Professional Documents
Culture Documents
Moskova Günlüğü
L E m/ i
Walter Benjamin
Moskova Günlüğü
Walter Benjamin, 1892'de Berlin'de doğdu. Ilk edebiyat
yazılan D er Anfang (Başlangıç) adlı dergide yayımlandı.
Üniversitede felsefe öğrenimini sürdürürken "Freie Stu-
denschaft" (Özgür Öğrencilik) adlı öğrenci hareketinde
yer aldı. 1917'de yerleştiği İsviçre'de Bern Üniversite
sinden "Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavra
mı ’ adlı teziyle doktorasını aldı. Birinci Dünya Savaşı son
rasındaki yıllarda Bloch, Adorno, Horkheimer ve Brecht'
le tanışmasıyla birlikte giderek Marksizme yöneldi. Yakın
ilgi duyduğu Yahudi mistisizminin de etkisiyle son dere
ce kendine özgü bir estetik ve eleştiri anlayışı geliştirdi.
1940'ta Ispanya-Fransa sınınnda Gestapo’ya teslim edi
leceği olasılığı karşısında intihar etti. Frankfurt Okulu ya
da Eleştirel Kuram adıyla tanınan hareketin estetik ku-
ramcılanndan biri olarak değerlendirilen Walter Benja
min, 1970'lerden itibaren tüm yapıtlannın birçok dilde
yayımlanmasıyla, geniş bir tanımdık kazandı, sanat ve
eleştiri anlayışını derinden etkiledi. Türkçe'de yayımlan
mış diğer yapıttan: Brecht'i Anlamak (Metis, 1984), Pa
rıltılar (Belge, 1990), Pasajlar (Yapı Kredi, 1993), Son
Bakışta Aşk (Metis, 1995), Tek Yön (Yapı Kredi, 1999),
Çocuklar, Gençlik ve Eğitim Özerine (Dost, 2001), Fo
toğrafın Kısa Tarihçesi (YGS, 2001) ve Bin Dokuz Yüzle
rin Başında Berlin'de Çocuk Olm ak (Yapı Kredi, 2004).
M etis Yayınlan
İpek Sokak 9, 3 4 4 3 3 Beyoğlu, İstanbul
Tel: 2 1 2 2 4 5 4 6 9 6 Faks: 2 1 2 2 4 5 4 5 1 9
e-posta: info@metiskitap.com
www.m etiskitep.com
M oskova Günlüğü
W alter Benjamin
ISBN 9 7 5 -3 4 2 -3 1 3 -6
Walter Benjamin
Moskova Günlüğü
Çeviren:
Cem al Ener
metis
İçindekiler
M O SK O V A G Ü N L Ü Ğ Ü 27
EKLER
"Patolojik Kararsız"
Asja Lacis'in Anıları ve Gershom Scholem
Cemal Ener 164
7
lerinden Bemhard Reich durmaktadır (Asja'nm Reich'la yakınlığı
Benjamin'le ilişkisinden daha uzun ömürlü olacaktır). Ama huzur
suzluğun kaynağı Reich değildir - bu zeki adam, yeni gelene son de
rece hoşgörülü ve konuksever davranır. Asıl sorun, Lacis'in sertliği
dir - "onu Hedda Gabler rolünde fazlasıyla inandırıcı kılabilecek o
kötücül keskinlik." 16 Aralık tarihli notta da "Günlüğümü tutuyor ve
Asja'nın artık geleceğini sanmıyordum," diye yazıyor, "O sırada ka
pıyı çaldı. İçeriye girdiğinde, onu öpmek istedim. Girişimim, çoğu
zaman olduğu gibi bu kez de başarısızlıkla sonuçlandı." Benjamin,
Lacis'in başkalarına, bu arada Reich'a da haşin davrandığını kayde
der - herhangi bir sevinç belirtisi göstermeden, hatta kendine de bir
suç payı çıkararak:
Akşam üzeri Asja'yla birlikteydim. Ona pasta getirmeye gittim. Çıkarken
kapıda durduğumda, Reich'ın tuhaf davranışı dikkatimi çekti; "Adieu" diye
seslenişime kulak vermedi. Bunu keyifsizliğine verdim. Zira Reich daha ön
ce birkaç dakikalığına odayı terk ettiğinde, Asja'ya onun pasta getirmeye git
miş olabileceğini söylemiştim ve Reich geri döndüğünde Asja hayal kırıklı
ğına uğramıştı. Birkaç dakika sonra pastalarla geri döndüğümde, Reich ya
takta yatıyordu. Bir kalp spazmı geçirmişti. Asja çok telaşlıydı. Reich'm bu
hastalığında Asja'nın, tıpkı eskiden Dora hastalandığında benim davrandı
ğım gibi davranması dikkatimi çekti. Lanetler okuyor, düşüncesizce, kışkır
tıcı bir tavırla yardım etmeye çabalıyor ve ötekinin hastalanmakla ne büyük
haksızlık yaptığını göstermek isteyen biri gibi davranıyordu. Reich yavaş ya
vaş toparlandı. Ama bu olayın sonunda Meyerhold Tiyatrosu'na yalnız git
mek zorunda kaldım. Daha sonra Asja, Reich'ı benim odama getirdi. Reich
benim yatağımda yattı, ben de Asja'nın benim için hazırladığı kanepenin üze
rinde uyudum.
Benjamin'in Lacis ve Reich'la geçirdiği bu yedi haftanın büsbü
tün sevinçsiz bir dönem olduğu da söylenemez. Cazibesini anlık ni
teliğinden, tamamlanmamışlığından, deyim yerindeyse mayhoşlu
ğundan alan bir sevinç olmalıydı bu: "Reich, sabah Asja'yla yürüyü
şe çıktı. Sonra bana geldiler - henüz giyinmemi bitirmemiştim. Asja
yatağa oturdu. Bavulumu boşaltıp düzenlemesi bana büyük sevinç
verdi; bu arada hoşuna giden birkaç kravatı da kendine sakladı. - Öğ
leyin Reich'la birlikte mahzen lokantasında. Issız sanatoryumda ge
çen öğle üzeri boğucuydu. Asja'yla yine 'siz' ve 'sen' arasında dur
maksızın gidip geliyoruz."
Lacis'e duyduğu sevgi, Benjamin'in insanlarla, eşya ve doğayla
ilişkisine de bir ışık düşürür. Bir "nesne aşkı" olmaktan epeyce uzak
tır bu: Sevdiği kişiyi ne pahasına olursa olsun "sahip olunacak" bir
8
arzu nesnesi olarak görmek, sadece böyle görmek, elinden gelmez.
Günlüğü okuyanlar, Benjamin'in Moskova sokaklarına ikinci, hatta
üçüncü bir çift gözle baktığım sezeceklerdir: Asja’mn ve onun yakın
larının -kızı Daga'nın ve Reich'ın- bakışını da üstlenmiş gibidir.
"Empati" terimi burada yetersiz kalır: Sözcüğün vurgulu anlamıyla
bir özdeşleşmedir Benjamin’in tavrı. Ona yakın olmak kadar, hatta
daha çok, onun gibi olmak, onun aracüığıyla olmak da istiyordur. -
Terime buradaki anlamını veren Freud'a göre, çocuk ilk özdeşleştiği
kişiler olan anne-babayla ilişkisinde onların "süper-egolarıyla", baş
ka bir deyişle vicdanları, huzursuzlukları, suçlulukları ve saldırgan
lıklarıyla özdeşleşir. Benjamin’deki bu "saldırganla özdeşleşme” eği
limini Adorno sezmişti. "Mektup Yazarı Olarak Benjamin" başlıklı
denemesinde şöyle diyor: "Daktilonun çoktan hükmünü ilan etmiş
olduğu bir dönemde mektuplarım hep elle yazması anlamlıdır; meka
nik gereçlerden dehşete kapıldığı kadar, yazı yazmanın fiziksel ya
nından da zevk alıyordu: düşünsel tarihinin büyük kısmı gibi, meka
nik çoğaltım çağında sanat yapıtı konulu monografisi de bu bakım
dan saldırganla bir özdeşleşmeydi."
Benjamin Asja'yla 1929-30 yıllarında Berlin'de bir kez daha bir
likte olacaktır: Gershom Scholem, görgü tanıklarına dayanarak, "bu
çiftin durmadan kavga ettiğini" belirtiyor.
9
"dışsal kaygı", partinin ona düşünsel çalışma için "sağlam bir çatı"
sağlayıp sağlayamayacağıyla ilgilidir. Ama daha derin bir iç hesap
laşmanın da sürüp gittiği görülebilir. 9 Ocak:
Değerlendirmeye devam: Parti'ye girmeli mi? Tartışmasız yararlan: sağ
lam bir konum, zımni bile olsa bir vekillik. Buna karşılık: Proletaryanın hâ
kim olduğu bir devlette komünist olmak, kişisel özgürlüğün tümüyle feda
edilmesi anlamına geliyor. İnsan, kendi hayatım örgütleme görevini, deyim
yerindeyse, Parti'ye terk ediyor. Oysa proletaryanın ezildiği yerde, bunun
anlamı, er ya da geç gerçekleşebilecek tüm sonuçlarını da göze alarak ezilen
sınıfın saflarına katılmaktır. Öncülük konumunun baştan çıkarıcı cazibesi -
eğer aynı konumda, eylemleriyle size her fırsatta bu konumun şüpheli yan
larını gösteren meslektaşlarınız da olmasa... Somut olarak benim gelecekte
ki çalışmalarımın, özellikle de biçimsel ve metafizik temelleriyle hesabı ve
rilebilir mi?
10
oradayken düzenli olarak tuttuğum bir günlükten alınmıştır. Bu yazılarda,
onu ancak bir kez de kar ve buz altında gördüğünüzde anlayabileceğiniz pro
leter Moskova'mn imgesini iletmeye çalıştım.
Bu imge, Günlük'te kişisel serüvenlerin arasından görünür, Mar
tin Buber'in Die Kreatur dergisinde yayımlanan "Moskova" (1927)
yazısındaysa daha "nesnel" bir biçim içinde belirginleşir. Ama bu
nesnellik de bir öznel tavrın egemenliği altındadır.
ıı
ni gördüm. Sonra üç bölmeli geniş tezgâhlar: Fıstık, fındık ve semiç-
ki (ayçiçeği çekirdekleri ki Moskova Sovyeti bunların kamuya açık
alanlarda yenmesini yasaklamış)... Ama bütün bunlar sessizce olup
bitiyor; satıcılar, Güney'dekiler gibi bağırıp çağırmıyorlar burada.
Gelip geçenlere fısıltıyla olmasa bile ölçülü sözlerle sesleniyorlar;
dilencilerin ezikliğinden bir şeyler var bu seslenişlerde."
Dilenciler. "Dilencilik, düşkünlerdeki ısrarcılığın hâlâ bir hayati
yet kalıntısını ele verdiği Güney'deki kadar saldırgan değil burada,"
diyor Günlük'te. "Ölüm döşeğindekilerin kurduğu bir girişim... Biri
nin sadaka verdiği pek az görülüyor. Dilencilik en güçlü dayanağını
yitirmiş burada: Para çantalarının ağzım acıma duygusundan çok da
ha fazla açan toplumsal vicdan azabını."
Sonra, çocuklar. Lacis'in kızı Dağa dolayısıyla daha da ilgi duy
duğu çocuk yaşamı. Alman okur için yazılmış "Moskova” makale
sinden uzunca bir pasaj:
12
nnın nasıl da proletaryanın özgürleşmiş gururuna denk düştüğünü. Moskova
müzelerine yapılacak bir ziyarette, çocukların ve işçilerin, tek başlarına ya da
gruplar halinde, bazen de bir rehberin çevresinde, bu odalarda nasıl da rahat
tavırlarla dolaştıklarinı görmek kadar tatlı bir sürpriz olamaz. Bizim müzele
rimizde kendilerini öteki ziyaretçilere gösteıme cesaretini bulabilen birkaç
proleterin çaresizliğinden eser yok burada. Rusya'da proletarya gerçekten
burjuva kültürünü kendi eline almaya başlamıştır, oysa bizim ülkemizde
benzer durumlarda ancak bir soygun planhyormuş gibi görünürler.
13
di başyapıtlarım koleksiyonculannkinden bambaşka ölçütlerle tespit
eder. Böyle resimlerin, onun gözünde çok geçici ama sağlam bir de
ğeri vardır ve en katı sanatsal ölçüt, ancak onun kendisiyle, sınıfıyla
ve işiyle doğrudan bağlantılı bir sanat karşısında geçerlilik kazanır."
(12 Ocak)
Her şeye karşın, Benjamin'in Sovyet kültür politikasına bazı ciddi iti
razlar yönelttiğini de eklemek gerekir. Öncelikle, burjuva kültür de
ğerlerini dolaysızca ve eleştirisizce sahiplenmek, bunların tarihsel ni
teliğini, bir geçmişleri ve bir de gelecekleri olduğunu unutmak de
mektir ve bu da bir çarpılmayı beraberinde getirecektir. 30 Aralık ta
rihli kayıt, bu tartışma açısından önemlidir: "Son bir yüzyıldır burju
vazinin elinde şekillendiği haliyle, bu değerler, son kertede [kazan
mış] oldukları önemi yitirmeksizin sahiplenilemez. Bu değerler, tıp
kı değerli cam gibi, paketlenmeden sağlam kalamayacakları uzun bir
nakliyat sürecinden geçmek zorundadır. Oysa paketlemek görünmez
kılmak demektir ve bu da, bu değerlerin Parti tarafından resmen des
teklenen popülerleştirilme sürecine" ters düşecektir. Ve "şu sıralarda
Sovyet Rusya'da görülen şey, bu değerlerin tam da emperyalizme
borçlu oldukları o çarpıtılmış, umutsuz halleriyle popülerleştirilme-
sidir." On dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru, Avrupa'nın kültürel
"mirası", eleştirelliğinden arındırılıp mutlaklaştırılmış ve ebedileşti-
rilmiştir ve şimdi Sovyetlerde yapılan da buna çok benzemektedir.
Bu noktada, siyasal boyudan olan bir cehalet de işin içine kanşır; ay
nı kayıtta, bir Sovyet romancısının Shakespeare için "matbaanın ica
dından önce yaşamış" dediğini aktarır Benjamin. "Moskova" maka
lesinde şöyle yazacaktır:
Rusya’nın, Batı’daki kültürel koşullar hakkında, karşı çıkmak ve üzerin
de tartışmaktan bir fayda sağlanacak ölçüde canlı bir kavrayış sahibi olduğu
tek yer Amerika galiba. Buna karşılık, kültürel yakınlaşma da (en somut
ekonomik ve politik dayanışma temelinden yoksun kaldığında) sadece em
peryalizmin barışçı türünün çıkarmadır, sadece dedikoducu işgüzarlara fay
da sağlamaktadır ve Rusya için bir restorasyon belirtisidir. Ülkeyi Batı'dan
tecrit eden, sınırlar ve sansürden çok, Avrupa'yla her türlü karşılaştırmanın
ötesinde bir varoluşun yoğunluğudur. Daha kesin bir deyişle: dış dünya ile
temas Parti aracılığıyla yürümektedir ve öncelikle siyasal sorunlarla ilgilidir.
Eski burjuvazi imha edilmiştir: yenisiyse gerek maddi gerek zihinsel açıdan
dış ilişkiler kurabilecek durumda değildir... Avrupa'da edebiyatçıların -itiraf
etmeli ki ancak son iki yüz yıldır- sanata yabancı saydıkları ve tartışılmaya
14
değmez bulduktan tezler ve dogmalar, yeni Rusya'da edebi eleştiri ve üretim
için belirleyici önemdedir. Mesajın ve konunun asıl önemli öğeler olduğu sa
vunulmaktadır. Biçimsel tartışmaların İç Savaş döneminde hâlâ önemli bir
rolü vardı. Şimdi bu tartışmalar kesilmiştir. Bugün resmi doktrine göre, bir
yapıtın tavnnın devrimci mi yoksa karşıdevrimci mi olduğunu belirleyen
şey, biçim değil konudur. Bu tür doktrinler, tıpkı ekonominin maddi planda
yaptığı gibi, yazann dayandığı temeli dönüşsüz biçimde tasfiye etmektedir.
Benjamin, Büyük SovyetAnsiklopedisi için ondan istenen "Goethe"
maddesinin aldığı tepkiyi değerlendirirken de "resmi doktrinle" kendi
düşünüş tarzı arasındaki uçurumu sezdirir (22 Aralık):
Öğle üzeri Reich'la birlikte Ansiklopedi bürosuna yaptığımız ziyaret
sırasında... yazı masasmın ardında, Reich'm niteliklerimden övgüyle söz
ederek beni tanıştırdığı, son derece iyi niyetli bir genç adam oturuyordu.
"Goethe" makalemin şemasını ona anlatmaya başladığımda, entelektüel
güvensizliği derhal ortaya çıktı. Bu taslaktaki bazı noktalar onu ürkütü
yordu ve sonunda, sosyolojik açıdan desteklenmiş bir hayat hikâyesi is
temeye vardırdı işi. Ancak temelde bir şairin hayaü değil, yalnızca tarih
sel etkileri materyalist bir açıdan tasvir edilebilir. Zira böylesi bir varo
luş, hatta bir sanatçının salt zamanıyla sınırlandırılmış eserleri, eğer daha
sonraki etkilerinden soyutlanırsa, kesinlikle maddeci bir analizin nesnesi
olamaz. Herhalde burada karşımıza çıkan şey, Buharin'in Tarihsel Mater
yalizme Giriş kitabının tümüyle idealist, metafizik sorularım karakterize
eden o yöntemsiz evrenselcilik ve dolayımsızlıktır.
Burada György Lukâcs'ın Benjamin üzerindeki etkisinden de söz
edilebilir. Lukâcs'ın Buharin'in kitabına yönelttiği eleştiri, 1925’te
Archiv für die Geseihte des Sozialismus und der Arbeiterbewegung
(Sosyalizmin ve İşçi Hareketinin Tarihi İçin Arşiv) dergisinde çık
mıştı. Lukâcs, Buharin’in bu kitapta "Marx'm çok yerinde bir deyim
le burjuva materyalizmi admı verdiği şeye, töhmet altında kalacak
ölçüde yakın" olduğunu öne sürüyor ve diyalektik materyalizmi bir
doğal bilim modeline göre kurma çabasının yanlışlığını vurguluyor
du: Buharin, "doğal bilimlerin ve bunların yöntemlerinin tarihsel-
materyalist bir eleştirisini yapmak, yani onları kapitalist gelişmenin
ürünleri olarak açığa çıkarmak yerine, bu yöntemleri hiç duraksama
dan, eleştirel olmayan, tarihsel olmayan ve diyalektik olmayan bir bi
çimde toplumun incelenmesine uygulamaklaydı].".
Benjamin'in "Goethe" yazısına Sovyet Eğitim Bakam Lunaçars-
ki’nin tepkisi de (bkz. bu kitabın sonundaki "Ekler" bölümü) bu çiz
gidedir. Benjamin'i Goethe'nin Sovyet "kültür panteonundaki yerini"
irdelemediği ve bir "sonuca varmadığı" için eleştiren Lunaçarski'nin
15
en çok tepkisini çeken ifade şuydu: "Alman devrimciler Aydmlanma-
cı, Alman Aydmlanmacılarsa devrimci değillerdi." Bu ifadenin yer
aldığı pasaj şöyledir:
Goethe ve çevresi [Klinger, Voss, Schiller, Lenz, Stolbeıg'ler vb.] Al
manya’yı ideoloji aracılığıyla "yenilemek" üzere birlikte çalışıyorlardı. Ama
Alman devrimci hareketinin ölümcül zaafı, buıjuva özgürleşiminin kökensel
programı olan Aydınlanma'yı bir türlü kabul edememesiydi. Burjuva kitleler,
"Aydınlanmışlar", kendi öncülerinden bir uçurumla ayrılmışlardı. Alman
devrimciler Aydınlanmacı, Alman Aydmlanmacılarsa devrimci değillerdi.
İlk grubun düşünceleri, devrim, dil ve toplum üzerinde odaklanmıştı; İkinci
sinin düşünceleri de akıl teorisi ve devlet üzerinde. Goethe sonradan iki ha
reketin de olumsuz tarafım üstlendi: Aydmlanma’nın yanında, şiddete daya
lı değişime karşı çıktı; Sturm und Drang'la [Fırtına ve Gerilim; 18. yüzyıl so
nu Alman Romantik akımı] birlikte de devlete karşı direnç gösterdi. Alman
buıjuvazisi içindeki bu bölünme, onun Batı ile ideolojik temas kuramayışı
nı da açıklar... Fransız materyalizminin o ünlü manifestosu (Holbach'ın Do
ğa Sistemi ki Fransız devriminin soğuk rüzgârım daha o zamandan hissetti
ren bir kitaptır) üzerine Goethe'nin söyledikleri bu bağlamda anlamlıdır: "O
kadar gri, o kadar cansız ki", bir hortlak görmüş gibi olmuştur Goethe. "Tat
sız, yavan - hayatiyet kaybının ta kendisi". Bu "ateist kasvet" Goethe'nin
kendini bir oyuk gibi boş hissetmesine yol açmıştır... Alman buıjuvazisinin
bölünmüş doğası, Goethe'nin Götz von Berlichingen oyununda da dramatik
anlatımını bulur. Realpolitik'in kaba bir ifadesine dönüşmüş bir akıl ilkesi
nin temsilcisi olarak şehirler ve saraylar, hayalgücünden yoksun Aydın-
lanmacılann yerindedir; onların karşısındaysa, ayaklanmış köylülüğün ön
deri [Götz] tarafından temsil edilen Sturm und Drang vardır. Yapıtın tarihsel
arka planı olan Alman Köylü Savaşları, Goethe'nin gerçek bir devrimci an
gajmanı olduğu izlenimini verebilir kolayca. Ama bu yanlış olur, çünkü da
ha derinde Götz'ün isyanının dışavurduğu şey, eski senyör sınıfının -prens
lerin iktidarına teslim olma sürecindeki İmparatorluk Şövalyelerinin-
şikâyetleridir. Götz önce kendisi için savaşır ve ölür, sonra sınıfı için. Oyu
nun merkezi düşüncesi, devrim değil sebattır... Bu yapıtta, Goethe için gide
rek tipikleşecek bir sürecin ilk örneğini görürüz: bir dram yazan olarak, il
kin devrimci izleklerin ayartısına kaptınr kendini ve hemen ardından bunla-
n saptınr ya da fragmanlar halinde bırakıp gider.
Sovyet kültür sorumlularının karşı çıktığı şey, Benjamin'in Goet-
he'yi "büyük şahsiyetler müzesine" (panteon) kaldırarak mutlaklaş
tırma ve ebedileştirmeyi reddetmesi kadar, Sovyet Marksizminin
doğrusal ilerleme şemasını çelen düşünceler ileri sürmesidir. Buna
göre, burjuvazi, Aydınlanma ve Fransız devrimi döneminde toptan
devrimcidir, sonra toptan gericileşmiştir. Lunaçarski, red yazısında,
Lessing'in bir Aydınlanmacı olduğunu vurguluyor. Şu var ki Lessing
16
on sekizinci yüzyıl Alman düşüncesinde Kant'la birlikte birkaç Ay
dınlanmamdan biriydi ve tıpkı Kant gibi o da devrimi değil, aklı ve
eğitimi savunuyordu (Fransa ve belki Iskoçya dışında tutarlı bir Ay
dınlanma düşüncesinin gelişip gelişmediği ayrı bir sorudur). "Dev
rimci döneminde" olan bir sınıfın kendi içinde hem çıkarlar hem de
düşünsel eğilimler açısından bölünmüş olabileceği düşüncesi, Büyük
Sovyet Ansiklopedisi sorumlularına sempatik gelmemiş olmalıdır.
Öte yandan "burjuvazinin devrimci döneminin" mutlaklaştırılması,
Sovyet Marksizmine, Batı'nın şimdisinden gelebilecek herşeyi karşı-
devrimci ilan etmek için bir düşünsel dayanak da sağlıyordu. Oysa
Benjamin'in yaklaşımı bunun tam tersiydi: Burjuva kültürü geçmişte
yekpare biçimde devrimci olamamışsa eğer, şimdi de yekpare biçim
de karşıdevrimci olmayabilirdi: Geçmişte Goethe'nin yapıtında çö
zülmeden, bir "sonuca vardırılmadan" kalmış olan bazı çelişki ve ge
rilimler, şimdi bir Proust'un ya da bir Thomas Mann'ın yapıtında ters
dönmüş biçimde yeniden ortaya çıkmakta ve onları "kendi" sınıfsal
kamplarının dışına sürüklemekteydi. - Sonuçta Benjamin’in makale
si yayımlanmadı.
17
ancak rejime açıkça karşı çıkmadıktan sürece iş bulabilirler... Dışarda yaşa
yan biri, burada NEP adamının maruz kaldığı korkunç toplumsal aşağılan
mayı anlayamaz. İnsanlar arasındaki -üstelik sadece birbirine yabancı olan
lar arasında da değil- suskunluk, o güvensiz, konuşmaktan çekinen tavır baş
ka türlü açıklanamaz. Burada rasgele tanıştığınız birine önemsiz bir film ya
da oyun hakkında fikrini sorduğunuzda şu türden kalıp cümleler bekleyebi
lirsiniz: "Biz burada deriz ki..." ya da "Burada yaygın olan kanıya göre..." Bir
yargının daha uzak tanıdıklara bildirilmesi için önce defalarca tartılması ge
rekir. Çünkü Parti her an Pravda'da çizgisini değiştirebilir ve hiç kimse de
tekzip edilmeyi sevmez... Sınıf iktidarı, karşı sınıfı tanımlamak için kullanı
lan simgeler benimsemiştir. Caz, en popüleridir bunların. Rusya’da insanla
rın caz dinlemekten hoşlanması şaşırtıcı değildir. Ama caz müziğiyle dans et
mek yasaktır. Tıpkı parlak renkli, zehirli bir sürüngen gibi cam kafesin için
de tutulmakta ve böylece revülerde cazip bir görüntü oluşturmaktadır. Ama
her zaman "burjuvanın" simgesidir. Propaganda amacıyla, buıjuva tipinin
grotesk bir imgesinin kurulmasına hizmet eden kaba sahne dekorlarından bi
ridir. Gerçekte ortaya çıkan imge çoğu zaman sadece gülünçtür çünkü düş
manın disiplin ve becerisini gözden kaçırmaktadır. Burjuvaya ilişkin bu çar
pık görüşte milliyetçi bir öğe de vardır. Rusya Çar'ın mülküydü. Ama insan
lar, bir gecede onun son derece zengin mirasçısı oluverdiler. Şimdi kendi in
sani ve coğrafi servetlerinin muazzam bir envanterini çıkarmakla meşguller.
Ve bu işi hayal edilemeyecek ölçüde güç işler başarmış olmanın bilinciyle
üstlenmişler, dünyanın yansının düşmanlığına karşı yeni iktidar sistemini
kurabilmiş olmanın bilinciyle. Bu ulusal başanya hayranlıkta bütün Ruslar
birleşmiştir. Buradaki yaşamı bu kadar içerikle yüklü kılan da iktidar yapısı
nın bu ters dönüşüdür. Toprağı kazarak altın arayanlann yaşamı kadar kendi
içinde bütünlüklü ve olaylarla dolu, onun kadar yoksul ve aynı anda vaatler
le dolu bir yaşamdır bu. İnsanlar sabahtan akşama kadar iktidar kazısı yap-
maktadırlar. Burada bir ay içinde kişinin karşısına çıkan sayısız imkân kom
binasyonlarının yanında, bizim önde gelen şahsiyetlerimizin kombinasyon
ları çok sönük kalır. Evet, belli bir sarhoşluğa yol açabilmektedir bu; öyle ki
toplantılardan ve komitelerden, tartışmalar, kararlar ve oylamalardan yoksun
bir yaşam da artık düşünülemez olmaktadır. Ne önemi var - Rusya'nm gele
cek kuşağı kendini bu yaşama uyarlamış olacaktır. Ama sağlıklı olmasının
vazgeçilmez bir koşulu vardır: Hiçbir zaman (Kilisenin bile başma geldiği
gibi) bir iktidar karaborsasının açılmaması.
Benjamin, yazısının sonunda, o sırada bütün hızıyla süren Lenin
kültüne değinir: "Lenin resimleri kültü, daha bugün bile devasa bo
yutlar kazanmıştır. Yavaş yavaş kendi kanonik biçimlerini de yerleş
tirmektedir bu kült. En yaygını, halka hitap eden Lenin resmidir, ama
belki daha da yoğun ve doğrudan biçimde konuşan bir resim var:
Masasında bir Pravda nüshasının üzerine eğilmiş olarak oturan Le
nin. Böyle günlük, geçici bir gazeteye daldığında Lenin’in doğasının
18
diyalektik gerilimi de ortaya çıkar: Bakışı hiç kuşkusuz uzak ufukla
ra yönelmiştir, ama kalbinin yorulmak bilmeyen dikkati ve tasası an
la ilgilidir."
19
Ö nsöz
Gershom Scholem
21
Benjamin'in Moskova yolculuğu üzerinde rol oynamış üç etken
vardır. Birinci planda Asja Lacis'e karşı duyduğu tutku, ardından
Rusya'daki ortamı daha yakından tanıma, hatta belki bu ortamla ken
disi arasında herhangi bir biçimde bağ kurma ve bu bağlamda, iki
yıldan daha uzun bir süreden beri düşündüğü, Alman Komünist Par-
tisi'ne bizzat katılma olasılığını bir karara bağlama arzusu. Nihayet
henüz yolculuğa çıkmadan önce üstlendiği, şehre ve oradaki hayata
ilişkin izlenimlerini, yani bir Moskova "fizyonomisi" yazmasını ge
rektiren edebi yükümlülükler de burada bir rol oynamıştır kuşkusuz.
Ne de olsa, Moskova'daki giderlerini, bu yolculukla ilgili daha sonra
teslim etmesi beklenen çalışmalar karşılığında çeşitli kaynaklarca
yapılmış olan ön ödemeler sayesinde karşılamıştı. 1927 yılının baş
larında yayımlanan dört metin, doğrudan doğruya bu tür sözleşmele
rin sonucunda gerçekleşmiştir; özellikle de Buber'e önermiş olduğu
ve Buber'in Die Kreatur (Yaratık) adlı dergide yayımladığı "Mosko
va" başlıklı uzun denemesi. Bu deneme, günlüğün ilgili bölümlerin
deki ilk notların, çoğu kez geniş ölçüde elden geçirilmesi sonucunda
oluşmuş bir metindir. Günlükteki bölümlerin, gözlem ve hayal gücü
nü eşine az rastlanır bir yoğunlukla birleştiren inanılmaz kesinliği şa
şırtıcıdır.
Sanat ve edebiyat hayatının taşıyıcıları ve bu alanda bir rol oyna
yan resmi yetkililerle, kendisi açısından verimli olabilecek bir ilişki
kurmaya yönelik -son kertede başarısız kalan- girişimlerinin canlı
anlatımları, bu günlükte büyük bir yer kaplıyor. Alman edebiyatı ve
kültürel hayatı alanında Rus gazetelerinin muhabiri olarak bu türden
sağlam ilişkiler kurma niyeti başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Alman
Komünist Partisi'ne girme konusundaki -ayrıntılarıyla yalnızca bu
günlükte yazıya dökülmüş olan- düşünceleri de yukarıdaki girişim
lerine koşut olarak gelişiyordu; tüm artı ve eksileriyle yürütülen bu
muhasebe, sonuçta Benjamin'in Parti'ye katılmaktan kesinkes cay
masıyla sonuçlanacaktı. Aşmaya istekli olmadığı sınırları, tüm açık
lığıyla görmüştü.
Yolculuğuna başlarken, Moskova'daki edebiyat çevresiyle kura
cağı ilişkinin biçimine yönelik iyimser beklentileriyle, kendisini ora
nın gerçekliğinde bekleyen şiddetli hayal kırıklıkları arasında keskin
bir karşıtlık vardır. 10 Aralık 1926'da, Moskova'ya varışından sadece
dört gün sonra bana yazdığı ve bu kitap çerçevesinde yayımlanması
na izin verdiğim mektup -ki, bana Moskova'dan yazdığı yegâne
mektuptur bu- Benjamin'in iyimserliği konusunda çok açık bir fikir
22
veriyor. Bu beklentilerinin nasıl sonuçlandığını ise, günlüğünde kılı
kırk yaran bir titizlikle anlattığı gelişmelerden öğreniyoruz. Kurduğu
tüm hayalleri ağır, aynı ölçüde de umut kırıcı bir biçimde yitirmişti.
Benjamin'in Moskova'da edindiği deneyimleri nasıl değerlendir
diği ise, Buber'in Die Kreatur dergisi için hazırladığı "Moskova"
başlıklı denemenin yakında tamamlanacağını bildirmek üzere, Mar
tin Buber'e dönüşünden yalnızca üç hafta sonra yazdığı (23 Şubat
1927 tarihli) mektuptan anlaşılabilir. Bana öyle geliyor ki, Benja
min'in mektubunda yaptığı özet burada alıntılanmayı hak ediyor.
Şöyle yazıyor Benjamin: "Anlatımım tüm teorilerden uzak duracak
tır. Yaratıksal olanın, tam da bu sayede dile gelmesini sağlayabilece
ğimi umuyorum: tabii şimdi tümüyle farklılaşmış bir çevrenin timsal
maskesi ardından gürültüyle yankılanan, bu çok yeni ve yadırgatıcı
dili yakalamayı ve yazıya aktarmayı başarabildiğim ölçüde. Şu anda
ki Moskova şehrinin bir anlatımını vermek istiyorum; 'tüm olgusallı-
ğın şimdiden teoriye dönüştüğü' ve böylelikle her türlü tümdenge-
limci soyutlamadan, tüm öngörülerden, hatta belirli ölçüler içerisin
de her türlü yargıdan kaçman bir anlatım olmalı bu —şuna kesinlikle
inanıyorum ki, Rusya söz konusu olduğunda, her türlü yargı, zihin
sel 'verilere' değil, ancak ve yalnızca ekonomik olgulara dayandırıla-
bilir, oysa Rusya'da bile bu konuda yeterince kapsayıcı bilgiye sahip
pek az insan var. Şimdiki, içinde bulunduğumuz andaki haliyle Mos
kova, tüm olasılıkların şematik bir özetini sunuyor: öncelikle de dev
rimin başarılı olup olamayacağına ilişkin olasılıkların. Ama her iki
durumda da öngörülemez bir şey kalacaktır ki bunun resmi, bir prog
ram uyarınca çizilen her türlü gelecek manzarasından çok farklı ola
caktır; nitekim bu resim, bugün insanlarda ve onların çevrelerinde
sert ve sarih hatlarla şekilleniyor."
Buna ek olarak, 1980'ler okuyucusunun, günlükte ancak uç veren
bir olguyu daha kesin hatlanyla kavraması da söz konusudur: Benja
min’in herhangi bir biçimde ilişki kurmayı başarabildiği kişilerin he
men hepsi de -ki, Benjamin bunun farkında olsa da olmasa da, nere
deyse istisnasız olarak Yahudi'ydiler- siyasi ya da sanatsal muhalefe
tin yanında yer alıyorlardı ve bu iki muhalefet kanadı o dönemlerde
bir ölçüde de olsa birbirinden ayrı tutulabiliyordu. Akıbetlerini takip
edebildiğim kadarıyla, bu insanlar, Troçkistlik ithamı veya başka
yaftalar altında er ya da geç daha o dönemde yerleşmeye başlayan
Stalin iktidarının kurbanları oldular; hatta daha sonraları arkadaşı
Asja Lacis bile, "Temizlik" kampanyaları sonucu bir çalışma kam
23
pında uzun yıllar geçirmek zorunda bırakıldı. Benjamin, ilişkide ol
duğu önemli kişilerden pek çoğunun, korku ya dâ sinizmin etkisi al
tında ortaya koydukları ve kendisi tarafından giderek daha sert vur
gularla dile getirilen oportünizmi görmezden gelmeyi başaramıyordu
ve nihayet bu noktada şiddetli tartışmalar yürütecekti; hatta Asja La-
cis'le bile.
Benjamin'in attığı adımlarda, Asja Lacis'in can yoldaşı (ve niha
yet son yıllarındaki kocası) olan son derecede zeki yönetmen Bern-
hard Reich'la (daha önce Berlin'deki Alman Tiyatrosu'ndaydı) sür
dürdüğü ve baştan beri gerilimlerle yüklü yakınlığın büyük önemi
vardı ve bu yakınlık Benjamin'in zihinsel durumu açısından, Reich'ın
kurduğu ilişkilere -günlüğün de gösterdiği gibi- sahip olmayan Asja
Lacis'le sürdürdüğü ilişkiye oranla daha aydınlatıcıdır. Ama Benja
min, 1927 Ocağında Reich'la da, ancak güçlükle saklayabildiği, içsel
bir kopuş yaşayacaktı.
Ancak bu günlüğün kalbinde Asja Lacis'le (1891-1979) sürdürdü
ğü, alabildiğine sorunlu ilişki yer alıyor kuşkusuz. Lacis birkaç yıl
önce, bir bölümünü Walter Benjamin'e ayırdığı, Meslekten Devrimci
başlıklı bir anı kitabı yayımladı. Bu önümüzdeki belge, söz konusu
bölümü okumuş olan okurlar için acı ve yürek daraltan bir sürpriz ol
malıdır.
Benjamin, Asja Lacis'le 1924 Martında Capri'de tanışmıştı. Bana
Capri'den yazdığı mektuplarında ondan admı anmaksızm, "Riga'dan
gelen, Letonyalı bir Bolşevik kadın" ve "radikal bir komünizmin
güncelliğini tüm yoğunluğuyla kavrayışı" bağlamında, "Rigalı bir
Rus devrimcisi; tanıdığım en mükemmel kadınlardan biri" ifadele
riyle söz ediyordu. Lacis'in, o andan itibaren, en az 1930 yılma kadar
Benjamin'in hayatında belirleyici bir rol oynadığına kuşku yok. Her
şeyden önce Lacis uğruna gerçekleştirdiği Moskova yolculuğuna
çıkmadan önce, henüz 1924 yılında Berlin'de ve 1925'te Riga'da, hat
ta belki bir kez daha yine Berlin'de onunla birlikte oldu. Lacis, Dora
Kellner ve Jula Cohn'un ardından, Benjamin için merkezi öneme sa
hip üçüncü kadın oluyordu. Aralarındaki erotik bağ, Benjamin'in Tek
Yönlü Yol adlı kitabının ithafından da anlaşılacağı gibi, Lacis'in üze
rinde sahip olduğu güçlü entelektüel etkiyle de bütünleşiyordu: "Bu
yolun adı, onu bir mühendis olarak yazarda açan kişiye atfen, Asja-
Lacis-Caddesi konmuştur." Ama bu günlük, Benjamin tarafından se^
vilmiş olan kadının, tam da bu entelektüel yanıyla ilgili olarak, bizi
her türlü görüş ve anlayıştan mahrum bırakıyor. Günlük, neredeyse
24
yolculuğun sonuna dek sonuçsuz kalan bir duygusal yönelimin öykü
sü olarak, açıkça şiddetli bir umutsuzluk hissi yaymaktadır. Tabii,
Asja hastadır ve Benjamin'in Moskova'ya varışından, neredeyse ay
rılışına kadar bir sanatoryumda yatmıştır, ama hastalığının doğası
üzerine hiçbir şey öğrenemiyoruz. Birliktelikleri çoğunlukla sanator
yumdaki odada gerçekleşiyor; yalnızca birkaç kez Asja da Benja-
min'i otelinde ziyaret ediyor. Daha önceki bir beraberliğinden olan,
-tahminime göre- yaklaşık sekiz-dokuz yaşlarındaki kızı da, Mosko
va dışındaki bir çocuk sanatoryumunda hasta yatmaktadır. Yani Asja
Lacis Benjamin'in girişimlerinde etkin bir taraf olarak yer almaz.
Yalnızca Benjamin'in anlattıklarını dinleyen kişi, neredeyse daima
reddedilmekle sonuçlanan duygusal yöneliminin hedefi ve nihayet,
hiç de seyrek sayılamayacak hasmane, hatta talihsiz kavgalarının
muhatabı olarak kaim Hepsi de çaresiz bir kesinlikle bu günlüğe ak
tarılmış olan sonuçsuz bekleyişler, sürüp giden bir reddediliş, niha
yet azımsanamayacak ölçüde bir erotik sinizm, burada inandırıcı bir
entelektüel profilin yokluğunu iki kat daha gizemli kılmaktadır. Ben-
jamin'i Asja Lacis'le birlikte görmüş ve bana izlenimlerini anlatmış
olan insanların, durmadan kavga eden bu çiftle ilgili hayretlerini ağız
birliği etmişçesine dile getirmeleri de bu olguyu desteklemektedir.
Üstelik Asja Lacis'in Berlin ve Frankfurt'a geldiği ve Benjamin'in
onunla birlikte olabilmek için boşandığı 1929 ve 1930 yıllarında! Ya
ni burada Walter Benjamin'inki gibi bir hayata pekâlâ uygun düşen
bir açıklanamazlık tortusu kalmaktadır.
25
MOSKOVA GÜNLÜĞÜ
v-<At V t i j U .£ v^r
■ <-^ym .’/ V ,t -.A i , 4 ,
* *v
.t i»«*«*, f, .,'.*
' *y»* InJ </i^AAf-^r . *£v<u.y*lvıM wV **"»*»»
^ ' mJ*U**V (M. ~>V’J «i./«» .-yfcVİ /«.' f~*<3f~}pljiı,. <••■'
*W
•£KİAj*U.A ^».,.yy*,»
a . ¡.J
H fi
Mbj. J* f4« /,■.<„ LJJ+, Lî IrvU.L -y- Ü'-'1'* tT
K“**f
'HtffrSZ'hr
rf*t e“3y V* •««J" '-»"■) *' Aİ ' A« -f u.+fi m..*-'
■i#**<;/ .iv M ,".^ «* *.y «A«.. /r*vft, »t/,-». J •*»•'
M«İt$
' r' *f a y * V + Z 'fy r M ) <<*~s V *yv*y».<itv'y(U. - *>1 -■<
V ^ £» ^ îw.^W *-*,v<» CJtö...»v*♦#«•» **<• v
f V ;-A' —t- -A" Ivm,*« .j| ,y./. Vf^/Ajl i , „ Vf-Î V* •> ¿'A'•’ **•*
I’.*•'* uiJt* %{.'{?+'•}xJffr l/'v * l «Â»***<*l**<*r >•■*•' k"t**'
" V«- .V» " »*Sr Af*i. «ı.">!.-,....' litMİjlîfJt'&tu Ü-.»-» »>»♦*«/ *S(* ^ v. :v ’ 1
■«■‘t/» jlafiutK. ¿¿vJ)»
n ı * *TA ^ 3 » /* ■■*/»■ HttuuMfji*»K"
u jb r A v vı J1»w*
*tfiı%
/ t / j l f j i i tV "*ij^ »J4*ı
î r —m ,K»<yye £;■»<*.
V*.* ;’■•** ^Y
'"v.1
,,.'.'' i
"* »AlyA*.A^y.«w fln j / ^ »f •w »*u«m « l'İ*
/v*,*'r;
**1v
-{■*• V K ı^ u ^ ^ «,wliw»>H)>ı- ııiA»»Mı^fnıe. M, i Vjth-^İVJ A» »’A.yjiyJ
-a.-j I»
V«^v, tv*fHıU.4ll,.pnıırfj*-» *'/5A»A-A<A‘»#<r/A> M.^v •1*~ “*■
A .« ,/» -’, >A.-vir fM M * - -*1» ffc tif.'S tp tM k r+ ^m rK , "'•^»<0 f *
^vA>» Jiiit*. Ay, <W
B<| A.^ yv)tw^/ı)jl|i l>ı«y» “'<>«•[» “
”^ . T î v T * ^ ^ y ' ‘J r i â r - . V A'
M v i - v '• ’Ky* k + 'H « * » . + '* * 2 , * y * i
i. a -'İiv — >- ^ -T**'**- i" v W| *v~,‘ ”
29
run saat kadar yürüyüp geri döndüm; dükkân tabelalarım dikkatle he
celeyerek ve buz tutmuş kaldırımı adımlayarak. Sonra bitkin (ve ga
liba kederli) bir halde odama girdim.
7'si sabahı Reich beni almaya geldi. Yürüyüş: Petrovka (poliste
kaydımı yaptırmak üzere), Kameneva Enstitüsü7 (Aydınlar Enstitü-
sü'nde 1,50 rublelik bir yer için; bu arada oradaki Almanya temsilci
siyle de görüştüm; tam bir eşek), sonra Herzen Caddesi üzerinden
Kremlin'e; son derece biçimsiz Lenin Mozolesi'nin önünden geçerek
Aziz İsaak Katedralinin göründüğü yere kadar. Tverskaya üzerinden
geriye, proleter yazarlar örgütü VAPP'ın8 Tverskoy Bulvarındaki
merkezi Dom Herzena’ya.9 Soğukta yürümeye harcadığım çaba yü
zünden, tadına pek de varamadığım iyi bir yemek. Kogan'la10 tanış
tırıldım; bana Romence grameri ve hazırladığı Rusça-Romence söz
lük üzerine bir konferans verdi. Reich'ın uzun yürüyüşlerimiz sıra
sında anlattığı ve yorgunluktan çoğu zaman ancak yarım kulakla din
leyebildiğim hikâyeler alabildiğine canlı; anekdotlar ve kanıtlarla
dopdolu, keskin ve neşeli. Hâzinede çalışan ve paskalya tatilinde git
tiği köyünde papaz olarak ayin yöneten bir memura dair hikâyeler.
Ayrıca: Alkolik kocasını ve sokak ortasında bir kız ve bir erkek öğ
renciye saldıran serseriyi darp yoluyla öldüren bir terzi kadına karşı
mahkemenin aldığı kararlar. Ayrıca: Stanislavski'nin Beyaz Rus as
keri hakkındaki oyununun11 hikâyesi: Oyun sansür kuruluna gelir ve
kurulda oyunu dikkate alan tek üye de, belirli değişikliklerin yapıl
ması gerektiği ibaresiyle geri gönderir onu. Bunun üzerine, aradan
aylar geçtikten ve istenilen değişiklikler yapıldıktan sonra, oyun ni
hayet sansür kurulunun önünde sergilenir. Yasak kararı. Stanislavski
Stalin'e çıkar: Mahvolduğunu, tüm parasını bu oyuna yatırdığını söy
ler. Stalin'in değerlendirmesi: "Oyun tehlikeli değildir." Milis güçle
ri tarafından uzaklaştırılan komünistlerin muhalefeti altında gerçek
leşir gala. Frunze12vakasını ele alan ve söylentilere göre yazarının is
teği hilafına, Stalin'in emriyle yazdırılan uzun öykünün hikâyesi...
Sonra siyasi haberler: muhalefetin yönetici makamlardan uzaklaştı
rılması. Bununla uyum içinde: sayısız Yahudi'nin topluca orta kade
melerdeki görevlerinden uzaklaştırılması. Ukrayna'da anti-semitizm.
- VAPP'ın ardından, ölesiye bitkin bir halde Asja'ya gidiyorum yalnız
başıma. Çok geçmeden oda dolup taşıyor. Yatağa, Asja'nm yanına
oturan Letonyalı bir kadın, sonra karısıyla birlikte Şestakov13 geli
yor; bu ikisiyle, onların karşısındaki Asja ve Reich arasında, Meyer-
hold'un Müfettiş oyunu hakkında Rusça sürdürülen şiddetli bir tartış
30
ma patlak veriyor. Tartışmanın odağında kadife ve ipek kullanımı,
yani Meyerhold'un karısı8*14 için diktirilen on dört kostüm var; üstelik
oyun da beş buçuk saat sürüyormuş.15 Yemekten sonra Asja odama
geliyor; Reich da benim yanımda. Asja ayrılmadan önce hastalığının
hikâyesini anlatıyor. Reich onu sanatoryuma götürüp geri dönüyor.
Ben yatakta uzanıyorum - o çalışmak istiyor. Ama çok geçmeden işi
ne ara veriyor ve buradaki ve Almanya'daki entelektüellerin durumu
üzerine konuşmaya başlıyoruz; ve şu sıralar her iki ülkede de geçer
akçe sayılan yazarlık teknikleri üzerine. Bu konu bizi Reich'm Parti'
ye katılma konusundaki kaygılarına götürüyor. Parti'nin kültürel ko
nulardaki karşıdevrimci dönüşümü, Reich'ı sürekli meşgul eden bir
konu. Savaş komünizmi döneminde kullanılan sol hareketler, ardın
dan tümüyle bir kenara atılmış. Proleter yazarlar, ancak kısa bir süre
önce devlet tarafından (Troçki'ye rağmen) bu kimlikleriyle tanınmış
lar; ancak aynı zamanda devlet, desteğinden hiçbir koşulda yararlana
mayacaklarını anlamaları da sağlanmış. Sonra şu Leleviç16 vakası -
sol kültür cephesine karşı alınan tedbirler. Leleviç, Marksist edebiyat
eleştirisinin yöntemleri üzerine bir çalışma yayımlamış. - Rusya'da
en büyük ağırlık, aşın ölçüde aynmlaştınlmış siyasi tavırlara tanını
yor. Almanya'daysa müphem ve genel bir siyasi arka plan yeterli sa
yılır; ancak bu kadan, mutlaka Almanya'da da talep edilmeli. - Rus
ya için yazmanın yöntemi: ortaya bol kanıt koymak ve mümkün ol
duğunca başka hiçbir şey yapmamak. Halkın eğitim seviyesi öylesi
ne düşük ki, savsözlerin anlaşılması olanaksız. Buna karşılık Alman
ya'da beklenen yalnızca budur: yani sonuçlar. Bu sonuçlara nasıl va
rıldığı ise kimseyi ilgilendirmez. Alman gazetelerinin yorumları için
muhabirlerine çok küçük bir yer tanımaları da bununla bağlantılıdır;
buradaysa 500, hatta 600 satırlık makaleler hiç de istisna değil. Ko
nuşmamız uzun sürdü. Odam iyi ısınıyor ve geniş; kalmak için rahat
bir yer.17
31
Benjamin'in Tek Yönlü Yo/'u için Şaşa Stone tarafından yapılmış kapak tasarımı.
da bir porselen sergisi var. Ama Reich hiçbir yerde oyalanmıyor. Ho
tel Liverpool'un bulunduğu caddedeki pastaneleri ikinci kez görüyo
rum. (Geldiğim gün duyduğum, Toller’in20 Moskova ziyaretinin hi
kâyesini aktarıyorum burada. Toller büyük bir şatafatla karşılanır.
