Sevgi Nedir? / Prof. Dr. Hayati Hökelekli

gonul26-sevgiSevgi, insanları birbirine yaklaştıran ve içsel olarak bağlayan doğal bir ruhsal eğilim, etkin bir güçtür. Güven, dostluk, bağlanma, sempati, şefkat gibi duygu ve eğilimlerin temelinde de sevginin büyük katkısı vardır. Sevginin zıddı nefrettir. Nefret; bir kimseye karşı duyulan kin, öfke, düşmanlık, kıskançlık gibi duygu ve eğilimlerden oluşur. Nefret, bir sevgisizlik durumu olup kişileri birbirinden koparan ve uzaklaştıran bir etkiye sahiptir.
Sevgi bir şeyden zevk almayı, hoşnut ve memnun olmayı ve onu güzel görmeyi sağlar. Sevgi tek başına bir duygu olmakla birlikte, sevgi nesneleri çok ve çeşitlidir. Sevgi, canlı-cansız tüm varlığı kapsar. Benlik sevgisi, anne-baba sevgisi, eş sevgisi, çocuk sevgisi, arkadaş sevgisi, vatan sevgisi, tabiat sevgisi, Allah sevgisi, bunların başında gelir.
Sevgide iki bireyi birbirine yaklaştırma ve bütünleştirme gücü vardır. Sevgi ilgiyi, ilgi de iyilik etmeyi gerektirir. Sevgi, kişiyi ayrılık ve yalnızlık duygusundan kurtarır. Kendi varlık bütünlüğünü ve bireyselliğini yitirmeden başkalarının varlığında bir ve bütün olmayı mümkün hale getirir. İnsanlar arasında barış, uzlaşma, hoşgörü, yardımseverlik, fedakârlık gibi olumlu değer ve davranışların gelişmesine kaynak oluşturur.
Sevgi, sevilen şeye değer ve önem katar. Bir insan bir başkasına sevgi ile yaklaşırsa ona değer veriyor ve onu önemsiyor demektir. İnsan değer verdiği bir şeyi ya da kimseyi kolayca gözden çıkarmaz; onun ufak tefek bazı kusur ve hatalarını görmezden gelir. Onu dost ve yakını olarak kabul eder. Sevgi yokluğu, korku ve nefreti harekete geçirir. Sevilmeyen kişiler, kendisinden zarar görülebilecek, dolayısıyla korkulması ve uzaklaşılması gereken kişiler olarak algılanır. Korku ve nefret duyulan kimseler düşman olarak algılanır, ondan hoşlanılmaz, olumsuz yönleri, hata ve kusurları abartılır, ondan uzaklaşılır ve kaçılır ya da acımasız bir şekilde onunla mücadele edilir.
Ödevin ve yasağın ötesinde sevgi, zorlamayla olmayan, sevinçli bir kendiliğindenliktir. Bu yüzden de sevgi iyiliğin kendisidir. Sevgiyle yapılan şey, ne zorlama dolayısıyla ne de ödevle yapılabilir. Sevgi var olduğunda, hiç zorlamadan, yol açacağı şeyi yapmaya bizi mecbur eder. Sevgi bir buyruk değil, bize rehberlik eden ve bizi aydınlatan bir idealdir. Sevgi her erdemin başı ve sonudur.
Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir. Sevgi, iki nefsi (canı) birbirine bağlayan bir gönül bağıdır. Ruhlar sevgi ile birbirleriyle kaynaşır, birleşir ve bütünleşir. İki varlık sevgi ile tek bir varlık, tek bir iradeye dönüşür. Sevgi hayatın hareket ettirici gücüdür; var olan başka şeylere doğru her şeyi sevk eden sevgi olmaksızın varlığın gerçek olamayacağı söylenebilir. Sevgi, ayrılmış olanı birleşmeye sevk eden bir enerjidir. Yeniden birleşme, aslında birlikteliğe ait olanın ayrılığını kabul eder. Gerçekte ayrılmış olan şeyleri birleştirmek imkânsızdır. Nihai bir aidiyet olmaksızın bir şeyin diğer bir şeyle birlikteliği algılanamaz. Dolayısıyla sevgi yabancı olan bir şeyin birleşmesi değil, ayrılmış olan bir şeyin yeniden birleşmesidir. (İbn Hazm, 1985, s. 54-55; Tillich, 2006, s. 105-106)

SEVGİNİN TÜRLERİ
Sevginin üç türünden söz etmek mümkündür. Birincisi tabii sevgidir ki bunda sevenin bir varlığı, onda kendi nefsi için bulduğu mutluluk ve zevkten dolayı sevmesidir. Dolayısıyla seven sevdiği varlığı kendi nefsi için sever, sevgili için değil. Tabii sevgi, kaynağını in’am ve ihsandan alır; çünkü insan tabiatı hiçbir zaman bir başkasını bütün olarak sevmeyi bilemez, aksine eşyayı ve varlıkları sadece kendi nefsi için sever ve onlara kavuşmayı ya da yaklaşmayı kendi nefsi için arzu eder. Bu her hayvanda ve her insanda böyledir, çünkü insanda da hayvanî bir yön vardır. Bedeniyle bu dünyaya ait olan insan, doğal olarak bu dünyaya ait olan her şeyi sever. Özellikle onun arzularını tatmin eden, ona fayda ve zevk veren, itibar, güç ve kudretini artıran her şey insan için sevgi ve ilgi konusudur. Kur’an, insandaki bu güçlü eğilime şu ifadelerle işaret eder. “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlara ve develere, ekinlere karşı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir…” (Âl-i İmrân, 3/14)
İkinci tür sevgi, ruhani sevgidir. Ruhani sevgi, sevdiğini hem onun için hem de kendi nefsi için sevme durumunu, sevende bir araya getiren aşktır. Bu yüzden sevdiğini sevdiği gibi, sevdiğinin sevdiklerini de sever. Ruhani sevgide akıl ve ilim devrededir; işler bilgelik düzenine göre düzenlenir ve işlerin yeri değiştirilmez. Ruhani yolla seven kimse, sevginin ne demek olduğunu, sevenin ne anlama geldiğini, sevgilinin hakikatinin ne olduğunu ve sevgiliden ne istediğini, ne beklediğini bilir. Sevdiği kimsenin sevdiği şeyleri sevmesi için o sevgilinin bir irade ihtiyarı var mı? Yoksa hiçbir iradesi yok da ne severse yalnız kendi zatı için mi sevmektedir, bunu bilir.
Sevginin üçüncü türü ise ilahî sevgidir. Bu bizim Allah’ı sevme durumumuzdur. Bizim Allah’a duyduğumuz sevgi hem ruhani hem de tabii iki sevgiyle birliktedir. Kimi insanlar Allah’ı Allah için severler, bazıları da O’nu hem kendileri hem de O’nun için severler. Demek oluyor ki bu en mükemmel sevgidir; çünkü Allah’ı tanıması ve O’nu müşâhede etmesi en mükemmel şekle ulaşmıştır. Eşyayı O’nun sebebiyle sevmek ve eşyadan O’nun sebebiyle yüz çevirmek her şeyden öte Allah’a duyduğumuz sevginin anlamını ve özünü oluşturur. O zaman O’nun bizden istediği her şeyi gönül hoşluğu ile ve seve seve yerine getiririz. (İbni Arabi, İlahi Aşk, s. 53, 55-56, 67)

İMAN VE SEVGİ
Sevgi, bu âlemin varoluş şifresidir. Yaratılış, varoluş, bu sevgi ve rahmetin bir sonucu, bir tezahürüdür. Yüce Allah varlığa duyduğu sevgi dolayısıyla onu var etmiştir. Çünkü bir varlığı sevmek, onun var olmasını arzulamak, var olduğunda da mevcudiyetinden sevinç duymak, haz almaktır. Allah’tan diğer varlıklara doğru yayılan bu sonsuz sevgi ve rahmet her şeyi kuşatıcı bir hayat ilkesi olarak ortaya çıkmıştır. Allah’tan insana doğru yayılan sevginin, insandan da Allah’a doğru gelişimini tamamlaması, “iman” denilen olgunun ta kendisidir. İman, Allah’a duyulan sevginin ve minnettarlığın belirtisinden ve ifadesinden başka bir şey değildir de nedir? Denebilir ki iman, sevginin en ileri derecesidir (Buhari, İman 8-9; Müslim, İman 67-70). İmanı, devamlı ve sürekli bir ilgi bağı haline getiren sevgidir. Sevgi aynı zamanda vazifeyi de ağır ve sıkıcı bir yük olmaktan çıkarır, sevilebilir ve ebedi bağlılık haline getirir. Çünkü sevgi son derece kuşatıcı bir etkiye sahiptir. Gazali’nin dediği gibi sevgi (muhabbet) kökü son derece sağlam, dalları göklere yükselmiş, meyveleri gönülde, dilde ve uzuvlarda görülen hoş bir ağaçtır. Dışa akseden bu belirtiler, dumanın ateşe, meyvenin ağaca delaleti gibi, kalpte ve uzuvlarda tesirini gösterir (İhya, IV, 2640). Dolayısıyla, sevgiye dayalı iman, inanan insanda başka yolla mümkün olmayan bağlılığı devamlı ve zevkli hale getirir.
