imuni uzun bir incelemeden
sonra.
— Daha iyi ya, dedi mezar kâtibi bitkin bir sesle. Bildirmek
istediğin bir şey oldu mu?
— Şimdilik, hayır.
— Emin misin?
— Bana güvenebilirsiniz.
Kenhir pek inanmamıştı. Bir sansar gibi, en ufak aksiliği bile
not etmişti İmuni kuşkusuz; ne var ki yaşlı kâtip endişeliydi,
sanki bir felaket bulutu köyün üzerinde dolaşıyor, patlamak için
fırsat kolluyor gibi. Bu yüzden gün boyunca köyün sokaklarını
arşınlamış, zanaatkarlarla konuşup bir şeyler öğrenmeye çalışmış,
yine de bir sonuca varamamıştı.
Genç karısı Güçlü Mut, Kenhir'in endişesini yüzünden
okudu.
— Ciddi bir sorun mu var?
— Sadece kötü bir kâbus, ama uyanıkken gördüğüm bir
kâbus! Sabahtan beri, içim içimi yiyor.
— Yoksa ben görmeden, yemeği fazla mı kaçırdınız?
— Tabiî ki hayır! Güzel bir metin okuyacağım, sinirlerimi
yatıştırsın diye.

424
Her zaman dingin olan Niut bile, yüreğinin endişeyle dol-
duğunu hissetti. Kenhir sıkıntılarını karısına da aktarmıştı. Güçlü
kollarla salladığı süpürge, tasalarını sildi, süpürdü.
Ustabaşının evinde dinlenirken genellikle çok sakin olan
Kapkara, durmaksızın gidip geliyor, okşanmak istiyor, yere
uzanıp yattıktan bir dakika sonra yeniden ayaklanmaya çalışı-
yordu.
Nefer hayvanı sakinleştirmeye çalıştı, ama boşuna; kara
köpeğin kahverengi gözlerinde Suskun'un çözemediği bir soru
vardı.
— Yoksa muskanı mı kaybettin? diye endişelendi Işık.
Nefer elini boynuna götürdü. İsis düğümü kaybolmuştu
gerçekten.
— Kordonu kopmuş olmalı, hiç farkına varmadım oysa.
— Yatından tezi yok, sana yenisini veririm.
Bilge kadın giriş kapısının altından itilmiş bir papirüs par-
çası gördü. Eğilip aldı, mesajı okuduktan sonra alçak bir masanın
üzerine bıraktı.
— Beni yardımcıların bölgesine çağırıyorlar. Bir kaza olmuş.
Kapkara'yı da götürüyorum, biraz oyalanır.
Demirci Obed şaşırdı.
— Bir kaza mı? Hayır, sanmıyorum. Yardımcılar gideli epey
oldu.
— Yine de araştıralım, dedi Işık.
Demirciyle birlikte atölyeleri gezdi. Hepsi boştu. Eve dön-
düğünde, papirüsün artık masada olmadığını fark etti bilge kadın.
Kapkara odaya doğru koştu ve yürek parçalayıcı bir uluma
sesi duyuldu. Işık da peşinden gitti.
— Nefer, ne oluyor? Nefer... Cevap ver! Yüreğine saplanmış
sivri bir çakmaktaşı, koltukta oturuyordu ustabaşı, parmakları
koltuğun kenarlarına kenetlenmiş.

425
Gözlerinde, belli belirsiz bir ışıltı. Nefer dünyadaki konuk-
luğu süresince böylesine sevdiği, sonsuzluk süresince de seveceği
kadını son bir kez görebilmek için bütün gücüyle direnmişti.
Şimdiden ölümün katılığını almış ağzından artık tek bir
kelime bile çıkmayacaktı, ama Işık ellerini tutkuyla Nefer'inki-
lerin üzerine koydu, kaderin Suskun'un elinden kopardığı son
birleşme ve mutluluk anını tüm ruhuyla paylaştı.
A
Yetmiş beşinci bölüm
Nefer'in ölümünden beri, köyün üzerinde şiddetli bir kum
fırtınası esiyor, tepelerden gelmişe benzer çığlıklar savuruyordu.
Dağ, Hakikat Meydanı'nın üzerine yıkılmak istiyormuşçasına
homurdanıyordu. Güneş gri ve toprak rengi bulutları delmeyi
başaramıyor, gündüzler gece gibi geçiyordu. Kadınlar, erkekler ve
çocuklar oturdukları yerde çökmüş, yemek yemeyi bile düşün-
müyorlardı. Kimse en ufak bir ses bile çıkarmamaya çalışıyordu.
Çirkin Hayvan kafasını kanadının altına saklamış, Büyücü hasır
iskemlenin altına sığınmış, Kapkara da Işık'ın yatağının altına
kaçmıştı.
Rahibelerden hiçbiri ataların sunaklarına armağan koymaya
cesaret edememişti; sanki atalar loncayı kaderine terk etmiş gibi.
Tüm köy, yokluğunda en gündelik davranışların bile anlamsız-
laştığı ustabaşısının ölümünde donmuş gibiydi. Kumlar yavaş
yavaş terasları kapladı, kimse evini saldırıya karşı korumayı
aklından geçirmedi. Korkunçluğu da aşan bir cinayetten öfkele-
nen tanrıların, küçük toplumu ortadan kaldırması haksızlık mı
olurdu?
Suskun gittikten sonra, kim eline bir alet almayı düşünür,
kim mutluluğu düşünmeye bile cüret edebilirdi ki? Nefer ardında
onu izlemeyi beceremeyecek yetimler bırakmıştı.

