GTTAD
GENEL TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
JOURNAL OF GENERAL TURKISH HISTORY RESEARCH
Volume: 3, Issue: 5, January 2021
e-ISSN: 2667-5366
Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi (GTTAD), Türk tarihine ve kültürüne dair bilimsel
araştırmaların üretilmesini ve okuyucuya ulaştırılmasını amaç edinen Uluslararası Hakemli bir
dergidir. GTTAD, Türklerin siyasi tarihleri, devlet gelenekleri, sosyal hayatları, askeri ve iktisadi
faaliyetleri, dini inançları, kültür ve mitolojileri vb. kapsamdaki konuları ele alır ve bu alandaki
disiplinleri de yayın sahası olarak değerlendirir. Ocak ve Temmuz olmak üzere yılda iki kez
yayımlanan dergide Türkçe, İngilizce, Rusça ve Farsça makalelere yer verilir. Dergiye yayımlanmak
üzere gönderilen yazılar ilk etapta Yayın Kurulu tarafından yazım ilkelerine uygunluk ve özgünlük
açısından incelenir. Yayımlanması uygun bulunan yazılar adları gizli tutulan iki hakeme gönderilir.
Hakem süreçleri tamamlanan makaleler Yayın Kurulu’nun nihai değerlendirmesi ve kararı
sonrasında dergide yayımlanır. Dergide yayımlanan makalelerde savunulan görüşler Genel Türk
Tarihi Araştırmaları Dergisini hiçbir surette bağlamaz. Yayımlanan makale ve yazıların sorumluluğu
yazarına aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez.
Gönderilen
makalelerin
özgünlük
testi
Turnitin
programı
ile
denetlenmektedir.
https://www.turnitin.com/
Journal of General Turkish History Research (JGTHR), is an International Refereed Journal
aiming at producing and delivering scientific research on Turkish history and culture. JGTHR deals
with topics such as the political history of the Turks, their state traditions, social lives, military and
economic activities, religious beliefs, culture, and mythology; evaluates the disciplines in this field as a
broadcasting field. The journal is published twice a year in January and July and includes articles in
Turkish, English, Russian and Persian languages. Each article is examined by the Editorial Board
regarding writing principles and originality. The approved ones are sent to two independent experts
for double-blind peer review. The articles for which the peer review process is completed are
published after the final evaluation and decision of the Editorial Board. Authors are responsible for
their articles. Any of their ideas are individual and does not bind the JGTHR. No article is returned to
the authors.
The
articles
sent
are
controlled
for
plagiarism
by
the
Turnitin
https://www.turnitin.com/
YAZIŞMA ADRESİ / CORRESPONDENCE ADDRESS
Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü
Isparta-Afyon Karayolu 8. Km Çünür Doğu Yerleşkesi 32260 Isparta
E-posta: ozgurturker@sdu.edu.tr
programme.
GENEL TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
JOURNAL OF GENERAL TURKISH HISTORY RESEARCH
e-ISSN: 2667-5366
DERGİ SAHİBİ / OWNER
Dr. Öğr. Üyesi Özgür TÜRKER
YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD
Prof. Dr. Mustafa GÖKÇE (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi-Muğla/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Oktay BERBER (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi-Eskişehir/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Eralp ERDOĞAN (Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi-Tekirdağ/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Abdolvahid SOOFİZADEH (Aksaray Üniversitesi-Aksaray/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi S. Serkan ÜKTEN (Aksaray Üniversitesi-Aksaray/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Özgür TÜRKER (Süleyman Demirel Üniversitesi-Isparta/TÜRKİYE)
YAYIN DANIŞMA KURULU / BROADCAST ADVISORY BOARD
Prof. Dr. Melek ÇOLAK (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi-Muğla/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Farhod MAKSUDOV (Institute of Archaeology of Uzbekistan Academy of Sciences-Tashkent/UZB.)
Doç. Dr. Hasan IŞIK (Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Tülay YÜREKLİ (Adnan Menderes Üniversitesi-Aydın/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Tuba TOMBULOĞLU (Mersin Üniversitesi-Mersin/TÜRKİYE)
Dr. Aslı ÇANDARLI ŞAHİN (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi-Muğla/TÜRKİYE)
Dr. Tevfik Orkun DEVELİ (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi-Muğla/TÜRKİYE)
Arş. Gör. Selim KARAGÖZ (Aksaray Üniversitesi-Aksaray/TÜRKİYE)
YAYIN KOORDİNATÖRÜ / PUBLICATION COORDINATOR
Dr. Öğr. Üyesi Tuba TOMBULOĞLU
HALKLA İLİŞKİLER / PUBLIC RELATIONS
Ahmet DOĞAN
SEKRETERYA / SECRETARIAT
Halil Can AKGÜN
Ahmet KARADENİZ
Muhammed Emin KOÇAK
İsmail Hulusi ŞENYIL
Ömer GÖK
İNDEKS KOORDİNATÖRÜ / INDEX COORDINATOR
Onur YILDIZ
TÜRKÇE EDİTÖR / TURKISH LANGUAGE EDITOR
Fatma Gülşah EKİZOĞLU
Fatma KAYILAN
İNGİLİZCE EDİTÖR / ENGLISH LANGUAGE EDITOR
Arş. Gör. Mehmet BAYRAM
RUSÇA EDİTÖR / RUSSIAN LANGUAGE EDITOR
Arş. Gör. Selim KARAGÖZ
FARSÇA EDİTÖR / PERSIAN LANGUAGE EDITOR
Dr. Öğr. Üyesi Abdolvahid SOOFİZADEH
KAPAK TASARIM / COVER DESIGN
Emine ÇAKIR
ULUSLARARASI BİLİM DANIŞMA KURULU
INTERNATIONAL SCIENTIFIC ADVISORY COMMITTEE
Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU (Ankara Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Ahmet TAŞAĞIL (Yeditepe Üniversitesi-İstanbul/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Alfina SİBGATULLİNA (Inst. of Far East. Stud. of the Russ. Academy of Sci.-Mosc./RUSSIA)
Prof. Dr. Alfiya YUSUPOVA (Kazan Federal University-Kazan/RUSSIA)
Prof. Dr. Alpaslan DEMİR (Tokat Gazi Osmanpaşa Üniversitesi-Tokat/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Behset KARACA (Süleyman Demirel Üniversitesi-Isparta/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Eşref BUHARALI (Ankara Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE) (Emekli)
Prof. Dr. Éva CSÁKİ (Pázmány Péter Catholic University-Budapest/HUNGARY)
Prof. Dr. Fayaz Huzin (Tatarstan Academy of Sciences-Kazan/RUSSIA)
Prof. Dr. Gaybullah BABAYAR (Uzbekistan Academy of Sciences-Tashkent/UZBEKİSTAN)
Prof. Dr. Haldun EROĞLU (Ankara Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Hamza KELEŞ (Gazi Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Hayri ÇAPRAZ (Süleyman Demirel Üniversitesi-Isparta/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Hayrunnisa ALAN (İstanbul Medeniyet Üniversitesi-İstanbul/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Iskander GİLYAZOV (Kazan Federal University-Kazan/RUSSIA)
Prof. Dr. İlhan ŞAHİN (İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi-İstanbul/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Karjavbay SARTKOJAULI (L. N. Gumilyov Eurasian National University-Astana/KAZ.)
Prof. Dr. Konuralp ERCİLASUN (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Mehmet ALPARGU (Emekli Öğretim Üyesi-Sakarya/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Mehmet Ali ÇAKMAK (Gazi Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Mehmet ŞAHİNGÖZ (Gazi Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Mualla YÜCEL (İstanbul Üniversitesi-İstanbul/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Musa Şamil YÜKSEL (Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Necmettin AYGÜN (Aksaray Üniversitesi-Aksaray/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Orhan DOĞAN (Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi-Kahramanmaraş/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Pap NORBERT (University of Pécs-Pécs/HUNGARY)
Prof. Dr. Refik TURAN (Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı-Ankara/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Remzi KUZUOĞLU (Aksaray Üniversitesi-Aksaray/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Rudi MATTHEE (University of Delaware-Delaware/USA)
Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ (Ankara Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Sezai BALCI (Giresun Üniversitesi-Giresun/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Tsend BATTULGA (Mongolia National University-Ulaanbaatar/MONGOLIA)
Prof. Dr. Üçler BULDUK (Ankara Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Zsombor Tibor RAJKAI (Ritsumeikan University-Kyoto/JAPAN)
Doç. Dr. Alper ALP (Eğitim Müşaviri-Moskova/RUSYA)
Doç. Dr. Cihad CİHAN (Afyon Kocatepe Üniversitesi-Afyonkarahisar/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Cihat AYDOĞMUŞOĞLU (Ankara Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Cihat YILDIRIM (Aksaray Üniversitesi-Aksaray/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Farhod MAKSUDOV (Institute of Archaeology of Uzbekistan Aca. of Scien.-Tashkent/UZB.)
Doç. Dr. İbrahim ERDAL (Yozgat Bozok Üniversitesi-Yozgat/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Lazat DİNASHEVA (Ahmet Yesevi Üniversitesi-Türkistan/KAZAKİSTAN)
Doç. Dr. Muhammed Bilal ÇELİK (Sakarya Üniversitesi-Sakarya/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Müslüme Melis SAVAŞ (Karadeniz Teknik Üniversitesi-Trabzon/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Onur Alp KAYABAŞI (Aksaray Üniversitesi-Aksaray/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Simonné Piroska PALLÓS (Emekli Öğretim Üyesi-Kaposvár/HUNGARY)
Doç. Dr. Szilard SZİLAGYİ (Universty of Bucharest-Bucharest/ROMANIA)
Doç. Dr. Tümen SOMUNCUOĞLU (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Yunus İNCE (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi-Muğla/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Zufar SHAKİROV (Kazan Federal University-Kazan/RUSSIA)
Dr. Öğr. Üyesi Abdullah ÜSTÜN (Ege Üniversitesi-İzmir/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Ali AHMETBEYOĞLU (İstanbul Üniversitesi-İstanbul/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Ali MIYNAT (Süleyman Demirel Üniversitesi-Isparta/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Ali Rıza YAĞLI (Giresun Üniversitesi-Giresun/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Aysel ERDOĞAN (Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi-Osmaniye/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Eman HAYAJNEH (University of Jordan-Amman/JORDAN)
Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Ali BOZKUŞ (Hitit Üniversitesi-Çorum/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Muhammed Nebi SALİM (Shahrood University-Shahrood/IRAN)
Dr. Öğr. Üyesi Nilgün DALKESEN (İstanbul Medeniyet Üniversitesi-İstanbul/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Selim KARAKAŞ (Giresun Üniversitesi-Giresun/TÜRKİYE)
Dr. Ali İhsan ÇAĞLAR (Giresun Üniversitesi-Giresun/TÜRKİYE)
Dr. Cezmi KARASU (Emekli Öğretim Üyesi-Eskişehir/TÜRKİYE)
Dr. Eva Kincses NAGY (University of Szeged-Szeged/HUNGARY)
Dr. Gábor FODOR (İstanbul Macar Kültür Merkezi-İstanbul/TÜRKİYE)
Dr. Gábor SZŐLLŐSY (The Museum and Library of Hungarian Agriculture-Budapest/HUNGARY)
Dr. Ganbat LKHUNDEV (Mongolian Academy of Sciences-Ulaanbaatar/MONGOLIA)
Dr. Khalida DEVRİŞEVA
Dr. Igor SEMYONOV (Inst. of History, Arch. and Ethnography- Makhachkala/RUSSIA)
Dr. Ivan FUKALOV (Bishkek Academy of Finance and Economics- Bishkek/KIRGIZISTAN)
Dr. Nándor Erik KOVÁCS (Eötvös Loránd University-Budapest/HUNGARY)
Dr. Mevlüt AKDERE
Dr. Petr KUÇERA (Hamburg University-Hamburg/GERMANY)
Dr. Zahra ABOLHASSANİA (University of Tehran-Tehran/IRAN)
Dr. Zelfira ŞÜKÜRCİYEVA (Kırım Mühendislik ve Pedagoji Üniversitesi-Simferpol/KIRIM)
DERGİNİN TARANDIĞI İNDEKSLER / THE JOURNAL IS INDEXED IN
BU SAYININ HAKEMLERİ / REFEREES OF THIS ISSUE
Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU (Ankara Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Prof. Dr. İsmail TÜRKOĞLU (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi-İstanbul/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Kazım PAYDAŞ (Harran Üniversitesi-Şanlıurfa/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Nimet YILDIRIM (Atatürk Üniversitesi-Erzurum/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Özgür YILDIZ (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi-Muğla/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ (Ankara Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Abdullah BAKIR (Süleyman Demirel Üniversitesi-Isparta/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Biray ÇAKMAK (Uşak Üniversitesi-Uşak/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Cihat AYDOĞMUŞOĞLU (Ankara Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Eralp ERDOĞAN (Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi-Tekirdağ/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Gülay ÇINAR (Afyon Kocatepe Üniversitesi-Afyonkarahisar/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Mesut KARAKULAK (Ordu Üniversitesi-Ordu/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Muhammed Bilal ÇELİK (Sakarya Üniversitesi-Sakarya/TÜRKİYE
Doç. Dr. Murat ÖZKAN (Ordu Üniversitesi-Ordu/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Mustafa KALKAN (Çankırı Karatekin Üniversitesi-Çankırı/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Müslüme Melis SAVAŞ (Karadeniz Teknik Üniversitesi-Trabzon/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Onur Alp KAYABAŞI (Aksaray Üniversitesi-Aksaray/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Selahattin SATILMIŞ (Aksaray Üniversitesi-Aksaray/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Tülay YÜREKLİ (Aydın Adnan Menderes Üniversitesi-Aydın/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Abdulmuttalip İPEK (Aksaray Üniversitesi-Aksaray/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet VURGUN (Marmara Üniversitesi-İstanbul/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Bilal KOÇ (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi-Ankara/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Mehmet DAĞLAR (Iğdır Üniversitesi-Iğdır/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Meryem DOYGUN (Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi-Ağrı/TÜRKİYE)
Dr. Öğr. Üyesi Özkan DAYI (Bayburt Üniversitesi-Bayburt/TÜRKİYE)
Öğr. Gör. Dr. Tolgahan KARAİMAMOĞLU (Mersin Üniversitesi-Mersin/TÜRKİYE)
Dr. Abdrasul İSAKOV (ANKASAM-Ankara/TÜRKİYE)
Dr. Aslı ÇANDARLI ŞAHİN (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi-Muğla/TÜRKİYE)
Dr. Cihan ORUÇ (Artvin Çoruh Üniversitesi-Artvin/TÜRKİYE)
Editörden…
Dergimizin 5. Sayısında 11 adet makale yer almaktadır. Tamamı araştırma türünde olan
makaleler dergi ekibi tarafından her aşamada titiz bir çalışma ve incelemenin ardından yayına hazır
hâle getirilmiştir. Bu sayıda Türk araştırmacıların yanı sıra, Özbekistan ve İran’dan araştırmacılar da
katkı sunmuştur. Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi (GTTAD) her sayıda uluslararası yayın
kriterleri ve etiğine uygun olarak hareket ederek niteliğini arttırmaya devam etmektedir.
“Kımızın Türk Tarihi ve Kültüründeki Yeri” adlı çalışmasında Merve Yalımel, konargöçer Türk
topluluklarının tarih boyunca temel gıda maddelerinden biri olan kımızın, bozkır yeme-içme
kültüründeki önemini ele almanın yanı sıra üretimi, özellikleri ve insan sağlığına etkilerini de
incelemiştir.
Ahmet Küçükkalfa “Firdevsi ve Şahname’nin Kayıp Hikâyeleri” adlı makalesinde, İranlı ünlü
şair Firdevsî’nin Şehname adlı eserindeki muhtelif hikâyelerini inceleyerek, destandaki bazı
hikayelerin tarihî hadiselerle benzerliğine dikkat çekmiştir.
Furkan Kutlu, “Berke Han Döneminde İslam Dininin Altın Orda Devleti’ne Etkisi” başlığıyla
kaleme aldığı çalışmasında Berke Han döneminde İslamiyet’i kabul eden Altın Orda Devleti’nin
siyasi, iktisadi ve kültürel olarak nasıl bir değişim yaşadığını incelemiştir.
“Codex Cumanicus ve Kazan-Tatar Türkçesinin Ortak Söz Varlığında Askerî ve Siyasî
Terminoloji Üzerine Bir Değerlendirme” adlı çalışmasında Özge Sönmezler Duran, Kıpçak
Türklerinin tarihi ve kültüründe önemli bir yeri olan Codex Cumanicus adlı esere göre, bölge
Türkçesindeki askerî ve siyasi terminoloji üzerine bir değerlendirme yapmıştır.
Ahmet Korkmaz’ın kaleme aldığı “Kara-Koyunlu Ordusunda İnsan Unsuru ve Görevliler” adlı
makalede yazar, Türkmen kökenli siyasi oluşumlara has devlet teşkilatlanmasını Türk-Moğol
gelenekleriyle bütünleştiren Kara-Koyunlu Devleti’nin askeriyesini incelemiştir. Makalede KaraKoyunlu ordusunu oluşturan askerî birimler ile ordudaki görevliler ve askerî unvanlar incelemiştir.
“Safeviler Döneminde Teberrailer” adlı çalışmasında Farbod Mazlumi, Safevi Devleti’nin
kurucusu Şah İsmail’in, Şiiliği yaymak ve Sünnilikle rekabet edebilmek için kurduğu Teberrailer
teşkilatının Safeviler devrindeki faaliyetlerini incelemiştir.
“Anadolu’daki Eşkıyalık Faaliyetlerine Dair Bir İstatistik (22 Numaralı Mühimme Defteri
Işığında)” adlı çalışmasında Teslime Ata, 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti’nde
giderek artan eşkıyalık faaliyetlerinin sebep ve sonuçlarını 1573 tarihli mühimme defteri ışığında
değerlendirmiştir.
“Taşkent Özbeklerinin Kıyafet Kültüründe Giysinin Koruma İşlevine İlişkin Düşünceler” adlı
makalesinde Gülçehra Zununova, Taşkent Özbeklerinde giysilerin koruyucu işlevleriyle alakalı
inançları incelemiş ve onların ritüellerdeki rolünü ele almıştır.
İranlı araştırmacılar Mohammad Nabi Salim ve Qasem Cheraqch tarafından kaleme alınan
“Russia, Zands and the Issue of Caucasus” adlı makalede yazarlar, Afşar Hanedanı’nın çökmesinden
sonra İran’da iktidarı ele geçiren Zend Hanedanı devrinde, Rusların, Kafkasya’nın İran’ın hâkimiyet
sahasındaki kısmında etkisini arttırmasını ve bu durumun sebeplerini incelemişlerdir.
