Professional Documents
Culture Documents
DÎVÂN-I KEBÎR *
Hazırlıyan
Abdülbâki GÖLPINARK1
İSTANBUL
REMZİ KİTABEYİ
9 3, Ankara Caddesi, 93
YÜKSELEN MATBAASI
İ S T A N B U L — 1957
Kur’an'ın mealini verirken de gaflete düşmedik; bir tophım için kutsal ta
nınan bir kitaba ön-söz mü vazılır? Halbuki dîni terimle söylîyciiıtı; bir harfinin
değil, bir noktasının üstüne titrediklerini sanan «mütfakıyler», ön-söz yazdılar
rablcrinkı kitabına.
Mevlâsâ berini herşeyîm; O olınıca ben yokum; ön-söz yazabilir miyim
O’nııjı sözlerine? Stm-soz de jammam. Şa hai^e ©deceğfcn sözler, bir sunırştmr aziz
okuyucu. Zaten kitabından bahsedileceğine göre kendisi söylüyor demektir; işte
onun için başlık koyassıadün h ı sözlere [*]. Diyorum ki, diyor ki:
Büyük şâir, büyük mütefekkir, büyük kısan MevSânâ Cetâleddîn’Û! şiirin
den uzun uzadıya söz açmanın pek de titanımı yok, ana kadar özelinde dura
cağız, çünkü «Mevlânâ Celâleddirt» a’llı kitabımızda O’nım tasavvufa verdiği mo-
e k m ! mahiyetten de, O’ndaki lefm aasyonduı da, O’nun şiir telâkkisinden,
p i ı v t t i ansRİanka da etraflıca bahsettik (Bu kitabın dördüncü kısım olan
«MeviâmYya Göre Şiir» bölümRae bakaasr, İst. İnkılâp ESiatevi — 1952, II. ba
san, s. 247-265).
«Şiir de nedir ki ondan lâf edeyim? Şâirlerin hünerîerindcn başka bir hünerim
var iıcnim» diyen Mevlânâ Ceiûleddln, biçbir vakit şiir söylemek için çiftte ka
lem almamış, uzun-uzuıu, çizip bozarak şür yazmamıştır. Temelli, özlii bir bil
giye. pek bassas bir teriâî kabiliyetine, çok kuvvetli bir görüşe, bir dikkate, ola
ğanüstü ve gerçekten de orijinal bir buluş kuıdteetfeıe ve şiddetli bir duyguya sn-
hib otan Mcvlâna, günlük olaylardan. derhal mtifcessk otan çoğu defa vecdi için
de semâ’ ederken duyduklarını vezin vc kafiye potasına diikerek söylentiye baş
lardı. Çevresinde toplananlar, O’nun her sözünü ilham telâkki ederlerdi. Bam
ların arasımda «Katib - sİ esrâr» yâni sır kâtipleri ıdiye amîajj ve Obura şiirle
rini kaydetmeyi kendilerine ödev edinenler, hemen yazarlardı. Sonradan ba-
hir-bahir aynlan iter bahir, alfabetik bîr tertiple düzenlemen «Dîvân-ı Kettir»
böyle doğmuştu. Netekân hikKğimize göre «Mesnevi» de, ilk önsekiz beyti müs
tesna, Çelebi HusâmetHin tarafından yazılmak suretiyle, gene böyle meydana
gelmişti (Aym kitap, s. 117-122).
' 252). Fakat devrinde serbest şiir de yazacak değildi elbet. Ancak birçok gazel
lerinde vezinden şikâyet eder, bu şikâyeti lâf oîsrnı diye değildir, içtendir. Kafi
yeleri de çoğu defa mukayyet kafiye değildir. Değildir amana göze batacak, kula
ğa hoş gehniyecek kafiye bozuklukları da yapmaz. Yalnız fikirlerinde nasıl hür
se, nasıl hürriyeti herşeyden üstün tutuyorsa, nasıl kula kulluk etmeyi hoş gör
müyorsa şiirinde de birteviye bu hürriyet havası eser durur. Meselâ tercemeıhizln
50-53. sahnelerini lcaplıyan tercFin ilk üd bendi onar, üçüncü bendi beş, dtiıiriin-
cii bendi gene beş, beşinci bendi on; altıncı bendiyse onlbtr beyittir ki klâsik Do
ğu edebiyatında böyle birşey yapılamaz. 190. sahifedeki gazel Mevlânâ’cın pek
beğendiği ve Yunus Emre, Sait Emre gibi îürkçe yazan şairlere de ilham ettiği
musanııınat tarzındadır, fakat kafiyeli ayndır. ille beyit «Y» kafiyesinde olduğu
için bahrin o harfine alınmıştır, halbuki öbiiı- beyitlerin her bireri, birer «Küfret
tir, hiçbirinin kafiye bakamından öbürüyle bağlıkğı yoktur ki bu tarzda yazılan
şiire gazel denemez, böyle bir taız da klâsik edebiyatta yoktur.
Olağanüstü buluş kudreti, şiirine gerçekten de orijinal bir biinye verir. Mese
lâ şahrem-şalırem yardmış yeryüzü, göğe yüz tatmuş bir gariptir âdeta. Halka
yiik olan beyler, cemaatin sırbnda giden tahattur sanki. Gerçeği bıkar erene söz
söylemek, ölü yıkamaktır, kaya kaşımaktır ve bu çeşit buluşlar, hcın de İliç yadır-
ganmıyan buluşlar, «şâirâne» İlkten doğma yapmacık değil, rcel irahışlar, O’nua
hemen her şfirinde var.hr, her şKrinm ana unsurlarından birâfir. Bn bulaş, O’nsnı
dünya görüşündeki insini duyguyla, sınırsız müsamahayta birieçûîce gerçekten
de ileri, geleceği kavnyan, yüzyıllara hükmeden bir görüşü sağlar ki onu asıl ebe
dileştiren, milletlerarası mütefekkir bir şâir vasfına sahih eden itte asıl budur bizce.
— VIII —
hiç yoktur. Bir beyitte rinttir şair, öbür beyitte yarını düşünür, bir başka beyit»
te Tann’ya dayanır, ondan sonraki beyitle sfikiden şarab ister. Sonra gazel şu ka
dar beyitten aşağı olmaz, bu kadar beyti aşmaz. Halbuki Mevlânâ’nın her şiiri
bir tümdür; ilk beyitle hangi fikri ele almışsa sona kadar o fikri güder, onrian
başka bir yere yönelmez. Beyit sayısı da keyfmoedir. O’nun. Bâzı gazelleri uza
dıkça uzar, bâzı gazelleri dört beyitte biter. Zaten eminiz; Mesnevî’yi Kur andın
özü, her sözünü ilham sayanlar £a buna dikkat etmişlerdir, âyetlerin nasıl «nü-
zftl sebepleri», hadislerin nasıl «vürud sebepleri» varsa Mevlâıtâ'mn her şiiri de
bir olaya dayanır, bir fikri güder, bir tezi savunur; işte böyle bir insandır, insan
lıktır, candır, cânâcvhr; zamanında da şimdi de yerenlere amaçtır, kınayanlara
konudur; sevenlere ruhtur, dostlara özdür, dillere sözdür Mevlâtıâ.
*
Konya’ya gittik, Gümüş Eşik’e yüz sürdük, Dîvân’m fotoğrafyasını aldırdık; bi
ze müsaadeyi veren Maarif Vekilliğine, Müzeler Umum Müdürlüğüne, Konya
Müzesi Müdürüne şükranlarımızı, minnetlerimizi sunmak, bir borçtur. İstiyor
duk kİ bir cilde sığmasına imkân bulonmıyan Dîvân-ı Kebîrin her cildi, o ciltte
tere em den sunulan metinlerin de tıpkı-basmıım kocadasın. Hattâ ba istekle, D î
vândın gömleğinin aıtetm a, farsça «Dîvân-ı Kebîr» diye de y ^ ın n ijtık Fakat
çeşitli teknik imkânsızlıklar, İm isteğimizi imkân sahasına ulaştıramadı, bir yan
dan da bu, daha İyi oldu. Dîvân’ın metnini aynca sunmak, onu hiç bölmemek el
bette daha iyi bir iştir. Kaç ciltte bitecekse tereeme bittikten sonra ilk sahifeler
ve aslmdakinin aynı olmak şartiyle «Dîvân-ı Kebîr» in metni, son cilt vc tıp-
kı-basmı olarak okuyuculara sunulacak, heyecandan titreyen eller, iştiyaktan nem
lenen gözler, bu mübarek eseri öpecektir. Hattâ yalnız Dîvân-ı Kcbîr’i değil, Mes
neviyi de Mcviânâ’nın diğer eserlerini de, Mevlevîliği ilgilendiren başka eserleri de
tıpkı-basmı metinleriyle vermeyi vade^iyoruz, azmettik buna; inandık ki Gül-deste,
ancak tam metin verildikten sonra olabilir ve metni veribniyen tereeme, elbette
noksan kalır.
*
Konya’da vc diğer yerlerde Dîvân-ı Kebîrim birçok nüshaları var. Dunların,
içinde 768 Şevvalinin ikisinde (II.V11.1367) Osman oğhı Haşan tarafından yanl
ın lya başlanıp 770 Rehiülâhırının ilk günü (13.X.1368) yazılması ve karşılaştı
rılması biten iki ciltlik Dîvân, nüshaların en sağlamı, en doğrusu ve en tamıdır.
Tercememizde, Müzenin 68, 69 No. larmda kayıtlı edan bu Dîvân'ı esas tuttuk,
tıpkı-basımını sunacağımız Dîvân da bndıır. Her iki d it 0.325X0.47 cbadında-
dır. Cildi siyah meşin ohıp arabesk bendesi taksimatla, kenarları da bağ denen-
hendesî şekillerle bezenmiştir. Her sahiîcdc dört sütun, otuz üçer satır vardır.
Fas l ve bahir başlan kısmen, yahut tamamiyle müzehheptir. CiHi yapan Abû -
Bekr . al Mavlavrdir. Ketebesi ikinci cildi» 289. sdgfcşhdü bir sata* olarak şu
dur:
«İbtidâ-i in n,üsha-i Dîvândı mukaddes ez sânî-î şevval sene-i samâne va
sittîne va- sab’amia vc temam şor?c® ve ımıkaabelc herden be avn-ı ilâhı azze-
şe’nuhu ve be sihhat resânîden be kilâbet-i bendc-i zaîf u uahîf al-muhtacıı ilâ
rahmat-AUâhu taâiâ Haşan ilmi Osmâıı-al Mavlavî der gıırra-i rabîulâhır liseneti
sab’îua va saVaıma.»
Yâni:
«Bu knthı Dîvân nüshasının yazılmasına yedivüz alfamşsekiz yılı şevvalinin^
ikinci günü, Ulu Tann’nın rahmetine muhtaç güçsüz-kuvvetsiz, Ankkol Osman
oğln Mevlevi Hasa» tarafından başlandı, şanı yüce olsun, Tann yarduniyle de
yediyiiz yetmiş yılı rebiülâbınnın ilk giinü yazılması, karşılaştırılıp doğru oldu
ğunun anlaşılması bitti.»
290. sahifede altın cetvel ortasında, Selçuk tarzında, fevkalâde müzehhep ye
— XI —
di daireden meydana gelen kısımda, arapça ibareyle, kimin adına yazıldığı kayıt
lıdır ki, bu ibarelerin tiirteçest şudur;
«Ulular uhısu salıip, büyük vezir, Arab olan, Araptan gayri bulunan vezir
lerin üstünü, bütün bu verirlerin güvenci, kalem erbabının en ileri gideni, cömert
lik ve ihsan sahiplerinin oydukları zat, yücelik ve kerem örtülerinin sahibi, ha-
yı-lı, himmetti işlerin en yücelerin* elde etmiş, en yüce, en güzel buy ve affederi
özünde toplamış olan, Âdcmoğullarınin işlerini düzene sokan; T am başarılar
versin, başarılanın daimî etsin, doğru yola ulaşmayı yoî'îaş elsin ona; toprağı ari,
ruhu şâdolası rahmetli ve yariıgsurmş Husâmcddin Hasan’ın oğlu, yücelikler özü,
şeriat ve Dinin Şerefi Mevlevi Hâce Emir Safı’nın okuması kin ycdlyüz y c 'i yılı
rebiidâhırında Taım’ya hamdedHerek, Peygamberine salâvat verilerek yazıldı.»
Tuluğa çağıran zat Öylesine bir zat ki AJ1ab onu lutuflann, güzel ve iyi huylanıl
cn güzellerine, en iyilerine mazhar etmekte tek bir er kılmış, eşsiz-örneksiz bük
lerle hikmetlerde biricik olandı yaratmıştır; seçmiştir onu da bütün ümmetlerin
cn olgunlarının bile olguna katmıştır. Dünyada, Araplar arasında da, Arab ol-
mıyanlar arasmda da tanınmış, bilinmiştir. Önce ge(ekerin de sevgilisidir, sonra
dan geleceklerin de. Hakk’ın ve Dinin Celâl'idir, şeriat sâhibi peygamberlerin en
üstünlerinin hakıykaikrine vâristir. Tama, apaçık sırrıyla kntlasin, apaydın nu
ruyla ışıklandırsın bizi»
*
tik cild olarak bahr-i rccezle bahr-i mazâri’ arizi sunuyoruz. Bahr-i recez-
de 111. sahîtedeki gazel, LXXXÎII. gazel olacakken bir numara k z h yazılmış;
'bunun ve bundan sonrakilerin düzeltilmesini dileriz. Bu bakirde CLV11I, bahr-i
muzâri’ arizdeyse CXLVÎ şiir var. Böylece iki bahirdeki şiirlerin sayısı CCCTV
tiir. Fakat bahr-i recczin «A» barGa 'en üç, «D» harfinden bir, «Y» harfinden
de gene bir gazeDc bahr-i mtızâri’ arizin «T» harfinden bİT gazelin tcrcemcsiui,
nasılsa unutmuşuz. Bunlar, metnin 9, 13, 16, 39 ve 45. sahifelerindedlr. Bu ga
zellerin tercemelcrini, sonda, ek olarak sunduk. Böylece bunlarla beraber bu 3d
bakirde tam CCCX şiir var lir ve beyit sayısı 3612 dîr.
Bu gazellerin içinde bazılarının ne sebeple re ue vakitler söyleudiğisl EfM-
kfden öğreniyoruz:
XX. gazel, Sultan Veledin düğününde okuduğu gazeldir (s. 33,Marcâkıb-3j
Arifin, İst Üihv, K. Farsça yaz. 123.1, 139, a; Tahsin Yazıcı tere. Maarif Vekil,
yayıc. 1953-1954, n , 165). LXİX. gazel Kemâl-i Kavval’in rivayetine güre bir
Eeıt.â’ esnasuıdla ve Kemâl’in tefine bir avuç toprak koyduktan sonra söylediği
gazelür. Menkabeye göre bu bir avuç toprak altın olmuştur, tüze göreyse Keınâl-i
Kavvâl, Mevlânâ’nm sunduğu bu bir avuç toprağı altından da değerli bulmuş
tur (s. 94, aynı, 86. a, I, 942). LXXIX, gazel, EflâU’ye göre Zırva hamamına gi
rip yedi gün kaldıktan sonra çılanca söylediği gazel ir (s.105, 106. a, I, 616).
Eflâkfıtin rivayetine göre Muîneddtu’in evindeki semâMan sonra kalkıp hamama
gitmiş, yedinci günü Sulan VeSai’in rscasiyie çıkmış ve yüzüne bakarak CXL. ga
zelin (doğrnsa CXXXIX.) 17. beytini (beyit. 1314) okumuştur (s. 192, 56. a-b,
I, 321). CLI. gazeli (doğrusu CL.), torunu ühı Arif Çefebi’nin doğumu öolayı-
-siylc söylenmiş ir (s. 20S, 160. b, II, 284). Efîâlo’ye göre «D» harfine a ii olan
CLXII. gazel, Kâtib-al esrâr Fahreddiîi Sîvâsî’ye sÖylesuniş'İr. Bu zat, şiirleri
temize çekelken bâzı sözleri değiştirmiş. Bir gün delirmiş. Hattâ Eflâkî, bu de
liliği, şiirlerin sözlerini değiştirme yüzünden mâneıvî bir tedip saymadadır (45.
b-46. a, 1, 259).
Eflâki, «Gene geldim, gene geldim; işte budur âşıkların deliliği» mealindeki
mısrâTa başlıyan şiirini, Çelebi Celâledln İsfehsâtâr rivayetiyle, gene bir gün
Ihamamdan çıkınca okuduğunu söylüyor (86. a, i, 491). Gazelden verilen bu fik
— XIII —
mtıtâ% bizim XCI. (doğrusu XC.) gazelin ilk mısrâına pek benzer, fakat o m u-
■-bir. yâni mısrtf yanlış mı yazılmıştır? Bunu kesin olarak söyiiyemeyiz. Çünkü
Mevlânâ'ya atfeıSien ve Eflâkî’ntn kayJ«ttiği mısrâ’la başlıyan bir gazel dfc var
(Dîvân ı Kebîr, İst Üniv. K. F. yaz. 1270, 79. a). Bu gazelde farsçaya uyırayan
düşüklükler, saçma-sapan sözler, tekrarlar bulunduğuna göre besin olarak Mcv-
lânâ’n n d eğd ir, zaten metnimizde ve doğru nüshalarda da yolc. «Gene karga
şalıklarla, gürültüler kopararak geldim; budar âşıkların deliliği. Gene coşarak
geldim; buinr âşıkların deliliği» meâlindcki beyitle başhyan bir başka gazel da
ha var ki bu da muahhar yazmalara girmiş (meselâ İst. Önb. K- F. y. 1234, 186.
a-b). İçinde arapça, törkçe beyitler de bulunan ve tamamıyla bozuk-düzen tur ka
ralama olan bu şiirin de Mevtanâ’ya aid olmadığı muhakkaktır. Eğer Eflâkî, bu
iki gazelden birini, yahut bizim sandığımız gibi ilkini kasdediyorsa bu, ancak
Mevlânâ’nın pirlerine bs^ta şâirlerin şiirlerinin, çok esk ib n kanşsmya başladı
ğını gösterme si bakımından Önemlidir.
Dîvân-ı Kebîr, bittim doğu divânlarında olduğu gibi alfabetik bir tertibe tâ
bi tutulmuştur. Ancak büyüklüğü dolayısiylc her bahirdeki şiirler, ayrı bir dîvâna
gibi sjn ı tertiple sıralanmıştır. Bu yüzden Mevlânâ’nm coşkunluk ve verim dev
resindeki şiirler, ilk devirlerindeki manzumelerle son zamanlarındaki manzume
ler, bu Dîvân’da koyım-koyunalır, kucak-kucağa. Zâbjdâne bir şiirle bütün ka
yıtlardan hür bir gür, pınL-pırd aşktan ibaret sözlerle TanrıJya ihlâsîaıt örülen
sözler ysm-yanadır, baş-başa. Son söylediği şiir bile vezni yüzünden ilk bahirde,
«N» harfinde efe. Hâsılı bu çeşit bir tertip, şiirleri kronolojik sıralamaya, Mev-
lânâ’n n geçirdiği rfthî devrimi adan-adım takibe imkân bırakmaz. Fakat ne ya
palım ki biz metni sunuyoruz, Dîvân’ın klâsik terlibirsi boşamayız. Bu rûbî dev
rime göre bir «Güi-deste» yaptık. Dediğimiz gibi her Mevlânâ âş kı, her bilgi
dostu, hemen herkes, tam metili, tam tereirmeyi beraber istedi. Bu istek de bi
zim isteğimiz okta, bu işe giriştik. «GüM csie» dc sunduğumuz gazeller, tabiî nüs
ha farhlariyle belki altı, belki beş ciltte taroamlıyacağnmz Dîvân- 1 Kebîrim şu,
yahut bu cildine ayrı-ayrı, yer-yer girecektir. Bunda mazuruz, mazur görülece-
ğimizden de eminiz. Tam o gazele geldiğimiz vakit, merinde de oraya rasbtmış
olan gazeli aihyamazdtk. Biz bu gazeli, «Giil-deste» dc, filânca gazel olarak ter
ecine etmiştik, niisha farkları şunlardır diyemezdik, tam oıetin sunuyoruz biz.
— XIV —
Ya bütün bu sözleri ederim dc, derim de bu işte benim kadar emeği geçen
leri gönül diliyle anmam ım sanırsın a benim cânrnı?
öyle şey mi yaparan ben, böyle iş mi ederim?
Yardım edenlerim var elbet. Gönlümün çerağun yakan, yo hamı aydınlatan,
elimden tutan, beni çekip bağrına basan azizim Hüseyin Fahred İn Dede, Dede-
— XV —
Abdülbâki GÖLPINARL1
Sonradan Dîvân-ı Kebîre
Yazılan Ön - Söz
RAHMAN VE RAHİM ALLAH ADÎYLE
- A -
Rezil oldu ,çırılçıplak kaldı, düşman bile onun haline ağladı; ak
rabaları, yasa batmış kişiler gibi onun haline ağlayıp feryad etmiye
koyuldular.
30 * Firavun olmuştu, Nemrud'du âdeta; gerçekten de ben Tan-'
rıyım der dudurdu. Boynu kırıldı da rabbim, rabbimiz demiye baş
ladı.
Yüzü safran gibi sarardı. Şirin yüzlü, şeker dudaklı bir işveli gü-
zelin bakışlarının açtığı yaradan başka bir yarası da yoktu.
* O güzelin okuna mı daha fazla şaşmak, yayına mı, gözleri mi
daha güzel, dudakları mı? O mu daha vefasız, dünya mı, o mu daha
çok gizli, zümrüdüanka mı?
Şimdi, âşıkları sınama hususundaki can sırrını söyliyeyim, gizli
kilitten, gizli zincirden kurtul da kendine gel, kulaklarını aç da dinle.
* Fakat kulağını nasıl açabilirsin ki? Kendinden geçmiş kişide
kulak nerde? Aklı fikri, Tanrı dilediğini yapar hükmünden başka bir
kurtaran yoktur.
Bu bağıran çağıran, ıztıraplara, heyecanlara düşen hocanın da
sinek gibi kanatları koptu; Ayşenin aşkından ağlamıya başladı, göz
lerime ak düştü diye feryada koyuldu.
Gerçekten de sizden sonra helâk olduk, sizden uzağız, vay bize,
evyah bize. Sizin bulunmamanız, yaşayışa bile bir ölüm; gönül rıza-
siyle dönün, gelin bize.
Akıl size rehin verilmiş, hüzünlerimize derman olacak birisi yok
mu? Gönül, sınamalarınıza uğramış, helâk cehenneminin.ta ortasına
düşmüş, yanıp duruyor.
Ey eli ayağı sağ hoca, kaza ve kader gelip çattı da ayağını kır
dı; sen çok günüller kırmıştın, onların cezası, geldi de ayağına isabet
etti.
* Bunu gene Tanrı inayetlerinden say ki uğradığın zarar, aşk ci
varından geldi çattı; geçici aşkı bırak, işin sonu Tanrı aşkıdır.
40. Gazi, alışsın, usta olsun da savaşsın diye önce oğlunun eline
tahtadan yontulmuş bir kılıç verir.
İnsana âşık oluş da o tahta kılıca benzer, belâlara uğrayış sona
erdi mi aşk, rahmet sahibi Tanrı'yadır artık.
* Önce Yusuf, yıllarca Zeliha'ya tutuldu; sonucu Tanrı'ya âşık
oldu da bu sefer Zeliha, Yusuf'a gönül verdi.
O kaçmıştı, Yusuf pekine düşmüş, gömleğine el atmıştı. Sonun
da iş tersine döndü, o, Yusuf'un gömleğine el attı, çekti, yırttı.
Kısas yerine geldi dedi, gömleğimin öcünü aldım bugün. Yusuf,
ululuk ıssı Tanrı'nın aşkı bu çeşit çok tersine işler yapar dedi.
ÎT
isteyeni istenen haline getirir, alt olanı öst eder, nice dua edenle
ri keremiyle, lûtfuyla dualara kıble yapar.
Söz İnceldi burda soluk ağıza sığmıyor, artık yanıltmaca söz
söylemek istiyorum, o çeşit söz, burda yaraşır mt yaraşır.
* O, ben kimim ki demede ,ben topraktan düzülmüş bir şekilden
ibaretim; remil döken, toprağa, doğru, yanlış, bir şeyler çizer.
Bu sözü hocaya bırak da bak, gör; bana, aşk sakalıma ateş vur
du, Tutuşturdu, neden beni bıraktınız diyor.
A kerem sahibi hoca, gitmiştim amma şu âhır zamanda, halini
bütün âleme söyleyip yaymak İçin işte hemencecik gene geldim.
50. Bön adam ne soyliyebilir; güneşten ancak bir zerre, uçsuz
bucaksız denizden bir katre olan kişi, şu sonsuz macerayı nasıl an
latabilir?
Sana bir katre gösterdi mi ötesini anlarsın artık. Alım-satımda
da ambardaki buğdaydan bir avuç buğday gösterirler.
O bir avuç buğdayı gördün mü geri kalanını da bilirsin, değir
men dönünce nasıl bir un olacağını anlarsın.
Sen de eski bir ambarsın, elini bir daldır da al şu ambardan bir
avuç buğday; gör bakalım ne.çeşit buğdaysın, bir gör de sonra değir
mene götürmiye kalk.
O âlem değirmene benzer, şu âlemse harmana; burada buğday
mısın, fasülye m i? Her ne isen orda da ancak osun.
Yürü, bırak şu inadı a inatçı, bak, o hoca bekleyip duruyor,- o,
işini yarım yamalak gören işçi, acele etmede, hadi gel diye çağır
mada.
Ey hoca, nasılsın sen, söyle; bu fitnelerle dopdolu yerde yorulup
kalmışsın,- çaresiz dertlere uğramış bir halde kanlara batmışsın, top
raklara bulanmışsın.
Hoca diyor ki: Meded ey Müslümanlar, sakının gönüllerinizi, ak
lınızı başınıza alın, benim kanım döküldü, bâri bu, sizin başınıza gel
mesin,
Aşıkların ıztıraplarını gördükçe çok kınadım onları, fesatlarla, kö
tülüklerle dolu bir gönülle çok kötü, Çok yaraşmaz sözler söyledim on
lara.
* «İnceden inceye halkla alay edip koğuculukta bulunanların vay
hallerine» âyeti, kötü sözler söyliyenlerin hakkındadır. Alay edene
koğuculukta bulunanın devası, yaptığına uğramaktır, ettiğini bulmak
tır ancak.
60. O insan ağzı mıdır, yılanla akrebin oyuğu mu? O oyuğu sa
manlı balçıkla sıva, yakınları dalatma akrebe.
Aşka düş de adı sanı terket, taneleri de bırak, tuzağı da,- taşa
altın adını tak, cefaya .eziyete şeker de.
12
111
* Ey îsâ nefesli dudu kuşu, ey şirin sesli, güzel sesli bülbül, ha*
di, o cana canlar katan nağmelerle zühre'yi şaşkın bir hale getir, ken
dinden geçsin gitsin.
Güzellik dâvasına giriş, gel de yüzlerce düşman, yüzlerce dost;
yabancı, bildik, herkes, safran gibi sapsarı yüzleriyle, yaşlı gözleriyle
tanıklıkta bulunsun.
Gam herkesi ağlatır, erkek, kadın, herkes gam yüzünden feryad
eder. Bizi gamdan kurtar artık, çünkü o, zulümde ejderhalaştı âdeta.
Hafif, sert nağme çavuşlariyle deş gamın karnını da; ey güzel
sesli dilber, adaletinle yokluk ülkesine bile bir hay-huydur düşsün.
* Sâkimizi an, yüzlerce tulumu havalarla doldur, o Şirin yüzlü
dilberin aşkıyla ruhları Ferhad haline getir.
* Gönlün sanki İsrafil'dir, balçıktan yaratılan insanı diriltmede
sin; lütfet de kulağımıza Tanrı nefesini üfle.
Biz harman çeçi gibi yerlere saçılmışız; buğdayla saman karma
karışık bizde; can yelinden bir esinti ver de buğdayı samandan ayır.
Lütfet de gam, gamın yanına gitsin, sevinçli de sevinçlinin ya
nına. Güi, gülün bulunduğu yere gitsin, gönül göğe ağsın.
70, Şu güzelim tanelerin kulakları bir hoş rahmette, ümitleri bîr
seher yelinin esintisinde ,öylece yeryüzünde mahpus kaldılar.
Lütfet ,can İşi altın gibi parlasın, güzellerle kucaklaşsın; ayakları,
şimdi baş olsun, saman çöpleri, şimdi kehlibar kesilsin.
Bir nefescik sus artık; izin verilseydi kimsenin, temiz kardeşle
rin kulaklarına bile söylemediği bir sırrı söylerdim elbet.
13
IV
100. * Gâh şu beşe, altıya âşık olur, gâh güzel canlar diler. Ba
zı kere de konak yerini kaybetmiş deve gibi o yana, bu yana yeler
durur.
* Gâh kuyu kazan gibi ümidi aşağılardadır, alçaklara iner, gâh
Karun gibi definelere dalar, hazineler gizler,- gâh da Mesîh gibi taze
leşir, göklere ağar, göklere çıkar.
* Sonucu, senin lütfün ona yol verdi mi halden hale girmeden,
renkten renge boyanmadan kurtulur, şeyyadımız şeydalaşır ,deli olur
da kuşluk güneşi gibi bir renge dalar artık.
Balıklar gibi denizlere dalar, bağı ,bahçesi, yurdu, vatanı deniz
olur,- mezarı da denizdir artık, kefeni de; denizden başka ne varsa hep
sini ölüm bilir, veba sayar.
* Şu renklerden sıyrılır, îsâ'nın küpüne girer, «Tanrı boyası» be
lirir, artık Tanrı, dilediğini yapar.
Kötülüklerden kurtulur, hayadan da,- dönüp dolaşmaktan da
uzaklaşır, konup göçmekten de. Milin çevresinde dönen değirmen ta
şı gibi gitten de halâs olur, gelden de.
* Gerçekten de kapınızı açtık, dostlarınızı uzaklaştırmayın; siz
den sonra gelecek1soyunuzu, sopunuzu da size kattık, işte budur sev
ginin mükâfatı.
Gerçekten de belinizi sıkıca bağladık, gerçekten de suçlarınızı
yarlıgadık; rabbinize şükrettiniz ya, bütün bunlar o yüzden; şükür,
razılığı elde ettirir..
Müstef'ilün müstef'ilün müstef'ilün müstef'ilün; anlatış kapısı
kapalı, artık de ki: Susmak bizce daha iyi, daha yerinde.
17
V!
Ey sakiler, ey sâkiler, bugün bir biz varız, bir de siz varsınız. Bir
boğucu suya düşmüşüz, hele bakalım, kim yüzme biliyor?
110. Dünyayı sel kaplasa, her dalga deve kadar büyük olsa su
da yüzen kuşlara ne gam. Gökyüzünde uçan kuş, tutar da bunu dü
şünür mü?
Yüzümüz şükürle parıl-parıl parlamada, denizin dalgalarına ka
rışmışız; hani balık gibi. Balığa da deniz, tufan can verir, canına can
lar katar.
* Ey şeyh, bize bir futa ver.. Ey su, dalgalan, sar bizi dalgaların
la. Ey İmranoğlu Mûsa, gel de asânı vur denize.
Bu şarap, her başta bir başka sevda yaratmada, fakat bana o
sâkinin sevdası yeter, geri kalanın hepsi sizin olsun.
Saki, dün yolda sarhoşların külahlarını kapmıştı; bugün de hır
kamızı soymak için bize birbiri üstüne şarap sunmada.
* Ey ayın da, müşteri'nin de hased ettiği güzel, sen peri gibi
gizlice bizimlesin ,beni güzef-güzel çekip götürmedesin; yalnız nere
ye götürüyorsun, onu söylemiyorsun.
A iki gözüm, gözümün jşığı, nereye gidersem gideyim, sen be
nimlesin; ister çek, meyhaneye götür beni, sarhoş et, ister al, götür
yokluk makamına, yok et.
* Dünyayı Turdağı bil, biz de Mûsa gibi tecelli istiyoruz; her ar>
Tanrı tecellisi gelmede, her an dağı yarıp parçalamada.
Bir an olur, yeşerir, bir an gelir, bembeyaz olur, berraklaşır, gü
zelleşir. Bir an inci olur, bir an lâJl kehlibar kesilir.
Ey ona kavuşmak, onu görmek istiyen, onun tecelli makamı
olan şu dağlığa bak. Ey dağ, ne biçim şaraptı içtiğin şarap? Biz sar
hoş olduk, gelin dostlar, gelin.
120. Ey bağ sahibi, ey bağcı, neden bize sarılıyor, neden bizi bı
rakmıyorsun? Biz senin üzümünü yediysek sen de bizim sarığımızı
aldın ya.
V. T
VII
VIII
IX
XI
XII
Xft1
XIV
XV
Gökyüzünden cana, hadi, geri gel diye bir sestir, geldi. Can da
a güzel dâvetçi, merhaba, geliyorum diye seslendi.
* Duydum dedi, başüstüne, her an sana yüzlerce can feda olsun;
bir kere daha çağır da «Hel etâ» makamınadek uçayım.
Ey eşsiz konuğumuz, canımızın sabrını da aldın, kararını da; seni
nerde ariyayım ,nerde bulayım? Seslenen, candan da dışarı, mekân
dan da üstün bir yerde dedi.
210. Şu zindandakilerin ayaklarındaki ağır zincirleri çözeyim,
gökyüzüne bir merdiven kurayım da can, yücelere ağsın.
Sen cana canlar katan güzelsin, nihayet bizim şehrimizdensin, öy
le olduğu halde tutuyor, garipliğe gönül veriyorsun, bu, vefaya sığar
mı?
