You are on page 1of 365

TEVRAT

VE
¡NCiL’E G Ö R E
H z . M U H A M M E D (AS.)

Prof.
ABDULAHAD DÂVUD

Tercüme eden
Y. Doc. Dr. N U S R E T Ç A M

-iZMÎR 1988 -
ÇEViRENÎN ÖNSÖZÜ

Bilindigi gibi insani insan yapan, alelâde bir varlik


olmaktan çikanp “e§ref-i mahluk” hâline getiren §ey
§u ÜÇ haslettir: íyi, dogru ve güzel... I§te bunun için­
dir ki, sevdikierimize ve baganli olmasmi temenni etti­
gimiz kimselere “iyiye, do§ruya, güzele... ” deriz. Ger­
çekten de insan olmanin §uuruna eri§ebi!mi§ bir dimag
için bunlan elde etmekten daha iyi, daha dogru ve da­
ha güzel ne olabilir? Ne var ki, bu muazzam degerler-
den birini veya birkaçini elde edip gün i§igina çikar-
mayi ve onlari diger insanlarin istifadesine sunmayi
kendisine §iar edinmi§ pek az mütefekkir, ilim adami
ve sanatkâr bulunmaktadir. î§te îngilizceden tercüme-
sini yaptigimiz kitabimizin yazan Abdu’I-Ahad Dâvud
da böyle nadide ilim adamlanndan bir tanesidir.
Biyografisinden de anlajilacagi üzere Süryani asilh
olan yazarimiz, keskin zekâsiyle büyük ümit vaadetti-
gi için Bati’li misyonerler tarafindan memlcketi olan
Iran’in Urmiye §ehrinden Roma’ya gôtürülmü§ ve bu­
rada iyi bir Hristiyan egitimi gôrmü§tür. Ne var ki Av-
rupa’da eide ettigi yeni biigiler ve eski dinleri orijinal
kaynakiarmdan ôgrenme imkâni, Abdu’I-Ahad Dâ­
vud’un mütecessis zekâsina yeni ufukiar açmi§, haki­
kati arama arzusuna yeni boyutlar kazandirmi§ ve ne­
ticede elinizdeki kitabin ortaya çikmasina vesile oimu§-
tur.
§unu rahatlikla söyleyebiliriz ki, yazarin eski bir
Hiristiyan din adami olmasi ve eie aldigi konulari en
eski, en orijinal kaynaklar yaninda, zamanmda yazil-
mi§ diger kitaplardaki bilgilerin tahlilci ve terkipçi bir
zekänin süzgecinden geçirerek degerlendirmesi sebe­
biyle eser, müstesna bir mevkie sâhiptir. Bu eski rähi-
bin Arapçaya ve Îslâmî meselelere de vâkif olmasi, ese-
rin kiymetini daha da arttirmaktadir. Her ne kadar bazi
Müslüman ara§tirmacilar da Hz. Muhammed’in eski
Mukaddes Kitaplarda müjdelendigine dâir risâleler ve
yazilar kaleme almi§ iseier de, buniann çogu ya sade­
ce Hinstiyanlann Apokrif (Muharref) saydiklan Barnaba
încili’ne dayandigi, ya da yazarlarmm îbrânice, Sür-
yânice, Âramice, Latince ve Yunanca gibi, Tevrat ve
încil’i aslî nüshalarindan okuyup incelemek için son
derece ônemli olan lisanlan bilmedikleri için eksik kal-
maktan kurtulamamiftir. Kaldi ki buniann Hnstiyan ve
Yahudi literatürlerini tam anlamiyla tanidiklan ve ta-
radiklan da sôylenemez. I§te bu eksiklik, Türkçeye çe­
virmek bahtiyarhgma kavugtugumuz bu kitapla gide-
rilmi§ bulunmaktadir. Kanâatimizce kitap, Tevrat, in­
cil ve Kur’an’m her üçünün birlikte dikkatli bir gekilde
incelenmesi hâiinde, daha birçok meselelerin gün i§i-
gina çikarilabilecegine dâir i§âretleri ve bunlan ara§-
tirmada tâkip edilecek metodu vermi§ olmasi bakimin­
dan da önemiidir.
Eser oldukça agir sayilabilecek bir üslupla yazilmi§,
okuyucuda zaman zaman konudan uzakla§ilmi§ inti-
bâmi verecek kadar derin tahlillere giri§ilmi§tir. Ancak,
bu uzun tahliller, Müslüman bir okuyucuya Hnstiyan-
lik ve Yahudilik hakkmda umumi bilgiler kazandirma-
si bakimmdan da önemiidir. Her ne olursa olsun, eie
alman bir konu bitìp de, nefis bir terkip ve neticeye va-
nldigmi görünce okuyuculanmiz, bu tahlillerln ne ka­
dar lüzumlu olduguna hak verecekierdir. Kitabm di­
ger bir ôzelligi de uzun cümlelere çok yer verilmesi-
dir. Bazan 8-9 satm bulan bu cümleleti teknik bakim-
dan zaruret olmadikça aynen aktarmaya çaii§tik. Ke­
za, yazanmiz kitabmm orijinalinin hitap ettigi okuyucu
kitlesinin, eie aldigi konularla ilgili Tevrat ve încil’de
zikredilen bilgilere vukfunu düçünerek pekçok yerde
dipnot vermemi§tir. Pek az yerde verdigi dipnotlari ise
ya cümle arasmda parantez içinde, ya da sayfa sonun­
da rakamlarla göstermigtir. * i§âretiyle gôsterilen dip-
notlarm tamami, okuyuculanmiza kolaylik olmasi ba­
kimindan tarafimizdan ilâve edilmi§tir. Ayrica bazi cüm-
lelerin daha iyi anla§ilmasi için [ ] içinde ilâvelere
de zaman zaman yer vermek zorunda kaldik.
Birçok kimse, bôyle bir kitabm niçin hazirlandigmi
ve Türkçeye niçin çevrildigini merak edebilir. Hatta,
yazann eski bir Hnstiyan olmasi, hem Müslüman, hem
de Hnstiyan okuyuculanmizin merak ve §üphelerini da­
ha da arttirabilir. Tabii bunlara Yahudi okuyuculan da
ilâve edebiliriz. Ancak, kitap okunup da meselelerin
pe§ln hükümlerden uzak bir §ekilde kuvvetli delillerle
derinlemesine eie ahndigi gorüldügünde, yazanmizm
bir papaz, ya da bir “m olla" de^ì, Hak'ki ve “hakikati”
arayip tanitmaya çaligan gerçek bir ilim adami oldu­
gu, herkes tarafmdan kolayca takdir edilecektir. Zâ­
ten Abdu’I-Ahad da bu kiymetli eserinin birçok yerìn-
de bu kitabi yazmaktaki maksadinin, Hristiyanlari ve
Yahudileri rencide etmek, oniarla bo§una bir çatiçmaya
girmek degil, Kitab-i Mukaddes’te mevcut olup da bun­
larm din adamlan tarafmdan özellikle gözden kaçiril-
mak istenen bir hakikatt gün i§igma çikarmak oldugu­
nu beyan etmektedir. Yukarida da belirttigimiz gibi,
“hakikati aramak’’ ise, “insan olmanin” en tabii bir ica-
bidir. ̧te bunun içindir ki, Cenàb-i Allah, “Kul hâtu
burhânekum in küntûm sâdikîn” demek suretiyle,
Kur’an-i Kerim’in dort yerinde (Bakara, 111; Enbiya,
24; Neml, 64; Kasas, 75) iddialarmda samimi olanla-
n, delilierini getirmeye davet etmektedir. Yazanmiz
mütevâzi karakterine ragmen, sirf delillerinin saglam-
liginagüvenerek, muânzlarmi, eie aldigi konunun ak­
sini ispatlayabilecek delilleri varsa bunlan ortaya koy-
maya davet etmekten geri durmamaktadir.
Bu arada, igàret etmeden geçemeyecegimiz bir-
iki husus daha bulunmaktadir; Bunlardan birincisi, bir
Müslümanm, aslî çeklinin kaybolduguna inandigi Es­
ki ve Yeni Ahid’Ierde, Hz. Muhammed’in (s.a.v) ge­
lecegine ve bunun vasiflarina dâir i§âretlerin aranma-
sinin ne derece dogru bir yakla§im oldugu hususudur.
Gerçekten de böyle bir te§ebbüs, Yahudi ve Hnstiyan-
lar açisindan oldukça garip, çeli§kili ve hatta saçma ola-
bilir. Ne var ki Müslümanlann Tevrat ve Incil’e bazi ilä-
veler yapilip, bazi kisimlarinin da tahrif edilmi§ veya
çikanlmi§ olduguna inanmakia beraber, buniann asil-
lanna, kendi kitaplan olan Kur’an-i Kerim’e iman et­
tikleri gibi iman ettiklerini bilen herkes, böyle bir çali§-
mayi fuzuli bir çali§ma olarak degerlendiremeyecek-
tlr. Üstelik bu Eski ve Yeni Ahid’lerdeki pekçok âyet,
Kitab-i Mukaddes mütehassisi olmayan bir kimsenin
dahi hemence dikkatini çekecek mâhiyettedir. Böyle
bir durum, Kur’an-i Kerim’in "Allah, peygamberlerden
§u hususta söz almi§tir: Size kitap ve hikmet Verdik­
ten sonra, sizinle beraber olam tasdik eden bir resul
gelecektir. O ’na kesinükle inanacak ve yardim edecek-
siniz...” (Äl-i Imran, 81, 82) ve “Hani bir zaman da
Meryem o§lu ¡sa §öyle demi§ti: Ey !sraHo§ullari, §üp-
hesiz ki ben size gönderilen Allah’m peygamberiyim;
önümdeki Tevrat’i do^ulayamm ve benden sonra ge­
lecek olan Ahm ed ismindeki bir peygamberi
müjdeleyenim” (Saff, 6). geklindeki hikmetine ne ka­
dar da uygundur. ̧te bu sebeple, Tevrat ve Incil’lerin
bu muharref nüshalannda bile Hz. Muhammed’in
(s.a.v) gelecegine dâir açik veya kapali i§äretler bul­
mak hiç de zor olmayacaktir. Ashnda bir hak peygam­
berin, kendisinden sonra gelecek peygamberin adini
ve bäzi özel i§äretlerini bildirmesi mantikî bir zaruret-
tir. Aksi takdirde bir hak peygamberi, birtakim olaga­
nüstü gösterilerde bulunabilen bazi kâhin, sihirbaz, bü-
yücü ve sahte peygamberlerden ayirdetmek kolay ko-
lay mümkün olamayacakti. Öyle an!a§iliyor ki, Hz.
Adem’den itibâren her peygamber kendisinden son­
ra gelecek peygamberin ve “Hâtemu! Enbiya”nm i§â-
ret ve alâmetlerini beyan etmi§, böylece de o peygam­
berin zamanma yetigecek olan insanlann, kendi reh-
berlerini tanimalan mümkün olabilmi§tir.
Bazi tecessüs sâhibi okuyuculanmizm, metod ba­
iasi olarak kabul edebilece§i Ikinci bir husus da, yaza-
rimizin Eski Ahid’deki Hz. Muhammedle (s.a.v) ilgili
igâretleri degerlendirirken Yeni Ahid’e; Yeni Ahid’deki
i§âretieri degerlendirirken de Eski Ahid’e mürâcaat et­
mekten çekinmemesidir. Hatta buniann tahlili sirasm-
da zaman zaman Kur’an'dan ve tarih kitapianndan is-
tifâde edilmi§ olmasi, bu okuyuculanmizi büsbütün
hayrete dü§ürebilir. Kanâatimizce ycizanmiz böyle bir
metod tâkip etmekle en isâbetli yolu seçmi§ olmakta-
dir. Zira bir §ey eger hakikatse, onun încil’de, Tevrat’ta
veya Kur’anda... olmasinin ve buniann birbirlerini izah
etmede kullanilmasmm ne önemi olabilir? Hem me­
selâ, modern bir tarihçi, eie aldigi bir konuyu sadece
bir tek kitap veya kaynaga bagli kalarak mi i§liyor ki,
yazanmiz da hâdiselere dar bir perspektiften bakmak
mecburiyetinde kalsm? Kanâatimizce yazanmizm bu
metodu, diger mukaddes kitap tetkikçilerinin de be-
nimsemesi gereken takdire §âyan bir metoddur.
Sozlerimizi lamamlamadan önce, asil adi Muham­
med in the Bible” (Kitab-i M ukaddes’te
Muhammed - Eski ve Yeni Ahid’Ierde Muhammed)
oian kitabi, Türk okuyuculanmizin, Tevrat ve Incil ke-
limeleriyle, Eski ve Yeni Ahid’leri anladiklan için, dili-
mize “Tevrat ve ¡ndl’e Core Hz. Muhammed”(s.a.v)
leklinde çevlrmeyi uygun gördügümüzü belirtmek is*
tiyoruz. Bu arada, tamamiyle dinier tarihini ilgilendi­
ren bu eseri dilimize kazandiran §u satirlarm yazannin
bir dinier tarihçisi olmadigmi da itiraf etmeliyiz. Buna
ragmen okuyuculanmiz, teknik terlmlerin ve bazi me­
selelerin, bu sahanm miitehassislan ile isti§àre edildik-
ten sonra kaleme ahndigindan emin olabilirler. Bu ko­
nuda hocam Dinier Tarihi Ögretim Üyesi Prof.Dr.Ek-
rem Sankçioglu’dan bilhassa destek gördüm. Zaten ki-
tabin ingiüzcesini de kendileri temin etmi§, tercüme blt-
tiginde de ba§tan sona, kontrol etmek zahmetine ka-
tilmi§lardir. Bu vesileyle kendilerine §ükran borçluyum,
Eger bu tercümemizle, “Adi Güzel Muharn-
med”in(s.a.v).7äniniyüceltmekve mühim bir hakikatin
bilinmesinin yayginlik kazanmasi yoiunda bir adim ata-
bilmi§sek, bizim için en büyük bahtiyarlik vesilesi bu
oiacaktir.

Erzurum. 21 Ekim 1986


Y.Doç.Dr. Nusret ÇAM
I Çi NDEKI LER

ESKi A H ÌD 'D E Hz, MUHAMMED ( S A . V ) .................................... 6

I. Eski A hid ve A h m e d ....................................................... 22


II. Büyük E vlatO lm a Hakki ve Ahit Meselesi..................... 34
III. MispaKeiimesindeki Esrar..................... ......................... 44
IV . Hz. Muhammed (s .a .v )"§ IL O H "d u r.............................60
V. Hz. Muhammed (s.a.v) ve Büyük K onstantin................74
V I. Hz. Muhammed (s.a.v) Daniel’in Rüyasinda sözü
Edilen ''lnsanoglu'’d u r .................................................... 88
VII. Kral Davud'un O ’na "Efendim ” Diye Hitap Etmesi 104
V Jll. A hid'in Efendisi ve Resulü............................................ 120
IX. Gerçek Peygamber Sadece islam'i Vazetmijierdir , .132
X. IsIàm Dini Allah'm Yeryüzündeki Saltanatidir.......... 149

yen ! A H iD ’E G Ö R E HZ. MUHAMMED (S .A .V ).....................167

I, Meleklerin Müjdeledigi islâm ve Ahmediye................168


li, Luka Incil'indekí "Eudokia”, "Ahmediye” ile
Ayni Anlamdadir............................................................184
III. Hz, Yahya'nin Haber Verdigi Kuvvetli Peygamber. ,199
IV. Vahya'nm Müjdeledigi Peygamber Kesinlikle
Hz. Muhammed (s.a.v)'dir............................................ 215
V. Hz, Yahya ve Hz, Isa'nm Vazifeleri, Kur'àndaki
"Sibgatullah" Benzeri Bir § e y d ir ............................... 230
VI. "Sibgatullah'', Y âni Kutsal Ruh ve
Atefie Yapilan V aftiz.................................................... 249
V II. "Paraklst” , Ruhuikudiis D e g ild ir............................... 264
V ili. "Periqlytos", "A hm ed" Demektir............................... 282
IX. incil’de Sözü E d ile n '‘insanoglu" K im d ir ? ................300
X. "Insanoglu" Soziìyle,IsIàm Peygamberi (s.a.v)
Kastedilmtftir................................................................. 318
X I. Yahudi Apokalipseri'ne Göre "In s a n o g lu "................339
PROFESOR ABDU’L-AHAD DAVUD’UN KISA BIR
HÂL TERCÜMESÎ

Eski adi Peder Dawid Benjamin KeldanI olan


Abdu’l-Ahad Davud, Uniate*’) Keldani Mezhebinin
Roma Katolik kilisesine mensup bir rahibi idi. 1867 yi-
linda íran’da Urmiye §ehrinde do§mu§, ilk tahsilini bu-
rada tamamlamigtir. 1886’dan itibaren üç yil yine ay-
ni §ehirde Süryáni Hiristitiyanlan için egitim veren Can-
terburg Ba§piskoposlugu Misyon Te§kilátinda ögretim
elemani olarak çali§tî. 1892 de ise Kardinal Vaughan
tarafmdan Propaganda Fide College’de dinî ve felsefî
çaii§malar yapmak üzere Roma’ya gônderildi ve üç yil
sonra rahiplige terfi etti, Roma’ya geldiginin daha ilk
yili “The Tablet’’ dergisinde “Assyria,Homa ve Can­
terbury”, “Irish Record”a “K¡tab-¡ Mukaddes’in Be§ Ki­
tabinin (Tevrat’m) Gûvenirliÿi" hakkmda seri makale-
1er haziriadi. O, ayrica “Illustrated Catholic Missions”
da birkaç dilde yayinlanan Ave Maria’nm birkaç ter-
cümeslnin de sahibidir. 1895 de iran’a giderken ug-
radigi istanbul’da, günlük bir gazete için Dogu Kilise­
leri (Eastern Churches) konusunda Ingilizce ve Fran-
sizca olarak uzun bir makale dizisi hazirlayip “The Le­
vant Herald” adii dergide ne§retti. Buradan ayni yil
iran’a geçerek Urmiye’deki Fransiz Lazarist Cemiyeti-
ne katildi ve Dawid, bu cemiyetin tarihinde ilk defa

Uniate; Papa'nin yetkisini tanimakla beraber, kendi dinî âyinier ve


âdellerini muhafaza eden D o§u Kilisesi,
vuku bulan bir §eyi yapti: “Hakkin Sesi” mânâsma ge­
len, Qala-La Shéra, isminde süryanice bir dergi çikardi.
1897 yihnda ise, Kardinal Perraud ba§kanli§inda Fran-
sa’nm Paray-Le-Moniel §ehrinde yapilan A§a Rabbà-
ni Kongresi’nde Dogu Katoliklerini temsil etmek üze­
re, Urmiye ve Salmas * ^Birle§ik Keldani Bagpiskopos-
lan tarafmdan delege seçildi. Aslmda bu bir resmì da­
vet idi. “Peder Benjamin” tarafmdan kongrede oku­
nulan tebligi, A§à-i Rabbàni Kongresinin yilligmda (An­
nals) o yihn “Ba§ Eseri” olarak yaymlandi. Bu tebli-
§inde Dawid, Keldâni Ba|râhibi -kendisinin idârî ün­
vani bu idi- sifatiyle süryâniler arasindaki katolik egi­
tim sisteminden §ikâyet ile Urmiye’de Rus din adam-
lannin, süryânilere zâhirde yakinlagma gayretlerine dik­
kat çekiyordu.
1898 de Peder Benjamin tekrar Iran’a döndü. Ur-
miye’den yakla§ik bir mil uzakliktaki kendi kôyü olan
Digala’da parasiz bir okul açti. Ertesi sene kilise yetki-
lileri tarafmdan, Birle§ik Baçpiskoposluk Hudaba§ ve
Lazarist karde§ler arasinda hiziple§melerin uzun za-
mandan beri §iddetli ve rezilâne bir §ekilde devam et­
tigi Salmas çehrine, bu bôlgenin Piskoposluk görevini
almak için gônderildi. 1900 yilbagi gününde Salmas’-
daki St.Khorovâbâd Katedralinde toplanan Katolik ol­
mayan Ermenilere ve diger dmî gruplardan meydana
gelen geni§ bir cemâate son vaazini verdi. Gerçekten
dikkate deger olan bu vaazin konusu “Yeni asir ve Yeni

( ) iran’in Urmiye G olû ciuannda iki jehir.


insan” ¡di. O, bu vaazinda íslám’m zuhürundan önce
Nastûrî misyonerlerin íncil’i bütün Asya’da va’zettik-
lerini haúrlattiktan baçka onlann Hindistan’da (özellikle
de Malabar kiyisinda),Tataristan’da, Çin’de ve Mogo-
listan’da çe§itli müesselere sahip olduklanni, încil’i
Uygurcaya ve diger dillere tercüme ettiklerini; Kato­
lik, Amerikan ve Anglikan misyoneleri, küçük bir iyi-
lige ragmen, zaten bir avuç olan ve iran’a, Dogu Ana-
dolu’ya ve Mezopotamya’ya dagilmi§ bulunan Asûrî*
Keldânî ulusunu, temei ögretim yoluyla çe§itli dü§man
mezhepler halinde parçaladiklarini ve onlann bu ça-
balannin nihâî çôkü§ü hazirlamaya mâtuf oldugunu dile
getiriyordu.
Netice olarak, o yerlilere yabanci misyonerierin
himmetine güvenerek degil de, kendi içlerini kendile­
ri gören insanlar olabilmesi için bazi fedâkârliklara kat-
lanmalarini telkin ediyordu.
Peder Benjamin, aslinda prensip olarak tamamen
hakliydi. Ne var ki, bu i§aret edilen hususlar, Hristi­
yan misyonerlerinin ilgisini çekecek kadar fazia kabul
görmedi. Bu vaaz, Salmas’a Urmiye’den gelmi§ olan
Apostolik delege Mgr. Lesne’yi öyle etklledigl ki O’­
nun her an sâdik arkada§i olarak kaldi. ikisi birlikte Ur-
miye’ye dôndüler. 1899’dan beri ürmiye’de faaliyeti-
ni sürdüren yeni bir Rus misyoner te§kilâti sayesinde
Süryâniler, bütün Rusya’nm “kutsal” Çar’inin dinine
§evkie kucak açtilar!
O zamana kadar be§ büyük ve gôsterigli misyoner
te§kilâti -ki bunlar Amerikan, Fransiz, Alman, Angli-
kan ve Rus idiler- kolejleri, zengin dinî cemiyetler ta­
rafindan desteklenen basinlari, konsolosluklan ve se-
fâretieriyle, yakla§ik yüzbin Asûiî-Keldâniyi Süiyâni di-
ninden koparip herbiri kendi inançlarma sokmaya bü­
yük gayret gösteriyorlardi. Fakat Rus misyonerler,
ôbürlerini geride biraktilar.
Rus Cemiyeti onlann hepsini geride biraktj§i gibi,
dagli Kürt kabilelere de yaptiklan fekilde, o sirada Ur­
miye ve Salmas ovalarina gôçetmi§ olan îranli Assyri-
a’iere, me§rû hükûmetlerine kar§i isyan etmeieri için
baskj yapip tahrik ettiler. Bôylece onlann bir kisminin
savajta telef olmasina,geri kalanlann da yurtlanndan
ayri dü§melerine sebep oldular.
Bu rahibin zihninde uzun zamandan beri çôzüm
bekleyen büyük bir konu gitgide vuzûha kavu§maya
ba§liyordu. Hristiyanlik, bütün bu degi§ik ve çok sayi­
da tefsir §ekilleriyle güvenilir olmamasi sebebiyle, sahte
ve tahrif edilmi§ kitabiyla, Allah’in hak dini olabilir miy­
di. 1900 yilinin yazinda Digala Kôyü’ndeki me§hur Ça-
li Bolagi Çegmesi yaninda bulunan bagevinde inziva-
ya çekildi. Buradaki bir aymi ibadetle, tefekkürle ve
Kitab-i Mukaddes’i orijinal metinlerinden okuyarak ge­
çirdi. Nihayet aradigmi bulunca Urmiye Ba§piskopos-
luguna bir yazi gôndererek Papazlik gôrevinden ayri-
li§ sebeblerini Mar Tauma Andu’a samimî bir §ekilde
izah etti, David Benjamin’i bu karanndan caydirmak
için Kilise ilerigelenleri tarafindan yapilan tegebbüsle-
rin hiçbiri fayda vermedi. §unu da belirtmek gerekir
ki, Peder Benjamin ile Kilise yetkilileri arasmda her-
hangi bir §ahsî münákaga ve kavga söz konusu olma­
yip, mesele tamamen vicdânî bir mahiyette idi.
David, Belçikali uzmanlar idaresi altinda faaliyet
gösteren Tebriz’deki Iran Posta ve Gümrük Igletme-
sinden yapilan davet üzerine Müfetti§ olarak birkaç ay
görev yaptiktan sonra Veliahd Muhammed Ali Mirza’-
nin saraymda ögretmen ve mütercim olarak çali§ti. in-
giltere’yi tekrar ziyaret ettigi tarih olan 1903’te Unita­
rian Cemiyetine katüdi ve 1904 yilmda Britanya Ya­
banci Unitaryan Cemiyeti tarafmdan Iran'daki kendi
cemaati arasmda egitim ve ögretim faaliyetlerinde bu­
lunmasi için görevlendirildi. I§te bu münasebetle yo­
lu, Iran güzergâhi üzerinde bulunan Istanbul’a dü§tü
ve burada §eyhü’l-isläm Cemäleddin Efendi ve diger
ulemayla yaptig) birkaç görügmeden sonra IsIàm Di-
ni’ni kabul etti.

(') Çuvirimize esas oían Ingilizce kitapta yazar hakkmda verilea bilgi bu-
rnda «oiin ermektedir. Ancak Abduirahm anZapsu’nun Bflyflk Is Ià m
Tartlil, (Isl., 1975, s. 108) isimli kitabindan ö3rendi§imize göre, Abdu’l-
Âhad Davud bundan sonra Istanbul’da katarak DarU'l;Islámiyye a’zási
oim u; ve Balkan Sava§i’ni takip eden yillarda ba§ta “I n d i ve S á llb ”
Islmli kitap olmak Uzere çe§itli yayin faaliyetlerinde bulunmujtur. Yaza­
nn Látince, Yunanca, Ingilizce, Süryânice ve Ibrâhiceden ba§ka Türk­
çe, Arapça ve Farsçaya da vâkif oldugu anlajilmaktadir. Bir müddet
sonra Türkiye'den ayniarak Amerika’daki henüz tam bir müslüman ol­
mayan kizinin yanina gitmi; ve burada sikintili bir hayattan sonra bir
Dârü'l-aceze'de vefat etmi$tir.
ESKi AHÌD’DE Hz. MUHAMMED (S.A.V)

I- BÎRKAÇ SÖZ
Ben, bu ve bunu takibedecek diger makalelerde,
Cenàb-i Allah hakkinda IsIàm Dini’nin ve Allah’in son
büyük peygamberinin söylediklerinin tamamen hak ve
Kitab-1 Mukaddes’te zikredilenlere tamemen uygun ol­
dugunu ortaya koymaya çali§acagim.
Yazimizin bu bölümünü birinci derecede önemli,
yani Allah’m Sifatlan meselesine ayirdiktan sonra, di­
ger bôlümlerde Ahid’in gerçek sâhibinin sadece ve sa­
dece Hz. Muhammed (s.a.v) oldugunu ve Eski Ahid’­
de dile getirilen birçok besâretin tam mânâsiyle O ’nun
§ahsmda gerçekie§tigini göstermek istiyorum.
Bu ve bunu takip eden bôlümlerde ortaya konu­
lan görüflerin, tamamen §ahsì görü§lerim oldugunu
ve ibrânice kutsal kitaplar üzerinde yaptigim bu §ahsì
ve orijinal ara§tirmalanm dolayisiyle yalnizca §ahsimm
mes’ùl oldugu hususunu bilhassa belirtmek istiyorum.
Bununla beraber, islâmî esaslari izah ederken yetkili
bir kimse olmadigimi da söylemem gerekir.
Bunlan ycizarken Hristiyan dostlarimm dinî hisle­
rini rencide etmeyi dü§ünmek gibi en ufak bir niyetim
olmami§tir. Çünkü ben Hz. Muhammed’i (s.a.v) ve
Allah’in diger Nebi-i Mükerremlerini nasjlseversem,Hz.
isà’yi, Hz. Mûsâ’yi ve Hz. Ibràhim’i (a.s.) de öyle se-
verim.

( ) Kur’ân-iKerîm Âl-ilmrânSûresi’nin 83.âyetinde§ôyledenilmektedir;


Bu yazilanmla kanayan bir yarayi yeniden depre§-
tirmeyi veya Kilise ile lüzumsuz bir münáka§aya, kav-
gaya girmeyi de asla arzulami§ degilim. Bunlan yaz-
makla, onlan sadece çok önemli bir mes’elenin dost-
ça ve ho§ bir §ekilde müzákeresine davet ediyorum.
Hristiyanlar gayet Cenáb-i Allah’in zâbni tarif konusun­
da bog tegebbüslerinden vaz geçer ve O’nun mutlak
“Bir” oldugunu itiraf ederlerse, Müslümanlarla Hiris­
tiyanlar arasmda yakinlagma da kolay saglanir, hatta
ve hatta böyle bir birlik “ihtim ar olmaktan çikar
“m üm kün” hale gelir. îlkônce Allah’m bir oldugu ger-
çegi bilinip kabul edilmeli ki, bu iki din arasmda diger
birçok mes’ele kolayca çôzümlenebilsin.

II- ALLAH VE SIFATLARI


Hakikatin tesiimi ve dünya bangi açisindan Hristi-
yanlik ve îsiâmiyet arasmda, ciddî ve esasli bir çalig-
mayi gerektiren iki esasli konu bulunmaktadir. Bu her
iki din de, ilhammi bir ve ayni kaynaktan aidigmi id­
dia ederken, bu konu üzerinde durulmamig da, önem­
siz bazi hususlar daima münâkaga konusu olmakta de­
vam edip gelmigtir. Aslinda bu her iki din de Allah’in
variigina ve O ’nunla îbrâhim arasmda bir ahdin mev-
cudiyetine inanir. *') Bu iki ana noktaya istinaden her

“De ki, Allah’a imân cttik, bize indirilen (Kur’ân)a da, Ibrâhim’e, Isma-
il’e. Ishak'a, Y a’kub’a ve onun eviâdina indirilene de. Rableri kahndan
Mûsâ’ya ve Isâ’ya verilenlere de inandik. Oniardan hiçbirini digerlerin-
den ayirdetmeyiz.”

( ) Yazanmiz A bdü’i-Âhad Dâvud, ileride daha sik rastlanaca§iüzere(>ek


iki dinin aydm mensuplari arasindatamamen âdi! ve
nihâî bir anla§maya varmak mümkün olabilir. Once
§unu sormak gerekir; Bir tek Allah’a mi inanir ve O ’na
kulluk edersek daha zavalli ve daha câhil mahlûklar
oluruz, yoksa birden fazla Allah’a inanir ve onlardan
korkarsak mi daha zavalli ve câhil kimseier oluruz? Ay­
rica, Hz. isà (a.s) ve Muhammed’den (s.a.v) hangisi
Ilâhî ahdin muhatabi olmu§tur? Önce bu iki soruya ce­
vap verilmelidir.
Islàm’in Allah anlayi§inin, gerçek Allah kavramin-
dan farkli ve sadece Hz. Muhammed’in kendi uydur-
dugu hayalì bir ilâh oldugu §eklindekl câhilce ve pe-
§in hükümlü kanâatler üzerinde durmak, zaman kay-
bindan ba§ka bir §ey degildir. Ancak §unu belirtelim
ki, eger Hristiyan papazlan ve din adamlan, Kltab-i Mu-

dipnot vermek alifkanliginda degildir. Bu sebeple Cenàb-i Hak’la Hz.Ib­


rahim arasmdaki Ahid konusunda da âyet zikretmemiftir. Okuyucula-
rimizi füpheden kurtarmak ve konuyla ilgili daha fazla bilgi elde etmek
için, ipucu olur düçüncesiyle §u dort âyetle bir hadìsi burada zikretmeyi
uygun gôrmekteyiz;
“Çüphesiz ki Allah, A dem ’i, Nuh’u, Ibrâhim hânedamni ve Imrân âi-
lesini scçip hânedan ve milletlere üstün kildi.” (Al-i lmrân-IlI/33-34).
“Allah Ibrâhim’i kendine Halîl (yakm dost) edintmi§tir,” (Nîsâ-IV/125)
“Hani bir vakit peygamberlerden andla§ma yollu soz almijtik: Sen­
den, Nuh’dan, Ibrâhim’den, Mûsa’dan ve Meryemoglu Isâ’dan da ev-
vel bunlardan kesin söz almi|tir.” (Ahzâb-XXXill/7” ,
“ ...ve hatirlaym o zamani ki, Rabbi, Ibrâhim’i bir takim kelimelerle
denemi§, O da bunlan tamamlayip yerine getirince (Allah) O ’na, ‘Se­
ni insanlara im am (rehber) yapacagim’ demlçti. îbrâhim ‘Benim neslim-
den de.-" deyince Allah, ‘Benim ahdim (imâmet ve ônderlik rahme-
tim) zâlimlere eri§mez.’’ buyurmu§tur. (Bakara-11/123)
Hz.Peygamber, “Ben, babam Ibrâhim’in duâsmm mahsûlüyüm” de-
miçtir. (Bkz.et-Taberî, Muham med b.Cerîr; C âm i’u’l-Beyân fîTefsîri’l-
Kur’ân, Misir, 1954. C .I, s.556; 11/129. âyetin tefsîri.)

8
kaddesierin tercümelerini degil de, Müslümanlann
Kur’ân’i Arapça aslindan okuduklan gibi, orijinal Ibra-
nicG asillanndan okumu§ oisalardi, müslümanlann
inandigi Allah’in Hz. Adem (a.s.) ve diger peygam­
berlere vahiyde bulunan Cenâb-\ Hak’tan ayri olma­
yip bu Allah kelimesinin eski Sâmî asilli oldugunu açik-
ça göreceklerdi.
Allah, Yaraticisi olmayan, Âlim ve Kâdir-i Mutlak’-
tir. O, zamani, mekâni ve bütün her§eyi ihâta eden-
dir. Hayatin kaynagi, ilim ve kudret sâhibidir. E§i ve
benzeri oimayan Varatici, kâinatm nlzam ve âhengini
saglayandir. Mutlak mânâda mücerreddir. Allah, zâ­
ti, sifati ve varligi ile insan (be§er) muhayyilesinden ta­
mamen münezzehtir. Ve bundan dolayi O ’nun zâti-
nin nasil oldugunu târif etme gayretleri, sadece bo| bir
gayret olmayip, ruh sagligimiz ve imânimiz noktasin-
dan da tehlikelidir. Çünkü bôyle bir te§ebbüs bizi ha-
taya götürecektir,
Hiristiyan Kilisesinin Teslis’e inanan kanadina men­
sup Azizler ve Filozoflar, Tannnm zâti ve sifatimn iza-
hiiii, tariflni yapmak için yakla§ik onyedi asir boyunca
l'vyln tüketip durdular ve neticede ne icad ettiler bili-
yor niiisunuz? I§te Aquinase’ler, Athanasius’lar ve Au-
glsllnus’lnr, kilisenin ebedîaforozuna ugramak korkusu
altmdaki Mristiyanlara, zoraki bir§ekilde Üç’ün Üçün-
cüsü olan, yani üç Ilâh’tan biri olan Allah’i kabul ettlr-
diler. Cenâb'i Hak, bunlarm bu inançlanni §u sôzle-
riyle nasil kmiyor bakiniz.
“And olsun ki, AUah Üç’ün üçüncüsüdür (Ü çîlâh’-
tan biridir) diyenler de kâfir oIrrìu§ìardir. Halbuki bir
ilâhtan ba$ka ilâh yoktur. E§er dedikJerinden vazgeç-
mezlerse, herhalde onìardarì küfre girerilere elem ve­
rici azâb vardir. ’’(Mâide-V/73).
Sünnî Islâm âllmlerini, Allah’in zâtini izah etmek­
ten daima alikoyan sebep, O ’nun zâtinm kavranabilir
bütün sifatlardan münezzeh olmasidir. Allah, yalniz­
ca kendisi tarafindan yaraülan kâinatta, çe§itli çekillerde
tezâhür eden Zât’indan ne§’et etmi§ sifatlar olan pek­
çok isimlerin sâhibidir. Biz, Allah’i sadece Kâdir, Eze­
lî, Ebedî, Her Yerde Hâzir, Âlim, Rahîm ve diger ad-
lanyla bilir ve taninz. Çünkü biz Ebedîlik, Ilim, Rah­
met v.s... gibi sifatlann O ’nun Zâti’ndan zuhûr ettigi
gibi yalniz ve tamamen O’na aid oldugunu idrak et-
mekteyiz. Yainiz O , ilmi sonsuz, Kudret sâhibi, Diri,
Aàz,Bedî, Cemîl, Rahmân, Azîm, CeM, Zü’n-tikam
(Intikam Sâhibi) v.s.’dir. Çünkü O, ilmin, kudreün, ha-
yatin, kutsalligin, güzellik ve diger sifatlann ne§’et et­
tigi yegâne varliktr. Allah, bizim kendisini duyulanmizla
bilecegimiz sifatlardan berîdir. Bir sifat ve özellik, bi­
zimle e§ya ve diger birçok §ey arasmda umûmî olsa
da, bahsettigimiz sifatlar ve özellikler, yalniz Allah’a
mahsustur ve bunlan payla§tigi bir ortagi da yoktur.
Biz “Süleyman bilgih, kuvvetli, adâletli ve güzeldir” âe-
digimiz zaman, bütün ilimlerin, kudretin, adâletin ve
güzelliginmünhasirankendisindetoplandigma hükmet-
miyor, aksine kendi cinsinden diger kimselerle kargi-
lagtinldigmda izâfî bir ilme sahip oldugunu ve Süley-
man’in mensup oldugu türün fertleri arasmda akillili-

10
gin ortak ve izâfî bir sifat oldugunu sôylemek istiyo-
ruz.
§unu iyice aydinhga kavu§turmak gerekir ki, Îlâhî
bir sifat, Aliah’m teceilisidir ve bundan dolayi da faai-
dir. Bu durumda hiçbir ilâhî fiil yoktur ki, az veya çok
yaratma olmasin.
Bu ilâhî sifatiar Cenab-i Hakk’m Zâti’nin tezâhürü
cimasi dolayisiyle onlann,zamani ve ba§langici da tesbit
ettigini, bu yüzden de egyanin Allah’in “Kün ” (ol) de-
mesiyle oldugunu, Allah’in yaratma âninda ve ba§lan-
giçta Ona kendi ismini söyledigini de kabul edebiliriz.
Bu, mutasavviflann“a^/-jevve/” *’*tezâhürü olarak ni-
teledikleri “küUîakiT’d i r "*Sonra, ilâhî emri ilk duyan
ve bu emre itaat eden “nefs-i küUî”^'y\“nefs-i evvel’-
’den' *zuhûr edip kâinat haline dônü§mü§tür.Tabiî
mutasavviflarin bu mistik gôrü§leri Islâm’in kati dog-
malan degildir ve §urasi da bir gerçektir ki, bu esrarli
gôrü§lere derinlemesine nüfuz edersek pratik bir dinin
zararli panteizm sürükleniriz.
Ancak bu muhâkeme, bizi §ôyle bir sonuca götü­
recektir: Allah’in herbir fiili, O ’nun tezâhürü ve belirli
bir sifati olarak zuhûr eden ilâhî bir tecelli §eklinde gô-
rülür, fakat bu zuhûr, O’nun Zâü’nin ve Varligi’nin zu-

f) Akl-i evvel: Südùr nazariyesine göre, Allah’in, bütün akillarin


mebdei olarak yaratmi? oldugu ilk akil.
Küllî Akil: Akl-i evvelden südûr eden akil.
(‘ "> Nefs-i küllî: Kâlnattaki bütün varliklann canlartnin ne§'et ettigi (can).
Nefs-i evvel: Allah’in, bütün canldann nefsierine kaynak olmak
üzere yarattigi ilk nefs (car»).

11
hûru degildir. Allah yaraüadir, çünkü ezelde yaratmi§,
daima da yaratmaktadir. Allah kendine mahsus bir §e-
kilde ezelde konu§tugu gibi, dâima da konu§makta-
dir. Fakat Allah’in yaratbgi §ey ezelî veyâ ilâhî bir §ah-
siyet arzetmez. Bu yüzden O ’nun kelâmi da ilâhî ve­
ya ezelî bir gahsiyet degildir. Halbuki Hiristiyanlar da­
ha ileri giderek Yaratici’yi ‘‘¡¡âhî Baba”, O ’nun kelâ-
mini “0 §u l” yarathklanna ruh vermesi sebebiyle de
“Kutsal R uh” yaparlar. Fakat bunu yaparken O ’nun,
yaratmadan önce Baba, konu§madan önce Ogul ve
hayat vermeden önce Ruhu’l-Kudüs olamayacagi §ek-
linde bir mantigi unuturlar. Allah’in sifatlanni, O’nun
a posteriori tezahürierdeki eserleri sâyesinde an-
layabilirsem de ne benim bir gôrü§ ileri sürebilecegim,
ne de herhangi bir insan zekâsinm ilâhî sifatin mâhi­
yetini ve Allah’in Zâti ile olan münasebetini idrakede-
bilecegini dü§ünebildigim ezelî ve a priori sifatJan
kavrayabilirim. Ashnda Cenab-i Allah bize kendi var-
hginin mâhiyetinin nasil bir §ey oldugunu kutsal kitap-
larinda açiklamadigi gibi, insan zekâsi da bunu kavra-
yabilecek kapasitede degildir.
Allah’in sifatlanni, ayn ve müstakil ilâhî varhklar
veya §ahsiyetler olarak da dü§ünemeyiz, aksi takdir­
de biz, bir AUah’ta üçlü bir tann kavramina, yâni tek
teslise degil, bir Allah’ta birkaç düzine teslise sahip ola-

( *} A posteriori: D o g u ^ n vâroliriayip da insanin sonradan kazandigi


giler.
(*'1 A priori: (nsanm tecrübe ile efde etmeyip, do g u^a n kazannm; oi-
dugu biigiler.

12
cagiz demektir. Bir sifat, ilgili oldugu §ahistan bilfìil zu*
hur edinceye kadar mevcut degildir. Biz bir fàili, sifat,
fiilen ondan zuhûr etmeden ve görülür hâle gelmeden
önce belirli bir sifatla niteleyemeyiz. Bundan dolayi,
Allah’m lütûf ve merhametine mazhar oidugumuz bir
zamanda “AÌIah ne kadar gùzeldir” deriz, fakat “A l­
lah güzeüiktir” geklinde bir tarifle O ’nu tarif edemeyiz.
Çünkü, güzellik Allah demek degildir. Fakat O’nun i§i
ve fiil güzeldir. Bu sebeple Kur’àn, Allah’i Alim (Bi-
ien), Rahìm (Merhametli) gibi sifat cinsinden isimlerle
vasiflandirir. Fakat asla “AUah sevgidir, ih'mdir, kelâm-
dir v.s. ” gibi tanimlamalara yer vermez. Çünkü sevgi,
seven bir kimsenin fiilidir, sevenin kendisi degildir. Ilim
veya kelâm da bilen bir §ahsin fiilidir, o jahsin kendisi
degildir.
Burada: Allah’in sifatlan üzerinde özellikle duru-
§umun sebebi, Allah’in belli sifatlarini sonsuz ve müs-
takil §ahsiyetlere atfeden hatali görü§lerin hálen devam
etmesidir. Allah’in fiili veya kelâmi, ilminin irädesinin
ifádesinden ba§ka bir mânâya gelmez. Zâten Kur’ân
da “A llah’in kelâm i” olarak bilinir ve ilk devirdeki bazi
IsIàm kelâmcilan, O ’nun ezelî olup, mahlûk olmadi­
gini beyan etmi§lerdir. Hz. Isâ (a.s.) için Kur’ân’da “Ke-
limetun m inha” àenWmekìeàir. (Bkz. III/44). Fakat,
Allah’in kelâm sifatini bagli ba§ina bir §ahsiyet olarak
görmek, yahutta bunun et ve kemikten müte§ekkil
“Nâsirali bir insan” §eklinde veya “bir kitap” halinde
zuhûr ettigine ve bunlardan birincisinin îsâ Mesîh; ikin­
cisinin Kur’ân olduguna Inanmak sapiklik olur.

13
Israrli beyân ettigim bu hususu özetlemek gerekir-
se, Allah’in Kelâm veya kavranabilir ba§ka bir sifati,
müstakil ilâhî bir varlik veya gahsiyet olmadigi gibl, ezel­
de ve yaratma fiilinden önce de fiÜen mevcut olamaz.
Ilk devir Tevhidci yazarlan tarafindan sik sik ya-
lanlanan Yuhanna Incili’nin ilk cümlesinin tam meâli
§öyledir: “Ezelde Kelâm var idi; ve Kelâm Tann iley-
di; ve Kelâm Tann idi. ”
Bir hususu daha belirtmek gerekirse, Grekçe’de
“Theou” yani “Allah’m kelimesi, ismin -in halin-

1) Ba$ta Dogu Kiliseleri olmak üzere.çesitli kiliselerde,kilisebabalan ara­


sinda Kelâm’a dair çok ÿddetli mùnâka$alar vukubu]mu$tur. Daha ikind
asirda ba$layan bu tarti$malar, Tevhidçi gôrü§ü savunanlann ezilmeleri
ve kitaplannm kaynaklannm yokedilmesine kadar devant etmiftir. Bu­
gün, buniann Incil ve Indi tefsitlerivle, çe$itli yaalanndan günûmüze de-
^ m e d e n gelebilen yegâne ^y le r, bu Tevhidcilerin muânzlan olan Tes-
Üsçilenn,-meselâ Greek Patrigi Phoutius’un ve bundan önceki birkaç ki-
§inin - tenkid etmek için risâlelerine aynen aldigi parçalardan ibârettir.
Dogu Hiristiyanlannin “Peder”leri arasinda Süryäni St.Efraim adin-
da birisi bilhassa temâyüz etml$ti. Bu yazann ba;ta Kitab-i Mukaddes
tefsirleri olmak üzere, çesitli eserleri bulunmaktadir. Süryânice ve Lâ-
tince tefsirleri basilmi; olup bu ikincisini Roma’da dikkatli bir §ekilde tetkik
ettim. O ’nun aynca “Mâdrâshi” ve “Contra Haeretici” v.s. adlan ta§i-
yan risâleleri de bulunmaktadir. EMger bir me§hur Süryâni yazar da Bât
Disân genellikle Bardisanes sekiinde yazilir. M .S. ikinci asnn ikìnd ya-
nsi ile üçüncü asnn Ilk yansinda ya$ami§tir. Fakat bu Bâr Disân’in Sür­
yânice eserlerinden günümUze, Ephraim, Nusayblnli Jacop gibi Nastû-
rt ve Yakubllerin itiraz etmek için yaptikian iktlbaslarla Greek Kilisesi ya­
zarlannin kendi dillerine aktardiklanndan ba§kaihiçbir $ey ula§mami§-
ür. Bâr Disân, Allah’in Kelâmi’nin Hz.lsâ’da tecelli etml§ oldugunu, ancak
Isâ’mn da, kelâminin da mahlûk oldugunu iddia etmektedir. St.Efraim
bu sözleri dolayisiyle Bâr Disân’i küfür lie Ithâm ederek §ôyle der;

(Süryânice)
“W ai lakh O , dovya at Bâr Disân!
Dagrelt l’Mllta eithrov d’Allaha

14
de iken, Theos §eklini alarak ismin yalin haline dönü§-
mü§, böylece “AUah” anlami kazanmigtir. Aynca "ezel'
de kelâm idi” ifadesi, “ba§Iangiçtan önce degildi" sö*
zünün mengeinl de açikça gösterir mâhiyettedir. “AU
¡ah’m Kelâmi” ifádesinden, Cenâb-i Hak ile e§it ve
hemvücut de§il, fakat ondan ayn ve farkU bir cevher
mânâsi ile O’nun “kûn” (ol) sözünü sôyledigi zaman-
kl iräde ve ilmi anla§ilir. “K ün” emriyle önce kâinat
yaraülmi§, yine “o¡” dedigi zaman Kur’ân yarablmi§ vc
Levh’de yazilmigtir. í§te bunun gibi, Allah “o/” sözü-
nü söylemesiyle îsâ, bâkire Hz. Meryem’in karnina
dü§mü§tür. Zira Allah, yaratmayi diledigi zaman 0 ’-
nun “ol” emri käfidir.
Hiristiyanlann kelime-i gehädetleri demek olan

Baram kihabha la kfhabh d’akh hakkam


tlla d’Miltha eithov Allaha"

(Arapça)

Yaziklar olsun sana ey sefil Bâr Disâni


Çünki sen “Kelâm Allah’indir” demektesin;
A n c a k Incil sen in gibi d e m iy o r b ak,
“ K e lâm A lla h id i” d em e k te d ir a n c ak .
Ayivca, Kelâm üzciine yapi5an bütün münaka§alarda Tevhidciler, bu­
nun ezelî ve Ilâhî bir varlik oldugunu kabul etmedikleri için küfürie suç-
lanmi§lardir. Tevhidciler, yani gerçek Nesrânîler de, Kelâm’in ezefî ve
ilâhî oldugunu kabul eden Teslisçilere “kâfir” damgasini basmi§lardir.
Bütün bu suçlamalan Teslisçilerin daima bozulmu§ kitaplara dayanmakia
itham edildikieri kilise ileri gelenlerinin yazdiklan kaynakiardan ögren-
mekleyiz.

15
"Baba'nm,Oäurun ve Kutsal R uh’un ismiyle” §e\din-
deki ibârede, Allah’in Ismi bile zikredilmez. î§te size Hi-
ristiyanhgin Allah telâkkisi! Tamamiyle Müslümanla­
nn on heceli ‘‘Besmele”sme benzeyen, fakat mânâ iti­
bariyle diger Hiristiyanlarm inanç formüllerinden ayn
olmayan Nastûrîlerin ve Yakubîlerin inanç formülleri
§u §ekilde yazilabilir: Bshlm Abhâ Wo-Bhrâ Ou-Ruhâ
d-Qudshâ.
Diger taraftan Islâm Dini’nin temei esaslarmi ifâ­
de eden “Bismillahirrahmâninrahîm” yâni “Rahmet ve
merhamet sâhibi Allah’in adiyla” §eklindeki Kur’ân for­
mülü, Teslis’e inananiann formülleriyle büyük tezat te§-
kil eder.
Hiristiyan teslisi, bir ilâh nezdinde birçok lahislan,
yâni birlikte çoklugu kabul etmesi, her bir §ahsa ayn
çahsiyet özellikleri atfetmesi ve putperest mitolojisin-
de oldugu gibi, o ilâhlar için âile isimleri kullanmasi
sebebiyle dogru bir ilâh kavrami olarak kabul edilemez.
Allah, ne Ogul’un babasidir, ne de babanin ogludur.
Kezâ O’nun annesi olmadigi gibi, kendi kendine ye-
ti§memi§tir. “Allah’m Bir” olu§unun bâriz bir inkân ve
Allah’m birle§ik veya ayn ayn üç noksan varlik halin­
de oldugu iddiasinin pervâsizca bir itirafidir ki, bu dogru
bir inanç olamaz.
Bir müsbet ilim olarak matematik, bir birimin bir­
den az da, çok da olamayacagini, kezâ bir’in üzerine
bir tane bir, bir tane bir daha ilâvesiyle bunlarm bir’e,
yani bir’in üç’e aslâ e§it olamayacagmi, çünkü bir’in
üç’e nisbetinin üçte bir oldugunu sôylemektedir. Ayni

16
sekilde bir, üçte bir’e de e§it olamaz ve hâliyie üç, bir'e
e§it olamadi§i gibi, üçte bir olan §ey de “Unite” olmak­
tan çjkmigùr. Bir, bütün sayilann temeli ve bütün uzun-
luk, hacim, keyfiyet ve zamanlann ôlçülüp degerlen-
dirilmesi için mihverunsurdurumundaolanbirgeydir.
Aslinda bütün sayilar, “1” biriminin toplammdan ba|-
ka bir§ey deäildir. On, ayni cinsten o kadar çok sayi-
nin yekûnudur.
Teslise, (yâni Allah’a üç ilâhtan biri olarak) inanan
kimseier, “teslisin her üç §ahsi, Kâdir, Ebedî, Hâzir ve
Mükemmel Allah’dir; ancak üç tane hâzir, k âdt, ehe-
d ì ve mükemmel Allah yok, fakat bir tane kâdir, Ebe­
dî. .. Allah vardir” derler. Böyle bir akil yürütmede, §a-
yet safsata yoksa, §ôyle bir denklemle kiliselerin bu “es-
rârengiz form ülünü” teçhir edebiliriz:
1 ilâh = 1 ilâh + 1 ilâh + 1 ilâh; veya 1 ilâh =
3 ilâh. Bu durum kar§isinda, birinci olarak, 1 ilâh, üç
ilâha e§it olamaz, fakat olsa olsa onlardan bir tanesi
olabilir. Ikincisine gelince... Siz mademki teslisin her
bir gahsini, O’nun diger iki §erikiymi§ gibl noksansiz bir
ilâh olarak kabul ediyorsunuz, o halde sizin 1 + 1 +
1 = 1 geklindeki bu hesâbmiz, matematige dayah bir
mantik degil, saçmalikür.
Yine, siz üç ünitenin bir üniteye e§it oldugunu ispat
etmeye çali§irken, çok magrûr; “üç’ün bir’e e$it oldu­
gunu kabul ederken de o derece zavaUmniz. Birinci
halde problemin çôzümünû yanli$ birmetodla aslâger-
çekle§tiremezsiniz; ikinci vaziyette ise, üç ilâha inan-
di§mizi itiraf edecek kadar cesur de§ilsiniz. ”

17
Bundan ba§ka, Müslümanlar ve Hiristiyanlar, Al­
iah’m mutlak kudreti hâiz ve her an her yerde hâzir
ve her §eyi ihâta ettigine inanirlar. Bu durumda, ilâh’-
in her üç §ahsiyetinin kâinatj ayni anda ve biri dlge-
rinden ayn olarak, veya oniardan sadece bir tanesi-
nin ayni anda kugattigi dügünüiebiiir mi? “liâb bunu
yapar” demek aslâ yeterli bir cevap degildir. Çünkü
ilâh, Allah demek olmayip, sadece O’nu vasfeden isim-
lerden bir isimdir. Bundan dolayi da bir niteliktir. Mâ-
bud, Bir Allah’m vasiflarmdan birisidir sâdece. Zira Al­
lah, artma ve eksilmeden münezzehtir. Yalniz ve yal­
niz “AUah’tan ba§ka ilâh yoktur” sôzü, bir olan ilâh’m
vasfj olabilir.
Bunlar bir tarafa, teslisin her §ahsiyetinin diger iki
§ahsiyetle bagda§mayan bazi sifatlara sahip oldugu sôy-
lenmektedir ve bu §ahsiyetler -insan muhâkemesine
ve ifâde tarzma uygun olarak- ya§Ii!ik (kidem) ve zür-
riyet sirasi takibetmektedir. “Baba” daima ôn sirayi i§-
gal eder. Ondan sonra “O ^ul" gelir. Ruhu’l-Kudüs, si-
ralamada sadece üçüncü oiarak sona kalmayip, mey­
dana geidigi o ikisinden de daha a§agi bir mevkie sa­
hiptir. Eger bu üç §ahis ismi, tersine bir §ekiide tekrar-
lansa günâhami girilecektir? Ve yine bu formül “Rûhü’I-
Kudüs, 0 §u l ve Baba’nin adiyla” §eklinde tersinden
ba§lanarak sôylense ve yüzde veya Ekmak-§arap (Ko-
minyon) Âyinindeki bu malzemelerin üzerinde haç i§a-
reti, bu yeni siraya göre yapilsa, bôyle bir istavroz çi-
karma §ekli, kiiiseierce günah kabul edilmez mi? Ma-
demki bunlar biribirine tamamen denk ve e§ittir, o hal-

18
de kidem sirasi üzerinde bu derece titiziik göstermeye
de gerek yoktur.
Gerçek §u ki, Papalar ve Umûmî Konsiller, "Al­
lah birdir, fakat baba O ^ul ve R ûhü’I-Kudüs olarak zu­
hûr etmektedir; vsffhÿi (ash) daima bir ve aynt §ahistir”
diyen Sabeilan doktrinini bile her zaman için kma-
miçlardir. Çüphesiz îslâm Dini, bu görügü tasdik ve te-
yid etmi§ degildir. Cenâb-i Hak, Cemâlini, Hz. Isâ’-
da; Celâli ve Izzetini, Hz. Muhammed’de; (s.a.v) Gizli
ilmini Hz. Süleyman’da ve buna benzer özelliklerini ta­
biat olaylannda izhar etmigtir. Fakat, bu peygamber-
1er, uçsuz bucaksiz okyanuslarla, sonu belirsiz semâ-
lardan daha büyük Cenâb-i Allah’in yanmda bir hiç-
tir.
Diger bir gerçek de, teslisi meydana getiren üç §a-
his arasmda matematiksel bir kusursuzluk ve mükem­
mel bir egitlik yoktur. §ayet, 1. Ünite ba§ka bir üniteye
kat’iyetle e§it oldugu gibi. Baba, Ogul ve Kutsal Ruh’a
her bakimdan eçitse, o zaman Allah’m üç degil, sade­
ce bir §ahsmm mevcut olmasi icap edecektir. Çünkü
her ünite, kendisinin ne bir cüzü, ne bir bôlümü ve ne
de katsayisidir. Üçlemenin (Teslisin) elemanlari ara*

') Sabeiian doktrininin kurucusu Sabellius.iPapal. Kalixtus (217-227) za­


maninda Rom a’da ya§ami§ bir Hiristiyan ilâhiyatçisidir. Ortaya koydu-
§u teslis akîdesine göre, Baba, Ogul ve Kutsal Ruh, Tek Tanri'nin çe-
sitll geçici tezâhürleridir. Sabelian doktrini, Papa l.Kallxtus ve daha sonra
Iskenderiyeli Dionysius (M .S.260 tarihleri) tarafindan Baba, Ogul ve
Kutsal Ruh’un ayn §ahsiyetler oldugu görüfüne ihânetle suçlanarak red-
dedildi. Fakat Sabellius’un bu gôrii§leri M .S .V I. yüzyila kadar ya§ama-
ya devam etti (Wilfried Nölle, Wörterbuch des Religionen, München
1960 s.355).

19
smda büyük bir aynhk ve fakat bir münâsebetin varol-
dugunun kabul edilmesi, bunlann ne birinin digerine
e§it, ne de biribirleriyle aym oldugu hususundaki §üp-
helerin tümünü ortadan kaldirir. Baba, Ogulun mey­
dana gelmesine sebeptir, fakat kendisi dogurulmami$-
tir, (babasizdir). Ogul, babasi olan bir varhkür, fakat
baba degildir. Kutsal Ruh, bu ikisinden neg’et etmi§-
tir; ilk lahis yaratia ve yokedici; ikincisi kurtana ve §e-
fâatçi; üçüncüsü de hayat verici olarak tarif edilmi§tir.
Netice olarak, bu üçten hiçbiri yalniz ba§ma Varatici,
Çefaatçi ve Hayat Verici degildir. Ve yine denildigine
göre, Teslisin ikinci $ahsi, yani Ogul, Baba’nin insan
haline geimi§ kelàmi olup, O’nun adàietini yerine ge-
tirmek için haç üzerinde kurban edilmigtir. Ogul’un te-
cessümü ve tekrar dirilmesi de, üçüncü §ahis (Ruhu’l-
Kudüs) tarafmdan temin ve icra edilmi|tir.
Özetlemek gerekirse, Hiristiyanlar, Allah’in mut­
lak birligine iman etmedikçe ve O ’na üç §ahis halinde
inanmaktan vazgeçmedikleri müddetçe, gerçek AUtih’a
inanmi§ olmayacaklarmi hatirlatmak Istiyorum. Daha
yerinde bir ifadeyle söylemek gerekirse, Hiristiyanlar
-“Putperestlerin màbutlan sahte ve hayâlîdir, halbuki
kiliselerin tanri dedikleri üç $ey ayni 0zeììi§e sahiptir
ve Baba, Yaraticinm bir ba§ka ismi ve hak olan tek A l­
lah mânâsindadir. 0§ul, AUah’m sadece bir kulu ve
elçisi, Kutsal Ruh da Kudreti sonsuz Aliah’m iggören
hesapsiz ruhlanndan (meleklerinden) bir/<J/r” diyenle-
ri hariç- çok tanrilidir.
Tevrat’ta Allah, mügfik bir yaratici ve hàmi olu§u

20
sebebiyle Baba olarak zikredilmi§ken, Hiristiyanlar bu
ismi kötüye kullanmiglardir. Kur’än ise bu kelimeyi kul­
lanmaktan §iddetle kaçinmi§ttr.
Tevrat ve Kur’än, teslisi yasaklamigtir. Ashna ba­
kilirsa tncil de bu inanci açik bir biçimde kabullenip sa-
vunmaz. Incil’in teslisle ilgili imäh i§aretler ihtiva ettigi
söylense bile, bu aslâ âmir bir hüküm degildir. Çün­
kü, mevcut încil, Hz. îsâ (a.s) tarafmdan y«izihp gö-
rülmedigi gibi, Teslis de O’nun tarafmdan ifâde edil-
mi| degildir. §imdiki §ekli ve muhtevâsiyle, îsâ pey­
gamberden en az iki asir sonra sistemle§tirilmi§tir.
Son olarak funu da belirtelim ki, Dogu’da Tevhidd
Hiristiyanlann, Teslisçilere kar§i daima cephe ahp mü­
câdele ettiklerini ve Danyal peygamberin rüyäsmda ^ r
kuvvetlerin ba§i olarak temsil edilen Dördüncü Cana-
varm îslâm peygamberince öldürüldügünü görmele-
riyle birlikte Hak Peygamberin dinine girdiklerini mem-
nuniyetle mü§ähede etmekteyiz. Bu rüyada Havvaya
yilanm agziyla konu§an, En Yüce Olan’a da Dördün­
cü Canavann ba§indan çikan On Boynuz arasmdan
geli§ip büyüyen Küçük Boynuz’un agziyla küfürler sa-
vuran §eytan (Ahd-i Atik, Daniel, VllI), Iznik Konsih
kararlarini resmen ilân ve §iddetle takip eden Büyük
Kostantin’den ba§kasi olamaz. Fakat Hz. Peygamber,
Allah’in gerçek dini olan îslâmiyet’i tesis etmek sûre­
tiyle, bu Iblis Kostantin’i îsmâilogullanna vâdedilen ül-
keden ebediyen silip süpürür.

21
Ce s k î a h id v e a h m e d )

“Vé bütün milJetlerin Ahm ed’i gelecektir."


(Ahd-i Atik, Haggay, II.7-).
Putperest ve zalim Isrâil Kralligi’nin Keldânîier ta-
rafmdarî yikilarak On Kabile’den müte§ekkll ahâlisinin
tamaminjn Assyria’dan çikanimasindan yak)a§ik Iki asir
sonra Kudüs’le Mukaddes Süleyman Mâbed’i yerle bir
edilmi§, Yahuda ve Benjamin kabilesine mensup kihç
artiklan da Bâbil’e nakledilmi§tir. Burada 70 yil süren
esâretten sonra Yahudiler harap olmu§ §ehir ve mâ-
bedlerini tekrar ihyâ için tamamen hür bir gekilde mem-
Icketlerine dönme izni aldilar. Yeni Mâbed’in temel-
leri yükselmeye baçlarken, kalabahktan müthi§ bir se­
vinç ve alki§ §amatasj yükseliyor; Muhte§em Süley­
man’in mâbedini ônceden gôrmüg ya§li kadm ve er­
kekier ise gôzya§lanyle feryâdü figan ediyorlardi. I§te
bu esnâda, Cenâb-i Hak, bu hüzünlü cemaati teselli
etmek için elçisi ve kulu Haggay’i §u ônemli müjdeyle
birlikte gônderdi;
“Ve bütün milletleri sarsaca§im ve bütün miUetle-
rin Him ada’si gelecek ve bu mâbedi $anla §erefie dol-
duraca§im, der. Ordularm Efendisi, benimki gümü$,
benimki altin der Ordulann efendisi. Benim bu son evi-
min §ôhreti, ilkinden daha yüksek olacak der insanla­
rm efendisi; ve bu yerde selâm (§alom) verece§im der

') Eski Ahid’in bu âyetindeki “A hm ed” kelimesi için ilerideki sayfalar-


da geni; bilgi bulunmaktadir.

22
Ordulann efendisi.” (Haggay, II, 7*9).
Yukandaki paragrafi, bir Asurì^’) hanim tarafin­
dan bana verilen ve §u anda yanimda bulunan Sür­
yânice bir Kitab-i Mukaddes’in tek nüshasindan tercü­
me ettim. Fakat, bu Kitab-i Mukaddes’te geçen Him-
da ve §alom gibi iki ibrânice asilli kelimeyi Îngüizceye
ancak sirasiyla “desire” (giddetli arzu) ve “peace” (ba­
ng, huzur) kelimeleriyle çeveribeleceâiz.
Gerek Yahudi gerekse Hiristiyan tefsirciler, yuka­
ridaki kehânette, onlann ikisi de bu Himda kelimesin-
de Mesih’e (bir kurtanciya) âit kehânet anlami çikar-
dilar. Gerçekten de burada “Rab Sabaoth der ki” §ek-
linde Kitabi Mukaddes’te dort defa tekrarlanan kutsal
yemin formülü ile teyid edilmi§ fevkalâde bir kehânet
vardir. §ayet bu kehâanet, kehânet olarak degil de “ar­
zu”, “i§tiyak” ve “bari§-huzur” anlamlanna gelen Him­
da ve §alom kelimelerinin mücerred mânâsi olarak eie
alinirsa, o zaman bu kehânet anlagiimaz bir arzudan
Ôte hiçbir §ey ifade etmez .Yok eger, Himda kelime­
sinden bir hâl degil de canli, aktif bir güç ve tamamen
müesses bir dini anlarsak, o zaman bu kehânet itiraf
edildigi gibi Ahmed’in gahsinda ve îslâm’in tesisiyle
dogrulanmi§ ve gerçekle§mi§ demektir. Çünkü Him­
da Ahmed; §alom (veya §alama) da îslâm kelimesiy­
le tipatip ayni mânâya sahiptir.
Bu kehânetin gerçeklegtigini ispat etmeye çaligma-
dan ônce, bu iki kelimenin mümkün oldugu kadar ki-
’ ) Nasturi Hiristivanlardan Katollkligi kabul etmeyerek eski mezheple-
rlni koruyan halk.

23
sa bir etimolojisirìi vuzùha kavufturmak icab edecek­
tir.
a). Himda;
“ßüfün milìetìerm Himda’si gelecektir’’ geklinde çe-
virebilecegimiz bu ibâre, eger yanilmiyorsam, orijinal
ibrânîce metìnde “ve yavu himdath kolbaggoyim” gek­
linde yazilm)§t}r. Bilindigi gibi aynen arapçada oldugu
gibi, ibränicede de isimler genitiv (yani-in hâiinde) ise­
ler, sondaki hi, th veyahut igekJini aJir. Bu kelime, eski
ibränicede -veya daha dogrusu Aràmicedeki- hmd kö­
künden türetiimi$tir.
ibrânîcede hemed giddetli arzu, imrenme, igtah ve
gehvet duygusu mänasmda kuJIanilmaktadjr. On Emir’­
in (Evàmir-i Agere’nin) dokuzuncusu göyledir: “Lo tah-
m od ish reikha” (yani, komgunun kansini arzulama-
yacaksin). Ayni harflerden tegekkül eden arapçadaki
“hemida” ftiii Ise “topraise” (metheímek, övmek, ham*
detmek, v.s.) mânâsma geimektedir. Çok hasret du*
yulan, arzuianan ve istenen §eyden daha gerefli ve
hamdedilir ne vardir? Bu iki mânâdan hangisine çev-
rilirse çevrilsin gurasj kesin bir hakikattir ki, “Ahm ed"
kelimesi, Himda kelimesinin degigmeden oldugu gibi
kalmig Arapça birgeklidir. Kur’ân-i Kerîm’de (LXI. sû­
re) “Hz. tsà’nm îsrâil kavmine, ismi Ahmed olan bir
peygamber geleceÿini” teblig ettigi bildiriimektedir.
Grekçe yazilmig olan Yohanna Incili’nde, klasik Grek
diline tamamiyle yabanci bir kelime olan Paracletos Is­
mi kullanilmigtir. Aslma bakilirsa, tamamen “Ahmed”
kelimesinin kargiligi olan; “sâm, §ôhreti en yüksek ve

24
en çok hamdeden” mânâsma gelen peki§tirilmi§ §e-
kildeki Periclytos kelimesi, îsâ Mesih tarafmdan va’­
zedilen Arâmî lisanmdaki Himda veya Hemida keli­
mesinin Grekçeye tercüme edilmi§ §ekli olmahdir. Ne
yazik ki, Hz. Îsâ’nin agzindan çikan §ekliyle günümü*
ze kadar gelebilmi§ încil yoktur ki, bu kelime de aslî
§ekliyle bize ula§mi§ olsun.
b) §alom; §lamove Arapça Selâm, îslâm kelime­
lerinin etimolojl ve mânâsma gelince, bu konuda faz­
la dii bilimi teferruatlarma dalarak okuyucuyu bo§ ye­
re me§gul etmeden bazi umûmî §eyler sôylemek isti-
yorum. Her Sâmî dii âlimi, ÿalom ve ¡slâm kelimele­
rinin, “ban§, teslim olma, tevekkül (boyun eÿme)” mâ-
nâsina gelip ayni kôkten türedigini bilir...
Bu açiklamadan sonra Haggay’da geçen besâre­
tin kisa bir açiklamasmi vermek istiyorum. Konuyu da­
ha iyi anlamak için, Kitab-i Mukaddes’in Mallachai,
Mallakhi veya Authorized Version’daC)' Malachi di­
ye isimlendirilen en son kitabindaki ba§ka bir kehâneti
aktaralim (!II, Bâp.l):
‘i§te size peygamberimi gôndeiece§im ve o size
ônümde bir yol hazirlayacak, kendi tapmaÿina ansi-
zin gelecek. Sizin gelmesini arzuladi^niz Adonay (ya­
ni Efendi)dir ve sizi hognut eden Sôzle§menin Peygam-
beridir. î§te o geliyor der Ordulann Rabbi. ’’ îsterseniz
bu §a§irtici kehâneti §imdi de Kur’ân’in bir âyetinde ifâ­
de edilen hikmetle kar§ila§tirahm:
') Kitab-i Mukaddes’in 1611’de dogrulu^u kabul edilmi; Ingi-
llzce tercümesi.

25
“Her türlü noksanhklardan münezzeh olan O Al­
lah, kulunu geceleyin Mescid-iHarâm’dan o etra-
hni (dvanni) mukaddes kildi^miz Mescid-i AksS’ya /ca-
dar gôtürdû.”(XV\l/\srà: 1)
§u deliller, sözünü ettigimiz Malaki ve Haggay’-
daki bu ibârelerde mâbede ansizin gelecegi haber ve­
rilen §ahsin Isâ degil, Muhammed (a.s.) oldugu hu­
susunda her tarafsiz gözlemciyi iknâ edecek mahiyet­
tedir:
1- Himda ile Ahmed kelimeieri arasmdaki akraba-
lik, benzerlik, münâsebet ve her ikisinin de ayni hmd
kökünden gelmij olmasi “bütün milletlerin Himda’si
gelecektir.” cümlesindeki “Himda"nm Ahmed, yani
Muhammed (s.a.v) oldugunu açikça ortaya koymak­
tadir. Zira, Ahmed ile Himda arasmdaki bu benzerli-
ge kar§ilik, Jesus (Isâ), Krist (Mesih), Savior (Kurtari-
ci) kelimeieri ile Himda kelimesi arasmda en ufak bir
akrabalik olmadigi gibi, bir tek sessiz harf benzerligi de
yoktur.
2- §ayet, Îbrânicedeki Hmdh (okunu§u himdah’-
tir) kelimesinin karfiligi olarak “arzu, §ehvet, i§tah ve
övgü” mânâlari ileri sürülse bile, böyle bir delil yine
bizim tezimizin lehine olacaktir. Çünkü, Ibrânicedeki
§ekliyle bu kelime, bu durumda da kök yapisi ve mä-
näsi itibariyle arapçadaki Himda kelimesiyle tamamen
e§it, benzer, hattâ ve hattâ onun aynisidir. Hmdh kö­
künden türemif bu kelimeye hangi anlam verilirse ve-

) Hz.M uhammed (S.A.V.)

26
rilsin, bunun Isâ ve ve Isevflikle degil, Ahmed ve O ’­
nun getirdigi islàmiyetle ilgisi bulundugu da kesindir.
§ayet Aziz Jerome ve ondan da önce Septua­
gint (') yazarlan, îbrânice ve o zamana kadar bozul-
mami§ bir kelime olan Hmdh’yi làtince “cupiditas” veya
grekçe “euthymia” kelimeleriyle degi§tirmeyip de ay­
nen muhàfaza etmi§ olsalardi, Kral 1. James tarahn-
dan memur edilen mütercimlerin hazirladigi Authori­
zed Version’da ve Bible Societe’nin {Kitab-i Mukad­
des Cemiyeti’nin) islâmî dillere tercümelerinde bu ke­
lime muhtemelen hep dogru olarak yazilacak, günü-
müze de öylece gelecekti.
3- Zerrubbabel’in Kudüs’te yaptigi mâbed, Hz. Sü-
leyman’inkinden daha izzetliydi. Çünkü, Malaki Ki­
tabi, Ahd’in, peygamberlerin Efendisi, daha dogrusu
peygamberlerin Seyyid’inin, bu birinci mâbedi ansizin
ziyâret edecegini önceden bildirmi§ ve Kur’àn-i Kerìm’-
in ifâdesine göre böyle bir ziyâretin Mirâc’a çikarken
Hz. Muhammed (s.a.v) tarafindan bizzat gerçekle§ti-
rilmiçtir.
Bu mâbed Büyük Herod tarafindan tâmir edilmiÿ
veya yeniden yaptinlmi§ti. Hz. îsâ (a.s) da sik sik yapügi
seyâhatler esnasinda firsat buldukça bu mâbedi ziyâ­
ret ederek mübârek §ahsiyeti ve huzuru ile §ereflendi-
rirdi. Ashnda Allah’in bir evini herhangi bir Peygam­
berin ziyâret etmesi, o mâbedin kutsiyet ve degèrini

) Eski Ahid kltabinin M .Ö . 270 dolaylannda bajlanilan Yunanca


tercümesi.

27
artiran bir lütûftur. Fakat en azindan §u kabul edilme­
lidir ki, Isâ’nin dini yaymak için yapmi§ oldugu seya-
hatleri ve buralardaki konu§malarini uzun uzadiya an­
latan incil’ler, Mâbed’de kendisini dinleyenler arasin­
da en ufak bir ihtidâ hareketinden bahsetmezler. Hat­
ta, Isâ’nm mâbedi her ziyâretinde inançsiz rahipler ve
Ferisililerle çetin münakagalarda bulundugu rivä­
yet edilmektedir.
§unu da belirtmek gerekir ki, Hz. Isâ (a.s.) Matta
XXIV, Markos XIII, Luka XXI’de açtkça beyân ettigi
gibi, dünyaya “bang” getirmedigi gibi, yahudilerin son
sürgünününden yakla§ik kirk yil sonra Romalilarin ta­
mamen tahrip ettigi Mâbed’in yikilacagini da daha o
zaman haber vermif bulunuyordu. (Matta X. 34. v.s.)
4* Muhammed isminin ba§ka bir gekli olup da ay­
ni kokten gelen ve ayni mânâyi ta§iyan yani “en çok
hamdeden” anlamina gelen Ahmed, Kur’än-i Kerîm’de
ifâde edildigi üzere, gece seyähati (isrä) esnäsinda bu
harap mâbedin kutsal yerini ziyâret etmi§, sahäbelere
vazettigi birçok hadîs-i gerîflere göre de bütün peygam­
berlerin hazir bulundugu bir mediste namaz kilmi§, Al­
lah’a kar§i Peygamberlik hizmetlerini yerine getirmi§,
Cenäb-i Allah da, Kudüs’teki bu mâbedin çevresini tak-
dîs buyurmug ve bu son peygamberine âyetlerinden
bíizi âyetler, bazi alâmetler gôstermi§tir. Eger Hz. Mû-
sâ ve Hz. Ilyas Peygamberler, Matta Incili’nde dendi-
gi gibiTür-i Sina da bedenen zuhûr etmi§ iseler (Matta

') Ferisi: Eski Mûsevîlikte dinî bir tarikata mensup kimse.

28
17/1-3), Hz. Peygamberin dedigi gibi onlaria berâber
bütün peygamberlerin Mescid-i Aksâ’da bedenen zu­
hûr etmeieri ve Muhammed Aleyhisselâm’m “kendi
mâbedine” âniden gelmesiyle Cenâb-i Allah’in burayt
fân ve ferefle doldurmasi {Malaki, IIÎ/1 ve Haggay,
II) da gâyet tabîidlr.
Kurey§li Abdullah’in dui e§i Emine’nin, yetim yav-
rusuna, bildigime göre, o zamana kadar insanlik tari­
hinde ilk defa rastlanan Ahmed ismini verebilmesi, ka-
nâatimce Islâmiyet’in en büyük mûcizesidir. Ikinci Ha­
life Hz. Ömer de Allah’la Hz. îbrâhim ve Hz. îsmâil
arasindaki sôzleçmenin hak oldugunun ebedî ni§âne-
si olarak Dünya’nm sonuna kadar kalacagi bildirilen
(Tekvin, XV, XVII) harâbe Kudüs’teki bu mehte§em
câmiyi yeniden yaptirmigtir.

29
11
BÜYÜK EVLAT OLMA HAKKI VE AHÎT
MESELESl*'!

Dogugtan kazanilan haklar ve söziegme ile ilgili ola­


rak Ismäilogullari ve îsrâilogullari arasinda çok eski bir
dînî mesele vardir. Kitäb-i Mukkaddes ve Kurän’i Ke­
rim okuyuculan, büyük peygamber Hz. îbrâhim ve iki
oglu Hz. îsmâil ile Hz. îshak’in (a.s.) menkibesine ä§i-
nadirlar. Keza, Hz. Ibrâhim’in, Keldânilerin Ur gehrin­
den ayrilmasi ve torunlanndan Yusufun Misir’da ve-
fatina kadarki îbrâhimogullan ile ilgili haberler de Tek*
vin’de yer almaktadir. (XL Bâp). Ayni kitapta kayde-

*) Okuvucularimizin ilk eviat olma hakki ve Ahit konusunda daha iyi


bir fikir sahibi olabilmeleri bakimmdan Teviat ve Kur’an-i Kerim'den
bazi iktibaslarda bulunaca^iz:
“Ve ilki kizil dogdu, her tarafi tüylü cübbe gibiydi. Ve O ’nun adini
Esav koydular. Ve ondan sonra karde^i do§du. Ve onun eli Esav'in
topugunu tutuyordu; ve onun Yâkup konuldu ve Rebeka onlan do-
gurdugu vakit Ishak altmi; yajinda idi ve çocukiar büyüdüler ve Esav
avcilik bücn bir adam. kir adami oldu ve Y âkup çadirlarda oturan sâkin
bir adam oldu. Ve Ishäk Esav'i severdi. Çünkü O ’nun av etini yerdi.
Ve Rebeka Yâkub’u severdi. Ve Y âkup çorba pijiriyordu; Ve Esav kir-
dan geldi ve baygindi; Ve Esav Yàkuba dedi: Rica ederim kizildan, bu
kizildan bana yedir, çünkü bayginim, bundan dolayi O ’nun adì Edom
(Kizil) konuldu. Ve Yâkup dedi: ön c e senin ilk ogulluk hakkini bana
sat. Ve Esav dedi: l§te ben olmek üzereyim; Ve ilkligin bana ne faydasi
olur; Ve Yâkup dedi; ön c e bana yemin et; Ve ona yemin etti ve ilk
ogulluk hakkini Yàkup'a satti. Ve Yâkup ekmek ve mercimek çorbasi
verdi; Ve yedi ve içti ve kalkip gitti; Böylece Esav “Ilk oäulluk hakki’ni
hor gördü”. (Tevraf, Tekvin, XXV/25-34).
“Ey Isràibgullan, (Hz.Yâkub ogullan), Size verdigim nimetimi hatir-
layin. Ve bana itaat ederek Tevrat’ta (Àhir zaman peygamberi hakkin.-
da size açikladigim) ahdime (bana iman ve itaate) vefa edin ki ahdinize
{Sizi Cennet’e koymaya) vefa edeyim. (Ahdi bozdu§unuzda) ancak ben­
den korkun. (Kur’an-i Kerim, Bakara, 40|.

30
dilen çecereye göre Hz. îbrâhim, Hz. Adem’in yirmi-
dördüncü ku§aktan torunu ve Muazzam Bâbil Kulesi-
ni yaptiran Nemrud’un ça§da§idir.
îbrâhim’in Ur §ehrindeki ilk hayat hikâyesi -Kitab-
1 Mukaddes’te zikredilmemekle beraber- me§hur Ya­
hudi târihçisi Joseph Flavius’un Antiquties isimli kita­
binda yer almakta ve Kur’an-i Kerim tarafindan da do§-
rulanmaktadir. Fakat Kitäb-i Mukaddes, Hz. ibrâhim’in
babasinin Terah isminde bir putperest oldugunu açik-
ça ifâde eder. (Ye§u, XXIV, 2,14). îbrâhim, mâbede
girdigi zamanlarda Allah’a olan a§kinin ve heyecani-
nin tezähiirü olarak oradaki bütün put ve süretleri ki-
rardi. Böylece o, me§hur ahfädi Hz. Muhammed’in
(s.a.v) bir protipi idi. î§te Hz. îbrâhim putlan kirdigi
için Nemtud’un emri ile atildigi ategten zarar görme-
den ve muzaffer bir §ekilde çikü. Fakat bu olaydan son­
ra babasi ve yegeni Lut ile birlikte Harran’a gitmek üze­
re ataocagmi*') terketti. Babasi Harran’da öldügün*
de O yetmi§be§ ya§indaydi. îlahi dâvete tam bir itaat
ve teslimiyetle uyarak memleketini terkeder ve Kenan
ülkesine Misir’a ve Arabistan’a uzun ve yorucu se-
yahatlara çikmaya ba§lar. Karisi Säre kisir oldugu hal­
de, Allah, Hz. îbrâhim’e birçok milletlerin atasi olaca-
gini, üzerinden geçtigi bütün topraklann torunlanna mi­
ras kalmak üzere kendisine verilecegini ve “Dünya mil-
letlerinin kendi zürriyeti ile kutsalhk kazanaca^im" bil-

Eski Ahit, Tekvin, XII, 4.


Hâlen Isrâil'in ì$gali altinda bulunan Filistin topraklannm eski adi.

31
dirir. Bu hârikulâde ve dinier târihinde benzeri olma­
yan vaad. zürriyeti ve o§lu olmayan Hz. Ibrâhim ta­
rafmdan sarsilmaz bir iman ile kar§ilandi. Bir gece gök-
yüzünü seyretmek için di§an çikti§mda, O’na zürriye-
tinin gökteki yildizlar kadar çok, denizdeki kumlar ka­
dar hesapsiz olacagi Allah tarafmdan müjdelendi ve
Hz. ibrâhim de buna iman etti. ̧te bu iman, kutsal
kitabin bahsettigi fazilet addedilen imandi.
iffetli ve fakir Misir’h bir kiz olan Häcer, Säre’nin
hizmetinde köle olarak bulunuyordu. Hanimefendi’-
nin nza ve muvafakati üzerine bu kiz, Hz. îbrâhim pey­
gamberle evlendi ve melek tarafmdan önceden haber
veriidigi üzere bu birle§meden Hz. îsmâil dogdu. O
onüç ya§ma geldiginde Allah Hz.Ibrâhim’e melek vä-
sitasiyla vahiy ve kitap göndercrek eski vaadini Hz, îb­
râhim’e tekrariadi, böylece sünnet, resmen tesis ve he­
men icra edildi. Doksan ya§mdaki Hz. Ibrähim’le oglu
Hz. îsmâil ve maiyetindeki bütün erkekier sünnet ol-
dularC ve Cenäb-i Hak ile biricik oglan babasi Hz.
îbrâhim arasmda "Ahit” yapilip taahhüt edildi. Bu sün­
net de sôzleçmenintasdikimâhiyetinde idi. Bu doksan-
lik bir atanm tek evlâdi, tek zürriyeti Hz. ismâil’in §ah-
smda Cennet ile Arz-i Mav’ut üzerine bir çe§it nihâi sôz-
le§medir. Bununla Hz. Ibrâhim, Yaraticisma baghlik
ve sadâkat vaadederken Allah da Hz. îsmâil’in zürri-
yetinin Kiyâmete kadar korayucusu ve Rabb i olmayi

') Hz.lbrâhim'in sünnet olan ilk insan olduguna dâir geni? bilgi için
bk.. Talât Koçyigit. Tercüman Hadis-i Çerif Külliyati, 1, s.391

32
akdetmi§ oluyordu.
Daha sonra, yâni Hz. Ibrâhim doksandokuz, Sä­
re doksan ya§inda iken, iiâhi vaade uygun olarak Sâ-
re’nin de bir çocuga hâmile kaldigi ve bu yeni dogan
çocuga Ishak adì verildigi görülmektedir.
Tevrat’in Tekvin kitabinda kronolojik sira görülme-
mekle berâber, Îsmâil ve annesi Hacer’in, íshak'in do-
gumundan sonra sirf Sâre’nin istegi üzerine gâyet aci-
masiz bir §ekilde Hz. Ibrâhim tarafmdan tersyüz edile-
rek*** gönderildigl söylenmektedir. Ismail ve annesi
çôlde kayboldular. Delikanli çagmdaki Hz, Îsmâil, su-
suzluktan ôlüm raddesine gelmi§ken bir pmar kaynar
ve bundan içerek ölümden kurtulur. Bunun hâricin­
de Tekvin’de Hz. îsmâil hakkmda verilen yegâne bil­
gi, O'nun Misir’li bir kadmla evlenip babasi Hz. ibrâ­
him’in cenâzesinin defninde karde§i Hz. îshak’la bir­
likte bulunmasi §eklindedir.
Tekvin, daha sonra Hz. îshak’in, iki oglunun ve
Hz, Yâkub’*un Misir’daki torunlarinin hikâyesi ile de­
vam eder ve Hz. Yusuf’un ôlümü ile biter.
Yine Tekvin’de (XXII. bâp) belirtiidigine gòre Hz.
îbrâhim’in (a.s.) hayatinda diger mühim bir olay, Ai-
lah’m Hz, îbrâhim’e tek oglu olan Hz. îsmâil’i kurban
etmesi teklifi ve Melek tarafmdan bir kurbanlik koçun
getiriimesi ile Hz. ismâil’in yerine bunu kesmesi keyfi-
yetidir. Kur’an’in belirttigine gòre bu hâdise Ibrâhim
için ‘"açikça bir imtihandi” fakat O’nun Allah’a olan sev-

■) Tekvin, XVI . ve XXI. bâpiar.

33
gi ve sadâkati bütün her §eyden üstün geldi ve bu se­
beple “Allah’m dostu”, yâni Halil’I-lah oldu. (Kur’an,
IV).
Hz. Ibrâhim’in (a.s.) dogu§tan kazanilan haklar ve
soziejme olan konumuzia ilgili kisa hayat hikàyesi böy­
lece devam edip gider.
Ailah’a gerçekten inanan herkesin hakikat olarak
kabul etmesi gereken üç mühim nokta vardir; Birinci
nokta Hz. tsmâil’in, babasi Hz. Ibrâhim’in ilk çocugu
olmasi, bundan dolayi da dogu§tan birtakim hakka sa­
hip oldugunu iddia etmesinin tamâmen hakli ve me§-
ru olmasidir. Ikinci nokta, Kutsal Akit’tir. Hz. Ishak
dogmadan once, tek evlat olan Hz. Ismâil gibi Hz. Ib­
rähim’le Allah arasmda yapilmi§ü. Tekrarlanan bu va­
ad, “Senin sâyende yeryüzündeki bütün milleder tak­
dis edilecek” ve bilhassa da zürriyet “senin sulbünden
gelecek, O sana mirasçi olacak” (Tekvin, XV, 4) §ek-
linde ilâhi sözler ihtiva etmedigi müddetçe bu Ahid-
legmenin ve sünnet geleneginin hiçbir deger ve anla­
mi olmamasi läzimdir. I§te bu vaat, Hz. Ismäil’in do­
gumu ile gerçekle§mi§ olup (Tekvin XVI), Hz. Ibrâ­
him de böylece artik baghizmetkäri Elizer’in kendisine
vâris olmayacagini düfünerek teseli» buldu. Netice ola­
rak Hz. Ismäil’in,babasi Hz. Ibrâhim’in gerçek vârisi ol­
dugunu kabul etmeliyiz. Tevrat’ta pek sik, fakat farkli
biçimlerde geçen “Dünyadaki bütün nesiller Hz. ibrä­
him ’le gereflendirilecek” ^eklindeki bir imtiyaz Hz. Is-
mäil’in baba tarafmdan mirasi ve dogu§tan kazandigi
bir hak idi. Hz. Ismäil’e dogu§tan intikal eden bu mi-

34
ras, Hz, Ibrâhim’in içinde yaçadigi çadir veya binmek
için kullandigi herhangi bir deve olmayip, yakla§ik on
ayri kabilenin ya§amakta oldugu Nil ile Firat arasmda
kalan ülkelerin tamammi zaptetmek ve ebediyen hâ­
kimiyeti altìna almak idi. (Tekvin XII, 18-21). Bu mem-
leketler, sonradan Ishakogullan’nm degil, Ismâilogul-
lan’nm hâkimiyetine geçmi§tir. Bu ise Kutsal Ahit’te
zikredilen hususlardan birinin fiilen ve aynen gerçek-
le§mesi demektir.
Üçüncü nokta ise, Ishak’m da mûcizevî bir §ekil-
de dünyaya gelmesi ve Allah tarafmdan takdis edii­
mesi dolayisiyle kavmine Kenan ülkesinin vaadedilip
buralann gerçekten de Yû§a tarafmdan zaptedilmiç ol­
masidir.§unu da belirtelim ki,hiçbirMüslümaniHz, Is-
hak ve oglu Hz. Yakub’un peygamberlik görevini ve
Kutsal §ahsiyetini küçültücü en ufak bir davrani§ta bu­
lunmaz. Çünkü peygamberlerin aleyhinde bulunmak
veya onu küçük görmek Allah’a hürmetsizliktir. Hz.
Ismâil ve Hz. Ishak’i kiyaslasak bile onlann her ikisini
de Allah’m mübârek kullan olarak kabul edip hürmet
duymaktan ba§ka bir his besleyemeyiz. Ashnda Isrâil
kavmi, §Griatlari ve kutsal kitaplanyla Eski Dünya’da
e§siz bir dînî târihe sahipti. Onlar gerçekten de Allah’-
m seçkin bir kavmi idii‘> Gerçi onlar sik sik Allah’a
isyan ediyor, putlara tapiyorlardi ama, çok sayida pey­
gamber ve faziletli pekçok kadm ve erkek de onlar-

) Bakara Sûresi 47. âyette ;ôyle denilmektedir: “Ey IsrSilo^uIlan,


Size ihsan ettigim bunca nimetimi ve (vaktiyle ecdadinizi) insanlara
üstün kiidi^imi hatirlaym” .

35
dan çikmi§tir.
Buraya kadar aniatti^imiz hususlar, IsrâiJogulIan
ile íshakogullan^** arasmda gerçek bir ihtllaf konusu
oiamaz. Çünkü, “takdis” ve “Büyük Çocuk Olma
Hakki” eger sâdece maddî servet ve kuvvet aniamma
gelseydi, Arz-i Mevud’da Arap fütuhatmm gerçekle§-
mesi ve kiliç zoru ile yerleçme gibi bir ihtiiafm da mev­
cut olmasi gerekirdi. Hayir, aksine iki millet arasmda­
ki meseie, yeni olmayip ortada yakla§ik dorthin sene-
den beri esash bir kavga konusu bulunmakta olup, Hz.
Isa (a.s) ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) üstlendikleri bir
meseledir. Yahudiler, sözde Mesihî kehânetlerin ne
isa, ne de Muhammed (s.a.v)’in §ahsmda gerçekle-
§ebileceâini anlarlar. Yahudiler Hz. îsmâil’in §ahsinda
Kutsal Akit yapildigini ve O ’nun sünnet olmasiyie de
bu i§in netícelenip tasdik edildigini çok iyi biidikleri için,
bu peygamberi her zaman için kiskanmiçlardir. Yahudi
fikihçilari ve allâmeleri bu hinçlarmdan dolayi Kitab-i
Mukaddes’teki birçok bôlümleri iahrip ve tagyir etmi§-
lerdir. Halbuki Tevrat’m Tekvin kitâbinm 22. bâbmm
2,6. ve 7. âyetlerinde geçen Ismâil adini çikarip, bu­
nun yerine “¡shak”i koymak ve “Senin bincik o§lun”
sifat ve ibâresini bir tarafa birakmak, Hz. Ismâil’in var-
ligini inkâr etmek oldugu gibi, Cenâb-i Hak’la Hz. is­
mâil arasinda yapilmiç olan Sôzle§meye de açiktan açi-
ga tecâvüz demektir. “Mâdem ki sen biricik oÿlunu

') Isrâil H z.Yâkub’un lakabi idi. O ’na bu lakabin verilig sebebi, 38-
bâp, 24-29’ da geni; bir §ekilde açiklanmaktadir.

