Bir hüzünlü şehir, Prag
Hafif bir esinti vurdu önce yüzüme. Vltava nehri boyunca sararan yaprakların hüznüne baktım bir süre. İnsanın hayatı sorgulamaya başladığı an bu olsa gerek. Karl Köprüsünün tam ortasında bir yerlerde, Vltava beni sardı, önümden akıp giden sular anılarımı çıkardı aklımın içinden, bomboş kaldım bir an, artık kafamın içinde sessiz kalmayı beceremeyen düşünceler sonunda durdu, herşey sustu. Praha dedim içimden. Nefesimi tutmak istercesine kaptırdım kendimi nehrin akıntısına.
Romantik, buğulu, mahsun diye tanımlayabilirim aslında seni. Geçmişin asil ve mağrur güzeli olabilirsin belki bu adlandırmalarda. İkinci dünya savaşında zarar görmemenin sevincini yaşatırsın belki ve belki Nazım’ın memleket hasretini hatırlatırsın her köşebaşında.
Bir kadeh absinth içtirir ona özlem. Unutmak için geride kalanları.
Garip bir girizgahtan sonra bir gezi yazısı olduğunu hatırlayıp hemen gerçeklere ve ciddiyete davet ediyorum kendimi. Ihm-ıhm..
Prag’a varış ve küçük bir havaalanı ile karşılaştıktan sonra kalacağım Eski Şehir-Old Town’a gitmek üzerek otobüse bindik. Gezinizde sadece Prag şehrini görecekseniz, araba kiralamanıza gerek yok. Ayrıca gerekte yok zaten biraz pahalıya gelebilir. Havaalanı transferi ile ilgili, Metro ya da Havaalanından kalkan otobüslerle şehir merkezine gidebilme şansınız var. Havaalanı içerisinde AAA Taxi ile 500 ya da 600 koruna civarı bir ücret ile Şehir Merkezine gidebilirsiniz. 1TL =10 Koruna Bir çok farklı taksi firması var, her taksi başarılı değil, benim araştırmalarımda AAA en çok tavsiye alan ve beğenilen firma idi, aklınızda olsun. İstanbul taksicileri gibi 1200 koruna ödemek istemeyebilirsiniz. Taksiciler para üstü vermiyor ve bagaj görürse daha fazla ücret alabiliyor aman dikkat.
Ben ne olursa olsun otobüsü tercih edin derim. Sadece 32 koruna gibi bir fiyata 119 numaralı ya da 100 numaralı otobüs ile şehir merkezine gidebilirsiniz. Bütçenizi gözden geçirerek ayarlayabilirsiniz kendinizi. Genelde İngilizce konuşuluyor, çok bocalayacağınızı düşünmüyorum. Bazıları direk gitmiyor olabilir, Havaalanında bulunan Turist Information kabinindeki kişilere danışın, direk gitmeyen otobüs olabilir, rotaları sorun. Havaalanına ait bir express otobüs olduğunu biliyorum, daha rahat bir şekilde hem ucuza hem de hızlı bir şekilde gideceğiniz yere varabilirsiniz. Havaalanı-Old Town 25 dakika sürüyor.
4 yıldızlı ya da 3 yıldızlı otellerin çok bir farkı olduğunu düşünmüyorum. Kalacak çok yer var. Yeter ki otel Old Town da olsun. Gerisi kolay. Artık arabaya ihtiyacınız yok. Tabana kuvvet vurun kendinizi yollara.
Eski Şehir Meydanı
Buğulu rengine kapılıp giderken bu sonbahar güzeli şehrin sokaklarında, önce bir Pazar yerine denk gelip magnetlerimizi aldık ve tekrar yollara vurduk kendimizi. Otelimize çok yakın olan Eski Sehir Meydanına yaklaşık 5 dakika yürüdükten sonra ulaşmıştık. Şehrin en ünlü ve turist çeken meydanı burasıydı. Popüler olmasının bir başka sebebi ise turistlerin gezmesi gereken bir çok önemli tarihi dokuya ev sahipliği yapmasıdır.
