“Görmek için gözleri, işitmek için kulakları olan kişi, kendisini hiçbir ölümlünün sır saklayamayacağına ikna edebilir. Dudakları sessiz ise, parmak uçları konuşur; ihanet her delikten sızar.” Sigmund Freud

Yargılama Gerçeği

İşlenen bir suçun açığa çıkarılmasını sağlayamayan bir sistem, suçluluk sorununa çözüm getiremeyecektir. Her suç kolluk görevlilerinin gözleri önünde işlenmediğinden suç ihbarı mağdur ve daha az ölçüde de tanıkların işbirliğine gerek göstermektedir. Suçun işlendiği bilinmesine karşın şüpheliler sayısını en azına indirmek işin tabiatı gereğidir. Ve nedeni de oldukça basittir. Suçun işlendiği anda yüzlerce kişinin ne yaptığının saptanabilmesi veya yüzlerce kişinin kan grubunun karşılaştırılması güçlüğü yanında oldukça masraflı, hem de demokratik toplumlar için yoğun halk tepkisini çekebilecek nitelikte olabilecektir. İşte, suçun açığa çıkarılması sürecinde mağdur ve tanıklar tarafından yerine getirilecek ciddi işlev bu bağlamda irdelenmelidir. Suç olgusunun günümüz toplumu için arz ettiği önem karşısında bu işlevi artı niteliğe kavuşturmak üzere alınacak tedbirlerin neler olabileceği aşağıda irdelenmektedir.

Yargılama gerçeğine bakıldığında, tanıkların tanığı durumundaki duruşma hâkimlerinin, tanıkların zafiyetlerinden etkilenebileceği; hâkimlerin belleğinin de multi-medya (ses, görüntü ve metin) içerikli olmadığı unutulmamalıdır. Bu açıklamalar çerçevesinde, suç gerçeğine ait bulgular, ilk önce tanıklarca ve sonrada gerçeği bulması gerekenlerce olmak üzere iki kez yeniden oluşturulmaktadır. İşte, böylece yargılama sonuçta öznellik üstüne oluşturulan bir öznelliktir. Bu gerçeği algılayan A.Gide, kaygısını "insan adaletinin ne denli kuşku verici ve iğreti bir nesne olduğunu" belirterek dile getirmiştir. İfadeyi değerlendirme durumunda bulunan kişilerin çoğu, yalanı yakalama yeteneğinden yoksundurlar.1  

İşte kanıt açısından hâkim de tanıkların tanığı işlevini görmektedir. Bu bağlamda, dikkatsizlik veya diğer etmenler veya gözlemlerin hatalı olarak derlenmesi sonucu tanık ifadelerinin iyi algılanmaması davanın olgusal belirlemesini etkilemektedir. Daha da önemlisi, hâkimin belli bir tanığa olan tepkisi veya bilinç altı eğilimi de (örneğin etnik gruplara karşı olması ve klişe tipler) işlev görmektedir.

İnsan beyninin var olan gerçekliği direkt olarak algılayamadığı, gerçekliği kendisine en uyan biçimde değiştirdiği, yani gerçekler hakkında kendisine yalanlar söylediğidir. Tüm insanlar bunu yaptığı gibi dedektifler de yapmaktadırlar. Bilim adamları buna “dürüst yalanlar” diyor. Bu süreçte, kötü niyet aranmadan beynin sürekli yalanlar söyleyerek gerçeği kendine göre kurduğu anlatılmaktadır. Yirmi yaşına kadar yinelenen bu deneyimler beyni şekillendirmektedir.

Tanığın görevi bir şey saklamaksızın ve bir şey katmaksızın,  kimseden korkmayarak, bir etkiye kapılmaksızın bildiğini söylemesidir (CMK 55).  Yalnız bildiği "doğru" mu? Her tanık doğruyu görebilir mi? Bilebilir mi? Doğru gördüğü veya bildiğini doğru hatırlayabilir mi? Bazı tanıklar için sanıklarla yüz yüze gelmek veya mahkeme atmosferi ürkütücü olmuyor mu? Öğrenme özürlü kişiler tanıklık yapabilir mi? Bildiği doğru olmasına karşın tanıklık yapabilirler mi?

"Belleğim, yaptığımı söylüyor;

Gururum, yapmadığımı söylüyor;

  Belleğim gururuma yeniliyor"

                                     F. Nietzche

Yalan

Yalan kasıtlı bir eylemdir (TCK Md. 272-274).* Hata ile hakikati söylemeyen bir kişi ise yalan söylememektedir. Çocukluk çağında cinsel istismara uğradığına hatalı olarak inanan bir kadın kolluğa ihbarda bulunsa, bu ihbar yanlış ise de, yalan değildir. İlaveten, bazen iki ayrı tanık gördükleri olayı farklı şekilde aktarabilirler. Öte yandan, tanıklar, kolluğun veya diğer yetkililerin baskısı nedeniyle yalan ifade verebilir. Bu saptamalar kaçınılmaz bir şekilde iki tanıktan birinin yalan söylediği anlamına gelmez. Yalancı döngüsüne bakıldığında görülen tablo şöyledir:1) Yalan için saikin olması 2) Yalanın inşası 3) Yalanın analizi ve kanıtlanması 4) Yalanın dile getirilmesi ve 5) Yalanın savunulması olarak belirmektedir.

İfadeyi değerlendirme durumunda bulunan kişilerin çoğu, yalanı yakalama yeteneğinden yoksundurlar. Hâkimler, savcılar ve dedektifler söylenen yalanın % 50’sini kaçırmaktadırlar.

Uygulamada, mesleki deneyimlere dayanılarak tanıklara özgü aşağıdaki faktörler saptanmıştır. İşte tanık beyanlarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığını saptamak için belirtilen bu faktörlerin hâkimlerce irdelenmesi gerekmektedir. Anılan faktörler şunlardır:

1. Tanık anlatımı kendi içinde tutarlı mı? Diğer bir ifade ile tanığın söyledikleri kendi içinde çelişkili mi?

2. Diğer tanık beyanları ile tutarlılık gösteriyor mu? Tanıklar yüzleştirildi mi?

3. Belgesel delil, taraflarca kabul edilen gerçekler veya herkesçe bilinen veya deneyimle sabit olan gerçeklerde olduğu gibi tartışma götürmeyen gerçeklerle tutarlı mı?

4. Tanığın fiziki (örneğin görme bozukluğu veya zayıflığı, renk körlüğü) veya akıl zayıflığına (patolojik amnesia) ilişkin bulgular ile dürüstlüğü hakkındaki yaygın kuşkular göz önüne alınarak tanığın "güvenirliği" değerlendirildi mi?