Hüseyin Şen tarafından kaleme alınan “Ömer Han Dönemi Hokand Hanlığı (1809-1822)” adlı
makalede yazar, Hokand Hanlığı’nın önemli hükümdarlarından biri olan Ömer Han’ın genişleme
siyasetini ele almanın yanı sıra, teşkilatlanmada yapmış olduğu reformlar ve dönemin kültürel
hayattaki gelişmelerine değinmiştir.
Nuray Bilgin’in “Osmanlı Devleti’nde Mekteb-i Harbiye” adlı çalışmasında Yeniçeri Ocağı’nın
kaldırılmasından sonra orduyu modernleştirme girişiminde bulunan Osmanlıların kurmuş olduğu
askerî okullardan biri olan Mekteb-i Harbiye ele alınmıştır. Özellikle Milli Mücadele’nin önemli
subaylarının yetiştiği bu askerî okulun, verdiği eğitim ve kurumda verilen dersler çalışmada
incelenmiştir.
Dr. Öğr. Üyesi Abdolvahid SOOFİZADEH
Dr. Öğr. Üyesi S. Serkan ÜKTEN
Editörler
GENEL TÜRK TARİHİ
ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
JOURNAL OF GENERAL TURKISH
HISTORY RESEARCH
Volume: 3, Issue: 5, January 2021
İÇİNDEKİLER
CONTENTS
ARAŞTIRMA MAKALELERİ
RESEARCH ARTICLES
MERVE YALIMEL
Kımızın Türk Tarihi ve Kültüründeki Yeri
The Importance Of Koumiss in Turkish History And
Culture
ss. 1-12
AHMET KÜÇÜKKALFA
Firdevsi ve Şahname’nin Kayıp Hikâyeleri
Ferdowsi And Lost Stories of Shahnameh (The Book/
Epic of Kings
ss. 13-36
FURKAN KUTLU
Berke Han Döneminde İslam Dininin Altın Orda
The Effect Of Islamic Religion in The Golden Horde
Devleti’ne Etkisi
State During the Reign Of Berke Khan
ss. 37-48
ÖZGE SÖNMEZLER DURAN
Codex Cumanicus ve Kazan-Tatar Türkçesinin Ortak
An Investigation on Military And Political
Söz Varlığında Askerî ve Siyasî Terminoloji Üzerine
Terminology in the Common Vocabulary of Codex
Bir Değerlendirme
Cumanicus And Kazan Tatar Language
ss. 49-64
AHMET KORKMAZ
Kara-Koyunlu Ordusunda İnsan
Human Factor And Attendant in the QaraUnsuru ve Görevliler
Qoyunlu Army
ss. 65-76
FARBOD MAZLUMI
Safeviler Döneminde Teberrailer
Tabarraiyan in The Safavid’s Era
ss. 77-84
TESLİME ATA
Anadolu’daki Eşkıyalık Faaliyetlerine Dair Bir
A Statistics on the Brigandage Activities in Anatolia
İstatistik (22 Numaralı Mühimme Defteri Işığında)
(In Light Of The Muhimme Records No: 22)
ss. 85-92
GÜLÇEHRA ZUNUNOVA
Taşkent Özbeklerinin Kıyafet Kültüründe Giysinin
Taşkent Özbeklerinin Kıyafet Kültüründe Giysinin
Koruma İşlevine İlişkin Düşünceler
Koruma İşlevine İlişkin Düşünceler
ss. 93-108
MOHAMMAD NABI SALIM / QASEM CHERAQCH
Rusya, Zendler ve Kafkasya Sorunu
Russia, Zands And Issue of Caucasus
ss. 109-114
HÜSEYİN ŞEN
Ömer Han Dönemi Hokand Hanlığı
Kokand Khanete in The Period of Umar Khan
(1809-1822)
(1809-1822)
ss. 115-132
NURAY BİLGİN
Osmanlı Devleti’nde Mekteb-i Harbiye
The Military Academy (Mekteb-i Harbiye) in the
Ottoman State
ss. 133-154
YAZIM KURALLARI
ss. 155-159
Cilt/Volume 3, Sayı/Issue 5, Ocak /January 2021, ss. 1-12.
Geliş Tarihi–Received Date: 08.06.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 28.12.2020
ARAŞTIRMA MAKALESİ – RESEARCH ARTICLE
KIMIZIN TÜRK TARİHİ VE KÜLTÜRÜNDEKİ YERİ
MERVE YALIMEL *
ÖZ
Türkler, anayurtları olan Türkistan bölgesinde konargöçer bozkır hayatı yaşamışlardır. Bu yaşam tarzında
hayvancılık, avcılık ve tarım ile geçimlerini sağlamışlardır. Hayvanların etinden, sütünden, gücünden ve
derisinden faydalanmışlardır. Özellikle atın Türkler için önemi büyüktür. At, Türkler için kutsal sayılmış, tarih
yapan hayvan olarak nitelendirilmiştir. Dolayısıyla kısrak sütünden elde ettikleri “kımız” adını verdikleri içeceği
de çok severek tüketmişler, milli içecekleri olarak kabul etmişlerdir.
Eski Türk toplumlarından günümüze kadar milli bir içecek olarak tüketilen kımız, literatürlerde “koumiss”,
“kumys” gibi isimlerle kullanılmaktadır. Kımızın ilk Türk topluluklarından biri olduğu iddia edilen İskitler
döneminde kullanıldığı, MÖ IX. yüzyılda yaşamış olan İyonyalı Homeros ve MÖ V. yüzyılda yaşamış olan
Yunanlı tarihçi Herodot tarafından kaydedilmiştir. Dişi atın yani kısrağın sütünden yapılmakta olan kımız,
yapımı zahmetli olan bir içecektir. Deriden yapılmış, tulumların içerisinde saatlerce bişkek adını verdikleri
karıştırıcı yardımıyla karıştırılarak uzun süre muhafaza edilebilmiştir. Türkler kımızı kutsal sayarak,
destanlarına, şiirlerine, bilmecelerine ortak edip, kımız bayramları düzenlemişlerdir. Kımızın içerisinde
barındırdığı, A, E, C, B1, B2, PP, B12, vitaminleri sayesinde sağlık açısından da çok faydalı olduğu
bilinmektedir. Ünlü tıp bilimci İbn-i Sina, eserinde kımızın hastalıkları tedavi etmek için kullanıldığını
bildirmiştir. Avrupalı ve Rus oryantalistler, savaşçı bir topluluk olan Türklerin, cesaretlerinin ve dinç olmalarının
nedenini araştırmak istemişlerdir. Araştırmaları neticesinde kımızın akciğer hastalıkları tedavisinde, damar
hastalıkları, bağırsak ve mide hastalıklarının tedavilerinde kullanılabileceği sonucuna varmışlardır. Ayrıca
içerisinde barındırdığı vitaminler sayesinde, inek sütünden daha faydalı olduğu ve anne sütüne en yakın süt
olduğu ortaya çıkmıştır. Bu özellikler kımızı bir ilaç statüsüne sokmuştur.
Kaliteli bir kımız elde etmek için, kısrağın otladığı coğrafyadan, yedikleri otların türüne, kımızın yapılma
süresinden, dinlenme süresine ve muhafaza edildiği ortama kadar çevresel faktörler etkili olmuştur. Rusya’nın
girişimleriyle Samara, Türkistan, İngiltere ve Kaliforniya’da kımız tedavi merkezleri ve sanatoryumlar
açılmıştır. Türklerin İslamiyet’i kabul etmesinden sonra, kımızın oluşumu sırasında alkol üretilmesi sebebiyle
fermente edilen ürünlere kuşku ile yaklaşılmıştır. İslam dininde, içerisinde alkol bulunan bir ürünü tüketmek
haram sayıldığından dolayı, fermente ürünlerin Anadolu’da bulunan Müslüman Türkler tarafından artık çok fazla
tüketilmediği görülmüştür. Kımızın Anadolu’daki ilk serüveni, Türkistan’dan Türkiye’ye yerleşerek kımız
âdetinden vazgeçemeyen Türklerin, kımız üretmeye çalışmaları ile başlamıştır. Alaş Kımız Üretme Çiftliği
kurulmuş fakat kımıza olan talebin az olmasından dolayı çok fazla ticari bir faaliyet yürütememiştir. Halen
Türkistan bölgesinde tüketilmeye devam edilse de Türkler çok severek tükettikleri ve atalarından kalan kımız
geleneği ile dinlerinin getirdiği yasaklar arasında kalmışlardır. Kımızın tedavi için de olsa kullanılıyor olması,
İslam dininde haram olması ikilemini ortaya çıkarmıştır.
Bu çalışmanın amacı, kımızın Türk tarihi açısından önemini vurgulamak, özelliklerini, sağlık alanında
kullanımını açıklamak ve tüketilmesinde İslami açıdan görülen sakıncalara değinmektir.
Anahtar Kelimeler: Kımız, Türkler, Kısrak, Süt.
*
Yüksek Lisans Öğrencisi, Süleyman Demirel Üniversitesi,
merve_yalimel_58@hotmail.com ORCID ID: 0000-0001-9638-0383
Sosyal
Bilimler
Enstitüsü,
Tarih
Anabilim
Dalı,
E-Posta:
KIMIZIN TÜRK TARİHİ VE KÜLTÜRÜNDEKİ YERİ
THE IMPORTANCE OF KOUMISS IN TURKISH HISTORY AND CULTURE
ABSTRACT
Turks lived a nomadic steppe life in their homeland, Turkistan. In this way of life, they made a living from
livestock, hunting and agriculture. They benefited from the flesh of the animals and the strength of them. The
horse is especially important for the Turks. The horse was considered sacred to the Turks, and was described as a
history-making animal. Therefore, they consume the drink called "kımız", which they obtain from mare's milk,
and accepted it as their national drink.
Koumiss, which has been consumed as a national drink from ancient Turkish societies until today, is used
with names such as "koumiss" and "kumys" in the literature. It was claimed to be one of the first Turkish
communities in the Scythian period, BC IX. It was recorded by the Ionian Homeros, who lived in the 4th century
BC, and by Herodotus, the Greek historian who lived in the 5th century BC. Being made of the milk of the
female horse, namely the mare, koumiss is a difficult drink to make. Made of leather, it could be kept for a long
time by mixing in the overalls with the help of a mixer called bishkek for hours. Turks considered koumiss
sacred, shared their epics, poems and riddles, and organized feasts around it. Thanks to the vitamins A, E, C, B1,
B2, PP, B12 it contains, it is known that it is very beneficial for health. Famous medical scientist Ibn-i Sina
reported in his work that koumiss is used to treat diseases. European and Russian orientalists wanted to
investigate the reason why Turks, a warrior community, were courageous and vigorous. As a result of the
research, they concluded that koumiss can be used in the treatment of lung diseases, vascular diseases, intestinal
and stomach diseases. In addition, thanks to the vitamins it contains, it has been revealed that it is more useful
than cow's milk and is the closest milk to breast milk. These features have given koumiss a kind of a medicinal
status.
In order to obtain a quality koumiss, environmental factors from the geography where the mare grazes, the
type of grass they eat, from the period of making the koumiss to the resting period and the environment in which
it is preserved have been effective. With the initiatives of Russia, koumiss treatment centers and sanatoriums
have been opened in Samara, Turkistan, England and California. After the Turks accepted Islam, the fermented
products were approached with suspicion due to the production of alcohol during the formation of koumiss. As it
is forbidden to consume a product containing alcohol in Islam, it has been seen that fermented products are not
consumed much by Muslim Turks in Anatolia. Koumiss's first adventure in Anatolia from Turkey settled
Turkistan koumiss not abandon the traditions of the Turks began with work to produce koumiss. “Alaş Kımız
Production” Farm was established, but due to the low demand for koumiss, it could not carry out much
commercial activity. Although it is still consumed in the Turkestan region, Turks have been caught between the
prohibitions imposed by their religion and the tradition of koumiss, which they consume very fondly and which
is left over from their ancestors. The fact that koumiss is used, even if it is for treatment, has created the dilemma
that it is forbidden in Islam.
The aim of this study is to emphasize the importance of koumiss in Turkish history, to explain its features,
its use in the field of health, and to address the Islamic drawbacks in its consumption.
Keywords: Koumiss, Turks, Filly, Milk.
GİRİŞ
İnsanlık tarihinin en önemli besin kaynaklarından olan süt, insanların beslenmesine yarayan ilk ve ana
besin kaynağıdır. Türkler at, koyun, keçi, deve, sığır, geyik gibi hayvanları besleyerek, etinden, sütünden,
gücünden, derisinden, yününden faydalanmışlardır. Sütünden yoğurt, yağ, peynir, kımız gibi ürünler elde
etmişlerdir. Kımız, İskitlerden başlayarak bugüne kadar sevilerek tüketilen, kısrak sütünden imal edilen bir Türk
içkisidir. 2 Türkler kımızı “Tanrının içeceği” 3 olarak nitelendirmişler ve en çok tükettikleri içecek olarak ilk
sırada yerini almıştır. 4 Kısrak sütünden elde ettikleri bu ürünü, gerek sağlık açısından gerekse de eğlencelerde
insana hoş bir ahenk kattığı için tüketmişlerdir.
Eski Türk toplulukları, kımız bayramları düzenlemişler, kımızı edebiyatlarına konu edinmişlerdir.
Türkistan’da yaşayan Türkler, gittikleri bölgelerde kımızdan vazgeçememiş, kımız üretme işlerine girişmişlerdir.
Özellikle Avrupalı bilim insanları, Türklerin her zaman nasıl dinç ve cesur kaldıklarını merak etmişler, bu
nedenle kımızın özellikleri hakkında araştırmalar ve çalışmalar yapmışlardır. Türkiye’de ise bu konuda çalışma
yapan çok az sayıda bilim insanı vardır. Kımızın tedavi edici bir özelliğinin bulunması da araştırılma yapılmasını
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2014, s. 305.
Özlem Üstün, Ramazan Gökçe, “Yurtdışında Üretilen Fermente Süt İçecekleri”, Gıda Mühendisleri Dergisi, S.10, Ankara 2001, s. 26.
4
İlhami Durmuş, “Türk Kültür Çevresinde Kımız”, Milli Folklor, S.104, 2014, s. 76.
2
3
2
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
MERVE YALIMEL
gerektiren bir durumdur. Yapılan araştırmalara göre, kımız üretimi MÖ IX. yüzyıla kadar uzanmaktadır.
Arkeolojik kalıntılarda ortaya çıkan küp parçalarında at sütü kalıntılarına rastlanmıştır. 5
1.Türk Kültüründe Atın Önemi
Türkler, tarihteki en kadim ve köklü milletlerden biridir. Bu kadim milletin adıyla ilgili araştırmacılar uzun
bir süre çalışmışlar ve çeşitli manalar üzerinde görüş ileri sürmüşlerdir. Ancak Türklerin kendilerini Türk ve
Türük şeklinde adlandırdıkları Orhun Abideleri sayesinde görülmektedir. 6 Türk adını ilk kullanan Kök Türkler
olsa da zamanla Türk adı belirli bir topluluğu belirten bir isimden çok aynı köken ve kültürde birleşen insanlara
ait siyasi bir isim olarak varlığını devam ettirmiştir. 7 Nevzat Köseoğlu, Türk adı ve Türklerin yaşadıkları
coğrafya hakkında şunları söylemektedir:
“Türk” adı ilk dönemlerde belli bir topluluğun kavmi ismi olmak yerine, siyasi mensubiyeti belirleyen bir
kelime olarak görülür. İlk defa Göktürklerde devletin adı olur ve imparatorluğu dâhil bütün topluluklar için
ortak isim olarak kullanılır. Daha sonra giderek Türk soyundan olan bütün toplulukların müşterek milli adı
olur ve kaynaklara böyle geçer. Türklerin anayurdu, Tanrı Dağları’nın batı ve kuzey yamaçlarından, Aral
Gölü’ne doğru yayılan geniş Orta Asya sahasıdır. İlk yurt olarak anılan bu bölge, Aral Gölü ile Altay ve Tanrı
Dağları arasında kalan ve Balkaş Gölü’nü de içine alan bölge olarak adlandırılır.” 8
Türkler Anadolu’ya gelmeden önce anayurtlarında yaşamlarını sürdürürken avcılık, hayvancılık ve tarım
ile uğraşmışlardır. Bu topluluklarda göze çarpan en önemli özellik; atlı konargöçer ve bozkır hayat tarzını
benimsemiş olmalarıdır. Türkler barış durumlarında ailelerin birleşmesi ile oluşan boylar ve uruglar şeklinde
kendi yaşam alanlarında dağınık halde yaşarlardı. Büyük avların ve yahut savaşların olacağı vakitte bir başbuğ
yani lider seçerlerdi. Savaş ya da av merasimi bittikten sonra herkes kendi bölgesine geri çekilirdi. 9 Buradan
Türklerin savaş, av gibi ortak hareket gerektiren durumlarda birlik olup, bir yönetici idaresi altına girebildiklerini
anlıyoruz. Savaş ve av gibi durumlarda en fazla yararlandıkları canlı ise kuşkusuz atlar başta gelmekteydi.
At, hayvancılık ile uğraşan konargöçer Türklerin vazgeçilmez bir unsurunu oluşturmuştur. “Tarih yapan
hayvan” diye vasıflandırılan at, Türkler için çok değerli ve kutsal sayılmıştır. 10 Atla oldukça fazla vakit
geçirmeleri ve her an yanlarında bulundurmaları da onlar için kıymetinin fazla olmasına etki etmiştir. Eski
Türkler atın gökten indiğine inanmışlardır. 11 Atlar, Türklerin çeşitli işlerinde hız ve kolaylığı sağlayacak en etkili
canlıların başında gelmektedir. Türklerin konargöçer hayat tarzı sebebiyle yeni yerler keşfetmek için hızlı,
kuvvetli canlılar olan atları hayatlarına ortak edip onları hayatlarının merkezinde bulundurmayı ihmal
etmemişlerdir. 12 Aynı zamanda İskitler döneminde at, tanrılara kurban edilmiştir. 13 Atın kurban edilmesi dışında
sahibiyle birlikte defnedildiği de bilinmektedir. At, Türklerde sadece binek hayvanı olarak değil, etinden,
derisinden ve sütünden de faydalanılan bir hayvandır olarak faydalanılmaktadır. 14 Kısrak sütünden elde edilen
kımız da Türkler için değerli bir içecek haline gelmiştir.
