Professional Documents
Culture Documents
Oğuz Destanlarını
Ye n i d e n O k u m a k
Ahmet Ateş
Başıbozuk Yayınları
1. Baskı 2021 / İstanbul
Kapak Tasarımı
Sezgin İbik
Düzelti
Başıbozuk Çetesi
Bu kitap içinde yer alan makale ya da yazılar hiç bir şekilde ticari
amaçla kullanılamaz
Hayratıdır.
İÇİNDEKİLER
1. ARUZ’UN MERDİVENİ................................................ 6
2. ARUZ’UN YALNIZLIĞI..............................................25
5. ARUZOĞLU BASAT..................................................136
KAYNAKÇA.....................................................................319
Index................................................................................ 323
1. ARUZ’UN MERDİVENİ
Uyandığında gülümsüyordu. Neye, kime güldüğünü bilmiyor.
Ancak nasıl güldüğünü yüzünün görünüşünü görmeden bi-
liyordu. Yataktan hemen kalkmak istemeden hemen kalktı.
Bu eylemi düşünmemişti. Düşünmek bir şeylere, nesnelere,
bu sonuçtur denilenlere nedenler yakıştırmak, gereklilikler
yakalamak, zorunluluklar bulmak, bunları akılcılaştırmak
ve bunun gibi edimlerin hiçbirinin ayrımına varmamak gibi
bir oluşsa eğer. Bazı çevirmenler ile yazarların –arapçadaki
fikir karşılığı ya da bazı batı dillerindeki “idee, idea, reflec-
tion” karşılığı- düşün, düşünü, düşünüm dedikleri edim ise
çok başka olmalıydı. (Dil adları –Türkçe gibi- devletli yazıda
“büyük” yazaçla/harfle yazılır. Yön adları –Batı- da. Meram
anlatabilmek için yazılı anlatının bir derecede anlaşılması 1
ereğinde buna gerek yokmuş gibi geliyor. Kuzeydoğu ya da
kuzey doğu yazarken küçük yazaçla başlandığında anlamın
okuyana bağlı derecesi birazcık aşınıyorsa güneydoğuya da
büyük başlayıp şöyle mi yazılmalı: “Güneydoğu’nun ideolojik
ya da düşünüsel inancalı yollarında...” Bunu kim diyor? Man-
tık ya da uslamlama mı?)
O akşam çoğu akşam yaptığı gibi işten sonra bir kitapçıya uğ-
radı. Kafa dağıtmaya bire bir yerlerdi kitapçılar. (Ö� rtük bil-
diri: amaçlar, istekler, doyum nesnelerini birbirinin yerine
koyma ve en ucuz yararlı nesneler sağlama. Onlardan hoşlan-
ma, hoşnutluk üretip onu sindirme...) Geçirdiği günü çoktan
unutmuştu. Dolaşa dolaşa üç kitap aldı. Kredikartı vardı nasıl
olsa. Köleliğin yakın geleceğini (Zenon’un açmazı uyarınca –
Aşil kaplumbağayı hiçbir zaman geçemez...- sekize, ona, on
ikiye bölerek geleceğin öyle birden ve bütün ağırlığıyla gel-
meyeceğini gösterircesine) köle sahiplerine ya köle issilerine
ayırmak. Bir yaşam ancak borçlandırıldığında onaylanarak
sürdürülebiliyordu. Doğumdan başlayan bir O’nun borçlusu
oluş.
13
Eve vardığında kitapları masanın üstüne bıraktı. Şimdi kar-
nını doyurup üstüne çay içmeliydi. Çayını yudumlarken ki-
tapların birini karıştırmaya başlar başlamaz diğer iki kitabın
da bir varsayımla benzer konuda olduğunu düşündü. Oysa
birden çok kitap aldığında birbirinden ayrı alanda, türde, ko-
nuda kitapları kendiliğinden seçmiş olurdu. Yerinden kalkıp
masadaki kitapları getirdi. Sonunda anladı ki kitapların üçü
de devlet üzerineydi. Başka ne olabilirdi ki!
PARÇA 1
İç Oguza Taş Oguz asi olub Beyrek öldügi boyunu beyan eder
PARÇA 2.
Ödül ve ödek
6. 422
“...malısın” biçiminde bir etik yasa ortaya konunca, akla ilk ge-
len şudur: Ya yapmazsam? Oysa açık ki, alışılmış anlamda ödek
ve ödül ile Etiğin bir alış-verişi olamaz. Öyleyse, bu sorunun bir
eylemin sonuçlarıyla ilgisiz olması gerekir. –En azından, bu so-
nuçlar olaylar olamaz. Çünkü bu sorunun sorulmasında doğru
28 birşeyler olsa gerek yine de. Bir çeşit etik ödül ve etik ödek ol-
malı gerçi, ama bunlar eylemin kendisinde yatsa gerek.
PARÇA 3.
Örnek 1:
Örnek 2:
PARÇA 4.
PARÇA 5.
Örnek 1:
Örnek 2:
Büyük bir açlıktan sonra birden bire hızlı hızlı bir şeyler ye-
meye başladığında üstçene eklem yerlerinin acımasına bile
aldırmazdı. Kocaman lokmaları yutarken kulaklarının hemen
altından çıkan “küt”e benzeyen sesler tanıdık gelirdi. “Hıı”
sesleri bir hoşnutluk, sevinç, sağ olun demenin istemeden
çıkan bir anlatımıydı. Söz o an fazlalık olurdu. Gerek yoktu.
Olanak yoktu. Yetenek yoktu da. Bir kuzunun anasının me-
melerine yapışması ve var gücüyle sesli soluklu emmesi gibi.
Bir bebek de öyle davranırdı. Emme soluklanmayı bile en-
gellediğinden genzine süt kaçardı. Yaşam işte böyleydi. Art
arda çoğalan “hıı!”lar gibi. Elbet bir yerde, bir anda bir şeyler
yatışırdı. Sesler seyrekleşir, fısıltılar kesilir, bir şeylere geçi-
ci doymuşluğun sessizliği içinde bir burukluk yaşanırdı. Ku-
zunun karnı ana sütüyle doyunca uykusu gelirdi. Biraz önce
46 göğü yıkan meleşmeler birden kesilirdi.
Devletin bir şeyden dışta bırakılışı, onun yok oluşu, yok sayı-
lışıydı. Ancak düşünülenin tersine her yerde, her denetimde,
her kurumda, her kurulmuşta devletsizliği herkes yaşıyordu.