5. Tanık tarafından ifade edilen husus veya hususların olması veya olasılık dışı olup olmadığı belirlendi mi?

Mağdur tanıkların ne derece güvenilir olduğu da sorunsallığını korumaktadır. İsveç Mahkemelerince mağdurun tek tanık olduğu çocukların cinsel istismarı ve aile içi şiddet suçlarında tanığın güvenirliğini saptamak üzere iki grup (realite ve kontrol) ölçütler geliştirilmiştir:

Realite ölçütleri: Anlatım 1) Uzun olmalı; 2) Bütünlük sergilemeli; 3) Açık; 4) Ayrıntılı olmalı; 5) Farklı beyanlar açısından anlatım tutarlılık göstermelidir. Kolluk ve Savcılık ifadeleri arasında değişim inanırlığı azaltabilir.

Kontrol ölçütleri : (1) Anlatım açıklanması zor olan noktaları içermemelidir. Anlatımda olasılık dışılık, fazlaca abartı, tezatlık veya diğer nedenlerle bilgiye duyulan kuşku, inanırlığı azaltacaktır. (2) Tanık/davacı gerekli açıklama görevini yerine getirmeli; anlatımda zayıf kalan noktalar için iyi bir açıklama sunabilmelidir. İfadenin inanırlığı bu tür açıklamalarla güçlenmektedir. (3) Anlatım biçimi de önemlidir. Anlatım ciddiyetle, düşünceli veya spontan bir biçimde veya güvenilir jestlerle ve yüz ifadesi ile verilmiş ise inanırlılık güçlenmektedir. (4) Anlatım güvenilir ve (5) Kişisel deneyim izlenimini vermelidir. (6) Verilen bazı bilginin doğru olmadığı anlaşıldığında anlatım güvenirliği olumsuz olarak etkilenmekte ve anlatımın kirlendiği düşünülmektedir. Bu ölçüt karşıt yönde de çalışarak, özel bilgi doğrulandığında güvenirlilik te aynı derecede artmaktadır.

Adli bilim hakikat arayışı üzerine ise de, bellekteki yanılgı ve yalanın enjekte edildiği yargı sistemi hakikatin ortaya çıkmasına en büyük tehditlerinden birini oluşturmaktadır. İşte bu nedenle, yargı sisteminde yer alan ajanlar veya süreçlerin ne ölçüde yalanı saptayabileceklerini bilmek önemlidir. Bu sorunun yanıtı bağlamında şu dört ön sorusunun irdelenmesine gereksinim vardır:

1. Yalan olgusu ile ne denilmek istenmektedir?

2. Birisi yalan söylediğinde ne olmaktadır?

3. Yalanları saptamada ajanlar ne ölçüde yeteneklidir?

4. Yargılama süreçleri yalanları saptamada yeteneklerimize nasıl yardımcı olmakta veya engellemektedir?

Gerçekte, yargılama gerçeğinin birinci ayağı üç aşamalı bir seçim işlemidir:

1. Tanıklar geçmişte gözlemledikleri çıplak, ham olaylar hakkında bir seçim yapmakta; ve seçimleri yalnızca onların görme, işitme, dokunma veya tatma duygularına dayalı olmakla sınırlı kalmayıp, seçim yaptığı sıradaki duygusal durumu, eğilimi veya yalanı alışkanlık haline getirmesi gibi niteliklerden de etkilenmektedir.

2. Sözlü olarak ifade veren tanıklar farklı beyanda bulunduklarında, duruşma hâkimi bu beyanlardan bazılarına inanıp bazılarını da göz ardı etmek suretiyle bir seçim yapmaktadır.

3. Duruşma hâkimi, önceden seçilmiş olan bulgulardan tipiklik açısından normun unsurlarına uygun olanları seçerek bir sonuca varmaktadır. Karar sürecindeki bu psikolojik dinamikler gerçeğini Charles Darwin otobiyografisinde, "kendi teorisi ile uyumlu olmayan deneysel bulguları" dikkatlice not ederken, “teorisini pekiştirenleri” ise her zaman hatırladığını belirtmek suretiyle vurgulamıştır.

Gerçek

Herkes bir zamanlar yalan söylediğinden yalanla doğru söylemi arasındaki farkı bilmektedir.  Bellek zayıflığı dışında, kişi “değildir” diye düşünüp, “dır” dediğinde veya “dır” düşünüp “değildir” dediğinde yalan söylemektedir. Doğru söylemek ise bu olgunun tersi olmaktadır: “dır” düşünüp, “dır” söylemekten ibarettir. Yalan söyleyen, “dır” ve “değildir” türü ontolojik yüklemlerini yanlış konumlandıran kişidir. Doğru söylemde ise, kelimeler söylenen düşünceye uymaktadır. Yalanda ise düşünülenin tam tersi söylenmektedir. Doğru düşünmede ise, düşündüğümüz ile gerçekler arasında uyum vardır.  Massachusetts Üniversitesi'nden psikolog Robert Feldman tarafından 2002 yılında gerçekleştirilen bir araştırma, insanların % 60'ının 10 dakikalık bir konuşma sırasında en az bir kez yalan söylediğini, ortalama iki ila üç yalan söylediğini ortaya çıkardı.

Yalanın temelde savunma amaçlı ve hayali olmak üzere iki türü vardır. Savunma amaçlı yalan evrenseldir. Her çocuk bu tür yalana başvurur ve yetişkinlerden çok azı da bunu tamamen terk etmektedir. Yetişkin sanıklar da bu tür yalana başvururken, sanıkla olan yakınlık derecesine göre tanıklar da koruyucu yalan söyleyebilirler. İşte bu nedenle mahkemeler yeminli ifade almakta ve yalancı tanıklık suç olmaktadır. Bu gerçeklerinde vurguladığı üzere, hâkimlerin tanık beyanlarını değerlendirmesi gibi oldukça önemli bir işlevi vardır.

Nisa suresinin 135’inci ayeti: “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için tanıklık yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Tanıklık ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar(adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır.(Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (tanıklık ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya  (tanıklıktan) çekinirseniz(bilin ki) kuşkusuz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”

Görgü tanıklarının hatıraları genellikle bir suç sırasında neler olduğunu araştırmak için kritik bilgi kaynaklarıdır. Cezai soruşturmalarda ve karar vermede merkezi bir rol oynamasına rağmen, görgü tanıklarının kanıtlarının çoğu zaman güvenilmez olduğu ve yanlış mahkumiyetlerin ardında önemli bir katkıda bulunan faktör olduğu görülmüştür.

Tanıklar geçmişte gözlemledikleri çıplak, ham olaylar hakkında bir seçim yapmakta; ve seçimleri yalnızca onların görme, işitme, dokunma veya tatma duygularına dayalı olmakla sınırlı kalmayıp, seçim yaptığı sıradaki duygusal durumu, eğilimi veya yalanı alışkanlık haline getirmesi gibi niteliklerden de etkilenmektedir. Sözlü olarak ifade veren tanıklar farklı beyanda bulunduklarında duruşma hâkimi bu beyanlardan bazılarına inanıp bazılarını da göz ardı etmek suretiyle bir seçim yapmaktadır.