* Avareliği bir şerbet gibi içmişsin; evin yolunu unutmuşsun; c
Kâbiili büyücü karı, kötülüğünden sana çok büyüler yapmış olacak.
Şu birbiri ardınca konup göçen kervanlar, hep oraya koşup gi
diyor da senin başın nasıl dönmüyor, yüreğin nasıl kabarmıyor, neden
bu?
Kervanbaşînın/ çanların önden, arttan gelen seslerini duymu
yor musun? Nice yoldaşlarımız var da, nice hemdemlermîz, hep bizi
bekliyorlar.
Bir bölük halk orda bizi beklemede, hepsi de bizim sarhoşumuz,
bize dalıp kendilerinden geçmişler; a yoksul, padişahın yanına gel di
ye kulağımıza nâralar atıyorlar.
28
0
XVI
Ey aşk, herkesin yanında bir çok adın sanın yar, fakat ben dün
bir ad daha takdim sana, bir adını daha söyledim: İlâcı olmıyan dert.
A güzel, canımın aydınlığı senden, senin yüzünden gökler gibi
dönmedeyim. Canım güzelim, buğday yolla da değirmen şaşırıp kal-
masın.
Artık ondan bahsetmiyeceğim, şu beyti söyleyip susacağım, ye
ter bu; Canım, şu hevesle yandı yakıldı, rabbimiz, sen hoş tut bizi.
30
XVII
XVIII
Bugün gördüm sevgiliyi, gördüm her işe, her güce aydınlık ve
ren güzeli, Mustafâ'nın ruhu gibi göklere ağıyordu.
240. Güneş, yüzünü görmüştü de utanmıştı. Gök, gönül gibi ya
rılmıştı. Parçalanmıştı. Onun parıltısı vurmuştu da suyla toprak, ateş
ten de fazla aydın olmuştu.
Göster dedim merdiveni, göster de göklere ağayım. Dedi ki: Mer
diven, senin başındır, başını al ayaklar altına.
Ayağını başının üstüne koydun mu yıldızların üstüne ayak ba
sarsın. Hevâ ve hevesini yendin mi ayağını havaya atarsın, hadi gel.
Göklerde, havalarda yüzlerce yol belirir sana, her seher çağı, dua
gibi göklere ağarsın.
32
XIX
XX
XXI
XXII
Vefa ve mürüvvetin coşar da belki bîr kapı açarsın, kalk, gel der
sin ümidiyle kapında oturmuşum.
Ey güzel yüzynde daima yüzlerce lütuf, yüzlerce merhamet nüru
parfıyan güzel, canım kapında, senden gelen misk kokularına, am
ber kokularına gark olmuşum.
Sorhoşuz biz, başımız dönmede, başkalarının işleriyle alış-verişi-
miz yok. Dünya alt-üst olsa gene umurumuzda değil, tek senin aşkın
ebedî olsun.
Aşkın el çırpmada, yüzlerce başka-başke âlemler yaratmada,
boşluktan, göklerden dışarı yüzlerce yepyeni asırlar meydana getir
mede.
Ey gül gibi gülen aşk, ey akl-ı kü.ll gibi güzel bakış; ey «Hel etâ»
meydanının eşsiz binicisi,güneşi tut, koy çuvala.
Bugün konuğuz sana, güler yüzünün sarhoşuyuz. Andolsun Tan
rı'ya yüzünü andım mı gönlüm benden gidiyor.
280. Damından başka dam nerde? Adından başka ad hani? Ey
tatlı, güzel edalı sâki, ne gezer kadehinden başka kadeh?
Bir uyanık can. bulursam eteğine yapışacağım, himmet jstiyece-
ğim. Ah, keşke uyuyabilseydim de rüyada yüzünü gösîerseydin.
Ey kapısında kulları, köleleri toplanmış ulu er, dışarı çık, salın.
Çünkü o gönüller kapan sarhoş gözler yüzünden sarhoşum, kendim
den geçmişim.
Kanlı gözyaşlarını, derdinle yırtılan yüzlerce gömleği gör, fer
yatları duy, boynuma, yüzüme, önüme, ardıma bulaşan ciğerimin
kanlarını seyret.
Yüzünü gören ilden ile gezer, bir mecnun olur. Ona ne diye
ileneyim? Ne diye belâya çatmasını istiyeyim? Zaten taşları, topaç
ları yiyecek.
Ey insanların padişahı, bundan beter belâya da senden haberi
36
olmıyan can uğrar. Aman ,beni, seni görmez bir ha(e düşürme, kör
lük belâsına uğratma.
Kantar, can denizinin kıyısına sel gibi akıp gidiyor; denizfe bi
lişmişler, başka bildiklerden kesilmişler.
* Bîr sel var, hayran-hayran akıp gidiyor,- bir sel var, yolunu yi
tirmiş. O, hamdolsun Tanrı'ya demede, bu, ah edip «Lâ havle» oku
mada.
Ey bir güneş gibi doğup yok yoksul kişilere âşık olan, lütfet, bâri
kullarına bir ihsanda bulun, bir kerem et.
Gül seni ansızın görmüş de canından geçmiş, elbisesini parala
mış. Çenk, senin çengini duymuş da feryada gelmiş, utanıp başını
önüne eğmiş.
290. * Zührenin, senin nağmelerinden başka daha hoş, daha
makbul nağmesi mi var, onun çaldığı ney de nedir? O, senden nağme
öğrenmek için dudağını, senin dudağına koymada.
* Bütün kamışlar, hele şeker kamışı, bu ümide bel bağlamış
lar, bu emeğe karşılaık ta oynayıp durmadalar: Yâni sen, dilediğini
yüceltirsin, onlar da yücelmek istiyorlar.
Çenk sensiz kötü, ney sen atmadıkça hüzünlere gark oluyor. Onu
kucağına al, öbürünü öp. tef de vur, vur, yüzüme de diyor, yüzüm
değerli bir hale gelsin.
Bu paramparça gönlü bir güzelce sarhoş et, dağıt gitsin. Dağıt
da dün kaybettiğini bâri şimdi bulsun.
Ey yüce padişah, bundan böyle ayık olmak yazıktır doğrusu, an-
dolsun Tanrı'ya, artık ayık olarak Tanrı'm, seni anlatamam, senden bah
setmem ben.
Ya şarap ver, deiit getirme; yahud kalk, sen söyle lûtfunla seni
bulan kişi, sûfîce maceralara düşüp gitti.
37
xxm
Ecel gelip çatsa da bütün varlığımızı kapsa ne çıkar bundan; ons
yüzlerce canım olsa veririm de hoş geldin derim, merhaba.
Oynaya-oynaya göğe ağarım, ondan da neliksiz, niteliksiz tüm
varlığa, sonra da sabrımı, kararımı aldın ey ev sahibi derim, daha da
tez gel.
Sen aydan yıldızı kapar, parça-parça alır götürürsün; gâh süt
emer çocuğu götürür, gezdirirsin, gâh dadıyı tutar, çekersin.
Dünya gibi bir gönlüm var, koskoca dağı bile çekip götürmede.
Ben dağ çeken bir erim, ne diye bir saman çöpünü yükleneyim, kur-
tar beni 5u samanlıktan.
300. Her kılım bir arslan kesildi amma Ölüm iştiyakından da bez
dim artık; ben unum, buğday değilim, nasıl oldu da değirmene gel
dim ?
Değirmene buğday g id e r, çünkü o, başaktan doğmuştur; halbuki
ben başağın oğlu değilim, ayın oğluyum, yerim ne diye değirmen
olsun?
Hayır-hayır, ay ışığı da pencereden değirmene vurur; vurur am
ma ordan yine aya gider, ekmekçi dükkânına değil.
Aklımla eş olsaydım, söylenecek neler söylerdim; fakat yeter, sus
■da havada esip giden yel, bu masalı duymasın Tl-
Bu ga»iden sonra XXXII. şiir olan terdin son bendi, gazel olarak yazılmıştır,
biz, o bendi, diğer nüshalarda olduğu gibi (erdin son bendi olarak yazdık.
38
XXIV
gi veren, seni duaya zorlıyan da odur .duanı kabul edip dileğini ve
ren de o.
* Rı , ye, be yi, nun'u elifle birleştirir de rabbenâ demek için
ağzına soluk verir, kuvvet bağışlar.
* lebbeyk, lebbeyk ey kerem sahibi, başımda senin sevdan var,
senin suyunla değirmen taşı gibi dönüp durmadayım.
Değirmen taşı döner amma bizim de gıdamız o yüzdendir, ek
mekçinin kazancı da o yüzden; fakat değirmen bunu bilmez, ne diye
döndüğünü anlamaz.
320. Onu sudur döndüren, o da döner durur; fakat Tanrı, suyu
kesti mî yerinden bile kımıldıyamaz.
Sus kî şu sözlermiz, sırlarımızdan uçup geliyor; sen sus da sö
zünde hiç sürçmeyen söylesin.
40
XXV
XXVI
Ey can, sözü kısa kes, bu sözleri söylerken yol almtya bak, ter
temiz Tebriz'e doğru yürü, yürü o padişahlar padişahının yoluna.
Ey beden, köpek gibi tembel olma ,havlamıya kalkışma, varlığın
dan geç de varlık padişahının yoluna düş.
* Yüzlerce varlık, elindeki bir avuç topraktan, yüzlerce padi
şahlar padişahı, safında bir kuldan ibaret olan güzel, ey yüzlerce Âsaf,
kulu, kölesi kesilen, Süleyman'ı bile aşkiyle hayran eden dilber,
350. o zaman Süleyman, o sevgi yüzünden düzenlere düşece
ğinden, belâlara uğrayacağından, o ululanmaların, onu yücelikten dü
şürüp aşağıhacağından korkup titremiye başlamıştı.
Ansızın bir şeytanlıktır, gelip çatmıştı,- yücelik, padişahlık kade
hi onu estirmişti de ondan ululuğu kapmıştı.
* O eşsiz padişah, bir an için mülkünün tedbirine düşmüştü, dev
leri, perileri saf-saf dizmiş, onlara güvenmiş, dayanmıştı.
Derken hevâ ve hevesine uyup gaflete düştüğünü anlamış, o bağ
lardan, bahçelerden göz yummuş, malının-mülkünün kendisine aid o l
madığını bilmiş, aklı başına gelmişti.
Kazara kendisini o tarafın sevgilisiyle meşgul olmaktan alıkoy
dukları için kahır kılıcını devin, perinin boynuna çalmıştı.
Hemencecik, herkesin kendisine kul, Tcöle olduğu Şemseddin'in
lûtfu, ay gibi doğmuştu da yapma ey seçilmiş er, yakma âlemi de
miş, onu menetmişti.
Padişahtan o müjdeyi alınca hemen secde etmişti; Tebriz'den
öylesine bir vâde almıştı ki buna iki âlem feda olsa değer.
43
XXVII
Devlet şatrancı şahın, yol azığı olarak yüzlerce can onun; bir sa
mana yüzlerce dağ yüklenmede, bir gam yiyene yüzlerce gam, yüzler
ce belâ verilmede.
Görüyorum; can padişaha ulaştı, kendinden geçti, kendiliğinden
ayrıldı; canların kapıları da can padişahının lûtfuyla yapıldı, duvarları da,
370. Olabilir ki şimdi o yüce padişah, hadde sayıya sığmaz lûtuf-
larla o suçların yarlığanmasını dilemek âdetini kaldırır aradan.
* Ona yüz döndüren can, Bâyezîd'in huyuyla huylanır, yahut yü
zünü Senâî'ye çevirir, yahut ta Attâr'a kokular verir.
Tapısında canın hizmet ettiği sevgili, öylesine bir sevgilidir ki onun
kadehile günler bile sarhoştur; onun adını andın mı tekrar tekrar an
mak gerektir artık.
Yüce padişah Şemseddin'dir o, Tebriz onun yüzünden can ülkesi
olmuştur, oturamaklı arş gibi ışıklarla dopdoludur, nûrlar bile nûruna
hased etmektedir onun.
* O söze başlıyan Rûh-ul-Emîn'in şu sırları açtığı ana yüzbinlerce
aferin, olsun yüzbinlerce âferin o kutluların en kutlu saatine.
Sevgiden de, kinden de arı olarak onun aşk meclisinde otur da
münkirin görmemesi için gerilmiş perdeye bak, o perde yüzlerce mıhla
perçinlenmiştir de.
\
45
XXVIII
Lâ'ller ona karşı taş, arslanlar yaban eşeği, kılıçlar ona karşı kalkan
kesilmiş, güneş zerrelerden ibaret.
* Dünya Turdağı'na döndü, her zerresi aydınlandı, rûh da Mûsâ
gibi tecelliden aklını yitirdi, kendinden geçti.
Her sarhoş, kendisine göre bir vuslat âleminde, aslının asliyle vus
latta; yoklukta usul tutmada, apaşikâr el çırpmada.
* Her ot yeşermiş, güzel. Her zerre, sabır sıkıntının anahtarıdır,
şükür razıtığın anahtarı diye nâralar atmada.
400. Gül bülbüle, ey benim gibi yüzlercesi feda olasıca, bekçiy
din padişah oldun, niceye bir ömrü var olsun deyip duracaksın diye
seslenmede.
İhtiyaca düşmüş zerreler, duaya koyulup ağlarlarken onlara bir
şimşektir, çakmış, hem de öylesine çakmış ki şaşkınlıklarından duadan
da kalmışlar.
Barış dileğin yoludur, hilim neşenin merdiveni. Ateş altının sar
rafıdır, nür sevginin sarrafı.
Aşk gecelerin ışığıdır, ayrılık buluşmayı pişirir kotarır; ey gönlü
mün üstünde yürüyen, vuslat da ayrılığın panzehiridir.
Güneş atlarımızdan bir attır bizim, dolunay- bekçilerimizden biri.
Aşk bizimle düşüp kalkan dostlarmızdandır; başımızda ne var, kim bilir
kim anlar onu?
Ey bana onun sevgisini soran, onu ağırla, onu nimetlendir; çünkü
ona karşı bütün dilekler, bütün istekler, o göründü mü, zerrelere ben
zer, dağılır gider.
Ey benim hikâyemi soran, aşkta bir kısmetim, bir hissem var; fa
kat sarhoşluk derdimi yok etti, ne mutlu bana, ne mutlu.
* Açılıp gelişme, elmanızın yüzünden, derlenip toplanmıya sa
bahlarımız sebep; kaib ruhlarmzdan bir rûh, halden hale dönüşte, el
den ele düşüşteyse ümit ve yalvarış şekli var.
* Sizden esip gelen yeller gözlere nur verir, Yakubunuzun gözleri
açılır,- insanlar içindeki Yusufumuz Tann'nın sattığı şeye cömert davra
nır..
*Güneşle ay, onbir yıldızla önünüzde secde ederek yerlere kapan
dı, halbuki Yusuf bunu, hafif bir uykuya daldığı zaman görmüştü.
410. Ey sevgi yüzünden, yahut da ayrılıktan dolayı firkatin yırtıcı
tırnaklarından şikâyet edip duran, ihsanların, lûtufların aslı, bizim ge-
lirimizdir, halkın sarfetîiği şeyler de bizim ihsanımız, lûffumuz.
48
XXX
«
Ben nerdeyim, öğüt dirflemek nerde, döndür şarap kadehini ey
sâki, dök cana canlar katan o şarabı canimize ey saki.
Ey âşıkların ellerinden tutan, ey âşıklara yardımcı olan sâki, can
kadehini elime sun, uzak olsun, yabancıların dudaklarından, gizlice sun
bana.
Ekmek ver ekmek yiyene, ver somunu o çaresiz tamahkâra, o ek
mek âşıkına define lâyık değildir ey sâki.
Ey canın canının canına can olan, ekmek yemiye gelmedik biz;
sıçra ey sâki ,kalk, padişah meclisinde yoksul yüzü takınma.
Önce o koca sağrağı al, o ihtiyarın eline.sun, köyün ihtiyarı sarhoş
oldu mu yürü sarhoşların yanma ey sâki.
Yürü ey lûtfu umulan, keremi beklenen sâki, tez ol, fazla fazla
sun; sarhoş nerde, utanma nerde? Utanıyorsan bir kadeh de utanmanın
başına saçıver gitsin.
Kalk ey sâki ,gel ey utanmanın, arlanmanın düşmanı,- yanımıza gü
lerek gel ey sâki, gel de bahtımız da gülsün.
XXXI
F. 4
50
«Terci'»
XXXI!
Hem yüzün hoş, hem huyun hoş? hem zülfündeki büklümler, kıv
rımlar güzel, hem başın, yüzün güzel. Hem şiven, edan hoş, hem mey
ven. lütfün da güzel, kahrın da, cefan da.
Ey ebedî aşk sûreti ;ey güzelliği hadden aşkın. Ey ay yüzlü, selvi
boylu, ey cana canlar katan, gönüllere neşeler veren dilber.
430. * Ey bağın, bahçenin, yaseminin canı, ey göklerin de ışığı,
yeryüzünün de. Ey âşıkların feryatlarına yeten, ey «Hel etâ» meyda
nının essiz atlısı.
Ey lütuf sofrasını yayan, ey kötü kişilere, nekeslere bile ihsanda
bulunan, dudu da seni övüyor, keklik de, üveyk de.
* Ey Çin güzellerinin iki gözü, ey kaşlarını çattığı, yüzünü eğdiği
görülmemiş güzel, yoksullardan çekme eteğini, yırtma razılık yüzünü
tırnaklarınla.
Ey padişahları kendisine kul, köle eden güzel, padişahlar bile sa
na karşı yoksul, başlarını tapına koymuşlar, hepsi de seni övmede,
övecek sözler düşünmede ey övülmiye değer padişah.
Ey zahitlere sabır veren, ibadet edenlere ihlâs bahşeden. Ey gö
nül genişliğine eriştikleri, sevgiliyle buulştukları vakit âriflerin gül-
baKçesi kesilen.
Âşıklarla eşim, bu gece uyumak istemiyorum, tâ seher çağına-
dek ey dost, sana dua edeceğim ben.
*Dışarda yoldaşlarım var, gönlümde iş erleri. Evde bir bölük dil
ber hepsi de tertemiz kardeşler (İhvân-ı Safâ) sofasında.
Ey bahçenin, yeşilliğin aydınlığı ,ey selvinin, yeseminin sâkisi,
seni andım da ağzım tatlılandı, tercî' söyliyeceğim ben:
*
5T
[*] Bu bent, r a m , gazelin sonuna eklediğimiz notta da belirttiğimiz gibi ayn bir
gazel olarak yazılmıştır.
54
XXXIII
-T -
XXXIV
- C -
XXXV
- D -
XXXVI
[*} Bu beytin ilk cüz’ünde, nüshamızda «bt bıyj» yazdı, öbür nüshalarda *bâ Jııyg*?
bu İkincisini daha' Uygun bulduk.
59
XXXVII
[*] Bundan önceki gazelin birçok beyitleriyle ötülen bu gazelde de *bî hjyşt>, öbür
nüshalarda tbâ htyş» tır.
60
XXXVIfl
XXXIX
XL
XU
xuı
Yeryüzünü bağ bahçe haline getirmek için âşıkların bahan gel
d i. Can kuşunun uçması için gökten bir sestir, duyuldu.
* Hem deniz İncilerle dolar artık, hem acı su kevser kesilir; hem
taş, madende lâ'le döner, hem beden, baştan başa can olur.
Âşıkların can gözleri, bulut gibi tufanlar yağdırmada amma gö
nüllerdi, Tanrı bulutunda şimşek gibi parlamada.
Âşıkların gözleri aşkla neden buluta döndü, biliyor musun? O
ay, önce bulutlarla gizlendi de ondan.
Ne neşeli, ne güleç andır o an ki o bulutlar ağlar; Yarabbi, ne
kutludur o dem ki o şimşekler güler.
580. Yüzbinlerce katreden bir katrecik bile yeryüzüne dökülmez;
çünkü dökülse bütün dünya yıkılır gider.
* Bütün dünya yıkılır, aşktan bir yıkık bucağa döner, niceler
Nuh'la aynı gemiye biner, niceler tufana mahrem kesilir.
* Tufan yatışsaydı gökyüzü dönmezdi; o cihetlere sığmıyan dal
ga yüzünden bu altı cihet de oynayıp duruyor.
Ey altı cihetin kaydında kalan, hem gam ye, hem yeme; çünkü
o taneler günün birinde yeraltından başgösterir, boy atar, bir hur
malık olur.
Bir gün gelir, topraktan baş çıkarır o kök, taze bir dal olur; hattâ
iki üç dalı kurusa bile geri kalanı filizlenir, çoğalır.
O kuru dallar da ateş haline gelir, ateşse can gibi hoş gelir insa
na. O, bu olmazsa böyle olur, bu, o olmazsa öyle,- ya yeşerir, ya ateş
olur.
Bir şey ağzımı tutuyor; yâni hem damın kıyısındayım, hem sar
hoşum; seni hayran eden şey de ondan hayran olur zaten.
65
XUf!
Güneş uykuya yattı, vakit geçti, akşam oldu,- güneş kuyuya gir
di; âşıkların can güneşi de Tanrı halvetine daldı.
* Hintlilerin arasındaki Türk, gece içinde bir gündüzdür âdeta;
geceleyin gürültüyü bırak, çünkü o Türk, çadıra girdi artık.
Bu aydırdıktan bir koku alırsan uykuyu ateşe verir, yakarsın;
zühre bile geceleri yürüyüp gitmek, kulluk etmek yüzünden aya eş
oldu.
* 590, Biz geceleyin kaçmadayız, o kovalamada. Ardımızda Hint
liler var, çünkü biz altın çaldık, bekçi de haber aldı.
* Geceleri yürümeyi öğrendik, yüzlerce bekçiyi yaktık, yanakla
rımızı mum gibi yalımlandırdık, çünkü beydakımız şah oldu.
Ne mutlu o kutlu yüze ki yüzünü o yüze sürer; ne uludur o gö
nül ki gönüllerin dilediği o makama yönelir.
Kimdir o gönül yolunda ah etmiyen? O ahin sularına batıp gi
den kişinin işi İştir.
* Denize battı mı deniz, onu başının üstünde taşır, hani kuyuya
düşüp de sonra devlete erişen Yusuf yok mu, tıpkı onun gibi.
Derler ki: İnsanın aslı topraktır, sonunda toprağa karılır, toprak
olur gider, bu kapıya toprak olan kişi, nasıl olur da toprak olur, mah
volur gider, imkân mı var buna?
Ekinler harman vaktinedek bir çeşit görünür amma harman za
manı yarısı halis iç kesilir, yarısı saman.
>
F. 5
66
xuv
Vakit gecikti, vakit gecikti, güneş kuyuya girdi; ey bahtı yar,
lihi yaver kişiler, avın doğacağı çağ, geldi çattı.
Sâki, kadehe doğru yürü; bekçi, dama çık,’ ey rahatı, kararı V
mıyan can, yürü, o padişah halvet istiyor.
Gözleri aydınlatan gözyaşları, harmanımı yakıp kül eden sat
hattâ hani o yol-yordam öğrettiğin akıl, hepsi de gece yarısı yollar
sapıtıp gitti.
600, * Gönülleri aydın erlerin canlan gönül nuruyla geceyi ayd
lattılar, Hintliye benziyen gece, o Türk çadıra geldi diye nâralar a
rak kaçtı.
* Güzelim oyunlarla beydak gider, ferzin olur,- o kutlu yüzlün
sayesindeyse beydak gitti de şah oldu.
Geceleyin ruhlar, makamlarına ulaşır; maksatlar hasıl olur, <
cenin kadrini bilip anlıyan kişi, gündüz gibi aydın bir gönül el
eder.
* Ey gündüz mahşer günü müsün yoksa? Ey gece, Kadir gec
misin yahut da Mûsl'nın Tanrı tecellisine mazhar olduğu ağaç mı
sen?
Geceleyin ay, yıldızları harman eder, ey gün, yürü, git arl
bak, saman uğrusunun yolu sümbüle burcunun yüzünden samanla
doldu.
Beden kuyusunda gaflete dalma, gökyüzü kovasına yapış; "’i
suf o kovayı tuttu da kuyudan kurtuldu, mevkie erdi, devlete erişti.
* Mustafâ gibi karanlık gecede arılık aramıya bak; çünkü o pa
şah bir gece Miraç etti de, eşsiz benzersiz bk hale geldi.
Gece yüzünden âlem sustu, sen de artık tezcanla aramıya, akt
mıya koyul; çünkü ses, gürültü, halvet yurdunun huzurunu kaçırır.
* Ey Tebrizli Şems, sen gece perdesine de muhtaç değilsin, <
dan da sıyrılmışsın; ne doğudasın, ne batıda; işte şimdi söz kısal
67
XIV
Vakit geçti, akşam oldu, güneş kuyuya girdi. Âşıklann can gü
neşi de Tanrı halvetine daldı.
610. * Hintlilerin arasındaki Türk, gece içinde bir gündüzdür
adetâ. Geceleyin gürültüyü bırak, çünkü o Türk, çadıra girdi artık.
Bu aydınlıktan bir koku alırsan uykuyu ateşe verir, yakarsın,
zühre geceleri yürüyüp gitmek, kulluk etmek yüzünden aya eş oldu.
Geceleyin yola düşmüşüz, ardımızda da Hintliler var; çünkü biz
altın çaldık bekçi de haber aldı.
Gece yol almayı Öğrenmişiz, yüzlerce bekçiyi yakıp yandırmışız,
yanaklarımız gül gibi yalımlanmada, çünkü beydakımız şah oldu.
Yeryüzünün pazaryeri dağıldı, yıldızların pazarını seyret; tan-
yerleri, yıldızlarla, değerli incilerle bir harman yeri oldu.
Niceye bir bu beden bineğinden çekeceğim bunu, benden bo
yuna saman ister .arpa ister; halbuki gökyüzünde saman uğrusunun yo
lu, onun idn samanlarla doldu.
Binek hayvanının nasibi yoktur, yüzünü devlet yüzüne koyamaz;
devlet o canın nasibidir ki esi benzeri bulunmaz onun.
Bedeni gördün ya, cana da bak. Mücevheri gördün ya, madeni
de seyret; şu eşi bulunmaz acayip imana bak ki iman bile ona dalınca
yolunu kaybetti gitti.
Mâna, boyuna diyor ki: Bana şu eski hırkayı giydirme; söz ger
çekten de eski bir hırka, öylesine eski ki herkes eğleniyor onunla, dil
lere düşmüş.
Ben de ey mâna diyorum, gel, rûh gibi sen de şekle gir, gir de
hırkalar da, eski elbiseler de canın nuruyla ipekti haline gelsin.
620. * Yeter artık bez yıkamayı bırak da periler duymasın, çünkü
peri şöyle dursun, o rûh, Tanrıya en yakın meleklerden bile usandı,
halvet istiyor.
68
XIVI
XLVJl
Ham bîr adam kavun yemek için can bostanına geldi, sen dün
yada eşeğin keçi eti yediğini hiç gördün mü, yahut gören var m j?
Can boslarımda yetişen turfanda kavun, nasıl olur da her öküzün,
foer eşeğin nasibi olur? O güzelim ,o eşsiz meyvalan aklı başında, yi
ğit erler yer,
* Batıda bulunanın yiyeceği Endelüs'ten gelir, doğuda bulunan
da Hürmüz'ün nimetiyle nimetlenir.
* Kaysere hizmet ederse yiyeceği, içeceği kayserden gelir, onun
la geçinir; Urbuz'a kulsa Urbuz'un mutfağından yer.
Kapıp alıalıkla, hırsızlıkla bostanclığa girişen sonucu adalet me
murları tarafmdan tutulur, Oğuzların işkencelerini çeker.
630. * Türk ona derler ki köy, onun korkusundan haraçtan emin
olsun; Türk ona demezler ki tamamdan: her kutsuzun sillesini yer durur.
Akıllı kişi İlkbahara erişince kürklere boş verir, artık niçin kun
duz kürküm yoik diye gussalansın, tasalansın.
Safrası çok kişi, mizacının kötülüğü yüzünden tatlı nardan hoş
lanmaz, kaçar canı ekşi nar ister fakat mayhoş nar yemesi daha iyidir
onun,
* Sus öküz açhğına tutulup da on kişinin yiyeceği börülceyle üzü
mü yiyen kişî, zaten bu rûh şaraplarını içemez.
70
xLvııı
Can arkında abıhayat gibi akrnada sevgin; âbıhayat bile senin aş
kınla arkda, seni araya-araya akıp gitmede.
Dünya, bildik kuşların seni Övüş nağmeleriyle dopdolu, kuşlar
anıldı mı gönül küsüm uçmada sanki.
Onların anışıyla vereyim canımı, hoş bir halde, gülerek vereyim
bu cani; can, sevgiliyi anarak bedenden, giderse nasıl olur da gülmez?
* Her can kuşu bir halka yapmış, üveyk gibi boynuna takmış, hep
si de benim gibi bir kafes yapmışlar, Süleyman'ın tapısına gidiyor.
Noksandan münezzeh varlığa mensub olan herkesin canından ,her
an bir rûhanî hal, sarhoş, yıkık; varlığından geçmiş bir halde tâ rah
met sahibinin arşınadek gitmede.
Can nedir? Yüce padişahların küpü, içinde de gökyüzünün şa
rabı var; işte bu yüzden ya, şimdi söz de âşıklar gibi dağınık bir halde
gidiyor.
640. Yememde bir ayrı zevk, yamaşamda bir ayrı zevk, söyle
memde bir ayrı zevk... Ötesi de böyle gidiyor işte.
Bu meyanda seninle çekişiyoruz ya. Ey ay yüzlü dilber, ne de
güzel meydan,- fakat kimin atı topalsa onun harcı değil bu meydan,
topallar gidiyorlar bu meydandan.
Ay, senin çevgenine karşı kendisini bir top haline koydu, güneş
de caniyle oynamada, top gibi yuvarlanıp gitmede.
Ayla güneş çok koştular, fakat tapına yol bulamadılar da nuruna
boyandılar, sayvandan dışarda gitmedeler.
Dışardaki nur bu olursa devlete ulaşan nasıl temkine kavuşur ya-
rafcbi, nasıl pırtl-pml parlayıp gider yarabbi.
XL!X
Sûfinİn neden aklı başına .geldi, saki neden işsiz güçsüz durma
da. Sarhoşluk uykuya daldıysa bir başka sarhoşluk uyandı.
Güneş çukura daldıysa dünya seninle nurlandı. Güzel gözlerin
mahmurlaştı da dünyanın gözleri sarhoşçasına süzüldü.
İlk işret kocaldıysa ne çıkar? Yüzlerce işret, yepyeni işret var.
Saçların mademki zincir oldu, çaresiz deli olmak gerek.
Ey nefesi tatlı çalgıcı, şu öndeki, sondaki işreti seyret; artık kim
se, kimseciklerin afsununu işitmez de, duymaz da, çünkü herkes sır
ları anladı.
* Padişahım, biz Mûsâ'yız ,sen de bâzı kere sopasın, bâzı kere
ejderha. Ey güzeller, pahanız ucuzladı, çünkü Bulgarların yağma vak
ti artık.
Lâ'l dudakların şeker kamışlarını ezdi, gözlerin, hasedinden perişan
oldu; can, gönül evini sildi, süpürdü, kendine şjel, buluşup görüşme
çağı geldi.
660. Her zaman özürler getiriyor, sarhoşluktan kaçınıyor, kaçı
yorsun; ey can, ne diye beni savup duruyorsun, bu savuşun çok oldu
artık.
Ey taş gönüllü güzel, bu gece hiç bir çaren yok; sen aysın, bir
yıldızız; bu gece yıldız, ayla buluştu gitti.
Ey tan yerine sığmıyan ay, bu gece konu kuz sana. Gece dünyaya
perde saldı mı yalnız başına yol.alanların işi iş.
Eziyetlerine, zahmetlerine katlandım, sandın ki öldüm artık; hayır,
sen arı-durusun, bense tortudan ibaretim, fakat artık arı-duru olmıyan
içilmiye başlandı, tortu İçiliyor şimdi.
Gündüze benziyen vuslatınla, dünyaları yakan ayrılığınla, ada
ma düzenler öğreten aşkınla nice sâf kişiler düzenbaz oldu gitti.
Ne hararetim vardı, ne başım ağrıyordu, öyle olduğu halde sa-
bahadek başımı taşlara vurdum durdum. O gülbeşekere tamah ettim
de mahsustan hastalandım.
73
Ll
Lll
Âşık nefes alıp verdikçe âleme ateş salar, şu aslı, temeli oîmıyan
dünyayı zerreler gibi dağıtır gider.
Dünya baştan başa deniz kes-ilir, deniz de heybetinden yok olur.
Bir an bile insanlara tecelli etse bir tek insan kalmaz.
Gökyüzünden bir dumandır, kalkar da. ne halk kalır, ne melek;
o dumandan ansızın bir ateştir, çıkar da koca gökkubbeyi sarar.
660. O anda gökyüzü yarılır, ne varlık kalır, ne mekân. Dünyaya
bir gürültüdür, dolar, bu yas üstüne de bir düğün, bir neşe yollar.
* Gâh suya ateşi salar, gâh su ateşi söndürür,- bâzı kere de yel es
tirir de yokluk denizinin dalgalarını boz renkli, kara donlu ata yollar.
İnsanın can nurundan güneşin bile ışığı azalır; mahrem kişinin bile
az söylediği, sır açmadığı yerde mahrem olmıyanlara pek o kadar
sorma. v
* O sırra karşı mirrih erkekliğini bırakır, müşteri defterini yakar,
ayın ululuğu kalmaz, neşesi gama döner.
* Utarit çamura saplanır, zuhal ateşlere yanar, zührenin kararı
kalmaz da neşe perdesini vurmıya başlar.
* Ne kavis kakr; ne kuzah; ne şarap kalır, ne kadeh; ne işret ka
lır, ne ferah, ne de yaraya melhem çalınır.
Ne su şekiller düzer, ne yel yeryüzünü döşer, ne bahçe güzelleşir,
ne de nisan yağmuru yeri ıslar.
