26 Haziran 2016 04:39

Şebnem’i tutuklamak...

Prof. Dr. Gençay Gürsoy Şebnem Korur Fincancı'yı yazdı...

Paylaş

Gençay GÜRSOY

“Böylesine anlamlı bir ödüle değer görülmenin yarattığı bir mahcubiyet içindeyim. Hem yalnızca yapılması gerekeni yaptığınızda, bu davranışın ödüllendirilmesinin mahcubiyeti, hem de yapılması gerekenin bu topraklarda olağan bir değer olarak benimsenmesini yaygınlaştıramamış olmamızın utancı. Ermeni soykırımının hâlâ kapı arkalarında konuşulmak zorunda hissedilmesi, Kürtlerin inkar ve imhasının yok sayılması, bu toprakların halklarının evlerinden yurtlarından sökülüp atılmasının her yıl kutlanabilir olması ve hatta bir avuç kalmış Ermeni halkının yaşadığı bir mahallede örneğin, bir ilkokulun adının Talat Paşa, caddenin Ergenekon, sokağın Türkbeyi olmasının utancıyla yaşamamız, bu toprakların ezilen tüm halklarının acısını hep birlikte hissetmemiz ve onarmak için elimizden geleni yapmamız gerekirken yapamamış, yetememiş olmanın mahcubiyeti...”

Şebnem Korur Fincancı 2014 yılında Uluslararsı Hrant Dink Ödülünü aldığı toplantıda konuşmasına böyle başlamıştı. Bilindiği gibi bu ödül, “ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış, daha özgür ve adil bir dünya için çalışan, bu idealler uğruna bireysel risk alan, ezber bozan, barışın dilini kullanan, insanlara mücadeleye devam etme yolunda ilham ve umut veren kişi veya kurumlara” verilmektedir.

Bir ödülün, bu kadar isabetle sahibini bulmasına çok sık tanık olmayız. Önceden titizlikle belirlenmiş olan koşullar, sanki bir barış ve insan hakları aktivisti, mesleği ile ilgili bilimsel gerçeklerin peşine titizlikle düşerken, devletin hışmına maruz kalmaktan, ağır bedelleri olan riskleri göze almaktan asla çekinmeyen, gereğinde alışılmış ezberleri bozmayı göze alan bir bilim insanı olarak, Şebnem’in militan ruhunu tarif ediyordu.

Onu yakından tanımam İstanbul Tabip Odası Yönetim Kuruluna seçildiğimiz 2002 yılına rastlar. O dönemde ben oda başkanı, Şebnem genel sekreter olarak 2 yıl birlikte görev yaptık. Aramızdaki bunca yaş ve kuşak farkına karşın, gerek güncel siyasal sorunların, gerekse içinde yer aldığımız demokratik sosyalist sol  birikimin değerlendirilmesinde uyum içinde çalıştık. İlk bakışta dikkati çeken uçarı çocuksu görünüşünün çok ötesinde, derin bir mesleki bilgisi, tecrubesi ve kolay kolay pes etmeyen bir direngenliği olduğu hemen anlaşılıyordu. Çok yönlü  kişiliği, gözünü budaktan esirgemeyen atılganlığıyla tam anlamıyla bir çetin cevizdi. Bütün bu nitelikleri yanında, tarzıyla ve davranışlarıyla üslup sahibi, alabildiğine cana yakın ve güven veren kişiliği ile çok sevilen bir insandı.

AKP’nin ilk iktidar dönemine rastlayan o yıllarda, bir taraftan sol içindeki liberal savrulmalar, bir taraftan İttihat-Terakki geleneğini sürdüren vesayetçi sol akımların kafa karışıklıkları içinde, Tabip Odası gibi bir meslek kuruluşunda, doğru rotada dümen tutmak kolay değildi. Şebnem’in ve birlikte çalıştığımız arkadaşların olağanüstü enerjisi, kararlılığı ve politik birikimi sayesinde, İstanbul Tabip Odası bir taraftan AKP iktidarının Neoliberal sağlık politikalarının en doğru şekilde teşhir ederken, bir taraftan da siyaset alanındaki  toplumsal muhalefetin öncü örgütlerinden biri haline geldi.

HEPİMİZ ŞEBNEM’İZ, HEPİMİZ AHMET’İZ, HEPİMİZ EROL’UZ

7 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye’nin batısına da sirayet eden ve son zamanlarda iyice ölçüyü kaçıran tutuklamalar kervanına Şebnem Korur Fincancı, Ahmet Nesin ve Erol Önderoğlu’nun  eklenmesinde mutlaka özel bir neden aranmalı mı doğrusu bilmiyorum.  Şebnem’in bütün bir mesleki geçmişi, devletin en derin yapılarının, işkencecilerin, ırkçıların, ayrımcıların, kadın  ve Kürt düşmanlarının , soykırım inkarcılarının, hırsızların, diktatörlerin, din tacirlerinin, şiddet tutkunlarının damarına basan sayısız eylem, rapor, beyanatla doludur. Tek tek saymaya gerek yok .1996’da Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi adına toplu mezarlardan çıkarılan cesetlerin otopsilerini yapmak, 1999’da Birleşmiş Milletler tarafından işkencenin saptanmasında kılavuz olarak kabul edilen “İstanbul Protokolü”nün hazırlanmasında görev almak ve daha yakınlarda Cizre’de vahşet bordumlarfında bulduğu yanmış bir çocuk çene kemiğini, bir ibret belgesi olarak suskun kitlelerin gözüne sokmak, onun ve onun gibilerin tutuklanmasına, tecrite atılmasına yeter de artar bile.  

Ama artık bütün bunlara gerek yok. Bu davada Türkiye Cumhuriyeti yargısını temsil eden yargıcın tutuklama kararını verirken dayandığı gerekçe bize “açık ve net şekilde “ şunu söylemek istiyor : “ Ey aydın müsvetteleri, Ey karanlık aydınlar, Ey profesörler, gazeteciler, sanatçılar, ezcümle bizden olmayan herkes, haberiniz olsun ve ayağınızı denk atın, bundan böyle  tutuklanmanıza engel bir haliniz yoksa, yani komada, yoğun bakımda, bir ayağı çukurda, kuduzun son aşamasında falan değilseniz  tutuklanabilir ve bertaraf edilebilirsiniz.

“Bu ahval ve şerait” karşısında, gözlerimizi iyice açıp  evrensel özgürlük mücadelesi tarihinden süzülüp gelen şu sade gerçeği görmemiz gerekiyor:  “Herhangi bir ülkede  yargı, iktidarın zülum aracı haline gelmişse, demokratik direniş meşru bir haktır. Bu hakkı kullanamayan toplumlar, zalimlerin nezdinde, zulme müstahak olurlar”.  Öyleyse, “şimdi hepimiz Şebnem’iz, hepimiz Ahmet’iz,  hepimiz Erol’uz”.

ÖNCEKİ HABER

Dokunmak ya da dokunmamak… İşte bütün mesele bu!

SONRAKİ HABER

Susmayacağız, mücadele edeceğiz!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa