1970’lerin sonuyla, 80’lerin ortalarında genç olanlar, efsane güldürü dergisi Gırgır’ı ve Gırgır’ın en sevilen çizgi tipi Avanak Avni’yi hatırlayacaklardır. Onu hatırlamayanlar, Gırgır’ın para babalarınca ve hileyle ortadan kaldırılmasından sonra, 1990’ların ortalarına kadar yayınlanan Avni dergisini mutlaka hatırlayacaktır. İşte ünü sadece Türkiye’de değil, dünyanın bir çok ülkesine yayılan ve saflığın sembolü olan, bizim yaramaz çocukluğumuzdan,  Avni’den söz edeceğiz bu yazımızda. 
(Saflığı ve temizliğiyle asırlar sonra  bana Avni’yi hatırlatan birini gördüm, aklım başımdan gitti, bu yazı ondan ötürü kendisine armağan edildi.)
Karikatürist Oğuz Aral’ın, Gırgır dergisinde getir-götür işlerini yapan Rıza Külegeç adlı genç oğlandan esinlenerek yarattığı Avanak Avni tipi; ilk kez Gırgır’ın 23 Mayıs 1973 tarihli günlük ilave halinde Gün gazetesinin yanında verildiği ve derleme biçimindeki düzenlenen derginin 42. sayısında yayımlanmıştı. Avanak Avni, “mahallelimiz” olduğundan çok sevilmiştir. Çünkü o, birçoğumuz gibi, gecekondu mahallesi çocuğudur. Hep ezilir ama hiç boyun eğmez. Bazen hileyle, bazen kurnazlıkla, bazen boyun eğer görünerek hakkını korumaya çalışır. Mahallesindeki iri kıyım Deve Dilaver'den dayak yer, mahalle arkadaşı Leyla'ya ise âşıktır ama derdini bir türlü anlatamaz. Sarı lepiska saçları kulaklarının üzerinden dökülen, belalısı Deve Dilaver’le sürekli kavga eden, elleri cebinde gezen, işsiz güçsüz ama “delikanlılığı” elden bırakmayan, saf, dişlek bir tiptir Avni. Lüpçüdür, fırsatçıdır ama bir geçiş döneminin tüm şaşkınlığını taşır davranışlarında...
Oğuz Aral Avanak Avni tiplemesi için diyor ki; 
“Gırgır mizah dergisini çıkarırken, okur olarak gençlik kitlesini hedeflememiştim. Zaten kendim de gençtim. O sıralar yeni türeyen bir genç tipi vardı. Kendini zeki, bitirim, uyanık ve dayanılmaz çapkın zanneden fakat aslında meteliksiz, ezik ve  epeyce de avanak bir gençlik... Üstelik bu avanaklık, saf ve sevimli (bir) avanaklıktı...Gırgır’ın belki de en önemli özelliği kendi okuru ile dalga geçebilmesiydi. Gırgır’dan önceki mizah dergileri (Markopaşa dahil) sadece politikacı, vurguncu işadamı ve devlet otoritesini eleştirmişti. Yani bizim dışımızdaki kötü kişileri... Mizahçılıkta en kolay iş, üçüncü şahısları eleştirmektir. Bu durumda mizahçı ile okur ortak olup kendilerinin dışındaki herkese veryansın ederler. Bir anlamda dedikodu yapmak gibi bir iş... Zor olan mizahçının kendisiyle dalga geçebilmesidir. Ama ondan da zoru mizahçının kendi okuruyla alay edebilmesi ve onu eleştirebilmesidir. İşte Avanak Avni tipini bu niyetle çizdim. Avni umduğumdan da çok sevildi. Yıllarca sürdü gitti. Genç okurlar kendilerine Avniliği pek yakıştıramasalar bile, arkadaşlarının tam bir Avni olduğundan emindiler. Sonunda her delikanlı da bir miktar Avnilik olduğu ortaya çıktı.”