Çokluk durmadan halka, topluma, ulusa, devlete karşı ken-
dini yeniden üretiyordu. Bir şeylere karşı değildi de, O’nun
varlığına aldırmadan gerçekten yaşanılan sevinç, mutluluk,
hoşnutluk karışılamazlık anları, günleri, ayları, yerleri. Küçük
ve kısa olabilirdi bu yerler, zamanlar. Ama vardılar. Çoğaltıla-
bilir olanaklardı. Gizli varoluşlardan, gizligüçlerden (virtuel,
kudret) açığa çıkarılabilirdi. Eylemek, yapmak, etmek o gizli
gücü günyüzüne, güncele sürüp çıkartmak olmalıydı. Bu güç,
bu güncele katma vardı. İnsanın varlığı, var oluşu, ne dersek
diyelim yaşama olayını hoşnutluk duyarak anladığı, anlam-
landırdığı anlattığı bilmelerdi bunlar. Etmeler, eylemeler,
yapmalar. Ü� stelik yeni bir şey de değildi bunların ayrımına
varma. Yaşamı ululama, yok oluşa aldırmama. “Niçin başıboş
dolaşıyorsun,/ Gılgamış?/ aradığın ölümsüz hayatı,/ (Asla)
bulamayacaksın!/ Tanrılar/ İnsanları yarattıklarında/ Ölü-
me adadılar/ Onları,/ sadece kendilerini / Ölümsüz kıldılar!/
Sen doyurmaya bak/ Karnını/ Gönlünü ferah tut/ Gündüz ve
gece;/ Her gününü/ Şenlendir;/ Dans et ve eğlen/ gündüz ve
gece./ Tertemiz giyin,/ bir güzel yıkan;/ Şefkatle bak/ elinden
tutan oğluna/ Ve mutlu kıl/ Sana sarılmış karını!/ Çünkü böyle-
dir/ Erkeklerin biricik amacı (?)!” (J. Bottéro, Gılgamış Desta- 47
nı, s. 264, çev. O. Suda 2005.)
48
4. ARUZLA GİDEN GELEN
1. Okuma, yorum
“İç Oguza Taş Oguz asi olub Beyrek öldügi boyını beyan
eder üç ok boz ok yıgnak olsa kazan evin yagmaladurıdı
kazan gerü evin yağmalatdı amma taş oguz bile bu-
lunmadı (...) taş oguz beglerinden aruz, emen ve kalan
(148a) begler bunı eşitdiler eyitdiler bak bak şimdiye
kadar kazanun evin bile yagma ederidük şimdi neçün
bile olmayavuz dediler (...)”.
Savlar:
Töre, gelenek:
Uzlaşmazlık:
Özel adlar:
Açmalık 1
Açmalık 2
2. Okuma, yorum
“kılbaş derler bir kişi varıdı kazan (...) mere kılbaş bu taş oguz
begleri dayim bile gelürleridi şimdi neçün gelmediler (...)
Savlar:
60
Kazan’ın Oğuz siyasal birliğini ya da kollar birliğini (üç ok,
boz ok) yönetirken beyler topluluğu dışında kendi topluluğu-
nun yurdunda danışmanları vardır. Kılbaş bunlardan biridir.
Birliğe katılan kolların (İ�çoğuz, Dışoğuz) aralarındaki ilişki
yığılarak, yığınak yaparak görüşen, danışan, kararlar alan
eşit beyler tarafından yürütülmektedir. Başka deyişle Dışo-
ğuz beyleri belli olmayan zamanlarda ya da gerek duydukça
Kazan ve diğer İ�çoğuz beylerini görmeye, konuşmaya, danış-
maya, eylem önerisi sunmaya gitmektedir. Kazan’ın sorusun-
daki, “daima beyler birlikte gelirlerdi” bunu açık olarak gös-
teriyor. Ancak öykünün gerçekliğindeki arı, önyargısız, gizli
düzenler kurmayan, dümenler çevirmeyen Kazan Bey savı
inandırıcı olamıyor.
Örtük savlar:
Açmalık 3
3. Okuma, yorum
“(...) kılbaş gelüb aruza selam verdi eydür kazan bunlu oldı
(148b) elbetde tayum aruz mana gelsün dedi (...) üzerime
yagı geldi develerüm bozlatdılar (...) atlarım kişnetdiler (...)
kızumuz gelinümüz bunlu oldu (...)”.
Savlar:
Okumalık 1
4. Okuma, yorum
Savlar:
Birliğin işleyişinde ortalıkta bir kusur, eksiklik yokken yine
birliğin kurulmuş varlığını sürdürmek için onun bir çaba,
kollama ve korunmayla çevrelenmesi gerekir. Yağma hakkı
vardır. Bu öyküde açık olan bir savdır. Aruz bunu “suçumuz
neyidi ki yagmada bile olmaduk”diye sorar ve örtük olarak so-
runun içine yanıtlarını sıkıştırır. Amacı, ereği öyküde hiç geç-
mese de bu hak kurucu töre ve onun uygulanmasıyla Dışoğuz
dışlanıncaya dek süreklilik göstermiştir. Dışlanmayla birlikte
ayrımlar, ayrıcalıklar belirlilik kazanmıştır ve yeni bir oluş bi-
çimlenmektedir.
Örtük savlar:
5. Okuma, yorum
Savlar:
Öykünün olay örgüsünün bana göre değil, kendi ileneğinde
–ilinek- tutarsızlığı varmış gibi geliyor. Bu tümcedeki an-
latma biçimi, yine de tutarsız buluşu bana yüklemiyor mu?
Ama ben bunu üstlenemediğimden dolayı Kılbaş’ın Kazan’a
“bilmezmisin (...) evün yagmalatdugun dem taş oguz bile bu-
lınmadı sebeb oldur” demesi üzerinde düşüneceğim. Eğer
Kılbaş kuşkulu bir olgu olarak ilişkinin niteliğinin belirsizliği-
ne içtenlikle inansaydı (dostlar mı, düşmenler mi?) Dışoğuz
beylerinin yağmaya çağrılmadığından, sürekli belli aralıklar-
la yapılan olağan buluşmalara (beyi selamlama buluşmaları)
gelmediğinden habersiz olmalıydı. Haberi var ve de daha faz-
lası. Çünkü Kazan’ın (öyküde açıkça belirtilmeyen ama yaptı-
ğı işten dolayı) danışmanı, ulağı (habercisi, temsilcisi, yerine
göre elçisi ya da tutkuyla istenilen ilçisi olma), sırdaşı (dolap
döndürücüsü).
6. Okuma, yorum
“aruz gayet saht oldı taş oguz beglerine adem saldı atdan ay-
gır deveden bugra koyundan koç kırdurdı (...) begler men sizi
neye kıgırdum bilürmisiz eyitdiler bilmezüz (...) kazan bize
kılbaşı göndermiş (...) eyütdim ki kaçanki kazan evin yagma-
ladurdı taş oguz begleri bile yagmalarıdı begler gelüb kazanı
selamlar gederidi (149b) emen eydür ya sen ne cevab verdün
70 aruz eydür ki mere kavat biz kazana düşmenüz dedüm emen
eydür eyü demişsin aruz eydür begler ya siz ne dersiz”.
