You are on page 1of 202

-1

ERMENi
AV HİKAYELERİ
TOTEM YAYINEVI

EDEBİYAT DiZİSİ: 1

GENEL YAYIN YÜNETMENi: Ayşegül Yordam

Ermeni Av Hikayeleri

Vakhıang Ananyan

ÇEViREN: Özgür Kırteke

YAYIMA HAZIRLAYAN: Ayşegül Yordam

KAPAK DÜZENi: Ayşegül Yordam

TEKNiK HAZIRLIK:

DÜZELTi: Ayşegül Yordam

Bu kitabın Türkçe yayım hakları Totem Yayıncılık'a aittir

BASKI-CİLT:

Kayhan Matbaa

Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 244

Topkapı/ISTANBUL

Tel: O 212 576 Ol 36

!.Basım 201 l

BASKI ADEDi: 1500

ISBN: 978-9944-330-02-2

SERTiFiKA Nü: 22401

TOTEM YAYIN DA(;. SAN. TIC. LTD. ŞTI.

Narlıbahçe Sokak No:l7/l Enıinönü/İSTANBUL

Tel: O 212 527 73 90- 526 86 65

Fax: O 212 51 l 04 72

toıemyayin@gmail.com

ERMENi
AV HİKAYELERİ

Çeviren: Özgür Kırteke


Yaşam Öyküsü

Vakhtang Ananyan; 1 905 yılında, Erınenistan'ın bir dağ köyünde


dünyaya geldi.

Küçüklüğünden beri gerçek bir doğa aşığı oldu ve memleketinin


doğal güzelliklerine, özellikle de ormanlardaki yaban hayatına
hayran kaldı.

Aııanyan'ın çocukluğu dağlarda çobanlık yaparak geçti. Yaşlı avcı­


lardan ve birlikte çalıştığı çobanlardan dinlediği av öyküleri, onun
ilerde iyi bir doğa yazarı olmasın ı n zeminini oluşturdu.

İlk kitabı olan "Sevan Irmağının Kıyısında", 1931 'de yayımlandı.


!3unu takip eden "Leopar Geçidinde Esaret" adlı kitabıyla da bir
yazar olarak ünlenmeye başladı.

"Ermeni Av Hildyeleri" adlı eseriyle, Sovyct Edebiyat Ödülü'nc


layık görüldü ve bu sayede okurların gönlünde sağlam bir yer
edindi.

Ananyan'ın bu kitabında yer alan öyküler; yazarın çocukluk ve ilk


gençlik yıllarıııı geçirdiği dağları, Sovyerler Birliği dönemindeki
yaşantıyı ve doğayla kurduğu yakın dostluğu anlatıyor.

Ananyan, 1980 yılında, Erivan'da hayata veda etti.


İçindekiler

1. BÖLÜM

ERMENİSTAN DAGLARINDA. .. . ......... .. .... 9

Büyükbaba Vartan .. ... ............ ...... 1 1

Geyikler. ...... ..... . ............ ...... 42


Beyaz Kılavuz Teke ...................... ... 5 0

Alacakaranlıkca 63

Kocaoğlan 70

Kuscup Dağı'nın Ayıları 72

Tavşanlar 76

Arıcılık Çifcliği 80

Bujuk .. 85

Kurt Geçidi 88

Aras'ın Suyu Çekilince 91

Ormanın Hırsızları 94

Bir Avcı Şakası 98

2.BÖLÜM
KUŞLAR .......... 103

Kırlangıçlar 105

Kumru . 108

Yürek Parçalayan Ses... 1 10

Aldanan Kuş .. ...... 1 14


Çöl Değişiyor 120

Bıldırcınlar 124

Mugan'ın Sülünleri 126

Turnalar 1 30

Serçeler 153

3. BÖLÜM

DAGDA GEÇEN ÇOCUKLUGUM 137

Kış Kıtlığı .......139

Çifte Manastır Uçurumu 152

Alabal ıklar 1 61

Bizim Teşambar 1 70

4. BÖLÜM

KAMPTA GECE ATEŞİ 1 75

Tüylü Muş 177

Hain 187

Sadık Karga 197

Mezar Taşı Yazısı 200


1. BÖLÜM

ERMENİSTAN
DAGLARINDA
....
Büyükbaba Vartan

Ermenistan dağlarında kısa kış günü sona ermek üzereydi .


Güneş Karacataş Dağ ı ' n ı n arkası nda yavaş yavaş batarken,
Tacettin Dağı ' n ı n uçuru mları n da da silah sesleri iyice azal­
maya başlamıştı.

Ben, vurduğum karac a n ı n bacakları n ı tüfeğ i m i n kayı­


şıyla bağlayıp, avı sırrıma attıktan sonra; avcıların başarılı
bir avı n ardından yaşadığı o benzersiz haz duygusuyla, kışa
elverişli konaklama yeri olan Karatoroz'a dön mek içi n , ar­
kadaşı m la birl ikte yola koyuldu m .

Bodur b i tkilerle kap l ı yüksek kayaların dibi ndeki çay ı n


kenarı nda, sığı nak v e ahırlar dağ ı n ı k bir şekilde dizil mişti.
Burada geceleyip, ertesi sabah erkenden tekrar avlan maya
çıkacaktık. Köpekler bizi , "Bu silahlı adamlar d ünyadan
uzak b u yerde ne arıyor!" dercesine, havlayarak karşıladı­
lar. Yüzü güneşten yan m ı ş , kısa boylu ve gen i ş o muzlu b i r
adam , sığınaktan ç ıkarak köpekleri sakinleştird i .

il
Ermrni Aıı Hikdyrlrri

Ayakları m ızdaki karı temizledikten sonra , sığı nağın


küçük kapısından eğilerek girip, içerideki çobanlara selam
verdik. Ateş saçan ocağın başı nda yaşl ı bir adam oturmuş,
tabaklanmış deriden sandalet ö rüyordu.

İ çeri girdiğim izde yaşlı adam elindeki işi b ı rakarak,


" Hoş gel d i n iz, hoş geldin iz! " diye, bizi sevi nçle karşılad ı .
Avlad ı ğ ı m ız karacaya bakarak, çobana: " B izim m isafi rler
gö rünüşe bakıl ı rsa dağdan gel iyo rlar ve don m uşlard ı r. Oca­
ğ ı n ken a r ı n a yün bir kilim ser, bir de çay yap ki nefesleri
açılsı n . " dedi.

Ben karacayı kap ı n ı n d i reğine astıktan son ra avcı bı­


çağ ı m ı çıkartarak, yaşl ı adama " Büyükbaba ateş i n şaşlığa"
uygun m u ? " diye sord u m . Yaşlı adam bana, "Siz b u dağ
başında b u ndan daha iyi ateş bulam azs ı n ız, ben de sizden
daha iyi m isafi r bulam a m ." diye sükunet içi nde cevap verip.
çobana dönerek: "Simo nyan , b i r iyilik daha yap da şu kara
kuzuyu kes." dedi.

Arkadaşım b u n u n üzerine, " B ırak kuzu kals ı n b üyük­


baba! Karaca var ya! " diye itiraz etmeye kalktığında; yaşlı
adam uzun ve gri kaşlar ı n ı n altı ndan kızgın b i r bakış atarak,
" Ben kendi geleneği me bağlıyı m , siz yen i adetler i n izi , en
iyisi şeh i rde m u hafaza ed i n ." diye çıkıştı. B i r yandan da eti
kızartmak için közleri yaymaya başlamıştı. "Bu karacayı ne
yapacağız?" diye ısrar edince de, " Karacayı yan ı nızda şehre
götü rür ve o radaki han ı mlara hava atars ı n ız." diyerek bizi
azarladı. Pes etm iştik.

S i mo nyan, b irkaç dakikada kara kuzuyu yüzerke n ; biz


yün kili m i n üstünde bağdaş kurmuş, o zorlu ve soğuk dağ
koşullarından sonra, s ıcak ocağ ı n key fi n i çıkarıyorduk.

şaşlık: Koyun etinden hazırlanmış bir tür yemek.

12
Ermeni Av Hiktiyeleri

Yemeğim izi iştahla yiyip, üzeri n e yaban ballı çayı m ızı


içerke n , ko n u av ve avcılık m aceralarına gel d i . Yaşlı adam
eskide n , o bölgeye yakın bir Kolhoz'da baş çoba n l ı k yap­
mıştı. G ü r kaş l ı , kanal burunlu, yüksek a l ı n l ıydı ve güçlü
bir yüz yapısına sah ipti. Yaşı n ı bel l i etmemesine rağmen , ak
saçları görün düğünden yaşlı olduğu n u ele veriyordu. Nere­
deyse geçti ğ i m iz yüzyılda doğm uş olmalıyd ı.

Büyükbaba Vanan , d u vara dayadığım tüfeği e l i ne ald ı .


Silahın, ocağı n ateşi nden ç ı ka n yal ımları yansıtan cilal ı yü­
zeyi ne, nasır tutmuş parmağ ı n ı sü rerke n , bir yandan da de­
rin deri n düşüncelere dal mıştı.

B i rden: "G üzel b i r alet! Fakat ne yazık ki şayan* b i r alet


değil." d iyerek suskun laştı . Bel l i ki silah kend i ne bazı kötü
a n ıları hatı rlatıyordu. Bana dönerek: "Şimdi bana tam bir
erkek olduğu n u söyleyeceksin." ded i . Ben de, "Erkek olma­
sam bu karaca bu rada asılı durur m uydu ? " diye yüksekten
atarak ya n ı t verip, b i r yandan da b u yaşl ı ada m ı ko n uştur­
mayı ümit ediyordum.

Yaşlı adam h o m u rdanarak bana baktı ve parmakları n ı


tüfeği n kabzasına vurarak, "Tam b i r erkek! Silahına dua et
ki, sen i n gibi süt çocuklar ı n ı kızların gözünde avcı yapı ­
yor!" dedi.

B u şaka bizi güldürmüştü. Yaşlı ada m : " Evet, gençken


biz de erkektik. Ayıların i ni n e sadece elim izde küçük b i r
kamayla girerd ik. Bugünkü avcılar erkekten m i sayı l ı r ? " di­
yerek içini çekti ve devam etti: " B u lanet olası şey b u l u n­
du ktan sonra kılıç ve menlik devri kapandı.

Hep i n i z Köroğlu' n u bil iyorsunuzdur. B ü tün Türk Bey­


leri ve İ ra n Kağan ları O ' n u n kılıcı n ı n ö n ünde diz çöker;
Ermem Av /liktiyeleri

yedi yüz yet m iş yiğid i n i n arası nda at sürerke n , yer gök


atın ı n nalları altı nda t itrerd i . ' B u gürültü de ned i r? ' diye
soranlara da, 'Bil miyor m us u n , Köroğlu dağda yine fı rtına­
lar kopa rıyor!' derlerdi. İşte böyle b i r yiğid i n son u bile bu
kahrolası silahtan oldu. Bunu icat eden i Allah kah retsi n !"

" B u demir parçası piyasaya çıktığı za man, Köroğlu


adamlarını başına toplayarak, kılıcını taşa vu rup, parçaladı
ve ' Mertl i k b i tti artık! Şimdi korkaklar, bile, dünyaya bedel
b i r yiğidi sırtı ndan vurabiliyor!' ded i."

Yaşl ı adam sessizleş i rken , içindeki hareketlilik h issedili­


yordu. Ocaktan b i r parça köz alarak, isli piposundan bi rkaç
derin nefes çekti.

"Sadece mertlik yetmez!" dedi düşünceli bir şekilde.


Sanki kendi kendisiyle sohbet ediyor gibiydi . "Tacettin
Dağı kadar büyük, Lori Vadisi kadar derin b i r yürek ve de
vicdan gerekir." deyip, tekrar suskunlaştı.

" B üyükbaba Vartan! Madem mertli kten bahsediyorsun,


başı ndan geçen b i r hikayeni anlar da di nleyeli m ," diyerek
yaş l ı ada m ı konuşturmaya çalıştım.

" Hangi b i r i n i a n latayım! Saçları mdaki. aklar kadar ce­


saret isteyen iş yaptım. Tan ıdığım tanı madığım , bildik ya
da yabancı, az insana iyi liğim dokun m ad ı . Kura I rmağı ' n ı n
karşı kıyısından gelen Azeriler, benim yan ı mda h e r zaman
b i r parça ekmek ve başların ı n üzeri nde sıcak bir dam bu­
l u rlard ı . Şimdi de sizi n gibi çaylaklar gel m iş ben imle alay
ediyorlar!" derke n , söylediğim sözden yaraladığını i ma edi­
yord u .

" Hayır büyükbaba! Şaka b i r yan a , b izi işin i n e h l i avcılar


olarak görmediğine göre, sen o zamanlar neler yapıyord u n ? "

14
Ermeni Av Hikdyeltri

dedim. "Belli ki silaha karş ıs ın . Belki çobanlar için güveni­


lir b i r alet değildir." diyerek, arkadaşım sözümü tamamladı.

Yaşlı adam sıkıntılı b i r şekilde başın ı sallayarak devam


etti: "Bu silah bulunmasayd ı , bugün dünya daha farklı bir
yer o l u rdu ve benim yaşam ım da başka türlü şekillen irdi."
diye üzüntü içinde açıkladı ve bir süre sessiz kaldı ktan son­
ra h ikayes i n i anlatmaya başladı : "Sizin gibi çaylaklara ne
anlatayım . . . Nasıl olsa, b u titrek ihtiyarın an lattığı şeylerin
i m kansız olduğun u düşüneceks i n iz. Allah kahretsi n ki bu
yaşlı l ı k i nsan ı bozuyor!"

"Tecrübeli biri ormanda çürük bir meşe ağacı görse, o


ağacın eskiden güçlü ve büyük bir ağaç olduğun u hemen
kavrar. Ben de gençliği mde meşe ağacı gibi kuvvetl iydim.
Kollarımda o ağacın dalları kadar güç vardı. Seneni n o n iki
ayı dağlarda ve o rmanlarda gezer, doğaya ve vahşi hayvan­
larla karşı m ücadele verirdik. B u savaş bizi güçl ü ve sağlı klı
k ı lardı."

" Dar kafalı l ığım ı bağışlayın ama siz kuştüyü yataklarda


yatıp, el inizdeki şu alete güvendiği n iz için solgun görün ü­
yorsu n uz." derke n , bir yandan da başıyla silahı işaret edi­
yordu.

"Biz kolu muzun gücüne güve n i rdik . . . B u yüzden de


boğa gibi kuvvetliydik!

O zamanlar Lori bölgesi ş i mdiki gibi değildi. Ne yol, ne


maki ne, ne de b üyük köyler vardı. Etrafta çok az i nsan ya­
şıyor, ovalar ve ormanlık alanlar vahşi hayvan kaynıyordu.
Silahı nereden b ul abilird i k ki . . . E n iyi i htimalle bir fi l i n ta·
görürdük. O da ya köyün yaşlıları nda ya da köy korucusun-

filinta: Namlusu kısa, kurşun alan bir çeşit küçük tüfek.

15
Ermeni Av Hikayeleri

da olurdu. Bu yüzden etrafcaki vahşi hayvanlar köyl ülerin


korkulu rüyasıydı. Gençler ormanda m eyve coplarken , ayı­
larla ka rşı laşıyorlar; kızlar çeşmeden s u almaya giderken b i r
vaşağa rastlıyor v e korkudan testiyi b ı rakıp, d i l leri n i yuc­
muş b i r şekilde kaçışıyorlardı."

" Tacettin Dağı'n ı n tepelerine yüzlerce yaban keçisi yayı­


l ı r ve ereği nde de sayısız geyik yaşardı. Son bahar geldiği nde,
erkek geyikler kızışmış bir halde o flayıp puflayarak dişi leri
çağı rı rlardı. Geyi klerin bağı rtıları n dan geceleri uyuyamaz
o l u rduk. O kadar çok yaban ı l hayvan vardı ki, o rmana sı­
ğamaz olm uşlard ı."

"Bir kış, b i r karaca köye geldi. Çocuklar ve köpekler


peşinde koşarken, b u korkmuş hayvancağız damdan dama
s ıçrayıp mezarl ığa ulaştı ve en s o n u nda Aziz Sarkis' i n küçük
k i lises i ne sığın mayı başard ı. O zaman da ram Sarkis Orucu
günüyd ü. Karaca, kalabal ı k kiliseni n içi nde kaybol urken ,
herkes i n ağzı hayretten b i r karış açık kal mıştı. Çocuklar
saki nleşip, köpekler susruğunda avcı Şalar: 'Bu karacaya
doku nmayın! Bu Aziz Sarkis' i n karacas ı ! ' diye bağı rmaya
başlad ı . B iz de cah i l l i ğ i mizden avcı Şalar'a inandık."

"Bir gün; hasattan sonra, baltamı kemerim i n arasına


sokup, o rmana doğru yola çıkmıştım. Kağn ı n ı n tekerleği
i ç i n b i r parça odun yonracakt ı m . Patika büyük b i r kaya bo­
yunca uzayıp, bir uçuruma doğ r u gidiyordu. Bu s ırada ani­
den b i ri n i n bana doğru geldiği n i duydum. Al n ı mdan terler
dökülmeye başlam ı ş t ı . Gelen i n köyün bekçis i olduğu n u ve
baltama el koyup, bana da para cezası keseceğ i n i d üşündüm.
Baltamı aceleyle çal ıların aras ı n a saklamaya çalı ş ı rken, yak­
laşan şeyin b i r geyi k olduğu n u fark etc i m . Boy n uzları yaşlı

16
bir ağacm dalları gibiyd i . Öylesi ne afallamıştım ki baltamı
havada sallayarak çığl ı k ç ığlığa bağı rmaya başladı m . Zaval l ı
hayvan korkudan ken d i n i uçu ruma attı v e boynu kırıldı.
Köye geri dönüp eşeğ i m i aldım ve geyiği eve getird i m . B ü ­
tün köye i k i g ü n l ü k geyik e t i ziyafeti çıkm ıştı ."

"O zamanlarda öyle çok yaban hayva nı vardı k i , şimdi­


ki avcı ları n yaptığı gi bi b i r bıldırcına on avcı ateş etmezd i .
Bugün nasıl ya ban i hayvan olsu n . . . Ala verdi işletmes i n i n
ça l ışanları o kadar çok tavşan vurdu k i , bu günahsız h;ıy­
va nla rın bazıları i nsanlardan bile daha düzenbaz oldular."

" B i r keresi nde Karatanoz'da hayvan o tlatıyo rduk . . . Or­


manlık alanda o kadar çok ayı vardı ki sayısı bel irsizd i . Aynı
zamanda ormanlarımızda bolca böğürtle n , ceviz, elma, ar­
mut ve Frenk üzü m ü b u l u n u rd u . Ayılar b u n ları yemeye ba­
yı lıyo rdu. Kimi gün de şansları yaver giderse bir i neği veya
koyun u yakal ıyor ve avluı nı s ı rtlarına yükleyip sessizce or­
tadan kaybolurlardı."

" B izim ayılara karşı kullanmak i ç i n ne bir taş atan fi l i n ­


tamız, ne de silah ı m ız vard ı . Ayılarsa i nsandan v e köpekten
korkmazd ı . . . "

" B i r sene babam; kardeşime düğünlük çeyiz satın almak


için Ti fl is'e g i t m iş ve geri döndüğünde, bir sebepten dola­
yı , uzun ve paslı bir boruyu da yanı nda geti rmişti. Allah
rahmet eyles i n , dem i rci Mukutuş daha yaşıyordu ve eline
aldığı her şeyi altına dön üştürüyo rdu."

" Mukutuş, boru n u n altını eğdi ve perçi n ledi. Çakmak


taşı için bir del ik açıp, tahtadan b i r d ipçik yo ntru. Böylece
onaya b i r çeşit tüfek çıktı. Ben de bu bo runun içine b i r

17
J:rmoıi .·lıı IJ..k.i_Ye/aı

avuç banı r , b i r avuç da av saçması a ttım ve armur korulu­


ğunda p usuya yatmak üzere yob koyuldum."

" Pusuda beklerken , yakııılarda kırılan dalların sesıııı


duydum ve büyük b i r hayva n ı n geldiği n i fark etti m . Ta nı o
sı rada b i r ayı çal ı l ıktan çıkrı ve ağaçlardan olgun b i r mey­
ven i n düşüp düşmediği n i dinlemek için beklemeye başladı .
Bu başında b i r yara i z i o l a n , büyük b i r ayıydı . Canavar bana
o kadar yaklaş m ıştı ki, ken d i m i b i rdenbire ayı n ı n pençele­
rinde buldum. El yap ı m ı tüfeği m i doğrultarak tetiğe bas­
t ı m . Lanet olası alet, eski bir Ti.i rk topu gibi patlayarak, b i n
pa rçaya ayrı ldı. Etrafı koyu bir d u m a n kaplamıştı. Hiç b i r
şey görül m üyordu v e ayı yakı n ları mda b i r yerde bağı rıyor­
du. Arkama bakmadan oradan kaçmaya başladım."

"Ay ı n ı n pençesin de n kurtulm uştum ama o akşam yen i


b i r şanssızlıkla karşılaştı m . Akşam o l u p d a s ü r ü köye geri
dö n düğünde, Oganes Tavadanz' ı n ineği yoktu ve bu i nek
özel l ikle de bana tes l i m edi l m işti. Kurt mu parçalam ıştı ya
da bir uçurumda n mı düşmüştü, belli değildi fakat inekten
ben sor u m l uydum ."

"Ağabeyim Artun'la beraber i neği a ramaya koyulduk.


Gece yarıs ı n a kadar köşe bucak aramamıza rağmen i neği
hiç bir yerde b ulamamışt ı k. B i rden, yamaçtan geçide doğru
sanki ağır b i r yük s ürüklenmiş gibi b i r ize rastladık. Ay ışı­
ğın ı n da yard ı m ıyla etrafı m ıza bakı n ı rken , kırılmış dalların
üzeri nde kan izleri olduğun u fark ettik. İzleri takip ederek;
taş, çal ı ve benzeri şeylerden yap ı l m ış b i r tümsek b ulduk."

"Bu ne Art u n ? diye sordum. ' B u n u ayı yapmış!' dedi.


Sonra, taşları ve dalları temizleyerek tümseği açmaya baş­
ladı. Ne yapıyors u n ? Hayd i , i n eği aramaya devam edelim!

18
diye bağı rd ı m . Artun ise baıı<1 dön erek, 'Sen hiç b i r şey
bil miyo rs u n !' ded i . A n l a m a m ı şt ı m . Fakat soru mu da tek­
rarlamaya cesaret edemed i m . O zama nlar büyüklere karşı
gel i n mezdi . . . "

"Paltomu çıkartıp o n a yard ı m ermeye başladım. Tümsek


gitgide küçül ürke n , çalı ve taşla rı n al tında b i r i nek başı be­
l irdi. O zaman anladım ki ayı i neğin boy n u n u koparmış ve
kıvama gel mesi için eti gö m m üştü. İ neği o halde görünce
birden öfkeye kapıld ı m . Bu i neği n paras ı n ı ödemek çok ağı r
bir yüktü, fakat ben b undan daha da b üyük b i r kayıp hisse­
d iyordum çünkü gön l ü m ü Oganes' i n kızına kaptı rmışt ı m ."

" Lanet olası ayı yüzünden kepaze duru m u na düşmüş­


tüm. Oganes Tavadanz' ı n ailes i n i n gözüne nasıl gö rün ür­
düm artık? Ben b ü rün b u olanları düşün ü rken , Arrun:
"Yazık b u ete, bundan kav u rma yapalım." dedi . İ neğin iç
o rgan larını temizleyip erini parçalara ayı rdı ktan so n ra , kurt
ve tilkilerin yememesi için yüksekçe bir ağaca astık. Derisi­
n i de dürüp, eve doğru yola koyulduk."

"Ertesi gün eri almak için o rmana gittiğim izde, er ye­


rinde yoktu. Ne olmuş olabilirdi ki? Kurt ve tilkiler ağaca
tırmanamadığı gibi, herhangi b i r i nsan ı n b uraya uğradığına
dair de hiç iz yokcu. Merak içinde ecrafı m ıza bakı n ı rken ,
d ü n gece büyük b i r çabayla kazdığımız tümseğ i n yen iden
yap ı l m ış o lduğu n u gördük. Taş ve dalları tekrar kal d ı rdı­
ğ ı mızda et orada duruyordu. Kulakları çınlas ı n ... O zaman
baba m ı n bize a n l attıkları akl ımıza geldi. Ayılar ağaca tı rma­
nabiliyordu!"

"Eri eşeğe yüklerke n , kulağı m ıza dalları n kırıl m a sesi


gelmeye başladı ve b u ses büyük bir hayva n ı n yaklaştığı

19
Ermr11i Aı1 1 liJ.•ıi_ye/eri

işaret ediyo rdu . Derke n , dall a r ı n arası nda başı nda yara izi
olan bir ayı bel i rd i . Bu dün gördüğüm ayı n ın ta kendisiyd i .
Ayı b i z i gö rür görmez geri dönüp, yavaş yavaş ya n ı m ızdan
uzaklaştı. Ayı lara bir şey yapmazsa n ız size saldı rmazla r, ha c­
ca yolu n u n üstündeyseniz bile çeki p giderler."

"Arcu n ! " dedim , "İneği parçalayan bu ayıyd ı . . . "

" B u ayıdan nasıl kurtulacağız?" diye sord u m . Arcun:


" Kar düştüğünde, kış uykusuna yaracak. O zaman çok ko­
lay ol ur." diye cevap verd i . Ayı giderke n , bana körü kötü
bakıyord u . Sanki 'Gani meci m i elimden alıp, bana ateş ercin
alçak i n sa n ! Bunun hesab ı n ı sana soracağı m ! ' der gibiyd i .
Böylece ayıyla aramdaki d üşmanl ı k başl a m ış oldu."

"Bu savaş iki sene sürdü. Nas ı l sona erdiğin i de so n ra


anlatırım . . . "

Büyükbaba Varta n , ateşi karıştırı rken, patatesler de cı­


zı rdamaya başlamıştı. Yaş l ı ada m , patatesi acemice soymaya
çalışan arkadaşıma alaycı b i r i fadeyle bakarak, " Hayır oğ­
l u m , patates öyle soyulmaz, patatesi mahvediyorsu n ! " dedi .

Arkadaş ı m da: " Üzer i n e közler yapışmış, iyice tem izle­


mezsem m ideme oturur" d iye yan ı tladı.

Yaşlı adam gülerek: "Oğl u m neden m idene o t u rs u n , es­


kiden m ide mi düşün ü l ü rdü? M ideyi siz dere edi n d i n iz ve
bu yüzden solgun s u n uz," ded ikten so n ra; sıcak b i r patatesi
el i n e alıp, sadece şalvarına sü rterek, kül ve i s i n i ustalıkla
tem izledi . A rtık eli nde kızarmış leziz b i r kabuklu patates
vard ı .

" Zevk v e keyifle yapı l mayan işten hayır çı kmaz. Bu ku-

20
Frmt'ı11 !111 flikd.wlerr

ral zevkle yen i l meyen yemek için de geçerl i d i r." diyerek b i r


yandan da işaret parmağın ı b i ze doğru sallıyordu .

" Ben d ü n yaya geleli n eredeyse yüz sene oldu. Fakat hala
ince b i r ipliği iğneden geçireb il iyo ru m . B u n u n neden i ise
midemi o kadar da düşünmemem. Eli m e ne geçerse yerim.
Bu yüzden de yüklü b i r arabayı sırtımla kaldırabilirim. Her
zaman m ides i n i düşünen lerse ne dağda, ne de ormanda ya­
şaya b i l i r. En iyisi ben size şu kah rolası ayıyla n as ı l çarpıştı­
ğı m ı a n latmaya devam edeyi m . . . "

"O za manlar sürekl i , Oganes Tavada n z' ı n kızına, nasıl


güçlü bir erkek olduğumu ispatlamak düşü ncesi içerisin­
deydim. Dört, hatta beş sene ona olan aşkım ı saklayıp, bü­
yük b i r s ı k ı n tı çekt i m . B i r saz alıp, acıklı şarkılar söylerd i m .
Ara sıra d a g i d i p ayakla rına kapa n ı r, gözyaşı dökerek elleri­
ni tutmak isterd i m .

Fakat ne zaman o n u sırtı nda s u testisiyle uzaktan gör­


sem, a l n ımdan terle r dökül üyor, kulaklarım ç ı n lıyordu.
Utancımdan ormana kaçıp o rada saklan ıyordu m . Aşkım
beni kahrediyor, acı veriyordu. Ne uykum ne de h uzurum
kalmıştı. Akl ı m başımdan gitmiş gibiydi."

"Oysaki o, tıpkı bir çiçek gibi açılm ıştı. Arılar nasıl çi­
çeklere doğru uçarsa, b ü t ü n gençler de o na , ben i m aşkıma
koşuyord u . Ceylan gibi uzun ve i nce bacakları, serv i gibi
bir vücudu vard ı . Gözleri gök kara n l ığı gibi s i msiyahtı. Her
şeye tepeden baka n , dimdik b i r duruşu vard ı . Düğün lerde
nasıl halay çektiği n i bir görmel iyd i n i z . . . Gençlerin hepsi
ondan b i r gülücük ko parabi lmek için son parala rına kadar
davulcuya veri rlerd i . O ise sanki dağla rın kral içesiym iş gibi

2l
Ermem At• I likri_vf"lni

kimseye bakmazdı ve ben de bu yüzden ona yaklaşmaya ce­


saret edemezd i m . "

" B i r yaz geces i koyun ları beklerke n , a teşi n kenarında


o turuyord u m . Koyu nlar mağarada u yuyo rd u. Yorgun ço­
banlar çoktan uykuya dalmıştı ama ben hala uya n ıktı m .
Kavalırna öyle h üz ü n l ü üflüyo rd u m k i , dağdan gelen yankı­
lar bile i n l iyor, dağların da yüreği sevgi l i m için yan ıyord u .
Köpekler öylece başları n ı ön patileri ne yaslamış, d o n u k ve
kıpırdamadan bakıyorlar, sanki benim derd i m i paylaşıyor­
lard ı . O zor zama n larımda tek arkadaşım onlardı . Gece ya­
rısı herkes derin uykudayke n , Tavadan z' ı n çad ı r ın da n beyaz
giys i l i b i r kız çıkt ı . Sanki geceye ay doğmuştu. Çad ı r ı n ya­
n ı n daki taş ı n üstüne oturup çaldığım kavalı d i n lemeye baş­
ladı. Evet, bu oyd u . Ben i m tan rıça m , sevgil i m . . . Öyle b i r
aşkla çalmaya başlad ı m k i , taştan b i r kalp bile d i ze gel i rd i . "

" O sı rada a n iden s ü rüye kurtlar sald ı rd ı . Köpekler hav­


lamaya başladı . B ü r ü n kamp uya n m ıştı. Kız korkudan tek­
rar çadıra kaçtı ve kal b i m i de beraberinde götürd ü ."

"Artık bürün yaz ve sonbahar boy u n ca , akl ı m ona rakı lı


kal mıştı. B i r buluşma fı rsatı yakalamak için devamlı onu
gözlüyo r, fakat b i r t ü rl ü başaram ıyord u m . Bir gü n , koyu n ­
ları d iğer çoban lara tesl im edip, belki arkadaşlarıyla kozalak
toplamaya gel i r diye, ormanda gezi n tiye çıktım.

Köyün bütün kad ı n ları; uzun kış akşa mlarında birbirle­


rine a n lattıkları masal ları d i nlerken yemek içi n , ormandan
ceviz ve böğürtlen toplarlard ı . Fakat ben sevgi l i m i hiç b i r
yerde göremiyordum."

" Köye geri dön ü p , tıpkı b i r tilki gi b i , b i r ağacın altında


saklanmaya başladı m . A niden onun kardeş i n i n elinde tu-

22
r.:rmnri Ar, 1-likii.yr/erı

tup, orma na doğru gittiği n i gö rd ü m . Sanki kal bim çatla­


yacaktı. B i r kurt kuzuyu nasıl ta kip ederse, ben de o n l a r ı ,
ça lıl ıkların aras ı nda sakla na rak, gizl ice izliyord u m ."

" B ir kayın ağac ı n ı n altında sevinerek d urdu ve: 'Oh ne


de çok kmalak varmış, Vaganyan çabuk eve koş da büyük
bir torba getir!' ded i . Kardeşi eve doğru koşarke n , kal b i m
sevinçle çarpıyo rdu . Nefes imi turup ona yaklaşt ı m ve kayın
ağac ı n ı n arkasına sakl a n d ı m . Kız çimen leri n üzerine otu r­
muş, b i r çocuk gibi çiçek dallarıyla oynayıp, yaprakla r ı n ı
kopartarak zaman geçiriyo r, h e r ç ı tırtıda da ürkek ürkek et­
rafı n a bakıyord u . Ona nasıl yanaşmalıydım ki, bir kuş gibi
ü rküp kaçması n ? "

"Sanki k ı ş ortası nda i nce bir gö mlekle buz üstünde kal­


m ışçası n a dişlerim birb i ri ne vuruyordu. Öylece donakal­
mıştım. Adeta büyülen m iş gibiydim . Daha fazla beklemek
istem iyord u m . Ne o lacaksa olsun, d iyerek ağac ı n arkasın­
dan çıktım ve 'Vartanuşca n , kalb i m ! Benden korkma! Saçı­
nın tek bir tel ine doku n u rsam elim kırılsın!' dedi m."

" Kızcağız b i rden i rk i l i p , kuzu n u n kurt gördüğünde sıç­


radığı gibi, ya na atlad ı . Tek kel i m e etmeden , sadece el hare­
ketleriyle kend i n i ko rumaya çal ışıyordu.

Nası 1 olduğu n u b i l m iyorum ama Aziz Sark is K i l isesi' nde


diz üstü çöker gibi, yere çöküp papağımı" başımdan ç ı kart­
tım ve ağlayarak yalvarmaya başladım. Sanki ateşli bir hasta
gibi ne yaptığı m ı bil miyord u m . Sürekli aynı sözleri tekrar­
ladığı mı hatırl ıyo ru m . ' Vartan uşca n , kalpsiz kız! Bana b i raz
merhamet göster. Sen taştan deği lsin. Görm üyor m us u n ,
beş seneden beri sen i n yüzünden n a s ı l a c ı çekiyorum? B a n a

• papak: Kalpak.

23
hiç acım ıyor musun�' B i r yandan b u n l a rı söylüyor, bir ya n­
dan da ağl ıyordum ve bu b i r oyu n değild i . "

"O anda ayağı m kes ilse bile farkında olmazd ı m . 'Var­


tanuşca n , bana en azından şefkatli b i r söz söyle, bir ü m i t
ver ki r u h u m huzur bulsun . Ta nrı şahidim olsun ki kalbi­
me bıçak sapları m , sebeb i de sen olursu n . ' Artık kend imi
tutam ıyord u m . Ö n ceden ona yaklaşmamayı düşü n ü rken;
gittikçe o na daha fazla sokul uyor. Aziz Sarkis Kilisesi'ndeki
taştan çarm ı h ı öper gibi , dua ederek ayakl arı nı öpmek isti­
yo rdum."

" Bana bakıp b i r şeyler söylemek isredi ama dudakla rın­


dan rek b i r kel ime bile dökü lmedi. Benden kaçmaya çal ı ­
şı rken bi rden karşısına çıkrım ve elleri n i tuttu m . Yüz ü n ü n
rengi değişmişti. Ö n l ü ğ ü n ü n alrın dan b i r çakı çıkardı ve
' B ırak el lerim i yoksa bıçakla rım' diyerek, çığl ı k atmaya baş­
ladı . O sı rada beni b i r gülme tuttu. B i r yandan gülüyor, b i r
yandan d a , 'Bıçakla Va rtanuş, elleri n ben i yaralas ı n k i , en
azından hayarı m ı n s o n u na kadar bana senden bir iz kal s ı n ! '
diye bağırıyord u m ."

O zamanlarda kızlar, elleri n i b i r yabancıya vermektense,


kan dökmeyi tercih ederlerd i . Vartan uş benden kurtulmaya
çalışıyor fakat ben hala elleri n i sımsıkı tutuyordum. B i rden
elini çekip, b ıçağı n ı parmağı ma sapladı. Parmağım kan ıyor­
du. Varra nuş, kanı gö rünce dona kalm ışt ı . 'A h kör olay ı m ,
el i m kırılsı n , ben n e yaptım böyle,' diye rek, h ü n g ü r hüngür
ağlamaya başladı. "

"Gökler yağ m u rdan sonra nasıl d i n erse, kal b i m de se­


vi nçten rıpkı öyle ferah lamışrı. Diz çöküp avuçla r ı m ı ha­
vaya kaldı rdım ve 'Sana şükü rler olsun Ta nrım . . . Ayın ışı-

24
Erınr11i Aı· l/ikdp•lı·rı

ğı nasıl eşsizse, gece n i n göğs ü n ü yıldızlar n asıl süslüyorsa,


güneş nasıl ölümsüzse, benim de arzu mu öyle yerine getir'
diye, Tanrı'ya yakarmaya başlad ı m . "

" Kız saki nleştiğinde, ayağa kalkıp o n a şöyle ded i m : ' G i t


a r t ı k Va nan uş! B u n d a n fazla bir şey istememiştim. Bütün
d ünya bana karşı dursa bile, sen i benden ki mse koparamaz
artık.' Bu sözlerden son ra arka m ı dönerek koşmaya baş­
l adım. Sanki toprak ayakla r ı m ı n altında kayıyor gibiyd i .
Ken dimi bulucların üzerinde h issediyord u m . Ovaya ulaş­
tığı mda, rüzgardan ses çıkartan ağaçlar büyük bir sevi nçle,
ben i m aşkımdan söz ediyor, ku mrular bizim için ötüyor­
du."

" M u clu luktan uyuşmuş b i r vaziyecce, saaclerce ormanda


dolaşıp durdum , şarkılarım dağl a rda yankılan ıyordu. Her
çalıya, her taşa Vanan uş' u n beni sevdiğini anlatıyordum.
Kendime geldiğimde güneş batmak üzereydi . O coşku se­
l iyle Akbar Dağı' na kadar gelmiş olduğumu anladım. Ayak­
l a r ı m ı n alcında Lori Vad i 'si vardı ve Kura I rmağı yavaş yavaş
yorgun yatağında akıyordu."

Yaşlı adam ; " Evet çocuklar, biz o zaman okuma yazma


bil meyen, cahil çoban la rdık fakat sevgi nedir b i liyorduk,"
diyerek, pipos u n u karıştırmaya başlad ı . Bu hatıra , artık bu­
l a n ı klaşmış gözleri n i belki de son defa ışıldatıyordu. Sus­
muştu. Düşüncelerinde uzaklara dal ı p gitmişti. Ben ona
bakıp, b u oku ryazarl ığı bile ol mayan yaşlı ada m ı n , h ikayeyi
nasıl da güzel a n lattığını düşün üyord u m .

Yaşlı adam , hayallerinden ç ı k ı p tekra r a ram ıza döndü ve


anlatmaya devam ecci:

25
Ermeni Av Hikıl_ye/ai

" Ertesi gün anneme gidip Tavada nz' ı n kızın ı istemeleri n i


söyled i m . A n nem i rkilerek 'Ta n rı aşkına Varta n , b u adam
bize kız ı n ı vermez ki!' ded i . Bunun üzerine ben de, 'An ne, o
kızı bana istemezsen iz ken d i m i kayadan uçu r u ma atarım!'
d iye tehdi tler savurmaya başlad ı m . A n nem iyice ko rkm uştu
ve ayn ı akşa m baba m ı , Oganes'e gidip Va rta n uş'u istemesi
i ç i n ikn a etti. Ertesi gün babam somu rtarak yola koyuldu ."

" Oganes baba m ı n tekl i fi n i d i n ledikten sonra, ' İ yi de,


sen i n oğl u n ben i m kızımı nasıl geç i n d i recek?' diye sordu­
ğunda; babam, ' Oganes kardeş, i nadı bırak, yoksa oğlum
aşkından ölecek, çocuğun ü m i d i n i k ı rma. ' d iye yalvarmış."

Oganes zen g i n bir adamdı. Bütün köy o n u n nasıl kibirli


ve aksi bir adam olduğun u b i l i rd i . Buna rağmen sözüne sa­
d ı k biriydi ve verdiği her sözün a rkas ı n da dururdu."

" B i r akşam Oganes'le babam içki masasın da otu rurken ;


Oganes sarhoş kafayla babama, ' Bak Mazak Çoban ez, bi­
l i yors u n buranın yaşl ı larıyla ve bölge soruml ularıyla aram
iyid i r. Fakat sen i n oğlu n u n ne evi n e barkı var. Oğl u n u n en
azından bir şeyler yapması gereki r ki onu bir erkek yeri ne
koyup, kızım ı o n a verey i m . ' dem iş. Babam da, 'Ne yapması
gerekir ki, onu bir erkek yeri ne koyas ı n ? ' d iye sord uğunda,
Oganes: 'Şahitlerin ö n ü n de söz veriyorum k i , oğl u n o ba­
şında yara izi olan ayıyı , sadece b i r kama yard ı m ıyla öldü­
rürse, bahçemdeki gülü koparmas ı n a izi n vereceği m . ' d iye
yan ı tlamış. B u n u n üzerine el s ı kışıp, kadeh kal d ı rmışlar ve
böylece ben i n sınavım da bel l i olmuştu."

"Oganes Tavadanz, sırf eğlence olsun d iye benim ha­


yatımla oynuyorke n , d uydukları b u söze gıpta edenler de

26
Ennt'nİ Azı 1-likıi_yeleri

az deği ldi. Bense; dedemden kalan uzun , eski kamayı ke­


meri m i n aras ı n a sokup, dağ-taş gezmeye ve ayıyı aramaya
başlam ıştım . ''

"'Anık ne koyunları, ne de yiyip içmeyi düşü n üyord u m .


Varra n uş\ın haya l i , gece-gü ndüz gözü m ü n ön ünden git­
miyo rdu. Hele o gözyaşları. .. Acaba Oganes' i n s ı navından
geçebilecek miyd i m , ayıyı öldürüp postunu Va nanuş'tın
ayaklar ı n ı n altına serebilecek m iydi m , yoksa sonum o inek
gibi m i olacaktı? B u düşünceler beni yiyip b i ti riyo r, gü nle­
rim azap içinde geçiyo rdu."

"Son unda kış gel m işti. Bir gün o rm anda dolaşırken,


ayılar kayalığına doğru çıkmaya başlad ı m . Etraftaki funda­
l ı k ve kayaların üzeri i nce b i r kar tabakasıyla kapl a n m ıştı.
İçimde, ayı n ı n bu yakınlarda b i r mağaraya çekildiğine dair
güçlü b i r his vardı. Kardeşim Artun ve kayınçosu da bana
eşlik ediyorlardı. Ya rdı m ı olur diye, yanları nda bir de taş
sapa n ı fi l i n tası get i rm işlerd i . Zirve n i n hemen aşağısı ndaki
sarp yamaçta, iki mağara gi rişi görü l üyordu. B u mağa ralar
muhtemelen ayı i niydi."

"A rtun ve Artem aşağıda kal ı rken, ben yukarı doğru tı r­


manmaya başlad ı m . Bu sı rada kayadaki sivri taşlar elleri m i
kesiyordu. Ka mamı çekti m ve mağaralardan birine gi rdi m .
Şeytan o n u alsı n ! Ayı gerçekten mağara n ı n içi ndeydi fakat
daha kış uykusuna yatmamıştı."

"Ayağımı içeri atmamla b i rl i kte, ayı bağırarak yerinden


kalkıp, üzerime doğru gelmeye başladı . Ben ne daha oldu­
ğunu a nlamadan, korkunç bir pençe darbesiyle yana savru l­
dum ve düşmemek i ç i n son b i r gayretle, b i r fı ndık ağacı n a
tutundum. B i r el imle dalı tutarken öbür elimle de kamayı

27
Frmc•JJi ılıı l liktiydrn

ayı n ı n göğsüne saplam aya çalışıyo rd u m . Bu s ı rada canava­


rın pençesi pantolonuma rakı l m ıştı. Pantolon u m yırtılma­
sıyla beraber ayı da denges i n i kaybed ip kayaları n üzeri nden
yuvarlanmaya başlad ı . "

"Aşağıdan Artem' in taş fi l i n rasm ı n sesi geliyordu a m a


her nası lsa ayıya isabet etr i rememiş v e a y ı da uçurumun
kenarı ndan kaçmayı başa rmışt ı . Artun ve Artem aşağıda
d i ki l m i ş , bana doğru ka hka hayla gülüyorlard ı . Alçak cana­
var yüzünden pant ol o n u m u n arkası yırrıl ınca, kıçım açı kta
kalmıştı. On uru m kırılmış o la rak eve dön d ü m . Herkes bu
olayı duym uştu ve köyün alay konusu olmuştum. Köyde
bana 'Kıçı açık Varta n ! ' lakabı bile taktılar."

