TÜRKİYE’DE BÜYÜK KENTLERİN
GECEKONDU VE ÇÖKÜNTÜ
MAHALLELERİNDE YA ANAN
YOKSULLUK VE SOSYAL
DI LANMA
Fikret Adaman
(Ekonomi Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi)
Çağlar Keyder
(Sosyoloji Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi)
Katkı sağlayanlar
Serra Müderrisoğlu
(Psikoloji Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi)
Bediz Yılmaz
(Kamu İdaresi Bölümü, Mersin Üniversitesi)
Deniz Yükseker
(Sosyoloji Bölümü, Koç Üniversitesi)
Bu rapordaki görü ler yazarlara ait olup, Avrupa Komisyonu’nu ve
Türkiye Çalı ma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı bağlamamaktadır.
ENDEKS
Te ekkür ………………………………………………………………………………….................…ii
Yönetici Özeti……………………………………...………………………….…………………………iii
GİRİ …………………………………………………………………....................…………..1
Bölüm 1: YOKSULLUK VE SOSYAL DI LANMA: KURAMSAL ÇERÇEVE.......………4
Bölüm 2: TÜRKİYE’DE YOKSULLUK VE SOSYAL DI LANMA ÜZERİNE KU BAKI I
BİR DEĞERLENDİRME
Genel Resim…..……………………………………………………………………....………16
Yakındaki Uzak: İstanbul’un bir Kentiçi Mahallesinde Sosyal Dı lanma ve Mekansal
Sürgün (Bediz Yılmaz)……………………………………………………………......……...27
Yurtlarından ve Ya amlarından Koparılmı İnsanlar:
Bir Sosyal Dı lanma Süreci Olarak Türkiye’de Kürtlerin Yerlerinden Edilmesi
(Deniz Yükseker)…………….....................................................................…………………40
Çalı mak ya da Çalı mamak: Bütün Mesele Bu!
(Serra Müderrisoğlu)………...................................................................................………….54
Bölüm 3: ARA TIRMA SONUÇLARI VE ANALİZ.............................................................65
Bölüm 4: DEĞERLENDİRME VE POLİTİKA ÖNERİLERİ...............................................123
REFERANSLAR....................................................................................................................141
i
TE EKKÜR
Türkiye’nin büyük kentlerin gecekondularında ve kentiçi yoksul mahallelerinde ya anan
sosyal dı lanma üzerine olan bu rapor, Avrupa Komisyonu’nun Çalı ma, Sosyal İ ler ve
Fırsat E itliği Dairesi için, “Sosyal İçerme Belgesi (Joint Inclusion Memorandum)”—JIM
sürecine katkı vermesi amacıyla hazırlanmı tır (VC/2005/0155). İkinci bir destek, Boğaziçi
Üniversitesi Ara tırma Vakfı tarafından sağlanmı tır (06M101). Her iki kuruma da mali
destekleri için te ekkürlerimizi sunarız.
Yalnızca yol göstericilik değil, entelektüel birikimini de ara tırma boyunca bizlerle
payla mı olan Avrupa Komisyon’undan Bay Walter Wolf’a ükranlarımızı aktarmak isteriz.
Odak grup ve anket çalı maları sırasındaki profesyonellikleri ve destekleri için
Frekans Ara tırma Merkezi’ne müte ekkiriz. Projede asistanlık yapan Bengi Akbulut, Burcu
Yakut, Ceren Soylu, Çağrı Yoltar, Derya Güvenç ve Ilgın Erdem’e de içten te ekkürlerimizi
sunarız.
Payda larla niceliksel ve niteliksel çalı maların sonuçlarını tartı mak amacıyla (biri 67 Aralık 2005’te İstanbul’da, diğeri 12-13 Aralık 2005’te Gaziantep’te) yapılan iki çalı tay
birçok açıdan katkı sağlamı tır. Bu çalı taylar hem sonuçların yorumlanmasında hem de
politika önerilerinin ekillenmesinde önemli girdiler vermi tir. Tüm katılımcılara, özellikle de
sonradan daha ayrıntılı yorum iletmi olanlara te ekkür ederiz. Aynı ekilde, sosyal dı lanma
ve ilintili konularda görü me yapmayı kabul edip değerli zamanlarını ayırarak ve bu konuda
bize yazılı malzeme temin ederek katkıda bulunanlara müte ekkiriz. Çalı ma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı’nın Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi’ne de uzmanlıklarını bizimle
payla tıkları için ükranlarımızı sunarız; kendileri her türlü desteği vermenin yanı sıra taslak
raporumuza değerli yorumlarını sunmu lar ve ayrıca çalı taylara zenginlik katmı lardır.
Konuyla ili kili üç makalenin yazarları Bediz Yılmaz, Deniz Yükseker ve Serra
Müderrisoğlu’na projeye verdikleri değerli katkıları ve gösterdikleri i birliği ve destek için
ayrıca te ekkür ederiz.
Yapıcı ele tirileri sebebiyle Abdullah Karatay, Antonio Marquez Camacho, Ay e Gül
Altınay, Aziz Çelik, Burcu Yakut, Ceren Soylu, Çağrı Yoltar, Deniz Hayat, Hande Sart,
Kahraman Eroğlu, Meltem Ahıska, Nazan Üstündağ ve Zafer Yenal’a minnettarız. Pınar
Ardıç’a da ekonometrik analiz konusundaki yardımları için te ekkür ederiz.
Alı ılmı uyarıyı tekrar etmek adına, yukarıdaki isimleri ilerleyen sayfalarda sunulan
görü lerden muaf tutarız.
FA&ÇK
ii
YÖNETİCİ ÖZETİ
Bu rapor, Türkiye’de ya anan sosyal dı lanmanın kapsamını, özellikle altı büyük ilin (Adana,
Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, İstanbul ve İzmir) gecekondu ve kentiçi yoksul mahallelerine
vurgu yaparak, incelemeyi amaçlamaktadır. Burada sunulan sonuçlar, dı lanmanın farklı
boyutlarına dair yazılmı üç makale, payda larla yürütülen bir dizi derinlemesine görü me ve
yukarıda belirtilen altı ehirde gerçekle tirilmi olan 12 derinlemesine grup ve 1,863 denekle
yürütülmü anket çalı masına dayanmaktadır. Ara tırma, ayrıca, anketin ham sonuçlarının
tartı ıldığı (biri Gaziantep diğeri İstanbul’da gerçekle tirilmi
olan) iki çalı tayın
katılımcılarının görü lerinden de faydalanmı tır.
Türkiye’nin büyük kentlerin yoksul mahallelerinde ya anan sosyal dı lanma üzerine
olan bu rapor, Avrupa Komisyonu’nun Çalı ma, Sosyal İ ler ve Fırsat E itliği Dairesi için,
“Sosyal İçerme Belgesi (Joint Inclusion Memorandum)”—JIM sürecine katkı vermesi
amacıyla, hazırlanmı tır (VC/2005/0155). (Boğaziçi Üniversitesi Ara tırma Fonu da maddi
katkı sağlamı tır—06M101.) AB’nin “Sosyal İçerme Koordinasyonu Yöntemi”1 tam
katılımına hazırlıkları bağlamında, Türkiye (2004 yılı sonu itibariyle) Çalı ma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı’nın e güdümünde JIM üzerine çalı maya ba lamı olup, konu ile ilgili
hazırlıklar devam etmektedir. JIM sürecine katkı sağlaması amacıyla bu raporun taslak hali
Bakanlığa ve Avrupa Komisyonuna sunulmu tur.
Bu çalı mada her ne kadar vurgu (özellikle büyük kentlerin yoksul mahallelerinde
ya anan) fakirlik olgusuna verilmi se de, (ya lılar, engelliler, yurtlarından koparılmı lar,
Romanlar, sokak çocukları gibi) marjinal gruplara ve i sizlik, eğitim ve ehirle me gibi
sorunlara da uzak kalınmamaya çalı ılmı tır.
***
Sosyal dı lanma bu raporda (Avrupa Konseyi’nin tanımına istinaden), ki ilerin—yoksulluk,
temel eğitim/becerilerden mahrumiyet ya da ayrımcılık dolayısıyla—toplumun dı ına
itilmeleri ve toplumsal hayata dilediklerince katılımlarının engellenmesi sürecine kar ılık
gelmektedir. Bu bağlamda, iktisadi hayatta kar ıla ılan dı lanma, temel eğitim/becerilerden
mahrum olma ya da siyasi veya kültürel ayrımcılık dolayısıyla da ortaya çıkabilmektedir. Bu
tip bir dı lanma, kaynak yetersizliğinin yoksulluğu yenmeyi güçle tirmesi sebebiyle kendi
kendini besleyen bir hal almaktadır. Dı lanmı lar, kendilerini benzer durumda olanlarla aynı
ikametgah yakınlığı içinde bulduklarında mekansal ayrımcılık da hayatlarını kısıtlayan bir
diğer unsur halini almaktadır. Dolayısıyla, sosyal dı lanma çok boyutlu bir kavram olarak ele
1
http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/objectives_en.htm
iii
alınmakta ve yalnızca geliri değil ya anan dünyanın ko ullarını belirleyen diğer göstergeleri
de kapsamaktadır. Sosyal dı lanmanın her biri bir diğerini tetikleyen ve besleyen iktisadi,
siyasi, kültürel ve mekansal boyutları olduğu kabulünden hareketle, farklı boyutlardaki
dı lanmaların kalıcıla tırıcı etkile imi nedeniyle olumsuz ko ulların süreklilik kazandığı kendi
kendini besleyen döngülerin önemi ortadadır.
Her ne kadar Türkiye son birkaç yılda görece yüksek büyüme oranlarına sahip olsa da,
ki i ba ına dü en gelir hâlâ AB seviyesine kıyasla dü üktür (Avrupa Birliği’nin [EU25] ki i
ba ına dü en ortalama gayri safi milli hasılası, satın alma gücü paritesince ifade edildiğinde,
100 olarak alındığında, Türkiye’nin 2005 yılı için değeri 29.1’dir). Bu durum, çarpık gelir
dağılımıyla birle tiğinde, ülkede bariz bir yoksulluk sorunu olması beklentisine yol
açmaktadır. Gerçekten de, her ne kadar “açlık sınırı” (hayatta kalmaya ancak yeten meblağ)
altına dü en nüfus oldukça dü ükse de, “yoksulluk-riski” ta ıyan kesim ele alındığında
(e değerlik ölçeğine göre e itlenmi hanehalkı net gelirlerinin meydanının %60’ ının altında
olan kesim), resim bariz ekilde deği mektedir. Türkiye’de nüfusun yüzde 26’sı, 2003 yılı
itibariyle, bu sınırın altındadır. Gelir dağılımının coğrafi e itsizliği, Doğu’daki ortalama
gelirin Batı bölgelerindekinin yarısından az olu u verisinde somutlandığı gibi, bu resmi daha
da rahatsız edici hale getirmektedir. Bu e itsizlik insani geli me göstergelerinden de takip
edilebilmektedir; örneğin, ya am beklentisinin Doğu-Batı arasında 8 yıl fark ediyor olması
gibi. Bir diğer farklıla ma kendini kent-kır ayrımında göstermektedir; ülke nüfusunun
yakla ık üçte birinin kırda ya ıyor olmasına rağmen bu kesimin gayri safi milli hasıladan
aldığı payın bu oranın yarısından da az olması durumu tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.
Yoksulluğun arkasında yatan belirleyici sebebin, son on yılda artı gösteren ve yakın
gelecekte de pek muhtemel görünmeyen yapısal deği iklikler olmadıkça dü eceğine dair bir
i aret bulunmayan i sizlik olduğu öne sürülebilir. Ülkenin gerçekle tirdiği büyümenin fazla
istihdam yaratamadığı ortadadır. Ayrıca, ülkedeki—iyimser tahminlere göre tarım dı ı
istihdamın %30’u olarak tahmin edilen—kayıtdı ı ekonominin geni liği de, çalı makta
olanların bir kesiminin i güvencesi ve sosyal sigorta olmadan ya adığını göstermektedir.
Sosyal hizmetler, gerektiği gibi olu turulduğunda, bu sorunları yoksulluk ve güvence
eksikliğini hedef alarak tersine çevirebilmektedir. Türkiye vakasında ise, sosyal programlar
yeterli fona sahip olmayıp, idari ve örgütsel sorunlar (ki bu verim kaybı anlamına
gelmektedir) ya amakta ve e itlik ilkesini sağlamada yetersiz kalmaktadır. Mevcut eğitim,
sağlık ve emeklilik düzenlemeleri, en yüksek gelir ve statü grubundaki ayrıcalıklı azınlık
haricinde, topluma dü ük kaliteli ve yetersiz hizmet sağlamaktadır. Yoksullukla mücadeleyi
amaçlayan programların hedeflere ula ma anlamında yeterli olamadıkları ortadadır. Riske
iv
kar ı geleneksel dayanı ma ve sigorta mekanizmalarının da—aile ve diğer sosyal ağlar gibi—
erozyona uğramakta olduğu dü ünüldüğünde, durum daha da çarpıcı bir hal almaktadır.
Nüfusun büyük bir kısmı i siz ya da kayıt dı ı istihdam edilmi olduğundan, yani
hiçbir sosyal güvence ve sağlık sigortası olmadan bozulan sosyal güvenlik içinde
ya adığından, sosyal dı lanma ihtimalinin ülke genelinde yüksek olduğu sonucuna varabiliriz.
Her ne kadar sivil inisiyatif ve yerel yönetimlerin eğitim ve sağlık alanlarında belli katkıları
oluyor ve yoksulluğu azaltma amacıyla Ko ullu Nakit Transferi gibi yeni sosyal destek
projeleri olu turuluyor olsa da, toplumun büyük bir kesiminin sürekli olarak yoksulluk sınırı
altında ya da bu sınır civarında ya amasını engelleyebilmek için uzun vadeli yapısal
deği ikliklerin gerekliliği açıktır.
***
Gecekondu ve kentiçi yoksul mahalleler, üphesiz, sosyal dı lanma süreçlerine kar ı en
savunmasız bölgelerdir. Köyden kente göç 1950’lerde hem bir itim hem de bir çekim olarak
ba lamı tır ve halen sürmektedir. 1950’lerde yalnızca nüfusun dörtte biri ehirlerde ya arken
bu oran günümüzde üçte iki mertebesine çıkmı tır. İlk göçmenler, hükümetlerin toplumun bu
kesiminin konut ihtiyacını kar ılayamadığı bu dönemde, gecekondularını, kelime anlamına
uyacak
ekilde bir gecede, büyük
ehirler civarına in a etmi lerdir. Bu yeni gelenler
büyümekte olan sanayiye ucuz emek sağlamı lardır. Hükümetler genelde popülist ve patronaj
bazlı politikalar yürütmü lerdir: çoğunlukla kamu arazisi üstüne kaçak in a ettikleri evlere
göz yumma ve belirli belediye hizmetleri sağlama kar ılığında göçmenlerin oylarını alma
eklinde geli en örtülü bir pazarlık mevcuttur. Bu vaatlerin sonucu olarak, 1966’da çıkan
“Gecekondu Kanunu” bu gecekondu bölgelerinin kalıcıla masına zemin hazırlamı tır.
1980’lerde, devam eden ehirle me ve ehir merkezlerinde artan bina yoğunluğu, servis
sektöründeki geli meler gibi etmenler neticesinde orta sınıfın artan konut talebi gecekondu
alanlarının birden değer kazanmasına yol açmı tır. Sonuç olarak, küçük bahçeli tek katlı evler
yıkılıp çok katlı “apartman gecekondu”lar halini almı tır ve bu da daha sonra “gecekondu
sahipleri” ve “gecekondu kiracıları” ayrımını yaratacak süreci ba latmı tır. Bu yeni sosyal
ayrım 1990’lardaki kitlesel zorunlu göç ile (Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun kırsal
kesiminden bölgedeki ve Batı’daki ehirlere) daha da iddetlenmi tir. Bir milyon ki i olduğu
tahmin edilen bu yeni göçmen dalgası Güneydoğu’daki silahlı çatı maların sonucudur.
Gecekondu mahalleleri genellikle “çalı an yoksul”ları barındırmaktadır. Bu kesim, her
ne kadar (sürekli olmasa bile) çalı ıyor olsa da, temel gereksinimlerini kar ılamakta zorlanan
ve haliyle yoksulluk sınırında ya da altında ya ayan i gücünden olu maktadır. Dü ük
ücretlere ek olarak, kayıtdı ı istihdam (ki bu da çoğu durumda düzensiz i ve belirsiz istihdam
v
anlamına gelmektedir), düzensiz gelir (ya i verenin muntazam ödeme yapmaması ya da sık i
deği tirme mecburiyeti), sosyal güvenlik ağlarından mahrumiyet gibi sorunlar bu duruma
sebep olarak sayılabilmektedir. Sonuç olarak, gecekondu sakinleri yoksulluktan kaynaklanan
dı lanma riskiyle kar ı kar ıyadır.
Gecekondu bölgelerinin sınırları kesin olarak çizilememektedir; ama belli ortak
özellikleri bulunmaktadır: bu binalar bir gecede in a edildiğinden ehir planlamasından söz
edilememektedir. Binaların kalitesi kötüdür. Kaçak elektrik kullanımı yaygındır. Dar sokaklar
sebebiyle çöp araçlarının ve acil durumlarda itfaiye ve ambulansların girmesi sorunludur.
Altyapı yetersizdir: kanalizasyon sisteminin yetersizliği sebebiyle yer altı suları
kirlenmektedir; oyun alanları, park ve kamu binaları hem sayı hem de kalite olarak kent
ortalamasının altındadır.
Yoksulluktan kaynaklanan dı lanma, üretim ve payla ım süreçlerinin ekonomipolitiğinin bir tezahürü olarak ülkedeki sosyal dı lanmanın belirleyici yanıdır. Öte yandan,
yukarıda belirtildiği üzere, kültürel ve siyasi boyutların varlığı da mevcuttur ve tanınmayan ya
da talep edilmeyen haklar da ayrımcılığa yol açmaktadır. Yaptığımız literatür taraması
dı lananların çok çe itli gruplara (engelliler, kimsesiz ya lılar, sokak çocukları vb.) mensup
olduğunu ve dı lanma süreçlerinin çok katmanlılığını (eğitim, sağlık, emek piyasası, siyasal
haklar vb.) açıkça göstermi tir.
Sosyal dı lanmanın Türkiye’deki tezahürlerini tam olarak kavramak amacıyla, üç
konuda konu uzmanlarına makale yazmalarını istedik. Bediz Yılmaz’ın Tarlaba ı’ndaki
(İstanbul) mekansal dı lanmayı inceleyen çalı ması, dı lanmanın farklı tezahürlerinin iç içe
geçi lerine dair dikkate alınması gereken saptamalarda bulunmaktadır. Bu çalı ma ehir
içindeki yoksulla mı mahallelerin dinamiklerini Türkiye’deki mevcut gecekondu sorunu
bağlamında ele almaktadır. 1990’ların göç dalgası, belirtildiği üzere, genelde gönüllü
yapılmamı tır. Bu kitlesel yerinden olmanın sonuçlarına ve toplumsal maliyetlerine dair geni
kapsamlı bir açılım Deniz Yükseker tarafından sunulmaktadır. Son olarak, çocuk emeğinin
önemine dikkat çeken Serra Müderrisoğlu, İstanbul’da etnik ve mekansal dı lanmalara maruz
kalan ve bir yandan da çalı mak zorunda olan Kürt çocuklarının aynı anda okuma hedefine
ula masındaki zorlukları dile getirmektedir.
***
Bütün bu gözlemlerin ı ığında yürüttüğümüz çalı manın üç kısmı vardır: (1) Hem merkezi
hem genel yönetimden yetkililerle, STK ve sivil inisiyatif temsilcileriyle ve akademisyenlerle,
sosyal dı lanmanın dolaylı ya da doğrudan sebepleri konusunda 34 tane derinlemesine
görü me yapıldı. (2) Anılan altı kentin her birinde, biri erkeklerle diğeri kadınlarla olmak
vi
üzere, toplamda 12 adet foküs grup çalı ması gerçekle tirildi; görü ülen toplam erkek sayısı
39, kadın sayısı 44’tür. (3) Bu altı ilin gecekondu bölgelerinde ya ayan 1,863 ki i ile anket
çalı ması yürütüldü.
•
Bu çok boyutlu tablodan çıkarttığımız göze çarpan sonuçlar a ağıda özetlenmi tir:
Beklendiği üzere, yoksulluk birçok hanehalkının iç-içe bulunduğu ve hatta bir ya am
ekli olarak kabullendiği bir sorundur. Anket çalı mamıza katılanların yarıya yakını
yoksulluk nedeniyle kendilerini toplumdan dı lanmı hissetmektedir. Yoksulluğun
nedenleri arasında, hedef grubumuzun büyük bir bölümünün istihdam edildiği (çoğu
enformel kesimde olan) dü ük kalifiye i lerdeki ücretlerin az olması (emek
piyasasındaki kadın-erkek farkının yarattığı ilave soruna ilaveten); sermayeye
eri imde güçlükler ya anması; eğitim imkanlarından yeterince yararlanamama
neticesinde be eri sermayenin dü ük seviyede kalması; mekansal sorunlar nedeniyle
(örneğin, kalabalık nüfus ve küçük mekan, kötü sağlık ko ulları, yetersiz beslenme,
ısınamama) verimliliğin dü mesi; küçük ölçekli (genelde ev merkezli) üretimde/satı ta
danı manlık hizmeti almada ya anan güçlükler; beceri geli tirmeye yönelik kurs vb.
hizmetler arzının istenilen sayı ve kalitede olmaması; evdeki yükümlülükler ya da
engellilik sebebiyle emek piyasalarına (istenilen ölçüde) girememe; i te ayrımcılık
•
sayılmı tır. Ara tırmanın yürütüldüğü ehirler arasında çarpıcı farklar ortaya çıkmı tır.
Türkiye ile ilgili bir diğer çarpıcı gösterge çalı masına rağmen yoksulluktan
kurtulamayan kesimin fazlalığıdır. Halihazırda çalı anlar içerisinde yoksul olanların
oranı %23 mertebesindedir ki bu oran EU25’tekinin yakla ık üç katıdır. Bu husus,
•
çalı mamızda son derece çarpıcı bir ekilde kendini belli etmi tir.
Yoksulluğun, sağlık, eğitim ve konut gibi temel hizmetlere ula mada ya anan
sorunları arttırdığı gözlenmi tir. Ara tırmaya katılanların neredeyse üçte ikiye yakın
bir kesiminin sağlık ya da i sigortası ya da emeklilik imkanlarının olmadığı, eğitime
ula ımda engellerin olduğu (çocukları okula göndermenin masraflı olduğu çoğunluk
tarafından dile getirilmi tir) ve sağlık ko ullarının gerektiği gibi olmadığı (örneğin,
evlerin be te birinde akar su sistemi bulunmamaktadır ve yine be te birinde tuvalet
dı arıdadır) görülmektedir. Yoksul mahallelerdeki genel eğitim tablosu da alarm
vermektedir: görü me yapılanların dörtte birinden fazlası okur-yazar değildir ve ancak
be te birinden azı liseyi tamamlamı tır. Dolayısıyla, görü ülenlerin dörtte birinin,
eğitim seviyeleri nedeniyle toplumdan dı landıklarını hissetmeleri a ırtıcı değildir.
Mevcut yoksulluğun ileriki nesiller için dü ük be eri sermayeye neden olarak dü ük
ücretli istihdamı sürekli kılacağına ve dolayısıyla yoksulluk-eğitimsizlik-yoksulluk
vii
kısır döngüsü yaratacağına dair açık i aretler vardır. Yoksulluk, son olarak,
•
engellilerin ya adığı sorunları derinle tirmektedir.
Katılımcılar, kamusal sağlık ve eğitim hizmetlerinin kalitesinin dü üklüğü ve yetersiz
olu una dair ele tiriler getirmi lerdir. ikayetler unlardır: Eğitim ve sağlık hizmetleri
arzının gecekondu bölgelerinde, ehrin geneline kıyasla, bariz ekilde dü ük olması
(sağlık birimlerinde personel ve ekipman yetersizliği ve eğitimde kalabalık sınıflar
eklinde tezahür etmektedir); okulöncesi eğitim, ya lı ve küçük çocuklar için bakım
hizmetlerinin yetersizliği; çocuklar için okul dı ı faaliyetlerin azlığı; eğitim ve sağlıkta
talep edilen yasadı ı ek ücretler. Ara tırma ayrıca bazı çocukların okulda anadillerinin
Kürtçe olması sebebiyle sorun ya adığını göstermi tir; bazı durumlarda kız çocukları
kültürel sebeplerle okula gönderilmemekte ya da belli bir seviyeden sonra eğitime
•
devam edememektedir; engelliler için eğitim olanakları yetersizdir ve kalite dü üktür.
Ara tırmamız gecekondu bölgesinde ya ayan korunmasız grupların ciddi sorunlar
ya adığına dair bazı endi eleri saptamı tır. Bunlar u ekilde sıralanabilir:
o Gençler eğitim olanaklarından tam anlamıyla faydalanmalarını sağlayacak
ko ullardan mahrumdur (okul dı ı faaliyetlerin sınırlı olması, sınıfların
kalabalık olu u, evde çalı maya uygun ortamın bulunmayı ı vb.); bunun
yanında bazıları zamanlarını okula ayırmak yerine tam ya da yarı zamanlı
çalı maya
veya
evdeki
bakıma
muhtaçların
bakımını
üstlenmeye
zorlanmaktadır (çok çocuklu ailelerdeki genel durum, bazılarının aileye destek
için çalı tığı, bazılarının bakıma muhtaçların bakımını üstlendiği ve ancak bir
kısmının zaten dü ük seviyeli olan eğitim fırsatlarından yararlanabildiği
eklindedir).
o Engelliler, sağlık, eğitim, mekan, istihdam ve bakım hizmetlerinde ciddi
sorunlar ya amaktadır. Ancak, daha önemlisi, engellilerin kamusal alandaki
haklarının savunulmasında ciddi sorunlar olduğuna vurgu yapılmı tır. Bu,
engellilerin toplumsal ya amdan çekilmesine yol açabilmektedir. Engelli
ebeveynlerin çocukları ek zorluklar ya amaktadır.
o Kadın olmanın gecekondu bölgelerinde ek sorunlar yarattığı ya da mevcut
sorunları derinle tirdiği gözlemlenmi tir: kadın nüfusun eğitim ve eğitim
piyasasına katılımı dü üktür, siyasi karar alma mekanizmalarına dahil olma
oranı çok daha dü üktür, hem aile içi hem de aile dı ı iddet (uç noktada
“namus cinayetleri”) yaygındır, kadınlar çok fazla çocuk doğurmaya
zorlanmakta ve hanedeki çocuk, ya lı ve engellilerin bakımı onların
viii
sorumluluğu olarak görülmektedir. Bu ko ullar altında kadınların bazı
mekanlara ula ımda ve bağımsızlıklarını kazanmada sorunlar ya aması ve
kendilerini
geli tirip
toplumsal
süreçlere
dahil
olmasında
engellerle
kar ıla ması a ırtıcı değildir.
o Zorunlu göç sonrasında kente gelenlerin bütün bu alt gruplara kıyasla dı lanma
tecrübesini daha keskin bir ekilde ya adığına dair somut kanıtlar mevcuttur.
Kentsel ya ama katılımları beklenmedik bir ekilde gerçekle tiğinden, bu
kesim kısa bir zamanda “üretici”den ziyade “tüketici” haline gelmekte ve hem
u anki, hem de gelecekteki ya amlarını etkileyen, yoksulluk ba ta olmak
üzere, dü ük be eri sermaye, çocukların hane gelirine katkı için çalı mak
zorunda olu u ve okula gidemeyi i gibi ciddi sorunlar ya amaktadır. Bu
ailelerde hane ba ına dü en çocuk sayısı yüksek, ya anılan mekan dar ve dü ük
kalitededir; bu kesim sosyal ağların (akrabalar) faydalarından mahrumdur;
(herhangi bir sigorta kapsamında olmayan yoksullara sağlık hizmetlerine
ula abilmeleri için gereken) Ye il Kart sahipliğinde gelir getirmediği halde
geldikleri yerde sahip oldukları mülkler (ev, tarla) kaynaklı sorunlar
ya amaktadır.
•
Dönmek
isteyenlere
yardım
sunan
“Köye
Dönü ”
kampanyasının ba arısı yeterli olmaktan uzaktır.
Yukarıda bahsi geçenler dı ında kalan sorunlar u ekilde sayılabilir:
o Veriler belli gruplara yönelik kültürel, sosyal ve politik dı lamayı
göstermektedir. Katılımcıların be te biri etnik köken sebebiyle dı landıklarını
dile getirmi tir.
o Dini inançlara dair de sorunlar mevcuttur: Görü ülenlerin çok bariz bir kısmı,
etnik köken kadar yüksek olmasa da, dini inançları sebebiyle dı landıklarını
ifade etmi tir. Sünni mezhebi dı ında kalanlar (özellikle Aleviler) ayrımcılığa
maruz kalmaktadır. Bu arada belirtmekte yarar bulunmaktadır ki, ülke
genelinde gayri-Müslim oranı çok dü ük olduğundan (%0.5 civarında), anket
çalı mamızda bu kesimden kimseyle kar ıla madık. Ancak, belirtilmesinde
fayda bulunmaktadır ki, gayri-Müslim ve dini inancı olmayanlar, toplumsal,
kültürel ve politik dı lanmalara maruz kalabilmektedirler.
o Toplum tarafından cinsel tercih, adli sicil vb. konularda “marjinal” kabul
edilen kesimlere yönelik dı lanma büyük ölçüde ke fedilmemi
olarak
kalmı tır; yine de bu gruplara kar ı dı lanmanın varlığına dair fikir verebilecek
kanıtlar mevcuttur.
ix
•
Anketin yürütüldüğü ehirlerin gecekondu mahallelerini temsil eden nüfusun büyük
bir kısmı birçok alanda (yukarıda belirtildiği üzere) dı lanma ya adığını dile
getirmi tir; ancak, aynı kesim belli gruplara kar ı (adli sicili olanlar, alkolikler, ruhsal
hastalığı olanlar, AIDS hastaları, e cinseller vb.) dı layıcı tutum da ortaya
koymaktadırlar. Dolayısıyla, anket katılımcılarının büyük bir kısmı hem dı lanan hem
•
dı layan durumundadır.
Son olarak, sosyal dı lanma konusunun kamuoyunda, siyasi arenada, akademisyenler
arasında ya da medyada yeterince yankı bulmadığına dair endi eler dile getirilmi tir.
***
Türkiye’deki altı ilin gecekondu bölgelerindeki sosyal dı lanmanın boyutları ve süreçlerine
dair bu tablonun ı ığında, a ağıda bir takım çözüm önerileri sunacağız.
•
Ülkenin farklı yörelerinde ekonominin hangi alanlarının büyüme ve istihdam yaratma
konusunda katkı sağlayacağına yönelik çalı malar yürütülmelidir. Büyümenin
istihdam etkisine yönelik (büyüme-istihdam ili kisi) sektörel çalı maların önemi
ortadadır. Daha önce de vurgulanmı olduğu üzere, ülke nüfusunun üçte birlik bir
kesimi kırda ya arken bu kesimin gayri safi milli hasıladan aldığı payın bu oranın
yarısından az olması söz konusudur. Bu çerçeveden bakıldığında, ehirle menin hızı
ve niteliğinin ülkenin ekonomik ve coğrafyasal topografyasını belirlemesi söz
konusudur. Kırsal kesimdeki ki ilerin ortalamada kentlilere göre daha az eğitimli
olması nedeniyle, gelecekteki göçlerin kentlere i bulmak amaçlı ta ıyacağı potansiyel
göçmenlerin çok dü ük be eri sermayeye sahip olmaları beklenmelidir. Dolayısıyla,
kırsal kesimin bo almasının yava latılmasında isabet bulunmaktadır. Kırsal kesimde
çiftçilik dı ında istihdam ve gelir getirici faaliyet alanlarının geni letilmesinin kentlere
göçü azaltacağı ve kentlerde yoksulluk yumaklarının artmasını engelleyeceği
dü ünülmelidir. Aynı felsefeden hareketle, yeni olu makta olan (sağlık ve ki isel
bakım amaçlı sosyal hizmet alanı örneğinde olduğu gibi) alanlarda istihdam yaratmaya
yönelik eğitim programlarının gerçekle tirilmesi amaçlı etkin emek piyasaları
•
politikalarının olu turulmasında isabet bulunmaktadır.
Eğitimde devamlılık, beceri ve i bulabilirliği geli tirici eğitim programlarının varlığı
gecekondu ve kentiçi yoksul alanlarda yoksulluk çıkmazına dü meyi engellemekte
faydalı olacaktır. Geli mekte olan ülkelerde i sizliğin hem nedeni hem de sonucu olan
yapısal sorunlar (kayıtdı ı ekonominin varlığı, i gücü talebindeki mevsimsel
dalgalanmalar, kadınların emek piyasasına katılımının dü üklüğü, sendikal haklarda
x
ya anan erozyon) ve bunları hedefleyen politikalar çok-boyutlu bir açıdan analiz
edilmelidir. Devlet politikaları, bireyler ve bölgeler arası gelir ve servet dağılımı
•
e itsizliğini azaltmayı hedeflemelidir.
Sosyal hizmetlerin arzının niteliği ve niceliği adil bir biçimde arttırılmalıdır. Eğitim,
yoksulluğun ku aklar arası aktarımını engellemede kilit roldedir. Eğitime eri imi
garantileyecek akıllı bir politika, dı lanmayla mücadele için en iyi uzun vadeli
çözümdür. Dı lanma hissini arttıran bir diğer konu da sağlık hizmetlerine eri imdir.
Genel bir sağlık sigortası hem güven seviyesini arttıracak, hem de bireylerin
ko ullarını geli tirecek fırsatlar aramasına yardımcı olacaktır. Ülke genelinde nicel ve
nitel verilere bakıldığında hem eğitim hem de sağlık hizmetlerinin genelde halkın
taleplerini kar ılamaktan uzak olduğunu görmekteyiz; ayrıca, hem sağlık hem de
eğitim alanında, personel ve altyapı anlamında (ki hem niteliği hem niceliği
•
etkilemektedir) ciddi bölgeler arası farkların olduğu da bir gerçektir.
Yoksulluğun azaltılmasına dair kapsamlı politikalar mevcut olmalıdır. Sokak
çocukları, muhtaç durumdaki çocuklar, bakım sorunu ya ayan ya lılar ile engelliler,
yoksulluktan dolayı kar ıla tığı zorlukları katmerle mi kadınlar, yerinden olmu
ki iler ve mekansal dı lanma ya ayanlar gibi korunmasız grupların sosyal hizmetlere
eri imde önceliği konusuna özel hassasiyet gösterilmelidir. Ya lı ve engellilerin
sorunlarına dair sosyal destek mekanizmaları geli tirilmelidir; sağlık ve eğitim
hizmetlerinin kalitesinin ve eri ilebilirliğinin arttırılması yeni neslin eğitim eksikliği
kaynaklı yoksulluk çıkmazından kaçmasına fırsat vermek açısından önemlidir.
Yoksullar arasında en yoksulu hedefleyecek, temel gelir desteği (“basic income”) ya
da okulda yemek verilmesi gibi sosyal destek projeleri hazırlanmalı ve
uygulanmalıdır. Yoksulluk çeken ya lı ve engellilere yönelik maddi destek imkanları
bulunmaktadır. Yapılması gereken bu tür desteklerin ihtiyaç sahibi herkese
yaygınla tırılmasıdır. Adli sicili olan bireylerin rehabilitasyonunda en önemli adım i
fırsatlarının yaratılmasıdır; bu amaca hizmet edecek meslek eğitim kursları
geli tirilmelidir. Son olarak, engellilerin emek piyasasına eri imine yönelik mevcut
•
kanunların uygulanması için çaba harcanmalıdır.
Bütün bu politikaların geli tirilmesi ve ba arıyla uygulanması kamu kurumlarının
verimliliğiyle ilintilidir. Bu sebeple, kamusal düzenlemelerle katılımcı ve
effaf
mekanizmaların olu turulması bu kurumların etkinliğini ve verimini arttırmada,
bürokrasinin azaltılmasında ve aynı sahada çalı an birimler arasında koordinasyonun
xi
sağlanmasında önem ta ımaktadır. Devletle sosyal güvenlik ve destek alanında çalı an
•
STK ve özel sektör arasındaki ortaklığın geli tirilmesi de çok önemlidir.
Kültürel ve siyasi ko ullardan kaynaklı sosyal dı lanma süreçlerine de gerekli ilgi
gösterilmelidir. Her ne kadar yoksulluğun dü mesi ve eğitim seviyesinin genelde
artması dı lanmanın kültürel ve siyasi tezahürlerinin azaltılmasında yardımcı olsa da,
ekonomik olmayan sebeplere bağlı dı lanma ya ayanların savunulması için bir takım
anayasal haklar tanınmalıdır. Bağlantılı olarak, genel kamuoyunun bu tür hakların
anlamı konusunda eğitilmesinde hukuki yapının güçlendirilmesi bağlamında büyük
yarar olduğu muhakkaktır.
***
Türkiye’nin altı ilinin yoksul mahallelerinde yaptığımız ara tırma göstermektedir ki bu
bölgelerde ya ayanların büyük bir kısmı i imkanlarından, gelir ve eğitim olanaklarından
uzaktadırlar, güce ve karar alma mekanizmalarına eri imleri sınırlıdır ve dolayısıyla toplum
dı ına itilmeleri kaçınılmazdır. Bu rapor sosyal adaletin payla ım, tanınma ve katılım
üçlemesine dayandığını kabul etmektedir. Bu tanıma göre payla ım adaleti, hem ekonomik
boyutu olan hem devlet müdahalesiyle sağlanacak bir yeniden payla ım mekanizması boyutu
olan bir alandır. Tanınma adaleti, içerme prensipleri ve çe itli düzey ve düzlemlerdeki
farklılıkların kabulü için kilit rol ta ıdığı kabul edilen bir alandır. Katılımda adalet ise
bireylerin, grupların, payda ların ve sivil inisiyatifin karar alma sürecine adil katılımına dair
prensiplerin ve çoğunluk kar ısında azınlığı savunulmasının gerektiği noktaların belirleyicisi
olarak tanımlanmı tır. Ancak sosyal adaletin toplumsal seviyede sağlanmasından sonra,
sosyal dı lanma sorununu daha kökten ve derinlikli bir
ekilde ele almak mümkün
olabilecektir.
xii
GİRİ
GİRİ
Bu rapor, belli bireylerin toplum dı ına itilmesi ve toplum ya amına dilediğince katılımlarının
yoksulluk, temel yetkinlik ve ya am boyu öğrenme fırsatlarının eksikliği, ya da ayrımcılık
sebebiyle engellenmesi olarak tanımlanan sosyal dı lanmanın Türkiye’deki durumunu altı
büyük ildeki (Adana, Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, İstanbul ve İzmir) yoksul mahallelere
özel vurgu yaparak incelemeyi hedeflemektedir. Burada sunulan sonuçlar, dı lanmanın çe itli
boyutlarına dair üç makale, payda lar ve ara tırmacı/akademisyenlerle sosyal dı lanma ve
ayrımcılık konusunda bir dizi derinlemesine görü me, 12 adet foküs grup çalı ması ve 1863
ki iyi kapsayan bir ankete (her ikisi de belirtilen 6 ilde yürütülmü tür) dayanmaktadır.
Rapor, 1.Bölüm’de sosyal dı lanma kavramına dair literatür taraması üzerinden ku
bakı ı bir tur sunmaktadır. Bu bölüm, ekonomik hayattan dı lanmanın temel becerilerin ve
eğitimin eksikliğinden ya da siyasi ve kültürel ayrımcılıktan kaynaklanabileceğini ve kaynak
yetersizliği yoksulluğu a mayı zorla tıracağından, bu türde bir dı lanmanın kendi kendisini
besleyen bir hal alabileceği sonucuna varmaktadır. Dı lanmı ların, kendilerini benzer
durumdakilerle aynı ikametgah yakınlığı içinde bulduğunda, mekansal ayrımcılığın
hayatlarını kısıtlayan ek bir unsur haline geldiği malumdur. Dolayısıyla, sosyal dı lanma çok
boyutlu bir kavram olarak ele alınmakta ve yalnızca geliri değil, ya anan dünyanın ko ullarını
belirleyen diğer göstergeleri de kapsamaktadır. Sosyal dı lanmanın her biri bir diğerini
tetikleyen ve besleyen iktisadi, siyasi, kültürel ve mekansal boyutları olduğu kabulünden
hareketle, farklı boyutlardaki dı lanmaların kalıcıla tırıcı etkile imi nedeniyle olumsuz
ko ulların süreklilik kazandığı kendi kendini besleyen döngülere vurgu yapılmasında yarar
vardır.
Bu teorik açılımdan sonra dikkatimizi Türkiye vakasına odakladık. 2.Bölüm,
Türkiye’deki sosyal dı lanmayı kapsamlı bir literatür taraması sonrasında, gecekondu ve
kentiçi çöküntü alanlarındaki sosyal dı lanma süreçlerine vurgu yaparak açıklamayı
hedeflemektedir. Bu genel çerçevede, bu bölüm proje için yazdırılmı üç akademik makale
sunulmu tur. Bediz Yılmaz’ın Tarlaba ı’ndaki mekansal dı lanmayı inceleyen çalı ması,
dı lanmanın farklı tezahürlerinin iç içe geçi lerine dair dikkate alınması gereken saptamalarda
bulunmaktadır. Bu çalı ma, ehiriçindeki mahallelerin dinamiklerini Türkiye’deki mevcut
gecekondu sorunu bağlamında ele almaktadır. 1990’ların göç dalgası, belirtildiği üzere,
genelde zorla olmu tur. Bu kitlesel yerinden olmanın sonuçları ve toplumsal maliyetlerine
dair geni kapsamlı bir açılım Deniz Yükseker tarafından sunulmaktadır. Son olarak, çocuk
emeğinin önemine dikkat çeken Serra Müderrisoğlu, İstanbul’da etnik ve mekansal
1
dı lanmalara maruz kalan ve bir yandan da çalı mak zorunda olan fakir aile çocuklarının aynı
anda okuma hedefine ula masındaki zorluklarını dile getirmektedir.
Daha sonra, 3.Bölüm’le birlikte proje için yürüttüğümüz ara tırmaların sonuç ve
analizleri sunulmaktadır; ara tırmamız üç bölümden olu mu tur: (1) Hem merkezi hem de
genel yönetimden ki iler, STK ve sivil inisiyatif temsilcileri ve akademisyenlerle, sosyal
dı lanmanın dolaylı ya da doğrudan sebepleri konusunda 34 tane derinlemesine görü me
yaptık. (2) Toplamda 12 adet odak (foküs) grup çalı ması, ki her ilde biri kadın diğeri
erkeklerle olmak üzere iki adet, gerçekle tirdik. Görü ülen toplam erkek sayısı 39 ve kadın
sayısı 44’tür. (3) Bu altı ilin gecekondu bölgelerinde ya ayan 1,863 ki i ile anket çalı ması
yürüttük. Ara tırma ayrıca (biri Gaziantep diğeri İstanbul’da) yapılan ve anketin ham
sonuçlarının tartı ıldığı iki çalı tayın katılımcılarının görü lerinden de faydalanmı tır.
Derinlemesine görü melerin ve odak grup çalı malarının ana amacı, anket çalı mamızın
hazırlığına girdi sağlamalarıydı. Toplumsal dı lanmanın çok boyutluluğunu anket sorularını
hazırlamaya ba lamadan hissetmek istemi tik. Bu görü meler ve toplantılar, aynı zamanda,
anket sonuçlarının yorumlanmasında da bize yardımcı oldular. Çalı mamız aynı zamanda
gerçekle tirilen iki çalı taya katılanların değerli görü ve yorumlarıyla zenginle ti. Biri
İstanbul’da diğeri Gaziantep’te düzenlenen ve ana sonuçların sunulduğu bu iki günlük
çalı taylar, hem sonuçların daha net yorumlanmasına hem de bir dizi politika önerisi
geli tirilmesine katkı sağladı. Son olarak, Çalı ma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Avrupa
Koordinasyon birimi deneyimlerini bizle payla tı ve sonuçlara ili kin değerli katkılarını
sundu.
Son olarak 4. Bölüm’de görü lerimizi (ara tırma sonuçlarının yanı sıra politika
önerileriyle beraber) sunmaktayız. Türkiye’nin altı ilinin gecekondu ve kentiçi döküntü
alanlarında yaptığımız ara tırma göstermektedir ki, bu bölgede ya ayanların büyük bir kısmı
i
imkanlarından, gelir ve eğitim olanaklarından uzaktadırlar, güce ve karar alma
mekanizmalarına eri imleri fazlasıyla sınırlıdır ve dolayısıyla toplum dı ına itilmeleri
kaçınılmazdır. Ara tırmamız ayrıca dı lanmanın ekonomik nedenler dı ında da nedenleri
olduğunu ortaya koymu tur: Kültürel, siyasi ve mekansal boyutlar ki ilerin hayatında önemli
roller oynamaktadır. Bu bağlamda, ailevi bağları olmayan ileri ya lılar, engelliler, sokak
çocukları gibi korunmasız grupların çe itli düzlemlerde ayrımcılıklarla kar ı kar ıya
bulunmakta olduklarını sonuçlarımız ifade etmektedir.
Bu rapor, payla ım, tanınma ve katılım üçlemesine dayandığını kabul ettiğimiz sosyal
adalet anlayı ının toplumsal düzlemde kabul edilmesiyle ancak sosyal dı lanma sorunsalının
daha kökten ve derinlikli bir ekilde ele alınması mümkün olacaktır.
2
Aksi belirtilmediği takdirde, tüm istatistiki veriler TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu)
ve EUROSTAT tarafından alınmı tır.
3
BÖLÜM 1
YOKSULLUK VE SOSYAL
DI LANMA:
KURAMSAL BİR ÇERÇEVE
BÖLÜM 1
YOKSULLUK VE SOSYAL DI LANMA:
KURAMSAL ÇERÇEVE
Sosyal Adalet İlkesi—Farklı bakı lar, farklı yorumlar
Bilindiği üzere, dönemden döneme, toplumdan topluma, coğrafyadan coğrafyaya çok farklı
tezahürleri bulunan sosyal adalet ilkesi, toplumsal ya amın en önemli bile enlerinden birini
olu turmaktadır. Bu ilkenin, tarihsel süreç boyunca bakıldığında, son yıllara kadar genelde
iktisadi alanda cisimle mi olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla da, sosyal adalet tartı maları
yakın geçmi e kadar büyük ölçüde gelir/servet dağılımı sorununa endekslenmi durumdaydı.
Diğer bir ifadeyle, üretim ve bölü üm süreçlerinin sosyal adalet tartı malarının hemen
neredeyse tümünün içini son dönemlere kadar doldurmu olduklarını mü ahede etmekteyiz.
Bu bağlamda, sosyal adaletin operasyonalizasyon anlamında endeksini genelde gelir/servet
dağılımı ve yoksulluk oranları olu turmu tur. Yakla ım böyle olunca, sosyal politikalar da
sosyal adaleti tesis adına gelir/servet dağılımını çe itli vasıtalarla düzeltmeyi ve/veya
yoksullukla mücadele etmeyi hedef olarak görmü lerdir. Doğal olarak, tercih edilen
politikalar içinde bulunulan ekonomik sisteme bağlı olmu lardır. Piyasa ekonomilerinde bu
politikalar, düzenlemeler ve sosyal harcamalar üzerinden gerçekle tirilmi ve böylece İkinci
Dünya Sava ı sonrasındaki Batı Avrupa’nın refah devletleri olu mu tur.
İkinci Dünya Sava ı’nı izleyen yıllarda i gücü arz fazlasının fazlaca ya anmadığı
“geli mi ülkelere” baktığımızda sosyal adalet ilkesinin ne ekilde hayata geçirileceğinin
büyük ölçüde toplum içerisindeki farklı grupların toplam üretimden ne pay alacakları
tartı masına (emeğin payı, sermayenin payı ya da endüstrinin, tarımın, banka sektörünün vb.
payları) indirgenmi olduğunu görmekteyiz. 1970’ler ise, kabaca ifade edilecek olursa, Fordist
üretim yöntemlerinin terk edilmeye ba landığı, emek üretkenliğinin arttığı, emek piyasasında
segregasyonun ya andığı (eğitimli ve yüksek ücretle çalı an ve genelde “yerli” i çilerle,
eğitimsiz ve dü ük ücretle çalı an ve genelde “yabancı” i çiler), i sizliğin giderek yapısal bir
nitelik kazandığı yıllara tekabül eder.
Bu yıllarda sosyal adalet kavramının daha geni
bir çerçeveden tanımlanmaya
ba landığını görmemiz a ırtıcı olmasa gerek. Sosyal adaletin salt hane ya da ki i ba ına
kar ılık gelen gelir ya da servet kar ılığı parasal bir değer ile ifade edilmesinin yetersizliğinin
geni kesimlerce kabulü ve buradan hareketle parasal boyutun yanına (doğumda ölüm
beklentisi, 1 ya ına kadar bebek ölüm yüzdeleri, doktor ba ına dü en hasta oranı gibi çe itli
4
endekslerle nitel bir ifade kazandırılmaya çalı ılan) sağlık boyutunun ve (okur-yazarlık,
okunulan sene, okulla ma oranları, ki i ba ına tüketilen kitap gibi çe itli endekslerle nitel bir
ifade kazandırılmaya çalı ılan) eğitim boyutunun eklenmesi yapılmı tır. Ancak, bu çerçeve
geni letilmesi, son kertede, sosyal adaletin iktisadi bir süreç olarak algılanmasına radikal bir
deği im getirmemekteydi. Eğitim ve sağlık servislerinden hakkıyla yararlanabilmek son
kertede iktisadi bir pencereden değerlendirilmekteydi; ekonomik geli menin yoksulluğu
yeneceği dü ünülmekteydi. “Geli mekte olan ülkeler”de ise, tarımdan sanayiye geçi sancıları
beraberinde kentlerde varo ların ve gecekondu bölgelerinin olu umu ve formel kesime ko ut
büyüyen enformel kesimin mevcudiyeti, sosyal adalet tartı malarında boy göstermeye
ba lamı tı.
Sosyal adalet kavramının büyük ölçüde iktisadi mercekten değerlendirilmesi ve daha
adil bir gelir/servet bölü ümüne (ki buna bölgesel farkların azaltılması da eklemlenmi tir) ve
yoksullukla mücadeleye indirgenmesinin yerinde ama eksik bir pozisyon olduğu yollu
ele tiriler, yine kabaca ifade edecek olursak, 1990’larda hem akademik hem politika
çevrelerinde daha yüksek sesle ifade bulmaya ba lamı tı. Buradaki temel nokta,
ki ilerin/ailelerin/grupların iktisadi nedenler dı ında da, istiyor olmalarına rağmen, toplumsal
ya amın çe itli evrelerine kısmen ya da tamamen katılamıyor oldukları saptamasıydı. Farklı
bir ifadeyle, yola çıkı noktası, belli kesimlerin iktisadi olmayan, ya da son kertede iktisadi
nedenlere indirgenemeyecek, süreçlerle toplumsal ya amın dı ına itildiği, yani “sosyal
dı lanma”ların ya andığı vurgusuydu. Tabii ki, son kertede, iktisadi ba arıyı toplumsal içerme
ile ödüllendiren bir toplum yapısından söz ediyoruz burada. Fakat, iktisadi dı ta bırakılma her
zaman salt iktisadi nedenlere indirgenemiyor. Bu da, beraberinde, sosyal politikalar
tartı malarına, özellikle de Avrupa Topluluğu bağlamında, çok boyutlu bir kavram olan sosyal
dı lanma kavramının dahil edilmesini gerekli kılmı tır.
Yoksulluk/Sosyal Dı lanma: Tanımsal netle me
Bu çok kısa “ku uçu u” bakı tan sonra, yoksulluk ve sosyal dı lanma kavramlarının
çalı mamızda ne ekilde kullanılacağını netle tirmek istiyoruz. Burada bu iki kavrama farklı
tanımlar getirmenin mümkün olduğunu, ancak bizim Avrupa Topluluğunun tanımlarını tercih
ettiğimizi belirtelim.2
2
Joint Report on Social Exclusion (2004). Yoksulluk ve dışlanma konusundaki Türkçe çalışmalardan bir seçme
için, bkz. Oruç (2001), Şenses (2001) ve Sapancalı (2003).
5
Yoksulluk: İnsanlar, eğer gelir ve kaynaklarındaki yetersizliklerden dolayı içinde
bulundukları toplumca kabul edilebilir olarak değerlendirilen bir ya am standardı
seviyesini tutturamıyorlarsa yoksulluk içerisindedirler. Böyle bir durumda, yoksul
kesim bir dizi sorunu birlikte ya amaya mahkumdur: İ sizlik, dü ük gelir, kötü
yerle im ko ulları, sağlık hizmetlerinden yeterli düzeyde yararlanamama ve kültür,
spor, dinlenme ve eğitim olanaklarına ya am boyu ula mada engeller. İktisadi,
toplumsal ve kültürel hayatta diğer insanların doğal hayat akı ı içerisinde yapa
geldikleri etkinliklere hakkıyla katılamazlar ve temel haklarına ula ımda zorluklar
ya ayabilirler.
Tanımın belirttiği gibi, burada yetersiz olan maddi kaynakların ta kendisidir ve ki i/aile/grup
sadece ve sadece maddi kaynaklardaki yetersizlikler nedeniyle toplumun üzerinde anla acağı
minimum hayat standardını tutturamıyor durumdadır. Burada kaynakların eksikliğinin etkileri
hem doğrudandır (örneğin, dü ük gelir) hem de dolaylıdır (örneğin, sağlık hizmetlerinden
yararlanamama). Dikkat edilecek olursa, tanımın içerisinde öznellik bulunmaktadır: “kabul
edilebilir olarak değerlendirilen seviyede bir ya am standardı”, üphesiz, toplumdan topluma,
dönemden döneme görecelik barındıran bir yakla ımdır. Yani, burada kullanılan kavram esas
itibariyle göreli bir yoksulluk tanımından kaynaklanmaktadır. Yoksulluğu belirleyen, içinde
bulunulan toplumun genel durumu çerçevesinde nerede konumlanıldığıdır. Ancak, son
kertede, bu tanım yoksulluğun iktisadi boyut dı ında ve ötesinde bir boyutunu
barındırmamaktadır. Biz de çalı mamızda yoksulluğu bu bağlamda kullanacağız.
Sosyal dı lanma: Sosyal dı lanma, ki ilerin—yoksulluk, temel eğitim/becerilerden
mahrumiyet ya da ayrımcılık dolayısıyla—toplumun dı ına itilmeleri ve toplumsal
hayata dilediklerince katılımlarının engellenmesi sürecine kar ılık gelmektedir. Bu
durum bu kesimin bir yandan emek piyasalarına, gelir getirici faaliyetlere, eğitim ve
öğretim imkanlarına ula ımında zorluklar ya amasını getirirken, diğer yandan da
toplumsal ve çevresel ağlar ve etkinlikler kurmasında engeller olu turmaktadır. Bu
kesimin elindeki güç oldukça sınırlı olup, karar alma süreçlerine katılımı sınırlı
gerçekle mektedir; dolayısıyla da bu kesim genelde kendini güçsüz ve günlük
ya amını etkileyecek kararların alımında kontrolü elinde tutmaktan aciz hisseder.”
Yukarıda da kısaca bahsedildiği gibi, toplumsal ya amın dı ına dü ü te iktisadi boyut da dahil
olmak üzere bir dizi boyutun mevcudiyetine i aret edilmektedir bu tanımda. Bu noktada
belirtmekte yarar var ki, yukarıdaki tanımla uyumlu olarak, AB Anla ması’nın 13’üncü
maddesi Topluluğun ilkelerinin uygulanması bağlamında hukuksal bir temel olu turarak
ayrımcılıkla mücadeleyi, cinsiyet, ırk ve etnik köken, inanç ve din, engellilik, ya ve cinsel
tercih bağlamında tanımlamakta, böylelikle de, Topluluğun e itlik bağlamındaki ilkesini
cinsiyet ve ulus sınırlarının ötesine ta ımakta ve e itlik ve ayrımcılık yapılmaması ilkelerini
yansıtmaktadır.