36
benden esirgennedin, ben de senin zürriyetini gökteki
yildizlar kadar, denizdeki kumlar kadar çoÿaitip yaya-
ca0m ”. í§te burada geçen “çoÿaJtmak” kelimesi, Me­
lek tarafmdan Häcer’e sahrada da söylenmi§ bulun­
maktadir*’) . “Senin zürriyetini sayilamayacak kadar
kalabahk yapaca§im, ïsmâii de mahsuldär bir kimse
olacak. ” Burada zürriyeti çok olacagi vaadedlien ki§i-
den maksat, elbette ki Hz. Ismäil’dir. (Tekvin XVI, 12).
§imdi, Hnstiyanlar, Arapçadaki “we/erc” kelimesiyle
eçanlamli olan para fiilinden türeyip de “verimli’' ve­
ya “mebzul” anlamina gelen bir kelimeyi tamâmen indî
bir çekilde “yaban e§e§i” olarak tercüme etmektedir-
ler. Allah’m “zürriyeti bcFve “bereketli” dediti Îsmâ-
il’e “yaban e§e^” demek, utanmazhk ve Allah’a kargi
saygisizlik degil mi?
Burada dikkati çeken bir husus vardir: Barnaba In­
cili’nin bildirdigine göre, bizzat Hz. îsa (a.s.) Mesih ola­
rak adlandirdiklari Büyük Peygamber’in Kral Dâvud'­
un soyundan gelecegini söyleyen Yahüdileri, O’nun
Hz. Dâvud’un oglu olamayacagini, çünkü Hz. Dâvud’­
un O’na “Efendim” diye hitap ettigini belirterek azar-
lami§tir. Yine Hz. Isa (a.s.) bu açiklamasma devam
ederek onlann atalannm kutsal kltaplari nasil degiçtir-
dlklerini, Sözle§me’nln Hz. Ishak’la degil, Allah’a kur­
ban olarak sunulan Hz. îsmâil’le yapildigini, “Senin bi-
ricik o^Iun” ibäresiyle de Hz. Ishak’m degil, Hz. Ismä-
il’in kastedildigini anlatmi§tir. Hz. îsa’nm havârisiyml§

) Eski Ahit, Tekvin, X V I. bâp, 7-10

37
gibi gözüken St. Paul, Hacer ve îsmâil hakkinda hür-
metsiz sözler sarfettigi gibi, (Galatyalilara Mektup, IV,
21-31), bizzat Hz. Isa (a.s.) için de inkär kabilinden
§eyler söylemi§tir. Bu adam, din degigtirmeden önce
de çe§itli i§kenceler yaptigi Hristiyanlari Hak dinden
azdirip saptirmak için elinden gelen her§eyi yapmi§-
tir. Ve ben öyle zannediyorum ki, O’nun inandigi îsa
muayyen bir Isa olmadigi gibi, MehdÜik iddiasi dola-
yisiyla M.Ö. yakla§ik bir asir önce bir agaca asilan ba§ka
bir Meryem oglu da degildir. Aslinda St. Paul’ün bize
ula§an Mektuplan, Näsira’li müteväzi peygamberin ki­
tabi gibi Eski Ahid’in ruhuna da tamâmen ters dü§en
§eylerdir. St. Paul, bagnaz bir Ferisî ve Yahudi fikih-
Ç1S1 idi. Hristiyanliga geçmesinden sonra daha fanatik
bir tavir takinir. O ’nun Hz. Îsmâiî’e düfmanJigi, kini ve
Hz. Ishak taraftarhgi, büyük cezaya mûcip, erkekle kiz-
karde§in evlenme yasagmi unutturdu ve görmemez-
likten getirdi. Çâyet Paul Allah’tan vahiy almi§ olsay­
di, O’nun ya“/bráh/m kendi hzkarde§inin kocasiydi’’
§eklinde Tekvin’de iki defa geçen (XII, 10-20, XX,
2-8) ve bütünüyle sahte olan ifâdelerin yer aldigi
Tekvin'deki yanli§lan bir bir if§a etmesi, yahut da pey­
gamberin (hâfâ) yalanci oldugunu ortaya koymasi ge-

'*Bahsi geçen metinkrin bir kismi 5öyledir:“Ve Ibrähim, kansi Säre hak­
kinda: ‘Bu kizkardeçimdir’ dedi ve Gcrar krali Abimelek Säre’yi aldi” .
“Ve gerçekten de kizkarde§imdir, kendisi babamin kizidir, fakat anne-
min kizi degildir: Ve benim kanm oldu” ... “VeFiravun Abram’i çaginp
dedi: Bana bu yaptigin nedir? Bu senin kcirin oldugunu niçin söyleme-
din? Niçin; Bu benim kizkarde^imdir dedin? ben de kari olarak aldjm
ve §imdi kann, i§te al ve git.”

38
rekirdi.
Fakat O, Tekvin’in bütün sözierine inanarak Ma­
ceri kurak Sina Çolü’ne, Sâre’yi ise “Yukandaki Ku-
dûs”e benzetirken vicdani hiç sizlamaz. (Galatyahiara
Mektup, IV, 25,26) St. Paul, Yahudi §eriati’nin lânet-
ledigi §u ibâreyl herhalde hiç okumami§tir:
“Babasmin kizi, yahut annesinin kizi olan karde§i
ile yatan kimseye lânet olsun. Ve bütün kavim âmin
dedi” (Tesniye XXVII. 22). Babasi Keldânili, annesi
Misir’It olan birisinden (îsmâil) bu kimsenin amca ve­
ya halasini hukûken daha ileri tutan be§erî ve ilâhî bir
hukuk sistemi acaba var midir? Hem, Hacer’in iffet ve
takvâsi konusunda söyleyecek bir sôz bulabilir misiniz?
Elbette ki hayir. Çünkü O, bir peygamberin hanimi,
ba§ka bii peygamberin annesi, ve ilâhi ilhama maz-
har oImu§ §erefli bir kimsedir.
Hz. Ismâil’Ie sÔzle§en Cenâb-i Hak, böylece mi­
ras hukukunu da tanzim etmi§ olmaktadir. §ôyle ki:
§âyet bir adamm biri sevilen, öbürü hcr gôrülen ha-
nimi varsa, fakat her iki kadmin dünyaya getirdigi bi­
rer oglandan ikincisininki ônce dogmu§ ise, o gôzde
kadmin degil, bu hanimin çocugu miras hakkina sâ­
hiptir. Netice olarak, ilk ogulluk hakkma, ônce dogan
vâris olacaktir. (Tesniye XXI, 15-17). Öyleyse bu hü­
küm, ismâil’in ilk evlat olma hakkma sâhip oldugunu
münâka§a konusu yapan herkesi susturmaya kâfi bir
delil degil midir?
§imdi de olabildigince kisa bir gekilde, bu Büyük
Evlat Olma Hakki’ni müzâkere edelim: Bilindigi üze-

39
re Hz. îbrâhim (a.s.) Allah’m resulü oldugu kadar da
bir kavmin reisiydi ve büyük sigir sürüleriyle geni§ bir
servetin sâhibiydi. Gôçebe hayatî sürdüren bir kimse,
arazî ve otlaklari miras olarak alam«iz, fakat kabile rei­
si kendine tâbi ve hükmü altmdaki kabile ve oymak-
l?in ogullari arasmda taksim ederdi. En genç beyzâde
babasmm ocagmi ve çadirmi aldig» halde, en ya§lasi-
nm -ehiiyetsiz olmadigi müddetçe- taht vârlsi olmasi
bir kâideydi, Meselâ Büyük Mogolîmparatoru Cengiz
Han, ôgedey Hân’i en büyük oldugu için Pékin’de
hâkan olarak tahta oturturken, Cengiz Hân’m en kü­
çük oglu Mogolistan’daki babaocagi olan Karakurum’-
da kalmiçtir (*) . Bu durum, îbrâhim’in iki oglu için de
tamâmen ayniydi*'*^ îki karde§ten küçügü olan Hz.
îshak, babasmin çadmni aldi ve böylece babasi gibi ça-
dirda gôçebe hayati ya§amaya devam etti. Halbuki Hz.
Ismâil, babasi Hz. Ibrâhim’le birlikte Kâbe’yi imar ve
muhafaza etmek için Hicaz'a gônderilip (Kur’an-i Ke­
rim, 2. sûre) burada yerlegti ve kendine inanan Arap
kabilelerinin hem peygamberi, hem de emiri oldu. i§-

’ ) A slm daÔgedey.CenÿzH ân’in üçüncQ ogluydu.Cengiz H ân. en bû­


yük oâlu olan Çôçi’yl kendisine rakip gôrdügünden ôldürtmii§tü. tkinci
oâluÇaâatay (0.1242), sert ve korkulatibiryatgilayici, Mo§o! Yasasi’-
nin tife bir uygulayicisi olmakiâ bcrSber, babasi tarafindan tahta otura-
cak ehliyette gôrülmemif, onun için imparatorlugunun en mühim top-
raklan Ogedey’e; en küçük veliaht Tuluy’a ise âilenin koruyucusu
“ôtçigin” olarak, babadan kalan ilk topraklanni, yâni Tulan, Yukan Onan
ve Yukan Kerulen arasindaki topraklar vcriJmistir. (Bk.; Grousse, R..
Bozkir lmparatorlu§ii. Istanbul, 1980, s. 249.)
**) Bk,: Eski Ahit, Tekvin, X X V , 27.

40
te orasi Mekke veya Bekke adiyle amlip, ortasin-
daki Kâbe de hacilarin tavaf ettigi bir yer hâline geldi.
Hz. ismâil, Hak bir dini ve sünnet olma gelenegini bu­
rada tesis etmi§ oldugu gibi, nesil de hemence artma-
ya ve gökteki yildizlar gibi çogaldikça çogalmaya ba§-
lamiçtir. Hz. ismäil’in zamanmdan Muhammed’in
(s.a.v) gelmesine kadar Hicaz, Yemen ve diger yer-
deki Arapiar dâima hür ve bulundukian memleketle-
rin efendileri olmuçtur. Roma ve Sâsanl împaratorlari
dâhil, Ismâilogullanna boyun egdirmekte âciz kalmi§-
lardir. Gerçl sonralan buralarda putperestlik zuhur et­
mekle berâber, Allah, Hz. ibrâhim, Hz. ismâil ve di­
ger bâzi peygamberlerin isimleri yagamakta devam et-
migtir. Hattâ Hz. Ishak’in büyük oglu Esav, küçük kar-
de§i Hz. Yâkup lehine baba yurdunu terkederek ken­
di kavminin reisi oldugu ve hem amcasi, hem de ka­
yinpederi olan Hz. îsmâil soyundan gelen Arap kabi-
leleriyle hemence kayna§iverdigi Edom’a yerleçtl.
Esav’in büyük evlatliktan dogan hakkini karde§i Hz.
Yâkub’a bir tabak çorbaya satmasi hikâyesl, Hz. ismâ-
ll’e atfedilen kötü muameleyl hakli çikarmak için Icat
edllmi§ Igrenç bir oyundur. iddiaya göre, daha bu ikiz-
1er annelerinin karnmda iken, “Allah, Esav’dan nef­
ret etmi§, Hz. Yâkub’u sevmi§tir’\ve once dogan kar-
de§ sonrakinin kölesi olmugtur (Tekvin, XXV, 23; Ro-
malilara Mektup, IX, 12, 13). Fakat ne tuhafbr ki,
muhtemelen ba§ka bir kaynaktan ahnmi§ bir ifâde, yu-

*) Bk.: Kut’an-i Kerim, Al-i tmran, 96.

41
kanda zikredilen kehanetìn tam tersine vukuubuldu-
gunu göstermektedir. Çünkü Tekvin’in otuzüçüncü bâ-
bi, Hz. Yäkub’un Esav’in Önünde yedi kere egilip biat
etmeden önce O’na “Efendim’’ ve “Köieniz” diye hi­
tap ettigini söylemek suretiyle birincisinin ikincisine hiz­
met ettigini açikça itiraf etmektedir.
Ve yine Tevrat’daki rivâyetlere göre, îbrâhim, Ke-
tura’dan ve “cäriyelerinden” daha pek çok oglu olup
bu sonuncularinkini hediye ve ihsanlar vererek dogu-
ya göndermigtir. Onlar orada güçlü ve büyük kabile­
ler hâline gelmi§tir. Tekvin’de Hz. Ismäil’in oniki oglu
ve reisleri bulundukian köy, oba ve ordular ismen te­
ker teker zikredilmi§tir. (XXV. Bâp). Ayni§ekilde, Hz.
Ibrähim’in (a.s) Ketura’dan dogan çocuklannm isim­
leri de Esav’mkiler gibi teker teker belirtilmi§tir.
Misir’a giderken Hz. Yâkup äilesine mensup ki§i-
lerin sayilarmm ancak yetmig civannda olmasi keyfi-
yetini,Esav tarafmdan burada dörtyüz atli ile kar§ilan-
masmi ve kuvvetli Arap kabilelerinin Ismäilogullann-
dan oniki beye boyun egmesini gözönüne alir ve Al­
lah’m son peygamberinin Isiâmiyeti tevdi ettiginde bü­
tün Arap kabilelerinin Hazreti Peygamberi ve dinini it­
tifakla kabul edip îbrâhimogullan’na vaadedilen top-
raklann bütünüyle itaat altina ahndigmi dü§ünür de Mu­
kaddes Sözle§me’nin Îbrâhlmle yapildjgmj ve bunun
da Muhammed Aleyhisselâm’m §ahsmda gerçekle|ti-
gini hâlâ görmemezlikten gelirsek, gerçekten körüz de­
mektir.
Bu bölümü bitirmeden önce, Kitäb-i Mukaddes

42
okuyuculannm v€ bilhassa da üst seviyedeki Kitab-i
Mukaddes ara§tirmacilarinin dikkatlerini sözde Mesihî
kehânetlerin ve haklarm Kral Süleyman’in ölümüyle
birlikte ikiye aynlan Dàvut Hànedani’na âit oldugu §ek-
lindeki bir propagandaya çekmek istiyorum. Halbuki
Samira veya îsrâil Kralligi’nda temâyüz etmi§ olan Hz.
ilyas ve Hz. Elyesa adindaki ikl büyük peygamber Hz.
Dàvut ve Hz. Süleyman’in isimlerini asla zikretmezler.
Diger taraftan, Kudüs on Yahudi kabiiesi için dînî mer-
kez olmaktan uzakti^'^ ve Dàvut soyundan gelenle-
rin ebedì krallik için sürdürdükleri talepleri geri çevrll-
mi§ti.
Fakat Hz. Dâvud’un evi ve Kudüs Mâbedi ile alâ-
kasi olan îçaya ve benzeri peygamberler, Büyük bir
Peygamber’in ve Kurtarici’nin gelecegini söylemi§ler-
dir.
Kitabimizin birinci bôlümünde belirttigimiz üzere
müjdelenen bu son peygamberin gelmesinin bilinme-
siyle ilgili çok çegitli ve çok kesin igâretler ve alâmetler
olup bunlan ilerideki bôlümlerde ele almaya çali§aca-
giz.

*) Yahudiler Misir’dan kovulduktan sonra Arz-i Mevud’a dogru yônelir-


1er. Oniki Y ahudi kabilesinden sâdece G o d ve Ruben ogullannin ta­
mami lie Manosse ogullannin bir kismi buraya yerle§ir, digerleri ba$ka
yerlere glder, orayi paylaçirlar. (Eski Ahlt, Sayilar, X X X II. ve XXXIII,
bäplar},

43
in
“MlSPA” KELÎMESÎNDEKÎ ESRAR
Bu bölümde Sâmilerin büyük atasi Hz.Ibrâhim’den
miras kalan eski Yahudi ta§ kültünün ne ifâde ettigini
anlatmaya ve bu ta§ kültünün Mekke’de Hz.lsmâil ve
babasi, Kenan diyannda Hz.îshak ile Hz. Yâkub; Mo-
ab’da ve ba§ka yerlerde yine Hz.îbrâhim’in ait torun­
lan tarañndan nasil tesis edildigini göstermeye çali-
§acagiz.
Hemen belirtelim ki “ta§ kültü” deyimiyle putpe­
restlik demek olan ta§a tapinma anlamim kastetmiyo-
ruz. Ben onunla Allah’a tapmak maksadi için ôzel sû­
rette hazirlanmi§ bir ta§ vasitasiyla Allah’a ibâdet et­
meyi kastediyorum. Uzun yillar ôncesinde gôçebe ve
kir hayati sürdüren bu seçkin âilenin ev yapmak im-
kânlan olmadigi gibi, bilhassa da Allah’a tapmak için
sabit bir merkezleri yoktu. I§te bundan dolayi, haccet-
mek gâyesiyle etrafinda yedi kere tavaf ettikleri, yâni
halka §eklinde dôndükleri beUi bir dikili ta§ kullaniyor-
lardi. Hacc kelimesi gerek Arapça §ekli, gerekse §im-
diki hâliyle Müslümanlann ibâdetieri olmasi sebebiyle
Hristiyan okuyuculan korkutup ürkütebilecek bir keli-
medir. Bu kelime îbrânice ve diger Sâmi lisanlarinda-
ki hacc kelimesiyle hem mâna, hem de etimoloji
bakimmdan tamâmen aynidir. îbrânice bagag fiili,
Arapça hacac kelimesi gibidir. Aradaki tek farkli taraf,
Sâmi aifabesinin üçüncü harfinin telaffuzundaki degi-
gikiiktir. Meselâ gama! kelimesinin ilk harfini Arap-
')Bilindiâi üzere Arap aifabesinin çimdikitertibinde h harfi,üçüncü degil,
bejinci sirada yeralmaktadir. Ancak Arap alfâbesine de kaynak olan eski

44
lar c gekiinde telaffuz ederken, Ibrâniler onu ggeklin-
de söylerler. Hz. Musa §eriati, haggag veya hag-
hagh kelimesini, bayram genligi yapilmasmi emre-
den ifàdelerde sik sik kullanmaktadir.
Bu kelime, belli bir dînî bayramin sevinç ve nag-
mclerle icrasi için bir binanm, sunagm veya bir ta§in
etrafini usùle uygun §ekilde ko$arak veya düzenli bir
biçimde yürüyerek dönmeyi (tavaíi) ifâde eder. Do§u
Hnstiyanlan hâlen bayram günlerinde veya nikâh tô-
renlerinde higga dedikleri bir §eyi yapmaktadirlar. Ne-
tice olarak, bu kelime Italyanca’daki pellegrino’dan tü-
remi§ olan “kutsal bir yeri ziyâret için yapilan seyahat”
mânâsma gelmedigi gibi, latincedeki “yabanci” anla-
mmdaki petegrlnus kelimesiyle DE ayni anlami taçi-
maz.
îbrâhim, kisa bir sure Için konakladigi çeçitli yer-
lerde ibâdet etmek ve kurban kesmek maksadiyle her
fiisatta birer sunak yapmayi ali§kanlik hâline getirmi§-
ti. Kezâ, Hz. Yâkub Padon Aram’a giderken rüyasin­
da acaylp bir merdiven görmüg ve üzerine yag döke-
rek admi Bethel, yâni “Allah’m Evi" koydugu bir ta§
dikmi§tir. Tekvin’de kaydedildiglne göre Hz. Yâ-
Sâm l Alfabesindeki tertipte bu harf yazarin dedlgl gibi üçüncü strada
bulunmaktaydi. (Bk-, Yazar, M.Bedreddln, Y a a ve Kal«m Güzell I, A n­
kara, 1 9 72, S.61)
1) Araplardan farkh olarak Arami kavimier gibi, Ibrâniler de csesine sa­
hip deglldirler. O nlann Uçüncü harfi gamal sert okundugu zaman g,
yumu§ak okundüâü' zaman gh olur
’ 1 Bahis konusu olay,soylc anlatln:vaktadB".“V c rü y a g ó rd ü v e i5teYei-
yüzüne bir merdiven dikilmif ve ba§i gôklere ermiçti......Ve Rab iste
onun üzerinde durup iÿte dedì. Baban TOâhim’in Aliah’i Rab benim üze-

45
kub burayi yirmi yil sonra tekrar ziyâret ettiginde yine
yag ve “sa{§arap” dökmügtür. (Tekvin, XXVIII, 10-22
ve XXXV). Aynca, Yakub ve kayinpederi Laban
ibränicede “Gaì’ead” denilen ta§ yiginlari üzerine anit
benzeri bir ta§ dikmi§ olup bu anita Laban kendi Ara­
mi lisanmda “$ehàdet ta§i” mànasma gelen “Yaghar
Sahdutha” adini vermi§ti. Fakat bu dikili ta§a verdik­
leri uygun isim Mispa (Tekvin XXXI, 45-55) olup, ben
bu kelimeyi Müslüman okuyuculanma kolaylik olsun
diye Arapçadaki gerçek §ekliyle “Misfa” biçiminde yaz-
mayi uygun görüyorum.
Bu Misfa kelimesi, sonralan çok önemli bir ibâdet
yeri ve ìsrail kavminin tarihinde önemli milli toplanti-
lann yapildigi meikeze alem olmu§tui. Burasi aym za­
manda Yahudi kahramam Yeftah’m “R ab’bin
huzurunda” yemin edip ammonogullari ile savaftigi ve
biricik kizini daglara kurban olarak sundugu bir yer-
dir. (Hàkimler XI). Yine burada, yâni Misfa’da Israilli
onbir kabileden dörtyüzbin kiliçli kimse toplanarak kötü
bir gàye için biraraya gelen Gibea’Ii BünyaminoguIIa-
n’ni imha etmek üzere toplanip yemin etmig ve neti-
cede de muvaffak olmuglardir (Hàkimler XX. ve XXL
bàplar). Keza, Samuel Peygamber bütün putlan ve tas-

rinde yatmakta oldugum diyari sana ve ziirriyetìne vercyim. Ve Yâkub


sabahleyin erken kalkt ve ba§min altma koydu§ ta§i aldi ve tepesine
zeytinya§i döktü ve yerin adini Bethel (Allah’in evi) koydu. (Tekvin,
XXVIII. 12, 13, 18, 19)
') Laban, Tevrat’a göre Hazreti tbràhim’in yegeni olup, peygamber
arncasma yaptigi eziyetlerle O ’nun Urfa’dan aynlmasina sebep olmug
tur.

46
virleri yoketmeleri için kavmini Aliah’m huzurunda ye-
min ettikieri Misfa’da toplami§ ve ancak bundan son­
ra Filisttnliler’in elinden emin oiabilmi§lerdir. (I. Sa­
muel, X). Nihâyet Saul’un Israil krali olarak ta-
yini de burada gerçeklegmiftir. Sözün kisasi, her önemli
millî meseie, Misia veya Bethel denilen burada kara­
ra baglaniyordu. Bu mukaddes yerlerin yüksek yerle-
re veya yigma tepecikier üzerine yapildigi ve genellik­
le “yüksek yer” mânasma gelen Ramoth denildigi gö­
rülmektedir. Süleyman’m muhtegem Mâbedi’nin in§a-
smdan sonra bile, buMisfa’lara büyük saygi gösterii-
meye devam edildi. Fakat Mekke’deki Kâbe’de oldu­
gu üzere bu Misfa’larm da zaman zaman put ve tas-
virledolduruldugubir gerçektir. Kudüs’ün ve Mâbedi’­
nin Keidâniler tarafmdan yikiimasmdan sonra, Misfa,
Krai Antiochus’un hükümdarligi boyunca Makkabiier
zamanma kadar kutsal karakterini korumu§tur.
§imdi, Misfa’dan ne ania§ilmasi gerektigi konusuna
gelelim: Bu kelime genellikie “gôzetieme kulesi” §ek-
linde tercüme edilmi§ olup isimlerini, ihtiva ettigi ve­
ya §âmil oldugu bir nesneden almi§, ya da bundan tü-
remi§ bulunan Sâmice isimier -zarf isimier- smifma gi-

l)B e m m müiâcaalettigim Kitab-iMukaddes,EskiAhid’inMuleber olma­


yan veya sonradan mûteber kabul edilen kitaplanni içine almamakta-
dir. Bu Kitab-i Mukaddes, Amerikan Kitab-i Mukaddes Dernegi tara­
findan 1893 yilinda New York’ta yayinlanmi§tir. Baçligi çôyledir; Fih-
ristii ve Hüccetii Eski Ahdin ve Yeni Ahdin Kutsal Kitapian. Eski diiler-
den çevriimi§ Amerikan Kitab-i Mukaddes Dernegi Matbaasinda basil-
mijtir.

47
rer. Misfa, eskiden “ta§" mânasina kullanilan safa kö­
künden türemi§ bir yer veya bina adidir. Ibränice’de
“iaÿ”in a)j§ilage!en ismi, “/ben”, Arapça’da “hacer”,
Süryânicede “/cipa’’dir. Fakat, safa belirli bázi nesne-
1er veya §ahislar “ta$” olarak isimlendirildigi zaman bun­
larin hepsi için kullanilan bir ad §eklinde gôrülmekte-
dir. Bundan dolayi, Misfa’nin gerçek mânasi, bir sa-
/a’nin, yâni bir ta§in yerle§tirildi§i veya konuldugu yer
ve mekândir. Bu misfa isminin ta§ blokiardan meyda­
na gelen küme üzerine dikilen ta§ anlammda kullanil-
di§i ilk zamanlar onun etrafina ba§ka bir binanin ya-
pilmadigi da görülecektir. Kisacasi Misfa, üzerine bü­
yük bir “sa/a”nin -taçin- yerle§tirildi§i mahaidir.
Sapha sôzünün mânasini açiklamadan ônce, îb­
rânice ile ilgisi olmayan okuyuculanmm tekrar sabnni
ta§irmak mecburiyetinde kalacagim için üzgünüm. Ay­
nen ibränicede ve diger Sâmi lisanlarmda oldugu gi­
bi, Arapçada da p sesi eksiktir. Sâmi lisanlannda p harfi
5 sesi gibi bâzan yumu§ar ve / gibi telaffuz edilir. îngi-
lizce’deki bir kâide geregince f sesi ihtiva eden Sâmi
ve Yunanca kelimeler, f harfi yerine “p h ”nin eklen-
mesiyle yazilmaktadir. Meselâ seraph, Mustapha ve
philosophy kelimelerinde oldugu gibi... I§te bu kâide
uyannca. Safa kelimesini “sapha”^\dinàe yazmayi ter­
cih ediyorum.
l§te, ilk havarisi Simon’a, Petros (Peter) adini ve-
rirken,anla§ilan O, uzun müddet ônce kaybolmu§ olan
eski mukaddes sapha kelimesini biliyor olmaliydi. An­
cak, ne yazik kl bu mefhumun karjiligi olarak kendi

48
ana dilinde kullandigi kelimeyi tam olarak tesbit ede­
memekteyiz. Grekçe söyleni§i ve müzekker hâliyie Pet­
ros -ki müennesi Petra’dir- öyle garip ve Yunanca’ya
öyle yabanci bir kelimedir ki, bunun Kiliseler tarafin­
dan her zaman için hüsnü kabul görmesi gerçekten §a-
§irticidir. Gerçekte Hz. Isa (a.s.) veya diger herhangi
bir Yahudi balikçi Bar Yona’yt “Petros” olarak çagir-
mayi hiç dü§ünmü§ müdür acaba? Kesinlikle hayir
Pe§itte denilen Süryanice tercüme, bu Grek asiüi keli­
meyi sik sik kipha (kifa) geklinde tercüme etml§tir.
“Kepbas” kelimesinin Yunanca metinlerde bile aslî hâ-
lini korumasi ve buradan da Ingilizce tercümelere ay­
nen -Cephas- §eklinde geçmi§ olmasi, Hz. îsa’nin (a.s.)
Ârâmi lisani ile konu§tugunu ve ba§ havârisine Petros
degil “Kipha" sanini verdigini açikça göstermektedir.
Yeni Ahid’in eski Arapça tercümelerinde Aziz Pet-
rus’un ismi genellikle “Ta§ Sim on" mânasmda
“$em ’unus-$afa" §eklindeki sözleri de Arapça tercü­
melere “Ente’S’Safa” olarak aktanlmi§ bulunmaktadir,
(Matta Incili, XVI, 18, Yuhanna, 1, 42 vs.)
Içte bundan dolayi, Simon, safa (ta§) mânasma ge-
lirse, bunun üzerine in§a edilen kilisenin de (Ism-i me-

* ) Bahsl geçen olayla ilglli Matta’daki i§âret §ôyIedir:“Ve Isa cevap vere­
rek dedi; Ne mutlusun, ey Sim on, çünkü sana bunu açan et ve kan
degli, Göklerde olan Baba’ndir, (Matta XV I, 17).
" )In c il’de sözkonusu nâdise §öyle anlatilmaktadir: “Ben de sana de
rim kl: Sen Petrus’sun ve ben kilisemi bu kayanin üzerine kuracagim”
(Matta, XV I, 18)
“O nu Isa’ya götürdü. isa O ’na bakip dedi: Sen Yuhanna oglu Simon’-
sun; Sen Kifas (ki, Petrus-ta§, kaya-cliye tercüme olunur) çagnlacaksin”
(Yuhanna Incili, Ì, 42),

49
kân olmasi hasebiyle) Misfa olarak adlandirilmasi icap
edecektir. Zâten îsa da gâyet mânali bir §ekilde Si­
m on'u Safa’ya benzetirken, Kiliseyi de Misfa’ya ben-
zetmlgtir. Fakat bu benzerlikteki gizli bulunan sim ve
Safa’da dile getirilen hikmeti açikladigimda, bu husus,
Hz. Muhammed’e (s.a.s) MÜSTAFA ünvaninin veri*
iiginde en büyük mûcize olarak kabul edilmelidir.
Yukaridanberi yapilagelen izahlardan sonra dik-
katimlz §u sorulann cevaplan üzerinde yogunlagacak-
tir:
(a) Hz. ibrâhim’in Müslüman ve Tevhit akîdesine
inanan soyu, üzerinde veya etrafinda dinî vazifelerini
icra etmek için neden bir ta§i seçmigtir?
(b) Bu ôzel ta§a niçin safa adi verilmi§tir?
(c) Bu keiimeyle yazar, ne demek istemiçtir? Ve
buna benzer daha nice sorular...
Bu tag, seyahati seven kimselerin, üzerine zeytin-
yagi ve §arap (D dôkerek kurban sunmalan ve etra-
fmda dinî vazifelerini eda etmeleri Için seçilmi| en uy­
gun bu madde idi. Bundan da ônemiisi, bu taglar bir
peygamberin veya bir velinin Yaratici’sina verdigi sô­
zün ya da Allah’tan aldigi vahyin hatirasmi canli tut*
mak maksadiyle dikilmi§ bulunmaktaydi. Kisacasi onlar
büyük bir dînî oiayin kutsalligini ve hâtirasini ebeâûe§-
tiren kutsal yapüardi. Bôyle bir gâye için de ta§dan da­
ha üstün bir maizeme olamazdi. îgte, ta§ bôyle bir mak­
sat için sâdece en dayanikh ve saglam bir maizeme ol-

1) Tevrata göre §arap Israillere yasak edilmemi§ti.

50
makla kalmayip, ayni zamanda sâde görünü§ü, fazla
kiymetli olmayi|i v g u c u z o 1u § u , issiz bir yerde harhangi
bir kimsenin onu yikmak veyabâzikisimlarini çalip go-
türmek hirsma kar§i da bir teminat idi. Bilindigi üzere
Musa §eriati sunagin ta§larinin oyulmasini ve kirilma-
sini §iddetle yasaklamigtir. î§te Sapha (Safa) denilen
taglar tamâmen tabii hâliyle kullaniliyor, câhil halki za-
manla onlara tapmaktan ahkoymak Için de bu ta§Ja-
rin üzerine herhangi bir tasvir, yazi veya oyma süsle-
meler i§lenmiyordu. Bu sebeple altin, gümü§, demir
veya ba§ka metalden hiçbirinin bu basit ta§lann gôr­
dügü vazifeyi gôrmesi kâbil degildi. Bundah da anla-
§ilacagt üzere dinî ve mübârek sayilan bir yapi için ta§-
tan daha sâde, daha dayanikh, daha kullani§h ve emin
bir maizeme olamazdi.
Bilindigi gibi, putperest Roma Baçkâhini Maximus’-
un tapindigi Jüpiter’in dôkme bronzdan heykeh Pan-
teon’dan çalinma olup ancak bir papanin emriyle St.
Peter tasviri hâiinde yeniden düzenlenmi§tir. Ve ger­
çekten de Sapha mefhumunda dile gelen hikmet, Al­
lah’tan ba§ka bir §eye tapmayan kimselerin aniayip tak­
dir edebilecekleri bir hikmettir.
Hatirlanmasi gereken diger bir husus da, bu ta§-
larin sâdece kutsal bir bina olarak degil, ayni zaman­
da yer tayini için iyi bir i§âret olarak kullanilmak üzere
dikilmesidir. l§te bu sebepledir ki, îslâm dinindeki Hacc,
-îbrânicesi Higga’dir- mukaddes ta§in yerlegtirildigi bir
bina etrafinda dolanmak sûretiyle eda olunur. Bihn­
digi gibi Karamatìler Kâbe’deki Hacer-i Esved’i kutsalhgi

51
dolayisiyla kendi memleketlerine götürerek burada yir­
mi yil kadar ahkoyduktan sonra haciian Mekke’dcn
caydiramadiklari için tekrar eski yerine koymak mec-
buriyetinde kalmiflardi. Eger bu, bir ta§ olmayip da al­
tin veya ba§ka bir degerli madde olsaydi, §imdi mev­
cut olamayacak veya en azmdan be§bin senelik mâzi-
si bulunmayacakti. Keza, O’nun üzerinde birtakim be-
zemeler, süslemeler yapilip resimler çizilmi§ olsaydi,
bu defa da bizzat Hz. Peygamber tarafmdan kirilacagi
muhakkakti.
Safa kelimesinin mânasma -daha dogrusu
mânâlanna- gelince, bu tamâmen ta§m özellikieri ile
ilgilidir.
Bu kelime, “Sad” ve sonu “/” seslisiyle biten “p i”
sessizierinden meydana gelip isim ve fiil olarak kulla-
nilir ve “kal” vezninde olunca, yâni “Saf” §eklinde ge-
lirse, “sâfiyet”, “beklemek”, “kati ve sa^/am” anlam­
larmi da ihtiva eder. Etken bir vezin olan “fiel” vez­
ninden gelir de “Sifa” §eklini alirsa, o zaman da “seg-
tirmek”, “segmeye sebep olmak” vs. anlamlanni ifâ­
de eder.
Bilindigi üzere, Eski Ahid’de kuleden gôzetieme
yapan kimseye Sofi deniliyordu. (2. Krallar, IX, 17
vs.) Eskiden, yâni Süleyman Mâbedi yapilmadan ön­
ce peygambere veya Allah adami bir kimseye “G ö­
ren”, “Gözetici”, mânasma gelen “Roiy”, ya da “H on”
denilmekteydi. (I. Samuel, IX, 9) . Bütün ibrânibil-

'^Sözkonusu ibâre aynen §ôyiedlr:Evvellerilsrâirdc Allah’tan sormak için

52
ginleri, “Saf, sert, kati bir §eyi seçmeye çab§an kimse
vs. ” anlamma gelen Arapça Musaffi kelimesiyle ayni
anlama gelen ve ayni yapiya sahip olan Msaphpi da­
ha dogrusu Maappi kelimesinden muhakkak ki haber*
dardilar. Yizrael Kulesi’ndeki gözcü yukanda sözünü
ettigimiz §ekilde §ehre gelmekte olan insan kafilelerini
daha uzakta iken tanimak ve tesbit etmek için bekli-
yor ve gözetliyordu. ̧te bu gözcülerden biri bir kafile-
ye ula§ip onlara katildiktan sonra geri dönmeyen kra­
lm ilk elçisini görmü§tü. Ikinci ve üçüncü elçinin duru-
mu da aym idi. I§te bundan sonradir ki, bu Sofi grup
ba§kaninm Yehu oldugunu anlamaya muvafiak olmu§-
tu. §imdi burada §öyle bir soru akla geimektedir; Bu
kuledeki gözcünün acaba resmì vazifesi ve i§i neydi?
Tabii ki kafiledekilerin kim olduklanni ve hareketlerini
daha uzakta iken anlamak için dikkatli bir §ekilde göz-
etlemek ve sonra da bu bilgileri kralma iletmekti. Peki
“bu Misfa’daki münzevi Sofì’nin i§i ve görevi ne olu-
yor?” sorusuna “onlarm vazifesi sâdece çôldeki haci-
lann kim oldugunu bilmek için Misfa’nm minàresinden
gòzetìemek, ya da bàzi tehiikelere kar§ì nöbet
tutmaktir” §eklinde verilecek bir cevap mütecessis bir
ara§tirmaciyi tatmin edemeyecektir. Çünkü eger Mis-
falarm yapili| gâyesi ve buradaki münzevi Sofilerin bu-
lunu§unun hikmeti bu olsaydi, Misfalarm dìnì ve kut­
sal karakterleri ortadan kalkacak ve daha ziyàde as-
keri bir kule hüviyeti kazanacakti. Ancak, Misfadaki
gittigi zaman adam böyle derdi. Gel Goren’e gidellm, Ç ünkü paygam-
ber denilene öncekri Gören dcnilirdl-

53
§ahsaSo//deniimesi, ì§i tamamen degi§tirmektedir. As­
hnda Misfa, bir Sofi’nin àilesi veya mahiyeti ile birlikte
münzevi bir hayat sürdürdügü, Kenan ülkesindeki üaa
bir tepe üzerine yapilmi§ bir mabet idi. ̧te bu Kenan
diyannin Israil tarafmdan zapti ve i§ga!iyle Misfa’larm
sayilari artmi§ ve buralarda dini merkezierin kuruldu-
§u, di! ve kardeçhk cemiyetlnin tesis edilip geli§tirildi§i
yerler olmaya ba§lami§tir. Buradaki bütün bu faaliyet­
leri, islâmî cemiyetlerde her biri birer mür§it veya §eyh
etrafmda te§kilatlanan Mevlevi, Bekta§i, Nak§ibendi ve
diger dînî cemiyetierin faaliyet ve te§kilatlanna benzet-
mek mümkündür. ̧te bu Misfa’lann yanmda zaman-
Ja içinde Yahudi jeriatmm, dininin, tbrani tarih ve ede-
biyatiyla diger ilimlerìn okutuldugu okullar bulunmak-
taydi. Ancak, bütün bu egitim ve ögretim faaliyetin-
den daha üstün olmak üzere Sofi, Sufizm adiyla bildi-
gimiz, dinin mistik ve derùni yönünü okutup Ögrettigi
ve yönettigi bir cemiyetin en yüksek bagkaniydi. As­
hnda, bugün bizim sofi diye isimlendirdigimiz kiselere
yahudiler o zaman “Nebiim”, yâni Nebiler; tekkeler-
de edilen zikir ve ibàdetlerde okunulan duaiara da
“/ce/iénef” aniamma gelen birfeyler diyorlardi. Misfa
te§kilatinin oldugu kadar, devletin de reisi olan Samuel
peygamber zamanmda bu te§kilatm üye ve gömezie-
rinin sayilaribir hayh artmi§ti. Saul yaglanip taç giydik-
ten sonra, müritleriyle birlikte zikirlere i§tirak etmeye
ba§ladi ve her tarafa “Saul’u da peygamberler arasin­
da görünüz” diye haber gönderdi. Bu söz bir darbi me-
sel oldu. Çünkü zâten peygamberlerle peygamberlik

54
ediyordu (I. Samuel, X, 9-13). îbrânüer arasmda mis-
tisizm Kral Siileyman’m ölümüne kadar devrin pey­
gamberinin onderligi ve himâyesi altmda gizli dìnì bir
karde§lik te§kilati olarak devam etti. Krailigm ikiye ay-
nlmasmdan sonra bu mistikler arasmda da hizipler
meydana geldi ve yine bildirildigine göre M.Ö. 900
yilmda diger bütün peygamberlerin öldürülmesi sebe­
biyle Ilya, hayatta kalan tek peygamber oluyordu. Bir
rivàyete göre Kraliçe ìzabel’in sofrasmda yemek yiyen
Baal ve Agera’ya mensup tam sekizyüzelli peygamber
öldürüimü§tü. (I. Krallar, XVIII, 18). Fakat birkaç se­
ne sonra llya’nin taraftan ve halefi olan Elyesa Pey­
gamber, Bethel ve Eriha’da efendisi Ìlya’nm yakmda
vukuubulacak göge yükselmesini haber veren (")
“peygamberoSuHarindan” büyük bir kalabahk tarafm­
dan kar§ilandi. (2. Krallar, II. Bâp).
Büyük dînî ve millî hiziple§meden sonra Yahudi
sofizminin hakiki durumu ne olursa olsun, Allah’m ger­
çek bilgisi ile dinin derûnî ilminin, Hz. isa’nm zama-
nma kadar devam ettigi kesindir. Bilindigi gibi O, §à-
kirdier cemiyetini gizli bir din hâiinde “Kaya Sim on’-
un §ahsinda” in§a etmi§ti. Yine, gerçek Sûfiler !*’), yâ­
ni Hz. isa’nm (a.s.) bu Misfa’smm sâdik bekçileri, bu
derùni ilmi yok olmaktan kurtardiklan gibi, Aliah’m seç­
kin kulu mânâsma gelen Ibrânicesi oian Mustafi olan

') Eski Ahid’e göre bu gô^e yükselme hadisesi bir kasirga ile gerçek-
le|mi§tir (11. Krallar. II, Ml).
) Yazarin bu ifädeleri, Kur’anda zikredilen Hz. Ibrâhim’in dininin tâ-
kipçileri Hanifler’in hatirlanmasiyla daha iyi anla§ilacaktir.

55
Muhammed Mustafa (s.a.v) gelinceye kadar da bun­
iann bekçiligini yapmi§tir.
Daha önce de belùttìgimiz gibi, Kitàb-J Mukaddes’in
bildirdigine göre birçok peygamberin bu Misfa’larla il­
gisi vardir. Fakat Kur’an’i Kerim’in açikça beJirttigi Qzere
“AUah, kimi peygamber tayin edecegini en iyi biien-
^ir” (^> Allah’in peygamberlik nimetini bir kimseye
soylulugu, zenginligi, hattâ dindarhgi sebebiyle degil,
kendisi öyle istedigi için ihsan ettigini bvimemiz icap
eder. Allah rizasi için yapilan i§ler, iman ve tefekkür,
ruh temizligi, dua, oruç, ibâdet ve dînî biigiler bir in­
sani bir mürgit veya evliya mertebesine yükseltebilirse
de bir peygamber derecesine asla yükseltemez. Çün­
kü peygamberlik §ahsî çabayla elde edilen bir§ey ol­
mayip Allah vergisidir. Hattâ peygamberler arasmda
bile Kitap’la §ereflendirilmi§ ve dogrudan dogruya belli
bir cemiyeti islah için gôrevlendirilmi§ resul ve nebile-
rin sayisi pek fazla degildir. Bu sebeple Yahudilerin
Kutsal Kitap’larinda kullanilan “peygamberler” ifade-
si genellikle muglaktir.
Bu münäsebetle, bir hususa daha i§âret etmemiz
yerinde olacaktir. Kitâb-i Mukaddes’teki bu bilgilerin
büyük bir kismi muhtemelen Bâbil esâreti ôncesine,
hattâ daha da evveline âit bu Misfa’larm eseri vemahsu-
lüdür. Fakat daha sonralan bunlar ismini bilemedigi-
miz §ahislar tarafindan §imdiki hâlini ahncaya kadar
durmadan degi§tirilmi§tir.

1) Bk.: VI. Sure.

56
Isterseniz §imdi de Islâmî Sûfilik ile Yunanca Sof­
ya (Hikmet) keiimeleri üzerine birkaç sÖz söyieyelim:
Ancak, hemen §unu beiirteilm ki, buniann yüksek se-
vlyede münäka§asini yapmak bu kitabin asil gâyesi de­
gildir. Felsefe, geni§ mânasiyla varligm ilk prensiblnin
aragtirilmasi veya ilmidir. Ba§ka bir deyl§le felsefe,mut­
lak varligi ara§tinp ögrenmek için flzigin dar sininni ag­
mak ve tabiatta vukuubulan veya görülen hâdiselerin
sebep ve känunlann öteslne uzanmaktir. Onun bütün
derdi dävasi hakikati bulmaktir. Islämdakl Süfllik, ya­
ni tasavvuf ise Allah’i ve O ’nun yaninda kendisinin ne
oldugunu tefekkür ve bu iki varlik arasinda vahdeti tesis
etme gayretldir. IsIàm tasavvufunun Yunan felsefesi-
ne üstünlügü, eie aldigi konudan ve gäyesinden kay-
naklanmaktadir. Keza o, diger insanlann vicdan ve ka­
nâatlerine aldirmayan Hiristiyan ruhbanligindan da üs-
tündür. Bir Müslüman süfl, ba§ka dindarlara saygi gös-
termekten zevk duyar, zindiklik fikrine güler geçer. Ezi-
yet ve igkencelere kar§i nefret duyar. Halbuki Hiristi­
yan azizlerinin büyük çogunlugu ise zindik saydiklan
kimselere ya eziyet etmi§,ya da oniardan eziyct gör-
mü§ kimseler olup §öhretleri arasina a§in taassuplciri
da glrer. Ne yazik kl gerçek böyledir.
Asil konuya girig mâhiyetinde igâret edecegimiz
ikinci husus, Müslümanlann Grekçe “/^/se/e” geklin­
de ve üçüncü sessizi säd ( v-i« ) -ki Ibrânicesi izadi’dir-
harfl yerine sin ( O " ) ile yazmalan olup ashnda bu ses
Ibrânice ve Arapça Safa ve Safi kelimelerinde bulu­
nan sessiz harflerden birkdir. Kanàatimce felsefe keli-

57
mesi bu §ekliyle Arapçaya,Nasturi mezhebine bagli bir
Süryani mütercim tarafmdan sokulmu§ oimalidir. Türk­
ler, ayni kokten geldigi halde Aya Sofya’nm Sofya’si-
ni sad\ felsefeyi de sin harfleriyle yazariar. îbrânice Sâ-
mekh’de oldugu gibi Grekçe Sophia kelin.esinin îbrâ­
nice safa kelimesiyle ayni yapiya sahip olduguna ina-
niyor ve îslâmi sovfiya ’nm yün mânâsma gelen sof ke­
limesinden türedigine dâir görü§lerin terkedilmesi ge-
rektigini dû§ünüyorum.
Gerçek sofia -veya hikmet- Aliah’m gerçek limi,
ahiàk ve dine ait en sthhaili biigiler ve Ailah’jn son pey­
gamberinin resulleri arasindan yanilmaz bir §ekilde se-
çimi gibi §eyler, bu misfa’lar Nasata, yani Hristiyan Mis-
fa’sma dönünceye kadar hep bu Ìsrailogullan Misfa-
si’na aitti. Bunlar arasmda nasil bir benzerligin oldu-
gunu ve Allah’m insanoglu ile ilgili hüküm ve tasarru-
funu nasi! mükemmel bir birlik ve nizam içerisinde sü-
rüp geldigini görmek gerçekten hayret vericidir. Mis­
fa, bütün bilgi ve §ahislarm, Ibränicesi JHusappi olan
bir Musaffi tarafindan elek misali elenip süzüldügü bir
yerdir. Böylece sahtesi hakikisinden; saf olmayam sa-
findan aynlmaktadir. Fakat, asirlar biribirini kovaladi-
gi, peygamberlerin biniercesi gelip gittigi halde Mus­
tafa, yani “segiimi§ kimse” zuhur etmemi§tir. ̧te bu
sirada Hazreti Isa, peygamber olarak gelirse de fazla
taraftar toplayamaz ve çegitli eziyet ve i§kencelere mâ­
ruz kahr. Çünkü O’nu kendisinden sonra gelecek Son
Peygamber Mustafa’nm (s.a.v) §ähidi olarak gônderi­
len Allah’m gerçek peygamberi §eklinde taniyip ilan

58
etmesi gereken resmî bir Misfa te§kilati artik Israil’de
bulunmuyordu. Ezra ve Nehemya tarafmdan topla-
nip gelenekle§tirilen ve son üyesi Adii Simon(M.Ö.-
310) olan “Büyük Sinagog Medisi"nir\ yerini “Sahed-
rin” adi veriien Kudüs Yüce Mahkemesi almi§tir. Fa-
katbafkanliginiNass/’nin yâni prensin yaptigi bu ikin­
cisi, Hz. isa’nm{a.s.) ilâhi görevinin mahiyet ve §ümu-
lünü gerçek mânasiyla bilmedigi içinO ’nu idama mah-
kum etmi§tir. Bununla berâber birkaç sofinin Hz. îsa-
yi(a.s.) hak peygamber olarak taniyip iman ettigi de
bir gerçektir. Ancak, o devirdeki büyük bir güruh,
O’nxi Müstafa, yâni “Ailab’in seçkin peygamberi” o-
larak kabul edip ululamak ve krallan olarak ilan et­
mek hatasina dü§tüler. Fakat Hazreti Isa, oniardan
ayrilarak kaybolup gitti. Isa elbette ki Mustafa degil­
di. Eger öyle olsaydi O’nun havarisi Simon’a safa ve
kilisesine de Misfa demesi saçma olurdu. Zira Misfa’­
nm bütün i|i ve görevi, kendisini antihp seçilmi§ biri,
yani Mustafa olarak ilan eden Mustafa gelinceye ka­
dar bu son Peygamberi aramak ve gôzetlemek idi.
§ayet îsa, Mustafa olsaydi, Misfa te§kilatinm daha
fazla devam etmesine lüzum kalmayacakti. Bu aslm-
da sabirli ve titiz çali§mayi gerektiren son derece de­
rin ve ônemli bir konudur. Netice olarak, yukaridan
beri açiklayageldigimiz Misfa, kelimesi ve te§kilatmm
sim da, Sofya (Hikmet) kelimesinde sakli bulunan
hazine de Islâm Peygamberi Muhammed Mustafa A-
leyhisselâm’dir.

59
IV
HZ. MUHAMMED (S.A.V) TEVRATTA SÖZÜ
SÖZÜ EDÎLEN ÇÎLOH’DUR
Hazreti îbrâhim’in torunu olan Hz. Yâkub peygam­
ber, yüzkirkyedi ya§mda oldugu halde ôlüm dô§egin-
de yatarken, âileleriyle birlikte oniki oglunu yanina ça-
girip takdis ettikten sonra, kabilesinin gelecegi hakkinda
konugmaya ba§lar. Genellikle “Yâkub’un Ahdi” ola­
rak bilinen bu sôzler, kitabin ba§ka bir yerinde gôrül-
meyecek kadar güzel bir Ibrâniceyle §iir tarzmda yazil-
mi§tir. l§te Hz. Yâkub’un bu sôzleri, Kitab-i Mukad­
des’in ba§ka bir yerinde tekrar edilmeyen ve benzeri
de bulunmayan birkaç kelime ihtiva etmekte ve ha­
yati boyunca bir sürü ini§ ve çiki§lara sâhip olan bir in­
sanm ba§mdan geçen çe§itli olaylan dile getirmekte-
dir. Riväyete göre O, karde§i Esav’in açligmdan istifâ-
de ederek “îlk eviat olma hakki”m bir tabak çorbaya
satin almi§, ya§li ve âma babasini aldatmi§, Esav’in hak-
kmi gaspetmek suretiyle kutsalhk kazanmi§tir. Ve yi­
ne bu rivâyete göre Hz, Yâkub, evlenebilmek için Ra-
§el’e yedi sene hizmet etmi§ ve ya§h kizi Lea ile ger-
dege sokularak kayinpederi tarafmdan aldatilmig ve ne­
ticede birincisine kavu§abilmek için bir yedi sene da­
ha hizmet etmeyi kabullenmek zorunda kalmiftir.
§ehrin hükümdannin oglu §ekem’in, Hz. Yâkub’un
kizinin irzina geçmesi üzerine, Hz. Yâkub’un iki oglu
Simon ile Levi, orada bulunan erkeklerin hepsini ki-

■) Tekvin, X X IX , 13-27.

60
liçtan geçirir. * * Bütün bu hâdiseler Hz. Yâkub’u çok
üzmü§ bulunuyordu. Ilk oglu Ruben’in kendi yatagm-
da kendi câriyeslni ba§tan çikararak i§ledlgi alçaklik*")
da yarasina tuz biber ekmigti. Fakat O’nun asil büyük
acîsi, gôzde kansi Raçel’in ölümünden sonra, yine en
sevdigi oglu Hz. Yusuf’un uzun müddet kaybolmasiy-
di. Ogiunun Misir’da makarn sâhibi olmasi ve tekrar
babaocagma dônmesi, Hz. Yâkub’u büyük sevince
garkettigi gibi gôzüne de yeniden kavu§tu. Hz. Yâkub’a
da peygamberlik verilmi§ ve Allah tarafmdan “¡srai]”
olarak isimlendirilmi§ olup bu Israil adi, sonralari O’­
nun soyundan gelen oniki kabile tarafndan benimsen-
mi§tir.
Büyük evlat olma hakkinm gasbi meselesindeki si-
yâset, Tekvin’de uzun uzadiya anlatilirken, Hz. Yâkub,
diger §ahislarm hakianna tecavüz eden bir kahraman
olarak takdim edilmektedir. Yine bildirildigine göre Hz.
Yâkub, büyük torun olma hakkmi torunlarinm için-
den Manesse’ye degil, daha küçük olan Efraim’e ver­
mi? ve buniann babalari Hz. Yusuf’un itirazian da fay­
da etmemiçtir. (Tekvin, XLVIII.}. Ayni §ekilde, Dan
ve Neftali isimlerindeki iki erkek çocugun annesi ve
kendi câriyesi Bilha ile yattigi için, büyük evlat olma
hakkmi en büyük ogluna degil, dördüncü oglu Yahu-
da’ya verip onu takdis etmeyi uygun gôrdügü de be-
lirtilmektedir. Fakat Hz. Yâkub, Hz. Isa ile Hz. Davud’­
un (a.s.) ceddi olan bir evlat dünyaya getiren gelini
•) Tekvin, X X X IV , 2,25.
Tekvin, X X X , 14, vd.

61
Tamara ile zina yapmasi sebebiyle, birincisinden da­
ha iyi olmayan ikincisini yani Yahuda’yi da bu haktan
mahrum etmi§ bulunmaktadir. (Tekvin, XXXV, 22 ve
XXXVIII.)
Bu kitabm Yahudi ve Hristiyanlann iddia ettigi gi­
bi “Ruhülkudüs” tarafmdan yazildigmi, ya da en azm­
dan gözden geçirilerek insanlara ula§tinldigmi kabul et­
mek gerçekten mümkün degildir. Rivâyete göre Hz.
Yâkub, Allah’m §eriati yasakladigi halde iki kiz kar-
de§le ayni anda evlilik hayatì ya§ami§tir. (Levililer, XVI-
II, 18). Aslinda Hz. Yusuf ve Bünyamin’in haricinde
Hz. Yâkub’un diger bütün ogullan bir peygamber äi-
lesine yakigmayacak kaba çoban, babalarina ve Yu-
suf’a kar§i yalanci, kâfir ve zâni olarak tasvir edilmig-
tir. §üphesiz ki Müslümanlar bir peygambere veya bir
veliye kar§i söylenen bu gibi söz ve iftiralan, Kur’an’­
da açikca yer almadigi müddetçe kabul etmezler. Ya-
huda’ya isnat edilen bu suçun gerçek olabilecegine biz
inanmiyoruz (Tekvin, XXXVII. Bap)).Aksi takdirde
Hz. Yâkub’un O’nu takdis etmesi bir çeligki olurdu. is­
terseniz §imdi bu takdis hususunu ara§tirmaya ve in-
celemeye geçelim;
Eger Yahuda, Öz geilni Tamar’aan dogan Perez’-
in gerçekten babasi olsaydi, Hz. Yâkub bu oglunu tak-
dis edemezdi. Çünkü kendisine peygamberlik ihsan
eden Allah’m känunu, zina yapan kadin ve erkegin
her ikisini birden ölüme mahkûm etmektedir (Levili­
ler XX. 12). Ne var ki Yâkub ve âilesi hakkinda hiç
de ho| olmayan böyle hikâyelere Tekvin’de rastlamak-

62
tayiz (XXV. 1).
Eski Ahid’in özünü te§kil edecek kadar önem arz
eden me§hur bir kehânet, Tekvin kitabmin Kirkdoku-
zuncu Bâbi’nin onuncu âyetinde bulunmakta olup §ôy-
ledir:
“$ilo gelinceye kadar
Sahanat Âsasi Yabuda’dan,
Hükümranlik Asasi da ayaklanmn arasindan ay-
rilmayacaktir,
Ve insanlarin itaati de O’na olacaktir.”
Bildigim kadanyle îbrânice metnin kelimesi keli-
mesine tercümesi bu §ekildedir. Eski Ahid’in ba§ka hiç­
bir yerinde e§i ve benzeri olmayan iki kelime bulun­
maktadir ki, bunlardan biri “Çilo”, digeri ise “yikha”,
ya da “yikhat”d\r.
§ilo’nun ibrânice §ekli Sin [ S)' ], yod [ *» ],lâ-
med [ ^ ] ve hi [ t! ] olmak üzere dört harften mey­
dana geimektedir. Bildigimiz kadanyle Efraim’de
bir kasabanm ismi §iloisede(î. Samuel, l.Bâp)(“ ) bu
ôzel isim yod harfi olmaksizin yazilmaktadir. Bu §ilo
ismi, üzerinde On Emir’in yazili bulundugu ta§ tablet-
lerin saklandigi sandigin veya mâbedin yer aJdigi ka-
saba olmadigi gibi, onu ima da etmemektedir. Çünkü
o zamana kadar Saltanat ve Hükümranlik Âsasi’nin

*) Filißtin'de b ir bôlgenin adi


**) I. Samme! I. B âp. 3.9.24; II. B âp. 14

63
Yahuda kabilesinde bulundugu görülmemi§tir. Bu se­
beple §ilo kelimesi, bir yer adi olmayip mutlak surette
bir lahsa aittir.
Hatirladigim kadanyle Eski Ahid’in bütün tercü-
meleri, bu §ilo kelimesini tercüme ve tevil etmeksizin
asli §ekliyle aynen muhafaza etmi§lerdir. Sadece ve sa­
dece Süryanice Pe§itte (Arapça ismi el-Bessita’dir) ter-
cümesinde bu isim “Ona ait olan kimse” §eklinde te­
vil edilmigtir. Bu kelimeyi tercüme ederken müterci-
min onu a§er (o, §u) kelimesinin kisaltilmi§ §ekli ile loh
(Arapgasi Jehu) kelimesinin birle§ik §ekli olarak müta-
laa ettigi kolayca görülmektedir. Netice olarak, Pe§it-
te tercümesine göre Tevrat’taki bu ibâre §u §ekilde bir
mâna kazanacaktir: “Kendisine O ’nun äit oIdu§u §ey
gelinceye kadar ve v.s. ” Buradaki “o” §ahis zämiri, Sal­
tanat Asasi’na ve Hükümdarlik Äsasi’nin ikisinden bi­
rine veya her ikisine birden atfedilebilecegi gibi bu äye-
tin dördüncü misramdaki “itaat” keiimesine de atfedi-
lebilir. Bu önemli çeviriye uygun olarak bu kehânetin
mânasi açikca §öyle olacaktir:
“Hükümdarhk ve peygamberlik vasfi, kendisine
O ’nun äit oldugu §ey gelinceye kadar Yahuda’dan zäil
olmayacaktir. Çûnkü miHetíerin itâati O ’nadir.”
Fakat §urasi açiktir ki, bu §ilo kelimesi, “Sulh, sü-
kän, sessiz ve güvenilir” anlamlanna gelen “§alah” fii­
linden türemi§tir. Büyük bir ihtimalie bazi eski müs­
tensih ve kitap yazarlan, kalemlerinin sürçmesi ile bu
kelimedeki het ( H ] harfinin sol tarafini bölmü§ler ve
neticede hi [ H ] harfine dönü§türmü§lerdir. Çünkü

64
bu iki harf biribirine çok benzemekte olup, yazili§larin-
daki yegâne farkh taraf, sol kisimdadir. §âyet Ibrâni­
ce elyazmasmdaki bôyle bir hata bilerek veya bilme-
yerek aynen aktanlmi§sa bu kelime, past partisipil §ekli
$âluh, yâni “gônderHmi§ kimse, resul, haberci” demek
olan $âlah (göndermek, seçmek) fiilinden türemi§ ol­
mahdir.
Ne var ki past partisipil §eklindeki sâhuh için lüzum-
lu olan vaw harfinin bulunmadigi §iIoh kehmesinin
mevcut yazihfinda yod harfinin aynen muhafaza edil­
mesi sebebiyle het sesinin hi yle kasten de§i§tirilmesi
için ortada mantikh bir sebep gôzükmemektedir. Ay­
nca ben Tevrat’in Yunanca tercümesi olan Septuagint’-
de §ilo kelimesinin aynen aktanldigi kanaatindeyim.
Bundan dolayi, muhtemel tek degi§iklik, sondaki hei'
harfinin belli bir kasit olmaksizin hi yle degigtirilmesi-
dir. Eger gerçekten bôyle bir durum varsa, o zaman
bu kelime, $iluah §eklini alacak ve tamâmiyle “Yah’m
Resulü”, yâni sâdece Muhammed için kullanilan bir
sifat olan Allah’in Resulü ibâresine tekâbül edecektir.
“§Huah" teriminin bildigime gòre diger bir mânasi da
“bo§ama sözü" olarak kullanilan istilahî bir‘ terim ol­
masidir. Bu kelime kullanildiktan sonra kadin
"defedilir".
Bildigim kadanyle bu tekil ismin zirrettigim bu üç
mânasindan ba§ka mânasi bulunmamaktadir.
Gerek Yahudilerin, gerekse Hristiyanlann, bu tak-
disin en ônemli Mesihî kehânetlerden biri olduguna
inandiklanni söylemeye hâcet yoktur. Nâsira’h pey-

65
gamber Isa, Kur’an tarafmdan kabul edildigi için Müs*
lümanlann da benimsedigi bir Mesih’tir.i'* Aynca,
Yahudilerin Kutsal Kitaplan’nda bildirildigine göre her
israil krah ve Yüksek râhibi zeytinyagi ve çeçitli baha-
ratlardan meydana gelen bir yagla yaglanip meshedil-
mi§lerdi. (Levililer, XXX, 2 3 - 3 3 ) Hatta. “Rabbi,
Mesihi Kore§’e §öyle diyor” v.s. {l§aya, XLV, 1-7) ifâ-
desinden de anla§ilacagi üzere Pers Krah Zerdü§t Ko -
re§ bile Mesih’tir.
Bu arada, Mesih olarak adlandirildiklan halde ne
Kore§’in, ne de îsa’nm kutsal yagla yaglandiklarmi söy­
ieyelim.
îsa’ya gelince, eger O’nun peygamberlik görevi ba­
zi Yahudiler tarafmdan kabul edilmi§ olsaydi, Mesih-
lik görevi kesinlikle kabul edilemezdi. Çünkü onlann
bekledikleri Mesih’e alt ônceden bilmekte olduklari
emâre ve i§âretlerin hiçbirisi, çarmiha germek için gô-
türdükleri bu §ahista mevcut degildi. Zira Yahudiler,
elinde d ünyevî gücün sembolü olan kihciyla Davut Kral-
ligi’ni yeniden ihya edip genigletecek, dagilmi§ Israi-
logullanni Kenan Ülkesi’nde tekrar toplayacak, bir­
çok milletleri de kendi hákimiyeti altma alacak bir Me­
sih, bir Kurtanci bekliyorlardi. Ne var ki onlar Zeytin

‘ )Bk.; Kur’an-i Kerim, Âl-i Imran, 45,; Nisa 157,171,172.


' "iTercüme ettigimiz bu kitabin Ingilizce aslinda Yahudilcrde mesholun-
m a adeti ile ilgili olarak Levililer X X X . 23-33. kaynak olarak gosteril-
mijse de Levililer kitabmin X X X . bâbmm olamamasi sebebiyle yazann
Ç ikii X X X . 23-33- âyetlere atifta bulunacagi yerde maddi bir hata ne­
ticesinde Levililer’e atifta bulundugu anlafiliyor.

66
Dagi’ndaki bu vâize, üstelik ahirda dogmug bu kimse­
ye iltifat etmediler.
Bu çok eski kehânetin Hz. Muhammed’in (s.a.v)
§ahsinda aynen ve fiilen gerçekie§iigini gösiermek için
§u deliller de verilebilir: “Saltanat Âsasi”ve “Hüküm ­
darhk Asasi” gibi remzîifâdeler, Kitab-i Mukaddes mü-
fessirleri tarafindan da ayni §ekilde sirasiyJe saltanat ve
peygamberlik §eklinde anla§ilmi§tir. Burada yukandaki
tercümede anlamini verdigimiz Tevrat metnindeki
“yikba” kelimesinin kök ve men§ei üzerinde fazla dur­
madan bunun iki anlami oldugunu, ve bunlardan ya
“häkimiyet”, ya da “umut etmek, beklemek’’ mânas\-
ni kabullenmek durumunda oldugumuzu belirtmek is­
tiyorum.
Bizim asil üzerinde durmak istedigimiz kelime “$i-
lo ”dur. Bilindigi gibi bu kelimenin Eski Ahid’in Sür­
yanice Pe§itte tercümesindeki birinci §ekli, “kendisinin
ona âit olduÿu kimse”dir. Gerçekten de bu kelime,
“saltanat ve §eriat sâhibi” “büyük ve kânun koyucu bir
otoritesi olan” ve “milletlere hükmeden §ahs” anlam-
larini Ifâde eder. O halde bu kudrete sâhip ve böyle
kânun koyucu kimdir? Bu §ahis Hz. Musa (a.s.) ola­
maz, çünkü israil’in oniki kabilesini ilk defa kendisi ni-
zama sokmu? olup, Yahuda kabilesinde kendisinden
önce bir kral veya peygamber çikmi§ degildi. Yahu­
da’nin neslinden gelen ilk peygamber ve kral olmasi
hasebiyle bu §ahis Dâvud da olamaz. Pek tabiidir ki
bu §ilo îsa da degildir. Çünkü Hz. îsa (a.s.) îsrailogul-
lannin,Dâvud’un sulbünden gelecegini bekledikleri Me-

67
sih olmadigmi yine bizzat kendisi itiraf etmi§ti (Matta
incili, XXII, 44,45, Markos XII, 35, 37, Luka XX,
41-44). Diger taraftan Hz. Ìsa (a.s.) yazili bir §eriat bi-
rakmadigi gibi Saltanat Asasi’ni rüyasinda bile görme-
migtir. Aslina bakihrsa Hz. Isa (a.s.), Roma kayzerine
sàdik kalmalan ve vergi vermeleri için Yahudilere tav­
siye ve nasihatiarda bulunmugtu. Hatta bir defasmda
kalabalik bir Hiristiyan cemaat kendisini kral yapmak
istediglnde kaçip saklanmi§ti. O’na gelen incil hàfiza-
smda aynen muhafaza edilmi§ olup, güzel sözlerini de
yeizih olarak de^ii, sözlü olarak teblig ve irat etmigtir.
Aynca Hz. isa’nm sözlerinde “çarmtha gerilmek sure­
tiyle kanini ahtmak” veya ‘insanlann gönlünde bir Häh-
insan hükûmranli^i tesis etmekle aslî günahtan emin
olmak” Qibi bir mesele de yoktur. Diger taraftan, Hz.
isa, Hz. Musa’nin (a.s.) §eriatmi ortadan kaldirmayip
aksine onu devam ettirmek Için geldigini ve son pey­
gamber olmadigmi açik açik söylemi§ti. Çünkü ken­
disinden sonra St. Paul, bir kilisede birçok peygam­
berden bahseder.
Hz. Muhammed (s.a.v) îsmâilogullan’nm bütünüy­
le eskimif saltanat äsasmi ve uygulanmaz hâle gelmi§
eski §eriatla bozulmug ruhbanhgm yerine yenilerini ge-
tirmek için Kur’an ve askerl güçle gelmi§tir. O Bir Al­
iah’m en saf dinini ilan ederek, insanlann maddî ve
mânevi dünyasi için en kullani§h emir ve ahlâki hü-
kümleri vazetmigtir. Islâm peygamberi böylece Cenab-i
Allah’la hiçbir benzerligi haiz olmayan insanlarm ve bir­
çok milletlerin hakiki bir karde§lik meydana getirme-

68
lerini saglayan Islâmiyeti tesis Gtmi§tir. Bütün Müslü­
manlar bu “Allah Resülü” nü (s.a.v) sevip itaat etti'
1er. Fakat asla O’na tapmadiklan gibi ilâhi bir paye veya
sifat da atfetmediler. Hz. Muhammed (s.a.v), Hayber
ve Kurayzâdaki bütün Yahudi prensliklerinin kale ve
hisarlanni yikarak onlardan kalan son izleri de yok et­
ti.
§ilo §eklinde telaffuz edilen dört harfli “shüh” ke­
limesinin ikinci mânasi da birincisi kadar önemli olup,
yine Hz. Muhammed’e (s.a.v) delâlet etmektedir. Yu-
karida zikredildi§i üzere bu kelime “bari§, kâlp huzu­
ru, sessiziik ve güven” demektir. Bu kelimenin Arâ-
micesi ise §Ia veya $ala kökünden gelen ^i/ya’dir. Fa­
kat bu fiil Arapçada hiç kullanilmaz.
Arabistan peygamberlik tarihine baktigimizda bu
îslâm Peygamberinin ôncekilere göre oldukça sâkin,
ban§çi, güvenilir, dü§ünceli ve cezbedici bir §ahsiyete
sâhip oldugunu görürüz. î§te bu yüzden kendisine
Mekkeliier Muhammedu’l-Emin ismini vermi§lerdi. An­
cak, Mekke’îller O ’na Emin ismini verirken Çilo hak­
kinda en küçük bir fikre sahip degillerdi. Fakat putpe­
rest Araplarin bu câhiliyeti, yazib kaynaklara sahip olan
ve bunlarin muhtevalarini bilen inançsiz Yahudileri §a-
§irtip hayrete dü§ürmek için Allah tarafmdan ibret ola­
rak kullanildi. Arapça emene fiilinin aynen îbrânice
“aman” kelimesi gibi “metin, sürekli, de§i§mez, emin"
demek olup, dolayisiyla “gönül rahatli^i, inançh ve
güvenilir” mânalarini da ihtiva etmesi, “emin" kelime­
sinin §ilo (Shiioh) kelimesinin tam kargiiigi oldugunu

69
gösterir ve onda bulunan bütün anlamlari aynen içine
ahr.
Hz. Muhammed, Allah tarafmdan îslâmî vazetmek
ve tamamiyla ba§ardigi putperestligi kaldirmak göre-
vini almadan önce Mekke’nin sâkin ve güvenilir insa­
ni ldi. Fakat kendisine peygamberlik geldikten sonra
Araplann en güzel konu§ani, en atiigani oldu. Ancak,
O ’nun sava§lari gahsîbir mesele için degil, Aliah’m §a-
nmi yükseltmek ve Islämi yaymak için yapilmig, elin­
deki kiliciyla, käflrlerle bunun için sava§mi§tir. Allah
O ’na yeryüzü hazlnelerinin anahtarlarmi gösterdigl hal­
de, bunlan kabul etmedigi gibi, bu dünyadan da bir
fakir olarak gôçmügtür. Allah adma dünyanm büyük
bir kismmdan putperestligi söküp atmak, insanlik için
de huzur ve dogru yola ula§tirmak maksadiyla en mü­
kemmel bir dini ve en güzel känunlan getlrmek sure­
tiyle Allah ve insanlik için yapmi§ oldugu böyleslne tak-
dlre §äyan büyük bir hizmeti ne bir hükümdar, ne de A

bir peygamber yapabilmi§tlr. Böylece O, Saltanat Asa-


si’ni ve §eriati Yahudilerin elinden alarak birincisini tak­
viye etti, ikincisini de daha mükemmel bir hâle getlr-
di. Eger Hz. Muhammed (s.a.v), Mekke ve Medlne’-
ye bugün tekrar gelecek olsa, Müslümanlar onu yine
eskiden oldugu gibi ayni samlmiyet ve baghhkla kar§i-
layacak, onlara emânet ettigi Kur’an’m en ufak bir de-
gl§lklige ugramadigmi ve bunun kendisinin ve sahä-
benln okudugu gekllde okunup gelecek nesillere öyle
devredildigini görmekten memnun kalacakti. Ayni §e-
kilde, Müslümanlan dinlerine ve Allah’a evlat veya

70
benzeri birilerini ortak ko§madiklarindan dolayi tebrik
etmekten de büyük bir zevk duyacakti.
“$i!o" isminin üçüncü izahma gelince... Ben bu­
nun büyük bir ihtimalie “^âluah” kelimesinden bozul-
mu§ oldugu kanàatindeyim. O takdirde bu ke­
limesi, hiçbir itiraza mahal birakmayacak §ekilde Kur’­
an’da çok sik geçen peygamberin Arapça ünvani olan
“Resul” kelimesinin tam kargiligi oiacakür. “Resul” ke­
limesi ise “elçi” ve “haberci” anlamlanna gelen ibra­
nice “^a/uah” kelimesiyle aynidir. Yahudilerin “§alu-
ah Elohim” ibâresi, dünyadaki bütün câmilerin minâ-
relerinden müezzinler tarafindan günde be§ defa ilan
edilen “Resulullah” iiààesinden ba§ka bir§ey degildir.
§unu da belirtelim ki, Kur’an’da birçok peygam­
ber, bilhassa da kendisine kutsal kitap gelen peygam­
berler resul olarak anilmaktaysa da Hz. Yâkub’un bu
Ahidi di§inda Tevrat’in hiçbir yerinde §ilo veya §alu-
ah keiimesine tesâdüf etmiyoruz.
Hz. Yâkub Peygamberin bu hikmetli sözleri üzeri­
ne yaptigimiz ara§tirma ve incelemeierin tamamini na-
zari dikkate ahr ve bu sözlerin Islâm Peygamberi’nin
§ahsmda fiilen gerçekle§tigini düçünürsek, Yahudile­
rin ba§ka bir §ilo’nun gelmesini boguna beklediklerini
ve Hiristiyanlann da §ilo ile kastedilen §ahsm Hz. îsa
(a.s.) olduguna inanmakla sakat bir düçüncede ayak
dirediklerini kabul ve ilan etmeye mecbur kalmakta-
yiz.
Diger taraftan, bizim bu konudaki ciddi mütâlaa-
larimizi gerektiren bagka tcsbitlerimiz de vardir. ilk ola-

71
rak saltanatin ve kân un koyucunun, §ilo gelmedikçe
Yahuda kabilesinden gitmeyecegi §eklinde gàyet açik
bir ifâde bulunmaktadir. Yahudilerin Iddiasina göre bu
§i!o henüz gelmemi§tir. Bunu derken Yahudiler, pey­
gamberlik zincirinin ve Saltanat Asasi’nm da yok ol-
madjgjni ve bunlann kendilerine àit oldugunu söyle-
mektedirler. Ne var ki onüç asn a§km bir süreden beri
bu iki müessese de tàrihe kari§mi§tir.
Tesbit ettigimiz ikinci husus, Yahuda kabilesi, hü-
kümranlik ve peygamberlik silsilesiyle birlikte yok ol-
mu§tur. Bir kabilenin millî benligini ve bütünlügünü ko-
ruyabilmesi için o kabilenin ya anayurdunda veya ba§-
ka bir yerde “Cemàat §uuru” içerisinde ya§amasi ve
anadillerini konugmasi zarureti vardir. Halbuki Yahu­
diler için böyle bir durum yoktur. Kendinizin Yahudi
asiUi oldugunu ispat etmesi oldukça güçtür. Çünkü hiç­
bir kimse sizi tanimayacaktir. Siz Dünya’nin çe§itli yer-
lerine dagildiginiz ve anadilinizi unuttugunuz için sizin
oniki Yahudi kabilesinden birine âit oldugunuzu ispat
etmeniz ise asla mümkün degildir.
Yahudiler §u iki ihtimakJen birini kabul etmeye, yâ­
ni ya Çilo’nun geldigini fakat atalannin onu tanimadi-
gmi, ya da kendisinden §ilo’nun gelmesi gereken Ya­
huda kabilesinin artik bulunmadigini kabul etmeye
mecburdurlar.
Belirtmemiz gereken üçüncü tesbit ise §udur: Y ä­
kub’un vasiyyettinin yeraldigi bu metin, açik ve Yudeo-
Hristiyan inancin tam aksine olarak §ilo’nun, Yahu­
da kabilesine, hatta oniki kabilenin hepsine birden ta-

72
mamiyla yabanci olduguna dêlâlet etmektedir. Bu öyie
bir hakikattir ki, birkaç daldkaiik dü§ünme, bunun böyie
oidugunu anlamak için käfidir. Zira Tevrat’taki bu ke­
hânet, $ilo gelince saltanat ve kânun yapiciligin Ya­
huda’dan gidecegini açik açik göstermektedir. Bu du­
rum ise ancak §ilo Yahuda kabilesine yabanci biri ol­
dugu takdirde gerçekle§ebilir. Hem, §äyet §ilo, Yahu­
da’nin neslinden biri olursa, bu iki imtiyaz nasil olup
da Yahuda kabilesinden alinmig olacaktir? Bu salta­
nat ve kânun koyuculuk özelligi sadece bir kabilenin
degil, bütün Isräiloguilan’na äit oldugu için §ilo, diger
isrâil kabilesinden birinin de ahfädi olamaz. Bu tesbit,
Hz. Isa’nin hiç olmazsa ana tarafindan Yahuda’nin so­
yundan gelmesi dolayisiyla Hiristiyanlann (O’nun Çi­
lo oldugu yolundaki) iddialanni da çürütür.
Ben bu yurtsuz ve mürted Yahudilere §ahsen çok
§a§iyorum. Çünkü, bunlar yirmibe§ asri a§kin bir sü-
reden beri hizmetinde bulunduklari milletlerin tam elli
lisanini ögrenmi§lerdi. Hem, Ismäilogullannin, hem de
isräilogullannin Hz. Ibrâhim’in (a.s.) soyundan gelmesi
dolayisiyla §ilo’nun, Yahuda’nin veya Zebulun’un;
Esav veya Isakar’in, Hz, Ismâil veya Hz. Ishak’in so­
yundan gelmig olmasinin ne önemi var? Buniann hep-
sinin atasi Hz. îbrâhim degil midir? Muhammed’in
(s.a.v) §eriati’ni tasdik ederek Müslüman olunuz ki,
anayurdunuza bari§ ve güvenle gidip yerlegebilesiniz
ve huzur içinde ya§ayabilesiniz.

73
V
HAZRETi MUHAMMED (S.A.V) VE BÜYÜK
KONSTANTIN

Eski Ahid'i te§kil eden kitapicirdan Daniel’in yedind


bäbinda bir Allah dostunun ve en büyük insanin ilâhi
görevi hakkinda verilen çok hayret verici ve çok açik
bazi bilgiler, ciddi ve tarafsiz bir incelemeyi gerektire­
cek kadar önemiidir. îfte burada bulunan bilgilere gö­
re, binlerce yillik bir sürede biribirini takip edecek in-
sanliktarihinin büyük olaylan,DanielPeygamber’in rü-
yasmda dört korkunç canavar figürü ile anlatilmak is-
tenmi|tir. Bu rüyaya göre "Gögün dörtrüzgän büyük
bir denizin kar§ismda kükrüyordu. ” Denizin dibinden
çikan birinci canavar kanatli bir aslandi, sonra di§leri
arasinda üç kaburga kemigi tutan ayi §eklinde ikinci
canavar gelir. Bunu, dört ba§i ve dört kanadi olan kap-
lan §eklinde bir canavar takip eder. Dördüncüsü ise
ba§indaki on boynuzu ve agzindaki demirden di§leri
ile digerlerinden çok daha korkunç ve vah§i bir görü-
nü§e sahip bulunuyordu. Daha sonra bu boynuzlar-
dan üçünün sökülmesiyle dördüncü bir boynuz onla-
rin arasmdan hizla büyüyüp geii§meye baglar. Dikkat
ediniz, bu boynuzdan zuhur eden insan gözlerine ben­
zer bir çift gözle bir agiz ve En Yüce Olan kargisinda
söylenmig büyük sözler.. Bundan sonra Gökkubbe’-
nin arasindan tekerlekleri i§ik saçan*^^ate§ten bir taht

1) Kelimenin asli “nur” olup aynen Arapçadaki gibi metinde “i§” ile
ifâde edilen atef mânasindan ziyàde “i§ik” , “nur” anlamina gelir.

74
(Arapçasi kürsü üzerine oturmu§, muhte§em bir nur
arasindan âniden Ezelî'Olan’in kehânette bulundugu gô-
rülür. Önünden ifiktan bir nehir çikarak akiyor, mil­
yonlarca semâvi mahlûk O’na hizmet ediyor, onbin-
lercesi de huzurunda kiyamda bekliyorlardi. Hâkim-
1er Heyeti olaganüstü celse için toplanmi§, kitaplar açil-
mi§ti. Canavar’in vücudu ate§le yanmi§, fakat küfür-
baz boynuz, bulutlann üzerine yükseltilen ve kendisi­
nin her zaman güç, §eref ve saltanat aldigi Ezelî ve Ebe-
dî Olan’a takdim edilen “BarNa§a” , yani “Insanoglu”
gelinceye kadar canli kalmi§ti. Gördügü bu hayret ve­
rici olaylar kar§ismda §a§kma dönen Daniel orada ha-
zir bulunanlardan birisine yakla§arak bu hârikalann ne
mânaya geldigini sorar: Iyi bir Melek, Daniel’e figüra-
tif veya temsili bir üslup ve imaj içinde sakli bulunan
bütün sirrin i§iga irca edildigini sôyler.
Daniel, kraliyet âilesinin veliahdi oldugu için üç Ya­
hudi genci ile birlikte bütün Keldâni ilimlerini ogrendi-
gi Babil Kralligi sarayina gôtürülmü§tü. O, bura­
da Pers istilasina ve Babil imparatorlugu’nun çô-
kügüne kadar kalmi§ olup, hem Babil hükümdan Na-
bukadnezar, hem de Pers împaratoru Darius’un ya-
ninda kâhinlik yapmi§tir. încil ve Tevrat tenkitçileri
“Yavan-ïonya” ismiyle anilan Yunan içgalinden en az
iki-üç asir önce ya§ami§ ve ôlmü§ olan Daniel’in ken­
di adiyla bilinen Daniel Kitabi’nin O’na âit oldugun­
dan emin degildirler. Yanilmiyorsam onun ilk sekiz bâbi
Keldânice, geri kalani da îbrânice yazilmi§tir. Hiristi-
yanhktan üç asir önce meydana getirilen Septuagint

75
Tercümesi’nde yeralan kehânetin aynen gerçeklegmesi
dolayjsjyla, bi2 im asjJ gâyemiz, bu ônemli meselenin
yéizan ve yazih§ târihi degildir.
Melegin yaptigi bu açiklamaya gòre bu dôrt cana-
vardan her biri birer krah temsil etmektedir. Kartal ka-
natli asian, dü§manin üzerine kartal gibi hizia atilan Kel­
dâni krahni temsil ediyor olmahdir. Ayi, sinirlanni Ad-
riyatik Denizi’nden Habe§istan’a kadar geni§leten
Medya-Paris, yâni Med-Pers împaratorlugu’nu ifâde
eder. Ayinin digleri arasinda bulunan üç kemik de bu
imparatorlugup elmHi> bulundurdugu Dogu Yanmkü-
re’nin üç dilimine delâlet etmektedir. Üçüncü canavar,
âni ftrlamasi, heybetli gôrünüjü dolayisiyla, ölümün­
den sonra koca imparatorlugu dôrde bôlünmü§ olan
Büyük îskender’in muzafferâne yürüyü§lerini sembo­
lize eder.
Bu rüyayi izah ve tefsir eden Melek ilk üç canavar
için yaptigi teferruatli açiklamayi dôrdüncü canavar için
de devam ettlrir. Hâtta, burada aynntilara bilhassa gi­
rer ve rüyanin bu sahnesi daha da canlidir. !§te bu dôr­
düncü canavar basit bir dev ve büyük bir ifrit olup kor­
kunç Roma împaratorlugu’dur. Canavann on boynuzu
da ilk Hiristiyanlara zulmeden Romali on imparator-
dur. Zira Kilise târihinin sayfalanni ilk devirden itibâ-
ren sôzde Hiristiyan olan Büyük Konstantin devrine
kadar §ôyle üç asir kadar çevirecek olursaniz, meghur
“On Zâ}im”in Isa taraftarlanna yaptigi zulüm ve i§ken-
ceyle, bunlara duyulan kin ve nefretten ba§ka bir §ey
bulamazsmiz.

76
Buraya kadar saydigimiz bu dort canavarin hepsi
de “$er KuvvetJeri”, yâni putperest Çeytanm Kralligi-
ni temsil eder.
Bu münäsebetle dikkatinizi açik bir hakikate, da­
ha dogrusu “iyi kötü her §ey Allah’tandir” §eklindeki
bir inanç esasina çekmek istiyorum. Bilindigi gibi Pers-
ler ikili bir ilâh anlayifina sâhip bulunuyorlardi. Diger
bir deyigle, sâdece iyilik yapma kaabiliyetine sâhip “¡§ik”
ile sâdece kötülük yapmak durumunda bulunan
“karanhk” dâimi bir mücâdele halindeydiler. Rüyada
geçen diger üç canavardan daha az vahfi ve daha az
etobur olan “ayj”nin Pers Imparatorlugu’nu temsil et­
tigi görülmektedir. Ayinin iki arka ayagi üzerinde do-
la§abilmesi dolayisiyla bir nebze olsun insana benze-
mesinin de bu te§bihte rolü olmahdir.
Okudugum Hiristiyan teoloji ve dinine âit kitapla-
rin hiçbirisinde “Allah iyihk ve kötülü^ün gerçek
sâhibidt” §eklindeki îslâmi inanç esasina benzer en kü­
çük bir ifâdeye rastlamadim. Tam aksine Islâm dinin-
deki bu akîde Hiristiyanhga bütünüyle yabanci oldu­
gu gibi, onlann Islâm dü§manliginin da ba§lica kaynak-
larindan biridir. Halbuki bu Islâmî inanç, Eski Ahit’te
“Mesih” diye hitap ettigi Kore§’e Allah tarafmdan açikça
bildirilmi§ ve §irk ko§mamasini istedikten sonra §ôyie
denilmi§tir:
“Ben aydmh^in ve karanh§m Yaratia’siyim, sul-
hün yapjcisj, kôtülüÿün yaratiasi benim. Ben bütün
bunlan yapan Rab’bim " (Igaya, XLV, 1-7),
Bu tâli açiklamayi bir tarafa birakarak hemen §u-

77
nu söylemek istiyorum. Bu canavarlar, “AUah’m m ü­
bârek kuUarinin” , yâni eski Isrâiloâullari’nm ve încil’e
ilk inananiann dü§manlaridir. Çünkü sâdece bu kimse­
ler, vahiy yoluyla gelen Kutsal Kitaplara sahip olmu§
ve Allah’]hak bilmiglerdir. I§te bu canavarlar bu insan­
lara zulüm etmi§, bunlari kiliçtan geçirmi§lerdir. Fakat,
dördüncü canavarm ba§indan çikan Küçük Boynuz’-
un tabiat ve karakteri, digerlerinkinden öyle farkliydi
ki, adâleti saglamak ve dördüncü canavarm ölüm fer-
manini vermek, Bar Na§a, yâni “insanoÿlu”nu huzu­
runa çagirmak ve O ’nu insanlarm sultani yapmak Için
Tanri, bizzat Taht’ini Sema’ya kurmu§tu. Çünkü bü­
tün halkm ve milletin “imparatorlugu, §erefi vekraUi^i”
anlamlanna gelen Ibrânice soltana, yakarve maikut-
ha ünvanlan O’na (41. âyet) ve “En Yüce OJan’jn Sev­
gili Kavmine” verilmi§ti (27. âyet).
Belirtmemiz gereken diger bir nokta da, bu “însa-
no§lu”nnn bütün canavarlardan daha soylu ve üstün
oldugu için bunun neticesi olarak O ’nun kurdugu di­
nin de Küçük Boynuz’un dininden (Hiristiyanliktan)
çok daha aziz oldugu hususudur.
Bu açiklamadan sonra isterseniz §imdi de “Küçük
Boynuz" tâbiriyle kimin kastedildigini ara§tirahm. Bir
kere bu onbirinci kralm kimliginin kesin olarak tesbi-
tiyie, Bar Na§a’nm kimiigi de kendiliginden ortaya çi-
kacaktir. Küçük boynuz On zalim Roma imparatorun-
dan sonra ortaya çikmi? onbirinci hükümdardi. Bu
imparatorluk, tahti eie geçirmeye çali§an dort rakip ta­
rafmdan esasli §ekilde tehdit ediliyordu. I§te konstan-

78
tin de bunlardan biriydi. Bu rakiplerden üçünün bu
sava§larda ölmesi veya safdifi kalmasiyla taht ve impa-
ratorluk yalnizca Konstantin’e kaldi.
ilk Hiristiyan tefsircilcri bu igrenç Küçük Boynuz’­
un bir Antichrist*’! Roma’daki Papa (Protestanlara
göre), veya Islâmiyetin Kurucusu ile (hâ§a) ayni §ahis
oldugunu ispat etmek için bo§ yere ugra§ip durdular.
Dördüncü Canavar’in Grek Imparatoru; Küçük Boy­
nuz’un da Antiochus* *ile ayni §ahis oldugunu iddia
etmek Isteyen sonraki tefsirciler §a§kinliga ugrami§lar-
dir. Bu tenkitçilerden Carpenter gibl bâzilan, Med-Pers
Imparatorlugu’nu, iki ayri krallikmi§ gibi kabul etmek
istemektedir. Ancak bu Imparatorluk Avusturya-
Macaristan Imparatorlugu gibi iki ayn devlet degildir.
Fransiz âlim M.Morgan ba|kanligindaki bir heyet ta­
rafindan ShushanC'ive dahabagka yerlerde sürdürü-
len çali§malar ve ortaya konan ke§ifler bu konudaki
§üpheleri gidermigtìr. Bu sebeple Dördüncü Canavar,
Roma Imparatorlugu’ndan baçkast olamaz.
Küçük Boynuz’un ise Bizans imparatoru Büyük
Konstantln’den bagkasi olmadigini göstermek için §u
delilleri rahatlikla siralayabiliriz:
') Anti-Christ; HinstiVanlarm tnançianna göre, ìs’ntn ztdài ve eseri-
fiin dìifmani.
■'} AntiochusiRotnalilar devrinde, Anadolu,SurivevcFilistin’de hüküm
süren Seiukiler Kraliigi’nin me§hur hükümdarlari olup bilhassa 111. ve
IV. Antiochus me§hurdur. “Epiphanes” adiylc de bibnen IV, Antioc-
hus (215-163) Yahudi düfmanligi ile ür» yapmijti.
■") Babillerin bir gehri olup ismini muhtemelen burada boi miktarda
yeti§en zambaklardan almijtir. Daniel’in rüyasinda gördügü bu §ehir,
Darius’un taht merkezi de olmu§tur, (Bk.: Bryan, A ,, The New C om ­
pact Bible Dictionaj-y, U ,S ,A ,, 1974, s.552).