Tüm şehre, gelişini bildiren pankartlar asılır. Emrine tercüman kızlar,
sekreterler, güzel kızlardan oluşan bir yardımcılar heyeti tahsis edi
lir. Konferanslar vereceği duyurulur. Ancak aynı sırada Moskova’da
bir Komintern toplantısı yapılmaktadır. Alman temsilciler arasında
Toller'in can düşmanı Werner21 de vardır. Pravda'da bizzat Wemer'in
yazdığı ya da yazılmasına önayak olduğu bir makale yayımlanır: Tol
ler devrime ihanet etmiştir; Alman Sovyet Cumhuriyeti'nin başarısız
lığa uğraması onun suçudur. Pravda'nın yazı işleri makalenin sonu
na kısa bir not düşer: Özür dileriz, bunu bilmiyorduk. Bunun ardın
dan Toller'in Moskova'da kalması imkânsız hale gelir. Gürültülü bir
biçimde duyurulmuş olan bir konferansı için toplantı salonuna gelir
- bina kapalıdır. Kameneva Enstitüsü onu durumdan haberdar eder:
Özür dileriz, salonu bugün için almamız mümkün olmadı. Size tele
fonla bildirmeyi unutmuşlar.) Öğleyin yine VAPP'tayım. Bir şişe ma-
32
den suyunun fiyatı 1 ruble. Ardından Reich'la birlikte Asja'ya gidiyo
ruz. Reich, Asja'nın ve benim itirazlarımıza karşın, onun toparlanma
sı için sanatoryumun oyun salonunda, Asja'yla benim aramda bir do
mino partisi düzenliyor. Asja'nın yanında otururken, kendimi Jacop-
sen romanlarından fırlamış bir karakter gibi hissediyorum. Reich da,
ünlü bir yaşlı komünistle satranç oynuyor; savaşta ya da iç savaşta
bir gözünü kaybetmiş bu adam da -eğer zaten ölüp gitmemişlerse- o
dönemin en iyi komünistlerinin pek çoğu gibi, alabildiğine çökmüş
ve tükenmiş. Asja'yla, onun odasına dönmemizin üzerinden çok geç
miyor ki, Reich beni Granovski'ye22 götürmek üzere geliyor. Tvers-
kaya'dan aşağıya kısa bir süre Asja da bize eşlik ediyor. Ona bir pas
taneden helva alıyorum ve geri dönüyor. Granovski, Riga'dan gelen
Letonyalı bir Yahudi. Yazdıkları, jargon operetlerinden türemiş olan
kaba komedinin, görünüşe bakılırsa bir ölçüde Yahudi aleyhtarı, din
karşıtı bir türevi. Çok Batılı bir izlenim veriyor Granovski, Bolşeviz-
me bir ölçüde kuşkucu yaklaşıyor; konuşmamız daha ziyade tiyatro
ve ücretlendirme sorunları etrafında dönüyor. Konu ev kiralarına ge
liyor. Kiralar burada metrekare hesabına göre ödeniyormuş. Metre
kare fiyatı kiracının aldığı maaşın yüksekliğine göre belirleniyormuş.
Ayrıca kişi başına 13 metrekarenin üzerine çıkan her şey için, gerek
kira, gerekse ısınma ücreti için üç misli para ödeniyormuş. Artık ge
leceğimizi ummuyorlarmış, bu yüzden de mükellef bir yemek yeri
ne, alelacele soğuk bir şeyler hazırlandı. Odamda Reich'la Ansiklope
di hakkında konuştuk.23
9 Aralık. Öğle üzeri Asja geldi yine. Ona bazı şeyler verdim, a
dından da yürüyüşe çıktık. Asja benim hakkımda konuştu. Liverpool'
dan geriye döndük. Sonra ben odama gittim; Reich gelmişti bile. Bir
saat boyunca ikimiz de ayrı ayrı çalıştık - ben Goethe makalesinin
düzeltmeleriyle ilgilendim. Ardından benim için otel indirimi alabil
mek üzere Kameneva Enstitüsü'ne. Sonra da yemeğe. Bu kez VAPP'ta
değil. Yemek mükemmeldi; özelikle de pancar çorbası. Sonra da Le-
tonyalı candan bir adamın işlettiği Liverpool'a. Isı yaklaşık 12 dere
ceydi. Yemekten sonra adamakıllı bitkin düşmüştüm ve Leleviç'e,
düşündüğüm gibi, yürüyerek gidemedim. Kısa bir yol için kızağa
binmek zorunda kaldık. Yol, az sonra dört bir yanda yapı toplulukla
rının bulunduğu, büyük bir bahçe ya da parkın içinden geçiyor. Lele-
viç'in dairesi, en arkadaki siyah-beyaz, güzel bir ahşap binanın birin
ci katında. Girişte, o şuada dışarıya çıkmakta olan Bezimenski'yle24
33
karşılaşıyoruz. Dik bir ahşap merdiven ve bir kapının ardında, önce
açık bir ateşin yandığı mutfak. Ardından paltoların üst üste asılı dur
duğu basit bir hol, derken görünüşe bakılırsa döşeklerin de serildiği
küçük bir odadan geçerek Leleviç'in çalışma odası. Leleviç'in görü
nüşünü tarif etmek güç. Oldukça uzun boylu, mavi renkli Rus gömle
ğiyle pek az hareket ediyor (zaten insanlarla dolup taşan küçük oda
da onu, yazı masasının önündeki iskemleye mıhlıyor). Ondaki garip
lik, sanki eklemsizmiş gibi görünen uzun, geniş suratı. Çenesi, sanı
rım hasta Grommer25 dışında hiçbir insanda görmediğim bir biçimde
aşağıya doğru uzuyor ve fazlasıyla kaba hatlı. Çok sakin görünüyor,
ama fanatik insanlara özgü o yiyip tüketen suskunluk onda da sezili
yor. Reich'a benimle ilgili bir sürü soru soruyor. Karşıdaki yatağın
üzerinde iki adam oturuyor; siyah gömlekli olanı genç ve çok güzel.
Burada yalnızca edebi muhalefetin üyeleri toplanmış; Leleviç'in ayrı
lışından önceki son saatleri onunla birlikte geçirebilmek üzere. Lele-
viç sürgüne gidiyor. İlk emre göre, sürgün yeri Novosibirsk olacak
mış. "Size uygun olan yer,” demişler kendisine, "ne de olsa sınırlı bir
etki alanına sahip bir şehir değil, koskoca bir eyalettir." Ama Leleviç
bunu engellemeyi başarmış ve şimdi "Parti emrinde" redaktörlük mü,
bir devlet üretim kooperatifinde satıcılık mı yoksa başka bir iş mi ya
pacağını henüz bilmeden, Moskova'ya yirmi dört saat mesafedeki Sa-
ratov'a gönderiliyor. Karısı, zamanın çoğunu yan odadaki diğer ziya
retçilerle birlikte geçiriyor; güneyli Ruslar tipinde, ufak tefek, son de
rece enerjik, ama bir o kadar da dingin ifadeli bir yaratık. İlk üç gün
o da kocasına eşlik edecekmiş. Leleviç'te fanatiklerin iyimserliği var:
Troçki'nin bir gün sonra Komintem'in önünde Zinovyev lehine yapa
cağı konuşmayı26 dinleyemeyeceği için dertleniyor; Parti'nin bir dö
nüm noktasının eşiğinde olduğunu düşünüyor. Holde vedalaşırken,
ona Reich vasıtasıyla birkaç dostça söz iletiyorum. Sonra Asja’ya gi
diyoruz. Aramızdaki domino partisi ancak o zaman oynanmış da ola
bilir. Reich ve Asja, akşam bana gelmek istiyorlar. Ama Asja yalnız
geliyor. Ona hediyeler veriyorum: bir bluz, bir pantolon. Konuşuyo
ruz. Aslında ikimizi ilgilendiren hiçbir şeyi unutmadığını fark ediyo
rum. (Akşamüzeri durumumu iyi bulduğunu söylemişti. Bir bunalım
içinde olduğum doğru değilmiş.) Odamdan ayrılmadan önce, ona Tek
Yönlü Kordan kırışıklıklarla ilgili bölümü27 okuyorum. Sonra galoşla
rını kuşanmasına yardım ediyorum. Reich ancak ben uyuduktan son
ra, geceyansı sularında, ertesi sabah Asja'ya iletmemi istediği teskin
edici bir haberi vermek üzere geldi: Taşınma hazırlıklarını tamamla-
34
mıştı. Reich bir deliyle birlikte oturuyor ve zaten zor olan yaşam ko
şulları, bu yüzden dayanılmaz ölçüde karmaşıklaşıyor.
35
sonunda paltolarımızı almak çok güç oluyor. Tiyatro çalışanlarından
ikisi, kalabalığın daracık vestiyer odalarına akışını düzenlemek üze
re merdivenin ortasında bir kuyruk oluşturuyorlar. Tiyatroya geldiği
miz gibi, eve de ısıtılmadığı için camları buz tutmuş, küçük tramvay
la dönüyoruz.
36
beklememizi istemişti; toplantısı olup olmadığından emin değildi.
Nihayet kalktık. Petrovka üzerindeki vitrinlere baktık. Tahta eşyala
rın satıldığı olağanüstü bir dükkân dikkatimi çekti. Asja, ricam üze
rine bana küçücük bir pipo satın aldı dükkândan. Daha sonra oradan
Stefan ve Daga29 için oyuncaklar almak istiyorum. İç içe yerleştiri
len o Rus yumurtaları, güzel, yumuşak ağaçtan yontulmuş hayvan fi
gürleri var. Bir başka vitrinde Rus dantelleri ve işlemeli örtüler görü
lebiliyordu; Asja, köylü kadınlarının bu işlemelerde pencerelerinin
camlanndaki-buz kristallerine öykündüklerini anlattı bana. Bu, aynı
gün içinde ikinci yürüyüşümüzdü. Öğle üzeri Asja, Daga'ya bir mek
tup yazdıktan hemen sonra bana gelmişti ve ardından çok güzel bir
havada Tverskaya üzerinde kısa bir yürüyüş yapmıştık. Dönüşte No
el mumlan satılan bir dükkânın önünde durduk. Asja söz etmişti bu
radan. Daha sonra Reich'la birlikte yeniden Kameneva'ya. Otel indi
rimim için gerekli belgeyi nihayet alabiliyorum. Akşam beni oradan
Çimento'ya30 göndermek istiyorlardı. Ama Reich sonradan Granovs-
ki'de bir oyun izlememin daha iyi olacağına karar verdi, çünkü Asja
da tiyatroya gitmek istiyordu ve Çimento onu fazlasıyla sarsabilirdi.
Ancak vakit geldiğinde, Asja kendini yeterince iyi hissetmediği için
oraya yalnız gittim; Reich'la Asja da benim odama çıktılar. Tek per
delik üç oyun vardı ki, ilk ikisinin sözünü etmeye bile değmez; Ya
hudi melodileri üzerine kurulmuş bir tür korolu komedi olan üçüncü-
sü, bir hahamlar toplantısı, çok daha iyi görünüyordu, ancak olay ör
güsünü anlayamadım; üstelik gündüzden ve sonu gelmeyen aralar
dan o kadar yorulmuştum ki, yer yer uyuyakaldım. -Reich o akşam
benim odamda kaldı - Saçlarım burada müthiş elektrikleniyor.
37
leyin Reich'la birlikte mahzen lokantasında. Issız sanatoryumda ge
çen öğle üzeri boğucuydu. Asja'yla yine "siz" ve "sen" arasında dur
maksızın gidip geliyoruz. Kendini iyi hissetmiyordu. Daha sonra
Tverskaya boyunca yüründü. Bir süre sonra, bir kahvede oturduğu
muz sırada, Reich'la Asja arasında büyük bir tartışma çıktı; Reich,
Almanya'daki bağlantılarını son erdirmek ve tümüyle Rusya'daki he
deflerine yoğunlaşmak istediğini açıkça ifade etti bu sırada. Akşam,
Reich'la odamda yalnızım: Ben şehir kılavuzunu inceledim, Reich da
Müfettiş eleştirisinin ön çalışmasını yaptı. - Moskova'da firma taşıt
ları, kamyon gibi araçlar yok. En küçük alışverişten en büyük toplu
siparişlere kadar her şey küçücük kızaklarla "Istvosçik"31 tarafından
taşınmak zorunda.
38
"Istvosçik" adı verilen sürücülerin kullandığı atlı kızak.
39
leri yerlilerinkinden daha kötü değil. Ancak insan burada elinde ol
madan yalnızca onlara acıyor. Aralarında beş adımdan daha fazla bir
mesafe bırakmadan dikiliyor ve deri dosyalar satıyorlar; her birinin
malı ötekilerinkinin aynı. Bunun ardında bir örgüt olmalı, çünkü cid
di ciddi böylesine ümitsiz bir rekabete girişmeleri olanaksız. Riga'da
olduğu gibi, buradaki dükkân tabelalarında da sevimli naif resim ör
nekleri görülüyor. Bir sepetten dökülen ayakkabılar; sivri burunlu bir
pabuç ağzında bir sandalet kapmış kaçıyor. Bir Türk lokantasının
önünde, karşılıklı asılmış iki tabela; hilal süslü fesleriyle donatılmış
bir masanın başında oturan iki bey. Asja, halkın her yerde, hatta rek
lamlarda bile, herhangi bir gerçek olayı görmek istediğini söylerken
haklı. - Akşam Reich’la İlleş'teyiz.34 Daha sonra, 30 Aralık'ta İUeş'in
oyununu sahneleyecek olan Devrim Tiyatrosu'nun müdürü35 de geldi.
Bu müdür, Vrangel'in36 ortadan kaldırılmasında belirleyici bir rol oy
namış olan ve Troçki'nin orduya yönelik emirlerinde iki kez adı ge
çen, eski bir Kızıl Ordu generali. Daha sonraları, kariyerine sekte vu
ran bir aptallık yapmış ve eskiden bir edebiyat adamı olduğu için,
kendisine tiyatrodaki bu idareci görevi verilmiş; ancak pek bir iş yap
ması beklenmiyor. Oldukça aptal bir izlenim veriyor. Sohbetimiz pek
canlı değildi. Reich'm uyarısı üzerine, ben de temkinli konuşuyor
dum. Plehanov'un sanat kuramından konuşuldu. Odada pek az eşya
vardı; en çok dikkati çekenlerse narin bir çocuk yatağı ve bir küvetti.
Oğlan çocuğu biz geldiğimizde hâlâ uyanıktı; daha sonra ağlayarak
yatağa yatırıldı, ama biz orada olduğumuz sürece uyumadı.
40
anlattı. Çocuk bahçesindeki bir çocuğun diğerinin kafasını nasıl yar
dığının hikâyesini ikinci kez dinledim. Tuhaf bir biçimde (Asja için
kötü sonuçlan olabilecek) bu son derece basit hikâyeyi (ama doktor
lar çocuğun kurtanlabileceğini düşünüyorlardı) ancak o zaman anla
dım. Çok sık geliyor bu başıma: Ona öylesine yoğun bir biçimde ba
kıyorum ki, söylediklerini duymuyorum bile. Çocukların nasıl grup
lar halinde ayrılmaları gerektiği konusunda düşünceler geliştiriyor
du: Çünkü en yabani olanlarını -ki Asja onlara en yeteneklileri diyor
du- diğerleriyle birlikte oyalamak asla başarılamazdı. Normal ço
cukları bütünüyle meşgul edebilecek olan şeyler, diğerlerini sıkıyor
du. Ve Asja'nın, kendi söylediğine göre, en yabani çocuklarla en bü
yük başarılan kazanmış olması çok aydınlatıcıydı. Asja yazarlık uğ
raşından da söz etti; bir Letonya komünist gazetesi için yazdığı üç
makaleden: Bu gazete yasadışı yollardan Riga'ya ulaşıyormuş ve
orada okunuyor olmak kendisi için çok yararlıymış. Komisyon bina
sı Strasnoy Bulvarı'nın Petrovka'yla kesiştiği yerdeki meydanda bu
lunuyordu. Yanm saati aşkın bir süre bekleyerek, Petrovka üzerinde
bir aşağı bir yukan yürüdüm. Nihayet dışanya çıktığında, para boz
durmak zorunda olduğum Devlet Bankası'na gittik. Bu sabah kendi
mi çok güçlü hissediyordum ve Moskova'ya yerleşmemden; bunun
yok denebilecek kadar zayıf ihtimallerinden derli toplu ve sükunetle
söz etmeyi başarabildim. Bu onu etkiledi. Kendisini tedavi eden ve
kurtaran doktorun, şehirde kalmasını ısrarla yasakladığını ve orman
içindeki bir sanatoryuma gitmesini emrettiğini anlattı. Ama o, or
manda çekeceği ve kendisini korkutan hüzünlü yalnızlık ve benim
gelişim yüzünden kalmıştı. Asja'nın daha Petrovka üzerinde yaptığı
mız ilk gezintimizde de duraklamış olduğu bir kürkçü dükkânının
önünde durduk. Orada, duvarda rengârenk pırlantalarla işlenmiş,
muhteşem bir kürklü kostüm asılıydı. Fiyatını sormak üzere içeriye
girdik ve bunun bir Tunguz işi olduğunu öğrendik (yani Asja'nın tah
min ettiği gibi bir "Eskimo" kıyafeti değildi). Fiyatı iki yüz elli rub
leydi. Asja onu almak istiyordu. Dedim ki: "Eğer bunu satın alırsam,
hemen dönmek zorunda kalırım." Ama Asja, ileride bir gün kendisi
ne hayatı boyunca saklayabileceği, büyük bir hediye almam konu
sunda bana söz verdirdi. Petrovka'dan Gosbank'a37 gitmek için, ko
misyonla antika eşyaların satıldığı, büyük bir dükkânın bulunduğu
bir pasajdan geçiliyordu. Vitrinde nadir rastlanacak mükemmellikte,
sedef kakmalı bir İmparatorluk dolabı duruyordu. Pasajın sonuna
doğru ahşap sergi raflarının yakınında, porselenler paketleniyor ya
41
da paketlerinden çıkarılıyordu. Otobüs durağına geri dönerken, bir
kaç çok güzel dakika. Ardından Kameneva'daki görüşmem. Öğleden
sonra şehirde amaçsızca dolaşıyorum: Asja'ya gidemem, çünkü
Knorrin38 onun yanında - en üst sansür kurulunun üyesi olan, çok
önemli, Letonyalı bir komünist. (Ve bugün de durum aynı; ben bun
ları yazarken, Reich onun yanında.) Öğleden sonra yürüyüşüm Sta-
leşnikov'daki Fransız café'sinde, bir fincan kahvenin önünde son bu
luyor. - Şehir: Bizans kiliseleri, özgün bir pencere biçimi geliştirebil
miş gibi görünmüyor. Almanya'yı pek az hatırlatan, büyülü bir izle
nim; Bizans tarzı küiselerin kule ve toplanma mekânlarından, sanki
oturma odaları gibi sokağa açılan, dünyevi, sıradan pencereler. Orto
doks rahip, tapmağındaki Budist ermişler gibi yaşıyor burada. Basi
lius Katedrali'nin giriş katı muhteşem bir Boyar39 malikânesi de ola
bilirdi. Ama kubbelerdeki haçlar göğe takılmış dev küpeler gibi gö
rünüyor daha çok. - Can çekişen, yoksullaşmış şehre, hastalıklı bir
ağızdaki diş taşları gibi yerleşmiş lüks: N. Kraft'm şekerleme dükkâ
nı, kürklerin arasına berbat, soğuk bir biçimde serpiştirilmiş büyük
porselen vazoların durduğu seçkin moda mağazası. - Dilencilik, düş
künlerdeki ısrarcılığın hâlâ bir hayatiyet kalıntısını ele verdiği Gü-
ney'deki kadar saldırgan değil burada. Ölüm döşeğindekilerin kurdu
ğu bir girişim. Sokak köşelerine, özellikle de yabancıların iş yaptık
ları semtlerdeki sokakların köşelerine paçavra tomarían serilmiş,
çıplak göğün altında uzayıp giden dev revir "Moskova"nın yataklan
gibi. Tramvaylardaki dilencilikse daha farklı örgütlenmiş. Bazı yan
hatlardaki tramvaylar yol boyunca duraklarda daha uzun bekliyor.
Böyle duraklarda dilenciler tramvaya süzülüp geziniyorlar ya da ço
cuğun teki bir vagon köşesine dikilip şarkı söylemeye başlıyor. Son
ra da kopekleri topluyor. Birinin sadaka verdiği pek seyrek görülü
yor. Dilencilik en güçlü dayanağını, para çantalannın ağzını acıma
duygusundan çok daha fazla açan toplumsal vicdan azabını yitirmiş.
- Pasajlar. Pasajların, başka hiçbir yerde olmayan üst katlan; genel
likle katedrallerin içi kadar boş görünen üst çıkmaları var. - Köylü
lerin ve varlıklı bayanlann giydikleri kaba keçe ayakkabılar, ayağı
saran botlan, korselerin müstehcenliğini taşıyan, mahrem birer giysi
parçasına dönüştürüyor. Valenki'ler40 ayakların gösterişli giysileri.
Yine kiliseler: Çoğunlukla bakımsız kiliseler, gördüğüm Basilius Ka
tedrali'nin içi kadar boş ve soğuk duruyorlar. Ama sunaklardan dışa-
ndaki kar örtüye tek tük yansıyan o kor, ahşaptan yapılmış küçük sa
tış kulübelerinin oluşturduğu sitelerde hâlâ korunuyor. Kulübelerin
42
arasındaki karla kaplı daracık geçitler sessiz; yalnızca giysi satan Ya-
hudilerin usul konuşmaları duyuluyor; Yahudilerin tezgâhlarının bi
tişiğindeki kırtasiyeci kadın, gümüşi kutularının ardına kurulmuş,
gelin tellerini ve pamuktan yapılmış Noel Baba figürlerini, doğulu
bir kadının peçesi gibi yüzüne çekmiş. Bu tür kulübelerin en güzel
lerini Arbatskaya-Plotçad'da41 gördüm. - Birkaç gün önce, odamda
Reich'la gazetecilik üzerine bir sohbet. Kisch,42 ona gazeteciliğin ba
zı altın kurallarını açıklamış; bunlara ben de yenilerini ekliyorum. 1)
Bir makale mümkün olabildiği kadar çok isim içermelidir. 2) Birinci
ve sonuncu cümleler iyi olmalıdır: ortası önem taşımaz. 3) Bir ismin
uyandırdığı hayaller, onun gerçekte nasıl olduğunu betimleyen anla
tımın arka planı olarak kullanılmalıdır. Burada Reich'la birlikte ma
teryalist bir ansiklopedinin programını yazmak istiyorum; Reich'ın
bu konuda mükemmel fikirleri var. - Asja yediden sonra geldi. (Ama
tiyatroya giderken Reich da bize katıldı.) Stanislavski'nin sahneledi
ği Türbinlerin Günleri oynanıyordu. Natüralist tarzdaki dekorlar ola
ğanüstü başarılıydı; oyunun özel bir eksiği olmadığı gibi fazlası da
yok; Bulgakov'un eseri başkaldırıya çağıran bir provokasyon. Özel
likle Beyaz Rus askerlerinin Bolşevikliğe "iman ettiği" son perde,
dramatik açıdan mesnetsiz olduğu kadar düşünsel bakımdan da dü
rüst değil. Komünistlerin bu oyuna karşı direnmeleri haklı ve anlam
lı. Bu son perdenin, Reich'ın tahmin ettiği gibi, sansür kumlunun em
riyle mi eklendiği, yoksa baştan beri metnin bir parçası mı olduğu
oyunun değerlendirilmesi açısından önem taşımıyor. (İzleyiciler, di
ğer iki tiyatroda gördüklerimden belirgin bir biçimde farklıydı. He
men hiç komünist yoktu aralarında; hiçbir yerde siyah ya da mavi bir
gömlek görülmüyordu.) Yerlerimiz yan yana değildi ve ancak birin
ci perdede Asja'nın yanında oturabildim. Sonra Reich geldi yanıma;
tercümenin Asja için çok yorucu olduğunu söyledi.
15 Aralık. Reich uyandıktan sonra kısa bir süre için odadan çıktı
ve Asja'yı yalnız karşılayabileceğimi umdum. Ama Asja hiç uğrama
dı. Reich, öğleden sonra Asja'nın sabah kendini iyi hissetmediğini
söyledi. Ama Asja'nın yanma gitmeme öğleden soma da izin verme
di. Öğleden önce bir süre Reich'la birlikteydim; bana Kamenev'in
Komintem'de yaptığı konuşmayı tercüme etti. - İnsan bir yöreyi, an
cak olabildiğince çok boyutuyla algıladığı zaman tanıyor. Bir mey
danın farkına varabilmek için, insanın oraya dört ayrı yönden yaklaş
ması, hatta orayı bu dört ayn yönde terk etmesi gerek. Aksi halde
43
■
éik " S *
oraya çıkacağınızı kavrayana kadar, meydan üç-dört kez hiç bekle
mediğiniz bir anda yolunuzu kesiyor. Bir sonraki aşamadaysa, insan
o meydanı aramaya, yönünü kestirebilmek için orayı bir kerteriz gi
bi kullanmaya başlıyor. Bu, binalar için de aynı. İnsan ancak bildiği,
belirli bir binayı arayarak yürürken, yanından geçtiği diğer binaların
içinde neler olduğunu anlayabiliyor. Sessizce içine kapanmış, müca
delelerle sürüp giden bir hayat, geçit kemerlerinden, kapı çerçevele
rinden, farklı büyüklüklerde siyah, mavi, san ve kırmızı harflerle, bir
ok işaretiyle, çizmeler ya da yeni ütülenmiş çamaşırların imgesiyle,
aşınmış bir basamak ya da sağlam bir merdiven trabzanıyla fırlıyor
insanın üzerine. Bu mücadelenin diğer katlarda da sürdüğünü ve ni
hayet çatılarda son aşamasına vardığını fark edebilmek için, cadde
lerden tramvayla da geçmiş olmak gerek, Ancak en güçlü, en eski
sloganlar ya da şirket panoları başanyor çatıya kadar çıkabilmeyi ve
şehrin sanayi eliti (Moskova'da birkaç isim) ancak uçaktan bakan bir
göze gösteriyor kendini. - Öğleden önce Basilius Katedrali'ni ziya
ret. Kilisenin dışı, kar tabakasının üzerinde tatlı, sıcak renkleriyle
parlıyor. Düzenli temel planı, hangi yönden bakılırsa bakılsın, simet
risini ele vermeyen bir yapı oluşturmuş. Daima bir şeyleri gizliyor ve
bakış bu binayı, onu inşa edenlerin korunmayı unuttukları bir uçağın
yüksekliğinden pusuya düşürebilir ancak. Bu kilisenin içi yalnızca
boşaltılmakla kalmamış, vurulmuş bir geyik gibi, bağırsaklarına dek
temizlenmiş ve bir "müze" olarak halk eğitiminin sindirimine sunul
muş. Yerinde kalmış olan barok sunaklara bakılacak olursa, sanatsal
açıdan kısmen -olasılıkla büyük ölçüde- değersiz iç döşemenin bo
şaltılmasıyla, duvar resmi olarak tüm geçitler ve kemerler boyunca
boy verip fışkıran, rengârenk bitki motifli çelenk umarsızca ortada
kalmış; kubbelerdeki renkli helezonların anısını iç mekânlarda da tu
tumlu bir tavırla yaşatan ve kuşkusuz çok daha eski olan duvar de
senleri, ne yazık ki, çarpıtılarak hafifmeşrep bir rokoko oyununa dö
nüşmüş. Daracık tonozlu geçitler, sunak nişlerine ya da daire planlı
küçük kiliselere geldiğinde ansızın genişliyor; bu küçük kiliselere
yukarıdaki yüksek pencerelerden öylesine az ışık giriyor ki, yerlerin
de bırakılmış çeşitli adaklar güçlükle seçilebiliyor. Ortasına boylu
boyunca kırmızı bir yolluk halısı serilmiş, aydınlık bir odacık da var
ama. Burada Moskova ve Novgorod okullarının ikonları, herhalde
paha biçilmez değerde birkaç İncil nüshası, Adem ve Havva'yı yeşil
bir arka plan önünde soluk beyaz bir renkte, çıplak, ancak cinsel or
ganlarından mahrum gösteren duvar halıları sergileniyor. Köylü ka-
Basilius Katedrali 45
dullarını andıran şişman bir kadın bekçilik ediyor burada: Gelen bir
kaç işçiye bu resimlerle ilgili yaptığı açıklamaları anlamak isterdim.
- Daha önce, "yukarı pazar geçitleri" olarak adlandırılan pasajlarda
kısa bir gezinti. Bir oyuncakçı dükkânınm vitrinindeki son derece il
ginç figürleri, rengârenk boyanmış, kilden yapılmış süvarileri satın
alma girişimim başarısızlıkla sonuçlandı. Tramvayla Moskva Irmağı
boyunca, Kurtarıcı Katedrali'nin yanından ve Arbatskaya Meyda
nından geçerek yemeğe. Akşam üzeri karanlıkta yine aynı yere dö
nerek, ahşap pavyonlar arasında dolaştım, sonra Frunze Sokağında
ki Savaş Bakanlığı'nın çok zarif görünen binasının önünden geçtim
ve nihayet kayboldum. Otele tramvayla döndüm. (Reich Asja'ya yal
nız gitmek istiyordu.) Akşam yeni donmuş buz tabakasının üzerinde
yürüyerek Panski'ye. Karısıyla tiyatroya gitmek üzere olan Pans-
ki'yle evinin kapısında karşılaştık. Ancak ertesi gün açıklığa kavuş
turulan bir yanlış anlaşma sonucu, önümüzdeki günlerde bürosuna
uğramamızı rica etti. Bunun üzerine Reich'm bir tanıdığını görmek
için, Strasnoy Meydanı'ndaki büyük binaya gittik. Asansörde onun
karışma rastladık; bize kocasının bir toplantıda olduğunu söyledi.
Ama aynı binada -bir tür dev pansiyon- Sofya'nın43 annesi de otur
duğu için, ona uğrayıp "iyi akşamlar" demeye karar verdik. Şu ana
dek gördüğüm bütün odalar gibi (Granovski'lerdeki, Üleşlerdeki
odalar gibi) pek az mobilya bulunan bir mekân burası da. Oda böy-
lesine yoksul döşendiği için, o soğuk küçük burjuva izlenimi çok da
ha iç karartıcı bir etki yapıyor. Oysa tamamlanmıştık, küçük buıjuva
iç mekânlarına özgü dekorasyonun asli bir parçasıdır: Duvarları re
simler, kanapeleri yastıklar, yastıktan örtüler, konsollan biblolar,
pencereleri renkli camlar kaplamalıdır. Tüm bunlardan, rasgele biri
ya da öteki artakalmış. İnsanlar, yeni teftiş görmüş bir reviri andıran
bu mekânlardaki hayata katlanabiliyorlar, çünkü yaşam tarzlanyla
oraya yabancılaşmışlar. Onların hayatı büroda, kulüpte, sokakta ge
çiyor. Bu odaya atılan ilk adım, Sofya'nın inatçı karakterindeki şaşır
tıcı sınırlılığın, kaçsa da tam anlamıyla kopamadığı bir aile mirası ol
duğunu gösteriyor. Ailenin hikâyesini, dönüş yolunda Reich'dan öğ
reniyorum. Sofya'nın erkek kardeşi General Krilenko baştan itibaren
Bolşeviklerin yanında yer almış ve devrime büyük hizmetlerde bu
lunmuş. Siyasi yetenekleri sınırlı olduğu için, daha sonraları savcı
olarak saygın bir makama getirilmiş. (Kindermann davasında44 da
savcı oydu.) Anlaşıldığı kadarıyla anneleri de örgütlü. Yetmiş yaşla
rında olmalı ve hâlâ büyük bir eneıji sahibi olduğunu sezdiriyor. Sof-
46
Tverskoy Bulvarı
47
karşılığında beni öptü nihayet; hatta bu sırada sarıldı bile. Şehre in
mek üzere bir kızağa bindik ve elbisesi -üniforması- için kumaş al
mak üzere Petrovka'da pek çok dükkân gezdik. Üniforma diyorum,
çünkü yeni elbisesinin modeli, Paris'ten aldığı eskisininkiyle aynı ol
malıymış. Önce bir devlet mağazasında, uzunlamasına duvarların üst
bölümünde, işçiler ve köylüleri birliğe çağıran karton figürlerden
oluşturulmuş sahneler görülüyordu. Burada yaygın olan o ağdalı zev
kin ürünü tasvirler: Orak ve çekiç, bir dişli çark ve diğer el aletleri,
ifadesi güç bir saçmalıkla, kadife kaplı kartondan yapılmıştı. Bu dük
kânda yalnızca köylüler ve işçiler için gerekli mallar satılıyordu.
Devlet fabrikalarında, son zamanlardaki yeni "ekonomik rejimin"46
etkisiyle bunlardan başka bir şey üretilmiyor. Tezgâhların çevresi
hıncahınç doluydu. Boş olan diğer dükkânlarda kumaş yalnızca ku
pon karşılığı ya da -parayla- inanılmaz fiyatlara satılıyor. Asja'nın
yardımıyla bir sokak satıcısından Daga'ya küçük bir bebek, bir Stan-
ka-Vanka47 satın aldım; daha çok bu fırsattan istifade kendime de bir
tane alabilmek için. Sonra bir başkasından da, Noel ağacı için sırça
bir güvercin. Hatırladığım kadarıyla, Asja'yla pek fazla konuşmadık.
—Daha sonra Reich'la birlikte Panski'ye. Resmi bir iş söz konusu ol
duğunu sanarak çağırmıştı bizi. Ama bir kez gelmiş olduğum için de,
iki Amerikalı gazeteciye çeşitli filmler izlettirdikleri, gösterim odası
na gönderdi beni. Ne yazık ki, sayısız ön formalitelerin ardından ni
hayet yukarıya çıkabildiğimde, Potemkin'mAİ gösterimi sona ermek
üzereydi; yalnızca son sahneyi görebildim. Bunu Kanun Namına49
izledi - London'm hikâyesinden uyarlanmış bir film. Birkaç gün ön
ce Moskova'da gerçekleşen ilk gösterim başarısız olmuştu. Teknik
açıdan iyi bir film bu - yönetmeni Kuleşov'un çok iyi bir ünü var.
Ancak olay örgüsü üst üste yığılan gaddarlıklarla konuyu saçmalığa
vardırıyor. Sözümona bu film, bir bütün olarak hukuka karşı anarşist
bir eğüim taşıyormuş. Gösterimin sonuna doğru Panski de gösterim
odasına geldi ve sonunda beni bürosuna götürdü. Eğer Asja'yı kaçı
racağımdan korkmasaydım, oradaki sohbetimiz daha da uzardı. Öğ
len yemeği için zaten çok geç olmuştu. Sanatoryuma vardığımda As-
ja gitmişti çoktan. Otele döndüm ve çok geçmeden Reich geldi; onun
hemen ardından da Asja. Dağa için valenki, vs. satın almışlardı.
Odamda sohbet ettik ve bu arada küçük burjuva evlerinde hüküm sü
ren kederin ve tüm diğer felaketlerin merkezi konumundaki mobilya
olarak "piyano"dan da söz ettik. Asja bu düşünceden heyecanlanmış
tı; bunun üzerine benimle birlikte bir makale yazmak istedi, Reich da
48
konuyu bir piyeste işlemek istiyordu. Asja'yla birkaç dakika yalnız
kaldık. Yalnızca "sonsuza dek sürmeli" dediğimi hatırlıyorum; Asja
buna öylesine güldü ki, anladığını gördüm. Akşam Reich'la bir veje
taryen lokantasına gittik; duvarları propaganda yazılarıyla kaplıydı.
"Tanrı yok - din insan icadıdır - yaratılış yoktur" vs... Reich, Kapi
talle. ilgili pek çök şeyi tercüme edemedi. Lokantanın ardından, otel
de, Reich'ın aracılığı sayesinde Roth'la50 telefonda konuşmayı başar
dım nihayet. Ertesi gün, akşam üzeri Rusya'dan ayrılacağını söyledi
ve biraz düşündükten sonra, saat on bir buçukta onun otelinde bir ak
şam yemeği yeme davetini kabul etmek zorunda kaldım. Aksi halde
onunla konuşma olanağı bulamayacaktım. On ikiye çeyrek kala su
larında bitkin bir halde kızağa bindim: Reich bütün akşam boyunca
bana çalışmalarından bölümler okumuştu. Hümanizm -tabii henüz
ilk aşamalarında bulunan bir hümanizm- üzerine yazdığı deneme,
verimli bir soru üzerine kurulmuştu: Büyük Devrim'in hazırlayıcıla
rından olan Fransız aydınlarının 1792'den sonra böylesine kısa bir
sürede dağılmaları ve burjuvazinin bir aracına dönüşmeleri nasıl
mümkün olmuştu? Konuşma sırasında, "eğitilmişlerin" tarihinin ma
teryalist bir tarzda "eğitimsizleştirmenin tarihi" ile yakın bir ilişki
içinde ve onun bir işlevi olarak ele alınması gerektiğini düşündüm.
Bu "eğitimsizleştirme tarihi" Yeni Çağ'la başlamıştır, yani Ortaçağ'a
özgü egemenlik biçimlerinin, yönetilenlerin ne türden olursa olsun
(dini) eğitimine dayalı olmaktan çıktığı noktada. Cuius regio eius re-
ligio dünyevi egemenlik biçimlerinin tinsel otoritesini yıkar. Böyle
bir eğitimsizleştirme tarihi, yüzyıllık bir sürecin eğitimsiz kesimler
deki devrimci enerjiyi dini kozasından kurtararak ortaya çıkardığını
ve entelijensiyanm her zaman burjuvaziden kopan bir firariler sürü
sü değil, aynı zamanda "eğitimsizleştirmenin" ön saflardaki bekçisi
de olduğunu gösterebilirdi. Kızak yolculuğu beni dinçleştirdi. Roth,
geniş yemek salonundaki yerini almıştı bile. Gürültülü müzik toplu
luğuyla, mekânın ancak yan yüksekliğine kadar ulaşabilen iki dev
palmiyesiyle, renkli barları ve büfeleriyle ve seçkin bir tarzda hazır
lanmış renksiz masalarıyla burası, ziyaretçiyi Doğu'nun bağrına ka
dar sokulmuş lüks bir Avrupa oteli olarak karşılıyor. Rusya'da ilk kez
votka içtim; havyar, soğuk et ve komposto yedik. Şimdi bütün akşa
mı düşündüğümde, Roth bende Paris'tekinden daha kötü bir izlenim
bırakıyor. Ya da -k i bu daha büyük bir olasılık- Paris'te farkına var
dığım, ama o sıralarda henüz örtük olan bazı şeylerin, bu kez apaçık
ortaya çıkması beni sarstı. Masada başladığımız bir konuşmayı, onun
49
odasında daha yoğun bir biçimde sürdürdük. Bana Rus eğitim siste
mi üzerine uzun bir makale51 okuyarak başladı. Odaya bakındım;
masa, görünüşe bakılırsa, en az üç kişinin içmiş olması gereken, be
reketli bir çayın artıklarıyla kaplıydı. Roth, göründüğü kadarıyla,
varlıklı bir hayat sürdürüyordu; -en az yemek salonu kadar Avrupai
olan- bu otel odası çok pahalıya patlamış olmalı, tıpkı Sibirya, Kaf-
kaslar ve Kırım'a kadar uzanan inceleme gezisi gibi. Makalesinin ar
dından başlayan konuşmamızda, onu renk belli etmeye zorladım.
Burada ortaya çıkan şey, tek bir cümleyle şu oldu: Rusya'ya (nere
deyse) inançlı bir Bolşevik olarak gelmişti ve bir kralcı olarak terk
ediyordu. Her zaman olduğu gibi ülke, buraya ("sol" bir muhalefetin
ve ahmakça bir iyimserliğin etkisi altında) kızıl-pembe ışıklar saçan
bir politikacı gibi gelenlerin inançlarındaki değişimin faturasını öde
mek zorunda. Roth'un yüzü kırışıklıklarla dolmuş ve rahatsız edici,
mütecessis bir görünümü var. İki gün sonra, Kameneva Enstitüsü'nde
ona rastladığımda (yolculuğunu ertelemek zorunda kalmıştı) yeniden
fark ettim bunu. Teklifi üzerine kızağına binmeyi kabul ettim ve sa
at ikiye doğru otelime döndüm. Sokaklarda yer yer, büyük otellerin
ve Tverskaya'daki bir cafe'nin önünde, gece hayatı yaşanıyor. Soğuk,
insanların bu noktalarda toplanarak kümelenmelerine neden oluyor.
50
18 Aralık. Sabah Asja geldi. Reich daha önce gitmişti. Kumaş a
maya çıktık; daha önce para bozdurmak üzere Devlet Bankası'na git
tik. Daha odadayken, Asja'ya bir gün önceki keyifsizliğinden söz et-
tihı. Bu sabah her şey olabildiğince iyi gitti. Kumaş çok pahalıydı.
Dönüşte bir film çekimine rastladık. Asja, insanların böyle durumlar
da her şeyi nasıl hemen unutuverdiklerinin, saatlerce orada takıldık
larının, sonra da telaş içinde işyerlerine gelip, nerede olduklarını
açıklayamadıklarının mutlaka anlatılması gerektiğini söyledi bana.
Burada bir toplantının gerçekleştirilebilmesi için, önce kaç kez ayar
lama yapılması gerektiğini görünce, insan bu sözlerin ne kadar doğ
ru olduğunu anlıyor. Hiçbir şeyin kararlaştırıldığı ve beklendiği gibi
gerçekleşmemesi: Hayatın karmaşasını vurgulayan bu basit ifade,
buradaki her tekil olayda öylesine yoğun ve şaşmaz bir biçimde doğ
rulanıyor ki, insan Rus kaderciliğini kolaylıkla kavrayabiliyor. An
cak uygarlığın hesaplanabilir öngörüleri, kolektif içinde yavaş yavaş
yerleşmeye başladığında, ilk elde kişilerin hayatlarını olsa olsa daha
da güçleştirecektir bu. İnsan yalnızca mumlarla aydınlanan bir evde,
elektrik ışığı olduğu halde santrali sürekli arızalanan bir yere oranla
çok daha tedariklidir. Sözlere önem vermeyen ve her şeyi olduğu gi
bi kabullenen insanlar burada da var; sokakta buz patenlerini kuşa
nan çocuklar sözgelimi. Tramvay yolculuğu bir kumar burada. Buz
tutmuş camlar yüzünden, insan nerede olduğunu asla bilemiyor. Bir
şekilde öğrense bile, çıkış kapışma giden yol kazık gibi iç içe geçmiş
insanların oluşturduğu bir yığın tarafından kesilmiş oluyor. Vagona
arkadan binilip, önden inildiği için, bunu ne kadar zamanda başara
cağınız şansa ve umursamazca kullanılan dirsek gücüne kalmış. Bu
na karşılık Batı Avrupa'da bilinmeyen bazı rahatlıklar da var. Devle
te ait gıda mağazaları akşam on bire, konutların ana girişleriyse ge-
ceyarısma, hatta geceyansından sonraya kadar açık. Çok fazla kiracı
var: Herkese ana kapının bir anahtarı verilemiyor. - Sokakta insanla
rın "yılankavi hatlar üzerinde" yürüdüklerini fark ediyorsunuz. Dar
kaldırımlardaki aşın kalabalığın doğal bir sonucu bu; böylesine dar
kaldırımları ancak burada ve Napoli'de görebilirsiniz. Yaya kaldırım
ları Moskova'ya, kırsal bir hava, hatta daha doğrusu bir gecede el
yordamıyla kuruluvermiş bir büyük şehir özelliği katıyor. - Kahve
rengi, güzel bir kumaş satın aldık. Ardından "Enstitü"ye gittim; Me
yerhold için bir serbest giriş kartı aldım ve Reich’la buluştum. Ye
mekten sonra, Dom Herzena'da Reich'la satranç oynadık. O sırada,
yanında bir gazeteciyle, Kogan geldi. Diktatörlük rejimlerinde sana-
51
tı ele alan bir kitap hazırlamak istediğime dair bir şeyler uydurdum:
faşist rejim altındaki İtalyan sanatını ve proletaıya diktatörlüğü ida
resindeki Rus sanatını ele alan bir kitap. Ayrıca Scheerbart ve Emil
Ludwig'in54 kitaplarından da söz ettim. Reich bu söyleşiden aşırı Öl
çüde rahatsız oldu ve gereksiz kuramsal tartışmalarla tehlikeli açık
lar verdiğimi söyledi. Şu ana kadar henüz yayımlanmadı bu söyleşi
(bunu ayın 21'inde yazıyorum); yaratacağı etkiyi beklemek gerek. -
Asja kendini iyi hissetmiyordu. Omurilik menenjiti sonucunda cinnet
geçiren ve Asja'nın daha önceki hastaneden tanıdığı bir hasta, yanın
daki odaya yatırılmıştı. Asja, geceyarısı diğer kadınlarla birlikte bir
ayaklanma başlatmış ve hastanın başka bir yere götürülmesini sağla
mayı başarmış. Reich beni Meyerhold Tiyatrosu'na götürdü; orada
Fanny Yelovya'yla55 karşılaştım. Ama Enstitü'nün Meyerhold'la ara
sı bozuk: Bu yüzden tiyatroyu aramamışlar ve biz de bilet alamadık.
Otelimde kısa bir süre kaldıktan sonra, Panski'nin Potemkin'in ka
zandığı başarıyı gölgede bırakacağını iddia ettiği bir filmi görmek
üzere, Krassniye Vorota56 bölgesine gittik. Hiç yer kalmamıştı. Kart
larımızla, bir sonraki gösterime bilet aldık ve çay içmek üzere, Ye-
lovya'nm yakındaki odasına gittik. Şimdiye kadar gördüğüm bütün
odalar gibi, burası da çıplaktı. Gri duvarda, Lenin'i Pravda okurken
gösteren büyük bir fotoğraf asılıydı. Dar bir etajer üzerinde birkaç ki
tap, kısa duvarda, kapının yanında iki seyahat çantası, karşılıklı
uzunlamasına duvarlara dayanmış bir yatak ve karşısında bir masay
la iki iskemle. Bu odada bir fincan çay ve bir parça ekmekle geçirdi
ğim zaman, bu akşamın en iyi tarafıydı. Film, tahammül sınırlarım
zorlayacak kadar kötü bir işti; üstelik öylesine baş döndürücü bir hız
da gösteriliyordu ki, ne görmek, ne de anlamak mümkündü. Film bit
meden çıktık. Tramvayla dönüş yolculuğu, Enflasyon Dönemi'nden
bir epizot gibiydi. Odamda Reich'la karşılaştım: yine bende geceledi.
52
Asja Lacis, Smolensk'teki kolhoz tiyatrosunda, Belozerkovski'nin “ Yaşam Çağırıyor"
oyununun prova toplantısında.
di. Böyle dolaşıp durmak beni daha da bitap düşürdü, çünkü ırmağın
sol yakasındaki bir çerçi dükkânından, tanesini 30 kopek gibi abartı
lı bir fiyata binbir güçlükle satın almış olduğum renkli kartondan üç
ev maketinin hantal paketini de taşıyordum. Akşam üzeri Asja'yla
birlikteydim. Ona pasta getirmeye gittim. Çıkarken kapıda durdu
ğumda, Reich'ın tuhaf davranışı dikkatimi çekti; "Adieu" diye sesle
nişime karşılık vermedi. Bunu keyifsizliğine verdim. Zira Reich da
ha önce birkaç dakikalığına odayı terk ettiğinde, Asja'ya onun pasta
getirmeye gitmiş olabileceğini söylemiştim ve Reich geri döndüğün
de Asja hayal kırıklığına uğramıştı. Birkaç dakika sonra pastalarla
geri döndüğümde, Reich yatakta yatıyordu. Bir kalp spazmı geçir
mişti. Asja çok telaşlıydı. Reich'ın bu rahatsızlığında Asja'nın, tıpkı
eskiden Dora hastalandığında benim davrandığım gibi davranması
dikkatimi çekti. Lanetler okuyor, düşüncesizce, kışkırtıcı bir tavırla
yardım etmeye çabalıyor ve ötekinin hastalanmakla ne büyük haksız-
53
lık yaptığını göstermek isteyen biri gibi davranıyordu. Reich yavaş
yavaş toparlandı. Ama bu olayın sonucunda Meyerhold Tiyatrosu'na
yalnız gitmek zorunda kaldım. Daha sonra Asja, Reich'ı benim oda
ma getirdi. Reich benim yatağımda yattı, ben de Asja'nm benim için
hazırladığı kanepenin üzerinde uyudum. - Müfettiş ilk sahnelenişine
göre bir saat kadar kısaltıldığı halde, sekize çeyrek kaladan geceya-
nsına dek sürdü. Oyun, (eğer yanılmıyorsam) toplam 16 sahnelik üç
bölümden57 oluşuyordu. Reich'ın anlattıkları sayesinde, bu yapımın
genel görselliğine bir ölçüde hazırlıklıydım. Yine de sergilenen ina
nılmaz ihtişam beni hayrete düşürdü. Hatta zengin kostümlerden
çok, dekor uygulamaları58 önemli göründü bana. Sahneler, az sayıda
ki birkaç istisna dışında, her seferinde farklı aksesuarlarla ve maun
ağacından yapılmış İmparatorluk tarzı farklı bir dekorla donatılan,
yatık zeminli daracık bir mekânda oynanıyordu. Böylelikle gündelik
hayatı tasvir eden bir sürü nefis tablo oluşuyordu ve bu, rejinin dra
matik olmayan, toplumsal bir analizi hedefleyen temel yönelimiyle
de uyum içindeydi. Klasik bir oyunun devrimci tiyatroya uyarlanma
sı bakımından, bu yapıma burada büyük önem atfediliyor, ancak gi
rişim aynı zamanda başarısız da bulunuyor. Parti de bu yapıma karşı
açıkça tavır almış ve Pravda için yazan bir tiyatro eleştirmeninin
ılımlı değerlendirmesi yazı işleri tarafından geri çevrilmiş. Salonda
ki alkışlar da cılız kaldı; ancak bu durum belki de seyircinin dolaysız
izleniminden çok, resmi görüşten kaynaklanıyordu. Zira bu yapımın
bir seyir ziyafeti olduğu kuşku götürmez. Ancak böylesi durumlar, fi
kirlerin açıkça beyan edilmesi gerektiğinde burada genel olarak hü
küm süren temkinli havayla bağlantılı mutlaka. Henüz pek az tanıdı
ğınız bir kişiye, alelade bir oyunla ya da filmle ilgili izlenimlerini
sorduğunuzda, yalnızca şu kadarını öğrenebiliyorsunuz: "Burada
şöyle, şöyle söyleniyor" ya da "Çoğunlukla şu yönde değerlendirme
ler yapılıyor”. Bu yapımda izlenilen temel reji ilkesi, yani sahne et
kinliğinin alabildiğine dar bir mekâna sıkıştırılması, tüm dramatik
değerlerin olağanüstü bir verimle yoğunlaşmasına yol açıyor; buna
oyunculuk da dahil. Reji başarısı açısından bir başyapıt olan şölen
sahnesinde doruğuna ulaşıyordu bu durum. Yalnızca anıştınlmış kar
tondan sütunların arasındaki daracık alana, on beşe yakın insan sıkı
şık bir grup halinde toplanmıştı. (Reich, çizgisel düzenin kaldırılma
sından söz ediyordu.) Bir bütün olarak bakıldığında, bir pasta yapısı
çıkıyordu ortaya (son derece Moskova'ya özgü bir benzetme - bu
karşılaştırmayı anlaşılabilir kılacak türden pastalar yalnızca burada
54
var); ya da daha doğrusu, müziğini Gogol metninin oluşturduğu, me
lodili bir saatin üzerinde dans eden kuklalar gibiydi. Oyunda ayrıca
pek çok müzik parçası da kullanılıyor; sonlara doğru gerçekleşen kü
çük bir kadrilse, herhangi bir burjuva tiyatrosunda çekici bir gösteri
numarası olabilirdi; ama proleter bir tiyatroda böyle bir şey beklemi
yor insan. Böyle bir proleter tiyatronun kendine özgü biçimleri,
uzunlamasına bir korkuluğun mekânı ikiye böldüğü bir sahnede en
açık ifadesini buluyor; korkuluğun önünde müfettiş duruyor, arkasın
daysa müfettişin her hareketini izleyen ve onun paltosuyla son dere
ce anlamlı bir oyun geliştiren kitle - altı ya da sekiz el, kâh bu palto
yu tutuyor, kâh onu parmaklığa yaslanan müfettişin omuzuna atıyor.
- Gece, sert yatakta gayet iyi geçti.
