Academia.eduAcademia.edu
TÜRKİYE’DE BÜYÜK KENTLERİN GECEKONDU VE ÇÖKÜNTÜ MAHALLELERİNDE YA ANAN YOKSULLUK VE SOSYAL DI LANMA Fikret Adaman (Ekonomi Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi) Çağlar Keyder (Sosyoloji Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi) Katkı sağlayanlar Serra Müderrisoğlu (Psikoloji Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi) Bediz Yılmaz (Kamu İdaresi Bölümü, Mersin Üniversitesi) Deniz Yükseker (Sosyoloji Bölümü, Koç Üniversitesi) Bu rapordaki görü ler yazarlara ait olup, Avrupa Komisyonu’nu ve Türkiye Çalı ma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı bağlamamaktadır. ENDEKS Te ekkür ………………………………………………………………………………….................…ii Yönetici Özeti……………………………………...………………………….…………………………iii GİRİ …………………………………………………………………....................…………..1 Bölüm 1: YOKSULLUK VE SOSYAL DI LANMA: KURAMSAL ÇERÇEVE.......………4 Bölüm 2: TÜRKİYE’DE YOKSULLUK VE SOSYAL DI LANMA ÜZERİNE KU BAKI I BİR DEĞERLENDİRME Genel Resim…..……………………………………………………………………....………16 Yakındaki Uzak: İstanbul’un bir Kentiçi Mahallesinde Sosyal Dı lanma ve Mekansal Sürgün (Bediz Yılmaz)……………………………………………………………......……...27 Yurtlarından ve Ya amlarından Koparılmı İnsanlar: Bir Sosyal Dı lanma Süreci Olarak Türkiye’de Kürtlerin Yerlerinden Edilmesi (Deniz Yükseker)…………….....................................................................…………………40 Çalı mak ya da Çalı mamak: Bütün Mesele Bu! (Serra Müderrisoğlu)………...................................................................................………….54 Bölüm 3: ARA TIRMA SONUÇLARI VE ANALİZ.............................................................65 Bölüm 4: DEĞERLENDİRME VE POLİTİKA ÖNERİLERİ...............................................123 REFERANSLAR....................................................................................................................141 i TE EKKÜR Türkiye’nin büyük kentlerin gecekondularında ve kentiçi yoksul mahallelerinde ya anan sosyal dı lanma üzerine olan bu rapor, Avrupa Komisyonu’nun Çalı ma, Sosyal İ ler ve Fırsat E itliği Dairesi için, “Sosyal İçerme Belgesi (Joint Inclusion Memorandum)”—JIM sürecine katkı vermesi amacıyla hazırlanmı tır (VC/2005/0155). İkinci bir destek, Boğaziçi Üniversitesi Ara tırma Vakfı tarafından sağlanmı tır (06M101). Her iki kuruma da mali destekleri için te ekkürlerimizi sunarız. Yalnızca yol göstericilik değil, entelektüel birikimini de ara tırma boyunca bizlerle payla mı olan Avrupa Komisyon’undan Bay Walter Wolf’a ükranlarımızı aktarmak isteriz. Odak grup ve anket çalı maları sırasındaki profesyonellikleri ve destekleri için Frekans Ara tırma Merkezi’ne müte ekkiriz. Projede asistanlık yapan Bengi Akbulut, Burcu Yakut, Ceren Soylu, Çağrı Yoltar, Derya Güvenç ve Ilgın Erdem’e de içten te ekkürlerimizi sunarız. Payda larla niceliksel ve niteliksel çalı maların sonuçlarını tartı mak amacıyla (biri 67 Aralık 2005’te İstanbul’da, diğeri 12-13 Aralık 2005’te Gaziantep’te) yapılan iki çalı tay birçok açıdan katkı sağlamı tır. Bu çalı taylar hem sonuçların yorumlanmasında hem de politika önerilerinin ekillenmesinde önemli girdiler vermi tir. Tüm katılımcılara, özellikle de sonradan daha ayrıntılı yorum iletmi olanlara te ekkür ederiz. Aynı ekilde, sosyal dı lanma ve ilintili konularda görü me yapmayı kabul edip değerli zamanlarını ayırarak ve bu konuda bize yazılı malzeme temin ederek katkıda bulunanlara müte ekkiriz. Çalı ma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi’ne de uzmanlıklarını bizimle payla tıkları için ükranlarımızı sunarız; kendileri her türlü desteği vermenin yanı sıra taslak raporumuza değerli yorumlarını sunmu lar ve ayrıca çalı taylara zenginlik katmı lardır. Konuyla ili kili üç makalenin yazarları Bediz Yılmaz, Deniz Yükseker ve Serra Müderrisoğlu’na projeye verdikleri değerli katkıları ve gösterdikleri i birliği ve destek için ayrıca te ekkür ederiz. Yapıcı ele tirileri sebebiyle Abdullah Karatay, Antonio Marquez Camacho, Ay e Gül Altınay, Aziz Çelik, Burcu Yakut, Ceren Soylu, Çağrı Yoltar, Deniz Hayat, Hande Sart, Kahraman Eroğlu, Meltem Ahıska, Nazan Üstündağ ve Zafer Yenal’a minnettarız. Pınar Ardıç’a da ekonometrik analiz konusundaki yardımları için te ekkür ederiz. Alı ılmı uyarıyı tekrar etmek adına, yukarıdaki isimleri ilerleyen sayfalarda sunulan görü lerden muaf tutarız. FA&ÇK ii YÖNETİCİ ÖZETİ Bu rapor, Türkiye’de ya anan sosyal dı lanmanın kapsamını, özellikle altı büyük ilin (Adana, Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, İstanbul ve İzmir) gecekondu ve kentiçi yoksul mahallelerine vurgu yaparak, incelemeyi amaçlamaktadır. Burada sunulan sonuçlar, dı lanmanın farklı boyutlarına dair yazılmı üç makale, payda larla yürütülen bir dizi derinlemesine görü me ve yukarıda belirtilen altı ehirde gerçekle tirilmi olan 12 derinlemesine grup ve 1,863 denekle yürütülmü anket çalı masına dayanmaktadır. Ara tırma, ayrıca, anketin ham sonuçlarının tartı ıldığı (biri Gaziantep diğeri İstanbul’da gerçekle tirilmi olan) iki çalı tayın katılımcılarının görü lerinden de faydalanmı tır. Türkiye’nin büyük kentlerin yoksul mahallelerinde ya anan sosyal dı lanma üzerine olan bu rapor, Avrupa Komisyonu’nun Çalı ma, Sosyal İ ler ve Fırsat E itliği Dairesi için, “Sosyal İçerme Belgesi (Joint Inclusion Memorandum)”—JIM sürecine katkı vermesi amacıyla, hazırlanmı tır (VC/2005/0155). (Boğaziçi Üniversitesi Ara tırma Fonu da maddi katkı sağlamı tır—06M101.) AB’nin “Sosyal İçerme Koordinasyonu Yöntemi”1 tam katılımına hazırlıkları bağlamında, Türkiye (2004 yılı sonu itibariyle) Çalı ma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın e güdümünde JIM üzerine çalı maya ba lamı olup, konu ile ilgili hazırlıklar devam etmektedir. JIM sürecine katkı sağlaması amacıyla bu raporun taslak hali Bakanlığa ve Avrupa Komisyonuna sunulmu tur. Bu çalı mada her ne kadar vurgu (özellikle büyük kentlerin yoksul mahallelerinde ya anan) fakirlik olgusuna verilmi se de, (ya lılar, engelliler, yurtlarından koparılmı lar, Romanlar, sokak çocukları gibi) marjinal gruplara ve i sizlik, eğitim ve ehirle me gibi sorunlara da uzak kalınmamaya çalı ılmı tır. *** Sosyal dı lanma bu raporda (Avrupa Konseyi’nin tanımına istinaden), ki ilerin—yoksulluk, temel eğitim/becerilerden mahrumiyet ya da ayrımcılık dolayısıyla—toplumun dı ına itilmeleri ve toplumsal hayata dilediklerince katılımlarının engellenmesi sürecine kar ılık gelmektedir. Bu bağlamda, iktisadi hayatta kar ıla ılan dı lanma, temel eğitim/becerilerden mahrum olma ya da siyasi veya kültürel ayrımcılık dolayısıyla da ortaya çıkabilmektedir. Bu tip bir dı lanma, kaynak yetersizliğinin yoksulluğu yenmeyi güçle tirmesi sebebiyle kendi kendini besleyen bir hal almaktadır. Dı lanmı lar, kendilerini benzer durumda olanlarla aynı ikametgah yakınlığı içinde bulduklarında mekansal ayrımcılık da hayatlarını kısıtlayan bir diğer unsur halini almaktadır. Dolayısıyla, sosyal dı lanma çok boyutlu bir kavram olarak ele 1 http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/objectives_en.htm iii alınmakta ve yalnızca geliri değil ya anan dünyanın ko ullarını belirleyen diğer göstergeleri de kapsamaktadır. Sosyal dı lanmanın her biri bir diğerini tetikleyen ve besleyen iktisadi, siyasi, kültürel ve mekansal boyutları olduğu kabulünden hareketle, farklı boyutlardaki dı lanmaların kalıcıla tırıcı etkile imi nedeniyle olumsuz ko ulların süreklilik kazandığı kendi kendini besleyen döngülerin önemi ortadadır. Her ne kadar Türkiye son birkaç yılda görece yüksek büyüme oranlarına sahip olsa da, ki i ba ına dü en gelir hâlâ AB seviyesine kıyasla dü üktür (Avrupa Birliği’nin [EU25] ki i ba ına dü en ortalama gayri safi milli hasılası, satın alma gücü paritesince ifade edildiğinde, 100 olarak alındığında, Türkiye’nin 2005 yılı için değeri 29.1’dir). Bu durum, çarpık gelir dağılımıyla birle tiğinde, ülkede bariz bir yoksulluk sorunu olması beklentisine yol açmaktadır. Gerçekten de, her ne kadar “açlık sınırı” (hayatta kalmaya ancak yeten meblağ) altına dü en nüfus oldukça dü ükse de, “yoksulluk-riski” ta ıyan kesim ele alındığında (e değerlik ölçeğine göre e itlenmi hanehalkı net gelirlerinin meydanının %60’ ının altında olan kesim), resim bariz ekilde deği mektedir. Türkiye’de nüfusun yüzde 26’sı, 2003 yılı itibariyle, bu sınırın altındadır. Gelir dağılımının coğrafi e itsizliği, Doğu’daki ortalama gelirin Batı bölgelerindekinin yarısından az olu u verisinde somutlandığı gibi, bu resmi daha da rahatsız edici hale getirmektedir. Bu e itsizlik insani geli me göstergelerinden de takip edilebilmektedir; örneğin, ya am beklentisinin Doğu-Batı arasında 8 yıl fark ediyor olması gibi. Bir diğer farklıla ma kendini kent-kır ayrımında göstermektedir; ülke nüfusunun yakla ık üçte birinin kırda ya ıyor olmasına rağmen bu kesimin gayri safi milli hasıladan aldığı payın bu oranın yarısından da az olması durumu tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Yoksulluğun arkasında yatan belirleyici sebebin, son on yılda artı gösteren ve yakın gelecekte de pek muhtemel görünmeyen yapısal deği iklikler olmadıkça dü eceğine dair bir i aret bulunmayan i sizlik olduğu öne sürülebilir. Ülkenin gerçekle tirdiği büyümenin fazla istihdam yaratamadığı ortadadır. Ayrıca, ülkedeki—iyimser tahminlere göre tarım dı ı istihdamın %30’u olarak tahmin edilen—kayıtdı ı ekonominin geni liği de, çalı makta olanların bir kesiminin i güvencesi ve sosyal sigorta olmadan ya adığını göstermektedir. Sosyal hizmetler, gerektiği gibi olu turulduğunda, bu sorunları yoksulluk ve güvence eksikliğini hedef alarak tersine çevirebilmektedir. Türkiye vakasında ise, sosyal programlar yeterli fona sahip olmayıp, idari ve örgütsel sorunlar (ki bu verim kaybı anlamına gelmektedir) ya amakta ve e itlik ilkesini sağlamada yetersiz kalmaktadır. Mevcut eğitim, sağlık ve emeklilik düzenlemeleri, en yüksek gelir ve statü grubundaki ayrıcalıklı azınlık haricinde, topluma dü ük kaliteli ve yetersiz hizmet sağlamaktadır. Yoksullukla mücadeleyi amaçlayan programların hedeflere ula ma anlamında yeterli olamadıkları ortadadır. Riske iv kar ı geleneksel dayanı ma ve sigorta mekanizmalarının da—aile ve diğer sosyal ağlar gibi— erozyona uğramakta olduğu dü ünüldüğünde, durum daha da çarpıcı bir hal almaktadır. Nüfusun büyük bir kısmı i siz ya da kayıt dı ı istihdam edilmi olduğundan, yani hiçbir sosyal güvence ve sağlık sigortası olmadan bozulan sosyal güvenlik içinde ya adığından, sosyal dı lanma ihtimalinin ülke genelinde yüksek olduğu sonucuna varabiliriz. Her ne kadar sivil inisiyatif ve yerel yönetimlerin eğitim ve sağlık alanlarında belli katkıları oluyor ve yoksulluğu azaltma amacıyla Ko ullu Nakit Transferi gibi yeni sosyal destek projeleri olu turuluyor olsa da, toplumun büyük bir kesiminin sürekli olarak yoksulluk sınırı altında ya da bu sınır civarında ya amasını engelleyebilmek için uzun vadeli yapısal deği ikliklerin gerekliliği açıktır. *** Gecekondu ve kentiçi yoksul mahalleler, üphesiz, sosyal dı lanma süreçlerine kar ı en savunmasız bölgelerdir. Köyden kente göç 1950’lerde hem bir itim hem de bir çekim olarak ba lamı tır ve halen sürmektedir. 1950’lerde yalnızca nüfusun dörtte biri ehirlerde ya arken bu oran günümüzde üçte iki mertebesine çıkmı tır. İlk göçmenler, hükümetlerin toplumun bu kesiminin konut ihtiyacını kar ılayamadığı bu dönemde, gecekondularını, kelime anlamına uyacak ekilde bir gecede, büyük ehirler civarına in a etmi lerdir. Bu yeni gelenler büyümekte olan sanayiye ucuz emek sağlamı lardır. Hükümetler genelde popülist ve patronaj bazlı politikalar yürütmü lerdir: çoğunlukla kamu arazisi üstüne kaçak in a ettikleri evlere göz yumma ve belirli belediye hizmetleri sağlama kar ılığında göçmenlerin oylarını alma eklinde geli en örtülü bir pazarlık mevcuttur. Bu vaatlerin sonucu olarak, 1966’da çıkan “Gecekondu Kanunu” bu gecekondu bölgelerinin kalıcıla masına zemin hazırlamı tır. 1980’lerde, devam eden ehirle me ve ehir merkezlerinde artan bina yoğunluğu, servis sektöründeki geli meler gibi etmenler neticesinde orta sınıfın artan konut talebi gecekondu alanlarının birden değer kazanmasına yol açmı tır. Sonuç olarak, küçük bahçeli tek katlı evler yıkılıp çok katlı “apartman gecekondu”lar halini almı tır ve bu da daha sonra “gecekondu sahipleri” ve “gecekondu kiracıları” ayrımını yaratacak süreci ba latmı tır. Bu yeni sosyal ayrım 1990’lardaki kitlesel zorunlu göç ile (Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun kırsal kesiminden bölgedeki ve Batı’daki ehirlere) daha da iddetlenmi tir. Bir milyon ki i olduğu tahmin edilen bu yeni göçmen dalgası Güneydoğu’daki silahlı çatı maların sonucudur. Gecekondu mahalleleri genellikle “çalı an yoksul”ları barındırmaktadır. Bu kesim, her ne kadar (sürekli olmasa bile) çalı ıyor olsa da, temel gereksinimlerini kar ılamakta zorlanan ve haliyle yoksulluk sınırında ya da altında ya ayan i gücünden olu maktadır. Dü ük ücretlere ek olarak, kayıtdı ı istihdam (ki bu da çoğu durumda düzensiz i ve belirsiz istihdam v anlamına gelmektedir), düzensiz gelir (ya i verenin muntazam ödeme yapmaması ya da sık i deği tirme mecburiyeti), sosyal güvenlik ağlarından mahrumiyet gibi sorunlar bu duruma sebep olarak sayılabilmektedir. Sonuç olarak, gecekondu sakinleri yoksulluktan kaynaklanan dı lanma riskiyle kar ı kar ıyadır. Gecekondu bölgelerinin sınırları kesin olarak çizilememektedir; ama belli ortak özellikleri bulunmaktadır: bu binalar bir gecede in a edildiğinden ehir planlamasından söz edilememektedir. Binaların kalitesi kötüdür. Kaçak elektrik kullanımı yaygındır. Dar sokaklar sebebiyle çöp araçlarının ve acil durumlarda itfaiye ve ambulansların girmesi sorunludur. Altyapı yetersizdir: kanalizasyon sisteminin yetersizliği sebebiyle yer altı suları kirlenmektedir; oyun alanları, park ve kamu binaları hem sayı hem de kalite olarak kent ortalamasının altındadır. Yoksulluktan kaynaklanan dı lanma, üretim ve payla ım süreçlerinin ekonomipolitiğinin bir tezahürü olarak ülkedeki sosyal dı lanmanın belirleyici yanıdır. Öte yandan, yukarıda belirtildiği üzere, kültürel ve siyasi boyutların varlığı da mevcuttur ve tanınmayan ya da talep edilmeyen haklar da ayrımcılığa yol açmaktadır. Yaptığımız literatür taraması dı lananların çok çe itli gruplara (engelliler, kimsesiz ya lılar, sokak çocukları vb.) mensup olduğunu ve dı lanma süreçlerinin çok katmanlılığını (eğitim, sağlık, emek piyasası, siyasal haklar vb.) açıkça göstermi tir. Sosyal dı lanmanın Türkiye’deki tezahürlerini tam olarak kavramak amacıyla, üç konuda konu uzmanlarına makale yazmalarını istedik. Bediz Yılmaz’ın Tarlaba ı’ndaki (İstanbul) mekansal dı lanmayı inceleyen çalı ması, dı lanmanın farklı tezahürlerinin iç içe geçi lerine dair dikkate alınması gereken saptamalarda bulunmaktadır. Bu çalı ma ehir içindeki yoksulla mı mahallelerin dinamiklerini Türkiye’deki mevcut gecekondu sorunu bağlamında ele almaktadır. 1990’ların göç dalgası, belirtildiği üzere, genelde gönüllü yapılmamı tır. Bu kitlesel yerinden olmanın sonuçlarına ve toplumsal maliyetlerine dair geni kapsamlı bir açılım Deniz Yükseker tarafından sunulmaktadır. Son olarak, çocuk emeğinin önemine dikkat çeken Serra Müderrisoğlu, İstanbul’da etnik ve mekansal dı lanmalara maruz kalan ve bir yandan da çalı mak zorunda olan Kürt çocuklarının aynı anda okuma hedefine ula masındaki zorlukları dile getirmektedir. *** Bütün bu gözlemlerin ı ığında yürüttüğümüz çalı manın üç kısmı vardır: (1) Hem merkezi hem genel yönetimden yetkililerle, STK ve sivil inisiyatif temsilcileriyle ve akademisyenlerle, sosyal dı lanmanın dolaylı ya da doğrudan sebepleri konusunda 34 tane derinlemesine görü me yapıldı. (2) Anılan altı kentin her birinde, biri erkeklerle diğeri kadınlarla olmak vi üzere, toplamda 12 adet foküs grup çalı ması gerçekle tirildi; görü ülen toplam erkek sayısı 39, kadın sayısı 44’tür. (3) Bu altı ilin gecekondu bölgelerinde ya ayan 1,863 ki i ile anket çalı ması yürütüldü. • Bu çok boyutlu tablodan çıkarttığımız göze çarpan sonuçlar a ağıda özetlenmi tir: Beklendiği üzere, yoksulluk birçok hanehalkının iç-içe bulunduğu ve hatta bir ya am ekli olarak kabullendiği bir sorundur. Anket çalı mamıza katılanların yarıya yakını yoksulluk nedeniyle kendilerini toplumdan dı lanmı hissetmektedir. Yoksulluğun nedenleri arasında, hedef grubumuzun büyük bir bölümünün istihdam edildiği (çoğu enformel kesimde olan) dü ük kalifiye i lerdeki ücretlerin az olması (emek piyasasındaki kadın-erkek farkının yarattığı ilave soruna ilaveten); sermayeye eri imde güçlükler ya anması; eğitim imkanlarından yeterince yararlanamama neticesinde be eri sermayenin dü ük seviyede kalması; mekansal sorunlar nedeniyle (örneğin, kalabalık nüfus ve küçük mekan, kötü sağlık ko ulları, yetersiz beslenme, ısınamama) verimliliğin dü mesi; küçük ölçekli (genelde ev merkezli) üretimde/satı ta danı manlık hizmeti almada ya anan güçlükler; beceri geli tirmeye yönelik kurs vb. hizmetler arzının istenilen sayı ve kalitede olmaması; evdeki yükümlülükler ya da engellilik sebebiyle emek piyasalarına (istenilen ölçüde) girememe; i te ayrımcılık • sayılmı tır. Ara tırmanın yürütüldüğü ehirler arasında çarpıcı farklar ortaya çıkmı tır. Türkiye ile ilgili bir diğer çarpıcı gösterge çalı masına rağmen yoksulluktan kurtulamayan kesimin fazlalığıdır. Halihazırda çalı anlar içerisinde yoksul olanların oranı %23 mertebesindedir ki bu oran EU25’tekinin yakla ık üç katıdır. Bu husus, • çalı mamızda son derece çarpıcı bir ekilde kendini belli etmi tir. Yoksulluğun, sağlık, eğitim ve konut gibi temel hizmetlere ula mada ya anan sorunları arttırdığı gözlenmi tir. Ara tırmaya katılanların neredeyse üçte ikiye yakın bir kesiminin sağlık ya da i sigortası ya da emeklilik imkanlarının olmadığı, eğitime ula ımda engellerin olduğu (çocukları okula göndermenin masraflı olduğu çoğunluk tarafından dile getirilmi tir) ve sağlık ko ullarının gerektiği gibi olmadığı (örneğin, evlerin be te birinde akar su sistemi bulunmamaktadır ve yine be te birinde tuvalet dı arıdadır) görülmektedir. Yoksul mahallelerdeki genel eğitim tablosu da alarm vermektedir: görü me yapılanların dörtte birinden fazlası okur-yazar değildir ve ancak be te birinden azı liseyi tamamlamı tır. Dolayısıyla, görü ülenlerin dörtte birinin, eğitim seviyeleri nedeniyle toplumdan dı landıklarını hissetmeleri a ırtıcı değildir. Mevcut yoksulluğun ileriki nesiller için dü ük be eri sermayeye neden olarak dü ük ücretli istihdamı sürekli kılacağına ve dolayısıyla yoksulluk-eğitimsizlik-yoksulluk vii kısır döngüsü yaratacağına dair açık i aretler vardır. Yoksulluk, son olarak, • engellilerin ya adığı sorunları derinle tirmektedir. Katılımcılar, kamusal sağlık ve eğitim hizmetlerinin kalitesinin dü üklüğü ve yetersiz olu una dair ele tiriler getirmi lerdir. ikayetler unlardır: Eğitim ve sağlık hizmetleri arzının gecekondu bölgelerinde, ehrin geneline kıyasla, bariz ekilde dü ük olması (sağlık birimlerinde personel ve ekipman yetersizliği ve eğitimde kalabalık sınıflar eklinde tezahür etmektedir); okulöncesi eğitim, ya lı ve küçük çocuklar için bakım hizmetlerinin yetersizliği; çocuklar için okul dı ı faaliyetlerin azlığı; eğitim ve sağlıkta talep edilen yasadı ı ek ücretler. Ara tırma ayrıca bazı çocukların okulda anadillerinin Kürtçe olması sebebiyle sorun ya adığını göstermi tir; bazı durumlarda kız çocukları kültürel sebeplerle okula gönderilmemekte ya da belli bir seviyeden sonra eğitime • devam edememektedir; engelliler için eğitim olanakları yetersizdir ve kalite dü üktür. Ara tırmamız gecekondu bölgesinde ya ayan korunmasız grupların ciddi sorunlar ya adığına dair bazı endi eleri saptamı tır. Bunlar u ekilde sıralanabilir: o Gençler eğitim olanaklarından tam anlamıyla faydalanmalarını sağlayacak ko ullardan mahrumdur (okul dı ı faaliyetlerin sınırlı olması, sınıfların kalabalık olu u, evde çalı maya uygun ortamın bulunmayı ı vb.); bunun yanında bazıları zamanlarını okula ayırmak yerine tam ya da yarı zamanlı çalı maya veya evdeki bakıma muhtaçların bakımını üstlenmeye zorlanmaktadır (çok çocuklu ailelerdeki genel durum, bazılarının aileye destek için çalı tığı, bazılarının bakıma muhtaçların bakımını üstlendiği ve ancak bir kısmının zaten dü ük seviyeli olan eğitim fırsatlarından yararlanabildiği eklindedir). o Engelliler, sağlık, eğitim, mekan, istihdam ve bakım hizmetlerinde ciddi sorunlar ya amaktadır. Ancak, daha önemlisi, engellilerin kamusal alandaki haklarının savunulmasında ciddi sorunlar olduğuna vurgu yapılmı tır. Bu, engellilerin toplumsal ya amdan çekilmesine yol açabilmektedir. Engelli ebeveynlerin çocukları ek zorluklar ya amaktadır. o Kadın olmanın gecekondu bölgelerinde ek sorunlar yarattığı ya da mevcut sorunları derinle tirdiği gözlemlenmi tir: kadın nüfusun eğitim ve eğitim piyasasına katılımı dü üktür, siyasi karar alma mekanizmalarına dahil olma oranı çok daha dü üktür, hem aile içi hem de aile dı ı iddet (uç noktada “namus cinayetleri”) yaygındır, kadınlar çok fazla çocuk doğurmaya zorlanmakta ve hanedeki çocuk, ya lı ve engellilerin bakımı onların viii sorumluluğu olarak görülmektedir. Bu ko ullar altında kadınların bazı mekanlara ula ımda ve bağımsızlıklarını kazanmada sorunlar ya aması ve kendilerini geli tirip toplumsal süreçlere dahil olmasında engellerle kar ıla ması a ırtıcı değildir. o Zorunlu göç sonrasında kente gelenlerin bütün bu alt gruplara kıyasla dı lanma tecrübesini daha keskin bir ekilde ya adığına dair somut kanıtlar mevcuttur. Kentsel ya ama katılımları beklenmedik bir ekilde gerçekle tiğinden, bu kesim kısa bir zamanda “üretici”den ziyade “tüketici” haline gelmekte ve hem u anki, hem de gelecekteki ya amlarını etkileyen, yoksulluk ba ta olmak üzere, dü ük be eri sermaye, çocukların hane gelirine katkı için çalı mak zorunda olu u ve okula gidemeyi i gibi ciddi sorunlar ya amaktadır. Bu ailelerde hane ba ına dü en çocuk sayısı yüksek, ya anılan mekan dar ve dü ük kalitededir; bu kesim sosyal ağların (akrabalar) faydalarından mahrumdur; (herhangi bir sigorta kapsamında olmayan yoksullara sağlık hizmetlerine ula abilmeleri için gereken) Ye il Kart sahipliğinde gelir getirmediği halde geldikleri yerde sahip oldukları mülkler (ev, tarla) kaynaklı sorunlar ya amaktadır. • Dönmek isteyenlere yardım sunan “Köye Dönü ” kampanyasının ba arısı yeterli olmaktan uzaktır. Yukarıda bahsi geçenler dı ında kalan sorunlar u ekilde sayılabilir: o Veriler belli gruplara yönelik kültürel, sosyal ve politik dı lamayı göstermektedir. Katılımcıların be te biri etnik köken sebebiyle dı landıklarını dile getirmi tir. o Dini inançlara dair de sorunlar mevcuttur: Görü ülenlerin çok bariz bir kısmı, etnik köken kadar yüksek olmasa da, dini inançları sebebiyle dı landıklarını ifade etmi tir. Sünni mezhebi dı ında kalanlar (özellikle Aleviler) ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Bu arada belirtmekte yarar bulunmaktadır ki, ülke genelinde gayri-Müslim oranı çok dü ük olduğundan (%0.5 civarında), anket çalı mamızda bu kesimden kimseyle kar ıla madık. Ancak, belirtilmesinde fayda bulunmaktadır ki, gayri-Müslim ve dini inancı olmayanlar, toplumsal, kültürel ve politik dı lanmalara maruz kalabilmektedirler. o Toplum tarafından cinsel tercih, adli sicil vb. konularda “marjinal” kabul edilen kesimlere yönelik dı lanma büyük ölçüde ke fedilmemi olarak kalmı tır; yine de bu gruplara kar ı dı lanmanın varlığına dair fikir verebilecek kanıtlar mevcuttur. ix • Anketin yürütüldüğü ehirlerin gecekondu mahallelerini temsil eden nüfusun büyük bir kısmı birçok alanda (yukarıda belirtildiği üzere) dı lanma ya adığını dile getirmi tir; ancak, aynı kesim belli gruplara kar ı (adli sicili olanlar, alkolikler, ruhsal hastalığı olanlar, AIDS hastaları, e cinseller vb.) dı layıcı tutum da ortaya koymaktadırlar. Dolayısıyla, anket katılımcılarının büyük bir kısmı hem dı lanan hem • dı layan durumundadır. Son olarak, sosyal dı lanma konusunun kamuoyunda, siyasi arenada, akademisyenler arasında ya da medyada yeterince yankı bulmadığına dair endi eler dile getirilmi tir. *** Türkiye’deki altı ilin gecekondu bölgelerindeki sosyal dı lanmanın boyutları ve süreçlerine dair bu tablonun ı ığında, a ağıda bir takım çözüm önerileri sunacağız. • Ülkenin farklı yörelerinde ekonominin hangi alanlarının büyüme ve istihdam yaratma konusunda katkı sağlayacağına yönelik çalı malar yürütülmelidir. Büyümenin istihdam etkisine yönelik (büyüme-istihdam ili kisi) sektörel çalı maların önemi ortadadır. Daha önce de vurgulanmı olduğu üzere, ülke nüfusunun üçte birlik bir kesimi kırda ya arken bu kesimin gayri safi milli hasıladan aldığı payın bu oranın yarısından az olması söz konusudur. Bu çerçeveden bakıldığında, ehirle menin hızı ve niteliğinin ülkenin ekonomik ve coğrafyasal topografyasını belirlemesi söz konusudur. Kırsal kesimdeki ki ilerin ortalamada kentlilere göre daha az eğitimli olması nedeniyle, gelecekteki göçlerin kentlere i bulmak amaçlı ta ıyacağı potansiyel göçmenlerin çok dü ük be eri sermayeye sahip olmaları beklenmelidir. Dolayısıyla, kırsal kesimin bo almasının yava latılmasında isabet bulunmaktadır. Kırsal kesimde çiftçilik dı ında istihdam ve gelir getirici faaliyet alanlarının geni letilmesinin kentlere göçü azaltacağı ve kentlerde yoksulluk yumaklarının artmasını engelleyeceği dü ünülmelidir. Aynı felsefeden hareketle, yeni olu makta olan (sağlık ve ki isel bakım amaçlı sosyal hizmet alanı örneğinde olduğu gibi) alanlarda istihdam yaratmaya yönelik eğitim programlarının gerçekle tirilmesi amaçlı etkin emek piyasaları • politikalarının olu turulmasında isabet bulunmaktadır. Eğitimde devamlılık, beceri ve i bulabilirliği geli tirici eğitim programlarının varlığı gecekondu ve kentiçi yoksul alanlarda yoksulluk çıkmazına dü meyi engellemekte faydalı olacaktır. Geli mekte olan ülkelerde i sizliğin hem nedeni hem de sonucu olan yapısal sorunlar (kayıtdı ı ekonominin varlığı, i gücü talebindeki mevsimsel dalgalanmalar, kadınların emek piyasasına katılımının dü üklüğü, sendikal haklarda x ya anan erozyon) ve bunları hedefleyen politikalar çok-boyutlu bir açıdan analiz edilmelidir. Devlet politikaları, bireyler ve bölgeler arası gelir ve servet dağılımı • e itsizliğini azaltmayı hedeflemelidir. Sosyal hizmetlerin arzının niteliği ve niceliği adil bir biçimde arttırılmalıdır. Eğitim, yoksulluğun ku aklar arası aktarımını engellemede kilit roldedir. Eğitime eri imi garantileyecek akıllı bir politika, dı lanmayla mücadele için en iyi uzun vadeli çözümdür. Dı lanma hissini arttıran bir diğer konu da sağlık hizmetlerine eri imdir. Genel bir sağlık sigortası hem güven seviyesini arttıracak, hem de bireylerin ko ullarını geli tirecek fırsatlar aramasına yardımcı olacaktır. Ülke genelinde nicel ve nitel verilere bakıldığında hem eğitim hem de sağlık hizmetlerinin genelde halkın taleplerini kar ılamaktan uzak olduğunu görmekteyiz; ayrıca, hem sağlık hem de eğitim alanında, personel ve altyapı anlamında (ki hem niteliği hem niceliği • etkilemektedir) ciddi bölgeler arası farkların olduğu da bir gerçektir. Yoksulluğun azaltılmasına dair kapsamlı politikalar mevcut olmalıdır. Sokak çocukları, muhtaç durumdaki çocuklar, bakım sorunu ya ayan ya lılar ile engelliler, yoksulluktan dolayı kar ıla tığı zorlukları katmerle mi kadınlar, yerinden olmu ki iler ve mekansal dı lanma ya ayanlar gibi korunmasız grupların sosyal hizmetlere eri imde önceliği konusuna özel hassasiyet gösterilmelidir. Ya lı ve engellilerin sorunlarına dair sosyal destek mekanizmaları geli tirilmelidir; sağlık ve eğitim hizmetlerinin kalitesinin ve eri ilebilirliğinin arttırılması yeni neslin eğitim eksikliği kaynaklı yoksulluk çıkmazından kaçmasına fırsat vermek açısından önemlidir. Yoksullar arasında en yoksulu hedefleyecek, temel gelir desteği (“basic income”) ya da okulda yemek verilmesi gibi sosyal destek projeleri hazırlanmalı ve uygulanmalıdır. Yoksulluk çeken ya lı ve engellilere yönelik maddi destek imkanları bulunmaktadır. Yapılması gereken bu tür desteklerin ihtiyaç sahibi herkese yaygınla tırılmasıdır. Adli sicili olan bireylerin rehabilitasyonunda en önemli adım i fırsatlarının yaratılmasıdır; bu amaca hizmet edecek meslek eğitim kursları geli tirilmelidir. Son olarak, engellilerin emek piyasasına eri imine yönelik mevcut • kanunların uygulanması için çaba harcanmalıdır. Bütün bu politikaların geli tirilmesi ve ba arıyla uygulanması kamu kurumlarının verimliliğiyle ilintilidir. Bu sebeple, kamusal düzenlemelerle katılımcı ve effaf mekanizmaların olu turulması bu kurumların etkinliğini ve verimini arttırmada, bürokrasinin azaltılmasında ve aynı sahada çalı an birimler arasında koordinasyonun xi sağlanmasında önem ta ımaktadır. Devletle sosyal güvenlik ve destek alanında çalı an • STK ve özel sektör arasındaki ortaklığın geli tirilmesi de çok önemlidir. Kültürel ve siyasi ko ullardan kaynaklı sosyal dı lanma süreçlerine de gerekli ilgi gösterilmelidir. Her ne kadar yoksulluğun dü mesi ve eğitim seviyesinin genelde artması dı lanmanın kültürel ve siyasi tezahürlerinin azaltılmasında yardımcı olsa da, ekonomik olmayan sebeplere bağlı dı lanma ya ayanların savunulması için bir takım anayasal haklar tanınmalıdır. Bağlantılı olarak, genel kamuoyunun bu tür hakların anlamı konusunda eğitilmesinde hukuki yapının güçlendirilmesi bağlamında büyük yarar olduğu muhakkaktır. *** Türkiye’nin altı ilinin yoksul mahallelerinde yaptığımız ara tırma göstermektedir ki bu bölgelerde ya ayanların büyük bir kısmı i imkanlarından, gelir ve eğitim olanaklarından uzaktadırlar, güce ve karar alma mekanizmalarına eri imleri sınırlıdır ve dolayısıyla toplum dı ına itilmeleri kaçınılmazdır. Bu rapor sosyal adaletin payla ım, tanınma ve katılım üçlemesine dayandığını kabul etmektedir. Bu tanıma göre payla ım adaleti, hem ekonomik boyutu olan hem devlet müdahalesiyle sağlanacak bir yeniden payla ım mekanizması boyutu olan bir alandır. Tanınma adaleti, içerme prensipleri ve çe itli düzey ve düzlemlerdeki farklılıkların kabulü için kilit rol ta ıdığı kabul edilen bir alandır. Katılımda adalet ise bireylerin, grupların, payda ların ve sivil inisiyatifin karar alma sürecine adil katılımına dair prensiplerin ve çoğunluk kar ısında azınlığı savunulmasının gerektiği noktaların belirleyicisi olarak tanımlanmı tır. Ancak sosyal adaletin toplumsal seviyede sağlanmasından sonra, sosyal dı lanma sorununu daha kökten ve derinlikli bir ekilde ele almak mümkün olabilecektir. xii GİRİ GİRİ Bu rapor, belli bireylerin toplum dı ına itilmesi ve toplum ya amına dilediğince katılımlarının yoksulluk, temel yetkinlik ve ya am boyu öğrenme fırsatlarının eksikliği, ya da ayrımcılık sebebiyle engellenmesi olarak tanımlanan sosyal dı lanmanın Türkiye’deki durumunu altı büyük ildeki (Adana, Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, İstanbul ve İzmir) yoksul mahallelere özel vurgu yaparak incelemeyi hedeflemektedir. Burada sunulan sonuçlar, dı lanmanın çe itli boyutlarına dair üç makale, payda lar ve ara tırmacı/akademisyenlerle sosyal dı lanma ve ayrımcılık konusunda bir dizi derinlemesine görü me, 12 adet foküs grup çalı ması ve 1863 ki iyi kapsayan bir ankete (her ikisi de belirtilen 6 ilde yürütülmü tür) dayanmaktadır. Rapor, 1.Bölüm’de sosyal dı lanma kavramına dair literatür taraması üzerinden ku bakı ı bir tur sunmaktadır. Bu bölüm, ekonomik hayattan dı lanmanın temel becerilerin ve eğitimin eksikliğinden ya da siyasi ve kültürel ayrımcılıktan kaynaklanabileceğini ve kaynak yetersizliği yoksulluğu a mayı zorla tıracağından, bu türde bir dı lanmanın kendi kendisini besleyen bir hal alabileceği sonucuna varmaktadır. Dı lanmı ların, kendilerini benzer durumdakilerle aynı ikametgah yakınlığı içinde bulduğunda, mekansal ayrımcılığın hayatlarını kısıtlayan ek bir unsur haline geldiği malumdur. Dolayısıyla, sosyal dı lanma çok boyutlu bir kavram olarak ele alınmakta ve yalnızca geliri değil, ya anan dünyanın ko ullarını belirleyen diğer göstergeleri de kapsamaktadır. Sosyal dı lanmanın her biri bir diğerini tetikleyen ve besleyen iktisadi, siyasi, kültürel ve mekansal boyutları olduğu kabulünden hareketle, farklı boyutlardaki dı lanmaların kalıcıla tırıcı etkile imi nedeniyle olumsuz ko ulların süreklilik kazandığı kendi kendini besleyen döngülere vurgu yapılmasında yarar vardır. Bu teorik açılımdan sonra dikkatimizi Türkiye vakasına odakladık. 2.Bölüm, Türkiye’deki sosyal dı lanmayı kapsamlı bir literatür taraması sonrasında, gecekondu ve kentiçi çöküntü alanlarındaki sosyal dı lanma süreçlerine vurgu yaparak açıklamayı hedeflemektedir. Bu genel çerçevede, bu bölüm proje için yazdırılmı üç akademik makale sunulmu tur. Bediz Yılmaz’ın Tarlaba ı’ndaki mekansal dı lanmayı inceleyen çalı ması, dı lanmanın farklı tezahürlerinin iç içe geçi lerine dair dikkate alınması gereken saptamalarda bulunmaktadır. Bu çalı ma, ehiriçindeki mahallelerin dinamiklerini Türkiye’deki mevcut gecekondu sorunu bağlamında ele almaktadır. 1990’ların göç dalgası, belirtildiği üzere, genelde zorla olmu tur. Bu kitlesel yerinden olmanın sonuçları ve toplumsal maliyetlerine dair geni kapsamlı bir açılım Deniz Yükseker tarafından sunulmaktadır. Son olarak, çocuk emeğinin önemine dikkat çeken Serra Müderrisoğlu, İstanbul’da etnik ve mekansal 1 dı lanmalara maruz kalan ve bir yandan da çalı mak zorunda olan fakir aile çocuklarının aynı anda okuma hedefine ula masındaki zorluklarını dile getirmektedir. Daha sonra, 3.Bölüm’le birlikte proje için yürüttüğümüz ara tırmaların sonuç ve analizleri sunulmaktadır; ara tırmamız üç bölümden olu mu tur: (1) Hem merkezi hem de genel yönetimden ki iler, STK ve sivil inisiyatif temsilcileri ve akademisyenlerle, sosyal dı lanmanın dolaylı ya da doğrudan sebepleri konusunda 34 tane derinlemesine görü me yaptık. (2) Toplamda 12 adet odak (foküs) grup çalı ması, ki her ilde biri kadın diğeri erkeklerle olmak üzere iki adet, gerçekle tirdik. Görü ülen toplam erkek sayısı 39 ve kadın sayısı 44’tür. (3) Bu altı ilin gecekondu bölgelerinde ya ayan 1,863 ki i ile anket çalı ması yürüttük. Ara tırma ayrıca (biri Gaziantep diğeri İstanbul’da) yapılan ve anketin ham sonuçlarının tartı ıldığı iki çalı tayın katılımcılarının görü lerinden de faydalanmı tır. Derinlemesine görü melerin ve odak grup çalı malarının ana amacı, anket çalı mamızın hazırlığına girdi sağlamalarıydı. Toplumsal dı lanmanın çok boyutluluğunu anket sorularını hazırlamaya ba lamadan hissetmek istemi tik. Bu görü meler ve toplantılar, aynı zamanda, anket sonuçlarının yorumlanmasında da bize yardımcı oldular. Çalı mamız aynı zamanda gerçekle tirilen iki çalı taya katılanların değerli görü ve yorumlarıyla zenginle ti. Biri İstanbul’da diğeri Gaziantep’te düzenlenen ve ana sonuçların sunulduğu bu iki günlük çalı taylar, hem sonuçların daha net yorumlanmasına hem de bir dizi politika önerisi geli tirilmesine katkı sağladı. Son olarak, Çalı ma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Avrupa Koordinasyon birimi deneyimlerini bizle payla tı ve sonuçlara ili kin değerli katkılarını sundu. Son olarak 4. Bölüm’de görü lerimizi (ara tırma sonuçlarının yanı sıra politika önerileriyle beraber) sunmaktayız. Türkiye’nin altı ilinin gecekondu ve kentiçi döküntü alanlarında yaptığımız ara tırma göstermektedir ki, bu bölgede ya ayanların büyük bir kısmı i imkanlarından, gelir ve eğitim olanaklarından uzaktadırlar, güce ve karar alma mekanizmalarına eri imleri fazlasıyla sınırlıdır ve dolayısıyla toplum dı ına itilmeleri kaçınılmazdır. Ara tırmamız ayrıca dı lanmanın ekonomik nedenler dı ında da nedenleri olduğunu ortaya koymu tur: Kültürel, siyasi ve mekansal boyutlar ki ilerin hayatında önemli roller oynamaktadır. Bu bağlamda, ailevi bağları olmayan ileri ya lılar, engelliler, sokak çocukları gibi korunmasız grupların çe itli düzlemlerde ayrımcılıklarla kar ı kar ıya bulunmakta olduklarını sonuçlarımız ifade etmektedir. Bu rapor, payla ım, tanınma ve katılım üçlemesine dayandığını kabul ettiğimiz sosyal adalet anlayı ının toplumsal düzlemde kabul edilmesiyle ancak sosyal dı lanma sorunsalının daha kökten ve derinlikli bir ekilde ele alınması mümkün olacaktır. 2 Aksi belirtilmediği takdirde, tüm istatistiki veriler TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) ve EUROSTAT tarafından alınmı tır. 3 BÖLÜM 1 YOKSULLUK VE SOSYAL DI LANMA: KURAMSAL BİR ÇERÇEVE BÖLÜM 1 YOKSULLUK VE SOSYAL DI LANMA: KURAMSAL ÇERÇEVE Sosyal Adalet İlkesi—Farklı bakı lar, farklı yorumlar Bilindiği üzere, dönemden döneme, toplumdan topluma, coğrafyadan coğrafyaya çok farklı tezahürleri bulunan sosyal adalet ilkesi, toplumsal ya amın en önemli bile enlerinden birini olu turmaktadır. Bu ilkenin, tarihsel süreç boyunca bakıldığında, son yıllara kadar genelde iktisadi alanda cisimle mi olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla da, sosyal adalet tartı maları yakın geçmi e kadar büyük ölçüde gelir/servet dağılımı sorununa endekslenmi durumdaydı. Diğer bir ifadeyle, üretim ve bölü üm süreçlerinin sosyal adalet tartı malarının hemen neredeyse tümünün içini son dönemlere kadar doldurmu olduklarını mü ahede etmekteyiz. Bu bağlamda, sosyal adaletin operasyonalizasyon anlamında endeksini genelde gelir/servet dağılımı ve yoksulluk oranları olu turmu tur. Yakla ım böyle olunca, sosyal politikalar da sosyal adaleti tesis adına gelir/servet dağılımını çe itli vasıtalarla düzeltmeyi ve/veya yoksullukla mücadele etmeyi hedef olarak görmü lerdir. Doğal olarak, tercih edilen politikalar içinde bulunulan ekonomik sisteme bağlı olmu lardır. Piyasa ekonomilerinde bu politikalar, düzenlemeler ve sosyal harcamalar üzerinden gerçekle tirilmi ve böylece İkinci Dünya Sava ı sonrasındaki Batı Avrupa’nın refah devletleri olu mu tur. İkinci Dünya Sava ı’nı izleyen yıllarda i gücü arz fazlasının fazlaca ya anmadığı “geli mi ülkelere” baktığımızda sosyal adalet ilkesinin ne ekilde hayata geçirileceğinin büyük ölçüde toplum içerisindeki farklı grupların toplam üretimden ne pay alacakları tartı masına (emeğin payı, sermayenin payı ya da endüstrinin, tarımın, banka sektörünün vb. payları) indirgenmi olduğunu görmekteyiz. 1970’ler ise, kabaca ifade edilecek olursa, Fordist üretim yöntemlerinin terk edilmeye ba landığı, emek üretkenliğinin arttığı, emek piyasasında segregasyonun ya andığı (eğitimli ve yüksek ücretle çalı an ve genelde “yerli” i çilerle, eğitimsiz ve dü ük ücretle çalı an ve genelde “yabancı” i çiler), i sizliğin giderek yapısal bir nitelik kazandığı yıllara tekabül eder. Bu yıllarda sosyal adalet kavramının daha geni bir çerçeveden tanımlanmaya ba landığını görmemiz a ırtıcı olmasa gerek. Sosyal adaletin salt hane ya da ki i ba ına kar ılık gelen gelir ya da servet kar ılığı parasal bir değer ile ifade edilmesinin yetersizliğinin geni kesimlerce kabulü ve buradan hareketle parasal boyutun yanına (doğumda ölüm beklentisi, 1 ya ına kadar bebek ölüm yüzdeleri, doktor ba ına dü en hasta oranı gibi çe itli 4 endekslerle nitel bir ifade kazandırılmaya çalı ılan) sağlık boyutunun ve (okur-yazarlık, okunulan sene, okulla ma oranları, ki i ba ına tüketilen kitap gibi çe itli endekslerle nitel bir ifade kazandırılmaya çalı ılan) eğitim boyutunun eklenmesi yapılmı tır. Ancak, bu çerçeve geni letilmesi, son kertede, sosyal adaletin iktisadi bir süreç olarak algılanmasına radikal bir deği im getirmemekteydi. Eğitim ve sağlık servislerinden hakkıyla yararlanabilmek son kertede iktisadi bir pencereden değerlendirilmekteydi; ekonomik geli menin yoksulluğu yeneceği dü ünülmekteydi. “Geli mekte olan ülkeler”de ise, tarımdan sanayiye geçi sancıları beraberinde kentlerde varo ların ve gecekondu bölgelerinin olu umu ve formel kesime ko ut büyüyen enformel kesimin mevcudiyeti, sosyal adalet tartı malarında boy göstermeye ba lamı tı. Sosyal adalet kavramının büyük ölçüde iktisadi mercekten değerlendirilmesi ve daha adil bir gelir/servet bölü ümüne (ki buna bölgesel farkların azaltılması da eklemlenmi tir) ve yoksullukla mücadeleye indirgenmesinin yerinde ama eksik bir pozisyon olduğu yollu ele tiriler, yine kabaca ifade edecek olursak, 1990’larda hem akademik hem politika çevrelerinde daha yüksek sesle ifade bulmaya ba lamı tı. Buradaki temel nokta, ki ilerin/ailelerin/grupların iktisadi nedenler dı ında da, istiyor olmalarına rağmen, toplumsal ya amın çe itli evrelerine kısmen ya da tamamen katılamıyor oldukları saptamasıydı. Farklı bir ifadeyle, yola çıkı noktası, belli kesimlerin iktisadi olmayan, ya da son kertede iktisadi nedenlere indirgenemeyecek, süreçlerle toplumsal ya amın dı ına itildiği, yani “sosyal dı lanma”ların ya andığı vurgusuydu. Tabii ki, son kertede, iktisadi ba arıyı toplumsal içerme ile ödüllendiren bir toplum yapısından söz ediyoruz burada. Fakat, iktisadi dı ta bırakılma her zaman salt iktisadi nedenlere indirgenemiyor. Bu da, beraberinde, sosyal politikalar tartı malarına, özellikle de Avrupa Topluluğu bağlamında, çok boyutlu bir kavram olan sosyal dı lanma kavramının dahil edilmesini gerekli kılmı tır. Yoksulluk/Sosyal Dı lanma: Tanımsal netle me Bu çok kısa “ku uçu u” bakı tan sonra, yoksulluk ve sosyal dı lanma kavramlarının çalı mamızda ne ekilde kullanılacağını netle tirmek istiyoruz. Burada bu iki kavrama farklı tanımlar getirmenin mümkün olduğunu, ancak bizim Avrupa Topluluğunun tanımlarını tercih ettiğimizi belirtelim.2 2 Joint Report on Social Exclusion (2004). Yoksulluk ve dışlanma konusundaki Türkçe çalışmalardan bir seçme için, bkz. Oruç (2001), Şenses (2001) ve Sapancalı (2003). 