Anlaşıldığı üzere, Avanak Avni ilkin büyük / genç  biri olarak çizildi. Daha çok lümpen bir çizgiye yakındı. Hiç bir politik açılımı yoktu. Daha çok gününü kurtarmaya çalışan, bu uğurda dayak yiyen, kaybeden, kimi zaman karaborsaya bulaşmaktan geri durmayan, kimi zaman “olmadıkça yemeyen”, daha çok içine dönük ama saf kalpli biriydi. Küçük insanın özelliklerini taşırdı. Kısa düşler kuran ve bu kısa düşlere ulaşmak için her türlü oportünizme bulaşmaktan geri durmayan  ancak bilerek kötülük de etmeyen (örneğin, hırsızlığa kalkışmayan, yol kesmeyen) bir çalımlı delikanlı... Kalbinde Leyla’sı, canı çok kolay sıkılan ama bir o kadar çabuk kendine gelen, iş buldukça çalışan, çoğu zaman hızla değişen sosyolojinin kader olduğunu sanan bir mahalleli, duygulu ve sevimli bir avanak... Sonra bir gün, sürekli yenilik peşinde olan Oğuz Aral’ı bir merak sarar. 
Kendisinden dinleyelim: 
“Gırgır’ın basıldığı geceler çalışmalarımız ufak çaplı bir meydan savaşına benzerdi. Esprilerin seçimi, tekrar tekrar çizimi, sayfaların toparlanması, kapak konusu tartışmaları ve daha yüzlerce sorunun halledilmesi nedeniyle benim çizeceklerim hep sona kalırdı. Yani kan ter içinde geçirilmiş böyle bir gecenin sabaha karşısında Avanak Avni’yi çizmeye sıra gelince, “Acaba bu herifin çocukluğu nasıldı?” diye (bir) meraka kapıldım. Biraz hayâl edip bir iki eskiz yaptım. Sonra da bir kerelik niyetiyle Avanak Avni’nin çocukluğunu çizdim. O hafta “Çocuk Avni” bombası patladı. Gırgır çalışanları dahil artık herkes küçük Avni’yi sürdürmemi istiyordu. Böylece küçük Avni, Avanak Avni’yi yedi...”
"Dıgıl dıgıl muf"'tan başka bir şey söyleyemeyen, Leyla’ya aşık, elmaya bayılan, saçları üç numaraya vurulmuş, tek tük saçıyla ve sırtına binip dolaştığı uyuz sokak köpeğiyle  o kadar çok sevilir ki çocuk Avni, Avanak Avni’yi bir anda unutuverir herkes... Şimdi bile kolay kolay hatırlayan çıkmaz ya... Çocuk Avni konuşamaz, sadece kendisinin uydurduğu  bir iki kelime söyler. Ama o kelimeleri herkes anlar. Çünkü Oğuz Aral’ın muhteşem duygu çözümlemeleri ve çok ustaca çizdiği Avni mimikleri o kadar kuvvetlidir ki... Mahalle manavının başına beladır Avni... Manavın duygularını sömürüp, elmaları bedavaya kapar. Bir yolunu mutlaka bulur, asla pes etmez. Sonra kendi çapında çapkındır da Avni. Komşu kadınların bacaklarına bakmaya meraklıdır. Banyoyu hiç sevmez. Öylece Adem Baba gibi kaçıverir annesinin elinden sokağa. O mahaleden biridir, kimse garipsemez bu sevimli çocuğu. Eşsiz bir zekâsı vardır Avni’nin. Örneğin çatısı akan evi bahane ederek, altını ıslatmasını temize çekip, annesini kandırmaya bile yeltenir bir macerasında... Sonra çok duygusal ve yardımseverdir de. O küçücük eliyle, yük taşıyan hamala yardım eder. Mahalle çöpçüsüyle birlikte çöpleri toplar usulca. Esnaftan balıkçının yanında durup, onunla birlikte bağırır kendi dilinden ; “Gıbık muu bufuul” ( Derya kuzusu bunlar). En sonunda da sanır ki Avni’cik; iyilik edenlere para verirler; gidip bankadan para ister - iyilik yaptı ya - ve bankacının suratsız sesiyle karşılaşır; “Ne parası be?”