55
faydalı olursa olsun, beni fazlasıyla yıpratan bu sert iklim, dil bilme-
yişim, Reich'ın varlığı, Asja'nın alabildiğine sınırlı hayat tarzı da bu
kalenin burçları ve yalnızca daha ileri saflara ilerleyebilmenin mut
lak imkânsızlığı; Asja'nın, aramızdaki kişisel şeyleri bir parça geri
plana iten hastalığı, ya da en azından zayıflığı, tüm bunların beni ta
mamen yıkmasını engelliyor. Seyahatimin yan amacına ne ölçüde
ulaşabildiğim, Noel günlerinin öldürücü melankolisinden kaçmayı
ne ölçüde başarabildiğim de tartışılır. Oldukça güçlü kalabilmem,
Asja'nın her şeye rağmen bana bağlılığım fark etmemden de kaynak
lanıyor. Aramızda "sen" hitabı giderek yerleşti ve uzun süre bana yö
nelttiği bakışının etkisi -böylesine uzun süreli bakışlar yönelten ve
böylesine uzun öpücükler veren bir başka kadm hatırlamıyorum-
üzerimdeki şiddetinden hiçbir şey kaybetmedi. Bugün, artık ondan
bir çocuk istediğimi söyledim Asja'ya. Şu sıralar erotik meselelerde
takındığı denetimli tavır sırasında ortaya çıkan ve önemsiz sayılama
yacak nadir, ama kendiliğinden hareketler, onun benden hoşlandığı
nı söylüyor. Sözgelimi dün, bir tartışmadan kaçınmak üzere odasını
terk etmeye hazırlandığımda, beni zorla durdurdu ve ellerini saçla
rımda gezdirdi. Artık adımı da sık sık söylüyor. Yakınlarda bir kez,
şimdi iki çocuğumuzla birlikte "ıssız bir adada" yaşamıyor olmamız
dan yalnızca benim sorumlu olduğumu söyledi. Bunda bir gerçek pa
yı var. Üç ya da dört kez bir geleceği paylaşmaktan -doğrudan ya da
dolaylı bir biçimde- kaçındım: bir keresinde Capri'de onunla birlik
te "kaçmadığım" zaman; ama nasıl yapacaktım ki bunu? Roma'dan
Assisi ve Orvieto'ya yaptığı yolculukta ona katılmayı reddettiğim za
man; 1925 yazında onunla Letonya'ya gitmediğim ve kışın Berlin'de
onu beklemeye söz vermediğim zaman. Buna yol açan neden yalnız
ca ekonomik kaygılarım değildi, hatta şu son iki sene içinde zayıfla
yan fanatik seyahat düşkünlüğüm bile değildi yalnızca; Asja'daki
düşmanca unsurların, ancak şimdilerde göğüslemeye hazır olduğumu
hissettiğim düşmanlığın da bir rolü vardı burada. O zamanlar birbiri
mize bağlanmış olsaydık, şimdilerde çoktan kopmuş olabileceğimizi
düşündüğümü de yakınlarda söyledim ona. Şimdilerde içimde ve dı
şımda olup biten her şey, ondan ayrı yaşama düşüncesini, şimdiye
dek olduğundan çok daha zor katlanılır bir şey haline getiriyor. Tabii
Asja yeniden sağlığına kavuştuğu ve burada Reich'la birlikte düzen
li bir hayat kurduğu zaman, ilişkimize bir nokta koyabilmenin benim
açımdan büyük acılar pahasına mümkün olacağından duyduğum kor
kunun da etkisi var bunda. Ancak bundan kaçınmayı başarabilir mi-
56
yim, onu da bilmiyorum henüz. Çünkü şimdilik ondan kopmam için
-bunu becerebileceğimi kabul etsek bile—herhangi bir nedenim yok.
Benim için en güzeli, ona bir çocuk aracılığıyla bağlanmak olurdu.
Ama tüm o şaşırtıcı sertliği ve tüm sevimliliğine karşın varolan sev
gisizliği nedeniyle Asja'yla ortak bir hayatı göğüsleyebileceğimden
bugün bile emin olamıyorum. - Kışın burada hayat fazladan bir bo
yut kazanıyor: mekân, havanın ısısına bağlı olarak, kelimenin tam
anlamıyla değişiyor. İnsanlar sokakta, tıpkı buz tutmuş, aynalı bir sa
londaymışçasına yaşıyorlar; her karar, her duraksama inanılmaz bir
külfete dönüşüyor: Posta kutusuna bir mektup atmak bile, yarım gün
lük bir içsel hazırlık gerektiriyor ve şiddetli soğuğa rağmen bir şey
satın almak üzere dükkâna girmek bir azim göstergesine dönüşüyor.
Yalnızca annemin yemek kitaplarındaki resimlerden .tanıdığım ve şa
tafatlı görünümleriyle çarlık dönemindekilerden hiç de aşağı kalma
yacak, servise hazır yemeklerin satıldığı Tverskaya'daki dev bir gıda
mağazası dışında, dükkânlar da vakit geçirmeye elverişli değil. Üste
lik taşralı bir özellik taşıyorlar. Batı şehirlerinin anacaddelerinde gör
meye alıştığımız ve firmanın çok uzaklardan okunabilen adını taşı
yan tabelalara, burada çok seyrek rastlanılıyor; çoğunlukla yalnızca
satılan malın türü belirtiliyor; bazen de tabelalara saat, bavul, çizme,
kürk, vs. resimleri çizilmiş oluyor. Derici dükkânlarının o geleneksel
açılmış post simgesi, burada da teneke bir tabelaya resmediliyor.
Üzerinde "Kitayskaya Praçeçnaya" yazılı tabelalarda, genellikle
gömlek resimleri oluyor: Çin Çamaşırhanesi. Pek çok dilenci görülü
yor. Önlerinden geçenlere, uzun konuşmalarla yakarıyorlar. İçlerin
den biri, gözüne kestirdiği yaya önünden geçerken hafifçe ulumaya
başlıyor her seferinde. Tıpkı Aziz Martin'in kılıcıyla bölerek cübbe
sinin yansını verdiği bedbaht yaratık gibi duran bir dilenci de gör
düm; diz çökerek kollannı ileriye uzatmış. Noelden hemen önce, iki
çocuk Tverskaya'daki Devrim Müzesi'nin duvan önünde, daima ay
nı noktada kara serilmiş bir bez parçasının üzerinde oturuyor ve inli
yorlardı. O dilencilerin değişmez sefaletinin bir ifadesi olabilirdi bu;
ama belki de tüm Moskova kurumlannın ötesinde, yalnızca kendile
rinin güvenilir olduğunu ve şaşmaz bir kararlılıkla yerlerini koruduk-
lannı göstermeye yönelik, akıllıca bir örgütlenmenin sonucuydu. Zi
ra buradaki başka her şey bir "remonte"nin59 etkisi altında. Çıplak
odalardaki mobilyaların yerleri her hafta değiştiriliyor - bu kadarcık
mobilyayla sağlanabilen biricik lüks bu; ve aynı zamanda, bedeli me
lankoliyle ödenen bir "rahatlığı" evlerden defetmenin de radikal bir
57
yöntemi. Resmi daireler, müzeler ve enstitüler durmaksızın yer de
ğiştiriyor ve başka ülkelerde belirli yerleri olan sokak satıcıları, her
gün bir başka noktada çıkıyorlar ortaya. Her şey, ayakkabı cilalan,
resimli kitaplar, kâğıt-kalem, kekler ve ekmek, hatta havlular bile so
kak ortasında satılıyor, sanki burada hüküm süren, eksi 25 derecelik
donuyla Moskova kışı değil de, bir Napoli yazıymış gibi. - Öğleden
sonra Asja'nın odasında, Edebiyat Dünyası'na tiyatro yazılan yazmak
istediğimi söyledim. Kısa bir tartışma çıktı, ama ardından benimle
domino oynamasını rica ettim ondan. Ve sonunda kabul etti: "Madem
ki rica ediyorsun. Zayıf biriyim ben. Benden rica edilen şeyi geri çe-
viremem." Ama daha sonra Reich gelince, Asja konuşmayı yeniden
o konuya getirdi ve bu kez çok şiddetli bir kavga patlak verdi. Ancak
çıkmak üzere, oturduğum pencere girintisinden kalktığım sırada ve
Reich da peşimden sokağa çıkmaya hazırlanırken, Asja yine elimi
tuttu ve "O kadar da kötü değil," dedi. Akşam odamda, bu konu üze
rine kısa bir tartışma. Daha sonra Reich evine gitti.
58
dan sonra, yanlış hatırlamıyorsam, yiyecek bir şeyler aldık. Reich,
gece bende kaldı.
59
ğı, son derece iyi niyetli genç bir adam oturuyordu. "Goethe" maka
lemin şemasını ona anlatmaya başladığımda, entelektüel güvensizli
ği derhal ortaya çıktı. Bu taslaktaki bazı noktalar onu ürkütüyordu ve
sonunda, sosyolojik açıdan desteklenmiş bir hayat hikâyesi istemeye
vardırdı işi. Ancak temelde bir şairin hayatı değil, yalnızca tarihsel
etkileri materyalist bir açıdan tasvir edilebilir. Zira böylesi bir varo
luş, hatta bir sanatçının salt zamanıyla sınırlandırılmış eserleri, eğer
daha sonraki etkilerinden soyutlanırsa, kesinlikle maddeci bir anali
zin nesnesi olamaz. Herhalde burada da karşımıza çıkan şey, Buha-
rin'in63 Tarihsel Materyalizme Giriş kitabının tümüyle idealist, meta
fizik somlarını karakterize eden, o yöntemsiz evrenselcilik ve dola-
yımsızlıktır. Öğleden sonra Asja'nm yanındayım. Şimdilerde aynı
odada, Asja'nm pek beğendiği ve bol bol sohbet ettiği Yahudi bir ko
münist kadın yatıyor. Onun varlığı benim açımdan o denli keyifli de
ğil, çünkü şimdi Reich'ın olmadığı zamanlarda bile Asja'yla yalnız
konuşamıyorum. Akşam odamdayım.
60
me yemin ettim. Akşam üzeri, Asja'yla ilk kez aynı tarafta olduğum,
dörtlü bir domino partisi vardı. Reich'a ve Asja'nın oda arkadaşına
karşı parlak bir zafer kazandık. Daha sonra, Reich "VAPP" toplantı-
smdayken, bu kızla Meyerhold Tiyatrosu'nda yeniden karşılaştım.
Benimle anlaşabilmek için Yiddiş dilinde konuştu. Biraz daha uzun
bir temrinle pekâlâ yürüyebilirdi, ancak başlangıçta pek bir şey anla
madım. O akşam benim için çok yorucu oldu, çünkü bir hata sonucu
ya da kızın dakik olmayışı yüzünden çok geciktik ve ilk perdeyi
ayakta durarak kenardan izlemek zorunda kaldık. Buna bir de Rusça
eklendi. Oda arkadaşı dönene dek uyumamıştı Asja. Ama, ertesi gün
anlattığına göre, kızın düzenli soluğunu dinleyerek uykuya dalmıştı
sonunda. Les'teki ünlü akordeon sahnesi67 gerçekten çok güzel; ama
bu sahne Asja'nın anlatımı sayesinde duygusal ve romantik olarak
imgelemimde öylesine muhteşem bir iz bırakmış ki, sahnedeki ger
çeğine alışmakta zorlandım. Oyun, bu sahne dışında da muhteşem
buluşlarla doluydu: balık avlayan ve seğiren ellerinin hareketiyle çır
pınan bir balık yanılsaması yaratan tuhaf komedyenin oyunu; bir da
ire içinde koştururken gelişen aşk sahnesi; sahneden aşağıya uzayan
bir iskele üzerinde geçen tüm oyun. Konstrüktivist bir anlayışla ku
rulmuş sahnenin işlevini ilk kez açık bir biçimde kavradım, ki bu
nokta, fotoğraflar şöyle dursun, Tayrov'un Berlin'deki oyununda68 bi
le bu denli açıklık kazanmamıştı benim için.
61
li'yle (otel hizmetlilerinin Rusça adı bu) Reich arasında, "uyandırma"
izleği üzerine Sheakespearevari bir konuşma geçti. Uyandınlmamı-
zın mümkün olup olmadığı yönündeki sorumuza adamın verdiği kar
şılık: "Eğer hatırlarsak uyandırırız. Ama eğer hatırlamazsak, o zaman
uyandırmayız. Gerçi çoğunlukla hatırlıyoruz ve o zaman da uyandı
rıyoruz zaten. Ama zaman zaman unuttuğumuz da oluyor tabii, aklı
mıza gelmediği için. O zaman da uyandırmıyoruz. Böyle bir yüküm
lülüğümüz yok gerçi, ama vaktinde aklımıza gelirse, yine de yapıyo
ruz bu işi. Saat kaçta uyandırılmak istiyordunuz? - Yedide; O halde
şuraya yazalım. Gördüğünüz gibi kâğıdı şuraya koyuyorum; arkada
şım görecektir herhalde, değil mi? Tabii görmezse, o zaman uyandır
maz. Ama çoğunlukla uyandırıyoruz." Sonunda uyandırılmadık tabii
ki ve bu durum şöyle açıklandı: "Siz zaten uyanmıştınız; daha ne
uyandıracaktık ki?" Otelde bu tür İsviçreliler'den daha çok var gibi
görünüyor. Bunlar giriş katındaki küçücük bir odada oturuyorlar. Kı
sa bir süre önce, bana mektup gelip gelmediğini sordu Reich. Mek
tuplar burnunun dibinde durduğu halde, "Hayır" diye karşılık verdi
adam. Bir başka seferinde, beni otelden telefonla arayan birine, "Bu
arada otelden ayrıldı," denmiş. Telefon koridorda ve geceleri birden
sonra bile, yüksek sesle yapılan konuşmaları duyuyorum yatağım
dan. Yatağın ortasında büyük bir oyuk var ve kaıyola en küçük hare
kette bile gıcırdıyor. Reich çoğu zaman beni uykudan bile uyandıra
cak kadar gürültülü bir biçimde horladığı için, eğer ölesiye yorgun
bir halde girmemişsem yatağa, uyumam güç oluyor. Akşam üzerleri
uyuyup kalıyorum burada. Oda ücretinin günlük ödenmesi gerekiyor,
çünkü beş rubleyi aşan her hesabın üzerine %10'luk bir vergi biniyor.
Bunun ne dehşetli bir zaman ve enerji israfı anlamına geldiğini, an
latmak bile gereksiz. - Reich'la Asja sokakta karşılaşmışlar ve birlik
te geldiler. Asja kendini iyi hissetmiyordu ve Birse'yle akşamki bu
luşmasını iptal etti. Benimle birlikte olmak istiyorlardı. Asja kumaşı
nı da getirmişti ve birlikte çıktık. Oyuncak Müzesi’ne gitmeden ön
ce, onu terzisine bıraktım. Yolda bir saatçiye girdik. Asja, adama be
nim saatimi verdi. Almanca bilen bir Yahudi'ydi bu. Asja'yla vedalaş
tıktan sonra, müzeye kadar bir kızağa bindim. Geç kalmaktan korku
yordum, çünkü Rusya'daki zaman mefhumuna hâlâ alışamadım.
Oyuncak Müzesi'nde mihmandarlı bir tur. Müze müdürü Tov. Bar-
tam69 bana "Oyuncaktan, Çocuk Tiyatrosuna" başlıklı incelemesinin
bir nüshasını hediye etti, ki bu da benim Asja'ya Noel armağanım ol
du. Ardından Akademi'ye; ama Kogan orada değildi. Geri dönmek
62
üzere her zamanki otobüs durağıma gitmiştim. O sırada, açık bir ka
pının yanındaki "Müze" yazısını gördüm ve çok geçmeden "Yeni Ba
tı Sanatı İkinci Koleksiyonu"nun karşımda olduğunu anladım. Bu
müze benim gezi planıma dahil değildi. Ancak önüne kadar gelmiş
ken, içeriye de girdim. Cezanne'm olağanüstü güzellikteki bir resmi
nin önünde, "eşduyum" sözünün dilsel olarak dahi yanlış olduğu fik
rine kapıldım. İnsan bir tabloyu kavrarken, asla onun uzamına girmi
yor; daha çok bu uzam, önce çok belirli, farklı yerlerinden dışarıya
taşıyor. Geçmişin çok önemli deneyimlerini yerleştirebildiğimize
inandığımız açılan ve köşelerinden bize açıyor kendini; bu noktala-
nnda açıklanamaz bir aşinalık görülüyor. Bu resim, iki Cezanne sa
lonunun ilkindeki orta duvarda, tam pencerenin karşısında, çok ay
dınlık bir yerde asılıydı. Ormandan geçen bir yolu tasvir ediyordu.
Bir kenannda bir grup bina vardı. Bu müzenin Renoir koleksiyonu,
Cezanne koleksiyonu kadar sıradışı sayılmaz. Bununla birlikte özel
likle ressamın erken dönemine ait çok güzel resimler var burada da.
Ancak ilk iki salonda beni en çok, Paris bulvarlarının birbirlerini ta
mamlar gibi karşılıklı asılmış iki resmi etkiledi. Bunlardan biri Pisar-
ro, diğeriyse Monet'nin. Her iki resim de geniş bir caddeyi gösteri
yor; ilki resmin ortasında, İkincisi ise kenannda yer alan, yükseltil
miş bir bakış açısından. Öylesine kenannda ki, bir balkonun korku
luğundan sokağa doğru eğilmiş iki beyin siluetleri, sanki tablonun
boyandığı pencerenin hemen yandaşındaymışçasına, yandan resmin
içine dalıyor. Ve Pisarro'da sayısız atlı arabanın bulunduğu gri asfalt
resim yüzeyinin büyük bir bölümünü kaplarken, Monet'de, kısmen
sonbaharın sararmış ağaçlan arasından panldayan aydınlık bir bina
duvan sokağın yansını örtüyor. Bu binanın dibindeki bir kahvenin,
neredeyse tamamen yapraklarla örtülmüş iskemle ve masalan seçili
yor; tıpkı güneşli bir ormandaki kırsal mobilyalar gibi. Buna karşılık
Pisarro Paris'in şanını; bacalarla kaplı çatılann oluşturduğu doğruyu
gösteriyor. Onun bu şehre duyduğu özlemi hissettim. - Arka odalar
dan birinde, Louis Legrand ve Degas çizimlerinin arasında Odilon
Redon'un bir resmi. - Otobüs yolculuğunun ardından uzun, şaşkın
bir yürüyüş başladı ve kararlaştırılan zamandan bir saat sonra, Re-
ich'la sözleşmiş olduğum mahzen lokantasına ancak varabildim. Sa
at, dörde geldiği için, hemen ayrılmak zorunda kaldık ve Tverska-
ya'daki büyük gıda mağazasında randevulaştık. Noel akşamına sade
ce birkaç saat kalmıştı ve dükkân hıncahınç doluydu. Havyar, somon
ve meyva alırken, eli paketlerle dolu Basseches'le karşılaştık. Keyif-
63
liydi. Buna karşılık Reich'm keyfi kaçmıştı. Gecikmiş olmama çok
sinirlenmişti ve öğleden önce sokaktan satın aldığım Çin malı kâğıt
tan bir balığı da, tüm diğer şeylerle birlikte yanımda gezdirmek zo
runda kalmam, bir toplama saplantısının kanıtı olarak onu hiç de ne
şelendirmiyordu. Sonunda pasta ve çeşitli tatlılarla birlikte, fiyonk
larla süslü, küçük bir Noel ağacı da edindik ve tüm bunlarla bir kıza
ğa binip otele döndüm. Hava çoktan kararmıştı. Kolumdaki ağaç ve
paketlerle, aralanndan geçmeye zorlandığım insan kalabalığı beni
yormuştu. Odamda yatağa uzandım, Proust okuyup, Asja sevdiği için
aldığımız şekerli cevizlerden yedim. Yediden sonra Reich geldi, on
dan biraz sonra da Asja. Asja bütün akşam boyunca yatakta yattı ve
Reich da onun yanında, iskemlede oturdu. Uzun bir bekleyişin ardın
dan, nihayet semaver de geldiğinde -bu konuda daha önceki ricala
rımız sonuçsuz kalmıştı, çünkü otel müşterilerinden biri odasını,
içerdeki semaverle birlikte kilitleyip çıkmış sözümona—semaverin
fokurtusu, benim için ilk kez bir Rus odasını doldururken ve ben As-
ja'nm karşısına uzanmış, dosdoğru onun yüzüne bakabilirken, orada,
saksıdaki küçük çam ağacının yakınında, yıllardan beri ilk kez bir
Noel akşamı kendimi korunaklı hissettim. Asja'nm gireceği iş hak
kında konuştuk; söz daha sonra benim Trauerspiel kitabıma geldi ve
Frankfurt Üniversitesi'ne karşı yazdığım giriş bölümünü70 okudum.
Asja'nın görüşü benim için önem taşıyor. Asja, her şeye rağmen sö
zü dolaştırmadan şöyle yazmam gerektiğini düşünüyordu: Frankfurt
Üniversitesi tarafından reddedilmiştir. O akşam birbirimize çok ya
kındık. Asja, söylediğim bazı şeylere çok gülüyordu. Alman iç poli
tikasının aygıtı olarak Alman felsefesi üzerine bir makale yazma fik
ri gibi bazı başka şeyleri de heyecanla destekledi. Gitmeye karar ve
remiyordu; kendisini iyi ve yorgun hissediyordu. Ama nihayet çıktı
ğında saat daha on bir bile olmamıştı. Hemen yatağa girdim, ne ka
dar kısa sürmüş olursa olsun, akşam benim için muradına ermişti.
Ona ulaşamayacağımız başka bir yerde bile olsa, sevdiğimiz insan da
aynı anda yalnız ise eğer, bizim için yalnızlık diye bir şey olmayaca
ğını gördüm. Yani yalnızlık hissinin temelde, topluca eğlenen tanıdı
ğımız, en çok da sevdiğimiz insanlardan bize yansıyan dönüşümlü
bir fenomen olduğu anlaşılıyor. Ve hayatta mutlak olarak yalnız olan
kişi bile, yalnız olmayan ve birlikte olsa kendi yalnızlığından kurtu
labileceği bir kadını -bu hiç tanımadığı bir kadın bile olsa—ya da
herhangi bir insanı düşünürken duyumsuyor ancak yalnızlığını.
64
25 Aralık. Ağzımda gevelediğim azıcık Rusça'yla yetinmeye v
Rusça derslerimi şimdilik sürdürmemeye karar verdim, çünkü bura
da başka işler için zamana çok ihtiyacım var: tercüme ve makaleler
için. Rusya'ya bir daha gelecek olursam, dil hakkında biraz bilgi
edinmeden yapmamalıyım bunu. Ama şimdilik geleceğe ilişkin iddi
alı planlar kurmadığım için, bu konuda da kesin bir kararım yok:
Şimdikinden bile daha elverişsiz, farklı koşullar altında, böyle bir
yolculuk benim için çok güç olurdu herhalde, ikinci bir Rusya yol
culuğunu çok sağlam edebi ve mali anlaşmalara bağlamak, alınabile
cek en asgari tedbir olurdu. Rusça bilmemem, Noel tatilinin ilk gü
nündeki kadar sıkıntı ve acı verici olmamıştı hiç. Asja'nın oda arka
daşı tarafından yemeğe davet edilmiştik - pişirilecek kazın parasını
ben vermiştim ve bu da, birkaç gün önce Asja'yla aramda bir tartış
ma çıkmasına neden olmuştu. Kaz, tabaklara dağıtılmış tek kişilik
porsiyonlar halinde geldi masaya. Kötü pişirilmişti; eti sertti. Yemek,
etrafına altı ya da sekiz kişinin toplandığı bir yazı masasında yendi.
Yalnızca Rusça konuşuluyordu. Başlangıçtaki soğuk meze -Yahudi
usulü hazırlanmış bir balık- güzeldi; çorba da iyiydi. Yemekten son
ra yan odaya geçtim ve uyuyakaldım. Uyandıktan sonra bir süre da
ha çok kederli bir halde uzandım kanapede ve böyle zamanlarda sık
sık olduğu gibi, öğrenciliğim sırasında Münih'ten Seeshaupt'a gitti
ğim günlerden görüntüler geçti gözlerimin önünden. İlerleyen saat
lerde Reich ya da Asja zaman zaman bana konuşmadan bölümler çe
virmeye çalıştdar tabii, ama bu her şeyi iki kat daha zorlaştırıyordu.
Eskiden Beyaz Rus ordusunda olan ve iç savaşta yakalanan her Kı
zıl Ordu mensubunu astıran, Harb Akademisinden bir generalin pro
fesör olduğu konuşuldu bir süre. Bunun nasıl değerlendirilmesi ge
rektiği tartışıldı. Bu tartışmada en ortodoks ve fanatik görüşler, genç
bir Bulgar kadınından geliyordu. Nihayet oradan ayrıldık; Reich ve
Bulgar kadın önden, ben ve Asja da onların peşinden. Kendimi çok
bitkin hissediyordum. Tramvaylar işlemiyordu o gün. Ve diğerleriy
le birlikte otobüse binemeyeceğimiz için de, Reich'la bana ikinci
MÇAT'a71 kadarki uzun yolu yürümekten başka bir seçenek kalmadı.
Reich, "Tiyatroda Karşıdevrim" başlıklı çalışması için topladığı mal
zemeyi tamamlamak üzere, orada Oresteia'yı izlemek istiyordu. Yer
lerimizi ikinci sıranın ortasından verdiler. Daha salona girerken par
füm kokulan çarptı burnuma. Mavi gömlekli tek bir komünist bile
görmedim orada; ama George Grosz'un herhangi bir albümünde ken
dine yer bulabilecek bazı tipler gördüm. Oyun, genelde adamakıllı
65
örümceklenmiş bir saray tiyatrosu tarzında sahnelenmişti. Yönetmen
en temel mesleki beceriden olduğu gibi, Aiskhylos sahnelemek için
mutlaka gereken en temel bilgi birikiminden de yoksundu. Rengi at
mış bir salon Helenizmi, fukara imgelemini tümüyle doyurmuş gi
biydi. Neredeyse aralıksız müzik çalıyordu; bu arada da bol bol Wag
ner: Tristan, "Büyülü Ateş".
66
gmlık ya da öfke değil. Tam da şimdi, her şeyi kendi haline ve akışı
na bırakmanın Asja açısından en önemli şey olduğu bir anda, Asja'da-
ki "bencilliğin" işlemeyişinden yakmıyordu. Önümüzdeki dönemde
nerede yaşayacağı, büyük olasılıkla taşınmak zorunda kalacağı dü
şüncesi Asja'ya büyük sıkıntı veriyordu. Temelde tüm beklentisi, bir
kaç hafta için olsun burjuvalara özgü huzurlu ve rahat bir hayat sür
dürebilmekti, ki bunu Moskova'da Reich da sağlayamazdı ona tabii.
Bu arada Asja'nın huzursuzluğu benim dikkatimi çekmemişti henüz.
Bunu ancak önümüzdeki günlerde fark edecektim.
67
Öğle üzeri odamda çalıştım. Öğle yemeğinden sonra Reich'la satranç
oynadım; iki partiyi de kaybettim. Asja'nın ruh hali olabilecek en kö
tü durumdaydı; onu Hedda Gabler rolünde fazlasıyla inandırıcı kıla
bilecek o kötücül keskinlik, daha önce hiç tanık olmadığım kadar
açık bir biçimde çıkıyordu ortaya. Sağlığıyla ilgili en küçük bir soru
ya bile tahammül edemiyordu. Sonunda onu kendi haline bırakmak
tan başka hiçbir çare kalmadı. Ama peşimizden domino oynamaya
geleceği yönündeki umudumuzu da -Reich'ın ve benim- karşılıksız
bıraktı. Oyun salonuna ne zaman biri girse, boş yere kapıya dönüp
durduk. Partiyi bitirdikten sonra yine Asja'nın odasına gittik; ama
çok geçmeden elimde bir kitapla yeniden oyun odasına çekildim ve
ancak yediye az bir zaman kala tekrar döndüm oraya. Asja beni çok
hasmane bir tavırla uğurladı, ama sonra Reich'la bana, üzerine "Ben-
jamin" yazdığı bir yumurta yolladı. Asja çıkageldiğinde, Reich'la
odama gireli uzun süre geçmemişti henüz. Ruh hali belirgin bir deği
şim geçirmişti; her şeyi yine daha iyimser bir ışıkta görüyor ve kuş
kusuz öğleden sonraki davranışlarından üzüntü duyuyordu. Ama şu
son günlere bir bütün olarak baktığımda, nekahat sürecinin, en azın
dan sinirsel durumuyla ilgili olarak, benim gelişimden bu yana he
men hiç ilerleme kaydetmediğini düşünüyorum. - Akşam Reich'la
yazarlığım ve gelecekte izlemem gereken yol üzerine uzun bir ko
nuşma yaptık. Yazılarımı fazlasıyla uzattığımı düşünüyordu Reich.
Yine aynı bağlamda, çok yerinde bir saptamayla, önemli yazılarda
çarpıcı, anlamlı cümlelerin toplam cümle sayısına oranının bire otuz
dolayında olduğunu ifade etti - bendeyse bu oran bire ikiydi. Tüm
bunlar doğru. (Hatta bu son nokta, Philipp Keller'in72 bir zamanlar
üzerimde sahip olduğu güçlü etkinin bir kalıntısı belki de.) Ama bir
hayli gerilerde kalmış olan "Kendinde Dil ve İnsan Dili"73 başlıklı
denememden bu yana asla kuşkuya düşmediğim birtakım düşünceler
söz konusu olduğunda, Reich'a karşı çıkmak zorunda kaldım: Her
dilsel oluşumun içerdiği kutupsallığa çektim dikkatini: aynı anda
hem ifade, hem de ileti oluşu. Bu nokta, çağdaş Rus edebiyatındaki,
her ikimizin de pek çok kez değindiği "dilin yıkımı" eğilimiyle bağ
lantılıydı. Zira dildeki ileti boyutunun koşulsuz bir biçimde genişle
tilmesi, gerçekten de kaçınılmaz olarak dilin yıkımına götürüyor. Öte
yandan dilin taşıdığı ifade niteliğinin mutlaklaştırılması da, bir baş
ka yoldan aynı noktaya, yani mistik suskunluğa varıyor. Bu iki eği
limden şu sıralarda daha güncel olanı, ileti boyutu gibi görünüyor ba
na. Ama ne biçimde olursa olsun, bir uzlaşma daima gerekli. Bunun-
68
la birlikte, yazarlığımın nazik durumunu kabul ediyorum. Ama ken
di açımdan burada bir çıkış yolu göremediğimi söyledim ona, çünkü
gerçekten yol almamı sağlayan şey, saltık kanaatler ya da soyut ka
rarlar değil, yalnızca somut görevler ve sorunlar oluyor. Ancak
Reich, burada şehirler üzerine yazdığım denemeleri hatırlattı bana.
Bu benim için çok cesaret vericiydi. Bir Moskova tasviri üzerinde
daha büyük bir umutla düşünmeye başladım. Konuyu noktalamak
üzere, ona yazdığım Kari Kraus portresini74 okudum, çünkü konuş
mamızda ondan da söz açılmıştı.
69
lik ilişkimi zayıflatmak pahasına da olsa elimde tutmak noktasında
etraflıca düşünmek gerek. Daha sonra kenar mahalle sokaklarında
uzun bir yürüyüş yaptık: Reich, ağırlıkla ağaç süslemeleri imal edi
len bir fabrikayı gezdireceğini vaat etmişti bana. Reich'ın Moskova
için kullandığı "mimari mera" ifadesi, bu sokaklarda şehrin merke
zinde olduğundan da yabani bir nitelik kazanıyor. Geniş bulvarların
her iki yanında, ahşap köylü evleri tarzındaki yapıların yanında art-
nouveau villalar ya da altı katlı binaların yalın cepheleri yer alıyor.
Kalın bir kar tabakası var ve ortalık ansızın öylesine sessizleşiyor ki
insan Rusya'nın derinlerinde, kış ortasını yaşayan bir köyde bulundu
ğunu sanabilir. Bir sıra ağacın ardında mavi ve altın sarısı kubbeleri
olan bir kilise vardı ve kilisenin sokağa bakan duvarındaki pencere
ler, her zaman olduğu gibi, parmaklıklıydı. Ayrıca buradaki çoğu ki
lisenin cephesinde, İtalya'da ancak en eski kiliselerde (sözgelimi
Lucca'daki Sto. Freginiano'da75) görülebilen türden aziz tasvirleri
asılı. İşçi kadın vardığımız sırada fabrikada değildi tesadüfen, dola
yısıyla fabrikayı göremedik. Kısa bir süre sonra da birbirimizden ay
rıldık. Ben Kuznetski-Most'tan [Demirci Köprüsü] aşağıya doğru yü
rüdüm ve kitapçılara baktım. Bu caddede Moskova'nın en büyük ki
tapçısı bulunuyor (görünüşe bakılacak olursa). Vitrinlerde yabancı
kitaplar da vardı, ancak fahiş fiyatlara. Hemen hemen istisnasız tüm
Rusça kitaplar cütsiz olarak satılıyor. Kâğıt burada, Almanya'dakin-
den üç kat pahalı, ağırlıklı olarak ithal malı ve görebildiğim kadarıy
la kitapların donanımından olabildiğince tasarruf ediliyor. Yolda -bir
bankada para bozdurduktan sonra- tüm caddelerde bulunabilen sıcak
böreklerden bir tane aldım. Birkaç adım sonra küçük bir oğlan çocu
ğu musallat oldu; neden sonra oğlanın para değil, ekmek istediğini
anlayınca, ona börekten bir parça verdim. - Öğleyin satranç partisin
de Reich'ı yendim. Öğleden sonra Asja’nın yanındayız; son günlerde
hep olduğu gibi, hava alabildiğine cansız, çünkü kaygı nöbetleri As-
ja'yı donuklaştırmış. Asja'nın saçmasapan suçlamalarına karşı Reich'ı
koruyarak büyük bir hata işledim. Ertesi gün Reich, Asja'nın yanına
yalnız gideceğini söyledi. Buna karşılık akşam çok candan davran
mak istermiş gibi göründü. Planladığımız gibi, İlleş'in sahnelediği
oyunun genel provasına gitmek için çok geç kalmıştık ve Asja da gel
meyince, bir "mahkeme duruşmasını" izlemek üzere Krestanski Ku-
lübü'ne76 gittik. Oraya vardığımızda saat sekiz buçuk olmuştu ve du
ruşmanın bir saat önce başladığını öğrendik. Salon tıka basa dolmuş
tu ve artık kimseyi içeriye bırakmıyorlardı. Ama zeki bir kadın be-
70
nim varlığımdan yararlanmayı bildi. Yabancı olduğumu anlamıştı;
beni ve Reich'ı, rehberliğini yaptığı yabancılar olarak tanıttı ve böy-
lece beni de, kendisini de içeriye aldırtmayı başardı. Yaklaşık üç yüz
kadar insanın bulunduğu, kızıl bayraklarla donatılmış bir salona gir
dik. İçerisi hıncahınç doluydu; pek çok kişi ayakta duruyordu. Du
vardaki bir nişte bir Lenin büstü vardı. Duruşma, sağda ve solda pro
leter tasvirlerinin, bir köylü ve bir sanayi işçisi resimlerinin çerçeve
lediği sahne platformu üzerinde görülüyordu. Sahnenin üst çerçeve
sinde Sovyet amblemi. Biz geldiğimizde delillerin sunulması tamam
lanmıştı; söz bilirkişideydi. Adam bir başka meslektaşıyla birlikte
küçücük bir masanın başında oturuyordu, onun karşısındaysa savun
manın masası vardı; her iki masa da sahneye dönük olarak, dar ke
narlara yerleştirilmişti. Mahkeme heyetinin masası cepheden halka
dönüktü; bu masanın önündeki iskemlede, üzerinde siyah bir elbise
ve elinde kalın bir bastonla sanık, köylü bir kadın oturuyordu. Duruş
maya katılanlann hepsi de iyi giyimliydi. İddia ölümle sonuçlanan
sahte hekimlik faaliyeti üzerine kurulmuştu. Köylü kadın bir doğuma
(ya da kürtaja) yardımcı olmuş ve yaptığı bir hatayla talihsiz akıbete
sebebiyet vermişti. Öne sürülen savlar, alabildiğine kaba bir hat üze
rinden bu olayın çevresinde dönüyordu. Bilirkişi raporunu sundu:
Kadının ölümü tümüyle yapılan müdahalenin bir sonucuydu. Savun
macı konuşmasını yaptı: Kötü niyet söz konusu değildi; kırsal bölge
lerde sıhhi yardım ve eğitim yetersizdi. Savcı ölüm cezası istedi. Son
olarak köylü kadının sözleri: İnsanlar er geç ölürler. Bunun üzerine
mahkeme başkanı halka dönüyor: Sorusu olan var mı? Sahnede bir
komsomol beliriyor ve en şiddetli cezanın verilmesi yönünde bir ko
nuşma yapıyor. Ardından mahkeme heyeti karan görüşmek üzere çe
kiliyor - bir ara veriliyor. Karann okunuşu tüm taraflarca dinleniyor.
Hafifletici etkenler göz önünde bulundurularak, iki yıl hapis cezası.
Bu yüzden hücre hapsi de gerekli görülmüyor. Mahkeme başkanı da,
kırsal bölgelerdeki sıhhi bakım ve eğitim merkezlerinin gerekliliğine
dikkat çekiyor. Halk dağılıyor. Moskova'da o ana dek böylesine ba
sit bir topluluğu bir arada hiç görmemiştim. Orada bulunanların ara
sında pek çok köylü olmalıydı herhalde, çünkü bu demek özellikle
köylülere hizmet veriyordu. Bana odalan gezdirdiler. Okuma odasın
daki duvarların, tıpkı çocuk sanatoryumunda da olduğu gibi, tama
men görsel malzemelerle kaplı olduğu dikkatimi çekti. Buradakiler,
özellikle köylüler tarafından bizzat hazırlanmış ve kısmen küçük,
renkli illüstrasyonlarla bezenmiş istatistik tablolarıydı (bu tablolarda
71
köy tarihçesi, tarımsal gelişim, üretim ilişkileri ve kültürel kurumlar
belirtilmişti). Ama bunun yanı sıra, aygıt parçalan, makineler, kim
yasal maddelerle dolu imbikler, vs. de dört bir yandaki duvarlarda
sergileniyordu. Bir raftan bakarak smtan iki zenci maskına doğru yü
rüdüm. Ama yaklaşınca bunlann gaz maskeleri olduğu anlaşıldı. Ni
hayet beni demeğin yatak odalanna götürdüler. Burası köyden gelen
erkek ve kadınlar; tek tek bireyler ve bir kommandirovka77 sonucu
şehirde bulunan gruplar için düşünülmüş. Büyük odalarda genellikle
altı yatak bulunuyor; geceleri herkes giysilerini kendi yatağına seri
yor. Lavabolarsa başka bir yerde olmalı. Odalarda yıkanma imkânı
yok. Duvarlara Lenin, Kalinin, Rikov ve diğerlerinin resimleri asıl
mış. Özellikle Lenin imgesi çevresindeki kült inanılmaz boyutlara
varıyor burada. Kuznetski-Most'ta Lenin üzerine uzmanlaşmış ve her
boyutta, farklı pozlarda ve her türlü malzemeden Lenin tasvirleri sa
tılan bir dükkân bulunuyor. Demeğin, biz girdiğimiz sırada bir radyo
konseri yayımlanan dinlenme odasında Lenin'i bir konuşmacı olarak,
göğüsten yukarı, gerçek boyutlarında gösteren çok etkileyici bir ka
bartma tasvir asılı. Ama Lenin'in daha mütevazı resimlerini çoğu ka
musal kuruluşun mutfaklarında, çamaşırhanelerinde, vs. de görmek
mümkün. Bu demekte dört yüzü aşkın konuğa yer var. Bizi içeriye
sokan rehber kadının, giderek boğucu bir hal alan eşliğinden kurtul
mak üzere oradan ayrıldık ve nihayet yalnız kaldığımızda, akşam
programı olan bir pivnaya'ya78 uğramaya karar verdik. Biz girerken,
kapının önündeki birkaç kişi sarhoş bir adamı götürmeye çabalıyor
du. Çok büyük olmadığı halde tümüyle dolmamış mekânda insanlar,
tek tek ya da küçük gruplar halinde biralarının başında oturuyorlar
dı. Ahşap sahnenin oldukça yakınında bir yere oturduk. Sahnenin ar
ka kısmına, sanki havada dağılırmış gibi görünen bir harabenin de
yer aldığı, ağdalı bir bulanıklıkla boyanmış bir çayırlık resmi yerleş
tirilmişti. Ama bu manzara, sahnenin tüm enini kaplamaya yetmiyor
du. İki şarkıdan sonra gecenin ana gösterisine geldi sıra: bir inszeni-
rovka - yani farklı bir kaynaktan, sözgelimi bir destan ya da şiirden
sahne için uyarlanmış bir konu. Bu örnekte dramatik metin bir dizi
halk ye aşk şarkısı için çerçeve oluşturuyor gibiydi. Önce tek başına
bir kadın çıktı sahneye ve bir kuşun ötüşüne kulak verdi. Sonra ku
listen bir adam çıktı ve nihayet tüm sahne dolana ve her şey koronun,
dans eşliğinde söylediği bir şarkıyla noktalanana kadar bu böyle sü
rüp gitti. Tüm bu gösteri kalabalık bir aile eğlencesinden çok da fark
lı değildi, ancak bu tür şenliklerin gerçek hayattan silinmesi, onları
72
küçük burjuvalar için sahnede daha da çekici kılmış olmalı. Biranın
yanında, garip bir meze veriliyor: Dışı tuzlanarak fırına verilmiş, kü
çücük beyaz ya da siyah ekmek parçalan ve tuzlu suya bastırılmış
kuru bezelye.
73
Kitay-Gorod duvarı boyunca sıralanan satış kulübeleri, sahaf piyasasının merkezi.
74
tın aldım. Kuznetski-Most'ta bir oğlan çocuğu, sağlamlıklarını kanıt
lamak üzere toprak kapları, minicik tabak ve kaseleri birbirine vuru
yor. Oçotni Ryad'da tuhaf bir manzara: Bir saman yığını üzerinde du
ran kadınlar, avuçlarındaki bir çiğ et parçasını, bir tavuğu ya da ben
zer bir şeyi yoldan geçenlere uzatıyorlar. İzinsiz satıcılar bunlar. Tez
gâh sahibi olmak için resmi izni alabilecek paraları da, bir gün ya da
bir hafta boyunca yer için sıra bekleyecek zamanları da yok. Bir za
bıta yaklaştığında, mallarım kapıp oradan kaçıyorlar. - Öğleden son
raya ilişkin hiçbir şey kalmamış aklımda. Akşam Reich'la (İlinski84
de beraber) otelimin yakınlarında kötü bir filme gittik.
75
deneyim olarak değil, bir söylem olarak tanıması anlamına geliyor.
Devlet pratiğinde devrimci sürecin dinamiğini duraklatmayı deniyor
lar - İsteseler de, istemeseler de bir restorasyon dönemine girilmiş
durumda, ancak bunu hiç dikkate almadan gençliğin devrimci ener
jisini tıpkı bir pilin içerdiği elektrik gücü gibi saklamak istiyorlar. Bu
yürümez. Genellikle sözünü etmeye değer bir eğitim almaya başla
mış ilk kuşak olan bu genç insanlara bir tür komünizm kibri aşılamak
zorundalar, ki bunun için Rusya'da şimdiden özel bir deyim bile var.
Restorasyon sürecinin olağanüstü güçlükleri eğitim sorununda da
apaçık çıkıyor ortaya. Korkunç boyutlardaki eğitimsizlikle mücade
le edebilmek için, Rus ve Batı klasiklerinin yaygın bir biçimde tanı
tılması gerektiği yönünde bir irade belirdi. (Yeri gelmişken belirtme
liyim ki, Meyerhold'un Müfettiş yorumuna ve bu yapımın uğradığı
başarısızlığa bu kadar büyük bir anlam yüklenmesinin nedeni de
buydu.) Ve bu iradenin ne denli gerekli olduğunu, kısa bir süre önce
bir tartışma sırasında Lebedinski'nin85 Reich'a Shakespeare hakkında
söylediklerini duyunca daha da iyi değerlendirebiliyor insan: Sha
kespeare, matbaanın icadından önce yaşamış sözde. Diğer taraftan:
Burjuvazinin yarattığı bu kültür değerleri de, burjuva toplumunun
çöküşüyle birlikte son derece nazik bir evreye girdi. Bugün karşımız
da durdukları haliyle, son bir yüzyıldır burjuvazinin elinde şekillen
diği haliyle, bu değerler ne denli sorunlu, hatta bozulmuş olursa ol
sun, son kertede sahip oldukları önemi yitirmeksizin sahiplenilemeZ.
Bu değerler, bir bakıma tıpkı değerli bir cam gibi, paketlenmeden as
la sağlam kalamayacakları uzun bir nakliyat sürecinden geçmek zo
rundadır. Oysa paketlemek görünmez kılmak demektir ve bu da, bu
değerlerin Parti tarafından resmen desteklenen popülerleştirilmesi
süreciyle karşıtlık oluşturur. Şu sıralarda Sovyet Rusya'da görülen
şey, bu değerlerin tam da son kertede emperyalizme borçlu oldukla
rı o çarpıtılmış, umutsuz halleriyle popülerleştirilmesidir. Walzel86
gibi bir adam Akademi üyeliğine atandı; aynı Akademi'nin başkanı
olan Kogan, Veçernaya Moskva'da, Batı edebiyatı üzerine en ufak bir
bilgi kırıntısı bile içermeyen, keyfi bağlantılar kurduğu (Proust ve
Bronnen!) bir makale yazıyor ve birkaç isim üzerinden okurunu dış
dünya hakkında "bilgilendirmeye" çalışıyor. Batı dünyasındaki kül
türel ortam konusunda, Rusya'nın üzerinde tartışılmaya değecek ka
dar canlı bir kavrayış geliştirebildiği tek ülke Amerika galiba. Halk
lar arasındaki bu türden, yani somut ekonomik ilişkilerin sağladığı
temelden yoksun bir kültürel yakınlaşma ise emperyalizmin pasifist
76
bir türevinin çıkarına; bu da Rusya açısından bir restorasyon belirti
si. Ayrıca Rusya'nın dış dünyadan yalıtılmasıyla, bilgi kaynaklarına
ulaşmak da olağanüstü zorlaşmış durumda. Daha kesin ifade etmek
gerekirse: Dış dünyayla temas, temelde Parti üzerinden yürüyor ve
ağırlıklı olarak siyasi sorunlarla ilgili. Büyük burjuvazi yokedilmiş:
yeni oluşmakta olan küçük burjuvazi ise maddi ve zihinsel açıdan dış
dünyayla ilişkiler kurabilecek durumda değil. Şu sıralarda, devlet ya
da Parti görevi haricinde, yurtdışına yapılacak bir yolculuk için gere
ken vizenin bedeli 200 ruble. Rusya'daki insanların dış dünya hak
kında bildiklerinin, yurtdışında (Latin ülkeleri istisna) Rusya hakkın
da bilinenlere oranla çok daha kısıtlı olduğu şüphe götürmez. Ama
buradakiler her şeyden önce, ülkenin dev boyutlardaki toprakları
üzerinde, tek tek milliyetler arasındaki ilişkiyi, daha da önemlisi iş
çiler ve köylüler arasındaki ilişkiyi kurmakla meşgul. Yabancı kül
türlere karşı Rusya'da hüküm süren kayıtsızlık, çervonev'in (on rub
le) durumuna benzetilebilir: Rusya'da çok kıymetli bir para bu, oysa
yurtdışında para olarak bile kabul edilmiyor. Charlie Chaplin'in fü
tursuz ve kaba bir taklitçisinin, son derece vasat bir sinema oyuncu
su olan İlinski'nin, yalnızca Chaplin filmleri burada gösterilemeye
cek kadar pahalı olduğu için büyük komedyen olarak ün yapmış ol
ması çok manidar. Gerçekten de Rus hükümeti genelde yabancı film
lere fazla yatırım yapmıyor. Rekabet halindeki yabancı film şirketle
rinin Rus pazarına yönelik ilgisini hesaba katıyor ve aldığı tapon
filmleri de, reklam ya da özendirme armağanı niyetine yan fiyatına
getiriyor. Oysa Rus filmleri, kalburüstü bazı örnekleri bir kenara bı
rakılırsa, ortalama olarak hiç de o kadar iyi değil. Rus sineması konu
bulabilmek için mücadele ediyor. Sinemada sansür, tiyatronun aksi
ne, gerçekten de çok katı; bir olasılıkla yurtdışını düşünerek, sinema
nın ele alabileceği konuları alabildiğine sınırlıyor. Sovyet insanına
yönelik ciddi bir eleştiri, tiyatrodan farklı olarak, burada imkânsız.
Ama burjuva hayatını sergilemek de aynı ölçüde imkânsız. Aynı şe
kilde Amerikan tarzı grotesk komedilere de pek az imkân tanınıyor,
çünkü bunlar teknikle oynanan ölçüsüz bir oyun üzerine kuruluyor.
Oysa teknikle ilgili her şey kutsal sayılıyor burada; hiçbir şey teknik
kadar ciddiye alınmıyor. Ama hepsinden öte, Rus sineması erotizm
diye bir şey tanımıyor. Bilindiği gibi, duygusal ve cinsel hayatın "ba-
yağılaştırılması" komünist itikadın alanına giriyor. Trajik aşk karma
şasını sinema ya da tiyatroda sergilemek, karşıdevrim« propaganda
olarak görülüyor. Geriye, ağırlıkla yeni burjuvaziyi hedef alan, top-
77
lumsal taşlama tarzındaki komediler kalıyor. Emperyalist kitle tahak
kümünün en gelişkin aygıtlarından biri olan sinemanın böyle bir ze
minde toplumsallaştırılabileceği ise son derecede şüpheli bir konu. -
Öğleden önce çalıştım; ardından Reich'la Gosfılm'e gittim. Ama
Panski ortalarda yoktu. Hep birlikte Politeknik Müzesi'ne gittik. Akıl
hastalarının yaptığı resimlerden oluşan serginin girişi yan sokaktay
dı. Sergi vasat bir özellik taşıyordu; sergilenen malzemelerin hemen
tamamı, sanatsal açıdan önemsiz olmakla birlikte iyi düzenlenmişti
ve bilimsel olarak mutlaka bir değer taşıyordu. Orada bulunduğumuz
sırada, rehber eşliğinde küçük bir tur düzenleniyordu; ama anlatılan
lar, sergilenen resimlerin yanındaki küçük kartlarda belirtilmişti za
ten. Reich, sergiden çıkıp Dom Herzena'ya gitti; ben de akşamki Tay-
rov oyunu için biletleri almak üzere Enstitü'ye uğradıktan sonra, onu
izledim. Akşamüzeri Asja'mn odasında ortam yine donuk. Reich, sa
natoryumda (Ukraynalı'dan) ertesi gün için bir kürk ödünç aldı. Ti
yatroya zamanında vardık. O'Neill'in Karaağaçların Altında Tutku
adlı oyunu oynanıyordu.87 Reji berbattı; özellikle Koonen88 tam bir
hayal kırıklığıydı ve alabildiğine yavandı. İlginç olan (ama Reich'm
haklı olarak vurguladığı gibi, yanlışlıkla), oyunun inip kalkan perde
ve değişen ışıklandırma sayesinde tek tek sahnelere bölünmesiydi
(sinemalaştırma). Oyunun temposu, burada alışılmış olandan çok da
ha süratliydi ve dekorasyonun dinamizmi sayesinde daha da yükseli
yordu. Sahne tasarımı, aynı anda üç ayrı mekânın kesitini sergiliyor
du: Zeminde, dış mekânı ve çıkışı gören geniş bir oda bulunuyordu.
Belirli noktalarda, duvarların 180 derecelik bir açı içinde yükseldiği
görülüyordu ve o zaman dış mekân dört bir yandan içeriye yansıyor
du. Diğer iki mekân ise üst kattaydı ve bir merdiven, izleyiciye doğ
ru kalaslarla kapatılmış ahşap bir bölmenin içinden yukarıya çıkıyor
du. Oyuncuların, bu tahtaperdenin ardında basamakları inip çıkmala
rını izlemek heyecan vericiydi. Asbest perdenin üzerinde, önümüz
deki günlerin oyun planı altı sütun halinde gösterilmişti. (Tiyatro pa
zartesi günleri kapalı burada.) Reich'm ricası üzerine geceyi kanape-
de geçirdim ve onu ertesi sabah uyandıracağıma söz verdim.