6
Bu kav akta, bu iki birbiriyle ilintili kavramın ayrımlarını daha net ortaya koyabilmek
açısından Graham Room’un çizmi
bulunmaktadır:
•
olduğu
u farkların aktarılmasında büyük fayda
3
Sosyal dı lanma çok boyutlu bir kavramdır ve sadece geliri değil ya am standartlarını
belirleyen birçok endikatörü bünyesinde barındırmaktadır.
•
Sosyal dı lanma dinamik bir perspektiften ve bir süreç olarak ele alınarak
incelenmelidir; dı lanmayı tetikleyen faktörlerin süreç içerisinde incelenmesinde zaruret
bulunmaktadır.
•
Sosyal dı lanma ili kilerde tezahür eder; yoksulluk ki i ya da hane elindeki
kaynakların yetersizliği anlamında bir bölü üm sorununa tekabül ederken, sosyal dı lanma
daha ziyade ili kilerdeki sosyal katılımın yetersizliği, sosyal entegrasyonun bulunmayı ı
ve güçten yoksunluk gibi sorunları ön plana çıkartır.
•
Sosyal dı lanma, toplumun geri kalanıyla ciddi anlamda bir ili ki kopu una kar ılık
gelmektedir.
•
Sosyal dı lanma mekansal bir boyut içermektedir. Yoksunluk salt ki isel ya da hanesel
maddi kaynakların eksikliğinden kaynaklanmayabilir, ya anılan yerdeki kamusal
hizmetlerin eksik ya da yetersiz kalitedeki sunumu da ki iyi/haneyi toplum dı ına itebilir.
Ayrıca, sosyal dı lanmı lığın yoğun olarak ya andığı bir mekanda dı lanmı lıktan
kurtulmak için gerekli ili kileri kurmak da imkansızla makta, gerek ki isel motivasyon,
gerek de toplumsal imkan boyutlarında dı lanmanın kendini sürdürmesi riski artmaktadır.
imdi de a ağıdaki 2x2’lik matriksi olu turarak sosyal dı lanma ve yoksulluk ili kisini
belirlemeye dair daha analitik bir yakla ım sergilemeyi ve neticede tartı mamızı daha
somutlamayı amaçlamaktayız (Tablo1).4
TABLO 1: YOKSULLUK ve DI LANMA
3
4
Dı lanmı
Dı lanmamı
Yoksul
1
2
Yoksul değil
3
4
Room (1999); ilintili bir açılım için, bkz. Barnes (2002).
Bu tablo ve takip eden satırlar büyük ölçüde Edmonto Social Plan (2005) çalışmasından uyarlanmıştır.
7
Bu tablodan anla ılacağı üzere, elimizde 4 olası kategori bulunmaktadır. 1 no’lu kesim hem
yoksuldur hem de toplumun dı ına itilmi tir (dü ük gelirli ve varo larda ya adığı için
dı lanmı bir aile örneğinde olduğu gibi). Böyle bir durumda dahi, yoksulluğun dı lanmanın
salt nedeni ya da nedenlerinden biri olup olmadığı sorularını yanıtlamak farklı boyutların
analizini gerektirmektedir. 2 no’lu kategoride ise yoksul olmasına rağmen toplum dı ına
itilmemi bir kesimden bahsedilmektedir (üniversitede zor maddi ko ullar içerisinde okuyan
bir öğrenci örneğinde olduğu gibi). Bu kategorideki ki iler için geçerli olan (toplum
tarafından kabul edilen) varsayım, yoksulluğun geçici olduğudur—yani, yoksulluk durumu
süreklile erek daimi olarak dı lanmı bir “alt sınıf” veya “kast” kategorisi olu masına yol
açmayacaktır. 3 no’lu kategoride ise gelir ve maddi kaynaklara ula mada sorunu olmamasına
rağmen ba ka nedenlerden dolayı toplumun çoğunluğu tarafından toplum dı ına itilmi ,
dı lanmı kesimi kastetmekteyiz (maddi imkanları yeterli ama dinsel ya da cinsel tercihinden
ya da etnik kökeninden dolayı dı lanan biri örneğinde olduğu gibi). 4 no’lu kategori ise
toplumsal hayata dilediğince katılabilen ve maddi zorlukları bulunmayan çoğunluğu
tanımlamaktadır.
Bu çerçevede değinmek istediğimiz son nokta, maddi imkansızlık ve sosyal dı lanma
arasında bir nedensellik ili kisi olup olmadığına dairdir. üphesiz, yukarıda tartı tığımız gibi,
yoksulluğun olduğu yerde dı lanma olmayabilir, ya da yoksulluğun olmadığı yerde dı lanma
olabilir. Ancak, birçok durumda da, yoksulluk ve dı lanma yan yana gitmektedir. Böylesi
durumlarda nedensellik önemli bir tartı ma alanı olarak ortaya çıkıvermektedir.
Acaba maddi imkansızlıklar beraberinde dı lanmayı mı getirmektedir, yoksa
ekonomik olmayan nedenlerden kaynaklanan dı lanmanın mevcudiyeti maddi imkansızlıklara
mı yol açmaktadır, eklinde basitçe ifade edilebilecek olan bir sorgulama çerçevesinde, gerek
kuramsal gerek uygulamalı ara tırmalar dikkatleri maddi imkansızlıklar-dı lanma sarmalına
çevirmi durumdadırlar. Devlet kaynaklı güvenlik ağlarının bulunduğu ve hatta politik ve
hukuki boyutlarda dı lanmanın kar ısında politikaların olduğu durumlarda bile, kültürel
düzeyde dı lanma i lemeye devam edebilmektedir. Geli mekte olan ülkelerde ise, politik ve
hukuki güvenceler vatanda lık kavramının tüm vaatlerini sağlamaya yetmeyebilmektedir. Her
iki bağlamda da yerle ik olduğu varsayılan bir topluluğun içine dı arıdan yeni bir grup geldiği
zaman bu kesim istenen düzeyde toplumun içine alınamayabilmekte ve dı lanma sorunları
gündeme gelebilmektedir. Yani, göç tecrübesi ve göçmenler sözünü ettiğimiz maddi
imkansızlıklar-dı lanma sarmalını sergileyen en yaygın olgu olarak ortaya çıkmaktadır.
Göçün en yaygın nedenini maddi imkansızlıklar te kil etmektedir. Dolayısıyla, göçmenler
aynı zamanda hem yeni ve yabancı, hem de yoksuldurlar. Göç edenler “göçmen” oldukları
8
için mi dı lanmakta ve dolayısıyla emek piyasaları ba ta olmak üzere çe itli alanlara
girememekte ve sonuçta yoksulluğa dü mektedirler, yoksa yoksullukları nedeniyle mi
dı lanmaktadırlar?
üphesiz bu karma ık sorunun cevabı ziyadesiyle coğrafya-özgül
verilebilir. Bir coğrafyada bir yönde i leyen nedensellik, ba ka bir coğrafyada tam tersi yönde
i leyebilir.
Sosyal Dı lanmanın Tezahürleri
Yukarıdaki kategorizasyonda 2 no’lu kutuda saptanan durum, ekonomik sistemin iyimser
modellere uygun çalı tığı dönemde daha geçerli olmaktadır. Nitekim, yakın zamana kadar
sosyal politikalar da maddi yoksulluğun geçici olduğu varsayımını benimsemi ti. Oysa
geli mi ülkelerde Fordist istihdam sisteminin gücünü kaybettiği, geli en ülkelerde ise eski
dönemin entegre edici kalkınmacılığının aynı ba arıyla çalı amadığı yeni zamanlarda “geçici”
yoksulluğun sürekli bir duruma dönü mesi olasılığı yükselmi tir. Demek ki, sosyal
dı lanmanın, yoksulluk hallerini de içeren ama onun tek boyutluluğunu ve anlık niteliğini
a an bir kavram olduğunu söylemek yanlı olmayacaktır. Bu noktadan hareketle, sosyal
dı lanmanın, bir kısmı yukarıda belirtilmi olduğu üzere, çe itli tezahürleri bulunmaktadır:5
•
Ekonomik dı lanma: Emek piyasasının dı ına dü mekten ötürü kısa ya da uzun
dönemli i sizliklerin ya anması ve/veya kredi olanaklarına ula amama durumudur. Sosyal
politikanın iyi i lediği ortamlarda emek gelirinden yoksun kalma kar ısında emeklilik,
i sizlik sigortası veya sosyal yardım mekanizmalarının devreye girmesi ile ekonomik
dı lanmanın önlenilmesi mümkün olabilir. Ekonomik dı lanmanın uç noktasında ki isel
gelirler ve devlet transferleri en temel ihtiyaçlara dahi cevap verecek düzeye
eri emeyebilir. Ayrıca, toplumsal ve ailevi mekanizmalar vasıtasıyla yapılan yardım ve
aktarımlar hem süreklilik kazanmayacak hem de miktar olarak yeterli olmayacaksa,
dı lanma akut bir düzeyde ya anacaktır. Bu da, beraberinde, iyi beslenememe, kötü sağlık
ko ulları, kötü ya am ko ulları (uç durum evsizlik), eğitim olanaklarına ula mada ya anan
zorluklar, ileri ya ta bakımsız ve ilgisiz kalınması gibi durumları getirecektir. Ekonomik
dı lanmanın belki de en uç noktası “hayattan dı lanma”dır; zira inilebilecek son nokta
açlıktır ve—belirtmeye gerek yok ki—açlık en hafif haliyle ki ilerin bedensel ve zihinsel
5
Açılımlar için, bkz. Dufy (1995), SEU (1997), Walker ve Walker (1997), Bryne (1999), Barnes (2002) ve
Sapancalı (2003).
9
kapasitelerine zarar vererek yoksulluğun kalıcıla masına ve me rula tırılmasına yol
açmaktadır.
•
Mekansal dı lanma: Bir dizi nedenden dolayı belli mekanlara ula ımda ve
mekanlardan yararlanmada sorunların bulunması, engellerle kar ıla ılması durumudur.
Mekansal dı lanmanın büyük ölçüde iç-içe geçmi iki bile kesi vardır. İlki, toplum
genelinin ki iyi ya adığı mekanı/coğrafyası nedeniyle dı laması, hakir görmesi,
ayrımcılığa tabi tutmasıdır. Bu perspektif, belli mekanlarda ya ayan insanların tamamen
“unutulması” olgusunu yaratabilir. İkincisi, ki inin, bireysel/hanesel maddi kaynaklara
ula ım imkanlarından bağımsız olarak, ya adığı coğrafyadaki kamusal hizmetlerin nitelik
ve niceliksel seviyeleri nedeniyle toplumsal hayatın içine tam anlamıyla, layıkıyla
girememesi halidir.
•
Kültürel dı lanma: Ekonomik nedenlerden bağımsız olarak, toplumsal ve kültürel
hayata dilediğince katılamama durumudur. Örneğin, bulunulan coğrafyadaki çoğunluk
referans alındığında, farklı bir etnik kökenden/ırktan gelmek ya da farklı bir din/mezhep
üyesi olmak, çoğunluk dilini rahat konu amamak, ya da aksanlı konu mak, farklı giyim
ku am ya da cinsel tercihler gibi nedenlerden ötürü toplumsal ya amın genelinde
süregitmekte olan etkinliklere alınmama, soğuk davranılma, engellerin çıkartılması
eklinde tezahür etmektedir. Bu boyutun izdü ümleri toplumsal statü ve kimlik farklarının
ne denli dı lamalar getirmekte olduğunda cisimle ir.
•
Politik dı lanma: Çe itli nedenlerden dolayı vatanda lık haklarını, özellikle de hukuki
ve siyasi hakları tam olarak kullanamama ve/veya siyasal ya ama katılmanın doğrudan ya
da dolaylı olarak engellenmesi durumudur. Bu durum belli kesimlerin kamusal anlamda
güvencelerini kaybetmesi, politikadan uzakla ması—hatta uç noktalarda politika dı ına
dü meleri—anlamına gelebilir. Bu da, doğal olarak, vatanda ın tartı malara ve kararlara
katılımının mevcudiyetinin sorgulanması demek olacaktır.
üphesiz, bu boyutlar çoğu zaman iç-içe geçmi ve birbirinin etkisini artıran bir ekilde
kar ımıza çıkmaktadır; dı lanma, bir süreç olarak, bu çe itli boyutlar ve bunlar arasındaki
dinamikler dikkate alınarak incelenmelidir.
Farklı dı lanma türlerinin birbirini çoğu zaman beslediği/tetiklediği bir gerçektir.
Örneğin, politik dı lanmanın, dağıtım ve tahsis etme (“allocation”) süreçlerindeki siyasi
kararların dı ına dü meyi beraberinde getirmesinden dolayı, ekonomik dı lanmayla
sonuçlanacağı öngörülebilir. Diğer taraftan, ekonomik dı lanma, toplum hayatına ekonomik
imkansızlıklardan dolayı dahil olmakta engeller olu turacağından, kültürel ve politik
10
dı lanmaya sebep olabilir. Dolayısıyla, farklı dı lanma boyutlarının kar ılıklı etkile imi
nedeniyle, dı lanma süreçlerinde kendi kendini besleyen bir döngüden bahsetmekte isabet
bulunmaktadır. Bu durumun bir tezahürü de, sosyal dı lanmanın ku aklar arası aktarımında
kar ımıza çıkmaktadır. Dı lanmı
bir ailenin çocuklarının dı lanma çemberlerini a ma
ihtimalleri çoğu durumda küçük olmakta, dolayısıyla bu noktada ku aklar arası döngüden
bahsetmemiz gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Dı lanma konusunun karma ık doğasını yansıtan bir diğer husus, dı lanmı lığın
monolitik bir toplumsal katman yaratmadığı hususudur. Yukarıda tartı ıldığı üzere, çok faklı
nedenlerle
dı lanmalar
ya anmakta
olduğu
için,
kendileri
dı lananların
kendi
dı lanmalarından farklı nedenlerle ba kalarının dı lanmasına i tirak etme ihtimali
bulunmaktadır.
öyle ki, bir özelliğinden (örneğin etnik kökeninden) dolayı çoğunluk
tarafından dı lanan birinin ba ka bir boyutta (örneğin cinsel tercihinden ötürü) toplum
tarafından dı lanan birine yönelik pozisyonu önceden bilinememektedir, zira bu
durumdakilerin bazıları (ba ka bir dizi neden ve süreçten dolayı) ”dı lanmı lık dayanı ması”
gösterirken kimileri ise bu ki ilere kar ı dı layıcı bir tavır alabilmektedir. Dolayısıyla,
bireylerin birden fazla toplumsal kimlik ta ıdığı gerçeği ve bu kimlikler arasındaki ili kilerin
dı lanmanın açıklanmasında önemli bir nokta olduğu dikkate alınmalıdır.
Sosyal dı lanmanın analizinde yapılması gereken bir diğer ayrım, dı lanmanın
toplumun mu yoksa ki ilerin mi bir niteliği olduğu ayrımıdır.6 Dı lanma, ki ilerin özniteliğine
yüklendiği takdirde, analiz birey/hane/grup tabanlı olup, sadece toplumca normal (olması
gereken) olarak atfedilen etkinliklere katılamayan ki ilerin özelliklerini açıklamaya yönelik
olmaktadır.7 Burada, dı lanmanın kümülatif nedenler/süreçler sonucu ortaya çıkabileceği göz
önünde bulundurularak, analizin birimini olu turan ki ilerin geçmi ini dikkate alarak söz
konusu nedenler/süreçler arasındaki dinamikler incelenmektedir. Diğer taraftan, dı lanmanın
topluma dair bir nitelik olarak algılanması, toplumun genel politik, ekonomik ve kültürel
yapısının ve mevcut hakların bir sıfatı olarak ele alınması anlamına gelmektedir. Genel
yapılar, kurumlar ve kurallar tarafından çizilen bu genel çerçeve verili durumdayken,
bireyin/hanenin/grubun kendi kararlarını sözü edilen çerçevenin çizdiği kısıtlar içinde almakta
olduğu dü ünülmektedir. Dolayısıyla, analiz birimi olarak birey/hane/grup alınmamakta ve
dı lanmanın toplumun yapısal karakterlerinden kaynaklandığı savından hareketle ki ileri
6
Bkz. ILO (1996).
Bu bakış açısının genelde kullandığı kuramsal çerçeve, kişilerin, servet ve gelir stoklarına ilave olarak, beşeri
sermayeleri (temelde eğitim ve beceri seviyesini belirler), sosyal sermayeleri (aile, eş-dost, akraba bağ ve
ağlarını kapsar) ve fiziksel sermayeleri (ikamet edilen yerin niteliğini tanımlar) bulunduğu görüşünden hareket
eder ve kişilerdeki farklı nitelikteki sermaye stoklarının eksikliğinin dışlanmaları beraberinde getirdiğini savlar
(bkz. Edmonto Social Plan, 2005).
7
11
çevreleyen
ortam
incelenmektedir.
Ayrıca,
unu
da
hatırlatmalıyız
ki,
devletin
uygulayabileceği siyasi ve sosyal politikaya yönelik önermeler ancak böyle bir analize
dayanabilir. Toplumun yapısından kaynaklanan sorunlara devlet politikası ile çözüm bulmaya
çalı mak anlamlı bir çabadır. Oysa, tedavi edilmeye çalı ılan sorunlar bireylerin niteliği
olarak çözümlediği bir durumda, aranılan çözümlerin de bireysel düzeyde olması doğaldır. Bu
durumda, ki ilere ki isel niteliklerini geli tirmeleri veya ki isel sermayelerini (be eri, kültürel
ve
toplumsal)
büyütmeleri
salık
verilecektir.
Ancak,
unutulmamalıdır
ki,
bireysel/hanesel/grupsal nitelikler dolayısıyla dı lanma, çoğu durumda, yapılar, kurumlar ve
haklar açısından da dı lanmayı beraberinde getirmektedir. Bu durumda dı lanmanın tek bir
niteliğe (birey ya da toplum) atfedilmesi yetersiz kalmaktadır.
Sosyal Dı lanma: Ölçüm sorunu
u ana kadar kavramsal düzlemde yürüttüğümüz tartı mayı, politika düzeyine indirebilmek,
hedeflerin nasıl saptanacağını belirlemek için sosyal dı lanmanın ne ekilde ölçülebileceğine
dair bir netle meye varmak gerekliliği çok açıktır. Ölçme i leminde iki farklı sorun bizi
beklemektedir: Birincisi, sosyal dı lanma çok boyutlu bir süreçse, farklı boyutlardaki
dı lanma tezahürlerinin toplamını ne ekilde yapacağız? İkincisi ise, boyutları tek-tek ele
aldığımızda bu boyutlarda dı lanma olup olmadığını ne ekilde ölçeceğiz? Belirtmeye gerek
yok ki, bu iki farklı (ama birbiriyle bağlantılı) sorunun net ve üzerinde anla ılmı bir cevabı
yoktur. Zaten, tüm toplumlara, tüm coğrafyalara, tüm zamanlara uygulanabilecek tekil bir
skala bulmak, kavramın özgül niteliğinden dolayı mümkün değildir.
üphesiz kimi durumlarda belli nesnel ölçüler getirmek mümkündür ve bunların
ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye kar ıla tırmalar yapılarak uygulanmasına kimsenin itiraz
etmeyeceğini varsaymak pek mümkündür: Belli bir kalorinin altında besin almak, sağlık
güvencesi olmamak, temel eğitimden yararlanamamak gibi örnekler nesnel ölçütlere
vurulabilen ve büyük ölçüde de toplumlar ve zamanlar arası kar ıla tırmaları mümkün olan
durumlara kar ılık gelmektedir. Ya da bir coğrafyada kamusal hakların bazılarının bir etnik
gruba kapalı olmasının üzerinde tartı ılacak fazla bir nokta olmadığı gibi. Ama, örneğin cinsel
tercihinden ya da din/mezhep bağından dolayı kültürel anlamda dı lanmaların ya anıp
ya anmadığını anlamak, ya da varsa bunları derecelendirmek, oldukça zor, nesnel skalalarla
gerçekle tirilmesi pek de mümkün olmayan analizlerdir. Bu gibi durumlarda yapılması
gereken ister istemez öznel analizlere girmektir.
12
Nesnel ya da öznel ölçümler, bize belli boyutlarda dı lanma olup olmadığına, ya da
varsa bunun yoğunluğuna dair saptamalar sunacaktır. Farklı boyutlardaki saptamalardan daha
bütüncül (agrege) bir fotoğrafa ula mak için yine elimizde nesnel olarak tanımlayabileceğimiz
bir ölçü bulunmamaktadır. Burada, analizi yapan ki inin bahsedilen bütüncülle tirmeyi
(agregasyonu) ne ekilde yapmayı seçtiğine dair pozisyonu elbet belirleyici olacaktır.
Bu noktada genelde izlenen orta yol, sosyal dı lanma riski bulunan, genelde
korunmasız
(“vulnerable”)
olarak
tanımlanan
kesimlerin
dı lanmalar
ya ayıp
ya amadıklarının mercek altına alınmasıdır. Kent varo larında ya ayanlar, sağlık-emeklilik
sigortası olmayanlar, sürekli bakıma muhtaç olanlar, engeli bulunanlar, sokak çocukları gibi
kesimlerin sosyal dı lanmalara maruz kalma ihtimalleri yüksek olduğundan, sosyal
politikacılar dikkatlerini bu tür kesimlere çevirerek, tabir caizse, dı lanmanın haritasını
çıkartmaya çalı maktadırlar.
Sosyal Dı lanma: Nedenler
Çok boyutlu ve süreçleri içeren yapısı veri alındığında, sosyal dı lanmanın nedenlerine ili kin
net fotoğraflar ortaya koyabilmek çok zordur. Bu bağlamda, ayrıntılı tartı maların içine
girmektense, sosyal dı lanmaya neden olabilecek kimi süreçlerin kategorilendirilmesiyle
yetinmek istemekteyiz. Belirtmeye gerek yok ki, nasıl dı lanma boyutları birbiriyle etkile im
içerisindeyseler, tanımlayacağımız kategorilerin de birbiriyle etkile imleri son derece beklenir
olmalıdır.
•
Üretim ve payla ım süreçlerinin ekonomik organizasyonu: Gelir boyutu dı lanma
ba lığında önemli bir yer tuttuğuna göre, gelirin nasıl yaratıldığı ve nasıl payla tırıldığı ve
bu süreçlerin ne tür bir yapı içerisinde geli tiği elbet dı lanmanın anla ılmasında önemli
bir adım olacaktır. Zaman içinde, ekonomik sistemin dönü ümü, yapıyı da
deği tirmektedir. Örneğin vasıfsız i çi kullanan ekonomik faaliyetlerin giderek (hem
üretkenlik artı larından hem de küreselle me nedeniyle) azalması, istihdamın niceliğini ve
niteliğini de deği tirmi tir. Bununla beraber istihdam genelde daha enformel, güvencesiz
ve sürekli olmayan bir nitelik kazanmı tır. Bu yöndeki dönü üm, tabii ki, ekonomik
dı lanma olasılıklarını artırmaktadır. Eğer ekonomik durum ve istihdamın yapısı hem
doğrudan ki ilerin gelir ve servetlerini hem de dolaylı yoldan eğitim, sağlık gibi
niteliklerini etkiliyorsa ve aynı zamanda gelecek ku ağın ne ekilde yeti eceğine dair
13
damgasını vuruyorsa, dönemin ekonomi politiğinin analizi önemli bir açılım getirecektir
•
sosyal dı lanma tartı malarına.
Kültürel yapı: Genel olarak kültürel yapının ve özel olarak söylemlerin dı lamalar
getirdiği gerçeğini veri aldığımızda, bu yapının olu umu ve bile enleri hakkında ayrıntılı
fotoğraflara sahip olmanın önemi ortadadır. Kültürel yapılar, bazen ve belki de çoğu
zaman, ki ilerin farkına varmadan ba ka kesimleri dı lamalarına neden olabilecek
davranı
ve tutumları doğurabilmektedirler. İnsanlar, hakim kültürü sorgulamadan
içselle tirmelerinden
dolayı,
kültürel
dı lanmaları
ya
da
dı lamaları
doğal
görebilmektedirler. Tabii ki, farklılıkları kabul edebilmek bakımından çe itli ülkelerdeki
•
hakim kültürler arasında da önemli farklılıklar vardır.
Hakların tanımlanması: Toplumsal yapılar bir dizi hakların ba ta a priori anlamda
tanımlanmasıyla olu maktadır (elbet bu tanımlar bazen zımni olabilir ve yine elbet
toplumlar evrildikçe tanımlar artar, dönü ür, çe itlenir). Bu hakların ne
ekilde
tanımlandığı, hakların içerisine hangi maddelerin alındığı, son kertede, dı lanma
sorunsalıyla çok iç-içe olan bir husustur. Hakların tanımlanmasının bir diğer ifadesi
kendini, ki i ve grupların farklı toplumsal güç stoklarına sahip olduğu noktasından
•
hareketle, gücün toplumsal ya amda ne ekilde regüle edildiğinde gösterir.
Kurumsal yapılar: Toplumsal yapı içerisinde geli tirilen kurumların yapısı, bazen sosyal
dı lanmaya davetiye çıkartan bazen de dı lanmayı engelleyen bir nitelik arz edebilir. Bu
açıdan, kurumsal bir analizin sosyal dı lanma sorunsalının anla ılmasında önemli bir rol
oynamakta olduğunu varsaymak yanlı olmasa gerek.
Elbet, sosyal dı lanma ile mücadeleyi amaçlayan her yakla ım, kendince (açık ya da zımni)
bir nedenler listesi olu turmak ve o nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik çabalar içerisine
girmek durumundadır. Bu nedenler manzumesi, kimileri açısından daha yapısal olabilir ve
dolayısıyla bu kesim yapının bizzat kendisine yönelik radikal deği iklikleri talep edebilir;
kimileri açısından ise sosyal dı lanma yapısal olmayan, daha reformist yakla ımlarla çözüm
alınabilecek bir nitelik ta ıyabilir.
Sosyal Adalet-Sosyal Dı lanma
Bu kısa açılım yazımızı noktalarken en ba taki sosyal adalet ilkesine tekrar uğramak
istemekteyiz. Yukarıda tartı tığımız üzere, sosyal adaletin günümüzde üç bile eni olduğu
konusunda bir netle meye ula ılmı tır. Sosyal adalet; payla ım, tanınma ve katılım üçlemesi
14
üzerine in a olmak durumundadır.8 Payla ım adaleti, bir yandan iktisadi boyutun belirlediği
bir alan bir yandan ise devletin müdahaleleriyle olu an bir yeniden payla ım alanıdır.
Dolayısıyla, sadece ekonomik düzenin nasıl olu tuğuyla değil, aynı zamanda sosyal kültürün
ve siyasetin devlet iradesini payla ımı düzeltmek yönünde nasıl etkilediğine de bağlıdır. Bu
alandaki adalet anlayı ı, en basit anlamda ve ölçekte, üretimin ki i/hane/grup/bölgeler
bağlamında hem bugünün hem geleceğin ku akları arasında ne ekilde dağıtılacağına dair
ilkeleri belirler. Tanınma adaleti ise, çe itli düzey ve düzlemlerdeki farklılıkların ne ölçüde
“ötekile tirileceğine”, ne ölçüde de içselle tirileceğine dair ilkeleri belirler. Farklılık ne kadar
me ru görülüp kabullenilebiliyorsa, tanınma o kadar geçerli demektir. Son olarak da katılım
adaleti, siyasal karar alma süreçlerine ki i/hane/grup/bölgelerin katılım oranlarını, azınlıkların
çoğunluk kar ısındaki direnme noktalarının neler olması gerektiğine dair ilkeleri belirler.
Bu üç bile enin ne oranda bir potada eritileceği, vurgunun hangi “bile enler”ce
yapılacağı, üphesiz, son kertede, ideolojik bir seçimdir; ancak, bu üç bile enin e anlı olarak
ve birbirleriyle etkile imleri göz ardı edilmeden mütalaa edilmesinde büyük isabet olduğu çok
açıktır.
8
Paralel bir açılım için, bkz. Keyder (2005).
15
BÖLÜM 2
TÜRKİYE’DE YOKSULLUK
VE SOSYAL DI LANMA
ÜZERİNE KU BAKI I BİR
DEĞERLENDİRME
BÖLÜM 2
TÜRKİYE’DE YOKSULLUK VE SOSYAL DI LANMA
ÜZERİNE KU BAKI I BİR DEĞERLENDİRME
Dı lanma ile yoksulluk arasında güçlü bir bağ olduğu noktasından hareketle, yoksulluğun
Türkiye’deki tezahürlerine dair yapılan çalı maların büyük ölçüde üzerinde anla tıkları birkaç
önemli saptamayla bu bölüme ba lamak istiyoruz (Gürsel, Levent, Selim ve Sarıca, 2000;
World Bank, 2001, 2003, 2006; Adaman, 2003; Buğra ve Keyder, 2003; Erdoğan, 2003;
Erman, 2003; Yalman, Sonat, Tayanç ve Tayanç, 2004; DPT, 2005; SIS/World Bank, 2005;
UNDP, 2005; Zenginobuz, 2005; Altuğ ve Filiztekin, 2006).
¬ Son yıllarda gözlenen yüksek büyümenin beraberinde yeni i imkanlarını istenildiği
oranda getirmediği ve i sizliğin giderek artmakta olduğu bir gerçektir. İ sizliğin
kısa/orta dönemde azaltılmasına dair geni kapsamlı ve yapısal bir müdahale de
bulunmamaktadır ve özellikle gençler arasında oran daha da artmaktadır.1 Bu
durumun, ileride ufalması beklenen tarım kesiminin emek fazlasının kentlere
akmasıyla daha da vahim bir hale gelmesi endi esi vardır (İzmen, Filiztekin ve
Yılmaz, 2005). İ sizliğin, dolayısıyla, güvence ağları (“safety nets”) eksikliğinde
toplumsal dı lanmaya kar ılık gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca, emek piyasasıyla
ilgili bir diğer çok önemli sorun, cinsiyet-temelli ayrımda ortaya çıkmaktadır.2
¬ Kısmen yukarıdaki maddeyle ilintili ama kısmen de bağımsız bir diğer saptama, gerek
ki isel/hanesel gerek bölgesel gelir ve servet dağılımlarının ciddi ölçüde bozuk
olduğudur. Son yıllardaki yüksek büyüme sayesinde ki i ba ına dü en gelir ciddi
anlamda yükselmi se de, bu meblağ örneğin Avrupa ortalamasıyla kar ıla tırıldığında
son derece dü üktür (Avrupa Birliği’nin [EU25] ki i ba ına dü en ortalama gayri safi
milli hasılası, satın alma gücü paritesince ifade edildiğinde, 100 olarak alındığında,
Türkiye’nin 2005 yılı için değeri 29.1’dir). Bu da nüfusun büyük bir oranının
yoksulluk sınırının civarlarında ve altında bulunması sonucunu doğurmaktadır. Açlık
sınırının altında bulunan insanların oranının fazla olmadığı doğrudur, ancak bu sınıra
1
Türkiye’de büyümenin istihdam üzerindeki etkisi çok düşük olmasına çarpıcı bir görüntü, 1980-2004 yılları
arasında çalışabilir nüfusun 23 milyon mertebesinde artmasına karşın yaratılan işgücünün 6 milyonla sınırlı
olmasıdır (emek piyasası üzerine tartışmalar için bkz.: SIS/World Bank, 2005). 2006 Mart ayı itibariyle ülkedeki
işsizlik oranı %11’i aşmış durumdadır; oran 2000 yılında %6.5 civarındaydı! 15-24 yaş grubu arasındaki işsizlik
oranı %20’lere çıkmaktadır.
2
Bilindiği üzere, erkeklerin işgücüne katılımı %65’ler civarındayken, kadınlarda bu oran %25’lere düşmektedir
(emek piyasasına katılım üzerine tartışmalar için bkz.: Tunalı, 2003; SIS/World Bank, 2005).
16
yakın çok fazla sayıda insanın bulunduğu da bir diğer gerçektir.3 Ülkede
azımsanmayacak bir kesimin çalı masına rağmen bu sınırın uzağına gidememekte—
adete bir “çalı an yoksul” kesimini olu turmakta—olmaları dikkate alınması gereken
bir diğer ilintili saptamadır. Dü ük istihdam oranlarının ve a ağıda vurgulayacağımız
enformel kesimin varlığının ücretlerin dü ük olmasındaki payı ortadadır.
¬ Üretimin %30’lar civarının enformel kesimde gerçekle mekte olmasının bir dizi
maliyeti bulunmaktadır; bunlardan bir tanesi de toplanabilen vergi yekununun olması
gerekenden kabaca %30 kadar daha dü ük seviyede gerçekle mesidir (Özar, 1996;
Çarkoğlu ve Eder, 2004; Zenginobuz, 2005). Buna ilave olarak, ülke önceliklerinde
sosyal harcamalara ayrılan payın dü ük olması nedeniyle, sağlık, eğitim gibi alanlarda
verilebilen hizmetlerin sayı ve kalitesinin oldukça dü ük gerçekle mesi söz
konusudur. Ayrıca, kamu servislerinin üretiminde ve sunumunda ya anan bir dizi
organizasyonel/yöneti imsel problemin varlığı da bilinmektedir; bu durumun etkinlik
(efficiency) kayıplarını beraberinde getirmesi söz konusudur. Bu noktada hatırlanması
gereken bir diğer önemli nokta, ülkenin borç yükünün oldukça fazla olması ve
dolayısıyla toplanan vergilerin önemli bir oranının borç yükünün kar ılanmasında
kullanılmakta olmasıdır.4
¬ Yüksek i sizlik ve geni bir enformel sektörün varlığı nedeniyle sosyal güvenliğin
(emeklilik ve sağlık bağlamında) nüfusun yüksek oranda bir kesimini kapsayamadığı
bilinmektedir (mükerrer sayımlar [“double counting”] nedeniyle resmi istatistiklerde
kapsanan nüfusun hâlâ olduğundan yüksek gözükmesi söz konusudur—bu durumun
yanlı lığının yine bazı diğer resmi birimlerce kabul edilmesine rağmen).5 Sosyal
güvenlik eksikliğini kısmen de olsa sağlamakta olan aile ve diğer toplumsal bağların
gücünün azalmakta olduğuna dair i aretler bulunmaktadır (Buğra ve Keyder, 2003).
Türkiye genelinde doğurganlık dü mekte olmasına rağmen yine de birçok sosyal
3
2003 yılı verileriyle GINI katsayısı 0.42 ve S80/S20 oranı 10 mertebelerinde olup, gelir dağılımının oldukça
bozuk olduğuna işaret etmektedir. her ne kadar “açlık sınırı” (hayatta kalmaya ancak yeten meblağ) altına düşen
nüfus oldukça düşükse de, Dünya Bankası tarafından “toplam yoksulluk” olarak adlandırılan ve “gıda ve gıdadışı” sınırı altında kalıp “yoksulluk-riski” taşıyan kesim ele alındığında (eşdeğerlik ölçeğine göre eşitlenmiş
hanehalkı net gelirlerinin meydanının %60’şının altında olan kesim), resim bariz şekilde değişmektedir.
Türkiye’de nüfusun yüzde 26’sı, 2003 yılı itibariyle, bu sınırın altındadır (Türkiye’de yoksulluk üzerine
kapsamlı bir çalışma için bkz.: SIS/World Bank, 2005). Türkiye ile ilgili bir diğer çarpıcı gsterge çalışmasına
rağmen yoksulluktan kurtulamayan kesimin fazlalığıdır. Halihazırda çalışanlar içerisinde yoksul olanların oranı
%23 mertebesindedir ki bu oran EU25’tekinin yaklaşık üç katıdır.
4
Bilindiği üzere, okuryazarlık, okullaşma oranı, öğretmen başına öğrenci, doktor başına düşen hasta, yaşam
beklentisi, çocuk ölüm oranları gibi temel sağlık ve eğitim göstergelerinde ülkenin performansı yine Avrupa
örneğini referans alacak olursak oldukça kötüdür (Adaman, 2003).
5
2001 yılından sonra gerçekleştirilmeye başlanan “hanehalkı anketleri” sonuçlarına göre yaklaşık üçte bir
oranında nüfusun sosyal güvencesi bulunmamaktadır. Tahmin edilebileceği üzere, hanehalkının geliri düştükçe
sigortalı olmama ihtimali artmaktadır (SIS/World Bank, 2005).
17
güvencesi olmayan (ve büyük ihtimalle yoksul olan) aile için tek güvence fazla çocuk
sahibi olmak eklinde görülmeye devam edilmektedir—bu da yine örneğin Avrupa
ortalamasına baktığımız zaman yüksek bir nüfus artı ı ve son kertede fazla emek arzı
anlamına gelmektedir. Hanehalkı büyüklüğünün bölgeler arasında dikkate değer
farklar yaratmaya devam ettiğini vurgulamakta yarar bulunmaktadır.
¬ Ayrılan kamusal kaynakların tahsisinde (allocation) ne denli hakkaniyet ve rasyonalite
ölçülerinde davranılmakta olduğu konusunda soru i aretleri bulunmaktadır—bunun
motifleri ne olursa olsun... Bu soru i aretlerine en kolay verilebilecek örnek, sağlık ve
eğitim gibi temel kamu hizmetlerinin bölgeler arası farklarına değindir.6 Halbuki,
gerek be
yıllık planlarda, gerek yıllık planlarda ve gerek Avrupa ile olan
müzakerelerde bölgesel farkların kaldırılması yönünde çaba harcanması gerektiğine
yönelik net ifadeler bulunmaktadır.
Sonuçta, ülkenin önemli bir kesimi haneye giren gelir anlamında yoksulluk çekmektedir ya da
bu sınıra çok yakın bulunmaktadır. Halihazırdaki sosyal hizmetlerin bu kesimin ihtiyaçlarına
ancak kısmi çare bulabildiği anla ılmaktadır. Son yıllarda yerel yönetimlerin ve sivil
inisiyatifin eğitim ve sağlık gibi alanlarda önemli katkıları olmaktaysa da, yoksul kesime
destek (maddi ya da ayni olarak) verilmekteyse de, yoksullukla mücadele için kamu bir dizi
proje üretmekteyse ve sosyal destek alanlarında yöneti imsel/organizasyonel düzenlemelere
ba lanmı sa da, yapısal ve uzun soluklu müdahaleler yapılmadığı takdirde nüfusun önemli bir
yüzdesinin yoksulluk çekmeye devam edeceği ve sosyal hizmetlerin niceliği ve niteliğinin
yeterince artmadığı ve bu hizmetlerin hakkaniyet ilkesinin gereklerine uygun tahsis
edilmediği durumda da bu kesimin sosyal dı lanmalara maruz kalacağı bilinmelidir.
Sosyal dı lanma süreçlerinin yoğun ya andığı alanların ba ında kentlerdeki yoksul mahalleler
gelmektedir. Çalı mamızın da sıklet merkezini bu alanlar olu turduğundan, bu noktada yoksul
mahallelerin ortaya çıkı süreçlerini ve bu süreçlerin dı lanma bağlamında beraberinde
getirdiklerini, ba lıklar halinde, ortaya koymakta yarar bulunmaktadır (Keyder, 1993; Buğra,
6
UNDP’nin hazırlamakta olduğu “İnsani Gelişme Endeksi”nin bölgeler arasında yakaladığı fark çok nettir
(UNDP, 2005). Ülkenin Batısında yaşam beklentisi Avrupa ortalaması civarlarındayken (72’ler), Güneydoğu’da
60’lara inebilmektedir; keza Batı’da okuryazarlık oranı %90’ların üzerindeyken, Güneydoğu’da %65’lere
inebilmektedir. Ülke genelinde %15’e yaklaşan bir kesimin ve her dört kadından nerdeyse birinin okuma yazma
bilmiyor oluşu, elbet, dikkate alınması gereken bir husustur. Bilindiği üzere, halihazırda herkesi kapsayan bir
sağlık sigortası bulunmamakta, sadeve formal kesimde sigortalı olarak çalışanlar sağlık hizmetlerinden
yararlanabilmektedirler; ayrica, yoksulun yoksulu da Yeşil Kart sayesinde temel sağlık hizmetlerine ücretsiz
olarak erişebilmektedir.
18
1998; Ak it, 1999; I ık ve Pınarcıoğlu, 2001; Altınta , 2003; Buğra ve Keyder, 2003; Eder,
2003; Yıldırak, 2004).
Malum olduğu üzere, gecekondu, mülkiyeti üzerinde muğlaklık olan arsalara gayri
resmi olarak in a edilen yapılara kar ılık gelmektedir. Çoğunlukla in aat gayri kanunidir de.
Genel anlamda bakıldığında göç sonrası hızla büyüyen Güney ehirlerindeki ev sorununa
enformel olarak bulunan çözüm kümesi içerisinde mütalaa edilmelidir. Bu tür yerle imlerin
ortak özellikleri, kalitesi dü ük ve geçici olarak in a edilmi ve biraz derme-çatma nitelikli
olmalarıdır. Fransa’nın Afrika sömürgelerinde görülen bidonville ya da Brezilya’da rastlanan
favela bu tür hızlıca ve gayri kanuni nitelikte in a edilmi mekanların farklı isimleridir.
Türkiye’de, bir gecede çatısı çıkartılan ve elde edilen mevcut durumun rahatlığıyla bilahare
içi sonradan düzenlenen gecekondular da bu ortak nitelikleri ta ır.
Bilindiği üzere, kırdan kente göç, çok kabaca ifade edilecek olursa, 1950’li yıllarda
ba lamı tır. Burada, tarımda artan nüfus ama aynı oranda artmayan tarım arazisinin getirdiği
baskının, tarımın makinele mesi (emek verimliliğinin artı ı) ile birle mesi sonunda, kırda
emek fazlası olu mu , bu durum da kırdan kente bir iti (“push”) doğurmu tur. Aynı
zamanda, kent civarlarında geli mekte olan sanayinin emek talebini kentlerde ya ayan kesim
kar ılayamadığından, yeni geli mekte olan sanayinin emek talebinin kırsal kesim açısından
bir çekim (“pull”) olu turması söz konusuydu. Dolayısıyla da, kentle menin gerisinde hem bir
iti hem de bir çekimden söz edebiliriz. 1950’lerin ba ında ülke nüfusunun ancak dörtte birine
yakın bir kesimi kentlerde ya arken, bilindiği üzere, bu oran günümüzde % 65’ler
mertebesine çıkmı durumdadır.
İlk gecekondular 1950’lerde İstanbul’da ortaya çıkmı , bu durum diğer ehirlere de
yansımı ve 1970’lerde en üst düzeye tırmanmı tır. Araziler ya devlet mülkiyetinde ya da ya
artık varolmayan ya da haklarını arayamayan vakıflara aitti. ehrin daha dı alanlarına yapılan
gecekondular ise tarım arazi üzerindeydiler ki buralarda yerle im kanunca yasaklanmı tı.
Neticede, deği en kanun dı ılıklarla in a edilen gecekondula manın kendisi de bunları
gerçekle tirenler de suç i lemekteydiler ve her an cezaya çarptırılabilmeleri mümkündü.
Ancak, böylesi durumlar genelde gerçekle medi, zira politik olarak resmi mülkiyet
verilmemekle birlikte gecekondula maya ses çıkartılmadı.
1950-70’ler dönemine baktığımızda, özel sektörün, büyük ölçüde kentlerdeki arazi
mülkiyeti sorunlarından dolayı, konut alanına yoğunlukla girmeyi seçmemi , bunun yerine
enerjisini sanayide yoğunla tırmı
olduğunu görmekteyiz. Sanayi yatırımlarında ise,
yurtdı ından gelen teknolojinin maliyetinin ucuz emek ile dengelenmesi ihtiyacı
bulunmaktaydı. Ucuz emeği ise, kentlere göç eden ve büyük ölçüde kamu arazisinde, çoğu
19
zaman kelime anlamına uyan bir ekilde bir gecede in a edilen, gecekondularda ya ayan,
çoğu enformel çalı an, kesimler sağlamaktaydı. Dolayısıyla, büyük kent merkezlerinin
civarında konu lanan yeni gelenler sanayiye ucuz girdi verebilmekteydiler, zira bir yandan
kira ödemek durumunda değillerdi, diğer yandan sigortalı olanlar dı ındaki kesimin dolaylı
vergiler dı ında ödemek zorunda oldukları vergiler de bulunmuyordu. Kamu, bir yandan bu
kesimin barınak ihtiyacını kar ılayamıyor ama öbür taraftan da Osmanlı döneminden kalma
geni kamu alanlarının kullanımına da çok ses çıkartmak durumunda kalmıyordu; ayrıca,
a ağıda ayrıntılı belirtileceği üzere, politik birimler bu kesimi oy deposu olarak görmeye
ba lamı lardı.
İlk göç dalgası, genelde fazla bir serveti olmayan yoksullardan olu maktaydı. Ama bu
kesim hızlıca ilk gelmenin avantajlarından yararlanmaya ba ladılar, özellikle de yerle tikleri
yerler ehrin tercih edilen alanlarına yakınsa. 1960 ve 1970’lerde gelenler ise, genelde ilk
ta ınma maliyetini (arsa bulup in aat yapma anlamında) üstlenebilecek bir zenginlik
yapısındaydılar. Kırdan göç eden aile, daha önce ayarlamalarını yapmı bir ekilde ve
halihazırda yerle mi olanların desteğiyle bir gecede tek katlı evler in a ediyor ve süreç
içerisinde evlerin kalitesini ve kullanım alanlarını arttırmaya çalı ıyordu; ama her durumda
yapılan evlerin yıkılma ihtimali olduğundan in aat kalitesi dü ük tutuluyordu. Bu dönem
içerisinde gerek politikacılar gerek planlamacılar arasında gecekondu sorunu sıkça tartı ılan
bir konuydu. Yönetimle gecekondunun ili kisi yerel bir nitelik ta ımakta olduğu için genelde
bu konuda karar alma yetkisi belediye ba kanlarında olması gerektiği fikri benimsenmi ti;
ancak, ba kanlar için bu kesim, ya da kısa zaman içerisinde benzer alanlara yerle mek üzere
gelecek akrabaları, seçimde oy demekti de aynı zamanda.
İkinci Dünya Sava ı sonrasında çok partili döneme geçi le birlikte, popülist ve
patronaj bazlı politikalar da izlenmeye ve oy potansiyeli olarak gecekondu alanları görülmeye
ba lanmı tı. Politik olu umlar, bu coğrafyalarda en ba ta tapu sağlama ve altyapı hizmetleri
sunma eklinde çe itli vaatlerde bulunmaya ba lamı lardı. Bu vaatlerin bir sonucu olarak da
1966 yılında çıkartılan Gecekondu Yasası ile gecekonduların kalıcı olabilmesine hukuksal bir
zemin hazırlanmı tı. Yerel/merkezi yönetimler ile gecekondu bölgelerinin ili kilerinin aldığı
niteliğe bağlı olarak, kimi zaman gecekonduların hukuki ve mekansal sorunlarına yönelik
çözümler üretiliyor, kimi zaman ise genelde polis e liğinde yıkımlar yapılıyordu. Dolayısıyla,
bazı mahallelerde elektrik, su, kanalizasyon gibi hizmetler gecekondu ya ayanlarına
getiriliyor, bazen de servis alamayan mahalleler kendi imkanları ölçüsünde, ama genelde son
derece iptidai ekilde, altyapı sorunlarını çözmeye çalı ıyorlardı—bu çoğu durumda, çöplerin
toplanıp yakılması ve kanalizasyonların yakın derelere verilmesi anlamına geliyordu. Bu
20
dönemde genel görüntü, kent sınırları ile sanayi alanları arasında konu lanmı , genelde
etrafında bahçecilik yapmaya elveri li bir miktar toprağı da bulunan, tek ya da en fazla iki
katlı evlerden olu an ve benzer coğrafyalardan göç etmi kesimin ya adığı mahallelerden
olu maktaydı.
1980’lere gelindiğinde ise, kentlerdeki yüksek nüfus artı ı, kent merkezleri ve
civarlarındaki bölgelerdeki bina yoğunluğunun yükseli i, servis sektöründeki geli meye ko ut
olarak kent merkezlerine servis sektörünün geli i gibi bir dizi beraber mütalaa edilmesinde
yarar olan etmenler neticesinde, orta sınıfın kent civarlarındaki alanları yerle im yeri olarak
benimsemesi söz konusu olmu ; bu da beraberinde gecekondu alanlarının birden değer
kazanmasını getirmi tir. Dolayısıyla, orta sınıfın oturduğu blok yerle imler ile gecekondu
bölgeleri yan yana bulunmaya ba lamı , bu da beraberinde gecekondu olgusunun kendisinin
ticari bir görüntü almaya ba lamasına neden olmu tur. Aynı zamanda, yukarıda bahsedilmi
olduğu gibi, eskiden tek katlı ev eklinde olan ve önünde/yanında bir parça üzerinde bahçe
i leri yapmaya imkan veren bahçesi olan gecekondular yerlerini “apartman gecekondulara”
bırakmaya ba lamı tı. Elbet böyle bir sürecin ba lamasında Özal dönemindeki imar ve kat
çıkma izinlerinin verilmesinin oynadığı rol çok açıktır. 1980’lerde tartı ma gerçeğin popülist
bir bakı la kabul edilmesi doğrultusunda çözümlendi. Çoğu durumda fiili mülkiyete resmi
mülkiyet verildi; kanun dı ı nitelik düzenlendi; yapıla ma yasağı yumu atıldı. Gecekondu
sahipleri genelde önünde meyve-sebze ektikleri, hayvan besledikleri ufak bahçesi olan tek
katlı evlerini apartman haline getirebilmelerinin önündeki yasaklar kaldırıldı. Artık bugün ilk
dönemlerde in a edilmi , tek katlı ve bahçeli gecekondu bulma ansımız dü üktür. Genelde
göreceğimiz, sağlam olmasına kar ılık kötü in am edilmi , bazen bitmemi
ve estetik
kaygılardan uzak gecekondu-apartmanlardır.
Sonuçta, 1980’ler ba larında gecekondu olgusu dönü üm geçirmeye ve “gecekondu
sahipleri” ile “gecekondu kiracıları” eklinde ayrı malar olu maya ba lamı tır. 1990’lardan
itibaren gecekondu kiracılığında artı
bulunmaktadır. Yeni göçmenler, üzerine in aat
yapabilecek arazi bulamamaktadırlar. Artık araziler üzerinde talepleri bulunan çok kesim
vardır ve yöneticiler eskiden olduğu gibi duruma ses çıkartmamazlık etmemektedirler. Yeni
gelenlerin in aata ba layacak maddi imkanları ya da kendisine bu yolda yardım edecek
tanıdıkları bulunmamaktadır. Artık kentlerde yeni gecekondu in aatlarını görmek söz konusu
değildir, hatta Kentsel Dönü üm projeleri kapsamında belediye ba kanları gecekonduları
tıra lamaya ba lamı durumdadırlar. Bu durum da, beraberinde, eski göç edenlerin yeni göç
edenler üzerinden rant almasını getirmi tir. Dolayısıyla, yeni göç edenlerin kendilerini
yoksulluğun içinde bulmaları bir anlamda kaçınılmaz olmu tur, zira kira ödemek gibi önemli
21
bir maliyet söz konusudur. Bu sürecin bir diğer yansıması, kiracı olarak gecekondu
mahallesine gelen kesimin hem erilik ili kilerinden eski gelmi olanlar kadar yeterince
yararlanamamaları ve dolayısıyla kendilerine yeni göç ettikleri kentte büyük ölçüde yalnız
kalmalarıdır
Gecekondu mahalleleri, çok net sınırlarla çizilememektedir. Bunun bir nedeni,
yukarıda vurgulanmı olduğu üzere, kimi gecekonduların apartmana çevrilmesidir ve bazen
bu apartmanların in aat kalitesi (hele bir ekilde oturma izni alınmı sa) dü ük olmamaktadır,
bir nedeni de ortak/yüksek gelirli kesimlerin konut ihtiyacını kar ılamaya yönelik olarak
eskiden gecekondu olan bölgelerin “temizlenmi ” olmasıdır. Ama çizilebildiği ölçüde,
gecekondu mahallelerinin ortak özellikleri bulunmaktadır: Tanım gereği bir gecede
kondurulan ya da hızlıca in a edilen binalar kümesinden ve düzensiz geli mi mahallelerden
bahsedilmekte olduğu için bu mahallelerin herhangi bir kentsel planlamadan nasibini almı
olmasını bekleyemeyiz. Dolayısıyla, binaların kötü kalitesine, ya anılan yerin plansızlığı da
eklenmelidir. Bir kısım yerlerde kaçak kullanılan elektrik hatları ortalıktadır, kimi sokaklara
çöp arabası girememesi, acil durumlarda itfaiye/ambulans araçlarının plansız sokaklar
nedeniyle ula ımda sorunlar ya aması söz konusu olmaktadır; kimi durumda kanalizasyon
sistemi bulunmadığı için atık sular sıhhi bir biçimde toplanamamakta ve yer altı sularını
kirletmektedir; çoğu durumda ye il alan, oyun sahası, kamusal binalar ehir ortalamalarının
altında olabilmektedir.
Ayrıca, kent merkezi ya da yakınlarında olup da bir nedenle “terkedilmi ” bir
mahallenin yoksul kesim tarafından ikamet alanı olarak seçilmesi de söz konusu
olabilmektedir. Buradaki tipik görüntü ise binaların bakımsızlığı olarak kar ımıza
çıkmaktadır. İstanbul ve Diyarbakır ba ta olmak üzere, büyük ketlerdeki bu terkedilmi
alanlar genelde zorunlu göçe maruz kalmı kesimlere (ilerde ayrıntılı bilgi sunulacaktır),
sokak çocuklarını ve kapkaç/esrar/seks i çiliği gibi yeraltında
i
yapan kesimi
barındırmaktadır.
Netice itibariyle, gecekondu ve terkedilmi alanlardaki konut sayısına yönelik net bir
bilgi vermek mümkün olmamaktadır. Göç edenlerin kentsel ya ama eklemlenmelerinin
geçirdiği süreçler, bu süreçte ya anan zorluklar, kent sakinlerinin tutumu, yeni gelenlerin
emek piyasalarına girmelerinin etkileri ba ta olmak üzere, birçok sorunsal sosyolojik, iktisadi
ve politik ara tırmalara konu tesis etmi tir (bkz., örneğin, Erder, 1996; Erman, 2004; Keyder,
2005).
Göç olayına bugün baktığımızda ise, ilk göç dalgalarının yerini 1990’ların ortalarında
özellikle zorunlu göçle gelen yeni bir dalganın büyük ölçüde almakta olduğunu görmekteyiz.
22
Sayılarının bir milyonun üzerinde olduğu konusunda genel bir kabulün olduğu bir kesim,
1990’larda Güneydoğu’da ya anan silahlı çatı malar nedeniyle ya kamu zoruyla ya da
kendilerini çatı manın içerisinde bulmamak için zorunlu bir
ekilde ya adıkları kırsal
kesimleri terk ederek büyük kentlerin çöküntü alanlarına, çoğu durumda da ellerindeki
tarımsal mülkü paraya çeviremeden, göç etmek durumunda kalmı lardır. Yukarıda
bahsedilmi olduğu üzere, ilk (1950-90 arası) dalgalarda hem bir çekimden ( ehirler ve
civarındaki endüstri) hem de bir iti ten (tarımda artan nüfusa cevap veremeyen üretkenlik
sorunları) bahsetmek mümkünken, yeni göç dalgasının siyasi alanda belirlenmi olması söz
konusudur. Yeni gelenlerin bazıları kentiçi yoksul mahallelere yerle mi lerdir. Buralarda
ya am bir ailenin ya da birkaç çalı maya gelmi erkeğin, ancak temel ihtiyaçlara cevap
verebilen eski bir evin ya da apartman dairesinin bir odasını kiralaması eklinde tezahür
etmektedir. Kentlerde ya anan yoksulluğun en derini bu bölgelerdedir. Bu tür gettola ma
(“slummification”) kentlerin gecekondu bölgelerinde de gerçekle ebilir elbet: yoksulluk artan
nüfusla artar, apartmanlar bölünür, evler daha fazla sayıda aileyi barındırmaya ba lar. Zorunlu
göçün İstanbul, Diyarbakır ve Adana’nın yoksul ve harap mahallelerinde yoğunla arak
mekansal bir yoğunla mayı beraberinde getirmi olması söz konusudur. Böylelikle, zorunlu
göçle gelenler yardım alamayan kiracılara ve ucuz emek gücüne kar ılık gelmi oldular (GöçDer, 2001; I ık ve Pınarcıoğlu, 2001; Ba ak Kültür ve Sanat Vakfı, 2004; Ayata ve Yükseker,
2005; Kiri çi, 2005).