79
(a) Konstantin, imparatorluk yolunda Maximian
ve diger iki rakibini maglup edip Taht’i eie geçirmi§ ve
Hiristiyanlara yapilan zulme son vermi§ti. Gibbon’un
“Roma Împaratorluÿu’nun Gerilemesi ve Çôkü§ü”
isimli eseri, bence o devir hakkinda bizi aydinlatan en
iyi kitaptir. Kiliseye zulmeden On Zàllm’den sonra or­
taya çikan dört rakip, küçük boynuzun önünde dü-
§en üç boynuz tegblhinde oldugu gibi Konstantin’le üç
rakibinden bagkasi olamaz.
(b) Rüyadaki canavarlann dördü de akilsiz cana­
varlar olarak takdim edildigi halde, Küçük Boynuz in­
san agzi ve gözüne sahiptir. Ba§ka bir deyigle bu boy­
nuz konu§ma ve dü§ünme melekesine sahip bir vah§i
canavardir. Konstantin, Hiristiyanhgi resmì din olarak
kabul ve ilan ettikten sonra Roma’yi Papa’ya terkede­
rek Imparatorlugun merkezi yapip Ismine Konstanti-
nopol (Istanbul) adini verdigi Bizans’i kurdu. Bu Do­
gu Roma ìmparatoru Hiristiyanhgi kabul etmi§ gibi göz-
üktüyse de, ölümünden çok az öncesine kadar vaftiz
olmadi. Hatta bu bile münâka§ali bir konudur. O’nun
din degi§tirme sebebinin gökyüzünde gördügü Haç ol­
dugu yolundaki bir efsâne, Konstantin’in sahtekàrhgi-
nin bir parçasi olarak uzun süre önce çürütülmüjtür.
Hz. isa (a.s.) hakkinda buna benzer bir rivâyet, Jo-
sephus’un Antíquitíes isimli eserinde yer almaktadir.
Bu canavarlann mü’minlere olan dü§manhklan
korkunç ise de, daha akilci olan Küçük Boynuz’unki
daha §eytâni ve daha ugursuzdur. O’nun faaliyetleri
dogrudan dogruya iman ve inanç esaslanni bozmaya

80
yönelik oldugu için bu dügmanlik Hiristiyanlik için çok
zararli ve tahripkâr sonuçlar dogurmuftur. Bu dort
imparatorlugun (canavarm) ônceki saldmlan tamamiyle
putperest saldinlar olmakla ve hâtta inanlara her türlü
i|kenceler yapmakla beraber, onlann ne imanlarma,
ne de inandiklan §eye halel getirebilmi§tir. Hz. Isa Me­
sih’e inanmi§ gibi gôzüküp de koyun postuna bürü-
nerek Hiristiyan cemaatine giren Konstantin, asla tam
bir Hiristiyan olamami§tir. Bôyle bir dü§manligm nasil
tehlikeli ve zehirleyici oldugu sonralari görülecektir.
(c) Boynuz, yâni împarator, Yüce Olan’a kargi “bü­
yük §eyler” ve “büyük sözler” (Keldânicesi rorbhan)
sôyler. Allah’a küfür sôzler sôylemek, O’na ba§ka var-
liklari ortak koçmak, dogurmu§ veya dogrulmu§ gibi
aptalca isimleri veya sifatlan isnat etmek, O’nu üçün
biri olarak kabul ve insan §eklinde tasavvur etmek, ve­
ya ikinci ve üçüncü §ahislarin tecessüm etmi§ hâli ola­
rak dü|ünmek Allah’in Bir olu§unu inkâr etmektir.
§urasi muhakkaktir ki, Allah’m Ibrâhim’e Keldâ-
nilerin ür§ehrinde vahyetmesinden, Tevhid inancina
sâhip dôrtte üç üçenin mücâdele ve protestosuna rag­
men Konstantin’in zoru ile ilan edilip yürürlüge konu­
lan M.S. 325 târihli Izmir Konsülü Karan ve §artlan’-
na kadar Allah’m birligi inancina bôyie resmen ve ale-
nen tecâvüz edildigi vâki degildir. Bu karan çikaran-
lar Konstantin ve inançsiz kilise te§kilatmdan meyda­
na geliyordu. Habrlanacagi üzere kitabimizm birinci bô-
lümünde Aliah’m zâti ve sifatlan ile ilgili Kilise’nin yan-
li§larmi gôstermi§tik. Bu nâho§ konuya tekrar dônmek

81
istemiyorum. Çünkü Allah’a, her ikisi de O’nun §e-
refli mahlûklan olup da daha iyi bilinmesini saglayan
Kutsal Ruh ve Peygamber’le §irk ko§ulmasini görmek
üzüntü ve kederimi kat kat arttinyor.
Eger Brahma ile Osiris veya Jüpiter ile Vesta Al­
lah’in §eriki olarak ileri sürülseydi, bu hareketieri kaba
bir putperestlik olarak kabul edebilirdik. Fakat Nasi­
ra’h peygamber Hz. Isa gibi birisini ve Allah’in emri al­
tinda bulunan milyonlarca ruhlardan bir tânesini ulû­
hiyet mertebesine yükselten bu kimseier için, Müslü­
manlarin böyleleri için sik sik kullanmak mecburiye-
tinde kaldiklan “Gâvun” (Sapik) tâbirinden bagka bir
kelime bulamamaktayiz.
§imdi, bu âdi boynuz mâdemki Allah’a kar§i bü­
yük sôzler sôylemi§ ve küfürler etmi§tir,- Ôyleyse o Da-
niel’in rüyasinda bir Melek tarafindan açiklandigi gibi
bir kraldir ve Hz. Isa’nin (a.s.) ümmetine büyük l§ken-
celer yapan Roma kayserierinden onbirincisi olmasi se­
bebiyle de Konstantin’den ba§kasi degildir. Zira, Tev-
rat’in küfür olduguna hükmettigi, Müslüman ve yahu­
dilerin de nefretle kinadiklari teslis inancini ilan edip
bunu halka yaymasi da bu kimsenin Konstantin oldu­
gunu göstermektedir. §âyet bu Boynuz Konstantin de­
gil de bir bagkasiysa, bu defa da bunun kim oldugu
meselesi ortaya çikacaktir. Bir kere, bu §ahis zâten gelip
geçmigtir ve bir sahtekâr, ya da ileride zuhur edip de
kimligini bilemeyecegimiz bir Anti-Christ degildir. Eger
biz bu sözkonusu Boynuz’la temsil edilen §ahsin gelip
geçtigini kabul etmezsek, birincisinin Keldâni, ikincisi-

82
nin Med-Pers, üçüncüsünün.....ilh oldugu kesin olan
bu dôrt canavann ne anlama geldigini nasil izah ede-
cegiz? Keza, eger bu dördüncü canavar Roma împa-
ratorlugu’nu temsil etmiyorsa, dôrt ba§li üçüncü ca­
navann, Iskender’in ölümünden sonra dôrde bôlünen
Grek împaratorlugu’nu temsil ettigini nasil açiklayaca-
giz? Diger taraftan, bu imparatorluga halef olan ve Hz.
Isa (a.s.) taraftarlanna zulmeden On ìmparatoru bu­
lunan Roma’dan bafka bir imparatorluk gôsterilebilir
mi? Safsata ve hayâle hiç lüzum yok. Eger Daniel’in
peygamberligine inanmasak bile, “Küçük ßoynuz”un
Büyük Konstantin oldugu açiktir. Bu Daniel Kitabi’-
nin yedinci bâbinin bir peygamber, bir papaz veya bir
kâhin tarafmdan yazilmasmm da hiçbir ônemi yoktur.
§urasi muhakkak ki, yirmidôrt asir ônce gôrülen bir
rüyanin veya bir ônsezinin, muhtevasi ve izah gekii ger-
çeklere tamâmen uygun olup bütün bunlarin, Yunan
Kilisesi’nin aziz mertebesine yükseltmek isteyip de Ka­
tolik Roma Kilisesi’nin bundan imtina ettigi Büyük
Konstantin’in §ahsmda gerçeklegtigi görülmektedir.
(d) Diger unsurlarmdan daha olaganüstü olan bir
nesne üzerinde geligip büyüyen “Küçük Boynuz”, sâ­
dece “En Yüce Olan”à kar§i küfürler savurmakla ka!-
mayip O’nun mukaddeslerine kar§i sava§ açmi§ ve gâ­
lip gelmi§tir (25. âyet). Halbuki bir îbrâni peygambe­
rinin nazannda Tek Allah’a inanan kimseler, mümtaz
ve mübârek kimseierdir. §urasi kesin bir hakikattir ki,
Konstantin, Yahudiler gibi Allah’in Tek olduguna ina­
nan ve Teslis akidesine cesâretle kar§i çikan Hiristiyan-

83
lara zulüm ve igkence yapmiçtir. ìznik’te yapilan Bü­
yük Konsüi’e binden fazla kilise yetkilisi dâvei edildigi
hâlde, Konsül’ün kararlarini ve biribirine zit üç gôrü§ü
isrâil asilli peygamberlere çok yabanci ve çirkin gelen,
fakat sâdece “Konu§an Boynuz” için deger ta§iyan
“bomojen” ve “ôzleri bir” gibi muglak ve rezil ifädeleri
sâdece üçyüzonçekiz üye imzalami§tir.
Bir Allah’a inandiklan ve Hz. isa’yi peygamber ola­
rak tanidiklan için putperest Roma imparatorlannm §id-
detli baskilarina mâruz kalan Hiristiyanlar §imdi Allah’la
bir cevhere ve O’nunla akran ve akraba olarak tak­
dim edilen Hz. Isa’ya tapmadiklari için Hiristiyan Kons­
tantin tarafindan hem de daha §iddetli i§kencelere
mahkûm oluyoriardi. Yahudi asilli ilk Hiristiyanlann
ifâdesiyie QashisbiveMahamshanidenilen Aryani Aki-
desi’nin bazi papazlan ve ileri gelenleri, bu Konstan­
tin’in adamlari tarafindan ya sürgüne gônderilmi§, ya
aziedilmi§, dînî kitapian savsaklanmi|, kiliseleri de Tes­
lisçi papaz ve rahiplere devir ve teslim edilmi§tir. Ilk
devir Hiristiyan Kilise Te§kilati üzerine yapilan her tâ­
rihî çalifma, Teslis Akîdesi’nin ortaya çiki§inda ve bu­
na kar§i çikanlara uygulanan zulümde Konstantin’in
rolü konusunda geni§ bilgi vermektedir. Bütün vilâ-
yetlerdeki askerler zâlim kilisenin emrine verilmi§tir.
Konstantin böylece, Daniel’in rüyasinda gördügü dört
canavarin ayaklan altmda mahvolan ülkeler üzerinde
güç ve häkimiyet tesis edip Allah’m hak dinini yerieg-
tiren Müslümanlar gelinceye kadar Doguda tevhit di­
ninin savunuculugunu yapan Ünitaryen mezhebine

84
kar§i korkunç bir sava§ ve terör ba§latmi§ oldu.
(e) “Konu§an Boynuz”, “periati ve Zamani” de-
gi§tirmekle de itham edilmi§tir. Bu, “Boynuz”a kar§i
yapilmi§ çok agir bir suçlamadir. Çünkü O ’nun “Yü­
ce Olan”a kar§i §ahsì olarak sôyledigi agir sözler, etti­
gi küfürler, diger vatanda§lan etkiler veya etkilemez
ama Allah’m §eriati’ni degigtirmek ve yeni mukaddes
gün ve bayramlar ihdas etmek, tabiatiyla bütün dini
degi|tirmek olur. Musa §eriati’nm Aliah’m mutlak Bir
olu§u ile ilgili ilk iki emri -ki birincisi, “benimle birlikte
ba§ka ilàhlar edìnmeyeceksin” §eklindedir- dogrudan
dogruya Konstantin’in emriyle kaldinlmi§t!r. Ayni §e-
kilde, Allah’m zàtmm üç gahistan mürekkep oldugu­
nu ilan ve Cenab-i Allah’m bâkire Meryem’in hàmile
kalmasiyla dogmu§ olmasmi kabul etmek, Allah’m
emirlerine en büyük saygisizlik ve en âdi putperestlik­
tir. Aslinda tapmak için altmdan veya agaçtan bir sù-
ret yapmak bile günah olarak yeter. Fakat, tapilacak
kimseyi önce ölümlü kihp, sonra da Allah olarak ilan
etmek, hattà Aliah’m eti ve kam diye Komünyon Ayi­
ni’ndeki ekmek ve §araba tapmmak, galiz bir küfür-
den ba§ka birçey degildir.
Bu durum karfismda dürüst bir Yahudi ve gençli-
ginden beri Musa §eriati’nm en sâdik bekçisi olan Da­
niel gibi bir peygamber için büyük Fisih Bayrami’nda-
ki Paskalya Kuzusu yerine Paskalya Bayrami’ni ikà-
me etmek ve Allah’m Kuzusu’nu (îsa a.s.) haç üzerin­
de her gün binlerce sunakta kurban etmek kadar ig­
renç ne olabilir acaba? Ayni §ekilde, Cumartesi günü-

85
nün kutsalligini kaldirmak. On Emir’in dördüncü mad­
desini ihlal etmek olup, yerine Pazar gününü ikäme ey-
lemek de indîve hasmâme bir davrani§tir. Kur’an-i Ke­
rim’in, Sebt’in (Cumartesinin) kutsalligmi kaldirdigi
dogrudur. Aslmda bunun sebebi Cuma’nm daha mu­
kaddes olmasmdan degil, Yahudilerin, insan §eklin-
de tasavvur ettikleri Allah’m ilk alti günde çali§ip yo-
rularak yedinci günde yâni cumarteslde istirahat etti­
gini söylemeleri (sebebiyle ona a§iri bir kutsalhk izâfe
etmeleridir.) Hz. Muhammed (s.a.v),Allah’m ulvîligi-
ne ve kutsiyetine halel getirecek Kutsal veya Kutsan-
mi§ herhangi bir günü veya §eyi kaldirabilirdi. Fakat
cumartesinin Konstantin'in emriyie kaldinlip yerine Pa­
zar gününün ikäme edihginin sebebi, Hz. îsa’nm bu
ikinci günde dirilip Dünya’ya dönecegi §eklindeki bir
inançtir. Ashna bakarsaniz Isa’nm bizzat kendisi Cu­
martesi’nin dikkatli bir tâkipçisi olup bu günde hayirli
i§ler yapmaya itiraz eden Yahudileri azarladigi bilin-
mektedir.
(f) Kendisine “En Yüce Olan”a kar§i üçbuçuk asir
sava§mak mühlet ve müsâadesi verilen “Boynuz”, bu
ugurda çe§itli sava§lar yapmigsa da O’nun mukaddes-
lerini ne imha edebiimi§, ne de kökünden söküp ata-
bilmi§tir. Yaptigi tek §ey sâdece onlan zayif dügürmek
olmu|tur. Hattâ, Tevhit akîdesine sahip Aryanîler, çok
hoggörülü olan Konstantin oglu Konstantinus, Julyen
ve diger birkaç hükümdar zamanmda kendilerini ko-
ruyabilmi§ ve inançlan ugruna sava§abilmi§lerdir.
Daniel’in rüyasinda açiga kavugturulmasi gereken

86
diger önemli bir nokta, Boynuz’u yok eden “Bar-
Na§a”rììT\, yâni “Ìnsano§h’’nun kim oldugunu tesbit
meselesidir. Bu sebeple bu konuyu ayn bir bölüm hâ-
linde incelemek daha dogru olacaktir.

87
Hz. MUHAMMED (S.A.V.) DANIEL’IN
RÜYASINDA SÖZÜ EDILEN ^‘¡NSANOGLÜ”DÜK.

Bir ônceki bôlümde Daniel’in ilginç rüyasinda ge­


çen olaylan tahlil ve izah etmeye çah§mi§tik (Daniel
VII). Orada biribiri pe§i sira gelen ve dôrt kralligi tem­
sil eden dôrt canavann, nasil Karanlik Kuvvetler ol­
dugunu ve buniann Tek Allah’a inanan gerçek mü’­
minlerden mürekkep ilk Hiristiyan kiliselerine ve Ya­
hudilere nasil eziyct ettiklerini gôrmügtük. Kezâ, “En
Yüce Oian”a kar§i agza alinmaz galiz küfürler savu-
ran ve Allah’in Çeriati’ni ve mukaddes vakitlerini de-
gi§tiren, O’nun mukaddesleri ile sava§ip üstün gelen
ve gôzleri ile a§zi olan “Onbirinci Boynuz”un, M.S.
325 yilinda îznik Genel Konsülü’nde alinan kararlan
ve tesbit edilen iman esaslanni, imparatorluk nüfûzu-
nu kullanarak her tarafa ilan eden §ahsin Büyük Kons-
tantin’den ba§kasj olamayacagini gôrmü§tük.
Kitabimizin bu bôiümünde ise, kendisine Suhan-
hk (orijinal metinde §oltana olarak geçer ve hâkimiyet

88
veya imparatorluk anlamma gelir) §erefiyle hükümran-
ìik veren ve O ’nu korkunç boynuzu tahrip ve imha için
görevlendiren En Yüce Olan’a bulutlann üzerinde tak­
dim edilen BARNAÇA’nm, yâni "Însanoÿlu”nun^'^
kim oldugunu incelemeye devam edecegiz.
I§e isterseniz ilk ônce bu “Barna§a”nm kimligini tes-
bitle ba§layalim. Ancak, bu §ahsm kim oldugunu ta­
yin etmeden ônce §u tesbit ve gôzlemleri gôzônünde
bulundurmamiz icap etmektedir:
(a) îbrâni asiili bir peygamber, “Yeryüzünün bü­
tün kavim ve milletleri O ’nun, yâni Barna§a’mn veya
En Yüce O lan’in sevgili kullannm hizmetine
girecekierdir” dese bizim bu sôzle Tevrat’m Tekvin Ki­
tabi’nm XV. Babi’mn 18-21. âyetlerinde sôzü edilen
milletleri aniamamiz icap eder*’* Yoksa îngilizleri,
Fransizlari veya Çinlileri degil.
(b) ‘En Yüce Olan’m sevgili kullari” ibâreslyle bi­
rinci olarak eski Yahudiler, ikinci olarak da Allah’m
mutlak birligi inancmi koruyan, Barna§a’nin zuhuru­
na kadar da bu ugurda mücâdele edip çegitll zulümle­
re mâruz kalan ve Boynuz’un ortadan kaldirdigi Isa ta­
raftan Hiristiyanlar anla§ilmaktadir.
(c) Boynuz’un yikilmasindan sonra Allah’m Mu-
kaddesleri’nin hizmetine girmek mecburiyetinde kala-
cak kavimler, Keldâniler, Med-Persler, Yunanlilar ve

■) Daniel VII, 13.


**) Bu âyette zikredilen kavimler Nil ile Firat arasinda yajayan Keniler,
Kenizziler, Kadmoniler, Hittilet, Perizziler, Amoriler, Kenanlilar, Gir-
gaçiler ve Yebusiler'dir.

89
Romalilar olup bu dört millet, Mukaddes Topraklan
çigneyip mahveden dört canavarla temsil edilmi§tir.
Vaktiyle Adriyatik Denizi’nden Çin Seddi’ne ka­
dar yayilmii bulunan bu Imparatorluklar, ya Müslü-
manligi kabul ederek biat etmi§ler, ya da Tevhid inan­
cina sâhip bu Müslümanlann zimmî koleleri olmuçlar-
dir.
(d) Allah’m kendi Hak Dini’ne inanan kimselere,
inanmayan kimseier tarafindan zulüm yapilmasina mü-
sâade edip mühlet vermesi iki gâyeye müstenit olup
üzerinde dü§ünülmesi gereken dikkat çekici bir konu-
dur. Bu sebeple birincisi, kullann uyu§ukluk, korkak-
lik ve günahlarindan dolayi cezalandirmak, ikincisi ise
koydugu kanunlann ve inancin dinin yikilmazligini ispat
ve bôylece kâfirlere küfür dagarciklari doluncaya ka­
dar küfürlerine müsâade etmek istemesidir. Allah, mü’­
minierin yokolma noktasina geldîkleri bir noktada tam
zamaninda müdâhale ederek onlarin bekâlanni saz­
iar. Igte bu hâdiselerden birisi de korkunç Mütâreke
yillannda îstanbul’da ya§anmi§tir. Müttefik Kuvvetler’in
§ehri i§gal ettigi günlerde, bütün Müslümanlar korkunç
ve son derece kritik günler yagadilar. Büyük Ayasof-
ya Câmii’nin geri ahnmasi için Yunanlilar ve mütte-
fikleri büyük hazirlik yapiyorlardi. Öyle ki, îstanbul’-
daki Rum Patrigi, kendisi gibi Istanbul’un ve Aya-
Sofya’nin tekrar Yunanlilara geçmesi Için büyük gay-
retler sarfeden Canterbury Baçpiskoposuna vermek
üzere, üzerinde kiymetli ta§ ve inciler bulunan eski pat-
rik cüppesini alarak Londra’ya gitmi§ti. Hz. Peygam-

90
ber’in (s.a.v) Miraca çiki§inin senei devriyesine rastla-
yan gecenin arefesinde bütün müslümanlar bu Mâbedi
doldurarak burasinin eskiden oldugu gibi yine putlar-
la doldurulmamasi ve Türkler’in elinden çikmamasi için
sabahlara kadar Cenâb-i Hakk’a niyazda bulundular.
î§te bu patrik cüppesi ve elbisesi dolayisiyla Yunan Or­
todoks mezhebi ile Anglikan Kilisesi arasmdaki ayrih-
§1 dile getiren bir yaziyi Îstanbul’da Türkçe olarak ya­
yinlanan Akfam gazetesinde ne§rettim. Bu cüppenin,
Anglikan Mezhebi’nin tanmmasi ve donatilmasi anla­
mi ta§imadigmi ve bu iki kiliseden birisi rönesans yap­
madikça ve de birtakim yanli§ ve sapik iman esasla-
rindan vazgeçmedikçe bunlarin birle§melerinin müm­
kün olamayacagini dile getirmigtim. Bu makalemde ay­
nca bu cüppenin Rumlar ve kiliseleri için diplomatik
bir rü§vet oldugunu da ifâde etmi§ ve yazimi her §ey
“bu papahk cüppesi rü§vetinin sihir ve kerâmetinin i§-
¡eyi§ine baÿlidir” diye bitirmi§tim.
(e) Hz. isa’ya (a.s.) gelinceye kadar Yahudiler ger­
çekten seçilmi§ bir kavimdi. Müslümanlann gôzünde
ne Hiristiyanlar, ne de Yahudiler “En Yüce Oian’m
Mukaddeslerinin kavmi” ünvanini iddia etmek hakki­
na sahiptirler. Çünkü, Yahudiler Hz. îsa’yi tamâmen
inkâr ederken Hiristiyanlar da tam aksine tannlagtir-
mak sûretiyle O’na hakâret etrni§lerdir. Üstelik Son
Peygamber Hz. Muhammed’i (s.a.v,) tanimak isteme-
meleri dolayisiyla gerek Yahudiler, gerek Hiristiyan­
lar “seçkin kavim” olma ôzelligini ayni gekilde ziyan
etmi§!erdir.

91
§imdi ise “Zamanlarin Efendisi”ne takdim edilen
ve canavari öldürmek için kuvvetle donatilmig olan
Barna§a’nin, yâni Insanoglu’nun, “methedilen" ve
“övülen” anlamlanna gelen Muhammed’den (s.a.v)
ba§kasi olamayacagi hususunu ispata devam edece-
giz. Daha Ruhlar Alemi’ndeyken kendisine bah§edi-
len bu e§siz §an ve §öhretten Allah’in sevgiliResûlünü
mahrum birakmak için icat edeceginiz diger bütün §a-
hislar, siralayacagimiz §u sebeplerden dolayi sizi sâdece
gülünç duruma dü§ürecektir.
1- Ne Yahudiligin, ne de Hiristiyanligin inanç sis­
temi ve dünya görü§ü, ya da ibâdetlerinin §ekil ve má­
hiyeti icabi herhangi bir özel isimle isimlendiriimi§ ol­
dugunu söyleyebiliriz. Bu iki din Kutsal Kitaplara da­
yah dinier olmadigi gibi buniann kuruculan da Allah
tarafmdan gönderilmij degildir. Aslinda bir din eger
hak dini ise, onun gerçek kurucusu ve àmiri bir pey­
gamber degil de bizzat Allah oldugundan, bu dinin
ikinci derecede kurucusu olan peygamberin adiyle bi-
linip anilmasi dogru degildir. Meselâ Allah’m Hz.Mu­
hammed’e (s.a.v) bildirdigi ibâdet §ekilleri, iman esas-
lan, hukuk kàideleri ve dünya görü§ü için uygun isim,
Allah tarafmdan bildirilen §ekliyle “IsIàm” olup Resu-
lüllah ile insanlar arasmda sulh yapmak mânasma gel­
mektedir. “Muhammedìlik”, IsIàm dini için uygun ve
dogru bir kar§ihk degildir. Çünkü Hz. Muhammed
(s.a.v.) Hz. îbrâhim (a.s.) ve diger bütün peygamberler
gibi bir “m iislim ” olup bir “M uham m edf’ degildi: Bi­
lindigi gibi Yahudilik, Yahuda’nm dini demektir. Peki
ôyleyse Yahuda’nm kendisinin dini ne idi? Elbetteki

92
Yahudilik olamaz. Ayni §ekilde Hz. isa (a.s.) bir ísevi
midir, yoksa bir Hiristiyan mi? Íkisi de degil tabii. Peki
bu dinlerin isimleri neydi öyleyse? Hemen söyieyelim
ki onlann isimleri yoktu.
Batí Dünyasinda din kelimesinin kar§iligi olarak
§imdi “iman ve ibádetin her bir usúl ve §ekH” anlami-
na kullanilan Latinee men§eyli “reÍigion” kelimesi as-
linda “fann korkusu” demektir. “Din” kelimesinin
Kitab-i Mukaddes’te kar§iligi nedir? ve Hz. Musa ve
Hz. Isa (a.s.) dini ifâde etmek için hangi kelimeyi kul-
ianmi§tir? §unu hemen ifâde edelim ki Kitab-i Mukad­
des yazarlan bu kelimeye hiçbir §ekilde yer vermemi§-
lerdir.
Daniel’in rüyasinda geçen bir kelime, Kur’an’da Is­
Iàm kargiligi olarak hem de birkaç defa kullanilan ve
“büküm ” anlamma gelen “din” kelimesiyle aynidir.
Kürsüsünde oturan Tann, “Dayyana”, yani “Hákim ’-
’dir. Bu ilâhi Hüküm Mahkemesi’nin “Kürsüier kuru-
lur, kitaplar açilir” §eklindeki ifádesinde yeralan
“kitaplar” kelimesiyle, kendisinden Cebráil’in Hazreti
Peygamber’e (s.a.v.) vahy ve kalbine nak§ettigi Allah’-
m emir ve yasaklannin, yâni Kur’an’in bulundugu
Levh-i Mahfuz ile her insanin amellerinin yazili bulun­
dugu Amel Defteri kastedilmi§tir.ͧte Levh-i Mahfuz’u
da içine alan Allah’in emirleri ve yasaklanyla Boynuz’­
un yikici faaliyetlerine uygun olarak bu büyük Dayya-

•) Kur'án-i K erim ’in Fatihe suresinde geçen " d in ” kelimesi


"hüküm ” anlam m da kullam lm içtir.

93
na, yâni Hâkim, bu Boynuz’u ölüme mahkûm edip
bu i§in icrasi için “A don”, yâni “Kumandan” veya
“Efendi” olarak tayin etmigtir. Daniel’in sôyledigi bu
sözlerin hepsi deKuran’atamâmiyle uygundur.Zira ora­
da Islâm dini, “D/nü/-/s/âm” §eklinde zikredilmi§tir. Yi­
ne Dina’nm emir ve hükümlerine uygun olarak “Bar-
na§a”, §eytan’in dinini (putperestligi) ve onun vekili
Boynuz’u ortadan kaldirmigtir. Bu durumda, En Y ü­
ce Olan Allah’in huzuruna çiktigi belirtilen Barnaga tâ-
biriyle kastedilen kimsenin Hz. Muhammed’den (s.a.v)
ba§ka birisinin olmasi mümkün müdür? Hem, îslâm
hakliya hakkmi veren, haksizhgi cezalandiran, dürüst-
lügü ôvüp, ikiyüzlülügü kinayan ve bunlardan daha
önemli olmak üzere, Allah’in Bir olu§unun, iyi amel-
1er için ebedî mükâfatlarin, kôtü i§ler için de Cehen­
nem azâbinin açik açik tesbit ve teblig edildigi sapa-
saglam Kiiabi’yla gerçekten bir bari§ hükmüdür. îngi-
lizcedeki “Sulh Hâkim i” (Justice of Peace) haksizligi
cezalandirip, hakhya hakkini vererek huzur temin
eden, anla§mazliklan yatigtiran, meseleleri karara bag-
layan Islâmî bir mahkemenin taklidi ve benzeri duru-
mundadir. !§te îslâm ve Kur’an hükümleri böyledir.
Halbuki ne Hiristiyanhk, ne de încil bu §ekildedir. Zi­
ra încil, hakh ve mazlum bile olsa bir Hiristiyanin hâ-
kime mürâcaat etmesini kesinlikle yasaklami§tir. (Mat­
ta, V. 25, 26; 38-48).
2. insanoglu veya diger adiyle Barnaga, Bizans
imparatoru Büyük Konstantin’den sonra gelmesine bi­
nâen Hz. îsa (a.s) veya ba§ka herhangi bir peygam-

94
ber olamayacagi için de kesinlikle Hz. Muhammed’­
dir (s.a.v). Çünkü Büyük Konstantin’le ayni kimse ol­
dugunu isâbetle tesbit ettigimiz Boynuz tarafmdan tem­
sil edilen Dogu dünyasi Teslis Akidesi, Tek Tann’ya
inananlarla devamli savagmig ve Daniel’in mûcizesin*
de dile getirilen “bir vakte, bir vakitlere ve yarim vak-
te kadar...” Ibâresinde ifâdesini bulan üçbuçuk asra ka­
dar da her zaman için gâlip gelmigtlr. î§te ancak bu
zamanin sonundadir ki, bir taraftan putperest kuvvet­
ler, diger taraftan da teslis akidesinin zafer ve hâkimi-
yetl ya tamâmen yok edilmi§ veya süpürülüp atilmi§-
tir. Yahuda Makkabi’nin bulutlar üzerindeki “Barna-
§a””, Antiochus’un da “Boynuz” oldugu geklindeki bir
izah tarzi gülünç olmaktan ôte hiçbir anlam ta§imaz.
Zira yanli§ hahrlamiyorsam bu Antiochus, iddiaya gò­
re Kudüs Mâbedi’ne saldirdiktan sonra sâdece üçbu­
çuk ay-veya üçbuçuk gün- daha ya§ami§ ve ôlmü§-
tür. Evvela, O ’nun Büyük îskender’in halefi ve Suri­
ye hâklml oldugu, Daniel’in rüyasinda bildirilen dôr­
düncü canavann onbirinci boynuzu degil, yine rüya­
da geçen kanatli kaplanm dôrt ba§mdan bir tanesidir.
Bu Daniel Kitabi’nin sekizinci bâbinda zikredilen bir rü­
yadaki koçun Med-Pers; tekenin ise Grek Ìmparatoru
oldugu bir aziz tarafmdan açiklanmaktadir. Ayrica,
Greklerin Perslere açikça gâlip geldlgl ve daha ônce
sôzü edilen rüyada oldugu üzere bu son imparatoriu-
gun dôrde bôlündügü açikça dile getirilmi§tir. ikinci oia­
rak, konugma kâbiliyetine sâhip bir boynuzun küfür
eden ve Allah’in geriatmi ve mukaddes günlerini de-

95
§{§tiren bir kimse olmasi hasebiyle bunun bir putpe­
rest degli, Allah’i taniyan, fakat O’na her bakimdan
e§it iki §ahsi bile bile sirk ko§an ve dini degi§tiren bir
§ahis oldugunu göstermektedir. Halbuki Antiochus ne
çoktannciligi ve teslisi ikâme etmek sûretiyle Yahudi-
ligi ifgat etml|, ne de Musa’nm §eriatini ve Mukaddes
günlerini degi§tirmi§tir. Üçüncü olarak, Cenàb-i Hakk’-
in huzurunda milyonlarca melegin biatini kabul eden
bir Ulu kimseyle, Yahuda Makkabileri kar§ila§tirmak
için Suriye’deki küçük bir krai ile bu Yahudi prensi ara­
sinda cereyan eden mahaiii ve önemsiz bir olaya böy­
ie bir önem izâfe etmek çocukça bir saçmaliktir. Kaldi
kl Daniel’in mûcizesinde bu “Barna§a”, bütün insan­
larin en büyügü ve en çereflisi olarak tasvir ve takdim
edilmektedir. Çünkü Yahudilerin Kutsal Kitaplan’nda
hiçbir insanin Hz. Muhammed (s.a.v.) kadar §an ve
§eref sâhibi oldugu kaydedilmemektedir.
3. “Insano§Iu”na verilen bu semâvi izzetin muhâ-
tabinin Isa oidugunu idda etmek de tamâmen bo§ bir
gayrettir. Hz. Isa’yi bu §ereften mahrum birakan iki
önemli sebep bulunmaktadir. (a) Hz Isa (a.s) §âyet sâ­
dece bir insan ve bir peygamberse ve dini teblig ko­
nusunda bagarili olup olmadigi tartigilabiliyorsa kesin­
likle îslâm Peygamberi’nin sahip oldugu §an ve çerefe
sahip degii demektir. Yok eger O’nun, Teslisin üç un-
surundan biri olduguna inaniiiyorsa o zaman da bir in­
san olamayacagi için “Bama§a" (însanoglu) da olamaz.
Bôylece, Barna§a’nin îsa oiamayacagini kabul etme-
yenler, içinden çikamayacaklan bir tenâkuza dü§mü§-

96
lerdir demektir. Çünkü her iki halde de Hz. ìsa Bar-
na§a olamaz. (b) Eger Hz. ìsa, Daniel’in güyasinda
Dördüncü Boynuz’u öldürmekle görevlendirilen kim­
se olsaydi, Roma Kayzeri’ne vergi ve haraç ver­
mek*'* ya da Roma idàrecilerinden Pilate’nin falaka
ve kirbacina râzi olmak yerine Roma askerlerini Filis-
tin’den kovarak kendine inananlan ve memleketlerini
onlarm §errinden emin etmesi gerekirdi,
4. Mukaddes Topraklar üzerinde tamâmen hür ve
yabanci boyundurugu altina girmeden yakla§ik 2500
yil hüküm sürmü§ bir kabileye mensup Hz. Muham­
med gib! ba§ka bir peygamber-sultan daha gösterile-
mez. Ayni §ekilde, birinci plânda kendi ümmetine, ikin­
ci plânda ise bütün insaniiga maddi ve mânevî birçok
hizmetler getiren ikinci bir gahis daha yoktur. §unu da
belirtelim ki, Daniel’in rüyasinda anlatildigi gibi bir §an
ve §öhretin sahibi bulunan îslâm peygamberi kadar
me§hur birisinin bulunabilecegini dü§ünmek mümkün
degildir, îsterseniz §imdi de büyük peygamber Daniel
ile onun hayret ve korku ile bakhgi Insanoglu’nu kar-
§ila§tiralim. Daniel, Babil ve Sus saraylarinda vezirlik
makamina kadar eri§mi§se de bir esir veya bir köle
olup, yasaklandigi hâlde bir melege tapiyordu (hâ§a).
§imdi bu durum kar§isinda Allah katinda peygamber­
lerin sultani ve insanhgin efendisi olan, meleklerin hay-
ranhkla biat ettigi Hz. Muhammed (s.a.v) ile kar§ila§-
tirdigimiz zaman Daniel’in durumu ne olur? Ve ne tu-

■) Markos, XII, 13-17,

97
haftir ki Hz. Dâvud peygamber de Hz. Muhammed’e
(s.a.v.) “Efendim” diye hitap etmektedir (Mezmurlar
X. Bâp).
5. Hz. Muhammed’in (s.a.v) Mi’raca çiküginda Al­
lah’m en yüksek lütfuna mazhar oldugunu ve bu gü­
zide insana ve ümmetine ebedî miras olarak verilen
memleketlerden mel’un Boynuz’u ve putperestligi kö­
künden söküp atmak için güç ve kuvvetle donatildigi-
m anlamak hiç de §a§irtici olmaz.
6. Acizàne kanâatime göre, bu mûcizevî rüyanm
diger bir enteresan tarafi da “Barna§a”nm buiutlan a§a-
rak Cenâb-i Hakk’m huzuruna ula§masi ile Mi’rac hâ-
disesi arasmda hem mâhiyet, hem de zaman bakimm­
dan bir uygunlugun bulunmasidir. Diger bir tâbirle bu
rüyanm ikinci kismi ile Mi’rac ayni geylerdir. Gerçek­
ten de îslâm Peygamberi’nin hadislerde dile getirdigi
bilgilerle Daniel’in bu sôzlerinde bizi bu kanâte sevke-
den birkaç i§âret bulunmaktadir. Bilindigi üzere Kur’an-
1 Kerim, Mi’racta Allah kulunu (Hz. Muhammed’i
(s.a.v.) Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki
Mescid-i Aksa’ya gôtürdügünü bildirmektedir. Al­
lah o vakitler harap olan bu ikinci mâbedin bulundu­
gu çevreyi takdis etmi§ ve O ’na âyetlerinden bâzi §ey-
1er gôstermi§tir, (XVII. Sûre).
Peygamberimiz (s.a.v.), hadislerinde belirttigine
göre bu Kutsal Mâbed’de arkasmdaki peygamberler-

’ ) Isra Sûresi, l.âyet.

98
den olu§an bir cemâate namaz kildirmigtir.*') Yine
ayni rivàyete göre Hz. Muhammed (s.a.v) Yedinci Kat
Semâ’ya yükseltildi§i Kudüs’ten Aliah’m huzuruna va­
rmcaya kadar meleklerin ve peygamberierin ruhu da
kendisine igtirak etmigtir, îslâm Peygamberi’ni bu Mi’-
racta gördügü, i§ittigi ve kar§ila§tigi bütün her §eyi an-
latmaktan alikoyan tevazuu, Allah’in hükmünü nak-
leden Daniei’in mùcizevî rüyasi ile telâfi edilmi§ olmak­
tadir. Ayrica. bu rüyayi Daniel’e tefsir eden Ruh’un,
ba§ka bir yerde dügüncesizce i§äret ettigim gibi bir Me­
lek olmayip, aksine bir peygamber ruhu oldugu orta­
ya çikmaktadir. Çünkü O, ona bir veli veya mübârek
bir zat anlamina gelen ve peygamberlerie evliyalar için
çok kullanilan bir kelime olan“Q addi§” (müzekker hal­
de) ve Qaddu§ (IV, 10; VIII, 13) geklinde hitap etmek­
tedir. Allah tarafmdan artik Teslisin häkimiyetine son
veren Ilâhî emri ve azgm Boynuz’un yokedilmesi için
peygamberlerin kararini gördükleri zaman bu peygam­
berlerin ve o dört canavann, yâni Roma tahtini eie ge-
çirmek için savagan genel välilerin zulmettikleri ilk Hi­
ristiyan §ehitlerinin ruhlari kim bilir ne kadar memnun
olugmu§tur! Dikkat edilmesi gereken diger bir nokta
da bu sâdik rüyanm Barnaga’nin Mekke’de baglayan
Mi’raci ile ayni gecede görülmüg gibi zuhür etmesidir.
Daniel’in bu mücizevi rüyasinm gähitligine daya­
narak, biz Müslümanlar, Hz. Muhammed’in (s.a.v.)

) Bk. : Sahih'i Buhari Muhtasan Tecrid-i Sarih Tercümesi, {Ankara,


1972 C. 10, s. 66).

99
mi’racinin, her §eye Kädir olan Cenäb-i Allah tarafin­
dan bedenen gerçekle§tirildigini kabul edebiliriz. Bu
Mi’rac hädisesinde vücudun äit oldugu asil vücut ta­
rafindan veya yerçekimi kanunu tarafindan degil de
hiz kânun tarafindan kontrol edilen bir vücuda äit fi­
zik kanununun varolmasi icap eder. Yeryüzündeki bir
insan vücudu, tâbi bulundugu yerçekimi kuvvetini a§an
daha üstün bir hiza ulagamadikça ondan kurtulama-
yacaktir. Öyieyse orada daha üstün bir güç vâsitasi,
ya da sâdece hiz kuvveti sâyesinde ince bir §eye, ince
bir cisme veya hareketsiz duran kalin bir nesneye nü-
fuz edebilen i§ik hüzmesine äit ba§ka bir fizik känunu
mevcut olmahdir. Bu näzik konuda fazla teferruata gir-
meden §u kadanni söyleyelim ki, hiz kuvvetinin önün­
de ister hareketli, ister durgun olsun, kati bir cismin
agirligmin hiçbir önemi yoktur. Bir yildiz veya güne§-
ten gelen i§igin hizini ve gücünü bilmekteyiz. Eger bir
topu belli bir hizla, meselâ saniyede 2500 km. ate§le-
yecek olsak, onun birkaç santim kalmhgmdaki demir
bir levhayi deiip geçtigini biliriz. I§te bunun gibi, i§ik
hizindan ve hatta akla geiebilecek bütün hizlardan daha
büyük güce sahip bir Melek de hiç §üphesiz yerçeki-
mini hiçe sayarak Hz. isa’nin (a.s.), Hz. Muhammed’in
(s.a.v) ve Hz ÍIyas’m (a.s.) cisimlerini de akillara dur-
gunluk verecek bir kolayhkta ve süratte, kulu olduk-
lari Cenäb-i Allah’a götürebilir.
Bu mi’rac hädisesine benzer bir olay da Aziz Paul
tarafmdan nakledilmi§tir. I§te bu zat, ondört yil önce
gördügü bir rüyada üçüncü kat Sema’ya çikip oradan

100
da târiii imkânsiz §eyler görüp i§itti§i Cennet’e götü-
rülen bir ki§iden bahsetmektedir. Kilise ilerigeienleri ve
incil tefsircileri, bu §ahsin Paul’ün kendisi olduguna
inanmaktadiriar. Gerçekten de kullanilan ifâdeler, in­
sani bu kanâate sevkedecek mâhiyettedir. Aslinda St.
Paul, alçakgônüllülügünden ziyâde, kibrinden dolayi
böyle müphem bir ifâde kullanarak onu esrarli bir há­
le getirmigtir, {Korintoslulara Ìkinci Mektup Xll. 1-4).
Kur’an-i Kerim, Hz. Isa’nin havärilerinin çok mübâ-
rek ve basiret sâhibi kimseler olduklanni bildiriyorsa da,
onlann yazdiklari §eyler, Kiliselerin kavgave çekiime-
Ieri esnasinda tahrifata ugradiklanndan güveniliriikle-
rini yitirmi§lerdir. Paul,Barnaba încili’nin bildirdigine
göre, sonradan sapitarak çok sayida mu minin dinden
dönmesine sebep oImu§tur,
Paul, rüyada gôrdügü §ahsin kimligini açiklamaz
ve Cennet’te duydugunu sôyledigi “sôylenemez, hiç
kimse de söylemeye mezun degildir” §eklindeki ifäde­
leri, göge çikan kimsenin kendisi olmadigmi ortaya
koymaktadir. Paul,un utangaçligi ve tevazuu sebebiy­
le kendisini ôvmedigini söylemek, sâdece Paul’ü inan-
dirabilir. Kaldi ki, St. Peter’i yüzüne kar§i azarlamakla
ôvündügü gibi, onun mektuplan Paul’ün hiç de mü-
tevâzi ve mahcup biri olmadigi kanâatini dogrulamak-
tadir.
Bundan ba§ka, bu Paul’ün Romahlara ve Galat-
yalilara yazdigi mektuplanndan O ’nun Hacer ve oglu
Hz. Ismàil’e kar§i pe§in hükümlü bir Yahudi oldugu­
nu da anlamaktayiz. Paul’ün rüyada gôrdügü izzetli §a-

101
his, Daniei’in rüyasinda gördügü §ahistan ba§kasi oia­
maz. Bu ise Hz. Muhammed’dir (s.a.v.). Ancak, Pa­
ul, bir taraftan Yahudilerden korktugundan, diger ta­
raftan da kendisine neredeyse Hz. Isa kadar kutsiyet
izâfe eden kimselere kar§i gelmi§ olacagindan, Cenàb-i
Aliah’in sôyledigi bu güze! sözleri sôylemek cesâretini
gösterememi§tir. Ben, Daniel'in alti asir kadar önceki
mûcizevî rüyasinda gördügü Barna§a’yi Paul’ün de
görmü§ olabilecegine yari yariya inansam bile
“kibirlenmemesi” için bedeninden çikan ve kendisini
mütemâdiyen yumruklayan bir §eytan Meiegi (Korin-
tosiulara ikinci Mektup, XII, 7.) tarafindan bu hakika­
ti açiklamaktan menedildigine asla inanmam. Zira böy­
le bir §ey, Paul’ün rüyasinda gördügü IsIàm Peygam­
beri’nin sirrini açiklamaktan, kendi deyi§iyle "^eytan
Meiegi” tarafindan kabul ediimesi demektir. Eger Pa­
ul, Allah’in gerçekten fâzil ve veli bir kuluysa, niçin ken­
disini devamli yumruklayan “§eytan melegi”nm eline
teslim edilmigtir? Bu Paul’ün görü§!erini dü§ündükçe,
O’nun Büyük Konstantin’in eski bir benzeri oldugu yo­
lundaki §üpheler azalacaktir.
Özetlemek gerekirse, gayri müslim okuyucularimiz
için Daniel’in bu mûcizevî rüyasindan mânevi bir ders
çikarmaya çaligtim. Bu durumda onlann Dört Cana-
var’m ve bilhassa Boynuz’un âkibetinden ibret alma-
lari, Mutlak ve Tek Hakikat olan Aliah’i tefekkür et­
meieri; Allah’in mutlak birligine sâdece Müslümanla­
rin Iman ettigini; müminlerin ugradigi zulümden asil
Aliah’m haberdâr oldugunu ve peygamberlerinin. En

102
Yüce Olan’in Tahti’na en yakin oldugunu bilmeleri icap
eder.

103
VII
KRAL DÂVUD’UN O ’NA “EFENDÎM” DÎYE HÎTAP
ETMESi

Dàvud’un geni§ bir hayat hikàyesi ile kahraman-


]jk)an ve peygamberlik sifatiyla sôyledigi sözler, Eski
Ahid’in iki kitabinda, yâni Samuel ve Mezmurlar’da ye-
ralmaktadir. O, buna göre, Yahuda kabilesinden Yi-
§ai’nin (Jessie) en küçük oglu olup, daha genç bir ço-
banken bir ayi öldürerek yansmi bir asiana vermigtir.
̧te bu cesur delikanli, Filistinli silah§ör Goliath (Ca-
lut) ’un alninin ortasma bir ta§ firlatarak ìsrail ordusu-
nu kurtarmi§ti. Fakat kahramanhk gösterisinde üstün
ba§an gösteren kimseler için konulan en büyük mü-
kâfat, Kral Saufün kizi Mikal'in elinde bulunuyo*'du.
Hz. Davud, iyi arp ve kaval çaldigi gibi, sesi de güzel-
di. Yine Onun, kayinpederinin kiskançligi yüzünden
memleketini terkederek bir e§kiya gibi çe§itli mâcera-
larla kar§ila§íig¡ ve bir sürü iehlikelere mâruz kaldigi
iyi bilinmektedir. Saul’ün ôlümü üzerine kavmi tara-
findan kral olmasi için tekrar geri çagrilmjgtir. Çünkü
Samuel Hz. Dâvud’u çok ônceleri kral olarak meshet-
mi§ti. Bunun üzerine Hz. Dâvud, yedi yil daha hüküm-
dariik yapmi§tir. Kudüs’ü Jebusitler’den alarak tekrar
ba^kent yapar. î§te burada bulunan iki tepenin adi Mo­
ría ve Sion olup, §âyâni hayret bir gekilde, Mekke’-
de bulunan ve sirasiyla “Rab)n gôrülme (tecelli) yen”
ve “kaya-ta§” mânalarina gelen me§hur Merve ve Safa
ile ayni anlama ve ayni öneme sahiptir. Hz. Dävud’-

104
un savaflan, çok ciddi âilevî meseleleri, sâdik bir as-
ker olan üriye ve onun karisi Bat-§eba’ya kar§i i§ledi-
§i günah ve bunun cezasiz kalmasi gibi hikàyeler,
[uzun anlatilir.]Netice olarak Hz. Dâvud kirk yil krallik
etml§ ve hayati hep sava§larla ve âilevî buhranlarla geç-
mi§ olup hakkinda iki zit kaynaga atfedildigi açikça gö­
rülen çeli§ki!i ifâdeler bulunmaktadir.
Dâvud’un Uriya ve karisi ile olan münâsebetinden
dogan günah, (II. Samuel, XI) Kur’an-i Kerim’de zik-
redilmi§ degildir (XXXVII, Sûre). Kur’an’in üstün ta-
rafiarindan bir tânesi de onun bütün peygamberlerin
günahsiz dogup günahsiz ôldüklerini bildirmesidir.
Kur’an-i Kerim, Cenâb-i Hakk’in yalnizca seçkin kuiu
olan bir peygambere degil de alelâde bir insana dahi
yaki§tiramadigimiz ve Musa Çeriati’na göre ölümle ce-
zalandirilmasi gereken zina ve cinâyet gibi çifte günâ-
hi isnat eden Yahudilerin kitabina hiç benzemez.
Dâvud’un zina i§lemesi masali ve iki Melegin Dâ-
vud’a bu çirkin fiili hatirlatmak için gelmesi hikâyesi,
nerede yeralirsa alsin âdi bir sahtekârhktan ba§ka bir-
§ey degildir. Bunun sahte ve uydurma oldugu husu­
su en güzel §ekilde müslümanlarca anla§ilir. Me§hur
îslâm filozofu ve müfessiri Râzi §ôyle diyor: Alimlerin
ve bunlar arasmda hakikati ara§tiran kimselerin büyük
çogunlugu, böyle hikâyelerin asilsiz oldugunu açikla-
diktan sonra bunu da yalan ve yakifiksiz bir hikâye ola­
rak ilan eder. Kur’ân-i Kerim’in XXXVIII. (Saad) Su­
rest’nin 24. âyetinde geçen "istiÿfar” ve “ÿufran” keli­
meleri, elbette ki Hz. Dâvud’un böyle bir günah i§le-

105
dìgini göstermez. Çünkü “isti§far” kelimesi, himâye
arayi§ini ifâde eder. î§te Hz. Dâvud da dü§manlarmin
fazla §iddet gôstermeleri kar§ismda ilâhi himâyeyi ta-
lep etmeye ba§lami§tir. “ôufran” kelimesi ile de, i§le-
rinin yoluna girmesi murât ediimi§tir. Zira Hz. Dâvud,
büyük bir peygamber olmakla berâber hasimlarini ta­
mâmen kontrol altinda tutmaya muvaffak olamiyor-
du.
Tevrat, Hz. Dâvud’a peygamberligin veriidigi tâ-
rihi belirtmez. Hatta Eski Ahid’de, Dâvud’un iki bü­
yük günah iglemesinden sonra Allah’m onu cezalan-
dirmak için Natan’i peygamber olarak gönderdigini
okumaktayiz. Gerçekten de Hz, Dâvud (a.s.), Ya­
hudilerin Kutsal Kitabmda, hayatmm son yillanna ka­
dar ba§ka peygamberlerden af ve nedâmet dileyen bir
kimse olarak tasvir edilmi§tir. Kitâb-i Mukaddes’in ifâ­
desine göre Hz. Dâvud (a.s.) i|ledigi günahtan tamâ­
men pi§man olduktan sonra peygamberlik §erefine
eri§mi|tir.
Daha ônceki bôlümlerin birinde kralhgm biribirle-
riyle devamb savaçan iki bagimsiz devlete aynlmasm-
dan sonra Isrâil Kralligmi te§kil eden on kabilenin dâi­
ma Dâvud Hânedani’na dügman oldugunu ve Torah
(Tanah), yâni Musa Çeriatmi ihtiva eden ilk be§ ki­
tap*” * hâricinde Eski Ahid'in diger kitaplarmi asla ka­
bul etmedigini i§âret etmi§tim. Bu durum, onun ilk be§

) 11. Samuel, X ll, l.


” ) Eski Ahid’in ilk be| kitabinin isimleri foyledir: Tekvin, Çiki?, Levi
liier, Sayilar ve Tesniye.

106
kitabinm Sâmiriceye tercümesiyle ortaya çikmi§tir. Is-
râilli kötü krallar devrinde Sämiriye’de ba§ari kazanan
ilyas, Elyesa ve diger bütün peygamberlerle ilgili ki-
simlarda Hz. Dâvud’un zürriyeti hakkinda ne bir keli­
me, ne de bir kehänete rastlamaktayiz. Ancak Ìsrail
kralhgmm yakilmasindan ve on kabilenin Asurya’ya sü-
rülmesinden sonradjr ki Yahudi peygamberler çok geç-
meden bütün bir milieti ihyâ edecek ve dü§manlarini
hákimiyeti altina alacak olan Hz. Dâvud Âilesinden zu­
hur edecegini haber vermeye ba§lami§lardir, Kilise pe-
derlerini derin ve acayip bir sevince bogan bu son pey­
gamberlerin yaziiannda epeyce müphem ve kari§ik söz­
ler bulundugu gibi, ashnda bu haberler zannedildigi gibi
Hz. isa (a.s.) ile ilgih degildir. Ben burada kisaca iki
rivâyeti nakledecegim. Bunlardan birincisi, !§aya Ki-
tabi’nda olup (VII, 14) “geng bir kadin bir gocuga hâ-
mile kahp erkek gocuk do§uracak, ismini Emmanuel
koyacaksin” §eklindedir. Bunun ibrânice asiinda ge­
çen a’imâh kehmesi, Hiristiyan ilâhiyatçilannin dedigi
gibi “bâkire” dempk ve dolayisiyla da Hz. Meryem’e
izäfe edilmesi mümkün olmayip “evienme gagina gel-
m i§kiz”, “gengkiz”, “kügük hanim ” ar\\am\anm ifâde
eder. Bihndigi üzere ibränicede Bâkire kar§iligi olarak
kullanilan kelime bthulah’tir. Kaldi ki çocugun isminin
“Allah bizimle berâber” anlamina gelen Emmanuel ola-
cagi bildiriliyor. “EI” ve buna benzer seslerin, birie§ik
kelimelerin ilk veya son hecesini meydana getirdigi
böyle yüzlerce Yahudi ismi vardir. Aslma bakilirsa ne
i§aya, ne Kral Ahaz, ne de herhangi bir Yahudi yeni

107
dogmu§ bir bebegin kendisine “Allah bizimle
beràberdir" ismini dü§ünebilir. Fakat Eski Ahid’in açik-
ça belirttigine göre evlenmeden hâmile kalan kizi bil-
digi ania§ilan Ahaz’in kendisi, bu yeni dogacak çocu-
ga Emmanuel ismini vermijti. * ’ Dügmanlarinin Ku-
düs’e §iddetli saldinlar düzenlemesi sebebiyle Ahaz ^ ^
tehlikedeydi. î§te tam o sirada bir hâmile kadmin -fakat
bâkire Meryem degil- yediyüz küsur sene sonra dün­
yaya gelecegi §eklinde bir i§âret gôsterilmek sûretiyle
ona birvaaddebulunuldu.Ahaz’in hükümdarhgi sira-
sinda dogacak çocuk §eklindeki bu açik kehânet^ ' *
Matta înciii'nin yazan tarafmdan da yanh§ anla§ilmi§-
tir (Matta 1,23). Çünkü Meryemoglu Isa’ya bu isim
Cebrâil tarafindan verildigi gibi (Matta, 1,21) O, asla
Emmanuel ismiyle çagrilmi? degildir. Yahudilerin kut­
sal kitabinda geçen bu olayi ve ismi, inkarnasyona ^ *
inanan Hiristiyanhk doktrininin ispati ve delili olarak
ahp kullanmak bir skandal degil midir?
Bu kehânetin diger bir garip izahi da Eski Ahid’in
Zekerya Kitabi’nda bulunmakta olup (IX.9), Matta în-
ciii’nin (XXI.5) yazan tarafindan yanh§ ania§ilip yanh§
aktanlmi|tir. Sözkonusu pasajda Zekerya §ôyle diyor:
“Büyük sevinçie co§ ey Sion kizi, bagir ey Yeru§alem

■) Bk.: isa’ya, VII, 14.


” ) Ahaz, Y ahuda Kralligi’nin onikinci hükümdâri olup M .Ö . 735-715
yillan arasinda hüküm sürmü§tür. (Bk.: Alton Bryant, The New C om ­
pact. Bible Dictionary, U .S .A ., 1974, s.28)
’ ■■) Bk.: Ijiaya, IX , 6, X I,1; Mika V ,2,3,
*'“ ) Inkarnasyon: Bir kimse oldükten sonra ru h u n u n baçka bir canliya
veya insana girmesi hàdisesi.

108
kizi. !§te krahn sana geliyor, âdil, kurtana ve algakgö-
nüHü olarak, bir e§ek üzerine, evet bir e§ek yavrusu-
sipa üzerine binili olarak geliyor”. §iir havasmda ya-
zilmi§ olan bu sözierden, üzerine kralm bindigi bir er­
kek e§egin, genç bir e§ek; sipanm da di§i bir e§egin
erkek yavrusu oldugu havasi sezilmektedir. Ne olursa
olsun o tek erkek sipa idi. Fakat Matta Incili bu sözleri
bakmiz nasil aktarmi§tir.
“Sion kizina söyleyin,
̧te krahn sana dogru geliyor;
AlgakgönüHü ve bir di§i e§ege binrni§ olarak,
Evet bir s¡pa, di§i e§egin erkek sipasi üzerinde. ”
Bu sözleri yazan §ahsm, Hz. Isa’nm Kudüs’e mu­
zaffer bir §ekilde girerken, hem bir di§i e§ek, hem de
bunun yavrusu üzerine ayni anda binmek suretiyle gös-
terdigi mùcizeye gerçekten inanmi§ olup olmamasmm
hiçbir önemi yoktur. Bununla beraber Hiristiyan Pe-
derlerini') büyük bir kismmin böyle inandigmi söy­
lemek yerinde olacaktir. Ancak bunun §àhane ve tan-
tanaii bir zafer alaymdan ziyade komedi gösterisine
benzedigi onlarm akillanna gelmemig olmali. Sunun-
la beraber, Luka daha dikkatlidir ve Matta’nm dü§tü-
gü hatâya dü§mez. Acaba bu iki yazann ilham kayna­
gi da ayni Ruh mudur?
Hz. Zekeriya (s.a), Yahudilerin sürgünden dônü§-
lerinden sonra Kudüs’te bir kralm gelecegini haber ve-
'iKitâb-i Mukaddes’i yorumiayip hükümler çikararak Hiristiyanhga §e-
kil veren, Kilise târihinde önemli yere sâhip din adamlanna Peder ismi
vcTilraektedir.

109
rir . Hz. Zekeriya’nm bahsettigi bu §ahis, sipa üzerine
biniJi mütevâzj ve gösterigsiz bir kimse olsa bile Allah’­
in evini ihya etmek ve kurtanci olmak üzere gelmek­
tedir. O, bu müjdeyi Yahudilere mâbedi ve harabe
§ehri yeniden yapmaya ugra§irken ve kom§u kabile-
1er onlara dügman oldugu bir sirada vermi§tir. Mâbedi
in§aiaaliyeti Pers Krali Darius’un in§aat için ferman çi-
karmasina kadar durdurulmu§ bulunuyordu.Gerçi hiç-
bir Yahudi kraii M.Ö. altinci asirdan önce asia orfada
gôzükmüyorsadabuYahudilero tarihe kadar ba§kadev-
ietlerin hâkimiyeti aitinda yan muhtar idâreler hâlin-
de ya§iyorlardi, l§te burada vaadedilen kurtulu§ mü-
§ahhas ve yakin vâdeli bir kurtulu§ olup Isa’nin gel­
mesi ve Kudüs’e girmesiyle gerçekleçen 520 yil son­
raki kurîu)u§ degildir. încillerin bildirdigine göre bu Na-
sira’li Hz. Isa’nin ayni anda iki e§ege binili olarak gir­
digi ve Yahudilerie efendileri Romalilar tarafindan he­
mence yakalanip çarmiha gôtürüldügü bu kutsal §e-
hir, o zaman muhte§em mâbediyle zâten büyük ve ma-
mur bir§ehir durumunda idi. Hem, böyle bir müjde,
hârap bir §ehirde etrafi dügmanlaria çevrili güç durum-
daki Yahudiler için hiçbir §ekilde teseili kaynagi ola­
maz. Netíce olarak, “kral” kelimesiyle reisleri Zerub-
babei, Ezra ve Nehemya’dan birini aniamaliyiz.
Konumuzla pek ilgisi olmayan Hz. Zekeriya ve Hz.
Dâvud’a ait bu iki hikâyeyi nakletmekîeki maksadimiz,
Yahudilerin kitaplanni yakindan tanimayan Müslüman
okuyuculanmiza, papazlarm, Hiristiyanlan nasil yan-
li§ yola sevkettikierini ve ke§i§lerin olaylara nasil saç-

110
ma sapan mânalar yaki§tirip izahlar getirdigini göster-
mektir. §imdi de Hz. Dâvud’un bir kehâneti üzerinde
durmak istiyorum.
“YaHVaH, EFENDÌME dedi ki:
Dü§manlanm ayaklanmn altina basamak yapmca-
ya kadar sa§imda otur. ”
Mezmurlar III. Bâp’ta yeralan Hz. Dâvud’un §iire
benzer bu sôzleri, Matta (XXII. 14), Markos (XII, 36}
ve Luka (XX, 42) indiieri tarafmdan da iktibas edil-
mi§tir. ilk beyitteki iki isim bütün dillerde “Rab Rabbi-
me dedi ki" §eklinde tercüme edilmi§tir. Çüphesiz bu
durumda birinci Rab kelimesinden maksat Allah ise
ikinci Rab kelimesinin de Allah anlamina gelmesi icap
eder. Bu durumda, hem hitap eden, hem de muha-
tap Allah olacagi gibi, Hz. Dâvud peygamber de (hâ-
§a) iki Allah’a inanmi§ olacaktir. Hiristiyan papaz ve
rahibi için tabii ki bundan daha güzel, daha münâsip
ve daha mantikh bir akil yürütme elbette dügünülemez.
Peki bu ik Dom ini’den hangisi Hz. Dâvud'un Efendi-
sidir? Yoksa Hz. Dâvud (a.s.), kendisini gülünç duru-
ma dü§üren “Dominus dixit Domina m eo” §eklinde
bir ifâde sarfetmi§ midir? Eger Hz. Dâvud gerçekten
bôyle birgeye inanmi§ olsaydi, onlann ôzel isimlerini zik-
rederek degil de dogrudan dogruya iki Rab’‘bm kulu
ve kôlesi oldugunu pekâla sôyleyebilirdi: Bu farâziye,
iki Rab’bin varhgmi kabulden de ôteye Hz. Dâvud’un
ikinci Rab’binin dü§manlanni O’nun ayaklan altma ve-
rinceye kadar sag tarafmda oturmasmi emreden birin-
cisinin sigintisi olduguna da delâlet edecekttr. I§te bôyle

111
bir muhâkeme sizi dininizl iyi anlamaya, böyle husus-
lärm mevcut oldugu Incil’in; ve hattâ Kur’an’m da aslî
kaynagindan okunup ögrenilmesi mecburiyetini ve ter-
cümelere fazla güvenmenin dogru olmadigmi ortaya
koyar.
“Rab Rabbime dedì ki” §eklindeki yukaridaki so-
Z Ü , Kitab-i Mukaddes mütercimleri tarafmdan verilen

anlamlanyla kari§tirmamak ve yanh§ anlamaya mey-


dan vermemek için, parçada geçen Ibrânice iki özel
ismi mahsus YaHWaH ve Adon §ek)inde yaziyomm.
Kitab-i Mukaddes’te geçen böyle mukaddes isimier,
tercüme etmeyi dü§ündügümüz lisanda tam kar§ihgi
olan kelimeleri bulmadikça, olduklan gibi birakilmali-
dirlar. Bilindigi gibi Yehova kelimesi §imdi daha ziyâ-
de Yahve olarak telaffuz edilmektedir. Cenâb-i Allah’m
Ibrânice kar§iligi olan bu ismi Yahudiler pek kutsal ad-
dederler ve hattâ Kitâb-i Mukaddes’i okurkenbu isme
geldiklerinde bunu söylemeyip Adoni ile degi|íirirler.
Kezâ aym mefhumun kar§iligi olan Elohim’i söylerler
de Yahve’yi asia soyiemezler. Ayni ilâh için kuílani-
lan bu iki kelime arasmda Yahudilerin niçin bir ayirim
yaptikl'an hususu,baglibagma bir mesóle olup konumu­
zun diginda kalmaktadir. Bununla berâber kisaca te­
mas etmek gerekirse, Yahova, Elohim’in aksine za-
mire benzer soneklerie asla kuiianilmaz ve “Ísrailkav­
minin müli ilahi” anlamina kullanilan çok özel bir isim­
dir. Aslinda “E hhim ” bütün Sâmi irkindan gelen ka­
vimlerin bildigi çok eski bir kelimedir. Allah kavrami-
na özel bir espiri versin diye de bu Yahve kelimesi ay-

112
nen Arapçada/?aò AUah ibâresinde oidugu gibi Yah-
ve Elohim §ekiinde Eloiìim’le birlikte kullanilmigtir.
“Adon" kelimesi ise ‘‘K umandan, Bey, Efendi”
mânalarina geidigi gibi. Arapça ve Türkçedeki “Emir,
Seyyid ve Aga” kelimelerinin de îbrânice kar§ili§idir,
Bu kelime aynca “asker, köle ve m al” Isimlerinin de
ziddir. Sonuç olarak. bu beytin birinci kismmi “Allah,
Efendime dedi ki” $eklinde tercüme etmek gerek'
mektedir.
Monar§ik bir iktidar süren Dâvud, kraliyet âllesi'
nin reiS! ve bütün Israillilerin de kumandani ve efen-
disiydi, Öyleyse O bu durumda kimin hizmetkàri ola­
bilir? Güçlü bir iktidàrin sâhibi olan Hz, Dâvud’un ha-
kikatte kim olursa olsun, hiçbir insanin kulu ve kölesi
olmasi mümkün degildi. Keza O ’nun Hz. îbrâhim ve
Hz. Yâkub gibi herhangi bir eski nebl ve resuie
“Efendim” diye hitap etmesi de dügünülemez, Çün­
kü bunlar için kullanJan en mantikh ve ah|?lagelen te­
rim “Baba”dir, Ayni §ekilde, Dâvud’un kendi neslin-
den gelen bir kimse için “Efendim” hitap ve ünvanmi
kullanmamasi da akla daha yakindir. Çünkü bu kim­
seler için de “Ogul” tâblri en uygun tâbirdir. Allah’tan
sonra insanhgin en ulusu ve en §ereflisi hârlç, hiçbir
varhgm Hz. Dâvud’un Efendisi oldugu kabul edilemez.
“Allah’i görüp kavrayabilme kaabiliyet ve meziyetine
sâhip bir kimsenin bu husuta bütün insanlarin en §e-
reflisi, en çok ôvülmü§ü ve en beÿenileni olmahdir"
§ekiindekl bir mantik. pek makul gôzükmektedir. Mu­
hakkak ki geçmlf peygamberler ve basiret sâhibi evli-

113
yalar, bu mübarek zâti biliyorlar ve O’na Dâvud gibi
“Efendim” diye hitap ediyorlardi.
§üphesiz ki Yahudi hahamlar ve Eski Ahid mü-
fessirleri, “Rab Rabbime dedi ki... ” ifadesiyle Hz. Dâ­
vud’un soyundan gelecek bir Mesih’i anlamijlar ve gü-
ya böylece Hz. isa’nin yönettigi ve Matta ile diger iki
incil’de yer alan “Mesih hakkmda ne dü§ünüyorsunuz?
O kimin ogiduru?” (Matta XXII, 42) §eklindeki soru-
lan cevaplandirmamiglardir. Hz. Isa, Yahudilere bu­
radaki ikinci bir soruya cevap vermelerini istemek su­
retiyle onlann bu izah ve tefsir §ekillerini pe§inen red-
detmi§ü. Efendi’nin bu sorusu dinleyicileri büyük bir
sessizlige bogar, çünkü verilecek bir cevap yoktur. In-
cil yazarlannin hepsi de bu çok önemli münäka§ayi bu­
rada birden bire keserler Aslinda böyle bir konu-
yu bir neticeye ula§tirmadan yarida kesmek ne Efen­
di’nin (Hz. îsa), ne de kätiplerin jänina läyjk bir i§tlr.
Çünkü Hz. isa o anda mâbud, hattâ peygamber olma
özelligi bir tarafa, bir ögretmen olarak kendine inanan­
lann ve dinleyicilerin “Efendi” tabiriyle kimin kastedil­
digini anlamaya muvaffak olamadiklarini gördügü an­
da bu konuyu halletmek mecburiyetindeydi.
Bu “£/enc//”nin*” ' Hz. Dâvud’un neslinden biri

')Y azann bahsettigi Incil metninin tamami jöyledir; Rab Rabbime dedi:
Ben dü|manlanni senin ayaklanmin altina serinceyc kadar sagimda otur.
Eger Dâvud O ’nu Rab diye çaginrsa nasil onun oglu olur? ve hiç kimse
O ’na bir cevap veremedi ve o günden sonra arlik kimse kendisinden
sotmaga da cesäret edemedi.” (Matta, XXII, 44,45)
* ‘ ) Sik sik sözü edilen “Rab Rabbime dedi ki” ibäresindeki ikinci Rab

114
vani kullanmaktan uzak durmugtur. Burasi kesin bir
gerçek olup, Hz. Isa’yi hakiki sifatina, yâni Allah’in bü­
yük ve §erefli bir elçisi mevkiine getirecek ve yine as­
hnda onun nefret ve memnuniyetsizligini dile getiren
O ’nun a§iri dînî §ahsiyetini inkâr etmek için Hiristiyan
din adamlarmi ikaz edecektir.
Kafasina sorular takihp da buna kendi ba§lanna ce­
vap bulamayan talebelerin bu hâlini gören bir hoca-
nm onlann bu derdine çôzüm getiremedikçe, ya da
onlar gibi óàhll olmadikça sâkin sâkin oturabilecegini
düfünemiyorum, Fakat îsa, ne câhil, ne de vurdum-
duymaz birisidir. O, Allah’in a§kiyle yanip tutu§an yü­
ce bir peygamber ve insandir. Kendisi bôyle çôzülme-
mi§ bir problem veya cevapsiz bir soru birakmami§ti.
Kiliselerin încillerin, “Dâvud’un Efendisi kimdir?” so-
rusuna Hz. Isa’nm verdigi cevabi nakletmemi§tir. Hal­
buki üslubu, vahiy yoluyla gelmi§ bir mukaddes hita­
ba uygun dü§mesi, Hz. îsa’nin kendisi ve peygamberHk
gôreviyle ilgili çok açik ve mantikh sözler ihtiva etme­
si, bunlardan da önemli olmak üzere Hz. îsa’nm îs­
lâm Peygamberine dâir kesin sözler ihtiva etmesi se­
bebiyle kilisenin reddettigi Barnaba Incili bu sorunun
cevabini vermektedir. Bu încil’in bir sûretini kolayca
temin etmek mümkündür. î§te orada Hz. Isa’nin ce-
vabini bulacaksmiz. Buna göre Cenâb-i Hak ile Hz. îb-

kelimesini, yazarimiz, “Lord” veya “A don” kelimelerinden biriyle kar


çilamijtir.

115
râhim arasinda Hz. îsmâil üzerine bir sôzle§me yapil-
olup “$am en yüce" ve “Ovgüye en Jâyjk" bir in­
sanin, Hz. îshak’in, doiayisiyla da Dâvud’un soyun­
dan degil de Hz. ismäil’in soyundan gelecegine dâir
açik ifâdeler mevcuttur. Aynca, Hz. Isa’nin, ruhunu
Semâ’da gördügü ve konu§tugu Hz. Muhan:imed
(s.a.v.) hakkinda çe§itli beyanlar da vardir. Allah kis­
met ederse bu încil hakkinda da ileride bir§eyler yaz­
mak istiyorum.
§urasi muhakkak ki, Daniel’in Barna§a’yi daha
dogrusu îslâm Peygamberini gördügü sahih rüyanin
kaynagi ile Dâvud’un bu rüyasinm kaynagi aynidir. Ke­
za Hz. Eyyûb’un rüyasinda gördügü insanlan Çeytânî
güçten kurtaran “Kurtanci" ile insanlann En §ereflisi
ve En çok Ôvü!mü§ü ayni §ahistir (Eyüp, XIX, 25).
ôyleyse; Hz. Dâvud’un “Efendim” veya “Reisim”
dedigi o kimse, Hz. Muhammed (s.a.v) midir? §imdi
de bunu görelim:
Az önce sözü edilen bu 'Efendi”nm, “Seyyidül
Mürselîn”, yâni “Peygamberlerin Efendisi” olarak ad-
landinlan Hz. Muhammed (s.a.v) oldugu yolundaki
deliller kesindir. Eski Ahid’deki buna dâir bazi âyetler
öyle açik ve kesindir ki bunlan anlamak ve kabul et­
mek istemeyenlerin cehâlet ve inatçiligina §a§mamak
mümkün degildir. §ôyle ki:
1. Allah ve kulu nazannda en büyük peygamber
ve Efendi, en büyük istilâci ve insanligi peri§an, me-
deniyetleri ait üst eden insan olmadigi gibi, sirf kendi
selâmet ve huzuru için hayatmi bir kovukta veya hüc-

116
rede Allah’i tefekkürle geçiren kimse de degildir. Ak­
sine insanlan Aliah’m nuruna kavu§turarak Çeytânî
Kuvvetleri, onun rezil putlarmi ve §erefsiz kurumlanni
yok ederek insaniiga en büyük iyiük ve hizmeti sunan
kimse en büyük insandir. ̧te bu §ahis, yilanin ba§ini
ezen Hz. Muhammed (s.a.v) olup, Kuran’da §eytan’a
hakli olarak “kovulmu§” mänasmda ¡blis^^^ denilme-
sinin sebebi budur. Hz. Muhammed (s.a.v) bilindigi
gibi Kâbe’yi ve bütün Arabistan’i putlardan temizlemi§,
câhil putperest Araplara hidäyet, din ve mutluluk ge-
tirmi§ ve bu nuru kisa zamanda dünyanin dort bir ya-
nina ula§tirmi§tir. O’nun Allah yolundaki bu faaliyet-
leri ve bagarilari, mukäyese kabul etmez e§siz bir ba*
landir.
§eytânî Güçler kar§isinda Allah’in ordusunu pey­
gamberler, evliyalar ve §ehitler te§kil ettigi gibi, onla^
nn hepsinin mutlak kumandani ise sâdece ve sâdece
Hz. Muhammed’dir (s.a.v). O, gerçekten de yalnizca
Dâvud’un degil, bütün peygamberlerin reisi ve efen-
disidir. Çünkü O, Filistin ve Hz. îbrâhim’in ziyâret et­
tigi diger bütün ülkeleri putperestlikten ve yabanci bo-
yundurugundan kurtarmi§tir.
Hz. îsa’nin Hz Dâvud’un (a.s.) sulbünden gelme­
digini ve O’nun Efendisi olmadigini söylemesi sebe­
biyle peygamberler arasindan Hz. Dâvud’un Efendisi
olma sifatina Hz. Muhammed’den (s.a.v.) ba§ka lâ-

1) Bk.: Islamic Review dergisinin Ekim 1926 sayismdaki “W hy the


Quaran calls the Devil” “Iblis” isimls makalem.

117
yik kimse kalmami§ demektir. Kezâ, binlerce peygam­
berin hepsinin gôsterdigi ba§an ile Hz. Ismàii’in bu §e-
refli evlàdmin hemen dünya çapinda meydana getir­
digi dînî hareketi kiyaslarsak, “Efendi”\ikünvanma lâyik
yegâne §ahsm Hz. Muhammed (s.a.v.) oldugu neti-
cesjne varmz.
3. “Yehova, Efendi’ye diì§man!ann senin ayak-
Jarinin aìtina basamak yapincaya kadar sa§imda otu-
racaksm dedi” tarzmdakì sözü “Hz. Dâvud nasil bil-
mi§ ve Allah’in bu sözünü ne zaman i§itmi§tir” soru-
suna, Hz. Isa, “Dâvud onu Rûh hâündeyken yazmi^ùr”
§eklinde cevap verir. Hz. Dâvud, “Seyyidü’l-MürseÎin”
Islâm Peygamberi’ni herhalde aynen Daniel’in (Dani­
el, VII), St. Paul’ün (Korentuslulara IL Mektup) ve di­
ger birçok kimsenin gôrdügü gibi gôrmü§tür. Ancak,
“Benim sagimda oturacaksin” sôzünün mânasi, §üp-
hesiz bizim için bir meçhuldür. Fakat Allah’in tahtinin
saginda oturma §erefiyJe fereflenme ve dolayisiyla sâ­
dece peygamberlerin degil, ayni zamanda bütün mah-
lûkatm “Seyyidi” mertebesine yükselme hâdisesinin
me§hur Mi’rac olayi oldugunu rahatlikla tahmin ede*
biliriz.
4. Ashnda Hz. Muhammed’in (s.a.v) ilâhi gôrevi­
ne ve üstünlügüne yegâne itiraz sebebi, O’nun Teslis
Akidesi’ni red ve mahkûm etmesidir. Fakat Tevrat, Al­
lah’la birlikte ba§ka bir ilâhin olmadigmi, Dâvud’un
Efendisi’nin üçlü bir ilâhm sagmda degil, Tek Allah’m
“Tahti”mn sagmda oturdugunu bilmektedir. Bundan
dolayi, sâdece Allah’a inanan ve O’na kulluk eden pey-

118
gamberlerden hiç birisi, IsIàm Peygamberi -Salât ve Se­
lâm O’nun üzerine olsun- kadar ne büyüktür, ne de
Allah ve insanhk için büyük i§!er ba§arabilmi§tir.

119
vm
AHÍD’iN EFENDÎSÎ VE RESÛLÜ

Kitâb-i Mukaddes’in Yahudilere âit bôlümünün son


kitabi, bir §ahis isminden ziyâde bir ünvan mâhiyetin-
de olan “malaki” adini tagimaktadir. Bu ismin tam te-
laffuzu Malaki olup “Me!e§im” veya “Eiçim” anlami-
na gelir. îbrânice “malakh” kelimesi, Arapça “melek",
ve ingilizcedeki “ange!” kelimesinin de türedigi Grek­
çe “anghelos” gibi, bir haberi bir kimseye ula§tirmak
için gôrevlendirilmi§ kimse demektir.
Yahudilerin târihi devrinde yagayip peygamberlik
eden bu Malaki’nin asil hüviyeti hakkinda ne bu ki­
tapta, ne de Eski Ahid’in diger kitaplannda bir bilgi ve
bahis vardir. Kisa kisa dört bölümden ibâret olan bu
kitap §ôyle ba§lar: “Malaki’nin eliyle, ïsrail’in ilahi Yah-
ve’nin Missa”siclir (yüküdür).”
Sözkonusu vahiy, bir kral veya bunun mâhiyeü-
ne degil, Mâbedi ibâdete açilmi§ olan Kudüs’te o sira-
daikâmeteden insanlaradir.Bu kitabin konusu ise ki­
saca §ôyledir: O zamanlar Yahudilerin kurban ve adak-
lan en ucuz ve kötü cinsinden kör, topai ve siska keçi
veya sigirlardan ibâretti, Ayni §ekilde ô§ür ya hiç ve-
rilmiyor, ya da düzensiz ve degersiz geylerden verili-
yordu. Bu yüzden din adamlari zamanlarini ve enerji-
lerini dînîi§lere hasredemiyorlardi. Çünkü bu kötürüm
ve siska kurbanlarm etlerini yemek mümkün olmadi-
gi gibi, çok az bir gelir veya sinirli bir ô§ürle yagamaya
da imkân yoktu. I§te bu yüzden Yahve, sik sik yaptigi
üzere Yahudileri yine tehdit ve vaadlerini yerine ge-

120
tirmedikleri için ihtar etmektedir.
I§te bu konu§ma veya vahiy, peygamber Malaki
tarafmdan, “Rabbin sofrasi murdardir ve O ’nun yemegi
baya^idir” (Malaki, I, 12), “kôtülük eden bir kimse,
Yahova’nm gôzünde iyidir ve oniardan ho§lanir, ya­
hut àdii oian nerededir?" (II, 17) diyen îsrâi) kavmi­
nin Yehova’dan illallah ettigi tarih olan M.Ö. Dördüncü
asrin ba§larmda tevdi edilmif olmahdir. Bu kitabm ke­
sin yazilig târihi bilinmiyorsa da, güzel bir Ibrâniceyie
kaleme almdigi görülmektedir. Mükâleme anlamma
gelen “misa" kelimesinin bozulmadan bize kadar inti­
kal etmif olmasi, bu dilin cehâletini tasdik eder mâhi­
yettedir. Bu kitapta, vermek istedigi mânayi hemen
hemen hiç anlama imkâni kalmayan birkaç tane de
kirpilm\§ cümle bulunmaktadir,
Bu yazimizda bizim ele almak istedigimiz asil ko­
nu, üçüncü bâp, birinci âyette dile getirilen §u me§-
hur müjdedir:
“I§te elçimi gönderiyorum ve O benim önümde yol
haziriayacak ve aradiginiz Adon (Efendi) ve §evkle bek-
¡edi§iniz Ahid Elçisi mâbedine ansizin gelecektir. !§te
geliyor der, Ordulann Rabbi’’ Malaki, III, 1.).
Bu çok me§hur bir Mesihí kehânet olup, bütün Hi­
ristiyan Azizleri, pederleri, papalan, patrikleri, rahip-
leri, ke§i§leri, ráhibeleri ve hatta dînî egitimlerine yeni
ba§layan talebeler bile bu ibârede zikredilen birinci ei-
çinin Vaftizci Yahya, ikincisinin, yâni ‘A hid Melegi’-
’nin ise Hz. Isa oldugunu söylerler.
Hiristiyan Kiliselerinin dâima iki ayri §ahsm isa’nin

121
fahsinda tezâhür ettigine inanmalarmdan ve bu saç­
ma inancin múcidinin de Matta înciii’nin yazan St.
Matthew’un fevkalâde Istisnâi gafi olmasmdan dola-
yi bu kehânetin muhâtabmm kesin bir §ekilde açikliga
kavu§turulmas! büyük Önem arz etmektedir. Dört în-
cilin birincisi olan Matta’nm ba§lica ôzeilikierinden bi­
risi de Eski Ahid’de yer alan hemen her konudaki ifâ­
de ve kehânetlerin Hz. Isa Mesih’in §ahsmda gerçek-
le§tigini iddia ve ispat etmek istemesidir. Ne var ki St.
Matthew’un, itirazlar kar§ismda çok zayif ve Îbrânice
metinlerden yaptigi aktarmalarda oldukça dikkatsiz ol­
dugu görülmektedir. Aynca, kendi anadilini kullan-
makta da fazla mahâret sâhibi degildir. Daha önce yaz-
digim makalelerin birinde O’nun, Hz. îsa’nm bindigi
e§ekle ilgili olarak yaptigi hatayi dile getirmi§tim.
Bu, încillerin güvenilirlik ve sihhatine dogrudan dog­
ruya temas eden en ciddi husustur. Matta Încili’nin ya-
zarmm, Malakfdeki kehânetin gerçek mâhiyetini bil-
memesi ve yine efendisi îsa’nm, aldigi vahyi yanli§ nak-
lettigine câhilce hükmetmesi, bôylece de O’nun pey-
gamberligine gôlge dügürmesi mümkün müdür? Son-
ra, Malaki’de yer alan yukandaki ifädeleri î§aya Kita-
bi’na atfeden îkinci încii’in yazan St. Mark hakkmda
ne dügünecegiz? (1,2) Matthew’un rivâyet edip (XI,
1-15) Luka tarafmdan kopye edilen veya ôrnek ah-
nari bir ifâdeye göre de (VII, 18-28) Hz. îsa, Vaftizci
Hz. Yahya’yi kalabahk bir cemâate “peygamberlerden

1) Bk.: islamic Review, Ocak, 1929, s.18.

122
üstün bir kimse” olarak takdim etmi§; “/jie, senin yü-
zünün önünde habercimi gönderiyorum. Senin önün­
de yolunu hazirlayacaktir’ diye hakkmda yazilmi§ olan
òudur”demi§; ve nihâyet “kadmdan doganlar arasm­
da Yahya’dan daha büyük yoktur, fakat Semâvatm
kralh§mda en küçük olan, O ’ndan daha büyüktür" diye
buyurmu§tur. Malaki’de mevcut olan bu ifâdenin tah­
rif edildigi açik ve kesindir. Halbuki bu metnin ash,
“aramakta oldugunuz...”, “beklemekte oldu^unuz...”
ifâdelerinden kolayca anla§ilacagi üzere, hitap edenin
“Ordularm Rabbi”, muhâtap cemâatin de Mü’minler
oldugunu ortaya koymaktadir. Zira Allah, “!§te Elçi­
m i gönderiyorum ve O, benim yüzüm önünde yol
hazirlayacaktir” diyor. Fakat mevcut inciller, bu iba-
redeki birinci tekil §ahis zamirini yok etmek ve bunun
yerine iki defa “senin önünde” (veya Ibränicede ol­
dugu gibi “senin yüzünün önünde'’} ibäresini koymak
suretiyle tahrif etmi§lerdir. Genel kanâate göre Matt­
hew kendi adiyle bilinen Incil’ini, Allah’in Hz. Isa’ya
“i§te elçimi (Melegimi) -ki böyle bir ifade Matta XI,
lO ’da bulunmaktadir- senin önünde gönderiyorum, ve
O, senin önün sira yol hazirlayacaktir” dedigini Ya-
hudilere göstermek için anadili îbrânice veya Arami­
ce yazmi§tir. Fakat Matta, bu ibäredeki Elçi veya Me-
iek täbiriyle Yahya’yi imä etmek istemektedir. Bu du­
rumda ise, Hz. isa’nin Hz. Yahya’yi bütün kadmlar­
dan dogan çocuklann en büyügü olarak vasiflandir-
masi, fakat Hz. Isa’nin kräh oldugu ima edilen Semä-
A

vat Aiemi’ndeki en küçük gahsiyetin Hz. Yahya’dan

123
daha büyük olmasi sebebiyle ortaya büyük bir çeli§ki
çikacak demektir.
Hz. isa’nm veya kendisine inanmig havârilerinin,
ba§ka bir §ahis için Allah Kelâmi’ni böyle tahrif ede­
rek bu §ekil bir lisan kullanacaklarina ben §ahsen inan-
miyorum. Fakat bâzi fanatik rahipler veya câhil papaz-
lar bu ibâreyi deèi|tirmi§ ve bunlari îsa’nm agzmdan,
aslmda bir peygamberin sôyleyemeyecegi §ekle sok-
mu| olabilir.
“£/end/”nin ve “Ahdin Haberdsi”r\ \nönünde yolu
hazirlamak veya islah etmek için görevlendirilen “Ha-
berd”nin bu ikincisinin hizmetkâri ve tebâsi oldugu, bu
sebeple bu iki seçkin kimsenin önceden müjdelendigi
yolundaki eski bir gôrü§, asil elçiye verilen vazifenin
büyüklügünü ve ônemini bilmemekten dogan bir ce-
hâlettir. Hattâ, bu gonderilecegi vaadedilen elçiyi, bir
oncü veya bir kraliyet alaymm geçmesi için kôprüleri
ve yollan yapmakia gôrevlendirilmi§ bir mühendis ola­
rak da dü§ünemeyiz. Isterseniz bu konuyu daha de-
rinlemesine, daha bir akliselimle, serinkanlilikla ve ta­
rafsiz bir gôzle inceleyelim:
1. Her§eyden önce §unu çok iyi bilmeliyiz ki, bu
elçi ruh ve beden sâhibi bir beniâdem olup melek ve­
ya insanüstü bir varlik degildir. ikinci olarak, kâlp gôz-
ümüzü açip vicdanimizin sesini dinleyerek kabul etme­
liyiz ki, O, “Efendi” ve “Kutsal Abidin Elçisi” olarak
bilinen ba§ka bir Elçi’nin önünde yol açmak için gön-
derilmeytp do^ru, em/n ve güzel bir dini Aurup ge//?-
tirmek için tayin edilmi§tir. O’nun vazifesi, Allah ile k il-

124
lari arasmdaki yolda bulunan her türlü engeli kaldir-
mak ve bu ulu yoldaki insanlann her türlü tehlikeler-
den haberdär olup korunmasi ve kolay yürümesi için
bütün çukurlari kapatip, pürüzleri, tümsekleri yok et­
mektir. Ayni jekilde, Ibrânice “u pinna derekh” ibâ-
resi, Elçi, “ibâdet ve dini kuvvetlendtip saña$tiran” de­
mek olup “darakh” fiili, “yürümek, varmak, idrak
etmek” anlamlarma gelen Arapça “dereke” füliyle ay-
ni köktendir. Bu “dereke”, isim olarak da “yol, cihet
ve adim ”; mecâzi olarak da “din ve ibâdet” mânâlan-
nî ifâde eder. Bu kelime bu ruhâni mânasiyla Eski
Ahid’in Mezmurlar ve Nebiler kitaplarinda kullanila-
gelmi§tir. §urasi muhakkaktir ki, Allah’m bu yüce el­
çisi, bir §eriah bir avuç Yahudinin istifâdesi için islah
ve ihya etmek üzere degli, aksine bütün insanhgin de-
gi§mez ve cihangümul dinini tesis etmek için gehyor-
du. Her ne kadar Yahudilerin inandigi din, Tek Al'
lah’m varhgmi kabul ediyorsa da, bu Allah’in sâdece
israillilerin ilâhi olarak tasavvur edilmesi, ruhbanlik an-
layigi, kurban iorenleri ile ruhun ôlümsüzlügüne, ôlüm-
den sonra dirilme, Hesap Günü, Cennet veya Gehen-
nem’de ebedi hayat ve buna benzer daha birçok ko-
nuda herhangi bir akîdenin olmayi|i, bu dinin zaaflari
arasmdadir. î§te bôyle zaaflarla dolu bir inanç sistemi,
farkh dii, irk, iklim, mizaç ve davrani§lara sahip insan­
lar için tamamiyle yetersiz hâle gelmi§tir. Ayni gekilde
Hiristiyanlik da aslî günaha, bo§ yedi Sakramente, daha
ônce hiçbir dînî ve edebî literatürde bulunmayan tek
tannnm inkamasyonuna ve teslise inanmasi; dinin ku-

125
rucusu kabul edilen îsa’dan tek satir da olsa orijinal
bir kitabin gelmemesi sebebiyle insanlik için faydah bir
din degildir. Hattâ tam aksine bu din, insanlann biri-
blrine olan kln ve ôfkelerini artirmakla tefrika ve bô-
lünmelere yol açmi§tir.
Bu elçi, bu dinleri ilga ve îbrâhim, îsmâil ve diger
hak peygamberlerin eski dininin bütün insanliga hitap
edecek §ekilde yeniden tesis etmek gibi iki vazife için
gôrevlendirmi§tir. Bu durumda O ’nun insam Allah’a
kavu§turacak en kisa yol, yâni ibâdet bakimmdan en
kolay ve hurafe gibi saçma sapan dogmalarla bozul-
madan hep saf kalacak §ekilde saglam ve mantikh bir
din olmasi gerekirdi. Bu elçi kendi kendilerini rehber
ilan eden ve böyle iddialarda bulunan yüzlerce kim­
senin önderiigine lüzum duymaksizm, Bir Allah’a ina-
nip baglanmak isteyen herkese cevap verebilecek bir
yol, bir din tesis etmekle gôrevlendirilmi§tir. Bunlar­
dan daha önemli olmak üzere, bu kimsenin Kudüs
veya Mekke’deki bir mâbedine ansizm gelecegi bildi-
rilmigtir. Kezâ, O put ve tasvirleri sadece kirmak sûre­
tiyle degil, eski putperestleri Allah’a iman ettirerek ül-
kedeki bütün putperestligi kökünden söküp atacak bi-
risidir. Allah ile kul arasmda mutlak bir vâsitanm, pa­
pazin, azizin veya mukaddes bir nesnenin araci ola-
mayacagini sôyleyen cihan§ümul bir dinin, yeni bir yo­
lun tesisini saglamak gibi fevkalâde bir vazifenin üste-
sinden gelmek ise ismi Muhammed Mustafa (s.a.v)
olan bir resûla nasip olmugtur.
2. Malaki’de Vaftizci Yahya’nin peygamber oldu-

126
guna dâir bir i§âret yoktur. O ’nun hakkinda dort incil­
de bulunan bilgilerin hepsi de çeli§kilidir. Ancak, bu
kitaplarm ittifak ettikleri tek nokta, kendisine kitap ve­
rilmedigi için, yeni bir din ortaya koymadigi hususu­
dur. O ne yeni bir din kurmu§, ne de eski bir dini islah
etmi§tir. încil’de O’nun daha genç ya§tayken evini, an­
ne ve babasini terkedip çôlde bal ve çekirge yiyerek
ya§adigi riväyet edilmektedir. Yine bu rivâyetlere gö­
re, Yahya günahlanndan pi§man olup, kendisine ge­
lerek günah çikarmak isteyenleri vaftiz ettigi Ürdün
Nehri kiyisindaki kalabalik kargisina çikincaya, yâni
yaklafik otuz ya§ma kadar günlerini hep çôlde geçir-
mi§tir. Matta’nin yazan Matthew, Hz. Yahya ile Hz.
Isa (a.s) arasinda herhangi bir münâsebetten bahset-
mez; veya en azindan bunu yazmak lüzumu hissetmez.
Kendi adiyla bilinen Incil’in yazan Luka ise herhangi
bir vahiyden degil de îsa’nin havâilerinin esederinden
naklen, daha her ikisi de annelerinin karnmda bulun-
duklan sirada Hz. Yahya’nm Hz. Isa’ya tazimini ve bi-
atmi nakleder (Luka, I, 39-46). O, Isa’yi da herkes gibi
Ürdün nehrinin suyu ile vaftiz ettikten sonra, Hz. îsa’-
yi kastederek, “Onun çariklarmin bagini çôzmek için
egilmeye bile lâyik de§ilim’’ demiftir. (Markos, 1,7.).
Dördüncü încile göre de Hz. Yahya Peygamber, Hz.
îsa’nm “Dünya’nm günahlanni alip gôtüren Allah’m
kuzusu” oldugunu sôylemigtir (Yuhanna, I, 29). Hz.
Yahya’nm Hz. Isa’yi (a.s.) tanidigi ve Mesih olarak ka­
bul ettigi açiktir. Fakat Hz. Yahya zindana dü§tügü za­
man §âgirtlerini Hz. îsa’ya gönderip “gelecek olan sen

127
misin, yoksa bir ba§kasmi mi bekleyeìim?” diye sorar
(Matta, XI, 3 vs.). Vaftizci Hz. Yahya, karde§inin ha-
nimiyla evlendigi için kâfir kral Edomita’u tekdir etti-
ginden zindanda §ehit edilir. încillerin rivâyetlerine göre
bu asil ve mübârek peygamberin hayati da bôylece aci
bir §ekilde sona erer.
Yahudilerin Yahya Aleyhisselâm’i peygamber ola­
rak kabul etmemeleri çok gariptir. Ayni §ekilde, Bar-
nab încili’nin vaftizci kelimesini zikretmemig olmasi da
enteresandir. Bundan daha önemli olan husus, bu în-
cilde Allah’in son Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)
hakkinda Hz. tsa’nm agzindan sôylenmi§ sôzler oldu­
gu yolunda Hz. Yahya’nin sözleri bulunmaktadir. Kur’­
an, Hiristiyanlann John ismiyle biidikleri Hz. Yahya’­
nin mûcizevî dogumunu zikretmekle berâber , O’­
nun vaftizci olduguna i§âret etmez.
Hz. Yahya’nin vaazmin bir bôlümü, Matta încili’­
nin üçüncü bâbinda bulunmaktadir. O, bu vaazinda
Gôgün Kralhgi’nin yakin oldugunu bildirmekte ve mü’-
minleri su ile degil “afe^ ve kutsal ruh ile" vaftiz ede­
cek olan Allah’in Resûlü ve Elçisi’nin yakinda gelece­
gini haber vermektedir.
Eger Hz. Yahya, Allah’in Isa’nin ônünde yolu aç­
mak için gönderdigi bir haberci ve yardimci olsaydi,
O’nun vaftiz olmak için nehir veya gôldeki kalabaliga
katilmasi ve kendisini yanm düzine havarinin arasm­
da bulmasi anlamsiz olurdu. Hz. Yahya’nin Hz. îsa’yi

') Âl-i Imran Sûresi, 39, 40.