2.Türk Kültüründe Kımız
Ural-Altay dil grubuna dâhil olan kımız kelimesi, günümüzde de kullanılmaktadır. Ülkelere göre “kumys”,
“koumiss”, “kumiss” gibi isimlerle adlandırılmıştır. 15 Kımızı, Moğolistan sınırlarından Ukrayna sınırlarına kadar
olan bölgede yaşayan göçebe halkın tükettiği bilinmektedir. Ünlü Grek tarihçi Herodot: “Göçebe İskitler kısrak
sütünden kımız yapmayı bilirler. Onlar kısrak sütünü ağaç kaplara koyarlar, karıştırırlar, döverler, daha sonra
üst kısmından alırlar” 16 şeklinde kımızın yapımını tarif eder. Herodot aynı zamanda İskitlerin, kör köleleri kımız
yapımında kullandıklarını, kısrak sütünü tahta bir kap içine sağdıklarını belirtmiştir.
5
6
Adil Akai Tegin, Zafer Gönülalan, “Bütün Yönleriyle Doğal Fermente Ürün Kımız”, Manas, C.2, S.1, Kırgızistan 2014, s. 24.
Kafesoğlu, age, s. 43-44; Saadettin Yağmur Gömeç, Türk Kültürünün Ana Hatları, Berikan Yayınevi, Ankara 2014, s. 11.
7
Gömeç, age, s. 17.
Nevzat Köseoğlu, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1991, s. 25.
9
Kafesoğlu, age, s. 221.
10
Köseoğlu, age, s. 33.
11
İbrahim Kafesoğlu, “At”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C.4, İstanbul 1991, s. 27.
12
Onur Yıldız, İslam Öncesi Türklerde Spor Kültürü, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Muğla 2019, s.114.
13
İlhami Durmuş, İskitler, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1993, s. 86.
14
Türkler, sadece atı değil sığırı ve deveyi de evcilleştirmiş, avcı ve savaşçı bir kavimdi. Kartalı kutsal bir varlık olarak görmüşler,
mezarlarına kartal pençesini simge olarak kullanmışlardır. Bazı bölgelerde ren geyiğini ve yak öküzünü de ehlileştirmeye muvaffak
olmuşlardır. Bakırdan bıçak gibi ev aletleri yapmışlar ve gündelik hayatlarında sıklıkla kullanmışlardır. Koyunu ise sonraki süreçte
evcilleştirerek etinden ve sütünden faydalanmışlardır. Bkz. Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Zamanımıza Kadar Büyük Türkiye Tarihi, C.1,
Ötüken Neşriyat, İstanbul 1983, s. 17.
15
Hasan Yaygın, Kımız ve Özellikleri, Yeni Matbaaevi, Antalya 1992, s. 1.
16
Hayrani Ilgar, Türkiye’de Kımız, Alaş Yayınları, İzmir 1990, s. 4.
8
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
3
KIMIZIN TÜRK TARİHİ VE KÜLTÜRÜNDEKİ YERİ
Antik Çağ’da yaşamış olan Homeros da çağdaşları olan Karadeniz’in kuzey taraflarında yaşayan İskitlerin,
kısrak sütü sağdıklarını ve bu sütü geleneksel olarak tükettiklerini belirtmiştir. 17 Buradan da anlaşılacağı üzere
Bozkır kavimleri o dönemde kımız yapmayı bilmekteydiler. Eski Rus kaynaklarında da kımızdan süt şarabı
olarak bahsedilmektedir. 18 MÖ 140-80 yıllarında yaşadığı bilinen Çinli tarihçi Si-Ma-Cyen, eserinde Hunların
kımızı tükettiklerinden bahsetmiştir. 19 Yine Çin elçisi Wang Yen Te’nin, seyahatnamesinde Uygurlar hakkında;
“kımız şarabı yaparlar ve sarhoş olurlardı” 20 şeklinde bir anekdot bulunmaktadır. Hatta Çinliler ile kız alıp
verme gibi adetler ile kımız kültürünün Çin sarayına girdiği ve eğlencelerde tüketildiği bilinmektedir.
Mitolojik kaynaklarda kımızı ilk üreten kişi hakkında şu bilgiler bulunmaktadır:
“Kazak mitolojisinde kımızı ilk üreten kişinin, atların koruyucusu olarak kabul edilen Kambar olduğu ifade
edilmektedir. Mitolojide Kambar, ata olarak da bilinen atların koruyucusunun (ata, ota sözcükleri Asya’da
baba anlamına gelmektedir) kımızı ürettikten sonra insanlara öğrettiği kabul edilmektedir. Asya’da toy ya da
tuy olarak bilinen yemek ve müzik eşliğinde gerçekleştirilen törenlerde, kımız son derece önemli bir içecek
olarak yer almaktadır. Günümüzde bu geleneksel törenlerde halen, atlarımızın koruyucusu “büyük ata
Kambar Tanrı her dileğini yerine getirsin, kısrağımız bol, kımızımız çok, çocuklarımız sağlıklı, akrabalarımız
ahenk içinde olsun bizi bir ve güçlü kılsın” şeklinde dilek ve dualar yapılabilmektedir.” 21
Türklerden kalan en önemli yazılı kaynaklardan olan Divan-ı Lügat’t-Türk adlı eserde kımızı qımız: Kısrak
sütü, tulumda bekletilerek mayalanır, sonra içilir 22 şeklinde ifade edilmiştir. Kutadgu Bilig’de ise kımız beyitte
şöyle geçmektedir: Kımız süt, yün ya da un, yağ yoğurt / yaygı ve keçeyle evin huzurunu elinde tut. 23 Kutadgu
Bilig’in R. Rahmeti Arat tercümesinde kımız: hayvan beslemekten elde edilen maddele 24 arasında sayılmaktadır.
Kımız üzerine araştırmalar yapan V. N. Markov ise eserinde kımız hakkında şu bilgilere yer vermektedir:
Kımız çok eski bir içecek olup, ana vatanı Asya istepleri (stepleri) ve Güneydoğu Avrupa’dır. Türkler, hudutsuz
geniş sahalarda, tarihçe bilinmeyen zamanlardan beri birçok kabileler, göçebe halde yaşarlarken, kısrak
sütünden “kımız” denilen, kendine has vasıfları haiz ve fevkalade beğenilip içilen bir içki yapmasını da
öğrenmişlerdir. 25
Kımızın diğer coğrafyalara yayılmasını sağlayan Türkler olmuştur. Kavimler Göçü neticesinde Orta
Avrupa’ya kadar ilerleyen Türkler, kültürlerini de beraberinde getirdiğinden, bu coğrafyada kültürel etkileşim
söz konusu olmuştur. Kımızın, Türk edebiyatında 26 yer edinmesi, Dede Korkut Hikâyelerine 27 dahi konu olması,
Türklerin içeceğe verdiği değeri göstermektedir. Orta Asya’da yaşayan Türk topluluklarından birçoğu bugüne
kadar kımızdan vazgeçememiş, neşesine, dert ve tasasına kımızı ortak etmiş ve çeşitli hastalıkların tedavisinde
kullanmıştır. 28 Öyle ki kımız kültürü, Orta Asya’da halen görülen bir gelenek olsa da Anadolu’da çok yaygın bir
gelenek haline gelmemiştir.
Kımızın yapımı hakkında ilk detaylı bilgi, Moğolların yaşadığı bölgeye 1253 yılında seyahat etmiş olan
Wilhelm Von Rubruk tarafından kaydedilmiştir. XIII. yüzyılda, Asya ve Avrupa’yı kasıp kavuran Moğol
istilasında Macaristan kapılarına kadar dayanan Moğollar, Papa’yı endişelendirmiştir. Papa, Moğolları tanımak,
Hıristiyanlığa davet etmek ve neler yapabilecekleri hakkında bilgi sahibi olmak için Wilhelm Von Rubruk ve
heyetini Moğollara elçi olarak göndermiştir. 29 Rubruk eserinde kımız hakkında bilgilere yer vermiştir. Seyyahın
anlatışına göre kımız şöyle hazırlanmaktadır: Kışın pirinçten, darıdan, buğdaydan ve baldan şarap gibi çok
güzel bir içki imal ederler. Bunun dışında uzak yerlerden şarap getirirler. Yazın sadece kısrak sütünden yapılan
ve daima çadırın girişinin yanında bulunan kosmoz (kımız) içerler. Rubruk bunun yanında, Moğolların taze süt
içmelerine rağmen mayalanmış sütleri de tükettiklerinden, kımızı içtikten sonra şarap gibi ekşi, badem sütü gibi
hoş bir tadının olduğundan 30 ve tüketildikten sonra insan üzerinde ne gibi etkileri olduğundan da bahsetmiştir. 31
Verilen bilgilerden anlaşılacağı üzere ünlü Moğol Hükümdarı Cengiz Han’ın ordusunun kımız tükettiği
bilinmektedir. 32 Cengiz Han askerlerinin dinç olmasını ve kımızın faydalarından yararlanmak ve askerleri
17
Tegin, Gönülalan, agm, s. 24.
Yaygın, age, s. 3.
19
Çağatay Üstün, “Eski Bir Türk İçeceği Kımız”, Türklük Bilimi, S.26, 2009, s. 248.
20
Özkan İzgi, Çin Elçisi Wang Yen Te’nin Uygur Seyahatnamesi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1989, s. 48.
21
Tegin, Gönülalan, agm, s. 26.
22
Mahmut el- Kaşgari, Divan-ı Lügati’t-Türk, çev. Serap Tuba Yurtsever, Seçkin Erdi, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2005, s. 424.
23
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, çev. Ayşegül Çakan, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2017, s. 333.
24
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, nşr. Reşit Rahmeti Arat, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1947, LIX, beyit nr. 4442.
25
V.N. Markov, Kımız Tedavi Edici Ve Hastalıklardan Koruyucu (Profilaktik )Hassaları, çev. F.Laçinay, Işık Matbaası, İstanbul 1945, s. 7.
26
Ayrıntılı bilgi için bkz. Tuncer Gülensoy, Manas Destanı, Akçağ Yayınları, Ankara 2002, beyit 1590, s.134.
27
Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1969, s. 12.
28
Ilgar, age, s. 4.
29
Wilhelm Von Rubruk, Moğolların Büyük Hanına Seyahat, çev. Ergin Ayan, Ayışığı Yayınları, İstanbul 2012, s. 35.
30
George Lane, Daily Life In The Mongol Empire, Greeenwood Press, London 2006, s. 150-154.
31
Ayrıntılı bilgi için bkz. Rubruk, age, s. 36.
32
Üstün, agm, s. 249.
18
4
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
MERVE YALIMEL
üzerinde etkili olmasını istemektedir. Ayrıca Osmanlı Beyliği’nin ilk kuruluş aşamasında, Moğol tabiiyetini
reddeden Türkmen beyleri, Osman Gazi’nin etrafında toplanarak kımız içtiklerinden bahsedilmektedir. 33
Görülüyor ki kımız; kültüründen vazgeçemeyen Türkmenler, Anadolu’da da kımız kültürünü devam ettirmek
istemişlerdir. Ne var ki bu gelenek süreç içerisinde unutulup gitmeye yüz tutmuştur.
Günümüzde Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Moğol gibi Orta Asya Türk devletleri, halen tükettikleri kımızı
bilmeyenler için “mayası bozuk” tabirini kullanmışlardır. Bu içeceği kutsal sayan Türkler, kımız bayramları
düzenlenmiş, masallara, şiirlere ve hikâyelere konu etmişlerdir. Hatta kımızla ilgili bilmeceler dahi
oluşturmuşlardır. 34
Milli birlik ve beraberliklere önem veren Türkler, kımız bayramlarında ilkbahar mevsiminde yöreden
yöreye farklılıklar gösteren etkinlikler düzenlemişlerdir. Bu bayram Nimet Uluğtuğ’un anlatışına göre şu şekilde
düzenlenmektedir:
“Fergana havalisinde Kıpçak, Kırgız, Kazak ve diğer Türk boyları tarafından Mayıs sonlarında yapılan kımız
bayramı bir hafta devam eder. Aileler uzak yerlerdeki sevdiklerine bayram gününe yetişmek koşuluyla,
deriden yapılmış kaplarda kımız gönderirler. Aileler birbirlerini kımız içmek için ziyaret ederler, umumi
yerlerde cirit, ulak, oylam ve köpkeri adı verilen at ile spor müsabakaları yapılır. Burada çeşit çeşit oyunlar
oynanır, eski ve yeni adetler tekrarlanır ve her türlü marifetler gösterilir. Hatipler, kümeleşmiş dinleyicilere
kahramanlık destanları söylerler, öğüt verici hikâye ve hurafeler anlatırlar. Ozanlar kopuz çalar, şiir okurlar.
Böylece yeni sanatçılar, yeni şöhretler burada kendini gösterirler. Geceleri ateş yakılır, etrafında oyunlar
oynanır, küpler kırılır, fenerler uçurulup, kımız şarkıları, methiyeleri söylenir. Böylelikle halk birbirini
tanımış ve sevgi bağlarını bir kat daha artırmış olur.” 35
Yakut Türklerinde bu bayram kısrak sütünün en bol olduğu Mayıs ve Haziran ayı sonlarında düzenlenir.
Bölge halkının bayramın ilk günü ve başlangıç esnasında, kısrak sütünü çayırlara serptikleri görülmüştür. Ayrıca
Yakutların kımızı ateşe serptikleri de bilinmektedir. Genellikle bu tür eğlencelerden erkekler kendilerine eş
seçtikleri de olmuştur. Kırgız ve Kazak bayramlarında, kabilenin en yaşlı üyesi dua ederek şükürlerini sunar. 36
10 gün süren bayramda kurban da kesilmektedir. Bu adetler eski Hun Devletlerinde düzenlenen toylarda da
görülmekteydi. Görülüyor ki Türklerin bayramlaşma, eğlence kültürleri her zaman var olmuştur.
2.1. Kımızın Üretimi
Kısrak sütünün içinde bulunan yağ oranı az miktarda olduğundan tereyağı veya peynir elde edilemez.
Genellikle süt ve süt ürünleri hemen bozulabileceğinden, kısraktan sağılmış olan taze sütün de 6-9 saat içerisinde
tüketilmesi gerekmektedir. Türkler, kısrak sütünü uzun süre kullanabilmek için kımızı üretmişlerdir. Kımızın
içerisine keçi sütü ilave ederek de bir sezon saklanabilir hale getirmişlerdir. Pıhtılaşmayan, alkolik bir ürün olan
kısrak sütünü, bozkırda yaşayan Türkler “saba” ve “torsuk” adı verilen deriden kaplara koymuşlardır. (Ek-1)
Hasan Yaygın’ın verdiği bilgilere göre kımızın yapımında kullanılan kap şu şekilde ifade edilmiştir: Torsuk adı
verilen kap, temizlenmiş at derisinden yapılmış tütsülendirilmiş, 10-30 litre hacmindeki bir kaptır. Saba ise dört
köşeli, dibi olan piramit gibi uzun, 100-150 litre kapasiteli olgun ve temiz at derisinden yapılmış, daha sonra
tütsülendirilmiş bir kaptır. Tütsüleme işlemini ise kızılcık ağacı ve kayın ağacının yakılmasıyla çıkan dumandan
yapıldığına da ayrıca değinmiştir. 37
Geleneksel yöntemlerle kımız yapılırken taze sağılmış kısrak sütü ve kımız mayası sabanın içine ilave
edilir ve karıştırılır. Bir gece bekletildikten sonra ilave edilen mayanın üzerine yeni sağılmış süt dökülür. 10-15
saat bekletilme esnasında yaklaşık her iki saatte bir bişkek adı verilen karıştırıcı ile en az 2 bin-3 bin kez
karıştırılır. Bu sayede pıhtılaşma engellenir ve kımız haline gelip kokusu duyulur. Oluşan bu kımız başka bir
kaba alınarak kımızın %20’lik kısmı maya olunmak üzere kabın içinde kalır. Elde edilen kımız plastik şişelere
doldurulup kapağı sıkıca kapatılır. Hiç hareket ettirilmeyerek soğuk ortamda muhafaza edilir. Saba boşaltıldıktan
sonra kurutulmaya bırakılır. Bir saba, sadece bir mevsimde kımız yapımında kullanılmaktadır. Bu şekilde daha
kaliteli bir kımız elde edilir. Kaliteli bir kımız elde etmek için uğraş verilmesi gerektiği açıkça görülmektedir. 38
Endüstriyel şekillerde teknolojinin de verdiği kolaylık sayesinde, kımız üretilirken başka özel kaplar
kullanılmaktadır. Bu kaplara önce maya, sonra süt konulduktan sonra içerisinde bulunan otomatik karıştırıcı bir
alet yardımıyla karıştırılır. 39
33
Üstün, agm, s. 250.
Yahudi değil yiğit kılan/Kader(keder olmalı) değil sevinç veren/Evi değil yurdu kuran/ Ayrılık değil birlik yapan/Bilin bakalım hangi
mucizedir bu? (kımız) ayrıntılı bilgi için bkz. Yaygın, age, s. 7.
35
Yaygın, age, s. 4-5.
36
Yaygın, age, s. 5-6.
37
Yaygın, age, s. 32.
38
Yaygın, age, s. 32-35.
39
Yaygın, age, s. 37.
34
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
5
KIMIZIN TÜRK TARİHİ VE KÜLTÜRÜNDEKİ YERİ
Kımız yapımında mayalanma sıcaklığı son derece önemlidir. Kımız yaz mevsiminde 26-30 derece, kış
mevsiminde 22-26 derecede mayalanmalıdır. 40 Kımızın mayasının taze, yeni sağılmış sütten yapılması gerekir.
Bunun için bir miktar darı lapası oluşturulup, soğumaya yakın 2-3 kaşık bal ve biraz da bira mayası ilave edilir.
Bir hamur halini alan karışım ılık bir yere alınır. Hamur kabarmaya başlayınca taze sütün içine katılır. 41
Kımız yapımında kısrak sütünün kullanılmasının nedeni, içerisindeki şeker miktarı diğer sütlere göre fazla
olmasından dolayıdır. 42 Kımız üretilirken oluşan kimyasal tepkimeler sonucu içinde bulunan albümin peptona,
süt şekeri asitlaktik, alkol ve asitkarbona dönüştüğünden diğer süt ürünlerinden ayrılır. 43 Bu tepkimeler sonucu
tedavi edici özelliğe bürünür. Kımız yapmak için kısrak sütünün bulunamaması durumunda keçi, inek sütü ve
peynir altı suyu katılarak elde edilen kımızın orijinal tadı vermediği kaydedilmiştir.
Kımızların nasıl yapıldığı ne derece önemli ise kısrağın beslendiği yemlerde o derece önemlidir.
Kısraklardan elde edilen sütlerde bulunan şeker miktarları, kımızın kalitesinde büyük rol oynamaktadır.