Savlar:
Örtük Çelişiklik:
“... gayet saht oldı”. (Saht olmak, -fa.- bozulmak, kızmak, öf-
kelenmek. –Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, s. 274.- Saht/
seht, hışım, hiddet, kızgınlık, gadap. -Schmiede, Kitab-ı De-
dem Korkut, s. 191-.) Burada sıkıntı, üzüntü ve başa getiri-
len bir kötülüğe karşılık verme zorunluluğunun istenilmez-
liğini, iğrendiriliciliğini de bu anlamlara katmalıyız. Çünkü
her savaş kararının kızgınlık, bozulma gibi yüzeysel, ikincil
duygulanımlardan çok düşünülen, tartılan, ölçülen algılanım,
duygulanım, düşünüm gibi anlama kipleriyle sürdürülen tar-
tışmalar asıl dayanağıdır. Saht olmayı öfkeyle birden savaşa
karar veriş olarak anlamlandırma eksikli bir anlama olacak-
tır. Zaten M. Ergin Dede Korkut Kitabı II’de “saht (f.) güç, zor,
sert; üzgün, kederli, sıkıntılı” (Ergin 1997: 257) olarak vermiş.
Açmalık 4
Okumalık 2
“Fars Kralları:
Sonra tahta Firuz oğlu Kubad geçti. Zındık Mazdak onun salta-
natı döneminde ortaya çıktı. Mazdakizmin kurucusu da odur.
Kubad’la onun arasında bazı olaylar geçmiştir. Anuşirvan ta-
76 rafından öldürülünceye kadar halkla ilgili bazı kararlar alan
ve hile yollarına başvurmuştur. Kubad kırk üç yıl iktidarda kal-
mıştır, ondan sonra tahta geçen Anuşirvan ise kırk yedi yıl sekiz
ay hüküm sürmüştür. Kubad, Mazdak ve hempaları yüzünden
tahtından indirilmiş (...). Anuşirvan tahta geçince Mazdak ve
seksen bin yandaşını öldürdü. (...) Anuşirvan ülke halkını Me-
cusiliğe döndürdü ve onlara din konusunda tartışmayı, ihtilafa
düşmeyi ve münazarayı yasakladı.” (Mesudi [940’larda yazdı],
Muruc Ez-Zeheb, s. 156.)
Töre, gelenek:
Okumalık 3
6. Okuma, yorum
Sav:
Sav:
7. Okuma, yorum
Savlar :
Beyrek’in sakalı:
Açmalık 5
Inak:
8. Okuma, yorum
“beyrek (...) kırk yigidile aruzun evine geldi taş oguz begleri
otururiken girib selam verdi beyrege aruz eydür bilürmisin
seni neye kıgırduk (...) heb şol oturan begler kazana asi olduk
and içdük mushaf getürdiler sen dahı and iç dediler”.
Savlar:
Gerek derleyene anlatan öykü anlatıcı, gerek onu ilk kez ya-
zıya geçiren yazıcı, gerek onu başka bir deftere çekerek ço-
ğaltan kişi öykü zamanından oldukça sonra yaşadığına göre
anlatıcı ve yazıcı doğal olarak Mushaflı bir topluluğun için-
de ayrımında olmadan bile Mushaflı bir topluluk betimle-
yebilir. Ancak hele Oğuzları müslümandan hayli önce Hanefi
gören kayıtçılar, yazıcılar Kuran’dan bahsetmelerine rağmen
at eti yiyen, kızıl şarap içen Oğuzların andlaşmalarını, and
içmelerini kendi istekleriyle, tutkularıyla imgeleme güçleri
içinde betimleyecekleri apaçık bir gerçektir. Kaldı ki Dede
Korkut Oğuzyazmalarındaki 12 öyküde yalnızca bir yerde,
o da okuyup yorumlamaya çalıştığımız öyküde “Mushaf”la
yemin edilir. Bazı öykülerde andlaşma araçları kılıç, kılıçla
yer çizme, kendine koşullu kargış (ilençleme, alkışın tersi bir
durumda olduğu gibi koşullu dileme: -sam kan kusayım...)
vd. biçemlerle yapılırdı. Burada hayli Oğuz topluluklarının
Şiilik etkisiyle (Hazar çevresi, Horasan, İ�ran, İ�ran Irak’ı...)
müslümanlaştıklarını tartışmaktan çok, Hanefilikteki at eti
yeme ediminin “İ�slamdışı bir edim” olduğuna ilişkin kayıtlar
üstüne dikkat çekilmektedir. Kaldı ki İslam’da, Şiilik de için-
de at eti yemeyi, şarap içmeyi yasaklayan ilkeler bulunuyor.
98 (Gevişçi, çifttırnaklı vd. ölçütlere uymıyan hayvanların etinin
mekruf sayılması ve etlerinin haramlığı.) Oysa Rum diyarına
gelen Türkmenlerden bir kesimi Şiilik etkisindedir. Bu olgu
en azından E. Rossi’ye göre böyledir: “Dede Korkut hikayele-
rindeki Oğuzlar, tek Tanrı’ya inanan Müslümanlardır. (...) Hz.
Ali’ye ve oğulları Hasan ve Hüseyin ile Hz. Muhammed’in kızı,
onun karısı Fatma’ya da taparlar...” (E. Rossi, agy. s. 224.) Böy-
le olmasına karşın, yine de toylarında (düğün, dernek, adak
yemekleri) şarap, ırakı/araka görebiliyoruz.
Açmalık 5
100 Uzunca bir zaman sonra İ�mam Ali gönülsüzce halifeliği ka-
bul eder. Çünkü kargaşacılar uzun yargıları beklemeden kan
görmek istemekte, halifeyi (Ali’yi) onaylamak için Osman bin
Affan’ı öldürdüğü öne sürülen kişilerin öldürülmesini ko-
şul koşmaktadır. “Derken halk sırtlan boynundaki kıllar gibi
(yoğun bir şekilde) her taraftan etrafıma üşüştüler, neredeyse
izdihamdan Hasan ve Hüseyin ayaklar altında kalacaktı. İki
tarafımda çizikler, yaralar oluştu. Koyunların ağıla üşüşmesi
gibi çevreme toplandılar. (...) Evet, tohumu yarana ve insanı
yaratana andolsun ki eğer bu topluluk biat için toplanmasaydı,
yardımcıların varlığıyla hüccet ikame edilmeseydi ve Allah za-
limlerin çatlayasıya doyarken, mazlumların açlıktan kırılması-
na (mani olması) hususunda alimlerden söz almasaydı hilafet
devesinin yularını sırtına atar, terk ederdim. Hilafetin sonunu
ilk kasesiyle suvarırdım. (Daha önce peşinde koşmadığım gibi
şimdi de peşinde koşmaz, onu hemen terk ederdim.” (S. Razi,
agy. s. 45.)