128
(a.s.) görüp tarìidigi zaman derhal ona katilmasi ve ta-
raftari cimasi gerekirdi. Fakat durum hiç de öyle de­
gildir. §üphesiz bir Müslüman peygamberlerden dâi­
ma büyük bir saygi ve sevgiyle bahseder. Ben Ernest
Renan veya bir ba§ka münekkidin yaptjgj gibi fazla yo-
rum yapmak istemiyorum. Ancak §u kadanni söyle-
yeyim ki, onlann, hayvan postu giyen bir çôl dervi§i
ve “Efendisi’ni ve “Abidin me}e§¡”ni gören bir zâhit
olarak anladiklan bir peygamberin, bu Efendi’sinin ta­
raftan olmamasi gülünç ve inanilmaz bir §eydir. Bir
peygamberin kendisinden üstün bir kimse için yolu aç­
mak ve dini temizleyip safla§tirmak üzere Allah tara-
findan gönderildigini dü§ünüp inanmak, sonra da O ’­
nun bütün hayati boyunca hayvanlann arasmda ya-
§adi§ini söylemek, insanlar için degil, canavarlar ve ein-
1er için yollar, caddeler yaptigini söylemekten farksiz-
dir.
3. Yahya peygamber, îsa’nin sôyledigi iddia edi­
len ilyas veya Elyesa Peygamber de degildir. Malaki
Kitabi’nm dördüncü bäbinda (5. ve 6. äyetler) llya’-
nin (ilyas), sözü edilen nebinin zuhürundan önce de­
gil, Kiyâmet Günü’nden bir süre önce gelecegini ha­
ber vermektedir. Hz. isa, Hz. Yahya’nin îlya oldugu­
nu söylemi§ olsa bile, halk onu tanimamigtir. Hz. isa’­
nin kastettigi §ey, bu iki peygamberin münzevi hayat-
larmin benzerligi, Allah’a olan derin sevgileri ve kral-
larla iklyüzlü dînî liderleri azarlamak ve ihtar etmek hu-
susundaki gayretleridir.
Burada, kiliselerin Hz. Yahya’nin yolu hazirlamak

129
için geldigi geklindeki çürük iddiasi üzerinde uzun uza-
diya duracak degiliz. Fakat §u kadanni söyleyelim ki,
Vaftizci Hz. Yahya, Hz. Musa (a.s.) Çeriati’nm ne bir
maddesini degi§tirmi§, ne de ona bir madde llâve et-
mi§tir. Vaftize gelince, o eski bir Yahudi abdesti olan
m a’mudiye’den ba§ka bir §ey degildir ve Kiliselerin
me§hur ve esrârengiz Vaftiz Sakramenti ile degi§tirile-
bilecek bir “din” veya “yol” §eklinde mütâHaaedilemez.
4. Eger Malaki’nin kehânetinde kastedilen kimsenin
Hz. Isa olmadigini sôylersem, benim saçma bir fikir be
yan ettigim sôylenebilir. Çünkü bu gôrüfüme hiç kimse
itirazda bulunamayacaktir. Zira Kiliseler, “yolu hazir-
layacak Elçi”nin Hz. îsa degil Hz. Yahya olduguna
inanmi§lardir. Bununla berâber, Yahudiler her iki gô-
rü§ü de reddederler. Bu kehânette sözkonusu §ahis
sayis i/fi oimayip tek oldugu için bu gahis kesinlikle Hz.
îsa degildir ve olamaz da... Eger Hz. îsa, zannedildigi
gibi tann olsaydi, Yahve’nln ônü sira yol hazirlamak
için gônderilmi§ olamazdi. Yok eger Hz. îsa bu kehâ-
neti yapan Yahve ise, ôyleyse ônü sira yolun hazirla-
nacagi diger Yahve kimdir? §âyet O, Ruhlcirin Efen-
disi’nin et ve kemikten yaratilmi§ basit bir kulu ise bü­
tün bu iddialar bo§una demektir. Çünkü îsa, sâde bir
insan ve peygamber olarak Teslisçi Kilise’nin kurucu­
su olamaz. Sözkonusu kilise ister Ortodoks, ister Pro­
testan, isterse Salvatonist, Quaker veya bir baçkasi ol­
sun, buniann hiçbirisi Malaki’nin i§âret ettigi “yol” ve­
ya “din” olamaz. Zâten Hz. îsa da onun kurucusu ve
hazirlayicisi degildir. Allah’in birligini inkâr ettigimiz sü-

130
rece yanh§ yoldayiz demektir ve bu sebeple de Hz. îsa
ne bizim dostumuz olur, ne de bize yardim eder.
5. Bu kehânette sözü edilen §ahis, Dinin Elçisi,
Bagkumandan ve Ahdin Elçisi gibi üç önemli özellige
sâhiptir. Onun §u üç siiati daha bulunmaktadir. “Câ-
mie veya Mâbede ansizm gelmek, Insanlar tarafmdan
beklenmek ve ara§tirilmak, çok arzulanip ozlenmek”
Bütün bu gerçekleri dikkate alarak, Allah ve Din
ugrunda gerefli gorevlerîfa eden bu Mübârek, insan­
lik için Büyük Rahmet ve cesur bir Kumandan olan
§ahis Hz. Muhammed’den (salât ve selâm O ’nun üze­
rine olsun) bafka kim olabilir?
Hz. Muhammed (s.a.v), dünyada e§i benzeri bu­
lunmayan Mukaddes bir Kitap olan Kur’an’i ve çok
mantikh, kolay ve faydah bir din oian Isiâmiyeti getir-
migtir. Kendisi, dünyanin çe§itli yerlerinden milyon-
larca putperestin hidâyete ermesinde gerçek bir reh­
ber ve vâsita olmug ve onun Isa ile Yahya peygam­
berlerin haber verdiklerl Allah’in yeryüzündeki gerçek
“Sakanati”m te§kil eden evrensel bir birhk hâline dô-
nü§türmü§tür. Bu iki peygamberden hiçbirisinin bir pu-
tperesti dine çevirmek için hiçbir te§ebbüste bulunma-
digmi ve Yahudileri kendi teblig gôrevlerine inandir-
mada ba§anh olamadiklarmi çok iyi bilip anladigimiz
zaman, Resulüllah (s.a.v) ile Hz. Isa ve Hz. Yahya’yi
(a.s.) kar§ila§tirmanin çocukça bir saflik oldugu ken-
diliginden ortaya çikar.

131
IX
GERÇEK PEYGAMBERLER SÂDECE
iSLÂM’I VAZETMÌ5LERDÌR

Tarihte îsrâil kavmi kadar efsunculardan, siliirbaz-


lardan, kâhinlerden, büyücüler gürûhundan ve çok sa­
yida sahte peygamberlerden yaklagik dôrtyüz yil za-
rar gôrmüç bir ba§ka kavim daha gösterilemez. Bu sah­
te peygamberler iki grup olup bunlardan birinciieri, Ye-
hova’nin Torah (§eriati)ni ve dinini getirdiklerini iddia
ederek onun adiyle peygamberlik taslami§!ardi. Ikin-
ciler ise, putperest bir Israilli kral himâyesinde Baal veya
kom§u putperest kavimlerin tannlannin adiyle peygam­
berlik iddiasmda bulunuyorlardi. Birinci gruba giren-
ier, Yeremya ve Mika gibi hak peygamberlerle ça§-
da§ olan birkaç peygamberdir. Ikincilere gelince, bunlar
îlya’ya çok fazla eziyet edip, Ahap ve karisi Jeze-
bel’in hükümdarligi zamaninda gerçek peygamberle­
rin ve inananlann kiliçtan geçirilmesine sebep olmu§-
lardi. §üphesiz onlann arasinda hak din ve iman için

‘ lEski Ahid’de llya adiyîc bilinen peygamberi Müslümanlar Hz. Ilyas ola­
rak bilirler. Kur’an-i Kerim’in ifâdesine göre O , Baal isminde bir puta
tapan ÎsrailoguUanna peygamber olarak gônderilmi§ti. Ancak onlar Hz.ll-
yas’i yaianladilar. Kissas-i Enbiya yazarlarina ve bilhassa da Taberi’ye
göre Hz.Ilyas, kendine inanan foal Ahab zamaninda yaçiyordu ve Ahab
bir sûre sonra O ’ndan yüzçevirerek putperest oldu. Buna üzülen Hz.Il-
yas, Allah’a yalvararak kendisine yaQmura hükmetmek kudretinin ve-
rilmesini nlyaz etti. Bu duasi kabul olunca üç yil yagmur ya§madi. Bu­
na ragmen putperestlige devam eden Yahudilerden bezen Ilyas bu dün-
yadan kurtulmasi ve kendi katina çagirmasi için Allah’a niyaz eder. Bu­
nun üzerine müridi Elyesa’nm hayret nidalari arasinda göge yükselir.

132
en tehlikelì olanlar, Misia gibi mâbetlerde dînî vaâfe-
leri yôneten ve Allah’in vahiylerini halka teblig etmek
pozlarinda gôzüken sahte peygamberlerdir. Belki de
Yeremya peygamber kadar hiçbir peygamber bu sah-
tekâriarin l§kence ve azâbina mâruz kalmami§tir.
Yeremya, Hz. Isa’dan once yedinci asnn son çey-
reginde Yahuda Kralligi, Keldâni ordularinm büyük is-
tila hareketìyle kaT§i kar§iya bulundugu bir sirada genç
bir ya§ta peygamberligini ilan etti. Bu durum kargism-
da Yahudiler, Misir Firavunu ile ittifak kurdularsa da
Nabukadnezar’m askerlerl onlan da fena halde boz-
guna ugratinca Kudüs’ün târumar edilmesi an mese­
lesi hâline gelmigti. I§te bôyle kritik bir anda Allah’a
inananlardan bir kisminin âkibetinin tartigüdigi bir si­
rada Yeremya Peygamber, hem Kudüs’ün yakilip kül
hâline getirilmemesi, hem de ahâlislnin esârete gôn-
derilmemesi için Yahudi kraliyla ónde gelen bâzi dev­
let ricâline, Bâbil Kralina boyun egip O’nun emrine gir­
meyi tavsiye ediyordu. Yeremya bütün hitâbet gücü-
nü kullanarak bu dü§üncesini krala, râhiplere ve di­
ger ileri gelen kimselere sôylediyse de onlarin hiçbiri-
sine sôz dinletemedi. Bu durum kargismda Allah’tan
vahiy aldigini sôylemek sûretiyle vukuubulmasmdan
korkulan tehiikeden, yâni §ehri tahrip ve ahâliyi esâ-
retten kurtarmanin tek çâresininKeldanilere teslim ol­
mak oldugunu bir kere daha dile getirdiyse de, bu ikaz-
larina da kulak veren kimse çikmadi.
Nihâyet Nabukadnezar gelir, §ehri alir ve yahudi
krall ve prensleri ile birsürü esirden bagka çok sayida

133
altin ve gümü§ kaplardan meydana gelen màbedin bü­
tün kiymetli e§yalarini Bàbil’e götürür.Nabukadnezar,
bir prens ile üçüncü bir §ahsi, kendine bagli vali ola­
rak Kudüs’e tayin eder. Ancak bunlar, yeni efendile-
rine kar§i akilli davranip sâdik kalacaklari yerde isyan
ederler. Yeremya, bu yeni Israil kralina Misir taraftar-
iigini terkederek Bablllilere bagli kalmasi için vazu
nasihatta bulunursa da i§e yalanci peygamberler kan-
§arak màbette ‘Ve Ordulann Rabbi dìyor ki: ¡§te ben
Babil Krah’nin boyundutu§unu kirdim ve iki yil içinde
bütün Yahudi esirlerì ve AHah’m evinin e§yalan Ku­
düs’e tekrar dönecektir” diye konu§maya devam
ederler. Yeremya, cemâatin bu havài sözlere inanma-
masi için agaçtan bir boyunduruk yaparak kendi boy-
nuna takip màbede girer ve oradakiiere Allah’tan Ba­
bil hâkimiyetinin boyundürugunu bütün Yahudilerin
boynuna i§te bu§ekilde geçirmesi istenildigini sôyler.Bu
nugören rakip birsahtekâr,Yeremya’ninboynundaki bo­
yundurugu parçalayarak yukandaki konu§mayi tekrar-
lar. Bundan sonra Yeremya çamurla dolu bir zindana
atilir ve Keldânilerin ikinci defa ku§attigi gehirde açlik
ba§gôsterinceye kadar sâdece kuru bir arpa ekmegiy-
le hayatini sürdürür. Yeremyanin önceden haber ver­
digi üzere Hananya adh bu sahte peygamber bir sûre
sonra ôlür. §chrin surlannm bir yerden yikilmasiyla
muzaffer Kaldâni ordusu §ehre girer. Yahudi krali Ze-
dekya ve avânesi kaçmak isterse de yakalanarak Bâ-

') Yeremya. XXVHI- 3.

134
bil’e götürülür. §ehir ve mâbet tekrar yagma edilerek
àte§e verilir. §ehir halkindan sâdece fakir bir kesim top-
ragi iglemek üzere birakihp geri kalanlarm hepsi Bà-
bil’e götürülür. Nabukadnezar’in emriyle Yeremya Ku­
düs’te kalmak §ansini elde eder. Yeni tàyin edilen
kral Gadelya bu peygamberi korumak ve bakmakla gö-
revlendirilirse de bâzi Yahudiler Isyan ederek Gadel-
ya’yi öldürüp beraberlerine Yeremya’yi alarak Misir’a
kaçarlar.f” * Yeremya burada hem Yahudi kaçakla-
ra, hem de Misirlilara ragmen peygamberiigini sürdü-
rür. O’nun Misir’da öldügü zannedilmektedir.
Yeremya’nin kitabi §imdiki hâliyle Septuagint Ter-
cümesi’nden oldukça fcirklidir. §urasi muhakkak ki,
kendisinden ìskenderiye’li mütercimlerin Grekçe ola­
rak kaleme aldigi nüshanm bölüm siralan çok farkliy-
di.
Kitàb-i Mukaddes ara§tirmacilannin genel kanàa-
tine göre Yeremya, Tevrat’in be§inci kitabi olan Tes-
niye’nin yazan veya en azindan toplayicisidir. §ahsen
ben de bu kanàatteyim. Zira Yeremya bir nebí olabi-
lecegi gibi bir Levi!” ') veya bir haham da olabilir. Ay­
rica, Yeremya’nin, Eski Ahid’in diger kitaplarinda bu­
lunmayan pekçok kisimlan bu Tesniye’de bulunmak­
tadir ̧te bütün Eski Ahid içerisinde nâdide ve kutsal
bir yere sâhip olmasi gereken ve konumuz açisindan
da pirlanta degeri ta§idigina inandigim bir ifâde yine
’ ) Yeremya, 39, 8-10.
*’ ) a.g.e., 41, 1-3.
■” )Màbette kàhin yardimcisi.

135
bu kitapta yer almaktadir.
Bu geni§ izahattan sonra §imdi de bu bôlümün ba§-
hgi için seçtiâim asil noktaya, yâni gerçek bir peygam­
berle sahtesinin ayirdedilmesinde dikkat edilecek hu-
suslan inceleyelim. Yeremya bu konuya gâyet güzel
ve j tatminkâr olan §ôyle bir formül getirmi§
bul)jnmaktadir:

136
“PEYGAMBER ÎSLAMI VAZEDER”

Allah,Tesniye’de (XIII, 1-5; XVÏII, 20,22) kendi


admi kullanarak peygamberlik iddiasinda bulunabile-
cek ve böylece yanli§ yola sevkedecek olan yalanci
peygamberlerle ilgili bazi biigiler vermektedir. Aynca
bu düzenbazlaim yalanlarmi bulup çikarmanm en gü­
zel yolunun beklemek oldugunu ve sahtekârhklan or­
taya çiktigi anda öldürülmelerini emreder. Fakat §u-
rasi da bir gerçek ki, câhil bir kimse hak bir peygam*
berle sahtesini kolay kolay ayirdedemez. Tipki bugün
ayni câhil kimselerin Hz. Isa’nin gerçek tâkipçisinin Ka­
tolik Roma Papaligi mi, yoksa Kalvinistler mi oldugu­
nu kesinlikle tefrik edemedikleri gibi... Bir düzme pey­
gamber, hak peygamber gibi hâdiseler üzerinde kehâ­
nette bulunabilir, hârikulâde ^eyler yapabilir ve hiç ol­
mazsa görünüjte buna benzer dînî diger faaliyetlerde
bulunabilir. Hz. Musa (a.s.) ile Misir’li sihirbazlar arasm­
daki yan§ma, bunun en güzel ömeklerinden birisi-
dir. Í*) î§te bu konuda Yeremya bize bir kimsenin hak
ve gerçek peygamber olu§u ile ilgili çok güzel kistaslar
getirmiç olup îslâmin da i§âreti ve tasdiki mâhiyetin-
dedir. Eski AHd'in bu Yeremya Kitabinin tamammin
okunmasi ve bilhassa da dokuzunca âyetinin dikkatle
gözden geçirilmesiyle bu durum daha da iyi anla§ila-
caktir.
‘'Bir peygamber îslâmî (§alom) sôylerse veopey-

*) Bk.; Kur’an-i Kerim, Âraf sûresi, 106-120.

137
gamberin sôyledigi çikarsa i§te bu peygamberin ger­
çekten Allah tarañndan hak peygamber olarak gön-
derild¡§¡ bilìnecektir.” (Yeremya, XXVIII, 9).
Bu âyetin kelimesi kelimesine tercümesi bu §ekil-
dedir. Ibrânice metinde geçen nebe kelimesi “peygam­
berlik etmek”, “ônceden haber vermek” anlamlarma
geldigi gibi, bu kelimeden türemi§ olan nebi ismi de
ilâhi vahiy sâyesinde geçmi§ ve gelecek hâdiselerden
haber veren kimse demek olan peygamberle e§ an-
lamhdir. Ashnda bu târif kismen dogru olup
“peygamber” kelimesinin tam tarifi, Allah’tan aldigi
emir ve haberleri tam bir sadâkatle belli bir çahsa ve­
ya topluma teblig eden §ahis demektir. §urasi da bl-
linmelldir ki, ilâhi mesajda geçmi§ veya gelecege âit
hadiselerin mutlaka haber verilmesi, anlatilmasi §arti
yoktur. Ayni §ekilde, “Peygamberlik” vazifesi de mut­
laka olmug veya olacak hâdiselerin izahi olmayip, Al­
lah’tan gelen vahyin va’z ve teblig edilmesi demektir.
Netice olarak, peygamberlik, tabiat ve mâhiyeti tama­
men gayri-maddî olan yeni bir vahyi teblig edip açik-
lamaktir. Bir peygamberin agzmdan çikan sözler, onun
almi§ oldugu vahyi, vaaz veya sohbet §eklinde tebliÿ
etmek sûretiyle peygamberlik yapmasindan ba§ka bir-
§ey degildir. Peygamberlerin vahiy sâyesinde her §eyi
bilip sôyleyebilecegi §eklinde yanli§ bir isnada mâ­
ruz kalmamalari için Kur’an-i Kerim’de Allah, sevgili
resûlû Hz. Muhammed’e (s.a.v.) §ôyle demektedir:
“Ben de sizin gibi bir be§erim, sizden tek farkim, bana
vahyin gelmi§ olmasidir. ” Aynca, peygamberlerin ôzel

138
hayatlarmda ve münâsebetlerinde zaman zaman ha­
ta ve kusur i§Iemeye meylettikleri anlarda ilâhi vahyin
imdatlarina yeti§tigi görülmektedir. Allah peygamber-
leri Insanliga fizik, matematik veya ba§ka herhagi bir
müsbet ilim ögretmek için göndermi§ degildir. Bir pey­
gamberi dünyaya ait bir meselede dili sürçtü veya ya-
nildi diye hemence suçlamamiz kendi adimiza büyük
haksizlik olur, zira nihâyet o da bir insandir.
Buridan delay;, bir peygamber Rabbinden almi§
oldugu vahyi sâdece resmen ve usûlüne uygun bir §e-
kiide teblig etmesi durumunda ilâhî bir imtihana ve gôz-
etime tâbidir. O ’nun özel i§leri, âilevî münâsebetlerl ve
§ahsî hünerleri bizi onun ilâhî vazife ve misyonu ka­
dar alâkadar etmez. Kaldi ki, Yeremya’nm bir anne-
ye, çocugunun yaramaz ve haylaz oiacaginm bildiril­
mesi veya Teviat’in Hz. Musa’ya harfiyen vahyedil-
mesine inanmasi dolayisiyla, bir peygamberin hak mi,
yoksa sahte mi oldugunu tesbit için mahkeme karan
çikartmak hiç de ho§ bir §ey degildir. Bu tesbitleri ya­
parken Hz. isa’nin (a.s) ba§ina gelenler ve isrâil tari­
hinde ba§ka hususlarla ilgili daha pek çok olay da ha-
tirimdadir.
Peygamberleri §ehvet, kababk, cehâlet ve diger be-
§erî zaaflarla itham etmek, tamâmen art niyetli ve ga-
reze dayah bir suçlamadir. Onlar da bizim mâruz kal-
digimiz tabii arzu ve ihtiraslara mâruz kalan insanlar
olmakla berâber, kendilerine verilen haber! degigtirmek
ve be§erî günah i§lemek gibi illetlerden korunmu§lar-
dir. Peygamberleri sevip iman etmek konusunda

139
Cenâb-1 Allah’in gazabma ugrayacak kadar a§m gidip
fazla yiiceltmemeye de bilhassa dikkat etmellyiz. Bu
peygamberlerin hepsi de Allah’in kulu ve kölesi olup
vazifelerini tamamladiktan sonra O ’na dönmüglerdir.
Allah’i hatirdan çikardigimiz ve bütün muhabbet ve
hürmetimizi Allah’in peygamberlerinden herhangi bi-
rine tahsis ettigimiz an, çoktanricilik tehlikesiyle kar§i
kar§iya bulunuyoruz demektir.
Buraya kadar peygamber ve peygamberligin mâ­
na ve mâhiyetini açiklamaya çalighk. §imdi de, Ye­
remya’nin dedigi gibi, peygamberlik iddiasmda bulu­
nan bir kimsenin, Islâm Dininin teblig ve propagan-
dasini yapmadikça hak peygamber olamayacagmi ispa­
ta çah§acagi2 .
Bu bôlümün mâna ve önemini dügüncelerimiz is-
tikâmetinde daha iyi anlamak için Yeremya’nin, raki-
bi Hananya’ya sôyledigi §u sôzlere bir gôzatmak icap
eder; “Benden ve senden ônce olan peygamberler,
eski (zamanlardan) beri birçok memleketlerekarfi, bü­
yük kralliklara kar§i savaçla ve kôtülükle ve vebayla
peygamberlik ettiler.*'^ Yeremya daha sonra §ôyle
devam eder;
“islâmla ilgili olarak peygamberlik iddiasmda bu­
lunan bir kimsenin bu sôzleri çihnca O ’nun Rab tara­
hndan gônderilmi§ hak peygamber oidu§u bilinir.”
Bu ibârede “concerning Islam” {Islâmla ilgili) §ek-
linde tercüme ettigim “I ^alom ” kelimesi hâriç, bu §ekil

’ ) Yeramya, XXVIII, 8

140
bir tercümeye ciddi bir itiraz olamaz kanàatìndeyim.
îbrânicedeki “$aIom ”un önündeki “1” edati, “HgiH
olarak" veya “hakkinda" anlamlanna gelir ve eger yiik-
lemi “gelmek’*, “gitmek", “verme/c” gibi bir fiil olsaydi
öznesinin ismin -e hàlinde degil, -i hàlinde olmasi ge­
rekirdi.
Bütün Sâmi dii âlimlerinin vardiklan kanâate gö­
re ibrânice “$ ahm ", Süryânice “Slam a" ile Arapça
“Selâm ” ve “islâm ” kelimelerinin hepsi de Samicede-
ki tek ve ayni kôkten, yâni “$lam a" kelimesinden tü-
remi§ olup ayni mânâya gelmektedir. Gerçekten de
“§alam " fiili, “teslim olmak", “biri lehine ferâgatta
bulunmak” ve nihâyet “ban§ yapmak” anlamlanna gel­
digi için neticede “emniyette olmak”, “saÿlam ve sâ-
kin olmak” mefhumlarinm da kar§iligidir. ̧te bu se­
beple dünyada hiçbir dM sistem, “îslâm” isminden da­
ha güzel, daha muhtevah, gerefli ve yüce bir isimle isim-
lendirilmif degildir. Allah’in hak dini, O’nun kullarin-
dan birisinin, hele hele bir kavmin veya bir ülkenin is­
miyle isimlendirilemez. Gerçekten de Müslümanlar za­
yif ve bedbin bir vaziyette olsalar bile “îslâm " kelime­
sinin bu kutsalhk ve kar§i konulmazligi, îslâm Dini’nin
dügmanlannin onlan hep korku, deh§et ve saygi ile
anmalanna sebep olmu§tur. Yine bu isim ve ünvan,
mü’minlere Cenâb-i Allah’in sâdece kendisine ve irâ-
desine tam bir tesiimiyet ve tevekkülle boyun egmeyi
ôgretip telkin ettigi gibi, ba§imiza geiebilecek ne kadar
sikinti ve felâketler varsa hepsini bo§ verip evde ve ba§-
ka yerde huzur ve gônül rahatligi içinde olmamizi da

141
temin eder. Ì|te Allah’m var ve bir olu§una böyle
saglam ve sarsilmaz iman ve O ’nun rahmet ve adàle-
tine sonsuz güven, bir müslümani, gayri müslimler ara-
siiìda derhal goze çarpan mühim bir §ahsiyet hâline
getirir. Yine Allah’a bu sarsilmaz iman ve O ’nun mu­
kaddes kitabi Kur’an’a ve peygamberlerine samimi bag-
lilik, Hiristiyan misyonerlerin ümitsiz saldirilanna ve
hüsranlanna sebep oImu§tur. ì§te bundan dolayi, Ye­
remya’nin ifâdesiyle “kendisine peygamberHk gelen bir
kimse, yâni kendi dini olarak ìsIàm hakkinda konu§-
maiar yapan, vaazlarda bulunan bir§ahsin, önce ken­
disine, Allab’m hak peygamberi olarak gönderildi§i bil-
dirilecektir. " isterseniz bu ifâdeden hareketle §u birkaç
hususu ciddì §ekilde eie alahm:
1. Yeremya, kelimesini Hz. isa’dan önce
din mânasinda kullanan tek peygamberdir. Ayni §e-
kilde, bu kelimeyi Allah’in elçisinin hak oldugunu ispat
ve peki§tirme konusu olarak kullanan ilk peygamber
de Yeremya’dir. Kur’an-i Kerim’e göre Hz. ibrâhim,
Hz. ismâil, Hz. ishak, Hz. Yâkub, Hz. Musa (a.s.) ve
diger bütün peygamberier “Müslüman” olup hepsi de
islâm’i va’z ve

l)S ô zü n burasinda meçhur profesorün enteresan tesbitleriyle eski Alman


Kayzeri’nin Holianda’nin Doorn jehrinde 70. dogum yiidönüm ü töre-
ni dolayisiyle yaptigi konu§masinda dile getirdigi §u tesbitler arasinda
nasil bir mutâbakat oldugunu ifâde etmemiz yerinde olacaktir. “Eger
Müslümanlar, zayiflamakîa olan Bati’yi fethedip hâklmiyetleri altna al-
malan yolunda Allah’in bir emri oldugunu bilselerdi, Allah’a olan inanç-
lariyla Allah’i tanimayan Avrupalilara, hatta Kizil Bol^eviklere kar§i bü­
yük dalgalar hâiinde hücum ederlerdi ve bunun karjisinda durma gay-
retleri de hiçbir fayda saglayamazdi.” (Evening Star, London, 26 Ocak
1929),

142
tebliâ etmi§lerdir. îslâm ve bunun e§ anlamlilari olan
“§ a h m ” ve “$Iam a” kelimeleri Hz. Muhammed’in
(s.a.v) islâmiyeti yaymaya ba§ladigi zamanlarda Mekke
ve Medine’li Yahudilerle, Hiristìyanlar tarafindan bi-
linmekteydi. “Huzur"u, mücerret, müphem ve gelip
geçici bir hâl olarak haber veren bir peygamber, böy­
le bir izah §ekliyle peygamberligini asla ispat edemez.
Ashnda Yeremya ve Hananya gibi millet ve sarayin
gâyet iyi bildigi iki büyük peygamberin reddettigi kri-
tik bir milli meseie (Yeremya XXVIIl) veya bir münâ-
ka§a konusundan birini kabul digerinin, yâni yakla§an
milli felâketin reddedilmesiyle çôzülüp halledilmez-
di. Yeremya’nin -Kral Sedekya Keldâni hâkimiye-
tini kabul etmesi veya ona kargi durmasi sebebiyle- de-
vamli §ekilde miÎK bir felâketi habet vererek “bang”»
müjdelemesi yalnizca kendi ba§ansizligini icap ettirmek-
le kalmayip onu gülünç duruma da dügürecektir. Çün­
kü her iki halde de Yeremya’nin kastettigi “ban§”, hiçbir
gekilde ban§ olmayacakti. Tam aksine eger Yahudiler
Keldâni ordusuna kar§i direnmeselerdi, bu tam bir millî
felâket olacagi gibi, sava§mayip teslimiyeti kabul etse-
lerdi, bu defa da kayitsiz §artsiz kölelik devri ba§laya-
cakti. !$te bundan dolayi Yeremya’nm bu “^aiom" te-
rimini rastgeJe ve mücerret bir mefhum olarak de§Ü,
mü§abhas ve muayyen bir §eyl, daha do^usu îslâm
') Yazann burada kisaca bahsettigikonunun asii,Yeremya’nin veHanan-
ya’nm Babillllere ve Nabukadnezar’a kar§i farWi tavir takinmalari mese-
lesidir. Biraz ileride de görülecegi üzere Yeremya, Yahudilerin onlara
kar§i koymamalan gerektigini sôyledigi hâlde, Hananya tam aksine sertlik
taraftandir.

143
Dinini ihtiva eden gerçek bir dinî akideyi ifâde etmek
için kullandi^ açikùr. Meseleyi biraz daha açikhga ka-
vu§turmak için, âdi bir Yahudi krali ile onun §erefsiz
dalkavuklanyla, sapik ikiyüzlü kimselerden olu§an bir
cemaat huzurunda ba iki rakip peygamberin millî bir
meseleyi münâka§a edl§ §ekillerine ve kullandiklan de-
lillere iyi dikkat etmemiz icap edecektir. Yeremya, Al­
lah’tan aldigi ilham ve sulh dini màlikiyle, bu bari§ di­
ninin, yâni îslâmin hayâti faydalanni gözönüne alarak
âdi kral Ile mäiyetini Bäbillilerin häkimiyet ve Keldâni
esâretini kabule, daha dogrusu hayatta kalmalan için
ikna etmeye çaligiyordu. Aslma bakilirsa onlar için bc»§-
ka bir çâre de yoktu. Yahudiler, atalarinin inandigi Al­
lah’a inanmaktan vazgeçmi§, mâbetleri kirletmi§, pey­
gamberleri alaya alip küfürler etmi§, çe§itli fenaliklarda
bulunarak oniardan yüz çevirmi§lerdi (Korentosìulara
ikinci Mektup XXXVI, v.s.). I§te bu yüzden Allah on­
lan Nabukadnezar’in eline dügürdü ve §imdi halleri ya-
mandi. Aslinda Yeremya’nin bu teklifini tabii kargila-
mak icap eder. Çünkü Allah’in gerçek ve samimi bir
kulu için önce din, sonra millet gelir. Halbuki bu Ya­
hudi devieti ve milieti -bilhassa Aliah’i terkettikleri
zaman- ba§ka bir sebeple degil, dìnì bir sebeple kur­
ban edilecektir. Hananya adiyla bilinen Gibeon’lu di­
ger peygamber, kral efendisini memnun etmek için çe-
§itli yollar ara§tmyordu. Zira rakibi Yeremya zindan-
larda aç bülaç çürürken kendisi, krahn yakmi ve göz-
deleri arasmda bulunup servet ve saltanat içinde yü-
züyordu. Dinin geli§mesi ve halkm refahi için zerre ka-

144
dar ilgîlenmiyordu. Hananya, Yeremya Kitabi’nm ifâ­
desine göre ilâhmi sapik bir hükümdâr için de§i§tirip
ihânet etmi§ bir peygamberdir. Yine ayni kitaba göre,
O da Yeremya’nin ilâh?’nin adiyle peygamberlik et-
mekte ve Bâbil’den iki yila kadar çikacaklarini, gani-
metlerin de geri getirilecegini haber vermektedir.
§imdi, Kitab-i Mukaddes’in peygamber olarak ta-
nittigi bu iki gahistan, yukandaki kisa izahattan çikara-
cagmiz neticeye göre acaba siz hangisini Allah’in ger­
çek kulu ve Din’in samimi koruyucusu olarak deger-
lendirirsiniz? Muhakkak ki Yeremya,sempati ve terci-
hinizi hemen kazanacaktir.
2. Peygamber, imam ve Allah’in yeryüzündeki
herhangi bir halifesinin memuriyetine gehâdet edip
dogrulayabilecek tek din §alom, yani îslâm’dir. Allah
Bir tâne olduguna göre O ’nun dini de bir tanedir. Ulù­
hiyetin mutlak sûrette bir oldugunu açik açik sôyleyip
bunun savunuculugunu yapan Islâm dininin dünya­
da bir benzeri daha yoktur. î§te bundan dolayi, mu­
habbet ve hürmet gibi bütün be§erî duygulari bôyle bir
dinin gâyesi ugruna feda eden bir kimse §eksiz §üp-
hesiz Allah’in hak peygamberi ve yeryüzündeki hali-
fesidir. Fakat burada izaha muhtaç hâlâ §ôyle bir hu­
sus bulunmaktadir. Eger îsiâmiyet, bir peygamberin
veya Allah’in dünyadaki vekilinin hak olup olmadigi-
ni bilmemiz konusunda bir ôlçü ve kistas degilse, bu
hususta ba§ka bir ôlçü de yok demektir. Hatta, bu nok-
tada mûcize de her zaman yeterli bir delil degildir. Çün­
kü sihirbazlar da hârika §eyler meydana getirebilmek-

145
tedirler. Ayni çekilde, ilham ve kehânet de tek ba§ina
bir§ey ispat etmeye yeterli degildir. Zira kutsal bir ru­
hun hak peygambere istikbâle dâir olaylan ilham et­
mesi gibi, bâzan kötü bir ruh da yalanci peygambere
ayni §eyi yaptirabilir. Bu sebeple, Yeremya’nm dedigi
gibi “b/r peygamber AHab ’tari vahiy ahr ve bir din ismi
ve bir hayat nizami olan ‘Ça/om” -îslâm- ile peygam­
berlik ederse, O’nun Allah tarafmdan gonderildiginin
bilinmesi kaçmilmaz olur. Bu, Hananya’nm sahte pey­
gamber oldugunu oradaki cemâate inandirmak için
Yeremya’nin ba§vurdugu güzel bir yoldu. Ne var ki,
kötü ruhlu bu kral ve avânesi onu dinlemediler ve bôy­
lece Allah’in Kelâmi’na itaat etmediler.
3. Bundan önceki paragrafta ortaya konuldugu
üzere, ne mucize gosterilmesinin, ne de kehânetin ger-
çekle§mesinin bir kimsenin hak peygamber oldugunu
ispat ehneye yetmeyeceglni, dîne olan sadâkat ve sa­
mimi bagliligm bu gâye için en güzel ve en kesin delil
oldugunu, ve “$alom ” kelimesinin ban§ dini mânasin-
da kullanildigmi tekrarlamak isteriz. Burada, “$alom ’-
’un islâm’dan ba§ka birgey olmadigmi bir kere daha
vurgulamak yerinde olacaktir. Bu izah §ekline itiraz
edenlerden §alom kelimesinin müterâdifl olarak îslâm
ve §alom kelimesinden ba§ka Arapça bir kelime gös-
termelerini ve bunlarm §alom hâricinde, îslâm ile ay^
ni mâna ve muhtevayi hâlz ba§ka bir îbrânice kelime
gôstermelerini rica edecegim. §unu hemen belirteyim
ki, buniann ba§ka bir müterâdifini bulmak mümkün de-
gildir. Bu sebeple, “^a/om" kelimesinin mücerret mâ-

146
nâda “seJâm" veya “sulh ve selâmet”; mü§ahhas mâ-
nâda ise bir din ve inanç sistemi olan “islâm ” ile ayni
anlama geldigini kabul etmek mecburiyetindeyìz.
4. Kur’an’m ikinci suresinin açikça bildirdigine göre,
Hz. Ibrâhim’in kendisi, ogullari ve torunlan, Yahudi
veya Hiristiyan olmayip Islâm dini üzereydiler. ^ ^ Bü­
tün bu peygamberler, araiarmda misafir bulundukian
veya temelli olarak yerle§tikleri kavimlere Tek Allah’a
inanip tapmalanni vaaz ve telkin ediyorlardi. §unu da
kabul etmeliyiz ki, Hz. Ibrâhim ve ogullannin teblig et­
tigi bu Islâm dinine inananlar sâdece Yahudiler olma­
yip, Hz. Ibrâhim’in öbür çocuklanndan olan diger bir­
çok millet ile bunlarin eritip dinlerini kabul ettirdigi ui-
ger baçka kabileler de Müslüman, yâni Allah’a inanip
O’nun emir ve irâdesine teslim olmu§ kimselerdi.*” ) .
Esav, Edom ve Medyen kavmi ba§ta olmak üzere,
Arabistan’da ya§ayan daha pekçok kavim ve kabile,
Isrâilogullari gibi Tek Allah’a inanip ibâdet ediyorlar-
di. I§te bu kavimlerin herbirinin Hz. Eyüp, Yetro (Hz.
Musa (a.s.)’in kayinpederi), Balaam, Hud v.b. gibi
peygamberleri veya dînî ônderleri de bulunmaktaydi.
Fakat bu kavimler, bir zaman sonra ba§ta Yahudiler
oldugu halde, putperestlik batagina daldilar ve Pey-

’ ) Yazann,sözünü ettigi ifâde^BakaraSûresi’nin 135.âyeti olmaiidir. Bu­


na benzer diger bir âyet de Al-i Imran Sûresi’nin 67. âyeti olup §ôyle-
dir: “Ibrâhim ne bir Yahudi, ne de bir HirisHyandi. Fakat O , Allah'i bir
taniyan dosdogru (Hanif) bir Müslüm andi.”
' ‘ )Hz.ibrahim'in dinindc olanlara“Hanif deniiiyordu.Bu hanifier, Hz.Mu­
hammed (S.A.V.) gelinceye kadar Arabistan’da mevcut olup, Hz.Ha-
tice’niniamcasi oglu Varaka b. Nevfel de bunlardan biriydi.

147
gamberlerin Efendisi (s.a.v.) bu putlan tamâmen yok
edipceye kadar da öyle kaldilar. Yahudiler Eski Ahid’in
makbul olarak kabul edilen kitaplannm en büyük kis-
min] Ye§u tarafmdan Kenan ülkesinin fethinin, Hz. Sü­
leyman (a.s.) zamanmdaki Kudüs’ün ve buradaki
Màbed’in hàtiralannm, tàrihin derinliklerine gömüldügü
bir devirde, yâni yaklagik I.Ö. beginci yüzyilda mey­
dana getirmiglerdir. ̧te böylece, di§ dünyaya kapali,
evhamli ve irkçi bir Yahudi ruhu, îsrâil Kralli§i’nm kü­
çük bir kahntisi üzerinde hüküm sürmeye bagladigi gi­
bi, Hz. Dâvud’un tâcini ve tahtini yeniden ihya etmek
için büyük bir kurtaricmin gelecegi inanci da hâkim oi­
maya baglar. Yine, Hz. îbrâhim'in ve soyundan gelen
çegitli kabilelerin îslâm kargiligi olarak biidikleri §aIom’-
un eski anlami da artik unutulmugtur. Yeremya’nin bu
bölümünü i§te bu açidan îbrânice Mukaddes Kitaplar
arasinda aliin degerinde kabuJ ediyorum.

148
X
ÎSLÂM DlNÎ ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKI
SALTANATIDIR

Daniel’in fevkalâde ilginç rüyasini tetkik ederken


(Bk. VII. Bölüm) Hz. Muhammed’in (s.a.v) onbin­
lerce semâvi varligin rcfâkatinde, Ezelî ve Ebedî olan
Cenâb-i Allah’m mübârek huzuruna nasil gôtürüldü-
günü, hiç bir mahlûkun nâil olmadigi izzet ve muhab­
bet dolu sôzlere nasil muhâtap oldugunu (2. Korin-
toslular, XII), peygamberlerin sultani pâyesi ile nasil
§ereflendirilip “Dürdüncû Canavar”\ve “Mel’un Boy-
nuz”u yoketmek için nasil bir güç ve kuvvetle donatil-
digini gôrmü|tük. Ayrica, bu mübârek insanm Allah’­
in Saltanati’ni Dünyada ilan ve tesis etmek için gôrev-
lendirildigini belirttikten sonra, Allah’m sevgili kulu ve
en kiymetli resûlü için uygun gôrdügü §eylerle ilgili ola­
rak bütün insanhgin hayâl edebilecegi §ereflerin en bü-
yügüne niçin sâdece Hz. Muhammed’in (s.a.v) lâyik
olabilecegini de i§âret etmi§tik. Bütün bu bilgilerden
sonra, Allah’in bütün resûl ve nebileri arasmda yalnizca
Islâm Peygamberi’nin hepsinden yüksek bir kule §ek-
linde tasvir edildigini ilâve etmigtik. Zira O’nun ortaya
koydugu büyük ve muhte§em eser O ’nun §an ve §e-
ref dolu ebedi bir hâtirasi olarak durmaktadir. Bir kim­
se, Allah’in mutlak birligini samimi olarak kabul etme­
dikçe, Islâmiyetin, putperestlik ve çoktanricihk kar§i-
smda e§siz bir kale degerindeki kiymetini ve önemini
takdir edemez. Allah’m, Hz. Âdem, Hz. Ibrâhim Hz.

149
Musa ve Hz. îsa’nin (a.s) taniyip ibâdet ettikleri Allah
oldugunu anladigimiz zaman îslâm’i tek hak din, Hz.
Muhammed’i de (s.a.v) O’nun bütün peygamber ve
kullannm efendisi oldugunu kabul etmekte zorluk çek-
meyiz. Kezâ, Allah’i ayni anda hem "Baba”, hem
“Oÿül”, hem de “Ruhülkudüs” olarak tasavvur etmek,
yahut da “Ben, Sen, O ” gibi üç ayri §ahis zâmiriyle
biribirine hitap edebilir üç §ahsiyete sàhipmif gibi dü-
§ünmek suretiyle O’nun yüceligini tesbit edemeyiz.
Böyle yapmak suretiyle mücerret ve mükemmel bir Al­
lah inancmi kaybeder, hattâ Allah’a inanmi§ olmak­
tan çikanz. Aynj §ekiide, ne bàzj anlamsiz sakrament-
ler ve esrârengiz törenler ihdas etmek suretiyle dinin
kutsiyetine en ufak bir §ey ilâve edebilir, ne de ruhla-
rimiz için bir peygamberin veya tecessüm etmi§ ilàhin
(Hz. isa’nin) cesedindeki gidadan, mânevi bir gidaka-
pabiliriz. Çünkü böyle yapmak suretiyle gerçek ve hak
din fikrini kaybederek din ile ilgimizi bütünüyle kes-
mi| oluruz. Kezâ, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) Allah’in
oglu veya cisim hâline gelmi§ ilah §eklinde tasavvur
etmek de O ’nun §ahina en ufak bir katki olmaz. Çün­
kü böyle birgey yapmakia biz, hakikati ve Mekke’li pey­
gamberin gerçek gahsiyetini tamâmen inkâr etmif ola-
cagimiz gibi, hiç farkinda olmadan politeizm uçurumu-
na da yuvarlanmig oluruz. islâm peygamberi’nin bü-
yüklügü, böyle saglam, kolay, dogru bir din kurmu§
olmasini ve bu hüküm ve ilkeleri bizzat tatbik etmesini
de ihtiva etmektedir. ̧te bu açik ve saglam kàideler
ve uygulamaiar sayesindedir ki, bir Müslümanm “A!-

150
lah’tan ba§ka ilâhin olmadiÿina ve Muhammed’in
(s.a.v) de O ’nun resùliì olduguna iman ederìm” gek­
linde formüüegtirilen iman esaslanndan bagka herhangi
bir §eye iman etmesi mümkün degildir. Bu kisa àmen-
tü, Allah’a inanan herkesin Kiyâmet Günü’ne inanma-
sini da saglayacaktir.
Daha önce sözünü ettigimiz “Büyük Konstantini”
ve teslisçi Kiliseyi temsil eden “Onbirinci Boynuz"u or-
tadan kaldiran büyük kahraman “Bar Allah’a ” (Allah’in
oglu) olmayip “Bar Na§a” (Insanoglu)dur. Bu ise Al­
lah’in yeryüzündeki saltanatini Men kurup tesis eden
Muhammedu’l-Mustafa’dan (s.a.v) ba§kasi degildir. Is­
terseniz §imdi de Aliah’m Saltanatmm ne anlama gel-
digini ara§tirip izah edelim. Hatirlanacagi üzere, Da­
niel Kitabi’nm ifâdesine göre peygamberlerin efendi­
sine (s.a.v) ilâhî huzurda §öyle bir vaadde bulunulmug-
tur:
“Krallik ve saltanat ve bütün göklerin altmdaki kral­
hklann büyüklü§ü En Yüce Olan’in dostlarinin kavmine
verilecektir; Onun (bu kavmin) saltanati ebedî (olacak)
ve bütün kralhklar O ’na hizmet edip boyun egecektir”
(Daniel VII, 22-27).
Allah’in Saltanati’nm “En Yüce 0/an”m sevdigi kavim-
den meydana gelecegini ve diger bütün idâre ve ikti-
darlann ona itaat edip boyun egecegini söyleyen bu
ifâdeler, Islâmda din ile devletin bütün ve bu sebeple
de aynlmaz oldugunu açikça göstermektedir. Islâmi-
yet sâdece Allah’i ilgilendiren bir din olmayip ayni za­
manda dünyevî bir imparatorluk ve saltanatùr. “Allah’-

151
in Yeryüzündeki $altanat]”nm mâhiyet ve özelligi hak­
kinda daha açik ve sihhatii bir fìklr sâhibi olabilmek için
islâmiyetin, resûlü Hz. Muhammed (s.a.v.) vasitasiy­
la Allah tarafindan tamamlanip kemâle erdirilmesin-
den önceki tarihine gôzatmak icap etmektedir.

1. Hz. MUHAMMED’(S.A.V.)DEN ÖNCE ISLÂ-


MiYET ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKÎ SALTANATI
OLMAYIP O ’NUN YALNIZCA HAK DÌNÌYDÌ;
Allah’in hak dininin, sâdece îbrâhim’e vahyedil-
digine ve bu dinin de sâdece Îsrailliler tarafmdan ko-
runduguna inanan kimselerin, Eski Ahid’in çok câhil
çômezleri olduklarina ve bu dinin mahiyeti hakkinda
çok yanh§ kanâate sâhip bulunduklarina hükmetmek
gerekmektedir. Zira, Hz. Ibrâhim’in bizzat kendisi Ku­
düs Krali’na ve îmamlarina ôgürler sunup onun ta­
rafindan takdis edilir (Tekvin XIV, 18). Kezâ, Hz. Mu-
sa’nin kayinpederi de bir peygamber ve imamdi * *
Aym §ekilde, Hz. Eyüp, Hz Balaam, Hz. Ad, Hz. Hud,
Hz. Lokman (a.s.) ve daha pekçok peygamber de Ya­
hudi degildirler. Bunun aksine îsmâilogullari, Moabo-
gullari, Ammoniler, Edomiler ve bunun gibi, Hz. îbrâ-
him ve Hz. Lut’un neslinden gelmi§ kavim ve kabile-
lerden, ba§ta isrâilier olmak üzere pekçogu, Allah’i bile
bile putperestlik ve cehâlet batagma saplanmi§lardir.

1) Ibrânicede bu eski imamlara“Kohen”denilmekteydi. Hiristiyanlar bu


kelimeyi “papaz” §eklinde tercüme etmi§lerdir. Fakat Yahudi papazi ile
Hiristiyan Sakramenteryen papazi arasmda fark vardir.
■) Eski A h id, Ç ik if, S .bâp.

152
Halbuki putperestligin,söndürüp yerini bir türlü alama-
digi tek din Islâmiyettir. Nâçiz kanâatime göre, Yahu­
dilerin “kutsa!” ve ev egyasi gibi mütâlaa ettikleri ve
Ibränicede de genellikle “Terafìm” olarak adlandirilan
(Tekvin XXXI, 34) bu putlar veya tasvirler, Katolik ve
Ortodoks Hiristiyanlarm evlerinde ve màbetlerinde bu-
lundurup ibâdet ettikleri tasvir ve heykellerle ayni mà-
hiyette idi. §unu da belirtelim ki, bu putlar eski cehâ­
let devrinde kabilelerin ve insanlann biribirìni ta-
nimada kimlik karti ve pasaport kabilinden
geylerdi. Sirf bu yüzden Hz. Yäkub’un karisi ve La-
ban’m kizi olan Rahel’in (Ra§ei) babasmm “terafimi’-
’ni gizlice çalmasi garip degil midir? (Tekvin, XXXI,
30-36), O sirada Laban, Hz. Yâkub gibi Müslüman
olmayip, ayni zamanda ta§tan “misfa” yaparak bunu
Allah’a tahsis etmi§ti.
Ögle vakitleri mücizevi bir bulutun kendilerine göl­
ge yaparak sicaktan korumasi, geceleri ise bir äte§ sü-
tunun aydmlatmasi, üstelik bir de “menna ve sehe”
ile beslenmeleri geklinde gece gündüz tezähür eden bir
mûcize ve hârika ile kendilerinden geçen çôl Yahudi­
leri, Hz. Musa’nin Sina dagmm dumanli tepesinde bir­
kaç gün için görünmeyince hemen altin bir buzagi ya-
pip ona tapmaya bagladilar. Yegu’nun ölümünden
Kral Seul’ün vaftizine kadar dört asirdan fazla bir tarih
dilimi, bu söz dinlemez kavmin bir sürü putperestlik
rezäletleriyle doiudur. Ancak, Hz. Isa’dan önce üçüncü

") Eski Ahid, Çikij 32. Bâp ve ayrica Kur’ân-i Kerim, Bakara, 54.

153
asirda Kutsal Kitap’lann tanzimi ve vahyin kapanma-
sindan sonradir ki Yahudiler putlara tapmaktan vaz-
geçmi§ ve monoteist olarak kalmi§lardir. Fakat Tek Al­
lah’a inanmalari onlan muvahhitler arasina soksa bi­
le, “Müslüman” olarak nitelendirilmelerine imkân ver­
mez. Çünkü onlar, Hz. îsa (a.s.) ve Hz. Muhammed’in
(s.a.v.)dînî§ahsiyeilerini ve bunJara gelen vahyi israr-
la reddetmiflerdir. Bir kimsenin Müslüman olmasi ve
böylece mutlak huzura kavu§abilmesi için Allah’in bü­
tün emirlerine itaat etmesi gerekir. Halbuki Allah’a, O ’­
nun emirlerine boyun egmeden inanmak, Allah’in var-
ligina inanan ve bu inançla ürperen geytanlarin iman-
larina benzemektedir.
Allah’in vahiy, peygamber ve imam göndermek
lütfunda bulundugu diger milletler hakkinda herhan­
gi bir bilgiye sahip olmadigimiz için, îslâm dininin eski
îsrâil ve öteki Arap kabileleri arasmda bazan çok par-
lak, fakat ekseriye titrek bir mum i§igi veya karanlik
bir odada hafif bir kivilcim §eklinde parladigmi ögren-
mekle teselli bulmaktayiz. l§te bu din, onu hemence
unutmu§, ihmal etmi§ veya putperestiikie degi§tirmi§
bir topluluk tarafindan kabul edilmi§ti. Bununla berâ­
ber Cenâb'i hak’ka gerçekten inanan, O’nu seven ve
yalnizca O’na ibâdet eden fertler ve âileler dâima mev­
cut olmu§tur.
Yahudilerin tamamina yakin ekseriyetinin, Müs-
lümanlann sâhip olduklan Allah ve din anlayi§ma ben­
zer bir inanca sâhip olmadiklari gôrülüyor. Isrâilier,
yapùklan sava§ta ne zaman bagarih olmu§, gâlip gel-

154
mifse, ancak o zaman Yehova’y* hatir!ami§ ve ibâdet
etmig; aksi takdirde O’nu terkederek daha kuvvetli ve
üstün olan, yâni gâlip devletin mâbuduna ve putlan-
na tapmi§tir. Yahudilerin Kutsal Kitaplan’njn dikkatli
bir tetkiki,bayagi Yahudilerin kendi tanrisini, ba§kala-
nnkinden bazan daha güçlü ve yüksek,bâzanda det-
ha zayif olarak telakki ettiklerini gösterecektir.Onlarm
putperestlige çok koiay dü§meleri ve bunu tekrar
tekrar yapmalan îsrâillerin “El” veya “Yahova" hak­
kmda, Asur hakkmda Asurilerin, Marduk hakkmda
Babillerin, ve Baal hakkmda Fenikelilerin sahip ol-
duklari telakkiye sahip olduklanni gösterecektir. Pey­
gamberier ve evli yalar istisna edilirse, Tevrat’a göre
amel eden müslümanlar ve Hz.Musa’nm dinindeki Is-
râil, ne dinlerinin,ne de bu dinin sahibi Allah’m kutsi­
yetine lâyik mertebeye eri§ebilmi§lerdir. Allah’a, ka^
za kader ve Ahiret hayatina iman,bu kavminrûhun-
da ve kalbinde aslâ saglam bir gekilde kôkle§ip yer-
le§ememi§tir.
Kur’an’a inanan, yâni Hz. Muhammed’in (s.a.v)
dininden olan Müslümanlarla, Tevrat’a yâni Hz. Mu­
sa §eriati’na inanan Müslümanlar arasmdaki farka ba-
kin! Hem,bir Îslâm fopJumunun, câmiini, imamini ve
Kur’an’mi terkederek ba§ka bir dini benimsedigi veya
Allah’tan ba§kasmi ilah edindigi hiç gôrülmü§ müdür?
Aslâ! Muhammed (s.a.v.) ümmetinden hiçbir toplu-
lugun, Mukaddes kitaplara, câmiiere ve hocalara sâ­
hip oldugu müddetçe putperestlige sapmalan veya Hi­
ristiyan olmalan aslâ mümkün degildir.

155
Bunlan söylerken Rusya’da Ortodoks Hiristiyan
akidesini benimseyen bâzi Tatar âilelerinden elbette ki
haberdârim. Ancak, güvenilir delillerle okuyuculanmi
temin etmek isterim ki, bu “Tatarlar”, Batu Han’i Al-
tinordu devletini kurmasindan ve bütün Rusya’ya hâ­
kim olmasmdan çok sonralan bile, ya putperesttiler,
ya da îslâmiyete henüz yeni girdikleri bir sirada Rus
Ortodoks Kilisesi’ne baglanmak için kandinlmi§ veya
zorlanmi§ bulunuyorlardi. Bu hususta, bu hâdisenin,
Altinordu Devleti’nin Islâmî gücünün, Timurleng’in
müthi§ istilasi ile yikilmasindan sonra meydana geldi­
gini de hesaba katmaliyiz. Tam tersine, Müslüman tüc-
car ve i§adamlan dâhi Çin’de olsun, Siyâhi Afrika ki-
tasmda olsun her zaman dinlerinin propagandasini
yapmi§lardir. Milyonlarca Çin’li ve zenci Müslüman,
bu i§ için resmen tâyin edilmeyen ve ücret almayan
i§te bu Müslüman tâcir misyonerlerin mahsûlüdür. Hal­
buki daha önceki biigiler i§igmda Aliah’m hak dinini,
Yehova’ya samimiyetle inanan kimselerin hayatinda
gôz kama§tiracak gekilde parlami? olsa bile, onun Hz.
Muhammed’den (s.a.v.) önce Ibrâniler arasinda yine
de kemâle eremedigi, geli§emedigi ve bir ba§langiç
safhasmda kaldigi anla§ilmaktadir. Israil devleti, ancak
Allah’tan korkan Hâkimler ve dindar Israilli krallarin
idâresi altmda bulundugu sürece teokratik bir idâreye
sahip olmu§ ve peygamberlere gelen vahiyler iyi bir
çekilde benimsenip emirleri lâyikiyle uygulandigi müd­
detçe hem din, hem devlet ilerlemigtir.
Fakat Allah’in Hak dini, Allah’m Saltanati olma

156
özelligini ancak Kur’an’Î sistemle elde edebilmi§tir. Al­
lah kendi sonsuz ilim ve irädesiyle, Yeryüzündeki Sal­
tanati kurulmadan önce dört büyük devletin birlbirini
täkip etmesini murat etmigtir. Âsur-Keldâni, Med-Pers,
Yunan ve Roma’dan meydana gelen bu dört büyüU
devlet ve medeniyetin, Allah’in mü’min kullarina ezä
ve cefa etmesi, §eytan’in tasarlayabildigi bütün kötü-
lük ve bayagiliklari yapmasi için meydana çikip geli§-
mesi mukadderdi. Bu saydigimiz devletlerin bütün §öh-
reti, §eytan’a tapmaktan ibâret olup, Hz. isa’nin yal­
nizca kendisine inanip tapmasi hâiinde “Karanh§in
Prensi”nin yüksek bir tepeden vermeyi vaadettigi §an
ve §öhret de i§te bu §an ve §öhret idi.

2. HZ. ISA VE HAVÂRÎLERiNÎN BÌLDÌRDI0Ì


ALLAH’IN SALTANATI:
Hz. îsa ve havärilerinin gerçekten de Allah’in Dün­
yadaki Saltanati’nin habercileri oldugu dogrudur. Hz.
Isa’ya gelen Incil’in özü ve ruhu, O ’nun bir duäsinda-
ki me§hur §u ifädede mevcuttur: “Senin saltanatin ge-
Hyor. ” Mezheplerinin adì ve iman dereceleri ne olur­
sa oJsun, yirmi asirdan beri bütün Hiristiyanlar “Senin
Saltanatin Geliyor” ibäresini gerek dua, gerekse va-
azlarinda tekrarlayip dururlar. Ve Allah bilir, onlar bu
dualarina daha ne kadar devam edecek ve daha bo-
§una ne kadar bekleyecekler. Hiristiyanlarm Allah’in
bu saltanatmi beklemeleri ile Yahudilerin Mesihi bek-
lemeleri arasmda mâhiyet bakimmdan hiçbir fark yok­
tur. Zira bu her iki bekleyi§ de, dügüncesiz ve akil al-

157
maz bir hayalperestlik olup, bo§ bir iimide israrla sa­
nimi? bir temennidir. Eger bir Hiristiyan rahip veya ki-
§iye Allah’in Saltanati ile ilgili ne dü§ündüklerini so-
rarsaniz, size bir sürü asilsiz ve anlamsiz §eyler söyle-
yecektir. Onlann dediklerine bakilirsa, bu saltanat, bun­
larin mensup olduklan kilisenin öbür zmdik kiliselere
üstün gelmesi ve onlan eritmesidir. Ba§ka bir rahip ve­
ya Hiristiyan da “milenyum” (bin yillik devir) üzerine
nutuk çekecektir. Bir Salvatonist^'* veya bir Qua­
ker*"* ise kendi àciz kanaatlerine göre Allah’in salta-
natinin, Kuzu kaniyle yikanip temizienmi? yeni dogan
màsum Hiristiyanlardan meydana gelecegini, ya da bu­
na benzer §eyler söyleyeceklerdir.
Allah’in Saltanati, Katolik Kilisesi’nin zafere ula§-
masi veya màsum ve islahatçi Purìten bir devlet mà-
nasina alinamayacagi gibi “bin yilin ba§inda” kurula-
cak hayâli bir “bükümdarlik” da degildir. Keza o, me­
leklerin jandarma ve polis; hùrilerin memur ve hâkim;
gilmanlann komutan ve bey; ba§melegin de papa, pat-
rik, piskopos ve Incil vàizleri olarak hizmet ettikleri Ilâhi
Kuzu’nun (Hz. Isa’nm) hükümranligi altìndaki geçmi§
peygamber ve evliya ruhlarindan meydana gelen se-

') Londra’da fakirleri maddeten ue mànen yükseltmek için 1878’de


Salvotion Army adiyle kurulan bir ordu. Subay, mahalli subay ve erler-
den olu§an bu ordu, kendisini dînî ve sosyal görevlere adanii§ olup fa*
aliyet alani çok geniftir.
* ')17- y.y. ortalarinda doäup Amerika ve Ingiltere’de gelijen, kutsal Ruh^
un rehberligine inanan do^malara ve te|kilatlanmi| papazitk sinifina,
günahin insan ruhunu lekeledigi teorisine karji çikan barifçi bir Hiristi­
yan mezbebì.

158
mâvi varliklarin olugturdugu bir saltanat da olamaz. Al­
lah’m Yeryüzü Saltanati bir din ve Allah’m oglu, kizi,
anasi, babasi, yardimcilari ve ortaklari olduguna ina­
nanlara, Allah’m birligine §irk kcganlara ve Çeytânî
kuvvetlere kar§i savagip kendi varliklarmi ve mutlak is-
tiklallerini sürdürebilmek için iman ve kihçla donanmig
mü’minlerden meydana gelen kuvvetli bir cemiyettir.
“ìn d i” anlamma gelen Yunanca evangelion keli­
mesi, a§agi yukari “güzel haberlerin beyam” mânasmi
da ifâde eder. Bu terim, tebasindan en küçükbii kim­
senin bile Vaftizci Yahya’ dan daha büyüicoldugu
Allah’m Saltanati’nm yakla§tigmi haber vermekteydi.
Ônce Hz. Yahya, daha sonralan da Résulter, Yahu-
diiere bu saltanati iian ve teblig ederek ona kabui edil-
meler için imana ve tevbeye çagirdilar. Aslinda Hz. îsa,
Hz. l^usa’nin dinini kaldirmi§ veya degi§tirmi§ olma­
yip ona rûhi bir yorum getirmiçtir. Zira Hz. îsa, kini
cinâyetin anasi; §ehveti zinanin kaynagi; hirs ve iki-
yüzlülügü de putperestlik kadar âdi bir günah olarak
kabul etmekle, Hz. Musa’nm Çerlati’ni rûhi anlami le­
hine sâdece lafzen ilga etmi§tir. Hz. Isa’nin merhamet
ve comertligin, kurbandan ve sebti (Cumartesini) siki
bir §ekilde gözetmekten daha iyi oldugunu söylemesi
de ayni §eyi göstermektedir. Bugün elimizde bulunan
inciller, sahte ve uydurma halleriyle bile Allah’in Sal-
tanati’na ve Bar-Na§a’ya, yâni însanoglu’na dâir Hz.
îsa’nin îma ve te|bihlerine sik sik yer vermektedir. Ne
var ki bunlar öyle bozulmu§, öyle çarpitilmi§tir ki, za-
valli Hiristiyanlar “Allah’m Saltanati” ifâdesiyle Hz. îsa’-

159
nin sâdece kiliseyi kasdettigini ve kendisinin de o müj­
delenen “Insanoglu” olduguna inanmig ve inanmak-
ta devam eder hâle dü§mü§lerdir.
Bu çok önemli hususlari in§allah ileride daha ge-
ni§ bir §ekilde müzâkere edecegiz. Fakat fimdilik isa’­
nm verdigi haberin, Allah’m hükümranligi demek olan
Islâm; Canavari yoketmek ve En Yüce Olan’in sevgili
kullarindan kuvvetli bir saltanat kurmak için görevlen­
dirilen “Însano^Ju’'nun da Hz. Muhammed (s.a.v.) ol­
dugunu i§âret etmeden geçemeyecegim.
Hz. isa’ya gelinceye kadar Allah’in dini daha zi­
yâde îsrail kavmine tevdi edilmi§ olup çok maddî ve
millî bir karaktere sâhipti. Yahudi fikihçilari, haham-
lari ve din adamlari kendilerine intikal eden bayagi ve
bâtil §eylerle dolu bilgilerle bu dini tanmmaz hâle ge-
tirdiler. Bu sebeple Hz. isa, onlann bu sahtekârliklari-
ni kinadigi gibi, Yahudileri ve bunlarm ônderlerini de
“ikiyüzlü” ve “^eytanin çocuklan” olmakla itham eder.
Gerçekten de putperestlik “c/n”i,!srairi bir ara birak-
tiysa da bilâhere yedi ein bu kavmi tekrar zaptetmigtir
(Matta XII, 43-45; Luka XI, 24-26).
Hz. isa bu eski dini isIah edip ona yeni bir ruh ve
hayâtiyet kazandirmi§tir. O, insan ruhunun ôlümsüz-
lügünü, Kiyâmeti ve öbür dünya hayatini açik bir §e-
kilde anlattiktan ba§ka, Yahudilerin bekledikleri Me­
sih’in bir Yahudi veya Hz. Dâvud neslinden biri olma­
yip îsmâilogullarmdan Ahmed adindaki birinin oldu-
gunu ve Allah’in yeryüzündeki saltanatmi kiliç ve ke-
iâmullah ile bu peygamberin tesis edecegini haber ve-

160
rip ilan etmi§tir. Netice olarak îsiâmiyet Hz. Isa ile ye­
ni bir ruh ve hayàtiyet kazanmig, yeni bir nura eri§-
mi§, bu dine baglananlarin da mütevâzi olmalari, sa­
bir ve metânet gôstermeleri ögütlenmiftir. Onlara zu­
lüm, igkence, hapislik ve §ehitlik ônceden bildirilmi§-
ti. Kur’an-i Kerim’in Hz. Isa’ya gelen încil’e inanmi§
kimseler olarak gôrdügü ‘Wasara ”nin, Roma impara-
torlarinm himâyesi altinda on zâüm idareciden çok i§-
kence gôrdüklerini belirtmekte fayda vardir. Daha son­
ra gelen Büyük Konstantin, ònceleri Kilise’ye serbest-
lik tanirsa da M.S. 325 yilindaki îznik Konsülü’nde Tes­
lis inancinin kabul ve ilan edilmesinden sonra Tevhit­
çi Müslümanlar Muhammed (aleyhisselâtu vesse-
lâm) gelinceye kadar, Teslisçi Hiristiyanlarm gittikçe
artan i§kencelerine mâruz kaldilar.

3. ALLAH’in SALTANATI’NIN TABIAT VE


MÂHÎYETi
Yerkürenin Müslümanlann yagadigi her yerinde-
ki câmi ve minârekrinde günde yüksek sesie be§ defa
terennüm edilen nefts bir dînîsadâ vardir. Müslüman­
larm “ezan" admi verdikleri bu ho§ sadâyi, müslüman
cemâatlerin gâyet vakur ibâdeti takip eder. Bundan
daha ônemli olmak üzere Müslümanlar, ister ônemli,
ister önemsiz olsun her i§ ve te§ebbüslcrirve “Bismi/-
lah”, yâni “Aliah’m adiy/e” baglar ve “Eihamdulillah”
1) Hz.Isa, havârilerin kendilerine “Hiristiyan” ismini vermesi yoiunda
aslabir§ey sôylememi§,oniara bôyle bir ismi kullanma selâhiyeti verme-
mi§tir. Bu sebeple, isa’ya samimi olarak inanan bu ilk devir teuhitçileri
için “Müslüman” kelimesinden daha uygun bir isim yoktur.

161
{Allah’a hamd olsun) diye bitìrirler. Bir Müslümani îlâhi
Hâkim’ine baglayan inanç bagi öyle kuvvetli ve O’nun
hâkimiyeti ile kuílugu öyle yakin bir münâsebet hâlin-
dedir ki, hiçbir kuvvet ve câzibe, onu Allah’mdan ayi-
ramaz. Kur’an-i Kerim i§te bu kimselerin Allah’a
“hablul-verid”, yâni “§ahdamanndan daha yakin" ol­
dugunu açiklar (Kâf, 16).
§unu da belirtelim ki, Allah’a ta’zim ve hürmet
duygularini ifâde eden bir Müslümanm durumu, sa­
mimi sevgi, sadâkat ve itaat duygularmi ha§metli kra-
Ima sunan gôzde bir saray mensubunun durumu ile
asla ayni olamaz. Çünkü Allah Yerin ve Gôgün her
bakimdan Hâkim’i, Sultanlar Sultani ve Efendiler Efen­
disi’dir. O, bütün Müslümanlann gerçek Mâliki ve Rab’-
bidir. Zira bir Müslüman, ister iyilik, ister kôtülük ol­
sun bagina gelen hergeyin hep Allah’tan oldugunu bi­
lir ve Kâdir-i Mutlak olan Rab’bine hamdu senâlarini
sunar.
Bugün yaklaçik üçyüz milyon Müslüman -az veya
çok- Allah’a kar§i ayni §ekilde inanip güvenmektedir.
i§te bundan dolayi, islâmiyetin asil karakterinin,
Dünya’da gerçek ve fiili bir Teokratik Saltanaftan ibâret
oldugu ortaya çikmaktadir. Emir ve yasaklan Kur’an’da
açik açik zikredilmesi ve bu âyetlerin de yer aldigi Ki-
tab’m tamami Müslümanlarm ezberinde olmasi sebe­
biyle Allah kendi emirlerini teblig etmek üzere eskiden
israil ve diger îbrani kavimierine gönderdigi resûl ve
nebileri, Hz. Muhammed’den (s.a.v.) sonra gönder­
mek lüzumunu hissetmemigür.

162
Allah’m Saltanati’nm kurulu§ ve ortaya çiki§j hak­
kmda ise §unlari anlatabiliriz:
(a) Yeryüzündeki bütün müslümanlar bir ümmet,
bir äile ve bir kardeflik cemiyeti olugtururlar. Bu ko­
nuyla ilgili çe§itli âyet ve hadisleri nakletmek suretiyle
okuyucularimi bo§ yere me§gul etmek istemiyorum.
Ancak burada §unu da belirtelim ki, IsIàm cemâati hak­
kmda Müslümanlarm bugünkü durumuna degil de,
Hz. Muhammed (s.a.s) ve Hk halifeier devrine baka-
rak hüküm vermemiz gerekir. î§te böyle bir îslâm ce-
mäatinin her üyesi dürüst bir i§çi, kahraman bir asker
ve gayretli bir mü’mindir. Ayrica, bir i§ten elde edilen
bütün kazanç, hakli olarak, onu kazanan birisine âit­
tir. Bununla berâber, îslâm Çeriati, bir Müslümanin a§in
servet sâhibi olmasma da müsäade etmez. Zira îslâ-
mm, yapilmas! gereken be§ §artmdan biri de il*mec-
buri olan zekät ile, ihtiyârî olan sadakadan meydana
gelen infaktir. Gerçekten de Hz. Peygamber ile ilk dört
halife devrinde hiçbir Müslümanin a§iri serveti yoktu.
Milli gelir Beytü’l-Mal denilen ortak bir hazinede top-
laniyor ve hiç bir Müslüman sikmtida birakilmiyordu.
“Müsiim" isminin kelime mânasi “bari§ yapan
kimse” demek olup, gerçekten de iyi bir Müslüman-
dan daha yumu§akba§h, misafirperver, zararsiz ve ba-
n§çi bir insan bulamazsmiz. Fakat hemence söylcye-
lim ki, bu Müslümanlar dinine, nâmusuna ve malina
tecâvüz edildigi zaman korkunç bir dü§man olup çiki-
1) Cíhad, yâni Allah u^runa yapilan sava§ da, ifSsi gereken bir kulluk
gorevidir. Bu sebeple Islámin rüknü be§ degil altidir.

163
verirler. Kur’an-i Kerim bu hususta titizdir ve §öyle der:
“Ve !â ta’teddu” (Haddi a§mayimz), Diger bir tàbirle
sôylemek gerekirse "Mukàbeiede bulununuz.” Ciha-
da gelince... Bu bir istila sava§i olmayip kendini sa-
vunma hareketìdir. Aynca, Müslümanlar okumaya ög-
renmeye önem veren kimselerdir. Gerçi e§kiya ve hay-
dut kabilelerle, yan barbar bâzi gôçebe kabileler, bâzi
islâmî kanâatlere sâhip olsalar ve Bir AlJah’in variigi-
na lnanmi§ olsalar bile, onlann günah ve azginliklan-
nm asil kaynaQi olan dînî bilgi ve terbiye bakimmdan
eksik olduklan da bir gerçektir. Tabii bunlar nihâyet
bir istisna olup, bir kimsenin dinî tahsil ve terbiye ol­
maksizin iyi bir Müslüman olmasi mümkün degildir.
(b) Daniel’in ifâdesine göre Allah’in Saltanatina tâbi
olanlar, “bir veiiier cemâatidir. ” Orijinal Keldâni veya
Âramice metinde bu, “A ’mma d’qaddishid L ’Honin”
§eklinde târif edilmi§ olup, böyle bir sifat ancak putpe-
restligi Asya ve Afrika’nin büyük bir kismindan sôküp
atan ve Roma canavanni ortadan kaldiran Peygam­
berler Peygamberi ile O’nun Ensar ve Muhácir sahá-
belerinden meydana gelen §erefli ordusuna áit olabi­
lir.
Allah’a, Meleklere, Resullere, Kitaplara, Ölümden
Sonra Dirilmenin ve Hesap Günü’nün hak olduguna,
Hayir ve §errin Allah’tan Geldigine inanan, gücü yet-
tigince ve saf niyetle ibádeílerini yapan her Müslüman,
bu saltanatin temiz bendeleri-ve mübârek velileridir.
Buna kar§ilik, Hiristiyanhgm özünü te§kil eden “üç
birdir" veya “bir üçtür" §eklindeki üçlü bir tanri anla-

164
yi§iyla vaftiz edilmi§ kimselerin kàlplerine hulùll eden
bir Rûhül. Kudüs’ün varligina inanmak ve böylece,
inananlan böyle maskaraliklarla kutsamaktan daha bü­
yük dînî bir cehâlet olmasa gerekir. Halbuki bir Müs­
lüman, kutsal ruhun tek olduguna degil, hepsi de bir
Allah’m mahlûku ve diger varliklar nezdindeki nezà-
retçileri olan sayilamayacak kadar çok kutsal ruha
inanir. Müslümanlar takdis edilmi§ kimseler olmakla
berâber vaftiz edilmig, yaglanmi§ degillerdir. Onlann
ruhlan iman nuru ve bu imam korumak için mücâde-
le azmi ve cesàreti ile arindirilip takdis edilmigtir. Vaf­
tizci Yahya veya büyük bir ihtimalle Hz. ìsa {Barnaba
Incili’ne göre) §öyle demigtir: “Ben senipigmanhk su-
yuyla vaftiz ettim, fakat benden sonra gelecek ve ben­
den daha kuvvetli olacak birisi seni àte§ ve kutsal ruh­
la vaftiz edecektir. ” ̧te burada sözü edilen àte§ ve ruh,
Hz. Muhammed’in yan vah§i goçebeleri, putperest bazi
Romahlari IsIàm edip kutsadigi ve eski kofla§mi§ kilise
ve havralanni, vaadedilmi§ ülkelerde ve bagka yerler-
deki Aliah’m Sürekli ve Kuvvetli Saltanati’na dönü§-
türen alperenler hâline getirdigi ate§ ve ruhtur.
4. ALLAH’IN SALTANATI’NIN DEVAMLILIÖI
VE ÖNEMi
Bir Melek tarafmdan DaniePe iki kere bildirilmi§ti.
Ve yine, “Gökkubbe altindaki bütün milletlerin En Yü­
ce Olanm Sevgili Kullanna hizmet edecekieri” müjde-
lenmi§ti. Herhangi bir delil ve ispata lüzum duymadan
söyleyebilirizki, bütün Hiristiyan devletler, müslüman­
larm sâdece devletlerine, mukaddes yer ve càmileri-

165
ne saygi duymak ve hattâ, bazi hallerde buniann icap-
lanna riâyet etmekle kalmayip tebâlan altmdaki Müs-
lümanlann bile mahallî tôrelerine itibar gôsterml§ler-
dir. Bu “hizmet” sirnnm altmda §u yatmaktadir; Ev-
velâ, Müslümanlar iyi davrani§lan, dinlerine baglihk-
lari, emir ve yasaklara riâyetleri ve bari§severlikleriyle
dâima saygi telkin etmi§lerdir. îkinci olarak da, Hiris­
tiyan idâreciler hâkim olduklan zamanlarda Müslüman­
lara kar§i adâletle muâmele etmi§ ve onlann din ve
törenlerine kari§mami§lardir.*'*
Bu ilâhî dinin ve saltanatin, halifeler, sultanlar v.b.
diger cepheleri hakkindaki tesbitlerimizi daha geni§ bir
§ekilde açiklamaya yerimiz imkân vermez. Ancak §u
kadarini sôyleyelim ki, Müslüman idâreciler de diger
vatandaflar gibi ayni Kurânî hükümlere iâbidirler. 1§-
te bu adâlet ve tevâzu, bütün müslim ve gayri-müslim
devletlerin devamhlik ve saglamhligi için en iyi bir te-
minattir. Ayrica, Allah’in Kitabi’nm ruhu ve prensip-
leri de, bütün kânun ve medeniyetler için en güzel bir
kilavuzdur.

*) Ne yazik ki Endülüs’te ve bajka yerlerde oldugu gibi bunun pek


çok aksi uygulamalan bulunmaktadir. (Mütercijn)

166
YENÎ AHiD’E GÖRE HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

167
I
MELEKLERIN MÜJDELEDÎÔÎ ÎSLÂM VE
AHMEDlYE

Hz. Isa dogumu münâsebetiyle iki încil yazarmin


naklettigi iki olay çok enteresandir. Bunlardan Matta
încili’nin yazan Matthew bize §ôyle bir hikâye anlat-
maktadir: Gûya îran üzerinden Bati’ya dogru hareket
eden bir yildizin rehberligiyle bir müneccim heyeti, Hz.
îsa’yi yeni dogdugu kulübesinde ziyâret edip, altin, mür
bitkisi ve buhurdan meydana gelen zengin hediyeleri-
ni sunmu§, hatta ona secde etmi§lerdir. Bu târihî ola
veya hayâlî hikâyede kisaca dile getirilen, “Dogulu hik­
met sâhibi insanlar” motifi, yalnizca Hiristiyan Kilise-
si’nin yaratip inanmaya muvaffak oldugu yarim düzi-
neden fazla mûcizeden olu§an gâyet ustaca uydurul-
mu§ masaldan ba§ka bir§ey degildir. Bu Kilise, Kral
Kaspar tarafindan gônderilen ve “AUah’in vahyine
mazhar o!an” bu müneccimlerin isimlerini gizli tutmu§-
tu. î§te onlar Beytlehem’li bu küçük bebegin Allah, Ku­
zu ve Kral oldugunu bilerek, ilâh oldugu için buhur;
ôldügünde cesedi için mür; ve kralhk hazinesi için de
altin takdim etmiflerdi. Bu olayda zikredilen, Zerdü§t
münecimlerin veya Keldânili astrologlarin, bir yildizin
i§âreti ve rehberligiyle o kadar mesâfeyi katederek Ku-
düs’e gelmesi, bu yildizin Beytlehem üzerinde kaybol-
masi, Yahudi Herod hânedaninm ve Kudüs’lülerin ye­
ni bir krahn dogu§u haberiyle sarsihp ürpermeleri; sâ­
dece Mika Peygamberin kitabindaki pek açik olmayan
bir bôlümün (Mika V.2) Hz Isa’nin dogdugu yer me-

168
selesini halietmesi ve nihàyet Allah’in, bu yildiz falci-
ìarina ruyalarinda Herod’a tekrar dönmeierini blldir-
mesi aslinda yalnizca Hiristiyan safsatacilarinin yuta-
bilecegi lokmalardir. Hz. îsa (a.s.) için ìran’dan kalkip
gelen bu miineccimlerle, bunlara refàkat eden saray
mensuplari, Kudüs’ten Beytiehem’e dogru birkaç mil
ilerlediklerinde bu kilavuz yildizin tekrar gözükmesi ve
bebegin bulundugu yere varmcaya kadar onlara yol
göstermeye devam etmesi olayi da bu hikàyenin di­
ger bir kismini te§kil etmektedir. Onlann ìran’dan bu­
raya geldiklerinde bebegin henüz hareketsiz durmasi,
daha dogrusu bu yolculugun müthi§ bir süratle ger-
çekle§mesi (Luka, II, 4-7 bu mùcizenin diger önemli
bir tarafini ortaya koymaktadir.
isa’nin dogumuyla ilgili gerçek veya uydurma ba§-
ka bir garip olayda, Kudüs’teki aydin zümre arasmda
ve Herod’un sarayindaki bunca tantanadan sonra hiç
kimsenin bu kutsal âilenin (Hz. Isa ve annesinin) yeri­
ni bilmemesi ve bu bilgisiziigin de Beytlehem ve civa-
nndaki yüzlerce yeni dogmu§ bebegin kihçtan geçiril
mesine mâlolmasidir. Bu hikàyede ima edilen ve öbür-
leri ile ayni önemi hâiz addedilen diger bir mùcizenin
Yeremya’daki (XXXI, 15) ba§ka bir kehânetin tezâ-
hürü olmasidir. Ancak, Yeremya’da geçen ve Ra§el’-
in feryadu figan ettigi katliäm, Efräimogullan tarafin-
dan Beytiehem’de de§H, Rom a’da gerçekle§tmlmi§
olup, üstelik Hz. isa’nin dogumundan yediyüz sene
kadar önceye, yâni Ra§el’in kocasi Yäkub’un Misir’a
intikälinden çok öncesine ve torunlannin Assyria’ya sü-

169
rülüp kendisinin de ôldürülmesine âiliir. Diger taraf­
tan, eski incil yazarlan ve târihçileri arasinda bu hâdi-
seyi bilen tek ki§i olan St. Matthew, Kral Kaspar ve
müneccimlerinin BeytIehem’de isa’nin dogdugu sa-
maniiga yaptiklan ziyâretten sonra nasil bir intibâ edin-
diklerini incil’inde anlatmaz. Bu Hz. Meryem oglu isa’­
nm gerçekten kral olduguna kâni olup olmadikian ko­
nusunda hiçbir bilgi yoktur. Fakat §urasj muhakkak ki,
eger oniar Hz. îsa’nin hükümdar olduguna inansalar-
di, iran’m yedinci yüzyilda isiâmiyeti kabul edinceye
kadar Hiristiyanlara hep baski yapmamasi gerekirdi.
Aynca Persler’in Nasira’li Hz. îsa hakkinda müneccim-
ier sâyesinde bir§eyler ögrendikleri ve kanaat sâhibi ol-
duklan dogru degil midir?
Bunlan sôylemekten maksadim, bâzi Dogu’lu mü-
neccimlerin îsa’yi sakli bulundugu yerde gerçekten zi-
yâret ettiklerini bütünüyle inkâr etmek olmayip, Hz.
îsa’nm ba§indan geçen buna benzer basit olaylan Ki­
lise’nin nasil abartip olaganüstü hâdiseler hâiinde ser-
giiedigini göstermektedir.
Bizi §u anda ilgilend'ren ayni önemi hâiz bir diger
mùcizevî olayda Lukalnciii'ndezikredilmi§ bulunmak-
tadir (II, 1-20). Buna göre, bâzi çobanlar gecenin ka-
ranliginda Beytlehem yakininda kirda sürülerinin ya­
ninda yatarken, bir melek onlara Hz. îsa’nin dogugu-
nu kastederek “Kurtana Rab”bm dogdugunu sôyle-
mi§ ve meleklerin rûhu âniden §u ilâhiyi söyleyerek
gökyüzünde tecelli etmeye ba§lami§tir.
“En Yücelerdeki AHah'a izzet.

170
ve Yeryüzünde râzi oldugu
kimselerdir selâmet” (14. âyet).
“Gloria in excelsis Deo” olarak bilinen ve bütün sa-
kerdotalist kiliselerin dînî âyinlerinde söylenen bu ilâ­
hî, Grekçe metinlerden maalesef sihhatli bir §ekilde ter­
cüme edilememigtir. Kaldi ki, bu Grekçe metnin, me­
leklerin sôyleyip çobanlarin anlayarak dinledikleri ilâ-
hinin orijinal hâliyie, yani Ibrânice yazilmig §eklini ihti­
va etmemesi sebebiyle aslâ dogru ve güvenilir degil­
dir. Bu semâvî cemâatin, sevinç §arkilarmi çobanlarin
lisani ile söylemeleri, bunun ise Grekçe degil. Ibrâni­
ce, hatta büyük bir ihtimalie Aramice oldugu hususu
dogrudur. Hem Allah’m, meleklerin, semâvatin, pey­
gamberlerin v.s. Kitab-i Mukaddeste zikredilen bütün
isimleri, Ibrânice, Aramice ve Arapça gibi Sâmi diliyle
vahyedilmi§ bulunmaktadir. Diger taraftan, bu melek­
lerin, Beytlehem civanndaki câhil Yahudi çobanlan-
na Yuinanca ilâhi sôyledikierini dügünmek, onlann
benzeri bir ilâhiyi Bati îran daglari semâlannda Kirmanç
çobanlanna bulmaca kabilinden Japonca olarak sôy-
lediklerine inanmak gibi bir geydir.
Bir melegin basit Beytlehem çobanlanna gôzük-
mesi, bu büyük peygamberin dogufunun ayni gece-
de bildirilmesi, meieklerin sôyledigi Hallelujah (Allilu-
ya) ilâhisinin, kendini begenmi§ hahamlara ve diger
din adamlanna degil de sâdece onlara sôylenmesi, îs-
râil kavminin târihindeki sayisiz hârikalardan biridir. Bu
hikâyenin güvenilir olmadigini ortaya koymak için or-
tada çeli§ki olarak kabul edilebilecek herhangi bir§ey

171
yoktur. Hem, bir melek AUah’in bir peygamberine veya
sevgili bir kuluna bagkalannm hazir bulundugu bir st­
rada, fakat onlara gözükmeden gelip, Allah’tan aldigi
haberi iietebilir. Zira iyi bir çoban, iyi kälpli ve temiz
bir insan, bundan dolayi da Ailah’in nazannda müm­
taz bir yere sâhip olabilir. Meseleye dînî açidan baka-
cak olursak, St. Luka’nin riväyet ettigi bu enteresan
olayda, birbirini tutmayan veya inanilmaz nitelikte her­
hangi bir unsur yoktur. Sâdece, bize bu olayi nakle-
den yazar, încil’in ba§indan beri çok güzel bir Grekçe
üslup kullandigi hälde, bu bölümde fasih bir üslup or­
taya koymadigi gibi ifädelerinde de tedbirli ve ôlçülü-
dür. St. Luka’nm, kendi adiyla bilinen încil”i bütün ha-
värilenin ölümünden çok sonra yazdigi ve Hz. Isa ve
O’na gelen încü’i hakkindaki birçok eseri “çok dikkatli”
bir §ekilde inceledigi dikkate alinirsa, O ’nun münec-
cim hikäyesinden de haberdär oldugu, fakat kitabma
onun tamammi almaktan imtina ettigi söylenebilir.
Üçüncü incü’in, yâni Luka’nin ba§langicmda yer alan
ilk dort âyette açik bir fekilde ifâde edildigine göre, “Sö-
zün görgü §ähidi ve uygulayialan denilen havärilerin
kendileri, Efendileri Hz. îsa (a.s.) ve O'nun söyledi§i
sözierle Hgili herhangi bir§ey ‘'yazmami§iar” yalnizca,
riväyet yoluyla ve sözlü olarak bäzi bilgiler ula§tirmi§-
lardir.C) Zâten St.Luka da kitabinm ba§mda, încH’i

1) Okuyucunun,Luka'nmba§.tarafiniçokiyiokumasin. tavsiyeederim.
’ ) Bu Incil’in sözü edilen ilk dört äyeti löyledir; Aramizda väki olmu§
§eylerin hikäyetini, ba§langiandan gözieriyle görenlerin ve Kelämin hiz-
metçisi olanlann bize naklettiklerine göre tertip etmege birçok kimseler

172
meydana getirmek için mürâcaat ettigi kaynaklann, Hz.
îsa’‘nin ba§mdan geçen olaylari ve getirmi§ oldugu di­
ni, gözleriyle gören havârilerin ve diger kimselerin nak-
lettikierini i§iten üçüncü §ahislann düzenledigi çe§itli hi-
kâyelerden olu§tugunu ve kendisinin de bu hikàyele-
rin hepsini çok dikkatli bir §ekilde inceleyip sâdece dog­
ru ve güvenilir olduguna inandigi §eyleri aldigmi ifâde
etmektedir. Bundan ba§ka, St. Luka’nin, kitabimn ba-
§inda yapmif oldugu itiraftan da kolayca anla§ilacagi
gibi, O, kendisine ne dogrudan dogruya vahyin gel-
digini, ne de kitabimn böyle bir özellik tagidigini iddia
etmektedir. Ayni §ekilde Luka, Ìncil’in tertipledigi za­
man Matta ve Yuhanna Ìnccillerinin yazilmadigini, ya
da onlari görmedigini kolayca tahmin edebiliriz. Zira
aksi takdirde Luka, Matta ve Yuhanna tarafmdan ya-
zilmi§ incilleri dogrulamak veya tekzip etmek gibi bir
riske giremezdi.
Çogaltilmasi daha da mümkün olan bu kisa tes-
bitler, tarafsiz her okuyucuyu sözde “Dort Ìncir’ìrì, ilâhi
bir kitapta aranan vahye dayali olmasi §artmi ihtiva et-
medigine inandiracak màhiyettedir.
Hiristiyan Kilisesi, bu Luka’nm, St. Paul’ün pro­
paganda gezilerine katilan ve Roma’da kendisiyle bir­
likte hapis yatan Luka olduguna inanmaktadirlar. (Ti-
meteosa Ikinci Mektup, IV, 14; Flamon’a Mektup, 24
v.s.) Bununla berâber, konumuz buìncirinyazanmnkim
te§ebbiis ettiklerinden, ben de ba§indan beri hepsini dikkatìe arajOnp tah-
kik ederek eyfaziletli Teofilos oldugu gibi sirasiyla sana yazmayi mii-
nâsipgôrdüm , ta ki sana ögretilen Kelâm’in dogrulugunu bilesin.