Gecekondular ve kentiçi yoksulla mı alanlar, genel olarak bakıldığında, “çalı an
yoksullar”dan olu maktadırlar. Bu kesim, her ne kadar (ve de sürekli olamadan) çalı ıyor olsa
da, temel gereksinimlerini kar ılamakta zorlanan ve düzenli yardıma muhtaç ya ayan
i gücünden olu maktadır. Dolayısıyla, çalı mak, ki inin ekonomik refahı için yeterli
olamamaktadır (çalı anlar arasındaki yoksulların yüksek oranını—sayfa 17’deki 3. dipnota
bakınız—hatırlayalım). Kayıt dı ı istihdam (ki bu da çoğu durumda düzensiz i anlamına
gelmektedir), düzensiz gelir (ya i verenin muntazam ödeme yapmaması ya da sık i
deği tirme mecburiyeti), sosyal güvenlik ağlarından mahrumiyet gibi sorunlar bu duruma
neden olarak gösterilmekle beraber, asgari ücretin yetersizliğinin burada önemli bir rol
oynamakta olduğu ifade edilmektedir. Sonuçta, gecekondu insanı yoksulluk içerisinde
toplumsal ya amın dı ına dü mektedir. Elbet, yoksulluk dı ında, çok farklı nedenlerle
dı lanma süreçlerinin ya anması söz konusu olabilmektedir. Bu noktaları daha iyi
kavrayabilmek açısından ülke genelinde ya anılan dı lanma süreçlerinin ele alınması gerektiği
çok açıktır.
23
Yoksulluk kaynaklı dı lanma, malum, üretim ve payla ım süreçlerinin ekonomi-politiği ile
anla ılabilir. Türkiye’de ya anmakta olan dı lanmanın önemli bir nedeninin bu zaviyeden
yapılacak bir analizle anla ılmasının mümkün olduğunu dü ünmekteyiz. Ancak, bir önceki
bölümde de belirtmi
olduğumuz gibi, dı lanmanın kültürel ve politik boyutları da
bulunmaktadır ve ayrıca kimi hakların tanınmaması ya da toplumsal önyargılar nedeniyle
dı lanmı lıklar ya anabilmektedir. Bu saptamadan hareketle, sosyal dı lanmaya açık gruplar
üzerine yapılmı olan çalı malara ku bakı ı göz atıldığında ortaya öyle bir tablo çıkmaktadır:
̇
Çocuk ve gençlerde yoksulluğun eğitim ve emek süreçlerine etkisi ve sokak
çocukları: Bu alanda yapılan çalı malar, genelde, ailelerin ya adığı iktisadi ve
mekansal dı lanmaların çocuklar ve gençler üzerindeki etkilerini değerlendirmektedir.
Yoksulluk riski altındaki çocuk oranının %34 olduğu (genel ortalama %26(),
hanehalkı büyüklüğü arttıkça yoksulluğun arttığı ve 6-14 ya grubunda binlerce
çocuğun çalı makta olduğu (DİE, 1999; SIS/World Bank, 2005) noktalarından
hareketle, bu kesimin ya adığı zorluklar çe itli yöntemlerle mercek altına alınmı tır.
Ayrıca, eğitim sisteminin, son yıllarda ya anmakta olan yeniden yapılanma
süreçlerinin ve eğitimin sekiz yıla çıkartılmı
olunmasının getirdiği olumlu
geli melere rağmen, eksikleri malumdur ve bu eksiklerin genç nüfus üzerine
etkilerinin olması kaçınılmazdır (Chawla, 2005; SIS/World Bank, 2005). Sokak
çocukları giderek artan bir sorun olmaktadır ve bu konuda da son yıllarda çalı malar
yapılmaya ba lanmı tır (bkz., örneğin, Ak it, Karancı ve Gündüz-Ho gör, 2001;
Altınta , 2003; Yıldırak, 2004; SIS/World Bank, 2005). Bakım isteyen çocukların
̇
durumu da dikkate alınan konular arasındadır.
İleri ya : 65 ya ve üstü nüfus halihazırda nüfusun %6’sına kar ılık gelmektedir ve bu
oran giderek yükselmektedir. Bu kesimden sosyal sigorta
emsiyesi altında
olmayanlar bakım ve ya am açısından büyük ölçüde ailelerine bağlı durumda
kalmaktadırlar. Her ne kadar 65 ve üstüne verilen ileri ya yardımları belli bir
rahatlama sağlamaktaysa da, yoksulluk yine de bu kesimin toplumsal sürecin dı ına
dü melerine neden olabilir. Aile bağlarının azalması durumunda bu kesimin sorunlar
ya ayacağı ve toplumsal dı lanmaya maruz kalacağı ortadadır (bkz., örneğin, TÜBA,
̇
2003; Türk Geriatri Dergisi’nin muhtelif sayıları).
Engellilik hali: Türkiye’de engellilik üzerine TÜİK’in yapmı olduğu ilk ve kapsamlı
2002 anketinden sonra, engelli kesimin ülke sathındaki profili ortaya konabilmi tir;
bu alanda çalı an derneklerin ve bir grup akademisyenin çalı maları dı ında engellilik
üzerine ülkede kapsamlı çalı malardan fazla bahsedilemez, halbuki e oranı ülkede
24
%12 mertebesinde bulunmu tur (bkz., örneğin, Kimsesiz Çocukları Koruma Derneği
̇
ve Özürlüler İdaresi, 1997; DİE, 2004).
Göç sorunu: Gerek gönüllü gerek zorunlu göçün getirdiği sorunlar giderek artan
yoğunlukla irdelenmeye alınmı bulunmaktadır. “Köye Dönü ” politikasıyla zorunlu
göçe tabi bırakılmı kesimin yurtlarına dönmesini hedefleyen bu uygulamanın da son
dönemki çalı maların dikkat noktasına oturduğunu belirtelim (bkz., örneğin, İçduygu,
Sirkeci ve Aydıngün, 1998; Barut, 2001; Ba ak Kültür ve Sanat Vakfı, 2004; Ayata
̇
ve Yükseker, 2005).
Cinsiyet ve cinsel tercih temelli dı lanma: Cinsiyet temelli dı lanmaların ağırlıklı bir
biçimde emek piyasası kapsamında tartı ılmakta olduğunu mü ahede etmekteyiz.
Kadına yönelik iddet (ve uç noktada “namus cinayetleri”) ise, dikkatlerin çevrilmi
olduğu bir diğer konudur. Diğer taraftan cinsel tercih temelli dı lanmalara kar ı alınan
pozisyonun genelde yola çıkı noktasını, cinsel tercih nedeniyle bir ayrımcılığın
yapılamayacağına yönelik bir ilkenin anayasada var olmaması olu turmaktadır (bkz.,
̇
örneğin, Erder ve Ka ka, 2003; CEDAW, 2005; Kaos GL dergisi sayıları).
Dinsel tercih temelli dı lanma: Bu ba lık altındaki çalı maların önemli bir yüzdesinin
kendini Sünnilerle özde le tirmi
olan devletin diğer mezheplere (özellikle de
Alevilere) ayrımcılık yapıp yapmadığı üzerine yoğunla mı tır. Bu tartı maların orta
noktasında Alevilerin dinsel haklarının Dinayet İ leri tarafından yeterince korunup
korunmadığı yatmaktadır—pratik anlamda camilerin legal bir yapısı varken Cem
̇
evlerinin olmamasıdır (bkz., örneğin, Çakır ve Bozan, 2005).
Azınlık sorunları: Bilindiği üzere, azınlık kategorisi Lozan anla masında salt
Müslüman-dı ı kesimler olarak çizilmi tir (Ermeniler, Rumlar ve Museviler—ki
Museviler daha sonra bu haklarından vazgeçmi lerdir). Bu kesimlerin ve bu kesimler
dı ında kendilerince ve ba kalarınca etnik bağlamda farklı bir ekilde tanımlanan
grupların sorunlarına ili kin çalı malar son yıllarda artmı
bulunmaktadır;
çalı maların genellikle Romanlara yönelik özellikle kültürel düzlemdeki dı lamaların
ve kültürel/politik/iktisadi boyutları olan Kürt sorununa yoğunla mı
oldukları
anla ılmaktadır (bkz., örneğin, Kiri çi ve Winrow, 2000; Aksu, 2003; İncirlioğlu,
̇
2005; Marsch ve Strand, 2005).
Diğer: Göçebelerin, evsizlerin, belli meslek gruplarının, belli hastalığı olanların, ceza
çekmi olanların, ilaç bağımlılarının ve kaçak i çilerin ya adıkları sorunların yer yer
tartı ma ortamına getirilmekte olduğunu görmekteyiz (bkz., örneğin, İçduygu, 2003;
Lordoğlu, 2005).
25
Dolayısıyla, ku bakı ı bakıldığı zaman, çalı maların bir ayağını korunmasız/savunmasız
(“vulnerable”) grupların incelenmesi olu turmaktadır (engelliler, kimsesiz ya lılar, sokak
çocukları vb.). Çalı maların bir diğer ayağı ise, hangi alanlarda/süreçlerde dı lanmaların
ya andığına ili kindir: Eğitim, sağlık, emek piyasası, siyasal arena gibi boyutlar ara tırma
merkezini olu turmaktadır.
üphesiz, geneli kucaklayan, resmi tek bir bütün olarak sunan
çalı maların ortaya koyduğu analizin çok daha zengin boyutlu olması söz konusudur. Ayrıca
ilave etmek gerekir ki, tartı a geldiğimiz siyasi, ekonomik ve toplumsal/kültürel dı lanma
süreçleri metropollerin belirli coğrafyalarında “mekansal” olarak daha vahim tezahür
etmektedir. Gecekondu bölgelerinde tezahür eden dı lanma süreçlerinin çok boyutlu olması
maalesef bugünün bir gerçeğini olu turmaktadır.
Türkiye genelinde ya anan dı lanmanın tezahürlerini daha iyi yakalamak üzere, u altı
ba lıkta açılım yapmanın çalı mamıza önemli bir katkı yapacağı noktasından hareketle,
konularında uzman akademisyenlerden destek aldık.
¬ Mekansal dı lanma sorunsalının tartı ılmasını Tarlaba ı (İstanbul) semti üzerine bir
incelemeyle yapan Bediz Yıldız’ın çalı ması, dı lanmanın farklı tezahürlerinin iç içe
geçi lerine dair dikkate alınması gereken saptamalarda bulunmaktadır. Bu çalı ma,
ehir merkezinde “terkedilmi ” olan bir mahallenin dinamiklerini Türkiye’nin “varo ”
sorunu bağlamında tartı maktadır.
¬ 1990’ların ortasında ya anan ikinci göç dalgası, yukarıda vurgulanmı olduğu gibi,
zorunlu göçten olu maktaydı. Bu zorunlu göç dalgasının sonuçlarına ve genelde
yaratmı olduğu tahribata ili kin bir açılımı Hatice Deniz Yükseker sunmaktadır.
Yazar, ayrıca, bu kesimin ya amakta olduğu sorunlara ili kin politika önerileri
sunmaktadır.
¬ Çocuk i çiliği sorununun önemli boyutlarda olduğu noktasından hareketle, Serra
Müderrisoğlu, etnisite ve mekansal dı lanmalara maruz kalan ve çalı mak zorunda
olan bir çocuğun aynı anda okuma hedefine ula masındaki zorlukları vak’a analizi
yaparak dile getirmektedir.
26
Yakındaki Uzak:
İstanbul’un Bir Kentiçi Mahallesinde Sosyal Dı lanma ve Mekansal Sürgün
Bediz YILMAZ
Kamu İdaresi Bölümü, Mersin Üniversitesi
“sıklıkla bir bina yıkılır; o kadar kötü durumdadırlar ki insanların içeri giri çıkı larını görürken insan
hamamböceklerinin ula abileceği boyutlarla a kına döner.”
“İstanbul’un ucuz uyu turucu merkezi... tehlikelidir...”
“eski Rum evleri hâlâ ayakta, içindekileri rutubet ile yava yava çürütmekte..”
“bazı sokaklarına polisin giremediği yer...”
“Dünya bir üçüncü dünya sava ının ardından herhalde Tarlaba ı’na benzer... çarpıklık, tarih, dünyanın her
yanından insan, simetrisizlik... İstanbul’u simcity gibi oynasak suç tablosunda koyu kırmızı parlayacak bölge...”
“Tarlaba ı bir çamur gibidir. ona dokunmamalısınız. yoksa elinize yapı ıp kalır, size bula ır çıkmaz.’
İstanbul’un bu ‘namlı’ semtinde ya ayan küçük kapkaççının gözüyle Tarlaba ı, bu...”
“Caddesi’nin altından geçince istiklal Caddesi’yle hiç bir alakan kalmaz. 12yi geçirdiysen hızlı yürü. arkanı da
iyi kolla. gündüzse kafanı kaldırıp evlere de bak... evlere dikkat et. hatırladın mı? sava ay’da göstermi ti hani yasadı ı
kerhane diye”
“bu yoksulluğu payla an insanlar kadar birbirinden nefret eden ba ka semt yoktur. romanlar Kayserililerden,
Siirtliler romanlardan, Karadenizliler Kürtlerden öldüresiye nefret ederler.”
Sanal bir sözlükte Tarlaba ı için yazılanlar (2000-2005)
[www.eksisozluk.com]
Bu alıntılar, Tarlaba ı’nın çoğu özelliğinin (eski evler, suç, fuhu , heterojen nüfus,
yoksulluk...)
yanında,
bu
mahallenin
kamuoyu
tarafından
nasıl
görüldüğünü
de
yansıtmaktadır. Bu imaj, her ne kadar gerçeklere dayansa da, burada oturanları damgalayan ve
mekansal ayrımcılıkla sonuçlanan bir abartıdır. Bu imaj, ayrıca, yoku un a ağı kısmında kalan
Tarlaba ı’nın fakir çöküntü mahallelerini, üst kısımdaki hali vakti yerinde, eğlence, kültür ve
ticaret merkezi olan Beyoğlu’ndan ayıran Tarlaba ı Caddesi’nden çok daha keskin bir kentsel
sınır yaratır. Bu makalede, çöküntü mahallelerinde ya anan sosyal dı lanma ve mekansal
sürgün merkezli kısır döngüleri daha iyi anlayabilmek adına bazı savlar sunacağız.
Makalemiz, birden fazla tezahürü olan dı lanma sorunsalına mekan odaklı bir yakla ım
getirerek sosyal dı lanmanın olu umunda ve etkisinin ağırla masında mekanın oynadığı kilit
rolü tartı mayı amaçlıyor.
Türkiye’deki kentbilim çalı malarında yoksulluğun mekansal durumu çoğunlukla
ehrin eteklerindeki gecekondulara, sosyal ve mekansal mesafeyi yansıtan yeni ismiyle,
“varo lara” odaklanarak ara tırılmı tır.7 Ancak, özellikle 1990’lardan sonra, zorunlu göçün
getirdiği yeni göç dalgası ile birlikte, İstanbul ile Diyarbakır ve bir ölçüde de Adana
kentlerinin merkezlerine yakın kimi bölgelerinin fakirle erek çöküntü alanlarına dönü me
süreci ya anmaya ba lamı tır. Ba ta yoksulluk olmak üzere, gecekondu bölgeleriyle kentiçi
çöküntü alanlarının birçok ortak noktası bulunmasına rağmen, iktisadi, mekansal, hukuki,
7
Yoksulluk ve çevre mahallerde dışlanma konularında öne çıkan iki çalışma Erder (1997) ile Işık ve Pınarcıoğlu
(2000)’dur. Gecekondu kavramı üzerine en son çalışmalardan biri için bkz. European Journal of Turkish Studies,
Thematic Issue no: 1, 2004 [http://www.ejts.org]
27
kültürel ve politik süreçler bağlamında birçok fark da vardır. Mekansal dı lanma
tartı malarına, en az yoksul gecekondular kadar ayrı ma ya ayan kentiçi mahallelere mütevazı
bir ı ık tutarak katkıda bulunmayı umuyoruz.
Göçlerle ekillenen Bir Mahalle
Gayrı resmi olarak Tarlaba ı adıyla anılan dikdörtgenimsi bölge, güneyde İstanbul’un en
cazip kültürel ve ticari merkezlerinden İstiklal Caddesi’ne paralel konumdaki Tarlaba ı
Caddesi, kuzeyde Dolapdere Caddesi, batıda Ömer Hayyam Sokak ve doğuda Taksim
Meydanı arasında yer alır ve resmi olarak tanımlanmı 6 mahalleyi kapsar: Bostan, Bülbül,
Çukur, Kamer Hatun, Kalyoncu Kulluk ve ehit Muhtar. Tarlaba ı, bütün kenar mahallelerin
belirsizliğini ta ır; coğrafi olarak ehrin kalbine ne kadar yakınsa, sosyoekonomik olarak bir o
kadar uzaktır.
Galata’nın üst kısmıyla Taksim arasında kalan İstiklal Caddesi, dünya kapitalist
sistemine 19. yüzyılda dahil olan Osmanlı İmparatorluğu’nun büyüyen uluslararası ticareti
neticesinde ehrin modern kesimi haline gelmi Pera’nın ana caddesiydi. Cadde-i Kebir— u
anki İstiklal Caddesi—, ehrin daha eski bölümlerinin aksine, yabancılar ve üst sınıf gayriMüslim Osmanlı vatanda ları için konut ve ticaret merkezi haline geldi. Bununla birlikte,
Pera’nın her bölümü aynı ekonomik statüyü ta ımıyordu: kom u olmalarına rağmen, Tarlaba ı
ve Pera aslında hiçbir zaman aynı sosyal sınıfa ev sahipliği yapmadı. Topografya da sosyal
yapıyla ekillendi: hali vakti yerinde sınıflar ana caddenin üst kısımlarında ikamet ederken,
a ağı sınıflar yoku un alt tarafına yerle ti, Tarlaba ı Caddesi ise bu ikisi arasında sınır görevi
gördü. Tarlaba ı sakinleri de gayri-Müslim’di, ancak onlar i çi sınıfına dahildi.
Bu yapıdaki deği im, 2. Dünya Sava ı yıllarında Varlık Vergisi’nin (1942)
uygulanması, daha sonraki yıllarda 6-7 Eylül Olayları’nın (1955) yol açtığı yıkım ve
Yunanistan vatanda ı olan ki ilerin sınır dı ı edilmesi (1964) sonucu ortaya çıkmaya ba ladı.
Böylece, 1950ler sonrasında, özellikle 60larda, mahalle çift yönlü nüfus akı ı ya adı: bir
yandan mevcut nüfus, yani gayri-Müslimler giderken, Anadolu’dan kırsal kökenli göçmenler
geldi. Bu nüfus akımları kurulu çevre üstünde de büyük etki yarattı; özellikle Rumların
gidi iyle, mülkleri ya değerinin altında satıldı ya da sahipsiz kalarak i gal edilme ve kaçak
olarak satılma ya da kiralanmaya maruz kaldı.
28
Tarlaba ı muhtarlarından8 birinin ifade ettiğine göre, 1960lara kadar, bölge sakinleri
genelde Rumlardı ve az sayıdaki Türk de çoğunlukla Erzincan ya da Sivas’tan gelmeydi.
1980ler sonrasında, Beyoğlu’nun saygın bir i bölgesi olarak popülerliğini yitirmesine paralel
olarak, Tarlaba ı da köhneme sürecine girdi. Özellikle, 80’li yılların ikinci yarısında eski ehir
ve Beyoğlu bölgesi arasındaki ana eksen olan Tarlaba ı Caddesi’nin geni letilmesi, Tarlaba ı
ve İstiklal bölgeleri arasındaki farklıla mayı derinle tirdi. Halihazırda fiziki çürüme tehlikesi
altında olan Tarlaba ı, sosyal yapıda bozulmalar da ya amaya ba ladı ve adi suçlar,
uyu turucu satıcılığı, fuhu gibi sorunlarıyla nam saldı. Artık toplum dı ına dü mü lerin
ya am alanı haline gelmi ti: Romanlar, travestiler, ba ka yerde barınamayan hayat kadınları,
ehre yeni gelenler, bekar odalarında ya ayan genç erkekler, uluslararası göçmenler çoğunlukla Türkiye’de kalıcı sığınma ümit eden Iraklılarla Batı Afrikalılar- ve Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’dan çatı malar nedeniyle gelen Kürt göçmenler.
Sonuçta, bu mahalle homojen bir nüfusa sahip olmaktan çok uzaktı. 1950lerden bu
yana, her on yıl yeni bir göçmen grubunu getirmi ti: Karadeniz Bölgesi ve Marmara
Bölgesi’nden (ki son grup ağırlıklı olarak Roman’dır) 1960lardan önce gelen ilk grubu, 196080 arasında kitleler halinde Orta ve Doğu Anadolu’dan (özellikle Sivas, Erzincan, Konya ve
Kayseri) gelen göçmenler izledi. 1980 sonrası ana göçmen grup Güneydoğu Anadolu’dan ve
daha az oranda da Doğu Anadolu’dan gelen, çoğunlukla (ama tamamen değil) Kürt kökenli
gruptu. Kürt göçü kabaca ikiye ayrılabilir: 1980lerde gönüllü olarak adlandırılabilecek
ekonomik nedenlere dayalı göç yerini, PKK ile güvenlik güçleri 1980lerden beri süregelen
arasındaki çatı malar sebebiyle 1990lardan itibaren, hem politik hem de ekonomik
sebeplerden kaynaklanan bir gönülsüz bir göç (zorunlu yer deği tirme ve kötü ya am
ko ullarından kaçı ) dalgasına bıraktı.
unu en ba tan belirtmek gerekir ki, Tarlaba ı’nda ikamet eden farklı göçmenler farklı
sosyoekonomik (ve mekansal) konumda olmaları nedeniyle sosyal dı lanmadan e it düzeyde
etkilenmemektedirler. İlk göçmenler ehir hayatının her alanında daha iyi bir durumdayken,
boyutlarını bu makalede inceleyeceğimiz sosyal dı lanma prosedürlerine maruz kalanlar daha
ziyade son göçmenlerdir.9 Mekansal anlamda, Tarlaba ı’nın en ücra mahallesi ve sosyal
dı lanmanın en sert biçimde ya andığı yer olan Çukur Mahallesi, Kürt nüfusun yoğunla tığı
8
Bilindiği üzere, muhtarlar beş yıllık bir dönem için seçilirler ve ayrıntılı tanımlanmış görev ve yetkileri
bulunmaktadır. Vali ya da kaymakamlar, muhtarlar adına karar veremezlerse de muhtarların kararlarını veto
etme yetkisine sahiptirler.
9
Romanlar bu varsayıma bir istisna oluşturmaktadır; çünkü her ne kadar en eski yerleşimcilerden olsalar ve
gelirleri müzisyen olarak çalıştıkları eğlence sektörü sayesinde görece yüksek olsa da, sosyal dışlanmanın çoğu
boyutundan etkilenmektedirler. Bu durum, Türkiye’nin gerçek ve başlıca dışlanmışı olan bu grubun hususi
sosyal konumundan kaynaklanmaktadır.
29
ve en eski mahalle olması nedeniyle çevredeki yapıların en fazla harap olduğu bir yer olarak
ön plana çıkmaktadır.
Tarlaba ı’nda Çok Boyutlu Dı lanma
Sosyal dı lanma kavramı Avrupa’da, yoksulluk, marjinallik ya da sınıf-altı kavramlarından
daha öncelikli tutulan ve toplumsal bütünle meden sorumlu kurumların yetersiz i leyi ine
i aret eden çok boyutlu bir kavramdır. Analiz odağını bireyden topluma kaydıran bu kavram
sayesinde, mahrumiyet yalnızca gelir değil, ayrıca toplumun politika, i , refah sistemleri ve
kültürel alanlarına katılımda e it fırsatlar anlamına gelen temel vatanda lık bağlamında da ele
alınabilmektedir.10 Bu soyut kavramları biraz daha somutla tırabilmek adına Tarlaba ı’nda
gözlenen dı lanmanın farklı yönlerini tartı acağız.11 Yaygın olarak kullanılan ilk üç boyuta, ki
bunlar ekonomik, sosyal ve politik boyutlardır, mekansal ve söylemsel boyutları da
ekleyeceğiz. Bu tip bir yakla ımın nedeni mekansal ve söylemsel dı lanmanın Tarlaba ı’ndaki
dı layıcı süreçleri iddetlendirmesi ve oradaki dı lanmayı anlamada vazgeçilmez olu udur.
Ayrıca, bu yoksul kenar mahallede, yoksulluk da bu iki faktör nedeniyle dı lanma olarak
tanımlanabilir hale gelmi tir. Dı lanma boyutlarını çakı an katmanlar olarak dü ünürsek,
Tarlaba ı sakinleri be dı lanma katmanının yükünü ta ımaktadır.
Ekonomik Boyut
Ekonomik boyut büyük ölçüde gelir ve mal ile hizmetlere ula ım sorunu odaklıdır. İlk mesele
gelir yoksulluğudur; özellikleri ise, yüksek i sizlik oranları ve i i olanlar için dü ük gelir
düzeyidir. 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre, Tarlaba ı’nın dahil olduğu
Beyoğlu bölgesi (yüzde 14) ve İstanbul geneli (yüzde 11) ile kar ıla tırıldığında,
Tarlaba ı’nda daha yüksek i sizlik oranı olduğunu görmekteyiz (yüzde 20). Tarlaba ı içinde
ise, Bostan ve Kalyoncu Kulluk mahalleleri neredeyse Beyoğlu kadar dü ük oranda erkek
i size sahipken, Çukur, Bülbül, Kamer Hatun ve ehit Muhtar’ın oranları ise Beyoğlu ve
özellikle İstanbul oranlarından gözle görülür biçimde yüksektir. Kadın i sizlere bakıldığında
tablo daha da kararmakta ve Çukur ile ehit Muhtar’ın yüzde 38 ile en kötü oranı verdiği
10
Resmi vatandaşlık kavramına karşıt olarak temel vatandaşlık anlayışı için, bkz. Castles ve Davidson (2000).
Makaledeki incelemeler, çatışmadan kaçan Kürt göçmen hanehalklarıyla yapılmış etnografik saha çalışması ve
Tarlabaşı’nın diğer sakinleri ile yapılmış formel görüşmelere dayanmaktadır (yerel yöneticiler, mahalleyle ilişki
içindeki devlet kurumlarının çalışanları, Büyükşehir Belediyesi ve Beyoğlu Belediyesi çalışanları, STKlar, siyasi
partiler, akademisyenler, araştırmacılar ve gazeteciler). Nitel araştırma, 6 mahallenin 2000 yılı nüfus
sayımındaki nicel verileri ile bir önceki sayımın (1990) %5’lik örnekleminden ve iki sosyolojik makaleden
alıntılarla (Ünlü, Alkışer ve Edgü, 2000; Dinçer ve Enlil, 2002) tamamlandı.
11
30
görülmektedir.12 Bunun sebebi, çatı malardan kaçan Kürt göçmenlerin bu iki mahallede
yoğun bir biçimde ikamet ediyor olu udur. Bu olgu, Tarlaba ı’ndaki bazı bölgelerin daha
fazla dı lanmı
olduğu ve Çukur Mahallesi’nin en uç noktada olduğu gerçeğine ı ık
tutmaktadır.
Her ne kadar dı lanmanın önemli bir faktörü olsa da, i sizlere gelir sağlayan enformel
sektör nedeniyle, i sizlik konusu gelir yoksulluğuna yalnızca kısmi bir ı ık tutabilmektedir. Bu
nedenle, burada, Amerikan gettoları için kullanılan ve i imkanlarıyla i ihtiyacı olanların
ya am alanları arasındaki artan ayrılık olarak tanımlanabilecek mekansal e le meme
kavramından çok farklı bir bağlam tezahür etmektedir.13 Amerikan örneğinin aksine,
ekonomik faaliyetlerin İstanbul dahil Türkiye metropollerinin kentiçi bölgelerini tamamen terk
ettiği söylenemez. Aksine, göçmenlerin bu kentiçi bölgelere yerle me tercihlerinde i
imkanlarının da etkili olduğu öne sürülebilir. Tarlaba ı sakinleri, mahallenin merkeziliğini
hayatta kalma stratejilerini belirlemede bir koz olarak kullanmaya çalı maktadırlar. Bu
sebeple, dü ük kira seviyesinin yanı sıra, Tarlaba ı, Merkezi İ Bölgesi içindeki konumu,
kültür ve eğlence merkezlerine olan yakınlığı sayesinde çok çe itli i
imkanları
sunabilmektedir.
Öte yandan, istihdam yapısına daha yakından bakınca i
sahibi olmanın sosyal
dı lanmayı engellemek için yeterli olmadığı görülmektedir. Tarlaba ı’ndaki istihdam yapısının
en göze çarpan özelliği, formel i olanaklarına eri imin son derece sınırlı olduğu ve yalnızca
kayıt dı ı sektördeki tehlikeli, düzensiz ve geçici i lerde dü ük ücretli ve sosyal güvenlikten
mahrum olarak çalı ma olanağı bulunduğudur. İ veren konumundakiler ya kendilerine ait
ticari i letme (bakkal/market, kahvehane, restoran, tamirci vb.) ya da imalathanelerle
(çoğunlukla 10 ki iden az eleman çalı tıran tekstil, mobilya, torna atölyeleri ve matbaalar)
geçim sağlarken, çalı an konumundakiler ise yeme-içme ve eğlence sektöründe (garson,
güvenlik görevlisi, bula ıkçı, temizlikçi vb. olarak) ya da yukarıda belirtilen atölyelerde
çalı maktadır. Romanlar çoğunlukla, eğlence sektöründe, televizyon programlarında, gece
kulübü ve restoranlarda müzisyen olarak çalı maktadır. Bunun dı ında, sokak, bütün sakinler
için, ama özellikle Kürt göçmenler için en geçerli gelir getirici faaliyet alanı olmaktadır: gezici
i portacılık (mevsime göre deği en sebze-meyve, i e su, kaset, oyuncak, günlük aksesuar ve
aletler, otobüs biletleri, pi mi yemek, özellikle midye dolması ve tavuk-pilav…); atık kağıt,
karton ve teneke kutuları geri dönü üm için toplama; ayakkabı boyama; tartıcılık... Bu gibi
12
13
2000 Yılı Genel Nüfus Sayım bilgileri kullanılarak yazar tarafından hesap edilmiştir.
Bkz. Wilson (1991).
31
durumlarda, her ne kadar hanehalkında birden fazla ki i çalı ıyor olsa da, kazanılan gelirin
dü ük olu u toplam hanehalkı gelirini de dü ük seviyelerde tutmaktadır.
Gelir yoksulluğunun yanında, bu mahalledeki hane halklarının ya amakta olduğu a ırı
yoksulluk konusunda esas ipucunu yardıma muhtaçlık hali ve genel olarak mallara sınırlı
eri im durumu verir. Tarlaba ı’ndaki 6 mahallenin yerel yöneticileriyle yapılan görü melerde,
tüm mahallelerde, çe itli belediye ve devlet kurumlarından yardım gören Yoksulluk Kağıdı
(muhtar tarafından sağlanan bu belge ile yoksul ki i maddi/ayni yardım almaya hak
kazanabilir ve aynı zamanda da Ye il Kart için ba vurabilir) sahiplerinin, mahalle sakinlerinin
çoğunluğunu olu turduğu ve her tür yardım dağıtımının mahallelinin akınına uğradığı ortaya
çıkmı tır. Destek mekanizmalarında en büyük rolü Sosyal Yardımla ma ve Dayanı ma Fonu14
oynamaktadır; zira yalnızca parasal destek (her ne kadar düzensiz bir ekilde ve geçici olarak
dağıtılsa da) değil, ilaç, yakacak ve giysi gibi ayni yardımlar da sağlamaktadır. Tarlaba ı’ndaki
hane halklarının hatırı sayılır bir bölümü Beyoğlu Belediyesi tarafından günlük olarak
dağıtılan sıcak yemek yardımından da faydalanmaktadır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu (genellikle Beyoğlu Çocuk Merkezi kanalıyla), İstanbul Büyük ehir Belediyesi,
nadiren STKlar ve siyasi partiler de yiyecek, giyecek, ev e yası, yakacak ve okul gereçleri
olarak yardım sağlamaktadır. Her durumda, yardıma muhtaçların sayısı, bu kurumlarca
sağlanan yardımlardan orantısız olarak fazladır ve buradan Tarlaba ı sakinlerinin mal ve
hizmetlere ula ımının sınırlı olduğu sonucuna varabiliriz.
Sosyal Boyut
Dı lanmanın sosyal boyutu üç ana konuyu içermektedir: kamu mal ve hizmetlerine eri im,
emek piyasasına eri im ve sosyal katılım.15 Kamu mal ve hizmetlerine eri im, temelde eğitim
ve sağlık hizmetlerine eri imle ilintilidir. Bu iki konu sosyal dı lanma analizde büyük önem
ta ımaktadır zira böylece salt gelir hesabına dayalı yoksulluk anlayı ından çıkıp, yoksunluğu
da içeren daha geni bir açıklayıcı güce eri ilmektedir. Tarlaba ı vakasında, istihdamın
kayıtdı ı sektörde olduğu kuralı ve kayıt içi emek piyasasına eri imin istisnai olduğu
gerçeğinden hareketle, hanehalklarının çoğunluğu sosyal güvenceden mahrum olduğunu ifade
etmek mümkündür. Bu durum, basit hastalıklarda sağlık hizmetlerine eri imde eksikliğe
sebep olsa da, ciddi hastalık veya kazalarda Ye il Kart uygulaması sayesinde kamuya ait
sağlık kurumlarında ücretsiz tedavi imkanı sağlanmaktadır. Bu kart ancak bir dizi ko ula bağlı
14
15
Bkz. Buğra ve Keyder (2003).
Bkz. Bhalla ve Lapeyre (1999, s. 22, 47).
32
olarak verildiğinden dolayı en uç yoksulluk göstergesi olarak kabul edilebilir. Tarlaba ı’ndaki
Ye il Kart sahiplerinin kesin sayısı bilinmemekle beraber, Beyoğlu İlçesi Sosyal
Yardımla ma ve Dayanı ma Fonu yetkilileriyle yapılan görü melerde bölge nüfusunun gözle
görülür bir kısmının Ye il Kart sahibi olduğu anla ılmaktadır. Ayrıca, herhangi bir fakir
mahallede olacağı gibi, kötü i ve ya am ko ullarının Tarlaba ı sakinlerini ciddi hastalıklara
açık hale getirdiği dü ünüldüğünde, gözlemlerimiz Ye il Kart’ın fakir hanehalklarının hayatta
kalma mücadelesinde önemli bir rol oynadığını göstermektedir.
Eğitimle ilgili temel gözlemimiz, zorunlu ilköğretim çağındaki çocuklar (6-13 ya )
arasında görülen okul bırakmadaki yüksek oranın iki temel sebebe dayandığıdır: ilk olarak,
birçok hanehalkı çocuk emeğinden kazanılan gelirden vazgeçememektedir; ikinci olarak da,
her ne kadar devlet okulları ilkesel olarak ücretsiz olsa da, en fakir hanehalkları kanunen
yasak olsa da pratikte yaygın olan kayıt parasını ve okul masraflarını kar ılayamamaktadır.
Diğer taraftan, Tarlaba ı’nda okulla ma oranı çok dü üktür: okuma-yazma bilmeyenler,
diplomasızlar ve ilkokul mezunlarının oranlarını toplayacak olursak, Tarlaba ı nüfusunun
büyük çoğunluğu (yüzde 78) ya hiç eğitim görmemi ya da çok az gördüğü ortaya çıkar.
Diğer kamu mal ve hizmetleri dü ünüldüğünde—örneğin temiz su, kanalizasyon,
elektrik vb.—her ne kadar kentin çeperlerinde yer alan bir gecekondu mahallesinin aksine
Tarlaba ı ehir içinde tarihi bir bölge olu u sayesinde altyapı sorunu ya amasa da, mesele bu
sistemlerin eskiliği ve yıpranmı lığıdır. Öte yandan, sıkı ık kentsel doku nedeniyle ya anan
açık alan ve kamu hizmeti sıkıntısı, sokakları toplu eğlence ve etkile im için temel alanlar
haline getirmi tir.
Emek piyasasına eri im, yukarıda ekonomik boyut ba lığı altında ele alınmı tı. Burada
ise, Tarlaba ı’nda istihdamın en önemli özelliğine dikkat çekmek istiyoruz: daha önce de
belirtildiği gibi, hanelerin büyük çoğunda yaygın olarak görülen çocuk emeği. Konu özellikle
babanın i siz olduğu ya da günlük, geçici i lerde çalı tığı ve annelerin çoğunlukla dı arıda
çalı masına izin verilmediği ya da ev merkezli i lerle fazlasıyla me gul olduğu Kürt kökenli
zorunlu göçmen aileleri ilgilendirmektedir. Çocuklar genellikle sokak satıcısı (çoğunlukla 613 ya arası çocuklar tarafından yapılan kağıt mendil ya da sakız satma, araba camlarını
silme, ayakkabı boyama gibi i ler) ya da tekstil atölyesinde i çi (genellikle 12-13 ya tan
itibaren) durumundadır. Çocuk emeği kentsel yoksulların ya amlarında paradoksal bir rol
oynamaktadır. Bir yanda kısa vadede hanehalkının geçimi için vazgeçilmez bir kaynak
olduğundan, çalı abilir durumdaki çok sayıda çocukla ya am ko ullarını düzeltmek
mümkündür. Öte yandan, uzun vadede sosyal dı lanmanın temel faktörlerinden birini
olu turmaktadır; çünkü uzun vadede topluma entegrasyon ve dikey sosyal hareketlilik imkanı
33
sağlayan yegane etmen olan çocukların eğitim imkanı azalmaktadır. Bu anlamda, kısa vadeli
strateji olarak çocuk emeği, sosyal dı lanma durumunu iyile tirmek adına Kürt göçmenler
tarafından geli tirilen yaratıcı bir “yerel çözüm”16 olsa da, uzun vadeli stratejilere ket
vurmaktadır.
Sosyal boyutun son konusu, bozulan sosyal dokuyla bağda tırılabilecek sosyal
katılımdır. Tarlaba ı vakasında, yüksek suç oranı ve zayıflayan dayanı ma ağları bu
bozulmaya i aret eden göstergeler olarak sayılabilir.
Makalenin ba ında alıntıladığımız sanal sözlük ifadeleri, Tarlaba ı’nın suçla nam salmı
bir mahalle olduğunu vurgulamaktadır. Tarlaba ı sakinlerinin suça karı masının yeni bir olay
olmadığı belirtmek gerekir; nitekim Beyoğlu’nda ya amı yazarların anıları tarih boyunca
Tarlaba ı’nın a ağı mahallelerinde ya anan her tür suç öyküsüyle doludur.17 Yine de, son
zamanlarda mahallenin adı suçtan ba ka bir eyle anılmaz olmu tur. Kapkaç, yankesicilik,
araba çalma ve ev soygunları istatistiklerinde Beyoğlu ilçesi, Eminönü’nden sonra ikinci
sırada gelmektedir.18 Beyoğlu içinde ise bu olayların en fazla yoğunla tığı bölge Tarlaba ı’dır.
Suç olayları genellikle, mahallenin yerle im dı ındaki i levleriyle de (ticaret, üretim, depolar)
ağırlık kazanan ana cadde ve sokaklarda olmakta, yüksek yerle im oranı olan iç kısımlar
güvenli sayılmaktadır. Bu da, suçların, bölge sakinlerinden ziyade yabancıları hedef aldığını
göstermektedir. Öte yandan, suçluların bölgede yuvalanması ve mahallenin gençlerini suç
çetelerine dahil etmedeki ba arıları da bozulan sosyal dokuyu göstermektedir. Bir gazetecinin
Beyoğlu’nun en büyük yankesicilik çetesinin üyelerinden biriyle yaptığı röportaj, çetenin
Tarlaba ı’na (Çukur Mahallesi) nasıl yerle tiği, bazı polis memurlarının rü vetle olaya dahil
olduğu, büyük meblağda para kazanma ve harcama fırsatı vaat ederek yeni çete üyeleri
kazandıkları, tekstil atölyelerinde çalı an gençlerin çeteye girme ve mahalle kızlarının çete
üyeleriyle evlenme hayalleri konusunda çarpıcı gerçekler sunmu tur.19
Dayanı ma ağları sosyal katılımın ba ka bir yönünü göstermektedir. Türkiye gibi
devletin sosyal tarafının (Bourdieu’nün deyi iyle sol elinin) az geli mi olduğu bir ülkede,
kentsel yoksulların ya am stratejilerinde aile ya da kom ular arası dayanı ma her zaman en
önemli rolü oynamı tır. Yoksulları mutlak yoksulluğa dü mekten kurtarmaktan öte, toplumsal
basamakları yükselmelerini de sağlamı lardır.
İstanbul’un bir civar semtinde gerçekle tirilen kentsel yoksulların dönü türme
kapasitesi konulu ara tırmada, ehir nüfusunun en yoksul ve belki de en umutsuz kesimlerinin,
16
Abdullah Karatay’ın ifadesi (2002: 3).
Örneğin Scognamillo (1990) ve Gülersoy (2003).
18
Bkz Ünlü vd. (2000).
19
Bkz Doğan (20/06/2005).
17
34
civar
gecekondu
semtlerine
kıyasla
ehir
içindeki
kenar
mahallelerde
ya adığı
vurgulanmı tır.20 Her ne kadar ehir içindeki yoksulların durumu resmedildiği kadar umutsuz
olmasa da, kaynak yetersizliği ya adıkları bir gerçektir. Bu yetersiz kaynaklardan biri yerle im
için arsa ise, diğeri de hem erilik ya da mezhepler bazlı dayanı ma ağlarıdır. Tarlaba ı’nda
hem erilik ve benzeri dayanı ma ağlarının tamamen eksik olduğu söylenemez, ancak yaygın
yoksulluk ortamı sebebiyle bu ağlar dayanı madan ziyade bilgi edindirme i levini
görmektedir. Bir ba ka deyi le, Tarlaba ı örneğinde hem eriler, faydalı bilgi sağlama (dü ük
kiralı bir ev, yardımların dağıtıldığı yerler, kamu yardımı için nasıl ba vurulacağı, kı için en
ucuz odunun nereden edinilebileceği vb.) ya da ufak meblağda borç verme konusunda
yardımcı olabilse de, kom uluk bazında dü ünüldüğünde kıt kaynaklar (i bulma ya da yardım
gibi) için dayanı madan ziyade rekabetten bahsetmek daha doğru olacaktır. Dolayısıyla,
toplumun bütün olarak refah sisteminin dönü ümünden muzdarip olduğu bir ortamda,
akrabalar arasında koruma/dayanı ma ağları eskisi kadar etkili değilken,
21
yoksullar da gev eyen dayanı ma ağlarından muaf değildir.
ehir içindeki
Bu durumda dahi, zayıflayan
yapılarına rağmen sosyal ağların Tarlaba ı’ndaki hayatta kalma stratejileri için temel
kaynaklardan biri olduğu kabul edilmelidir.
Politik Boyut
Dı lanmanın politik boyutu siyasi temsil ve etkinin yetersizliği açısından ele alınmakta ve
genellikle “dı lananın sesini duyuramaması”
eklinde tanımlanmaktadır. Her ne kadar
dı lanmı lar politik alanda dı lanmı lar olarak yer almasalar da, kendilerini dini ya da etnik
köken açısından temsil ettiğini dü ündükleri birçok farklı partiyle aidiyet bağı
kurabilmektedirler.
Son yapılan (yerel) seçimler, Tarlaba ı’nın da AKP’nin yüksek popülerlik kazandığı ve
çoğunluk oyunu aldığı seçim sonuçlara istisna olu turmadığını göstermi tir. Bu da, bir yandan
Tarlaba ı sakinlerinin dindar kimliğinin güçlü olduğunu, öte yandan da AKP’nin “ezilenlerin
partisi” söyleminin, bu parti aracılığıyla sesini duyurabilmeyi umut eden bu mahallede
ba arılı olduğunu göstermektedir. Kürt nüfus iki kimliğe bölünmü durumdadır: dindar
(AKP’ye oy verenler) ve etnik (DEHAP’a oy verenler). DEHAP bu mahallede kurulabilmi
tek partidir: Hem İstanbul merkez hem de Beyoğlu İlçe binası bu mahallenin sınırları
içindedir. Oyların yüksek bir kısmını almı olsa dahi, Tarlaba ı’nın genel nüfusunda Kürtlerin
sahip olduğu demografik ağırlıkla orantılı değildir. Parti temsilcileri de, güçlü bir dindar
20
21
Bkz. Işık ve Pınarcıoğlu (2001, s. 38).
Bkz. Buğra ve Keyder (2003).
35
damarı olan bu mahallede ve özellikle çetelerin etkisi altındaki gençlik üzerinde yeterli
denetimleri olmadığını kabul etmektedir.22 Son olarak, milliyetçi partinin (MHP) mahallede
yüksek oy alması olası bir etnik gerginliğe kar ı uyarı niteliği ta ımaktadır.
Bu belirtilen noktalar, Tarlaba ı sakinlerinin çoğu için siyasi dı lanmanın öncelikli bir
mesele olmadığını gösterse de, üç noktada bu tip bir dı lanmanın i aretleri görülebilir. İlk
olarak, mahallede politik veya kurumsal bir dayanı manın olmayı ı, Tarlaba ı’nda ya am
ko ullarını iyile tirmek için gerekli politik birikimin eksikliğini ve ayrıca mahalle kimliği ve
aidiyeti hissiyatının olmadığını göstermektedir. İkincisi, Tarlaba ı’ndaki bazı kesimlerin
politik haklarını yeterince kullanamadığı gerçeğine ili kindir: zorunlu göçle gelip de kimliği
ve ikamet kaydı olmayan Kürtler oy verememektedir. Uluslararası göçmenler (yasal ya da
kaçak) zaten her durumda bu haktan mahrumdur. Üçüncü mesele ise ulusal boyuta ili kindir:
seçimlerinde yüzde 10’luk barajın varlığı Kürtlerin mecliste gerçek bir temsile sahip olmasını
engeller.
Mekansal Boyut
Sosyal dı lanma nadiren mekansal ayrımcılıktan ayrılmaktadır. Tarlaba ı’ndaki dı lanmanın
mekansal boyutu özellikle son derece kötü fiziksel ya am ko ulları olarak kendini
göstermektedir. Gayri-Müslim nüfusun mahalleyi terk etmesinde bu yana, 19. yüzyıldan
kalma eski yığma binaların yalnızca küçük bir kısmı bakım görmü durumdadır. Bu çürüme
hali, paradoksal biçimde, Tarlaba ı’nın 1993 yılında koruma altındaki tarihi kentsel sit alanı
ilan edilmesiyle hızlanma eğilimine girmi tir. Sit alanı olması nedeniyle, mahalle sakinleri
Koruma Kurulu’ndan gerekli izinler alınmadan binaların dı ında herhangi bir deği iklik
yapamamaktadır. Ancak, ya ayanların yoksulluğu dü ünüldüğünde, restorasyon çalı maları
mali güçlerinin çok ötesinde olduğu açıktır. Bu durumda sakinler yalnızca iç mekanda küçük
ölçekli tamiratlar yapabilmektedir. Sonuç olarak, mahallenin genel görünü ü gittikçe
köhnele mekte ve her yıl birkaç bina yıkılmaktadır. Öyle ki, binaların çoğu harap durumdadır,
çok sayıda yıkık ve terk edilmi bina bulunmaktadır. Mevcut yapılı çevrenin gün geçtikçe
eskimesi, binaların çoğunun mekansal bölünme ve yüksek hanehalkı nüfusu nedeniyle a ırı
kalabalık olu uyla daha da ağır bir biçimde kendini hissettirmektedir.
Mekansal dı lanmanın bir diğer yüzü de yoğunla ma etkisidir. Diğer bir deyi le,
dı lanmı ların ortasında ya amak sosyal mesafeleri derinle tirmekte ve sosyal dı lanma kısır
döngüsünü kırmayı zorla tırmaktadır. Mahalle etkileri de bu çerçevede ele alınabilir: Her ne
22
DEHAP gençlik kolları yetkilisiyle görüşme, Temmuz 2003.
36
kadar Tarlaba ı sakinlerine bazı avantajlar sunsa da (ucuz kira ya da i fırsatları gibi), nüfus ve
mekanın etkile imi dolayısıyla ya ayanları dibe çekmek gibi yadsınamaz bir etkisi de
mevcuttur. öyle ki, hırsızlık olaylarının Tarlaba ı ve çevresini mesken tutmu olması, aksi
durumda bu tür olaylara karı mayacak olan bazı mahalle sakinlerini etkilemekte ve
cezbetmektedir. Yine de, bazı Tarlaba ı sakinleri yasadı ı faaliyetlere karı ıyorsa bunun
sebebi, hayatta kalı larını güvence altına almak için ba ka çareleri olmamasıdır. Bu yasadı ı
faaliyetler hayata kalma stratejilerinin bir parçası olarak önem kazanmaktadır.
Son olarak, Tarlaba ı örneğinde mekansal boyutun çok belirgin bir yönü daha
bulunmaktadır:
ehrin kalbindeki konumuna istinaden, sakinlerinin toplumsal uzaklığının
yadsınamayacak boyutta olduğu elle tutulu bir haldedir. Daha açık bir ifadeyle,
Tarlaba ı’ndaki sosyal dı lanma ehir dı ında ya ayan, aynı (hatta daha kötü) durumdaki
gecekondu mahallelerine kıyasla daha belirgindir.23 Yoksullar mahallenin dı ına çalı maya
değil de, dilenci benzeri sokak satıcısı çocuklar, yankesici, kapkaççı, hayat kadını ya da sadece
ziyaretçi olarak çıktıklarında, eğer yeterince kalabalıklarsa, yoksulluk rahatsız edici bir
fenomen halini almaktadır.
Söylemsel Boyut
Makalenin ba ında belirttiğimiz üzere, söylemler dı layıcı süreçlerde çok önemli bir rol
oynamakta ve mevcut sosyo-mekansal dı lanma halini
iddetlendirmektedir. Tarlaba ı
örneğinde, birbiriyle ilintili iki söylem mahalle sakinlerini geri dönü ü olmayan bir biçimde
damgalamaktadır.
İlki, yani mekansal damgalama, mahallenin suç ve fuhu la özde le en kötü namıyla
artmakta ve bunu arttırmaktadır. Tarlaba ı sakinleri, yalnızca burada ya ıyor olmaktan dolayı,
ahlaksız ya da suça yatkın görülmektedirler. İkincisi ise, bununla ilintili ama mekansal
sınırları a an özelliktedir: Tarlaba ı sakinleri, Kürtleri terörizmle, Romanları ve Kürtleri suç
ve pislikle ve Afrikalıları da uyu turucu satıcılığıyla tanımlayan bir etnik damgalamaya
mahkum durumdadır.
Türkiye’de, genelde kent yoksulları ve özelde Kürt göçmenlere dair kamuoyu kli eleri
‘tehlikeli sınıflar’ söylemiyle a ırtıcı benzerlikler ta ımaktadır. Bu görü e göre bu grubun
özellikleri arasında unlar sayılabilir: toplumun genel geçer değer ve kalıplarının reddi,
devlete bağımlılık (eğer devlet onlara i sizlik yardımı gibi parasal yardım yaparsa bir daha
asla çalı mazlar), i ahlakının reddi (bütün gün kahvehanelere takılıp çocuklarını sokağa
23
Pérouse (basım aşamasında), Ayazma gecekondu semtindeki benzer bölgeleri anlatmaktadır.
37
çalı maya yolluyorlar), ahlakın çökü ü ( ehirleri i gal ettiler, arazileri yağmaladılar; çok
pisler ve ehir kültüründen nasiplerini almamı lar), ailevi değerlerinin zayıflığı (10 tane çocuk
yapıp büyüsün diye sokağa salıyorlar) ve son olarak, suç (bütün gasp, uyu turucu dağıtımı ve
kapkaç i inin ba ındalar, çocuklar bile hırsız; zaten hepsi terörist).24 Tarlaba ı, bu damgalayıcı
söylemin uç noktası olmu tur; zira ehir merkezindeki konumu ve artan adli vakaları
sebebiyle dı lamanın görülür yüzünü temsil eder hale gelmi tir. Tarlaba ı korku salmaktadır
ve bu ekilde damgalandıkça da sakinleri sosyal dı lanmanın kısır döngüsüne daha da
hapsolacak, korku salan faaliyetlere karı maktan ba ka yolları kalmayacaktır.
Sonuç Olarak: “Bütünleyici”den “Dı layıcı” Yoksulluğa
Sosyal uyumun çalı maya dayandığı modern toplumlarda i , bireyin sosyal içerilmesinin ana
kriteri olarak görülmektedir.25 İ le sınırlı bu anlayı , tamamen formelle mi istihdam yapısı ya
da donanımlı bir Refah devleti deneyimi ya amamı Türkiye gibi geli mekte olan ülkeler için
yetersiz kalmaktadır. Bu sebeple, herkesin enformel sektör sayesinde bir ekilde i sahibi
olduğu Türkiye’de, sosyal dı lama analizi i sahibi olma ya da olmama kriterinin ötesinde
sosyal etmenleri de kapsamalıdır. Sosyal içermeyi tüm fertlerin toplumun faydalarından
yararlanma olarak tanımlayacak olursak, kentsel yoksulların diğer toplumsal gruplara kıyasla
daha fazla dı landığı sonucuna varırız. Bütüncül yoksulluk kavramı sosyal içerme/dı lama
tartı ması için önemli bir araç olacaktır.26 Bu kavram, yoksulların sayıca çok ve toplum içinde
farklıla mamı olduğu, bir sınıf-altından ziyade yaygın bir sosyal grup olu turduğu ve
dolayısıyla herhangi bir damgalamaya maruz kalmadığı geleneksel durumu betimlemektedir.
Her ne kadar ya am standartları dü ük olsa da, aile ve köy ya da kasaba eksenli sosyal
dayanı ma ağlarıyla toplumla bütünle mi kalmakta, i sizlik ya asalar dahi bunu kayıtdı ı
sektörlerden gelen kaynaklarla telafi edebilmektedirler.
Oysa biz, Türkiye’de on yıllardır ehir yoksullarının ehir hayatına entegrasyonuna
kayıtdı ı faaliyet ve konutlarla destek olan bütüncül yoksulluğun, neo-liberal odaklı yapısal
uyum programları ve zayıflayan sosyal dayanı ma bağlarının yıkıcı etkisiyle dönü mekte
olduğunu savunmaktayız. Kayıtdı ı aktivitelerin bütünle tirici kapasitesinde ve aile desteğinin
koruyucu kapasitesinde bariz bir dü ü ya anmaktadır.
Tarlaba ı mahallesinin bu dönü ümü ve yeni bir kent yoksulu grubun yaratılmasının
ipuçlarını takip için paha biçilemez bir mekan olduğu iddia edilebilir. Bu kentiçi sürgün
24
Bkz. Morris (1996, s. 161).
Bkz. Castel (1995).
26
Yoksulluğun bir tipolojisi için, bkz. Paugam (1996).