426
— Böyle davranmaya hakkımız yok, dedi Paneb Işık'a. Ese-
rini yıkmak, Nefer'e hakaret olur. Ustabaşımızın cenazesini kutsal
geleneklere göre kaldıralım. Yoksa, gerçekten ölecek.
Loncanın ödevi, ustabaşının sonsuza dek aramızda olmasını
sağlamak olmalı.
Bilge kadın güçlükle doğruldu, dev adam koluna girdi. Işık
köyün ana yolunda göründüğünde, fırtına dindi.
Ağır adımlarla teker teker evlerinden çıkıp, tapınağa doğru
giden bilge kadının peşine takıldı zanaatkarlar.
Kalemler, murçlar, keserler, gönyeler, suterazileri, cetveller,
armağan masaları, yatak, aynalar, sandaletler, sandıklar, Hakikat
Meydanı zanaatkârlarının tutkuyla ürettikleri daha birçok şey
Suskun Nefer'in mezarına yerleştirildi. Heykeller içinde en duy-
gulandırıcı olanları, ustabaşı ile karısını yan yana oturmuş olarak
gösterenlerdi; Işık koruma belirtisi olarak sol kolunu kocasının
beline dolamış, bakışları olağanüstü bir yoğunlukla birleşmişti.
Ebedî istirahatgâhın eşiğinde, üzerine ustabaşının ka'sını, öte
tarafta sonsuza dek yaşayacak yaratıcı gücünü temsil eden bir
heykelciğin yerleştirildiği boğa toynağı ayaklı bir iskemle vardı.
Tören bitmek üzereydi, bilge kadın mezarın girişine bir per-
sea dikti, Osiris'in tanrılar ve insanlar için yarattığı, yapraklarına
yürek biçimi verdiği ağacı. Kimse gözyaşlarını tutmayı becere-
memişti. Yürek paralayıcı çığlıklar atan Kapkaranın yanında,
yıkılmak üzere görünen bilge kadının dinginliğine hayrandı
hepsi. Sınırsız bir direniş pahasına da olsa, Paneb'in yardımıyla
evine dönmeyi başardı Işık; döner dönmez de yatağına yığılıp
kaldı.
Darbeyi tüm benliğinde hisseden köy, çocuk kahkahasının
bile dağıtamayacağı bir yasa boğulmuştu.
Önderini yitirerek, yok olmaya mahkûm edilmemiş iniydi
lonca?

427
Üç gün geçti.
Kapı açıldı, acıdan bitkin, yine de Hathor başrahibesi kıyafeti
giyecek, yüzünü boyayacak gücü bulmuş olan bilge kadın
göründü. Nefes kesici güzelliğiyle, artık ne neşenin ne de acının
olmadığı bambaşka bir dünyaya aitmiş gibiydi Işık.
— Bana ihtiyacı olan varsa, dedi mezar kâtibine, muayeneye
hazırım.
— Daha acil işler var, Işık. En sabırsızlan yatıştırmayı
başardım ama, zaman geçirmeden köy mahkemesini toplayıp,
biriken şikâyetleri dinlememiz gerekiyor.
— Şikâyetler mi? Kimin hakkında?
— Paneb. Suçlamalar çok ciddi, görmezden gelinemeyecek
kadar ciddi.
Tüm köy halkı Maat ve Hathor Tapınağı'nın üstü açık avlu-
sunun çevresinde toplanmıştı. Soruşturmayı derinleştirmeden
önce, iddia ve savunmayı dinlemek, mahkeme başkanı olarak
mezar kâtibinin göreviydi. Yanında bilge kadın, sol ekip şefi ve iki
Hathor rahibesi, Pişkin Somun Pay ile Somurtkan Karo'nun eşleri
vardı.
— Köyün şimdiye kadar hiç yaşamadığı, korkunç bir fela-
ketle karşı karşıyayız, dedi Kenhir üzüntülü sesiyle. Ustabaşı
Suskun Nefer kendi evinde öldürüldü, bu korkunç cinayeti
işleyen de bizden biri. Eğer katilin içinde ufacık da olsa. dürüstlük
varsa, çıkıp itiraf etsin, hareketinin nedenini açıklasın.
Ağır sessizliği kimse bozmadı.
— Bilge kadın bize cinayetin ayrıntıların] anlatabilir mi? dedi
Kenhir.
— Yardımcılar bölgesinde birini tedavi etmemi isteyen bir
mesaj, beni evden uzaklaştırdı. Evden çıkmam için bir tuzak. Eve
döndüğümde, mesaj kaybolmuş, kocam ölmüştü.
— Suskun Nefer nasıl öldürüldü?

428
— Yüreğine özenle yontulmuş, çok sivri bir çakmaktaşı sap-
lanmıştı.
— Demek suçlu çok güçlü biri olmalı, dedi Araştırmacı İpuy.
Ben, Paneb'i geçitten bir torba dolusu çakmaktaşı getirirken
gördüm. Kurtarıcı Şed de tanıklık edecektir.
Ressam heykeltıraşın söylediklerini doğrulamak zorunda
kaldı. Paneb şiddetle itiraz etti.
— Dağda taş topladığım için, beni manevî babamı, taptığım
adamı öldürmekle mi suçlayacaksınız?
— Paneb gerçekten de çakmaktaşlarını köye getirdi, dedi
Kurtarıcı Şed, onu getirirken gören sağ ekip zanaatkarları var. En
başta da, katil! Bu yüzden çakmaktaşı kullanarak, o yeni ekip
şefimizin suçlanmasını sağlamak istedi.
— Paneb ile Nefer arasında şiddetli bir çatışmaya tanık
oldum, dedi Çakal Unes. II. Seti'nin mezarının nasıl bitirileceği
konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdi.
— Doğru, dedi dev adam, ama sonra aynı fikre geldik.
— Bana ustabaşının firavunun karşısındaki davranışını onay-
lamadığını söylemiştin, dedi Neşeli Renupe.
— Daha da kötüsü var! diye sözünü sürdürdü Unes. Payla
birlikte, kötü kehanetin kaybolması için, ustabaşının evinin
kapısına çizilmiş kırmızı bir eli sildik. O el tam Paneb'in elinin
büyüklüğündeydi!
Pay başını sallayarak onayladı.
— Ortadan kaldırdığınız bir kanıtı değerlendiremem, dedi
Kenhir asabice.
— Yine de iki zanaatkarın sözüne inanmamazlık edemez-
siniz, dedi kâtip yardımcısı İmuni. Üstelik Paneb'i elinde bir taşla
ustabaşının kapısını zorlarken gördüm.
Bir taraftan da, korkunç bir tehdit savurdu: "Kapıyı aç Nefer,
yoksa bu gece ölüm kol gezecek!"

429
— Paneb katil tarafından uyuşturulmuştu, diye açıkladı bilge
kadın. Sözünü ettiği ölüm, kendi ölümüydü.
— Paneb suçlu, diye ısrar etti İmuni. Ekip şefliğine seçilmesi
için, Nefer'in onu evlat edinmesinden başka bir şey düşünmedi.
Amacına varınca, sahtekârlığının farkına varmaya başlayan
manevî babasını ortadan kaldırmak zorunda kaldı. Ben loncanın
arşivlerini inceledim, Nefer'le uzak da olsa akrabalık ilişkisine
sahip olduğumu kanıtlayabilirim. Manevî evlatlığa seçmesi
gereken bendim, Paneb değil! Kâtip yardımcısı üzerine iddialarını
kanıtlayacak notlar aldığı bir papirüs parçası çıkardı.
Paneb bıyıklı küçük adamın üzerine atılmaya davrandı ama,
Kurtarıcı Şed önledi meslektaşını.
— İmuni'nin iddiaları dayanaksız, dedi bilge kadın dingince.
İddia ettiği akrabalık bağı ne olursa olsun, Suskun Nefer ile
özgürce seçtiği manevî oğlu arasında hiçbir anlaşmazlık yoktu,
onları birbirlerine kusursuz bir kardeşlik bağlıyordu.
Dul kadının sözlerine rağmen, geri adım atmadı İmuni.
— Paneb'in suçluluğunu kanıtlayacak birçok belirti var!
Mahkemenin onu suçlu bulmasını talep ediyorum.
— İmuni'nin kıskançlığı bizi yolumuzdan şaşırtmamalı, dedi
Kurtarıcı Şed.
— Elle tutulabilir tek bir kanıt yok, dedi Kenhir.
— Gerçeği öğrenmenin bir yolu var, dedi bilge kadın ciddi-
yetle. Paneb'i akasyanın kucağı sınavından geçirelim. Oradan
canlı çıkarsa, sonsuza dek aklanmış olur.
Osiris'in sırlarına vâkıf Hathor rahibeleri akasyanın kuca-
ğında toplanırlardı; kardeşi Set tarafından öldürülen tanrının
mezarının üzerinde, ürkütücü dikenleriyle yalanı yakalayan bir
akasya bitmişti.
Dikenlerin karşısında, iddialara rağmen suçsuz olduğunu bir
kez daha yineledi Paneb.