" Özell i kle de, Oganes Tavada nz' ı n şerefsizce alay etme­
s i ne çok kızm ıştım. Bana el yap ı m ı bir yün pantolon i le
birlikte: 'Sevgi li damad ı m , bu panto lonu giy de kıçın ka­
pans ı n ! ' d iye haber gönderm işti . "

" Yapılan bütün b u hakaretler ka rşısında çaresiz ka im ış­


t ı m . Bu zeh i r zemberek sözler, b i r fıçı balla bile yu tulur gibi
değildi. Her alay ed ilişinde, kalbime bir b ı çak saplan ıyor­
d u ."

"Acaba Vartanuş bütün bu olan lara ne diyecekti ? O n u n


yüzüne n a s ı l bakacaktı m ? Köydekiler o n unla da alay etmeye
başla m ışlard ı . Oganes' in gel i n i de sık sık ona tak ı l ı p: 'Var­
tanuş, bari sen in çıplak kıçl ı n ın iyiliği için yap ! ' diye, iğ­
neli sözler söylüyord u . Bütün köyün d i l i n e düştüğüm içi n ,
o rtalıkta ç o k fazla gö r ü n m emeye çal ışıyordu m . Gündüzleri
o rmanda ayıyı arayıp, geceleri gizl ice a h ı rda veya kışl ıkta
yatıyordum."

"Sonunda ilkbaha r gel ip çattı. Ormanlar ve vad i ler yeş i-

28
le büründü. Dağlar b i n bir re nkli elb ise giymiş gib iydiler.
Her gün sabahtan akşama kadar Lori Vadisi' n i seyredip,
Debed Çayı ' nı n akışını d i n liyord u m . A ncak baharın bürün
coşk usuna rağmen içimde deri n b i r üzü n t ü vardı."

" Kendi kendime Tavadanz'a söylenip duru yo rd u m . Al­


çak adam ; fakir olduğum için beni bu yabana sal ıp, kendi
kaval 111a göre oynat ıyor, içki masalarında beni alay konu­
su yapıyordu. Kızının gözyaşları bile taş kalpli bu adama
dokun muyo rdu. Anlaşmaya göre şu kahrolası ayıyı yene­
mezsem, Varranuş ben i m olmayacak demekti! Bu n ları dü­
şündükçe boğulacak gibi o l uyord u m . Akşamları yine ate­
şin kenarında o turup, kaval çalmaya başladım . Dağ-taş,
kalbimden gelen bu yan ık sesi d i n l iyordu . Köpekler bana
acıyarak bakıyorlardı, onlar bile Ogaııc s Tavadanz'dan daha
merhametliydiler."

"Aziz İsa aşkı na! Bahar geldiğinde, gen ç kızların ve ka­


d ı nların coşkusuyla ve giydikleri rengarenk elbiselerle, ça­
yırlığımız daha da görkem l i o l m uştu. Zurnalar güreş tutan
oğlanlara eşl ik ediyor; kızlar süt sağıp, kad ı n lar yayık yayı­
yordu. Her yan ı kızgı n tavalarda pişen ekmekleri n kokusu
sarmıştı.

Genç kızlar ı n içinde, mercan renkli kırmızı elbise giy­


miş, parlak b i r çiçek vardı. Bu ben i m Varranuş' umdu. Bir
kayan ı n üstüne o turup o n u seyretmeye başladı m . İçimi ta­
rifsiz bir his kaplam ıştı."

"Birdenb ire; silah kuşanmış bir atl ı , gümüşlü


Çerkeskas ı ' n ı n * ereğini savurarak çayıra gird i . Zurn alar sus-


çcrkeska: Kafkasya' da dağlıların giydikleri bele oturan bir tür kaftan.

29
Frnlt'nı .ilı• /-Jikliyeleri

m uş , köpekler sess izleşın i ş r i . Atl ı , Oganes'i n çad ı rı n ın ya n ı ­


n a gel i n ce, arı ndan i n d i . Bi r kadın relaşla çadırdan çıka rak,
el iyle Varranuş'u çağırd ı . Varran uş bu çağrıya uyup, boynu
eğerek çadıra gird i . Çayırda fıs ı l r ı l ı konuşmalar başl amış,
i nsanların gözü bana dikilmişti. Ben i mse çaresizlikren bü­
tün ışığı m sönmüşrü."

"Sü rüyü kendi hal i n e b ı rakıp, koşarak bir uçurumun te­


pesine çıkrım. Etrafı sis basmıştı. Artık bi raz h uzur bulmak
isriyord u m . A kl ı m ı yitirmiş gibiyd i m ve kend i m i uçurum­
dan ararak, yoğun sisi n içine bırakr ı m . Fakat yum uşak bir
çayı rlığın üzerine düşmüştüm , üstelik uçurum da yüksek
deği ldi. Bi raz toparlanmaya başlayınca, 'Aptallık etme! Bek­
le bakal ı m ne olacak?' ded i m . Kampa döndüğü mde, gelen
atl ı n ı n Deş köyü i htiyarlarından Osep' i n oğlu olduğu n u ve
tah m i n ettiğim gibi, Oganes Tavadanz'la d ü n ü r olmak iste­
diği n i öğrendim."

" Bu n u n üzerine bir kere daha baba m ı Oganes' e gönder­


dim ve Oganes de ona yine ayn ı cevabı verip: 'Sana erkek
sözü verd i m , Oğlun ne zaman o ayı n ı n poscun u bana geti­
rirse, kız ı m ı ona vereceğ i m . ' diye söz ü n ü tekrarladı."

" Bi r akrabamı m yard ı mıyla Varcan uş'a haber gönderme­


yi başard ı m .

Çad ı rları n yakın ı nda, büyük bir kaya n ı n arkası nda bu­
l uştuk. Vartan uş, garip bir şekilde yüzüme bakıyordu. 'Ne
oldu Varcanuş?' diye sordum. 'Pa n tolon u nda yama var m ı
d iye bakcım . . . ' dedi gülerek. Bu şaka beni fena etkilem işti."

"Yapma Varcanuş! Sende m i ben i mle alay ediyorsu n ?


Kafamı hangi taşa vurup patlatay ı m ? Baban iyice e l i m i ko­
l u m u bağlad ı . Artık aklı m ı kaçırmak üzereyim."

30
Ermeni Av llikriyelai

" Baban olacak o merhametsiz, Debed Çay ı ' n ı n yö n ü n ü


değişrirmemi isteseyd i ; kazma kü reği elime alır, yedi sene
rer dökeceğ i m i bilsem bile, işe koyu lurd u m . Sana olan aş­
kı ından kayaları yarar, nehrin yatağın ı değiştirird i m . Baban
b u ormanın yeri nde bahçe yeşerrmemi i s teseydi ; bal rayı
el ime alır, sen i n gözleri n i n güzel liği i çi n , ormanı yerle b i r
ederd i m . Her b i r y a n a çiçekler ekerd i m ki s e n i ç i n d e gezi­
nes i n . Bana deseydi ki; ' G i t eşkıya Sedat'ın oğlu Ömer'in
kelles i n i bana getir! ' , öleceği m i bilsem de on u n la savaşır­
d ı m . Fakat baban bana şeytan ın bile aklına gel m eyecek bir
şarr öne sürdü. Ayı ile karş ı laşrığım zaman , vahş i hayvan
daha ben kamamı çekmede n , bir dağ geçid i n i n arkası nda
kayboluyor. B ugün b u rada, yarın Akbar Dağı'nda. O n u na­
sıl b ulayı m ? Kendim i hangi uçuruma atayım Varranuş!'."

"Ben derdimden feryat figan ederken, Vartan uş bana se­


vecen b i r kardeş gibi bakıp, yarı ağlam aklı b i r ses ron uyla,
"Ah zavall ıcık! Ne kadar zayıflamışs ı n , ne kadar da bitki n
görün üyors u n ! " dedi. Anık çektiğim azap, görün üşümden
de belli ol uyordu h erhalde. O zamanlar kim kendi çehresi n i
görebi liyordu ki . . . Yal n ızca Pope' n i n aynası vard ı . "

" Varranuş' u n h a l i m e acıyıp , gözlerinden yaşlar dökül­


mesi üzerine; ruhumda yen i den çiçekler açıp, yüreğimde
tekrar b ülbüller ötmeye başladı . Kollarıma güç, gözlerime
ışık gel m işti. Damarlarımdaki kanı yenide n h i ssediyord u m .
A h gençli k, gençl i k h e r zaman zafere ulaşır!"

" Yarranuş; biraz sabret, Osep' i n oğl u n a hemen evet


deme, sana söz veriyorum baba n ı n şan ı n ı yerine geti re­
ceği m . Ne zaman kuze n i m sana kanlı gömleğim i getirir­
se a ncak o zaman evlenmeyi kabul et!" ded i m . B u s ırada

31
kuzen i m de yan ı mda d u ru yor ve be n i d i n l iyord u . Böylece
söz birl iği yaparak, elleri n i sıkıp, o radan ayrıld ı m . Koyun
sürüs ü n ü arkadaşlarıma teslim ed ip ormana gird i m . G ü n­
lerce; fundalıklara, böğürtlen dalları n a , ezilmiş çal ılı klara
bakarak, ayı n ı n izi n i s ü rd ü m . Düşma n ı m ı ortadan kaldıra­
bilmek için bir işaret arad ım . "

"Ormanın içlerinde yos u n larla kaplı yüksekçe bir kaya


vard ı . B u mevsimde Frenk üzümleri ve böğürtlenler de iyice
o lgu n laşmıştı ve her taraftan böğürtlenler sarkıyordu. Ka­
yan ı n tepes i nde ornrmuş kötü kaderimi düşü n ü rken; ansı­
zın, çal ı l ı kların içi nde çatırdama sesleri duym aya başlad ı m .
Çalı lıkların etrafı n ı dolaştığımda, yaprakların arasında bü­
yük bir pençe gördü m . Ayı sanki i nsan gibi, pençeleriyle
Frenk üzümleri n i n dallarını eğip, toplad ı kları n ı m idesine
indiriyordu."

" Nefesimi tutup, çal ıl ıkların arasında n ayıya doğru sü­


rünmeye başladım ve birden b u n u n , benim aradığım ayı ol­
duğunu fark ettim . Kalbim yerinden fı rlayacak gibi olmuş­
tu. Saklandığım yerden çıkıp, ayıya saldırd ı m . Kama, ayı­
n ı n k ü rek kemiğine saplanmıştı. H ayvan bağırmaya başladı
ve kulağım da ş imşek çakmı ş gibi bir şey patladı . Gözlerim
karardı. Yere düştüğü m ü h issettim . Kafa üstü kayaların üs­
tüne d üşm üş ve baş ı m ı çarparak bilincimi kaybetmiş tim."

" Kendime geldiğimde akan bir çayın yan ın da, ıslak bir
geçid i n al cında yatıyordu m . Şans eseri, kaya n ın altı nda bi­
rikmiş kuru yaprakların üzeri n e d üşm üştüm . El i m i yüzüme
s ürdüğümde yüzüm ü n kanam ış old uğu n u gördü m . Sol ku­
lağıma dokunduğu mda, kulağım parçalan m ış olarak salla-

32
Ermeni Av Hikıip:leri

n ıyordu. 'Tan rıya ş ü kü rler olsun ki hala hayattayı m . 'd iye


sevindim."

"Yüzüm göz ü m kan içinde ve yorgun l u ktan bitkin d üş­


m üş bir şekilde eve dö ndüm. Annem beni o halde görünce
ağlamaya başlad ı . Beni yatağa yatırdılar ve lokmanı çağırdı­
lar. Lokman çeşitli o tlar kaynatarak ilaçlar yapt ı ve bu karı­
şımları bana içirdi."

" İ laçlar iyi gel m işti fakat kulağımdaki yara çok büyük
olduğu içi n kapanacak gibi değildi. B u n u n üzerine lokman
k ulağı m ı kesmeye karar verd i . Ben hemen karşı çıkarak,
' Ku lağı m ı yerine yapıştıramaz m ıs ı n ? ' diye sord u m . Lok­
man: ' Hala duyabildiğin için şansl ısın ve b u n unla yet i n mek
zorundas ı n ! ' diyerek kulağımı keserken; bir gencin çehresi­
n i n bozulmas ı n ı n , nasıl da gurur kırıcı olacağı n ı düşünme­
d i bile."

" B i r gece yine m u tsuz bir halde yatağıma uzanmış, ağ­


layarak Varranuş'u düşün üyord u m . Art ı k hem faki r hem de
tek k ulağı o lan bir çobandım. B undan sonra ben im l e hiç
evlenmek istemezdi."

" Ben içimi çekerken annem odaya gird i . Yatağıma otur­


muş bir yandan gözyaşlar ı m ı siliyo r bir yandan da Oganes' e
beddua ediyo rd u . Yüzü nü bana dönerek, 'Oğl u m , güzel
oğl u m , sana yalvarıyorum u n u t şu Tavadanz' ı n kızın ı. Bu
yüzden bütün köye alay konusu olduk.' dedi ."

"Neden boşuna kon uşuyordu ki? Aşk bir yüreği kapla­


m ışsa; o n u ne bir sözle, ne gözyaşıyla, ne de kama n ı n ucuy­
la dışarı çıkartabilirs i n . Kuvvetli bir deli kanlı olduğum için
çabuk iyileştim fakat ızdırabım eskisi gibi devam ediyordu."

33
l'rmo11 Ilı• f/ık.ivrl.-rı

Büyü kbaba Vanan , ocağın ka rşısına yaslan mış orurur­


ken yüz ü n ü n b i r bö l ü m ü gölgede kalıyord u . Bize sol ya na­
ğ ı nı çevirdiğinde kulağında ayı pençesinden kalına, yer m iş
beş senel i k yara izi gö rün üyordu . Kulağın ı n yerine çi rki n ,
rüyl ü b i r çıkınrı vardı.

" Evet, iyileştim, fakat an nem ayı n ın peşi nden gitmeye­


yim d iye, kamamı elimden ald ı . " diye devam eni: "Son­
bahar geli nce, yaylalardan ahıra geri döndük. Kıştan önce
yemlik, yaba ve karasaban oymak için ormana giderdik.
Daha son ra b u malları, orman ı ol mayan Soragan'a götü rür,
buğday karş ı l ığında takas ederdik."

" Bi r akşam ormandan eve dönerken baltayı ve oyduğum


yalağı saklad ı m . Kalbim ve aklım yi n e Vartanuş'taydı . Muh­
tar kızı b i ra n önce almak istediği içi n Oganes' i bir türlü
rahat b ı rakmıyo rdu. Oganes ağırdan alıyord u , çünkü kızı
m uhtarın oğluyla evlen mek istemediğini açıkça söylemişt i .
Fakat ben kızın döktüğü gözyaşla rına Oganes'i n aldırmaya­
cağını b i liyo rdum. Eskiden kızları kim i nsan yerine koya rd ı
ki . . . "

"Yüreğim burkularak ormana geri dön d ü m . Gökte do­


l u nay vardı . Kayaya bir baykuş ko n m uş, acı acı ötüyo rdu .
Ağaçlarda yaprak kal mamış, sararm ış yapraklar yerlere ya­
yılmıştı. Aniden kocaman siyah bir hayvan ı n ağaçların ara­
sı ndan çıkrığını görd ü m . Önce b u n u n b i r camız ol duğu nu
düşündüm. Fakat b u mevsi mde o rmanda ca mız ne a rard ı ? "

" H ayvan ateş püskürerek bana doğru geliyord u . Bu bir


ayıydı ve eğer ayı yaralı değilse ya da kin gütmed iyse i nsan­
lara zarar vermez. Bu benim ayım diye düşündü m . Beni
tanı d ı , şeytan alasıca! Oradan hemen uzaklaşmal ıydım."

.34
"Koşarak bir kayın :ı.ğ:ı.cıııa tırmandım. Dalların üzerin­
de, havada s:ı.llan ıyord u m . Ayı da arkamdan gel miş, ağacın
altında homurdan ıyord u . Belli ki bu insanı nasıl edip de
hal lederim diye düşün üyord u. Ayıya yukarıdan bakarke n ,
gözleri nden J.teş fişkırdığını görebil iyord u m . Ah dedim!
' Keşke kamam yan ı mda olsaydı . H azır şans ayağıma kadar
gel m işken buracıkta öldürürdüm şu canavarı. ' . Fakat elim­
de bir şey gel m iyordu."

"Ayı ağacı n gövdes i n i kucaklayıp, hiddetli bir homur­


tuyla yukarı doğru tırma n m aya başlad ı . 'Artık s o n u m gel­
di!' diye d üşündüm. Kendi yaşamamı önemsem iyord u m
ama kalbim sevgil i m i n aşkıyla çarpıyordu. H ayal i mde
o n u n gözlerini öptüm ve o n u n l a son bir kere vedalaştım.
Ayı yukarı tırmand ı kça ben de tırman ıyord u m ve ağacı n en
tepesine kadar gel mişti m . Arrık daha fazl a ilerleyemeyece­
ğimi anladığımda avazı m çıktığı kadar bağırmaya başlad ı m .
' Benden ne istiyorsun merh ametsiz cınavar? H ayal imi ne­
den mahvetti n ! ' diye ayıyla kavga ediyord u m . "

" Başı m ın üzeride g ö k kubbe, ayakları m ı n altı nda ayı


vard ı . Aklıma birden, avcılardan d i n lediğim bir h ikaye geldi
ve ayılar ı n ateşten korktuğunu hatırlad ı m . İçim b i raz ferah­
lamıştı. Ceketim i çıkartıp, astarını yırttım. Çakmak taşı n ı
ve fi tili çıkartıp hazır b i r şekilde beklemeye koyuldum. Ayı
ben im kıpırdamadığımı görerek, daha yukarı tırmanmaya
başladı. Kafası n eredeyse ayakları m ı n h izas ı na gel m işti ki,
taşı dem i re sürtmemle bir kıvılcım çıktı . Ayı ateşi gö rünce,
korkarak geri çekildi."

"Ay n ı hareketi tekrarlamay:ı. devam erc i m . Kıvılcımlar


ayıyı iyice tah ri k etmiş ve homurdan maları artmıştı ama

55
Ermeni Av Hiktiyeleri

daha fazla ilerleyemedi . Sonu nda fi tilden b i r aceş kokusu


yayıldı. ' Ş imdi seni bir güzel dağlayacağım ! ' ded i m . Yanan
fitile ve ascara doğru üfledikcen so n ra ayı n ı n kafası na accım.
Ayı homurdanarak aşağı i nm eye başladı. B i raz yana çekile­
rek daha ası l ı kalan fi ti l i n sönmesi ni bekledi. Daha ayı bu
acakcan ken d i n i kurcaramamışken ben aşağı kayıp uzun b i r
d a l a l d ı m , cekec ascarın ı bu dala sararak yen iden saldı rmaya
başladı m . Astar, cıpkı bir meşale gib i yan ıyo r ve neredeyse
bürün orman ı ışıldacıyo rdu . Bir yandan da olanca ses i mle,
' H u , Hu, H u ! ' diye bağırıyord u m . B u kargaşadan son ra ayı
geri çekildi."

" Eve döndüğümde annem cekeci m i n nerede olduğunu


sorunca, o rmanda yalak yaparke n , bir dalda asılı u n u ccu­
ğ u m u söyledi m . Daha fazl a endişelenm es i n diye, ayıyı an­
latmadım. Zavall ı kadıncağız vahşi hayva n lardan öyle bir
korkardı ki . . .

Gece gizlice kalkcı m ; üzerime baba m ı n cekecini giyip,


kamayı da yan ıma alarak kayın ormanına doğru giccim."

" Kendi elleri mle yapcığım cekec paramparça o l m uşcu.


Ayı üzerine kokum si ndiği için h ı rs ı n ı cekeccen almış ve
onu paramparça ecmişci , B u n unla da yeci nmemiş b i r de
üzerine p islemişci. Pisliğe elimi sürdüğümde hala sıcak ol­
duğu n u fark ecci m . Benden öç almak içi n çevrede bir yer­
lerde saklan ıyor olab i l i r diye düşü n ü rken , arkamdan gelen
sesle i rk i l i p, yana düşcüm. Hemen sıçrayıp bir ağaç kücüğü­
ne çıkcı m . Ceketi m i sol koluma sard ı m ve kamam ı çekci m."

"Ayı ağzı n ı k u lübe kapısı kadar açmış, bana doğru sal­


d ırıyordu. İyice yanıma yaklaşıp, arkası üzerine ocurduğun­
da eli m ağzı n ı n içine girdi. Öbür eli ml e kamayı sol kürek

36
Erme111 A11 J/ikıiyrlrrı

kem iğine saplayıp bi rkaç kere yara n ı n içi nde çevird i m . Bu


canavar i k i yıldır bana eziyet ediyo rdu. Ve nihayet kalb i n e
i�abet ettiği i ç i n a y ı gücü n ü kaybetti v e i n leyerek yere düş­
tü. Kamayı geri çekip bir tekme attım. Ayı ö l m üştü."

" Biz eskiden işte böyle şeyler yapıyorduk çocuklar. Ya siz!


B i r taşına arkası n a sakla n ı p, şeh i rl i hanımlara hava atmak
i ç i n , şanssız bir hayvana uzaktan ateş ediyorsun uz. Yaptı­
ğ ı m merrl i kleri sormuştu n uz. İşte size mertlik h ikayesi . Biz
böyle erkektik." diyerek gö mleğ i n i n kol u n u sıyırıp, kol un ­
daki yara izler i n i gösterd i .

"Sonra ne o l d u ? " diye sordu arkadaş ı m .

"Ay ı n ı n derisini oracıkta yüzüp, şarkılar söyleyerek eve


doğru yola çıkt ı m . O heyecanla yaralandığımı ve kolu­
mun kanadığı n ı fark etmem iştim. Eve geldi m . Annem yine
saçları n ı yol maya başlamıştı ama ben i m de rüyam gerçek
o l m uştu. 'An n e ne o l u r ağlama! Artı k dünya n ı n en m ut l u
kad ı n ı olman l az ı m . Kol um için endişelenme. Papağ ı m ı n
astarı nda k u r u bir çiçek var. Yaramı o n un l a sararsan hemen
iyileşir. ' dedim ."

" B u mucize çiçeği dağda b u l m uştum . B i r g ü n çayırda


eski b i r kem i k parçası görd ü m . Kem i ğ i n üstünde daha et
vardı fakat et daha çürümemişti. Hayretle baktığı nda o ke­
m iğ i n üzerinde b i r çiçek olduğu n u görd ü m . Çiçeğin çiği
her sabah kemiğin üzerine dam lamış ve eti n çürümesi n i
engel lemişti. İşte bizim dağlarımızda b i r ölüyü bile d i r i l te­
cek böyle sihirli çiçekler vardı. Çiçeğin yard ı m ıyla kolum
çabucak iyileşmişti ."

"Varcan uş'a ne oldu?" diyerek sabırsızca sord u m . Yaşlı­


nın yüzüne kasverli bir gölge çöktü ve gözleri kara n l ı klaştı.

37
Ermı•ııi Aı· Hıkıiyelen

Uzun b i r süre sonra iç çekerek: " Vartan uş' u bana yar etme­
d i ler. Oganes Tavadanz' ı n ben i m için b:ışlamğı :ılay b i tmiş­
t i . Son u nda ayıyı öldü rmeyi b;ı şarmıştım fakat ben lıast:ı
yatağımda yatarke n , Va rtanuş"ıı da Deş Köyü' nün muhta­
rına vermeyi kararlaştırm ışlard ı . Va rranuş saçla rını yolup,
çığlıklar atarak ağlamışt ı . "

"Ailem ne yapacağı kon usu nda d ü ş ü n ü p taş ı n m ı ş , is­


temeden de olsa Tavadanz'a yardımcı o l m uşlar, hazır ben
hasta yararken kızı aceleyle köyden uzaklaştırm ışlard ı . Ara­
m ızdaki sözü b i len kuze n i m de beni m kan l ı gömleğim i
Varran uş'a götürmüş, ' B u gece sevdiği n hayata veda etti ,
sen de ona veda et ve artık umuduna b i r son ver.' diye de
yalan söyleyip kızı kandırmıştı."

" Vartanuş: 'Be n i m sevgil i m öldü! Artık bana n e yapar­


sanız yap ı n ! İ s ter öldürü n , ister b i r köpekle evlendirin fark
etmez. B e n i m i ç i n her şey bitti!'d iye ağlarke n , bunu fırsat
bilen muhtar o n a n işan yüzüğün ü takmıştı."

"Yatağımda n kalkmaya başladığımda i l k işim, a n neme:


'A n n e Vananuş'a ayı n ı n pos t u n u gö nderd i niz mi?' diye sor­
mak oldu. B u n u n üzerine an nem ağlamaya başlad ı . Kapı­
yı çarpıp avluya çıktım ve postun hala çi tte asılı olduğunu
gö rd ü m . Ö fkeden gözüm kararmıştı. Babama seslenerek,
'Api', bu post neden hala b u rada ası l ı ? ' diye sorduğumda;
baba m , 'Ah oğlum! Herkes ayağ ı n ı yorga n ı n a göre uzatma­
l ı . . .' deyi nce, birden her şeyi anlad ım . S i n i rden titriyor fa­
kat saygım yüzünden ona karşı gelemiyordum."

• api: Baba (Ermenicede).

38
Ermeni Av f/ikti_yr/eri

" Kederli b i r halde a n neme dönüp, 'Nan i*, ne oldu anlat


bana ? ' ded i m . Annem gözyaşları içers inde bütün olanları
anla ttı. 'Kızı m u h tarın oğl una verd i ler. Bugün gel i n olarak
evi nden alı nıp götürü lecek. Düğün yeleği yerine yas elbisesi
giys i n de anası da ben i m gibi ağlas ı n ! ' d iye beddua etmeye
başladı."

" Çıldırm ış bir halde sokağa koştum. Arkamdan koşup


ben i tuttular ve bağlayarak ah ı ra koyd u lar. Akşam olduğun­
da davul zurna sesleri gelmeye başl ad ı . Çaresizlikten kafa m ı
d u varlara vurup, h ırsımdan toprağı çiğniyord u m .

Ertesi g ü n bağları m ı çözd üler v e b e n i tesell i etmeye ça­


lıştılar. Vartanuş' u Deş köyü ne götürdüklerin i söylediler.
' U n u t artık o n u ! Başka kız m ı yok bu d ünyada! Akl ı n ı başı­
na topla!' diye yalvarıyo rlardı."

"Ortalık b i raz sakinleşince hayva nları nehre sürmek ba­


hanesiyle dışarı çıkt ı m . Kamam ı elime alıp, geçi tlerden ge­
çerek Deş Köyü' ne doğru yol a koyuldum."

" Ben ormanda yol alırke n , uzaklardan davul zurna ses­


leri gel iyordu . Bu damadın köyünden gelen düğün alayın ı n
sesiyd i . Geçidi geçerek alayın yol u n u kes t i m . Vartanuş ben i
gördüğünde şaşkın l ı k içerisi nde, 'Vartan yaşıyor!' diye bir
çığlık atıp ken d i n i kaybetti. M üzik susmuştu . . . "

"Şerefsiz adam!" diye bağırdı m . " Başkas ı n ı n gel i n i n i ka­


çırdığı nı b i l m iyor musun? Erkeksen gel benden zorla al!"

" Bu n u n üzerine m u h tar bana bir kı rbaç ile vurdu. B i r


kaç atlı da etrafı m ızı sardı. Tavadanz' ı n rengi atmış, tek b i r
keli m e b i l e etmi yo rdu. Ben Tavadanz'a dönerek bağırmaya

* nani: Anne (Ermenicede).

39
/:"r111r11i Aı1 llikıiyr/ni

devam etti m . ' Tavadanz, bu mu sen i n d ü rüstlüğün! Sözün


ağır tartm ıyor. İki sene ayıyla karşı savaşt ı m ! Kan döktüm!
Bunların hepsi bir hiç içi n m iydi ? B u sümükl ü damadın er­
kekse, kad ı n ların eteğinin altına saklan m ayıp ortaya çıksın
ve ben i m l e çarpışsı n ! ' ded i m ."

"Ben bu sözleri söyleyin ce, damat ortaya çıktı. Omzun­


dan silahın ı alıp bana doğru n işan aldı. Korku ve heyecan­
dan bütün vücudu ti triyordu. El i n de t u ttuğu silah olmasa,
d i ri d i ri deris i n i yüzeceğimi anlamıştı. Aclı ların arasından
çıkıp vahşi bir hayvan gibi ona sal d ı rmak, kamaını ka lbine
saplamak istedim fakat a n iden bir silah sesi geldi ve vurul­
d u m ."

" O m zu mda korkunç b i r acı h issediyord u m . Gözlerim


karardı ve yere d üştüm . Son duyduğum Varta n uş' u n çığl ığı
ve babas ı n ı n , ' Kızımı tutun arkadaşlar, kızım akl ı n ı kaçır­
d ı ! ' sözleri o ld u . "

" Dö rt g ü n sonra kend i m e geldiğimde bizim isli kalas


duvarları olan odadayd ı m . Annem başuc u m da oturmuş,
gözyaşları n ı ö n lüğüyle siliyordu."

"İşte bu yüzden bu silahın şayan bir alet olmadığı n ı söy­


l üyorum . Bu şeytan icadı alet mert k ı l ı c ı n güc ü n ü kı rd ı .
B u l a n ı n boynu kırılsın ! "

Yaşlı adam hikayes i n i bitirmişti. Solgun gözlerle ocaktan


çıkan alevlere bakıp, bir yandan da piposunu karıştırıyordu.
Kulübeyi uzun ve sıkıntı dolu bir sessizlik sarmıştı.

" Peki, Va rtan uş ' a ne oldu?" diye heyecanla sordu arka­


daş ı m .

Yaşlı a d a m pi posunu ağzından çıkamp an latmaya de-

40
T:rmeni Aıı fliktiyelui

vam etti: " Varta n uş üzii ntiisiinden akl ı n ı yi tirdi ve bi rkaç


ay so n ra da öldü."

"Onun ölüm üyle sanki dü nya başıma yıkı lmıştı. Kırık


bir kal ple dağlarda gezip, yan ı k şarkılar söyledim durdum.
O n u n güzel yüzü bir a n bile aklımdan çıkm ıyordu. Ara s ı ra
mezarına gidip geceyi orada geç i rir, ağlayarak dua ederd i m .
K i m i zaman mezarın üzerinde uyur. Va rtanuş'la beraber
dağlarda gezdiğim izi görürdüm .' '

"Yetmiş sene bu rüyayla yaşa dı m ve hiç evlen med i m .


Kalbim h a l a ona duyduğum l ıa m: ı k ,·a nar d u r u r . . . B i r
gece gizlice Tavadanz' ı n evi ne g i re rc:k , o n u n günahkar ru­
h u n u öbür d ü nyaya gönderd i ı ı ı ı e köı·dcn kaçtım. Artık bir
eşkıya o l m uştum . . . "

Büyükbaba Vartan son sö1.l e ri ı ı i öyles i n e yüksek bir ses­


le söylemişti ki, ses tonuyla sa nki bu a.:ı hatıran ı n efkarı n ı
dağıtmak ister gibiydi.

Dışarıya çıktık. Bu uzun kış {:l 'C<"s i n de soğuğ u n şiddeti


azalmıştı ve bize yarın için güzel lıiı ;ıV l ıaberi m üjdeliyor­
du. �;;.,
Ge y ikler

G ü nlerden bir gün; Lori tepelerinden gelen b i r geyik sü­


rüs ü n ü n , Kala Dağı s ırtlarından i nerek, Delişan Nehri ' n i n
geçtiği ormanl ı k alana yayıld ığı haberi duyuldu.

Bu n u n üzeri ne, avc ı lığıyla ü n l ü büyükbaba Şakar; he­


men arkadaşları Artem, Arto ve Koştar' ı da toplayarak, ge­
yik avlamak için Delişan' ı n kıyısı n a doğru yola çıkma ha­
zırlı klarına başladı .

Dağ geçitlerinde bolca yabani meyve ağacı olduğundan,


ben de avcılara beraber bu ava katıl maya karar verdim. S ır­
t ı m ıza yün pal roları m ızı giyip, çantamıza ekmek ve peyni­
rimizi koyduktan so n ra, tüfeklerimizi kuşa n ı p atlara bindik
ve yola ç ı ktık.

O zamana kadar gerçek bir geyik bile görmem iştim .


Geyikleri sadece kitaplardan b i liyordum, b i r d e büyükbaba
Şakar' ı n evi n i n önü nde ası l ı bir geyik başı vardı. Bu koca­
man boynuzları olan geyik baş ı n ı her gördüğümde ağzım
bir karış açık kalı r ve ona hayran hayran bakardı m .

42
Ermr11i Av llikd.yr/eri

Akşamüstüne doğru Del işan'ın kıyısında bulunan kışlık


çoban ağı l ı na u laşmıştık.

Köpeklerin havlayarak geldiğim izi haber vermesi üzeri­


ne; kulüben i n kap ısına çıkan , yün kalpaklı, kırmızı suratlı
bir i htiyar bizi içeri davet etti.

Bu sırada bir taşı n üzerine onırmuş, mendil iyle ter i n i


silen büyükbaba Şakar:

" G i rmeyel im G u kas, acelemiz var! " diyerek, daveti ki­


barca geri çevird i .

Yaşlı adam b u n u n üzerine: " S o n zamanlarda kap ı m a ge­


l i p de ben imle ekmeğim i paylaşacak pek kimse bulam ıyo­
rum zaten." diye, ki nayeli b i r şekilde konuşmaya başladı .

B üyükbaba Şakar, " Neden böyle söylüyorsun dostum


G ukas, biz seni ziyarete gelmedik ki, avlanmaya geldik!
B ı rak yolum uza gidelim!" diye, onu bu isteğinden vazgeçir­
meye çalıştıysa da yaşlı adam kararl ı bir şekilde; " Boşuna
acele etmeyin! O rmanın her yan ı geyik kaynıyor! Av yerine
varmanız da en fazla yarım saat sürer!"d iyerek, ısrarını sür­
dürdü.

Büyükbaba Şakar, b u yaşlı ada m ı n yalvarmalarına daya­


namayıp, sonunda içeri girmeye karar verdi.

Yaşlı adam b izi kendi geleneklerine göre bir güzel ağır­


lad ı . Yemeği m izi yiyip, s ı cak ocak başında ısındıktan son ra,
çöken rehavetle oracıkta uyuya kaldık. Uyand ığımızda hava
karanl ıktı ve neredeyse gece o l m uştu.

Büyükbaba Şakar, "Atları mız nerede G u kas? G i tm e za­


m a n ı geldi." deyi nce; yaşl ı adam m uzip b i r şekilde, "Telaş­
lanmayı n, ş i m d i size atları n ızı vereceğim . " diye söylenerek

43
Ermeni Av 1-fikriyt'!en

am bara girdi ve elinde bir şişe votka ile d ışarı çıkıp, hepi­
m ize b i rer bardak kızılcık votkası ikram etti. " İşte atları­
n ız b urada! Hadi b i n i n de sürün o n ları . " diyerek gül meye
başlad ı .

Votkaları içti kten so n ra damarlarım ıza ateş dolm uştu


ve o enerj iyle atlardan daha h ızlı yola koyu larak, Delişan
l rmağı' n ı n ters yön ü ne doğru yürümeye başladık.

B i r süre so n ra, sık orma n ı n içinden yılan gibi kıvrı l ı p


gelen b i r çaya ulaştık. Çayın kenarında bir dağ geçidi var­
d ı . Geçid in kuzeye baka n tarafı güneş almadığı için ağaçlar
seyrekti ve gövdeleri kii Aenınişti.

Güney yüzünde ise küçük bir çayırlık ve yer yer meşe


ağaçları vard ı . Gece geyi kler gel ip bu çayı rl ı kta otl uyorlar,
sabaha karşı da bu çaydan su içtikren son ra kendi bölgeleri­
ne geri dö n üyo rlard ı .

B üyükbaba Şakar bir an d u rdu v e patikadaki izleri gös­


terdi . Islak toprakta bir d üzine geyiğe ait ayak izleri vardı .
Bu izlerin etrafı n da da hayvan pislikleri duruyord u .

Çaya yaklaşık yüz metre kadar b i r uzaklıkta dizi lerek,


ağaçların arkasına saklandık ve sessizce beklemeye başladık.
Avcı hattım ız, hayva nların sudan dönüş yol u n u n ö n ü n ü ke­
siyord u .

I l ı k b i r Eyl ü l gecesiyd i . İyice yükselm iş o la n ay, altın


renkli sonbahar orma n ı n ı n ve çayırların üzeri n de ı ş ı ld ıyor;
ağaç dalları arası ndan süzülerek gelen ay ışığı, çayın y üzün­
de ve patikada gölgeler o l uştu ruyordu.

Doğadaki her şey uykuya dalmış gibiydi. Sadece çay ı n


ş ı r ı l t ı s ı ve ara s ı ra da bi rkaç garip k u ş sesi duyuluyordu.

44
Ermtni Aıı Hiktiyelai

Uzun ve can sıkıcı bir bekleyişten sonra , so n u nda uzak­


tan boğuk ama güçlü bir böğürtü sesi geldi. Nefeslerim izi
tutmuştuk. Böğürtüler çoğalarak bize doğru yaklaşırken bir
ya ndan da iri gövdeli hayvanların ayakları n ı n altı nda kırı­
lan dallar çarırd ıyordu.

Benim siper aldığım ağacın ö n ü n de bir geyik durdu.


Saklandığım yerden onu tam olarak göremiyordum ama
nefes alıp verişini hissedebi l iyord u m .

B u n u n arkası ndan güçlü v e t i z bir böğürtü sesi daha gel-


d i . Bu daha genç bir geyiğin sesi ne benziyordu.

Duyduğumuz ikinci böğürtü nün üzeri ne, yan ı mda so­


luk alıp veren geyik, kızgın bir şekilde çaya doğru koşma­
ya başladı. Çayın kenarına ulaşana kadar çılgınca salladığı
boyn uz darbeleriyle, etrafı n ı yerle bir etm işti . Nefes i m i tut­
m uş bir halde, bu heybetli ve öfkeli hayvan ı seyrediyo rd u m .
Geyik s a n k i " Ki mse ben i m bölgeme giremez!" derces i ne,
h iddetle bağırıyordu.

Ö fkeden del iye dönen geyik çay boyunca bir aşağı bir
yukarı koştu rmaya başladı. Zaman zama n susuzluğu n u
gidermek için d u ruyor, a m a içtiği buz gibi sular bile kız­
gınl ığı n ı d i ndirmeye yetmiyordu .. Geyiğin boynuzları ndan
sararm ış yapraklar ve toprak parçaları sarkıyor, çıkardığı
tehdi tkar seslerden bütün o rm a n i n l iyord u .

B u s ı rada b ü t ü n bu karmaşaya sebep o l a n genç geyik de


yan ı ma doğru geldi.

Etraf kara n l ı k o lduğu için az kal s ı n bana çarpacaktı. Ge­


yikten ağır bir koku yayı lıyordu. Bu, geyiklerin çiftleşme
zama n ı yayd ıkları koku o lmal ıyd ı .

45
Ermrni Av flıl.:dyrlai

Hayvanların kızışma za manl arı nda kap ıld ıkları bu ben­


zersiz rntku hayret vericiyd i . Geyi kleri n senede b i r kere kı­
zışrı kları n ı ve sadece bir diş iye yak laşma şansları olduğ u n u
ki taplardan bil iyord u m . D u r u m böylt' o l u nc;ı doğa n ı ı ı ka­
ırn n la rı h i ç de kardeşçe işlem iyord u .

B e n b u düşüncelere dalm ışken, genç geyiğin çayın kena­


rına indiğini fark erci m .

Boynuzların ı n ucu teh likel i bir şekilde sivriydi v e korku­


s uz bir tavrı vard ı .

Büyükbaba Şakar daha önce bize bu geyik hakkında bi­


raz b i lgi verm işti. Yaklaşık b i r b uçuk yaşı n daydı ve yeni ol­
gunlaşıyord u . Bu son bahar i l k defa bir dişiyle ç iftleşecekti.

Gençliğin verdiği gözü karalı k ve yüreğinde yanan ateş­


le, hiç beklemeden rakibiyle m ücadeleye girişti.

Yaşl ı geyik ağır gövdesi n i ağaç gölgeleri n i n arasına sak­


lamış, arka bacakla rını çayın kenarı ndaki taşlara sü rcerek
savaşmaya hazırlan ı rken , son derece korku verici ve yen il­
mez görün üyord u . Ağaç dalları gibi boynuzlarıyla ay ışığı
altında daha da heyberli duruyordu.

Ben tüfeğimi indirerek, bu m ücadelenin sonuna kadar


beklemeye karar verd i m .

G e n ç geyik korkusuzca rakibine yaklaşrı v e kendini yaşlı


geyiği n ölümcül darbelerinden ustaca sıyırarak, etrafında
bir tur attı ktan son ra diğeri n i n toparlan masma fı rsat ver­
meden, boyn uzları n ı geyiğin böğrüne sapladı .

Gece n i n içi nde vahşi v e a c ı d o l u bir bağırtı sesi yankı­


lanıyordu .

Bu arada bir s ilah sesi d uydum ve yaşlı geyiğin yere yı-

46
Frmr:ıu Ar· llil.·ti.Yr:leri

ğıldığı n ı görd ü m . Ancın geyiği vurmuştu. Bu karmaşa sıra­


s ı n da genç geyik bir anda ortadan yok oldu.

Avı m ızı kutlayarak neşe içi n de bir ateş yaktık ve hay­


va n ı n derisini yüzdükten so n ra a fi yetle yem eğim izi yed i k .

Büyükbaba Şakar, "Artık bu gece başka geyik gelmez"


diyerek, paltosu n u ye re serdi ve üzeri ne uza n ı p uyumaya
başl ad ı . Bense uyu m akta epey zorlandım zira geyiklerin bö­
ğürtüleri sabaha kadar kulağ ı mdan girmedi.

Ertesi sabah Arrem, " Büyükbaba yeterince geyik eti ye­


dik, daha da b ü r ü n hayvan d u ruyor, istersen artık döne­
l i m . " dedi.

Büyükbaba Şakar'ı n henüz geri dönmeye n iyeti yoktu.


Arrem'i kızgın bir halde süzerek, "Şu avcıya da bakın hele!
Yaşlı bir hayvan ı şans eseri yere serdi diye kendisini bir şey
san ıyo r!" diye söylen d i .

Büyükbaba geyiği kend i vurmadığı i ç i n dertlen iyor ve


bu avı ya rım bırakmak istem iyordu.

Kışl ık kamptan geti rttiği miz eşeğe koca geyiği yükledik


ve geri kalan zaman ı mızı orma nda böğürtlen toplamakla
geçirdik. Patlaya na kadar böğürden yedikten son ra da m is
gibi kokan taze o tların üzerine uzanıp, tarlı b i r uykuya dal­
dık.

Bir süre so n ra büyükbaba Şakar bizi uyandırarak, bu­


l u n duğumuz yer i n daha uzağın a gi rmemiz gerektiğini söy­
led i . O n u kı rmayıp, beş altı kilometre daha yürüyerek, bir
dağ geçidine geldik. Ö n ü m üzde geniş bir çayırl ık vardı ve
o tlar rüzgardan dalgalan ıyordu.

Geyikler uçurumun aşağısı ııdaki çay ı n yan ı nda su iç-

47
Ermrui Av llik<i.Yeleri

meye i n m i şlerd i , ama daha sonra o tlamak için mecb uren


çayıra geleceklerd i .

Dağda h a fi f bir meltem vardı v e yavaş yavaş akşam çö­


kerken , etrafa d a hoş bir son bahar kokusu yayı lmıştı. B u
s ı rada a y çıkmış v e gece n i n içi nde öten garip kuşlar yüzü n ­
d e n ı rmağı n sesi duyulmaz o l m uştu.