Tyn Kilisesi, Astronomik Saat, Aziz Nicolas Kilisesi, Şehir Belediye Binası gibi yerleri barındırır.
Astronomi Saati:
Her saat başı meydanı dolduran turist kafilesine bir gösteri sunan bu saatin hikayesi dilden dile dolaşıp duruyorken bir de ben mi anlatayım diyesim geliyor ama el mahkum mecbur bir de benden dinleyeceksiniz. Dünya üzerinde bu güne kadar yapılmış olan Astronomik saatlerden günümüzde hala çalışan tek saat olma özelliğini taşır. Bunu bir masal gibi anlatacak olsaydım şöyle anlatırdım;
Yeteneği ile dillere destan olan bir usta, yaptığı saatlerle ün kazanmaya başlamıştı, ona Hanuş Usta derlerdi. Günün birinde Bohemya Kralı, Hanuş Ustaya astronomi saatinin yeniden inşaası görevini verdi. O da yaptı, yıl 1490 idi. Ancak bu saat farklı şeyler de anlatmalıydı. Güneş, Ay ve Yıldızların duruşunu gösterirken, Yahudi olan Hanuş usta İbranice numaralandırmaları da atlamamıştı. Saatin ünü hızla yayılmaya başlayıp, diğer kralların da ilgisini çekmeye başlayınca, durum biraz farklılaşmıştı. Kral, bu saatin sadece kendi şehrinde olmasını istemiş ve Hanuş Usta’nın başkalarına da aynısını yapacağı korkusuyla onu kör etmişti. Hanuş usta ise bunun üzerine kendini Saat Kulesinden saati çalıştıran mekanizmanın içine atarak intihar etmişti. Bunun üzerine yıllarca çalışmayan saat ise daha sonra onarılmıştı.
Bunun gerçek olup olmadığına dair kesin bir kanıt yok ancak etkileyici bir hikaye olduğunu düşünüyorum. Gerçeğe gelecek olursak, saatin her iki tarafında bulunan heykelciklerin anlatmak istediği bir zaman kavramı vardır. Soldan sağa baktığınız zaman göreceğiniz bu figürlerde aynaya bakan kibirli adam, onun hemen yanında bulunan elinde altın kesesi ile duran açgözlülüğü sembolize eden Yahudi. Diğer taraftaki elinde kum torbası olan iskelet ise zamanın değerli olduğunu ve hepimizin ölüme biraz daha yaklaştığını söyler. Ve en sonunda elinde bir çalgı ile duran ise bir Türk’tür. O dönemlerde, Hıristiyanlar kendilerinden başka herkesi dinsiz olarak gördüklerinden, o da imansızlığı sembolize eden bir heykeldir. Bu dört heykelcik, hayatımızda, yaşantımızda yapmamamız gereken ve zamanı, yaşamı daha iyi değerlendirmek ve doğru yolu bulabilmek adına koyulmuştur. Her saat başı görülen ve saatin üst tarafında dönmeye başlayanlar ise 12 Havaridir.
Staroemstske Namesti olarak adlandırılan Eski Şehir Meydanı bir çok önemli kiliseye ev sahipliği yaparken, önemli tarihi olaylara da tanıklık etmiş.
St. Nikolas Kilisesi
Tyn Kilisesi yapımına kadar bu kilise kullanılırdı. Bir çok kilise var gezilecek ancak bu kilisenin iç tasarımı da etkileyici olduğu için bir çok turisti kendine çekiyor.
Tyn Kilisesi
Görmemenizin imkanı yok. Meydanın görkemli kilisesi insanı geçmişe götürmeye yetiyor. Akşamları muhteşem bir aydınlatma olduğundan akşam yürüyüşlerinde atlamamak gereken bir manzaraya sahip. Husçu reformizmin savunucusu Jan Zelivsky bu meydanda idam edilmiştir. Protestan devrimi liderleri de yine bu meydanda idam edilmişlerdir. Eski Belediye binasının önünde bulunan büyük X çarpı işaretinin anlamını böylece kavrayabilirsiniz. İşte tam orada idam edilmeyi beklediler.