173
oldugu meselesi ve bu kitapta geçen diger önemli ga-
riplikleri tarti§mak degildir. Sâdece §u kadanm söyle-
yeiim ki, St. Luka, Efendisi Hz. Isa’nin Iyi Kàlpli Sà-
mirili (X, 25-37); TamahkàrZengìn (XII, 15-21); Ken-
dini Begenmif Ferisi ve Tahsildar (XIII, 9-18) ; Duàda
Sebat (XI, 1-13); Kaybolan Koyun Kaybolan Para ve
Savurgan Evlàt (XV) ; Zengin ile Lazarus (XVI, 19-31)
Fakir Bir Dui Kadinin Küçük Sadakasi (XXI); Günah­
kâr Çiftçi (XX, 9-16) Adâletsiz Hâkim (XVIII, 1-8);
Zakkay’in Konuçmasi (XIX, 1-10) v.b. gibi birçok gü­
zel meselelerini kaydetmigtir. Fakat bu üçüncü incil’in
konulari arasinda en ônemiisi, §u andaki konumuzu
te§kil eden Meleklerin sôyledigi bu ilâhidir.
Yeni Ahid’i te§kil eden bütün kitaplar gibi, bu ilâ­
hi de bize ilk sôylendigi aslî lisaniyle de^ii, Grekçe ter-
cümesiyle intikal etmi§tir. Bizim me§hur Incîl yazarla­
nnin kopye ve tercüme ettigi, ya da kisaca naklettigi
bu ilâhinin asjl kaynaginj §u vaziyette Allah’tan ba§ka
kimse bilmemektedir.
Hz. isa’nin ve Havärilerinin Allah kelâmi olan asil
Incil’i vahyedildigi dilde birakmamalari mümkün mü­
dür? Eger böyle bir Incil varsa ne oImu§, kim kaybet-
mi§ veya gerçekten yok olmu§ mudur? Ve yok olmu§sa
bu i§i kim, ne zaman yapmigtir? Aynca, bu incil Grek­
çeye veya ba§ka bir dile çevrilmi§ miydi? Kilise, bu ger­
çek incil’in aslî hâlini veya tercümesini niçin muhafa­
za altina almamigtir? Eger bütün bu sorulara verilecek
cevap olumsuz ise, “Bu Yahudi havâriler veya Indi
yazarlan, iriciüeri niçin kendi diüeriyle de§H de Grek-

174
çe yazm¡§¡ardir?”, “Babkçi Simon Kifa (Simon Peter),
Yuhanna (John), Yakup (James) ve Tahsildar Matta
(Mathew) kutsal kitaplar serisini yazacak kadar Crek-
çeyi nereden ôgrenmi§Ierdir” gibi ôbürleriyle ayni de-
recede önem arzeden daha ba§ka sorularimiz da var­
dir. Eger bu son soruya “Rûhülkudüs ô^etmi§tir” §ek-
linde bir cevap verirseniz, kendinizi daha da gülünç
duruma dü§ürmü| olursunuz. Çünkü Ruhülkudüs gra­
mer ve dii hocasi degildir. Hem böyle bir iddia, Rû-
hülkudüs’ün Nasira’li bir îsrailliye (Hz. tsa’ya) vahyi Ib­
rânice olarak teblig ettigi hâlde, sonra bunun ortadan
kaldmlmasmm, sayilari yanm düzineyi bulan Incil ya-
zarlanna Grekçe ogretmesinin ve de bunlarin herbiri-
nin kendi üslûbunda ve ayni vahyin bir parçasini yaz-
malanni telkinde bulunrnasmin sebep ve hikmetini açik-
layan ba§ka bir vahye ihtiyaç gösterecektir.
Eger încillerin ve Havârilerin Mektuplannin Grekçe
bilen dagmik haldeki Yahudiler dü§ünülerek bu dilde
yazildigi iddia edilirse, o zaman da §öyle bir soru yô-
neltmek isteyecegiz: Bu Yahudilerin Yeni Ahid’den ay-
n dü§ürülmesiyle ne fayda saglanmi§ ve Kudüs’ün yeni
dinin merkezi oldugu, “Rabbin karde§i” James’i (Yâ-
kub) -Galatyalilara Mektup, 1, 19- de kilise reisligini
burada yürüttügü (Resullerin igleri, XV, Galatyalilara
Mektup, II, 11-15) bilindigi halde, bu Filistin’Ii Yahu­
dilere niçin kendi dilleriyle yazilmi§ bir nüsha birakil-
mami§tir?
Hz. îsa’nm ana lisanmda bize ula§an herhan -
gi bir kissa,emir veyamesajmi bulmak için ugra§mak

175
boguna bir gayretten bagka bir §ey degildir.Çünkü Â-
ramice yazilmig böyle bir ìncil-i §erif ebediyyen kay-
bolmugtur ve bunun tek sorumlusu da Iznik Konsülü-
dür.
Allah’tan gelen vahyin el sürülmeden muhâfaza
edilmesinin lüzumu üzerinde bu kadar israr edigimizin
sebebi, ancak böyle bir kaynagin güvenilir ve geçerli
olabilecegi gerçegidir. Bir tercüme aslma ne kadar sá-
dik kahnarak yapilirsa yapilsin, ne kadar bagarili olur­
sa olsun, orijinal metindeki ifâde ve kelimelerin ihtiva
ettigi asil ruhu, kastedilen mânâsim koruyamaz. Bu­
nun için de her tercüme, en azindan münákaga ve ten-
kit tehlikesiyle kargi kargiyadir. ͧte bunun gibi, bu dort
incil, aslinda tercüme bile olmayip Grekçe yazilmig ki-
taplardir. Igin daha da kötüsü, bunlar sonraki iláve-
lerle fena halde tahrif edilmiglerdir.
igte, “En Yücelerdeki AHah’adir izzet” diye bagla­
yan ilâhinin, Sámi diliyle sôylendigi halde, bize Grek­
çe tercümesiyle ulagtigi kesindir. Bu ilâhinin, melek­
lerin söyledigl lisandaki kelimelerin hangi kelimeler ol­
dugunu tesbit etmek için gösterdigimiz bu tecessüs ta­
bii kargilanmalidir. Bu arada, Grekçeye eudokiâ gek-
linde tercüme edilen ve “selámet” ifádesinin tam kar-
giligi olan Sami mengeli bir terime dikkatinizi bilhassa
çekmek isterim. Bu ilâhi, üç cümlecik hâiinde düzen-
lenmig olup, ilk cümlecigin öznesi olan “Aliaba” (Âra­
mice yazihgi aynen böyledir), Grekçeye “Theos” ola­
rak çevrilmigtir. ikinci cümlecigin öznesi yine Aramice
“§¡ama” olup Grekçeye “Eiriny” geklinde tercüme edll-

176
migtir. Üçüncü cümlectáin öznesl ise, Incil’in Vulgat
Tercümesinde “Bona voluntas”; Peçitte Tercümesin-
de (e[-Bâsit) “sevra tava” §eklinde çevrilen Grekçe “eu-
dokia”dir.
Daha sonraki bütün încil tercümeleri için ôrnek ah-
nan bu iki încil tercümesi, “eudokia” kelimesinin tam
anlammi ve espirisini aktarmakta ba§arisi2 li§a u§rami§
ve neücede ikinci ve üçüncü misralar -eger bütünüyle
yanli§ degilseler- mânasiz ve ruhsuz kalmi§tir. Bu
semâvi ilâhide geçen kelimeleri aslî halleriyle tesbit et­
meyi baiaramasak bile, buniann hiç olmazsa ihtiva et­
tigi espiriyi bulup ortaya çikarmak konusundaki gay-
retimizin netice verecegi kanaatindeyiz.
î§te bundan dolayi da, Grekçe “Eiriny” ve
“Eudokia” kelimelerinin etimoiojik izahlanni yapmak
ve Meleklerin sôyledigi bu §ükran Duasi’nin gerçek
mâna ve mâhiyetini aragtirip gün i§igina çikarmak ge­
rekmektedir.
Hiristiyanlann bu iki kelimeye verdikleri mâna ta-
mâmiyle yanli§ ve kôkten sakattir.
Bu ilâhinin bütün Hiristiyan kiliseleri ve mezhep-
Ieri tarafindan yapilan tefsirine gòre, îsâ’nin ulûhiyeti-
ne, O’nun haç üzerinde can vermesi dolayisiyle^ gü-
nah ve cehennem âte§inden kurtulduguna ve Ruhül-
kudüs ile devamh irtibatta bulunduguna inanmak,

“)Bukonudal<i Islâmî inanca göre, Hz.Isa Çarmiha gôtürüldügu sirada


Yahudiler O ’na benzeyen birisini idam etmi§ler. Hz. Isa da Allah tara­
findan göge yüftseltilmi§tir.

177
“huzur” ve kâlp sükûneti verdigi gibi, mü’minlerin bi-
ribirine karfi hayir, iyjlik ve kar§iJikIi sevgiyle muâme-
le etmelerini de temin eder. Böyle bir tefsir §ekli umu-
miyetle sakramanteryen ve Protestan gruplarca kabul
edilmigtir. Ancak, oniar bu üç ana esasa inanmakia
iktifa etmemekle berâber yine de temkiniidirler. Ne var
ki onlar §u âna kadar aralarinda hiçbir genel bang, uz-
la§ma, uyum, tesânüt saglayamadiklan gibi hayir dua
ve kargilikh sevgi bissi de duymami§lardir. Böylece on­
lar bölük bölük bölünmügler ve neticede bu “bari§” ve
“hayir dua”nm tam kargihgmi bulmak için bunlara ba§ka
mânalar vermek yoluna gitmiglerdir. î§te bu sakramen-
teryen grup, ne Hz. Isa’nin sâde dinin ne de aklise-
limin ho§gôrecegi birçok dogmalara ve yedi Sakramen­
te inanmakta israr edip dururlar. Kutsal ve esrarengiz
vaftiz suyuna batip çikmi§, Kurtarici’nm kaniyle yikan-
mi§ Kilise, böylece kendisini Kuzu’nun (Hz. Isa’nin) ge-
lini ve O ’nun bir parçasi olarak görür ve hatta Güve-
yi’nin (Hz. îsa’nin) gerçek eti ve kanina dônü§tügüne
inanir. Gelin (Kilise), Isa’nin, Meryem’in ve St. Jo-
seph’in “mukaddes kâiplerine”, çarmiha gerilme hâ­
disesinin ondört safhasina, yüzlerce aziz ve §ehidin tas­
vir ve heykellerine, bu §ahislarm gerçek veya hayâlî
binlerce kemigine ve Komünyon Ayini’ndeki Ekme-
ge, tipki Cenâb-i Allah’a presti? eder gibi prestig eder-
1er. Buna ragmen ortada hâla huzur ve sükünet yok­
tur. i§te bunun için bütün suçlar, günahlar ve diger kô-
tülükler papaza itiraf edilir. Ancak bu papazin, günah­
lardan affolundugunu bildirmesi ve bu günahkârin hu-

178
zur üreten ‘‘rûhâni peder”âen huzur almasiyladir ki,
o §ahsin kalbinde huzur ve sükün gerçeklegir...
Incil’in de§i§ik tefsirlerinden dogan iman ve akide
gruplanna dönecek olursak, bunlarin iç huzurunu ve
sükünetini dogrudan dogruya üçlü bir ilâha, yâni her-
biri birer ilâh olan Isa’ya, Baba’ya ve Rühülkudüs’e
gözleri kapali fakat artistik el-kol hareketi ve çegitli jest-
lerle ve ferdî ibâdetleriyle eide etmek gayretinde ol-
duklarini ve ancak bu §ekilde Rühülkudüsle hemhäl
olup huzur bulacaklarma inandiklanni görürüz. Fakat
okuyucularimi temin ederim ki böyle gerçek veya yap­
macik ibädetler sâyesinde “huzur”a kavu§up kom§u*
larina da “hayir dua”\arda bulunacaklanna inanmi§ bu
günah çikarmi§ “tôvbekâr” Hiristiyanlar, Efendi’leri
isa’nin yumu§akba§li, alçakgônüllü ve bari§se-
ver tabiatinin tam aksine, son derece bagnaz ve mü-
sämahasiz olup çikarlar. ister Ortodoks, ister Heter-
doks olsun bir Hiristiyan, Komünyon Ayini denilen
“Rabbiri Cemätme”ne ortak edildigi Hiristiyanliktan
aynlinca^l* Hiristiyan cemaat ona kar§i öyle ikiyüzlü,
öyle fanatik, öyle yaban olur ki, bu eski Hiristiyan, yeni
Müslüman veya Yahudiyle kar§ila§maktansa, bir kö-
pekle kar§ila§mayi tercih ederler. Zira, bu her iki din
de “Teslis”e ve Son Ak§am Vemegi’ne'*^ inanmamak-

D Y eni Ahid’in eski Pe§itte Tercümesine göre Luka’nin X X ll.B äbi’nin


17-19. âyetleri arasindaki kisim yoktur. Nasturi âyinlerinde mevcut olan
ve “Asiî sözler” denilen kisim da yoktur. Aslinda bu not, yukarida zik-
rcdilmesi gerekirken unuttugum için buraya alinmijtir.
Hiristiyanlara göre Isa son gününde kendisine inanan havärileri top-
layarak onlara vaazda bulunmu§ ve ekmegi göstererek“Bu benimetim” ,

179
tadirlar. Katolik rahip olarak bulundugum siralarda ben
de ayni kafada oldugum için bunlari çok iyi biliyorum.
Kendimin rûhâni kutsiyetine ve giinahsizhgina inan-,
dikça, muâriziarima, bilhassa da Teslise inanmayan-
lara duydugum hinç artardi.
Ba§ta papazlar ve rahipler olmak üzere Hiristiyan­
lar, hususi inanç ve ibàdetlerinde titiz, heyecanli ve is-
tekli olduklari zaman, muhàliflerine kar§i da o derece
fevrì, kizgm ve saldirgan olmaktadirlar. ìznik Konsü-
lü’nden sonra ‘‘din hàrid” saydiklari kimselere kar§i di­
liyle kalemiyle veya fiilì hakàretleriyle zulmetmemig bir
tek Katolik veya Zindak aziz göstermek mümkün mü­
dür? !§te “Yeryüzüne selâmet, insanlara esenlikler”
§eklindeki bu semâvi ilâhinin icrâsmin ôlümsüz §âhi-
didi de §u me§hur Roma Engizisyon Mahkemesi’dir,
§urasi muhakkaktir ki, gerçek huzur, sun’i vasita-
larla elde edilemez. Gerçek ve mükemmel huzuru te­
min etmenin üç yolu, Allah’in mutlak biriigine saglam
bir gekilde inanmak, O’nun ilâhi emirlerine tam bir tes­
limiyet ve tevekkülle, Allah’i çok sik tefekkür ve zik-
retmektir. Bu üç esasa mürâcaat eden bir kimse, ger­
çek ve tam bir Müslüman olup elde ettigi huzur da bun­
dan dolayi gerçek ve tabü bir huzurdur. Böylece bu
§ahis, ho§gôrü sâhibi, dürüst, âdil ve merhametli olur,
Ancak bütün bu güzel meziyetler onu pisirikliga sev-

§arabi i|âret ederek, “Bu benim kanim; kim bunlan yer, içerse kutsiye-
tim ona geçmi§ olur” demiçtir, Ifte bu yemege “Son A kjam Yemegi”
adi verilmi§ ve Hiristiyanlar nazannda pek m ühim dîni bir mevki kazan-
miftir.

180
ketmeyip herhangi bir tehlike ve hücum âninda Allah’­
in §ânini yüceltmek, kendi izzetinefsi korumak üzere
dö^ü§mek için kalbini ve nefsini de tam mânasiyla teç*
hiz etmi§tir. Bu mutlak huzurun §ekle âit birtakim yap­
macik hareketlerle ve ibâdetlerle degli, ancak yarabaya
kar§i derin ve sarsilmaz bir teslimiyetle elde edilecegi
açiktir. Ibâdet ve amellerimiz bize ancak imanimiz ha­
kiki iman; teslimiyetimiz de zoraki degil, §artsiz ve içi-
mizden gelen bir tesllmiyet oldugu zaman bir fayda sag-
layacaktir.
Diger taraftan, melekler bu ilâhiyi, nisbeten küçük
bir dindar grubu içine alan hususî ve §ahsî huzurun §e-
refine, ya da milletlerin topyekün silahsizlanmasi ve
sava§ ve dügmanliklann bitmesi anlamina gelen hayâli
bir dünya banginin methiyesi olarak sôylememiglerdir.
Evet bu iki huzur §eklinden hiçbirisi bu ilâhî nagmenin
konusu degildir. Gerçekte ise bu mânevî huzur, tak-
vâda ve mânevi hayatta ileri giden, Allah’i seven ve
bundan daha önemlisi, Allah sevgisinden ba§ka bü­
tün sevgiieri kalbinden atan pek az kimseye lutfedilen
kâip huzuru ve gönül rahatligidir.
Bu ilâhi, isrâillerin sosyal ve politik huzurunu müj-
delemek için de sôylenmi§ degildir. Çünkü son yirmi
asir târihi bunun aksini göstermektedir. Meleklerin, ger-
çekle§mesi ve ba§anlmasi mümkün olmayan bir bari§i
müjdeleyip ilâhi §eklinde terennüm etmesi de sözko­
nusu olamaz. Bôylece bir taraftan bu târihî gerçekleri
dikkate alarak, diger taraftan da bu huzur müjdesi-
nin yapildigi çevre kadar önem arzeden böyle bir key-

181
fiyeti besaba katarak, ‘'Yeryüzündeki bari§ ve selámet”
ifádesinden, sâdece ve sâdece Allah’in Yeryüzündeki
Saltanati’nin, yâni îslâmiyetin anla§ilmasi gerektigi ne­
ticesine varmaktayiz. §unu da belirtelim ki, melekle­
rin soyledigi ilâhinin Yunanca tercümesinde bulunan
“Eiríny” kelimesi, Sâmi lisanlarindaki “§alom’\“§¡ama”
ve “¡slám ” kelimelerinin yerine kullanilmi§tir. Hepsi bu.
Diger taraftan, “sayjlamayacak kadar çok semâvi
ordu” ifádesinin zikredilmi§ olmasi, bu ilâhinin harp ve
zaferle ilgili bir ilâhi oldugunu ortaya koymaktadir. Ger-
çekte o, Semàvatin Kralligi’na àit ordular hesabina ve
Beytlehem’li yeni dogmu§ bebegin en büyük Haberci
ve Müjdeci’si oldugu Allah’in Yeryüzündeki Saltana-
tina âit müstakbel müttefiklerin lehine ferdî bir sevinç
gôsterisidir.
Bu kitabin çe§itli yerlerinde, çeçitli vesilelerle
'‘§alom” kelimesinin mü§ahhas ve gerçek anlamda kô-
tü, fena, zararli, yikici, yikinti ve sikmtiya sebebiyet ve­
ren §eylerin ziddi olan iyilik, saflik, faydah ve huzur
yolu demek olan bir dini ifâde ettigini açiklami§tik. Hat­
tâ bu kelimenin bu anlami dolayisiyle !§aya Kitabi’nda
Allah’in Pers krali Küro§ için kôtülügün ziddi, iyilik kar-
§iligi olarak “ja/om” tâbirini kullandigini bilmekteyiz.
(i§aya, XLV, 1-5). Bu ifâde, Kur’an-i Kerim’ de belir-
tilen ebedî ve degi§mez kanun ve fermanlann, Allah’-
m yeryüzündeki sarsilmaz saltanati anlammdaki Islâ-
min, yâni hak dinin lügat, etimolojik, rûhî ve fiilî iza-
hmdan ba§ka bir§ey degildir.
Lügat anlami ban§ yapmak demek olan “¡slâm'-

182
’dan ba§ka hayal mahsulü ve tevile dayali diger her­
hangi bir ban§, meleklerin bu zafer iláhisinde geçen
"Eiriny” kelimesinin ifâde ettigi mânayla alâkali ola­
maz. i§te bu kelimenin Îslâmî espirisi sebebiyle îsa Me­
sih, dagdaki büyük toplantida “ne mutJu Müslüman­
lara (ban§ yapialara), zira onlar Allah’in o^Iu olarak
çagrilacaklardir” (Mátía, V, 9) demi§tir. Zâten îsa
aleyhisselâm, “Ben, yeryüzüne bari§getirmek için gel-
dim zannetmeyin. Ben selâmet degil, kiliç getirdim”
(Matta, X, 34) demek suretiyle, böyle hayâl mahsulü
bir bari§i kesinlikle reddetmigtir. Buna benzer bir ibâre
de Luka Incili’nde yer almakta olup §ôyledir: “Ben
dünyayi âte§e atmaya geldim ... Dünyaya selâmet ge-
tirmeye geldi^imi saniyorsunuz? Size söylüyorum ki
hayir: fakat ayrihk getirmeye geldim ...” (Luka, XII,
49-53).
Bu Grekçe “Eiriny” kelimesi îslâmiyet mânasmda
anla§ilmadikça, Hz. Isa’nm bu çok önemli ve çeli§kili
iki sözü -eger Kiliselerin, bu incilleri “Allah’m vahyi”
imi§ gibi kabul etmek sûretiyle ifledigi telâfisi imkânsiz
bir cürüm degilse- hep muamma olarak kaiacaktir.

1) Burada geçen “Allah’m çocuklan tâbiri ileride ele ahnacaktir.

183
II
LUKA iNCÎLl’NDEKÎ “EUDOKÌA”, “AHMEDÌYE”
ÎLE AYNI ANLAMDADIR

§âyet gözde bir yazar, kendi anadiliyle yazilmi§ bir­


çok eser birakmifsa, bu yazarin ba§eserini ba§ka bir dil­
den anadiline tekrar tercüme etmek fazla zor olniaya-
caktir. Çünkü mütercim, bu eserdeki fikir, teknik ve
ifädeleri iyi gekilde tahkik edip orijinal diline aktarmak
için elinden geleni yapabilecektir. Fakat onun ne ka­
dar ba§an!i oldugu, yine de güçlü mütercimlerin ka­
rar ve hüküm verebilecegi bir meseledir. I§te bunun
gibi, St. Luka’nin da Ibränice yazi!mi§ mektup ve ya-
zilarinin hiç olmazsa iki-üç tânesi günümüze ula§abil-
seydi O’nun încilini îbrâniceye çevirmek nisbeten da­
ha kolay olacakti. Fakat maalesef §imdiye kadar böy­
le bir§ey yoktur. Zira St. Luka’nin yukanda sözünü et-
tigimiz ilâhiyi tercüme ettigi isa’nin anadilinde yazilmi§
eski kayitiar mecut olmadigi gibi ondan günümüze ge­
len Sâmice herhangi bir kitap da yoktur.
Bu son derece önemli hususun hem tarafimdan
daha iyi kavranmasi, hem de okuyuculanmm takdiri-
ne sunulmasi açisindan îngiliz ve Fransiz edebiyatini
çok iyi bilen bir kimseyi Shakespear’in bir tiyatro ese-
rini Ingilizce asiina bakmaksizm Fransizcadan ingiliz-
ceye çevirmeye ve bunun asli kadar güzel olup olma­
digini söylemeye dävet etmek istiyorum.
Büyük îslâm filozofu îbni Sina, eserierini Arapça
yazmi§ ve Latinceye de çevrilen bu kitaplarin bâzilari.

184
asillarinm kaybolmasi sebebiyle Latinceden tekrar
Arapçaya çevrilmi§tir. §imdi bunlar, Müslümanlarin
Aristo’sunun kendi eliyle yazdigi asil nüshalarin yerini
tutabilir mi? Tabii ki hayir.
Bu seiiyi meydana getiren makalelerm birinde*^'
“Eiriny” kelimesi hakkinda epeyce durmu§ ve
gerek Septuagint <*) gerekse Ibrânice nüshalannda bu
Eiriny ile “$a!orn” kelimesinin ayni anlamda kullanil-
masi hasebiyle onu e§anlamlisimn Ibrànicede “^alorn”
oldugunu rahathkla tesbit etmi§tik. Fakat Grekçe bir-
le§ik bir kelime olan “Eudokia”, çok iyi biliyorum ki
Septuagint tercümesinde mevcut olmadigi gibi, bunun
e§anlamlisim ve tam kar§iligina tesbit etmek de son de­
rece zordur. Dikkatimizi çeken diger bir nokta da, bu
meleklerin ilàhisine ve Beytlehem’li çobanlar hikàye-
sine, ne St. Barnaba Incili’nde, ne de Snoptik (Matta,
Markos, Luka) incillerinde yer verilmi§ olmasidir.
§imdilerde Rumiar, “Eudokia”ve “Eudoxia” keli-
melerini genellikle müennes isim olarak kabul etmek-
tedirler. Bu iki isim de iki kisimdan, yâni “eu” vc
“dokeo" dan mürekkep olup “dokeo” ise hamd ve se­
na mânasma gelen “doxa” kelimesinden türemi§tir.
Beytlehem’h dindar çobanlarin i§itip naklettikleri,
Luka’nm da bunu “Eudokia” §eklinde formülle§tirdigi
ilâhide geçen kelimenin Sâmice kar§ihgmi bulmak için
ara§tirmamizi bu kelimenin kök ve müçtaklarmdan ha-

1) Bak.: Islamic Beyiew Dcrgisinin Kasim 1929 sayisi.


’ ) Eski Ahid’in M .S. 270 yilinda baglanilan Yunanca Tercümesi.

185
reketle sürdürmek mecburiyetindeyìz. Ancak bunu
yapmadan önce, bu kelimenin gerçek ve Ahmed ve­
ya Muhammed’e taailuk eden peygamberlik anlamini
gizlemek isteyen yanli§ yorumlan inceleyip gözler onli­
ne sermek icap etmektedir.
Yeni Ahid’in Yunanca nüshasindan hazirlanan iki
esas tercümesi olup bunlardan biri sözde “Süryanice”,
digeri ise Latincedir. Bu iki kitabin da simplex veya
simple (basit) kelimelerinin tercümesi olan “Pe§itte” ve
“Vulgate” adianyla anilmasi ise gàyet mànidardir. Bu
iki eski tercümeyle ilgili olarak âlim geçinen bir sürü
Hiristiyan târihçisini ve bir o kadar dadogmatikdin bil-
ginini mahcup edecek bir sürü yeni bilgi mevcuttur.
Fakat §imdilik, “Pe§itte” adiyle bilinen bu Âramice Ter-
cümenin latinee “Vulgate” tercümesinden daha
eski oldugunu söyiemekle yetinecegiz. Herkesin bil-
digi gibi, Roma Kilisesi ilk dört asir boyunca Latinee
degil sâdece Grekçe yaziimi§ Kitâb-i Mukaddes ve
Âyinier Kitabi’na sâhipti. Çünkü M.S. 325 yihndaki îz-
nik Konsülü’nden önce Yeni Ahid’e girebilecek kitap­
lann listesi tamamlanabilmi§, daha dogrusu resmîie§-
tirilmi§ degildir, Herbiri bir havârinin veya Isa’nin di­
ger §âgirtlerinin admi ta§iyan ve birer Hiristiyan gru-
bun kutsal addedip benimsedigi düzinelerce kitap var-
di, fakat bunlar Iznik konsôlü tarafmdan düzme oldu­
gu gerekçesiyle reddedilmi§tir, Yeni Ahid’i meydana

1) Eski A hid’in Pe|itte nüshasitnda, "Süryâni” ue “Süryânice” kelime


ierine deÿl, “Âram” ue “A ram i kelimelerine yer veriidigi için, bi2 bu­
nun Süryânice degil, Aremice bir nüsha oldugu gorüçündeyiz.

186
getiren kitaplar, Süryânicenin ve ilim çevresinin mü-
him bir §ehrl, hatta merkezi durumunda oldugu bir si­
rada Urfa’da-kl asla Antakya’da degil-ve §u meghur
iznik Konsülü’nden sonra Grekçe’den çevrilmiçtir.
Erken devlr Hiristiyan tärihine dâir titiz bir incele-
me ve aragtirma, incil’in ilk tebiigcilerinin Aramice, yâni
Eski Süryänice konugan Yahudiler oldugunu göste­
recektir. Bu “/nd f’in yazili bir kitap halinde mi, yoksa
sözlü olarak ögretllip va’zedilen yaziya geçmemi§ bir
din ve doktrin mi oldugu hususu onlann meselesl olup,
§u anda konumuzun dijmda kalmaktadir. Fakat Ilk de-
vlrde Hiristiyanlann dînî vecibelerini ve ibâdetlerinl Ara­
mice icra ettikleri hususu açiktir. Gerçekten de bu di-
lln Yahudi, Süryäni, Keldâni, Asuriler ve Fenikeliier
tarafindan konu§ulan yaygin bir dll oldugu bllinmek-
tedir. Bu durumda Aramice konu§an bu mllletlere
mensup ilk Hiristiyanlann Grekçe, Latinee v.s. yerine
kendi ana dilleriyle okuyup ibâdet etmeyi pekâlaterclh
edebilirler. Bundan dolayi da încillerin,Azlzlerin Mek­
tuplannin, dua ve âyin kitaplannm da bu dille yazil-
mi§ oldugu hususu açiklik kazanmi§tir. Hattâ Ermeni-
1er beginci yüzyilda alfábelerini icat etmeden önce Sür­
yânicenin tesiri altinda kalmi§lardi.
Diger taraftan, Yahudi olmayan kavlmlerden “yeni
din”e giren muhtediler, Tevrat’i Grekçe “yetmi§” ter-
cümeden okumaktaydilar. Pek tabii olarak Grek fel-
sefesinln üstadlan ve Grek mitolojisinin eski vâlzlerl ye­
ni dine hemen girmi§ ve Tevrat’in “Septuagint” ter­
cümesi lie daha önce tani§mi§ olduklanndan, eskisi-

187
nin tamamlayacisi ve devami mâhiyetinde yeni bir
Ahid kitabi meydana getirmekte zorluk çekmemi§ler-
dir.
Allah’m Nasira’h peygamberine gelen bu ÎncU’in,
çok kuvvetli Yahudi ve Hellenistik fikir cereyani için
nasil olup da mühim bir kaynak oldugu ve zâlim
Yunan-Latin imparatorlariyla gaddar ve bir o kadar da
geri kafali olan Roma’ii papazlar sâyesinde çoktanrili
Yunan dügüncesinin, sonunda tektannli Sâmi inanç
sistemine gâlip geidigi hususlari, vahdaniyetçi Islâm
âlimierince derinlemesine incelenmesi gereken çok
Önemli konulardir.
Bu durumda inanç ve doktrin birligiyle, vahye da­
yah Incil meselesi kargimiza çikmaktadir. Hiristiyan Ki­
lisesi üçyüz yih açkin bir sûre boyunca §imdiki hâliyle
Yeni Ahid’e sahip olamamigtir. Gerçekten de ne
Yahudi ve Yunan; ne de Antakya, Urfa, Bizans ve
Roma Kiliselerinden herhangi birisi, Yeni Ahid’i tegkil
eden kitaplardan, hatta dort íncilden bir tânesine bile
iznik Konsülü’nden önce sâhip olabilmi§ degildir. Sâ­
dece, Luka, Markos ve Yuhanna încili’nden birisini ei­
de eden ilk Hiristiyanlarm, Komünyon Ayini, vaftiz,
taslis, Hz. isa’nin insanüstü §ahsiyeti fikrine ve buna
benzer daha düzinelerce dogma ve akideler hakkin­
daki inançlarinin ne oldugunu veya olabilecegini me­
rak ediyorum. Süryânice Pegitte Tercümesinde söz­
de “Hakiki” veya “Ananevî Sözler” denilen Luka În-
cili’ndeki (XXII, 17-19) bir bôlüm, Pe§itte’de bulun-

188
maktadir.i’* Markos încili’nin onaltinci bâbmm son
yirmi âyeti ise eski Grekçe elyazmalannda yer alma-
maktadir. Kezâ, Rabl^in duasi denilen bir dua da (Mat­
ta, VI, 9; Luka XI, 2) ikinci ve dördüncü InciI yazar-
larmin meçhulüdür. Aslinda bir Incilde bulunan birçok
önemli bilgi, ona sâhip olmayan kiliselerin tamâmen
meçhulüydü. Netice olarak, ilk Hiristiyanlar arasinda
tipki §imdi oldugu gibi ibâdet, idâre, inanç, otorite, emir
ve hukukbütünlügümuhtemelen sôzkonusu degildi.Ye­
ni Ahid literatüründen elde edebildigimiz bilgilere gö­
re, havariler zamaninda Hiristiyanlar, içinde îsa’ya vah­
yedilen incil’in de bulundugu Ibrânice kayitlara sâhip-
lerdi. Onun ôzü ise bu meleklerin ilâhisinde dile geti-
riien ISLAM ve AHMEDÎYE ile tipatip ayniydi. Allah,
Isa’yi Yahudileri sapikliktan kurtarmasi ve Davud âi-
lesinden bir Kurtaricinin gelecegi §eklindeki yanlif bir
kanâatin yerine, Allah’in yeryüzünde beklenilen sal-
tanatini gerçeklegtirecek kimsenin bu Mesih degil, is­
mi AHMED olan ve Îsmâilogullan’ndan gelecek olan
bir peygamber oldugu inancmi yerle§tirmesi için gô-
revlendirmi§ti. Bu Ahmed kelimesinin Yunanca Incil­
lerdeki tam kar§iligi ise “Eudoxos” ve “Periclytos" olup
kiliselerin uydurduklari “Paraclate” degildir. “Periciÿte”
kelimesinin, bu yazi serisi içerisinde ba§li ba§ina bir ko­
nu olmasi gerektigini bilmem söylemeye lüzum var mi?
') Sôz konusu pasaj löyledir: “Isa bir kâse aldi ve çükreyledikten sonra,
bunu alin, aranizda paylajin dedi. Ç ünkü ben size derim: Allah’in me-
lekûtu gelinceye kadar ben artik asmanin mahsulünden içmeyeceâim
ve Isa ekmek aldi ve fükrettikten sonra onu kirdi. Bu sizin için verilen
bedenimdir, bunu benim anilmam için yapin diyerek onlara verdi.”

189
Buna ragmen “Paradefe” kelimesinin ifâde ettigi mâ­
na (Yuhanna, XIV, 16, 26; XV, 26 ue XVI, 7) ve ger­
çek imlâsi ne olursa olsun, ortada gün i§igi gibi bir ha­
kikat vardir. Buna göre Isa, ardindan Yuhanna’da (ubi
supra) ve Luka’da (XXIV, 49) ‘"Ruh” olarak tarif edi­
len biri tarafindan tamamlanip mükemmelle§tirilecek
bir din birakmi§tir. Bu "Ruh”, Hiristiyanlann teslis aki-
desini meydana getiren ilâhlardan üçüncüsü olmayip,
Cennet’teki diger peygamberlerin ruhlanyle birlikte vâ-
rolan Ahmed’in rûhudur (Bk. Barnaba Incili). Eger bir
Azizin, daha dogrusu Yuhanna’nin (XVII, 5 v.s.) bil­
dirdigi §ekilde, Isa’nin ruhu, henüz Hz. Isa (a.s.) be-
denen vârolmadan önce mevcut idiyse, ba§ka bir azi­
zin, yâni Barnaba’nm ifâdesine dayanarak Müslüman­
larin da Hz. Muhammed’in (s.a.v) rûhunun daha Ber-
zah âlemindeyken vârolduguna inanmalari da o de-
recede haklidir. Bunun böyle olmasi da gâyet tabiidir.
Bu konu ilerideki bir yazimizda enine boyuna müzâ-
kere edileceginden, §imdilik bütün Hiristiyanlara §u-
nu sormak istiyorum : Asya, Avrupa ve Afrika’daki bü­
tün Hiristiyanlar, Iznik Konsülü’nden önce Yuhanna
incili’ne sâhipler miydi? Eger bu sorunun cevabi olumiu
ise, rica ediyorum delilierini göstersinler; yok eger ce-
vaplari "hayn” ise, o hâlde Hiristiyanlann büyük bir
kesiminin, ne “teselH edici”, ne ‘‘§eiàatçi, ” ne de bu­
na benzer mânalara gelen ba§ka bir yabanci kelime
olan bu “paraclete” hakkinda hiçbirgey bilmediklerini
kabul etsinler. Tabii bunlar Hiristiyanhk için çok ciddî
ve agir ithamlardir.

190
Konumuza dönecek olursak, Pegitte’de bu Grek­
çe Eudokia ismi (Rumlar bunu îudokia, çogu kere de
Ivthokia §eklinde okurlar), “güze! ümitler”, “güzel
femenni/er” anlamina gelen “Sobhra Tabha” (okunugu
Sovra Tava) §ekllnde tercüme edilmi§tir. Halbuki Vul­
gata tercümesi, ona “Bona Voluntas”, yâni “hayir dua,
güzel murad” anlamini vermi|tir.
încil’in Süryânice ve Latinee tercümeleri yapilir-
ken “Eudokia” kelimesinin çevirisinde ciddî hatalar ya-
pildigini açiklarken buna itiraz edebilecek bütün Grek
din bilginlerini hiç çekinmeden tarti§maya dâvet edi­
yorum. Bununla berâber, samimi olarak itiraf etmeli-
yim ki, bu Yunanca kelimenin delâlet ettigi mânayi käs­
ten tahrif eden mütercimleri dogrusu ayiplamiyorum.
Çünkü her iki tercümenin de kendilerinin mûteber ter­
cüme oldugu konusunda ba§tan zayif esaslara dayan-
digi kanáatindeyim. Fakat böyle olsa bile, asil Sâmice
kelime, Yunancaya “Eudokia” %ek\inde çevrilirken, bi-
rincinin esas mánasini ve bir peygambere i§áret etme
özelligini kaybettigi belirtilmeliydi.
“Güzel ümitler” ibáresinin Grekçedeki tam ve ke­
limesi keíimesine kar|iligi bu “Eudokia” olmayip, “eu
elpis”, daha dogrusu “euelpistia” dir. Daha yerinde bir
telaffuzuyla söyleyecek olursak bu “evelpistia" kelime­
sinin delâlet ettigi mâna, Pe§itte’yi susturmaya yeter
de artar bile.. Ve yine, Latinee “bona voluntas”, yâni
“güzel murad” teriminin Yunancadaki tam ve gerçek
kar§iligi kesinlikle “euc/o/íia” olmayip “euthelyma”d\r.
ßs

Bu kisa ve kesin izahat, Komünyon Ayini’ni icrá ve

191
diger sakramentleri îfa ederken “Gloria in Excelsis” ilä-
hesini söyleyen Vatikan, Fener ve Canterbury papaz-
lanni haklamaya käfidir saniyorum.
1. “EUDOKÏA” KELlMESÎNlN ETIMOLOJÎSÎ VE
MÂNASI
Isterseniz §imdi bu kelimenin gerçek anlamini ver-
meye devam edelim. Sifatimsi bir ônek olan “eu”,
“eudokimeo” (hürmet edilmek, begenilmek, tasvip
görmek, sevilmek ve §âni en büyük olan), “eudoxos”
(en me§hur ve en lerefli) ve “eudoxia" (§eref, §an) ôr-
neklerinde gôrülecegi üzere “iyi, güzel, çok ve en çok”
mânâlarma geür. “Orthodox” ve “doxology” v.s. gibi
birlegik isimlerde kullanilan Grekçe “doxa” ise “dokeo”
fiilinden türemi§ olup her Ingiliz lisan ôgrencisi bu
“doxa” kelimesinin “§an", §eref, ün anlamlarma gel-
digini pekâla biltr. Klasik Grek yazariarmm eserlerin-
de “Doxa ”nin “senâ, §an, §ôhret" kar§iligi olarak kul-
lanildigi bir sürü ibâre bulunmaktadir. “Peri doxis
makheshai” ibâresi bunlardan biri olup “§ôhret için
dôSü§mek” demektir. Atina’li me§hur hatip Demost­
henes, göhreti, sâkin bir hayata tercih etmi§ti ve “§ôh-
reti tannlann §ôhretiyle e§it hâle geimi§ti” ifâdelerinde
göhret kar§iligi olarak hep bu “doxa” kelimesi kulla-
nilmigtir. Tesbitlerimize göre bu “doxa” ismi, her ne
kadar az da olsa (a) kanâat, inanç; (b) kesin inanç,
prensip, akide; (c) umutla beklemek, ümit etmek an-
lamlannm karçihgi olarak kullanihyorsa da, buniann
hepsi genelde “senâ, §an, §ôhret, izzet” keiimesine de­
lâlet etmektedir. Bu sebeple bir önceki bölümde sözü

192
edilen ilâhinin birinci misrainin ash, “Doxa (izzet), En
Yücelerdeki allah’adir” gekhnde olmahdir.
1846 yilinda R.C. Alexandre tarafmdan Paris’te
yayinlanan Dictionaaire Grec-Français’de “eudokia”
kelimesine “bienveiUence, tendresse, volunte, bon
plaisir” v.s. geklinde anlam verilmi§ ve yukanda zik*
rettigim birçok anlama gelen “cioxa”nm da bu “eudo-
kia”nm “dokeo” kökünden türedigi beyan edilmi§tir.
Araiarmda tanidigim birçok ôgretmenin de bulun­
dugu îstanbul’lu rumiar “eudokia” kelimesinden tam
bir ittifakla “sevinç, sevimlilik, güzellik, mutluluk ve
igtiyak” mânalanni anlamakla berâber, bunun asil mâ­
nasina uygun bir gekilde “§an, §ôhret ve §eref’ mâna­
sinda da kuiianmaktadirlar.
2. MEHMED VE HIMDAH KELÎMELERÎNÎN
ETiMOLOJÎSi, IBRÂNÎCE ÇEKÎLLERÎ VE
ANLAMLARI
Ben §ahsen Kitâbi Mukaddes’in mâna ve mahiye­
tini anlamanin tek yoiunun, onu Îslâmî bir baki§ açi­
sindan tetkik etmek oiduguna inaniyorum. Ilâhî vah­
yin gerçek mânasi ancak bundan sonra aniagihp tak-
dir edilebilir ve sevilebiiir. Bu mukaddes kitaplara so-
kulan düzmeier, sahtekâriiklar ve tutarsizliklar da an­
cak bu çekilde ortaya çikabiiir. Keza, Grekçe “Eudokia”
kelimesinin, Eski Ahid’de sik sik geçen Ibrânice “ha-
m ad”, “Mehmed”, “Mahmut”, “Honda” ve “Hemed"
gibi kelimelerin hem iügat, hem de gerçek mânalany-
la |a|ilacak §ekilde tam bir mutâbakat hâiinde oldu­
gunu da ancak böyle bir metotla anlayabiliriz.

193
(a) Hamad: Kökü hmd sessizierinden meydana ge-
ien ve bütün Sâmi dillerine girmi? bulunan bu kelime,
Ibränilerin kutsal kitaplannm her yerinde “gipta etmek,
ä§ik olmak, özlemek, zevk almak ve siddetle
arzulamak” demektir. Arapça bilenler, Ingilizcedeki
kargihgi “lust”, (§ehvet), “cupidity” (hirs), “ardent
desire” (harâretli arzu) ve “appetite” (i§tah) olan bu
kelimenin geni§ anlammi bilirier. Ibrânice kitaplardaki
“hamad” fiilinin tam anlami ve delàleti i§te bunlardir.
Hattâ, Tevrat’taki me§hur “On £m/r”den bir tànesin-
de bu kelime §u §ekilde geçmektedir: “Lo tahmod isti
reikha” {Sen kom§unun kansmi arzulamayacaksm) (Çi-
kif, XX, 17).
(b) Hemed^^ Müzekkeri Hemed, müennesi
“him dah” olan bu kelime de “§ehvet, arzu, memnu-
niyet, sevinç, sevinmek, arzulanip özlenen kimse ve
sevimlilik” an\am\arma gelir (Haggay, II, 7; Yeremya,
XXV, 34 v.s).
(c) Mahmad, Mahamod (Veremyanm Mersiyele-
ri, I, 7, 10; II, 4 v.s). Bu ismìfàiller de “hamad” fiilin-
den türemi§ olup “çok beÿenilen, çok ho§, çok nefis,
câzibeli, kiymetìi, sevilen” gibi mânalara gelir.
Arapça §ekli MuhaMMeDolup, ayni kokten veya
fiilden türeyen bu kelimeler arasmda yazili§ gekilleri iti-
bäriyle bazi ufak farkliliklar bulunsa bile aslinda bunlar
kök ve mâna birligine sähiptirler. Bunda zerre kadar
§üphemiz yoktur. Yahudiler ve dii bilginleri bu îbrâni-
1) Bu profesör tarafmdan yazilan “H em dah” konulu bir makale, Isla­
m ic Review” dcrgisinin 1927 yili Ekim sayisinda yayinianmistir.

194
ce kelimeieri anladiklan için îbrânice örnekler verdik.
(d) Bu açiklamadan sonra, Yunanca “euciofa'a” ke­
limesinin, Ibrânicedeki HiMDa isminin tam kar§iii§i ola­
rak kullamldigi ve her ikisinin de “sevinç, nnemnuni-
yet, bo§, sefa, arzu güzellik" ve buna benzer anlama-
lara geidigi kolayca mü§âhede edilecektir.
i§te bu sebeplerle “büyük bir arzu ve hasretle bek­
lenilen, imreniien, en kiymeth, tasdik edilmi§, sevilen
ve hürmet edilen kimse” anlamini ta§iyan “eudoxos”
dan ba§ka hiçbir kelimenin îbrânice “Mahamod” ismi­
nin tam kar§iligi olamayacagi hususu da açiklik kaza-
nacaktir.
S.Ademogullan içerisinde Muhammed isminin ilk
olarak sâdece Mekke ahâlisinden Abdullah ve Âmi-
ne’den olma peygambere verilmi| olmasi, dinier târi-
hinde egsiz bir mûcizedir. Bu. olayda zoraki bir tertip,
tegebbüs veya sahte herhangi bir §ey sôzkonusu de­
gildir. Zira, O ’nun ebeveyni Müslüman olmadigi
gibi akrabalari da putperestti ve îslâm dinini tesis
ve ihya edecegi vaadedilen büyük peygamberle ilgili
Yahudi ve Hiristiyanlarm kitaplarmdaki kehànetlerin
hiçbirini bilmiyorlardi. Onlann çocuklanna Muhammed
veya Ahmed (s.a.v.) adini seçmig olmalan, tesadüfî
ve ônemsiz bir hâdiseymig gibi geçi§tirilemez. Bu, ta­
mâmen ilâhi ve mûcizevi bir olaydir.
*) Bu konuda Müslim’in naklettigi |ôylebirhadisbuhmmaktadir:“Anne-
me istigfar etmek için izin istedim, verilmedt. Fakat kabrini ziyaret için
iTiüsâadc edildi.” (Sahih-i Müsiim, C. 2, s. 671) Bu mesele Imam-i
Azam’in Fikh-i Ekber isimli eserinde de eie alinmigtir. Geni§ bilgi için
buraya mürâcaat edilebilir.

195
Arap §âir ve ediplerinin eserlerinde bu ham aJ fii­
linin//e/ vezninden Ibrânice mef’ulünün aslî mânasiy-
le kullanip kullanmadiklan konusunda herhangi bir-
§ey sôylemek durumunda degiliz. Fakat “hammida”
fiilinin fiel vezninden mefulü Muhammed olup îbrâni-
cehimmid fiilinin mefulü de Mahmod veya Mahamod’-
dur. Bu iki kelimenin §ekil bakimmdan benzerlik ve hat­
tâ ayniyetleri münâkaga kabul etmeyecek kadar açik­
tir.
Bu Ibrânice kelimelerin anlamlarmi mütercimlerin
ve dilcilerin naklettikleri mânalara sâdik kalarak nak-
letmi§ bulunuyorum. Buna göre “Him dah” ve
“Mahamod” kelimelerinin gerçek ve tam aniami
“ham d ve hamdediien, §ôhret ve §ôhretli, §eref ve
§eref}¡” demektir. Zira bütün canli ve cansiz mahlûkla-
ri arasmda “en çok gipta edilen, begenilen, ragbet
gören” bir kimseden daha “§anh, §erefli, me§hur ve
methediien” kim olabilir? Kur’an-i Kerim “Ahmed” ve
“Muhammed” isimlerinin türedigi “H am d" (îbrânice-
si hemed) kelimesini i§te bu bahsettigimiz anlamlarda
kullanmi§ bulunmaktadir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.)
§âni ise Cenâb-i Hak'kin Daniel kitabmda da belirttigi
üzere (VII. Bâp) diger bütün varliklann fânmdan yü-
cedir. Ayrica, §ôyie bir Îslâmî vahiy de bulunmakta­
dir: Lev lâke \ema halakna’I-efJâke (Ey Muhammed!
Eger seni yaratmasaydik Gôkleri de yaratmazdik)

*) Pekçokkitapta bunun hadis, hatta hadis-i kûtsi oldu§u ifâde edilmek-


teyse de, hiçbir hadis kitabinda böyle bir hadis bulunmamaktadir. Fa­
kat bu, peygamberimizin büyüklügüne haie! getirmez.

196
Ashnda Hazreti Peygambere Allah’in verdigi en büyük
§an ve §eref, “IsIàm” ismi altinda Ailah’in dinini ku-
rup tamamlamasi için göndermesidir. “IsIàm”, kuru­
cusu Muhammed (s.a.v) isminde oldugu üzere, “ba-
n§, emniyet, selâmet, gönül rabath^i, güven ve §errín
ziddi olan ‘bayir" gibi insanlara teselli veren güzel má-
nalara geimektedir. Bu kelimenin bunlari a§an asil mâ­
nasi ise Allah’in irâdesine teslim olmak ve O’na bo-
yunegmektir.
4.Hz. isa’nin dogumu münâsebetiyle meleklerin se-
vinç nagmelerini dinlemek §erefine nâil olan Beytle­
hem’li dindar çobanlann ya§adiklan bu sevinç, hem
zaman, hem de réalité itibâriyle dogrudur. Çünkü o
gecede Allah’in büyük bir resûlü ve îsiâm’m mübârek
müjdecisi dogmu§tur. Mádem ki Hz. Isa, Allah’in Sal-
tanati’nin müjdecisidir, o hálde O’na gelen Incü’in de
Kur'an’m habercisi olmasi gerekir. Bu sebeple îsa’nin
gelmesi din ve ahlák tárihinde yeni bir dönemin ba§-
langicidir. Ancak, Hz. Isa’nin (a.s.) kendisi, “Báíi/”i yik-
mak ve onun Arz-i Mev’ud üzerindeki putperestlik sal-
tanatmi yok etmek için daha sonra gelecek olan
“M abamod” degildi. Zira “Dördüncü Canavar”, yâni
Roma Imparatorlugu, geli§mesine ve istilalarina devam
ediyordu. Hattâ, bu “Canavar”, muhtegem mábfdi ve
papazlariyle birlikte Kudüs’ü bu devirde târümâr etmi§-
tir. Hz. Isa,kavmine gelmi§, fakat kavmi onu taniya-
mamigtir. Yahudilerden bir kismi bu isa’ya inanarak
“Saltanatin Çocuklan’' olmak bahtiyarligina eri§mi§seler
de geri kalanlari dünyanm her tarafina dagimiglardir.

197
Daha sonra putperest Roma Ìmparatoriugu devrinde
on korkunç zâlim gelmi§, Büyük Konstantin ve halef-
leri, Allah’m birligine inanan mü’minlerin ayaklar al­
tinda çignenmesine gôzyummu§, hattâ destek olmu§-
tur. î§te bundan sonra Allah veya onun oglu olma­
yip, sâdece “§âni yüce, bamdedilen, Be§er âleminin
en §ereflisi ve gerçek Barna§a” olan Hazretl Muham­
med gelmi§ ve bu Canavan ortadan kaldirmigtir.

198
I ll
HAZRETi YAHYA’NIN HABER VERDÍ0Í
KUWETLÎ PEYGAMBER

Dort incil’de de mevcut olan riväyete göre Vaftiz­


ci Yahya, Isa’nm teyzesinin oglu ve akrani olup, on­
dan alti ay kadar büyüktür. Bu hususta Kur’an-i Ke-
rim’deki tek bilgi, Allah’in melekleri väsitasiyle Hz. Yah­
ya’nin babasi Hz. Zekeriya’ya (a.s.) “Allah” kelâmi ve
vahyine mazhar olacak Yahya isminde bir oglunun
dünyaya gelecegi ve en çok §erefli ve hak peygam­
berlerden bir peygamber olacagini bildiren bir äyetten
ibârettir. {Al-i îmran, 35). Hz. Yahya’nin hayati ve ça-
ligmalan hakkmda Kur’an’da bagka bir bilgi mevcut de­
gildir. Kezâ, O’nun çocuklugu hakkmda da açôlde ya-
gayan bir Nasira’h oldugundan, çekirge ve yabani bal
yiyerek ya§adigmdan ve deve tüyünden yapilmif bir
elbise giyip deri bir kemer kugandigmdan ba§ka hiçbir
§ey bilinmemektedir. Hz. Yahya’nin ba§lica özelligi
dünyevî haziardan kaçinmak olan ve ilk hiristiyanlar-
dan iboniler adi verilen bir cemaatin * ^ türedigi Ya-
hudilige dayah Essenes tarikatma mensup olduguna
inanilmaktadir. Gerçekten de bu münzevî peygamberi
aniatan ve kelimenin tam mânasiyla “sa/” demek olan
Kur’an-i Kerim’deki “hasura” terimi, O’nun iffeth, yok-
sul ve takva ehli bir kimse olarak yalniz bir hayat
sürdügünü göstermektedir. Bu peygamber, genç ya-
’) Isa’nin gerçek târaftarlan olan b u cem âat hakkinda fazla bilgi için
Bk.: H . J . Schoeps, Theologie u n d geschichte des fudenchristenten,
Tubingen, 1949

199
§mdan hidayete dâvet ve tôvbekârlan su ile vaftiz et­
me gôrevine ba§ladigi ya§ olan otuz-otuzbe§ yaglarina
kadar ortahkta görülmemigtir. Yahya’ya peygamber­
lik gelince büyük bir Yahudi cemàat bu yeni peygam­
berin ategli vaazini dinlemek için Yuda sahràsma gi­
derek tòvbe edip, onun dinine girmi§ ve Ürdün neh­
rinin suyuyla vaftiz olmu§lardir. Hz. Yahya burada kül-
türlü, fakat fanatik Farizalilarla Yahudi hamamlarini
azarladigi gibi, akilci ve bilgili Sadukileri de §iddetle tek-
dir etmiftir. Hz. Yahya, onlan su ile vaftiz etmekteki
maksadinin sadece kalplerinin günahlardan armdigi-
ni i§àret etmek oldugunu bildiriyordu. Aynca, kendi­
sinden sonra insanlan kutsal ruh ve àte§le vaftiz ede­
cek ba§ka bir peygamberin gelecegini de teblig etmi§-
tir. Yine bu peygamber, Yahya’nin bugdaylarmi ken-
disininki ile birlikte ambarina yigacak ve samanini sön­
mez bir àte§le yakacaktir. **>Hz, Yahya bununla da
kalmayip, kendisinden sonra gelecek bu peygambe­
rin kuvvet ve §eref bakimmdan kendisinden üstün ol­
dugunu, hattà kendisinin, onun çariklannm baglarinm
iplerini çôzmek ve gev§etmek için egilmeye dàhi làyik
olmadigini itiraf etmigtir.
Vaftizci Hz. Yahya’nin (a.s.) Ürdün sulanndaki bü­
yük vaftiz törenlerinin birinde ìsa da diger insanlar gi­
bi bu peygamber tarafmdan vaftiz edilmigtir. Hz. Isa’­
nm bu vaftizini anlatan Markos (1, 9) ve Luka (111, 21)
Ìncillerinden habersiz gibidirler. “Ben senin tarañndan
) Matta, III, 12.
*’ ) Yuhanna, I, 27,

200
vañiz edUmeye muhtacim. Sen baña mi geüyor-
sun?” Hz. Isa da ona ceváben: “Birakiniz da böy­
le sâlih ameUeri biz i§Ieyelim” demi§ ve vaftiz olmu§-
tur. Aynca, Matta, Markos ve Luka Íncilleri, peygam­
berlik ruhunun Hz. Isa’ya sudan çikarken bir güvercin
§eklinde geldigini ve “kendisinden rázi o¡du§um be­
nim sevgili o^lum i§te budur” §eklinde bir sozün i§itil-
digini beyan ederler.
Yahanna incili ise, isa’nm Yahya tarafmdan vaf­
tiz ediligi hakkmda, O’nun Meryem oglunu gördügün-
de hayretle “!§te Allah’m kuzusu” dedigini beyan et­
mekten ba§ka herhangi bir izahatta bulunmaz. (Yuhan­
na L) Yine bu incil Andrev (Andreas)’m Hz. Yah­
ya’nm dostu oldugunu ve karde§i Simon’u Hz. isa’ya
getiren efendisini terkettigini iddia eder ki (Yuhanna,
L) böyle bir§ey, diger incillerin ifâdeleriyle (Matta, IV,
18-19) taban tabana zittir. Bu hikâye Luka incili’nde
daha da farklidir. Zira bu incile göre Hz. isa, Simon
Peter’i §âgirtlige kabul etmeden önce tanidigi gibi (Lu­
ka, IV, 38, 39), Efendi’nin Zebeden ve Yuhannao-
gullanni §âgirtler listesine dâhil etmesine sebep olan
mûcizeyle cezbetme durumu diger incillere hepten ya-
bancidir. (Luka,V, 1-11.Görüldügü gibi Teslisçi Kili­
selerin bu mukaddes dört incili, iki teyzeoglu peygam­
berin görü§meleri ile ilgili bir sürü çeligkili ifâde ihtiva
etmektedir. Dördüncü încil’de Hz. isa’yi vaftiz edip de
güvercin §eklindeki bir rühun ona gelerek hulul etme-
(■) Matta, 111, 14.
( " ') Y u h a n n a , I, 36.

201
sine kadar Hz. Yahya’nin Hz. îsa’yi bilmedigi yazili-
dir. (Yuhanna, I). Halbuki Luka Hz. Yahya’nin daha
annesinin karninda bir ceninken, yine kendisi gibi an­
nesinin karninda olan Hz. Isa’yi taniyip tazimde bu­
lundugunu sôylemektedir (Luka, I, 44). Bir ba§ka In­
di ise Hz. Yahya’nin boynunun vuruldugu zindanday-
ken bile, Hz. Isa’nin vazifesinin gerçek mâhiyetini bil-
medigini beyan etmektedir. (Matta, XI, XIV).
Yahudi din adamlarmin Hz. Yahya’ya sordugu
“Mesih veya ¡¡ya sen m/s/n” §eklindeki soruda gizli ve
esrarli bir ifâde bulunmaktadir. Bilindigi gibi bunlar, bu
sorulanna her defasinda “hayir” cevabini alinea, “^à-
yet sen Mesih, ne ÌIyas, ne de O peygamber degilsen,
öyleyse neden vaftiz ediyorsun” derler (Yuhanna, I).
Bu ifàdelerden anlagilacagi üzere Yuhanna’ya göre,
Yahya ne Mesih, ne Ilyas, ne de O peygamberdir. ̧-
te burada ben, bütün bu çeli§kili ifädeleri bizzat Rû­
huikudüs, yâni üç ilâhtan birinin vahyettigini sôyleyen
Hiristiyan Kiliselerine veo peygamber sözüyie bu Ya­
hudi hahamlannin ve Leviliierin kimi kaadettigini sor-
mak isteyecegim. Eger Yahudi din adamlannin bu ifâ-
deleriyle kimi kasdettiklerini siz Hiristiyan Cemâat bil-
miyor gôzüküyorsa, O peygamber’in kim oldugunu
acaba sizin papa ve patrikleriniz biliyorlar mi? Eger bu
soruya onlar da cevap veremiyorsa, bu bozulmu§, de-
gi§tirilmi§ incillerin ne kiymeti kalacaktir? Yok eger, siz
ve papazlarmiz O peygamberin kim oldugunu biÜyor-
saniz, öyleyse niçin susuyorsunuz?
Yukanda naklettigimiz ibârede (Yuhanna l) açik-

202
ça ifâde edildigine göre Hz. Yahya, kendisinin o pey­
gamber olmadiginisôylemi§tir. HaibukiMattaXI, l l ’de
Hz. Isa’nin kadmlardan doganlar arasinda Hz. Yah­
ya’dan daha büyük bir kimsenin aslâ bulunmadigi bil-
dirilmektedir. Burada Isa’nin gerçekten böyle bir
SÖZ sôyleyip sôylemedigi, sôylemi§se bu Vaftizci Hz.
Yahya’nin Hz. Ibrâhim, Hz. Musa, Hz. Dâvud ve ni-
hâyet Hz. isa’nin (a.s.) kendisinden daha mi büyük
oidugu ve O’nun büyüklük ve üstüniügünün hangi ci-
hetten oldugu hususunun açikliga kavugturulmasi ge­
rekir. Hz. isa’nm Hz. Zekeriya’nm oglu hakkindaki bu
ifâdesi gerçekten dogru ise, “çôlde çekirge yiyerek
ya§ayan” bir kimsenin büyüklügü sâdece bütün yok-
iuklara katianma, nefsânî duygulardan arinma ve dün­
yevî bütün lüks ve haziardan uzak durmaktan ibâret
olabüir. Yine onun bu üstünlügü, en büyük emelinin
haiki tövbeye ve hidâyete çagirmasindan ve “O
peygamber” hakkindaki güzel müjdesinden ileri gele-
bilir.
Acaba Hz. Yahya’nin üstünlügü konusuna -
Kiliselerin dedikleri gibi Isa’nm teyzesioglu, akrani ve
§âhidi olu§u da girer mi? §unu hemen belirtelim ki,
bir peygamberin degeri ve büyüklügü sâdece eseriyle
tayin ve takdir edilir. Ne var ki, Hz. Yahya’nin vafti­
ziyle temizlenen ve vaazlariyla hidâyete erigen insan­
larin sayisi tamamen meçhulümüzdür. Ayni §ekilde bu
din degi§ürme hâdisesinin, “Allah’in Kuzusu”r\a

( ’ ) Hz-lsa.

203
karfi Yahudilerin davraniglan üzerinde gerçekten ne
gibi degi§iklikler meydana getirdigi konusunda da bil-
gi sâhibi degiliz.
Bir riväyete göre Hz. Isa, Hz. Yahya’nin, Hz. îl-
yas peygamberin yeniden vücut bulmu§ §ekli oldugu­
nu beyan etmi§tir. (Matta, XI, 14, XVII, 2; Luka I,
17). Halbuki Yahya Aleyhisselâm, bir Yahudi heyeti-
ne kendisinin îlyas, Mesih ve O Peygamber olmadigi-
ni açikça sôylemi§ bulunmaktadir. (Yuhanna, I).
Bu durumda încillerin biribirini yalanlayan ve nak-
zeden bu ifâdelerinden dogru bir neticeye varmak ve­
ya hakikati günifigma çikarmak mümkün olabilir mi?
Meseie son derece ciddî ve ônemlidir. Çünkü sözko­
nusu bu iki §ahis, bizim gibi alelâde birer insan olma­
yip, ikisi de kutsal ruh tarafmdan ana rahmine ilka edil-
mi§ ve birisinin babasmin olmayi§i (îsa), digerinin (Yah­
ya) de ebeveyninin kudretten kesilmif doksanlik ihti-
yarlar olmasi dolayisiyla mûcizevî bir §ekilde dogmu§-
lardir. Biribirleriyle çeli§en bu ifâdelerin yer aldigi bel-
geleri daha titiz bir gekilde inceledigimizde, bu konu
daha da ciddiyet kazanacaktir. Bu hâdiseleri nakleden
Incil yazarlan, bütün bunlarm Rûhulkudüs tarafmdan
bildirildigine ve vahye dayandigma inanmaktadirlar.
Bununla berâber, bu ifâdeler yer yer asilsiz, uydurma
ve yalan yanli§ biigiler ihtiva etmektedir. Meselâ Ma-
laki IV, 5-6 âyetlerinde Hz. îlyas (veya Elyesa)nm 0
Ipeygamber’den önce gelecegi bildirilmi§, Hz. îsa
“Yahya Ìlya”diT demi§; Hz. Yahya ise kendi^in Hz.
îlyas olmadigmi sôylemi§tir. î§te size olumluyu olum-

204
suz, olumsuzu olumlu yapan kutsal Hiristiyan kitapla-
ri!
inciller tevhitçi ve îslâmî bir gözle okunup incelen-
medikçe, enlardan hak dini ve hakikati elde etmek hiç­
bir §ekilde mümkün olamaz. Ancak bundan sonradir
Id hakikisi sahtesinden ayirdedilebilecek, bu uydurma
bilgilerden gerçek ancak bu §ekilde ortaya çikarilabi-
lecektir. Kezâ, yine yalniz Îslâmî bir ruh ve inançdir
ki, Kitàb-i Mukaddes’i süzgeçten geçirip yanli§lari, çer-
çôp kabilinden lüzumsuz §eyleri ayirip bir kenara ata-
bilir. Sôzün burasinda, Hz. Yahya’nm i§âret ettigi “O
peygambenn” Hz. Muhammed’den (s.a.v) bafkasiola-
mayacagmi ortaya koymadan önce, okuyuculanmm
dikkatini çok önemli gördügüm bir noktaya bilhassa
çekmek istiyorum:
Bu hususta i§âret etmemiz gereken birinci nokta,
Müslümanlann Hz. Yahya ve Hz. îsa (a.s.) gibi isim­
leri Kur’an’da zikredilen peygamberler ba§ta olmak üze­
re bütün peygamberlere derin bir scvgi ve saygi gös-
termeleri; Hz. Isa’nm havâri ve §âgirtlerinin de Allah’­
tan ilham alan aziz ve sevgili kullar olduguna inanma-
laridir. îsa ile Yahya’nin hak ve güvenilir yazilanna sâ­
hip olamadigimiz için, Allah’in bu iki güzide kulunun
biribirlerini tekzip edebilecekleri ihtimâlini hemen bir
anda düsünemeyi.-;.
Zikredilmesi gereken diger bir önemli nokta da,
Barnaba încili’nin Yahya hakkinda çok mânidar bir sus-
kunlugudur. Hz. Yahya’nm ismini hlç bir §ekilde an-
mayan bu Incil, “daha kuvvetli peygamber” hakkm-

205
daki müjdeyi, Hz. ísa’ya atfeder. Yine aym încil’de Hz.
isa’nin diger bütün peygamberlerin rûhundan önce ya-
ratilan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) rûhu ile konu§ur-
ken Hz. îsa’nin çok muhte§em bu ruh kar§ismda ken­
disini, O ’nun pabuçlarinm ipini çôzmeye ve egilip se-
lâmlamaya dahi lâyik görmedigi nakledilmektedir.
Çôldeki büyük “Telia!” (Yahya) cemaate verdigi
vaazlarda, “Ben sizigünahlanmzdan dolayi afve maÿ-
firete eresiniz diye su ile vañiz ediyorum, fakat ben­
den sonra gelecek ve e 0 ip önünde pabuçlannin iple-
rini çôzmeye dahi làyik o/amayaca^jm kadar büyük ve
muhte§em bir peygamber sizi âte§ ve ruhla vaftiz
edecektir” demeyi ali§kanhk hâline getirmi§ti. Bu söz­
ler încillerde farkli §ekillerde nakledilmekle birlikte, bu
ifâdeyle müjdelenen büyük peygamberin kuvvetli §ah-
siyeti ve mümtaz mevkü hakkmda âzâmi hürmet ve
takdir hislerini göstermekte müttefikdirler. Hz. Yah­
ya’nm bu sözleri, itibarli bir misâfir için Dogu’da gös-
terilen hürmet ve misâfirperverligin ifâdesidir. Bu hür­
met §eklinde, misâfir eve girdigi zaman, ev sâhibi ve­
ya âile fertlerinden biri hemence onun ayakkabilarmi
çikarmak için ko§ar, dinlenmesi için sedir ve yastik ve­
rir. Misâfir aynlirken de bu saygi ifâdesi aynen tekrar-
lanarak misâfirin ayakkabisini giymesine yardim edilir
ve ev sâhibi dizierini yere koyarak onun pabuçlarinm
ipini baglar.
Hz. Yahya, bu sözleriyle, eger bu muhterem pey-
gamberle kar§ila§mi§ olsaydi, onun ayakkabilarmm
baglarmi çôzmek için egilmek suretiyle tazimlerini su-

206
nacagini söylemek istemektedir. Hz. Yahya’nin bu
peygambere pe§inen biat etmesinden açikça anla§il-
di§ina göre, bu gelmesi müjdelenen resul, diger bü­
tün peygamberlerin “Efendisi”, “Seyyidi” ve Sultani-
dir. Aksi takdirde Yahya Efendimiz gibi Allah’in böyle
günahsiz, iffet sâhibi ve §erefli bir kulu, onun hakkin­
da bu §ekilde mütevâzi bir itirafta bulunamazdi.
Bu Izahlardan sonra artik “O Peygannber”in kim
oldugunu tayin etme i§ine geçebiliriz. Ancak, bu ko­
nuyu iki kisimda incelemek daha isâbetli olacaktir:
A- Sôzkonusu peygamberin Hz. Isa Mesih {a.s.)
olmadigi ve
B- Bu peygamberin Hz. Muhammed (s.a.v.) ol­
dugu.
Herkesin de bildigi gibi, bütün Hiristiyan Kilisele­
ri, Vaftizci Yahya’ya Hz. isa’nin tâbisi ve haberci­
si olarak dâima saygi duymu§ ve bütün Hiristiyan mü-
fessirler Hz. îsa’yi onun yukanda sözü edilen §ehâdet
ve kehanetinin gerçekleçtigi §ahis §eklinde takdim et-
mi§tlr.
incil yazariarinin ifädeleri, her ne kadar bozuk zlh-
niyetli kimseler tarafmdan bu hususta da çarpitilmi§sa
da, bütün bu sahtekâriiklar ve yalan yanlig bilgiler, ten-
kitçi ve tarafsiz bir ara§tirmacinm gözünden äsla kaç-
mamaktadir. Bu sebeple de isa, Yahya’nm müjdeie­
digi §ahis degildir. Çünkü:
1) Hz. Yahya’nm ifädeslnde geçen “sonra” keli­
mesi, Hz. isa’nin sözü edilen peygamber olmadigmi
gösterecek kadar açiktir. Zira, onlarm her ikisi de ayni

207
yilda dogmu§ akranlardir. Hz. Yahya’nin “O benden
sonra gelecek ve benden daha güçlü oJacaktir” §ek-
lindeki ifàdesinde yer alan “sonra” kelimesi, belirlen-
memi§ bir müddet zarfinda istikbaide olacak bir hâdi­
seyi i§âret etmektedir. Peygamberlik lisanmda bu ke­
lime, bir iki sene sonra degii, bir veya birden fazla devri
ifâde eder. Bilindigi gibi mânevî hayatm ve tefekkür
sâhasmm önderleri olan peygamberlere ve sùfilere göre
her be§-alti asirhk devirde bir, dünyanin her tarafma
yayilmi§ birçok müridin benimseyip etrafini ku§attigi,
tesiri ba§ka bir mâneviyat güne§i doguncaya kadar bir­
çok nesil boyunca devam eden büyük dînî ve sosyal
hareketieri meydana getiren ve çok sayida taraftar veya
müritlerin katilmasiyla büyük islahat ve ir§at faaliyet-
lerini yürüten bir “Rehber” gelir. Hz. ibrähim’den Hz.
Muhammed’e (s.a.v) kadar hak dinin mäzisine §öyle
bir bakacak olursak, Hz. ibrähim, Hz. Musa, Dâvud,
Zorobabel, Hz. Isa (a.s.) ve Muhammed (s.a.v)’in yap-
tiklan iflerin böyle çigir açan büyük i§ler oldugunu gö­
rürüz. Bu devirlerin her biri kendine has özellikieri ile
dikkati çekmektedir. ̧te böyle büyük rehberlerin mey­
dana getirdigi ilerleme, bir müddet sonra ba§ka bir reh­
ber gelinceye kadar yava§ yava§ sönmeye ve gerile-
meye baglar ve bu hädise Hz. Yahya ve Hz. Isa ile bu­
nun havâriierine kadar devam eder.
Hz. Yahya gözünü açtigmda kavmini Roma’ya
bagli Zâlim Herodlar ve onlann putperest ordulannm
demir boyundurugu altmda. inliyor buldu. Üstelik bu
sirada câhil Yahudi kavmi, rezil ve küstah bir ruhban

208
zümresi tarafmdan aldatilmi§; mukaddes kitaplari da
tahrif edilmi§ ve asli astari olmayan bir sürü ecdat ede-
biyatiyle degi§tirilmi| durumda idi. î§te böyle bir vazi-
yetteki Yahudiler, atalari Hz. îbrahim’in kendilerini kur-
tarma ümidinden ba§ka bütün kurtului ümitlerini yi-
tirmiglerdi. Fakat Yahya, onlara Hz. îbrâhim’e yara§ir
evlatlar olmadikian için reddedildiklerini sôylemi§, hattâ
“Allah, Hz. îbrâhim’e §u ta§lardan çocukiar kaldirabilir'’
demi§tir (Matta, III, 9). Bu durum kar§isinda Yahudi­
ler Kudüs’te O’nun saltanatmi ihya edecegini bekle-
dikleri -ve hâlen de beklemekte oldukian- Hz. Davud’­
un neslinden gelecek bir Mesih’in §ahsmda az da olsa
bir teselli bulmaya çaii§tilar.
Diger taraftan, Kudüs’ten gelen Yahudi temsilci-
ier, “sen Mesih misin?” dive sorduklari zaman Hz. Yah­
ya onlarin sonraki sorulanna verdigi cevap gibi bu so-
rularina da olumsuz cevap vermi§tir. Kiiise ve havra-
larm yazmaktan ôzellikie çekindikieri bu münzevî Mü­
bârek Peygamberin âte§li sôzleri arasmda, Yahudile­
re Allah bilir daha nice azar ve tekdider bulunmaktay-
di.
Incillere ilâve edilen abartmalar bir tarafa, biz Yah­
ya’nin isa’yi gerçek Kurtanci olarak takdim ettigine ve
insanlan O’na itaate ve emirlerini dinleyip yerine ge­
tirdigi Incil’e uymaya çagirdigina inanmaktayiz. Fakat
O, Aliah’m huzurunda bulunmak §eref ve derecesine
nâil olan ve kendisinin, pabuçlannin bagmi çôzmeye
lâyik olmadigi Son ve ba§ka bir Rehber’in var oldu­
gunu da sôylemi§ti.

209
2) Hz. Yahya’nin kasdettigi peygamber Hz. îsa da
oiamaz. Çünkü eger O olsaydi, Hz. Yahya’nm bir sa-
hâbe ve havari olarak ona tâbi olmasi icap ederdi. Hal­
buki durum hiç de öyle degildir ve tam aksine, Hz.
Yahya Yahuda’da veya Galile’de teyzesi oglu Hz. îsa’­
nin buiunu§unu hiç hesaba katmadan vaeiz edip vaftiz
yaptigini, insanlan dine kabul ettigini, Kral Herod’u
payladigini, Yahudi baçhahamini cizariadigini ve bir
müddet sonra kendisinden “daha kuvvetli” bir pey­
gamberin gelecegini sôyledigini gôrmekteyiz.
3) Hiristiyan Kiliseleri her ne kadar Hz. îsa’ya Al­
lah ve Allah’in oglu gözüyle bakiyorsalar da, O’nun
bütün Israiloguilari gibi sünnet olmasi, Yahya tarafin­
dan herhangi bir Yahudi gibi vaftiz ediimesi, böyle bir
§eyin tamâmen asilsiz oldugunu ortaya koymaktadir.
Ürdün Nehrinde vaftiz edilen (Hz. îsa) lie vaftiz eden
(Hz. Yahya) arasinda geçen konu§manin biribirini ya-
lanlar ve nakzeder mâhiyette olmasi, bunlarin son­
radan ilâve edilmif basit sözler oidugunu göstermek-
tedir. Eger Hz. îsa (a.s.) gerçekten Hz. Yahya’nm “O ’­
nun pabuçlarinm iplerini çôzmeye ve ônünde e§ilme-
ye bile lâyik olmayacak kadar” Yahya’dan büyük ve
“Ruh veAte§le vaftiz edilmi§” ohayâx, kendisinden da­
ha agagida olan bir kimse tarafmdan herhangi bir tôv­
bekâr Yahudi gibi vaftiz edilmemesi gerekirdi. Hz. îsa’­
nin o surada sôyledigi “gerçek adâleti tam olarak tesis
etmek bize yara§ir” geklindeki sôzünden ise birgey an-
la§ilmamaktadir. Eger Hz. îsa .vaftiz edilmigse, gerçek
adâlet onlar tarafindan niçin ve nasil icra edilecektir?

210
Bu ifâde ise dalia da l<ari§ikiir. O lialde bu söz ya bir
yaki§tirma, ya da kästen budanmi§ bir cümleciktir. Bu­
rada ancak îslâmi bir gözle yorumlanip çôzümlenebi-
lecek ba§ka bir husus daha bulunmaktadir. Bir Müs­
lüman açisindan Hz. îsa’nin bu ifâdesindeki tek mâ­
na, Hz. Yahya’mn birhakikatarayicisiveya“Soi5"gôz
üyle, Nasira’h Hz. Isa’mn peygamberlik vasfmi kavra-
masi V e bir an için Allah’in en son, en büyük Resulü
oldugunu dü§ünmesi ve neticede O ’nu vaftiz etmek­
ten çekinmesi; bu sebeple de ancak Hz. îsa, kendi hü-
viyetini açikladiktan sonra Hz. Yahya’nin O ’nu vaftiz
etmeye râzi olmasi hususudur.
4) Hz. Yahya’nin hapiste bulundugu sirada havâ­
rilerini Hz. îsa’ya gönderip “gelecek olan O peygam­
ber sen misin, yoksa bir ba§kasmi mi bekieyelim ” diye
sordurmasi, hapiste Hz. isa’nin mûcizelerini duyuncaya
kadar O’nun peygamber oidu^unubilmedigini açikca
göstermektedir. Matta ìncili’ndeki bu ifâde, (XI,3) Vaf­
tizci’nin Hz. îsa’yi görünce, “!§te Dünya’nm günahini
ta§iyan Allah’in Kuzusu” §eklindeki ifâdeyi (Yuhanna,
I, 29) yalanlar ve çürütür mâhiyettedir. Bu dördüncü
Incil, Hz. Yahya’nin insafsizca §ehit edilmesi konusu­
na ise aslâ temas etmemektedir (Matta, XIV; VI,
14-29).
Îslâmî tevhit akidesi açisindan kendisinden Kur’-
an’da “hem bir iffet sâhibi, hem gâyet zâhit ve hem
de sâiihlerden bir peygamber” diye bahsedilen Yah­
ya Aleyhisselâm’m Hz. Isa (a.s) hakkinda böyle pu­
tperest bir ifâde kullanmasi imkânsizdir. Hz. Yahya’-

211
nin görevinin asi! karakter ve máhiyeti, ¡nsanlan töv-
beye ga§¡rmakti. Zira her Insan kendi günahindan so-
rumludur ve ceremesini çekmeye ya katlanmali,
tövbeyle bundan kurtulmaiidir. Vaftiz i§te bu noktada
günahiardan kurtulu§un sâdece sembolik bir líádesi
olarak háricl bir temizlenme veya abdest ve günahian
ahp götürecekhk tesiimiyet, bir sakrament ve {Allah’a,
bir suçtan dolayi zarara ugrayan bir kimseye- §âyeî ta­
mamiyle lüzumlu olsa bile) o filli tekrarlamamak Için
bir SÖZ vermedir. Eger Hz. Isa gerçekten Dünya’nin
günahini ahp götüren “Allah’in Kuzusu” olsaydi, Hz.
Yahya’nin vaazinin {há§a) saçma ve lüzumsuz olmasi
icap ederdl! Diger taraftan, Yahya agzindan çikan bu
sözlerin Hrlstlyan Kilisesi tarafmdan tamamen bozu-
lup, bozgunculuga sebep olacagini herkesten daha iyi
bllen bir klmseydl, Hristiyanligi lekeleyen hatanin kay-
naginm “ba§kasmìn yerine yapilan bu ahmakça
fedâkârlikiann” oldugu herkes tarafindan blllnen bir
gerçektir! Hem, “Allab’in Kuzusu” dünyanin günah-
larini gerçekten alip gôtürmü§ müdür? Sayisiz dü§man-
hk ve “küfür”ie dolu kiliselerin, karanhk "‘Kilise Taribi”
sayflan bu soruya kocaman bir “hayir”\à cevap vere-
cektir. Günah çikarma hücresindeki Hristiyan “kuzu-
lar”, tahsil ve terbiye dereceleri ne olursa olsun, clnâ-
yet, hirsizhk, ayya§hk, zlna, darp, zulüm, soygun ve
diger insanlann topunun birden sâhip olduklan para
ve ba§aridan daha çogunu elde etmek için doymak
bllmeyen hirs gibi çe§ltli ahlâksizhklardan olu§an kat-
merll günahlann omuzlanna binen agirligi altinda In-

212
leyip dururlar.
5) Hz. Yahya, Hz. îsa’nin, kiliselerin anladigi mâ­
nada bir öncüsü ve habercisi de olamaz. Hz. Yahya
Incillerde I§aya kitabindaki bir bôlümün muhâtabi ola­
rak (XL, 3) “çôlde yüksek sesie feryat eden bir ses”
ve Malaki kitabindaki “îsa’nin habercisi” geklinde tak-,
dim edilmi§ bulunmaktadir (111,1)^ * Ancak Hz. Yah­
ya Peygamberin görev ve sorumlulugunun, Isa için yol
hazirlamak oldugu §eklîndeki bir söz, diger bütün te-
villerin tamamen iflas etmesi demektir. Bu durumda
Hz. Isa’nin görevi, müjdecilik, ondan sonra gelecek
olan peygamberin vazifesi de Eski Ahid’in Haggay ki­
tabinda beiirtildigi üzere (11,9) mâbede zafer kazanmig
bir fâtih olarak ansizin gelmek ve burada “selâm” di-
nini tesis edip Kudüs’ü mâbediyle birlikte daha §erefli
kilmaktir.*”*)
Bununla berâber, Kiliselerin gözden geçirdigimiz
meselelere baki§ fekillerinin tam bir ba§ansizligi sergi-
lemesi dolayisiyla ortada iki kere ikinin dört etmesi ka­
dar kesin bir gerçek de Hristiyanlann ifrate varan gô-
rü§lerinin tam bir fiyaskoyla sona ermesidir. Müjde-
ci, prens Hz. Isa’yi Kudüs’te Mâbed’in kapisinda Yâ-
hudilerin alki§lari arasinda tac ve kraliyet cüppesiyle

’ ) Bahsi geçen ifâde §ôy!edir: “îfte habercimi gôndcriyorum ve ônümde


yoi haziriayacak; ve aradiginiz Rab Itendi mâbedine ansizin gelecektir;
ve özlediginiz âhit Melegi. geliyor, der Ordularm Rabbi. diyor” .

') Söz konusuifâde§ôyledir:“Buevir sonrakiizzeli.ônceklnden büyük


olacaktir. Ordul^nn Rabbi diyor; ve bu yerde selâmet verece^im, or-
duleirin Rfibhinin s c c l ' . ”

213
bagrina basacagi yerde, Ürdün nehrinin ortasinda ken­
disi gibi çiplak bir §ekilde kabul etmi§tir. Hz. Yahya,
bilâhere Efendisi’ni (?) suya batinp vaftiz ettikten so­
ra, kalabaliga, ‘‘¡§te Mesih budur”, “bu Alìah’in ogJu-
dur”, veya bir yerde de “̧te Allah’m Kuzusu” diye tak­
dim etmi§tir. ̧te Yahya’ya atfedilen bu sözler, aslm-
da israillilerin haysiyetini kirmak ve O’nu gülünç du-
ruma dü§ürmek sûretiyle alaya almaktan bagka birgey
degildir.
§unu da belirtelim ki, bu sâde ve gösteri§siz zâhi-
din asil vazifesi ve vazu nasihatlarin esas màhiyeti, Hris-
tìyan din adamìan tarahndan yanliç anla§])sa bile, Ya­
hudi rahip ve ahlâkçilari tarafmdan biliniyor, fakat red-
dediliyordu. Bu konuya ayri bir bölümde temas etmek
ve Hz. Yahya’nin asil görevinin, Hz. îsa’nm, Yahudi­
lere gelen mesajm muhâtabi oldugu yolundaki Kilise­
lerin kanàatinden tamamen farkli oldugunu göstermek
gâliba daha isâbetli olacaktir.

214
IV
YAHYA’NIN MÜJDELEDÎGÎ PEYGAMBER
KESÎNLÎKLE HZ. MUHAMMED (S.A.V)DÌR
Vaftizci Hz. Yahya (a.s) hakkinda Hz. Isa (a.s) ta­
rafindan i§äret edilen, ancak Incillere bulanik §ekilde
geçiriien çok önemli iki husus olup bunlardan birinci-
si, Vaftizci Hz. Yahya’nm, Tevrat’ta sözü edilen ilya’-
nin (ilyas) tekrar dünyaya dönnnü§ hali oldugu iddia-
sidir. Ilya ismi altmda sakli bulunan esrar, Dünya’ya
son peygamber olarak takdim ve ilân ediimesi bekle-
nilen O ’nun (Eli§a degil) kimligi konusunda Hz. isa’­
nm mänidar sükütundan kaynaklanmaktadir. Bu hu­
susta Hz. Isa’nm încillerde yer alan ifädeleri son dere­
ce çapra§ik, çeli§kili ve kapalidir. Eger Hz. Yahya, açik-
ça ve korkusuzca ilân edildigi üzere Ilya ise, llya’nm
müjdecisi oldugu ki§i, niçin ayni §ekilde korkusuzca ha­
ber verilmemi§tir? Diger taraftan §äyet Hz. îsa, “Ab-
din elçisi” ve Kitab-i Mukaddes’in Vulgate Tercüme­
sinin, îbranice “Adon” kelimesinin kar|iligi olarak bil­
dirdigi “Hafa'm” idiyse (Malaki III. 1), bunu Hz. Isa (a.s)
niçin açikça söylememi§tir? Yok eger, Isa, müjdele­
nen ki§inin kendisi olmayip da “Hakim” olan ba§ka
bir peygamberin varligini cesaretle ilân etmi§se, o za­
man ortada Hz. îsa’nm sözlerini orijinal încilden çika-
ran ve tahrif eden, gerçekten kâtil bir el var demektir.
Her ne olursa olsun, buradaki belirsizlik ve kari§iklik-
tan, mevcut încillerin yazarlan sorumludur. Ashnda

215
milyarlarca Hiristiyanî asirlardan beri öyle yanli§ yola
sevk eden §eyin indile bu §ekilde §eytanca ugra§ma-
lardir. Hz. Isa’nin inanip ortaya koydugu §ey ne olur­
sa olsun “Yahya. heniw yolumu agmak için haberci
olarak gönderüen Ilya’dir” v/eya gerçek böyle degilse
“Yahya, Hz. Muhamrned'in (s.a.v) yolunu açmak üze­
re gönderilen ílya’dir” §eklinde bir açiklama yaparak
kendisinin en azindan dogru ve açik sözlü bir peygam­
ber oldugunu hiç olmazsa söylemek ve göstermek du-
rumundaydi. Bunu bu §ekilde dügünmek Hz. Isa sev-
gisine ve Hz. Isa’nin gôrevine daha uygundur. Ger­
çekten de Hz. Isa’nin anla§ilmaz kari§ik sorulara ce­
vap verdigi bir kaç örnek Incillerde zikredilmektedir.
Halbuki Hz. ìsa’nin ilâh olmasi bir tarafa, bir peygam­
ber, hatta bir ôgretmen olarak bile sôzüne güvenilir bir
ôgrenci, bir rehber olmasi bekienirdi. I§te Inciller, Hz.
Isa’ya bunu bile çok gôrmü§lerdir.
Bu konuda öbüründen daha kahn bir sis tabaka-
sina gômülen ba§ka bir husus daha bulunmaktadir: Hz.
Isa, “kadindan doÿmu§ insanlar içinde Hz. Yahya’dan
daha büyügü yoktur, fakat gôgün saltanatindaki en kü­
çük bir §ey bile Hz. Yahya’dan büyüktür. ” diyor. Bu
durumda Hz. isa’nin aklina §ôyle sorular geliyor: Hz.
îsa, acaba bu sôzüyle Vaftizci Hz. Yahya’nin, bütün
peygamber ve evliyalarin, Allah’in saltanatinin di§in-
da mi kaldigini söylemek istemigtir? Hz. Yahya’dan ve
dolayisiyla Hz. Yahya’yi da a§an Allah’in bütün mille-
tinden “daha büyük” olan bu “en küçük” §ahis kim-
dir? Hz.Isa “en küçük” sôzüyle kendisine veya Vaftiz

216
olmu§ Hrisíiyanlar arasmdaki en önemsiz bir kigiyi kas-
tetmi§ olamaz mi? §unu hemen belirtelim ki/cend/sin/
olamaz, çünki kendi zamaninda “Allah’m saltanati” he­
nüz tesis edilmii degildi. §äyet aksini dü§ünürsek, Hz.
isa’nin kurucusu oldugu bu saltanatta “önemsiz” bir
kimse cimasi mümkün degildir. Kiliseler, ister Orte-
doks, ister Heterodoks (zindik) olsun kendilerine mah-
sus acaip baki§ açisindan hareketie, bu meseie ile ilgili
olarak anlajilmasi gâyet güç ve de çok gülünç olan bir
çÔzüm §ekliîcâd etmi§lerdir. Buna göre Isa’nin kaniy-
la yikanmi§ -ki bu i§ ya papazlarm kanaatine göre vaf­
tiz töreniyle; încil yazariarmm safsatalanna göre bir nevi
"veniden dofju§” sâyesinde gerçekle§mektedir- en
önemsiz bir Hiristiyan, Vaftizci Yahya’dan ve Hz.
Âdem, Hz. Nuh, Hz. îbrahim, Hz. Musa, Hz. Davud,
Hz. îlya (a.s) Daniel’i de içine alan gelmi§ geçmi§ bü­
tün mübârek kadin ve erkekler ordusundan daha bü­
yüktür! Mamafih bu acaip iddianin Hristiyaniara göre
delil ve ispati, günahkâr, câhil, âdi ne olursa olsun,
küçük bir kimse, kisacasi bir Hristiyan kurtancisi ola­
rak Isa’ya inandigi takdirde, o kimsenin bütün o güzi­
de peygamberlerin elde etmeyi arzulayip da elde ede-
medikleri imtiyazlara ve nimetlere sahip oldugu inan-
cidir. Bu nimet ve imtiyaziar, son derece akil almaz
§eyler olup vaftiz sâyesinde aslî günahtan annmak,
‘‘Mukaddes Üç”ün -yâni Allah’m zâtini bilmek (hâ
§â estagfirullah); Ekmek-§arap Âyini’nde Hz. /sa’nin
kanmi ve etini yemek §erefi; istavroz çikarmak gibi bir
lütfa nâil olma; Papa hazretlerine teslim edilen cen-

217
net’in anahtarlanni elde etme gibi hususlardir. Bu im-
tiyaz ve nimetlere, Puritan, Quaker, Brethren ve Non­
conformist denilen diger bütün mezheplerin elde etti-
§i derin vecd hâli de dahildir. Bütün bunlar aynt imti-
yazlara kendi metotlariyle sahip olduklarmi iddia eder-
ken, her iyi Hristiyanm el degmemi§ bir bekâr olaca-
gini ve gelin olarak kendilerini “Aliah’m kuzusu'’na su-
nacagi hususunda bir!e§mektedir.
Bâzi Hristiyanlann, kendileri arasmdaki en önemsiz
kimse’nin, peygamberin hepsinden daha büyük oldugu
yolundaki inançlannda hakli olduklanni dü§ünebilir mi-
siniz? Zâhit bir Patagonya’h ke§i§in ve cezaevi hayati
sürdüren Paris’li tövbekär bir rahibenin -teslisin sirn-
nm, kovulmazdan önce Cennet’te Cenab-i Hak’la bir-
iikte ya§ayan ilk anne ve babamizla degil de bu geri
zekâlilara açiklanmasi sebebiyle- Hz. Adem ve Hav-
va’dan daha yüksek olduguna inanabiiir misiniz? Yok­
sa, böyle bir inanç §ekli, iiim ve medeniyetin hizla iler-
ledigi §u asnmizda yakigiksiz ve degersiz bir inanç §ek-
ll degil midir? Özetle söyieyelim ki, bir Ingiliz prensi-
nin, ya da kimsesiz bir zencinin Hristiyan olduklari için
Hz. Yahya’dan daha büyük oldugunu söylemek en kü­
çük tabirie yüzkarasidir!
Bütün bu inançiar ve iman esaslan, Yeni Ahid’le
isa ve havärilerinin agizlanndan uydurulmu§ ifàdeler­
den ileri geimektedir. Bununla beraber Tek Allah’a ina­
nan biz Müslümanlara göre, incillerde kimsenin dik­
katini çekmeyen, ancak Hz. Isa ve teyzesi oglu Hz.
Yahya (Yohannan Ma’mdân) ile ilgili hakikati ke§fet-

218
memize yetecek kadar piriltili bir kaç §eye rastlamak
da mümkündür.

219
HZ. YAHYA, ÎSLÂM PEYGAMBERÌN1
HABER VERMÎÇTlR
1. Hz, Isa’nin ifâdesine göre insan evladi Vaftizci
Hz. Yahya’dan daha büyük degildir. Ancak, gôgün
saltanatindaki “en küçük" §ey, Hz. Yahya’dan daha
büyüktür. '‘Allah’in R uhu” (yâni Hz. Isa), tarafindan
yapilan bu kiyaslama, Yahya ile Gögün Kralligi’nda
ondan önce görevli ve idâreci olan evveiki peygam­
berler arasinda cereyan etmigtir. Bu anlayi§a göre, kro-
nolojik bir siralamada son peygamber, en genci ola-
cagindan dolayi en “küçügü”àüT de... Âramicedeki
“2 ’ irà’’ kelimesi, Arapça “sagîr" kelimesi gibi “küçük,
ufak, delikanh’’ aniarrùanna gelir. Kitab-i Mukaddes’­
in Pe§itte Tercümesi’nde “z'ira" veya “z’e/ra” kelime­
si. "büyük, yaÿ/;” anlamlarma gelen “rafaba” kelimesi­
nin ziddi olarak kullanilmj§tir. Her Hristiyan, Hz. Isa’­
nin “son peygamber’’olmadi$ini , bundan dolayi da
“en küçü§ü” olamayaca§im kabul edecektir. Hem. yal­
nizca Havarilerin kendileri kehânette bulunma §erefi-
ne sahip olmu§ de§H, havâriler zamaninda daha bir
çok iyi kimse de ayni §erefe nâil olmu§lardir. (Resul­
lerin i$leri XL 27,28 O ; XIII. 1; XV.32; XV.32,10
v.s.)

■) Yazarimizin metni vermeye lüzum gôrmedigi bu notlardan birincisi -


|ôyledir:“0 günlerdeYcruçalim’denAntakya’ya bazi peygamberler in-
diler. Bunlardan Agabusadli birikalkip bütün dünya üzerinde büyük bir
kitlik olacagini Ruh vasitasiyla blldirdi.’’

220
incillerin bildirdiÿi bir sürü kilise O peygamberi,
içerisinde hangisinin “sonuncu" oldugunu tayin ede-
medigimiz için, peygamberler listesinin sonuncusu ve
mührü olduguna itiraz ediimeyecek bir peygamberi ha­
liyle ba§ka bir yerde aramak mecburiyetinde kalmak-
tayiz. Acaba bu peygamberin Hz, Muhammed (s.a.v)
oldugu hususunda Hz. Isa’nin mùcizevî müjdesinin,
islâm Peygamberinin mübârek gahsmda gerçekleçme-
sinden daha saglam ve daha açik bir delil düfünebilir
miyiz? Isterseniz §imdi de bu konu üzerinde duralim:
Uzun nübüvvet äilesi listesinde §üphesiz “en gen-
ci”, “en kûçü^û” IsIàm Peygamberidir. O, peygam­
berler âilesinin “Bünyamin’i” olmakla birlikte onlarm
sultani, Efendisi ve En §anhsi’dir. Muhammed Aley-
hisselam’in görevinin nebilik ve resullük siiatmi inkâr
etmek, Allah’tan gelen vahyin ve bütün peygamber­
lerin hepsinin inkâr edilmesi demektir. Çünki, diger
bütün peygamberlerin hiçbirisinin yapamadigi muaz­
zam i§i, bu Mekke’li Peygamber yirmiüç yi) süren pey-
gamberligi sirasinda, hem de tek bafina ba§armi§tir,
Antiparantez belirtelim ki, Peygambederin varlik
ôncesindeki hâli ve sirn, bize açiklanmamigtir. Ancak,
her müslüman varlik âlemi ôncesinde mevcut olan ru­
hun, Aliah’m "Kûn!” (01!) emri sâyesinde, bir ya§li Sâ-
re’nin Ishak’i; Hanna’nin Hz. Yahya’yi; bir bâkire Hz.

*) Kilise kelimesinin bilinen anlamindanba§ka diger bir anlami,mahalli


küçük inanç guruplan olup, yazar bu kelimeyi burada bu anlamiyla kul-
lanm ijtr. Kilise kelimesinin manaian için Bk. Bryant, Alton, The New
Compact Bible Dictionary, A .B .D ., 1974, s.111.