Tanıklık

Türkiye genelinde 8611 kişi ile yüz yüze görüşülerek “işlenen suçları ihbar etme ve tanıklık yapma “konusunda yapılan ankette(1996), % 73’ü işlendiğine tanık olduğu suçları ihbara hazır olduğunu belirtirken, % 27’si tanıklık yapmayacağı yanıtını verdi.  Tanıklık yapmama nedenleri olarak % 35’ı buna yanıt vermezken, % 14’ü “tanık sanık gibi muamele görebiliyor”, % 14’ü “tehlikeli” ve % 6.3’ü “zaman kaybı” şeklinde görüş bildirdi.  Tanıklar korunuyor mu sorusuna ise, ankete katılanların % 86’sı “hayır korunmuyor” yanıtını verdi. Bugün (4/06/1996) s.4; 4353 kişiyi kapsayan diğer bir ankette (1995)  tanıklık yapmak istemeyenlerin oranı yaklaşık aynı olup (% 28); nedenlerine ilişkin dağılım ise şöyledir:

              Nedenleri            %

Tanıklığın uzun sürmesi        30

Tehdit edilme                         25

Sanık gibi işlem görme          37

Tümü                                       8

Bu bağlamda tanıklara yemin verilmesi bakımından CMK Madde 55 – (1)  "Bildiğimi dosdoğru söyleyeceğime namusum ve vicdanım üzerine yemin ederim." ve 54 üncü maddeye göre anıklıktan sonra verilmesi hâlinde "Bildiğimi dosdoğru söylediğime namusum ve vicdanım üzerine yemin ederim." biçiminde olurken Amerikan yemini “Gerçeği, yalnızca gerçeği ve gerçeğin tamamını anlatacağıma yemin ederim” normu üç bileşenden oluşmaktadır: 1.Gerçek, 2. Gerçeğin tamamı, 3. Yalnızca gerçeği. Yemin metninden anlaşılacağı üzere, “yalan” iki biçimde sergilenmektedir. Birincisi, gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi anlatmak; ikincisi ise, gerçeğin bir kısmını anlatmamaktır (pasif yalancılık).

İnsan belleği

Tanıkların tanığı durumundaki duruşma hâkimlerinin,  tanıkların zafiyetlerinden etkilenebileceği; hâkimlerin belleğinin de multi-medya (ses, görüntü ve metin) içerikli olmadığı unutulmamalıdır. Bu açıklamalar çerçevesinde, suç gerçeğine ait bulgular, ilk önce tanıklarca ve sonra da gerçeği bulması gerekenlerce olmak üzere iki kez yeniden oluşturulmaktadır. İşte, böylece yargılama sonuçta öznellik üstüne oluşturulan bir öznelliktir. İşte bu gerçeği algılayan A.Gide, kaygısını "insan adaletinin ne denli kuşku verici ve iğreti bir nesne olduğunu" belirterek dile getirmiştir. İfadeyi değerlendirme durumunda bulunan kişilerin çoğu, yalanı yakalama yeteneğinden yoksundurlar. Hâkimler, savcılar ve dedektifler söylenen yalanın % 50’sini kaçırmaktadırlar.

Tanıklık yoluyla olguların değerlendirilmesinde hâkimin işlevi tarihçiye benzemekte ve hâkim, tarihçi gibi salt geçmişteki olgular hakkında aktarılan bilgilere sahip olabilmektedir.  Bu yüzden de olguların değerlendirilmesinin, tümden tanıkların ifadelerine dayandırıldığı hallerde durum daha da zorlaşmaktadır. Belleğin bir video kamera gibi doğru bir deneyim kaydı sağladığı varsayımı yanlıştır. Bellek deneyimlere dayanarak hikayeler yaratır.

Görgü tanığının ifadesi, birçok insanın sandığından daha yanlıştır. 1980'lerin sonlarında DNA analizinin ortaya çıkışı, adli tıp biliminde devrim yarattı ve gerçek faillerin kimlikleri hakkında yanlış bir şekilde suçla itham edilen masum insanlara karşı eşi benzeri görülmemiş bir doğruluk düzeyi sağlandı. 

Tanıkların güvenirliliği açısından göz önüne alınması gereken hususlar arasında,

- Saik-Tanığın yalan söylemesi için bir neden var mıdır? Örneğin rızalı bir ırza geçmede mağdurun ilişki sırasında kocası tarafından görülmesi; soygun veya kundaklama olayında mağdurun mahkumiyet üzerine yüklü miktarda tazminat alabilmesi; sanığın maddi olanağı nedeniyle mağdurun maddi tazminat davası açabilmesi.

- Tarafgirlik- Tanığın sanıktan nefret etmesi veya başka birini koruması veya ona zarar vermekte menfaati olup olmadığıdır.

- Tanık iyi niyetle hata yapmış olabilir mi? Bu konunun sorgulanması açısından bazı örnekler şunlardır: a) Kanıt tespiti, b) Görme yeteneği-fazlaca karanlık, uzak bir mesafe, engeller ve görme kusurları, c) Bellek soruları-suça tanık olanlarca kolluğa verilen ifadenin tutarsız öğeleri içermesi, d) Akli zafiyet, e) Telkin-kolluk veya öteki kişilerce bilinçli veya bilinçsiz olarak sanığın aklına bazı bilgilerin monte edilmesidir.

- Tanığın  karakter yapısı-Yaşam biçimi ile tanığın dürüst bir kişilik sergileyip sergilemediği?

- Algılama ve bellek üzerine yapılan araştırmalar, bilginin kısa süre içinde  nasıl buharlaştığını göstermektedir. Hatırladıklarımızdan daha çoğunu unuturken, algıladığımızın çoğunu da unutmaktayız.

- Bellek yeniden anlatımdan etkilenir ve bizler bir hikayeyi ender  olarak tarafsız bir biçimde naklederiz. Hikayeyi dinleyicilere uyarlarken tarafgirliğimiz, üçüncü bir kişi tarafından yanlış bilgi verilmese de, belleğin oluşumunu bozmaktadır.

- Tarafgirlik, bilgimiz dışında ve bizler farkında olmadan belleğimize sızmaktadır. Genellikle, kendinden emin olma ile doğruluk arasında korelasyon bulunursa da, kişiyi yanlış yönlendiren bilgiler işe karışınca tanık, çoğunlukla yanlış bilgi konusunda doğru bilgiye göre daha fazla kendinden emin olmaktadır.

Tanıkların doğru olarak algılamasını etkileyen faktörlerde hata kaynakları ve bulgu özetlerine aşağıda yer verilmiştir. 

Hata kaynağı                  Bulgu Özeti 

 1.Stres : Yüksek düzeydeki stres görgü tanıklarının olayı algılama güvenirliğini  azaltmaktadır.

 2.Silah/kesici alete odaklanma: Bir silah/kesici aletin varlığı, görgü tanığının suç failinin yüzünü kesin olarak belirleme yeteneğini etkilemektedir.