Doğa n ı n gizem li fıs ıltıları arası nda bir geyik böğü rrü­
s ü n ü duyd uk. Ses b iraz ü m i rsizce ama kes i n l ikle davetkar
geliyord u . Çok geçmeden bu davet karşılık buldu ve başka
b i r geyiğin bu sese yan ı t vermesi çok uzun sürmedi.

Orman ı n içlerinden dal çatırtıları gel i nce, erkek geyikler


aras ı nda kıyasıya bir m ücadelen i n başlayacağı anlamıştık.
Kısa b i r süre sonra beş alcı geyik çayırda toplanarak, b i rbir­
lerine korkunç boynuz darbeleri indi rmeye başladılar.

Ağaçla r ı n gölgesinde sakl a n m ış , geyikleri izliyorduk.


Ben daha fazla beklemeye gerek görmedim ve s i la hı m ı areş­
ledi m . Arkadan diğer avc ı ların da silah sesleri geldi .

Bu s ı rada yorgun luktan uyuya kalan büyükbaba Şakar,


sersemlemiş bir halde yerinden fı rlayıp, karşı dağa doğru ge­
l işi güzel tetiğe bastı . Biz bağıra çağıra vurduğumuz geyik­
leri n yan ı n a koştuk. Hemen ateşi yakıp, geyikleri yüzmeye
koyulduk. B i r yan da n da büyükbaba Şakar'ı kızd ı r ıyorduk.

Arrem,"Söylesene b üyükbaba o karş ıdaki kayaya neden


ateş etti n ? " diye sorduğu sırada, büyükbaba Şakar dalgın
dalgın ateşi seyrediyordu.

O n u n içinde olduğu d u r u m u a n l ıyorduk. Herhalde


köye dönünce baş ı na gelecekleri düş ü n üyordu. B i rden sus­
kunluğu n u bozarak, " O n u r u m u iki paralık ettiniz! Yar ı n bu

48
Ernuui Av /Jikıi_ytlni

s ü m ü k l ü Arrem köyde hava atıp, geyiği kendisi n i n vurdu­


ğunu ve bana taşı ttığ ı n ı söyleyecek. Artık yaşamanın zerre
kadar bile anlamı kalmad ı ! " diye, i nlemeye başlad ı .

Biz gül meyi b ı rakıp, o n u tesel l i etmeye çalış ıyo rdu k.

Arrem hızın ı alamayıp, "Acaba ha ngi ağacı vurdun bü­


yükbaba? " diye sord u .

Büyükbaba da parmağıyla karşıdaki b i r çınarı işaret ecri.


Hep beraber o tarafa doğru döndük ve birden ağacın al tın­
da b i r karaltı olduğu n u fark ettik.

Artem daha ciddi b i r sesle, " O rada b i r boyn uz görüyo­


rum." ded i . B üyükbaba "Yeter artık! B e n i m le alay etmeyi
kes i n ! " d iye, adeta yalvarıyordu.

Biz ona aldırmayı p, çınarın altına doğru koştuğumuz­


da, gördüğü müz m anzara karşısında hayrete düşm üştük.
Ağacın altında kocaman , ölü bir gey i k vard ı . Şaşk ı n l ığım ızı
üzerimizden attığım ızda, büyükbaba Şakar' ın gülmekten
yerlere yattığın ı fark ettik.

B üyükbaba b ize dönüp, "Ah süm ükl ü oğlanlar!" ded i .


"Sizin kafa n ız ı n i ç i saman d o l u o lmalı . Yoksa koskoca avcı
Şakar' ı n av s ı rası nda uyuya kalı p da geyi k yerine bir ağacı
vurabileceği ne nasıl i n a n ı rd ı n ız?"

Bir av şöle n i daha neşeli b i r şekilde sona ermişti . Geyik


şaşlığı yiyip, üstüne de kızılcık votkaları m ızı içtikten sonra;
eve elimiz dolu gidiyo r olman ı n gururuyla, şarkılar söyleye­
rek yola koyulduk. �,;,

49
Bey az Kılavuz Teke

G ü neş Küçük Ararat Dağı' n ı n arkasından batarken; yan ı p


tutuşan gökyüzü her yeri turuncuya boyuyor, sazl ıklarla
kap l ı Aras Çay ı ' n ı n fısıltılı suları, akşam kızı llığında bakır
gibi parıldıyordu.

Dağın zirvesi nden doğru soğuk bir sonbahar rüzgarı es­


tiğinde, giys i lerimiz yeterince kal ı n olmad ığı için üşumeye
b aşlamıştık. B ü r ü n gün dağlarda dolaşmamıza rağmen tek
bir dağ keçisi bile bulamadığım ız için u m udumuzu iyice
yitirm işken, yüksekçe bir tepeye çıkarak yaylayı son bir defa
daha gözlemeye karar verdik.

B u yükseklikteki yumuşak toprakta, keçi d ışkıları yü­


zünden bolca köstebek ve fare olur, etrafta da onları ko­
valayan tilkiler dolaş ı rd ı . Sonu nda tepeye ulaştığım ızda
yorgun luktan bitkin düşmüş, yüksekli k nedeniyle de başım
dönmeye başlamıştı.

A nuşavan , "Yaban keçileri m u t laka b u ralarda bir yerde

50
Ermon Aı• l liktiyelai

olmal ı ! " dediğinde, buna pek i nanmadım ama hemen başı­


mı kald ı rd ığımda, kayaların a rasında saklanmış küçük bir
vad ide odamakra olan bir dağ keçisi sürüs ü n ü fark etti m .

An uşavan, "Sana söylemişti m ! " d iye heyecanla fısıldadı


ve tüfeğini doğrul tarak keçilere doğru ateş etti. Yaban keçi­
leri panik içinde kaçışmaya başladılar. B u n u n üzerine ben
de sürünün ortasına doğru n işan alarak tetiğe bastı m .

An uşavan, "Öyle gel işi güzel ateş erme, kendi ne bir av


seç! Beyaz kılavuz tekeye n işan al!" diye beni uyardı .

H ayatımda i l k defa böyle b i r tekeyle karşılaşıyo rd u m .


Güçlü boynuzları olan, k a r g i b i beyaz, kocaman b i r hayvan­
d ı . B üyüklüğü ve rengiyle sürünün içi nde kolaylı kla seçil i ­
yordu. Şaşkı nlık içi nde beyaz tekeye bakarken bir yandan
da sürüde ondan başka teke olmadığ ı n ı fark etti m . Oysa
bu mevsi mde her sürüde birden fazla teke ol ması gerekird i .

Kasım ayı n ı n sonlarına doğru geliyord u k v e t a m da ya­


ban keçilerin i n kızışma zaman ıyd ı . Bu dönemde keçiler
dişilerle çiftleşeb i l mek için kendi araları nda amansızca bir
m ü cadeleye girişi rlerdi . Görünüşe bak ı l ı rsa, b u diğerleri n­
den oldukça güçl ü , dev gibi hayvan bütün rakipler i n i sürü­
den kovm uştu.

İ ki m i z bi rden b u beyaz tekeye n işan aldık. Her zaman


güvendiğim eski silahım bu kez de güven i m i boşa çıkarma­
d ı ve hayvan isabet alarak yere düştü. Biz tam onu vurduk
d iye sev i n i rken, teke birden bire s ıçrayarak yerinden kalktı
ve bir yamacın arkasında kayboldu.

H ayva n ı n vurulduğu yere ulaştığımızda, yerde bir t.u tam


beyaz kıl ve etrafı nda da kan izleri vard ı . Sürü n J. n o tladığı
yere bak ı n ı r ken , i nce kar tabakas ı n ı n üzeri nde başka izlere

'il
de rastladık. Görünüşe göre iki keçi daha yaralanmıştı. İ zle­
ri takip ettiğimizde sürü n ü n s:ığ tarafa, kı lavuz teke n i n ise
sola doğru kaçtığın ı fark ettik.

An uşavan'a: " Sen sü rüyü takip et, ben beyaz tekeyi hal­
letmeye gid iyorum ! " d iyerek, ondan ayrı l d ı m . Çok yo rul­
muştum ve hava kararmaya başlam ıştı . Nefes nefese dağın
en yüksek k ı s m ı na ulaştığı mda etrafta pek çok ayak izi ne
rastladı m . İzlerden beyaz tekenin bir ayağ ı n ı sü rüdüğü an­
laş ı l ıyordu ve görü n üşe göre sol bacağı ndan vurul m uştu.
Buna rağmen, s ürüsünden ayrılarak tek başına gitmeyi seç­
mişti, üsteli k yaras ı n ı n ağır old uğu da bell iydi .

Bu s ı rada kaya l ı kları yoğun bir duman sarm ış ve bir


yandan da kar yağmaya başlamıştı. Kısa bir sürede bütün
patika n ı n üzeri karla kaplan mıştı. Rüzgardan savrulan kar
taneleri yüzüme batıyor ve can ı m ı acıtıyordu. A n iden bas­
tıran soğuk i li klerime kadar işlemişti ve ıslandığım için tir
tir titriyord u m .

Hava giderek kararmış v e fı rtına iyice şiddetin i arttır­


m ıştı. B u havada dağın bu sarp geçidinde kal mak hiç de
güve n l i değildi. Yavaşça ilerleyerek uçurum u n altına giden
yola ulaştı m ama kuvvetli rüzgar da beni az daha uçurum­
dan aşağı savuruyordu.

Ne yapacağıma karar vermek için d u rdum ve bir taş ı n


üzerine oturup düşünmeye başlad ı m . Aşağı i n mek imkansız
gibi görün üyordu. A n uşavan diğer tara fta tek baş ı na kal­
m ıştı. Avcılığın en ö neml i kuralı, arkadaşın ı bulmadan eve
dön memektir. B ü t ü n gücümle, "Hey A n uşavan ! " diye ba­
ğırmaya başlad ı m . Rüzgar uğulduyordu ve bağı rışla rıma bir
cevap alamadı m . Arkadaşı m ı n bir kayadan düşüp yaralan-

52
ErmeNt Ar· !fikriye/eri

mış veya bir ku rtla ka rşı laşm ış olabileceği düşü ncesiyle en­
dişelen meye başlamıştım.

Yü rümeye devam ederek bir uçurumun dibine ulaştım.


Burada hava biraz daha sıcaktı ve yürü mek ı s ı n m a m ı sağ­
lamıştı ama yorgu n l uktan da tükenmiş b i r haldeyd i m . B i r
yandan A n uşavan'a bağırmaya devam ediyo r, bir yandan d a
b i r uçurumdan diğerine koşturuyord u m .

B u sırada fı rtına d i n d i v e gece gizemli bir hale büründü.


Ortal ı k öyles i n e sessizdi k i uzaktaki Nahcivan demi ryol un­
dan geçen eren leri n tekerlek sesleri bile d uyul maya başla­
mıştı.

Çobanlık yaptığı m za manlarda hayva n ları kaybettiğimi


fark edi nce, en yüksekteki tepeye çıkıp avazı m çıktığı kadar
bağırır ve uzaktaki çobanlara ıslıkla ses i m i duyurmaya ça­
lışırd ı m . B u n u hatı rlayarak parmakla rımı ağzıma soktum
ve tüm gücümle ıslık çal maya başlad ı m . Islık sesim bütün
vadiyi ç ı n latırke n , sesi me karşılık geldi . A n uşavan'ı yen iden
bulman ı n sevinciyle aşağı doğru koşmaya başladı m . Çukur­
l u k bir yerde karşılaştık ve Arasdayan İstasyo n u ' n u n ışıkla­
rı ndan faydalanarak, kara n l ı k gecede yola koyulduk.

Başarısız b i r av ve o n ca yo rgunluktan son ra, tekrar ka­


vuşmak keyfi mizi yerine geti rmişti. Bugü n l ü k bu kadar ma­
ceranın ikim ize de yettiğine karar verdik.

Ertesi gün Arasdayan'lı çobanlardan Vago ve M i h ra n ,


yaralad ığımız tekeyi bulmak i ç i n köpekleri n i d e yan larına
alarak yola çıktılar. Beyaz kılavuz tekeyi tarif ettiğimiz yerde
görmüşler ama sadece üç sağlam bacağı olan teke, çobanla­
rın s i lahsız olmasından da faydalanarak onları alt etmiş ve

53
Ermeni Av llikı�ye/rri

kaçmayı başarmıştı. Çoban Vago ," Ben hayatım da böyle bir


teke görmed i m ! " d iyerek şaşk ı n l ı kla a n latıyo rdu.

Köpekler o n a saldırıp ısı rmaya ka lktığında; teke, ağaç


da lları g i b i güçlü boyn uzla r ı n ı n yardım ıyla onları geri püs­
kii rtmüş ve h e ps i n i tek rek fı rl a t ı p a t m ı ş t ı . Ç ob an Vago b ı ­
r ak m ak zo ru n da ka l d ığı bem beyaz postu düşü n ii r kc n b i r
ya n d a n d a s i lahsız o l uşuna hayı A a n ı p du r u yo r du .

B eya z tekeyi e l i m i zden kaç ı r m ış ve b ü r ü n a ramaları m ıza


rağm e n izi n i kaybetm iş t i k. Ha tta yaşıyor mu yoksa öldü
m ü , onu b i le öğrenemem iştik.

An uşava n , A n d ruş ve S uren' i de yan ı n a alarak; tekeyi


bulabil mek um uduyla tekrar ava çıkt ı . Dışarıda fırtına var­
d ı . Ben evde kal mış, merakla iyi haberleri beklerke n , o n lar
soğuktan donmuş ve elleri boş bir halde geri döndüler. Teke
öylece ortadan kaybol m uştu.

G üneşli bir son bahar günü yine ava çıkmış, dağın ya­
macından yukarı doğru t ı rman ıyorduk. Tam karşı m ı zda
Maral-Bahan Dağı ' n ı n zi rvesi yükseliyordu ve güney tara­
fı nda da büyük bir yaban keçisi sürüsü otl uyord u .

Uzaktan baktığımda, kayaları n başı nda nöbet bekleyen


büyük beyaz bir teke gö rd ü m . B i rden b i re kal b i m heyecanla
çarpmaya başladı. Gii rdüğümden em i n olmak i�� i n d ü rbü­
nümü çıkarıp hayvanı iyice yakı ndan i n celed im ve o n u n
kes i n l i kle bizim aradığımız beyaz teke olduğu n u a n ladım.

Ben sevinçle bağı rınca; A nuşavan h ızla dürbünü el i m­


den alarak, sürü n ü n o rladığı yeri gözlemeye başlad ı . " Evet,
bu o! Bir bacağı hala yaralı ama hayatta kalmayı başarmış."
diye haykırdı.

54
Ermeni A v /likdyeleri

Ben, " O n u n için kış çok zo rlu geçmiş olmalı." d i ye dü­


ş ü n ü rke n , teke çıktığı yüksek kaya lardan aşağı doğru sanki
dağların efendisiym iş gibi bakıyordu.

Bey;ı.z teke b i rden kafas ı n ı geri ye doğru çekti ve biris i n i


çağırır g i b i ga r i p b i r ses çıkarmaya başladı . A z s o n r a ; üze­
rinde s iyah çizg i leri olan, gri ren k l i , eğik boynuzlu bir teke
sü rüden ayr ılarak kılavuz teken i n yan ına doğru koş tu.

Kafa kafaya gel i p boynuzlarını birleştirdiler. Bunu üze­


rine beyaz teke başı n ı kaldı rarak güçlü b i r şeki lde burnun­
dan soludu ve d iğer tekeye b i r şeyler fıs ı ldadı. Anlaşılan gri
keçiyi kendi yerine bakması için çağı rmıştı ve görevi n i ona
devrederek vadiye doğru koşmaya başladı .

Başlangıçta sak i n v e gururlu b i r şeki lde kayaların üze­


rinde dikilen gri teke, giderek yoruldu. Ayakları n ı s ı rayla
değiştiriyor, ara sıra da otlamaya çal ışıyordu. B u n u hisseden
beyaz teke ona doğru dönüp bağı rınca, gri teke zo rlanara k
kendine geldi v e d i m d i k du rmaya çabaladı. Ama açl ı k ve
yorgu n l uktan olsa gerek, kısa b i r süre sonra nöbet yer i n i
terk etti ve daha aşağıya inerek otlamaya koyuldu.

Beyaz teke öfkel i bir halde geri döndü ve gri tekeyi boy­
n uzlarıyla i terek yen iden tepedeki yerine kadar çıkard ı .
S ü r ü n ü n geri kalanı d a bu davranışından dolayı gri tekeye
s i n i rlenmiş gib iyd i . B i r kartal veya akbaba s ü rüden bir yav­
ruyu kaçırabi l i r ya da b i r kurt sürüye musallat olabilirdi.
Etraf tehl i kelerle doluydu.

Üzerimizde açı k ve bul utsuz bir gökyüzü vard ı ; ama


kuşlar telaşla uçuşup, sığınacak bir yer aramaya başladığın­
da, fı rt ı n a n ı n yaklaştığ ı n ı h issettik.

55
Beyaz teke kes k i n bir ıslık sesi ç ı kartara k, sü rüyü topar­
la maya başlad ı ve onları vad i n i n yuka rısın a doğru yö nlen­
dird i . Gri teke de sürüye katıl mıştı. Sürü, kılavuzları ön­
derl iğinde, kaya l ı ğ ı n s ı rrı boyu nca uzanan i nce patikadan
yürüyerek, bir m ağaraya gird i . Sert esen bir rüzgarın arka­
sından gök kubbe a n iden bul utlarla kaplandı ve çok geçme­
den ortalığı kurşun rengi bir duman sard ı .

Biz b u s ı rada keçilerin kaçış ı n ı seyretmeye dald ığı mız


için fı rtı n aya hazı rl ı ks ız yakala n m ıştık. Koşara k bir mağa­
raya sığındığım ızda sırı lsıklam ıslanmıştık ve soğuktan tit­
riyorduk. Hemen b i r ateş yaka rak ısın maya çalıştık.

Fırtına geçtiği nde, keç ileri n sakla ndığı nıağ;ıra n ı n ağzın ­


da beyaz teke gö ründü. Di kkatl ice etra fı inceledi ve sü rüyü
de arkas ı n a katarak dışarı çıktı.

Tekeye b i r kere daha hayra n kalm ıştı m .

O muhteşem postu aya klarımın altına sermeyi , o kos­


koca boy n uzları evi m i n girişine asmayı ne kadar istesem de
artık bunu yapamazd ı m . Tekeyle aramda bir dostlu k ku­
ru l m uş gibi h issediyord u m . Beyaz k ı l avuz teke b u sefer de
el im izden kurtu l m uştu.

K ı ş gel diğinde Arasdayan Dağları , sürü hali nde gezen


kurtlara ev sahipl iği yapardı . B u n u bilmem ize rağmen k urt­
lara aldırm az , her fırsatta dağlara tırmanara k keçileri ara­
maya koyu l urduk.

G ü nlerden bir gün yine dağla rda dola n ı rken , sürüsüne


kıl avuzluk eden beyaz tekeyle karşılaşt ı m . Teke a n iden sü­
rüyü toparlayuak yüksek b i r yere çıkard ı . Ben neler oldu­
ğu n u anlamaya çal ışırken uzakta ıı bir ku rdun geld iğini fa rk
en i m . Beyaz teke sürüyü güvenli bir yere taşıdıktan so nra ,

56
Ennn11 ılr• /likriye/rrı

yan ın a beş teke daha kararak geri döndü ve boyn uzlarını


öne eğerek ku rd u kovalamaya başlad ı .

Kurt a n i b i r hareketle teke n i n boyn u n u yakalamaya kal­


k ınca, teke de boş durmadı ve boynuzlarıyla kurd u n kafa­
sına bir darbe i n di rd i . B u s ı rada ben de havaya bir el ateş
ettim ve aldığı darbeden iyice sersemleyen kurt telaş içi nde
kaçmaya başladı. Beyaz teke zorl u bir durumdan kurtulma­
yı b i r kez daha başarmıştı.

B i r sonraki sonbaharda beyaz kı lavuz rekeyle tekrar


karşılaştı m . G üneşli ve ı l ı k bir günde, A n uşavan'la Asl ı
Dağı ' n ı n kayaları nda o turmuş; topladığı m ız üzüm leri yer­
ken , bir yandan da Aras Çayı ' n ı n gümüş parıltılı sular ı n ı
seyrediyorduk. Birden b i re sa n ki bir baltayla taşa vurulu­
yo rm uş gi b i bir ses duyuldu. Uçu r u m u n kenarına kadar
gidip aşağıya baktığı m da beyaz teke n i n orada olduğun u
fark etti m . B u sefer bir başka tekeyle amansızca m ü cadele
ediyord u .

Aşağıda kıran kırana bir savaş vard ı . B o n u z seslerin i n


şiddeti nden ürken diğer keçiler yerlerinden s ıçrayarak, kor­
kuyla kaçışıyorlard ı . A n uşavan gülerek, "Şu keçi ne kadar
da şanslı! İki teke ona sahip o l mak için çarpışıyor."dedi.
Tekeler o kadar şiddetli vuruşuyorlardı ki bizi bile fark et­
mediler.

A n uşava n , " Ne dersi n! Artık beyaz tekeyi haklama za­


manı gelmedi m i ?" diye sorduğunda ona kızgınca bir bakış
attım. B u n u n üzeri ne," O zaman bu kavgayı çıkaran dişiyi
a radan çıkara l ı m da diğerleri n i birbirine düşürmes i n ! " dedi
ve hemen ardından s ilah ı n a davranıp, yaban keçis i n i yere
serdi.

57
/:"rmrni AL' Hikd.yr/ai

Tekelerin savaşı bir anda sona ermişti. Bu s ı rada korku­


ya kapılan hayvan lar uçuru m dan aşağı düştüler. An uşava n ,
"Anı k ikisi d e boyu nları kırıl mış bir halde aşağıda yatıyor­
lard ı r." ded i .

B e n ç o k kaygı lanmıştım v e hemen oradan gi tmek isti­


yord u m ; ama arkadaş ı m ben i m le çocukmuşum gibi dalga
geçmeye başlad ı ve " Korkma! Doğa o n la ra bu heybetli boy­
n uzları boşuna vermedi." d iye beni sakin leşt i rd i . Uçuru­
m u n kenarından aşağı baktığım ızda , gerçekten de tekelerin
sapa sağlam oldukları n ı ve s i.i rade oradan uzaklaştıkları n ı
gördük.

Kendi bedenlerine ora n l a oldukça b üyük görünen b u


görkemli boynuzlar, tıpkı dem irden b i r kask gibi kafaları n ı
korumuştu. Ben önceleri, b u boyn uzların tekeleri dişi lere
karşı daha güçlü gösteren bir tür süs olduğunu düşün ür­
düm.

Aslı nda doğa n ı n verd iği her şey hayatta kalmaya yarı­
yo rd u . B u sevinçle uçu ru mdan aşağı i nerken , birbirim ize
beyaz tekenin ne kadar şansl ı olduğu n u anlatıyorduk.

Artık her ava ç ı ktığı mda beyaz tekeyi görmek arwsuy­


la yan ı p tutuşuyordum. O n u gerçekten özlüyor ve ye niden
karşılaşmayı um uyordum. Bir sürünün peşine takıldığım­
da, önce dostumun araları nda olup ol madığına bakıyor,
o ndan sonra ateş ediyord u m .

B ü t ü n aramalarıma rağmen uzu n bir zamandır kılavuz


tekeyi görememiş ve anık öldüğünden endişe etmeye başla­
mıştım. O b u dağların en yaşl ı tekesiydi. Boynuzları yakla­
şık bir metre kadardı ve neredeyse on-on iki dal ı vardı . Her
geçen sene de boynuzuna yeni bir dal eklen iyord u .

58
Ermeni Av Hikd_ye/eri

Böylece um utsuz arayışlarla b i rkaç sene daha geçtikten


sonra, yine bir son bahar g ü n ü , Maral-Bahan Bö lges i' nde
b i r dağ tekesi sürüsüne rastladım. Bu hayvan lar il kbahar
ve yaz ayları nı Al meıı Bölgesi ' ııde geçi rm işler ve dişi lerden
uza k kalmışlard ı .

U zun s ü ren bir ayrılık dönemi nden sonra, iyice kızışmış


ve coşku n bir halde s ürüye tekrar katılmışlard ı . Tutku ve
kıskançlı ktan gözleri dön müş tekeler dişileri n arkası ndan
koşturuyor, b u s ı rada birbirleriyle de m ücadele ediyorlard ı .

Ben tekelerin çarpışmas ı n ı izlerke n , birden eski dos­


t u m u n da içlerin de olduğunu fark ett i m . İçimi deri n b i r
ü z ü n t ü kaplad ı . O heybetli teke yaşlanmış v e küçü l m üştü.
Artık boynuzlarını zar zor taşıyor, vücudundan daha ağır
baş ı n ı güçlükle havada tutuyordu. Artık s ü r ü n ü n l ider de
değildi ve dişiler için m ücadele bile etm iyordu. Yaş l ı l ı k san­
ki içindeki ateşi söndürmüş ve arzusunu tüketmişti . Çarpı­
şan iki teke n i n boynuz darbelerinden kaçarke n , b i r yandan
da boş ve an lamsız b i r halde diğerler i n i seyrediyordu.

Rekabet d uygusuyla kendilerinden geçmiş genç teke­


lerden b i ri , ona kena rda durmas ı n ı söyler gibi bir boynuz
darbesi vurduğunda, beyaz teke titreyerek oradan uzaklaştı.
Görd üklerim karşısı nda kal b i m kırılmıştı. Bir yandan do­
ğa n ı n güç�üzlere karşı ne kadar acımasız o lduğunu düşü­
n ü rken, bir yandan da beyaz teke n i n genç ve kudretli oldu­
ğu zamanlar göz ü m ü n ön ünden geçiyordu .

Yaş l ı teke gururu incinm iş b i r halde uçurumun kenarına


gidip, ön ayakları n ı bir taşa yaslayarak Ararat yaylaları na
doğru baktı. Güçl ü bacakları ve kocaman boynuzlarıyla
hala geçmişten güzel izler taşıyordu. Bu güzel yaratığı üzün-

59
Ermeni Aı1 llikıiyr/ai

tü içi nde seyrederke n , artık yol un sonuna doğru geld iği n i


hisset t i m .

B i r ilkbahar günü yal n ız başıma dağlarda dolaşıyord u m .


Gençl i ğ i m i n en güzel gün leri buralarda geçmişti. Her kaya
ve çal ı l ığı n ben im için bir anısı vard ı . Ne çok yaban keçisi
kovalamış, ne çok akbaba çığlığı duym uştu m . Hele o fı rtı­
nada, beyaz teke n i n sü rüyü nasıl da toparlayıp da mağa raya
götürdüğünü hiç u n utamamışt ı m .

Öğleden sonra, k ılavuz teke n i n kurtla korkusuzca m ü ­


cadele ettiği yere kadar vard ı m . O sürüsünü kurdun kar­
şısında sav u n u rken, şimdi onu boyn uzlarıyla kenara iten
genç teke o zamanlar belki de bir yavruydu ve yaşa m ı n ı be­
yaz tekeye borçluydu. Bu s ı rada dağdan bi rkaç kaya parç �ı
yuvarlanarak önüme düştü ve ben i kendime geti rd i .

Karşıki tepede yaban keçileri otluyordu. Onlar huzurlu


bir şekilde otlarken daha yüksekte heybetli bir teke onla­
ra kı lavuzluk ediyordu . Onu hemen tan ı d ı m . Bu gri teke,
beyaz teken i n kı lavuzluğu öğretmeye çal ıştığı tekeydi . B i r
kaya n ı n arkas ı na saklanmama rağmen kokumu a l m ı ş ola­
cak ki, hemen b i r işaret verdi ve keçiler kaçışarak bir yarığ ı n
içinde kayboldular. S ü r ü tamamen uzaklaşı n ca geri dönerek
etrafa zafer dol u bir bakış attı ve sürünün arkasından o da
kayboldu.

Kim bilir, belki de beyaz teken i n oğluyd u , görü nüşü ve


d u ru şuyla iyice ona benzem işti. Acaba beyaz teke nereler­
deydi? O n u sürü n ü n ya n ı n da görmem işti m ve bu d u ru m
canı m ı sıkmıştı.

Karşı dağ"ııı zi rvesi n e t ı rma n ı p , korku nç uçuru m ların


kenarı nda gezmeye başlad ı m . B u ralarda arı kovan ları vard ı .

60
Yamaçraki deliklere arılar kovan yap m ışlar ve içlerini balla
doldu ru p ağızları n ı da bal m u m uyla s ı m s ı kı kaparmışlardı .

B i r uçuru mun kenarı ndaki parikadan d ikkad ice yü­


rümeye başladı m . Bir yandan da korkuyla aşağı bakıyor­
d u m . Aşağıdan b i r pı nar ses i geliyord u . Köyl üler bu raya
Cehen nem Uçu rumu adı n ı rakm ışla rdı . Yaş l ı bir avcıdan
buranın bir yaban keçisi meza rlığı olduğunu d uymuşrum.
Ha rca bana, anık hayarları n ı n sonuna gelen keçileri n , yaşlı
bacaklarıyla buraya gelip, aşağıdaki büyük mağaraya gire­
rek, araları n ı n kemi kleri yanı nda ruhları n ı resl i m erriklerini
anların ışrı.

Anlarılan mezarl ığı görme isreğiyle patikadan aşağı doğ­


ru indim. Taşlar ayağım ı n alrı ndan kayıyordu. Baş ı m ı n üs­
tünde kayalardan kubbeler vard ı . Kafa m ı çevirdiğimde bir
arı kova n ı gördüm ve ateş ercim. Tam ö n ü me düşen kovanı
yerden alarak bir mağara n ı n baş ı n da orurup, enfes bal ı m ı
yedim . Üzerine d e buz gibi kaynak s uy u n u içtikten sonra,
tüfeği m i doğrulrarak mağaran ı n içine gird i m . İçerisi nem­
l iydi ve duvarlar küf tutmuşru. Tavandan sular daml ıyor,
b i r yarıktan kaynak s uy u akıyo rdu.

B i raz ötede errafa saç ı l m ı ş öbek öbek kem i k ve boyn uz


kal ı n t ı ları görd ü m . Birden b u boynuzlardan bir çiftini ta­
n ı d ı m . Yarı kara n lı k ta daha iyi görebilmek için boynuzlara
doğru yaklaşr ı m . Tekenin gövdesi hen üz can o larak çürü­
memişri ve sol bacağındaki yara izi hala fark ediliyord u . B u
benim amğım kurşunun iziydi . Kuşun kemiği parçalamış,
fakat sonra kötü b i r şekilde de olsa kemik yeniden kayna­
m ıştı. Kemiği k ı rarak içinden bakır k u rşunu çıkard ı m ve
hüzü n l ü bir şekilde beyaz tekeye son kez bakr ı m . Yaşlı av-

61
Ermeni Av Hiktiyeleri

c ı n ı n söyled i kleri doğruydu . B u rası gerçeben de b i r yaban


keçisi mezarlığıydı.

Beyaz kılavuz teke de araları n ı n kal ıntılarının yan ı nda,


hala dağların efendisi gibi mağrur bir halde yarıyord u . "},;.

62
Alacakaranlıkta

Stepanavan'a vardığım ızda güneş batmak üzereydi . Hem


başarısız bir av günü geçirmiş hem de kayalara tırman ı rken ,
terden sırılsıklam o l m uştuk. Arkadaş ı m A n uşava n , Erivan'a
geri dön mem izi ö nermişti ama ben eve eli boş dön meyi
kendime yakıştıramıyo rd u m . B i r avcı için b undan daha
kötü n e olabilirdi ki?

A n uşavan'a: "İstersen iyice kara n l ı k çökmeden bir ateş


yakıp, geceyi bu rada geçirel im, yar ı n sabah avlanmaya de­
vam ederiz. H içbir şey yakalamadan eve dön m ek istemiyo­
rum!" ded i m . Şehrin kupkuru asfalt yol larında gezi nmek
yerine, dağlarda dolaşmayı tercih ediyordum. Ama insana
ne kadar keyif verse de sarp yamaçlara tırmanmak hiç de
kolay değildi.

Bir kaynağın baş ı na oturup b uz gibi sudan içip, sırt çan­


talarımızı da çözerek bi raz rahatlad ık. D i n lenmek ikim ize
de iyi gel m işti . Gü neş dağları kızıla boyarken serin sonba-

6J
Ermeni A.ı· l/ikıi.rrlaı

har rüzgarı esmeye başladı . Az so n ra tepel i k sona erdi ve


ö n ü m üze geçi t vermez kayalar çıktı.

Hemen yakı n ımızda boşaltılmış gibi gözüken bir grup


ev ve ahır vard ı .

B u evlerden birine gird i k. Evi n içinde b i r masa ve temiz


iki yatak d uruyor, ortalıkta da ki mseler gö rünm üyordu. B i r
süre son ra e v sahibi çıka geld i . Gelen; gen i ş o m uzl u , kır­
m ızı yan ak l ı ve bıyıklı bir Rus genciyd i . B izi sela mladıktan
sonra, burada bir i n şaatta çal ıştığı n ı ve evi diğer işçilerle
paylaştığın ı anlam.

"Bu civarlarda yaban keçisi gördünüz mü?" diye sorduk.

" Ever, karşı dağlarda bolca keçi vard ı r. Ara s ı ra yak ı nlar­
daki ş u kayal ıklara kadar bile geli rler. Ama şimdi geç oldu .
En iyisi siz burada geceleyin , ya rı n sabah alacakara n l ıkra
tekrar ava çıkars ı nız." diyerek, evinde konaklayabileceğimi­
zi söyledi.

Çok yorgun olduğumuz için b u cazip tek l i fi kabul ettik.


Sırt çantalarım ızı evi n bir köşes i ne yerleşti rd i kten son ra,
ev sah i b i ne: " S iz ateşi yakmaya başlay ı n , biz de bir şeyler
vurab i l i r m iyiz diye etrafa son kez bir göz atal ım." dedik .
G e n ç adam o m uzları n ı silkerek, "Siz bilirs i n iz a m a nere­
deyse hava kararmak üzere ve pek bir şan s ı n ız kalmad ı . " diye
b izi b i r kere daha uyard ı .

B u n a rağmen s i lahlar ı m ızı a l ı p , kayal ıklara doğru tır­


man maya başladı k.

Ayaklarım ız ı n dibin den bir kekli k havaland ı , ama değer­


li fişekleri m izi kek l i k için harcamaya n iyetim iz yoktu. B i r
dağ geçidine vardıktan sonra, iki k o l a ayrıldık v e tırman-

64
Ermrui Aıı l/ikti_ye/rri

maya devam ettik. Bu arada soğuk şiddet i n i iyice arttırmış,


altımızda uzanan Ararat Ovası akşam sessizliğine bürün­
m üştü. Ayağ ı m ı n dibi nde duran uçurum sanki ağzı n ı açmış
korkunç bir i nsan gibi bana bakıyor, başım ı n üzerindeki
yüksek kayal ar neredeyse gök kubbeyi delmeye çalışıyordu.

Tam ben, akşam çöktüğünde dağları n ne kadar tehl ikel i


göründüğü n ü düşünürken , uzaktan silah sesleri geldi . Bir­
den b i re içimi b i r sevinç kapladı.

A n uşavan' ı n bir şeyler vurduğuna son derece e m i n d i m .


Bu sı rada ben im de karşıma b i r yaban keçisi çıkt ı . Bu kar­
şılaşmayı beklemediğim için ve de kara n l ı kta iyice seçeme­
diğim için keçiye gel i ş i güzel ateş ett i m . Keçi sıçrayarak ka­
yan ı n arkası ndan kayboldu ama kuşun keçiyi ıskaladı m ı ,
yoksa yaralandı m ı anlayamamıştım.

Uçurum u n dibine baktığı mda çok derin olduğunu fark


ett i m , üstelik aşağıdan b i r takım sesler geliyordu . D ikkatli­
ce d i nlediğimde b u seslerin, keçilerin ayakları n ı n altından
kayan çakıl taşları n ı n sesi olduğun u anlad ı m . Aşağıda bir
yaban keçisi s ürüsü vard ı . Yakında bir yerlerden de kurt
ul umaları gel m eye başla mıştı .

Yaban keçileri kurt ses i n i duyunca b i raz duraksadıhan


sonra , aşağı doğru i nmeye devam eniler. Etraf iyice kara n ­
l ıktı v e ateş etmek anlamsızd ı . Şaşkı n l ı k içi nde hayvanlara
bakakal m ış t ı m . Muhtemelen bütün gün susuzl uktan ku­
rum uşlard ı ve şimdi s u içmek için aşağıdaki çayın yan ı na
i n iyorlard ı .

O rada bir süre daha dikilerek sü rüyü izled i m . B e n dal­


gın dalgın etrafıma bakı n ı rken , bir yandan da sis çökmüş ve
Ararat'ı n etekleri tamamen sisle kaplanmıştı. Yoğun duman

65
Ernuni Av Hikıiyeleri

ağır ağır, küçük ve büyük Ararat' ı n zi rvelerine tırman ıp,


adeta o nları yutuyo rd u .

Çayın yan ına kadar i n i nce A n uşavan'la karşılaştım. Kor­


ku i ç inde, eşkıyaları n kendi s i n i soymaya çal ıştıkları n ı an­
lattı . Uzu n b i r m ücadeleden son ra ikisini öldürmüş, b i r i n i
de yaralamış, yaralı olan adam kaçmıştı . A n uşavan' ı n o m ­
z u n d a büyük b i r k a n lekesi görülüyordu. H emen silah ı m ı
yere b ı raktım v e ceketini çıkartmaya çalıştım . Yarası n ı n ne
durumda olduğuna bakmak istiyord u m . Fakat ceketi n i n
içinden b i r tutam tüy çıktı.

A nuşavan karıla katıla gülmeye başladı . B i raz ötede av­


ladığı yaban keçisi du ruyordu. B ıçaklarım ızı ç ı kartıp, avı
yüzmeye başladık ve parçalara ayırdıktan sonra kulübeye
dön mek üzere yola ç ı kt ı k.

Eve vardığımızda evdekiler hayretler içi nde kaldılar. B i r


şey avlayacağı m ıza i n a n madıkları i ç i n daha ateşi bile yak­
mam ışlard ı . Ben dönerken topladığım zeyti n dalları n ı ke­
sip, keçi n i n ciğerin i bu dallara geçi rerek şiş yaptım ve hep
beraber büyük b i r iştahla, ciğer şişleri m izi yiyip b i tirdik.

Yemekten so n ra , m isafirperver ev sahipleri mizin sun­


duğu yumuşa k yatak tekl i fi n i de geri çevirip bir kez daha
o nları şaşı rttık ve saman l a r ı n üzeri ne uzanarak h uzurlu b i r
uykuya daldık. B i z i m i ç i n otun kokusu v e rahatlığı b i r baş­
ka keyifliydi.

Sabaha karşı uyand ığım ızda henüz g ü n ağarmamıştı.


Dışarıya çıkıp, soğuk ve taze dağ havas ı n ı içim ize çektik.
Ö n ü m üzde beyaz ay ışığın ı n aydı n lattığı dağ yol u uza n ı­
yordu. Her bir yan ı barış duygusu kaplamış gibiydi ve çayın
şırıltılı şarkıları da b u duyguya eşlik ediyordu .

66
Erme'1i A ıı Hikd_ye/eri

Çaya i n i p yıkandık ve mararaları m ızı buz gibi suyla


doldurup, çanralarımızı ve s ilahları m ızı sırtım ıza atarak,
dağlara doğru rırman maya başladık. G ü n ağardığında ava
başlayacaktık ve b i r gün ö ncesi gibi yine ayrı ayrı gitmeye
karar verdik.

Nefes nefese kalm ı ş ve terden sırılsıklam o l m uş b i r halde


bir dağ sırtına ulaştığımda hava hala alacakara n l ı kt ı . Taşla­
rın arası n da gözüme kestirdiğim doğal bir sığınağa güzelce
yerleştim ve beklemeye başladım . Burada hem hayvanlar­
dan saklanabilir hem de rahatça etrafı m ı gözleyebilirdim.
Güneşin doğması için daha en az bir saat beklemek zorun­
dayd ı m . Çayı rlığın üzerine sonbahar çiği yağmıştı ve acı­
masız bir soğuk vardı . Ara sıra b u kadar çaba sarf etmen i n
boşuna olduğun u düşün sem d e yaptığım şeyden hiç pişman
değildim.

S ığınağımda oturmuş sessizce beklerken b i r yandan da


yaban keçileri n i düşü nüyorum. Keçi lerin koku alma yete­
nekleri n i n çok gel işmiş olduğu n u hat ı rladım. Oaval u' l u b i r
avcın ı n anlattığına göre; keçiler s i l a h ı n namlusunda kalan
barutun kokusu n u bile alabil iyorlard ı . Bu yüzden sabırlı
o l mak zorundayd ı m . Nem ve soğuktan donsam bile, hat­
ta hareketsizlikten sırrım tu tulsa bile, yılmadan beklemem
gerekiyordu.

Bütün b un ları d üş ü n m eye dalm ışke n , zaman çabucak


geçti. Ay ışığı solarken yıldızlar da artık gö rünmez olmuştu.
Gök yen iden maviye boyanıyor, Ararat' ı n etekle r i n i kapla­
yan yoğu n sis açılmaya başlıyord u . Bu, z irvesi karla kap­
lı u l u dağın üzeri n i gölgeleyen perde yavaş yavaş ortadan

67
Ermeni Av Hikayeleri

kalktı ve ova n ı n ortas ı n da gümüş b i r kemer gibi Aras Nehri


parlamaya başladı

Tam karş ı m da kocaman gri bir kaya yükseliyordu. Ka­


yan ı n üzerinde öten bir kekli k dişileri aşka davet ediyor ve
b u davete b i r sürü dişi keklikten olumlu cevap geliyordu .
Alacakara n l ı ğ ı n gizemli ışık oyunları ve bütün bu gö rün­
tüye eşl i k eden kuş sesleriyle, kayalık adeta bir sonbahar
masal ı n ı andırıyordu.

B u sırada yukarıdan gelen gürültüler beni hayalleri m ­


d e n uzaklaştırd ı .

Baş ı m ı kaldı rd ığımda, dağın sırrında amansızca m üca­


dele eden i k i teke görd ü m . Boy n uzlarından çıkan sesler or­
talığı i nletiyordu . H i ç zaman kaybetmeden bu savaşı sona
erd i rd i m .

Silah ı m ı n sesi dağlarda yankılanı nca, tekelerin biri ha­


vaya s ıçrayıp yere d üştü, diğeri ise ş imşek h ızıyla kayaları n
arkası nda kayboldu.

A n uşavan , " Vurdun mu? Vurdun mu?" diye merak için­


de bağırıyord u . Ona, "Evet, haydi yan ı m a gel ! " diye cevap
verip, bir yandan da nerede olduğunu kestirmeye çal ı ş ıyor­
dum.

B i r süreliğine; b u masalsı atmosferi n ve kuş sesler i n i n


verdiği büyül ü konser i n , oldukça kaba b i r şekilde bozuldu­
ğunu, sanki her şeyin kirlendiği n i hissettim . Kuşlar ö tmeyi
kesm i ş ve dağlar alacakara n l ıkta yen iden sitemkar b i r sessiz­
l iğe bürü n m üştü.

Rüzgar saçlarım kadar, düşünceleri m i de karıştırmıştı.


Soğuktan ve heyecandan titremeye başlad ı m . Derin deri n

68
Ermeni Av flikdyeleri

nefes alıp vererek saki nleşmeye çalışıyordum. İ ç i m i garip


bir duygu kaplamıştı ve ruhum h uzura kavuşmuş gibiydi.

Alacakaran l ı kcan m ı yoksa kapı l dığım hayallerden m i


bilm iyordum ama u z u n zam a n d ı r kendimi b u kadar hafif­
lemiş ve özgür hissecmemişcim .

Sesler uyu m l u b i r ezgi halinde tekrar yükselm eye baş­


ladığında, vurduğum tekeyi almak için kayal ıklara doğru
tırmanmaya başladım.

Alacakara n l ı k geçmiş ve dağlarda yen i bir gün başlamış­


tı. -;.,.,

69
Ko ca oğlan

B i r yaz günü, eski tüfeği m i sırtıma asıp, o rmanda gezintiye


çıkmıştım.