Ne dert kalır, ne ilâç. Ne düşman kalır, ne tanık. Ne ney kalır,
ne nağme, ne de çengin zir ve bem perdelerine vurulur.
Sebepler arta kalır, sâki, kendisine şarap sunmıya koyulur; can,
rabbim yücedir demiye başlar, gönül, rabbîm daha iyi bilir sözünü
söylem iye.
Kalk, sıçra ezel ressamı, nişan koyduğu, dilediği varlıkların el
biselerini eşsiz resimlerle bezemek için yeni baştan işe girişti.
69G. Tanrı, hak olmıyan her şpyi yakmak için bir ateştir, tutuş
turdu; ateş kalbi yakar yandırır da o âlemin ta ortasına götürür.
* Güneş Tanrı'dır ,gönül onun doğduğu tanyeri, hem de öylesine
bir doğu ki şimşekleri her an Edhemoğlu'ya çakar, Meryemoğlu İsâ'ya
vurur.
75
un
* Gönül ateşi yalımiandı mı inanan» da sarar, inkâr edeni de. Mâ
na kuşu uçmıya başladı m» bütün suretler uçar gider.
Dünya baştan başa yıkılır, can tufana gark olur; eriyip su olan
inciyi gene o su kucaklar, meydana getirir.
Gizli sır meydana çıkar, dünyanın şekilleri yıkılır, ansızın öylesi
ne bir dalga gelir ki tâ yemyeşil gökkubbeye yücelir.
Gâh kalem, kâğıt olur, gâh gâh da kendisinden geçer; can, iyi
ye de düşman olur/kötüye de, her an hançer saplar durur.
Tanrı'ya ulaşan her can, padişahın halvetine girer, yılanken balık
olur da topraktan kurtulur, denize dalar, Kevser'e kavuşur.
Mekândanken mekânsızlık âlemine erer, o âlemde belirir; bun
dan sonra da nereye düşerse miske düşmüş, ambere dönmüş bir hale
gelir.
* Yokluk ta yoksulluk eder, fakat yıldızlara kulavuz kesilir; hakan,
kapısının eşiğinde toprak olur, Sencer, kapısının halkasını çalar.
Alev-alev yanan güneşten gönle, her an şu yandaki ışığı bırak
da gene can ışığın uyansın, âlemi aydınlatsın diye bir ses gelmede.
700. Sen sevgiliye hizmet etmedesin, ne diye gizliyorsun ken
dini? Ey altın, o kuyumcunun vuruşlarını yedikten, onun eliyle dövül
dükten sonra her an daha da hoş de, daha da güzel bu de.
Gönül ezel şarabîyle kendisinden geçmiş de güzel güzel bu ga
zeli söylemede; fakat bir an soluğunu tutar susarsa bundan da güzel
söz söylemiş olur.
76
IIV
LV
- R-
LVI
Gene ekşi suratlı bir başkası çıkageldi, belki de bu, bir zemheri.
Ey şekerler gibi tatlı sâki, dök başına şunun bir kadeh şarap.
Ya şarap sun ona, yahut bir kolayını bul, yola sal onu,- çünkü gül
yüzlülerin arasında bir şeytanın bulunması hoş değil oğul.
* Ya peygamberlik şarabını sun da eşekliği kalmasın eşeğin, İsa
şarabiyle onda iki kanat bitsin göklere uçsun.
Gönül sarhoşlarının meclisine ayık biri gelirse içeri alma; bilirsin
ya, sarhoşlar, sarhoşken hayır da îşliyebilirler, şer de.
730. Ey bekçi, kapıya otur, ağzından ciğer kokusu gelen ateş
gönüllü âşıktan başkasını sokma meclisimize.
Bu çeşit âşıktan başkasından el istersen tutar, sana ayak verir,
ayak İstersen baş; ödünç bel istersen de bel yerine balta verir sana.
Şaraba bulandıkça ne arım kalıyor, ne aklım, deli-divana bir âşık
kesiliyorum; sağ esen değilim ben, kalkan gibi kılıcın karşısında
yım.
Öyle bir okuyucu istiyorum ki diri bir abıhayat olsun, seher çağı-
nadek bu perdeden okusun, söylesin de uykuyu ateşlere yaksın.
* Onun kapısındayken bedenîmde bir damarı bile ayık bulursan,
mademki Tanrı meydanında çakır keyif değil, arslanlart bile tutup av-
lıyamıyor, bu yolda köpek say onu.
* Bir bölük halk yıkık, sarhoş, güzel bir halde bir bölük halksa
beşe, altıya kul, köle olmuş. Onlar ayrı, bunlar ayrı, onlar başka, bun
lar başka.
Hadden artık içtim, hadden aştım; ellerimi bağlayın, ağzımı tu
tun, sarhoşu korumak İçin bu gerek.
Bizim şu acımızı tatlılaştır, feryadımızı duy, bizi de kendin gibi
kendimizden geçir de kendinden geçmiş bir halde seyret bizi.
0 79
LVil
F. fi*
82
UX
Bahar geldi, sevinç, neşe çağı erişti, kış geçti, katında bütün suç
ların, hataların yarlıgandığı Tanrı lûtfuyla tehlikeli mevsimi atlat
tık.
Rabbiniz size vahyetmede, gerçekten de suçunuzu yarlıgadık,
alînizden çıkana tasalanmayın, razı olun, şüphe yok ki razılık, huyla
rın en hayırlısıdır demede.
Gizlice, yapayalnız, biz onun lûtfunu biliriz diyen nice kişiler
var, vazgeçin dâvadan, onun sırrını biz biliriz, duyulup bilinen şey
le uğraşmayın.
760. Ey genç, gizli şey şendedir, onu bilmiyenden isteme, gelip
gidende arama; ortaya çıkan şeyden fayda gelmez zaten.
Aşağılık kişilere bak, niceleri hidayet nurunu gördüler, ay yarıl
dıktan sonra artık perdeleri kalkmaz onların.
Ey rabbimiz, ey lütuf, ey kerem sahibi rab, sen de acımazsan kim
acır bize? Doğru yola götürmek de elinde, kötü yola saptırmak da;
bundan başkası zaten aldatma, aldanma.
Ey şevk, nerde arınıp esenleşme? Ne vaktedek kafiyeyle uğraşa
caksın? Bendedir tertemiz huylar, ayrıca da kederleri, elemleri sön
dürür yok ederiz.
Sözüm dağıldıysa beni koruyan, görüp gözeten aşkım uzadı, ya
yıldı, aşk upuzun bir zaman bizim İçin, üstün padişah da aramızda.
Bu bir sır ki dile getirmek güç, bir kılıç ki parıldayışı pek fazla.
Kuşluk güneşi gizlenemez, ancak büyücü büyü yaparsa o başka.
Ey gözümüzü bağlıyan büyücü, sihirlerimize ulaştın; artık bizi
boş tut, yahut konakladığımız yeri hoş gör, biz uykusuzluk diyarında
konakladık artık.
Ey Mûsâ'nın kavmi, biz de sizin gibi çölde kaldık, siz nasıl yol
buldunuz da kurtuldunuz, gizlemeyin bizden, haber verin bunu bize.
* Malımız, azığımız suya battıysa ne var? Menle selvâ bizim ya;
83
IX
t[*
]
[*] Bu gazel, LV1, gazelle LIX.' gazelin karışmasından meydana gelmiştir, böylcce
her iki gazel birleştirilerek bir kere daha yazılmıştır. Yalnız Lvl, gazelin beşinci beytin
den sonra bir beyit var ki o gazelde yok. Ayrıca birkaç beyit daha var ki her iki gazelde
.de bu beyitler yoktur. Biz. bu eksik beyitleri terceme ettik.
85
LXI
Yürü, can gözünü aç da âşıklara bir İyice bak: Onlar, gönül gibi
alt-üst olmuş bir topluluktur, can gibi başsız ayaksız bir topluluk.
Hepsi de kazançsız çalışıp çabalamada. Hepsi de tencere gibi
kaynayıp çoşmada. Hepsi de perdesiz, örtüsüz; hepsinin de gönlü,
onun hükmüne karşı bir siper halinde, ne gelirse kabul etmiş.
780. Gönülleri bahçeden de daha neşeli, gülden de; hattâ sel-
viden de daha hür onlar; akıldan da, fikirden de üstünler, abıhayat
tan da temiz.
Kan denizlerinin dalgaları üstünden geçip gitmişlerdir de o kan
dalgalarından, o kan köpürmesinden eteklerine bir zerre bile bulaş
mamıştır, tertemizdir onlar.
Tiken içindedir onlar, fakat gül gibi. Hapistedir onlar, fakat şa
rap gibi. Balçık içindedir onlar, fakat gönül.gibi. Gece içinde kalmış
lardır, fakat seher gibi.
Zerreler gibi havadadır onlar, güneş kaftandır onlara. Balçığa
ayak basmışlardır, gönlün tam içinden baş göstermişlerdir.
Sen de bir an olsun onların canlarına hemdem oldun, onların şa
rabını onların kadehinden içtin ya, hoşsun, sarhoşsun, onların şarabile
hayırdan da geçtin artık, şer den de.
Yeter oğul sus, her kuş bütün bir inciri yutabilir m i? Dudu ku
şunun yiyeceği şekerdir, karganınsa başka şey.
86
LXt)
- § -
LXII1
LXIV
LX)V
- L—
LXV
LXVt
—M -
LXVII
LXV1II
IXK
LXX
LXXHI
LXXIV
LXXVI
LXXVH
LXXVUI
LXXIX
Nerde bir top varsa onu birlik çevgeni yuvarlar, meydana gel-
miyen topu çevgenle vurur kırarım ben.
Benim gibi sarhoş olmuş, yerlere yıkılmış birini nasıl evine alı
yorsun, şu kadarcık olsun bilmez misin ki ben şunu kırarım, onu dö
kerim.
106
LXXX
LXXXI
Dün, o sevgili, başıma bir altın taç giydirdi, ne kadar vurursan
vur, o şarabın sarhoşluğu, o şarabın mahmurluğu gitmez başımdan.
Ebedilik külâhını diken padişah, gece giydiği külâhı başından
çıkardı da benim başıma giydirdi, hasılı ne diyeyim, ebedî olsun.
Başla külah kalmazsa ay gibi ramamiyle baş kesilirim; çünkü mah
faza, sedef olmayınca incim^ daha da parlak görünür.
işte buracıkta başım, buracıkta da ağır gürz; sınamak için bir
vur, eğer şu kafa tasımı kırarsa bil ki akıldan da daha tatlıyım ben.
candan da.
Kabuğu seçen cevizin içi yoktur; o, benim peygamberimin ba
dem helvasından nasıl zevk alabilir ki?
Onun cevizlerle, bademlerle, şekerlerle yoğrulmuş badem Helva
sı, hem dilimi, damağımı tatlılaştırır, hem gözlerime nur verir.
* 1010. Oğul, içi buldun mu kabuğa bakmazsın, İsa'nın bulun
duğu yere geldin mi artık eşeğim nerde demezsin.
A canım efendim, niceye bir külahtan bahsedeceksin? Tut ki sü
rüden bir eşek eksik olmuş, ne çıkar? İri-yarı atlımı seyret benim, arık
atıma bakma.
Âştkın gücü, kuvveti, iriliği, sağlamlığı, sevgilinin gücünden, kuv
vetinden gelir; çünkü âşıkların ululuğu, büyükler büyüğü Tanrı'mdan-
dır benim.
* Ey dertlere düşüp ah eden, ah ah deme, Allah de. Ey canın
yetiştirdiği Yusufum, kuyudan bahsetme, mevkiden bahset, devlet
ten bahset.
109
LXXXII
LXXXV
P. »
114
LXXXVI
LXXXVI1
—N—
uoocvııı
1080. Ey sevgilim, ey sevgilim, ey aman nedir, bilmiyen sevgi
lim. Ey dilberim, ey gönlümü alan, ey bana mahrem olan, benim ga
mımı yeyin.
Ey yeryüzünde bize ay olan, ey gece yarısında bize seher kesi
len, ey tehlike anında siperimiz, ey benim şekerler yağdıran bulutum.
Canımda ne de güzel akıp durmadasın, derdime ne de güzel
derman olmadasın. Ey benim dinim, ey benim imanım, ey benîm in
cilerle dolu denizim.
Ey gece yolcularına meş'ale, ey deli âşıklara zincir olan, ey her
kafilenin yöneldiği kıble, ey kervan başım benim.
Hem yol kesensin ,hem kılavuz. Hem aysın, hem müşteri. Hem
bu yandansın, hem o yandan. Hem dayandığım bucaksın, hem gü
vendiğim yer.
* Yusuf peygamber gibi geliyor, müşteri istiyorsun. Mısırımı,
pazarımı ateşlere yakmıya geliyorsun sen.
* Turdağımda Mûsâ'sın, her hastama şifalar veren isâ. Hem nu
rumun fevrine nursun, hem Ahmed-İ Muhtir'ımsın benim.
Hem zindanda munissin bana, hem gülen devletlimsin. Andol-
sun Tanrı'ya» bunların da yüz mislisin, ey benim çok çok övdüğümden
de fazla övüşe lâyık sevgilim.
Bana, bu yana sıçra diyorsun, diyorum ki: Nasıl geleyim tapına.
Diyorsun ki: A benim düzenbazım, a benîm kulum, bahane bulmıya
kalkışma.
Diyorum ki: Padişahlara lâyık, sayıya sığmaz bîr hâzinesin, di
yor ki: Evet, fakat bedava elde edilmez; can isterim, hem de ne can...
Diyorum ki: Pekâlâ, hadi, hafiflet yükümü.
• * 1090. Hazine istiyorsan baş koy, aşk istiyorsan can ver; safa
gir geri dönme ey benim Hayder-i Kerrâr'ım.
LXXXIX
xc
A âşıklar, â âşıklar, dünyadan göçme vakti geldi çattı, göç da
vulunun sesi geliyor can kulağıma.
İşte şimdicek kervan başı kalkmış, katarları düzüp koşmuş, biz
den helâllik dilemiş, ne diye uyumuşsunuz siz ey kervan halkı.
Bu önden, artdan gelen sesler, göç sesleridir, develerin boyun
larındaki çan sesleri; can da, soluk da her an mekânsızlık âleminde be
lirmektedir.
Şu başaşağı dönmüş kandillerin ışığından, şu masmavi perdele
rin ardından gizli şeyleri açığa vurmak için bir bölük şaşılacak halk
gelmede.
1120. Şu dolap gibi dönüp duran gökyüzünden, bir ağır uyku
dur, seni bastırmış; feryat şu pek tez geçen ömürden, sakın şu ağır
uykudan.
Her yanda mum, m eşale, her yanda ses, iş güç... Çünkü bu ge
ce dünya gebe kaldı, ebedî dünya doğuyor.
* Sen topraktın, gönül, oldun. Bilgisizdin, akıllandın. Seni bu çe
şit çekip buraya getiren, gene çekip sürüyerek praya götürüyor.
Onun bu çekişleri bile, onun hoşa gitmiyen şeyleri bile hoştur,
tatlıdır; ateşleri sudur onun, yüzünü asma ona.
Onun işi, gönüllerde oturmaktır, kân, tövbe bozdurmaktır; onun
sayıya sığmaz düzenlerinden zerrelerin bile gönülleri tir tir titremede.
Ey ağız yarığından sıçrayıp duran acı gülüş, ey köy ağası benim
diye övünüş, ne vaktedek sıçrayıp duracaksın, teslim ol, boyun ver,
baş eğ, yoksa seni yay gibi çekerler, bükerler.
Hiyle tohumlarını ekip duruyordun, hayıflanmadaydın, Tanrı'yı
yok sanmıştın, şimdi gör bakalım a kaltaban.
A eşek, saman yemen daha doğru, kara tencere daha lâyık sana,
ey evinin de, soyunun-sopunun da aybı, ârı, yerin dibine geçsen daha
iyi olur.
720
XC1
XCII
* Bu kimdir bu, bu kimdir bu? Bu, ikinci bir Yusuf'tur, olsa olsa Hı
zır'dır, İlyas'tır bu yahut da âbı hayâttır bu.
v Canlara can katandır bu, yahut Me'vâ cennetidir bu, güzel sa-
kimizdir bu, yahut da can şarabıdır bu.
xcııı
,:.0 yana gitme, bu yana gel ey gülen gül fidanım benim, ey aklımın
aklına akıl, canımın canına can olanım benim.
Bu yana bir bak, bizim tarafımıza bir uğra, şeker kamışında bir
coş ey âbıhayâtım benim.
İsterim ki gece karanlığı bassın da gizlice geleyim sana, gece, ge
celeyin yol alanlara, senin yüzünle aydınlansın.
Aşkına karşı kim oluyorum ki ben? Kanlı gözyaşlarına sikiyim
ben, şarap sağrağım gözlerim; şarabı süzen de kirpiklerim.
Gözyaşlarımdan şarap sunmadayım sana, gönlümden de kebab;
budur yaşım kurum elimde bunlar var ancak.
Gözümün denizi bir an bile inciden mahrum olmasın, güzel lâl'in,
bir an bile madenimden eksilmesin.
Bütün bunlarla beraber nerde şükrün, nerde ahdin, nerde yemi
nin; vazgeç bu cevirden, bu cefadan ey ahdi, amanı güzelim benim.
İşte gözlerim yaşarmada, akıyk renkli dudaklarına kavuşmak İçin
işte, yüzüm altın gibi sararmada.
1170. Tanrı, yüzüne imanınızı tazeleyin diye bir yazıdır, yazmış;
o güzel yüzden, o güzel yazıdan dolayı her an imanım artıp duruyor
Kızdığın zaman gözlerin, gözlerime gizlice öyle bîr söz söyler ki
o söz, benim gizli ateşime aittir.
Derki: Gönlünü sağlam tut, o güzelin hışmından, nazından ürk
me; önce bir kadeh tortulu şarap iç de sonuna bak bu işin sen.
* Her gülün bir tikeni vardır, definenin üstünde de yılan olur. Çek
tiğin acı, ettiğin sabır, sonucu tatlı dileğine ulaştırır seni a benim ca
nım.
* Bu sözü duyunca ben de mademki dedim, bana eziyet etmek
istiyorsun, o eziyet hazinedir bence; tut ki Abû-Hurayralaştım, gamın,,
mihnetinse tağarcığım oldu.
126
xcıv
1180. Nice zamandır ki yola düş sesiyle yoldan kalmışım, ne
kadar zamandır ki koş sesine dalmışım da çadır yerini yitirmişim.
Beni bu koş, bu yola düş sesinden ne vakit kurtaracaksın da sana,
senin devletine, ay yüzlü güzelime, harman yerime ulaşacağım [*].
Ey güneşin nuruna sahip sevgilim, yolculukta, dağda, ovada, de
rede, belde, sabah akşam senin aşkınla neşeliyim amma
nasıl açılacak yolum, nerde o yüz , nerde o padişah, onu söyle
bana, bilhassa bana söyle ki o padişahın arzusiyle yandım yakıldım.
Ne vaktedek haberinizi seheryelinden soracağım? Ne zamanadek
kuyu suyunda balıkların hayalini arayacağım?
Bahçe gibi yüz kere yandım, tekrar baharın lûtfuyla parladım,
her iki halde de Tanrı'nın sanatına hayranım ben.
xcv /
Dün, sevgilimin hayali, gönlün çevresinde dönüp dolaşıyordu,
içeri gir de dedim, yüzünün nûruyla içimi, iç âlemimi aydınlat.
Ey padişahlar padişahı, ey benim sultanım, sultanlarımrn sultanı
benim, ey aklı başında olan canımı ateşlere atanım.
Ey bahariyle ömrümü yeşerten ,benim canım da ettiğim işlere şa
şırıp kaldı, herkesin canı da.
Ey gökyüzünde meleklerin cam, ey denizlerde balıkların tespihi,
her güzellikte, her güzel yüzde senden bir tat, bir tuz var.
1190. Her ulunun ulusu sensin, her peygamberin delili sen. Hem
hüküm yürütürsün, hem adalet ıssısın, hem benim çaresiz derdime ça
resin sen.
Güneşinin parlaklığıyla toprağım altın definesi kesildi, her yana
uçan düşüncem, ışığınla kanatlandı.
Senin lütuf kucağında bir çeng gibi nağmelerle doluyum; yavaş
vur da tellerim kopmasın.
Can bahçesine rahmetinin ilkbaharı vurunca ya tiken gülde kay
boldu, yahut da bütün tikenlerim gül kesildi.
Yüzünün devleti sayesinde şu kanlar içen gönlüm, her gece bol
bol verdiğin yüz tane altın sofra kurmada.
Sevgilimin hayali her gece gelir, elini atar da başımı kaşır; sonun
da da başıma el atan o güzelim, tuttu sarığımı götürdü benim.
Beni yokluktan getiren, her lâhza söyletmede, sonucu da beni
söyleten, bütün söylediğim sözler oldu gitti.
129
xcvı
Gül, o güzelliğiyle, yasemin, o lâtif üç yaprağiyle senin yüzünü
görse, sana kavuşsa her yaprağı üç batman olur, öylesine gelişir, öy
lesine güzelleşir.
Ey güzelim, hayat, gül bahçendir senin. Ey dilberim, açtığın ya
ra, kutluluktur bana. Kuluna kul olmak bile padişahlıktan büyüktür,
sultanlıktan üstündür.
Sana can bağışlarım dedin; hayır hayır, seni ölüdürüm de de
mum gibi başı (fitili) kesilmekle büsbütün d'rileyem, aydınlanayım.
T200. Zahit neyi arar? Merhametini. Âşık neyi arar? Yaranı,
çevrini, cefanı. O, elbiseler giyinmiş bir. ölüdür, buysa kefene bürün
müş bir diri.
O, canını kurtarmıya koşar, bu, aşka kurban olur. O, canını elde
etmek için baş kor, buysa kendi canına düşmandır..
* Ey hamel burcuna girmiş güneş gibi canımda parhyan, ey yü-
zürün ışığıyla beni Yemen akıykına döndüren.
F. 9
130
xcvıı
Aşkla o kadar birleştim, o kadar kaynaştım ki ben aşk kesildim,
aşk da ben oldu; böylece aşkla fitneler elinden kurtuluyorum, sına
malara yabancı oluyorum.
Evet, tam uzlaşıp birleşme yüzünden insan, yabancı olur âdeta
bu müşküller bir çözülse zemanede düşman kalmaz.
Bir deniz var ki bizden uzak değil, görünmemekte, fakat gizli
de değil; hem söyiemiye izin yok; hem de onu söylememek kâfirlik,
nankörlük.
* Ondan bahsetmek teşbih oldu, susmaksa tatil. Bu, dermansız
bir dert, sen kurtar bizi ey lütuf, ey kerem sahibi.
Dünyanın şekli, rengi, kokusu, her an ondan yardım istemekte;
tıpkı ağzını açmış çocuk gibi hem ondan haberi yok, hem de ondan
gıda istiyor.
Hem uykudadır gönül, hem uyanık, daima da coşup durmada,-
kapağı kapanmış tencere gibi ateşte yurt tutmuştur gönül.
Ey bize.hiçbir söz söylemeden o şaraptan bir kadeh doldurup
sunan, her an bir efsâne, sükût içinde nâra atıp duruyor.
1210. Kahrında, yüzlerce merhamet, nekesliğinde yüzlerce ver
gi, bilgisizliğinde yüzlerce bilgi var; zan gibi sükût ederken söz söy
lüyor.
* Senin susarak söylediğin sözleri, sana düşüp aklı başından gi
denler duymuş. Susuyorum, fakat seninle coşmadayım, tıpkı Aden
denizine benziyorum.
Lütfün Tanrılık etmede, dilekleri vermede, Yarabbi senden ayrı
olanı da lütfet, kendinden geçir.
Ey ‘bizim gönü! hoşluğumuz, nazımız; ey aslımız, başlangıcı
mız; sonucu aklımızla Haşanın babası ne bilir sırrımızı bizim.
Ey aşkı bizi satın alan, başkasından çekip ayıran, ey elbisemizi
yırtn, el at yırtılan elbisemize.
Ey aklımın kanını döken, gönlümden sabrı kaçıran, ey canımla
kaynaman, birleşen, her şeklin canını kırıp döken.
Aşıkın telef olduğu yere bir kuş uçar gider de umduğu avı Öl
müş bulursa kendinden geçer, kefenini yırtmıya koyulur.
131
xcvııı
Zemanede gözetimin bahtı da aslâ uyumaz, benim gözlerime de
aslâ uyku girmez,- ey güzelliği dünyaya mum olan, gözlerim o muma
leğen kesilmiştir.
Göz de, gönül de aşkınla uykudan, yemekten kesildi, sevginle
beslendi, gelişti; ikisi de selvi gibi, ağza ihtiyacı olmadan senin lütuf,
kerem suyunu emiyor.
Canın işr gücü, asılsız iş güç değil, can rızkının pisliği yok, bu
rızıkla geçinen abdest bozmaz. Can şehrinde, erkeksiz, kadınsız, her
art bir sûret, bir şekil doğuyor,
1220. Her şekil aydan da güzel, baldan da, şekerden de tatlı;
yüzbinlerce debdebeyle çeşit çeşit bezenip kuşanarak hepsi de benim
sevgilime hizmet ediyor.
Hepsi de dervişlerin saltanatına hayran, gökyüzünün suyu, ön
lerin deresinde akmada. Ey gönül, sen de sarhoşça onların mahalle
sine geldin ya, el çırp artık.
O ay gibi aydın alınlı güzelin yüzünden yeryüzü, göğe döndü;
meded edin, şu fitnelerle dolu nakıslardan kurtarın bizi ey Müslü-
manlar.
132
xcıx
Ansızın bir koku aldım, belki de sevgilimden geliyor bu koku
belki de o vefalı sorhaş güzelim beni anarak şarab içmede.
Ey canda, gönülde konaklı yan dilber, nasıl olur da onun gönlün
den çıkarım ,beni anmaz; her lâhza hasta gönlüme bir macun hazır
lamada.
Hele simdi o coşkunluk yüzünden, o örtülüp gizlenemiyecek co
şup köpürüşünden rahmet, benim sırlar denizimde ceyhun gibi çağ
Uyıp akıyor.
Bu söyleyişim, şu sözlerim, hallerime perdedir, gülbahçesine ben
ziyen gönlüm, tikene benziyen düşüncemden öylesine utanıp arla
nıyor ki.
Nerde benim sevdama lâyık bir nâra, bir ses; nerde benim nur
larıma benzer bir güneş, yahut ay?
* Bırak şimdi bunu, benim pasımı gidererek Zencileri birbirine
katmak, kırıp geçirmek için Habeş ülkesine Rum diyarından bir kayse
geldi.
Damına çık da seyret, haberi, her lâhza gönül pençeresinden gi
rıyor da ateşlerle beslenen canıma gelip çatıyor.
1230, Onunla buluşmaktan nasıl bahsedeyim. Güzelliğini naşı
anlatayım? O dudu kuşlan, benim şu söz tuzağıma yaklaşmıyor ki.
Sevgilime, sözlerimin kadrince bakma; fikirlerimin gönlünde Mû
sâ'nrn Tûrusinâsını seyret.
Benîm o uyanık devletim, bu gece bu sözlerle uyanıklara, sır
lara ait bir remiz söyliyecek, bir işarette bulunacak.
* O uykusuz fil, geceleyin nasıl oldu da Hindistan'ı rüyasındc
gördü, şaşıyorum buna; Leyiâ sevgilisini aramak için Mecnûna döner
gönlüme geldi benim.
Bu gece gönül selimden suyum, toprağım yıkılacak, çünkü nehir
ferimin çeşmesi gönül oluğundan akıp duruyor.
133
Cİ
cıı
Gönlün çevresinde o kadar döndüm, dolaştım ki dönüşümün faz
lalığı yüzünden ne beden, benim yükümü çekebilir, ne can savaşıma
dayanabilir.
O madenin çevresinde o kadar dolaşacağım, canla öylesine sava
şacağım ki hem varlığım tamamiyle çözülüp dökülsün, hem tellerim
tamamiyle üzülüp kırılsın.
Sen çok inatçısın oğul, ben de inatçıyım; öylesine ayak direrim
ki erkek arslan bile bu ayak direyişime karşı baş eğer.
Beden, meşâlelerle süslü gökyüzü gibi canın çevresinde nasıl
olur da dönmez ey pergele benziyen canımın güzellik', alım noktası?
Su kılavuz oldukça bu değirmen döner durur, amma senin bun
dan haberin bile olmaz da buğdayım un oldu, yeter artık der dururusun.
Halbuki o, senin işine aldırış bile etmez, senin buğdayınla, yü
künle' ilgisi bile yoktur, su bulundukça benim sırlarımın çevresinde,
gökyüzü gibi boyuna döner.
Onun elinde bir kalburum ben, beni oynatır, döndürür. Kalburu
ele almak, sallayıp döndürmek onun işidir, kalbur olmak da benim
işim.
1300 Ne gerçeklik kaldı, ne gösterişine su kaldı, ne ot; işte o
zaman, ey gül yüzlüm benim, hadi gel, dedim.
Ey sarhoş canıma can olan, ey dün gece elimden kaçan, kırma
beni, kırık gönlüme bak, kalk ey ordu kumandanım.
Ey güzel yürüyüşlü canım, sevgilinin huzurunda kıvran da, sev
gilim sana, ey benîm canım, ey benim rızkım ,geçimim desin.
Şu bedenim bir iğe benziyor .sustum mu Tanrı ip örmede, bu
iğle beden iplerimi yumak haline getirmede.
İplikle ipliğin salınışı gizli de, iğle iğin dönüşü görünüyor; iğ,
onun tutuşu, çekişi olmadan nasıl bu besbedava işe koyulurum ben
diyor.
Beden sarığa, can da başa benziyor, o, başa sarılmada, her katı
öbürünün üstünde, tıpkı sarığım gibi.
Ey terü taze Şemseddİn, sen gâh sarıksın, gâh baş; korkuyorum
bir bahane bulur, benimle buluşmaktan dönersin, bana görünmezsin
diye.
139
cm
Ey tez, çevik uçanım, gayb âlemine uç, bu yana değil; gizlilik
evine git ey düşüncem, ey anlayışım.
* Aklı küllün bayram yerinde bir davuldan başka nesi var dün*
yanın, göklerimin harman yerinde bir samandan başka nesi var gök
yüzünün?
Ben yaraladım gönlünü senin ,yarama melhem sürme. Ben yırt
tım hırkanı, yırtık hırkama el atma.
T310. Bundan daha güzel işlerime bak, çünkü ben baştanbaşa
abıhayatım. Ey kendisini helak edeceğimden korkup duran, bu ka
dar kötü zan besleme hakkımda.
Can denizinin kıyısında şu deniz, bir katre bile olmaz; benîm
gamlı anlarıma karşı neşe bir habbe bile etmez.
Tavşanlar, keklikler, ceylanlar, padişahlara avlanırlar; benimse
özengime başaşağı bağlanmış erkek arslanları seyret.
* Benim «Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım» ülkesinin gü
zeli olan sevgilimin yüzünden arslanlartn gönülleri kan kesilmiş, ova
kanlara boyanmış, insanı mecnun edenler bile ona mecnun olmuş.
* Usanmış bezmişsen gel de Tanrı şarabından bir kadehçik iç; in
sanı sarsan, harekete getiren şarabımdan Uhuddağı bile oynar, da
ğılıp uçar.
* Öylesine şaraptır kİ ışığı direksiz dayaksız göğe vurur, içersen
onun bir yudumundan canımda ne coşkunluklar var, anlar, bilirsin.
O şarap, içine .tesir eder, aklını arttırır, gözünü gönlünü aydın
latır da o vakit şu çer-çöpe benziyen cismindeki inciyi görürsün..
Dünya, içi piliçle dolu bir yumurtanın üstüne oturup yatmış ta
vuğa benzer; benim meleklerimin kollan kanatlan, o yumurtayla bes
lenir gelişir.
Günün birinde o tavuk, bir tekmeden ürküp sıçrar, yumurtayı
bırakırsa işte o vakit yedi gök de benim tertemiz yumurtamın nörun-
dan yok olur gider.
Dibi olmıyan deniz, ey eski toprak diyor, eteğini çemre de
inci al benden, bende kıskanacak, esirgiyecek göz yok.
1320. Zatım vehimlere sığmaz, düşünceler mat olur bende, şaş
kınlıktan dolayı biri iki görenden başka nerde benim eşimden, or
tağımdan bahseden?
* Gerçi misvâke benziyen şu sözlerimden dişler arınır, ağız gü
zelleşir amma gene de sus, sustuğun zaman kendinden geçiş deryası
na daha da fazla garkoiuyorsun çünkü.
141
GIV
«Bu gazel, CI. gazelin aynıdır. Ancak II. Nçyjj bu gabide değişik, ondan önceki
beyit de CI. gazelde yok. Bu iki beyti yazıyoruz:»
cv
Sevgilim dün bahçede hem geziyordu, hem de ey yeşillik diyor
du, çevrini çeken yüzlercesi var amma bak da gör, bir tane benim gi
bisi var mı?
Neden dedim bu olayı bana sormuyorsun? Dediki: Benim soru
larım kulağa sığmaz, ağza gelmez.
Sormayı bırak amma dedim, bâri .gizlice anlatmayı bırakma;
gönlün gizlice anlatışlarından, imâlarından, İşaretlerinden can da ya
nar dedi, beden de.
Seferle nasılsın, yolculukla ne âlemdesin dedim. Ay gibi dedi,
parlak, güzel, hoş bakışlı, kendi çevremde oynıya oynıya gidiyorum.
* Kendi çevresinde dönüp dolaşmak hatadır ,ancak mile yaraşır
bu, çünkü o, vatanında seferdedir, dururken yürümektedir.
O padşahiar padişahından kervanbaşı da sarhoş olmuştur, de
veler de. Ey kervanbaşı, sevgilimin diyarından başka bir yerde ko
naklama.