221
Meryem’in Hz. îsa’yi dünyaya getirmesine sebep ol­
dugunu bilir. Eski Ahid’de ifâde edildigi üzere, -
Samson ve Yeremya gibi- ki§iler de bu §ekilde dogmu§-
lardir.
Barnaba Incili, Hz, Muhammed’in (s.a.v) ruhunun
kendisine yaptigi bir konu§ma olarak Muhammed’in
(s.a.v) hergeyden önce yaratildigini söylemigtir. Bu se-
bepie Vaftizci Hz. Yahya’nin gelecegini haber verdigi
Peygamber hakkinda “benden sonra gelen, benden
¡¡eri oldu, güni<i benden önce idi” (Yuhanna Incili 1.15)
§eklindeki ifâdesi, müslümanlann bu in.ancma uygun
dü§mektedir.
Yahya Peygamberin Hz. Muhammed (s.a.v) hak­
kinda söylemi§ oldugu bu mùcizevî sözleri, Yuhanna
Incili yazarinin yapmaya gah§ti^i gibi, Hz. isa’ya ham-
letmeye ugra§mak, bo§una bir tevildir.
Ernest Renan ’¡n uzun süre önce dikkatle okugu-
dum Isa’nin Hayati hakkindaki me$hur kitabinda Vaf­
tizci Hz. Yahya hakkinda mühim b t bölüm bulunmak­
tadir. Eger bu Fransiz bilgini, Hz. Muhammed’in (s.a.v)
Peygamberler Tarihindeki yerini birazcik olsun dikka­
te alsaydi, eminim ki bu zengin inceleme ve dü§ünce-
leri, kendisini tamamiyle farkh bir neticeye götürecek-
ti. E.Renan diger bütün m uhalif ki§iler ve Kitab-i M u­
kaddes tenkitgileri gibi, hakikati ortaya koyacaQi yer­
de, dini hep olumsuz yönde tenkit eder ve okuyucu­
yu §üpheye dü§ürür.
Allah’in lütfuyla bu meseleyi çôzmek ve ìncil’de ge­
çen “Semâvâtin Saltanati’nin en küçü§ü” ibáresinin

222
gerçek ruhu ve mânasini orten sir perdesini kaldirmak
bahtiyarhgina nâil oldugum için çok mes’udum,
2. Vaftizci Hz. Yahya, Hz. Muhammed’i (s.a.v)
kendisinden daha üstün ve güçlü kabul eder. O’nun
Yahudi cemaatine sôyledigi “Benden sonra gelecek
olan o kimse” §ekiindeki çok mânali ifâde, Yahudi bil-
ginlerine, tarikat mensuplarina ve büyük cedleri Hz.
Yakup Peygamberin eski kehânetinin pe§inde olan-
lara, atalan Hz. Yakub’un “ResullüHah" kar§ili§i ola­
rak kullanip da benzeri bulunmayan, ancak sâdece
Barnaba înciÜ’nde rastladigimiz, Hz. îsa’nm îslâm Pey­
gamberi için sik sik kullandigi “^ilohah” ünvanmi ha-
tirlatmi§tir. “$ ih ’’ hakkinda yazmi§ oldugum bir yazi-
da‘*’ bu kelimenin, “AHah’m elçisi” demek olan Shi-
loukh veya Shilokhah<2) kelimesinin bozulmu§ §ek!i
olmasi gerektigini belirtml§tlm. Fakat o makalemde,
St.Jerouie’nin de bu Ibranice kelimeyi bu §ekilde an­
iayip “qui mittendis est” §eklinde tercüme ettigini sôy-
lemeyi unutmu§tum.
Hz. Yahya’nin sâdece bir kaç satirlik bir vaaz ôze-
tine sahip bulunmaktayiz. Ancak bu vaaz da kendisi
tarafindan degil, meçhul bir kimse tarafmdan -hiç de­
gilse Hz. Yahya’nin ana lisanmdan ba§ka bir llsanla-
ve Hz. îsa’yi ilahia§tirip, putla§tiran müstensih ve re-
daktôrlerin elinde a§in derecede bozularak kaleme alin-
1) Islamic Review, Eylül 1928, s.313 ve devami.
2) Dogululbranilerle Süryaniler bu kelimeyi“§iloha” veya“§iloah”5ek-
llnde teieffuz ederler. Buna ragmen Samice kelimeleri Latin harfleriyle
yazmak ve dikte etmek son derece güçtür.

223
mi§tir. Fakat, Hz. Yahya’nin Yahuda çôlünde ve Ür­
dün Nehri kiyisinda yapmig oldugu bu vaazi Kur’an-i
Kerim, son derece làtif, güze!, belig ve kuvvetli àyet-
leriyle kar§iia§tiracak olursak, bu sözün esas manasi-
nin “O benden daha kuwetlidir” §eklinde oldugunu
anlariz!
Bir bu münzevi Hz. Yahya’nin inanmi§ Yahudi ce­
maatine çôlde ve Ürdün Nehri kiyilannda hararetle
yaptigi kendisinden dort bin yil kadar önce vukubul-
mu§ dinì-tarihì olaylardan meydana gelmi§ konu§ma-
sini yaparken; bir de Hz. Muhammed’i (s.a.v) inanç-
siz Arap putperestlerine Kur’an àyetlerini gayet sakin,
tabii ve vakur bir §ekilde teblig ederken gözönüne ge-
tjrdim. Bu iki hatibin dinleyiciler üzerindeki tesirini ve
genel intibayi tesbit ve tahiil ettigimde ikisi arasmdaki
büyük farki gördüm ve bôylece “o benden daha
kuvvetlidir” sôzünün mânasmi anladim.
Kezâ bir taraftan bu kimsesiz Vaftizci Yahya’nm
Herod Antipas<^> tarafmdan yakalanarak hapse ati-
lip insafsizca boynunun vurulmasi olayini, diger taraf­
tan Peygamberler Sultanmm Mekke’ye zaferle girip bü­
tün putiari kir!§ini ve Mukaddes Kâbe’nin temizleni§i-
ni gôzônüne getirmek de hangi peygamberin daha bü­
yük oldugunu gösterecektir. Ayni kar§ila§tirmayi Pi-
iate’nin yürekler acisi bir gekilde kirbaçlatip dikenli taç

DHz.Yahya’ninBüyükHerod ailcsi tarafmdan jehid edilmeslylc ilgili o-


larak Indllerdebir tarihhatasi bulunmaktadir. (Matta XIV).Okuyuculan-
mi2 bu konuda geni| bilgi için Joseph Flauius’un "Antiquities” isimli «se­
rine müracaat edebilir.

224
giydirdigi, daha sonra da Yahudilerin çarmiha götür-
dügü Hz. isa (veya Judah îshariat) ile Mekke’nin fet-
hinden sonra Ebu Süfyan ba|kanligindaki maglup dü§-
man ordusunun merhamet dileyip iman ikrarinda bu­
lundugu, bu aciklî ve heyecan verici manzara sergi'e-
yen ordunun bilâhare mükemmel bir sadâkat gôster­
digi ayni islâm Peygamberi ile de yapabiliriz. ̧te bu
kcu§ila§tirmalar yaninda bir de “Bugün sizin için dini-
nizi tamamladim” (elyevme ekmeltu iekum dinekum)
äyeti kerimesinin peygamberlik halkasinm böylece ta-
mamlandigina dair mänasini hatirlamak, Hz. Yahya’­
nm “O, benden daha kuvvetlidir’’ §eklindeki itirafinin
ruhunu ve önemini kavramamiza käfidir.
3. “Gazaba geJmek”. incillerin çe§itli tefsirlerinin
herhangi bir yerinde bu baglik altinda eile tutulur, iyi­
ce dü§ünülmü§ ve inandirici bir tefsirle hiç kar§ila§ti-
ni2 mi? Ve Hz. Yahya, “̧te balta agaan kökünde sap-
lanmi$ duruyor” ifâdesiyle, mâiyetindekilere ne demek
istemig, neyi kasdetmi§tir? Ya da, O’nun “harman ye­
rini temiziemek için yük arabasini elinde tutmaktadir”
sözünden maksat nedir? Veya niçin “Ibrahim’in
Çocuklan” ünvanini hiç yerine koyacak kadar a§agi-
lamaktadir?
Bu söyledigimiz §eyler ashnda ne Hz. Yahya’nm
ne de kendisini dinleyenlerln hayallerinden dahi geç-
meyen bo§ kuruntulardir. Bu sebeple incil tefsircileri-
nln konuyla ilgili saçmaliklari üzerinde fazla durmak
istemiyorum. isterseniz bu sorularin cevabi üzerinde
degil de, sâdece “gazaba gelmek” ifâdesi üzerinde du-

225
ralim. Yahya Peygamber, kiyamet gününde cismânî
dirilmeyi inkâr eden magrur Farizililerie a§in derece­
de rasyonalist Saduktler’ei^i , Hesap Günün’de Na-
sira’li Hz. îsa’nin kendilerine kar§i gazaba gelecegine
ue kendilerini Cehennem àte§inde kurumu§ meyve-
siz agaçlar gibi, saman çôpü gibi yakacagina dair her­
hangi bir §ey ögretebilmi§ midir acaba? §unu hemen
belirtelim ki onlann hiç bir kutsal kitabmda cesetlerin
ha§ri ve Cehennem àte§i hakkmda en küçük bir söz
dahi yoktur. Yahudilerin Talmud kitabindaki ölüm ve
sonrasma dair yazilanlar ise Zerdü§t’inkilerle büyük
benzerlik arzetmskte olup Kutsal Kitaplarla belirli bir
men§eye sahip degildir.
Müjde ve tövbe peygamberi olan bir kimsenin, kâ­
fir ve mügrikleri bekleyen uzak ve müphem bir gazap
hakkinda f'egli, Yahudi kavmini bekleyen yakin bir fe-
làketle ilgili §eyler soylemesi daha akla yakmdir, As­
hnda Yahya, Yahudilerin günahiarmda israr ve ken­
disinin ve meslekta§i îsa’nm Peygamberlik vazifelerini
reddetmeleri halinde onlan büyük bir gazabm bekle-
digini haber vermi§ bulunuyordu. Nitekim bu olaydan
yakla§ik otuz yil sonra aralarmda Yahya Peygamberi
dinleyen pek çok ki§inin de bizzat ya§adigi Kudüs’ün
tahribi ve Yahudilerin nihâî sürgünü geklînde tezâhür
eden bir mustbet vardir.( Gerek Hz. Yahya, gerek-

1) Bu Y ahudi ismi kaynaklarda hep yanli§likla“SadusîIer” §eklinde ya-


zilmigtir.
") Bu musibetIslâmîkaynakJardad a zikredilmi|tir. (Bk.ElmaliliTefsiri,
C-5, Istanbul, s.3163.)

226
se Hz. isa, büyük cedleri Hz. Yakub’un §iloha adiyla
bildirdigi bir büyük resülün gelecegini, onun zuhuruy-
la birlikte de Yahudilerden bütün peygamberlik ve sal-
tanat imtiyazinm geri ahnacagini haber vermi§íi. Ve ger­
çekten de bundan alti asir kadar sonra Yahudilerin Hi-
caz’daki son hisar ve emirlikleri îslâm peygamberi ta-
rafiiidan yerle bir edilmi§tir. Roma Imparatorlugunun
Suriye ve Filistin’de gittikçe artan hákimiyeti, Yahu­
dilerin yan muhtar idaresini tehdit etmeye ba§ladigi gi­
bi, zâten devam eden buradaki gôç hareketlerinin de
hizlanmasma da vesile olmu§tur. ͧte bu münásebetle
bu vâiz, “gelip çatan birgazaptan kaçmak için size kim
bir§ey söyledi?” diye oniari iekdir eder. Çünki onlar,
bagta gerçek ve son büyük emir ve Peygamber olmak
üzere Allah’in bütün hak peygamberlerine, günahla­
nndan dolayi tövbe etmek ve tabii ki Allah’in güzel ha-
kikatlanna ve nimederine kavu§mak için ikaz ve te§-
vik edilmi§lerdi.
4. Yahudi ve Hiristiyanlar Hz. Muhammed’i (s.a.v)
daima Íslámiyeti zorla, baskiyia ve kiliçla tesis etmek-
le itham etmiglerdir. Modernist müslümanlar da bu id-
dialan yalanlamak için ugra§ip dururlar. Ancak, bu gibi
sözler Hz. Muhammed’in (s.a.v) kiliç kullanmadigi an­
lamina gelmez. Gerçekten de O, Allah’in isminin be-
kási için kihç kullanmak mecburiyetindeydi. Zira her
sabrin bir sinin ve her merhametin de bir sonu vardir.
l§te bunun gibi, sabri ve rahmeti her §eyi ku§atip iháta
eden Cenab-i Hak’kin sabrive merhameti de bir nok­
taya kadardir, Allah’m, Yahudilere, Araplara ve diger

227
Sâmi kavimlerine cômertçe lûtfettigi zaman ve imkân,
dortbin yildan daha fazla sürmü§tijr. Ancak bu müd-
detin sonunda, Yüce Aliah, a§agilik kàfirlerin, íbrahim’­
in nankör çikan bâzi evlatlannm ve §eytânî kuvvetle-
rinin icabina bakmasi için sevgili Peygamberini ilk ve
son defa olarak kiliç ve kuvvet; âte§ ve Ruh’la gön-
dermi§tir.
Yahudilerin kutsal kitapiannin tamami, putperestlik
ve teokratik hikâyelerle doiudur. Kudüs ve Mekke’de
îslàm güne§i -yàni Aliah’m Hak dini- zaman zaman pi-
rildami§ o!sa bile, §er kuvvetler tarafmdan dâima bas-
ki altmda tutulmu§ ve gôlgede kalmi§tir. Bu sebeple
Çeytan ruhlu dort canavarm gelmesi ve bir avuç mü’-
minin ayaklan altmda çignenmesi mukadderdi. l§te
bôylece Muhammed Aleyhisseiam, bu zehIrJi yilanj ôl-
dürüp yok etmek ve ona lanetlenmi§ bir isim olan
“îbhs” adini vermek için gelir. Hz. Muhammed sava§-
çi bir peygamber olmakla berâber, onun bu sava§min
gâyesi kuru kuruya bir zâfer, intikam, gâlibiyet ve im-
ha degil, tek keiimeyle tslâm dinini, Allah’m yeryüzün­
deki saltanati demek olan îsiâmdininitesisetmekti. Ger­
çekten de Vâiz (Hz. Yahya), çôlde yüksek sesie “i?a6-
bin yolunu hazirla ve O ’nun yoHanni dümdüzyap” diye
hitap ettigi zaman'') yakmda gelecek olan bir Salta­
nati yâni Rabb’in dinini kastediyordu... Ondan yedi
asir önce î§âyâ peygamber de ayni §eyleri yüksek sesie
ilan etmi§ti. (Ahd-i Atik, î§âya, XL. 1-4) Bundan iki-

') Yuhanna I. 23.;îçâya XL. 3.

228
ÜÇ asir sonra Certâb-i Allah bizzat kendisi “fethi ko-
lay, yürüyü§ü hizli olsun diye dereleri yükseltip doJ-
durmak ve daglan ve tepeleri aiçaitmak” sûretiyle Pers
Krall Kiros için ayni §eyi yapmi§ti. {î§âyâ, XLV.1-3)
Kitaplarin bu sözlerini târihî olaylar da te’yit etmekte­
dir. Bütün bunlar, her iki halde de, birincinin, ikindsi-
nin prototipi oldugunu gôsterir. Allah, Kudüs’teki ma-
bedinin ve seçtigi kavmin esarette olmasi dolayisiyla
Persli fatih lere dü§manlarini boyun egdirmi§, Kiros
için de yollari düzle|tirmi§tir. Bôylece O, ayni müjde-
yi daha geni§ ve daha büyük çapta tekrar ediyordu.
Islâm Peygamberi’nin (s.a.v) daha dinî tebliginden ön­
ce putlar ve yalan yanli§ §eyler yokolmaya ba§lami§,
kilicini kullanmadan once de dev imparatorluklar ze-
vâle yüz tutmu§, Allah’in saitanatmm çocuklan, “£n
Yüce Olan’in sevgili kavmi” §eklinde mütâlaa edilir ol-
mu§tur. Zira sâdece îslâm’da bütün m ü’minler rubban
simfi ve Sakrament olmaksizin e§i olup bir müslüman-
la diger müslümanlar arasmda dallar kadar fark yok­
tur. Ayni §eki!de, kan ve smif farkhhgi da mevcut de-
güdir. Bütün müslümanlar, takvâ ve fazilet cihetinden
üstünlükleri müstesna, bepsi de birdir. Yalniz ve yal­
niz IsIàm dinî Allah’la kul arasmda-o kimse ne kadar
büyük ve kutsal olursa oisun-mutlak biraracinm varli-
§ini kabul etmez.

229
V
HZ. YAHYA VE HZ. ISA’NlN VAZlFELERÎ,
KUR’AN’DAKi “SIBGATULLAH”ID
BENZERl BiR ÇEYDÎR
Incü’i kaleme alanlarin, Hz. Yahya’nin vaftiz usû-
Jünü tam ve tafsilatli bir §ekilde bize intikal ettirmeme-
leri ve kilisenin de buna âit kayitlan büyük bir cürüm
iglemek pahasina muhafaza altina almamasi, büyük bir
kayiptir. Çünkü Vaftizci’nin §u hâliyle esrarengiz ve bil-
meceye benzer sôzlerinin, kendi maiyeti arasinda bu-
lunan en bilge kisiler tarafmdan dahi anla§ildigmi söy­
lemek mümkün degildir. Halbuki biz Yahudi din adam-
larmin ve mütehassislarmin çok daha açik ve anlagilir
konularda bile kendisinden izahat istedikierini ve Hz.
Yahya’nm da onlara bu açiklamayi yaptigini bilmek-
teyiz. (Yuhanna I. 19-23 ve V. 33). Hz. Yahya'nin
dinleyicilerme bu hâyatî konuda açiklamalarda bulun-
dugunu ve onlan kafalari kariçmiç bir §ekilde birakma-
digina |üphe yoktur. Zira o, '‘hakikaiîe §ahitlik eden’’
ve “yana/3 ve etrafa nur saçdn çerâ::}" idi. 'Yuhanna
V.33, 35) Peki bu §ahiîlik ve hcikkinda bi: ^ehiriigin ya
pildigi hakikatin màhiyeti neydi? Bu ÿahiiiigin çok
kari§ik bir konu olmasma sebep, Incillerin buislan be­
lirii terim ve ifadelerte nakle.'-m^yisidir, Bu hakikatin
màhiyeti hakkmda b'r .•içikl>k yokl.ur. Peki acaba Me­
sih’in hüviyeti ve görevinin ne oldugu konusunda ve­

l i K ur’an-i Kerim, Bakara Sûresi (2), 138.

230
ya Hz. Yakub’un bildirdigi Allah’in elçisi hakkinda
{Tekvin XLIX) böyle bir açiklik var miydi? Ve yine Hz,
Yahya’nin, Hz, îsa ve gelecegi bildirilen daha büyük
bir peygambere dâir söyledigi sözlerin tam ve orijinal
§ekii ne idi? îsterseniz §imdi de bu sorulann cevabini
arayalim;
Bu serinin üçüncü makalesinde^^^ Hz. Yahya’-
nm haber verdini peygamberin Hz. Isa Mesih’ten ba§*
ka birisi oldugu yolunda geni§ açiklamalarda bulun-
mu§, dördüncü makalede ise^^) Hz. Muhammed’in
(s.a.v), Yahya Peygamberden daha üstün ve daha
kuvvetli bir resul oldugunu ortaya koyan birkaç delili
nakletmi§tâ<. Nâciz gôrüjüm ve de kesin kanâatime gö­
re bu deliller, gayet mantikli, tutarli ve ikna edici nihaî
deliller olup herbirisi rahathkla bir kitabin hacmini dol-
duracak mahiyettedir, Yine çuna inaniyorum ki, bu tar-
ti§malar, pek çok fanatikHiristiyanm kulaklarinda §ok
tesiri yapacaktir. Fakat hakikat, kendi kendisini yücelt-
tigi gibi bunu telkin eden kimselere de §eref verir.
Yukarda bahsettigimiz gibi biz, Hz. Yahya’nin §a-
hidi oldugu §eyin, îslâm Peygamberi ile ilgili olduuna
tereddütsüz inanmaktayiz. Hz. Yahya iki §eyin §ahidi
olup biri “§iJiha d’AJIaha” -ki Filistin lehçesinde Allah’in
resulü demektir-; Digeri de Isa hakkindadir. Bilindigi
gibi o Hz, îsa’nm cismânîbir babadan degil, Ruhulku-
düs’ün Hz. Meryem’i hâmile birakmasiyla dünyaya gel-
digini ve O’nun Musa §eriatina yeni bir ruh ve hiz ge-
1) Bk.Ulamic Review. Mârt-Nisan 1930 sayisi.
2 )A y n i derginin Mayis 1930 seyisi.

233
tirmek için Allah tarafmdan son büyük ¡brani asilli pey­
gamber sifatiyla gonderilen gerçek Mesih oldugunu ve
Yahudilere selametlerinin Hz. Ismail’in büyük ogluna
itaai etmeierine ba§h oldugunu bildirmi§ti. Ne var ki,
eski Yahudilerin kitaplarini tahrif etmeleri gibi, Hiristi­
yan Kilisesinin yeni Yahudileri de, atalannin izlerinden
giderek kendilerine emânet edilen bu kitabi bozmu§-
lardir. Ancak, bütün bunlara ragmen, tahrif edilmi§ hal-
leriyle bile bu Inciller, hakikati gizleyememektedir.
Allah’in son ve en büyük resulünün kuvvet ve üs-
tünlügünü meydana getiren temei prensip, Kutsal Ruh
ve âte§ten meydana gelen vasfindadir. Yuhanna ya­
zarinin, Hz. Isa’nin ve §êgirtlerinin, aynen Hz. Yah­
ya’nin yaptigi gibi vaftiz için su kullandiklanni ikrar et­
mesi, “/sa kendisi vaftiz etmedi, sâdece §âgirtleri vaf­
tiz etti” §eklindeki parantez içinde bildirilen bir hakika­
ti iiga etmek demektir. {Yuhanna 111.23 ve IV.l-2)t*i
Fakat Hz. Isa’nin degilde, henüz daha i§in baginda ve
cahil kimseler olan §âgirtlerin bu vaftizi yaptigini ka­
bul etmek, bu vaftizlerinin Hz.Yahya’ninkiyle ayni ka-
rekterde oldugunu gösterir. Hz. îsa’nin ifâ ettigi dün-
yevî misyonu esnasinda bu vaftiz âyinini, aynen Yahya
gibi küçük çaylarda ve su birikintilerinde yaptigini,
O ’nun §âgirtlerinin de ayni §eye devam etmeyi em-

') Bahsi geçen Incil’dekl bu ifadeler aynen §ôyledir; “Yahya da Salim


yakininda,Aynun’davaftiz ediyordu.Çünki orada çok suiarvardive ge­
lip vaftiz ediyorlardi.” (Yuhanna III.23) Imdi isa, Yahya’dan daha çok
jagirtler edinip vaftiz ediyor diye Ferisilerin i§ittiklerini Rab ogrenince...
(Halbuki tsa kendisi degil, fakat §agirtleri vaftiz ediyotdu) {Yuhanna,
IV. 1-2).

232
retmesini gözönüne alacak olursak, bu §ahsin {Hz. Ìsa’-
nin) çôlde Hz. Yahya’nin âte§ ve ruhla vaftiz ediimi$,
kendisinden daha üstün bir peygamberin geiecegini
söylerken kasdettigi §ahis olmadigi ayan beyan orta­
ya çikar. Buna ragmen Hz. Isa’nin bütün hayati bo-
yunca bir tek §ahsi dahi ate§ ve kutsal ruhla vaftiz et-
m<idigine dâir bir ifädenin sihhat derecesini ögrenmek
için fevkalâde zeki ve fazla bilgili bir kimse oimaya lü-
zum yoktur. Bu durumda o, kutsal Ruh ve àte§Ie vaf­
tiz eden kimse §eklinde dü§ünülemez ve Yahya’nin bil­
dirdigi peygamber olamaz. Eger bu konuda yapiian
àyinlerin, söylenen sözlerin ve ileriye matuf haberle­
rin hiç bir manasi yoksa ve bütün bunlar âsla bir §ey
ögretmek Için söylenmi§ sözler degilse o zaman VaÎ-
tizci Yahya’nin yukaridaki ifädeleri, su ile yapilan vaf-
tizin “$iIoha”nm yâni Allah resulünün zuhuruna ka­
dar uygulanmaya devam edecegini ve ancak bundan
sonra yerinin Ate? ve Kutsal Ruhla yapilacak bir vafti-
ze birakmak için sona erecegini beyan ve ifade eder.
Bu söyledigimiz hüküm, Birinci Incil’in üçüncü Bab’-
inda dile getirilen vaazdan çikanlabilecek mü§ahhas ve
mantikî bir neticedir. Diger taraftan sâdece Hiristiyan
vaftizinin devam etmesi ve üstelik bir Sakrament de-
recesine yükselmi§ olmasi, kilisenin suyla yapilan vaf-
tizden ba§ka bir vaftiz §ekline inanmadiginin açik bir
delilidir. Aslinda mantik, akhselim ve mukaddes §ey-
lere hürmet duygusu, bu iki vaftizin birbirinden tama­
men farkli olduguna her tarafsiz okuyucuyu inandira-

233
cak mahiyettedir. Hem,Yahya peygamber ate§Je ya-
pilan vaftizin, suyla yapilmi§ vaftiz oldugunu kabul et­
mez. Tabii her vaftizin màhiyeti ve tesiri §üphesiz belli
ve muayyendir. Biri tevbe i§àreti ve âlâmeti olarak vii-
cudun suya batirilmasi ve yikanmasi suretiyle; digerì
ise kalbi, inanci ve hislerìiamam/y/e deÿi§tirici bir tesir
meydana getiren Ate§ ve Kutsal Ruhla yapihr. Birin­
cisi bedeni antirken ikincisi zekàyi aydinlatir, imam sag-
lamlagtinr ve kalbi temizler. ìlki, hâricî bir temizlik olup
Yahudilik; öbürü ise dâhiÜ bir temizlik olup Islàmiyet-
tir. Hz. Yahya ve Hz. îsa’nin bu hâricî vaftizi, kabu-
gun yikanmasi kabilinden bir temizlik oldugu halde,
Resululullah’in (s.a.v) buyurdugu vaftiz, rùhun yikan-
masi demektir. Kisaca Yahudi ve Hristiyan vaftizi, bir
peygamber veya din adami tarafindan degìl^bsin biz­
zat kendisitaiafmdamdà edilen Îslâmî “güsü}” ve “ab-
dest”m küçük bir nümûnesinden ibârettir. Yahudi ve
Hristiyanlann bu vaftizi Kur’an-i Kerim’deki adì
“Sibgatullah” olan Allah’in vaftizi gelinceye kadar lü-
zumlu ve mecburi idi. ̧te Hz. Muhammed’e (s.a.v)
vahyin gelmesiyle birìikte bu birinci vaftiz §ekli de göl­
ge gibi kaybolup gitmi§tir.
Bu iki vaftiz §ekli, üzerinde ciddî olarak durulmasi
gereken bir konu oldugu için, bu husustaki tesbitleri-
mizin, müsiim veya gayri müsiim bütün okuyuculari,
hayli iigilendirecegine inaniyorum. Zìra, eie aimakta
oidugumuz konu, dìnì noktai nazardan kurtulu§a er-
mek için hayatì önemi haizdir. Samimiyetle iddia edi-
yorurn ki, Hrìsìiyanjar, suyla yapiJan bu vaftizlerin 50 / 1-

234
suza kadardevam etmesinin kitaplannm emri oldugu
hususundaki kanaatlerinde yaniliyorlar. Çünkü încil-
ler, bu vaftiz §eklinin, suyun yer almadigi basica 6 ir vaf­
tiz §ekliyle tamamen iptal edilecegini haber vermi§ bu-
iunmaktadir. Bu sebeple §imdi sunacagim §u tesbitle-
ri okuyuculanmin dikkatli ve tarafsiz hükmüne biraki-
yorum.

VAFTÎZ NEDÎR, NE DEGÎLDiR?


a) Bir doktrin veya bir teori ile mutabik kalmak,
ya da ters dü§mek elbette ki mümkündür. Fakat eger
biz kendi doktrinimizin hakli oldugunu ispat etmek için
öbürünü kästen tahrif ediyorsak, bu davranifimizi hiç
bir §ey affettiremez. Mukaddes kitaplari tahrif etmek
ise, daha büyük bir suç. daha büyük bir günahtir. Çün-
ki bu konuda yapilan bir hata, telafisi mümkün olma­
yan tehlikeli bir hatadir. l§te Hz. Yahya’nm ve Hz. Isa’­
nin vaftizleri Incillerde açikça tarif ve tasvir edilmi§ ol-
duguhalde kiliselerbunutamamiyletersyüz ederekta-
nmmaz hále getirmi§lerdir.
A
Yunanca olan “Vaftiz” kelimesienin Ibránice ve
Aramice orijinal kargiliQi hakkmda kesin bir bilgi mev­
cut degildir. Kitab-i Mukaddes’in Pe§itta Tercümesi,
“amud gibi ayaga kalkmak” mânasma gelen ve ettir-
gen háli “aa’mid” [“dikmek, yeile§tirmek, kurmak,
kuvvetJendirmek, u.s. ”) olan “aimad” ve “aa’mid” ñi-
linden türemi§ “m a’mudiya” kelimesini kullanir. Gö­
rüldügü üzere banda kilise vaftizini ima edecek “suya
batmak, daima, yikanma, giseleme ve banyo yapmak”

235
mânalari yoktur. Bu fiilin kar§iligi olan orijinal ibrâni-
ce “rahas” (banyo yapmak) ve “tabhal” {batmak, dal-
mak) -ki okunu§u taval §eklindedir- kelimelerinin Grek-
çedeki kar§ihginin “babtizo” (vaftiz ettim) olmasi muli-
temeldir. Keza încillerin Arapça tercümeleri de, bu hu­
susta bu kelimenin Aramice geklini benimsemi§ ve bu
yüzden vaftizci kar§iligi olarak “eI-Ma’midan”\vaftiz
kar§ihgi olarak da “m a’mudiyeh” kelimesini kullanmi§-
tir. Arapça da dâhil,bütün Sâmi dillerinde “a’mad” fii-
li, yalin halde “sütun gibi bir §ey dikmek” anlamina
gelip yikanma ve dalma mânasi ihtiva etmez. Bundan
dolmayi da Grekçe “faapfemos” kelimesinin tercümesi
oian bir kelime degildir. Bu sebeple, Yahya ve isa’nin
Grekçe bir kelime olan bu “baptismos’’u hiç duyma-
diklanni ispata hâcet yoktur. Ancak, onlann bu fiilin
kar§ihgi olarak, Sâmi lisaninda ba§ka bir kelime kui-
landiklari açiktir.
b) Grekçe “bapi/smos” kelimesinin “hafif renk, bo­
ya ve daJma” gibi klasik anlamlari dikkate aiinirsa onun
bu kullanili§iyle “boyamak anlamina gelen ” “Saba” ve
Arapça “Sebage ’’ kelimelerinden farkh olama-
yacagi görülecektir. Diger Jaraftan Kur’an-i Kerim’de
zikredildigine<’> ve Epiphanus ve benzeri ilk Hristi­
yan Babalarinin ifâdelerine göre Sâbilerin, Yahya’ya
inandiklari hususu da ba§ka bir gerçegi te§kil etmek-

■) Bk.ElmaliliM.Hamdi Yazir, Hak Dini Kur’anDili III,s-1768’de bu ko-


nuyla ilgili genif bilgi mevcuttur. Ayrica Carra De Vaux'un yazmi§ ol­
dugu Islâm Ansiklopedisi’ndeki “Sabifler” maddesine de müracaat edi-
lebilir.

236
tedir. Me§hur âlim Ernest Renan’a göre (La Vie de Je­
sus, VL Bölüm) “Sâbîler” isminin asiI anlami,
“vañizciler” demektir. Bu kavim, vaftiz yapmakia me§-
hur olup, eski Ha§§ayiler {Esseniler, el-Cassailer) ve
ibionitler gibi zâhidâne bir hayat sürdürüyorlardi. On-
iann kurucusu Budasp’in Keldânî bir fìlozof oldugu ger-
çegi gözönüne ahnirsa, “Sâbi” kelimesinin asil imlasi-
nin “boyacilar” mânasma gelen “Sâbi” kelimesinin asiI
imlasinin “boyaaiar” manasina gelen “SabaV” oldu­
gu ortaya çikacaktir. M.S. IV. asirda ya§ayan Keldânî
veya Asûrî’li Katolik Mar §imon da “Bar Sabai” -yâni
Boyaalann oglu- adiyla biliniyordu. Muhtemelen bu
§ahsin âilesi eskiden Sâbi dinine mensup bulunuyor-
du. Kur’an’da bu isim, eski Aramicede Saba'i keiemesi
gibi “aym ”^ yerine “hemze”rùn kullanilmasiyla
“Sâbiun” ic; ^V_j§eklinde geçmektedirf*. Nitekim
ben “Sabiûn" ismine atfedilen diger mânalari da íes-
bit etmi§ bulunmaktayim. Bâzi otoritelerin faraziyele-
rine göre, bu kelime, §it Peygamberin oglu “gô§ün
ordusu” olarak kabul ettikleri yildizlara özel bir bagla
baglanmak ve inanmak aii§kanliginda olmalari dola-
yisiyla “ordu” anlamina gelen Ibranice “saba” kelime-
sinden türemi§tir. Bununia beraber bu Sâbilerin pek
hususi bir ibâdetleri olan “Sab’utha" yâni vaftiz müs­
tesna Hristiyan Kiliseleriyle ortak hiç bir noktalari oi-
mamakla beraber bu kimseier hep yanli§ bir §ekilde
“Vaftizci Yahya’nin Hristiyanlari” §eklinde adlan-

’ ) Bk.Hacc Sûresi (22), 17 ve Mâide (5) Sûtesi 69.

237
dirilmi§tir. Bu arada §unu da belirtelim ki, Kur’an, ya-
banci kelimeieri dâima Arapçada kullanilan §ekliyle kul-
lanmi§tir,
Allah’in sevgili resûlü (s.a.v) ile birlikte IsIàm nu-
runun dogmasindan çok ònceleri Araplan hàkimiyet-
leri altina alan Sâbilerin dinlerinin derinlemesine ve et-
rafli bir tetkiki, birkaç hakikati gün i§igina çikaracak-
tir. Bilindigi gibi vaftizin Yahudiler, Sàbiler ve Hristi-
yanlarca icra edilen üç §ekli vardir. Kutsal kitaplarin­
da orijinal §ekli zikredilmeyen bu Yahudilerin vaftizi,
daha ziyàde din degi§tiren kimseler için icat edilmi§-
tir. Her din belidi bir vaftiz formülüne ve òzel bir âyin
§ekline sahiptir. Bu cümleden olarak bir Yahudi Ko-
hen (haham), kendi dinine giren bir kimseyi Allah’in
adiyla, Sabii dinine mensup bir papaz; Allah’in ve
Yahya’nm adiyla, bir Hristiyan Ke§i§ de Allah’in ve
Isa’nin isimlerinin dogrudan dogruya kullanilmadigi
“Baba, Ogul ve Ruhu!kudüs”ün isimleriyle vaftiz eder-
ìer. Bu ÜÇ vaftiz sisteminin birbirinden farkli, hattà bir­
birine zit oldugu açiktir. Tek Allah’a inanan Yahudi­
ler, Hz. Yahya’nin adinin kendilerinin Tanrilari Elo-
him’le birlikte zikredilmesine tahammül etmedikleri hal­
de, Hristiyanlar, dinî bir haz için son derece yanli§ olan
bu formülü kullanmaktan çekinmezler. Hiristiyanhkta
Sàkrament, yani dinin esash bir ibadeti ve esasiymi§
gibi telakki edilmek ve çoktanrili olmak gibi kusudari
haiz bu Hiristiyan vaftizi ise, Sâbiî’ler tarafmdan nef^
retle kar§ilanmaktadir. Halbuki Allah’la kulu arasmdaki
ahdin sembolü, vaftiz olmayip, sadece bu üç dinin

238
mensuplannca degil, pek çok putperest Arap kabile-
lerince titizlikle uygulanan ve çok eski bir adet oian
“siìnnet”tìr. (Bk.Tekvin, XVII. Bap). Doguda Sâmi ka-
vimleri arasmdaki bu degifik vaftiz §ekilleri ve tòrenie-
ri, dinin esasma ait bir müessese olmayip sadece bir
sembol veya i§arettir; bundan dolayi da ba§ka bir iba-
detin yerine geçmek için kuvvetli ve tesirli bir dinî ve-
cibe olamaz. Bütün bu vaftizlerde maizeme olarak su
kullanildigi gibi, yapili§ tarzlari arasinda kismìbir ben-
zerlik bulunmaktadir. Fakat her din, kendi ibadetini di-
gerlerinkinden ayirmak için degi§ik birer isim kabul ei-
mi§tir. Orijinal Âramice bir kelime olan ve Grekçeye
tam ve isabetli bir §ekilde “baptismos" olarak tercüme
edilen “Sab’utha” kelimesi, Sâbiîler tarafmdan sadâ-
katla muhafaza edilmi§tir. Sâmi kavmindenHiristiyan-
larin, kendi vaftizlerini Sabiìlerinkinden ayirdetmek için,
dilbilgisi açisindan Vaftizmle, battè yikanma ve suya
dalma mefhumlariyla hiç bir alàkasi olmayan
“m a’mudiya” lafzini kabul ettikleri açiktir. Bu ise sâ­
dece Kilise’nin icat ettigi bir §eydir. “M a’muditha”nm
niçin “Sab’utha”nm yerini aldigi sorusu, bu konumu-
zun di§mdadir. Ancak, sirasi gelmigken belirtelim ki,
bu kelime Pe§itta’da abdest alinan havuz veya gol an-
lamina kullanilmi§tir. Bizi bu “m a’mudiya” probiemi-
ni çôzmeye gôtürecek tek izahat §ekli Vaftizci
Yahya’nin ve Meryem oglu Hz, îsa ve havârilerini de
içine alan, onun takipçilerinin ve tevbekâr ve dine gir-
mek isteyen bir kimseyi havuzun ¡cinde dik bir §ekilde
durdurmasidir.

239
c) Hiristiyan vaftizi, bir bakima insan vücudunun
suya temas etmesinden ba§ka bir§ey degildir. Trient
Konsülü, Hiristiyan vaftizinin, Vaftizci Yahya’nin-
kiyle ayni §ey oidugunu sôyleyen bir kimseyi afaroz
etmi§tir. §imdi ben de bu âkibeti göze alarak Hiristi­
yan vaftizinin hiçbir mânevi ôzelüginin ve tesirinin bu-
lunmadigmi, hatta, aksine Vaftizci Yahya’nin vaf-
tizinden daha a§agi bir mevkide oldugunu ilân etmek
istiyorum. Eger bu inancimdan dolayi Kilisenin afaro-
zuna ugrayacaksam, bunu Yaradan’imin huzurunda
büyük bir §eref olarak kabul edecegim. Ayrica bir Hi­
ristiyan papazinin, vaftizi, ruhun aslîgünahtan arinmasi
için bir vasitaymi§ gibi telakki ettigini, bunun digindaki
bütün izah tarzlarini da bir büyücünün iddialanyla ay-
ni degerde gôrdügünü de dikkate almi§ bulunuyorum.
Netice olarak, suyla yapilan bir vaftiz, Kutsal Ruhla ve
âte§le yapilan vaftizin sâdece bir nümûnesi olup, Is­
Iàm dininin Yeryüzünde Allah’in saltanati olarak tesi-
sinden sonra, bu üç eski vaftiz §ekli tamamen geçersiz
haie getirilmiglerdir.
d) Incillerde vaftizle ilgili bilgilerin az ve yetersiz ol­
masi dolayisiyla Yahya ve Isa Peygambederin yaptik-
lari vaftizin gerçek mâhiyetini sihhatli bir §ekilde tayin
edememekteyiz. Kilisenin, vahyin ve onun dogru bir
açiklamasinin verildigi emin makam oldugu yolunda-
ki bir iddia, vaftiz olmu§ küçük bir bebek veya delikan-
hya Ruhulkudüs’ün geldigi ve bu kimselerin Allah’in
çocugu oldugu yolundaki bir inanç kadar saçmadir.
Eger Grekçe “baptismos” kelimesi, Aramice

240
“Sab’utha” veya Sbhu’tha” kelimesinin tam kar§ihg\ise,
-ki ben bundan eminim o taktirde Kur’an’daki Arapça
“Sibga” ^ I Oismi de bu meseleyi sadece
çôzmek ve vaftizci Hz. Yahya’nin mùcizevî hâberi üze­
rindeki örtüyü kaldirmakla kalmayip, dogrudan do§-
ruya Allah tarafmdan vahyedilen Isläm’in Mukaddes
Kitabinm ve Hz. Yahya’nm müjdeiedigi peygamberin
hak peygamber oldugunu da mùcizevî bir §eki!de ispat
eder. Vaftizci bir kimse (Saba’a) dine yeni giren §ahsi
ve çocugu, su dolu bir havuza, bir elbise veya kuma§i
boya kazanina batiriyormu§ gibi batirir. Bundan kolay-
ca anla§ildigina göre, vaftiz ne bir “tbara” {temizlik),
aritma, yikama ne bir “tbhala”, yâni suya iyice daldir-
ma; ne de “rahsa”, yikanma ve banyo yapma hädi-
sesi olup, aksine bir ‘'sab’itha”, yâni boyama ve renk
verme i§idir. Bu farkliliklari bilmek son derece önem-
lidir. Nasil bir “saba’a”, daha dogrusu boyaci, boya ka-
zanma bir kuma§i batirarak ona yeni bir renk verirse,
aynen onun gibi, bir vaftizci de yeni dine girmi§ bir kim­
seye öyle manevi boya verir. Burada din degi§tiren Ya­
hudi olmayan biriyle tövbekär bir Yahudi ve Ismailîbir
Arap arasinda esasli farkliligin oldugunu aniamamiz
icap eder, Zira birincisi yeni dine girerken hem vaftiz,
hem sünnet edildigi halde, diger ikisi sâdece vaftiz edil-
mektedir. Yahudi irkindan olmayan bir kimse sünnet
o5mak suretiyle Ibrahim äilesine ve dolayisiyla da Al­
lah’m kavminin cemaatine kabul edilmi§ olmaktadir,

*) Baitara Sûresi (2), 138,

241
Sünnetli bir kimse vaftizle de tovbekâr ve nefsini islah
edenler zümresine kabul edilmi§tir. Ashnda sünnet Hz.
Isa’nin, îslâm Peygamberinin aynen devam ettirdigi es­
ki bir dinî gelenektir. Hz. Yahya’nm ve Hz. îsa’nin yap-
tiklari vaftiz de sâdece sünnetli kimseier arasindan tov-
bekârlarin yaranna yapilmi§ti. Bu her iki diriîgelenek
degi§ik bir dinî inanci temsil ve takdim etmektedir. Ha-
kikatte ise, Hz, Yahya ve teyzesi oglu Hz. Isa’nin vaf­
tizleri, gelecegini haber verdikleri Resûlullah’a (s.a.v.)
iîaat etmeyi ve baglanmaiy vaâdeden, günahlarindan
arinmi§ bir cemaate kabul edildiklerinin i§areti anlamini
ta§imaktadir.
l§te bundan dolayi, sünnetin, Hz. Ibrahim ve ona
inananlann (koleleri de sünnet olmu§tur) dinlerinin bir
i§areti olmasi gibi, vaftiz de Yahudi ve Y ahudi olmayan
kimselerin, Islâm Peygamberinin getirdigi esaslara sa-
mimi olarak inanip baglanmalan için hazirlayici pey­
gamber olan Hz. Yahya ile Hz. Isa’nin dininin bir i§â-
reti, bir sembolüdür,
e) St, Markus incilinin ifadesine göre (1.1-8), Yah­
ya’nin vaftizi "günahlann affi” mâhiyetini arzediyordu.
Bu âyetlerde, “Yahuda’nin bütün kôylerinin ve Ku­
düs’ün büfün sakinlerinin O ’na geldikleri ve günahla-
nni itiraf edip Ùrdün ¡rmagmda vaftiz olduklan” dile
getirilmektedir. Bu sözler, günahlanni Itiraf eden bin­
lerce tôvbekâr Yahudi’yi Hz, Yahya’nin vaftiz ettigini
ve bôylece günahlann vaftiz suyuyla yok edildigini sôy­
lemek anlamina gelir. Antiparantez belirtelim ki, Hi­
ristiyanlar arasinda St. Markus’un bu încili’nin dôrt In-

242
cil’in en eskisi oidugu genellikle kabul edilmi§tir. Ne
var ki bu Incil’in hiç bir eski Grekçe yazmasi, §imdiki
incillerin XVI. Bab’inda yer alan ve vaftizle ilgili sözler
ihiiva eden son oniki cümleyi (9-20) ihtiva etmemek-
tedir. Hattà bu tamamlayici cümlelerdeki “Baba’nin,
Ogìun ve Ruhulkuáüs'ün adiyla” §eklindeki Hiristiyan-
ligin §ehadet formülü de mevcut degildir. îsa, sadece
“Gidiniz ve benim Indlim ’i dünyaya vaaz ediniz. ina-
nan ve vaftiz olan kimse kurtuìacak; inanmayan kim­
se de mahv olacaktir” demi§tir.
Hz. îsa’nin vaftizinin, Yahya’nin vaftiziyle ayni ve
onun bir devami oldugu açiktir, E§er Yahya’nin vafti­
zi günahkârlann affi için yeterli bir vàsita oluyorsa, “Al-
lah'in kuzusu (¡sa), bütün dünyanin günahmi
yüklenecekîir” (Yuhanna 1) iddiasi da bo§ bir lakirdi-
dan ibâret olacaktir, Ayni§ekilde, Ürdün nehrinin su-
lan. Eli§a Peygamberin duasi sayesinde Numan’in cüz-
zam hastahgini temizlemege (2. Krallar V,) ve Hz. Yah-
ya'nin duasiyla da binlerce ki§inin günahlanndan ann-
masina kâfi geliyorsa, bir ilâii’in (Hz. îsa!) kanini dôk-
mek lüzumsuz oldugu gibi ilâhî adaletle de bagda§maz.
.Aziz Paul sahnede gôzükünceye kadar Hz, Isa’ya
inananiann Vaftizci Yahya’nin usûlü üzere vaftiz
yaptikianna §üphe yoktur, Bu Paul’ün iki me§hur Ya­
hudi tarikatinden biri olan ve Hz, Isa’nin Hz, Yahya
ile birlikte, "engerek yüanm ogullan” §ek\inde hitap et­
tikleri''' Ferisilere -ki digerì Sadukiler idi- mensup

•) Matta 111,7.

243
oldugunu hemen belirtelim. Resullerin i§leri adiyla ani­
lan Yeni Ahid’in be§inci kitabinin yazannin bu Pa-
ul’iin arkada§! olmasi ve onun ise Vaftizci Yahya’nin,
Hz. Ìsa’nin vaftiz ettigi kimselerin Rûhuikudüs’ü alma-
diklarmi; ancak, Hz. Yahya’nm ellerini onlann üzeri­
ne koymak suretiyle yapilan vaftizle Ruhulkudüs’e eri-
§ebildiklerini belirtmesi (Resullerin Içleri Vili. 16. 17
ve XIX. 2-7) çok dikkat çekicidir. Incillerdeki bütün
bulifadelerdejiki vaftizin de ayni karakter ve tesiri haiz
oldugu ve ister Hz. Yahya’nin, ister Hz. Ìsa’nin ve is­
terse bunlardan ikisinden birisinin ismiyle vaftiz yapil-
mi§ olsun, bu vaftizlerin Ruhulkudüs’ü getirmedikleri
açikça ifade edilmi§tir. Ancak vaftiz edilen ki§inin üze­
rine resullerin ellerinin konulmasiyladir ki, Rûhülku-
düs o ki§inin kalbini Allah’m a§ki ve imaniyla doldur-
mak için temâsa gelmektedir. Fakat bu ilâhî lütûf sa­
dece gerçekten Resul olan, yâni kendisine vahiy ge­
len peygamberlere mahsus olup, onlann sözde takip-
çileri için geçerii olamaz.
f) Eger Incillerdeki vaftizle ilgili sözlerden bir §ey
anla§ilmadigi kabul edilirse, bu iki peygamberden bi-
rinin veya digerinin ismiyle yapilmi§ olmasi hàricinde
bu vaftizlerin arasinda herhangi bir farkin olmadigi gö-
rü§ü kuvvet kazanacaktir. Me§hur Ferisi Paul, diger
adiyla Tarsus’lu Saul, mensubu bulundugu Ferisi tari-
katini hakaret dolu bir sözle “engeregin çocuklan” sö-
züyle damgalayan Hz. Yahya hakkinda bir tek kelime
dahi sarfetmez. Resullerin ̧leri kitabinda Luka tara­
findan söylenmi§ sözierde Yahya ve vaftizinin aleyhi-

244
ne söylenmif küçük bir garez ifadesi bulunmaktadir.
Zira LukaPaul’ünarkada§iveyolda§i idi.Luka’nm, Hz.
îsa’nm ismiyle yapilmi§ vaftizi de Rûhulkudüs’ün yap-
madigmi kabullenmesi, kilisenin vaftizi, indî bir §ekil-
de ve de hiç alâkasi yokken bir Sakrament ve insanla­
rin affolunmasinda sihirli bir degnek olarak görmesi
kar§ismda kesin bir delildir. Kilisenin vaftizi, §ekil iti­
bariyle Hz. Yahya’nm vaftizinin devammdan ba§ka bir
§ey degildir. Fakat Kutsal Ruh ve âteçle yapilan bir vaf­
tiz §ekli islâm için tahsis edilmi§ti. Sadece Rab Hz. isa’­
nin ismiyle vaûiz edilmi§ olmalari dolayisiyla, Samiri-
ye’deki oniki kadar insan, “Rûhuikudüs alamadi” §ek-
lindeki bir ifâde (Resullerin ̧leri VIII, 16, 17), Kilise’­
nin i§ini altüst etmeye yetip de artacak kadar kesin bir
ifârettir.
Bu bôlümde naklettigimiz son üç încil âyetitîin sah­
te oldugunu pek çok kimse iddia etmi§tir. Zira incil’in
Vulgate tercümesini de içine alan sonraki tercümele-
rin asil olan en eski încil yazmasinda, vaftizle ilgili bir
çok âyet yer almaktadir. Eger bir §eyin, bir evrakm bir
kisminin sahte oldugu ispat edilmifse böyle çeylerin hiç
bir deger tafimayacagi açiktir. încil’in asil nüshasina
böyle bir ilâvenin yapildigmi, onun degeri üzerinde ko-
nuganlar bile kabul ettigi için bu konu üzerinde bi-
raz daha durmak istiyorum.
Ancak isterseniz önce încil’de mevcut ve hâlen de
geçerli olan bir kehâneti ele alahmJ*' încil’deki ba-

■) Incil’de sözü edilen bu kehânet §ôyledir: “Siz cenkier ve cenk sôz-

245
his konusu kehânetin, tabiatta zaman zaman vukuu-
bulacagi, önceden bilinen hâdiseleri gözetlemek su­
retiyle her akhselim sahibinin tahminde bulunabilece-
gi bâzi §eyler oldugunu söyiemeye bilmem lüzum var
mi? Dünyamiza sik sik musallat olan bula§ici hastalik
ve sava§; deprem ve kitlik gibi umiâmî âfetlerin, bir ke­
hânetin,bir mucizenin güvenilirligi konusunda delil oia-
rak takdim ediimesi, aslinda onu sahip oldugu itibar
ve degeri yok etmekten ba§ka hiç bir i§e yaramaz. Bun­
dan ba§ka, yeni bir dinin ilk mensuplari, hele ikinci si-
nif bir sosyal mevkie sahip olmak tâJihsizligi ile kar§i
kar§iya iseler, mutlaka zulümle de kar§ila§acak!ardir.
Diger taraftan bu kehânet, herhangi bir zamanda bir­
likte veya ayri zamanlarda olacak bir dizi hâdiseyi ha­
ber verir. Ancak bu manada bir kehânet henüz §imdi-
ye kadar vuku buimu§ degildir. Zira, mü’minlere ya-
pilan zulüm, daha Hz. Isa, Yahuda’dan ayrilir ayrii-
maz ba§lami§ti. Incil’in deyi§iyle “bu gerçek Isa ta-
raftarlari, sinagoglara ve zindanlara dolduruidular ve
onun isminin a§kina krallannin ve beylerinin huzuru­
na getirildiler. ” Bununia berâber, böyle bir hâdiseyi ha­
ber vermek için peygamberlere ait bir önseziye hacet
yoktur. Çünkü insanlara zuiüm daha Hz. Isa havari-
leriyle birlikte oldugu zaman ba§lami§ bulunuyordu.
Bütün bu hâdiseler Hz. Isa’nin Yahudilere ho§Ianna

Ieri i§iteccksiniz. Sakin sikiimayin; çünki buniann vaki olmasi gerektir.


Fakat sonu degildir.Çünki millet,miliete; ülke.ülkeye kar§i kalkacaktir;
yer yer kitliklar, zelzeleler olacaktir. Ve bütün bu §eyler a^rilann ba§-
langicidir. (Matta XXIV . 6-14 ; Luka X X !, 10-19).

246
gitmeyen §eyleri ögretmesinin bir neticesiydi.
Havâriler güphesiz imtihan kabilinden akla gelebilecek
her türlü zorluklara ve felâketlere sabir ve cesâretle kat-
laniyorlardi- Çünkü Efendilerinin “Size gerçekten sôy-
/üyorum ki, büiün her$ey iamam o/uncaya kadar bu
nesil asla geçmeyecektir. ’• §ek!indeki vaadi dola-
yisiyla Isa’nin tekrar dünyaya dônecegine muhakkak
nazari ile bakiyorlardi. I§te bu sôzlere olan inanç, i§a-
ret edilen nesil üzerinde rr.ucizevî bir metânet meyda­
na getiïdi. Diger taraftan,5§aret edilen “Gôk ve yerm
sona srecegizaman”^'’> henüz gelinemi§se de, Hz.
isa’nin bu sôzlerinin miadi dolmu§ vaziyettedir. Bun­
dan daha önemli olmak üzere, îsa taraftarlannin zu­
lüm günleri, zelzele ve sava§, ya da salgin hastalik gi-
bi fevkalêde olaylara sahne olmami§tir. Hatîâ o de­
virde ve bunu takibeden yillarda bu bahsedilen dôrt
hadise aslâ ayni anda meydana gelmemi§tir. §u son
iki asrin son yirmi yiliarinda nice sava§lar, nice ayak-
lanmalar meydana gelmi§; “m/y/ei/er” milletlerin, kral-
liklar kralliklarin kar§isina çikmi§; çe§itli yerlerde ‘'bü­
yük sarsintilar” sefâlet ve salginlar gôrülmü§, fakat “in-
sanoglu”nun gelmesinden ônce gôrülecegine inanilan
güneg’in kararmasi, ay’m i§iginin kesilmesi gibi aiâmet-
1er gôrülmemi§tir. Bu kehânetin çikmadigi nazari dik­
kate alinarak, bunlar mecâzî mânada sôylenmi§ söz­
ler §eklinde mütalaa edilecekse. ortaya Mehdi olarak

Luka XXL 32.


Luka XXL 33.

247
çikan bâzi Hiristiyanlar ôyleyse niçin bu sozün lûgat
mânasini ara§tirirlar? Diger taraftan, Hz. îsa'nin adiy­
la vazu nasihat eden kimselerin zamaninda meydana
gelen yukanda zikredilen hâdiselerin muhtemelen si-
yâsî sebeplerle cezalandirmak için krallarin ve idâreci-
lerin ba§ina getirilmi§ felâketler degildi. Aksine onlar,
kar§ilarinda uzun sûre kapali duran yollari, yurtlarina
götürecek §ekilde açilmi§ olarak buldular. Bu ihtimal-
lerin her biri bu kehânetin ya folklorik, ya da Hz. îsa’­
nin çe§itli vesilelerle soyledigi efsânevî bir hikâye ol­
dugunu isbat eder. Bu kehânetin böyle muglak olu-
§unun sebebi, ya bizzat Hz. îsa’nin kendisinin müp-
hem bir kanâate sahip olmasmdan, ya da O ’nun ha-
yatini iki asir sonra yazan kimselerin bu olayi ba§ka hâ-
dislerle kan§tirmi§ olmasmdan ileri gelmektedir.

248
VI
“SIBÖATÜLLAH”, YÂNÎ KUTSAL RUH VE ÂTE§-
LE YAPILAN VAFTIZ

Bir türlü izah edemediglm bir kaç dinî olaydan bir


tanesi de §udur: Eger Hz. Yahya, Hz. Isa’yJ kendi­
sinden daha kuvvetli bir peygamber olarak ilân ve O ’­
nun pabuçlannin iplerini dahi çôzmeye lâyik olmadigi
Mesih §eklinde takdim etmi§se, Arap Yarimadasmda
ve Mezopotamya’da epeyce üstünlük kuran Sâbiîler
nasil olup ta Hiristiyanhgi benimsememi§lerdir? Hem
eger, Yahya’nin bildirdigi gibi Hz. Isa, Rûhülkudüs ve
Ategle vattiz etmeye gelmi§ bir peygamber idiyse Hz.
Yahya’nin Ürdün irmaginda ve ba§ka yerlerde vaftiz
ettigi binlerce kigiyi, niçin tekrar âte§ ve Kutsal ruhla
vaftiz etmemi§; ve Allah tarafmdan îbrahimogullari’-
na vaad edilen bütün ülkelerdeki putperestligi yok edip
yerine Allah’m hâkimlyetini zor ve âte§ kullanarak kur-
mami§tir? Isa, cemâate yeryüzünün gerçekten Rabbi
ve en büyügü olarak takdim edilseydi, Hz. Yahya’nin
elçilik gôrevine inananlar ve onun samimi dostlari olan
bu kimseler, Hz. Isa’nin peginden gitmezierdi. Yok
eger, Hz. Isa, Hz. Yahya’dan bir asir sonra gelmi§se
-ki böyle birgey asla sôzkonusu degildir. Hz, Yahya’­
ya inanan kimseler Hiristiyan Kilisesi’ne girmeyi red-
detmekte mazurdurlar. Bilindigi gibi Hz. Isa ile Hz.
Yahya (a.s.) ayni yilda dogmu§ akranlar olmasi ya­
ninda her ikisi de insanlan pigmanhk suyunda vaftiz
etmi§ ve tôvbekâr kimseleri, gelmesi yakm olan fa-

249
kat kendi zamanlannda tesis edilmeyen "AlJah’in
Saltanati” için hazirlanmifti.
Sâbiîler, yâni “boyacilar", ya da “Vañizciler” Hz.
Yahya’nm samimi taraftarlari olduklan halde, sapita-
rak bàtil itikatlara kapilmi§lardir. Bununla beraber ken-
dipeygamberlerinin îmâ ettigi peygamberin ise Hz. Isa
olup olmadigmi çok iyi biliyorlardi. Bu sebeple Hz, Mu­
hammed (s.a.v) gelince, IsIàm dinine kucak açmi§lar-
dir. Uria yakmlanndaki Harran ahàlisi, kendilerinin
zannettigi gibi eski Sâbiîlerin kahntisi degildir. Hz. Ib­
rahim’in eski topraklann üzerinde Kur’an’m müsâma-
ha ile kar§iiadìgi Hiristiyanhk, Yahudilik ve Sabiì dini
olmak üzere sadece üç yabanc! din vardir. Eski Sabiì-
lerin devami olduklan iddia edilen bu Harran’hlara, i§te
bu Kur’anì anlayi§ dolayisiyla Türkler tarafmdan ken­
di dinlerini serbestçe ya§ama müsâadesi verilmi§tir.
Hiristiyanlann Rûhülkudüs an!ayi§i, Müslümanlarin
ve Yahudilerin Kutsal Ruh anlayigindan tamamiyle
farkhdir. Zira Ruh, Üçlü îlâh kavramindaki ilahlardan
diger ikisinden birine bagli olmayarak ilâhî sifat ve fonk-
siyonlan hàiz ilâhî bir §ahsiyet degildir. Halbuki Hiris­
tiyanlar, Teslis’in üçüncü §ahsiyeti olan ayni Rûhülku-
düs’ün, kendilerinin unsurlanni takdir etmek ve onla-
ri ve digerlerini insanüstü mertebeye eri§tirmek için,
kendi semâvî tahtindan her papazin emri ile günlük
àyinler Için mutât bazi âyin ve ibadetleri sirasinda in-
digine inanirlar, Tabiì öyle bir dü§ünce, ister Yahudi,
ister Müslüman olsun Tek Tanri inancina sahip her-
kesin dinî duygulanni rencide eder. Bir papazin araci-

250
hgiyla Rûhülkudüs’ün vaftiz suyunu, çarmiha gerilen
Tanri’nin {Hz. Isa) kanina dônü|türüp aslî günahi yok
edecegi §eklindeki bir inançtan daha saçma ve Müs-
lümaniarin hislerini rencide eden daha kötü bir §ey
olamaz. Buna benzer diger bir saçmalik da, Ekmek-
§arap âyininindeki ekmek ve §arap gibi maddî §eyle-
ri, tecessüm etmi§ Tanri’nin etine ve kanina dônü§tü-
ren sihirli ameliye inancidir. Bütün bu inani§lar Tev­
rat’in verdigi bilgilere ba§tan ba§a ters oldugu gibi, Hz.
Yahya ve Hz, îsa’nin gerçek dinlerinin de tahrif edil-
mi§ §ek]idir. Bir Hiristiyanin, papazlarin sihirli kudreti
altmdaki Rûhülkudüs’ün bütün fertlere belli birôlçüde
hulûl edecegine, fakat onlann günah ve cehâletlerine
kefil olamayacagma inanmasi da saçmaliktir. Bu ara­
da, Hananya ve karisi Safira’nm Rûhülkudüs’ün ken­
dilerine tecelli etmesiyle vaftiz ediidikierini de ôgren-
mekteyiz, Bilâhere onlara teslisin bu üçüncü zâti olan
Ruhulkudüs tarafmdan, tarlalarmi satip paralanni re­
sul Peter’in ayaklan altma koymalan için ilham gelir,
fakat bu kan-koca paranm bir kismini saklamasi için
ayni zamanda bu defa Çeytan tarafmdan ayartilirlar.
Ve neticede bu paraci kan-koca mùcizevî bir §ekilde
oracikta ôlürler. {Resullerin I§leri V,l-10)
§imdi, teslisi meydana getiren üçüncü zatm, in-
sanlara hulûl ederek onlan kutsalla§tirdîgma ve sonra
da bu kimselerin günaha delâlete ve inançsiziiga sü-
rüklenmelerine izin verdigine; hatta kanli sava§larla kat-
liamlar yapmalan için terkettigine inanmak olacak i§
midir? Çeytan, Kutsal Ruh’la hemhal olmu§ ve onun

251
tarafindan korunmu§ bir kimseyi azdirabilir ve onu da
“§eytanla§ürabilir mi?" Kur’an-i Kerim bu konuda gä-
yet açik olup Allah, §eytan’a §öyle diyor:
“Gerçekten sen benim kuHanm üzerinde hiç bir ta-
hakkümde bulunamazsin. Sana ancak zäten azip sap-
mi§ kimseier tâbi olur.’’ (Hicir Sûresi, 42)
Ruhun kutsiyetinin tecelli ettigi bir kulun ve ger­
çek bir mü’minin büyük günah i§leyebilecegine ve Ce-
hennemde yanabilecegine bir an için dahi olsa inana-
mayiz. Hayir, hatta §u madde dünyasmda ya§adigi
müddetçe kutsal bir ki§inin vazifesi, günah ve kötü-
lüklerle mücadele edip sava§maktir. Böyle bir kimse
zaman zaman kaybetse bile, yeniden yükseiecek ve
kendisini himäye eden hakiki Ruh tarafindan aslâ ter-
kedilmeyecektir, I§te samimi pi§manlik ve tövbe, içi-
mizde mevcut olan bu Rahmânî Kuvvet’in eseridir.
Eger bir Hiristiyan, “Resullerin î§leri” Kitabmda anla-
tilan ve kiliselerinde kabu! ettigi mänada bir Kutsal Ruh
ve Ate§Ie vaftiz ediimi§ olsaydi, her vaftizli Grek, La­
tin ve Habe§li Hiristiyan sadece günahsiz bir aziz ol-
makla kalmayip, birçok dii biien ve konu§an bir pey­
gamber de olacakti.
Gerçek §u ki, Hiristiyanlar, vaftizli bir Hiristiyana
hulül eden Rûhulkudüs hakkinda tam ve kesin bir ka-
naate sahip degildirler. Eger bu dedikleri Ruh, Allah
ise, §eytan bu takdis edilmi§ ve daha dogrusu ilahla§-
mi§ bir kimseye yakla§ip kandirmaya ve ba§tan çikar-
maya nasil cesaret edebilir? l§in asil önemli tarah, na-
sil olup ta bu §eytan, Rühülkudüs’ü kovup vaftiz edil-

252
mi§ bu kâfir veya mü§rik kimsenin kalbine yerlefebili-
yor? Diger taraftan, bu Ruhulkudüs denilen §ey, eger
meleklerin reisi Cebrail veya ba§ka bir melek ise, Hi­
ristiyan kiliseleri hayal aleminde dola§iyorlar demek­
tir. Çünkü, bir melek her yerde hâzir ve nâzir olamaz.
Yok eger vaftizli bir Hiristiyanî günahlardan aritan ve
ona huiûl eden bu ruh, -Teslisin üçüncü §ahsinin da
Rûhuikudüs olduguna inanmalarindan dolayi- Allah’in
bizatihi kendisiyse o halde, bütün vaftizli Hiristiyanla-
nn, ilâh veya ilâhla§mi§ kimseler olduklarmi iddia et­
meleri gerekir.
Bir de Protestanlann Rûhülkudüs telakkileri var­
dir: Onlara göre bu öyle bir§ey (veya öyle bir kim­
se) ki, câhil veya âlim bir hatibin galeyana getiri-
ci konu§masi esnasinda en yüksek vecd ve heyecan
halinde bulunan Hiristiyanlarm kalbinde tecelli eder.
Ve bu §ahislar “yeniden dogmu§” olduklarina inamr-
lar. Ne yazik ki onlar arasinda pek çogu eski serserilik
ve dolandiricilik hayatina dönmek isterler ve döner-
1er.
Ruh ve Ate§le yapilan vaftizden ne anladigimi açik-
lamadan önce, Yahudi ve Hiristiyanlar arasindan Al­
lah’tan korkan ve gerçekten dindar olan epeyce insa-
nin var oidugunu kabul ve itiraf etmek istiyorum. Zi­
ra, dînî gôrü§ ve inani§lari bizimkinden farkh olsa bile,

1) Ruhulkudüs’ün çeçitli dillerden Hiristiyanlar arasinda muayyen ve


sabit bir cinsiyeti ve dolayisiyle de belirli bir cinsiyet zâmiri yoktur. Bu
setjeplc de, mesela Ingilizcede oldugu üzere, farkh cinsiyetler ifade eden
“he”, “it” gibi zamirletle i§aret edilebilir.

253
bu kimseier Aliah’i sever O’nurì rizasi için güzel amel-
lerde bulunurlar. Çüphesiz biz Allah’in ba§ka dinler-
den olan insanlar hakkindaki muàmeiesini anlayabi-
lip hüküm veremeyiz. Yalniz §unu söyleyebiliriz ki, Hi-
ristiyanlarin Tanri mefhumu, inanip sevdikleri gerçek
Allah’in sadece yanli§ bir ifade §eklidir. Eger onlar Hz.
Isa’yi yüceltip iiâhla§tiriyorlarsa, bu Allah’m gànina göl-
ge dügürmekten ba§ka bir i§e yaramaz. Fakat onlar bu­
nu, O’nun güzelligini “Ruhullah”ta (îsa) görmek iste-
dikleri için yapiyoriar. Bunun yanmda bu Hiristiyan­
lar, Hz. Muhammed’in Peygamberligini kabul etmez­
ler. Bunun sebebi, en büyük azâbin Çeytan’a ve onun
yolundaki putperestlige verilecegini bildirmek suretiyle
Allah’in bilinmesinde takip ettigi yolun farkh olmasi de­
gil, bu güzide insanin,Hz. Isa’nin gerçek §ahsiyetini ve
elçiiik görevini onlar gibi anlamamasidir. Yahudilerin
Hz. Isa (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.v) hakkmda ta-
kindiklari tavrin mahiyeti için de ayni §ey sôylenebilir.
Allah esirgeyici ve bagi§layicidir.
Baginda belirlilik takisi bulunan Rûhülkudüs keli­
mesi, Allah tarafmdan yarati!mi§ belirli bir melek, Ceb­
rail, nefsânî kuvvetten mahrum sayisiz temiz ruhlar-
dan herhangi birini ifade ettigi gibi, bâzi özel vazifeleri
yapmak için de görevlendirilir. Rûhulkudüs’ün begerî
bir §ahsa gelmesi, Allah’in isteklerini ve ilâhî emirleri-
ni açiklamak ve o §ahsi peygamber yapmak içindir.
Böyle bir kimseyi ise §eytan aslâ aldatamaz.
Hz. Peygamberin getirdigi kutsal ruh ve âte§le ya-
pilan vaftiz §ekli, bize sadece Kur’an-i Kerim’in bir âye-

254
tiyle açiklanmi§ bulunmaktadir:
''(Biz) AHab’in boyasiyla boyanmi§tzdir. Allah’tan
daha güzelkim boyayabilir. Biz O ’na kulluk edenleriz”
(Bakara/138). îslâm müfessirleri bu âyette geçen
“sibga” kelimesini gayet isabetli bir §eki!de lügattaki
“boyamak” mânasiyla degil de dinin ruhî ve mecâzî
mânâsiyia anlami§Iardir. Í Bu Kur’an-i Kerim âye-
ti, “Sab’utha” ve “Ma’mudiya” dinlerini, yâni Sâbile­
rin ve Nasranilerin dinlerini nesh ve iptal etmektedir.
“Sibgatullah”. Allah’in dininin suyla degil, Ate§ ve Kutsal
Ruhla yapmi§ oldugu bir vaftiz geklidir. Hiaetin ilk yil-
larinda Allah Resulünün (s.a.v), sahabilerinin kabul et­
tigi din ile halihazirdaki Müslümanlann kabul ettigi din
aynidir. Fakat ayni §eyi, vaftiz dini için elbetteki sôy-
leyemeyiz. Hiristiyanligi tarif etmek için onaltiyi a§kin
Büyük Hiristiyan Konsül’ü celp ediimi§tir. Ancak on-
dokuzcuncu yüzyilda toplanan Vatikan Sinodu’dur ki,
St. Peter’le Bâkire Meryem’in bilmedigi “yanilmazlik”
ve “kusursuziuk” kavramindan meydana gelen iki sir-
rin, iki ana dogma oldugunu ke§fedebilmi|tir. îster mu­
kaddes, ister zindik olsun böyle umumi Sinod’lann dü-
§ünce, karar ve hükümlerine tâbi olan bir din ve inanç
sun’i ve begeridir. Tek Allah’a inanmak ve O ’nun ira-
desine boyun egmek demek olan Islâm dini, yerde
Müslümanlar; gökte de melekler-tarafmdan ikrar edi--

' ) Bu konuda daha geni; bitgi edinmek isteyen okuyuculanmiz, Elma-


lili M .H am diY a2ar’in“H akDiniKur’anDili”isimli degerli escrindeki ilgili
âyetin tefsirine; ve Hasan Basr: Çantay’in “Kur’an-i Hakim ve Meal-i
Kerim” isimli meaüne müracaat edebilirler.

255
lip benimsenmigtir. O.mübarek bir ilim ve irfan dini
olup, putperestligin ele geçiremedigi bir kaledir. Mii-
saade ederseniz bu konuda da bir-iki §ey sôylemek is­
tiyorum:
Kur’an’da belirtilen bu manevî boyama i§i, dog-
rudan dogruya Cenab-i Hak’in kendi eseridir. Çama-
§ir yikayan bir kimsenin keten bir elbiseyi veya ba§ka
bir nesneyi suda yikamasi; bir boyacmin renk ver­
mek için yün ve pamugunu boya teknesine batirmasi
gibi, bir vaftizcinin bir tôvbekânn geçmi§ günahlanni
silip atmasi gibi Cenab-i Hak’da, insanm cismini de­
gil, o kimsenin merhametiyle mübarek dinine kavuf-
turdugu ruh ve irâdesini yikamigtir. ̧te bu olay, bir
§ahsi, Allah’m Saltanati’na tâbi ve Hak Din’e girmeye
elverifli ve lâyik hale getirecek olan “Sib^atuUah”, yâni
Allah’in vaftizidir. Cebrail, îslâm Peygamberine ilk ola­
rak vahiy götürdügünde, bu yüce insan bununla elçi-
lik gôrevine nâii oluyordu. [îlk vahiy esnasmda ken-
dinden geçen Peygamberimiz] kendine geldigi zaman,
dogru yolu bulmalan için ruhlarini Allah’in antmayi,
vaftiz etmeyi diledigi kimselere âyetleri okumaya ba§-
ladiginda O’nun ruhu belli bir dereceye ve mertebeye
kadar aritihp taziz edilmi§ bulunuyordu. Bôylece bu
müslümanlar da, yeni iman ordusunda mübarek su-
baylar oldular. §unu hemen belirtelim ki, bu ruhî vaf­
tiz, Müslümanlari peygamber, günahsiz azizler ve kâ-
hinler haline getirmez. Zira Allah’in Kur’an’daki kelâ-
mi ve iradesiyle birlikte vahiy ve Peygamberlik te son
bulmu|tur. Bu sebeple bu Müslüman Sahabiler, gü-

256
nahsiz evliyalar demek degildir. Onlarin takvalan ve
güzel amelleri ancak ve ancak §er kar§isindaki gayret
ve mücadeleierinin neticesine baghdir; bunun için de
hakh olarak bazi kimseler azi2 ler derecesine yükselti-
lemez, Kezâ, bu Sahàbiler, Rab’lerine saglam ve sar-
silmaz bir inançlabaglanmi§ olup mûcize ve harikaiar
göstermek için de görevlendiriimif degildirler.
Buniardan ba§ka, bu “SibgatuHah”, Müslümanla-
n, Rab’lerine, din kardeglerine ve bilhassa ailelerine
kar§i olan vazifeierinde saglam ve sebath olmalarini te­
min eder, Fakat bu onlan kendilerinin dinda§Iarindan
daha üstün Müslüman oldu§u ahmakligina ve Hiristi-
yanlikta oldugu üzere diger insanlari sürü ve kendile­
rini de çoban yerine kóyarak papazhk taslamak gibi bir
iddiaya sürüklemez. Fanatikìik, dìnì tekebbür ve ben­
zeri §eyler, Kutsal Ruh’un i§i degildir. Her Müslüman,
yaradili§tan aym '‘Sibgatullah”a,aym dine ve ruhì vai-
tize sahip oldugu gibi, öbür dünyadaki §erefìi makami
elde etmek için de §u kisa dünya hayatmda birtakim
imtiham kazanmak mecburiyetindedir. Her Müslüman
sadece Allah’in àyetle inen hikmetine uygun bir dinT
egitim ve ögretime muhtaçtir. Yoksa, birpapazm, bir
âyinin veya bir azizin araaligina degil, bilgisi ve dini
gayretine göre bir iman, bir tebli§ci veya bir vaiz ola-
bilir.
Kisacasi, bir kimse ister dogugtan, ister ihtida et­
mek suretiyle Müslüman olsun, ruhìbakimdan vaftiz
edilmi§tir ve Allah’in Saltanatinin tebâsi ve hür bir in­
san olmaktan ba§ka, ba§arisina, bilgisine, sihhatine,

257
kâbiliyetine ve fizikî özelliklerine uygun §ekilde e§it hak
ve ödevlere sahip olur.
Vaftizci Yahya, bu Ruh ve Ate§le yapilmi§ vaf-
tisi, ilâhî bir varliga yâni Allah’a ve Allah’in oglu ola­
rak degil, ilâhî ibadeti gerçeklegtirecek mübarek bir ara­
ci ve vasita olarak kabul ettigi Allah’in Büyük Peygam­
berine (s.a.v) atfetmi§tir. Hz. Peygamber de (s.a.v.),
Allah’in mesajini insanlara aynen teslim etmi§, ibadet­
leri gôstermii, mukaddes görevini ifa etmi§ ve gâyesi
ugruna kâfir putperestlerle sava§ip cihad etmiftir. Fa­
kat, onu ba§arih ve muzaffer kilan yine de Allah’tir.
Ayni §ekilde Hz, Yahya da dini teblig ve insanlan vaf­
tiz etmi§se de, insanlarin pi§man olup tövbe etmesi ve
günahlarinin affi sâdece Allah’a mahsustur. Hz. Yah­
ya’nin “Benden sonra gelecek olan O, benden daha
kuvvetüdir; OsiziÀte§ ve Ruh’Ia vaüiz edecekîir’
lindeki mûcizesinin hikmeti de ruhî vaftizin sadece Is­
Iàm Peygamberi (s.a.v.) tarafindan icra edildigini bil-
mekie anla§ilabilir.
Bu arada, bu vaftizin yapih§ §ekliyle, malzemesi-
nin tamamen ilâhî ve tabiatüstü oldugunu belirtmek
icap eder. Biz bu eseri meydana getiren gözükmez,
fakat gerçek müessirin tesirini görüp hissedebiliriz. An­
cak bu vaftiz geklinde, vaftiz malzemesi olarak su bu-
lunmadigi gibi, âyini yönetmek için bir idareci de yok­
tur: Insanlara bu manevi boya verme igini Allah, Rûh
aracihgiyla yapar. O ’nun sôzünü ettigi “Sibgatullah’-
’in unsurlan, Ruh ve Ate§ olup bu §ekil bir vaftiz, yal­
niz Allah’a mahsustur. Bu iglemin nasil yapildigi ko-

258
nusunda ise, her§eyin O’nun “Kûn!” (01!) sözü ve em-
riyle yaratilmasi hâricinde elbetteki Cenab-i Hak’a her
hangi bir ispatta bulunamayiz. Netice oiarak, bir Müs­
lüman, Çeytan ve putperestlikle sava§mak için takdis
ve ir§ad ediimi§ ve asker olmu§tur. '‘Sib§atuliab”’m bu
üç neticesi, ciddi bir çali§ma ve inceleme gerektirecek
kadar önem arzetmekte olup, bunlari §u §ekilde ôzet-
lemek mümkündür.
1- Kutsal Ruh, ister Cebrâil, ister mevcut en üs­
tün ruh'ardan bir Ruh olsun, bir Müslümanin ruhunu
Allah’m emriyle daha dogu§tan itibaren, ya da mukad-
der bir hidayet neticesinde takdis eder, Böyle bir tak­
dis i§i ise, §u anlama gelir:
a) Mü’minlerin kalbine mükemmel bir Allah inan-
cmi nak§etmek; “Siògatuìlah”, mü’minlerin ruhunu Al­
lah’m mutlak birligine Mâliki’nin, Sâhibi’nin ve Efen-
di’sinin yalnizca O’nun oldugunu bilecek ve O’na gü-
venecek haie getirir. Böyle bir iman, kendisini mü’­
min olarak kabul ve ikrar eden herkeste açikça teza­
hür eder. Bir Müslümandaki bu saglam imanm i§aret
ve alâmeti, en iyi bir §ekilde “Elhamdülillah
MüsÜimanim ” sôzünde ifadesini bulur. Bu sebeple bir
Müslümanin imanini ispat konusunda, Allah’a kar§¡ §irk
ko§an bir kimseye kar§i duydugu kin ve nefretten da­
ha inandinci ve son derece açik bir i§aret var mi aca­
ba? Diger taraftan, Cenab-i Hak’m nazarmda §u iki ki-
§iden acaba hangisi daha seçkin bir yere sahiptir? Sa­
de yapilî bir camide yaratiasma ibadet eden bir kimse
mi, yoksa zemini ölü kemikleriyle kaplanmi§, kubbesi

259
melek ve aziz figiirleriyle siislenmig, duvar ve sunak-
lan put kabilinden heykellerle bezenmig bir binanin için-
deki, çarmiha gerilme olaymi anlatan ondört resim ve
tasvire tapan kimse mi? A

b) Allah’m, bir Müslümanm ruhunu Ate§ ve Kut­


sal Ruh’la vaftiz etmesi demek, o kulun Yaradanmi
sevmesi ve O ’na teslim olmasi için a§k ve baglilik his-
siyle doldurulmasi demektir. Haysiyetli bir koca, sev-
gisinin, e§i tarafmdan ba§ka bir erkekle paylagildigmi
görür görmez onu bo§ayacaktir. Bu ornekte oldugu
gibi Cenàb-i Hakk da, kendisine herhangi bir §eyi ve­
ya kimseyi ortak ko§an kulunu yüzüstü birakacaktir.
Bir Müslümanm Allah sevgisi, hayâlî veya mücerret
sevgi olmayip gerçek ve amelì bir sevgidir. Bir evin
Efendisi mukaddes çeyiere küfür eden, sövüp sayan
karismi, oglunu veya arkada§mi evinden kovmakta bir
an için bile tereddüt göstermez. Bir putperest veya
gayri muslim kimse de kendi inanci üzerinde ayni has-
sasiyetì gösterir. Fakat Hak ve Tek olan Allah’a gös-
terilen bu a§k mübârek ve mukaddes olup, böyle sa­
mimi ve derin bir sevgi de sadece mü’minierin kalbin-
de mevcuttur. Bir müslümanm i§e ba§larken söyledi-
§i “BismiHah"' ve !§i bitirirken teieffuz etti-
Q\ “EIhamdüli}lah” sözleri, bütün sevgilerin üstünde ve
fevkinde olan “Allah i4jki”yla boyanmi§ ve kendisin­
den geçmi§ saf Müslüman ruhunun en samimi ifàde-
sidir. Bu gibi sözler, Müslümanlarm agzmdan çikan zo-
raki, yapmacik ve sahte sözler degil; cismânî varhgma
yer!e§mi§ olan annmj§ ruhunun duasj ve ibadetidir.

260
Eger bir Hiristiyan veya Yahudi, ayni inanç ve sadâ-
katle Allah’a inanmi§, O’nun boyasiyla boyanmi§ olsa
ve kalplerl de Müslümanlannki gibi çarpsa, böyle §a-
hislar, kendileri farkinda olmasalar bile Müslüman sa-
yilidar.
c) “Sibgatullah'\n Allah’in birligine inanmi§ bir Müs­
lümanin kalbine ilham ettigi ilham ve a§ktan ba§ka di­
ger bir §ey de, O’nun mukaddes irade ve emirlerine
tam bir teslimiyet ve tevekküldür. Bu mutlak itaat, sâ­
dece iman ve a§ktan degil, her mü’minin kalbinde ve
ruhunda öyle pek yerle§meyen mukaddesât korkusun-
dan ve derin saygjdan da kaynakJanmaktadjr.
Bu bahsettigimiz §eyler, ruhî vaftizin temei özel-
likleri olup, IsIàm dininin mensuplarindan ba§ka hiç
bir kimsede zuhur etmez. Müslümanlarla ayni Allah’a
inanan Hz. Yahya, Hz. îsa gibi peygamberlerle, bun­
iann havarileri, ilâhî rahmet ve magfirete nâil olma ba­
kimindan ayni payeye sahiptirler. Hattâ Kutsal Ruh’­
un bizatihi kendisi bile bir mahluk olup, benim, senin
sevip korktugumuz gekilde ALlah’i sever, Aliah’tan kor-
kar.
2. Ruhî vaftizin ikinci igareti “ilim-irfan” olu§udur.
Pek çok kimsenin bilip ögrenmek için çaba sarfettigi
Cenâb-i Hak ve O’nun iradesinin ilmini ögrenmek sa­
dece ve sâdece Müslümanlara nasip olmu§tur. Bu bil-
giyi her Müslümanin temiz simasiyla, olgun davrani§-
lanndan okumak mümkündür. Ancak, böyle bir kim­
se, bir çocugun anne ve babasinin tabiat ve mahiyeti-
ni anlayamamasi gibi Aliah’in zatini ve mahiyetini id-

261
rak edemez. Fakat bebegin diger kadmlarin arasinda
kendi annesini tanimasi gibi O’nu tanir ve sever. Tabii
bizim burada yaptigimiz, sâdece bir ie§bihten ibaret
olup, aslinda bir Müslümanm Rab’bini bilmesiyle, bir
bebegin annesini tanimasi arasinda dogrudan dogruya
bir münâsebet kurmak elbetteki son derece günahtir.
B'’-Müslüman ne kadar câhil, basit ve günahkâr olur­
sa olsun her tabiat olaymda Allah’in hikmetlerini ara§-
tirir, Ve yine Müslüman bir kimse gerek iyi gerek kÖtü
zamaninda Allah’i asla hatirindan çikarmaz. Ezan bu
irfanin canli §âhididir. “AHah’tan ba§ka iJâh yoktur” ifa-
desi mu§riklere kar§\ezelî bir protesto olup bütün Müs­
lümanlar “Aliah’tan ba§ka biriJâh'm olmadigina §eha-
det ederim” derler.
Bu münäsebetle insan nefsinin, insan ruhundan
tamamen farkli oldugunu da belirtmek icap eder. î§te
insanm idrakini aydinlatan ve ona gerçek bilgiyi a§iia-
yan kuvvet, nefis degil bu kutsal ruhtur. Bunun gibi
kötü ruh (nefs) de, insani kötülük yapmaya, putpe­
restlik ve inançsizliga sürüklemeye çaligir.
3. “Sibgatu’I-Iah”, Islâm cemiyeti ve ordusunun,
her türlü hatâ, günah, hurafe ve bilhassa da putpe­
restlik kar§ismda a§ilmaz bir set olmasi için ‘Ate§”]e ya-
pilm¡§ ilâhî bir boyama gekiidir. Bir müslümanm kalbi­
ni ve ruhunu yumugatan, bôylece gerçek cevherini cu-
rufundan ve pisliklerinden ayiran, i§te bu ate§ten vaf-
tizdir. Yine O, Cenab-i Hak’la mü’min kullan arasm-
daki ittifaki kuvvetlendirip saglamla§tiran ve onlann Al­
lah yolunda sava§malari için kuvvetle donatan ilâhî bir

262
kudretiir. Bu sebeple bir Müslümanin, Aliah ve din ug­
runa gôsterdigi her türlü çaba ve gayret mukaddestir.
Bir vah§i, feti§leri; bir putperest, putlan; bir Hiristiyan
da “haç”i için savagir; fakat bütün bunlar, îslâm’m mü­
kemmel Allah inanci kar§isinda oldukça bo§ §eylerdir.
Netice olarak, Müslüman karde§lerimin dikkatini
buniann kim oldugunu bilmeye, Allah’in nimetlerini
idïake ve bunlari uygun bit §ekilde ya§amak konusu-
na çekmek istiyorum,

263
VII
“PARAKLET”, RUHULKUDÜS DEÔÎLDÎR

Kitabimizm bu bölümünde, Yuhanna Indli’nde ge­


çen me§hur Parakiet (Paraclete) konusunu inceleye-
ceglz. Daha önce de belirtmi§ oidugumuz gibi, Hz. Isa
da Hz. Yahya gibi, Allah’in Saltanati’nm kurulacagini
müjdelemi§, insanlan tövbe etmeye çagirmi§ ve güna-
hindan dolayi pi§manlik duyanlan vaftiz etmigtir. Bu
iki peygamber de ilâhî vazifelerini gerefie ifâ etmig olup,
Allah'tan aldiklanni îsrail kavmine aynen ula§tirmi§lar-
dir. Ancak, Hz, îsa, Atlah’m Saltanati’nin kurucusu ol­
mayip onun sadece bir habercisidir. î§te o bu sebeple
kendisine gelen încii’i yazmadigi gibi hiç bir kimseyi de
bunun için görevlendirmemi§tir.
Hz. ì-^a (a.s.) havârilerine încillerdeki “A//a/i’m
Saltanati” ve “Paraklitos” ile ilgili güzel haberler anla-
mina gelen Ìncil’i, kargilikli konugmalar ve umumì va-
azlar halinde açiklamigtir. Bu konu§malar, vaazlar ve
kissalar, bunlan i§iten kimseler tarafmdan igitmeyen-
lere nakledilmi§; Efendilerinin bu söz ve ögretileri, daha
sonra kisaltilarak yazih hále getirilmi|tir. Artik Hz. Ìsa,
Yahudi bir din adami olmaktan ziyàde ilâhî bir Kelàm;
Paraklet’in öncüsü, Efendi ve Seyyittir. Böylece O ’­
nun saf ve hakikate dayah sözleri, efsâne ve menki-
belerle kari§tinlip bozulmu§tur. Bir sure için onun her­
hangi bir zamanda bir alay melekle bulutlann ötesin-
den tekrar dünyaya dönmesi beklendi. Halbuki Re-

264
suller^’^ gelip geçtigi haide o gelmedigi gibi, O’nun
§ahsi ve doktrinin etrafinda da bir takim dinî ve feisefì
spekülasyonlar ortaya çikti. Mezhepler birbirini ko-
valami§, çeçitli isim ve iinvanlar altinda bir sürü Indi
ve Incil yazarlan tiiremi§, çok sayida Hiristiyan din ada-
mi da apolojist diger teorileri tenkit etmi§, sava§mi§-
tir. E§er ìndi Hz. îsa’nm sagliginda iken kaleme alm-
mi§ olsaydi, hattà resulier heyeti tarafmdan güvenilir
kabul edilen bir kitap bulunsaydi, Nasirali bu Peygam­
bere gelen ilâhî emir ve sözler. Periklit, yâni Ahmed
gelinceye kadar aslìgeklini ve bütünlügünü koruyabi-
lecekti. Ne yazik ki gerçek böyle degildir. Her Incil
yazan Hz. îsa’yi kendi hayal gücüne uygun biçimde
tasavvur etmi§ ve O’nu kitabmda degi§ik §ekilde an-
latmi§, dinini de farkh açilardan yorumlamiçtir. Yuhan­
na încili’nde geçen ve kelâma dâir yüksek seviyeler-
denseyredendü§ünce; Periklit hakkmdaki müjde; Hz.
Isa’nm kendi kam ve bedeni üzerine sôyledigi izahi
gayri kabii sôzlerle buna benzer daha birçok mûcize-
1er. olaylar ve sözler, diger üç încil’e yabanci oldugu
gibi onu en azmdan iki asir hiç görmeyen Hiristiyanla-
rin büyük bir kismma da yabanci kalmi§tir.
Bununia beraber, bu dördüncü încil Yuhanna da,
diger üç încil gibi, îsa ve §agiri!erinin ana dih olan Aie
mice degil, Grekçe yazilmiçtir.St. luka inciünde yer alan
“Eudokia” kelimesini incelerken^^^ kar§ila§tig!mn

■) HitlstlyanlarHz.lsa’dan sonra,belli bir sûre için çok sayjda Res'jlùt>


geldigine inaniriar.
1) Geni§ biiij: için bk.: islainic Revisw dergliinin 1930 Ocak ayi
136. sayis>i

2o'o
güçlük, burada yine kar§imiza çikmaktadir. Hatiriana-
ca§i üzere orada Yuhanna încili’nde “Parakiet” §ek-
linde geçen ve bunun daha sonraki bütün tercümeie-
rine ise “Teselli edici” §eklinde aktarilan bu mefhumun
karjiligi olarak îsa'nin kendi ana dilinde acaba hangi
ismi veya kelimeyi kuilandigini ara§tirmi§tik.
Bu pek garip, daha dogrusu hatâli bir kurulu§a sa­
hip olan “Parakiet” kelimesinin etimolojisini ve gerçek
anlamini ara§tirmadan önce, bu Yuhanna Incili’nin bel-
liba§h özelliklerine kisa bir gôzatmak gerekecektir. Bu
kitabin yazan ve gùvenilirligi, her ne kadar Yüksek încil
Tenkitçiligini ilgilendiren bir mesele ise de, §imdiki §ekli
ve muhtevasiyla bu Incil’in St. John tarafmdan yazil-
digina inanmak mümkün degildir. Ister Zebedee oglu
Yuhanna (John), ister bu adi ta§iyan ba§ka birisi ol­
sun, Kelâm hakkindaki gôrüçleri dolayisiyla bu yaza­
nn Yahudi bilgin ve Füozofu Philon’un gôrü§leri ile ben­
zer gôrü§e sâhip oldugu görülmektedir. Büyük Isken-
der’in Filistin’i zapti ve îskenderiye’yi kurmasi ile bir­
likte ilk olarak bir kültür ve medeniyet devrinin ba§la-
digi bilinmektedir. î§te bu olaydan sonra Hz. Musa
(a.s.) taraftarlan ile Epikürcüler yüz yüze gelmi§ ve ne­
ticede Kitab-i Mukaddes’in mâneviyat anlayigi, Yunan
putperestliginin kati maddeciligi üzerine kuvvetli bir §e-
kilde tesir etmeye ba§Jamj|t}r. Çok sayida Yunan ko-
lonilerinin bulundugu Filistin’de ve Misir’da Grek sa­
nati ve felsefesinin Yahudi âlimleri tarafmdan benim-
senip incelenmesi de bu devreye rastlar, Yunan fikir
ve edeb/yafinj/7 Yahudi okullanna girmesi, Yahudi ha-

266
ham ve bilginlerini harekete geçirdi. Gerçekten de Ib­
ranice öyle ihmâl edilmi§ti ki, Iskenderiye sinagogla-
rinda Tevrat, Grekçe tercümesi olan Septuaginta’dan
okunuyordu. Nitekim bu yabanci kültür istilasi, kendi
dinlerini daha iyi bir §ekilde ara§tirmak ve bu tehlike-
ye kar§i kendi kendilerini korumak için, bütün Yahu­
dilerin harekete geçmesine sebep oldu. Bundan do-
layi, Tevrat’la ilgili hakikatlerin Yunan dü§üncesiyle ya-
kinla§ip uzla§masina imkân vermek gâyesiyle Kitab-i
Mukaddes tefsirinde tutulacak yol için yeni bir metot
aramak gayretine dü§tüler.Çünkü,kendilerinin, Tev­
rat hükümlerini zâhirî lafzî §ekliyle anlamaya dayaii ha-
iihazir metotlannin, üstün bir muhakemeye dayah Ef­
latun ve Aristo felsefeleri kar§ismda tutunacak kadar
kuvvetli ve elveri|li olmadîgini kavrami§lardi. Fakat bu
arada, Yahudilerin yogun faaliyetleri ve dinlerine olan
engin sadâkatlri da Yunanlilarm kiskançlik ve kinleri-
ni mûcip oluyordu. î§te,daha Büyük Iskender’in hi-
mayesi aitindaki Misirh rahip Manetho, Yahudilik aley-
hinde hakâret ve iftiralarla dolu bir §eyler de yazdi. Ti­
berius zamaninda ise, büyük hatip Apion, manetho’-
nun bu iftiralarini yeniden canlandirdi. Öyle ki, bu fa-
aliyetler zamanla halki Tek Allah’a inananlara zulüm
yapmaya sevk edecek kadar zehirleyip galeyana ge-
tirdi.
[l§te bu §artlar altmdaki Yahudiler] hemence be-
nimsenen yeni bir tefsir metodu geli§tirdiler. Bu me-
tot, Tevrat’ta yer alan her dinî emir ve hükmün, her
hikâyenin ve hattâ bir §ahsm isimlerinin altinda izah

267
edilmesi gereken birtakim gizli mânalarin bulundugu-
nu kabule ve buniann allegorik tefsirine dayanmaktay-
di. Aslinda din felsefesinin sistemine benzer bir siste­
mi ihtiva eden bu allegorik tefsir, hemence ve hiç de
layik olmadigi halde Tevrat’m aslmin yerini aldi.
Bu metoda gahsiyet kazandiran me§hur ki§i ise,
M.Ö. 25 yilinda îskenderiye’de zengin bir Yahudi âi-
lesinin çocugu olarak dogan Philon idi. Eflatun felse­
fesinin büyük üstadlanndan olan Philon, mecâzî iza-
ha dayali tefsirini, temiz ve akia bir Grekçeyle yazmi§tir.
O, vahye dayanan dinlerin, doktrinlerin, en yüksek
insan bilgisi ve akliyla uyu§abilecegine inaniyordu. Phi­
lon’un zihnini en çok me§gul eden §ey, Allah’in, yâni
Saf Ruh’un be§erî varliklarla olan münâsebetinin na­
sil tezâhür etti§i hususu idi. î§te Philon, burada Efla-
tun'un “IdeleT” teoús\náen hareket ederek, Dünya ile
Tann arasinda münasebetleri tanzim eden meleklere
tekâbül etmek üzere “Ulùhiyetin Tezâhürhri” adini ver­
dini bir aracilar serisi icat etti. Bu “îdeler’in en önemli
unsuru olan Logos (Kelâm) Dünyada var olan yük­
sek akil ile, Aliah’m fiilinin en yüksek ifâdesini te§kil
ediyordu.
îskenderiye Okulu ile birlikte Yahudiligin putpe­
restlik üzerine galebesi de gerçekle§mi§tir. Fakat Ha-
hamba§i Paul Haguenauer’in küçük kitabi Manuel de
Littéaruture Juive (s.24)’de isâbetle belirttigi gibi da­
ha sonralari bu, Yahudilik degil Hiristiyanligin da aley-
hine bâzi zararli gôrü§lerin dogmasina sebebiyet ver-
mi§tir.