Bozkırlarda otlanan kısrakların sütlerinde bulunan şeker miktarı, diğer kısraklara göre daha fazladır. Şeker
miktarı fazla olan kımız ise daha kaliteli sayılmaktadır. Bunun yanında süt sağma zamanları da kımızların
verimli olmasına etki eden bir diğer faktördür. Aynı zamanda kısrakların yaşadıkları coğrafi konum ve yem
türleri süt verim sürecinde etkili olmuştur. Kısrakların verimli süt verebilmeleri için step otu, karamuk, delice
buğday otlarının bulunması gerekir. 44 Bir kısrağın 2.000 ila 3.000 kg arasında süt verdiği yapılan çalışmalar
neticesinde kaydedilmiştir. 45
Kımız elde edilirken oluşturulan ortamın temizliği de önemli olan bir diğer unsurdur. Aksi takdirde ortamın
temiz olmaması, kımızın bozulmasına yol açabilir. 46 Mayalanma esnasında dikkatsizlik sonucu ortaya çıkan süte,
sirke mikroplarının karışması neticesinde ekşidiği ve üzerinde yağ tortularının oluşması kımızın kötü kokmasına
neden olur. Tüketildiği zaman mide bulandırıcı ve midede ağrı oluşturduğu bilinmektedir. Böyle durumlarda
hemen kımız dökülmeli ve kaplar iyice temizlenmelidir. Kımıza yağlı ve ekşi mikroplarının karışmasıyla, 35
derece üzerinde mayalanma işlemi gerçekleştiğinde ve kapalı şişelerde kaldığı durumlarda da ortaya bozuk bir
kımız çıkar. Diğer bir olay ise sadece taze kımızlarda görülen salyalaşan maya olayıdır. Süte salya yapan
bakterilerin karışmasından dolayı kımızda iplik halinde uzamalar gözlenir. 47
Yapılan araştırmalarda en iyi kımızın bozkırlarda yetişen kısrakların sütünden elde edildiği anlaşılmıştır.
Kımızın özelliği pek tabii mayalanması ile ilgidir. Başkurtlar ve Kırgızlar en kaliteli kımızı üretebilmek için eski
kımızı maya olarak kullanmışlardır. 48 Sonbaharda mayalı kımızı, ağzı iyice kapatılmış bir şişe içinde muhafaza
etmişlerdir. Kımız üretmek yazın kımız üretme vaktinde, bu mayaya aynı oranda taze kısrak sütü katmışlar ve
ılık bir yerde yirmi dört saat bekletmişlerdir. Ertesi gün iki katı daha taze süt katarak, üç veya dört gün içerisinde
mikropların üremeye başladığını kaydetmişlerdir. 49
Süt sağma süreleri de kımız için önemli faktörlerden biridir. İlk sağılan sütün ikinci sağılan süte nazaran,
daha az yağlı olduğu bilinmektedir. 50 Bu nedenle kımız elde edilirken kımızın üretildiği ortamın temizliği,
kısrakların ne kadar süre ile sağıldığı, kısrakların beslendiği yemler, yemler dolayısıyla iklim şartları ve coğrafi
konumda kaliteli kımız üretmek için önemlidir.
Bazı sanatoryumlarda kımız üretmek için 25 derecede hazır olarak bulunan kımız, ıhlamur ağacından
yapılmış fıçılara doldurulur. Önceden hazır bulunan kımıza taze kısrak sütü ilave edilerek yirmi dakika boyunca
karıştırılır. İki veya üç saat kımız ekşimesi için beklemeye alındıktan sonra, buzluklara koyularak muhafaza
edilir. 51 Bundan sonra kımızın muhafaza edilmesi önem taşır. İyi muhafaza edilmediği takdirde bozulmaya
başlar ve insan sağlığı için faydalı özelliklerini kaybeder. 52
Kısraktan henüz sağılmış olan ve sıcak iken yapılan kımızın acı olduğu, bir müddet dinlendirilmiş sütten
yapılan kımızın tadının daha tatlı olduğu bilinmektedir. Kırgızlar 22 Haziran’a kadar, gök yıldızında “Ürkör”
adını verdikleri yıldızı görmeye başladıklarında kısrak sütünün ve elde edilen kımızın kalitesinin bozulduğuna ve
Yaygın, age, s. 38.
Markov, age, s. 18.
42
Ekrem Kurdal, “Kımız”, AÜ Ziraat Fakültesi Dergisi, S.24, Erzurum 1993, s. 223.
43
Markov, age, s. 9.
44
Markov, age, s. 11.
45
Yaygın, age, s. 1.
46
Kımızın bozulmasını engellemek için bkz. Markov, age, s. 19-22.
47
Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, C.4, Kültür Bakanlığı, Ankara 1991, s. 58.
48
Ögel, age, s. 55.
49
Ögel, age, s. 55.
50
Markov, age, s. 11.
51
Markov, age, s. 18-19.
52
Ilgar, age, s. 5.
40
41
6
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
MERVE YALIMEL
acı bir tat oluşturduğuna inanmışlardır. 53 Kısrak sütünden kımız elde edildiği gibi deve sütünden “şhubat” adı
verilen bir ürün, inek sütünden ayran ve kefir gibi fermente 54 ürünler üretilmektedir.
Kımız, ilk zamanlar Rusya dışındaki devletler tarafından çok fazla tanınmamıştır. Ahmet Küçükçetin
yaptığı çalışmada zamanla tanınmaya başladığından şöyle bahsetmiştir:
“1970’li yıllara gelindiğinde üretilen kımız miktarı talebi karşılayamadığından, Berlin ve Rusya’da çiftlikler
oluşturularak kısrak yetiştirilmeye başlanmıştır. Berlin, kımız ile ilgili yapmış olduğu derlemede, Birleşik
Devletler Topluluğu’nda 50’ye yakın sanatoryumda yılda 11.000 hastanın kımızla tedavi gördüğünü, bu
amaçla sanatoryumlarda kımız üretim yerleri kurulduğunu, kımız üretimi için sanatoryumlarda 3.500 kısrak
beslendiğini, ülkede toplam 225.000 kısrak yetiştirildiğini bildirmiştir.” 55
Kımızın Türkiye’deki serüveni de Çin baskıları sonucunda, Türkistan’dan Anadolu’ya gelen Kazak
Türklerinin, yerleştikleri bölgelerde kımız üretmeye çalışmaları ile başlamıştır. Fakat elde edilen kımız ticari bir
değer kazanamamıştır. Bunun yanında kısrak beslemede bazı sıkıntılar yaşamışlardır. Türkiye’de kımız,
Türkistan’dan gelen bazı vatandaşlar tarafından zaman zaman yapılmıştır. Zeki Velidi Togan’ın hasta olan ve
zayıf düşen oğlu için tedavi amaçlı kımız yaptırdığı bilinmektedir. 56 1953 yılında Doğu Türkistan’dan göç edip
Türkiye’ye gelenler, kımız kültüründen vazgeçmeyerek Türkiye’de de üretmeye başlamışlar ve kımızın
Türkiye’de tanınmasını sağlamışlardır. Alibek Hakim isimli bir Kazak lider, Manisa Salihli bölgesine
yerleştikten sonra, kımız alışkanlığını burada da devam ettirmiştir. Ürettiği kımızlar daha sonrasında İzmir’de bir
lokantada satılmış ve insanlar ilk kez tatmaya başlamışlardır. Yine kımız adetlerinden vazgeçemeyen bir Kazak
Türkü Şirzat Doğru, İzmir Kemal Paşa’da 200 dönümlük bir arazi satın alarak burada bir çiftlik oluşturmuştur.
Bu çiftliğe “Alaş Kımız Üretme Çiftliği” adını vermiş ve 1989 yılında ilk kez ticari olarak üretilmeye
başlanmıştır. 57(Ek-2) Bu çiftliğe Kazakistan çiftliği görünümü verilmiş ve bir otağ dahi kurulmuştur. İçerisine
keçeler, kilimler konularak oluşturulan bu çiftlik ile kımızın kozmetik alanında kullanılması ve çeşitli
hastalıkların tedavisinde ilaç olarak kullanılması planlanmıştır. Yapılan araştırmalar ve çalışmalar ile bunu
kanıtlamışlardır. Aynı zamanda bu çiftliğe turistik bir görünüm verilerek ziyaretçi çekmesi amaçlanmıştır. 58
2.2. Kımızın Özellikleri
Kımız mayası ve kısrak sütü birleşimi sırasında bazı kimyasal değişiklikler meydana gelmektedir. Süt
şekeri mayalanırken bakteriler ile birleşme esnasında etil alkolü meydana getirir. Bu konuda çalışmalar yapmış
olan Hayrani Ilgar kısrak sütünün sarımsı renkte olduğunu ve kendine has bir tadı olduğunu, bu durumun kısrak
sütünün içinde bulunan süt şekerinin fazlalığından kaynaklandığından bahsetmiştir. 59
Netice itibariyle, kısrak sütü hem fizik, hem kimya bakımından inek sütünden çok farklıdır. En bariz farkı
sütün kazein 60 kısmında görülür. İnek sütünün terkibinde bulunan kazein, süt ekşidiği zaman; kapta yayvan,
çabuk çöken tortular halini alır. Kısrak sütü kazeini ise, süt ekşidiği zaman ufak pamuk parçaları gibi, fevkalade
ince ve sütün mayi haline tesir etmeyen, ağızda duyulmayacak kadar ufak zerreler halinde sütün içinde yüzer. 61
Kısrak sütü albüminli süt olduğundan az yağlı ve şeker oranı yüksektir. 62 Bu halde olması anne sütüne
benzediğini gösterir.
Kımızın sertlik derecesi olduğundan bahsetmiştik. Dr. Vill, hafif kımızın bir günde, orta sertlikteki kımız
iki günde, kuvvetli sert olan kımızın ise üç ila yedi günde oluştuğunu belirtmiş, Dr. Orlov ise hafif kımızın 6-8
saat, orta sert kımızın bir günde, kuvvetli sert kımızın ise iki-üç gün arasında oluştuğunu belirtmiştir. 63 İki
araştırmacının da farklı bulgular elde etmesinde, kımızın yapım aşamasında değinilen hususların etkisinin olduğu
söylenebilir.
Kısrak sütü içerisinde bulunan kazeini albüminler, asitamin peptonlar midede yeniden kimyasal tepkimeye
girerek hasta olan bir kişiyi çok az bir sürede iyileştirmiş ve besinlerin hemen hazmedilmesinde yardımcı
olmuştur. Kımızın içinde bulunan süt asidi insan vücudunda bulunan zararlı mikropların fonksiyonlarını
engellediği bilinmektedir. Vücutta emilen gıda maddelerinin, işe yaramayan artıklarından husule gelen zararlı
maddelerin kımız tedavisi ile temizlendiği yapılan çalışmalar neticesinde ortaya çıkmıştır. 64 Kımız, kanı
53
Tegin, Gönülalan, agm, s. 26-27.
Mayalanmak.
55
Ahmet Küçükçetin, Kısrak Sütü ve Farklı Oranlarda Peyniraltusuyu Tozu Katılmış İnek ve Keçi Sütünden Yapılan Kımızın Özellikleri
Üzerine Araştırmalar, Akdeniz Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Antalya 1999, s. 2.
56
Yaygın, age, s.9.
57
Ilgar, age, s. 16.
58
Yaygın, age, s. 10.
59
Ilgar, age, s. 14.
60
Sütte bulunan protein.
61
Markov, age, s. 11.
62
Ögel, age, s. 61.
63
Markov, age, s. 16.
64
Markov, age, s. 9.
54
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
7
KIMIZIN TÜRK TARİHİ VE KÜLTÜRÜNDEKİ YERİ
temizleme özelliğine sahip aynı zamanda iştah açıcı bir özelliğe de sahip bir içecektir. Kımız yapımında
kullanılan kısrak sütünün, sindirimi kolay olmasının yanında, anne sütüne en yakın süt olmasından dolayı,
beslenme çağındaki çocuklar tarafından tüketilmesi önem arz etmektedir. Bu sebepledir ki günümüzde değeri
artmaya başlamıştır. Kısrak sütü diğer evcil hayvanların sütlerine göre daha az mineral içerdiği yine yapılan
araştırmalarda gözlemlenmiştir. Bebeklerin gelişiminde kısrak sütü inek sütüne oranla daha faydalıdır. Süt veren
bir kısrağın, günde ortalama 2-3,5 kg süt verebildiği bilinmektedir. 65
Kımızın, kısrak sütünden yapıldığında beyaz renkli, sütten daha akışkan, hoş bir kokuya sahip olduğu ve
pıhtılaşmanın olmadığı bilinmektedir. Tüketildiğinde mutluluk, cesaret ve dinçlik verdiği gözlemlenmiştir. 66
Kımız tüketen Türk boylarında huzursuzlukların ve fenalıkların olmayacağına inanılır.
3. Kımızın İnsan Sağlığına Etkileri
Kımız, Orta Asya Türklerince çok sevilip tüketilen bir içecek olmasının yanında, doğal ilaç olarak da
kullanılmaktadır. Kımızın cesaret artırıcı özelliğinin yanı sıra, olumlu ve pozitif düşünmeye sevk ettiği
bilinmektedir. Ünlü tıp bilimci İbn-i Sina’nın, el-Kanun fi’t Tıp adlı eserinde kımızın tedavi amacı ile
kullanıldığını bildiren ilk doktor olduğu ileri sürülmektedir. 67
Kımız hakkında ilk bilimsel çalışmalara, Rus ordusunda görev yapmakta olan, İskoç asıllı olduğu bilinen
Doktor Con Griv, yaptığı çalışmalar ile ilk kez bilimsel bulgulara ulaşmıştır. Rapor haline getirdiği bu bulguları
1784 yılında Edinburg Dükü’ne sunmuştur. Yaptığı saptamalarda kımızın sağlık üzerine olumlu sonuçlar
verdiği, sarhoş edici ve idrar yapıcı özelliğinin olduğunu kaydederken, iştah açıcı özelliğinden ve verem dâhil
bütün hastalıkların tedavisinde kullanıldığından da bahsetmiştir. 68
Rusya’da çıkan dergiler, kımızın el ve ayak ağrılarında ağrıyan bölgeye sürüldüğünde ağrıları geçirdiği, bir
ağrı kesici ilaç özelliği olduğunu vurgulamışlardır. Zayıflıktan halsiz düşen kişiler için kımız tüketildiğinde
kuvvet direncini artırdığı bilinmektedir. XIX. yüzyılda Rus bilim insanları kımız ile ilgili araştırmalarını
artırmışlar ve vatandaşlara kımız içmelerini önermişlerdir. 69
Kımızın hastalıkları tedavi etmesinde etkili olan maddeler, süt asidi, alkol, CO2 ve fermantasyon sırasında
oluşan diğer maddelerdir. 70 Kımızın içerisinde bulunan alkol, kalp ve damar hastalıklarının tedavisinde
kullanılmıştır. İçerisinde barındırdığı “A, E, C, B1, B2, PP, B12” vitaminlerince zengin olup, bu özellikler
kımızı bir nevi ilaç statüsüne sokmuştur. Mide asitlerinin azalması ile ortaya çıkan hastalıklarının tedavisinde ve
bağırsakların fonksiyonlarını yerine getirmediği durumda oluşan organların kasılma ve gerilmeleri durumunda
kımız bir ilaç olarak kullanılmıştır. 71
Sovyet Rusya’nın girişimleri sayesinde kımız ile tedavi yapılan müesseseler açılmıştır. Kımız ile tedavi
yapılan ilk hastane Dr. N.V. Postnikkov’un gayretleri ile 1858’de Rusya sınırları içinde bulunan Samara’da
açılmıştır. Dr. Postnikkov kımız hakkında makaleler yazmış, tüberküloz hastalığının tedavisinde kullanıldığını
belirtmiştir. 72 Bugün kımızla tedavi edilen kurumlar şöyledir: Başkırdistan’da; Şafranov, Aksakov ve Aksanov
Sanatoriumlariyle Orenburg vilayetinde; Troyski ve Borov Sanatoriumlarıdır. Bunlardan başka Ufa şehrinde;
Kımız Tsört müessesesi, Türkistan’da; Türkistan ve Çimkent şehirlerinde ve başka birçok yerlerde Sanatorium
ve kımız istihsal müesseseleri mevcuttur. İngiltere ve Kaliforniya’da da kımız üreten ve tedavi amaçlı kurumlar
açılmıştır. 73
Tüberküloz tedavisinden önce hastaya az miktarda kımız verilmiş, sonra hastanın vereceği reaksiyona göre
arttırılmıştır. Kan kusan hastalara kesinlikle kımız verilmemiştir. Bu tedavi sürecinde doktorların gözetiminde
hastalara egzersiz hareketleri yaptırılmıştır. Tüberkülozlu, zayıf ve dirençsiz hastalarda kımız tüketimi iştah
artıcı ve 8 kilo ila12 kilo arasında kilo aldırıcı bir özelliğe sahip olduğu saptanmıştır. 74
Kımızın bir başka tedavi edici özelliği de mide ve bağırsak hastalıklarıdır. Bronşit, öksürük, balgam
problemleri, iştah açma, kilo alma problemi yaşayanlarda ve hatta İkinci Dünya Savaşında yaralananlar ve
kemikleri kırılanlar için tedavi amaçlı kullanılmıştır. Hepatit hastalarının kımız tükettiklerinde daha hızlı
iyileştikleri kaydedilmiştir. Tifo, paratifo, dizanteri gibi hastalıkların tedavisinde kullanılmıştır. Sinir sisteminde
65
Tegin, Gönülalan, agm, s. 25.
Yaygın, age, s. 52.
67
Seval Sevgi Kırdar, “Kısrak Sütü ve Kımız”, Süt Dünyası Süt Ürünleri Gıda Tarım ve Hayvancılık Dergisi, S.12, 2017, s. 59.
68
Yaygın, age, s. 3.
69
Yaygın, age, s. 56.
70
Hasan Yaygın, “Kımızın Nitelikleri ve Sağlıkla İlgili Özellikleri”, Gıda, S.16, 1991, s.114.
71
Lütfiye Yılmaz, Ekrem Kurdal, “Eskimeyen Bir Süt İçkisi: Kımız”, Gıda ve Yem Bilimi Teknolojisi, S.1, Bursa 2002, s. 44.
72
Yaygın, age, s. 58.
73
Markov, age, s. 8.
74
Yaygın, age, s. 60.
66
8
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
MERVE YALIMEL
etkili olduğu bilinmektedir. Tatlı kımızın kabızlığa, sert kımızın ise ishale karşı ilaç olarak kullanıldığında
olumlu sonuçlar alınmıştır. 75
Kımız tedavisi bazı durumlarda kullanılmaz. Kullanıldığı takdirde yan etkileri olabilmektedir. İlerlemiş
durumda olan verem hastalığında, bağırsak veremi, derin yaralı gırtlak tüberkülozu, mide karhası, karaciğer,
safra kesesi, şeker hastalıklarında ve şişmanlama vakalarında kımız tedavisi uygulanmaz. 76
4. İslami Boyutta Kımız Tüketiminin Değerlendirilmesi
Anadolu’da yaşayan Türklerin, İslamiyet’i kabul ettikten sonra kımız ürettikleri ve tükettikleri hakkında
pek fazla bilgi yoktur. Bu durum “Kımız tüketmek İslamiyet’te haram mıdır?” sorusunu akla getirmektedir.