1330. * Ey işretimiz, nazımız bizim. Ey aslımız, başlangıcımız bi
zim Artık Hasan'ın canı, yahut Abu-I Haşan nerden bilecek sırrımızı
bizim?
* Ey canımda aşkı, hamel burcundaki güneşe benziyen, ey gö
zümde boyu-posu, yüzü-gözü, Yemen'deki akıyka dönen.
Önce gelip geçenler de, sonra gelenlerle gelecekler de kıyamet
te bir araya toplansalar o topluluğun içinde gene de senden daha
güzeli bulunmaz.
Mecnun, senin yüzünü görse Leylâ'yı unutur, Leylâ görse mec
nun gibi dertlere düşer, belâlara uğrar.
Seni arama yüzünden gülün ayağında çok tikenler var. Ayrılı
ğınla yasemin, vay benim yasım, vay deyip duruyor.
Yüzünün güneşi rızkımızı vermiyorsa iki dünyadaki bütün zer
reler tamaa kapılırlar da ağızlarını açarlar mıydı hiç?
143
D
144
cvı
Sevgilim ,dün bahçede hem geziyordu, hem de ey yeşillik diyor
du, çevrini çeken yüzlerce kişi var, amma bir bak da gör, var mı bir
tane daha benim gibisi?
Dudağımın kadrini bilmedin, benimle kavgalara giriştin, işte bak,
öylesine yaktın erittin beni ki zemanede herkes hayran bana.
Ey fitneler koparan, halkın üstüne ateşler döken, her gönlü,
gökten uzattığı gizli bir iple asakoyan.
Tertemiz, dupduru denizinde bütün dünya çer-çöp; erkeğin de,
kadının da canı, gönlü, senin denizinde oynayıp duruyor.
Gökkubbeden dışarı nice mumlar, kandiller yaktın; can şehrin
den de, beden şehrinden de dışarı nice şekiller yaptın.
Ey yüzünün hayali olmayınca bütün gerçeklerin hayal kesildiği
güzel; sen olmazsan bedenimdeki can, kefene sarılmış ölüye döner.
Ey gözüm, onun parrl-panl parlayan nuru olmadıkça bir şeyler
görme. Ey canım, onun cana canlar katan canı olmadıkça yürü git, can
çekişip durma.
Dedim ki: Ne diye olayı bize soruyorsun? Bizim sorularmız dedi,
kulağa da sığmaz, ağza da gelmez.
Ey sevgilinin gölgesini sevgili sanan, ey yıllardır bedenini göm
lekten fark etmiyen.
1350, Hadde, sayıya sığan canın, o hadsiz sayısız canla birleşti-
mi canın bedeoine sığmaz, mumun leğenle örtülemez.
14S
cvn
Her yana bir hoşça kaçmadasın, fakat hayır, kaçına bizim halka
mızdan, etme bu işi. Ey ay, Ülker yıldızının topluluğunu bozuyorsun,
hayır, eyleme bu i.$i.
* Sen nurlarla, ateşlerle dopdolu nev-rûzsun, bizse ardında gece
yiz âdeta; nerde konaklıyorsan oraya geliyoruz; hayır, etme bunu.
* Ey hamel burcundaki güneş, bağ, bahçe senin lûtfunla, ikra
mınla elbiseler giyindi; halbuki sensiz kışın yaralariyle işten, güçten
kalmıştı, hayır, eyleme bu işi.
Ey güneşi, bize dadı kesilen, peşindeyiz gölge gibî; a dadı, lütfün
olmadıkça yapayalnız kalıyoruz, etme, reva görme bunu.
F. I*
146
CV1II j
cıx
t
CX
Ey gönül, gözle bir tuzak kur, gözün yoksa Ödünç bir göz al; ey
«can, herkesi çağır, her çareye başvur da sıçra, kurtul şu sudan, top
raktan.
Ey can, sen tenbel misin ki? Sen büyük savaşlar arslanısın, saf
ları bozup o sağlam kaleyi alman gerek.
Tez ol ey sevilen, ey seven, duamızı sen duy, dileğimizi sen ver
sesini duy; sevgili gizlendiyse, görünmüyorsa iyice bak da gör, can
ona gidiyor işte.*
* Hünerlere sahip can, kan denizine garkolunca kimlerle otur
madayım, kimlerle düşüp kalkmadayım, «Keşke kavmim bilseydi» di
yor.
Diyor kİ: Selim, denize gidiyorum; ruhum, göğe ağıyorum;
İâ'lim, incilere ulaşıyorum, ya tac olurum artık, ya yüzük taşı.
149
«Tercî'-i benda
cxıı
* Hiç de bilmezdim, hiç de aklıma gelmezdi kî ay, bir şekle bü
rünsün de yeryüzüne gelsin; güzelliği, bütün Çin güzellerini ateşlere
yaksın.
Akıllara gelir mi ki o erkek arslan, ormanlıklardan koşup gelsin
de bütün âşıkları, şu çeşit kanlara garketsin.
Gönle, a gönül dedim, bir kere daha ciğerinin kanlarına bulan
dın; sus dedi, sus, bîr kerecik gel de gör onun yüzünü.
Yüzünden mi bahsedeyim, huyundan m ı? Alnına dökülen kâkül
lerini mi öveyim, saçlarını m ı? sarhoş gözlerinden mi dem vurayım,
yanağını mı, alnını mı söyliyeyim yoksa?
Hasılı tutkunum ona, o şarabın sarhoşuyum, onunla yıkılmışım
yerlere; gece, seher çağınadek yârabbi diyorum, yardımıma koşun
ey Müslümanlar diye feryad ediyorum.
Nerde kâğıt? O güzelin yüzü gibi parlak, güneşe benzer bir re
sim yapayım da şu suyun, toprağın hânümânını ateşe vereyim, yan
sın soyu-sopu.
1410. Ayrı ligiyle yeryüzü, göğe yüz tutmuş, fakat gök de feryad
etmede senin yüz mislinim ben diyor-
Her ikisine de gizli bir yurttan, ey âşıklar, ey talihsizler, işte bu
racıkta, kutluluk pusuda diye cevap geliyor.
Devlet darmadağın olmuş âşıkın yoluna çıkmış, eline, tam görüş
ten bir meşale almış da kılavuzluğa gelmiş.
Bu güvenilir yalımlarla her İyinin, her kötünün gönlündeki sır,
sütteki kıl gibi ortaya çıkmış, tıpkı kıyamet günü bugün.
Bizim ırmağımıza gönül veren ciğer, susuz kalır mı hiç? Emîn o-
lan haznedara haznenin kapısı kapanır mı hiç?
152
I
154
- V -
CXIf!
cxıv
1470. Sabahları güneş doğmadan sırça gökkubbede gün ışığı
parıl-parıl parlar; akşamlayın batı kızıllığının kanla dolu kadehi, senin
kan yalaşan temreninden meydana gelir.
Yarlarda yarlardan, sellerde sellerden, oynaya-yuvarlana, çağla-
ya-atıla akan sular, sonucu, senin denizinin kıyısına varır da o denize
kartşır gider.
O kadar yüceliğiyle, o kadar azmiyle ay bile senin yüce, usûl bo
yunu görmek için yüzünü yukarıya tuttu, başını kaldırdı da külâhı ye
re düştü.
Her seher çağı bülbüller, senin yemyeşil bahçende, sana ulaşan
ların havalarından nağmeler düzer, âşıklar gibi feryada koyulur.
* Ey güzel, canlar dîdarını arar, gönüllerin hepsi de sevgiliyi; ey
alabildiğine geniş bahçesinde dört ırmağın da coşup aktığı dilber.
Biri, akıp duran su ırmağı, biri bal ırmağı, öbürü, seyret de bak,
taptaze süt ırmağı, öbürüyse senin kızıl şarap ırmağın.
Ne vakit mühlet vereceksin, ne vakit testi üstüne testi sunarak
şaraba kandıracaksın benî? Nerde o fikir kî şarap kadehinin yaptığr
işleri anlatayım.
Zaten ben kim oluyorum ki? Gök bile bu büyük sağrağın dönü
şüyle mest; bir an bile aşkından aman bulamıyor, bir an bile senden
şarap içmekten geri kalmıyor.
Ey gümüş kemerli ay, eskidenberi aşkla bilişliğin vardır senin,-
ey gökyüzü, âşıklık, yüzünden de bellidir senin.
Gönle eş olan âşk, gönlün söz söyleyişinden pek bezdi; sus ey
gönül, ne vaktedek sürecek şu çalışıp savaşman, arayıp taraman?
1480. Gönül dedi ki: Ben onun neyiyim, onun nefesleriyle feryad
etmedeyim. Bu sözü duyunca ağla öyleyse dedim, feryad et şimdi, ey
canım, sevdasına kul olasıca.
Gerçekten de kapınızı açtık, ayırmayın dostlarnızi; hamdolsurr
seni baştanbaşa kaplayıp kucaklıyan aşka.
15?'
cxv
Hasedinden îsâ'yı kıskanan, pnun yüzünden perişan bir hale ge~
fen nâdanın canı çıksın, yüz köpek sakalına pislesin F ].
* Eşek nasıl olur da ceylânı avlıyabilir, eşek nasıl olur da nâf©
kokusunu verebilir; kim koklar eşeğin sidiğini, yahut koklamak iç^,
kim arar, kim sorar?
Akar suya kancık eşek İşerse suya bir ziyan gelmez amma gene
de susuz kalıp, içmemek gerek o suyu.
* Ey nazı, işvesi ahlâksızlara, yüz tırmalayışı kahpelere benziyen,
o düzenden, o hiyleden eşek bile eşekliğiyle utanır, Tanrıdan «Onlar
hayvanlardan da daha sapık» âyetini duy.
Susayım da Tanrı, ebedîyyen yüzünü kara etsin onun, ben sâki-
ye el atayım, zaten onun edasından, lâtifelerinden sarhoşum.
cxvI
Ey aşk, sen mi daha düzgün, daha usûl boylusun, yoksa bahçen
mi, bahçendeki elmalıkta yetişen elma ağaçlan mı daha düzgün, daha
.usûl boylu? Ey yeniay, bir çarkur, dön ey iştiyak çekenlerine canlar
bağışlıyan.
Senden gelen acr tatlılaşır, küfür, sapıklık, din kesilir, çer-çöpün
ağustos gülü olur; canına yüzlerce can feda olsun senin.
Ey halkın başını döndüren, göklere merdiven dayarsın, insana ka
natlar verirsin, başlara yüzlerce kavga salarsın.
1490. Ne şirin huylusun ey aşk, ne güzel yüzlüsün ey aşk, ne de
İşret seversin ey aşk, ey eşine, dostuna neşeler veren.
Ey güzel, şakayıktaki renk, senin rengin,- bütün gerçekler, sana
karşı şaşırmış, bönleşmiş, her zerre, lûtfunu, İhsanını umarak sana yö
nelmiş.
Sen olmadıkça bütün pazarlar bozuk-düzen, kârdan kalmış,- bağ
da senin yağmurunu ister, bahçe de ,üzüm de, çiçekler de.
Ağaç senden öğrenir oynamayı, terütâze yaprak, seninle ayak vu
rur yere, senin âbıfoâyat kaynağından içerler de yapraklar da sarhoş
luğa koyulurlar, meyvalar da.
Bahçe, senden armağan olarak güzü olmıyan bir bahar istiyorsa
senin güller saçan rüzgârınla yapraklarını döküp saçmak için istiyor.
Işığı zühal yıldızına vuran, onu bile parlatan yıldızın, gökyüzün-
deki d^ran, dolaşan bütün yıldızları görür de onların sönüklüğünden
utanır.
Senin neşe bahçelerinde ne de hoş dâvetçilerin var, sana konak
olan can, ekmek yerine neşe yer.
Sınadım bir zaman ben, sensiz bir lezzet bulamıyorum, sonu gel
mez tuzun olmadıkça ömrün nerden tadı tuzu olacak?
* Sefere gittim, geri geldim. Sona varchm, ordan gene başa dön
Î59
düm, yeni baştan başladım işe,* şu can fili, rüyasında senin Hindistan'
ını gördü;
senin Hindistan'ın sarhoşlarının meydanı; senin nağmelerinin
lezzeti yüzünden kızoğlan-kızlar bile gebe.
1500, Tedbirlere giriştim, fayda etmedi, gönül, zincirlerini kırdı
da çeke-sürüye canı, tâ senin otağının önünedek getirdi.
Orda ne bir inatçı görüyorum, ne bîr soğuk kişi; orda her an bir
hayat var, her an ucuz, bol ihsanlarından bir ihsan.
Dağ, hilmine bakmış da utanmış, o hilimden dolayı gönül de
küstahlaşmış, deli gibi, küstahçasına sayvanına sıçramak istiyor.
Sen demirde, dağda, taşta nice kapılar açtın, gönül de karıncaya
döndü, senin tasında, kadehinde bir yarık arıyor.
Kıyametedek yüzünü vasfetsem, boyuna söylesem, sayıp dük
sem gene de anlatamam, âcizim; senin uçsuz bucaksız denizin bir
çanak su almakla biter, tükenir mi?
160
CXVI|
Uyan, uyan,- hadi, gece geçti, uyan bez, bez, bez kendinden bile.
* Mısırımızda bir ahmak, işte şimdicek Yusuf'u satıyordu, bana
«inanmıyorsan pazar şuracıkta, git de gör.
Neliksiz niteliksiz Tanrı, seni keyfiyetsiz bir hale getirir, yüzünü
-gül gibi .kızartır, tabanına batan tikeni çıkarır, ondan sonra yürü gül
bahçesine.
Her hileyi, her düzeni işitme, ne diye kanı kanla yıkarsın? Ka
deh gibi baş aşağı gel de ondan sonra tortulu şarap iç.
Çevgenine karşı topa bçnze, topa; akbabasına meze olmak için
leş bile ol, leş bile.
1510. Gökten ses geldi, âşıkların hekimi geldi diyor; senin yanı
na da gelmesini istiyorsan hasta ol, hasta.
* Bu gönlü bir mağara say, o sevgilinin halvet yurdu bii; mağa
ra dostuysan hadi, gel, mağaraya gir, mağaraya gir.
İyi, sâf, bön bir adamsın sen, altınını hırsızlara kaptırmışsın; hır
sızı bilmek, paranı elde etmek istiyorsan yankesici ol, yankesici.
Sus, onun denizinde denizi, inciyi az vasfet; dalgıçlık etmek is
liyorsan soluğunu tut, soluğunu tut.
161
cxvııı
(ı^ ı* > » 'W « ( tifanV* )
Bırak ey âşık hileyi, düzeni ^virane-^t-v+Nme,- ateşin tâ ortasına
atıl, âdeta gönlüne gir de pervane ol, pervane.
Hem kendine yabancı kesil, hem evini yık da ondan sonra gel,
âşıklarla aynı evde otur, aynı evde onlarla düş kalk.
Yürü, gönlünü siniler gibi yedi kere yıka kinden de sonra gel, aşk
şarabına kadeh kesil, kadeh.
Sevgiliye lâyık olman için tamamiyle can kesilmelisin; sarhoşla
rın yanına gidiyorsan sarhoş ol, sarhoş.
* Sen kadir gecesisin, burda kadir gecesi ol, kadir gecesi gibi
ruhlara köşk ol, konak kesil.
Düşüncen nereye gidiyorsa seni de peşinden sürükler, oraya çe
ker; düşünceden geç de kaza ve kader gibi en ilerde yürü, en öne geç.
1520. Hevâ ve hevese meyletmek bir kilittir ki gönüllerimiz onun
la kilitlenir; sen anahtar ol, anahtarın dişi kesil; anahtarın dişi.
* Mustafâ, Hannâne direğini okşadı, bir ağaçtan da aşağı değilsin
ya, Hannâne direği ol, Hannâne direği.
* Süleyman, kujdilîni duy, öğren diyor sana, halbuki sen bir tu
zaksın ki kuş senden kaçıyor, tuzak olma, yuva ol, yuva.
Güzel, sana yüz gösterirse ayna gibi dol onunla; güzel, sana kar
şı saçlarını çözer açarsa, yürü, tarak kesil, tarak.
* Ne vaktedek ruh gibi çift ayakla, beydak gibi tek ayakla koşa
caksın, ferzin gibi eğri büğrü gideceksin, aklını başına al, akıllan.
Armağanlara, mallara sahib oldun da şükrane olarak aşkı verdin;
malı bırak, mal şöyle dursun sen aşka şükrane olarak kendini ver,
kendini.
Bir müddet ateş oldun, yel oldun, su kesildin, toprak oldun,- bir
müddet de hayvan oldun, hayvanlık âleminde yeldin yorttun'; ma
demki bir müddet de can haline geldin ,bâri sevgiliye lâyık bir çan
ol, sevgiliye lâyık bir can.
Ey söz söyleme kabiliyeti, niceye bir dama çıkacak, kapıya ge
leceksin? Eve uç artık, dille söylemeyi bırak, vazgeç sözden, vazgeç
de sus.
F. II
162
CX1X
cxx
Sırları bilen bir sarhoş gördün mü bil kİ onun sarhoşudur o. Gön
lü diri biri var gördün mü bil ki o var etmiştir onu.
Neşelerle, çalgıyla, çağanakla dopdolu, geceyle gündüzün far
kında olmıyan bir baş gördün mü bil ki o başı o kaşımıştır, o.
Dünyadakiler hep birbirinin zıddtdır, birbirinin kanına susamış
tır, hepsi şer peşindedir, savaştadır, fakat ayağımızı bağlıyan heybeti
yüzünden bahsetmiye imkân yok ki.
* 1540. Her an birine şarap sunar da ağaç gibi boy atar o; onun
kalkışma ,sıçrayışına şeytan da hayran olur, peri de.
* Arslan gibi bîrini görmüşsün de bıyığını adamakıllı burmuş
sun amma a şişman hantal, bu senin lâyığın, bir de onun lâyığını gör
bakalım.
Kalıbının cüzleri, onun lûtfuyla birbirine eklendi de düzüldü ko
şuldu, hallerini de birbirine ekler, düzer koşar; eklerin birbirine rağ
bet edişleri, onun rahmetîyledir.
Ne de hoş bîr ovadır bu ova ki yer yer orda salına-salına nazla
narak yürüyen, ancak aşktır, o ovanın üstünde Tanrı'dan başka bir şey
yoktur, altında yokluktan başka bir şey yok.
Söz oltasını az ör, çünkü av, sana zebun olmuyor ki; az ör de
avlan tutsun, av da onun, oltasına, ağma karşı sarhoştur zaten.
164
cxxı
Dünyda böylesine ay olamaz, burda topalla ey gönül, inada kal
kışma. Beni savaşla korkutup duruyorsun ha, hadi, savaş bakalım,
hadi savaş.
Biz o ebedî şahaplarla Tanrı sarhoşuyuz,* sense akıllısın, hünerli
sin. Yürü, ad-san kaydında kaladur.
* Kâğıttan elbiseler giyinerek din padişahının huzuruna gittik biz;
sen suret asıkısın, kalem gibi renge kapılıp kal.
Sevgilinin aşkıyla can ver, düğüm aşksız çözülmez. Ey rûh, bur
da sarhoş ol; ey akıl, topalla burda.
* Rûm, yüzünü görüp sarhoş oldu. Zenci, saçını görüp yıkıldı;
artık istersen Rum ülkesine git, istersen Zenciler diyarına.
1550. Onun ayranına düşmüşsün, zaten de onun aşkından doğ
dun sen. İstersen yüzlerce fersah ileriye koş, bu puttan kurtulmana
imkân yok.
Müminsen seni aramadadır, kâfirsen seni çağırmada. Bu yana yü
rü, doğru bîr er kesil, o yana var, kâfir ol, İkisi de bir onca.
Gözün bağında kalmış, kulağın şirin sözlerinde, onun gelirine
dal, bal arısına dön, onun hurma fidanına sarıl, salkım-salkım geliş.
Hem gökyüzü, okuna yay kesilmiştir, hem su, onun emrine tâbi
dir. Doğruysan var, ok ol, eğri-büğrü gidiyorsan yürü, yengeç kesil.
Onun yüce, geniş, hoş bir ülkesi var. Nasıl olursan, ne olursan
ol, ona lâzımsın sen. dilersen akıyk ol, lâ'l ol, dilersen kerpiç ol, taş
ol; o ülkeye o da lâzım, bu da.
Lâl'sen de gel, taşsan da gel, belâ seline düş, yuvarlan, selle de
nize koş, o şûh aşka konuk ol.
* Hızır'ın âbıhayâtına benzer bir deniz; ne kadar içersen iç, eksil
mez. Denizin suyu eksilirse o zaman gönlün daralsın, canın sıkılsın.
Balıklar gibi denizde git, gel. Kuruluğu hatırlarsan denizden ka
raya yüz tut. ^
165
Gâh dudağını dudağına verir, gâh seni kucağına alır. Öyle yap
tı mı yürü, ney ol, böyle yaptı mı var, cenk kesil.
Düşmanı yoksa da her yanda onun bir sarhoşu var; halvet yur
dunda sürünüp durma; âşıkların geçit günü geldi, öne düş, Öncü ol.
1560. Onun bağından gafil olan, şaraba muhtaç olur. Üzümle
şarapla dolu bir bağ--- Gâh şarab olur, gâh afyon.
* Meryem gibi sus da bir Isâ nefesli konuşsun. Kim sana iş ara
sında. var da erkek eşeklerle dos ol dedi [*].
[*] Bu güzelin 10. ve 7. beyitlerini bir semâ' csncsırkl» okuduğunu E flâkî'haber ve
riyor (20. u).
166
cxxıt
Andolsun Tanrı'ya kadehten de usandım şimdi, sağraktan da,
susaktan da; nerde deniz gönüllü bir saki ki testiyi kadeh diye sun
sun bana.
Bana, beni alıştırdığını sun, hırsızlamacasına gizleme benden,
şendedir o, aranma o yanda, bu yanda.
a
Her defasında beni aldatırsın, meclise gelsene dersin; ne istiyor
san yanıma gel de kulağıma söyle benîm.
İyi ya, bir güzelce yalanına aldanırım, düşünmem, bakmam bile
buna, çünkü ben zaten halka gibi kapıdayım, kulağına nasıl duda
ğımı kor da söz söyliyebilirim sana?
cxxııı
Ey niyetlenenler, ycrfa düşenler, sizi doğru yola sevkedene ulaşın,
ona kavuşmak için düşün yola, aşın yollan: Araştırın sizi kutluluğa
ulaştıranı, nerderır o ulu, nasıl buluşursunuz onunla?
Aşk, bir ışıktır ki yüceltilmiş, bir sırdır amma ne de güzel içile
cek, arınılacak zaten de sevgi ırmağı boyuna akar, kesilmez, mahab-
bet ateşi boyuna yanar, söndürülmez.
Aşk, elemlerle beraberdir, fakat gene de yücedir; sevgi derdine
uğrıyan havalandı, uçtu derlerse sakın inkâr etmeyin, uzak görmeyin
bunu, olmaz demeyin.
Ona kul, köle olup sevgiyle hizmet etmek, azatlısı olup başıboş
gezmekten hayırlıdır size; aşkıyla ağlıyan gözü hastadır, göz ağrısına
uğramıştır sanmayın.
■1580. Âşıkların işine akıl ermez, dertlerine devâ olmaz, onlara
dert, zaten en zararlı devâdır; aşka düşmiyen, aşk vâdisinde konakla-
mıyan kişileri doğru yolu bulmuş, muradına ermiş saymayın.
Dostlar, ye'se düşmeyin, zahmetten sonra rahmete kavuşursunuz;
ancak sevgiden başka bir elbise giymeyin, sevgiden başka bir libasa
bürünmeyin.
Aşk büyülerinin ipi düğümlenmiştir, aşkın elem ve e2İyet ateşi
yalımîanmıştır,- aşk, kaybedilmiş bir nimettir ki bufmıya çaîışmıyan
mahrum olur gider.
Sevgiliyle buluştuğum gün bağırdım: Aklım da başımdan gitti,
suçlardan çekinip kaçınmam da yok oldu; fakat bu, varlık içinde bir
varlıktır, fakat bu ebedî bir nimettir.
Aşkı elden kaçırırsanız gaflete düşmeyin, araştırın, bulmıya sa
vaşın onu, aklınızı başınıza alm; ne uyuyun, ne yeyin, ona ulaşma
dıkça, onu görmedikçe rafjat etmeyin.
169
—H —
cxxıv
Ey âşıklar, ey âşıklar, deliyim, divâneyim, zincir nerde? Ey can
zincirini oynatıp şakırdatan, dünya, senin yüzünden şakırtıyla, gürül
tüyle doldu.
Bir başka zincir yaptın da boy unuma attın, kervanın yolunu kes
mek için gökyüzünden at oynatıp koştun.
Kalk ey can, kalk ey cihan, topıaktan, toprak yurdundan uç, gök-
yüzündeki şu meşale bizim için dönüp duruyor.
Gönlünde dert olanın yolunu yağmur nerden vurur, çamur nasıl
onu yoldan alıkor, o ancak aşkta konaklar, başka konağı yoktur onun.
Ödleğin biri bir gün bağırdı, kötü çoban dedi; o keçi, sürünün
içinden bana baktı, acaba nsırır mı beni?
1590. Çoban ödleğe, ısırsa da dedi, hattâ tekmesinin altında öl
dürse de er kişiye ne gam, korkar mı hiç keçiden? Ödlek, hele doğru
dedin dedi.
Akıl nerdeki söz söyliyesin, ayak nerdeki koşup yortasın, kara
dan kaçıp denize dalasın da depremden emin olasın.
Padişahlar padişahı olasın, saltanatın daimî olsun, zühal yıldızın
dan bile yüce olsun yerin, şu süprüntülükten çıkasın.
* Aklı Küll gibi, işe güce koyulasın, bal ırmağı gibi coşup köpü
resin, hamel burcundaki güneşe, sünbüle burcundaki aya dönesin.
Yüzlerce kuzgun, yüzlerce puhu, yüzlerce üveyk, senin için nağ
meler düzmüşler; şu oyalanmadan vazgeçseydin gönül sırlarını du
yardın.
Gönül sahibiysen aşka düş, gönülsüz bir hale gel, aklın varsa
deli ol, çünkü, şu cüz'î akıl, senin aşkının gözüne bir su kabarcığı gi
bi görünür.
Sonucu gayb sûreti gelip yetişir de seni suret âleminden çeker,
170
cxxv
* Ey aşkıyla Cebrail'in bile gökyüzünde raksa girdiği, ey savda*
iyle, havada yıldızların, göğün, âlemin coşup oynadığı güzel,
* şu yedinci kat göğün altında her şey, tâ öküze, balığa kadar bü-
3n varlık sevinç içinde, neşeli} tâ öküz, tâ balık burcunadek yukarda
eışey oynamada .
Gönlü kanlarla dolan âşık meyhaneye gitmiş, şaraba bir ateştir
almış, küplerin içinde oyuna girmiş.
Gönül görmüş ki yüzsuyu, şerefi, onun aşk mahallesinin toprak*
jrına dökülüp saçılmış; ateşlerle dopdolu, zahmetler içinde oynamı-
a koyulmuş.
* Can, Eyyup peygamber gibi o lütfün, o keremin zevkıyla, kurt-
arla dolu vücuduyla belâlar içinde oynamıya başlamış.
Hattâ Âdem peygamberin soyundan, bundan sonra geleceklerin
anları bile senin yokluk âlemin de raksa girmiş.
1610. Yokluk meyhanesinde ulu, yüce padişahlar padişahları,
lem külâhsız, taçsız, başbuğ olmuşlar, hem kaftansız, elbisesiz oyuna
lirmişler.
Bir bölük halk, azıcık bir şey görmüş, fakat hasede düşmüş, kib-
ine, namusuna, ârına yedirememiş de kimse görmeden, yalnızca oy-
lamıya koyulmuş.
Kibirliler, nefse uyanlar, nerden padişaha lâyık olacak, bu padi-
ahımızın yüceliği yüzünden yüzlerce yücelik, ululuk oynamıya baş-
arnış.
Bir bölük halkı görürsün, ekmekle çorba için oynuyor; bir bölük
talk da var ki aşka düşmüş, onlara aldırış bile etmiyor, oynayıp du*
uyor.
Ne hoştur o inci ki onun denizine gark olmuştur da sonucu, se-
iîlmiş bir deniz kesilmiş, o seçimde oynamıya koyulmuş.
172
cxxvı *
1620. Sarhoşlara bak, hepsi de bizim sarhoşumuzun başına üş
müş, akıllarını fikirlerini bırakmışlar, esenlikten geçmişler, belâya düş
müşler.
Dedim ki: Ey can sarhoşlan, ey can elinden şarap içenler, yüzbin-
lerce can, yüzbinlerce gönül, sizin başınıza üşmüş, size sarılmış.
Dediler ki: Allah'a şükürler olsnun, lûtfuyla şu ay doğdu; darlık
tan mahrum kalmıştık, yokluğun tk dibine dalmıştık.
Cefasından kaçtık, bir zaman ondan uzaklaştık, düşmanlar gibiy
dik âdeta, cefa içinde eziyet içinde kalakalmıştık.
Vefa kadehini kaldırmış, işi dükkânı bırakmış, işliyen kâr eden
bir çok tatsız tuzsuz dükkânı öylece salıvermiş elinden.
Gözlerine sürme çeken, her şeyi görüp bilen akıl, güzel gözlü
lerle görüşüp konuşmıya düşmüş, onlarla düşüp kalkmıya koyulmuş;
etrafı gözeten kuzgunsa nerde bir asılmış adam varsa oraya konmuş.
Ağzinda tat varsa, lezzet alıyorsan şu acı ,tatlı küplerden bir tat,
hevâdan, hevesten geçmek mi daha iyidir, yoksa hevâ ve hevese ka
pılmak, asılıp kalmak mı?
Bir ömürdür gönlüm, aşkıyla âvâre oldu, onu arayıp duruyor
dum, bir de baktım ki zavallı gönül bir güzelce Tanrı'ya yapışmış
meğer.
Ey yiğit, dünya evine güveniyorsan kalk da seni hem'azad eden
hem tutup asakoyan, tutsak eden kimdir, göstereyim sana.
* Ebedîlik yurdunda öldürülenleri, fakat canları diri olanları gör,
genç Mansur gibi razılık darağacına asılmışlar.
1630. Ey aşk, padişahım sensin, benim için bir darağacı kur; asıl
mamış kandil evi ılıtmaz.
Erlere yapışan kişinin ayağının toprağıyım, kimyaya sarılan ba
kıra kulum, köleyim ben.
174
Kalk sırça, çalgıya düzen ver, zevka semâa başla; başaşağı du
ran tefle nağmesiz bir halde duvara asılmış olan ney, hoş değil.
Tef bağlı gönülleri açar, ney hastanın canına canlar katar,- şu gö
nül açan, ne diye kapalı durur, o cana can katan, nasıl olur da asılı
katır.
* Bugün bir gayret et. el açıklığında bulun, cömertlikle canını
ver, Hâtem bile kâfirken kurtuldu, çünkü cömertliğe sarılmıştı.
Bu cömertlik ekmek için kurulu tuzağa benzer, fakat temizlik,
neşe, can tuzağıdır tıpkı; cömertliğe sarılan nerde, neşeye, safaya sa
rılan nerde?
* Cömert sanki bir korkak kişidir ki tehlikeye düşmüş de matını,
mülkünü sığındığı mağarada vermiş,- sûfiyse Mustafâ'ya sarılmış Abû-
Bekt'dir âdeta.
Bu, bir güzele gönül verir, bîr başbuğa can feda eder, mefaatine
düşkün adamsa müşteri gibi paraya pula asılmıştır, pazarlık eder
durur.
Bu, timsah gibi deryalara dalmış, denizler hayran ona; şuyşa ye
ni yüzme öğrenmiş, bildik kişilere sarılmada.
Sanki bu işler güçler, bu ululuk, bu debdebe, ya gerçektir, ya
gösteriş,- fakat âşıklarla bizim bulunduğumuz yerde gerçek de aşıla
konmuştur, gösteriş de.
1640. Gece oldu ey benim canım, cihanım, ey geceleyin yol
alanların gözü, ışığı, ey aya benziyen yüzüne karşı gökyüzünde ayın
bile asılıp kaldığı hayran olup kendinden geçtiği dilber.
Ben yeniay gibi neşeliyim, sevinçliyim,- sen yeni bîr mevki, yeni
bir devlet gibi cana canlar katıyorsun ey gamiyle yeniayın da benim
gibi iki büklüm olup kaldığı güzel.
Can, bilgiyle bir dağdır, bedense bir saman çöpü sanki; bir sa
man çöpünün koca bir dağı tutup kaldırdığını kim görmüştür?
Yol alanları bıraktın gittin, etme, başkalariyle sohbette bulunma;
yoksa belâlara düşersin de belâlara uğramış adamdan çare umana dö
ner, kalakalırsın.
Yüce kişilerin canlan bile bu işin sonucu nedir, nasıldır diye kan
olmuş; kötü zanna kapılanların canlarıysa sonunda başaşağı aşıla
kalmış.
Yüce erlerin tertemiz canları, canın önceden ektiği tohumu gör
müş de sonu düşünmeden vazgeçmiş, öne, başlangıca sarılmış.
Asıl seslenen gönüldür, gönlün sesidir beden dağına akseden;
ey sese yapışan, sus da sesin geldiği yere sarıl.
Dilden çıkan söz kibir verir, kibir de senin yalvarışını yer bitirir,-
kibrinden ayrıl da ululuk ıssına yapış.
T75
CXXVH
{*] Bu gazelin ilk mısraı yerine, bımdan önceki gazelin ilk mısraı yazılmış, bu ga
zelin ilk mısraı da, o gazelin ilk mısraı olarak kaydedilmiş ve her iki gazelde de bu yanlış
lık, kenara işaret edilerek düzeltilmiştir.