5 Yoksulluk: İnsanlar, eğer gelir ve kaynaklarındaki yetersizliklerden dolayı içinde bulundukları toplumca kabul edilebilir olarak değerlendirilen bir ya am standardı seviyesini tutturamıyorlarsa yoksulluk içerisindedirler. Böyle bir durumda, yoksul kesim bir dizi sorunu birlikte ya amaya mahkumdur: İ sizlik, dü ük gelir, kötü yerle im ko ulları, sağlık hizmetlerinden yeterli düzeyde yararlanamama ve kültür, spor, dinlenme ve eğitim olanaklarına ya am boyu ula mada engeller. İktisadi, toplumsal ve kültürel hayatta diğer insanların doğal hayat akı ı içerisinde yapa geldikleri etkinliklere hakkıyla katılamazlar ve temel haklarına ula ımda zorluklar ya ayabilirler. Tanımın belirttiği gibi, burada yetersiz olan maddi kaynakların ta kendisidir ve ki i/aile/grup sadece ve sadece maddi kaynaklardaki yetersizlikler nedeniyle toplumun üzerinde anla acağı minimum hayat standardını tutturamıyor durumdadır. Burada kaynakların eksikliğinin etkileri hem doğrudandır (örneğin, dü ük gelir) hem de dolaylıdır (örneğin, sağlık hizmetlerinden yararlanamama). Dikkat edilecek olursa, tanımın içerisinde öznellik bulunmaktadır: “kabul edilebilir olarak değerlendirilen seviyede bir ya am standardı”, üphesiz, toplumdan topluma, dönemden döneme görecelik barındıran bir yakla ımdır. Yani, burada kullanılan kavram esas itibariyle göreli bir yoksulluk tanımından kaynaklanmaktadır. Yoksulluğu belirleyen, içinde bulunulan toplumun genel durumu çerçevesinde nerede konumlanıldığıdır. Ancak, son kertede, bu tanım yoksulluğun iktisadi boyut dı ında ve ötesinde bir boyutunu barındırmamaktadır. Biz de çalı mamızda yoksulluğu bu bağlamda kullanacağız. Sosyal dı lanma: Sosyal dı lanma, ki ilerin—yoksulluk, temel eğitim/becerilerden mahrumiyet ya da ayrımcılık dolayısıyla—toplumun dı ına itilmeleri ve toplumsal hayata dilediklerince katılımlarının engellenmesi sürecine kar ılık gelmektedir. Bu durum bu kesimin bir yandan emek piyasalarına, gelir getirici faaliyetlere, eğitim ve öğretim imkanlarına ula ımında zorluklar ya amasını getirirken, diğer yandan da toplumsal ve çevresel ağlar ve etkinlikler kurmasında engeller olu turmaktadır. Bu kesimin elindeki güç oldukça sınırlı olup, karar alma süreçlerine katılımı sınırlı gerçekle mektedir; dolayısıyla da bu kesim genelde kendini güçsüz ve günlük ya amını etkileyecek kararların alımında kontrolü elinde tutmaktan aciz hisseder.” Yukarıda da kısaca bahsedildiği gibi, toplumsal ya amın dı ına dü ü te iktisadi boyut da dahil olmak üzere bir dizi boyutun mevcudiyetine i aret edilmektedir bu tanımda. Bu noktada belirtmekte yarar var ki, yukarıdaki tanımla uyumlu olarak, AB Anla ması’nın 13’üncü maddesi Topluluğun ilkelerinin uygulanması bağlamında hukuksal bir temel olu turarak ayrımcılıkla mücadeleyi, cinsiyet, ırk ve etnik köken, inanç ve din, engellilik, ya ve cinsel tercih bağlamında tanımlamakta, böylelikle de, Topluluğun e itlik bağlamındaki ilkesini cinsiyet ve ulus sınırlarının ötesine ta ımakta ve e itlik ve ayrımcılık yapılmaması ilkelerini yansıtmaktadır. 6 Bu kav akta, bu iki birbiriyle ilintili kavramın ayrımlarını daha net ortaya koyabilmek açısından Graham Room’un çizmi bulunmaktadır: • olduğu u farkların aktarılmasında büyük fayda 3 Sosyal dı lanma çok boyutlu bir kavramdır ve sadece geliri değil ya am standartlarını belirleyen birçok endikatörü bünyesinde barındırmaktadır. • Sosyal dı lanma dinamik bir perspektiften ve bir süreç olarak ele alınarak incelenmelidir; dı lanmayı tetikleyen faktörlerin süreç içerisinde incelenmesinde zaruret bulunmaktadır. • Sosyal dı lanma ili kilerde tezahür eder; yoksulluk ki i ya da hane elindeki kaynakların yetersizliği anlamında bir bölü üm sorununa tekabül ederken, sosyal dı lanma daha ziyade ili kilerdeki sosyal katılımın yetersizliği, sosyal entegrasyonun bulunmayı ı ve güçten yoksunluk gibi sorunları ön plana çıkartır. • Sosyal dı lanma, toplumun geri kalanıyla ciddi anlamda bir ili ki kopu una kar ılık gelmektedir. • Sosyal dı lanma mekansal bir boyut içermektedir. Yoksunluk salt ki isel ya da hanesel maddi kaynakların eksikliğinden kaynaklanmayabilir, ya anılan yerdeki kamusal hizmetlerin eksik ya da yetersiz kalitedeki sunumu da ki iyi/haneyi toplum dı ına itebilir. Ayrıca, sosyal dı lanmı lığın yoğun olarak ya andığı bir mekanda dı lanmı lıktan kurtulmak için gerekli ili kileri kurmak da imkansızla makta, gerek ki isel motivasyon, gerek de toplumsal imkan boyutlarında dı lanmanın kendini sürdürmesi riski artmaktadır. imdi de a ağıdaki 2x2’lik matriksi olu turarak sosyal dı lanma ve yoksulluk ili kisini belirlemeye dair daha analitik bir yakla ım sergilemeyi ve neticede tartı mamızı daha somutlamayı amaçlamaktayız (Tablo1).4 TABLO 1: YOKSULLUK ve DI LANMA 3 4 Dı lanmı Dı lanmamı Yoksul 1 2 Yoksul değil 3 4 Room (1999); ilintili bir açılım için, bkz. Barnes (2002). Bu tablo ve takip eden satırlar büyük ölçüde Edmonto Social Plan (2005) çalışmasından uyarlanmıştır. 7 Bu tablodan anla ılacağı üzere, elimizde 4 olası kategori bulunmaktadır. 1 no’lu kesim hem yoksuldur hem de toplumun dı ına itilmi tir (dü ük gelirli ve varo larda ya adığı için dı lanmı bir aile örneğinde olduğu gibi). Böyle bir durumda dahi, yoksulluğun dı lanmanın salt nedeni ya da nedenlerinden biri olup olmadığı sorularını yanıtlamak farklı boyutların analizini gerektirmektedir. 2 no’lu kategoride ise yoksul olmasına rağmen toplum dı ına itilmemi bir kesimden bahsedilmektedir (üniversitede zor maddi ko ullar içerisinde okuyan bir öğrenci örneğinde olduğu gibi). Bu kategorideki ki iler için geçerli olan (toplum tarafından kabul edilen) varsayım, yoksulluğun geçici olduğudur—yani, yoksulluk durumu süreklile erek daimi olarak dı lanmı bir “alt sınıf” veya “kast” kategorisi olu masına yol açmayacaktır. 3 no’lu kategoride ise gelir ve maddi kaynaklara ula mada sorunu olmamasına rağmen ba ka nedenlerden dolayı toplumun çoğunluğu tarafından toplum dı ına itilmi , dı lanmı kesimi kastetmekteyiz (maddi imkanları yeterli ama dinsel ya da cinsel tercihinden ya da etnik kökeninden dolayı dı lanan biri örneğinde olduğu gibi). 4 no’lu kategori ise toplumsal hayata dilediğince katılabilen ve maddi zorlukları bulunmayan çoğunluğu tanımlamaktadır. Bu çerçevede değinmek istediğimiz son nokta, maddi imkansızlık ve sosyal dı lanma arasında bir nedensellik ili kisi olup olmadığına dairdir. üphesiz, yukarıda tartı tığımız gibi, yoksulluğun olduğu yerde dı lanma olmayabilir, ya da yoksulluğun olmadığı yerde dı lanma olabilir. Ancak, birçok durumda da, yoksulluk ve dı lanma yan yana gitmektedir. Böylesi durumlarda nedensellik önemli bir tartı ma alanı olarak ortaya çıkıvermektedir. Acaba maddi imkansızlıklar beraberinde dı lanmayı mı getirmektedir, yoksa ekonomik olmayan nedenlerden kaynaklanan dı lanmanın mevcudiyeti maddi imkansızlıklara mı yol açmaktadır, eklinde basitçe ifade edilebilecek olan bir sorgulama çerçevesinde, gerek kuramsal gerek uygulamalı ara tırmalar dikkatleri maddi imkansızlıklar-dı lanma sarmalına çevirmi durumdadırlar. Devlet kaynaklı güvenlik ağlarının bulunduğu ve hatta politik ve hukuki boyutlarda dı lanmanın kar ısında politikaların olduğu durumlarda bile, kültürel düzeyde dı lanma i lemeye devam edebilmektedir. Geli mekte olan ülkelerde ise, politik ve hukuki güvenceler vatanda lık kavramının tüm vaatlerini sağlamaya yetmeyebilmektedir. Her iki bağlamda da yerle ik olduğu varsayılan bir topluluğun içine dı arıdan yeni bir grup geldiği zaman bu kesim istenen düzeyde toplumun içine alınamayabilmekte ve dı lanma sorunları gündeme gelebilmektedir. Yani, göç tecrübesi ve göçmenler sözünü ettiğimiz maddi imkansızlıklar-dı lanma sarmalını sergileyen en yaygın olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Göçün en yaygın nedenini maddi imkansızlıklar te kil etmektedir. Dolayısıyla, göçmenler aynı zamanda hem yeni ve yabancı, hem de yoksuldurlar. Göç edenler “göçmen” oldukları 8 için mi dı lanmakta ve dolayısıyla emek piyasaları ba ta olmak üzere çe itli alanlara girememekte ve sonuçta yoksulluğa dü mektedirler, yoksa yoksullukları nedeniyle mi dı lanmaktadırlar? üphesiz bu karma ık sorunun cevabı ziyadesiyle coğrafya-özgül verilebilir. Bir coğrafyada bir yönde i leyen nedensellik, ba ka bir coğrafyada tam tersi yönde i leyebilir. Sosyal Dı lanmanın Tezahürleri Yukarıdaki kategorizasyonda 2 no’lu kutuda saptanan durum, ekonomik sistemin iyimser modellere uygun çalı tığı dönemde daha geçerli olmaktadır. Nitekim, yakın zamana kadar sosyal politikalar da maddi yoksulluğun geçici olduğu varsayımını benimsemi ti. Oysa geli mi ülkelerde Fordist istihdam sisteminin gücünü kaybettiği, geli en ülkelerde ise eski dönemin entegre edici kalkınmacılığının aynı ba arıyla çalı amadığı yeni zamanlarda “geçici” yoksulluğun sürekli bir duruma dönü mesi olasılığı yükselmi tir. Demek ki, sosyal dı lanmanın, yoksulluk hallerini de içeren ama onun tek boyutluluğunu ve anlık niteliğini a an bir kavram olduğunu söylemek yanlı olmayacaktır. Bu noktadan hareketle, sosyal dı lanmanın, bir kısmı yukarıda belirtilmi olduğu üzere, çe itli tezahürleri bulunmaktadır:5 • Ekonomik dı lanma: Emek piyasasının dı ına dü mekten ötürü kısa ya da uzun dönemli i sizliklerin ya anması ve/veya kredi olanaklarına ula amama durumudur. Sosyal politikanın iyi i lediği ortamlarda emek gelirinden yoksun kalma kar ısında emeklilik, i sizlik sigortası veya sosyal yardım mekanizmalarının devreye girmesi ile ekonomik dı lanmanın önlenilmesi mümkün olabilir. Ekonomik dı lanmanın uç noktasında ki isel gelirler ve devlet transferleri en temel ihtiyaçlara dahi cevap verecek düzeye eri emeyebilir. Ayrıca, toplumsal ve ailevi mekanizmalar vasıtasıyla yapılan yardım ve aktarımlar hem süreklilik kazanmayacak hem de miktar olarak yeterli olmayacaksa, dı lanma akut bir düzeyde ya anacaktır. Bu da, beraberinde, iyi beslenememe, kötü sağlık ko ulları, kötü ya am ko ulları (uç durum evsizlik), eğitim olanaklarına ula mada ya anan zorluklar, ileri ya ta bakımsız ve ilgisiz kalınması gibi durumları getirecektir. Ekonomik dı lanmanın belki de en uç noktası “hayattan dı lanma”dır; zira inilebilecek son nokta açlıktır ve—belirtmeye gerek yok ki—açlık en hafif haliyle ki ilerin bedensel ve zihinsel 5 Açılımlar için, bkz. Dufy (1995), SEU (1997), Walker ve Walker (1997), Bryne (1999), Barnes (2002) ve Sapancalı (2003). 9 kapasitelerine zarar vererek yoksulluğun kalıcıla masına ve me rula tırılmasına yol açmaktadır. • Mekansal dı lanma: Bir dizi nedenden dolayı belli mekanlara ula ımda ve mekanlardan yararlanmada sorunların bulunması, engellerle kar ıla ılması durumudur. Mekansal dı lanmanın büyük ölçüde iç-içe geçmi iki bile kesi vardır. İlki, toplum genelinin ki iyi ya adığı mekanı/coğrafyası nedeniyle dı laması, hakir görmesi, ayrımcılığa tabi tutmasıdır. Bu perspektif, belli mekanlarda ya ayan insanların tamamen “unutulması” olgusunu yaratabilir. İkincisi, ki inin, bireysel/hanesel maddi kaynaklara ula ım imkanlarından bağımsız olarak, ya adığı coğrafyadaki kamusal hizmetlerin nitelik ve niceliksel seviyeleri nedeniyle toplumsal hayatın içine tam anlamıyla, layıkıyla girememesi halidir. • Kültürel dı lanma: Ekonomik nedenlerden bağımsız olarak, toplumsal ve kültürel hayata dilediğince katılamama durumudur. Örneğin, bulunulan coğrafyadaki çoğunluk referans alındığında, farklı bir etnik kökenden/ırktan gelmek ya da farklı bir din/mezhep üyesi olmak, çoğunluk dilini rahat konu amamak, ya da aksanlı konu mak, farklı giyim ku am ya da cinsel tercihler gibi nedenlerden ötürü toplumsal ya amın genelinde süregitmekte olan etkinliklere alınmama, soğuk davranılma, engellerin çıkartılması eklinde tezahür etmektedir. Bu boyutun izdü ümleri toplumsal statü ve kimlik farklarının ne denli dı lamalar getirmekte olduğunda cisimle ir. • Politik dı lanma: Çe itli nedenlerden dolayı vatanda lık haklarını, özellikle de hukuki ve siyasi hakları tam olarak kullanamama ve/veya siyasal ya ama katılmanın doğrudan ya da dolaylı olarak engellenmesi durumudur. Bu durum belli kesimlerin kamusal anlamda güvencelerini kaybetmesi, politikadan uzakla ması—hatta uç noktalarda politika dı ına dü meleri—anlamına gelebilir. Bu da, doğal olarak, vatanda ın tartı malara ve kararlara katılımının mevcudiyetinin sorgulanması demek olacaktır. üphesiz, bu boyutlar çoğu zaman iç-içe geçmi ve birbirinin etkisini artıran bir ekilde kar ımıza çıkmaktadır; dı lanma, bir süreç olarak, bu çe itli boyutlar ve bunlar arasındaki dinamikler dikkate alınarak incelenmelidir. Farklı dı lanma türlerinin birbirini çoğu zaman beslediği/tetiklediği bir gerçektir. Örneğin, politik dı lanmanın, dağıtım ve tahsis etme (“allocation”) süreçlerindeki siyasi kararların dı ına dü meyi beraberinde getirmesinden dolayı, ekonomik dı lanmayla sonuçlanacağı öngörülebilir. Diğer taraftan, ekonomik dı lanma, toplum hayatına ekonomik imkansızlıklardan dolayı dahil olmakta engeller olu turacağından, kültürel ve politik 10 dı lanmaya sebep olabilir. Dolayısıyla, farklı dı lanma boyutlarının kar ılıklı etkile imi nedeniyle, dı lanma süreçlerinde kendi kendini besleyen bir döngüden bahsetmekte isabet bulunmaktadır. Bu durumun bir tezahürü de, sosyal dı lanmanın ku aklar arası aktarımında kar ımıza çıkmaktadır. Dı lanmı bir ailenin çocuklarının dı lanma çemberlerini a ma ihtimalleri çoğu durumda küçük olmakta, dolayısıyla bu noktada ku aklar arası döngüden bahsetmemiz gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Dı lanma konusunun karma ık doğasını yansıtan bir diğer husus, dı lanmı lığın monolitik bir toplumsal katman yaratmadığı hususudur. Yukarıda tartı ıldığı üzere, çok faklı nedenlerle dı lanmalar ya anmakta olduğu için, kendileri dı lananların kendi dı lanmalarından farklı nedenlerle ba kalarının dı lanmasına i tirak etme ihtimali bulunmaktadır. öyle ki, bir özelliğinden (örneğin etnik kökeninden) dolayı çoğunluk tarafından dı lanan birinin ba ka bir boyutta (örneğin cinsel tercihinden ötürü) toplum tarafından dı lanan birine yönelik pozisyonu önceden bilinememektedir, zira bu durumdakilerin bazıları (ba ka bir dizi neden ve süreçten dolayı) ”dı lanmı lık dayanı ması” gösterirken kimileri ise bu ki ilere kar ı dı layıcı bir tavır alabilmektedir. Dolayısıyla, bireylerin birden fazla toplumsal kimlik ta ıdığı gerçeği ve bu kimlikler arasındaki ili kilerin dı lanmanın açıklanmasında önemli bir nokta olduğu dikkate alınmalıdır. Sosyal dı lanmanın analizinde yapılması gereken bir diğer ayrım, dı lanmanın toplumun mu yoksa ki ilerin mi bir niteliği olduğu ayrımıdır.6 Dı lanma, ki ilerin özniteliğine yüklendiği takdirde, analiz birey/hane/grup tabanlı olup, sadece toplumca normal (olması gereken) olarak atfedilen etkinliklere katılamayan ki ilerin özelliklerini açıklamaya yönelik olmaktadır.7 Burada, dı lanmanın kümülatif nedenler/süreçler sonucu ortaya çıkabileceği göz önünde bulundurularak, analizin birimini olu turan ki ilerin geçmi ini dikkate alarak söz konusu nedenler/süreçler arasındaki dinamikler incelenmektedir. Diğer taraftan, dı lanmanın topluma dair bir nitelik olarak algılanması, toplumun genel politik, ekonomik ve kültürel yapısının ve mevcut hakların bir sıfatı olarak ele alınması anlamına gelmektedir. Genel yapılar, kurumlar ve kurallar tarafından çizilen bu genel çerçeve verili durumdayken, bireyin/hanenin/grubun kendi kararlarını sözü edilen çerçevenin çizdiği kısıtlar içinde almakta olduğu dü ünülmektedir. Dolayısıyla, analiz birimi olarak birey/hane/grup alınmamakta ve dı lanmanın toplumun yapısal karakterlerinden kaynaklandığı savından hareketle ki ileri 6 Bkz. ILO (1996). Bu bakış açısının genelde kullandığı kuramsal çerçeve, kişilerin, servet ve gelir stoklarına ilave olarak, beşeri sermayeleri (temelde eğitim ve beceri seviyesini belirler), sosyal sermayeleri (aile, eş-dost, akraba bağ ve ağlarını kapsar) ve fiziksel sermayeleri (ikamet edilen yerin niteliğini tanımlar) bulunduğu görüşünden hareket eder ve kişilerdeki farklı nitelikteki sermaye stoklarının eksikliğinin dışlanmaları beraberinde getirdiğini savlar (bkz. Edmonto Social Plan, 2005). 7 11 çevreleyen ortam incelenmektedir. Ayrıca, unu da hatırlatmalıyız ki, devletin uygulayabileceği siyasi ve sosyal politikaya yönelik önermeler ancak böyle bir analize dayanabilir. Toplumun yapısından kaynaklanan sorunlara devlet politikası ile çözüm bulmaya çalı mak anlamlı bir çabadır. Oysa, tedavi edilmeye çalı ılan sorunlar bireylerin niteliği olarak çözümlediği bir durumda, aranılan çözümlerin de bireysel düzeyde olması doğaldır. Bu durumda, ki ilere ki isel niteliklerini geli tirmeleri veya ki isel sermayelerini (be eri, kültürel ve toplumsal) büyütmeleri salık verilecektir. Ancak, unutulmamalıdır ki, bireysel/hanesel/grupsal nitelikler dolayısıyla dı lanma, çoğu durumda, yapılar, kurumlar ve haklar açısından da dı lanmayı beraberinde getirmektedir. Bu durumda dı lanmanın tek bir niteliğe (birey ya da toplum) atfedilmesi yetersiz kalmaktadır. Sosyal Dı lanma: Ölçüm sorunu u ana kadar kavramsal düzlemde yürüttüğümüz tartı mayı, politika düzeyine indirebilmek, hedeflerin nasıl saptanacağını belirlemek için sosyal dı lanmanın ne ekilde ölçülebileceğine dair bir netle meye varmak gerekliliği çok açıktır. Ölçme i leminde iki farklı sorun bizi beklemektedir: Birincisi, sosyal dı lanma çok boyutlu bir süreçse, farklı boyutlardaki dı lanma tezahürlerinin toplamını ne ekilde yapacağız? İkincisi ise, boyutları tek-tek ele aldığımızda bu boyutlarda dı lanma olup olmadığını ne ekilde ölçeceğiz? Belirtmeye gerek yok ki, bu iki farklı (ama birbiriyle bağlantılı) sorunun net ve üzerinde anla ılmı bir cevabı yoktur. Zaten, tüm toplumlara, tüm coğrafyalara, tüm zamanlara uygulanabilecek tekil bir skala bulmak, kavramın özgül niteliğinden dolayı mümkün değildir. üphesiz kimi durumlarda belli nesnel ölçüler getirmek mümkündür ve bunların ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye kar ıla tırmalar yapılarak uygulanmasına kimsenin itiraz etmeyeceğini varsaymak pek mümkündür: Belli bir kalorinin altında besin almak, sağlık güvencesi olmamak, temel eğitimden yararlanamamak gibi örnekler nesnel ölçütlere vurulabilen ve büyük ölçüde de toplumlar ve zamanlar arası kar ıla tırmaları mümkün olan durumlara kar ılık gelmektedir. Ya da bir coğrafyada kamusal hakların bazılarının bir etnik gruba kapalı olmasının üzerinde tartı ılacak fazla bir nokta olmadığı gibi. Ama, örneğin cinsel tercihinden ya da din/mezhep bağından dolayı kültürel anlamda dı lanmaların ya anıp ya anmadığını anlamak, ya da varsa bunları derecelendirmek, oldukça zor, nesnel skalalarla gerçekle tirilmesi pek de mümkün olmayan analizlerdir. Bu gibi durumlarda yapılması gereken ister istemez öznel analizlere girmektir. 12 Nesnel ya da öznel ölçümler, bize belli boyutlarda dı lanma olup olmadığına, ya da varsa bunun yoğunluğuna dair saptamalar sunacaktır. Farklı boyutlardaki saptamalardan daha bütüncül (agrege) bir fotoğrafa ula mak için yine elimizde nesnel olarak tanımlayabileceğimiz bir ölçü bulunmamaktadır. Burada, analizi yapan ki inin bahsedilen bütüncülle tirmeyi (agregasyonu) ne ekilde yapmayı seçtiğine dair pozisyonu elbet belirleyici olacaktır. Bu noktada genelde izlenen orta yol, sosyal dı lanma riski bulunan, genelde korunmasız (“vulnerable”) olarak tanımlanan kesimlerin dı lanmalar ya ayıp ya amadıklarının mercek altına alınmasıdır. Kent varo larında ya ayanlar, sağlık-emeklilik sigortası olmayanlar, sürekli bakıma muhtaç olanlar, engeli bulunanlar, sokak çocukları gibi kesimlerin sosyal dı lanmalara maruz kalma ihtimalleri yüksek olduğundan, sosyal politikacılar dikkatlerini bu tür kesimlere çevirerek, tabir caizse, dı lanmanın haritasını çıkartmaya çalı maktadırlar. Sosyal Dı lanma: Nedenler Çok boyutlu ve süreçleri içeren yapısı veri alındığında, sosyal dı lanmanın nedenlerine ili kin net fotoğraflar ortaya koyabilmek çok zordur. Bu bağlamda, ayrıntılı tartı maların içine girmektense, sosyal dı lanmaya neden olabilecek kimi süreçlerin kategorilendirilmesiyle yetinmek istemekteyiz. Belirtmeye gerek yok ki, nasıl dı lanma boyutları birbiriyle etkile im içerisindeyseler, tanımlayacağımız kategorilerin de birbiriyle etkile imleri son derece beklenir olmalıdır. • Üretim ve payla ım süreçlerinin ekonomik organizasyonu: Gelir boyutu dı lanma ba lığında önemli bir yer tuttuğuna göre, gelirin nasıl yaratıldığı ve nasıl payla tırıldığı ve bu süreçlerin ne tür bir yapı içerisinde geli tiği elbet dı lanmanın anla ılmasında önemli bir adım olacaktır. Zaman içinde, ekonomik sistemin dönü ümü, yapıyı da deği tirmektedir. Örneğin vasıfsız i çi kullanan ekonomik faaliyetlerin giderek (hem üretkenlik artı larından hem de küreselle me nedeniyle) azalması, istihdamın niceliğini ve niteliğini de deği tirmi tir. Bununla beraber istihdam genelde daha enformel, güvencesiz ve sürekli olmayan bir nitelik kazanmı tır. Bu yöndeki dönü üm, tabii ki, ekonomik dı lanma olasılıklarını artırmaktadır. Eğer ekonomik durum ve istihdamın yapısı hem doğrudan ki ilerin gelir ve servetlerini hem de dolaylı yoldan eğitim, sağlık gibi niteliklerini etkiliyorsa ve aynı zamanda gelecek ku ağın ne ekilde yeti eceğine dair 13 damgasını vuruyorsa, dönemin ekonomi politiğinin analizi önemli bir açılım getirecektir • sosyal dı lanma tartı malarına. Kültürel yapı: Genel olarak kültürel yapının ve özel olarak söylemlerin dı lamalar getirdiği gerçeğini veri aldığımızda, bu yapının olu umu ve bile enleri hakkında ayrıntılı fotoğraflara sahip olmanın önemi ortadadır. Kültürel yapılar, bazen ve belki de çoğu zaman, ki ilerin farkına varmadan ba ka kesimleri dı lamalarına neden olabilecek davranı ve tutumları doğurabilmektedirler. İnsanlar, hakim kültürü sorgulamadan içselle tirmelerinden dolayı, kültürel dı lanmaları ya da dı lamaları doğal görebilmektedirler. Tabii ki, farklılıkları kabul edebilmek bakımından çe itli ülkelerdeki • hakim kültürler arasında da önemli farklılıklar vardır. Hakların tanımlanması: Toplumsal yapılar bir dizi hakların ba ta a priori anlamda tanımlanmasıyla olu maktadır (elbet bu tanımlar bazen zımni olabilir ve yine elbet toplumlar evrildikçe tanımlar artar, dönü ür, çe itlenir). Bu hakların ne ekilde tanımlandığı, hakların içerisine hangi maddelerin alındığı, son kertede, dı lanma sorunsalıyla çok iç-içe olan bir husustur. Hakların tanımlanmasının bir diğer ifadesi kendini, ki i ve grupların farklı toplumsal güç stoklarına sahip olduğu noktasından • hareketle, gücün toplumsal ya amda ne ekilde regüle edildiğinde gösterir. Kurumsal yapılar: Toplumsal yapı içerisinde geli tirilen kurumların yapısı, bazen sosyal dı lanmaya davetiye çıkartan bazen de dı lanmayı engelleyen bir nitelik arz edebilir. Bu açıdan, kurumsal bir analizin sosyal dı lanma sorunsalının anla ılmasında önemli bir rol oynamakta olduğunu varsaymak yanlı olmasa gerek. Elbet, sosyal dı lanma ile mücadeleyi amaçlayan her yakla ım, kendince (açık ya da zımni) bir nedenler listesi olu turmak ve o nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik çabalar içerisine girmek durumundadır. Bu nedenler manzumesi, kimileri açısından daha yapısal olabilir ve dolayısıyla bu kesim yapının bizzat kendisine yönelik radikal deği iklikleri talep edebilir; kimileri açısından ise sosyal dı lanma yapısal olmayan, daha reformist yakla ımlarla çözüm alınabilecek bir nitelik ta ıyabilir. Sosyal Adalet-Sosyal Dı lanma Bu kısa açılım yazımızı noktalarken en ba taki sosyal adalet ilkesine tekrar uğramak istemekteyiz. Yukarıda tartı tığımız üzere, sosyal adaletin günümüzde üç bile eni olduğu konusunda bir netle meye ula ılmı tır. Sosyal adalet; payla ım, tanınma ve katılım üçlemesi 14 üzerine in a olmak durumundadır.8 Payla ım adaleti, bir yandan iktisadi boyutun belirlediği bir alan bir yandan ise devletin müdahaleleriyle olu an bir yeniden payla ım alanıdır. Dolayısıyla, sadece ekonomik düzenin nasıl olu tuğuyla değil, aynı zamanda sosyal kültürün ve siyasetin devlet iradesini payla ımı düzeltmek yönünde nasıl etkilediğine de bağlıdır. Bu alandaki adalet anlayı ı, en basit anlamda ve ölçekte, üretimin ki i/hane/grup/bölgeler bağlamında hem bugünün hem geleceğin ku akları arasında ne ekilde dağıtılacağına dair ilkeleri belirler. Tanınma adaleti ise, çe itli düzey ve düzlemlerdeki farklılıkların ne ölçüde “ötekile tirileceğine”, ne ölçüde de içselle tirileceğine dair ilkeleri belirler. Farklılık ne kadar me ru görülüp kabullenilebiliyorsa, tanınma o kadar geçerli demektir. Son olarak da katılım adaleti, siyasal karar alma süreçlerine ki i/hane/grup/bölgelerin katılım oranlarını, azınlıkların çoğunluk kar ısındaki direnme noktalarının neler olması gerektiğine dair ilkeleri belirler. Bu üç bile enin ne oranda bir potada eritileceği, vurgunun hangi “bile enler”ce yapılacağı, üphesiz, son kertede, ideolojik bir seçimdir; ancak, bu üç bile enin e anlı olarak ve birbirleriyle etkile imleri göz ardı edilmeden mütalaa edilmesinde büyük isabet olduğu çok açıktır. 8 Paralel bir açılım için, bkz. Keyder (2005). 15 BÖLÜM 2 TÜRKİYE’DE YOKSULLUK VE SOSYAL DI LANMA ÜZERİNE KU BAKI I BİR DEĞERLENDİRME BÖLÜM 2 TÜRKİYE’DE YOKSULLUK VE SOSYAL DI LANMA ÜZERİNE KU BAKI I BİR DEĞERLENDİRME Dı lanma ile yoksulluk arasında güçlü bir bağ olduğu noktasından hareketle, yoksulluğun Türkiye’deki tezahürlerine dair yapılan çalı maların büyük ölçüde üzerinde anla tıkları birkaç önemli saptamayla bu bölüme ba lamak istiyoruz (Gürsel, Levent, Selim ve Sarıca, 2000; World Bank, 2001, 2003, 2006; Adaman, 2003; Buğra ve Keyder, 2003; Erdoğan, 2003; Erman, 2003; Yalman, Sonat, Tayanç ve Tayanç, 2004; DPT, 2005; SIS/World Bank, 2005; UNDP, 2005; Zenginobuz, 2005; Altuğ ve Filiztekin, 2006). ¬ Son yıllarda gözlenen yüksek büyümenin beraberinde yeni i imkanlarını istenildiği oranda getirmediği ve i sizliğin giderek artmakta olduğu bir gerçektir. İ sizliğin kısa/orta dönemde azaltılmasına dair geni kapsamlı ve yapısal bir müdahale de bulunmamaktadır ve özellikle gençler arasında oran daha da artmaktadır.1 Bu durumun, ileride ufalması beklenen tarım kesiminin emek fazlasının kentlere akmasıyla daha da vahim bir hale gelmesi endi esi vardır (İzmen, Filiztekin ve Yılmaz, 2005). İ sizliğin, dolayısıyla, güvence ağları (“safety nets”) eksikliğinde toplumsal dı lanmaya kar ılık gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca, emek piyasasıyla ilgili bir diğer çok önemli sorun, cinsiyet-temelli ayrımda ortaya çıkmaktadır.2 ¬ Kısmen yukarıdaki maddeyle ilintili ama kısmen de bağımsız bir diğer saptama, gerek ki isel/hanesel gerek bölgesel gelir ve servet dağılımlarının ciddi ölçüde bozuk olduğudur. Son yıllardaki yüksek büyüme sayesinde ki i ba ına dü en gelir ciddi anlamda yükselmi se de, bu meblağ örneğin Avrupa ortalamasıyla kar ıla tırıldığında son derece dü üktür (Avrupa Birliği’nin [EU25] ki i ba ına dü en ortalama gayri safi milli hasılası, satın alma gücü paritesince ifade edildiğinde, 100 olarak alındığında, Türkiye’nin 2005 yılı için değeri 29.1’dir). Bu da nüfusun büyük bir oranının yoksulluk sınırının civarlarında ve altında bulunması sonucunu doğurmaktadır. Açlık sınırının altında bulunan insanların oranının fazla olmadığı doğrudur, ancak bu sınıra 1 Türkiye’de büyümenin istihdam üzerindeki etkisi çok düşük olmasına çarpıcı bir görüntü, 1980-2004 yılları arasında çalışabilir nüfusun 23 milyon mertebesinde artmasına karşın yaratılan işgücünün 6 milyonla sınırlı olmasıdır (emek piyasası üzerine tartışmalar için bkz.: SIS/World Bank, 2005). 2006 Mart ayı itibariyle ülkedeki işsizlik oranı %11’i aşmış durumdadır; oran 2000 yılında %6.5 civarındaydı! 15-24 yaş grubu arasındaki işsizlik oranı %20’lere çıkmaktadır. 2 Bilindiği üzere, erkeklerin işgücüne katılımı %65’ler civarındayken, kadınlarda bu oran %25’lere düşmektedir (emek piyasasına katılım üzerine tartışmalar için bkz.: Tunalı, 2003; SIS/World Bank, 2005). 16 yakın çok fazla sayıda insanın bulunduğu da bir diğer gerçektir.3 Ülkede azımsanmayacak bir kesimin çalı masına rağmen bu sınırın uzağına gidememekte— adete bir “çalı an yoksul” kesimini olu turmakta—olmaları dikkate alınması gereken bir diğer ilintili saptamadır. Dü ük istihdam oranlarının ve a ağıda vurgulayacağımız enformel kesimin varlığının ücretlerin dü ük olmasındaki payı ortadadır. ¬ Üretimin %30’lar civarının enformel kesimde gerçekle mekte olmasının bir dizi maliyeti bulunmaktadır; bunlardan bir tanesi de toplanabilen vergi yekununun olması gerekenden kabaca %30 kadar daha dü ük seviyede gerçekle mesidir (Özar, 1996; Çarkoğlu ve Eder, 2004; Zenginobuz, 2005). Buna ilave olarak, ülke önceliklerinde sosyal harcamalara ayrılan payın dü ük olması nedeniyle, sağlık, eğitim gibi alanlarda verilebilen hizmetlerin sayı ve kalitesinin oldukça dü ük gerçekle mesi söz konusudur. Ayrıca, kamu servislerinin üretiminde ve sunumunda ya anan bir dizi organizasyonel/yöneti imsel problemin varlığı da bilinmektedir; bu durumun etkinlik (efficiency) kayıplarını beraberinde getirmesi söz konusudur. Bu noktada hatırlanması gereken bir diğer önemli nokta, ülkenin borç yükünün oldukça fazla olması ve dolayısıyla toplanan vergilerin önemli bir oranının borç yükünün kar ılanmasında kullanılmakta olmasıdır.4 ¬ Yüksek i sizlik ve geni bir enformel sektörün varlığı nedeniyle sosyal güvenliğin (emeklilik ve sağlık bağlamında) nüfusun yüksek oranda bir kesimini kapsayamadığı bilinmektedir (mükerrer sayımlar [“double counting”] nedeniyle resmi istatistiklerde kapsanan nüfusun hâlâ olduğundan yüksek gözükmesi söz konusudur—bu durumun yanlı lığının yine bazı diğer resmi birimlerce kabul edilmesine rağmen).5 Sosyal güvenlik eksikliğini kısmen de olsa sağlamakta olan aile ve diğer toplumsal bağların gücünün azalmakta olduğuna dair i aretler bulunmaktadır (Buğra ve Keyder, 2003). Türkiye genelinde doğurganlık dü mekte olmasına rağmen yine de birçok sosyal 3 2003 yılı verileriyle GINI katsayısı 0.42 ve S80/S20 oranı 10 mertebelerinde olup, gelir dağılımının oldukça bozuk olduğuna işaret etmektedir. her ne kadar “açlık sınırı” (hayatta kalmaya ancak yeten meblağ) altına düşen nüfus oldukça düşükse de, Dünya Bankası tarafından “toplam yoksulluk” olarak adlandırılan ve “gıda ve gıdadışı” sınırı altında kalıp “yoksulluk-riski” taşıyan kesim ele alındığında (eşdeğerlik ölçeğine göre eşitlenmiş hanehalkı net gelirlerinin meydanının %60’şının altında olan kesim), resim bariz şekilde değişmektedir. Türkiye’de nüfusun yüzde 26’sı, 2003 yılı itibariyle, bu sınırın altındadır (Türkiye’de yoksulluk üzerine kapsamlı bir çalışma için bkz.: SIS/World Bank, 2005). Türkiye ile ilgili bir diğer çarpıcı gsterge çalışmasına rağmen yoksulluktan kurtulamayan kesimin fazlalığıdır. Halihazırda çalışanlar içerisinde yoksul olanların oranı %23 mertebesindedir ki bu oran EU25’tekinin yaklaşık üç katıdır. 4 Bilindiği üzere, okuryazarlık, okullaşma oranı, öğretmen başına öğrenci, doktor başına düşen hasta, yaşam beklentisi, çocuk ölüm oranları gibi temel sağlık ve eğitim göstergelerinde ülkenin performansı yine Avrupa örneğini referans alacak olursak oldukça kötüdür (Adaman, 2003). 5 2001 yılından sonra gerçekleştirilmeye başlanan “hanehalkı anketleri” sonuçlarına göre yaklaşık üçte bir oranında nüfusun sosyal güvencesi bulunmamaktadır. Tahmin edilebileceği üzere, hanehalkının geliri düştükçe sigortalı olmama ihtimali artmaktadır (SIS/World Bank, 2005). 17 güvencesi olmayan (ve büyük ihtimalle yoksul olan) aile için tek güvence fazla çocuk sahibi olmak eklinde görülmeye devam edilmektedir—bu da yine örneğin Avrupa ortalamasına baktığımız zaman yüksek bir nüfus artı ı ve son kertede fazla emek arzı anlamına gelmektedir. Hanehalkı büyüklüğünün bölgeler arasında dikkate değer farklar yaratmaya devam ettiğini vurgulamakta yarar bulunmaktadır. ¬ Ayrılan kamusal kaynakların tahsisinde (allocation) ne denli hakkaniyet ve rasyonalite ölçülerinde davranılmakta olduğu konusunda soru i aretleri bulunmaktadır—bunun motifleri ne olursa olsun... Bu soru i aretlerine en kolay verilebilecek örnek, sağlık ve eğitim gibi temel kamu hizmetlerinin bölgeler arası farklarına değindir.6 Halbuki, gerek be yıllık planlarda, gerek yıllık planlarda ve gerek Avrupa ile olan müzakerelerde bölgesel farkların kaldırılması yönünde çaba harcanması gerektiğine yönelik net ifadeler bulunmaktadır. Sonuçta, ülkenin önemli bir kesimi haneye giren gelir anlamında yoksulluk çekmektedir ya da bu sınıra çok yakın bulunmaktadır. Halihazırdaki sosyal hizmetlerin bu kesimin ihtiyaçlarına ancak kısmi çare bulabildiği anla ılmaktadır. Son yıllarda yerel yönetimlerin ve sivil inisiyatifin eğitim ve sağlık gibi alanlarda önemli katkıları olmaktaysa da, yoksul kesime destek (maddi ya da ayni olarak) verilmekteyse de, yoksullukla mücadele için kamu bir dizi proje üretmekteyse ve sosyal destek alanlarında yöneti imsel/organizasyonel düzenlemelere ba lanmı sa da, yapısal ve uzun soluklu müdahaleler yapılmadığı takdirde nüfusun önemli bir yüzdesinin yoksulluk çekmeye devam edeceği ve sosyal hizmetlerin niceliği ve niteliğinin yeterince artmadığı ve bu hizmetlerin hakkaniyet ilkesinin gereklerine uygun tahsis edilmediği durumda da bu kesimin sosyal dı lanmalara maruz kalacağı bilinmelidir. Sosyal dı lanma süreçlerinin yoğun ya andığı alanların ba ında kentlerdeki yoksul mahalleler gelmektedir. Çalı mamızın da sıklet merkezini bu alanlar olu turduğundan, bu noktada yoksul mahallelerin ortaya çıkı süreçlerini ve bu süreçlerin dı lanma bağlamında beraberinde getirdiklerini, ba lıklar halinde, ortaya koymakta yarar bulunmaktadır (Keyder, 1993; Buğra, 6 UNDP’nin hazırlamakta olduğu “İnsani Gelişme Endeksi”nin bölgeler arasında yakaladığı fark çok nettir (UNDP, 2005). Ülkenin Batısında yaşam beklentisi Avrupa ortalaması civarlarındayken (72’ler), Güneydoğu’da 60’lara inebilmektedir; keza Batı’da okuryazarlık oranı %90’ların üzerindeyken, Güneydoğu’da %65’lere inebilmektedir. Ülke genelinde %15’e yaklaşan bir kesimin ve her dört kadından nerdeyse birinin okuma yazma bilmiyor oluşu, elbet, dikkate alınması gereken bir husustur. Bilindiği üzere, halihazırda herkesi kapsayan bir sağlık sigortası bulunmamakta, sadeve formal kesimde sigortalı olarak çalışanlar sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedirler; ayrica, yoksulun yoksulu da Yeşil Kart sayesinde temel sağlık hizmetlerine ücretsiz olarak erişebilmektedir. 18 1998; Ak it, 1999; I ık ve Pınarcıoğlu, 2001; Altınta , 2003; Buğra ve Keyder, 2003; Eder, 2003; Yıldırak, 2004). Malum olduğu üzere, gecekondu, mülkiyeti üzerinde muğlaklık olan arsalara gayri resmi olarak in a edilen yapılara kar ılık gelmektedir. Çoğunlukla in aat gayri kanunidir de. Genel anlamda bakıldığında göç sonrası hızla büyüyen Güney ehirlerindeki ev sorununa enformel olarak bulunan çözüm kümesi içerisinde mütalaa edilmelidir. Bu tür yerle imlerin ortak özellikleri, kalitesi dü ük ve geçici olarak in a edilmi ve biraz derme-çatma nitelikli olmalarıdır. Fransa’nın Afrika sömürgelerinde görülen bidonville ya da Brezilya’da rastlanan favela bu tür hızlıca ve gayri kanuni nitelikte in a edilmi mekanların farklı isimleridir. Türkiye’de, bir gecede çatısı çıkartılan ve elde edilen mevcut durumun rahatlığıyla bilahare içi sonradan düzenlenen gecekondular da bu ortak nitelikleri ta ır. Bilindiği üzere, kırdan kente göç, çok kabaca ifade edilecek olursa, 1950’li yıllarda ba lamı tır. Burada, tarımda artan nüfus ama aynı oranda artmayan tarım arazisinin getirdiği baskının, tarımın makinele mesi (emek verimliliğinin artı ı) ile birle mesi sonunda, kırda emek fazlası olu mu , bu durum da kırdan kente bir iti (“push”) doğurmu tur. Aynı zamanda, kent civarlarında geli mekte olan sanayinin emek talebini kentlerde ya ayan kesim kar ılayamadığından, yeni geli mekte olan sanayinin emek talebinin kırsal kesim açısından bir çekim (“pull”) olu turması söz konusuydu. Dolayısıyla da, kentle menin gerisinde hem bir iti hem de bir çekimden söz edebiliriz. 1950’lerin ba ında ülke nüfusunun ancak dörtte birine yakın bir kesimi kentlerde ya arken, bilindiği üzere, bu oran günümüzde % 65’ler mertebesine çıkmı durumdadır. İlk gecekondular 1950’lerde İstanbul’da ortaya çıkmı , bu durum diğer ehirlere de yansımı ve 1970’lerde en üst düzeye tırmanmı tır. Araziler ya devlet mülkiyetinde ya da ya artık varolmayan ya da haklarını arayamayan vakıflara aitti. ehrin daha dı alanlarına yapılan gecekondular ise tarım arazi üzerindeydiler ki buralarda yerle im kanunca yasaklanmı tı. Neticede, deği en kanun dı ılıklarla in a edilen gecekondula manın kendisi de bunları gerçekle tirenler de suç i lemekteydiler ve her an cezaya çarptırılabilmeleri mümkündü. Ancak, böylesi durumlar genelde gerçekle medi, zira politik olarak resmi mülkiyet verilmemekle birlikte gecekondula maya ses çıkartılmadı. 1950-70’ler dönemine baktığımızda, özel sektörün, büyük ölçüde kentlerdeki arazi mülkiyeti sorunlarından dolayı, konut alanına yoğunlukla girmeyi seçmemi , bunun yerine enerjisini sanayide yoğunla tırmı olduğunu görmekteyiz. Sanayi yatırımlarında ise, yurtdı ından gelen teknolojinin maliyetinin ucuz emek ile dengelenmesi ihtiyacı bulunmaktaydı. Ucuz emeği ise, kentlere göç eden ve büyük ölçüde kamu arazisinde, çoğu 19 zaman kelime anlamına uyan bir ekilde bir gecede in a edilen, gecekondularda ya ayan, çoğu enformel çalı an, kesimler sağlamaktaydı. Dolayısıyla, büyük kent merkezlerinin civarında konu lanan yeni gelenler sanayiye ucuz girdi verebilmekteydiler, zira bir yandan kira ödemek durumunda değillerdi, diğer yandan sigortalı olanlar dı ındaki kesimin dolaylı vergiler dı ında ödemek zorunda oldukları vergiler de bulunmuyordu. Kamu, bir yandan bu kesimin barınak ihtiyacını kar ılayamıyor ama öbür taraftan da Osmanlı döneminden kalma geni kamu alanlarının kullanımına da çok ses çıkartmak durumunda kalmıyordu; ayrıca, a ağıda ayrıntılı belirtileceği üzere, politik birimler bu kesimi oy deposu olarak görmeye ba lamı lardı. İlk göç dalgası, genelde fazla bir serveti olmayan yoksullardan olu maktaydı. Ama bu kesim hızlıca ilk gelmenin avantajlarından yararlanmaya ba ladılar, özellikle de yerle tikleri yerler ehrin tercih edilen alanlarına yakınsa. 1960 ve 1970’lerde gelenler ise, genelde ilk ta ınma maliyetini (arsa bulup in aat yapma anlamında) üstlenebilecek bir zenginlik yapısındaydılar. Kırdan göç eden aile, daha önce ayarlamalarını yapmı bir ekilde ve halihazırda yerle mi olanların desteğiyle bir gecede tek katlı evler in a ediyor ve süreç içerisinde evlerin kalitesini ve kullanım alanlarını arttırmaya çalı ıyordu; ama her durumda yapılan evlerin yıkılma ihtimali olduğundan in aat kalitesi dü ük tutuluyordu. Bu dönem içerisinde gerek politikacılar gerek planlamacılar arasında gecekondu sorunu sıkça tartı ılan bir konuydu. Yönetimle gecekondunun ili kisi yerel bir nitelik ta ımakta olduğu için genelde bu konuda karar alma yetkisi belediye ba kanlarında olması gerektiği fikri benimsenmi ti; ancak, ba kanlar için bu kesim, ya da kısa zaman içerisinde benzer alanlara yerle mek üzere gelecek akrabaları, seçimde oy demekti de aynı zamanda. İkinci Dünya Sava ı sonrasında çok partili döneme geçi le birlikte, popülist ve patronaj bazlı politikalar da izlenmeye ve oy potansiyeli olarak gecekondu alanları görülmeye ba lanmı tı. Politik olu umlar, bu coğrafyalarda en ba ta tapu sağlama ve altyapı hizmetleri sunma eklinde çe itli vaatlerde bulunmaya ba lamı lardı. Bu vaatlerin bir sonucu olarak da 1966 yılında çıkartılan Gecekondu Yasası ile gecekonduların kalıcı olabilmesine hukuksal bir zemin hazırlanmı tı. Yerel/merkezi yönetimler ile gecekondu bölgelerinin ili kilerinin aldığı niteliğe bağlı olarak, kimi zaman gecekonduların hukuki ve mekansal sorunlarına yönelik çözümler üretiliyor, kimi zaman ise genelde polis e liğinde yıkımlar yapılıyordu. Dolayısıyla, bazı mahallelerde elektrik, su, kanalizasyon gibi hizmetler gecekondu ya ayanlarına getiriliyor, bazen de servis alamayan mahalleler kendi imkanları ölçüsünde, ama genelde son derece iptidai ekilde, altyapı sorunlarını çözmeye çalı ıyorlardı—bu çoğu durumda, çöplerin toplanıp yakılması ve kanalizasyonların yakın derelere verilmesi anlamına geliyordu. Bu 20 dönemde genel görüntü, kent sınırları ile sanayi alanları arasında konu lanmı , genelde etrafında bahçecilik yapmaya elveri li bir miktar toprağı da bulunan, tek ya da en fazla iki katlı evlerden olu an ve benzer coğrafyalardan göç etmi kesimin ya adığı mahallelerden olu maktaydı. 1980’lere gelindiğinde ise, kentlerdeki yüksek nüfus artı ı, kent merkezleri ve civarlarındaki bölgelerdeki bina yoğunluğunun yükseli i, servis sektöründeki geli meye ko ut olarak kent merkezlerine servis sektörünün geli i gibi bir dizi beraber mütalaa edilmesinde yarar olan etmenler neticesinde, orta sınıfın kent civarlarındaki alanları yerle im yeri olarak benimsemesi söz konusu olmu ; bu da beraberinde gecekondu alanlarının birden değer kazanmasını getirmi tir. Dolayısıyla, orta sınıfın oturduğu blok yerle imler ile gecekondu bölgeleri yan yana bulunmaya ba lamı , bu da beraberinde gecekondu olgusunun kendisinin ticari bir görüntü almaya ba lamasına neden olmu tur. Aynı zamanda, yukarıda bahsedilmi olduğu gibi, eskiden tek katlı ev eklinde olan ve önünde/yanında bir parça üzerinde bahçe i leri yapmaya imkan veren bahçesi olan gecekondular yerlerini “apartman gecekondulara” bırakmaya ba lamı tı. Elbet böyle bir sürecin ba lamasında Özal dönemindeki imar ve kat çıkma izinlerinin verilmesinin oynadığı rol çok açıktır. 1980’lerde tartı ma gerçeğin popülist bir bakı la kabul edilmesi doğrultusunda çözümlendi. Çoğu durumda fiili mülkiyete resmi mülkiyet verildi; kanun dı ı nitelik düzenlendi; yapıla ma yasağı yumu atıldı. Gecekondu sahipleri genelde önünde meyve-sebze ektikleri, hayvan besledikleri ufak bahçesi olan tek katlı evlerini apartman haline getirebilmelerinin önündeki yasaklar kaldırıldı. Artık bugün ilk dönemlerde in a edilmi , tek katlı ve bahçeli gecekondu bulma ansımız dü üktür. Genelde göreceğimiz, sağlam olmasına kar ılık kötü in am edilmi , bazen bitmemi ve estetik kaygılardan uzak gecekondu-apartmanlardır. Sonuçta, 1980’ler ba larında gecekondu olgusu dönü üm geçirmeye ve “gecekondu sahipleri” ile “gecekondu kiracıları” eklinde ayrı malar olu maya ba lamı tır. 1990’lardan itibaren gecekondu kiracılığında artı bulunmaktadır. Yeni göçmenler, üzerine in aat yapabilecek arazi bulamamaktadırlar. Artık araziler üzerinde talepleri bulunan çok kesim vardır ve yöneticiler eskiden olduğu gibi duruma ses çıkartmamazlık etmemektedirler. Yeni gelenlerin in aata ba layacak maddi imkanları ya da kendisine bu yolda yardım edecek tanıdıkları bulunmamaktadır. Artık kentlerde yeni gecekondu in aatlarını görmek söz konusu değildir, hatta Kentsel Dönü üm projeleri kapsamında belediye ba kanları gecekonduları tıra lamaya ba lamı durumdadırlar. Bu durum da, beraberinde, eski göç edenlerin yeni göç edenler üzerinden rant almasını getirmi tir. Dolayısıyla, yeni göç edenlerin kendilerini yoksulluğun içinde bulmaları bir anlamda kaçınılmaz olmu tur, zira kira ödemek gibi önemli 21 bir maliyet söz konusudur. Bu sürecin bir diğer yansıması, kiracı olarak gecekondu mahallesine gelen kesimin hem erilik ili kilerinden eski gelmi olanlar kadar yeterince yararlanamamaları ve dolayısıyla kendilerine yeni göç ettikleri kentte büyük ölçüde yalnız kalmalarıdır Gecekondu mahalleleri, çok net sınırlarla çizilememektedir. Bunun bir nedeni, yukarıda vurgulanmı olduğu üzere, kimi gecekonduların apartmana çevrilmesidir ve bazen bu apartmanların in aat kalitesi (hele bir ekilde oturma izni alınmı sa) dü ük olmamaktadır, bir nedeni de ortak/yüksek gelirli kesimlerin konut ihtiyacını kar ılamaya yönelik olarak eskiden gecekondu olan bölgelerin “temizlenmi ” olmasıdır. Ama çizilebildiği ölçüde, gecekondu mahallelerinin ortak özellikleri bulunmaktadır: Tanım gereği bir gecede kondurulan ya da hızlıca in a edilen binalar kümesinden ve düzensiz geli mi mahallelerden bahsedilmekte olduğu için bu mahallelerin herhangi bir kentsel planlamadan nasibini almı olmasını bekleyemeyiz. Dolayısıyla, binaların kötü kalitesine, ya anılan yerin plansızlığı da eklenmelidir. Bir kısım yerlerde kaçak kullanılan elektrik hatları ortalıktadır, kimi sokaklara çöp arabası girememesi, acil durumlarda itfaiye/ambulans araçlarının plansız sokaklar nedeniyle ula ımda sorunlar ya aması söz konusu olmaktadır; kimi durumda kanalizasyon sistemi bulunmadığı için atık sular sıhhi bir biçimde toplanamamakta ve yer altı sularını kirletmektedir; çoğu durumda ye il alan, oyun sahası, kamusal binalar ehir ortalamalarının altında olabilmektedir. Ayrıca, kent merkezi ya da yakınlarında olup da bir nedenle “terkedilmi ” bir mahallenin yoksul kesim tarafından ikamet alanı olarak seçilmesi de söz konusu olabilmektedir. Buradaki tipik görüntü ise binaların bakımsızlığı olarak kar ımıza çıkmaktadır. İstanbul ve Diyarbakır ba ta olmak üzere, büyük ketlerdeki bu terkedilmi alanlar genelde zorunlu göçe maruz kalmı kesimlere (ilerde ayrıntılı bilgi sunulacaktır), sokak çocuklarını ve kapkaç/esrar/seks i çiliği gibi yeraltında i yapan kesimi barındırmaktadır. Netice itibariyle, gecekondu ve terkedilmi alanlardaki konut sayısına yönelik net bir bilgi vermek mümkün olmamaktadır. Göç edenlerin kentsel ya ama eklemlenmelerinin geçirdiği süreçler, bu süreçte ya anan zorluklar, kent sakinlerinin tutumu, yeni gelenlerin emek piyasalarına girmelerinin etkileri ba ta olmak üzere, birçok sorunsal sosyolojik, iktisadi ve politik ara tırmalara konu tesis etmi tir (bkz., örneğin, Erder, 1996; Erman, 2004; Keyder, 2005). Göç olayına bugün baktığımızda ise, ilk göç dalgalarının yerini 1990’ların ortalarında özellikle zorunlu göçle gelen yeni bir dalganın büyük ölçüde almakta olduğunu görmekteyiz. 