Dolayısıyla kımızın İslami boyutta tüketilmesinin araştırılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Türkler İslamiyet’i kabul
ettikten sonra, İslam’ın yasak ettiği kurallar çerçevesinde kültürlerinde değişiklikler görülmüştür. “Kımızın
içerisinde %3 oranında bulunan alkol dolayısıyla vücutta hoşluk ve sarhoşluk etkisi yarattığından dolayı
haramdır” düşüncesi hâkimdir. Şöyle ki, içki denilice akla alkollü içecekler geliyor ise de her türlü içecek bir içki
kategorisi altındadır. Örneğin; su, meyve suyu, ayran, süt de bir içkidir. Fakat bunlar dışında alkollü içkilerde
bulunmaktadır. Bira, şarap vs. içerisinde alkol bulunan içkiler İslamiyet’te ve Musevilikte yasaklanırken
Hıristiyanlıkta kutsal sayılmış, Hz. İsa’nın kanı olarak nitelendirilmiştir. 77 Anlatılan rivayetlere göre alkolün
yasaklanmasındaki nedeni Fuat Bozkurt şöyle anlatmıştır:
“Nuh peygamber, üzüm veren asma yetiştirmek istedi. Fakat şeytan diktiği asmaları bağa gelerek
kurutuyordu. Bir gün Nuh, onu suçüstü yakaladı. Şeytan, Nuh’a “Bu bağlardan edeceğin kâra beni ortak
edersen, senin asmalarına karışmam” dedi. Nuh razı oldu. Şeytan arslan, keçi, maymun ve domuz kanlarını
karıştırarak asmaları suladı. Üzümler yetişti. Nuh kendi payına düşen üzümle pekmez, şıra 78, pestil yaptı.
Şeytan’da kendi payıyla sirke ve şarap yaptı ve dedi ki, “ Yaptığım şaraplardan her kim biraz içerse arslan
gibi güçlü olsun. Biraz daha içen keçi gibi inat, çok içen maymun iştahlı, pek çok içen domuz kinli ola.” İşte
o günden beri şaraba bu kargış sindi.” 79
Bu nedenledir ki şarap ve diğer alkollü içecekler günah sayılmış ve birçok kez Anadolu’da kurulan Türk
devletleri tarafından da yasaklanmıştır. İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de de alkolün yasaklanan
ve haram kılınan bir içecek olduğu açıkça belirtilmiştir. 80
Kâşif Hamdi Okur, Aynî’nin 81 kısrak sütünün keskinleşinceye kadar bekletilmesi ve içine bazı maddeler
katılması yoluyla elde edilen kımızın, keyif verici bir madde olarak anıldığını ve sarhoşluk verici bir nitelik
taşıdığını göz önüne alarak kullanılması, caiz olmayan bir içecek 82 olduğunu belirtmiş, Takıyyüddin İbni
Teymiyye’nin de sarhoş edici özelliğinden dolayı haram sayıldığını vurgulamıştır.
İslam dini alkolü yasakladığından dolayı, Müslüman Türkler mayalanmış olan içeceklere de kuşku ile
yaklaşmışlardır. Kımızın İslami boyutta hükmü, içinde %3’lük alkolün bulunmasından dolayı, keyfi olarak
tüketilen alkollü içeceklerin, haram olduğu kanaatine varılmıştır. Fakat tedavi için doktor önerisi ve kontrolü ile
sağlık sektöründe kullanılması, helal sayılan bir ilaca ulaşılamadığında, haram sayılan içinde alkol ve uyuşturucu
barındıran ilaçların ve ekipmanların kullanılmasına izin verildiğinden aynı durum kımız içinde geçerli olduğu
sonucu çıkarılabilir. Nitekim İslam dini insan sağlığına önem vermiş, tedavi bağlamında insanı sağlığına
kavuşturmak adına kolaylıklar sağlamıştır.
SONUÇ
Kımız, Orta Asya Türk kültüründe tüketilen bir içecektir. Yüzyıllar boyunca bu geleneği halen devam
ettiren Orta Asya Türkleri hem ticaretini yapmışlar, hem de şifa bulmak için tüketmişlerdir. Kımız içerisinde
barındırdığı vitaminler, proteinler, albüminler sayesinde bir şifa deposudur. Orta Asya’da yaygın olan bu içecek
Anadolu’da yaygın değildir. Bunun sebebi içerisinde bulunan alkoldür. Tüketildiğinde insanı sarhoş edici bir
özelliğe sahiptir. İslamiyet’in kabulü ile Türkler, İslamiyet’in yasakladığı kurallara uymaktadırlar. Bu nedenledir
ki kımız içmek yaygın değildir. Türkistan’dan gelen bazı kişiler kımız alışkanlıklarından vazgeçmediklerinden
dolayı, Türkiye’de kımız üretmek adına bazı faaliyetlerde bulunmuşlar ve “Alaş Kımız Üretim Çiftliğini”
kurmuşlardır. Gerek tıp alanında faydalanılması için, gerek ticaret için, gerekse de kozmetik alanında
Yaygın, age, s. 59-67.
Markov, age, s. 29.
77
Fuat Bozkurt, Türk İçki Geleneği, Kapı Yayınları, İstanbul 2006, s. 10.
78
Mayalanmamış üzüm suyu.
79
Bozkurt, age, s. 3.
80
“Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar, kumar aletleri, şeytan işi pis bir şeydir. Bundan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve
kumarla sadece aranızda düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyorsunuz değil mi?”
Kuran-ı Kerim Meali, çev. Elmalı’lı Hamdi Yazır, Ayfa Yayıncılık, İstanbul 2011, El-Maide, 5/90-91.
81
Bedreddin el- Aynî, tarihçi ve dil âlimidir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Osman Koçkuzu, “Ayni, Bedreddin”, Diyanet İslam Ansiklopedisi,
C.4, İstanbul 1991, s. 271-272.
82
Kâşif Hamdi Okur, “ İslam Hukuku Açısından Helal ve Haram Olan Gıdalar ve Bazı Güncel Meseleler”, Usûl, S.11, Bursa 2009, s. 25.
75
76
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
9
KIMIZIN TÜRK TARİHİ VE KÜLTÜRÜNDEKİ YERİ
faydalanılması adına girişimde bulunmuşlardır. Kımız tüberküloz, akciğer hastalıkları, kalp ve damar
hastalıkları, el-ayak ağrılarında kullanılan bir ilaç özelliği taşımaktadır. İslam dini, doktor önerisiyle tedavi
amaçlı, helal ilaçların bulunmadığı ve tek çare olarak içinde alkol ve uyuşturucu maddeler barındıran ilaçların ve
ekipmanların kullanılması durumunda, kullanılmasına izin verdiği gibi kımızın da kullanılabileceği kanısına
ulaşılmıştır.
KAYNAKÇA
BOZKURT, Fuat, Türk İçki Geleneği, Kapı Yayınları, İstanbul 2006.
DURMUŞ, İlhami, “Türk Kültür Çevresinde Kımız”, Milli Folklor, S.104, 2014, s. 76-84.
DURMUŞ, İlhami, İskitler, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1993.
ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1969.
GÜLENSOY, Tuncer, Manas Destanı, Akçağ Yayınları, Ankara 2002, beyit 1590.
GÖMEÇ, Saadettin Yağmur, Türk Kültürünün Ana Hatları, Berikan Yayınevi, Ankara 2014.
ILGAR, Hayrani, Türkiye’de Kımız, Alaş Yayınları, İzmir 1990.
İZGİ, Özkan, Çin Elçisi Wang Yen Te’nin Uygur Seyahatnamesi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1989.
KAFESOĞLU, İbrahim, “At”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C.4, İstanbul 1991, s. 26-29.
KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2014.
KIRDAR, Seval Sevgi, “Kısrak Sütü ve Kımız”, Süt Dünyası Süt Ürünleri Gıda Tarım ve Hayvancılık
Dergisi, S.12, 2017,s.58-62.
KOÇKUZU, Ali Osman, “Ayni, Bedreddin”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C.4, İstanbul 1991, s.271-272.
KÖSEOĞLU, Nevzat Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler, Ötüken Yayınları,
İstanbul 1991.
Kuran-ı Kerim Meali, çev. Elmalı’lı Hamdi Yazır, Ayfa Yayıncılık, İstanbul 2011.
KURDAL, Ekrem, “Kımız”, AÜ Ziraat Fakültesi Dergisi, S.24, Erzurum 1993, s.223-225.
KÜÇÜKÇETİN, Ahmet, Kısrak Sütü ve Farklı Oranlarda Peyniraltusuyu Tozu Katılmış İnek ve Keçi
Sütünden Yapılan Kımızın Özellikleri Üzerine Araştırmalar, Akdeniz Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü(Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Antalya 1999.
LANE, George, Daily Life In The Mongol Empire, Greeenwood Press, London 2006.
Mahmut el- Kaşgari, Divan-ı Lügat’t-Türk, çev. Serap Tuba Yurtsever-Seçkin Erdi, Kabalcı Yayınevi,
İstanbul 2005.
MARKOV, V.N., Kımız Tedavi Edici Ve Hastalıklardan Koruyucu (Profilaktik )Hassaları, çev. F.Laçinay,
Işık Matbaası, İstanbul 1945.
OKUR, Kâşif Hamdi, “ İslam Hukuku Açısından Helal ve Haram Olan Gıdalar ve Bazı Güncel Meseleler”,
Usûl, S.11, Bursa 2009, s.7-40.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, C.4, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1991.
ÖZTUNA, Yılmaz, Başlangıcından Zamanımıza Kadar Büyük Türkiye Tarihi, C.1, Ötüken Neşriyat,
İstanbul 1983.
2012.
RUBRUK, Wilhelm Von, Moğolların Büyük Hanına Seyahat, çev. Ergin Ayan, Ayışığı Kitapevi, İstanbul
TEGİN, Adil Akai, GÖNÜLALAN Zafer, “Bütün Yönleriyle Doğal Fermente Ürün Kımız”, Manas, C.2,
S.1, Kırgızistan 2014, s.23-34.
ÜSTÜN Çağatay, “Eski Bir Türk İçeceği: Kımız”, Türklük Bilimi, S.26, 2009, s. 247-255.
10
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
MERVE YALIMEL
ÜSTÜN Özlem, GÖKÇE, Ramazan “Yurtdışında Üretilen Fermente Süt İçecekleri”, Gıda Mühendisleri
Dergisi, S.10, Ankara 2001, s. 24-29.
YAYGIN, Hasan, Kımız ve Özellikleri, Yeni Matbaaevi, Antalya 1992.
YAYGIN, Hasan, “Kımızın Nitelikleri ve Sağlıkla İlgili Özellikleri”, Gıda, S.16, 1991, s.111-115.
YILMAZ Lütfiye, KURDAL Ekrem, “Eskimeyen Bir Süt İçkisi: Kımız”, Gıda ve Yem Bilimi Teknolojisi,
S.1, Bursa 2002, s.43-47.
YUSUF HAS HACİB, Kutadgu Bilig, çev. Ayşegül Çakan, Türkiye İş Bankası, İstanbul 2017.
YUSUF HAS HACİP, Kutadgu Bilig, nşr. Reşit Rahmeti Arat, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1947, LIX,
beyit nr.4442.
YILDIZ, Onur, İslam Öncesi Türklerde Spor Kültürü, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Muğla 2019.
EKLER
Ek-1 Kırgız ve Başkırt sabalarını gösteren bir görünüm.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
11
KIMIZIN TÜRK TARİHİ VE KÜLTÜRÜNDEKİ YERİ
Ek-2 Alaş Kımız Üretim Çiftliğinden bir görünüm.
12
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
Cilt/Volume 3, Sayı/Issue 5, Ocak /January 2021, ss. 13-36.
Geliş Tarihi–Received Date: 16.09.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 12.12.2020
ARAŞTIRMA MAKALESİ – RESEARCH ARTICLE
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
AHMET KÜÇÜKKALFA ∗
ÖZ
İranlı şair Firdevsi’nin (940-1020) eseri Şahnâme’nin ilk ve en önemli destanı “İran hükümdarı Feridun,
Demirci Kavâ ve Arap hükümdarı Dahhâk” konusuna yoğunlaşarak; burada eserin ortaya çıkışı, gelişimi ve ün
kazanma süreci incelenmiştir. Bu çalışmada, İran hükümdarı Feridun’un hikâyesi, birebir Pers hükümdarı
Kirus’un yaşamı üzerinden kurgulanmıştır. Herodot, Ksenophon ve Tevrat’ta, Pers hükümdarı Kirus’un yaşamı
çok ayrıntılı anlatılmıştır. İran sözlü anlatım geleneğinde, Part dönemi kahramanlık hikâyeleri önem kazanmıştı.
Pers dönemi hatırlanmıyordu. Pers hükümdarı Kirus’un hikâyesi, ancak Part dönemi kahramanlık hikâyelerinde
yer buldu. Part hükümdarlığını yıkan Sasaniler, Part kahramanlık hikâyelerini, “Keyanlar-Kavian” olarak
yeniden adlandırdılar. Hint Caynaizm ve Budist-Uygur hikâyelerinde Demirci Kavâ Destanı’na ilham verecek
hikâyelere rastlanılmıştır. Yazımı üzerinden geçen 1000 yıllık dönemde, Şahnâme ve şair Firdevsi hakkında,
bazı yazarlara ait hoş satırlar vardır. İyi bir hikâye kolayca oluşmuştur. Hikâyeye göre; “Gazne Türk devleti
hükümdarı Mahmud, şair Firdevsi’ye her bir beyit için bir altın dinar vaat etmişti. Hükümdarın 60.000 beyit için
60.000 altın dinar ödemesi gerekiyordu. Hükümdarın hazinesi zayıftı, şaire 60.000 gümüş dirhem ödeme yaptı.
Şair kabul etmedi ve …”. Doğu bilimci Helmut Ritter’e göre, şair ve hükümdar arasındaki bu hikâye gerçek
değildi. Mahmud Gazne hükümdarı olduğunda (999 yılı) şair, Şahnâme’nin yarısına gelmişti. Hükümdar
Mahmud, İran hükümdarlarının destanıyla hiç ilgilenmemiş, daha önceki destanlarda olmayan “Demirci Kavâ”,
destana ilave edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Firdevsi, Şahname, Demirci Kava, Pers İmparatorluğu, Part İmparatorluğu, Pehlevi,
Sasani İmparatorluğu, Gazne İmparatorluğu
FERDOWSI AND LOST STORIES OF SHAHNAMEH (THE BOOK/ EPIC OF KINGS)
ABSTRACT
Focusing on “King Feridoun of Iran, Ironmaster Kawah and King Zohak of Arab”, the first and the most
important epic of Shahnameh (The Book / Epic of Kings), the work of Iranian poet Ferdowsi (940-1020),
creation of the work, its development and reputation process have been examined hereunder. In this work, the
Story of King Feridoun of Iran, is literally fictionalized over the life of Persian King Cyrus. In Herodotus,
Xenophon, and Torah, the life of Persian King Cyrus was told in detail.
In the Iranian oral narrative tradition, heroic stories of the Parthian empire period have gained importance.
Persian empire period was not being remembered. The story of Persian King Cyrus has taken a place, solely in
heroic stories during Parthian Empire. The Sassanids, who had destroyed the last Parthian kingdom, have
renamed the Partian heroic stories as “Kaianides” legends. I have come across stories which would inspire the
Ironmaster Kawah epic, in Indian Jainism and Buddhist – Uyghur stories.
There were pleasant lines of several authors about Shahnameh (The Book/Epic of Kings) and poet
Ferdowsi, throughout the period of 1.000 years, passed since its writing. A good story was easily created.
According to the story; “King of Ghazni Turkish State, Mahmud, promised poet Ferdowsi one gold dinar for
each couplet. The King was obliged to pay 60.000 gold dinars for 60.000 couplets. The treasury of King was
insufficient then he paid 60.000 silver dirhams to the poet. The poet did not accept and…”. According to
∗
E-Posta: akucukkalfa@gmail.com ORCID ID: 0000-0001-9201-8651
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
orientalist Helmut Ritter, the story between poet and the king was not true. When Mahmud became The King of
Ghazni (in 999), the poet had already written the half of Shahnameh (The Book / Epic of Kings). King Mahmud
had never been interested in the epics of Iranian Kings. “Ironmaster Kawah” which was not in the previous
epics, was added to the epic.
Keywords: Ferdowsi, Shahnameh (The Book / Epic of Kings), Ironmaster Kawah, Persian Empire,
Parthian Empire, Pahlavi, Sasanid Empire, Ghazni Empire
GİRİŞ
1925’te kurulan yeni “İran-Fars” devletiyle birlikte, yeni “İran kimliği” oluşumunda şair Firdevsi’nin (9401020) “Şahname” adlı eseri önem kazanmış ve uluslararası bir üne kavuşmuştur.
Ülkemizde eserin ilk 4 (dört) cildinin yayınlanması, Necati Lugal tarafından 1945-1955 yılları arasında
gerçekleşmiştir. 1964 yılında İranoloji uzmanı Helmut Ritter’in Şahname hakkında uluslararası kriterlere uygun
bir değerlendirme yazısı, İslâm Ansiklopedisi’nin (Leyden nüshası) maddeleri arasında yer almıştır. Gerek İslâm
Ansiklopedisi’nin o yıllar için çok yüksek madde sayısı, gerek medya ulaşım olanaklarının kısıtlılığı sebebiyle;
Ritter’in değerlendirmeleri, “Firdevsi ve Şahname” ile ilgili diğer yöndeki tanıtımların gölgesinde kalmış
görünüyor.
Günümüzde dahi Şahname’yle ilgili değerlendirmeler, başlangıçtaki ana doğrultusunu genellikle
korumaktadır. Tasarlanmış idealize edilmiş her tür sunum”, yeniden değerlendirmeye konu olmaktadır,
olmalıdır. Makalemiz; Ritter’in işaret ettiği hususları, yeni İranoloji kaynaklarıyla bir kez daha değerlendirmeyi
amaçlamaktadır.
1. Demirci Kavâ’nın Bayrağı, Dahhâk, Feridun
Şahnâme’nin en etkileyici ve ilk hikâyesinin konusu; İran’a hükmeden zalim Arap hükümdarı Dahhâk, ona
isyan bayrağı açan Demirci Kavâ (Kave) ve İran hükümdarlık soyundan genç Feridun arasında geçen olaylardır.