Heybetli ağaçların s ı k yaprakları yüz ünden , orman ta­


ban ı na çok az güneş ışığı u laşıyordu ve nem l i zem i n i n üze­
ri, geçen seneden kalan yapraklardan ol uşan b i r halı ile
ö r t ü l m üştü. Tam yen i olgunlaşmış Frenk üzü mlerine elimi
uzatacakke n , arkamda b i r ses duyd u m . Yaş lı bir ağaç gövde­
s i n i n arkasına gizlen miş büyük bir ayı , korku dolu gözlerle
bana bakıyord u .

Ayı ben i m o n u fark etciğimi an layınca, telaş içi nde kaç­


maya başladı . Ayakla r ı n ı n alcı nda kırılan dalların ses i , o r­
manı n içinde yan kılan ıyordu.

Bunun üzerine ben de s i lah ı m ı elime alarak, ayıyı izle­


meye koyuldu m .

Ayılar silah ı n ne demek olduğun u ç o k i y i b i l iyorlardı .


Tüfeği m i n horozu n u kal d ı rd ığımda ç ı kan ses ayıyı d u rd ur­
du. Ayı olduğu yerde saki nce bana döndü ve arka ayakla-

70
Ermeni Av Hikdyelrri

r ı n ı n üzerinde doğrulup, ö n pençelerini de havaya kaldıra­


rak; sanki tesl i m olmuş gibi, hareketsizce dikilmeye başladı .

Kocaoğla n ı n b u davranışı karşısında silah ı m ı aşağı i n ­


dird i m . A y ı hiç d e vahşi doğası n a yaraşır bir şekilde dav­
ranm ıyordu.

Silah ı m ı indirdiğimi gö rünce, yine dört ayağın ı n üzeri­


ne inerek, yavaşça uzaklaşmaya başladı. Bu sı rada b i r ya n­
dan da göz ucuyla beni süzüyordu.

Nedense ayı n ı n bu hali bana çok doku n m uştu; ama git­


mesine izin verme konusunda da kararsızd ı m .

Yen iden silah ıma davra n ı nca, ayı a y n ı hareketle teslim


olup, yalvaran gözlerle de bana bakmaya başladı .

Birden çalıların arasında bir kıpırdanma oldu. Hemen


karşımda, iki tüylü yumağa benzeye n , yavru ayılar belirdi.
Yavrular cıyaklayarak an nelerine doğru koşmaya başladılar.
Gördüğüm manzara karşısında şaşkınlıktan dona kalmıştım.

Ayın ı n o nca yalvarması n ı n nedeni şimdi anlaşı l mıştı.


Silah ı m ı indirerek ayı yavruları ayıları seyretmeye daldı m .

Ayıcıklar an neleri ne sarıl ıyorlar v e tıpkı bir kaydırak


gibi o n u n üzeri nden kayıyo rlar; bu s ı rada tepe taklak düşü­
yor ve tari fsizce eğlen iyorlardı.

Ayı yavruları n ı n şirinliği karşısı nda n e yapacağı m ı şa­


şırmış ve tıpkı bir dostu selamlar gibi şapkamı çıkartarak,
o nlara doğru sallamaya başlamıştım .

Dişi ayı yen iden arka ayakları üzeri n de doğruldu. Artık


gözlerinde korku i fadesinden eser yoktu. Şapkamı son defa
da anne ayı için salladı m ve mutluluk içinde oradan uzak­
laştım . 1:;;.,

71
Kustup D ağı' nın
Ay ıları

Kustup Dağı; sırtına giydiği o rmandan m a n ro n u n i htişa­


m ıyla, bulu tlara değen zi rvesi nden aşağı, eteklerinde karı n­
calar gibi çalışan i nsanlara bakıyordu.

İ nsanlar dağı parçalayarak içini oyuyor ve dağdan t ü nel­


ler geçiriyo rlard ı .

Yüzlerce yıldır; b u dağın s ı k ormanlarında geyikler ü re­


miş, karanlık mağaralarında ayılar kış uykusuna yatmış ve
geçit vermez kaya l ı kları yaban keçiler i n i n barınağı olmuştu.
Eskiden , hayvan lar orman ları n gerçek efendisiydi ve doğal
ortamlarında, huzur içinde yaşıyorlard ı .

Sonbaharda ağaçların meyve d o l u dalları yerlere kadar


eği l i r, bu lezzetli meyveler orman saki nleri için adeta bir
şölen yemeğine d ö n ü ş ü rd ü .

B u mevs i m d e ayılar d a Vodçi l rrnağı'nın kenarına i ner


ve olg unlaş m ı ş cevizlerden payları n ı alırlard ı .

72
Ermeni Av Hiktiyeleri

İ nsanlar Kus cup Dağı' n ı n her yeri n i deşerek, sonun­


da kalbine kadar u laştılar ve dağ ı n içine demi r maki neler
yerleştirdiler. B u maki neleri çalıştı rmak için de Voghdj i
I rmağı ' n ı dize getirip, ehlileştird iler.

B i r gün mağaralarında güzelce uyuyan ayılar, makine


sesleri n i n çıkardığı bir gürültüyle uyandılar. B u çal ışmalar
haftalarca sürd ü ve Vodçi lrmağ ı ' n ı n uçurumlarında gün­
lerce patlama sesleri yankılandı.

I rmak ken arı ndaki kırmızı dam l ı evlerde yaşayan insan­


lar için Vodçi Irmağı tan ı n maz hale gelm işti. Artık o vahşi
ırmağın yerinde; dağ ı n yan ı ndan geçen çimento b i r yatak­
tan , çağlamadan ve köpükler saçmadan, usul usul akan bir
su vardı.

Geyikler çevik oldukları i ç i n , suyun üstünden atlayarak


karşıya geçiyor ve bu sayede hedeAerine kolayca varıyorlar­
d ı ; ama ayı lar bu değişikliğe uyum sağlayamadılar. Ka nalı n
yanı n a kadar gelmelerine rağmen , karşıdaki m eyve ağaçla­
rına ulaşam ıyorlard ı .

Bir gün bir k a ç ayı , m eyve ağaçlarına ulaşmak için, ka­


nal boyunca ilerleyip, b i r geç i t bulmaya çalıştılar. Bu s ı rada,
geyi kler gibi kana l ı n karşısına atlamaya kalkan hantal bir
ayı s uyun içine d üştü.

Kan al ı n d uvarları yosun tuttuğu için kaygandı. Hayvan


duvarlara tutunmak istese de b u n u başaramadı ve s uya ka­
pıldı. Ayı bir kıyıdan diğeri ne çarparak

s ürüklen iyordu.

Diğer ayı lar, kana l ı n kenarındaki çal ılıkların arası ndan ,


suyun sürüklediği ayıyı takip ermeye başladılar. Su biraz i le-

73
Ermeni Av Hikdyeleri

ride bir havuza dön üşüyordu ve bu havuzu n kenarı n da bir


bekçi d u ruyordu.

Bekçi ayıları görür görmez sırrı ndaki tüfeğine davra n ı n ­


c a , tehlikeyi sezen ayılar çal ı lı kların arası nda kayboldular.
Yal n ızca bir tanesi kararsız bir halde bekliyor ve elinde silahı
olan bekçiye bakıyordu. O da öbürler i n i n yan ına gi rmek
istiyor; ama suda çırp ı n a n arkadaşı n ı da yaln ı z b ı raka m ı ­
yordu. Son unda kanalın kenarına geldi ve pençesini suya
doğru uzatarak ayıya yard ı m ermeye çal ıştı.

Bekçi hayretler içinde, olup biteni seyrediyordu.

Kenarda olan ayı , sudaki ayıyı bir süre ensesi nden tut­
mayı başardıysa da ayıyı kıyıya çekemedi. Art ı k neredeyse
boğul mak üzere olan arkadaşı n a kıyıdan bir yard ı m ı olama­
yacağ ı n ı anlayın ca, çaresizce suyun içine adadı.

Boğulan ayıya kadar yüzdü ve ona sarı larak kıyıya doğ­


r u çekmeye çabaladı . Bu sırada havuzda oluşan bir girdap,
ikisi n i birden döndü rmeye başlamıştı. Güçleri tamamen tü­
kenen ayılar, suyun içinde batı p çıkıyorlard ı .

İ kinci ayı son bir h a m l e yaparak, bir pençesini diğer


ayı n ı n boyn una dolayıp, diğer pençesiyle de s u ben d i n i n
ö n ü n deki ızgaralara tutu n d u . Sonunda ikisi d e rahatça ne­
fes almaya başlamışlard ı .

Havuzun bekçisi ise, gördüğü bu manzara karşısında


şaşkın l ı ktan ağzı b i r karış açık bir halde, kala kal m ıştı.

Bekç i n i n on adım önündeki parmaklıklara tutunan ayı­


ların durumu içler acısıyd ı . Bir yandan yorgunl uktan tü­
kenm işler, bir yanda da korku içinde bekçiye bakıyorlardı.

Bu yard ı mlaşma çabas ı n dan çok etkilenen bekçi, ayıları

74
Ermmi Av Hilidyeleri

daha fazla rahatsız etmek istemediği içi n , gülümseyerek ku­


l übesine geri döndü.

Parmaklıklara tutunan hayvan larsa, son bir gayretle kı­


yıya ulaştılar ve arkalarına bile bakmadan , Kusrup Dağı ' n ı n
yamaçlarına doğru cırmanmaya başladılar. �"°'

75
Tavşanlar

Kışlık merada b i r yandan hayvan ları yemlerke n , bir yandan


da her zaman sırtımda taşıdığım tüfeğimle, etraftaki tav­
şanları kovalıyordum. Başarısız b i r av günü nden sonra geri
dönüp samanlığa girdiğimde tavşan izleriyle karşılaştı m .

Tavşan lar gece boyunca samanlığın etrafında dolan­


m ışlard ı . G ü ndüz çıktığım av bereketsiz geçtiği için gece
o lu n ca b i r kere daha şansım ı denemeye karar verd i m . Ayı n
kara n l ı k geceyi aydı nlatacak kadar yüksel mes i n i bekledim
ve sonunda dolunay göğe iyice yerleştiğinde, saman yığı n­
ları n ı n içinde pusuya yatı p tavşanları n yol unu gözlemeye
başlad ı m .

Ocak ayı olmasına rağmen yum uşak b i r hava vard ı . Kış­


lık ağı l ı m ızı orma n ı n içinde ve rüzgardan korunaklı b i r yere
yaptığımız için, sıcak ve rahat b i r kış geçiriyorduk.

Dol unayı n parlak ışında ağaçlarm gölgesi giderek küçül­


müş ve etrafı deri n b i r sess izlik kaplamıştı. I rmağı n ve garip

76
Ermeni A11 Hiktiyelerı

sesler çıkartarak ö ten gece kuşla r ı n ı n sesinden başka hiçbir


ses duyu l muyo rdu .

Yorgun olduğum için samanların arası nda yarı uykulu


b i r halde otururken , a niden b i r hışı rtıyla uyandı m . İ k i tav­
şan, çayın karşı kıyısından bu tarafa atlayıp, saman yığı n ı n a
doğru geliyordu.

B i r tanesi yak ı n ıma kadar gel i p d u rdu. Baş ı n ı kaldırarak


d ikkatlice etrafı koklamaya başladı . H iç beklemeden tav­
şanın üzerine adadım fakat o çevi k b i r sıçrayışla kaçarak
ı rmağı n karşı tarafı na geçti. Diğer tavşan da arkası ndan o n u
takip etti.

Tavşanlar b iraz bekledikten son ra yen iden samaı;ıl ığa


yaklaşmaya başladılar. Bu s ı rada silah ı m ı ateşled im ve si la­
h ı n sesi nden bütün ağıl uyandı.

Vadiyi köpeklerin havlama sesi kaplam ışt ı . Koştar, yar ı


uykulu b i r halde ve üzerinde sadece b i r gömlekle toprak
kulübe n i n eşiği ne çıkıp, "Hey! Ne ol uyor o rada? " diye ba­
ğ ırmaya başladı . Zavallı adam, ağıl ı kurtların bastığın ı san­
mıştı.

B i r s ü re sonra köpek havlamaları kesildi. Ben saman­


ların içi nde saklandığım yerden çıkıp avladığım tavşan ları
yerden kaldı rmaya gittim. Görev tamamlanm ıştı.

Ertesi gün, daha değişik b i r şey yapmaya karar verd i m .


B u sefer sama nlar ı n arası n a saklanmak yerine; üzerime b i r
post geçirip, samanların yan ın da yere oturdum v e sabırla
beklemeye koyuldum. Dolunayı n sütbeyaz ışıkları, dağların
üzerin e dökülüyordu. Etraf sanki gündüz gibi ayd ı n l a n m ış­
tı.

77
Ermeni Av flik,i_yeleri

Çok geçmeden tavşanlar o rtaya çıktı. Tüfeğ i m i n horo­


z u n u kald ı rd ı m ve nefes bile almadan bekled i m .

Tavşanlardan b i r i arka ayakları üzerinde doğrulmuş,


bana bakıyordu. İ çi mden , tavşa n ı n b u kom i k hareketine
gülme isteği geldi; ama kend i m i tuttum. İ k i tavşan bir araya
gelip, ne yapacakları n ı kararlaştırır gibi, bir süre fıs ıldaştı k­
tan sonra; son u nda ben i m zararsız olduğuma karar verd iler
ve zıplayarak yan ı m a doğru gelmeye başladılar.

Ben daha fazla beklemeden , tetiğe bastım . Tavşanlardan


biri vuruldu; ama d iğeri çevik bir hareketle o rtadan kay­
boldu.

S ilah sesiyle, yine bütün ağıl ı ayağa kalkmış ve ortalığı


bir telaş kaplam ıştı.

Koştar, iki gecedi r cadı uykusundan uyandığı için, bana


bağırıp duruyo rd u . O n u sakinleştirdikten sonra, yerime
dönüp, diğer tavşan ı beklemeye koyuldum. Gece yine ses­
sizliğe bürünmüştü.

Orada avcı i nadıyla iki saat daha oturduktan sonra, tav­


şan ı rmağın karşı kıyıs ı n da göründü.

Ben bir yandan tavşanı izlerken , diğer yandan da neden


öleceğ i n i bile bile samanlığa geliyor, d iye düşünüyord u m .
Bu hayvan neden b u kadar saft ı ? Sonra a k l ı m a tavşa n ı n
aç olabileceği geldi. S a m a n yiyebilmek için canı pahas ı n a
m ücadele ediyordu . B u düşüncelerle tüfeği m i indird i m v e
uyumaya gittim.

Sabah olduğunda, arkadaşı m Jenog kapıyı çalıp, tüfeği


isted i . Bana, " I rmağın orada tavşan görd ü m , bir şan s ı m ı
deneyeceği m ." dedi.

78
Ermtni Av flikriyelai

Jenog öğleye doğru, ka n cer içi nde geri döndü ve cüfe­


ğimi geti rd i . " Tavşan ı yaraladı m ; ama sonra o n u bulama­
d ı m ." diye, heyecanla a n lacıyordu . O n u n l a , "Ava gi rmek,
pi lav yemeye benzemez arkadaş ı m ! Avcılık herkesi n işi de­
ğil!" d iye, dalga geçip; silah ı m ı alarak, yen iden cavşa n ı n pe­
ş i n e düşcü m .

Karın üzerinde ayak izleri v e kan vard ı . İzler b i r kaya n ı n


d i b i nde s o n a eriyordu.

Kaya n ı n yanındaki küçük yarıktan içeri doğru bakcı­


ğı mda, cavşanı n başka bir tavşa n ı n yan ı nda olduğunu gör­
düm. Arkadaşı , d iğer tavşa n ı n yara l ı ayağ ı n ı kendi postuna
bastırmış, onu cedavi ediyordu.

B u manzaraya bir süre bakcıkcan so n ra , şaşkın l ı k içinde


geri dönerken ; gördüklerimi avcılara a nlacıp, anlatmamak
konusu nda kararsız kal d ı m . Nasıl olsa bana i n a nmayıp, sa­
dece güleceklerd i . "1o-;.,

79
Arıcılık Çiftliği

Arkadaşım Aslan , konservatuarda öğrenim gö re n , genç ve


yetenekli bir m üzisyendi ; ama köylü çocuğu olduğu için
kimi zaman da kolhozda çobanlık yapıyordu.

Aslan' ı n yüzünde derin b i r yara izi vard ı . Bir keres i n de,


birl ikte hayvanları oclacırken, o na b u yara izi n i n nasıl oldu­
ğunu sordum.

Arkadaşım Asl a n , bana b u yara n ı n h i kayes i n i anlatmaya


başlad ı .

" B i r sonbahar gii n ü kolhozun hayvanların ı k ı ş l ı k mera­


ya s ürüyordum. H ava ı lıktı ve son derece güzel bir gündü.
Koyun lar çayırda ocluyor, köpekler de etrafta dola n ı p sürü­
yü gözecl iyord u . B u sırada ben bir kaya n ı n üzerine uzan­
mış; uzaklara bakarak, hayallere dalmıştım."

" Kendi kendime, hayatımızın nasıl da değiştiği n i d üşü­


n üyordum. Eskiden tek bir hayvan ı m ız bile yokke n , şim-

80
di büyük bir sü rüye sahiprik. Daha önce bir a h ı rı m ız bile
yoktu. Ş i mdi ırmağ ı n k ıyısı nda ya n yana dizilmiş modern
bi nalar uzanıyordu. O zamanlar bal ın radın ı bile bil mez­
ken, şimdi kayal ıklarda sayı lamayacak kadar çok arı kovanı
gö rül üyordu."

"Arı kovanlarına gururla bakrım ve d uyd uğum arı vızıl­


damaları içi m i sevi nçle doldurd u ."

" Tam o sırada büyük bir ayı n ı n kova n ların ya n ı na geldi­


ğini fark errim. Ayı , bir pençesiyle arıları kovarken , diğeriy­
le de perekleri roplayıp, büyük b i r işrahla yem eye başladı."

" Ne yazık ki ya n ı m da si lahım yokru. Köpekleri de çağı­


ramazd ı m , çünkü çal ıların arkasında p usuya yarmış b i r kurt
olabi l i rdi ve o zaman da s ürü savunmasız kal ı rdı."

"Bu arada ayı petekleri toplamaya devam ediyor, kova­


n ı n sahipleriyse amansızca ayıya saldırıp, o n u n tüylü bede­
n i n i sokarak, düşmanı uzaklaştırmaya çalışıyorlardı."

"Ayı üzerin e üşüşen arılardan iyice raharsız olmuş ola­


cak ki, ırmağa doğru koşarak suyun içine gird i . Akan su,
arıların ayı n ı n üzerinden düşmesin i sağlamış ve hayvan ra­
hatlamıştı. B i raz daha ı rm akra oruran ayı , rekrar kovanların
yanı na dönerek, petekleri yemeye koyuldu."

"Bu s ı rada pereklerin girriği yetmezm iş gibi arılar da te­


lef ol uyordu. Hemen harekere geçmezsem hem kovanlara
hem de arılara yazık olacakrı."

" B u ayıyı bir şekilde yakalayıp, postun u kolhozun başka­


nına s unduktan sonra; etin i tugaya verip, yağların ı da roma­
tizması olanlara dağıtmam gerektiğine karar verdim. Bu yağ
ile bacakları ovuşturmak, romatizmaya çok iyi geliyordu."

81
l:'rmoıi Av Hikıiyeleri

"O kararlı l ıkla o tu rd uğum kayayı rerk edip, ça l ı ların


arasına sakland ı m . B i r süre so n ra ayı geri dönünce de bir
sıçrayışta elimdeki kamayı ayı n ı n böğrüne saplamayı başar­
d ı m . Canı yana n ayı homurdanarak bana döndü ve kulağı­
m a doğru ko rku nç bir darbe i ndirdi."

" Tam o öfkeyle beni parçalamak üzereyken , arılar im­


dad ı m a yetişti ve ayın ı n etrafı n ı sararak saldırmaya başladı­
lar. Ayı n ı n dikkati dağılınca ben ayağa kalkrım ve öldü rücü
darbeyi vurd u m , H ayva n ı n cansız beden i yere yığı l m ıştı."

" Karmaşa geçtikten so n ra yüzü mün kanadığını fark


etti m . Yüzümü yıkamak için ı rmağın kenarına gittiği mde
sudaki yansı mam korku nçm. Ayı yüzü m ü paramparça et­
m işti."

Asla n , uzun bir sessizl ikten sonra, "Bir keresinde de baş­


ka bir ayı maceram oldu; ama o seferinde hiç ki mse zarar
görmedi!" diyerek, anlatmaya devam etti.

"Yine b i r gün ayı geçidi n i n oralarda, iki yavrusuyla be­


raber bir dişi ayı görm üş; fakat onlara dokunmam ıştı m .
Kol hoz başkan ı bana, 'Aslan! Bizim a r ı çiftliğinde y i n e ayı­
lar dolanıyormuş, b i r süre çiftliği bekle baka l ı m , koyu n ları
gütme işini başkası yapabili r. ' deyince, ben de sila h ı m ı ala­
rak çiftlikte nöbet rutmaya başlad ı m ."

" B i r iki gün beklememe rağmen o rtada ayıdan eser yok­


tu; ama üçüncü günün akşa m ı nda, b i r dişi ayı, iki küçük
yavrus unu da yan ı na alıp, ç i ftliğe geld i ."

"Yavrularını çalıların yan ı na b ı rakan ayı usulca kovanla­


ra doğru sokul maya başlad ı . Çiftl i kte bana ait birkaç kovan

82
Ermeni Av lliktiyrleri

vard ı . Bu kovanlardan b i r petek alıp yol un ortasına koy­


dum . Kendi mce ayıyı rest edecekti m . Eğer peteği m idesi ne
i ndirirse ayıyı vuracaktı m , yok :ı. l ı p da yavruları na götürür­
se girmesine izin verecektim."

" D işi ayı yol üzeri ne b ı raktığım balı aldı ve korkuyla


uzaklaşmaya başladı . Adeta h ı rsızl ı k yapan ken yakalanmak
istemeyen bir i nsan gibi endişeyle çevresi ne bakınıyordu.
Ayın ı n hali öyle kom i kti ki, az kaldı ken d i m i tutamayıp bir
kahkaha ataca kt ı m ."

"Ayı , yavruların ı n yan ına gittiği nde, balı ö nlerine koydu


ve yavrular aç b i r halde balı yemeye başladılar. Görd üğüm
manzara öyles ine hoşuma gitmişti k i , kaybettiğim bala bile
üzül med i m ."

" B u arada a n n e ayı pençeleri nde kalan balı yalamakla


yeri n iyordu. Bir ara tekrar kovan lara girmeye n iyetlendiyse
de ben o n u uyarmak için keskin bir ıslık çaldım. Isl ığımı
d uyan ayı yavruları n ı toparlayıp, h ızla oradan uzaklaştı."

"Arkaları ndan giderek, o nları izlemeye başladım. Ayılar


ı ramağa kadar gittiler. I rmağın suyu b i r yerde birikmiş ve
küçük bir göl c ü k oluş m uştu. B u gölcüğün ortas ında da bü­
yük bir taş vardı. A n ne, yavrular ı n ı teker teker bu taşı n üze­
rine çıkartıp, tıpkı bir i nsan gibi on ları yıkamaya başladı."

"Yavrular suyun içinde sevinçle taklalar arıyorlar ve


mutlu bir şekilde oynuyo rlardı."

"Son unda ayı yavrular ı n ı sudan çı kardı ve hepsi b i rden


silkinerek suların ı attı ktan sonra böğürden çal ılığına doğru
gittiler. Ayı pençeleriyle dalı eği p , böğürtlenleri topl uyor,

8J
Ermeni Av Hiktl.ytltri

kendi yemeden ö nce yavrularına veriyordu. Ara s ı ra kendisi


de ağzı na bir iki tane atıyord u . Yavrular lezzetli meyveleri
yemeye dalıp, an nelerin i bile u n ucmuşlard ı ."

" O n ları bu mu tlu halleriyle baş başa b ı rakıp, arı çiftl iği­
ne geri döndüm." 1';:.,

84
Buj uk

S ıcak bir yaz gününde Asl ı Dağı'nda çıktığımız yürüyüşe,


dağdan gelen soğuk bir p ı narın başı nda ara �erip; susuz­
luğumuzu giderdikten �on ra , ben i m daha fazla yürüyecek
hal i m kalmam ıştı.

Çay ı n ken a r ı n daki d u t ağac ı n ı n dalları , serin bir göl­


gel ik oluşturuyordu. Bir s ü re burada di n lenmek ve ağacın
altına uzanıp uyumak istiyordum . S ıcaktan bütün enerji m
tükenmişti; ama bir avcı olarak b u isteğim i arkadaşlarıma
söylemek bile alay konusu olmam için yeterliyd i .

D u r u m u m u fa r k eden a rkadaşlardan b i r i , "İstersen sen


burada kal ve dinlen, hem de b u s ı rada kekli k avlayabi li r­
s i n ." diyerek bana merhamet gösterdi. Ben diğerlerinden
daha şişma ndım ve sıcaktan iyice bunalm ıştım. Bu yüzden
tekl i fi hemen kabul etti m .

Herkes gicri kten so n ra , ağacın altına oturup, çakılların


aras ı n da n yılan gibi süzülerek akan çayı n şırıltısını di nler­
ken, düşüncelere daldı m .

85
Ermeni Av llikıi.ye/eri

Ta m ka rşımda setter cinsi bir av köpeği olan Buj uk


duruyordu. B uj u k son derece akıllı ve arkadaş can l ısı bir
köpekt i . Ben ne kadar tembel ve üşengeçsem, Bujuk tam
ben im tersim say ı l ı rd ı . Ava ç ı k ı n ca , her zaman bir avla eve
dön mek ister ve yo rul mak ned i r bil mezd i .

Ş i m d i de ö n ü mde oturmuş i n leyerek, b e n i harekete ge­


ç i rmeye çal ışıyordu.

Köpeğin bu tutku dol u haline dayanamadım ve tüfeğimi


alarak ayağa kalktı m .

Buj u k sevinçten ne yapacağını bilmez halde etrafı m da


hoplayıp zıplamaya başlamıştı.

O önde, ben arkada koştururke n , tepelik bir alana gel­


d i k. B uj u k birden d u rdu ve kuyruğunu dikerek bana doğru
bakmaya başladı.

Tam o s ı rada kayaların arkası ndan bir keklik sürüs ü ha­


valand ı . Aceleyle ateş etti m ; fakat kekliklere isabet ettireme­
d i m . Bu arada keklik sürüsü çoktan tepenin karşı tarafı na
geçmişti bile. Çok s ıcak olduğu için geri dönerek, yen iden
ağacı n gölgesinde uzandım.

Bujuk da ben i m ya n ı m a geldi; ama moral i bozulmuş


gibiydi . S ı k ı n tı l ı bir ifadeyle bana bakıyor, sanki içten içe
bana kızıyordu.

Köpeğin adeta yargılayan bakışlarına aldırmadan, akan


suyun ses i n i n verdiği rehavetle tarlı bir uykuya daldım. Bu­
juk alt tarafı bir köpekti işte. Üstelik benim şu tarlı uykuma
kıymeti n nerden b ilirdi?

B i rden yan ı başımda, " H aydi uyan artık!" diye sesler


duydum. Gözlerimi açınca arkadaşları m ı n dönmüş olduk-

86
Ermeni Aıı /-lik!tyelrri

!arı n ı fark etti m . Biraz Ötede vurdukları yaban keçisi yatı­


yordu. Bujuk da heyecan l ı bir halde yan ıma oturm uş k uy­
ruğu n u sall ıyordu.

Arkadaşla rı m ı n , " Bu nasıl iş! Kekliği kendine yastık yap­


mışs ı n ? demesi üzeri ne etrafı ma bakını nca, yanağımın ya­
n ı nda yatan ö l ü b i r kekl i k gördüm.

Köpeğe dönerek, " B u sen i n eseri n m i Buj uk ? " diye sor­


dum.

Buj uk sevi nçle bana bakarke n , bir yandan da heyecanla


kuyruğunu sall ıyordu. Arkadaşlarıma isabetsizce atışımı ve
tembell iği m i anlatmaya koyul d u m .

Ben s ıcaktan vurduğum kekliği b i l e fa r k etmezke n ; B u ­


j u k b u n u kaçı rmamış ve g i d i p k u ş u b ularak, b a n a hediye
etmişti.

Akıllı hayva n , ken d inden bahsedildiğini a n lamıştı ve


m u t l u l u k içinde söylenenleri d i nl i yo rdu.

Arkadaşları mdan biri, " Belki de kekliği sen vurmamış­


sındır da Bujuk yakalamıştır." deyince, Buj uk kıs kıs gül­
meye başladı.

H ayva n ı n b u hali üzeri ne ben de şüpheye düştüm ve


merak içi nde Buj u k'a baktım; ama neler olduğu n u a nlamak
m ü mkün değildi.

B u s ı rada Buj uk, kekl iği bulmanın sev inci n de n sarhoş

o l m uş gibi ortalı k ta dönerek, dans ediyordu . '1:-;>,

87
Kurt Geçidi

Ararar Dağı ' n ı n göğs ü n ü rıpkı b i r hançer gibi yaran Kurr


Geçidi' nde sabah olmak üzereydi .

Keçiler, s u içmek için, Aras Nehri ' n i n kena rına i n er­


ken ; ova da yavaşça sabah uykusu n dan uyan ıyord u . Ö nce
Aras'ı n kıyıların ı kaplayan sazlıklardaki kuşların sesi duyul­
du. Sis dağıl ı rken , dağı n gerçek rengi de yavaş yavaş ortaya
çıkmaya başlamışrı.

S ür ü halinde kayalardan i n e n keçiler, ara s ı ra durarak,


aşağıdan geçen erene bakıyorlard ı . Ben de yüksekçe bir te­
peye çıkıp etrafı seyretmeye dald ı m .

Ayaklarım ı n altında Ararat yaylası uzan ıyor, A ras' ı n saç­


tığı parı l r ı ışıklar gözümü al ıyordu.

Irmağın kıyısı n da uzanan tarlalar, traktö rleri n ç ı kardı­


ğı toz bul utuyla kapla n m ıştı. Tarlaların b i raz ötesi nde de;
evleri , okulları ve tahıl ambarları olan güzel bir köy gö rü­
n üyordu

88
Ermr11i At! f/ikti.yr/erı

Nehrin karşı kıyısı ise, sazl ı k ve çal ı l ıklarla kapl ıyd ı . B u


birbirin e ç o k yak ı n duran i k i toprak parçası , aslı nda ne ka­
dar da farklıyd ı . B i r taraf ıssız ve kupkuru görünürken, di­
ğer taraf bereketli ve capca n l ıydı .

I l ı k b i r sonbahar günüydü . Oturduğum yerden kalka­


rak, yandaki vadi ye doğru yürümeye başlad ı m .

Daha b i r süre yürümüşken, uçuru m u n sonunda tuhaf


bir hayvan sürüsüyle karşılaştım. H ayvanlar bir çember şek­
l inde dizil mişler ve hareket bile etmeden, öylece duruyor­
lard ı .

Havaya ateş ed ip o n ları korkutmaya çalıştı m ; ç ü n kü


ne tür b i r sürü oldukl arı n ı anlayamamıştım. Silah sesiyle
çember dağı l ı n ca, b u n lar güzel ve nari n yapı larıyla, Ermeni
muAo nları* olduğun u fark etti m . Hayvanlar kaçarak dağı n
yamacın da kayboldular.

Bütün g ü n o rmanda dolaşmamam rağmen m uAonları


bulamamıştım ve neredeyse akşam olmak üzereydi . Son bir
kez şan s ı m ı denemek için, bir kaya n ı n üzerine çıkıp etrafa
bakmaya karar verd i m .

Tam b u s ı rada karşıdaki kayaların üzerinde b i r koç be­


l i rdi. Bu gerçek mi yoksa hayal mi görüyorum, diye gözleri­
mi ovuştururken; koç mağrur bir edayla, kaya n ı n üzerinde
dolan ıyord u .

Hayvan o kadar güzeldi ki . . . Sanki usta bir sanatçın ı n


elinden ç ı kmış b i r heykele benziyord u . Hayvan ı n güzelliği
karşısında ağzım açık, bakakalmıştım.


m uflon: Bir tür yaban koyunu.

89
Ermeni A v l/i/(li.yt/ui

Koç kayadan aşağı i n ip, benim olduğum tarafa doğru


gel meye başladı. B u n u n üzerine daldığım hayallerden, uya­
n ı p tetiğe bastı m .

Tüfeğime yaslanarak, kaya n ı n üzerinden kalktım v e ak­


şam güneş i n i n kav u n içi ışıkları altında, hayran hayran ova­
yı seyretmeye koyuldum. ";; ...,

90
Aras' ın Suy u Çekilince

Her i lkbaharda Aras Nehri yatağı ndan taşarak, etrafında


bulunan tarlaları s u altı nda bırakırd ı . Neh ir taşı p da Ararat
Ovası s u altı nda kalınca, b u sulak alan adeta bir balık cen ­
netine dö nüşür; tekir, yay ı n , levrek, ringa v e sazan balı kları
suda karı n calar gibi kaynaşırdı.

Balıklar daha önce tarla olan bu alanda, rüyalarında bile


göremeyecekleri kadar bolca yem buldukları için akın akın
buraya gel irler ve sürü n ü n genç üyeleri de o nları takip eder­
di.

Su taştığı gibi yine süratle yatağına çekilince, bal ı klar


ve nehirde yaşayan d iğer canlılar ana vatanlarına dö necek
zam a n ı bulam ıyorlar ve açgözlül üklerin i n kurba n ı o l uyor­
lard ı .

Havaların ısınmasıyla birl ikte Ararat Ovası b i r çam u r


yatağına d ö n e r v e balıklar b u k u r u çam u ru n içinde, debele­
nerek can verirlerdi.

91
Ermeni Aı• /-/ikriyeleri

B i r yaz, yaban do muzu avlamak için, ırmağın kenarı nda


b u l u n an sazl ık alana gitmiştik. Taşan su sazl ıkları kırmış,
ku ruyan su birikin tileri n i ağır bir ölü bal ı k kokusu sarm ış­
tı. Yoğun sisin içi nde bile, hareketsiz yatan gümüş parıltılı
balıklar gö rülebil iyordu.

Bir sürü kuş, keskin sesler çıkartarak, bal ı kları yemek


için tarlalara i n iyordu.

Tam ö n ü mde, kenarları sazl ıklarla kaplanm ış bir s u bi­


rikinti s i vardı. Suyun üzerinde bir şeyler hareket ediyor ve
suda halkalar ol uşturuyordu . İyice bakın ca, b u n u n bir san­
sar olduğu n u fark etti m . Sansar derin ça murl ukta, b üyük
bir balıkla mücadele ediyordu.

Akşam olup ay yüksel d iğinde, sazlıkların arası ndan ya­


ban domuzu sesleri gelmeye başladı . Ö nce büyük bir yaban
dom uzu gördü k ve arkasından diğerleri o rtaya çıktı. Bu bir
yaban domuzu sü rüsüydü.

Domuzlar suyun içinde bata çıka ilerliyordu. Ay ışığın­


da, domuzların burunları n ı suya sokup, homurdanarak bir
şeyler aradıklarını gördü m . Çok yakın ımda ol malarına rağ­
m e n , ateş etmeden bekled i m . H ayvanların ne aradıkların ı
merak etm işti m .

Bu sırada suyun içinde bir şey çırp ı n m aya başladı. B i r


yaban d � m uzu o tarafa doğru koşarak, balığın sırtına d iş­
leri n i geçirmeye çalıştıysa da balık kıvrılarak yana kaydı ve
sudan şi mşek gibi fırlayıp, olanca gücüyle domuza çarptı.

Bu devasa bir yay ı n bal ığıydı. Karanlık suyu n içinde ya­


ban domuzuyla yayı n balığı arası nda kıyasıya bir m ücadele
başladı.

92
Ermeni Av lliktiyt:lerı

Bu savaşa b i r son vermek isted i m ve silah ımdan çıkan


kurşunla yaban dom uzu n u n ses i kesildi. Domuz cansız bir
halde ça m ur u n içine düşmüştü; ama bal ı k hala domuzun
etrafı ndan ayrı l m ıyo rd u . Dom uzu sudan çıkarttığım ızda,
hayva n ı n bacağı n ı n bal ığın ağzı n ı n içi nde olduğu n u fark
ettik. Balık bu hamleyi yaparke n , çene kasları yı rtılmış ve
birbi rleri ne rakılı kal m ışlard ı .

B i r taşla i k i k u ş vurduğum uz için sevinçliydik. Bir yan­


dan da dom uzların bal ı k avlamaya çıktığı n ı öğrendiğimiz
için şaşkındık.

Ertesi gün yine ayn ı gölcükte, başka bir bal ı k avı na şahit
olduk.

Bu sefer, pembe tüyleri ve ucu sivri gagalarıyla, pelikan


kuşları avlan ıyordu.

Pelikanlar göl ü n en gen iş yerin de büyük bir çember


o l uşmruyorlar; daha sonra hepsi birden çemberi daraltıp,
geniş gagaların ı suyun alrı na sokarak, boyu nlarındaki kü­
çük torbalarına balıkları dolduruyorlard ı .

Küçük balıklar sorun değildi; ama büyük bal ı kları yut­


maları o kadar da kolay o l muyordu. Büyük bir balık ya­
kalad ı klarında, önce havaya fırlatıyor, daha son ra balı k baş
aşağı doğru düşerken gagalarını açıp, balığı öyle yutuyorlar­
dı. Böyle olunca balığın solu n gaç ve yüzgeçleri boğazlarına
takıl m ıyo r ve kolayca aşağı kayıyordu .

Sazl ıkların arkası nda saklanıp, b i r süre b u ilginç balık


avın ı ve pelikanların aç gözlülüğü n ü seyrettik. Bir de peli­
kan ların avladıkları bütün balıkları yemeyip, hatırı sayı l ı r
m iktarı n ı da gagaları n ı n altındaki torbaların da sakladı kla­
r ı n ı öğrendik.

93
Ormanın H ırsızları

Bir son bahar günü, Vodçi l rmağı ' n ı n kenar ı n daki ceviz ağa­
cı orma n ı n a gird i m . Ağaçların bereketli dalları suyun üze­
ri ne eği lmiş, ırmak s ı k yaprakları n gölgesiyle kapla nmıştı.

Cevizler olgun laştığı nda, hafif bir rüzgar bile o n ların


yere düşmesi ne yetiyordu . Eğer d üştükleri yerde taşlar var­
sa, tak tuk diye sesler çıkıyor ve kabu kları kendiliğinden
parçalanıyordu. Doğal koşul larla açılan cevizlerin içleri, bir
dal veya kayaya takılana kadar ı rmakta sü rükleniyorlardı.

I rmağın ortalarında yer yer cevizden adacıklar oluşm uştu.

Cevizlerin yere d üşerken çıkardığı sesler, orman sakin ­


l er i n i kıyıya çekiyor, avcılar da o n ları bulmak i ç i n b u s u
kıyısı n a geliyorlard ı . Bende b u yüzden buralara kadar gel­
miştim.

Ağaçların arası nda gez i n i rken uzakta bir ayı gördüm ve


bir ağacı n arkas ı n a saklanıp, ayıyı izlemeye koyuldu m .

94
t:r111e111 Av J/ikıi_yr/ai

Ayı yüksekçe b i r ceviz ağacı n ı n altına geldi ve sağa sola


bakındı ama yaprakların arasında cevizleri göremedi . Muh­
temelen s i ncaplar kendisinden önce davranm ışlard ı .

Pes etmeye n iyeti olmayan ayı ağaca tırmanmaya başla­


d ı . Ağaca çıkıp dalları sallayacak ve daha sonra aşağı i n i p
dökülen cevizleri toplayacaktı. Old ukça akla yatkın o l a n bu
çözüm ü n n asıl son uçlanacağını merakla bekleyerek, saklan­
dığım yerden olan b i te n i seyretmeye daldı m .

Ayı ağac ı n ortaları n a kadar çıkıp dalları sallamaya baş­


lad ı . Bu arada birden b i re ortaya çıkan bir porsuk ailesi
ağacın altına doğru geldi. Kısa bacakları yard ı m ıyla hızla
ilerleyen porsuklar, yassı b u ru n ları n ı kuru yaprakların ara­
sına sokarak, yere düşen cevizleri toplamaya başladı lar. Bir
yandan da ağaca sıkıca tutunmuş ayıyı gözetl iyorlard ı .

Porsuk grubunu gören s incaplar da onlara karıldı. S i n­


caplar keskin gözleri ile porsuklardan kalan cevizleri yuvar­
layarak, yuvalarına taşıyo rlard ı . Giderek kalabalıklaşan or­
man ortam ı na, erkek bir geyik ile dişi bir karacadan oluşan
geyik ailesi de ekleni nce s u kenarı adeta bir şenlik alanına
döndü.

Bütün hayvanlar gan i meti süratle paylaşıp b i r güzel doy­


duktan son ra gel dikleri gibi süratle oradan uzaklaştılar. Bu
sı rada cevizlerin gerçek sahibi ağacın üzeri nde kal mış ve ga­
n i metini de h ı rs ızlara kaptırmıştı.

Oysa aşağıda hala cevizleri paylaşmak isteyen fareler ko­


şuşru ru yor, hatta kargalar bile uçarak gel ip paylarını kapı­
yo rlard ı .

Kargalar cevizleri daha dalı ndayken kopartabilir v e daha

95
Ermr111 Av /likıi_ye/rri

son ra gagalarını b i r çekiç gibi kullanıp, cevizleri kıra b i l i rler-


di. Bu işte çok ustalaşmıştı lar.

Dağın yukarılarında bir ceviz ağacı gö rdüğün üzde, bu­


nun bir karganı n gagasından d üşmüş bir cevizin ürünü ol­
duğu n u kolayl ıkla an layabil ird i n iz.

Son unda sıkılan ayı ağaçtan i nmeye karar verd i . Ama


aşağı indiğinde de gözleri ne i nanamadı. Dikkatlice çevresi­
ne bakı n ması na rağmen yerde bir tek ceviz bile kal mamıştı.
Bu duruma iyice sin irlenen ayı arka ayakları üze r i ne kalka­
rak h iddetle homurdanmaya başladı.

Yapılacak başka bir şey olmadığını gö rünce de tekrar


ağaca tırman m aya çalıştı. Koca gövdesiyle gi riştiği bu iş hiç
de kolay görün müyordu. Üsteli k bu çaba ayı n ı n daha da
acıkmasına neden oluyordu.

Ayın ı n ağı r gövdesi n i n etkisiyle ağaç sallanıyor ve dal­


daki cevizler yere dökülüyor; b u n u n üzerine davetsiz m i­
safirler bir koşu ağacın altına gelip, yerdeki gan i metleri
topluyorlard ı . Ayı aşağı inene kadar da yerde ceviz falan
kalmıyord u .

E n s o n h ı rsız b i r k irpiydi. Ayı öyles i n e güçlü bir sesle


bağırdı ki sesi n ş iddeti dallardan birkaç ceviz düşmesi ne ne­
den oldu.

Açlıktan gözü dönmüş ayı çevik b i r hareketle kirpiye


yanaşıp, kocaman pençesiyle o n u tokatlayarak, zavallı hay­
vancağızı ormanı n içlerine kadar savurdu. Bu sı rada kirpi­
n i n dikenleri de pençes i n e batmıştı . Ayı için açıkça şanssız
bir gündü.

B i r yandan pençes i n deki dikenlerden kurtulmaya ça-

96
Erme11i Av Hikıi_";elai

bal ıyor, bir yan dan da karn ı n ı doyurmak için umutsuzca


etrafına bakın ıyordu.

Orada bir süre orurup bekledikten son ra n ihayet şans ı n ı


başka yerde denemeye karar verdi v e yüzerek ırmağın karşı
tarafına geçti.

Ne yazık ki ayı dili nden anlam ıyo rdum ama hom urtu­
lara bakılırsa, o rm a n ı saran bu küçük h ı rsızlardan ş i byetçi
olduğu çok açı ktı . '1ı-'

97
Bir Avcı Şakası

Sıcak bir Ağustos g ü n ü , b i r grup gürültücü arkadaş tarafı n­


da n baskına uğrad ı m . Gelenlerin hepsi ben imle aynı gaze­
tede çalışıyo rlard ı .

" H ayd i , çabucak hazırl a n ! Ava çı kıyoruz! Bir a rabamız


ve şo förümüz bile var, ama silah l ı bir avc ı m ız yok!" d iye,
bağı rıp çağı rıyorlard ı .