78
yişinde yırtılmış. Aptal gibi, bluzu Wertheim'dan89 satın aldığımı
söyledim bir de. (Masum bir yalan - ki her zaman aptalcadır.) Ayrı
ca Berlin'de benden sürekli haber beklediklerini bilmek de üzerimde
yıpratıcı etkisini göstermeye başladığı için, herhangi bir şey konuş
makta zorlanıyordum. Sonunda birkaç dakikalığına bir café'ye gir
dik. Ama sanki böyle bir şey yapmamış gibiydik. Asja'nın kafasında
yalnızca tek bir şey vardı: sanatoryuma tam vaktinde dönmek. Son
günlerde birlikte geçirdiğimiz zamanın ve karşılıklı bakışlarımızın
neden tüm canlılığını yitirdiğini bilmiyorum. Ama içimdeki huzur
suzluk bunu gizlememi engelliyor. Ve Asja'nın hiçbir şeyle paylaş
mak istemediği o tutkulu ilgiyi, ondan hiç cesaret almadan ve dost
luk görmeden gösteremem. Asja ise kendini Daga yüzünden kötü
hissediyor; Reich'ın getirdiği haber, en azından Asja'yı hiç memnun
etmedi. Akşamüzeri ziyaretlerimi seyreltmeyi düşünüyorum. Çünkü
şu sıralarda nadiren üç kişi olabildiğimiz; çoğunlukla dört kişi ve
-eğer Asja'nın oda arkadaşının da ziyaretçisi varsa- daha kalabalık
oturduğumuz küçücük oda beni boğuyor: Bol bol Rusça dinliyor,
hiçbir şey anlamıyorum; ya uyuyakalıyor ya da kitap okuyorum. Öğ
leden sonra Asja'ya pasta götürdüm. Yalnızca söylendi buna; keyfi
bundan daha kötü olamazdı. Reich benden yanm saat önce gitmişti
yanma (Hessel'e90 yazdığım mektubu bitirmek istiyordum) ve Daga
hakkında anlattıkları, Asja'yı çok telaşlandırmıştı. Orada kaldığım
süre boyunca ortam çok kasvetliydi. Meyerhold Tiyatrosu'na gitmek
ve akşam oynanacak olan Dayoş-Avrupa'ya Asja ve kendim için bi
let almak üzere, erkenden ayrıldım. Ama önce oyunun sekize çeyrek
kala başlayacağını bildiren bir mesaj bırakmak için, bir dakikalığına
otele uğradım. Uğramışken postayı da sordum: Hiçbir şey gelmemiş
ti. Reich, öğleyin beni Meyerhold'la görüştürmüş, o da bana bilet sö
zü vermişti. O biletleri almak üzere, kalabalığın arasından büyük
güçlüklerle ikinci müdürün yanına çıkabildim. Asja şaşırtıcı bir bi
çimde tam zamanında geldi. Yine sarı şalını örtünmüştü. Şu günler
de yüzünde inanılmaz bir donukluk var. Oyunun başlamasından ön
ce, bir afişin önünde durduğumuz sırada, "Biliyor musun," dedim "şu
Reich muhteşem bir herif." "?" "Eğer bu akşam bir yerlerde yalnız
başıma oturmak zorunda kalsaydım, kederden kendimi asardım."
Ama bu sözler bile konuşmamıza bir canlılık kazandırmadı. Gösteri
çok ilginçti ve bir ara -hangi noktada olduğunu hatırlamıyorum şim
di- birbirimize yeniden yakın hissettik kendimizi. Evet, şimdi hatır
lıyorum - Apaçi danslarının yapıldığı, müzikli "Café Riehe" sahne-
79
siydi. "Bu Apaçi romantizmi," dedim Asja'ya, "on beş yıldır bütün
Avrupa'yı kasıp kavuruyor ve insanlar her yerde bayılıyorlar buna."
Oyun aralarında Meyerhold'la konuştuk. İkinci arada bizi bir hanı
mın eşliğinde, kendi oyun dekorlarının saklandığı "müzeye" gönder
di. Cocu magnifique91 için hazırlanmış mükemmel sahne dekorunu
gördüm orada, Bubus'un92 bambu çitlerle çevrili ünlü dekorunu
(bambu boruların tınısı, oyuncuların sahneye giriş-çıkışlarına ve
oyunun tüm önemli anlanna şiddetli ya da hafif vuruşlarla eşlik edi
yor), sahnenin ön bölümündeki suyla birlikte, Rişi Kitay'da93 kullanı
lan gemi burnunu gördüm. Ziyaretçi defterini imzaladım. Oyunun
son perdesinde silahlarla ateş edilmesi Asja'yı rahatsız etti. İlk ara sı
rasında Meyerhold'u ararken (onu ancak aranın sonuna doğru bula
bilmiştik) merdivenlerde bir an için önden yürümüştüm. O sırada
boynumda Asja'nın elini hissettim. Ceketimin yakası kalkmıştı ve
Asja onu düzeltiyordu. Çok uzun bir zamandan beri bana dost bir
elin dokunmadığını fark ettim bu temasla. Saat on bir buçukta sokak
taydık. Hiçbir hazırlık yapmamış olduğum için homurdanıyordu As
ja; yoksa yılbaşını kutlamak üzere bana geleceğini söylüyordu. Boş
yere bir café'ye çağırdım onu. Reich'm yiyecek bir şeyler almış ola
bileceğini de kabul etmedi. Kederli ve suskun bir halde, sanatoryu
ma kadar eşlik ettim ona. O akşam karda yıldız parıltıları vardı. (Bir
başka seferinde, herhalde Almanya'da hiçbir zaman rastlanmayacak
biçimlerde kar kristalleri görmüştüm mantosunda.) Sanatoryumun
önüne vardığımızda, gerçek bir duygudan çok avunma ve onu dene
me dürtüsüyle, sona eren yılda son bir öpücük istedim Asja'dan. Ama
vermedi. Geri döndüm; şimdi yılbaşınm eşiğinde nihayet yapayalnız
dım, ama kederli değildim. Asja'nın da yalnız olduğunu biliyordum
çünkü. Otelimin önüne geldiğimde, zayıf bir çan sesi duyuldu. Bir an
durakladım ve dinledim. Reich bana kapıyı açtığında hayal kırıklığı
na uğradı. Bir sürü şey almıştı: Porto şarabı, helva, somon balığı, su
cuk. Asja'nın bana gelmemiş olması, yine canımı sıktı. Ama çok geç
meden daldığımız hararetli bir sohbet sayesinde, zamanın nasıl geç
tiğini fark etmedik. Ve yatakta uzanırken yemeği fazla kaçırdığım ve
epeyce de şarap içtiğim için, sonlara doğru konuşmayı ancak meka
nik bir biçimde, güçlükle sürdürüyordum.
80
tıcı gördüm; her dala bir renk. Moskova'nın "çiçeklerini" yazmak is
tiyorum, hem de yalnızca şatafatlı Noel güllerinden değil, satıcıların
gururla yüklenerek şehirde dolaştırdıkları, lamba abajurlarının dev
gülhatmilerinden de söz etmek istiyorum. Sonra pastaların üzerinde
ki şeker tarhlarından. Aynca içinden patlayan bonbonlar ya da türlü
renkte kâğıtlara sarılmış şekerlemeler fışkıran, bereket boynuzu biçi
minde pastalar da var. Lir biçiminde kekler de. Eski çocuk kitapla
rındaki "pastacılar" varlıklarını artık yalnızca Moskova'da sürdürü
yor sanki. Yalnızca eritilmiş şekerden yapılmış figürleri, dilin keskin
soğuktan öcünü almasını sağlayan o tatlı buzulları ancak burada bu
labilirsiniz. Şiddetli soğukların buradaki insanlara esinlediklerinden,
köylü şallarına mavi yün ipliklerle işlenmiş, camlardaki buz kristal
lerini taklit eden biçimlerden de söz etmek gerekirdi. Sokaklardaki
mal çeşitliliği sınırsız. Akşam göğünü ansızın güneye özgü bir renge
büründüren, gözlükçülerdeki güneş gözlüklerini de gördüm. Sonra
yer fıstığı, fındık ve semiçki (Sovyet yönetiminin yeni bir düzenle
meyle, halka açık yerlerde çitlenmesini yasakladığı ay çekirdeği) için
üç ayrı gözü bulunan geniş kızakları. Sonra oyuncak bebekler için
küçük kızaklar satan bir satıcı gördüm. Ve nihayet çinko çöp teneke
leri - sokağa bir şey atmak yasak burada. Birkaç not da dükkân tabe
lalarına ilişkin: Latin harfleriyle yazılmış tek tük yazılar: Cafe, Tail-
leur. Tüm birahane tabelaları: üst kenarında yavaşça kirli bir sarıya
dönüşen, donuk yeşil renkli bir zemin üzerine yazılmış, Pivnaya. Pek
çok dükkân tabelası dik bir açıyla sokağa doğru uzuyor. - Yeni yılın
ilk sabahında yataktan uzun süre çıkmadım. Reich erken kalktı. İki
saati aşkın bir süre konuştuk herhalde. Ne konuştuğumuzu ise unut
muşum. Öğlene doğru dışarı çıktık. Genellikle tatil günlerinde ye
mek yediğimiz mahzen lokantasını kapalı bulunca, Hotel Liverpool’a
gittik. O gün hava olağanüstü soğuktu; yürümekte güçlük çekiyor
dum. Masada güzel bir köşeye oturdum; sağımda karla kaplı avluya
bakan bir pencere vardı. Yemekte kendimi içkiden mahrum etmeme
yi bu kez başardım. Pek geniş olmayan yemek listesini istedik. Ne
yazık ki, ısmarladıklarımız çok çabuk geldi; pek az masanın bulun
duğu ahşap lambrili salonda daha uzun oturabilmeyi isterdim. Lokal
de hiç kadın yoktu. Bu çok rahatlattı beni. Şimdi Asja'ya yönelik acı
verici bağımlılığımdan kurtulmamla birlikte duyduğum o büyük hu
zur ihtiyacının kendine her yerde doyurucu kaynaklar bulabildiğini
fark ediyorum. Tabii, bilindiği üzere, özellikle de yemek ve içmek
te... Uzun dönüş yolculuğumu düşünmek bile, benim için rahatlatıcı
81
bir boyut kazandı (araya evdeki bazı meselelerden kaynaklanan bir
tedirginlik sızmadığı sünece tabii; şu son birkaç gündür olduğu gibi);
bir polisiye roman okuma düşüncesi (bunu artık hiç yaptığım yok
gerçi, ama fikrini hep kafamda gezdiriyorum) ve Asja'yla aramdaki
gerginliği zaman zaman dindiren, sanatoryumdaki günlük domino
partileri. Ama, hatırladığım kadarıyla, o gün domino oynamadık. Re-
ich'dan, benim için mandalina satın almasını rica ettim; bunları As-
ja'ya götürmek istiyordum. Bir akşam önce kendisine mandalina ge
tirmemi istemiş olduğu için değil -hatta o sırada bu isteğini geri çe
virmiştim-, soğukta bir parça soluklanma fırsatı bulabilmek için isti
yordum bunu. Ama Asja (üzerine ona söylemeden "Yeni yılın kutlu
olsun" yazdığım) kesekâğıdmı çok somurtkan bir ifadeyle aldı (ve
yazıyı da fark etmedi). Akşam odamda yazı yazdım ve Reich'la soh
bet ettim. Reich Barok kitabını okumaya başladı.
82
ğı sonu gelmez bir siyasi tartışmanın ortasına düştüm. Asja'mn oda
arkadaşı ve bir Ukraynalı'mn oluşturduğu cephenin karşısında Reich
ve Asja vardı. Konu, yine Parti içindeki muhalefetti. Ama böyle bir
tartışmada, uzlaşmaya varmak şöyle dursun, karşılıklı bir anlayış
sağlamak bile imkânsızdı; muhalefetin Parti'den ayrılmasının, Reich
ve Asja'mn görüşüne göre kaçınılmaz olarak ideolojik bir prestij kay
bı anlamına geleceğini kabul etmeye yanaşmıyordu diğer ikisi. Ama
tartışmanın etrafında döndüğü bu meseleyi, ancak aşağıda Reich'la
bir sigara içerken öğrenebildim. Bir kenarda unutulmama neden olan,
beş kişi (çünkü Asja'mn oda arkadaşının bir ahbabı da oradaydı) ara
sındaki bu Rusça konuşma beni bir kez daha bunaltmış ve yormuştu.
Böyle devam edecek olursa oradan ayrdmaya kararlıydım. Ama yeni
den yukarıya çıktığımızda domino oynanmasına karar verildi. Asja
ve Ukraynalı'ya karşı, Reich'la bir takım olduk. Yeni yılın ilk pazarıy
dı. Nöbet sırası "iyi" hemşiredeydi, bu sayede akşam yemeğinden
sonra da sanatoryumda kalabildik ve bir sürü zorlu parti oynadık.
Kendimi çok iyi hissediyordum; UkraynalI benden hoşlandığını söy
lemişti. Sonunda oradan ayrıldığımızda, sıcak bir şeyler içmek üzere
pastaneye girdik. Bunu odamda, partisi ve mesleği olmayan serbest
bir yazar olarak benim konumum üzerine uzun bir konuşma izledi.
Reich'm bana söyledikleri doğruydu; benim savunduğum tavrı be
nimseyen herhangi birine ben de aynı şekilde karşılık verirdim. Ve
bunu açık yüreklilikle Reich'a da itiraf ettim.
83
konuyu işliyor. Bu duvar gazetelerinin aylık olarak yayımlanması
planlanmış; gerçekteyse daha seyrek çıkıyor. Bir bütün olarak bakıl
dığında, bu gazetenin tarzı çocuklara yönelik, rengârenk resimli der
gileri andmyor: resimlerin arasına yer yer düzyazı, yer yer de kafiye
li tekerlemeler serpiştirilmiş. Ama gazete her şeyden önce, bu fabri
kada bir araya gelmiş olan kolektife ilişkin gündelik olaylara ayrıl
mış. Bu yüzden bazı yakışıksız olaylar hicivli bir dille aktarılırken,
bunun yanı sıra son dönemde gerçekleştirilen eğitim çalışmaları da
istatistik tablolarla kayda geçirilmiş. Duvardaki diğer bazı afişler hij
yenik bilgilendirmeye yönelik: Sineklere karşı cibinlik öğütleniyor;
süt tüketiminin faydaları anlatılıyor. Burada (üç vardiya halinde) top
lam 150 kişi çalışıyor. Ana ürünler: lastik bantlar, makaraya sarılmış
sicim, paket ipi, gümüş tel ve Noel ağacı süslemeleri. Bu fabrika, tü
rünün Moskova'daki tek örneği. Ancak yapısı itibariyle "dikey" bir
örgütlenmenin sonucu olmaktan çok, endüstriyel uzmanlaşmadaki
geri düzeyin bir kanıtı. İnsan burada, tek bir mekânın içinde birkaç
metre arayla aynı üretim sürecinin hem makinelerle, hem de kol gü
cüyle sürdürülmesini izleyebiliyor. Sağda bir makine uzun sicimleri
küçük makaralara sarıyor, soldaysa kadın işçilerden birinin kolu bü
yük bir tahta çarkı çeviriyor: Her ikisi de aynı işi yapıyor. Burada ça
lışanların büyük bir kısmı köylü kadınlar ve aralarındaki Parti üyele
rinin sayısı pek de fazla değil. Tek tip kıyafet giymemişler, hatta üzer
lerinde bir iş önlüğü bile yok; sanki ev işleriyle uğraşırlarmış gibi
oturuyorlar yerlerinde. Yün örtülere sarılmış başlarım, anaç bir ev ka
dını gibi, işlerinin üzerine sakince eğmişler. Ama çevreleri, makine
lerle donatılmış işletmelerin her türlü dehşetine karşı uyarıcı afişlerle
sarılmış. Şurada kolunu bir çarkın dişlileri arasına kaptırmış bir işçi
resmedilmiş; bir başkasının dizi iki piston arasına sıkışmış; bir üçün-
cüsü sarhoşlukla yanlış şalteri kullanarak kısa devreye neden olmuş.
Daha hassas Noel ağacı süslerinin üretimi tamamen el işçiliğine da
yanıyor. Aydınlık bir atölyede üç kadın oturuyorlar. Kadınlardan biri
ince sim telleri kısa parçalar halinde kesiyor, eşit uzunluktaki teller
den bir tutam alıyor ve bunları, bir makaradan yavaşça çektiği bir tel
le sarıyor. Bu tel bir yarıktan geçer gibi akıyor dişlerinin arasından.
Sonra bu parlayan demeti, çekiştirerek bir yıldız biçimine sokuyor ve
bu yıldızlar, üzerlerine kâğıttan bir kelebek, kuş ya da Noel Baba fi
gürü yapıştıracak olan diğer işçi kadınlardan birine geçiyor. Bu salo
nun bir başka köşesinde, benzer bir yöntemle, gelin telinden dakika
da bir haç figürü üreten bir kadın oturuyor. Onu izlemek üzere, çevir-
84
diği çarkın üzerine eğildiğimde, kendisini gülmekten alamıyor. Bir
başka köşede sırma şeritler üretiliyor. Bu üretim egzotik Rusya için
yapılıyor; bu şeritler Acem sarıkları için. (Aşağıda gelin teli üretimi:
biley taşıyla teli işleyen adam. Tel parçalarının çapları iki yüz ya da
üç yüz kat inceltiliyor ve ardından gümüş suyuna batınlıyor ya da di
ğer metalik renklerle boyanıyor. Hemen ardından binanın çatı katma
götürülen gelin telleri, yüksek ısıda fırınlanarak kurutuluyor.) - Daha
sonra işçi pazarının önünden geçtim. Öğlen saatlerinde binanın girişi
önünde yiyecek tezgâhlan kuruluyor; burada sıcak kekler ve dilimler
halinde kızartılmış sosis satılıyor. Fabrikadan çıkınca Gnedin'e97 git
tik. İki yıl önce, Rus Elçiliği'nde onunla tanıştığım sıralarda olduğu
kadar genç görünmüyor artık. Ama hâlâ akıllı ve canayakm. Sorula-
nna çok temkinli cevaplar verdim. Burada insanlar genelde alıngan
olduklan ve Gnedin komünist fikirlere çok bağlı olduğu için değil
yalnızca, aynı zamanda dikkatli bir ifade biçimi, ciddiye alınacak bir
muhatap olduğunuza buradakileri inandırmanız için gerekli görüldü
ğünden. Gnedin Dışişleri Bakanlığı'nda Merkezi Avrupa danışmanı.
Hiç de önemsiz sayılamayacak kariyerini (daha büyük bir imkânı bi
le geri tepmiş), P.'nin oğlu olmasına borçlu olduğu söyleniyor. Rusya'
daki hayat şartlarını ayrıntılarda Batı Avrupa'dakilerle karşılaştırma
nın ne denli imkânsız olduğunu vurgulamama hararetle katıldı. Otur
ma iznimin altı hafta daha uzatılması için başvurmak üzere Petrovka'
ya gittim. Reich, akşamüzeri Asja'ya yalnız gitmek istedi. Ben de
odamda kaldım, bir şeyler yedim ve yazı yazdım. Reich yediye doğ
ru döndü. Birlikte Meyerhold Tiyatrosu'na gittik ve orada Asja'yla
buluştuk. Asja ve Reich için akşamın en önemli olayı, Reich'ın, pa
nelde Asja'nın isteği üzerine yapacağı konuşmaydı. Ancak buna fırsat
bulamadı. Yine de sahnede, konuşma yapmak üzere başvurmuş olan
diğerlerinin arasmda, iki saati aşkın bir süre beklemek zorunda kaldı.
Yeşil örtülü, uzun bir masanın başında Lunaçarski,98 Pelşe,99 Glav-
Polit-Prosvet'in sanatsal bölümünün başındaki zat,100 panel yönetici
si, Mayakovski,101 Andrey Byeli,102 Levidov103 ve daha pek çok baş
ka insan104 oturuyordu. Meyerhold ise salondaki ilk sıradaydı. Veri
len arada Asja oradan ayrıldı; ben de ona bir süre eşlik ettim, çünkü
salondaki konuşmaları tek başıma anlamam imkânsızdı. Geri döndü
ğümde muhalif konuşmacılardan biri demagojik bir hiddetle sürdürü
yordu sözünü. Ama salondaki çoğunluğu Meyerhold karşıtlan oluş
turduğu halde, izleyicileri kendi yanına çekmeyi başaramadı. Ve ni
hayet Meyerhold sahneye çıktığında, coşkulu bir alkışla karşılandı.
85
Ama yalnızca konuşmacılık yeteneklerine güvenmesi kendisi açısın
dan büyük bir talihsizlik oldu. Herkesin tepkisini çeken bir hınç çıktı
ortaya. Nihayet kendisini eleştirenlerden birini, eskiden yanında çalı
şırken şefiyle sorunlar yaşamış olduğu için kendisine saldırmakla
suçlayınca kitleyle tüm bağını yitirdi. Bundan sonra dosyalarına sa
rılması ve temsilin tartışılan anlarım bir dizi nesnel savla savunması
da kendisine bir şey kazandırmadı. Henüz konuşması sürerken pek
çok kişi salonu terk etti; tartışmaya müdahale edebilmesinin artık im
kânsız olduğunu Reich da fark etti ve Meyerhold sözünü noktalama
dan benim yanıma geldi. Meyerhold nihayet bitirdiğinde, salondan
pek cılız bir alkış yükseldi. Panelin artık pek fazla bir şey, hele yeni
hiçbir şey getirmeyeceği belli olan sonunu beklemedik ve oradan ay
rıldık.
86
Kremlin
87
verilen bir kütüphanesi de var. Bir kitabı harap etmemek için nelere
dikkat edilmesi gerektiğini, metinle ve rengârenk sevimli çizimlerle
gösteren bir afiş pek hoşuma gitti. Bu arada, gezi kötü organize edil
mişti. Kremlin'e nihayet vardığımızda saat iki buçuktu ve Oruşenaya
Palata'nın105 gezilmesinden sonra, sıra nihayet kiliselere geldiğinde
hava öylesine kararmıştı ki içeride hiçbir şey seçilmiyordu. Bununla
birlikte, çok yükseğe yerleştirilmiş minicik pencereler yüzünden, ki
liselerin içinde zaten bir aydınlatmaya ihtiyaç da var. İki kilise gezil
di: Cebrail ve Uzpenski katedralleri. Bu İkincisi Çarların taç giydik
leri kiliseydi. Bu katedralin sayılan kabarık olmakla birlikte, fazla
sıyla küçük mekânlannda erk tüm ihtişamıyla temsil edilmiş olmalıy
dı. Törenlerin bu sayede kazandıklarını sandığım gerilimi bugün ha
yal etmek zor. Bu kiliselerde gezimizin cansıkıcı rehberi geriye çekil
di ve sevimli, yaşlı bekçiler ellerindeki mumlarla duvarlan ağır ağır
aydınlattılar. Buna rağmen pek bir şey seçilmiyordu. Dış görünüşe
bakıldığında birbirinin aynı gibi görünen resimlerin çokluğu da, aşi
na olmayan gözlere bir şey ifade etmiyor. Neyse ki, bu muhteşem ki
liseleri dışandan görebilmek için yeterince aydınlıktı hava. Büyük
Kremlin Sarayı'ndaki, üzeri rengârenk parlayan kubbelerle sık bir bi
çimde örtülmüş galeriyi hatırlıyorum özellikle; bu bölümde prenses
lere ait odaların bulunduğunu sanıyorum. Kremlin bir zamanlar bir
ormanmış - buradaki küçük kiliselerden en eskisinin adı, Ormandaki
Kurtarıcı Kilisesi.106 Daha sonraları bir kilise ormanı oluşmuş burada
ve son çarlar, yeni yapacakları ilgisiz binalara yer açmak üzere bu ki
liselerden bazılarını budadıkları halde, bir kiliseler labirenti oluştur
maya yetecek kadarı hâlâ ayakta. Burada da pek çok aziz tasviri kili
selerin dış cephelerine yerleşmiş ve en yüksek pervazlardan aşağıya,
tıpkı teneke saçakların altına sığınmış kuşlar gibi bakıyor. Boynuzlu
imbik gibi eğilmiş başlarından keder akıyor. Ne yazık ki, bu akşamü-
zerinin en büyük bölümü Oruşenaya Palata'nın büyük koleksiyonla
rına adandı. Bu koleksiyonların görkemi göz kamaştırıcı, ancak ken
dini tümüyle Kremlin'in muhteşem topografya ve mimarisine vermek
isteyen insanın dikkatini dağıtıyor yalnızca. İnsan Kremlin'e özgü
güzelliğin temel şartlarından birini kolayca gözden kaçırabilir: Bura
daki geniş meydanların hiçbirinde anıt yok. Buna karşılık Avrupa'da,
gizemli yapısı 19. yüzyıl içinde dikilen bir anıtla dünyevileştirilme
miş ve yaralanmamış hemen hiçbir meydan bulunmaz. Koleksiyon
larda, Razumovski adlı bir prens107 tarafından Büyük Petro'nun kız
larından birine armağan edilmiş bir kızak (kaleska) özellikle dikkati
88
mi çekti. Kabartmalı, dalgalı süslemeleriyle bu kızak, bir zamanlar
ana yollarda nasıl sarsılarak ilerlediğini hayal etmenize gerek kalma
dan, ayağını sağlam toprağa basan birinin bile başını döndürebilir;
ama Fransa'dan buraya deniz yoluyla getirildiğini öğrendiğinizde bu
lantınız daha da artıyor. Bu hazineler, geleceği olmayan bir yoldan
edinilmiş. - Yalnızca tarzları değil, elde ediliş biçimleri de ölü. Tüm
bu hazineler, son sahipleri için bir yük olmuş olmalı ve bunlara sahip
olma hissinin onları cinnetin eşiğine getirmiş olabileceğini düşünmek
mümkün. Ama şimdi bir Lenin resmi asılı bu koleksiyonların girişin
de, tıpkı eskiden putlara kurban verilen bir yere, dine döndürülmüş
kâfirler tarafından yerleştirilmiş bir haç gibi. - Günün geri kalan kıs
mı pek tatsızdı. Yemek yemeğe fırsat olmadı; Kremlin'den ayrıldı
ğımda saat dörde geliyordu. Ama Asja'ya gittiğimde, terzisinden hâ
lâ dönmemiş olduğunu gördüm. Yalnızca Reich'ı ve Asja'nın asla kur
tulamadığımız oda arkadaşını buldum orada. Ama Reich'ın daha faz
la bekleyecek zamanı yoktu ve o çıktıktan hemen sonra Asja geldi.
Ne yazık ki, konuşma bir süre sonra Barok kitabına geldi ve Asja o
bilinen yorumlarını yaptı. Sonra Tek Yönlü Yol'dan bazı bölümler
okudum. Akşam Gorodinski'ye (?) davetliydik. Ama tıpkı daha önce
Granovski'de olduğu gibi, burada da yemeği kaçırdık. Çünkü biz çık
mak üzereyken, Asja Reich'la konuşmak için geldi ve davetli olduğu
muz yere bir saatlik gecikmeyle vardığımızda, yalnızca Granovs-
ki'nin kızını bulabildik. O akşam Reich’la yapacağımız bir şey yoktu.
Bir parça yemek yiyebileceğimiz bir lokanta bulabilmek için uzun
süre dolandık; bu sırada kaba ahşap bölmeleri olan, son derece ilkel
bir aşevine de girip çıktık ve nihayet Lubyanka yakınlarında berbat
yemekler veren, sevimsiz bir pivnaya bulduk. Sonra İlleş'lerde yarım
saat —llleş'in kendisi çıkmıştı, ama karısı bize nefis bir çay hazırladı-
ve ardından eve. Reich'la birlikte sinemaya giderek Dünyanın Altın
cı Bölümü'nü izlemek istiyordum, ama o çok yorgundu.
89
n
Suharev pazarı
lü bir sesle, hatta bir parça dilencilerin yalvaran tonunu hatırlatan bir
fısıltıyla sesleniyorlar. Burada sokaklardan bağırarak geçen yalnızca
bir kesim var: Bu kesim, sırtlarında çuvallarıyla dolaşan eskiciler;
onların melankolik sesleri, tüm Moskova sokaklarından haftada en
az bir kez geçiyor. Bu sokakların tuhaf bir özelliği var: Rus köyü bu
sokaklarda saklambaç oynuyor. Cümle kapılarının herhangi birinden
geçildiğinde -ki bunlar, dökme demirden parmaklıklarla kapatılabi-
len girişler, ama kapalı olanına hiç rastlamadım- insan kendini bü
yük bir yerleşimin girişinde buluyor; bu yerleşimler çoğu zaman öy
lesine geniş ve dağınık ki, sanki bu şehirde mekânın hiçbir parasal
karşılığı yok. Bir çiftlik ya da köy yayılıyor önünüzde. Zemin karga
cık burgacık, çocuklar kızak kayıyor, kar kürüyorlar; odun, araç-ge
reç ya da kömür depolanan ambarlar köşeleri dolduruyor; sağda sol
da ağaçlar görülüyor; ilkel ahşap merdivenler ya da ek yapılar, so
kaktan bakınca son derecede şehirli görünen yapıların, yan ya da ar
ka cephelerine Rus köylü evlerine özgü bir görünüm kazandırıyor.
Böylece sokak kırsal bir boyut kazanıyor. - Zaten Moskova her kö
şesinde şehrin kendisinden çok, varoşlarını andırıyor. Çamurlu ze-
90
min, uzun konvoylar oluşturan hammadde nakliyatı, mezbahaya gö
türülen hayvan sürüleri, salaş meyhaneler şehrin en merkezi kesim
lerinde bile görülebiliyor. Bugün Suharevskaya boyunca yürürken
bunun daha da iyi farkına vardım. Ünlü Suharev Parkı'nı görmek is
tiyordum. Yüzü aşkın derme çatma pavyonuyla, büyük bir fuarın mi
rasçısı burası. Demir hurdacılarının bulunduğu bölümden girdim içe
riye. Bu bölüm, mavi kubbeleri pazarın üzerinde yükselen kilisenin
(Nikolasyevsk Katedrali) hemen yanı başında. İnsanlar, mallarını
doğrudan karın üzerinde sergiliyorlar. Burada eski kilitler, metreler,
el aygıtları, mutfak gereçleri, elektro-teknik malzemeler, vs. bulunu
yor. Hemen orada çeşitli tamiratlar da yapılıyor; fışkıran bir alevin
üzerinde lehim yapıldığını gördüm. Oturulacak hiçbir yer yok; her
kes ayakta dikiliyor; çene çalıyor ya da pazarlık ediyor. Bir sürü
meydanı, tezgâhların oluşturduğu bulvarları gezerken, burada hüküm
süren pazarla fuar arası bu düzenin, Moskova caddelerinin büyük bö
lümüne damgasını vurduğunu fark ettim. Saatçi bölgeleri ve giyim
mahalleleri var, elektro-teknik ihtiyaçların karşılandığı ve makine ti
careti yapılan merkezler var ve buna karşılık tek bir dükkânın bile
bulunmadığı caddeler var. Bu pazarda emtianm mimari işlevi ortaya
çıkıyor: örtü ve kumaşlar, payanda ve sütunları oluşturuyor, satış tez
gâhlarının üzerine dizi dizi asılmış ayakkabılar, valenki ler, barakala
rın çatılarına, büyük garmoşlca'lar (akordiyonlar) uğultulu duvarlara,
bir anlamda Memnon surlarına dönüşüyor. Burada, oyuncak satılan
barakaların çevresinde, semaver biçimindeki Noel ağacı süslemesini
de buldum nihayet. Moskova'da ilk kez dini ikonalar satılan tezgâh
lar gördüm. Bunların çoğu Meryem Ana'nın örtüsündeki kıvrımların
kabartma biçiminde kalıplandığı, eski usulde gümüş rengi tenekeyle
kaplanmış. Yalnızca baş ve eller renkli bir yüzey oluşturuyor. Bunun
yanı sıra kâğıttan parlak çiçeklerle donatılmış Aziz Yusuf (?) başının
görüldüğü küçük cam vitrinler de var. Sonra şu çiçekler; açık hava
da büyük çiçek demetleri. Karın üstünde renkli örtüler ya da çiğ et
parçaları gibi görünüyorlar. Ama tüm bu satış bölümü kâğıt ve resim
ticaretinin bir parçası olduğu için, dini ikonalar satılan bu barakalar
da kırtasiye tezgâhlarının yanında yer alıyor, dolayısıyla çepeçevre
Lenin resimleriyle kuşatılmış oluyor, tıpkı jandarmaların arasındaki
bir tutuklu gibi. Noel gülleri burada da var. Yalnızca onların belirli
bir yerleri yok; kâh yiyeceklerin, kâh dokuma işlerinin ya da kap ka
cak barakalarının arasında çıkıyorlar ortaya. Ama parıltılarıyla her
şeyi, çiğ etleri de, rengârenk örtüleri de, parlak çanakları da gölgede
91
bırakıyorlar. Suharevskaya'ya doğru, pazar daralarak duvarların ara
sında bir koridora dönüşüyor. Burada ev gereçleri, küçük çatal bıçak
lar, örtüler, vs. satan çocuklar dikiliyorlar; aralarından ikisinin duvar
dibinde durup şarkı söylediklerini gördüm. Burada yine Napoli'den
beri ilk kez sihirbazlık gereçleri satan bir satıcıya rastladım. Adamın
önünde, içinde bezden yapılmış büyük bir maymunun oturduğu kü
çük bir şişe duruyordu. Maymunun o şişeye nasıl girdiğini kavraya
mıyordu insan. Gerçekteyse adamın sattığı diğer bez hayvanlar gibi
küçük bir hayvanı şişeye sokmak yeterliydi. Su onu şişiriyordu. Na-
polili bir satıcı da tıpkı bu tarzda çiçek demetleri satıyordu. Sadova-
ya'da biraz daha gezindikten sonra, saat yanma doğru Basseches'e
gittim. Çok şey anlatıyor Basseches; bazı anlattıkları öğretici, ama
biteviye tekrarları ve hiçbir ilgi çekici tarafı olmayan malumatı hay
ranlık uyandırma arzusunu ele veriyor yalnızca. Ama nazik bir insan
ve aktardığı haberler, ödünç verdiği Almanca dergiler ve sağladığı
sekreterle bana faydası dokunuyor. - Akşamüzeri doğruca Asja'ya
gitmedim: Reich onunla yalnız konuşmak istiyordu ve benden beş
buçukta gelmemi rica etmişti. Son günlerde Asja'yla neredeyse hiç
konuşamıyorum. Birincisi sağlığı yine çok bozuldu. Ateşi var. Bu
onun sakin bir sohbete her zamankinden çok istekli olmasını sağla
yabilirdi belki, eğer çok daha ölçülü Reich'ın yanı sıra, yüksek sesle
ve tutkuyla konuşan, her sohbeti istediği yöne çeken ve hepsinden
önemlisi, kalan son enerjimi de tüketecek kadar Almanca anlayan
oda arkadaşının o felç edici varlığı olmasaydı. Yalnız kaldığımız na
dir anlardan birinde, Rusya'ya tekrar gelip gelmeyeceğimi sordu As-
ja. Biraz Rusça öğrenmeden gelmeyeceğimi söyledim. Ayrıca başka
etkenlere de bağlıydı böyle bir yolculuk; paraya, benim durumuma,
onun mektuplarına. Kaçamak bir karşılık vererek -am a onun hemen
her zaman kaçamak cevaplar verdiğini biliyorum zaten- mektup yaz
masının sağlığına bağlı olduğunu söyledi. Oradan ayrıldım ve Asja'
mn isteği üzerine mandalina ve helva satın alarak, sanatoryumun alt
katındaki hemşireye teslim ettim. Reich, tercümanı olan kadınla ça
lışmak üzere odamı kullanmak istiyordu. Tayrov'un sahnelediği
Denç i Noç'am tek başıma gitmeye karar veremedim. Dünyanın Al
tıncı Bölümünü seyrettim (Arbat'taki bir sinemada). Ama anlamadı
ğım çok şey oldu.
92
rümüş ve sonra da orada çatallanan geniş yan yollardan birine sap
mıştım. Bu yürüyüş sırasında, hava kararırken, Moskova avlularının
manzarasını keşfetmiştim. Bir aydan beri Moskova'daydım. Ertesi
gün öylesine renksiz geçti ki, neredeyse yazacak hiçbir şey bulamı
yorum. Sabah, herhalde ileride pek çok kez hatırlayacağım o küçük,
sevimli pastanede kahvelerimizi içerken, Reich, önceki akşam edin
diğim sinema programının içeriği hakkında ayrıntılı bilgiler verdi ba
na. Ardından bir yazı yazdırmak üzere Basseches'e gittim. Mükem
mel çalışan, güzel, sevimli bir daktilocu kız vermişti emrime. Ama
kızın saati üç ruble. Bunu sürdürüp sürdüremeyeceğimi henüz bilmi
yorum. Yazıyı dikte ettikten sonra, Basseches de benimle birlikte
Dom Herzena'ya geldi. Yemeği üçümüz birlikte yedik. Reich, ye
mekten hemen sonra Asja'ya gitti. Ben bir süre daha Basseches'le bir
likte oturmak zorunda kaldım ve hatta ertesi akşam Storrriu109 birlik
te seyretmek üzere ona randevu vermeyi bile başardım. Nihayet ba
na sanatoryuma kadar da eşlik etti. Yukarıdaki hava ümitsizdi. Dik
katsiz davranarak yukarıya çıkardığım Almanca dergilere daldı her
kes. Sonunda da Asja terzisine gitmek istediğini söyledi, Reich ise
ona eşlik edeceğini. Asja'ya "Görüşmek üzere" diye seslendim ve çe
kip odama gittim. Akşam Asja'nm odama girdiğini görme umudum
gerçekleşmedi.
93
nin manzaralarından biri. Rus parası sağlam, ama bu karneler vasıta
sıyla, pek çok vitrindeki fiyat listeleriyle iktisadi hayatta kâğıt hâlâ
çok büyük bir yer tutuyor. Giyim kuşama karşı aldırışsız tutum bile,
Batı Avrupa'da ancak enflasyon döneminde görüldü. Rahat giyinme
alışkanlığı sarsılmaya başlamış tabii. Bir zamanlar hâkim sınıfın üni
forması olan bu eğilim, giderek varoluş mücadelesinde daha güçsüz
olmanın göstergesine dönüşüyor. Tiyatrolarda ilk tuvaletler, tıpkı
haftalarca süren yağmurun ardından Nuh'un güvercini gibi, çekine
rek çıkıyorlar ortalığa. Ama insanların görünüşleri hâlâ oldukça tek
düze, oldukça proleter: Baş örtmenin Batı Avrupa'ya özgü biçimi, ya
ni dökümlü ya da kalıplı şapka, görünüşe bakılırsa tümüyle unutul
muş. En çok göze çarpanlar Rusya'ya özgü kürklü kalpaklar ya da çe
kici, ama aynı zamanda provokatif türevleriyle (fazlasıyla öne fırla
yan siperlikler) genç kızlar tarafından da çokça giyilen spor kasket
ler. Genellikle halka açık mekânlarda da çıkarılmıyor bunlar: Bunun
dışında selamlaşma da daha serbestleşmiş. Diğer giysilerdeyse şim
diden Doğu'ya özgü bir çeşitlilik hüküm sürüyor. Kürk yelekler, ka
dife ceketler ve deri ceketler, şehirli zarafetiyle kırsal giysiler, kadın
larda da, erkeklerde de atbaşı gidiyor. Yer yer —başka büyük şehirler
de de olduğu gibi- (kadınlarda) köylülere özgü milli kıyafetlere rast
lanıyor. -Öğleden önce uzun süre odamda kaldım. Ardından Akade-
mi'nin başkanı Kogan'a. Tutarsızlığına şaşırmadım; herkes beni buna
hazırlamıştı. Kameneva bürosunda tiyatro biletlerini aldım. Sonu
gelmeyen bekleyişim sırasında Rus devrim afişleri üzerine, kısmen
renkli, pek çok mükemmel resmin yer aldığı bir kitap karıştırdım. Bu
afişlerin çoğu ne denli etkileyici olursa olsun, bunlarda burjuvaziye
özgü, hatta kısmen pek de gelişmiş sayılamayacak bir tatbiki sanatın
stil unsurlarından kolayca ayrılabilecek hiçbir şey olmadığını fark et
tim. Dom Herzena'da Reich'a rastlamadım. Asja'nın yanına vardı
ğımda, önce yalnızdık; çok donuktu; ama belki de konuşmak zorun
da kalmamak için öyle davranıyordu yalnızca. Sonra Reich geldi.
Basseches'le akşam gideceğimiz oyun öncesi sözleşmek üzere kalk
tım ve ona telefonla ulaşamadığım için yanma gitmek zorunda kal
dım. Bütün akşamüzeri boyunca başım ağndı. Nihayet Basseches'in
bir operet şarkıcısı olan kız arkadaşıyla birlikte Storm'a gittik. Kız
çok çekingen görünüyordu; ayrıca keyifsizdi de ve oyundan sonra
hemen evine döndü. Storm savaş komünizmi döneminde, kırsal böl
gedeki bir tifüs salgını çevresinde kümelenen bazı olayları sergiliyor
du. Basseches benim için cömert bir çeviri yaptı, ayrıca oyunculuk
94
da her zamankinden daha iyiydi ve böylece akşamdan nasibimi faz
lasıyla aldım. Oyunda, (Reich’a göre) Rus tiyatrosunda daima oldu
ğu üzere, dramatik bir olay kurgusu eksikti. Bana öyle geldi ki, oyun
yalnızca iyi bir vakayinamenin bilgilendirici yaklaşımına sahipti ve
bu da dramatik bir yaklaşım değildir. Saat on ikiye doğru, Bassec-
hes'le Tverskaya'daki "Kruyok"da110 yemek yedim. Ama (eski takvi
me göre) Noel'in ilk günü olduğu için, kulüp pek hareketli değildi.
Yemek nefisti; votka, rengini sarıya çeviren bir şifalı otlar özü saye
sinde daha kolay içimli olmuştu. Rus gazetelerine, Fransız sanatı ve
kültürü üzerine bir makale yazma tasarım üzerine konuştuk.
95
tisi'ne katılmaktan alıkoyan şey yalnızca dışsal kaygılarım. Şimdi
böyle bir katılım için doğru zaman gelmiş gibi görünüyor, ki bunu
kaçırmak benim açımdan belki de tehlikeli olabilir. Zira parti aidiye
ti benim için -büyük olasılıkla- tam da geçmem gereken bir aşama
olduğu için, bunu ertelemem doğru olmayabilir. Ancak nesnel ve
ekonomik açıdan yoğun bir çalışmayla takviye edilmiş soldaki ba
ğımsız bir konum, şimdiye kadarki çalışma alanımda bundan sonra
sı için de kapsamlı bir üretim gerçekleştirmemi sağlamaya yetmez mi
sorusunu bana sorduran dışsal kaygılarım hâlâ giderilmiş değil. Fa
kat asıl sorun, böyle bir üretimin hiçbir kopuş olmaksızın yeni bir ev
reye taşınıp taşınamayacağı. Ve bunun mümkün olduğunu kabul et
sek bile, "çatının" yine de dış koşullar tarafından, sözgelimi bir edi
törlük konumuyla desteklenmesi gerekirdi. Her halükârda erotik et
kenin belirleyiciliğini yitirmesi, önümüzdeki dönemi benim için ge
ride kalandan farklı kılacak gibi görünüyor. Bunun bilincine var
mamda, Reich ile Asja arasındaki ilişkiye yönelik gözlemlerimin de
belirli bir payı var. Asja'mn ruh halindeki tüm dalgalanmalar karşı
sında Reich'ın sağlam durduğunu ve beni hasta edebilecek davranış
lardan pek az etkilendiğini ya da etkilenmemiş göründüğünü fark
ediyorum. Ve yalnızca öyle görünmek bile önemli bir şey. Bu, Re-
ich'ın burada kendi çalışmaları için bulduğu "çatıyla" ilgili bir şey.
İşinin ona sağladığı fiili ilişkilere, Reich'ın burada hâkim sınıfın bir
üyesi olması da ekleniyor tabii. Tüm bir iktidar yapılanmasının bu
dönüşümü, buradaki hayatın içeriğini olağanüstü zengin kılıyor. Tıp
kı Klondike'deki altın arayıcılarının hayatı gibi, alabildiğine içine ka
palı ve olaylarla dolu, yoksul olduğu kadar yepyeni ufuklar da barın
dıran bir hayat bu. Sabahtan akşama kadar iktidar peşinde kazdar ya
pılıyor. Batı Avrupalı entelektüellerin sürdürdüğü varoluşun tüm ter
kibi, burada tek bir kişinin karşısına bir ay içinde çıkan sayısız bağ
lantılarla karşılaştırıldığında adamakıllı fakir kalır. Tabii bu, toplan
tılar ve komisyonlardan, tartışmalar, teklifler ve oylamalardan (ki
tüm bunlar, iktidar isteminin yürüttüğü savaşlar ya da en azından ma
nevralardır) yoksun bir hayatın hayal dahi edilemediği bir tür sarhoş
luğa yol açabilir. Ama [...]H1 insanı koşulsuz bir mutlaklıkla bir tavır
almaya zorlayan; düşmanlık ve tehditlerle dolu, rahatsız ve cereyan
lı seyirci locasında oturmaya devam mı etmeli yoksa uğultulu sahne
de şu veya bu şekilde bir yer mi almalı sorusunu sorduran [asıl he
deftir]112 bu.
96
9 Ocak. Değerlendirmeye devam: Parti'ye girmeli mi? Tartışma
sız yararlan: sağlam bir konum, zımni bile olsa bir vekillik. İnsanlar
la örgütlü, garantili bir ilişki. Buna karşılık: Proletaryanın hâkim ol
duğu bir devlette komünist olmak, kişisel özgürlüğün tümüyle feda
edilmesi anlamına geliyor. İnsan, kendi hayatını örgütleme görevini,
deyim yerindeyse, Parti'ye terk ediyor. Oysa proletaryanın ezildiği
yerde, bunun anlamı, er ya da geç gerçekleşebilecek tüm sonuçlannı
göze alarak ezilen sınıfın saflarına katılmaktır. Öncülük konumunun
baştan çıkarıcı cazibesi - eğer aynı konumda, eylemleriyle size her
fırsatta bu konumun şüpheli yanlarını gösteren meslektaşlarınız da
olmasa. Parti içinde: kendi düşüncelerinizi, bir bakıma verili bir güç
alanına yansıtabilmenin getirdiği büyük avantaj. Ama sonuçta Parti
dışında kalmanın kabul edilebilirliği konusundaki belirleyici sorun,
insanın burjuvazi saflarına geçmek ya da çalışmalarına zarar vermek
zorunda kalmadan kendine elle tutulur ve nesnel yararlar sağlayan
bir konuma yerleşip yerleşemeyeceğidir. Somut olarak benim gele
cekteki çalışmalarımın, özellikle de biçimsel ve metafizik temelleriy
le bilimsel çalışmalarımın hesabı verilebilir mi? Bu çalışmaların bi
çiminde "devrimci" olan nedir, eğer bunlarda gerçekten de devrimci
bir yan varsa tabii. Benim yasadışı, müstear kimliğimin burjuva ya
zarlar arasında bir anlamı olacak mıdır? "Materyalizmin" bazı uç yo
rumlarından uzaklaşmamın, çalışmalarım açısından belirleyici bir
yaran olacak mıdır, yoksa bu tartışmayı Parti içinde mi aramam ge
rekir? Buradaki mücadele, benim şimdiye dek sürdürdüğüm uzman
laşmış çalışmanın içerdiği tüm bu kaygıların çevresinde sürüyor. Ve
eğer bu çalışma, bu dar zemin üzerinde fikirlerimin ritmini izleyeme
yecek ve varoluşumu örgütleyemeyecekse, bu mücadele de Parti'ye
girerek -en azından bunu deneyerek- noktalanmak. Seyahatlerime
devam ettiğim sürece, Parti'ye girmem söz konusu bile olamaz tabii.
- Günlerden pazardı. Öğleden önce çeviri yaptım. Bolşaya Dimitrov-
ka'daki küçük lokantada öğlen yemeği. Öğleden sonra, kendini çok
kötü hisseden Asja'yla. Akşam odamda tek başıma; çeviri yaptım.
97
malar düşünülecek olursa, buradan iyi bir şey çıkmasını beklemek
hayal olurdu. Dolayısıyla ben de hızlı bir biçimde okudum haberi.
Ama beni ışığa karşı okumak zorunda bırakan iskemlemin üzerinde
öylesine zavallı bir konumda oturuyordum ki, sadece bu bile işin so
nunu önceden kestirmemi sağlayabilirdi. Reich, zoraki takınılmış ra
hat bir tavırla dinledi beni ve okumamı bitirdiğimde, yalnızca birkaç
kelime söylemesi yetti. Bunları söyleyişindeki ses tonu, artık temel
de yatan noktalara değinilemediği için daha da çözümsüz kalmaya
mahkûm bir tartışmayı anında alevledi. Atışmamızın ortasında kapı
ya vuruldu - içeriye Asja girdi. Çok geçmeden de yine ayrıldı. Asja
odadayken pek az konuştum: Çeviri yaptım. Berbat bir ruh hali için
de, bazı mektupları ve bir makaleyi dikte etmek üzere Basseches'e
gittim. Sekreter kızı, bir hayli hanım hanımcık olsa da, çok hoş bulu
yorum. Yeniden Berlin'e dönmek istediğini duyunca, ona kartımı ver
dim. Öğleyin Reich'la buluşmaya hiç hevesim yoktu. Ben de biraz
alışveriş yaptım ve yemeğimi odamda yedim. Asja'ya giderken yol
da bir kahve içtim ve daha sonra oradan otele dönerken de tekrarla
dım bunu. Asja kendini kötü hissediyordu; çabuk yoruldu ve uyuya
bilmesi için onu yalnız bıraktım. Odada yalnız kaldığımız (ya da As-
ja'nın sanki yalnızmışız gibi davrandığı) birkaç dakika oldu. Böyle
bir anda, yeniden Moskova'ya gelirsem ve kendisi de sağlığına ka
vuşmuş olursa, böyle yapayalnız dolaşmak zorunda kalmayacağımı
söyledi. Ama eğer sağlığına burada kavuşamazsa, o zaman Berlin'e
gelecekti; ona odamda paravanlı bir köşe vermeliydim; kendini Al
man doktorlara gösterecekti. Akşam odamda yalnızdım. Reich geç
geldi ve bir şeyler anlattı. Ama sabahki olayın sonrasında, şu kadarı
kesindi benim açımdan: Moskova'da kaldığım sürece Reich'a güve
nerek hesap yapamazdım ve eğer burada geçireceğim zaman, onsuz
da yararlı bir biçimde örgütlenemeyecekse, ayrılmak verebileceğim
en akıllıca karar olacaktı.
98
bir öğleden önce odama gelmesi bile nafileydi. Odadan çıkışımı bir
kaç dakikalığına ertelemem de işe yaramadı. Asja benimle birlikte
gelmek istemediğini söyledi. Ben de onu Reich'la yalnız bıraktım ve
önce Petrovka'ya (ancak pasaportumu henüz alamadım); ardından da
Resim Müzesi'ne gittim. Bu küçük olay, her halükârda yaklaşan dö
nüş tarihimi kesinleştirme kararını vermeme yardımcı oldu. Müzede
görmeye değer pek az şey vardı. Sonradan Larionov ve Gonçarova'
nm114 ünlü isimler olduğunu duydum. İşlerinin hiçbir değeri yok.