Maçta onu hep kaleci yaparlar, ne de olsa o ne anlar futboldan? Ama Avni canhıraş çabalayıp, bir şutu kurtardığında kendisini dünyanın en iyi kalecisi sanır. Bunu rüyalarında görür. Mutlu olması o kadar kolaydır ki küçük bir çocuğun... Sanki yetişkinlere, masumiyet dersi verir küçücük Avni? (Karşısında böyle hissettiğiniz kaç kişi girdi hayatınıza?) 
Hangisiyle evleneceğine bir türlü karar veremediği komşu kızları Leyla, Ayten, Nurten vardır sonra… Onlar  yanıp bitmektedir de, Avni hiç birini kırmak istemez kızlardan. Elinde olsa, hepsini birden alacaktır neredeyse. Kendisini papyonlu, -en sevdiği- Leyla’sını da gelinlikler içinde düşler hep.  
İple bağladığı sineğini bir uçurtma gibi gezdirmesini unutmak mümkün müdür hayvan dostu Avni’nin? Mahallenin bütün kedisini, köpeğini, hatta kara sineğini eve doldurmaya kalktığı için annesinden  yediği dayakları unutmak mümkün mü? … Müziğe de çok meraklıdır. Ama yaptığı müziği bir tek kendisi beğenir . Çünkü bulabildiği teneke, boş konserve kutuları ya da tencere kapağından kurduğu “Avni Orkestrası” ona her ne kadar büyük bir mutluluk verse de, mahalleli bu “orkestranın” gürültüsünden çok da hoşlanmaz. Hele tek bir elmanın üstüne koyduğu “bakkal mumunu” üfleyerek yaş gününü kutlaması yok mu? Unutulur gibi değildir. Atatürk ve bayrak imgesi de Avni maceralarında sıkça görülür. Tüm yoksulluğuna karşın, onurlu yürüyüşü ve başını eğmeyişi ona duyulan hayranlığı arttıran bir başka özelliğidir. Kazanamaz ama hiç bir zaman kaybetmez de... (Ahhh desem kim duyar beni?)
Sevdiği kız Leyla, babasıyla geçerken, yere göğe sığmaz Avni. Camın kenarından bakarken, tepe üstü düşüverir. Ama ağlamaz. Çünkü erkekler, bir kızın yanında ağlamaz da ondan. Sünnet olduğu macerasında, çok sevdiği ve onu bir balık gibi oltayla yakaladığı pipisi kesilirken, “dıgıl dıgıl” ağlarken, sünnetten sonra “dıg...dıg” olarak ağladığı macerayı okuyup da unutan biri var mıdır bilmem?  Ya da, “Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi” tekerlemesini, "Şıftan bada gıbıdı,matasına gıbıdı" biçiminde söyleyerek yeni bir hafıza yaratmasını?
Avni bir anti-kahramandır. Yani yaşayan/gepgerçek biridir. Asla cilalı, mucizevi ya da gerçeküstü  değildir. O bizden biridir ve aslında bizim tam da kendimizdir. Bize bizi anlatır o konuşmayı bilmeyen sesiyle. O hepimizin onayladığı biridir. Çünkü onun bitmez bir umudu vardır. İnsancıldır ve gözünün yaşı  kurumamıştır. Belki de Avni’yi bu kadar çok sevdiren şey, hep yeniden başlayacak umudu olmasıdır, kim bilir? Hem de öyle böyle değil, çoktan da çok, bildin mi? 
Avni hiç bir zaman yenilmez, çünkü o insan sıcaklığını hissettiren; bazen gözündeki yaşa kederlendiğimiz, bazense yaptığı yaramazlıklarla kendimizi gözden geçirip, “her şey de asker gibi disiplinli olmasın canım” dediğimiz bir çocukluk yoldaşıdır. O bizim kapı komşumuzun haylaz ama sevimli çocuğudur. O bizim çocukluğumuzun, büyük kent ve onun boğuculuğuna karşı kalbimizde yaşattığımız, çocukluğumuzun sıcak, samimi yüzüdür. (Böyle birini bulup da ona yapışmayacak biri var mıdır şu namussuz dünyada, bilmem!)