"Nereye gi rmek istiyors u n uz azizi m ! Bu s ıcakta ava m ı


çıkılır? Can ımız burnum uzdan gel ir!" diyerek, o n ları b u
saçma düşünceden vazgeçirmeye çal ıştıysam da başarı l ı ola­
mad ı m .

"Sen e v sah ibis i n , b i z d e m isafi riz v e caze a v e r i yemek


istiyoruz." diye, o kadar ısrar ettiler ki silahımı alıp o n lara
karılmak zoru n da kaldım ve arabaya b i n d i m .

Yakınlarda b i r yer o l a n Sangla'ya gi rmek istiyo rlard ı . "


S e n b irkaç ö rdek vururs u n , b i z de ateş yakar v e kendim ize

98
Ermrni Av fliktiyrleri

güzel bir ziyafet sofrası ku rarız." dediler. Yüzlerindeki neşe


dolu ifadede n , içkili oldukları kolayca anlaş ı l ıyordu.

"İşte şimdi yan d ı n ! " diye, düşündüm. Girmek istedik­


leri yerde ö rdek falan bulamazdık. Ama av eri yemezlerse
de onları n elinden kurtulmam m üm k ü n değild i . Bu işin
içinde bir iş vardı . Belli ki beni bu sıcakta dağ bay ı r koştu­
racaklar ve o n lar içi n eğlencelik olacakt ı m . İçimden, "Du­
run baka l ı m kim kime oyun oynayacak." diye geçird i m ve
o nlara u n u ta mayacakları b i r şaka yapmaya karar verd i m .

B u s ı rada arabayı Sangla' n ı n köp ükl ü suların ı n yan ında


d urdu rd u k ve beraberce arabadan i ndik. Şişman olan arka­
daş ı m , yan larında getirdikleri şarap fıçısı n ı hiç zorlanma­
dan kaldırarak yere b ı rakı . Sonra da bana dönerek, " Haydi
bize ne kadar usta b i r avcı olduğu n u göster bakalı m ! " dedi.
Bu kinayeli sözlere cevap bile vermeden , arkadaşları m ı n
arkamdan k ı s kıs güld ükleri ni bildiğim halde, kendi işime
koyuldu m .

Daha birkaç yiiz metre girmiştim k i baş ı m ı n üzeri nde


" Gak gak." diye bir ses duydu m . Ses i n geldiği yön e baktı­
ğımda yaş l ı m ı yaşlı bir karga bana bakıyordu.

Hayvancağız bel li ki b u kart yaş ı nda kızartılıp yeneceği­


ni hiç düşünm üyordu ama ben reriğe basrı m . Tüyleri ni de
o racıkta yolup, kargayı av corbama sokarak yoluma devam
etrim .

Birkaç adım son ra kendi aralarında ciddi b i r rarrışmaya


girmiş bir çifr saksağan görd ü m ve o n lar daha uzlaşmaya
varamadan yolu narak av corbama yerleşriler.

Bu arada anık arkadaşlarıma ördek eri yerine neler yedi­


receğim i düşünüyor ve kendi kendime eğleniyord u m .

99
Ermeni Av Hiktiyeleri

B u s ı rada uzakta b i r dala t ünemiş bir baykuş garip ga­


rip beni süzüyordu . O n u da yaban kazı niyetine avlayarak,
arkadaşlarım için hazırladığım m uh teşem av men üsünü ta­
mamlamış oldum.

Arabaya doğru yaklaştığı mda, şişman o la n ı n , diğerleri­


n i n ses i n i bastıran gülüşü n ü d uyuyo rd u m . " Bakalım avcı lı­
ğıyla o kadar övünen arkadaş ımız bize neler getirecek. Bu­
ralarda ördek b u l u n maz ama en azı ndan temiz hava almış
olduk, hem de keyi fle ndik!" diye, arkamdan ko nuşuyo rdu.

Onları selamlayarak yanan ateş i n başına geldim ve " İ z i n


v e r i n b i raz d i nleneyim, so n ra da kısmet i nize düşen a v ı sizin
için bir güzel hazırlayayım." dedim . B u arada torbamdan
çıkard ı klarım o nları hayrete düşürmüştü. Hepsi bir ağızdan
kon uşarak avladığım kuşlar hakkın da sorular soruyorlardı.

Ben ateş i n başı nda bir süre oturduktan son ra, kuşları
ağaç dallarından yaptığım ş işlere tek tek dizerek, kızartma­
ya başlad ı m . B u sırada şarap fıçıs ı n ı n nerdeyse boşal mış ol­
duğu n u fark ett i m . Görün üşe göre kart kargan ı n etini yut­
mak için boğazlar ı n ı ıslatacak malzemeleri bile kalmamıştı.

" İşte b u yaban ördeği n iz!" diye, yumuşak bir ses ton uy­
la anlatmaya başlad ı m . " Yağl ı ve yum uşacık eriyle tam ağ­
zın ıza layık. Kadersiz hayvan bi rden bire silah ı m ın ö n ü n e
çıkıverd i ! B u sıcakta kokması nlar diye de heps i n i n tüylerini
yoldum." dedi m .

Bütün kuşları güzelce kızarttıktan son ra, remiz havadan


dolayı iyice acıkm ış o lan arkadaşlarıma ellerimle dağı ttım.
O kafayla b i r köpeği bir tavşandan ayıramayacaklarına bah­
se bile gireb i lirdim.

Oturduğumuz tahta masada sadece ağız şapırtıları du-

100
Ermmi Av Hikdyeltri

yuluyordu . Şişman olan arkadaşı m , kare karga etin i çiğne­


yebilme çabasıyla ter içi nde kalm ıştı. Her ne kadar karga
eti yenmez, dense de karşımdaki görüntü bu tezi haksız
çıkartıyordu.

Yüksek sesle, aslı nda kargaları n da çok güzel eti o l duğu


üzerine konuşmaya başladı m . Ş işman arkadaşım böyle şey­
ler söylediğim için bana kızarak, " Yemek yiyoruz şurada!"
diye çıkıştı. Bir yandan da baykuş, saksağan ve kare kargayı
büyük b i r iştahla m idesine i nd i riyordu.

İşte tam o sırada eğlenme s ı ras ı n ı n bana geldiği n e karar


verip, o n lara yedirdiğim şeyleri teker teker saydıktan so n ra
yanı mda getirdiğim tüyleri de ö nlerine döktüm.

Hepsi birden fıçıya doğru koşuşturmaya başladılar ama


n e yazık ki ağızla rını çalkalayacak bir yudum bile şarapları
kal mamıştı. �

101
/

,,,../

�""""""a;#
;(..� �.,.,...,..

KUŞLAR
Kırlangıçlar

İ l kbaharın gel iş iyle birlikte, güneyden göç ederek,


Ermen istan'a kadar ulaşan kı rlangıçlar; içgüdüsel bir
alışkanl ı kla, her seferinde aynı yere, yan i köydeki avcı
Aharon' n u n evi n i n damı n ı n altına yuva yapıyorlardı. Kır­
langıçlar geldiğinde, yaşlı adamın evi neşeli bir cıvılcıyla
kaplanı rdı.

B u baharda da köye gelerek, yuvalarını yapmaya başla­


dıklarında; merak içinde o nları izlemeye koyuldum.

K ırlangıçlar çok hareketli ve hayret edilecek kadar ça­


l ışkandılar. Telaş içinde sağa sola uçarken, b i r a n bile bek­
lemeden işe koyuldular. Tıpkı usta bir sanatkar gibi, küçük
dalları üst üste koyup, bunları da çamurla b i rleştirerek; sağ­
lam ve güzel b i r yuva i nşa ettiler. Yuvan ı n yap ı m ı tamam­
landığında, içi n i i nce tüylerle kaplayıp, yum urtalar için yu­
m uşak bir zem i n o l uşturdular.

Dişi kırlangıç yumurtladıktan son ra k u luçkaya yam. Er-

105
Ermeni Ar1 llikfl_ye/eri

kek k ı rlangıç ise ona yiyecek getirebil mek için cıvı ldayarak
göğe doğru uçuyordu. Kimi zaman da dişi dolaşmaya çıkı­
yor ve b u sırada kul uçkaya yatma görev i n i erkek üstlen iyor­
d u . Böylece nöbetleşerek yumu rtaları n ı bekledi ler.

Yavrular yum u rtadan çıktığında yine yapılacak pek çok


işleri vard ı . Küçük gagala rı n ı açarak bağrışan yavru l a rı n ,
beslen mesi ve eğitilmesi gerekiyordu . Ağzı nda b i r sinekle
yuvaya gelen anne, si neği aç bir yavrun u n gagası ndan içeri
sokup tekrar yuvadan uçuyor; ikinci seferi nde gagas ında b i r
solucanla dönüp, b i r başka yavruyu besliyordu.

Tüm yavrular doyana kadar b u durum devam ediyordu.


Hiç sırayı şaşırmadan, bütün yavruları eşit bir şekilde do­
yurduktan sonra, görevi baba devra lıyordu.

Kırlangıç yavruları son derece heyecanlı ve oyuncuydu­


lar. Yuvanın içinde sıçrayarak, başlarını dışarı çıkarmaya ça­
lışıyorlar; anneleri veya babaları ağzında bir yemle yuvaya
geldiğinde, sanki uçup gidecek gibi kanatları n ı geriyorlardı.
Bu durumdan endişelenen ebeveynler ise o nları yuvaya i tip,
sakinleşti rmeye çabalıyo rlardı .

Oysa teh like sadece yavrular i ç i n geçerli değildi. Bir g ü n


ne olduysa kırlangıçlar yuvaya dönmedi. Ormanda b i r at­
macaya ya da aç gözlü bir kediye yem o l m uş olabilirlerdi.
Bu sırada yuvada aç bekleyen yavrular feryat figan ediyordu.

B i r süre sonra, komşu kırlangıçlar yetim kalan yavrula­


rın i mdadına yetiştiler ve büyük bir özveriyle o nlara baktı­
lar.

Ben de bu ailes i n i kaybetm i ş yavrulara, elimden gel d iği


kadar yardım etmeye çal ıştım . Diğer kırlangıçlarla el ele ve-

1 06
Ermeni Av Hikdyrlrri

rip, çaresiz yavruları yetiştirdik ve ta ki yuvadan uçacak hale


gelinceye kadar, o nlara baktık.

İ ş te o bahar başlangıcında, köyümüzün neşesi olan


yavru kırlangıçlara yard ı m c ı olabi lmek, bana çok iyi gel­
m iş t i . -:,�...

107
Kumru

G ü n lerden bir gün; çantamı sırtlayıp, tüfeğimi de omzuma


attıktan sonra, kayın o rm a n ı nda gezintiye çıkmıştım . Bu
civarda kum ruların olduğu n u bi liyordu m .

Ormana girerken; k u r u b i r ağaç dal ı n ı n üzerine tüneyen


b i r kumru, beni endişeyle izledikten son ra, gök mavisi ka­
natların ı çı rparak, ağaçların arası nda kayboldu.

Kuşu takip ettiğim de, onu büyük b i r ağacın dalı n a kon­


m u ş bir halde buldum.

Tam tüfeğimi doğrultup n işan aldığım sırada, kumru­


nun hareket bile etmediğin i ve sanki ayakları taştan b i r h ey­
kel gibi öylece d i kilerek, bana baktığın ı fark ettim.

B u durum normal değildi. Garip bir şeyler olduğu n u


düşün meye başlam ıştı m .

Tüfeği indirip kuşun yakın ı na kadar sokulmama rağ­


men, kuş hala yerinden kıpı rdamıyo r, sadece baş ı n ı iki yana
çevirerek, bana bakıyordu.

108
Ermt11i Av Hikdyelai

Sonunda ağac ı n alcına giderek, durumu yakından göz­


lemeye karar verd i m . Kumrun u n üzerinde oturduğu dala o
kadar yaklaşm ışcım ki, iscesem silah ı m ı n ucuyla ona doku­
nabilirdi m . Fakac kuş inada harekec erm iyor ve heyecanla
beni izliyordu.

Bu ne acayip bir kuş, diye düşü n d ü m ! Neden uçarak ha­


yacı nı kurcarmak yer i n e böyle donmuş bir halde d uruyordu
ki? Ben sorularıma yan ı c bulmak için merak içinde ecrafa
bakın ı rken , kum r u n u n göğs ü n ü n alcındaki cüyler kabardı
ve kabaran cüylerin arası ndan iki küçük yavru bel i rd i .

İçim sıcacık b i r d uyguyla kaplanmışcı.

Kuş an neyi varl ığımla daha fazla korkucmak iscemedi­


ğim için , dikkaclice ve süracle oradan ayrı l d ı m . �""'

1 09
Yürek Parçalay an Ses

S i lahımı aceşlememle birlikce, kam ışları n arasındaki yaban


ördekleri, büyük bir kanar hışırtısı çıkarcarak havala n ı rken;
ha nca! su cavukları ise sazl ıkların aras ına sakla n m ayı cercih
erci ler.

Kuşları almak için girciğimde, suyun üzerinde yara n


güverci n büyüklüğünde bir su kuşu ile bir de küçük kuş
gördüm.

Kuşlardan küçük olanı yaralanmamış, sadece korkudan


bayılmışrı. Elime ald ığımda yen iden canlandı ve korku
dolu gözlerle bana bakarak, panik içinde örmeye başladı.

Bu sırada bir çift kanar sesi duyd u m . Uzun bacakl ı ,


uzun gagalı ve gri boyun l u bir k u ş hafifçe sı rrıma çarparak,
baraklığa savruldu. Tekrar gücünü copladı kcan sonra, bir
caşın üzerine kondu ve feryac figan örmeye başlad ı. B u kuş
elime aldığım yavru kuşu n a nnesi olmalıyd ı .

1 10
ErmoJi A,, lliktiyr!tri

Yavru kuş b i r yandan , a n ne kuş öbür yandan çaresizce


çığlık armaya başladılar.

Anne kuş o kadar ü m i ts izce bağırıyordu ki bu ses üze­


rine damarlarımdaki kan ı n donduğun u h issetti m . A n n e n i n
sesi nde hüzünlü bir yas havası vard ı .

Bu arada sazları n arasından , s ı rrında eski b i r tırmık taşı­


yan bir köylü çıktı.

Yan ı ma geldiğinde, d u rd u ve bana, " Umarım ş u kazı n


yavrul arı n ı öldürmemişsindir, şehirli kardeş!" diye çıkıştı.
B i r yan da n da kalı n parmaklarıyla sigaras ını sarmaya baş­
lamıştı .

" Zavall ı kuşun bağırmaktan canı çıkacak! Yavrus u n u


asla sana b ı rakmaz! O n u n ken d i ne has bir a n n e l i k içgüdüsü
var." deyip, sigaras ın dan deri n bir nefes çekerek, bana bir
h ikaye a n latmaya başladı.

" Geçen sene kedi n i n biri ben i m saman lığıma yerleşmiş­


ti. Her kedi gibi bürün gün kuşların peşi nde koşturuyor;
kam ışların arasına dalıp, taşların arkasına gizlenerek pusuya
yarıyord u."

"Bir gün kam ışları n arası ndaki yuvas ı n ı d i kkatsizce terk


eden genç bir kuş ked i n i n pençelerine düştü. B u n u hava­
dan fark eden anne kuş, tıpkı bir taş gibi kend i n i hayvan ı n
üzeri ne attı. B u arada baba kuş d a kedi n i n başına pençele­
riyle tutunup, o n u n gözlerini oymaya çalışıyo rdu."

"Savaşçı çift el b i rliğiyle ked i n i n üzerine çullanıp, iyice


şaşkın hale gel m iş hayvan ı göl ü n içine i teklediler. Paniğe
kapılan kedi boğuldu. Yavru kuş ise suda bir beşik gibi sal­
lan ıyo rdu."

lll
Ermtui Av Hikd_yeftri

Köyl ü , kederl i bir ifadeyle, anlatmaya devam etti : " Kuş


ailesi n i n , yavruları n ı nasıl şefkatle tutup yuvalarına götür­
düğün ü bir görmeliyd i n ! " d iye ekleyerek, bir süre suskun­
laştı.

Sigarası ndan arka arkaya iki nefes çektikten sonra,


" Bu n a benzer bir kuşu, bir kere daha görm üştüm. Buraya
ot b içmeye geldiğimiz b i r zamanda, komşu m u n oğlu saz­
l ıkta b i r yavru yakalad ı. B u n u n üzerine anne kuş öyle bir
çığlık attı ki ot biçen herkesin b i r anda gözleri doldu.

Kuşun çığlığı içim ize işlemişti. Kuş tıpkı çocuğun u kay­


beden bir anne gibi bağırıyo rdu . O zamanlar devri mden
ö nceki büyük savaş dönemi n deydik. Savaşta kimi oğl u n u ,
k i m i kocas ı n ı kimi ise babas ı n ı kaybecm işti. Kuş u n sesi he­
p i m ize kötü anılarım ızı hatırlatmıştı ve o n u d i n leyip, ağla­
d ı k."

" Kuşun bağırması iki gün iki gece sürdü. S o nu nda gücü
tükenen hayvancağız s uya düştü ve o racı kta öldü. İşte şeh i r­
li arkadaşı m , bu kuşun böylesi ne duygu dolu bir yüreği var.
Eğer yavrusu n u vurduysan , bu kuş da acısına dayanamayıp
telef olacak! " dedikten sonra , bana veda edip, yol una devam
etti.

Ben ölü kuşu kemerime bağlayıp, yaşaya n yavruyu da av


çantama koyduktan son ra; göl kenarındaki kumluk alanda
ilerlemeye başlad ı m . Arkamdan hala anne kuşun yürek par­
çalayan çığlıkları geliyord u .

G ü n ban m ı nda an neyi görmek i ç i n yol umu değiştirerek


tekrar aynı yere gitti m .

Batan güneş i n parıltıs ı nda d a ğ göl ü sessizleşirke n , kuş­


lar yavaşça cıvıldayarak sazlığın içine dalıyorlard ı . Bir süre

112
Ermeni Av Hikıiye/eri

son ra sesler tamamen kesildi ve hepsi uykuya dal d ı lar. Bu


huzurlu o rtam ı bozan tek şey, zavallı anne kuşun sesiydi.

Tıpkı köyl ü n ü n anlattığı gibi, aradan geçen o nca saate


rağmen , kuşun feryadı d i n memişti. Bu d u ruma daha fozla
dayanamayıp, yavruyu a n nes i n i n yan ın a b ı raktım.

Anne kuş hemen susarak, yavru s u n u n tüylerini d iizel r­


meye koyuldu.

İ nsan ı n ruh u na derin bir azap veren ağır kesi ldi. Göl ve
sazlık ram bir akşam sessizl iğine gömüldü. İ!./'

1 13
Aldanan Kuş

Göl ü n üzerinde yüzen ördeklere, yaklaş ık elli metre uzak­


l ıktan ateş etmeme rağme n ; birini b i le vuramamışt ı m . Si­
lah ses i n i duyan ördekler, ş imşek hızıyla suya dalarak, sakin
suyu da dalgalandırd ılar.

Tekrar nişan alıp ateş ettim; ama yine gölün üzeri nde
ö rdek falan kal madı.

Bütün fişeklerim i harcayıp, bitird i kten sonra, eli boş bir


halde eve döndüm.

Gençl iğinde iyi bir avcı olan Tigran amca; halime acıya­
rak, "Avlamaya çalıştığı n ö rdekler basit yaban ördekleri de­
ğil, dalgıç ördekler! B u n l ar avcılardan kurtulmak konusun­
da çok ustadırlar! Harca s i lah ı n namlus undan çıkan dumanı
bile görürler!" d iye, bana uzun bir açı klama yaptı.

Tigran amca söyledi kleri kon us un da haklı olabil i rdi;


ama ben i kna olmamıştım .

1 14
Ermt!ll Av Hikd_yeleri

Ertesi gün, tüfeğimin yan ı n da b i r de küçük bir tabanca


alarak, tekrar göle gittim. Göl sakin d i ve mavi göğün altın­
da pırıl pırıl parlıyordu. Su kuşları her zamanki gibi gölün
üzerine yayıl m ışlard ı .

Kıyıya uzand ı m v e bir taş ı n arkasına saklanarak, sakince


ateş ettim . Dalgıç ördekler, sanki b i r süpürge i l e süpürül­
m üş gibi, hızla göl ü n içinde kayboldular.

Ben o kızgınl ıkla, çifteyi bir kenara b ı rakıp, tabancayı


aldım. B u n u n nedeni, tabanca n ı n ağzından du man çıkma­
masıyd ı .

H e n ü z ateş etmiştim k i , b i r k u ş isabet aldı . B u n u gören


arkadaşları, bir süre o rtadan kayboldularsa da yine suyun
yüzüne çıktılar. Tekrar n işan aldım ve bir kuş daha vuruldu.
Son unda işe yarayan bir yol bul m uştum.

İ kinci kuşu vurdu ktan sonra, bütün beklemelerime rağ­


men , ördekler ortal ıkta gö rünmed i . Nasılsa hava al mak zo­
runda kalacakları için beklemeye devam ett i m ; ama u mut­
larım boşa çıktı.
'

Kayığıma b inerek, vurmuş olduğum ördekleri almaya


gittiğimde, çok i lginç b i r görüntüye şahi t oldum. Ö rdekler
sudan çı kmak yerine, sadece gagalarını dışarı uzatarak, hava
al ıyorlard ı .

Sevan Gölü'nde barınan sayısız yaban ördeği ve s u ta­


vuğu vardı. Bu kuşlar kendileri n i avcılardan korumak içi n ,
kıyıdan en a z yüz metre uzakta yüzerek, tüfek menzi l i n i n
d ışında kalıyo rlardı .

Göl kenarında kolhoza ait bereketli bir buğday tarlası

1 15
Ermem Ilı• ffikti_yelrri

b u l u n uyor, bu rarladan gelen o rak sesleri a rasmda, bir de


halk rü rküsii duyul uyordu:

Ak siitiin kııymağı111 alınca

A lıp da gölgeliğe koyu nca

Koyup da ııl örtiiyii serince

Bir kuşun kanadma bin de bana gel

Bu sırada arkamdan rekerlek sesleri geldi ve "Abgarcan!


Ö küzlere su içirdikten son ra , arabayı yüklemeye devam et!"
diye, bir ses yükseldi .

Abgar, öküzleri s uya doğru sürerken, ben de onları n ar­


kas ı n a sakla n ıp suya yaklaşmaya başlad ı m .

Kıyı n ı n yak ı nların da dura n siyah s u tavukları , gelenle­


rin bir çift öküz ve bir çoban olduğuna o kadar e m i n di ler
ki, i stifleri n i bozmadan yüzmeye devam ettiler. Ben öküzle­
ri n arkası nda eği l m iş giderken , s u tavukları n a da iyice yak­
laşmıştı m .

Hiç vakit kaybetmeden ateş ett i m ve arkasına saklandı­


ğ ı m öküzler az kals ı n korkudan öleceklerd i .

Yen i yö ntem i m i ş e yaradığı i ç i n ç o k sevinçliyd i m v e er­


tesi gün de yine ayn ı yere gittim. Bu sefer öküz arabaları
yoktu; ama demetlenmiş halde duran buğdaylar taşı n mayı
bekl iyo rdu. Köylüler m u claka bu demetleri götürmeye ge­
leceklerdi; ama bu arada ben i m de oyalan mam gerekiyo rdu .

Göl sakin leri kıyıdan oldukça uzağa yerleşm iş, güven


içinde yüzüyorlardı .

116
Birden akl ı ma başka bir fi k i r gel d i .

Tarlaya girip, neredeyse boyum yüksekliği nde b i r buğ­


day demeti aldım ve demeti n bağ ı n ı gevşetip, güzelce içine
yerleştim. Bu halde suya kadar gittim ve göle gird i m .

Ö rdekler ben i m olduğum tarafa doğru bakıp, b e n i m n e


olduğumu anlamaya çalışıyo rlard ı . O n l a r o l a n biteni anla­
mada n , ateş ett i m ve can sız bir ördek suya düştü. B u sald ı­
rı n ı n nereden geldiği n i çözemedikleri gibi, b i r yandan da
demeti n taneler i n i yiyebi l mek için yan ı ma kadar. yüzdüler.
M u h teşem ördekleri n heps i , yeşi l kafaların ı sall aya sallaya,
bana doğru gel meye başladılar.

Bu arada, hiç hız kesmeden ateş etmeye devam ett i m .


Suyun yüzü, cansız ördek gövdeleriyle dol m uştu.

Sıcak Ağustos güneş i n i n altı nda, b u buğday demet i n i n


içi nde saatlerd i r beklemekte n , kan ter içi nde kal mıştım ve
başak taneleri de deri m i yakıyord u .

Tam dışarı çıkmaya hazı rla n ı rken , uzaktan gelen yen i


b i r sürü fark etti m .

B u n lar daha önce görmediğim türden kuşlard ı . Başla­


rında yelpazeye benzeye n , rengarenk tüyler vardı.

Kuşlardan b i ri uçarak b i r çal ı l ığa kon d u . Ateş menzili


dışında kaldığı için kuşa doğru yaklaşmaya çabalad ı m . Bu­
n u n üzerine, kuş adeta benimle saklambaç oynamaya başla­
d ı ve bir türlü kuşu yakalayamadım .

Eve dönüş yol un da , kolhoz köyl üleri ne b u kuşu sor­


d u m . Bana b u n u n b i r tür h indi olduğu n u söyledi ler. Böyle
bir h i n d iyi daha önce hiç görmem işti m .

i l7
Ermeni Av liikriyelai

Kolhoz köylüleri benimle dalga geçerek, "Sizin oradaki­


ler sadece dağ tavuğu, b u nlarsa Ermen istan' ın en güzel kuşu
olan yaban h indileri ! " diye, açıkladılar.

Şehre döndüğümde, bütün gün h i n d i n i n a rkası ndan


koştu rmaktan yorgun düşmüştü m . Duru m u m u soran ar­
kadaşları m , a nlattığım h ikayeyi gülerek dinlediler ve içle­
rinden b i r i , ertesi gün benimle birl ikte ava gelmek istedi .

Sonraki gün arkadaş ı m la buluşarak, kuşları aramaya


başlad ı k. Daha köyden yen i çıkm ıştık ki, güzel bir h indi
ö n ümüzden uçarak geçi p, bir çalı l ığın içine kondu.

H in d i n i n güzelliği yüzünden, Vagan' ı n ağzı bir karış


açık kal m ıştı. Bu oyuncu kuş yine bütün gün bizi peşinde
sürükledi ; ama akşam olana kadar da yakalanmamayı ba­
şard ı .

Güneş batarken bir tepe n i n üzerine oturup, d i nlenmeye


başladık. Çok yorulmuştuk ve kuşa kızgındık. Kuş hala ça­
l ı l ıkların arasından bize bakıyordu.

Kuş gün boyunca tepe n i n altına bir yere uçup durm uş­
tu. Merak içinde oraya baktığımda bir çukur gördüm ve bu
çuku run kuşun yuvası olabileceğ i n i düşündüm.

Çukurun iyice yakın ı n a gittik; ama ortalarda yuva falan


gözükmüyordu.

Birden aklıma çılgınca b i r fikir geldi. Arkadaşı mla b ir­


birimize sarılıp b i r tek insan gibi yürü meye başladık. Çu­
kurun yanı n daki çal ı l ı kl ara kadar gel i n ce; ben çaktırmad a n
ken d i m i yere atıp saklandım, arkadaş ı m i s e yürümeye de­
vam etti.

118
Ermeni Av Hikrl.ye/eri

Çalıları n arası nda yatıp, kuşu izlemeye koyuldum. Ku­


şun küçük kafası hareket etti rdiğinde, başı ndaki tüyler alev
alev parlıyo rd u.

Hayvancağız o n a oynadığımız oyu n u a n lamam ıştı ve ar­


kadaşı m ı n uzaklaştığın ı gördüğü için rahatça gezi n iyordu.
Küçük oyu numuz işe yaramıştı . Beni fark etmeyen k uş , çu­
ku ra yanaştığı nda o gün o n u n için şanssız bir şekilde sona
erd i . ;:,�-

1 19
Çöl D eğişi yor

Eskiden , Erivan'dan Aşcarak'a giden yol üzeri ndeki dağ ge­


çicleriyle ile Kasah I rmağı arası n daki bölgede, uçsuz bucak­
sız düzlüklerden oluşan ıssız bir çöl vard ı .

Çakıllarla kaplı arazi n i n b u kısmı nda ne b i r çay, ne de


b i r kaynak suyu bulunuyordu. Sadece i lkbahar gel i p de kar­
lar eridiğin de, dağ geçiclerin tabanları nda b irike n kar suları
küçük gölcükler o luşturur; b u b i rikintilere de kuş s ürüleri
akı n eder ve ortam avcılar için adeta bir cen net hal ine ge­
l i rdi.

Yi ne b i r bahar günü, üst üste dizdiğim taşlardan o l u­


şan s i peri m i n arkası na yatmış su kenarına gelecek keklik­
leri bekliyordum. Az son ra hemen yakı n ı ma bir keklik ai­
lesi geldi. Anne kekl ik su içmek için kafas ı n ı öne eğdi kten
so n ra, başı n ı havaya ka ldı rarak suyu yu tuyor, yavruları da
a n neleri n i taklit ederek su içiyorlard ı .

1 20
Ermeni Av Hikıi_ye/ai

Kuşlar benim varl ığım ı fark etmedikleri ıçın h uzur ve


güven dolu b i r halde suların ı içip ötüşüyorlard ı . Bu durum
karşısı nda avı u nuttum ve o n ları seyretmeye koyuldum.

Keklikler susuzlukl arı n ı giderdi kten so n ra çakıl taşları­


n ı n aras ı n da gezi n irken, taşları n arası ndan sarı bir engerek
yılanı o rtaya çıktı. Yılan suyun yak ı n ında bir yarığa gire­
rek kuşlara saldırmak için pusuya yattı . Ben yılanı görünce
ö nce ateş etmeyi düşündüm ama bu arada bütün kuşları da
kaçı racağı m için vazgeçtim.

Bu s ı rada iki güvercin geldi ve suyu n kenarına kondu.


Ta m yılan sakla ndığı yarıktan baş ı n ı uzatmaya başlam ıştı
ki, ben kış, kış diye sesler çıkartarak kuşları kaçırd ı m . Gü­
vercinler havaya doğru kanat çırparken yılan bana dönerek
kızgınca baktı. H ayvan ı n yiyeceği lezzetli kahvaltıya engel
olmuştum.

Yılan ı n olduğu tarafa doğru b i r taş attım ve yılan tısla­


yarak tekrar taşları n arası n a girdi.

Aradan bir süre geçmişti ki havada yine kanat sesleri du­


yuldu ve bir kekli k sürüsü akın erci. Keklikler suyun kena­
rına i n meden ö nce bir bayıra ko nup, bir süre etrafı gözetle­
d i ler. Çevre n i n güvenl i olduğuna karar verdikten son ra da
teker teker suya doğru gel meye başladılar. Bu sırada ben de
silahıma davrandım.

Bugün bile hala o zaman yaptığım şeyin utan c ı n ı taşırım.


Aslında h içbiri vurul mamış ve kaçmayı başarmışlardı; ama
ben, susuzluğunu d indirmeye çal ışan kuşlara ateş ermiştim.
Bu davranışım i nsanlığıma ve vicdan ım a sığmamıştı.

Silah ses i n i duyarak yan ı ma gelen arkadaşı m ben i m

121
Frmr'1İ Ilı• l/ikrİ_'rl'lrri

üzüntülü hal i m i görünce; dağ geçidine gitmemizi , orada da


bolca keklik bu lacağı mızı söyled i .

Şaşkı n l ı k içinde ona " Bu çevrede yapılan onca b i na ve


yoldan sonra oralarda hala kuş bulabil i r miyiz? " diye sor­
d u m . Arkadaşım ille de şansı m ız denemek ko n usu nda ıs rar
edince, arabaya bi nerek asfalt yolda ilerlemeye başladık.

Eski ıssız çöl a nı k tan ı n mayacak haldeyd i . Çöl ü n iki ya­


n ı nda modem yerleş i m yerleri ku rulmuş, etraf üzüm bağ­
ları ve şeftali bahçeleriyle kapla nmıştı. Üzeri sanki yeşil bir
halıyla örtülmüş olan çöl ü n ş i mdi bambaşka bir görün ü m ü
vardı.

Sonunda geçide ulaştık. Hatta eskiden yaptığım ız bir si­


per bile bozulmamış, sadece bi rkaç taşı devril m iş bir halde
o rada öylece d uruyordu. İ k i miz de siperin arkasına geçip
beklemeye koyulduk.

Uzunca bir süre siperde bekledikten son ra, sabrı mız tü­
ken m işti. Kuşlar sürüler h al inde üzerimizden geçiyo r; ama
hiçbir sürü su kenarı na i n m iyordu. Oturduğumuz yerden
kalkarak suyun yan ı n a doğru yanaştık. Kumluk kısımda ne
b i r kuş, ne de yılan izi vardı.

Geçitten ayrıl m aya karar verdik ama bir yandan da me­


rak içinde b i rbirimize bakıyorduk. Keklik s ürüleri kanatla­
rı n ı çırpa çırpa üzerimizden uçup gidiyorlardı.

Tam , b u kuşların davran ışları neden değişti acaba, diye


d üş ü nürken: arkamızda daha ö nce görmediğim iz, uzun b i r
yeşillik a l a n fa r k ettik. B u b i r su kanalıydı v e yen i yapıl­
m ıştı.

122
Ermeni Av Hikdyrltri

Şimdi kuşları n n iye böyle davrandığı n ı anlamıştık. Kuş­


lar da değişikliğe ayak uydurmuş, suyu hem bulanık hem
de acımtırak olan batakl ı klar yerine, suyu temiz ve lezzetli
olan , yen i kanalı keşfetm işlerdi.

Kekli k avımız başarısız geçm işti ; ama biz mem n u n ve


keyifli b i r halde dönüş yoluna koyulduk. V"

1 23
Bıldırcınlar

B i r gün o rmana gitmek için tam atıma bin mek üzereyken ,


kızım bana:

" Babacığı m ! Geli rken bana da b i r çift küçük kuş getirir


misin?" diye sord u .

B e n d e o n a , " Eğer yakalayab ilirsem tabii geti ririm gihel


kızım ." diye yan ı t verip, atıma atlayarak yo la çıktı m .

Kızıma verdiğim sözü tutabilmek i ç i n b i r kuş yuvası


bulmam gerekiyord u .

B i r s ü re gictikten s o n ra , çal ı larla kaplı b i r araziye var­


d ı m . Küçük kuşlar yuvalarını b u n u n gibi çalılıkların arası­
na yapıyo rlard ı . Arad ığım yuvayı bu rala rda b ulabileceği me
karar verip atı d urdurduğum sırada, ön ümden bir bıldırcın
geçti ve fazla uçamadan b i rkaç metre öteye ko ndu.

Hemen artan aşağı adayıp b ıldırcına doğru uzand ı m ,


fakat o havaya fı rlayıp bi raz ötede tekrar yere ko ndu. B u
d urumda kuşun kanad ı n ı n yaral ı olduğunu düşündüm ve
d ikkatle kuş u i ncelemeye başladım. Kuşu n tes l i m olmaya

124
Ermt!llİ Av llik,iydai

hiç n iyeti yoktu. Kısa mesa felerde olsa bile gayretle uçuyor,
sanki ben i b i r yere çekmeye çal ışıyordu. Artık kanad ı n ı n
sakat o l u p olmadığı na d a em i n değ i l d i m .

B u sırada atım endişeyle kişned i v e yerde b i r şey görmüş


gibi başın ı sallamaya başladı. Atın old uğu tarafa gi tmek için
geri dönü nce, arkada kala n b ı l d ı rc ı n b i rden havalanarak
ön üme geçip, ben i durdur maya çalıştı.

Atın d u rduğu yerde gerçekten de b i r bıldırc ı n yuvası


vardı ve anlaşılan hayvancağız yuvayı ve içindeki yavrula­
rı benden koru maya çal ışıyord u . Eğilerek çal ıların arasına
bakınca, yumurta kabukları ve tüylerle kaplan m ı ş , küçücük
bir yuva görd ü m . Yavrular daha yen i yu murtadan çıkmıştı­
lar ve neredeyse küçük b i rer ceviz büyü klüğündeydi ler.

Yuva n ı n i ç i nden tam on üç tane küçük bıldırc ı n vardı.


Yavruları tek tek yuvadan alarak, şapka m ı n içine doldur­
maya başladım. Bu sı rada anne bıldırc ı n ayaklarım ı n d i b i n­
de öylesi ne feryat edip kanat çırpıyordu k i kuşun çığlıkları
i ç i m i parçaladı ve yavruları tekrar yuvaya b ı rakmaya karar
verd i m .

Akşam eve döndüğümde, kızı ma b u lduğum m i n i k ve


güzel bıldırcın yavruların ı anlatırken; kızım b i r yandan
bana, " Baba neden o nları get irmedi n ! " d iye s i tem ediyo r,
bir yandan da i k i gözü i k i çeşme ağlıyordu. "Getirecekti m ,
ama an neleri i z i n vermedi ." diye, o n a güzelce açıklamaya
çalıştı m .

" Eğer yavruları getirseyd i n , arkaları ndan an neleri çok


ağlard ı , değil m i ? " diye, kendi kendine m ı rıldandı ve nem l i
gözlerin i kuruladıktan son ra; yavru kuşları u n utarak, yen i ­
den neşe i ç i nde gülmeye başlad ı . �;,

1 25
Mugan' ın Sülünleri

Ş ubat ayı n ı n sonlarına doğru, M ugan Yaylası' na avlanmaya


gitmiştik. Gökyüzü açık ve hava güneşliyd i .

Dağlarla kapl ı Ermen i stan'da, fırtına v e karla dol u , h id­


detl i bir kış hüküm sürerken ; Aras Nehri ' n i n aşağısında ka­
lan M ugan Ovası' nda neredeyse ilkbahar başlamıştı.

Ovaya vura n güneş i n altında tarlalar sürülüyor, etrafta


traktör sesleri ve kuzuların meleyişleri duyuluyordu.

Uzaktaki tarlaların b i ri nde, b i r kuş sü rüsü gördük. D ik­


katlice baktığım ızda, b u n ların yaban kazı o ldukları n ı anla­
dık. Demir yolu n u n yakın larındaki tarlalarda ise toy kuşları
toplanmıştı. Gökyüzünde küme küme karga sürüleri güne­
şin ö nünden geçerken , sazlıklardan da yaban ö rdekleri n i n
kanat sesleri geliyordu.

Grup şefim iz, " Haydi arkadaşlar! Bu gün güneş batana


kadar kuş avlayalı m , yarın da s ı ra yaban dom uzlarına gel­
s i n ." diyerek, avı resmen başlatmış oldu.

1 26
Erm�ni Av /likıiye/rri

B u n u n üzeri ne herkes araziye dağı ldı. K i m i ror k ı ı ş u .


kimi de ördek ve kaz avlamak için yola koyuldu.

Bense sülün avlamak isriyord u m . Bu muh reşem lıayvaıı ­


la ilgili çok şey d uymuş, bolca da k i rap okumuşru ın ; fa k.ıı
daha doğal orramda karşılaşmamışrık.

Taze a rları n fışkırdığı yeş il b i r çayırl ıkra, kol hozu n b ü ­


yük sürüsü orluyordu.

Sür ün ü n köpekleri n i yarışrı rmaya çal ışan bir ka, , oban,


bana doğru yaklaşarak, selam verd i ler. O nlara, " l\:oy u ı ı l .ı ­
rınız sanki h i ç k ı ş geçirmemiş gibi! İ nsan onların b.ıkım­
l ı lığından gözün ü alamıyor. Ben de eskiden çobandı m w

bu yüzden bu manzara karşısı nda hayran kaldım ' ,fi� erL"k,


heyecan içinde sohberi koyulaştırd ı m .

Çobanlar b u övgü d o l u sözler üzerine çok 'c:vi ııdi ler.


Sürüs ü n ü överseniz, çobanların da ka l b i n i kıza ı ı m ı n ı ı ve
sizin için ellerin den gelen her şeyi yaparlar.

Yaşlı yüzü güneş yan ı ğıyla kapkara olnııı? b i r çoba n .


üzerimdeki kü rke gülerek bakrı v e onaylam.ız b i r eda,la .
başı n ı i k i yan a salladı.

"Sizin oralarda hala karakış var herhalde! Rekle de sana


biraz sür i kram edeyim." diyerek, el indeki ucıı eğik bascoıı
yard ımıyla, kahverengi bir koyu n u bacağından çekri.

" B u koyun u n sütü çok lezzerl idir! " deyip, hayva n ı s.ığ­
mak üzere ha rekete geçince, ben kib..ırca teşekk ür ecri m .
Tok olduğumu v e b i r a n önce sülün lere kavuşmak isted i­
ğimi söyledi m . "Sen en iyisi' ba ıı;ı, buralarda nerede sülün
bul u n u r, onu söyle amca!" dedim.

Ruhu m u yavaş yavaş avbıınıa tıırkmu kaplaın ışcı .


Ermnıi Av Hıkti_ye/eri

Yaşlı adam beni dar b i r patikadan geçirerek, su kenarına


götürdü.

"Sülünler şu karşıdaki sazlı kları n içi nde sakl a nıyor."


d iye, gösterd i kten sonra , " Kuşları korku tup havalandırmak
i ç i n sana yardım edeyi m m i , yoks;ı kendi b;ışına yapa b i l i r
m i s i n ? " diye sord u .

"Sağ o l , b e n hallederi m . " deyip, çoba n ı n gösterd iği saz­


l ıklara doğru yola çıktım. Daha canlı bir sülün bile görme­
d i ğ i m i söylemeye utan mıştım.

Ben keyifle i lerlerke n , çoban bana şans d ileyerek, sürü­


s ü n ü n yan ı n a döndü.

K ısa b i r süre önce buraları tamamen bataklıkke n , şimdi


etraf verim l i pamuk tarlalarıyla kaplanmıştı . Kolhoz, batak­
l ığı kurutarak, pamuk yetiştirmeye başlamıştı.

Sazlıkları n kenarı nda yürürken bir yandan da eve elim­


de güzel b i r sülünle dönersem, çocukların ne kadar sevine­
ceğini düşünüyordum.

El i m tetikte, gözümü sazlılara dikili b i r halde beklemeye


başladı m . Batan güneş i n etkisiyle, sazlı klar kıpkırmız ı gö­
rünüyordu .

B i rden kanat sesleri duyd u m . B u n u n hemen arkası ndan


bir kuş çığlığı geldi ve m u h teşem bir sülü n havalanarak,
göğe doğru yükseldi. Kuşun yelpaze gibi açı lm ış kanatları,
gök kuşağı n ı n tüm renkler i n i barın d ı rıyor ve akşam güneşi­
n i n etkisiyle, ateş gibi parıldıyord u .

Ağzım açık bir halde, sazlıkları n ucundan kayarak uçup


giden b u masal k uş u n u n arkasından baka kaldım.

Bir yandan yürümeye devam ediyor, bir yan dan da bir

1 28
Ermeni Av Hilltİ_Yeferi

kuşu avlayamadığını için kendi kendime söylenip d uruyor­


dum.

Tam , "Göreceğim i k i nci s ü l ü n ü kes i n l ikle kaçırmayaca­


ğım!" diyordum k i , bir sülün daha gibi ayaklar ı m ı n ucun­
dan havalandı. B u seferki de alev alev yanıyor gibiydi . Ku­
ş u n sihirli güzel liğine öylesine kapılmışrım ki, ancak o uçup
girr ikren sonra kend ime geleb i ld i m .

Böylece Aras'ın kıyı s ı n ı boydan boya kar ermeye başla­


d ı m . Bacan güneşin eckisiyle, kışları n tüyleri kıpkırm ızı par­
l ıyord u . Ben gördüğüm bu manzara karşısında şaşkın şaşkın
bakarke n , kuşlar beni güzel l i kleri ile büyüleyerek ortadan
kayboluyorlardı. Bu durum güneş barana kadar sürdü.

Ta ki güneş Şarat Dağı ' n ı n arkası nda kaybol up , son


ışılcı ları da söndükten sonra, ilk s ü l ü n ü m ü vurd u m . Anık
doğa n ı n o n lara giydirdiği muhteşem elbise n i n , akılları dur­
gun l u k veren görüntüsü sona ermişri.