25
38
mahallesi, kayıtdı ı faaliyetlerin artık sosyal içermeye yetmediğini; toplumun sınıf, din veya
etnik köken gibi çizgiler ekseninde giderek daha fazla kutupla tığını, kentiçi mahallelerin
artık köyden kente göçenler için geçi bölgesi olmaktan çıkıp sürgünün kalıcı mekanları
haline geldiğini; çatı madan kaçan Kürtlerin, benzeri olmayan yer deği tirme ve ehre geli
ko ulları27 nedeniyle Türkiye’nin birincil sınıf-altı28 adayı olduğunu; sosyal dı lanmanın
günümüz Türkiye’sinde kökünü yalnızca yoksulluktan değil ayrıca etnik ayrımcılık ve
damgalamadan aldığını ve son olarak, sosyal dı lanmanın kaçınılmaz olarak mekansal
ayrımcılıkla bir arada bulunduğunu göstermektedir.
Buradan hareketle, günümüzde artık eski bütünleyici bütüncül yoksulluk yapısından
ziyade, yeni ve dı layıcı bütüncül yoksulluk olarak adlandırılabilecek bir yoksulluk yapısının
olu tuğunu öne sürmekteyiz. Bir ba ka deyi le, Türkiye’deki genel yoksulluk modeli aynı
kalsa da—yani ülke çapındaki yaygınlığını sürdürse de— sosyal tabakala manın en alt
tabakasındaki bir kısım yoksul, hayat ko ullarının kötüle tiğine ve kendisinin de sosyal
dı lamaya maruz kaldığına tanık olmaktadır.
Her ne kadar dı lama kısır döngüsünün yalnızca büyük yapısal deği ikliklerle geri
çevrilebileceğini dü ünsek de, kısa vadeli sosyal içermeyi hedef alan bazı çalı maların
değerini de teslim etmek gerekir. Bunlar, devletle kent yoksulu arasında aracı vazifesi gören
Toplum Merkezleri ve Çocuk/Genç Merkezleri’dir.29 Bu tip sosyal hizmetlerin geli mesi için
sosyal ve mekansal dı lanmanın yoğunla abileceği yerlerde yeni merkezler açmanın yanında,
mevcut merkezleri gerekli kaynaklarla besleyerek okula giden çocuklar için öğlen yemeği ve
okul sonrası faaliyetler, temel sağlık hizmeti, iddete maruz kalan kadın ve çocuklar için
sığınma evi gibi bazı i levleri de yerine getirmelerinin sağlanması da önem ta ımaktadır.
Temel gelir yardımı, Buğra ve Keyder (2003) tarafından öne sürüldüğü üzere, yalnızca
Tarlaba ı değil, Türkiye genelinde yoksul hanehalklarına günlük ya am mücadelelerinde
destek olmak ve böylece, diğer sosyal politikalarla birlikte, günlük hayatta kalma sava ının
kısır döngüsünü kırmalarına yardımcı olmak için birincil önlemdir.
27
Bu koşullar, maddi ve manevi anlamda bir hazırlık olmaksızın kente göç ve yerleşme, köyle tüm ilişkinin
kopması (köyden yaşamsal desteğin gelmemesi), çocuk ve yaşlıları da içeren kitlesel göç (bağımlı nüfusun
artışı), şehir hayatıyla tedrici bütünleşmeye vakit bırakmayan ani göç ve politik etiket (Kürt eşittir terörist)
yaratmıştır.
28
Bu kavram pek çok açıdan eleştirilmektedir ancak makalede yapısal manada “ezilen ırksal ve ekonomik
grubun sosyal olarak en çok dışlanmış ve ekonomik olarak en çok marjinalleşmiş bireylerinin emsalsiz
yoğunlaşmasıyla kendini gösteren yeni bir sosyo-mekansal ırksal ve sınıfsal hakimiyet yapısı” anlamında
kullanılmıştır (Wacquant ve Wilson, 1993, s. 42).
29
Bu konuda, sosyal hizmet uzmanlarının makalelerine bkz.: Karatay (2002) ve Hayat (2003).
39
Yurtlarından ve Ya amlarından Koparılmı İnsanlar:
Bir Sosyal Dı lanma Süreci Olarak
Türkiye’de Kürtlerin Yerlerinden Edilmesi
Deniz Yükseker
Sosyoloji Bölümü, Koç Üniversitesi
Bilindiği üzere, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da PKK ve güvenlik güçleri arasındaki
çatı maların neticesinde ya anan zorunlu göçün üzerinden on yıldan fazla zaman geçmesine
rağmen, sosyal, ekonomik, politik ve hukuki sorunların tümünün çözümlenmediği
malumdur—her ne kadar devletin 2002 yılında zorunlu göç olgusunu kabul etmi olmasının
sorunların çözümünde önemli bir dönemeç olu turmu olsa bile. Kırsal alanda ya ayan yüz
binlerce insanın yurtlarından koparılmalarının politik, sosyal ve kültürel sorunlar yaratmı
olması söz konusudur—ki bu sorunlar yalnızca bu insanların değil göç ettikleri yerdekilerin
de sorunları olmu tur. Son derece dü ük be eri sermayesi olan yüz binlerin, ba ta Batı’da
İstanbul ve İzmir, Güney’de Adana, Antalya ve Mersin ve Güney-doğu’da Diyarbakır olmak
üzere, büyük kentlerin gecekondu ya da daha ziyade ehiriçi çöküntü alanlarına yerle mi
olmaları söz konusudur.
Yerlerinden edilmi ki ilerin durumları bugün için de hassasiyetini korumaktadır.
Gerçi hükümet “Köye Dönü ve Rehabilitasyon Projesi” kapsamında dönü leri sağlamaya
çalı maktaysa da, son zamanlarda yeniden ba layan çatı maların iddetin tekrar bölgeye
hakım olması ve köye dönü programının ba arısının azalması tehlikesi ba göstermi tir.
Bölgede artan gerilimin yanı sıra, ba ta bölgenin geri kalmı lığının sürmekte olması olmak
üzere, birçok etmen bölgeye geri dönü lerin önünde sorun olmaya devam etmektedir.
A ağıdaki satırlarda, altı yerinden edilmi ki inin birçok ortak noktası olan hikayeleri
üzerinden, yerlerinden edilmi ki ilerin ya amakta oldukları çok boyutlu dı lanmı lıklar
aktarılmaya çalı ılacaktır.
Altı Bireyin Ortak Kaderi
Zarife, karde leri ve anne-babasıyla Diyarbakır’da bir gecekonduda ya amaktadır. 1993’te
jandarma Kulp ilçesine bağlı köylerini ate e verip de ailesi evlerini terk etmek zorunda
kaldığında o yedi ya ındaydı. imdi 19 ya ında. Zarife Diyarbakır’daki bir subay ailesinin
yanında kayıtdı ı çocuk bakıcılığı yapmakta; kız karde lerinden biri pamuk çırçırında
çalı ıyor; u an 50’lerinde olan ebeveynleri ise ehirde hiç çalı mamı .
Derya’nın ya ının 21 olduğunu yalanlayan 150 cm.lik boyunun yanında, yüzündeki
derin çizgiler de ya ını bir o kadar büyük gösteriyor. Derya Van’dan İstanbul’a geleli 2 yıl
40
olmu ve o bu sürede Yenibosna sanayi bölgesindeki bir çorap örme fabrikasında çalı mı .
PKK Çatak ilçesine bağlı köylerine sürekli olarak saldırdığında köydeki birçok yeti kin erkek
devlet maa lı korucu olmu . 1992’de PKK’yla çatı malar yoğunla tığında köyü terk edip
Van’ın ehir merkezine ta ınmı lar. Derya sekiz ya ında imi . ehre ta ındıktan sonra okula
devam edemeyen Derya önce i portacı daha sonra da hamal olarak çalı mı —ki kendisi
boyunun kısalığını da bu durumla izah ediyor; askerliğini yaptıktan sonra ise İstanbul’da
ansını denemeye karar vermi .
Sevgi ise 11 ya ından itibaren Yenibosna’daki bir tekstil atölyesinde kayıt dı ı olarak
çalı mı ; ancak pamuk tozuna bağlı olarak bir hastalığa yakalandığı için i i bırakmak zorunda
kalmı . Ya adıkları Lice ilçe merkezini büyük bir askeri operasyon sonrasında terk edip
1994’te Diyarbakır’a ta ınmı lar. Birkaç yıl sonra, ailesi onu abisi ve yengesiyle ya amak
üzere İstanbul’a göndermi . Daha sonra ailenin geri kalanı da İstanbul’da onlara katılmı . u
anda evlenmemi karde lerinin çoğu tekstil atölyelerinde çalı ırken, anne-babası genellikle
evde oturuyor.
37 ya ındaki Saliha Lice’nin bir köyünden. 1994’te güvenlik güçleri ve korucuların
zoruyla köyden kaçıp ehir merkezine yerle mi ler. Kısa bir zaman sonra, jandarma kom u
köydeki bir cenazede çıkan olaylar üzerine ate açtığı sırasında kocası “kaybolmu ”. Lice’de
ya amını sürdüremeyen Saliha, kayınvalidesi ve küçük çocuğuyla birlikte Adana’nın Tarsus
ilçesine ta ınmı . Burada yazları lahana çapasına gitmi . Bir yıl sonra kayınvalidesi ölünce
Diyarbakır’a geri dönmü . O zamandan beri dört oğluyla birlikte her yaz eker kamı ı ve
mercimek tarlalarında çapa yapmak için Yozgat’a gidiyor.
Sekiz çocuk annesi 43 ya ındaki Naile İstanbul’un tarihi yarımadasındaki Balat
semtinde ya ıyor. 1992’de, kocası ve çocuklarıyla beraber artan PKK çatı malarından kaçmak
için Diyarbakır’ın Hani ilçesinden İstanbul’a ta ınmaya karar verdiklerinde, kocasının i lettiği
çay bahçesini ve hayvanlarını satma imkanları olmu . Balat’ta, muhtemelen 1970 öncesinde
göç etmi Rumlara ait olan, metruk bir evi, pe inatını ödeyerek satın almı lar. Kocası bir
kahvehanede kayıtdı ı garsonluk yaparken kendisi de evde parça ba ı i ler yapmı .
Kazandıkları para eve olan kredi borçlarını kapatmak bir yana iki yakayı bir araya
getirmelerine bile yetmediğinden, oğulları okul çıkı ı Eminönü Meydanı’nda ayakkabı
boyamı , kızları da sakız ve kağıt mendil satmı lar.
24 ya ındaki Yunus, İstanbul’da Tunceli’den hem erisi iki erkek tarafından i letilen
bir lokantada kayıt dı ı garsonluk yapıyor. Ailesi 1994’te bo altılan köylerini geride bırakıp
ona katılmadan önce Hozat ilçesinde garson olarak çalı mı . Daha sonra, önce Yunus, sonra
anne-babası ve 4 erkek karde i İstanbul’da uzun zamandır ya amakta olan ağabeyine
41
katılmı lar. Ya ı büyük olan karde ler çalı arak küçüklerin liseyi bitirmesini sağlamı lar.
Anne-babasının hiçbir zaman büyük ehir hayatına alı amamı olmasından ikayet eden
Yunus, imkan olsa köylerine geri döneceklerini söylüyor. Kendi arzusu sorulduğunda ise yeni
evli genç adamın cevabı “İstanbul’la daha i im bitmedi. Geri dönmem” oluyor.
Bu altı ki i ve ailelerinin ortak noktası yerlerinden edilmi Kürt kökenli Türk vatanda ları
olu larıdır.30 Türk ordusu ve ayrılıkçı PKK militanları arasındaki “dü ük yoğunluklu
çatı malar”ın doruk noktasında, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin kırsal kesimindeki 900 köy
ve 2500 mezra güvenlik güçleri ya da PKK tarafından bo altıldı. Her ne kadar 1987-2002
arasında faal olan Olağanüstü Hal Bölge Valiliği yerinden edilen 350.000 ki i olduğunu
duyursa da, STK’lar ve uluslararası insan hakları örgütlerinin yerinden edilmi ki ilerin sayısı
hakkındaki tahmini 3 milyona kadar çıkıyor. Her ne kadar yerinden edilmi ki ilerin sayısına
dair bir istatistik olmasa da, akla yatkın bir tahmin 1 milyon civarındadır.31 Bu insanların
çoğunluğu bölgedeki il merkezlerine (özellikle Diyarbakır ve Van), güneyde tarım i çiliği ya
da turizm sektöründe i imkanı bulunan kıyı ehirlerine (Mersin, Adana ve Antalya) ve de
büyük metropol ehirler olan İstanbul, Ankara ve İzmir’e ta ınmı lardır.
Yerinden edilme, sosyoekonomik, politik ve hukuki katmanları olan sorunlar
yaratmı tır. Bu makale bu sorunları; vatanda lık haklarını kullanamama, emek piyasalarına
tam katılamama, sağlık hizmetlerine ve eğitim olanaklarına eri ememe ve geleneksel ya am
biçimlerinden kopma ekseninde olu an sosyal dı lanma süreçleri kapsamında ele alacaktır.
Özellikle kadın ve gençlerin durumuna vurgu yapılacaktır. Makale, yerlerinden edilmi
ki ilerin kar ıla tığı sosyal dı lanmanın azaltılmasına dair bazı politika tavsiyeleriyle
sonlanacaktır.
Geli mekte olan ülkelerde yoksullukla mücadelede olduğu kadar Avrupa Birliği’nin
sosyal politika çevrelerinde geçerlilik kazanmı olan sosyal dı lanma kavramı, tipik sonucu
yoksulluk olan bir dizi birbiriyle ilintili konuyu kapsamaktadır.32 Temel olarak ki ilerin
30
Bu adlar, takma isimlerdir. Bu kişilerle görüşmelerin bazılarını, 2004’te Bilgin Ayata’yla birlikte yaptığım
Kürtler’in yerlerinden edilmesini konu alan araştırma için (McArthur Foundation tarafından finanse edilmiştir);
bir bölümünü de 2005’te yerinden edilmeden kaynaklanan sorunlara çözüm yollarını araştıran, TESEV (Türkiye
Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) himayesinde çalışan bir grup akademisyenle birlikte gerçekleştirdim.
31
Kürtler’in 1990’larda yerlerinden ediliş süreci ve sonuçları hakkında kapsamlı bir inceleme için, bkz. Ayata ve
Yükseker (2005). Yerinden olma kaynaklı sosyoekonomik, siyasi ve hukuki sorunların incelemesi için, bkz.
Kurban, Yükseker, Çelik, Ünalan ve Aker (2006). Kürtler’in yerlerinden oluşu hakkında uluslararası STK
raporlarını ve uluslararası ilgili kurumların kararlarını da içeren zengin bir kaynak olan “Country ProfileTurkey”, Internal Displacement Monitoring Centre tarafından hazırlanmış ve düzenli olarak güncellenmektedir,
http://www.internal-displacement.org/8025708F004CE90B/(httpCountries)/
C1E13DEC3D6630EB802570A7004CB2F8?OpenDocument.
32
Sosyal dışlanma kavramının gelişmekte olan ülkeler bağlamında önemli bir eleştirisi için bkz. Du Toit (2004).
42
iktisadi, siyasal, sosyal ve kültürel bir dizi aktiviteden diğer vatanda ların katılımının aksine
faydalanamıyor olu unu tasvir etmektedir. Sosyal dı lanma yalnızca sonuçlardan ibaret
değildir, bir süreç olarak algılanmalıdır.33 Yine benzer ekilde çoğu zaman tek bir kaynak ve
tek bir sonuçtan ibaret olmayıp çok boyutludur.34 Bu makalede, yerinden edilme sürecinden
kaynaklanan sosyal dı lanmayı çok boyutlu bir süreç olarak inceleyeceğim.
Geleneksel Ya am Alanından ve Alı kanlıklarından Kopu Olarak Yerinden Edilme
PKK ve Türk ordusu arasındaki çatı malar, köylerin bo altılmasına ve on binlerce ki inin
tarım ve hayvancılık bazlı geleneksel ya am tarzlarından kopu una sebep olmu tur. Birçok
ki i, özellikle dağlık bölgelerde, küçük ölçekli tarımla i tigal ederken, ovalık bölgelerde
ya ayanlar ise piyasaya yönelik tarım yapmaktaydı. Zorunlu göç, bu insanların hepsini de göç
ettikleri ehirlerdeki piyasa güçlerinin insafına bıraktı: Nakit gelir için çalı mak zorunda
olmak ve temel ihtiyaçlarını (gıda ve barınma gibi) piyasa ekonomisinden kar ılamak zorunda
kaldılar.
Zarife’nin anne-babası, 10 yıl aradan sonra Kulp’taki terk ettikleri köylerini son iki
yazdır ziyaret ediyor. Zarife’nin annesi köye temelli dönmeyi, yeniden tarlayla ilgilenip
koyun ve inek yeti tirmeyi tercih edeceğini söylüyor. “Ama orada hiçbir ey yok” diye
ikayet ediyor. Bütün meyve ve kavak ağaçları yanmı ve tarlalar yıllardır sürülmemi . Daha
da önemlisi yol, su ve elektrik olmadığından köy ya anabilecek durumda değil.
Bu görü birçok ki i tarafından payla ılıyor. Yunus, ailesi için geçinmenin ve
karde lerini okula göndermenin köydeyken daha kolay olduğunu söylüyor. Küçükba
hayvancılıktan elde ettikleri gelirin ve babasının köy muhtarı olarak aldığı maa ın yeterli
olduğunu söylemekte. Fakat anne-babası İstanbul’u sevemese de yeniden köye yerle meleri
çok zor; çünkü evi yeniden in a etmek dahil fazlasıyla masraf gerekmekte. Benzer ekilde
Naile de köydeyken “bir ki inin çalı ıp bir sürü insanı beslediğini, ama burada bir sürü ki inin
çalı ıp bir ki iyi dahi besleyemediğini” söylüyor. Babasının Hani’deki tarlasında yeti en
sebze, tahıl ve pamuk geni aileyi dahi besleyebildiği gibi üstüne ehirden ihtiyaçları
kar ılamak için gerekli nakit de artmaktaymı . Derya bile bu görü e katılıyor. Her ne kadar
ailesinin Van’ın Çatak kasabasına bağlı küçük köyü ıssız ve yerle ilemeyecek durumda olsa
da, köyde hayatı idame ettirmenin daha kolay olduğunu söylüyor: “Orada kendi yiyeceğinizi
kendiniz yeti tiriyorsunuz”.
33
34
Örneğin, bkz. Byrne (1999).
Örneğin, bkz. Atkinson (2000) ve Percy-Smith (2000).
43
Vatanda lık Haklarının İhlali Olarak Yerinden Edilme
TBMM’nin Olağanüstü Hal dönemindeki köy bo altmalarından kaynaklanan göçü ara tıran
komisyonu, 1998’de yayınladığı raporunda, köy bo altmanın hukukdı ı yollardan yapıldığını
ve can, mal, ikametgah ve seyahat özgürlüğüne ili kin anayasa maddelerini ihlal ettiğini
açıkladı.35 İnsanlar sadece aniden ve zorla köylerinden çıkartılmamı lardı; aynı zamanda
kayıpları için hiçbir tazminat ya da farklı bir yere iskan edilmeleri konusunda hiçbir yardım
alamamı lardı.
Dolayısıyla yerinden edilmi ki ilerin yalnızca anayasal hakları ihlal edilmedi, aynı
zamanda kendini “sosyal hukuk devleti” olarak tanımlayan bir ülkede, diğer T.C.
vatanda larının faydalanmayı sürdürdüğü bir takım sosyal vatanda lık haklarından da mahrum
kaldılar. Sonuçta, sosyal vatanda lık haklarının ihlali yerlerinden edilmi Kürtler’in ya adığı
sosyal dı lanmayı arttırdı.
PKK faaliyetlerinin azaldığı ve liderinin Türk ordusu tarafından yakalandığı 1999’dan
beri, Türk hükümeti doğrudan veya dolaylı yoldan yerlerinden edilmi ki ileri hedef alan bir
dizi çalı ma ba lattı. Bunların ba ında gelen Köye Dönü ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP),
bölgedeki valilikler tarafından yürütülen ve köye dönmeye karar veren ailelere ayni yardım
(in aat malzemesi, çiftlik hayvanı ve bazı durumlarda kamusal konut) sağlayan bir
programdır. Buna ek olarak hükümetin ülke çapında yürüttüğü bazı sosyal yardım programları
(çoğunlukla Sosyal Yardımla ma ve Dayanı ma Vakfı tarafından yürütülen) yerlerinden
edilen ki ilere sunulmaktadır. Bunlar, Ye il Kart (yoksullara ücretsiz sağlık hizmeti), düzenli
olmayan ayni yardımlar (yiyecek, yakacak, çocuklar için giyim ve okul e yası) ya da düzensiz
bazı nakit yardımlarından olu maktadır.36
Ancak, daha önemli bir adım, mevcut hükümetin 2004 yılında, 1987 yılından itibaren
“terör ve terörle mücadeleden kaynaklanan” kayıpların telafisi için çıkarttığı kanundur (5233
sayılı yasa). Bu kanun çatı malar sırasında ölen ya da yaralanan ki ilerin ailelerine tazminat
verilmesini, mülkiyete ula amamaktan kaynaklanan zararların tazminini ve mülkiyete verilen
35
Bu TBMM raporuna göre, köy boşaltmalar sırasında ve sonrasında ihlal edilen anayasal haklar; kanun önünde
eşitlik ilkesi, kişinin yaşamını koruma ve geliştirme hakkı, özel ve aile yaşamının mahrumiyeti, hanenin
kutsallığı ilkesi, mülkiyet hakkı ve temel hak ve özgürlüklerin korunması ilkesinden oluşmaktadır. Bkz.
T.B.M.M. Tutanak Dergisi, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Boşaltılan Yerleşim Birimleri Nedeniyle Göç
Eden Yurttaşlarımızın Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Tespit Edilmesi Amacıyla
Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu”, 53 (Dönem 20) (2 Haziran 1998).
36
Yerinden olmanın kentsel sonuçları hakkında daha detaylı bir inceleme ve bu sorunun devlet ve uluslararası
kamuoyu tarafından ele alınışına yönelik bir eleştiri için, bkz. Ayata veYükseker (2005).
44
zararların tazminini kapsamaktadır.37 Bugüne dek yakla ık 178.000 aile bu tazminat
yasasından faydalanmak için valiliklere ba vurmu tur. Bugüne kadar ba vuruların yalnızca
13.000 kadarı sonuçlandığından, kanunun ne kadar etkin ekilde uygulandığını belirlemek
henüz mümkün değil. Kanunun, Gerekçe’sinde belirtilen amaçları iki yönlüdür: Devlet ve
vatanda lar arasında yakınla ma sağlamak ve bunun yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nde (AİHM) yerinden edilmi ki iler tarafından açılan tazminat davalarının
önünü kesmek. 1990’ların sonlarında, yakla ık 1.500 aile bu sebepten AİHM’e ba vurdu ve
onlarcası “dostane çözüm” kapsamında devletten tazminat aldılar. Ancak, 5233 sayılı
kanunun
yürürlüğe
girmesini
takiben,
AİHM
bir
ba vurucunun
davasının
kabul
edilebilirliğini, Türkiye’deki iç hukuk yollarını tüketmediği gerekçesiyle reddetti. Sonuç
olarak AİHM, 5233sayılı kanunu, yerinden edilme konulu zararların tazmininde etkin bir iç
hukuk yolu olarak tanımı oldu.38 AİHM’in İçyer – Türkiye39 davasının reddine dair “pilot
kararı” halen Mahkeme önünde beklemekte olan benzer nitelikteki 1.500 davanın
reddedileceği anlamına gelmektedir. Bu karar, 5233 sayılı kanuna istinaden AİHM’e ilerde
yapılması mümkün ba vuruların yolunu fiilen (teorik olarak olmasa da) kapamı oldu. Geriye,
5233 sayılı yasanın önümüzdeki dönemde ne kadar etkin bir ekilde uygulanacağını görmek
kalıyor.
Bu hukuki geli meler kar ısında yerinden edilmi ki ilerin görü ü nedir? Yukarıda
bahsi geçen programlara eri im imkanları var mı? Ve bu programlar sorunlarını ve taleplerini
kar ılamada etkin ve yeterli oluyor mu?
Yunus’un ailesi ve diğer köylüleri, birkaç yıl önce, köylerinin bo altılması sonrasında
uğradıkları zararın devlet tarafından tazmini talebiyle AİHM’e ba vurmu . Yunus AİHM’in
olumlu bir karar vereceğinden umutluydu (Görü memiz 2005 yazında, İçyer-Türkiye
davasından çok önce yapılmı tı). Yine de 25.000 YTL’lik (€16,000) tazminatın (önceki
AİHM davalarında verildiği bilinen bir meblağ) yeni bir ba langıç için yeterli olacağını
dü ünmüyordu. Kendisi bu miktarın İstanbul’da yeni bir ev alma ya da ufak bir dükkan açma
için ancak yeteceğini hesaplamı tı. Daha da önemlisi bu meblağ manevi kayıplarını hiçbir
37
Bkz. T.B.M.M., Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, 27
Temmuz 2004. Kanunu yürürlüğe koyan yönetmelik, 20 Ekim 2004’te yayınlandı. Yönetmelik, 2005
sonbaharında gelen eleştiriler doğrultusunda değiştirildi.
38
Bkz.
NTVMSNBC,
“AIHM’den
Türkiye
Lehine
Karar”,
18
Ocak
2006,
http://www.ntvmsnbc.com/news/357710.asp.
39
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “Aydın İçyer’in Türkiye’ye Karşı 18888/02 Nolu Dava Başvurusunun
Kabul Edilebilirliğine Dair Üçüncü Bölüm Kararı” (Third Section Decision as to the Admissibility of
Application
no.
by
Aydın
İçyer
against
Turkey”,)
12
Ocak
2006,
http://cmiskp.echr.coe.int////tkp197/viewhbkm.asp?action=open&table=1132746FF1FE2A468ACCBCD1763D4
D8149&key=46609&sessionId=5650299&skin=hudoc-en&attachment=true.
45
ekilde kar ılayamayacaktı. Ona uygun miktarın ne kadar olması gerektiğini sordum: “Hiçbir
miktar yetmez. Köyde ömür boyu kalabilirdik. Köyler bo altılmı olmasaydı, köyü terk etme
kar ılığında 250.000 YTL’yi (€ 160,000) bile kabul etmezdim. Ayrıca köy de o zamanlar
farklıydı. Köy insanlarla doluyken köydekiler de kasabadakiler de [üretim ve birbiriyle ticaret
yaparak] geçinebiliyordu.”
5233 sayılı yasa ne derece etkindir? Naile, babasının Diyarbakır Valiliği’ne tarımsal
arazisine ula amamaktan doğan maddi kayıpların tazmini için ba vurduğunu söylüyor. Ancak
babası tazminat alsa dahi, arazi babasının adına tapulu olduğundan bunun Naile’ye bir faydası
olmayacak. Her ne kadar Hani’de ya arken babası ürettiği ürünün bir kısmını Naile’ye veriyor
olsa da, İstanbul’a ta ındıklarından beri o, kocası ve çocukları ayrı bir hane ve dolayısıyla ayrı
bir ekonomik birim olu turmu lar.
Saliha da Diyarbakır Valiliği’ne, terörle mücadele sırasında ya anan ölümlerin tazmin
edilmesine ili kin yasa maddesinden yararlanmak için ba vurmu . Kocasının “ortadan
kaybolu u”, yani faili meçhul
ekilde öldürülmesi için tazminat istiyor. Ancak maddi
kayıpların telafisi için ba vuramayacak; çünkü kendi adına tapulu tarım arazisi yok.
Köylerindeki tarla kayınpederinin adına tapulu imi .
Genel anlamda 5233 sayılı kanun, yerinden edilmeden kaynaklı kayıpların tazmini ve
kar ılanmasında bir mertebeye kadar faydalı olacaktır. Öte yandan, kanunun adil ve etkin bir
ekilde uygulanacağı varsayımında bulunsak dahi, geni aileler içindeki e itsiz güç dengeleri
ve Türkiye’de mülkiyet yapısının erkekler lehine olması yüzünden, gençler ve evli kadınların
bu yasadan faydalanma ihtimali daha dü üktür.40
Yerlerinden edilmi ki ilerin bir çoğu, yoksullara devlet hastanelerinde ücretsiz sağlık
hizmeti sağlayan Ye il Kart sahibi oldular. Kentlerde ya ayan yerlerinden edilmi ki ilerin
çoğunun kayıt dı ı çalı tığı (bu makalede bahsi geçenlerin tamamı) ve dolayısıyla bir sigorta
kapsamında olmadığı dü ünüldüğünde, Ye il Kart’ın faydası açıktır. Ama eğer ki inin adına
tapulu tarımsal mülk ya da konut varsa, ki i resmi yoksul tanımına uymadığından ba vurusu
reddedilmektedir. Naile’nin durumu buna örnektir: Okul çağındaki çocukları eve para
getirmek için sokakta çalı ırken, Balat’ta metruk bir eve sahip oldukları için Ye il Kart
ba vuruları reddedilmi . Bu arada Naile, zorunlu göçten kaynaklandığını dü ündüğü bir dizi
rahatsızlık sebebiyle İstanbul’da doktora gitmek ve ameliyat olmak zorunda kalmı . Hastane
masraflarını akraba ve kom ulardan aldıkları borçla kar ılamı lar.
40
Bkz. Kurban vd. (2006).
46
Yerinden olmanın yarattığı psikolojik travma, bunu takiben kentsel yoksulluk ve kötü
barınma, sağlık ve beslenme ko ulları birçok yerinden edilmi ki inin fiziksel ve ruhsal sağlık
durumunu daha da kötüle tirdi. Ama tam da sağlık hizmetine her zamankinden daha fazla
ihtiyaç duydukları anda, i sizlik, sosyal güvence ve Ye il Kart eksikliği ve doktorlarla Türkçe
ileti im kurmadaki zorluklar (özellikle kadınlar için) sebebiyle alı ık olmadıkları kentsel bir
ortamda bundan mahrum bırakıldılar.41
Peki ya Köye Dönü
ve Rehabilitasyon Projesi? Derya’nın köylülerine, Van
Valiliği’nin KDRP kapsamında kom u bir köyde devletin yaptırdığı konutlardan teklif
edilmi ; ama annesi a iret içindeki gerginlik ve dü manlığı yeniden ya amamak için
reddetmi . Derya’nın bana anlattığına göre ailesi, yarısı koruculuk görevini kabul eden ve
diğer yarısı da reddeden bir a irete mensupmu .42 Ayrıca, annesinin erkek karde lerinden biri
PKK tarafından öldürülmü . Doğu ve Güneydoğu’nun birçok kesiminde çatı malar sırasında
koruculuk yapıp “devletin tarafını tutan” ve koruculuğu reddedenler arasında süregelen siyasi
ve toplumsal bir gerginlik mevcuttur. Dolayısıyla, devletin geri dönenlere yönelik, bu
bölünmü köylerdeki nüfusu bir araya getirmeyi hedefleyen toplu konut yardımı etkin bir
politika olamamaktadır. Benzer ekilde, Yunus’un anne-babası da Tunceli Valiliği’nin yaptığı
tarafından askeri anlamda daha güvenli ba ka bir köyde konut in ası teklifini reddetmi .
Tarlalarından uzak bir yere yerle mekte bir fayda görmemi ler.
Peki ya KDRP’nin daha yaygın bir yardım türü olan in aat malzemeleri? Birçok ki i
ücretsiz verilen bu malzemelerin köyde yeni bir hayat kurmaya yetmediğinden ikayetçi.
Zarife de bu görü te. Bağı lanan tuğlaları ve çimentoyu köye ta ıma masrafı bile onların köye
dönmelerini engellemi . Dahası, bu yardımla bir ev in a etmek mümkün olsa dahi, altyapı
eksikliği sebebiyle burada yıl boyu ya amak mümkün olamayacaktır.
Daha ciddi bir sorun da udur: KDRP, yerlerinden edilmi ki ilerin köylerine dönmek
istediği varsayımı altında i lemektedir, dolayısıyla ehirdeki ihtiyaçlarını kapsamamaktadır.
Örneğin Zarife, anne-babası dönse dahi, kırsal ya ama alı kın olmadığından köye dönmeyi
tercih etmeyeceğini söylüyor. Öte yandan, Diyarbakır’da düzenli bir i ve gelir güvencesi
sağlayamazsa köye temelli dönmeleri durumunda ailesine katılmaktan ba ka seçeneği
olmadığının da farkında.
41
Yerinden edilmiş kişilerin fiziksel ve ruhsal sağlık hizmeti ihtiyaçlarına dair bir tartışma için, bkz. Kurban vd.
(2006).
42
Köy Kanunu’nda 1985 yılında yapılan bir değişiklik, devletin sivil köylülere silah ve maaş vererek PKK’ya
karşı mücadelede kullanmasına olanak sağladı. Şu an Güneydoğu’da görev yapan yaklaşık 58.000 köy korucusu
mevcuttur. Bkz. Ayata and Yükseker (2005).
47
Kentsel Yoksulluk Olarak Zorunlu Göç
Bu, bizi yerlerinden edilmi ki ilerin köylerine dönecekleri beklentisinin ne kadar gerçekçi
olduğu sorusuna getiriyor. Gerçekte ise, köye dönü bu insanların çoğu için uzak bir
alternatif. Son on yıldır ya amakta oldukları ehirlerde ba a çıkmaları gereken daha acil
problemleri var. Hiç üphesiz, köylerin bo altılması, onbinlerce insan için yatay, coğrafi bir
deği im olmakla kalmadı; aynı zamanda da, ya am standartları açısından, dikey ve a ağı
doğru bir deği im yarattı. Geleneksel ya am tarzları ile bağları bir anda kesilen köylüler, i siz
kaldıkları gibi ehirdeki i ler için gerekli becerilere sahip olmadıkları için i bulma imkanları
da yok denecek kadar azdı. Erkeklerin eğitim seviyesi çok dü üktü, kadınların çoğu okumayazma bilmiyordu ve Türkçe konu amıyordu. Ayrıca, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu
bölgelerinden zorunlu göçlerin ya andığı dönem Türkiye’de finansal krizin ya andığı ve,
ekonomik büyümenin olduğu dönemlerde dahi, i imkanlarının yaratılamadığı bir döneme
rastladı. Dolayısıyla, i gücündeki talep artı hızı arzın artı hızını yakalayamıyor ve zorunlu
göçle gelmi insanlar kendilerini i gücü pazarının en alt seviyesinde buluyorlardı. Bu yazıda
belirtilen ki ilerden sadece 40 ya ının üstünde bir erkek (Naile’nin e i) çalı ıyor. Bu oran,
yakla ık 50 hane ile yaptığım diğer görü melerin ve ba kalarının yaptığı ara tırmaların
sonuçları ile de paralellik göstermekte.43
Hâl böyle olunca, Diyarbakır, Van ve İstanbul gibi ehirlerdeki en yaygın gelir
kaynağını kayıt dı ı sektör olu turuyor: erkekler için in aat i çiliği ve seyyar satıcılık;
kadınlar için, e leri ve babaları çalı malarına izin verdiği takdirde, evde parça ba ına i
yapmak, evlere temizliğe gitmek, çocuk bakmak; bölgede kalan aileler için ise tarım i çiliği.
Bu i lerden elde edilen gelir düzensiz olduğu gibi çok çocuklu ailelerin ihtiyaçlarını
kar ılamakta da yetersiz kalıyor.
Dolayısıyla, birçok ailede okul çağındaki çocuklar sokakta satıcılık yapmak ya da
hazır giyim atölyelerinde (i
bulunabildiği ko ulda) i çi olarak çalı mak durumunda
kalıyorlar. Naile’nin ya adığı Balat’ta ya adığı hayat, bu sürecin bir örneği. Geçen seneye
kadar binlerce erkek, zorunlu göçle gelmi
Kürtler’i de içermek üzere, hafta sonları
Eminönü’nde yerdeki tezgahlarında yiyecekten giyeceğe, kırtasiye malzemelerinden korsan
CD’ye kadar çe itli mallar satarak hayatlarını idame ettirmeye çalı maktaydı. Geçen sene,
polisin defalarca pazar yerini basmasının ardından hükümet
ehrin en önemli turistik
merkezlerinden biri olan bu bölgede tezgah açmayı yasakladı. Fatih ilçesi hakkında bilgi
sahibi olan sosyal hizmet uzmanlarından öğrendiğim kadarıyla, bu yasak, babaların ana gelir
43
Örneğin Dağ, Göktürk veTürksoy (1998) ve Barut (2001).
48
kaynaklarının yok olması ve ailelerin çocuklarını sokaklara mendil satmaya göndermeleri ile
sonuçlandı.
Bu noktada genç nesle yönelik i imkanlarını ayırt etmek gerekmekte. Diyarbakır,
Van, Batman ve Hakkâri’de, sanayi ve ticaretin yetersizliği hem yeti kinleri hem çocukları,
çoğunlukla seyyar satıcılık olmak üzere, sokaklarda i imkanı aramaya itmekte. Benzer
ekilde, İstanbul’un Tarlaba ı ya da Balat gibi kenar mahallerinde çocukları sokakta mendil,
sakız satmaya göndermek kiraların ucuz olması nedeni ile bu bölgelerde ya ayan yerinden
edilmi yoksul ki iler için yoksullukla mücadele etmenin tipik bir yöntemi haline gelmi
durumda. Bununla beraber, kiraların çok daha yüksek olduğu İstanbul’un sanayi bölgelerine
gidebilen ki iler için küçük (çoğunlukla fason imalat yapan) hazır giyim atölyelerinde i
bulmak zor değil. Bu durumda, Sevgi ve Derya’nın öykülerinde örneklendiği gibi, ilkin bir-iki
çocuğu İstanbul’a göndermek ve sonra tüm ailenin ta ınması genel bir süreç. Nitekim, bu
genellikle yerinden edilme süreci öncesinde göç etmi , dolayısıyla, yeni gelenlere i ve
kalacak yer bulma konularında yardımcı olacak akrabaların varlığını gerektirmektedir. Bu
nedenle, yerinden edilmi ki ilerin kentsel i gücü pazarından dı lanma boyutlarını belirlerken;
en marjinal ba a çıkma yöntemlerine ba vuranlarla ve kayıt dı ı olarak ve düzensiz olsa bile
pazar ekonomisine katılabilenler arasında bir ayırım yapmak gerekmektedir. Bu ayırım,
kısmen mekansal konum ( ehir merkezindeki eski mahalleler/kentin çeperindeki sanayi
bölgeleri, güneydoğudaki kentler/batıdaki metropoller) ile çakı maktadır. Ayırımı belirleyen
etmenler ise hanenin göç öncesi ve sonrası durumlarıdır (örneğin, nakde çevrilebilir
kaynakların varlığı, ehirde yakın akrabaların varlığı, çocukların ya ları vb.).
Eğitimi Engelleyen bir Süreç olarak Zorunlu Göç
Derya ilkokula köyde ba ladı. Van’a göç ettiklerinde okula devam etmek istemedi. Önceleri
ay çekirdeği sattı, sonra da hamal olarak çalı tı. İstanbul’da kazandığı paranın bir bölümünü
karde lerinin eğitim masraflarını kar ılamaya yardımcı olmak amacıyla ailesine gönderdi.
Sevgi de Lice’yi terk ettikten sonra okula devam etmedi. u an İstanbul’da açık liseye kayıtlı.
Belki de kuma tozu solumaktan kaynaklanan hastalığından ötürü, hazır giyim atölyesindeki
i inin bir gelecek sağlayamayacağının ve uzun süre bu i e devam edemeyeceğinin farkında;
dolayısıyla muhasebeci olmak istiyor. Bunun için lise diplomasına ve muhasebe alanında bir
kurstan sertifikaya ihtiyacı var. Derya da açık ortaokul ve liseye gitmek istiyor ancak günde
10 saat ve haftada 6 gün çalı mak bu dileğini gerçekle tirmesini imkansız kılıyor. Yunus ve
abisi liseyi terk etmek zorunda kaldılar ama kendi çalı maları sayesinde dört küçük karde inin
49
liseyi bitirdiği için gururlu. Ancak, karde lerinin gittiği lisedeki eğitim kalitesinin üniversite
giri sınavını kazanmalarını sağlayacak kadar iyi olmadığından yakınmakta.
Saliha okuma-yazma bilmiyor ve sadece Kürtçe konu abiliyor. Bu, tazminat davası
için ba vuru formunu doldurmasında dahi sorun yaratıyor. Oğullarını ortaokula göndermek
istediğini ancak bundan fazlasına maddi imkanlarının yetmeyeceğini söylüyor. Zaten kaç yıl
daha çocuklarını beslemek için eker pancarı tarlası çapalayabilir? Naile de okuma-yazma
bilmiyor, ancak İstanbul’a geldikten sonra Türkçe öğrendi. Son yıllarda bir politik partinin
yerel faaliyetlerinde aktif rol oynadı. Kom ularının gelecek seçimlerde muhtarlık için aday
olmasını istediklerini ancak okuma-yazma bilmiyor olmasının bunu engellediğini söylüyor.
Zorunlu göçün eğitim olanaklarına eri imi engellemesi, çok yönlü bir etki olarak
mütalaa edilmelidir. Bazı bölgelerde, PKK ve güvenlik güçleri arasındaki çatı malar
dolayısıyla köy okulları zaten kapatılmı tı. Diğerlerinde, tahliye edilen aileler maddi zorluklar
nedeniyle çocuklarını ehirde okula gönderemediler. Ancak, çoğu insan ehirde ya amaya
devam edeceklerse çocuklarının belli bir eğitim seviyesinde olmaları gerektiğinin farkında.
Okuma-yazma bilmeyenlerin ve Türkçe konu amayanların oranının yüksek olması kadınların
ehir hayatına adapte olmakta güçlük çekmelerinin açıklayıcılarından biri olarak alınabilir.
Naile, İstanbul’da ak amları okuma-yazma kursuna gittiğini ancak evdeki i lerinden dolayı
kursu tamamlayamadığını söyledi.
Sonuçta eğitimsizlik yerinden edilmi ki ilerin ehirde dı lanmalarını destekleyen bir
etkendir. Dahası, okul çağındaki çocukların ailelerine yardımcı olmak için çalı mak zorunda
olmaları gelecekte onların da dı lanmalarına zemin hazırlamaktadır. Birkaç yıl önce, hükümet
öğrenciler için artlı Nakit Transferi programını ba lattı; bu, çocuklarını çalı tırmak yerine
okula göndermek isteyen ailelere yapılan az miktarda bir nakit ödemesi. Diyarbakır ve
İstanbul’daki bir çok yerinden edilmi ki i bu programa ba vurdu. Naile de ba vuranlar
arasında idi. Kız çocuklarından biri sokakta mendil satarken yakalandığında, sosyal hizmet
uzmanları Naile’ye bu programa ba vurması için yardımcı oldular, ancak Naile ve e inin
üzerine tapulu bir ev olduğu için, ba vuruları reddedildi. Her eye rağmen Naile çocuklarını
okula devam ettiriyor.
Zorunlu Göç ve Etnik Kökene Dayalı Ayrımcılık
Naile çocuklarından birinin okul müdürü tarafından dövüldüğünü, olayın nedenini öğrenmek
amacıyla müdürün yanına gittiğinde ise müdürün etnik kökeni nedeniyle kendisine hakaret
ettiğini ve oğlunu okuldan almasını söylediğini anlattı. Naile pes etmedi ve müdürü ikayet
50
etmekle tehdit ederek oğlunu korumayı ba ardı. Benzer önyargıların, polis merkezinde ve
Karadeniz bölgesinden olan mahalle muhtarında da, ailesine ve Hanili kom ularına kar ı var
olduğunu söylüyor. Yardım dağıtılacağı zaman muhtarın Kürtler’i dı ladığını söylüyor.
Naile’nin Kürt ve yeni göç etmi olmasından dolayı ayrımcılığa uğradığı yönündeki hislerini,
göçmenlerle “yerliler” arasında gerginliklerin mevcut olduğu İstanbul’un eski semtlerinde
ya ayan yerinden edilmi
ba ka ki iler de payla ıyor. Ancak, Yenibosna gibi sanayi
bölgelerinde bu hisler daha zayıf. Sevgi ve Derya konfeksiyon atölyesine i e alımda Kürtler’e
kar ı bir ayrımcılık olduğunu dü ünmüyorlar: “İ veren kime kar ı ayrımcılık yapacak?
Çalı anların hepsi Kürt!” Ancak, ailelerin çok kalabalık olduğu gerekçesiyle, ev sahiplerinin
Kürtler’e ev kiralamak istemediklerini söylediler. Ev sahipleri nemli evleri göç etmi
insanlara kiralamakta bir sorunları varmı gibi görünmüyor.
Zorunlu göç bu ekilde gelmi insanların İstanbul’un yoksul kenar mahallelerinde
yoğunla masına neden olmu tur; ancak bu sürecin tek sonucu etnik önyargı değildir. Sadece
İstanbul’da değil Diyarbakır’da da, belirli bölgelerde yoğunla an yerinden edilmi ki iler
i verenler tarafından ucuz i gücü, ev sahipleri tarafından da evsiz, çaresiz ki iler olarak
sömürülmektedirler. Dolayısıyla, zorunlu göç mağdurlarının kentlerin kenar bölgelerinde
yoğunla maları dı lanmalarını artıran bir etken olarak görülebilir.
Naile, Sevgi, Derya, Yunus, Saliha ve Zarife’nin hikayeleri belli açılardan özgül
hikayeler. Ancak, gene de hikayelerinde tümünün yerinden edilmi ki iler olmalarından ve
zorunlu göçün beraberinde getirdiği dı lanma süreçlerini payla ıyor olmalarından
kaynaklanan ortak noktalar mevcut. Türkiye’de sosyal dı lanma ile mücadele etmeye yönelik
politikalar, cinsiyet, nesil ve coğrafi bölge farklarını gözeterek, yerinden edilen ki ilerin
varlığını ve maruz kaldıkları çok yönlü dı lanmayı göz önünde bulundurmalıdırlar.
Politika Önerileri44
Yerinden edilmi ki ilerin ya amakta oldukları sosyal dı lanmaların önüne geçilmesi için
önerilecek politikaların çok boyutlu olması gerektiği açıktır. Her eyden önce, bu ki ilerin
ellerinden alınmı haklarının iadesi gerekmektedir. İkinci olarak, bu ki iler köylerine geri
dönmek istedikleri takdirde dönü lerini kolayla tıracak, kentte kalmak istiyorlarsa da oradaki
ya amlarını rahatlatacak bir dizi tedbir alınması gerekmektedir. Ancak, bu tedbirler alınırken
iki hususun dikkatle değerlendirilmesinde yarar vardır: Birinci husus, resmi belgelerdeki
yerinden edilmi ki i (tazminat kanunu, KDRP vs) tanımı dı ında kalan mağdurlara ula ılması
44
Öneriler Kurban vd. (2005) çalışmasından derlenmiştir.
51
gerekmektedir. İkinci husus ise, bir dizi ayrımcılık nedeniyle kadınların ve genç nüfusun
tedbirlerden gereğince yararlanamıyor olmasını engelleyecek tedbirler alınması gereği vardır.
Üçüncü olarak ise, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da elden geldiğince fazla insana ula acak
geni tabanlı iktisadi ve toplumsal projeler tasarlamak gerekmektedir.
Hukuki Düzenlemeler
¬ 5233 sayılı kanunun hakkaniyet esasında ve elden geldiğince geni
kapsamasının
temin
edilmesi
gerekmektedir.
Yasanın
bir kesimi
uygulanması
bireysel
ba vurularda maddi kayıpların her zaman tam anlamıyla kar ılanmasını getirmese bile,
böyle bir yakla ımın yerlerinden edilmi ki ilerin devlete kar ı güven duygusunu
tekrar tesis etmesinde yardımcı olması söz konusudur.
¬ Yasanın salt maddi değil manevi kayıpları da kapsayacak
ekilde yeniden
düzenlenmesinde yarar bulunmaktadır. Bu hem yöre insanıyla devlet arasında bir
yakınla mayı beraberinde getirecek, hem de yerlerinden edilmi topraksız köylülere
kısmı bir destek sağlayacaktır.
Geri Dönü ve Yerle me
¬ Eski yerle im yerlerine dönü ün bir hak olarak görülmesi gerekmektedir. Dönü
kararının özgürce ve gönüllü olarak alınması gerekmektedir.
¬ KDRP etkin bir ekilde uygulanmalıdır. Ba vurular gönüllü olmalıdır ve ba vuruların
değerlendirilmesinde ayrımcılık yapılmamalıdır.
¬ Bo altılmı
yerle im birimlerinde altyapı hizmetlerinin elden geçirilmesi dönü
yapanların oturabilmeleri için gerekmektedir. Bu hizmetlerin ba ında yolların yapımı,
su ve elektrik bağlanması gelmektedir.
¬ İnsanlar geri döndükçe bu yerlerdeki sağlık birimleri ve okulların tekrar açılması ve
buralara gerekli personelin temin edilmesi gerekmektedir.
Ekonomik Politikalar
¬ Son on yıldır ya amakta oldukları kentlerden ayrılmak istemeyebilecek bir kesimin
olacağı dü ünüldüğünde, bu kesimin ya am ko ullarının iyile tirilmesinde yarar
bulunmaktadır. Bu bağlamda, küçük i letmeler açmak ya da ev almak için ucuz
krediler sağlanabilir.
¬ Doğu
ve
Güneydoğu
kentlerinde
i
imkanlarının
arttırılmasında
zaruret
bulunmaktadır: Bu bağlamda hem tarımsal endüstri, hem servis sektörü hem de sanayi
52
için te viklerin verilmesi yerinde olur. Bölge için küçük i letmelere ucuz krediler
sağlanmasında fayda vardır.
¬ Kırsal kesimde tarım ve hayvancılığın canlandırılmasında yarar vardır. Bu bağlamda,
uygun ödeme ko ullarında tarım kredileri ve dönenlere tohumluk, hayvan ve tarımsal
girdi sağlanmasında fayda bulunmaktadır.
Sosyal Politikalar
¬ Eğitim: Okul çağındaki tüm çocukların okula devam ediyor olmaları sağlanmalıdır.
Bunun gerçekle tirilebilmesi için çocuk i çiliğinin önlenmesine yönelik olarak da
mücadele edilmelidir.
¬ Yeti kin eğitimi ve meslek kazandırma kursları: Okula gidememi ki iler için parasız
kurslar düzenlenmelidir. Meslek kazandırmaya yönelik kursların yaygınla tırılmasında
yarar bulunmaktadır. Bu eğitimin ve kursların özellikle kadınları hedeflemesine ayrıca
özen gösterilmelidir.
¬ Sağlık: Ye il Kart Uygulamasının, köylerinde (zaten yıllardır kullanamamakta olduğu)
arazileri olup olmadığına bakılmaksızın, mümkün olduğu kadar çok sayıda yerinden
edilmi ki iye ula tırılmasında yarar bulunmaktadır. Sağlık ocaklarının ve sunduğu
hizmetlerin Güney Doğu’da arttırılmasında gereklilik bulunmaktadır.
53
Çalı mak ya da Çalı mamak: Bütün Mesele Bu!
Serra Müderrisoğlu
Psikoloji Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi
Çocuk emeği, hükümetin 1992 yılında ILO’nun “Çocuk Emeğini Engelleme Uluslararası
Programı (International Programme on the Elimination of Child Labour)”na katılarak bu
konudaki kararlılığını göstermi
olmasına rağmen halen Türkiye’nin önündeki önemli
sorunlardan biri olarak durmaktadır. ILO ve Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 1999 Ekiminde
gerçekle tirmi oldukları, ve bu alandaki en son çalı ma olan, Çocuk İ gücü Anketine göre 617 ya grubu çocukları içerisinde %10.2’nin çalı makta olduğu ortaya çıkmı tı—üçte ikisi
erkek, üçte biri kız olmak üzere; 6-14 ya grubuna bakıldığında ise—14’ün altındaki
çocukların çalı tırılmasının kanunen yasak olduğunu hatırlayalım—oran %4.2’ye inmesine
rağmen yine de yarım milyon üstünde bir sayıdan bahsedilmekteydi. Her ne kadar kentsel
alanlarda ya anan yoksulluk ve enformel kesimin varlığı çocuk emeğinin önemli
açıklayıcılarıysa da, ilave bir dizi etmenden de bahsedilmesi gerekmektedir: erken evlilikler,
hanede yüksek çocuk sayısı, gev emekte olan aile bağları gibi.
üphesiz 1997 yılındaki
kararla zorunlu eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkartılması ve son zamanlardaki kampanyalarla
ailelerin çocuklarını okula göndermedeki artı ın ve Ko ullu Nakit Transfer45 uygulamasının
çocuk emeğinde azalma yarattığı malumsa da sorunun kontrol altına alındığı iddia kesinlikle
edilemez. Neticede çocuklar evde, sokakta, çırak ya da küçük i letmelerde mavi yakalı i çiler
olarak, ya da eğlence/hizmet sektöründe çalı maktadırlar.
Sokak çocukları tüm dünyadaki ehirler için, kronik yoksulluk, sosyal dı lanma ve
ayrımcılığın yanında, ülkeden ülkeye deği en ekonomik, sosyal ve siyasal etmenleri yansıtan
ortak bir sosyal fenomendir. Sokakta ya ayan ya da çalı an çocuklar, Türkiye’de mevcut
toplumsal, ekonomik ve siyasi dinamiklerin söyleminde iki “bariz tablo” ve günah keçisi
haline gelmi tir. Sokakta çalı an küçük çocukların prototip resmi acıma ve sempatiyi
doğurmaktayken, tinerli bir bezi koklayan gencin hali rast gelenler için korku ve öfke
yaratmaktadır. Kapkaç gibi suçlar kolaylıkla, büyüyünce “potansiyel suçlu” olma önyargısıyla
ya ayan bu “göz önündeki” çocuklara atfedilmektedir. Her ne kadar bu çocuk ya da gençlerin
bir kısmı suça karı sa da, bu sorunun arkasında yatan durumlara dikkat çekmekte yarar vardır.
Şu anda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu, Dünya Bankası’nın katkısıyla, iki tip koşullu nakit transferi
(KNT) içeren Sosyal Riski Azaltma Programı’nı yürütmektedir. İlki, hamile kadınlar ve ufak çocuklar için
düzenli sağlık kontrolleri koşuluna dayalı olandır. İkincisi ise, çocukları okula yollama koşuluna dayalı ve
yardımın sürekliliği için devamı zorunlu kılan tiptedir. Bu proje 2006 yılının sonunda bitecek şekilde
projelendirilmiştir ve muhtemelen Fon tarafından devam ettirilemeyecektir. Ayrıca, kamuoyunda KNTlerin
çocuk doğumlarında artışa yol açacağına dair yanlış bir tartışma mevcuttur.
45
54
1990ların ba ından itibaren, çe itli sosyal ve siyasi güçlerle
ekillenen kentsel
yoksulluk, sokakta kağıt mendil satan, araba camlarını silmek için ı ıklarda bekleyen, gece
geç saatlere kadar dı arıda kalıp çiçek satan, hatta geceyi ATM kulübelerinde geçiren
çocukların ortaya çıkmasıyla daha görülür hale geldi. Sokakta çalı an ya da ya ayan
çocukların ilk görüldüğü zamanlardan bu yana yıllar geçmi olsa da çocukların neden sokakta
olduğuna ili kin sebep ve dinamikleri irdelemek açısından toplum genelinde anla ılmamı pek
çok ey vardır. Birkaç yazarın çalı ması dı ında (örneğin, Karatay, 2000; Yılmaz, 2001;
Altunta , 2003), mesele çoğunlukla 90larda Güneydoğu’daki çatı malar, zorunlu göç ve ailece
ya anan kronik yoksulluk açısından ele alınmamı tır. Daha ziyade, medyada süregelen
söylem tablonun bu “görülür” kısmını çevreleyen durum hakkında ki ilerin önyargılarını
yansıtan görü ler etnik köken ve siyasi çevreyi dı arıda bırakarak konunun karmalık
nedenlerini incelemeyi sınırlamaktadır. Bu tip tartı malar, ya amları medyada ba arısızca
“tasvir edilen” ki iler için sosyal dı lanmayı derinle tirmektedir. Birkaç istisna dı ında
çocukların durumu sebebiyle aileler suçlanmaktadır. Birçok ki i, ailelerin i siz kalmayı
“seçerek” çocuklarını sokağa çalı maya yolladığını, çocuklarını sömüren zararlı ebeveynler
olduklarını ve “çocuklarını sokağa çalı mak (veya dilenmek) için yolladıkları için”
cezalandırılmaları gerektiğini iddia etmektedirler.