Toplam üç salonda sergilenen diğer eserlerin çoğu gibi, bunlar da tü
müyle kendi dönemlerindeki Paris ve Berlin resminin etkisinde ve
onları beceriksizce taklit ediyor. *- Öğleyin, Basseches, kız arkadaşı
ve kendim için Malaya Tiyatrosu'na115 bilet alabilmek için Kültür
Ofisi'nde saatlerce bekledim. Ama aynı zamanda telefonla tiyatroyu
da bügilendiremedikleri için, akşam giriş kartlarımız geçerli kabul
edilmedi. Basseches'in yanında kız arkadaşı yoktu. Onunla sinemaya
gitmeyi tercih ederdim, ama o yemek yemek istiyordu ve ben de
onunla Savoy'a gittim. Burası Bolşaya Moskovskaya'dan116çok daha
mütevazı bir yer. Ayrıca Basseches'le olmak da çok sıkıcıydı. Kendi
özel işleri dışında bir şeyden konuşmayı beceremiyor; eğer konuşur
sa da, ne kadar bilgili olduğunun ve bilgisini başkalarına ne mükem
mel bir biçimde aktarabildiğinin farkında olduğunu gösteren bir ta
vırla yapıyor bunu. Durmadan elindeki Rote Fahne’yi117 karıştırıp
okuyordu. Yemekten sonra ona bir süre arabada eşlik ettim ve ardın
dan biraz çeviri yapmak üzere doğruca odama döndüm. - İlk boyalı
kutumu, o gün öğleden önce (Petrövka'da) satın aldım. Birkaç gün
den beri sokaklarda yürürken, sık sık yaptığım gibi yalnızca tek bir
şeye dikkat eder olmuştum: yani bu durumda, boyalı kutulara. Kısa,
tutkulu bir aşk. Üç tane almak istiyorum - şimdiden edindiğim ikisi
ni nasıl dağıtacağıma henüz tam anlamıyla karar verebilmiş değilim.
O gün, semaver başında oturan iki kız çocuğunun tasvir edildiği kü
çük kutuyu satın aldım. Çok güzel bir şey - yalnız bu işlerdeki en gü
zel yan olan o saf siyah bunda yok.
99
Ama bu kesin değil. Bu yeni aldığım kutu çok daha pahalıydı. Büyük
bir çeşitlilik içinden seçtim onu; içlerinde çirkin olanlar da çoktu: Es
ki ustaların kölece kopyalan. Boyasında altın varak kullanılmış olan
kutuların (ki bunlar herhalde daha eski modellere dayanıyor) özellik
le pahalı olduklan anlaşılıyor; ama benim hoşuma gitmiyor bunlar.
Daha büyükçe olan kutunun üzerindeki tema daha yeni olmalı; en
azından satıcı kadının giydiği önlüğün üzerinde "Mosselprom"118 ya
zısı var. Rue du Faubourg Saint-Honorö'deki çok seçkin bir mağaza
nın vitrininde, daha önce de bir kez buna benzer kutular gördüğümü
ve uzun bir süre durup baktığımı hatırlıyorum. Ama o zaman, bunlar
dan birini almak için duyduğum şiddetli arzuyu bastırmıştım; bunu
bana Asja'mn vermesi gerektiğini düşünmüştüm - belki de yalnızca
Moskova'ya gitmeyi beklemiştim. Bendeki bu tutku, Bloch'un Inter-
laken'de Else'yle paylaştığı dairesinde119 duran böyle bir kutunun
üzerimde bıraktığı güçlü etkiye dayanıyor; buna dayanarak, siyah
vernik üzerine yapılmış bu tür resimlerin çocuklar üzerinde nasıl si
linmez bir iz bırakabileceğini kestirebiliyorum. Ama Bloch'un kutu
su üzerindeki resmin konusunu unutmuşum. - Aynı gün, uzun süre
dir aradığım türden, harika kartpostallar da buldum: Çarlık dönemin
den kalma kelepir şeyler; ağırlıkla karton üzerine basılmış renkli re
simler, ayrıca Sibirya manzaraları (Emst'i bunlarla büyülemeyi dene
yeceğim), vs... Tverskaya'daki bir dükkândaydı bunlar; sahibi Al
manca bildiği için, burada alışveriş ederken yaşadığım zahmetlerden
kurtuldum ve uzun süre oyalandım orada. O sabah erken uyanmış ve
otelden çıkmıştım. Sonra saat ona doğru Asja gelmişti. Geldiğinde
Reich'ı hâlâ yatakta yatarken bulmuştu. Yarım saat kadar kalmış ve
bize bazı oyuncuların parodilerini ve "San Francisco" adlı kabare
parçasının bestecisi olan bir şarkıcının taklidini yapmıştı; şarkıyı biz
zat bestecisinden -herhalde pek çok kereler- dinlemişti. Bu şarkıyı
Capri'den beri tanıyordum; Asja orada da zaman zaman söylerdi. Ön
ce Asja'ya öğleye kadar eşlik edebileceğimi ve sonra da bir cafe'de
oturacağımızı ummuştum. Ama vakit geç oldu. Otelden Asja'yla bir
likte çıktım, onu tramvaya bindirdim ve yoluma yalnız devam ettim.
Bu sabah ziyareti bütün günü olumlu etkiledi. Önce Tretyakov Gale-
ri'de biraz keyfim kaçtı gerçi. Zira görmek için en çok sabırsızlandı
ğım iki salon da kapalıydı. Buna karşılık diğer salonlar harika bir
sürpriz oldu: Bu müzeyi, tanımadığım bir koleksiyonu gezerken da
ha önce asla başaramadığım bir biçimde gezdim: büyük bir huzur
içinde ve resimlerin anlattığı öyküleri görmek için çocukça bir heves
ıoo
duyarak. Çünkü bu müzedeki resimlerin yansı, gündelik hayattan an
lar tasvir eden Rus eserlerinden oluşuyor; müzenin kurucusu 1830'la-
ra (?) doğru başlamış resim toplamaya ve hemen tüm ilgisini kendi
çağının resmine yöneltmiş. Koleksiyonunun sınırlan sonraları
1900'lere doğru genişletilmiş. Ve göründüğü kadanyla -ikonalar bir
kenara bırakılırsa- en eski eserler XVIII. yüzyılın ikinci yarışma ka
dar gittiği için, bu müze XIX. yüzyıl Rus resminin toplu bir tarihini
sunuyor. Gündelik hayat tasvirleri ve manzara resimlerinin ağırlıkta
olduğu bir dönemdi bu. Gördüklerim, Avrupa halklan içinde, günlük
hayat tasvirlerine dayalı resmi en yoğun biçimde Rusların geliştirdi
ğini düşündürdü bana. Ve öyküler anlatan resimlerle dolu şu duvar
lar, çeşitli zümrelerin hayatından sahneler, bu galeriyi büyük bir re
simli kitaba dönüştürüyor. Gerçekten de burada, tüm diğer sergilerde
gördüğümden çok daha fazla ziyaretçi vardı. Salondan salona nasıl
gezindiklerini; bazen gruplar halinde, bir rehberin çevresinde, bazen
tek başlarına durduklarını görmek; Batı müzelerinde nadiren rastla
nan birkaç işçinin kasvetli ezikliğinden hiçbir iz taşımayan rahatlık
larını fark etmek, şu kadarını kavramak için yeterli: Birincisi, prole
tarya burjuvaziye ait kültür varlıklarını gerçekten sahiplenmeye baş
lamış; İkincisi, özellikle de bu koleksiyon ona alabildiğine tanıdık ve
alımlı bir biçimde sesleniyor. O burada kendi tarihinden sahneler bu
luyor; "Yoksul Mürebbiye Zengin Tüccarın Konağına Geliyor",
"Jandarmalar Tarafından Faka Bastırılan Bir Suikastçı"; ve buna ben
zer sahnelerin tümüyle burjuva resminin ruhuyla verilmiş olması, on
ları proletaryanın gözünde alçaltmak şöyle dursun, çok daha anlaşı
lır kılıyor. Sanat eğitiminin "başyapıtların" izlenmesiyle geliştirildi
ğini düşünmek (Proust'un da pek güzel gösterdiği gibi) pek o kadar
doğra değildir. Tersine, kendini eğitmekte olan çocuk ya da proleter,
haklı olarak, kendi başyapıtlarını koleksiyonculannkinden bambaşka
ölçütlerle tespit eder. Böyle resimlerin, onun gözünde çok geçici ama
sağlam bir değeri vardır ve en katı sanatsal ölçüt, ancak onun kendi
siyle, sınıfıyla ve işiyle doğrudan bağlantılı bir sanat karşısında ge
çerlilik kazanır. - İlk salonlardan birinde Şçedrin'in120 iki resmi, Sor-
rent Limanı ve yine aynı yöreden bir başka manzara tablosunun
önünde uzun süre durdum; her ikisi de, benim için daima Asja'yla
birlikte hatırlanacak olan Capri'nin o tarifsiz siluetini gösteriyordu.
Asja'ya bir satır yazmak istedim, ama kurşun kalemimi unutmuştum.
Gezimin hemen başında bu meseleye böyle dalmış olmam, daha son
ra başka şeylere bakışımdaki ruhu da etkiledi. Gogol'ün, Dostoyevs-
101
ki'nin, Ostrovski ve Tolstoy'un güzel portrelerini gördüm. Merdiven
le inilen daha alttaki katlardan birinde Vereşçagin'in121 pek çok eseri
sergileniyordu. Ama bunlar ilgimi çekmiyordu. - Müzeden çıkarken
çok ferahlamıştım. Aslına bakılırsa daha müzeye girerken bu ruh ha
li içindeydim ve bunun ana nedeni, tramvay durağının yanındaki, ki
remit kırmızısına boyanmış kiliseydi. Soğuk bir gündü; ama belki bu
müzeyi ararken buralarda yönümü kaybetmiş bir biçimde dolanıp
durduğum ilk seferdeki kadar soğuk sayılmazdı; yalnızca iki adım
uzağında olduğum halde müzeyi bulmayı başaramamıştım. Nihayet
o günün sonunda Asja'yla da birkaç güzel dakika geçirdim. Reich ye
diden biraz önce gitmişti; Asja onu aşağıya kadar geçirmiş ve uzun
süre dönmemişti; nihayet odaya yeniden girdiğinde henüz yalnızdım
gerçi, ama yalnızlığımız ancak birkaç dakika sürdü. Sonra neler ol
duğunu şimdi hatırlamıyorum: Asja'ya ansızın büyük bir içtenlikle
bakabildim ve kendisini bana ne denli yakın hissettiğini duyumsa
dım. Kısa bir süre, gün boyu yaptıklarımı anlattım ona. Ama ayrıl
mak zorundaydım. Ona uzattığım elimi, iki eliyle birden kavradı.
Şimdi benimle daha uzun konuşmak istiyordu; eğer benim odamda
buluşmak üzere sözleşirsek, dedim ona, görmeyi planladığım Tay-
rov'un oyununa gitmekten vazgeçebilirdim. Ama sonunda, doktorun
çıkmasına izin verip vermeyeceğinden emin olamadı. Asja'nın önü
müzdeki akşamlardan birinde beni ziyaret etmesi ihtimali üzerine
konuştuk. - Tayrov Tiyatrosu'nda Lecocq'un122 bir operetinden uyar
lanan Gün ve Gece oynanıyordu. Daha önce sözleştiğim Amerikalıy
la buluştum. Ama beraberindeki tercüman kadının bana bir faydası
olmadı; hep Amerikalı'ya çalıştı. Ve olay örgüsü de bir ölçüde karma
şık olduğu [için], ben de güzelim bale sahneleriyle yetinmek zorun
da kaldım.
102
olduğum Arbatskaya Pazan'nı özlemle seyretmiştim. Bu kez şans yü
züme bir başka biçimde güldü burada. Önceki akşam, yorgun ve bit
kin bir halde, odama Reich'dan önce girebilmeyi umarak otele geldi
ğimde, Reich'ı içerde bulmuştum. Yine yalnız kalamayacağım için
canım sıkılmıştı (Meyerhold hakkındaki makalem üzerine yaptığı
mız tartışmadan bu yana Reich'm varlığı çoğu zaman tedirgin ediyor
du beni) ve hemen lambaya yönelerek, daha önce de pek çok kereler
yaptığım gibi, onu yatağımın yanındaki iskemlenin üzerine koymak
istedim. Elektrik şebekesiyle lamba arasındaki iğreti [bağlantı] bir
kez daha koptu; sabırsız bir tavırla masanın üzerinden eğilerek, bu
rahatsız konumda teması tekrar sağlamayı denedim ve uzun süre kur
caladıktan sonra bir kısa devreye neden oldum. - Bu otelde herhan
gi bir tamirat yapılmasını beklemek beyhudeydi. Tavan lambasmın
ışığında çalışmak imkânsızdı ve böylece ilk günlerde ortaya çıkan
sorun bir kez daha güncel hale geldi. Yatakta uzanırken aklıma gel
di; "mumlar". Ancak bu bile çok zordu. Reich'dan alışveriş yapması
nı rica etmek, giderek daha uygunsuz kaçıyordu; onun da halletmesi
gereken bir sürü işi vardı ve canı sıkkındı. Geriye bir kelimeyle si
lahlanıp, tek başıma yollara düşmek kalıyordu. Ama bu kelimeyi bi
le önce Asja'ya uğrayıp öğrenmem gerekecekti. Bu yüzden buradaki
satış barakalarından birinin sergisinde, hiç ummadığım bir biçimde,
elimle kolayca işaret edip gösterebileceğim mumlara rastlamam ger
çekten de bir şanstı. Ama günün talihli kısmı da böylelikle geride
kalmış oldu. Çok üşüyordum. Dom Peçat'daki123 grafik sergisini gör
mek istiyordum: Kapalıydı. İkonografya Müzesi de öyle. O zaman
anladım: Eski takvime göre yılbaşı günüydü. Hiç tanımadığım, uzak
bir mahallede olduğu ve soğuktan yürüyecek halim kalmadığı için
İkonografya Müzesi'ne gitmek üzere bindiğim kızaktan daha iner
ken, müzenin kapalı olduğunu görmüştüm. İnsanın dil yetersizliği
yüzünden saçma bir şey yapmak zorunda kaldığı böylesi vakalarda,
bu durumun yol açtığı muazzam enerji ve zaman kaybının iki kat da
ha fazla farkına varıyorsunuz. Karşı istikamette hareket eden tramva
yı, sandığımdan daha yakında buldum ve otele döndüm. - Dom Her-
zena'ya Reich'dan önce vardım. O geldiğinde, beni şu sözlerle selam
ladı: "Talihiniz yaver gitmedi!" Ansiklopedi bürosundaymış meğer
ve Goethe üzerine hazırladığım makaleyi teslim etmiş. Tesadüfen
tam o sırada içeriye Radek124 girmiş, masanın üzerindeki el yazısı
metni görmüş ve almış. Şüpheci bir tavırla, yazının kime ait olduğu
nu öğrenmiş. "Ama bunun her sayfasında on kere 'sınıf savaşı' lafı
103
geçiyor." Reich, ona bunun doğru olmadığını belirtmiş ve üstelik Go-
ethe'nin, büyük sınıf savaşlarıyla dolu bir döneme rastlayan etkinli
ğinin, bu kelimeye yer vermeden anlatılamayacağını söylemiş. Ra-
dek: "Önemli olan, bunun doğru yerde yapılmasıdır." Bu maddenin
kabul edilme olasılığı bu olaydan sonra çok zayıflamış oluyor. Zira
bu projenin biçare idarecileri, herhangi bir yetkilinin anlattığı en ber
bat fıkralar karşısında bile, kendilerine ait bir fikirleri olabileceğini
düşünemeyecek kadar güvensiz kişiler. Bu olay Reich'ı, benden daha
çok rahatsız etmişti. Benim içinse ancak akşamüzeri, Asja'yla bu ko
nuda konuştuğum zaman tatsızlaştı. Radek'in söylediklerinde doğru
bir yan olmalı, diyerek başladı hemen. Mutlaka bir şeyleri yanlış
yapmış olmalıydım; burada meseleleri nasıl ele almak gerektiğini
bilmiyordum ve buna benzer şeyler. Sözlerinin yalnızca korkaklığını
ve yönünü, ne pahasına olursa olsun, rüzgâra göre tayin etme ihtiya
cını ele verdiğini yüzüne dosdoğru söyledim bu kez. Reich'ın gelme
sinden kısa bir süre sonra da odadan çıktım. Reich'ın bu konuyu an
latacağını bildiğim için, bunu yaparken yanlarında olmak istemiyor
dum. O akşam Asja'nın ziyaretime geleceğini umuyordum. Bu yüz
den çıkarken, Reich'ın varlığına rağmen, bundan Asja'ya da söz et
tim. Bir sürü şey satın almıştım: havyar, kekler, tatlılar, hatta Reich'ın
ertesi gün ziyaretine gideceği Dağa için hediyeler. Sonra odamda
oturdum; akşam yemeği yedim ve yazı yazdım. Saat sekizi geçerken
Asja'nın geleceğine dair ümidimi yitirmiştim. Bununla birlikte, onu
uzun zamandan beri hiç böyle beklememiştim (o şartlar altında bek
leyemezdim zaten.) Ve tam da bu bekleyişimin kabataslak bir tasvi
rini yazmaya başlamıştım ki, kapı çalındı. Gelen Asja'ydı ve söyledi
ği ilk şey, kendisini buraya bırakmak istemedikleri oldu. Önce ote
limden söz ettiğini sandım. Buraya, kuralları çok katı uyguladığı
söylenen yeni bir Sovyetduşi125 gelmişti zira. Ama kastettiği İvan
Petroviç'miş. Böylece o akşam da, daha doğrusu o kısacık bir saat de
bir güzel kırpılmış oldu ve kendimi zamanla cebelleşirken buldum.
Bununla birlikte ilk hamleden zaferle çıktım. Kafamdaki genel tasla
ğı ona çabucak tarif ettim ve ben bunu ona anlatırken, Asja alnını be
nimkine bastırdı. Sonra ona Goethe maddesini okudum; ve işin bu
kısmı da pek yolunda gitti; metni beğendi, hatta olağanüstü sarih ve
nesnel buldu. "Goethe" konusunu benim açımdan asıl ilginç kılan şe
yin ne olduğundan söz ettim ona: Hayatı boyunca tavizler vererek
yaşamış Goethe gibi bir adam, buna rağmen nasıl böyle olağanüstü
bir başarı gösterebilir? Bu noktada, proleter bir şair için benzer bir
104
durumun tümüyle imkânsız olduğunu da vurguladım. Ama burjuva
zinin yürüttüğü sınıf savaşı, proletaryanınkiyle temelden farklıydı.
Bu iki harekette ortaya çıkan "sadakatsizlik" veya "taviz” kavramla
rı, şematik bir tavırla özdeşleştirilemezdi. Tarihsel materyalizmin te
melde yalnızca işçi sınıfı hareketinin tarihine uygulanabileceğini öne
süren, Lukâcs'm tezine de değindim. Ama Asja çabuk yoruldu. Bu
nun üzerine Moskova Giinlüğü'ne döndüm ve gözüme çarpan bölüm
leri rasgele okudum ona. Ama pek iyi bir sonuç vermedi bu. Komü
nist eğitim üzerine yorumlarımı okuduğum sırada, "Tüm bunlar saç
malık," dedi. Memnun kalmamıştı ve Rusya'yı hiç tanımadığımı söy
ledi. Bunu reddetmiyordum tabii. Ama şimdi sözü Asja almıştı: Söy
ledikleri önemliydi, ama konuşmak onu çok geriyordu. Başlangıçta
kendisinin de Rusya'yı hiç anlayamadığından söz açtı; gelişinden bir
kaç hafta sonra yeniden Avrupa'ya dönmek istemiş ve Rusya'da her
şeyin bittiğini, muhalefetin yerden göğe kadar haklı olduğunu düşün
müş. Burada olup biteni zamanla kavramış: devrimci çalışmanın tek
nik çalışmaya dönüştürülmesi. Şu ana özgü devrimci çalışmanın kav
ga ya da iç savaş değil, elektriklendirme, kanal inşası ya da fabrika
lar kurmak olduğu tüm komünistlere anlatılıyormuş şimdi. Bu sefer
ben de Scheerbart'a değindim; uğruna Asja ve Reich'dan burada on-
ca laf işittiğim Scheerbart'a: Teknik çalışmanın devrimci niteliğini,
hiçbir yazar onun gibi vurgulamayı becerememişti. (Bu güzel ifade
yi söyleşim sırasında dile getirmediğim için üzgünüm.) Tüm bunlar
la Asja'yı birkaç dakika daha tutmayı başardım. Sonra gitti ve kendi
sini bana yakın hissettiği zamanlarda bazen yaptığı gibi, ona eşlik et
memi de istemedi. Odamda kaldım. Kısa devre olayından bu yana
akşamları daima yanan iki mum, tüm bu süre boyunca masanın üze
rinde durmuştu. Daha sonra, ben yatakta uzanırken Reich geldi.
105
nalı bir bekleme salonuna bakıyor. Öyle ki, insan kendini hayvanat
bahçesindeki bir antilop pavyonunda gibi hissediyor. Orada bir çay
içtim ve dönüş yolculuğumu düşündüm. Garın önündeki tezgâhların
birinden aldığım, nefis Kırım tütünüyle dolu güzel, kırmızı kese
önümde duruyordu. Daha sonra yeni oyuncaklar edindim. Oçotni Ri-
yad'da tahta oyuncaklar satan bir işportacı duruyordu. Burada bazı
malların işportaya toplu sürümler halinde çıktığını fark ettim. Sözge
limi sonraki günlerden birinde, bir başka yerde sepet dolusu pazar-
laindığını gördüğüm, çocuklar için dağlama resimlerle bezenmiş tah
ta baltalara ilk kez burada rastladım. Bir kolu çevirdiğinizde "iğnesi"
hareket eden, tahtadan, kaba bir dikiş makinesi maketi satın aldım;
bir de, bir müzik kutusunun üzerinde sallanan bir kâğıt bebek; müze
lerde rastladığım bir oyuncak türünün kötü bir örneği. Sonra soğuğa
dayanamaz oldum ve kendimi zorlukla bir kahveye attım. Burası
kendine has tarzı olan bir işletmeye benziyordu: Küçük mekânda bir
kaç hasır mobilya vardı; yemekler, mutfaktan salona duvardaki sür
gülü bir kapaktan gönderiliyordu ve içerdeki geniş bir tezgâhın üze
rine çeşitli zakuska'lar127 dizilmişti: soğuk etler, salatalık turşusu, ba
lıklar. Tıpkı Fransız ve İtalyan lokantalarında olduğu gibi, bir de vit
rini vardı. Gözüme çekici görünen yemeklerin adlarını bilmediğim
için, bir fincan kahveyle ısınmaya çalıştım. Daha sonra dışarı çıktım
ve daha yukarıdaki dükkânların sırasında, geldiğim ilk günlerde dik
katimi çeken kil heykelciklerin sergilendiği mağaza vitrinini aradım.
Heykelcikler hâlâ vitrindeydi. Devrim Meydanı'ndan Kızıl Meydan'a
çıkan pasajdan geçerken sokak satıcılarına daha dikkatle baktım ve o
güne dek gözümden kaçmış bir şeyler görebilmeye çalıştım: kadın
çamaşırları (korseler), kravatlar, şallar, elbise askıları - Nihayet saat
ikiye doğru, bitkin düşmüş bir halde, Dom Herzena'ya vardım; oysa
yemek servisi ancak iki buçuğa doğru başlıyordu. Oyuncaklarla do
lu paketleri bırakmak üzere yemekten sonra otele döndüm. Saat be
şe doğru sanatoryumdaydım. Tam iç merdivenlerden yukarıya çıkar
ken, gitmeye hazırlanan Asja'yla karşılaştım. Terzisine uğramak isti
yordu. Bu arada Daga'nm sağlığı hakkında Reich'dan dinlediklerimi
(hemen benim ardımdan otele gelmişti), yolda Asja'ya anlattım. Ha
berler olumluydu. Asja ansızın kendisine para verip veremeyeceğimi
sorduğunda, böyle yan yana yürüyorduk. Ama daha bir gün önce, dö
nüş yolculuğum için Reich'dan 150 mark borç istemiştim; dolayısıy
la param olmadığını söyledim ona; paraya ne için ihtiyaç duyduğunu
bilmiyordum henüz. Ne zaman birinin ihtiyacı olsa, param olmadığı
106
m söyledi ve sonra suçlamalara başladı; Riga'da ona tutacağım oda
dan söz açtı, vs... O gün çok bitkin düşmüştüm; dahası çok yakışık
sız bir biçimde başlattığı bu konuşma da beni had safhada öfkelen
dirmişti. Parayı, kiralık olduğunu duyduğu bir daireyi tutmak için is
tiyormuş. Yolumu değiştirip ondan ayrılmak istedim, ama beni tuttu;
daha önce hiç yapmadığı bir biçimde sarıldı bana; ama bu sırada ay
nı tavırla konuşmayı da sürdürüyordu. Nihayet öfkeden kendimi kay
betmiş bir halde, bana yalan söylemekle suçladım onu. Zira bana
yazdığı bir mektupta, Berlin'de yaptığım harcamaları en kısa zaman
da karşılayacağı konusunda güvence vermişti; oysa o ana kadar ne
onun, ne de Reich’m ağzından bu konuda tek bir söz çıkmamıştı. Bu
onu çok sarstı. Bense daha da öfkelenerek ona saldırmayı sürdürdüm
ve nihayet lafın ortasında dönüp, cadde boyunca hızla uzaklaştı. Pe
şinden gitmedim; arkamı dönüp otele yürüdüm. - O akşam için Gne-
din'le sözleşmiştim. Beni otelden alacak ve evine götürecekti. Otele
geldi gerçi, ama odamda kaldık. Beni evine götüremediği için özür
diledi: Karısı bir sınava hazırlanıyormuş, dolayısıyla zamanı yok
muş. Sohbetimiz saat on bire kadar, yaklaşık üç saat sürdü. Rusya
hakkında beklediğimden çok daha az şey öğrenebildiğim için duydu
ğum hayal kırıklığı ve sıkıntıyı anlatarak girdim söze. Ve koşullar
hakkında bir fikir edinebilmek için, olabildiğince fazla insanla ko
nuşmam gerektiği konusunda anlaştık. Ayrıca dönüşümden önce ba
na birkaç şey daha göstermek istiyordu. Böylece iki gün sonrası için
-bir pazar günüydü- öğle vakti Proletkult Tiyatrosu'nda sözleştik.
Ama oraya gittiğimde, Gnedin'i bulamadım ve yeniden otele dön
düm. Gnedin beni bir demek gösterisine de davet edeceğine söz ver
di; ancak gösterinin tarihi henüz kararlaştınlmamıştı. Planlanan
program, bebeklere isim vermekle, evlenmekle, vs. ilgili bazı yeni
törenlerin, deyim yerindeyse, deneysel uygulamalarından oluşacaktı.
Burada, bebeklerin komünist hiyerarşideki adlarına ilişkin olarak, bir
süre önce Reich'dan dinlediğim bir şeyi de eklemek istiyorum. Le-
nin'in resmini tanıyıp gösterebildikleri andan itibaren, "oktiyabr
[ekimciler]" deniyormuş bebeklere. Bir başka tuhaf kelimeyi de aynı
akşam öğrendim. Devrim tarafından mülksüzleştirilen ve yeni koşul
lara uyum sağlayamayan burjuva çevreleri için kullanılan, "geçmiş
insanlar” [bivşiye liyudi] deyimi bu. Gnedin, ardı arkası kesilmeyen
ve daha yıllarca süreceğini düşündüğü örgütsel değişimlerden de söz
etti. Her hafta yeni örgütsel düzenlemeler yürürlüğe giriyormuş ve en
verimli yöntemleri bulmak için büyük bir çaba sarf ediliyormuş.
107
Kızıl Meydan'da 1 Mayıs kutlamaları, 1928.
1 08
yine ortalıkta dolandım; Grafik Sergisi'ni gezmek için yaptığım ikin
ci girişim de sonuçsuz kaldı ve nihayet, yine yarı donmuş bir halde,
kendimi Şçukin Galerisi'ne129 attım. Müzenin kurucusu da, tıpkı kar
deşi gibi, katmerli milyoner bir tekstil fabrikatörüymüş. Her iki kar
deş de sanat hamisiymiş. Tarih Müzesi binası (ve müze koleksiyonu
nun bir bölümü) kardeşlerden birinin eseri, diğeriyse yeni Fransız sa
natını derleyen bu muhteşem galerinin kurucusu. İnsan iliklerine ka
dar doiımuş bir halde merdivenleri çıkarken, yukarıda, merdiven boş
luğunda Matisse'in ünlü duvar resimlerini görüyor; doymuş kırmızı
nın oluşturduğu, ancak Rus ikonalarında rastlanan, alabildiğine sıcak
ve parlak zemin üzerinde ritmik bir düzenle sıralanan çıplak figürler.
Matisse, Gauguin ve Picasso, bu koleksiyoncunun büyük tutkularıy
mış. Tek bir salonun duvarlarına Gauguin'in 29 resmini sığdırmışlar.
(Bu arada, Gauguin resimlerinin üzerimde düşmanca bir izlenim bı
raktığını ve bu resimlerden bana, Yahudi olmayan birinin Yahudilere
karşı duyabileceği tüm nefretin yansıdığını -bu büyük koleksiyona
böyle hızlı bir biçimde göz atmak, bu ifadeyi kullanmama ne ölçüde
izin veriyorsa artık- fark ettim.) - Picasso'nun, yirmi yaşında yaptığı
erken dönem resimlerinden 1914 yılma kadar geçirdiği gelişim, her
halde hiçbir yerde buradakine yakın bir biçimde dahi izlenemez. Ço
ğu zaman aylar boyunca, sözgelimi "San Dönemi"130 süresince, yal
nız Şçukin için resim yapmış olmalı. Resimleri, birbirini izleyen üç
küçük salonu dolduruyor. İlk salonda erken dönem resimleri yer alı
yor ve bunlardan ikisi özellikle dikkatimi çekti: sağ elinde kadehe
benzer bir şey tutan, palyaço giyimli bir adam ve "Apsent İçen Ka
dın" resmi. Bunu Montpamasse'm geliştiği 19ÎTlerin kübist dönemi
izliyor ve ardından "Amitié" ve bunun ön çalışmalarını da içeren Sa
rı Dönem geliyor. Picasso bölümünün yakınında, bir bütün salon De-
rain'e ayrılmış. Onun bilinen tarzdaki çok güzel resimlerinin yanı sı
ra, son derece şaşırtıcı bir tablosunu da gördüm: "Le Samedi". Bu bü
yük, karanlık resim, Felemenk giysileri içinde bir masanın başına
toplanmış, ev işleriyle uğraşan kadınlan gösteriyor. Gerek figürler,
gerekse ifade şiddetle Memling'i131 hatırlatıyor. Rousseau resimleri
nin yer aldığı küçük oda dışında, salonlar çok aydınlık. Pencerelerin
büyük, bölünmemiş camları sokağa ve binanın avlusuna açılıyor. Bu
rada, ilk kez Van Dongen132 ya da Le Fauconnier133 gibi ressamlar
hakkında, kaba da olsa bir fikir edindim. Marie Laurencin'in134küçük
bir tablosu -b ir kadın başı, kadının tabloya giren eli ve tuttuğu çiçek-
fizyolojik yapısıyla bana Münchhausen'i135 ve onun geçmişte Marie
109
Laurencin'e duyduğu aşkı hatırlattı. - Öğleyin, Niemen'den söyleşi
min yayımlandığını öğrendim. Böylece Veçernaya Moskva ve Litera
rische Welt'i yüklenip Asja'ya gittim. Ama akşamüzeri yine de pek iyi
geçmedi. Reich çok sonra geldi. Söyleşiyi136 bana Asja tercüme etti.
Aradan geçen zamanda, söyleşinin son bölümünün -Reich'ın sandığı
gibi "tehlikeli" görüleceği için değilse bile- zayıf olduğunu ben de
kabul etmiştim: Scheerbart'a değindiğim için değil, daha çok bu gön
dermenin kararsız ve muğlak niteliğinden ötürü. Ne yazık ki, bu zaaf
açıkça ortaya çıkmıştı, buna karşılık söyleşinin, İtalyan sanatıyla
yüzleşen ilk bölümü iyiydi. Bu söyleşinin yayımlanmış olmasını, bir
bütün olarak bakıldığında yararlı buluyorum. Asja giriş bölümünden
çok etkilenmişti; ama sonu haklı olarak, onun da canını sıktı. Bu ola
yın en iyi tarafı da, söyleşiye çok geniş bir yer ayrılmış olmasıydı. Bu
gün önceki kavgamızdan ötürü, gelirken Asja'ya biraz kek satın al
mıştım. Bir gün önce birbirimizden ayrıldıktan sonra, bir daha benim
hakkımda hiçbir şey duymak istemediğini, bundan böyle hiçbir za
man (ya da çok uzun bir süre) görüşmeyeceğimizi düşündüğünü an
lattı daha sonra. Ama akşam duygularının nasıl değiştiğine kendisi de
şaşırmış ve bana uzun süre kızgın kalamadığını fark etmişti. Aramız
da ne zaman kötü bir şeyler geçse, beni kıranın kendisi olup olmadı
ğını düşünüyormuş sonunda. Ne yazık ki, bu sözlere rağmen bir süre
sonra yine tartıştık; nedenini artık hatırlamıyorum.
15 Ocak. (Devam).137 Kısaca: Asja'ya gazete ve dergiyi göster
dikten sonra, laf yine burada yaşadığım hayal kırıklığına geldi tabii
ve ardından söz bir kez daha Berlin'de yaptıklarımdan açılıp da, As
ja beni yine kusurlu bulunca, kendime hâkim olamadım ve çaresizlik
içinde odadan fırladım. Ama daha koridordayken toparlandım - da
ha doğru ifade etmek gerekirse, gidecek gücü bulamadım kendimde
ve odaya dönerek "Burada biraz daha oturmak istiyorum sessizce,"
dedim. Bir süre sonra zor da olsa yeniden konuşabilmeyi başardık
hatta ve Reich geldiğinde, ikimiz de bitkin, ama sakindik. Bundan
böyle, hiçbir koşulda böyle kavgalara girmemeye karar verdim. Re
ich, kendini iyi hissetmediğini söyledi. Gerçekten de çenesindeki
kramp geçmemiş, hatta daha da kötülemişti. Artık hiç çiğneyemiyor-
du. Dişetleri şişmişti ve çok geçmeden iltihaplandı. Buna rağmen ak
şam Alman Kulübü'ne gitmek zorunda olduğunu söylüyordu.
VAPP'm Almanya dairesiyle Volga Almanlannın Moskova'daki kül
tür heyeti arasında aracılık etmekle görevlendirilmişti. Ama lobide
yalnız kaldığımızda, ateşinin de çıktığını söyledi. Alnına dokundu
ııo
ğumda, ben de hissettim bunu ve kulübe kesinlikle gidemeyeceğini
söyledim. Affını istemek üzere beni yolladı oraya. Bina çok uzakta
değildi, ama öylesine keskin bir ayaz vardı ki, yürümekte büyük güç
lük çekiyordum. Ve sonunda da binayı bulamadım. Bitkin bir halde
otele döndüm ve odamda kaldım.
111
sal Ruh geziniyor. Sonra İsa'nın yanında, başlarında hâle olan iki ür
kütücü, grotesk figür: Cennete girdikleri için böyle tasvir edilen hay
dutlar olmalı mutlaka. Sık rastlanan bir başka tasvir - meleklerin ye
meği; önde daima küçültülerek resmedilen ve sanki bir simge gibi
vurgulanan kuzu kesme sahnesi benim için anlaşılmazlığını korudu.
Tabii resmedilen efsanelerin konulan da bana tümüyle yabancı. Bir
süre sonra, oldukça serin olan üst kattan aşağıya indiğimde, şömine
de ateş yakılmıştı ve az sayıdaki müze görevlisi ateşin başına toplan
mış, pazar sabahı vakit öldürüyordu. Orada kalmak isterdim, ama so
ğuğa çıkmak zorundaydım. Yolun, Telgraf Müdürlüğü'nden -tram
vaydan orada inmiştim- Proletkult Tiyatrosu'na kadar olan son bölü
mü korkunçtu. Sonra da bir saat kadar lobide dikildim. Ama boşuna
beklemiş oldum. Birkaç gün sonra, Gnedin'in de aynı salonda oldu
ğunu ve beni beklediğini öğrendim. Bunun nasıl olduğunu açıklamak
neredeyse imkânsız. O bitkin halimde, göz hafızamın da zayıflığıyla,
palto giyip kasket takmış bir Gnedin'i tanıyamamış olmam mümkün
dür, ama Gnedin'in de aynı şeyi yaşamış olması pek inandırıcı gelmi
yor. Sonra otel yoluna düştüm; önce pazar günleri gittiğimiz mahzen
lokantasında yemek yemek istiyordum, ama istasyonu kaçırdım ve
kendimi öylesine halsiz hissediyordum ki, biraz yürümektense öğle
yemeğinden vazgeçmeye karar verdim. Ama Triumfalnaya Meydanı'
na vardığımda cesaretimi topladım ve bildiğim bir stolovaya'nm140
kapısını açtım. Pek davetkâr bir görüntüsü vardı ve ısmarladığım ye
mek fena değildi; ama çorbası pazarları yemeğe alıştığımız borşç
çorbasıyla karşılaştırılamazdı tabii. Böylece Asja'ya gitmeden önce,
uzun süre dinlenecek zamanım oldu. Daha odasından içeriye girer
ken, Asja Reich'm hastalandığını söyleyince hiç şaşırmadım. Bir ak
şam önce de bana gelmemiş, Asja'nın arkadaşınm sanatoryumdaki
odasında yatmıştı. Şimdi tam anlamıyla yatağa düşmüştü ve Asja çok
geçmeden Manya'yla birlikte Reich'm yanına gitti. Sanatoryumun
kapısında onlardan ayrıldım. Ayrılırken, akşam ne yapmayı düşündü
ğümü sordu Asja. "Hiçbir şey," dedim, "odamda kalacağım." Bir şey
söylemedi. Basseches'e gittim. Bürosunda yoktu; beklememi rica
eden bir pusula bırakmıştı. Bu benim de işime geldi; yakındaki soba
ya sırtımı verip, koltuğa oturdum, ikram edilen çayı içtim ve Alman
dergilerine göz gezdirdim. Basseches'in gelmesi bir saati buldu. Ama
bu sefer de akşam kalmamı istedi. Huzursuz bir biçimde durumu de
ğerlendirdim. Bir yandan, bir başka davetlinin daha beklendiği o ak
şamın nasıl gelişeceğini merak ediyordum. Üstelik Besseches de ba
112
na Rus sineması üzerine bazı yararlı bilgiler veriyordu. Ayrıca akşam
yemeği yiyeceğimizi de umuyordum. (Daha sonra bu beklentim bo
şa çıkacaktı.) Basseches'le kalacağımı Asja'ya telefonla bildiremiyor-
dum; sanatoryumda kimse telefona cevap vermiyordu. Sonunda ha
beri iletmesi için birisi gönderildi: Adamın oraya çok geç varmasın
dan korkuyordum, oysa Asja'nın bana gelip gelmeyeceğini bile bil
miyordum tabii ki. Ertesi gün, gelmeyi gerçekten de düşündüğünü
söyledi. Her halükârda notum zamanında eline geçmişti. Şöyle yaz
mıştım: "Sevgili Asja, Basseches'le akşam birlikteyim. Yarın dörtte
geleceğim. Walter." "Akşam" ve "birlikteyim" (abends bei) kelime
lerini bitişik yazmıştım önce, sonra ayırmak üzere aralarına yatık bir
çizgi çektim. Bu yüzden Asja ilk anda "Akşam serbestim" (abends
frei) şeklinde okumuş bunu.- Bir süre sonra, buradaki büyük bir Rus-
Avusturya şirketinde AvusturyalI görevli olarak çalışan Dr. Kroneker
adında biri geldi. Basseches'den onun bir sosyal demokrat olduğunu
öğrenmiştim. Ama bende zeki biri olduğu izlenimini bıraktı; çok gez
miş biriydi ve lafı dolandırmadan konuşuyordu. Sohbet zehirli gaz
savaşına geldi. Bu konu hakkında, her ikisini de etkileyen bazı yo
rumlar yaptım.
113
kurulmuş oldu ve kısa sohbetimiz ayın yirmisindeki bir yemek dave
tiyle noktalandı. Sonra Petrovka'dan pasaportumu aldım. Ardından
sınırı geçmem için gereken kâğıtları damgalattığım Narkompros'a142
kızakla gittik. O gün önemli bir projemi gerçekleştirmeyi de nihayet
başardım: Basseches'i yeniden kızağa binmeye ve gözüme kestirdi
ğim kukla ve süvari heykelciklerinin satıldığı, yukarı pazardaki dev
let mağazası "Gum"a benimle birlikte gelmeye razı ettim. İkimiz bir
likte mağazada kalmış bütün kukla ve heykelcikleri satın aldık ve
bunlann arasından en güzel on parçayı kendim için ayırdım. Her bi
rinin fiyatı yalnızca 10 kopekti. Yaptığım dikkatli gözlemler beni ya-
nıltmamıştı: Vyatka'da143 yapılan bu malların artık Moskova'ya gel
mediğini anlattılar mağazada: Moskova'da bunlann pazan kalmamış.
Yani bizim aldıklarımız en son parçalarmış. Basseches aynca köylü
dokuması kumaşlar da satın aldı. O elindeki paketlerle Savoy'da ye
meğe giderken, benim ancak aldıklanmı otele bırakacak kadar bir za
manım vardı. Saatin dört olmasına az kalmıştı ve Asja'ya gitmem ge
rekiyordu. Asja'nın odasında fazla vakit geçirmeden Reich'ın yanma
gittik. Manya144 zaten oradaydı. Bu sayede yine birkaç dakikalığına
yalnız kalabildik. Asja'dan, akşam bana gelmesini rica ettim -saat on
buçuğa kadar boş olacaktım-; mümkün olduğu takdirde bunu yapa
cağına söz verdi. Reich'ın yanında neler konuşulduğunu hatırlamıyo
rum. Saat yediye doğru oradan ayrıldık. Akşam yemeğinden sonra
Asja'yı boşuna bekledim ve on bire çeyrek kala sularında Basseches'e
gittim. Ama orada da kimse yoktu. Bütün gün uğramadığını söyledi
ler. Oradaki dergilerin bir kısmını zaten okumuştum, diğerleri de içi
mi bulandırıyordu. Yarım saatlik bir bekleyişin ardından, merdiven
leri inmeye hazırlanıyordum ki, Basseches'in kız arkadaşı çıktı karşı
ma ve biraz daha beklemem için -nedenini tam olarak bilemiyorum:
kulüpte Basseches'le yalnız olmak istemiyordu belki de- ısrar etti. İs
teğine uydum. Basseches de bir süre sonra geldi zaten; Rikov'un145
Aviachim146 kongresinde yaptığı konuşmayı dinlemek zorunda kal
mıştı. Çıkış vizesi almam için gereken başvuru formunu ona doldurt
tum ve sonra çıktık. Daha tramvaydayken bizim gibi kulübe gitmek
te olan bir tiyatrocuyla, bir komedi yazarıyla tanıştırıldım. Tıklım tık
lım dolu salonda henüz bir masa bulmuş ve üçümüz de yerleşmiştik
ki, konserin başlayacağını bildirmek üzere ışıklar söndürüldü. Yine
kalkmak zorunda kaldık. Basseches'le birlikte lobiye gittim. Birkaç
dakika sonra -büyük bir İngiliz heyetinin Bolşaya Moskovskaya'da
verdiği yemek davetinden dönen, smokin giymiş- Almanya Başkon
114
solosu göründü. Yemekte rastladığı iki hanıma randevu verdiği için
gelmişti, ama hanımlar gelmeyince bizimle kaldı. Bir hanımefendi
-söylendiğine göre eski bir prensesmiş- çok güzel bir sesle halk şar
kıları söylüyordu. Kâh karanlık yemek salonunda, aydınlatılmış kon
ser salonuna açılan koridorun başında dikiliyor, kâh lobide oturuyor
dum. Başkonsolosla konuştum biraz; davranışları son derece nazikti.
Ama ancak yapay bir zekâ izi taşıyan yüzü kabaydı ve çıktığım o de
niz yolculuğundan147ve birbirlerinin ikizi o Frank ve Zom'dan bu ya
na, Alman diplomatları hakkında sahip olduğum görüşü her haliyle
pekiştiriyordu. Yemekte dört kişi olmuştuk, çünkü Elçilik sekreteri de
bizim masamıza oturdu ve onu rahatlıkla inceleyebildim burada. Ye
mek güzeldi; yine o baharatlı votkanın yanı sıra çeşitli mezeler, iki
değişik yemek ve dondurma vardı. Salonu dolduran kalabalık bundan
daha kötü olamazdı. Farklı alanlardan pek az sanatçıya karşılık, NEP
burjuvazisinin bir sürü temsilcisi. Bu yeni burjuvazinin nasıl aşağı
landığı da dikkat çekici - hatta Başkonsolosun, bana bu bağlamda sa
mimi gelen sözlerine bakılacak olursa, yabancı diplomatlar arasında
bile. Taşraya özgü, bayağı bir cümbüşü andıran daha sonraki dans sı
rasında, bu sınıfın tüm ruhsal fukaralığı da çıktı ortaya. Berbat bir şe
kilde dans ediyorlardı. Ne yazık ki, Basseches'in kız arkadaşının dans
hevesi sayesinde bu eğlence saat dörde kadar uzadı. Votka ölesiye
yormuştu beni; kahve de dinçleştirmedi, üstelik mide ağrılarım tut
muştu. Nihayet kızağa binip otele doğru hareket ettiğimde rahatla
dım; saat dört buçuğa doğru yatağa girdim.
115
dönemde yaşayabildiği hareket özgürlüğünü kazanmak için ne uzun
zamana ihtiyaç duymuş! Aynı şekilde çocuğun ve Tanrı'mn anasının
elleri de birbiriyle buluşuncaya kadar yüzyıllar geçmiş: Bizanslı res
samlar bu iki eli karşı karşıya yerleştirmekle yetiniyorlar yalnızca.
Ardından müzenin arkeoloji bölümünü de hızlı bir biçimde gezdim
ve yalnızca Athos'dan gelmiş birkaç tablonun öründe biraz oyalan
dım. Müzeden çıkarken, Moskova'ya ilişkin ilk büyük ve sözü edil
meye değer tek izlenimimin kaynağı olan Blagoveşçenski Katedra-
li'nin o şaşırtıcı etkisinin ardındaki gizemi kavramaya biraz daha
yaklaştım. Devrim Meydanı tarafından girildiğinde, Kızıl Meydan'm
yokuş yukarı hafif bir meyü alması sonucunda, katedral kubbeleri
nin, sanki bir tepenin ardından belirirmişçesine yavaş yavaş ortaya
çıkmasından kaynaklanıyor bu etki. Hava o gün güneşli ve güzeldi
ve bir kez daha büyük bir zevkle seyrettim katedrali. Dom Herze-
ria'da Reich'ın beklediği parayı alamadım. Saat dördü çeyrek geçe
Asja'nın kapısına vardığımda, içeride hiç ışık yanmıyordu. Kapıyı iki
kez hafifçe tıklattım ve içerden hiçbir cevap gelmeyince, beklemek
üzere oyun odasına gittim. Nouvelles Littéraires'i okudum. Ancak on
beş dakika sonra da odadan hiçbir cevap alamayınca kapıyı açtım ve
içerde kimseyi bulamadım. Asja'nın böyle erken bir saatte beni bek
lemeden ayrılmış olmasına kızarak, akşam onunla buluşmak için her
şeye rağmen bir girişimde daha bulunmak üzere Reich'ın yanma git
tim. Reich sabah Malaya Tiyatrosu'na planladığım gibi Asja'yla bir
likte gitmeme karşı çıkarak, bu ihtimali ortadan kaldırmıştı. (Daha
sonra o akşamın biletleri gerçekten de elime geçtiğinde, bunları kul
lanamadım.) Yukarıya çıktığımda üstümdekileri çıkarmadım ve ses
sizce bekledim. Manya yine bir şeyler anlatıyordu; ateşli bir tavırla
ve korkunç yüksek bir sesle, Reich'a bir istatistik atlasını gösteriyor
du. Asja ansızın bana döndü ve damdan düşercesine önceki akşam
bana uğramadığını söyledi, çünkü şiddetli bir baş ağrısı çekiyormuş.
Üzerimde paltomla kanepeye uzanmış, yalnızca Moskova'da kullan
dığım küçük pipodan tütün çekiyordum. Sonunda bir yolunu bulup
Asja'yı akşam yemeğinden sonra bana gelmesi için ikna edebildim;
dışarıya çıkabilirdik ya da ona o lezbiyen sahneyi150 okurdum. Ve
sonra, yalnızca bunu söylemek üzere geldiğimin düşünülmemesi için
birkaç dakika daha kaldım orada. Kısa bir süre sonra, gitmek istedi
ğimi söyleyerek kalktım. "Nereye?" "Otele." "Bizimle sanatoryuma
döneceğini sanıyordum." "Siz yediye kadar kalmayacak mısınız bu
rada?" diye sordum biraz sahte bir tavırla. Zira Reich'ın sekreterinin
116
yakında geleceğini sabahleyin duymuştum. Sonunda orada kaldım
gerçi, ama Asja'yla sanatoryuma gitmedim. Ona şimdi dinlenecek za
manı bırakırsam, akşam gelmesi ihtimalinin yükseleceğini düşünü
yordum. Bu arada ona havyar, mandalina, şekerleme ve kekler satın
aldım. Aldığım oyuncakları yığdığım pencere pervazında iki de kil
heykelcik duruyordu; içlerinden birini kendisi için seçebilecekti. Ve
gerçekten de geldi - daha girerken şu açıklamayla: "Ancak beş daki
ka kalabilirim; hemen dönmek zorundayım." Ama bu kez yalnızca
şaka yapıyordu. Şu son günlerde - o şiddetli tartışmalarımızdan he
men sonra- bana karşı daha güçlü bir yakınlık hissettiğini seziyor
dum tabii. Ama bu yakınlığın derecesini bilemiyordum. Asja geldi
ğinde keyfim yerindeydi, çünkü az önce Wiegand,151 Müller-Leh-
ning152 ve Else Heinle'den153 iyi haberler de getiren pek çok mektup
almıştım. Mektuplar hâlâ onları okuduğum yerde, yatağın üzerindey
di. Ayrıca Dora154 bana para gönderdiğini yazmıştı ve böylece seya
hatimi bir süre daha uzatmaya karar vermiştim. Bunu Asja'ya da söy
ledim, bunun üzerine boynuma sarıldı. Haftalardır çok zor şartların
üst üste gelmesiyle böyle davranışlar beklemekten öylesine uzaklaş
mıştım ki, bunun beni mutlu etmesi zaman aldı. İçine kovayla su dol
durulmaya çalışılan ince boyunlu bir sürahi gibiydim. Yavaş yavaş
bilerek kendime öyle bir ket vurmuştum ki, dışardan gelecek şiddet
li etkilere karşı neredeyse tamamen kapalıydım. Ama akşam ilerle
dikçe gevşedim. Hep o bildik itirazlar arasında onu öpmek istedim
önce. Ama sonra sanki ansızın elektrik düğmesi çevrilmiş gibi bir şey
oldu ve bu kez ben konuşurken ya da bir şey okumaya hazırlanırken,
Asja ısrarla kendisini öpmemi istemeye başladı. Artık neredeyse
unutulmuş bir sevecenlik yeniden yüzeye çıktı. Bu arada ona, getir
diğim yiyeceklerden vermiş ve heykelcikleri göstermiştim; araların
dan birini seçti ve bu heykelcik şu anda sanatoryumdaki yatağının
karşısında duruyor. Moskova'da kalmam konusuna da yeniden de
ğindim. Ve bir gün önce, birlikte Reich'ın yanına giderken benim
açımdan gerçekten de belirleyici olan sözleri Asja zaten söylemiş ol
duğu için, bunları yalnızca tekrarlamam yeterliydi: "Moskova, haya
tımda kendine öyle bir yer açtı ki, onu ancak senin aracılığınla yaşa
yabilirim - bu, herhangi bir aşk hikâyesinden, duygusallıklardan, vs.
tümüyle bağımsız olarak böyle." Ama diğer taraftan -ki Asja bunu da
benden önce dile getirmişti- altı hafta, insanın bir şehre az da olsa
ısınabilmesi için gereken asgari süre, hele bir de dil bilmiyor ve bu
yüzden attığınız her adımda yeni bir dirençle karşılaşıyorsanız. Asja
117
mektupları toplamamı istedi ve yatağa uzandı. Uzun uzun öpüştük.