Sevgi bir anlamda imandaki olgunluk ve kararlılığın göstergesidir. Bu yüzden Allah’ı seven, ilahî rıza için kendi isteklerinin, başkalarının iyiliği için kendi bencil düşüncelerinin üstüne yükselerek, teslimiyet ve bağlılığın zirvesine ulaşır. İnsan kendini aşmadıkça, kendi nefsini tatmine yönelik arzulardan sıyrılıp benliğini bütünüyle Allah’a hasretmedikçe imanı risk ve tehditlerden kurtulamaz. Allah sevgisi, Allah için bütün değerleri feda etmek demektir. Bu ancak Allah uğruna rahat, huzur, servet, şöhret, itibar, eş ve evlat ve gerektiğinde hayat değerlerinin terk edilmesiyle ulaşılan bir durumdur. Kur’an’daki şu ayetin bu gerçeğe işaret ettiği söylenebilir: “De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler, sizce Allah’tan ve peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise Allah’ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fâsık kimseleri doğru yola eriştirmez.” (Tevbe, 9/24)
İnsan nefsi ya ceza korkusu ve mükâfat ümidi ya da sevgi ve rıza ile inandığı varlığa yönelir, kulluk eder. Böylece iki tip ibadet ortaya çıkar: Bir kısım insanlar Allah’a doğrudan doğruya Allah için ibadet yapar; bir kısmı ise umut ve korku ile yapar. Böylece, tabii ve ruhani durumunun gerektirdiği ölçüde, insan Allah’ı hem Allah için hem de kendisi için sever. Tabii durumundan ötürü umut ve korkuya bağlanır. Ruhani durumundan ötürü de sadece Allah’a (O’nun dışındaki yaratıklardan birini sevmiş olsa bile) sevgi ve muhabbet duyarak ibadet eder. Demek ki ruhani yönüyle nefs Allah’ı yalnızca Allah için sevmekteyken, tabii yönüyle ise amacına ulaşmak için sever (İbni Arabi, İlahi Aşk, s. 59).
Mevlana bu iki farklı iman ve kulluğu şu beyitlerinde çok güzel dile getirmiştir:
Mukallitlere “zorla gelin”, yaradılışı temiz kişilere de “isteyerek gelin” denmiştir.
Bu, Allah’ı bir maksat için sever; öbürünün dostluğunda hiçbir garez, hiçbir maksat yoktur.
Bu dadısını sever ama süt için sever. Öbürü ancak ona âşık olduğundan, o görülmeyen güzele gönül verdiğinden sever.
Çocuk, dadının güzelliğini anlamaz ki. Onda sütten başka bir istek yoktur.
Öbürüyse zaten dadıya âşıktır. Bu sevgiden muradı, maksadı ancak ona ulaşmaktır.
Şu halde Allah’tan bir şey umarak, Allah’tan korkarak sevenler, taklit defterinden ders okumaktadırlar.
Nerde Hakk’ı ancak Hak için seven, garezlerden, maksatlardan ayrılmış âşık? (Mesnevi c. III, s. 376. Ayrıca bkz. III, 911, 38-39; 1,271).