22 Sayılarının bir milyonun üzerinde olduğu konusunda genel bir kabulün olduğu bir kesim, 1990’larda Güneydoğu’da ya anan silahlı çatı malar nedeniyle ya kamu zoruyla ya da kendilerini çatı manın içerisinde bulmamak için zorunlu bir ekilde ya adıkları kırsal kesimleri terk ederek büyük kentlerin çöküntü alanlarına, çoğu durumda da ellerindeki tarımsal mülkü paraya çeviremeden, göç etmek durumunda kalmı lardır. Yukarıda bahsedilmi olduğu üzere, ilk (1950-90 arası) dalgalarda hem bir çekimden ( ehirler ve civarındaki endüstri) hem de bir iti ten (tarımda artan nüfusa cevap veremeyen üretkenlik sorunları) bahsetmek mümkünken, yeni göç dalgasının siyasi alanda belirlenmi olması söz konusudur. Yeni gelenlerin bazıları kentiçi yoksul mahallelere yerle mi lerdir. Buralarda ya am bir ailenin ya da birkaç çalı maya gelmi erkeğin, ancak temel ihtiyaçlara cevap verebilen eski bir evin ya da apartman dairesinin bir odasını kiralaması eklinde tezahür etmektedir. Kentlerde ya anan yoksulluğun en derini bu bölgelerdedir. Bu tür gettola ma (“slummification”) kentlerin gecekondu bölgelerinde de gerçekle ebilir elbet: yoksulluk artan nüfusla artar, apartmanlar bölünür, evler daha fazla sayıda aileyi barındırmaya ba lar. Zorunlu göçün İstanbul, Diyarbakır ve Adana’nın yoksul ve harap mahallelerinde yoğunla arak mekansal bir yoğunla mayı beraberinde getirmi olması söz konusudur. Böylelikle, zorunlu göçle gelenler yardım alamayan kiracılara ve ucuz emek gücüne kar ılık gelmi oldular (GöçDer, 2001; I ık ve Pınarcıoğlu, 2001; Ba ak Kültür ve Sanat Vakfı, 2004; Ayata ve Yükseker, 2005; Kiri çi, 2005). Gecekondular ve kentiçi yoksulla mı alanlar, genel olarak bakıldığında, “çalı an yoksullar”dan olu maktadırlar. Bu kesim, her ne kadar (ve de sürekli olamadan) çalı ıyor olsa da, temel gereksinimlerini kar ılamakta zorlanan ve düzenli yardıma muhtaç ya ayan i gücünden olu maktadır. Dolayısıyla, çalı mak, ki inin ekonomik refahı için yeterli olamamaktadır (çalı anlar arasındaki yoksulların yüksek oranını—sayfa 17’deki 3. dipnota bakınız—hatırlayalım). Kayıt dı ı istihdam (ki bu da çoğu durumda düzensiz i anlamına gelmektedir), düzensiz gelir (ya i verenin muntazam ödeme yapmaması ya da sık i deği tirme mecburiyeti), sosyal güvenlik ağlarından mahrumiyet gibi sorunlar bu duruma neden olarak gösterilmekle beraber, asgari ücretin yetersizliğinin burada önemli bir rol oynamakta olduğu ifade edilmektedir. Sonuçta, gecekondu insanı yoksulluk içerisinde toplumsal ya amın dı ına dü mektedir. Elbet, yoksulluk dı ında, çok farklı nedenlerle dı lanma süreçlerinin ya anması söz konusu olabilmektedir. Bu noktaları daha iyi kavrayabilmek açısından ülke genelinde ya anılan dı lanma süreçlerinin ele alınması gerektiği çok açıktır. 23 Yoksulluk kaynaklı dı lanma, malum, üretim ve payla ım süreçlerinin ekonomi-politiği ile anla ılabilir. Türkiye’de ya anmakta olan dı lanmanın önemli bir nedeninin bu zaviyeden yapılacak bir analizle anla ılmasının mümkün olduğunu dü ünmekteyiz. Ancak, bir önceki bölümde de belirtmi olduğumuz gibi, dı lanmanın kültürel ve politik boyutları da bulunmaktadır ve ayrıca kimi hakların tanınmaması ya da toplumsal önyargılar nedeniyle dı lanmı lıklar ya anabilmektedir. Bu saptamadan hareketle, sosyal dı lanmaya açık gruplar üzerine yapılmı olan çalı malara ku bakı ı göz atıldığında ortaya öyle bir tablo çıkmaktadır: ̇ Çocuk ve gençlerde yoksulluğun eğitim ve emek süreçlerine etkisi ve sokak çocukları: Bu alanda yapılan çalı malar, genelde, ailelerin ya adığı iktisadi ve mekansal dı lanmaların çocuklar ve gençler üzerindeki etkilerini değerlendirmektedir. Yoksulluk riski altındaki çocuk oranının %34 olduğu (genel ortalama %26(), hanehalkı büyüklüğü arttıkça yoksulluğun arttığı ve 6-14 ya grubunda binlerce çocuğun çalı makta olduğu (DİE, 1999; SIS/World Bank, 2005) noktalarından hareketle, bu kesimin ya adığı zorluklar çe itli yöntemlerle mercek altına alınmı tır. Ayrıca, eğitim sisteminin, son yıllarda ya anmakta olan yeniden yapılanma süreçlerinin ve eğitimin sekiz yıla çıkartılmı olunmasının getirdiği olumlu geli melere rağmen, eksikleri malumdur ve bu eksiklerin genç nüfus üzerine etkilerinin olması kaçınılmazdır (Chawla, 2005; SIS/World Bank, 2005). Sokak çocukları giderek artan bir sorun olmaktadır ve bu konuda da son yıllarda çalı malar yapılmaya ba lanmı tır (bkz., örneğin, Ak it, Karancı ve Gündüz-Ho gör, 2001; Altınta , 2003; Yıldırak, 2004; SIS/World Bank, 2005). Bakım isteyen çocukların ̇ durumu da dikkate alınan konular arasındadır. İleri ya : 65 ya ve üstü nüfus halihazırda nüfusun %6’sına kar ılık gelmektedir ve bu oran giderek yükselmektedir. Bu kesimden sosyal sigorta emsiyesi altında olmayanlar bakım ve ya am açısından büyük ölçüde ailelerine bağlı durumda kalmaktadırlar. Her ne kadar 65 ve üstüne verilen ileri ya yardımları belli bir rahatlama sağlamaktaysa da, yoksulluk yine de bu kesimin toplumsal sürecin dı ına dü melerine neden olabilir. Aile bağlarının azalması durumunda bu kesimin sorunlar ya ayacağı ve toplumsal dı lanmaya maruz kalacağı ortadadır (bkz., örneğin, TÜBA, ̇ 2003; Türk Geriatri Dergisi’nin muhtelif sayıları). Engellilik hali: Türkiye’de engellilik üzerine TÜİK’in yapmı olduğu ilk ve kapsamlı 2002 anketinden sonra, engelli kesimin ülke sathındaki profili ortaya konabilmi tir; bu alanda çalı an derneklerin ve bir grup akademisyenin çalı maları dı ında engellilik üzerine ülkede kapsamlı çalı malardan fazla bahsedilemez, halbuki e oranı ülkede 24 %12 mertebesinde bulunmu tur (bkz., örneğin, Kimsesiz Çocukları Koruma Derneği ̇ ve Özürlüler İdaresi, 1997; DİE, 2004). Göç sorunu: Gerek gönüllü gerek zorunlu göçün getirdiği sorunlar giderek artan yoğunlukla irdelenmeye alınmı bulunmaktadır. “Köye Dönü ” politikasıyla zorunlu göçe tabi bırakılmı kesimin yurtlarına dönmesini hedefleyen bu uygulamanın da son dönemki çalı maların dikkat noktasına oturduğunu belirtelim (bkz., örneğin, İçduygu, Sirkeci ve Aydıngün, 1998; Barut, 2001; Ba ak Kültür ve Sanat Vakfı, 2004; Ayata ̇ ve Yükseker, 2005). Cinsiyet ve cinsel tercih temelli dı lanma: Cinsiyet temelli dı lanmaların ağırlıklı bir biçimde emek piyasası kapsamında tartı ılmakta olduğunu mü ahede etmekteyiz. Kadına yönelik iddet (ve uç noktada “namus cinayetleri”) ise, dikkatlerin çevrilmi olduğu bir diğer konudur. Diğer taraftan cinsel tercih temelli dı lanmalara kar ı alınan pozisyonun genelde yola çıkı noktasını, cinsel tercih nedeniyle bir ayrımcılığın yapılamayacağına yönelik bir ilkenin anayasada var olmaması olu turmaktadır (bkz., ̇ örneğin, Erder ve Ka ka, 2003; CEDAW, 2005; Kaos GL dergisi sayıları). Dinsel tercih temelli dı lanma: Bu ba lık altındaki çalı maların önemli bir yüzdesinin kendini Sünnilerle özde le tirmi olan devletin diğer mezheplere (özellikle de Alevilere) ayrımcılık yapıp yapmadığı üzerine yoğunla mı tır. Bu tartı maların orta noktasında Alevilerin dinsel haklarının Dinayet İ leri tarafından yeterince korunup korunmadığı yatmaktadır—pratik anlamda camilerin legal bir yapısı varken Cem ̇ evlerinin olmamasıdır (bkz., örneğin, Çakır ve Bozan, 2005). Azınlık sorunları: Bilindiği üzere, azınlık kategorisi Lozan anla masında salt Müslüman-dı ı kesimler olarak çizilmi tir (Ermeniler, Rumlar ve Museviler—ki Museviler daha sonra bu haklarından vazgeçmi lerdir). Bu kesimlerin ve bu kesimler dı ında kendilerince ve ba kalarınca etnik bağlamda farklı bir ekilde tanımlanan grupların sorunlarına ili kin çalı malar son yıllarda artmı bulunmaktadır; çalı maların genellikle Romanlara yönelik özellikle kültürel düzlemdeki dı lamaların ve kültürel/politik/iktisadi boyutları olan Kürt sorununa yoğunla mı oldukları anla ılmaktadır (bkz., örneğin, Kiri çi ve Winrow, 2000; Aksu, 2003; İncirlioğlu, ̇ 2005; Marsch ve Strand, 2005). Diğer: Göçebelerin, evsizlerin, belli meslek gruplarının, belli hastalığı olanların, ceza çekmi olanların, ilaç bağımlılarının ve kaçak i çilerin ya adıkları sorunların yer yer tartı ma ortamına getirilmekte olduğunu görmekteyiz (bkz., örneğin, İçduygu, 2003; Lordoğlu, 2005). 25 Dolayısıyla, ku bakı ı bakıldığı zaman, çalı maların bir ayağını korunmasız/savunmasız (“vulnerable”) grupların incelenmesi olu turmaktadır (engelliler, kimsesiz ya lılar, sokak çocukları vb.). Çalı maların bir diğer ayağı ise, hangi alanlarda/süreçlerde dı lanmaların ya andığına ili kindir: Eğitim, sağlık, emek piyasası, siyasal arena gibi boyutlar ara tırma merkezini olu turmaktadır. üphesiz, geneli kucaklayan, resmi tek bir bütün olarak sunan çalı maların ortaya koyduğu analizin çok daha zengin boyutlu olması söz konusudur. Ayrıca ilave etmek gerekir ki, tartı a geldiğimiz siyasi, ekonomik ve toplumsal/kültürel dı lanma süreçleri metropollerin belirli coğrafyalarında “mekansal” olarak daha vahim tezahür etmektedir. Gecekondu bölgelerinde tezahür eden dı lanma süreçlerinin çok boyutlu olması maalesef bugünün bir gerçeğini olu turmaktadır. Türkiye genelinde ya anan dı lanmanın tezahürlerini daha iyi yakalamak üzere, u altı ba lıkta açılım yapmanın çalı mamıza önemli bir katkı yapacağı noktasından hareketle, konularında uzman akademisyenlerden destek aldık. ¬ Mekansal dı lanma sorunsalının tartı ılmasını Tarlaba ı (İstanbul) semti üzerine bir incelemeyle yapan Bediz Yıldız’ın çalı ması, dı lanmanın farklı tezahürlerinin iç içe geçi lerine dair dikkate alınması gereken saptamalarda bulunmaktadır. Bu çalı ma, ehir merkezinde “terkedilmi ” olan bir mahallenin dinamiklerini Türkiye’nin “varo ” sorunu bağlamında tartı maktadır. ¬ 1990’ların ortasında ya anan ikinci göç dalgası, yukarıda vurgulanmı olduğu gibi, zorunlu göçten olu maktaydı. Bu zorunlu göç dalgasının sonuçlarına ve genelde yaratmı olduğu tahribata ili kin bir açılımı Hatice Deniz Yükseker sunmaktadır. Yazar, ayrıca, bu kesimin ya amakta olduğu sorunlara ili kin politika önerileri sunmaktadır. ¬ Çocuk i çiliği sorununun önemli boyutlarda olduğu noktasından hareketle, Serra Müderrisoğlu, etnisite ve mekansal dı lanmalara maruz kalan ve çalı mak zorunda olan bir çocuğun aynı anda okuma hedefine ula masındaki zorlukları vak’a analizi yaparak dile getirmektedir. 26 Yakındaki Uzak: İstanbul’un Bir Kentiçi Mahallesinde Sosyal Dı lanma ve Mekansal Sürgün Bediz YILMAZ Kamu İdaresi Bölümü, Mersin Üniversitesi “sıklıkla bir bina yıkılır; o kadar kötü durumdadırlar ki insanların içeri giri çıkı larını görürken insan hamamböceklerinin ula abileceği boyutlarla a kına döner.” “İstanbul’un ucuz uyu turucu merkezi... tehlikelidir...” “eski Rum evleri hâlâ ayakta, içindekileri rutubet ile yava yava çürütmekte..” “bazı sokaklarına polisin giremediği yer...” “Dünya bir üçüncü dünya sava ının ardından herhalde Tarlaba ı’na benzer... çarpıklık, tarih, dünyanın her yanından insan, simetrisizlik... İstanbul’u simcity gibi oynasak suç tablosunda koyu kırmızı parlayacak bölge...” “Tarlaba ı bir çamur gibidir. ona dokunmamalısınız. yoksa elinize yapı ıp kalır, size bula ır çıkmaz.’ İstanbul’un bu ‘namlı’ semtinde ya ayan küçük kapkaççının gözüyle Tarlaba ı, bu...” “Caddesi’nin altından geçince istiklal Caddesi’yle hiç bir alakan kalmaz. 12yi geçirdiysen hızlı yürü. arkanı da iyi kolla. gündüzse kafanı kaldırıp evlere de bak... evlere dikkat et. hatırladın mı? sava ay’da göstermi ti hani yasadı ı kerhane diye” “bu yoksulluğu payla an insanlar kadar birbirinden nefret eden ba ka semt yoktur. romanlar Kayserililerden, Siirtliler romanlardan, Karadenizliler Kürtlerden öldüresiye nefret ederler.” Sanal bir sözlükte Tarlaba ı için yazılanlar (2000-2005) [www.eksisozluk.com] Bu alıntılar, Tarlaba ı’nın çoğu özelliğinin (eski evler, suç, fuhu , heterojen nüfus, yoksulluk...) yanında, bu mahallenin kamuoyu tarafından nasıl görüldüğünü de yansıtmaktadır. Bu imaj, her ne kadar gerçeklere dayansa da, burada oturanları damgalayan ve mekansal ayrımcılıkla sonuçlanan bir abartıdır. Bu imaj, ayrıca, yoku un a ağı kısmında kalan Tarlaba ı’nın fakir çöküntü mahallelerini, üst kısımdaki hali vakti yerinde, eğlence, kültür ve ticaret merkezi olan Beyoğlu’ndan ayıran Tarlaba ı Caddesi’nden çok daha keskin bir kentsel sınır yaratır. Bu makalede, çöküntü mahallelerinde ya anan sosyal dı lanma ve mekansal sürgün merkezli kısır döngüleri daha iyi anlayabilmek adına bazı savlar sunacağız. Makalemiz, birden fazla tezahürü olan dı lanma sorunsalına mekan odaklı bir yakla ım getirerek sosyal dı lanmanın olu umunda ve etkisinin ağırla masında mekanın oynadığı kilit rolü tartı mayı amaçlıyor. Türkiye’deki kentbilim çalı malarında yoksulluğun mekansal durumu çoğunlukla ehrin eteklerindeki gecekondulara, sosyal ve mekansal mesafeyi yansıtan yeni ismiyle, “varo lara” odaklanarak ara tırılmı tır.7 Ancak, özellikle 1990’lardan sonra, zorunlu göçün getirdiği yeni göç dalgası ile birlikte, İstanbul ile Diyarbakır ve bir ölçüde de Adana kentlerinin merkezlerine yakın kimi bölgelerinin fakirle erek çöküntü alanlarına dönü me süreci ya anmaya ba lamı tır. Ba ta yoksulluk olmak üzere, gecekondu bölgeleriyle kentiçi çöküntü alanlarının birçok ortak noktası bulunmasına rağmen, iktisadi, mekansal, hukuki, 7 Yoksulluk ve çevre mahallerde dışlanma konularında öne çıkan iki çalışma Erder (1997) ile Işık ve Pınarcıoğlu (2000)’dur. Gecekondu kavramı üzerine en son çalışmalardan biri için bkz. European Journal of Turkish Studies, Thematic Issue no: 1, 2004 [http://www.ejts.org] 27 kültürel ve politik süreçler bağlamında birçok fark da vardır. Mekansal dı lanma tartı malarına, en az yoksul gecekondular kadar ayrı ma ya ayan kentiçi mahallelere mütevazı bir ı ık tutarak katkıda bulunmayı umuyoruz. Göçlerle ekillenen Bir Mahalle Gayrı resmi olarak Tarlaba ı adıyla anılan dikdörtgenimsi bölge, güneyde İstanbul’un en cazip kültürel ve ticari merkezlerinden İstiklal Caddesi’ne paralel konumdaki Tarlaba ı Caddesi, kuzeyde Dolapdere Caddesi, batıda Ömer Hayyam Sokak ve doğuda Taksim Meydanı arasında yer alır ve resmi olarak tanımlanmı 6 mahalleyi kapsar: Bostan, Bülbül, Çukur, Kamer Hatun, Kalyoncu Kulluk ve ehit Muhtar. Tarlaba ı, bütün kenar mahallelerin belirsizliğini ta ır; coğrafi olarak ehrin kalbine ne kadar yakınsa, sosyoekonomik olarak bir o kadar uzaktır. Galata’nın üst kısmıyla Taksim arasında kalan İstiklal Caddesi, dünya kapitalist sistemine 19. yüzyılda dahil olan Osmanlı İmparatorluğu’nun büyüyen uluslararası ticareti neticesinde ehrin modern kesimi haline gelmi Pera’nın ana caddesiydi. Cadde-i Kebir— u anki İstiklal Caddesi—, ehrin daha eski bölümlerinin aksine, yabancılar ve üst sınıf gayriMüslim Osmanlı vatanda ları için konut ve ticaret merkezi haline geldi. Bununla birlikte, Pera’nın her bölümü aynı ekonomik statüyü ta ımıyordu: kom u olmalarına rağmen, Tarlaba ı ve Pera aslında hiçbir zaman aynı sosyal sınıfa ev sahipliği yapmadı. Topografya da sosyal yapıyla ekillendi: hali vakti yerinde sınıflar ana caddenin üst kısımlarında ikamet ederken, a ağı sınıflar yoku un alt tarafına yerle ti, Tarlaba ı Caddesi ise bu ikisi arasında sınır görevi gördü. Tarlaba ı sakinleri de gayri-Müslim’di, ancak onlar i çi sınıfına dahildi. Bu yapıdaki deği im, 2. Dünya Sava ı yıllarında Varlık Vergisi’nin (1942) uygulanması, daha sonraki yıllarda 6-7 Eylül Olayları’nın (1955) yol açtığı yıkım ve Yunanistan vatanda ı olan ki ilerin sınır dı ı edilmesi (1964) sonucu ortaya çıkmaya ba ladı. Böylece, 1950ler sonrasında, özellikle 60larda, mahalle çift yönlü nüfus akı ı ya adı: bir yandan mevcut nüfus, yani gayri-Müslimler giderken, Anadolu’dan kırsal kökenli göçmenler geldi. Bu nüfus akımları kurulu çevre üstünde de büyük etki yarattı; özellikle Rumların gidi iyle, mülkleri ya değerinin altında satıldı ya da sahipsiz kalarak i gal edilme ve kaçak olarak satılma ya da kiralanmaya maruz kaldı. 28 Tarlaba ı muhtarlarından8 birinin ifade ettiğine göre, 1960lara kadar, bölge sakinleri genelde Rumlardı ve az sayıdaki Türk de çoğunlukla Erzincan ya da Sivas’tan gelmeydi. 1980ler sonrasında, Beyoğlu’nun saygın bir i bölgesi olarak popülerliğini yitirmesine paralel olarak, Tarlaba ı da köhneme sürecine girdi. Özellikle, 80’li yılların ikinci yarısında eski ehir ve Beyoğlu bölgesi arasındaki ana eksen olan Tarlaba ı Caddesi’nin geni letilmesi, Tarlaba ı ve İstiklal bölgeleri arasındaki farklıla mayı derinle tirdi. Halihazırda fiziki çürüme tehlikesi altında olan Tarlaba ı, sosyal yapıda bozulmalar da ya amaya ba ladı ve adi suçlar, uyu turucu satıcılığı, fuhu gibi sorunlarıyla nam saldı. Artık toplum dı ına dü mü lerin ya am alanı haline gelmi ti: Romanlar, travestiler, ba ka yerde barınamayan hayat kadınları, ehre yeni gelenler, bekar odalarında ya ayan genç erkekler, uluslararası göçmenler çoğunlukla Türkiye’de kalıcı sığınma ümit eden Iraklılarla Batı Afrikalılar- ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan çatı malar nedeniyle gelen Kürt göçmenler. Sonuçta, bu mahalle homojen bir nüfusa sahip olmaktan çok uzaktı. 1950lerden bu yana, her on yıl yeni bir göçmen grubunu getirmi ti: Karadeniz Bölgesi ve Marmara Bölgesi’nden (ki son grup ağırlıklı olarak Roman’dır) 1960lardan önce gelen ilk grubu, 196080 arasında kitleler halinde Orta ve Doğu Anadolu’dan (özellikle Sivas, Erzincan, Konya ve Kayseri) gelen göçmenler izledi. 1980 sonrası ana göçmen grup Güneydoğu Anadolu’dan ve daha az oranda da Doğu Anadolu’dan gelen, çoğunlukla (ama tamamen değil) Kürt kökenli gruptu. Kürt göçü kabaca ikiye ayrılabilir: 1980lerde gönüllü olarak adlandırılabilecek ekonomik nedenlere dayalı göç yerini, PKK ile güvenlik güçleri 1980lerden beri süregelen arasındaki çatı malar sebebiyle 1990lardan itibaren, hem politik hem de ekonomik sebeplerden kaynaklanan bir gönülsüz bir göç (zorunlu yer deği tirme ve kötü ya am ko ullarından kaçı ) dalgasına bıraktı. unu en ba tan belirtmek gerekir ki, Tarlaba ı’nda ikamet eden farklı göçmenler farklı sosyoekonomik (ve mekansal) konumda olmaları nedeniyle sosyal dı lanmadan e it düzeyde etkilenmemektedirler. İlk göçmenler ehir hayatının her alanında daha iyi bir durumdayken, boyutlarını bu makalede inceleyeceğimiz sosyal dı lanma prosedürlerine maruz kalanlar daha ziyade son göçmenlerdir.9 Mekansal anlamda, Tarlaba ı’nın en ücra mahallesi ve sosyal dı lanmanın en sert biçimde ya andığı yer olan Çukur Mahallesi, Kürt nüfusun yoğunla tığı 8 Bilindiği üzere, muhtarlar beş yıllık bir dönem için seçilirler ve ayrıntılı tanımlanmış görev ve yetkileri bulunmaktadır. Vali ya da kaymakamlar, muhtarlar adına karar veremezlerse de muhtarların kararlarını veto etme yetkisine sahiptirler. 9 Romanlar bu varsayıma bir istisna oluşturmaktadır; çünkü her ne kadar en eski yerleşimcilerden olsalar ve gelirleri müzisyen olarak çalıştıkları eğlence sektörü sayesinde görece yüksek olsa da, sosyal dışlanmanın çoğu boyutundan etkilenmektedirler. Bu durum, Türkiye’nin gerçek ve başlıca dışlanmışı olan bu grubun hususi sosyal konumundan kaynaklanmaktadır. 29 ve en eski mahalle olması nedeniyle çevredeki yapıların en fazla harap olduğu bir yer olarak ön plana çıkmaktadır. Tarlaba ı’nda Çok Boyutlu Dı lanma Sosyal dı lanma kavramı Avrupa’da, yoksulluk, marjinallik ya da sınıf-altı kavramlarından daha öncelikli tutulan ve toplumsal bütünle meden sorumlu kurumların yetersiz i leyi ine i aret eden çok boyutlu bir kavramdır. Analiz odağını bireyden topluma kaydıran bu kavram sayesinde, mahrumiyet yalnızca gelir değil, ayrıca toplumun politika, i , refah sistemleri ve kültürel alanlarına katılımda e it fırsatlar anlamına gelen temel vatanda lık bağlamında da ele alınabilmektedir.10 Bu soyut kavramları biraz daha somutla tırabilmek adına Tarlaba ı’nda gözlenen dı lanmanın farklı yönlerini tartı acağız.11 Yaygın olarak kullanılan ilk üç boyuta, ki bunlar ekonomik, sosyal ve politik boyutlardır, mekansal ve söylemsel boyutları da ekleyeceğiz. Bu tip bir yakla ımın nedeni mekansal ve söylemsel dı lanmanın Tarlaba ı’ndaki dı layıcı süreçleri iddetlendirmesi ve oradaki dı lanmayı anlamada vazgeçilmez olu udur. Ayrıca, bu yoksul kenar mahallede, yoksulluk da bu iki faktör nedeniyle dı lanma olarak tanımlanabilir hale gelmi tir. Dı lanma boyutlarını çakı an katmanlar olarak dü ünürsek, Tarlaba ı sakinleri be dı lanma katmanının yükünü ta ımaktadır. Ekonomik Boyut Ekonomik boyut büyük ölçüde gelir ve mal ile hizmetlere ula ım sorunu odaklıdır. İlk mesele gelir yoksulluğudur; özellikleri ise, yüksek i sizlik oranları ve i i olanlar için dü ük gelir düzeyidir. 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre, Tarlaba ı’nın dahil olduğu Beyoğlu bölgesi (yüzde 14) ve İstanbul geneli (yüzde 11) ile kar ıla tırıldığında, Tarlaba ı’nda daha yüksek i sizlik oranı olduğunu görmekteyiz (yüzde 20). Tarlaba ı içinde ise, Bostan ve Kalyoncu Kulluk mahalleleri neredeyse Beyoğlu kadar dü ük oranda erkek i size sahipken, Çukur, Bülbül, Kamer Hatun ve ehit Muhtar’ın oranları ise Beyoğlu ve özellikle İstanbul oranlarından gözle görülür biçimde yüksektir. Kadın i sizlere bakıldığında tablo daha da kararmakta ve Çukur ile ehit Muhtar’ın yüzde 38 ile en kötü oranı verdiği 10 Resmi vatandaşlık kavramına karşıt olarak temel vatandaşlık anlayışı için, bkz. Castles ve Davidson (2000). Makaledeki incelemeler, çatışmadan kaçan Kürt göçmen hanehalklarıyla yapılmış etnografik saha çalışması ve Tarlabaşı’nın diğer sakinleri ile yapılmış formel görüşmelere dayanmaktadır (yerel yöneticiler, mahalleyle ilişki içindeki devlet kurumlarının çalışanları, Büyükşehir Belediyesi ve Beyoğlu Belediyesi çalışanları, STKlar, siyasi partiler, akademisyenler, araştırmacılar ve gazeteciler). Nitel araştırma, 6 mahallenin 2000 yılı nüfus sayımındaki nicel verileri ile bir önceki sayımın (1990) %5’lik örnekleminden ve iki sosyolojik makaleden alıntılarla (Ünlü, Alkışer ve Edgü, 2000; Dinçer ve Enlil, 2002) tamamlandı. 11 30 görülmektedir.12 Bunun sebebi, çatı malardan kaçan Kürt göçmenlerin bu iki mahallede yoğun bir biçimde ikamet ediyor olu udur. Bu olgu, Tarlaba ı’ndaki bazı bölgelerin daha fazla dı lanmı olduğu ve Çukur Mahallesi’nin en uç noktada olduğu gerçeğine ı ık tutmaktadır. Her ne kadar dı lanmanın önemli bir faktörü olsa da, i sizlere gelir sağlayan enformel sektör nedeniyle, i sizlik konusu gelir yoksulluğuna yalnızca kısmi bir ı ık tutabilmektedir. Bu nedenle, burada, Amerikan gettoları için kullanılan ve i imkanlarıyla i ihtiyacı olanların ya am alanları arasındaki artan ayrılık olarak tanımlanabilecek mekansal e le meme kavramından çok farklı bir bağlam tezahür etmektedir.13 Amerikan örneğinin aksine, ekonomik faaliyetlerin İstanbul dahil Türkiye metropollerinin kentiçi bölgelerini tamamen terk ettiği söylenemez. Aksine, göçmenlerin bu kentiçi bölgelere yerle me tercihlerinde i imkanlarının da etkili olduğu öne sürülebilir. Tarlaba ı sakinleri, mahallenin merkeziliğini hayatta kalma stratejilerini belirlemede bir koz olarak kullanmaya çalı maktadırlar. Bu sebeple, dü ük kira seviyesinin yanı sıra, Tarlaba ı, Merkezi İ Bölgesi içindeki konumu, kültür ve eğlence merkezlerine olan yakınlığı sayesinde çok çe itli i imkanları sunabilmektedir. Öte yandan, istihdam yapısına daha yakından bakınca i sahibi olmanın sosyal dı lanmayı engellemek için yeterli olmadığı görülmektedir. Tarlaba ı’ndaki istihdam yapısının en göze çarpan özelliği, formel i olanaklarına eri imin son derece sınırlı olduğu ve yalnızca kayıt dı ı sektördeki tehlikeli, düzensiz ve geçici i lerde dü ük ücretli ve sosyal güvenlikten mahrum olarak çalı ma olanağı bulunduğudur. İ veren konumundakiler ya kendilerine ait ticari i letme (bakkal/market, kahvehane, restoran, tamirci vb.) ya da imalathanelerle (çoğunlukla 10 ki iden az eleman çalı tıran tekstil, mobilya, torna atölyeleri ve matbaalar) geçim sağlarken, çalı an konumundakiler ise yeme-içme ve eğlence sektöründe (garson, güvenlik görevlisi, bula ıkçı, temizlikçi vb. olarak) ya da yukarıda belirtilen atölyelerde çalı maktadır. Romanlar çoğunlukla, eğlence sektöründe, televizyon programlarında, gece kulübü ve restoranlarda müzisyen olarak çalı maktadır. Bunun dı ında, sokak, bütün sakinler için, ama özellikle Kürt göçmenler için en geçerli gelir getirici faaliyet alanı olmaktadır: gezici i portacılık (mevsime göre deği en sebze-meyve, i e su, kaset, oyuncak, günlük aksesuar ve aletler, otobüs biletleri, pi mi yemek, özellikle midye dolması ve tavuk-pilav…); atık kağıt, karton ve teneke kutuları geri dönü üm için toplama; ayakkabı boyama; tartıcılık... Bu gibi 12 13 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım bilgileri kullanılarak yazar tarafından hesap edilmiştir. Bkz. Wilson (1991). 31 durumlarda, her ne kadar hanehalkında birden fazla ki i çalı ıyor olsa da, kazanılan gelirin dü ük olu u toplam hanehalkı gelirini de dü ük seviyelerde tutmaktadır. Gelir yoksulluğunun yanında, bu mahalledeki hane halklarının ya amakta olduğu a ırı yoksulluk konusunda esas ipucunu yardıma muhtaçlık hali ve genel olarak mallara sınırlı eri im durumu verir. Tarlaba ı’ndaki 6 mahallenin yerel yöneticileriyle yapılan görü melerde, tüm mahallelerde, çe itli belediye ve devlet kurumlarından yardım gören Yoksulluk Kağıdı (muhtar tarafından sağlanan bu belge ile yoksul ki i maddi/ayni yardım almaya hak kazanabilir ve aynı zamanda da Ye il Kart için ba vurabilir) sahiplerinin, mahalle sakinlerinin çoğunluğunu olu turduğu ve her tür yardım dağıtımının mahallelinin akınına uğradığı ortaya çıkmı tır. Destek mekanizmalarında en büyük rolü Sosyal Yardımla ma ve Dayanı ma Fonu14 oynamaktadır; zira yalnızca parasal destek (her ne kadar düzensiz bir ekilde ve geçici olarak dağıtılsa da) değil, ilaç, yakacak ve giysi gibi ayni yardımlar da sağlamaktadır. Tarlaba ı’ndaki hane halklarının hatırı sayılır bir bölümü Beyoğlu Belediyesi tarafından günlük olarak dağıtılan sıcak yemek yardımından da faydalanmaktadır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (genellikle Beyoğlu Çocuk Merkezi kanalıyla), İstanbul Büyük ehir Belediyesi, nadiren STKlar ve siyasi partiler de yiyecek, giyecek, ev e yası, yakacak ve okul gereçleri olarak yardım sağlamaktadır. Her durumda, yardıma muhtaçların sayısı, bu kurumlarca sağlanan yardımlardan orantısız olarak fazladır ve buradan Tarlaba ı sakinlerinin mal ve hizmetlere ula ımının sınırlı olduğu sonucuna varabiliriz. Sosyal Boyut Dı lanmanın sosyal boyutu üç ana konuyu içermektedir: kamu mal ve hizmetlerine eri im, emek piyasasına eri im ve sosyal katılım.15 Kamu mal ve hizmetlerine eri im, temelde eğitim ve sağlık hizmetlerine eri imle ilintilidir. Bu iki konu sosyal dı lanma analizde büyük önem ta ımaktadır zira böylece salt gelir hesabına dayalı yoksulluk anlayı ından çıkıp, yoksunluğu da içeren daha geni bir açıklayıcı güce eri ilmektedir. Tarlaba ı vakasında, istihdamın kayıtdı ı sektörde olduğu kuralı ve kayıt içi emek piyasasına eri imin istisnai olduğu gerçeğinden hareketle, hanehalklarının çoğunluğu sosyal güvenceden mahrum olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu durum, basit hastalıklarda sağlık hizmetlerine eri imde eksikliğe sebep olsa da, ciddi hastalık veya kazalarda Ye il Kart uygulaması sayesinde kamuya ait sağlık kurumlarında ücretsiz tedavi imkanı sağlanmaktadır. Bu kart ancak bir dizi ko ula bağlı 14 15 Bkz. Buğra ve Keyder (2003). Bkz. Bhalla ve Lapeyre (1999, s. 22, 47). 32 olarak verildiğinden dolayı en uç yoksulluk göstergesi olarak kabul edilebilir. Tarlaba ı’ndaki Ye il Kart sahiplerinin kesin sayısı bilinmemekle beraber, Beyoğlu İlçesi Sosyal Yardımla ma ve Dayanı ma Fonu yetkilileriyle yapılan görü melerde bölge nüfusunun gözle görülür bir kısmının Ye il Kart sahibi olduğu anla ılmaktadır. Ayrıca, herhangi bir fakir mahallede olacağı gibi, kötü i ve ya am ko ullarının Tarlaba ı sakinlerini ciddi hastalıklara açık hale getirdiği dü ünüldüğünde, gözlemlerimiz Ye il Kart’ın fakir hanehalklarının hayatta kalma mücadelesinde önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Eğitimle ilgili temel gözlemimiz, zorunlu ilköğretim çağındaki çocuklar (6-13 ya ) arasında görülen okul bırakmadaki yüksek oranın iki temel sebebe dayandığıdır: ilk olarak, birçok hanehalkı çocuk emeğinden kazanılan gelirden vazgeçememektedir; ikinci olarak da, her ne kadar devlet okulları ilkesel olarak ücretsiz olsa da, en fakir hanehalkları kanunen yasak olsa da pratikte yaygın olan kayıt parasını ve okul masraflarını kar ılayamamaktadır. Diğer taraftan, Tarlaba ı’nda okulla ma oranı çok dü üktür: okuma-yazma bilmeyenler, diplomasızlar ve ilkokul mezunlarının oranlarını toplayacak olursak, Tarlaba ı nüfusunun büyük çoğunluğu (yüzde 78) ya hiç eğitim görmemi ya da çok az gördüğü ortaya çıkar. Diğer kamu mal ve hizmetleri dü ünüldüğünde—örneğin temiz su, kanalizasyon, elektrik vb.—her ne kadar kentin çeperlerinde yer alan bir gecekondu mahallesinin aksine Tarlaba ı ehir içinde tarihi bir bölge olu u sayesinde altyapı sorunu ya amasa da, mesele bu sistemlerin eskiliği ve yıpranmı lığıdır. Öte yandan, sıkı ık kentsel doku nedeniyle ya anan açık alan ve kamu hizmeti sıkıntısı, sokakları toplu eğlence ve etkile im için temel alanlar haline getirmi tir. Emek piyasasına eri im, yukarıda ekonomik boyut ba lığı altında ele alınmı tı. Burada ise, Tarlaba ı’nda istihdamın en önemli özelliğine dikkat çekmek istiyoruz: daha önce de belirtildiği gibi, hanelerin büyük çoğunda yaygın olarak görülen çocuk emeği. Konu özellikle babanın i siz olduğu ya da günlük, geçici i lerde çalı tığı ve annelerin çoğunlukla dı arıda çalı masına izin verilmediği ya da ev merkezli i lerle fazlasıyla me gul olduğu Kürt kökenli zorunlu göçmen aileleri ilgilendirmektedir. Çocuklar genellikle sokak satıcısı (çoğunlukla 613 ya arası çocuklar tarafından yapılan kağıt mendil ya da sakız satma, araba camlarını silme, ayakkabı boyama gibi i ler) ya da tekstil atölyesinde i çi (genellikle 12-13 ya tan itibaren) durumundadır. Çocuk emeği kentsel yoksulların ya amlarında paradoksal bir rol oynamaktadır. Bir yanda kısa vadede hanehalkının geçimi için vazgeçilmez bir kaynak olduğundan, çalı abilir durumdaki çok sayıda çocukla ya am ko ullarını düzeltmek mümkündür. Öte yandan, uzun vadede sosyal dı lanmanın temel faktörlerinden birini olu turmaktadır; çünkü uzun vadede topluma entegrasyon ve dikey sosyal hareketlilik imkanı 33 sağlayan yegane etmen olan çocukların eğitim imkanı azalmaktadır. Bu anlamda, kısa vadeli strateji olarak çocuk emeği, sosyal dı lanma durumunu iyile tirmek adına Kürt göçmenler tarafından geli tirilen yaratıcı bir “yerel çözüm”16 olsa da, uzun vadeli stratejilere ket vurmaktadır. Sosyal boyutun son konusu, bozulan sosyal dokuyla bağda tırılabilecek sosyal katılımdır. Tarlaba ı vakasında, yüksek suç oranı ve zayıflayan dayanı ma ağları bu bozulmaya i aret eden göstergeler olarak sayılabilir. Makalenin ba ında alıntıladığımız sanal sözlük ifadeleri, Tarlaba ı’nın suçla nam salmı bir mahalle olduğunu vurgulamaktadır. Tarlaba ı sakinlerinin suça karı masının yeni bir olay olmadığı belirtmek gerekir; nitekim Beyoğlu’nda ya amı yazarların anıları tarih boyunca Tarlaba ı’nın a ağı mahallelerinde ya anan her tür suç öyküsüyle doludur.17 Yine de, son zamanlarda mahallenin adı suçtan ba ka bir eyle anılmaz olmu tur. Kapkaç, yankesicilik, araba çalma ve ev soygunları istatistiklerinde Beyoğlu ilçesi, Eminönü’nden sonra ikinci sırada gelmektedir.18 Beyoğlu içinde ise bu olayların en fazla yoğunla tığı bölge Tarlaba ı’dır. Suç olayları genellikle, mahallenin yerle im dı ındaki i levleriyle de (ticaret, üretim, depolar) ağırlık kazanan ana cadde ve sokaklarda olmakta, yüksek yerle im oranı olan iç kısımlar güvenli sayılmaktadır. Bu da, suçların, bölge sakinlerinden ziyade yabancıları hedef aldığını göstermektedir. Öte yandan, suçluların bölgede yuvalanması ve mahallenin gençlerini suç çetelerine dahil etmedeki ba arıları da bozulan sosyal dokuyu göstermektedir. Bir gazetecinin Beyoğlu’nun en büyük yankesicilik çetesinin üyelerinden biriyle yaptığı röportaj, çetenin Tarlaba ı’na (Çukur Mahallesi) nasıl yerle tiği, bazı polis memurlarının rü vetle olaya dahil olduğu, büyük meblağda para kazanma ve harcama fırsatı vaat ederek yeni çete üyeleri kazandıkları, tekstil atölyelerinde çalı an gençlerin çeteye girme ve mahalle kızlarının çete üyeleriyle evlenme hayalleri konusunda çarpıcı gerçekler sunmu tur.19 Dayanı ma ağları sosyal katılımın ba ka bir yönünü göstermektedir. Türkiye gibi devletin sosyal tarafının (Bourdieu’nün deyi iyle sol elinin) az geli mi olduğu bir ülkede, kentsel yoksulların ya am stratejilerinde aile ya da kom ular arası dayanı ma her zaman en önemli rolü oynamı tır. Yoksulları mutlak yoksulluğa dü mekten kurtarmaktan öte, toplumsal basamakları yükselmelerini de sağlamı lardır. İstanbul’un bir civar semtinde gerçekle tirilen kentsel yoksulların dönü türme kapasitesi konulu ara tırmada, ehir nüfusunun en yoksul ve belki de en umutsuz kesimlerinin, 16 Abdullah Karatay’ın ifadesi (2002: 3). Örneğin Scognamillo (1990) ve Gülersoy (2003). 18 Bkz Ünlü vd. (2000). 19 Bkz Doğan (20/06/2005). 17 34 civar gecekondu semtlerine kıyasla ehir içindeki kenar mahallelerde ya adığı vurgulanmı tır.20 Her ne kadar ehir içindeki yoksulların durumu resmedildiği kadar umutsuz olmasa da, kaynak yetersizliği ya adıkları bir gerçektir. Bu yetersiz kaynaklardan biri yerle im için arsa ise, diğeri de hem erilik ya da mezhepler bazlı dayanı ma ağlarıdır. Tarlaba ı’nda hem erilik ve benzeri dayanı ma ağlarının tamamen eksik olduğu söylenemez, ancak yaygın yoksulluk ortamı sebebiyle bu ağlar dayanı madan ziyade bilgi edindirme i levini görmektedir. Bir ba ka deyi le, Tarlaba ı örneğinde hem eriler, faydalı bilgi sağlama (dü ük kiralı bir ev, yardımların dağıtıldığı yerler, kamu yardımı için nasıl ba vurulacağı, kı için en ucuz odunun nereden edinilebileceği vb.) ya da ufak meblağda borç verme konusunda yardımcı olabilse de, kom uluk bazında dü ünüldüğünde kıt kaynaklar (i bulma ya da yardım gibi) için dayanı madan ziyade rekabetten bahsetmek daha doğru olacaktır. Dolayısıyla, toplumun bütün olarak refah sisteminin dönü ümünden muzdarip olduğu bir ortamda, akrabalar arasında koruma/dayanı ma ağları eskisi kadar etkili değilken, 21 yoksullar da gev eyen dayanı ma ağlarından muaf değildir. ehir içindeki Bu durumda dahi, zayıflayan yapılarına rağmen sosyal ağların Tarlaba ı’ndaki hayatta kalma stratejileri için temel kaynaklardan biri olduğu kabul edilmelidir. Politik Boyut Dı lanmanın politik boyutu siyasi temsil ve etkinin yetersizliği açısından ele alınmakta ve genellikle “dı lananın sesini duyuramaması” eklinde tanımlanmaktadır. Her ne kadar dı lanmı lar politik alanda dı lanmı lar olarak yer almasalar da, kendilerini dini ya da etnik köken açısından temsil ettiğini dü ündükleri birçok farklı partiyle aidiyet bağı kurabilmektedirler. Son yapılan (yerel) seçimler, Tarlaba ı’nın da AKP’nin yüksek popülerlik kazandığı ve çoğunluk oyunu aldığı seçim sonuçlara istisna olu turmadığını göstermi tir. Bu da, bir yandan Tarlaba ı sakinlerinin dindar kimliğinin güçlü olduğunu, öte yandan da AKP’nin “ezilenlerin partisi” söyleminin, bu parti aracılığıyla sesini duyurabilmeyi umut eden bu mahallede ba arılı olduğunu göstermektedir. Kürt nüfus iki kimliğe bölünmü durumdadır: dindar (AKP’ye oy verenler) ve etnik (DEHAP’a oy verenler). DEHAP bu mahallede kurulabilmi tek partidir: Hem İstanbul merkez hem de Beyoğlu İlçe binası bu mahallenin sınırları içindedir. Oyların yüksek bir kısmını almı olsa dahi, Tarlaba ı’nın genel nüfusunda Kürtlerin sahip olduğu demografik ağırlıkla orantılı değildir. Parti temsilcileri de, güçlü bir dindar 20 21 Bkz. Işık ve Pınarcıoğlu (2001, s. 38). Bkz. Buğra ve Keyder (2003). 35 damarı olan bu mahallede ve özellikle çetelerin etkisi altındaki gençlik üzerinde yeterli denetimleri olmadığını kabul etmektedir.22 Son olarak, milliyetçi partinin (MHP) mahallede yüksek oy alması olası bir etnik gerginliğe kar ı uyarı niteliği ta ımaktadır. Bu belirtilen noktalar, Tarlaba ı sakinlerinin çoğu için siyasi dı lanmanın öncelikli bir mesele olmadığını gösterse de, üç noktada bu tip bir dı lanmanın i aretleri görülebilir. İlk olarak, mahallede politik veya kurumsal bir dayanı manın olmayı ı, Tarlaba ı’nda ya am ko ullarını iyile tirmek için gerekli politik birikimin eksikliğini ve ayrıca mahalle kimliği ve aidiyeti hissiyatının olmadığını göstermektedir. İkincisi, Tarlaba ı’ndaki bazı kesimlerin politik haklarını yeterince kullanamadığı gerçeğine ili kindir: zorunlu göçle gelip de kimliği ve ikamet kaydı olmayan Kürtler oy verememektedir. Uluslararası göçmenler (yasal ya da kaçak) zaten her durumda bu haktan mahrumdur. Üçüncü mesele ise ulusal boyuta ili kindir: seçimlerinde yüzde 10’luk barajın varlığı Kürtlerin mecliste gerçek bir temsile sahip olmasını engeller. Mekansal Boyut Sosyal dı lanma nadiren mekansal ayrımcılıktan ayrılmaktadır. Tarlaba ı’ndaki dı lanmanın mekansal boyutu özellikle son derece kötü fiziksel ya am ko ulları olarak kendini göstermektedir. Gayri-Müslim nüfusun mahalleyi terk etmesinde bu yana, 19. yüzyıldan kalma eski yığma binaların yalnızca küçük bir kısmı bakım görmü durumdadır. Bu çürüme hali, paradoksal biçimde, Tarlaba ı’nın 1993 yılında koruma altındaki tarihi kentsel sit alanı ilan edilmesiyle hızlanma eğilimine girmi tir. Sit alanı olması nedeniyle, mahalle sakinleri Koruma Kurulu’ndan gerekli izinler alınmadan binaların dı ında herhangi bir deği iklik yapamamaktadır. Ancak, ya ayanların yoksulluğu dü ünüldüğünde, restorasyon çalı maları mali güçlerinin çok ötesinde olduğu açıktır. Bu durumda sakinler yalnızca iç mekanda küçük ölçekli tamiratlar yapabilmektedir. Sonuç olarak, mahallenin genel görünü ü gittikçe köhnele mekte ve her yıl birkaç bina yıkılmaktadır. Öyle ki, binaların çoğu harap durumdadır, çok sayıda yıkık ve terk edilmi bina bulunmaktadır. Mevcut yapılı çevrenin gün geçtikçe eskimesi, binaların çoğunun mekansal bölünme ve yüksek hanehalkı nüfusu nedeniyle a ırı kalabalık olu uyla daha da ağır bir biçimde kendini hissettirmektedir. Mekansal dı lanmanın bir diğer yüzü de yoğunla ma etkisidir. Diğer bir deyi le, dı lanmı ların ortasında ya amak sosyal mesafeleri derinle tirmekte ve sosyal dı lanma kısır döngüsünü kırmayı zorla tırmaktadır. Mahalle etkileri de bu çerçevede ele alınabilir: Her ne 22 DEHAP gençlik kolları yetkilisiyle görüşme, Temmuz 2003. 36 kadar Tarlaba ı sakinlerine bazı avantajlar sunsa da (ucuz kira ya da i fırsatları gibi), nüfus ve mekanın etkile imi dolayısıyla ya ayanları dibe çekmek gibi yadsınamaz bir etkisi de mevcuttur. öyle ki, hırsızlık olaylarının Tarlaba ı ve çevresini mesken tutmu olması, aksi durumda bu tür olaylara karı mayacak olan bazı mahalle sakinlerini etkilemekte ve cezbetmektedir. Yine de, bazı Tarlaba ı sakinleri yasadı ı faaliyetlere karı ıyorsa bunun sebebi, hayatta kalı larını güvence altına almak için ba ka çareleri olmamasıdır. Bu yasadı ı faaliyetler hayata kalma stratejilerinin bir parçası olarak önem kazanmaktadır. Son olarak, Tarlaba ı örneğinde mekansal boyutun çok belirgin bir yönü daha bulunmaktadır: ehrin kalbindeki konumuna istinaden, sakinlerinin toplumsal uzaklığının yadsınamayacak boyutta olduğu elle tutulu bir haldedir. Daha açık bir ifadeyle, Tarlaba ı’ndaki sosyal dı lanma ehir dı ında ya ayan, aynı (hatta daha kötü) durumdaki gecekondu mahallelerine kıyasla daha belirgindir.23 Yoksullar mahallenin dı ına çalı maya değil de, dilenci benzeri sokak satıcısı çocuklar, yankesici, kapkaççı, hayat kadını ya da sadece ziyaretçi olarak çıktıklarında, eğer yeterince kalabalıklarsa, yoksulluk rahatsız edici bir fenomen halini almaktadır. Söylemsel Boyut Makalenin ba ında belirttiğimiz üzere, söylemler dı layıcı süreçlerde çok önemli bir rol oynamakta ve mevcut sosyo-mekansal dı lanma halini iddetlendirmektedir. Tarlaba ı örneğinde, birbiriyle ilintili iki söylem mahalle sakinlerini geri dönü ü olmayan bir biçimde damgalamaktadır. İlki, yani mekansal damgalama, mahallenin suç ve fuhu la özde le en kötü namıyla artmakta ve bunu arttırmaktadır. Tarlaba ı sakinleri, yalnızca burada ya ıyor olmaktan dolayı, ahlaksız ya da suça yatkın görülmektedirler. İkincisi ise, bununla ilintili ama mekansal sınırları a an özelliktedir: Tarlaba ı sakinleri, Kürtleri terörizmle, Romanları ve Kürtleri suç ve pislikle ve Afrikalıları da uyu turucu satıcılığıyla tanımlayan bir etnik damgalamaya mahkum durumdadır. Türkiye’de, genelde kent yoksulları ve özelde Kürt göçmenlere dair kamuoyu kli eleri ‘tehlikeli sınıflar’ söylemiyle a ırtıcı benzerlikler ta ımaktadır. Bu görü e göre bu grubun özellikleri arasında unlar sayılabilir: toplumun genel geçer değer ve kalıplarının reddi, devlete bağımlılık (eğer devlet onlara i sizlik yardımı gibi parasal yardım yaparsa bir daha asla çalı mazlar), i ahlakının reddi (bütün gün kahvehanelere takılıp çocuklarını sokağa 23 Pérouse (basım aşamasında), Ayazma gecekondu semtindeki benzer bölgeleri anlatmaktadır. 