Ama beni en çok heyecanlandıran şey, ellerinin temasıydı; zaten ona
bağlanmış insanların, yaydığı en güçlü etkinin ellerinden geldiğini
hissettiklerini Asja da anlatmıştı bir zamanlar. Sağ avucumu Asja'nın
sol avucuna koydum ve uzun süre böyle kaldık. Asja bir zamanlar
Napoli'deki via Depretis'de, gece vakti küçük bir kahvenin neredey
se ıssız sokağa yerleştirdiği masada otururken ona gösterdiğim kısa
cık, güzel mektubu hatırlattı bana. Berlin'e döndüğümde bulmaya ça
lışmalıyım onu. Sonra Proust’dan o lezbiyen sahneyi okudum. Asja
buradaki vahşi nihilizmi kavradı: Proust'un küçük burjuvanın içinde
ki "sadizm" yaftası taşıyan düzenli odaya nasıl daldığını ve her şeyi
acımasızca paramparça ettiğini, böylece ahlaksızlık dediğimiz o pü
rüzsüz parlak kavramdan geriye bir şey kalmadığı gibi, kötülüğün
her çatlaktan gerçek özünü apaçık "insancıllık", hatta "iyilik" olarak
gösterdiğini anladı. Ve bunları Asja'ya anlatırken, buradaki her şeyin
benim Barok kitabımdaki eğilimle nasıl uyum içinde olduğunu fark
ettim. Tıpkı bir akşam önce odamda tek başıma okurken, Caritas des
Giötto hakkmdaki o olağanüstü bölüme gelince, Proust'un bu karak
ter üzerinden geliştirdiği düşüncenin, benim "alegori" kavramı altın
da toplamayı denediğim her şeyle nasıl örtüştüğünü kavradığım gibi.
118
girişinde Asja'yla karşılaştım, hemen ardından da diğer taraftan Re-
ich geldi. Asja'nın yıkanması gerekiyordu. Beklerken, onun odasında
Reich'la domino oynadık. Sonra Asja döndü ve sabahki görüşmenin
sonucunda beliren ihtimallerden söz etti, işçi çocuklarına haftada iki
gün oyun sahneleyen, Tverskaya'daki bir tiyatroda yönetmen yar
dımcısı olarak işe alınabileceğini anlattı. Reich akşam İlleş'le birlik
teydi. Ben gitmedim. Saat on bire doğru otele döndü; ama daha ön
ce planladığımız gibi sinemaya gitmek için çok geç olmuştu artık.
Shakespeare öncesi tiyatrodaki cesetler üzerine kısa ve oldukça ve
rimsiz bir konuşma yaptık.
20 Ocak. Sabah odamda uzun süre yazı yazdım. Reich'ın saat bir
de Ansiklopedi bürosunda bir işi olduğu için, bu fırsattan yararlanıp
ben de oraya gitmek istiyordum: Goethe metnimi kabul ettirmeye ça
balayacağımdan değil (bu konuda hiçbir umut beslemiyordum), da
ha çok Reich'ın bir önerisine uymak ve ona uyuşuk olduğum yönün
de bir izlenim vermemek için. Aksi halde Goethe metni reddedilirse,
yeterince çaba göstermediğimi öne sürerek suçu bana yükleyebilirdi.
Nihayet benim meselemle ilgili profesörün karşısında otururken, gül
memek için kendimi zor zaptettim. Daha adımı duyar duymaz ayağa
fırlamış ve yazdığım metinle birlikte, kendine destek sağlaması için,
sekreterlerden birini getirmişti. Barok hakkında bir makale yazmamı
önererek girdi lafa. Her türlü işbirliği için yazdığım "Goethe" mad
desinin ansiklopediye girmesini şart koştum. Ardından yayımlanmış
yazılarımı saydım, niteliklerimi sıralamaya başladım ve o sırada içe
riye Reich girdi. Ama benden uzakta bir yere oturdu ve başka bir me
murla konuşmaya başladı. Kararı bana birkaç gün içinde bildirecek
lerini söylediler. Sonra girişte uzun süre Reich'la birlikte beklemem
gerekti. Nihayet oradan ayrıldığımızda, Reich, "Goethe" makalesini
Walzel'e önermeyi düşündüklerini anlattı. Panski’ye gittik. Pans-
ki'nin, sonradan Reich'ın bana söylediği gibi, yirmi yedi yaşında ol
duğuna inanmak güç —yine de mümkün tabii. Devrim döneminde fa
al olan kuşak yaşlanıyor. Sanki devletin istikrarlı bir konuma kavuş
ması bu insanların hayatına, genellikle ancak yaşlılıkta kazanılan bir
huzur, hatta bir kayıtsızlık girmesine neden olmuş gibi. Ayrıca Pans-
ki kesinlikle canayakın bir insan değil, ama anlaşılan bu MoskovalI
lara özgü bir durum. Literarische Welfm benden istemiş olduğu,
Schmitz'e karşı makaleyi yazmadan önce görmek istediğim bazı
filmlerin önümüzdeki pazartesi günü gösterilebileceğinden söz etti
119
Panski. Yemeğe çıktık. Yemekten sonra otele döndüm, çünkü Reich
Asja'yla biraz yalnız konuşmak istiyordu. Daha sonra bir saatliğine
Asja'nın yanma çıktım ve ardından Basseches'e gittim. Akşam banka
müdürü Maximilian Schick'in evinde yemek verilmediği için büyük
bir hayal kırıklığı yaşadım. Öğleyin neredeyse hiçbir şey yememiş
tim ve açlıktan ölüyordum. Bu yüzden sonunda çay servisi yapıldı
ğında, kekleri büyük bir arsızlıkla tıkındım. Schick çok zengin bir ai
leden geliyor; Münih, Berlin ve Paris'te üniversite tahsili görmüş ve
Rus muhafız alayında görev yapmış. Şimdi karısı ve bir çocuğuyla
birlikte, ahşap bölmelerle üçe ayrılmış tek bir odada yaşıyor. Mosko
va'da "geçmiş insanlar" diye adlandırılan kişiler için oldukça iyi bir
örnek herhalde. Yalnızca sosyolojik açıdan değil (hatta bu bakımdan,
önemli görevi sayesinde bir istisna oluşturduğu bile söylenebilir).
"Geçmiş" olan, Schick'in üretken dönemi. Sözgelimi Die Zukunft gi
bi dergiler için şiirler yazar, bugün artık çoktan kapanmış dergilerde
makaleler yayımlarmış. Ama eski tutkularına hâlâ bağlı ve çalışma
odasında pek büyük olmamakla birlikte, XIX. yüzyıldan Almanca ve
Fransızca eserleri kapsayan seçkin bir kütüphanesi var. Bazı çok de
ğerli kitapları için ödediğini söylediği fiyatlar, bunların satıcılar tara
fından hurda kâğıt yerine konulduğunu gösteriyordu. Çay sırasında
yeni Rus edebiyatı hakkında ondan biraz bilgi almaya çalıştım. Ama
beyhude bir çaba oldu bu. Aklı Bruisov'dan ötesine pek ermiyor. Gö
rünüşünden çalışmadığı anlaşılan, küçük, çok sevimli bir hanım da
bizle birlikte oturuyordu. Ama kitaplarla da ilgilenmiyordu; neyse ki,
Basseches onunla biraz ilgilendi. Schick, Almanya'da benden görme
yi umduğu bazı yardımlar karşılığında, beni ilginç bir yanı olmayan,
değersiz çocuk kitaplarına boğdu; tabii hiçbirini reddedemedim. Ara
larından yalnızca bir tanesini, diğerleri gibi değersiz olsa da, sevim
li bulduğum için sevinerek kabul ettim. Çıkışta Basseches, fahişele-
rin devam ettiği bir kahveyi göstermek istediğini söyleyerek, beni
Tverskaya'ya kadar yürümeye ayarttı neyse ki. Kahvede dikkate de
ğer bir şey göremedim gerçi, ama en azından biraz soğuk balık ve bir
pavurya yeme fırsatı buldum. Lüks bir kızakla beni Tverskaya ile Sa-
dovaya'nın kesiştiği kavşağa kadar bıraktı sonra.
120
koleksiyonunu görmem için, cumartesi akşamına Muskin'den157 ran
devu alındığını öğrendim. Para bozdurdum ve Oyuncak Müzesi'ne
gittim. Bu kez nihayet biraz ilerleme kaydetmeyi başardım. Almak
istediğim fotoğraflar hakkında beni salı günü bilgilendireceklerine
söz verdiler. Ama sonra negatifleri de bulunan bazı resimler gördüm.
Çok daha ucuz oldukları için, bunlardan yaklaşık yirmi kadarı için si-
* pariş verdim. Müzede yine özellikle Vyatka'dan gelen toprak işleri
inceledim. - Önceki akşam, ben tam çıkmak üzereyken, Asja öğleyin
ikide beni Tverskaya'daki "Ars" sinemasında sahnelenen çocuk oyu
nuna çağırmıştı. Ama oraya vardığımda tiyatro bomboştu; o gün
oyun oynanmayacağı besbelliydi. Sonunda bina bekçisi, tiyatronun
kapalı olduğunu söyleyerek, biraz ısınmaya çalıştığım lobiden de
çıkmamı istedi. Dışarıda biraz bekledikten sonra, elinde Asja'mn
yazdığı bir pusulayla Manya göründü. Asja, yanılmış olduğunu ve
oyunun cuma değil, cumartesi günü sahneleneceğini yazıyordu. Bu
nun üzerine Manya'nın yardımıyla mum satın aldım. Mum ışığı yü
zünden gözlerim tamamen iltihaplanmıştı. Çalışmak için zaman ka
zanmak üzere Dom Herzena'ya gitmedim (ayrıca o gün kapalı olma
ihtimali de yüksekti) ve yemeğimi yakındaki stolovaya'da yedim. Ye
mek pahalıydı, ama hiç fena değildi. Odama çıktığımda, düşündü
ğüm gibi Proust üzerinde çalışmak yerine,158Franz Blei'ın Rilke üze
rine kaleme aldığı159 o çirkin ve küstah mersiyeye bir cevap yazdım.
Bunu daha sonra Asja'ya okudum; onun yorumlan hemen o akşam ve
ertesi gün boyunca yazıyı değiştirmeye itti beni. Bu arada Asja'mn
sağlığı iyi değil. - Daha sonra öğlen gittiğim lokantada Reich'la bir
likte akşam yemeği yedim. Reich'm o lokantaya ilk gidişiydi. Ardın
dan biraz alışveriş yaptık. Reich akşam on bir buçuğa kadar benimle
kaldı ve çocukken okuduğumuz kitaplardan hatırladıklanmızı birbi
rimize uzun uzadıya anlattığımız bir sohbete daldık. O koltukta otu
ruyordu, bense yatağa uzanmıştım. Konuşma ilerledikçe tuhaf bir
durumun, henüz çocukken bile okuduklarımla genel tercihlerin dışın
da kalmış olduğumun farkına vardım. Hoffmann'ın Neuer deutscher
Jugendfreundu160 o günün tipik çocuk edebiyatı içinde, benim de
okuduğum yegâne kitaptı. Tabii bunun yanı sıra o mükemmel Hoff-
mann dizisi, Lederstrumpf161 ve Schwab'm Sagen des klassischen Al-
tertums'u162 da vardı. Ama bir kitabı dışında Kari May163 okumadı
ğım gibi, Kampf um Rom'\xm da, Wörishöffer'in165 denizcilik serü
venlerini de tanımıyordum. Gerstâcker'den166 de yalnızca tek bir ki
tap okumuştum ve bu kitapta oldukça ağdalı bir aşk hikâyesi de an-
121
latıhyordu galiba (yoksa yazarın başka bir kitabı hakkında bunun
söylendiğini duymuş da, bu kitabı onun için mi okumuştum?); Die
Regulatoren von Arkansas'tı bu kitap. Klasik tiyatro konusundaki
tüm bilgimin de okuma çevresi167 günlerine dayandığım keşfettim.
122
metnini bizzat yazmış oldukları da vardı. Ona "Hayalgücü" üzerine
hazırlamayı düşündüğüm büyük belgesel çalışmanın169 ana hatlarını
anlattım. Pek bir şey anlamış gibi görünmedi; zaten genelde oldukça
vasat bir izlenim bırakıyordu. Kitaplığının hali içler acısıydı. Kitap
ları gerektiği gibi düzenleyecek yeri yoktu ve koridordaki raflara ras
gele dağıtmıştı. Çay sofrası oldukça zengin tutulmuştu ve ısrar edil
mesini beklemeden bol bol yedim, çünkü o gün ne öğlen, ne de ak
şam yemeği yemiştim. Orada iki buçuk saat kadar kaldık. Ayrılırken
Muskin kendi yayımladığı iki kitabı armağan etti bana; içimden Da-
ga'ya vadettim onları. Akşam odamda Rilke ve günlük üzerinde ça
lıştım. Ama -tıpkı şu anda da olduğu gibi- yazmaya değer hiçbir şey
gelmedi aklıma.
123
ğu için, -Asja'ya böyle söyledim-Tokyo'da geçirdiği altı ay boyunca
vitrinlerdeki kiraz çiçekli şallardan başka hiçbir şey görmemişti gö
zü. O sabah Blei'a karşı yazdığım metni ve birkaç mektubu dikte et
tim. Öğleden sonra çok keyifliydim; Asja'yla konuştum. Ama şu an
da tek hatırladığım, Asja'nın bavulunu odama götürmek üzere sana
toryumdaki odasından çıktığım sırada, peşimden kapıya geldiği ve
bana elini uzattığı. Benden ne beklediğini bilmiyorum; belki de hiç
bir şey beklemiyordu. Reich'ın -kendini iyi hissetmediği için- bavu
lu bana taşıtmak üzere tam bir entrika çevirmiş olduğunu ancak erte
si gün kavradım. Onu izleyen gün, Asja'nın taşınmasından sonra,
Manya'nın odasında yatağa düştü. Ama gribi andıran bu durumdan
çabuk kurtuldu. Yani dönüş yolculuğumla ilgili işler için hâlâ Bassec-
hes'e muhtaçtım. Sanatoryumdan çıktıktan on beş dakika sonra oto
büs durağında buluştuk. Akşam için Vahtangov Tiyatrosu'nda Gne-
din'le sözleşmiştim, ama daha önce Reich'la birlikte onun sekreterine
gitmem gerekiyordu, çünkü ertesi sabah Gos sinemasında film izler
ken bu hanımın tercümanlığından yararlanmak istiyordum. Her şey
yolunda gitti. Bu ziyaretin ardından Reich beni bir kızağa bindirdi ve
Vahtangov'a gittim. Gnedin ve karısı, oyunun başlamasından on beş
dakika sonra geldiler. Geldiklerinde oradan ayrılmak üzereydim ve
geçtiğimiz pazar günü Proletkult Tiyatrosu'ndaki olayı hatırlayarak,
Gnedin'in deli olduğundan şüphelenmeye başlamıştım. Bu kez de
oyuna bilet kalmamıştı. Gnedin sonunda birkaç bilet bulabilmeyi ba
şardı, ama üçümüz yan yana duramayacaktık ve perde aralarında
yerlerimizi karşılıklı değiştirerek, mümkün olan tüm oturuş düzenle
rini denedik. Zira koltukların biri ayrı, diğer ikisi ise yan yanaydı.
Gnedin'in karısı topluca, samimi ve sessiz bir kadındı ve fazlasıyla
düz hatlarına rağmen belirli bir çekiciliği vardı. Oyundan sonra beni
Smolensk-Ploçad'a kadar geçirdiler; oradan tramvaya bindim.
124
temek çok yorucuydu. Dom Herzena'da Reich'la buluştum. Yemek
ten sonra Asja'ya gitti; onları odamda bekledim; sonra hep birlikte
Rachlin'e gidecektik. Ama önce yalnız Reich geldi. Bunun üzerine
ben de yakındaki postaneye uğrayarak, posta çekiyle gönderilen pa
ramı almak için çıktım. Bu iş bir saate yakın sürdü. Bu sahne anlatıl
maya değer: Memur kadın posta çekini görünce, sanki elinden öz ço
cuğunu almak istiyormuşum gibi davranmaya başladı ve eğer bir sü
re sonra, az da olsa Fransızca bilen bir kadın vezneye yaklaşmasay-
dı hiçbir şey halledemeden dönecektim. Bitkin bir halde otele gel
dim. Birkaç dakika sonra da bavulu, mantoları ve yorganları yükle
nip Rachlin'e hareket ettik. Asja bu arada doğrudan oraya gitmişti.
Orada büyük bir toplulukla karşılaştım: Kızıl General'in dışında, Pa
ris'teki bir ressam dostuna götürmem için bana bir şey vermek iste
yen Rachlin'in kız arkadaşı da oradaydı. Günün gerginliği sürdü,
çünkü -aslında sevimsiz bir kişi olmayan- Rachlin durmadan benim
le konuşuyordu; bu arada generalin Asja'yla nasıl ilgilendiğini belli
belirsiz sezmiştim ve durmadan aralarında neler olup bittiğini kestir
meye çalışıyordum. Bütün bunların üstüne bir de Reich'm varlığı bi
niyordu. Asja'yla yalnız konuşma umudum kalmamıştı; çıkarken et
tiğimiz birkaç söz de önemsiz şeylerle ilgiliydi. Çıktıktan sonra, dö
nüş yolculuğumla ilgili teknik bazı meseleleri konuşmak üzere, bir
kaç dakikalığına Basseches'e uğradım ve ardından otele döndüm. Re
ich gece Manya'nın odasında kaldı.
125
vay vagonu gördüm; maalesef önümden öylesine hızlı geçti ki, ayrın
tıları seçemedim. Bu şehrin ne çok egzotik dalga yaydığını görmek
daima şaşırtıcı. Otelimde her gün istemediğim kadar Moğol yüzü gö
rüyorum. Otelin önündeki caddede kırmızı ve sarı çarşaflara bürün
müş adamlar duruyordu yakınlarda; şu sıralarda Moskova'da bir
kongreye katılan Budist rahiplermiş, Basseches'in söylediğine göre.
Öte yandan, tramvaylardaki biletçi kadınlar da bana Kuzey'in ilkel
kavimlerini hatırlatıyor. Tıpkı kızaklarına binmiş Samoyad171 kadın
ları gibi, kürklerine bürünmüş, tramvaydaki yerlerinde duruyorlar. -
O gün bir sürü iş halletmeyi başardım. Sabah yolculuk hazırlıklarıy
la geçti. Vesikalık fotoğraflarımı aptal gibi damgalatmıştım, bu yüz
den Strasnoy Bulvarı'ndaki bir hızlı fotoğrafçıda resim çektirdim.
Sonra diğer işlere geçtim. Önceki akşam Rachlin'in evinden İlleş'i
aramış ve saat ikiye doğru onu Narkompros'tan almak üzere sözleş-
miştim. Biraz uğraştıktan sonra buldum onu. Bakanlıktan, İlleş'in
Panski'yle görüşeceği Gos sinemasına kadar yürüyerek çok zaman
kaybettik. Kısa bir süre önce Gos sineması aracılığıyla Dünyanın Al
tıda Biri filminden sahne fotografían edinebileceğim gibi talihsiz bir
fikre kapılmıştım ve bu arzumu Panski'ye ilettim. Bunun üzerine ba
na karmakanşık şeyler anlatmaya başladı: Yurtdışında bu filmin adı
bile geçmemeliymiş; kurguda yabancı filmlerden parçalar eklenmiş;
üstelik bu parçalann hangi filmlerden alındığı bile belli değilmiş; tat
sız sorunlarla karşılaşılabilirmiş - kısacası, olağanüstü bir mesele ha
line getirdi bunu. Sonra da İlleş'i Suikast'm filme çekilmesi üzerinde
hemen kendisiyle birlikte çalışmaya başlaması için aşın ısrarcı bir ta
vırla razı etmeye çabaladı. Ama İlleş düşünceli davranarak, bu tekli
fi geri çevirme karanndan dönmedi ve böylece yakındaki bir kahve
de (Lux) nihayet onunla konuşma fırsatını bulabildim. Bu konuşma,
umduğum gibi verimli oldu; çeşitli yazarlann politik yönelimleri te
melinde, Rusya'daki çağdaş edebiyat topluluklanna ilişkin çok ilginç
bir çerçeve çizdi bana. Bu konuşmanın ardından doğruca Reich'a git
tim. Akşam yine Rachlin'deydim; Asja gelmemi istemişti. Çok bitkin
olduğum için kızağa bindim. Yukanya çıktığımda kaçınılmaz olarak
İlyuşa'yı172 buldum orada; dışarıdan bir yığın şekerleme getirmişti.
Bense Asja’nın istediği votkayı getirmemiştim; ancak porto şarabı
bulabilmiştim. O gün ve özellikle de ertesi gün, Asja'yla Berlin'deki-
leri hatırlatan uzun telefon konuşmaları yapmıştık. Asja telefonda
önemli meseleler konuşmaya bayılıyor. Grunewald'da benimle bir
likte oturmak istediğinden söz etti ve bunun yürümeyeceğini söyle-
126
Strasnoy Meydanı
127
den esirgemediğim için, bana iki üç kere armağan edilmiş gibi görü
yorum. Bu sayede pek çok yeni şey görebiliyorum. Öncelikle yine
değişik satıcılar: Omzundan aşağıya bir demet halinde oyuncak ta
bancalar sarkan bir adam, arada sırada elinde tuttuğu tabancayı ateş
liyor; patlamanın sesi berrak havada cadde boyunca çınlıyor. Ayrıca
her türlü sepet satan pek çok sepet satıcısı; Capri'nin her köşesinde
satılanları andıran renkli sepetler, kare motiflerinin ortasına dört
renkli figürler yerleştirilmiş, katı geometrik desenli, çift saplı sepet
ler. Yeşil ve kırmızı renklerde boyanmış saman saplarıyla örülmüş
büyük bir seyahat çantası taşıyan bir adam da gördüm; ama o satıcı
değildi. - O sabah gümrük memurluğunda bavulumu göndermek için
yaptığım girişim sonuçsuz kaldı. Pasaportum yanımda olmadığı için
(çıkış vizesi vurulmak üzere teslim edilmişti), bavulu aldılarsa da,
göndermeyi kabul etmediler. Ayrıca sabah hiçbir şeyi halledemedim,
küçük mahzen lokantasında yemeğimi yedim, öğleden sonra Reich'ı
görmeye gittim ve Asja'nın isteği üzerine elma götürdüm ona. O gün
Asja'yı görmedim, ama öğleden sonra ve akşamüzeri iki uzun telefon
görüşmesi yaptık. Akşam Schmitz'in Potemkin makalesine bir cevap
yazdım.173
128
şaşırtıcı. Obelisk biçimindeki ince, zarif kulelerin on sekizinci yüz
yıla dayandığını tahmin ediyorum. Bu kiliseler avluların ortasında,
tıpkı mimari açıdan pek az işlenmiş bir manzaranın ortasındaki köy
kiliseleri gibi duruyorlar. Oradan doğruca otele gittim, dev bir levha
yı odama bırakmak üzere: Bartram'm, koleksiyonunda bir kopyası
daha olduğu için bana armağan ettiği, kâğıdın yalnız bir yüzüne ya
pılmış nadir bir baskı; ancak zarar görmüş ve ne yazık ki bir kartona
yapıştırılmıştı. Sonra Reich'ın yanma. Asja ve Manya biraz önce gel
miş ve orada karşılaşmışlardı (şu sıralarda Reich'a yemek pişiren Uk
rayna Yahudisi, alımlı Daşa'yla ancak bir sonraki ziyaretimde tanışa
caktım). Çok sinirli bir ortama düşmüştüm ve bunun benim üzerime
de sıçramasını ancak güçlükle önleyebildim. Bunun ük işaretlerini de
hissettim, ama konular öylesine önemsizdi ki, hatırlamak için hiçbir
istek duymuyorum. Ve beklenebileceği gibi, kısa bir süre sonra, As
ja asık bir suratla ve öfkeli tavırlarla Reich'ın yatağını toplarken, gü
rültü koptu. Nihayet oradan ayrıldık. O sıralarda bir iş bulabümek
için yaptığı çeşitli girişimler Asja'nın kafasını meşgul ediyordu ve
yolda bundan söz etti. Zaten ancak bir sonraki tramvay durağına ka
dar birlikte yürüdük. Akşam onu görebümeyi umuyordum, ancak
Knorrin'e gidip gitmeyeceğini öğrenmek için önce bir telefon etmesi
gerekiyordu. Bu tür randevulara olabildiğince az umut bağlamaya
alıştırmıştım kendimi. Ve akşam bana telefon ederek, kendini çok
yorgun hissettiği için Knorrin'le görüşmesini iptal ettiğini, ancak ar
dından terzisinden gelen beklenmedik haberle, elbisesini hemen o
akşam alması gerektiğini, zira ertesi gün evde kimsenin olmayacağı
nı öğrendiğini -terzi kadının hastaneye yatması gerekiyordu- söyle
diği zaman, o akşam Asja'yı görebileceğime dair hiçbir umudum kal
mamıştı. Ama olaylar farklı gelişti: Asja terzi kadının evi önünde
kendisiyle buluşmamı istedi ve daha sonra benimle bir yere gidece
ğine söz verdi. Arbat'taki lokallerden birine gitmeyi düşündük. Ter
zinin, Devrim Tiyatrosu yanındaki evine aşağı yukan aynı anda var
dık. Sonra binanın önünde neredeyse bir saat beklemem gerekti - so
nunda binadaki bir avluyu -ki bunun gibi en az üç avlusu vardı bina
nın- gezmek üzere uzaklaştığım kısa süre içinde Asja'yı kaçırmış ol
duğuma kesinlikle inandım. Asja nihayet geldiğinde, on dakikadan
beri, beklememin hiçbir mantıklı tarafı olmadığım kendi kendime
tekrarlayıp duruyordum. Birlikte Arbat'a gittik. Ve kısa bir kararsız
lık geçirdikten sonra, "Prag" adında bir lokantaya girdik. Bir yay çi
zerek üst kata çıkan geniş merdivenden yukarıya yürüdük ve çoğu
129
boş, bir sürü masası olan çok aydınlık bir salona girdik. Sağ tarafta,
salonun sonunda bir sahne vardı; uzun aralıkların ardından ya bir or
kestra müziği, ya konferans veren birinin sesi ya da bir Ukrayna ko
rosunun söylediği şarkılar duyuluyordu oradan. Oturduktan hemen
sonra yerlerimizi değiştirdik; Asja cama yakın olmak istiyordu. Böy
le "nezih" bir lokale eskimiş ayakkabılarla geldiği için utanıyordu.
Terzinin evinde, güvelerin yediği eski, siyah bir kumaştan dikilmiş
yeni elbisesini giymişti. Ona çok yakışmıştı bu yeni elbise; genel hat-
larıyla mavi elbisesini andırıyordu. Önce Ostroukhov'dan söz ettik.
Asja bir şaşlık ısmarladı, bense bir bardak bira. Bir süre dönüşümü
düşünerek ve bundan konuşarak karşılıklı oturduk ve birbirimize
baktık. O noktada Asja, belki de ilk kez böylesine açıklıkla, bir süre
benimle evlenmeyi çok istemiş olduğunu söyledi. Ve bu gerçekleş-
mediyse, fırsatı kendisinin değil, benim tepmiş olduğumu düşünü
yordu. (Tam da "fırsatı tepmek" gibi sert bir ifade kullanmamıştı bel
ki; şimdi hatırlamıyorum.) Benimle evlenmek istemişse eğer, bu is
teğinde şeytanlarının da bir payı olduğunu söyledim ona. - Evet, ah
baplarımın arasına karım olarak girmesinin nasıl komik bir şey ola
cağını düşünmüştü. Ama şimdi, hastalıktan sonra, şeytanları kalma
mıştı artık. Fazlasıyla durgunlaşmıştı. Ama artık bizim için bir geler
cek de kalmamıştı. Ben: Ama ben seni bırakmayacağım; Vladivos-
tok'a bile gitsen, peşinden geleceğim. - Orada Kızıl General'e de ai
le dostu rolünü mü oynayacaksın? Tabii eğer o da Reich kadar aptal
sa ve seni kapı dışarı etmezse, buna bir itirazım olmaz. Ama eğer se
ni kovarsa, buna da bir itirazım olmaz. - Bir başka anda da "Çok alış
tım [sana]," dedi. Ama sonunda ona şunları söyledim: "Buraya geldi
ğim ilk günlerde, seninle hemen evlenebileceğimi söylemiştim. Ama
bunu yapabilir miyim bilmiyorum. Buna dayanabileceğimi sanmıyo
rum." Ve bunun üzerine çok güzel bir şey söyledi: "Neden olmasın?
Sadık bir köpeğim ben. Bir erkekle yaşarken, barbarlara has bir tavır
geliştiriyorum - bu yanlış tabii, ama elimden başka türlüsü gelmiyor.
Eğer benimle birlikte olsaydın, öylesine sık kapıldığın o kaygı ya da
kederi tanımazdın." - Böyle pek çok şey konuştuk. Aya bakıp Asjâ'yı
düşünecek miydim daima? Birbirimizi bir dahaki görüşümüzde her
şeyin daha iyi olacağını umduğumu söyledim. - Yine yirmi dört saat
üzerimde yatabilmeyi mi kastediyorsun? - O sırada aklımdan geçir
diğim şeyin tam da bu olmadığını, ona daha yakın olmayı, onunla ko
nuşmayı düşündüğümü söyledim. Bu diğer arzu, ancak ona yakın
olabilirsem yeniden canlanacaktı. "Çok hoş," dedi. - Bu konuşma er
130
tesi gün, hatta bütün o gece boyunca, beni çok heyecanlandırdı. Ama
sonuçta Moskova'dan ayrılmak için duyduğum istek, ona karşı his
settiğim dürtüden daha güçlüydü; bunun, bu dürtünün karşılaşmış ol
duğu pek çok engelden kaynaklandığını düşünsem bile. Hatta şimdi
bile karşılaştığı engellerden. Rusya'da bir Partili olarak yaşamak be
nim için çok zor, Parti dışındaysa imkânlar fazlasıyla sınırlı ve hayat
hiç de daha kolay değil. Oysa Asja bir sürü açıdan burada, Rusya'da
kök salmış durumda. Tabii diğer taraftan Avrupa'ya duyduğu ve be
nim ona çekici görünen yanımla yakından ilişkili özlemi de var. Ve
Avrupa'da onunla birlikte yaşamak; eğer buna ikna edilebilirse, gü
nün birinde benim için en önemli, en öncelikli şey olurdu. Ya Rus
ya'da - bundan şüpheliyim. Asja'nın evine kadar, birbirimize iyice
sokulmuş bir halde kızakla gittik. Etraf karanlıktı. Moskova'da pay
laştığımız yegâne karanlık oldu bu - sokak ortasında ve bir kızağın
daracık koltuğunda.
131
yararlı olacak bazı olgular ve isimler sunabilirdi. Kitabı odama bırak
tım ve ardından Reich'ı görmeye gittim. Bu kez konuşmamız daha iyi
geçti; bir gerginlik yaşanmasına kesinlikle fırsat vermemeye karar
lıydım. Metropolis11* hakkında konuştuk ve filmin Berlin'de, en azın
dan entelektüeller arasında neden beğenilmediğini tartıştık. Reich bu
başarısız deneyin tüm suçunu, entelektüellerin böyle riskli girişimle
ri teşvik eden abartılı beklentilerine yüklemek eğilimindeydi. Buna
itiraz ettim. Asja gelmedi - ancak akşama doğru gelecekti. Ama bir
süre Manya oradaydı. Ve Daşa da odadaydı - Ukrayna Yahudisi ufak
tefek bu kadın, orada oturuyor ve şu sıralar Reich'a yemek pişiriyor.
Onu çok çekici buldum. Kızlar aralarında Yiddiş dilinde konuşuyor
lardı, ama söylediklerini anlamadım. Yeniden otele döndüğümde As-
ja'ya telefon ettim ve akşam Reich'm yanından aynlmca bana gelme
sini rica ettim. Bir zaman sonra gerçekten de geldi. Çok yorgundu ve
hemen yatağa uzandı. Başlangıçta çok tutuktum, derhal kalkıp git
mesinden korktuğum için, ağzımdan bir kelime bile çıkmıyordu.
Bartram'ın armağan ettiği, büyük, fareli baskıyı getirdim ve Asja'ya
gösterdim. Sonra pazar gününden konuştuk: Onunla birlikte Daga'yı
görmeye gideceğime söz verdim. Yine öpüştük ve Berlin'de birlikte
yaşamaktan, evlenmekten, hiç değilse bir kere birlikte seyahat et
mekten konuştuk. Asja, hiçbir şehirden ayrılmanın kendisine Berlin'
den ayrılmak kadar zor gelmediğini söyledi; bunun benimle bir ilgi
si olabilir miydi? Rachlin'e gitmek üzere birlikte kızağa bindik. Kı
zağın hızlı yol almasını sağlayacak kadar bile kar yoktu Tverskaya'
da. Buna karşılık ara sokaklarda şartlar daha iyiydi: Sürücü hiç tanı
madığım bir yola girdi, bir hamamın önünden geçtik ve Moskova’nın
olağanüstü güzellikte, sapa bir köşesini gördük. Asja bana Rus ha
mamlarım anlattı; bunların, tıpkı Ortaçağ Almanyası'nda da olduğu
gibi, gerçek birer fuhuş merkezi olduklarını daha önce de duymuş
tum. Ben de ona Marsilya'yı anlattım. Saat ona gelirken Rachlin'e
vardığımızda, evde hiç misafir yoktu. Güzel, sakin bir akşam geçti.
Rachlin Arşiv hakkında bir sürü şey anlattı. Bu arada, Çar ailesinin
bazı mensuplan arasındaki yazışmalann şifreli bölümlerinde ağza
alınmayacak türden bir pornografi bulunduğundan da söz etti. Bun-
lann yayımlanıp yayımlanmayacağı üzerine konuştuk. Rachlin ve
Manya'nın daima ortayolcu tavırlarda kalmaya mahkûm ve gerçek
ten "politik" bir komünizmin açtığı ufuklan asla göremeyen bir "ah
laki" komünistler sınıfına dahil olduklarını söyleyen Reich'ın bu ze
kice gözlemindeki hakikati fark ettim. Geniş kanepede Asja'ya soku
132
larak oturmuştum. Sütlü yulaf ve çay ikram edildi. Oradan on ikiye
çeyrek kala ayrıldım. Hava gece de olağanüstü güzel ve ılıktı.
133
Moskova radyo vericisi
günü "Büyük Tiyatro"da (Bolşoy) Müfettiş sahnelenecekmiş. Sabah
ki beyhude koşuşturmaca beni öylesine yormuş ve germişti ki, cevap
vermeye bile çalışmadım. Bu arada Rachlin, yapacağımız gezintiden
sonra, beni evde yemeğe davet etmişti. Davetini kabul ederken, As-
ja'nın evde olacağını öğrenmeyi de ihmal etmedim. Ama bu küçük
gezintimiz şöyle gelişti: Evden henüz çıkmıştık ki, tramvay burnu
muzun dibinden geçti. Devrim Meydanı yönünde yürümeye devam
ettik - daha çok tramvay hattı geçtiği için orada beklemeyi düşünü
yordu herhalde. Bilemiyorum. Birkaç adımlık yolu yürümek değil,
ama tüm o muğlak ifadeler ve yanlış anlamalarla dolu sohbet beni
öylesine yormuştu ki, yaklaşan bir tramvaya, hareket halinde atlama
mızı önerdiğinde takatsizlikten "Evet" deyiverdim. Zaten asıl hatayı,
farkına bile varmayacağı bu tramvaya bakışlarımla dikkatini çekerek
yapmıştım. Sonuçta Rachlin tramvayın sahanlığında duruyordu, ben
se hemen ardından süratini daha da arttıran tramvayın yanı sıra biraz
koştum, ama atlamayı denemedim. "[Sizi] orada bekleyeceğim," di
ye seslendi bana. Kızıl Meydan'ın ortasındaki tramvay durağına ka
dar acele etmeden yürüdüm. Herhalde oraya biraz daha erken gele
ceğimi düşünmüş olmalıydı, çünkü durağa vardığımda Rachlin orta
lıkta görünmüyordu. Çevrede dolaşarak bana bakındığını daha sonra
öğrendim. Bu arada durakta bekliyor ve Rachlin'in nereye kayboldu
ğunu anlamaya çalışıyordum. Sonunda bana seslenirken, tramvayın
son durağında bekleyeceğini söylemek istemiş olduğunu düşündüm,
bir sonraki tramvaya bindim ve oldukça düz bir hat boyunca, yakla
şık yarım saat yol alarak, Moskva Irmağı'nm diğer yakasındaki son
durağa kadar gittim. Yolda böyle yalnız olmayı içten içe arzulamış-
tım herhalde. Gerçek şu ki, gideceğimiz yer neresi olursa olsun,
onunla birlikte yapacağım bir gezi bana çok daha az keyif verirdi.
Bunun için yeterince gücüm yoktu. Ama şimdi şehrin bana tümüyle
yabancı bu bölgesinde yaptığım bu zorunlu ve neredeyse amaçsız
yolculukta kendimi çok mutlu hissediyordum. Bazı dış mahallelerle
Napoli'nin rıhtım sokakları arasındaki büyük benzerliği ancak şimdi
fark ediyordum. O güne dek gördüklerimden tamamen farklı bir bi
çimi olan, büyük Moskova radyo vericisini de gördüm. Tramvay hat
tına paralel olarak ilerleyen bulvarın sağ kenarında, tek tük zengin
malikâneler vardı, sol taraftaysa dağınık barakalar ya da kulübeler,
ama çoğu zaman da boş arsalar görülüyordu. Moskova'da gizlenen
köy, dış mahallelerin sokaklarında ansızın çırılçıplak, apaçık ve ke
sin bir biçimde çıkıyor ortaya. Devasa meydanları böylesine köylere
135
özgü bir şekilsizlik taşıyan ve sanki kötü hava şartlarının, eriyen kar
ya da yağmurun etkisiyle sınırları daima belirsiz olan bir başka şehir
daha yoktur herhalde. Tramvay hattı, şehir bir yana köye özgü bile
sayılamayacak böyle bir alanda, bir meyhanenin önünde son buldu
ve tabii ki Rachlin orada değildi. Hemen ilk tramvayla geri döndüm
ve Rachlin'in beni davet ettiği yemeğe gitmedim, zira ancak otele dö
nebilecek kadar enerjim kalmıştı. Öğlen yemeği niyetine Rus gofret
lerinden birkaç tane yedim. Otele henüz dönmüştüm ki, Rachlin te
lefon etti. Ona karşı nedensiz bir kızgınlık duyuyordum, bir anlamda
savunma konumuna geçtim ve bu yüzden Rachlin'in avutucu, dosta
ne sözleri bana çok hoş bir şaşkınlık yaşattı. Daha da önemlisi, söy
lediklerinden bu olayı Asja'ya çok gülünç bir biçimde aktarmak niye
tinde olmadığını çıkardım. Ama hemen yemeğe gelmem için yaptığı
teklifi yine de geri çevirdim; bu davete uyamayacak kadar yorgun
dum. Saat yedide gelmem konusunda anlaştık. Orada Rachlin ve As-
ja dışında kimsenin bulunmaması benim için çok güzel bir sürpriz ol
du. Neler konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey, ora
dan ayrılırken -Rachlin odadan benim önümde çıkmıştı- Asja'nm
bana eliyle bir öpücük gönderdiği. Sonra Arbat'taki bir lokantada sı
cak bir şey yemek için başarısız bir girişimde bulundum. Çorba ıs
marlamak istemiştim, iki küçük peynir dilimi geldi.
136
nal ve şahsiyse ve Rus deneyiminin özgül alanına ne denli aykırıysa,
kolay kuramsallaştırmalara da o Ölçüde eğilimli oluyor. Rusya'daki
koşullara daha derinden nüfuz edebilen kişi, herhangi bir Avrupa
lInın hemen aklına geliveren soyutlamalara gerek duymayacaktır. -
Moskova'da geçirdiğim son günlerde, rengârenk kâğıtlar satan Mo
ğol işportacılar sokaklarda yeniden çoğaldılar gibi geldi bana. Çeşit
li sepetlerin yanı sıra, parlak kâğıttan yapılmış ve içlerinde kâğıt kuş
lar bulunan kafesler satan bir adam -gerçi Moğol değil, Rus'tu- gör
düm. Ama gerçek bir papağanla da -iri beyaz bir cins- karşılaştım:
Miyasnitskaya'da bir kadının yoldan geçenlere satmaya çalıştığı ke
ten çarşafların bulunduğu sepetin üzerine tünemişti. - Bir başka yer
de işportada satılan çocuk salıncakları gördüm. Moskova, büyük şe
hirlerde öylesine dayanılmaz bir keder yayan çan seslerinden azade.
Bu da insanın ancak döndükten sonra farkına vardığı ve sevdiği şey
lerden biri. - Yaroslavski Gan'na vardığımda, Asja oradaydı. On beş
dakika tramvay beklemek zorunda kaldığım ve pazar sabahlan oto
büs işlemediği için gecikmiştim. Kahvaltı edecek zaman kalmamıştı.
O gün, en azından o sabah yoğun bir endişe içinde geçti. Ancak sa
natoryumdan dönerken o harika kızak yolculuğunun tadmı çıkarabil
dim. Hava çok ılıktı ve güneş sırtımıza vuruyordu; Asja'nın omzuna
koyduğum elimin onu ısıttığını bile hissettim. Bu kez, önlerinden
geçtiğimiz alımlı, küçük yapıların Daça değil, varlıklı köylülerin ev
leri olduğunu öğrendim. Asja yol boyu çok mutluydu; oraya varışı
mızda geçirdiği sarsıntı da aynı ölçüde sancılı oldu. Dağa dışarıda,
ılık güneşle eriyen karda oynayan çocukların arasında yoktu. Onu
içeriden çağırdılar. Ağlamış bir suratla, yırtık ayakkabılar ve çorap
larla, ayaklan neredeyse çıplak denebilecek bir halde, taş merdiven
lerden lobiye indi. Gönderilen çoraplarla dolu paketin Daga'ya ulaş-
madığı.ve geçtiğimiz on dört gün içinde onunla hiç ilgilenilmemiş ol
duğu anlaşıldı. Asja öylesine sinirlenmişti ki, tek bir söz bile edeme
di; üstelik niyetlendiği gibi, doktor kadınla da görüşemedi. Tüm za
manını girişteki tahta şuada, Daga'nın yanına oturup, çaresiz bir hal
de ayakkabılan ve çoraplan onarmakla geçirdi. Ama daha sonra o
ayakkabıları tamir etmeye çalıştığı için de kendini suçladı. Çocuğun
ayağını o haliyle sıcak tutması mümkün olmayan, tamamen parça
lanmış ev ayakkabılarıydı bunlar. Ve Daga'nın sokak ayakkabılarıyla
ya da valenki'yle dolaşmasına izin verecekleri yerde, bunları yeniden
ayağına geçireceklerinden korkuyordu. Daga'yı beş dakikalığına kı
zağımızla gezdirmeyi düşünmüştük; ama bu mümkün olmadı. Diğer
137
ziyaretçiler çoktan ayrıldıklarında bile Asja hâlâ oturmuş yama diki
yordu ve Dağa yemeğe çağrıldı. Oradan ayrıldık; Asja büyük bir ka
ramsarlık içindeydi. Biz gara varmadan birkaç dakika önce bir tren
hareket ettiği için, neredeyse bir saat beklemek zorunda kaldık. Ön
ce uzun süre "Nerede oturalım?" oyununu oynadık. Asja benim hiç
oturmak istemediğim bir yerde ısrar ediyordu. Ama sonunda o geri
adım attığında, bu kez benim inatçılığım tuttu ve ilk seçilen yerde da
yattım. Yumurta, jambon ve çay ısmarladık. Dönüş yolunda, îlleş'in
oyununun bana esinlediği bir oyun konusundan söz açtım: devrim sı
rasında gerçekleşen bir mal nakliyatının (sözgelimi tutuklulara yiye
cek götüren bir konvoyun) hikâyesini sahnelemek. Trenden inince,
bu arada yeni evine taşınmış olan Reich'ı görmek üzere kızağa bin
dik. Ertesi gün Asja da oraya taşınacaktı. Orada çok uzun bir süre ye
meğin gelmesini bekledik. Reich bana yine hümanizm makalesini
sordu ve ona, burjuvazinin nihai zaferi ve yazarlık konumunun göz
den düşmesiyle birlikte, eskiden bir bütünlük gösteren (en azından
aydının şahsında bütünleşen) edebiyatçı ve aydın kimliklerinin ayrış
masına özellikle dikkat etmek gerektiği görüşünde olduğumu anlat
tım. Devrimlerin hazırlık safhasında bulunduğu dönemde, en etkili
edebiyatçılar en az şair oldukları kadar, birer aydındılar aynı zaman
da. Hatta aydın kimlikleri belki daha bile ağır basıyordu. Moskova'da
geçirdiğim son günlerde zuhur eden sut ağrılarım tutmuştu yine.
Komşu kadın nihayet yemeği getirdi. Çok güzel bir yemekti. Ardın
dan Asja ve ben, kendi yerlerimize dönmek ve akşam balede buluş
mak üzere oradan ayrıldık. Sokakta yatmış, sigara içen bir sarhoşun
önünden geçtik. Asja’yı tramvaya bindirdim, sonra kendim de otele
döndüm. Tiyatro biletleri otele bırakılmıştı. Akşam, Stravinski'nin
Petruşka'sı, Les Sylphides -önemsiz bir bestecinin eseri olan bir ba
le176- ve Rimski-Korsakov'dan Capriccio Espagnol sahnelenecekti.
Tiyatroya erken vardım; bunun Moskova'da yalnız konuşabileceği
miz son akşam olacağının bilinciyle lobide Asja’yı beklerken, tek is
tediğim bir kez olsun onunla erkenden yerlerimize oturmak ve uzun
süre perdenin açılmasını beklemekti. Asja geç geldi; yine de yerleri
mize tam zamanında oturabildik. Arkamızda Almanlar vardı; bizim
le aynı sırada, gözalıcı siyah saçları Japon usulü kesilmiş iki kızlarıy
la birlikte oturan bir Japon çift görülüyordu. Önden yedinci sıraday
dık. İkinci balede, Asja'nın Orel'de177 tanışmış olduğu ünlü, ama ar
tık yaşlıca bir balerin olan Gelzer178 çıktı sahneye. Les Sylphides pek
çok bakımdan budalaca bir bale, ama bu tiyatronun eski tarzına dair
138
mükemmel bir fikir veriyor. Bu eser I. Nikola döneminde bestelen
miş olabilir. Resmi geçitlerden alınan zevki son derece andıran bir
eğlence sunuyor. Son olarak da Rimski-Korsakov'un mükemmel bir
biçimde sahnelenmiş, bir rüzgâr hızıyla esip geçen eseri. İki ara ve
rildi. İlk arada Asja'nm yanından ayrıldım ve tiyatronun önüne çıka
rak bir program bulmaya çalıştım. Geri döndüğümde, Asja'yı duva
rın yanında bir adamla konuşurken buldum. Daha sonra, Asja'dan bu
adamın Knorrin olduğunu öğrendiğim zaman, dehşetle irkilerek ona
nasıl düşmanca baktığımı düşündüm. Asja'yla daima senli benli ko
nuşuyor - bunu öyle bir ısrarcılıkla yapıyor ki, Asja'ya da senli ben
li olmaktan başka bir çare kalmıyor. Tiyatroya yalnız gelip gelmedi
ğini sorması üzerine, Asja "Hayır, Berlinli bir gazeteciyle birlikte
yim," diye karşılık vermişti. Knorrin'e benden daha önce de söz et
mişti. Asja o akşam, kumaşını benim hediye ettiğim yeni elbisesini
giymişti. Onun için Roma'dan Riga'ya giderken aldığım san şalı
omuzlanna atmıştı. Yüzünün rengi de, kısmen doğuştan, kısmen de
hastalık ve o günün gerginliğinden, bir allık parıltısı bile gösterme
yen bir sanya çaldığı için, görünüşü, birbirine çok yakın üç renk ara
sındaki ton farklılıklannı gözler önüne seriyordu. Tiyatrodan sonra,
ancak Asja'yla ertesi akşamı konuşabilecek kadar bir zaman bulabil
dim. Eğer Troitse179 gezisini gerçekten de yapacaksam, bütün gün
ayrı olacağımıza göre, geriye yalnızca akşam kalıyordu. Ama Asja
onu izleyen gün, sabah erkenden yine Daga'nm ziyaretine gitmeyi
planladığı için, akşam evden çıkmak istemiyordu. Böylece ertesi ak
şam onu mutlaka görmeye gitmem konusunda anlaştık, her ne kadar
bu sözleşme ancak son dakikada gerçekleştiyse de. Asja konuşmanın
ortasında bir tramvaya atlamak istedi - ancak sonra bundan vazgeç
ti. Büyük Tiyatro Meydam'ndaki kalabalığın ortasında duruyorduk.
Asja'ya karşı nefret ve aşk duygulan içimden bir yıldınm hızıyla
geçti; nihayet birbirimizle vedalaştık: Asja tramvayın sahanlığında,
bense geride kalmış, onun peşinden koşmayı, yanma atlamayı düşü
nürken.
139
fazladan yarım saati değerlendiremeyecek kadar geç öğrendik bunu.