176
cxxvm
1660. Bu kimdir, bu kimdir ki ansızın gelmiş, halkamıza girmiş?
Tanrı nuru bu, Tanrı’dan gelmiş.
Şu lûtfu, şu rahmeti gör, şu bahtı, şu devleti seyret, yıldızı düş
künlerin çaresini bulmak için ay gibi çıkagelmiş.
* Güzel Leylâ'ya bak, ne güzel de Mecnûn'u arzulamış; o rûh
kehlibarına bak, her otu, kendisine çekmek için gelmiş âdeta.
* Kokularındaki lezzetten, güzelliğinden, güzel huylarından,
«Söyle; gelin* demelerinden canlar ,kaprya gelmişler.
Yokluğa yüzlerce kul resmi çizer, bayrak sahibi padişah resmi çi
zer, çeşit çeşit resimler yapar, onun güzelim hayalleri gönle hoş gel
mede, güzel gelmede.
Ö ihtiyacı olmıyan güzel, bu hayalleri bir gün gerçekleştirir de yol
yitiren o şekiller, yaşayış âlemine gelirler.
Suyu acı bir kuyuya benziyen şu yerden ,Kur'an kovasına yapış
da çık; ey Yusuf, kuyuya sarkıtılan şu kova, sonucu, senin için sarkı
tılmış.
Ne vakit senden vazgeçeceğim de bilgi güneşiyle padişahın göl
gesine geleceğim ey söz?
Yarabbi, ecelimden önce beni ilimden de geçir, amelden de,- hele
şu ağızlara gelen, dillere düşen sözden büsbütün geçir beni [*].
CXXIX
cxxx
Ey meclisinde canla gönlün aşkına düşüp de oynayıp durduğu,
ey savaşında sayısız başların kesilip de yerlerde yuvarlandığı güzel.
* Ey Rûh-ul Emîn, sen yeryüzü meydanına gelmiye niyetlenince
şu topraktaki zerrelerin hepsi, bu niyetini duydular da oynamıya başla
dılar.
Gönül kanı dökülsün diye tam yerinde verilmiş buyruğun gelin
ce ey padişahım, kan, kanın yüzünü bezedi, ona rastıklar çekip süs
ledi de fermanındaki isabet yüzünden oynamıya koyuldu.
Ey Âdem peygamber zamanından şimdîyedek gelip geçen bütün
padişahların en dirayetlisi, canımı rehin al, zaten senin kasdını duy
muş da oyuna girişmiş.
* Hârezmliler, neliksiz niteliksiz Tanrı didarını inkâr ettiler amma
senin görüşün yüzünden Hârezmin de ayak urarak raksetmede.
Ey yüzünün güneşi, ayı bozguna uğratan, yola gelen ay da se
nin sıkıştırmadan memnun, oynamıya koyulmuş.
* Tebrizli Şems, bir kerecik gönül mushafına bakarsa o musha-
fın üstünü, esresi, Ötresi de raksa girer, senin cezmîn (niyetin) de.
17?
cxxxı
Bu yanda birkaç rint var kİ gölgesinde gizlenmişler. Şu güne?
gönül tavanrndan onların canlarına vurmuş, parlatmış.
1690. Her yıldız bir zühre olmuş, her zerre bir güneş kesilmiş,-
ıeş de, yıldızlar da onların huzurunda zerre kesilmiş, dönüp dur-
ia.
* O akıllarını, gönüllerini kaybedenlerin, o canlarım zühal /ti
nin bulunduğu yedinci kat göğe ulaştıranların her biri, çadırsız,
:aksız bir Keyhusrev, bir padişah.
Çok zamandır binek oldun, âlemin etrafında dolaştın, Bir de can
isine sefer et de baştanbaşa can olan kavmi gör.
Tanrı'nın bu kadar ihsaniyle, bunca güzellikle, dilberlikle bera-
gene de buyruğa garkolan, buyruktan baş çekmiyen, emre taparv
ri seyret.
Onların gönülleri kinsiz; passız bir ayna sanki. Gönülleri, gökyü-
?ibi bir meydan kesilmiş de padişah, o meydana gelip konmuş.
Onların hey-hey nâralarından, şekerler çiğneyen lâ'l dudakların-
şehrimizde meze de ucuzladı, şarap da, her şey de.
Dün gece olduğu gibi gene kendimden geçseydim, fitnelerden-
neşeydim bunun geri kalanını kendimde olmadan söylerdim.
Fakat şimdi ağzımı yumuyorum ,çünkü kendimdeyim. Gönlüm o-
pla sarhoş oluncayadek susuyorum.
Can sultanının sultanı, Tebrizlilerin Tanrı Şems'i... Her can, onurv
jnd en deniz kesildi; her cisim, onun yüzünden mercan haline
180
cxxxıı
Ey benim işimden gücümden usanan, benden bezen, her an bi
raz daha fazla susuzum ben, nihayet bir dileğimi yerine getirirsen nen
eksilir yani?
1700. Yokluk, senin yüzünden var olsa, yok olan bir elbisedir,
bulup giyinse, varlıktan bir bayrağa sahib olsa bir ziyan etmezsin ki.
* Yahut merhamete müstahak olan bir makama, bir mertebeye
erişse, mektebinde Levh-i mahfuz'dan bir âyet okusa
* Ey âlemlere rahmet, yakıyn denizinden, şu toprağı yurd edinen
lere bir inci, denizdeki balıklara bîr rahat, bir huzur bağışlasan.
O denizin dalgası bazı kere inci verir, lûtfu bâzı defa gemiyi
yüzdürüp götürür, bunca yaratığın her birinde, ondan bir hal vardır,
bir neşe vardır.
Zaten o denizin çoğuyeri, şükredenler gibi secdededir, bâzı bâzı
da bir hizmet için dalgaları ayağa kalkıp boy gösterir.
* Bu gizli denize karşı şu dünyanın yedi denizi, bağışlamakta bu
lunan bir ihsan sahibine, ibadete koyulmuş bir rahibe benzer.
İncilerle, mercanlarla dolu denizimiz bizim, uzun ömrümüz, cam
ınız bizim, ömrümüz sonsuz olur, bize bir son bulunmaz lûtfunla.
Ey katre, eğer bir anlasan, sellere yoldaş olursun, sel de seni ya
denize kadar götürür, yolda hiçbir zarar görmezsin.
Yahut da, baş çeker, gafil olursun o her yanı kaplıyan aşk seli,
kulağını tutup çeker; çünkü o seni esirger ,korur.
Müstef'ilün müstef'ilün, şimdi şekeri gizliyeyim, çünkü şekeri
mi yağma ettirmiye gayb âleminden bir çok dudu kuşları yolladılar.
Yeniden yeniye, çeşit çeşit şekerleri seyret, çiğnemekten çıkan ses
lere kulak ver; fakat ne bu şekerlerin bir şekli var, ne bu duduların
çeneleri ,dişleri; hiçbiri görünmüyor.
1710. Tanrı'nın bir başka şekeri daha var ki şeker kamışına gel
mez o, onu yemeye ne dudu kuşunun gücü, kuvveti yeter, ne insan
boğazında o kabiliyet vardır.
O şekeı Tebrizli Şems'e benzer âdeta; o da göklere sığmaz; onun
güneşinin doğduğu yer, şaşılacak bir alandır çünkü.
181
cxxxııı
Ey dünya bağına bir kıl çadır kuran, ey cisme, cana ateş salıp dü
zülüp koşulmuş, bezenip süslenmiş bir rûh haline getiren [*],
ağaçların ayakları bağlıydı, sen çözdün. Gül bahçesinin alanı top
raktı, incilerle sen döşedin.
Muammalar söyleyin kuşa söz söylemeyi sen öğrettin. Solmuş,
perişan hale gelmiş gönül doğanına yüzlerce kanat verdin.
Ey ölümsüz ömür ihsan eden, ey azıksızlık azığı veren, gerçek
ten de ölüm okuna sağlam bir siper verdin sen.
* Âşık bu yolda kalem gibidir, eğri büğrü adım atar, düz gitmesi
için can defterinde ona tertemiz bîr mıstar meydana, getirdin.
* Bir hayvanı, bir öküzü insan yaparsan şaşılmaz, çünkü deniz sı
ğırının pisliğini de denizde amber haline getirdin.
Senin yolunda bütün dünyayı zapteden, âlemi kaplıyan kişiye de
gene onun cüzlerinden yüzlerce kılıç, yüzlerce asker verdi; tıpkı gü
neş gibi, güneşin hüzmeleri gibi.
Âdem'in önünde melek secde ederse şaşılmaz buna, top
raktan yaratılan insana gökyüzünü bile sakalığa dikmişsin, gökleri bi
le kul köle etmişsin ona.
1720. Yıldızlarda, taşa, toprağa tesir ediş kabiliyetini yarattın, bu
tesiri yeryüzüne döktün, gönül yolundan göğedek bir merdiven, bir
geçit kurdun.
Kara toprağa doğurtmak, doğurmak için bir meyil, bir şehvet ver
din de bir toprağı baba yaptın, öbürünü ana.
Mezarın içinde cenete kapılar açmıya gücün kuvvetin var; be
den mezarında da beş duyguyu yarattın, âleme kapı açtın,
—Y —
cxxxıv
Ey serkeşler güneşi ,ey kimseye baş eğmîyen güze!, gökyüzün-
e samanyoluyla uzlaştın; kullarla sütle bal gibi kaynaştın, birleştin.
Yahut cana can katan şarap gibi her cüz'e neşe verdin, yahut da
erem yağmurlan gibî yeryüzüyle birleştin, sindin şu yeryüzüne.
O kadar ateşlere daldın ki ateşi bile yaktın, tutuşturdun,
kadar İzini aradık ki sonunda izinin tozu bulunmıyanla birleştin, kay-
aştın.
1730. Ey ihtiyacı almıyan Tanrı sırrı, ey iyiden de, kötüden de
lüstağnı olan, kendinden yançizdin de güçlü, kuvvetli babayiğitle uz-
Ştın, kaynaştın sen.
Canlar, seni çok aradı amma hiç kimsecik senden bir koku bile ala-
ıadi; meyus oldular ,gönülleri perişan oldu, derken ansızın onlarla
irleşi verdin.
Bir cinsten planların birleşip kaynaşmalarına şaşılmaz. Zaten ay-
cinsten olmıyanlar uzlaşamazlar; fakat sen ne busun, ne o; öyle ol-
jğu halde bununla da uzlaşıp kaynaştın, onunla da.
İki dünya da senin konuğun, sofranın çevresine oturmuş ,sen de
iz çeşit nimet döktün, konukla kaynaştın.
Öylesine kaynaştın kî kendisini senden ayırdedemez,- evet, nasıl
nrdedebilir kî bedenin canla kaynaşıp birleştiği gibi kaynaştın, bir-
ştin onunla.
Sen, bu gül bahçesinin güzelliği, tazeliği oldun da ey koca İhtı-
ır, gençleştin gitti; ey ok, artık ava ulaşırsın, çünkü yayla birleştin.
Ey herkesin devleti, bahtı, herkesin varını-yoğunu çalmışsın; pek
vik geldin, yol kestin amma kervanla uzlaştın, kaynaştın gitti.
Sen yol öğrettin, yürüyüp yol alıyor felek; uzlaştın cihanla, can
ı yücelere uçuyor, cihan da.
184
xxxxv
Ey lûtfu, cana sarhoşluktan da güzel bir hal veren, canı, şarap
sız, kadehsiz, ebedî sarhoşluktan daha hoş bir hale sokan,
bir an olsun gel, cana öylesine lûtuflarda bulun ki lütfettiğin o
an temizlikten de temizdir, her şeyden de; o eşi bulunmaz anı nteeye-
dek bekliyelim biz?
Öylesine yağmacı bir padişahlar padişahısın ki yağmandaki dev
let yüzünden düşman bile ne vakit gelip de onu yağma edeceksin di
ye beklemekte.
Kendi şekli midir, yoksa canlar bağışlıyan âlemin şekli mi, nasıl
olur da can, bunu bilmez? Ayak, elbette kendisine uyan, kendisinin
olan ayakkabıyı bilir anlar.
Ayak, başkasının ayakkabısından daralır, sıkılır, fakat kendi
ayakkabısında hoştur, rahattır.
1750. Can da eşini, dengini bilir, iyiyi kötüyü anlar, çünkü gayb
âleminden her cana, kendi miktarınca bir biliş, bir anlayış verilmiştir.
Bu kabiliyete sahib olan akıl, şu zamanda, o ana takat getiremi-
yeceğî irin dünyada mahpustur.
Hani şehzade çocuktur aa büyüyünce giyeceği elbise hâzineye
konmuştur, mahzende kilitlenmiştir ya, tıpkı onun gibi.
Gönül kilidini aç da, hâzineye yürü; hâzineyi elde edersen iki
dünyada da hiçbir soruya ihtiyacın kalmaz.
Erlerin meyhanesi gönüldür ,orda ne sarhoşluklar elde edilir, bir
bilsen... Fakat şimdi çocuksun, ayağın balçığa saplanmış, sonuna kadar
dayan hele.
Sonuna kadar dayan da bir bucaktan tali, sana bir salkım getir
sin; bak, uzaktan bir tozdur, kalkmış, bayrak gibi parlamış, yücelmiş;
bayrağın üstüne de bu, sahibimiz, ulumuz Şern şeddin'in, can gö
zü açık olanlara bir delil, bir burhan olan, o Tebriz'in de, Çîn'in de
övündüğü padişahın alâmetidir diye yazılmış.
186
CXXXV1
i
187
cxxxvıı
Artık âşıkların hatırına bir an olsun riayet et, ey ay yüzlü, bîr
ancağız gökyüzünü şereflendir.
Söz arasında adı anılınca, İnsana eski, yıllarca dinlenmiş şarapların
sarhoşluğunu veren, tercümana, bir ancağız olsun, gönül alıcılığını
öğret.
Deniz, avucunda bir nemdir senin; bunca cömertliğinle gene de
bir mahremi mahrum ettin; etme, bir ancağız bekçiyi uykuya daldır.
Aşkın neşesi vasfa sığmaz bir şarap sunuyor, şaraba da boyuna
afyon katmada; artık bu şarapla kendinden geçen sarhoşun, o izinin-to
zu belirmiyenden bir an olsun, nasıl bir nişane verebilir, ondan nasıl
bir eser gösterebilir?
Yüzünle dünyayı aydınlat ,feleğin gözünü mahmur bir hale ge
tir; bir an olsun şu kederleri âlemin canından uzaklaştır.
Ey candan da yüz kat daha tatlı olan, dille seni vasfetmek ne
mümkün? Ancak sûfi söyliyebilir onu, bir an olsun getir o sûfiyi.
Tövbeler olsun ey akıl, sûfi nerden yol bulacak ona? Her
kuş nerden o yana uçacak ki., bir an dilini tut.
Ey Tanrı güneşi, ay bile aşkınla yenini, yakasını yırtınıştır;
fâ’l dudaklşrının aşkına, ey akşam kızıllığı, bir an için bırak onu.
1770. Gönlünde yalnız onun aşkı bulunsun, beyhude tedbirlerde
bulunma, hiçbir yerde konaklama, bir ancağız bütün varlığı yok et.
Ey korkusunda emniyetler bulunan, ey çevresinde dönüp do
laşmada kararlar, istirahatler gizlenen, can, öylesine arzulmada seni
ki sana kavuşma tamamiyle bir an gelmiş, emniyeti de terketmiş,
amanı da.
Bedenim yay gibi, gönlüm de sanki yay kirişi; ey can, yayı gö
ğe kur, bir an olsun o merdiveni gökyüzüne daya.
Gamınla her yerde bir genç, hiçbir âfete uğramaksızın kocalmış;
188
cxxxıx
A gönül, ne hale geldiğini söylemiyorsun, Ömrüne ömürler ka
tan aşka düştün, gâh gamla mecnun oldun, gâh mihnetle kan kesildin.
1790. Aşkından dem urunca yokluk yurdunda yüzlerce fitne mey
dana geldi; ey kademi kutlu, gelişi tatlı çalgıcı, sabahadek çal gitsin.
Şarab içme çağı geldi, boğazımıza kadar borca daldık, şarap yü
zünden dedim ya; hayır hayır, bırak şu şarap lafını, kadehsiz, şarap-
sız sarhoş olanları da seyret.
Sen ateş gibi baş çekiyor, inad ediyorsun, bense topraklar gibi
döşenmişim yerlere; bir ateştir, salmışsın bana, yanıyorum, yakılıyo
rum, güzelsin güzel, güzelsin güzel.
Ey yokluk, saldır yarlığa, yoket; sarhoşluğa koyul, ver gönlünü
sarhoşluğa, el çırp, el çırp.
Ey ay dedim, bize bak, denizlere dönen gözleri seyret, gitme ora
ya, buraya bak, kutlu olsun dedi, ne de hoş, hele sevdaya bak.
A bülbül, gül bahçesinden söyle, o selviden söz aç, o gebe dalı
söyle, giizeme, apaçık anlat.
Hep şekle bakıp durma, nazlı nazenin cana bak ki Rûh-ul Emîn,-
in parıltısıyla yeryüzü, göğe döndü.
* Her şekil, kalkana benzer, o resmi yapanın elindedir, onun yü-
zünü, gözünü gizler. Sûret, bürünülen bir örtüdür, sûreti yapan, Azer
perdesinin ardındadır [*].
[*] İlk beyti, “Y„ kafiyesine uymakla beraber her beyit, musammat şeklinde, ayni
zamanda da müfred tarzındadır, yani her beyit, bütün cüzleriyle ayrı kafiyeli hâizdir:
bu bakımdan bu gazel, klâsik şelkine uymıyan bir şiirdir.
Î91
CXL
Burdan attın alıp da bir başka güzelle yiyen kişi, eşeklik etmez
d e ne yapar, eğri otur da doğru söyle.
1810. îsâ, bakırını altın eder, altının varsa mücevher yapar, mü-
•cevherin varsa onu daha da güzelleştirir, aydan da, güneşten de daha
güzel bir hale sokar.
* Parasız pulsuz müşteri değil ,hattâ «Allah satın almıştır» sır
rına mazhar eder seni; Yusuf'san bu gömlekten bir koku alırsın elbet.
* Meryem gibi bize de kuru daldan yaş hurma biter; bize de
îsâ gibi, istemeden, beşikte ululuk verilir.
Bağsız, asmasız üzüme bak ,gecesiz, kutlu> parıl-parıl parlıyan
nuru seyret, savaşsız, kavgasız ,Tanrı ihsanı olan şu üstün, şu yardı
ma mazhar olmuş devleti gör.
* Ateş gibi yüzümden dünya hamamı kızıştı, çocuklar gibi ha
mamdaki resimlere bakıp ağlama pek.
Yarın görürsün, o yüzü, yılana, sıçana gıda olmuş, o nerkis gözleri
karıncaların girip çıktığı bir pencere haline gelmiş.
* Ay ışığı ışıtmadıkça ,ay, o duvara vurmadıkça duvar kapka
ranlık kalmış da, «Gerçekten de biz dönüp ona varacağız »âyetini oku
muş; görüyorsan ,görüşe sahipsen o yana bak.
Ya Tebriz'e yürü, Şemseddin'den haz al; yahut da bunu anlatan
ların sözlerine gerçek olarak inan.
193
«Tercî'-İ bend»
CXLI
Başka bir tercî' de şu: Bugün sofra çekmedesin, can cennetini ke
rem etmede iûtfetmede, konuğun önüne getirmedesin.
*
Âşıkların göhül derdini ne de hoş, dermanın bulunduğu yere çe
kiyorsun; İştiyak çeken her susuzu, tâ âbıhayât kaynağına kadar gö
türüyorsun.
Fakat padişah olmıyandan başkasını , anlar, duyar bir gönle sa
hip bulunmıyandan gayrisini nasıl olur da çekersin? İnsan olan her
kesi tutuyor, böylece çekiyorsun,
Padişahlar padişahı sensin, sonu bulunmaz ıhsan sensin; şu âhır
zaman kıtlığında kerem, lütuf sofrasını yayan ancak sensin işte.
İki üç aşağılık yoksula karşı öylesine gönül afçaklığı gösteriyor
sun ki; sanki edna bir kulsun da padişaha sofra götürmedesin.
1850. Zenbillerini lâ'lle, inciyle doldurmadasın, yağmurun saman
çöplerini götürmesi gibi onların zenbillerini taşımadasın âdeta.
* «Tanrı çağırıyor» buyruğu, zindandakilerin halâsı için geldi de
zindandakiler, dertlere gamlara düştüler; sanki onları zindana götü
rüyorsun.
Görünüşte Firavun'u yılanla korkutuyorsun amma gerçekte lüt
fün, ihsanın onu yılana benzer nefsin elinden satın almada.
Kereminle Firavun'a, seni tahta, saltanata götürüyorum dedin,
inad etme, bırak, ben çekeyim, götüreyim seni, çünkü sen darmada-
ğan çekiyorsun.
Firavun, bu bağ senden dedi, Mûsâ arada bir vasıta; beni de Mû-
sâ gibi çek ,götür ,çünkü onu gizlice çekiyor, götürüyorsun.
O , dedi ki: Eğer o Mûsâ'dan ibaret olsaydı sopa nasıl olurdu da
ejderha kesilirdi, avucu, nasıl olurdu da ay gibi parlardı, sen rahmân-
dan baş çekiyorsun?
Mûsâ'yı, çağrılmadan Şuayb'e yolladık; bunda kalmış, çaresiz bir
hala gelmiş âşık gibi ne diye ona özeniyor, tamâa düşüyorsun?
Mûsâ'mız isyan etmedi, sebebe baş urmaktan utanmadı; on yıl
Şuayb'e çobanlık etti, çoban adına nasıl dayanabilirsin sen?
Ey Tebrizli Şems, söz söyleme kabiliyeti seninle coştu köpürdü,
bu köpük baştan aştı, çünkü sen tutmuşsun onu tâ Zühal yıldızına çe
kiyorsun
Bir başka tercî' de şu: Ey can, her dem çekiyorsun amma bir an
oluı da az çekersen gönlümün derdi artıyor.
* ¥
1860, Ey bizi çekip götüren, pek pervasızca çekip götürüyorsun;
sen bir güneşsin; biz neme benziyoruz, bizi yücelere çekiyorsun.
196
Ölmüş birkaç kemiğe bir kere daha can veriyorsun, gam gussa
zindanına hapsedilenleri seyre, temaşaya götürüyorsun.
Bundan önce de canlar, gökte meleklerle şarab içmedeydi; can,
onu gene oraya çekiyorsun diye iki elceğizini çırpmada.
Ey güneş, ey ay, ey aydınlık; dinlenecek yer sensin, emniyet yur
du sensin; yolumuzu vur, ne de hoş yol vuruyorsun; çek bizi, ne de
güzel çekiyorsun.
Ey iyileri koruyan güneş, ey genç baht, taze tali, bizi de saka tu
lumu gibi almışsın, o akan ırmağa götürüyorsun.
Sağrağmı görünce sarığımı da rehine verdim, gönlümü de; dü
şünceye hadi dedim, sen git, çünkü sevdaya doğru çekiyorsun beni.
Ey akıl, beni var ediyorsun, ey aşk, beni sorhoş ediyorsun,- her
ne kadar aşağılatıyorsan da yüceler yücesi rabbedek çekip götürüyor
sun beni.
Ey aşk, acı buyruğunu ver, bizi senden başka herkesten kes ayır;
ey sel, çağlıyorsun, çağla; bizi denize götürüyorsun sen.
Ey can, gel, ikrar et; ey ten, git, inkâra döşen. Ey yokluk, beni
darağacına as, çünkü varlığa götürüyorsun beni.
İyi kötü, herkes, ne çekerse kendisine çeker; halbuki sen
görülmemiş bir gönül çekicisin, bizi tutmuşsun da bize çekiyorsun.
1870. Ey baş, onun (ûtfuyla baş oldun; ey ayak, onun keremiyle
ayak kesildin de kılavuzluğa düştün; kibirle nasıl oluyor da baş kal
dırıyorsun, tembellikle nasıl oluyor da ayak çekiyorsun?
Ey baş, yere baş koy eğer gökyüzü gerekse sana; ey ayak, bal
çığa az saplan ovaya gitmeyi diliyorsan.
* Ey göz, insanlara bakma; ey kulak, hayrı, şerri duyma; ey akıl,
eşek beyinli olma, Mesîhâ'ya gidiyorsun sen.
Andolsun Tanrı'ya, gerçekten de pek iyi, pek güzel çekîyorsun,-
elsiz, hançersiz çekip duruyor, neliksiz niteliksiz tapıya, cihetsizlik ci
hetine götürüyorsun bizi.
197
cxut
Ey dost, iyilik edersen, kendi devletini, kendi ikbalini yüz kat
arttırmış olursun, hattâ umulur ki yüzünü bu yana dönersin de bizim
le de uzlaşırsın.
Ben yolu suladım, tozları yatıştırdım, her bîr yanı bezedim, suçun
dan geçtim. Belki bizimle uzlaşırsın artık.
Ben yokluktan meydana getirdim de tahta çıkardım seni; belki
bize çalışırsın, belki bizimle uzlaşırsın diye eline bir ayna verdim.
Ey direklerimin, temellerimin oğlu, ey benden derman ıstiyen;
artık bir bak da ihsanımı gör, belki uzlaşırsın bizimle.
Şarabıma kadeh ol, kendine yabancı kesil, derdime düş, derdim
le ayni evde otur da belki bizimle uzlaşırsın.
Ey şehzade, adalet göster, kendirji azad et kendinden, ecel gü
nünü an, belki uzlaşırsın bizimle.
1880. O k nasıl yaydan fırlarsa can zümrüdüankası da Öyle fırlar,
uçup gider; ey falan, onu düşün; belki bizimle uzlaşırsın
Dinlerinizi sağlamlaştımnıya bakın, ahidlernizt araştırın, iman-
larnıza; yeminlernize âşık olun, belki uzlaşırsın bizimle.
Ey altın, gümüş biriktiren ,ey her şeker dudaklıya gönül veren,
biri gel de güzellik nedir ,gör ,belki uzlaşırsın bezimle.
Vefalar tohumunu ektim, acaytb resimler düzdüm, nice perdeler
açtım ben, belki uzlaşırsın bizimle.
198
CXLII1
cxuv
A adı güzel Yusuf, hey güzel dilber, yolda bir yoldaş bulamaz
sın; akıl Yakub'undan ayrılma da yolda bir kuyuya düşmiyesin [*].
Köpektir boş yere her kapıda kıvrılıp "yatan, yatıp uyuyan; eşek
tir yorulup kalan, gördüğü çadıra yönelen.
Gönüldeki bu aşk, bu hased, bîr bak bakalım, ne yandan geliyor?
Fakat bunu gönle, gönül yapan bilir, anlar kişiden başka kim anlata
bilir kİ?
Kuş gibi, yumurtayı bırakma, gör gözet onu bir bekçi gibi,
fakat gönül yumurtandan civciv çıktı mı hani, artık sarhoşluk da şenin
dir, buluşma da, kahkahalarla gülüp eğlenme de.
1900, Amıca, ondan başkasının eteği yok ki ihsan etmek İçin şu-
nu-bunu koysun, hepsi de yoksul onların; sen padişahlar padişahının
eteğine yapış İki elinle.
Onun derdine düş, güneş gibi geceyedek, gamlarla eş ol, ateşler
içinde yürü, gece olunca da ay gibi bir hoşça dön, dolaş onun damı
nın çevresinde.
Onun damının çevresinde şu yıldızlar, tâ sabahadek sopacıkla-
rın« vurup bekçilik ederler,- andolsun Tann'ya, kutlu bir tapıdır orası,
andolsun Tann'ya kutlu bir kapıdır.
O peygamberler, hani gökyüzüne yüz tuttular ya, işte onlar, yer
yüzü tuzağından da kurtuldular, ahmak kişinin şirk koşmasından da.
Demir nasıl mıhladız tarafından çekilirse onlar da öbür dünyaya
kapıldılar; kehlibarın önünde saman çöpünün kolsuz, kanatsız uçtu
ğu gibi öbür dünyaya uçtular.
Bil ki o lütfetmedikçe yeryüzünde hiçbir gıda bitmez, o emret-
medip yaratmadıkça bir gölge bile vücuda gelip yere düşmez.
* Ruhlar, «Gezin» sesiyle develer gibi esrik ,çöl Arabi o de
velere ıh-ıh der, dilediği yerde ıhtırır onları.
[*} İkinci mısra yerine, 2. beytin 2. mısraı yazılmış, »Kına da doğrusu kaydedilmiştir.
200
CXLV
Gökyüzünden her an, şaşılacak bir sestir geliyor; fakat hal sahibi
»landan başka kimsecikler o sesi duymuyor.
Ey eşek gibi başını aşağıya salan, şu suyu az İç, şu çayırı az otta;
»ir ancağız da başını kaldır da yukarıya bak, belki bir alâmet, bir delil
jorürsün, olur ya.
Sâki, şu âhir zarnanda gok küpünün ağzını açtı, ruhlardan bir ot
lusu var, şaraptan da bayrağı.
Nerde dünyada o arslan yürekli ki ona lâyık bir bahadır olsun,
ırslanları avlıyacak derecede yiğitlik gösterirsin? Erle oturup şarap îçe-
>in de padişah olması, er olması gerek.
Şirk koşan kulak, ne çeresiz kulaktır ki gökyüzünden gelen sesi
luymaz; Tanrı'dan bir rahata, bir huzura kavuşmamış can, çaresiz can
lı r, tadı tuzu yoktur o canın.
Ne olur bir gececik canı, yârabbi demekten halâs etsen; beden
abı inden çekip çıkarsan da geniş bir akana götürsen.
* Ayaktan ipi çözersen gökyüzünedek uçarsın', gökyüzü gibi
ıer çeşit kırılıp dökülmeden, her türlü âfetten, zarardan, emin olursun.
Canın birliğe kavuşur da ecel kılıcından kurtulursun, öylesine bir
lahçeye girersin ki orda güz mevsiminin yağması hiç mi hiç yoktur.
Susayım, susayım da aşk, kendisini kendi anlatsın, canı besleyip
leliştiren, ucu sonu olrmyan bir anlatışa dalsın.
202
CXIVI
CXLVII
halde baş indir de şeftali dalı gibi terü taze olasın, gülesin, güzelle-
şeşin [*].
Artık aydınlık istemezsin, kendinden müstağni kalırsın; padi
şah gibi yoksullan besleyip yetiştirme kaydına düşersin, ay gibi ka
ranlıkları ararsın.
Can istemezsin, can bağışlarsın, her derde derman bulursun, de-
vâ verirsin; yarana melhem aramazsın, yaralara melhem olursun.
|*1 Bu beytin ikinci mısraı yerine bundan sonm^d beytin ilk mısraı yarılmış, bandan
sonraki beytin ikinci mısraı da bu beytin ikinci mısraıyla birleştirilerek bir beyit olmuş
tur. Mâna vc cüzlerdeki kafiyeler bakımından ,diğer nüshalarla da karşılaştırarak beyti
düzelttik ve mânayı ona göre verdik.
205
cxlvhi
CXLIX
Cl
* Bahar mevsimi gelip çattı, seyret de bak, bağlar, bahçeler hû-
rilerle, perilerle doldu; sanki Süleyman, orduya yüzüğünü gösterdi.
* Habeş toprağından ay gibi Rum yüzlü dilberler doğdu, sanki
senin gibi güzelim Müslûmanlar imana geldi, kâfirlikten çıktı.
Gül bahçesine bak, nar çiçeğini seyret, suda sevgilimin aksine
dal, şu mahmur nerkisl gör, o kırmızı goncelere hayran ol (sevgilinin
gözlerini, dudaklarını seyret).
Katmerli gül yapraklarına bak, altınla gümüş-gibi nasıl da birbi
rine karışmış; hiçbir kuyumcunun sanat ocağından çıkmıyan asım-ta-
kım mücevherler, halkalar âdeta.
* Bülbülün canında gülü, gülde de Aklı Küllü gör; renkten renk
sizliğe uç, belki oraya bir yol bulursun.
Gül aklı yağmalamada, nesrin işaretler etmede, sanki şu suretleri,
şu resimleri yapan işte buracıkta, perde ardında demede.
Ey savaşa barışı veren, taşa su yürüten, şu kötü renkli toprağı
nasıl da renklerle bezeyip meydana çıkarıyorsun.
Dallarda tazelik, selvilerde yücelik, ululuk, gülde yüzlerce güzel
lik var amma ey can, bambaşka bir şeysin sen.
1970. Bağın, ovanın, gülün yeri mi, mezenin, şarap kadehinin
sıras m ı? Rûhun da yeri değil, Aklı Küllün de,- çünkü sen canın canın
dan da daha hoşsun, daha güzelsin.
20Ö
CU
Bahçe onu bilseydi terü taze dalından kan damlardı. Akfl onu an-
lasaydı gözünden ırmaklar coşardı.
O ay parçası güzel, bir g ür, gün değirmisinden baş çıkarıp gö-
runseydi havada, zerre zerre Mecnun’lar, Leylâ'lar belirirdi.
* Onun akıl defineleri bir bucakta aşağılık bir yere aksetseydi o
yıkık yerin her yanında yüzlerce Karun hâzinesi meydana gelirdi.
* Gönle vuran güzellik göze de görünseydi her elini, yüzünü yu-
mıyan kirli kişi Şeyh Zün-Nun kesilirdi.
Ey bakınıp duran fâcir, ne vaktedek bakıp kalacaksın? Sevgiliyi
elde etmek ucuz olsaydı bu bakşıla sevgili meydana çıkardı elbet.
Yeni bir konuk geldi amma şu nimetler bütün dünyaya yeter,
hattâ dünyada kiler daha fazla olsaydı nimetler de daha fazla geirdi.
209
CLH
Dün gece gönül sırrını; taş yürekli, lâ'l dudaklı, kâfirliğe bile iman
bsğışlıyan, küfrün bile imanını, arttıran bir dilberin yüzünde gördüm.