9. Okuma, yorum
Sav:
Açmalık 6
Savlar
Açmalık 7
Açmalık 8
Açmalık 9
Okumalık 4
“[7a] (...) [7b] meger dirse han derleridi bir begün oglı kızı
yogıdı... bayındır hanun yigitleri dirse hanı karşıladular getü-
rüb kara otaga kondurdılar... hanum bu gün bayındır handan
buyruk şöyle-dür kim oglı kızı olmayanı tanrı teala kargayub-
dur biz dahı kargaruz demişdür...
[9a] (...) /hay dirse han bana kazab etme/ incitib acı sözler
söyleme/ (...)/ iç oguzun taş oguzun beglerin üstüne yıgnak
etgil/ ac görsen toyurgıl/ yalıncak görsen tonatgıl/ borcluyı
borcundan kurtargıl/ depe gibi et yıg/ göl gibi kımız sag-dur/
ulı toy hacet dile/ ola kim bir agzı du’alınun alkışıyla tangrı
bize/ bir müsülman ayal vere// (...) dedi [9b]dirse han dişi
ehlinün söziyile ulu toy eyledi. (...) Hatunı hamile oldu... bir
oglan togurdı. (...) oglan on beş yaşına girdi (...) ol kırk yigit
hased eylediler... gelün oglanı babasına kovlayalum ola kim
öldüre gene bizüm izzetimüz hürmetümüz anun babası ya-
nında hoş ola (...) ol yigirmisi vardı dirse hana bu haberi ge-
türdi (...) ne yerde güzel kopdıyısa çeküb aldı ag sakallı ko-
canun agzın sögdi ag bürçekli karınun südin tartdı (...) [12a]
al şerabun itisinden aldı içdi anasıyıla sohbet eyledi anasına
kasd eyledi (...) dirse han eydür varın getürün öldüreyim (...)
[13a] (...) dirse han kurt sinirli katı yayın eline aldı üzengü-
ye kalkıp katı çekdi uz atdı oglan iki talusınun arasında urub
[13b] yıkdı (...) dirse hanun hatunı oglancugumun ilk avu-dur
deyü attan aygır... kırdurdı kalın oguz beylerini toylayayım
dedi... kırk ince kızı boyına aldı dirse hana karşı vardı. (...)
oglancugını göremedi... /berü [14a] gelgil başum bahtı evüm
tahtı/ han babamun güyegüsi/ kadın anamun sevgüsi/ atam
anam verdügi/ göz açuban gördügüm/ gönül verüb sevdü-
güm/ a dirse han/ (...)/ iki vardun bir gelürsin/ yavrum kanı/
(...) [14b] kara tonlu azgun dinlü kafirlere bir ogul aldurdunı-
sa/ degil mana/ han babamun katına ben varayım/ agır ha-
zine bol leşker alayın/ azgun dinlü kafire ben varayım/ (...)
yalınuz ogul yollarından dönmeyeyim/ (...) böyle degeç dirse
han hatunına cevab vermedi ol kırk namerd karşu geldi ey-
dür oglun sag-dur esen-dür avdadur [15a] bu gün yarın kan-
da ise gelür... beg ser-hoşdur cevab veremez (...) dirse hanun
122 hatunı kayıtdı gerü döndi... kırk ince kızı boyına aldı bedevi
ata binüb oglancugın isteyü getdi (...) kazılık tagına geldi çıkdı
(...) baksa görse bir derenün içine karga kuzgun ener çıkar
(...) oglanun iki kelbcügezi varıdı kargayı kuzgını kovarıdı (...)
oglan anda yıkıldukda boz atlu hızır oglana hazır oldu (...)
[15b] oglanun anası oglanun üstine çapub çıka geldi (...) ça-
gıruban oglancugına soylar... /(...) öz gevdende canın varusa
ogul ver/ haber mana/ (...) bu kazalar sana nereden geldi/
(...) [16a] anasınun yüzine bakdı (...) /berü gelgil ag südin
emdügüm kadunum ana/ ag bürçeklü izzetlü canum ana/ (...)
kargarısan babama karga bu suç bu günah babamdandur/
dedi [16b] oglanu ata bindürdiler alubanı ordusına getdiler
oglanu hekim-lere ısmarlayub dirse handan sakladılar (...) ol
kırk namerdler bunı tuydılar (...) dirse han eger oglancugın
göririse arturmaz bizi heb kırar dediler (...) [17a] Dirse hanı
tutdılar (...) alubanı kanlu kafir ellerine yöneldiler (...) dirse
hanun hatunı bunı tuymış oglancugına karşu varub soyla-
mış... (...) / (...) elde yagı yogiken senün babanun üstine yagı
geldi/ (...) babanı ol kırk namerdden kurtargıl [17b] yöri ogul
baban sana kıydıyısa sen babana kıymagıl// (...) bogac han
çapub yetti ol kırk namerd dahı bunı gördüler eyitdiler gelün
varalum şol yigidi tutub getürelüm ikisini bir yerde kafire ye-
türelüm dediler [18a] (...) dirse han oglancugı idügin bilme-
di (...) eydür / (...) /ag yüzli ala gözlü gelin-ler/ gederise be-
nim geder/ senünde içinde nişanlun varısa [18b] yigit/ degil
mana/ savaşmadın uruşmadın alı vereyim/ döngül gerü/ (...)
menüm içün geldünise/ oglancugum öldürmişem/ yigit bana
yazugı yok/ döngil gerü// dedi oglan burada babasına soyla-
mış... / (...) /ag yüzli ala gözlü gelin/ senün gederise/ menüm
dahı içinde nişanlum var/ komagum yok kırk namerde/ (...)
[19a] /menüm dahı içinde/ bir aklı şaşmış biligi yitmiş koca
babam var/ komagum yok kırk namerde// dedi oglan... ba-
basını kurtardı kayıtdı gerü döndi dedem korkut boy boyladı
soy soyladı (...) [19b] (...)” (Tezcan-Boeschoten, agy. s. 35-49)
Karşılaştırmalık 1
Savlar:
12.Okuma, yorum
“taş oguz begleri bunı görüb hep atdan endiler kazanun aya-
gına düşdiler suçların dilediler elin öpdiler kazan suçların
bagışladı beyregün kanın tayısından aldı aruzun evini çap-
durdı elini günini yagmalatdı yigit yenil toyum oldu (...)”.
Savlar
Savlar
130
5. ARUZOĞLU BASAT
Yazının On dayanağı:
135
6. ARUZ TUTKUSU
Kendini çok yorgun duyumsadı. Aslında yorgundu da. Çün-
kü son aylarda kendini Tanrının her günü karnını doyurmak,
başını sokacak birbuçuk oda, yazlık kışlık kullanabileceği giy-
siler, işe gidiş gelişlerde bineceği ulaşım araçlarına ödeyeceği
bedel için girdiği çalışma zorunluluğunun gerekleriyle sınır-
landırmamıştı. Elbet çalışma bunların hemen yanında ken-
disi rahatsız edici bir uğraş olsa da istemeden kullandığı bir
“toplumsal” saygınlık da kazandırıyordu. Kimse iş bulamamış
birine insanmış, doğal olarak bir kişiymiş gözüyle bakmıyor-
du. İ�ş, çalışılan kurum yaşadığı günlerde bireyleştirilenlerin
önde gelen kimlik göstergesiydi. (Merhaba! Ben xbank müş-
teri temsilcisi Cüneyt Yürekli. Burada önemli olan, önce bil-
136 dirilen kesinlikle Cüneyt değildi. Ö� yle ya bir şey yapmadan
bir ada herkes konuyordu. Bu da adlı bir adsızlık durumuydu.