268
ßu yüzden Logos (Keläm) akidesinin men§ei Phi-
Ion ve ilk olarak Eflatun’un zekäsmin eseri olan “!de-
ler Teorisi”ni putla§tiran Aziz Yuhanna’ya yâni Yuhan­
na încili’nin yazarina kadar àayanir. Bu yazi serimìzm
birincisinde i§âret ettigimiz üzere, ilâhî Kelâm, Allah
Kelâmi manasina gelmektedir. Yoksa keläm olan Al­
lah mânasma d e 0 . Keläm akil sahibi bir varligin özel-
ligi olup, her akil sahibi konu§an kimseye äit bir özel-
liktir; yoksa, o akilli; konu§an bir varlik demek degil­
dir. ilâhî kelâm ezelî olmayip bir baslangica sahiptir,
Ezelde sâdece potansiyel (kuvve) oiarak mevcuîîur.
Diger taraftan, keläm bir cevher olmadigi gibi, ne olursa
oisun herhangi bir§eyle maddele§tirmek büyük bir ha-
tadir, §ayet “Allah Keläm’dir” demek mümkün ise,
“Allah Rahmet’tir. Allah Sevgj’dir. Allah Hayat’tjr, A l­
lah Kuvvet’tir, v.s.” demek niçin mümkün olmasm?
i§te bunun içindir ki., ben Hz. Isa (a.s,) için soylenilen
“R ühullah": Hz, Musa (a,s,) için söylenilen
“Kelämullah” ve Hz, Muhammed (s.a.v,) için kulla-
nilan “Resüllah” sifatlarmi aynen kabul ediyor ve ne
mänaya geldiklerini de gayet iyi anliyorum. Fakat,
Ruh’un, Keläm'in ve Resul’ün ilâhî ve insanì özellik-
lere sahip, üâhî bir varlik oldugu meselesine gelince,
böyle bir §eyi ne anlayabiliyor, ne de kabul edebiliyo-
rum.
[Bu ön bilgileri aktardiktan sonra] Paraklet konu­
sunda Hiristiyanlann dü§tügü hatalari göstermeye ve
çürütmeye devam edebiliriz. Bu yazimizda Hiristiyan
Kiliselerinin inandigi gibi Paraklet’in Rûhulkudüs olma-

269
digmi ve asla “rabatìatan" veya “§efâatçi’’ mànasina
gelmedigini ispata çaligtiktan sonra, Allah’m izniyle
bundan sonraki bölümde de bu kelimenin ashnin
'‘Parakiet” degil “En gok bamdeden, §àni en yüksek
ve en me§bur kinìse” mànasina gelen ve "Ahmed” is­
minin tam kar§ilig! olan "Periklit” oldugunu açikça gös-
termeye gayret edecegiz.
1, RÛHÜLKUDÜS, HIRiSTÎYANLARlN KÎTAP-
LARINDA BlR §AH1STAN ZlYADE BA§KA BÎR
VARLIK OLARAK ÎFADE EDÎLMÎÇTÎR
Biraz sonra atiftabulunacagimiz yeni Ahid’deki ifa-
delerin dikkatli bir tetkiki, siz okuyuculanmiza, Riihul-
kudüs un, Teslis’in üçüncü §ahsi olmadigi gibi, müs-
takil bir §ahsiyet de olmadigina yakinen inandiracak
mahiyeîtedir. Fakat Hz. Isa’nin gelecegini müjdeiedi­
gi "Parakiet”, ayn ve belirli bir §ahistir. Bu sebeple, bu
ikisi arasmdaki esasli farklihk, bu “ParaWef”le Rûhul­
kudüs’ün tek ve ayni varlik oldugu yolundaki farazi-
yeler kar§isinda kesin bir delildir.
a) Luka încili’nin Xi. Bab’min 13. âyetinde!
Rûhulkudüs’ün Allah’m bir "hediyesi” oldugu açiklan-
maktadir. Bu ifâdeden anlagildigma göre, günahkâr
ebeveyn tarafmdan verilen "güzel hediyelerle”, Allah
tarafmdan inanan kimselere verilen Kutsal Ruh hedi­
yesi arasmdaki farklihk, Ruh’un herhangi bir §ahis ol­
dugu fikrini tamamen bertaraf eder mahiyettedir. Bu

■)Bahsi geçen bu ibare §ôyledir: “Imdi, sizler kötü oldugunuz halde


çocuklarmizaiyi hediyeiervermeyi bilirseniz.SemavîBaba,kendisinden
düeyenlere ne kadar ziyade Ruhulkudüs verir.”

270
durum kargisinda, böyle bir ayirimi yapmi§ olan Hz.
isa’nin dinleyicilerine, “Baba AI!ah”m, “Ruhulkudüs”
Allah’i, dünyadaki “çocuklanna” hediye etmi§ oldu­
gunu söyledigini veya söylemek istedigini vicdänen ve
aklen hiç iddia edebilir miyiz? Daha dogrusu Hz. Isa,
incil’deki bu ifadesinde hiç teslis’in birinci §ahsinin,
üçüncü §ahsa tercih edüdigine inandigini imä etmi§ mi­
dir? Ve yine Allah için söylemek gerekirse, Allah’m Al­
lah tarafmdan §u fânî insanoglu için hediye olarak su-
nulduguna Resullerin inandigini kabul edebilir miyiz?
Böyle bir §eyin dügünülmesi dähi bir müslümani çile-
den çikarir.
b) Pavlusun Korintoslulara 1. Mektubunun 11. Bäb
12.’de ise bu Rûhuikudüs, cinsiyetsiz, cansiz varlik ola­
rak “AHah’tan bir Ruh'’ §eklinde tarif edilmektedir. St.
Pavlus, gayet açik bir §ekilde insandaki bu Ruh’un ona
kendisine ait §eyleri bildigini; böylece Aliah’in bu Ru­
hunun insana ilâhi §eyleri ögrettigini ifade etmektedir.
(1. Korintoslular, 11)^'> Netice olarak, kutsal ruh
burada Allah manasma degil, allah’m diledigi kimse­
leri onun vasitasiyla biJgi sahibi kildigi, ir§äd ettigi ve
kaibine ilham doIdurdu§u ilâhî bir kaynak, mecra ve­
ya vasitadir. Kisacasi, burada ruh, Allah’m insan kalbi
veya akli üzerindeki fiilidir. Ogretmen, mür§it, ve il­
ham veren §ahis, dogrudan do^ruya ruh degil; Allah’in
bizatihi kendisidir. Philon’un, Efiatun’un talebesi oldu-

') Bahis konusu bu Incil äyeti §öyledir: “Ç ü nkü insanm geylerini in-
sanm kendisinde olan ruhundan bajka insanlar arasinda kim bilir? Ve
böylece Allah’in ruhundan bc»§ka, Allah’in seylerini bilmez.”

271
gunu dz önce zikretmi§tik. ̧te o, Eflatun’u görmedigi
halde onun felsefesini ögrenmek suretiyle talebesi, Ef-
iatun’cu bir filozof oImu§tu. Ayni §ekilde Hiristiyan ta-
rihinde Apostle (Havari) Petrus ile IsIàm Tarihinde Hz.
Ali’nin (r.a.) Allah’in kutsal ruhunu almdiklarina ve Al-
¡ah’in gizii limine vahiy yoiuyia nâii oiduklanna, bôy­
lece de iìah mertebesine yükseldiklerine inanilmi§tir.
Tabii, nasil bir Eflatun felsefesi, Eflatun’un; ve Eflatun’-
cu Phìion da kendi güçlü zekâsinm yaraticisi degilse,
Peter ve Hz. Ali (r.a.) àeAHah degiìdirìer. §unu da
belirtelim ki, yukarida nakiettigimiz Incil ibarelerinde
St. Paul (Pavius), ìnsanin Allah’la ilgili };akikatleri ak-
liyla degli, ancak ruhuyla, ilhamla ve vahiyle bilebile-
ceglni açikçca be!irtmi§ bulunmaktadir.
c) Pavlus’un Korintoslulara 1. Mektubu VI.
19*‘* faziler sähibi mü’minler için, “AHab’tan aidik-
¡avi Rúkulkudüs’ün de mâbedi” §eklinde bir ifade bu­
lunmaktadir. Yine bu încil ayetinde Rûhulkudüs bir§a-
his veya meJek oimayip Allah’in fazileti, kelâmi, kuv-
vetl veya dini oldugu dile getiriimif ve erdem sahibi
bir mü’niinincismive ruhu,Cenab-iHak’kin ibâdetine
tahsis edilen bir mâbed ile kar§ila§tirilmi§tir.
d) Yeni Ahid’in Romalilar'a Mektuplar Kitabmda
(VIII/9)^'‘î mü’minierin kalplerinde ya§ayan bu ay-

■) Buayetise çu§ekildedir: “Y ahut bilmez misiniz?ki, bedeniniz, Aliah’­


tan aidi^miz sizde olan Ruhulkudüs'ün mabedidir."

' ') SÖ2Ü edilen bu ibarcfoyledir: “Lâkin.eger Allah’in ruhu sizde duru-
yorsa, siz bedende degil, fakat ruhtasiniz. Lakin bir kimsede Mesih’in
R ub’a 0 adam Mesih’in degildir.”

272
m ruh, sirasi ile “Allab’in Ruhu” ve “Isa’nin Ruhu” ola­
rak isimlendirilmi§tir. Bu ifadelerde ise Ruh, sadece Hz.
îsa’nin ilân ettigi Allah’in Hak dini ve inanç sistemi an-
lamina gelir. §urasi muhakkak ki, buradaki ruh keli­
mesinin, Hiristiyanlarm Rûhuikudüs anlayi§lanni yâni
Teslis’in üçüncü §ahsmi ifade etmedigi kesindir. Biz
Müslümanlar ya§ayi§ ve davraniglarimizi daima için Al­
lah’in hak dinine uygun bir §ekilde düzeltmeyi ister ve
buna gayret gòsteririz. ̧te bundan dolayi aynen son
peygamberin oldugu gibi Allah’m dinine inanan kim­
seler olmamiz ezeide kararlagtirildi. Çünkü, Hz. Pey­
gamber (s.a.v) de, Hz. ìsa (a.s.) da ve diger herhangi
bir peygamberde bulunan kutsal ruh, Allah’m ruhun­
dan ba§ka bir §ey d e g i l d i r . R u h a “kutsal” denì-
lifinin sebebi ise, onun geytan ve cinlerin habis ruhla-
rindan ayirt edilmesi içindir. Zira bu bahsettigimiz ruh,
hiç bir zaman ilâhî bir §ahsiyet olmayip, Aliah’m kulla-
rmi hidayete eri§tiren ve aziz kilan sâdece ilâhî bir nur-
dur.
e) “Baba’nin, Ogul’un ve Ruhulkudüs’ün adiyla”

*) Bu konudaKur’an-iKerim'in iki yerinde akredilep(Hicir/29 ve Sa’d/-


72) “Biz O ’na kendi Ruhum uzdan üfledik” §eklindeki bir ayeti hatirlat-
mak istiyoruz-
‘ Yazann bu ifadeleri ile,IsIàm mutasavviflannm.'kulun tam bir hûlûs
ile ibadetvetaattebulunmasihalindeCenab-iAllati’in,dini hakikatleri ög-
retmek maksadiyla kulun kalbine nur ihsan edecegine dair görü$leri ve
bunun için getirdikleri “Eger siz t&kva üzere olursaniz Allah size Furkan
ve Nur verir” (Enfal/139), “Allah, bir kimseyi hidayete erijtirmek ister­
se, kalbini IsIàm için §erh eder, açar” (Enam/125) ve “IsIàm için kalbi
§erh edilen kimse, Rab’binden bir nur üzere bulunur” (Zümer/22) v.s.
gibi Kur’an’l deliller! arasinda büyük benzerlik bulunmaktadir.

273
§eklindeki încil formülü, uydurma degil de Hz. îsa
(a.s.) tarafmdan düzenlenmig bir formül olsa bile, Al-
lah'm yeryüzündeki gerçek saltanati demek olan îslâm
dininin fiilen kurulmasmdan önceki bir inanç formülü
§eklinde kabul edilmelidir. Kâdir*i Mutlak Allah, yal­
nizca belirli bir Ogul’un Baba’si jlmayip, Yaratiçilik si-
fatma binâen, oniann yegâne müsebbibi mânasmda
bütün varliklann, e§yalarin ve akillann, bilgilerin ba-
basidir. §urasmi hemen belirtelim ki, bütün §arkiyat-
çilar, “baba” olarak tercüme edilen sâmice “abb” ve­
ya “aòòa” keJimesÌnin, “müsebbib, sebeb olan kimse”
veya “meyve yüklü ” {“ibba ” = meyve) mânâlarma gel-
digini bilir. Bu kelimenin bu §ekil bir anlami tamamen
mantikî ve dînen de me§rûdur. Bilindigi üzere încil
'"Baba” admi sik sik kullanir ve bir yerde de Allah gû-
ya “îsrail benim ilk ogiumdur” der. Yahudilerin ba§ka
bir kitabinda, daha dogrusu Eski Ahid’in Eyüp Kita-
bi’nda ise O, “yagmurun babasi” olarak isimlendiril-
mi§tir. Yüce Yaratan’in bu isminin Hiristiyanlarca kö­
tü manada kullanilmasi sebebiyle Kur’an-i Kerim, onu
kullanmaktan uzak durmu§, zira Tek Allah’a inanan
bir Muvahhid ve Müslümanm inançlan noktasmdan,
Ogul’un Ezel’deki dogumu ve Allah’m zürriyet.sahibi
oldugu yolundaki bir Hiristiyan dogmasi, tamamen kü-
fürdür.
Hiristiyanlann bu vaftiz formülü ister güvenilir,, is­
ter uydurma olsun, orta yerde gizli tutulan bir hakika­
tin var olduguna inanmaktayim. §öyle ki; íncil yazar-
lannin bu ibáreyi, vaftiz törenlerinden ba§ka hiç bir yer-

274
de, hiçbir âyin, ibâdet ve iman ikrarinda kullanmaya
müsaade etmedikleri anla§ilmakta olup,bu husus son
derece önemiidir. Daha ônceki bôlümlerde gôrdügü-
A

müz gibi, Hz. Yahya, Ruh ve Ate§’ten meydana ge­


len bir vaftizin, Hz. Pelgamber (s.a.v.) tarafmdan ya-
pilacagmi bildirmiftir. Hâlihazirda Cenâb-i Ailah’in biz­
zat ve Daniel’in rüyasinda sözü edilen Insanoglunun
ise bir araci olarak vaftiz yaptiklari [mü’minleri iman
boyasiyla boyadiklari] dü§ünülürse, buniann isimleri-
ni birinci ve ikinci müessir kuvvet olarak zikretmek hiç
de yanh§ ve manhksiz olmaz. Kezâ, Rûhuikudüs ismi
de “S}b§atuHah”in mü§ahhas bir illetidir. Kilise tara-
findan saptiriimadan önce “Baba” keümesi, hakiki mâ-
nasinda dogru bir §ekilde kullaniliyordu. Hakikatte ise
“SibgatuJlah”, îslâm dini demek olan Allah’in Salta-
nati’nda yeniden doguyordu. Bu yeniden dogu§u
meydana getiren müsebbip ise dogrudan dogruya
Cenâb-i Allah’tir. îslâm dininde dogmak, Allah’a inanç-
la baglanmak încil’in deyimiyle söylemek gerekirse
“Semâvî baba”nm en büyük lütfu ve hediyesidir. Bu
hususta Allah, elbetteki dünyevî baba ile kiyaslanma-
yacak kadar cômert ve Merhameti sonsuzdur.
Hiristiyanlarm vaftizi esnasinda sôylenilen ve kim
A

ve ne oldugu bir türlü bilinmeyen Amentü’deki “o§uF-


’a gelince gerçekten de bu formülde sözü edilen ogul
kimin ogludur? Eger Allah, Hiristiyanlarm dedigi gibi
gerçekten “baba” ise, tecessüs ve merak sahibi dikkatli
bir kimse çikip da vaftiz formülüyle kastedilen gerçek
Ogul’un bir sürü “OguUardan” hangisi oldugunu ôg-

275
renmek istemiyecek mi? Zira Incil’de Hz. Isa'nin “Sen
bizim gökyüzündekiBabamizsin” dedigi kayitlidir. Bu
durumda eger biz hepimiz O’nun mahluklari mânasin-
da evlatlan isek, vaftiz duasinda yer alan “Ogul” sö-
zünün zikredilmesi anlamsiz ve hattâ saçmahk olur. Di­
ger taraftan, “¡nsanoglu” -diger adiyla Barna§a- ismi­
nin tam sekscnüç yerde zikredildigini bilmekteyiz, Kur’­
an, hiçbir zaman Hz. Isa için “Insanoglu” tabirini kul-
lanmayip sik sik “Meryemogiu” ismi ile hitap eder.
Böyle bir hitap §ekli gâyet normaldir. Zira Hz, îsa, ba­
basi olmamasi sebebiyle sâdece bir “Kadinogludur”.
Siz Hiristiyanlar budalaca bir §ekilde Hz. Isa’yi Allah’­
in oglu olarak kabul edersiniz de, O’nun Hz. Yusuf’-
un veya ba§ka birisinin oglu olduguna inanmadikça ve
tabii neticede O’na ha§â piçlik lekesini sürmedikçe bu
Allah Resûlüne (s.a.v.) “Insanoglu” diyemezsiniz.

I§te vaftiz iormülünde yer aian ikinci ismen [ogull,


Yahudilerin Daniel Kitabi’nda zikredilen (VII. Bab) Bar-
na§a, yâni ‘7nsano5/u’nun’’ dolayisiyladaYuhannaîn-
ciii’ndeki Ahmed, “Periklitos” (Paraklet) isminin bo-
zulmu§ §ekilleri oidugunu ilham mi, basiret mi, yoksa
rüya yoluyla ôgrenip ortaya çikardigimi kesin olarak
bilemiyorum.

Bahsi geçen formüldeki Rûhülkudüs keiimesine


gelince... Bu bir §ahis veya müstakil bir ruh olmayip,
insanlann kendisiyle hidâyete eri§ip. Tek Allah’a iman
ettigi ilâhî bir vâsita, kuvvet ve enerjidir.

276
2. RÛHÜLKUDÜS HAKKINDA NASRANÎ (HI-
RÎSTÎYAN) PEDERLERÎN SÔZLERI:
a) [ilk Hiristiyan pederlerinden] Hermas, bu Ru­
hulkudüs ifâdesiyle Hz. isa’daki ilâhî cevheri, yâni
'‘Ogui”un her §eyden önce yaratilmi§ oldugunu anla-
maktir. (Similtude V.5, 6 ). Bupapazin, Rûhülkudüs-
le Kelâm’i kari§tinp kari§tirmadigi veya Rûhülkudüs’­
ün Mesih’e ait belli bir eleman olup olmadigini fuzuli
ve hattâ mânasiz yere tarti§masina girmeksizin, Kelâm’-
in bütün varliklardan önce -yani ezeide- yaratildigini
ve Hermas’in inandigi Ruh’un §ahis olmadigini sôyle-
yebiliriz.
b) §ehit diye bilinen Justin (M.S. 100?-167?) ve
Teofilus (120?-180?) Rûhülkudüs’ü bâzen Kelâm’in zu-
hurunun ôzel bir fekli, bazen de ilâhî bir sifat olarak
anladiklan halde onu ilâhî bir §ahsiyet olarak görme-
miflerdir. Böylece ikinci asirda ya§ami§ olan bu Yu-
nanli iki papaz ve yazann Bilgi’yi tarif etmediklerini ve
dördüncü asir sonrasinm Teslis’çilerinin Rûhülkudüs
hakkindaki gôrü§lerine katilmadiklan anla§ilmi§ olmak­
tadir.
c) Hz. isa’dan sonra 110-180 yillari arasinda ya-
§ayan Athenagoras, Rûhülkudüs’ün güne§ ifinlan gi­
bi Allah’tan yayildigini ve tekrar O’na geri dôndügü-
nü sôylemektedir. (DeprecatioPro Christianis, ÌX, X).
îrenaeus (M.S. 130?-202?) ise Rûhülkudüs ile Ogul’-
un, Aliah’m iki kulu oldugunu ve meleklerin de bun­
lara tabi bulundugunu sôylemiftir. Rûhülkudüs hak­
kinda bu iki pederin dü§ünce ve inançlari arasmdaki

277
böyle bir farkhlik, daha ba§ka izaha lüzum gösterme-
yecek kadar açiktir. Arenaeus gibi bir otoritenin biidi-
risinde Allah’m iki kulu olarak zikredilen unsurîann, iki
asir sonra Ulûhiyet mertebesine yükseltilmesi ve bun-
lan yaratan Allah’la ortak iki varlik olarak iddia edii­
mesi çok §a§irticidir.
d) îznik’li rahip ve Apolojistler içerisinde en bilgini
ve en me§huru Origen (M.S. 185-254} idi. Hexepla'-
nm bu yazan, Rûhulkudüs’e §ahsiyet izâfe etmekle be­
raber O’nu Ogul’un eseri olarak kabul eder. Ancak Rû-
hulkudüs’ün ogul tarafmdan yaratili|i, ilk kelâm’m -
veya ogul’un- Allah tarafmdan ezelde yaratihfi ayni an­
da olamaz.
Rûhülkudüs’le ilgili inanç sistemi M.S. 325 yilm-
daki iznik Konsülüne kadar yeterince i§lenmi§ bir ko­
nu olmadigi için bu Konsül tarafmdan esasli bir karara
baglanamami|tir. Ancak 386’da îstanbul’da toplanan
Ikinci Uzla§tirma Konsülündedir ki, Teslis’in bu üçün­
cü lahsinm, Baba ve Ogul’la ayni cevhere ve ayni de-
gere sahip oldugu ilân edilmi§tir.
3. “PARAKLET” KELMESl NE “TESELLl EDI-
C/”, NE DE “MÜDÂFAA EDEN” ANLAMINA GE-
L!R:
Aslina bakilirsa bu “Paraklet” kelimesi, hiçbir §e-
kiide klasik ve yerle§mi§ bir kelime de degildir. Bu ke­
limenin Grekçe tam imlàsi, Kilise ìisànmda “Yardim
¡gin çaÿriian kimse, savunan ve §efaatçi” anlamlarinm
kar§iligi olarak kuilanilan Paraklytos’dur. (Bk.Dict.
Grec-Français, by Alexandre). Yunancada “Rahatla-

278
tan, Teselli eden kimse” anlamina gelen kelimenin bu
“Paraclytos” [Paraklitos] degil, “Parakalon” oidugu-
nu bir Grekçe âliminin bilmemesi mümkün degildir.
Kitab-i Mukaddes’in Yunanca Septuagint Tercümesi-
ne sahip olmamakla birlikte Yahudilerin Yeremya’nin
Mersiyelerinde ne kadar “Teselli eden” (Manahem) ke­
limesi varsa hepsinin (1,2,9,16,17,21, v.s.) de Yu-
nancaya Parakaloo kelimesinden türeyen ve “bir ye-
re gag¡rmak, te§vik etmek, nasihat etmek, teselli et­
mek, dua etmek, niyaz etmek” anlamlarina gelen Pa-
rakaloon kelimesiyle kar§ilandigini çok iyi biliyorum.
Belirtilmesi gereken diger bir nokta da, “Paraklytos”
da mevcut olmadigi halde Parakalon kelimesinde ka­
ppa sessizinden sonra uzun alfa seslisinin bulunmasi-
dir. Meselâ (ki o bizi her türlü sikintilanmizda teselli
eder) cümlesindeki, “teselli eden" terimi için
“Paraklitos” degil, “Parakalon” kelimesi kuilaniimali-
dir. Bunun gibi daha pek çok òrnek verebiliriz.
Bu arada “Rahatlatan” ve “Teselli eden” mânasi-
na gelen ba§ka bir Yunanca kelimenin de
“Parygorytys” oldugunu belirtelim.
Dinî bir muhteva kazanan “Paraclete” [Parakiet]
kelimesinde mevcut olan “$efaatgi” veya “Birfikri mü-
dáfaa eden” kelimelerinin diger anlamlarina gelince...
§unu hemen belirtelim ki, bu mânayi veren kelime­
nin “Paraklytos” degil “Paracalon” oldugu §eklindeki
fikrimde israr ediyorum. Zira Yunancada “müdáfaa
etmek” kar§iligi olarak kullanilan terim sunegorus;
“§efaatgi” veya “araci” kar§ihgi olarak kullaniian keli-

279
me ise Meditéa’dir.
Bozulmu§ §ekli Paraklytos olan Grekçe kelimenin
aslì leklini ve gerçek anlamini, bundan sonraki bölüm­
de sunacagim. Ancak sirasi gelmi§ken me§hur Fran-
siz Ernest Renan’in da dü§tügü bir hatàyi düzeltmek
istiyorum. Hatirladigima göre Mösyö Renan, me§hur
eseri “ìsa’nin Hayati” isimli kitabinda Yuhanna Ìnci-
linde geçen (Yuhanna XIV, 16, 26; XVI, 7 ve Y u­
hanna’nin Blrinci Mektubu II. 1) Paraclete keiimesine
“müdafaa eden” §eklinde anlam vermi§tir. O, Syro-
Keldânîlisanmdaki §ekliyle “Perakht”\ , Kategoruske-
limesinden gelen ve “suçlayan” anlamina kullanilan
“Ktìghra”nin ziddi olarak gösterir. Araci ve §efaatçi te-
riminin Süryanicedeki kar§iligi “m/s’aaya” ise de, mah-
kemelerde ‘inüdâfaa eden” kelimesi için “Snighra”
(Yunancada Sunegorus kelimesinden türemi|tir) kul-
lamlmaktadir. Grekçeye yabanci olan pek çok Sürya-
ni, “paraW/ia”kelimesiningerçektenAramiceyâniPe§it-
te Tercümesi’ndeki “paraklet” kelimesinin Süryanice
§ekli oldugu ve “bir §eyden giivende olmak”, “bir §ey-
den kurtarmak” anlamindaki “parak” masdari ile
“mel’un” mânasma gelen “//fa”dan meydana geldigi
görüfündedirler. Isa’nin, insanlari tabiatm belalanndan
kurtaran kimse ve bundan dolayi da “Paraklita”nm
-§efaatçi’nin- ta kendisi oldugu yolundaki bir dü§ün-
ce, (Yuhanna’nm Birinci Mektubu, II.1) bu Grekçe ke­
limenin aslinda Aramice oldugu dügüncesine götüre-
bilir. Buna benzer bir iiàde de Grekçesi “Maran At-
ha”; Àramicesi “Maran Athi” olan “Efendimiz Geliyor”

280
(Yuhanna’nin Birinci Mektubu, XVI. 22) ibaresidir.
“Efendimiz geliyor” ifadesinin, mü’minler arasinda Son
Büyük Peygamber’in gelecegi inanci ile ügili olmasi ba­
kimindan ayrica önem arzettigini de antiparantez be­
lirtelim. §unu da ifade edelim ki bu “Maran Athi” te­
rimi, bilhassa vaftiz formülü gibi hep'gôzden uzak tu-
tulan ve çok önemli unsurlar ihtiva eden bir ifâdedir.
Bu sebeple bu her iki ifade de ayri bir çaligmaya ve
ciddi bir izaha muhtaçtir. Hiristiyan akidesine hiç te uy­
gun dü§meyen bir çok i§aret, ifade ve deliller ihtiva
etmektedir.
“Paraclytos” kelimesinin gerek imlâ, gerekse gra­
mer bakimmdan “Teselli eden” veya “rahatlatan” de­
mek olmadigim yeterince ispat etmeye çali§tik. Ba§ka
bir yerde bu kelimeyi încil’e “yabanci bir kelime” ola­
rak tanimlami§tim, fakat §imdi bu kelimenin încil’e hiç
te yabancî olmadigmi, ne yazik ki, asiI Incil’deki bir ke-
limeden tahrif edilerek aktanldigmi belirtmek istiyorum.
[Gôrdügünüz gibi] cehâlet insanlara ne büyük hatalar
ifletiyor. Hem, asirlardan beri câhil Latinler ve Avru-
palilar, Muhammed (s.a.v.) ismini Mahomet; Hz, Mu-
sa’ninkini de Moses §eklinde yazmiyorlar mi? l§te bun­
dan dolayi bazi titiz ke§i§ ve kâtipierin Paraklytos keli­
mesinin tahrif edilmi§ §ekliyle dogru bir §ekilde yaz-
mi§ olmalari küçük bir mûcize degil midir? Bu kelime­
nin aslî§ekii “En Me§hur” ve “Meth edilen” mânasina
gelir. Fakat, bozulmu§ haliyle bu kelime 1800 yil bo-
yunca “Teselli eden” veya “Müdâfaa eden” anlami ve­
ren kimselere daima için utanç vermekten ba§ka hiç
bir anlam ifâde etmez.

281
v in
“PERiQLYTOS", “AHMED” DEMEKTIR

“Ve Meryem Oglu îsa da bir zaman §ôy}e demi§-


ti: Ey ¡sraihguHan, ben size AHah’m Peygamberiyim.
Benden ônceki Tevrat’i tasdik edici, benden sonra ge­
lecek olan Ahmed admdaki Peygamberi de müjdele-
yiciolarakgônderildim .(Kur’an-i Kerim; es-Sâf Sû­
resi, 6 )
“Ve ben Baba'dan isteyece§im. Ve O size, sizinie
dâimi kaiacak oJan ba§ka bir Periqlytos gônderecektir”
{Yuhana aincilî, XIV, 16, v.s.)

Yuhanna Incili’nin Hz. Isa’ya atfettigi sôzlerde bir


kaç tutarsiz ifâde bulunmaktadir. §ôyJe ki, bu Incile
bakihrsa sanki gelmi§de geçmi§ birkaç “Periq/ytos”var-
dir ve bu “ba§ka Periqlytos”, Hz. îsa’nm ricasi üzerine
gelmif bulunmaktadir. Yine bu sözler, Grekçe mcil’in
Periqlytos §eklinde tercüme ettigi bu isme havarilerin
â§ina oldugu gerçegini gôzardi etmektedir. Böyle ya­
banci bir ismin baginda bulunan bu “ba§ka” sifati çok
garip ve çok lüzumsuz gôzükmektedir. Bu sebeple bu
ibare ile oynamp degi§tiiidigine muhakkak nazari ile
bakabiliriz. Zira, bu ifâdeden Baba’nm Periqlyet’i {Pe­
riklit) Hz. Isa’nin ricasi üzerine gönderecegini, aksi tak­
tirde O’nun asla gelmeyecegi anla§ilmaktadir. Bura­
daki istemek kelimesi de pek hafif kalmasi yaninda Na-
sira’li Peygamberin §ahsina kibiriik isnadi da sergile-
mektedir. Eger biz bu kelimelerin gerçek mânalarmi

282
ögrenmek istiyorsak, bu ibareyi düzeltmeli ve çikan-
lan veya tahrif edilen kelimeleri bulup §u §ekilde tan­
zim etmeliyiz:
“Ben Baba’yü gidecegim, ve o size, sizinle devamh
kalacak olan Periqlytos adindaki ba§ka bir resûl gön-
derecektir.” l§te bu italik yazilmi§ kelimeler sâyesinde
hem Hz.lsa’nin alçak gônûllûlügüne, hem de Periklit’­
in misyonuna ve §ahsiyetine uygun bir ibare elde et-
mi| oluruz.
Hatirlayacaginiz gibi, Periklit’in Kutsal Ruh yâni ilâ­
hî bir lahsiyet, Cebrail veya ba§ka bir melek olmadi-
gini daha önce görmügtük. §imdi geriye bu Periklit’in
Cenab-i Hak ile kullan arasinda bir “TeselJid” ve
“Sauunucu” olamayacagmi ispat i§i kalmaktadir.
1. Periklit, “ne bir teseUid” ne de bir “Arac¡”á\r.
Daha önceki bir yazimizda bu kelimenin bu anlamlara
gelmesinin imkânsiz oldugunu ortaya koyan deliller!
bütün ayrmtilari ile söyiemi§tik. Isa, paraqalon kelime­
sini kullanmadigi gibi, mutlak mânada bir teselliciiik ve
§efâatçiiik fikri de dînî ve ahlâkî açidan uygun dü§mez.

a) Ashnda Hz. îsa’nin haça gerilerek ôldürülmesi-


nin bu inançta olan kimseleri, orijinal günah belasm-
dan kurtarmasi inanci veKomünyon Âyini ile elde edi­
len isa’nm Ruhu, rahmeti ve teceüislnin her za­
man kendileri ile birlikte olacagi inanci, ne teseliiye,ne
de teselliciye ihtiyaç birakacak mahiyettedir! Diger ta­
raftan, e§er onlar gerçekten böyle bir “TeseUidye” ih­
tiyaç duyuyorsalar böyle bir §ey, Çarmihm Kutsalhgi

283
ile ilgili bütün Hiristiyan telakki ve kuruntularmin bo§a
çikmasi, yerle bir olmasi demektir. Buna ragmen, In­
cillerde ve Azizlerin Mektuplanndaki ifâdeler, Hz. Isa’-
nia bulutlann üzerinden ikinci geliginin çok yakin ol­
dugunu göstermektedir. (Matta, XVI, 28; Markos, IX,
1; Luka, IX, 27; Yuhanna’nin Birinci Mektubu, 11, 18;
Timeteus’a ikinci mektup II, 1; Selaniklilere Ìkinci Mek­
tup, 11, 3 V . S . ) .
b) Hem, teselli kaybolan hiçbir§eyi gerì getiremez.
Gözünü, sagligini, oglunu veya mevkiini, makamini
kaybeden bir kimseyi teselli etmek, bu kaybolan §ey-
leri o kimseye tekrar kazandiramaz. isa’nm dünyadan
gitmesinden sonra Allah tarafmdan bir tesellicinin gön-
derileceginin vaad edilmesi, ba§ka àyetlerde müjde­
lenen "AHab’in Saltanaù”r\mzaferine olan ümitlerin ta­
mamen yikilmasi demektir. Böyle bir tesellicinin vaa­
di, bir mâtem ve feryadi gôsterdigi gibi, tabiatiyla Re-
sùlleri de hayal kinkligma ugratir, hatta ye’se bile dü-
§ürebilir. Bu durumda olan kimselerin, bir teselliciye
degil, §eytani ve onun §er kuvvetlerini ezecek ve ma­
ruz kaldiklan korku ve zulümlere son verebilecek kah-
raman bir sava§çiya ihtiyaçlan vardir.
c) Cenab-i Hak ile kullari arasinda Mutlak bir
“Araci” fikri, “Teseüici” fikrinden de çürük bir iddia-
dir. Çünkü kul ile Halikî arasinda mutlak bir araci mev­
cut degildir. Bizim için mutlak “araci”, yalniz ve yalniz
Allah’m Birligi inancidir. Mâhiyetindekilere, küçük bir
odaya girip kapiyi kapattiktan sonra gizli bir §skilde iba­
det etmelerini sôyleyen isa Mesih’in -Çünkü Se-

284
mavì Baba ancak bu §ekilde dualarini i§itecek ve ken­
dilerine rahmet ve yardim lutfedecektir- onlara “araci”
vaadetmesi mümkün degildir [Ìsa’nin bu sözleri ile Ki­
lisenin araci fikri arasindaki] bu tezadi nasil ie’vil ede-
ccgiz, bilemem.
d) Ìnanan herkes, dualanyia, mü’min karde§ler için
zaten §efaatçidirler. Peygamberler ve melekler de ayni
§eyi yaparlar. Cenab-i Allah’in rahmeti, bagi§iamasì ve
yardimi için dua etmek, ba§kalarinin oldugu kadar bi­
zim de vazifemizdir. Fakat, Allah kendisi dilemedikçe
bir kimsenin duasini ve §efaatini kabul etmek mecbu-
riyetinde ve mükellefiyetinde degildir Eger Rab’-
bimiz, sevgili kulu Muhammed (s.a.v.)’in araciligini
mutlak surette kabul edecek olsaydi, erkek, kadin bü­
tün herkes IsIàm dinine girederdi.
§efaati sâyesinde af ve gönül rahatligina eri§tigim
iyi bir kimseye gerçekten minnettar olurum. Fakat beni
bir celladm ellerine teslim edebilecek bir hâkim veya
zorbanin tavassutu altina dü§mekten de o kadar kor-
karim. Bu Hiristiyanlar, Baba’smin sag tarafmda otu-
ran isa’nin kendilerine aracilik edecegini nereden ög-
renmi§ ve Allah’in tahtina oturmu§ ikinci derecede ba§-
ka aracilarin da bulunduguna nasil olup da inanmig-
lardir, hayret dogrusu! Kur’an-i Kerim böyle bir §efa-
atçi yani araci inanci ve fikrini §iddetle yasaklar. §üp-
hesiz biz kesin bir §ekilde bilmesek de bu emin meiek-

■) Bu husustaKur’an-iKerim’de§0yle bir àyetbulunmaktadir:‘‘Allah’in


izni olmadikça O ’nun katinda §efaat edecek kim?” (Bakara, 255).

285
lerin, peygamberlerin, velilerin ruhlarimn, himàyeleri
altinda bulunan insanlara yardim ve rehberlik etmesi-
ne Cenab-i Allah tarafmdan ruhsat verildigine de pe-
kàla inanabiliriz.^''
Miivekkili bulundugu kimse için niyazda bulunmak
suretiyle ilâhî Mahkeme huzurunda onu müdâfaa et­
mek fikri çok güzel bir§eydir, fakat Aliah’m hirs, ceha-
let, tarafgirlik ve diger kusurlaria illetli, be§erì bir hà-
kim olmamasi sebebiyle bu da hatah bir görü§tür. Mü’­
min ve Müslümanlarm sadece dinî tahsil ve terbiyeye
ihtiyaçlan vardir. Çünkü Allah insanlann kalbindeki
§eyleri, hai ve hareketleri meleklerden ve peygamber-
lerden çok daha iyi bilir. Sonuç olarak, yaratici ile kul­
lan arasmda aracilara lüzum yoktur.
e) Araciiarm varhgina inanmak fikri [Hiristiyanlik]
öncesi var olan) kurban, tanrilara kurban edilmek için
yakilan hayvan, ruhbanlik ve huràfeye inanmaktan
kaynaklanmaktadir. Böyle bir inanç, pekçok kimseyi
Azizlerin ve §ehitlerin mezarlanna ve heykellerine tap-
maya kadar götürmü§; Papazlann ve Ke§i§!erin Hiris­
tiyanlar üzerindeki hakimiyetinin artmasma yardim et-
mi§; ilâhî varliklar arasmda halkm câhil kalmasmi sag-
lami§; Allah ile insan ruhu arasmdaki manevî hava da
koyu bir “arac/’ fikri arasmda kaybolup gitmi§tir. Böy­
lece bu inanç güya Allah’m rizasmi kazanmak ve ba§-

’ ) Islâmî inanca göre Kiyamet Gününde ancak Allah’in müsaadesi ile Pey­
gamberler, melekler, fehitler (ve bir rivayete göre de m ü’minler) lefaat
edebileceklerdir. Kimlerln §efaat edebilecekleri hakkinda geni§ bilgi için
bk. Buharî, Tevhìd, 24; Ebù Davud, Cihad, 26.

286
ka dinlere mensup kimseleri Hiristiyan yapmak için on-
lan büyük servetìer eìde etmeye, güçlü ve zengin te-
sisler kurmaya ve muhteiem kâ§âneler yaptirmaya sev-
ketmi§tir. Fakat bu misyonerlerin dü|ündükleri asil §ey,
kendi hükûmetlerinin siyâsî nüfusu idi. Türkiye’de ve
iran’da Ermenilerin, Rum’larin ve Süryanilerin ba§!a-
nna gelen felâketin gerçek sebebini Doguda bütün Av-
rupali misyonerler tarafmdan verilen hàin ve devrim-
ci telkinlerde aramak gerekmektedir. Aslinda araaia-
ra inanmak daima için bir suistimal, fanatiklik, zulüm,
cehalet ve daha pek çok kôtülügün kaynagi olmu§-
tur.
Yuhanna încili’nde geçen “Paradete" kelimesi, “te-
selli eden” veya “müdâfaa eden” aniamma gelmedi-
gi, daha dogrusu gelemedigi gibi. hiçbir mâna da ifa­
de etmez. Ve bu kelime §imdi daha geni§ bir §ekilde
eie alacagimiz “Periqlytos” kelimesinin bozulmu§ §ek-
lidir.
2. “Periqlytos”, gerek etimoiojik, gerekse lûgat mâ-
nasi itibariyle “en me§liur, §àni yüce ve ôvülmeye ¡â-
yik olan kimse” demektir. Bu hususla ilgili §ahidim,
Aiexandre’nin “Dictionnaire Grec Français” isimli eseri
olup, bu kelimeyi §u §ekilde tarif etmektedir; “QU’on
peut entendre de tous ¡es cotés; qu’il est facile a en­
tendre, Très célebre = Periqieitos. Très célébré, ¡Ilust­
re, glorieux: = Perixieys, tres célèbre, illustre, glorie­
ux, -den= K¡eos, g¡orire, renommée, célébrité”. Bu
birle§ik isim, “Peri” oneki ile “ôvmek, tiamdetmek” kô-
künden türeyen “kleotis” kelimesinden mürekkeptir.

287
îngiliz telaffuzuna göre Periqlytos, ya da Periqleitos §ek-
linde yazilmasi gereken bu kelime, Arapçada “en me§-
hur, en çok hamdeden ve §âni en yüce olan” mâna-
lariha gelen AHMED kelimesinin tam kan§iligidir. Bu­
rada halledilmesi gereken tek mesele Hz. îsa tarafin-
• A

dan Ibranice veya Arâmice §ekliyle kulianilan bu is­


min Sâmice aslini bulmaktir.
a) Kitab-i Mukaddes’in Süryânice Tercümesi olan
Pe§itte, Paraqleita kelimesine yer verdigi halde onu !û-
gat mânasinda kullanmamiftir. Halbuki Vulgate Ter­
cümesi bu kelimeyi “teselli eden”, veya “teselli edici”
§eklinde ifâde etmi§ bulunmaktadir. Oyle zannediyo-
rum ki bu kelimenin Arâmice kar§iligi “Mhamada” ya­
hut “Hamida” geklinde olup Arapçadaki “Muham­
med”, “Ahmed”] ve Grekçedeki “Periqlyte'’ kelime-
lerine tekâbül etmektedir.
Bu kelimenin “teselli” §eklinde izahi “Periqlyte” is­
minin kendisinin, teseüici olduguna delâlet etmeyip,
ilk Hiristiyanlan teselli etmek için O ’nun gelecegi ümit
ve inancini ifâde eder. Hz. isa’nin “ôlümü tadan” bir
çok kimsenin Önünde izzetli tekrar dônecegini ümit et­
mek, onlan hayal kirikhgina ugrattigi gibi, bunlarin
ümitlerini “Periklit”in gelecegine baglamalarina sebep
olmu§tur.
b) Meryem oglu îsa’nm, ¡srailogullanna “bilâ-
hâre gelecek olan” ve Ahmed adini ta§iyan bir resûl-
den güzel haberler getirdigini belirten bir Kur’an âye-
tii'> Islâm Peygamberinin (s.a.v.) Hak Peygamber;
■)Bk. es-Sâf Sûresi, 6. âyet.

288
Kur’an’in da gerçek bir ilâhî vahiy oldugunu ispat eden
en kuvvetli delillerden biridir. Hz. îsa eger Allah’tan
vahiy ve ilham almami§ olsaydi, Periqlyte’nin Ahmed
demek olmadigmi bilmesi katiyyen mümkün degildi.
Kur’an’in häkimiyeti kesin ve nihäidir. Çünkü bu Grek­
çe kelime Grekçe mânasi itibariyle Ahmed ve Muham­
med kelimelerinin münaka§a kabul etmeyecek §ekil-
de müterädifidir.
Gerçekten de Cebräil yâni Rûhûlkudüs, bu keli­
menin, normal §ekliyle en üstün §eklini birbirinden ayir-
mi§ olup Muhammed kelimesi tamamiyle birinci; Ah­
med kelimesi de onun en üstün §eklini ifade eder.
Daha önce hiçbir §ahsa verilmeyen bu benzersiz
ismin, Allah’in bu en me§hur ve en çok ôvülmeye la-
yjk olan Resûlü (s.a.v.) için âdeta mûcizevî bir gekilde
korunmasi, son derece hayret verici bir olaydir! Biz da­
ha önce ne bir Periqieitos (veya Periqlytos) isminde
bir Yunanhya; ne de Ahmed ismini ta§iyan bir Arap’a
rastlami§ bulunmaktayiz. Gerçi Periqleys isminde Ati-
nah bir devlet adaminin oldugu dogrudur. Fakat dik­
kat edilirse bu ismin anlami “me§hur” demek olup ke­
lime, ismitafdil (en üstünlük) sigasinda kullanilmami§-
tir.
c) Yuhanna încili’nin çok açik bir ifádesinden an-
la§ildigina göre Periklit, Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Isa (a.s.)
da dahil olmak üzere diger bir çok peygamberin ba§a-
ramadigi muazzam bir i§i ba§armak ve yürütmek için
gelecek ve insan kalbine yerle§ecek olan yaratilmi§ bir
Kutsal ruh ve belirli bir §ahsiyettir.

289
Muhakkak ki biz Hz. îsa’nin havärilerinin Allah’in
nurunu aldiklanni, îsa’nin dinini gerçekten kabul eden
kimselerin Rûhûlkudüsle takdis ediidikierini, zühd ve
takva yolunu seçen çok sayidaki tevhidci Hiristiyanin
bir zamanlar var oldugunu inkâr etmiyoruz. Pentikost
gününde -yani Hz. Isa’nin göge yükseMmesinden son­
raki ongün- Rûhûlkudüs, konu§an bir ate§ hâiinde ha­
varilerin vediger inanmi§ yüzyirmi Hiristiyanin üzerine
inmifti (Resullerin i§leri II). Ate§ten yüzyirmi dii halin-
deki bu Ruh’u alan insanlann sayisi, vaftiz edilmi§ üç-
bin ruha kadar çogaltilmi§, fakat bu sonunculara Ru-
hun älevi ugramami§tir. Muayyen bir ruhun bu kadar
çok parçaya aynlmasi tabii ki mümkün degildir. Ru­
hulkudüs bir §ahsiyet olarak kabul edilmedikçe, onun
Allah’in kuvveti, rahmeti, lütfu, fiili ve ilhami oldugu­
na hükmetmemiz gerekmektedir. Hz. îsa’nm, cemâ-
atini takdis, takviye ve ir§äd etmek, onlara bilmedik-
lerinl ögretmek için vaadettigi semâvî hediye ve kuv­
vet i§te bu idi. Ancak, bu ruh, ilerde görecegimiz gibi
Isa’nin ve kendisinden sonraki Resüllerin bu i§leri ger-
çeklegtirmek için görevlendirilmedigi ve böyle bir kuv-
vetin de verilmedigi büyük i§i tek bagina gerçekle§ti-
ren Periklit’ten tamamiyla ayridir.
d) Birinci ve ikinci asirdaki ilk Hiristiyanlar, bu ye­
ni din hakkinda yazili geylerden ziyade sözlü §eylere
itibar ediyorlardi. î§te PapiasO ve benzerleri böyle

■)Papias: M .S . 11. yûzyiîin ilkyansinda ya§adigi kabul edilen Hierepo


lis’li bir Klüse Federi idi.

290
kimselerdi, Hatta, daha Resüllerin saghginda birçok
mezhepler, sahte Mesih’ler, Isa dû$manlan ve sah­
te din adamlari kiliseyi teker teker ve oldukça hirpala-
dilar. {Yuhanna’nin Birinci Mektubu, II, 18-26; Sela­
niklilere ikinci Mektup, II, 1-12; Petrus’un Ikinci Mek-
tubu II, III, 1; Yuhanna’ 7-13; Timeteos’un Birinci
Mektubu, IV, 1-3; Timeteos’un Ikinci Mektubu, III,
1-13). “M ii’miniere” dâima O ’nun sözlü ifadeleri ile
muamele etmeleri ve bunlara simsiki sarilmalan tavsi-
ye ve te§vik edilmigti. Güya “zindìk” addedilen Gno-
stik, ApolUnaristlcr, Dosile v.s. gibi mezheplerin Lu­
ka tarafmdan zikredilen (I, 1-4) birçok uydurma yazi-
larda mevcut oldugu üzere Hz. Ìsa Mesih’in kurban
edilmesi ve böyelce Hiristiyanlan kefâretten kurtarma-
sina dâir masal, menkft>e ve mübalagali görüglere inan-
madiklari görülmektedir. !§te bu Hiristiyanlarca zindik
sayilan mezheplerden pek çok taraftan bulunan birisi­
nin lideri, kendisinin Ìsa ve bir çok taraftannin müj­
deiedigi “övülmeye en çok layik kimse” oldugunu id­
dia ederek, “Perigleitos”ismini resmen üzerine almi§-
ti. Eger Hz. Isa veya kendisinden sonraki bütün
“ResûHer” tarafmdan tasdik edilip benimsenmig bir Incil
mevcut olsaydi Yeni Ahid’in içinde ve diginda yer alan
kitaplarin muhtevasina itiraz eden böyle pekçok sayi-
da mezhep ortaya çikmazdi. Bu sahte Periklit’in bu ha-
reketinden, ilk devir Hiristiyanlarmm, gelecegi vaade-
dilen bu “Hakikatin Ruhu”nu belli bir §ahsiyet ve Al­
iah’m Son Peygamberi §eklinde anladiklan neticesine
rahatla varabiliriz.

291
3. Periklit kelimesiyle kastedilen §ahsm Muham-
med (s.a.v.) yani Ahmed oldugunda en ufak bir §üp-
he yoktur. Birisi Arapga, digerì Grek^e olan bu iki ke-
lime, tipki bu iki dildeki "Ruh” ile “Pneuma” kelime-
ierinin tam kar§iligi cimasi gibi, ayni anlama gelmek-
te ve “§ani en yiice” ve “en gok òviilen kimse” màna-
sina tekabül etmektedir. Hatirlanacagi iizere “Periqlyte”
kelimesinin “teselli eden” veya “mildàfaa eden” an-
laminda tercüme etmenin imkànsiz ve hatali olacagi-
ni ortaya koymu§tuk. Birle§ik kelime olan Parakalon,
Parakalo ònekinden meydana getirilen bir fiilden tii-
redigi balde bu Periqlyte, Peri-qluo kelimesinden tiì-
retilmi§tir. ìkisi arasmdaki fark gece ile gündüz gibi à§i-
kàrdir. Bu sebeple Periklitin, sadece Ahmed-
Muhammed isminde bulunabilecek alàmetleri gòzden
gegirmek yerinde olacaktir.
a) Hz. Muhammed (s.a.v.) Cenàb-i Allah’in var-
ligi, birligi ve dini hakkindaki bütün hakikatleri, en dog-
ru bigimde ve yalniz ba§ina agiklamakla kalmayip Al­
lah ve O’nun sevgili kullarina kar§i israrla sürdürülen
igreng bakaret ve iftiralari da yine tek ba§ma diizelt-
mi§tir.
Hz. isa’nm Periklit igin, kendisinin gòrev ve §absi-
yeti ile ilgili olarak Ҥehadette bulunacak olan Haki-
katin Rutìu ” dedigi rivayet edilmektedir (Yubanna ,XIV
17, XV, 26). Hz. isa, vaaz ve sohbetlerinde kendi ru-
hunun gok ònceleri mevcut oidu^unu sòylemi§tir. (Yu-
hanna, III, 58; XVII, 5v.s.). Barnaba incili’nde ise
Isa’nin, Hz. Muhammed’in (s.a.v) ruhunun nurunu ve

292
izzetini górüp konu§tugu ifade edilmektedir. Hâtemü’l
Enbiya olan Hz. Muhammed’in (s.a.v) Hz. îsa’dan çok
once yaratildigma §Qphe yoktur.C^ Bundan dolayi,
Hz. isa’nin, Hz. Muhammed (s.a.v) ile ilgili ifadesin-
de O’nu, “Hakikatin Ruhu” olarak tavsif ve ilân etmesi
gayet tabiidir. ͧte bu Hakikatin Ruhu’dur ki Ailah’in
birligi hakikatini Teslis’e dônü§türen, Isa’yi hâ§â Allah
ue Allah’in oglu mertebesine dônü§türen, hertürlü hu-
rafe ve batil itikat batakhgma saplanan Hiristiyanlan §id-
detie paylami§tir. Bu Hakikatin Ruhu’dur ki Mukad-
des Kitaplarmi tahrii eden Hiristiyan ve Yahudilerin
sahtekâriiklarmi ortaya sernni§; Hz. Meryem’in iffeti ve
oglu Hz. isa’nin dogumu ile ilgili olarak Hiristiyanlann
uydurduklari iftiralari yiizlerine çalmi§tir. Vine ayni Ha­
kikatin Ruhu’dur ki, Yahudi diizmelerinm, çe§itli re-
zaiet ve dedikoduiar atfettikleri pek çok peygamberi
temize çikarmi§; Hz. Lût, Hz. Süleyman ve daha nice
peygamberlerin mâsuniyetlerini ve Hz. îsmail’in ilk ev-
lat olma hakkini ispat etmi§tir. Hz. tsa’nin, Allah’in ku-
lu, Resûlü ve mahlûku oidugunu beyan eden; Müs-
iümanlann putperest, büyücü ve münafik olmalarini
kesinlikle imkânsiz kilan da yine ayni Hakikatin Ru­
hu’dur.
b) Periklit’in. yâni Hakikatin Ruhu’nun belli ba§li
alâmetlerinden biri, O ’nun, “!nsano§!u” Ahmed’in §ah-

")Bir Hadis-iÇerife gore:Hz. Adem, (A.S.)daha ruh lie ceset arasinda


iken Hz. M uham med (S.A.V) yaratilmi§ ve Peygamberlik vazifesi ile
vaafelendirilmif bulunuyordu. (Bk. Süyûti, Camiü’s-Saâir, Beyrut-1972,
“küntQ” maddesi.)

293
smda geldigi zaman “dünyayi günahmdan dolayi ilzam
etmeyi (cezalandirmasidir)’’ (Yuhanna, XVI, 8-9). is-
ter Hz. Davud ve Hz. Siileyman gibi bir krai-
peygamber; isterse Hz, Ibrahim ve Hz. Musa gibi sa­
dece bir peygamber olsun, Allah’m higbir kulu, dün-
yayi Hz. Peygamber (s.a.v) gibi hirsla, §evkle, azimle
ve cesaretle günahmdan dolayi cezalandirmi§ degildir.
Dinin her emrini ihtál etmek giinahtir. Fakat bu gü-
nahlarin anasi ve kaynagi putperestliktir. Bir §eyi Al-
lah’tan daha fazla sevdigimiz an, giinaha batmi§iz de-
mektir. Ancak, O’nun háricindeki bir varliga veya nes-
neye tapmak §lrktir. Daha dogrusu iyi, giizeJ, dogru
ne varsa her§eyin inkán demektir. Allah’in bütün pey-
gamberleri ve veli kullan, kendi gevresindeki kimsele-
ri i§ledikleri günahtan dolayi te’dib etmi§ iseler de, Hz.
Peygamber (s.a.v.) gibi “c/ünyayi” te’dip edip düzene
sokmu§ degiidirler. Bu mümtaz insan, Arap yarima-
dasindan putperestligi daha sagirginda iken sóküp ai-
makla kalmayip, Dünyanin o zamanki en büyük iki
imparatorlugu olan Sásání hükümdari Husrev Perviz
ile RomaimparatoruHeraklius’a ve aynca Habe§ Na-
cagTsi’ne, Misir hákimine ve daha bir 5 0 k emir ve kra-
la putperestlik ve bátil inanglan birakarak Islamiyeti ka-
bui etmeferi igin eigiler gondermi§tir. Hz. Muhammed’­
in (s.a.v.) cezalandirmasi, Allah’tan almi§ oldugu áyet-
leri oldugu gibi nakletmesiyle, daha dogrusu Islámi-
yeti vaaz etmesi, ogretmesi ve tatbikatini yapm.asiyla
ba§lar. Ancak §er kuvvetlerin ba§ini $eken putperest­
lik, kendisinin kar§isinda ordulan ile cephe almaya ba§-

294
layinca, Hz. Peygamber (s.a.v) de kilicina davranmak
ve bu mii§rikler ordusunu te’dib etmek mecburiyetin-
de kalmi§tir. Bu, ilahi emrin bir ifasidir. (Daniel VII)
Hz. Muhammed Allah’in Saltanati’ni kurmak ve Há-
kimler Hákimi, Efendiler Efendisi Cenáb-i Hak’in emri
ve nezáretl altinda ilk hükümdar ve ba§komutan ol-
masi i?in Allah tarafindan kuvvet ve hákimiyetle do-
natilmi§tir.
c) Periklit’in yani Ahmed’in kahramanliginin di^er
bir ozelligi de diinyaya adalet ve faziletle gekidiizen ve-
recek olmasidir. Yuhanna Incili, XVI, lO ’da ge?en
“Sáláh igin, giinkii artik babama gidiyorum” sózünü
isa’ya maletmek hem yanli§, hem de zordur. Hz. isa’­
nin Rab’bine dónü§ü, Periklit’in gelmesi ile dünyanin
islah edilme sebeplerinden biri olarak takdim edilmi§-
tir, Peki bu ni?in boyle olmu§tur? Ve bu hususta diin-
yayi kim islah etmi§tir? Bunlar elbetteki Yahudiler ola-
maz,zira onlarIsa’yi garmihagerdiklerineveonu 5ldür-
düklerine inanirlar. Gókyüzüne yükseldigini ve Sema’-
ya gekildigini kabul etmezler. Káfirleri küfürlerinden do-
íayi §iddetle cezalandinp hizaya getiren peygamber sa-
dece Hz. Muhammed’(s.a.v)dir. Bu hususta Kur’an-i
Kerim §oy!e buyuruyor. “£y Muhammed, inangsiz Ya-
hudilere de ki, onlar gergekten O'nu (¡sa’y¡) óldürme-
mi$¡erdir. Fakat Allah O ’nu kendisine yükseltip
kaldirm¡§tir’' (Nisá , 158). Bóyle bir cezalandi-
rilma i§ine sadece Yahudilerle putperestler degil ísa’-
nm ger^ekten garmihta oldügüne inanan; O’nu Aílah’in
oglu olarak telakki eden Hiristiyanlar da ayni derece-

295
de maruz kaimi§lardir. Bu §ekiide dügüneniere Kur’-
an §òyle cevap veriyor: “Halbuki oniar (Yahudiler)
fsa’yi òldilrmediler, asmadilar da. Fakat bu konuda
kendileri de ihtilafadü§tüler.”^"> Hz. ¡sa'ya Hiristi-
yanl¡§¡n iìk ba§tndan beri inanan birkag havàri, Efen-
di'lerinin Hag uzerinde idam edildigini red ile, O ’na
inanmi§ kimseler arasinda Hz. ¡sa’ya gok benzeyen Ju ­
das Iscariot veya ba§ka birisinin kendisinin yerine òl-
dügijnü ileri sürmü§Ierd¡r.KoTeu\\i\er, Bazi Lidyalilar,
Korpokratyahlar ve daha bir 5 0 k mezhep mensuplari
hep ayni kanaattedirler. Qarmiha gerilme meselesini,
ilk cildini Birinci Dünya Savajindan òrice Tiirkge ola­
rak yazdigim ¡nei! ve SàUb isimli eserimde enme bo­
yuna inceledigim balde, bu konuyu ilerde tekrar eie
almayi dü§ünüyorum. Ahmed, (s.a.v.) Ailah’ian aJ-
digi vahye dayanarak Hz. Isa’yi gergek hüviyeti ile
tanitmi§, O’na “RuhulJah”{") yani Allah’in ruhu si-
fati ile hitap ve garmiha gerilerek òldiirìilmedigini; be­
ceri bir varlik olmakla beraber, Allah’in Resülü ve sevgili
bir kulu oldugunu ilàn eimi§tir. Bòyle bir ifáde tarzi,
Hz. isa’nin kendi §ahsiyeti, gòrevi ve gòge kaldirili§i
ile ilgiJi olarak sòylemek istedigi ve yalnizca islàm Pey-
gamberi (s.a.v) tarafindan dile getirilen bir husustur.
d) Periklit’in en ònemli ifàreti ise, Incil’in ifadesi
ile “Diinyayi te'dib etmek ijzere Dilnya’nm Efendisi’-

' ) Nisà Sflresi, 157.


" ) Isa’yaRuhullahdenilmesiileilgiiiKur’an Syeti §òyiedir;“0,Allahtara-
findan gelen bir ruhtur. Artik Allah’a ve peygamberlerine inanin da Aliah
ü?íür dcmeyin” (Nisà, 171).

296
ne hüküm için hükmedilmi§ olmasidir” (Yuhanna,
XVI,11). incii’e göre bu dünyanin reisi veya kraii $ey-
tan’dir. (Yuhanna, XII, 31, XIV, 30). Çünkü bu dünya
ona tâbidir. Bu hususta okuyuculanmin dikkatini Arâ-
mice veya Babil lisani ile yazilmi§ Daniel kiiabina çek-
mek istiyorum. Orada “Kürsülerin” ve hükmün (Di-
nu) nasil kurulup gerçekle§tirildigi, kitaplarin (Siphin)
açildiâi anlati!maktadir.Arapçadaki“c/jn” kelimesi ay-
nen Arâmicedeki “dina” kelimesi gibi hüküm mânasi-
na gelmekle beraber daha çok din kelimesinin kar§ili-
gi olarak kullanilir. Daniel Peygamberin kullandigi bu
kelime, asîrlarca sonra Kur’an-i Kerim’de din ve hü­
küm anlaminda, hem de daha mânâli bir §ekilde yer
alacaktir.(’) Nâçîz kanaatima göre bu durum, ilâhî
vahyin Daniel’e de, Hz. îsa’ya da, Islâm Peygamberi-
ne de (s.a.v.) ayni Rûhüikudüs yâni Cebrail (a.s.) ta-
rafmdan ula§tirildigmin açik bir delili ve igaretidir. Hz.
Muhammed, (s.a.v.) ümmîdegil de Aristo gibi me§-
hur bir filozof dahi olsaydi, bu kelimeyi asirlarca ôn-
ceki §ekliyle bulup çikaramazdi. l|te Daniel Kitabinda
§an ve ihti§amla tanimlanan mahkeme, Hâkimler Hâ-
kimi Ebed tarafmdan korkunç dördüncü canavar §ek-
linde tarif edilen §eytani yargilamak için kurulmu§tu.
Ve yine, Cenâb-i Hakk’in huzuruna çikarilan Insanog-
luna yani “Barna§a ”ya benzer bir kimse (“kbar ini§”),
bu canavari ôldürerek En Yüce Olan’in kullan ve sev-
diklerinin Saltanatini kurmak için dâima kudretle, §e-
*) FatihaSûresi’nde geçen“Ma!iki yevmid’d ln ” i.bâresindcki“din”keli-
mesi bôyledir.

297
refie ve hákimiyetle donatilip vazifelendirilmi§tir.
Diger taraftan, sözü edilen bu canavari öldürmek
üzere Hz. Ísa Mesih görevlendiri!memi§tir. Çünkü o,
bizzat Íncillerin ifádesine göre politik i§lerden kaçinmi§,
Roma Kayzerine haraç vermi§(‘> ve sevdikleri kim-
seler kralhk taci giydirmek istediklerinde gözden uzak
bir yere kaçmiçtjr. Zira Isa, gayet açik bir ifade ile bu
dünyanin asi! efendisinin daha sonra gelecegini söy-
lemi§tir. îgrenç putperestlik gelenegini kökünden sö-
küp atacak §ahis ise Periklit’tir. ͧte bu i§in üstesin-
den bir kaç yil içinde gelen tek insan, Muhammed Mus­
tafa (s.a.v) olup îslâm da ilâhî HükümvQ Saltanat, yani
din’dir. Bunun için Kitaba ve Hâkimler Hâkimi, Me-
likler Meliki bir Allah inancina sahiptir. Hz. Muham­
med (s.a.v) de bu ebedîsaadet ve ha§metin muzaffer
bir askeridir.
e) “Periklit”in son bir alâmeti de, onun kendiligin-
den bir §ey söylemeyip, kendisine ne vahyedilmi§se
onu aktarmasi ve olacak §eyleri göstermesidir. (Yu-
hanna, XVI, 13). Boyle bir§eyin, Hz. Muhammed’in
(s.a.v) kendisinin ve Sahabelerinin en ufak bir sözü-
nün yer almadigi veya müdahalesinin söz konusu ol-
madigi Kur’an-i Kerim’e delâlet ettigi meydandadir.
Gerçekten de bu kitapta yer alan her§ey, Allah’m söz-
lerinin vahyedilmi§ §eklinden ibârettir, Allah Resûlü
(s.a.v) Cebraii’in kendisinesoy/ec/íi^'^eyleri aynen nak-
letmif ve emin vahiy kâtiplerine yazdirmiftir. Peygam-

Markos, XII, 13-17,

298
berimizin (s.a.v) kendi sòzleri, lafiziari ve telkinleri mu-
bàrek ve òrnek ahnmasi gereken i§8retler olmakla be­
raber, Allah Kelàmi degildir ve Hadis veya Sünnet
adiyla bilinirler.
Kitaplarda bu §ekilde anlatilan Periklit’ln hàlà Is­
Iàm Peygamberi (s.a.v) olmadigini sòyleyebiiir miyiz?
Ahmed’den ba§ka Periklit’in fiziki, ahlákí, ameli bütün
ozelliklerini, i§aretlerini, alàmet ve ni§anlanni kendln*
de toplayan ba§ka birisi var midir? Hayir, asla!
Periklit hakkinda yeterince konu§tu§umuz i?in, bu
husustaki sòzlerimizi bir Kur’an ayeti ile bitirmek isti-
yorum; “Ben, ancak, bana vahyolunana uyarim ve
ben ancak bir uyanciyim” (Ahkàf SQresi, 9).

299
IX

ÌNCiL’DE SÖZÜ EDÌLEN “INSANOGLU” KÌMDIR?

Kur’an-i Kerim Hz. Ìsa’yi bize ‘'Meryem o^/u” ola­


rak takdim etmektedir, Ayni §ekilde Hz. isa’ya vah-
yedilen ve ilk havarilerin de bu §ekilde duyup ögren-
dikleri Allah kelàmi asil Indi de Hz. Isa’ya Meryem oglu
der. Ne yazik ki o daha sonra hikàye ve efsanelerle
doldurularak tahrif edilmi§tir. !§te bu sebeple de “Mer­
yem o^lu”, Isa bu muharref incillerde kiz ve er-
kek karde§leri olan “Yusuf o^lu” olup gikmiftir.^^^
Incil’in diger bir ?ok yerinde ise “Davud og/u”(2) ,
“insan “AlJah’in ve sadece
“O^uriS) , “Afesi/7”i6 ) v e “Kuzu’’(7) §ekiinde ad-
landinlmaktadir.
Yillarca once Katolik bir papaz oldugum siralar-
da, bir gün Londra’daki Exeter Hall’ii ziyaret etmi§-
tim. Ve burada gen? bir tip adaminin “Geng Hiristi-
yan Erkekier Birlì§i”nin topiantisinda vaaza ba§ladigi

1) Matta,XIII, 55-56; Markos, VI, 3; 3-31; Luka,I1.48; Vin, 19-21;Yu-


hanna, U, 12; VII, 3,5; RcsOilerin Ijleri, I, 14; Korcntoslulara Birinci
Mektup, IX, 5; Galatyalilara Mektup, I, 19; Yahuda’nin Mektubu, I.
2) Matta, XXII, 42; Morkos, XII, 35 ;Luka,X X , 41 ;M atta,X X ,30;IX ,
27; XXI, 9; ResQllerin Ifleri, XIII, 22-23; Romaiilara Mektup, XV , 12;
Ibranililere Mektup, VII, 14 v.s.w
3) Isa’nin vaazlarinin 83 yerinde bu ünvan kullanilmi§tir.
4) Matta, XIV, 32; XVI, 16; Yuhanna,XI,27;ResuIIerinIjleri, 1X.20;
Y uhanna’nin Birinci Mektubu, IV ,15; V,5; Ibranilere Mektup, 1,2,5.
5j Y uhanna V, 19-26 veVaftiz Formülünde;Matta|XXVlII,19; Y uhan­
na, 1,34
gJMatta, XVI, 16 v.s.
7)Y uhanna, 1,29-36 ve Vahiy Kitabi’nin <Je|itli yerlerinde.

300
bir salona ister istemez ben de dahil oldum. ‘‘Sik sik
söyledi^im bir§eyi tekrar etmek istiyorum” dedi doktor.
“Hzisa Mesih ya ìncil’de iddia edilen kimse, ya da diin-
yada benzeri görü!memi§ bir yalanci olmahdir. ” O öyle
söyleyedursun, ben de hayatimda boyle dogmatik bir
ifade duymadigimi belirteyim. Zira bu genç doktoru-
muz bu sözleriyle, “Hz. Isa eger Allah’m o§lu de§ilse
en bûyük sahtekârdir” demek istiyordu. §ayet birinci
faraziyeyi kabul edecek olursaniz iyi bir Hiristiyan, ya­
ni Teslis’çi bir Hiristiyansmiz; ikinci §ikki kabul ederse-
niz, Yahudisiniz demektir. Fakat bu iki önermenin iki-
sini de reddeden bizler bu mantiga göre de tevhidçi
Müslümanlar oluyoruz. Gerçekten de biz Müslüman-
lar, Isa Mesih’e Kiliselerin atfettikleri bu yakigtir-
maiann hiçbirisini de kabul etmeyiz. Hz. Isa ne “Al­
lah’in oÿlu” ne de “însanoglu”dur. Hem eger Allah’a
“Baba” demege ruhsat verilmi§ olsaydi, sâdece Hz.
îsa’ya degli, her peygambere, her fâzil insana “Allah’­
in o§lu” demek icabederdi. Ayni §ekilde Hz. Isa, eger
Diilger Yusufun gerçekten oglu ve Incil’in iddia ettigi
gibi evli, çoluk çocuk sahibi bir kaç kiz karde§le dort
erkek karde§ten biri idiyse, herhangi bir insan için kul-
lanilan bu garip “/nsanos/u” tabiri niçin sadece Isa’ya
yaki§ttrilmi§tir.
Görüldügü üzere Hiristiyan papazlan, rahipleri, din
adamlari ve apolojistleri esrar ve maskaralik için özel
bir temâyüle ve muhâkeme için de hususî bir mantik
anlayi§ina sahip bulunmaktadirlar. Onlann bu manti-
gi orta yolu bulamaz; iki §ey arasindaki farki ayirde-

301
demez ve kullandikiari ünvan ve isimler igin kesin bir
fikre sahip degildider. Üstelik onlar sadece kendileri-
nin inanabilecekleri bu uzla§maz ve 5 eli§kili ifadelerin-
den óyle bir zevk duyarlar ki... Ve yine onlar, Mer-
yem’in hem evli hem bekár; Yusufun, Meryem’in hem
kocasi, hem ni§anhsi; James, Jossi, Simón ve Yahu-
da’nm, Hz. ísa’nm hem karde§leri, hem kuzenleri ol­
dugunu tereddütsüz soyleyebümektedirler. Keza,
ísa’nin hem Allah, hem insan; hem de "Allah’in o§-
Ju”, “¡nsaninoglü”, “Kuzu” ve “Davud’un og!u” o\du-
gunu soyleyenler de bu dinin mensuplaridirlar. Boy-
lece onlar kahvaltida büyük bir hirs ve i§tahla yemegi
arzuladiklan baconC^ kabilinden birbirinden farkli ve
birbirine zit sifatlarla kannlannt doyurmu§ olmaktadir-
lar. Bunlar taptiklari §ey hakkmda asla kafa yorup dü-
lünmezler. Ve karde§lerinin kanli kátilinin hangerini
babalarinm huzurunda opüyormu§gasina haga ve Al­
lah’a taparlar.
Ben onmilyonda bir Hiristiyanin bile “ínsanoglu”
tabirinin men§ei ve gergek mánasi üzerinde íam ve ke­
sin bir bilgi ve kanaat sahibi oldugunu zannetmiyorum.
istisnasiz bütün Kilise ve bunlarin tefsircileri, Aliah’in
oglu’nun büyük bir tevazu órnegi góstererek, bu insa-
noglu ünvanini üzerine aldigini soyleyeceklerdir. An­
cak, onlar bunu derken, Hz. Isa ve §akirílerinin cán-i
gónülden inandiklari Yahudilerin Apokaliptik kitapla-

")Bacon; Sabah kahvaltiiannda yenilen yagda kizartilmif yumurtaii


dom uz eti.

302
nnin uysai, mütevazi, ba§ini hiç yere koymayan ve za-
limlerin eline teslim edilip oldürülen bir “Barna^a” (In-
sanoglu) degil; fakat koyun ve kuzulari parçalayip ye-
mege gelen yirtici ku§larla canavarlari dagitmak, bat­
ta yoketmek için büyük bir güç ve kudrete sahip “in-
sanogIu”r\u haber verdigini asía dü§ünmezler!
Hz. isa’nin “insano§Iu” ile ilgili konu§masini du-
yan Yahudiler, bununia kimin kastedildigini gayet iyi
anlami§Iardi. Ashna bakilirsa Hz. Ísa, bu “Barna§a” is-
mini kendiliginden uydurmadigi gibi Enok’un Kitabi,
Sibylline Kitaplari, Hz. Musa’nin Tahminleri, Daniel’-
in Kitabi gibi Yahudilerin Apokaliptik kutsal kitaplannda
da bu “ínsanoglu" ismine rastlamaktayiz. Bu bilgiler-
den sonra Barna§a, yâni insanoglu adinin men§eine
geçebiliriz,
1. “¡nsanoglu”, ‘Ban$’m Saltanati”m tesis eden ve
Allah’in sevgili kullarini, §eytanin putperest güçlerinin
zulmünden ve esáretinden emin eden son peygam-
berdir. Bu “Insanoglu” (“Barna^a”) adi, Kurtanci’yi,
yukarida bahsettigimiz ifádede “koyun” kelimesiyle
temsil edilen Allah kullarindan; ve yirtici ku§lar, ca-
navarlar ve vah§i hayvanlar §eklinde ifade edilen di-
ger putperest milletlerden ayidetmek için kullanilmi§
sembolik bir ifádedir. Bu arada §unu da belirtelim ki,
Allah, Yahudilerin Hezekiel Peygamberine hemen he-
men daima “Ísraü koyunlannm gobani” mánasinda
“Beni Adem”, yani “Ademogiu” diye hitap etmi§ bu-
lunmakíadir.(^) Bu Hezekie! Peygamberin kitabin-
1) Hezekiel, 1,26.

303
da da vahye dayali bazi bilgiler bulmak mümkündür.
O, nübüvvet kitabinin bagladigi ilk rüyasinda, Ezel ve
Ebed Olan’in parlak mavi renkli tahtinm yaninda “in-
sanoglu”n\ìn zuhur ettigini haber vermektedir.^^^ AI-
lah’in huzurunda ve meleklerden daha üstün bir mev-
kide bulundugu sik sik dile getirilen bu “Ademo§lu”,
Hezekiel (veya Ezekiel)’in kendisi degildir.(2) Bu ki­
taplarda yer alan izahlardan anla§ildigina göre O, Al­
lah’in kuliarini ba§ka yerde de§il, buradaki, bu diin-
yadaki kàfirlerin elierinden kurtarmak igin görevlen-
dirilmi§ “insanogIu’\yàni son peygamberdir.
a) Apokaliptik Enok (Hanok)’un kitabina göre “/n-
sano§ìu”:
Her§eyden evvel §unu söylemeliyiz ki, Isa Mesih,
Adem’in yedinci göbekten iorunu tarafjndan yazildi-
gina inanilan Enok’un Vahyi’nden haberdardi. Qünkü
'‘James’in karde§i” ve “/sa Mesih’in hizmetkàri’ daha
dogrusu karde§i olan Yahuda, Enok’un kendi ismini
fa§iyan bu kitabin gergek yazan olduguna inanmakta-
dir.t^^ Ilk Hiristiyan yazarlannin iktibaslan sayesin-
de mevcudiyetini koruyan bu harika vahiy, bazi
daginik pargalar halinde halen mevcuttur. Bu kitap as-
linda Photius’dan^"^^ gok once kayboimakia beraber
Habegistan’da Abyssiniya Kilisesi’ne àit Kitab-i Mukad-
DHezekiel, X,2.
2)Hezekiel, X X X IV ,2.
3 )Y ah uda’ninBirinciMektubu,I,14-lndlerde buV ahuda.lsa’nin dort
karde§inden biri olarak zikredilmektedir. Bk. Matta, XII, 55-56.
4)BuKltapIrlanda'!]PiskoposLaurencetarahndanlngilizceye de ccvrii-
mi§ bulunmaktadir.

304
deslerin içinde bulunmu§ ve Dr. Dillmann tarafindan
geçen yüzyilm ba§inda notlar ve açiklamalar iiâve edil-
mek suretiyle Habe§ (Etiyopya) lisanindan Almanca-
ya tercüme ediimi§tir. Kitap be§ babdan veya ki-
tapçiktan te§ekkül edip, tamami de§i§ik uzunluktaki
yüzon bölümden ibarettir. Konulari ise “Meleklerin ini-
§i”, “Onlann kizlarla gayn me^ru ili§kiler¡”, “her ge§¡t
dalavere ve zararh bügileri elde eden dev cinsinden bir
irki do§urmalaridir”. Daha sonra o, bunlarm kötü a!i§-
kaniik ve günahlarinin, kendilerini daha sonra, Cenáb-i
Allah’in Tufani ile cezalandiracak kadar arttigindan
bahseder. Yine onun konulan arasinda “bu peygam­
berin, meleklerin rehberliginde yaptigi ve çok esrâren-
giz, çok hârikulâde §ey¡er gördügü Sema’da ve Yer-
yüzün’degerçekle§en iki seyahati de bulunmaktadir.
Suih’ün, yâniIsiâm Sakanati’nin tamtildigi kitabin ikinci
bôlümünde ise “insanoglu”, sefih ve dü§üncesiz bir ha-
yat yagayan krallari yakalayarak Cehennem’e
atar.i2) Ancak, bu ikinci kitap, bir ki§inin kalemin-
den çikmadigi gibi, herhalde Hiristiyanlar tarafindan
tahrif de edilmi§tir. Uçüncü bab veya kitapçik, astro-
nomi ve fizige dâ.ir enteresan ve ileri bir takim biigiler
ihtiva etmektedir. Dördüncü Bölümde ise, bu insan
DEnok, XLVI, 4-8.
2) Photius,KilisePederlcrinden olup M. IX.yüzyilda ya§ami§tir. 858-867
V« 877-886 tarihleri arasinda Istanbul patrikligi yapmijsa da diger kilise
ileri gelenleri ile arasi açildigindan Ermcnistan’a sürgüne gônderilmi§ ve
burada muhtemelen 891-898 yillan arasinda ôlmü§tür. Bu kilise pedc-
rinin, Ortodoks kilisesi için büyük ônemi hâiz çe§itli yazilan ve bibliyog-
rafya eseri bulunmaktadir. Ôlüm ünden sonra “Aziz" olarak kabul edil-
miçtir. (Bk. dtu Lexikon, C. 14., Münih-1966, Photius maddesi.)

305
neslinin, ba§langiQtan Íslámí devre -kitabin ifadesine
gore-'Mesihì devr”e kadar devam edecek olan Apo­
kaliptik görü§, iki hikàye ve birsürü semboller ha-
iinde diie getirilir. Buna göre yerin altmdan beyaz bii
boga gikar ve kendisini beyaz bir inek takip eder. Bun-
lann ikisinden, biri siyah digerì kirmizi iki erkek yavru
dünyaya gelir. Siyah, kirmiziyi boynuzlayarak kova-
lar. Sonra anne inek, kirmiziyi aramak igin siyahi ter-
keder, Boganin ba§ka bir inekten siyah renkii bir kag
yavrusu olur, Ancak, anne inek. yavrusunu bulamaz
ve feryadu figan eder. Bir miiddet sonra bu kirmizi inek
Qikip gelirse de siyahlar kendi irklanni methetmeye ba§-
larlar. §iiphesiz bu agjk ben2 etme, zürriyeti “koyun
yünü” ile ifade edilen Hz. Yakub’a kadar uzanan Hz.
Adem, Hz. Havva, Hz. Habil, Kabil, Hz. §it, v.s. §a-
hislan sembolize etmektedir. Ancak, bu Hz. Yakub’-
un karde§i Esav’in eviatiari, yàni Edomiler, Tevrat’ta
domuz sürüleri olarak takdim edilmektedirler. Ikinci
hikàyede ise bir koyun yünü yigini, canavarlar ve yir-
tici ku§lar tarafindan sik sik rahatsiz edilmekte, saldm-
ya maruz kalmakta, dagitilmakta ve dogranmaktadir.
Bu tecávüzler, kuzgunlann ve diger le§ yiyen hayvan-
larin saldirisina kadar sik sik tekrarlanmakta ve sözde
Mesihj devrin zuhuruna kadar da devam etmektedir.
Fakat, bir taraftan da geng bir "Kog’\bu saldirilan ber-
taraf etmek igin büyük bir cesaret ve kahramanlikla di-
renmektedir, Bundan sonra, gergek efendi ve yünün
sahibi olan “insanoglu’\yünlerini kurtarmak üzere g¡-
kagelir.

306
Gayri müsiim bir ara§t¡rmaci, bir hakimin veya bir
káhinin bu rüyasmi asla izah edemez. Böyle bir kim­
se, -onlarin hepsinin yaptigi üzere- bu hikáyeyi Isa’-
dan önce ikinci asirm ortalarmda Makkabiler ve Kral
IV. Antiyakus zamanmda meydana geidigi kabul edi­
len hayálí bir olaya atfederler.O Bu olay, Makka-
biier kitabinda geni§ geni§ anlatildigi üzere, kendisini
Kurland ilán eden birisinin, kocaman bir sopa veya
sinkla gelip, saginda ve solundaki ku§larla canavarlan
darbelemesi, bunlar arasinda büyük bir katliama giri§-
mesi ve agzmi agan Arz’in bunlarin büyük bir kismini
yutmasi, geri kalanlann da ugarak kurtulmasi §eklin-
de tezahür etmi§tir. Daha sonra kiliglar, koyunlar üze­
rinde konu§maya ba§lami§sa da beyaz bir boga imda­
da yeti§erek bu zavaliilari gergek bir huzur ve emniye-
ie kavu§turmu§tur.
Enok Kitabi’nin be§inci babina gelince, bu tama-
men din? ve ahiákí ögütlerden ibáret bilgiler ihtiva et­
mektedir ,Frenc/i£ncyyopec//a’nin ifadesine göre, mev- A

cut §ekliyle bu kitabin tamami, orijinal Arami dilinde


Filistinli bir Yahudi tarafmdan en geg M.O. 110 yilma
kadar tertiplenmi§ olup. bazi deliller ihtiva etmektedir.

Kur’an, bu Enok isminden sadece “¡dris” ismiyle


zikretmektedir. Idris kelimesi ise Arapga ve Ara-

■) IV. Antiochus{Epiphanes), lII.Antiochus’un oglu o lu p M .0 .173-165


yillan arasinda hiikum surmuf ve Yahudileri Yunanlilaftirrnak i^in yaptigi
faiifmalarla mejhurdur. (Bk.Alton. Bryant, The New Compact Bible
Dictionary, A .B .D ., 1974, s.47.)

307
mice “iblis” ve gibi yalin isimier sinifina gi­
ren Aramice “Drisa” isminin Arapça §eklidir. Hem Id­
ris, hem de Drisa, '‘dere§” (Arapça “derise'’) kôkün-
den türetilmi§ olup, “gerìi§ bilgi sâhibi, âlim, aUâme"
demektir. Kur’an-i Kerim’in bir âyetinde §ôyle denil-
mektedir: “Ayrii kitapta Îdrisl de batirla, çünkü O, çok
sâdik bir peygamberdi; biz O ’nu pek yüce bir yere yük-
seittik”. (Meryem Sûresi, 57-58).
Islâm tefsircilerinden Beyzavî ve Celâluddin’-
in(^) , Enok (Nuh)’un; astronomi, fizik ve aritmetik
bildiginden, O ’nun kaiemle yazan ilk insan oldugun-
dan ve idris kelimesinin “bilgin” mânasma geldiginden
haberdar olduklan anla§ilmaktadir. Bu da, bu îslâm
müfessirlerinin ya§adigi devirlerde Enok Kitabi’nin he-
nüz kaybolmadigmi gôsterir.
Azra ve Nehemya’nm kurdugu (M.Ô. 4. asir) “Bü­
yük Sinagog Medisi” tarafindan îbranice Kutsal Kitap-
lan tanzim i§inin sona ermesinden sonra Enok’la be­
raber dinî ve kutsal sayilan diger bütün kitaplar, Apokrif
denilen ayri bir sahte kitaplar zümresine dâhil edilmi§,
bunlar, ibranice Kitab-i Mukaddes’ten çikanlmi§tir. Bü­
tün bu i§leri bilgin ve dindar bir Yahudi heyeti yürüt-

1) iblis, Aram ice“Blisa”kelimesinin A rapça §ek!idir ; “K o v u lm u i” dem ek


o lup, §c y ta n ’in diger bir ismidir.
‘ ) Yazar,Celaluddin ismiyle eger Celaleyn tefsirinin yazarlanni kasdet
mi|ise, onlarin kitabinda Hz.Îdrisle ilgili âyetlerin tefsirinde yukarida uerl-
len bilgilere rastlayamadik. Ancak yazarimiz Abdu’l-âhad’in sozünü et­
tigi Beyzâvî, tefsirinde bu bilgilere yer vermiftir. Keza ayni bilgilere §eyh-
zâde’nin tefsirinde de rastlanilmaktadir. Yazarimiz herhalde bir zuhui
neticesi, Çeyhzâde diyecegi yerde Ceiâluddin demiftir.

308
mü§ olup, bu üyeler igerisinde en meghuru, Hz. ísa’-
dan önce 310 yilinda ölen "Adii Sim on” adindaki bi-
risiydi. Hálen sahte olarak kabul edilen bu kitaplar,
Makkabiler devri ile Titus’un Kudüs’ü hemen yiktirma-
sindan sonraki devir arasinda ve degi§ik zamanlarda
yazilmi§ Enok, Baruk, Musa, Ezra ve Slbilin adindaki
kitaplardan te§ekkül etmektedir.Dikkat edilecek olur-
sa bunlarin, Antikite’nin bazi me§hur §ahsiyetlerinin is-
mi altinda dini ve vahye dayali kitaplar meydana ge-
tirmek isteyen Yahudi filozoflarmin modasina tama-
men uygun oldugu görülecektir, Yeni Ahid’in sonun-
daki iláhí Yuhanna admi ta§iyan kitap bile bu eski
Yahudi-Hiristiyan gelenegine istisna te§kil etmez. Eger
“Rabbin (Isa’nin) karde§i Yahuda”, Adem’in yedinci
göbekten torunu Enok’un, kendi adiyla aniian yüzon
bölümden müte§ekkil kitabin gergek yazan olduguna
inanabiliyorsa, §ahid Justin, Papias ve Eusebius gibi
ilk Hiristiyan baba’larmin da Matta ve Yuhanna’nm,
yazarliklanna inanmamalanna §a§mamak gerekir.
Bununla birlikte, benim maksadim bu Enok kita-
binin yazarinin kimligini tesbii etmek veya Yahudi ta-
rihinin en aci ve en talihsiz olaylan arasinda yer alan
bu anla§ilmaz ve esrárengiz vahiyler hakkmdaki tefsir
ve beyanlari orta yere sermek olmayip, bu “insanogiu”
isminin men§eini izaha gali§mak ve onun gergek mä-
nasina i§ik tutmaktir. Kilisenin Apokalipsleri ve Incil-
leri gibi Enok da, Allah’in mü’min kullarini, dü§man-
larindan emin etmek ve bu keháneti, Niháí Hükümle
peki§tirmek igin bir “insano§Iu”'rmn gelecegini haber

309
vermektir.
b) Kudüs’ün Roma ordulan tarafmdan en son tah-
ribini takibeden yillarda tertiplenen Sibylline (Sibilian)
Kitabi iseC* bu “Ìnsanoglu”r\un Romalilar devrinde
zuhur edecegini ve bu imparatorlugu yikacagmi, bôy-
lece Allah’m birligine iman edenleri kurtaracagmi dile
getirmektedir. Bu kitap Hz. îsa’dan hiç olmazsa sek-
sen yil kadar sonra yazilmi|tir.
c) Roma canavanni yoketmek görevi ve bu görev
için gereken kudretin veriidigi, bununla da kalmayip,
Allah’m huzuruna çikarildigi kaydedilen Daniel’in rü-
yasmdaki “¡nsanogIu”C^^ isminin burada neye delâ-
let ettigi meselesi üzerinde daha önce durmu§tuk. î§-
te Baruk’un Kitabi’ndaki “Musa’mn Semâ’ya Yükse!i§i”
bahsinde yer alan konumuzla ilgili rüyalar da, yukar-
da zikreitigimiz "Apokaliptik Vahiylerde”ki hadiselere
§ekil ve “bir peygamber bekleyi§i” motifi bakimmdan
az-çok benzemektedir. Zira, buniann hepsi de, Allah’m
has kullarmi kurtaracak olan §ahsm “Insanoglu” veya
aynt anlama gelen “Barna§a'’ oldugunda müttefiktir-
ier. Bu kurtanciya “Insanoglu” denili§inin sebebi ise,
rüya §eklinde cereyan eden olaylardaki ‘‘canavar”davi
ayirdetmek içindir. Çünkü birincisi Cenab-i Hak’ki, ikin-
cisi ise Çeytan’i hatirlatmaktadir.

■) Sibylline, bir kadinpeygamber olup,ibadet vekehânetle ilgili bilgiler


ihtiva eden kitabi Isa’dan 1083 yil önce yanmi§tir. Bu Y ahudi kehânet-
leri dilden dile dolafarak Hiristiyanlara da geçmi|tir. §imdiki haliyle bu
kitap M .S., 500 yillarmda yaznlmis olmali.
1) Bk.Daniel Vll.Bab velslamic Review’unK asim l938 sayisindaki“Mu-
hammed in the Old Testemant” adii makale.