Böyle bir sevgilinin yanında kim kalkar da candan, gönülden
bahseder? Böyle gümüş bedenli bîr güzelin huzurunda kim altından,
gümüşten söz açar?
Aşkın ağzı olsaydı bütün dünya bir lokma alurdu. Aşkın kapısı
olsaydı padişahların canlan o kapıda bekçilik ederdi.
1980. * Ben de duyardım, gönül gönül derlerdi; şimdi başıma
geldi de anladım, ey güzelliğine karşı gönlün de, canın da utanıp kal
dığı güzel; ey aşkıyla Düldül'ün bile bir eşek gibi çamura saplanıp
kaldığı dilber.
Ey can, gel de inciler topla. Ey gönül, gel de güzelliği seyret.
Aman bu âfetten, bu belâdan ey Müslümanlar.
Beden nedir ki onun gam süvarilerinin ayakları altına serilsin?
Baş nedir ki öyle bir padişahın huzurunda yerlere kapansın?
İşte bak sevgilimin vuslat demi gibi tatlı, onun lâ'l dudakları gi
bi şirin, güzel ilkbahar gelip çattı; artık âlem yeşerecek, yemyeşil ola
cak.
Yüzü her an bana, benim gibi güzel yüzlü bir sevgilin var mı di
yor. Gönlüm her an ona, benim gibi bir kulun var mı diyor.
Dostlar, bahar geldi, kalkın, gül bahçesine gidelim,- fakat benim
baharım sensin, başka bir şeye bakmam ben.
Çiçeklerin, meyvaların edaları var, şiveleri var; biz de senin gül
bahçesine benziyen yüzünde açmış bir nilüferiz sanki.
Bülbül, çalgıcı gibi tef çalmada, ağaçların yaprakları el çırpmada.
Her gonca, benim gibi hoş, benim gibi güzel, benim gibi terü taze
bîr gonca var mı demede.
F. 14
210
CLIII
CLV
CIVI
Diyorum ki: Ey iş ,güç sahibi ,ey canı illetlerden kurtulmuş er, pen
cere yok, kapı perdesi yok; nasıl ettin de kurtuldun ecel hapsinden?
Nasıl kurtuldun şu acı, şu ekşi dünyadan, şu çocuğunu yiyen ih
tiyar felekten; hem masallar söyliyen, hem söylediği halde susan, hem
kul olan, hem buyruk buyuran dünyadan?
2040. Dedi ki: Dünya padişahı, gizlice bir kadeh sundu bana, onu
»Çince bir de baktım ki can şehrinde gezip dolaşan bir yıldız kesifmişim.
Şu sınanmış dünyaya, şu sınama yurduna geliş de gizlidir, gidiş
de; her şeyi iyiden iyiye örten Tanrı gayretiyle bu sır, erkekten de sak
lıdır, kadından da.
Nasıl geçtim de çıktım, şaş da kal, bak da gör, r>e yarık görünü
yor ,ne kapı; sanki kaynağı yokken kayadan fışkıran bir suyum ben.
Ey şekerler lezzeti, hemen o koca sagrağı sun; analar gibi süt ver
bana, çek, al beni beşikten.
Ey ârif kişilerin varı-yoğu, zevki, neşesi, ey nerkislerin hayranlığına
hayranlık katan, ey topraktan yaratılan şu dünyaya, şu dünyada kilere-
rızık veren, ey her âvârenin maksadı olan,
o bekçiye benziyen, o hırsızdan, her aşağılık kişiden adamı emini
eden şarap yüzünden şimdi, her gönlü sıkılmış kişinin fikri secdelere
kapanmada.
Ey ruh arayan, yaralının huzurunu, kararını araştıran kadeh; e y
güneş yüzlü, her yıldızın kanını döküp duran sâki,
ey gönüllerin rızıklarım veren ,ey hem adam olanlara, hem olmı-
yantara can kesilen, .hem basıp yağmalıyan ,hem yağı basansın [*]r
hem düzgünsün, hem ters, uzlaşılmaz biri.
Şu şekillere can vermedesin, sanki sûr sesisin sen, dünyayı mah
şere döndürüyor ,herkesi birbirine katıyorsun; zincirin, her cabbarm
boynuna sanki bir altın gerdanlık, ona sanki şeref vermede.
Candan akıllıca düşünceleri aldın götürdün, mevkiinden azledil
mişe dönen şu aklı çeldin; aptal, bön kişinin aklını da bilgiyle yankesici,
bir düzenbaz yaptın.
2050. Şüphenin boynunu vurmak için beye de saldırmada, paşa
ya da; ya aklın başına vurarak usûl tutuyor, ya düzenbazlığın düze
nine vurarak tempo tutuyor.
Yeter, sus da topluluğa gir, erkeğin, kadının toplandığı, ^buluş
tuğu yere ğel; balçıktan şekiller düzen ustanın halvet yurdunda, sanat
mekânında sen de sûretler yap, sonra da yaptığın süratleri kır dök.
Gül gibi hem söz söylüyorsun, hem susmadasın, yüzünü hiç de
ekşitmiyorsun; hem gönül evinin başköşesindesin, hem uçar kuş gibi
yüceler yücesinde.
CLVII v
CLvıır
cux
Gönül dün gece harap, sarhoş bir halde onun yüzünden her ya
na, her yere yıkılıp duruyordu; gül fidanına benziyen boyu-posu yü
zünden can, hür süsen gibi yüzlerce dile sahib oldu [*].
2080. Gönüller, dudağı yüzünden tâ sonunadek tatlar içinde, şe
kerler gibi; fakat bir an gizlenirse ona düşkün Ferhad gibi ağlamıya
başlarlar.
Şu topraktan yaratılmış kalıp, lûtfuyla yüzlerce cennet bahçesine
dönmüş; yel, onun civarından esip geldiği için ölüleri diriltmede İsâ'-
nın bile hasedini çekmiş.
Külhana benziyen tabiat âleminden ansızın bir halife gösterdi;
müminler emîrinin yüzünden Bağdat, onunla övünmiye başladı.
Göklerdeki melekler tespihlerindeki zevki onun yüzünün nuruy
la buluyorlar. Bütün ibadet edenlere kılavuzluk gözü, yol gösterme
ışığı, onun sayesinde veriliyor.
Binlerce can, onun çevresinde; oysa ay gibi ortada. Sarhoş bir
halde salına-salına gitmede, kem gözler değmesin ona.
Ayın ondördünün parlaklığı, onun yüzündeki nurdan. Şimşadın,
akıma dökülen saçlarındaki amber gibi güzel koku, amber gibi rek,
o büklümler, o kıvrımlar, gene ondan.
Aşk padişahının askeri yüzünden bir dünya yıkılırsa ne olur kt?
Canlara can olan yüzlerce dünya yaratır karşılık olarak.
O bakışlar, âşıka zulmederse de güzelliğe, alıma, iki dünyada
da lütuflar, ihsanlar, gene ondan.
Nazla, ululukla gökyüzüne ayak bastın; yeryüzü, zerre kadar an-
lasaydı ki bu güzeller padişahı ondan doğdu, onun lûtfuyla meydana
geldi.
[*] Bu gazel «v» de yazılacakken unutulmuş ve bahrin son gazeli olarak yazılmıştır.
221
—A —
III
«Terct'-i bend»
IV
Burda biri gizli, kendini yalnız sanma,- kulağı pek keskindir, kö
tü sözler söyleme *
Gönül kaynağına bir ayakbağıdır, atmış o peri; hayaline geleh her
sûret, o perinin yüzünden geliyor.
2150. * Nerd® kaynak varsa orası perilerin konağıdır ,oraya ih
tiyatla gitmek gerek.
Şu beş duygu kaynağın, bedeninde akıp durdukça bil ki o peri, bu
bentleri açmıştır, şu beş kaynağı ayırmıştır, akıtmıştır.
* Vehmetmek, tasavvurda bulunmak gibi beş tane de iç duygun
var ya, bil ki her beş kaynak da yayım yerine doğru yürüyüp gitmede.
Her kaynağın iki kalesi, elli tane de suyolcusu var, gönlünü cilâlar-
san yüzlerini gösterirler sana.
Su başında edebe riayet etmezsen perilerden zarar gelir sana;
çünkü bu çeşit tanınmış periler, serttir, pervasızdır.
Ne kadar çalışsan takdir, tedbiri bozar, onun düzeni bizim gibi
yüzlercesinin kilimini aldı götürdü.
Şu kafesteki kuşlara bak, ağdaki balıkları gör, o düzenbazın hiy-
lesi yüzünden ağlamıya koyulmuş gönülleri seyret.
Her güzele hıyanetle hırsızlamaca göz atma da o güzelim padişah,
seni gözünden çıkarmasın.
Birkaç beyit daha kaldı amma o kaynak kayboldu gitti, yarın bir
davranır, sıçrarsak o kaynak gene coşar, gene akmıya başlar.
231
VI
V II
%
233
V III
IX
XI
X II
X III
- B -
XIV
XV
XVI
F. 16.
242
- T -
X V II
XVIII
XIX
XX
2300. Senden gelen her cefayı canıma minnet bilirim, senin su
çunu da kabul ederim, boynuma alırım, kendi suçumu da.
Ây yüzlü güzel, senden yüzlerce cefa gelse o cefalar, ağır ku
maşlardan biçilmiş elbiselerdir bedene, esenliktir cana sanki.
Alemde herkesin senden bir nasibi var, benim nasibim de aşkın.
Ne de güzel ettin de bana onu lütfettin sen.
Şarabının lezzetinden gâh kadeh sarhoş olmadadır, kadehindeki
lezzet yüzünden gâh şarap coşup köpürmededir.
Yüzünü görür görmez mâna secdeye kapanmada, sözünü duyar
duymaz her harf oynamaya başlamadadır.
Âşık, fazla sarhoş olunca kınanmaya başlar; çünkü şarabın mezesi
kınanmadan başka bîr şey olamaz.
/
246
—D—
XXI
XXII
XXIII
Denizin balığa hiçbir ihtiyacı yoktur, çünkü denize karşı balık, âdi
bir yaratıktır.
Uçsuz bucaksız denizde balık bulamazsın a canım benim, fakat
Tanrı'nın sonsuz denizinde pek çok balık vardır.
Deniz dadıya benzer, balık da süt emer çocuğa; âciz çocuk dai
ma süt için ağlar durur.
Bütün bu hiç bir şeye aldırış etmemesiyle beraber eğer denizin
balığa bir meyli, bir sevgisi olursa, bu büyük bir lûtuftur, büyük bir ke
remdir.
* Bir balık var ki deniz onu istemekte; kim o balığı bilir, anlar
sa yüceliği yüzünden ayaklan esîrin de üstüne basar.
Deniz, hiç kimsenin işine aldırış etmez, ancak o balık bir işarette
bulunur, bîr buyruk verirse onu dinler, onun sözüne uyar.
Büyük bir inayete mazhar olan o balık sanki padişahtır da o
uçsuz, bucaksız deniz, veziri.
Birisi cüret eder de ona balık adını takarsa denizin her katresi, onu
kahretmek için bir ok kesilir.
Ne vaktedek remizlerle konuşacaksın, remizlerin şaşırtıyor insa
nı, daha aydın anlat, daha açık söyle de gönül gözü görsün, gördüğü
nü de anlasın.
2330. Herkesin kendisine hizmet ettiği Şemseddin, hem efendi
dir, hem sahip; Tebriz, onun yüzünden miske dönmüştür, amber, ke
silmiştir.
Dünyadaki tikenler, onun lûtuflarmt görseydi yumuşaklıkta, le
tafette ipeğe dönerdi.
Şarabiyle, güzelliğinin verdiği sarhoşlukla canımın kendinden
haberi olursa canım çıksın.
249
XXIV
XXV
Pek hoş bîr vakit, şimdi bize mutlaka şarap lâzım; böyle bir za
manda can vermeli de bir kadeh şarab almalı.
* Bizim şarabımız, içkimiz, gayb küpünden gelir; bizim konakla-
dığtmız, meclis kurduğumuz yer yüce arştır.
Nerde bir yoksul görürsen onunla oturman gerek; nerde bir falcı,
bir cinci görürsen kaçman gerek:
* Fakat yemeklere düşkün yoksuldan kaç, varlığından, benli
ğinden geçip yoksullaşan, Bâyezîd'e benziyen yoksul gerek bize.
2340. * Tertem iz nurdan doğan, elbette temizleri ister, fakat pis
likten doğana da piş şey gerek.
Yalnız, kalpla ayarı tam altın da birbirine benzer, bunlar ancak
Tanrı nurunun ışığıyla seçilir.
* Tanrı gönle bir kilit vurmuştur, üstüne de mühür basmıştır; bu
kapıyı açmak için gamlar içinde çırpınmak gerek.
Eşek mahallede yatıp uyuduktan sonra kapı kilitliymiş, ne korku
su var? Fakat dışarı çıkmak İçin evdekilerin kilidi açmaları gerek.
* Bir yılda iki bayram kutlamak, İrfansız kişilerin işidir; biz yol
sûfîleriyiz, bize her an iki bayram kutlamak gerek.
Can dedi ki: Sana uydum, yeni doğdum ben, yeni doğanlara ye
ni rızıklar lâzım.
Bize o kurtuluş, o murada eriş yerinden taze taze geçim geliyor,*
genç, taze olmıyanlaraysa elbette kuru kemik gerekir.
* Ey erlerin semâ meclisine selviler gibi gelen, artık ölünün, ölü
gibi cansız kalanın şahsından da bir dirinin çıkması, ölülerin bile di
rilmesi gerek.
Kuru dalsan ateşe atılmaktan başka bir çaren yok; fakat yaş dal
san, yeşermişsen sonucu yapraklanıp, meyva verip.eğilmen lâzım.
Ana memesine gelip de taşan o zevki elde ettin; tuttu da ağzına
verdi senin, elbette emmen gerek artık.
2350. Sus ki bir aziz Ömrü fasahatia tükettin, bir myddet de su
sanların bahçesinde yapayalnız dolaşman gerek.
Ey Tanrı güneşi Tebrizli Şems, beni söze sen çektin, sen söylet
tin beni; iki günceğiz de sükût âleminde nefes almak lâzım.
251
XXVI
XXVII
XXVIII
XXIX
Bu can bir kadeh, fakat kadeh nerden bilecek bunu? Tertemiz bi
risi doldurmada, o da, topraktan yaratılan insana ulaştırmada içinde-
kini.
Huzur, karar bırakmıyan aşkıyla işine, gücüne koyulmuş; arştan
-almada, yeryüzüne saçmada.
Hadi, getirip sunduğu yeri bilmiyor, bâri aldığı yeri bilseydi ne
olurdu?
Toprak, nimetlerini canlara saçıp dökmek için madenler gibi pa-
’rıl-parıl parlamış, dilleri olsaydı toprağın da bir nüktecik söyleyiver-
seydi bize, fakat nerde?
Dilleri olsaydı da o ormandan, o ebedî ormandan söz açsaydı bi
ze, o ormanın canlarınıza neler hazırladığını bir söyleseydi bize.
2390. Bıırda kaplan da Yâ Hû diye nâra atıyor, ceylân da; ey a-
’hın da sığınağı, bizim kim çekmede, kim sürüklemede diyor.
Bir arslan kî varlığımıza kendi sütünden başka bir şey vermiyor;
bir arslan ki varlığımızı varlıktan kurtarıyor, kendimizden halâs edi
yor bizi.
O arslan, bize âhu şeklinde gösteriyor kendini, bu düzenle orma-
nadek sürüyor bizi.
* Gâh Fâtiha veriyor bize de feyzler ihsan ediyor, gâh bir saman
*çöpü veriyor ancak, alçaltıyor bizi; fakat biz Fâtiha olduk mu da nazla
nıyor, okumuyor bile bizi o.
2 55
XXX
XXXI
XXXII
F. 17.
258
XXXIII
<•
2430. Bayram geldi, hoş geldi; gönüller çeken sevgili geldi; her
ölü, mezardan sıçrayıp kalktı, tapısına geldi onun.
Canı savaşa çağırmıya dil geldi gönle, o dost, baş çekerek geldi,
can da ayak sürüyerek gelir artık.
* Can, onun kaynağından ballara, şekerlere garkoldu,- ay o aya
benzer Türk yüzünden harmana düştü, ağıllandı.
Can, onun nefesindeki ışık yüzünden meleklere kıble kesildi; su
bile ateşin yanında durunca ısınır, kaynar, ateş tabiatini elde eder.
Meleklerin canları, gönülleri, Tanrı havasına eş oldu da o yüz
den gökyüzü, meleklere yaygı kesildi, döşeme haline geldi.
Er ol da gönül aynanı cilâla, oraya vuran yazıları, nakışları oku;
altı yan da, nakışsız, cihetsiz ,tür!ü nakışlarla, türlü yazılarla bezenmiş.
Ö lâ’li, sonucu koynunda buiursun, yüreği temiz kişilerin gönül
lerine saçılmıştır onun nuru.
* Bidat şerbetindeki afyondan sarhoş oldg, uyudu kaldı; devlet,
onun rahmet direğinin üstünde taht kurdu, oturdu.
Ne akıllıdır b kulak ki bir el, onu tutmuştur da çekmiştir. Ne ak
tır o yüz kî o tırmalamıştır o yüzü.
Sus- da şu beşten, altıdan dışarı olan gökten gelen beş vaktin nö
betini dinle. '
\
259
XXXIV
2440. Davran, sıçra, kalk uykudan da bak, işte apaydın gün gel
di; gönlünü tut, çek, sök çıkar uykudan, gitme çağı gelip çattı.
Ne vaktedek işaretler gelip duracak da sen duymazlıktan ge
leceksin? Korkuyorum, aşk, bu hoca aptallaştı, \pör\ bir adem bu
diyecek.
Başak devşirenler geçip gittiler de şu başak devşiren oturakal-
di; öyle ağırlaştı, öyle hamlaçtı ki harmandaki yığına döndü.
/
260
XXXV
X XXV I
«t
262
XXXVII
:Ns göz, her gönüle yüz verir, ne padişah, her aşağılık kişiye
rünü gösterir.
Ancak bizim hor-hakıyrimiz başka, bizim aşağılık kişimiz başka;
i tikenden de kurtarmadadır, ona gül bahçesini de göstermededir.
2480. Bizim kapkara dumanımızı nura çekmededir o, bizim eski,
litliğimizi bir kör-kandil sarhoş, bir meyhaneci haline gefirmede-
o.
* Kendi kulunu ne satar o, ne bağışlar; ona şuracıkta bir taç, bir
t hazırlamıştır, fakat bu devleti, pazarda satılma şeklinde göste-
o.
Âdemoğlu dediğin, dünya sandığına konmuş bir arslandır; san-
kapanmıştır, kilitlenmiştir, o da kendisini yorgun, bitkin gÖster-
dedir.
Fakat günün birinde bir coştu, bir kükredi de sandığı kırdı, par
adi mı, şimdi işsiz görünüyor amma, nelere gücü yettiğini, ne işler
’ceğini o vakit görürsün.
* Muhammed'le Sıddıyk, görünüşte mağaradaiar amma gerçek-
tâ.yedinci kat gökte onlar.,
Aşk birdir, fakat türlü-türlü şekillerde, çeşit-çeşit görünmededir
ŞU aşağılık şaşıların gözüne; iki, dört -- görünür.
Tanrı Şems'i öyle bir güneş ki ışığı aynaya vurmuş, şuna-bunaysa
eketlerini duvarda gösteriyor ancak.
Hangi tablayı açsam ordaki şeker, ordaki mata' hep o sonu, gel-
z şekerden; ancak aktar, onu başka çeşit gösteriyor.
265
XL
XLI
—R—
XIII
Şimdi minbere çıkmış bir öğütçü var, hem dinleyenlere öğüt ve
riyor, hem kendine; akar kaynak gibi temiz mi temiz, femizleyici mi te
mizleyici.
Yücelik minberinde, bir bilgin, bir akıllı, fikirli er; daha aşağı ba
samakta da onun sözlerini tekrarlıyan, o sözleri bir kere daha söyliyen
biri, *
Her sözü bir dünya, gökyüzü gibi apaydın, öylesine söz açmış ki
hem güzelce anlatmada, hem apaçık anlaşılmada.
Bu çeşit bir kapı açış, seni, bulandırıcı mı bulandırıcı, bulanık mı
bulanık toprağın hapsinden kurtarıyor.
Dille anlatış sanatından bir merdiven yapmış da döndürdükçe
döndüren, döndükçe dönen yusyuvarlak göğün damına dayamış.
Odunun jçinden ateşi çıkaran ışıktır, yoksa ateş, kendiliğinden
ışıtan, kendiliğinden ışıyan bir nesne değildir.
* Ateş, insan gücüyle taşla demir demirden çıkar, demir taşa ça
kılır, vurulur da ateş meydana gelir. Yıldızlar da bir emirle, tedbirlere
sahib olarak, fakat tedbirlerle de düzülüp koşularak vücut bulur.
2510. Her peygamberin yepyeni bir mucizesi vardır; nasıl olur da
yayılmaz, nasıl olur da tanınmaz o mucize?
Kutlu, onunla kutsuz hale gelir, cennet hapse döner; nefis de
onun yüzünden hem yalan söyler, düzen düzer, aldatır, hem de al
danır.
Bu minber, bu öğütçü şendedir, sende gizlidir; fakat onu ara
mada sen de kusur etme, kusurlu olma.
268
XLHI
Ey aşkta yok olmuş, tam yokluğa ulaşmış er, sen cansın, hattâ
ondan da öte bir şeysin; öylesine bir alımın var ki alımdan da öte bir
şey bu.
* Göklerin sırlarım, şunun-bünun hallerini, levh’a yazılmadan okur
sun, hahâ daha başka şeyler de okursun sen.
* Bu an arşın, kürsinin ahvalini halktan sorar durursun amma onu
da bilirsin, onun gibi yüziercesini de, daha başka şeyleri de.
A .
Sonu gelmez bir lâ'l deryası var, aydın mı aydın,- o değer biçilmez
lâ'le madensin, daha da neler var sen de.
* Elesî günü cana verilen hüküm var ya, bütün o hükümleri yü
rütürsün, daha da başka buyruklar yürütürsün sen.
O şaşı, daha iik adımda şaşırdı, biri çok gördü, ilkini söyledi,
İkincisini söyledi, daha da başka şeyler gördü de söiyedi gitti.
Tanrı Şems'i gibi varlık âlemine erişmiyen, var olmıyan, gerçek
ler âleminde fânidir, daha cfa başka bir şeydir o.
269
xuv
2520. Yüzün, güzel brr gün, fakat gündüzün aydınlığından da
güzel, gündüzden de aydın. Şarap iyi, hoş, fakat sâki, şaraptan da hoş.
Her kapalı .şey, bugün açılır artık. Gönül, sonsuz muratlarına ula-
şır, tıpkı güvercini yakalamış bir doğan gibi.
Her âşık, sevgiliden lâyık olduğu ipsafa, mürüvvete kavuşur; her
susamış Kevser havuzunuh kıyısına oturur.
Her an, o güzel sevgilim, sâkiye bir,yeni kadeh sunar da bugün
meclis umumidir, şunu âşıklara ver der.
* Öylesine ince bir kadeh ki sanki kadeh yok da şarap kadeh şek
line girmiş. I
270
9
X IV
Ey yokluk aynası, yokluksun sen, hattâ daha da öte bir şey? Ey gö
nülde olan, gönülde ne varsa osun, daha da başka, bir şeysin sen.
Göklerin sırlarını, gizli düşünceleri, şunun-bunun hallerini bilirsin,
daha da başka şeyler bilirsin sen.
Geçmiş çağların tarihlerini, yazılmamış yazıları insanlara da okur
sun, meleklere de, daha da başka şeyler okursun sen.
Müstahak olanlara gayb âleminden hisseler verirsin; gönüller
den gussaları sürer çıkarırsın, daha da neler çıkarırsın, neler.
271
XLVI
Ey canların canlarına can olan, sen cansın, daha da öte bir şey
sin; ey madenlerin kimyası, madensin, daha da ileri bir şeysin.
2530. Ey ebedî güneş, ey her yanın, kıyının-bueağın, çarşının-
pazarın sâkisi, ey zevk ve neşe meşrebi, güzelliksin ,alimsin, daha da
başka bir şeysin sen.
* Ey yakıyne meşale, yeryüzüne gelişip olgunlaşma, ey Aklı Ev
vele ikinci, hattâ, daha da bir başka şey.
Ey Tanrı mazharı, ey padişahlık ışığı, hangi sanatı başarmak is
tersen elinden g e lir ,başarırsın, hattâ daha da neler yaparsın.
Her eşi bulunmaz şeyi, her şaşılıp kalınacak nesneyi, her gaybi,
her gâibi bilirsin, daha da neler bilirsin, neler.
w O afyona benzer aşkla kimini Leylâ edersin, kimini Mecnun;
ey nuruyla gökleri ışıtan, sen daha da başka bir şeysin.
Ey göğüslere nur, sabırlara ümit, yücelerde bulutları sürersin, da
ha da neler edersin.
Ey peygamberlerin övündükleri zat, ey erenlerin azığı,.ey seçiş
köşkünü kuran, daha da neler kurmuşsun.
Ey yarlığama definesi, ey acıyış denizi, kapından başka dayanı
lacak kapı yok, bir başka şey de yok bundan gayri zaten.
Bezenmek için yüzünden başka bir yüz gören, senden başka bir
güzel var sanan göz, bu suçla âdeta zina etmiştir, daha da başka kö
tülüklerde bulunmuştur.
Ey başlangıcın aslının aslı, ey yarının yardımcısı, sevda elinde
alçaldım, daha da başka bir şey oldum.
2540. Şu ağzım sözlerle dolu, fakat senden başkasını çağırmam,
çünkü senden başkasının kulakları geçici, yok olur gider onlar, hât
tâ yokluktan da daha ileri giderler.
272
- S -
X L V II t
Tanrı, benim hakkımda daha iyi bir zan besliyen, daha üstündür;
suçlunun iyi bir zan beslemesi, onu pis bir halde bırakmaz dedi.
it
Bu ikisi de bir işe yaramaz, ateşten başka bir yere lâyık -değildir
bunlar, vay o kişinin haline ki gönlüne haset ekmiştir.
* Bırak onu, «Elleri kurusun» sözü yeter ona; aya düşman olanın;
karanlıklara dürmesi mukadderdir.
* Ey güneş, adamakıllı bil ki düşmanların yarasadır; hem bütün,
kuşlar ârlanır ondan, hem de gece karanlığa mahpustur o.
Güneşin düşmanının sonu gelmez, mevkii, devleti elinde kalmaz,,
göze bir çöp girerse adam nasıl olur da görür, nasıl olur da rahat eder?.
v. ı r
274
XLVIII
XLIX
Ll
2580. Şûh gözleri, alnına düşen siyah saçlarına, ben filâna üfü-
rür, aldatırım onu., sen de külâhını kapıver dedi.
* Yakub'a söyledim, Yusuf kuyunun dibinde, kuyunun ağzına
gelince yakala, at onu devlete, ikbale.
Hacı şeklinde gösteriyoruz kendimizi, halbuki yol kesenlerin casu
suyuz biz; hacı, yola düştü mü tutar, yolunu keseriz.
* Ay'la onun ordusu olan yıldızlar, nasıl suda ters görünürse biz
de tersine çakılmış nallarla, mıhlarla, iz güdeni aldatırız; erguvan dalı
yız, yücelere boy atmışız, fakat suya vurmuşuz, suda görünüyoruz.
Tilki, yeşillikte bir yağlı kuyruk gördü de olacak şey değil dedi,
çayır, çimen arasında tuzaksız kuyruğu kim görmüş?
Halbuki kurt, hırsından tuz gibi kuyruğun üstüne düştü, tuzak,
yıkılası hatırından geçmiyordu bile.
Aptal, düştü mü, bir derde uğradı mı suçum yok der; aptallığı
suç olarak yetmez mi ona a kardeş?
Aşk da adamı aptallaştırır, bâri bir aşk seç ki sevgilinin güzelliği,
alımı, devleti, aptal olmıya değsin.
Ayağın ağrıdı mı can afsununu oku, o nur ayağına; çünkü o ayak,
öküz ayağıdır, afsunu da samandır onun.
Boğazın daraldı mı, soluk alırsın, solukla dertten kurtulursun; dert
çağında ah etmeden için açılabilir mi hiç?
2590. Aşkının fapısınadek nasıl, nedir kayıtlan var, fakat biz el
den çıktık mı en aşağı yer bile onun yüce bir mevkii kesilir bize.
O bezenmiş, o eşsiz güzelde ne güzellik var kİ iş yurdundaki şe
killer bile canımızı yaktı yandırdı.
278
%
279
—K—
Lll
—M —
LIII
İki dünyada da senden başka neşe, senden başa zevk, çalgı gör
medim ben sevgili; çok şaşılacak şeyler gördüm, fakat senin gibisini
görmedim ben.
* Ateş kâfirin payıdır, kâfir yanar ateşte dediler; halbuki Abû-Le-
heb'den başka senin ateşinden mahrum olanı görmedim.
Gönül penceresine kulağımı dayadım, çok dinledim, bunca söz
duydum, fakat sövliyen dudakları görmedim gitti.
Ansızın bu kulun üstüne rahmetler saçtın, sayıyı sığmaz lûtufla-
nndan başka bir sebep de görmedim buna.
* A seçilmiş saki, a benîm iki gözüm, sana benzer bir güzel ne
Acem ülkesine geldi, ne Araplar içinde gördüm.
* Ezilirken tekneye gelmiyen şaraptan, eşini Halep'te bile görme
diğim şişeyle,
öylesine dök bana ki varlık bineğinden ineyim de yaya kalayım;
çünkü kendimde olunca varlıktan, yorgunluktan başka bir şey gör
müyorum,
2610. Güneş de sensin sevgilim, ay da sen; bal da sensin güze
lim, şeker de sen; ana da sensin dilberim, baba da sen; senden başka
soy-sop görmedim, bilmiyorum ben.
Ey mahrumiyete düşürmeyen aşk, ey Tanrı'nın görüş yeri, te
celli makamı, hem arkasın, hem sığınak, sana eşid olacak bir lâkap,
seni övecek, sana lâyık olacak bir söz bulamadım gitti.
Demir parçalarıyız, aşkınsa mıhiadız; bütün isteklerin aslı sensin,
şendeyse hiçbir istek görmedim.
Kardeş, sus, üstünlüğü, edebi, bilirlik ve hüner dâvasını bırak,
sen edepten bahsettikçe edep görmedim sende zaten.
* Ey Tebrizli Tanrı Şems'i, ey canların asıllarma asıl, senin varlık
Basran olmadıkça taze hurma görmedim ben.
LIV
IV
LVI
ıvn
Evet, ben ksvga ettikçe, inad edip durdukça Sen de ayak dîrer
kavga et. Fakat senin kavgandan, gürültünden, kaçacak kadar zebun
değilim ben.
Yanıma gelmedin de hivleyle uykuya daldın, öyle mi? Uyursan
vallahi bu :arabt üstüne dökerim.
Ey mücessem kutluluk, sun kadehi bana. Beni Çabuk yola salma
ya kalkışma, çok geç kalkarım yerimden.
* Yüzün, ben her sn geceleri aydınlatan ışığım demede;, saçların
da ben her an miskler damlatan nâfeyim diye bahse girişmede.
* Ey yasemin tenli güzel, onsekiz kadehten aşağı kabuİ etmem.
Yumuşak ol, halim ol ey sert, ey Öfkeli sevgili.
Ey hadden artık lütuf, bîr güzelce kucakla beni. Kucağında ölür
sem kıyamette dirilmem ne de ho«, ne de lâtif olur.
2640. Şarap sun,-.şu lâtifeyi, şu şûhluğu bırak. Çeyize kapılma
mışım, o gelinin sarhoşuyum ben.
Ben senden nar t]ibî, ateş gibi bir şarab istiyorum, sen tutuyor
koca kazanı önüme sürüyorsun; ne vaktedek kazan çevresinde dolaşıp
duracağım; kepçe değilim ya.
* Ne anıran eşeklere benzerim, ne sidiğe âşıkım, ey Mesihler
hemdemi, keşişlerin şarabından sun bana.
* Sus, mürai değilsen aşkı dinle. Diyor ki: Ben Rüstem'lerin dos
tuyum, edepsizlerin değil.
285
LVIII
ux
Gene huzurunda ölmek için salına-salına geldim ey defalarca be
n i gamdan, güssadan, sıkıntıdan kurtaran güzel.
2650. Ben kupkuru, şahram-şahram yarılmış yeryüzü gibiyim, bu
lutum da lûtfundan, miskim de; gök gürültüsünden başka bir ses*iste
mem, elime, kıvrım-kıvrım siyah saçlarından başka bir şey almam, baş
ka bir şeye sarılmam.
Sana tutsak olmak, beylikten, hürlükten yüz kat iyi, hele ey gön
lü hasta tutsağım benim dediğin zaman.
«
Sana gelen, sana ulaşan bir avuç toprak, senden kaçan, senden
uzak bulunan altından yeğdir; hele bir, a benim azıksız yoksulum de
ldiğin an, yok mu?
Macerayı bırak artık, nerde akıl ki olanla, bitenle uğraşacak; vir
dim de çenk, zikrim de,- şeyhim de şarap, pîrim de.
Ey sarhoşların canlarına can, ey eli darların definesi, güzelliğinin
cennetinde bala, süte garkoldum ben.
Kıyameti gördüm, kendimi kaybettim, varlığım görünmez oldu;
yay gibi ikiye büküldüm amma ok gibi de uçup gidiyorum.
Ey kendisinden ayrılmama imkân bulunmıyan dost, bir avuç top
raktım ben, senden esip gelen yel, tozuttu, havalara kaldırdı, yüceltti
feeni, fakat sensiz nerelere gideyim?