ALLAH SEVGİSİ
Allah’ı, O’nun dışındaki diğer her şeyden daha değerli hale getiren ve O’nunla ilişkiyi bir zevk, şevk, lezzet, doyumsuz özlem ve sürekli bağlılığa dönüştüren şey nedir? Sufî geleneğin büyük temsilcilerine göre bu sevgidir, aşktır. Nefsi, kendi tabiatının bencil tutkularından kurtaracak köklü bir değişim ve dönüşümü gerçekleştirme gücü ancak sevgide vardır. Nefsin en alt basamaktan en üst basamağa kadar yükselmesi ve insan-ı kâmil noktasına ulaşması ilahî sevgi ile mümkündür. Çünkü sevgi ya da muhabbet, varlığın özüdür. Gerçek aşk ve sevgi ile insan yeni bir kimlik kazanır. Bu yeni kimlikle insan kendi nefsine yabancılaşması ölçüsünde Allah’a yaklaşır ve içinde Allah’ı bulur. Allah bizi hem bizim için hem kendisi için sever. Yüce Allah’ın kendisi için bize duyduğu sevgi şu kutsi hadiste dile getirilir: “Ben gizli bir hâzineydim, bilinmiyordum; bilinmeyi sevdim, istedim ve mahlûkatı yarattım. Sonra onlara kendimi tanıttım onlar da beni tanıdılar.” Böylece Allah’la varlık arasında sevgi bağı ile kurulan ilişki düzeni vardır. Sevgi, varlığın ortaya çıkışında nasıl belirleyici ise, kâinata düzen verici bir ilke olarak da anlam kazanır. Yüce Allah’ın varlığa duyduğu sevgi yaratılışın sebebi olurken, varlığın da Allah’a duyduğu sevgi kâinattaki düzeni işleten temel unsur durumundadır. Böylece Yüce Allah, hem seven (âşık), hem sevilen, hem de sevgi(ışk)nin kendisidir.
Bu dünyada insanın sevgisine konu olan pek çok şey vardır. Fakat sevgiye en layık olan sadece Yüce Allah’tır. Çünkü bu evrende var olan canlı-cansız bütün varlıklar Yüce Allah’ın eseridir. Yüce Allah varlığa duyduğu sevgi dolayısıyla bu görünen âlemi yaratmıştır. Görünen her şey, Allah’ın aşkından başka bir şey değildir. Her şeyde Allah’ın aşkı yansır. Varlıkların ve insanın benliğini oluşturan şey, Allah aşkından başka bir şey değildir. Her şey Allah tarafından yaratılmış, varlık alanına çıkarılmıştır. Dolayısıyla, kendi varlığını Allah’a borçlu ve bağımlı olmayan hiçbir şey yoktur. Her bir varlık aynı zamanda bu yaratılış gerçeğinin bilincine ve farkına varacak bir donanıma da sahip kılınmıştır (Ra’d 13/115; Nahl 16/36, 48, 49, 50; İsrâ 17/44; Meryem 19/93; Enbiya 21/19; Hac 22/18; Nur 24/41).
Mevlana’nın ifade ettiği gibi, Allah hakkındaki sevgi ne kadar şiddetli olursa o kadar iyidir. Allah’tan başkasına bağlanan sevgi aşırı olursa hayal kırıklığı yaratır. Çünkü insanların ruh halleri sürekli değişip durur; belli bir seviyede sürüp gitmez. Çok sevdiğimiz insanlara karşı zaman içerisinde bazı olumsuz duygular da uyanabilir. Birisi aşırı sevildi mi, o kişi âdeta kutsanır ve hep böyle kutlu olması, büyük bir halde kalması istenir. Buna ise imkân yoktur. Bu durumda kişinin zihni darmadağın olur.
Öte yandan, insanlar arasındaki sevgi son dereceye vardı mı, dostluk baştanbaşa düşmanlığa dönüşebilir. Yüce Allah’ın zatı dışında başka bir bağla birleşen iki kişinin, birbirini sevdikten sonra duydukları düşmanlık, sürekli bir düşmanlıktır. Şu bir gerçektir ki, böyleleri çok sıkı ilişkiler kurduktan sonra birbirlerine sırt çevirirler. Seviştikten kısa bir zaman sonra sevgi bağlarını koparırlar. Dostluk kurduktan sonra birbirlerine kin duyarlar. Hınçları büyür, kalplerine kin iyice yerleşir (İbni Hazm, 1985 s. 250).