37 çalı maya yolluyorlar), ahlakın çökü ü ( ehirleri i gal ettiler, arazileri yağmaladılar; çok pisler ve ehir kültüründen nasiplerini almamı lar), ailevi değerlerinin zayıflığı (10 tane çocuk yapıp büyüsün diye sokağa salıyorlar) ve son olarak, suç (bütün gasp, uyu turucu dağıtımı ve kapkaç i inin ba ındalar, çocuklar bile hırsız; zaten hepsi terörist).24 Tarlaba ı, bu damgalayıcı söylemin uç noktası olmu tur; zira ehir merkezindeki konumu ve artan adli vakaları sebebiyle dı lamanın görülür yüzünü temsil eder hale gelmi tir. Tarlaba ı korku salmaktadır ve bu ekilde damgalandıkça da sakinleri sosyal dı lanmanın kısır döngüsüne daha da hapsolacak, korku salan faaliyetlere karı maktan ba ka yolları kalmayacaktır. Sonuç Olarak: “Bütünleyici”den “Dı layıcı” Yoksulluğa Sosyal uyumun çalı maya dayandığı modern toplumlarda i , bireyin sosyal içerilmesinin ana kriteri olarak görülmektedir.25 İ le sınırlı bu anlayı , tamamen formelle mi istihdam yapısı ya da donanımlı bir Refah devleti deneyimi ya amamı Türkiye gibi geli mekte olan ülkeler için yetersiz kalmaktadır. Bu sebeple, herkesin enformel sektör sayesinde bir ekilde i sahibi olduğu Türkiye’de, sosyal dı lama analizi i sahibi olma ya da olmama kriterinin ötesinde sosyal etmenleri de kapsamalıdır. Sosyal içermeyi tüm fertlerin toplumun faydalarından yararlanma olarak tanımlayacak olursak, kentsel yoksulların diğer toplumsal gruplara kıyasla daha fazla dı landığı sonucuna varırız. Bütüncül yoksulluk kavramı sosyal içerme/dı lama tartı ması için önemli bir araç olacaktır.26 Bu kavram, yoksulların sayıca çok ve toplum içinde farklıla mamı olduğu, bir sınıf-altından ziyade yaygın bir sosyal grup olu turduğu ve dolayısıyla herhangi bir damgalamaya maruz kalmadığı geleneksel durumu betimlemektedir. Her ne kadar ya am standartları dü ük olsa da, aile ve köy ya da kasaba eksenli sosyal dayanı ma ağlarıyla toplumla bütünle mi kalmakta, i sizlik ya asalar dahi bunu kayıtdı ı sektörlerden gelen kaynaklarla telafi edebilmektedirler. Oysa biz, Türkiye’de on yıllardır ehir yoksullarının ehir hayatına entegrasyonuna kayıtdı ı faaliyet ve konutlarla destek olan bütüncül yoksulluğun, neo-liberal odaklı yapısal uyum programları ve zayıflayan sosyal dayanı ma bağlarının yıkıcı etkisiyle dönü mekte olduğunu savunmaktayız. Kayıtdı ı aktivitelerin bütünle tirici kapasitesinde ve aile desteğinin koruyucu kapasitesinde bariz bir dü ü ya anmaktadır. Tarlaba ı mahallesinin bu dönü ümü ve yeni bir kent yoksulu grubun yaratılmasının ipuçlarını takip için paha biçilemez bir mekan olduğu iddia edilebilir. Bu kentiçi sürgün 24 Bkz. Morris (1996, s. 161). Bkz. Castel (1995). 26 Yoksulluğun bir tipolojisi için, bkz. Paugam (1996). 25 38 mahallesi, kayıtdı ı faaliyetlerin artık sosyal içermeye yetmediğini; toplumun sınıf, din veya etnik köken gibi çizgiler ekseninde giderek daha fazla kutupla tığını, kentiçi mahallelerin artık köyden kente göçenler için geçi bölgesi olmaktan çıkıp sürgünün kalıcı mekanları haline geldiğini; çatı madan kaçan Kürtlerin, benzeri olmayan yer deği tirme ve ehre geli ko ulları27 nedeniyle Türkiye’nin birincil sınıf-altı28 adayı olduğunu; sosyal dı lanmanın günümüz Türkiye’sinde kökünü yalnızca yoksulluktan değil ayrıca etnik ayrımcılık ve damgalamadan aldığını ve son olarak, sosyal dı lanmanın kaçınılmaz olarak mekansal ayrımcılıkla bir arada bulunduğunu göstermektedir. Buradan hareketle, günümüzde artık eski bütünleyici bütüncül yoksulluk yapısından ziyade, yeni ve dı layıcı bütüncül yoksulluk olarak adlandırılabilecek bir yoksulluk yapısının olu tuğunu öne sürmekteyiz. Bir ba ka deyi le, Türkiye’deki genel yoksulluk modeli aynı kalsa da—yani ülke çapındaki yaygınlığını sürdürse de— sosyal tabakala manın en alt tabakasındaki bir kısım yoksul, hayat ko ullarının kötüle tiğine ve kendisinin de sosyal dı lamaya maruz kaldığına tanık olmaktadır. Her ne kadar dı lama kısır döngüsünün yalnızca büyük yapısal deği ikliklerle geri çevrilebileceğini dü ünsek de, kısa vadeli sosyal içermeyi hedef alan bazı çalı maların değerini de teslim etmek gerekir. Bunlar, devletle kent yoksulu arasında aracı vazifesi gören Toplum Merkezleri ve Çocuk/Genç Merkezleri’dir.29 Bu tip sosyal hizmetlerin geli mesi için sosyal ve mekansal dı lanmanın yoğunla abileceği yerlerde yeni merkezler açmanın yanında, mevcut merkezleri gerekli kaynaklarla besleyerek okula giden çocuklar için öğlen yemeği ve okul sonrası faaliyetler, temel sağlık hizmeti, iddete maruz kalan kadın ve çocuklar için sığınma evi gibi bazı i levleri de yerine getirmelerinin sağlanması da önem ta ımaktadır. Temel gelir yardımı, Buğra ve Keyder (2003) tarafından öne sürüldüğü üzere, yalnızca Tarlaba ı değil, Türkiye genelinde yoksul hanehalklarına günlük ya am mücadelelerinde destek olmak ve böylece, diğer sosyal politikalarla birlikte, günlük hayatta kalma sava ının kısır döngüsünü kırmalarına yardımcı olmak için birincil önlemdir. 27 Bu koşullar, maddi ve manevi anlamda bir hazırlık olmaksızın kente göç ve yerleşme, köyle tüm ilişkinin kopması (köyden yaşamsal desteğin gelmemesi), çocuk ve yaşlıları da içeren kitlesel göç (bağımlı nüfusun artışı), şehir hayatıyla tedrici bütünleşmeye vakit bırakmayan ani göç ve politik etiket (Kürt eşittir terörist) yaratmıştır. 28 Bu kavram pek çok açıdan eleştirilmektedir ancak makalede yapısal manada “ezilen ırksal ve ekonomik grubun sosyal olarak en çok dışlanmış ve ekonomik olarak en çok marjinalleşmiş bireylerinin emsalsiz yoğunlaşmasıyla kendini gösteren yeni bir sosyo-mekansal ırksal ve sınıfsal hakimiyet yapısı” anlamında kullanılmıştır (Wacquant ve Wilson, 1993, s. 42). 29 Bu konuda, sosyal hizmet uzmanlarının makalelerine bkz.: Karatay (2002) ve Hayat (2003). 39 Yurtlarından ve Ya amlarından Koparılmı İnsanlar: Bir Sosyal Dı lanma Süreci Olarak Türkiye’de Kürtlerin Yerlerinden Edilmesi Deniz Yükseker Sosyoloji Bölümü, Koç Üniversitesi Bilindiği üzere, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da PKK ve güvenlik güçleri arasındaki çatı maların neticesinde ya anan zorunlu göçün üzerinden on yıldan fazla zaman geçmesine rağmen, sosyal, ekonomik, politik ve hukuki sorunların tümünün çözümlenmediği malumdur—her ne kadar devletin 2002 yılında zorunlu göç olgusunu kabul etmi olmasının sorunların çözümünde önemli bir dönemeç olu turmu olsa bile. Kırsal alanda ya ayan yüz binlerce insanın yurtlarından koparılmalarının politik, sosyal ve kültürel sorunlar yaratmı olması söz konusudur—ki bu sorunlar yalnızca bu insanların değil göç ettikleri yerdekilerin de sorunları olmu tur. Son derece dü ük be eri sermayesi olan yüz binlerin, ba ta Batı’da İstanbul ve İzmir, Güney’de Adana, Antalya ve Mersin ve Güney-doğu’da Diyarbakır olmak üzere, büyük kentlerin gecekondu ya da daha ziyade ehiriçi çöküntü alanlarına yerle mi olmaları söz konusudur. Yerlerinden edilmi ki ilerin durumları bugün için de hassasiyetini korumaktadır. Gerçi hükümet “Köye Dönü ve Rehabilitasyon Projesi” kapsamında dönü leri sağlamaya çalı maktaysa da, son zamanlarda yeniden ba layan çatı maların iddetin tekrar bölgeye hakım olması ve köye dönü programının ba arısının azalması tehlikesi ba göstermi tir. Bölgede artan gerilimin yanı sıra, ba ta bölgenin geri kalmı lığının sürmekte olması olmak üzere, birçok etmen bölgeye geri dönü lerin önünde sorun olmaya devam etmektedir. A ağıdaki satırlarda, altı yerinden edilmi ki inin birçok ortak noktası olan hikayeleri üzerinden, yerlerinden edilmi ki ilerin ya amakta oldukları çok boyutlu dı lanmı lıklar aktarılmaya çalı ılacaktır. Altı Bireyin Ortak Kaderi Zarife, karde leri ve anne-babasıyla Diyarbakır’da bir gecekonduda ya amaktadır. 1993’te jandarma Kulp ilçesine bağlı köylerini ate e verip de ailesi evlerini terk etmek zorunda kaldığında o yedi ya ındaydı. imdi 19 ya ında. Zarife Diyarbakır’daki bir subay ailesinin yanında kayıtdı ı çocuk bakıcılığı yapmakta; kız karde lerinden biri pamuk çırçırında çalı ıyor; u an 50’lerinde olan ebeveynleri ise ehirde hiç çalı mamı . Derya’nın ya ının 21 olduğunu yalanlayan 150 cm.lik boyunun yanında, yüzündeki derin çizgiler de ya ını bir o kadar büyük gösteriyor. Derya Van’dan İstanbul’a geleli 2 yıl 40 olmu ve o bu sürede Yenibosna sanayi bölgesindeki bir çorap örme fabrikasında çalı mı . PKK Çatak ilçesine bağlı köylerine sürekli olarak saldırdığında köydeki birçok yeti kin erkek devlet maa lı korucu olmu . 1992’de PKK’yla çatı malar yoğunla tığında köyü terk edip Van’ın ehir merkezine ta ınmı lar. Derya sekiz ya ında imi . ehre ta ındıktan sonra okula devam edemeyen Derya önce i portacı daha sonra da hamal olarak çalı mı —ki kendisi boyunun kısalığını da bu durumla izah ediyor; askerliğini yaptıktan sonra ise İstanbul’da ansını denemeye karar vermi . Sevgi ise 11 ya ından itibaren Yenibosna’daki bir tekstil atölyesinde kayıt dı ı olarak çalı mı ; ancak pamuk tozuna bağlı olarak bir hastalığa yakalandığı için i i bırakmak zorunda kalmı . Ya adıkları Lice ilçe merkezini büyük bir askeri operasyon sonrasında terk edip 1994’te Diyarbakır’a ta ınmı lar. Birkaç yıl sonra, ailesi onu abisi ve yengesiyle ya amak üzere İstanbul’a göndermi . Daha sonra ailenin geri kalanı da İstanbul’da onlara katılmı . u anda evlenmemi karde lerinin çoğu tekstil atölyelerinde çalı ırken, anne-babası genellikle evde oturuyor. 37 ya ındaki Saliha Lice’nin bir köyünden. 1994’te güvenlik güçleri ve korucuların zoruyla köyden kaçıp ehir merkezine yerle mi ler. Kısa bir zaman sonra, jandarma kom u köydeki bir cenazede çıkan olaylar üzerine ate açtığı sırasında kocası “kaybolmu ”. Lice’de ya amını sürdüremeyen Saliha, kayınvalidesi ve küçük çocuğuyla birlikte Adana’nın Tarsus ilçesine ta ınmı . Burada yazları lahana çapasına gitmi . Bir yıl sonra kayınvalidesi ölünce Diyarbakır’a geri dönmü . O zamandan beri dört oğluyla birlikte her yaz eker kamı ı ve mercimek tarlalarında çapa yapmak için Yozgat’a gidiyor. Sekiz çocuk annesi 43 ya ındaki Naile İstanbul’un tarihi yarımadasındaki Balat semtinde ya ıyor. 1992’de, kocası ve çocuklarıyla beraber artan PKK çatı malarından kaçmak için Diyarbakır’ın Hani ilçesinden İstanbul’a ta ınmaya karar verdiklerinde, kocasının i lettiği çay bahçesini ve hayvanlarını satma imkanları olmu . Balat’ta, muhtemelen 1970 öncesinde göç etmi Rumlara ait olan, metruk bir evi, pe inatını ödeyerek satın almı lar. Kocası bir kahvehanede kayıtdı ı garsonluk yaparken kendisi de evde parça ba ı i ler yapmı . Kazandıkları para eve olan kredi borçlarını kapatmak bir yana iki yakayı bir araya getirmelerine bile yetmediğinden, oğulları okul çıkı ı Eminönü Meydanı’nda ayakkabı boyamı , kızları da sakız ve kağıt mendil satmı lar. 24 ya ındaki Yunus, İstanbul’da Tunceli’den hem erisi iki erkek tarafından i letilen bir lokantada kayıt dı ı garsonluk yapıyor. Ailesi 1994’te bo altılan köylerini geride bırakıp ona katılmadan önce Hozat ilçesinde garson olarak çalı mı . Daha sonra, önce Yunus, sonra anne-babası ve 4 erkek karde i İstanbul’da uzun zamandır ya amakta olan ağabeyine 41 katılmı lar. Ya ı büyük olan karde ler çalı arak küçüklerin liseyi bitirmesini sağlamı lar. Anne-babasının hiçbir zaman büyük ehir hayatına alı amamı olmasından ikayet eden Yunus, imkan olsa köylerine geri döneceklerini söylüyor. Kendi arzusu sorulduğunda ise yeni evli genç adamın cevabı “İstanbul’la daha i im bitmedi. Geri dönmem” oluyor. Bu altı ki i ve ailelerinin ortak noktası yerlerinden edilmi Kürt kökenli Türk vatanda ları olu larıdır.30 Türk ordusu ve ayrılıkçı PKK militanları arasındaki “dü ük yoğunluklu çatı malar”ın doruk noktasında, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin kırsal kesimindeki 900 köy ve 2500 mezra güvenlik güçleri ya da PKK tarafından bo altıldı. Her ne kadar 1987-2002 arasında faal olan Olağanüstü Hal Bölge Valiliği yerinden edilen 350.000 ki i olduğunu duyursa da, STK’lar ve uluslararası insan hakları örgütlerinin yerinden edilmi ki ilerin sayısı hakkındaki tahmini 3 milyona kadar çıkıyor. Her ne kadar yerinden edilmi ki ilerin sayısına dair bir istatistik olmasa da, akla yatkın bir tahmin 1 milyon civarındadır.31 Bu insanların çoğunluğu bölgedeki il merkezlerine (özellikle Diyarbakır ve Van), güneyde tarım i çiliği ya da turizm sektöründe i imkanı bulunan kıyı ehirlerine (Mersin, Adana ve Antalya) ve de büyük metropol ehirler olan İstanbul, Ankara ve İzmir’e ta ınmı lardır. Yerinden edilme, sosyoekonomik, politik ve hukuki katmanları olan sorunlar yaratmı tır. Bu makale bu sorunları; vatanda lık haklarını kullanamama, emek piyasalarına tam katılamama, sağlık hizmetlerine ve eğitim olanaklarına eri ememe ve geleneksel ya am biçimlerinden kopma ekseninde olu an sosyal dı lanma süreçleri kapsamında ele alacaktır. Özellikle kadın ve gençlerin durumuna vurgu yapılacaktır. Makale, yerlerinden edilmi ki ilerin kar ıla tığı sosyal dı lanmanın azaltılmasına dair bazı politika tavsiyeleriyle sonlanacaktır. Geli mekte olan ülkelerde yoksullukla mücadelede olduğu kadar Avrupa Birliği’nin sosyal politika çevrelerinde geçerlilik kazanmı olan sosyal dı lanma kavramı, tipik sonucu yoksulluk olan bir dizi birbiriyle ilintili konuyu kapsamaktadır.32 Temel olarak ki ilerin 30 Bu adlar, takma isimlerdir. Bu kişilerle görüşmelerin bazılarını, 2004’te Bilgin Ayata’yla birlikte yaptığım Kürtler’in yerlerinden edilmesini konu alan araştırma için (McArthur Foundation tarafından finanse edilmiştir); bir bölümünü de 2005’te yerinden edilmeden kaynaklanan sorunlara çözüm yollarını araştıran, TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) himayesinde çalışan bir grup akademisyenle birlikte gerçekleştirdim. 31 Kürtler’in 1990’larda yerlerinden ediliş süreci ve sonuçları hakkında kapsamlı bir inceleme için, bkz. Ayata ve Yükseker (2005). Yerinden olma kaynaklı sosyoekonomik, siyasi ve hukuki sorunların incelemesi için, bkz. Kurban, Yükseker, Çelik, Ünalan ve Aker (2006). Kürtler’in yerlerinden oluşu hakkında uluslararası STK raporlarını ve uluslararası ilgili kurumların kararlarını da içeren zengin bir kaynak olan “Country ProfileTurkey”, Internal Displacement Monitoring Centre tarafından hazırlanmış ve düzenli olarak güncellenmektedir, http://www.internal-displacement.org/8025708F004CE90B/(httpCountries)/ C1E13DEC3D6630EB802570A7004CB2F8?OpenDocument. 32 Sosyal dışlanma kavramının gelişmekte olan ülkeler bağlamında önemli bir eleştirisi için bkz. Du Toit (2004). 42 iktisadi, siyasal, sosyal ve kültürel bir dizi aktiviteden diğer vatanda ların katılımının aksine faydalanamıyor olu unu tasvir etmektedir. Sosyal dı lanma yalnızca sonuçlardan ibaret değildir, bir süreç olarak algılanmalıdır.33 Yine benzer ekilde çoğu zaman tek bir kaynak ve tek bir sonuçtan ibaret olmayıp çok boyutludur.34 Bu makalede, yerinden edilme sürecinden kaynaklanan sosyal dı lanmayı çok boyutlu bir süreç olarak inceleyeceğim. Geleneksel Ya am Alanından ve Alı kanlıklarından Kopu Olarak Yerinden Edilme PKK ve Türk ordusu arasındaki çatı malar, köylerin bo altılmasına ve on binlerce ki inin tarım ve hayvancılık bazlı geleneksel ya am tarzlarından kopu una sebep olmu tur. Birçok ki i, özellikle dağlık bölgelerde, küçük ölçekli tarımla i tigal ederken, ovalık bölgelerde ya ayanlar ise piyasaya yönelik tarım yapmaktaydı. Zorunlu göç, bu insanların hepsini de göç ettikleri ehirlerdeki piyasa güçlerinin insafına bıraktı: Nakit gelir için çalı mak zorunda olmak ve temel ihtiyaçlarını (gıda ve barınma gibi) piyasa ekonomisinden kar ılamak zorunda kaldılar. Zarife’nin anne-babası, 10 yıl aradan sonra Kulp’taki terk ettikleri köylerini son iki yazdır ziyaret ediyor. Zarife’nin annesi köye temelli dönmeyi, yeniden tarlayla ilgilenip koyun ve inek yeti tirmeyi tercih edeceğini söylüyor. “Ama orada hiçbir ey yok” diye ikayet ediyor. Bütün meyve ve kavak ağaçları yanmı ve tarlalar yıllardır sürülmemi . Daha da önemlisi yol, su ve elektrik olmadığından köy ya anabilecek durumda değil. Bu görü birçok ki i tarafından payla ılıyor. Yunus, ailesi için geçinmenin ve karde lerini okula göndermenin köydeyken daha kolay olduğunu söylüyor. Küçükba hayvancılıktan elde ettikleri gelirin ve babasının köy muhtarı olarak aldığı maa ın yeterli olduğunu söylemekte. Fakat anne-babası İstanbul’u sevemese de yeniden köye yerle meleri çok zor; çünkü evi yeniden in a etmek dahil fazlasıyla masraf gerekmekte. Benzer ekilde Naile de köydeyken “bir ki inin çalı ıp bir sürü insanı beslediğini, ama burada bir sürü ki inin çalı ıp bir ki iyi dahi besleyemediğini” söylüyor. Babasının Hani’deki tarlasında yeti en sebze, tahıl ve pamuk geni aileyi dahi besleyebildiği gibi üstüne ehirden ihtiyaçları kar ılamak için gerekli nakit de artmaktaymı . Derya bile bu görü e katılıyor. Her ne kadar ailesinin Van’ın Çatak kasabasına bağlı küçük köyü ıssız ve yerle ilemeyecek durumda olsa da, köyde hayatı idame ettirmenin daha kolay olduğunu söylüyor: “Orada kendi yiyeceğinizi kendiniz yeti tiriyorsunuz”. 33 34 Örneğin, bkz. Byrne (1999). Örneğin, bkz. Atkinson (2000) ve Percy-Smith (2000). 43 Vatanda lık Haklarının İhlali Olarak Yerinden Edilme TBMM’nin Olağanüstü Hal dönemindeki köy bo altmalarından kaynaklanan göçü ara tıran komisyonu, 1998’de yayınladığı raporunda, köy bo altmanın hukukdı ı yollardan yapıldığını ve can, mal, ikametgah ve seyahat özgürlüğüne ili kin anayasa maddelerini ihlal ettiğini açıkladı.35 İnsanlar sadece aniden ve zorla köylerinden çıkartılmamı lardı; aynı zamanda kayıpları için hiçbir tazminat ya da farklı bir yere iskan edilmeleri konusunda hiçbir yardım alamamı lardı. Dolayısıyla yerinden edilmi ki ilerin yalnızca anayasal hakları ihlal edilmedi, aynı zamanda kendini “sosyal hukuk devleti” olarak tanımlayan bir ülkede, diğer T.C. vatanda larının faydalanmayı sürdürdüğü bir takım sosyal vatanda lık haklarından da mahrum kaldılar. Sonuçta, sosyal vatanda lık haklarının ihlali yerlerinden edilmi Kürtler’in ya adığı sosyal dı lanmayı arttırdı. PKK faaliyetlerinin azaldığı ve liderinin Türk ordusu tarafından yakalandığı 1999’dan beri, Türk hükümeti doğrudan veya dolaylı yoldan yerlerinden edilmi ki ileri hedef alan bir dizi çalı ma ba lattı. Bunların ba ında gelen Köye Dönü ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP), bölgedeki valilikler tarafından yürütülen ve köye dönmeye karar veren ailelere ayni yardım (in aat malzemesi, çiftlik hayvanı ve bazı durumlarda kamusal konut) sağlayan bir programdır. Buna ek olarak hükümetin ülke çapında yürüttüğü bazı sosyal yardım programları (çoğunlukla Sosyal Yardımla ma ve Dayanı ma Vakfı tarafından yürütülen) yerlerinden edilen ki ilere sunulmaktadır. Bunlar, Ye il Kart (yoksullara ücretsiz sağlık hizmeti), düzenli olmayan ayni yardımlar (yiyecek, yakacak, çocuklar için giyim ve okul e yası) ya da düzensiz bazı nakit yardımlarından olu maktadır.36 Ancak, daha önemli bir adım, mevcut hükümetin 2004 yılında, 1987 yılından itibaren “terör ve terörle mücadeleden kaynaklanan” kayıpların telafisi için çıkarttığı kanundur (5233 sayılı yasa). Bu kanun çatı malar sırasında ölen ya da yaralanan ki ilerin ailelerine tazminat verilmesini, mülkiyete ula amamaktan kaynaklanan zararların tazminini ve mülkiyete verilen 35 Bu TBMM raporuna göre, köy boşaltmalar sırasında ve sonrasında ihlal edilen anayasal haklar; kanun önünde eşitlik ilkesi, kişinin yaşamını koruma ve geliştirme hakkı, özel ve aile yaşamının mahrumiyeti, hanenin kutsallığı ilkesi, mülkiyet hakkı ve temel hak ve özgürlüklerin korunması ilkesinden oluşmaktadır. Bkz. T.B.M.M. Tutanak Dergisi, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Boşaltılan Yerleşim Birimleri Nedeniyle Göç Eden Yurttaşlarımızın Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Tespit Edilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu”, 53 (Dönem 20) (2 Haziran 1998). 36 Yerinden olmanın kentsel sonuçları hakkında daha detaylı bir inceleme ve bu sorunun devlet ve uluslararası kamuoyu tarafından ele alınışına yönelik bir eleştiri için, bkz. Ayata veYükseker (2005). 44 zararların tazminini kapsamaktadır.37 Bugüne dek yakla ık 178.000 aile bu tazminat yasasından faydalanmak için valiliklere ba vurmu tur. Bugüne kadar ba vuruların yalnızca 13.000 kadarı sonuçlandığından, kanunun ne kadar etkin ekilde uygulandığını belirlemek henüz mümkün değil. Kanunun, Gerekçe’sinde belirtilen amaçları iki yönlüdür: Devlet ve vatanda lar arasında yakınla ma sağlamak ve bunun yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) yerinden edilmi ki iler tarafından açılan tazminat davalarının önünü kesmek. 1990’ların sonlarında, yakla ık 1.500 aile bu sebepten AİHM’e ba vurdu ve onlarcası “dostane çözüm” kapsamında devletten tazminat aldılar. Ancak, 5233 sayılı kanunun yürürlüğe girmesini takiben, AİHM bir ba vurucunun davasının kabul edilebilirliğini, Türkiye’deki iç hukuk yollarını tüketmediği gerekçesiyle reddetti. Sonuç olarak AİHM, 5233sayılı kanunu, yerinden edilme konulu zararların tazmininde etkin bir iç hukuk yolu olarak tanımı oldu.38 AİHM’in İçyer – Türkiye39 davasının reddine dair “pilot kararı” halen Mahkeme önünde beklemekte olan benzer nitelikteki 1.500 davanın reddedileceği anlamına gelmektedir. Bu karar, 5233 sayılı kanuna istinaden AİHM’e ilerde yapılması mümkün ba vuruların yolunu fiilen (teorik olarak olmasa da) kapamı oldu. Geriye, 5233 sayılı yasanın önümüzdeki dönemde ne kadar etkin bir ekilde uygulanacağını görmek kalıyor. Bu hukuki geli meler kar ısında yerinden edilmi ki ilerin görü ü nedir? Yukarıda bahsi geçen programlara eri im imkanları var mı? Ve bu programlar sorunlarını ve taleplerini kar ılamada etkin ve yeterli oluyor mu? Yunus’un ailesi ve diğer köylüleri, birkaç yıl önce, köylerinin bo altılması sonrasında uğradıkları zararın devlet tarafından tazmini talebiyle AİHM’e ba vurmu . Yunus AİHM’in olumlu bir karar vereceğinden umutluydu (Görü memiz 2005 yazında, İçyer-Türkiye davasından çok önce yapılmı tı). Yine de 25.000 YTL’lik (€16,000) tazminatın (önceki AİHM davalarında verildiği bilinen bir meblağ) yeni bir ba langıç için yeterli olacağını dü ünmüyordu. Kendisi bu miktarın İstanbul’da yeni bir ev alma ya da ufak bir dükkan açma için ancak yeteceğini hesaplamı tı. Daha da önemlisi bu meblağ manevi kayıplarını hiçbir 37 Bkz. T.B.M.M., Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, 27 Temmuz 2004. Kanunu yürürlüğe koyan yönetmelik, 20 Ekim 2004’te yayınlandı. Yönetmelik, 2005 sonbaharında gelen eleştiriler doğrultusunda değiştirildi. 38 Bkz. NTVMSNBC, “AIHM’den Türkiye Lehine Karar”, 18 Ocak 2006, http://www.ntvmsnbc.com/news/357710.asp. 39 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “Aydın İçyer’in Türkiye’ye Karşı 18888/02 Nolu Dava Başvurusunun Kabul Edilebilirliğine Dair Üçüncü Bölüm Kararı” (Third Section Decision as to the Admissibility of Application no. by Aydın İçyer against Turkey”,) 12 Ocak 2006, http://cmiskp.echr.coe.int////tkp197/viewhbkm.asp?action=open&table=1132746FF1FE2A468ACCBCD1763D4 D8149&key=46609&sessionId=5650299&skin=hudoc-en&attachment=true. 45 ekilde kar ılayamayacaktı. Ona uygun miktarın ne kadar olması gerektiğini sordum: “Hiçbir miktar yetmez. Köyde ömür boyu kalabilirdik. Köyler bo altılmı olmasaydı, köyü terk etme kar ılığında 250.000 YTL’yi (€ 160,000) bile kabul etmezdim. Ayrıca köy de o zamanlar farklıydı. Köy insanlarla doluyken köydekiler de kasabadakiler de [üretim ve birbiriyle ticaret yaparak] geçinebiliyordu.” 5233 sayılı yasa ne derece etkindir? Naile, babasının Diyarbakır Valiliği’ne tarımsal arazisine ula amamaktan doğan maddi kayıpların tazmini için ba vurduğunu söylüyor. Ancak babası tazminat alsa dahi, arazi babasının adına tapulu olduğundan bunun Naile’ye bir faydası olmayacak. Her ne kadar Hani’de ya arken babası ürettiği ürünün bir kısmını Naile’ye veriyor olsa da, İstanbul’a ta ındıklarından beri o, kocası ve çocukları ayrı bir hane ve dolayısıyla ayrı bir ekonomik birim olu turmu lar. Saliha da Diyarbakır Valiliği’ne, terörle mücadele sırasında ya anan ölümlerin tazmin edilmesine ili kin yasa maddesinden yararlanmak için ba vurmu . Kocasının “ortadan kaybolu u”, yani faili meçhul ekilde öldürülmesi için tazminat istiyor. Ancak maddi kayıpların telafisi için ba vuramayacak; çünkü kendi adına tapulu tarım arazisi yok. Köylerindeki tarla kayınpederinin adına tapulu imi . Genel anlamda 5233 sayılı kanun, yerinden edilmeden kaynaklı kayıpların tazmini ve kar ılanmasında bir mertebeye kadar faydalı olacaktır. Öte yandan, kanunun adil ve etkin bir ekilde uygulanacağı varsayımında bulunsak dahi, geni aileler içindeki e itsiz güç dengeleri ve Türkiye’de mülkiyet yapısının erkekler lehine olması yüzünden, gençler ve evli kadınların bu yasadan faydalanma ihtimali daha dü üktür.40 Yerlerinden edilmi ki ilerin bir çoğu, yoksullara devlet hastanelerinde ücretsiz sağlık hizmeti sağlayan Ye il Kart sahibi oldular. Kentlerde ya ayan yerlerinden edilmi ki ilerin çoğunun kayıt dı ı çalı tığı (bu makalede bahsi geçenlerin tamamı) ve dolayısıyla bir sigorta kapsamında olmadığı dü ünüldüğünde, Ye il Kart’ın faydası açıktır. Ama eğer ki inin adına tapulu tarımsal mülk ya da konut varsa, ki i resmi yoksul tanımına uymadığından ba vurusu reddedilmektedir. Naile’nin durumu buna örnektir: Okul çağındaki çocukları eve para getirmek için sokakta çalı ırken, Balat’ta metruk bir eve sahip oldukları için Ye il Kart ba vuruları reddedilmi . Bu arada Naile, zorunlu göçten kaynaklandığını dü ündüğü bir dizi rahatsızlık sebebiyle İstanbul’da doktora gitmek ve ameliyat olmak zorunda kalmı . Hastane masraflarını akraba ve kom ulardan aldıkları borçla kar ılamı lar. 40 Bkz. Kurban vd. (2006). 46 Yerinden olmanın yarattığı psikolojik travma, bunu takiben kentsel yoksulluk ve kötü barınma, sağlık ve beslenme ko ulları birçok yerinden edilmi ki inin fiziksel ve ruhsal sağlık durumunu daha da kötüle tirdi. Ama tam da sağlık hizmetine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duydukları anda, i sizlik, sosyal güvence ve Ye il Kart eksikliği ve doktorlarla Türkçe ileti im kurmadaki zorluklar (özellikle kadınlar için) sebebiyle alı ık olmadıkları kentsel bir ortamda bundan mahrum bırakıldılar.41 Peki ya Köye Dönü ve Rehabilitasyon Projesi? Derya’nın köylülerine, Van Valiliği’nin KDRP kapsamında kom u bir köyde devletin yaptırdığı konutlardan teklif edilmi ; ama annesi a iret içindeki gerginlik ve dü manlığı yeniden ya amamak için reddetmi . Derya’nın bana anlattığına göre ailesi, yarısı koruculuk görevini kabul eden ve diğer yarısı da reddeden bir a irete mensupmu .42 Ayrıca, annesinin erkek karde lerinden biri PKK tarafından öldürülmü . Doğu ve Güneydoğu’nun birçok kesiminde çatı malar sırasında koruculuk yapıp “devletin tarafını tutan” ve koruculuğu reddedenler arasında süregelen siyasi ve toplumsal bir gerginlik mevcuttur. Dolayısıyla, devletin geri dönenlere yönelik, bu bölünmü köylerdeki nüfusu bir araya getirmeyi hedefleyen toplu konut yardımı etkin bir politika olamamaktadır. Benzer ekilde, Yunus’un anne-babası da Tunceli Valiliği’nin yaptığı tarafından askeri anlamda daha güvenli ba ka bir köyde konut in ası teklifini reddetmi . Tarlalarından uzak bir yere yerle mekte bir fayda görmemi ler. Peki ya KDRP’nin daha yaygın bir yardım türü olan in aat malzemeleri? Birçok ki i ücretsiz verilen bu malzemelerin köyde yeni bir hayat kurmaya yetmediğinden ikayetçi. Zarife de bu görü te. Bağı lanan tuğlaları ve çimentoyu köye ta ıma masrafı bile onların köye dönmelerini engellemi . Dahası, bu yardımla bir ev in a etmek mümkün olsa dahi, altyapı eksikliği sebebiyle burada yıl boyu ya amak mümkün olamayacaktır. Daha ciddi bir sorun da udur: KDRP, yerlerinden edilmi ki ilerin köylerine dönmek istediği varsayımı altında i lemektedir, dolayısıyla ehirdeki ihtiyaçlarını kapsamamaktadır. Örneğin Zarife, anne-babası dönse dahi, kırsal ya ama alı kın olmadığından köye dönmeyi tercih etmeyeceğini söylüyor. Öte yandan, Diyarbakır’da düzenli bir i ve gelir güvencesi sağlayamazsa köye temelli dönmeleri durumunda ailesine katılmaktan ba ka seçeneği olmadığının da farkında. 41 Yerinden edilmiş kişilerin fiziksel ve ruhsal sağlık hizmeti ihtiyaçlarına dair bir tartışma için, bkz. Kurban vd. (2006). 42 Köy Kanunu’nda 1985 yılında yapılan bir değişiklik, devletin sivil köylülere silah ve maaş vererek PKK’ya karşı mücadelede kullanmasına olanak sağladı. Şu an Güneydoğu’da görev yapan yaklaşık 58.000 köy korucusu mevcuttur. Bkz. Ayata and Yükseker (2005). 47 Kentsel Yoksulluk Olarak Zorunlu Göç Bu, bizi yerlerinden edilmi ki ilerin köylerine dönecekleri beklentisinin ne kadar gerçekçi olduğu sorusuna getiriyor. Gerçekte ise, köye dönü bu insanların çoğu için uzak bir alternatif. Son on yıldır ya amakta oldukları ehirlerde ba a çıkmaları gereken daha acil problemleri var. Hiç üphesiz, köylerin bo altılması, onbinlerce insan için yatay, coğrafi bir deği im olmakla kalmadı; aynı zamanda da, ya am standartları açısından, dikey ve a ağı doğru bir deği im yarattı. Geleneksel ya am tarzları ile bağları bir anda kesilen köylüler, i siz kaldıkları gibi ehirdeki i ler için gerekli becerilere sahip olmadıkları için i bulma imkanları da yok denecek kadar azdı. Erkeklerin eğitim seviyesi çok dü üktü, kadınların çoğu okumayazma bilmiyordu ve Türkçe konu amıyordu. Ayrıca, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden zorunlu göçlerin ya andığı dönem Türkiye’de finansal krizin ya andığı ve, ekonomik büyümenin olduğu dönemlerde dahi, i imkanlarının yaratılamadığı bir döneme rastladı. Dolayısıyla, i gücündeki talep artı hızı arzın artı hızını yakalayamıyor ve zorunlu göçle gelmi insanlar kendilerini i gücü pazarının en alt seviyesinde buluyorlardı. Bu yazıda belirtilen ki ilerden sadece 40 ya ının üstünde bir erkek (Naile’nin e i) çalı ıyor. Bu oran, yakla ık 50 hane ile yaptığım diğer görü melerin ve ba kalarının yaptığı ara tırmaların sonuçları ile de paralellik göstermekte.43 Hâl böyle olunca, Diyarbakır, Van ve İstanbul gibi ehirlerdeki en yaygın gelir kaynağını kayıt dı ı sektör olu turuyor: erkekler için in aat i çiliği ve seyyar satıcılık; kadınlar için, e leri ve babaları çalı malarına izin verdiği takdirde, evde parça ba ına i yapmak, evlere temizliğe gitmek, çocuk bakmak; bölgede kalan aileler için ise tarım i çiliği. Bu i lerden elde edilen gelir düzensiz olduğu gibi çok çocuklu ailelerin ihtiyaçlarını kar ılamakta da yetersiz kalıyor. Dolayısıyla, birçok ailede okul çağındaki çocuklar sokakta satıcılık yapmak ya da hazır giyim atölyelerinde (i bulunabildiği ko ulda) i çi olarak çalı mak durumunda kalıyorlar. Naile’nin ya adığı Balat’ta ya adığı hayat, bu sürecin bir örneği. Geçen seneye kadar binlerce erkek, zorunlu göçle gelmi Kürtler’i de içermek üzere, hafta sonları Eminönü’nde yerdeki tezgahlarında yiyecekten giyeceğe, kırtasiye malzemelerinden korsan CD’ye kadar çe itli mallar satarak hayatlarını idame ettirmeye çalı maktaydı. Geçen sene, polisin defalarca pazar yerini basmasının ardından hükümet ehrin en önemli turistik merkezlerinden biri olan bu bölgede tezgah açmayı yasakladı. Fatih ilçesi hakkında bilgi sahibi olan sosyal hizmet uzmanlarından öğrendiğim kadarıyla, bu yasak, babaların ana gelir 43 Örneğin Dağ, Göktürk veTürksoy (1998) ve Barut (2001). 48 kaynaklarının yok olması ve ailelerin çocuklarını sokaklara mendil satmaya göndermeleri ile sonuçlandı. Bu noktada genç nesle yönelik i imkanlarını ayırt etmek gerekmekte. Diyarbakır, Van, Batman ve Hakkâri’de, sanayi ve ticaretin yetersizliği hem yeti kinleri hem çocukları, çoğunlukla seyyar satıcılık olmak üzere, sokaklarda i imkanı aramaya itmekte. Benzer ekilde, İstanbul’un Tarlaba ı ya da Balat gibi kenar mahallerinde çocukları sokakta mendil, sakız satmaya göndermek kiraların ucuz olması nedeni ile bu bölgelerde ya ayan yerinden edilmi yoksul ki iler için yoksullukla mücadele etmenin tipik bir yöntemi haline gelmi durumda. Bununla beraber, kiraların çok daha yüksek olduğu İstanbul’un sanayi bölgelerine gidebilen ki iler için küçük (çoğunlukla fason imalat yapan) hazır giyim atölyelerinde i bulmak zor değil. Bu durumda, Sevgi ve Derya’nın öykülerinde örneklendiği gibi, ilkin bir-iki çocuğu İstanbul’a göndermek ve sonra tüm ailenin ta ınması genel bir süreç. Nitekim, bu genellikle yerinden edilme süreci öncesinde göç etmi , dolayısıyla, yeni gelenlere i ve kalacak yer bulma konularında yardımcı olacak akrabaların varlığını gerektirmektedir. Bu nedenle, yerinden edilmi ki ilerin kentsel i gücü pazarından dı lanma boyutlarını belirlerken; en marjinal ba a çıkma yöntemlerine ba vuranlarla ve kayıt dı ı olarak ve düzensiz olsa bile pazar ekonomisine katılabilenler arasında bir ayırım yapmak gerekmektedir. Bu ayırım, kısmen mekansal konum ( ehir merkezindeki eski mahalleler/kentin çeperindeki sanayi bölgeleri, güneydoğudaki kentler/batıdaki metropoller) ile çakı maktadır. Ayırımı belirleyen etmenler ise hanenin göç öncesi ve sonrası durumlarıdır (örneğin, nakde çevrilebilir kaynakların varlığı, ehirde yakın akrabaların varlığı, çocukların ya ları vb.). Eğitimi Engelleyen bir Süreç olarak Zorunlu Göç Derya ilkokula köyde ba ladı. Van’a göç ettiklerinde okula devam etmek istemedi. Önceleri ay çekirdeği sattı, sonra da hamal olarak çalı tı. İstanbul’da kazandığı paranın bir bölümünü karde lerinin eğitim masraflarını kar ılamaya yardımcı olmak amacıyla ailesine gönderdi. Sevgi de Lice’yi terk ettikten sonra okula devam etmedi. u an İstanbul’da açık liseye kayıtlı. Belki de kuma tozu solumaktan kaynaklanan hastalığından ötürü, hazır giyim atölyesindeki i inin bir gelecek sağlayamayacağının ve uzun süre bu i e devam edemeyeceğinin farkında; dolayısıyla muhasebeci olmak istiyor. Bunun için lise diplomasına ve muhasebe alanında bir kurstan sertifikaya ihtiyacı var. Derya da açık ortaokul ve liseye gitmek istiyor ancak günde 10 saat ve haftada 6 gün çalı mak bu dileğini gerçekle tirmesini imkansız kılıyor. Yunus ve abisi liseyi terk etmek zorunda kaldılar ama kendi çalı maları sayesinde dört küçük karde inin 49 liseyi bitirdiği için gururlu. Ancak, karde lerinin gittiği lisedeki eğitim kalitesinin üniversite giri sınavını kazanmalarını sağlayacak kadar iyi olmadığından yakınmakta. Saliha okuma-yazma bilmiyor ve sadece Kürtçe konu abiliyor. Bu, tazminat davası için ba vuru formunu doldurmasında dahi sorun yaratıyor. Oğullarını ortaokula göndermek istediğini ancak bundan fazlasına maddi imkanlarının yetmeyeceğini söylüyor. Zaten kaç yıl daha çocuklarını beslemek için eker pancarı tarlası çapalayabilir? Naile de okuma-yazma bilmiyor, ancak İstanbul’a geldikten sonra Türkçe öğrendi. Son yıllarda bir politik partinin yerel faaliyetlerinde aktif rol oynadı. Kom ularının gelecek seçimlerde muhtarlık için aday olmasını istediklerini ancak okuma-yazma bilmiyor olmasının bunu engellediğini söylüyor. Zorunlu göçün eğitim olanaklarına eri imi engellemesi, çok yönlü bir etki olarak mütalaa edilmelidir. Bazı bölgelerde, PKK ve güvenlik güçleri arasındaki çatı malar dolayısıyla köy okulları zaten kapatılmı tı. Diğerlerinde, tahliye edilen aileler maddi zorluklar nedeniyle çocuklarını ehirde okula gönderemediler. Ancak, çoğu insan ehirde ya amaya devam edeceklerse çocuklarının belli bir eğitim seviyesinde olmaları gerektiğinin farkında. Okuma-yazma bilmeyenlerin ve Türkçe konu amayanların oranının yüksek olması kadınların ehir hayatına adapte olmakta güçlük çekmelerinin açıklayıcılarından biri olarak alınabilir. Naile, İstanbul’da ak amları okuma-yazma kursuna gittiğini ancak evdeki i lerinden dolayı kursu tamamlayamadığını söyledi. Sonuçta eğitimsizlik yerinden edilmi ki ilerin ehirde dı lanmalarını destekleyen bir etkendir. Dahası, okul çağındaki çocukların ailelerine yardımcı olmak için çalı mak zorunda olmaları gelecekte onların da dı lanmalarına zemin hazırlamaktadır. Birkaç yıl önce, hükümet öğrenciler için artlı Nakit Transferi programını ba lattı; bu, çocuklarını çalı tırmak yerine okula göndermek isteyen ailelere yapılan az miktarda bir nakit ödemesi. Diyarbakır ve İstanbul’daki bir çok yerinden edilmi ki i bu programa ba vurdu. Naile de ba vuranlar arasında idi. Kız çocuklarından biri sokakta mendil satarken yakalandığında, sosyal hizmet uzmanları Naile’ye bu programa ba vurması için yardımcı oldular, ancak Naile ve e inin üzerine tapulu bir ev olduğu için, ba vuruları reddedildi. Her eye rağmen Naile çocuklarını okula devam ettiriyor. Zorunlu Göç ve Etnik Kökene Dayalı Ayrımcılık Naile çocuklarından birinin okul müdürü tarafından dövüldüğünü, olayın nedenini öğrenmek amacıyla müdürün yanına gittiğinde ise müdürün etnik kökeni nedeniyle kendisine hakaret ettiğini ve oğlunu okuldan almasını söylediğini anlattı. Naile pes etmedi ve müdürü ikayet 50 etmekle tehdit ederek oğlunu korumayı ba ardı. Benzer önyargıların, polis merkezinde ve Karadeniz bölgesinden olan mahalle muhtarında da, ailesine ve Hanili kom ularına kar ı var olduğunu söylüyor. Yardım dağıtılacağı zaman muhtarın Kürtler’i dı ladığını söylüyor. Naile’nin Kürt ve yeni göç etmi olmasından dolayı ayrımcılığa uğradığı yönündeki hislerini, göçmenlerle “yerliler” arasında gerginliklerin mevcut olduğu İstanbul’un eski semtlerinde ya ayan yerinden edilmi ba ka ki iler de payla ıyor. Ancak, Yenibosna gibi sanayi bölgelerinde bu hisler daha zayıf. Sevgi ve Derya konfeksiyon atölyesine i e alımda Kürtler’e kar ı bir ayrımcılık olduğunu dü ünmüyorlar: “İ veren kime kar ı ayrımcılık yapacak? Çalı anların hepsi Kürt!” Ancak, ailelerin çok kalabalık olduğu gerekçesiyle, ev sahiplerinin Kürtler’e ev kiralamak istemediklerini söylediler. Ev sahipleri nemli evleri göç etmi insanlara kiralamakta bir sorunları varmı gibi görünmüyor. Zorunlu göç bu ekilde gelmi insanların İstanbul’un yoksul kenar mahallelerinde yoğunla masına neden olmu tur; ancak bu sürecin tek sonucu etnik önyargı değildir. Sadece İstanbul’da değil Diyarbakır’da da, belirli bölgelerde yoğunla an yerinden edilmi ki iler i verenler tarafından ucuz i gücü, ev sahipleri tarafından da evsiz, çaresiz ki iler olarak sömürülmektedirler. Dolayısıyla, zorunlu göç mağdurlarının kentlerin kenar bölgelerinde yoğunla maları dı lanmalarını artıran bir etken olarak görülebilir. Naile, Sevgi, Derya, Yunus, Saliha ve Zarife’nin hikayeleri belli açılardan özgül hikayeler. Ancak, gene de hikayelerinde tümünün yerinden edilmi ki iler olmalarından ve zorunlu göçün beraberinde getirdiği dı lanma süreçlerini payla ıyor olmalarından kaynaklanan ortak noktalar mevcut. Türkiye’de sosyal dı lanma ile mücadele etmeye yönelik politikalar, cinsiyet, nesil ve coğrafi bölge farklarını gözeterek, yerinden edilen ki ilerin varlığını ve maruz kaldıkları çok yönlü dı lanmayı göz önünde bulundurmalıdırlar. Politika Önerileri44 Yerinden edilmi ki ilerin ya amakta oldukları sosyal dı lanmaların önüne geçilmesi için önerilecek politikaların çok boyutlu olması gerektiği açıktır. Her eyden önce, bu ki ilerin ellerinden alınmı haklarının iadesi gerekmektedir. İkinci olarak, bu ki iler köylerine geri dönmek istedikleri takdirde dönü lerini kolayla tıracak, kentte kalmak istiyorlarsa da oradaki ya amlarını rahatlatacak bir dizi tedbir alınması gerekmektedir. Ancak, bu tedbirler alınırken iki hususun dikkatle değerlendirilmesinde yarar vardır: Birinci husus, resmi belgelerdeki yerinden edilmi ki i (tazminat kanunu, KDRP vs) tanımı dı ında kalan mağdurlara ula ılması 44 Öneriler Kurban vd. (2005) çalışmasından derlenmiştir. 51 gerekmektedir. İkinci husus ise, bir dizi ayrımcılık nedeniyle kadınların ve genç nüfusun tedbirlerden gereğince yararlanamıyor olmasını engelleyecek tedbirler alınması gereği vardır. Üçüncü olarak ise, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da elden geldiğince fazla insana ula acak geni tabanlı iktisadi ve toplumsal projeler tasarlamak gerekmektedir. Hukuki Düzenlemeler ¬ 5233 sayılı kanunun hakkaniyet esasında ve elden geldiğince geni kapsamasının temin edilmesi gerekmektedir. Yasanın bir kesimi uygulanması bireysel ba vurularda maddi kayıpların her zaman tam anlamıyla kar ılanmasını getirmese bile, böyle bir yakla ımın yerlerinden edilmi ki ilerin devlete kar ı güven duygusunu tekrar tesis etmesinde yardımcı olması söz konusudur. ¬ Yasanın salt maddi değil manevi kayıpları da kapsayacak ekilde yeniden düzenlenmesinde yarar bulunmaktadır. Bu hem yöre insanıyla devlet arasında bir yakınla mayı beraberinde getirecek, hem de yerlerinden edilmi topraksız köylülere kısmı bir destek sağlayacaktır. Geri Dönü ve Yerle me ¬ Eski yerle im yerlerine dönü ün bir hak olarak görülmesi gerekmektedir. Dönü kararının özgürce ve gönüllü olarak alınması gerekmektedir. ¬ KDRP etkin bir ekilde uygulanmalıdır. Ba vurular gönüllü olmalıdır ve ba vuruların değerlendirilmesinde ayrımcılık yapılmamalıdır. ¬ Bo altılmı yerle im birimlerinde altyapı hizmetlerinin elden geçirilmesi dönü yapanların oturabilmeleri için gerekmektedir. Bu hizmetlerin ba ında yolların yapımı, su ve elektrik bağlanması gelmektedir. ¬ İnsanlar geri döndükçe bu yerlerdeki sağlık birimleri ve okulların tekrar açılması ve buralara gerekli personelin temin edilmesi gerekmektedir. Ekonomik Politikalar ¬ Son on yıldır ya amakta oldukları kentlerden ayrılmak istemeyebilecek bir kesimin olacağı dü ünüldüğünde, bu kesimin ya am ko ullarının iyile tirilmesinde yarar bulunmaktadır. Bu bağlamda, küçük i letmeler açmak ya da ev almak için ucuz krediler sağlanabilir. ¬ Doğu ve Güneydoğu kentlerinde i imkanlarının arttırılmasında zaruret bulunmaktadır: Bu bağlamda hem tarımsal endüstri, hem servis sektörü hem de sanayi 52 için te viklerin verilmesi yerinde olur. Bölge için küçük i letmelere ucuz krediler sağlanmasında fayda vardır. ¬ Kırsal kesimde tarım ve hayvancılığın canlandırılmasında yarar vardır. Bu bağlamda, uygun ödeme ko ullarında tarım kredileri ve dönenlere tohumluk, hayvan ve tarımsal girdi sağlanmasında fayda bulunmaktadır. Sosyal Politikalar ¬ Eğitim: Okul çağındaki tüm çocukların okula devam ediyor olmaları sağlanmalıdır. Bunun gerçekle tirilebilmesi için çocuk i çiliğinin önlenmesine yönelik olarak da mücadele edilmelidir. ¬ Yeti kin eğitimi ve meslek kazandırma kursları: Okula gidememi ki iler için parasız kurslar düzenlenmelidir. Meslek kazandırmaya yönelik kursların yaygınla tırılmasında yarar bulunmaktadır. Bu eğitimin ve kursların özellikle kadınları hedeflemesine ayrıca özen gösterilmelidir. ¬ Sağlık: Ye il Kart Uygulamasının, köylerinde (zaten yıllardır kullanamamakta olduğu) arazileri olup olmadığına bakılmaksızın, mümkün olduğu kadar çok sayıda yerinden edilmi ki iye ula tırılmasında yarar bulunmaktadır. Sağlık ocaklarının ve sunduğu hizmetlerin Güney Doğu’da arttırılmasında gereklilik bulunmaktadır. 