Oğuz Aral, 1999 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda  diyordu ki; 
“O yıl Avni futbolcular ve politikacılar dahil, ülkenin en ünlü kişisi oldu. Tabaklarda, bardaklarda, tişörtlerde, çarşaflarda, kolyelerde, kalemlerde, aklınıza gelebilecek her türlü tüketim maddesinde resmi basılır oldu. Hatta bununla da kalmadı, Avrupa’da; duvarlarda afişlerini,  Avrupalı gençlerin yakalarında rozetlerini gördüm. Bir Meksika dergisi de Avni’yi kapak yaptı. Avni’yi üçüncü dünya ülkelerinin simgesi olarak seçmişlerdi. Irkçılığa karşı bayrak yapmışlardı. Tabii bunlar, bu olanlar benim iznim dışında oluyordu. Avni yıllarca ticaret amacıyla kullanıldı. Hâlâ da kullanılmakta... Eğer Türkiye’de, Avrupa ya da Amerika’daki gibi sanatçıyı koruyan telif eserleri kanunu olsaydı, şimdi bunca milyon doları ne halt edeceğimi kara kara düşünüyor olacaktım. Yani beni Allah korudu...”
Daha sonraki günlerde, Oğuz Aral, okurlarından gelen yoğun talep üzerine Avni’nin maceralarını bir kitapta toplar. Bu kitap yayınlandığı zaman, Oğuz Aral, bu konuda bir gazeteye verdiği bir söyleşisinde  -bence- ilginç bir ayrıntıdan söz eder. Bu kitap fikri henüz  ortada bile yokken, Oğuz Aral’ın iyi dostu ve sıkı bir Gırgır takipçisi olan Yaşar Kemal ustayla Oğuz Aral’ın arasında bu konuda bir konuşma geçmiştir...Oğuz Aral’dan dinleyelim mi? “Yaşar Kemal yıllardır, “Bir gün Avni’nin kitabını çıkarırsan ve önsözünü bana yazdırmazsan valla dövüşürüz” diye tutturmuştu. Ama Avni’yi çizmeyi bıraktıktan sonra gelen bir okur mektubu beni çok duygulandırdı. Dergi ve gazete sayfalarında yitip giden Avni öykülerini bir kitapta toplamaya mecbur etti. Yaşar Kemal gibi 190 santimetre ve 100 kiloya yakın birinden sopa yemek pahasına bu okur mektubunu da önsöz olarak kitaba koydum.”
Sözü edilen okur mektubu özetle şöyle;
“Sevgili Oğuz Aral, yıllardır bizim gibi zor yaşam koşullarını sürdüren bir toplum olarak bize avuçlarınızla, bir çeşmenin gür ve tatlı suyu gibi gülmeyi sundunuz. Yaşamımıza renk ve ışık getirdiniz. Bu yüzden size kocaman teşekkürler borçluyuz. Kendimi ne zaman mutsuz hissetsem, koşup Avni’ye bir göz atarım. O, her zaman bana yaşamın temiz ve küçük sevinçlerini hatırlatır. Mutlu eder. O, benim mahallemin çocuğu, komşumun oğlu, saflığı bozulmamış en güzel, en tatlı insan (...) Sizler hayatımızda bir elin parmakları kadar azsınız. Çünkü yitirdiğimiz değerlerden geriye yok denecek kadar az şey kaldı. (...) Lütfen kendinize iyi bakın. Bizim hatırımız için sigara ve içkiden uzak durun. Sizin daha çoook uzun yıllar bizimle olmanızı istiyoruz.”