Bir kısım insanların Allah’ı bırakıp, başka nesneleri Allah’ı sever gibi sevdikleri de bir gerçektir. Fakat iman edenler Allah’ı daha şiddetle severler (Bakara, 2/165). İnsanın Allah’a yönelişinde fıtrî bir temel olmakla birlikte (Rum, 30/30), iman ve ibadet arzu ve sevginin eseridir. Sevgi, bir kimsenin bir diğer şahıs ya da nesne ile kurduğu bir gönül bağı olduğuna göre, bu bağın kurulmasını doğuran sebep nedir? Şüphesiz ki bu, İlahî güzellik (cemâl) ve iyilikler (ihsan) karşısında gönlün hayranlık, şükran ve minnettarlıkla dolup taşmasıdır. Aklın ve duyuların kainattaki mükemmel düzen karşısında hayretten donup kalmasıdır (Mülk, 67/3-4). Bunun sonucunda akıl ve kalp bütünlüğü ile iyiliğin, mükemmelliğin ve güzelliğin, nihai güç ve kudretin sahibine içten ve bağlılıkla yönelmesidir. Bu durumda “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.” (Mâide, 5/54). Bir Allah dostuna “Bir ikindi namazının sünnetini dünya ve içindekilerle değişmem.” dedirten şüphesiz ki bu sevgidir.
Sevgi akılla birleştiği zaman hikmet ve marifet meydana gelir. Gazali’nin ifade ettiği gibi, Allah’ı tanıyan O’nu sever. Tanıma (marifet) arttıkça sevgi de güçlenir ve aşk derecesine ulaşır. Sevginin bu şekilde aşk halini alması, kulun marifette yetkinleşerek ilahî güzelliği idrak etmesinden ileri gelir. Bu idrak arttıkça aşk da güçlenir. Gerçek âşık kalbindeki Allah sevgisine hiçbir varlığın sevgisini ortak etmez. Bu yüzden başka şeylere karşı duyulan sevgiye ancak değişmeceli olarak aşk denebilir; çünkü ortağı olmayan, dolayısıyla ortaksız sevilebilen tek varlık Allah’tır. Bir insanın gönlünü Allah sevgisi ve aşkla kuşattığı zaman, onun dışındaki her şey basit bir görüntüye dönüşür. Allah hakkındaki sevgi ne kadar ileri derecede olursa o kadar iyidir. Allah’tan başkasına beslenen sevgi aşırı olursa, hayal kırıklığı yaratır. Çünkü insanların ruhsal durumu sürekli değişip durur. Birisi aşırı sevildi mi, o kişinin kutlu ve yüce olması, hep büyük bir halde kalması istenir. Buna ise imkân yoktur. Onun için başkalarına yönelik sevgide kırılmalar kaçınılmazdır. Allah’a duyulan sevgide ise sevgi arttığı ölçüde ilahî yücelikten nasiplenme vardır.
İnsan ne kadar bu dünyaya bağlanmaktan uzaklaşırsa, uzaklaştığı ölçüde değer kazanır ve kemâle erer. Çünkü mutlak kemâl sahibine yaklaşmış olur. İnsan ne ölçüde dünya ve dünyalık benliğinden kaçarsa o ölçüde asıl benliğini bulur. Buradan dünyanın bizatihi kötü olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Tam aksine dünya çok değerlidir, çünkü Allah aşkının kendisinde tecelli ettiği büyük bir aşk kitabıdır. Bu aşk kitabını okuyabilen, kendini onda bulur. Okuyamayıp da gözü onun süsüne ve nakışlarına takılan onda oyalanır kalır. İnsanın dünyaya ve kendine yabancılaşması, aslında kendisini bulması için gereklidir. Bu yabancılaşmayla insan, kendisinin dünyadaki herhangi bir varlık gibi olmadığının farkına varabilir. İnsanın dünyalık benliğini yok ederek hakiki benliğini kazanması, ikilikten kurtulmadır. Bu da insanın kendi kendisini bütünlemesi, tam ve yetkin bir kimliğe bürünmesidir. O halde sevgi hem insanı kendi benliğinde bütünleştiriyor, hem de Allah’a yaklaştırıyor diyebiliriz. Onun içindir ki Hz. Peygamber’in şu duası olgun bir müminin nihai dileğini ne güzel ifade eder: “Allahım! Senden sevgini, seni sevenleri sevmeyi, senin sevgine yaklaştıran ameli sevmeyi dilerim.” (Tirmizi, Tefsir 39; İbni Hanbel I, 368, IV, 66)

1 yorum

  1. Yapmış olduğunuz paylaşımlarınızı gördüm
    ve okudum,çok beğendim.Çok teşekkür ederim.
    Sağlıcakla kalın…Efkan Demir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.