Üzerinde çok zaman geçmes i n e rağmen , hala sazlıkların


arasından yükselen o masal kuşları n ı n görü n tüsü gözümün
ö n ü nden gitmez. ;;_�,

1 29
Turnalar

İ l kbaharın habercisi sıcak güneş ışınları , H i n t Okyanusu


kıyıların dan yola çıkıp, İ ran üzerinden geçerek n ihayet Aras
Ovası'na kadar ulaşmıştı. Havanın ısın masıyla birlikte bü­
t ü n doğa kış uykusundan uyanmış; kardelenler ve mavi s ü­
senler her bir yanda boy gösterirken , turnalar ve kırl angıçlar
da çıkt ı kları göç yo lunda buralara kadar varmışlard ı .

Bahar ovayı yen iden canlandırdıktan son ra yüzü n ü ya­


vaşça dağlara çevirmiş, fakat nemli sis ve sert rüzgarlar ne­
den iyle dağlar daha yeterince ısın mamıştı.

Gelen i l k turna s ü rüsü Ş i rak steplerinden, Karacaraş


Dağları' na doğru yöneldi. Soğuktan hoşlanmayan ve b u
yüzden daha sıcak o rtamlara göçen turnalar, L o r i geçitle­
rinden geçerek s i.irade G ü rcistan'a ulaşmak; oradan da bir
an önce Karaden iz' i n sıcak ve ko n u klarına bo lca av sunan
misafi rperver kıyıları na kendi leri ni bırakmak istiyorlard ı .

Amansız Karacataş Dağı , Şirak steplerine sert rüzgarlar

1 30
Ermeui Av Hiktiyeleri

savururken ; cumaların başı nda uçan kılavuz kuş, kanatla­


r ı soğukca n neredeyse buz cucmuş sürüye gökyüzünde bir
daire çizdirdikcen sonra kuşları küçük bir cepe n i n üzerine
indirdi. Tepe rüzgarlara açıkcı ve kuşlar soğukcan cicriyordu.

B i rkaç acemi cuma, kanacları n ı gererek geçidin aşağısı­


n a uçup, rüzgardan kor unaklı bir yere sığı n mak iscedi fakac
yaşlı cumalar buna karşı çıkarak çığlık çığlığa bağırmaya
başladılar. Zira dağ geçi d i n i n alc kısmı ceh l i kelerle doluyd u .
Avcılar o n ları kolaylı kl a vurabilir, kurclar y a d a kanallara
yem olab i l i rlerdi. İşce bu yüzden l i derleri, sürüyü korunaklı
ve gen iş bir görüş açısına sahip bu cepe n i n üscünde c ucmak
iscemişci.

Sürüdeki diğer kuşlar birbirlerine sokulup, başların ı ka­


nacları n ı n alcına saklayarak h emen uykuya daldılar. Lideri n
görevlend i rdiği b i r c u m a ise cepe n i n zirvesi n e çıkmış, boy­
n u n u uzacarak di kkaclice ecrafı gözlüyord u .

Gözcü cuma, yorgun ve ü ş ü m ü ş olmasına rağmen , d i ­


ğerler i n i n kendisine güvenerek uyudukl a r ı n ı bildiği içi n ,
görevini hakkıyla yerine gecirmeye çabalıyord u .

B u sırada başlayan cipi nedeniyl e soğuk iyice ş iddecin i


arccırmışcı. Gözcü c u m a n ı n b u dondurucu soğukca kanar
çı rparak ken d i n i ısırma şansı bile yokcu. Narin boyn u n u n
ucundaki baş ı n ı d i k c u cm ak v e ecrafı kollamak zor undayd ı .

Ancak yorgun l u k v e soğuğun cükecici gücüne daha fazla


direnemeyen kuş yere çökerek deri n bir uykuya dal d ı .

Tam d a rüyas ı n da ı l ı k v e verimli bacaklıkl arda gezi ndi­


ğ i n i görürke n , a n iden başın a yediği bir darbe ile yeri nden
fı rlad ı . Ö n ünde, öfkeli bir halde d i k i l m iş kılavuz cuma du­
ruyord u .


Ermeni Ar1 l/ikri.ye/eri

Gözcü cuma sendeleyerek doğrul maya çal ışırke n , kıla­


vuz turna kızgın kızgın tıslayarak sürü n ü n ya n ı na geri dön­
dü.

Orcalık yen iden sessizleşm işti. Uyuyan c u malara sadece


ırmağın saki n ş ı rıltısı eşl i k ediyord u .

Uyku s u n da n sertçe uya ndırılan gözcü cuma b i r yandan


nöbet sırası nda uyuya kaldığı için ken disine kızıyor, b i r
yandan d a sürü n ü n başı n a b i r şey gelmediği i ç i n ş ükredi­
yo rdu . Bütün bu düşünceler aras ında yen i den uyukla maya
başladı .

Tatlı uykusundan sıyrı lmaya çabalayan cuman ı n gözü­


n ü n ö n ü n e birden a n nes i n i n gör ü ntüsü geldi. An nesi de
tıpkı o n u n gibi gözcülük yapmış ve koca sürü n ü n sağ sal im
yerine ulaşması n ı sağlamıştı. Acaba annesi onun yer i nde
olsaydı ne yapard ı ? B i raz düşününce an nesi n i n yöntem i n i
hatırlamaya başladı .

Ö nce pençesiyle yerde d u ra n i r i b i r taşı kavradı v e ba­


cağın ı göğsüne doğru yukarı çekti. Uyku gözlerine si nsice
çöktüğü nde pençes i n i n gücü zayıfl ıyor ve taş yere düşüyor­
d u . Taş ı n düşerken çıkard ığı ses o n u hemen uyandırıyo r ve
caşı yen iden pençesiyle alıyord u . Artık nö betre uyuklama
derdine kes i n çözüm b u l m uştu.

Bu hareketi b i r kaç kez cekra rladıkcan sonra yine taş ın


sesiyle i rkildi ve kayaları n arası nda bir gölge fark ecri .

Sü rüye sessizce yaklaşmaya n iyetlenen avcı daha silahı­


na davranma fırsatı b ulamadan; gözc ü n ü n o rtal ığı i nleten
çığlıkları bücün s ürüyü uyandırd ı ve iyice d i n le n m iş olan
kuşlar, sabah sisin i n i çine dalarak, dağların arasında kay­
boldular. �,:..

1 32
S erçeler

Göğün yükseklerinde çakan şi mşekler, parlak ışıklar saça­


rak, Lori geçitleri n i ayd ı nlatı rken; kopan gürül tüyle, Kara­
cataş Dağı tıpkı bir beşi k gibi sallan ıyordu.

Kolhozun köyl üleri, sevi nç içinde başları n ı göğe doğru


kaldırdılar. Bu yağm u r i l kbaharın m üjdecisiydi.

Sağanak halinde ova n ı n üzerine inen yağm urun o l uştur­


d uğu sel, geçen senen i n çürümüş yaprakları n ı süpürünce;
toprağın yüzünde, yeni fil izlenen ısırgan otları boy göster­
meye başladı.

Yağm u r d i nd ikten son ra çıkan parlak güneş ile birlik­


te, yen iden b ü t ü n ovayı ısındığı n da, hayvanlar kolhozdaki
ağıllarından dışarı çıktılar. Danalar kuyrukları n ı sallayıp
koşarke n , gen ç boğalar gürül tüyle boynuzları n ı çarp ıştırı­
yo r; ağılın ö n ü nde kişneyen atlar, heyecanla yeri eşeliyor­
lardı.

Kolhozun hayvan çi frl iği, iki ı rmağı n arasına kurulmuş-

1 3.3
Ermrni At• ffik,Jyrlai

tu. Çiftl iği n yen i a h ı r ı n ı n arkası nda da devasa saman yığın­


ları d uruyord u .

Kolhozun yö neticisi, samanları taşıyan köylüye döne­


rek, " Eğer bir çöp b i le yere düşerse, elimden çekeceğ i n var! "
diye bağırdı ve b i r yandan da eğilerek, yerdeki samanları
toplamaya başlad ı .

O n a doğru yaklaşıp, selam verdim. Yaşlı adamın kırmızı


yanakları, gür bıyıkları ve upuzun kaşları vard ı .

"Avak amca!" ded i m . "Bakıyorum da bir tek s a m a n çöp ü


b i l e gözünden kaçmıyor! " . O d a bana eliyle havada uçuşan
kuşları gösterip, "İşte hep bunların yüzünden , baksana sa­
manları nasıl da etrafa saçıyorlar!" diye söylendi.

Gerçekten de, serçeler samanlığa gelerek, oradan gaga­


larında b i rer saman çöpüyle ayrılıyorlardı . Bunlar küçücük
kuşlard ı , n e kadar zarar verebili rlerdi ki?

Avak amcanı n bu hassasiyeti beni güldürmüştü. "Şun­


lara b i r bak, yüzlerce kuş var, giden samanları n sayısın ı sen
hesapla!" ded i . Ben , tekrar gülerek, " Öyleyse neden kuşla­
rın h ırsızlığına izin veriyorsu n ? Al silah ı n ı ve vur heps i n i ! "
dedim .

Yaşl ı adam g ü r kaşlar ı n ı n altından bana bakıp, " Kuşlar


b izim kolhozun dostudur. Şu gördüğün saman yığı n ı n ı , bö­
ceklerden ve solucanlardan o nlar temizledi. Üstelik carla ve
bahçelerimize de çok faydaları var. Bu d u r u n da o n ları öl­
dürmemi nasıl beklers i n ? " diyerek, piposunu karıştırmaya
devam etti.

Avak amca! O zaman kuşlar topladıkları bu samanları


hak etmişler!" ded i m . Bu sırada serçeler etrafımızda uçuş­
maya devam ediyorlard ı .

1 34
Ermeni Av llikriyrlrri

"Yuvaları n ı n nerede olduğun u b i l iyor m us u n ? " diye sor­


dum. Serçelerin o rmandan geldikleri n i düşün üyordu m .

"Çatın ı n altındaki kalaslarda." dedi. " Hepsi çiftlikte b i ­


z i m l e birl ikte yaşıyorlar." O r m a n o n lar için güvenli deği l .
Atmaca v e tilkilere kolayca yem olabili rler. G e l de s a n a yu­
valarını göstereyim!" diyerek, beni bir am bara götürd ü .

Ambarın içinde uçan bir grup serçe. gagalarında saman


çöpleriyle içeri girip, yüklerini çatı n ı n altına b ı raktı ktan
sonra, tekrar samanlığa geri dön üyorlardı.

Avak amca parmağıyla bir serçeyi göstererek, "Haydi ş u


serçeyi izleyel i m ! " ded i . Bu arada serçe de b i z gör müştü ve
kalas ı n üzerinde, kımıldamadan bekliyordu. Serçe endişeli
görünüyord u ; ama yuvasına gitmeye de n iyeti yoktu. " Bi ­
zim gitmemizi bekl iyor!" diye açıkladı, Avak amca.

B iraz daha bekleyen serçe, son unda ağzındaki samanı


kalasların üzerine b ı rakıp, uçarak oradan ayrıldı.

Bunun üzerine biz de dışarı çıktık ve ambarın kapısı­


nın arkasına saklanıp, bir delikten kuşu izlemeye koyulduk.
Serçe içeri girip etrafına bakı ndıktan ve kimseni n o l madı­
ğına karar verd ikten son ra, samanları toplayarak yuvas ı n a
götürmeye başladı . Tedirgin kuş, yen iden uçarak, göky ü­
zünde kayboldu.

Avak amca, "Şimdi anladın mı?" dedi. " B u küçücük ku­


şun bile kendine göre bir sırrı var! Yuvas ı n ı n yerini bir ya­
bancın ı n keşfetmesi n i istemiyor. Dahası , ailes i n i ve gelecek­
teki çocukların ı korumak için, şimdiden ö n lem alıyor. Sen
de kalkmış, o n ları öldürmemi söylüyo rs u n ! " derken , b i r
yandan d a , gür bıyıkların ı n alcından kıs k ı s gülüyordu. �.;.:..,

1 35
"""\
\
.. .. ,/

3 . BOLUM /,

DAGDA GEÇEN
Ç O C U KLU GUM
Kış Kıtlığı

Kış gelip d e soğuk iyice etkisin i göstermeye başladığında,


dağlar yoğun bir kar ö rtüsüne büründü ve köydeki b ütün
damları n üzeri karla kaplandı. Kardan yükün ağırlığın ı taşı­
yamayan ağaç dalları, neredeyse yerlere değiyordu.

Soğuk ve kardan o luşan bu manzara, her ortamda farklı


tepkilere yol açıyordu.

Şehirde yaşayanlar için kışın başlangıcı oldukça eğlen­


celi sayılırdı. İ lk karın düşmesi çocukları sevince boğarken,
yetişkinler de bu beyaz m ucluluğa kapılarak, bütün derele­
r i n i b i r süreliğine u nuturlar; rüzgarda döne döne savrulan
kristal kar taneleri n i n , ölgün sokak lambaların ışığıyla ay­
dınlanan caddeleri ve meydanları adeta bir halı gibi kapla­
yışını, hayran hayran seyrederlerdi.

Köyde yaşanlar için ise kış aynı zamanda zorluk ve yok-

1 39
Ermeni At• l/ikti_ye/ui

sulluk anlamına geliyordu . Bereketli o rmanlar ve hayvanla­


rımızı n otladığı çayırlar, kal ı n bir kar örcüsüyle kaplanmış
ve kıtl ı k kapım ıza dayamıştı. O kış derin bir ümits izliğe
kapılmıştım ve d i l i mde eski bir şiirin dizeleri dolanıp du­
ruyordu:

/Verciesiniz nercie
Yemyeşil çayırlar
Ormanın ulu ağaçları
Ötüşen rengarenk kuşlar

Oyunlar ve masallar
!Verıiesiniz nerıle

Ne karto p u savaşların ı n , ne uzuneşek oynaman ı n ne


de ateş başında yaptığı m ız salman dansı n ı n zevki kalmış­
tı. Taşnaklar* köylerimizi yağmalamış, bu kardeş kavgası
yüzünden, yaralananlar hatta ölenler olmuştu: Harmanı
kald ırdıktan sonra büyük bir emekle öğünüm üz buğdaylar,
süvarilerin atlarına yem oluyo r ve kışlık sama n ı m ız ayaklar
altında eziliyordu.

Açlıktan kaburgaları sayıla n , postları parlaklığın ı yitir­


miş ve gözleri kararm ış hayvanlarımızı gördükçe üzün t üyle
iç geçiriyordum . Aralı k ayı geldiğinde açl ıktan iyice tüke­
nen hayvanlar, artık suya giderken itişip kalkışmıyo r, boğa
bile ayaklarını yere sürcüp bağı rmıyordu .

Köyün en yaşl ı çobanı o l a n Melonez amca n ı n d a yüzü


hiç gülmez o l muştu. Ahırın kapısında otururken ben i ,


Taşnak: Ermeni Devrimci federasyonu, Radikal ve milliyeıçi Ermeni siya­
si örgütü. 1 890'da, Ermenisıan'ın bağımsızlığını sağlamak amacıyla kurul­
du. Ermenicede fed erasyon a nlam ı n a gelir.

1 40
Ermeni Aı• Hikd_yelai

" H ey Stepan'ın oğl u ! " diye çağırır; d ışarıya yığdığını hayvan


gübresini elindeki sopa n ı n ucuyla karıştırarak, " H iç d ikkat
etmiyo rs u n ! " diye bağırı rken b i r yandan da gübren i n içinde
kalmış saman çöpleri n i çıkartarak bana gösterirdi.

" İ l kbahara daha çok var. Ş i m d i her saman çöpü al cından


daha değerl id i r. Bu saman hayva n la ra yaşam veriyor!" diye­
rek, beni azarlard ı.

Daha kışın başı n daydık ve copu copu üç araba samanı­


mız kal mıştı.

Ocak ayı n ı n so n unda geldiğim izde saman stoklarımız


neredeyse tüke n m işti. Arkadaşı m olan Ayk' ı n ailes i n i n de
hiç sama n ı kal mamıştı . Hepimiz toprak dam l ı evlerde yaşı­
yo rd uk. Ayk, bir Taşnak garnizo n u ndan tifo hastalığı kap­
mıştı. G üçlü yapısı neden iyle hayatta kaldı ; ama sağır oldu.

Her sabah ahırı n kapı s ı n ı açtığımda gördüğüm manza­


ra yüreğ i m i burkuyord u . H ayvanlar aç gözlerle bana bakıp,
çaresizce bağırıyo rlard ı . Kışl ı k saman ı m ızı talan eden yağ­
macılara lanet okuyup, içim kızgı n l ıkla dolu bir şekil de ahı­
rı terk ediyo rd u m .

B i r akşam iyice duymaz o l m uş Ayk'ı n kulağına eğilip,


"Yarın ineklere fi l iz geti re l i m ! " d iye bağı rdı m . Ayk, " Kar
çok deri n , hayva nlar da çok güçsüz ! " diye yan ıtlad ı . Bunun
üzerine ben, dağın gü ney yamacına gitmeyi önerd i m . Ayk' ı
ikna ettim ve ertes i gün dağa giderek, buld uğumuz taze fi ­
l izleri kesmeye başlad ık. Hayvanlar karın i ç i n d e başları n ı
havaya kaldırarak bizi bekliyo r, önleri ne b i r d a l düştüğünde
de aç kurtlar gibi saldı rıyorlard ı .

O günden so n ra sürüm üzü ağaç fi l izleriyle beslenmeye


başlamıştık. Çaresizl ik içinde ormanı talan ediyor, tüm taze

141
Ermeni Av Hikdyeleri

sürgünleri keserek yok ediyorduk. Orman adeta bir mezar­


l ığa dön m üştü; fakat bu bile yeterl i olmuyor ve hayvanlar
açl ı ktan ö lüyordu.

Mart ayı n ı n başı nda evim izin tek i neğimiz Maşka öldü.
G üzel beyaz bir postu olan, saf kan bir i nekti. Doğumun­
dan itibaren ona ben bakmıştım . İ l kbahar ve yazı Maşka'yla
geçirmiş, o nunla adeta arkadaş o l m uştu m . Maşka da s ütüy­
le hem yavrusu n u hem de beni beslemişti. Açl ı k yılları n da
arpa ekmeği bulmak bile bir rüyayd ı .

Ayk v e b e n açl ı ktan g ü c ü iyice tüke nm iş Maşka'ya, aya­


ğa kalkabilmesi için yardım etmeye çal ıştık; ama o sadece
mahzun gözlerle bize bakıyor ve çaresizli k içinde yatıyordu.
Umudum iyice t üken diğinde, Maşka' n ı n boynuna sarılıp
ağlamaya başladım.

Hasat zamanı, ö n ü müzdeki zor g ü n leri düşünerek, Se­


defli Oağı'na küçük bir saman yığı n ı saklam ıştım . Büyük
bir üzüntü içi nde, dağa çıkıp bu samanı getirmeye karar
verd i m . Ancak a niden bastıran şiddetli b i r tipi yüzünden
dağa gitmemiz i m kansız hale geldi.

Ertesi gün yine hayvan ları filiz ve tomurcuk yemeleri


için ormana çıka mık. Ayk tüfeğ i n i alıp Çifte Manastır' a
doğru yola koyuldu. Belki bir tavşan buluru m da karnı m ız
doyar diye u m u t ediyordu .

G itmes i n i n üzeri nden az bir zaman geçtikten s o n ra


uçurumdan bir el silah sesi geldi. Arkası ndan bir el daha
atıl ı nca, ben hayvanları b ı rakarak Ayk' ı n yan ı n a koştum .
Düşe kalka, dağın yamacından, manastırın yan ı n a i n d i m .
Ayk, nefes nefese kal m ış bir halde, b üyük bir k u r t cesed i n i
arkası nda sürükleyerek b a n a doğru geliyordu.

1 42
Ermeni Aı• Hikd_yrleri

"Tam ma nastı rı n o raya geldiği mde ku tlarla karşılaş tı m ! "


diye, heyecanla anlatıyo rd u ; " O n ları görür görmez oldu­
ğum yere çöküp ıslık çalmaya başlad ı m . Kurtlar ıslığı m ı n
sesiyle durdular ve en büyükleri etrafı mda dön m eye baş­
ladı. B u n u n üzerine ben de ateş ettim. B üyük olan karda
debelenip, i nlerke n ; d iğerleri kaçtı . Ama arkalarından yine
ateş ettim ve bıyığımı kess i n ler ki, kaçan lardan biri daha
vuruldu." dedi. Ayk yanılm ıyordu. Çobanlar ikinci kurdu
da Şaho uçurumunda ö l ü olarak bulmuşlardı.

Akşam o l unca, bütün köy halkı bizim evde toplandı.


Sıcak ocağ ı n başı nda oturup, h i kayeler anlatıyorduk. Ayk,
avladığı kurdu bir kalasa asmış, di kkatlice postunu yüzü­
yordu.

Melon ez amca ona doğru baktı ve " Görün üşe göre iyi
b i r avcısı n ! " ded i . Ayk, kendisi nden bahsedildiğini anlamış
ve daha iyi duyabilmek için kulağın ı yaşlı çobana çevirmiş­
ti. Hakkında övgü dolu sözler söylendiği n i anlayan Ayk'ı n
yüzü u tançtan kızarm ıştı.

B u n u n üzerine "Ama n bu da av m ı sayılır! Eskiden , bir


tek yaban keçisi bile ben i m kurşunlarımdan kaçamazd ı ! "
diye yüksekten atınca, biz de gözlerim izden yaşlar gelene
kadar gülmeye başladık.

Ayk i n ce yapı l ı ve uzun boyl uyd u , Geniş o m uzları na as­


tığı tüfeğiyle çok yakışıklı gö rün ürdü ve aynı zamanda çok
da cesur bir delikanl ıyd ı .

" B undan yaklaşık 1 5 sene ö nce; Şakar amca, Samson ve


Krikor i le birlikte, ormanda geyik avlamaya çıkıyorlardı . . . "
d iye, anlatmaya başladı. " Beni de götürmeleri için on lara
yalvard ı m ; ama Şakar amca benimle, 'Sen evde kal bastıba-

1 4 .1
Erme11i Aı1 flikıiytlai

cak! Karda saplanır kal ı rs ın' d iye alay ett i . Sonunda yalvar­
malarıma dayanamayarak ben i de götürmeye ikna oldular."

"Avlanmak için dağa doğru yola çıktık. Ö n ü m üzde Lori


Vad i s i , arkamızda ise Oelişan uçurum u vardı. Bereketli bir
av günü geçirip, akşam o l unca da Ahn i tsor köyü ne ulaştık.
Ben i , vurduğumuz gey i kleri eve taşı mak i ç i n ; eşek get irme­
ye, köye gö ndermişlerd i ."

Köyde yaşayan çok zengin bir adam vard ı . Adamın adı


Ando'ydu. Sözü geçen ve İtibarlı bir adamdı . Köye indiğim­
de o n u n kapısını çal m ıştım. Adam avl u n u n ortas ında b i r
ateş yakm ış v e büyü kçe b i r d o m uzu tüts ü l üyordu. Öylesine
aç ve yorgu ndum ki, ayakta duracak hali m bile yoktu."

"Ona eşeği n i i sted iği m i söylediğimde; 'Sen i n gibi ayak


takım ı ndan birine verecek eşeğim yok! ' ded i . Bu sözler beni
fen a yaralamıştı. Vicdansız adam bana bir parça ekmek ver­
mem iş, hatta yüz ü me bile bakmamıştı. Üstel i k gözümün
ö n ünde, tütsülen m i ş nefis b i r domuz asılıyd ı . Yü reğim b u r­
kularak oradan çıkt ı m ."

"Aradan yıllar geçmesi n e rağmen bu nefret i i ç i mde ta­


şımıştım. Ando'yu b i r kere daha gö rüp bana yaptığı n ı , ona
ödetmek istiyo rdum. B u düşü nce ben i m i ç i n tek tesel l iydi .
Adam yaşıyordu ve Lori Vad isinde hala i tibar görüyordu
ama ben i m i ç i n şerefs izs i n tekiyd i . Onu soymak ya da sürü­
sünü kaçı rmak b i le aklı mdan geçmişti; ama bir yandan da
gü nah işlemekten korkuyo rdum."

" Ö fkem i daha nasıl anlatayı m ? Adamın ad ı n ı duymak


bile bana batıyord u . On sene b u nefretle yaşadıktan sonra ,
y i n e b i r yaz ayı nda dağa çıkmıştık. Ahni tsor'un a ğ ı l ı b i -

1 44
Ermeni Av /-/ik,i.ye/eri

zim ağı l ı n yan ı ndaydı ve Ando da oradaydı . O n u n bizim


Arşak'la dost olduğu n u öğrend i m . "

"Arşak' a, ' B a k kardeşi m ! Ando buralardaymış. Sana rica


ediyorum, lütfen beni o n u nla tanıştır! Ben masraAarı üscle­
neceğim. Sen yeter ki onu davet et!' ded i m .

Arşak ben i m b u tekl i fi m i kabul erci fakat hiç kimse asıl


n iyeti m i n ne olduğu nu b i l m iyo rd u . "

"An do, arkasına b ü t ü n ada m l a r ı n ı da alarak bizim ağıla


gel d i . Ko n uklar atları ndan i nerek, neşe içi n de ziyafet sofra­
s ı na oturdular. İki kara koyu nu kes ip b üyük bir sofra kur­
m uştum. Sofrada şarap, votka, bal, kaymak ne ararsan var­
dı. Tar ve kemençe güzel ezgiler çalıyor, gençler keyif içi nde
oyu nlar oynuyordu."

"Günbacı m ı n a kadar herkes yiyip içip eğlendi. Ando,


al ko l ü n de etkisiyle kendinden geçmiş bir halde, kadehi­
ni beni m sağlığıma kaldırarak: 'Beni d i nl ey i n arkadaşlar!'
diye, söze başladı,'Ta n rı'dan b i r dileğim var! Bir gün Ayk da
benim kap ı ma kon uk gelsin ve Ahn itsor'lu A ndo' n u n , o n u
nası l ağırlayacağ ı m ı görsün!' ded i ."

"O daha sözün ü bitirmeden ayağa kalktım ve ' Ben sen i n


kap ı na daha ö nce bir kere gel miştim . ' ded i m . Ando, şaşı ra­
rak 'Ne zam an ? ' diye sordu. Ben de, 'On sene ö nce. ' diye
karş ı l ı k verd i m . ' B i r kış günü aç ve yorgun bir halde gel i p
senden eşeğini rica etmiştim!' ded i m . Ando bunu d uyunca
ö nce kıpkırmızı kesildi ard ı ndan da yüzü kireç gibi bembe­
yaz oldu. Herkes susm uştu."

"Sen belki hatırl a mıyorsun Ando amca; ama ben o o la­


yı h i ç unutmad ı m ! " ded i m . " Bahçenin o rtasında koca bir

145
dom uzu kızartıyo rdu n ela bana b i r di l i m ekmek bile ve rme­
d i n , aç m ı s ı n cok musun d iye sormad ı n ! "

"Sözlerim onu hayrere düşürmüşrü. Herkes baş ı n ı


urançla ö n ü ne eğm iş sessizce ben i d i n l iyord u . Ando' n u n
boyn undaki damarlar parlayacak gibi arıyordu."

" Nefes n efese ka lmış b i r halde, 'Beni böyle rezil etmeye


n e hakkı n var? Ahnitsor' l u Ando'yu b u güne kadar kimse
böyle aşağılamad ı ! ' d iye hışımla bağı rmaya başladı ."

" Be n sakin b i r sesle, ' Bu n u bu kadar büyütme Ando­


can ! ' dedi m . ' S i n i rlenmene gerek yok. Bu dünyada insan ı n
baş ı na daha neler gelir. Yalnız senden b i r ricam var! Sakı n
o l a ki bundan sonra b e n i ve b u söyled iklerimi unu cnıa! ' di­
yerek son darbeyi vurd u m ."

Ayk h ikayesi n i anlatırken akl ı n ı kaybetm işti. "Şerefs iz


adam! Ken d i n i b i r şey sanan ikiyüzlü pislik! Asl ı nda bu ceza
ona az b ile!" d iye, söylenmeye devam ediyordu . Ayk' ı n coş­
kusu hepi mize bulaşm ıştı .

Yal nızca Yenok, usulca kafas ı n ı iki yana sallayıp, " Zen­
g i nlerle böyle mi hesaplaşılıyor? Ando hala zengin , bizimse
her zamanki gibi hiç b i r şey i m iz yok!" diyerek, kendi ken­
dine m ı rıldanıyordu.

Suren, Ayk' a dönerek, "Peki geyikleri nasıl avlam ıştı­


nız?" diye sordu.

"Söylediğim gibi o zamanlar daha çocu k sayı l ı rd ı m .


Buna rağmen Şakar amca b e n i d e yan ında ava götürdü. O
ayn ı zamanda avcıların başıyd ı . Şakar amca, geyikleri n ye­
r i n i hemen tah m i n etmişti. Çünkü dağın b i r yüzü güneş
görüyordu ve rüzgarın süpürdüğü karların altında, geçen
seneden kalma ot ve çayı rlıkların o lması gerekirdi."

146
" S a b a h d a h a h o rozlar b i l e ö rm eden , başlıklarım ızı giye­
rek yol a koyu l d u k \'e gün doğ u m u n d a dağı n zi rves i n e ulaş­
rık. Dağların hali i(;ler acısıyd ı . H i ç bir çiçek açmamışrı ve
hiç o t dalga l a n m ıyord u . Nereye baksam çıplak kayalar ve
kar görüyord u m . Çoban köpekleri susmuş, h arra inek sesle­
ri bile duyulmaz o l m uştu."

"Sonbahar gel ip de Azeri leri n Almen' i rerk erme zam a n ı


yaklaştığı nda, h epsi sevgili dağlarını a na rak; hüzün içi nde,
'Gerri gül! Geni bülbül!' diye, t ürküler söylerlerdi. Dağla rı,
çiçekleri ve sonbaharı a n latan pek çok t ürküleri vard ı . Dağ­
larından ayrılmadan ö nce, gözleri yaşla dolarak söyled i kleri
bu türkülerden , ben i m de içim parçal a n ı rd ı . H atta sürüler
bile sessizleşerek bu hüzü n l ü ezgileri d i nlerlerdi. Çoba nlar
ovaya i ndiği n de de dağlar geyi klere kal ı rdı."

Sedefli Dağı' n ı n çiçeklerle bezeli soğuk pı narla r ı , şimdi


çırılçıplak kal m ıştı.

Bir kaynağın kenarı nda ayak izlerine rasrladık. " B u ge­


yik izi!" dedi Şakar amca. Geyikler kaynağa kadar gel ip, su
içmişlerdi. Biz de orada oturup yemeklerimi yed ikten sonra
izleri rakip ermeye başladık. Şakar amca, yaban hayvanları­
nı Kalafa Dağı' n ı n yaylalarında b ulacağımıza emindi.

" Etrafı m ı z kar kat karla kapla n m ıştı. Kar yüzünden, aşa­
ğıdaki uçurumun d i b i n i bile görem iyorduk. Tüfeklerim izin
dipçiğiyle karı yararak, yükseklere doğru tırman ıyorduk.
Bu yürüyüş oldukça eziyerliydi ve bir arada yürümek çok
zo r o luyordu; b u yüzden yola ayrı ayrı devam etmeye karar
verdik.

Dağın z irvesine ç ı ktığımda gördüğüm manzara karşı­


s ı n da neredeyse akl ı m ı oynatacaktım . Parlak ve güneş l i bir

1 47
Erm(ni Av flikıi_ye/en

gündü. G üneş altı ndaki karı n ışıltılı yansımaları, dağlara


sanki p ı rlan tayla kapl ıymış havası veriyord u . Ayaklarımı­
z ı n altı nda Lori Vadisi uza nıyor, karş ı m ızda ise Büyük Kaf­
kasları n en yüksek dorukl arı ndan biri yükseliyord u . Yan u
amca, bu d a ğ ı n Kazbek D a ğ ı olduğu n u söylemişri.

Arkama doğru bakrığımda; geçriği m iz o r m a n l a r ı , uçu­


r u m ları , hatta Kura I rınağı' n ı bile göreb i l iyordum. Gü­
neyde Ara rar Dağı ' n ı n karlı repeleri, hemen ya n ı n da ise
sanki gökten ?ere i n miş bir parça gibi, Sevan göl ü vard ı .
Z i rveden Kafkasya' n ı n tama m ı n ı seyrederke n , d ü nyada
böyles ine m uhteşem bir başka manzara o l madığın a kes i n­
l i kl e e m i ndim .

" Bu m u h teşem manzara karşısındaki şaşkın lığım geçip


de kendime geldiğimde, n e redeyse öğle o l m uştu. Tekrar si­
l ah ı m ı sırtıma atarak, aşağı doğru i nmeye başladı m . Ayağı­
m ı n altındaki karlar buz tutmuştu ve sanki cilalı bir yüzey
üzerinde kayar gibi ilerliyord u m . Bu s ırada b i r de tipiye
yakalan d ı m . Soğuktan korunmak için kayaların aras ı na
saklanmaya çalı ş ırke n , dişlerim b irbirine vuruyordu . Tipi
d indiğinde tekrar yola koyuldum ve bir düzlüğe ulaştım."

" B i rden Şakar amcanı n söyledikleri akl ıma geldi. Etrafta


geyiklerin olabileceğ i n i düşünüp, yavaşça süzülerek kaya­
ların arkas ı n ı gözetlemeye başladı m . Gördüğüm manzara
karşısın da ağzım açık kalmıştı. Tam ö n ümde bir geyik sü­
rüsü sessizce otluyordu."

" Kal b i m i n öylesine h ızlı çarpmaya başladı ki tetiğe bile


basamadan , akl ı m başı mdan gitmiş b i r halde geyikleri sey­
retmeye dal d ı m . G eyikler ön ayakları yardı m ıyla karları

148
b·mf'llİ Aı1 lltkd yr/rrı

eşiyor, o naya çı kardı kları otları ağızlarıyla kopa rı rken bir


yandan da herha ngi bir tehlike var m ı d iye etrafa bakı nı­
yorlard ı ."

" Hepsi n i n uzu n , ince bacakları ve yazın köye gezme­


ye gelen şehirli kızlar gibi, incecik belleri va rd ı . B i r tanesi
özell ikle çok güzeldi ve tıpkı orman ko rucusu n u n kızına
benziyord u . Erkek geyi kler de neredeyse boğa kadar büyük­
tüler ve güçlü boynuzları vard ı . Boynuzları tıpkı bir ağacın
dalları n ı andı rıyordu."

"Geyikler beni fark etmesin diye nefes bile alm ıyordum.


Heniiz çok gençtim ve b u ben im için çok heyecan vericiyd i .
Gençken insan biraz daha saf oluyor. Bu s ı rada, zamanı ve
orada oluş amacım ı bile u n u t m uştum. Böyle bir süre daha
geyikleri izledikten son ra , tüfeği m i doğrultarak ateş ettim."

" Geyik sürüsü Üzerlerine bomba düşmüş gibi havaya sıç­


radı ve şaşkın bir halde yerde yatan geyiğe bakmaya başladı­
lar. Bir el daha ateş ettim ve bu sefer de orma � cının kızı na
benzeyen geyik yere düştü. Zavallı hayvanlar donup kalmış­
lard ı . Kurşunun nereden geldiğini de anlamıyorlardı. Üçün­
cü kurşundan sonra beni m d urduğum yere doğru kaçmaya
başladıklarında, az kalsın ayakları altında eziliyordum."

"Beni görünce yön lerini değiştirip, dağlara doğru koş­


maya başlad ı lar. Bulunduğum yerden kalkarak, vurduğum
geyi klerin yan ı n a gitti m . Üç geyik yerde kanlar içinde ya­
tıyord u . Biraz sonra silah seslerini duyan diğer avcılar da
yan ı ma geldi ve hep birl ikte karların içine bir çukur kazıp,
geyikleri bu çukura koyd uktan so n ra , iizerini karla kapat­
tık. İ ş te o zaman beni Ah nitsor köyiine, eşek getirmeye
gönderdiler."

1 49
Ermrni Aı• /!;kıiyrlrri

''Size gü n ü n nasıl sona erdiğini de an l a ta y ı m . . . Sonu nda


köyden bir eşek bul u p avı gö m dü ğ ü m ü z ye r e ger i döndü­
sii nı de, ke n d i m i ç o k ga r i p h issed iyord u m . s .ı ı ı k i d üş ü n ce­
lerim b u la n ı klaşm ış ve gözleri m ka ra r m ışt ı . İ ç i m ka t ı laşm ış
gi b i yd i . O karmaşık d uygu la rla, s i lah ı m ı Şaka r a m caya doğ­
ru l ru p , onu ö l d ü rmek isted i m ."

''Avcılar b e n i kollarımdan ruru p saki n l eşti rmeye ça l ıştı­


lar. Başka neler yaptı ğ ı m ı h a t ı rl a m ıyoru m ; a ma daha sonra
bana a n l a t t ı kları n d a n , Şakar a m ca n ı n bir ateş yaktı ğı n ı ve
beni a teşin küllerine ya t ı rd ığı n ı öğrend i m . B acakl a r ı m d a
yürüyecek derman yokru v e t a m i k i hafta yatıp, d i nlenmek
zoru nda kal mıştım."

" Diğer avcılar, geyiklere karşı işlediğim gü nahlardan do­


layı vicdan azabı çektiği m i ve o yüzden böyle olduğumu
söylediler; ama bu bana çok saçma gel mişti. Ben günahkar
deği ldim ki . . . O yorucu g ü n ü n ardı ndan ben i de eşeğe
yüklediler ve kışl ı k ağıla dön mek için yol a koyulduk. Yor­
gunl uktan ayakları m ı n altı yan ıyo rdu."

" Tam ağıla varmak üzereydik ki, orman korucuları yo­


l u m uzu kesti ve avlad ı ğı m ı z geyikleri almak isted iler. Av­
cıların o nlara,' Biz yoksul köyl üleriz, b i n t ü r l ü derdimiz
var, ne olurs u n uz avı mızı elim izden al mayı n ! ' d iye yalvar­
maları bile, korucuları yum uşatam a m ıştı. Ama ben genç
olduğum i ç i n kan ı m kaynıyordu ve bu d u r u m u hazme­
demed i m . Silahımı kapıp b i r ağacı kendime siper ettikten
son ra, ' Çeki n gid i n buradan şerefsiz adamlar, size avı m ızı
vermeyeceğiz!'diye bağırmaya başladı m."

"Neredeyse ateş etmek üzereydi m ki Şakar amca bana


engel oldu ve 'Ak l ı n ı m ı kaçırdın sen oğlum? Hepimizi

1 50
h'rmt'llİ ılı: lliA·ıi_yt'/t-r1

Sibi rya'ya m ı sürdürmek isri�'ors u n ? ' d iyerek. s i l a h ı m ı zorla


el imden a l d ı . Korucu lar avım ıza el koyd u kran sonra, bizi de
sopala rla kova laya rak, h ızla oradan uzaklaştılar.

Ertesi gün koruc u la rı tiitekle teh d i t ettiğim ıçı n , beni


ha pse a racakları haberi geld i . Kaça rak, Aharazn i 'deki kış­
lık ağıla sakl a n d ı m . A m cam Osep. ecza n ı n kaldırılması için
Dclişan polis merkezine gi d i p polislerle görüşrü. Çok genç
ve saf olduğumu söyleyi p. ceplerine de bi raz para sokunca,
polisler ceza m ı kaldırd ı l a r."

Ayk, " İşte böyle kardeşler i m , o geyik avı bana kendi m i


öylesine günahkar v e suçlu h issetti rd i ki , bu yüzden nere­
deyse akl ı m ı kaçıracaktım." d iyerek, i çi n i döktü.

B u n u n üzerine baba m , 'Bu kan u n eskiden beri değiş­


medi. Her avdan son ra, hep i m iz ken d i m izi biraz günahkar
hissediyoruz!' diyerek, ayağa kalktı ve ocaktaki ateşten tu­
tuşturduğu bir ç ı rayı eline alıp, ahıra doğru gitti.

Geri döndüğünde yüzü nde büyük bir keder vard ı .


" M aşka ö l m ü ş ! " deyip, üzüntüyle baş ı n ı eğdi .

Baba m ı n , a v h a k k ı n d a söyled i kleri n i düşü nerek, ineği


son bir kere görmek içi n , ahıra gittim .

Ertesi gü n , ş iddet l i tipiye rağmen elim izde kalan son


hayvanları ku rta rmak amacıyla; d izime kadar gelen karı n
içi nde yü rüyerek, dağdaki samanları geti rmek için yola ko­
yuldu m . 11

151
Çifte M anastır
Uçurumu

So nbahar geldiği nde tarladaki hasat işleri de bitmişti; ama


yaz çok kurak geçtiğinden, yeteri nce ürün alamam ıştık. Kış
geli p çattığında sadece soğukla değil , açlıkla da m ücadele
etmek zorunda kal mamak için ö nceden önlem almam ız ge­
rekiyordu.

Babam orman sorumlusuna giderek, ağaç kesebilmemiz


için gerekl i izin belgesini aldı. Keseceğimiz ağaçlardan çıka­
cak keresteleri, Sevan' ı n köylerine götürüp, buğday karşılı­
ğı nda takas edecektik.

Ertesi sabah babam ve komşu m uz Koştar, ağaç kes­


mek için, balta ve testereleri de yanlarına alarak, Çifte
Manascır'a doğru yola çıktılar. G i tmeden önce de babam
bana: "Simon'dan rica er, bizi m hayvanları da orlamıaya
gö rürsün. Sen de daha so n ra o rmana gel ve bize yiyecek
ekmek geti r!" diye sıkı sıkı tem bih etti. S o n ra da arkas ı n ı

1 52
Ermem Aıı Hikd_yeleri

dönerek, "Sakın ormanda gezmeye dalı p da geç kalma!"


d iye beni uyard ı .

Babam ı n dedikleri n i aynen yerine getirip, hayvan ları­


mızı S imon'a teslim ettikten sonra; cam heybemi s ı rt ı ma
atarak yola çıkmaya hazı rlanıyordu m k i , gözüm bir anda
d uvarda ası l ı tüfeğe takıldı. Annem benim bu hal i m i gö­
rü nce, kızgın b i r sesle, " Haydi b ı rak şu lanet olasıca şeye
bakmayı da, git artık!" diye bağırmaya başlad ı .

Ben boynu m u bükerek; "An ne, lütfen tüfeği almama


izin ver! Söz veriyoru m , avlanmayacağını! Belki yolda kar­
ş ı ma bir yaba n i hayvan çıkar ve lazı m olur." diye, ona yal­
varmaya başlad ı m . Bu sözler an nemi biraz yum uşatmıştı ve
kendi kendine söylenerek ahıra doğru gitti. Annemin bu
davranışı ndan tüfeği almam için izin verdiği anlaş ı lıyor­
du. D uvarda asılı duran tüfeği alıp, sevin çle Çifte Ma nas­
t ı r uçuru m u na doğru yola koyuldum. Annem arkamdan,
" D i kkat et de yol u n u şaş ı rma!" diye bağırd ı .

B e n a n n e m i yatıştırmak i ç i n , " Merak etme a n n e , doğru­


ca babama gidiyorum." d iye yan ı t verdi m ve ormana giden
patika yolda yürümeye başlad ı m .

Kendi m i gerçek bir avcı g i b i h issediyor, etrafı mdaki her


kıpı rtıyı ve duyduğum her sesi dikkatle dinleyip, tüfeğime
sımsıkı sarılıyordum.

Patikada bir süre i lerleyip, Avet çayırlığına ulaştığımda;


çayı rda bir kurt s ürüsünden kaçmaya çabalayan bir i nek
görd ü m . Kurtlardan biri ineğin sırtına çıkmıştı, d iğeri de
hayva n ı n boyn una sarı lmış, o n u ısı rmaya çal ış ıyordu. İ nek
bu darbelerden kurtu l mak için ü m i tsizce çırp ı n ı rken, beni
gördü ve bir yardım umarak, bana doğru koştu.

1 53
Frmrni Aıı l/il..·,iyr/ai

İ n ek bana yaklaştığı nda, heyeca ndan kalbim du racak


gibi oldu. Hemen s ı r r ı ıııdaki heybeyi yere b ı rakıp, sila h ı ma
sarıldım ve i n eği n boynuna ya pışmış olan kurda n işan a l ı p .

ateş etti m . Vu ru l a n k u rt , i n eğin a ya k l a r ı n ı n a l t ı n a d ü ş t ü ,


d iğerleri ise korkuyla kaçmaya başl a d ı l a r. O n l a r kaçarken,
arkalarından b i r daha ateş ettim. Bu s ı rasıııda kurtlardan
birini daha yaralamıştım.