Olaylar özetle şöyle gelişmiştir:
Şeytanla iş birliği yapan Arap hükümdarının oğlu Dahhâk, hükümdar olmuştu. Onun iki omuzundan çıkan
iki karayılan vardı. Yılanlar, omuzların üzerinden kesilmesine rağmen, tekrar çıkıyorlardı. Ülkenin hekimleri
çare bulamayınca, hekim kılığına giren şeytan, hükümdara, “her gün yılanlara iki insan beyni yedirmesini”
tavsiye etmişti.
Bu arada, İran’da karışıklıklar çıkmış, Dahhâk, İran’ı ele geçirmiş, son İran hükümdarı Cemşid’in iki
kız kardeşini de haremine almıştı. Onun omuzlarından çıkan iki yılana her gün iki insan beyni verilmeye devam
ediliyordu. Saray aşçıları, yılanlara verilen yemeğe koyun beyni karıştırmayı denemişler, bu sayede, her gün iki
gençten birinin canı kurtulmuştu.
Dahhâk, 1000 yıl süren hükümdarlık günlerinin sonuna doğru, bir gece, rüyasında, İran hükümdarlık
ailesinden bir gencin gürzle ona saldırdığını gördü. O, rüyayı ciddiye almış, her yerde onları aramıştı. Babayı
bulup öldürmüş, fakat genç Feridun ve annesi kaçmayı başarmıştı. Feridun, annesinden, soyunu ve soyunun
başına gelenleri öğrenmiş ve öfkeyle dolmuştu.
Dahhâk, rüyasının etkisiyle, halkın ileri gelenlerini sarayında toplamış ve onlardan “ülkeyi iyilik ve adaletle
yönettiğine dair” bir bildirgeyi imzalamalarını istemişti. O sırada Demirci Kavâ gelmiş ve 18 oğlundan geri
kalan tek oğlunun bağışlanmasını istemişti. Dahhâk, demircinin son oğlunun canını bağışlama karşılığı olarak
onun da bildirgeye katılma şartını koşmuştu. Bildirgeyi okuyan Kavâ öfkelenmiş ve orada bulunanlara hakaret
ederek, bildirgeyi yırtmış, adalet bağırışlarıyla sarayı terk etmişti. Halkı etrafına toplayan Kavâ, demircilerin
demir döverken önlerine örttükleri deriyi bir mızrağın ucuna geçirmiş; elinde mızrakla, hem yürümüş, hem de
coşkuyla halka seslenerek: “Feridun’un tarafını tutun, Dahhâk’tan kurtulun. Şu değersiz deri sayesinde dost ve
düşman birbirinden ayrılacaktır!” demişti. Kavâ’nın etrafındaki kalabalık gittikçe büyümüştü. O, genç
Feridun’un nerede olduğunu biliyordu. Onun tarafına doğru yönelmişti. Feridun, mızrağın ucundaki deriyi
hayırlı bir işaret saymış, bayrağı Rum (Roma) kumaşlarıyla süslemiş, üzerine altından nakışlar yaptırmıştı. Sonra
bayrağın tepesinden kırmızı, sarı, mor kumaşlar sarkıtmış ve ona “Kavâ’nın Bayrağı” adını vermişti. Bu tarihten
itibaren, kim tahta oturup da başına hükümdarlık tacını giydiyse, bu değersiz demirci derisine yeni yeni
mücevherler asmıştı. İşte, değerli ipekli kumaşlarla süslenmiş Kavâ’nın Bayrağı, savaşta en önde gidiyordu.
Feridun, kurduğu ordusuyla Dahhâk’ın sarayına yönelerek sarayı ele geçirmiş; 1000 yıldır haremde olan
son İran hükümdarı Cemşid’in kız kardeşlerini kurtarmış ve onlarla evlenmişti. O ara Hindistan’dan dönmüş
olan Dahhâk’ı da yakalamış, onu öldürmek üzere iken bir melek gelmiş ve Feridun’a: “Onu öldürme! Şimdi onu
14
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KÜÇÜKKALFA
sağlamca bağla ve iki dağın darlaştığı yere kadar götür. Onun dağların arasında bağlı olarak kalması daha
iyidir.” demiş. Feridun, bu sözleri duyunca zaman geçirmeden, onu, Demavend dağına götürmüş ve oraya
bağlamıştı. Feridun’un hükümdarlığı 500 yıl sürmüştü. 1
2. Son Babil Hükümdarının İlginç Sonu
Şahname’deki İran hükümdarı Feridun’un hikâyesi, bire bir Pers hükümdarı Kirus’un yaşamı üzerine
kurgulanmıştır. Pers (Ahameniş) ordusunda görev yapan Ksenophon, Kirus’un çocukluğundan itibaren
hükümdarlığını ve Babil’i fethini ayrıntılı bir şekilde yazmıştır. 2 Herodot Tarihi’nde de Kirus’un yaşamının ana
hatları çok ayrıntılı vurgulanmıştır. 3 Kuran’da adı geçen Yahudi peygamberlerden dolayı İranlı bilgeler,
Tevrat’tan haberliydiler. Kirus’la ilgili bazı bilgiler Tevrat’ta korunuyordu. 4
Şahnâme’ye esin kaynağı olan son Babil hükümdarı Nabonidus, Harran’daki Ay Tanrısının (Sin) baş
rahibesinin oğluydu. Nabonidus, oğlu Belşatsar’ı naip hükümdar olarak atamış ve Babil’i terk ederek Kızıldeniz
kıyısındaki Taima vahasına yerleşmişti. Orada 10 yıl kalmıştı. 5 Hükümdar, naip oğul ve annenin, Ay Tanrısı
Sin’e aşırı tutkuları, baş tanrı Marduk’un rahiplerini memnun etmemişti.
Babil’de bulunan bir yazıtta, Kirus, Nabonidus’un ihmal ettiği Marduk’un, kendisine ve ordusuna,
“arkadaş ve yoldaş” olarak eşlik ettiğini anlatmıştır. 6 Kirus, Yahudilerin sürgün yıllarını geçirdiği, çağın en
önemli şehri Babil’i fethetmiş, Yahudilerin topraklarına dönmelerini ve ünlü tapınağın yapılmasını sağlamıştır.
Tevrat’ın Daniel, Yeremya, İşaya, Ezra bölümlerinde, Kirus’tan peygamberlere yakın konumda bahsedilir.
“Koreş (Kirus) çobanımdır ve bütün muradımı yerine getirecektir, diyen Rab benim” “önünde milletlere baş
eğdirmek için elini tuttuğu Koreş’e (Kirus’a) mesihine Rab şöyle diyor”. 7
Ahura, Marduk ve Yehova’ya saygılı ve dost Kirus (Feridun), son 10 yılında, (Babil dışında) Kızıldeniz
kıyısı Taima’da olan hükümdar Nabonidus’u öldüremezdi. “Babanın suçunu oğul taşımaz ve oğulun suçunu
baba taşımaz, kötünün kötülüğü kendi üzerine olurdu.”. 8
3. İran Bayrağının Arapların Eline Geçmesi
İran hükümdarlarının, “Kavâ’nın Bayrağı” dedikleri sancakta altınla dokunmuş tılsımlı bir yüzük vardı ve
onun üzerine gökyüzündeki durumlar işlenmişti. Bu sancak Kadisiye Savaşı’nda (636 yılı) İran ordu komutanı
Rüstem’in öldürüldüğü gün yere düşmüş vaziyette bulunmuştu. Sihirbazların inanışlarına göre, savaştan galip
çıkmayı bayraktaki tılsım sağlıyordu. Ancak bu tılsımlı sancağın karşısına, ilahi bir güç çıkmıştı. O yüzden
sihirli düğümler bu durum karşısında varlık gösteremediler. “Büyü bozuldu. Böylece sihirbazların öteden beri
yapagelmekte oldukları şeyler boşa çıktı.” 9 Ele geçen bayrak, halife Ömer’e götürülmüş; halife, bayrağın
üzerindeki değerli mücevherlerin çıkartılıp askerlere dağıtılmasını ve kalan derinin yakılmasını emretmişti. 10
4. Omuzdan Çıkan Yılanlar
Budist-Uygur rahipler, İslâmiyet’le beraber Kalenderi dervişlere dönüşürken, 11 kuşkusuz, Budacılığa ait
Firdevsi, Şahnâme, çev. Necati Lugal, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 72-102.
Ksenophon, Kirus’un Eğitimi, çev. Furkan Akderin, Alfa Yayınları, İstanbul 2007.
3
Herodot, Herodot Tarihi, çev. Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul 1991, s. 26-216.
4
Ksenophon’un, Herodot’un ve Tevrat’ın farklı anlatımları bu yazının sınırlarını aşacağından yazıda bu bahse yer verilmemiştir.
5
Joan Oates, Tevrat (İşaya, 60:6)’tan hareketle Kızıldeniz’i takip eden yolun zenginliğine şu sözleriyle işaret eder: “İpek yolu ticaretinin
elverişli yollarından biri, Kızıldeniz’i takip eden yoldu. Tevrat kayıtları bu yolun zenginliğine şahitlik eder: Akın akın gelen deve sürüleri…
hepsi Seba’dan geliyor. Altın ve akgünlük (tütsülük bitki) taşıyorlar.” Bkz: Joan Oates, Babil, Arkadaş Yayınları, Ankara 2004, s. 140.
6
Marc Van De Mieroop, Antik Yakın Doğu’nun Tarihi, çev. Sinem Gül, Dost Kitabevi, Ankara 2006, s. 336.
7
Tevrat-İşaya 45:1, 44:28.
8
Tevrat-Hezekiel: 18; Şahnâme’ye göre, Dahhâk (veya son Babil hükümdarı Nabonidus), fetih sırasında Hindistan’daydı. Hindistan, İran’ın
sınır komşularından biriydi. İbn Kesir’in Kadisiye Savaşı notları bu konuya bir açıklama getirir: “O zaman Basra’ya Hint diyarı deniyordu.
Halife Ömer, Basra’ya gönderdiği Utbe b. Gazvan’a yazdığı mektupta; Ey Utbe! Seni Hint topraklarından sayılan bir yere vali olarak
gönderiyorum.” diye yazmıştı. İbn Kesir, Büyük İslâm Tarihi, El Bidaye V’en-Nihaye, Çağrı Yayınları, İstanbul 1994, C. 7, s. 38. “İran’ın
ihracat ve ithalatı Basra’dan geçiyordu. Yemen üzerinden gelen ve Çin’e gönderilen mallar da buradan aktarılıyordu. İran’ın en zengin
tüccarları buradaydı.” Adam Mez, Onuncu Yüzyılda İslâm Medeniyeti-İslâm’ın Rönesans’ı, İnsan Yayınları, İstanbul 2000, s.576. Taberi’ye
göre Dahhâk, Sistan’ın başkenti Zernec-Zerenç kalesindeydi. Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri Ugan & Ahmet
Temir, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991, C. I, s. 259. “Araplar geldiğinde, Türkler Zerenç’te yerleşik yaşam sürüyorlardı.” A.
Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul 1981, s. 151, 406 B1-76.
9
Kuran, Enam 118; İbn Haldun, Mukaddime, Dergâh Yayınları, İstanbul 2009, s. 905.
10
Nimet Yıldırım, Fars Mitolojisi Sözlüğü, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 244; M. Streck, “Kadisiye” İslâm Ansiklopedisi, Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1940-1988, C. 6, s. 56.
11
Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sufilik Kalenderiler (XIV-XVII. Yüzyıllar) Türk Tarih Kurumu, Ankara 1992, s.
49.
1
2
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
15
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
hikâyeler de İslamî görünüme bürünüyorlardı. Uygur-Budist masalların birinde, insan eti yiyen hükümdar
hikâyesi de aynı coğrafyaya hitap eden Firdevsi’ye ilham vermiş olmalıdır:
“Hükümdar Brahmadatta, ormanda avlanırken bir kaplana rastlamış, kaplanla (pars) cinsel ilişkiye
girmesi sonucu dünyaya gelen çocuk, kaplandan doğduğu için sürekli et yemiştir. Çocuk, büyüdüğünde, ülkenin
hükümdarı olmuş ve et yemeye devam etmiştir. Bir oruç günü, saray aşçısı, sarayda et bulamayınca,
hükümdardan çok korktuğundan, kendi öz oğlunu öldürerek, etini hükümdara yedirmiştir. İnsan etini çok
beğenen hükümdar Kalmaṣapada, aşçısından hep insan eti istemeye başlamıştır. Onun bu alışkanlığını öğrenen
halk isyan etmiş ve hükümdar Kalmaṣapada’yı ormana sürmüşlerdir”. 12 Hikâyenin devamında, tanrılar olaylara
müdahale etmişler ve hükümdarı bu kötü alışkanlığından kurtarmışlardır. 13
Uygur Budist hikâyenin kökenleri, kuşkusuz daha derinlerde, Budist Pali Catakalarına ve Hint mitoloji
dünyasının erken örneklerine yaslanır. İnsan eti yiyen hükümdar figürünü, Hint Cayna inancındaki omuzlarından
yılan çıkan hikâyesi tamamlayabilir:
“Gazap dolu canavar iğrenç bir hale geldi, yüzü karardı, ağzından ateşler çıktı. Kafatasından çelengiyle,
aynı durumda Buddha’ya saldıran ölüm tanrısı Mara’ya benziyordu. Efendi Parşva her zamanki gibi kesinlikle
kıpırdamadan duruyordu. O zaman, yeraltında birden çok başıyla dünya gezegenini ayakta tutan yılanlar kralı
ve yılan biçimine girmiş olan kraliçesi Tanrıça Şri Lakşmi ile birlikte yeraltından ortaya çıktı. İki yılan efendinin
önünde saygıyla eğildiler; Yılanlar efendinin ellerine yerleşip başlarını çevresine sardılar. Yılanların
büyüklüğüyle korkuya kapılan cin, arabasını çevirip kaçtı ve bir kez daha efendinin önünde eğilen yılanlar
yerlerine döndüler.” Sahne, bir insan ve iki yılan bulunan İndus mührünü çağrıştırıyor (İndus Vadisi mührü,
MÖ 2000) ve gerçekten aralarında bağlantı olabilir. Efendi Parşva, Caynacılar’ın ilk kurtarıcısı değildi; Cayna
geleneğine göre yirmi üçüncüdür. Eğer gerçekten ondan önce yirmi iki kurtarıcı daha varsa, yılanlı gelenek
kolaylıkla İndus mühürü dönemine (MÖ 2000) kadar çıkartılabilir.” 14
Hint Cayna dininin kurucusu kabul edilen Efendi Parşva’da (MÖ 872-772) olduğu gibi, zalim hükümdar
Dahhâk’ın omuzlarında da yılan olması ilginçtir. Kuşkusuz, Hint ve İran felsefelerinin karşıtlığının bir yansıması
olarak; zalim Dahhâk, Efendi Parşva ile zıt konumdadır. Caynacılık gibi, Zerdüştlük de mutlak düalizm dinidir,
iyi ve kötünün uzlaşmacı tarafı yoktur. 15
İslâmiyet öncesi Budizm’in cenneti olan Hoten şehrinde, Az-Dahhâk (Ejderha) inancı vardı. 16 Horasan,
Türkistan ve Hindistan’ın birleştiği coğrafyada, zengin bir Budist edebiyatı vardı. Gök Tanrı dini, yüzyıllardır
Budizm’le iç içe geçmişti. Türk kavrayışı bu zemin üzerinde yükseliyordu. 17 Firdevsi, hitap ettiği kitlenin
inançla yoğrulmuş bu edebi iklimine kayıtsız kalamazdı.
Gençlerin kurban edildiği benzer bir hikâye, Firdevsi’nin eserinde bir kez daha yer bulmuştur: “Sind
ülkesinde iken, bir konak uzaklıkta bir şehir olan Bidad şehri vardı. Şehirde her an peri gibi güzel gençlerden
birisi kayboluyordu. Şehrin hükümdarının (padişah) sofrasından henüz erginliğe ermemiş çocuk eti hiç eksik
olmazdı. Hükümdarın adamları boylu poslu, güzel cariyeleri ve köleleri keserek, pişirip yemek yaparlar ve
hükümdarın sofrasına koyarlardı. Onun yiyeceği hep buydu.” Rüstem, şehri ele geçirmiş ve bu kötülüğe son
vermişti. 18
5. İsfahan’da İkinci Demirci Kavâ Olayı
İran-İsfahan’da hüküm süren Muzafferi hükümdarı, Timur’un himayesini kabul etmişti. Hükümdar
öldüğünde, oğlu, himaye şartı olan bağlılığını yenilememişti. Timur’un ordusu, süratle İsfahan önünde görünmüş
ve şehri kuşatmaya almıştı. Şehir teslim olmuş ve tayin edilen tazminatın ödenmesi kabul edilmişti. Vergi
memuru olarak 5.000 kadar asker şehre girmiş ve vergi kontrolü için şehrin kapıları kapatılmıştı. Şehirde isyan
çıkmış ve Timur ordusundan 3.000 asker öldürülmüştü (17 Kasım 1387). Timur, öfkesini ötelemiş, tacirlerin,
12
Hikâyeyi değerlendirirken, Hint hikâyelerinde “yeniden doğuş” ve her doğuşta insan veya hayvan olarak Dünya’ya gelindiğini, canlı
formlardan bir diğerine geçmenin mümkün olduğunu ve Hint tanrılarının olaylara müdahil olduklarını hatırlayalım.
13
Walter Ruben, Eski Metinlere Göre Budizm, çev. Lütfü Bozkurt, Okyanus Yayınları, 2000, s. 38; Murat Elmalı, “Eski Uygur Türkçesi
Metinlerinde Metamorfoz” Acta Turcica Tematik Türkoloji Dergisi, 2012, S. 4, s. 26-27.
14
Joseph Campbel, Doğu Mitolojisi-Tanrının Maskeleri, İmge Kitabevi, Ankara 2019, s. 167, 206, 238.
15
Campbell, age, s. 167, 206, 238.
16
J. Paul Roux, Orta Asya, Tarih ve Uygarlık, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 174; L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, MEB Yayınları,
İstanbul 1991, s. 241.
17
Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1947, s. 158, 159.
18
Firdevsi, age, s. 742-744; Sind: Sind Nehri ve Pakistan Karaçi şehrinin bulunduğu bölge. Antik Yunan mitolojisinde, tanrılar tanrısı Zeus,
yer tanrısı Rhea ve zaman tanrısı Kronos’un çocuğudur. Kronos, Rhea’nın çocuklarını yer yutardı. Rhea, Zeus adlı oğlunu, Girit’te bir
mağarada gizler. Yarı tanrı Koribantlar mağaranın önünde nöbet tutuyorlardı. Onlar bebek Zeus’un ağlamalarını, silahlarının şakırtıları ile
örtüyorlardı. Cevat Şakir Kabaağaçlı, Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Tanrıları, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1975, s. 34-94. Ayrıca oğlunu
öldürüp tanrılara yemek olarak sunan bir baba figürü vardır. İnsan yiyerek beslenen yarı boğa yarı insan Minotaurus, Yunan mitolojisindeki
diğer bir figürdür.