53 Çalı mak ya da Çalı mamak: Bütün Mesele Bu! Serra Müderrisoğlu Psikoloji Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi Çocuk emeği, hükümetin 1992 yılında ILO’nun “Çocuk Emeğini Engelleme Uluslararası Programı (International Programme on the Elimination of Child Labour)”na katılarak bu konudaki kararlılığını göstermi olmasına rağmen halen Türkiye’nin önündeki önemli sorunlardan biri olarak durmaktadır. ILO ve Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 1999 Ekiminde gerçekle tirmi oldukları, ve bu alandaki en son çalı ma olan, Çocuk İ gücü Anketine göre 617 ya grubu çocukları içerisinde %10.2’nin çalı makta olduğu ortaya çıkmı tı—üçte ikisi erkek, üçte biri kız olmak üzere; 6-14 ya grubuna bakıldığında ise—14’ün altındaki çocukların çalı tırılmasının kanunen yasak olduğunu hatırlayalım—oran %4.2’ye inmesine rağmen yine de yarım milyon üstünde bir sayıdan bahsedilmekteydi. Her ne kadar kentsel alanlarda ya anan yoksulluk ve enformel kesimin varlığı çocuk emeğinin önemli açıklayıcılarıysa da, ilave bir dizi etmenden de bahsedilmesi gerekmektedir: erken evlilikler, hanede yüksek çocuk sayısı, gev emekte olan aile bağları gibi. üphesiz 1997 yılındaki kararla zorunlu eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkartılması ve son zamanlardaki kampanyalarla ailelerin çocuklarını okula göndermedeki artı ın ve Ko ullu Nakit Transfer45 uygulamasının çocuk emeğinde azalma yarattığı malumsa da sorunun kontrol altına alındığı iddia kesinlikle edilemez. Neticede çocuklar evde, sokakta, çırak ya da küçük i letmelerde mavi yakalı i çiler olarak, ya da eğlence/hizmet sektöründe çalı maktadırlar. Sokak çocukları tüm dünyadaki ehirler için, kronik yoksulluk, sosyal dı lanma ve ayrımcılığın yanında, ülkeden ülkeye deği en ekonomik, sosyal ve siyasal etmenleri yansıtan ortak bir sosyal fenomendir. Sokakta ya ayan ya da çalı an çocuklar, Türkiye’de mevcut toplumsal, ekonomik ve siyasi dinamiklerin söyleminde iki “bariz tablo” ve günah keçisi haline gelmi tir. Sokakta çalı an küçük çocukların prototip resmi acıma ve sempatiyi doğurmaktayken, tinerli bir bezi koklayan gencin hali rast gelenler için korku ve öfke yaratmaktadır. Kapkaç gibi suçlar kolaylıkla, büyüyünce “potansiyel suçlu” olma önyargısıyla ya ayan bu “göz önündeki” çocuklara atfedilmektedir. Her ne kadar bu çocuk ya da gençlerin bir kısmı suça karı sa da, bu sorunun arkasında yatan durumlara dikkat çekmekte yarar vardır. Şu anda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu, Dünya Bankası’nın katkısıyla, iki tip koşullu nakit transferi (KNT) içeren Sosyal Riski Azaltma Programı’nı yürütmektedir. İlki, hamile kadınlar ve ufak çocuklar için düzenli sağlık kontrolleri koşuluna dayalı olandır. İkincisi ise, çocukları okula yollama koşuluna dayalı ve yardımın sürekliliği için devamı zorunlu kılan tiptedir. Bu proje 2006 yılının sonunda bitecek şekilde projelendirilmiştir ve muhtemelen Fon tarafından devam ettirilemeyecektir. Ayrıca, kamuoyunda KNTlerin çocuk doğumlarında artışa yol açacağına dair yanlış bir tartışma mevcuttur. 45 54 1990ların ba ından itibaren, çe itli sosyal ve siyasi güçlerle ekillenen kentsel yoksulluk, sokakta kağıt mendil satan, araba camlarını silmek için ı ıklarda bekleyen, gece geç saatlere kadar dı arıda kalıp çiçek satan, hatta geceyi ATM kulübelerinde geçiren çocukların ortaya çıkmasıyla daha görülür hale geldi. Sokakta çalı an ya da ya ayan çocukların ilk görüldüğü zamanlardan bu yana yıllar geçmi olsa da çocukların neden sokakta olduğuna ili kin sebep ve dinamikleri irdelemek açısından toplum genelinde anla ılmamı pek çok ey vardır. Birkaç yazarın çalı ması dı ında (örneğin, Karatay, 2000; Yılmaz, 2001; Altunta , 2003), mesele çoğunlukla 90larda Güneydoğu’daki çatı malar, zorunlu göç ve ailece ya anan kronik yoksulluk açısından ele alınmamı tır. Daha ziyade, medyada süregelen söylem tablonun bu “görülür” kısmını çevreleyen durum hakkında ki ilerin önyargılarını yansıtan görü ler etnik köken ve siyasi çevreyi dı arıda bırakarak konunun karmalık nedenlerini incelemeyi sınırlamaktadır. Bu tip tartı malar, ya amları medyada ba arısızca “tasvir edilen” ki iler için sosyal dı lanmayı derinle tirmektedir. Birkaç istisna dı ında çocukların durumu sebebiyle aileler suçlanmaktadır. Birçok ki i, ailelerin i siz kalmayı “seçerek” çocuklarını sokağa çalı maya yolladığını, çocuklarını sömüren zararlı ebeveynler olduklarını ve “çocuklarını sokağa çalı mak (veya dilenmek) için yolladıkları için” cezalandırılmaları gerektiğini iddia etmektedirler. Çocukların sokaklardan alınıp eğitim sistemine dahil edilmesi gerektiği konusunda hemfikir olunsa da çocukların kar ıla tığı sayısız sorunu okulla manın çözeceği fikri, en iyi ihtimalle eksiktir. Her ne kadar devlet okullarında ilköğretim “ücretsiz” olsa da, çocukları okula göndermenin ek masrafları vardır. DİE, bir çocuğun devlet okulundaki bir yıllık eğitim masrafının 500 dolara yakın olduğunu hesaplamı tır.46 Bu ek masraflar nedeniyle, çok kısıtlı kaynakları olan aileler çocuklarını okula göndermede dezavantajlı durumdadırlar. İlköğretimin ikinci kademesinde okulu bırakma oranı oldukça yüksektir. Her ne kadar 8 yıllık eğitim 1997’den itibaren zorunlu hale gelmi olsa da, 8inci sınıfı tamamlama oranı yüzde 80 civarındadır.47 Yoksul ailelerden gelen birçok öğrenci 13-14 ya ına gelince i gücüne katılmakta ve dolayısıyla aile bütçesine destek için son yıllarında okulu bırakmaktadır. Sonuç olarak, fırsat e itliği yaratmayı amaçlayarak konan bu eğitim politikası gerekli sosyal politikalarla (örneğin, yeterli çocuk yardımı sistemi) desteklenmediğinden ba arılı olamamı tır. Risk altındaki çocuklar sorununa yalnızca sokakta çalı an çocuklar odaklı bakı , daha yaygın olan kapalı alanlarda uzun sürelerle ve belki de daha ağır ve sömürücü ko ullar altında 46 47 DİE verisi, 2003. Hacettepe Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA), 2003. 55 çalı an çocuk ve gençleri kaçırmaya sebep olmaktadır. Bu “görünmez” i çiler ağır i in yükünü ta ımakta ve okulu bırakma tehlikesiyle kar ı kar ıyadır. Bu makale, bu çocuk ve gençlerin içinde bulundukları ko ulları nasıl gördüğünü ve hayata dair kararları nasıl aldığıyla ilgilenmektedir. Bu çocuklar ve gençler günde 8 saat çalı ıp bir yandan da okula giden, eğitimlerine devam etmek için büyük zorluklara katlanmaktadırlar. Liseye devam edememek onlar için gerçek bir risktir. Sistemden bu kadar erken kopmak, ortaokul ve lise eğitimi daha güvenilir bir gelecek sağlayacak yegane yol olduğundan, yoksulluk döngüsünü kırma anslarını ellerinden almaktadır. Sosyal bilimciler tarafından 1990ların sonlarında yürütülen sayısız çalı ma (Karatay, 2000; Altınta , 2003) sokakta çalı an çocukların demografik özelliklerine dair tutarlı bir tablo sunmu tur. Çocukların aileleri genellikle 80lerin sonlarında Güneydoğu’da artan PKK- asker çatı masından kaçarak ehirlere göç eden yeni göçmenlerdir. Aile reisleri ya i siz ya da sosyal güvenceden mahrum, dü ük ücretli geçici i çiler olan, genellikle eğitimsiz ve göç öncesi tarım sektöründe çalı an ki ilerdir. Ortalama 6-8 çocuklu hanehalkı nüfusu kalabalıktır, ehrin gecekondularında kirada ya amaktadırlar. Dolayısıyla ara tırma sonuçları, önceki göç dalgalarının aksine, göç etmek istemediği halde güvenlik endi esi ve sava ın yoğunla masıyla artan ekonomik sıkıntılar sebebiyle ehre gelen ve ciddi yoksulluk içinde ya ayan aileler olduklarını göstermi tir. Göç ihtiyacına kar ı bu isteksiz tavır, hazırlanmak için çok az zaman olu u ve geldikleri yerle, zor durumlarda destek verebilecek bir bağın eksikliği bu göç dalgasıyla öncekiler arasındaki en önemli üç farktır.48 Önceki göç süreçlerinde çalı an koruyucu etmenlerin çoğu, güçlü akrabalık bağları, yakın aile ili kileri, daha güvenli yoksul mahalleler, artık eskisi kadar var olmamaktadır. Ekonomik dezavantaj ve sosyal dı lanma deneyimleriyle olu an kronik zorluklar, çoğunluk için günlük varlıklarında dayanılmaz baskılar kurmu ve ailelerin dağılmasına, kendi içlerindeki bireylere istemeden de olsa zarar vermeye yol açmı tır. Ailelerin büyük bir çoğunluğu tarafından ya anan mevcut kriz, izole edilmi veya hiçbir sosyal güvence ve sağlık sigortasından yararlanmayan bu ailelerin hayatlarında var olmaya devam edecek birçok riskin etkile imini içermektedir. İlerde de sürmesi muhtemel sosyal ve ekonomik alanda yabancıla ma içinde yeti en gençler, hayatlarını yoksulluk döngüsünden kurtarmaya yönelik çok az umut beslemektedir. 48 Erman (2003). 56 Dönüm Noktasındaki Gençlik Yoksulluk içinde ya ayan çocuklarla ilgili yürütülen ara tırmaların temel varsayımı, yoksulluğun ebeveynlik yetilerini zayıflatarak çocuklarda sosyal ve psikolojik zorluklara yol açtığıdır. Yoksulluk ve bolluk içinde ya ayan gençler kıyaslandığında bu iki farklı grup gösterdikleri davranı sal sorunlar açısından birbirlerine benzer bir tablo sergilemektedirler. Madde kullanımı/bağımlılığı, tehlikeli davranı lar ve eğitime ilgisizlik düzeylerinde benzerlik görülmektedir.49 Bariz bir ekilde farklı olan ise varlıklı gençlere fırsat e itsizliği ya da gelecekteki anslarını etkileyebilecek sicil kaydı gibi sonuçlardan muzdarip olmalarını engelleyerek bu geçi dönemini telafi etmelerini sağlamak için sunulan mekanizmalardır. Yoksul mahallelerdeki gençlerin geçi dönemindeki isyankar davranı larını düzeltecek kaynaklardan eksik olduğu gerçeği kabul edildiğinde ve yaptıkları her tercihin (uyu turucuya ba lama, okulu bırakma vb.) gelecekte seçecekleri yol için çok ağır sonuçları olduğu dü ünüldüğünde, gençlere gerçekten yardımcı olacak herhangi bir “yardım” giri iminde bulunmadan önce kararlarına yön veren durumlar ve içinde bulundukları ortamın değerlendirilmesi gereği takdir edilmelidir. Yoksul kesimlerdeki gençler umutlarının kırılması ve isteklerine ula amama gibi bir sürü engelle dolu olan yollarına devam etmek için reddedilme ve umutsuzluk hisleriyle mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar. Tarlaba ı’ndan İki Ses Tarlaba ı’ndaki (Bülbül Mahallesi) gençlerin hayatlarına daha yakından bakmak için, eğitime son derece bağlı iki genç ile (ya ları 14 ve 17) göç, mahalleye yerle me, okul hayatı, i ko ulları, mahalleleri ve ya adıkları ayrımcılık ya da toplumdan dı layıcı deneyimler hakkında görü me yapıldı. Tarlaba ı, bilindiği üzere, İstanbul’un gettola mı , kentiçi çöküntü mahallelerinden biridir. Kent merkezine oldukça yakın olan bu mahalle sakinlerinin önemli bir bölümü yerlerinden edilmi , zorunlu göçle kentlere gelmi kesimdir. Enerjilerini çalı mak ve okumak arasında ayarlamaya çalı an, ve aynı zamanda bir dizi dı lanmaya maruz kalan, iki genç erkeğin deneyimlerinden yola çıkarak, çocuk emeğine ili kin bir dizi saptamada bulunmaya çalı acağız—bu saptamaların Türkiye’nin ve İstanbul’un deği ik mekanları için geçerli olabileceği noktasından hareket ederek. 49 Luthar ve Ansary (2005). 57 Göç Deneyimi Aileleri son 10-15 yılda büyük ehirlere göç etme zorunda bırakan travmatik olaylar ve ko ulların önemi bana anlatılan hikayelerde önemli bir yer tuttu. Terör yılları ve PKK ile ordu arasında kalma ile ilgili güvensizlik hissi sava ı ya amı herkesin ruhunda derin izler bırakmı . Geceleri sava a ahit olma, asker tarafından sorgulanma, topraklarına tekrar eri im imkanı bulamadan köyü bo altmaya zorlanma gibi hikayeler, yer deği tirmenin aileleri ayırmaya ba ladığı ko ulların dikkat çekici duygusal yükünü göstermektedir. Babalarının düzensiz i ko ullarına rağmen her iki ailenin İstanbul’da yeniden bir araya gelebilmesi için uzun yıllar ve adımlar gerekmi . Her iki aile için de, yeni bir hayat kurmak için gerekli fırsatları sunacak destek mekanizmalarının eksikliği çok açıktır. Aileler, bölgede 90larda ya ananlar hakkında çok az eyin bilindiği bir yere geldiler. Sonuç olarak, bu farkındalık eksikliği Kürtlüğe kar ı ayrımcılık deneyimlerle birle erek ailedeki her birey için ek bir yük haline gelmi . Babalarının düzensiz i durumu bağlamında Mehmet ve Batu50, kağıt mendil ya da su gibi para yapacak mallar satmak üzere sokağa çıkmı lar. Ailelerin geçim derdi, bir ekilde çalı mak zorunda olduklarını fark eden çocukları da kapsamaya ba lamı tır. Sokakta çalı an ba ka çocukların da ifade ettiği gibi, herhangi bir tehlikede müdahale edebilecek ya ça daha büyük bir akraba ya da karde gözetiminde sokakta çalı ma söz konusu olmu tur. Yanlarından geçenlerin çoğu bu “görünmez” desteği fark etmeyerek ailelerin çocukları kendilerine para getirsinler diye sokağa “bıraktıklarını” sanmı lardır. Çocukların sağladıkları günlük kazançlar ailelerin ehirde hayatta kalmaları için çok önemliydi. Bu durum aile bireyleri arasında yoğun bir dayanı ma duygusuna dair romantik bir hikayeden çok, daha iyi seçeneklere olanak tanımayan acımasız ko ulların acı gerçeğinin hikayesidir. Her iki genç de sokakta çalı ma deneyimlerinde bahsetmi lerdir; ama sokakta çalı arak geçirdikleri zamanın, sonuçlarının ya amlarına etkisi açısından en kötü zamanlardan biri olmadığı açıktır. 2001 krizinden çıkı tan sonra okul çağındaki çocuklar için toplumun gözünden uzak, ehre yayılmı tekstil atölyeleri gibi küçük i letmelerde i olanağı artmı tır. Sokaklar yerine bu atölyeler gibi kapalı mekanlarda, cüzi ücret kar ılığında okuldan sonra fazladan 8 saat 50 Gizliliği korumak için isimler değiştirilmiştir. 58 çalı ma gibi artlarda çalı ıyor olmak hem çalı ıp hem de okumanın en stresli yanlarından biridir. Okul ve İş Valla okula gitmek gayet güzel bir ey de zorluklar çıkıyor bazen. İ te o zorlukları yenmek lazım oluyor. (Örnek verebilir misin?) Mesela i , i e gidiyorsun, bir yandan mesela i e gidiyorsun, sabahla kalkıyorsun, zaten saat 7’de kalkıp okula gideceksin. 12:30’da okuldan çıkıyorsun yemek falan sonra i ... zaten saat en az i ten çıkacağın 10’dur. Ondan sonra çıktın mı zaten zamanın kalmıyor, eve gidiyorsun, saat 12’ye geliyor. yani öyle. Bu cümleler, röportajda okula gitmenin ona ne ifade ettiği sorulduğunda Mehmet’in (14) ba langıç cümleleriydi. Konu mamızın ba ından sonuna değin Mehmet, eğitime verdiği değer ve 4üncü sınıftan bu yana çalı mak zorunda olsa da, okulda ba arılı olabilmek için harcadığı emekten bahsetti. Okula gitmek güzel bir ey. Hocalar zaten ders veriyor, zaten hiç sıkılmıyorsun. Arkada ların var, teneffüslerin var, teneffüste arkada larını görüyorsun. Hani i te oldun muydu, kafan zaten hep i te oluyor. Zaten ak am toz içindesin, ey nasıl söyleyeyim çok zorluyorsun. Okulda i te dersler var, derslerini çalı ıyorsun, daha ba arılı oluyorsun. Geleceğinin sağlam olduğunu görüyorsun. Güzel bir ey okula gitmek. Mehmet, ailesinin tüm itirazlarına rağmen görü memizden 3 hafta önce i i bırakma kararı almı bir 7inci sınıf öğrencisi. Sokakta kısa bir süre çalı tıktan sonra, 4üncü sınıftan itibaren tekstil atölyelerinde ve diğer küçük ölçekli i lerde çalı mı . Okulu bitirene kadar i e dönmeme konusunda çok kararlı ama babasının borçları ve ya anan ekonomik sıkıntılar dü ünüldüğünde bu pek olası olmadığı bir durum içerisinde. u an çalı mama konusunda ailesiyle sürtü me ya ıyor. Yedi çocuklu ailenin en büyük ikinci çocuğu. Babası, birkaç ay içinde borçlarını kapatması gerektiğinden Mehmet’in o zamana dek çalı masını istiyor. Geçen yıl neredeyse sınıfta kaldığından ve bu yıl da uzun i saatleri sebebiyle yeni döneme ba arısız bir ba langıç yaptığından son 3 haftadır arayı kapamak için harcadığı çabadan bahsediyor. İ e gitmezse notlarının yükseleceğinden ümitli. Mehmet liseye devam edebilmek ve muhasebeci olmak istiyor. Mehmet, ailesinin i e dönmesi için yaptığı baskıdan öfkeli bir ekilde bahsediyor: 59 Okula gideceğim diyorum, gitmeyeceksin diyor. Gidiyorum, çalı acaksın diyor. Çalı mayacağım diyorum. Kaç kere kütüphaneye gidiyorum, sen dı arı çıkıyorsun diyor, oyun oynamaya falan. Ya bilmiyorum. Abla aslında ben bu sene kendime söz vermi tim, ben okula gitmeyecektim. O kadar sinirlendirdiler ki abla. Öyle, seni okula göndermeyeceğiz, seni okula göndermeyeceğiz, seni okula göndermeyeceğiz. Ben yani kendime söz vermi tim dedim i te, okula giderken beni göreceksiniz bir de gitmezken göreceksiniz. Gerçekten söyleyeyim abla kaç kere kötü arkada larla da takıldım abla. daha büyüklere takılıyordum ben. O kadar sinirlendim ki abla, ey de kullanıyorlardı, sigara. Ama anlamadılar abla. Kendime zarar veriyordum. Her ne kadar yılın geri kalanında çalı mamak konusunda kararlı görünse de, bunda ba arılı olup olamayacağı sorulduğunda durumun belirsizliğinden belirginle iyor. Mehmet için iyi notlar almak ne kadar büyük bir ba arı ise alamamak da bir o kadar yük oluyor ve derdine yardımcı olabilecek öğretmen desteğini bulamadığından yakınıyor. (Öğretmenin mesela biliyor mu senin çalı tığını?) Bazen biliyor, bazen anlatıyorum. Nasıl söyleyeyim abla, mesela ders var, yapamadığım zaman niye yapamadın diyor. Hocam i teydim diyor, çalı ıyor musun diyor, çalı ıyorum diyorum. Bazen de unutuyor çalı tığımı unutuyor, ey yapmıyor. Kızmıyor da söylüyorum yine, tamam yap diyor, çalı san da yap diyor. Okula o zaman niye geliyorsun ders çalı amıyorsan o zaman diyor. Mehmet, aile desteğinden mahrum olarak okula gitmek ya da akademik ba arılarına ket vurarak çalı mak ikileminden kurtulu yolunu bulmada yalnız bırakıldığını açıkça gösteriyor. Batu, bir yandan Açık Lise’ye kayıtlı ve Öğrenci Seçme Sınavı’na hazırlık için dershaneye giden, bir yandan da bir tekstil atölyesinde tam zamanlı olarak çalı an 17 ya ında bir genç. Batu, öğretmen olmayı ve belki de çalı mak için Mardin’e dönmeyi amaçlayan, disiplinli ve çalı kan bir genç portresi çiziyor. Akademik ba arıya dair bu güçlü hedefleri 6ıncı sınıftaki bir öğretmeniyle olan önemli payla ımlara dayanıyor. imdi, Mardin’deyken yani ilk yani birden dörde kadar okula giderken doğru dürüst okula gidemiyorduk. Yani bir bir tarlaya gidiyorduk, ordan ordan ey topla hayvanlar için ottur udur budur toplarken okula doğru dürüst gidemiyorduk. Ama ben okula tam ey altıncı sınıfta ba ladım. Altıncı sınıfta bir tane hocamız vardı, sosyal hocası, okulda herkes korkuyordu ondan. Ders çalı ın yarın bana bu konuyu anlatın dedi. Evet, bende coğrafyadan baya çalı tım, baktım hoca dedikleri gibi değil, baktım iyi yani ders çalı tıktan sonra aferin filan diyor. Bende tamam bundan sonra çalı ayım. ey yaptım yani, altıncı sınıftan itibaren artık bir eyler dü ünmeye ba ladım. Fazla bilgimiz yoktu. Niçin gidiyorduk, bitirdikten sonra ne sahibi olacağız, hani 1’den 5’e kadar hiç, yani okul nedir diye doğru dürüst bir ey bilmiyorduk hiç. Yazı yazıyorduk, ne olacağımızı bilmiyorduk. İlk be yıl notlarım kötüydü. Okula gitmediğim için 60 ancak geçebiliyorduk sınıfı, okula gitmiyorduk çünkü. Sonra çalı tım te ekkür aldım. Buraya geldik, karnemle te ekkürüm buraya gönderildi. Batu İstanbul’a temelli ta ınmadan önce iki yaz boyunca su satmak için gelmi . 7inci ve 8inci sınıfa İstanbul’da devam etmi ve her iki yıl da takdir ve te ekkür alarak çok ba arılı olmu . Okula devam ederken bir yandan da çalı mı . 8inci sınıftan mezun olduktan sonra liseye gitmesine izin verilmemi ve bir tekstil atölyesinde tam zamanlı olarak çalı maya ba lamı . Okula devam etmesine engel olan ko ulları öyle dile getirmi tir: Bir de dayımın bir tane oğlu vardı, bilmiyorum ne okuyor, üniversite mi lise mi, Bursa’daydı. imdi ona baya baya para gönderiyorlardı. E, bende kayıt olacağım, babama da kötü örnek oluyor. Senin oğlunda böyle okusa, bu kadar para harcayacak. Oradan, babam da onun dediğine kandı. Bir de babaannem vardı, o ey diyordu çalı acak kimse yok. Yani bu gittikten sonra kim çalı acak? Bir yandan babaannem söylüyor, dayımda her ay bu kadar çok para gönderdim diyordu. Göndermedi. Bizim arkada ın abisi, o da Açık Liseye gidiyordu oradan geldi aklımıza. Tamam ben de gittim kaydımı yaptırdım. Yani babamdan habersiz... Açık Lise’ye kayıt yaptırma kararı Batu’nun hayatında çok önemli bir rol oynamakta. Halen derslerini tamamlayıp ÖSS’e girmek için çok fazla çalı ıyor. İ yerinde çok ağır sorumlulukları olmasına kar ın görece iyi kazandığı dü ünüldüğünde, aldığı maa ın bir öğretmeninkiyle kar ıla tırılabilmesi sebebiyle kendisine çoğu zaman öğretmen olma isteğiyle ilgili aka yapılıyor. Batu, benzer durumda olanlara Açık Lise’ye kayıt ve üniversiteye devam ansını kaybetmeme konusunda tavsiyeler veriyor. Öğretmenlerle ders i lemeyi özlediğini ve kendisini dershanede düzenli liseye giden öğrencilerden geride hissettiğini ifade ediyor. Okul Güvenliği Mehmet’in okulunda silahların varlığı, iddet içeren günlük kavgalar birçok örnekte ifade edilmi tir. Mehmet kimi zaman okul müdürünün bile çaresizce korktuğu olaylardan bahsetti; müdürün problemli öğrencilerin “büyükleri”nden biri tarafından saldırıya uğradığı zaman olduğu gibi. Okul içindeki iddet ya da uyu turucunun okuldaki ula ılabilirliği Mehmet’in okuluna has bir sorun olmadığından, okul güvenliği üstünde durulması gereken bir konudur. Ayrımcılık ve Sosyal Dışlama Batu sınıfta ya adığı ayrımcılıktan uzunca bahsetti: 61 Baya baya bir yabancılık çektik ilk sene. Çünkü, bizim bir de Türkçemiz fazla geli memi ti. Orada okulda zaten tek hocayla Türkçe konu uyorsun. Arkada larınla hepsiyle Kürtçe. Arkada lar konu uyordu hani. Bizimle alay etmi . Köyden gelirken öyle diyorlar ya. Hani köyden gelmi bilmiyor. Ama kendi içimizde ey dedik, geldik ama onlardan daha çalı kan olcaz dedik. Ben arkada yine aynı sınıftaydık i te. Birlikte çalı tık. İlk dönemde te ekkür aldık. İkincisinde takdir aldık. 6. sınıfta ey olmu tuk ya, hani devamlı okula... 7 ye de devam ettik. Ordan artık öğretmenlerle de ey olduk. Bir de 8. sınıfta, bir de zaten ba lamı tık. Ondan da te ekkür aldık, takdir, o da iyi oldu. Bizim sınıfta bir amcaoğlu vardı, bir iki bizim oralı vardı. Yani biz de kendi aramızda konu uyorduk. Diğerleri iyi diyordu yani, bizimle konu muyorlardı. Hani bunlar yokmu gibi, bir iki ki i olsaydık belki daha kötü olurdu, biz 4-5 ki iydik, bir de çalı ıyorduk, hocalarla aramız vardı. Bizimle fazla ey yapmıyorlardı. Ama arkada lık olsun, fazla bizimle arkada olmuyorlardı. İ te yani ayrımcılık yapıyorlardı, Kürt-Türk diye. Ordan yani, bazen yani ey, ordan negatif enerji alıyorsun, kendini kötü hissediyorsun. Bizim orada, yani, erkekle kız eyi vardır. Örneğin, konu muyorduk. Ama burada, önümüzdeki kızdan bir ey istiyorduk, veriyorduk. Yani vermiyorduk, niye böyle yani bizde böyle. Yani ey gelenek böyleydi. Onlarla tam yani böyle alay etmi gibi oluyorlardı. Yani böyle isterken bile seni küçümsemek istiyorlardı. Batu benzer tecrübelerinden bahsetmeye devam ediyor ve akıldan çıkmayacak bir soru soruyor. Bana sokaklarda çalı tığı zamanlardan kalma adli sicilinin öğretmen olmak için herhangi bir zorluk çıkartıp çıkartmayacağını soruyor: Su satarken, selpak satarken baya hani polisler geliyor bizi alıyordu adın ne, soyadın ne, nerelisin. Bizde ey diyoruz örneğin bir meslek seçerken acaba bunlar bizim üzerimizde olumsuz bir ey olur mu? Konu mamız boyunca etnik kimlik eksenli konularda; ayrımcılık korkusu, adil olmadığını dü ündüğü eylere kar ı kızgınlığını ifade ederkenki kısıtlı duyguları ve hakim kültüre dahil olmak için doğru eyi yapma isteği açıkça hissediliyordu. Mehmet ayrımcı bir hareketle kar ıla madığını belirtirken ev dı ında Kürtçe konu mamaya özen gösterdiğini ekliyor. Bunu ailesinin geli tirdiği “basit bir alı kanlık” olarak tanımlıyor. Her iki genç de Türk arkada ları olmadığını belirttiler. Bu onlar tarafından “seçilmi ” bir durum olsa dahi yine de hakim kültürden dı lanmanın derecesini yansıtmaktadır. 62 Mahalle Hem Mehmet hem de Batu mahallerinde ya amanın tehlikelerine dikkat çektiler. Diyarbakırlılar ve Bingöllüler arasındaki anla mazlıktan, hırsızlık çetelerinin liderlerini aramak için gelen polisten ve neredeyse her gün ya anan hırsızlık olaylarından bahsettiler. Bir öyküde Mehmet gündüz vakti bütün kom ular seyrederken meydana gelen bir hırsızlık olayını anlattı: Yani artık öyle bir hırsızlık olmu ki yani sabahın saat 7’sinde ben evden çıkıyorum, annem camda, karde imle okula gidiyoruz. Adamın biri, sabahın körü abla herkes yanından geçiyor, adam tırmandı cama çıktı, oradan evin içine girdi, 5-10 dakika sonra yine çıktı. Herkesin gözünün önünde, hiç kimsenin yani, zaten sen napıyorsun dese, zaten o adam bitti, kimse bir ey diyemiyor. Bülbül Mahallesi’nde her iki gencin dikkat çektiği en büyük tehlike silahlara ili kin. Mehmet kendisi için korktuğunu reddetse de, sokakta oynamak için dı arı çıkan iki küçük karde i için endi elendiğinden bahsetti. Her gece silah sesi mutlaka var. Yani ne yaptıkları belli değil bir anda oluyor, bir anda oradan 5 ki i oradan 10 ki i derken ne olduğu belli değil yani. Bir anda çıksalar... sabah bile oluyor bazen. Bir eye çok korkum var, karde lerim filan caddeye çıkıyorlar, sokakta oynuyorlar, onların ba larına bir ey olursa, yani onlardan korkuyorum. Uyu turucu da Bülbül Mahallesi’nin bir parçası. Mehmet ve Batu mahalle de varolan uyu turucu piyasasını ve gençlerin, yeti kinlerin ve hatta bazı kadınların da uyu turucu kullandığını anlatıyorlar. Batu mahalledeki gençlere ili kin gözlemleri hakkında detaylı olarak konu tu. Zengin çocuklar gibi ya ayıp son moda kıyafetleri giyme isteği uyandıran gelir farklılıklarının mahalle genelinde yarattığı çaresizlik hissinden bahsetti. Batu, fazla para kazanamayacak olma hissinin yarattığı dü kırıklığının kimilerini hırsızlık çetelerine dahil olmaya kadar götürdüğünü ifade etti. Batu ve Mehmet’in bu çetelerin reisleri olarak aynı isimleri vermesi mahallede ne kadar bilindiklerini göstermektedir. 63 Sonuç Mehmet ve Batu kendileri için doğru kararları verebilmek için bir çok zorluğa göğüs germesi gereken bir çok açıdan güçlü özellikleri olan gençleri temsil ediyorlar. Ailelerinin içinde bulunduğu ko ullar onlara hayallerindeki i i sunacak eğitime giden yolda büyük engeller olu turmaktadır. Her ne kadar Batu ve Mehmet eğitime devam konusunda kararlı olsalar da, kararlılık bu tip fırsatları değerlendirebilmek için yeterli olmamaktadır. Daha dü ük eğitim hayalleri ve ba arısı olan gençler 8inci sınıfı bitirmeden okulu kolaylıkla bırakabilmekte ya da liseye devam için bu kadar mücadelelere girmemeyi seçebilmektedirler. Okullar tek ba larına, yoksul mahallelerdeki bu çocuklar için vaat edilen refah ortamını sunamamaktadır. Eğitim sistemi ciddi saldırı altındadır ve artan uyu turucu ve iddet olayları ile ba edebilecek gerekli kaynaklardan mahrumdur. Gençler kendilerini yalnız ve daha varlıklı ya ıtlarına sunulan koruyucu mekanizmalardan mahrum bırakılmı hissetmektedirler. sorunlar çok yönlü ve kronik olduğundan yoksulluk içindeki çocuk ve gençlere yönelik yardım giri imleri öncelikle gençleri etkileyen ko ulları anlamayı hedeflemelidir. Türkiye’de, küçük çocukların düzenli sağlık kontrolü ya da çocukların okula devamı kar ılığında verilen ko ullu nakit transferleri gibi çocuk odaklı sosyal yardım planlarının ve bunun yanında aileler için asgari ücret planlarının geni letilmesi gerekmektedir. Ayrıca KNTlerin, verildiği ki ilerin ko ullarını iyile tirici ve güçlendirici bir yapısı olmalıdır. Devlet okulları aileler üzerindeki harcamaları kısmak amacıyla gerekli mali desteğe sahip olmalıdır. Okul ve mahalleler çocuklar için en temel sosyalle me alanı olduğundan her ikisinin de sosyal birliktelik ve uyum yaratacak sosyal politikalarla desteklenmesi gerekmektedir. Çocuğun parasızlık yüzünden dı lanmaması için okul faaliyetleri ücretsiz olmalı ve bu faaliyetler okul sisteminin mikro alanı içinde bütünleyici bir görev görmelidir. Yoksul mahalleler için toplum odaklı sosyal hizmetlerden toplum merkezleri aracılığıyla yararlanabilmelidirler. Okullar ve toplum merkezleri mahalledeki çocuk ve gençlere iyi hizmet sunmak için ortak hareket edebilmelidirler. Mahalleye aktarılan kaynaklar gençleri olumlu geli meye yönlendirebilir. Son olarak, çocuk emeği yasalarının daha güçlü bir ekilde uygulanmalı ve i yerleri çocuk emeğinin sömürüsüne kar ı denetlenmelidir. Bütün bu deği iklikler yardım giri imi düzeyindeki çabalarla değil, hak odaklı politikalar çerçevesinde gerçekle melidir. 64 BÖLÜM 3 ARA TIRMA SONUÇLARI VE ANALİZLER ANKET HAZIRLIĞI: DERİNLEMESİNE GÖRÜ MELER VE FOKÜS GRUPLAR Anketimizi daha iyi bir ekilde kurgulamak amacıyla öncelikle yerel ve merkezi yönetimde sosyal hizmetlerden sorumlu idareciler, yoksulluğu ve sosyal dı lanmayı azaltma alanında çalı an STKlar ve genel olarak sosyal politika alanında çalı an ara tırmacı/akademisyenlerle derinlemesine görü meler yapmayı ve ikinci olarak da 12 tane (incelenen her ilde iki er tane olmak üzere) foküs grup çalı ması yürütmeyi uygun gördük. Derinlemesine görü melerin ilk grubu (yerel ve merkezi yönetimden) idarecilerle, sosyal politikaların nasıl tanımlandığı, kurgulandığı ve uygulandığını anlamak amaçlı—sosyal desteğin niteliği, hedef kitlenin belirlenmesi/kategorilendirilmesi ve yapılan yardımların etkilerinin belirlenmesi gibi konular üzerinde—gerçekle tirildi. Aynı zamanda, bu yardım mekanizmalarındaki yöneti im boyutuyla da (yani belirli bir [nakit ya da ayni] yardımın farklı ihtiyaçları olan insanlara nasıl dağıtıldığı ile) ilgilenmekteydik. İkinci grup görü me, sosyal konular ve sosyal dı lanma üzerine çalı an STK temsilcileriyle yapıldı. STKların aktiviteleri sokak çocuklarından Alevilere, engellilerden e cinsel haklarına, hüküm giymi ki ilerden zorunlu göçmenlere, insan haklarından namus cinayetlerine uzanan çok farklı alanları kapsıyordu. Bu kesimle görü ürken, etkinlik alanlarını, diğer STKlar ve yerel/merkezi hükümet ile kurdukları ortaklıkların niteliklerini ve yapılmasını istedikleri politika deği ikliklerini konu tuk. Haliyle, yalnızca (geçmi /bugün/gelecek) hareket planlarına dair değerli görü ler edinmekle kalmayıp, sosyal dı lanma konusuna çok farklı açılardan (tanım, sebeplendirme ve çözüm sunma vb. gibi konularda) değinen payda ların varlığını da gördük. Son olarak, kayıtdı ı ekonomi, istihdam sorunu ve yoksulluğun tezahürlerini bazı meslekta larımızla tartı ma fırsatımız oldu. Bütün görü meler (ve ayrıca bize sunulan yazılı malzeme) farklı payda ların ve sosyal yardım alanında çalı an farklı resmi birimlerin tutumunu anlamada bize fazlasıyla yardımcı oldu ve aynı zamanda ülkedeki sosyal yardımın niteliğini daha iyi kavramamıza katkı sağladı (yürüttüğümüz derinlemesine görü melerin listesi bu bölüme ek olarak sunulmu tur). Yoksulluğa ve sosyal dı lanmaya sebep olan konular üzerine seçilmi ehirlerin gecekondu ve kentiçi yoksul bölgelerinde ya ayan ki ilerle toplam 12 foküs grup çalı ması yürüttük. Muhtemel coğrafi farkları görmek için her ehre gitmeye ve kadın-erkek arasındaki muhtemel farklıla mayı yakalamak için de biri erkeklerle diğeri kadınlarla olmak üzere her ilde iki er grupla çalı maya karar verdik (kadın ve erkekleri karı tırmamak için fazladan bir nedenimiz daha vardı: geçmi tecrübelerimiz dü ük sosyo-ekonomik statüdeki kadın ve 65 erkeklerin bir araya geldikleri zaman rahat ve özgür bir ekilde konu amadıklarını göstermi ti). Foküs gruplar profesyonel bir ara tırma irketi tarafından tasarlanmı tır ve ara tırma ekibi ise moderatör olarak görev almı tır. Ekip ba langıçta ara tırmanın amacını açıkladıktan sonra kimliklerinin gizli kalacağını garanti etmi tir. Toplamda 39 erkek ve 44 kadın foküs gruplara katılmı tır. Erkekler için ortalama ya 37.5’tur; 5’i mevcut durumda i sizken, geri kalanı kayıtdı ı sektörde çalı maktadır; 32’si evli ve çocuklu, 4’ü engelli ve 32’si göçmendir. Kadınlar için ortalama ya 34.5’tir; 6’sı henüz evlenmediğinden ailedeki bebek ya da ya lıların bakımını üstlenmi durumdadır; 12’si evde üretim yapmakta ya da hizmet sektöründe yarı zamanlı çalı maktadır (temizlik i i çoğunlukla); 3’ü kayıtdı ı ekonomide çalı makta; 2’si engelli ve 38’i göçmendir. Konu mayı u ba lıklar eklinde yapılandırdık: • • • Yoksulluğun tezahürleri, sağlık, eğitim ve ya am ekli üzerindeki etkisi Engellilerin sorunları Sosyal dı lanmanın ekonomik olmayan türleri, yani kültürel, politik ve mekansal • dı lanmalar • Çe itli kamu/özel birimlerinden alınan sosyal destek • • Yoksullukla mücadelede ailelere destek olan sosyal ağlar Yoksulların ya adıkları sorunlar ve gördükleri yardım, destek açısından göç hikayeleri (göç etmi olanlar için) (Kadınlar için) Ev/i /toplum içinde ya adıkları ayrımcılığın niteliği Her foküs grup yakla ık üç saat sürmü ve konu malar asistanlar tarafından not edilmi tir (kayıt tutmanın zorlukları önceki foküs grup çalı malarında gözlemlenmi tir; zira ki iler genellikle oto-sansür ihtiyacı duymaktadırlar). Daha sonra notlar üzerinden gidip bazı kategorilendirme araçlarıyla (ATLAS yazılımı da dahil olmak üzere) anketimizin soru modüllerini olu turduk. Toplantılar esnasında ön plana çıkan hususları u ekilde özetlemek mümkündür: • Çok boyutlu bir düzlemde kar ımıza çıkan yoksulluk (ya am ko ulları, çocukların eğitimi ve sağlık hizmetlerine ula ım gibi), hemen hemen tüm konu maların odağındaydı. Ayrıca, yoksulluğun dinamik niteliğine dair bir vurgu yapılmaktaydı; yoksulluk nedeniyle çocuklarının iyi eğitim alamadıkları ve dolayısıyla ilerde onların bugün kendilerinin yapmakta oldukları i lerden daha iyi i imkanlarını 66 yakalayamayacaklarının altı çizilmekteydi. Bu bağlamda, okula gönderilen çocukların ilave masraf kapısı olduğu (hem ula ım, ders malzemesi ve okulda yemek masrafları olarak hem de okulca istenen “bağı lar” nedeniyle) ve aynı zamanda okula giden çocuğun artık evde ya da dı arıda çalı ıp evin bütçesine katkı yapamayacağı ya da • evdeki küçük karde lere ve ya lılara bakamayacağı ifade edilmekteydi. Yukarıda bahsedilen, çocuğun okula gönderilmesinin aile bütçesine yapacağı ilave masraflar dı ında, okula gönderilen çocukların alacağı eğitimin niteliği hakkında kötümser olmalarına dair bir dizi neden sıralanmı tır: kimileri mahallelerindeki okullarda eğitim kalitesinin dü ük olduğundan dem vurmu lar (dolayısıyla kentçindeki okullar arasında eğitim açısından farklar bulunduğuna i aret etmi ler); kimileri çocukların düzgün çalı ma ortamlarının olmaması (evlerin küçük ve kalabalık olduğu mahallelerde kütüphane ve okuma odalarının bulunmayı ı) ve müfredat dı ı etkinliklerin bulunmaması sebebiyle çocukların verimlerinin dü ük kaldığını belirtmi ler; kimileri okullarda ve yakınlarında artmakta olan suç olaylarından kaygılandıklarını söylemi ler; ve kimileri de kız öğrencilerin okula gönderilmelerinin önündeki kültürel engellerin hâlâ bulunduğunu vurgulamı lardır. Sonuçta, ekonomik ve diğer bir dizi etmenin yoksul mahallelerde çocukların eğitime ula malarının önünde engeller olu turduğu vurgulanmı , bunun da yoksulluk-dü ük • eğitim-dü ük ücretli i -yoksulluk fasit dairesine neden olduğu belirtilmi tir. Yoksul mahallelerde ya ayan kesimin en önemli sorununun formel kesimde i bulamama olduğu dile getirilmi tir. Katılımcılar, kendileri de dahil olmak üzere, mahallelerindeki büyük çoğunluğun aslında uzun dönemli i siz olmadıklarını ama dü ük ücretli i lerde, i garantisi ve sigorta olmadan çalı makta olduklarını ifade etmi lerdir. Tüm katılımcılar için sık i deği tirmenin ya amlarının bir parçası olduğunu anlıyoruz. Dolayısıyla, bir dönem çalı mayı bir dönem i siz günler izlemekte ve sonuçta mahalledeki dükkanlara ve ev sahiplerine (ve kimi arkada lara) borçlanma kaçınılmaz olmaktadır. Ayrıca, katılımcılar, son zamanlarda enformel kesimde istihdam edilen kaçak yabancı i çi sayısında artı lar olduğunu vurgulayarak, bu durumun ücretlerin dü mesine neden olduğunu belirtmi lerdir. Enformel kesimde bile i bulabilmenin sosyal ağlara bağlı olduğu vurgusundan hareketle, ilave bir nokta zorla göç eden katılımcılarca dile getirilmi tir: Kente geldiklerinde hemen hemen hiç tanıdıkları olmadığı için i bulma konusunda zor anlar ya anmı tır. Ezcümle, ortaya çıkan tablo, çalı an ama aynı zamanda yoksulluktan kurtulamayan bir kesimle – “çalı an yoksul”—görü mekte olduğumuz yönündeydi. Son olarak kimi katılımcılar 67 çalı ma artlarının acımasızlığından dem vurdular—haftada 60 saat çalı ma, güvensiz • çalı ma ortamı, ücretlerin ödeneceği konusunda belirsizlik vb. Son noktayla bağlantılı olarak, katılımcılar aslında (ayni ya da nakdi) yardım istemediklerini fakat formal kesimde i olanaklarının arttırılmasını talep ettiklerini tekrar tekrar dile getirmi lerdir—i güvencesi, sosyal güvenlik ve planlarını yaparken güvenebilecekleri aylık sabit bir gelir. Ekonomik hayatlarındaki belirsizlikler, • dolayısıyla, katılımcıların en büyük huzursuzluğu olduğu ortaya çıkmaktadır. Sağlık hizmetlerine ula mada kar ıla ılan sorunlara neredeyse tüm toplantılarda değinilmi tir. Kendileri gibi sağlık sigortası olmayan geni bir kesimin ailede bir ameliyat ya da sürekli bakım gibi bir durumla kar ıla tıklarında çok zor anlar ya amaya mahkum oldukları dile getirilmi tir. Ayrıca, sigortalı olunduğunda bile önemli bir ameliyatta (“bıçak parası” adı altında doktorların aldığı kanundı ı paralar da dahil olmak üzere) yüksek mertebede harcama yapmak zorunda kalındığından dem • vurulmu tur. İlintili bir konu, Ye il Kart için ba vuranların, bu kartın dağıtımı esnasında adil olunmadığı yollu—yerel yöneticilerin kimi aileleri kayırarak e it davranmadıkları— kaygılarını dile getirmi olmaları söz konusudur. Zorla göç eden kesim ise, göç ettikleri yerde bulunan ama halihazırda kullanamadıkları mal varlıklarından (ev/tarla) dolayı kendilerine Ye il Kart verilmemi olunmasından kaynaklanan rahatsızlıklarını • dile getirmi lerdir. Tüm harcamalar dahil be nüfuslu bir ailenin (anne-baba ve üç çocuk) tüm masraflar dahil olmak üzere minimum aylık gelir miktarları sorulduğunda, İstanbul’dakiler yakla ık 1,250 YTL derken, İzmir ve Ankara için rakam yakla ık 1,000 YTL, Gaziantep ve Adana için yakla ık 850 YTL ve Diyarbakır için yakla ık 650 YTL ifade edilmi tir. Katılanların çoğu bu meblağı kazanamadıklarını ifade etmi lerdir (ki • çoğunun çocuk sayısı da üçten fazladır). Resmi kurumlardan alınan (ayni ve nakdi) yardımlarla ilgili görü leri sorulduğunda, katılımcıların çoğu yardımların dağıtımında adil davranılmadığını ve yardımların çok bölük-pörçük olduğunu belirtmi lerdir. Çoğu katılımcı, ayni ve nakdi olarak yapılan birçok yardım yerine aylık tek bir ödemenin çok daha fazla tercih edileceğini, zira hem böylece her hanenin meblağı dilediği alanda kullanabileceğini hem de yardımlar pe inde ko mak zorunda kalınmayacağını dile getirmi lerdir. STK’lardan yardım 68 alınıp alınmadığı sorulduğunda ise, gelen yardımın önemli nitelikte olmadığı ifade • edilmi tir. Katılımcıların hepsi göç etmi ki iler oldukları için, köylerine dönmeyi dü ünüp dü ünmedikleri sorulduğunda, gönüllü gelenlerin hepsi artık kentle bütünle mi oldukları için geri dönmeyi dü ünmediklerini, zorla göç edenler ise, geri dönü için destek verildiği takdirde, geri dönmeyi tercih edeceklerini ama çocuklarının kentte • kalmaktan yana olabileceğini ifade etmi lerdir. Sosyal ağları tartı ıldığında, katılımcıların çoğu ağların zaman içerisinde gücünü yitirmekte olduklarını, bunun da giderek daha fazla sayıda ailenin yoksulluk sınırının altına dü üyor olmalarından dolayı ba kalarına yardım edemez hale gelmeleri • nedeniyle doğal kar ılanması gerektiğini vurgulamı lardır. Engellilerin sorunları tartı ılmaya açıldığında ise, fiziksel engeli olan katılımcıların tümü, i imkanları, bakım ve destek bakımından yetersizliklerden dolayı ya amlarının daha da zorla tığını vurgulamı lar ve özellikle de ya adıkları alandaki mekansal sorunların altını çizmi lerdir. Ayrıca, bu katılımcılar almı • oldukları eğitimin kalitesinden duydukları memnuniyetsizliği dile getirmi lerdir. Son olarak da, katılımcılara hangi süreçlerde toplumsal olarak dı lanmı hissettikleri sorulduğunda, hepsi yoksulluğun dı lanma nedeni olduğunu belirtmi lerdir. Ayrıca, bazıları göç etmi olmanın bir dı lanma sebebi olabileceğini vurgularken, bazıları ise Kürt kökenli olmanın benzer sorunlar yaratabileceğini eklemi lerdir. İlave olarak, kimi kadın katılımcılar kültürel olarak toplumdan dı landıklarını belirtirken, birkaç kadın katılımcı evde ya adıkları iddetten duydukları rahatsızlığı dile getirmi lerdir. Foküs grup tartı malarının anketin hazırlanmasına verdiği katkılar çok fazladır. Takip eden sayfalarda anket çalı mamızın sonuçları sunulmaktadır. 69 ANKET SONUÇLARININ SUNUMU Anketin metodolojisi Anket çalı masının, bilindiği üzere, Adana, Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, İstanbul ve İzmir’in yoksul mahallelerinde yapılması istenmi ti. Bu altı kenti toplamda temsil edecek anket sayımız da (bütçe kısıtımız nedeniyle) 1,800 olarak belirlenmi ti. Dolayısıyla, bizi, öncelikli olarak, bu rakamın illere dağıtılması ve illerde de anketin yapılacağı yerlerin belirlenmesi i i beklemekteydi. Daha önce tartı tığımız üzere, gecekondular ve kentiçi çöküntü alanları hem mekan (binaların yapı kalitesi/estetiği, elektrik-su-tuvalet vb. sunduğu imkanlar, alan ve hacim) hem de coğrafya (altyapı sorunları, park/okul/hastane yetersizlikleri, kentin genelinden kopukluk) olarak olumsuz ya am ko ullarına sahip alanlardır. Ancak, anket çalı mamızın evrenini te kil eden bu alanların sınırlarına (ve dolayısıyla nüfuslarına) ili kin güvenilir bir ekilde kullanılabilecek bilgi, bilindiği üzere, mevcut değildir. Ayrıca, yine Türkiye bağlamında bilinen bir gerçek, yoksul mahallelerin sınırlarının (eğer bir sınır olu turabiliyorsak) zaman içerisinde çok deği ken olduğudur. Bu durumda, anketimizin evrenini ad hoc olarak biz kendimiz belirlemek durumunda kaldık. Her kent için yoksul mahalleler u ekilde belirlendi: 1. Maliye Bakanlığı’nın her yıl yayınlamakta olduğu “Emlak ve Arsa Rayiç Bedelleri”nin 2005 yılı verileri üzerinden altı kent için mahalleler anılan değerlere göre sıralanıp, emlak ve arsa değeri en alt yüzde 25’lik kesimde olan mahalleler seçildi. Bu seçim ile ilk elek olu turuldu. 2. Altı kent için TÜİK’in hazırlamı olduğu 2000 nüfus sayımı ve 2001 gayri safi yurtiçi üretim değerlerine göre kent bazında hesaplanmı olan “kent ölçeğinde ki i ba ına gayri safi yurtiçi hasıla” verileri kullanıldı. Ki i ba ına dü en hasıladan hane ba ına dü eni hesaplamak için, kent bazındaki hanehalkı büyüklüklerine referansla, Ankara, İzmir ve İstanbul için iki yeti kin, biri 14 ya üstü olmak üzere iki çocuk, Adana ve Gaziantep için iki yeti kin, biri 14 ya üstü olmak üzere üç çocuk, Diyarbakır içinse iki yeti kin, biri 14 ya üstü olmak üzere dört çocuk eklinde aile yapıları varsayılarak ve EUROSTAT’ın kullandığı “e değerlik ölçeği (adult equivalence scale)” ağırlıklandırma yöntemi benimsenerek (ilk yeti kin 1 ağırlık, 14 ya üstü 0.5 ağırlık ve 14 ya altı 0.3 ağırlık; dolayısıyla Ankara/İzmir/İstanbul için 2.3, Adana/Gaziantep için 2.6, Diyarbakır içinse 2.9) kent bazında (ortalama) hane ba ına dü en yıllık hasıla 70 bulunmu oldu. Bu rakam, kent bazındaki (TÜİK’in hazırladığı) tüketici fiyat endeksleriyle 2005 yılına ta ındı. Dolayısıyla, elimizde her kent için ortalama bir hanenin 2005 yılı fiyatlarıyla olu turduğu hasıla rakamları olu tu. Bu rakamların 1/4’ü hesaplandı. Yoksul mahallelerde ya amın en önemli paydası yoksulluk olduğuna göre, görü melerin yapılacağı yerlerin hane ba ına ortalama gelirlerinin kent ortalamasının 1/4’ünün altında olmalıdır eklinde bir varsayım yapıldı. Bu seçim ikinci eleğimizi olu turdu. 3. Seçilmi olan mahalle muhtarları1 telefonla aranılarak, yapılacak bir bilimsel çalı ma için mahalledeki ortalama bir hanenin yıllık gelirinin ikinci kalemde hesaplanmı olan rakamın üstünde olup olmadığı soruldu. 4. Muhtarların cevaplarına göre ilk listeden elemeler yapıldı, böylece evrenimizi olu turan mahalleler belirlenmi oldu. Yukarda aktarılmı olan yöntemle yoksul kesime ula ılması hedeflenmi tir; böylece hem gecekondulara hem de kentiçi getto bölgelerine gitmemiz söz konusu olmu tur—gelirin belli bir meblağın altında olması ko uluyla. Mahallelerdeki haneler arası gelir varyansının ne olduğunu bilemediğimizden ve ayrıca daha önceki çalı malarımızdan varyansların haneler arasında farklıla tığı yollu izlenimlerimiz bulunduğundan, mahallelerdeki yoksul sınıflandırmamıza giren nüfus hakkında güvenilir bir verimiz yoktu. Dolayısıyla da, her kentteki evrenimizin nüfusuna dair bir tablo çıkartma imkanından yoksun olduğumuzdan, yolumuza u ekilde devam etmeyi uygun gördük: 1. Elimizdeki 1,800 anketi her kente e it sayıda böldük (300’er). 2. Her kentte, yukarıdaki yöntemle belirlenmi olan mahallelerden rastsal olarak 10 asıl, 1 yedek mahalle seçtik. 3. Her seçilen mahallede e it sayıda, yani 30 tane, anket yapmaya karar verdik. 4. Her mahalle için sokak seçimini rastsal olarak yaptık ve 10 asıl, 3 yedek sokak seçtik. 5. Her sokakta üç görü me yapılmasına karar verdik. 6. Haneye ula ıldığında ise, hanenin geçmi i, geleceği, gelir-gider durumu hakkında bilgi/söz sahibi olan aile reisi ya da e i/kocası ile görü ülmesinde isabet olduğu noktasından hareket ettik. 1 Sayfa 29’daki 8 no’lu dipnota bakınız. 71 Hanenin seçiminde ise iki ilave ko ulu uyguladık: 1. Anketimizde görü ülen ki iye yönelik sorular da bulunduğundan, kotalı gitmenin yararlı olduğunu dü ündük. Toplamda yüzde 50 kadın yüzde 50 erkek ile görü ülmesi ve yüzde sekiz engelli bulunması eklinde kota uygulamayı seçtik. Engellilik halini, görü ülecek ki inin kendi beyanına bıraktık. (Türkiye genelinde engellilik oranının yüzde 12 civarında deneyimlerimizden olduğunu hareketle, bilmemize kimi engelli rağmen, ki ilerin daha önceki görü me anket yapmak istemeyeceklerini tahminle, daha dü ük bir oran kotası konduğunda tüm hane bireyleri dikkate alındığında toplamda yüzde 12 civarına ula ılacağı tahmininden hareket ettik.) Bu kotaların, mahalle özelinde yüzde 20’lik sapmalar olabileceği esnekliğiyle, her kent için temin edilmesini art ko tuk. Bu kısıtlar ı ığı altında, sokaklardan hane seçiminde anketörlerin kendi inisiyatiflerini kullanmalarına izin verdik. Bir ilave kısıt ise a ağıdaki maddededir. Eğer asıl sokaklardaki hanelerden kısıtlar sağlanamıyorsa yedek sokaklara gitme imkanı bulunmaktaydı. 2. Bizim yukarıda tartı tığımız yöntemlerle seçilen mahallelerde “adalar” bulunabileceği, yani zengin kesimin ya adığı hanelerin varlığı, ihtimalini dikkate aldık. Bu durumda anketörlere yoksulların tipik binalarıyla ve bu binaların bulunduğu mekanla ilgili kategorik bilgi vermeyi ve bu tanım dı ına çıkan bir haneye gidilmemesi gerektiği uyarısını yapmayı uygun gördük. Bu çerçevede a. Bina kalitesi önemli bir parametredir: sıvasız ya da sıvaları dökülmü binalar, kötü kalite kapı/pencere, estetik kaygı bulunmayan asimetriler vb. b. Elektrik, telefon, su bağlantılarının düzgün yapılmamı olması c. Su bağlantısının bulunmaması d. Tuvaletin evin dı ında olması e. İlave in aata izin veren açıkta demirlerin bulunması f. Hanenin bulunduğu mekanın bakımsız, yol/kaldırım/ye illik gibi altyapı hizmetlerinden yararlanamamı olması özelliklerinin tümünü ya da bir kısmını ta ıyanlar dı ındaki binaların atlanması gerektiği anketörlere aktarıldı. 3. Bu kısıtlar altında anketler icra edildikçe anketör süpervizörlerinden anket kotalarını izleyerek anketörleri yönlendirmeleri istendi. 72 Dolayısıyla, evrenimiz net olarak bilinmediğinden istatistiksel anlamda temsili bir çalı ma yapılması mümkün olamamı sa da, elden geldiğince farklı mahallelere ve farklı sokaklara yayılması temin edilerek, olası sapmaların önüne geçilmesi amaçlanmı tır. Haneye giden anketörler, çalı manın amacını ifade etmi ler, ankete katılmanın gönüllü olduğunu, istedikleri an anketi sonlandırabileceklerini, verilen cevapların tamamen gizli tutulacağını aktarmı lar ve bu çerçevede hazırlanmı olan resmi bir yazıyı ibraz etmi lerdir. Anket esnasında bakıma muhtaç bebek/küçük çocuk dı ında üçüncü bir ki inin bulanmasına izin verilmemi tir. Yapılan anketlerin 1/4’ü anketörlerden bağımsız bir ekip tarafından telefonla aranılarak kontrol edilmi , bu kontrolü ya da ankete verilen cevaplar arasındaki mantık tutarlılığını sağlamayan anketler iptal edilmi tir. Çe itli nedenlerle ankete katılmak istemediklerini söyleyenlerin sayısı 112’dir; iptal edilen anket sayısı ise 86’dır. İlave olarak eklenmelidir ki, İstanbul’da bir mahallede bir grup mahallelinin anket çalı ması yapılmasını istemedikleri yollu tehditleri kar ısında o mahalledeki çalı ma sonlandırılmı ve yedek olarak seçilen mahalleye gidilmi tir. Bu durum dı ında rapor edilen bir olumsuzluk vuku bulmamı tır. Bir anket ortalama 40 dakika civarında zaman almı tır. Anketler 2 ile 19 Kasım 2005 tarihleri arasında icra edilmi tir. Olası iptaller dü ünüldüğünden, anketlerde hedeflerin biraz üzerine çıkılmı tır. Neticede, toplamda 1,863 anket geçerli olarak onaylanmı tır. Anketlerin yapıldığı kentleri ve geçerli anket sayısını Harita 1’den izlemek mümkündür. HARİTA 1- Projenin Yürütüldüğü İller İstanbul 325 Ankara 303 İzmir 306 Diyarbakır 312 Adana 316 Gaziantep 301 73 Anketin icrası bir profesyonel ara tırma irketi tarafından yapılmı tır. Anketörlere ve süpervizörlere Boğaziçi Üniversitesi’nde tüm gün süren bir eğitim verilmi , dikkat edilmesi gereken hususlar kendilerine aktarılmı tır. Nihai anket formu olu turulmadan evvel, dil, soru atlama vs hususlarında olası pürüzler temizlenmi tir. Anketörler yöreden seçilmi tir. Anket yapılacak ki ilerin bazılarının Türkçe bilmeme ihtimali göz önüne alınarak tüm kentlerde ama özellikle Adana, Diyarbakır ve Gaziantep’te Kürtçe ve Arapça’ya hakim olan anketörlerden soruların bu dildeki çevirilerini (sözel) olarak yapmaları istenmi tir. Demografya, Çalı ma Durumu, Ya anılan Evin Özellikleri, Göç İlk grup sonuçlar görü ülen 1863 ki inin ve hane üyelerinin genel bilgilerini sunmaktadır. ekil 1 ve 2 ile görü ülen ki ilerin genel demografik bilgileri aktarılmaktadır. Uygulanan kotalar uyarınca görü ülen ki ilerin kadın-erkek ve engelli-engelsiz ayrımları hedefler doğrultusunda belirlenmi tir (yarı erkek yarı kadın, yüzde sekiz engelli). Hane reisi ya da hane hakkında bilgi sahibi ki ilerle görü üldüğünden, bu, çoğu durumda, ebeveynlerle görü mek anlamına gelmi tir ve bu nedenle de görü ülenlerin ya ortalaması 42 olarak ortaya çıkmı tır. EKİL 1: DEMOGRAFYA- Cinsiyet ve Eğitim Görüşülen kişinin cinsiyeti Görüşülen kişinin eğitimi % 27 Okur-yazar değil Kadın 51% % 12 Diplomasız okur-yazar İlkokul Erkek 49% % 46 Orta/ilkoğretim %7 Lise %7 Üniversite % 1 FY/CY % 1 n=1863 Görüşülen kişilerin yaş ortalaması 41,9’dur. 74 EKİL 2: DEMOGRAFYA- Engellilik Hali Görüşülen kişinin engel durumu Engeli yok 92% Engeli var 8% Duygusal/ruhsal engeli var %5 %2 Görme engeli var Zihinsel engeli var %1 Ortopedik engeli var İletişim engeli var %1 %0 n=1863 Görüşülen kişinin bakım/tedavi ihtiyacı Bakım/Tedavi ihtiyacı yok 84% Bakım/Tedavi ihtiyacı var 16% n=1863 Hastalığı nedeniyle sürekli bakıma/tedaviye ihtiyacı var %9 Yaşlılık nedeniyle bakıma/tedaviye ihtiyacı var %4 Engeli nedeniyle bakıma/tedaviye ihtiyacı var % 4 Engellilerin yakla ık yarısı, tahmin edilebileceği üzere, sürekli bakıma gereksinim duymaktadır; ancak, bir engel durumu olmamasına rağmen sürekli bakım ya da tedaviye ihtiyaç duyanlar da dikkate alındığında, sürekli bakım/tedaviye gereksinimi olanların oranı yüzde 16 mertebesine çıkmakta ve neredeyse görü ülen altı ki iden birinin gereksinim içerisinde olduğu anla ılmaktadır. Görü ülen ki ilerin eğitim durumları ise Türkiye kent ortalamalarıyla kar ıla tırıldığında oldukça dü üktür. Okuma-yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 27 (Türkiye kent ortalaması yüzde on mertebesindedir2), hiçbir diploması olmayanların oranı yüzde 39 civarındadır (Türkiye kent ortalaması yüzde 20mertebesindedir). Lise bitirenlerin oranı ise yüzde sekiz mertebesindedir (Türkiye kent ortalaması yüzde 17 mertebesindedir). Okur-yazar olmayanların kadın-erkek dağılımına baktığımızda, kadınlarda oranın yüzde 39, erkeklerde ise yüzde 12 olduğunu görmekteyiz. 2 Burada ve ilerde Türkiye geneline ya da kentlerine dair verilecek bilgilerin anket sonuçlarıyla karşılaştırılmasının yapılmasında dikkat edilmesi gereken husus, çalışmamızda ağırlıklı bir şekilde ebeveynlerle görüşülmüş olmasından dolayı yaş ortalamasının Türkiye ortalamasının fevkinde olmasıdır. Oranlar yaş ile değiştiği ölçüde karşılaştırmalarımızın sağlıklılığı sorgulanmak durumundadır. Aksi belirtilmedikçe, Türkiye ile ilgili istatistikler TÜİK’ten alınmıştır. 75 EKİL 3A: GÖRÜ ÜLEN Kİ İNİN ÇALI MA DURUMU- Erkekler % 19 E m ekli İşsiz-İş arıy or % 13 % 6 R ahatsızlığınd an d olayı süre kli ola rak ç alışam ıyor Ç alışm ıyor-iş de a ram ıyor Ö ğren ci R ahatsızlığınd an d olayı geçici olarak ç alışam ıyor %2 %0 %1 Ö zelde /kam uda işçi % 20 D önem lik-m evsim lik işçi % 19 E vde veya dışa rıda parça b aşına -gü nd elik işler yapıyor %7 K üçük-orta es naf % 6 S eyyar satıcı Ö zelde /kam uda m em ur %4 %2 T arım hayvanc ılık %1 D iğer %0 n: 922 EKİL 3B: GÖRÜ ÜLEN Kİ İNİN ÇALI MA DURUMU - Kadınlar % 81 E v k a d ın ı E m e k li İ ş s iz - iş a r ıy o r R a h a t s ız lığ ın d a n d o la y ı s ü r e k li o la r a k ç a lış a m ıy o r Ç a lış m ıy o r - iş d e a r a m ıy o r Ö ğ re n c i R a h a t s ız lığ ın d a n d o la y ı g e ç ic i o la r a k ç a lış m ıy o r E v d e / d ış a r ıd a p a r ç a b a ş ın a g ü n lü k iş le r y a p ıy o r Ö z e ld e / k a m u d a iş ç i D ö n e m lik - m e v s im lik iş ç i K ü ç ü k - o rta e s n a f S e y y a r s a t ıc ı Ö z e ld e / k a m u d a m e m u r T a r ım h a y v a n c ılık d iğ e r %5 %1 %1 %1 %0 %0 %6 %1 %2 %1 %0 %1 %0 n: 941 %0 Çalı ma durumlarına baktığımızda ise ( ekil 3A ve 3B), kadın-erkek bazında önemli farklar görmekteyiz. Öncelikle vurgulanması gereken husus, görü ülen kadınların ağırlıklı bir oranda ev kadını olmalarıdır. Bu durumun aynadaki yansıması ise sadece yüzde 11 gibi bir oranda kadının çalı ma hayatına katılmakta olduğudur. Erkeklere bakıldığında ise yüzde 60 76 mertebesinde bir oranın çalı makta olduğu, i siz olanların ise yüzde 13 civarında bir oran olu turduklarıdır. Gündelik i lerin hem erkeklerde hem kadınlarda dikkati çeken bir oranda ortaya çıkmı olduğu bir diğer saptamadır. Bir diğer dikkat çeken husus, ağırlıklı olarak ebeveynlerle görü ülmü olunduğundan ve zaten üniversiteye devam da çok dü ük seviyede bulunduğundan, öğrenci oranının yüzde bire bile ula amadığıdır. EKİL 4: DEMOGRAFYA- Göçmenlik Hali ve Konu ulan Diller % 95 Türkçe Y erli/Oralı 34% Y eni göçm en 33% Arapça Eski göçmen 33% % 34 Kürtçe Batı dilleri %7 %3 * Y e n i v e e s k i g ö ç m e n liğ in h e s a p la n m a s ın d a k e n t m e d y a n ı e s a s a lı n m ış tı r . n=1863 Görü ülen ki inin ya anılan ilde mi doğup-büyüdüğü yoksa göç mü ettiğine ili kin soruya verilen cevaplardan yakla ık üçte bir oranındaki kesimin yerli olduğunu anlamaktayız. Göç edenleri “yeni” ve “eski” göçmenler olarak ayırmada öyle bir yöntem kullanılmı tır: Her kent bazında göç edenlerin göç etme yılının medyan değeri bulunmu , bu değerin altında kalanlar eski, üstünde kalanlar ise yeni göçmen olarak tanımlanmı tır. Aynı yakla ım, çalı manın yapıldığı altı kentin bütünü için de yapılmı tır (medyan göç yılı 1988 bulunmu tur). Bir ilintili ba lık, konu ulan dile aittir. Görü ülen ki ilerin yüzde be i Türkçe bilmemektedir, yüzde 34’lük bir kesim Kürtçe, yüzde yedilik bir kesim Arapça, yüzde üçlük bir kesim ise Batı dillerinden birini ya da bazılarını bilmektedirler; dolayısıyla görü ülen kesimin kabaca üçte birinin Kürt kökenli olduğunu dü ünebiliriz ( ekil 4). Hane ile ilgili genel resme dair ortaya çıkan ilk bulgu ( ekil 5) hanehalkı büyüklüğüne ili kindir. Altı kentte yaptığımız çalı manın ortalaması 4.7 iken (Türkiye kent ortalaması yakla ık 4.5’tur), bu ortalamanın kentlerden kentlere büyük farklar olu turduğunu görmekteyiz (Diyarbakır 5.7 iken, İzmir 3.8’dir). 77 EKİL 5: DEMOGRAFYA- Hanehalkı O r ta la m a h a n e h a lk ı b ü y ü k lü ğ ü 5 ,7 D iy a r b a k ır 5 ,2 G a z ia n t e p 4 ,8 Adana İs t a n b u l 4 ,3 İz m ir G enel O r t a la m a n=1863 4 ,2 Ankara 3 ,8 4 ,7 Hanehalkı büyüklüğünün haneden ki iye geçerken önem ta ımakta olduğunu imdilik vurgulamakla yetinelim. Hanelerin genel ya am ko ullarının belirlenmesinde kullanıla gelen iki soruyu biz de burada yönelttik ( ekil 6) ve toplamda yüzde 19 hanede tuvaletin ev dı ında olduğunu ve yüzde 18 hanede akan su bulunmadığını anladık. Ev sahipliği yüzde 40 mertebesinde olup, kira ödeyenlerin oranı ise yüzde 44 civarındadır; geri kalan yüzde 16’lık bir kesim ise akraba vb. nedenlerden dolayı kira ödememektedir—bu durum, akraba ve dost ili kilerinin belli bir oranda da olsa devam ettiğine ili kin tekil bir gözlem olu turmaktadır ( ekil 6). E ya sahipliğine bakıldığında ise ( ekil 7), dikkati çeken oranlar unlardır: Hanelerin yüzde 59’unda otomatik çama ır makinesi ve yüzde 29’unda Video/VCD oynatıcı varken, sadece yüzde be inde bilgisayar bulunmaktadır; İnternet bağlantısı ise ailelerin yüzde birinde bulunmaktadır.3 Bu arada görü tüğümüz ki ilerin yüzde 19’u günde üç öğün yemek yeme imkanından mahrum olduklarını, yüzde 82’si ise günlük gazete alamadıklarını söylemi lerdir. 3 Sayılan kimi eşyanın kullanımı tüm aileye pratik olarak açık değilse de (örneğin kredi kartı ya da cep telefonu), bu tür eşyaların hanede bir kişide bile olmasından hanenin diğer üyelerinin de yararlanacağı düşündük. 78 EKİL 6: DEMOGRAFYA- Ya anılan Ev Y a ş a n ıla n e v in d u r u m u % 44 K ir a ö d ü y o r u z % 40 E v k e n d im iz e a it E v a k r a b a la r ım ız ın ; k ira ö d e m iy o r u z E v b a ş k a s ın ın a m a k ira ö d e m iy o ru z % 14 % 2 E v in iz in iç in d e a k a n s u s is t e m i v a r m ı? T u v a le t in iz e v in iç in d e m i? H a y ır 19% H a y ır 18% Evet 81% E vet 82% n=1863 EKİL 7: E YA SAHİPLİĞİ % 96 T e lev iz yon % 89 B uz do lab ı E v telefo nu % 59 O to .çam aş ır m akine si % 59 % 51 C ep telefo nu % 49 F ırın % 35 E v /D aire % 29 V ideo /V C D player % 17 K redi kartı % 9 A rab a B ulaşık m akine si B ilgis ayar T a rla, b ağ, b ah çe İn tern et K o m b i/K alo rifer % 7 % 5 % 4 % 2 % 1 n=1863 79 Hayattan Memnuniyet Takip eden modül ile (bkz. ekil 8A ve 8B) görü ülen ki inin “hayattan ne derece memnun” olduğu ve “5 yıl sonraki ya am ko ullarını” ne yönde değerlendirdiği eklinde iki soru yöneltilmi tir. Bu sorulara verilen cevaplar, doğal olarak, öznel değerlendirmelerdir. Cevaplar 0 ila 10 arasında birer atlayan bir skala üzerinden alınmı olup (bu ve diğer benzer sorularda deneklere bir cetvel sunulmu ve cevapların nereye tekabül edeceği anlatılmı tır), ekillerde çe itli kategoriler bağlamında bu sorulara verilen cevapların ortalama değerleri sunulmu tur.4 EKİL 8A: HAYATTAN MEMNUNİYET I Hayatınızdan ne derece memnunsunuz? (0: Hiç memnun değilim; 10: Çok memnunum) 4 ,0 E rk e k 4,0 K a d ın 3 ,3 E n g e lli E n g e lli d e ğ il 4 ,1 4 ,1 Yeni g öçm en 4 ,2 E ski g öçm en 3 ,8 Y e rli/ O ra lı 3 ,6 Adana 4 ,5 A n k a ra D iy a rb a k ır G a z ia n te p 3 ,1 3 ,1 5 ,0 İs ta n b u l İz m ir 4,8 n=1863 G e n e l O rta la m a 4,0 İlk sorunun altı kent genel ortalaması 4 çıkmı tır; 5 değerinin “ne memnunum ne memnun değilim” eklindeki ortalama değere tekabül ettiği hatırlanacak olursa, çıkan sonuç hafif de olsa bir memnuniyetsizlik ifadesi olarak yorumlanmalıdır. Kadın/erkek ayrımının memnuniyet skalasında bir fark yaratmadığını ama engelli olmanın memnuniyetsizliği arttırdığını görmekteyiz. Yerli/göç etmi ayrımının fazla bir etki yaratması söz konusu değilken, çarpıcı sonuç bizi kentler arası farkların ayrımında beklemektedir. Diyarbakır ve Gaziantep 3.1 ortalama ile memnuniyetsizliklerini dile getirirken, İzmir ve İstanbul 5 civarında ortalamalar sunmaktadırlar. 4 Bu iki soruya verilen cevaplarda, ve ilerdeki birçok cevapta, sonuçlar kadın/erkek, engeli var/engeli yok, göç durumu ve yaşanılan ile göre sunulmuştur. Elbet, başka kategoriler de yaratmak ve yaratılan kategorilerin fark oluşturup oluşturmadığına bakmak mümkündür. Biz burada en önemli gördüğümüz boyutları ele aldık. Analiz kısmında kimi cevapların belirleyicilerini daha ayrıntılı değerlendireceğiz. 80 EKİL 8B: HAYATTAN MEMNUNİYET II 5 yıl sonraki hayat ko ullarının değerlendirilmesi (0: Çok Daha kötü olacak; 10: Çok daha iyi olacak) 4,1 Erkek 4,2 K a d ın 3 ,4 E n g e lli E n g e lli d e ğ il 4 ,3 Eski göçm en 4 ,1 4 ,2 Y e r li/O r a lı 4 ,2 Yeni göçm en 4,6 Ad a n a 4,2 An k a r a 3,7 3,8 3 ,8 D iy a r b a k ır G a z ia n te p İs ta n b u l İz m ir 4,7 n=1863 4 ,1 G e n e l O r ta la m a 0 0 ,5 1 1 ,5 2 2 ,5 3 3 ,5 4 4 ,5 5 Geleceğe yönelik beklentilerde de ( ekil 8B) durum çok benzer çıkmaktadır. İleriye umut konusunda genel ortalama 4.1 ile “gelecek kötü olacaktır” ucuna daha yakındır. Bir önceki soruda ortaya çıkan ayrımlar burada da kendini yenilemektedir. Bu modülün sunduğu tablonun içini doldurmaya yönelik olarak öncelikle eğitim ba lığını ele alalım. Eğitim Demografya ba lığında konu ulan ki ilerin yüzde 39’unun diplomasız olduğunu söylemi tik. Hanehalkında altı ya üzerindeki tüm ya ayanları (n=7,509) değerlendirdiğimizde ( ekil 9), yani evrenimizin ya ortalamasını a ağıya çektiğimizde, ve halihazırda ilkokulda okuyanların diplomalarını alacaklarını varsaydığımızda, diplomasızların oranı yüzde 26’ya gerilemektedir. Her ne kadar ilkokul terklerin olacağını reddedemeyeceğimiz için bu oranın artmasını biraz beklesek bile, yine de orandaki dü ü yüksektir ve bu da eğitim konusunda son yıllarda genç nesilde yakalamakta olduğumuz pozitif bir adımın atılmı olduğunu bize göstermektedir. Bu ne denli yeterli bir çabadır, bunu ileride değerlendirmeye alacağız. Ancak, önemli olan nokta, 1863 hanenin altı ya üzeri tüm bireylerini değerlendirdiğimizde bile ortaya çıkan eğitim durumunun yine de oldukça vahim olduğudur. Ayrıca, bu tablonun kentlere göre tezahürü ise kentler arası farkların çok geni olduğunu göstermektedir: Diyarbakır’da görü ülen 81 hanelerdeki altı ya üstü nüfusun yarısından fazlasının (yüzde 51) hiçbir diploması yokken, bu oran İzmir’de yüzde 12’ye dü mektedir. EKİL 9: EĞİTİM 6 yaş üzeri hanehalkının eğitim durumu % 18 Okur-yazar değil Okur yazar Lise öğrencisi Lise mezunu % 32 Gaziantep % 12 % 30 İlkokul mezunu İlköğretim/ortaokul mezunu % 51 Diyarbakır %8 İlkokul öğrencisi İlköğretim/ortaokul öğrencisi Her ilde okula gitmeyen hanehalkı üyelerinin oranı % 23 İstanbul %9 % 22 Adana %7 %5 % 14 Ankara %7 Üniversite öğrencisi %1 Üniversite mezunu %1 % 12 İzmir n=7509 % 26 6 il geneli Eğitimde cinsiyet boyutu ara tırılması gereken bir diğer önemli konudur. Verilerimizi analiz ettiğimizde a ağıdaki tabloda yansıyan dağılımı elde etmi olduk. TABLO 2: EĞİTİMİN CİNSİYET TEMELLİ DAĞILIMI (yüzde olarak) ERKEK KADIN TOPLAM Okur-yazar değil 10 26 18 Okur-yazar (diplomasız) 9 8 8 İlkokul öğrencisi/mezunu 46 39 42 Ortaokul öğrencisi/mezunu 18 15 16 Lise öğrencisi/mezunu 14 11 12 Üniversite öğrencisi/mezunu 2 2 2 100 100 100 TOPLAM 82 Tablodaki verilerin ifade ettiği gibi, eğitim alanında kadınların oldukça dezavantajlı oldukları ortaya çıkmaktadır. Görü tüğümüz hanedeki toplam kadınların dörtte birden fazlasının okuma-yazması bulunmamaktadır. EKİL 10: EĞİTİM- 7-15 Ya Okulla ma; Çocuğunu Okula Göndermemenin Ekonomik/Kültürel/Dini Nedenleri 7-15 yaş arasında olup da okula gitmeyenler için belirtilen sebepler 7-15 yaş arasındaki çocukların okullaşma oranı Ev/tarla işlerine yardım etmesi gereği Okula gitmiyor 12% Okula gidiyor 88% %1 n=216 Yakında okul olmaması Okuldaki başarısızlık %6 Okul çağında çalışmaya başlaması %6 Kız çocuğu olması Engelinin olması/sağlık sorunları yaşaması n=1837 %3 Okul masraflarının karşılanamaması İlave bir bilgi okula katılım üzerinedir. % 11 % 14 % 60 ekil 10 (ilköğretim çağındaki) 7-15 ya grubundakilerin (n=1837) ilköğretim okulla ma oranına bakmaktadır ve yüzde 12’lik bir oranın (216 çocuğun) okula gitmediği gerçeğini ortaya koymaktadır. Okula gitmeme nedeni olarak da (ankete cevap verenin perspektifinden bakıldığında) en ba ta okul masraflarının kar ılanamaması gelmektedir (yüzde 60), buna çocuğun çalı makta olması ve ev i lerine yardım amacıyla okula gönderilmemesi de eklendiğinde (yüzde yedi), okula gitmeme nedeninin yakla ık üçte ikisinin ekonomik gerekçeler olduğu ortaya çıkmaktadır. Engelli olanlara ya da sağlık sorunu bulunanlara uygun eğitim olanaklarının görü ülen yerlerde yeterince olmaması ya da bu eğitim birimlerine ula ımdaki zorluklar nedeniyle okula gidememek yüzde 14’lük bir ağırlığa sahiptir. Son yıllardaki çabalara rağmen kız çocuklarının okula gönderilmemesi, okula göndermeme nedeni olarak kar ımıza çıkmaya devam etmektedir (kız çocuklarının yakla ık yüzde üçü cinsiyetlerinden dolayı ilköğretime verilmemektedir). 83 EKİL 11: EĞİTİM- Sorunlar O k u la g id e n ç o c u k la rın k a rş ıla ş tık la rı s o ru n la r O k u ld a s o r u n u yok 35% S ın ıfın ç o k k a la b a lık o lm a s ı 10% D iğ e r 1% O k u lu n uzak o lm a s ı 5% E v o r ta m ın ın ç a lış m a y a uygun o lm a m a s ı 12% O k u lu n m a s r a flı o lm a s ı 37% n=2028 Görü ülen hanelerde okula (ilköğretim-lise-üniversite) giden tüm (7 ya üstü) çocukların (n=2028) okulda kar ıla tıkları sorunları, yine anketi yaptığımız ki inin perspektifinden, irdelediğimizde ise ( ekil 11), yakla ık üçte ikilik bir kesim çe itli sorunların bulunduğunu dile getirmi tir: Sorunların olduğunu söyleyenlerin yarıdan fazlası (yüzde 57) okulun masraflı olmasından ikayet etmektedir (toplamın yüzde 37’si), yakla ık yüzde 18’i ev ortamının çalı maya uygun olmadığını dile getirmektedir (toplamın yüzde 12’si), yakla ık yüzde 15 ise sınıfların kalabalık olmasından ikayet etmekte (toplamın yüzde onu) ve yüzde yedi gibi bir oran da okulun uzak olmasının altını çizmektedir (toplamın yüzde be i). Netice itibariyle, çocukları okula giden kesimin önemli bir kesimi okulla ilgili sorunlardan muzdariptir ve burada da iktisadi faktörler ön plana çıkmaktadır. 84 EKİL 12: EĞİTİM- Lise Planları 0 -1 5 ya ş a r a s ın d a o lu p d a o k u la b a ş la m a m ış y a d a o k u la g id e n ç o c u k la r la ilg ili L İS E p la n la rı M e s le k lis e s i o lu rs a o k u tu ru z L is e o k um a ya c a k , e vle n d ire c e ğ iz % 2 % 2 B ilm iyo ru m % 9 L is e o k u m a ya c a k ç a lış m a ya b a ş la m a s ı la zım Y a tılı lis e o lu rs a o k u tu ru z H e r k o ş u ld a n o rm a l lis e yi o k u tu ru z % 9 % 11 n=3072 % 67 Eğitimle ilgili iktisadi kaygıların 0-15 ya arasındaki çocuklar (n=3072) üzerindeki lise planlarında ön planda olduğunu ekil 12’den izlemekteyiz. Ebeveynlerin 0-15 ya arasındaki çocuklarının liseye devam etmesi hususundaki planları öğrenilmi ve yakla ık üçte bir oranındaki ebeveyn, ya çocuklarını liseye göndermeyeceklerini, ya bu konuda ne yapacaklarını bilmediklerini, ya da göndermelerinin ko ullu olduğunu belirtmi tir: Hanehalkı genelindeki tüm çocukların yüzde dokuzu aileleri tarafından lisede okutulmayacak ve çalı tırılacaktır, yüzde dörtlük bir kız çocuğu grubu ise (toplamın yüzde ikisi) evlendirilecekleri için lisede okutulmayacaktır, yüzde 11’lik bir grup ise ancak yatılı okul imkanı doğduğunda ve yüzde ikilik bir grup da ancak mesleki lise olursa okuma imkanını bulabilecektir; yüzde dokuzun durumu ise belirsizdir. Bu sonuçlar da, iktisadi baskının çocukların eğitimlerine devamı konusunda ta ımakta olduğu önemi çizmektedir. 85 EKİL 13: EĞİTİM- Çocuk İ çiliği 7-15 yaş arasında çocuklardan çalışan var mı? Evet 6% n=1837 Hayır 94% İktisadi baskıların yeni neslin eğitim olanaklarına verdiği tahribatın bir diğer göstergesi de 715 ya grubundaki (n=1837) çocukların yüzde altısının yarı-zamanlı ya da tam-zamanlı olarak çalı mak zorunda kalmı olmalarıdır ( ekil 13). Sağlık Bir sonraki modül sağlık ile ilgilidir. İlk sorumuz, SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı ya da Özel Sigorta kapsamı dı ında kalan aile bireylerinin oranlarını yakalamayı hedeflemektedir ( ekil 14). Tüm evrenimiz olan 8,673 bireyin yüzde 69’unun herhangi bir sigorta kapsamında olmadığı, yüzde 33’ünün ise Ye il Kart’ı bulunduğu, dolayısıyla da yüzde 36’sının tamamen kapsam dı ında olduğu anla ılmaktadır. 86 EKİL 14. SİGORTA DURUMU Sigortası Olmayanlar Ye il Kartı Olanlar Hiçbir Güvencesi Olmayanlar % 62 Adana Ankara % 22 % 38 % 16 % 22 % 91 Diyarbakır % 62 % 84 Gaziantep % 55 İstanbul İzmir % 40 % 29 % 36 % 48 % 12 % 36 % 43 %5 % 31 n=8673 % 69 GY % 33 % 36 Görü ülen hanehalkı mensuplarından üçte bir oranındaki kesimin sağlık güvencesi dı ında bulunuyor olması üphesiz üzerinde durulması gereken bir husustur. Sigortalılık durumu çalı mamızın yapıldığı kentler bazında ayrı tırıldığında ise, çarpıcı büyüklükte bir varyans yakalanmaktadır. Sigortasızların oranı Diyarbakır’da yüzde 91 mertebesindedir, bu oran İzmir’de yüzde 36’ya dü ebilmektedir. Ye il Kart sahipliği sonrasında ise kentler arası varyansın dü mü olduğu anla ılmaktadır. (İlave bir bilgi, zorunlu göçle gelenlerde sigortasızlık yüzde 79 mertebesinde olduğudur.) Herhangi bir sağlık güvencesi olmayan kesimin ise sağlıkla ilgili sorunlarını büyük ölçüde kendi imkanlarıyla gidermeye çalı tıklarını, belediye ya da dini kurulu ların yardımlarının önemli bir oran te kil etmediğini anlıyoruz ( ekil 15). 87 EKİL 15: SAĞLIK- Sorun Çözüm ekli (çoklu cevap) S a ğ lık s ig o rta s ı o lm a ya n la rın s a ğ lık s o ru n la rın ı ç ö z m e ş e k li S a ğ l ı k k u r u m la r ı n a k e n d i i m k a n l a ı y la g id e re k % 88 G e le n e k s e l y ö n te m le r % 20 F Y /C Y % 4 T a n ıd ık d o k t o r h e m ş i r e y a r d ı m ı i le B e le d iy e n in y a r d ı m ı y la D in i k u r u lu ş l a r y a r d ı m ı y la % 3 % 2 % 1 Ameliyat, özellikle üzerinde çalı ılan kesim açısından ciddi mali külfetler getirebilen ve belirsizlik öğesi ta ıyan bir sorundur. Son iki yıl içerisinde en az bir aile ferdinin ameliyat olması gereken hanelerin toplam oranının yüzde 22 olması bize bu konuda sorunun çerçevesi hakkında genel bir fikir vermektedir.5 Engellilik/Bakıma Muhtaçlık Kısmen sağlık konusuyla bağlantılı bir diğer ba lık engellilere/bakıma muhtaçlara yönelik hizmetlerin değerlendirilmesidir ve bu konuya be soruluk bir modülle yakla ılmaya çalı ılmı tır. Burada hanehalkı bireyleri içerisinde engeli olan/bakıma muhtaç olan herkesin dü ünülmesi istenmi tir (ve elbette görü ülen ki inin kendisinin engeli olması/bakıma muhtaç olması durumunda kendisi de değerlendirilmeye alınmı tır). Dolayısıyla, görü ülen ki i engelli/bakıma muhtaç ise ve/veya ailede böyle en az bir ki i varsa, bu modül sorulmu tur. Bu tanımlamaya uyan toplamda 706 hane bulunmaktadır (ancak, kimi hanelerde birden fazla engelli/bakıma muhtaç ki i bulunduğundan, bu rakam 970’e yükselmektedir).6 5 Sağlık sigortası olanların da olmayanların da ameliyat esnasında karşılaşabildikleri bir sorun, doktorun “bıçak parası” adı altında ek ödeme talep etmesi ve bu parayı almadığı durumda da ameliyatı gerçekleştirmemesidir. Ameliyat için başvuranların yüzde 46’sından bıçak parası istendiği anlaşılmıştır. Bıçak parası istenenlerin yaklaşık yüzde 70’i bu parayı ödediğini (bu “alışverişte” senet de kullanıldığını anlaşılmaktadır), yüzde 22 gibi bir oranın ise ödeyemedikleri için ameliyatı yaptıramadıklarını anlamaktayız. 6 Tüm engelliler/bakıma muhtaçlar dikkate alındığında %47’sinin kadın geri kalan %53’ünün erkek olduğunu (normalize edilmiş rakamlar) görmekteyiz. Yas dağılımlarına baktığımızda ise, 20 yaş altında %23, 20 üstü-40 altı grubunda %26, 40 üstü-60 altı grubunda %25 ve 60 üstünde ise %26 bulmaktayız ki, bu oranların 2002 ülke sathında yapılan engelli anketi sonuçlarıyla yakın olması söz konusudur. 88 EKİL 16: ENGELLİLERE /BAKIMA MUHTAÇLARA YÖNELİK HİZMETLER I H a n e d e k i e n g e llile rin /b a k ım a m u h ta ç la rın s o n 2 yıl iç in d e ya ra rla n d ık la rı h iz m e tle r İs tih d a m o la n a k la r ı R e h a b ilita s y o n h iz m e tle r i A y n i, n a k d i y a r d ım C evap y o k /B ilm iy o r % 0 % 1 % 4 % 5 B a k ım /te d a v i h iz m e tle r i % 8 Ö z ü r lü m a a ş ı Y a r a r la n m a k is te m iy o r u z % 11 % 2 n=706 % 68 Y a r a r la n m ıy o r u z İlk soruya verilen cevaplardan ( ekil 16) yüzde 68’lik bir oranın son iki yıl içerisinde engellilere/bakıma muhtaçlara yönelik hizmetlerden yararlanmamı olduklarını anlamaktayız. “Yararlanmak istememek” ayrı bir cevap ıkkı olarak yer aldığından, yüzde 68 oranı hizmetlerin sunumunda (rehabilitasyon ve istihdam olanaklarının sunulması konularında yoğunla tığını tahmin ettiğimiz) sorunların olduğuna i aret etmektedir. Hizmetinden yararlanılan kurumlara bakıldığında ise (hizmetin niteliğinden bağımsız olarak) yüzde altı ar oranla dini kurulu ları ve STKları, yüzde 11’lik oranla yerel yönetimleri ve yakla ık yüzde 82’lik bir oranla kamu kurumlarını (İ KUR’un oranı genel içinde yüzde üçle sınırlıdır) görmekteyiz ( ekil 17). Bir dizi sosyal etkinliğin yapılmasında sorun ya anıp ya anmadığına ili kin soruya verilen cevaplardan engelli/bakıma muhtaç kesimin yarısından fazlasının (yüzde 57) alı veri e çıkma, ev dı ına (düğün, ziyaret vb. nedenlerle) gitme, tatil/piknik yapma ve sinemaya/tiyatroya/konsere gitme konularında zorluklarla kar ıla mı olduklarını ve bu etkinliklere bu yüzden katılamadıklarını öğrenmekteyiz. Ayrıca, engellerinden/bakıma muhtaç olmaklıklarından ötürü, yüzde 11’lik bir kesimin, bir yere alınmak istenmediğini, yani içeri sokulmadığını, yüzde sekizlik bir kesimin de hizmet taleplerinin reddedildiğini anlamaktayız. Bu iki sorudan, hem bu kesime yönelik hizmetlerin arzında ciddi sorunların ya andığını hem de toplum nezdinde gereken hassasiyetin yaygın olmadığını anlıyoruz ( ekil 18). 89 EKİL 17: ENGELLİLERE /BAKIMA MUHTAÇLARA YÖNELİK HİZMETLER II (H iz m e t a la n la r ) H a n g i k u r u m la rd a n h iz m e t a lıy o r ? E m e k li S a n d ığ ı D iğ e r T ü rk iye İş K u ru m u (IS K U R ) % 2 % 3 % 3 C e v a p yo k /B ilm iy o r % 6 D in i k u ru lu ş la r % 6 Y a rd ım d e rn e k le riv a k ıf-fe d e ra s y o n la r ı % 6 M u h ta rla r Y e r e l Y ö n e tim le r % 8 % 11 % 23 S Y D F / V a lilik n=217 % 46 S a ğ lık B a k a n lığ ı EKİL 18: ENGELLİLER/BAKIMA MUHTAÇLAR-Ya anan Günlük Sorunlar E n g e llile r ş u s o ru n la rla ka rşıla ş tı m ı? H a n e d e ki e n g e llile rin /ba k ım a m u h taç la rın ya p m a yı is te yip d e ya p a m a d ık la rı o ld u m u? % 43 Sıkıntı olmadı Sinemaya/konsere/tiyatroya gitmek Tatile/pikniğe gitmek Dışarıya/düğüne/akraba ziyaretine/ lokantaya gitmek Alışverişe çıkmak Bir yere alınm ak/içeri sokulm ak istenm em esi % 21 % 11 % 25 % 36 Hizm et verilm ek istenm em esi %8 % 39 n=706 Sonuçta, engellilere/bakıma muhtaç olanlara yönelik hizmetlerin 0-10 skalasında (0, hiç yeterli değil; 10, tamamen yeterli) değerlendirmesini 706 haneden istediğimizde, genel ortalama olarak elde ettiğimiz 2.1 değerinin a ırtıcı olmaması gerekiyor ( ekil 19). 90 EKİL 19: ENGELLİLERE/BAKIMA MUHTAÇLARA YÖNELİK HİZMETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ (0: Hiç yeterli değil; 10: Fazlasıyla yeterli) 1,9 E rkek 2,3 K a d ın n=706 2,1 2,2 K e n d is i E n g e lli K e n d is i E n g e lli D e ğ il 1,9 Yeni göçm en 2,1 Eski göçm en 2,3 Y e r li/O r a lı 2,7 Ad an a 3,1 An kara 1 ,3 1,2 D iy a r b a k ır G a z ia n te p 1,5 İs ta n b u l İz m ir 2 ,5 2,1 G e n e l O r ta la m a 0 0 ,5 1 1 ,5 2 2 ,5 3 3 ,5 Verilen cevaplarda kentler arası varyansın da yüksek olduğunu görmekteyiz ki (Gaziantep 1.2 bir uçta, Ankara 3.1 ile diğer uçta), bu daha önceki bulgularla paralellik içermektedir. Cevaplayan kesimin alt kategorilerine baktığımızda, kuvvetli bir fark olmamakla beraber, kent yerlisinin eski göçmene, eski göçmenin de yeniye oranla daha az memnuniyetsiz olduğu anla ılmaktadır (kentte uzun süre bulunmanın/aile bağlarının eskiye gitmesinin çözüm yollarına daha kolay ula mayı beraberinde getirmi olması söz konusu olabilir). Cevaplayan ki inin engelli/bakıma muhtaç olup olmaması, cevaplarda farklıla ma yaratmamaktadır; ancak, fark yüksek olmasa da, kadınların ortalamalarının erkeklerden yüksek olması ilginçtir (kadınların, engellilere/bakıma muhtaçlara sunulabilen hizmetlerin çapı konusunda erkeklerden daha az bilgili olma ihtimali, kadınların erkeklere göre dı dünyayla daha az irtibat kurma imkanları bulunmasından kaynaklanıyor olabilir). Göç Takip eden modül göç ile ilgili dokuz sorudan olu maktadır. Göçün, dı lanma sorunsalı açısından önemli bir parametre te kil edebileceği noktasından hareketle, göç ba lığı üzerinde ayrıntılı olarak durulmak istenmi tir. Öncelikle ekil 20’den göç edenlerin kendilerinin mi yoksa ailelerinin mi göç etmi olduğunu öğrenmekteyiz: Konu tuğumuz kesimin yüzde 34’ünün kent yerlisi olduğunu demografik bilgileri sunarken belirtmi tik; göç edenlerin yüzde 91 16’sının ailelerinin göçü sonucunda ya anılan kente gelmi olduklarını, geri kalan kesimin ise bizzat kendilerinin göç etmi olduklarını anlıyoruz. Görü melerin yapıldığı kentlerdeki göç etme konusundaki dağılımların farklılıklar göstermekte olduğuna i aret etmek isteriz; bu durum kentlerin farklı oranlarda göç almı olmasından kaynaklanabileceği gibi, bizim görü ülecek ki ilerin seçiminde uygulamı olduğumuz seçim yönteminden de kaynaklanabilir. EKİL 20: GÖÇ G ö r ü ş ü l e n k i ş i n in g ö ç h i k a y e s i % 32 Adana % 12 % 55 % 65 A n kara % 43 D iy a r b a k ır % 8 % 5 % 52 % 74 G a z ia n te p İs ta n b u l % 12 % 70 İz m ir % 51 % 16 % 10 % 56 G enel Yüzde 0% 25% % 27 % 14 % 40 % 11 50% % 14 % 34 75% 100% n=1863 K e n d is i G ö ç E d e n le r K e n tin y e r lis i o la n la r A ile s i/E ş i G ö ç e d e n le r Göç nedenlerine baktığımızda ise ( ekil 21), doğrudan ve dolaylı iktisadi nedenlerin ağırlıklı bir oranda yer almakta olduğunu (para kazanılamaması ve eğitim/sağlık olanaklarının yetersizliği) görmekteyiz. Zorunlu göç ve can güvenliğinin olmamasından dolayı göç edenlerin oranının yüzde 13 mertebesinde olduğunu anlamaktayız. Göç nedenleri arasında beklendiği üzere evlilikler de bulunmaktadır. Göç edilen yerin seçiminde ise i olanaklarının ve akraba/yakınlar/tanıdıklar olmasının en belirleyici sebepler olarak ortaya çıkması ( ekil 21) a ırtıcı olmasa gerek (çoklu cevap alındığından oranların toplamı yüzde 100’ün üzerindedir). 92 Göç Nedenleri Can güvenliğinin olmaması EKİL 21 GÖÇ NEDENLERİ VE COĞRAFYA SEÇİMİ Göç Edilen Yerin Seçilme Nedenleri %7 Zorunlu göç %8 Devletin yer göstermesi %1 Güvenlik %9 n=1234 Evlilik % 12 Eğitim olanaklarının yetersizliği % 14 % 75 % 20 Memlekete yakın olması %4 % 14 Akrabalar-yakınlartanıdıklar olması Para kazanılamıyordu %0 %2 %5 Diğer Sağlık olanaklarının yetersizliği Diğer % 40 % 60 % 54 İş olanaklarının diğer yerlere göre daha çok olması % 68 % 80 Zorunlu göç edenlerin (ki yüzde olarak ağırlıklı olarak Diyarbakır’da bulunmaktadırlar) “hak kayıpları” için adli mercilere ba vurup ba vurmadıkları incelendiğinde beklenenden daha az oranda (yüzde 26) bir kesimin ba vuru yapmı olduğunu görmekteyiz ( ekil 22). Ba vuruların yarıdan fazlasının henüz sonuçlanmamı olduğu, olumlu sonuçlananların ise yüzde 22’lik bir mertebede olduğunu görmekteyiz. EKİL 22: GÖÇ- Zorunlu Göç Z o r u n lu g ö ç e d e n le r g ö ç s o n r a s ın d a h a k k a y ıp la r ı iç in b a ş v u r d u m u ? S o n u c u n e o ld u ? Z o r u n lu g ö ç e d e n le r 1 Adana Ankara 1 47 Diyarbakır 3 G aziantep İstanbul H a yır b aş vu rm ad ık 74% Evet b a ş vu rd u k 26% O lu m s u z 9% 0 İzmir 8 G enel Yüzde 8 Henüz s o n u ç la n m a d ı 59% n=95 O lu m lu 22% B ilm iy o r 10% 93 Göç sonrasında yardım alınıp alınmamı olmasının, kente geli sonrası sıkıntıları hafifletmede önemli bir rol oynayabileceği noktasından hareketle • • Ev bulma/tutma • Çocukların okula kaydettirilmesi • Gıda yardımı • Aileden birine i bulma • Doktor bulma/sağlık kurumu ayarlama • Yakacak yardımı Maddi destek konularında yardım alınıp alınmadığını ve eğer yardım alındıysa bu yardımın • • Akrabalar • Muhtarlık • Kom ular/tanıdıklar • Belediye Dernek/vakıf kanallarından hangisi üzerinden geldiği anla ılmaya çalı ılmı tır (Tablo 3A ve 3B). TABLO 3A: YARDIMA İHTİYAÇ OLDU MU? OLDUYSA NEREDEN, NE KADAR ALINDI? İhtiyaç yoktu İhtiyaç vardı ama yardım istenmedi Az yardım alındı Çok yardım alındı Bilmiyor/ Cevap yok Ev Bulma/Tutma 16,8 62,6 14,2 4,7 1,8 Aileden Birine İş Bulma 18,9 66,5 10,1 2,4 2,1 Çocukların Okula Kayıt Ettirilmesi 27,8 64,2 5,7 0,7 1,6 Doktor Bulma/Sağlık Kurumu Ayarlama 25,0 65,5 6,6 1,0 1,9 Gıda Yardımı 21,6 65,7 8,9 1,8 1,9 Yakacak Yardımı 21,2 66,1 9,2 1,7 1,9 Maddi Destek 20,4 69,7 6,4 1,4 2,1 94 TABLO 3B: ALINAN YARDIMLAR: KİM HANGİ ALANDA YARDIM ETTİ? TOPLAM Okula Kayıt Doktor/ Sağlık Kurumu Ayarlama Gıda Yardımı Yakacak Yardımı Maddi Destek 21 9 9 9 8 11 100 28 22 11 13 12 6 9 100 Muhtarlık 15 3 10 12 15 35 10 100 Belediye 3 2 6 10 38 31 11 100 Dernek, vakıf 36 2 0 2 24 24 12 100 Alınan Yardım % Ev Bulma/ Tutma İş Bulma Akrabalar 33 Komşular, tanıdıklar Sonuçlar, öncelikle, sıralanan konular bağlamında yüzde 20 civarında bir kesimin desteğe ihtiyaç duymamı olduğunu göstermektedir.7 Yüzde 60-70 arasında deği en bir kesim ise ya reddedileceği kaygısıyla hiç talepte bulunmadıklarını ya da talepte bulunmalarına kar ın reddedildiklerini ifade etmi lerdir. Yüzde 19 ila yüzde yedi oranlarında ise destek alınmı olduğu anla ılmaktadır (en fazla ev bulma/tutma, en az ise maddi destek alanında olmak üzere). Hangi desteğin hangi kanallardan geldiğine baktığımızda ve en önemli üç destek alanına dikkatimizi çevirdiğimizde (Tablo 3B’de koyu yazılmı rakamlar), akrabaların, sırasıyla, ev bulma/tutma, i bulma ve maddi destek konularında; kom ular/tanıdıkların, sırasıyla, ev bulma/tutma, i bulma ve doktor/sağlık yardımı ayarlama konularında; muhtarlığın, sırasıyla, yakacak yardımı, gıda yardımı ve ev bulma/tutma konularında; belediyenin, sırasıyla, gıda yardımı, yakacak yardımı ve maddi destek sağlamada; ve nihayet dernek/vakıfların ev bulma/tutma, gıda ve yakacak yardımları konularında destek vermi olmaları söz konusudur.8 7 Bu oran zorunlu göç edenlerde, çoğu durumda, düşme göstermektedir. Cevaplardan taleplerin az da olsa karşılandığını ve reddedilmediğini anlıyoruz. İhtiyaca rağmen başvurmamanın gerisinde birçok neden olabilir tabii—onur duygusu, yardımın kimden ne şekilde isteneceğinin bilinmemesi, istenmesi durumunda red alınacağının tahmin edilmesi akla gelen ilk nedenlerdir. 8 95 EKİL 23: GÖÇ- Göç Sonrası Ekonomik Durumun Değerlendirilmesi (0: Çok daha kötü oldu; 10: Çok daha iyi oldu) 5,2 Erkek 5,0 Kadın 4,8 Engelli 5,1 Engelli Değil 4,7 Yeni göçmen 5,4 Eski göçmen 5,5 Adana Ankara 5,9 2,6 Diyarbakır 4,4 Gaziantep İstanbul 5,8 5,5 İzmir n=1234 5,1 Genel Ortalama 0 1 2 3 4 5 6 Göç sonrası hanehalkının ekonomik durumunun ve aile içi ili kilerinin değerlendirilmesi istenmi tir ( ekil 23 ve 24). 0-10 skalasında (0, çok daha kötü oldu; 10, çok daha iyi oldu) alınan cevapların ortalamalarına bakıldığında, ekonomik durumun genel ortalama anlamında ne iyi ne kötü oldu değerine (5) çok yakın çıkmı olduğunu görmekteyiz. Gruplar içi farklıla malara baktığımızda ise, cinsiyet ve engellilik temelindeki farkların yüksek olmadığını görmekteyiz. Göç durumuna baktığımızda, yeni göçmenlerin eskilerle aralarındaki farkın (4.7 ile 5.4) dikkati çeken bir seviyede olduğu anla ılmaktadır (zorunlu göç edenlerin ortalaması ise 2.4’tür). Fakat, asıl ayrım, kentler arasında ortaya çıkmaktadır. Diyarbakır’da 2.6’ya inen ortalama Ankara’da 5.9’a çıkmaktadır (zorunlu göçün en fazla Diyarbakır’da çıktığını [tüm zorunlu göçün yüzde 73’ü] ve zorunlu göçle gelenlerin ortalama puanının çok dü ük olduğunu hatırladığımızda bu beklenen bir sonuçtur). 96 EKİL 24: GÖÇ SONRASINDA AİLE İÇİ İLİ KİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ (0: Çok daha kötü oldu; 10: Çok daha iyi oldu) Erkek 6,1 Kadın 6,1 5,7 Engelli 6,2 Engelli Değil 6,0 Yeni göçmen 6,2 Eski göçmen 5,9 Adana Ankara 6,5 3,8 Diyarbakır 7,0 Gaziantep İstanbul 6,5 6,1 İzmir n=1234 6,1 Genel Ortalama 0 1 2 3 4 5 6 7 Bu sonuçlar, biraz daha olumlu olmak kaydıyla, aile içi ili kilerin değerlendirilmesinde tekrarlanmaktadır. (Burada da Diyarbakır’ın puanı çok dü üktür ve bu durumda da zorunlu göçle gelenlerin ortalama puanı olan 3.7’nin Diyarbakır’daki ortalamayı dü ürmektedir.) Gelir-Destek Takip eden modül, hanehalkının geliriyle ilgili sorulardan olu maktadır. Öncelikle, son iki yılda hane gelirinin tamamını ya da çoğunu sağlayan ki inin i siz kalıp kalmadığı, kaldıysa bu dönemde hanenin geçimini nasıl sağladığı öğrenilmek istenmi tir ( ekil 25). 97 EKİL 25: GELİR S o n 2 yıld a h a n e g e lirin in tam a m ın ı ya d a ç o ğ u n u s a ğ la ya n k iş in in to p la m d a n e k a d a r iş s iz k a ld ığ ın ı s ö yle r m is in iz ? 2-6 ay Diğer %4 Kira-faiz gelirimiz vardı %4 % 19 13 aydan fazla 7-12 ay S o n 2 yıld a b ir a y ya d a d a h a u z u n s ü re ile h a n e d e n k im s e n in ç a lış m a d ığ ı o ld u m u ? O ld u ys a n as ıl ç ö z ü m b u lu n d u ? (ço k lu c e va p ) Vakıf-dernek-muhtarbelediye vs. yardımı geldi % 9 Mal sattık % 17 Birikmiş paramız v ardı 2 aydan az %8 % 20 % 23 Eş-dost-akraba yardım etti Hiç %6 % 37 % 32 Hayır olmadı % 42 n=1863 Üçte iki oranında hanenin temel iktisadi faaliyette olan ki inin son iki yıl içerisinde i siz kaldığını ifade etmi olması söz konusudur—ki yüzde 28 gibi bir oranda i siz kalma süresi 7 ay ve üzerindedir. Zorunlu göçle gelenler kümesine bakıldığında ise, yüzde 89’luk bir oranda i siz kalmak söz konusu olmu tur, 7 ay ve üzerinde i siz kalınma oranı ise yüzde 62’dir. Bağlantılı soru son iki yıl içerisinde bir ay ya da daha uzun bir süre ile haneden kimsenin çalı madığı bir durum olup olmadığına ve i siz kalındığı durumda ne yapıldığına ili kindir. Yarıdan fazlasının (yüzde 58) böyle bir durumla kar ı kar ıya bulundukları ve bu kesimin yakla ık üçte iki oranındakilerin de e -dost-akraba yardımı aldıklarını görmekteyiz. Bu durum da, sosyal ağların gücünün devam ettiğine dair bir i aret vermektedir. Ama, bu durumda olanlardan yakla ık yüzde 14’lük bir kesim mal satmak zorunda kaldıklarını, yüzde 34’lük bir kesim de birikmi paralarını kullanmak durumunda kaldıklarını ifade etmi lerdir. Belediye, muhtarlık, vakıf, dernek gibi dı destek alan ailelerin oranı ise yüzde on civarındadır. İlave bir bilgi olarak, zorunlu göçle gelenlere bakıldığında ise, son iki yıl içerisinde haneden kimsenin çalı maması durumunun yüzde 84 oranında tezahür ettiğini anlıyoruz. Özetle, i siz kalmanın yoksul bölgelerde çok ciddi bir sorun olduğunu (bu durumun zorunlu göçle gelenlerde katmerle erek arttığını) ve i siz kalınan süre zarfında geçinebilmek için tanıdık/akraba gibi toplumsal ağlara büyük ölçüde dayanıldığını görmekteyiz. Eğer bu tür ağlar zaman içerisinde zayıflamaktaysa, böylesi ko ullardaki ailelerin ciddi sorunlarla kar ı kar ıya bulunma ihtimalleri artacak demektir. 