Birey oluş.)
Okumalık 2
(...)
Eğlencelik 1
F. ve F. için
148
7. ARUZ’A SÖZLÜKÇE
Alkış (ad.)
Bamsı Beyrek’te ise çocuksuz olan Bay Büre Beg “nece agla-
mayayın bozlamayayın oguldan ortacum yok kartaşda kade-
rüm yok” (Tezcan: 68) diye sızlanır. “böyle degec kalın oguz 149
begleri yüz göye tutdılar el kaldurub dua eylediler allahu tea-
la sana bir ogul versün dedi[ler] ol zemanda beglerün alkış[ı]
alkış karkışı karkış idi” (Tezcan: 68) tümcelerinde yine alkış
geçmektedir. Burada da dua biçiminde Tanrı’dan bir dilek
dilemeye alkış denildiğini anlıyoruz. Aslında öyküler birçok
yerde dua biçimini yom, dua etmeyi de yom verme olarak
anlatmaktadır. Bu türlülüğün birinci belitlemesi ise öyküle-
rin bin yıl gibi uzun yılları kapsayıp her dönemde her yerde
topluluklarca yinelenerek yeni sözcüklerle, biçemlerle, anla-
yışlarla ayrımlı olarak yeniden yaratıldığıdır.
At (ad.)
Beşik (ad.)
Evliliklerin kaçında özgür bir seçim edimi işliyor ki? Her şey-
den önce evlilikler “sınıfsal” değil mi? Masallardaki külkedisi
yoksul kızlarla evlenen beyaz atlı prenslere yine de inanıyor
muyuz? Okulların, mahallelerin, gidilen oturulan yerlerin, ya-
pılan gezilerin, giyilen giysilerin, sıkılan sürülen kokuların,
kısacası yaşamın en sıradan şeylerinin güvenlikçilerle ayrıldığı
154 (aritmetiksel) bir “toplum”da bir seçimin varlığı üstüne ko-
nuşabilir miyiz? (Neden üzerinde yazmadım?) Kısacası para-
ya dayanmış konumlanmaların handiyse çok şeyi belirlediği
bir yaşamda benim kara gözlüleri beğenmemin ne denli etkisi
olabilir ki! Her şeyden önce kara gözlülerle karşılaşabileceğim
yerlere girebilmem gerekmez mi?
“ag sakallu babası karşu geldi eydür ogul dan dansug bu gün
oguzda ne gördün eydür oglı olan evermiş kızı olan göçürmiş
babası eydür (...) oguzda kimün kızın alı vereyin dedi beyrek
eydür baba mana bir kız al ver kim men yerümden turmadın
ol turmah gerek men kazaguc atuma binmedin ol binmah ge-
rek (...) bunun gibi kız alı ver baba mana” (Tezcan: 73). Bey-
rek sonunda beşikkertmesini kendisine yavuklu seçer. Fakat
babası beşikkertiğini seçtiğini aktarılan bölümde bilemez. Bu
bilgisizlik de bize beşikkertiğinin saltık zorunlu evlilik söz-
leşmesi olmadığını gösterir. Yine aynı öyküde Banı, Beyrek’e
sözlüyken babası tarafından aynı dönemde bir tekfurla söz-
lendirilmiştir ki Beyrek’in gerdeği bunun ucundan basılıp
156 Beyrek tutsak alınmıştır.
Son olarak kertme sözcüğünün bir antlaşma, bir sözleşme, bir
yemini imleyen ya da belirten bir edim olduğunu yukarıda
anlattığımızı anımsatayım. Antlaşanların ille de beşikleri bir
bıçakla kertmeleri gerekir mi! İ�steyenler kertmiştir belki.
Bu kertme ya da imleç, biçim değiştirerek bugün de yaşıyor.
Parmağını dudağına değdirerek ıslatıp ya da ıslatırmış gibi
yaparak duvarı, masayı parmağıyla çizen biri “aha burayı çi-
ziyorum; bu iş böyle olmazsa!” der. Bu deyiş ve edimde es-
kinin antlaşmasının, yeminleşmesinin, söz ile sözleşmesinin
kerterek, bir yeri kılıçla ya da bir çöple çizerek sonlanmasının
biçemi açık değil mi!
Can (ad.)
Tin canı da kapsar. Böyle olduğu için ana kadın “gövdende ca-
nın varsa haber mana” der. Bu yüzden de canı bedenden ayı-
rıp, o yerden o yurttan ayırıp “seyrana/gezmeye” göndermek
de yanlış olur. Dildeki tin, can ve daha sonraları onun “dönek”
işbirlikçisi ruh tarafından sürülen tin gider gibi yapıp başka
bir kılıkta dönerek iki yagısının arasında diridir, yaşamdadır
şükür bir Tanrı!
164 Bütün bunlar zorla bir bir atılarak kanatsız, ayaksız, kuyruk-
suz, tepeliksiz, tüysüz bir kuşa çevrilen (organsız beden?)
doğa içinde insanın soyutlanmasının, bir akıl kurgusuna
indirilmesinin indirgenmesinin dildeki görünenleri, görün-
güleridir. (Bu kesime ola ki takıldınız, dert etmeyin! Edgar
Allan Poe’nin Bitmiş Adam öyküsüne açıklayıcı bir kaynak
olarak bakabilirsiniz. A. Poe, Bütün Hikayeleri, çev. D. Kör-
pe, c. 2. s. 7.) Oğuzlara bu anlayışlar, bu diller, bu yollar, bu
imreniler yarsıtıcı uygarlıkların cici boyaklı (renklendirilmiş)
kılıklarıyla gelmiştir. Bugün insan tekilliğine ya da insan
kişisine geldiği gibi mi! (Evde mis tereyağında kavrulmuş
–kunduru ya da sertbuğday- unuyla gürgen sarısı boyaklı
ayran katıklı pekmezle -Kilis pekmeziyle- yapılmış “öküz hal-
vası” dururken bizi bakkaldan alınmış boz “helva”yı dürüm-
lerken gören anam çıldırırdı. Elbette halvayla helva aynı şey
değildi. Anamın yaşadığı, bir alışkanlığa dönüştürdüğü, ancak
bizim anlamadığımız şey ise göçebe ekinin her koşulda “kendine
yetme” ilkesiydi belki.)
Çetir (ad.)
Dede (ad.)
Eğlence (ad.)
Gerdek (ad.)
Is, is (ad.)