 3.Karşılaşma (exposure) süresi: Görgü tanığı bir olayı ne kadar az süre gözlerse,o derece az algılabilecek ve hatırlayacaktır.

4.Emin olma ve doğruluk : Bir  görgü tanığının kendinden emin  olması, ifadesinin  doğru olacağının iyi bir belirleyicisi değildir.

5.Çapraz ırkı algılama : Görgü tanığı kendi ırkından olanları diğer ırklardan olanlara göre daha iyi belirleyebilmektedir.

6.Olay sonrası: Görgü tanığının bir olay hakkındaki ifadesi ekseriya yalnızca gerçekte görüneni değil, sonradan edinilen bilgiyi de yansıtmaktadır.

7.Renk algılaması: Monokromatik ışık (örneğin sarı sokak lambası)  altındaki renk yargıları yüksek derecede güvensizliğe işaret etmektedir.

8.Soruların biçimlendirilmesi: Bir olay hakkında görgü tanığının ifadesi sorularda kullanılan kelimelerle etkilenebilmektedir.

9.Bilinç dışı aktarım: Görgü tanığı başka bir durum veya bağlamda gördüğü birisini bazen suç faili olarak belirlemektedir.

10.Eğitilmiş gözlemciler: Kolluk görevlileri ile diğer eğitilmiş gözlemcilerin ifadelerindeki doğruluk payı ortalama bir insandan fazla değildir.   

11.Zaman tahmini: Görgü tanıkları olayların süresini fazlaca tahmin etme eğilimindedirler.

12. Düşünceler ve beklentiler: Bir görgü tanığının bir olaya özgü algılama ve belleği düşünceleri ve beklentilerinden etkilenmektedir.

Muhbir Tanıklar

Bu bağlamda ceza adaleti sistemimizde muhbir olan ve kendi ceza davalarında hoşgörü karşılığında kovuşturma için tanıklığa teşvik edilmiş tanıkların kullanımı yer almaktadır. Bu tanıklar genellikle, kendileri için bir anlaşma yapabilmeleri için yalan söylemeye - savcıya duymak istediklerini söylemeye-büyük bir teşviki olan suçlulardır. Gerçekten de, ABD’ de ilk 325 Dna aklanma vakasında, haksız yere hüküm giymiş kişilerin % 14'ü, kısmen bu tür tanıkların ifadesiyle mahkûm edilmiştir. ABD’de Ulusal Suçsuzlar Sicili'ne göre, ulusal çapta haksız mahkûmiyet davalarının % 50'sinden fazlası davalı aleyhine yalancı tanıklık dahil, bunların büyük bir kısmı teşvik edilmiş tanıkları içeren suçlamalara muhatap olmuşlardır. Zaman zaman bu tanıkların tiyatro yönetmenlerinin oyuncuları hazırladıkları gibi hazırlandıkları da dile getirilmektedir.

Çapraz Sorgulama

Yalancı tanıklığa karşı panzehir çapraz sorgulamadır.  Çapraz sorgulama ile önceden tasarlanmış yalanlar da önlenebilmektedir. Bu süreçte ifadelerindeki tutarsızlıklara, çelişkilere veya mantıksız yönlere odaklanılmalıdır. Nitekim,Japonya'da yalancı tanıklığa karşı bu sorgulamaya çokça başvurulmakta ve bu oran %80'i bulmaktadır. Bu sorgulama yönteminde dinlenecek birkaç kişi birlikte huzura alınmakta; A ve B'ye soru sorulmaksızın önce C'ye, daha sonra D'ye soru sorulmakta ve aniden B'ye dönülerek sorgulamaya devam edilmektedir.   Yargılamada yüz yüzelik yahut "çelişkililik" ilkesi, "çapraz sorgulama" ile önem kazanmaktadır. Hiç kuşkusuz, ABD’nin en büyük usul hukukçularından Dean Vigmore, "çapraz sorgulamanın" gerçeğin bulunması için icat edilmiş en büyük hukuki motor olduğuna vurgu yapmıştır. İki binli yıllarda yargılamanın niteliksel açıdan önceki asırdan farklı bir görünüm sunması için kanıtların değerlendirilmesinde de kuşkuya yer vermeyecek bir seviye tutturulmalıdır. “Yargılama diyalektiği adaletin estetiğidir. Uygulamayı nefes darlığından kurtarmak için diyalektik kurallar mutlaka işletilmelidir.” Bu bağlamda, "çapraz sorgulama"; sanık, müdahil,  tanıkları ve bilirkişiyi kapsayıcı şekilde yargılama sürecine de facto egemen olmalı; itham-savunma diyalektiğinin doğal koşulları sağlanmalı; ve öncelikle tanıkların davaya katılımı maksimize edilmelidir. A.B.D’ de çapraz sorgulama bir tanığın inandırıcılığının ve tanıklığının doğruluğunun sınandığı temel araç olduğu" için adaletin özü2 olarak görülmektedir(!?).

Çocuk ve Yalan

Çocuklar yalana erken başlamakta ve özellikle zeki çocuklar yalana çok yatkın olmaktadırlar. Çocuklar yalan söylememeyi sonradan öğrenmektedirler. Yalan kuşkusuz, insana özgü bir olgudur: Suçlular, tanıklar ve mağdurlar yalan söylemektedirler. Bunlar arasında doğru söylemeye çalışanlar bile bazı şeyler hakkında yalan söylerler. Anti sosyal kişilerin genelde aldatıcı yöntemlere başvurdukları görülmektedir.3 Bunlar cezaevi yerine hastane/akıl hastanesine gitmek; bir davada mali kazanım sağlamak üzere çeşitli yollara başvururlar.  

Tanıklık ve Adli Hata

Görgü tanıklığı, ne olduğu, koşulları ve olaya katılan kişilerin tasviri ve fail/lerin kimliği hakkında tanık ve mağdurun hatırladıklarına değinmektedir. Çoğu mağdurlar ve olaya tanıklık edenlerin hakikati yansıttıkları kabul görmekte ise de, görgü tanığı ifadesinin doğruluğu ve bütünlüğü ile hata olasılığı ve yanlı oluşları konusunda sorular belirmektedir. Her ne kadar CAS,  suçların soruşturması için aktif olarak görgü tanıklarının tasvirleri ve kanıt belirlemesi arayışında ise de, bu tür kanıt adli hatalı mahkumiyetlerin birincil nedeni olarak tanınmaktadır.

Duruşmada kanıt yasağı ihlal edildiğinde hâkimin bunu göz ardı etmesi gerekmektedir. Gerçekte öyle olmakta mıdır? Wistrich, Guthrie ve Rachklinski’nin (2005) ABD’de yaptığı kontrol gruplu araştırmada  kontrol gruptaki hâkimlerle ırza geçme olayında mahkumiyet oranı % 47 iken, Rape Shield Law’ a göre  mağdurenin önceki cinsel yaşamını dile getirme yasağı ihlal edilerek cinsel sapıklık derecesinde yaşamı dile getirilince mahkumiyet oranı % 20’ye düştü. 