Ancak Troitse'ye yapacağımız gezinin sonunda gerçekleşmesini de
bu yarım saate borçluyuz. Zira tren gerçekten de saat onda kalkmış
olsaydı, onu yakalamamız mümkün olmayacaktı. Gümrük müdürlü
ğündeki işlemler insanı bezdirecek kadar uzadı ve işimiz o gün de ta
mamlanmadı. Tabii taksi parasını da yine ben ödemek zorunda kal-1
dım. Tüm bu çaba boşa çıktı, çünkü oyuncaklara dikkat bile etmedi
ler, dolayısıyla bu işlemler sınırda da pekâlâ yapılabilirdi. Bassec-
hes'in hizmetkârı da, pasaportumu almak ve vize işlemlerini yaptır
mak üzere hemen Polonya Konsolosluğu'na götürmek için gümrük
memurluğuna gelmişti. Böylece trene yetiştiğimiz gibi, hareket saati
ne kadar yirmi dakika da beklemek zorunda kaldık. Ancak bu arada
gümrük işlemlerini bitirmiş olabileceğimizi düşünmek canımı sıkı
yordu. Fakat Basseches zaten yeterince keyfisiz olduğu için, pek bir
şey belli etmedim. Yolculuk tekdüzeydi. Yanıma okuyacak bir şeyler
almayı unutmuştum ve yolun bir kısmını uyuyarak geçirdim. İki sa
at sonra gideceğimiz yere vardık. Burada oyuncak alma niyetimden
henüz hiç söz etmemiştim. Bunun Basseches'in sabrını taşırmasından
korkuyordum. Rastlantı sonucu, birkaç adım attıktan sonra kendimi
zi bir oyuncakçı dükkânının önünde bulduk. Bunun üzerine dilimin
altındaki baklayı çıkardım. Ama hemen oracıkta benimle birlikte ma
ğazaya girmesini de isteyemedim. Önümüzde manastır binalarının
oluşturduğu kompleks, hafifçe yükselerek yayılıyordu. Bu manzara
benim tahmin ettiğimden çok daha görkemliydi. Tıpkı surlarla çevri
li bir şehir gibi böyle içine kapanması bana Assisi'yi çağnştırabilirdi;
oysa tuhaf bir biçimde önce Dachau geldi aklıma; tıpkı burada uzun
silsileler oluşturan konut binalarının ortasındaki büyük kilise gibi,
Dachau'da da kilisenin bulunduğu tepe şehrin ortasında bir taç gibi
yükselir. O gün ortalık oldukça durgundu: Manastır tepesinin eteğin
de sıralanan pek çok terzi ve saatçi dükkânı, fırın ve ayakkabı tamir
cileri kapalıydı. Burada da çok güzel ve ılık bir kış havası hâkimdi;
ancak güneş çıkmamıştı. Oyuncakçı dükkânını görmüş olmak, bura
da da yeni oyuncaklar edinme isteğimi ön plana çıkarmış ve manas
tır hâzinelerini gezerken sabırsızlanmama yol açmıştı; kimsenin be
nim kadar nefret edemeyeceği bir turist gibi davranmaya başlamış
tım. Oysa rehberimiz, müzeye dönüştürülmüş olan bu manastırın
müdürü alabildiğine cana yakındı. Sabırsızlanmamın başka nedenle
ri de vardı tabii. Önümüzden yürüyen bir görevlinin cam mahfazala
rın perdelerini ya da örtülerini çekerek bize gösterdiği paha biçilmez
140
Rus oyuncakları
141
odasında tek başına, ama manastın ziyarete gelen yabancılar sayesin
de dünyadan tam anlamıyla kopmadan yaşıyor. Küçük bir masanın
üzerinde bilimsel kitapların bulunduğu, İngiltere'den gönderilmiş ve
henüz açılmış bir paket duruyordu. Burada da bir ziyaretçi defterini
imzaladık. Eğer Schick'in de imzalamam için önüme böyle bir defter
koymasından herhangi bir sonuç çıkarmam doğru olursa, Rusya'da
bu âdetin burjuvazi içinde bile bizdekinden çok daha uzun sürmüş ol
duğu anlaşüıyor. - Ama manastırın kendisi içerdeki her şeyden daha
görkemli. Kale surlarını andıran duvarların kuşattığı geniş mekâna
girmeden önce, cümle kapısının önünde durmuştuk. Kapınm sağma
ve soluna, manastırın tarihindeki önemli olayların işlendiği iki bronz
levha asılmıştı. Dev bir avlunun çevresinde, dik bir açı oluşturarak
sıralanan uzun işlik ve konut binaları, avlunun ortasındaki daha kü
çük ve eski binaların -ki bunların arasında Boris Godunov'un180 mo
zolesi de var- kuşattığı san-pembe renklerdeki Rokoko tarzı kilise
den daha güzel ve sade. En güzelleri de renkli, büyük yemekhane bi
nası. Pencerelerden bakıldığında, kâh bu büyük avlu, kâh duvarlar
arasındaki hendek ve geçitler görülüyor; kaleyi andıran taş surların
oluşturduğu bir labirent. Kuşatma sırasında iki keşişin manastırı kur
tarmak için, hayadan pahasına havaya uçurduklan bir yeraltı geçidi
de varmış burada. Yemeğimizi, avlu girişinin karşı çaprazında bulu
nan bir stolovaya'da yedik. Zakuska, votka, çorba ve et. Bir sürü bü
yük salon, insanlarla hıncahınç doluydu. Hepsi de Rus köylerinden,
ya da küçük şehirden gelen tipler - Sergeyevo kısa bir süre önce şe
hir statüsüne kavuşmuş. Biz yemek yerken, göz açıp kapayana kadar
bir lamba abajurundan bir tabak ya da meyve çanağına dönüşebilen
tel ayaklar satan bir işportacı geldi. Basseches bunların Hırvatis
tan'dan geldiğini düşünüyordu. Bense bu çirkin oyuncaklara bakar
ken, içimde çok eski bir hatıranın canlandığını fark ettim. Ben kü
çükken, babam yaz tatili yaptığımız bir yerde (Freudenstadt?) buna
benzer bir şey satın almıştı galiba. Basseches yemek sırasında gar
sondan oyuncakçı dükkânlarının adreslerini aldı ve yemekten sonra
yola koyulduk. Ama henüz on dakika bile yürümemiştik ki, Bassec-
hes'e gelen bir haber dönmemize ve o sırada boş geçen bir kızağa
binmemize neden oldu. Yemekten sonra yürümek beni yormuştu, bu
yüzden dönmemize yol açan nedeni sormak bile gelmedi içimden. Şu
kadarı kesin görünüyor: İstediklerimi bulma ihtimalinin en yüksek
olduğu yer, tren istasyonunun yakınındaki iki dükkân. Birbirlerine
çok yakınlar. İlk dükkânda tahta işler satılıyor. İçeriye girdiğimizde
142
ışıkları yaktılar, hava kararmıştı çünkü. Tahmin ettiğim gibi, ahşap
oyuncaklar satılan bir dükkânda hiç görmediğim bir şey bulmam zor
du. Kendi kararımdan çok, Basseches'in ısrarıyla birkaç parça satın
aldım; ama şimdi bunu yapmış olduğuma memnunum. Burada da
çok zaman kaybettik; bir çervonev'in yakınlarda bir yerde bozdurul
ması için uzun süre beklemem gerekti. Bu kez de kâğıt oyuncakların
satıldığı dükkânı bir an önce görmek için sabırsızlıktan çatlıyordum;
oranın kapanmış olmasından korkuyordum. Kapalı değildi. Ama so
nunda içeriye girdiğimizde, ortalık iyice kararmıştı ve dükkânda hiç
bir aydınlatma yoktu. Rafları elimizle rasgele yoklamak zorunday
dık. Arada sırada bir kibrit yakıyordum. Bu yolla elime çok güzel bir
kaç parça düştü, ki başka türlü de olamazdı, zira adama ne aradığımı
anlatabilmemiz mümkün değildi. Nihayet kızağa bindiğimizde, her
ikimizin de elinde iki büyük paket vardı - ayrıca Basseches, yazaca
ğı bir makaleye belge olarak manastırda bir yığın broşür satın almış
tı. Kasvetli bir ışıkla aydınlatılan gar lokantasındaki uzun bekleme
süresini, bir kez daha çay ve zakuska ile kısalttık. Yorgundum ve ken
dimi pek iyi hissetmemeye başlamıştım. Moskova'da halletmem ge
reken bir sürü iş olduğunu düşündüğümde kapıldığım endişenin de
bununla ilgisi vardı tabii. Dönüş yolculuğu pitoreskti. Bulunduğu
muz vagonda yanan fenerin mumu, yolda çalındı. Oturduğumuz ye
rin yakınında döküm bir soba vardı. Sıraların altlarına düzensiz bir
biçimde iri odun parçalan yerleştirilmişti. Görevlilerden biri arada
sırada sıralardan birine gidiyor, oturulan yeri bir kapak gibi kaldın-
yor ve böylece açılan sandık benzeri hazneden biraz daha yakacak
alıyordu. Moskova'ya vardığımızda saat sekiz olmuştu. Bu benim
Moskova'daki son akşamımdı; Basseches bir taksi tuttu. Otelimin
önüne vardığımızda, öncelikle aldığım oyuncaklan bırakmak ve bir
saat içinde Reich'a vereceğim yazılarımı alelacele toplamak üzere
arabayı beklettim. Basseches'in evinde, ertesi gün saat on bir buçuk
ta buluşmak üzere sözleştiğim hizmetkânna uzun uzadıya talimatlar
verdim. Sonra tramvaya bindim, Reich'a gitmek için inmem gereken
durağı şans eseri kaçırmadım ve oraya umduğumdan da erken var
dım. Bir kızağa binmeyi kesinlikle tercih ederdim tabii, ama bunu
yapmam mümkün değildi: Ne Reich’ın oturduğu sokağın adını bili
yordum, ne de yakındaki meydanı şehir planında bulabilmiştim. Var
dığımda Asja yataktaydı. Beni uzun süre beklediğini, ama sonunda
geleceğimden ümidini kestiğini söyledi. Rastlantı sonucu keşfettiği
salaş meyhaneyi bana da göstermek için, hemen çıkmamızı istedi.
143
Yakınlarda bir de hamam vardı. Ana yoldan ayrılıp, avlular ve ara so
kaklardan geçerek buraya kadar yürüdüğü zaman karşılaşmıştı tüm
bunlarla. Reich da odadaydı; sakal bırakmaya başlamıştı. Çok bitkin
düşmüştüm; öylesine bitkindim ki, Asja'nın o her zamanki kaygılı su
allerinden bazılarına (küçük süngeriyle ilgili olanı, vs.), aşırı halsiz
olduğumu vurgulayarak, oldukça kaba karşılıklar verdim. Ama tüm
bunlar çok çabuk geçti. Yaptığım geziyi, mümkün olabildiğince özet
leyerek anlattım. Ardından Berlin'le ilgili istekler geldi: bir sürü de
ğişik tanıdıklarına etmem gereken telefonlar. Sonra Reich, Bolşoy
Tiyatrosu'nda başrolünü Çehov'un181 oynadığı Müfettifm radyodan
naklen yayınını dinlemek üzere odadan çıktı ve beni Asja'yla bir sü
re yalnız bıraktı. Asja'nın ertesi sabah Daga'yı ziyaret etmeye gitme
si gerekiyordu ve onu dönüşümden önce bir daha göremeyeceğim ih
timalini de hesaba katmak zorundaydım. Onu öptüm. Reich odaya
döndüğünde, bu kez de Asja radyo dinlemek için yan odaya geçti.
Kısa bir süre sonra ben de çıktım. Ama ayrılmadan önce, manastır
dan almış olduğum manzara kartlarını da gösterdim onlara.
1 Şubat. Sabah alıştığım pastaneye son bir kez gittim; bir kahve
ısmarladım, yanında da bir poğaça yedim. Sonra Oyuncak Müzesi'ne.
Ismarladığım fotoğrafların hepsi hazırlanmamıştı. Bunu dert etme
dim, zira bu sayede paraya en çok ihtiyacım olduğu anda elime 10
çervoıtev geçmiş oldu. (Fotoğrafların parasını önceden ödemiştim
çünkü.) Oyuncak Müzesi'nde fazla oyalanmadım ve Doktor Nie-
men'le vedalaşmak üzere, hemen Kameneva Enstitüsü'ne gittim. Ora
dan kızakla Basseches'e. Sonra hizmetkârla birlikte bilet bürosuna ve
nihayet taksiyle gümrük müdürlüğüne. Orada yaşadıklarım tarife sığ
maz. Binlerce banknotun sayıldığı bir veznenin önünde yirmi dakika
beklemek zorunda kaldım. Koskoca binada kimse 5 ruble bozmak is
temiyordu. Sadece en güzel oyuncakların değil, tüm yazılarımın da
bulunduğu o bavulun, mutlaka benim bineceğim trene yetişmesi ge
rekiyordu. Zira kargo işlemleri ancak smıra kadar yapılmış olduğu
için, oraya varıldığında bavulun yanında olmam şarttı. Sonunda bu
ayarlandı. Ama uşaklığın burada nasıl insanların iliklerine kadar işle
miş olduğuna bir kez daha tanıklık etmek zorunda kaldım. Hizmetçi,
gümrük memurlarının uyuşukluğuna ve yarattıkları zorluklara karşı
tamamen çaresiz kaldı. Bir çervonev vererek onu gönderdikten sonra
derin bir nefes aldım. Bu gerginlik, sırt ağrılarımı da yeniden azdır
mıştı. Önümde sükunet içinde geçirebileceğim birkaç saat olduğu
144
için çok memnundum. Güzel tezgâhların önünden salınarak, meydan
boyunca yürüdüm, yine Kınm tütünüyle dolu, kırmızı bir kese satın
aldım ve ardından Yaroslavski Gan'nın lokantasında kendime bir öğ
len yemeği ısmarladım. Dora'ya telgraf çekebilecek ve Asja'ya bir do
mino oyunu alacak kadar param da vardı hâlâ. Şehirdeki bu son ge
zintimde pür dikkat kesilmiştim; ve bu bana büyük keyif veriyordu,
zira kendimi, burada kaldığım süre içinde çoğu zaman başaramadı
ğım bir biçimde akışa bırakabiliyordum. Saat üçe gelmek üzereyken
otele dönmüştüm. İsviçreli, bir bayanın uğradığım bildirdi. Tekrar
uğrayacağını da söylemiş. Önce odama gittim, sonra da yazıhaneye
çıkarak hesabımı kapattım. Asja'nın yazı masasının üzerindeki pusu
lasını ancak yeniden aşağıya indiğimde fark ettim. Uzun süre beni
beklemişti ve henüz hiçbir şey yemediği için, yandaki stolovaya'da
olacaktı. Onu oradan almamı istiyordu. Hemen sokağa fırladım ve
Asja'nın karşıdan geldiğini gördüm. Bir parça etten başka bir şey ye
memişti, kamı hâlâ açtı: Onu odama kadar bile geçirmeden, yine
meydana fırladım ve Asja'ya mandalinayla atıştıracak bazı başka şey
ler aldım. Döndüğümde, Asja lobide oturuyordu. "Neden odaya gir
medin?" diye sordum. "Anahtar kapının üzerinde!" Bana "Hayır," de
diği andaki gülümsemesinin o nadir yakınlığını fark ettim. Bu sefer
Daga'yı iyi görmüş ve doktor kadınla zehir zemberek bir konuşma
yapmayı da başarmış. Şimdi odamda, yatağın üzerine uzanmıştı; bit
kin, ama keyifliydi. Onun yanma oturuyor, sonra masaya geçip Asja
için zarflara adresimi yazıyor, sonra da bavulu açıyor ve son günler
deki alışverişlerimde topladığım oyuncakları çıkarıp ona gösteriyor
dum. Bundan büyük keyif aldı. Bu arada göz yaşlarımı bastırmakta
da -haklı olarak, büyük yorgunluğumun da etkisiyle- giderek zorla
nıyordum. Birkaç şey daha konuştuk. Ona ne biçimde yazmalı, nasıl
yazmamalıydım. Bana bir tütün kesesi dikmesini rica ettim. Mektup
yazmasını da. Nihayet, artık yalnızca dakikalar kalmışken, sesim tit
remeye başladı ve Asja ağladığımı gördü. Sonunda, "Ağlama," dedi,
"yoksa ben de başlayacağım ağlamaya ve bir başlarsam senin kadar
çabuk susamam." Birbirimize sımsıkı sarıldık. Sonra yazıhaneye çık
tık; orada yapacağım bir iş kalmamıştı (ama sovyetduşi'yi beklemek
istemiyordum); oda temizlikçisi göründü - ona bahşiş vermeden sı
vıştım ve elimde bavulumla otelden çıktım, Reich'm paltosunu kolu
na atmış olan Asja da peşimden geldi. Hemen bir kızak çağırmasını
istedim. Ama Asja'yla bir kere daha vedalaşmış, kızağa binmek üze
reyken, benimle Tverskaya'nın köşesine kadar gelmesini söyledim.
145
Orada indi; kızak yeniden harekete geçerken, sokak ortasında As-
ja'nın elini bir kez daha dudaklarıma götürdüm. Uzun süre orada du
rup bana el salladı. Ben de kızaktan karşılık verdim. Onu son gördü
ğümde dönüp gitmeye hazırlanıyordu. Dizlerimin üzerindeki koca
bavulla, kararan caddelerden geçerken ağlıyordum.
146
Asja Lacis, 1912
Asja Lacis, 1915 Asja Lacis, 1918
I
ÍU m ^ lYIfi ÏL^W_^vs-< »-C^
tA v ^ U .
U ^ u J-U
fc> <1>*C Waa-a-^ ^ £ (V<-£ Ça . OL*At»a<í.u
e^*-; t^> V ¿»A»-e •-J-te- 4 -4 ^ 'A-w-íf *i»o jé4U(A
£ *^jpít|. n .ítí-i - ,<‘*i>o tí-A
t,—^ b-0-v AJ
5 cA-Aa-J-Cj ** ZÍ-w |lCt-aLo t>-«*—*X--a W-#''V-** '
IjtA ^ O t/IA ^ ^ (>^--^-t^ [AA' — "VtA.)!^. f-4¡A ^T.
3 1 (f'^-L _ 'Jo^. W 4 t £<,-/Tví1-í~» Çt-hlLfïiSMjLj
k f l 4 v x t ¿ ^ ¿-e <A— ^ oL h ^ j U 4 ~-
w-v^f V l^-H)í o ti ty -oL^ Tv.v uvA^caA-i.
$ a J aaÆ> jftL L rf It/VvA^ i ^ ft*-'"’
X*-'^'!«. '|Qc4'V |1jEA-^-A— I^tv J ’f r,
w v*\ u^-*- '|^V'W-*n ^A'
10 Aralık 1926
Moskova
Sevgili Gerhard,
Sana nihayet yeniden yazabilmek için hiç hesapta olmayan yarım sa
atlik bir boşluktan yararlanıyorum. Dün duyduğum kadarıyla, Mos
kova ziyaretimi en azından tuhaf bir rastlantı sonucu, Alman "muha
lefetinin" temsilcilerinden biri olarak, buradaki genişletilmiş Komin
tern oturumuna davetli olan kardeşinle182 paylaşıyorum. Seni rahat
latmak için hemen bildireyim ki, ben burada herhangi bir resmi gö
revle bulunmuyorum. Ama tabii ki, benim için çok yararlı ve ilginç
olan pek çok şey öğreniyorum. Ana bilgilerim, bir yıldan beri bura
da muhabir olarak; en azmdan Rus gazetelerinde ve ağırlıkla tiyatro
sorunları üzerine gazeteci olarak çalışan Moskova'daki dostum Dr.
Reich'dan kaynaklanıyor. Buraya ayın altısında, iki günlük bir yolcu
luğun ardından vardım ve her gün öylesine çok şey görüyor ve işiti
yorum ki, akşamları neredeyse ölü gibi yatağa düşüyorum. Bunda iz
lenimlerimin şiddeti kadar, Rusça bilmeyişimin ve soğuğun da etkisi
var. Burada ne kadar kalacağımı henüz kesin olarak bilmiyorum.
Ama kitaplarım nihayet Rowohlt yayınevi tarafından basılacağı için,
Berlin'den sonsuza dek uzak kalmam mümkün değil. (Noel'de Proust
çevirisinin bir cildi dışında herhangi bir şey yayımlanmıyor; o da sa
na derhal gönderilecek.) Karının yazdığı makaleleri bana gönderme
nize çok sevindim. Hem o güzel, keskin roman eleştirisi, hem de Do
rothea Schlegel hakkındaki değinme beni fazlasıyla memnun etti.
Berlin'den ayrılmadan kısa bir süre önce Mirjam Höflich'le183 görüş
tüm. - Şimdilik buradaki izlenimlerimi aktarmayı denememi bekle
me. Henüz çok kısa bir süreden beri buradayım ve üstesinden gel
mem gereken pek çok sorun var. En güzeli, gelecek yd Paris'te gö
rüşmemiz olurdu gerçekten de; buradan ve başka şeylerden konuş
mak üzere. Bu arada bana yazmaya devam et ve yayımladıklarını
gönder. Ben de yakında kısa bir not, "Marsilya'dan Selam" göndere-
159
ceğim oraya.184Literarische Welt'de çıkan yazılarım sana zaten geli
yordur herhalde - gerçek Rusya burada işte. Bu kışın zorlu ve sert
hayat şartlarında, buranın alabildiğine uzun mesafeler içinde yer alan
tek büyük şehir (2-3 milyon nüfus) olduğu insanın aklından bir an ol
sun çıkmıyor. Ve bu nüfus, politik açıdan muazzam güçlü bir dina
mik etken olarak ortaya çıksa da, uygarlığın bakış açısından, baş
edilmesi çok zor bir doğa gücü gibi. Pahalılık akıl almaz boyutlarda
ve genelde "gezgin" ya da "muhabir" beylerin anlattıklarına inanma
ma eğiliminde olan benim gibi biri için, gerçekten çok tatsız bir sürp
riz oluşturuyor. Eğer biraz Rusça biliyor ve zamanım tümüyle işine
adayabiliyorsan, nispeten iyi kazanabilirsin. Sana daha önce de yaz
dığımı sandığım gibi, resmi Sovyet Ansiklopedisine katkıda bulunan
lar arasındayım ve başka bazı şeylerin yanı sıra bu ansiklopedi için
de birkaç madde yazmayı düşünüyorum. Gazeteler için ilk ağızda bir
şey yazmayacağım. Bununla birlikte Buber (!) benden Die Kreatur
için Moskova üzerine kapsamlı bir makale yazmamı rica etti. Ber
lin'e son gelişinde beni birlikte çalışmaya davet etti ve ben de çeşitli
nedenlerle kabul ettim bunu. Yaklaşık olarak Hanukka [Yahudilere
özgü takdis; tapmağa kabul bayramı] sıralarıydı. Umarım, iyi geçir
mişsinizdir o bayramı. Ayrıldığım sırada, Dora ve Stefan'ın keyifleri
yerindeydi. Dora'nın Ullstein'dan ayrıldığını, yakında bizzat kendi
sinden işitirsin sanırım. Ve başka bir yayın şirketi tarafından satın alı
nan Die Praktische Berlineririin1*5 yayın kurulunun değişmediğini
de. - İki gün önce bir Yahudi tiyatrosunun müdürü olan Aleksandr
Granovski'yle görüştüm burada. Tanıyor musun bu tiyatroyu? Yarın
da, yurtdışı işleriyle ilgilenen Kameneva'yla (Troçki'nin kız kardeşi)
bir görüşmem var. Benim için bir konferans ayarlamak istiyorlar.
Hatta sanırım "Moskova İzlenimlerim" üzerine benimle bir söyleşi
yapmayı da planlıyorlar. Tüm bunları, şu sıralarda entelektüellerin
akınım bir ölçüde donduran soğuğa borçluyum. (Toller'in ani bir bi
çimde son bulan ziyareti hakkında ilginç ayrıntılar dinledim.) Kita
bınla ilgili yeni gelişmeler var mı? Cevabını Berlin adresime gönder
lütfen. Paris'e gelme ihtimalin hakkında da yaz. Yaklaşık olarak mart
ayında orada olabileceğimi düşünüyorum.
Sana ve Escha'ya186 içten selamlar.
Senin, Walter
160
[Posta kartı]
Walter Benjamin
Gön. Dr W Benjamin
Moskova
Gost. "Tyrol"
Sadovaya Triumfalnaya
[Ocak 1927]
161
A. Lunaçarski
Büyük Sovyet Ansiklopedisi
Yayın Kurulu'na Mektup
29 Mart 1929
Değerli yoldaşlar,
Mektubunuza ve Goethe hakkında bana gönderilmiş olan malzeme
ye ilişkin bunca zamandır sessiz kaldığım için beni bağışlamanızı ri
ca ederim. Bu konuda sizlere belirli bir görüş bildirebilmem ancak
şimdi mümkün oldu.
Benjamin tarafından yazılan makaleye ilişkin, genel yayın yönet
menine gönderilen mektupta yer alan değerlendirmeye bütünüyle ka
tılıyorum. Bu makalenin amaca uygun olmayışı, ansiklopedik bir ni
telik taşımamasından kaynaklanmıyor gerçekten de. Bu çok yetkin
bir makale ve kısmen şaşırtıcı ölçüde isabetli tespitler içermesine
karşın, hiçbir sonuca varmıyor. Aynca Goethe'nin ne Avrupa kültür
tarihi içindeki, ne de bizim açımızdan -deyim yerindeyse- kültür
panteonumuzdaki yerini irdeliyor. Üstelik son derecede tartışmalı ba
zı tezler de ileri sürüyor.
Bu makaleyi kullanmak niyetinde olup olmadığınızı bilmiyorum,
ancak her halükârda bazı kişisel tespitlerde bulunmak istiyorum.
Üçüncü ve dördüncü sayfalarda, paranteze alınmış bölümler çıkarıl
malıdır. Beşinci sayfadaki şu ifadelerin yayımlanması da düşünüle
mez: "Alman devrimciler Aydınlanmam, Alman Aydınlanmacılarsa
devrimci değillerdi." Kesinlikle doğru olmayan bu iddia, daha sonra
Lessing'deki sağlam sınıfsal bakış açısından söz eden yazar tarafın
dan bizzat çürütülüyor; ki Lessing bir Aydınlanmacıydı doğal olarak.
Yine aynı sayfada yer alan, her türlü ihtilale ve devlet karşıtlığına
ilişkin ifadeler de son derece muğlak; üstelik Holbach'ın materyalist
dünya görüşüne karşı Goethe'nin duyduğu antipatinin daha derinde
yatan nedenlerine tek bir kelimeyle olsun değinilmiyor. Ardından al
tıncı sayfada, Goethe'nin ileri sürdüğü itirazın, tabiattaki hayata dair
kendine has, sarih bir sezgiden kaynaklandığı sorgulanıyor ki, diya
162
lektik görüşe olağanüstü yakın bir sezgidir bu. Sayfa 8 ve 19'daki pa
rantezlerin içeriği çıkarılmalıdır; bu arada, geçerken çeşitli yazım ha
talarını ve bazı başka hataları düzelttim. 59. sayfada, parantez içinde
geliştirilen düşünce de son derecede müphemdir. İkinci bölümün
ikinci sayfasında, Goethe’nin Eckermann'la konuşmalarının 19. yüz
yıl edebiyatının en başarılı eserlerinden biri olduğu yönündeki yargı
ya katılmak mümkün değil. Altıncı sayfada çevirmenin bazı şeyleri
atladığı anlaşılıyor; bu bölümün tamamlanması gerekir.
Bunların dışında, Benjamin'in makalesini basmamanızı bir kez
daha öneririm.
Oskar Walzel'in makalesi ise daha da yetersiz. Bir bütün olarak
bakıldığında, Goethe'nin zor ve çok yönlü hayatını, bir yandan tüm
bu çok yönlülüğün, hatta çelişkilerinin hakkını vererek, ama diğer
yandan Goethe'ye, onun hayatına, edebi ve bilimsel eserlerine, vs.
özgü derin uyumu da sezerek ele almak olağanüstü güç bir görevdir.
Walzel'in bu makalede Gundolfun eserini, deyim yerindeyse, bazı
düzeltmelerle sürdürdüğü yönündeki iddiasını dikkate almayacak ol
sak bile, bu metin Marksist bir ansiklopedi açısından ideolojik olarak
kabul edilemez olmakla kalmıyor, aynı zamanda oldukça tutarsız bir
görünüm sergiliyor.
Tatminkâr olmaktan uzak.
Bu konuda size herhangi bir yardımda bulunmam mümkün değil.
Edebiyat Ansiklopedisi bu makalenin hazırlanması görevini bana
vermek istedi ve ben de bu teklifi kabul etme zaafını gösterdim. An
cak daha sonra, aşın yoğun işlerim arasında böylesine sorumluluk
gerektiren bir görevi üstlenmemin, düpedüz sorumsuzluk olacağı so
nucuna vardım.
Bu arada Walzel'in makalesine eklenmiş olan bibliyografya kuş
kusuz değerlidir ve isabetli bir biçimde kullanılabilir.
163
"Patolojik Kararsız"
Asja Lacis'in Anıları ve Gershom Scholem
C em al Ener
164
Scholem'in ifadelerindeki taraflı, eleştirel, hatta giderek suçlayıcı
tını, Benjamin'in düşünsel gelişimindeki -bir kopuş değilse bile- bir
dönüm noktasının sorumluluğunu büyük ölçüde Asja Lacis'e yükle
mesinin bir sonucudur. Tıpkı Benjamin gibi, Berlinli bir Yahudi aile
nin çocuğu olan ve henüz lise çağında tanıştığı Siyonist fikirlerin et
kisiyle 1923 yılında, Almanya'yı terk ederek Kudüs'e yerleşen Gers-
hom (Gerhard) Scholem'in gözünde, Benjamin'in Marksist felsefe ve
komünist siyasetle tanışması, Yahudi metafiziği ve mistisizminden
giderek uzaklaşmasına, dolayısıyla düşüncesinde bir yarılma ve ka
rarsızlığa neden olmuştur. Bu süreçte Lacis'in belirleyici bir rol oy
nadığına dair kuşkularını, Lacis'in anılarından dört sene sonra, 1975
yılında yayımladığı Walter Benjamin - Bir Dostluğun Hikâyesi baş
lıklı kitabında açıkça dile getirir: "Walter'de, politik hayatın son de
rece meşru bir açılımı olarak 'radikal komünizmin güncelliğine iliş
kin bir kavrayışa' zemin hazırlayan o dönüşümün, ayrılışımızdan he
men bir yıl sonra ortaya çıkması yalnızca bir rastlantı mıydı yoksa
bundan daha fazla bir şey mi? Capri'den gönderdiği mektuplar, bana
'Rigalı bir Rus devrimcisi; tanıdığım en mükemmel kadınlardan biri'
ya da 'Duma ayaklanmasından bu yana Parti'de çalışan, olağanüstü
bir komünist kadın' diye tanıttığı ve asla adını belirtmediği Asja La
cis'e yönelik örtülü imalarla dolup taşıyordu. Ona sevdalandığını
söylemiyordu mektuplarında, ama bundan adım gibi emindim. Şim
di kendisine 'bağlayıcı bir duruş olarak, eskisinden bambaşka bir
ışıkta görünen, komünizmin politik pratiği' hakkındaki ifadeleri, be
ni kaygılandırmıştı."
Oysa Scholem, dostu Benjamin'e bulaştığına inandığı Marksizm
"virüsünün" esas taşıyıcısı olarak Asja Lacis'i görmekte çok da haklı
sayılmaz. Zira Benjamin'in -Lacis'in ifadesiyle- "materyalist bir es
tetiğe" ilgi duymasına yol açan kitabı, yani György Lukâcs'ın Tarih
ve Sınıf Bilinci başlıklı eserini kendisine tavsiye eden kişi, bu kitap
hakkında bir de değerlendirme yazmış olan dostu Emst Bloch'dur ve
Benjamin, Lacis'le tanıştığı Capri adasına bu kitapla birlikte gelmiş
tir. Dostunun kendisine Capri'den yazdığı mektuplarda sık sık coşku
lu göndermelerde bulunduğu bu kitaptan Scholem de haberdardır üs
telik. Benjamin'de gördüğü "kaygı verici" dönüşümün ana sorumlu
luğunu Lacis'e yüklemekte böylesine ısrarcı davranması, bundan
yaklaşık dört sene sonra yaşanan bir dizi olayın sonucu olmalıdır.
Benjamin adı, 1928 güzünden başlayarak, yaklaşık bir sene bo
yunca, birbirlerini tanımak şöyle dursun hiç karşılaşmamış iki insan
165
arasında sürdürülen zorlu bir rekabetin nesnesine dönüşmüştür: Ben
jamin üzerine önemli bir biyografi yazmış olan Werner Fuldün "Ku
düs kumarı" (Benjamin'in zaman zaman kumar oynamaya düşkün ol
duğu bilinir) olarak nitelediği bir dizi olay, Scholem'le Lacis'i karşı
karşıya getirir gerçekten de.
Benjamin, 1927 Şubatında Moskova'dan Berlin'e döner ve kısa
bir süre sonra da Paris'e geçer. Scholem ise aynı yıl Kudüs İbrani
Üniversitesi'nden aldığı bir bursla, bazı Kabbala yazmalarını incele
mek üzere İngiltere'ye gidecektir. İki dost, Scholem'in Almanya'yı
terk edişinden dört sene sonra 1927 Nisanında, Paris'te yeniden bu
luşurlar. Bu buluşma Scholem'in İngiltere'den dönüşü sırasında, aynı
yılın ağustos ayında tekrarlanır. Bu kez Scholem'in karısı Escha da
onlara katılmıştır. Benjamin'in büyük maddi sorunlarla boğuşmakta
olduğu, küçük yazılar ve çevirilerle günü kurtarmaya çalıştığı bu dö
nemde, İbranice öğrenme isteğinden söz etmesi Scholem'i cesaret
lendirir. Dostunu Kudüs'te görebilme umuduyla, İbrani Üniversite-
si'ndeki bir görevle daha güvenli şartlara kavuşabileceği ihtimaline
değinir ve Benjamin'i, o sırada tesadüfen Paris'te bulunan üniversite
nin rektörü Judah Leon Magnes'le tanıştırmayı önerir. Benjamin, çok
iyi hazırlandığı bu buluşmada fırsatı değerlendirir ve Magnes'i etki
lemeyi başarır: Alman romantik yazarları üzerine yaptığı inceleme
lerden söz açar; ayrıca Proust ve Baudelaire gibi hayran olduğu mo
dern yazarlardan gerçekleştirdiği çevirilerde karşılaştığı bazı felsefi
ve teolojik sorunların çözümünü İbranice'de bulabileceğine inandığı
nı belirtir. Ayrıca koşullar yaratılabilirse, geçici bir süre için ya da ka
lıcı olarak Kudüs'e gelmeye hazır olduğunu da ekler.
En azından Scholem ve çevresindeki bazı insanlar açısından,
Benjamin'in Kudüs'e yerleşmesi ilk kez ciddi bir olasılık boyutu ka
zanmış olur böylelikle. Eğer maddi şartlar oluşturulabilirse, 1928 ya
zı ya da sonbaharından itibaren, en az bir yıllık bir süre için kendini
Kudüs'te İbranice eğitimine verebilecektir Benjamin. Bunu izleyen
dönemde, burs kaynaklarım araştıran Magnes'in isteği üzerine geç
miş çalışmaları hakkında çeşitli referans mektupları toplar ve nihayet
1928 Haziranında Berlin'e gelen rektörden burs sözünü alır. Ağustos
ayında Scholem'e gönderdiği bir mektupta, sonbaharda dört-beş ay
lığına Kudüs'e geleceğini bildirir ve yolculuğunun kesin tarihini bir
kaç hafta içinde saptayacağını yazar. Ancak yolculuk tarihini sapta
mak için neden birkaç haftalık bir süreye ihtiyaç duyduğunu Scho
lem'e açıklamaz: Benjamin bu arada mektuplaşmayı sürdürdüğü La-
166
cis'i Berlin'e davet etmiş ve yakın gelecekteki planlarım bir anlamda
onun ziyaretine tabi kılmıştır.
Scholem, yaklaşık bir ay sonra Lugano'dan aldığı mektupta, Ku
düs seyahatiyle ilgili ifadelerin giderek muğlaklaşmaya başladığını
saptar. Benjamin, Kudüs'e "mutlaka" geleceğinin altım çizmektedir
gerçi, ancak yoğun çalışmaları nedeniyle bu seyahat aralık, hatta
ocak ayına kalabilecektir. Ayrıca daha fazla gecikmemek için İbrani-
ce derslerine Berlin'de başlayabileceğini söylemekte, dolayısıyla
bursun Kudüs'e gelme şartına bağlanmamasını istemektedir. Dostu
nu Kudüs'te ağırlamaya hazırlanan Scholem (İbranice derslerini de
karısı Escha verecektir) sıcak bakmaz bu isteğe. Ancak Benjamin, bu
arada Magnes'i daha da fazlasına ikna etmiştir: Kendisine Kudüs'te
kaldığı süre boyunca aylıklar halinde ödenmesi planlanan burs, rek
törün onayıyla topluca Berlin'e havale edilmiştir. 18 Ekimde aldığı
mektup, Scholem için büyük bir darbe olur: Benjamin, burs parası
nın eline geçtiğini bildirmekte ve teşekkürlerini Magnes'e iletmesini
istemektedir.
Kasım ayında Lacis Berlin'e gelir. Benjamin, karısı Dora'yı terk
ederek Lacis'le birlikte yaşamaya başlar. Yaklaşık iki ay sonra yeniden
Dora'mn yanına dönecektir: ancak yalnızca geçici bir süre için. Bu ara
da Lacis'le evlenebilmek üzere, Dora'ya boşanma davası açar. Bu süre
içinde Scholem'e yazdığı mektuplarda ise Kudüs seyahatine değinme
yi hiç ihmal etmez. Aralık aymda yazdığı bir mektupta, 1929 ilkbaha
rında Kudüs'e geleceğini bildirir; yaklaşık iki ay sonra da bunu sonba
hara erteler. Oysa Dora'dan aldığı mektuplar sayesinde Berlin'deki ge
lişmelerden haberdar olan Scholem, Benjamin'i Kudüs'te görebilme
umudunu çoktan yitirmiştir. Zaten artık Benjamin de, dostundan çok
kendini inandırmak için yazar gibidir. 1929 yılının haziran aymda yaz
dığı mektup, bu bağlamda fazlasıyla manidardır. Benjamin, Scho-
lem'in serzenişlerini yerden göğe kadar haklı bulduğunu ve bunlara
verebilecek hiçbir cevabı olmadığım belirttikten sonra, şunu ekler:
"...ne yazık ki, bazı başka durumlarda da kendimde gördüğüm, nere
deyse patolojik bir kararsızlığa bu meselede de kapılıyorum."
Asja Lacis'in anılarında, Scholem'in adı yalnızca bir kez anılır.
Capri'de Benjamin'le tanıştığı 1924 yılının anlatıldığı (ve ekte oku
yabileceğiniz) bölümde yer alır bu pasaj: "Bir keresinde yanında İb
ranice öğreten bir dil kitabı taşıyordu; İbranice öğrendiğini söyledi.
Belki de Filistin'e gidecekti. Dostu Scholem, orada maddi güvenliği
ni sağlayacağım vaat etmişti. Nutkum tutuldu; sonra da aramızda sert
167
bir tartışma çıktı: Normal düşünebilen, ilerici bir insanın yolu Mos
kova'ya çıkardı; Filistin'e değil. Walter Benjamin'in Filistin'e gitme
sini engelleyen kişinin ben olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim."
Moskova Günlüğü'nü okumuş olan okurların, Lacis'in anılarım
nasıl karşılayacakları bilinmez. Ancak Asja Lacis'in yukarıdaki söz
lerini yaklaşık kırk yıl sonra okumuş olan Scholem'in karşılaştığı
"acı ve yürek daraltan sürprizi" kestirmek, 1927-29 yılları arasında
ki gelişmeleri bilen bir kişi için pek de zor olmasa gerek. Artık La
cis'in tarih konusundaki hatasını düzeltmek dışında, yapılabilecek
fazla bir şey kalmamıştır Scholem açısından. O da bunu yapar.
"Meslekten Devrimci"
Asja Lacis'in anılarına gelince: Meslekten Devrimci başlığı altında
yayımlanan bu kitapla ilgili olarak bazı başka "sürprizlerden" söz
edilebilir. Kitapta yer alan tarihler ve olayların aktarımında yer yer
önemli hatalar yapılmıştır. Ancak bu anıların seksen yaşında bir ka
dın tarafından, belgelere dayanmadan, yalnızca hafızasının yardı
mıyla aktarıldığı düşünülürse, bu nokta pek de şaşırtıcı sayılmayabi
lir. Üstelik Stalin döneminde yaklaşık on yılını kamplarda geçirmek
zorunda kalmış ve pek çok özel eşyasını yitirmiş olan Lacis'in şahsi
belgelere dayanmak gibi bir lüksü olmadığı unutulmamalıdır. İkinci
nokta ise, kitapta bir yapı ve üslup bütünlüğü bulunmamasıdır. Kitap
Lacis'in sekseninci doğum yılında (1971), Almanya'da Hildegard
Brenner tarafından yayımlanmıştır. Metnin büyük bölümü, Lacis'in
yaşadığı olaylar, tanıştığı insanlar ve devrimci tiyatronun sorunları
üzerine, çeşitli dergilerde yayımlanmış olan yazılarından ve Alman
ya'da Devrimci Tiyatro başlıklı kitabından derlenmiştir. Bu da kitaba
kaçınılmaz olarak bir "patchwork" görüntüsü vermektedir. Buna dil
sorununu da eklemek gerekir. Uzun yıllar sevgilisi ve daha sonra da
kocası olan (Avusturya kökenli) Bemhard Reich üzerinden Alman
ya'daki kültür ve sanat çevreleriyle bağını hiç koparmamış olsa da,
Almanca Lacis'in mükemmel konuştuğu bir dil değildir. Oysa anıla
rın önemli bir bölümü ya kendisi tarafından, doğrudan Almanca ola
rak yazılmış, ya da banda kaydedilmiş konuşmalarından yazıya akta
rılmıştır.
Kitap iki ana bölümden oluşmaktadır. "Almanya'da Devrimci Ti
yatro" başlığını taşıyan ikinci bölüm, Lacis'in aynı adla yazdığı ve
1935 yılında Rusya'da yayımlanan kitaptan derlenerek çevrilen alt
168
bölümlere ayrılmıştır. Anılara yer verilen ilk bölümün başlığı ise "Şe
hirler ve İnsanlar"dır. Konuyla ilgili çeşitli metinlerden yapılan uzun
alıntılarla kesintiye uğrayan anılar, bu bölümde tarih sırasıyla aktarıl
maktadır. Alt başlıklar, tarihlerle, şehir ve insan adlarına gönderme
lerde bulunur. Benjamin'le ilgili anılara, tümüyle ona ayrılmış olan
Capri 1924 Benjamin - "Napoli” başlığı dışında, üç bölümde daha
değinilmektedir. Benjamin'in günlüğüne konu olan döneme, Riga
1925, Moskova 1926/27 başlığını taşıyan bölümde yalnızca iki pa
ragrafla yer verilmiş olması da şaşırtıcıdır. Lacis, ilk paragrafta Ben
jamin'in Moskova'ya ilişkin izlenimlerini kısa ve kuru cümlelerle ak
tardıktan sonra, ikinci paragrafta, günlükte de değinilen Meyerhold
tartışmasına kendi yorumunu getirir. Zaten bir bütün olarak bakıldı
ğında, Lacis'in anılarında, Benjamin'le tutkulu bir ilişki yaşadığını
sezdirecek örtülü bir ifadeye bile yer verilmediği görülür. Berlin'de,
iki ay gibi kısa bir süre için bile olsa, Benjamin'le birlikte yaşadığın
dan hiç söz etmez örneğin. Yine de Benjamin'le ilgili en "mahrem"
anısına Berlin 1928/30 başlığını taşıyan bölümde yer verir. Kendisi
nin duygu ve izlenimlerini gizlemeyen, tersine kolayca dışa vuran bir
kişilik yapışma sahip olduğunu belirten Lacis, Benjamin'in bu özel
liğinden çok hoşlandığını, bu yüzden de sık sık küçük sürprizler ya
parak kendisini sevindirmeye çalıştığını yazar ve Berlin'de yaşadığı
bir olayı anlatır. Benjamin'in daveti üzerine Berlin-Grunewald'daki
eve gitmiştir. İçeriye girdiğinde, Benjamin'in kendisi için mükellef
bir masa donatmış olduğunu görür. Yemek sırasında Benjamin ayağa
kalkar ve abartılı bir jestle kitaplarını göstererek "Bir tanesini seç,"
der, "hangisini istersen!" Pek de kolay bir iş değildir bu, çünkü du
varlar yerden tavana kadar kitapla doludur. Lacis kitaplığa yaklaşır
ve cilt sırtı altın sarısı renkte, ince bir kitabı gözüne kestirir: "Bunu
istiyorum!" "Benjamin sapsan oldu, kısa bir sessizlikten sonra, bo
ğuk ve hırıltılı bir sesle konuştu: Bu Stella'nın ilk baskısı. (...) Ardın
dan kendi kendine mmldandı: Bunu düşünmeliydim... Kitaplara duy
duğu tutkuyu tanıyordum ve Stella'yı yitirmenin ona acı vereceğini
anladım. Ancak kitabı geri versem, katiyen kabul etmezdi. Aklıma
bir fikir geldi: Kitabı masanın üzerine M attım ve 'Yüz mark,' dedim.
Derhal cüzdanını çıkardı."
169
Asja Lacis'in M eslekten D evrim c i
kitabının Benjamin'le ilgili bölümü
Capri 1924
Benjamin - "Napoli"
170
İtalyanca’sını bilmiyordum ve satıcı da ne istediğimi bir türlü anlamı
yordu. Yanımda bir adam duruyordu ve "Hanımefendi, size yardım
cı olabilir miyim?" dedi. "Lütfen," diye karşılık verdim. Bademleri
aldım ve elimdeki paketlerle piazza'da yürümeye başladım - o bey
peşimden geldi ve "Size eşlik ederek paketlerinizi taşıyabilir mi
yim?" diye sordu. Ona döndüm - sözlerini sürdürdü: "Kendimi tanıt
mama izin verin - Doktor Walter Benjamin" - ben de kendi adımı
söyledim.
İlk izlenimlerim: minicik spot ışıklan gibi parlayan gözlük cam
ları, koyu, gür saçlar, beceriksiz eller - paketleri durmadan elinden
düşürüyordu. Bir bütün olarak bakıldığında: sağlam bir entelektüel
di; hali vakti yerinde olanlardan. Eve kadar eşlik etti bana ve aynlır-
ken, yeniden ziyaretime gelip gelemeyeceğini sordu.
Hemen ertesi gün geldi. Mutfaktaydım (o barakaya mutfak deni
lebilirse tabii) ve spagetti pişiriyordum - hasır bir yelpazeyle ateşi
harlatıyordum. Gri renkli bir elbise giymiştim; elbisenin bir yanında
üçgen biçiminde bir yırtık vardı (bunu unutmuştum). Daga'yla he
men arkadaş oldu. Benjamin Tek Yönlü Yorda., henüz yıkanmadığı
için misafiri selamlamayı reddeden, ama yıkandıktan sonra, selam
vermek üzere çırılçıplak odaya giren küçük bir kız çocuğunu anlatır.
O kız Daga'ydı.191 Spagettilerimizi yedikten sonra, "îki haftadan be
ri izliyorum sizi," dedi, "beyaz kıyafetleriniz içinde, upuzun bacaklı
Daga'yla, piazza'da sanki yürümüyor da uçuşuyor gibiydiniz."
Aramızda canlı bir sohbet gelişti. Ben, Orel'de yürüttüğüm çocuk
tiyatrosunu, Riga ve Moskova'daki çalışmalarımı anlatıyordum. Pro
leter bir çocuk tiyatrosu fikri ve Moskova onu anında büyülemişti.
Yalnızca Moskova tiyatrolarını değil, yeni sosyalist âdetleri, yeni ya
zar ve şairleri de kendisine ayrıntılarıyla anlatmamı istiyordu; Lebe-
dinski'yi, Babel'i, Leonov, Katayev, Serafimoviç, Mayakovski, Gas
tev, Kirillov, Gerassimov'u anlatıyor, Kollontay ve Larissa Reissner'
den söz ediyordum. O da altta kalmıyor ve bana modem Fransız ede
biyatını, Gide'i ve romanı Kalpazanlar'ı, inanılmaz bulduğu Marcel
Proust'u anlatıyor ve kitaptan sayfalarca süren tasvirleri tercüme edi
yordu. Birkaç cümleyle Vildrac'ın, Duhamel'in edebi portrelerini çi-
ziveriyor, entelektüelliğini ve incelikli ruhsal analizlerini övdüğü Gi-
raudoux'nun romanlarından en sevdiği bölümleri tercüme ediyordu -
daha sonraları Berlin'de bana okumam için Kafka'nın bitmemiş ro
manı Amerika'yı verdi. Kafka'nın üzerimde belirli bir etkisi oldu; da
ha sonra Şato ve Dava'yı da edindim. Bana anekdotlar ve büyük hay
171
ranlık duyduğu Heinrich von Kleist'ın küçük hikâyelerini de anlatır
dı; en sevdiği yazarlardan biri de Jean Paul'dü.
Benjamin Capri'de düzensiz bir hayat sürdürüyordu; öğlen vakit
leri çoğu zaman ya hiçbir şey yemiyor ya da bir kalıp çikolatayla ye
tiniyordu.
Bir keresinde neşeli bir tavırla gelmiş ve şöyle söylemişti: "Niha
yet harika bir ev kiraladım; siz de görmelisiniz." Evin, asmalar ve ya
bani güllerden oluşan bir cengelin içindeki bir mağarayı andırdığını
hayretle görmüştüm.
Kendi çalışmalarından da bazı şeyler anlatırdı. Bana Charles Ba-
udelaire'den yaptığı çeviriyi okumasını istemiştim. Eskiden beri çok
hoşlanırdım Baudelaire'den. Sık sık Goethe üzerine konuşur; Gönül
Yakınlıkları'ndan özel bir coşkuyla söz ederdi. Bunun psikolojisi ve
sorunsalıyla son derecede modem bir eser olduğunu düşünüyordu ve
Gönül Yakınlıkları üzerine bir deneme yazdığını söylemişti. O dö
nemde "Alman Yas Oyunlarının Kökeni" üzerine hazırladığı çalış
maya gömülmüştü. Bunun, 17. yüzyıldaki Alman Barok Tragedyası
hakkında bir inceleme olduğunu; bu edebiyatı az sayıdaki birkaç uz
manın bildiğini; bu tragedyaların hiçbir zaman oynanmamış olduğu
nu kendisinden duyduğum zaman, yüzümü buruşturmuştum: Ölü bir
edebiyatla uğraşmanın ne anlamı olabilirdi ki? Bir süre sustu, ardın
dan şunları söyledi: "Birincisi bilime, estetik teorisine yeni bir kav
ramsallaştırma getiriyorum. Yeni tiyatro söz konusu olduğunda, 'tra
gedya ve yas oyunu' kavramları yalnızca birer sözcük olarak, gelişi
güzel kullanılıyor. Ben ise Tragedya ile Yas Oyunu arasındaki ilkesel
farkı gösteriyorum. Barok dönemin oyunları umutsuzluğu ve dünya
ya yönelik inançsızlığı dile getirir - gerçekten de kederli oyunlardır
bunlar. Buna karşılık Yunanlıların ve gerçek tragedya yazarlarının
dünya ve kader karşısında eğilmeyen bir duruşları vardır. Duruş ve
dünyayı duyumsama tarzlarındaki bu farklılık önemlidir. Bu fark
dikkate alınmalıdır ve nihayet türler arasında da bir ayrım yapmayı
gerektirir - yani Tragedya ve Yas Oyunu olarak. Barok oyunları, 18.
ve 19. yüzyıllarda Alman edebiyatında çok yaygın olan yas oyunla
rının kökenini oluşturur gerçekten de."
"İkincisi," diye sürdürmüştü sözlerini, "yazdığım inceleme yal
nızca akademik bir araştırma değil ve çağdaş edebiyatın çok güncel
bazı sorunlarıyla da doğrudan bağlantılı." Çalışmasında, barok oyun
larındaki biçimsel dil arayışını, dışavurumculuğu andıran bir oluşum
olarak nitelediğini özellikle vurgulamıştı. Bu yüzden, demişti, alego
172
ri, amblem ve ayin üzerinden ortaya çıkan sanat sorunsalını böylesi-
ne ayrıntılı bir biçimde ele aldım. Estetikçiler, alegoriyi o güne dek
hep ikinci smıf bir sanatsal araç olarak değerlendirmişlerdi. O ise,
alegorinin sanatsal açıdan çok değerli bir araç sayılması gerektiğini,
hatta bunun da ötesinde, sanatsal algının özel bir biçimi olduğunu ka
nıtlamak istiyordu.
O dönemde cevaplan beni tatmin etmemişti. Barok dönemin
oyun yazarlanyla dışavurumcuların dünya görüşleri arasında da ben
zerlikler görüp görmediğini ve bunlann hangi sınıfsal çıkarları ifade
ettiğini sormuştum. Belirsiz bir cevap vermiş ve o şualarda Lukâcs'ı
okumakta olduğunu ve materyalist bir estetikle ilgilenmeye başladı
ğını eklemişti. O dönemde, Capri'de, alegoriyle modem şiirsellik ara
sındaki bağlantıyı pek anlayamamıştım. Şimdi geriye baktığımda,
Walter Benjamin'in modem edebiyattaki biçim sorunlannı ne denli
keskin bir bakışla saptamış olduğunu kavrıyorum. Daha yirmili yıl
ların ajit-prop oyunlannda ve Brecht'in eserlerinde (Mahagonny, Rı
zaya Dair Baden Öğretici Oyunu) bile alegori, başat değerde bir ifa
de aracı olarak ortaya çıkar. Batı tiyatrosunda, sözgelimi Genet'nin
oyunlannda ya da Peter Weiss'da ayin önemli bir unsurdur.
Capri'de Alman yas oyunlan hakkındaki çalışmasının kariyeri
açısından çok büyük bir önem taşıdığını anlatmıştı bana. Bu çalışma
yı doçentlik tezi olarak bir üniversiteye sunmak istiyordu. Pek çok
noktada geleneksel dogmalardan ayrıldığı ve dolaylı bir biçimde, es
tetik teorisinin Papası sayılan Johannes Volkelt'e karşı bir tartışma
yürüttüğü için zorluklarla karşılaşacağını ve diplomatik adımlar at
mak zorunda kalacağını düşünüyordu.