İ n ek kurtlara yem ol ma ktan kurtulmuş, kışlık a h ı rı na


doğru ağı r adımlarla yola koyulmuştu . Hakladığım kurd u n
derisini yüzdükten sonra b i raz d i n lenmek i ç i n b i r ağacın
altına oturdum ve yerde bulduğum elmaları yemeye baş­
lad ı m . Ku rtlarla giriştiğim mücadele s ı rası nda zaman h ızla
geçmiş ve güneş H alkalı Dağı' n ın arkas ı ndan batmaya baş­
lamıştı.

Son baharda günler iyice kısalıyo rdu. Neredeyse öğlen


yemeğ i n i yedi kten son ra hava kara rmaya başlıyordu. " Kış­
lık kampta herkes iyice acıkmış olmalı." diye düşündüm;
ama b u karanl ıkta yola devam etmektense eve dön ü p, er­
tesi sabah erkenden yola çıkmaya karar verd i m . Böyl elikle
yüzd üğüm kurt postu n u da an neme vereb i l i rd i m . Annem
de belki bu pos tu, şapka yapan Asadur'a satar ve bu ndan
mem n u n kal ı rdı .

Köydeki k ızlara hava atabil mek i ç i n geri dönüş yol unda


başka b i r patika seçtim ve ısl ı k çalarak yürümeye başlad ı m .
B u sevincim fazla uzun sü rmedi. A n n e m ben i bağı rarak
karşıladı. "Seni işe yaramaz serseri! Sen i n yüzünden baban
aç kaldı!" diye söylenmeye başladı .

Ben, "An ne içeri girel i m ! Ben i bütün köyün ö n ü nde


rezil etti n ! " d iye onu saki nleşti rmeye çalışıyor; göz ucuyla

1 54
da ko mşu m uz Mazak' ın kızın ı süzüyord u m . Fakat a n nem
daha da s i n i rlenerek, " Ya rın kar yağıp da bütün yo llar ka­
pandığında, bu kurt deris i n i yeriz artık�" d iye, bağırıp ça­
ğı rmaya devanı ediyord u .

İ çeri gird i kreıı s o n r a : yorgunl uktan v e u ta n çtan b i tk i n


d ü ş m ü ş bir h a l d e ayakkabıları m ı ç ı karrrını v e odada ki sed i ­
re uza n d ı m . Bu sırada an nem odaya g i r i p, ·' Ben sana daha
ne söyleyey i m ! '" d iyerek, beni aza rla m aya devam e n i .

Ben sanki ö l ü b i r tilki g i b i sessizce uı,anmış yararken , bir


ya n dan d a göz ucuyla an nein i süzüyord u m .

Annem so n u nda saki n leşerek, ocakta kaynayan tence­


ren i n üzerine eği l d i . Odayı mis gibi b i r koku kaplamıştı.
"Oh! M is gibi ekşi kaymak koktu." ded i m . Bu yemek evi­
m izde sadece bayram gibi özel zamanlarda pişiri l i rd i . An­
nem kızg ı n l ı kla da olsa yemeği sofraya koydu ve " H aydi
kalk da yiyel i m ! " ded i .

Tıpkı ciğer görmüş b i r ked i g i b i gözlerimi açarak, uzan­


d ığım yerden kalkıp, so fraya oturd u m . Bunun üzerine an­
nem meseleyi daha fazla uzatmamaya karar verdi. Zavallı
an neciğ i m i n altın gibi bir kalbi vardı .

Sabah erkenden uya n d ı m . Heybemi sırtıma atıp, yine


b i n bir yalvarmayla, tüfeği de aldıktan sonra, Avet çayırl ığı­
na doğru yola çıktım. Yol boyunca, içimdeki uslan maz avcı
ile akıllı oğul, kavga edip d u rd u . Avcı olan, d ü n arkas ı n dan
ateş edip de so n u n u b ilemediğim kurd u n peş i ne düşmek
isterken ; , akıllı olan, anneme ve babama verdiğim sözleri
bana hatırlatarak, yol umdan sapmamamı öğütlüyo rdu.

B u s ı rada uzaktan gelen balta sesleri , neredeyse Çifte


Manastır'a vardığımı n habercisiyd i ; ama i ç i m deki savaşı

155
Frmr'1İ Aı• fliJ.·ri ı•rleri

avcı olan kazandı. "Çabucak çal ıların aras ı na bakıp, yoluma


devanı ederim." diye düşündüm ve d ü n kü kurdu n kaçtığı
patikayı rakip ermeye başladı m . Otları n üzeri nde kan izleri
vard ı.

B i raz daha yürüdükten sonra b i r açıkl ığa çıktını . Yara­


l ı kurdu n ayak izleri ne kendi m i öylesine kaptırmıştım ki,
zama n ı n nasıl geçtiğini yine fark edememişti m . Neredeyse
öğlen olm uştu. Bi rde n , çal ı l ı kların içinde bir kıpı rt ı d uy­
d u m . Oraya doğru gittiğimde, yaralı kurd u n çal ı l ı kta yat­
tığı n ı görd ü m . Nefes alıp verirken hırıldıyor ve dişler i n i
gıcırdatıyordu.

Oracıkta hayva n ı n acısı n ı dindird i m ve h ı rla ması sona


erdi. Kurd u n derisi n i yüzerek, sevinçle eve döndüğümde;
a nnem ayağa kalkarak bana yine hakaretler yağdı rmaya
başladı . Bu sefer iyice suçlu o lduğumu b ilerek; başım ö n e
eğip, annemin sözlerini d i n led i kten sonra, usulca oradan
kaçtım. Ahırdaki bir saman yığın ına sığındım ve oracıkta
uyuya kaldı m .

Sabah olunca soğuktan donmuş bir şekilde uyan ıp,


dışarı çıktığımda; mevs i m i n i l k karı n ı n yağmış olduğunu
görd ü m . Dağlar ve ovalar bembeyaz bir örtüyle kaplamış
gibiyd i .

Kışın yağan i l k karda n , orm a n ı n bütün hayvanları et­


kilen irdi. Soğuğun zorluğu n u bilen ayılar kış uykusuna
yatmak için kendilerine bir mağara ararke n , yaban keç ileri
dağın güney yamaçla rına çeki lip otlarlar; sansarlar yaban
balı bulabil mek için bütün gece ağaçlarda dolaşır, sincap ve
fareler de aç kalmamak için yuvaların a yiyecek stoklarlard ı .
Gece boyunca bürün hayvanlar oradan oraya aceleyle koş-

1 56
turur, ku rdar da bu curcu nayı fı rsat bilerek, patikalarda iz
sürmeye çıkarlard ı .

Sabah o l u p da güneş doğd uğunda bu telaşlı koşuşturma


aniden kesilir ve hayvanlar i n lerine çekilirler; fakat b ı rak­
tıkları ayak izleriyle, av tu tkusuyla yan ı p tutuşan avcılara
adeta ad resleri n i verirlerd i . Avcılar bu izleri takip ederek;
sansarları, tilki leri ve yaban keçiler i n i kolayca bulur ve si­
lahlar patlamaya başlard ı .

Samanlıktan çıkıp eve geldiğimde annem b e n i şefkat ve


sevgi dolu karşılad ı . " Vakhtang! Nerede kaldı n ! Soğuktan
donmad ı n mı o rada ? " diye sordu.

Ben tam heybemi sırtıma atıp, balta m ı da kemerim i n


arkası n a sokarak, yola çıkmaya hazırlan ı rken ; e l i m yine
tüfeğe gitti. Annem b u sefer bana kızmakta çok hakl ıyd ı .
Ağlamaklı v e dertli bir ses tonuyla, " Vakhtang, sen silahsız
yapamaz m ı s ı n ? " d iye söylendi.

"İstersen tüfeği almadan gideyim de, karş ı m a ç ı kan


kurtlara yem olayım!" ded i m . Bunun üzerine a n nem bir
çığlık attı ve "Tamam tüfeği al, ama çok d i kkatl i ol!" diye
beni b i r daha uyard ı . Yolda yemem için de yan ım a yağ ve
kaymak sürülmüş ekmek verdi. Böylesine sevgi dolu b i r an­
nem olduğu için kend i m i çok şanslı hissettim ve b u sefer
doğruca baba m ı n yan ı na gitmek üzere yol a koyuldum.

Tam Avet çayı rlığına ulaşm ıştım k i , karların üzerinde


ayılara ait ayak izleri görd ü m . Bu sefer hiç ken d i kendimle
savaşmada n , heyecan içinde izleri takip etmeye başladım .
Ayak izlerinden, ayı ları n sabah erkenden buralarda dolanıp,
ağaçlardan meyve yedikleri anlaşılıyordu.

1 57
Frmt'11J A11 llik,i_ydt'J'ı

Vad iy i geç ince, yerde ayı pisl ikleriyle karş ı l a ş t ı m ve do­


k u nd u ğ u m da h e n üz sıcak o ld u k l a rı n ı fark etti m . Kalbim
k ü t k ü t atmaya başla m ı ş t ı . Ayı l a r ı n yakın l a rda o l d u ğ u n u
kes t i r mek zo r değildi. İ zlere göre etrafta en a z üç a y ı o l ma­
l ıyd ı ; fakat ben yal n ızd ı m . Tüfeği m olsa bile, isterlerse ben i
parçalayabi l i rlerd i .

Bu körü düşü nceleri b ı rakıp, ko mşumuz Mazak' ı n kızı­


nın hayaline dalarak, kayalara rırman maya başladı m . Yo r­
gunluktan cer içinde kal m ıştı m . Yukarıda çoban köpekleri
havlıyor; ama o r talıkta birileri gör ü n müyordu. Muh teme­
len ayıyla karşılaş m ı ş b i r köpek de acı içinde inliyordu.

İçi m den, avı ürkütüp kaçıracakları için köpeklere ve ço­


banlara söylenip d u ruyord u m . Bir dağın yamacına çıkıp,
yüksek bir yerden etrafı gözlemeye başladı m . Gü neş iyice
yükselmişti ve güneş ışığı nda parlayan kar tabakası gözleri­
mi al ıyordu. Uzaktan bakrığımda, karşı dağın yamaçları n­
daki ayak izlerini gördüm. Dağın bir tarafı çamlarla kaplıy­
d ı ve sarp bir uçurumla o rtası ndan ikiye ayrılmışrı. Ayılar
b u pati kadan girm işlerd i . S i lahı m ı doğrulrrum ve elimi teti­
ğin üzerine koyup izleri n arkası ndan girmeye başlad ı m . Pa­
tikanın iki tarafı nda d i k yamaçlar vardı ve sonunda büyük
bir çam ağacı d uruyordu.

İ kisi küçük biri büyük ayı , çam ağacı n ı altında sanki


düşmanı bekliyor gibiydiler. Beni gö rdükleri nde ön pen­
çelerini havaya kaldı rarak, korkuyla homurdandılar. O nlar
daha harekete geçmeden, nişan alıp iki ayıyı da yere serd i m .
Ayılar yuvarlanarak uçurumdan aşağı düştüler.

Bu olay o kadar çabuk o l upbirri ki, nas ı l yaprığımı bile


a n lamadı°m .

158
Lrmo11 Aı· l lıktiydı'rt

S i l a h ı m ı rekrar d o l d u r u p , uç u ru m u n d i bine i ndiğimde;


büyük ayı n ı n ka\·rığını ve i k i geııç ayı nın da i:ıl m ek üzere
oldukla rını fark t' c t i m .

Avaz ı m çıkrığı kadar bağı rıp, çoba nları çağı r m aya baş­
lad ı m . İ nsan geıı çli kre nasıl da apral oluyor. Bi:· yandan se­

vinçren raklala r a rıyor, b i r ya ndan da heyeca nlı bir şekilde


bağı rmaya devam ed iyord u ııı . "Ağıla haber ver i n de Mazak
amca n ı n öküzünü ödünç alıp gelsin ler. Maza k a mca ş i m d i
ben i m kah ra m a n l r ğı m ı gö rsün baka l ı m ! "

Deli gibi bağırmakra n , kıpkırm ızı o l m ıışcum. Ayıları


kara göm üp, ıslık çala çala , dağa doğru yola çıkrım . Daha
bi rkaç ad ı m atmıştım ki, arkamdan hom urtu sesleri gelme­
ye başlad ı.

Bir çam ağac ı n ın arkasına sakla111p, ayıyı izlemeye ko­


yuld u m . Ayı , izleri rakip ederek, yavru ayıluı gö m düğüm
yere kadar gitti ve tıpkı i n san gibi, ö n pençeleri ile kardan
mezarları açmaya başladı. Anne ayı , ölen yavruların ı n ba­
şı nda ocurmuş, ağlıyordu. Gördüğüm bu mauara karşısın­
da çok körü oldum.

Ayı b i rden ben i m olduğum tarafa doğru hareket etti.


Öfkeden gözü dön m üş b i r halde, çal ıları kıra kıra, üzerime
doğru gel m eye başlad ı . Kendi ken d ime,

"Görd ü n mü başına ne işler açtın! Ayı ş i m d i sana günü­


nü gösterecek!" diye korkuyla söylen i rken , heyecandan tir
t i r titriyord u m .

Saklandığım ağacın önüne geçip, tüfeğ i m i ayı n ı n göğ­


süne doğrulttum ; ama ellerim taş kes i l m iş gibiyıli ve tetiği
çekemed i m .

1 59
F.rmtni Av Hikıi_yeltri

Çaresiz annen i n gözyaşları içime işlemişti ve iki gündür


de daha babama ekmek bile götüremediğim için, av tutkum
yeri n i utanca b ı rakmıştı. Vicdan azabı ve pişmanl ı k içinde,
çalı l ı klara doğru kaçmaya başladı m .

B i r süre koştuktan son ra Çifte Manastı r uçurumuna


ulaştı m ve baba m ı n ekmeği n i verd i m .

İ ki günde iki kurt v e i k i ayı avlamıştım. Ka hraman gibi


hissetmem gerekirke n , artık b u olanlara sevi nemiyord u m .

A n n e ayı n ı n bir türlü kulağımdan gi tmeyen feryatları


eşliğinde; eve dön mek için , yola koyuldum. 11

160
Alabalıklar

O yaz, çad ı r ı m ızı Avel uk-Urt' u n yükseklerine kurmuştuk.


Yaylan ı n kenarındaki uçurumdan aşağı azg ı n bir s u akıyor
ve suyun boğuk sesi bürün vadide yankılanıyordu. Yağmur
zamanı taşan su, kıyıdaki ağaçları kökünden sökecek kadar
şiddecliydi. Kurak yaz günlerindeyse, ı rmak adeta yumuşak
h uylu bir çaya dön üyordu.

I rmağın kıyısı nda köyün danala rını oclacırdık. B urası s ı k


o clarla kaplı, serin b i r yerdi.

S ıcak günlerde, hayvan ları ağaçların altı n daki gölgeliğe


bı rakıp, ı rmağa yüzmeye gider; son ra da güneşli kaya l ı klara
yararak, kendim izi kuruturduk.

I rmağın bu kıs m ı nda yüksekçe bir de şelale o l uşm uştu.


Şelalen i n suyu yukarıdaki kayalardan aşağı b üyük bir gü­
rültüyle dökül üyo r ve şiddetiyle dağ geçi d i n i cicreciyordu.
Suyun ö n ü ne çıka n her şey, hacca bal ı klar bile sürüklen iyor
ve bir daha ı rmağın yukarıs ı n a çıkamıyorlard ı .

161
Alabal ıklar asil ve kibardılar. H i çb i r şair o n ların güzel l i ­
ğini rasvir edemez ve h içbir ressam onların güzel ren kleri n i
ram olarak kağıda dökemezdi. Cam g i b i ışıldayan pul larıy­
la, insan ı hayran bı rakan görünü mleri va rd ı .

Sonbahar başladığında ırmak yer yer sığlaşır, yaprak ve


kayaların yol u tıkaması yüzünden, buralarda küçük gölcük­
ler o l uşurdu. Alabalıklar b u göleclerde s ıkışıp kalı rlar ve biz
de o n ları ko layca avlardık.

Şelalenin en altınd a taşlardan o l uşmuş bir basamak var­


d ı . Bu yüksekçe basamak, balı klar içi n adeta bir s ı n ı r ol uş­
tururdu. Balıkl ar yukarı ç ı kma isteğiyle b u rayı aşmaya çal ı­
ş ı rlar; ama ne kadar yükseğe sıçrasalar da, köpüklü suların
içinde parıldayarak, aşağı düşerlerd i .

Balıkların b u son u gelmez çabası ve isteği o kadar yo­


ğundu ki, sonunda bu isrekleri için, o n la ra yardım ermeye
karar verdi m .

B i r g ü n B üyükbaba Şakar'a balık yum urraları n ı n n eye


benzediği n i sordu m . O da bana taşların kenarlarına yapış­
mış köpük gibi yuvarlak şeyleri göstererek, o n ların balı k
yumu rtası o lduğunu söyled i.

I rmağın içine girip, taşları incelediğimde, bal ı k yumur­


talar ı n ı görebi l miştim. B i r raşı yeri nden oynattığımda, taş ı n
üzerinde kurbağa gözüne benzeyen , küçük taneler d u ruyor­
du. Balıklar soyları n ı sürdürebilmek için , su alıp götürme­
sin diye, yu murraları n ı raşa yapıştı rm ışlard ı .

Böylece pla n ı m ı uygulamaya başlad ı m . Bal ı k yumurra­


larıyla kaplı raşları b i r kovaya koyarak, bu ağır yükü yüklen­
d ikten son ra, ı rmağın yukarısına kadar çıkard ı m .

1 62
Ermeni Aı· Hikıi.velaı

Yukarıya vardığımda, bu kısı mdaki suyun daha soğu k ve


berrak o lduğunu gö rd ü m . Üsrel i k buras ı daha fazla güneş
a l ıyordu. Alabalıkların neden bu kısma çıkmak istedi kleri n i
arrık daha iyi anlamaya başlamışrı m .

Ş i m d i k i alabal ı klar bu raları hiç görmeseler b i l e , b i r


zamanlar ataları burada yaşamıştı. S e l i n erkisiyle Aktef
lrmağı' n a sürüklenen araları , daha so n ra aşağı kısı mda ço­
ğalıp, hayatların ı sürdürmek zorunda kal m ı şlardı.

Şimdi bana düşen görev; gen lerinden gelen b u tutkuyla ,


şelalenin d i b i n d e zıplayıp d u r a n balı kl a rı , hayallerine ka­
vuşturmaktı.

I rmağın o rtas ı n da, b üyük kı rmızı b i r kaya n ı n oluştur­


duğu bir teras vard ı . Bu terasta; akan suyu n etkisiyle yu­
varlak bir çukurluk o l uş m uş ve b u doğal havuzun zem i n i ,
kaya n ı n rengi yüzünden pırıl p ı rı l parlıyordu.

Burayı yen i türeyecek n es i l için uygun görerek, y u mur­


talarla kaplı taşları, d ikkatlice çuku run içine yerleştird i m .

Yen i doğan balıklar, çevre n i n güzelliğine hayran olacak­


lard ı . I rm ağ ı n bu parı l t ı l ı köşes i , o nlara cennet bahçesi gibi
gelecekti. Bu d üş ünceler beni o kadar m urlu etmişti ki; kö­
peğim Borag'la birl ikte, neşe içinde dans ederek, ı rmağı n
aşağısına doğru i nm eye başladık.

Yo rgu n ve aç olduğum için balık avlamaya karar verd i m .


S a k i n bir gölcüğün dibinde duran b i r bal ı k görüp, hemen
suya atladım; ama beni fark eden balık sürade oradan kaçrı
ve başka bir taş ı n altına saklandı . Balığı n koca gövdesi sak­
landığı yere sığmamış ve kuyruğu d ışarıda kal mışrı. H ı zl ı
b i r şekilde bal ığı rurara k , kıyıya a m m . Balık orların üzeri n-

1 63
Ermoıi Aıı Jlikıip·lai

de sıçramaya başlamışrı ve bu durum karşısı nda, Borag' ı n


da ağzı n ı n suyu akıyo rdu.

Bu sı rada ecrafımda bir sürü bal ı k olduğu n u fa rk etti m .


B i r ya ndan B o rag'l a kon uşuyor, bir yandan da balı kları ko­
val ıyo rd u m .

" Bak Bo rag! Taşların alrından kuyrukları çıkıyo r; ama


bal ı klar kuyru klarından yakalanmaz. Şimdi onları nas ı l av­
ladığımı sana göstereceği m ! " diyerek, el i m i suyun içine sok­
t u m . Tı pkı siyah bir odun parçası n a benzeyen bir alabal ığı
kafasından tutup, k ıy ıya fırlatt ı m . " Bence bu bal ık, ailen i n
babası ! S e n ne ders i n Borag? Hayd i , b i r tane daha yakalaya­
l ı m." deyip, tekrar suya eği l d i m .

B u sefer k i a v daha küçüktü v e a ç ı k ren kl i bir bal ı ktı.


Bunun anne o lduğunu d üşü n üyord u m . B i r daha suyun içi­
ne girdim ve iki balığı aynı a n da yakalayıp, kıyıya arcım.
S o n yakaladı klarım ı da ailenin gençleri o la rak ilan ettim

Ben köpeğe balık ailesini tan ıt ı rken , Borag sanki beni


anlıyormuş gibi, balıkları i ncel iyordu .

E n so n unda p ı r ı l pırıl parlayan k ü ç ü k b i r bal ı k daha ya­


kaladı m . B u n u n da aileni n en küçük kızı olduğuna karar
verd i m ; ama b u seferki balığa çok acıdım ve onu tekrar s uya
b ı rakrı m . Bal ı k kend i ne gelerek, b i r taşı n alcı nda kayboldu.

" Zavall ı öksüz kaldı!" diye iç geçird i m . Artık ona baka­


cak b i r ai lesi yoktu ve düşmanlarla dolu bu dü nyada, tek
başına hayatta kalmak zor u ndaydı

Bo rag' ın şaş k ı n bakışları aras ı nda, bal ı kları b i r dala ge­


çirdim ve yen iden ı rmağın yukarısına doğru çıkmaya baş­
lad ı m .

1 64
Frmn11 A r· J/ıkri yr/uı
_

I rmak yatağı n ı n daraldığı bir kıvrı m a , bir torba gerdim .


Biraz daha yukarıya da b i r set oluşrıırd u m . Son ra da el ime
bir sopa alıp, taşların altın a gizlenmiş bal ı kları dü rtmeye
başlad ı m . Akan su doğruca torbaya dökül üyordu . B i r süre
sonra torbayı toplayarak çayıra getird i m . Torbanın içine
kuru dal ve yapraklar dolmuştu. To rbayı ters çevird iğimde,
çayırın üzerinde bir sürü balık sıçramaya başlad ı .

Bir kaya n ı n kenarında ateş yakarak, tuttuğum bal ıkları


kızarttı m . Borag' ı n keyfine d iyecek yoktu. Kızarttığı m ba­
lıkların i ç organlarını köpeğe verd im ve beyaz eti n i ken ­
dime ayırarak; ikim izde de güzel bir ziya fet çektim . Kalan
balıkları kova nın içindeki suya koydum ve can l ı can l ı eve
götürdüm.

Balıkları Koçar'ın kızı So na'ya vermeye niyetliyd i m .


Canlı bir alabalığın insana ş i fa verdiğini d uymuştum. H asta
olan biri, ca n l ı b i r bal ığı yutarsa; hemen iyileşeceği söyleni­
yordu.

Eve döndüğümde, annem ben i söylenerek karşıladı. "Ah


oğl u m ! O suyun içi nde oynamaktan ne zaman vazgeçecek­
s i n ? " diyerek, ıslak elbiselerime ve eli m deki kovaya bakı­
yordu.

Babam tarladan dönüp de, masada mis gibi kızarmış ba­


l ıkları gördüğünde, yüzü ayd ı n landı. Artık oğlu büyü m üş
ve eve yiyecek getirmeye başlamıştı.

" Hiçbir bal ı k beni m oğlumun elinden kurtulamaz!"


d iye övü nçle konuşuyordu.

Ş işko suratlı Koçar' ı n solgun kızı ise, evin ö n ü nde ocur­


muş, gü neşlen iyordu. Zaval l ı kızcağız o kadar sıcağa rağ­
men, b i r türlü ı s ı n a m ıyord u .

1 65
F.rmeNi A ı1 /Jikıi_ye/eri

Herkes kıza heki mlik taslıyordu. Ne çareler ö nerdiler,


ne i l açlar verdilerse de fayda etmed i . Bir keresi nde, kızı bir
kuzu postunun içine sardı lar. Başka bir seferinde eşek sürü
içirdi ler. " İ ç Sonaca n , iyileş i rs i n ! " dediler. Harca bir kanal ın
ka nadı ndan çıkard ı kları yağla , eklemlerini ovdular. Her şey
boşu nayd ı .

Heki m l i k taslayan Naso, " Hasta b i r i , can lı bal ık yutmak


zo runda!" deyince;

Sona korkuyla, kovada kıvranan bal ıklara baktı .

K ı z ı i k n a ettiler v e küçük b i r balığı, zorla yutturdular.


M i desi bulanan kız, bir yandan çığlık atıyor, b i r yandan da
kusuyordu.

Yaz geçip, Almen' i kırağı kapladığında; biz de kışlık ko­


naklama yerimize indik. Küçük Sona' n ı n mezarı Awel ük­
Urt'ta kaldı. Belki de yuttuğu canl ı bal ık, o n u n kaçınıl maz
son u n u h ızlandırmıştı.

Kış artık iyice etkisi n i göstermeye başlamıştı. Evde s ı kı­


l ı p dışarı çıktığımda, dağda kar fı rtınası olduğunu gö rd ü m .
" B e n i m küçük balıklarım b u soğukta n e yapıyorlar?" diye,
merak ediyord u m . Belki de buz tutmuş havuzda donup kal­
m ışlardı .

Büyükbaba Şakar'a giderek, " B üyükbaba, balı klar ı rma­


ğın yukarısı n da yaşayabilirler m i ? " diye sordum . O da ben i ,
"Yukarıda balık ne aras ı n oğlum!" diye yan ıclad ı .

Ertesi s e n e yaz başladığı nda, tekrar dağa çıktık. Daha


çadırımızı bile kurmamıştık ki, ben Borag' ı da yanıma ala­
rak, şelaleni n yukarısı na koştum . Uzaktan bütün havuz gü­
müş gibi parlıyordu ve havuzun içi balı k kaynıyordu.

1 66
Ermtni Atı 1-/ikti_ytlt"ri

Küçük bal ıkları, hayranlık içi nde seyretmeye başladım.


Mutluluktan del iye dön müştüm. " Borag, söyle bakalım bu
balıkların düşmanı kimdir?" diye köpeğe sordum ve ya n ı rı
beklemeden, hemen işe koyuld u m .

Çok ciddi b i r ku rbağa avına çıkmıştım. O g ü n b i r sürü


kurbağa yakalad ım ve heps i n i Bo rag'a teslim ercim.

Artık her gün ırmağa gid iyor ve hayvanlar çayırda otlar­


ken , ben de küçük balıklarımı kö tülüklerden koruyord u m .
Bu ben i m büyük sırrı m d ı ; a m a ya kında açığa çıkacaktı.
Çünkü yaşlı avcı Şakar' ı n gözünden h içbir şey kaçmazdı.

Bütün büyü kler tarlalarla uğraşıyorlardı ve balık tuta­


cak zamanları yoktu. Arkadaşları m ı da eli mden geldiğince
ı rmaktan uzak tutuyor ve onlara tehd icler savuruyordum.
Böylece, Borag ve ben bütün gücüm üzle balıkları koruyor­
d uk.

Aklım sürekli balıklarımdaydı ve artık s ü rüyü bile çok


fazla düşünm üyordum.

B i r keresi nde de kad ı n larla başı m derde girdi. Yaz kurak


geçtiği için, kad ı n lar bir tür tören yapıp, yağmur yağdıra­
b ileceklerine i n a n ıyorlard ı . B u n u n için seçtikleri yön tem
ise; bir pulluk yard ı m ıyla, sem bolik olarak nehri sü rmekti.
I rmağa girip, tahta bir pull uğu arkalarından çekerek, tören­
lerin i uygulamaya başladılar. Balıklarım neye uğradıkları n ı
şaş ı rm ışlardı v e büyük b i r ihti malle çoğu şelaleden aşağı
düşmüştü.

Elimde bir değnek alarak, Borag'la birl ikte kadı nların


yan ı n a gittim. O nları bu yaptıkları ndan vazgeçi rmeye çal ış­
t ı m ; ama onlar bana aldı rış bile etmediler.

1 67
Fmıı·11: :lr· !/d,·ıi_ı l'/nı

S o n unda o n l a r ı , "Ya giders i n iz, ya da B o rag' ı üstün üze


sal a r ı m ! " d iye tehd it etti m ve zorla gönderd i m . Balıkla r ı m ı
bir kere daha kurtarmıştı m .

H asat bitti kten s o n ra , balıklarım d a yavaş yavaş sofraları


süslemeye başlad ı . Köylüler bal ı kla r ı m ı yakalayı p , bir güzel
m ideleri ne i n d i riyorlar, beni mse bu durum ka rşısında içim
kan ağlıyordu.

" B o rag!" ded i m . " Bu balıkları biz yetiştird i k ve i nsan­


lar o n ları bizden aldı. İ s tersen artık biz de balıkların tad ı na
bakal ı m . Ne ders i n ? " Bu sözleri m yine Bo rag' ı n ağz ı n ı su­
landırmıştı.

Vadiye i n i nce; b üyükbab a n ı n eli nde bir kürekle, b i r set


yaptığını gördük.

Büyükbaba beni gördü ve " Hey Stefan' ın oğl u , gel de


bana yardım et!" d iye bağırd ı . Büyükbaba Şakar ı rmağ ı n
yö n ü n ü değişti riyord u .

B i r s üre sonra eski yatağı n suyu çekildi v e balı klar korku


içinde zıplamaya başladılar. I rm ağ ı n suyu iyice kuruduğu
için, bal ıklar taşları n üzerinde çaresizce çırpın ıyo rlard ı . Bu
manzaraya daha fazla dayanamad ı m ve koşarak gidip, bü­
yükbaba n ı n yaptığı seti yıktım.

Irmak eski yatağına dö n ünce de b i r taşı n üzeri n e otu­


rup keyifle balıkları seyretmeye başladım. Hayvanlar tekrar
yaşama d ö n m üşlerd i . Büyükbaba ise aşağıdan bana bağırıp
du ruyordu.

Uzun yıllar son ra; çocukl uk an ılarımla b u yeri cekrar zi­


yaret ett i m . I rmak eskiden old uğu gibi, şırıldayarak akıyor,
alabal ıklar da ayn ı setten yukarı uçmaya çalışıyorlard ı .

1 68
Ermrni Aı· flilui_yr/erı

Her şey neredeyse eskisi gi biyd i ; ama b i r tek sevgili Bo­


rag yan ı mda yoktu. Büyükbaba Şakar çok yaşlandığı için,
artık ava çıkam ıyordu. Aslı nda ben i bile güçlükle tan ıyor­
du.

" Vakhtangcan! Sen ne yaramaz çocuktun, hatırlıyor mu­


s u n ? " deyi p , tatlı b i r tebessümle yüzüme baktı.

Çocukluk anılarımı tazelemek içi n , ı rmağın kenarında


b i r gezin tiye çıktı m .

I rmağı n yatağı değişmişti v e balıkları yetiştirdiğim çu­


kur artık taşlarla kaplan m ıştı. Uzaktan su kenarında oyna­
yan çocu kların sesleri gel iyor, suya atlarken a tt ı kları çığl ık­
lar bütün vadide yan kılanıyordu. B u nlar kolhozun çocuk­
larıyd ı .

Yanlarına giderek o nları selamladı m . "Hey çocuklar! Bu


şelaleni n üst kısmında balık gördü n üz m ü ? " Çocuklar ben i ,
" Balıktan çok ne var, h e m d e bir sürü gördük!"diye yan ıt­
ladılar.

Arcık benim yetiştirdiğim balıklar yoktu; ama o n ları n


torunları hayatta kalmayı başarmışlardı.

O nlara gıptayla bakıp, içim özlemle doldu bir halde,


oradan ayrıldı m .

Köye doğru i nerken; ırmağ ı n sesine karışan çocuk çığ­


l ıkları, bana çok eskiden duyduğum b i r melodiyi hatırlatı­
<il
yordu. v

1 69
Bizim Teşambar

D ışarıda şiddetli bir dolu yağıyordu ve fı rtına iyice art­


mıştı. Babam şapkası n ı s i lkeleyerek içeri girip, ocağ ı n ya­
n ı n a oturunca, paltos u n u n alcı nda hareket eden b i r şey ol­
duğunu fark ettim . S o n u n da palto n u n içinden, kısık kısık
sesler çıkartan küçücük bir köpek yavrusu çı ktı ve babam
yavruyu bana verdi.

Ben de sevi nçle ona bir isim taktı m ve " Nasıls ı n bakalım
Teşam bar, çok m u üşü d ü n ? " d iye sord u m . Köpeğin daha
gözleri bile açılmamıştı . Soğuktan donmuş bir halde t i tri­
yordu. Onu ocağın kenarın a yatırdığımda, hemen uyumaya
başladı. Uyandığında yavruya parmağım ı n ucuyla süt ver­
d i m . Zavallı hayvan bir kuzu gibi parmağım ı e miyordu.

O günden son ra, bir anne şefkatiyle köpeğe baktı m ve


giderek aram ızda güçlü bir bağ kuruldu. Her akşam köyün
çıkış ı n da beni m dönüşümü bekler, uzaktan beni gördüğün­
de de sevinçten ne yapacağ ı n ı şaş ı rı rd ı . Son derecede ha-

1 70
Ermeni Av Hiklqeleri

reketli ve dost canlısı bir köpekti. Artık hayvan otlatmaya


birl i kte gidiyor; yemyeşil Almen çayı rlarında koşup, neşe
içinde boğuşuyorduk.

Bu arada köpeğim h ızla büyüdü ve sonunda yavruları


oldu. Anne olduktan sonra daha da şefkatli bir hayvan a dö­
nüştü. Sadece kendi yavrul arına değ i l , koyun l a r ı n kuzuları­
na da o göz kulak ol uyor ve kuzuları güdüyordu.

Bir gün koyunlarl a beraber köye döndüğümüzde, bü­


tün aramalarım ıza rağmen Teşambar' ı bulamadık. Köpeğin
yavruları da acıkmış bir h alde a n nelerini bekliyorlard ı . Te­
şambar hala ortalarda görü n med iği için, yavrulara süt verip
o nları doyurduktan sonra, ağıla gittim.

Ağıldaki koyunlara bakınca, b i r tanes i n i n eks i k olduğu­


nu fark ettim . Meraya gitmek isted i m ; fakat etraf çok ka­
ranlı kt ı ve uzakta ş imşekler çakıyordu. Hemen arkasından
da ş iddecli bir fı rtı na çıktı. B u n u n üzerine ben de sabahı
beklemeye karar verd i m .

Sabah hava açm ıştı v e güneş parlıyo rdu. Koyunları me­


raya sürdükten sonra , Teşam bar' ı aramaya ç ı ktım. B i r çalı l ı ­
ğ ı n arkasında s o n derece dokunaklı bir manzarayla karşılaş­
t ı m . Kaybolan koyun çayırda sakince otluyor, Teşambar da
kuyruğu n u sallayarak koy u n u n yan ında d uruyordu. Arala­
rında da yeni doğm uş küçücük bir kuzu vard ı .

Köpek fırtınal ı gecede koyunun yan ında kalm ı ş ve yav­


r u n u n doğmas ı n ı beklemişti. Görev i n i tamamlayıp, kuzu­
yu bana sağ sali m tes l i m ettikten sonra, kend i yavrularına
koşmak için yüzüme bakıyordu. Ben, " Koş Teşambar! Yav­
ruların seni bekliyor!" deyince, fırlayarak köye doğru koş­
turmaya başladı.

171
B i rkaç gün sonra ral i hsiz b i r kaza yaşadık. Ah ı rı n çarı­
sı çöktü ve Teşambar' ı n yavru ları çarı n ı n altında kalarak,
öld üler. Teşambar, üç gün üç gece yemek yemeden çayır­
da doland ı . Üçüncü gün ü n sonu nda açl ı k ve yorgu n l u kta n
bitkin düşmüş bir halde meraya geldi.

Akşam olduğunda Teşambar yine ortadan kaybo ldu. B u


arada i neği mizin henüz i k i haftal ı k o l a n danası d a yok o l ­
m uştu. A k l ı m ı yitirmiş b i r halde, çayırlarda danayı v e kö­
peğim i aradı m . Arkadaşlarıma göre; Teşambar yavruların ı n
acısına dayanamayıp ö l m üş , danayı da b i r kurt kapm ı ş ol­
mal ıyd ı .

Ertesi gün, Karga Kayal ıkları ' n ı n altı nda iki hayvanı da
b ulduk. Teşam bar baygın b i r halde yerde yarıyor ve dana
onun yan ı nda uzanmış, acı dolu bir halde bize bakıyordu.
Zavallı dana kayalıklardan düşmüş ve ayağı n ı incitm işti.
Teşambar ise danayı kurrlardan korumak için bürün gece
nöbet tutmuş, şimdi de açl ı k ve yorgunluktan baygın düş­
m üştü.

B u olanlar bütün köyü derinden etkiledi. Teşambar' ı n


iyilikle dolu kalbi herkesi duygu lan d ı r m ıştı. B i r at arabası
geti rerek, köpeği ve danayı arabayla köye taşıdık. Hepimiz
m u rlul ukran deliye dönmüştük.

Teşambar kısa bir süre son ra iyileşti. Yavruları n ı n acıs ı n ı


biraz u n utmuştu v e artık çocuğu saydığı danaya bakmaya
başladı . Danaya b i r zarar gel mesi n diye yan ından ayr ı l m ı ­
yordu.

Bir zaman son ra Teşambar yine yavru ladı. Bu sefer de


yavrular ciddi bir kırl ı k zam a n ı n a denk geldiler. Arpa ek­
meği bile bulamadığımız içi n , köpek yavrularına bakma-

172
Ermt'ni A11 l/ıkti_yrlaı

mız m ü m k ü n değildi. B u n u n üzerine komşumuz Mazak,


yavruları bir corbaya doldurup, avl u n u n arkasında bir yere
gömdü .

Bu olaydan o kadar etkilendim ki , sabaha kadar ağla­


maktan uyuyamadı m . Sabah olup da gü neş doğduğunda,
bütün köyü acı b i r uluma sard ı . Hemen kalkıp dışarı çıktık
ve Teşambar'ı yavruları n ı n gömüldüğü çukurun başı nda
cansız yatarken bulduk.

Teşambarca n , ben i m çocukluk arkadaşım . . . Sen i ve o


şefkacli kal b i n i , he. zaman hasrecle a n ıyorum. �

173
KAMPTA
GECE ATEŞİ
Tü ylü Muş

Elegez Dağı ' n ı n eteklerine yayıl m ış köylerde, Küre avcı


Davut' u n ü n ü n ü duymayan yoktu. Avcı Davut, elli sene
ö n ce Türkiye'den kaçarak, Ararat' ı n etekleri n deki bu dağlı k
bölgeye yerleşmişti .

Çınar ağacı gibi güçl ü bir göydesi , aslana benzeyen bir


başı ve karca! gibi keskin gözleri olduğu söylenen b u yaşlı
avcıyı ziyaret etmek ve o n u n av h ikayeleri n i d i nlemek ade­
ta bir gelenek haline gelmişti. Avcı Davut' u n ü n ü bizim
Kazah'a kadar yayı lm ıştı ve ben de on unla tanışmak içi n
can atıyord u m .

B i r gün avdan geri dönerke n , a n i den bastıran t i p i yü­


zünden yakı n lardaki bir köye sığındık ve karşım ıza çıkan
i l k kapıyı çaldık. Ev sahibi kapıyı açıp da av torbalarımızı
görünce, " Benimle gel i n ! " diyerek, bizi köyün son u n daki
bir eve götürdü. Evin avlusun da bizi kurt köpekleri karşıla­
d ı . Ta m o s ı rada; kısa boylu , geniş o m uzlu bir adam evden
çıkarak köpekleri yatıştırd ı ve bizi içeriye davet ett i .

1 77
Odan ı n ortas ı ndaki kürsi n i n * etrafı nda; b i r yaş l ı ad a m .
biri yaşl ı , ikisi genç üç kad ı n v e üç d e çocu k o r u ru y o rd u .

Rehberi m iz yaşlı adama dönüp " Bak amcı ! Sana m isafir


.

ger i rd i m ." ded i . Yaş lı adam sev i nçle, " Be n i m için ne büyük
bir şeref. Gözü m ü n n u ru s u n uz. Pakirhanem emrinize a ma­
dedir." diyerek, kendi geleneklerine göre ö n ü m üzde eğil ip,
b izi kürsin i n yan ı na davet erci . Gel i n ler hemen o rn rd ukları
yerden kalkıp, bize yer verdiler.

Biz sıcak oda n ın a rcasına geçip b i r güzel ısın ı rken, ge­


l i n ler de o rtaya yiyeceklerle donatılmış b i r sofra getirdiler.
Sofrada koyun etinden yap ı l mış kavurma, çeşitli mezeler ve
peyn irler vard ı. B u n ların yan ı nda bir de dut votkası getir­
diklerinde artık keyfi mize diyecek yoktu.

Yaşlı adam kadeh leri m izi doldururken , "Yaban keçisi


bazen bana bir koyun sürüsünden daha yakııı gel i r! " dedi.
Rehberi miz, "O eskiden bir avcıyd ı ve bu yüzden böyle
konuşuyor." diye açı klad ı . Ben heyecanla atıl ı p , "Yoksa s iz
Avcı Davut m usunuz?" diye sord u m . B u n u n üzerine yaş­
lı ada m ı n gözlerinde bir ışık parladı . Rehberi m iz hemen
" Ever, işte bu amca meşhu r avcı Davu t. Bel l i ki siz de o n u n
ü n ü n ü d uymuşs u n uz." ded i .

Yaşlı a vcıyla uzun b i r sohbete dal dık. O akşa m , yaşlı


adamın a nlattığı b i r h ikayeden çok erkilendim ve ona i leri­
de b u hikayeyi yazacağı ma dair söz verdi m . İşre şimdi de bu
sözüm ü yerine getiriyoru m .

Avcı Davut, sakin sak i n h i kayesini a n larmaya koyuldu:

" Yaz başladığı nda, koyunları Elegez' e çı kartı r ; onlar


otlarken ben de taşların üzerine otu rarak, üzgün üzgün

1 78
Fnrı r'Jlf /];' l lıhr1 velı'rı

Mas i s'c ba kar. d c r r lcn i rd i nı . Pek çok vakın ı m ı bu d a ğ ı n


e(eği nd.: b ı rakıp, kaçmak zoru n d a kalnı ış(ını ."

" O zamanlar daha yen i n i şa �ı la n m ı ş rn n Kiin Beyl e r i n ­


.

den Yus u f Bey, oğl u n u evlend i rmek i ç i n ben i m nişa n l ı m ı


elimden a l ı nca; ben de o n u n oğl u n u öl d ü r e re k b u ralara
,

kaçmn . O güzel yerleri ha r ı rl ad ığ ı ında, hala kalb i m b u rku­


lur ve içim vacan hasretiyle dolar . . . "

"Eski günlerden kalan i k i hatıranın acısı hala içimded i r


v e h e r hatırladığımda bana azap verir. Bi risi a rkada b ı raktı­
ğım gözü yaşlı nişa n l ı m , d i ğeri ise kardeşim gibi sevdiğim
dişi ayı m."

"An latacağım bu h ikayedeki hayvan111 yüreğ i n de; sevgi­


l i m i el imden alarak, güzel vata n ımdan kaçmama sebep olan
i nsanı nki nden daha fazla sevgi ve şefkat vard ı."

Avcı Davut yavaşça p i pos u n u karış(ı rıp, anla(maya de­


vam eni; "Siz şeh i rl i s i n iz ve ben i (am olarak anlayamaz­
s ı n ız. Biz Kü reler bütün hayatımızı hayvan larla geçiri riz.
Bizim için hayvanlar en az i nsanlar kadar değerl idir. Bir
köpeğin ya da bir ineği n ölmes i , bize bir i nsanın öl mesi
kadar acı veri r. Bu yüzden gözüm gibi baktığım zava l l ı ayını
aklıma geldiğinde, hala derin b i r keder hissederim."