Gözlem, muhakeme ve sonuç evreninde yanlış bir sonuç örneğini ele alalım: Barı soyulan A, bu işin, belki de,  düşmanı olan komşu bakkal sahibi B tarafından yapıldığını ileri sürüyor. Gerçekte de B’nin parmak izi içtiği zannedilen gazoz şişesinin üzerinde bulunuyor. Parmak izi, B’nin aleyhine bir kanıt ise de, bunun sonradan yanıltıcı bir kanıt olduğu ortaya çıkıyor. Gerçekte A şişeyi B’nin dükkanından alarak Bar’a koymuş ve bu suçu planlamıştır. Bu durumda suçun B tarafından işlendiği çıkarımı yanlıştır. Önyargısız herkes için saptanan parmak izi B’nin şişeye dokunduğunu kanıtlamakta; yoksa onun suçu mutlak olarak işlediğini değil. Olası hata, mantık eksikliğinden değil, parmak izi hakkında yeterli bilgi sahibi olunmamasından kaynaklanmaktadır.  İşte yanlış, üstün körü veya yetersiz gözleme dayalı muhakeme sonucu hataların kaçınılmaz olacağı bilinmelidir.

İnsan algısı ve belleğindeki hatalardan kaynaklanan hatalı görgü tanığı ifadesi, yanlış mahkumiyetlerin en büyük tek nedenidir. Bu nedenle beyin, bir anlamda, karşılaştığımız her şeyi kodlamaya zorlamayarak, geçmiş anılarımızdan ödünç almamıza ve kısa yollar yaratma beklentilerimize izin vererek bize yardımcı olmaktadır. Ancak başka bir anlamda beyin, günlük yaşamda deneyimlediğimiz birçok ayrıntı hakkında yanlış anılar yaratarak da bizi aldatmaktadır. Araştırmalar, bir suç meydana geldiğinde ve failin bir silahı kurbanlar ve görgü tanıklarına doğrultması durumunda hazır olmak için her zaman  “silah odaklı” olma eğilimindedirler. Bu gibi durumlarda görgü tanıkları, failin saç rengini veya bıyıklı olup olmadığı gibi diğer özelliklerini görebilirse de, bunları doğru bir şekilde belleğe kodlamayacaktır. Bunun yerine,  beyin tüm gücünü silaha odaklar durumdadır. Daha sonra, failin yüz özelliklerini hatırlamaları istendiğinde, “anıları”, beyinlerinin daha önemli şeylere odaklanabilmesi için resmi doldurduğu geçmiş anıların ve beklentilerin kirlenmiş bir koleksiyonundan başka bir şey olmayabilir. Ne var ki, tanıklar anılarının yanlış olduğunu bilmeyeceklerdir.

Adli yanılgıya neden olan konulardan biri de tanıklarca zanlıların belirlenmesi yöntemidir. Herkesin T.V'deki polisiye dizilerde izlediği zanlının belirlenmesi için görgü tanıkları önünde kimlik belirleme geçidi(line-up), ciddi kayıtlarla algılanmalıdır. Yani en azından bir kişinin genellikle zanlı olduğu,bir grup insan arasında muhtemel suçluyu belirleme amacı unutul- mamalıdır.   Bu bağlamda şu sorular irdelenmelidir: İnsanlar yabancıları teşhiste ne derece hünerlidir? İnsanları hatalı teşhise yönelten nedenler nelerdir?  Teşhisler ne derecede sorgulama yöntemleri ile etkilenmektedir? Kolluk görevlileri bu teşhisin güvenirliğini sağlamak için ne yapabilirler? İşte görünüşte basit bir iş gibi görülen bu teşhis olgusu girift bir süreç olarak belirmektedir.

Tanıklar bazı nedenlerle olay mahallinde olmayan bir kişiyi de seçebilmektedirler.  Bu durum belleğin hataya özellikle yabancıların yüzleri hakkında  ne derece elverişli olduğunu göstermektedir. Bu konudaki çözüm şekli “double blind administration”/”çifte ​​kör yönetim”dir: Bu yöntemde dedektif geçitteki kişilerden kimin suçlu olduğunu bilmiyor. Bu süreç tanıkları koruduğu gibi kolluk görevlilerini de ithamlardan korumaktadır.

Bu süreçte kolluk görevlileri, tanıkları bilinçli olarak etkileyebilecek sayısız yollara başvurabilmektedir. Teşhis geçidini sağlamak için gerekli zaman ve düzenleme, tanıkların çoğunu, suçlunun bu geçitte yer alan kişiler arasında olduğunu otomatik olarak varsaymaya yöneltmektir.

Bu teşhis yöntemi kolaylıkla hatalı bir yaklaşım olabilmekte ve tanıkları yersiz bir emin olma duygusuna itmektedir. Bu bağlamda ekseri tanıkların iyi, zeki ve işbirlikçi görünmeye istekli oldukları da göz ardı edilmemelidir. Bu iki faktörün birleşimi tanıkları ekseriya geçitteki birini teşhise fazlaca istekli yapmaktadır. Teşhis için sıralamada gerçek suçlu yer almadığında tanıklar ekseriya ona benzer birini seçmektedirler. Teşhis öncesi şüphelinin bir fotoğrafının gösterilmesi hali de hatalı teşhise gebedir.

Kuşkusuz, teşhis sürecinde tanıkları etkilemek üzere telkine de başvurulabilmektedir. Bunlar ekseriya birbirini tanıyan kolluk görevlileri olup, tanıyamadıkları birini otomatik olarak göstermektedirler.

Uzun zaman içinde oluşan bellek öğelerindeki yanlışlar, kolluk güçleri için müşterek bir sorundur. Örneğin bir tanık,  kolluk kayıtları veya medyada gördüğü bir resimden zanlıyı algılayabilir.29 Tanık sonradan bu zanlıyı (teşhis geçidi veya duruşma salonunda) belirler. Tanık zanlıyı gerçekten suç mahallinden mi; yoksa, en yakın zamanda gördüğü bir resimden mi hatırlamaktadır? Bu durumda masum bir kişi de suçlu olarak “hatırlanabilmektedir”. Burada gerçek sorun tanığın belleğindeki bu öğe- nin kaynağını ekseriya hatırlamamasıdır. Bu durumda, suç mahalli dışında görülen bir yüzün, tanığı hatırlamasına yöneltebileceğidir. Bunun çıkarımı, bir kere seçim yapıldığında, bu seçimin her şeye karşın korunabildiğidir. 