Şimdi kitabı yeniden okuduğumda, Walter'in ne denli saf olduğu
nu anlıyorum. Metin tam anlamıyla akademik bir görünüme sahip ol
sa bile; Fransızca ve Latince de dahil, pek çok bilimsel alıntılarla do
lu olsa ve olağanüstü kapsamlı bir malzemeye dayansa bile, bu kita
bın bir bilim adamı tarafından değil, dile âşık olan ve parlak bir ve
ciz yapı kurabilmek için mübalağaya baş vuran bir şair tarafından ya
zıldığı apaçık ortada. Walter Benjamin, bana şiirler de yazardı ayrı
ca. Altılı kıta ve İskenderiye ölçüsü gibi, arkaik vezin ölçülerinde ya
zılmış, içerik açısından zengin ve biçimsel olarak ustaca şiirlerdi
bunlar.
Benjamin'le birlikte Capri ve Anacapri'deki bir şenliğe gitmiştik.
Piazza'da durup, olağanüstü bir gösteri izlemiştik: Türlü renklerdeki
havai fişekler, gecenin içinde vızır vızır uçuşuyor ve çifte parıltılar
173
saçıyordu: yukarıda, gökyüzünde ve aşağıdaki denizde. Böylesine
inanılmaz şekilleri bir arada hiç görmemiştim. Büyülenmiştik. Beni
eve götürürken, şunları söyledi Benjamin: "Bu devlete büyük parala
ra mal oluyor. Ama o tepedekiler, bunun boşuna olmadığmı biliyor
lar. Halk yalnızca panem'e [ekmek] değil, circenses'^ de [oyunlar] ih
tiyaç duyar."
Bir keresinde yanında îbranice öğreten bir dil kitabı taşıyordu; İb-
ranice öğrendiğini söyledi. Belki de Filistin'e gidecekti. Dostu Scho-
lem, orada maddi güvenliğini sağlayacağını vaat etmişti. Nutkum tu
tuldu; sonra da aramızda sert bir tartışma çıktı: Normal düşünebilen,
ilerici bir insanın yolu Moskova'ya çıkardı; Filistin'e değil. Walter
Benjamin'in Filistin'e gitmesini engelleyen kişinin ben olduğumu ra
hatlıkla söyleyebilirim.
Benjamin'le birlikte Pestum'a da gittik ve antik tiyatronun kalın
tılarını gezdik. Vezüv'den püsküren lavların altında kalan Pompei'yi
gördük ve Napoli sokaklarında mekik dokuduk. Büyük bir yoksulluk
gördük: Bir sürü aile, kira parası ödememek için sokaklarda yaşıyor
du. Bir sepet içinde, koca bir şişeyi emen bir bebek gördüm. Şişenin
içinde kırmızı bir sıvı vardı. Walter, annelerin küçük çocuklarına, de
rin bir uykuya dalmaları ve kendilerini rahat bırakmaları için şarap
içirdiklerini anlattı bana. Bir seferinde, binaların geçirgen gibi görün
düklerini söyledim. Eve döndüğümde, sayısız yap-boz olanağı sağla
yan mobilyalar yaptıracaktım.
Benjamin, birlikte Napoli üzerine bir makale yazmamızı önerdi.
Bu makaleyi yazdık. "Napoli" 19 Ağustos 1925'te Frankfurter Zei-
tung'da yayımlandı. (...)
Eylül ayında Paris'te bulunan Reich'ın yanma gittim. Ekim sonun
da Almanya'ya döndük. Berlin'de yaşıyorduk. Benjamin'le Berlin'de
sık sık buluşuyordum. İkimiz de şehirleri tutkuyla seviyorduk. İnsanın
bir şehri kısa bir süre içinde gerçekten tanıyamayacağını söylüyordu.
Berlin'e doğru bir biçimde bakmayı öğretti bana; apaçık ortada olan ya
da örtülü çelişkileri (Kurfürstendamm, Grunewald - Kuzey Berlin)
gösterdi. Benimle birlikte başka şehirler görmek ve bunlar üzerine
yazmak istiyordu. Beni Granada'ya davet etti. Başka planlarım vardı
ve Granada'ya gidemedim. Ama gemiyle Hamburg'a gittik. Limanda
devasa gemiler gördük; St. Pauli'de yürüyüşler yaptık. (Burası
Brecht'teki batakhane şehri Mahagonny'nin esin kaynağıydı.) İçinde
arena bulunan bir café hatırlıyorum. Arenada pembe renklere boyan
mış çıplak bir kadın ata biniyordu. Ortalık bir ahır gibi kokuyordu. Eğ
174
lence endüstrisinin patronları, altını erkeklerin cebinden çıkarmanın,
nehirlerden çıkarmaktan daha kolay olduğunu iyi biliyorlardı.
Benjamin, Berlin'de düzenli bir hayat sürüyordu. Grunewald'da,
ebeveynine ait bir villada yaşıyordu. Berlin'deki lokantaları ve mö
nülerini çok iyi tanıyordu. Beni sık sık yemeğe davet ediyordu; onun
uzmanca bir titizlik ve zarafetle yemek seçmesi bana zevk veriyordu.
Sık sık adını artık hatırlamadığım, genç bir filozofla konuşuyordu.
Özel bir terminoloji kullandıkları için, konuşmalarını izleyemiyor-
dum. Bir seferinde otoyolda, sanırım Bruno Frank'ın arabasında, hız
yapmıştık. Benjamin, Ullstein Yayınevi'nden yayımlanacak bir ro
man için ona danışmanlık yapacaktı. Oğlu Stefan'ın bir ritmik jim
nastik kursuna gittiğini anlatıyor ve Daga'yı da oraya yollamamı tav
siye ediyordu. Stefan Daga'yı götürebilirdi. Daga'yla oraya birkaç
kez gittim. Stefan, küçük bir kavalye gibi, kibar ve nazik davranıyor
du. Walter, birkaç kez kardeşinin bir doktor ve komünist olduğunu
anlatmıştı bana. Onunla tanışmayı çok istiyordum. Benjamin bizi ta
nıştıracağına söz verdi, ama bu sözünü tutmadı. Kendisini Brecht'le
tanıştırmamı, pek çok kereler istedi benden. Bir keresinde Brecht'le
bir lokantaya gitmiştim. Paris'ten gelen yeni tuvaletimin içinde çok
zarif göründüğümü söyledi Brecht; kaba elbisesiyle kendisinin dik
kat bUe çekmeyeceğini düşünüyordu. Benjamin'in onunla tanışmak
istediğini o yemekte söyledim. Brecht bu kez kabul etmişti. Buluş
ma, o sırada kalmakta olduğum, (Spichemstrasse'nin karşısındaki)
Voss adlı bir pansiyonda gerçekleşti. Brecht çok mesafeli davrandı;
bunu izleyen dönemde de birbirleriyle nadiren buluştular.
Benjamin, o dönemde doçentlik unvanını kazanabilmek için ça
balıyordu - bunu başaramadı. Keyfi çok bozulmuştu.
Kapitalizmin hiçbir olumlu tarafı olmadığı üzerine konuşmamıza
gerek bile yoktu. O da kapitalizme karşıydı ve Tolstoyvari bir ahlaki
mükemmeliyetçilikte de kurtuluş görmüyordu; kapitalist devletin
şiddet kullanılarak değiştirilmesinden yanaydı. Almanya'da, Benja
min gibi düşünen pek çok entelektüelle karşılaştım.
Aramızda şöyle konuşmalar sık sık geçti: "Okumuş bir insansın,
akıllısın, uzman olduğun bir alan var - ve maddi bir güvencen yok."
Walter sustu. Bense sözümü sürdürdüm: "Riga'dayken, benim maddi
durumum da iyi değildi: Peki neden? Çünkü buıjuva devletine karşı
mücadele ediyordum, yoksa çok para kazanabilirdim. Peki ama sen
nerede duruyorsun, Kültür Üstadı? Kardeşin Komünist Partisi'nin
üyesi. Sen neden değilsin?"
175
"Senin için kolay tabii," diyordu Walter. Şunları bile söylemişti
hatta: "Gözlerine at gözlüğü takılmış bir at gibisin sen. Yalnızca önü
nü görüyorsun ve yol sana düz gibi geliyor. Benim için ise mesele da
ha zor, daha karmaşık; ben bir sürü başka şeyi de düşünmek zorun
dayım."
Benjamin Komünist Partisi'ne katılmadı, ama komünistlerle iliş
ki kurdu ve Proleter Yazarlar Birliği'nin toplantılarını izledi.
Çoğu zaman rüyalarını anlatırdı bana. Bunları dinlemekten hoş
lanmaz ve sık sık sözünü keserdim; ama o anlatmayı sürdürürdü.
Böyle aydınlanmış, önyargılardan arınmış bir adamın rüyalarla uğ
raşmasına şaşırırdım. Yakın zamanda, "Deneyim ve Yoksulluk" baş
lıklı denemesinde şu satırları okudum: "Yorgunluğun ardından uyku
gelir; rüyaların orada, günün keder ve ezikliğini telafi etmesi ve uya
nıkken gücümüzün yetmediği, çok sade, ama görkemli bir varoluşu
gerçekleşmiş gibi göstermesi hiç de seyrek rastlanan bir durum de
ğildir. Miki Fare, günümüz insanı için böyle bir rüyadır." Benja-
min'in rüyalara duyduğu ilgiyi şimdi anlıyorum.
Kendisini kuşatan şeyler ve nesneler onun için çok önemliydi.
Kitaplara özel bir tutku duyardı. Bıkıp usanmadan kitap toplardı; na
dir baskılan vardı ve bunlarla gurur duyardı. Çevresindeki nesnelere
bağlanırdı. Bazı eşyalanmı, bir sepet içinde onun evine bırakmıştım.
Bir Türkmen halısı ve modem bir renk anlayışının ürünü olan bir di
van yastığı -Sovyet sanatçısı A. Exter'in bir modeliydi- özellikle ho
şuna gitmişti. Berlin'den ayrılmadan önce eşyalanmı oradan aldım.
Ama Benjamin bu halı ve yastıktan aynlmak istemiyordu. Bunlan
ona bıraktım - mutlu olmuştu. Riga ve Moskova'da ziyaretime geldi
ğinde, bu eşyalann onun evine ısındıklarını söylemişti. Bana sürpriz
bir armağan getirdiğinde, bunu titizlikle seçmiş ve her aynntıyı dü
şünmüş olduğu görülürdü. Karşılaştığı nesneler, onun için canlı var
lıklardı - kendisine rahatsızlık veren ya da destek olan varlıklar. Mo
bilyaların nasıl yerleştirildiğinin bir iş görüşmesinin sonucu açısın
dan önem taşıdığından sıkça söz ederdi.
"Poliklinik" ve "Büro Gereçleri" hakkındaki yorumlan {Tek Yön
lü Yol) bana konuşmalanmızı hatırlatıyor.
176
Editörün ve Çevirmenin Notlan
177
5. Oyuncu, yönetmen ve tiyatro idarecisi olan Vsevolod Emileviç Meyer-
hold (1874-1942) 1923 yılında kendi tiyatrosunu kurmuştu, "Teatr ime-
ni Meyerholda" (TİM). Daha sonra Sovyet yönetimiyle anlaşmazlığa
düşerek 1938'de hapsedildi ve içeride (bir kaynağa göre 1940'ta) öldü
rüldü.
6. 1836 yılında Nikolay Gogol tarafından yazılan Müfettifm Meyerhold
Tiyatrosundaki provaları bir buçuk yıl sürmüştü.
7. Kameneva Enstitüsü ifadesiyle kastedilen VOKS (Vsesoyuznoye obş-
çestvo kultumoy svyazi s zagranicey: Yurtdışıyla Kültürel İlişkiler İçin
Rusya Cemiyeti), 1925-1958, kurulduğu 1925 yılından 1929 yılma ka
dar, Troçki'nin kız kardeşi Olga Kameneva (1883-1941) tarafından yö
netilmişti.
8. VAPP (Vserossiyskaya assosiasiya proletarskik pissateley: Rusya Prole
ter Yazarlar Birliği), 1920 yılında kurulmuştu.
9. Yazar Aleksandr Herzen'in (Rusça Gertsen) adını taşıyan Dom (ev) Her-
zena o dönemde başka kuruluşların yanı sıra VAPP için de bir toplantı
yeriydi.
10. Petr Semenoviç Kogan (1872-1932), edebiyat tarihçisi ve eleştirmen,
Petersburg ve Moskova üniversitelerinde Alman ve Latin Edebiyatları
profesörlüğü, 1921 yılında kurulmasından itibaren de Sanat Bilimleri
Akademisi'nin başkanlığını yaptı.
11. Burada Mihail Bulgakov'un Beyaz Rus Askeri (1924) başlıklı romanın
dan tiyatroya uyarlanan ve Konstantin Stanislavski tarafından (1827-
1932) sahneye konulan Dni Turbiniç (Türbinlerin Günleri) adlı oyundan
söz edilmektedir.
12. Mihail Vasilyeviç Frunze (1885-1925), general ve Parti'nin önde gelen
üyelerinden biri; son olarak Savaş ve Donanma Komiserliği yapmıştı.
13. Viktor A. Şestakov (1898-1957), 1922 ve 1927 yıllan arasında Devrim
Tiyatrosu'nun baş dekoratörlüğünü yapmış, daha sonra Meyerhold Ti-
yatrosu'na geçmişti (bu tiyatronun 1937 yılında kapatılmasına kadar).
14. Meyerhold'un karısı olan Zinaida Raih (1894-1939), Sergey Yesenin'in
eski kansıdır; Meyerhold tarafından sahnelenen oyunlarda çoğunlukla
başrol oynuyordu. Meyerhold'un tutuklanmasından birkaç hafta sonra
evlerinde öldürülmüş olarak bulundu.
15. Oyunun bu uzunluğu, öncelikle Gogol'ün başka oyunlarından sahneler
eklenmiş olmasının bir sonucudur.
16. Grigori Leleviç (1901-1945), Labori Gileleviç Kalmanson'un müstear
adı. Leleviç şair, eleştirmen, Na postu (Nöbette) adlı derginin yayıncısı
ve 1923 yılında aynı adla ortaya çıkan topluluğun kurucularından biriy
di. Daha sonra Parti'den kovuldu ve 1945'te toplama kampında öldü.
17. Rusya için yazmanın yönteminden itibaren bu cümleler, Benjamin tara
178
fından kurşun kalemle işaretlenen ve büyük bir bölümü daha sonra -kıs
men aynen, kısmen ifadesi hatta yer yer içeriği de değiştirilerek- "Mos
kova" başlıklı denemeye ve bazı başka yazılara alman 39 paragraftan bi
rini oluşturuyor.
18. Kastedilen kitap, Tek Yönlü Yol (Berlin, 1928). Bu ithaf şöyledir: "Bu
yolun adı, onu bir mühendis olarak yazarda açan kişiye atfen, Asja-La-
cis-Caddesi konmuştur."
19. Tanınmış fotoğrafçı Şaşa Stone, Benjamin'in Jula Radt tarafından yapıl
mış "baş" heykelinin fotoğrafını çekmişti; Tek Yönlü Kofun kapak fotoğ
rafı da ona aittir.
20. Emst Toller (1893-1939), 1926 yılının mart ayından mayıs ayına kadar
Moskova'da kalmıştı. Yazdığı oyunlar 20'li yıllarda Rus tiyatrolarında
sık sık sahneleniyordu.
21. Werner, Paul Frölich'in (1884-1953) müstear adıdır. Toller'e saldıran ya
zısı "Pravda ob Emst Tollere" (Emst Toller Hakkındaki Gerçek) 20 Mart
1926'da Pravda gazetesinde yayımlandı ve altı gün sonra Toller tarafın
dan cevaplandı: "Pismo v redakciyu" (Yazı işlerine Açık Mektup). Wer-
ner'in de aynı sayfada yayımlanan eleştirel cevabı "Naş otvet Tollem"
(Toller'e Cevabımız) Toller'in devrim davasına katkılarını sayarak, ba
rışçı bir tavırla noktalanıyordu.
22. Aleksandr Granovski (1890-1935), Moskova'daki Musevi Akademi Ti
yatrosunun yöneticisi. Benjamin'le daha sonraki bir buluşmalarının so
nucunda, "Granovski Anlatıyor" başlıklı makale yazılmıştır. Bu metinde
Moskova'daki buluşmalarına atıfta bulunan şu satırlar yer alır: "Beni bir
buçuk yıl önce Moskova'daki evinde büyüleyen o rahatlatıcı huzur, bu
gün de yayılıyor bu adamdan. Ancak o zaman sahnelediği oyunlardan
hiçbirini görmemiştim; dolayısıyla misafirinin Moskova'ya ilişkin ilk iz
lenimleri, ona benim için o zamanlar yalnızca müphem bir kavram olan
Yahudi tiyatrosu hakkındaki görüşlerimden daha ilginç gelmiş olmalıy
dı." (Literarische Welt, 27.4.1928)
23. Benjamin, Moskova seyahatine çıkmadan önce, herhalde Reich aracılı
ğıyla, yeni hazırlanan Büyük Sovyet Ansiklopedisine, bir Goethe madde
si yazması için teklif almıştı.
24. Aleksandr İliç Bezimenski (1898-1973), şair ve eylemci. 1926 yılında
VAPP içinde Leleviç'le aynı fraksiyonda yer alıyordu.
25. Jakop Grommer, 1879 Rusya doğumlu; Almanya'da matematik okuduk
tan sonra, bir dönem Albert Einstein'ın asistanlığını yaptı. Yüzünün
(Scholem tarafından da doğrulanan) tuhaf görünüşü, bir hastalığın, muh
temelen akromegali hastalığının bir sonucudur.
26. Leon Troçki (1879-1940), Grigori Zinovyev (1883-1936) ve Lev Kame-
nev (1883-1936) o dönemde Stalin karşıtı muhalefetin önderliğini yapı
yorlardı.
179
27. Bu bölüm için bkz. Son Bakışta Aşk, Metis Yayınlan, İstanbul, 1993, s.
55.
28. Alfredo Casella (1883-1947), İtalyan müzisyen ve besteci.
29. Stefan (1919-1972) Benjamin'in oğlu, Dağa ise Asja Lacis'in kızıdır.
30. Çimento, Fedor Gladkov (1883-1958) tarafından 1925 yılında yazılan
bir romandır. 1927 Haziranında Benjamin'in bu romanın çevrisiyle ilgi
li bir değerlendirmesi yayımlandı.
31. Atlı araba sürücüsü.
32. Sovyetler Birliği Bolşevik Partisi'nin gençlik örgütü olan Komsomol
(Kommunistiçeski Soyuz Molodezi) üyesi.
33. Kelime anlamı, Çin Şehri; Moskova'nın Kızıl Meydan ve Kremlin'i de
kapsayan eski şehir merkezi.
34. Bela İlleş (1895-1974), Macar yazan. 1923'ten itibaren Sovyetler Birli-
ği'nde yaşamış, Uluslararası Devrimci Yazarlar Birliği'nin genel sekre
terliğini (1925-1933) yürijttükten sonra II. Dünya Savaşı sırasında Kızıl
Ordu'da general olarak görev almıştır.
35. V. S. Staruçin kastediliyor.
36. Baron Petr Vrangel (1878-1928), Komilov'un Petrograd Sovyeti'ni de
virme girişimini destekleyen Rus generali. 1920 yılında, devrim savaşı
nın son önemli çatışmasında Troçki ve Stalin tarafından yenilgiye uğra
tıldı ve yurtdışına kaçtı.
37. Gosbank, Devlet Bankası (Gos: gosudarstvennyi kelimesinin kısaltma
sı).
38. Vilgelm (Vilis) Knorrin (1890-1938), yüksek dereceli bir Parti ve devlet
görevlisi; 1926-27 yıllannda Parti Merkez Komitesinin ajitasyon ve pro
paganda bölümünün başmdaydı.
39. Rus asilzadesi.
40. Keçe bot.
41. Arbatskaya Meydanı.
42. Egon Erwin Kisch (1885-1938), 1925 yılının sonbaharından 1926 ilkba
harına kadar süren bir Sovyetler Birliği seyahati yapmıştı.
43. Sofya Krilenko, Sovyet Adalet Komiseri Nikolay Krilenko'nun kız kar
deşi. 1924 yılında Benjamin ve Asja Lacis'le aynı zamanda Capri'de bu
lunmuştu.
44. Karl Kindermann, 1924 yılının ekim ayında, Lenin'e karşı bir suikast
planlama iddiasıyla tutuklanan üç Alman gencin davasında baş sanıktı.
Dava sonunda idama mahkûm oldu, ancak cezası infaz edilmedi.
45. Bu kart Bloch'un eline geçmedi. Bloch yazılı adreste bulunamadığı için,
kart Benjamin'e geri gönderildi.
180
46. Benjamin bu ifadeyle 1921 yılında, savaşta tahrip olan ekonomiyi can
landırmak üzere Lenin tarafından kapitalist işletmelere sınırlı ölçekte
izin vererek uygulamaya konan "Yeni Ekonomi Politikası”m (NEP) de
ğil, 1920'li yılların ikinci yansında tüm ekonomik alanlarda masraflan
kısmak için başlatılan "iktisat rejimi" kampanyasını kastediyor.
47. Hacıyatmaz.
48. Potemkin Zırhlısı (Bronenosets Potemkin) Sergey Eisenstein (1898-
1948) tarafından 1925 yılında çekilen filmin adı.
49. Kanun Namına (Po zakonu) Jack London'm bir hikâyesinden 1926 yı
lında Lev Kuleşov (1899-1948) tarafından sinemaya uyarlanan filmin
adı.
50. Joseph Roth (1894-1939), 1926 yılında Frankfurter Zeitung adına Sov-
yetler Birliği'ne dört aylık (ağustos sonundan, aralık sonuna kadar sü
ren) bir gezi yapmıştı. "Rusya Seyahati" başlıklı yazı dizisi, 18 bölüm
halinde, 14.9.1926 tarihinden 19.1.1927 tarihine kadar aynı gazetede ya
yımlandı.
51. Roth'un "Okul ve Gençlik" başlıklı yazısı Frankfurter Zeitung'da. 18 ve
19 Ocak 1927 tarihlerinde yayımlandı.
52. "İyi günler" anlamına gelen bir selamlaşma sözcüğü.
53. Yauza Nehri kıyısında (idari olarak Moskova’ya bağlı) bir köy.
54. Emil Ludwig (1881-1948), Alman biyografi yazan ve tarihçi. Paul Sche-
erbart (1863-1915) Alman denemeci ve romancı, ütopyacı romanlar ve
bilimkurgu yazmıştır; Benjamin ve Scholem özellikle Glasarchitektur
(1914) yapıtını çok beğenirlerdi.
55. Meyerhold'un sahnelediği Müfettiş oyununda Avdotya rolünü oynayan
Nina Yermolayeva kastediliyor olabilir.
56. Kızıl Kapı.
57. Oyun aslında 15 sahne ya da epizottan oluşuyordu.
58. Müfettiş oyununun "zengin kostümleri" MoskovalI modacı M. Lamano-
va tarafından tasarlanmış, "dekor uygulamaları" ise Meyerhold'un öne
risine bağlı kalarak, V. P. Kiselev tarafından gerçekleştirilmişti.
59. Tamirat, genel bakım.
60. Cadde.
61. Fyodor Korş (1852-1923) tarafından kurulan tiyatro; 1925-26 yıllarında
Devlet Tiyatrosu bünyesine alındı; 1932 yılında kapandı.
62. Die Schmiede yayıneviyle yaptığı yazışmalardan anlaşıldığı üzere, Ben
jamin o dönemde Kayıp Zamanın Peşinde adlı romanın 3. cildini çeviri
yordu (Guermantes Tarafı). Daha önce (Franz Hessel'le birlikte) Çiçek
Açmış Genç Kızların Gölgesinde başlığını taşıyan 2. cildin ve 4- cildin
(Sodom ve Gomorra) çevirisini tamamlamıştı.
181
63. Nikolay Buharin (1888-1938), 1926-1930 yıllan arasında Komintem
Başkanı ve İzvestiya gazetesinin yazı işleri müdürü. Tarihsel Materya
lizm Teorisi (1922) başlığını taşıyan bir kitabı vardır.
64. Tasanm ve el işleri müzesi.
65. Les (Orman), Aleksandr Ostrovski'nin (1823-1886) yazdığı bir oyundur.
Benjamiıl'in izlediği Meyerhold yorumu ilk kez 19 Ocak 1924 yılında
sahnelenmişti.
66. Nikolaus Basseches (1895-1961), Moskova doğumlu AvusturyalI mü
hendis ve gazeteci. Avusturya ve daha sonra (1940'larda) İsviçre gazete
lerine Sovyetler üzerine yazılar yazmıştır.
67. Les'in özgün metninde bir "akordeon sahnesi" yoktur. Bu şekilde nitele
nebilecek bir sahne, Meyerhold'un yorumunda eklenmiştir. Akordeon
bir kenara bırakılacak olursa, bu bölümün Piyotr ve Aksinya arasında
geçen sahne olduğu anlaşılıyor (4. Perde, 5. Sahne).
68. Aleksandr Yakovleviç Tayrov'un (1885-1950) tiyatrosu 1923 yılında
Berlin’e bir turne yapmıştı.
69. Tov., Tovarişç (yoldaş) kelimesinin kısaltması.
70. Bilindiği gibi, Benjamin Ursprung des deutschen Trauerspiels (Alman
Yas Oyunlarının Kökeni; Berlin, 1928) başlığını taşıyan incelemesini
doçentlik tezi olarak hazırlamıştı, ancak tezinin reddedileceği anlaşılın
ca çalışmasını geri çekmek zorunda kaldı. Benjamin'in burada sözünü
ettiği "giriş bölümü" kitabın başındaki "Epistemolojik Giriş" değil, ya
yımlanan kitaba alınmamış bir ön değinmedir. Benjamin burada, kurum
laşmış "bilimle" arasındaki "dikenli" ilişkiyi "masal" kalıplan içinde ak
tarır.
71. Moskova Akademik Sanatçılar Tiyatrosu'nun (Moskovski Çudozest-
vennyi Teatr, kısaltması: MÇAT) ikinci sahnesi kastediliyor.
72. Benjamin, Philipp Keller'i Freiburg'daki üniversite döneminden (1913)
tanıyordu. O dönemde aralanndaki ilişki açısından mektuplanna bakıla
bilir: "Ben, Keller'in tam zıddıyım ve kendimi ondan kurtardıktan son
ra, insanları da ondan kurtanyorum. Bunu ancak ona saygı duyarak ba
şarabilirim - bir sanatçı olarak (bir bohem olarak değil, çünkü Keller bir
bohem değil)".
73. Benjamin'in dil teorisi üzerine 1916 yılında yazdığı ve hayattayken ya
yımlanmamış, uzun denemesi.
74. Krş. 1926 yılında yazılan Tek Yönlü Yol kitabındaki "Savaşçı Anıtı" bö
lümü.
75. 1112-1147 yıllan arasında inşa edilen San Frediano.
76. Trubnaya Meydam'ndaki Köylü Demeği.
77. Tayin ya da iş seyahati.
78. Birahane.
182
79. Bu cümlenin Almanca aslı (Russland beginnt dem Mann aus dem Volke
Gestalt anzunehmen) alışılmadık kurgusuyla, yaygın iki ifade biçimi
arasında kalmış gibidir. Dolayısıyla şu biçimlerde de okunabilir: "Rus
ya'da sokaktaki adam bir şekil kazanmaya başlıyor" ya da "Rusya so
kaktaki adama bir şekil kazandırmaya başlıyor.” Ancak metnin devamı
bizi yukarıdaki "yorumu" tercih etmeye zorladı, (ç.n.)
80. Dünyanın Altıda Biri (Ş estaya çast mira), senaryo ve yönetmen: Dziga
Vertov (1896-1954). İlk kez 31 Aralık 1926'da Moskova'da gösterildi.
SSCB'nin genişliğiyle etnik çeşitliliğini vurgulayan film, ülkeyi Batı ka
pitalizminin sömürgeciliğine karşılık kardeşçe birliğin örneği olarak
gösteriyordu.
81. Dayoş-Avrupa ya da Daeş Evropu! (D.E., Gelsin Avrupa!), Ilya Ehren-
burg'un Trust D.E. ve B. Kellermann'ın Tünel romanlarından hareketle
M. Podgaecki tarafından yazılan oyunun adı. İlk kez 15 Haziran 1924'te
Meyerhold Tiyatrosu'nda sahnelendi.
82. Politik ve bilimsel bilginin yaygınlaştırılması için kurulan merkez; Ma-
yakovski burada pek çok edebiyat toplantısı düzenlemişti.
83. Kelime anlamı Çin mahallesi ya da geçidi.
84. İgor Vladimiroviç İlinski, 1901 doğumlu ünlü tiyatro oyuncusu; özellik
le komedilerde oynadı. 1920-1935 arasında Meyerhold'la birlikte çalış
tı.
85. Yuri Lebedinski (1898-1959), edebiyatçı ve yazar; VAPP dahil çeşitli
proleter yazar birliklerinin üyesiydi. Lebedinski, özellikle Komünist
Parti'nin iç işlerini ele alan Nedelya (Hafta, 1922) ve Kommisari (Komi
serler, 1925) adlı romanlarıyla tanındı.
86. Oskar Walzel (1864-1944), edebiyat tarihçisi. Rus Akademisi'nin onur
üyesi olan Walzel, Benjamin'in yazdığı makalenin geri çevrilmesinden
sonra, Sovyet Ansiklopedisi için Goethe maddesini yazmakla görevlen
dirildi. (Bkz. "Ekler" bölümündeki Lunaçarski'nin mektubu.)
87. Tayrov tarafından sahnelenen Eugene O'Neill'in (1888-1953) oyunu Ka
sım 1926'da Karnemi (Oda) Tiyatrosu'nda oynandı.
88. Alicia Koonen (1889-1974), Belçika asıllı kadın oyuncu; Stanislavs-
ki'nin kurduğu MÇAT'm eski üyesi ve Tayrov'un karısıydı.
89. Berlin'deki büyük bir alışveriş merkezi.
90. Franz Hessel (1880-1941), yazar ve çevirmen. Benjamin ve Hessel, Pro-
ust'un Kayıp Zamanın Peşinde adlı eserinin ikinci ve üçüncü ciltlerini
Almanca'ya birlikte çevirmişlerdi. Benjamin'in Tek Yönlü Yol ve Alman
Tiyatrosu kitaplarını yayımlayan Rowohlt yayınlarında baş editör olarak
çalışmıştır.
91. Fernand Crommelynck'in Meyerhold tarafından sahnelenen eseri Le Co-
cu magnifique'in (Deyyus) dekor ve kostümlerini, konstrüktivist eğilim
li kadın sanatçı Lyubov S. Popova (1889-1924) hazırlamıştı.
183
92. A. Faykos'un Uçitel Bubus (Öğretmen Bubus) adlı eserini Meyerhold
sahneye koymuş, dekorları ise yönetmen ve E. Şlepanov birlikte hazır
lamışlardı. İlk kez 29.1.1925'te oynandı.
93. Rişi Kitay (Kükre, Çin!), Sergey Tretyakov'un eseri. Dekor: Sergey Efi-
menko (doğumu 1896). Yönetmen: Meyerhold'un öğrencilerinden V.
Federov. İlk kez 23.11.1926'da oynandı, kısa süre sonra yönetmenliği
Meyerhold devraldı.
94. Suikast (Kupite revolver), B. D. Koroleva tarafından sahneye kondu. De
korlarını S. Efimenko'nun yaptığı oyun, ilk kez 30.12.1926'da oynandı.
95. Guignol, Fransız kukla tiyatrosundaki figürlerden birinin adıdır. Paris'te
bu isim özellikle Montmartre'daki küçük kabare tiyatroları tarafından
benimsenmiştir; "Teatre du Grand Guignol" (1899-1962) gibi.
96. Sergey M. Gorodetzki (1884-1967), şair, libretto yazan; 1932 yılına ka
dar İzvestiya'nm edebiyat servisinde çalıştı.
97. Evgeni Gnedin (1898-1983), tanınmış Sovyet diplomatı; Bolşeviklere
maddi yardımda bulunmuş olan Aleksandr Gelfand'ın (Parvus) oğlu ol
duğu söylenir.
98. Anatoli Lunaçarski (1875-1933), yazar ve edebiyat tarihçisi; 1917-1929
yıllan arasında Eğitim Komiserliği yapmıştı.
99. Robert Pelşe (1880-1955), komünist eleştirmen ve edebiyat tarihçisi.
1926 yılında Lunaçarski ile birlikte Çağdaş Tiyatronun Yolları başlıklı
bir eser yayımlamıştı.
100. Kastedilen Valerian Pletnev (1886-1942), 1920-1932 yıllan arasında
Proletkult Merkez Komitesi'nin başkanıydı. 1921 yılından itibaren Poli
tik Eğitim Komitesi'ni (Glav-Polit-Prosvet'i) yönetti.
101. Vladimir Mayakovski (1893-1930), şair ve oyun yazan. SSCB'de Fütü-
rizmin en büyük temsilcisi olmuştur. 1917'de Narkompros'un (bkz. 142.
not) çıkardığı Toplumun Sanatı dergisini yönetmeye başladı. Oyunlan
Meyerhold tarafından sahnelendi. 1923'te LEF (Sol Sanat Cephesi) der
gisinin yönetimini üstlendi ve Meyerhold, Pastemak, Eisenstein, Şosta-
koviç gibi sanatçılarla devrimci bir sanat hareketi oluşturdu. 1927'de çı
kardığı Noviy LEF (Yeni Sol Sanat Cephesi) dergisinde sekter olmakla
suçladığı RAPP'la (Rus Proleter Yazarlar Birliği) polemiğe girdi.
1930'da katıldığı RAPP'ta bireycilik suçlamasıyla karşılaştı, o yıl sahne
lenen Banya (Hamam) oyunu da resmi çevrelerden sert eleştiriler aldı.
Aynı yıl intihar etti.
102. Andrey Byeli, şair, romancı ve eleştirmen Boris Nikolayeviç Bugaev'in
(1880-1934) müstear adı.
103. Mihail Levidov (1891-1941), Rus yazar ve gazeteci.
104. Örneğin, S. Tretyakov, J. Grossman-Raşçin, A. Slonimski, N. Volkons-
ki, İ. Aksenov. Bu tartışma hakkında, 9 Ocak 1927'de Pravda'da bir ha
ber yayımlandı.
184
105. Kremlin'in cephaneliği, 1844-1851 yıllan sırasında inşa edildi.
106. Sopor Spasa na Boru, 1330 yılında inşa edilen küçük bir kilise.
107. Andrey Kirilloviç Razumovski (1752-1836).
108. Denç i Noç (Gün ve Gece), Tayrov tarafından Karnemi Tiyatrosu'nda
sahnelendi.
109. Storm (Fırtına), Vladimir Bill-Belocerkovski'nin (1885-1970) oyunu; ilk
kez 1925 yılında sahnelendi. Yönetmen: E. Lyubinov-Lânskoy,
110. Kelime anlamı çember, daire; siyasal ve felsefi tartışmalar yapmak üze
re toplanan küçük bir genç aydınlar grubunu nitelemek için 18401ı yıl
larda kullanılmaya başlayan bir terim.
111. Kâğıtta meydana gelen bir buruşma sonucu buradaki bir kelime okuna-
mam aktadır.
112. Elyazısmdan tahmini okuma.
113. Bu haber, 11.2.1927 tarihinde Literarische Welt'de "Yönetmen Meyer-
hold - Moskova'da İşi Bitti mi? Gogol'ün 'Müfettiş' Yorumuna Karşı
Edebi Mahkeme" başlığı altında yayımlandı.
114. Mihail F. Larionov (1881-1964) ve Natalya Gonçarova (1881-1962)
"avangard" ressamlar; evli olan çift, 1915-1929 yıllan arasında Diaghi
lev yönetimindeki Rus Balesi'nin Fransa'da yaptığı gösterilerin sanat yö
netmenliğini üstlenmişlerdi.
115. Küçük Tiyatro (Malyi Teatr; Devlet Akademi Tiyatrosu).
116. Savoy ve Bolşaya Moskovskaya, Moskova'nın iki ünlü oteli.
117. Alman Spartakistler'in gazetesi.
118. Mosselprom, zirai ürünlerin işlenmesini yürüten Birleşik Moskova İşlet
meleri. Mosselprom'un ününe, Mayakovski ve Rodçenko'nun bu işlet
meler için yazdıklan reklam metinlerinin büyük katkısı olmuştu.
119. Emst Bloch (1885-1977), ilk karnı Else Bloch von Strizki (1883-1921)
ile birlikte 1917 ilkbaharından 1919 yılına kadar İsviçre'de, Interlaken'
de yaşamıştı.
120. Silvestr Feodosiyeviç Şçedrin (1791-1830), Rus manzara ressamı.
121. Vasili Vereşçagin (1842-1904), Rus ressamı; özellikle savaş tablolarıyla
ünlüdür.
122. Alexandre Charles Lecocq (1832-1918). Oyunla ilgili bkz. 108. not.
123. "Basın Evi", bir tür gazeteciler demeği.
124. Kari Radek (1885-1939), önde gelen Parti yöneticisi; 1920'de Komin-
tem'in Başkanlık Divanı'nda bulundu; 1927-28'de "Troçkist" olduğu
suçlamasıyla sürgüne gönderildi.
125. Otellerdeki kapı görevlileri için, Benjamin ve Lacis'in uydurdukları bir
kelime.
185
126. Kursk Garı, Kalançevskaya Meydam'nda bulunan üç tren garından biri
değildir. Benjamin Kazan Gan'm kastediyor olmalıdır.
127. Soğuk mezeler.
128. "Duvar Takvimi" Literarische Welt'in 12 Aralık 1926 tarihli sayısında
yayımlandı; Benjamin'in dizeleri Rudolph Grossmann tarafından resim-
İenmişti. Derginin yine aynı sayısında Lenin'in Gorki'ye Mektuplar
1908-1913 başlıklı kitabının Benjamin tarafından yapılan bir değerlen
dirmesine de yer verilmişti.
129. Sergey İvanoviç Şçukin'in (1854-1936) 1908-1914 arasında topladığı
Picasso koleksiyonu 54 resimden oluşuyordu.
130. "San Dönem", özgül bir terim olarak kullanılmamaktaydı; Benjamin,
Picasso'nun "sentetik kübizm" olarak bilinen döneminde yaptığı resim
lerde san tonlannın baskın olduğunu vurgulamak istemiş olmalıdır. •
131. Hans Memling (14307-1495), Flaman ressam, dinsel resimleriyle ünlüy
dü.
132. Cornelius Theodor Marie "Kees" Van Dongen (1877-1968), Hollandalı-
Fransız ressam; yüzyıl başında "Vahşiler" hareketi içinde yer almıştı.
133. [Victor Gabriel] Henri Le Fauconnier (1881-1946), Fransız kübist ve dı
şavurumcu ressam.
134. Marie Laurencin (1885-1956), Matisse'den ve kübistlerden etkilenmiş
Fransız kadın ressam. "Comédie Française" ve Diaghilev'in "Ballets rus
ses'^ için kostüm tasanmlan yapmıştı.
135. Thankmar Münchhausen (1892-1979), Marie Laurencin'i sanat tarihçisi
Wilhelm Uhde aracılığıyla tanımıştı; Hofmannsthal ya da Rilke aracılı
ğıyla tanıdığı Benjamin'le yazışmalan yayımlanmamıştır.
136. Benjamin'le yapılan ve Veçernaya Moskva'da yayımlanan söyleşi, Batı
arşivlerine girmemiştir. Moskova'daki Lenin Kütüphanesi ise belgeyi bu
kitabın yayıncısına göstermemiştir.
137. Günlüğün burasında yaklaşık iki sayfalık bir boşluk vardır.
138. Proletkult, "Proletarskaya kultura" kelimelerinin kısaltması; proletarya
nın "gizli kalmış yaratıcı gücünü" gerçekleştirmeyi hedefleyen bir ör
gütlenme. 1917 Ekiminde kuruldu, 1921 yılında politik ve örgütsel ba
ğımsızlığını kaybederek, doğrudan Narkompros'a (bkz. 142. not) bağ
landı. 1932 yılında kapandı.
139. İlya Semenoviç Ostroukhov (1858-1929), Rus ressamı; 1905-1913 ara
sında Tretyakov Galerisi'nin küratörlüğünü yaptı.
140. Kafeterya.
141. Maximilian Schick (1884-1968), şair, çevirmen; 1892-1907 arasında Al
manya'da Bryusov, Gorki gibi yazarlardan yaptığı çevirileri yayımlandı.
142. Narkompros (Narodniy Komissariat Prosveşçeniya), Eğitim Komiserli
ği (başında Lunaçarski bulunuyordu).
186
143. Bugünkü adıyla Kirov.
144. Lacis'in sanatoryumdaki oda arkadaşı.
145. Aleksey Rikov (1881-1938), Lenin'in ölümüyle onun yerine geçerek
1924-1930 yıllan arasında Sovyetler Birliği Halk Komiserleri Kuru-
lu'nun başkanlığını yaptı.
146. Sovyetler Birliği'nde havacılığın geliştirilmesinden sorumlu cemiyetin
kısaltılmış adı.
147. Benjamin, 1925 yılında Hamburg'dan hareketle Barcelona üzerinden
İtalya'ya yaptığı gemi yolculuğunu kastediyor olmalı.
148. Reich'ın yazdığı kitap, ancak uzun yıllar sonra, önce 1970 yılında Al
manya'da, ardından 1972'de Rusya'da yayımlandı.
149. Hans Poelzig (1869-1936), etkili bir mimar ve Charlottenburg Teknik
Üniversitesi profesörü.
150. Anlatıcının, Mademoisielle Vinteuil ile kız arkadaşı arasındaki lezbiyen
yakınlığı gözlemlediği sahne olmalı. (Marcel Proust, Kayıp Zamanın
Peşinde I, Swann'lann Tarafı.)
151. Willy Wiegand (1884-1961), Bremer Presse’nin kurucularından; Benja-
min'in "Gönül İlişkileri" başlıklı denemesi ilk kez 1924 ve 1925 yılların
da Bremer Presse tarafından yayımlanan Neue Deutsche Beiträge'de ba
sılmıştı.
152. Arthur Müller-Lehning (1899-1999) yazar, anarşizm tarihi üzerine en
önemli akademisyenlerden ve i 10, Internationale Revue (Amsterdam)
adlı derginin yayıncısı. Benjamin bu dergide, 1927 yılının başında Tek
Yönlü To/’dan bir metnin ön taslağını ve Moskova dönüşünden birkaç ay
sonra da "Rusya'da Yeni Şiir" başlıklı makalesini yayımlamıştı.
153. Wolf Heinle'nin (1899-1923) karısı. Benjamin Wolf Heinle'nin ve kar
deşi Friedrich'in (1892-1914) şiirlerini çok beğeniyor ve bunları yayım
lamayı düşünüyordu.
154. Dora Sophie Pollak-Benjamin (1890-1964), 1917 ile 1930 yılları arasın
da Benjamin'in karısıydı.
155. Evgeni Vahtangov (1883-1922). Onun adıyla anılan tiyatro, MÇATın
1921 yılında kurulan üçüncü sahnesidir. Vahtangov, bir süre "Habi-
mah"ta (İbrani Tiyatrosu) yönetmenlik de yapmıştı.
156. Çeka (Çrezviçaynaya komissiya), siyasi polis (kelime anlamı olağanüs
tü komisyon).
157. Devlet Yaymevi'nde çocuk kitapları bölümünün yöneticisi. ("Muskin"
adı kesin değildir, çünkü Benjamin günlüğünde bu ismi "Muzkin" ya da
"Muksin" olarak da yazıyor.)
158. Benjamin burada, uzun süre yazmayı düşündüğü Proust makalesine
gönderme yapıyor olmalıdır. 18 Eylül 1926 tarihli bir mektubunda şun
ları yazar: "Kim bilir ne kadar zamandır 'Marcel Proust'u Çevirmek
187
Üzerine' başlıklı bir deneme yazmayı düşünüyorum, hatta kısa bir süre
önce Marsilya'da Cahiers du Sud dan böyle bir denemeyi yayımlamak
istedikleri haberini aldım. Ama bunu gerçekleştirmem biraz daha zaman
alacak. Aslında bu deneme çeviriden çok Proust'la ilgili olacak." Benja
min bir Proust makalesi yazma düşüncesini ancak 1929 yılında gerçek
leştirecekti.
159. Blei'ın makalesi 7.1.1927'de Literarische Welt'de yayımlandı. Benja-
min'in "Cevap" yazısı ise bilinmeyen nedenlerle o dönemde basılmadı.
160. Franz Hoffmann'm (1814-1882) yazdığı Neuer deutscher Jugendfreund
zur Unterhaltung und Belehrung der Jugend, 19. yüzyıl ortalarının bir
çocuk edebiyatı klasiğidir.
161. James Fenimore Cooper'ın Deri Çorap Masalları adlı eserinin Almanca
çevirisi.
162. Gustav Schwab, Antik Çağın En Güzel Efsaneleri (1838).
163. Kari May (1842-1912), ağırlıkla Vahşi Batı'da geçen popüler romanla
rın yazan.
164. Kampf um Rom (Roma İçin Savaş), Felix Dahn'ın yapıtıdır.
165. Sophie Wörishöffer (1838-1890), denizcilik serüvenlerini anlatan ro-
manlann yazan.
166. Friedrich Gerstäcker (1816-1872), egzotik romanlann yazan.
167. Gershom Scholem anılarında, Benjamin'in 1908-1914 yıllan arasında
bazı arkadaşlanyla -Herbert Beimore, Alfred Steinfeld, Franz Sachs ve
Willi Wolfradt- haftalık okuma toplantılan düzenleyerek Shakespeare,
Hebbel, Strindberg, Ibsen ve Wedekind gibi yazarlan tartıştıklarını an
latıyor.
168. Heinrich Hoffmann'm (1809-1894) on dokuzuncu yüzyılın ortalarında
yazdığı klasikleşmiş çocuk kitabı.
169. Benjamin bu projesini hiçbir zaman gerçekleştirmemiştir. Bununla bir
likte çocukluk fantezileri Berliner Chronik (1932) adlı eserinde önemli
bir yer tutar.
170. Ana {Mat), Gorki'nin 1906-1907 yıllannda yazdığı aynı adlı romandan
sinemaya Pudovkin tarafından uyarlandı (1926); Üç Milyonun Yargıla
nışı, 1926 yılında Yakov Protazanov tarafından çekilen bir detektiflik
komedisi.
171. Rusya'nın Kuzey Avrupa ve Kuzey-Batı Sibirya'daki topraklarında yaşa
yan, Ural-Altay dil grubuna bağlı bir halk.
172. Asja Lacis'e hayran olan Kızıl General'in adı.
173. Benjamin'in "Oskar A. H. Schmitz'e Cevap" başlıklı yazısı, Schmitz'in
makalesiyle birlikte 11 Mart 1927 tarihinde Literarische Welt'dt "Rus
Film Sanatı ve Kolektivist Sanat Üzerine Bir Tartışma" başlığı altında
yayımlandı.
188
174. Fritz Lang'ın (1890-1976) 1926 yılında çektiği film.
175. Narkomindel, Dış İlişkiler Komiserliği (Dışişleri Bakanlığı) sözcükleri
nin kısaltması (Narodniy komissariat inostrannik del).
176. Rusça özgün ismi Chopiniyana, koreografı: M. Fokine, beste: F. Chopin
(Benjamin "önemsiz bir besteci"den söz ederken, Chopin'in bestesini or
kestraya uyarlayan A. Glasunov'u kastetmiş olabilir).
177. Asja Lacis çocuk tiyatrosu ve eğitimi üzerine ilk çalışmalarını 1918-19
yıllarında, Şehir Tiyatrosu'nda yönetmenlik yaptığı Orel'de gerçekleştir
mişti.
178. Ekaterina Vasilyevna Gelzer (1876-1952), ünlü balerin; 1898-1934 ara
sı Moskova Bolşoy Tiyatrosu'nda dans etmiş, 1925 yılında "SSCB Halk
Sanatçısı" unvanı verilen ilk sanatçı olmuştu.
179. Sergeyevo’daki Troitse-Sergeyeva Manastın (1930 yılından sonra adı
"Zagorsk" olarak değiştirildi).
180. Boris Godunov (1552-1605), efsanevi Rus Çan.
181. Mihail Aleksandroviç Çehov (1891-1955), tiyatro oyuncusu ve yönet
meni, 1928 yılında Rusya'dan göç etti.
182. Werner Scholem (1895-1940) Alman Reichstag'ında komünist bir millet
vekiliydi. Almanya Komünist Partisi'nin (KPD) içinde (Ruth Fischer, A.
Maslow vd. ile) sol muhalif bir grup oluşturmuştu. 1927’deki Stalinizas-
yon sürecini takiben KPD'den atılmış ama Reichstag içinde kalmıştır.
183. Mirjam Ben-Gavriel (1898-1980) Avusturya kökenli aktris, 1925'te
Filistin'e göç etmişti ve o dönemde Berlin'i ziyaret ediyordu.
184. "Güney Defterleri" 18.3.1927'de Literarische Welt'de, yayımlandı.
185. Dora Benjamin'in Ullstein Yayınevi'ndeki çalışmalan hakkında pek az bil
gi vardır, çünkü yayınevinin arşivi savaş sırasında yok olmuştur. Praktisc
he Berlinerin'in adı 1927'den sonra Modenwelt olarak değiştirilmiştir.
186. Elsa Burchardt Scholem, Gershom Scholem'in (1923-36 yıllan arasın
da) ilk karısıdır.
187. Siegfried Kracauer (1889-1966), Benjamin'in Emst Bloch vasıtasıyla ta
nıdığı romancı, eleştirmen ve film kuramcısı. Joseph Roth ve Theodor
Adomo'nun yakın arkadaşıydı; 1920-1933 yıllan arasında Frankfurter
Zeitung'm kültür sayfalannın editörlüğünü yaptığı sırada Benjamin'in
pek çok yazısını yayımlamıştır.
188. Emilio Filippo Tommaso Marinetti (1876-1944), İtalyan şair, romancı
ve oyun yazan. 20. yüzyılın ilk yansında gelişen Fütürizm akımının ku
rucusudur. Giderek faşist görüşlere yakınlaşarak Mussolini'yi destekle
miş, 1924'te yayımladığı Futurismo e fascismo (Fütürizm ve Faşizm)
adlı siyasal yapıtında faşizmin Fütürizm'in doğal bir uzantısı olduğunu
savunmuştur.
189
189. Gabriele d'Annunzio (1863-1938), İtalyan yazar ve asker. Yazı ve ey
lemleriyle İtalyan faşizmini desteklemiştir. 1937'de Mussolini tarafın
dan Kraliyet Bilimler Akademisi'nin başına getirilmiş, ancak göreve
başlayamadan ölmüştür.
190. Caspar Neher (1897-1962), Alman sahne tasarımcısı. Çocukluk ve okul
arkadaşı olan Brecht'le birlikte çalışmış, Epik tiyatro anlayışı doğrul
tusunda eserler vermiştir.
191. Bkz. "Çin İşi Antikalar", Son Bakışta Aşk, s. 54.
190
Walter Benjamin
M o sk o v a G ü n lü ğ ü
W alter Benjamin 1926 yılı sonunda, kısa b irta til aşkı yaşamış olduğu
Bolşevik aktris ve eğitimci Asja Lacis'in bir ruhsal rahatsızlık geçirdiği
haberi üzerine, yaklaşık iki ay kalacağı Moskova'ya gitti. Sovyet kültü
rel politikasında Stalinizasyonun başladığı bir dönemdi bu; herşey ye
niden yapılanıyordu, "kamusal yaşamın gerilimleri öylesine büyüktü
ki, özel yaşam tamamen tıkanmış" görünüyordu. Rusça bilmeyen Ben
jam in, dönemin tartışmalarına ancak ünlü tiyatro eleştirmeni Bern-
hard Reich ve Asja Lacis aracılığıyla girebiliyordu. Moskova'da Benja-
min'in "Partisiz ve mesleksiz" bir serbest yazar olarak konumuna şüp
heyle bakılıyordu; Reich, Lacis'in sevgisine ulaşabilmesinde karşısına
güçlü bir rakip olarak çıkmıştı, üstelik Moskova buz gibiydi ve kaldı
rımlarda yürümek bile bir ıstıraptı...
.fttz ım
M e tis Yayınları
w w w .m etiskitap.com
1 0 .5 0 YTL