Ey göz nuru, din nuru ,akıIlıca otur dedin, ey perdelerimi yırtan,
beni kendi halime mi bırakıyorsun ki?
* Elest kuluyum, o zamandan şeninim, sonra da o zalim, o gaddar
ayrılığın benî tutmuş, pervasızca sürüp duruyor.
Yüzünün ilkbaharı olmadıkça şu ağacım, nasıl güler, hamurumu
sen yoğurmazsan mayam nasıl tutar?
287
LX
Canlar bağışlıyan böyle bir güzelliğe karşı nasıl ölmem, nasıl de
li, divane olmam, nasıl zincirlere sarılmam?
Şarabını içtim, nasıl mahvolmam? Sanki sen şarapsın da ben su-
yum, sen balsın da ben sütüm.
Aç ağzını, o sayıya sığmaz şekeri saç ortaya,- sen özür kabul et
mezsen benim naza tahammülüm var, işve kabul ederim ben.
Bilirsin neden güldüğümü, yüce himmetimden dolayı gülmede
yim; çünkü aşkının "şehrinde âşıklara beyim ben.
€
£. »
290
LXII
l x iii
*
292
LX!V
hi
LXV
LXVI
Yüz kere öldüm, canım efendim, şunu denedim ben, kokun geldi
mi baktım gene dirilmişim.
2720. Yüz kere can verdim, yerlere serildim; fakat sesini duyun
ca tekrar doğdum.
Yüzünü gördüm mü.kendimden geçiyorum, yok oluyorum ey be
ni bayrama döndüren, öd ağacı gibi yakıp yandıran dilber.
Aşk doğanını tutmak için gönlümde bir tuzak kurdum, fakat ters
işlerle benî aldatan o doğan, bir kuş gibi geldi de kapıverdi beni.
Ey erlerin gönüllerinde dönüp duran şule, gokkubbe gibi şende
ki ayın çevresinde dönüp duruyorum ben.
Ne mutlu andı o an ki yeniden yeniye ahitler ettim, fakat gene
de bütün tövbeleri bozdum, önce nasılsam gene öyle oldum gitti.
Padişaha benimle erişebilirsin diye aklımı çeldi, yoldan çıkardı
beni; aklın yanına gittim, fakat akıldan da bir fayda görmedim.
295
LX V II
LXVIH
LXIX
LXX
Yarabbi, nasıl bir sevgilim var? Âdeta bir arslan avlamışım; gön
lümde onun gezip dolaşması için yüzlerce çayırlık, çimenlik var.
Benim yanıma gelince mahsustan kızar da der ki: Benim seninle
işim var, ne vaktedek kaçacaksın benden?
Dün gece yeniaya, ay yüzlümü sordum ;dedi ki: ArdındS koşup
duruyorum,,ayağım toz içinde.
Güneş doğunca, neden dedim, yüzün sapsarı? Dedi ki: Onun yü
zünü gördüm, utandım da bu renge boyandım.
Ey sü, secdeye kapanmışsın, başını ayak etmişsin, yüzün yerde,
koşup duruyorsun dedim. Dedi ki: Onun afsunuyla yılan gibi kıvra-
na-kıvrana sürünüp gidiyoFum işte.
Ey adalet beyi, inzibat âmiri ateş, neden böyle kıvranıp durma
dasın dedim. Dedi ki; Yüzünün yalımından kararsız bîr gönlüm var da
ondan.
Ey dünyanın habercisi rüzgâr, neden böyle tez canlısın dedim.
Dedi ki: İhtiyarım elimde olsaydı bü tez'canlılık şöyle dursun, şu gön
lüm bile yanar, yakılır, mahvolurdu.
Ey toprak; ne düşünüyorsun, neden böyle susmadasın, düşünce
lere dalıp gitmişsin dedim. Dedi ki: Susmama bakma, içimde bahçeler
var, baharlar var.
2760. Şu unsurlardan geç. Bize Tann'mız kâfir başımda mahmur
luk var,, elimde şarap.
Uykumuzu bağladıysan sarhoşluk kapısı açık ya. Sevgilinin eli
elimizde olduktan sonra bana testj testi şarap sunar elbette.
Sus da gönül dilsiz, dudaksız söylesin. Gönlün sözlerini duyun
ca bu sözlerden utanıyorum ben.
299
- N -
LXXI
LXXII
LXXUf
. LXXİV
Ben dedi, yokum, kıyıda bir kamışım ben, derd için, derman için
bir şekle bürünmüşüm de öyle görünüyorum.
Dedim ki: Böyle bir söz söylemek sana gerekmez, zaten beni sav
mak da her zaman mümkün, bakalım, ey söz bilir, güzel söz soyier er,
bakalım gönlünden ne doğacak şimdi? [*].
* Bir taraflı, tek taraftan söylenen sırra nasıl inanırsın? Çocuk
sun, dersin henüz ebced, taş tahtayı al da dersini oku, ezberle dedi.
Dedim ki: Hemencecik cezamı çektir, helâl olsun sana,- yüz çeşit
banahenlerle sav beni basından, öldür beni ayrılığınla.
Derhal bir başka dille şeker gibi yüzlerce öğütler verdi, ezbere
yüzlerce öğütler okudu bana, harab oldum, sarhoş bir hale geldim.
Çok göz yaşı döktüm, geç vaktedek sarhoş bir halde kalakaldım;
bir de baktım ki o padişah, ansızın can gibi insan şeklinden çıktı.
* O konuşmadan şu gönülde bir dağdır ,kaldı; fakat öylesine bir
dağ bu kİ lezzetinden binlerce ihsana değer.
2810. Öylesine çözülmez şeyler buyurdu, o sözlerde de öylesine
şaşılacak öğütier var ki; sus, onları dile getirmek, hiç de kolay değil.
LXXV
/>
3 05
LXXVl
F. »
306
LXXVJI
2820. Ey taş yürekli, canı incilerle dolu bir deniz haline getir; ey
.sevgilinin geceye benzer salçan, gece yarısında bir seher yarat.
Gönlün, canın çaldığı çengi, aşkla nağmefendir, dilsiz neyleri, o
bal gibi güzelin aşkıyla şekerlerle doldur.
Kulağında, gözünde yüzbinlerce incin var, o incilerden bir etecik
de körlere, sağırlara ihsan et.
Buram-buram tüten, burcu-faurcu aşk kokan o ciğer kanlarından
lütfet de gönül ehline bir kalye ihsan et, gıdalandır onları.
Pek çok yollara düştü canlar, fakat yol alamadılar bir türlü; ey
canların derdine çare buian, onlara bir başka yol-yordam öğret.
* Su kuşlarının da kanatları balrçığa saplandı, kara kuşlarının
da; ey devlet kuşu, kanat çırp, uç.
Şeytan gibi yoJ al, koş, dolan dünyayı da o periyi gör; onun gü
müşe benzer göğsüne karşı gönlünü altına döndür, ona ulaşmak için
sol, sarar.
Nasılı, niçini bırak diye her şeyden bir buyruk, bir işaret geliyor
sana, o ay yüzlünün sert huyuyla atbaşı beraber yürü, fakat o sertleş
tikçe sen yalvar
* Karınca ayağı mesabesindeki canı, onun tapısına armağan gö
tür, o Süleyman'ın geçeceği her yol uğrağında derlen, toplan, bek
le onu.
Deniz, acı bir sudur amma altında İnci madeni var, sen acı suyun
dan geç de dal dibine.
2830. * Bir çeşit yılan vardır ki başında panzehir vardır, panze
hiri elde etmek istiyorsan zehirinden vazgeç.
Tûbâ ağacını istiyorsan işte Tanrı güneşi Tebrizli Şems; ebedî bir
zevk, safâ, ebedî bir ömgr mü istiyorsun? O ağacın gölgesinde otur.
307*
LXXVİH
Pervane ateşe attldı da sen de böyle hareket et, atıl ateşe dedi.
Yanıp yakılıyor, ateşler içinde kanat çırpıyor, sen de böyle yap di
yordu.
Kandil, yağı konmuş, fitili örülmüş, kırık boynuyla hem yanıyordu,
hem de yumuşacık yumuşacık, sen de böyle ol diyordu.
Mum, hem yanıyordu, hem eriyordu, kendisini hakarete, ıztıraba
vermişti; bana da, benim gibi ol, sen de böyle yan, böyle eri deme
zdeydi.
Bu dünyanın kârını elde etmek için altın, gümüş saçsan sana hiç
bir faydası yok, ancak böyle yanmıya, erimeye bak diyordu.
Deniz eteğini incilerle doldurmuş, başköşeye geçmiş kurulmuş,
belli etmemek için de kendisini acı gösterrniye kalkışmış yani sen de
böyle ol demeden gelmişti.
Zümrüdüanka, iyiden de kesilmiş, kötüden de; bütün tuzaklar
dan uçup kurtulmuş, Kafdağı'na gitmişti, yani benim gibi ol, benim
gibi yap diyordu.
Yüzünü arıtmıştı gül, kaftanını yırtınıştı ,likenlere sabrediyor, âde
ta, sen de benim gibi hareket et diyordu.
Şarap, yüzlerce adı sanı bırakmış, ârdan, hayadan geçmiş, akılla
düşman olmuş, adamın beyninde koşmıya girişmişti, sen de benim
gibi yap diyordu âdeta.
2850. Zurna, bomboş bir hale gelmişti, gözünü bile açmamıştı,
yalnız, dudağını, kendisini üfliyenin dudağına koymuştu; diyordu kî:
sen de böyle yap.
* Âdem, kırk yıl özürler getirdi, yas tutup ağladı; çocuklarına,
siz de böyle hareket edin diyordu.
Sus, sabret, sonucu katı kayadan ibret al, o bile susmada, fakat
ağlamada, benim gibi hareket et demede âdeta.
Tebrizli Şemseddin'i gör, can ışığıyla ovayı kaplamış, ululukla
yazıyı doldurmuş,- benim gibi yap diyor sanki.
ıxxx
Canı sen aldıktan sonra ölüm şeker gibidir; seninle olduktan son
ra ölmek tatlı candan da tatlıdır bize.
* Kaldır şu örtüyü, gizleme gerçeği; ölüm ateş gibidir amma
Tanrı Halil'ine bahçedir, âbıhayattır.
Ölüm bu yandadır, halbuki o yanda doğmaktır ölüm; orda, ha
yır, hic kimse ölmez, ölüm burdadır ancak.
Bırak bedeni de can ol, oymya-oynıya o dünyaya git; ölüm acı
dır, kötüdür şimdi, fakat korkma ölümden.
* Dokuz göğün de kendisine toprak kesildiği Tanrı'nm tertemiz
zatına andolsun kİ ölüm ,vuslat şekeriyle helva pişiren helvacıya benzer.
Ne dîye candan kaçayım? Canvernıek, candır, cana ulaşmaktır;
-madenden niçin kaçayım? Altın madenidir ölüm.
2860. Bu kafesten kurtuldun mu yurdun, gül bahçesidir; bu se
defi kırdm mı incidir sanki ölüm.
Tanrı seni çağırdı mı, kendi yanına çekti mi gitmek, cennet gibi
dir, ölmekse Kevsere benzer.
Ölüm bir aynadır, güzelliğin oraya vurur, orda görünür, ayna
-seni, sana gösteren bir şey olduğunu, sana söyler durur.
İnanç sahibiysen, tatlıysan ölümün de eminliktir, hoşluktur; kâ
firsen, acıysan ölüm de acıdır, kötüdür sana.
Yusuf'san, güzelsen aynan da güzeldir,- çirkinsen ölüm de çaresiz
çirkinliğini gösterir sana.
Sus ki tatlı dillisin, Hızır gibi ebedîsin; ölümse âbıhayâta karşı kör
üdür, sağırdır.
310
LXXXI
Sevgili, önce bizi adam et, daima er olmamızı sağla; sonra şarap
sun bize, şarap kadehini durmadan döndür.
Ey can, bizden de bir şey gelmez, tapımızdan da,- yapıyı sen kur-
mıya başladın, gene sen tamamla.
Esenlik yurdumuzu kınanma yurdu haline getirdin; kınanma yur
dumuzu da esenlik yurdu haline getir.
Bu sonsuz yol uzaktır, uzundur,- fakat sonsuz lûtfunla iki adımlık
bir yol haline getir.
2870. * Bizi tutsak ettin şu nefse, fakat kötülüğü emreden nefsin,
de beyi sensin, bizi bey yap da onu kul et bize.
Umumî lûtuflarını haslara nasibettin, bu gün de yakınlarına ihsan,
ettiğin hususî lûtuflarını umumileştir.
Her zerreye, lûtfunla bir başka güneş ver,- lütuf ve ihsan-güneşini,
herkese tam olarak doğdur.
Duayı tatlılaştır bize, dua, ağzımıza süt gibi, bal gibi tatlı gel
sin, âmin diyene de lütfet, onu, herkesin iyiliğini ister bir hale getir..
LXXXİİ
Kehtncn, şimdi «Ocak» dediğimiz n . kânun’dur, fakat Anadolu’da 1>u aya «Kara
kış», ondan sonra gelen «Şubat* a da «Kiiççâk» de der. Arapçadan çevirme, olan, ,«Ocak»
..dan ziyade bu söz bizimdir.
312
LXXX!I!
Yürü, başını yastığa koy, yat; bırak beni, vazgeç geceleri dönüp
dolaşan, yanmış yakılmış şu dertliden.
2890. Biz geceleri, tâ sabahlaradek yapayalnız sevda dalgalan
arasında bocalar dururuz; istersen gel, bağışla bizi, istersen git, cefa et
bize.
Benden kaç da sen belâya uğrama; selâmet yoluna düş, bırak
'belâ yolunu.
Gözyaşları dökerek gam bucağında sürünüyoruz; akan gözyaşla
rını izin yolunda, y.üz yerde, yüz tane değirmen kur.
Zalim, gaddar biri var, mermerden granitten bir gönlü var onun,
bizi tutup çeken o gaddar, adamı öldürür de kimsecikler, bari kanının
pahasını ver diyemez ona.
Güzeller padişahına, âşıklara vefa etmek vacip değil; ey yüzü
sapsan kesilmiş âşık, sen sabredegör, sen vefakâr ol.
Bir dert var ki ölümden başka devası yok; artık ben, nasıl olur da
bu derde çare bul diyebilirim?
Dün gece rüyada bir pîr gördüm, aşk köy ündeydi, eliyle bana,
yanımıza gel diye işaret etti.
* Dedi kİ: Yolda ejderha varsa sende de zümrüt gibi bir aşk var;
yürü, bu zümrüdün şimşek gibi parıİtişiyle ejderhayı kov.
* Yeter artık kendimde değilim ben, hünerini arttırmak istiyor
san var, Abû-Alî'nin tarihinden bahset, Abu-! Alâ'nın öğütlerini söyle.
314
LXXXIV
LXXXV
LXXXVİ
- H -
LXXXVIII
LXXXİX
*
320
xc
2950. Ey sudan da arınmış, topraktan da arınmış güzel, şu topra
ğıma bir kerecik olsun, ayağını bas. Ne elim kaldı benim, ne gönlüm;
elini gönlüme koy.
Bulanık bir su oldum, yolda kalakaldım; yoldan al beni, göğsüne
dök, konağım, göğsün olsun.
Saçlarının büklümlerinden işim sarpa sardı, karmakarışık oldu.
Darmadağan saçlarını müşkül işime dök.
Ne elde edersem edeyim, sensiz hiçbir faydası yok. Aşk selini
sal elde ettiğim kâra.
Işığımın,çevresinde canın bile pervane kesilmesini istersen şende
ki ateşi, istidatlı ışığıma ver.
Saçlarının yüzünden tiftik kumaş gibi yüzlerce düğümlerle dü
ğümlenmiş bir haldeyim; fakat gene de lütfet, bir zamancağız olsun,
benî o daga-dalga, krvnm-kıvrım saçlarına düğümle.
* Sevgili, Babil kuyusu, gözlerinin yüzünden büyülerle dopdolu.
Bir helâl sihir yap da beni Babil kuyusuna sal.
* Elest dedin ya, o zamandanberı canım gebe kaldı,- «belâ» sö
zünden bir muska yaz da gebe olan canıma ver.
Ne zaman yüzündeki bulutu dağıtacaksın da gel diyeceksin, yü
zünü ayın ondördüne benzîyen yüzüme koy.
Ey Tebfizli Tanrı Şems'i, canım bahtiyarsa vuslat devletini bu bah
tiyar canıma lütfet.
321
xcı
2960. Yel, yüzündeki örtüyü kapıp açtı mı nerde bir ölü varsa
canlanır, harekete gelir.
* Ey bize kutlu talih gibi doğan, muradımızı veren; bir neşe sa
bahı, o Keykubad kadehini, o koca sajjrağı bize sundun da içtik;
Dün gece dudaklarını açtın da ballar, şekerler saçtın, bir güzel va-
itte buulndun, biz de günleri saymıya koyulduk.
xcıı
Ey âşıklarını kıskançlıkla tutsak eden, kıvrandırıp duran güzel;
bütün âşıkların, aşkınla tahttan da vazgeçmişler, kazançtan da.
Yüzlerce yağmuru süzüp şarab ettin de bir kadehe koydun, bu
şaraptan yüzlerce kadeh içtin de gene akıllılar gibi temkinlice oturdun.
Bir iptir, attın da bizi yücelere çıkardın,- fakat ben havada öylece
kalakaldım, ipse koptu gitti.
Aşkına düşen nice arslanların, o ceylân gözlerin yüzünden deri
leri de yüzüldü, kemikleri de kırıldı..
Geceleyin rüyada ay yüzünü görmek, ne de kutludur, sabahle
yin cemalini görmek, ne de mutludur,
A. güzel, en aşağılık kulun bile aynaya dönmüş; ayna da kırılmış
da yüzlerce el, yüzlerce ayak mecruh olmuş,
Tebrizli Şems'in güzelliğine hırsızlamaca bir baktım da ne güzel,
mâşallah dedim, fakat kıskançlıktan da ok, yaydan fırladı gitti.
324
xcsıı
29S0. O saf, o tertemiz aşkla yanıyorsun ya, yarın o ateş yüzün
den, yüzlerce hûrinin yüzünü görürsün.
Meyline, isteğine bak; nasıl da temiz, sâf, renksiz; bak da bir ter
temiz aşktan doğmuş dünya dolusu güzelleri gör.
Bir arıya benziyen canın görünmüyor amma yaptığı peteklere
bak, hepsi de balla dopdolu.
Bedeninin boyu üç arşın, belki de daha az; fakat canına bak, do
kuz gökten de yüksek, dokuz gökten de geniş.
Niceye bir kâse yalayıcılık? Vur şu testiyi yere; şarap küpünün
ağzındaki samanlı balçığı çek, çıkar.
Seccadeni ateş hafine getir de secde temiz olsun, seccadenin al
tından da bir ateş yüzlü doğsun, yüz göstersin;
Tebrizli Şems'in aşkına binerek gelsin, o padişahın ardında da
güneşle ay, yaya olarak yürüsün.
325
XCIV
Burda gizli birisi var, eteğimi tutmuş benim; kendisini geriye çek
miş, perçemimi tutmuş, beni çekip duruyor.
Burda biri gizli, can gibi, candan da güze!; bana bir bağ göster
miş, evimi-barkımı zaptetmiş.
Biri gizli burda, gönüldeki hayal gibi; fakat yüzünün nuru, bütün
varlığımı kaplamış.
29$0. Biri gizli burda, şeker kamışındaki şeker sanki; tatlı mı tat
lı bir şekerci, dükkânımı elimden almış.
Büyücü, gözbağcı, kimseciklerin gözleri görmüyor onu; usûl boy
lu, yoi-yordam bilir bir tacir, terazimi elimden kapmış.
Onunla gülbeşeker gibi kaynaşmışım; ben onun huyunu almışım,
o benim alimimi elde etmiş.
Dünya güzelleri gözüme girmiyor,- dikkat et de bak, güzelim ha-
kirpîklerime bile sinmiş.
Kastayım, âlemin çevresinde dönüp dolaştım, kimseden bir der
man görmedim, sonucu onun derdini gördüm ki dermanımı da elden
c 'n irŞ .
* Ben, ey ruhu bile gören Nûh, bak da gör, bütün dünyayı tufa
nım kaplamış diye eteğine yapışmışım, çekiyorum.
3000. * Diyorum ki: Tacımız sen olasın da sonra başımız yarılsın;
mağarada dostumuz sen olasın da dostlarımız tutsak olsunlar, reva
mı bu?
Ö diyor ki: Ağlamayı bırak, ağlamanın geldiği yana bak; âşıklar
ruh kesilmişler, reyhanımı elde etmişler.
Gönülleri kırık dostlar, gönül evinin başköşesine geçmişler, ku
rulmuşlar; sarhoşlar, şaraba tapanlar, meydanımı doldurmuşlar.
Av köpeği gibi avını avla, şarabını elde et; samanlığıma dalan
bavlıyan köpekler gibi olma.
Tebrizii Şemseddin'i görürsün ki can göğünde doğmuş; yüzünün
nuru da bütün dünyamı kaplamış, parlatmış.
327
xcv
A güzelim, kehlibara benziyen aşkın, gönlü kendisine çekmiş,- gö
nül sana gitmiş, âşıklar gibi biz de onun peşine düşmüşüz, koşup du
ruyoruz.
* Gönül, güzelliğinden bir yük aşk elbisesi çalmış; ayrılık şahnen
de duymuş, gönlün ellerini kesmiş.
Canım, aşk Mısırında o kadar çok şeker yemiş ki feryadımdan, ne
yin Özünde şekerler bitmiş.
Ey arşa konmuş güzelim devlet kuşu, aşkının gölgeliklerinde her
an. can doğanları havalanıp tâ arşa kadar uçmuş.
Ne de kütlu bir çayırlık, çimenlik ki orda güller var, nesrinler var;
hepsi de aşk suyuyla bitmiş, şu ceylânlar de orda yayılmış.
3010. Göz, kendisini görmemiş amma şimdi her göz, senin ay
nan sayesinde kendisini, aynada görmüş.
Ey Tebrizli Tanrı Şerns'i, devlet zurnan, can rebabıntn kulağını
burmuş da can rebabı, onun sesini duymuş, işitmiş.
328
XCVI
*-
xcvıı
3020. Ham sofulara haber olsun.- Tövbe etme zamanı, geldi o be
lâlı devir; fakat onda bu güzellik, bu alım varken yeri mî tövbenin, sı
rası mı tövbenin?
Sofuluk da bitti, tövbe de tövbe etmîye tövbe etti; çünkü âşıkla
rın tövbeden başka işleri var şimdi.
Hani dünyadan kaçtın, kurtuldun, can ışığına ulaştın, mum gibi
kendi başını kestin mi kır artık ayağını tövbenin de.
* Aşkın şartı, Tatar ülkesinin ceylânına karşı kararsız bir hale gel
mektir; Hıtay Türkü geldi mi tövbe etmek ne hatadır, ne hata.
Bir avlanmıya koyuldu mu nice canlar kapar o. Bir bakış oku,
tövbenin yüzlerce kan pahasına değer zaten.
Her seher çağı hayali, âşıklara gelir çatar, çiğner geçer. Atının ko
pardığı toz, tövbenin gözlerine yüzlerce şifalar veren bîr tutyadır.
Tanrı güneşi Tebrizli Şems yokken tövbe etmişsin amma o, bir
gün gelir de yüzünü gösterirse vay tövbenin başına gelenlere, vay vay.
330
&
XCV1H
X C !X
Cl
Ey akıllı er, şarap kabını aç, gönül aynasına dikkat et, paslan
masın, kırılmasın da araya kibir, kin sevdası düşmesin.
Sırçayı kırdın mı, evet, çok ayaklar yaralanır; zaten bu da aşağı
lık bir istir.
Fakat melhem getirir, özür bildirir, yaralının başını okşar, kaşır
san binlerce yaralı, bereli sevgi ayakkabına kapanır, ayaklarını öper.
* İçtikçe iç şarabı, güzelleş, iyi bir hale gel, beşten de dışarı çık,
altıdan da; gönül evinin çevresinde hiçbir kötülük bırakma.
Fakat yerden biten üzümden yapılan şarabı değil. Tanrı elinden,
küpsüz, fıçısız, arılık âleminden sunulan şarabı iç.
3060. Bu şarabı içersen birlik meclisinin kurulduğu yerde, ne di
lersen bulursun, ne istersen elde edersin,- mihnetlerin savaş yurdun
daysa gâh o bulunmaz, gâh şu.
Gamlara daları, derd üstüne derde düşen cana Tebrizli Tanrı Şems'-
inden, hem de eski, yıpranmış değil, yeniden yeniye neşeler gelir,
neşesine neşeler katılır.
334
- Y -
Ol
CİN
CIV
CV
F. 22
33S
cvı
Ey gülüp duran ilkbahar, mekânsızlık âleminden gelip çattın. Bi
ze bir şey getir, ne gördün sevgilimizden? Haber ver.
Gülüyorsun, yüzün terü tâze, yemyeşilsin, miskler kokmadasın.
Ya bizim sevgilimizle aynı renktesin, yahut rengi ondan aldın.
Ey mevsim, can gibi hoşsun, gözlerden gizlisin; eserlerinle mey
dandasın da kendin meydanda değilsin.
Ey gül, ne diye gülmüyorsun, ayrılıktan kurtuldun gene. Ey bu-
'Jut, ne diye ağlamıyorsun, sevgilinden ayrıldın.
Ey gül, beze yeşilliği, gül apaçık; çünkü üç aydır, gizlice liken
lerin içinde koşup durdun.
Ey bahçe, şu yeni yetişenleri güzelce besle, yetiştir, çünkü nasıl
geldiklerini gökgürültüsünden duymadasın.
Ey yel, oynat dallan, bir gün vuslat çağına esersin elbet, onu ha
tırla da oynat dalları.
Bir bak, ağaçlar, talihli kişiler gibi neşeli, a menekşe, senin neden
-gamlarla boynun bükülmüş?
Süsen goncaya, gözün kapalı amma diyor, baht/n yaver, günden
güne kutlu bir. talîe ulaşmadasın, gözün aydın olsun.
339
cvıı
3 Î Î 0 , Ey canımızı gülbeşeker haline koyan, canı da aldın, gönlü
de, sonra da ruftun, kendini çektin bizden.
Bizi gördün ki gölge gibi ayaktan düşmüşüz, yerlere serilmişiz,
baş çekip yücelen selvi gibi sevgili, sen de gölgeden baş çektin.
Ormanlıktaki, dağlar başındaki seller gibi o yana, bu yana ko
şup duruyoruz, senin peşindeyiz, halbuki sen, kaynak gibi bir başka
tarafa gitmişsin.
Öylesine bir aysın ki harmanına geleni tutuyor, güneş gibi altın
madenine çekiyorsun.
Kıskançlıktan öldürdün bizi, mademki göze aldın, bâri gözyaşı-
gibi gözünden düşürme, ayırma gözünden bizi.
Âşıkın yüz taraftan da yaralanmada, halk her yandan onu kına
yıp durmada,- fakat sen, lûtfunla, merhametinle onun önüne bir kal
kan tutmadasın.
Bir bölük halkı düzenle tuttun, altın bağlarla bağladın; bir bölük
halkı da tuttun delille, hüccetle cehennemlere attın.
Eyvahlar olsun, bir kötü kişi, birkaç bön kişinin kanına girdi; fa
kat kötülüklere çektiğin, şer işlere sevkettiğin kişiye de sen acı.
Âşıklarının gözlerine geceleri uyku girmiyor, uykuları dağılmış
gitmiş,- çünkü âşıkları seher çağı, kendine çektin.
Ey aşk, gönlün yok ki yansın yakılsın, fakat gene de bütün gönül
ler sende, bütün gönülleri çekip alan sensin.
3120. Yeter, sus artık, kendinde değilsin, sarhoşsun da tuttun,
îsâ'ya lâyık mezeyi hayvanların ahırına götürdün, eşeğin önüne koydun.
340
cvnı
Kuşlar İçin bir yer, bir güvercinlik yaparsan ne kadar uzun, ne ka
dar büyük olursa olsun deve sığmaz oraya.
O güvercinlik akıldır, o yuva, şu bedenindir, deveyse o usûl bo
yuyla, o serpilip boy atışıyla aşktır, aşkın güzelliğidir.
Padişahın koca sağrağım o kuş içemez, yüzlerce Öz yarsan, kapalı
kutular açsan ondan bir koku alırım mı sanıyorsun?
Sevgili, bu gerçeğin sırlarını bizden arama,- çünkü geçici nükte
lere daldım, garkoldum gittim ben.
Ben bir kâğıda uzunluğuna yazılmış bir yazı gördüm, aşk sırları
hep ondaydi; tuttum, alay olsun diye muska gibi boynuma taktım onu.
Fakat o İlâhi muska ağırlaştıkça ağırlaştı, bir dereceye vardı ki bin
arap atı bile çekemez, taşıyamaz oldu.
Hicaz perdesinden çıkıp yalımianan ateşle perdeleri yakmam için
perdelerim yırtıldı.
Tebrizli Tarırı Şems'iyle sevişme vakti, onun aşkı bir coştu, kük
redi mi bu perdeleri yırtar gider.
341
cıx
Mademki kumarhaneye geldin, elbette oynarsın; mademki bu
işe giriştin, işin geçici bile-olsa sonucu gerçek olur, gerçeğe ulaşırsın,
sun; gâh kendini ona verirsin, yaklaşırsın ona, gâh işveîenirsin, nazlar
edersin ona.
3140. * Başlar tacındarî da maksat Şemseddin'dir, sahibimizden
de, efendimizden de,- onun tapısında Mergazlıyla Reyi i gibiyim ben,
ben nerdeyim, o nerde?
* Kimin gönlünde Tebriz'in havası varsa Hintli bile olsa gül yüz
lü bir Tarâzlıya döner o.
343
CX
cxı
Savaşta yüzümüze kalkan tutmayız biz. Semâ' ederken ne neyden
haberimiz vardır, ne teften.
Zaten aşkıyla yok olmuşuz, aşkın ayaklan altına serilmişiz. Kjat-
kat aşkız biz, aşk. Kel değiliz, sağır değiliz.
* Kendimizle savaşmış, varlığımızı yok etmişiz de tamarnîyle âşık
olmuşuz, bizde nazardan başka bir şey yok, sürmenin ne faydası ola
bilir bize?
* Araz olan her beden, garezlere can olur, gönül kesilir. Hastalık
ları erit, yan-yakıl da kurtul; çünkü hastalıkların içinde donmadan,
buz kesilmeden Beteri yoktur.
O yanıp eriyişin şiddetinden, o iltifatın sevdasından ciğerim kan
kesildi, bende ciğer yok artık.
Gönlüm yüz parça oldu, gönlüm âvareleşti. Bugün arayacak ol
san bende gönülden de bir eser bulamazsın.
Ay değirmisine baksan a, her gün erimede. Ay sonunda bir de
bakarsın ki gökte ay yok sanki.
O ay’ın fazla zayıf bir hale gelişi güneş değirmisinin yüzünden-
dîr. Sonradan büyür amma o kadar değeri yoktur onun
3160. Padişahım, gönüller diyarında bize zühreyi yolla da çalıp
çağırsın,- çünkü canların semâ' meclisinde şu tefle ney yaraşmıyor.
Hayır hayır, güneş bile âciz kaldıktan sonra zühre kim oluyor ki?
Bu hararete tahammül etmek, her çalgının, her çalgıcının harcı değil.
,345
CXIf
CXİff
cxıv
Sana sitemlerim var, neden böylesin sevgili? Hastayım, gücüm-
kuvvetim yok, ne diye gelmezsin, beni görmezsin?
3190. Çok sarardığımı, sapsarı olduğumu gördün de beni öldü
sandın; birisinin eşi-dostu sen olursan nasıl ölür o?
Efendim, ruhum, hastalandım .ateşler içinde çayır-çayır yandım
da gelip halımi-hatırımı bile sormadın, ey sıhhatim, devam, iniltile
rimi duymadın bile.
Çok çekindim, uzun müddet sabrettim, fakat bugün de nazın, na-
zeninliğih aslına naz etmeye başladım.
Bu gece ay doğunca can ilâcım gelir; ey zahmet, ey elem, demir
den yapılma bir burç bile olsan muma dönersin.
Gece, bu kulun halini, hatırını sorar, vaktin gecikmesinden kork
maz; gece de o koca sağrak yokken, hiçbir meze bulunmazken sorhaş
olur gider.
Ey feryad, niceye bir sürüp gideceksin? Çiy tanelerinden de faz
lasın, bu değersiz kula sen de pusu kurmuşsun
348
cxv
A kardeş, ne olur bir gececik de üyumasan; mum gibi diri olsan,
kıvılcım gibi uyumasan.'
Gök kapıları geceleyin açılır, bahtları açar; sen de ay gibi uyuma-
san yıldızın aydın olur, güzelleşir, iyileşir.
Gökyüzü eriysen o âleme iştiyakın vardır; göyüzünden aşağı bir
yerde kalmazsın, yücelerden başka bir yerde yatıp uyumazsın.
Habeş askeri, geceleyin Rum ülkesine saldırınca Kayser gibi deb
debelerle karşı durman, uyumaman gerektir.
3200. Zamanenin Isâ'sısın, geceleri yol a), dön dolaş da eşek gibi
balçık içinde uyuma ey can.
Geceleyin yürü ki yollar, geceleyin alınır, menzillere geceleyin
varılır; padişahı istiyorsan seferde uyumamalısın.
Bahtiyar, talihi yaver kişiler, Tanrı gölgesinde olur; kardeş, sakın
sen de başka bir yerde uyuma.
Yusuf, babasından ayrılınca belâlara uğramadı m ı? Sen de Yu-
sufsun, kendine gel de uyursan babanla uyu ancak.
Çünkü kardeşlerin, canına kasdetmişler; aklını başını al da onla
rın arasında ihtiyatla uyu.