Çıkarım olarak, algılama ve bellek üzerine yapılan araştırmalar, bilginin kısa süre içinde nasıl buharlaştığını göstermektedir. Hatırladıklarımızdan daha çoğunu unuturken, algıladığımızın çoğunu da unutmaktayız. Genel inanışa karşın olay yerinin, sanki içsel bir video kaydında depolanmış gibi tam olarak ayrıntılı ve doğru hatırlanabileceğine ait bir kanıt yoktur. Hermann Ebbinhaus’un unutma eğrisi hatırlama oranını saptamak açısından önemli bir referanstır.

Adli hatalı mahkumiyetler, hukukun üstünlüğüne(rule of law) dayalı demokratik toplumlar için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Hukuka aykırı mahkûmiyetlerin sıklığı hukuk sistemlerine göre değişiklik gösterse de, hatalı mahkumiyetler küreseldir ve farklı ülkeler bunu ele almak için değişen derecelerde çaba sergilemişlerdir. “…yargı bağımsızlığının etkili şekilde sağlanması, masumiyet karinesinin ve diğer temel hakların korunması bakımından hayati derecede önemlidir.” (Zühtü Arslan. ‘Masumiyet Karinesi ve Yargı Bağımsızlığı’ -“Masumiyet Karinesi ve Lekelenmeme Hakkı Sempozyumu” JW Marriott Otel, Ankara, 8/11/2021). Ceza adaleti sistem performansının yıllık mahkumiyet oranı ile değil ve fakat adli hata sayısı ile ölçülmesi yerinde bir yaklaşım olabilir. 

Belleğin İşlevi

Belleğin işlevi şu üç evrede sergilenebilir: 1) Bilginin kazanımı ve kodlanması; 2)Bilginin zaman içinde depolanması; 3) Depolanan bilginin hatırlama ve/ya tanıma ile geri çağrılması. Kuşkusuz,  suçun veya durumun nitelikleri, tanık ve fail faktörleri, soruşturma usulleri bu evreleri ve sonuçta tanık ifadelerinin güvenirliğini etkilemektedir.

Kuşkusuz, psikolojik olarak, bir şeyin görülmesi ile görülenin kelimelere dökülmesi iki farklı eylemdir ve herkes gördüğünü anlatabilmek yetisine sahip değildir. Görülen şeyin tasvirinde bellek devreye girmekte ve bellek muğlak, şaşkın ve hatalı olabilmektedir. Belleklerin hata yaptığı ve özellikle ayrıntıda hata yaptığı bilinmektedir. Görülen şeyin tasvirinde bellek devreye girmekte ve bellek muğlak, şaşkın ve hatalı olabilmektedir.

Bellek, bilgi edinmek, depolamak, saklamak ve daha sonra almak için kullanılan süreçleri ifade eder. Bellekte yer alan üç ana işlem vardır: kodlama, depolama ve geri alma. Yeni anılar oluşturmak için, bilginin kullanılabilir bir biçime dönüştürülmesi gerekir, bu kodlama olarak bilinen süreçle gerçekleşir. Bilgiler başarıyla kodlanıp, daha sonra kullanılmak üzere bellekte saklanmalıdır. Yalnız bu sürecin herhangi bir evresinde sorunlar ortaya çıkabilir. En baştaki de unutmaktır. Unutmak, yaşamın bir parçasıdır. Öte yandan, bellek her yeniden söylemede etkilenmekte ve bizler ender olarak nötr bir biçimde hikayeyi nakletmekteyiz. Hikayelerimizi dinleyicilere göre biçimlendirmekte; bizim tarafgirliğimiz/ önyargımız belleğin oluşumunu- ve hatta üçüncü kişilerin yanlış bilgi telkini olmaksızın-çarpıtmaktadır.  Ceza adaleti sisteminin tanığın belleğine yardımcı olmalarına karşın bu belleklerin doğruluğu yeterince sağlanamamaktadır. Yalnız,  Savcıların öteki tanıkların ifadesini sergileyerek tanığın belleğini tazelemek girişimi çok hatalı bir yaklaşımdır.  Bunların tartışılacağı mekan duruşma salonudur.

Kısa süreli belleğin (short-term memory) uzun süreli belleğe dönüşmesi için başlıca yöntemler şunlardır:

1. Hatırlama ve uygulamasını yapmazsanız öğrendiğinizi hatırlayamazsın,

2. Feynman tekniği,

3. Aralıklarla tekrarlanması-beyin adale gibi çalışmakta olduğundan, eksersizlerin yenilenmesi ile nöral irtibatlar güçlendirilmektedir.

Yinelersek, belleklerin hata yaptığı ve özellikle ayrıntıda hata yaptığı bilinmektedir. Bellek manipüle edilebilmekte; ve özgürlük gibi kırılgan bir şey olabilmektedir. Doğru olmayan yeni bir bilgi belleği kirletebilir (memory distortion). İşte bu nedenle, yargı sisteminde yer alan aktörlerin veya süreçlerin ne ölçüde yalanı saptayabileceklerini bilmek önemlidir.4 

Psikolojinin Önemi

Yargılama işlevi ve yöntemlerinin açıklığa kavuşturulmasında "psikoloji"  olmazsa olmaz türünden bir gereksinmedir. Bu bağlamda görgü tanıklığı ve psikolojisi ön plana çıkmaktadır. Psikolojik olarak, bir şeyin görülmesi ile görülenin kelimelere dökülmesi farklı iki eylemdir ve herkes gördüğünü anlatabilmek yetisine sahip değildir. Görülen şeyin tasvirinde bellek devreye girmekte ve bellek muğlak, şaşkın ve hatalı olabilmektedir. Belleklerin hata yaptığı ve özellikle ayrıntıda hata yaptığı bilinmektedir.     

Adli süreçte, aldatma/yalan söyleme gerçeği karşısında kolluk görevlileri, savcılar ve hâkimler sürekli olarak onları yanlış yönlendirmek isteyen kişilerden gerçeği öğrenmeye çalışırlar. Tanıklık çeşitli biçimlerde yanıltıcı olabilir. Kişiler dürüst olarak farklı bir sahip olabilecekleri gibi hatırlamakta hata edebilirler; yanlış hatırlayabilirler veya yalan söyleyebilirler. Bir trafik kazasına tanık olan iki kişi oldukça farklı anlatımlar sergileyebilir. Kişiler gerçekleri, isimleri ve plaka numaralarını unutulabilirler. Yalancı tanıklığı ötekilerden ayırt eden ise tanığın yanlış algıya neden olacak bilgiyi kasıtlı olarak sunmasıdır. Bu bağlamda yer alan saklayıcı yalan (concealment lie) ise, kişinin saklamaması gerektiği durumlarda tipik olarak hakikati saklamasıdır. A. Vrij’e göre(Detecting Lies and Deceit, 2016), çoğu yalancılar, yalan söylemeye devam etmek çok zor olduğundan ve yeterli hazırlık yapamadıklarından yakayı ele vermektedirler. Vrij, iyi bir yalancıya özgü şu yedi vasfı sıralamaktadır: 1. İyi hazırlanmış bir hikaye, 2. Söylenen şeyin özgün olması, 3. İhtiyaç anında hızlı düşünebilmesi, 4. Hikaye etmede yetkinlik, 5. Önceden ne söylendiği hakkında iyi bir bellek sahibi,  6.Yalan söylerken korku veya suçluluk duygusu gibi bir duygu yaşamaması ve 7. İyi derece oyun yeteneği.