16
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KÜÇÜKKALFA
sanatkârların ve bilginlerin olduğu mahalleler ayrılmış, şehir halkının bir kısmı da ordu göründüğünde şehirden
kaçmıştı. Timur, ordusunun dizginlerini boşaltmış, insan başlarından kuleler oluşmuştu. 19 Roux, bir askerin bir
kadına merakından olayların başladığını tespit etmiştir. Hammer, isyanın Ali Kuçupa adlı bir demirci
önderliğinde başladığını yazarak Demirci Kavâ ile bağlantı kurmuştur. 20 Günümüz Fars yazarlarının 2. İsfahan
ve Kavâ olayına ilgileri sürmektedir. 21
Fars kaynaklarına göre, İsfahan’da günlerce süren yangında taş üstüne taş kalmamıştır. Selçuklu ve Safevi
başkenti de olan şehir, her Türk hükümdarlığı döneminde muhteşem eserlerle süslenmiştir. O günden günümüze,
söz konusu eserler ayaktadır ve gezginleri büyülemeyi sürdürmektedir. Timur’a yakıştırılan katliamlara rağmen,
Timur’un yeminli düşmanı İbn Arapşah, Timur’un suçlandığı bu korkunç cinayetlerin bazılarından hiç söz
etmez. 22 Suçlamalar, düşmanlarından olduğu kadar, Timur ya da oğullarının buyruğu ile yazan tarihçilerden de
gelir. Timur’un yarattığı korku, önemsiz soyluların kurduğu zorba yönetimleri ortadan kaldırmış, haydutları
temizlemiş, yolları güvenlik altına almış, ticaret hayatını canlandırmış, yol ve can güvenliği olan uzun bir dönem
başlatmıştır. 23
6. Şahnâme’nin Tarihsel Süreci Üzerine
6.1. Partlardan Keyanlara
İskender’in ardılı Selevkoslar döneminde, Orta Asya’da, Makedon-Yunan krallığı kurulmuştur. Part ülkesi,
İran ile Orta Asya arasındaydı. Part Devleti’nin ilanı ile birlikte (MÖ 247), Partlar, İskit-Sakalar, Selevkoslar ve
Makedon-Yunan krallıkları arasındaki inişli çıkışlı mücadeleler, nihayet Part hükümdarı II. Mitriades’in
zaferiyle sonuçlanmıştır (MÖ 121-91). 24 Yıllarca süren mücadelede, birçok yerel kahramanın rolü vardı. Sözlü
kültürde olağanüstü kahramanlık hikâyeleri oluşmakta, hikâye ve şiir formunda kuşaktan kuşağa
aktarılmaktaydı. İran’ın doğusunda geçen bu Part kahramanlık aktarımları, İran’ın geçmiş hatıralarının üzerine
yığılmış, Medlerin ve Perslerin (Ahamenişlerin) unutulmasına yol açmıştı. İran sözlü kültüründe, Pers
hükümdarı Kirus yaşıyordu; fakat hangi devirde yaşadığı bilinmiyordu. Kirus’un hikâyesi, ancak Part dönemi
kahramanlık hikâyelerinde yer bulmuştu. Kahramanca eylemleriyle Part prensler ve müttefikleri, “Keyanlar”
olarak destanlarda yer almışlardı. İranlıların hafızasında, Part dönemi hatıraları zayıfladığında, Sasaniler
tarafından, Part büyüklüğü ve başarısı küçümsenerek kısaltılmış ve çarpıtılmıştı. Partların yerine mitsel
“Keyanlar” geçmiş ve İran’ın mitsel hükümdarlarının tarihi inşa edilmiştir. Böylece, Arapça ve Farsçaya önemli
ölçüde damgasını vurmuş bir “İran Ulusal Tarihi” oluşmuştur. 25
Sasaniler, İran tahtını Partlardan silah gücüyle devralmıştı. Sasanilerin, kendilerini mitsel Keyani
hükümdarlarının meşru halefleri olarak görmeleri, aynı zamanda, Partların meşruluğunu reddetmeleri, bu
yüzdendi. 26 Yaşamlarının tüm zamanlarını atları üzerinde geçiren 27 Turanlı Partlar, yabancı ve işgalcilerdi. 28 İran
kahramanları Keyanların yani Partların Turanlı olması, Şahnâme öyküsünün en acımasız çelişkilerindendir.
6.2. Ejderhalar ve Kahramanlar
Kadim İran şehirleriyle ilgili bir eser olan Şahrestanihâ Eranşahr, her ne kadar İslâmi dönemde yazılmış
olsa da ilk hâli Sasani hükümdarı I. Kavad (MS 488-531) dönemine ait olmalıdır. Buna karşın, asıl kaynakların
ne kadar eskiye uzandığı, tartışmalı bir konudur. Mitolojik krallar bir yana bırakılırsa, eserde adı geçen en eski
tarihsel kişilikler, Pers hükümdarı III. Dara (MÖ 336-330) ve Makedonyalı İskender’dir (MÖ 336-323). Eserde,
Orta Asya (Soğdiana, Seyhun ve Ceyhun nehirleri arası), mitsel Pişdadi hükümdarlarının yurtları olarak
gösterilir. 29 Şahnâme’ye göre, daha ilk Pişdadiler döneminde, Ceyhun nehri İran ve Turan arasında sınır olarak
belirlenmiştir. 30 Ritter, haklı olarak, ilk yaratılanlar olan Pişdadi hükümdarları Huşeng ve Tahmurasp’ın, İskitJ. Paul Roux, Aksak Timur, Milliyet Yayınları, İstanbul 1994, s. 96-99.
Roux, age, s. 96-99; Joseph von Hammer, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, İlgi Yayınları, İstanbul 2007, C. I, s. 95.
21
Osman G. Özgüdenli, Ortaçağ Türk-İran Tarihi Araştırmaları, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2006, s. 475.
22
Roux, age, s. 187.
23
Roux, age, s. 188.
24
Roux, age, s. 83-94.
25
Josef Wiesehöfer, Antik Pers Tarihi, Telos Yayınları, İstanbul 2002, s. 183-184, 197-198.
26
Karoly Czegledy, Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri, Özne Yayınları, İstanbul 1998, s. 32.
27
Wiesehöfer, age, s. 182, 191, 216.
28
Lev Nikolayeviç Gumilev, Hazar Çevresinde Bin Yıl, Selenge. İstanbul 2003, s. 78.
29
Ulaş Töre Sivrioğlu, “Pehlevice (Orta Farsça) Bir Tarih Coğrafya Metni, Şahrestanihâ Eranşahr”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi,
2014, C. 1, S. 3, ss. 1-27.
30
Firdevsi, age, s. 135.
19
20
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
17
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
Saka mitolojisinden alınmış olduğu kanısındadır. 31 Klasik İran’ın doğusundaki İskit-Sakalar Pers hükümdarlığı
döneminde de, İskender döneminde de, bağımsızlıklarını sürdürmüşlerdir. 32
Hint Cayna dininde olduğu gibi 33, eski İran dini Ahura da, yaşadığımız dünyanın canlı yaşam döngüsü
süreklidir; yaşam sona erer ve sonra yeniden başlar. Zerdüşt’ün haber verdiği, ölülerin dirilişinden söz eden Yaşt
19, 11 ve 89’da ayrıca krş. Yaşt 13, 129’da bu kesin olarak açıklanmıştır. Pehlevi kitaplarında da bu yaşam
döngüsü, ayrıntılı olarak betimlenir. Yaşam, ilk yaratılanların yani Pişdadilerin dönemi ile başlar. İlk dirilen, ilk
Pişdadi Gayömart (Keyümers), Ehrimen (şeytan) tarafından öldürülür. Huşeng dirilir. Bu durumda aslında ilk
yaratılan Huşeng’tir. Önceki yaşamda yaşanan savaşlar tekrarlanır: Ejder (Azdahhâk, Dahhâk) yeniden ortaya
çıkar ve onu yenmiş Freton da (Feridun) yeniden dirilir. Yenilen Ehrimen veya Azdahhâk, ebediyen güçsüzlüğe
mahkûm edilir. Başka kaynaklara göre ise, dünyaya sızdığı deliğin içine itilir veya yok edilir. Sistanlı Saka
kahramanı Rüstem’in büyük atası Gerşasp da, yeniden dirilecek ve Demavend dağında bağlarını koparmış olan
Dahhâk’ı tekrar öldürecektir. 34
Kutsal kitap Avesta’da, üç başlı bir yılan-ejderha olarak tasvir edilen ve herhangi bir etnik kimlik
taşımayan Az- Dahhâk, Firdevsi’nin Şahnâmesi’nde, zalim Arap kralına dönüşmüştür. Dahhâk’ın torunu Mihrab
ise, İran’ın iyiliği için savaşan ejderler soyundan bir kahramandır. 35
İran kahramanları ve hükümdarları, ejderha öldürmekle ün yapmışlardır (Örneğin Erdeşir-Ardaşir
efsanesi). İran milletinin gerçek düşmanları, özellikle de ejderhalar olarak simgeleşir. 36 Feridun da ejderha
öldüren bir hükümdar olarak, İran ülkesini zulüm altında yaşamaktan kurtararak, adil hükümdarlar dönemini
başlatmıştır. 37
6.3. Araplarda Ünlenmiş Dahhâklar
Emevi halifesi II. Muaviye aniden öldüğünde (684 yılı), bir halife adayı yoktu. Şam, halifesiz kalmıştı.
Yeni halife seçilinceye kadar, Şam halkı, geçici olarak, Dahhâk bin Kays’a biat etmişti. Dahhâk, Muaviye
döneminden itibaren, halifeler adına hareket eden en önemli kişiydi.
Ehl-i Beyt’ten Abdullah b. Zübeyr, Mekke’de halifeliğini ilan etmişti. Zübeyr’in oğlu Abdullah, Halife Ebu
Bekir’in torunu, Peygamberin eşi Ayşe’nin yeğeniydi. Olayların tarihi seyrinde, Şam Emevi halifeliği, Süfyani
ailesinden Mervani ailesine geçmiş, Arap dünyasında iki halifelik oluşmuştu: Mekke ve Şam halifeliği. 38 Arapİslâm dünyası parçalanmaya devam etti. 687 yılındaki (H. 68) Hac döneminde, Müslümanlar dört ayrı halifelik
bayrağı altında hac görevlerini yerine getirdiler. 39 Emevi halifesi Abdülmelik, Şam Müslümanlarının alternatif
hac yeri olarak Kudüs’te Kubbetü’s Sahra’yı (Mescid-i Aksa) inşa ettirmiştir. (691 yılı) Şamlı Müslümanlar, 692
yılından itibaren, hac görevlerini, Kudüs’te gerçekleştirmiştir. 40
Arap-İslâm tarihinde Dahhâk adında ikinci ünlü kişinin adı da, Dahhâk bin Kays’tır. “Emevi muhalifleri
sonunda Dahhâk bin Kays es-Şeybani kişiliğinde güçlü bir Harici lidere kavuştular ve onu halifeleri olarak
seçtiler. Dahhâk, Emevi halifesinin ordularını yenerek Kufe ve Musul’u (Irak ve Mezopotamya’yı) ele geçirmiş,
aylar boyunca Halife Mervan’ın otoritesini tehdit etmişti.” 41 Halife Mervan, başkentini Şam’dan Harran’a
taşımak zorunda kalmıştır. Haricilerle başı dertte olan Mervan, Horasan’da Emevi Halifeliğini tehdit eden
Abbasi faaliyetleriyle ilgilenme fırsatı bulamamıştır.
Firdevsi’nin yaşadığı yüzyılda, Arap-İslâm dönemine ait Dahhâk adlı iki önemli lider biliniyordu. Birinci
Dahhâk; Emevi halifeliği Süfyan ailesinden, Mervan ailesine geçerken, Emevi başkentindeki en önemli kişiydi.
İkinci Dahhâk, Abbasi İhtilali öncesi Irak ve Mezopotamya’yı ele geçirmiş, Emevi halifesi Mervan’ın Şam’dan
Harran’a taşınmasına sebep olmuştu. Halife, Horasan’daki yıkıcı Abbasi faaliyetleriyle ilgilenememişti. Arap
hükümdar adı olarak, daha uygun bir ad bulunamazdı.
Ritter, “Firdevsi”, İslâm Ansiklopedisi, M. E. B. Yayınları, 1964, C. 4, s. 643-649.
Richard N. Frye, Orta Asya Mirası, Arkadaş Yayınları, Ankara 2009, s. 82, 84.
Joseph Campbell, Doğu Mitolojisi-Tanrının Maskeleri, çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2009, s. 205-209.
34
Ritter, age, s. 643-649, Mircea Eliade, Dinsel inançlar ve Düşünceler Tarihi, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2003, C. 2, s. 365.
35
Sivrioğlu, age, s. 7; Yıldırım, age, s.196; Eliade, age, C. 1, s. 250; Firdevsi, age, s. 180.
36
Eliade, age, C.1 s. 250, 366, 391, 402.
37
Hristiyanlıkla birlikte Yunanistan’dan İrlanda’ya ve Portekiz’den Urallar’a kadar görülen sayısız ejderha avcısı olan tanrı ve kahramanların
hepsi birden aynı azize dönüştü: Saint Georges (Aya Yorgi). Putperest dinsel algıların “Hıristiyanlaştırılması”, Hıristiyan cemaatin kültürel
birliğinin sağlanmasına yardımcı oldu. Eliade, age, 2/ 459. Yedi Çağ’lı çevrimler dizisinin en erken örneği, bir dönem çokça taraftarı olan
Hint-Cayna inancındadır. MÖ 872-772 tarihleri arasına yerleştirilen Efendi Parşva’nın kurucusu olduğu Cayna inancında da yedi çağlı zaman
çevrimleri süreklidir.
38
İbn Kesir, age, C. 8, s. 346.
39
Metin Bozan, “I. Hicri Asır Mezhep Hareketlerinde Mardin Bölgesi”, Dini Araştırmalar Dergisi, 2006, S. 25, s. 125-142.
40
İbn Kesir, age, C. 8, s. 445-450.
41
C. Brockelman, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, çev. Prof. Neşet Çağatay, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1992, s. 83.
31
32
33
18
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KÜÇÜKKALFA
6. 4. Kavâ’nın veya Keyanların Etimolojisi
İran hükümdar ailesi Keyanilerin ilk atası Keykubad idi. Avesta’ya göre Keykubad dünyaya geldiğinde, bir
bez parçasına sarılarak, sandık içinde suya salınmış, boğulmak üzereyken kurtarılmıştı. Bu olaydan dolayı, adı,
Avesta’da “Kavi Kavâta” olarak geçer. 42
“Key” sözcüğü Hint-Rig Veda’da “ileri görüşlü, bilge, şair” anlamlarına gelmektedir. Avesta’da, Avesta
diline uygun olarak “key” yerine “hükümdar, komutan” anlamında “kavi” sözcüğü geçmektedir. Bütün
hükümdarlarına “key” unvanı verildiği için, bu hanedana, Keyaniler denmektedir. 43 Keyler-Kaviler, Alamut-Şii
Yedi İmamcı Nizari-İsmailik’te de geçer. Keyler-Kaviler, İsmaililik’te en yüksek makam olan, Hüccet’ten
sonraki yöneticilerdir. 44 Kavâ’nın ismi, İran bayrağı Drefşi Kaviyan’dan (Kavilerin-Keyanların Bayrağı’nın
adından) türetilmiştir. 45 Partlar (Keyaniler, Eşkaniler, Arsaklar) döneminde, İran topraklarında ticaret ve
tüccarlık yaygınlaşmıştı. Kavâ, bu ortama uygun bir figürdü. 46 Taberi Tarihi’nde de izlendiği gibi, Kavâ,
İsfahan’da demircilik yapmakta, İsfahan ileri gelenlerinin sözcülüğünü üstlenmektedir.
6.5. Demirci Etimolojisi
Antik Dünya’nın kahramanları arasında demiri kor ateşte biçimlendirerek silah yapan demirciler önemli
kişilerdi. Söz konusu olan, yalnızca silahların maddi olarak yapımları değil, silahlara sihir yükleyerek sihirli
araçlara dönüştüren demircinin gizemli zanaatıdır. 47 Yunan panteonunda Zeus’un yanında da bir demirci tanrı
vardır. Şahnâme’de de Feridun’a gürz ve diğer silahları yapacak bir demirci gerekiyordu.
İslâm öncesi İran’da Ateşgedeler vardı. Zerdüşt rahipler, kutsal ateşin sönmemesini sağlıyorlardı. Arapİslâm devletinin İran’da egemenliği ile birlikte, Zerdüştlük tasfiye olmuş, bir kısım Zerdüşti Hindistan’a
göçmüştü. Günümüzde, İran-Yezd şehrinde bir Ateşgede, meraklı gezginlerin ziyaretine açıktır.
Yusuf’a yapılan iftiranın bir benzeri, saray yaşamına dönen Keykubad’ın oğlu Siyavuş’un başına gelmişti.
Siyavuş, kor ateşin üzerinden geçerek, günahsız ve suçsuz olduğunu kanıtlamıştı. 48 568 yılında, Göktürklerin
ülkesine gelen iki Romalı (Bizanslı) elçi de, arınmaları için, iki ateş arasından geçirilmiştir. 49
Firdevsi’nin döneminde, Arap egemenliği 300 yaşındaydı. 1.000 yıl sürecek Türk egemenliği dönemi
başlıyordu. Şair 21.628’inci beytinden itibaren Türk hükümdarının himayesini arzuluyordu.