Eski Şehir Köprü Kulesi:
Karl Köprüsüne geçmeden önce Bu kulenin altından geçmeniz gerekecek. Akşamlar muhteşem bir aydınlatma var, mutlaka gidin. Romantik bir yer. Burası Avrupa’nın en güzel köprü kulesi olarak anılıyor.
Karl Köprüsü:
İşte şimdi kulaklıklarınızı takın ve hemen bir Bach ya da sevdiğiniz bir klasiği dinlemeye başlayın. Ne etrafın gürültüsü sizi rahatsız etsin, ne de kalabalığa aldırış edin. Bu köprünün ruhu var. Bırakın ve kaptırın kendinizi gitsin.
Köprü kulesine çıkarak bir manzara fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmeyin. Yukarıda fotoğraf koyamamıştım, buradan görebilirsiniz kuleyi. Köprüde yürürken her iki tarafında farklı heykeller göreceksiniz. Unutmayın bunların bazıları sahte, orjinaller kumtaşından yapıldığı için fazlasıyla zarar görebileceğinden Ulusal Müzeye götürülmüştür. Orjinallerini Ulusal Müze’yi ziyaret ettiğinizde görebilirsiniz.
Köprüyü geçtikten sonra Prag Kalesine doğru bir yürüyüşe geçebilirsiniz.
880 yılında yapıldığı söylenen bu kale UNESCO koruması altındadır. İçerisinde farklı saraylara, devlet dairelerine ev sahipliği yapan bu kale, Prag’ın incisidir.
UNESCO koruması alında 650 hektarlık bir alan vardır bu şehirde. Şaşkınlığınızı anlayabiliyorum.
St.Vitus Katedrali:
Görkemli ve bir o kadar da ürkütücü bir görünüme sahip olan bu katedral dikkatinizden kaçamayacak kadar heybetli bir yapıda. Her ayrıntısını görüntülemek ve hatırlamak isteyeceksiniz. Üşenmeyin ve girin içeri. Kıyafetlerinize dikkat edin. Prag’ın en büyük dini yapısı olarak geçiyor. İçerideki mozaikler ve dışarıdaki ince ince işlenmiş motiflerle sizi kendien hayran bırakacak.
St. George Bazilikası:
Yine Prag Kalesi içinde yer alan bu kilise, Prag’ın ikinci eski kilisesi olarak anlatılıyor.
Altın Yol:
Prag Kalesi içinde muhteşem fotoğraflar çekmenize yardımcı olacak bir ufak sokak işte burası. Turnikelerden geçip, bir ek ücret ödemeniz gerekiyor. Saat 16:00’dan sonra bedava olsa bile o saatten sonra açık bir yer bulamayacağınızdan paranıza kıyın derim ben. Buraya altın yok ya da simyacılar yolu deniyor. 1916-1917 yılları arasında 22 numaralı mavi boyalı eve Franz Kafka taşınıyor ve şimdi ziyaretçilere açık bir müzeye dönüştürülmüş durumda. Küçücük evde yaşayan bu küçük adam acaba bu satırları da o evde mi yazdı demeden geçemiyoruz ya.
“Bu iki büklüm olmuş kocakarının pençeleri var. İnsan teslim olmak zorunda kalıyor. Onun iki yanını Vysehrad’ı ve kaleyi yangına vermek isterdim. Belki ancak o zaman ondan kaçmak mümkün olabilirdi.”
Franz Kafka
Şimdi en tepelerde bir manzara yatağı bulup bu masal tipli şehri fotoğraflama zamanı geldi. Kaleye yürüyerek çıkmak biraz yorucu olabiliyor ancak değer.