Zaman o kadar gaddardır ki... Gün olur, Oğuz Aral ölür, küçük Avni öksüz  ve sahipsiz kalır. Takvimler 2000’lerin ilk çeyreğine yakın zamanları gösterirken; vahşi tüketim çağının, saldırgan oportünizmi Avni’yi de kendi bencilliklerine sürüklerler. Artık çağ, saflığını ve masumiyetini kaybetmiştir. Zamanında sahip çıkmadığımız değerleri özlediğimiz, kederli günlerde kendi “değersizliğimize” hapsolmuşuz. İşte, tam da bu günlerde, konuşmayı henüz sökmemiş Avni -ya da konuşmayı tercih etmeyen mi desek acaba- Facebook denen ve çoğunlukla, teşhirci  sapmalar için kullanılan, yağlı ruhsal çamur batağında görülmeye başlanır... Tüm dünyanın “hiç büyümeyen çocuğu olarak” siyasi eylemlerde bayraklaştırdığı Avni, kendi memleketinde üç tane kendini bilmezin elinde; konuşan, siyaset yapan, küfreden biri olarak aşağılanmaya, karalanmaya başlanır. Aynı günlerde, Oğuz Aral’ın yeğeni, Tekin Aral’ın kızı gazeteci Ayşe Aral, 7 şubat 2014 tarihli Hürriyet gazetesinin Kelebek ekinde, neredeyse küfre yakın bir yazı kaleme alır: 
“Facebook’ta Avni falan deyip, bizim konuşamayan ya da konuşmamayı seçen saflık simgesi ama iki dıgıll mıgılla aslında çok şeyi anlatan Avni’mizin baktım ki sayfalara düşürülen hali içler acısı. Avni olmuş terbiyesiz. Dıgılı zor söyleyen Avni, başlamış şakımaya. Başlamış politika yapmaya. İktidara geçiriyor. Ayakkabı nedir bilmeyen Avni, ayakkabı kutusu diyor. Muhalefete de geçiriyor. Bırakın Avni’nin konuşmasını, Avni bir de ikili oynuyor. İşine gelen Avni’yi almış konuşturuyor. Saygısızlar. Emeğe saygısızlar. Oğuz Aral’ı sevdiğini sananlar. Aklınız sıra Oğuz Aral’ı mı anarsınız? Avanak Avni karakterini, Avni’yi sevdiğinizi mi gösterirsiniz? Sevilen bir karakter üzerinden prim yapmaktan başka ne edersiniz? Yeni kuşaklara Avni’yi nasıl böyle ahlâksız tanıtırsınız? Avni küfür eder mi? Utanmaz Adam’ı da şimdilerde kullanmaya başlamışsınız. Adı Utanmaz olsa da herkesten daha utangaçtır o da. Ha bir de bunların maddi olarak cezası var size. Ama maddiyatı geçin de amcamı rahat uyutun, Avni’ye de dokunmayın. Şu ülkede bazı şeyler bırakın da temiz kalsın be!”
“Şu ülkede bazı şeyler bırakın da temiz kalsın be!”  Çok dramatik bir ses değil mi sizce de?
Neyse, hikâye basittir aslında. Yeni değerler üretmeyenler, üretilmiş değerlere de saygı duymazlar ve  o kirli ve pis elleriyle o değerleri karalamayı da “ne var ki bunda, çağın getirisi” diyerek “normal” kabul ederler. Normal neyse artık? Temmuz 2006'dan itibaren, son dönemin en popüler mizah dergisi olan Penguen’in  çizerleri, çoğunun ustası olan Oğuz Aral'ın anısına Avni'nin karikatürlerinin aynısını kendi kalemlerinden çizseler ne olacak ki? Avni, büyük bir masumiyet anıtı olarak kalbimizde gömülü kaldı. O anıt ki; kederden karılmış bir harçla yapılmıştır ve yanağında hiç bir zaman kurumayan gözyaşıyla bize  her zaman bir saflık- kapitalizm savaşını hatırlatacaktır kalbimizde bir çocuk yaşattığımız sürece... Avni bu ruh halinde ne derdi kötü, hazımsız, dedikoducu insanlara? Biz de onun ağzıyla sövüyoruz şimdi. İnsancıllıktan bizi uzaklaştıran herkese, her şeye, alayınıza;  “Löööm!”