430
— Hayat ile ölüm, akasyada birleşir, diye açıkladı bilge kadın.
Ölüm geldiğinde, İsis gelip Set'in açtığı yaralan kapayana kadar,
insanlardan uzaklaşır hayat; işte o zaman ağaç yaprakla donanır
ve doğru insanın korkacak bir şeyi kalmaz. Yaklaş Paneb, yaklaş
ve akasyayla birleş.
Koca dikenler öylesine sivriydi ki hançerden daha keskin
görünüyor, insanın etini keseceğe benziyordu. Oysa genç dev
fazla düşünemeyeceği bir durumdaydı; geri çekilse, suçlu
görülecek ve en ağır cezadan kurtulamayacaktı. Paneb ölüm ve
hayat ağacına satıldı.
Cesur akasyanın kucağından çiziksiz çıkınca, Osiris'in yar-
gısı önünde eğilmek zorunda kaldı İmuni. Ağacın dikenleri
çekilmiş, zanaatkarın vücudunda en küçük bir iz bile bırakma-
mıştı. Böylece Paneb'in doğru söylediği kanıtlanmıştı. Hakkındaki
suçlamalardan aklanan Paneb, bundan böyle aynı cinayetten suç-
lanamayacaktı.
— Bir an bile, dedi Işık, suçlu olduğunu düşünmedim.
— Bu cinayet cezasız kalmayacak, yemin ediyorum, kalma-
yacak!
Bilge kadın ustabaşının ebedî istirahatgâhına kadar yürüdü.
Paneb peşindeydi.
— Şu köye bir bak, dedi Paneb'e. Fırtınanın gözünden kur-
tulmaya çalışan bir gemiye benziyor. Eğer köyü koruyamazsak,
ona içimizdekinin en iyisini sunamazsak, batacak. O zaman
Nefer'in katili herkesi öldürmüş olacak. Nefer'in yerini kimse
alamaz, acımız hiç hafiflemeyecek. Ama eseri sürdürüp Hakikat
Meydanı'nı yaşatmak zorundayız.
Bir şahin köyün üzerinde uçtu, gömütlüğün üzerinde hal-
kalar çizdi, güçlü bir kanat darbesiyle göğe doğru yükseldi.
— Suskun Nefer'in ruhu. diye mırıldandı Işık, bize ışığa giden
yolu gösteriyor.

431

CHRİSTİAN JACQ - CESUR PANEB
CHRİSTİAN JACQ IŞIK TAŞI III CESUR PANEB
Hakikat Meydanı. Firavun mezarlarının yapımıyla görevli
bir grup zanaatkarı barındıran, çölün ortasındaki gizemli köy... Ve
köyün sıradışı üç sakini: Ustabaşı Suskun Nefer, Bilge Kadın Işık
ve gözü pek, dâhi sanatçı Cesur Paneb.
Ancak bu köyde, ne pahasına olursa olsun Işık Taşı'nı çal-
maya kararlı olan ve kimliği bir türlü saptanamayan bir de hain
yaşıyor... Sınırlarda isyan tehlikesi baş göstermiş ve Mısır iç
savaşın eşiğine gelmişken, başkent Per Ramessu'daki Firavun II.
Seti de, Teb'e hâkim olmak isteyen öz oğluna karşı bir ordu gön-
derme hazırlığında.
Cesur Paneb, ilk iki kitap Suskun Nefer ve Bilge Kadın'dan
sonra, yaşamlarını Hakikat Meydanı'na adayan kahramanları-
mızın direnişini anlatan büyük maceranın üçüncü kitabı.
Daha önce yayınevimiz tarafından yayımlanan Mısır Yargıcı
üçlemesinin de yazarı olan Mısırbilimci Christian Jacq, 2000
yılında yazdığı, 54 ülkede yayımlanan ve yalnız Fransa'da bir
milyondan fazla satan dört kitaplık yeni dizisiyle bir kere daha
okurlarının karşısında. Işık Taşı dizisinin üçüncü kitabı Cesur
Paneb'i, Hakikat Meydanı izleyecek.

432
Christian Jacq — Işık Taşı Serisi Cilt 3 — Cesur Paneb
(La Pierre de Lumiere — Paneb l'Ardent)

433

You might also like