Bir şeyi olmak, bir nesnesi olmak anlamına gelen sözcük çok
işlek bir yapıda olan bir kök. Dile okuyup yazanlarca sonra-
dan başka dillerden alınan sahip, malik sözcüklerine yerini
bırakmış. Mülk, malik, melik, sahip sözcüklerinden kendi dil-
lerinde bile çok sözcük türetilememiş. Is medreselilerce dil-
den sürülmeseydi belki de bugün dilimizde 30-40 sözcükle
söylenir olacaktı. Is yine de direnişini sürdürerek “ıssız”da oldu-
ğu gibi diri. Issız yeri “sahip”i “-siz, -sız” ekiyle genleştirsek
bile sahipsizle karşılıyamıyoruz. Hele maliksiz deyince iyice
gülünçleşiyor. İlle de “malik”i kullanacaksak yardıma çok işlek
“olmak” yüklemini çağırmak gerekiyor. Bir mülke malik olmak.
Apartman yönetme biliminde “daire maliki” diye bir kavram
var. Kalıt tüzesinde de malik ve veraset, miras kavramları kul-
lanılıyor. Mülkün sahibi oldukça gülünç bir birleştirme. Mülk
bir malikin meliki olduğu topraklar, yönettiği, egemenlik kur-
duğu ülke, o ülkenin uyrukları. Yine üç çocuk sahibiyim, iki
dairenin malikiyim, iki arabanın sahibiyim, kasabada babamdan
kalan mülklerin malikiyim (Allah daha çok versin diyesi geli-
yor insanın) gibi tümceler aslında çok gülünç. Yine de kulla-
nılıyor; çünkü mülk ve mülkiyetle birlikte malikler, melikler bir
sonuç olarak var. Bu olgu da kendisini kalıt yasalarıyla ayrımlı
bir biçimde yineleyip duruyor. Dilde, algıda, duyguda, düşün-
cede, imgede insanı rahatsız etmiyen şeyler elbette somut
gerçeklikte de aslında rahatsız etmiyor olmalı. Basit bir yan-
sımacılık değil ya, mülksüzliğe giden cılgalar anayollara hiç-
bir türlü bağlanmamalı.
Kırk (ad)
Layık (sıfat.)
Meded (ad.)
Nikab (ad.)
Ocak (ad.)
Pençik (ad.)
Renk (ad.)
Ag/ ak:
Al:
214
“oglancugı alca kana bulaşmış yatur (s. 43) al mahmudi şal-
varlı (s. 63) acı tırnak ag yüzüne aldı çaldı al yanagun tartdı
(s. 77) vay al duvagum eyesi (s. 78) güz alması gibi al yanakla-
rum yırtayınmı/ çemberüme alca kanum dökeyinmi/ (s. 105)
altundagı al aygırı mana vergil (s. 161) oglan oglan ay oglan/
haramzade oglan/ altında al aygırı aruk oglan (...) alca kanın
[yer] yüzine tökin dedi (s. 162) (...) al duvahlu gelin aldı/ (s.
165) ol üzümi sıkarlar al şerab olur (s. 117)”.
Ala:
Alaca:
“alaca atlu şökli melek [melik?] katı puşmış (...) kan alaca or-
dusını çapun demiş” (Tezcan: 160).
Boz:
“boz atlu hızır mana geldi üç kerre yaramı sıgadı (s. 45) ça-
pariken ag boz atun büdremesün/ (s. 49) erenlerün meydanı
arslanı pehlevanlarun kaplanu boz oglan yetdi (s. 70) bunun
adı boz aygırlı bamsı beyrek olsun/ (s. 71) bakdı gördi gendü-
nün deniz kulunı boz aygır bunda otlanup turur (s. 82)”.
Bozaç:
Bir öyküde yas geleneği gereği bir karalı göklü otag kuru-
lur. Bu kara ya da gök renkte bir otag da olabilir görünüyor.
Kadınlar ag çıkarıp karaları giyerken erkekler de kara giyip
başlarına gök sarınıyor. Gögün polat kılıcın da rengi oluşu bir 217
yüceliği imliyor. Çünkü koyunların, atların, develerin, yurdun
ve insanların varoluşunun sürekliliği ancak gök polat kılıçla
sağlanabiliyor, korunabiliyor. (Farsça pulat, nitelikli çelik an-
lamına geliyor. Türkmenler sağlam, zor kırılan taşlara da bir
şey eklemeden çıkarmadan polat der. Bu taşları başka taşlara
çarptırdığımız zaman gündüzleyin bile görülebilen çıngı, kı-
vılcım çıkar.) Yaşamın, var olmanın güce bağlanarak güçlülü-
ğün ululanması oldukça anlamlı. Buradan gökle hem gök ren-
ginin hem de gökyüzünün anlaşıldığını, bu sözcüğe de sıfat ve
ad diyebileceğimiz ortaya çıkıyor.
Kara: “ag
otagı koyuban kara otaga giren kızlar (...) yüzüni kara saç
örtmeseydi/ agam beyrek diyeydüm ozan sana/ (...) karalu
gökli [otagda] otururlar (...) kara sakac altında gömecden ne
var (...) kara kıyma gözlerün çöngelmeseydi (s. 86) kara tonlu
dervişlere nezir verdüm (s. 104) kargu gibi kara saçım yoldu-
218 gum/ kara gözden acı yaş dökdün mi kız (s. 91) kara tırnak
ag yüzüme çalayınmı (...) kara yerde ag otagı dikem deridüm
(s. 105) altundagı kara aygırı mana vergil yigit (s. 111) kara
başı bunaldı (...) ol baglarun kara salkumlu üzümi olur (...)
kara [polat uz] kılıcın sıyırdı eline aldı (s. 117) karşu yatan
kara tagum gerekise/ (...) kara mudbak altında anun şöleni
olsun/ (s. 119) cümle kuşlar sultanı çal kara kuş (s. 132) ye-
lisi kara kazılık atına binen yigit (s. 135) kalemciler çaldugı
kara kaşlum/ kıvrımsı kırk tutam kara saçlum/ (s. 137) kara
göne çeribaşı oldı (s. 183)’te kara yineleniyor.
Kır:
Öykülerde kırın ad olarak diğer anlamı ise çok açık. “arkıç kır-
da yaykanur umman denizinde/ sarp yerlerde yapılmış kafir
şehri/ s. 137) ak kayanun kaplanunun erkeginde bir köküm
var/ ortaç kırda sizün geyüklerinüz durgurmaya” (O. Ş. Gök-
yay: 137, 139 [ustaya hürmet!]).
Kırmızı:
Kızıl:
224 “gögsi kızıl dügmeli (s. 50) kızıl deve gördüginde bozlaşdu-
ran (s. 55) sen kızıl kaftan geyersin biz ag kaftan (s. 77) kızıl
kına ag eline yakmaz oldu (s. 77) kızıl altun getürün han kı-
zına tırnak yonun (s. 91) kar üzerine kan tammış gibi kızıl
yanaklum/ (s. 137) ...” tümcelerinde olduğu gibi kızıl oldukça
sık söyleniyor.