Çocukların sokaklardan alınıp eğitim sistemine dahil edilmesi gerektiği konusunda
hemfikir olunsa da çocukların kar ıla tığı sayısız sorunu okulla manın çözeceği fikri, en iyi
ihtimalle eksiktir. Her ne kadar devlet okullarında ilköğretim “ücretsiz” olsa da, çocukları
okula göndermenin ek masrafları vardır. DİE, bir çocuğun devlet okulundaki bir yıllık eğitim
masrafının 500 dolara yakın olduğunu hesaplamı tır.46 Bu ek masraflar nedeniyle, çok kısıtlı
kaynakları olan aileler çocuklarını okula göndermede dezavantajlı durumdadırlar.
İlköğretimin ikinci kademesinde okulu bırakma oranı oldukça yüksektir. Her ne kadar 8 yıllık
eğitim 1997’den itibaren zorunlu hale gelmi olsa da, 8inci sınıfı tamamlama oranı yüzde 80
civarındadır.47 Yoksul ailelerden gelen birçok öğrenci 13-14 ya ına gelince i gücüne
katılmakta ve dolayısıyla aile bütçesine destek için son yıllarında okulu bırakmaktadır. Sonuç
olarak, fırsat e itliği yaratmayı amaçlayarak konan bu eğitim politikası gerekli sosyal
politikalarla (örneğin, yeterli çocuk yardımı sistemi) desteklenmediğinden ba arılı
olamamı tır.
Risk altındaki çocuklar sorununa yalnızca sokakta çalı an çocuklar odaklı bakı , daha
yaygın olan kapalı alanlarda uzun sürelerle ve belki de daha ağır ve sömürücü ko ullar altında
46
47
DİE verisi, 2003.
Hacettepe Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA), 2003.
55
çalı an çocuk ve gençleri kaçırmaya sebep olmaktadır. Bu “görünmez” i çiler ağır i in
yükünü ta ımakta ve okulu bırakma tehlikesiyle kar ı kar ıyadır. Bu makale, bu çocuk ve
gençlerin içinde bulundukları ko ulları nasıl gördüğünü ve hayata dair kararları nasıl aldığıyla
ilgilenmektedir. Bu çocuklar ve gençler günde 8 saat çalı ıp bir yandan da okula giden,
eğitimlerine devam etmek için büyük zorluklara katlanmaktadırlar. Liseye devam edememek
onlar için gerçek bir risktir. Sistemden bu kadar erken kopmak, ortaokul ve lise eğitimi daha
güvenilir bir gelecek sağlayacak yegane yol olduğundan, yoksulluk döngüsünü kırma
anslarını ellerinden almaktadır.
Sosyal bilimciler tarafından 1990ların sonlarında yürütülen sayısız çalı ma (Karatay,
2000; Altınta , 2003) sokakta çalı an çocukların demografik özelliklerine dair tutarlı bir tablo
sunmu tur. Çocukların aileleri genellikle 80lerin sonlarında Güneydoğu’da artan PKK- asker
çatı masından kaçarak ehirlere göç eden yeni göçmenlerdir. Aile reisleri ya i siz ya da sosyal
güvenceden mahrum, dü ük ücretli geçici i çiler olan, genellikle eğitimsiz ve göç öncesi tarım
sektöründe çalı an ki ilerdir. Ortalama 6-8 çocuklu hanehalkı nüfusu kalabalıktır, ehrin
gecekondularında kirada ya amaktadırlar. Dolayısıyla ara tırma sonuçları, önceki göç
dalgalarının aksine, göç etmek istemediği halde güvenlik endi esi ve sava ın yoğunla masıyla
artan ekonomik sıkıntılar sebebiyle ehre gelen ve ciddi yoksulluk içinde ya ayan aileler
olduklarını göstermi tir. Göç ihtiyacına kar ı bu isteksiz tavır, hazırlanmak için çok az zaman
olu u ve geldikleri yerle, zor durumlarda destek verebilecek bir bağın eksikliği bu göç
dalgasıyla öncekiler arasındaki en önemli üç farktır.48 Önceki göç süreçlerinde çalı an
koruyucu etmenlerin çoğu, güçlü akrabalık bağları, yakın aile ili kileri, daha güvenli yoksul
mahalleler, artık eskisi kadar var olmamaktadır. Ekonomik dezavantaj ve sosyal dı lanma
deneyimleriyle olu an kronik zorluklar, çoğunluk için günlük varlıklarında dayanılmaz
baskılar kurmu ve ailelerin dağılmasına, kendi içlerindeki bireylere istemeden de olsa zarar
vermeye yol açmı tır. Ailelerin büyük bir çoğunluğu tarafından ya anan mevcut kriz, izole
edilmi veya hiçbir sosyal güvence ve sağlık sigortasından yararlanmayan bu ailelerin
hayatlarında var olmaya devam edecek birçok riskin etkile imini içermektedir. İlerde de
sürmesi muhtemel sosyal ve ekonomik alanda yabancıla ma içinde yeti en gençler,
hayatlarını yoksulluk döngüsünden kurtarmaya yönelik çok az umut beslemektedir.
48
Erman (2003).
56
Dönüm Noktasındaki Gençlik
Yoksulluk içinde ya ayan çocuklarla ilgili yürütülen ara tırmaların temel varsayımı,
yoksulluğun ebeveynlik yetilerini zayıflatarak çocuklarda sosyal ve psikolojik zorluklara yol
açtığıdır. Yoksulluk ve bolluk içinde ya ayan gençler kıyaslandığında bu iki farklı grup
gösterdikleri davranı sal sorunlar açısından birbirlerine benzer bir tablo sergilemektedirler.
Madde kullanımı/bağımlılığı, tehlikeli davranı lar ve eğitime ilgisizlik düzeylerinde benzerlik
görülmektedir.49 Bariz bir ekilde farklı olan ise varlıklı gençlere fırsat e itsizliği ya da
gelecekteki
anslarını etkileyebilecek sicil kaydı gibi sonuçlardan muzdarip olmalarını
engelleyerek bu geçi dönemini telafi etmelerini sağlamak için sunulan mekanizmalardır.
Yoksul mahallelerdeki gençlerin geçi dönemindeki isyankar davranı larını düzeltecek
kaynaklardan eksik olduğu gerçeği kabul edildiğinde ve yaptıkları her tercihin (uyu turucuya
ba lama, okulu bırakma vb.) gelecekte seçecekleri yol için çok ağır sonuçları olduğu
dü ünüldüğünde, gençlere gerçekten yardımcı olacak herhangi bir “yardım” giri iminde
bulunmadan önce kararlarına yön veren durumlar ve içinde bulundukları ortamın
değerlendirilmesi gereği takdir edilmelidir. Yoksul kesimlerdeki gençler umutlarının kırılması
ve isteklerine ula amama gibi bir sürü engelle dolu olan yollarına devam etmek için
reddedilme ve umutsuzluk hisleriyle mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar.
Tarlaba ı’ndan İki Ses
Tarlaba ı’ndaki (Bülbül Mahallesi) gençlerin hayatlarına daha yakından bakmak için, eğitime
son derece bağlı iki genç ile (ya ları 14 ve 17) göç, mahalleye yerle me, okul hayatı, i
ko ulları, mahalleleri ve ya adıkları ayrımcılık ya da toplumdan dı layıcı deneyimler
hakkında görü me yapıldı.
Tarlaba ı, bilindiği üzere, İstanbul’un gettola mı , kentiçi çöküntü mahallelerinden
biridir. Kent merkezine oldukça yakın olan bu mahalle sakinlerinin önemli bir bölümü
yerlerinden edilmi , zorunlu göçle kentlere gelmi kesimdir. Enerjilerini çalı mak ve okumak
arasında ayarlamaya çalı an, ve aynı zamanda bir dizi dı lanmaya maruz kalan, iki genç
erkeğin deneyimlerinden yola çıkarak, çocuk emeğine ili kin bir dizi saptamada bulunmaya
çalı acağız—bu saptamaların Türkiye’nin ve İstanbul’un deği ik mekanları için geçerli
olabileceği noktasından hareket ederek.
49
Luthar ve Ansary (2005).
57
Göç Deneyimi
Aileleri son 10-15 yılda büyük ehirlere göç etme zorunda bırakan travmatik olaylar ve
ko ulların önemi bana anlatılan hikayelerde önemli bir yer tuttu. Terör yılları ve PKK ile ordu
arasında kalma ile ilgili güvensizlik hissi sava ı ya amı herkesin ruhunda derin izler
bırakmı . Geceleri sava a ahit olma, asker tarafından sorgulanma, topraklarına tekrar eri im
imkanı bulamadan köyü bo altmaya zorlanma gibi hikayeler, yer deği tirmenin aileleri
ayırmaya ba ladığı ko ulların dikkat çekici duygusal yükünü göstermektedir. Babalarının
düzensiz i ko ullarına rağmen her iki ailenin İstanbul’da yeniden bir araya gelebilmesi için
uzun yıllar ve adımlar gerekmi . Her iki aile için de, yeni bir hayat kurmak için gerekli
fırsatları sunacak destek mekanizmalarının eksikliği çok açıktır. Aileler, bölgede 90larda
ya ananlar hakkında çok az eyin bilindiği bir yere geldiler. Sonuç olarak, bu farkındalık
eksikliği Kürtlüğe kar ı ayrımcılık deneyimlerle birle erek ailedeki her birey için ek bir yük
haline gelmi .
Babalarının düzensiz i durumu bağlamında Mehmet ve Batu50, kağıt mendil ya da su
gibi para yapacak mallar satmak üzere sokağa çıkmı lar. Ailelerin geçim derdi, bir ekilde
çalı mak zorunda olduklarını fark eden çocukları da kapsamaya ba lamı tır. Sokakta çalı an
ba ka çocukların da ifade ettiği gibi, herhangi bir tehlikede müdahale edebilecek ya ça daha
büyük bir akraba ya da karde gözetiminde sokakta çalı ma söz konusu olmu tur. Yanlarından
geçenlerin çoğu bu “görünmez” desteği fark etmeyerek ailelerin çocukları kendilerine para
getirsinler diye sokağa “bıraktıklarını” sanmı lardır. Çocukların sağladıkları günlük kazançlar
ailelerin ehirde hayatta kalmaları için çok önemliydi. Bu durum aile bireyleri arasında yoğun
bir dayanı ma duygusuna dair romantik bir hikayeden çok, daha iyi seçeneklere olanak
tanımayan acımasız ko ulların acı gerçeğinin hikayesidir. Her iki genç de sokakta çalı ma
deneyimlerinde bahsetmi lerdir; ama sokakta çalı arak geçirdikleri zamanın, sonuçlarının
ya amlarına etkisi açısından en kötü zamanlardan biri olmadığı açıktır.
2001 krizinden çıkı tan sonra okul çağındaki çocuklar için toplumun gözünden uzak,
ehre yayılmı tekstil atölyeleri gibi küçük i letmelerde i olanağı artmı tır. Sokaklar yerine
bu atölyeler gibi kapalı mekanlarda, cüzi ücret kar ılığında okuldan sonra fazladan 8 saat
50
Gizliliği korumak için isimler değiştirilmiştir.
58
çalı ma gibi artlarda çalı ıyor olmak hem çalı ıp hem de okumanın en stresli yanlarından
biridir.
Okul ve İş
Valla okula gitmek gayet güzel bir ey de zorluklar çıkıyor bazen. İ te o zorlukları
yenmek lazım oluyor. (Örnek verebilir misin?) Mesela i , i e gidiyorsun, bir yandan
mesela i e gidiyorsun, sabahla kalkıyorsun, zaten saat 7’de kalkıp okula gideceksin.
12:30’da okuldan çıkıyorsun yemek falan sonra i ... zaten saat en az i ten çıkacağın
10’dur. Ondan sonra çıktın mı zaten zamanın kalmıyor, eve gidiyorsun, saat 12’ye
geliyor. yani öyle.
Bu cümleler, röportajda okula gitmenin ona ne ifade ettiği sorulduğunda Mehmet’in (14)
ba langıç cümleleriydi. Konu mamızın ba ından sonuna değin Mehmet, eğitime verdiği değer
ve 4üncü sınıftan bu yana çalı mak zorunda olsa da, okulda ba arılı olabilmek için harcadığı
emekten bahsetti.
Okula gitmek güzel bir ey. Hocalar zaten ders veriyor, zaten hiç sıkılmıyorsun.
Arkada ların var, teneffüslerin var, teneffüste arkada larını görüyorsun. Hani i te
oldun muydu, kafan zaten hep i te oluyor. Zaten ak am toz içindesin, ey nasıl
söyleyeyim çok zorluyorsun. Okulda i te dersler var, derslerini çalı ıyorsun, daha
ba arılı oluyorsun. Geleceğinin sağlam olduğunu görüyorsun. Güzel bir ey okula
gitmek.
Mehmet, ailesinin tüm itirazlarına rağmen görü memizden 3 hafta önce i i bırakma kararı
almı bir 7inci sınıf öğrencisi. Sokakta kısa bir süre çalı tıktan sonra, 4üncü sınıftan itibaren
tekstil atölyelerinde ve diğer küçük ölçekli i lerde çalı mı . Okulu bitirene kadar i e
dönmeme konusunda çok kararlı ama babasının borçları ve ya anan ekonomik sıkıntılar
dü ünüldüğünde bu pek olası olmadığı bir durum içerisinde. u an çalı mama konusunda
ailesiyle sürtü me ya ıyor. Yedi çocuklu ailenin en büyük ikinci çocuğu. Babası, birkaç ay
içinde borçlarını kapatması gerektiğinden Mehmet’in o zamana dek çalı masını istiyor. Geçen
yıl neredeyse sınıfta kaldığından ve bu yıl da uzun i saatleri sebebiyle yeni döneme ba arısız
bir ba langıç yaptığından son 3 haftadır arayı kapamak için harcadığı çabadan bahsediyor. İ e
gitmezse notlarının yükseleceğinden ümitli. Mehmet liseye devam edebilmek ve muhasebeci
olmak istiyor.
Mehmet, ailesinin i e dönmesi için yaptığı baskıdan öfkeli bir ekilde bahsediyor:
59
Okula gideceğim diyorum, gitmeyeceksin diyor. Gidiyorum, çalı acaksın diyor.
Çalı mayacağım diyorum. Kaç kere kütüphaneye gidiyorum, sen dı arı çıkıyorsun
diyor, oyun oynamaya falan. Ya bilmiyorum. Abla aslında ben bu sene kendime söz
vermi tim, ben okula gitmeyecektim. O kadar sinirlendirdiler ki abla. Öyle, seni okula
göndermeyeceğiz, seni okula göndermeyeceğiz, seni okula göndermeyeceğiz. Ben
yani kendime söz vermi tim dedim i te, okula giderken beni göreceksiniz bir de
gitmezken göreceksiniz. Gerçekten söyleyeyim abla kaç kere kötü arkada larla da
takıldım abla. daha büyüklere takılıyordum ben. O kadar sinirlendim ki abla, ey de
kullanıyorlardı, sigara. Ama anlamadılar abla. Kendime zarar veriyordum.
Her ne kadar yılın geri kalanında çalı mamak konusunda kararlı görünse de, bunda ba arılı
olup olamayacağı sorulduğunda durumun belirsizliğinden belirginle iyor.
Mehmet için iyi notlar almak ne kadar büyük bir ba arı ise alamamak da bir o kadar
yük oluyor ve derdine yardımcı olabilecek öğretmen desteğini bulamadığından yakınıyor.
(Öğretmenin mesela biliyor mu senin çalı tığını?) Bazen biliyor, bazen anlatıyorum.
Nasıl söyleyeyim abla, mesela ders var, yapamadığım zaman niye yapamadın diyor.
Hocam i teydim diyor, çalı ıyor musun diyor, çalı ıyorum diyorum. Bazen de
unutuyor çalı tığımı unutuyor, ey yapmıyor. Kızmıyor da söylüyorum yine, tamam
yap diyor, çalı san da yap diyor. Okula o zaman niye geliyorsun ders çalı amıyorsan o
zaman diyor.
Mehmet, aile desteğinden mahrum olarak okula gitmek ya da akademik ba arılarına ket
vurarak çalı mak ikileminden kurtulu yolunu bulmada yalnız bırakıldığını açıkça gösteriyor.
Batu, bir yandan Açık Lise’ye kayıtlı ve Öğrenci Seçme Sınavı’na hazırlık için
dershaneye giden, bir yandan da bir tekstil atölyesinde tam zamanlı olarak çalı an 17 ya ında
bir genç. Batu, öğretmen olmayı ve belki de çalı mak için Mardin’e dönmeyi amaçlayan,
disiplinli ve çalı kan bir genç portresi çiziyor. Akademik ba arıya dair bu güçlü hedefleri
6ıncı sınıftaki bir öğretmeniyle olan önemli payla ımlara dayanıyor.
imdi, Mardin’deyken yani ilk yani birden dörde kadar okula giderken doğru dürüst
okula gidemiyorduk. Yani bir bir tarlaya gidiyorduk, ordan ordan ey topla hayvanlar
için ottur udur budur toplarken okula doğru dürüst gidemiyorduk. Ama ben okula tam
ey altıncı sınıfta ba ladım. Altıncı sınıfta bir tane hocamız vardı, sosyal hocası,
okulda herkes korkuyordu ondan. Ders çalı ın yarın bana bu konuyu anlatın dedi.
Evet, bende coğrafyadan baya çalı tım, baktım hoca dedikleri gibi değil, baktım iyi
yani ders çalı tıktan sonra aferin filan diyor. Bende tamam bundan sonra çalı ayım.
ey yaptım yani, altıncı sınıftan itibaren artık bir eyler dü ünmeye ba ladım. Fazla
bilgimiz yoktu. Niçin gidiyorduk, bitirdikten sonra ne sahibi olacağız, hani 1’den 5’e
kadar hiç, yani okul nedir diye doğru dürüst bir ey bilmiyorduk hiç. Yazı yazıyorduk,
ne olacağımızı bilmiyorduk. İlk be yıl notlarım kötüydü. Okula gitmediğim için
60
ancak geçebiliyorduk sınıfı, okula gitmiyorduk çünkü. Sonra çalı tım te ekkür aldım.
Buraya geldik, karnemle te ekkürüm buraya gönderildi.
Batu İstanbul’a temelli ta ınmadan önce iki yaz boyunca su satmak için gelmi . 7inci ve 8inci
sınıfa İstanbul’da devam etmi ve her iki yıl da takdir ve te ekkür alarak çok ba arılı olmu .
Okula devam ederken bir yandan da çalı mı . 8inci sınıftan mezun olduktan sonra liseye
gitmesine izin verilmemi ve bir tekstil atölyesinde tam zamanlı olarak çalı maya ba lamı .
Okula devam etmesine engel olan ko ulları öyle dile getirmi tir:
Bir de dayımın bir tane oğlu vardı, bilmiyorum ne okuyor, üniversite mi lise mi,
Bursa’daydı. imdi ona baya baya para gönderiyorlardı. E, bende kayıt olacağım, babama
da kötü örnek oluyor. Senin oğlunda böyle okusa, bu kadar para harcayacak. Oradan,
babam da onun dediğine kandı. Bir de babaannem vardı, o ey diyordu çalı acak kimse
yok. Yani bu gittikten sonra kim çalı acak? Bir yandan babaannem söylüyor, dayımda her
ay bu kadar çok para gönderdim diyordu. Göndermedi. Bizim arkada ın abisi, o da Açık
Liseye gidiyordu oradan geldi aklımıza. Tamam ben de gittim kaydımı yaptırdım. Yani
babamdan habersiz...
Açık Lise’ye kayıt yaptırma kararı Batu’nun hayatında çok önemli bir rol oynamakta. Halen
derslerini tamamlayıp ÖSS’e girmek için çok fazla çalı ıyor. İ yerinde çok ağır
sorumlulukları olmasına kar ın görece iyi kazandığı dü ünüldüğünde, aldığı maa ın bir
öğretmeninkiyle kar ıla tırılabilmesi sebebiyle kendisine çoğu zaman öğretmen olma isteğiyle
ilgili aka yapılıyor. Batu, benzer durumda olanlara Açık Lise’ye kayıt ve üniversiteye devam
ansını kaybetmeme konusunda tavsiyeler veriyor. Öğretmenlerle ders i lemeyi özlediğini ve
kendisini dershanede düzenli liseye giden öğrencilerden geride hissettiğini ifade ediyor.
Okul Güvenliği
Mehmet’in okulunda silahların varlığı, iddet içeren günlük kavgalar birçok örnekte ifade
edilmi tir. Mehmet kimi zaman okul müdürünün bile çaresizce korktuğu olaylardan bahsetti;
müdürün problemli öğrencilerin “büyükleri”nden biri tarafından saldırıya uğradığı zaman
olduğu gibi. Okul içindeki iddet ya da uyu turucunun okuldaki ula ılabilirliği Mehmet’in
okuluna has bir sorun olmadığından, okul güvenliği üstünde durulması gereken bir konudur.
Ayrımcılık ve Sosyal Dışlama
Batu sınıfta ya adığı ayrımcılıktan uzunca bahsetti:
61
Baya baya bir yabancılık çektik ilk sene. Çünkü, bizim bir de Türkçemiz fazla
geli memi ti. Orada okulda zaten tek hocayla Türkçe konu uyorsun. Arkada larınla
hepsiyle Kürtçe. Arkada lar konu uyordu hani. Bizimle alay etmi . Köyden gelirken
öyle diyorlar ya. Hani köyden gelmi bilmiyor. Ama kendi içimizde ey dedik, geldik
ama onlardan daha çalı kan olcaz dedik. Ben arkada yine aynı sınıftaydık i te.
Birlikte çalı tık. İlk dönemde te ekkür aldık. İkincisinde takdir aldık. 6. sınıfta ey
olmu tuk ya, hani devamlı okula... 7 ye de devam ettik. Ordan artık öğretmenlerle de
ey olduk. Bir de 8. sınıfta, bir de zaten ba lamı tık. Ondan da te ekkür aldık, takdir, o
da iyi oldu. Bizim sınıfta bir amcaoğlu vardı, bir iki bizim oralı vardı. Yani biz de
kendi aramızda konu uyorduk. Diğerleri iyi diyordu yani, bizimle konu muyorlardı.
Hani bunlar yokmu gibi, bir iki ki i olsaydık belki daha kötü olurdu, biz 4-5 ki iydik,
bir de çalı ıyorduk, hocalarla aramız vardı. Bizimle fazla ey yapmıyorlardı. Ama
arkada lık olsun, fazla bizimle arkada olmuyorlardı. İ te yani ayrımcılık yapıyorlardı,
Kürt-Türk diye. Ordan yani, bazen yani ey, ordan negatif enerji alıyorsun, kendini
kötü hissediyorsun. Bizim orada, yani, erkekle kız eyi vardır. Örneğin,
konu muyorduk. Ama burada, önümüzdeki kızdan bir ey istiyorduk, veriyorduk.
Yani vermiyorduk, niye böyle yani bizde böyle. Yani ey gelenek böyleydi. Onlarla
tam yani böyle alay etmi gibi oluyorlardı. Yani böyle isterken bile seni küçümsemek
istiyorlardı.
Batu benzer tecrübelerinden bahsetmeye devam ediyor ve akıldan çıkmayacak bir soru
soruyor. Bana sokaklarda çalı tığı zamanlardan kalma adli sicilinin öğretmen olmak için
herhangi bir zorluk çıkartıp çıkartmayacağını soruyor:
Su satarken, selpak satarken baya hani polisler geliyor bizi alıyordu adın ne, soyadın
ne, nerelisin. Bizde ey diyoruz örneğin bir meslek seçerken acaba bunlar bizim
üzerimizde olumsuz bir ey olur mu?
Konu mamız boyunca etnik kimlik eksenli konularda; ayrımcılık korkusu, adil olmadığını
dü ündüğü eylere kar ı kızgınlığını ifade ederkenki kısıtlı duyguları ve hakim kültüre dahil
olmak için doğru eyi yapma isteği açıkça hissediliyordu.
Mehmet ayrımcı bir hareketle kar ıla madığını belirtirken ev dı ında Kürtçe
konu mamaya özen gösterdiğini ekliyor. Bunu ailesinin geli tirdiği “basit bir alı kanlık”
olarak tanımlıyor. Her iki genç de Türk arkada ları olmadığını belirttiler. Bu onlar tarafından
“seçilmi ” bir durum olsa dahi yine de hakim kültürden dı lanmanın derecesini
yansıtmaktadır.
62
Mahalle
Hem Mehmet hem de Batu mahallerinde ya amanın tehlikelerine dikkat çektiler.
Diyarbakırlılar ve Bingöllüler arasındaki anla mazlıktan, hırsızlık çetelerinin liderlerini
aramak için gelen polisten ve neredeyse her gün ya anan hırsızlık olaylarından bahsettiler. Bir
öyküde Mehmet gündüz vakti bütün kom ular seyrederken meydana gelen bir hırsızlık olayını
anlattı:
Yani artık öyle bir hırsızlık olmu ki yani sabahın saat 7’sinde ben evden çıkıyorum,
annem camda, karde imle okula gidiyoruz. Adamın biri, sabahın körü abla herkes
yanından geçiyor, adam tırmandı cama çıktı, oradan evin içine girdi, 5-10 dakika sonra
yine çıktı. Herkesin gözünün önünde, hiç kimsenin yani, zaten sen napıyorsun dese,
zaten o adam bitti, kimse bir ey diyemiyor.
Bülbül Mahallesi’nde her iki gencin dikkat çektiği en büyük tehlike silahlara ili kin. Mehmet
kendisi için korktuğunu reddetse de, sokakta oynamak için dı arı çıkan iki küçük karde i için
endi elendiğinden bahsetti.
Her gece silah sesi mutlaka var. Yani ne yaptıkları belli değil bir anda oluyor, bir anda
oradan 5 ki i oradan 10 ki i derken ne olduğu belli değil yani. Bir anda çıksalar...
sabah bile oluyor bazen. Bir eye çok korkum var, karde lerim filan caddeye
çıkıyorlar, sokakta oynuyorlar, onların ba larına bir ey olursa, yani onlardan
korkuyorum.
Uyu turucu da Bülbül Mahallesi’nin bir parçası. Mehmet ve Batu mahalle de varolan
uyu turucu piyasasını ve gençlerin, yeti kinlerin ve hatta bazı kadınların da uyu turucu
kullandığını anlatıyorlar.
Batu mahalledeki gençlere ili kin gözlemleri hakkında detaylı olarak konu tu. Zengin
çocuklar gibi ya ayıp son moda kıyafetleri giyme isteği uyandıran gelir farklılıklarının
mahalle genelinde yarattığı çaresizlik hissinden bahsetti. Batu, fazla para kazanamayacak
olma hissinin yarattığı dü kırıklığının kimilerini hırsızlık çetelerine dahil olmaya kadar
götürdüğünü ifade etti. Batu ve Mehmet’in bu çetelerin reisleri olarak aynı isimleri vermesi
mahallede ne kadar bilindiklerini göstermektedir.
63
Sonuç
Mehmet ve Batu kendileri için doğru kararları verebilmek için bir çok zorluğa göğüs germesi
gereken bir çok açıdan güçlü özellikleri olan gençleri temsil ediyorlar. Ailelerinin içinde
bulunduğu ko ullar onlara hayallerindeki i i sunacak eğitime giden yolda büyük engeller
olu turmaktadır. Her ne kadar Batu ve Mehmet eğitime devam konusunda kararlı olsalar da,
kararlılık bu tip fırsatları değerlendirebilmek için yeterli olmamaktadır. Daha dü ük eğitim
hayalleri ve ba arısı olan gençler 8inci sınıfı bitirmeden okulu kolaylıkla bırakabilmekte ya da
liseye devam için bu kadar mücadelelere girmemeyi seçebilmektedirler. Okullar tek ba larına,
yoksul mahallelerdeki bu çocuklar için vaat edilen refah ortamını sunamamaktadır. Eğitim
sistemi ciddi saldırı altındadır ve artan uyu turucu ve iddet olayları ile ba edebilecek gerekli
kaynaklardan mahrumdur. Gençler kendilerini yalnız ve daha varlıklı ya ıtlarına sunulan
koruyucu mekanizmalardan mahrum bırakılmı hissetmektedirler. sorunlar çok yönlü ve
kronik olduğundan yoksulluk içindeki çocuk ve gençlere yönelik yardım giri imleri öncelikle
gençleri etkileyen ko ulları anlamayı hedeflemelidir.
Türkiye’de, küçük çocukların düzenli sağlık kontrolü ya da çocukların okula devamı
kar ılığında verilen ko ullu nakit transferleri gibi çocuk odaklı sosyal yardım planlarının ve
bunun yanında aileler için asgari ücret planlarının geni letilmesi gerekmektedir. Ayrıca
KNTlerin, verildiği ki ilerin ko ullarını iyile tirici ve güçlendirici bir yapısı olmalıdır. Devlet
okulları aileler üzerindeki harcamaları kısmak amacıyla gerekli mali desteğe sahip olmalıdır.
Okul ve mahalleler çocuklar için en temel sosyalle me alanı olduğundan her ikisinin de sosyal
birliktelik ve uyum yaratacak sosyal politikalarla desteklenmesi gerekmektedir. Çocuğun
parasızlık yüzünden dı lanmaması için okul faaliyetleri ücretsiz olmalı ve bu faaliyetler okul
sisteminin mikro alanı içinde bütünleyici bir görev görmelidir. Yoksul mahalleler için toplum
odaklı sosyal hizmetlerden toplum merkezleri aracılığıyla yararlanabilmelidirler. Okullar ve
toplum merkezleri mahalledeki çocuk ve gençlere iyi hizmet sunmak için ortak hareket
edebilmelidirler. Mahalleye aktarılan kaynaklar gençleri olumlu geli meye yönlendirebilir.
Son olarak, çocuk emeği yasalarının daha güçlü bir ekilde uygulanmalı ve i yerleri çocuk
emeğinin sömürüsüne kar ı denetlenmelidir. Bütün bu deği iklikler yardım giri imi
düzeyindeki çabalarla değil, hak odaklı politikalar çerçevesinde gerçekle melidir.
64
BÖLÜM 3
ARA TIRMA SONUÇLARI
VE
ANALİZLER
ANKET HAZIRLIĞI:
DERİNLEMESİNE GÖRÜ MELER VE FOKÜS GRUPLAR
Anketimizi daha iyi bir ekilde kurgulamak amacıyla öncelikle yerel ve merkezi yönetimde
sosyal hizmetlerden sorumlu idareciler, yoksulluğu ve sosyal dı lanmayı azaltma alanında
çalı an STKlar ve genel olarak sosyal politika alanında çalı an ara tırmacı/akademisyenlerle
derinlemesine görü meler yapmayı ve ikinci olarak da 12 tane (incelenen her ilde iki er tane
olmak üzere) foküs grup çalı ması yürütmeyi uygun gördük.
Derinlemesine görü melerin ilk grubu (yerel ve merkezi yönetimden) idarecilerle,
sosyal politikaların nasıl tanımlandığı, kurgulandığı ve uygulandığını anlamak amaçlı—sosyal
desteğin niteliği, hedef kitlenin belirlenmesi/kategorilendirilmesi ve yapılan yardımların
etkilerinin belirlenmesi gibi konular üzerinde—gerçekle tirildi. Aynı zamanda, bu yardım
mekanizmalarındaki yöneti im boyutuyla da (yani belirli bir [nakit ya da ayni] yardımın farklı
ihtiyaçları olan insanlara nasıl dağıtıldığı ile) ilgilenmekteydik. İkinci grup görü me, sosyal
konular ve sosyal dı lanma üzerine çalı an STK temsilcileriyle yapıldı. STKların aktiviteleri
sokak çocuklarından Alevilere, engellilerden e cinsel haklarına, hüküm giymi ki ilerden
zorunlu göçmenlere, insan haklarından namus cinayetlerine uzanan çok farklı alanları
kapsıyordu. Bu kesimle görü ürken, etkinlik alanlarını, diğer STKlar ve yerel/merkezi
hükümet ile kurdukları ortaklıkların niteliklerini ve yapılmasını istedikleri politika
deği ikliklerini konu tuk. Haliyle, yalnızca (geçmi /bugün/gelecek) hareket planlarına dair
değerli görü ler edinmekle kalmayıp, sosyal dı lanma konusuna çok farklı açılardan (tanım,
sebeplendirme ve çözüm sunma vb. gibi konularda) değinen payda ların varlığını da gördük.
Son olarak, kayıtdı ı ekonomi, istihdam sorunu ve yoksulluğun tezahürlerini bazı
meslekta larımızla tartı ma fırsatımız oldu. Bütün görü meler (ve ayrıca bize sunulan yazılı
malzeme) farklı payda ların ve sosyal yardım alanında çalı an farklı resmi birimlerin
tutumunu anlamada bize fazlasıyla yardımcı oldu ve aynı zamanda ülkedeki sosyal yardımın
niteliğini daha iyi kavramamıza katkı sağladı (yürüttüğümüz derinlemesine görü melerin
listesi bu bölüme ek olarak sunulmu tur).
Yoksulluğa ve sosyal dı lanmaya sebep olan konular üzerine seçilmi
ehirlerin
gecekondu ve kentiçi yoksul bölgelerinde ya ayan ki ilerle toplam 12 foküs grup çalı ması
yürüttük. Muhtemel coğrafi farkları görmek için her ehre gitmeye ve kadın-erkek arasındaki
muhtemel farklıla mayı yakalamak için de biri erkeklerle diğeri kadınlarla olmak üzere her
ilde iki er grupla çalı maya karar verdik (kadın ve erkekleri karı tırmamak için fazladan bir
nedenimiz daha vardı: geçmi tecrübelerimiz dü ük sosyo-ekonomik statüdeki kadın ve
65
erkeklerin bir araya geldikleri zaman rahat ve özgür bir
ekilde konu amadıklarını
göstermi ti). Foküs gruplar profesyonel bir ara tırma irketi tarafından tasarlanmı tır ve
ara tırma ekibi ise moderatör olarak görev almı tır. Ekip ba langıçta ara tırmanın amacını
açıkladıktan sonra kimliklerinin gizli kalacağını garanti etmi tir. Toplamda 39 erkek ve 44
kadın foküs gruplara katılmı tır. Erkekler için ortalama ya 37.5’tur; 5’i mevcut durumda
i sizken, geri kalanı kayıtdı ı sektörde çalı maktadır; 32’si evli ve çocuklu, 4’ü engelli ve
32’si göçmendir. Kadınlar için ortalama ya 34.5’tir; 6’sı henüz evlenmediğinden ailedeki
bebek ya da ya lıların bakımını üstlenmi durumdadır; 12’si evde üretim yapmakta ya da
hizmet sektöründe yarı zamanlı çalı maktadır (temizlik i i çoğunlukla); 3’ü kayıtdı ı
ekonomide çalı makta; 2’si engelli ve 38’i göçmendir.
Konu mayı u ba lıklar eklinde yapılandırdık:
•
•
•
Yoksulluğun tezahürleri, sağlık, eğitim ve ya am ekli üzerindeki etkisi
Engellilerin sorunları
Sosyal dı lanmanın ekonomik olmayan türleri, yani kültürel, politik ve mekansal
•
dı lanmalar
•
Çe itli kamu/özel birimlerinden alınan sosyal destek
•
•
Yoksullukla mücadelede ailelere destek olan sosyal ağlar
Yoksulların ya adıkları sorunlar ve gördükleri yardım, destek açısından göç hikayeleri
(göç etmi olanlar için)
(Kadınlar için) Ev/i /toplum içinde ya adıkları ayrımcılığın niteliği
Her foküs grup yakla ık üç saat sürmü ve konu malar asistanlar tarafından not edilmi tir
(kayıt tutmanın zorlukları önceki foküs grup çalı malarında gözlemlenmi tir; zira ki iler
genellikle oto-sansür ihtiyacı duymaktadırlar). Daha sonra notlar üzerinden gidip bazı
kategorilendirme araçlarıyla (ATLAS yazılımı da dahil olmak üzere) anketimizin soru
modüllerini olu turduk.
Toplantılar esnasında ön plana çıkan hususları u ekilde özetlemek mümkündür:
•
Çok boyutlu bir düzlemde kar ımıza çıkan yoksulluk (ya am ko ulları, çocukların
eğitimi ve sağlık hizmetlerine ula ım gibi), hemen hemen tüm konu maların
odağındaydı. Ayrıca, yoksulluğun dinamik niteliğine dair bir vurgu yapılmaktaydı;
yoksulluk nedeniyle çocuklarının iyi eğitim alamadıkları ve dolayısıyla ilerde onların
bugün
kendilerinin
yapmakta
oldukları
i lerden
daha
iyi
i
imkanlarını
66
yakalayamayacaklarının altı çizilmekteydi. Bu bağlamda, okula gönderilen çocukların
ilave masraf kapısı olduğu (hem ula ım, ders malzemesi ve okulda yemek masrafları
olarak hem de okulca istenen “bağı lar” nedeniyle) ve aynı zamanda okula giden
çocuğun artık evde ya da dı arıda çalı ıp evin bütçesine katkı yapamayacağı ya da
•
evdeki küçük karde lere ve ya lılara bakamayacağı ifade edilmekteydi.
Yukarıda bahsedilen, çocuğun okula gönderilmesinin aile bütçesine yapacağı ilave
masraflar dı ında, okula gönderilen çocukların alacağı eğitimin niteliği hakkında
kötümser olmalarına dair bir dizi neden sıralanmı tır: kimileri mahallelerindeki
okullarda eğitim kalitesinin dü ük olduğundan dem vurmu lar (dolayısıyla
kentçindeki okullar arasında eğitim açısından farklar bulunduğuna i aret etmi ler);
kimileri çocukların düzgün çalı ma ortamlarının olmaması (evlerin küçük ve
kalabalık olduğu mahallelerde kütüphane ve okuma odalarının bulunmayı ı) ve
müfredat dı ı etkinliklerin bulunmaması sebebiyle çocukların verimlerinin dü ük
kaldığını belirtmi ler; kimileri okullarda ve yakınlarında artmakta olan suç
olaylarından kaygılandıklarını söylemi ler; ve kimileri de kız öğrencilerin okula
gönderilmelerinin önündeki kültürel engellerin hâlâ bulunduğunu vurgulamı lardır.
Sonuçta, ekonomik ve diğer bir dizi etmenin yoksul mahallelerde çocukların eğitime
ula malarının önünde engeller olu turduğu vurgulanmı , bunun da yoksulluk-dü ük
•
eğitim-dü ük ücretli i -yoksulluk fasit dairesine neden olduğu belirtilmi tir.
Yoksul mahallelerde ya ayan kesimin en önemli sorununun formel kesimde i
bulamama olduğu dile getirilmi tir. Katılımcılar, kendileri de dahil olmak üzere,
mahallelerindeki büyük çoğunluğun aslında uzun dönemli i siz olmadıklarını ama
dü ük ücretli i lerde, i garantisi ve sigorta olmadan çalı makta olduklarını ifade
etmi lerdir. Tüm katılımcılar için sık i deği tirmenin ya amlarının bir parçası
olduğunu anlıyoruz. Dolayısıyla, bir dönem çalı mayı bir dönem i siz günler
izlemekte ve sonuçta mahalledeki dükkanlara ve ev sahiplerine (ve kimi arkada lara)
borçlanma kaçınılmaz olmaktadır. Ayrıca, katılımcılar, son zamanlarda enformel
kesimde istihdam edilen kaçak yabancı i çi sayısında artı lar olduğunu vurgulayarak,
bu durumun ücretlerin dü mesine neden olduğunu belirtmi lerdir. Enformel kesimde
bile i bulabilmenin sosyal ağlara bağlı olduğu vurgusundan hareketle, ilave bir nokta
zorla göç eden katılımcılarca dile getirilmi tir: Kente geldiklerinde hemen hemen hiç
tanıdıkları olmadığı için i bulma konusunda zor anlar ya anmı tır. Ezcümle, ortaya
çıkan tablo, çalı an ama aynı zamanda yoksulluktan kurtulamayan bir kesimle –
“çalı an yoksul”—görü mekte olduğumuz yönündeydi. Son olarak kimi katılımcılar
67
çalı ma artlarının acımasızlığından dem vurdular—haftada 60 saat çalı ma, güvensiz
•
çalı ma ortamı, ücretlerin ödeneceği konusunda belirsizlik vb.
Son noktayla bağlantılı olarak, katılımcılar aslında (ayni ya da nakdi) yardım
istemediklerini fakat formal kesimde i olanaklarının arttırılmasını talep ettiklerini
tekrar tekrar dile getirmi lerdir—i güvencesi, sosyal güvenlik ve planlarını yaparken
güvenebilecekleri aylık sabit bir gelir. Ekonomik hayatlarındaki belirsizlikler,
•
dolayısıyla, katılımcıların en büyük huzursuzluğu olduğu ortaya çıkmaktadır.
Sağlık hizmetlerine ula mada kar ıla ılan sorunlara neredeyse tüm toplantılarda
değinilmi tir. Kendileri gibi sağlık sigortası olmayan geni bir kesimin ailede bir
ameliyat ya da sürekli bakım gibi bir durumla kar ıla tıklarında çok zor anlar
ya amaya mahkum oldukları dile getirilmi tir. Ayrıca, sigortalı olunduğunda bile
önemli bir ameliyatta (“bıçak parası” adı altında doktorların aldığı kanundı ı paralar
da dahil olmak üzere) yüksek mertebede harcama yapmak zorunda kalındığından dem
•
vurulmu tur.
İlintili bir konu, Ye il Kart için ba vuranların, bu kartın dağıtımı esnasında adil
olunmadığı yollu—yerel yöneticilerin kimi aileleri kayırarak e it davranmadıkları—
kaygılarını dile getirmi olmaları söz konusudur. Zorla göç eden kesim ise, göç
ettikleri yerde bulunan ama halihazırda kullanamadıkları mal varlıklarından (ev/tarla)
dolayı kendilerine Ye il Kart verilmemi olunmasından kaynaklanan rahatsızlıklarını
•
dile getirmi lerdir.
Tüm harcamalar dahil be nüfuslu bir ailenin (anne-baba ve üç çocuk) tüm masraflar
dahil olmak üzere minimum aylık gelir miktarları sorulduğunda, İstanbul’dakiler
yakla ık 1,250 YTL derken, İzmir ve Ankara için rakam yakla ık 1,000 YTL,
Gaziantep ve Adana için yakla ık 850 YTL ve Diyarbakır için yakla ık 650 YTL
ifade edilmi tir. Katılanların çoğu bu meblağı kazanamadıklarını ifade etmi lerdir (ki
•
çoğunun çocuk sayısı da üçten fazladır).
Resmi kurumlardan alınan (ayni ve nakdi) yardımlarla ilgili görü leri sorulduğunda,
katılımcıların çoğu yardımların dağıtımında adil davranılmadığını ve yardımların çok
bölük-pörçük olduğunu belirtmi lerdir. Çoğu katılımcı, ayni ve nakdi olarak yapılan
birçok yardım yerine aylık tek bir ödemenin çok daha fazla tercih edileceğini, zira
hem böylece her hanenin meblağı dilediği alanda kullanabileceğini hem de yardımlar
pe inde ko mak zorunda kalınmayacağını dile getirmi lerdir. STK’lardan yardım
68
alınıp alınmadığı sorulduğunda ise, gelen yardımın önemli nitelikte olmadığı ifade
•
edilmi tir.
Katılımcıların hepsi göç etmi ki iler oldukları için, köylerine dönmeyi dü ünüp
dü ünmedikleri sorulduğunda, gönüllü gelenlerin hepsi artık kentle bütünle mi
oldukları için geri dönmeyi dü ünmediklerini, zorla göç edenler ise, geri dönü için
destek verildiği takdirde, geri dönmeyi tercih edeceklerini ama çocuklarının kentte
•
kalmaktan yana olabileceğini ifade etmi lerdir.
Sosyal ağları tartı ıldığında, katılımcıların çoğu ağların zaman içerisinde gücünü
yitirmekte olduklarını, bunun da giderek daha fazla sayıda ailenin yoksulluk sınırının
altına dü üyor olmalarından dolayı ba kalarına yardım edemez hale gelmeleri
•
nedeniyle doğal kar ılanması gerektiğini vurgulamı lardır.
Engellilerin sorunları tartı ılmaya açıldığında ise, fiziksel engeli olan katılımcıların
tümü, i imkanları, bakım ve destek bakımından yetersizliklerden dolayı ya amlarının
daha da zorla tığını vurgulamı lar ve özellikle de ya adıkları alandaki mekansal
sorunların altını çizmi lerdir. Ayrıca, bu katılımcılar almı
•
oldukları eğitimin
kalitesinden duydukları memnuniyetsizliği dile getirmi lerdir.
Son olarak da, katılımcılara hangi süreçlerde toplumsal olarak dı lanmı hissettikleri
sorulduğunda, hepsi yoksulluğun dı lanma nedeni olduğunu belirtmi lerdir. Ayrıca,
bazıları göç etmi olmanın bir dı lanma sebebi olabileceğini vurgularken, bazıları ise
Kürt kökenli olmanın benzer sorunlar yaratabileceğini eklemi lerdir. İlave olarak,
kimi kadın katılımcılar kültürel olarak toplumdan dı landıklarını belirtirken, birkaç
kadın katılımcı evde ya adıkları iddetten duydukları rahatsızlığı dile getirmi lerdir.
Foküs grup tartı malarının anketin hazırlanmasına verdiği katkılar çok fazladır. Takip eden
sayfalarda anket çalı mamızın sonuçları sunulmaktadır.
69
ANKET SONUÇLARININ SUNUMU
Anketin metodolojisi
Anket çalı masının, bilindiği üzere, Adana, Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, İstanbul ve
İzmir’in yoksul mahallelerinde yapılması istenmi ti. Bu altı kenti toplamda temsil edecek
anket sayımız da (bütçe kısıtımız nedeniyle) 1,800 olarak belirlenmi ti. Dolayısıyla, bizi,
öncelikli olarak, bu rakamın illere dağıtılması ve illerde de anketin yapılacağı yerlerin
belirlenmesi i i beklemekteydi.
Daha önce tartı tığımız üzere, gecekondular ve kentiçi çöküntü alanları hem mekan
(binaların yapı kalitesi/estetiği, elektrik-su-tuvalet vb. sunduğu imkanlar, alan ve hacim) hem
de coğrafya (altyapı sorunları, park/okul/hastane yetersizlikleri, kentin genelinden kopukluk)
olarak olumsuz ya am ko ullarına sahip alanlardır. Ancak, anket çalı mamızın evrenini te kil
eden bu alanların sınırlarına (ve dolayısıyla nüfuslarına) ili kin güvenilir bir
ekilde
kullanılabilecek bilgi, bilindiği üzere, mevcut değildir. Ayrıca, yine Türkiye bağlamında
bilinen bir gerçek, yoksul mahallelerin sınırlarının (eğer bir sınır olu turabiliyorsak) zaman
içerisinde çok deği ken olduğudur. Bu durumda, anketimizin evrenini ad hoc olarak biz
kendimiz belirlemek durumunda kaldık.
Her kent için yoksul mahalleler u ekilde belirlendi:
1. Maliye Bakanlığı’nın her yıl yayınlamakta olduğu “Emlak ve Arsa Rayiç
Bedelleri”nin 2005 yılı verileri üzerinden altı kent için mahalleler anılan değerlere
göre sıralanıp, emlak ve arsa değeri en alt yüzde 25’lik kesimde olan mahalleler
seçildi. Bu seçim ile ilk elek olu turuldu.
2. Altı kent için TÜİK’in hazırlamı olduğu 2000 nüfus sayımı ve 2001 gayri safi yurtiçi
üretim değerlerine göre kent bazında hesaplanmı olan “kent ölçeğinde ki i ba ına
gayri safi yurtiçi hasıla” verileri kullanıldı. Ki i ba ına dü en hasıladan hane ba ına
dü eni hesaplamak için, kent bazındaki hanehalkı büyüklüklerine referansla, Ankara,
İzmir ve İstanbul için iki yeti kin, biri 14 ya üstü olmak üzere iki çocuk, Adana ve
Gaziantep için iki yeti kin, biri 14 ya üstü olmak üzere üç çocuk, Diyarbakır içinse
iki yeti kin, biri 14 ya üstü olmak üzere dört çocuk eklinde aile yapıları varsayılarak
ve EUROSTAT’ın kullandığı “e değerlik ölçeği (adult equivalence scale)”
ağırlıklandırma yöntemi benimsenerek (ilk yeti kin 1 ağırlık, 14 ya üstü 0.5 ağırlık ve
14 ya altı 0.3 ağırlık; dolayısıyla Ankara/İzmir/İstanbul için 2.3, Adana/Gaziantep
için 2.6, Diyarbakır içinse 2.9) kent bazında (ortalama) hane ba ına dü en yıllık hasıla
70
bulunmu
oldu. Bu rakam, kent bazındaki (TÜİK’in hazırladığı) tüketici fiyat
endeksleriyle 2005 yılına ta ındı. Dolayısıyla, elimizde her kent için ortalama bir
hanenin 2005 yılı fiyatlarıyla olu turduğu hasıla rakamları olu tu. Bu rakamların 1/4’ü
hesaplandı. Yoksul mahallelerde ya amın en önemli paydası yoksulluk olduğuna göre,
görü melerin yapılacağı yerlerin hane ba ına ortalama gelirlerinin kent ortalamasının
1/4’ünün altında olmalıdır eklinde bir varsayım yapıldı. Bu seçim ikinci eleğimizi
olu turdu.
3. Seçilmi olan mahalle muhtarları1 telefonla aranılarak, yapılacak bir bilimsel çalı ma
için mahalledeki ortalama bir hanenin yıllık gelirinin ikinci kalemde hesaplanmı olan
rakamın üstünde olup olmadığı soruldu.
4. Muhtarların cevaplarına göre ilk listeden elemeler yapıldı, böylece evrenimizi
olu turan mahalleler belirlenmi oldu.
Yukarda aktarılmı olan yöntemle yoksul kesime ula ılması hedeflenmi tir; böylece hem
gecekondulara hem de kentiçi getto bölgelerine gitmemiz söz konusu olmu tur—gelirin belli
bir meblağın altında olması ko uluyla. Mahallelerdeki haneler arası gelir varyansının ne
olduğunu bilemediğimizden ve ayrıca daha önceki çalı malarımızdan varyansların haneler
arasında
farklıla tığı
yollu
izlenimlerimiz
bulunduğundan,
mahallelerdeki
yoksul
sınıflandırmamıza giren nüfus hakkında güvenilir bir verimiz yoktu. Dolayısıyla da, her
kentteki evrenimizin nüfusuna dair bir tablo çıkartma imkanından yoksun olduğumuzdan,
yolumuza u ekilde devam etmeyi uygun gördük:
1. Elimizdeki 1,800 anketi her kente e it sayıda böldük (300’er).
2. Her kentte, yukarıdaki yöntemle belirlenmi olan mahallelerden rastsal olarak 10 asıl,
1 yedek mahalle seçtik.
3. Her seçilen mahallede e it sayıda, yani 30 tane, anket yapmaya karar verdik.
4. Her mahalle için sokak seçimini rastsal olarak yaptık ve 10 asıl, 3 yedek sokak seçtik.
5. Her sokakta üç görü me yapılmasına karar verdik.
6. Haneye ula ıldığında ise, hanenin geçmi i, geleceği, gelir-gider durumu hakkında
bilgi/söz sahibi olan aile reisi ya da e i/kocası ile görü ülmesinde isabet olduğu
noktasından hareket ettik.
1
Sayfa 29’daki 8 no’lu dipnota bakınız.
71
Hanenin seçiminde ise iki ilave ko ulu uyguladık:
1. Anketimizde görü ülen ki iye yönelik sorular da bulunduğundan, kotalı gitmenin
yararlı olduğunu dü ündük. Toplamda yüzde 50 kadın yüzde 50 erkek ile görü ülmesi
ve yüzde sekiz engelli bulunması eklinde kota uygulamayı seçtik. Engellilik halini,
görü ülecek ki inin kendi beyanına bıraktık. (Türkiye genelinde engellilik oranının
yüzde
12
civarında
deneyimlerimizden
olduğunu
hareketle,
bilmemize
kimi
engelli
rağmen,
ki ilerin
daha
önceki
görü me
anket
yapmak
istemeyeceklerini tahminle, daha dü ük bir oran kotası konduğunda tüm hane bireyleri
dikkate alındığında toplamda yüzde 12 civarına ula ılacağı tahmininden hareket ettik.)
Bu kotaların, mahalle özelinde yüzde 20’lik sapmalar olabileceği esnekliğiyle, her
kent için temin edilmesini art ko tuk. Bu kısıtlar ı ığı altında, sokaklardan hane
seçiminde anketörlerin kendi inisiyatiflerini kullanmalarına izin verdik.
Bir ilave kısıt ise a ağıdaki maddededir. Eğer asıl sokaklardaki hanelerden kısıtlar
sağlanamıyorsa yedek sokaklara gitme imkanı bulunmaktaydı.
2. Bizim yukarıda tartı tığımız yöntemlerle seçilen mahallelerde “adalar” bulunabileceği,
yani zengin kesimin ya adığı hanelerin varlığı, ihtimalini dikkate aldık. Bu durumda
anketörlere yoksulların tipik binalarıyla ve bu binaların bulunduğu mekanla ilgili
kategorik bilgi vermeyi ve bu tanım dı ına çıkan bir haneye gidilmemesi gerektiği
uyarısını yapmayı uygun gördük. Bu çerçevede
a. Bina kalitesi önemli bir parametredir: sıvasız ya da sıvaları dökülmü binalar,
kötü kalite kapı/pencere, estetik kaygı bulunmayan asimetriler vb.
b. Elektrik, telefon, su bağlantılarının düzgün yapılmamı olması
c. Su bağlantısının bulunmaması
d. Tuvaletin evin dı ında olması
e. İlave in aata izin veren açıkta demirlerin bulunması
f. Hanenin bulunduğu mekanın bakımsız, yol/kaldırım/ye illik gibi altyapı
hizmetlerinden yararlanamamı olması
özelliklerinin tümünü ya da bir kısmını ta ıyanlar dı ındaki binaların atlanması
gerektiği anketörlere aktarıldı.
3. Bu kısıtlar altında anketler icra edildikçe anketör süpervizörlerinden anket kotalarını
izleyerek anketörleri yönlendirmeleri istendi.
72
Dolayısıyla, evrenimiz net olarak bilinmediğinden istatistiksel anlamda temsili bir
çalı ma yapılması mümkün olamamı sa da, elden geldiğince farklı mahallelere ve farklı
sokaklara yayılması temin edilerek, olası sapmaların önüne geçilmesi amaçlanmı tır.
Haneye giden anketörler, çalı manın amacını ifade etmi ler, ankete katılmanın gönüllü
olduğunu, istedikleri an anketi sonlandırabileceklerini, verilen cevapların tamamen gizli
tutulacağını aktarmı lar ve bu çerçevede hazırlanmı olan resmi bir yazıyı ibraz etmi lerdir.
Anket esnasında bakıma muhtaç bebek/küçük çocuk dı ında üçüncü bir ki inin bulanmasına
izin verilmemi tir. Yapılan anketlerin 1/4’ü anketörlerden bağımsız bir ekip tarafından
telefonla aranılarak kontrol edilmi , bu kontrolü ya da ankete verilen cevaplar arasındaki
mantık tutarlılığını sağlamayan anketler iptal edilmi tir. Çe itli nedenlerle ankete katılmak
istemediklerini söyleyenlerin sayısı 112’dir; iptal edilen anket sayısı ise 86’dır. İlave olarak
eklenmelidir ki, İstanbul’da bir mahallede bir grup mahallelinin anket çalı ması yapılmasını
istemedikleri yollu tehditleri kar ısında o mahalledeki çalı ma sonlandırılmı ve yedek olarak
seçilen mahalleye gidilmi tir. Bu durum dı ında rapor edilen bir olumsuzluk vuku
bulmamı tır. Bir anket ortalama 40 dakika civarında zaman almı tır.