98 EKİL 26: GELİR- Hanenizin düzenli bir geliri var mı? % 47 Engelli % 45 Engelli değil % 38 Yeni göçmen % 55 Eski göçmen Yerli/Oralı % 46 Adana % 45 % 71 Ankara Diyarbakır Gaziantep %9 % 16 İstanbul % 63 % 71 İzmir Genel Yüzde % 46 n=1863 Takip eden sorulara verilen cevaplar yukarıdaki resmi tamamlamaktadır. İlk soru ( ekil 26) hanenin düzenli geliri olup olmadığını sorgulamaktadır. Genel ortalamaya baktığımızda tüm hanelerin yüzde 54’ünde düzenli bir gelir olmadığı anla ılmaktadır; bu oranın Diyarbakır ve Gaziantep’te, sırasıyla, yüzde 91 ve 84’lere çıkması söz konusudur. Görü ülen ki inin engelli olup olmaması düzenli gelir konusunda bir fark yaratmazken (engellilik hali çalı amamayı beraberinde getirecektir ama aynı zamanda engelli maa ı alınabilmesine imkan sağlayacaktır), ilginç bir durum eski göçmenlerden düzenli gelire sahip olanların oranının yerli kesime göre daha fazla olmasıdır. Yerli kesimin kentin imkanlarından yeterince yararlanamamı , bir anlamda fırsatları yeterince değerlendirememi ken, eski göç edenlerin imkanları iyi kovalamı ve fırsatları kullanabilmi oldukları yollu bir yorum akla gelmektedir; benzer bir ekilde, yeni göç edenlerin (tabii aralarında zorunlu göç edenler de bulunmaktadır) kente geldiklerinde daha azalmı imkanlarla kar ıla mı oldukları dü ünülebilir. Buradan gelinen nokta hane ba ına kar ılık gelen giderin ölçülmesidir. Hanehalkının aylık toplam gelirini öğrenmeye çalı mak yerine (cevaplayan ki i gelir kaynaklarının hepsini hatırlayamayabilir, haneye ayni yardımlar geliyor olabilir ve bunların parasal kar ılığı kolay hesaplanamayabilir vb.) hanenin aylık giderini sormayı tercih ettik. Akabinde de aynı kentteki benzer bir hanenin “asgari net aylık geliri”ni belirtmesini istedik. 99 EKİL 27A: GELİR VE HARCAMA- Hane ba ı/aylık H a n e n in a ylık to p la m g id e ri (Y T L ) n e k a d a r- A yn ı k e n tte y a ş a ya n b e n z e r b ir h a n e n in a s g a ri n e k a d a r a ylık g e liri o lm a lı (Y T L )? Adana 923 517 Ankara 1095 543 D iyarbakır 811 313 G azian tep 724 465 İstan b ul 1159 631 İzm ir 1011 543 G en el o rt. 956 503 0 2 00 40 0 Aylık gider Rakamlar, kent bazında, 60 0 8 00 1 00 0 12 00 İdea l gelir n=1863 ekil 27A’da sunulmu tur. İki saptama çok net bir ekilde yapılabilir: İlki, ifade edilen giderin dü ünülen asgari gelirin kabaca yarısına tekabül etmesidir (genel ortalama, giderde 503 YTL, asgari gelirde 956 YTL’dir); ikincisi, gerek gider gerek asgari gelir miktarlarında kent ortalamalarının önemli farklarla birbirinden ayrı masıdır. Örneğin, Diyarbakır gider ortalaması 313 YTL iken, İstanbul’unki 631 YTL’ye tekabül etmektedir. Bu rakamların kar ıla tırılmasında iki hususa dikkat edilmesi gerekmektedir. Birincisi, kentler arasında satın alım gücü (SAG) bakımından farklar bulunmaktadır; aynı malzemeyle dolu bir sepeti farklı kentlerde farklı miktarlara satın alabilirsiniz. İkincisi ise, hanelerin büyüklüğünün kentten kente farklıla ma göstermekte olduğu hatırlandığında (demografyada aktarmı olduğumuz üzere), aynı miktar meblağın farklı büyüklükte olan ailelerde farklı etkileri olduğudur. Bu iki sorunu çözebilmek için veriler üzerinde çalı tık. Öncelikle kentler arası satın alım gücünün etkisini filtrelemek için kent bazında satın alma gücü endeksini kullanarak tüm altı kentteki miktarı aynı baza çektik.9 Akabinde de hanehalkı büyüklüklerinin kentler arasında farklar yaratmamaları için elimizdeki rakamları hane ba ından ki i ba ına dönü türdük. Bu i lemi yaparken EUROSTAT’ın “e değerlik ölçeğini (adult equivalence scale)” kullanarak, hanedeki ilk ki iyi 1, diğer üyelerden 14 ya ve üstündekileri 0.5, küçükleri ise 0.3 ile ağırlıklandırdık (örneğin, iki ebeveyn ve biri 14 ya Kent bazında satın alma paritesi bulunmadığı için şöyl bir yöndem izledik. Ürünlerin kent bazında fiyat endeksleri ve ülke geneli için hanehalkı tüketim kompozisyon sepeti mal kategorileri bazında elimizde olduğu için (TÜİK), her kategoriden rastsal olarak üç mal seçip kentler için tüketim sepetinin ne kadara dolacağını hesap ederek kentler arası satın alma paritesi olarak kullanabileceğimiz bir endeks türetmiş olduk. 9 100 üstü diğerleri 14 ya altı toplam dört çocuklu bir hanenin rakamından ki i ba ına bir değer almak için toplam miktarı 2.9’a [1+0.5+0.5+0.3+0.3+0.3] böldük). Bu ekilde elde edilmi ki i ba ı gider rakamlarını ekil 27B’den izlemek mümkündür. EKİL 27B: HARCAMA-Ki i ba ı/aylık(EUROSTAT) (SAG) 313 Adana 299 Ankara 165 Diyarbakır Gaziantep 294 İstanbul 294 293 İzmir 276 Genel Ortalama 0 100 200 300 400 n=1234 Görüldüğü gibi, Diyarbakır dı ındaki illerin ki i ba ı gelirlerinde aynı miktara yakınla ma söz konusudur. EKİL 28: BORÇLANMA Tem el ihtiyaçlarınızı karşılam ak için borçlandığınız olu yor m u? Bazen borçlandığımız oluyor 49% Hiç borçlandığımız olmuyor 12% Sık sık borçlanıyoruz 26% Hep borçla yaşıyoruz 13% n=1863 101 Eğer asgari gider ile elde edil(ebil)en gelir arasında fark varsa, bunun kar ılanma yollarından bir tanesi de borçlanmaktır. Elbet ileride borcun geri ödenmesi konusunda sıkıntıların olu abileceği yönünde kaygılar varsa, bu durumun hanede maddi ve manevi gerilimler yaratacağı kestirilebilir. Takip eden soru ile temel ihtiyaçların kar ılanmasına yönelik olarak borçlanılıp borçlanılmadığı öğrenilmeye çalı ılmı tır. ekil 28’den anla ıldığı üzere, hiç borçlanmadığını söyleyen yüzde 12 hane dı ındaki (yüzde 88) hanelerin bir ekilde borç içinde ya amakta olmaları söz konusudur. Sık-sık borçlanan yüzde 20, hep borç içinde ya ayan ise yüzde 13 dolaylarında hane olduğu anla ılmaktadır; geri kalan—ve yakla ık tüm hanelerin yarısını olu turan—kesimin ise ara sıra borçlanması söz konusudur.10 Bu modüldeki son iki soru çevreden temin edilen destek ile bağlantılıdır. ekil 30, son iki yıl içerisinde kurumlardan ve e -dost-akrabadan maddi ve ayni yardım alınıp alınmadığı ve eğer alındıysa bunlar içerisinde hane gelirine en fazla hangisinin katkıda bulunduğu sorusuna verilen cevapları göstermektedir. EKİL 29: MADDİ VE AYNİ YARDIMLAR S on 2 yıld a yard ım alınan kuru m lar Eş-dost-akrabatanıdıklar Eş-dost-akrabatanıdıklar % 25 % 15 Belediyelerden Kaymakamlık, valilik, muhtarlık % 13 Sosyal yardım dernekleri ve vakıflardan Dini kuruluşlardan “Alınan yardım ın bü tçem ize ço k katkısı o ld u” d iyen ler %9 % 10 % 28 Belediyelerden Kaymakamlık, valilik, muhtarlık Sosyal yardım dernekleri ve vakıflardan % 12 % 13 %2 Dini kuruluşlardan % 11 n =1863 10 Odak grup toplantılarını aktarırken belirtmiş olduğumuz üzere, borçların büyük kısmımahalledeki dünkanlara (bakkal/kasab/vb.) ya da ev sahiplerinedir. Akraba ya da arkadaşlardan borç alma fazla yaygın bulunmamıştır. 102 Hanelerin yüzde 38’lik bir oranı son iki yılda maddi veya ayni destek aldıklarını ifade etmi lerdir. Sayıca en fazla yardım e -dost-akraba-tanıdıklar tarafından yapılmakta, ancak belediyelerin yaptığı yardımların katkısının en fazla olduğu anla ılmaktadır.11 Akabinde, bir dizi konuda, ihtiyaç duyulduğu takdirde, çevreden ne kadar destek alınabileceği sorgulanmı tır. Konular u ekilde sıralanmı tır: • Hasta olduğunuzda ve evde yardıma ihtiyacınız olduğunda • Evde tamirat gibi bir i olduğunda ve yardıma ihtiyacınız olduğunda • Hayatınız ile ilgili önemli bir karar a amasında fikir almaya ihtiyacınız olduğunda • Kendinizi sıkıntılı hissettiğinizde dertle mek için • Bir süreliğine ehir dı ına gittiğinizde eve bakmak için EKİL 30: YAKIN ÇEVREDEN DESTEK: Yardıma ihtiyacınız olduğunda yakın çevrenizden ne kadar yardım alabilirsiniz? Hasta olduğunuzda ve evde yardıma ihtiyacınız olduğunda %54 % 16 Evde tamirat gibi bir iş olduğunda ve yardıma ihtiyacınız olduğunda %50 % 13 Hayatınız ile ilgili önemli bir karar aşamasında fikir almaya ihtiyacınız olduğunda %30 %46 % 13 0% %35 %54 % 17 Bir süreliğine şehirdışına gittiğinizde eve bakmak için %37 %51 % 15 Kendinizi sıkıntılı hissettiğinizde dertleşmek için %30 25% %41 50% 75% 100% n=1863 Çok Biraz-Çok Az Hiç Her iki soruya verilen cevaplar çokludur. İlk cevaptaki oranlar toplam cevaplar içindeki yüzdeleri göstermektedir. İkinci cevaptaki oranlar ise yardım aldığını söyleyen toplam aileler içerisinde aile bütçesine çok katkı sağladığını düşünenlerin oranını vermektedir. Anket öncesinde gerçekleştirdiğimiz foküs grup çalışmalarına katılanların cevaplarından hareketle, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma’nın sağladığı desteklerin valilik kategorisine sokulduğunu anlamaktayız. 11 103 Bu sıralanan konularda çevreden ne kadar destek alınabileceğine yönelik cevaplar ekil 30’da sunulmu tur. Daha önceki sorulardan çevre desteğinin önemli olduğunu görmü tük. Bu soruya verilen cevaplarla bu desteğin ne denli yaygın olduğuna ili kin ipuçları yakalamaya çalı tık. Eğer destek yaygın ise, çok ciddi fedakarlıklar getirmeyen bu konularda çevrenin desteğinin alınmasında bir sorun olmayacağını beklemekteydik. Sonuçlar desteğin bulunduğunu ama bu desteğin yaygın olmadığını göstermektedir. Her konuda yakla ık üçte birlik bir kesim destek alamayacağını ifade etmi tir. Bu arada analizimizi zorunlu göçle gelenlere çevirdiğimizde genelde üçte bir civarlarında olan destek alamama oranlarının yakla ık yüzde 50’lere çıkmakta olduğunu görmekteyiz. Sosyalle me Takip eden modül “sosyalle me” boyutunu irdeleyen üç sorudan olu maktadır. İlk soru ile, kent merkezine i dı ındaki sebeplerle gitme sıklığı öğrenilmektedir. Kent merkezine gidi le bir anlamda kent ya amına entegre olunabileceği ve dolayısıyla sosyalle ileceği gibi bir mantık zinciri kurulmu tur. EKİL 31: SOSYALLE ME I Y a k ın a rk a d a ş v e a k ra b a la r ı z i y a r e t e d e m e m e s e b e p le r i K e n t m e r k e z in e iş d ış ın d a k i s e b e p le r le g itm e s ık lığ ı Her hafta/Haftada birkaç kez Ulaşımın pahalı/zor olması %19 % 63 Gittiğimde hediye alamıyor olmam % 18 % 22 Ayda 1-2 kez Hastalığım/engelim nedeniyle 2-3 ayda bir %8 % 12 % 12 Çocuk bakıyor olmam Sokaklar güvenli değil %22 Daha seyrek %30 İşte çok yoğun çalışıyor olmam %8 %6 Hiç Diğer n=1863 Engelim yok %2 % 29 Cevaplardan ( ekil 31) yüzde 30’luk bir kesimin kent merkezine hiç gitmediğini (erkeklerde yüzde 23, kadınlarda yüzde 37; zorunlu göçte yüzde 44), bir diğer yüzde 30’un ise 2-3 ayda bir ya da daha seyrek gittiğini öğrenmekteyiz. Dolayısıyla, görü ülen kesimin kentle ili kisini ve sosyalle mesini ölçtüğümüzde ortaya çıkan tablo, üzerinde dikkatle durulması gereken bir 104 görüntüdür. Bu modüldeki ikinci soru ile görü ülen ki ilerin yakın arkada ve akrabalarını ziyaret edip edemedikleri sorulmu , eğer ziyaret edilemiyorsa bunun nedenleri sorgulanmı tır. Üçte bire yakın bir kesim ziyarette bulunmalarında bir engel olmadığını söylerken, yüzde 71’lik bir kesim bir dizi nedenden dolayı ziyaretleri istenen ölçüde gerçekle tiremediklerini ifade etmi lerdir. Gidemeyenlerin en ba ta verdiği neden ula ım masraflarıdır; hediye almanın getireceği mali külfetler ya da çocuk bakmak zorunda olmak, dile getirilen ve bir ölçüde mali kısıtlarla açıklanabilecek nedenlerdir. Hastalık/engel hali ya da yoğun çalı ma hayatı ya da sokakları güvenli bulmama, dile getirilen diğer ba lıklardır. Sonuçta, önemli bir kesim yakın çevresini dilediğince ziyaret edememektedir, bu da büyük ölçüde mali kısıtlardan kaynaklanmaktadır. Bu modüldeki son soruyla görü ülen ki iler arasından son altı ay içerisinde • Türbe ziyaretine gidenler • Halka açık eğitim toplantısına katılanlar • Festivale i tirak edenler • Mahallenin sorunlarını konu mak üzere yapılan toplantıya katılanlar • Konsere gidenler • Tiyatroya gidenler öğrenilmi ve sonuçlar ekil 32’de sunulmu tur. EKİL 32: SOSYALLE ME II S o n 6 a y d a k i a ş a ğ ı d a k i f a a l iy e t l e r e k a t ı l d ı ğ ı n ı b e l i r t e n l e r % 14 T ü r b e z iy a r e t i H a lk a a ç ık e ğ it im t o p la n t ıla r ı %5 %4 F e s t iv a l M a h a lle n in s o r u n la r ın ı k o n u ş m a k iç in y a p ıla n b ir t o p la n t ı Konser T iy a t r o %3 %2 %1 n=1863 105 Türbe ziyaretleri dı ında oranlar yüzde be in altındadır. Görece olarak yüksek oran (yüzde 14) alan tek etkinlik olan türbe ziyaretlerinin ne denli sosyal ne denli dinsel saiklerle yapıldığı ise tartı malı bir alandır. Bu sonuçlar da görü ülen kesimin sosyalle me anlamında bulunduğu noktayı gözler önüne sermektedir. Dı lanma/Dı lama—ki isel boyut Bu modül dı lanma-dı lama olgusunu irdelemektedir. İlk soru ile, görü ülen ki iye bir dizi nedenden dolayı kendisini toplumdan dı lanmı hissedip hissetmediği sorulmu tur. Sayılan nedenler unlardır: • Yoksulluk • Eğitim seviyesi • Giyim-ku am • Etnik köken • ive • Dini inanç/mezhep EKİL 34: DI LANMA- Kendini sayacağım nedenlerden dolayı dı lanmı hissediyor musunuz? %9 Eğitim seviyesi %9 Giyim-kuşam %5 Etnik köken Şive %29 % 17 Yoksulluk %54 %21 %70 30 %20 %70 29 %13 0% 18 %82 % 3 %14 Dini inanç/mezhep% 46 17 %82 3 %9 12 %88 25% Çoğu zaman 50% Bazen 75% Hiçbir zaman 100% n=1863 Cevaplar, “hiçbir zaman”, “bazen”, “her zaman” eklinde alınmı tır. Altı il geneli toplam sonuçlar ekil 34’te sunulmu tur. Bazen ve her zaman ıklarının toplamları ise en sağda 106 belirtilmi tir. Görülmekte olduğu gibi, yoksulluk yüzde 46’lık bir oranda ilk sırada gelmektedir; yani neredeyse görü ülen iki ki iden biri yoksul olduğu için kendini toplumdan dı lanmı olarak hissetmektedir. Sırasıyla, eğitim seviyesi (yüzde 30), giyim-ku am (yüzde 29), etnik köken (yüzde 18), ive (yüzde 17) ve dini inanç-mezhep (yüzde 12) gelmektedir. Bu tablonun alt kategorilerinde aldığı görüntülerini ise ekil 34-39 sunmaktadır. EKİL 34 DI LANMA Yoksulluk nedeniyle EKİL 35 DI LANMA Etnik köken nedeniyle % 44 Erkek % 17 % 49 Kadın % 19 % 56 Engelli % 18 % 44 Engelli değil % 18 % 49 Yeni göçmen % 19 % 42 Eski göçmen % 14 % 48 Yerli/Oralı % 20 % 57 Adana % 16 % 27 Ankara % 7 % 61 Diyarbakır % 30 % 57 % 47 Gaziantep İstanbul İzmir % 27 % 18 % 8 % 30 % 18 % 46 Genel Yüzde 0 20 40 60 80 0 10 Kadınların her konuda erkeklerden daha fazla dı lanmı 20 30 40 hissetmeleri söz konusudur; engelliler ise bazı ba lıklarda (örneğin etnik köken) az farkla, bazı ba lıklarda (örneğin yoksulluk) ise çok farkla engelli olmayan kesime göre kendilerini daha dı lanmı hissetmekte oldukları anla ılmaktadır; belli ba lıklarda (örneğin eğitim) yeni göçmenlik dı lanmı hissetmeyi arttırmaktadır (zorunlu göç edenlere ayrıca baktığımızda, dini inanç-mezhep dı ında diğer tüm ba lıklarda dı lanmı lık hissi genel ortalamanın fevkindedir: örneğin yoksulluk ba lığında yüzde 57’dir, eğitimde yüzde 43’tür); kent ayrımları ise dı lanmı lık hissinin duyulmasında önemli farklar yaratmaktadır: Diyarbakır her ba lıkta altı kent ortalamasının önemli ölçüde üstündedir, Gaziantep çoğu ba lıkta Diyarbakır’ı takip etmektedir, İstanbul ve Adana’nın da kimi ba lıklarda ortalamaların üstüne çıkmakta oldukları anla ılmaktadır. 107 EKİL 36 DI LANMA Dini inanç/mezhep nedeniyle EKİL 37 DI LANMA ive nedeniyle %11 Erkek %16 %12 Kadın Engelli %12 Engelli değil %12 %19 %20 %17 %10 Yeni göçmen %20 %11 Eski göçmen %16 %17 %14 Yerli/Oralı %11 Adana %9 %7 Ankara %5 %18 Diyarbakır %33 %13 Gaziantep %32 %16 İstanbul İzmir %17 %9 %4 %18 %12 Genel Yüzde 0 5 10 15 20 0 EKİL 38 DI LANMA Eğitim Seviyesi nedeniyle 10 20 %25 %32 Kadın %31 %33 Engelli %33 %29 Engelli değil %27 %36 Yeni göçmen Eski göçmen %27 Yerli/Oralı %27 %32 %27 %25 %21 Adana %22 %16 Ankara 40 EKİL 39 DI LANMA Giyim ku am nedeniyle %27 Erkek 30 %17 %46 Diyarbakır %47 %35 %40 Gaziantep İstanbul İzmir %30 %37 %16 %21 %28 %30 Genel Yüzde 0 10 20 30 40 50 0 10 20 30 40 50 108 Takip eden soru ise, görü ülen ki ilerin ba kalarını ne denli dı ladığına dairdir. Burada, kendi çocuğunun arkada lık yapmakta olduğu bir çocuğun ailesine dair hipotetik bir dizi özellik sıralanmı ve ki iden çocuğunun arkada lığını sonlandırmasını isteyip istemeyeceği sorulmu tur. Sayılan özellikler unlardır: • Sabıkalı biri • Etnik kökeni farklı biri • Dini inancı/mezhebi farklı biri • Alkolik biri • Sinir hastası biri • AIDS hastası biri • E cinsel biri • Çingene biri12 • Hayat kadını13 EKİL 40: DI LAMA Çocuğumun, … birisinin çocuğuyla arkadaşlık etmesine izin vermezdim %91 %90 Eşcinsel Hayat kadını %83 AIDS hastası %76 Çingene %72 %70 Alkolik Sinir hastası %63 Sabıkalı Farklı etnik kökenden Farklı dini inançtan %23 %31 n=1863 12 Malum, Roman etnik kökenli kesime “Çingene” demek Çingene sözcüğünün Türkçedeki olumsuz anlamları taşıyor olmasından dolayı doğru değildir. Ancak, Roman sözcüğünün anlamının çoğu kişi tafından bilinmiyor olma ihtimali nedeniyle istemeyerek de olsa Çingene demek zorunda kaldık. 13 Burada da “seks işçisi” demeyi tercih ederdik. 109 Tüm cevapların ortalaması ekil 40’ta sunulmu tur. Görülmektedir ki, üç grup (e cinsellik, seks i çiliği ve AIDS hastalığı) çok büyük bir oranda dı lanmaktadır; takip eden dört grubun (Roman olma, alkoliklik, sinir hastalığı ve sabıkalılık durumu) dı lanma oranı ilk üç grup kadar olmasa da yine de yüksektir; son olarak ise iki grupta (dini inanç/mezhep ve etnik köken farkı) dı lanma azalmaktadır. EKİL 41 DI LAMA E cinsellik nedeniyle EKİL 42 DI LAMA Seks i çiliği nedeniyle %91 Erkek %88 %92 Kadın %92 %94 Engelli %92 %91 Engelli değil %90 %89 Yeni göçmen %90 %91 Eski göçmen Yerli/Oralı %94 Adana %92 %89 %91 %82 %86 Ankara Diyarbakır %95 Gaziantep %97 %83 %98 %99 %84 İstanbul İzmir %85 %95 %94 %91 Genel Yüzde 0 20 40 60 80 100 %90 0 20 40 60 80 100 110 EKİL 43- DI LAMA AIDS hastası olma nedeniyle EKİL 44- DI LAMA Romanlık nedeniyle %82 Erkek %72 %84 Kadın %80 %86 Engelli %79 %82 Engelli değil %75 %78 Yeni göçmen %77 %81 Eski göçmen %74 Yerli/Oralı %89 Adana %88 %77 %67 %80 Ankara %74 %96 Diyarbakır %93 %65 %76 Gaziantep İstanbul İzmir %84 %63 %91 %74 %83 Genel Yüzde 0 20 40 60 80 %76 100 0 20 40 60 80 100 Takip eden ekillerde ise (41-49), dı lamanın alt kategorilerde aldığı görüntü sunulmaktadır. Görülmektedir ki, kadınlar erkeklere göre daha dı layıcı durumdadırlar; keza engellilik halinin dı lamayı arttırmakta olması söz konusudur; etnik köken özelliği dı ındaki tüm özelliklerde Diyarbakır’ın daha dı layıcı olduğu anla ılmaktadır. 111 EKİL 45 Alkolik olma nedeniyle EKİL 46 Sinir hastası olma nedeniyle %70 Erkek %67 %74 Kadın Engelli %72 Engelli değil %71 %72 %71 %69 Yeni göçmen %68 %65 Eski göçmen %68 %65 %79 Yerli/Oralı %78 %82 Adana %77 %75 Ankara %71 %95 Diyarbakır %89 %58 Gaziantep %59 %46 İstanbul %47 İzmir %76 %75 %72 Genel Yüzde 0 20 40 60 %70 80 0 100 20 EKİL 47- DI LAMA Sabıkalı nedeniyle 40 Engelli %62 Engelli değil %63 Yeni göçmen %60 Eski göçmen %61 %25 %26 %23 %24 %23 %67 Yerli/Oralı Adana %67 Ankara %68 %23 %10 %48 %78 Diyarbakır %33 %42 %7 %11 %54 İstanbul İzmir %66 %33 %63 Genel Yüzde 0 20 40 100 %22 %66 Kadın Gaziantep 80 EKİL 48- DI LAMA Farklı etnik köken nedeniyle %60 Erkek 60 60 %23 80 0 10 20 30 40 50 112 EKİL 49- DI LAMA Farklı dini inanç nedeniyle % 29 E rk e k % 33 K a d ın % 35 E n g e lli E n g e lli d e ğ il % 30 % 32 Y eni göç m en E ski göç m en % 30 Y e rli/O ra lı % 30 % 20 Adana % 50 A n k a ra % 55 D iya rb a k ır % 13 % 12 G a z ia n te p İs ta n b u l İz m ir % 36 n=1863 % 31 G enel Y üzde 0 10 20 30 40 50 60 Dı lanma—toplumsal boyut Bu modüldeki üç soruyla görü ülen ki ilerin dı lanmanın daha geni çevrelerde ne ekilde ya andığına dair pozisyonları öğrenilmi tir. İlk soru, gecekondu bölgelerinde ya ayan ki ilerin toplumun geneli ya da belli kesimi tarafından potansiyel suçlu olarak görülüp görülmediğine ili kindir. ekil 50’den anla ıldığı üzere, genel ortalama 10 üzerinden 4.5 ile hafif de olsa suçlu görülmediği yönünde olu maktadır. Erkeklerin kadınlara, engellilerin de engeli olmayanlara göre bu konuda daha kötümser oldukları dü ünülebilir; Diyarbakır’da ise 5.7 ile hafif de olsa suçlu görüldüğü eklinde bir fark ortaya çıkmaktadır. İkinci soru, yerli halkın göç edenleri isteyip istemediğini ölçmektedir. Genel ortalama 4.4 çıkmı tır ve hafif de olsa göç edenlerin istenmediği yollu görü benimsenmemi tir ( ekil 51). Alt kategorilerde kayda değer tek fark, Ankara ilinin göç edenlere yönelik diğer illere görece daha olumlu dü ündüğüdür. Bu modüldeki son soru ile i verenlerin Kürt kökenli insanları i e alma konusunda olumsuz bir ayrımcılık yapıp yapmadıkları konusunda görü ülen ki ilerin ne dü ündüğünü anlamaya yöneliktir. 113 EKİL 50: DI LANMA- TOPLUMSAL BOYUT I Gecekondu bölgelerinde ya aya ki iler toplumun geneli veya belli bir kesimi tarafından potansiyel suçlu olarak görülüyor. (0: Hiç katılmıyorum; 10: tamamen katılıyorum) 4 ,7 Erkek 4 ,3 K a d ın 5 ,0 E n g e lli E n g e lli d e ğ il 4 ,4 4 ,5 Yeni göçm en 4 ,4 Eski göçm en 4 ,7 Y e r li/O r a lı 4 ,3 Adana 3 ,3 An k ara 5 ,7 D iy a r b a k ır 4 ,5 G a z ia n te p 4 ,9 İs ta n b u l İz m ir 4 ,2 n=1863 4 ,5 G e n e l O r ta la m a 0 1 2 3 4 5 6 EKİL 51: DI LANMA- TOPLUMSAL BOYUT II Bu ehrin yerli halkı göç edenleri istemiyor (0: Hiç katılmıyorum; 10: tamamen katılıyorum) Erk e k 4,5 4,3 K ad ın 4,3 E n g elli E n g elli d e ğ il 4,4 4,3 4,3 Y en i g ö çm en E ski g ö çm en 4,6 Y e rli/O ra lı 4,6 Ad an a 3,5 An k ara 4,7 D iy arb akır 4,8 G azian tep İs tan b u l 4,6 İz m ir 4,2 n=1863 4,4 G e n e l O rtalam a 0 0,5 1 1,5 2 2,5 3 3 ,5 4 4,5 5 114 EKİL 52: DI LANMA - TOPLUMSAL BOYUT III İ verenler Kürt kökenli insanları i e almak istemiyor (0: Hiç katılmıyorum; 10: tamamen katılıyorum) E rk e k 4 ,4 K ad ın 4 ,4 4 ,3 E n ge lli E ngelli de ğil 4 ,4 4 ,3 Y e n i göç m e n 4 ,1 E ski göçm en 4 ,7 Y e rli/O ra lı 4 ,6 Ad an a 3 ,8 A nk a ra 6 ,1 D iya rb ak ır 4 ,3 G a z ia nte p 3 ,0 İs ta nb u l İzm ir 4 ,5 n=1863 4 ,4 G e ne l O rta lam a 0 1 2 3 4 5 6 7 ekil 52’den anla ılacağı üzere, genel ortalama burada da 4.4 çıkmı olup, hafif de olsa bir ayrımcılık yapılmadığı eklinde tecelli etmektedir. Kategoriler bazındaki önemli fark, kentler arasında olu maktadır: Diyarbakır, 6.1 ile ayrımcılık olduğu yollu bir pozisyon alırken, İstanbul 3 ile ayrımcılık olmadığı yollu bir pozisyon almaktadır. Yoksulluk Son modül, çalı manın yapıldığı yerde önemli bir sorun olarak gözüken yoksulluk üzerinedir. Üç sorumuzun ilki, yoksulluğa sebep olan en önemli faktörün neler olduğuna ili kindir. Burada be neden sayılmı ve bunlardan en fazla üç tanesinin i aretlenebileceği belirtilmi tir. • İ imkanlarının yetersiz olması • Eğitimsizlik • Gelir dağılımının bozuk olması • Çalı mak istememek, tembellik • Etnik köken, mezhep gibi nedenlerden ötürü ya anan ayrımcılık 115 ekil 54’ten anla ılacağı üzere, i imkanlarındaki yetersizlik ve eğitimsizlik en önde gelen iki neden olarak sayılmı tır (yüzde 89 ve 85); bunu gelir dağılımındaki bozukluk izlemektedir (yüzde 65); çalı mak istememek üç ki iden birinin i aret ettiği bir neden olarak ortaya çıkarken, ayrımcılığın yüzde sekiz olması önemli bir bulgudur.14 Ancak, burada bir sıralama yaptırılmı olduğundan, ayrımcılığın gerçekten önemli bulunmadığı için mi, yoksa en önemli üç boyuta girmediği için mi dü ük yüzde aldığı konusunda net bir cevap vermek mümkün değildir. Yine de, yoksulluğun dı lanmanın bir nedeni olduğu ama dı lanmanın yoksulluğun olu masında önemli bir rol oynamadığı yollu savı dikkate almak durumundayız. EKİL 53: YOKSULLUK I: Yoksulluğa sebep olan en önemli faktörler (çoklu cevap) İş im k a n la rın ın y e te r s iz o lm a s ı % 89 E ğ itim s iz lik % 85 % 65 G e lir d a ğ ılım ın ın b o z u k o lm a s ı % 39 Ç a lış m a k is te m e m e k , te m b e llik E tn ik k ö k e n , m e z h e p g ib i n e d e n le r d e n d o la y ı iş te v e s o s y a l y a ş a m d a k a rş ıla ş ıla n z o r lu k la r % 0 % 8 n=1863 % 25 % 50 % 75 % 1 00 İkinci soru ise, devletin yoksullukla mücadelede üç olası politikadan hangisine önem vermesi gerektiğine ili kindir. Sayılan politikalar • İ imkanlarının artırmak • Hane gelirini belli seviyede tutacak ekilde aylık para yardımı yapmak 14 Cevapların kentler bazındaki analizi enteresan sonuçlar sunmaktadır: Eğitimsizlik, Diyarbakır’da yüzde 74’lere düşerken İstanbul’da yüzde 92’lere tırmanmaktadır, çalışmak istememek/tembellik, Adana’da yüzde 27 mertebesindeyken, İzmir’de yüzde 47’e ulaşmaktadır; gelir dağılımı, Ankara’da yüzde 58’e inerken, Gaziantep’te yüzde 77’ye ulaşmaktadır; ayrımcılık, Ankara’da yüzde üç mertebesindeyken, Diyarbakır’da yüzde 17’e tırmanmaktadır; iş imkanlarındaki yetersizlik ise, Ankara’da yüzde 84 iken, Adana’da yüzde 97’e yükselmektedir. 116 • Temel ihtiyaçlarını kar ılamayan ailelere sürekli ayni yardım yapmak eklinde sunulmu tur. Ağırlıklı bir kesim ilk politika olan i olanaklarının arttırılmasını seçmi tir (yüzde 77), ikinci tercihin ayni yardımdan ziyade nakdi yardım olması dikkat çekicidir ( ekil 54). EKİL 54: YOKSULLUK II- Politikalar D e v le t y o k s u llu k la m ü c a d e le e tm e k iç in b ir in i s e ç m e k z o ru n d a k a ls a h a n g i s in i s e ç m e l i ? İş im k a n la r ın ı a r ttır m a k 77% B ilm iy o r 2% T em el ih tiy a ç la r ın ı k a r ş ıla y a m a y a n a ile le r e s ü r e k li a y n i y a r d ım la r yap m ak 7% H a n e g e lirin i b e lli b ir s e v iy e d e tu ta c a k ş e k ild e a y lık p a r a y a r d ım ı yapm ak 14% n=1863 Bu modüldeki son soru ile görü me yapılan ki ilerin yoksulluğu bir kader olarak görüp görmedikleri, isterlerse yoksulluktan kurtulup kurtulamayacakları üzerinedir. Genel sonuçlara bakıldığında ( ekil 55), 10 üzerinden 6.3 ortalama puanı ile görü ülen kesimin yoksulluktan çıkı konusunda iyimser olmaya yakın oldukları görülmektedir. Yani, yoksulluğun kemikle mi olduğunu dü ünenlerin sayısının fazla olmadığını anlamaktayız. Elbet, bu iyimserlik ne denli gerçekle tirilebilir bir hedefe tekabül etmektedir, ne denli de hayal alemine kar ılık gelmektedir, konusunda elimizde net bir bilgi bulunmamaktadır. Engelliler bu konuda ortada bir çizgi izlemektedirler; kentler arası ayrımda ise Gaziantepliler iyimserlik anlamında öne çıkmakta, Diyarbakırlılar ise ortada kalmayı tercih etmektedirler. 117 EKİL 55: YOKSULLUK III- Yoksulluktan kurtulma yoksulluk kader değildir; insan gerçekten isterse yoksulluktan kurtulabilir (0: Hiç katılmıyorum; 10: Tamamen katılıyorum) 6 ,3 Erkek 6 ,3 K a d ın 5 ,5 E n g e lli E n g e lli d e ğ il 6 ,5 6 ,0 Yeni göçm en 6 ,4 Eski göçmen 6 ,5 Y e rli/O r a lı 6 ,9 Ad an a 6 ,5 An k a r a 5 ,0 D iy a r b a k ır 7 ,0 G a z ia n te p 5 ,7 İs ta n b u l İz m ir 6 ,7 n=1863 6 ,3 G e n e l O r ta la m a 0 1 2 3 4 5 6 7 8 Analiz15 Dı lanma meselesinin daha kapsamlı incelenmesi için bu bölümde ekonometrik analiz yapmayı dü ündük. Yukarıda da tartı ıldığı üzere, dı lanma konusuna dair iki soru modülü olu turduk. İlki, “dı lanmı lık hissi”nin öznel yoğunluğunu altı boyutta ölçmeyi amaçlıyordu: Yoksulluk, eğitim seviyesi, giyim ku am, etnik köken, ive, dini inanç/mezhep. İkinci modül ise, “ba kalarını dı lama”nın öznel yoğunluğunu u dokuz boyutta ölçmekteydi: Hüküm giymi olmak, etnik köken farkı, dini inanç/mezhep farkı, alkoliklik, sinir hastası olmak, AIDS hastası olmak, e cinsellik, Roman olmak, seks i çisi olmak. Burada, biri altı farklı yönden dı lanmı lık hissinin toplam hali olan “dı lanmı lık” endeksi, bir diğeri de sayılan dokuz sebepten dolayı ba kalarını dı lamanın toplam halini verecek “ba kalarını dı lama” endeksi olmak üzere iki tane “bile ik endeks” olu turduk. Böylece her katılımcının bir dı lanmı lık hissi ve bir de ba kalarını dı lama puanı oldu. Her birey için bu değerleri bulduktan sonraki adım, bu değerlerin belirlenmesinde muhtemel etkisi olan “bağımsız deği kenler”in saptanmasıydı. 15 Nazik yardımlarından faydalandığımız Pınar Ardıç’a teşekkürlerimizi sunmak isteriz. Araştırmacılar, ekonometrik analizin ayrıntılarına dair bilgi isteyebilirler. 118 “Dı lanmı lık”ın belirleyicileri Yaptığımız analiz sonucunda, u bağımsız deği kenleri saptadık: ¬ Cinsiyet ¬ Ya ¬ Eğitim ¬ Meslek (evkadını, emekli, i siz, formel, enformel olarak gruplanmı ) ¬ Sosyal güvenlik kapsamında olup olmama ¬ Kürtçe konu ma ¬ Göçmenlik hali (yeni, eski ve zorunlu-göç olarak gruplanmı ) ¬ E değerlik ölçeğine göre ayarlanmı ki i ba ına dü en harcama (kentler arası satın alma gücü paritesiyle düzeltilmi )16 ¬ Coğrafya (anketin yapıldığı ehir) ¬ Engelli olma ¬ Mezhep (Alevi, Sünni) ¬ Haneye “ekmek getiren” aile üyesinin 7 aydan uzun süredir i siz olup-olmadığı ¬ E ya sahipliği (hanehalkının mülkiyet durumunu belirleyen bile ik endeks) Regresyon analizinin özet sonuçları Tablo 4A’dan takip edilebilir. TABLO 4A: DI LANMI LIK HİSSİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER Faktörler İli ki Ya -*** Eğitim -** Kürtçe bilmek +* Eski göçmenler -** Adana, Ankara, Diyarbakır, İzmir, Gaziantep -*** Engelliler +** Sosyal güvenlik kapsamında olmak -** İki yılda 7 aydan uzun süreli i sizlik +** E ya sahipliği -*** *, ** ve *** sırasıyla yüzde 90, 95 ve 99 güven aralığına tekabül etmektedir. Bağımsız deği kenler kümemizden istatistiksel olarak anlamlı olduğu anla ılanlar yukarıdaki tabloda görülmektedir. “Dı lanmı lık”ın bir bile ik parametre olduğunu hatırlatalım. Sonuçlara göre, “dı lanmı lık” bağımlı parametresi u bağımsız parametrelere bağlı olarak belirlenmektedir: 16 Sayfa 100’deki 9 no’lu dipnota bakınız. 119 1. Ya : Eksi i areti sebebiyle (istatistiksel anlamlılığın çok yüksek olduğunu belirtelim), gençlerin ya lılara göre daha fazla dı lanmı lık hissettiği ve diğer deği kenler sabitken ya arttığında dı lanmı lık hissinin azaldığı eklinde okumaktayız 2. Eğitim: Eksi i areti (istatistiksel anlamlılık orta değerdedir), eğitim arttıkça ki ilerin daha az dı lanmı lık hissettiğine i aret etmektedir. 3. Kürtçe bilmek: Sonuç (her ne kadar istatistiksel anlamlılık dü ük olsa da), Kürtçe konu anların (ve tahminen Kürt kökenli olanların) Kürtçe konu mayanlara göre daha fazla dı lanmı lık hissetmekte olduklarıdır. 4. Eski göçmenler: Tüm göçmenlerin medyan göç yılından önce göç edenler, ehrin yerlileriyle kıyaslandığında daha az dı lanmı lık hissetmektedirler. 5. İller: Adana, Ankara, Diyarbakır, İzmir ve Gaziantep’te ya amanın, İstanbul’da ya amakla kıyaslandığında, daha az dı lanmı lık hissi yaratacağı tahmin edilmektedir (yüksek istatistiksel anlamlılık sebebiyle). Diğer bir deyi le, İstanbul’da ya amak beraberinde dı lanmı lık hissini getirmektedir. 6. Engellilik: Engelli olmak dı lanmı lık hissini arttırmaktadır (orta istatistiksel anlamlılık). 7. Sosyal güvenlik: Sosyal güvenlik ağı kapsamında olmak daha az dı lanmı lık hissi yaratmaktadır (orta istatistiksel anlamlılık). 8. İ sizlik: Eğer ailenin eve ekmek getiren bireyi son iki yılda 7 aydan fazla süre i siz kalmı ise, (orta istatistiksel anlamlılıkla) görü ülen ki i, ailesinde bu kadar uzun süre i sizlik ya anmamı ki ilere göre, daha fazla dı lanmı lık hissetmektedir. 9. E ya sahipliği: E ya sahipliğinin artması, dı lanmı lık hissinin azalması anlamına gelmektedir (yüksek istatistiksel anlamlılıkla). “Ki i ba ına dü en harcama” deği keninin dı lanmı lığın iddetini etkilemediği sonucu dikkate değerdir. Dolayısıyla, dı lanmanın belirlenmesinde her ne kadar harcama seviyesi (gelir yerine kullanılmaktadır) bir rol oynamasa da, birikimin bir rolü olduğu ortaya çıkmaktadır. Diğer deği kenler, yani cinsiyet, meslek, din vb., ki inin dı lanmı lık hissini etkilemiyor çıkmı tır. “Ba kalarını dı lama”nın belirleyicileri Burada, yukarıda kullanılan aynı bağımsız deği kenler ve ayrıca bir de “dı lanmı lık” bile ik endeksi parametresi kullanılmı tır. “Dı lanmı lık”ın ki inin ba kalarına kar ı dı layıcı tutumunda belirleyici olabileceğini dü ündük. 120 TABLO 4B: BA KALARINI DI LAMANIN YOĞUNLUĞUNU ETKİLEYEN FAKTÖRLER Faktörler İli ki Eğitim -** Kürtçe bilmek -** Zorunlu-göçmenler +** Adana, Ankara, Diyarbakır, İzmir, Gaziantep +*** E ya sahipliği +** * Dı lanmı lık + *, ** ve *** sırasıyla yüzde 90, 95 ve 99 güven aralığına tekabül etmektedir. Bağımsız deği kenler kümemizden istatistiksel olarak anlamlı çıkanlar yukarıdaki tabloda gösterilmektedir. “Ba kalarını dı lama”nın, ba kalarını dokuz ayrı sebeple dı lamanın toplam değerini gösteren bir bile ik endeksi olduğunu hatırlatalım. Sonuçlara göre, “ba kalarını dı lama” bağımlı deği keni a ağıdaki bağımsız parametrelerce belirlenmektedir: 1. Eğitim: Eksi i areti (orta istatistiksel anlamlılıkla), eğitim seviyesi arttıkça ki ilerin ba kalarını dı lamaya daha az eğilimli olduğunu göstermektedir. 2. Kürtçe bilmek: Kürtçe konu abilenler (ve muhtemelen Kürt kökenli olanlar) ba kalarını dı lamaya daha az eğilimli çıkmı lardır (orta istatistiksel anlamlılıkta). 3. Zorunlu göç: Zorunlu göç ettirilenlerin ba kalarını dı lama eğilimi yüksektir (orta istatistiksel anlamlılık). 4. İller: Adana, Ankara, Diyarbakır, İzmir ve Gaziantep’te ya ayan bir bireyin İstanbul’da ya ayana kıyasla daha dı layıcı olduğu görülmektedir (yüksek istatistiksel anlamlılık). 5. E ya sahipliği: Daha fazla e ya sahipliği ba kalarını daha fazla dı lama anlamına gelmektedir (orta istatistiksel anlamlılıkla). “Ki i ba ına dü en harcama” seviyesinin etkisiz çıkması ilginçtir. Burada da, her ne kadar harcama seviyesi (gelir için bir tahmin olarak) bir rol oynamasa da, birikim seviyesi oynamaktadır—diğer bir deyi le daha varlıklı aile bireylerinin, kendilerini daha yüksek bir sınıfa ait görüp sosyal anlamda korunmasız grupları a ağıda tuttuğunu anlamını çıkarabilmek mümkündür. 6. Dı lanmı lık: Eğer ki i dı lanmı hissediyorsa, ba kalarını dı lama eğilimindedir (dü ük istatistiksel anlamlılıkla). Diğer deği kenler, yani cinsiyet, meslek, din vb., ki inin ba kalarını dı lama seviyesinde belirleyici olmadığı görülmü tür. 121 EK 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 DERİNLEMESİNE GÖRÜ MELER İzmir vali yardımcısı Yakup Vatan İzmir belediyesi sosyal hizmetler müdürü Semra Aksu İzmir belediyesi sosyal hizmetler KORDEM (Izmir) Ege Kadın Dayanı ma Vakfı (Izmir) KAOS GL (Ankara) Gaziantep vali yardımcısı Gaziantep belediyesi sosyal hizmetler Altı Nokta Körler Derneği (Gaziantep İnsan Hakları Derneği (Gaziantep) Cennet Çocukları Koruma ve Ya atma Derneği (Gaziantep) KAYA (Kadın Yurtta Ağı) (İstanbul) Cem Vakfı (İstanbul) Ba ak Kültür ve Sanat Vakfı (İstanbul) Cengiz Bayrat İbrahim Altıta Ay egül Önen & Tülin Özler Ali Erol Ali Cergibozan Muhtar Akyol Mehmet Polat Mustafa Ercan Nermin Kayadelen Meltem Aslan Celal Dinçer ahhanım Kanat Halkevleri İstanbul ubesi (İstanbul) Lambda (İstanbul) Göç-Der (İstanbul) Umut Çocukları Derneği (İstanbul) Ula ılabilir Ya am Derneği (İstanbul) Sosyal ve Kültürel Ya amı Geli tirme Derneği (İstanbul) İlknur Birol & Oya ensoy Öner Ceylan efika Gürbüz Uğur İlhan Belgin Cengiz Goncagül Gümü Diyarbakır vali yardımcısı Türkiye Kalkınma Vakfı (Diyarbakır) ÇATOM (Diyarbakır) KAMER (Diyarbakır) GİDEM (Diyarbakır) Adana SYDTF müdürü Adana SHÇEK müdürü Adana belediyesi sosyal hizmetler müdürü AÇEV (Adana) Türkiye Sakatlar Derneği (Adana) Kimsesiz Çocukları Koruma ve Ya atma Derneği (Adana) Prof. Dr. Emre Alper (Ekonomi Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi) Ahmet Aydın Osman Kazıcı Sabahattin Dadak Nebahat Akkoç Nurcan Baysal Mehmet Balıkoğlu Muzaffer Aygül Ozan Aksu Nefise Balyemez & Hatice Çam Halis Kasap Seda Gökçe Prof. Dr. Mine Eder (Politika Bölümü, Boğaziçi Üniversitesi) Prof. Dr. Fikret enses (Ekonomi Bölümü, ODTÜ) 122 BÖLÜM 4 DEĞERLENDİRME VE POLİTİKA ÖNERİLERİ BÖLÜM 4 DEĞERLENDİRME VE POLİTİKA ÖNERİLERİ1 Genel Tablo Bu rapor, kimi bireylerin toplum dı ına itilmeleri ve toplum ya amına dilediklerince katılımlarının yoksulluk, temel yetkinlik ve ya am boyu öğrenme fırsatlarının eksikliği ya da ayrımcılık sebebiyle engellenmesi olarak tanımlanan sosyal dı lanmanın Türkiye’deki durumunu altı büyük ildeki (Adana, Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, İstanbul ve İzmir) gecekondu ve kentiçi çöküntü alanlarına özel vurgu yaparak incelemeyi hedeflemekteydi. Yaptığımız teorik ara tırma, sosyal dı lanmanın ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasi ve mekansal boyutları olabileceğini, bunların birbirini tetikleyip/arttırabileceğini ve farklı boyutlardaki dı lanmaların etkile iminin, dı lanma süreçlerinde kendi kendini besleyen kısır döngülere yol açabileceğini göstermi tir. Bu ara tırmanın metodolojisi; literatür taramasının yanı sıra, dı lanmanın çe itli boyutlarına dair üç makale, payda lar ve ara tırmacı/akademisyenlerle sosyal dı lanma ve ayrımcılık konusunda bir dizi derinlemesine görü me, 12 adet foküs grup çalı ması ve 1863 ki iyi kapsayan bir anketten (her ikisi de belirtilen 6 ilde yürütülmü tür) olu maktaydı. Her ne kadar anket çalı masında gecekondu ve kentiçi çöküntü alanlarını istatistiki olarak yansıtma imkanımız olmasa da, yanlı görüntüler olu maması için gereken çabalar harcanmı tır. Ara tırma, ayrıca, anket sonuçlarının sunulduğu (Gaziantep ve İstanbul’da gerçekle tirilen) iki çalı taydaki katılımcılarının görü ve yorumlarından da faydalanmı tır. Altı büyük metropolde (Adana, Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, İstanbul ve İzmir) gerçekle tirilmi olan anket ara tırması bulgularını yine bu çalı ma kapsamında yapmı olduğumuz bir dizi niteliksel çalı ma (foküs grup ve derinlemesine görü meler) sonuçları ve literatür taramasıyla birlikte mütalaa ettiğimizde, ortaya çıkan tablo, kentiçi çöküntü alanları ve gecekondularda ya anmakta olan dı lanmaların ekonomik, toplumsal, kültürel, politik ve mekansal tezahürleri bulunduğu yolundadır. Dı lanmı lık hissini arttıran olası etmenler üzerine yapmı olduğumuz analiz neticesinde; genç, az eğitimli, Kürt kökenli, yeni göçmen, engelli, yedi aydan fazla süre i siz olmanın, sosyal sigorta bulunmamasının ve maddi güvence olmamasının ki ide dı lanmı lık duygusunu arttırmakta olduğu ortaya çıkmı tır. Bu özellikleri ta ıyan ki ilerin (örneğin yeni göçmenler) bir mahallede yoğunla ması durumunda, o 1 Bu bölümün bir önceki versiyonu JIM sürecine katkı sağlaması amacıyla kullanıcılara sunulmuştur. 123 mahallenin genelinde bir dı lanmı lık hissinin bulunmasını beklemekteyiz. Bu çok boyutlu tablonun çarpıcı noktalarını maddeler halinde özetleyecek olursak: • Beklendiği üzere, yoksulluk birçok hanehalkının iç-içe bulunduğu ve hatta içselle tirdiği (ve belki de kanıksadığı) bir sorun olarak kar ımıza çıkmaktadır. Anket çalı mamıza katılanların yarıya yakını yoksulluk nedeniyle kendilerini toplumdan dı lanmı hissetmektedirler. Yoksulluğun en yalın göstergesi olarak hanehalkı bazında aylık giderler rakamlarına bakıldığında bu durum çok yalın bir ekilde kar ımıza çıkmaktadır. Altı kent kar ıla tırmasında ise, EUROSTAT’ın “e değerlik ölçeği (adult equivalence)” ve kentler arası satın alma gücü paritesine göre düzenlemeler yapıldığında, Diyarbakır kenti verilerinin ayrı tığı ve diğer kent verilerinin yakınla tığı izlenmektedir—dolayısıyla Diyarbakır kentindeki yoksulların çalı mamız • içerisindeki en yoksul kesim olduğunu anlamaktayız. Yoksulluğun nedenlerine ili kin olarak (kimi kendi aralarında ilintili) u noktaları görmekteyiz: o Formel kesimde i olanaklarının dü üklüğü (ülke ekonomisinin formel ve enformel ikili yapısının bir neticesi olarak). o İhtiyaç sahiplerine yapılan maddi ve ayni yardımların yetersizliği. o Hedef grubumuzun büyük bir bölümünün istihdam edildiği (çoğu enformel kesimde olan) dü ük kalifiye i lerdeki ücretlerin az olması—dolayısıyla yüksek oranda çalı an yoksulun bulunması. o Enformel kesimde çalı anların i garantilerinin ve sosyal güvencelerinin olmaması, yüksek ihtimalle zor ve tehlikeli i ortamlarında çalı ıyor olmaları. o Sermayeye eri imde güçlükler ya anması (birinci olarak, yakınlarının da yoksul olmasından dolayı yakın çevreden kredi bulamamak; ikinci olarak, eğer ki i enformel kesimde çalı ıyorsa istenen kefili bulmada ya ayacağı zorluklar nedeniyle bankaları kullanamama; üçüncü olarak, kamunun verdiği kredilerdeki yetersizlikler ve sonuncu olarak, tefecilerin çok yüksek faiz istemeleri). o Eğitim imkanlarından (istenilen seviyede) yararlanamama, eğitim kalitesinin (kalabalık sınıflar gibi) dü ük olması ve kütüphane gibi kamusal imkanların yetersizlikleri (a ağıda bu konuya tekrar değinilecektir) neticesinde be eri sermayenin dü ük seviyede kalması. o Mekansal sorunlar (örneğin, ya anan yerin dü ük kalitede olması, kalabalık nüfus, ısınma sorunları ve yetersiz hijyenik ko ulları), sağlık hizmetlerine 124 ula ımda ya anan (hem miktar hem kalite anlamında) zorluklar ve gecekondu alanlarındaki kent servislerinin yetersizliği (eğlence-dinlence imkanlarının azlığı, ula ım sorunları gibi) nedeniyle emek verimliliğin dü mesi. o Küçük ölçekli (genelde ev merkezli) üretimde/satı ta danı manlık hizmeti almada ya anan güçlükler. o Beceri geli tirmeye yönelik kurs vb. hizmetler arzının istenilen nicelik ve nitelikte olmaması. o Evde bakıma muhtaç ki ilerin (küçük çocuk/ileri ya /engelli) mevcudiyeti nedeniyle emek piyasalarına (istenilen ölçüde) girememe; aynı ba lıkta değerlendirilmesi gereken bir diğer nokta olarak, çoğu hanehalkında genel kent ortalamasının fevkinde çocuk sayısı ve dolayısıyla bakım zamanında artı ların ya anması—ki bu durum Güneydoğu’daki iller ile diğer iller arasında bariz farklar göstermektedir. o Engelinden ötürü emek piyasalarına ula amama ki, bunun iki açılımı bulunmaktadır: (i) engelliye uygun ekilde tasarlanmı eğitim olanaklarının yetersizliği; (ii) engelliye yönelik istihdam olanaklarının dü üklüğü—yasal zorunluluk olan engelli istihdamına büyük ölçüde riayet edilmemesi. o Emek piyasaları dı ına dü mü engelli kesime verilen bakım hizmetlerinin yetersizliği. o Kültürel/politik nedenlerden dolayı (etnik köken, dini tercihler, politik görü , cinsel tercih, cinsiyet, ya , mahpusluk hali vb.) ayrımcılık yapılması neticesinde i e girememe ve bunun sonucu olarak dü ük gelirin dü ük eğitime sebep olması ve bunun da dü ük gelire yol açması eklinde ortaya çıkan kısır döngü. Sayılanların ötesinde ve üstünde, yapısal sorunlar—özellikle iktisadi hayatta— mevcuttur: Yüksek i sizlik oranları ( u anki yüksek büyüme oranına kar ın); enformel ile formel yapının iç-içe bulunması; mevsimsel emek taleplerinde ya anan dalgalanmalar; kadınların emek piyasasına katılım oranlarının dü üklüğü; çocuk emeğinin yüksek oranda kullanımı; sendikal haklarda ya anan erozyon; gelir ve servet dağılımında ya anan e itsizlikler; bölgesel geli im farkları. • Yoksulluğun; sağlık, eğitim ve konut alanlarında en temel seviyelerdeki hizmetlere ula ımda bile ciddi sorunları beraberinde getirmekte olduğu çok net gözler önüne 125 serilmektedir: Hanehalkının geneli dikkate alındığında, neredeyse üçte ikiye yakın bir kesiminin sağlık sigortası ve emeklilik imkanlarının bulunmadığı ve sigortasız bu kesimin ancak yakla ık yarısının Ye il Kart sahibi olabildiği anla ılmaktadır—ki bu da katılımcıların kabaca üçte birinin hiçbir ekilde güvencesi olmadığı anlamına gelmektedir. Ye il Kart’a ula ımda, ba ta zorunlu göç edenlerin kullanamasalar bile mal/mülklerinden dolayı görece varlıklı gözükmeleri neticesinde kart verilmemeleri • olmak üzere, sorunların varlığı dile getirilmi tir. Okulun masraf kapısı olarak görülmesi (bu masraflara okullardan istenen “bağı ”lar da dahildir), evdeki çalı ma ko ullarının olumsuz niteliği (küçük mekan-yüksek hanehalkı yetersizliği, nüfusu), kitap/okul araç-gereçleri/bilgisayar/İnternet çocukların—özellikle de kızların—ev bağlantısının i lerinde/çocuk-engelli-ya lı bakımında kullanılması ve çocukların yarı-zamanlı ya da tüm gün çalı tırılması tezahürlerinden anla ılacağı üzere, yoksulluk, eğitime ula mada ciddi engeller ortaya koymaktadır. Ankete cevap verenlerin dörtte birinden fazlasının okur yazar olmaması, ortaokul ve üstü diploma sahiplerinin oranının be te birden az olması söz konusudur; dolayısıyla, ankete katılanların dörtte birinden fazlasının eğitim seviyeleri nedeniyle kendilerini toplumdan dı lanmı görmeleri a ırtıcı olmamalıdır. Bu da, dönü te, gelecek neslin dü ük be eri sermayeli olmasını ve bundan dolayı da emek piyasalarının dı ına dü melerini/dü ük ücretli i lerle yetinmelerini beraberinde getirmektedir—yani bir yoksulluk-eğitimsizlik-yoksulluk kısır döngüsü hüküm • sürmektedir. Yoksulluk, ya anılan mekanları da etkilemektedir; hem hanehalkının ikametgahında hem ya anılan mahallede ciddi sağlık sorunlarını da tetikleyebilecek kötü ko ulların mevcudiyeti söz konusu olabilmektedir. Son olarak, engelli kesimin anılan hizmetlere ula ımında ortaya çıkan ek maliyetlerin yoksulluk sebebiyle kar ılanamaması ilave • mağduriyetleri kaçınılmaz hale getirebilmektedir. Gerek emek piyasalarına eri imde ya anan zorluklar ve gerek sağlık ve emeklilik sigortalarının kapsamı altında bulunmama durumları, eğitimsizlik ve kültürel bir dizi etmenle de birle ince, fazla sayıda çocuk yapma eğilimini beraberinde getirmekte, bu durum da yoksulluğun hem bir tezahürü hem (yukarıda vurgulanmı olduğu üzere) bir nedeni haline gelmektedir. Hane ba ına dü en çocuk sayısı bakımından bölgesel düzlemde ciddi farklar bulunmaktadır. 