Bellek

Bellek bir kayıt cihazı gibi değildir. Bellek inşa edici, yeniden inşa edici bir işlev görmektedir. Yanlış bilgilendirme: Olay - Olay sonrası bilgi  -  Test edilmesini içermektedir.

Yanlış bilgi belleği olumsuz olarak etkilemektedir. Bellek çarptırıldığında yanlış kişiyi teşhis eden kişinin gerçek faili belirleme yetisi de etkilenmektedir.  Hiçbir olay olmamasına karşın geçmiş hakkında bir olay tespiti dile getirildiğinde yapılan testte yanlış bilgi dile getirildiği görülmektedir.

Gerçek ve sahte bellek arasında duygu bakımından bir fark olup olmadığı sorgulandığında  ortaya çıkan tablo şöyledir:

- Yanlış belleğin de duygusal olabileceği;

- Bunlarında gerçek bellek kadar duygu yüklü olabileceğini;

- Böylece salt duygunun belleğin doğruluğu test için bir güvence olamayacağıdır.

Yalan söylemek te yanlış belleğe yöneltebilir.  Bazı kişiler daha mı elverişlidir? Kuşkusuz güven açısından bireysel farklılıklar mevcuttur.  Fazlaca güven (confidence) ile ayrıntıların duygu ile ifadesine dikkat edilmelidir. Geçmişe ait olayların dile getirilmesi onların vuku bulduğuna işaret etmez;  belleğin gerçek veya üretilmiş olup olmadığını saptamak için bağımsız bir şekilde kanıtlanması gerekmektedir. Sonuç olarak, bellek özgürlük gibi kırılgan bir şeydir.  

Önemli olan bellekteki doğru ve yanlışların ayırt edilmesidir. Ne var ki, algının tüm öteki yanları gibi bellek sistemi de kişinin meta bellek olarak ta bilinen meta algı sistemiyle yakından ilişkilidir. Meta bellek yargıları, kişinin belleğindeki bilgilerin kaynağını izlemek yetisiyle, bellenen gerçeğin olayda algılanıp algılanmadığı, olay sonrası mı edinildiği veya içsel olarak mı oluşturulduğunu belirlemede katkısı olabilir. Araştırma meta bellek yanılgısının hiçte ender olmadığını sergilemektedir.5

Sistematik hatalara gebe olan belleğimize güvenmemeliyiz. Hafıza bankasındaki boşluklar hayret verici bir şekilde doldurulmakta ve kişi, ne var ki, böyle bir yeteneğinin varlığından yoksun bulunmaktadır.

İnsan belleği çalışması oldukça girift ve değişken olduğundan belli bir belleğin güvenirliği üzerine genel bir yargı anlamsız olacaktır. Olay belleğinin doğruluğu, bir taraftan olay değişkenleri, istem değişkenleri veya her ikisinin birleşimden etkilenmektedir. Yalnız bazı değişkenler her iki kategoriye de ait olabilir.

Tanık psikolojisinde önemli bir konuda boşluk doldurmadır. Bu nedenle, hâkimler, avukatlar ve kolluk görevlileri, üçüncü kişilerin yanlış bilgileri, tanıkların belleklerine monte edebileceğinden bilinçli olmalıdır. Bu nedenle avukatlar, tanıkların kendi belleklerinin doğruluğunu ve belleğin oluşumda öteki kişilerden yardım alıp almadıklarını yakından sorgula- malıdırlar.  Psikologlar, uzun zamandır toplumda işlevi sürdürmek üzere gerekli olan boşluk doldurma ve varsayımlara dayalı olmayı kabullenmiştir: Bizler devamlı olarak işittiğimiz şeyleri hatırlamada ve yorumlamada boşluk doldurmaktayız.

Olay değişkenleri, tipik spontane hatalardır. Bu hatalar örneğin tanığın soruşturma için önemli bir ayrıntıya dikkat etmemesi/unutması halinde beliren boşluğun farklı bir olaya ait bir ayrıntı ile doldurması gibidir.  Çoğu önemli olay değişkenleri olayın belleğe kayıt sırasındaki görme koşullarına ilişkindir. Bu koşullar, aydınlık, olaya uzaklık, izleme/görme süresi, hava koşulları ve benzeridir.

Sistem değişkenleri ise, soruşturma usulleri ve tanığın belleğini saptama eylemlerini içermektedir. Doğru biçimde uygulandığında sistem değişkenleri dedektifleri önemli bilgilerle donatırken, yanlış sorgulamalar yanlış bellek bulgularını doğurmaktadır.

Bilinç Dışı Saikler

Bilinç dışı saiksel etmenler de tanığı, bilinçli olarak doğru olduğuna inandığı yanlış veya çarptırılmış ifade vermesine yöneltebilir. Öte yandan, suçluluk duygusu, endişe veya mazoşizmin doğurduğu gerçek olmayan itiraflar, itirafçının sorumluluk gerektiren diğer işlerinin bilinç dışı itirafı açısından kendisine bir boşalma olanağı sağlamaktadır. Çoğu kültürlerde ceza,  suçluluk duygusunu azaltmaktadır. A.B.D’nin Vermont kentinde meşhur Borne davasında iki kardeş eniştelerini nasıl öldürüp cesedini yok ettiklerini en ince ayrıntısına kadar itiraf ettiler. Ne var ki, yıllar sonra “corpus delicti” cinayet mahalline geri döndü. Kardeşlerin suçluluk duygusu bir gölde boğulmakta olan babalarını kurtaramayışının psikolojik suçluluğu, başkaca bir suç itirafı ile ikame edilmişti.  Psikiyatr T. Reik, sahte itirafta bulunma dürtüsünü, zanlının kaybolan aşk objesini yeniden kazanma girişimi olarak yorumlamıştır: Bu aşk için  bilinç dışı bir kur yapmayı ve birinin hak ettiği cezayı bildirerek topluma yeniden girme isteğini simgelemektedir. Kuşkusuz, sonuç ürün trajik olabilmektedir. Maddi kanıtlar(Res gestae)  gibi istisnalar ayrık itirafın kanıt olarak kabulü için yazılı ve imzalı olarak yapılması gerekmektedir. Ülkede sahte itirafın ne derece yaygın olduğu(epidemiolojisi) konusunda bir fikrimiz olmadığı gibi kamu oyuna mal edilmiş bir sorun da değildir.  