Anketler 2 ile 19 Kasım 2005 tarihleri arasında icra edilmi tir. Olası iptaller
dü ünüldüğünden, anketlerde hedeflerin biraz üzerine çıkılmı tır. Neticede, toplamda 1,863
anket geçerli olarak onaylanmı tır. Anketlerin yapıldığı kentleri ve geçerli anket sayısını
Harita 1’den izlemek mümkündür.
HARİTA 1- Projenin Yürütüldüğü İller
İstanbul
325
Ankara
303
İzmir
306
Diyarbakır
312
Adana
316
Gaziantep
301
73
Anketin icrası bir profesyonel ara tırma
irketi tarafından yapılmı tır. Anketörlere ve
süpervizörlere Boğaziçi Üniversitesi’nde tüm gün süren bir eğitim verilmi , dikkat edilmesi
gereken hususlar kendilerine aktarılmı tır. Nihai anket formu olu turulmadan evvel, dil, soru
atlama vs hususlarında olası pürüzler temizlenmi tir. Anketörler yöreden seçilmi tir. Anket
yapılacak ki ilerin bazılarının Türkçe bilmeme ihtimali göz önüne alınarak tüm kentlerde ama
özellikle Adana, Diyarbakır ve Gaziantep’te Kürtçe ve Arapça’ya hakim olan anketörlerden
soruların bu dildeki çevirilerini (sözel) olarak yapmaları istenmi tir.
Demografya, Çalı ma Durumu, Ya anılan Evin Özellikleri, Göç
İlk grup sonuçlar görü ülen 1863 ki inin ve hane üyelerinin genel bilgilerini sunmaktadır.
ekil 1 ve 2 ile görü ülen ki ilerin genel demografik bilgileri aktarılmaktadır. Uygulanan
kotalar uyarınca görü ülen ki ilerin kadın-erkek ve engelli-engelsiz ayrımları hedefler
doğrultusunda belirlenmi tir (yarı erkek yarı kadın, yüzde sekiz engelli). Hane reisi ya da
hane hakkında bilgi sahibi ki ilerle görü üldüğünden, bu, çoğu durumda, ebeveynlerle
görü mek anlamına gelmi tir ve bu nedenle de görü ülenlerin ya ortalaması 42 olarak ortaya
çıkmı tır.
EKİL 1: DEMOGRAFYA- Cinsiyet ve Eğitim
Görüşülen kişinin cinsiyeti
Görüşülen kişinin eğitimi
% 27
Okur-yazar değil
Kadın
51%
% 12
Diplomasız okur-yazar
İlkokul
Erkek
49%
% 46
Orta/ilkoğretim
%7
Lise
%7
Üniversite % 1
FY/CY % 1
n=1863
Görüşülen kişilerin yaş ortalaması 41,9’dur.
74
EKİL 2: DEMOGRAFYA- Engellilik Hali
Görüşülen kişinin engel durumu
Engeli yok
92%
Engeli var
8%
Duygusal/ruhsal
engeli var
%5
%2
Görme engeli var
Zihinsel engeli
var
%1
Ortopedik engeli
var
İletişim engeli var
%1
%0
n=1863
Görüşülen kişinin bakım/tedavi ihtiyacı
Bakım/Tedavi
ihtiyacı yok
84%
Bakım/Tedavi
ihtiyacı var
16%
n=1863
Hastalığı
nedeniyle sürekli
bakıma/tedaviye
ihtiyacı var
%9
Yaşlılık nedeniyle
bakıma/tedaviye
ihtiyacı var
%4
Engeli nedeniyle
bakıma/tedaviye
ihtiyacı var
% 4
Engellilerin yakla ık yarısı, tahmin edilebileceği üzere, sürekli bakıma gereksinim
duymaktadır; ancak, bir engel durumu olmamasına rağmen sürekli bakım ya da tedaviye
ihtiyaç duyanlar da dikkate alındığında, sürekli bakım/tedaviye gereksinimi olanların oranı
yüzde 16 mertebesine çıkmakta ve neredeyse görü ülen altı ki iden birinin gereksinim
içerisinde olduğu anla ılmaktadır. Görü ülen ki ilerin eğitim durumları ise Türkiye kent
ortalamalarıyla kar ıla tırıldığında oldukça dü üktür. Okuma-yazma bilmeyenlerin oranı
yüzde 27 (Türkiye kent ortalaması yüzde on mertebesindedir2), hiçbir diploması olmayanların
oranı yüzde 39 civarındadır (Türkiye kent ortalaması yüzde 20mertebesindedir). Lise
bitirenlerin oranı ise yüzde sekiz mertebesindedir (Türkiye kent ortalaması yüzde 17
mertebesindedir). Okur-yazar olmayanların kadın-erkek dağılımına baktığımızda, kadınlarda
oranın yüzde 39, erkeklerde ise yüzde 12 olduğunu görmekteyiz.
2
Burada ve ilerde Türkiye geneline ya da kentlerine dair verilecek bilgilerin anket sonuçlarıyla
karşılaştırılmasının yapılmasında dikkat edilmesi gereken husus, çalışmamızda ağırlıklı bir şekilde ebeveynlerle
görüşülmüş olmasından dolayı yaş ortalamasının Türkiye ortalamasının fevkinde olmasıdır. Oranlar yaş ile
değiştiği ölçüde karşılaştırmalarımızın sağlıklılığı sorgulanmak durumundadır. Aksi belirtilmedikçe, Türkiye ile
ilgili istatistikler TÜİK’ten alınmıştır.
75
EKİL 3A: GÖRÜ ÜLEN Kİ İNİN ÇALI MA DURUMU- Erkekler
% 19
E m ekli
İşsiz-İş arıy or
% 13
% 6
R ahatsızlığınd an d olayı süre kli ola rak ç alışam ıyor
Ç alışm ıyor-iş de a ram ıyor
Ö ğren ci
R ahatsızlığınd an d olayı geçici olarak ç alışam ıyor
%2
%0
%1
Ö zelde /kam uda işçi
% 20
D önem lik-m evsim lik işçi
% 19
E vde veya dışa rıda parça b aşına -gü nd elik işler yapıyor
%7
K üçük-orta es naf
% 6
S eyyar satıcı
Ö zelde /kam uda m em ur
%4
%2
T arım hayvanc ılık
%1
D iğer
%0
n: 922
EKİL 3B: GÖRÜ ÜLEN Kİ İNİN ÇALI MA DURUMU - Kadınlar
% 81
E v k a d ın ı
E m e k li
İ ş s iz - iş a r ıy o r
R a h a t s ız lığ ın d a n d o la y ı s ü r e k li o la r a k ç a lış a m ıy o r
Ç a lış m ıy o r - iş d e a r a m ıy o r
Ö ğ re n c i
R a h a t s ız lığ ın d a n d o la y ı g e ç ic i o la r a k ç a lış m ıy o r
E v d e / d ış a r ıd a p a r ç a b a ş ın a g ü n lü k iş le r y a p ıy o r
Ö z e ld e / k a m u d a iş ç i
D ö n e m lik - m e v s im lik iş ç i
K ü ç ü k - o rta e s n a f
S e y y a r s a t ıc ı
Ö z e ld e / k a m u d a m e m u r
T a r ım h a y v a n c ılık
d iğ e r
%5
%1
%1
%1
%0
%0
%6
%1
%2
%1
%0
%1
%0
n: 941
%0
Çalı ma durumlarına baktığımızda ise ( ekil 3A ve 3B), kadın-erkek bazında önemli farklar
görmekteyiz. Öncelikle vurgulanması gereken husus, görü ülen kadınların ağırlıklı bir oranda
ev kadını olmalarıdır. Bu durumun aynadaki yansıması ise sadece yüzde 11 gibi bir oranda
kadının çalı ma hayatına katılmakta olduğudur. Erkeklere bakıldığında ise yüzde 60
76
mertebesinde bir oranın çalı makta olduğu, i siz olanların ise yüzde 13 civarında bir oran
olu turduklarıdır. Gündelik i lerin hem erkeklerde hem kadınlarda dikkati çeken bir oranda
ortaya çıkmı olduğu bir diğer saptamadır. Bir diğer dikkat çeken husus, ağırlıklı olarak
ebeveynlerle görü ülmü olunduğundan ve zaten üniversiteye devam da çok dü ük seviyede
bulunduğundan, öğrenci oranının yüzde bire bile ula amadığıdır.
EKİL 4: DEMOGRAFYA- Göçmenlik Hali ve Konu ulan Diller
% 95
Türkçe
Y erli/Oralı
34%
Y eni
göçm en
33%
Arapça
Eski
göçmen
33%
% 34
Kürtçe
Batı dilleri
%7
%3
* Y e n i v e e s k i g ö ç m e n liğ in
h e s a p la n m a s ın d a k e n t m e d y a n ı
e s a s a lı n m ış tı r .
n=1863
Görü ülen ki inin ya anılan ilde mi doğup-büyüdüğü yoksa göç mü ettiğine ili kin soruya
verilen cevaplardan yakla ık üçte bir oranındaki kesimin yerli olduğunu anlamaktayız. Göç
edenleri “yeni” ve “eski” göçmenler olarak ayırmada öyle bir yöntem kullanılmı tır: Her
kent bazında göç edenlerin göç etme yılının medyan değeri bulunmu , bu değerin altında
kalanlar eski, üstünde kalanlar ise yeni göçmen olarak tanımlanmı tır. Aynı yakla ım,
çalı manın yapıldığı altı kentin bütünü için de yapılmı tır (medyan göç yılı 1988
bulunmu tur).
Bir ilintili ba lık, konu ulan dile aittir. Görü ülen ki ilerin yüzde be i Türkçe
bilmemektedir, yüzde 34’lük bir kesim Kürtçe, yüzde yedilik bir kesim Arapça, yüzde üçlük
bir kesim ise Batı dillerinden birini ya da bazılarını bilmektedirler; dolayısıyla görü ülen
kesimin kabaca üçte birinin Kürt kökenli olduğunu dü ünebiliriz ( ekil 4).
Hane ile ilgili genel resme dair ortaya çıkan ilk bulgu ( ekil 5) hanehalkı büyüklüğüne
ili kindir. Altı kentte yaptığımız çalı manın ortalaması 4.7 iken (Türkiye kent ortalaması
yakla ık 4.5’tur), bu ortalamanın kentlerden kentlere büyük farklar olu turduğunu
görmekteyiz (Diyarbakır 5.7 iken, İzmir 3.8’dir).
77
EKİL 5: DEMOGRAFYA- Hanehalkı
O r ta la m a h a n e h a lk ı b ü y ü k lü ğ ü
5 ,7
D iy a r b a k ır
5 ,2
G a z ia n t e p
4 ,8
Adana
İs t a n b u l
4 ,3
İz m ir
G enel
O r t a la m a
n=1863
4 ,2
Ankara
3 ,8
4 ,7
Hanehalkı büyüklüğünün haneden ki iye geçerken önem ta ımakta olduğunu
imdilik
vurgulamakla yetinelim. Hanelerin genel ya am ko ullarının belirlenmesinde kullanıla gelen
iki soruyu biz de burada yönelttik ( ekil 6) ve toplamda yüzde 19 hanede tuvaletin ev dı ında
olduğunu ve yüzde 18 hanede akan su bulunmadığını anladık. Ev sahipliği yüzde 40
mertebesinde olup, kira ödeyenlerin oranı ise yüzde 44 civarındadır; geri kalan yüzde 16’lık
bir kesim ise akraba vb. nedenlerden dolayı kira ödememektedir—bu durum, akraba ve dost
ili kilerinin belli bir oranda da olsa devam ettiğine ili kin tekil bir gözlem olu turmaktadır
( ekil 6).
E ya sahipliğine bakıldığında ise ( ekil 7), dikkati çeken oranlar unlardır: Hanelerin
yüzde 59’unda otomatik çama ır makinesi ve yüzde 29’unda Video/VCD oynatıcı varken,
sadece yüzde be inde bilgisayar bulunmaktadır; İnternet bağlantısı ise ailelerin yüzde birinde
bulunmaktadır.3 Bu arada görü tüğümüz ki ilerin yüzde 19’u günde üç öğün yemek yeme
imkanından mahrum olduklarını, yüzde 82’si ise günlük gazete alamadıklarını söylemi lerdir.
3
Sayılan kimi eşyanın kullanımı tüm aileye pratik olarak açık değilse de (örneğin kredi kartı ya da cep telefonu),
bu tür eşyaların hanede bir kişide bile olmasından hanenin diğer üyelerinin de yararlanacağı düşündük.
78
EKİL 6: DEMOGRAFYA- Ya anılan Ev
Y a ş a n ıla n e v in d u r u m u
% 44
K ir a ö d ü y o r u z
% 40
E v k e n d im iz e a it
E v a k r a b a la r ım ız ın ;
k ira ö d e m iy o r u z
E v b a ş k a s ın ın a m a k ira
ö d e m iy o ru z
% 14
% 2
E v in iz in iç in d e a k a n s u s is t e m i v a r m ı?
T u v a le t in iz e v in iç in d e m i?
H a y ır
19%
H a y ır
18%
Evet
81%
E vet
82%
n=1863
EKİL 7: E YA SAHİPLİĞİ
% 96
T e lev iz yon
% 89
B uz do lab ı
E v telefo nu
% 59
O to .çam aş ır m akine si
% 59
% 51
C ep telefo nu
% 49
F ırın
% 35
E v /D aire
% 29
V ideo /V C D player
% 17
K redi kartı
% 9
A rab a
B ulaşık m akine si
B ilgis ayar
T a rla, b ağ, b ah çe
İn tern et
K o m b i/K alo rifer
% 7
% 5
% 4
% 2
% 1
n=1863
79
Hayattan Memnuniyet
Takip eden modül ile (bkz. ekil 8A ve 8B) görü ülen ki inin “hayattan ne derece memnun”
olduğu ve “5 yıl sonraki ya am ko ullarını” ne yönde değerlendirdiği eklinde iki soru
yöneltilmi tir. Bu sorulara verilen cevaplar, doğal olarak, öznel değerlendirmelerdir. Cevaplar
0 ila 10 arasında birer atlayan bir skala üzerinden alınmı olup (bu ve diğer benzer sorularda
deneklere bir cetvel sunulmu ve cevapların nereye tekabül edeceği anlatılmı tır), ekillerde
çe itli kategoriler bağlamında bu sorulara verilen cevapların ortalama değerleri sunulmu tur.4
EKİL 8A: HAYATTAN MEMNUNİYET I
Hayatınızdan ne derece memnunsunuz?
(0: Hiç memnun değilim; 10: Çok memnunum)
4 ,0
E rk e k
4,0
K a d ın
3 ,3
E n g e lli
E n g e lli d e ğ il
4 ,1
4 ,1
Yeni g öçm en
4 ,2
E ski g öçm en
3 ,8
Y e rli/ O ra lı
3 ,6
Adana
4 ,5
A n k a ra
D iy a rb a k ır
G a z ia n te p
3 ,1
3 ,1
5 ,0
İs ta n b u l
İz m ir
4,8
n=1863
G e n e l O rta la m a
4,0
İlk sorunun altı kent genel ortalaması 4 çıkmı tır; 5 değerinin “ne memnunum ne memnun
değilim” eklindeki ortalama değere tekabül ettiği hatırlanacak olursa, çıkan sonuç hafif de
olsa bir memnuniyetsizlik ifadesi olarak yorumlanmalıdır. Kadın/erkek ayrımının
memnuniyet skalasında bir fark yaratmadığını ama engelli olmanın memnuniyetsizliği
arttırdığını görmekteyiz. Yerli/göç etmi ayrımının fazla bir etki yaratması söz konusu
değilken, çarpıcı sonuç bizi kentler arası farkların ayrımında beklemektedir. Diyarbakır ve
Gaziantep 3.1 ortalama ile memnuniyetsizliklerini dile getirirken, İzmir ve İstanbul 5
civarında ortalamalar sunmaktadırlar.
4
Bu iki soruya verilen cevaplarda, ve ilerdeki birçok cevapta, sonuçlar kadın/erkek, engeli var/engeli yok, göç
durumu ve yaşanılan ile göre sunulmuştur. Elbet, başka kategoriler de yaratmak ve yaratılan kategorilerin fark
oluşturup oluşturmadığına bakmak mümkündür. Biz burada en önemli gördüğümüz boyutları ele aldık. Analiz
kısmında kimi cevapların belirleyicilerini daha ayrıntılı değerlendireceğiz.
80
EKİL 8B: HAYATTAN MEMNUNİYET II
5 yıl sonraki hayat ko ullarının değerlendirilmesi
(0: Çok Daha kötü olacak; 10: Çok daha iyi olacak)
4,1
Erkek
4,2
K a d ın
3 ,4
E n g e lli
E n g e lli d e ğ il
4 ,3
Eski göçm en
4 ,1
4 ,2
Y e r li/O r a lı
4 ,2
Yeni göçm en
4,6
Ad a n a
4,2
An k a r a
3,7
3,8
3 ,8
D iy a r b a k ır
G a z ia n te p
İs ta n b u l
İz m ir
4,7
n=1863
4 ,1
G e n e l O r ta la m a
0
0 ,5
1
1 ,5
2
2 ,5
3
3 ,5
4
4 ,5
5
Geleceğe yönelik beklentilerde de ( ekil 8B) durum çok benzer çıkmaktadır. İleriye umut
konusunda genel ortalama 4.1 ile “gelecek kötü olacaktır” ucuna daha yakındır. Bir önceki
soruda ortaya çıkan ayrımlar burada da kendini yenilemektedir.
Bu modülün sunduğu tablonun içini doldurmaya yönelik olarak öncelikle eğitim
ba lığını ele alalım.
Eğitim
Demografya ba lığında konu ulan ki ilerin yüzde 39’unun diplomasız olduğunu söylemi tik.
Hanehalkında altı ya üzerindeki tüm ya ayanları (n=7,509) değerlendirdiğimizde ( ekil 9),
yani evrenimizin ya ortalamasını a ağıya çektiğimizde, ve halihazırda ilkokulda okuyanların
diplomalarını alacaklarını varsaydığımızda, diplomasızların oranı yüzde 26’ya gerilemektedir.
Her ne kadar ilkokul terklerin olacağını reddedemeyeceğimiz için bu oranın artmasını biraz
beklesek bile, yine de orandaki dü ü yüksektir ve bu da eğitim konusunda son yıllarda genç
nesilde yakalamakta olduğumuz pozitif bir adımın atılmı olduğunu bize göstermektedir. Bu
ne denli yeterli bir çabadır, bunu ileride değerlendirmeye alacağız. Ancak, önemli olan nokta,
1863 hanenin altı ya üzeri tüm bireylerini değerlendirdiğimizde bile ortaya çıkan eğitim
durumunun yine de oldukça vahim olduğudur. Ayrıca, bu tablonun kentlere göre tezahürü ise
kentler arası farkların çok geni
olduğunu göstermektedir: Diyarbakır’da görü ülen
81
hanelerdeki altı ya üstü nüfusun yarısından fazlasının (yüzde 51) hiçbir diploması yokken, bu
oran İzmir’de yüzde 12’ye dü mektedir.
EKİL 9: EĞİTİM
6 yaş üzeri hanehalkının eğitim
durumu
% 18
Okur-yazar değil
Okur yazar
Lise öğrencisi
Lise mezunu
% 32
Gaziantep
% 12
% 30
İlkokul mezunu
İlköğretim/ortaokul
mezunu
% 51
Diyarbakır
%8
İlkokul öğrencisi
İlköğretim/ortaokul
öğrencisi
Her ilde okula gitmeyen hanehalkı
üyelerinin oranı
% 23
İstanbul
%9
% 22
Adana
%7
%5
% 14
Ankara
%7
Üniversite öğrencisi
%1
Üniversite mezunu
%1
% 12
İzmir
n=7509
% 26
6 il geneli
Eğitimde cinsiyet boyutu ara tırılması gereken bir diğer önemli konudur. Verilerimizi analiz
ettiğimizde a ağıdaki tabloda yansıyan dağılımı elde etmi olduk.
TABLO 2: EĞİTİMİN CİNSİYET TEMELLİ DAĞILIMI (yüzde olarak)
ERKEK
KADIN
TOPLAM
Okur-yazar değil
10
26
18
Okur-yazar (diplomasız)
9
8
8
İlkokul öğrencisi/mezunu
46
39
42
Ortaokul öğrencisi/mezunu
18
15
16
Lise öğrencisi/mezunu
14
11
12
Üniversite öğrencisi/mezunu
2
2
2
100
100
100
TOPLAM
82
Tablodaki verilerin ifade ettiği gibi, eğitim alanında kadınların oldukça dezavantajlı oldukları
ortaya çıkmaktadır. Görü tüğümüz hanedeki toplam kadınların dörtte birden fazlasının
okuma-yazması bulunmamaktadır.
EKİL 10: EĞİTİM- 7-15 Ya Okulla ma; Çocuğunu Okula Göndermemenin
Ekonomik/Kültürel/Dini Nedenleri
7-15 yaş arasında olup da okula
gitmeyenler için belirtilen sebepler
7-15 yaş arasındaki
çocukların okullaşma oranı
Ev/tarla işlerine
yardım etmesi gereği
Okula
gitmiyor
12%
Okula
gidiyor
88%
%1
n=216
Yakında okul
olmaması
Okuldaki başarısızlık
%6
Okul çağında
çalışmaya başlaması
%6
Kız çocuğu olması
Engelinin
olması/sağlık
sorunları yaşaması
n=1837
%3
Okul masraflarının
karşılanamaması
İlave bir bilgi okula katılım üzerinedir.
% 11
% 14
% 60
ekil 10 (ilköğretim çağındaki) 7-15 ya
grubundakilerin (n=1837) ilköğretim okulla ma oranına bakmaktadır ve yüzde 12’lik bir
oranın (216 çocuğun) okula gitmediği gerçeğini ortaya koymaktadır.
Okula gitmeme nedeni olarak da (ankete cevap verenin perspektifinden bakıldığında)
en ba ta okul masraflarının kar ılanamaması gelmektedir (yüzde 60), buna çocuğun
çalı makta olması ve ev i lerine yardım amacıyla okula gönderilmemesi de eklendiğinde
(yüzde yedi), okula gitmeme nedeninin yakla ık üçte ikisinin ekonomik gerekçeler olduğu
ortaya çıkmaktadır. Engelli olanlara ya da sağlık sorunu bulunanlara uygun eğitim
olanaklarının görü ülen yerlerde yeterince olmaması ya da bu eğitim birimlerine ula ımdaki
zorluklar nedeniyle okula gidememek yüzde 14’lük bir ağırlığa sahiptir. Son yıllardaki
çabalara rağmen kız çocuklarının okula gönderilmemesi, okula göndermeme nedeni olarak
kar ımıza çıkmaya devam etmektedir (kız çocuklarının yakla ık yüzde üçü cinsiyetlerinden
dolayı ilköğretime verilmemektedir).
83
EKİL 11: EĞİTİM- Sorunlar
O k u la g id e n ç o c u k la rın k a rş ıla ş tık la rı s o ru n la r
O k u ld a s o r u n u
yok
35%
S ın ıfın ç o k
k a la b a lık
o lm a s ı
10%
D iğ e r
1%
O k u lu n
uzak
o lm a s ı
5%
E v o r ta m ın ın
ç a lış m a y a
uygun
o lm a m a s ı
12%
O k u lu n
m a s r a flı o lm a s ı
37%
n=2028
Görü ülen hanelerde okula (ilköğretim-lise-üniversite) giden tüm (7 ya üstü) çocukların
(n=2028) okulda kar ıla tıkları sorunları, yine anketi yaptığımız ki inin perspektifinden,
irdelediğimizde ise ( ekil 11), yakla ık üçte ikilik bir kesim çe itli sorunların bulunduğunu
dile getirmi tir: Sorunların olduğunu söyleyenlerin yarıdan fazlası (yüzde 57) okulun masraflı
olmasından ikayet etmektedir (toplamın yüzde 37’si), yakla ık yüzde 18’i ev ortamının
çalı maya uygun olmadığını dile getirmektedir (toplamın yüzde 12’si), yakla ık yüzde 15 ise
sınıfların kalabalık olmasından ikayet etmekte (toplamın yüzde onu) ve yüzde yedi gibi bir
oran da okulun uzak olmasının altını çizmektedir (toplamın yüzde be i). Netice itibariyle,
çocukları okula giden kesimin önemli bir kesimi okulla ilgili sorunlardan muzdariptir ve
burada da iktisadi faktörler ön plana çıkmaktadır.
84
EKİL 12: EĞİTİM- Lise Planları
0 -1 5 ya ş a r a s ın d a o lu p d a o k u la b a ş la m a m ış y a d a o k u la g id e n
ç o c u k la r la ilg ili L İS E p la n la rı
M e s le k lis e s i
o lu rs a o k u tu ru z
L is e o k um a ya c a k ,
e vle n d ire c e ğ iz
% 2
% 2
B ilm iyo ru m
% 9
L is e o k u m a ya c a k ç a lış m a ya
b a ş la m a s ı la zım
Y a tılı lis e o lu rs a
o k u tu ru z
H e r k o ş u ld a
n o rm a l lis e yi
o k u tu ru z
% 9
% 11
n=3072
% 67
Eğitimle ilgili iktisadi kaygıların 0-15 ya arasındaki çocuklar (n=3072) üzerindeki lise
planlarında ön planda olduğunu ekil 12’den izlemekteyiz. Ebeveynlerin 0-15 ya arasındaki
çocuklarının liseye devam etmesi hususundaki planları öğrenilmi ve yakla ık üçte bir
oranındaki ebeveyn, ya çocuklarını liseye göndermeyeceklerini, ya bu konuda ne
yapacaklarını bilmediklerini, ya da göndermelerinin ko ullu olduğunu belirtmi tir: Hanehalkı
genelindeki tüm çocukların yüzde dokuzu aileleri tarafından lisede okutulmayacak ve
çalı tırılacaktır, yüzde dörtlük bir kız çocuğu grubu ise (toplamın yüzde ikisi)
evlendirilecekleri için lisede okutulmayacaktır, yüzde 11’lik bir grup ise ancak yatılı okul
imkanı doğduğunda ve yüzde ikilik bir grup da ancak mesleki lise olursa okuma imkanını
bulabilecektir; yüzde dokuzun durumu ise belirsizdir. Bu sonuçlar da, iktisadi baskının
çocukların eğitimlerine devamı konusunda ta ımakta olduğu önemi çizmektedir.
85
EKİL 13: EĞİTİM- Çocuk İ çiliği
7-15 yaş arasında çocuklardan çalışan var mı?
Evet
6%
n=1837
Hayır
94%
İktisadi baskıların yeni neslin eğitim olanaklarına verdiği tahribatın bir diğer göstergesi de 715 ya grubundaki (n=1837) çocukların yüzde altısının yarı-zamanlı ya da tam-zamanlı olarak
çalı mak zorunda kalmı olmalarıdır ( ekil 13).
Sağlık
Bir sonraki modül sağlık ile ilgilidir. İlk sorumuz, SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı ya da Özel
Sigorta kapsamı dı ında kalan aile bireylerinin oranlarını yakalamayı hedeflemektedir ( ekil
14). Tüm evrenimiz olan 8,673 bireyin yüzde 69’unun herhangi bir sigorta kapsamında
olmadığı, yüzde 33’ünün ise Ye il Kart’ı bulunduğu, dolayısıyla da yüzde 36’sının tamamen
kapsam dı ında olduğu anla ılmaktadır.
86
EKİL 14. SİGORTA DURUMU
Sigortası Olmayanlar Ye il Kartı Olanlar Hiçbir Güvencesi Olmayanlar
% 62
Adana
Ankara
% 22
% 38
% 16
% 22
% 91
Diyarbakır
% 62
% 84
Gaziantep
% 55
İstanbul
İzmir
% 40
% 29
% 36
% 48
% 12
% 36
% 43
%5
% 31
n=8673
% 69
GY
% 33
% 36
Görü ülen hanehalkı mensuplarından üçte bir oranındaki kesimin sağlık güvencesi dı ında
bulunuyor olması üphesiz üzerinde durulması gereken bir husustur. Sigortalılık durumu
çalı mamızın yapıldığı kentler bazında ayrı tırıldığında ise, çarpıcı büyüklükte bir varyans
yakalanmaktadır. Sigortasızların oranı Diyarbakır’da yüzde 91 mertebesindedir, bu oran
İzmir’de yüzde 36’ya dü ebilmektedir. Ye il Kart sahipliği sonrasında ise kentler arası
varyansın dü mü
olduğu anla ılmaktadır. (İlave bir bilgi, zorunlu göçle gelenlerde
sigortasızlık yüzde 79 mertebesinde olduğudur.) Herhangi bir sağlık güvencesi olmayan
kesimin ise sağlıkla ilgili sorunlarını büyük ölçüde kendi imkanlarıyla gidermeye
çalı tıklarını, belediye ya da dini kurulu ların yardımlarının önemli bir oran te kil etmediğini
anlıyoruz ( ekil 15).
87
EKİL 15: SAĞLIK- Sorun Çözüm ekli (çoklu cevap)
S a ğ lık s ig o rta s ı o lm a ya n la rın s a ğ lık s o ru n la rın ı ç ö z m e ş e k li
S a ğ l ı k k u r u m la r ı n a
k e n d i i m k a n l a ı y la
g id e re k
% 88
G e le n e k s e l
y ö n te m le r
% 20
F Y /C Y
% 4
T a n ıd ık d o k t o r h e m ş i r e y a r d ı m ı i le
B e le d iy e n in
y a r d ı m ı y la
D in i k u r u lu ş l a r
y a r d ı m ı y la
% 3
% 2
% 1
Ameliyat, özellikle üzerinde çalı ılan kesim açısından ciddi mali külfetler getirebilen ve
belirsizlik öğesi ta ıyan bir sorundur. Son iki yıl içerisinde en az bir aile ferdinin ameliyat
olması gereken hanelerin toplam oranının yüzde 22 olması bize bu konuda sorunun çerçevesi
hakkında genel bir fikir vermektedir.5
Engellilik/Bakıma Muhtaçlık
Kısmen sağlık konusuyla bağlantılı bir diğer ba lık engellilere/bakıma muhtaçlara yönelik
hizmetlerin değerlendirilmesidir ve bu konuya be
soruluk bir modülle yakla ılmaya
çalı ılmı tır. Burada hanehalkı bireyleri içerisinde engeli olan/bakıma muhtaç olan herkesin
dü ünülmesi istenmi tir (ve elbette görü ülen ki inin kendisinin engeli olması/bakıma muhtaç
olması durumunda kendisi de değerlendirilmeye alınmı tır). Dolayısıyla, görü ülen ki i
engelli/bakıma muhtaç ise ve/veya ailede böyle en az bir ki i varsa, bu modül sorulmu tur. Bu
tanımlamaya uyan toplamda 706 hane bulunmaktadır (ancak, kimi hanelerde birden fazla
engelli/bakıma muhtaç ki i bulunduğundan, bu rakam 970’e yükselmektedir).6
5
Sağlık sigortası olanların da olmayanların da ameliyat esnasında karşılaşabildikleri bir sorun, doktorun “bıçak
parası” adı altında ek ödeme talep etmesi ve bu parayı almadığı durumda da ameliyatı gerçekleştirmemesidir.
Ameliyat için başvuranların yüzde 46’sından bıçak parası istendiği anlaşılmıştır. Bıçak parası istenenlerin
yaklaşık yüzde 70’i bu parayı ödediğini (bu “alışverişte” senet de kullanıldığını anlaşılmaktadır), yüzde 22 gibi
bir oranın ise ödeyemedikleri için ameliyatı yaptıramadıklarını anlamaktayız.
6
Tüm engelliler/bakıma muhtaçlar dikkate alındığında %47’sinin kadın geri kalan %53’ünün erkek olduğunu
(normalize edilmiş rakamlar) görmekteyiz. Yas dağılımlarına baktığımızda ise, 20 yaş altında %23, 20 üstü-40
altı grubunda %26, 40 üstü-60 altı grubunda %25 ve 60 üstünde ise %26 bulmaktayız ki, bu oranların 2002 ülke
sathında yapılan engelli anketi sonuçlarıyla yakın olması söz konusudur.
88
EKİL 16: ENGELLİLERE /BAKIMA MUHTAÇLARA YÖNELİK HİZMETLER I
H a n e d e k i e n g e llile rin /b a k ım a m u h ta ç la rın s o n 2 yıl iç in d e ya ra rla n d ık la rı
h iz m e tle r
İs tih d a m
o la n a k la r ı
R e h a b ilita s y o n
h iz m e tle r i
A y n i, n a k d i
y a r d ım
C evap
y o k /B ilm iy o r
% 0
% 1
% 4
% 5
B a k ım /te d a v i
h iz m e tle r i
% 8
Ö z ü r lü m a a ş ı
Y a r a r la n m a k
is te m iy o r u z
% 11
% 2
n=706
% 68
Y a r a r la n m ıy o r u z
İlk soruya verilen cevaplardan ( ekil 16) yüzde 68’lik bir oranın son iki yıl içerisinde
engellilere/bakıma muhtaçlara yönelik hizmetlerden yararlanmamı olduklarını anlamaktayız.
“Yararlanmak istememek” ayrı bir cevap
ıkkı olarak yer aldığından, yüzde 68 oranı
hizmetlerin sunumunda (rehabilitasyon ve istihdam olanaklarının sunulması konularında
yoğunla tığını tahmin ettiğimiz) sorunların olduğuna i aret etmektedir. Hizmetinden
yararlanılan kurumlara bakıldığında ise (hizmetin niteliğinden bağımsız olarak) yüzde altı ar
oranla dini kurulu ları ve STKları, yüzde 11’lik oranla yerel yönetimleri ve yakla ık yüzde
82’lik bir oranla kamu kurumlarını (İ KUR’un oranı genel içinde yüzde üçle sınırlıdır)
görmekteyiz ( ekil 17).
Bir dizi sosyal etkinliğin yapılmasında sorun ya anıp ya anmadığına ili kin soruya
verilen cevaplardan engelli/bakıma muhtaç kesimin yarısından fazlasının (yüzde 57) alı veri e
çıkma, ev dı ına (düğün, ziyaret vb. nedenlerle) gitme, tatil/piknik yapma ve
sinemaya/tiyatroya/konsere gitme konularında zorluklarla kar ıla mı
olduklarını ve bu
etkinliklere bu yüzden katılamadıklarını öğrenmekteyiz. Ayrıca, engellerinden/bakıma muhtaç
olmaklıklarından ötürü, yüzde 11’lik bir kesimin, bir yere alınmak istenmediğini, yani içeri
sokulmadığını, yüzde sekizlik bir kesimin de hizmet taleplerinin reddedildiğini anlamaktayız.
Bu iki sorudan, hem bu kesime yönelik hizmetlerin arzında ciddi sorunların ya andığını hem
de toplum nezdinde gereken hassasiyetin yaygın olmadığını anlıyoruz ( ekil 18).
89
EKİL 17: ENGELLİLERE /BAKIMA MUHTAÇLARA YÖNELİK HİZMETLER II
(H iz m e t a la n la r ) H a n g i k u r u m la rd a n h iz m e t a lıy o r ?
E m e k li S a n d ığ ı
D iğ e r
T ü rk iye İş
K u ru m u (IS K U R )
% 2
% 3
% 3
C e v a p yo k /B ilm iy o r
% 6
D in i k u ru lu ş la r
% 6
Y a rd ım d e rn e k le riv a k ıf-fe d e ra s y o n la r ı
% 6
M u h ta rla r
Y e r e l Y ö n e tim le r
% 8
% 11
% 23
S Y D F / V a lilik
n=217
% 46
S a ğ lık B a k a n lığ ı
EKİL 18: ENGELLİLER/BAKIMA MUHTAÇLAR-Ya anan Günlük Sorunlar
E n g e llile r ş u s o ru n la rla ka rşıla ş tı
m ı?
H a n e d e ki e n g e llile rin /ba k ım a m u h taç la rın
ya p m a yı is te yip d e ya p a m a d ık la rı o ld u m u?
% 43
Sıkıntı olmadı
Sinemaya/konsere/tiyatroya
gitmek
Tatile/pikniğe gitmek
Dışarıya/düğüne/akraba
ziyaretine/ lokantaya
gitmek
Alışverişe çıkmak
Bir yere
alınm ak/içeri
sokulm ak
istenm em esi
% 21
% 11
% 25
% 36
Hizm et verilm ek
istenm em esi
%8
% 39
n=706
Sonuçta, engellilere/bakıma muhtaç olanlara yönelik hizmetlerin 0-10 skalasında (0, hiç
yeterli değil; 10, tamamen yeterli) değerlendirmesini 706 haneden istediğimizde, genel
ortalama olarak elde ettiğimiz 2.1 değerinin a ırtıcı olmaması gerekiyor ( ekil 19).
90
EKİL 19: ENGELLİLERE/BAKIMA MUHTAÇLARA YÖNELİK HİZMETLERİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
(0: Hiç yeterli değil; 10: Fazlasıyla yeterli)
1,9
E rkek
2,3
K a d ın
n=706
2,1
2,2
K e n d is i E n g e lli
K e n d is i E n g e lli D e ğ il
1,9
Yeni göçm en
2,1
Eski göçm en
2,3
Y e r li/O r a lı
2,7
Ad an a
3,1
An kara
1 ,3
1,2
D iy a r b a k ır
G a z ia n te p
1,5
İs ta n b u l
İz m ir
2 ,5
2,1
G e n e l O r ta la m a
0
0 ,5
1
1 ,5
2
2 ,5
3
3 ,5
Verilen cevaplarda kentler arası varyansın da yüksek olduğunu görmekteyiz ki (Gaziantep 1.2
bir uçta, Ankara 3.1 ile diğer uçta), bu daha önceki bulgularla paralellik içermektedir.
Cevaplayan kesimin alt kategorilerine baktığımızda, kuvvetli bir fark olmamakla beraber,
kent yerlisinin eski göçmene, eski göçmenin de yeniye oranla daha az memnuniyetsiz olduğu
anla ılmaktadır (kentte uzun süre bulunmanın/aile bağlarının eskiye gitmesinin çözüm
yollarına daha kolay ula mayı beraberinde getirmi olması söz konusu olabilir). Cevaplayan
ki inin engelli/bakıma muhtaç olup olmaması, cevaplarda farklıla ma yaratmamaktadır;
ancak, fark yüksek olmasa da, kadınların ortalamalarının erkeklerden yüksek olması ilginçtir
(kadınların,
engellilere/bakıma
muhtaçlara
sunulabilen
hizmetlerin
çapı
konusunda
erkeklerden daha az bilgili olma ihtimali, kadınların erkeklere göre dı dünyayla daha az
irtibat kurma imkanları bulunmasından kaynaklanıyor olabilir).
Göç
Takip eden modül göç ile ilgili dokuz sorudan olu maktadır. Göçün, dı lanma sorunsalı
açısından önemli bir parametre te kil edebileceği noktasından hareketle, göç ba lığı üzerinde
ayrıntılı olarak durulmak istenmi tir. Öncelikle ekil 20’den göç edenlerin kendilerinin mi
yoksa ailelerinin mi göç etmi olduğunu öğrenmekteyiz: Konu tuğumuz kesimin yüzde
34’ünün kent yerlisi olduğunu demografik bilgileri sunarken belirtmi tik; göç edenlerin yüzde
91
16’sının ailelerinin göçü sonucunda ya anılan kente gelmi olduklarını, geri kalan kesimin ise
bizzat kendilerinin göç etmi olduklarını anlıyoruz. Görü melerin yapıldığı kentlerdeki göç
etme konusundaki dağılımların farklılıklar göstermekte olduğuna i aret etmek isteriz; bu
durum kentlerin farklı oranlarda göç almı
olmasından kaynaklanabileceği gibi, bizim
görü ülecek ki ilerin seçiminde uygulamı olduğumuz seçim yönteminden de kaynaklanabilir.
EKİL 20: GÖÇ
G ö r ü ş ü l e n k i ş i n in g ö ç h i k a y e s i
% 32
Adana
% 12
% 55
% 65
A n kara
% 43
D iy a r b a k ır
% 8
% 5
% 52
% 74
G a z ia n te p
İs ta n b u l
% 12
% 70
İz m ir
% 51
% 16
% 10
% 56
G enel Yüzde
0%
25%
% 27
% 14
% 40
% 11
50%
% 14
% 34
75%
100%
n=1863
K e n d is i G ö ç E d e n le r
K e n tin y e r lis i o la n la r
A ile s i/E ş i G ö ç e d e n le r
Göç nedenlerine baktığımızda ise ( ekil 21), doğrudan ve dolaylı iktisadi nedenlerin ağırlıklı
bir oranda yer almakta olduğunu (para kazanılamaması ve eğitim/sağlık olanaklarının
yetersizliği) görmekteyiz. Zorunlu göç ve can güvenliğinin olmamasından dolayı göç
edenlerin oranının yüzde 13 mertebesinde olduğunu anlamaktayız. Göç nedenleri arasında
beklendiği üzere evlilikler de bulunmaktadır. Göç edilen yerin seçiminde ise i olanaklarının
ve akraba/yakınlar/tanıdıklar olmasının en belirleyici sebepler olarak ortaya çıkması ( ekil
21)
a ırtıcı olmasa gerek (çoklu cevap alındığından oranların toplamı yüzde 100’ün
üzerindedir).
92
Göç Nedenleri
Can güvenliğinin olmaması
EKİL 21 GÖÇ NEDENLERİ VE COĞRAFYA SEÇİMİ
Göç Edilen Yerin Seçilme Nedenleri
%7
Zorunlu göç
%8
Devletin yer
göstermesi
%1
Güvenlik
%9
n=1234
Evlilik
% 12
Eğitim olanaklarının yetersizliği
% 14
% 75
% 20
Memlekete yakın
olması
%4
% 14
Akrabalar-yakınlartanıdıklar olması
Para kazanılamıyordu
%0
%2
%5
Diğer
Sağlık olanaklarının yetersizliği
Diğer
% 40
% 60
% 54
İş olanaklarının
diğer yerlere göre
daha çok olması
% 68
% 80
Zorunlu göç edenlerin (ki yüzde olarak ağırlıklı olarak Diyarbakır’da bulunmaktadırlar) “hak
kayıpları” için adli mercilere ba vurup ba vurmadıkları incelendiğinde beklenenden daha az
oranda (yüzde 26) bir kesimin ba vuru yapmı olduğunu görmekteyiz ( ekil 22). Ba vuruların
yarıdan fazlasının henüz sonuçlanmamı olduğu, olumlu sonuçlananların ise yüzde 22’lik bir
mertebede olduğunu görmekteyiz.
EKİL 22: GÖÇ- Zorunlu Göç
Z o r u n lu g ö ç e d e n le r g ö ç
s o n r a s ın d a h a k k a y ıp la r ı iç in
b a ş v u r d u m u ? S o n u c u n e o ld u ?
Z o r u n lu g ö ç e d e n le r
1
Adana
Ankara
1
47
Diyarbakır
3
G aziantep
İstanbul
H a yır
b aş vu rm ad ık
74%
Evet
b a ş vu rd u k
26%
O lu m s u z
9%
0
İzmir
8
G enel Yüzde
8
Henüz
s o n u ç la n m a d ı
59%
n=95
O lu m lu
22%
B ilm iy o r
10%
93
Göç sonrasında yardım alınıp alınmamı olmasının, kente geli sonrası sıkıntıları hafifletmede
önemli bir rol oynayabileceği noktasından hareketle
•
•
Ev bulma/tutma
•
Çocukların okula kaydettirilmesi
•
Gıda yardımı
•
Aileden birine i bulma
•
Doktor bulma/sağlık kurumu ayarlama
•
Yakacak yardımı
Maddi destek
konularında yardım alınıp alınmadığını ve eğer yardım alındıysa bu yardımın
•
•
Akrabalar
•
Muhtarlık
•
Kom ular/tanıdıklar
•
Belediye
Dernek/vakıf
kanallarından hangisi üzerinden geldiği anla ılmaya çalı ılmı tır (Tablo 3A ve 3B).
TABLO 3A: YARDIMA İHTİYAÇ OLDU MU? OLDUYSA NEREDEN, NE KADAR ALINDI?
İhtiyaç
yoktu
İhtiyaç
vardı
ama
yardım
istenmedi
Az yardım
alındı
Çok
yardım
alındı
Bilmiyor/
Cevap
yok
Ev Bulma/Tutma
16,8
62,6
14,2
4,7
1,8
Aileden Birine İş Bulma
18,9
66,5
10,1
2,4
2,1
Çocukların Okula Kayıt
Ettirilmesi
27,8
64,2
5,7
0,7
1,6
Doktor Bulma/Sağlık
Kurumu Ayarlama
25,0
65,5
6,6
1,0
1,9
Gıda Yardımı
21,6
65,7
8,9
1,8
1,9
Yakacak Yardımı
21,2
66,1
9,2
1,7
1,9
Maddi Destek
20,4
69,7
6,4
1,4
2,1
94
TABLO 3B: ALINAN YARDIMLAR: KİM HANGİ ALANDA YARDIM ETTİ?
TOPLAM
Okula
Kayıt
Doktor/
Sağlık
Kurumu
Ayarlama
Gıda
Yardımı
Yakacak
Yardımı
Maddi
Destek
21
9
9
9
8
11
100
28
22
11
13
12
6
9
100
Muhtarlık
15
3
10
12
15
35
10
100
Belediye
3
2
6
10
38
31
11
100
Dernek, vakıf
36
2
0
2
24
24
12
100
Alınan
Yardım %
Ev
Bulma/
Tutma
İş
Bulma
Akrabalar
33
Komşular,
tanıdıklar
Sonuçlar, öncelikle, sıralanan konular bağlamında yüzde 20 civarında bir kesimin desteğe
ihtiyaç duymamı olduğunu göstermektedir.7 Yüzde 60-70 arasında deği en bir kesim ise ya
reddedileceği kaygısıyla hiç talepte bulunmadıklarını ya da talepte bulunmalarına kar ın
reddedildiklerini ifade etmi lerdir. Yüzde 19 ila yüzde yedi oranlarında ise destek alınmı
olduğu anla ılmaktadır (en fazla ev bulma/tutma, en az ise maddi destek alanında olmak
üzere).
Hangi desteğin hangi kanallardan geldiğine baktığımızda ve en önemli üç destek
alanına dikkatimizi çevirdiğimizde (Tablo 3B’de koyu yazılmı
rakamlar), akrabaların,
sırasıyla, ev bulma/tutma, i bulma ve maddi destek konularında; kom ular/tanıdıkların,
sırasıyla, ev bulma/tutma, i
bulma ve doktor/sağlık yardımı ayarlama konularında;
muhtarlığın, sırasıyla, yakacak yardımı, gıda yardımı ve ev bulma/tutma konularında;
belediyenin, sırasıyla, gıda yardımı, yakacak yardımı ve maddi destek sağlamada; ve nihayet
dernek/vakıfların ev bulma/tutma, gıda ve yakacak yardımları konularında destek vermi
olmaları söz konusudur.8
7
Bu oran zorunlu göç edenlerde, çoğu durumda, düşme göstermektedir.
Cevaplardan taleplerin az da olsa karşılandığını ve reddedilmediğini anlıyoruz. İhtiyaca rağmen
başvurmamanın gerisinde birçok neden olabilir tabii—onur duygusu, yardımın kimden ne şekilde isteneceğinin
bilinmemesi, istenmesi durumunda red alınacağının tahmin edilmesi akla gelen ilk nedenlerdir.
8
95
EKİL 23: GÖÇ- Göç Sonrası Ekonomik Durumun Değerlendirilmesi
(0: Çok daha kötü oldu; 10: Çok daha iyi oldu)
5,2
Erkek
5,0
Kadın
4,8
Engelli
5,1
Engelli Değil
4,7
Yeni göçmen
5,4
Eski göçmen
5,5
Adana
Ankara
5,9
2,6
Diyarbakır
4,4
Gaziantep
İstanbul
5,8
5,5
İzmir
n=1234
5,1
Genel Ortalama
0
1
2
3
4
5
6
Göç sonrası hanehalkının ekonomik durumunun ve aile içi ili kilerinin değerlendirilmesi
istenmi tir ( ekil 23 ve 24). 0-10 skalasında (0, çok daha kötü oldu; 10, çok daha iyi oldu)
alınan cevapların ortalamalarına bakıldığında, ekonomik durumun genel ortalama anlamında
ne iyi ne kötü oldu değerine (5) çok yakın çıkmı olduğunu görmekteyiz. Gruplar içi
farklıla malara baktığımızda ise, cinsiyet ve engellilik temelindeki farkların yüksek
olmadığını görmekteyiz. Göç durumuna baktığımızda, yeni göçmenlerin eskilerle aralarındaki
farkın (4.7 ile 5.4) dikkati çeken bir seviyede olduğu anla ılmaktadır (zorunlu göç edenlerin
ortalaması ise 2.4’tür). Fakat, asıl ayrım, kentler arasında ortaya çıkmaktadır. Diyarbakır’da
2.6’ya inen ortalama Ankara’da 5.9’a çıkmaktadır (zorunlu göçün en fazla Diyarbakır’da
çıktığını [tüm zorunlu göçün yüzde 73’ü] ve zorunlu göçle gelenlerin ortalama puanının çok
dü ük olduğunu hatırladığımızda bu beklenen bir sonuçtur).
96
EKİL 24: GÖÇ SONRASINDA AİLE İÇİ İLİ KİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
(0: Çok daha kötü oldu; 10: Çok daha iyi oldu)
Erkek
6,1
Kadın
6,1
5,7
Engelli
6,2
Engelli Değil
6,0
Yeni göçmen
6,2
Eski göçmen
5,9
Adana
Ankara
6,5
3,8
Diyarbakır
7,0
Gaziantep
İstanbul
6,5
6,1
İzmir
n=1234
6,1
Genel Ortalama
0
1
2
3
4
5
6
7
Bu sonuçlar, biraz daha olumlu olmak kaydıyla, aile içi ili kilerin değerlendirilmesinde
tekrarlanmaktadır. (Burada da Diyarbakır’ın puanı çok dü üktür ve bu durumda da zorunlu
göçle gelenlerin ortalama puanı olan 3.7’nin Diyarbakır’daki ortalamayı dü ürmektedir.)
Gelir-Destek
Takip eden modül, hanehalkının geliriyle ilgili sorulardan olu maktadır. Öncelikle, son iki
yılda hane gelirinin tamamını ya da çoğunu sağlayan ki inin i siz kalıp kalmadığı, kaldıysa bu
dönemde hanenin geçimini nasıl sağladığı öğrenilmek istenmi tir ( ekil 25).
97
EKİL 25: GELİR
S o n 2 yıld a h a n e g e lirin in tam a m ın ı
ya d a ç o ğ u n u s a ğ la ya n k iş in in
to p la m d a n e k a d a r iş s iz k a ld ığ ın ı
s ö yle r m is in iz ?
2-6 ay
Diğer
%4
Kira-faiz gelirimiz
vardı
%4
% 19
13 aydan fazla
7-12 ay
S o n 2 yıld a b ir a y ya d a d a h a u z u n
s ü re ile h a n e d e n k im s e n in
ç a lış m a d ığ ı o ld u m u ? O ld u ys a n as ıl
ç ö z ü m b u lu n d u ? (ço k lu c e va p )
Vakıf-dernek-muhtarbelediye vs. yardımı
geldi
% 9
Mal sattık
% 17
Birikmiş paramız
v ardı
2 aydan az
%8
% 20
% 23
Eş-dost-akraba
yardım etti
Hiç
%6
% 37
% 32
Hayır olmadı
% 42
n=1863
Üçte iki oranında hanenin temel iktisadi faaliyette olan ki inin son iki yıl içerisinde i siz
kaldığını ifade etmi olması söz konusudur—ki yüzde 28 gibi bir oranda i siz kalma süresi 7
ay ve üzerindedir. Zorunlu göçle gelenler kümesine bakıldığında ise, yüzde 89’luk bir oranda
i siz kalmak söz konusu olmu tur, 7 ay ve üzerinde i siz kalınma oranı ise yüzde 62’dir.
Bağlantılı soru son iki yıl içerisinde bir ay ya da daha uzun bir süre ile haneden kimsenin
çalı madığı bir durum olup olmadığına ve i siz kalındığı durumda ne yapıldığına ili kindir.
Yarıdan fazlasının (yüzde 58) böyle bir durumla kar ı kar ıya bulundukları ve bu kesimin
yakla ık üçte iki oranındakilerin de e -dost-akraba yardımı aldıklarını görmekteyiz. Bu durum
da, sosyal ağların gücünün devam ettiğine dair bir i aret vermektedir. Ama, bu durumda
olanlardan yakla ık yüzde 14’lük bir kesim mal satmak zorunda kaldıklarını, yüzde 34’lük bir
kesim de birikmi paralarını kullanmak durumunda kaldıklarını ifade etmi lerdir. Belediye,
muhtarlık, vakıf, dernek gibi dı destek alan ailelerin oranı ise yüzde on civarındadır. İlave bir
bilgi olarak, zorunlu göçle gelenlere bakıldığında ise, son iki yıl içerisinde haneden kimsenin
çalı maması durumunun yüzde 84 oranında tezahür ettiğini anlıyoruz. Özetle, i siz kalmanın
yoksul bölgelerde çok ciddi bir sorun olduğunu (bu durumun zorunlu göçle gelenlerde
katmerle erek arttığını) ve i siz kalınan süre zarfında geçinebilmek için tanıdık/akraba gibi
toplumsal ağlara büyük ölçüde dayanıldığını görmekteyiz. Eğer bu tür ağlar zaman içerisinde
zayıflamaktaysa, böylesi ko ullardaki ailelerin ciddi sorunlarla kar ı kar ıya bulunma
ihtimalleri artacak demektir.
98
EKİL 26: GELİR- Hanenizin düzenli bir geliri var mı?
% 47
Engelli
% 45
Engelli değil
% 38
Yeni göçmen
% 55
Eski göçmen
Yerli/Oralı
% 46
Adana
% 45
% 71
Ankara
Diyarbakır
Gaziantep
%9
% 16
İstanbul
% 63
% 71
İzmir
Genel Yüzde
% 46
n=1863
Takip eden sorulara verilen cevaplar yukarıdaki resmi tamamlamaktadır. İlk soru ( ekil 26)
hanenin düzenli geliri olup olmadığını sorgulamaktadır. Genel ortalamaya baktığımızda tüm
hanelerin yüzde 54’ünde düzenli bir gelir olmadığı anla ılmaktadır; bu oranın Diyarbakır ve
Gaziantep’te, sırasıyla, yüzde 91 ve 84’lere çıkması söz konusudur. Görü ülen ki inin engelli
olup olmaması düzenli gelir konusunda bir fark yaratmazken (engellilik hali çalı amamayı
beraberinde getirecektir ama aynı zamanda engelli maa ı alınabilmesine imkan sağlayacaktır),
ilginç bir durum eski göçmenlerden düzenli gelire sahip olanların oranının yerli kesime göre
daha fazla olmasıdır. Yerli kesimin kentin imkanlarından yeterince yararlanamamı , bir
anlamda fırsatları yeterince değerlendirememi ken, eski göç edenlerin imkanları iyi
kovalamı ve fırsatları kullanabilmi oldukları yollu bir yorum akla gelmektedir; benzer bir
ekilde, yeni göç edenlerin (tabii aralarında zorunlu göç edenler de bulunmaktadır) kente
geldiklerinde daha azalmı imkanlarla kar ıla mı oldukları dü ünülebilir.
Buradan gelinen nokta hane ba ına kar ılık gelen giderin ölçülmesidir. Hanehalkının
aylık toplam gelirini öğrenmeye çalı mak yerine (cevaplayan ki i gelir kaynaklarının hepsini
hatırlayamayabilir, haneye ayni yardımlar geliyor olabilir ve bunların parasal kar ılığı kolay
hesaplanamayabilir vb.) hanenin aylık giderini sormayı tercih ettik. Akabinde de aynı kentteki
benzer bir hanenin “asgari net aylık geliri”ni belirtmesini istedik.