126 • Sağlık hizmetlerinde yoksulluk nedeniyle ya anan ve yukarıda değinilen bir dizi sorunun yanında ilave sorunların mevcudiyeti vurgulanmı tır: o Sağlık hizmetlerinin arzında kent ortalamasına göre bir dü me bulunmaktadır; bu da ya uzun bekleme sürelerini göze almayı, ya kötü kalitede hizmeti kabul etmeyi (bkz. bir sonraki madde), ya da zaman ve mali külfetleri göze alıp bu hizmetlerin daha iyi sunulduğu merkezlere gitmeyi beraberinde getirmektedir. o Sağlık hizmetlerinde ciddi bir kalite probleminin ya anmakta olduğu ifade edilmektedir. Sağlık ya da eğitim birimlerine ula abilir olmak, maalesef iyi bir servis alınacağı anlamına gelmemektedir. Sağlık birimleri yetersiz personel ve donanım nedeniyle kalite sorunları ya amaktadır. o Çoğu sağlık birimlerinde “bıçak parası” adı altında yasadı ı bir ödeme yapılması istenmektedir. Bu, elbet, ülkenin genel bir sorunudur. Ancak, dikkatimizi çevirdiğimiz kesimin bu tür ödemelere (ülkenin ortalama gelir seviyeleri dikkate alındığında) çoğu zaman gücü yetmemekte ve sonuç olarak • sağlık hizmetlerinden (kısmen ya da tamamen) dı lanmaktadırlar. Eğitim hizmetlerinde yoksulluk nedeniyle ya anan ve yukarıda değinilen bir dizi sorunun yanında ilave sorunların mevcudiyeti vurgulanmı tır: o Gecekondu ve kentiçi çöküntü bölgelerinde eğitim servislerinin yetersiz miktarda sunuluyor olması bu konudaki en büyük sorunlardan birini olu turmaktadır. Kimi ailelerin, çocuklarını okuyabilmeleri için uzak yerdeki okullara gönderiyor olmaları söz konusudur, bu da doğal olarak aile bütçesine ula ım kalemi olarak masraf getirmektedir. Çoğu mahallede kütüphane bulunmamaktadır. o Genel olarak bakıldığında, eğitim kalitesinin dü ük olduğu ifade edilebilir. Sınıf mevcutlarının yüksek olması, laboratuar, bilgisayar ve benzeri eğitim araç-gereçlerindeki eksikler en sık ifade edilen sorunların ba ında gelmektedir. İlave bir nokta olarak, meslek liselerinin verdiği eğitimin de dü ük seviyelerde olduğu ve bir gelecek sunamadığına dair ele tiriler yapılmaktadır. o Okul öncesi eğitim ve çocuk/ileri ya kesiminin bakım imkanlarının yetersiz olması söz konusudur. Bu durumun dolaylı sonuçları—yukarıda değinilmi olduğu gibi—iki boyutta ele alınabilir: i) Emek piyasalarına katılımda engeller olu maktadır: potansiyel olarak emek piyasalarına katılabilecek kesimin bir kısmı bakımla ilgilenmek durumunda kalmaktadır; ii) bir kısım çocuk anılan 127 kesime bakmakla görevlendirilmekte ve dolayısıyla eğitim imkanlarından mahrum kalmaktadır. o Müfredat-dı ı (“extra-curriculum”) faaliyetlerin çok dü ük seviyede olduğuna dair ikayetler söz konusudur. o “Kayıt parası” adı altında kayıt dı ı ödemeler istenmektedir. Yukarda “bıçak parası” konusunda tartı ıldığı gibi, bu sorun genel bir sorundur, ancak yoksul kesimi daha iddetli etkilemektedir. o Ana dilinin Türkçe dı ında bir dil olması nedeniyle kimi çocukların okulda ba arı sorunları ya amaları söz konusudur. o Kültürel nedenlerden dolayı kız çocuklarının kimi bölgelerde okula ya hiç gönderilmemesi ya da belli bir eğitim seviyesinin ötesine devam etmelerine izin verilmemesi gerçeği, son yıllardaki kampanyaların kat ettiği mesafelere rağmen, devam etmektedir. o Her ne kadar anket sonuçlarında dini görü lerinin ya am biçimine yansıtılması nedeniyle çocuklarının okula alınmadığı yollu ikayet getiren olmadıysa da, bu alanda toplum düzeyinde bir mutabakata henüz ula ılamamı olmasından dolayı—İstanbul’daki çalı tayda ifade edilmi olduğu üzere— sorunların/dı lanmaların ya anma ihtimali bulunmaktadır. o Engelli kesim için tasarlanmı eğitim olanaklarının sayıca az, sunduğu hizmet • kalitesi olarak dü ük seviyelerde olduğu dile getirilmi tir. Mekansal dı lanmaların mevcudiyeti vurgulanmı tır: o Eğitim ve sağlık hizmetlerinin yanı sıra bir dizi kamusal hizmetin (ye illik, ula ım, çocuk oyun alanları, kanalizasyon, içme suyu vb.) kentiçi çöküntü ve gecekondu bölgelerindeki arzının (miktar ve kalite olarak) kent genelinin altında olduğu eklinde rahatsızlıklar bulunmaktadır. Bu da bir dizi maliyet olarak (örneğin bağırsak enfeksiyonu yaygınlığındaki yüksek oranlar gibi) geri dönmektedir. o Her ne kadar gecekondu ve kentiçi çöküntü alanlarının sınırları deği kense de, belli bölgelerde ikamet ediyor olmanın çe itli ya amsal alanlarda—ki buna emek piyasaları da dahildir—dı lanmaları beraberinde getirdiği yollu (belli bir mekandan olmanın bir genç için “tinerci” tanımını toplum genelinde çağrı tırması örneğinde olduğu gibi) kaygılar söz konusudur. o Fiziksel engelli kesimin ya adığı zorlukların yoksul bölgelerde arttığı yollu kaygılar dile getirilmektedir. 128 o Yoksul bölgelerdeki ekonomik zorluklar, sosyal doku ve kültürel yapının aile içi geçimsizlikleri ve iddeti arttırdığı, özellikle gençlerde madde bağımlılığını te vik ettiği ve adli olayları/suça eğilimi arttırdığı hususlarının altı çizilmektedir. o Ya anan mekandan kaynaklanan kısıtlar nedeniyle, genel anlamda kentsel • haklara ula mada ya anan zorluklardan bahsedilmektedir. Gelecek ku ak, yoksul bölgelerde ciddi sorunlarla kar ı kar ıya bulunmaktadır. Bir kısmı, yukarıda belirtilmi olduğu üzere, geleceğe kötü ko ullarda hazırlanmaktadır, eğitim olanaklarından bazen hiç bazen de kısıtlı oranlarda yararlanabilmektedir. Okul öncesi ve müfredat-dı ı eğitim/etkinlikler son derece kısıtlıdır. Bir kısmı yarı-zamanlı bir kısmı da tam-zamanlı olmak üzere çalı maya zorlanmakta, bir kısmı da eğitim almak yerine bakıma muhtaç biriyle ilgilenmek zorunda kalmaktadır (çok çocuklu yoksul ailelerdeki tipik görüntü, bazılarının evin geçimine katkıda bulunmak için çalı ıyor olması, bazılarının evdeki bakıma muhtaçlarla ilgilenmesi ve ancak bazısının, o da genelde kötü ko ullarda, eğitim alması eklindedir). Eğitimsizliğe tatminsizlik/ilerinin umut verici olmayı ı ve diğer bir dizi etmen de eklendiğinde bir kısmı suça eğilim göstermekte ya da madde bağımlısı olabilmektedir. “Madde bağımlısı olacağına, suç i leyeceğine, bir i e girsin” denmek suretiyle okula devam ettirilmeyen önemli sayılabilecek bir grubun varlığına i aret edilmektedir. Kimi de sokakta ya amı tercih eder hale gelebilmektedir. Özellikle sokak çocuklarının sayısındaki son yıllardaki artı , bahsedilen sorunların belli e ik seviyelerini çoktan • a mı olduğuna i aret etmektedir. Korunmasız grupların yoksul bölgelerde önemli sorunlarla kar ı kar ıya bulundukları yollu kaygılar vardır: o Engellilerin kar ı kar ıya bulunduğu sorunlar u ba lıklarla özetlenebilir: Üzerinde çalı ılan mekanlarda ya ayan engellilerin, kısmen yukarıda da değinildiği gibi, sağlık, eğitim, mekan ve istihdam konularında ciddi sorunları bulunmaktadır. Rehabilitasyon merkezleri yetersiz durumdadır; belli engel gruplarının ihtiyaçlarını, bırakın kar ılamayı, tespit edebilecek yeti mi eleman sıkıntısı (örneğin otistik çocuklara eğitim verme alanında) bulunmaktadır; sosyal ve kültürel destek birimleri çok yetersizdir. Ancak, belki de daha önemlisi, kamusal alanda engellilerin hakkının savunulması hususunda ciddi aksaklıkların bulunmakta olduğunun altı çizilmektedir. Bu durum da, engellinin büyük ölçüde kendini toplum dı ına çekmesi sonucunu 129 doğurmaktadır. Engelli ebeveynin çocukları da kendine has zorluklara maruz kalmaktadır. o Türkiye genelinde kadının ekonomik ve sosyal konumunun geli tirilmesi gerektiği malumdur. Bilindiği üzere, kadın nüfusun eğitime ve emek piyasalarına katılımı dü üktür, politik süreçlerin içinde yer alması nadiren kar ıla ılan bir durumdur, kültürel nedenlerden dolayı kendini toplumda gerçekle tirmesinin önünde engeller bulunmaktadır ve gerek aile içinde gerek daha yaygın anlamda iddete maruz kalmaktadır. Kadın olmak, eğitim seviyesinin dü ük olduğu ve patriarkal yapının güçlü olduğu gecekondu ve kentiçi çöküntü alanlarında bu sorunların daha derinden ya anmasına neden olmaktadır: Kadınlar fazla çocuk/hasta/engelli/ileri ya kadınlar, uç noktada, çocuk yapmaya zorlanmaktadır ve bakımı ile ilgilenmek durumundadırlar. Kimi psikolojik/jinekolojik hastalıklarını ifade bile edememektedirler. Dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta, evde kadınlara kar ı iddetin (dayak da dahil olmak üzere) yaygınlığıdır: ancak, kadınlar korktuklarından (ya da utandıklarından) böylesi durumları ikayet edemeyebilirler. Yeri gelmi ken belirtmekte fayda vardır ki, kimi durumda evlenme ya ının kadınlarda 14’e indirilmesi nedeniyle erken evlendirilen genç kadınların iddete ses çıkartamamaları söz konusudur. Ve son olarak, son zamanlarda verilen çabalara rağmen, “namus cinayetleri” devam etmektedir (zina, evlilik dı ı ili kiler, ailenin “onaylamadığı” birine a ık olmak, tüm bunlar, ailenin namusuna leke olarak görülebilir ve ailenin erkek üyeleri söz konusu kadının öldürülmesine karar verebilirler). o Zorunlu göç ile kentlere gelmi olan kesimin görü ülenler içinde sorunları en ağır ya ayan alt gruplardan biri olduğu hususunda kuvvetli veriler mevcuttur. Bir hazırlık süreci ya amadan, çok kısa bir sürede “üretici”den “tüketici”ye dönü en bu kesimin, ba ta yoksulluk olmak üzere, hem bugünlerini hem de yarınlarını etkileyen bir dizi sorunu bulunmaktadır: Be eri sermayeleri dü üktür, çocukların büyük kısmı ev bütçesine katkı sağlamak için çalı mak (ve dolayısıyla okuyamamak) durumundadır, hanehalkı ba ına dü en çocuk sayısı fazladır, mekanlar küçük ve kötü ko uldadır, akraba ve benzeri sosyal ağlardan yeterince yararlanamamaktadırlar, kullanamamakta olsalar da geldikleri yerde bulunan gayrimenkulları nedeniyle Ye il Kart temininde zorluk ya amaktadırlar vb. 130 o Yerlerinden edilmi kesim bugün için de zorluklar içindedir. “Köye Dönü ve Rehabilitasyon” programından faydalananlar azımsanmayacak miktarlardaysa da, son zamanlarda yeniden ba layan çatı malarla iddetin tekrar bölgeye hakim olması ve neticede köye dönü programının ba arısının azalması tehlikeleri ba göstermi tir. Bölgede artan gerilimin yanı sıra, ba ta bölgenin geri kalmı lığının sürmekte olması olmak üzere, birçok etmen bölgeye geri • dönü lerin önünde sorun olmaya devam etmektedir. Yukarıda değinilen noktalar dı ında, ilave dı lanma süreçlerinden de bahsetmek gerekmektedir: o Sosyal, kültürel ve politik süreçlerde, Kürtler ba ta olmak üzere, etnik kökenli gruplara yönelik dı lanmaların ya andığına dair hem veriler hem de bu yönde ifade edilmi olan rahatsızlıklar mevcuttur. Çalı mamızda, ankete cevap verenlerin yakla ık be te birinin etnik kökeni nedeniyle dı landığını ifade etmi olmaları dü ündürücüdür. o Yukarıdaki noktayla bağlantılı olarak, Romanlar’ın kültürel dı lanmalara maruz kalmaları söz konusudur. Her ne kadar Romanların büyük bir bölümü asimile olmu larsa da, olmayanların büyük kentlerin belirli bölgelerinde ya amaları söz konusudur. Romanlara kar ı toplum genelindeki önyargılar sadece bu kesimin mekansal olarak dı lanmı olmasında değil aynı zamanda emek piyasasında ya anan dı lanmalarda da kar ımıza çıkar (netice olarak Romanların genelde sigortası olmayan enformel i lerde ve çoğunlukla da Romanlarla özle tirilen çiçek satmak, çöp toplamak gibi alanlarda çalı ıyor olmaları söz konusudur). o Azımsanamayacak oranda bir kesimin dini inançları/mezhepleri nedeniyle dı landığını ifade etmi olmalarından hareketle, bu boyutta da sorunların bulunduğunu varsaymak durumundayız. Spesifik olarak, Sünni mezhebi dı ındaki (ba ta Aleviler olmak üzere) mezheplerin ifade etmekte oldukları sorunların bazılarının dı lanma ba lığı altında değerlendirilmesi gerektiği hususu mevcuttur. o Bu bapta ele alınması gereken bir diğer nokta da, gayri-Müslim ve dini inancı olmayan kesime yönelik, çoğu toplumsal ve kültürel, bazısı da politika düzeyinde dı lanmaların mevcudiyetidir. o Her ne kadar çalı mamızda detaylarıyla ele alınmamı olsa da, toplum nezdinde, cinsel tercihi, hüküm giymi olması gibi nedenlerle “marjinal” 131 olarak kabul edilmi • kesimin ya adığı dı lanmaların çok boyutlu ele alınmasında fayda bulunduğuna i aret edilmi tir. Anket kapsamındaki kentlerin yoksul mahallelerinde ya ayanları temsilen görü ülen ki ilerin hiç de azımsanmayacak oranları çe itli boyutlarda dı lanmalara maruz kaldıklarını ifade etmi ken, yine aynı kesim bir dizi nedenden dolayı belli kesimleri (sabıkalı olmak, alkoliklik, sinir hastası olmak, AIDS hastalığı ta ımak, e cinsel tercihi bulunmak gibi) ciddi boyutlarda dı lamaktadır. Dolayısıyla, görü ülen kesimin dikkate alınması gereken oranlardaki bir bölümü hem dı lanmakta hem de dı lamaktadır. “Dı lanmı lık hissi” açısından altı maddelik bir modül sunulmu tur: (bir kısmı halihazırda belirtilmi olan) yoksulluk, eğitim seviyesi, giyim ku am, etnik köken, ive, dini inanç/mezhep. “Ba kalarını dı lama” konusunda da dokuz maddelik bir modül hazırlanmı tır: Hüküm giymi olma, etnik köken farkı, dini inanç/mezhep farkı, alkoliklik, sinir hastası olma, AIDS hastası olma, e cinsellik, Roman olma ve seks i çisi olma. Daha sonra, ilk altı maddeyi ve sonraki dokuz maddeyi birer endekse dönü türerek analiz gerçekle tirilmi tir. Bir dizi bağımsız deği kenin yanı sıra, eğitimin her iki durumda da belirleyici olduğu ortaya çıkmı tır: diğer her ey sabit alındığında, eğitim hem dı lanmı lık hissini hem de üçüncü ki ileri dı lamayı • azaltmaktadır. Son nokta, dı lanma sorunsalının gerek kamuoyunda, gerek politik arenada, gerek akademik çevrelerde ve gerekse medyada gereken ilgi ve dikkati almaktan uzak olduğu yollu kaygılar dile getirilmi tir. Çözüm Önerileri: Genel Çerçeve Yukarıda çizmeye çalı tığımız dı lanma süreçleri ele alındığında, söz konusu sorunların çözüm önerilerini, hem genel anlamda hem de gecekondulara vurgu yaparak, ba lıklar halinde sıralayacak olursak: • Daha önce de vurgulanmı olduğu gibi, anket çalı mamıza katılanların yarıya yakını yoksulluk nedeniyle kendilerini toplumdan dı lanmı hissetmektedirler. Yoksulluğun bu denli yaygın olu u, ki ilerin sosyal ağlarının daralması sonucunu beraberinde getirmektedir—dolayısıyla, bir kaç yıl öncesinde e -dost-tanıdık aracılığıyla halledilebilen i lerde artık kimseden yardım alınamaz duruma gelinmi tir. Bir ba ka boyut, yukarıda da bahsedildiği üzere, yoksulluğun eğitim, sağlık ve konut alanlarında en temel seviyelerdeki hizmetlere ula ımda bile ciddi sorunlara yol açtığı gerçeğidir. 132 Ba tan beri yapılması gereken—ancak u anda, belirtilen sebeplerden dolayı, yoksulluk ve dı lanma ile mücadelede çok elzem olarak yapılması art olan—politika, kamunun sosyal devlet sorumluluğuyla hareket etmesi ve önceliklerini buna göre belirlemesidir. Bu bağlamda, eğitim ve sağlık hizmetlerinin bir “hak” düzeyinde değerlendirilip bu konudaki temel ihtiyaçların insanları bürokratik cenderelere (ve dolayısıyla tanıdık bulma tela ına) sokmadan, kaliteli hizmet verilerek, adil ve e itlikçi bir ekilde (bölgesel farklar dikkate alınarak) çözülmesi gerekmektedir. Bu konuda ileriye yönelik nitel ve nicel hedeflerin (örneğin doktor ba ına ne kadar hasta dü mesi, okulla ma oranlarının ne olması gerektiği gibi) konması söz konusu gerekliliklerin hayata geçirilmesinde yardımcı olacaktır. Ayrıca, sosyal yardımla ma politikalarının daha adil, etkin ve verimli olmasında yarar olduğu muhakkaktır; parçalı halde olan mevcut yardımların yerini, temel gelir (“basic income”—tüm toplumda ya ayanları, çalı ma durumuna bakmaksızın, yoksulluk sınırı üzerinde tutacak düzenli bir meblağ ödenmesi) gibi alternatiflerle deği tirmek projeleri üzerine de dü ünülmesinde yarar • bulunmaktadır. Makro bazlı bir planlama yapılarak, bahsedilen sorunlarda ülke genelinde geli melerin ne yönde olacağına karar verilmelidir. Örneğin, tarım/sanayi/hizmet sektörlerinin istihdam ve üretim açısından ne kadar pay almasının ve bölge/kent bazında bu göstergelerin ne olmasının beklendiğine/istendiğine dair çalı malar yapılmalıdır. Özellikle tarım sektöründeki yapısal deği im sonucu ortaya çıkan vasıfsız ve yoksul • insanların i sizlik riskinin azaltılması yönünde tedbirler alınmalıdır. Daha önce değinildiği üzere, fazla sayıda çocuk yapmak yoksulluğun hem bir tezahürü hem de bir nedeni olarak kar ımıza çıkmaktadır. Nüfus planlaması programları aracılığıyla insanların bilinçlendirilmesinde yol alınacaksa da, kalıcı çözüme ula ılabilmesi için gerek sosyal güvenlik gerek sosyal destek sistemlerinin tüm kesime sunulması ve formel kesimde i imkanlarının arttırılması gerektiği ortadadır; aksi takdirde, çocuklar ya lıların bakımında kullanılacaklar ya da evin bütçesine katkıda • bulunmaları için çalı tırılacaklardır. Yoksulluğun yapısal nedenlerine yönelik çözümler getirilmelidir: o Gelir ve servet dağılımındaki bireysel ve bölgesel farklar uzun bir perspektif kapsamında azaltılmalı ve bu sorunlarla mücadeleye ili kin politikalar belirlenmelidir. Bu kapsamda, gecekondu ve kentiçi çöküntü mahallelerindeki sağlık ve eğitim servislerinin iyile tirilmesinde ve mekan standartlarının yükseltilmesinde fayda olduğu muhakkaktır. Ayrıca, çalı ma sonuçlarımızın 133 gösterdiği gibi, zorla göç etmek durumunda bırakılanların en korunmasız grup olmasından dolayı, bu kesimin refahını arttırmaya yönelik politikalar olu turmakta yarar bulunmaktadır. Kent-kır ve Batı-Doğu/Güneydoğu ayrımlarının giderek artması ve Güneydoğu’da tırmanma eğiliminde olan çatı malar, göç olgusunun önemli nedenlerini olu turmaktadır. Kırsal kesimin bo almasını engellemeye yönelik politikaların geli tirilmesi elzemdir; aksi takdirde dü ük be eri sermayesi olanların kentlere gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Kırsal kesimde çiftçilik dı ı istihdamın yaratılmasının ve gelir getirici etkinliklerin geli tirilmesinin kentlere göçü azaltacağı ortadadır. o İ sizlikle mücadeleye yönelik politikalar geli tirilmelidir (diğer konulardaki politikalarla koordineli bir ekilde olmak üzere). Bu politikaların geli tirilmesinde i sizlik sorunuyla iç içe geçmi , hem neden hem de sonuç haline gelmi olan diğer yapısal sorunlar (enformel kesimin varlığı, mevsimsel emek taleplerinde ya anan ini -çıkı lar, kadınların emek piyasasına katılım oranlarının dü üklüğü ve sendikal haklarda ya anan erozyon gibi) dikkate alınmalıdır. İ imkanı yaratmanın sosyal dı lanmaya neden olacak ba ka bir dizi sosyal sorunun çözümüne imkan sağlayabileceği akıldan uzak tutulmamalıdır. Bu çerçevede, üzerinde çalı ılan mahallelerde sosyal hizmetlere (çocuk/ileri ya /engelli bakımı) olan talebin yüksek, arzın ise dü ük olduğu saptamasından hareketle, kamunun i siz kesimi sosyal hizmet alanlarında istihdam etmesi somut bir politika önerisi olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca, çalı amayacak kesim için daha tatminkâr mekanizmaların (örneğin para transferi) geli tirilmesi gerektiği ortadadır. o İ sizlik sorunuyla ilintili olarak bahsedilmi olan yapısal sorunlardan biri, enformel kesimin varlığıdır. Bu konu, kendi içinde de çocuk emeğinin yüksek oranda kullanımı, çalı ma ko ullarının sağlıksız ve güvensiz olması, ücretlerin dü ük olması gibi sorunları barındırdığından itinayla ele alınmalıdır. Enformel kesimle mücadeleyle ilgili olarak u an uygulanmakta olan (polisiye olmaktan öteye gidemeyen) yöntemler yerine, gerek hukuksal düzenlemeler gerek yukarıda bahsedilen makro düzeyde planlamalar ile sorunun kaynağına (i sizlik, eğitim olanaklarındaki engeller, mesleki kursların azlığı vb.) ili kin • çözümlerin üretilmesi gerekmektedir. Kültürel ve siyasi dı lanmanın en bariz örneği bu grupların anayasal haklarındaki eksikliklerdir. Bilindiği gibi, Romanlar, Kürt kökenli olanlar, Alevi mezhebini 134 seçenler Lozan Anla masında azınlık olarak tanımlanmamı lardır (halihazırdaki Anayasa da bu pozisyonu devam ettirmektedir). Benzer ekilde, cinsel tercih Anayasa’da yer almamaktadır. Mevcut Anayasa’nın 10’uncu maddesi kanun önündeki e itlik ilkesini “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi dü ünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin e ittir” eklinde koymaktadır. Öncelikle burada “etnisite”ye, “toplumsal gruplar”a ve “cinsel tercih”e referans eksiktir; ikinci olarak ise, mevcut yakla ım ayrımcılığı sadece hukuksal yapı (kanun) bağlamında dikkate almaktadır, halbuki ayrımcılığın çok daha geni bir çerçevede • (toplumsal, politik, ekonomik ve kültürel) mütalaa edilmesinde fayda bulunmaktadır. Politikada karar verme süreçlerinin gerçek anlamda saydam ve hesap-verilebilir kılınması gerekmektedir; ülke sathında yüzde on barajından dolayı parlamentoda temsil edilmeyen azınlık görü lerinin sistem içerisinde sesini duyurabilmesi yönünde düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Politikaya katılım, hem merkezi hem de yerel anlamda, te vik edilmelidir; doğrudan katılımı destekleyen uygulamaların önemi • ortadadır. Cinsiyet temelli e itliğin sağlanması yönünde politikalar geli tirilmeli, kadının konumu güçlendirilmelidir. Cinsiyet farkının olduğu eğitim, emek piyasaları ve • politika karar mekanizmalarında bu farkın kaldırılması yolunda çaba harcanmalıdır. üphesiz ki tüm bu politikaların geli tirilmesi ve uygulanması kurumların etkinliğine bağlıdır. Bu nedenle kurumların etkinliğini arttırmaya yönelik bir takım yöneti imsel düzenlemelerle katılımcı ve effaf mekanizmaların olu turulması, bürokrasinin azaltılması ve bu konularda çalı an birimler arası koordinasyonun sağlanması gerekmektedir. Ayrıca, sosyal hizmet ve yardım alanlarında çalı an kamu/sivil/özel kesim arası i birliklerinin arttırılmasında büyük yarar bulunmaktadır. Çözüm Önerileri: Spesifik Öneriler • Emek piyasalarına ula ım o Kre /bakım/rehabilitasyon merkezleri kurarak evde bakıma muhtaç ki ilerin mevcudiyeti nedeniyle emek piyasalarına (istediği ölçüde) giremeyen kesimin özgürle tirilmesi. o Eğitim ve sağlık hizmetlerine eri imde ve bu hizmetlerin kalitesinde ya anan sorunların giderilmesi ve dolayısıyla be eri sermayenin ve verimin arttırılması. 135 o Krediye ula ma imkanlarının arttırılması ve böylece i kurmak isteyen ki ilerin bu amaca makul maliyetlerle ula masının sağlanması. o İ ve istihdam konusunda danı manlık hizmeti verecek kamu/sivil kurumlarının tesis edilmesi; bu alanda çalı an hem kamu hem de sivil kurumların koordinasyonun gerçekle tirilmesi. İ KUR’un bu bağlamda i analizleri, i e ba vurma ko ulları, i e alım süreçleri ve i dağılımı konularında yöntemlerini geli tirmesinde isabet bulunmaktadır. o Gençlere, ileri ya a, kadın nüfusa ve engellilere yönelik beceri geli tirme ve meslek kazandırma (istihdamdaki arz dikkate alınarak) programları düzenlenmesi; tercihen özel sektörle i birliği yaparak katılımcılara yönelik istihdam fırsatlarının arttırılması. o Engelli nüfusun istihdamına yönelik olarak mevcut kanunların uygulanmasının sağlanması: birinci olarak, düzenleme ve denetleme konularında daha etkili mekanizmaların tasarlanması, ikinci olarak da engellilerin sunabileceği i imkanları konusunda gerek kamunun gerek özel kesimin bilgilendirilmesinin sağlanması (İ KUR bu konuda daha etkin bir görev üstlenebilir). • Sağlık/Eğitim/Mekansal sorunlar o Gençlere/çocuklara yönelik okuma/çalı ma odalarının açılması, sosyal ve kültürel etkinliklere ağırlık verilmesi. o Örgün eğitimin yanında yeti kin eğitiminin de (anne ve babaların çocukları ile ileti im konusunda, yeti kinlere okuma-yazma konusunda [kadınlara ayrı bir özen göstererek], kadınların kadın sağlığı ve annelerin anne-çocuk sağlığı konusunda gibi) sağlanması. o Okullarda devamı te vik eden mekanizmaların (örneğin okullarda kahvaltı verilmesi) tesisi; ana dilinin Türkçe olmaması nedeni ile okulda sorun ya ayan çocuklara uygun müfredatların hazırlanması; kamu okullarının gerçekten ücretsiz olması için gereken önlemlerin alınması sayesinde eğitim için ailelerin harcadıkları kalemin ortadan kaldırılması. o Engellilere yönelik eğitim olanaklarının sayısının ve kalitesinin arttırılması, bu konu ile ilgili uzman eleman yeti tirilmesi. o Altyapı sorunlarını ve çarpık kentle meyi önlemek adına, bu bölgelerdeki insanların ikame edebilecekleri toplu konutların in a edilmesi. 136 o Kanalizasyon ve içme suyu gibi kamusal hizmetlerin sağlanması (ev dı ı tuvaletlerin içeri alınması, evin içinde akar su sisteminin kurulması vb.). o Sosyal hizmetlerin hem sayısının hem kalitesinin arttırılması. o Kent planlamalarının engellilerin ya ayabilecekleri muhtemel sorunlar göz önünde bulundurularak düzenlenmesi. o Kent yönetiminde katılımcı mekanizmaların olu turulması. • Çocuk o Özellikle sokak çocukları için artan ihtiyacı dikkate alarak rehabilitasyon hizmetlerinin sağlanması ve toplum merkezlerinin kurulması. o Kre /okul öncesi eğitimin yaygınla tırılması (gerek çocukların pedagojik geli imi gerek hanede bakımla uğra mak durumunda kaldığı için çalı amayan kesimin özgürle tirilmesi adına). o Yukarıda da belirtildiği üzere, çocukların eğitiminde yararlı olacak müfredat dı ı etkinliklerin arttırılması. o Gençlerin, ba ta ya adıkları kentle ilgili kararların alınması süreçleri olmak üzere, politik süreçlere katılımının te vik edilmesi. o Velilerin ve çocukların ba vurabileceği danı manlık/rehberlik hizmeti sağlayacak kamu kurumlarının tesis edilmesi. o Çocuklarının (özellikle kızlarının) eğitimlerine devam etmesini engelleyen ailelerin çocukların eğitimi konusunda ikna edilmeleri (bu alanda Ko ullu Nakit Transferi programı verimli çalı maktadır). o Çocuk yoksulluğunun Türkiye’de çok önemli bir sorun olmasından hareketle, okulların aynı zamanda toplumsal refahı arttırıcı bir i levi olabileceğinden hareketle, yoksul çocukların kar ı kar ıya bulundukları, kötü beslenmeden, sağlıksız ve güvensiz ya am mekanlarına varıncaya kadar bir dizi riskin saptanması ve önlenmesi. • Korunmasız Gruplar-Kadın o Kadınların artık içselle tirdikleri ve kadın olmalarının doğal sonuçları olarak gördükleri kimi konular ( iddete ve cinsel tacize maruz kalma, eğitim olanaklarından yararlanamama, sosyal ya amlarının kısıtlanması, fazla çocuk yapmaya zorlanma, çocuk/hasta/engelli/ileri ya bakımını tamamen üstlenmek durumunda kalma) hakkında bilinçlendirilmelerinin sağlanması. 137 o Kadın dayanı ma merkezleri aracılığıyla kadına ihtiyacı olan rehberlik ve destek servislerinin sunulması; ev kaynaklı sığınma birimlerinin tesisi; toplumsal ve iddetle mücadele için kadın aile ile ilgili konularda sorumluluklarının ve farkındalıklarının arttırılmasına yönelik olarak kocaların da eğitime tabii tutulması. o Emek piyasalarında kadının katılımının arttırılmasına yönelik politikaların tesisi—sosyal bakım servislerinin geli tirilmesinin bu konuda dolaylı katkı sağlayacağı ortadadır. o Küçük i letme ba latmak isteyen kadınlara kredi imkanlarının yaratılması. o Kadınların, özellikle kendi bölgelerinde, politik hayata katılımlarının te vik edilmesi—olası bir yol belediye düzeyinde “kadın konseyleri”nin ihdas edilmesidir. • Korunmasız Gruplar-Zorunlu Göç o Yerlerinden edilmi ki ilerin ihlal edilmi haklarının geri verilmesinin temini. o Köye dönmek isteyenlerin dönü lerini kolayla tırmaya, kentte kalmak isteyenlerin ise ya amlarını geli tirmeye yönelik politikaların olu turulması; daha spesifik olarak a. Köye dönmek isteyenlere, en ba ta, altyapı, eğitim ve sağlık hizmetleri alanlarında destek olunması. Ayrıca, kırsal kesimde tarım ve hayvancılığın desteklenmesi yönünde adım atılması ve kırsal kesimdeki mayınların temizlenmesi. b. ehirde kalmayı tercih edenlere, özellikle eğitim (yeti kin eğitimi ve i e yönelik kurslar da dahil olmak üzere), sağlık ve emek piyasasına ula ım ba ta olmak üzere, ya amsal konularda destek sağlanması. • Korunmasız Gruplar-Engelliler o Engellilerin mevcut durumu, ihtiyaçları ve fırsatları konusunda toplumsal bilgi ve bilincin arttırılması. o İ imkanları sağlanması ve engellilere dair mevcut istihdam yasasının uygulanmasının temin edilmesi. o Mevcut eğitim birimlerinin nitelik ve nicelik açısından geli tirmek, müfredatta geli meler yapmak ve personel eğitmek suretiyle eğitim imkanlarının arttırılması. 138 o Rehabilitasyon merkezleri kurulması ve engellilere ihtiyaç duyabilecekleri gerekli ekipmanın sağlanması. • Diğer Korunmasız Gruplar Daha az gözlenen kırılgan gruplar için kültürel, politik ve ekonomik seviyede tedbirler tasarlanmalı ve uygulanmalıdır. o Kaçak i çilerin ülkedeki sayılarının giderek arttığı gerçeği dikkate alınarak, bu kesimin (a ırı) sömürülmesini önlemeye yönelik tedbirlerin alınması— özellikle de çoğunlukla kendi rızaları olmadan seks sektöründe kendilerini bulan kadın çalı anların durumuna dikkat ederek. o Sayıları fazla olmasa da, göçebelerin yoksulluk ve dı lanmalara maruz kalma ihtimallerinin yüksek olduğu noktasından hareketle, bu kesime yönelik politikaların tasarlanması. o Hapis cezası yatmı kesimin rehabilitasyonu ve i bulma konusunda eğitimden geçirilmesi için programların tasarlanması; genç mahkumlar için farklı programların düzenlenmesi. o Madde bağımlılarına yönelik rehabilitasyon programlarının geni letilmesi. o Askerlik yapmak istemeyenlere kar ı (vicdani ret) anayasal hakların ihdas edilmesi. o Anayasal hakların cinsel tercih alanında da e it olduğunun tesisi. Son Söz Türkiye’nin altı ilinin gecekondu ve kentiçi çöküntü alanlarında yaptığımız ara tırma göstermektedir ki bu bölgelerde ya ayanların büyük bir kısmı i imkanlarından, gelir ve eğitim olanaklarından uzaktadırlar; bu durumun da yoksulluk-dı lanma-yoksulluk süreçlerini ba latması kaçınılmazdır. Çalı mamız, ayrıca, ekonomik dı lanmanın yanı sıra, kimi kesimin politik ve mekansal dı lanmalara maruz kaldığını göstermi tir. İlave olarak, çalı mamız, ki ilerin kendilerini gerçekle tirmede kültürel engellerle kar ıla makta olduklarını ortaya koymu tur. Dolayısıyla, bu çok boyutlu dı lanma neticesinde ki ilerin yetkiye ve karar alma mekanizmalarına eri imde önemli sorunlar ya amaları ve sonuçta toplum dı ına itilmeleri kaçınılmaz hale gelmektedir. Payla ım, tanınma ve katılım üçlemesine dayandığını kabul etmi olduğumuz sosyal adaletin tesisiyle sosyal dı lanmaya kar ı etkili bir mücadele verilebileceğine ve bu 139 perspektiften kurgulanmı uzun soluklu bir yakla ımın (ilkeler, düzenlemeler, politikalar ve eylem planları çerçevesinde) hayata geçirilmesinin gerekliliğine dair yapmı olduğumuz saptamayı bir kez daha yineler, sosyal adaletin Türkiye özelinde nasıl bir tablo olu turması gerektiği sorusunun cevabını hem toplumun hem de kurumlarının nasıl vereceklerinin ta ıdığı önemin altını çizeriz. Bu süreçte, dı lanmanın yoğun olarak ya anmakta olduğu kentlerin yoksul mahallelerine dikkatin verilmesi son derece doğal olacaktır. 140 REFERANSLAR Adaman, F. (2003). “Country Study: Turkey”, Report on Social Inclusion in the 10 New Member States, http://europa.eu.int/comm/employment_social/emplweb/publications/index_en.cfm Aksu, M. (2003). Türkiye’de Çingene Olmak, Ozan Yayıncılık, İstanbul. Ak it, B. (1999). “Cumhuriyet Döneminde Türkiye Köylerindeki Dönü ümler”, içinde O. Baydar (ed.), 75 Yılda Köylerden ehirlere, Tarih Vakfı, İstanbul. Ak it, B., Karancı, N. ve Gündüz-Ho gör, A. (2001). Working Street Children in Three Metropolitan Cities: A rapid assessment, ILO. Altınta , B. (2003). Mendile, Simite, Boyaya, Çöpe...Ankara Sokaklarında Çalı an Çocuklar, İleti im, İstanbul. Altuğ, S. ve Filiztekin, A. (ed) (2006). The Turkish Economy: The real economy, corporate governance and reform, Routledge-Curzon, Londra. Atkinson, R. (2000). “Combating Social Exclusion in Europe: The new urban policy challenge”, Urban Studies, Vol. 37. Ayata, B. ve Yükseker, D. (2005). “A Belated Awakening: National and international responses to the internal displacement of Kurds in Turkey”, New Perspectives on Turkey, Vol. 32. Barnes, M. (2002). “Social Exclusion and the Life Course”, içinde M. Barnes, C. Heady, S. Middleton, J. Millar, F. Papadopoulos, G. Room ve P. Tsakloglou (ed), Poverty and Social Exclusion in Europe, Edward Elgar, Cheltenham. Barut, M. (2001). Zorunlu Göçe Maruz Kalan Kürt Kökenli T.C. Vatanda larının Göç Öncesi ve Göç Sonrası Sosyo Ekonomik, Sosyo Kültürel Durumları, Askeri Çatı ma ve Gerginlik Politikaları Sonucu Meydana Gelen Göçün Ortaya Çıkardığı Sorunlar ve Göç Mağduru Ailelerin Geriye Dönü Eğilimlerinin Ara tırılması ve Çözüm Önerileri, Göç-Der, İstanbul. Ba ak Kültür ve Sanat Vakfı (2004). “SES ÇIK (Sorun Etme, Sahip Çık)”, report, İstanbul. Bhalla, A.S. ve Lapeyre, F. (1999). Poverty and Exclusion in a Global World, Macmillan Press, Londra. Bryne, D. (1999). Social Exclusion, Open University Press, Maidenhead. Buğra, A. (1998). “Immoral Economy of Housing in Turkey”, International Journal of Urban and Regional Research, Vol. 22. Buğra, A. ve Keyder, Ç. (2003). New Poverty and the Changing Welfare Regime in Turkey, UNDP, Ankara. Castel, R. (1995). Les Métamorphoses de la Question Sociale - Une Chronique du Salariat, Fayard, Paris. Castles, S. ve Davidson, A. (2000). Citizenship and Migration: Globalization and the politics of belonging, Macmillan, Londra. CEDAW (2005). “Dördüncü ve Be inci Dönem Birle tirilmi Periyodik Ülke Raporu: Türkiye”, http://www.bianet.org/2005/01/01_k/golgetur.doc. Chawla, M. (2005). “National Education Accounts in Turkey”, World Bank, Turkey: Education Sector Study bağlamında hazırlanan ve Türkiye, İstanbul’daki Workshop on the Education Sector’da sunulan tebliğ Çakır, R. ve Bozan, I. (2005). Sivil, effaf ve Demokratik Bir Diyanet İli leri Mümkün Mü?, TESEV, İstanbul. Çarkoğlu, A. ve Eder, M. (2004). Informel Sector Study, Ford Foundation. 141 Dağ, R., Göktürk, A. ve Türksoy, H.C. (ed) (1998). Bölgeiçi Zorunlu Göçten Kaynaklanan Toplumsal Sorunların Diyarbakır Kenti Ölçeğinde Ara tırılması (2. Geni letilmi Basım), TMMOB, Ankara. DPT—Devlet Planlama Te kilatı (2005). Millenium Development Goals Report, Turkey, Ankara. DİE (1999). Çocuk İ çiliği Ara tırması, Ankara. DİE (2004). Türkiye’de Engelliler Ara tırması, Ankara. Dinçer, İ. ve Enlil, Z.M. (2002). “Eski Kent Merkezinde Yeni Yoksullar: Tarlaba ı, İstanbul”, Poverty, Urban Poverty and Planning Colloquium, Chamber of Urban Planners, Nov. 6-8, İstanbul’da sunulmu makale Doğan, İ. (22/06/2005). “Metropolün [http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=22001] Hırsız Köleleri”, N°550. Aksiyon, Du Toit, A. (2004). “‘Social Exclusion’ Discourse and Chronic Poverty: A South African case study”, Development and Change, Vol. 35. Duffy, K. (1995). Social Exclusion and Human Dignity in Europe, Council of Europe, Strasbourg. Eder, M. (2003). “Political Economy of Agricultural Liberalization in Turkey” içinde A. İnsel (ed.), La Turquie et le Développement, l’Harmattan, Paris. Edmonton Social Plan (2005). “Social Exclusion/Social http://www.edmonton.ca/socialplan/documents/Social%20Exclusion.pdf. Inclusion”, mimeo, Erder, S. (1996). İstanbul’a Bir Kent Kondu: Ümraniye, İleti im, İstanbul. Erder, S. (1997). Kentsel Gerilim, Uğur Mumcu Vakfı Yayınları, Ankara. Erder, S. ve Ka ka, S. (2003). Düzensiz Göç ve Kadın Ticareti: Türkiye örneği, IOM. Erdoğan, N. (ed.) (2003). Yoksulluk Halleri, Deki, İstanbul. Erman, T. (2003). “Poverty in Turkey; The Social Dimension in Turkey: Poverty and Coping After Crises”, World Bank Report Publication. Erman, T. (2004). “Gecekondu Çalı malarında ‘Öteki’ Olarak Gecekondulu Kurguları”, European Journal of Turkish Studies, N°1 , Gecekondu. Göç-Der (2001). Report on the Socio-Economic and Socio-Cultural Conditions of the Kurdish Citizens Living in the Turkish Republic, İstanbul. Gülersoy, Ç. (2003). Beyoğlu’nda Gezerken, Çelik Gülersoy Vakfı, İstanbul. Gürsel, S., Levent, H., Selim R, ve Sarıca Ö. (2000). Türkiye’de Bireysel Gelir Dağılımı ve Yoksulluk; Avrupa Birliği ile kar ıla tırma, TÜSİAD, İstanbul. Hayat, D. (2003). “Toplum Merkezleri ve Yoksulluk” içinde Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansı, 2002 Bildirileri. ILO—International Labour Organization (1996). “Social Exclusion and Anti-Poverty Strategy”, http://www.ilo.org/public/english/bureau/inst/papers/synth/socex/. I ık, O. ve Pınarcıoğlu, M.M. (2001). Nöbetle e Yoksulluk: Sultanbeyli örneği, İleti im, İstanbul. İçduygu, A. (2003). “Irregular Migration in Turkey”, IOM Migration Research Series, no. 12. İçduygu, A., Sirkeci, İ. ve Aydıngün, İ. (1998). Türkiye’de İçgöç, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. İncirlioğlu, E.O. (2005). “‘ ecaat Arz Ederken Merd’: Türkiye Çingenelerinin Örgütlenme Sorunları” içinde G. Pultar ve T. Erman (ed), Türk(iye) Kültürleri, Tetragon. İzmen, Ü., Filiztekin, A. ve Yılmaz, K. (2005). Türkiye’de Büyüme Perspektifleri, TÜSİAD, İstanbul. Joint Report on Social Inclusion (2005). European http://www.europemsi.org/background_definitions.php Commission, Brussels. See 142 Karatay, A. (2000). “İstanbul’un Sokakları ve Çalı an Çocuklar”, içinde S.U. Sayıta ve M.R. irin (ed), 1. İstanbul Çocuk Kurultayı Ara tırmalar Kitabı, İstanbul Çocuk Vakfı, İstanbul. Karatay, A. (2002). “İstanbul’da Sokakta Çalı an ve Ya ayan Çocuklar Sorunu ve Devlet Tarafından Yürütülen Çalı malar”, Poverty, Urban Poverty and Planning Colloquium, Urban Planners Odası’nda sunulmu tebliğ, Nov. 6-8, İstanbul Keyder, Ç. (1993). “The Genesis of Petty Commodity Production in Agriculture: The Case of Turkey”, içinde P. Stirling (ed.), Culture and Economy: Changes in Turkish villages, Eothan Press, İstanbul. Keyder, Ç. (2005). “Globalization and Social Exclusion in İstanbul”, International Journal of Urban and Regional Research, Vol. 29. Keyman, E.F. (2005). “Turkey: Globalization, Democratic Governance, and Inequality”, içinde J.S. Tulchin ve G. Bland (ed), Getting Globalization Right: The dilemma of in equality, Lynee Rienner, Boulder. Kimsesiz Çocukları Koruma Derneği ve Özürlüler İdaresi (1997). “Türk Halkının Kimsesiz ve Korunmaya Muhtaç Çocuklara ve Engellilere Bakı ı”, rapor, Ankara. Kiri çi, K. (2005). “Eski ve Yeni Göç Modelleri ile Türkiye’nin Ulusal Kimliği”, içinde G. Pultar ve T. Erman (ed), Türk(iye) Kültürleri, Tetragon, İstanbul. Kiri çi, K. ve Winrow, G. (2000). Kürt Sorunu, Tarih Vakfı, İstanbul. Koçoğlu, Y. (2003). Hatırlıyorum: Türkiye’de Gayrimüslim Hayatlar, Metis, İstanbul. Kurban, D., Yükseker, D., Çelik, B., Ünalan, T. and Aker, T. (2006). “‘Zorunlu Göç’ ile Yüzle mek: Türkiye’de Yerinden Edilme Sonrası Vatanda lığın İn ası”, TESEV, İstanbul. Lordoğlu, K. (2005). “Türkiye’de Yabancıların Kaçak Çalı ması”, Toplum ve Bilim, Vol. 102. Luthar, S. ve Ansary, N.S. (2005). “Dimensions of Adolescent Rebellion: Risks for Academic Failure among High- and Low-Income Youth”, Development and Psychopathology, Vol. 17. Marsh, A. ve Strand, E. (2005). “‘Reaching the Romanlar’: A Report on the Feasibility Studies ‘Mapping’ a Number of Roman (Gypsy) Communities in İstanbul”, International Romani Studies Network. Morris, L. (1996). “Dangerous Classes: Neglected aspects of the underclass debate”, içinde E. Mingione (ed.), Urban Poverty and the Underclass: A reader, Blackwell, Oxford. Oruç, Y. (2001). “Küresel Yoksulluk ve Birle mi Milletler”, Toplum ve Bilim, Vol. 89. Özar, . (1996). “Kentsel Kayıtdı ı Kesimde İstihdam Sorununa Yakla ımlar”, METU Studies in Development, Vol. 23. Paugam, S. (1996). “Pauvreté et Exclusion: La force des contrastes nationaux”, içinde S. Paugam (ed.), L’Exclusion. L’Etat des Savoirs, La Découverte, Paris. Percy-Smith, J. (2000). Policy Responses to Social Exclusion, Open University Press, Buckingham. Pérouse, J.F. (baskıda). “Ayazma (İstanbul): Une zone sans nom, entre stigmatisations communes et divisions internes”, içinde J.L.Arnaud (ed.), Les Catégories de l’Urbain, CNRS Editions, Paris. Room, G. (1999). “Social Exclusion, Solidarity and the Challenge of Globalisation”, International Journal of Social Welfare, Vol. 8. Sapancalı, F. (2003). Sosyal Dı lanma, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir. Scognamillo, G. (1990). Bir Levantenin Beyoğlu Anıları, Metis, İstanbul. SEU-Social Exclusion Unit (1997). Social Exclusion Unit: Purpose, work priorities and working methods, The Stationery Office, Londra. 143 SIS/World Bank (2005). Turkey: Joint poverty assessment rapor, TÜİK ve Human Development Sector Unit: Europe and Central Asia Region of the World Bank. enses, F. (2001). Küreselle menin Öteki Yüzü Yoksulluk, İleti im, İstanbul. Tunalı, I. (2003). Background Study on Labour Market and Employment in Turkey, rapor, The European Training Foundation için hazırlanmı tır. TÜBA—Türkiye Bilimler Akademisi (2003). “Ya lılar ve Ya lı Yakınları Açısından Ya am Biçimi Tercihleri”, rapor, Ankara. UNDP (2005). Human Development Report, New York. Ünlü, A., Alkı er, Y. ve Edgü, E. (2000). Fiziksel ve Sosyokültürel Deği im Bağlamında Beyoğlu’nda Suç Olgusunun Değerlendirilmesi, İstanbul Technical University Faculty of Architecture, İstanbul. Wacquant, L.J.D. ve Wilson, W.J. (1993). “The Cost of Racial and Class Exclusion in the Iinner City”, içinde W.J. Wilson (ed.), The Ghetto Underclass - Social Science Perspectives, Sage, California. Walker, A. ve Walker, C. (ed) (1997). Britain Divided: The growth of social exclusion in the 1980s and 1990s, Child Poverty Action Group, İstanbul. Wilson, W.J. (1991). “Research and The Truly Disadvantaged”, içinde C. Jencks ve P.E. Peterson (ed), The Urban Underclass, The Brookings Institution, Washington, D.C. World Bank (2001). Turkey: Social risk mitigation project, rapor, www.worldbank.org. World Bank (2003). Turkey: Poverty and coping after crises, rapor, www.worldbank.org. World Bank (2006). Turkey: Country economic memorandum, rapor, www.worldbank.org. Yalman, G., Sonat, S., Tayanç, F. ve Tayanç, T. (2004). An Evaluation of Poverty Alleviation Programmes in Southeast Anatolia Region, Social Science Association of Turkey ve UNDP, Ankara. Yıldırak, N. (2004). Türkiye’de Küçük ve Orta Ölçekli Tarım İ etmelerinde Çalı an Çocuk ve Kadın Tarım İ çilerinin Çalı ma Ko ulları ve Sosyo-Ekonomik Yapıları, ILO, Ankara. Yılmaz, B. (2001). “Street-vendor Children in İstanbul: The visible facet of urban poverty”, içinde S. Naumovic ve M. Jovanovic (ed), Childhood in Southeast Europe, Belgrade. Zenginobuz, Ü. (2005). A Growth Oriented Tax Policy for Turkey, Turkish Enlargement Business Council of the European Round Table of Industrialists. 144