Pinokyo’nun Burnu

 

Pinokyo'nun Maceraları'nın ilk illüstratörü Enrico Mazzanti'nin yazdığı Pinokyo

Doğruluk değerlendirilirken, kişinin sesi, el kol hareketleri, beden duruşu ve konuşma örüntüsü hep birlikte ele alınmalı ve tüm bunlar bir bağlama oturtulmalıdır. Bu davranışlar o kişinin genel davranışlarıyla anlamlı bir aykırılık oluşturuyor mu ve olayla ilgili bilinen diğer gerçeklerle nasıl bir bağlantısı var? Pinokyo’nun burnu hala masaldan ibarettir: “Altın taneleri şimdi nerede?” diye sordu Peri. “Onları kaybettim” diye cevap verdi Pinokyo, ama yalan söylüyordu, çünkü onları cebine koymuştu. Konuşurken, zaten uzun olan burnu en az beş santim daha uzadı. Bu sahtekarlığın sonuçları ve ruhsal gelişimde doğruluğun önemini vurgulamakta; ve bizlere etik yaklaşımın kişisel gelişim için ne derece önemli olduğuna işaret eder  (Bkz. Carlo Collodi. Pinokyo’nun Maceraları-6 Carlo Collodi, bir devlet dairesinde çalışarak geçimini sağlayan gazeteci ve hicivci Carlo Lorenzini'nin takma adıydı. 1826'da Floransa'da doğdu, siyasi ve kültürel süreli yayınlara üretken bir katkıda bulundu ve ülkesinin liderlerini yorulmaksızın eleştirdi).

Sonuç

Tanıkların bilerek/bilmeyerek birçok insanın mutsuzluğuna, hürriyetten yoksunluğuna sebebiyet vermemesi için yukarıda özet olarak verilen uyarıcı işaret ve sorular değerlendirilmeli; tanık yüzlerinin değişen fizyonomisi eski Çin deyişinde "bir resim binlerce kelimeye eşittir"i kanıtlar fotoğraflar olduğundan önemli davalarda tanık ifadelerinin multi-medya ortamında saklanarak hüküm öncesi izlenmesi sağlanmalıdır.7 Bu yetenek ceza adaleti sistem eyleyicilerine kazandırılmalıdır. Çağdaş psikolojik bulgular karşısında bu durum bir gereklilik olup; tanıkların güvenirliğini değerlendirme hususunda bir kuşku belirmesi halinde ise, "kuşku sanık lehine yorumlanır" dictumu egemen kılınmalıdır.8  Öte yandan, yalanı ve hakikati saptama yöntemleri bakımından da yalnızca birini  saptamak yerine yöntemin her ikisini de saptayabilmesi gerekmektedir.9  Sonuç olarak, yalanın saptanabilmesinin oldukça zor olduğu da bilinmelidir.

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

-------------------

1 Bir politikacı tarafından ortaya atılan yalan bir iddiaya inanmış kişiler,  o iddianın gerçek olmadığını görünce fikirlerini ne ölçüde değiştirirler? Araştırma sonucu, yalan beyana başta bir kere inandığını iddia eden kişiler doğru bilgiyi duyunca o yalana daha çok sarılır olmuş! Gerçek, yalana olan inancı arttırıyor! Bir anlamda bir kere inanmış birini verilerle ikna etme çabası o kişinin o inanca daha sıkı sarılmasına neden oluyor- bu olguya literatürde “geri tepme etkisi” denilmektedir.  Sosyal psikoloji bu konuda rehberlik etmektedir.

* Adalet İstatistikleri’nde  “yalan tanıklık” (TCK Md.  272-274)  ve “tanığı etkileme suçu” (Md. 277) üzerine veriye yer verilmemiştir(!?).

2 Anlattırıcı Sorgu-Çapraz Sorgu Özel Eğitimi TBBB TV YouTube 22/01/2019. Ayrıca bkz. T. Read. Ceza Muhakemesinde Anlattırıcı Soru ve Çapraz Sorgu Teknikleri TBB 2. Bası, 2015. Bahçeşehir-Kollektif. Çapraz Sorgu Teknikleri, 2007.

3 P. Meyer. Liespotting:Proven Techniques to Detect Deception, 2011: “Hepimiz yalancıyız”.  Ayrıca bkz. how to spot liar youıtube  ted talk. A.M.Nas. Yalan Tanıklık Suçu: Psikolojik ve Hukuki Sınırlar, Seçkin, 2016. M.T. Yücel. Ceza Adaletinde Psikoloji Bilinci HukukHaber

4 “Olgular hakkında bir anlaşmazlıkta, hâkim bir tarafa diğerinden daha fazla güvenemeyeceği için, başka bir kanıt yoksa, üçüncü bir kişiye veya üçüncü veya dördüncü bir kişiye veya daha fazla sayıda kişiye güvenmelidir.” T.Hobbes. Levithan 4.bası, YKY, 2004, s.115; Leslie, I. Doğuştan Yalancı, NTV, 2014. Yargı Görevi Yapanı, Bilirkişiyi veya Tanığı Etkileme Suçu(TCK md. 277). Ayrıca bkz. E.Şen ve C.Serdar. “Ceza Muhakemesinde Tanık Dinlerken Uyulması Gereken Usul Kuralları” Terzi Hukuk Dergisi, C.18, S.197(Ocak 2023) ss.164-170.

5 Bkz. M.K.Johnson, S.Hashtroudi ve D.S. Lindsay. “Source monitoring” Psychological Bulletin, 114, ss.3-28.

6 Yapı Kredi, 2015

7 Bkz. O. Akbal. Tanıklık üzerine, Cumhuriyet (21/1/1974); H.Pulur. “Tanıklık” Deyip Öteye Geçmeyin. Milliyet (22.4.1976) s.5; M.Feyzioğlu. Ceza Muhakemesi Hukukunda Tanıklık, Ank., 1996 ss. 377-398; “Tehdit edilen tanık katil oldu” Sabah (7/07/2007) s.5; Yeni CMK 52-3. maddesine göre “(3) Tanıkların dinlenmesi sırasındaki görüntü veya sesler kayda alınabilir” (Audio-Visual Medium).       

8 Bkz. J. Frank, Courts on Trial. Atheneum New York, 1963; J.Frank and B. Frank. Not Guilty, New York, 1957 pp.199-249 A.Gide. Cinayet Mahkemesi Anıları (Çev.S.Selçuk) Ank., 1983; A. Alsancak. "Mahkemede Nasıl Davranacağımızı Bilmiyoruz." Tempo, sayı 27, ss.34-35. M.T. Yücel. “Ceza Adaletinde Sapmalar” TBB Dergisi 2013(105) ss. 11-34.

9 Albert Vrij Detecting Lies and Deceit-YouTube Kanıtlama sürecine özgü hatalar  örneği için  bkz. Ankara 9.A.C.Mahkemesinin 2013/50E, 2013/381 saylı Kararı ve 31/10/ 2013 tarihli kararda karşı oy:  Güncel Hukuk, (Kasım 2016), ss.58-62.