99
EKİL 27A: GELİR VE HARCAMA- Hane ba ı/aylık
H a n e n in a ylık to p la m g id e ri (Y T L ) n e k a d a r- A yn ı k e n tte y a ş a ya n b e n z e r
b ir h a n e n in a s g a ri n e k a d a r a ylık g e liri o lm a lı (Y T L )?
Adana
923
517
Ankara
1095
543
D iyarbakır
811
313
G azian tep
724
465
İstan b ul
1159
631
İzm ir
1011
543
G en el o rt.
956
503
0
2 00
40 0
Aylık gider
Rakamlar, kent bazında,
60 0
8 00
1 00 0
12 00
İdea l gelir
n=1863
ekil 27A’da sunulmu tur. İki saptama çok net bir
ekilde
yapılabilir: İlki, ifade edilen giderin dü ünülen asgari gelirin kabaca yarısına tekabül etmesidir
(genel ortalama, giderde 503 YTL, asgari gelirde 956 YTL’dir); ikincisi, gerek gider gerek
asgari gelir miktarlarında kent ortalamalarının önemli farklarla birbirinden ayrı masıdır.
Örneğin, Diyarbakır gider ortalaması 313 YTL iken, İstanbul’unki 631 YTL’ye tekabül
etmektedir. Bu rakamların kar ıla tırılmasında iki hususa dikkat edilmesi gerekmektedir.
Birincisi, kentler arasında satın alım gücü (SAG) bakımından farklar bulunmaktadır; aynı
malzemeyle dolu bir sepeti farklı kentlerde farklı miktarlara satın alabilirsiniz. İkincisi ise,
hanelerin büyüklüğünün kentten kente farklıla ma göstermekte olduğu hatırlandığında
(demografyada aktarmı olduğumuz üzere), aynı miktar meblağın farklı büyüklükte olan
ailelerde farklı etkileri olduğudur. Bu iki sorunu çözebilmek için veriler üzerinde çalı tık.
Öncelikle kentler arası satın alım gücünün etkisini filtrelemek için kent bazında satın alma
gücü endeksini kullanarak tüm altı kentteki miktarı aynı baza çektik.9 Akabinde de hanehalkı
büyüklüklerinin kentler arasında farklar yaratmamaları için elimizdeki rakamları hane
ba ından ki i ba ına dönü türdük. Bu i lemi yaparken EUROSTAT’ın “e değerlik ölçeğini
(adult equivalence scale)” kullanarak, hanedeki ilk ki iyi 1, diğer üyelerden 14 ya ve
üstündekileri 0.5, küçükleri ise 0.3 ile ağırlıklandırdık (örneğin, iki ebeveyn ve biri 14 ya
Kent bazında satın alma paritesi bulunmadığı için şöyl bir yöndem izledik. Ürünlerin kent bazında fiyat
endeksleri ve ülke geneli için hanehalkı tüketim kompozisyon sepeti mal kategorileri bazında elimizde olduğu
için (TÜİK), her kategoriden rastsal olarak üç mal seçip kentler için tüketim sepetinin ne kadara dolacağını hesap
ederek kentler arası satın alma paritesi olarak kullanabileceğimiz bir endeks türetmiş olduk.
9
100
üstü diğerleri 14 ya altı toplam dört çocuklu bir hanenin rakamından ki i ba ına bir değer
almak için toplam miktarı 2.9’a [1+0.5+0.5+0.3+0.3+0.3] böldük). Bu ekilde elde edilmi
ki i ba ı gider rakamlarını ekil 27B’den izlemek mümkündür.
EKİL 27B: HARCAMA-Ki i ba ı/aylık(EUROSTAT)
(SAG)
313
Adana
299
Ankara
165
Diyarbakır
Gaziantep
294
İstanbul
294
293
İzmir
276
Genel Ortalama
0
100
200
300
400
n=1234
Görüldüğü gibi, Diyarbakır dı ındaki illerin ki i ba ı gelirlerinde aynı miktara yakınla ma söz
konusudur.
EKİL 28: BORÇLANMA
Tem el ihtiyaçlarınızı karşılam ak için borçlandığınız olu yor m u?
Bazen
borçlandığımız
oluyor
49%
Hiç
borçlandığımız
olmuyor
12%
Sık sık
borçlanıyoruz
26%
Hep borçla
yaşıyoruz
13%
n=1863
101
Eğer asgari gider ile elde edil(ebil)en gelir arasında fark varsa, bunun kar ılanma yollarından
bir tanesi de borçlanmaktır. Elbet ileride borcun geri ödenmesi konusunda sıkıntıların
olu abileceği yönünde kaygılar varsa, bu durumun hanede maddi ve manevi gerilimler
yaratacağı kestirilebilir. Takip eden soru ile temel ihtiyaçların kar ılanmasına yönelik olarak
borçlanılıp borçlanılmadığı öğrenilmeye çalı ılmı tır.
ekil 28’den anla ıldığı üzere, hiç
borçlanmadığını söyleyen yüzde 12 hane dı ındaki (yüzde 88) hanelerin bir ekilde borç
içinde ya amakta olmaları söz konusudur. Sık-sık borçlanan yüzde 20, hep borç içinde
ya ayan ise yüzde 13 dolaylarında hane olduğu anla ılmaktadır; geri kalan—ve yakla ık tüm
hanelerin yarısını olu turan—kesimin ise ara sıra borçlanması söz konusudur.10
Bu modüldeki son iki soru çevreden temin edilen destek ile bağlantılıdır. ekil 30, son
iki yıl içerisinde kurumlardan ve e -dost-akrabadan maddi ve ayni yardım alınıp alınmadığı
ve eğer alındıysa bunlar içerisinde hane gelirine en fazla hangisinin katkıda bulunduğu
sorusuna verilen cevapları göstermektedir.
EKİL 29: MADDİ VE AYNİ YARDIMLAR
S on 2 yıld a yard ım alınan kuru m lar
Eş-dost-akrabatanıdıklar
Eş-dost-akrabatanıdıklar
% 25
% 15
Belediyelerden
Kaymakamlık,
valilik, muhtarlık
% 13
Sosyal yardım
dernekleri ve
vakıflardan
Dini kuruluşlardan
“Alınan yardım ın bü tçem ize ço k
katkısı o ld u” d iyen ler
%9
% 10
% 28
Belediyelerden
Kaymakamlık, valilik,
muhtarlık
Sosyal yardım
dernekleri ve
vakıflardan
% 12
% 13
%2
Dini kuruluşlardan
% 11
n =1863
10
Odak grup toplantılarını aktarırken belirtmiş olduğumuz üzere, borçların büyük kısmımahalledeki dünkanlara
(bakkal/kasab/vb.) ya da ev sahiplerinedir. Akraba ya da arkadaşlardan borç alma fazla yaygın bulunmamıştır.
102
Hanelerin yüzde 38’lik bir oranı son iki yılda maddi veya ayni destek aldıklarını ifade
etmi lerdir. Sayıca en fazla yardım e -dost-akraba-tanıdıklar tarafından yapılmakta, ancak
belediyelerin yaptığı yardımların katkısının en fazla olduğu anla ılmaktadır.11
Akabinde, bir dizi konuda, ihtiyaç duyulduğu takdirde, çevreden ne kadar destek alınabileceği
sorgulanmı tır. Konular u ekilde sıralanmı tır:
• Hasta olduğunuzda ve evde yardıma ihtiyacınız olduğunda
• Evde tamirat gibi bir i olduğunda ve yardıma ihtiyacınız olduğunda
• Hayatınız ile ilgili önemli bir karar a amasında fikir almaya ihtiyacınız
olduğunda
• Kendinizi sıkıntılı hissettiğinizde dertle mek için
• Bir süreliğine ehir dı ına gittiğinizde eve bakmak için
EKİL 30: YAKIN ÇEVREDEN DESTEK:
Yardıma ihtiyacınız olduğunda yakın çevrenizden ne kadar yardım alabilirsiniz?
Hasta olduğunuzda ve evde
yardıma ihtiyacınız olduğunda
%54
% 16
Evde tamirat gibi bir iş
olduğunda ve yardıma
ihtiyacınız olduğunda
%50
% 13
Hayatınız ile ilgili önemli bir
karar aşamasında fikir almaya
ihtiyacınız olduğunda
%30
%46
% 13
0%
%35
%54
% 17
Bir süreliğine şehirdışına
gittiğinizde eve bakmak için
%37
%51
% 15
Kendinizi sıkıntılı hissettiğinizde
dertleşmek için
%30
25%
%41
50%
75%
100%
n=1863
Çok
Biraz-Çok Az
Hiç
Her iki soruya verilen cevaplar çokludur. İlk cevaptaki oranlar toplam cevaplar içindeki yüzdeleri
göstermektedir. İkinci cevaptaki oranlar ise yardım aldığını söyleyen toplam aileler içerisinde aile bütçesine çok
katkı sağladığını düşünenlerin oranını vermektedir. Anket öncesinde gerçekleştirdiğimiz foküs grup
çalışmalarına katılanların cevaplarından hareketle, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma’nın sağladığı desteklerin
valilik kategorisine sokulduğunu anlamaktayız.
11
103
Bu sıralanan konularda çevreden ne kadar destek alınabileceğine yönelik cevaplar ekil 30’da
sunulmu tur. Daha önceki sorulardan çevre desteğinin önemli olduğunu görmü tük. Bu
soruya verilen cevaplarla bu desteğin ne denli yaygın olduğuna ili kin ipuçları yakalamaya
çalı tık. Eğer destek yaygın ise, çok ciddi fedakarlıklar getirmeyen bu konularda çevrenin
desteğinin alınmasında bir sorun olmayacağını beklemekteydik. Sonuçlar desteğin
bulunduğunu ama bu desteğin yaygın olmadığını göstermektedir. Her konuda yakla ık üçte
birlik bir kesim destek alamayacağını ifade etmi tir. Bu arada analizimizi zorunlu göçle
gelenlere çevirdiğimizde genelde üçte bir civarlarında olan destek alamama oranlarının
yakla ık yüzde 50’lere çıkmakta olduğunu görmekteyiz.
Sosyalle me
Takip eden modül “sosyalle me” boyutunu irdeleyen üç sorudan olu maktadır. İlk soru ile,
kent merkezine i dı ındaki sebeplerle gitme sıklığı öğrenilmektedir. Kent merkezine gidi le
bir anlamda kent ya amına entegre olunabileceği ve dolayısıyla sosyalle ileceği gibi bir
mantık zinciri kurulmu tur.
EKİL 31: SOSYALLE ME I
Y a k ın a rk a d a ş v e a k ra b a la r ı z i y a r e t
e d e m e m e s e b e p le r i
K e n t m e r k e z in e iş d ış ın d a k i
s e b e p le r le g itm e s ık lığ ı
Her
hafta/Haftada
birkaç kez
Ulaşımın pahalı/zor
olması
%19
% 63
Gittiğimde hediye
alamıyor olmam
% 18
% 22
Ayda 1-2 kez
Hastalığım/engelim
nedeniyle
2-3 ayda bir
%8
% 12
% 12
Çocuk bakıyor olmam
Sokaklar güvenli
değil
%22
Daha seyrek
%30
İşte çok yoğun
çalışıyor olmam
%8
%6
Hiç
Diğer
n=1863
Engelim yok
%2
% 29
Cevaplardan ( ekil 31) yüzde 30’luk bir kesimin kent merkezine hiç gitmediğini (erkeklerde
yüzde 23, kadınlarda yüzde 37; zorunlu göçte yüzde 44), bir diğer yüzde 30’un ise 2-3 ayda
bir ya da daha seyrek gittiğini öğrenmekteyiz. Dolayısıyla, görü ülen kesimin kentle ili kisini
ve sosyalle mesini ölçtüğümüzde ortaya çıkan tablo, üzerinde dikkatle durulması gereken bir
104
görüntüdür. Bu modüldeki ikinci soru ile görü ülen ki ilerin yakın arkada ve akrabalarını
ziyaret edip edemedikleri sorulmu , eğer ziyaret edilemiyorsa bunun nedenleri sorgulanmı tır.
Üçte bire yakın bir kesim ziyarette bulunmalarında bir engel olmadığını söylerken, yüzde
71’lik bir kesim bir dizi nedenden dolayı ziyaretleri istenen ölçüde gerçekle tiremediklerini
ifade etmi lerdir. Gidemeyenlerin en ba ta verdiği neden ula ım masraflarıdır; hediye almanın
getireceği mali külfetler ya da çocuk bakmak zorunda olmak, dile getirilen ve bir ölçüde mali
kısıtlarla açıklanabilecek nedenlerdir. Hastalık/engel hali ya da yoğun çalı ma hayatı ya da
sokakları güvenli bulmama, dile getirilen diğer ba lıklardır. Sonuçta, önemli bir kesim yakın
çevresini dilediğince ziyaret edememektedir, bu da büyük ölçüde mali kısıtlardan
kaynaklanmaktadır.
Bu modüldeki son soruyla görü ülen ki iler arasından son altı ay içerisinde
• Türbe ziyaretine gidenler
• Halka açık eğitim toplantısına katılanlar
• Festivale i tirak edenler
• Mahallenin sorunlarını konu mak üzere yapılan toplantıya katılanlar
• Konsere gidenler
• Tiyatroya gidenler
öğrenilmi ve sonuçlar ekil 32’de sunulmu tur.
EKİL 32: SOSYALLE ME II
S o n 6 a y d a k i a ş a ğ ı d a k i f a a l iy e t l e r e k a t ı l d ı ğ ı n ı b e l i r t e n l e r
% 14
T ü r b e z iy a r e t i
H a lk a a ç ık e ğ it im t o p la n t ıla r ı
%5
%4
F e s t iv a l
M a h a lle n in s o r u n la r ın ı k o n u ş m a k
iç in y a p ıla n b ir t o p la n t ı
Konser
T iy a t r o
%3
%2
%1
n=1863
105
Türbe ziyaretleri dı ında oranlar yüzde be in altındadır. Görece olarak yüksek oran (yüzde 14)
alan tek etkinlik olan türbe ziyaretlerinin ne denli sosyal ne denli dinsel saiklerle yapıldığı ise
tartı malı bir alandır. Bu sonuçlar da görü ülen kesimin sosyalle me anlamında bulunduğu
noktayı gözler önüne sermektedir.
Dı lanma/Dı lama—ki isel boyut
Bu modül dı lanma-dı lama olgusunu irdelemektedir. İlk soru ile, görü ülen ki iye bir dizi
nedenden dolayı kendisini toplumdan dı lanmı hissedip hissetmediği sorulmu tur. Sayılan
nedenler unlardır:
• Yoksulluk
• Eğitim seviyesi
• Giyim-ku am
• Etnik köken
•
ive
• Dini inanç/mezhep
EKİL 34: DI LANMA- Kendini sayacağım nedenlerden dolayı dı lanmı hissediyor
musunuz?
%9
Eğitim seviyesi
%9
Giyim-kuşam
%5
Etnik köken
Şive
%29
% 17
Yoksulluk
%54
%21
%70
30
%20
%70
29
%13
0%
18
%82
% 3 %14
Dini inanç/mezhep%
46
17
%82
3 %9
12
%88
25%
Çoğu zaman
50%
Bazen
75%
Hiçbir zaman
100%
n=1863
Cevaplar, “hiçbir zaman”, “bazen”, “her zaman” eklinde alınmı tır. Altı il geneli toplam
sonuçlar
ekil 34’te sunulmu tur. Bazen ve her zaman ıklarının toplamları ise en sağda
106
belirtilmi tir. Görülmekte olduğu gibi, yoksulluk yüzde 46’lık bir oranda ilk sırada
gelmektedir; yani neredeyse görü ülen iki ki iden biri yoksul olduğu için kendini toplumdan
dı lanmı olarak hissetmektedir. Sırasıyla, eğitim seviyesi (yüzde 30), giyim-ku am (yüzde
29), etnik köken (yüzde 18), ive (yüzde 17) ve dini inanç-mezhep (yüzde 12) gelmektedir.
Bu tablonun alt kategorilerinde aldığı görüntülerini ise ekil 34-39 sunmaktadır.
EKİL 34 DI LANMA
Yoksulluk nedeniyle
EKİL 35 DI LANMA
Etnik köken nedeniyle
% 44
Erkek
% 17
% 49
Kadın
% 19
% 56
Engelli
% 18
% 44
Engelli değil
% 18
% 49
Yeni göçmen
% 19
% 42
Eski göçmen
% 14
% 48
Yerli/Oralı
% 20
% 57
Adana
% 16
% 27
Ankara
% 7
% 61
Diyarbakır
% 30
% 57
% 47
Gaziantep
İstanbul
İzmir
% 27
% 18
% 8
% 30
% 18
% 46
Genel Yüzde
0
20
40
60
80
0
10
Kadınların her konuda erkeklerden daha fazla dı lanmı
20
30
40
hissetmeleri söz konusudur;
engelliler ise bazı ba lıklarda (örneğin etnik köken) az farkla, bazı ba lıklarda (örneğin
yoksulluk) ise çok farkla engelli olmayan kesime göre kendilerini daha dı lanmı hissetmekte
oldukları anla ılmaktadır; belli ba lıklarda (örneğin eğitim) yeni göçmenlik dı lanmı
hissetmeyi arttırmaktadır (zorunlu göç edenlere ayrıca baktığımızda, dini inanç-mezhep
dı ında diğer tüm ba lıklarda dı lanmı lık hissi genel ortalamanın fevkindedir: örneğin
yoksulluk ba lığında yüzde 57’dir, eğitimde yüzde 43’tür); kent ayrımları ise dı lanmı lık
hissinin duyulmasında önemli farklar yaratmaktadır: Diyarbakır her ba lıkta altı kent
ortalamasının önemli ölçüde üstündedir, Gaziantep çoğu ba lıkta Diyarbakır’ı takip
etmektedir, İstanbul ve Adana’nın da kimi ba lıklarda ortalamaların üstüne çıkmakta oldukları
anla ılmaktadır.
107
EKİL 36 DI LANMA
Dini inanç/mezhep nedeniyle
EKİL 37 DI LANMA
ive nedeniyle
%11
Erkek
%16
%12
Kadın
Engelli
%12
Engelli değil
%12
%19
%20
%17
%10
Yeni göçmen
%20
%11
Eski göçmen
%16
%17
%14
Yerli/Oralı
%11
Adana
%9
%7
Ankara
%5
%18
Diyarbakır
%33
%13
Gaziantep
%32
%16
İstanbul
İzmir
%17
%9
%4
%18
%12
Genel Yüzde
0
5
10
15
20
0
EKİL 38 DI LANMA
Eğitim Seviyesi nedeniyle
10
20
%25
%32
Kadın
%31
%33
Engelli
%33
%29
Engelli değil
%27
%36
Yeni göçmen
Eski göçmen
%27
Yerli/Oralı
%27
%32
%27
%25
%21
Adana
%22
%16
Ankara
40
EKİL 39 DI LANMA
Giyim ku am nedeniyle
%27
Erkek
30
%17
%46
Diyarbakır
%47
%35
%40
Gaziantep
İstanbul
İzmir
%30
%37
%16
%21
%28
%30
Genel Yüzde
0
10
20
30
40
50
0
10
20
30
40
50
108
Takip eden soru ise, görü ülen ki ilerin ba kalarını ne denli dı ladığına dairdir. Burada, kendi
çocuğunun arkada lık yapmakta olduğu bir çocuğun ailesine dair hipotetik bir dizi özellik
sıralanmı
ve ki iden çocuğunun arkada lığını sonlandırmasını isteyip istemeyeceği
sorulmu tur. Sayılan özellikler unlardır:
• Sabıkalı biri
• Etnik kökeni farklı biri
• Dini inancı/mezhebi farklı biri
• Alkolik biri
• Sinir hastası biri
• AIDS hastası biri
• E cinsel biri
• Çingene biri12
• Hayat kadını13
EKİL 40: DI LAMA
Çocuğumun, … birisinin çocuğuyla arkadaşlık etmesine izin vermezdim
%91
%90
Eşcinsel
Hayat kadını
%83
AIDS hastası
%76
Çingene
%72
%70
Alkolik
Sinir hastası
%63
Sabıkalı
Farklı etnik kökenden
Farklı dini inançtan
%23
%31
n=1863
12
Malum, Roman etnik kökenli kesime “Çingene” demek Çingene sözcüğünün Türkçedeki olumsuz anlamları
taşıyor olmasından dolayı doğru değildir. Ancak, Roman sözcüğünün anlamının çoğu kişi tafından bilinmiyor
olma ihtimali nedeniyle istemeyerek de olsa Çingene demek zorunda kaldık.
13
Burada da “seks işçisi” demeyi tercih ederdik.
109
Tüm cevapların ortalaması ekil 40’ta sunulmu tur. Görülmektedir ki, üç grup (e cinsellik,
seks i çiliği ve AIDS hastalığı) çok büyük bir oranda dı lanmaktadır; takip eden dört grubun
(Roman olma, alkoliklik, sinir hastalığı ve sabıkalılık durumu) dı lanma oranı ilk üç grup
kadar olmasa da yine de yüksektir; son olarak ise iki grupta (dini inanç/mezhep ve etnik
köken farkı) dı lanma azalmaktadır.
EKİL 41 DI LAMA
E cinsellik nedeniyle
EKİL 42 DI LAMA
Seks i çiliği nedeniyle
%91
Erkek
%88
%92
Kadın
%92
%94
Engelli
%92
%91
Engelli değil
%90
%89
Yeni göçmen
%90
%91
Eski göçmen
Yerli/Oralı
%94
Adana
%92
%89
%91
%82
%86
Ankara
Diyarbakır
%95
Gaziantep
%97
%83
%98
%99
%84
İstanbul
İzmir
%85
%95
%94
%91
Genel Yüzde
0
20
40
60
80
100
%90
0
20
40
60
80
100
110
EKİL 43- DI LAMA
AIDS hastası olma nedeniyle
EKİL 44- DI LAMA
Romanlık nedeniyle
%82
Erkek
%72
%84
Kadın
%80
%86
Engelli
%79
%82
Engelli değil
%75
%78
Yeni göçmen
%77
%81
Eski göçmen
%74
Yerli/Oralı
%89
Adana
%88
%77
%67
%80
Ankara
%74
%96
Diyarbakır
%93
%65
%76
Gaziantep
İstanbul
İzmir
%84
%63
%91
%74
%83
Genel Yüzde
0
20
40
60
80
%76
100
0
20
40
60
80
100
Takip eden ekillerde ise (41-49), dı lamanın alt kategorilerde aldığı görüntü sunulmaktadır.
Görülmektedir ki, kadınlar erkeklere göre daha dı layıcı durumdadırlar; keza engellilik
halinin dı lamayı arttırmakta olması söz konusudur; etnik köken özelliği dı ındaki tüm
özelliklerde Diyarbakır’ın daha dı layıcı olduğu anla ılmaktadır.
111
EKİL 45
Alkolik olma nedeniyle
EKİL 46
Sinir hastası olma nedeniyle
%70
Erkek
%67
%74
Kadın
Engelli
%72
Engelli değil
%71
%72
%71
%69
Yeni göçmen
%68
%65
Eski göçmen
%68
%65
%79
Yerli/Oralı
%78
%82
Adana
%77
%75
Ankara
%71
%95
Diyarbakır
%89
%58
Gaziantep
%59
%46
İstanbul
%47
İzmir
%76
%75
%72
Genel Yüzde
0
20
40
60
%70
80
0
100
20
EKİL 47- DI LAMA
Sabıkalı nedeniyle
40
Engelli
%62
Engelli değil
%63
Yeni göçmen
%60
Eski göçmen
%61
%25
%26
%23
%24
%23
%67
Yerli/Oralı
Adana
%67
Ankara
%68
%23
%10
%48
%78
Diyarbakır
%33
%42
%7
%11
%54
İstanbul
İzmir
%66
%33
%63
Genel Yüzde
0
20
40
100
%22
%66
Kadın
Gaziantep
80
EKİL 48- DI LAMA
Farklı etnik köken nedeniyle
%60
Erkek
60
60
%23
80
0
10
20
30
40
50
112
EKİL 49- DI LAMA
Farklı dini inanç nedeniyle
% 29
E rk e k
% 33
K a d ın
% 35
E n g e lli
E n g e lli d e ğ il
% 30
% 32
Y eni göç m en
E ski göç m en
% 30
Y e rli/O ra lı
% 30
% 20
Adana
% 50
A n k a ra
% 55
D iya rb a k ır
% 13
% 12
G a z ia n te p
İs ta n b u l
İz m ir
% 36
n=1863
% 31
G enel Y üzde
0
10
20
30
40
50
60
Dı lanma—toplumsal boyut
Bu modüldeki üç soruyla görü ülen ki ilerin dı lanmanın daha geni çevrelerde ne ekilde
ya andığına dair pozisyonları öğrenilmi tir. İlk soru, gecekondu bölgelerinde ya ayan
ki ilerin toplumun geneli ya da belli kesimi tarafından potansiyel suçlu olarak görülüp
görülmediğine ili kindir. ekil 50’den anla ıldığı üzere, genel ortalama 10 üzerinden 4.5 ile
hafif de olsa suçlu görülmediği yönünde olu maktadır.
Erkeklerin kadınlara, engellilerin de engeli olmayanlara göre bu konuda daha
kötümser oldukları dü ünülebilir; Diyarbakır’da ise 5.7 ile hafif de olsa suçlu görüldüğü
eklinde bir fark ortaya çıkmaktadır. İkinci soru, yerli halkın göç edenleri isteyip istemediğini
ölçmektedir. Genel ortalama 4.4 çıkmı tır ve hafif de olsa göç edenlerin istenmediği yollu
görü benimsenmemi tir ( ekil 51). Alt kategorilerde kayda değer tek fark, Ankara ilinin göç
edenlere yönelik diğer illere görece daha olumlu dü ündüğüdür. Bu modüldeki son soru ile
i verenlerin Kürt kökenli insanları i e alma konusunda olumsuz bir ayrımcılık yapıp
yapmadıkları konusunda görü ülen ki ilerin ne dü ündüğünü anlamaya yöneliktir.
113
EKİL 50: DI LANMA- TOPLUMSAL BOYUT I
Gecekondu bölgelerinde ya aya ki iler toplumun geneli veya belli bir kesimi tarafından
potansiyel suçlu olarak görülüyor.
(0: Hiç katılmıyorum; 10: tamamen katılıyorum)
4 ,7
Erkek
4 ,3
K a d ın
5 ,0
E n g e lli
E n g e lli d e ğ il
4 ,4
4 ,5
Yeni göçm en
4 ,4
Eski göçm en
4 ,7
Y e r li/O r a lı
4 ,3
Adana
3 ,3
An k ara
5 ,7
D iy a r b a k ır
4 ,5
G a z ia n te p
4 ,9
İs ta n b u l
İz m ir
4 ,2
n=1863
4 ,5
G e n e l O r ta la m a
0
1
2
3
4
5
6
EKİL 51: DI LANMA- TOPLUMSAL BOYUT II
Bu ehrin yerli halkı göç edenleri istemiyor
(0: Hiç katılmıyorum; 10: tamamen katılıyorum)
Erk e k
4,5
4,3
K ad ın
4,3
E n g elli
E n g elli d e ğ il
4,4
4,3
4,3
Y en i g ö çm en
E ski g ö çm en
4,6
Y e rli/O ra lı
4,6
Ad an a
3,5
An k ara
4,7
D iy arb akır
4,8
G azian tep
İs tan b u l
4,6
İz m ir
4,2
n=1863
4,4
G e n e l O rtalam a
0
0,5
1
1,5
2
2,5
3
3 ,5
4
4,5
5
114
EKİL 52: DI LANMA - TOPLUMSAL BOYUT III
İ verenler Kürt kökenli insanları i e almak istemiyor
(0: Hiç katılmıyorum; 10: tamamen katılıyorum)
E rk e k
4 ,4
K ad ın
4 ,4
4 ,3
E n ge lli
E ngelli de ğil
4 ,4
4 ,3
Y e n i göç m e n
4 ,1
E ski göçm en
4 ,7
Y e rli/O ra lı
4 ,6
Ad an a
3 ,8
A nk a ra
6 ,1
D iya rb ak ır
4 ,3
G a z ia nte p
3 ,0
İs ta nb u l
İzm ir
4 ,5
n=1863
4 ,4
G e ne l O rta lam a
0
1
2
3
4
5
6
7
ekil 52’den anla ılacağı üzere, genel ortalama burada da 4.4 çıkmı olup, hafif de olsa bir
ayrımcılık yapılmadığı eklinde tecelli etmektedir. Kategoriler bazındaki önemli fark, kentler
arasında olu maktadır: Diyarbakır, 6.1 ile ayrımcılık olduğu yollu bir pozisyon alırken,
İstanbul 3 ile ayrımcılık olmadığı yollu bir pozisyon almaktadır.
Yoksulluk
Son modül, çalı manın yapıldığı yerde önemli bir sorun olarak gözüken yoksulluk üzerinedir.
Üç sorumuzun ilki, yoksulluğa sebep olan en önemli faktörün neler olduğuna ili kindir.
Burada be neden sayılmı ve bunlardan en fazla üç tanesinin i aretlenebileceği belirtilmi tir.
• İ imkanlarının yetersiz olması
• Eğitimsizlik
• Gelir dağılımının bozuk olması
• Çalı mak istememek, tembellik
• Etnik köken, mezhep gibi nedenlerden ötürü ya anan ayrımcılık
115
ekil 54’ten anla ılacağı üzere, i imkanlarındaki yetersizlik ve eğitimsizlik en önde gelen iki
neden olarak sayılmı tır (yüzde 89 ve 85); bunu gelir dağılımındaki bozukluk izlemektedir
(yüzde 65); çalı mak istememek üç ki iden birinin i aret ettiği bir neden olarak ortaya
çıkarken, ayrımcılığın yüzde sekiz olması önemli bir bulgudur.14 Ancak, burada bir sıralama
yaptırılmı olduğundan, ayrımcılığın gerçekten önemli bulunmadığı için mi, yoksa en önemli
üç boyuta girmediği için mi dü ük yüzde aldığı konusunda net bir cevap vermek mümkün
değildir. Yine de, yoksulluğun dı lanmanın bir nedeni olduğu ama dı lanmanın yoksulluğun
olu masında önemli bir rol oynamadığı yollu savı dikkate almak durumundayız.
EKİL 53: YOKSULLUK I: Yoksulluğa sebep olan en önemli faktörler
(çoklu cevap)
İş im k a n la rın ın y e te r s iz o lm a s ı
% 89
E ğ itim s iz lik
% 85
% 65
G e lir d a ğ ılım ın ın b o z u k o lm a s ı
% 39
Ç a lış m a k is te m e m e k , te m b e llik
E tn ik k ö k e n , m e z h e p g ib i
n e d e n le r d e n d o la y ı iş te v e s o s y a l
y a ş a m d a k a rş ıla ş ıla n z o r lu k la r
% 0
% 8
n=1863
% 25
% 50
% 75
% 1 00
İkinci soru ise, devletin yoksullukla mücadelede üç olası politikadan hangisine önem vermesi
gerektiğine ili kindir. Sayılan politikalar
• İ imkanlarının artırmak
• Hane gelirini belli seviyede tutacak ekilde aylık para yardımı yapmak
14
Cevapların kentler bazındaki analizi enteresan sonuçlar sunmaktadır: Eğitimsizlik, Diyarbakır’da yüzde
74’lere düşerken İstanbul’da yüzde 92’lere tırmanmaktadır, çalışmak istememek/tembellik, Adana’da yüzde 27
mertebesindeyken, İzmir’de yüzde 47’e ulaşmaktadır; gelir dağılımı, Ankara’da yüzde 58’e inerken,
Gaziantep’te yüzde 77’ye ulaşmaktadır; ayrımcılık, Ankara’da yüzde üç mertebesindeyken, Diyarbakır’da yüzde
17’e tırmanmaktadır; iş imkanlarındaki yetersizlik ise, Ankara’da yüzde 84 iken, Adana’da yüzde 97’e
yükselmektedir.
116
• Temel ihtiyaçlarını kar ılamayan ailelere sürekli ayni yardım yapmak
eklinde sunulmu tur. Ağırlıklı bir kesim ilk politika olan i olanaklarının arttırılmasını
seçmi tir (yüzde 77), ikinci tercihin ayni yardımdan ziyade nakdi yardım olması dikkat
çekicidir ( ekil 54).
EKİL 54: YOKSULLUK II- Politikalar
D e v le t y o k s u llu k la m ü c a d e le e tm e k iç in b ir in i s e ç m e k z o ru n d a k a ls a
h a n g i s in i s e ç m e l i ?
İş im k a n la r ın ı
a r ttır m a k
77%
B ilm iy o r
2%
T em el
ih tiy a ç la r ın ı
k a r ş ıla y a m a y a n
a ile le r e s ü r e k li
a y n i y a r d ım la r
yap m ak
7%
H a n e g e lirin i
b e lli b ir
s e v iy e d e
tu ta c a k ş e k ild e
a y lık p a r a
y a r d ım ı
yapm ak
14%
n=1863
Bu modüldeki son soru ile görü me yapılan ki ilerin yoksulluğu bir kader olarak görüp
görmedikleri, isterlerse yoksulluktan kurtulup kurtulamayacakları üzerinedir.
Genel sonuçlara bakıldığında ( ekil 55), 10 üzerinden 6.3 ortalama puanı ile görü ülen
kesimin yoksulluktan çıkı konusunda iyimser olmaya yakın oldukları görülmektedir. Yani,
yoksulluğun kemikle mi olduğunu dü ünenlerin sayısının fazla olmadığını anlamaktayız.
Elbet, bu iyimserlik ne denli gerçekle tirilebilir bir hedefe tekabül etmektedir, ne denli de
hayal alemine kar ılık gelmektedir, konusunda elimizde net bir bilgi bulunmamaktadır.
Engelliler bu konuda ortada bir çizgi izlemektedirler; kentler arası ayrımda ise Gaziantepliler
iyimserlik anlamında öne çıkmakta, Diyarbakırlılar ise ortada kalmayı tercih etmektedirler.
117
EKİL 55: YOKSULLUK III- Yoksulluktan kurtulma
yoksulluk kader değildir; insan gerçekten isterse yoksulluktan
kurtulabilir
(0: Hiç katılmıyorum; 10: Tamamen katılıyorum)
6 ,3
Erkek
6 ,3
K a d ın
5 ,5
E n g e lli
E n g e lli d e ğ il
6 ,5
6 ,0
Yeni göçm en
6 ,4
Eski göçmen
6 ,5
Y e rli/O r a lı
6 ,9
Ad an a
6 ,5
An k a r a
5 ,0
D iy a r b a k ır
7 ,0
G a z ia n te p
5 ,7
İs ta n b u l
İz m ir
6 ,7
n=1863
6 ,3
G e n e l O r ta la m a
0
1
2
3
4
5
6
7
8
Analiz15
Dı lanma meselesinin daha kapsamlı incelenmesi için bu bölümde ekonometrik analiz
yapmayı dü ündük. Yukarıda da tartı ıldığı üzere, dı lanma konusuna dair iki soru modülü
olu turduk. İlki, “dı lanmı lık hissi”nin öznel yoğunluğunu altı boyutta ölçmeyi amaçlıyordu:
Yoksulluk, eğitim seviyesi, giyim ku am, etnik köken, ive, dini inanç/mezhep. İkinci modül
ise, “ba kalarını dı lama”nın öznel yoğunluğunu u dokuz boyutta ölçmekteydi: Hüküm
giymi olmak, etnik köken farkı, dini inanç/mezhep farkı, alkoliklik, sinir hastası olmak,
AIDS hastası olmak, e cinsellik, Roman olmak, seks i çisi olmak. Burada, biri altı farklı
yönden dı lanmı lık hissinin toplam hali olan “dı lanmı lık” endeksi, bir diğeri de sayılan
dokuz sebepten dolayı ba kalarını dı lamanın toplam halini verecek “ba kalarını dı lama”
endeksi olmak üzere iki tane “bile ik endeks” olu turduk. Böylece her katılımcının bir
dı lanmı lık hissi ve bir de ba kalarını dı lama puanı oldu. Her birey için bu değerleri
bulduktan sonraki adım, bu değerlerin belirlenmesinde muhtemel etkisi olan “bağımsız
deği kenler”in saptanmasıydı.
15
Nazik yardımlarından faydalandığımız Pınar Ardıç’a teşekkürlerimizi sunmak isteriz. Araştırmacılar,
ekonometrik analizin ayrıntılarına dair bilgi isteyebilirler.
118
“Dı lanmı lık”ın belirleyicileri
Yaptığımız analiz sonucunda, u bağımsız deği kenleri saptadık:
¬ Cinsiyet
¬ Ya
¬ Eğitim
¬ Meslek (evkadını, emekli, i siz, formel, enformel olarak gruplanmı )
¬ Sosyal güvenlik kapsamında olup olmama
¬ Kürtçe konu ma
¬ Göçmenlik hali (yeni, eski ve zorunlu-göç olarak gruplanmı )
¬ E değerlik ölçeğine göre ayarlanmı ki i ba ına dü en harcama (kentler arası satın
alma gücü paritesiyle düzeltilmi )16
¬ Coğrafya (anketin yapıldığı ehir)
¬ Engelli olma
¬ Mezhep (Alevi, Sünni)
¬ Haneye “ekmek getiren” aile üyesinin 7 aydan uzun süredir i siz olup-olmadığı
¬ E ya sahipliği (hanehalkının mülkiyet durumunu belirleyen bile ik endeks)
Regresyon analizinin özet sonuçları Tablo 4A’dan takip edilebilir.
TABLO 4A: DI LANMI LIK HİSSİNİ ETKİLEYEN
FAKTÖRLER
Faktörler
İli ki
Ya
-***
Eğitim
-**
Kürtçe bilmek
+*
Eski göçmenler
-**
Adana, Ankara, Diyarbakır, İzmir, Gaziantep
-***
Engelliler
+**
Sosyal güvenlik kapsamında olmak
-**
İki yılda 7 aydan uzun süreli i sizlik
+**
E ya sahipliği
-***
*, ** ve *** sırasıyla yüzde 90, 95 ve 99 güven aralığına tekabül etmektedir.
Bağımsız deği kenler kümemizden istatistiksel olarak anlamlı olduğu anla ılanlar yukarıdaki
tabloda görülmektedir. “Dı lanmı lık”ın bir bile ik parametre olduğunu hatırlatalım.
Sonuçlara göre, “dı lanmı lık” bağımlı parametresi u bağımsız parametrelere bağlı olarak
belirlenmektedir:
16
Sayfa 100’deki 9 no’lu dipnota bakınız.
119
1. Ya : Eksi i areti sebebiyle (istatistiksel anlamlılığın çok yüksek olduğunu belirtelim),
gençlerin ya lılara göre daha fazla dı lanmı lık hissettiği ve diğer deği kenler sabitken
ya arttığında dı lanmı lık hissinin azaldığı eklinde okumaktayız
2. Eğitim: Eksi i areti (istatistiksel anlamlılık orta değerdedir), eğitim arttıkça ki ilerin
daha az dı lanmı lık hissettiğine i aret etmektedir.
3. Kürtçe bilmek: Sonuç (her ne kadar istatistiksel anlamlılık dü ük olsa da), Kürtçe
konu anların (ve tahminen Kürt kökenli olanların) Kürtçe konu mayanlara göre daha
fazla dı lanmı lık hissetmekte olduklarıdır.
4. Eski göçmenler: Tüm göçmenlerin medyan göç yılından önce göç edenler, ehrin
yerlileriyle kıyaslandığında daha az dı lanmı lık hissetmektedirler.
5. İller: Adana, Ankara, Diyarbakır, İzmir ve Gaziantep’te ya amanın, İstanbul’da
ya amakla kıyaslandığında, daha az dı lanmı lık hissi yaratacağı tahmin edilmektedir
(yüksek istatistiksel anlamlılık sebebiyle). Diğer bir deyi le, İstanbul’da ya amak
beraberinde dı lanmı lık hissini getirmektedir.
6. Engellilik: Engelli olmak dı lanmı lık hissini arttırmaktadır (orta istatistiksel
anlamlılık).
7. Sosyal güvenlik: Sosyal güvenlik ağı kapsamında olmak daha az dı lanmı lık hissi
yaratmaktadır (orta istatistiksel anlamlılık).
8. İ sizlik: Eğer ailenin eve ekmek getiren bireyi son iki yılda 7 aydan fazla süre i siz
kalmı ise, (orta istatistiksel anlamlılıkla) görü ülen ki i, ailesinde bu kadar uzun süre
i sizlik ya anmamı ki ilere göre, daha fazla dı lanmı lık hissetmektedir.
9. E ya sahipliği: E ya sahipliğinin artması, dı lanmı lık hissinin azalması anlamına
gelmektedir (yüksek istatistiksel anlamlılıkla). “Ki i ba ına dü en harcama”
deği keninin
dı lanmı lığın
iddetini
etkilemediği
sonucu
dikkate
değerdir.
Dolayısıyla, dı lanmanın belirlenmesinde her ne kadar harcama seviyesi (gelir yerine
kullanılmaktadır) bir rol oynamasa da, birikimin bir rolü olduğu ortaya çıkmaktadır.
Diğer deği kenler, yani cinsiyet, meslek, din vb., ki inin dı lanmı lık hissini etkilemiyor
çıkmı tır.
“Ba kalarını dı lama”nın belirleyicileri
Burada, yukarıda kullanılan aynı bağımsız deği kenler ve ayrıca bir de “dı lanmı lık” bile ik
endeksi parametresi kullanılmı tır. “Dı lanmı lık”ın ki inin ba kalarına kar ı dı layıcı
tutumunda belirleyici olabileceğini dü ündük.
120
TABLO 4B: BA KALARINI DI LAMANIN
YOĞUNLUĞUNU ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Faktörler
İli ki
Eğitim
-**
Kürtçe bilmek
-**
Zorunlu-göçmenler
+**
Adana, Ankara, Diyarbakır, İzmir, Gaziantep
+***
E ya sahipliği
+**
*
Dı lanmı lık
+
*, ** ve *** sırasıyla yüzde 90, 95 ve 99 güven aralığına tekabül etmektedir.
Bağımsız deği kenler kümemizden istatistiksel olarak anlamlı çıkanlar yukarıdaki tabloda
gösterilmektedir. “Ba kalarını dı lama”nın, ba kalarını dokuz ayrı sebeple dı lamanın toplam
değerini gösteren bir bile ik endeksi olduğunu hatırlatalım. Sonuçlara göre, “ba kalarını
dı lama” bağımlı deği keni a ağıdaki bağımsız parametrelerce belirlenmektedir:
1. Eğitim: Eksi i areti (orta istatistiksel anlamlılıkla), eğitim seviyesi arttıkça ki ilerin
ba kalarını dı lamaya daha az eğilimli olduğunu göstermektedir.
2. Kürtçe bilmek: Kürtçe konu abilenler (ve muhtemelen Kürt kökenli olanlar)
ba kalarını dı lamaya daha az eğilimli çıkmı lardır (orta istatistiksel anlamlılıkta).
3. Zorunlu göç: Zorunlu göç ettirilenlerin ba kalarını dı lama eğilimi yüksektir (orta
istatistiksel anlamlılık).
4. İller: Adana, Ankara, Diyarbakır, İzmir ve Gaziantep’te ya ayan bir bireyin
İstanbul’da ya ayana kıyasla daha dı layıcı olduğu görülmektedir (yüksek istatistiksel
anlamlılık).
5. E ya sahipliği: Daha fazla e ya sahipliği ba kalarını daha fazla dı lama anlamına
gelmektedir (orta istatistiksel anlamlılıkla). “Ki i ba ına dü en harcama” seviyesinin
etkisiz çıkması ilginçtir. Burada da, her ne kadar harcama seviyesi (gelir için bir
tahmin olarak) bir rol oynamasa da, birikim seviyesi oynamaktadır—diğer bir deyi le
daha varlıklı aile bireylerinin, kendilerini daha yüksek bir sınıfa ait görüp sosyal
anlamda korunmasız grupları a ağıda tuttuğunu anlamını çıkarabilmek mümkündür.
6. Dı lanmı lık: Eğer ki i dı lanmı hissediyorsa, ba kalarını dı lama eğilimindedir
(dü ük istatistiksel anlamlılıkla).
Diğer deği kenler, yani cinsiyet, meslek, din vb., ki inin ba kalarını dı lama seviyesinde
belirleyici olmadığı görülmü tür.
121
EK
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
DERİNLEMESİNE GÖRÜ MELER
İzmir vali yardımcısı
Yakup Vatan
İzmir belediyesi sosyal hizmetler müdürü
Semra Aksu
İzmir belediyesi sosyal hizmetler
KORDEM (Izmir)
Ege Kadın Dayanı ma Vakfı (Izmir)
KAOS GL (Ankara)
Gaziantep vali yardımcısı
Gaziantep belediyesi sosyal hizmetler
Altı Nokta Körler Derneği (Gaziantep
İnsan Hakları Derneği (Gaziantep)
Cennet Çocukları Koruma ve Ya atma Derneği (Gaziantep)
KAYA (Kadın Yurtta Ağı) (İstanbul)
Cem Vakfı (İstanbul)
Ba ak Kültür ve Sanat Vakfı (İstanbul)
Cengiz Bayrat
İbrahim Altıta
Ay egül Önen & Tülin Özler
Ali Erol
Ali Cergibozan
Muhtar Akyol
Mehmet Polat
Mustafa Ercan
Nermin Kayadelen
Meltem Aslan
Celal Dinçer
ahhanım Kanat
Halkevleri İstanbul ubesi (İstanbul)
Lambda (İstanbul)
Göç-Der (İstanbul)
Umut Çocukları Derneği (İstanbul)
Ula ılabilir Ya am Derneği (İstanbul)
Sosyal ve Kültürel Ya amı Geli tirme Derneği (İstanbul)
İlknur Birol & Oya ensoy
Öner Ceylan
efika Gürbüz
Uğur İlhan
Belgin Cengiz
Goncagül Gümü
Diyarbakır vali yardımcısı
Türkiye Kalkınma Vakfı (Diyarbakır)
ÇATOM (Diyarbakır)
KAMER (Diyarbakır)
GİDEM (Diyarbakır)
Adana SYDTF müdürü
Adana SHÇEK müdürü
Adana belediyesi sosyal hizmetler müdürü
AÇEV (Adana)
Türkiye Sakatlar Derneği (Adana)
Kimsesiz Çocukları Koruma ve Ya atma Derneği (Adana)
Prof. Dr. Emre Alper (Ekonomi Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi)
Ahmet Aydın
Osman Kazıcı
Sabahattin Dadak
Nebahat Akkoç
Nurcan Baysal
Mehmet Balıkoğlu
Muzaffer Aygül
Ozan Aksu
Nefise Balyemez & Hatice Çam
Halis Kasap
Seda Gökçe
Prof. Dr. Mine Eder (Politika Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi)
Prof. Dr. Fikret enses (Ekonomi Bölümü, ODTÜ)
122
BÖLÜM 4
DEĞERLENDİRME
VE
POLİTİKA ÖNERİLERİ
BÖLÜM 4
DEĞERLENDİRME VE POLİTİKA ÖNERİLERİ1
Genel Tablo
Bu rapor, kimi bireylerin toplum dı ına itilmeleri ve toplum ya amına dilediklerince
katılımlarının yoksulluk, temel yetkinlik ve ya am boyu öğrenme fırsatlarının eksikliği ya da
ayrımcılık sebebiyle engellenmesi olarak tanımlanan sosyal dı lanmanın Türkiye’deki
durumunu altı büyük ildeki (Adana, Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, İstanbul ve İzmir)
gecekondu ve kentiçi çöküntü alanlarına özel vurgu yaparak incelemeyi hedeflemekteydi.
Yaptığımız teorik ara tırma, sosyal dı lanmanın ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasi ve
mekansal boyutları olabileceğini, bunların birbirini tetikleyip/arttırabileceğini ve farklı
boyutlardaki dı lanmaların etkile iminin, dı lanma süreçlerinde kendi kendini besleyen kısır
döngülere yol açabileceğini göstermi tir.
Bu ara tırmanın metodolojisi; literatür taramasının yanı sıra, dı lanmanın çe itli
boyutlarına dair üç makale, payda lar ve ara tırmacı/akademisyenlerle sosyal dı lanma ve
ayrımcılık konusunda bir dizi derinlemesine görü me, 12 adet foküs grup çalı ması ve 1863
ki iyi kapsayan bir anketten (her ikisi de belirtilen 6 ilde yürütülmü tür) olu maktaydı. Her ne
kadar anket çalı masında gecekondu ve kentiçi çöküntü alanlarını istatistiki olarak yansıtma
imkanımız olmasa da, yanlı görüntüler olu maması için gereken çabalar harcanmı tır.
Ara tırma, ayrıca, anket sonuçlarının sunulduğu (Gaziantep ve İstanbul’da gerçekle tirilen)
iki çalı taydaki katılımcılarının görü ve yorumlarından da faydalanmı tır.
Altı büyük metropolde (Adana, Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, İstanbul ve İzmir)
gerçekle tirilmi olan anket ara tırması bulgularını yine bu çalı ma kapsamında yapmı
olduğumuz bir dizi niteliksel çalı ma (foküs grup ve derinlemesine görü meler) sonuçları ve
literatür taramasıyla birlikte mütalaa ettiğimizde, ortaya çıkan tablo, kentiçi çöküntü alanları
ve gecekondularda ya anmakta olan dı lanmaların ekonomik, toplumsal, kültürel, politik ve
mekansal tezahürleri bulunduğu yolundadır. Dı lanmı lık hissini arttıran olası etmenler
üzerine yapmı olduğumuz analiz neticesinde; genç, az eğitimli, Kürt kökenli, yeni göçmen,
engelli, yedi aydan fazla süre i siz olmanın, sosyal sigorta bulunmamasının ve maddi güvence
olmamasının ki ide dı lanmı lık duygusunu arttırmakta olduğu ortaya çıkmı tır. Bu özellikleri
ta ıyan ki ilerin (örneğin yeni göçmenler) bir mahallede yoğunla ması durumunda, o
1
Bu bölümün bir önceki versiyonu JIM sürecine katkı sağlaması amacıyla kullanıcılara sunulmuştur.
123
mahallenin genelinde bir dı lanmı lık hissinin bulunmasını beklemekteyiz. Bu çok boyutlu
tablonun çarpıcı noktalarını maddeler halinde özetleyecek olursak:
•
Beklendiği üzere, yoksulluk birçok hanehalkının iç-içe bulunduğu ve hatta
içselle tirdiği (ve belki de kanıksadığı) bir sorun olarak kar ımıza çıkmaktadır. Anket
çalı mamıza katılanların yarıya yakını yoksulluk nedeniyle kendilerini toplumdan
dı lanmı hissetmektedirler. Yoksulluğun en yalın göstergesi olarak hanehalkı bazında
aylık giderler rakamlarına bakıldığında bu durum çok yalın bir ekilde kar ımıza
çıkmaktadır. Altı kent kar ıla tırmasında ise, EUROSTAT’ın “e değerlik ölçeği (adult
equivalence)” ve kentler arası satın alma gücü paritesine göre düzenlemeler
yapıldığında, Diyarbakır kenti verilerinin ayrı tığı ve diğer kent verilerinin
yakınla tığı izlenmektedir—dolayısıyla Diyarbakır kentindeki yoksulların çalı mamız
•
içerisindeki en yoksul kesim olduğunu anlamaktayız.
Yoksulluğun nedenlerine ili kin olarak (kimi kendi aralarında ilintili) u noktaları
görmekteyiz:
o Formel kesimde i olanaklarının dü üklüğü (ülke ekonomisinin formel ve
enformel ikili yapısının bir neticesi olarak).
o İhtiyaç sahiplerine yapılan maddi ve ayni yardımların yetersizliği.
o Hedef grubumuzun büyük bir bölümünün istihdam edildiği (çoğu enformel
kesimde olan) dü ük kalifiye i lerdeki ücretlerin az olması—dolayısıyla
yüksek oranda çalı an yoksulun bulunması.
o Enformel kesimde çalı anların i
garantilerinin ve sosyal güvencelerinin
olmaması, yüksek ihtimalle zor ve tehlikeli i ortamlarında çalı ıyor olmaları.
o Sermayeye eri imde güçlükler ya anması (birinci olarak, yakınlarının da
yoksul olmasından dolayı yakın çevreden kredi bulamamak; ikinci olarak, eğer
ki i enformel kesimde çalı ıyorsa istenen kefili bulmada ya ayacağı zorluklar
nedeniyle
bankaları
kullanamama;
üçüncü
olarak,
kamunun
verdiği
kredilerdeki yetersizlikler ve sonuncu olarak, tefecilerin çok yüksek faiz
istemeleri).
o Eğitim imkanlarından (istenilen seviyede) yararlanamama, eğitim kalitesinin
(kalabalık sınıflar gibi) dü ük olması ve kütüphane gibi kamusal imkanların
yetersizlikleri (a ağıda bu konuya tekrar değinilecektir) neticesinde be eri
sermayenin dü ük seviyede kalması.
o Mekansal sorunlar (örneğin, ya anan yerin dü ük kalitede olması, kalabalık
nüfus, ısınma sorunları ve yetersiz hijyenik ko ulları), sağlık hizmetlerine
124
ula ımda ya anan (hem miktar hem kalite anlamında) zorluklar ve gecekondu
alanlarındaki kent servislerinin yetersizliği (eğlence-dinlence imkanlarının
azlığı, ula ım sorunları gibi) nedeniyle emek verimliliğin dü mesi.
o Küçük ölçekli (genelde ev merkezli) üretimde/satı ta danı manlık hizmeti
almada ya anan güçlükler.
o Beceri geli tirmeye yönelik kurs vb. hizmetler arzının istenilen nicelik ve
nitelikte olmaması.
o Evde bakıma muhtaç ki ilerin (küçük çocuk/ileri ya /engelli) mevcudiyeti
nedeniyle emek piyasalarına (istenilen ölçüde) girememe; aynı ba lıkta
değerlendirilmesi gereken bir diğer nokta olarak, çoğu hanehalkında genel kent
ortalamasının fevkinde çocuk sayısı ve dolayısıyla bakım zamanında artı ların
ya anması—ki bu durum Güneydoğu’daki iller ile diğer iller arasında bariz
farklar göstermektedir.
o Engelinden ötürü emek piyasalarına ula amama ki, bunun iki açılımı
bulunmaktadır: (i) engelliye uygun ekilde tasarlanmı eğitim olanaklarının
yetersizliği; (ii) engelliye yönelik istihdam olanaklarının dü üklüğü—yasal
zorunluluk olan engelli istihdamına büyük ölçüde riayet edilmemesi.
o Emek piyasaları dı ına dü mü engelli kesime verilen bakım hizmetlerinin
yetersizliği.
o Kültürel/politik nedenlerden dolayı (etnik köken, dini tercihler, politik görü ,
cinsel tercih, cinsiyet, ya , mahpusluk hali vb.) ayrımcılık yapılması
neticesinde i e girememe ve bunun sonucu olarak dü ük gelirin dü ük eğitime
sebep olması ve bunun da dü ük gelire yol açması eklinde ortaya çıkan kısır
döngü.
Sayılanların ötesinde ve üstünde, yapısal sorunlar—özellikle iktisadi hayatta—
mevcuttur: Yüksek i sizlik oranları ( u anki yüksek büyüme oranına kar ın); enformel
ile formel yapının iç-içe bulunması; mevsimsel emek taleplerinde ya anan
dalgalanmalar; kadınların emek piyasasına katılım oranlarının dü üklüğü; çocuk
emeğinin yüksek oranda kullanımı; sendikal haklarda ya anan erozyon; gelir ve servet
dağılımında ya anan e itsizlikler; bölgesel geli im farkları.