Sarı:
Sakal (ad.)
Sevişme (ad.)
Şerab/şarap (ad.)
Son olarak birlikte tuz ekmek yemenin hakkı ödevi gibi bir-
likte şarap içmenin de kendine özgü bir hak ve ödevi doğur-
duğunu yine öykülerden Kazan tutsak olub... öyküsünde
görüyoruz. “burca çıkub kimlersiz dediler bunlar eyitdi ba-
zirganlaruz dediler kafirler yalan söylersiz deyü taşa tutdılar
uruz atdan endi eydür hay atamun altun kadehinden şerab
içen meni seven atdan ensün bunun kapusına birer gürz ura-
lum dedi” (Tezcan: 183). Ö� yle ya içilen yalnızca şarap değil
aynı demde bir bağlanma ya da andlaşmadır.
Topluluk (ad.)
Dil dilimler, acıtır, dağlar. Aynı durumda aynı zamanda dile bal
da sürer. Şimdi topluluğa “cemaat” diyen dilin neden yalnızca
dilimleyip bıraktığı sorusunu bir kere daha sorabilir miyiz? Yeni
bir dil olmadan yeni bir dünya yaratılamaz diyen I. Bach-
mann dilin hangi konumda çalışabileceğini saptamaya çalışır.
“Gerçekliğin karşısına yeni bir dille çıkılması, sanki doğrudan
doğruya dil bilgi toplayabilirmiş ve insanın hiç edinmediği de-
neyimi yaratabilirmiş gibi, yalnızca dili yeni baştan oluşturma
girişiminde bulunulduğu yerde değil, ahlağa ve bilgiye yöne-
lik bir atılımın yapıldığı yerde söz konusu olabilir. (...) Dil, (...)
toplumsal bir nesne, ya da tüm insanların bölünmemiş ortak
malı da değildir.” (I. Bachmann, Franfurt Dersleri, s. 19, çev. Z.
Sayın 1989.) Elbette cemaat/cemaa da anlamı kendi dilinde
dilip bal sürer. Tıpkı kendi dilinin içinde “comun”un o dili dile
dile de olsa ballandırdığı gibi.
Alışverişi baştan beri uruglar arasında var olan bir olgu di-
yerek kurgusal bir genelleme yapabiliriz. Bu soyutlamanın
etkileri kendini topluluk içinde somutlar. Topluluğu dağıtıcı
bir edime kolayca dönüşebilir alışveriş ilişkileri. Ö� nce topluluk
içinde ayrımlılaşan küme, ocaklar çıkar ortaya. Bunlar yaşam
gereksinimlerinden çok gösterişçi, ayrımlılaşmayı haklılaştı-
ran, bu ayrımlanmada ayrıcalıklı bir duruma gelen ocak ve
kurumların her şeyi tüketme hakkını doğuran bir güç iyesi ol-
duklarını gösteren gösterişçi bir tüketimdir (lux). Altın bardak-
lardan şarap içme becerisinde, gücünde, varlıklılığında olan
ayrıcalıklıların her şeyi gök vergisi olmaları ucundan hak
ettikleri düşüncesi topluluğu, onun kişilerinin bağını dağıtıp
ortalıkta dolaşan alp olmayan, erdemli olmayan, hiç de deli
olmayan “bireylerden” bir toplumlaşma yaratır. Bu bitmeyen
ve genişleyici toplumlaşma süreci elbette bu ayrıcalıklıların,
bu seçkinlerin egemenlik aygıtlarının ürünüdür.
Kaldı ki kanat yalnızca insanın, bir beden, anlak ile tin bütün-
lüğünün kullanacağı bir organ değildir. Can da uçmağa gidişte
kanadını kullanır. Uçmag gökte, tangrıda –tengri dilbilgisinde
sıfat ve ad olarak gök renk, gökyüzü demek- olduğuna göre
oraya elbette kuşlar gibi kanat çırparak ulaşılabilir. Kuş ile
kanat, can ile kanat ve uçma ilişkisi Deli Dumrul’da da açıktır:
“yigitlerüm azrayilün gözini eyle korhutdum ki gen kapuyı
kodı tar bacadan kaçdı çünkü menüm elümden gögercin gibi
kuş oldı uçdı mere men anı kormıyam togana aldurmayınca”
(Tezcan: 117).
Ün (ad.)
“İçüp içüp Ulaş - oğlu Salur Kazanun alnına şarabun itisi çıkdı.
Kaba dizi üzerine çökdü, ayıtdı; Ü� nüm anlan begler, sözüm
dinlen begler; yata yata yanumuz ağrıdı, dura dura belümüz
kurudu. Yürüyelüm a begler, av avlayalum, kuş kuşlayalum,
sığın geyik yıkalum, kayıdalum otağumuza düşelüm, yeye-
lüm, içelüm, hoş geçelüm,” (Gökyay: 16). Ü� nünün anlaşılma-
sını, sözünün dinlenilmesi istiyor Kazan. Sıkılan gönül, en
içteki tin, ününün anlaşılmasıyla kendisini sıkan mengene-
lerden kurtulur mu? V. Thomsen’i anmadan geçebilseydim
keşke! “... sonuç olarak bütün bütün bu yazıtların insanda çok
özel bir duygu uyandırdığını özet olarak ileri sürebiliriz. Sanki,
bazen mutlu, bazen acı bir hüzünle dolu, ulusal bir destanın
uzak yankıları, sesin yeniden dirildiği bu yosunlu taşlardan çı-
kıyor ve bize dokunuyor gibidir.” (V. Thomsen, Orhon Yazıtları,
s. 119, çev. V. Köken 2002.)
Kişinin hiç olmadığı, tek var olanın topluluk olduğu, her şe-
yin onun içinde onun için eridiği, kişisizle, kişiliksizlikle en-
gelli bir çağdaş anamalcılık öncesi topluluk kurgusu baştan
ayağa yanlış ve akarı geçer düzenlenmeyi kutsama amaçlıdır.
Çağdaşlıktan önce Kişi vardır, kişinin ünü, sözü, eylemi, erde-
mi vardır. Bundan dolayı kişi olmadan olunmadan, sayılma-
dan ad alınamazdı. Çok şükür şimdi hepimizin uyruk sayıla-
rımız bile var!
Yagı (ad.)
Yahni (ad.)
Zengin (sıfat.)
298 Bir kıza dünür gidecek kişileri bulmak için bile o ocağın bey-
leri, kocaları bir araya toplayıp onları toyladığı göz önünde
bulundurulursa artık mal varlığının eritileceği yükümlü-
lükler birer yagmalatmaya dönüşecektir. Böylece koşulların
denk gelmesiyle mal varlığının artışı kat sayısı, çünkü bakı-
lan koyun artışı sayısı rastlantısaldır, artık ürünü tüketme,
tükettirme geleneklerinin uygulanma kat sayısı karşısında kü-
çük düşecektir.