" B i r gün Artos Dağı' nda avla n maya çıkm ıştı m . Karşım­
d a Süphan Dağı yükseliyor ve dağın diğer tarafı nda da Van
Gölü uzan ıyo rdu . Bir taş ı n üzerine oturarak bu m u h teşem
göl m anzaras ı n ı seyretmeye daldım. Neredeyse gü neş bata­
na kadar orada oturd u m ve artık hava kararmak üzereyke n ,
silahımı alarak kayalıklara doğru çı kmaya başladım."

"A macım ayı avlamaktı. Bu kon uda old ukça usta olma­
ma rağmen; kimi zaman da ayılar beni al t ediyo r ve güçlü

1 79
Ermr11i A11 llikılyrlai

pençeleri ile yerden yere savuruyorlard ı . Ayıları n huyu n u


ne kada r i y i bilsem de gençliğin verd iği o heyecanla, b i r
keresi nde kendi halinde sakince uyuyan bir ayıya ateş er­
miştim."

"Ayı sıçrayarak yerinden kalktı ve o k ızgı nlıkla, atacak


başka şey bulamadığı içi n , yavrusunu kaparak bana fı rla ttı.
Ben de yavruyu yanı mda eve geti rip, köpeği mizin kul übes i­
ne koyd u m . Akı l l ı köpek, ayı yavru s u n a kendi yavrusu gibi
baktı ve onu büyütmeye başladı."

" Köyü n çocukları bu işe pek sevi n diler ve ayı yavrusuna


Tüylü Muş adı n ı caktı lar. Arrık her gün, sabahtan akşama
kadar ayı yavrusuyla birlikte oyu n oynuyorlardı."

" Yavru ayı bir gün çıkrığı ağaçtan i nm eyi nce; onu in­
d i rmek içi n ağacı sallamaya başladı m . Bunun üzerine ayı
yere düştü ve pençesi kırıldı. Bu durum bütün köy halkı n ı
çok üzmüştü. K ı r ı k pençeyi bir tahtaya sard ı m v e bir süre
sonra ayın ı n pençesi iyileşti; ama doğru kaynamadığı için
b i r garip d uruyord u . Bu olaydan sonra ayıya daha çok bağ­
lan d ı m ."

" Kış geldiği n de Tüylü Muş büyümüş ve genç bir ayı ol­
m uştu. Ayı n ı n çok heyecanl ı bir yapısı vard ı . Sevinçli oldu­
ğunda, annes i saydığı köpeği sırrına bindirip dolaştırır ve
sevgisini böyle gösterirdi."

"Artık ava giderken Tüylü Muş'u da yanı mda götürüyor­


d u m ve o bana gerçek bir arkadaş gibi yard ımcı ol uyordu.
Yiyeceği m i doldurduğum heybeyi s ı rt ında taşıyor, ateş ya­
kacağı m zaman kuru dalları coplayarak bana getiriyordu.
O n u n la aramızda özel bir dil bile o l uş m uştu. Ona 'Boh!'
dediğimde, ateş edeceğim i a nlayıp kenara çeki l i r ve kulakla-

1 80
frmn11 Aı· Hikd_yl'lrri

r ı n ı pençeleriyle kapatırd ı . ' Geç!' dediğimde ö n ü m e geçer,


' Hoş!' ded iği mde de duru rdu."

" B i r ava yaklaşıp pusuya yattığımda, o da yere yatar ve


sessizce beklerd i . Son derece korkusuz bir hayvan olması­
na rağmen , bir tek silahımdan çıkan ses ve duman da n çok
korkuyordu."

"Bir gün, bir ağacın altı nda oturmuş, yemeği m i yerken ;


Tüylü M uş silahı alarak bana getirdi. B u s ı rada bana uçuru­
m u n aşağısını gösteriyordu. Aşağıya baktığımda, geyiklerin
suya gittiği n i gö rdüm ve aceş etti m . Ayı bana gerçek bir av
a rkadaşı olm uştu ."

"Böylece aradan bir yıl geçti. Ayı anık iyice büyüm üştü
ve bütün köyü n sevgilisi o l muşcu. Beni sırtına bindiriyo r ve
beraberce koyun o tlatmaya gidiyorduk. Ayı sayesinde sürü­
ye ne bir kurt ne de başka bir h ırs ız yaklaşabiliyordu."

"Ayı n ı n ü n ü Van Gölü' ne kadar yayı l m ıştı. Pek çok tüc­


car, ayı m ı kendileri ne satmam için bana keseler dolusu para
teklif ediyorlard ı ; fakat ben i m ayıyı ki mselere vermeye n i­
yetim yoktu."

" B i r gün Kürelerin Artos Dağı' na geldiği n i duyduk. Yu­


suf Bey ve ai lesi develeriyle gelerek, dağın en güzel yeri ne
m u h teşem bir çad ır kurmuştu."

" B u n u n üzerine içimi bir sıkıntı kapladı. Yusu f Bey ayı­


mın ü n ü n ü duyar duymaz silahlı adamlarını gönderdi ve
adamları ayıyı sacı n almak istediler. Ben ne kadar karşı çıkıp
yalvardıysam da d i n l emediler ve onu bir a rabaya yükleyip,
zorla götürdü ler."

" Köye bir yas havası çökmüştü. Çocuklar, Tüylü M uş'u

181
Ermeni Aı· /-likri}elrri

koydukları arabayı , köyün çıkışına kadar rakip etti ler. Bense


üzü n t üden ne yaptığı m ı b i lmez bir halde dağa çıkıp, ağıtlar
yakmaya başlad ı m."

" B i r gece uyu rke n , yüzüme ıslak bir şeyin doku nduğu n u
hissetti m . Korkuyla sıçrayıp kal ktığımda, yüzümü büyük
bir ayı n ı n yaladığı n ı fark ettim. Tüylü Muş geri d ö n m üştü.
H emen ayıyı kucaklad ım ve sevinçten ağlamaya başladı m .
O gece b i r b i r i m ize sarılarak uyuduk."

"Uyand ığım ızda hayva n ı n boğazın ın yaralı olduğunu


görd ü m . Muhtemelen b i r kurş u n ayı n ı boyn u n u sıyırmıştı.
Yarayı temi zleyip b i r çapu t ile bağlad ı m . "

" Ertesi g ü n çobanlar b a n a , Tüylü Muş' u n başında bekle­


yen muhafızları saf dışı b ırakarak, nasıl kaçtığın ı anlattılar.
Bu haber neredeyse b ü t ü n Arcos'a yayılmıştı. Yusu f Bey' i n
silahlı adamları, her yerde ayıyı arıyo rlard ı . B u n u n üzeri ne
ayıyı yan ı m a alarak, dağlara kaçtım. Ağustos ayı na kadar
oradaki uçuru m larda saklandıktan son ra, çobanların yayla­
yı terk etti kleri zaman, ayıyla birl ikte eve dö ndüm."

" Köyü n neşesi tekrar ye rine gel m işti. Dönüşümüzü du­


ya n bütün köy halkı bizi karşılamaya çı ktı. Çocu klar ayı n ı n
boy n u na sarılıyor, kuyru ğ u n u çekişti riyo rdu . Tüylü Muş ,
bu özlem dolu karş ılamada n , son derece hoş n u t kal m ıştı.
Ayı anne yeri ne koyd uğu Bo rag'ı görünce sevi nçten çıldırdı
ve o h ızla köpeği dama kadar fı rlattı. Zavallı hayvan o radan
nasıl i n eceği n i b ilemed i . "

" İ l kbahar geldiğinde, Tüylü Muş, m u tsuz gözüküyor­


du. Bell i k i aklı Arcos Dağı' n ı n uçurumlarında kal m ıştı.
Üzgünce i nleyip , karşı kayalıklara bakıyordu . Özel l i kl e de
akşam çöktüğün de daha bir dertli o luyordu. B i r gün gü neş

1 82
Ermeni Ar1 l!ikd.ye/eri

battığı sı rada köyden ayrılarak, yüksekçe b i r cepeye çıkcı ve


bağırmaya başladı."

"Tüylü Muş, arcık olgunlaşm ışn ve doğa n ı n dü nüsüyle,


çifrleşmek isciyord u. Yan ı n a gidip ona baknm ve ne yapa­
cağı m ı düşündüm. İ nsan bile doğasından gelen b u d ü rtüye
karşı koyamazke n , Tüylü Muş' u geri çağı rmazd ı m . Diğer
caraftan, Yusuf Bey cckrar yayl aya gelecekc i . B u yüzden ayı ­
n ı n serbesc kalınası daha iyi olabi l i rd i . "

"Ayıyla a c ı içi nde vedalaşcık. O a ğ ı r ad ı m larla, kendine


yen i b i r yaşam kurmaya giderke n , ben üzgün b i r halde köye
döndüm."

"Aradan epey b i r zaman geçti ve b u arada ben Tüyl ü


Muş' u u n utmaya çal ışıyordum . Ava çıktığımda o nu n la kar­
şılaşmamak için uçurumların yan ı ndan bile geçm iyord u m ."

"Artos Dağı ' n ı n güney yamaçları yazı n kuru olur ve her


taraf taşlıktır. B u dağı n bir kısm ı n ı n rengi gridir. Sadece
uçurumun altındaki kayalıkların o rada b i raz yeşil l i k alan
gö rülür. Çıplak yamacın o rtası nda ulu b i r çınar ağacı vardı r
ve b u ağacı n a l c ı , yaz ı n sıcaktan b unalan koyun sürüleri ve
çobanlar için b i r güzel b i r gölgel ik alan oluştu rur."

"Günlerden bir gün, ulu çı nara yasla n m ış ve o seri n l ikce


uykuya dalın ış c ı m . Uya ndığı mda, gü neş neredeyse batmak
üzereydi . Silahıma bakı ndım ve göremed i m . S ilah kaybol­
m uştu. B i r eşkıya gel m iş olsa, duyard ı m . Ben daha ne ol­
duğu n u anlamadan , arkamdan ayak sesleri gelmeye başladı.
Dönüp bakcığımda, bana doğru gelen koca man bir ayı gör­
d ü m ."

"Silahım olmadığı için paniğe kap ı l m ıştım. Ne yapabi­


lirim d iye düşünü rken, ayı korkusuzca bana doğru gel m eye

1 83
Ermeıu ;/ t• 1 !ilui_velt'rı

devam ediyord u . Tam son u m u n geldiğine karar vermiştim


ki, ayı n ı n ayağı nda eskiden kalan yarayı gördüm ve o n u ta­
n ı d ı m . Koşarak birbirimize sarıldık."

"Tüylü Muş, bana kavuş m a n ı n sevinciyle yiizii mü yala­


dı ktan so n ra yan ıma oturup, üzgü n üzgün bakmaya başla­
d ı . Ona, ' Neden böyle dertli s i n ? Çocukların ve arkadaş ı n
nerede ? ' d iye sorduğumda, baş ı n ı öne eğip, sessizce içi n i
çekti. Yeri nden kal karak uzaklaştı ve b i r taş ı n arkasına sak­
ladığı silahımı alarak bana geti rdi."

" H ayvan onu tanımayıp, yan lışlıkla öldürmeyeyim diye


silah ı m ı saklamıştı. Tüylü Muş tekrar geri dönerek yürü me­
ye başladı . Sanki kend i s i n i rakip ermemi i ster g i b i , ara s ı ra
da dönüp bana bakıyordu."

" Merak içi nde ayıyı izlemeye başlad ı m . Ayakları m kur­


şun gibi ağı rlaşmıştı. Ayı dağı n s ı rr ı n a doğru tırman ıyordu.
Dağın öbür yüzünde ise kes k i n bir uçurum vard ı . Zi rveye
ulaştığı m ızda ayı yere yattı ve uçu r u m u n kenarından aşağı
bakmaya başlad ı . Bu sı rada bana silahımı gösteriyordu."

" O zaman aşağıda bir şeyler olduğu n u anlad ı m ve dik­


katlice uçurumdan aşağı i nmeye başladı m . Ayı da arkam­
dan beni rakip ediyordu. Yamaç iyice kes k i n leşriğin de, aşa­
ğıda bir mağara olduğu n u görd ü m . Mağara n ı n ağzındaysa,
kocaman bir kaplan yatıyordu. Hayvan ı n postu, güneş i n
s o n ışıkl arı altında sanki ipekten yapılmış b i r kaftan gibi
parl ıyo rdu."

" Kaplan mağara n ı n önüne ya tmış, ara s ı ra kuyruğuyla


sinekleri kovalayarak, sakin sak i n uyuyo rd u . H eyecan ı m
geçip d e yen i den rahatça nefes al maya başlad ıktan sonra ,

1 84
Ermeni Av Hikrip:fert

tüfeği min naml usu n u hayvana doğru uzanım; ama dik ka­
yalar yüzü nden ram n işan alam ıyordu m . Daha da i leri gi­
dersem aşağı düşebil ird i m . B i rden cesaretimi toplayıp, ateş
enim. Silahın sesi uçurumda yan kılan m ış ve gözümün ö n ü ­
n ü duman bürü m üştü."

"Dişi ayı gürül tüyü duyar d uymaz kaçıp, çal ıları n arası­
na saklandı. Ben de bulduğum ilk çukura girip neler olaca­
ğını beklemeye başladı m . Bir süre o rada kald ı m ve ortalığı n
sakinleştiğine e m i n olunca, çukurdan çıkarak kayalığa geri
döndüm."

" Kaplan ortal ıkta gö r ü n m üyordu. Uçuru m u n altına


baktığı mda korkularım sona erdi ; çünkü kaplanı vurm uş­
mm ve hayvan cansız bir halde aşağıda yatıyordu. Ayı da
b i raz olsun rahatlam ıştı."

" Kayalığın dibine kadar i n i p, mağara n ı n önünde dur­


d u m . Sevinçten çığlıklar atıyord u m . B u bölgede bir tek avcı
bir kaplan vurmuşm, o da meşhur avcı Ermeni Agop'm. B u
olay yirm i s e n e ö n ce olmuştu v e b e n daha küçücük b i r ço­
cuktum. Hala çevredeki köylerden , o kaplanı görmek i ç i n
gel d i kler i n i hacı rları m . "

" Kapl a n ı d ikka tl i ce yüzmeye koyuldum. O zaman lar,


önem l i i n sanlara yaran mak i ç i n kaplan posm hed iye edi­
l i rd i . Önce hayvan ı n posmn u Yusuf Bey'e hediye ermeyi
düşündü m , fakat hemen b u fiki rden vazgeçip, posm daha
so n ra uğruna karii olacağım, Sion'nun kızı Mane'ye verme­
yi kararlaştırd ı m ."

" M ane'ye gön l ü m ü kaptırmıştım ve on unla evlen mek


is tiyordum. Sevd iğim kıza, kapla n ı o n u n için öldürdüğü mü

185
söyleyip kalbi n i kazanacakrı m . Babası Sion ise benim yiğit­
l i ğ i m i takdi r edecek ve ben imle gurur duyacaktı . Böylece
evlil iğimin ön ünde hiçbir engel kal mayacaktı ."

" Kaplanı yiizerken ayın ı n inl iyor gi b i sesler çıkard ı ğ ı n ı


fa r k etti m . Tüylii Muş'a doğru bakrığımda, kalb ime s a n k i
b i r bıçak saplandı v e b ü t ü n sevincim yarıda kald ı . Mağara­
n ı n içinde ca nsız yatan iki küçük ayı yavrusu vard ı . Tüylü
Muş yere eği l m iş bir halde yavrulara bakıyor ve acıyla i n­
l iyord u . O zaman Tüylü Muş' u n başı n a gelen leri anlad ı m .
Kaplan ayı n ı n yavruları n ı kaçı rmışrı ve ayı da bu vahşi ca­
navarı alt edeb i lmek için benden yard ı m istem işti."

"Ayı çaresizce yavrularına sarılıyor ve o nları kokluyordu.


Üzü n tüden içim taş kesmiş b i r halde mağaradan dışarı çık­
tım. Ben i m arkamdan Tüylü Muş da acı içinde ayağa kalktı
ve pençeleriyle toprağı kazmaya başladı. Yavrular ı n ı kazdığı
çukurun içine koydu ktan son ra yaprak ve dal larla mezar ı n
üzerin i kapattı."

" G ü neş batarke n ; köpekleri n havlama sesleri arası nda,


köye ulaştık. Ayı köyün girişinde d u rd u. Daha fazla gel mek
istemediğini anlamıştım. Bir kere daha b i rbirim ize sarıldık
ve vedalaşarak ayrıldık. Tüylü Muş, gii neşi n son ışıkları
altı n da bir tepede o turmuş, arkamdan bana bakıyord u . O
olaydan so nra ne kadar arasa m da ayım ı b i r daha hiç gör­
med i m ." Q"h

1 86
Hain

Soğuk bir kış gü n ü n ü n sonu nda, İ ra n s ı n ı r ı yakı nlarında­


ki bir dağ köyüne ulaşm ıştık. Geceyi burada geçirip, ertesi
gün muAon avlamaya çıkacaktık. Bize kapıyı açan iri yarı
adam ı n yüzü nde bir sargı vardı ve göreb ild iği m iz kısm ı n da
da hüzü nlü bir ifade gö rül üyordu.

Yemeğimizi yed ikten sonra yanan ocağın yan ın da bağ­


daş kurup, en sevd iğim kısma geçtik ve avcılık kon usunda
soh bet etmeye başladık.

Ev sah ibim iz, " Eskiden ben de avcıyı m . " d iye anlatmaya
başla d ı . " B ir yıla n ı n a h ı na uğradığımdan beri avla n m ayı bı­
ra kc ı m ." deyi p, içi n i çekerek devam etti.

" Bi r zaman lar yüzüm böyle değildi. Eskiden gen ç ve


yakış ı kl ı bir adamdım. Silahımı alır, Masis Dağları' nda av­
lan maya çıkard ı m . Avc ı l ı k bir zamanlar yaptığım en keyifli
şeydi; ama son unda kaderi n ci lvesiyle b u hale geld i m .

Bu sı rada, yüzündeki kirlenmiş sargıyı açmaya başlad ı .

1 87
Ermeni Aı1 /Jikri_yelerı

Gördüğüm üz manzara karşısında tüylerimiz diken di ken


oldu. Ada m ı n sağ yanağı iyice içine çö m üştü ve gözün ü n
yerine çok kötü görünen b i r d e l i k vard ı . Sanki b u adam ı n
yüzün ü n yarısı çürüyüp b i r iskelete dönmüş ve öbür yarısı
da diğer tarafın korkusu n u n izlerini taşıyord u .

Bu h ikayeyi d i nlemek i ç i n heyecan içinde beklemeye


başlad ı m . Avcı yen iden yüzün ü sararke n , " Başı ma gelenleri
ve Tan rı' n ı n beni neden böyle cezalandırdığını size anlata­
cağım . . . " diyerek konuşmaya devam etti.

" B i r sonbahar günü elimde silah, Masis ovasında bir til­


ki n i n peşi nden koşarken, birdenbi re ayakla rımın altı ndaki
toprak kaydı ve derin bir kuyu n u n içine düştüm. Omzum­
da silah ımla kuyu n u n dibinde kalakal m ıştım. Kuyudan
yukarı bakı nca bir parça gökyüzü gö rünüyordu. Ne kadar
çabaladımsa da kuyudan çıkmayı başaramad ı m . Kuyun u n
duvarları ndaki taşlar çok kaygandı v e tutu nacak b i r yer de
yoktu. Çaresizce bir taş ı n üzerine oturarak baş ı m a gelen b u
tal ihsiz duruma b i r çözüm düşünmeye başlad ı m .

Tam o s ı rada, karanlığın içi nde bir ç i ft gözün parlad ığı­


nı gördüm. Gördüğüm şey yüzünden dehşete kap ı l m ıştım.
Karşımda kocaman bir yılan kıvrı l m ı ş bana bakıyordu.

Karanlık kuyu n u n dibinde yılanla baş başa kalaka l mış­


t ı m . İ k i miz de korkudan donmuş bir haldeydik ve k ı m ılda­
maya cesaret edemiyord uk. Silah ı ma davranıp, ateş edeyim
diye düşündüysem de ya yılanı vuramazsam diye, end işeye
kap ı l d ı m . Bu arada yılan ı n düşma nca bakışları b i raz yumu­
şam ıştı; ama yavaş yavaş da üzerime doğru geliyordu.

"A nık işim b itti ! " diye aklımdan geçird i m . El i m i silahı­


ma doğru götürmeye ça lıştıysam da sanki taş kesilmiş gibi

1 88
Ermt'ni Av //ikıiye/ai

donup kal m ıştı m . Yılan bana doğru sü rünerek geld i ve ba­


ş ı n ı kal d ı rarak beni göz haps i ne aldı. Bir yıla n ı n gözlerine
bakmak için i nsanda sağlam bir yürek olması lazım. Bu du­
r um u n son u hiç iyi deği l d i . "

"Yılan kucağıma doğru geldi v e başı n ı d i z i m e yaslad ı .


Hareket etmemeye çal ışıyord u m ; a m a titrememi de durdu­
ra m ıyord u m . Sonu nda yılan iyice kucağıma yerleşti ve uyu­
maya başladı. Kend i ke ndime, eğer ona bir şey yapmazsam
yılan da bana zarar vermez diye düşü n üyo r; bir yandan da
b i ldiğim bütün duaları ediyordum."

"Görü n üşe bak ı l ı rsa bu yaşlı b i r yılandı. Ne olacağ ı n ı


bekleyip görmek lazımdı. Kuyun u n tepesi nden s ızan ı ş ı k
iyice azaldı ve kuyu karanlığa göm ü ldü. Bu s ı rada yılan
uyumaya devam ediyordu. Kucağımda yatan bir yılanla, sa­
baha kadar oturup beklediğim i çi n , o gece sanki bana bir
ömür kadar uzun gel m işti."

"Sabah olunca, yılan uyandı ve bir süre bana baktıktan


son ra , çatall ı d i liyle eli mi yalamaya başladı. Ben de bir ce­
saretle yılana dokundum ve el i m i o n u n baş ı n ı n üzerinde
gezdirmeye başladım. Bir süre sonra yılan yan ı mdan ayrılıp,
köşeye doğru süründü. O rada beyaz bir taş d uruyordu. Yı­
lan garip b i r şekilde bu taşı yalamaya başladı. B u n u n eden
yaptığına bir anlam verememiştim."

" Öğleye doğru güneş iyice yüksel i nce, yılan duvara doğ­
r u kayd ı . Artık yılanın ne kadar uzun olduğun u daha iyi
kavramıştım. H ayvan kuyun u n kenarında bir çal ı l ığa sarıla­
rak, kendi n i kuyudan dışarı çekti ve oradan uzaklaştı ."

" Ben tekrar tekrar denediysem de çabalarım boşunay­


d ı . B i r türlü kuyudan çıkmayı başara mıyordu m . Sonunda

1 89
u m ud u m u iyice kaybecmiş b i r halde b i r köşeye ocu ru p,
körü ca l i h ime ağlamaya başlad ı m . Evi m i ve çocukları m ı
düşün üyordum ve başıma gelenler yüzünden çok cııı ı ın sı­
k ı lıyordu."

"Bir süre sonra d ışarıdan sesler geld i ve yılan kuyun u n


cepesinde gö ründü. Ağzında b i r cavşan cucuyord u . Önce
cavşan ı kuyu n u n içine b ı rakcı , so n ra da kendi s i n i aşağı doğ­
ru sarkıccı. Yem i n ederim, bu an laccıkları m ı n h i ç biri yalan
değil!"

"Yılan b i r bana, b i r cavşana bakıyordu. Ben her i h cimale


karşı , cavşana dokunmadı m ; ama yılan i n ada cavşanı alma­
mı iscer gibi bakmaya devam erci."

"Cesarerimi coplayıp cavşanı elime aldım. Ö nce, kuyu­


nun d i b indeki dal ve yapraklarla b i r aceş yakmayı d üşü n­
d ü m ; fakac ev sahib i m i n b u du ruma ne diyeceği n i b i leme­
diğim için vazgeçcim."

" B u n u n üzerine yılan cekrar kucağ ı m ı n sıcaklığına sı­


ğınıp uyu maya başlad ı . B izim Ararac bölgesi geceleri çok
soğuk olur. Bu yüzden ben i m vücuc ısım o n u n için büyük
bir n i merci. Yılan kendince bana yemek geci rdiyse de b i r
c ü r l ü hayvana güvenem iyor v e bu endişelerim yüzü nden
uyuyamıyord u m ."

" Ercesi gün yılan tekrar kuyudan çıkcı. Cansız cavşan da


kuyun u n dibi nde yacıyordu. Tavşan ı yüzdüm ve yan ı m daki
çakmak caş ı n ı kullanarak, kuyun u n dibi n deki kuru dallarla
bir aceş yakc ı m . Hayvan ı n deri s i n i ve iç organlarını yılana
ayı rıp, kalan kısmını kızarcmaya başlad ı m . O kadar acık­
mışcım ki tavşanı nasıl yediğimi bile hacırlamıyorum."

"Akşama doğru yılan geri döndüğünde, o da kalan par-

1 90
çaları yavaş yavaş yuttu. Yılan yemeğ i n i yed i kten sonra yine
beyaz taşı yalamaya gitti. B u sefer ben i m de aynısı n ı yapma­
mı ister gibi bakıyo rd u. Ben de meraktan yanı na gidip, taşı
tıpkı yı la n ı n yaptığı gibi yalam aya başla d ı m . Tavşa n ı yedik­
ten s o n ra susuzluğum iyice a rt m ıştı ve neden d i r bi l i n mez,
taşı yalad ıkça susuzluğum biraz geçti."

" İk i gündür o kuyu n u n d i b i ndeyd i m . Açl ık ve msuzl uk­


tan iyice bi tkin d üştüğüm i ç i n ben de uyuya kal d ı m . Sabah
uya n d ığımda, yıla n ı n bütün vürnduma sarı l m ı ş olduğun u
fark ettim."

"Bu s ı rada, yukarıdan b i r kanat sesi geldi. Kuyuya bir


kekl ik girmişti. Tal ihsiz keklik b izi gö rür görmez tekrar
havalan mak istediyse de yıla n ı n h ip no tize eden bakışları ,
sanki o n u gö rün mez b i r iple bağlam ıştı. Kekl ik yerinden
bile k ı m ı l dayamadan, b üyülenmiş gibi t i t redi ve yılan b i r
hamlede o n u boyn undan kavrayıverd i . Ölü kekliği y i n e ağ­
zıyla tutup ben i m önüme geti rdi . "

" Kekliği güzelce paylaştık v e gidip birl i kte beyaz taş ı ya­
lad ı k ; fakat artık susuzluktan ve u m u tsuzluktan aklı m ı kay­
betmek üzereydi m . Yerimden fı rlayarak duvara tırman maya
çal ıştım; ama her defası nda aşağı düştüm. Bu s ı rada tuhaf
tuhaf beni seyreden yıla n , dışarı çıkmak isted iği m i anlamış
gibiyd i . H ayvan kıvrak gövdesiyle ken d i n i kuyu nun kenarı­
na çekip, kuyruğunu da rurnnmam için bana uzattı."

" H ayretten donakalmıştım. Yılan bir süre böyle bekle­


d i kten so n ra kuyruğu n u yukarı çekerek bana baktı . Yılanla­
r ı n çok güçlü olduğunu b i liyo rdum; ama bu bana çok tuhaf
geliyordu. Ya hayvan ın canın ı acı tırsam , diye d üşün d ü m ;
a m a içi nde olduğum d urumda d a yapabileceği m başka b i r

191
Ermeni Av llikti_ye/rri

şey yoktu. Ne olursa olsun deyip, yılanın kuyruğunu tut­


tum ve bu sayede kuyu nun ağzına kadar tırmand ı m . Yılan
adeta taş kesilerek, kasları n ı germişti. Sonunda yılan saye­
sinde yen iden özgürlüğüme kavuşmuştum."

" Kuyudan çıkıp, Aras' ı n şarıldayan sularına kavuştuğum


zaman; hayatı m ı n bana tekrar armağan edildiği n i hissedip.
bir çocuk gibi sev i n d i m ve yılana sarılıp ağlad ı m . Yeniden
temiz havaya çıkmak baş ı m ı döndürmüştü, üstelik hareket­
sizli kten de ayakl arım tutulmuştu. Tökezleye tökezleye eve
doğru yürürke n , yılan yan ımda sürü nerek, bana eşl ik edi­
yo rdu . Bir süre beraberce yürüdük."

"Yolda ö n ü müze bir tavşan ç ı kt ı ve onu vurdum. Tavşa­


n ı hed iye olarak yıla n ı n önüne koydum. Yılan sakin saki n
yemeğ i n i yerken, ben artık ışıkları gözüken köyüme ulaş­
mış olmanı n sevinciyle son bir kez yılana dön üp baktı m ve
yola devam ettim . Yılan da kuru otların arası n dan kafası n ı
kaldı rm ı ş arkamdan beni seyrediyordu."

" Karım ve çocuklarım beni çığlıklar atarak karşıladılar.


Zavall ıcıklar neredeyse hayatımdan ü m i clerin i kesmişlerdi
ve geri döneceğimi umm uyorlardı."

" Köye dön ün ce, herkes hayret içinde hikayem i di nle-


di. Hep bir ağızdan yıla n ı n ne kadar m übarek bir hayvan
olduğu üzeri n e konuşmaya başladılar. Artık yılanlara karşı
düşünceleri değişmişti."

"Bu olayın üzerinden uzunca bir zaman geçmişti. B i r


yaz günü; köpekler s ıcaktan bayılmış bir halde yatıyor, ta­
vuklar gölgelikte yemleniyor, camızlar da boyunların a ka­
dar çamurun içinde serinliyordu."

1 92
Ermeni Av llikdyr!tri

"Birden köyün girişinde bir hareketl ilik oldu. Koşarak


sokağa ç ı ktım ve derviş gibi giy i n m iş dört ada m ı n yü rüye­
rek köye girdiğ i n i görd ü m . Bücün ahali de yola dökülmüş,
köye gelen b u kafileyi seyred iyorlardı. Adamlardan biri ka­
val , diğeri ise tambura çalıyo rdu. Ö tekiler de bir sandık ve
yılanlarla dolu bir kafes caşıyordu."

" Köy meydanına geld i kleri nde yükleri n i indirip, yere


b i r halı serdiler ve kafesceki yılanları bu hal ı n ı n üzerine bı­
raktılar. Yı lanlar birbirleri üzerinde kayarak hareket etmeye
başladılar. Bu durum karşısında kad ı n lar çığlık atıyor, ço­
c u klar da avaz avaz bağırıyorlardı."

" Bunlar çok acayip yılanlardı. B i ri kocaman başlı bir


engerekti. Başka bir yılan ise gökkuşağı ren klerine boyalı
derisiyle şahmera n ı andı rıyordu. B i r tanes i n i n ise iki tane
küçük boynuzu vard ı ."

" Derviş kaval çaldığında, yılanlar dans eder gibi kıvrıl­


maya başladılar. Bir derviş engereği alarak göğs ü n ü n üzeri­
ne koydu ve yılan ada m ı n bütün vücuduna sarıldı. Başka
b i r derviş, boynuzlu yılanın kafasını tutup ağzına soktu.
Kadı nları n ve çocukların heyecan l ı çığlıkları giderek yük­
seliyor, b u n u gören dervişlerse mu tluluk içinde bıyıkların ı
buruyorlard ı . "

" Bi r köyl ü, b u göscericileri n karşısına geçerek; ' S i z b u


yılanların dişlerini çekmişs i n iz! Onlar artık zehirl i olmadı­
ğı için de rahatça oynuyorsunuz!' diye bağırdı. Derviş de
adama dönerek, ' O zaman bir tavuk getir de gör bakal ı m
zehirliler m i , değiller m i ? ' diye, karşılık verdi. Çokbilmiş
köylü, b u n u n üzerine koşup b i r tavuk gecirdi ve yıla n ı n
ö n ü n e koydu . Yılan hemen saldırgan b i r pozisyona tavuğu

1 93
Ermem Av Hikiryrlerı

boynu ndan ısırd ı . Yaran ı n çok küçük olmasına rağmen, ra­


vuk gözümüzün ö n ünde titreyerek, oracıkra öldü."

" B u sırada Derviş, 'Onu derin b i r yere gö mün ki kö­


pekler ulaşamasın!' diye söyleniyor, bir yandan yılan ları
toplayıp kafese koyuyordu . Korku içinde kal m ış topl ul uğa
dö nerek, ' Ey ahali! K i m i n evin de yılan varsa biz o n u n evini
yılanlardan temizleriz . ' d iye bağırdı."

" Köylülerden birisi de dervişe dönüp, ' Bu köyde biz


yılanları severiz. Yılanlar bizim için dert değildir, aksine bi­
zim iyiliğimiz için vardır.' diye cevap verdi."

" B u n u n üzerin e derviş alaycı bir şekilde, 'Yılanlar ne za­


mandan beri i nsanların dostu oldu?' diye sorunca; arkada­
şım Aksar da ' Komşumuz Uzu n Süleyman' ı kurtard ığından
beri ! ' diye karşılık verdi . "

" Derviş merak içinde, ' B u kadar akıllı yılanlarınız mı


var?' deyince, köylüler de ona ben im hikayemi anlam lar."

" Derviş duyduklarına i nanamamış ve hayretten ağzı bir


karış açık kalm ıştı. Heyecanla bana bakıp, ' Süleyman kar­
deş, ne olurs u n bu yılanın yerin i bana söyle. Ben de o n u
Bakü v e Tiflis'e götürüp, oradaki i nsanlara göstereyim . '
dedi . Bense kararlılıkla, ' B u doğru ol maz! O yılanın bana
çok iyiliği dokundu. Bunu dostuma yapamam!' dedim."

" Derviş adeta yalvararak, 'Allah aşkına . . . Neden doğru


o lmasın ki? Onu i peklere sarar, kad i fe yastıklarda yatırırım.
Bağdat'tan h urma, Tah ran'dan kuş üzü m ü getirtip beslerim .
Yılan nasılsa kör b i r kuyuda, a ç b i ilaç yaşıyor. Oysa benim
yan ı mda beyler gibi yaşayacak. H ayvanı kuyudan biz çıkar­
tı rız ve sana da o n tuman* veri riz. ' ded i ."

1 94
Eruuni Av l/iktiye/aı

"Ben, 'Derviş Baba, sen Al lah' ı n a d ı n ı zikrediyors u n da


benden neden böyle vicdansızca bir şey yapmamı istiyor­
s u n ! ' deyip, bir yandan da on cumanla bir boğa bile sac ı n
alabileceğimi düşün üyordum."

" Derviş, 'Süleyman kardeş, sen i n için dua edip, günah­


ları n ı n bağışlan masın ı dileyeceğim . ' , diyerek yere bir secca­
de serdi ve üzerine diz çöküp, ellerin i yukarı kal d ı rarak dua
etmeye başladı."

"Dervişi n bu hareketi nden çok etkilendim ve son un da


ikna oldum. H ayatımı kurtarm ış olan yılanı on cuman kar­
şılığında dervişlere satt ı m ."

" Dervişle beraber kuyu n u n olduğu yere girmek üzere


yola çıkrık. Yol da yürürken yaptığı m bu şeyden dolayı vic­
dan azabı çekiyor, bir yandan da fakirliğime söylenip duru­
yordum."

" Kuyuya vardığımızda ben kenara çekildim. Yılan ku­


yun u n içindeydi . Derviş, bin bir ren kl e dokun m uş bir İ ra n
halı s ı n ı kuyuya arcı. Yılan b u ren k cümbüşü karşısı n da bü­
yülen m iş gibiyd i . Benimse, sanki kardeşi m i askere gön deri­
yormuşum gibi, yüreğim parçalanıyordu."

" Derviş camb u ras ı na i n ce i nce vurarak, garip bir şarkı


söylemeye başladı. B u ezgi öylesine etkileyiciydi ki; değil
yıla n ı , d ünyan ı n en güzel kad ı n ı n ı bile baştan çıkarırdı.

Yılan ö n ce sertçe baş ı n ı kald ı rdıysa da arkası ndan sakin ­


leşti. Derviş cebinden parlak bir şey çıkartıp yılana doğru
uzam ve sihirl i şarkıyı söylemeye devam etti. Yılan ren kl i
halıya doğru hareket etti v e sürü nerek gelip, baş ı n ı dervişin
dizine koydu."

1 95
Ermtni Av Hikdyeltri

" Derviş, hal ı n ı n yard ı mıyla yılanı kafesi n içine çeker­


ken ; ben kenarda bir yerde d uruyor ve utanç içi nde olanları
seyrediyord u m . Derviş yılanı kafese kapattıktan son ra bana
dönerek parayı uzattı. 'Allah senden razı olsun Süleyman
kardeş. Bana bir define bağışlad ı n . ' ded i . Parayı aldığımda
sanki elimde yanan b i r kömür parçası tutuyormuşum gibi
acı çektim.

Dervişler, kafesi yanındaki tutacaklardan tutarak kald ır­


dılar ve gan i meti alıp yürümeye başladılar. Tam yanı m dan
geçerlerken, yılan kafası n ı kaldırıp bana baktı ve yanağım
üstüne sarı m tırak renkli bir zehir fırlattı. Sanki 'Sana yazık­
lar olsun şerefsiz adam! Ben senin hayatı n ı ku rtard ı m , oysa
sen i n yaptığın şeye bak!" der gibiydi."

"Ben o s ı rada bayıldım ve b irkaç gün kendime geleme­


dim.

Yılanı n yüzüm e attığı zeh i r yanağımdaki e t i yavaş ya­


vaş çürüttü ve sonunda yüzüm bu hale geldi. İşte benim
h i kayem de böyle sonlandı ." dedi . Uzun Süleyman anlatma­
yı bitiri nce, sigarası ndan uzun bir nefes çekti. @)

196
S adık Karga

Bir zamanlar yaşadığım şehirde; aynı zamanda tutkulu bir


avcı olan, b i r doktor ko mşumuz vard ı .

B i z i m doktor gün lerden bir gün ormanda dolaşırken,


daha gözleri bile açılmamış bir yavru karga bulmuş; bürün
aramalarına rağmen kargan ı n yuvas ı n ı göremeyi nce, o n u
yan ı n a alarak, evine getirmişti.

Aradan b i r süre geçtikten sonra yavru karga büyüyüp,


evcil bir hayvan haline geldi.

Karga, doktorla beraber yaşıyor, hacca yemek zama n ı


sofrada kendisi için hazırlanan bir çubukta oturuyordu.
Yemeğin i yedikten son ra, "Gak gak!" diye teşekkür eder
ve arkadaşlarıyla oynamak için şehi r parkına uçard ı . Akşam
o l u nca yi ne eve döner ve sahibinin yan ı n daki tüneğinde uy­
kuya dalard ı .

Dokto r ava giderke n , kargayı d a beraberinde götürüyor­


du. Akı l l ı kuş havalanarak dağ yarıkları n ı gözler, hayvanla-

1 97
Ermeni Av Hikriyelrri

r ı n yer i n i saptadı ktan sonra sahibine dönerek, ona gagasıyla


yol gösterirdi.

Karga doktor için vazgeçil mez bir kılavuz olmuştu. Or­


manı sis bas ıp da göz gözü görmez olunca, karga uçup gide­
rek yol u ko nrro l eder ve siste kaybolmadan ev dönmeleri n i
sağlardı.

Doktor gezmek için şehrin ana caddesine çıktığında,


yolda o n u n la karşılaşan tan ı d ı kları ondan kargayı çağırma­
s ı n ı rica ederler; bunun üzeri ne o da, " Kolya!" d iye bağırır
ve bu sesi duyan karga, karıştığı sürüden ayrılarak, gelip
sahibin i n omzuna konardı.

Bir gün doktor şehi r park ı n ı n yan ın daki bir lokalde


oturmuş ve yemek söylemişti. Yemeği gelmesine rağmen
elini bile sürm üyor, öylece bekliyordu.

Yan ı n da oturan b i ri b u durumu merak edip, ne bekledi­


ğini sorunca; bizim doktor, "Arkadaşı m ı bekliyorum!" diye
cevap verdi. Bir s üre daha bekledikten son ra da pencereyi
açarak, parktaki karga sürülerine doğru, "Nerede kaldı n
Kolya! Açl ı ktan öldüm!" d iye, sabırsızca bağırmıştı.

Doktorun bu bağı rışı na, " Gak gak!" diye bir yan ı t gel­
miş ve karga doğruca camdan içeri girip, masaya ko n m uştu.

Doktor ve kargas ı n ı n büyük aşkı artık bütün şehr i n di­


linde dolan ıyordu.

Tal ihsiz doktor bir süre sonra hastalanarak öldü. Karga


tabutun üzerinde mezarlığa kadar gitti ve i nsanlar ne kadar
uğraştılarsa da tabutun üzerin de n i n med i . Adeta sahibiyle
beraber göm ül mek ister gibiydi .

1 98
Er11u11i Av Hikd_yeleri

Bu duruma sinirlenen mezarcı bir hışı mla kargayı tuta­


rak, tabuttan uzaklaştırdı ve mezarı kapattı.

Akşam olup da karan l ı k çöktüğünde mezarl ı k boşa l m ış­


tı. Sadece karga mezarın başında oturuyor ve yağan yağ­
m ura aldı rış etmeden , öylece hareketsiz bir halde nöbet
bekliyordu.

Yaşlılar kendi araları nda bu sadakatten hayra n lıkla bah­


sediyor, " Keşke i nsanların da b u kadar derin bir ruhu olsa!"
d iye iç geçiriyo rlardı.

Mezar taşın ı hazırlayan heykeltıraş bile; mermerin üze­


rine, avcıyı kargası ile birlikte gösteren bir resi m çizmişti .

Kargaların çok uzun ö m ü rl ü o lduğu bilin i r ve aradan


geçen yıllara rağmen hala o mezarlıkta bir kargan ı n dolaş­
tığı anlatılır.

Kim bilir belki Kolya da ö l müştür; ama ölmeden önce


bu vefa görevin i yavruların da n birine devretmiştir. Belki de
genç nesilden bir karga, şehir parkında arkadaşları ile oy­
namak yerine ara sıra mezarlığa gelerek babas ı n ı n nöbetin i
tutmayı sürdürüyordur. (�b

1 99
Mezar Taşı Yazısı

İ ran s ı n ı r ı n daki Asl ı Dağı ' n ı n eceklerinde, bir mezar caşı


vardı r. Bir ı rmağın kenarında dikili duran bu caş ı n üzerine
b i r de yazı kazılmıştır.

Taş çok eski olmasına rağmen; yazı hala okunabilir hal­


dedi r ve halk aras ı nda, bu caş için oldukça ilginç bir h ikaye
a n lacıl ı r.

B u açgözlü bir avc ı n ı n h i kayesidir.

H ikayeye göre; burada yaran avcı açgözlülüğün kurban ı


olnıuşcur.

S o n derece usca olan avcı hiçb i r avı kaçırmaz; ama yine


de gözü doymazmış. G ü n lerden bir gün, avladığı yaban ke­
çilerine bakıp; " Bunlar yermez, b i r de canlısı n ı yakalaya­
yım." diyerek, avladığı tekelerden biri n i n poscunu yüzüp,
sırrına geçirmiş.

Avcı cıpkı b i r keçi gibi yürüyerek, yavaşça sü rüye yaklaş­


mış. O gün hava pusluymuş. Sürünün arasına karışan avc ı ,

200
Erme111 Av Hiluiyrleri

hangi keçiyi yakalasam diye düşün ürken, dağda gezen baş­


ka bir avcı bu büyük tekeyi gö rüp, tüfeği n i ateşlem iş.

Bu avcı da, "Bu teke çok büyük, buna bir kurşun yet­
mez." deyip, ikinci kurş u n u da sıkınca; garip bir çığlık duy­
muş. Avladığı tekeye doğru koştuğunda, yerde yata n ı n bir
adam olduğu n u fark etmiş.

Vurulan avcı, o racıkta ölmüş ve onu vuran avcı da onu


gömerek, mezar taşı n a da şu yazıyı kazımış:

" Postunu değiştire n , iki kurşunu hak eder."

Bu taş, hala yerinde durur ve ben oradan her geçtiğim­


de, acı acı gülerek, bu yazıyı okurum . ($.)

20 1

You might also like