Tebrizli Şemsedesin, boyuna yol alıyor, sen de yola düşenlerden
sin yol uğrağında uyuma sakın.
349
cxvı
Sevgili, hani bir an o yalım-yalım parlıyan ateşli yüzünü örtmez
din; niceye bir kaynayıp coşayım, coşup köpüreyim; sonra da diyor
sun ki niceye bir kaynıyacaksın, ne vaktedek coşup köpüreceksin?
Sen bu çeşit şarab içme kanununu koyduktan sonra b'u yoksul can,
bu yoksul akıl, sana karşı nasıl sakinleşebilir, nasıl coşmaz, köpürmez?
Can kamışlarına her an sen üfürüp duruyorsun, boyuna coşan,
köpüren, sen olduktan sonra kamışın ne suçu var?
Yüzündeki parıltı buysa zaten örtü kâr etmez; yüzlerce örtü Ört-
sen, yüzlerce peçeyle örtünsen, duvaklar altma girsen gene gizlenmez:
bu yüz.
3210. * Ey bön, tecrübesiz aşk, gösterişe kapıldın, görünüşe al
dandın da yalımların çevresinde dönüp dolaşmıya koyuldun,- ya kanlı
kaatilsin sen, yahut da alıcı bir karakulaksın.
Aklın varsa ne diye deli oldun; aşka ait değilsen ne diye bu de
rece aşka sarıldın?
Bütün cüzülerimi, o tapıda sükût eder gördüm,-,fakat her susuşun
altından çıkan nice nâralar da duydum.
Tebrizli Şems'e, bu susanlar kimlerdir dedim,- dedi ki: Vakti ge
lince sen de öğrenirsin, bellersin.
350
cxvıı
Ateşte bir yaygıdır, yaydı; böyle ol işte sevgilim. Sonra da tuttu,
ateşin İçinde gizlendi; böyle ol işte sevgilim.
Yaygı, öylesine bir tat aldı, mumum, öylesine bir şekvle yandı ya
kıldı, öylesine gözyaşları döktü, eridi ki -- Böyle ol işte sevgilim.
Gene dönüp aşka geldiğimiz andan beri geceleri uyku girmiyor
gözümüze; sarhoşlar meclisinde böyle ol işte sevgilim.
Âşıklar kalktılar, geceleri uyumuyorlar ,dağılıp gitmeyin, kaçma
yın siz de; böyle ol işte sevgilim.
Vuslat, sel gibi aktı, Mecnun, Leylâ oldu; şimdi gece, yarın gün
düz olur, fakat hep bu; böyle ol işte sevgilim.
* Rab tecelli etti de söz söyliyene lûtuflarda, ihsanlarda bulundu,
-gerçekten de bir ateş gördüm ben; böyle ol işte sevgilim.
351
CKV3II
cxıx
Avlanacağım dedin, gittin; av oldun, seni avladılar. Huzura, ka
rara kavuşacağım dedin, büsbütün huzurdan, karardan oldun.
3 2 3 0 . Sana nasıl Hızır demiyeyim ki âbıhayat içtin; huzurunda
nasıl ölmiyeyim ki dostun da dostu kesildin, sevgilinin de sevgilisi
oldun.
Çevrende nasıl dönüp dolaşmıyayım, Tanrı evisin sen; ayağını ni
çin öpmi.yeyim, ayak diremişsin, ebedîliğe ermişsin sen.
Kadehini nasıl olur da içmem, varlığa sâki sensin. Mezeni nasıl
■olur da çiğneyip yemem, şekerler yağdırıp duruyorsun.
* Nasıl olyr da Fâruk olmazsın, ayrılıktan kurtuldun. Nasıl olur
da Sıddtyk olmazsın, mağarada dosta dost kesildin.
Değil mi ki ona kul oldun, padişahsın şimdi; değil mi ki gamla
takatsiz, zayıf bir hale geldin, yücesin, gelişmişsin şimdi.
Hem onun gül bahçesini gördün, yüz çeşit gül devşirdin; hem
sünbüllerini okşadın, laleliğe döndün.
Gözleri mi dedin? Allah Allah, uyurken bile yolvururken Tanrı'ya
•sığındık, şimdi şaraptan süzülmüş o gözler, mahmurlaşmış o gözler.
* Yoksulken nice hırkalar aşırdın, eyvahlar olsun yoksulların hal
lerine, şimdi Zül-fekaar kesildin sen.
* Kalk hemencecik ölümü, kökünden sök, at, çünkü sûr'un sesi
sin sen,- vur güz mevsimlerinin boyunlarını, ilkbahara döndün sen.
Kıyametten de eminsin, çünkü zamanın kıyameti sensin; hesap
tan da kurtuldun, çünkü sayıya sığmaz bir hale geldin.
3240. * Denizdeki balıklar gibi ekmeğe ihtiyacın kalmadı, suya
da aldırış etmez oldun, çünkü keler kesildin.
353
t
354
cxx
Dün ahdetmiştin, tövbe etmiştin, bugün ahdim gb bozdun, töv
beni de; dün acı bir denizdin, bugün inci kesildin.
* Dün Bâyezid'din, varlığına varlık karmadaydın; bugünse yer
lere yıkılmışsın, tortulu şarap satıyorsun, sarhoşsun.
Tortulu şarab iç ey can, akıldan kesil, vazgeç ey can, puta tapar
ken yeşillere bürünme, söfî görünmeye kalkışma ey can,
•t
3250. Bugün hem pek harapsın, hem güneşle dolu bir kadehsin;
ne bir ay yüzlünün damadısın, ne ayın kocası.
Evlere-barklara sığmıyorsun, mânalardan da dışarısın, bunların
hiçbiri değilsin amma neysen osun sen.
Bir bucak vardı, hani kapalıydı o bucak, o yüzden elemleniyor-
dun, sıkılıyordun; o kapalı yeri açtın da bir kurtuluş kurtuldun ki---
Hayvan, bir bineğe binmez, o ancak işe koşulur; sen hayvan de
ğilsin, haysın, hayatsın, işe koşulmaktan kurtuldun sen, kurtuldun.*
* Sen göklerin haber çavuşusun,- ay gibi ne vakit sen de bir bi
neğe bineceksin, eline ok zıhını takacaksın da âleme haber okunu ata
caksın?
Sus, bir nişan verme, izinin tozunu belirtme,- gerçi her sözünle
dünyadaki yarası sızlıyanlara melhemsin amma gene de sus.
355
cxxı
* Abalar altındasın amma padişahsın, Keykubadsın; gözlerden.
uzaksın amma canlardaki yanışsın, gönüllerdeki anılışsm.
* Sûrete girmişsin, şekle bürünmüşsün amma göklerdesin, gök
yüzünün kandilisin ,dokuz göğün direğisin.
Varlığımızı mutlak yokluk âlemine bağladın, murada erişmemizi
muratsızlık şartına ısmarladın.
Bunu da, tapına ancak arslan gelsin, arsiandan doğan arslan yav
rusu ulaşsın da ayağı titreyip sürçen kimsecikler yanma bile yaklaşma
sınlar diye yaptın.
3260. Diledin ki kişi oğlu, başını terketsin de tapma başsız gelsin,
geisîn de kulaksız olarak göklerden gelen ey kullarım sesini duysun.
* Yürü, bir aylık yolu bir günde al, çünkü seri Süleyman gibi yel
aiına binmişsin.
Gümüş de ne oluyor, altın da nedir? Can ambarını getir de, cö
mertliğe âşıksan can ver, vazgeç parâdah-puldan.
A canım, senin yolunda kılavuza hacet yok; çünkü bu yolda şu
yol alanla yol gösteren, nurdur, ay ışığıdır âdeta.
Ay, .kendi' ışığını kendisi, yerden yere çeker götürür, tıpkı Ara-
bın, devesini konaktan konağa sürüp götürdüğü gibi.
Çektiğin zahmetlerden, sahib olduğun güzelim inançtan biten
reyhanlardan her an, sana deste deste buketler gelir.
* Kayboldum diye Süleyman'ı kınama, var kaybol, hüdhüd seni
aramaktadır ya, senin kaydındadır ya, yeter sana bu.
A arkadaşım benim, bu, kurtulup murada erişmenin daha başlan
gıcı; sabah ışıdı; kaıkın uykudan.
Güneş, perdesi.:, örtüsüz parıi-panî parlıyor; yardım, zafer, çalış
madan, uğraşmadan birteviye geliyor.
Ruh şaraba dalmış, kadeh dönüp durmada, gam-keder kaçıp gidi
yor, şükür uzadıkça uzuyor.
356
CXXH
3270. Gayb âleminde bir öd ağacı varr yanıyor; bu aşk, onun du
manı. Yokluk rengine boyanmış bir varlık var, her var, ondan var ol
mada.
Ayıplardan, arlardan münezzeh bir varlık, gayb âleminde perde
kurmuş,- o gayb, âdeta duman perdelerinin ardındaki ateş.
Duman, gerçi ateşten doğdu amma gene de ateşe perde oluyor;
varlık dumanından geç, dumanda bir fayda yok.
Can, dumandan geçseydi nurun ta kendisi olurdu. Can mumdur
sanki, bedense leğen. Can sudur da beden bir dere.
Alçaldıkça yücelirdi de felek değirmisini bile kırar geçerdi, yok
luğa sarılsaydı varlıklardan da üstün .olurdu, gerçek varlığa ulaşırdı.
Arştan Ülker yıldızınadek bütün mülkü sana hazır bir hale getirir
di, yedi denizin dibinden ebedîlik incisini kapar, elde ederdi.
Lâtif, sevinçli bir halde, kurudan da geçirdi, yaştan da geçerdi de
o yana giderdi; aşka mahrem olurdu da güzelliğe kavuşurdu.
Tebrizli Şemseddin, onu emin edinseydi yakıyn gözüyle gayb
âlemini görür, o âlemde görünürdü.
357
cxxııt
Ya ben tuhaflaştım, ya sen tuhaflaştın, bunca kadeh içtin de ba
na bir kadehçik bile sunmadın.
* San şarapla sarhoşsun, ben ümitle, istekle sarhoşum; böylesine
ulu bir Keykubadm meclisinde de ümit, istek, 02 olmaz doğrusu.
3280. Birçok âşıkları öldürdün amma gene de sen suçsuzsun;
çünkü eziyetle, gamla öldürmedin ki; zevkle, neşeyle öldürdün.
Dünya seninle açılır, aydınlanır, insan, seninle murad/.na erer, di
leğini bulur,- iş böyleyken a güzelim, ne diye vardın da muratsızlık kö
yünde ev tuttun, yurd edindin?
Evet, anlıyorum neden; çünkü aydın ışık gece karanlığında beli
rir; derman derde gelir, dertliye gelir; zaten ustalık da budur.
* Gamından başka bir şey içmiyeyinn, ne Amîd'in nüktesini söy-
liyeyim, ne İmâd'ın sözünü duyayım diye ağzımı de tuttun, kulağımı
da.
Tebrizli Şemseddin'e sarhoşlardan selâm götür, tapısında secde et
de de kİ: Kaçtın, halvete mi çekildin ey ruhum, canım.
358
CXX1V
cxxv
Dostum, ister gönlü aydın birisi ol, ister yüreği kapkara biri: her
iki halde de sevgiliden vazgeçme, ayrılma ondan.
Her iki halde de ondan geri çekilmek kâfirliktir; hattâ aşıklarca
sevgiliden kaçmak, yüz kat kâfirlikten de üstün bir kâfirliktir.
Güzelden vazgeçtin mi temizin pis olur, fakat kaynağa daldın,
garkoldun mu pis bile temizlenir, arınır.
t»
cxxvı
Bana inciler yağdırasın diye toprak kesildim sana; başımı kaşıya
sın diye kıl gibi inceldim sana karşı.
Elimi tutasın diye varlığımdan el yudum; gönlüme -gelesin diye
hayale döndürtı.
Gönül doğusundan ay gibi doğup başgösteresin diye gece-gün-
düz, âşıklığa düştüm, aşkla yakalar yırttım.
Güzellik ilkbaharın beni de bahara döndürür dedim de bahar bu
lutlan gibi gözyaşları döktüm.
* Lütfün yardım eder dedim, ona güvendim de göklerin bile ka
bul etmedikleri emaneti boynuma aldım, yüklendim.
Padişahım, puta tapanlar için gönül levhasına her an bir suret,
bir şekil yaparsın ya,
bu kudretin için lütfet de gönle sğmtyacak bir sûret, bir şekil
göster,- göster de puta tapan da tapmaktan kurtulsun, put yapan da
yapmaktan.
361
CXXVH
O O C V III
Bize ısmarlandı, bizimdir hem zevk, safa, hem düğün; her Müs
lüman m zevki artsın, her sapığın gözü kör olsun diye bize verildi
bunlar.
Her gün yeni bir hutbemiz okunmada, her gece yeni bir gerde
ğe girmedeyiz; her an, elle avuçla alınmadan inceler saçılmada bize.
3320. Aşk, olduğundan da güzeldir, yokluk bulunduğundan da
sağlam; bu ikisinin elini öpersen gökyüzüne ayak basarsın.
Can, bir ışıktır ki beden leğeninin altında gizli; güneş bile onun
nuruna karşı baş eğer, yaltaklık eder.
Yüz çeşit malı-mülkü var onun, yüzlerce tahtı var, bahtı var; tah
tı, yüceliklerden yapılmadır, gece gibi kapkara abanoz tahtasından
değil.
Malı-mülkü, mutlak nurdandır, Tanrı'nın sandığında korunur; on
lar, ne bir seyisin beygirine yüklenir, ne de güve düşer onlara da de-
linir.
* Gönui ateşinin zevkinden, gönlün bir hoşça yanışından ateşe
tapar oldum, fakat Mecûsînin ateşine kapılma yüzünden değil.
* Garip can, bı'r-iki gün, bedenle yoldaş oldu amma Mergazlıyla
Reyli, Mağripliyle Tûslu gibi hani.
Dünya bir elektir, bizse ona konmuş unuz sanki,- elekten geçtin
mi arısın, geçmedin mi kılçıksın, samansın.
Her gün, çarşı-pazarda, şu aşağılık kişilerin dükkânlarında şu ses
ler duyulur: Ey ham adam, *Bize gel, bizim malımız sağlam, bizim ku
maşımız yıpranmaz.
Kır kalıp testisini de dudağınadek dolu kadehi al; ne vakîedek
çanak yalıyacaksın, ne zamana kadar yaltaklanıp duracaksın?
İzin veriyor musun, bunun tamamını söyliveyim de kutsuzluğu,
yomsuzluğu olmıyan bir baht, bir devlet, doğuyu da kaplasın, batı
yı da?
363
cxxıx
3330. Mademki şarapta sarhoşsun, kendini vur taşa şişe gibi, kı
rılsın gitsin; can aşkıyle adın kötüye çıksın, iyi bir ad-san sahibi olmak
da budur işte.
Oturursan sürahi gibi zevklerle dol da otur,- kalkarsan kadeh gibi
topluma zevkler vermek için kalk.
Aklın bir ayak bağıdır, aşkınsa yücelik-, akı), kınanma âleminde-
dir, aşk, boyuna içip esriyiş âleminde.
Seher çağı horoz, gecenin bozguna uğradığını bildirir, öter; sa
bah, karanlıkların gönlünden belirir, doğar.
Bizden başka yoktur sevgili, kanımızdan başka şarap yok; efen
dilik eden de can, kulluk eden de.
Gönlü yaktın, kavurdun, kebab ettin, kam şarap haline getirdin
ey ruhum, canına feda olasıca ,ey insanların ulusu, yaratıkların baş
buğu.
Şu yıllanmış, tamamiyle olmuş şaraptan k:mek istiyorsan düşün
ce atından in, yaya ol.
Müstefilün faûlün, ateşlenme, coşup köpürme,- çünkü olgunluk
vakti geldi, artık hamlıkta bulunma.
Şarap, yel gibi esmede, gam sinek gibi kaçmada; sarhoşları u-
nütmayın, feda olayım size, ağırlayın onları.
Dilediğini söyle, buyruğun yürür, padişahsın sen; ey azizim, esen
lik senden, sana teslim olduk, buyruğun kabulümüz.
3340. Tebriz, Şemseddin'imin doğup ışımasından dolayı neşelen
sin; çünkü güneş, doğup, da yürüdü mü iki doğuyu da korur, her ya
na ışık salar.
364
cxxx
Ey can, iyi bir ad-san sahibi olmayı gönlünden tamamiyle sök, at
da bütün sırları, birer birer, tamamiyle anla.
Âşıkın şeker gibi olması, nasıl olur, nice olur kayıtlarından kur
tulması, yüce bir cana sahib olması gerektir, çünkü o tapı, pek yücedir.
O gönüller çeken saçlarla örtülü ateş gibi yüz yok mu? Can, o
saçların tuzağına tutuldu, o halkalara boyun verdi, kendi isteğiyle bir
hoşça tutsak oldu gitti.
Ey can, daha doğduğun gece baş koydun, teslim oldun ona, ve
receğini verdin..ona, candan mutî oldun, râm oldun ona.
Ey rûh, uçtun da bir kıyıya gittin, gezdin-tozdun, yayıldın, geliş
tin orda, gönül verdin de kul, köle olduğun güzeli elde ettin orda.
Ey her aklı gitmiş, fikri gelinmiş kişinin Şems'i, ey Tebriz'in niza
mı, düzeni, İster rind ol, ister kalleş, bizimle kapı yoldaşısın, bize eş
sin sen.
366
cxxxı
Rica yayını tele çektin, niyaz mızrabını tele vııdun mu yolda
tembellik edenleri çevikleştiriyor, işe güce çekiyorsun.
Ey aşk, o güzellikle, o gönül alıcılıkla geldin mi uanın eteğini tu
tuyor da çekiyorsun tâ sevgiliyedek onu.
Yoldaki körlerin inadına cana bir emniyettir, veriyorsun; gönül
çalanları tutuyor, darağacına asıyorsun.
* Can sevdalılarına ferahlatıcı bir ilâç sunuyorsun, altına kapılıp
sararanlarıysa ağlatıp inleterek sürüyorsun.
Sevgiliden ayrı düşüp tiken çekenlere gül bahçesini gösteriyor
sun, tiken huylu, fakat gülyüzlü olanları da tutuyor, îikenliğe götü
rüyorsun.
1 Karada yürüyen Mûsa'y denize salıyorsun, ululuk dileyen Fira-
vun'u ayıplara, kötülüklere sürüyorsun.
3360. * Musa, kendisine dost olsun, işine yarasın diye sopa alı
yor, sen o sopayı yılan yapıyor, yılan gibi tutup çekiyorsun.
* Musa, yılanı tutunca sopasını buluyor; tersine çakılmış nala
benziyen bu çeşit işleri boyuna düzüp koşuyorsun.
* Ateşe düşene bir yol açıyorsun, suya şaliye rsun onu; suya da
lanıysa tutuyor, ateşe çekiyorsun.
§arab içmiş, sarhoş, baş açık--- Ne de hoş ey gönül, onu sarığın
dan tutuyor, perde ardından çekip meydana çıkarıyorsun.
Bizi başkasına verme de kendisine çekip götürmesin; sen çek bi
zi, çünkü padişahça, pek güzel çekiyorsun bizi.'
* Dost diri oldukça önüne bir dağı çekiyor, yolunu kesiyorsun,
fakat gamla onu öldürdün mü ntağaraya çekiyorsun, dost ediyorsun
onu.
Sus da bu sırrı susarak iç, çünkü susunca esrar' çekiyorsun âdeta.
367
CXXXİI
CXXX!I1
* Ey Tanrı incisi, mânalar aynası, yüzünün ışığıyla her an, arşa bir
armağansın sen.
Arş bile Tanrı'dan, bana vuran bu ışık, kimin ışığı diye sorar.da
Tanrı, kıskanır onu, söylemez arşa, sen der, bu ışığı bilmezsin.
* Tanrı'nın bu kıskançlığına arş şaşırır kalır, çünkü «Beni kesin
olarak hiç göremezsin» haberi de kıskançlıktan gelir.
O ışığın bir parıltısı göğe vursaydı gökte yüzlerce ay belirirdi;
her ayın yüzünde ezelî lütuf yüz gösterirdi, her âşık, canının dile
diği sevgiyi görürdü.
3380. Yol alanların yollarında istek zahmeti kalmazdı, şu fâni
dünyada yokluk korkusu biterdi.
T * Bir kere üfürdün, ceset canlandı, bir kere daha üfür de can
apaçık meydana çıksın.
Yüzünün bir parıltısı mekânsızlık âlemini mekân âlemi haline
koydu; gene onu mekânsızlık âlemine, senin şimşeğin götürür.
Lâ'l yüzüğünü peşin olarak bugün ortaya koy da lâ'l madenleri
naralar atsın.
Bir kadeh sundun, varımız-yoğumuz rehine gitti, bir kadeh daha
sun da bir çaresini bul, sen bilirsin.
Tebrizli Tanrı Şems inden öylesine bir can geldi bize ki gayb â-
leminde, boyuna gönüller alıp durmada.
369-
cxxxtv
Ey iki dünya da varlığından bir eser,, olan, bu eseri öylesine bir ya
raladın kîj ser» bilirsin bunu ancak.
Bir kere daha yarala, melhem İstemem senden, bütün âlem yok
olursa ne gam? Sen yüzlerce âlemsin.
f.
F. 24
370
cxxxv
Ey yaşayışın ayıbı, ârı, sevgilinin rengine bak da senin yüzüne
de yaşayış rengi gelsin, konsun.
Her zerre, hayat bulmak için koşmada, sende zerre kadar yaşa
ma isteği yok mu?
Yaşayış, bir taş olsaydı meselâ, o yaşayış taşından gene de gü
zelim kaynaklar fışkırır, ırmaklar akardı.
Aynada, geçip gidici bir hayal gördüm de -sen nesin diye ser,
•dum; cevap verdi de dedi ki: Ben, yaşayışın pasıyım.
Yaşıyanları ebedî hayatta bulursun sen, kimdir bu yaşıyanlar?
Yaşayış âleminde gönülleri daralanlar.
Barış ehli olanlar yaşayışı kestiler, vazgeçtiler hayattan; şu adam
(Oİmıyanlardır, yaşayış savaşında kalanlar.
cxxxvı
Can kırıldı döküldü de bir lâtif candır, belirdi; bu cihan alta git
ti, yok oldu da başka dünya çıktı ortaya.
3400. Gerçi kazmaların açtığı yaralarla mader. kırıldı döküldü
amma kuyumcu çarşısına bak, nasıl altınlarla dopdolu.
Sen susmadıkça düşünce gelip başına çizginm&z; gönül ağız aç
tı mı su ağız yumulur, susar.
Dünyayı dolduran binlerce ev, binlerce yapı, gizlice mühendi
sin gönlüne gelmeden meydana çıkmadı.
Bir gizli sır daha var ki mühendisin hatırına, filânın gönlüne*
gelenler, hep ordan, o sırdan geliyor.
Gönül arındı mı o sır, dünyayı tutar; işte o zaman şu mekânsız-
lık âleminin dönüşü yüzünden hiç kimsecikler ölmez, herkes ebe
dileşir.
Tebrizli Şemseddin'e yalvar da de kî: Lütfet, o zamansızlık bah
çesinden bir kerecik olsun, bak bize.
372
CXXXV»
İçten içe yanıp yakılmadan başka bir şeyde ıssılık arama; çün
kü gönül, dıştaki ateşle aydınlanmaz.
Hastanın ağrısı, sızısı, elemi fazlalaştı mı gayb padişahı gelir,
gönlünde bir kapı açar da lütfeder, nasılsın der.
O misk ceylânlarının miskini ,o güzel huylu sevgilinin saçlarını
darlıkta ara, çünkü ferahlıkta öyle şeyler yoktur.
İnsan ölmedikçe melek canına sahib olamaz,- ölüme razı olandan
.başka kim âşık olur kanlıya, kaatile?
3410. Aşkı, sana demiş ki; Ya biz gidelim, ya sen git; hareket
te de olsan, sâkin de olsan yol almaktan geri kalma.
Gönlünü yaraladı mı gönül, can sırrını bilir, anlar da artık ne
eyıja kalır nefiste, ne serkeşlik.
Gam, canını sıkar da seni senden alırsa şu mavi gökkubbeden
nurlar yağdırır üstüne.
Derdin, elemin içinde otur da her an dostu gör; a miskin, ne
diye bir afsunun peşine düşüyorsun?
Tanrı Ş e n s'i kendini gösterseydi Tebriz, canına canlar katardı,
onun yüzünden daima kutlu bir hale gelirdin, şimdiki gibi olmazdın.
373
CXXXVIIJ
3420. Aşk nedir bilir misin? ben'i, biz'i varlık dâvasını bırak
maktır; güzellikleri, güzelleri yaratanda; her dileği, her isteği yok
etmektir.
ı
Şu sözler, şu tüten duman, benim dumammdır; ateşimse gö
nüllerdedir, o dumanın ardındadır; aşkım, hergün, durmadan artma
dadır.
Gönlüm seni istedikçe istiyor; yarabbi, sen bu istekten kurtarma
beni; yarabbi, beni görüyorsun, tenzih ederim noksanlardan,seni, sen
fazlalaştırdıkça fazlalaştır ateşimi.
Tenzih ederim noksanlardan beni göreni, tenzih ederim nok
sanlardan beni görüp gözeteni, tenzih ederim noksanlardan, beni sı
namak için değil, lûtf için beni çağıranı.
Sus, zaten mânaların arılığından bile yüce olan, mânalara bile
sığmıyan aşk yüzünden ne haie geldiğimi yüzümün rengi, yahut
gözyaşlarını anlatmadadır.
374
*4
cxxxıx
Çalgıcı, mızrabını .tellere vudukça şu yola düşüp tem bel (eşen
leri işe-güce çekmedesin.
Ey aşk, ayrılık âlemine geldin de şu yolda kalanları tutup sev
giliye götürüyorsun.
Yol vuranlarm körlüklerine bakmıyor, onların inadına dünyaya
emniyet veriyorsun da gönül şehrindeki hırsızları tutuyor, darağa-
ana sürüklüyorsun.*
* Düzenbazı görüyor, bir düzenle .gözünü kör ediyorsun; fakat
dostu gördün<mü alıyor, mağaraya çekiyorsun.
Yürük atlara altın eyer vuruyorsun, kötü semerlileri de yük al
tına sürüyorsun.
3430. Sevdalılarımızı her an okşuyorsun, fakat pazarcılarımızı,
paraya-pula düşkünler: ağlatıp inleterek öylesine çekip sürüyor
sun ki.
Tiken zahmeti çeken âşıklara gül bahçesini gösteriyorsun, fa
kat neşe gülünü yalnız kendisine maletmek isti yenleri de tikenliğe
çekiyorsun.
* Ateşe girene lütfediyor, suya bir yol açıyorsun, suya kaçan»
♦utuyor, ateşe atıyorsun.
Yeryüzünde yürüyen alçak gönüllü Musa'ya yücelikler veriyor
su n ululuk dileyen Firavun'u ayıplara, ârlara uğratıyorsun.
* Bu tersine çşkılmış nallarla sopa dileyen Mûsâ'yı yılana sevk-
ediyorsun, hikmetinden sorulmaz ki.
«75
CXL
Dedim ki: Her hayal başımı ağrıtmada; kes başını hayallerin de
di, sen Zül-fekaarımızsm bizim.
C X LI
CLXH
cxun
Ey eşsiz, ön eksiz yaratıcı, tutarsın da bir köpeği arslandan üs
tün edersin, tutan tın da bir karataşa sakalık öğretirsin.
* Kılıçlarından kan damlıyan nice padişahlar, nice FerîçJunlar, o
lâle gibi yüzleriyle dilenciliğe düşerler, uşaklık eder, ayakkabı çevi
rirler.
Baş çeken ulular, ateşten daha tez, daha yakıcı nice cebbarlar,
gün gelir, aşk mahallesinde döner, dolaşırlar, yoksulluğa, dilenciliğe
düşerler.
Ateşin işi kahretmektir, mumun işi ağlamak; bizden vefada bu
lunmak, hizmet etmek, sevgiliden de vefasızlıkta bulunmak beklenir.
Gülmiyen ateş küldür, dumandır, ağlamıyan mum, tahta parça
sıdır, sopadır.
Dünya bosta nıria gelip de bostan ıssını aramıyan, tiken otlamı-
ya düşen, eşektir.
Bir garip ,yoldan geldi de bir ulu kişiye konuk oldu. Konak sa
hibi onu ağıriadı, izzetle, ikramla konukladı.
Garip, bir gere, iyi bunlar, fakat sen bizim şehrimize gelirsen
öylesine bir konu kİ ir m seni ki diyordu.
380
3500. Bunu tutar, sola çeker; öbürünü alır, sağa götürür; bunu
vuslata ulaştırır, öbürünü ayrılığa atar.
O taraf, geleni daha ziyade sarhoş etsin, daha fazla kızıştırıp
yaksın diye vuslat şeklini gösterir; öbür taraf bir düzendir, bir hiyle,
ayrılık şeklinde görünür.
O yüce er, deniz gibi coşup köpürerek gitmede, şehir içinde o
yandan bu yana ey maksadım, dileğim, nerdesin diye koşup durma*
daydı.
Arayan, işe sarılır da koşarsa dilediğini bulur; biliyoruz ki sen-
bizi aramaktasın.
Ansızın bir yana uğradı, bir kokudan sarhoş oldu, esridi, aklı
başından uçtu, ayağında kuvvet kalmadı.
Padişahın gönderdiği haber, tamamiyle aklından çıktı; nerde-
elçilik yapacak bilgi ki meclise girsin de buyruk buyursun.
Kırk gün orda, o kokudan sarhoş olup kalakaldı. Maiyetindeki
ler şaşırdılar, ne oldu beye demiye ,hay-huy etmiye başladılar.
Ne buyruk kaldı, ne beylik; ne gusül kaldı, ne temizlik; ne söz
kaldı, ne işaret, ne de yemek yemeye bir istek.
Bundandır ya, kim bir işi diler, isterse şaşırır da her söze evet
der; şaşkınlıkta bil ki evetle hayır, birdir.
* Nerde çadır, nerde binek? Nerde iş-güç, nerde hfyle-düzen?
Nerde Dimne vu Kelîle, nerde elçilik?
3510. Aşk seli geldi, ne dam kaldı, ne yap». Sel denizine karış
tı rnı ne başı, kaynağı kalır, ne sonu, denize kavuştuğu yer.
Adam ,arkadaş dedi, uyudun mu; ne dediysen yaptın, sözünü
tuttun; bizi eh aşağılık yerden aldın, en yüce yere ilettin.
* Bu işittiğim ders öylesine bir ders ki ne Vasît'te var, ne Mun-
takıy'da,- hic okumamıştım bu dersi.
Dâvan, manandan iyi, mânan, dâvandan güzel; can, yüzünü sa
na tutmuçtur, dualar kıblesisin sen.
382
«Tercî'-i bend»
C X L IV
Canını aşka ver, bize vefa göster, gönlünü alıştır buna; kendin
den geçsen de bize gelsen bu, daha iyidir senin için.
Kurudan da geç, yaştan da, daha tez gel eve, herkesten fazla ve
falı olman gerek, ne diye vefasızsın böyle?
Lütfün kimseciklerin iûtfuna benzemez ,senin kadrini kimsecikler
bilmez; aşk, seni bize çekip durmada; çünkü bize lâyıksın sen.
Uyku, aşk yüzünden, aşkın parıltısı yüzünden gözlerden kaçıp
gittiyse bizim sorularımıza cevap veriyor demektir, ey herkesin razılı
ğını kazanmış can.
Tebriziİ Şems denen padişah ,inada kalkışır da gizlenirse sen ona
can ver ki ebedî hayata kavuşasın [*].
t*] Terd, diğer nüshalarda da, bizim nüshada da borda bitiyor;, fakat son bend,
ilk. iki bend. onikişer beyit olduğu halde yedi beyittir.
F. 25
386
CXLV
CXLVI
- A -
CLIX
CLXII
cucııı
Şu aşk, başına bir tabla almış, sokak-sokak geziyor; nerde bir ölü
varsa hilesiz-düzensiz diriltivereyim onu diye bağırıyordu.
Diyordu ki: keremimden, lûtfumdan gezip duran, akan, fakat tü-
kenmiyen bir sofra kesildim; nerde bir yüzsüz dilenci ki gelsin, sof
ramdan çıkınını doldursun.
3600. Seni gâh incilere garkederim, gâh zehirlere; tanı beni, bil
beni artık, elimde âdeta bir kilesin sen.
Bana bir habbe gelse de teslim olsa onu, altınlarla dolu yüzlerce
maden haline getiririm; yalçın bir tepe olsa tutar, uçsuz-bucaksız bir
deniz yaparım onu.
Senden yokluk, benden kerem. Senden razı olmak, benden kıs
met vermek. İpekböceğinin bile önüne yüzlerce atlas korum, ona bile
yüzlerce ağır kumaşlar ihsan ederim.
Her an ümitsiz bir hale düşene Öylesine bir harman veririm ki ne
ekmiştir, ne biçmiş. Her an, dervişe öylesine bir yakınlık ihsan ederim
ki bunu elde etmek için ne savaşmıştır, ne çileye girmiş.
Şeker kamışının daracık gönlüne şeker kaynağını akıtırım; ak-
Ja-fikre güzel, hoş düşünceler getiririm.
Din yolunda at süredur, fakat atın sakatlandı mı meraklanma; arık
bir at yerine her yanda bir yılkı bulursun.
Sus, böyle değildir deme, Tanrı'nın ihsanından başka birşey ara
ma; razılık helvası, helva kazanından coşup ateşlere dökülüyor.
Tebrizli Tanrı Şems'inin nuruyla her zerreyi yakıyn nuru gör; eğer
söylemede bir zevk olsaydı her zerre söze gelirdi, söyler dururdu.
Bahr-i Muzâri'
- Arız -
- T -
CXLVII