Oğuz Yabgu devleti için gösterilen tek kanıt olan Şah Melik’le
ilgili önemli bir tanık Beyhaki’den aktaran Cüzcani’dir. Onun
ve kaynağı Gazneli devlet yazıcısı Beyhaki’nin anlatımı hiç
de açık değil. Tersine Hazarçevresi Oğuzlarının parampar-
ça olarak 1030’lu yıllara girdiklerini gösterir. (Alıntı Dede
Korkut’taki boylarbirliği dediğim yapının Yabgu devleti oldu-
ğuna dayanak gösterildiğinden önemli sayılabilir. Bu dayanak
da özellikle “Cend meliki” kavramının Cend Sultanı, Kralı, Pa-
dişahı olarak okunmasıyla engellidir. Bu kavram Gaznelilerin
“Horasan melikleri”nde olduğu gibi il yöneticisini -ilbaş’ı,
emiri, valiyi- göstermektedir ki bu Gazneliler yönetiminde bi-
linen bir ünvandı. Onların hanına ise Abbasilerin gölge dev-
leti –taşeron devlet- Samanoğullarının yıkılması ardından
Bağdat’tan verilen bir ünvan olan “sultan”la ünlenilirdi/hitab
edilirdi... aşağıda köşeliparantez içindeki koyu yazılar benim
notum; diğerleri çevirmenin. Yuvarlak parantez içindeki ya-
zaçlar çevirmenin farsça verdiği sözcükler olup ben Latin ya-
zaçlarına aktardım:
Bir kere 10 bin koyunu alacak bir ağıl kurmak göçebe yapı
kurma bilgi ve deneyimiyle olanaklı değil. İ�kincisi 10 bin
koyuna kesinlikle 3 çoban bakamaz. Bir sürü koyun tarımcı
hayvancı İ�çanadolu’da yaklaşık 300 koyunluktur. Bunu iki
çoban otlatmak zorundadır. Tarım alanları sınırlı olan Ha-
306 zarötesi göçebelerinde bu sayıyı en artık iki ya da üçe katla-
yabiliriz. Bu sayı bile imgeseldir. Çünkü çoban kırda her ko-
yunu dün gün izlemek zorundadır. Bu kendiliğinden gelişen
bir yetenektir. Ancak bir sürüde varsayımlı 800, 900 koyunu
izlemek de olanaklı değil. Kalecik Afşar’da 1945-1960 arasın-
da -tarımın pek akar geçer olmadığı yıllarda- yer gök koyun
görünürken 50 ocağın beslediği yaklaşık 5 bin-6 bin koyun
idi. Afşar’ın otlak sayılabilecek toplam yayılım (koyunların
otladıkları, yayıldıkları kırlık ile ekilmemiş tarlalar) genişliği
dağ bayır da içinde 15 bin dönümlük bir alandı. Bu yüzden
öyküdeki (10. 000: 3= 3.333 koyunluk) 3-4 binlik sürüye bir
kişinin çobanlık yapabilmesi ancak kurtla kuzunun kardeş ol-
duğu göksel kırlarda olanaklıdır.
B
baldız evliliği 115
318 Batı Oğuzca 61
bayındır olmak 269
beşikkertme 158
birey 20, 22, 44, 46, 47, 87, 118, 145, 167, 268, 271, 272, 273, 296
bireysel 162, 166, 167, 296
boylarbirliği 68, 76, 92, 99, 109, 134, 194, 246, 247, 305, 306
Bozok 54, 55, 56, 57, 58, 72, 74, 76, 94, 174, 246
C
çapul 274, 304, 305, 308
çeşitlemeli 280
çiftyaşarlık 47
D
dayı topluluğu 89
derinlik 45, 213
devlet İslamı 123
devletli toplum 46
dil duygusu 280, 283
Dipaçıklama 279
dışevlilik 89, 90, 91
Dışoğuz 54, 55, 56, 58, 65, 66, 69, 71, 72, 73, 74, 75, 79, 83, 85, 87, 88,
89, 90, 94, 100, 110, 111, 112, 113, 121, 132, 136, 137, 171, 174,
244, 245, 246, 248
düşünce kurgusu 46
düşünüsel inanca 131, 162, 211
E
ebe seçmece 277
elçi 125, 175
erdem 106, 107, 114, 117, 251, 259
eylemciler kümesi 278
G
gaza 104, 133, 173, 215
H
hiççilik 98
I 319
içevlilik 90, 91
İçoğuz 55, 56, 65, 66, 72, 79, 83, 87, 88, 89, 90, 94, 111, 120, 244
içselleştirme 40
ikilik 58
ilçi 74, 88, 124
imamlık 176
imgesel beklenti 282
imgesel gerçeklik 94
imge varlıkları 98
İslamtürkçü 280
istimalet 35, 138
K
kan bağı 69, 244
kandaşlık 92, 315
karşı olunan 13
kavat 31, 75, 80, 128, 138, 167, 190, 232, 233, 236, 314
kayın evliliği 113
kendilik 7, 40, 42
kertme 128, 158, 161, 184, 234
Kimlik 139, 141
kişi oluş 274
kırpık 93
kıyı 200
kıyıdalık 40
kız alan topluluk 89
Kız kaçırma 70
kurgusal 16, 47, 67, 193, 252
kut 177, 219, 276
M
Mazdek 80
Mazdekçiliği 80
O
olgu kümesi 97
oluş 11, 18, 21, 29, 40, 43, 44, 45, 65, 71, 77, 78, 85, 120, 141, 193, 213,
320 252, 272, 284
oluş kıvrımları 45
oluşlu 168, 194
örnekçe 45, 46
Ortakyaşarlık 47
öteki oluş 40
Öznellik 265, 320
P
pişmanlık 77
S
saht 31, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 173, 218, 229, 251
San 70
sınıflandırma 20, 21, 23, 45, 279
sınıfsızlaştırma 20, 23
sonaçıklama 279
söz atışma 277
T
topluluk 16, 26, 41, 56, 68, 70, 71, 82, 83, 84, 87, 90, 91, 97, 101, 103,
105, 106, 108, 113, 116, 118, 121, 123, 132, 134, 137, 159, 160,
163, 166, 168, 170, 171, 179, 194, 201, 210, 217, 230, 240, 244,
248, 252, 253, 258, 259, 262, 273, 274, 275, 296, 303, 313
topluluklaşma 92
toylama 83
tutkulu isteme 53
tutkulu isteyiş 39
U
Üçok 54, 55, 56, 57, 58, 94, 110
üfeleme 21
ünlü olmak 271
Urus 61, 109
uslamlama 6, 217
us varlığı 118, 203
V
velayet 232 321
veraset 104, 190
Y
yaşam alanı 40
yaşama siyasetleri 92
yeğen topluluğu 89
yığılma 92
yığın 19, 118, 119, 179, 210
yüz yüzelik 44