Ne Yenir?
Macaristan ve Çek Cumhuriyetinin paylaşamadığı Gulaş, mutlaka tadılmalı. Genelde Av etlerinin revaçta olduğunu hatırlatarak, tavşan ve ördek etlerinin çoğu lokantanın menüsünde görülebileceğinin altını çizelim. Çok pahalı değil. Yanına Çek birası ve daha sonra Becherovka yudumlayarak Prag’ın keyfini çıkarabilirsiniz. Bir akşam ortaçağ lokantasında o dönemlerde ki gibi bir gece yaşayabilir, çatal bıçak olmadan, mum ışığında tahta masalarda yemek yerken, o dönemlerin kıyafetleri ile size farklı bir gece yaşatacak animasyonlarla eğlenebilirsiniz.
Eski Şehir meydanında bulunan bir çok kafede kahvenizi içip, akşamları ise patates çorbasının tadına bakabilirsiniz.
Ne alınır?
Lal taşları Çek ulusal taşıdır. Hemen her kuyumcu vitrini lal taşları ile süslenmiştir. Mutlaka bir hediye alın kendinize, yakut takacak halimiz yok ya devamlı:)Sertifikasiz bir şey almayın derim.
Bunca yolu yürüyüp, ayaklarınızın haline acıyorsunuz işte günün sonunda. Eh her köşe başında gördüğünüz Filipin ya da Taylandlı arkadaşların masaj salonlarını görüyorsunuz. Özellikle ayak masajları revaçta. Fazlasıyla da ucuz. Girin hemen bir ayak masajı yaptırın. Yazık o ayaklara, daha gidilecek çok yol var.
Unutmadan, Bayram zamanlarında Prag’a gitmemelisiniz. Kalabalıkta ziyan edilmeyecek kadar güzel bir ruhu var bu şehrin. Bazı fotoğraflarda gördüğünüz gibi insan seli ile gidilen yerlerden pek hayır gelmiyor biliyorsunuz.
Gezilecek her noktayı yazmak gelmedi bu sefer içimden. Prag, al eline kalemi, yaz diyen bir şehir. Uzaklara dal ama hiçbir şey düşünme diyen bir şehir. 100 Kuleli şehrin her anını içine çekmek için manzaraya karşı oturup nefes alman gereken şehir.
Nazım Hikmet’in Prag’da oturup yazıya döktüğü hüzün gibi işte.
17 Ocak 1957, Prag, Slavya Kahvesi:
Ayaz, güneşli, yalansız,
Ayaz toz pembe,
Havayi mavi ayaz.
Neredeyse donacak kırmızı bıyıklarım.
Saat elifi elifine dokuz.
Bu dakka bu saniye
Hiç kimse bana düşman değil
Ve hiç kimse geçmiyor aklımdan
Geçilmiş kıyılar geri gelebilir diye
Bu dakka bu saniye
Sen beni seviyordun canım
Hiç kimseyi hiçbir zaman sevmediğin gibi.
Sokaklarında Prag’ın, Nazım Hikmet’in sesi çınlar yüreğimde. Aklımdan geçiyor işte. Hani her şey farklı olsaydı. Ama o zaman bu şiirler çıkar mıydı?
Şair memleketten uzak
Hasretten delik deşik
Eski Kent’te duruyordu.
Meydanlıkta yapayalnız
Gotik duvar üstünde
Hanuş ustanın saati
On ikiyi vuruyordu.,
Ve çanları çalan ölüm
Ve yukarda öttü horoz
Şair memleketten uzak,
Hasretten delik deşik
Etrafına dalgın baktı.
Ve böylece Prag: Sözü bitiren şehir.
Burcu Kılıçoğlu’na yardımlarından dolayı teşekkürü borç bilirim. Saygılar.
1 Comment
Tekrar yasattin baba sehrin o anlatilmaz atmosferini:) kalemine saglik cnm bnm… Devamini beklemekteyim:)))