310
2. Apokaliptik kitaplarda sözü edilen “Insanoglu’-
’nun isa Mesih olmasi da mümkün degildir. Çünkü
“Insanoglu” ismi, hiçbir §ekilde “Meryem oglu”r\atat-
bik olunamaz. Krallari rezil hayatlarinin ortasindan ya-
kalayip Cehennem’e atmak için “Nasira’h Kuzu”yu
(Hz. Isa’yi) görevli sayan incillerin bu husustaki
bütün iddialarinm her bir cüzü güvenilir olmaktan uzak-
tir. Aynca, O’nu bulutlarin üzerinde Ezel ve Ebed ola-
nin tahtina dogru bir melek alayi ile birlikte ilerleyen
“/nsano^/u”ndan ayiran mesäfe, Jüpiter gezegeni ile
Dünya arasindaki mesafeden daha büyüktür. Bu se-
beple Yahudi Krali, hahami, nebisi gibi siradan bir “be­
ni Adern” veya “Mesih” olabilir ama Yahudi Resül ve
nebilerinin haber verdini “Insanoglu” olamaz. Yahu­
diler, O’nun bu görev ve ünvanini reddetmekte hakli-
dirlar. Ancak, O ’nun peygamberligini inkär etmekte
hata ve de suç i§ledikleri açiktir. Adi! Simon’un M.Ö.
310’da ölümünden sonra "Büyük Sinegog Meclisi”nm
yerini Sanhédrin almi§ oiup, toplantiyi yöneten ba§-
kanin soyadi “Nassi”, yâni “Prens” idi. “Bütün millet
helâk olmasin diye bir kavim ugruna bir adamm öl-
mesi daha hayirhdir” demek suretiyle Isa’ya kar§i hu-
kuku çigneyen bu Nassi’nini2) bir peygamber ola­
rak takdim ediimesi ise, gerçekten §a§irticidir.<3^
Eger bu §ahis bir peygamber ise, bu Mesih’in, mesih’-
lik (Kurtaricî’lik) özelligini veya peygamberlik misyo-

DEnok Kitabi, XLVI, 4-8.


2)Yuhanna, XI, 50.
3)Yuhanna. XI, 5 i , 52.

311
nunu nasil olup ta taniyamami§tir?
Hz. Isa’nm bahsedilen mànada “Insanoglu” veya
“Mesih” (Nihaì Kurtanci) olmadigmi gösteren asil se-
beplere gelince:
a) Aliah’m elçisi, kendisinin. birkaç asir sonrasi-
nm miihim §ahsiyeti oldugunu söylemek veya dünya-
da ileride vukubulacak hàdiselerin kahramani olarak
bulunmak üzere tekrar dirilecegini haber vermek için
gönderilmi§ kimse degildir. Hz. Yâkup “Ailah’in Re-
sûyü”fll (s.a.v) hakkmda i§arette bulunmu§; Hz.
Musa, kendisinden sonra kitabi olan ve israil’in O ’na
itaat edecegi bir peygamberin gelecegini bildirmi§(2)
Haggai. Ahmed’i(^> ; Malaki, Eliga’yit“*^ ve "Ahdin
EIçisi”ni haber vermi§se de bu peygamberlerin hiçbi-
risi, kendilerinin dünyaya ikinci defa gelecegi hakkm­
da hiç bir iddiada bulunmami§lardir. Hz. Isa mesele-
sinde son derece ters oian husus, Hz. Isa’nm once-
den beri müjdelenen “Insanoglu” ile ayni §ahsiyet ol­
dugu iddiasi kar§ismda, O’nun, Insanoglunun yapa-
cagi bildirilen i§lerden en küçügünü dahi yapamama-
sidîr. Pilate’nin pençesi altmdaki Yahudilere, bu sôzü
edilen “ÌnsanogIu”nun Hz. Isa oldugunu ilân edip daha
sonra bu ayni Isa’nm, Roma Kayzerine haraç ver-
diginin sôylenmesi, ve yine bu “AdemogIu”nu'n ba§i-
mkoyacakyerininolmadiginin kabul edilmesii ^ , üs-
1)Ahd-i Atik, Tekuin, XLIX, 10.
2)Tesniye, X V lll. 15.
3)Haggai, II, 7.
4)Malaki, III, 1; IV, 5.
•) Matta, VIII.20,

312
telik Yahudilerin Roma boyundurugundan kurtulu§u-
nun belirsiz bir tarihe ertelenmesi, kendi milletlerini ger­
çekten önemsememek demektir. §unu da belirtelim
ki, bütün bu tutarsiz sözleri, Hz. ísa’ya maletmek, on­
larin geri zekâliliklarini göstermekten ba§ka bir i§e ya-
ramaz.
b) Hz. ísa, îsrailoguüari arasmda yer alan bu “¡n-
sanogIu”nun kim ve vazifesinin ne oidugunu herkes-
ten daha iyi bilmekteydi. Zira bu edepsiz krallan taht-
tan indirip Cehennem ate§ine atacak oian kimse bu
“i'nsano^/u” idi. “Baruk’un Vahyi” ve Ezra’nin Vulga­
te Tercümesinin dördüncü kitabi olan Vahyif* isimli
kitaplarda, Roma împaratorlugunun kalintisi üzerine
kudretli bir “Ban§ Saltanati” kuracak olan “insanog-
/u”nun zuhur edecegini haber vermektedir. Kilise ta­
rafindan pek makbul sayilmayan bütün bu kitaplar, di­
ger bir adi da “Insanoglu” ve “Mesih” olan Son Bü­
yük Kurtancinm gelmesiyle ilgili Yahudi görü§lerini dile
getirmektedir. Hz. isa’nin, bu yazilanlardan ve böyle
bir kimseyi hasretle bekleyenlerin varhgindan haber-
siz olmasi ise dü§ünülemez. Kezä, Hz. Isa’nin, San­
hédrin -Büyük Kudüs Mahkemesi- ve Yahudiligin, bu
kelimeiere isnat ettigi mänada bir ünvani ta§imasi da
söz konusu olamaz. Çünkü, bu Meryem Oglu’nun si-

") Eski ve Yeni Ahid’lerdeEzra, Kur’an’da Üzcyr olarak anilan kimseyi


Yahudiler büyük bir kàhin olarak bilmcktedirler. Bu peygamber Tev-
rat’in eski geklinin ortadan kalkmasina çok üzülerek Allah'a onu tekrar
kendisine bildirmesi için dua etmi| ve rivayete göre bu dua kabul olun-
mujtur. Tevrat’i yeniden yazarken Ibranice yerine Keldaniceyi kuüan-
miftir.

313
yâsî bir tasavvuru ve sosyal konularda plâni olmadigi
gibi, “Efendi”, muzaffer, resul, peygamberlerin aziz ve
§anli sultani olan “însano§!u”nun ve “Mesih”m sâde-
ce bir ôncüsüdür. Bu sebeple de Mesih ve “Insanoglu”
degildir.
c) încil’de Hz. îsa’nin agzindan tam seksenüç yer­
de geçen “Insanoglu” isminin tenkitli bir ara§tirmasi,
bu ifâdeyi Hz. Isa’nin asla kendisine hasretmedigi ve
bunun üçüncü bir §ahis için kullandigi neticesini orta-
ya koyacaktir. §imdi verecegimiz birkaç ôrnek, bizi,
Meryem oglu’nun bu ünvam, ileride gelecek ba§ka birisi
için kullandigina inandirmaya kâfi gelecektir zannedi-
yorum.
1) Bir yazicinin, yâni bilgin bir kimsenin “Senin ru-
hun nerede olursa ben de onu takip edecegim” de-
mesi üzerine Hz. Isa, “Tilkilerin inleri, gôkku§lannin
yuvalari vardir, fakatinsanoglu’nun ba§iniyasiayacak
bir yer yoktur”^^) §eklinde bir cevap verir. Bunu ta­
kip eden âyette de Hz. Isa, ölen babasini gidip göm-
mek isteyen bir §âgirdinin bu izin talebini reddeder. Ma-
alesef Hiristiyanlar arasinda bu bilgin kâtibinin kendi­
sini takip etmesi konusunda Isa’nin itirazinda dile ge­
tirilen bu çok basii dü§ünceyi ke§fedebilecek çileli bir

'¡Yazann burada isa,Mesihdeâildir"sôzünden maksadin, Meryem Oglu’-


run diâer bir isminin de Mesih ddugunu inkâr olmayip, O'nun “Nihai Kurtanci”
olmadiÿni beyan etmektir. Çünkü Kur’an-i Kerim'in ba§ta Al-i Imrân 4S, Ni-
sâ 171 ve Tevbe 30 olmak üzere birkaç âyetinde Isa Mesih olarak anil-
maktadir.
DMatta VII1.20.

314
ba§a veya muhâkeme kabiliyetine sahip ne bir aziz, ne
ne bir peder, ne de bir Incil yorumcusu bulabilirsiniz.
Eger Isa, onüç havarisi için bir yer bulabi!mi§se, pekâ-
la ondördüncüsü için de bir yer temin edebilirdi. Ay­
nca, sayilari yetmi§i bulan taraftarlarinin arasina da kay-
dedebilirdi<^^ Üstelik bu kâtip, Zebede ve Yuhanna
ogullan gibi câhil balikçilar da degil, bilgin ve fakih bir
zattir. Bu §ahsin samimiyetinden §üphe etmeye de yer
yoktur. Çünkü bu kâtip herhangi bir zamanda Semá’-
nin ordulanni çagiracak ve atasi Davud’un tahti­
na çikacak olan ve önceden haber verilen Mesih yâni
Insanoglu’nun gerçekten Hz. Isa olduguna inanmak
için gelmi§ti. î§te Hz. isa, bu §ahsm, tahmininde ya-
nildigini hemen aniayip §u dünya üzerinde ba§ini uza-
tacak iki ar§inlik îopragi bulunmayan Meryem Oglu’­
nun bu hâliyie kendisine rehberlik edecek “¡nsanoglu”
olamayacagmi açik bir §ekilde sôylemek istemi§tir. Hz.
Isa, böyle demekle kabalik etmi§ olmuyor; aksine bu
bilginin bo§ bir ümit peçinde zamanini heba etmeme-
sini sagliyor.
II) incil’de Hz. ¡sa’nin, “¡nsanoglu” koyunlari ke-
çiierden ayiracaktir”dedigi de yazihdir.i^) Burada
§üphesiz, “koyun” tabiriyle ilâhî Saltanata tâbi olacak
mü’min israiloguilari; “keçi” tabiriyle de Allah’in hak
dininin dü§manlanyla i§birligi yapan ve neticede hüs-
rana mahkûm olan Yahudiler kastedilmi§tir. Bu ifa­
de. Enok’un Vahyi’nin “¡nsanoglu” hakkinda verdigi
IJL uk a X-I.
2)Matta X X V . 31-34.

315
haberle gerçekten aynidir. Böylece Hz. isa’nin bu söz-
leri, Enok Kitabi’ni dogrulamakta ve ona ilâhî bir özellik
kazandirmaktadir. Hakikaten de Meryem Oglu’nun
kendisi, Israil’in koyunlarini(l) Allah’m inançli kul-
lari olarak kalmalarmi Ögütlemek ve kendilerini dü§-
manlarindan ebediyyen emin kilmak üzere gelmekte
olan ”lnsanoglu”nun ortaya çikigini sabirla bekleme-
lerini ikaz etmek için gÖnderilmi§tir. Tekrar belirtelim
ki Hz. isa, [“Müjdelenen M esih” manasmda)
“/nsanog/u’’olmadigi gibi, dünya siyaseti ile de ilgilen-
memi|tir. Hatta sevip iman eden birkaç Israiloglu di-
§inda kendisini hep reddeden ve hakir gören bu “kegi
ve koyunlarla” ilgili herhangi bir§ey de yapmami§tir,
III) incil’de "insanoglu”, Cumartesi gününün Efen-
disi*') yâni bu günde i§ yapmama gelenegini kaldi-
racak güce sahip olarak da tanitilmaktadir. Halbuki Isa,
Cumartesilerin siki bir takipçisi olup, Sinagoglarda ve
mäbedlerde halkin tedavi igleriyle de bilhassa bugün
iigileniyordu.^” ^ isa’nm, Kudüs’ün yikilmasi ile do-
gacak millî bir feläketin Cumartesi günü olmamasi için,
dua etmek üzere, kendisine inananlara emir verdigi
de yine incillerde yazilidir.('"> Öyleyse Hz, isa, her
Yahudi gibi Cumartesilerini koruyup gözetmeyi ali§-
kanlik haline getirmifken, nasii olur da O’na “Cumar-

DMatta XV . 24.
') Matta XII.8; Markos 11.28; Luka VI.5.
•• Ì Yuhanna V.16; Luka XX111.56.
" • ) M a t t a XX1V.20.

316
tesi gününün Efendisi” insanoglu gözüyle bakilir. Ve
asil önemlisi, hem bu azametli ismi kullanmayi talep
eder, hem de Kudüs ve Màbed’in yikilacagi kehàne-
tinde bulunur?
Özetlemek gerekirse, bu ve buna benzer birçok ör-
nek, îsa'nin bu Barna§a ünvanmi kendisine yaki§tir-
madigini; aksine bunu, koyuniari, daha dogrusu Islâ-
miyeti kabul edecek Yahudileri koruyan; inanmayan-
lari ise, ya kahreden, ya da yurtlarindan çikaran; Cu-
martesi gününün (Sebt) kudsiyetini kaldiran, Huzurve
Bari§ Saltanati’ni te’sis edip bu saltanatin ve dinin Ki-
yamet’e kadar devam edecegini müjdeleyen Son ve
Büyük Peygamber’e atfettigini gôsterir.
[Buraya kadar olan incelememizde ‘insanoglu’­
nun kim olmadigmi gordük.] Bundan sonraki bölümde
ise, bu ismin ihtiva ettigi i§âretlerin ve özelliklerin ay­
nen ve harfiyyen Resûlullah’in {Salât ve Selâm O’nun
üzerine olsun) §ahsinda tecelli ettigini ispat etmeye ça-
li§acagiz.

317
X
“¡NSANOGLU" SÖZÜYLE, ÎSLÂM PEYGAMBERÎ
(S.A.V.) KASTEDlLMlÇTÎR

Hatirlanacagi üzere, bir ônceki bölümde, Yahu­


dilerin Apokaliptik kitaplannda haber verilen “¡nsanog-
/u”nun, Hz. îsa Mesih olmadigini ve eger O, bu ismi
kendisine mâletmi§ olsaydi, taraftarlannin gôzünden
dü§me ihtimalinden dolayi, Meryem Oglu’nun bu is­
mi kendisi için kullanmadigini ifade etmi§tik.
Bu durum kargisinda iki ihtimal bulunmaktadir: Ya
Mesih’e ait haberlerin ve Barna§a ile ilgili bütün sôyle-
nenlerin sahte ve efsâne oldugunu dile getirmek; ya
da Mukaddes kitaplarda geçen bu hadiseleri, tasdik et­
mek ve buniann bu büyük insan tarafmdan gerçekle§-
tirilecegini kabullenmek. §unu da belirtelim ki, “Insa-
no§Iu. hizmet ediimeye de§il, bizmet etmeye gel-
c//”(l) veya “¡nsanoÿlu ba$kâhinlerin ve yazialann
eiine tesUm edilecektir”^^^ yahut da “Insanoglu gü-
nabkâr vemüitezimierieyiyip içerek geldi”^^^àemek ve
ayni zamanda, bu zâtin digerlerinin himâyesinde di-
lencilikle ya§adigini sôylemek ise, insanin kendi kav-
mini, bu §ahsin miiletini ve O ’nun en aziz hislerini ren-
cide etmek demektir. Diger taraftan, israil’in koyun-
larini bulup emniyete aimak için gelen însanoglu ol-
dugunainanip onunlaôvünmek’J'^’ fakat bu saadeti

1) Matta X X .28.
2)a.g.e., XX.18.
3)a.g.e., X I . 18.
4)a.g.e., X V IIl.ll.

318
Kiyamet gününe birakmak, üstelik O’nu sönmez ate§-
lere atmak da bu mazlum insanlarin bütün ümitlerini
bo§a çikarmak olacaktir. Bu kavim ki, bir zamanlar
Dünya’da saglam bir Allah inancina ve Hak dine sa­
hip olan tek kavimdi.C^ Ve yine peygamberlerini ve
onlara gelen vahiyleri alaya alanlar bunlar olmu§tur.
Burada §u sorular akla geimektedir: “Hz. îsa’nm
bu ünvam kendisine mâletmesi mümkün müdür?, Bu
dort incü’in yazarlan, Yahudi miydi?, Hz. ¡sa bu düz-
me ¡ncillerin iddia ettikleri §absm gerçekten kendisi ol-
duÿuna inanmt§ miydi?; Yahudilerin bütün ümitlerini
bo§a çikaran bu gibiyazilar, yine bir Yahudinin kaJe-
minden çikmi§ olabilir mi?” §üphesiz ki benim bu so-
rulara verecegim cevap “hàyir!” olacaktir. Zâten ne Hz.
îsâ, ne de havârileri bu ünvanm hakiki sahibini biien
bir topluluk içinde onu kullanabilirler. Aksi bir iddia,
bir kralm tacini, kendisini kral olarak ilan edecek or-
dusu bulunmayan bir elçiye giydirmek gibi bir §ey olur.
Böyle bir çeyin ise, me§ru ‘'¡nsano§!u”nun hak ve ruh-
satlarinin basit bir gaspi mânâsina gelecegi täbüdir.Ne-
tice itibariyle, Hz. Isa’nin §ahsinda böyle hiç yoktan bir
gasp, “düzme jnsano^iu”nun ve Hz. tsa dü§mani biri­
sinin ünvani olarak kabul etmekle ayni §eydir. Hz. Isa’-
ntn lehine olarak uyduruian böyle cüretli bir iftira, “sah­
te insano§!u” veya Antichrist ünvanlanyla ayni anla-

') Israiioäullarinin bir devirde Allah’inimanetmi|çe§itlinimeÜerinenail


olduguna i§aret eden bir äyet de Bakäia Süresintn 122. äyeü olup $öy-
ledir; "Ey Israilogullari, size verdigim nimeti ve sizi AJemlere üstün kil-
digim zamanlan aniniz” .

319
ma gelir. Hz. Isa adina uydurulan böyle bir cesaret bü­
tün tüylerimi diken diken eder. Bu incilleri okudukça
bunlarin hiç olmazsa §imdiki tertip ve muhtevalari iti-
bariyle Yahudi olmayan birileri tarafindan hazirlanmi§
olduguna daha çok inanmaya ba§ladim. Çünkü; bu
Inciller, Yahudi Vahiylerine kar§i bir denge ve bilhas-
sa da Sibyllian (Sibilya) kitaplarina kar§i birer tepki ha-
vasi tagimaktadirlar. Böyle bir§ey ise, ancak Ibrahimo-
gullannin iddialan lie ilgilenmeyen Hiristiyan Yunan-
lilarin mârlfeti olabilir. Bu Sibilya Kitaplan’ni kaleme
alan §ahis, Hz. Nuh, Hz. Süleyman, Daniel, Ezra ve
bunun gibi Yahudi Peygambederiyle Hermes, Homer,
Orfius, Pitagoras v.s. Eski Yunan filozoflaanin isimle-
rine ve Ibrani dininin propagandasini yapan konulara
birlikte yer verdigi görülmektedir. Bu kitaplar herhal­
de Kudüs’ün ve Mescid’i Aksa’nm tahrip edildigi sira-
larda, yâni Yuhanna’nin Vahyi’ni yazmasindan biraz
once veya biraz sonra yazilmt§ olmahdir. Sibilya Vah­
yi’nin gâyesi ise, Roma Imparatorlugunu yikmak ve
yerine, bütün insanlann faydasma olan Allah’in Hak
dinini kurmak için îbrani asiili^^^ “¡nsano§}u”nun ve­
ya "Mesih”iri gelecegini bildirmektir. Bu “însanoÿJu’-
’nun ozelliklerinin sâdece Muhammed (s.a.v.)’inkiyle
uyu§tugunu gösteren bir çok saglam delil bulunmakta
olup §öylece siralayabiliriz.

1) Ibrani Keilmesi genijmanasiylalbrahlm’in bütün zürriyetl için kullani-


Ian bir kelime olmakta beraber, sonrsilari Ismallogullan, Edomiler ve Is-
railogullan gibi kavimlerin atasi anlamina kullanihr o]mu§tur.

320
iNCÎL VE APOKALiPS’LERDEN DELÌLLER;

Hz. isa’nin vaazlarinda “Barna§a” isminin geçtigi


en önemli ve en tutarli kisimlarda muraci edilen kim­
se, Hz, Muhammed (s.a.v.) oldugu gibi bu vaazlarda
yer alan kehànetler de sadece bumiimtazinsanm §ah-
smda harfiyen gerçekle§mi§ bulunmaktadir. Aynca, bu
ünvam, Hz. isa’nm kendisine atfettigi intibami veren
incil àyetìerinin sayisi fazla olmadigi gibi daha karma-
§ik, daha tutarsiz ve daha çeli§kilidir. Meselâ §u ibâre-
ye bakalim: “Insanoglu, yìyerek ve içerek geldi. Ve
onlar, i§te dediìer...”^^'^ Vaftizci Yahya, içkiden
nefret eden bir kimse olup gidasi su, çekirge ve yaban
ball olup bu sebeple Yahudiler arasinda adì deliye çik-
mi§ bulunuyordu.i’^ Buna mukâbil, ‘'§arapçi” oldu­
gunu söyledikleri “¡nsano^Iu” yâni Hz. Isa da ayya§-
larm ve günahkârlann dostu §eklinde mütalaa edilmek­
tedir. §üphesiz bir peygamberi oruç ve perhizinden
dolayi ayiplamak sadâkatsizlik ve câhillik olup, cezasi
pek agir bir günahi icabettirir. Fakat, Allah’m elçisi ol­
dugunu iddia eden bir kimseyi böyle sik sik günahkâr-
larin ve ayya§larm ziyafetine katilmak ve §arap delisi
olmakla suçiamak, insanlann ruhânf rehberi oldugu ifa­
de edilen bir §ahsa kar§i çok be§erî ve çok ciddî bir suç-
lamadir. §imdi biz, Müslümanlar olarak bir imami, bir
hocayi ayya§lar veya sokak kadmlanyla birlikte gör-

1) Matta XI, 19.


■) Markos 1.6

321
sek bu kimseye inanabilir miyiz? Aym §ekilde, Hiristi­
yanlar da benzer §ekildeki bir papaz veya râhibe ta-
hammül edebilirler mi? Tabii ki hayir. Bir dinî lider fert-
leri dine kazanmak ve onlann davrani§lanni düzeltmek
için samimi, kendine hâkim ve bogazina sahip bir
“Efendi” olmak §artiyia her çe§it günahkârla eibette ki
görü§ebilir. Ancak, yukarda aynen aktardigimiz ifädeye
göre Hz. îsa (a.s.), bir ümmetin dinî liderini eläleme
küçük dü§ürecek §ekilde hareket etmi§tir. §üphesiz
“Publican” adì ile anilan gümrük memurlan, vazifele-
ri icabi Yahudilerin nefretlerini kazanmi§hr. Incil’in ifa-
desine göre Hz. isa bir fáii§e<lí bir sahipli kadin(2)
ve iki vergi memurunui^) dinine döndürmü§tü. Fa­
kat bütün ruhban sinifi ve Hiristiyan àlimleri, lànet ve
afaroza^^) u§rami§lardir. Bütün bu ifadeler yaki§ik-
siz ve inanilmaz ifadelerdir. Bilhassa, Hz. îsa gibi mà-
sum ve temiz bir peygamber, kana^^) §ehrindeki bir
dügün evinde sarho§ davetlilerin çatlayincaya kadar
içmesi için alti fiçi suyu mûcize ile §arap hâline getire-
cek kadar §arap dü§künü oldugunu iddia eden görü§
ve dü§ünce, onu gerçekten sahtekâr ve büyücü §ek-
linde anliyor demektir. Bôylece Hz. Isa’nin su dolu va-
rilleri, sarho§ takimi önünde §arap varilleri haline ge-
tirdigini ôgrenmi§ bulunuyoruz! Halbuki Hz. isa’y» bir
ayya§, açgôzlü, zayif karakterli kimselerin ahbabi ol-
1} Matthew ve Zakltay (Matta IX .9; Luka XIX.I-II).
2) Yuhanna IV.
3¡Mecde’Ii Meryem (Luka V ili.2).
4)Matta XIII. v.s.
5)Y u h anna II.

322
dugunu söylemek ve O’na “însanoÿlu” ünvanini at-
fetmek, bütün bir dini ve Yahudi kitaplarini inkâr et­
mek demektir.
Tekrar konumuza dönecek olursak, Hz. ìsa’nin
' “Ìnsano§Iu’\kaybolmu§ bir §eyi arayip kurtarmak için
gelmi§tir.” dedigi belirtilmektedir.^^’ Tabii Hiristiyan
tefsirciler buna hiç tereddüt etmeden îûhânî bir anlam
vermi§lerdir. Aslinda bu, bir dini bütün peygamberle­
rin ve tebligcilerinin görev ve misyonunun, günahkâr-
larin günahlanndan pigman olup tövbeye çagirmasi-
nin ifâdesidir. Halbuki biz Hz. isa’nin “Israil’in koyun-
lan”na onlan günahlanndan vazgeçirip islah, bilhassa
da kaybolan §eyi tekrar ihya etmek; yikilanlari yapmak,
Hak dinin dü§manlanni ise kahru peri§an etmek için
gelecek olan “Ìnsano§lu” ile ilgili olarak çok açik bilgi-
liler ögretmek üzere gönderildigini kabul etmekteyiz.
Hz. îsâ “Barna§a” ünvanini ve O’nun görev ve sorum-
lulugunu kendi üzerine alamaz. Çünkü O, Samirì”!! bir
kadin olan Zakkay ve büyük bir kismi daha sonra kat-
ledilen bir kaç hâvari hâricinde kendi etrafindakileri bile
dü§manlarinin gerrinden emin edememi§tir. Hz. Ìsa,
gaiiba bunun içindir ki “bu Insanoglu kaybolmu^ $eyi
arayip kurtarmak için gelecektir” demi§tir. Çünkü,
Araplardan ve diger kavimlerden Hz. Muhammed’e
(s.a.v.) inanmi§ kimseler kadar Islàmiyeti kabul eden
Yahudiler de “Kudiis ve Mekke gibi” tanxâmen kay-
bolmu§ ve zevàle ermi§ her§eylerini, vaadedilmi§ top-

D L u k a XÌX.IO V.S.; IX.56; Malfa XJII.D.

323
raklarini Hak Dln’le ilgili bilgileri, Allah’in kudret ve sal-
tanatini, îslâm’in bu ve öbür dünyada bahgedecegi hu­
zur ve saadeti ancak ve ancak Resulûllah’m (s.a.v.)
gahsinda bulabilmiglerdir.
“insanoglu’’ tâbirinin cümlenin öznesi. nesnesi veya
yüklemi olarak kullanildigi daha pek çok ibâre varsa
da bunlarin hepsini burada nakletmeye imkän yoktur.
Fakat bir cümle var ki, onu aktarmadan geçemeye-
cegiz: “insanoglu, insanlann eline teslim edilmi§-
tir”^^ inciller’de bu “!nsanoSlu"nun i§kencelerle öl-
dürüldüQünü bcyan eden buna benzer daha epeyce
ifade bulunmaktadir. Tabii bu gibi sözler Ibranilerin di-
nine mensup olmayan sapik fikirli yazarlar tarañndan,
“insanoglu” ile ilgili hakikatierin Yahudi anlayig ve
inancina uygun olarak, “Ahiret Gününün Muzaffer
Kurtanast Nastrali !sa” ile degi§tirilmi§ ve Hz. Isa’nm
agzina maledilmig geklinden bagka birgey degildir.
Tabii, böyle bir tevil §ekli, Yahudileri aligkanliklarm-
dan vazgeçirmek ve bu suretle dogru §eylere inandir-
mak için bile bile yapilmiç kurnazca bir siyasettir. An­
cak, bu hile ke§fedilml§ ve Kitab-i Mukaddes’i ellerin-
de bulunduran Kiliseye bagli Yahudi-Hiristiyanlar te-
ker teker if§a edilmiçtir. Çünkü, Yahudilerin millî his
ve arzulan için Barnaça’nm yâni Beklenen Mesihin, ba-

DM atta XVI1.12.; X V I.21.


') Vazar bu konu ile ilgili herhangi bir Incil ayetine atifta bulunmamissa
da, kastettiäi ifadenin, “O zaman InsanoSlu’nun alâmetl Scmâ'nm bu-
lutlan Üzerinde kudretle ve büyük bir izzetle geldlglni gôreceklerdlr” §ek-
lindekl Matta X X IV . 30-31 oldugu aniasilmaktadir.

324
ipapazlarin ve din büyüklerinin, bir bozguncu hüviyeti
ile öiüme mahkûm ettikleri Isa'nin §ahsinda tecelli et­
tigini söylemekten daha kötü bir§ey olamazdi, Bu söy-
lediklerimizden de açikça anla§ilacagi üzere, Hz. Isa,
“insano§Iu’ ünvanini kendisine asla uygun görmemi§
ve onu sâdece Hz. Muhammed için saklamj§tjr. Bu
hususta birkaç deliiimiz daha bulunmaktadir:
a) Yahudi Apokalipsleri Mesih ve insanoglu si-
fatlarini, yalnizca karanhk güçlerle sava§ip gälip gele-
cek; daha sonra da Yeryüzünde sulh ve saläh’m hä-
kimiyetini kuracak olan Son Peygambere atfetmi§tir.
Aynca, bu kitaplardan iki isim e§ anlamli olup bunlar-
dan bir tanesini inkär etmek bu kimsenin Son Peygam­
ber olu§unun da inkäri aniamma gelmektedir. Bilindi-
gi gibi ilk ÜÇ incil’de Hz. Isa, kendisinin Mesih olmadi-
gini söylemi§, bunun için de havarilerinin kendisine
“Mesih” diye hitap etmelerini yasaklami§tir. Yine ín-
cil’de bildirildigine göre, Hz. isa’nm “Ben kimim” so-
rusuna Simon Peter (Petrus) “Allah’in Mesih’isin” §ek-
linde cevap vermi§tir.^*^ Bunun üzerine Hz. Isa ken­
disinin Mesih oldugunu ba§ka kimseiere söylememe-
leri için havâriierine emretmigtir. ) Diger taraftan St.

■) Burada yazannsôyiemekistcdigi§ey,lsa’nmkendisini,“Nihâî Kurtana”


manasinda Mesih olmadigi hususudur. Yoksa O , bunu isim-sifat ola­
rak Inkär ctmemektedir. Zira yazarimiz kitabinin 250 ve 256. sayfala-
nnda Mesih kelimesini Nihâî Kurtanci (Final Deliverer} §eklinde anladi-
§ini göstermektedir. Hem, Isiâmî Akidelere göre isa’nin di^er bir adì
da Kur’an-i Kerim’de Nisä 171-172; Al-!mran 45; Tevbe 182’de bir kaç
kere zikredilmektedir.
DLuka 1X.20.

325
Mark ve St. Luka’nm, meghur Peter’e verilen kuvvet
ve seiâhiyet sembolü anahtari^^ hakkinda hiçbir §ey
bilmedikleri görülmektedir. Onlar orada bulunmadik-
lan için bir§ey duymami§lardir. Yuhanna da Mesih hak­
kinda -unuttugu için olsa gerek- hiçbir beyanda buiun-
mami§tir. St. Matthew’un ifâdesine göre Hz. Îsa^’*
kendisinin Mesih oldugunu kimseye sôyiememeleri için
§,âgirtlerine tembih ettigi zaman, nasil zulme ugrayip
ôldürüldügünü de anlatmi§tir. Bunun üzerine Peter,
elem verici bu sahne ve ölüm hakkinda sözler söyle-
memesi için onu azarlamaya ve ögütlemeye ba§lar.
Matta’nin bu beyanina göre, Peter, “Efendi, o senden
Irak oisun” derken tamâmen haklidir. Eger Peter’in
“Sen Mesih’sin” sözü dogru olsaydi, “Safa” veya
“Ke/a” lakabini^2) Simon’a uygun gören insan bu
jestten dolayi memnun olurdu. “Insanoglu”nun, ce-
zasini çekmek üzere çarmihta aiçakça öldürülügünü
söylemek^’ *Mse,O’nunMesihîôzelliginintoptan inkâri
demektir. Fak-al Hz. Isa, “dü§ arkama §eytan” demek
suretiyle Peter’i gäyet kesin ve hiddetli bir gekilde azcir-
lamigtir. Bu giddetli azarin arkasini Hz, îsa’nin kendi­
sini Mesih veya “Ìnsano§lu”olmadiÿimen ufak bir §üp-
heye mahal birakmayacak gekilde dile getiren sözler
takibeder. Çimdi, Peter’e atfedilen bu saglam imam ve

1) Luka IX ,21 de jöylc denilmektedlr; “Isada kendisinin Mesih oldu-


äunu kimseye söylemesinkr diye tenbih ve emretti,” (Aynca Bk: Lu­
ka X V I,21,; Markus VIII,30)
•) Matta X V I,19
2 )Luka IX ,21-28,
Y uhanna L42,

326
bu imanin kar§iligi olarak verilen ferefll “safa” ünva-
niyla Cennet ve Cehennem’in anahtarlarini ta§ima im-
tlyazini; ve de dönekliginden dolayi “ÿeytan” hita-
biyla cezalandirili§ini, üstelik bütün bu hádiselerin ya-
rim saat gibi çok kisa bir zaman içinde cereyan etme-
sini nasil dü§ünür, nasil izah edebilirsiniz? Sözümüzün
burasmda akhma takilan ve açiklamayi mecburi bir gö­
rev olarak kabul ettigim bir kaç nokta daha bulunmak­
tadir: Eger Hz. ísa, Daniel, Ezra, Enok ve diger Ibrani
Peygamberlerinín önceden görüp haber verdikleri^ ^
“insanoglu” (Barnaga) oisaydi, havarilerinin kendisi-
ni “Mesih” olarak kabul ve ilân etmelerine izin vere-
cek. kendisi de onlari tasdik edecekti. Gerçek §u ki,
Hz. Isa bunun tam tersini yapmi§tir. Ve yine O, Me­
sih veya Barnaga olarak dünyaya gelseydi, dü§man-
l^rini güç kullanarak derhal altetmesi ve Roma ve Pers
Imparatorluklarini, gözükmez meleklerinin yardimiy-
la yikmasi ve medení dünyaya hâkim olmasi icabeder­
di. Fakat Hz. Isa, böyle bir kuvvete sahip olmadigi gi­
bi Roma imibatían tevkií etmek için geldikJerinde sak-
lanacak delik bulamayan Zebede’ler ve Jonah’lar gibi
degil, Islâm Peygamberi’nin {s.a.v.) sahip oldugu Hz.
Ömer, Hz. Ali ve Hz. Halid {r.a.) v.s. gibi cesur sa-
vagçilara da sâhip degildi.
Matta Incili’nde dile getirilen ve mantiki olarak bi-
‘ ) Yazarm bu ifadesinidestekleyen§öylebirâyetbulunmaktadir.“Allah,
Peygamberlerden §u hususta söz almi§tir: Size kitap ve hikmet verildik-
ten sonra slzlnle beraber oiani tasdik eden bir Resul gelecektir. O 'na
kesinlikle inanacak ve yardim edeceksiniz. Bu konuda verdigim vazife-
yi ikrar edip aldmizmi? Evet ikraredip atdikdediler” . (Al-i Imran, 81).

327
ribirinin hükmünü geçersiz kilan iki muglak ifade bu­
lunmaktadir. Bunlardan birincisi, Peter’in bir saat zar-
fmda -bilahare Katoliklerin ôvünme meselesi yaptiklari-
hem “Iman Kayasi”; hem de “dönek $eytan” olmasi-
dir ki, bunu da Protestanlar bilâhare alay konusu et-
mi§lerdir. Bu niçin böyle olmu§tur? Çünkü Peter, Hz.
Isa’nin Mesih olduguna inanirken taltif edilmi§; efen-
disinin Mesih olmadigini kabul etmek istemedigi zaman
da azarlanmi§tir. Yine încillerden anla§ildigma göre,
bir tanesi elinde kiliç,Allah yolunda cihad eden ve pu-
tperestligi ve onun imparatorluklanni kökünden söküp
atan imanli bir kumandan; digerì de elinde haçla sa-
va§an, putperest Romalilarla imansiz Yahudi Pisko-
pos ve hahamlan tarafmdan aiçakça §ehit edilen, Cal­
vary Tepesi’ndeld zavaüi münzevîbir rahip olmak üzere
iki tane “insanoÿlu” yoktur. Keza, Hezekiel Peygam­
berin ellerini meleklerin kanatlan altmda gôrdügü (II.
Bab);DanielPeygamberinzâtini Cenab-iHak’kin tahti
önünde seyrettigi (VII. Bab); ve Yahudi Apokalipsle-
rinin ise alâmetlerini saydigi bu “fnsanogiu”n\in, Gol-
gota’da asilmasi ônceden kararla§tirilmi§ da degildi. Ak-
sine diger bâzi âyetlere göre bu Barnaga’nin putperest
krallarin tahtlarini haçlari; saraylanni daragaçlari; ba§-
kentlerini de mezarlan haline getirmesi sozkonusudur.
î§te Mukaddes Kitaplarda incelenen “insanoglu ” ünva-
nma sahip olmak §erefi isa’ya degil,Hz. Muhammed’e
âittir. Hatta bu konuda târihî hakikatler bu Yahudi ve
Hirìstiyan vahiylerinden ve bunlarda yer alan ileriye
matuf haberierden daha açiktir. Zira Allah’in bu mü-

328
barek Resûlünün gerçekle§tirdigi maddî ve mânevîfe-
tihlerin bir benzerini daha bulmak mümkün degildir.
b} Hz. isa’nin “Insanoglu” \çin “Cumartesinin Rab-
diye hiîap etmi§ olmasi da önemli bir konu-
dur. Bilindigi gibi bu günün kutsalligi, Hz. Musa §eri-
atmdan kalmadir. Tevrat’a göre Allah yaratma i§ini alti
günde tamamlamig, yedinci günü istirahat etmi§tir. Bu
sebeple bu günde ôlüm endi§esiyle erkekler, kadin-
lar, çocukiar, kôleler hatta éveil hayvanlar bile her türlü
i§lerden uzak dururlar.On Emir’de yer alan dördüncü
madde, “Sebt” (Cumartesi) gününü takdis etmek için
hatirinda /uiacaksin” §eklindedir.(2) Kitab-i Mukad­
des çômezleri, Rabbin bu dinlenme gününe siki bir §e-
kilde riayet ediimesi için ne kadar titiziik gösterdigini
çok iyi bilirler. Hz. Musa’dan ônce bu konu hakkinda
bir hükmün varligi bilinmemektedir. Zira, Hz. Musa’-
nin gôçebe atalan, Cumartesiye kutsiyet izâfe etmi§ de-
gildirler. Ayrica, Yahudilerin lisanmda “Sebt” olan bu
kelimenin men§ei de büyük bir ihtimalie Babil dilin-
deki “Sabaffu”dur.
Kur’an-i Kerim Allah’in insan §eklinde tasavvur
edilmesini yasakladigi gibi, O’nun sanki bir be§ermi§-
cesine alti gün çali§tiktan sonra yatip dinlenmesi ve
uyumasi diye bir §eyi de kabul etmez. Bu hususla ilgili
bir Kur’an âyeti §ôyledir: “Andolsun ki, Biz Yeri ve
Côkleri ve ikisi arasmda ne varsa hepsini ait! günde

1) Matta XII,7.
2)Eskl Ahid, Çiki§, X X .

329
(safhada) yarattik. Bu bize zor da gelmedi.” (Kâf Sû-
resi, 38).
Sebi (Cumartesi) ile ilgili Yahudilerin inani§lari çok
maddî ve maksatlidir. Zira Yahudiler bu Cumartesile­
rini rahat bir dinlenme ve güzel bir tatll günü yapmak
yerine perhiz ve hapis günü, daha dogrusu yemek yap-
manin, yürümenin ve hayir i§lerin dähi yasaklandigt
bir gün haline çevlrml§lerdlr. Papazlann kendileri Sebt
gününde ekmek kizart'.p, kurban adami§lar fakat, Na-
sirali Peygamberi bir adamm kangren olan kolunu
mücizevi bir §ekilde iyile§tirdigi için ayiplami§lar-
dir.^^i Bunun üzerine Hz. îsa, “insan, Cumartesi
için degii, Cumartesi insan içindir” demi§tir. Tekrar söy-
leyelim ki Yahudiler bu günü ibädet ve hatta temiz bir
eglence ve dinlenme günü olarak kutlayacaklari yer­
de ädeta hapis ve bezginlik günü yapmi§lardir. Bu ye­
dinci günü, en ufak bir ihlai bile, ta§lanma veya buna
benzer bäzi cezalara çarpilmayi gerektirir. Çünkü Tev-
rat’in ifadesine göre, Musa’nin bizzat kendisinin,
bir Cumartesi günü yerden birkaç tahta parçasi topla­
yan ya§ii bir adami taflanma cezastna mähkum ettigi;
keza Hz, isa’nin havärilerinin yine bir Sebt günü, üs­
telik aç olduklari halde misir topladiklari için de azar-
landiklari bilinmektedir. ̧te bütün bu deliller Hz. îsa
Mesih’in, Sebt’i kutsal sayan bir kimse olmadigmi,tes’idi
konusunda zâlimâne hükümierin gölge gibi takipçisi
olmadigini açikça göstermektedir. O kutsalhk degil, §ef-
kat ve merhametle yapilmif i§ler istemi§tir. Bununla
DMatta XII.10-13.

330
beraber Meryem Oglu, Cumartesi gününe olan bu ba§-
liligi iptal etmeyi dügünmedigi gibi, bunu yapma kud-
retlni kendisinde bulamami§tir. Çünkü bu günün kut-
siyetini kaldirmasi ve yerine Pazar gününü koymasi ha-
linde mevcut taraftarlannm kendisini terketmelerinden
ve neticede isyan edip ta§lamalarindan çekiniyordu.
i§te Hz. Isa, Hz. Musa §eriati’nm bu maddesini takip
eder gözükmü§tür. Yahudi tarihçisi Joseph Flav’us’la
Eusebius ve diger kimselerden ögrendigimize göre
Isa’nm karde§i James, siki bir Ebionit ve de Hz. Musa
§eriatiyla Sebt’in bütün inceiiklerinin takipçisi olan
Yahudi-Hiristiyaniann reisi idi. Hellenistik Hiristiyan­
lar ise, ‘Rabbin Günü’ olarak kabul ettikleri Pazar’i ya-
va§ yava§ Cumartesi’nin yerine ikäme etmi§ iseler de,
Dogu kiliseleri dördüncü asra kadar her iki günü de
gözetmiglerdir.
§imdi eger Hz. Isa Sebt gününün Rabbi (Efendi­
si) ise bu günün siki käidelerini pekäla degi§tirmesi, hat­
ta tamamen ortadan kaldirmasi gerekir. Isa’nm vaazi-
ni dinleyen Yahudiler, O’nun “Sebfin Efendisi” ile kas-
dedilen kimsenin, beklenen Kurtanci oldugunu çok iyi
anlamiglar ve bunun için sessiz kalmi§lardi. Hatta, Mar­
kus ve Luka Incilleri’nin yazarlan her yerde oldugu gibi
burada da Hz, Isa’nin sözlerini örtbas etmi§lerdir, Böy-
lece bu “Insano^iu” isminin O’nun vaazinin konusu-
nu tegkil ettigi her yerde, bu örtbas i§leri, bütün belir-
sizliklerin, çeli§kilerin ve yanli§ anlamalarm illeti olup
çikmaktadir. Bu sebeple Kur’an-i kerim’i ve Tevrat’la
Incil’in gâyesi olan Resulüllah’i {s.a.v.) kilavuz kabul

331
etmedikçe dogruyu bulmak ve sihhatli bir neticeye var-
mak te§ebbüsleri ba§ansizlikla sona erecektir. Zira, Bü­
yük Kitab-i Mukaddes Tenkitçiligi, sizi hakikatin gömü-
!ü bulundugu mezarin kapisma kadar getirip §üphe ve
korkudan bitmi§ bir vaziyette Ôylece birakacaktir. O si­
ze, içeride birikmi§ olan ezelî dôkümanlari ve malze-
meleri ara§tirmaya imkân verecek kapiyi asla açmaz.
Bu “tarafsiz” tenkitçiler, ister mütefekkir, ister akilci ve
isterse eyyamci yazarlar olsun, istisnasiz hepsi de aci-
nacak kadar soguk, §üpheci ve insani ümitsizlige dü-
§üren kimseierdir. Geçenlerde, i§te böyle bir Fransiz
bilgini olan Ernest Renan’in “Le vie de Jésus”, “Saint
Paul” ve “L ’Antichrist” isimli eserierini okurken, kitap-
larina maizeme olarak aldigi eski ve yeni eserlerin bol-
luguna dogrusu pek hayretettim ve hemen Gibon ve
digerlerini hatirladim. Fakat maalesef E. Renan’in bu
bitmek-tükenmek biimeyen aragtirma ve incelemele-
rinin sonu, okuyucuyu bir bellrsizlige, ya da inkâra gô-
türüyordu. Üim dünyasinda tabiat hârikalarini poziti-
vistlerin ke§fettigi dogruysa da, dinîsahada bunun tam
tersini yapan, yani onu çer-çôp hâline getiren ve oku-
yuculann dinî duygularini zehirleyen de yine bu kim­
seierdir. §ayet bu bilginler, kendilerine rehber olarak
Kur’an’in ruhunu almj§; asil Tevrat’la încii’in hakiki,
manevî ve gerçek tatbikatçisi olarak da Hz. Muham-
med’i kabui etmi§ oisalardi, çali§malari böyle istikrar-
siz ve yikici bir mâhiyet almayacakti. Dindar insanlar,
teorik bir din degil gerçek bir dini; ve Allah’in dü§man-
larini geri püskürtmek, Cumartesi’nin Efendisi’nin ken-

332
disi oldugunu gerek sözleriyle, gerek amelleriyle ispat
etmek, bu ünvanin YahudiJerJe Hiristiyanfarca “Baba'-
lik sifati yaninda yanh§ anla§ilarak kotüye kuilanilma-
si leklindeki bir zihniyeti tamamen ortadan kaldirmak
için çarpi§an ordusunun ba§inda kiliç ku§anacak bir
‘‘ínsanoglu’’x\u isterler. l|te böyle bir “msano^/u"nun
vasiflari yalniz ve yainiz Muhammed Aleyhisselám’a
uygun dü§mektedir. Daha önceleri de sik sik tekr.;r et-
tigimiz gibi, indi ve Tevrat’taki kan§ik ve çeli§ik ifâde-
leri ancak, Kur’an’in i§igi altinda ele alirsak anlayabilir
ve bunlari ancak böyle bir hakikat süzgecinden geçir-
mek suretiyle hakikisini sahtesinden ayirabiliriz. Me-
sela Hz. Isa (a.s.) Mábefte Sebt’i sik sik bozan káhin-
1er hakkmda konu§urken “Mabet’ten daha bQyü§ü bu-
radadir” ^^'* demigtir. Bu cümlede geçen
“buradadtr” (here) keiimesine eger bir “f” harfi ekle-
yip te “There” (vardir) kelimesi ile degi§tirildigini dü-
§ünmezsek, cümlede anlam bozuklugu oldugu ka-
naatine varmak hiç de zor olmayacaktir. Çünkü, eger
Hz. Isa (a.s.) ve ondan önceki birisi, Mábet’ten daha
büyük oldugunu sôylemek cesaretini gösterecek olsay-
di, kendisinin Hz. Muhammed (s.a.v) gibi “Kuvvet ve
kudretle teçhiz edi¡mi§” insanoglu oldugunu ispat et-
medikçe Yahudiler tarafindan “kafir” diye derhal ya
linç edilecek ya da ta§a tutulacakti.
Cumartesi gününün kutsiyetinin peygamberler
peygamberi Hz. Muhammed tarafmdan kaldirildigmi

DMatta XIÍ.6.

333
ifâret eden bir Kur’an-i Kerim âyetine rastliyoruz.i*)
(Cuma Sûresi 62. âyet). Hz. Peygamberden önce
Araplar, Cuma gününü Âramice “arabe” -alçalmak
(Güne§)- kökünden gelen ve Süryanice Pe§itte’deki
“A ’rubta” ile ayni mânayi ifade eden “A'rube”
kelimesiyle isimlendirirlerdi. Denildigine göre o gün­
de Güne§’in alçalmasiyla Cumartesi ba§ladigi için, Cu-
ma’ya bu isim verilmi§ti. Cumartesi’ne kudsiyet kazan-
diran sebep ise,bilindiSi üzere,Cenâb-i Hak’km yarat-
ma i§ini güyâ bu günde bitirip istirahat etmesi idi.^
Ancak, Cuma gününün seçkin bir yere sahip oIu§u-
nun iki sebebi bulunmaktadir. Bunlardan birincisi, sa-
yisiz âlemlerin, varliklann, görünen veya görünmeyen
nesnelerin, gezegenlerin ve bakterilerin yaratilip §ekil
verilmesi i§inin bu.günde tamamlanmi§ olmasidir. Bu,
zaman,mekân veeiyanin varlik âlemine katilmasiyla
sonsuzlugu bölen ilk hâdiseydi. Bôyie mühim bir ya-
ratma hâdisesinin cereyan ettigi bir günü anmak, yâ-
detmek ve kutlamak, dogru, mantikh ve hatta lüzum-

■) Islâmiyette Cumartesi gününün yerine C um a gününün ikame edilmc


si C u m a sûresinin9v e lo ,âyetlerininnâzlloimasindansonragerçeklcç-
mi§1ir. Bundan önce bâzi rivâyetlere göre Hz, Peygamber (S.A.V.) C u ­
martesi gününü tes’id etmek bakimmdan Kuba Mescidi’ne gidip namaz
kiliyordu. (Bk. Buharî, Fazlu’s-SalâtfîMescid-i Mekke ve Medine, 2-4.
Baplar; Pedersen, M csdd, ls!âm Ansiklopedisi, C.8)
Hz.M uhammed (S.A.V)’den önce, Cumartesi gününün tes’id edilmesi
gereken bir gün oldugunu ijâret eden Iki âyet bulunmakta olup, bunlar
“içinizden sebti -istirahat gününü-tecavüz edenleri elbette bilirsiniz, biz
onlara sefil maymunlar olun dedik” feklindeki Bakara/64 ile “Cum ar­
tesi, ancak onda görü§ aynligina dü§üp çekijenlere farz kilinmiçtir” §ek-
lindeki N ahl/124. âyetleridir.
” ) Eski Ahid, Tekvin I. ve II. Bablar.

334
ludur da... Ikinci sebebe gelince, bu günde bir ima-
min arkasinda hep birlikte ibâdet ediimesi sebebiyle bu­
na “cuma”, yâni toplayan, hep bir araya getiren de-
nilmi§tir. Bu husustaki “£y iman edenler! Cuma günü
namaza ça§nidigmizda hemen Allah’i anmaya ko§u-
nuz; ah§veri§i birakmiz” §eklindeki bir Kur’an-i Kerim
âyeti, Cuma hakkmdaki yükümlülügümüzü ta^’in et­
mektedir.
Görüldügü gibi Mü’miniere, Allah’a ibadet için tah-
sis edilmi§ bir yerde hep birlikte ibâdet etmeieri ve bu
saatlerde ticaret i§ini birakmalari söylenmigtir. Fakat
bunlar. Cuma namazi bittikten sonra eski i§lerine tek­
rar dönebilirler. Aynca gerçek bir Müslüman, Yahudi
ve Hiristiyanlar gibi bir gün degil, günün yirmidört sa­
atine serpi§tirilmi§ bir §ekilde günde be§ defa ibâdet
eder.
c) “Insanoglu’’nun görevinin kaybolan §eyleri ara-
yip bulmak oldugunu bildiren Matta Incili’ndeki bir bö­
lümde (XVIII yer alan birkaç önemli i§arete
temas etmi§tik. Muhammed’le daha dogrusu Apoka­
liptik Barna§a ile ilgili çarpitilmi§ ba§ka bir i§äret daha
bulunmaktadir.
Bu Barna§a’nin arayip bulacagi ve eski hâline iâ-
de edecegi “kayboImu$ §eyleri” dinî ve millî olmak üze­
re baglica iki grupta toplayabiliriz:
1) Barna§a’nin görevi, Hz. Ibrahim’in dininin kay-

*) Bu äyet.bazi eskitncillerde yeralmadiä) için.yenileri deona asil ye-


rinde degil, dipnot halinde vermektedirler. Aynca bu meçlde baçka bir
ibârede Luka X lX .lO ’da bulunmaktadir.

335
bolán sâfiyetini ve cihan§ümullugunu tekrar temin et-
mekti. Mü’minlerin bu büyük peygamber-atasinin so-
yundan gelen kavim ve kabilelerinin hepsi, “Dina da-
§lama", yâni “îs!âm D/n/’’nden ba§ka bir §ey oimayan
“Huzur” dininin cemaatine kazandmlip dahil edilecekti.
Halbuki Musa Peygamberin dini, sadece Israilogulla-
ri’na dayali millî ve hususì bir dindi. Bu sebeple de irsi
ruhbanlik anlayi§inin, Levitik Mukaddeslerin, gösteri§li
âyinlerin, Sebflerin, Jübileler yortulann, bunlarla
ilgili hükümierin ve tahrif edilmi§ kitaplann tamammin
yerine cihan§ümul bir karakteri, kudreti ve sürekliligi
h&z yenileriyle de§i§tirilmeleri gerekiyordu. Isa’-
da Yahudi asjJli olup, kendisi böyle muazzam ve agir
bir i§i yüklenip icra edememi|ti. Çünkü bu kendisi için
maddeten imkansjzdi. Hatta O, bir keresinde “Ben se­
nati veya peygamberleri de§i§tirmek için gelmi§
degihm” diye söylemi§iir. Halbuki Arap kabilelerinin
de sürüklendigi putperestlik, igrenç pagan tatbikatla-
n, huràfeieri ve büyüleri, ancak îsiâmiyet sayesinde ta-
mamen silinip yerine Allah’m birligi ve îsiâm’in Hak
din oldugu gerçegi tesis edilmigtir. ßütün bu güze) §ey-
1er, “AHah’tan ba§ka iláh yoktur ve Muhamnrted, O ’­
nun Resúiüdür” ibaresini tagiyan ResúluIIah’(s.a.v)in
sancagi altinda ihyá edilmi§tir.
2) Hz. íbrahim’in sulbünden gelen mületlerin ve
bunlara tabi olanlarin tekrar birle§tirilmesi de ancak Is-
lámiyetle mümkün olabilmi§tir. Bencil, olur-olmaz ve
') EskiMusevÍ Yasalanna göre, her élit yildabiryapiJmasigerekengeneJ
serbest birakma yili.

336
akil almaz suizanlarla doldurulmu§ oian Ìbranilerin Mu­
kaddes kitapian, Israilli olmayan milletleri rastgele alaya
almak temayiillerini de gôsterir. Bu Yahudiler, büyük
atalan Hz. Ibrahim’in diger torunlanna aslâ itibar et-
medikleri gibi, bir Israilli en âdi putperest ve dinsiz da­
hi oisa, ismailogullanna, Edomoguiiarina ve Hz. Ib­
rahim soyundan gelen diger kabilelere din adma cü§-
maniik beslemekten geri durmazlar. Hz. Ibrahim ve Hz.
Ismail’den ba§ka onlann hizmetindeki üçyüzonbir sa-
va§ esirinin ve muharibin sünnet ettirilmesi^^) , Ya­
hudilerin amcaoglu kavimleri kar§isinda takindiklari
iavri göstermektedir. Diger taraftan Davud Kralligi'nm
simrlan, sonradan Osmanli împaratorlugu’nda sâde­
ce iki vilâyet olacak kadar bir geni§lige ancak ula§abil-
miçtir. Yahudilerin “N ihâîKurtanci” olarak bekledik-
\eù“Davudo§lu”r\nn bu kadarlik bir topraga sahip ola-
cagi bile §üphelidir. Hem bu Mesih ne ^amangelecek-
iir? [Eski Ahid’in ifadesine göre] bu §ahis, Roma Ca-
navan’ni yoketmek için gelecekti. Halbuki bu Roma
Canavari, Hz. Muhammed (s.a.v) tarafindan çoktan
ortadan kaldinlmi§ bulunmaktadir. Bu durumda geri-
ye daha ne kalmi§tir? Hz. Muhammed (s.a.v) yâni
Ahidlerde geçen ismiyle “Barnaja”, îslâm Devleti’ni
kurdugu ve putperestlik canavarma korkunç darbeler
indirdigi zaman, Arabistan’da, Suriye’de ve Mezopo-
tamya’daki Yahudilerin ekserisi, insanhgin bu en bü­
yük rehberine kendiliklerinden ko§up gelmi§lerdir. Is-

l)Eski Ahld, Tekvin XV ll. Bab.

337
lâm peygamberi, özünü ibrahimogullan’nin te§kil etti­
gi ve mensuplari arasinda Türklerin, ¡ranhlarin, Çinli-
lerin, Zendlerin, Cavahiann, Hintlilerin, îngilizierin v.s.
hepsinin birden bir “Ümmet” veya “Umtha c/a-^/ama"
yâni Isiâm Milletinl te§kil ettigi cihan§ümul kardegligi
gerçekle|tirmi§tir.
3) Kenan diyari ile Nil’den Firat’a kadar olan bü­
tün memleketleri içine alan "Vaadedilmi§ ToprakJar’-
’m tekrar Hz. IsmaU’in soyuna geçmesi ve Allah’in Sal-
tanati’nin Pasifik’ten Atlantik’in dogu kiyilarma kadar
yava§ yava§ genigletilmesi, “însanoguHarinin en kut-
sah ve en büyügü ile ilgih bütün müjdelerin mùcizevî
bir §ekilde gerçekle§tigini göstermektedir.”
Peygamberin, Tek Allah inanci ugruna yapmi§ ol­
dugu muazzam igleri ve bu iglerin bizzat kendisi ve sâ-
dik sahâbeleri tarafmdan hemen de pek kisa zaman-
da gerçekle§tirildiâini ve Resulullah’m (s.a.v.) bütün
kralhklar ve dü§ünürler üzerindeki silinmez tesirini gôz-
önüne alirsak, bu Mekke’li Peygamberin, Daniel’in rü-
yasmda gôrdügü Ezeli Olan’m Taht’i önünde parilda-
yan nuru eide etmekten ba§ka bir arzusunun bulun-
madiginj anlamak gerçekten §a§irticidir.

338
XI
YAHUDi APOKALÎPSLERi’NE GÖRE
“ÎNSANOGLU”

Yukardan beri inceleyegeldigimiz hususlardan do-


layi, Barna§a, yahut diger adiyla “Insanoglu” ismi, her
peygambere, her ba§rahibe ve resmen vaftiz edilmi§
her krala isnadedilebilecek “Mesih” türünden bir ün-
van olmayip, münhasîran Son Peygamber’e ait bir
isimdir. îbranili Veliler, hakimler ve vahiy sâhibi kim-
seler, belirli bir zamanda gelecek olan “InsanogIu”nu,
Cenäb-i Hak tarafindan Israil’i ve Kudüs’ü putperest-
ierin zulmünden kurtanp “En Yüce Olan’in azizkuHa-
ri için sürekli ve kahci bir häkimiyet kurmak üzere” gö-
revlendirilmi§ §ahis §ekiinde tarif etmiglerdir. §urasi mu-
hakkak ki, veliler ve hâkimler, büyük bir kurtarici’nin
zuhur edecegini dâima için söylemi§ler ve onu, kuv-
vetli önsezileri, ilham ve inançlan sâyesinde asirlarca
önce görmüglerdir. Aslinda hiçbir peygamber ve ha­
kim, bahsi geçen “/nsanog/u”nun kendileri oldugunu
söylemedigi gibi, bu §ahsin,Nicene Konsülü’nün isa’­
yi güyä övermi§ gibi anlayip ilân ettigi gekilde “dirilere
ve öJülere hükmetmek için Mah§er G ünün’de tekrar
gelece^ini” de ifäde etmiglerdir.
Bu ismin, havarilerin mektuplarinda sik sik geç*
mesi, muhakkak ki buniann güvenilir ve ilâhî men§e-
ye sahip olduklanna dair kuvvetli bir inanç kadar, o
kimselerin Yahudi Apokalipsleri’ne olan yakinliklanni
da gösterir. Bu ayni zamanda Enok, Musa, Baruk ve

339
Ezra adini ta§iyan Yahudi Apokalipslerinin, Iricillerden
çok önce yaziidigmin ve indi kâtiplerinin, Yahudile­
rin bu kitaplarinda çok sik zikredilen “Barna§a’yi ay-
nen iktibas ettiklerinin de diger bir delilidir. Aksi tak-
tirde, bu kelimenin înciiler’de bu kadar sik bir §ekilde
kullanilmasi anlagilmaz -eger saçma degilse- bit yeni-
likten ôte gidemeyecekîir. Bundan da anla§ilacagi üze­
re Hz. isa, ya kendisinin Apokaliptik “insanogJu” q I-
duguna inanmakta, yahut da, bu insanoglunun ken­
disinden ba§ka bir §ahis oldugunu bilmekteydi, Eger
îsa, kendisinin bu §ahis olduguna inansaydi, ya ken­
disi (!) veyahut da bu kitaplar bu hususta yaniliyor de­
mektir. Bu durumda her iki ihtimal de, Hz îsa'nin kur­
tanci ‘7nsano^/u''’oirnadigmin kesin birer delilidir. Çün­
kü, Hz. Isa’nin kendi çahsiyet ve görevi hakkinda ha-
taya dü§mesi, ilâhî vahiy olduguna inandigi Apoka-
liptistierin yanii§ kehânette bulunmasi kadar fena bir
§eydir. §üphesiz böyle bir muhâkeme, bizi Hz, Isa’nin
§anina uygun olmayan çeli§ik bir neticeye götürecek-
tir. Böyle bir tezada dü§mek ve Isa’yi haysiyet ki-
nci zanlardan kurtarmakiçin tutmamiz gereken tek yol,
Kur’an’in O’nun hakkmdaki ifâdelerine bakmak,bôy-
lece incillerdeki Hz. Isa ile iigili tezat ve birbiriyle alâ-
kasiz, tutarsiz sôzleri, bunlarin yazarlarina ve redaktor-
lerine isnat etmektir.
“/nsanog/u’ nu, Yahudi Apokaüps’lerinde anlati-
lan gekliyle etraflica eie almadan önce gözönün-
de tutulmasi gereken bir kaç önemli nokta daha bu­
lunmaktadir. Bunlardan birincisi, bu Apokaiipsierin,

340
Yahudi kitaplan içinde resmiyet kazanmadiklan gibi,
Eski Ahid’in sözde “Deutro-Canonical” denilen Apok-
rifler [Uydurma Kitaplar] arasinda da yer almayi§i hu­
susudur, Ikinc! olarak, buniann yazarlan bilinmemek­
tedir. Enok, Moses, Baruch ve Ezra gibi isimleri ta§i-
maktaysa da buniann gerçek yazarlan ve terîipleyen-
lerin; Kudüs’ün son tahribi ve Romalilarm Yah 'dileri
sürgün etme hadiseierini biidikleri anla§ilmaktadir. Bu
kitaplara böyle müstear isimlerin verili§ sebebi ise bun-
lari tertipleyen Hakim ve basiret sahibi veiilerin artni-
yetli dü§ünceleri degil, dinî olmayan ba§ka sebepler-
dir. Eflatun, kendi görü§ ve diyalektiklerini, hocasi Sok-
rat’in agziyla ifade etmemi§ midir? Uçüncü husus, bu
kitaplar hahamba§i Paul Haguenauer’in ifadesiyle “Ta-
biatin sirlari, AHah’in men§e¡ (Yahudi yazarmin ifade-
si aynen böyledir), iyi ve kötü, adàìet ve saadet, geç-
mi§ ve gelecek hakhndaki meseleleri biraz esrarengiz,
mistik ve fabiafüsfü olaylarla izah etmeye çali§ir. ¡§te
Apokalìpsier, bütün bu konulan, insanin a h i smiriwn
di§ma ta§an bazi vahiylerìe açiklamak yoluna gitmi§-
lerdir. Onlann ba§hca simaìan da Enok, Musa, Baruk
ve Ezra 'dir. bu kitaplarda yer alan bütün yazilann, Ya­
hudilerin aci ve elemli gunterinin mahsulü oldugu bir
gerçektir. Bu ifàdelerden de anla§ildigi gibi, on-
larin resùl St. John’un ismini taçiyan Apokaiips’de-
kinden daha fazla bir §ey kavradiklan söylenemez. Dör-
düncüsü /se, Yahudilerin bu kitaplannm Hiristiyanlarca

l)H a g u e n a u e r, P ., M anuel de Littérature Juive. Nancy, 1927.

341
bozuldugu hususudur. Çünkü Enok’ta “!nsano§lu”na
ayni zamanda “Kadinin oglu” ve “Alìah'in oglu” de-
nilnnesi, daha ziyàde Hiristiyan Kilisesinin tenâsüh na-
zariyesine uymaktadir. Bir Yahudi velisinin kalkip da
“Allah’m o§lu” diye söylemesi beklenemez. Be§inci-
sine gelince; Bu da Hz. Yakup ve diger peygamber­
lerin, Allah’in son peygamberi hakkindaki eski igàret
ve müjdelerinin Mesihì bir akìde haline dÖnü§türülme-
sidir. Sadece Apokrif ve Apokalips’lerde, ozellikle de
Yahudi rabbanì metinlerde bu Son Kurtanci’nm Hz.
Davud’un soyundan gelecegi iddia edilmi§tir. Gerçek­
ten de Yahudilerin Babil esaretinden, hatta bunlardan
on kabilenin Asurya’ya sürülü§ünden sonra, daginik
haldeki Israiloguilari’ni bir araya toplayacak bir “Da­
vud oglu” hakkmda epeyce kehànetler dile getirilmi§-
tir. Ancak, bu kehànetlerin kismì bir §ekilde Hz. Davud’
un neslinden gelme bir Zorababel tarafindan gerçek-
le§tiri]digi de bir hakikattir. Yunanlilann Filistin’i i§ga-
linden sonra, ayni kehànetleri daha da revaç bulup ya-
yilmi§tir. Halbuki biz Roma Valisi Antiochus Epipha-
nes’e kar§i hafif bir üstünlük saglayan tek ki§i olarak
Yahuda Makbaya’yi gormekteyiz. Üsteiik bu Yahuda
Makbaya’nin ba§arisi kalici ve sürekli de olmamigtir.
Halbuki ileriye matuf müjdelerini, Kudüs’ün Titus ve
Vespasian tarafmdan yikiligmdan sonraki zamana at-
feden Apokalipsler, “Ìnsano^lu”nu, Roma Imparator-
lugunu ve Îsrail’in diger dü§manlarmi yok edecek ka­
dar kuvvetli bir çahsiyet olarak haber vermektedirler.
Bilindigi gibi bu muhte§em imparatorlugu, M.S. V. ve

342
XV. yüzyilda biri pagan,digeri Müslüman iki Türk; Yâni
Atilla ve Fatih Sultan Mehmet tarafmdan yikilmasi
için tam 20 asir geçmi|tir. Fakat bu devJeti Ismail’e va-
adedilen topraklarda tamamen ve ebediyyen yikan asil
§ahis, peygamberlerin sultani Hz. Muhammed Mus-
tafa’(s.a.v)dir.
Bu hususta dikkate almamiz gereken iki tesbitimiz
daha vardir: Eger ben çok âtegli bir siyonist ve bilgin
bir haham olsaydim, ilk önce bu Mesih’lik meselesi üze­
rine tam bir tarafsizlikla ve derinlemesine bir çali§ma
yapar ve gerçekleri görünce de dinda§im Yahudilere,
bu hayallerini ve inançlanni ebediyyen terketmeleri için
durmadan vazu nasihatlerde bulunurdum. Eger bu
“Davudo^lu" §imdi Siyon dagmda gôzükse ve boru-
lar çalip kendisini “Mesih” olarak ilân etse, hiç kork-
madan §ôyle derim, “Babaciÿim mâalesefçok geç kal-
dimz. Onun için Filistin’in huzurunu bozmayiniz, bo-
§una kan dôkmeyiniz! Meiekierinizi bu korkunç uçak-
Jarin arasma göndermeyiniz! Mâceramzda ba§arili ol-
saniz bile bu, atalanniz Davud, Zorababel, Yahuda
Makkabi’Ierin, màceralarindan ôte geçemeyecektir.”
Hem, büyük Ibrani Komutani Davud degil, Nuh oglu
Ye§u’dur. Bildirildigine göre bu §ahis, vaktiyle Hz. Ib-
rahim’e, Hz. ishak’a ve Hz, Yakub'a {a.s.) büyük hür-
met ve güleryüz gösteren putperest Kenan kabileleri-
ni dine davet etmek yerine hiç acimadan hepsini bir-
den kiliçtan geçiren ilk Mesih’tir. [Yahudilerin inanç-
larma göre] bu Yegu üstelik, devrin bir peygamberi ve
kurtancisiydi. Çünkü yakla§ik her üçyüz senelik bir za-

343
man diliminde bir tsrail hakimi, Mesih ve kurtarici sa-
yiliyordu. Bu sebeple Yahudilerin her milli musibetle-
rinde bir Mesih müjdelenmiçtir. Genel bir kâide ola­
rak bu kurtaricihk, bir felâketin neticesinde kismen ve­
ya tamamen ba§anlmi§tir. Yahudilerin kendilerine has
hususiyetlerinden birisi de Davud’un soyundan gele­
cek birisinin, mûcizeuî fetihleri sâyesinde dünyadaki
bütün insanlar üzerinde häkimiyet kuracaklari yolun-
da bir inanca sahip olmalandir, Onlarin bu bele§cilik
ve §ap§alliklari "Yahuda Arslaninm gelecegi §eklin-
deki sarsilmaz inançlarma nc kadar da benzemekte-
dir. i§te Yahudilerin bu ruh halleri kendi kendilerini
yönetmek için millî imkân, enerji, kuvvet ve topyekün
gayretlerini (uzun süre) kullanmayi§ sebebi olabilir.
Hz. isa’nm Ahid’Ierde bildirilen “/nsanogiu” oldu­
gunu iddia eden Hiristiyanlara §öyle demek istiyorum;
Eger Hz. isa, israilogultan’nm beklenen Kurtancisi ise,
onlari Roma boyundurugundan kurtarmali degil miy-
di? Bu hususta Yahudilerin Hz. isa’ya inanip-
inanmamalarinm hiç bir önemi yoktur. Zira, kurtanci-
hk önce; §ükran sonra olup aslâ tersi sözkonusu de-
^ildir. Bir adam, kendisini öldürmek veya tecävüz et­
mek için siki§tiran birisinin elinden kurtarilmah ki, bu
zavalli däimi §ükran ve baglilik hislerini söyieyebilsin.
Yahudiler, doktorlar veya hastabakicilar tarafindan
toplanmi§ därulacaze sakinleri de degildi. Bunlar, ken­
dilerini zincirlere baglami§, sonra da bu esäretten kur-
taracak birilerini bekleyen mahpuslardir. Ayrica, bu is-
railogullari’nin Allah’a ve feriate olan inançlan da an-

344
cak Musa’nin Sina dagindaRab’binden vahiy aldigi si-
rada yaninda bulunan Yahudi atalarmmki kadar mii-
kemmeldi! Tarihleri ba§tan ba§a harika ve miijdelerie
dolu oldugu için bu Yahudilerin mûcize gösteren bir
peygambere deihtiyaçlan yoktu.Bu sebeple ölü Laza-
rus’u hayata kavu§turan, Bartimaeus’un görm.,z göz-
lerini görür hále getiren, cüzzamli kimselerin yaralan-
ni iyile§tiren Hz. Isa’nin bu mûcizeleri de onlann ne
imanlanni kuvvetlendirebilmi§, ne de hürriyet ve istik-
lâle çektikleri hasreti giderebilmi§ti. Yahudilerin, Hz.
Ìsa’yi reddedi§lerinin sebebi, O ’nun beklenilen
“insanoglu” veya “Mesih” yahutta “peygamber oìma-
yi§indan degil, çünkü kendisi Mesih (Nihài kurtana)
iddiasmda bulunmayip peygamber oldugunu beyan
etmektedir. Bu meryemo§lunun onlan kizdiran Me­
sih (kurtana), Davud'un oglu degii, Davud’un Rab’-
bidir. Efendisidirii) §eklindeki sözüdür. Sinoptik-
lerin (Ìlk üç incilin) bu konudaki itiraflari, Hz.Isa’nin,
“Ahid, ismail soyundan gelecek olan $iioah (AHah’m
Resûlü) ile gerçekle§ecektir” diye söyledigini belirten
Barnaba Ìncili’nin bu beyanini dogrular mahiyettedir.
̧te bundan dolayidir ki. Talmud àlimleri, Hz.Isa’yi
“ÌkinciBalàm ’ (') yâni “Seçkin Kavim” zaranna ve
putperestlerin faydasina olarak peygamberlik taslayan
birisi olarak tasvir etmi§lerdir.
Onun için bu Yahudilerin, Hz. Isa’yi kabu! veya
reddetme sebebi, ilâhî görevinin iyice anla§ilip anla-
§iimamasi ile ilgilidir. §àyet o, Nihaì Kurtarici olsaydi,
DMatta XXII. 44-46; Markos XII. 35-37; Luka X X 41-44.
')lsrailliletl lanetlemesi emredildigi halde, bindigi e§ek. tarafmdan
azarlanin'ca onlan takdis eden Mezopotamyali bir añz.

345
Hz. Peygamberin (s.a.v) yaptigi gibi bu kavmi ister is­
temez itaati altina alirdi. Fakat, bu iki peygamberin kar-
§ila§tîklari durum ve ortaya koyduklari eser arasindaki
fark, smir ve mesâfe tanmmayacak kadar büyüktür.
§u kadanni sôyleyeyim ki, Muhammed Aleyhisselâm
tam on milyon putperest Arab’i siddîk ve gayretli müs­
lümanlar haline getirmi§ ve yarimada’daki bütün pu-
tperestligi kökünden kaziyip atmi§tir. Bunu ba§arma-
sinin sirri ise, bir elinde dinî esaslarin, yâni Kur’an -1
Kerim’in, diger elinde de saltanat âsasinm, yâni dev-
let ve idârî kudretin bulunmasidir. Hz. Muhammed
(s.a.v) bilindigi üzere, mensubu bulundugu en soylu
Arap kabilesinin çe§itlidü§manhklarma,hakâretlerine
ve eziyetlerine maruz kalmi§, hatta Mekke’den hicret
etmigse de sonunda, diger hiç bir peygamberin ba§a-
ramadigi en büyük i§i AHah’m yardimi sâyesinde ken­
disi ba§armi§tir.
Apokahpslerde geçen “însanog)u”nun Hz. Mu-
hammed’den ba§ka birisinin olamayacagi hususunu
§imdi biraz daha açikliyalim;
1. Yahudi Apokalipsierinde sözü edilen “Barna-
:§a”nm Muhammed Aleyhisselâm olduguna dâir en
inandirici ve en büyük delil, daha önceki bir bölümde
ele aldigimizC) Daniel’in (Bk. Vil. Bab) sahih rüya-
smda dile gelen hayret verici alámet ve i§aretlerdi. Bu-
rada zikredilen ßarnaja’nm, Makkabiler’den bir kah-
raman veya îsa ile ayni gahsiyet oidugunu kabul ede-
meyecegimiz gibi,bahiskonususâlih rüyadaki însanog-
lu’nun hepten yokettigi korkunç canavarin, Roma Va-
■) Bk.Eski A hid’e göre IsIàm Peygamberi, V .Bölüm .

346
lisi Antìochus Epiphanes ile Roma Ìmparatoru Neron’un
prototipi oldugunu da söyleyemeyiz. Hatirlanacagi gibi,
bu korkunç boynuzun en kötü semeresi, En Yiice
Olan’in §ahsmda e§it kutsiyeti hàiz üç ilâhî §ahsin var
oldugunu söyleyerek §irk ko§mak ve Aliah’in mutlak
birligine inanan kimselere zulüm yapmak sûretiyle galiz
küfürler yagdiran “Küçük Boynuz” idi. ̧te rüyada ge­
çen bu âdî küçük boynuzun temsil ettigi §ahis, Büyük
Konstantin’den ba§kasi degildir.
2. Enok Apokalips’ii^^ insanoglu’nun, “koyun
yünlennin ” -bir koçun cania ba§la korumasina ragmen-
yukaridan, yirtia ku§lann; yerde, le§ yiyen canavar-
larin §iddetli saldirisma ugradigi zaman ortaya çikaca-
gini haber vermi§tir. Bu kisa yünlerin dü§manlari ara-
smda, azmi§ pek çok koyun ve keçi de bulunmakta­
dir, Bu yünün sâhibi, iyi bir çoban misali âniden zu­
hur eder ve elindeki âsasini yere vurmasi ile birlikte
açilan delik bu mütecâviz dü§manlarm bir kismini diri
diri yutar. Habis ku§iardan ve hayvanlardan geriye ka-
ianlari ise oradan uzakla§tinr. Daha sonra bu yünlere
kuvvet timsaii olarak bir kihç verilir. Bu koç’un koru-
yuculugundan sonrà görevi, siyah renkli iki tane ko­
caman boynuzu bulunan bir boga devralir.
Bu remzî rüya yeteri kadar açiktir. Zira Yakup Pey­
gamber soyundan gelen bu “seçkin kavim”, “koyun
1) Üzülerek sôyleyelim Iti. “Y ahudi Apokalipsleri” elimc geçmi§ de§ildir,
Ansikiopediler ise buniann sadece bir ôzetini vermiç olup, bu ôzetler
de maalesef irieramimi karçilayacak kadai muhtevali deâiidir. Bu Apo-
kalips’ler’in, Irtandah Bajpiskopos Laurence tarafmdan mgilizceye çev-
rildigini duyduysam da §u âna kadar temin edebilmi; degilim.

347
yünleri” ile; Esav’m nesli ise ‘"yaban domuziari’ ile ifâde
edilmiftir. Diger putperest kavim ve kabilelerinin her-
biri ise kendi özelliklerine göre, hepsi de koyunun eti
ve kam için can atan kuzgun, kartal, akbaba daha ba§-
ka hayvan tiirleriyle ifâde edilmi§ bulunmaktadir. Bü­
tün Kitab-i Mukaddes Bilginleri, bu rüyanin, Makka-
bilerin acikli devrini ve onlarin John Hurcanus’un M.Ö.
110 yilinda ölümüne kadar, Roma Valilerinden Anti-
ochus Epiphanes’in ordulariyla yaptiklari kanli mücâ-
deleyi i§aret ettigi kanaatindedirler. Ancak, bu rüyayi
bu §ekilde tefsir etmek tamamen hatali olup, bu kita­
bin degerini sifira indirir. §öyle ki; Tufandan önceki
bir peygamber veya bir velinin dinî açidan insanlik ta-
rihini, rüyada Beyaz bir Boga,nin temsil ettigi Adem
ile baflatip, yine son bir beyaz Boga’nin temsil ettigi
John Hurcanus veya karde§i Yahuda Makkabi (Mak-
baya) ilebitirili§iniveböylece‘Vün/eri”,yani mü’minle-
ri Roma’hlarin, Hiristiyanlann ve §u âna kadarki Müs-
lümanlarin imhasina terkettigini dügünmek çok saçma
ve çok gariptir. Aslina bakilirsa Makkabüerin sava§lan
ve bu savaglann sonuçlari, Tevhid dini târihinde yeni
bir dônüm noktasi olacak kadar önemli bir yere sahip
degildir. Diger taraftan, bu Makkabilerin hiçbirisi pey­
gamber olmadigi gibi, încil’deki adì “Allah’in Krailigi”
olan sözde Mesihî Saltanat’in kurucusu da degildir. Ay­
nca, bu rüyanin muhâtabi olarak Makkabileri kabul
eden bir izah tarzi, rüyada sözü edilen “yünün sahi­
bi”, “asa”, “koç” ve “Beyaz Boga”gihi figüretif i§aret-
leri kime ve neye atfedecektir. Sonra, yüne saldiran

348
bu murdar ku§lan ve hayvanlari, elindeki büyük bir ki-
hçla ôldüren ya da kovalayan çoban figürü de Mak-
kabilere uymamaktadir. Ve nihayet, Enok Apokalip-
si’nin bu Hiristiyanî tefsiri, Kudüs’ün siyâsî merkez ci­
ma özelliginin daha güneyde ba§ka bir §ehre naklo-
lunma gerçegini açiklayamayacagi gibi, sadece inançli
koyunlaryâni inançliYahudi!eredegil,dü§manlariniâsa-
siyla yok eden “însanogIu”nun dinine yürekten ina-
nan çe§itli putperest kavimlere mensup Müslümanla-
ra ve eski binanin temeli üzerine, birincisinden daha
yüksek ve daha büyük bir §ekilde yapjlan Mekke’deki
“AHah'in yeni Evi’ne" ne anlam verilecegini de izah
edemez. l§te bütün bu hususi i§ ve temsiller, bu ilginç
rüyada gôrülmekte ve anlatilmaktadir. Figüratif bir ifâ-
deyle anlatilan bu olayian birbirine baglayan zincir, Hz.
Adem’le ba§layip Mekke’li peygamberin fahsinda so­
na ermektedir. Bu iddiamizi ispat edecek birkaç kuv­
vetli deiilimiz daha bulunmaktadir.
a) O rüyanin devammda bu koyunlarm ikiye bô-
lünmesi, Tevrat ve încil ehlinin, ister Yahudi ister Hi-
ristiyan olsun, biri Ailah’in birligine inanan tevhidciler,
digerì de Isa’yi ve Ruhulkudüs’ü Allah’a e§ ve ayni cev-
herden kabul eden sapiklar olmak üzere ikiye ayrila-
caginm i§âretidir. Bu basiret sâhibi kimse, inananlari
inançsizlardan ayirmaktadir. Kezâ, Inciller “koyunla-
rin keçilerden Mah§er G ünün’de ayniacagini” sôyle-
mekle(l) ayni yorumu yapmi§ olmaktadir. Rüyadaki

DMatta, XXV. 32-46.

349
“/(Oç”u n , neyi ve kimi temsil ettigi hususuna gelince,
bu figürle, bizim tevhidçi Nasaralarin (Hiristiyanlann)
reisi Arius ile imanli Yahudilerin reisi olan ruhanì ön-
derini anjamamizgerekmektedir. Çünkü gerek “koç’-
un, gerekse Arius’un dü§manlan ayniydi. Eger Kons­
tantin ile Küçük Boynuz’un ayni oldugunu kabul eder-
sek, Arius’la da Koç’un ayni kimseier oldugunu dü-
§ünmemiz gerekmektedir. Gerçekten de Iznik Konsü-
lü’nde büyük bir gruba ônderlik ederek, Teslisçi ve
Sakramenteryen Kiliselerin canavar benzeri tüyler
ürperten doktrinlerikarçisinda Hak Din’i cesaretle sa-
vunmasi sebebiyle Arius, bu ünvana hak kazanmi§tir.
Bu arada tam bir Islâmîbaki§ açisindan, Yahudilerin,
Hz. îsa Mesih’i red ve ölüme mahkûm ettikleri andan
itibaren “Seçkin kavim” olma imtiyazlannm da sona
ermi§ oldugunu ve bu §erefli ünvanin, Hz, Ísa’nin pey-
gamberligine inanan kimselere, yâni Müslümanlara
geçtigini de belirteiim.
b) Koyun yünlerini dü§manlardan emin hále geti­
ren, onlari, ásasini §iddetle yere vurmak suretiyle açi-
lan kuyuya gomen, ve nihayet ve yabânî hayvanlarla
yirtici kuglan yok etmesi için koyunlara saglam bir ki-
liç veren Insanoglu kesinlikle Hz. Muham-
med(s.a.v)’dir. Bilindigi gibi âsâ (Íbranicesi §ebet -
degnek, sopa) häkimiyet, selâhiyet ve hükümranhk
alâinetidir. Allah tarafindan Yahuda kabilesine(l)
uygun görülen küçük bir âsâ, bunlardan alinarak da­

ll Tekvin, X LIX , 10.

350
ha büyük, daha saglam bir âsâ hâiinde Resulullah’a
(s.a.v) (§i)oah) verilmj|tir. Bu saJih kimsenin sàhih rü-
yasinm Misir,Asur,Keldani,Suriyeve Arabistan gibi bir
zamanlar Hanifler’in, Med-Pers, Yunan, Roma ve di­
ger birçok putperest devlet ve kralhklann zulmü allin­
da inim inim inledikleri memieketlerde, Hz. Muham­
med’in (s.a.v) bu àsasinm, IsIàm hakimiyetinin ümsa-
li olmasiyla gerçeklegmesi gerçekten hayret vericidir.
Peygamberin zuhuruna kadar koyun yünleri (yani tev-
hitçi müslümanlar) çe§itii türden yirtici ku§larla hayvan-
larm vah§i saldirilanyla mahvu peri§an olurken, artik
bunlarin kendilerini korumak ve evliyalarla §ehitle-
rin*^' intikamini alincaya kadar ta§imak için kesin ve
kinimaz bir kiliçla teçhiz edilmeleri ne güzel, ne §anli,
ne yüce bir lütuftur.
c) Beyaz Bo§a: Ismäil Aleyhisseläm’a kadar clan
bütün peygamberler Beyaz Boga sembolleriyie ifäde
ediidigi halde, Hz. Yakub’un soyundan gelen seçkin
insanlann beyleri, koç |eklinde gösterilmi§tir. [Böyle-
ce boga’nm koç’la degi|tirilmesiyle] cihan§ümul bir din,
miîlî bir din derecesine indiri)mi§, imparatorJuk ise
önemsiz bir krailik haline getirilmi§ olmaktadir. Bura­
da bu rüyanin, Îslâmî devirde gerçekle§en hayret ve­
rici ba§ka bir yönü daha bulunmaktadir. (Hz. ibrahim
ve Hz. ismai! devirierinde yalmzca bir kavme inhisar
etmeyip) milletlerarasi bir hüviyet arzeden eski dinin
büyükleri ve atalan da, Hz. Peygamber (s.a.v.) zama-

I)Y eni Ahid, Vahiy, VI, 9-11.

351
ninda îslâm Ordulari’nin Komutanlan da rüyadaki be­
yaz bogalarla temsil edilmi§tir. Bu ikisi arasindaki tek
fark, sâdece sonuncu bogalarin iki misli bir kuvvet ve
mäneviyati temsil eden, iri siyah boynuzlarinm bulun­
masidir. Faydal) bütün dort ayakh hayvanlar arasinda
iri siyah boynuzlan olan beyaz bir boga kadar asil ve
güzel görünü§lü bir ba§ka varlik daha gösterilemez.
Buniann gerçekten zarif ve heybetli bir görünü§leri var-
dtr. i§te bunun gibi, istör halife, ister sultan ve isterse
bu iki ünvani birden ta§isin, mü’minierin önderleri çe-
§itli irk ve dillere mensup büyük îslâm Ordusunun ba-
§inda dâima saglam imam, asil davrani§lan, muhte-
§em kudreti ve meiäneti ile derhal temlyüz eder ve
bilinir. Bütün bunlardan ba§ka bu rüya, mürtedlerin
VC käfirlerin de rüyada yünle temsil edilen Hak Dine
gireceklerini açikça gösterir. Hakikaten de milyonlar-
ca putperest Arap gibi, binlerce Yahudi, bir o kadar
da Hiristiyan ve Sâbiî Allah’m birligine iman ederek
Müslüman olmu§lardir. Bu münäsebetle çok önemli
bir hususu daha belirtelim ki, [bu kadar insani îslâmi-
yetle §ereflendirmek için] bizzat Hz. Muhammed in
(s.a.v) önderliginde yürütülen Bedir, Uhud ve diger
seferlerde dökülen kan, Yahudi Joshua (Yegu) nun
döktügü kanin yüzde birini geçmez. Ve üstelik Hz. Mu­
hammed’in (s.a.v) en ufak bir zulüm ve haksizlik yap-
tigini ispat edene rastlanmamigtir. O, merhametli, asil
ruhlu, älicenap ve affedici bir insandi. îfte bütün bu
özellikler, Kiiab-i Mukaddes’te, yâni Yahudi ve Hiris-
tiyanlarin Kutsal Kitaplannda geçen sahih rüyalardaki

352
^‘insanoglu” ünvaninin, bütün insanlik tarihi içinde niçin
yalnizca IsIàm Peygamberine hamledilmesi gerektigi-
ni ve O’nun müjdecisi oldugunu gösterir.
d) Insanoglu, artik ba§kenti eski Kudüs degil, ye­
ni Daru’s Selâm “Huzur $ehri" olan IsIàm Devleti’ni
kurmu§tur. Bu rüyayi gören hakim, veya veli de zâ­
ten Tevhid Dininin merkezinin Kudüs’ten daha güney-
deki bir Daru’s-Selâm’a naklolacagini rüyasinda i§â-
ret etmi§ bulunmaktadir. Ancak, eskisinden daha bü­
yük ve daha yüksek olan bu Mâbed, eskisinin temel-
leri üzerinde yapilmi§tir. Bütün bu kehànetlerin hep­
si, istisnasjz Allah’in büyük bir lütfu olarak fâni yüce,
mümtaz insan Muhammed Aleyhisselâm’m §ahsinda
gerçekle§mi§tir. Hemen ifade edelim ki bu sôzkonusu
yeni Darü’s-Selâm,Mekke’den baçka bir yer degildir.
Çünkü, hem Kudüs’ten daha güneydedir, hem de üze­
rinde kurulu oldugu iki fepeye verilen “Safa” ve
“Merve” isimleri, Kudüs’teki “Siyon” ve “Moriya” te-
pelerinin isimleri ile ayni kokten géimekte ve ayni mâ-
nayi tagimaktadir. Üstelik bu Safa ve Merve kelimele-
ri, ôbürlerinden daha eskidir. Bu “Daru-Selâm keli­
mesinin eski §ekli ise “¡ru§a¡em” veya “ur§alem” olup,
“Nur ve selâm” §ehri demektir. I§te Mutaddes Kâbe’-
nin bulundugu bu §ehir, Yeryüzündeki bütün Müslü-
manlarm Namazlarinda yôneldigi Kible olmu§tur. Bu­
nunla da kalmayip buraya her yii Dünyanin çe§itli ül-
kelerinden onbinlerce Müslüman gelerek bu Kâbe’yi
tavaf eder, kurban keser, Allah’a olan sadâkat ve
imanlanni yeniler, günahlanndan tevbe ederek iyi bir
Müslüman olacagina sôz verir. Sâdece Mekke degil,

353
Medine ve Hicaz da mahrem ve kutsal sayilip gayri
müsiimlerin buralara girmesi yasaklanmi§tir. Ayrica,
Hz.Nuh veya iDris {a.s.)’m rüyasinda dile getirilen iki
olay da, iklncl Halife Hz. Ömer’in (r.a.) Kudüs’te Mo-
riya tepesindeki Süleyman Mâbedi’nln yerine Mescid-i
Aksa’yi yaptirmasiyla gerçekle§mi§tir. Ì|te bütün bu ha-
kikatler, bir velinin uzak bir gelecekte meydana gele­
cek islàmi olaylarla ilglli olarak gördügü bu rüyanin
Allah tarafindan llham edlldigini mûcizevî bir §ekilde
ispat eder, Bu durum kar§isinda Roma ve Bizans’tan
birisinin bu yeni Daru’s-Selàm oldugunu iddia edebi-
lir mlyiz? Papa veya diger herhangi bir Hiristiyan mez-
hep lideri kendisinin bu çift boynuzlu Apokaliptik Bo­
ga oldugunu söyleyebilir mi? Isa ve Rûhûlkudüs’ü Al­
lah’a egit ve ayni özelliklere sâhip gören Hiristiyanhk
nasi! olur da Bari§ ve Huzur IsIàm = §alom) Salta­
nati olabilir? Tabii ki mümkün degil, olamaz.
e) Apokalipslerin “Bari§ ve Huzur Saltanati’ na te­
mas eden bölümlerinde Mesih’e, “Insanoglu”'’^ de-

) Görüldügü gibi yazarimizin Hz.M uhammed’in (S.A.V.) Kitab-i Mukad­


des’te mujdelendigini ispat ederken hareket noktaianndan biri de bu
“insanoSlu” terimidìr. Bu terim hem Eski A hid’de hem yeni A hid’de,
hem de onlann diger kutsal kitaplannda pek sik kullanilmif bulunmak­
tadir. Kanaatimizce Peygamberimize (S.A.V.) böyle bir isimle hitap edil-
mesinin özel bir mSnasi vc hikmeti olmalidir. Oyle zannediyoruz ki;
H z.Muham med’in (S.A.V.) daha gösteri§ti bir isimle degi) de böyle sa-
de bir ünuanla isimlenditilmesinin sebebi, Hz.lsa’ya atfedildigi üzere O ’na
da ulûhiyet isnadinda bulunulmasi ihtimalidir. Zira, gerek Son Peygam­
ber olmasi, gerekse hiç bir peygambere nasip olmayan büyük i§leri ken­
disinin ba§armasi ve Allah’in en yüce iltifatlanna mazhar olmasi sebe-
biyle bâzi cShil kimseier Allah, bu mümtaz kulunu ve Alemlere Rahmet
Resulünü (S.A.V.) eski kitaplarda hep “Insanoglu” §eklinde takdim et-

354
nilmekte ise de bu IsIàm hükümranhginin sonunda gç-
lecek olan “Son Hü/cüm ”ü (Kiyamei Günü) tarif eder-
ken ayni §ahis bu defa “Kadin oglu” ve “Allah’in ogJu”
olarak adlandirilmakta, üstelik bir de dünya hakimi-
yetinde Allah’a ortak kogmaktadir. Bütün Kitab-i Mu­
kaddes bilginlerinin kanâatlerine göre, bu cüretkâr ve
tutarsiz ifâdeler, Yahudi men§eli olmayip Hristiyanla-
nn hayal ürünîeridir. Ve bu Apokalipslere onlar tara-
findan soku§turulmu§tur.
Musa, Baruch, Ezra, Jubilees ve Gracula, Sibylli-
ana adlanni ta§iyan diger Apokaiipsierin iyice anla§il-
masi için mutlaka tarafsiz bir gözle incelenmesi gere­
kir. Bu Apokaliptik kitaplarda yer alan birçok müjde
ve mûcizelerin Hz. Peygamber’in ve Islâm’in §ahsin-
da gerçeklegtigi i§te ancak bu §eki!de açikliga kavu§ur.

m ijtir. “D e ki, ben de sizin gibi bir in sa n im ” m eâlindeki ayet bu sôzle-


rimize 151k tutm asi bakim indan ayri bir ôn em i haizdir.

355

You might also like