•
Yoksulluğun; sağlık, eğitim ve konut alanlarında en temel seviyelerdeki hizmetlere
ula ımda bile ciddi sorunları beraberinde getirmekte olduğu çok net gözler önüne
125
serilmektedir: Hanehalkının geneli dikkate alındığında, neredeyse üçte ikiye yakın bir
kesiminin sağlık sigortası ve emeklilik imkanlarının bulunmadığı ve sigortasız bu
kesimin ancak yakla ık yarısının Ye il Kart sahibi olabildiği anla ılmaktadır—ki bu
da katılımcıların kabaca üçte birinin hiçbir ekilde güvencesi olmadığı anlamına
gelmektedir. Ye il Kart’a ula ımda, ba ta zorunlu göç edenlerin kullanamasalar bile
mal/mülklerinden dolayı görece varlıklı gözükmeleri neticesinde kart verilmemeleri
•
olmak üzere, sorunların varlığı dile getirilmi tir.
Okulun masraf kapısı olarak görülmesi (bu masraflara okullardan istenen “bağı ”lar da
dahildir), evdeki çalı ma ko ullarının olumsuz niteliği (küçük mekan-yüksek
hanehalkı
yetersizliği,
nüfusu),
kitap/okul
araç-gereçleri/bilgisayar/İnternet
çocukların—özellikle
de
kızların—ev
bağlantısının
i lerinde/çocuk-engelli-ya lı
bakımında kullanılması ve çocukların yarı-zamanlı ya da tüm gün çalı tırılması
tezahürlerinden anla ılacağı üzere, yoksulluk, eğitime ula mada ciddi engeller ortaya
koymaktadır. Ankete cevap verenlerin dörtte birinden fazlasının okur yazar olmaması,
ortaokul ve üstü diploma sahiplerinin oranının be te birden az olması söz konusudur;
dolayısıyla, ankete katılanların dörtte birinden fazlasının eğitim seviyeleri nedeniyle
kendilerini toplumdan dı lanmı görmeleri a ırtıcı olmamalıdır. Bu da, dönü te,
gelecek neslin dü ük be eri sermayeli olmasını ve bundan dolayı da emek
piyasalarının dı ına dü melerini/dü ük ücretli i lerle yetinmelerini beraberinde
getirmektedir—yani bir yoksulluk-eğitimsizlik-yoksulluk kısır döngüsü hüküm
•
sürmektedir.
Yoksulluk, ya anılan mekanları da etkilemektedir; hem hanehalkının ikametgahında
hem ya anılan mahallede ciddi sağlık sorunlarını da tetikleyebilecek kötü ko ulların
mevcudiyeti söz konusu olabilmektedir. Son olarak, engelli kesimin anılan hizmetlere
ula ımında ortaya çıkan ek maliyetlerin yoksulluk sebebiyle kar ılanamaması ilave
•
mağduriyetleri kaçınılmaz hale getirebilmektedir.
Gerek emek piyasalarına eri imde ya anan zorluklar ve gerek sağlık ve emeklilik
sigortalarının kapsamı altında bulunmama durumları, eğitimsizlik ve kültürel bir dizi
etmenle de birle ince, fazla sayıda çocuk yapma eğilimini beraberinde getirmekte, bu
durum da yoksulluğun hem bir tezahürü hem (yukarıda vurgulanmı olduğu üzere) bir
nedeni haline gelmektedir. Hane ba ına dü en çocuk sayısı bakımından bölgesel
düzlemde ciddi farklar bulunmaktadır.
126
•
Sağlık hizmetlerinde yoksulluk nedeniyle ya anan ve yukarıda değinilen bir dizi
sorunun yanında ilave sorunların mevcudiyeti vurgulanmı tır:
o Sağlık hizmetlerinin arzında kent ortalamasına göre bir dü me bulunmaktadır;
bu da ya uzun bekleme sürelerini göze almayı, ya kötü kalitede hizmeti kabul
etmeyi (bkz. bir sonraki madde), ya da zaman ve mali külfetleri göze alıp bu
hizmetlerin daha iyi sunulduğu merkezlere gitmeyi beraberinde getirmektedir.
o Sağlık hizmetlerinde ciddi bir kalite probleminin ya anmakta olduğu ifade
edilmektedir. Sağlık ya da eğitim birimlerine ula abilir olmak, maalesef iyi bir
servis alınacağı anlamına gelmemektedir. Sağlık birimleri yetersiz personel ve
donanım nedeniyle kalite sorunları ya amaktadır.
o Çoğu sağlık birimlerinde “bıçak parası” adı altında yasadı ı bir ödeme
yapılması istenmektedir. Bu, elbet, ülkenin genel bir sorunudur. Ancak,
dikkatimizi çevirdiğimiz kesimin bu tür ödemelere (ülkenin ortalama gelir
seviyeleri dikkate alındığında) çoğu zaman gücü yetmemekte ve sonuç olarak
•
sağlık hizmetlerinden (kısmen ya da tamamen) dı lanmaktadırlar.
Eğitim hizmetlerinde yoksulluk nedeniyle ya anan ve yukarıda değinilen bir dizi
sorunun yanında ilave sorunların mevcudiyeti vurgulanmı tır:
o Gecekondu ve kentiçi çöküntü bölgelerinde eğitim servislerinin yetersiz
miktarda sunuluyor olması bu konudaki en büyük sorunlardan birini
olu turmaktadır. Kimi ailelerin, çocuklarını okuyabilmeleri için uzak yerdeki
okullara gönderiyor olmaları söz konusudur, bu da doğal olarak aile bütçesine
ula ım kalemi olarak masraf getirmektedir. Çoğu mahallede kütüphane
bulunmamaktadır.
o Genel olarak bakıldığında, eğitim kalitesinin dü ük olduğu ifade edilebilir.
Sınıf mevcutlarının yüksek olması, laboratuar, bilgisayar ve benzeri eğitim
araç-gereçlerindeki eksikler en sık ifade edilen sorunların ba ında gelmektedir.
İlave bir nokta olarak, meslek liselerinin verdiği eğitimin de dü ük seviyelerde
olduğu ve bir gelecek sunamadığına dair ele tiriler yapılmaktadır.
o Okul öncesi eğitim ve çocuk/ileri ya kesiminin bakım imkanlarının yetersiz
olması söz konusudur. Bu durumun dolaylı sonuçları—yukarıda değinilmi
olduğu gibi—iki boyutta ele alınabilir: i) Emek piyasalarına katılımda engeller
olu maktadır: potansiyel olarak emek piyasalarına katılabilecek kesimin bir
kısmı bakımla ilgilenmek durumunda kalmaktadır; ii) bir kısım çocuk anılan
127
kesime bakmakla görevlendirilmekte ve dolayısıyla eğitim imkanlarından
mahrum kalmaktadır.
o Müfredat-dı ı (“extra-curriculum”) faaliyetlerin çok dü ük seviyede olduğuna
dair ikayetler söz konusudur.
o “Kayıt parası” adı altında kayıt dı ı ödemeler istenmektedir. Yukarda “bıçak
parası” konusunda tartı ıldığı gibi, bu sorun genel bir sorundur, ancak yoksul
kesimi daha iddetli etkilemektedir.
o Ana dilinin Türkçe dı ında bir dil olması nedeniyle kimi çocukların okulda
ba arı sorunları ya amaları söz konusudur.
o Kültürel nedenlerden dolayı kız çocuklarının kimi bölgelerde okula ya hiç
gönderilmemesi ya da belli bir eğitim seviyesinin ötesine devam etmelerine
izin verilmemesi gerçeği, son yıllardaki kampanyaların kat ettiği mesafelere
rağmen, devam etmektedir.
o Her ne kadar anket sonuçlarında dini görü lerinin ya am biçimine yansıtılması
nedeniyle çocuklarının okula alınmadığı yollu ikayet getiren olmadıysa da, bu
alanda toplum düzeyinde bir mutabakata henüz ula ılamamı olmasından
dolayı—İstanbul’daki
çalı tayda
ifade
edilmi
olduğu
üzere—
sorunların/dı lanmaların ya anma ihtimali bulunmaktadır.
o Engelli kesim için tasarlanmı eğitim olanaklarının sayıca az, sunduğu hizmet
•
kalitesi olarak dü ük seviyelerde olduğu dile getirilmi tir.
Mekansal dı lanmaların mevcudiyeti vurgulanmı tır:
o Eğitim ve sağlık hizmetlerinin yanı sıra bir dizi kamusal hizmetin (ye illik,
ula ım, çocuk oyun alanları, kanalizasyon, içme suyu vb.) kentiçi çöküntü ve
gecekondu bölgelerindeki arzının (miktar ve kalite olarak) kent genelinin
altında olduğu eklinde rahatsızlıklar bulunmaktadır. Bu da bir dizi maliyet
olarak (örneğin bağırsak enfeksiyonu yaygınlığındaki yüksek oranlar gibi) geri
dönmektedir.
o Her ne kadar gecekondu ve kentiçi çöküntü alanlarının sınırları deği kense de,
belli bölgelerde ikamet ediyor olmanın çe itli ya amsal alanlarda—ki buna
emek piyasaları da dahildir—dı lanmaları beraberinde getirdiği yollu (belli bir
mekandan olmanın bir genç için “tinerci” tanımını toplum genelinde
çağrı tırması örneğinde olduğu gibi) kaygılar söz konusudur.
o Fiziksel engelli kesimin ya adığı zorlukların yoksul bölgelerde arttığı yollu
kaygılar dile getirilmektedir.
128
o Yoksul bölgelerdeki ekonomik zorluklar, sosyal doku ve kültürel yapının aile
içi geçimsizlikleri ve iddeti arttırdığı, özellikle gençlerde madde bağımlılığını
te vik ettiği ve adli olayları/suça eğilimi arttırdığı hususlarının altı
çizilmektedir.
o Ya anan mekandan kaynaklanan kısıtlar nedeniyle, genel anlamda kentsel
•
haklara ula mada ya anan zorluklardan bahsedilmektedir.
Gelecek ku ak, yoksul bölgelerde ciddi sorunlarla kar ı kar ıya bulunmaktadır. Bir
kısmı, yukarıda belirtilmi olduğu üzere, geleceğe kötü ko ullarda hazırlanmaktadır,
eğitim olanaklarından bazen hiç bazen de kısıtlı oranlarda yararlanabilmektedir. Okul
öncesi ve müfredat-dı ı eğitim/etkinlikler son derece kısıtlıdır. Bir kısmı yarı-zamanlı
bir kısmı da tam-zamanlı olmak üzere çalı maya zorlanmakta, bir kısmı da eğitim
almak yerine bakıma muhtaç biriyle ilgilenmek zorunda kalmaktadır (çok çocuklu
yoksul ailelerdeki tipik görüntü, bazılarının evin geçimine katkıda bulunmak için
çalı ıyor olması, bazılarının evdeki bakıma muhtaçlarla ilgilenmesi ve ancak bazısının,
o
da
genelde
kötü
ko ullarda,
eğitim
alması
eklindedir).
Eğitimsizliğe
tatminsizlik/ilerinin umut verici olmayı ı ve diğer bir dizi etmen de eklendiğinde bir
kısmı suça eğilim göstermekte ya da madde bağımlısı olabilmektedir. “Madde
bağımlısı olacağına, suç i leyeceğine, bir i e girsin” denmek suretiyle okula devam
ettirilmeyen önemli sayılabilecek bir grubun varlığına i aret edilmektedir. Kimi de
sokakta ya amı tercih eder hale gelebilmektedir. Özellikle sokak çocuklarının
sayısındaki son yıllardaki artı , bahsedilen sorunların belli e ik seviyelerini çoktan
•
a mı olduğuna i aret etmektedir.
Korunmasız grupların yoksul bölgelerde önemli sorunlarla kar ı kar ıya bulundukları
yollu kaygılar vardır:
o Engellilerin kar ı kar ıya bulunduğu sorunlar
u ba lıklarla özetlenebilir:
Üzerinde çalı ılan mekanlarda ya ayan engellilerin, kısmen yukarıda da
değinildiği gibi, sağlık, eğitim, mekan ve istihdam konularında ciddi sorunları
bulunmaktadır. Rehabilitasyon merkezleri yetersiz durumdadır; belli engel
gruplarının ihtiyaçlarını, bırakın kar ılamayı, tespit edebilecek yeti mi eleman
sıkıntısı (örneğin otistik çocuklara eğitim verme alanında) bulunmaktadır;
sosyal ve kültürel destek birimleri çok yetersizdir. Ancak, belki de daha
önemlisi, kamusal alanda engellilerin hakkının savunulması hususunda ciddi
aksaklıkların bulunmakta olduğunun altı çizilmektedir. Bu durum da,
engellinin
büyük
ölçüde
kendini
toplum
dı ına
çekmesi
sonucunu
129
doğurmaktadır. Engelli ebeveynin çocukları da kendine has zorluklara maruz
kalmaktadır.
o Türkiye genelinde kadının ekonomik ve sosyal konumunun geli tirilmesi
gerektiği malumdur. Bilindiği üzere, kadın nüfusun eğitime ve emek
piyasalarına katılımı dü üktür, politik süreçlerin içinde yer alması nadiren
kar ıla ılan bir durumdur, kültürel nedenlerden dolayı kendini toplumda
gerçekle tirmesinin önünde engeller bulunmaktadır ve gerek aile içinde gerek
daha yaygın anlamda
iddete maruz kalmaktadır. Kadın olmak, eğitim
seviyesinin dü ük olduğu ve patriarkal yapının güçlü olduğu gecekondu ve
kentiçi çöküntü alanlarında bu sorunların daha derinden ya anmasına neden
olmaktadır:
Kadınlar
fazla
çocuk/hasta/engelli/ileri ya
kadınlar,
uç
noktada,
çocuk
yapmaya
zorlanmaktadır
ve
bakımı ile ilgilenmek durumundadırlar. Kimi
psikolojik/jinekolojik
hastalıklarını
ifade
bile
edememektedirler. Dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta, evde kadınlara
kar ı iddetin (dayak da dahil olmak üzere) yaygınlığıdır: ancak, kadınlar
korktuklarından
(ya
da
utandıklarından)
böylesi
durumları
ikayet
edemeyebilirler. Yeri gelmi ken belirtmekte fayda vardır ki, kimi durumda
evlenme ya ının kadınlarda 14’e indirilmesi nedeniyle erken evlendirilen genç
kadınların iddete ses çıkartamamaları söz konusudur. Ve son olarak, son
zamanlarda verilen çabalara rağmen, “namus cinayetleri” devam etmektedir
(zina, evlilik dı ı ili kiler, ailenin “onaylamadığı” birine a ık olmak, tüm
bunlar, ailenin namusuna leke olarak görülebilir ve ailenin erkek üyeleri söz
konusu kadının öldürülmesine karar verebilirler).
o Zorunlu göç ile kentlere gelmi olan kesimin görü ülenler içinde sorunları en
ağır ya ayan alt gruplardan biri olduğu hususunda kuvvetli veriler mevcuttur.
Bir hazırlık süreci ya amadan, çok kısa bir sürede “üretici”den “tüketici”ye
dönü en bu kesimin, ba ta yoksulluk olmak üzere, hem bugünlerini hem de
yarınlarını etkileyen bir dizi sorunu bulunmaktadır: Be eri sermayeleri
dü üktür, çocukların büyük kısmı ev bütçesine katkı sağlamak için çalı mak
(ve dolayısıyla okuyamamak) durumundadır, hanehalkı ba ına dü en çocuk
sayısı fazladır, mekanlar küçük ve kötü ko uldadır, akraba ve benzeri sosyal
ağlardan yeterince yararlanamamaktadırlar, kullanamamakta olsalar da
geldikleri yerde bulunan gayrimenkulları nedeniyle Ye il Kart temininde
zorluk ya amaktadırlar vb.
130
o Yerlerinden edilmi kesim bugün için de zorluklar içindedir. “Köye Dönü ve
Rehabilitasyon” programından faydalananlar azımsanmayacak miktarlardaysa
da, son zamanlarda yeniden ba layan çatı malarla iddetin tekrar bölgeye
hakim olması ve neticede köye dönü
programının ba arısının azalması
tehlikeleri ba göstermi tir. Bölgede artan gerilimin yanı sıra, ba ta bölgenin
geri kalmı lığının sürmekte olması olmak üzere, birçok etmen bölgeye geri
•
dönü lerin önünde sorun olmaya devam etmektedir.
Yukarıda değinilen noktalar dı ında, ilave dı lanma süreçlerinden de bahsetmek
gerekmektedir:
o Sosyal, kültürel ve politik süreçlerde, Kürtler ba ta olmak üzere, etnik kökenli
gruplara yönelik dı lanmaların ya andığına dair hem veriler hem de bu yönde
ifade edilmi
olan rahatsızlıklar mevcuttur. Çalı mamızda, ankete cevap
verenlerin yakla ık be te birinin etnik kökeni nedeniyle dı landığını ifade
etmi olmaları dü ündürücüdür.
o Yukarıdaki noktayla bağlantılı olarak, Romanlar’ın kültürel dı lanmalara
maruz kalmaları söz konusudur. Her ne kadar Romanların büyük bir bölümü
asimile olmu larsa da, olmayanların büyük kentlerin belirli bölgelerinde
ya amaları söz konusudur. Romanlara kar ı toplum genelindeki önyargılar
sadece bu kesimin mekansal olarak dı lanmı olmasında değil aynı zamanda
emek piyasasında ya anan dı lanmalarda da kar ımıza çıkar (netice olarak
Romanların genelde sigortası olmayan enformel i lerde ve çoğunlukla da
Romanlarla özle tirilen çiçek satmak, çöp toplamak gibi alanlarda çalı ıyor
olmaları söz konusudur).
o Azımsanamayacak oranda bir kesimin dini inançları/mezhepleri nedeniyle
dı landığını ifade etmi olmalarından hareketle, bu boyutta da sorunların
bulunduğunu varsaymak durumundayız. Spesifik olarak, Sünni mezhebi
dı ındaki (ba ta Aleviler olmak üzere) mezheplerin ifade etmekte oldukları
sorunların bazılarının dı lanma ba lığı altında değerlendirilmesi gerektiği
hususu mevcuttur.
o Bu bapta ele alınması gereken bir diğer nokta da, gayri-Müslim ve dini inancı
olmayan kesime yönelik, çoğu toplumsal ve kültürel, bazısı da politika
düzeyinde dı lanmaların mevcudiyetidir.
o Her ne kadar çalı mamızda detaylarıyla ele alınmamı
olsa da, toplum
nezdinde, cinsel tercihi, hüküm giymi olması gibi nedenlerle “marjinal”
131
olarak kabul edilmi
•
kesimin ya adığı dı lanmaların çok boyutlu ele
alınmasında fayda bulunduğuna i aret edilmi tir.
Anket kapsamındaki kentlerin yoksul mahallelerinde ya ayanları temsilen görü ülen
ki ilerin hiç de azımsanmayacak oranları çe itli boyutlarda dı lanmalara maruz
kaldıklarını ifade etmi ken, yine aynı kesim bir dizi nedenden dolayı belli kesimleri
(sabıkalı olmak, alkoliklik, sinir hastası olmak, AIDS hastalığı ta ımak, e cinsel
tercihi bulunmak gibi) ciddi boyutlarda dı lamaktadır. Dolayısıyla, görü ülen kesimin
dikkate alınması gereken oranlardaki bir bölümü hem dı lanmakta hem de
dı lamaktadır. “Dı lanmı lık hissi” açısından altı maddelik bir modül sunulmu tur:
(bir kısmı halihazırda belirtilmi olan) yoksulluk, eğitim seviyesi, giyim ku am, etnik
köken, ive, dini inanç/mezhep. “Ba kalarını dı lama” konusunda da dokuz maddelik
bir modül hazırlanmı tır: Hüküm giymi olma, etnik köken farkı, dini inanç/mezhep
farkı, alkoliklik, sinir hastası olma, AIDS hastası olma, e cinsellik, Roman olma ve
seks i çisi olma. Daha sonra, ilk altı maddeyi ve sonraki dokuz maddeyi birer endekse
dönü türerek analiz gerçekle tirilmi tir. Bir dizi bağımsız deği kenin yanı sıra,
eğitimin her iki durumda da belirleyici olduğu ortaya çıkmı tır: diğer her ey sabit
alındığında, eğitim hem dı lanmı lık hissini hem de üçüncü ki ileri dı lamayı
•
azaltmaktadır.
Son nokta, dı lanma sorunsalının gerek kamuoyunda, gerek politik arenada, gerek
akademik çevrelerde ve gerekse medyada gereken ilgi ve dikkati almaktan uzak
olduğu yollu kaygılar dile getirilmi tir.
Çözüm Önerileri: Genel Çerçeve
Yukarıda çizmeye çalı tığımız dı lanma süreçleri ele alındığında, söz konusu sorunların
çözüm önerilerini, hem genel anlamda hem de gecekondulara vurgu yaparak, ba lıklar halinde
sıralayacak olursak:
•
Daha önce de vurgulanmı olduğu gibi, anket çalı mamıza katılanların yarıya yakını
yoksulluk nedeniyle kendilerini toplumdan dı lanmı hissetmektedirler. Yoksulluğun
bu denli yaygın olu u, ki ilerin sosyal ağlarının daralması sonucunu beraberinde
getirmektedir—dolayısıyla, bir kaç yıl öncesinde e -dost-tanıdık aracılığıyla
halledilebilen i lerde artık kimseden yardım alınamaz duruma gelinmi tir. Bir ba ka
boyut, yukarıda da bahsedildiği üzere, yoksulluğun eğitim, sağlık ve konut alanlarında
en temel seviyelerdeki hizmetlere ula ımda bile ciddi sorunlara yol açtığı gerçeğidir.
132
Ba tan beri yapılması gereken—ancak
u anda, belirtilen sebeplerden dolayı,
yoksulluk ve dı lanma ile mücadelede çok elzem olarak yapılması art olan—politika,
kamunun sosyal devlet sorumluluğuyla hareket etmesi ve önceliklerini buna göre
belirlemesidir. Bu bağlamda, eğitim ve sağlık hizmetlerinin bir “hak” düzeyinde
değerlendirilip bu konudaki temel ihtiyaçların insanları bürokratik cenderelere (ve
dolayısıyla tanıdık bulma tela ına) sokmadan, kaliteli hizmet verilerek, adil ve e itlikçi
bir ekilde (bölgesel farklar dikkate alınarak) çözülmesi gerekmektedir. Bu konuda
ileriye yönelik nitel ve nicel hedeflerin (örneğin doktor ba ına ne kadar hasta dü mesi,
okulla ma oranlarının ne olması gerektiği gibi) konması söz konusu gerekliliklerin
hayata geçirilmesinde yardımcı olacaktır. Ayrıca, sosyal yardımla ma politikalarının
daha adil, etkin ve verimli olmasında yarar olduğu muhakkaktır; parçalı halde olan
mevcut yardımların yerini, temel gelir (“basic income”—tüm toplumda ya ayanları,
çalı ma durumuna bakmaksızın, yoksulluk sınırı üzerinde tutacak düzenli bir meblağ
ödenmesi) gibi alternatiflerle deği tirmek projeleri üzerine de dü ünülmesinde yarar
•
bulunmaktadır.
Makro bazlı bir planlama yapılarak, bahsedilen sorunlarda ülke genelinde geli melerin
ne yönde olacağına karar verilmelidir. Örneğin, tarım/sanayi/hizmet sektörlerinin
istihdam ve üretim açısından ne kadar pay almasının ve bölge/kent bazında bu
göstergelerin ne olmasının beklendiğine/istendiğine dair çalı malar yapılmalıdır.
Özellikle tarım sektöründeki yapısal deği im sonucu ortaya çıkan vasıfsız ve yoksul
•
insanların i sizlik riskinin azaltılması yönünde tedbirler alınmalıdır.
Daha önce değinildiği üzere, fazla sayıda çocuk yapmak yoksulluğun hem bir tezahürü
hem de bir nedeni olarak kar ımıza çıkmaktadır. Nüfus planlaması programları
aracılığıyla insanların bilinçlendirilmesinde yol alınacaksa da, kalıcı çözüme
ula ılabilmesi için gerek sosyal güvenlik gerek sosyal destek sistemlerinin tüm kesime
sunulması ve formel kesimde i imkanlarının arttırılması gerektiği ortadadır; aksi
takdirde, çocuklar ya lıların bakımında kullanılacaklar ya da evin bütçesine katkıda
•
bulunmaları için çalı tırılacaklardır.
Yoksulluğun yapısal nedenlerine yönelik çözümler getirilmelidir:
o Gelir ve servet dağılımındaki bireysel ve bölgesel farklar uzun bir perspektif
kapsamında azaltılmalı ve bu sorunlarla mücadeleye ili kin politikalar
belirlenmelidir. Bu kapsamda, gecekondu ve kentiçi çöküntü mahallelerindeki
sağlık ve eğitim servislerinin iyile tirilmesinde ve mekan standartlarının
yükseltilmesinde fayda olduğu muhakkaktır. Ayrıca, çalı ma sonuçlarımızın
133
gösterdiği gibi, zorla göç etmek durumunda bırakılanların en korunmasız grup
olmasından dolayı, bu kesimin refahını arttırmaya yönelik politikalar
olu turmakta yarar bulunmaktadır. Kent-kır ve Batı-Doğu/Güneydoğu
ayrımlarının giderek artması ve Güneydoğu’da tırmanma eğiliminde olan
çatı malar, göç olgusunun önemli nedenlerini olu turmaktadır. Kırsal kesimin
bo almasını engellemeye yönelik politikaların geli tirilmesi elzemdir; aksi
takdirde dü ük be eri sermayesi olanların kentlere gelmesi kaçınılmaz
olacaktır. Kırsal kesimde çiftçilik dı ı istihdamın yaratılmasının ve gelir
getirici etkinliklerin geli tirilmesinin kentlere göçü azaltacağı ortadadır.
o İ sizlikle mücadeleye yönelik politikalar geli tirilmelidir (diğer konulardaki
politikalarla
koordineli
bir
ekilde
olmak
üzere).
Bu
politikaların
geli tirilmesinde i sizlik sorunuyla iç içe geçmi , hem neden hem de sonuç
haline gelmi olan diğer yapısal sorunlar (enformel kesimin varlığı, mevsimsel
emek taleplerinde ya anan ini -çıkı lar, kadınların emek piyasasına katılım
oranlarının dü üklüğü ve sendikal haklarda ya anan erozyon gibi) dikkate
alınmalıdır. İ imkanı yaratmanın sosyal dı lanmaya neden olacak ba ka bir
dizi sosyal sorunun çözümüne imkan sağlayabileceği akıldan uzak
tutulmamalıdır. Bu çerçevede, üzerinde çalı ılan mahallelerde sosyal
hizmetlere (çocuk/ileri ya /engelli bakımı) olan talebin yüksek, arzın ise dü ük
olduğu saptamasından hareketle, kamunun i siz kesimi sosyal hizmet
alanlarında
istihdam
etmesi
somut
bir
politika
önerisi
olarak
değerlendirilmelidir. Ayrıca, çalı amayacak kesim için daha tatminkâr
mekanizmaların (örneğin para transferi) geli tirilmesi gerektiği ortadadır.
o İ sizlik sorunuyla ilintili olarak bahsedilmi olan yapısal sorunlardan biri,
enformel kesimin varlığıdır. Bu konu, kendi içinde de çocuk emeğinin yüksek
oranda kullanımı, çalı ma ko ullarının sağlıksız ve güvensiz olması, ücretlerin
dü ük olması gibi sorunları barındırdığından itinayla ele alınmalıdır. Enformel
kesimle mücadeleyle ilgili olarak u an uygulanmakta olan (polisiye olmaktan
öteye gidemeyen) yöntemler yerine, gerek hukuksal düzenlemeler gerek
yukarıda bahsedilen makro düzeyde planlamalar ile sorunun kaynağına
(i sizlik, eğitim olanaklarındaki engeller, mesleki kursların azlığı vb.) ili kin
•
çözümlerin üretilmesi gerekmektedir.
Kültürel ve siyasi dı lanmanın en bariz örneği bu grupların anayasal haklarındaki
eksikliklerdir. Bilindiği gibi, Romanlar, Kürt kökenli olanlar, Alevi mezhebini
134
seçenler Lozan Anla masında azınlık olarak tanımlanmamı lardır (halihazırdaki
Anayasa da bu pozisyonu devam ettirmektedir). Benzer
ekilde, cinsel tercih
Anayasa’da yer almamaktadır. Mevcut Anayasa’nın 10’uncu maddesi kanun önündeki
e itlik ilkesini “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi dü ünce, felsefi inanç, din,
mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin e ittir” eklinde koymaktadır.
Öncelikle burada “etnisite”ye, “toplumsal gruplar”a ve “cinsel tercih”e referans
eksiktir; ikinci olarak ise, mevcut yakla ım ayrımcılığı sadece hukuksal yapı (kanun)
bağlamında dikkate almaktadır, halbuki ayrımcılığın çok daha geni bir çerçevede
•
(toplumsal, politik, ekonomik ve kültürel) mütalaa edilmesinde fayda bulunmaktadır.
Politikada karar verme süreçlerinin gerçek anlamda saydam ve hesap-verilebilir
kılınması gerekmektedir; ülke sathında yüzde on barajından dolayı parlamentoda
temsil edilmeyen azınlık görü lerinin sistem içerisinde sesini duyurabilmesi yönünde
düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Politikaya katılım, hem merkezi hem de
yerel anlamda, te vik edilmelidir; doğrudan katılımı destekleyen uygulamaların önemi
•
ortadadır.
Cinsiyet temelli e itliğin sağlanması yönünde politikalar geli tirilmeli, kadının
konumu güçlendirilmelidir. Cinsiyet farkının olduğu eğitim, emek piyasaları ve
•
politika karar mekanizmalarında bu farkın kaldırılması yolunda çaba harcanmalıdır.
üphesiz ki tüm bu politikaların geli tirilmesi ve uygulanması kurumların etkinliğine
bağlıdır. Bu nedenle kurumların etkinliğini arttırmaya yönelik bir takım yöneti imsel
düzenlemelerle katılımcı ve
effaf mekanizmaların olu turulması, bürokrasinin
azaltılması ve bu konularda çalı an birimler arası koordinasyonun sağlanması
gerekmektedir. Ayrıca, sosyal hizmet ve yardım alanlarında çalı an kamu/sivil/özel
kesim arası i birliklerinin arttırılmasında büyük yarar bulunmaktadır.
Çözüm Önerileri: Spesifik Öneriler
•
Emek piyasalarına ula ım
o Kre /bakım/rehabilitasyon merkezleri kurarak evde bakıma muhtaç ki ilerin
mevcudiyeti nedeniyle emek piyasalarına (istediği ölçüde) giremeyen kesimin
özgürle tirilmesi.
o Eğitim ve sağlık hizmetlerine eri imde ve bu hizmetlerin kalitesinde ya anan
sorunların giderilmesi ve dolayısıyla be eri sermayenin ve verimin arttırılması.
135
o Krediye ula ma imkanlarının arttırılması ve böylece i kurmak isteyen ki ilerin
bu amaca makul maliyetlerle ula masının sağlanması.
o İ
ve
istihdam
konusunda
danı manlık
hizmeti
verecek
kamu/sivil
kurumlarının tesis edilmesi; bu alanda çalı an hem kamu hem de sivil
kurumların koordinasyonun gerçekle tirilmesi. İ KUR’un bu bağlamda i
analizleri, i e ba vurma ko ulları, i e alım süreçleri ve i dağılımı konularında
yöntemlerini geli tirmesinde isabet bulunmaktadır.
o Gençlere, ileri ya a, kadın nüfusa ve engellilere yönelik beceri geli tirme ve
meslek
kazandırma
(istihdamdaki
arz
dikkate
alınarak)
programları
düzenlenmesi; tercihen özel sektörle i birliği yaparak katılımcılara yönelik
istihdam fırsatlarının arttırılması.
o Engelli nüfusun istihdamına yönelik olarak mevcut kanunların uygulanmasının
sağlanması: birinci olarak, düzenleme ve denetleme konularında daha etkili
mekanizmaların tasarlanması, ikinci olarak da engellilerin sunabileceği i
imkanları konusunda gerek kamunun gerek özel kesimin bilgilendirilmesinin
sağlanması (İ KUR bu konuda daha etkin bir görev üstlenebilir).
• Sağlık/Eğitim/Mekansal sorunlar
o Gençlere/çocuklara yönelik okuma/çalı ma odalarının açılması, sosyal ve
kültürel etkinliklere ağırlık verilmesi.
o Örgün eğitimin yanında yeti kin eğitiminin de (anne ve babaların çocukları ile
ileti im konusunda, yeti kinlere okuma-yazma konusunda [kadınlara ayrı bir
özen göstererek], kadınların kadın sağlığı ve annelerin anne-çocuk sağlığı
konusunda gibi) sağlanması.
o Okullarda devamı te vik eden mekanizmaların (örneğin okullarda kahvaltı
verilmesi) tesisi; ana dilinin Türkçe olmaması nedeni ile okulda sorun ya ayan
çocuklara uygun müfredatların hazırlanması; kamu okullarının gerçekten
ücretsiz olması için gereken önlemlerin alınması sayesinde eğitim için ailelerin
harcadıkları kalemin ortadan kaldırılması.
o Engellilere yönelik eğitim olanaklarının sayısının ve kalitesinin arttırılması, bu
konu ile ilgili uzman eleman yeti tirilmesi.
o Altyapı sorunlarını ve çarpık kentle meyi önlemek adına, bu bölgelerdeki
insanların ikame edebilecekleri toplu konutların in a edilmesi.
136
o Kanalizasyon ve içme suyu gibi kamusal hizmetlerin sağlanması (ev dı ı
tuvaletlerin içeri alınması, evin içinde akar su sisteminin kurulması vb.).
o Sosyal hizmetlerin hem sayısının hem kalitesinin arttırılması.
o Kent planlamalarının engellilerin ya ayabilecekleri muhtemel sorunlar göz
önünde bulundurularak düzenlenmesi.
o Kent yönetiminde katılımcı mekanizmaların olu turulması.
•
Çocuk
o Özellikle sokak çocukları için artan ihtiyacı dikkate alarak rehabilitasyon
hizmetlerinin sağlanması ve toplum merkezlerinin kurulması.
o Kre /okul öncesi eğitimin yaygınla tırılması (gerek çocukların pedagojik
geli imi gerek hanede bakımla uğra mak durumunda kaldığı için çalı amayan
kesimin özgürle tirilmesi adına).
o Yukarıda da belirtildiği üzere, çocukların eğitiminde yararlı olacak müfredat
dı ı etkinliklerin arttırılması.
o Gençlerin, ba ta ya adıkları kentle ilgili kararların alınması süreçleri olmak
üzere, politik süreçlere katılımının te vik edilmesi.
o Velilerin
ve
çocukların
ba vurabileceği
danı manlık/rehberlik
hizmeti
sağlayacak kamu kurumlarının tesis edilmesi.
o Çocuklarının (özellikle kızlarının) eğitimlerine devam etmesini engelleyen
ailelerin çocukların eğitimi konusunda ikna edilmeleri (bu alanda Ko ullu
Nakit Transferi programı verimli çalı maktadır).
o Çocuk yoksulluğunun Türkiye’de çok önemli bir sorun olmasından hareketle,
okulların aynı zamanda toplumsal refahı arttırıcı bir i levi olabileceğinden
hareketle, yoksul çocukların kar ı kar ıya bulundukları, kötü beslenmeden,
sağlıksız ve güvensiz ya am mekanlarına varıncaya kadar bir dizi riskin
saptanması ve önlenmesi.
•
Korunmasız Gruplar-Kadın
o Kadınların artık içselle tirdikleri ve kadın olmalarının doğal sonuçları olarak
gördükleri kimi konular ( iddete ve cinsel tacize maruz kalma, eğitim
olanaklarından yararlanamama, sosyal ya amlarının kısıtlanması, fazla çocuk
yapmaya zorlanma, çocuk/hasta/engelli/ileri ya bakımını tamamen üstlenmek
durumunda kalma) hakkında bilinçlendirilmelerinin sağlanması.
137
o Kadın dayanı ma merkezleri aracılığıyla kadına ihtiyacı olan rehberlik ve
destek servislerinin sunulması; ev kaynaklı
sığınma
birimlerinin
tesisi;
toplumsal
ve
iddetle mücadele için kadın
aile
ile
ilgili
konularda
sorumluluklarının ve farkındalıklarının arttırılmasına yönelik olarak kocaların
da eğitime tabii tutulması.
o Emek piyasalarında kadının katılımının arttırılmasına yönelik politikaların
tesisi—sosyal bakım servislerinin geli tirilmesinin bu konuda dolaylı katkı
sağlayacağı ortadadır.
o Küçük i letme ba latmak isteyen kadınlara kredi imkanlarının yaratılması.
o Kadınların, özellikle kendi bölgelerinde, politik hayata katılımlarının te vik
edilmesi—olası bir yol belediye düzeyinde “kadın konseyleri”nin ihdas
edilmesidir.
•
Korunmasız Gruplar-Zorunlu Göç
o Yerlerinden edilmi ki ilerin ihlal edilmi haklarının geri verilmesinin temini.
o Köye dönmek isteyenlerin dönü lerini kolayla tırmaya, kentte kalmak
isteyenlerin ise ya amlarını geli tirmeye yönelik politikaların olu turulması;
daha spesifik olarak
a. Köye dönmek isteyenlere, en ba ta, altyapı, eğitim ve sağlık hizmetleri
alanlarında destek olunması. Ayrıca, kırsal kesimde tarım ve
hayvancılığın desteklenmesi yönünde adım atılması ve kırsal kesimdeki
mayınların temizlenmesi.
b.
ehirde kalmayı tercih edenlere, özellikle eğitim (yeti kin eğitimi ve
i e yönelik kurslar da dahil olmak üzere), sağlık ve emek piyasasına
ula ım ba ta olmak üzere, ya amsal konularda destek sağlanması.
•
Korunmasız Gruplar-Engelliler
o Engellilerin mevcut durumu, ihtiyaçları ve fırsatları konusunda toplumsal bilgi
ve bilincin arttırılması.
o İ
imkanları sağlanması ve engellilere dair mevcut istihdam yasasının
uygulanmasının temin edilmesi.
o Mevcut eğitim birimlerinin nitelik ve nicelik açısından geli tirmek, müfredatta
geli meler yapmak ve personel eğitmek suretiyle eğitim imkanlarının
arttırılması.
138
o Rehabilitasyon merkezleri kurulması ve engellilere ihtiyaç duyabilecekleri
gerekli ekipmanın sağlanması.
•
Diğer Korunmasız Gruplar
Daha az gözlenen kırılgan gruplar için kültürel, politik ve ekonomik seviyede
tedbirler tasarlanmalı ve uygulanmalıdır.
o Kaçak i çilerin ülkedeki sayılarının giderek arttığı gerçeği dikkate alınarak, bu
kesimin (a ırı) sömürülmesini önlemeye yönelik tedbirlerin alınması—
özellikle de çoğunlukla kendi rızaları olmadan seks sektöründe kendilerini
bulan kadın çalı anların durumuna dikkat ederek.
o Sayıları fazla olmasa da, göçebelerin yoksulluk ve dı lanmalara maruz kalma
ihtimallerinin yüksek olduğu noktasından hareketle, bu kesime yönelik
politikaların tasarlanması.
o Hapis cezası yatmı kesimin rehabilitasyonu ve i bulma konusunda eğitimden
geçirilmesi için programların tasarlanması; genç mahkumlar için farklı
programların düzenlenmesi.
o Madde bağımlılarına yönelik rehabilitasyon programlarının geni letilmesi.
o Askerlik yapmak istemeyenlere kar ı (vicdani ret) anayasal hakların ihdas
edilmesi.
o Anayasal hakların cinsel tercih alanında da e it olduğunun tesisi.
Son Söz
Türkiye’nin altı ilinin gecekondu ve kentiçi çöküntü alanlarında yaptığımız ara tırma
göstermektedir ki bu bölgelerde ya ayanların büyük bir kısmı i imkanlarından, gelir ve
eğitim olanaklarından uzaktadırlar; bu durumun da yoksulluk-dı lanma-yoksulluk süreçlerini
ba latması kaçınılmazdır. Çalı mamız, ayrıca, ekonomik dı lanmanın yanı sıra, kimi kesimin
politik ve mekansal dı lanmalara maruz kaldığını göstermi tir. İlave olarak, çalı mamız,
ki ilerin kendilerini gerçekle tirmede kültürel engellerle kar ıla makta olduklarını ortaya
koymu tur. Dolayısıyla, bu çok boyutlu dı lanma neticesinde ki ilerin yetkiye ve karar alma
mekanizmalarına eri imde önemli sorunlar ya amaları ve sonuçta toplum dı ına itilmeleri
kaçınılmaz hale gelmektedir.
Payla ım, tanınma ve katılım üçlemesine dayandığını kabul etmi olduğumuz sosyal
adaletin tesisiyle sosyal dı lanmaya kar ı etkili bir mücadele verilebileceğine ve bu
139
perspektiften kurgulanmı uzun soluklu bir yakla ımın (ilkeler, düzenlemeler, politikalar ve
eylem planları çerçevesinde) hayata geçirilmesinin gerekliliğine dair yapmı olduğumuz
saptamayı bir kez daha yineler, sosyal adaletin Türkiye özelinde nasıl bir tablo olu turması
gerektiği sorusunun cevabını hem toplumun hem de kurumlarının nasıl vereceklerinin ta ıdığı
önemin altını çizeriz. Bu süreçte, dı lanmanın yoğun olarak ya anmakta olduğu kentlerin
yoksul mahallelerine dikkatin verilmesi son derece doğal olacaktır.
140
REFERANSLAR
Adaman, F. (2003). “Country Study: Turkey”, Report on Social Inclusion in the 10 New Member
States, http://europa.eu.int/comm/employment_social/emplweb/publications/index_en.cfm
Aksu, M. (2003). Türkiye’de Çingene Olmak, Ozan Yayıncılık, İstanbul.
Ak it, B. (1999). “Cumhuriyet Döneminde Türkiye Köylerindeki Dönü ümler”, içinde O. Baydar
(ed.), 75 Yılda Köylerden ehirlere, Tarih Vakfı, İstanbul.
Ak it, B., Karancı, N. ve Gündüz-Ho gör, A. (2001). Working Street Children in Three Metropolitan
Cities: A rapid assessment, ILO.
Altınta , B. (2003). Mendile, Simite, Boyaya, Çöpe...Ankara Sokaklarında Çalı an Çocuklar, İleti im,
İstanbul.
Altuğ, S. ve Filiztekin, A. (ed) (2006). The Turkish Economy: The real economy, corporate
governance and reform, Routledge-Curzon, Londra.
Atkinson, R. (2000). “Combating Social Exclusion in Europe: The new urban policy challenge”,
Urban Studies, Vol. 37.
Ayata, B. ve Yükseker, D. (2005). “A Belated Awakening: National and international responses to the
internal displacement of Kurds in Turkey”, New Perspectives on Turkey, Vol. 32.
Barnes, M. (2002). “Social Exclusion and the Life Course”, içinde M. Barnes, C. Heady, S.
Middleton, J. Millar, F. Papadopoulos, G. Room ve P. Tsakloglou (ed), Poverty and Social Exclusion
in Europe, Edward Elgar, Cheltenham.
Barut, M. (2001). Zorunlu Göçe Maruz Kalan Kürt Kökenli T.C. Vatanda larının Göç Öncesi ve Göç
Sonrası Sosyo Ekonomik, Sosyo Kültürel Durumları, Askeri Çatı ma ve Gerginlik Politikaları Sonucu
Meydana Gelen Göçün Ortaya Çıkardığı Sorunlar ve Göç Mağduru Ailelerin Geriye Dönü
Eğilimlerinin Ara tırılması ve Çözüm Önerileri, Göç-Der, İstanbul.
Ba ak Kültür ve Sanat Vakfı (2004). “SES ÇIK (Sorun Etme, Sahip Çık)”, report, İstanbul.
Bhalla, A.S. ve Lapeyre, F. (1999). Poverty and Exclusion in a Global World, Macmillan Press,
Londra.
Bryne, D. (1999). Social Exclusion, Open University Press, Maidenhead.
Buğra, A. (1998). “Immoral Economy of Housing in Turkey”, International Journal of Urban and
Regional Research, Vol. 22.
Buğra, A. ve Keyder, Ç. (2003). New Poverty and the Changing Welfare Regime in Turkey, UNDP,
Ankara.
Castel, R. (1995). Les Métamorphoses de la Question Sociale - Une Chronique du Salariat, Fayard,
Paris.
Castles, S. ve Davidson, A. (2000). Citizenship and Migration: Globalization and the politics of
belonging, Macmillan, Londra.
CEDAW (2005). “Dördüncü ve Be inci Dönem Birle tirilmi Periyodik Ülke Raporu: Türkiye”,
http://www.bianet.org/2005/01/01_k/golgetur.doc.
Chawla, M. (2005). “National Education Accounts in Turkey”, World Bank, Turkey: Education Sector
Study bağlamında hazırlanan ve Türkiye, İstanbul’daki Workshop on the Education Sector’da sunulan
tebliğ
Çakır, R. ve Bozan, I. (2005). Sivil, effaf ve Demokratik Bir Diyanet İli leri Mümkün Mü?, TESEV,
İstanbul.
Çarkoğlu, A. ve Eder, M. (2004). Informel Sector Study, Ford Foundation.
141
Dağ, R., Göktürk, A. ve Türksoy, H.C. (ed) (1998). Bölgeiçi Zorunlu Göçten Kaynaklanan Toplumsal
Sorunların Diyarbakır Kenti Ölçeğinde Ara tırılması (2. Geni letilmi Basım), TMMOB, Ankara.
DPT—Devlet Planlama Te kilatı (2005). Millenium Development Goals Report, Turkey, Ankara.
DİE (1999). Çocuk İ çiliği Ara tırması, Ankara.
DİE (2004). Türkiye’de Engelliler Ara tırması, Ankara.
Dinçer, İ. ve Enlil, Z.M. (2002). “Eski Kent Merkezinde Yeni Yoksullar: Tarlaba ı, İstanbul”, Poverty,
Urban Poverty and Planning Colloquium, Chamber of Urban Planners, Nov. 6-8, İstanbul’da
sunulmu makale
Doğan,
İ.
(22/06/2005).
“Metropolün
[http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=22001]
Hırsız
Köleleri”,
N°550.
Aksiyon,
Du Toit, A. (2004). “‘Social Exclusion’ Discourse and Chronic Poverty: A South African case study”,
Development and Change, Vol. 35.
Duffy, K. (1995). Social Exclusion and Human Dignity in Europe, Council of Europe, Strasbourg.
Eder, M. (2003). “Political Economy of Agricultural Liberalization in Turkey” içinde A. İnsel (ed.),
La Turquie et le Développement, l’Harmattan, Paris.
Edmonton
Social
Plan
(2005).
“Social
Exclusion/Social
http://www.edmonton.ca/socialplan/documents/Social%20Exclusion.pdf.
Inclusion”,
mimeo,
Erder, S. (1996). İstanbul’a Bir Kent Kondu: Ümraniye, İleti im, İstanbul.
Erder, S. (1997). Kentsel Gerilim, Uğur Mumcu Vakfı Yayınları, Ankara.
Erder, S. ve Ka ka, S. (2003). Düzensiz Göç ve Kadın Ticareti: Türkiye örneği, IOM.
Erdoğan, N. (ed.) (2003). Yoksulluk Halleri, Deki, İstanbul.
Erman, T. (2003). “Poverty in Turkey; The Social Dimension in Turkey: Poverty and Coping After
Crises”, World Bank Report Publication.
Erman, T. (2004). “Gecekondu Çalı malarında ‘Öteki’ Olarak Gecekondulu Kurguları”, European
Journal of Turkish Studies, N°1 , Gecekondu.
Göç-Der (2001). Report on the Socio-Economic and Socio-Cultural Conditions of the Kurdish Citizens
Living in the Turkish Republic, İstanbul.
Gülersoy, Ç. (2003). Beyoğlu’nda Gezerken, Çelik Gülersoy Vakfı, İstanbul.
Gürsel, S., Levent, H., Selim R, ve Sarıca Ö. (2000). Türkiye’de Bireysel Gelir Dağılımı ve Yoksulluk;
Avrupa Birliği ile kar ıla tırma, TÜSİAD, İstanbul.
Hayat, D. (2003). “Toplum Merkezleri ve Yoksulluk” içinde Türkiye İnsan Hakları Hareketi
Konferansı, 2002 Bildirileri.
ILO—International Labour Organization (1996). “Social Exclusion and Anti-Poverty
Strategy”, http://www.ilo.org/public/english/bureau/inst/papers/synth/socex/.
I ık, O. ve Pınarcıoğlu, M.M. (2001). Nöbetle e Yoksulluk: Sultanbeyli örneği, İleti im, İstanbul.
İçduygu, A. (2003). “Irregular Migration in Turkey”, IOM Migration Research Series, no. 12.
İçduygu, A., Sirkeci, İ. ve Aydıngün, İ. (1998). Türkiye’de İçgöç, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.
İncirlioğlu, E.O. (2005). “‘ ecaat Arz Ederken Merd’: Türkiye Çingenelerinin Örgütlenme Sorunları”
içinde G. Pultar ve T. Erman (ed), Türk(iye) Kültürleri, Tetragon.
İzmen, Ü., Filiztekin, A. ve Yılmaz, K. (2005). Türkiye’de Büyüme Perspektifleri, TÜSİAD, İstanbul.
Joint Report on Social Inclusion (2005). European
http://www.europemsi.org/background_definitions.php
Commission,
Brussels.
See
142
Karatay, A. (2000). “İstanbul’un Sokakları ve Çalı an Çocuklar”, içinde S.U. Sayıta ve M.R. irin
(ed), 1. İstanbul Çocuk Kurultayı Ara tırmalar Kitabı, İstanbul Çocuk Vakfı, İstanbul.
Karatay, A. (2002). “İstanbul’da Sokakta Çalı an ve Ya ayan Çocuklar Sorunu ve Devlet Tarafından
Yürütülen Çalı malar”, Poverty, Urban Poverty and Planning Colloquium, Urban Planners Odası’nda
sunulmu tebliğ, Nov. 6-8, İstanbul
Keyder, Ç. (1993). “The Genesis of Petty Commodity Production in Agriculture: The Case of
Turkey”, içinde P. Stirling (ed.), Culture and Economy: Changes in Turkish villages, Eothan Press,
İstanbul.
Keyder, Ç. (2005). “Globalization and Social Exclusion in İstanbul”, International Journal of Urban
and Regional Research, Vol. 29.
Keyman, E.F. (2005). “Turkey: Globalization, Democratic Governance, and Inequality”, içinde J.S.
Tulchin ve G. Bland (ed), Getting Globalization Right: The dilemma of in equality, Lynee Rienner,
Boulder.
Kimsesiz Çocukları Koruma Derneği ve Özürlüler İdaresi (1997). “Türk Halkının Kimsesiz ve
Korunmaya Muhtaç Çocuklara ve Engellilere Bakı ı”, rapor, Ankara.
Kiri çi, K. (2005). “Eski ve Yeni Göç Modelleri ile Türkiye’nin Ulusal Kimliği”, içinde G. Pultar ve
T. Erman (ed), Türk(iye) Kültürleri, Tetragon, İstanbul.
Kiri çi, K. ve Winrow, G. (2000). Kürt Sorunu, Tarih Vakfı, İstanbul.
Koçoğlu, Y. (2003). Hatırlıyorum: Türkiye’de Gayrimüslim Hayatlar, Metis, İstanbul.
Kurban, D., Yükseker, D., Çelik, B., Ünalan, T. and Aker, T. (2006). “‘Zorunlu Göç’ ile Yüzle mek:
Türkiye’de Yerinden Edilme Sonrası Vatanda lığın İn ası”, TESEV, İstanbul.
Lordoğlu, K. (2005). “Türkiye’de Yabancıların Kaçak Çalı ması”, Toplum ve Bilim, Vol. 102.
Luthar, S. ve Ansary, N.S. (2005). “Dimensions of Adolescent Rebellion: Risks for Academic Failure
among High- and Low-Income Youth”, Development and Psychopathology, Vol. 17.
Marsh, A. ve Strand, E. (2005). “‘Reaching the Romanlar’: A Report on the Feasibility Studies
‘Mapping’ a Number of Roman (Gypsy) Communities in İstanbul”, International Romani Studies
Network.
Morris, L. (1996). “Dangerous Classes: Neglected aspects of the underclass debate”, içinde E.
Mingione (ed.), Urban Poverty and the Underclass: A reader, Blackwell, Oxford.
Oruç, Y. (2001). “Küresel Yoksulluk ve Birle mi Milletler”, Toplum ve Bilim, Vol. 89.
Özar, . (1996). “Kentsel Kayıtdı ı Kesimde İstihdam Sorununa Yakla ımlar”, METU Studies
in Development, Vol. 23.
Paugam, S. (1996). “Pauvreté et Exclusion: La force des contrastes nationaux”, içinde S. Paugam
(ed.), L’Exclusion. L’Etat des Savoirs, La Découverte, Paris.
Percy-Smith, J. (2000). Policy Responses to Social Exclusion, Open University Press, Buckingham.
Pérouse, J.F. (baskıda). “Ayazma (İstanbul): Une zone sans nom, entre stigmatisations communes et
divisions internes”, içinde J.L.Arnaud (ed.), Les Catégories de l’Urbain, CNRS Editions, Paris.
Room, G. (1999). “Social Exclusion, Solidarity and the Challenge of Globalisation”, International
Journal of Social Welfare, Vol. 8.
Sapancalı, F. (2003). Sosyal Dı lanma, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir.
Scognamillo, G. (1990). Bir Levantenin Beyoğlu Anıları, Metis, İstanbul.
SEU-Social Exclusion Unit (1997). Social Exclusion Unit: Purpose, work priorities and working
methods, The Stationery Office, Londra.
143
SIS/World Bank (2005). Turkey: Joint poverty assessment rapor, TÜİK ve Human Development
Sector Unit: Europe and Central Asia Region of the World Bank.
enses, F. (2001). Küreselle menin Öteki Yüzü Yoksulluk, İleti im, İstanbul.
Tunalı, I. (2003). Background Study on Labour Market and Employment in Turkey, rapor, The
European Training Foundation için hazırlanmı tır.
TÜBA—Türkiye Bilimler Akademisi (2003). “Ya lılar ve Ya lı Yakınları Açısından Ya am Biçimi
Tercihleri”, rapor, Ankara.
UNDP (2005). Human Development Report, New York.
Ünlü, A., Alkı er, Y. ve Edgü, E. (2000). Fiziksel ve Sosyokültürel Deği im Bağlamında Beyoğlu’nda
Suç Olgusunun Değerlendirilmesi, İstanbul Technical University Faculty of Architecture, İstanbul.
Wacquant, L.J.D. ve Wilson, W.J. (1993). “The Cost of Racial and Class Exclusion in the Iinner
City”, içinde W.J. Wilson (ed.), The Ghetto Underclass - Social Science Perspectives, Sage,
California.
Walker, A. ve Walker, C. (ed) (1997). Britain Divided: The growth of social exclusion in the 1980s
and 1990s, Child Poverty Action Group, İstanbul.
Wilson, W.J. (1991). “Research and The Truly Disadvantaged”, içinde C. Jencks ve P.E. Peterson
(ed), The Urban Underclass, The Brookings Institution, Washington, D.C.
World Bank (2001). Turkey: Social risk mitigation project, rapor, www.worldbank.org.
World Bank (2003). Turkey: Poverty and coping after crises, rapor, www.worldbank.org.
World Bank (2006). Turkey: Country economic memorandum, rapor, www.worldbank.org.
Yalman, G., Sonat, S., Tayanç, F. ve Tayanç, T. (2004). An Evaluation of Poverty Alleviation
Programmes in Southeast Anatolia Region, Social Science Association of Turkey ve UNDP, Ankara.
Yıldırak, N. (2004). Türkiye’de Küçük ve Orta Ölçekli Tarım İ etmelerinde Çalı an Çocuk ve Kadın
Tarım İ çilerinin Çalı ma Ko ulları ve Sosyo-Ekonomik Yapıları, ILO, Ankara.
Yılmaz, B. (2001). “Street-vendor Children in İstanbul: The visible facet of urban poverty”, içinde S.
Naumovic ve M. Jovanovic (ed), Childhood in Southeast Europe, Belgrade.
Zenginobuz, Ü. (2005). A Growth Oriented Tax Policy for Turkey, Turkish Enlargement Business
Council of the European Round Table of Industrialists.
144