Türk kavrayışında, demirciler önemliydi. Bir Yakut atasözü, “demircilerle şamanlar aynı yuvadandır”
şeklindedir. İlk demirci, ilk şaman ve ilk çömlekçi öz kardeştiler; demirci büyük kardeşti ve şaman da ortanca
kardeşti. Demek ki demircinin ölümü şamanın elinden olamazdı. Bütün Sibirya halklarında demirci epey yüksek
bir toplumsal konumdadır; erginleyici sırlara sahiptiler ve özel ruhlarca korunmaktaydılar. Demircilik, babadan
oğula aktarılan bir yetenekti. Moğol-Türk destansı şiirlerinde, “demirci”, aynı zamanda “kahraman” ve “yalnız,
atlı savaşçı” anlamı taşır. Ünlü hükümdarlardan Cengiz Han’ın ilk adı Temuçin (Göksel Demir) diğerinin adı
Timur (Demir) idi. Türk-Tatar ve Moğol demircilerin, kahramanlarla, ozanlarla ve şairlerle bir tutulduğu ilişkiler
dikkati çekmektedir. 50
Göktürkler, komşularının tanımlamasıyla Altaylı demircilerdi. Mitolojiye göre, demir dağları eriterek, yeni
yurtlarında devletlerini kurmuşlardı. Kuruluşlarından on ya da yirmi yıl sonra, Romalılara (Bizans), demir
işlemeyi öğretmeyi teklif etmişlerdir. 51
6.6. Aryan Kahramanlar ve Zerdüşt Peygamber Üzerine
Önceki satırlarında değindiğimiz gibi Şahnâme’de, Arap hükümdarı Dahhâk, İran hükümdarı Cemşid’i
öldürmüş, Cemşid’in iki kız kardeşi Şehrinaz ve Ernevaz’ı haremine almıştır. Dahhâk’ın hükümdarlığı, 1.000 yıl
sürmüştü. Feridun, Dahhâk’ı öldürmüş; iki kız kardeşi kurtarmış ve onlardan üç oğlu olmuştur. Kadim Dünya’yı
Yıldırım, age, s. 470-471.
Oğuzhan Özoğul, “Pehlevi Dilinde Yaşayan En Eski Kahramanlık Anlatısı: Yâdgâr-i Zerirân”, İran Çalışmaları Dergisi, 2019, C. 3, S. 2,
s. 113; Nimet Yıldırım, İran Mitolojisi, Pinhan Yayınları, İstanbul 2012, s. 120.
44
Hüccet, kayıp âleme çekilen imamın, bu fani dünyadaki temsilcisi, delili, kanıtı, sözcüsüdür. Yedi İmamcı İsmaililik, 6. Ehl-i Beyt imamı
Cafer Sadık’ın oğlu İsmail’i ebedi imam kabul eder. Farhad Daftary, İsmaililer, Doruk Yayınları, Ankara 2002, s. 657.
45
Ritter, age, C.4, s. 643-649.
46
Yıldırım, age, s. 237.
47
Mircea Eliade, Demirciler ve Simyacılar, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2003, s. 90.
48
Yıldırım, age, s. 640.
49
Roux, age, s. 136.
50
Eliade, age, s. 86, 90, 104-105.
51
Roux, age, s. 128-131.
42
43
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
19
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
üç oğlu arasında paylaştırmıştı. Oğullarından İrac’a İran’ı, Selm’e, Rum ve Batı’daki topraklarını, Tur’a Turan
ülkesini vermiş ve onu, Türklerin ve Çin’in hükümdarı (padişah) yapmıştı. 52
Pers hükümdarlığı döneminde, ülkenin doğusunda (kuzey ve güneydoğusunda) İskit-Saka soyluları,
İskender döneminde de bağımsızlıklarını sürdürmüşlerdi. 53 Avesta geleneğinde, Kuzeydoğu İran, Zerdüşt
peygamberin (MÖ 550) ve Aryanların ülkesiydi. Zerdüşti gelenek, 77 yaşında yoksul sığır çobanı Zerdüşt
peygamberin kurt kılığına giren katillerce öldürüldüğünü, hayranlık uyandıracak bir biçimde ifade etmektedir;
çünkü “kurtlar,” peygamberin büyük bir cesaretle eleştirdiği zengin Ariler-Aryanlardır. 54 Zerdüşt peygamberin
canına kıyanlar, kurt kılığına girmiş Aryanlardır. Onlar, Zerdüşt peygamberin karşı çıktığı, mücadele ettiği,
vaazlarında işaret ettiği Ehrimenlerdi (şeytanlardı).
Baharnaz’ın albüm kitabında yer alan “beyaz üzerine düşey siyah çizgileri olan, uzun yelek-ceket
giysileriyle” Bahtiyari göçebe ailenin fotoğrafı vardır. 55 Bu fotoğraf, aynı zamanda, İran İslâm Cumhuriyeti’nin
tanıtımıyla ilgili yayınları arasında bulunan yarı-resmi bir kitapta yer alır. Kitapta verilen bilgiye göre,
Bahtiyariler, İran-Aryan göçerlerinin bir benzeridir. 56 Bahtiyariler, İran tarihinde baskın rolleri olmayan, tarihî
Fars bölgesine (Şiraz’a) komşu halklardandır. 57
7. İran Tarihinin Erken Döneminde Partlar ve İskit-Sakalar
İskitlerin uzun yıllardır Ortadoğu ülkeleriyle ekonomik ve siyasal ilişkileri vardı. Asurluların doğu
yönündeki demir ve at kaynakları, Med devletinin kurulması ile kesilmişti. Medler, İskitler ve Babil ile ittifak
kurarak Asur iktidarına son vermişlerdi (MÖ 614- 612). 58
Babil ve Hitit-Hatti ülkesi arasındaki Hurrilerin (Chorit) dili, ne Sami, ne de İndo-Germen’di. At yetiştiren
Hurrilerin Homeros’u andıran destanları ve özellikle tanrı hikâyelerindeki anlayışları, Türk göçebelerin
kahraman (epik) hikâyeleri ve neşideleri (yüksek sesle okunan şiirleri) ile uyumludur. 59 Hurriler, doğuya çekilen
İskitlerin bir kolu olmalıdır.
Herodot’un kayıtlarına göre, İskitler yaklaşık MÖ 575 yılından hemen önce Medleri yenmişler, Asya’ya
egemen olmuşlardı. Seferlerini sürdüren İskitler, Mısır sınırına dayanmışlardı. Mısır kralı onlara yalvarmış,
hediyeler göndermişti. İskitlerin Asya’da ve Ortadoğu’daki egemenlikleri 28 yıl sürmüştü. 60 İskit egemenliği
sonrası Medler toparlanamamış; 3 veya 5 yıl sonra, İran’da egemenlik, Persler’e (Ahamenişler) geçmişti. 61
Pers hükümdarlığı döneminde, ülkenin doğusunda İskit-Saka soyluları, İskender döneminde de
bağımsızlıklarını sürdürmüşlerdir. 62 Herodot, Pers ordusunun unsurları arasında, İskit soyundan olan Sakalardan
bahseder. 63 Bilindiği gibi İskender sonrası fethedilen topraklar, komutanları arasında paylaşılmıştı. Selevkoslar
Doğu topraklarını, Ptolemeler de Mısır’ı almışlardı. Ptolemelerin, Selevkosları işgali ve Orta Asya’da MakedonYunan satraplığının bağımsızlık ilanı, İran’ın doğusundaki Partların bağımsızlık ilanını kolaylaştırmıştı. MÖ
247’de bağımsızlığını ilan eden Partlar, kurucularının adları olan Arsakiler veya Eşkaniler olarak da tanındılar.
Partlar; batıda Selevkoslar, Doğu’da Makedon-Yunan krallığı arasındaydılar. Zor bir tarihî sürecin içindeydiler.
Bağımsızlık sonrasında, komşularıyla ittifak ve savaşlarla dolu bir sürece girdiler, bir ara (MÖ 246-225 arasında)
ülkelerinden de oldular. 64
Eş zamanlı olarak, Seyhun nehrinin ötesindeki halklar hareketlenmişti. Hunlar, Doğu-Batı ticaret yollarını
kontrol eden Yüeçilerin himayesinde yaşıyorlardı. MÖ 176’da, Mete liderliğinde Hunların kesin zaferiyle
tetiklenen Batı yönündeki Yüeçi göçü, yolları üzerindeki halklarda, bir dizi göç hareketine sebep olmuştu. 65
Justin/Trogus’a göre Partlar, İskit yurdundan gelmişlerdi. 66 Strabon, Makedon-Yunan krallıklarının
yıkılmasına, Seyhun nehrini aşan Sakaların sebep olduğunu söyler. Strabon, Sakalardan İskitler olarak da
52
Firdevsi, age, s. 115.
Frye, age, s. 82-84.
54
Eliade, age, s. 388.
55
Mohammad Reza Baharnaz, Nomads, Migrating and Swallows, Gooya Books, Tahran 2006, s. 50.
56
Farzin Rezaian, Iran; Seven Faces of a Civilization, Tahran 2007, s. 41.
57
Geniş bilgi için bakınız; Ahmet Küçükkalfa, “Hünkariler, Luristan Hünkarileri”, Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi, 2018, S. 18, s.
341-378.
58
Oates, age, s. 135; Veli Sevin, Yeni Assur sanatı I. Mimarlık, Türk Tarih Kurumu, 1991, s. 1-15.
59
Wilhelm Koppers, “Etnolojiye Dayanan Cihan Tarihi Işığının Altında İlk Türklük ve İlk İndo-Germenlik”, Belleten, Türk Tarih Kurumu,
Ankara 1995, s. 446.
60
Herodot, age, 1/104-107, 4/1.
61
Ebu Reyhan el Biruni, Maziden kalanlar- El Asar el Bakiye, Selenge Yayınları, İstanbul, s. 149-154.
62
Frye, age, s. 82-84.
63
Herodot, age, 7/64.
64
Ahmet Apaydın, Part (Arsak) İmparatorluğu (MÖ 247-MS 224), s.4, www.academia.edu (Nisan 2020, 15.00).
65
Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi-1, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2015, s. 131-132.
66
Wiesehöfer, age, s. 191.
53
20
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KÜÇÜKKALFA
bahseder. 67 Strabon, İskitler ve Sakaların aynı halklar olduğu konusunda Herodot’la hemfikir görünmektedir.
Kuşkusuz, onlar, aynı yaşam formunu paylaşıyorlardı. Aralarındaki ince farklar konusunda, Batılılar, Çinliler
kadar bilgi sahibi olamazlardı.
Part hükümdarı II. Phraat (MÖ 138 -128), Seyhun üzerinden gelen göçer halklara (Sakalara) savaş açmıştı.
Suriye Selevkos kralı Antiochos harekete geçince, onunla da savaşmak zorunda kalan Phraat, Sakaların
yardımıyla Antiochus’u yendi. Fakat Seyhun ötesinden gelen Sakalar, MÖ 128’de, İran’ı işgal ettiler. Sakaların
İran egemenliği, II. Mitridates’le (MÖ 121-91) yaptıkları savaşla sona erdi. Sakalar, güneydoğu İran’a, Sistan’a
çekilmişler, Kuzey Hindistan’ı da fethetmişler, Hindistan hükümdarları da olmuşlardı. 68
MÖ 36 yılında Hunların bir kısmı batıya göç etmişlerdi ve Partlarla birleşmişlerdi. 69 Günümüze ulaşan
Part-Pehlevi dönemine ait “Yâdgâr-i Zerirân” adlı kahramanlık destanı, Keyan hükümdarı Viştasp ile Hun
hükümdarı Ercasp arasında geçen savaşlardan bahseder 70 (Sistan: Saka-İstan’ın, Sekistan’ın bir türevidir).
Partlar, her zaman, her yere atlarla gidiyorlardı. Savaş dışında ziyafet sırasında, resmi ve özel görüşmede,
yer değiştirmede ve durmada, ticaret ve konuşmalarda hep atların üzerinde oturuyorlardı. Her şey, atların
üzerinde gerçekleşiyordu. 71 Savaş alanlarında, omuzlarının üzerinden geriye doğru ok atan “Part ok taktiği”,
aynı zamanda bir İskit, Türk ve Moğol taktiği idi. 72 Bu konuda ilginç bir kayıt, Kaşgarlı Mahmud’un sözlüğünde
(Divanü Lûgat-it-Türk) Uygur maddesinde bulunur. Buna göre Makedonyalı İskender’in önünde gösteri yapan
Uygur ili savaşçılarının öne ok attıkları gibi arkaya da ok atmaları, İskender’i hayrete düşürmüştür. 73
İskit, Part, Hun, Göktürk ve Moğolların kültür durumu ve yaşam tarzı bakımından birbirlerine
benzerliklerini gördüğümüzde şaşırmamalıyız. Aynı yaşam koşulları, İskitlere ve Hunlara aynı çözüm yollarını
getirmiştir. Örneğin, Hun atlı okçusu gibi İskit atlı okçusu da Akdenizlinin veya Çinlinin entarisi yerine,
pantolon ve çizme, hatta üzengi kullanıyordu. İskit ve Hun topluluklarının benzerliğini sağlayan, her ikisinin de
aynı kültür alanında ve aynı coğrafyada yaşamış olmalarıdır. 74
8. Şahnâme Yazımı Öncesi Tarihi Arka Plan
Arap-İslâm devletinin egemenliği, kısa sürede, Orta Asya’dan İspanya’ya ulaşmıştı. Arapların gözünde,
yönetilen halkların genel adı “mevali” idi. Mevali, canı bağışlanmış kul-köle anlamına geliyordu. Çöl
insanlarının mesleği de devlet tecrübesi de yoktu. Mevali, Arap efendisi adına her hizmeti yapmak zorundaydı.
Efendi ile mevali arasındaki ilişkilerin genellikle çok sert, çok acımasız geçtiğine dair haberler, İslâm tarihinin
kayıtlarına geçmiştir. Yüzyıllardır devlet ve kültür birikimi olan halkların gücü, ilk Şii devletinin kurulmasına
yol açan Muhtar Sakafi (622-687) olaylarında görünür olmuştu. 75 Abbasiler, Horasan-Orta Asya’nın mevali
güçleriyle Şam-Emevi halifeliğini yıkarak, iktidara yükselmişlerdi. 76 Mevali halk, Sünni halifeliğe karşı kendini
Ali taraftarlığı ile ifade ediyordu. Araplardan daha üstün olduklarına inanan halk, Şuubiye olarak tanınıyordu. 77
9. yüzyılın ortalarından itibaren Abbasi Devleti’nin giderek zayıflaması; İslâm topraklarında askerî güce
hükmeden valilerin veya askerî desteği olan dinî ve etnik toplulukların yönettiği yarı bağımsız ve bağımsız
bölgesel hanedanlıkların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. İran’da kurulan Tahiriler (821–873), Saffariler
(859–903), Samanoğulları (875–1005), Çağaniler (933–987), Memuniler (995–1017), Simcuriler (910–1002),
Taberistan’da Zeydi-Aleviler (864-928), Azerbaycan’da Türk-Sacoğulları (890-929), Cezire-Harran’da
Hamdaniler (929/ 944 – 1009), Mısır’da Türk-Tulunoğulları (875-905) ve Türk-İhşidler (Akşidler) (935-969
bahsi geçen bölgesel hanedanlıklardır. Bağımsız Müslüman devletler arasında ise İspanya’da Endülüs-Emeviler
(756-1492), Türkistan-Horasan-Kuzey Hindistan’da Türk-Gazneliler (963-1187), Yemen’de Zeydi-Aleviler
(897-1013), Bahreyn’de İsmaili-Karmatiler ( 899-1076), Tunus Fatımileri (909-969) ve devamında Mısır Fatımi
Devleti (969-1171), İran-Deylem-Taberistan’da kurulup, Irak’ta egemenlik kuran Büveyhiler (934-1055) yer
almaktadır. Bütün bu gelişmelerden bağımsız olarak Türk Karahanlılar (840-1220) İslamiyet’i seçmiştir.
67
Roux, age, s. 83, 94; Ögel, age. 131-132
Ögel, age, s. 327-340; Roux, age, s. 125-126.
69
Gumilev age, s. 28.
70
Özoğul, age, s. 116.
71
Wiesehöfer, age. s. 182, 191, 216.
72
Roux age, s. 40.
73
Ahmet Bican Ercilasun, “Şu Destanı Hakkında”, Millî Folklor Dergisi, 1991, C. 2, s. 12.
74
Rene Grousset, Bozkır İmparatorluğu, çev. M. Reşat Uzmen, Ötüken Yayınları, İstanbul 1995, s. 26.
75
Yusuf Benli, “Nusaybin’de ‘Haşebiyye Devleti’ ve İslâm Tarihinde Yeri”, Geçmişten Günümüze Nusaybin Sempozyumu, Nusaybin 27-28
Mayıs 2004.
76
Mustafa Demirci, “Emevilerden Abbasilere Geçiş Sürecinin Bir Tanığı: Abdullah İbnü’l- Mukaffa ve Risaletü’s Sahabesi”, D.E.Ü. İlahiyat
Fakültesi Dergisi, İzmir 2005, S.XXI, s. 117-148.
77
Şuub: Halk (Arapça); Adem Apak, “Şuubiye”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 2010, C. 39, s. 244-246.
68
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
21
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
Abbasiler döneminde yoksul Araplar için ana uğraş, sınır bölgelerde İslâm dışı topluluklara karşı savaşmak
için gönüllü (el-mutavvia) olmaktı. Oluşan gönüllü toplulukların liderleri şöhrete ve yönetimce kabul edilen
unvanlara kavuşuyorlardı. Vatanlarından kopmuşlardı. Vatanlarına bağlı olmadıkları için, her nerede gaza
(savaş) olursa ve her nerede ganimet ümidi varsa oraya giderlerdi. Gönüllülerin barınması için hudut şehirlerinde
“Ribatlar” inşa ediliyordu. Mukaddesi’ye göre, sadece Seyhun nehri sınırındaki İsficâb şehrinde, 1.700 ribat
vardı. 78 Kuşkusuz, gönüllüler arasında, çok sayıda yerel halktan yeni Müslümanlar da bulunuyordu.
Benzer bir yaşam formu, İslâm’ın uzak-batı sınırlarında da sürüyordu. Bu topluluklardan Murabıtlar
(Ribat: derviş kalesindekiler/ 1060-1143) ve Muvahhidler (Vahdet’e-Tevhid’e ulaşanlar/ 1133-1269), Fas’ta
iktidara gelmişlerdir.
9. Şahname’de Türkler
Firdevsi’nin çağında, Orta Asya’da, Makedonlar ve Yunanlılar artık yoktu. İranlıların hafızalarından
silinmişlerdi. Orta Asya’da Samanoğulları, Gazneliler ve komşuları olan birçok yerel devlet arasında, çatışmalar,
anlaşmalar, dostluklar, düşmanlıklar, himayeler ve sığınmaların olduğu kaotik bir ortam sürüyordu. Geleneksel
toplumlar, kendi kavrayışlarına uygun bir esere ilgi gösterebilirdi. Türklerin egemenliği görünür olmuştu. Orta
Asyalı Partların yani mitsel Keyanların rakipleri, ancak Turanlılar yani Türkler olabilirdi.
İyi bir anlatıcı için örnek bolluğu yaşanıyordu. Şahnâme anlatımıyla; İran hükümdarının oğlu Siyavuş
(Siyah At), büyük bir ordu ile Turan ülkesine sefere çıkar. Turan hükümdarı Efrasiyab (Alp Er Tunga) onunla
savaşmak istemez, barış teklif eder. Siyavuş barış teklifini babasına iletir. Ama kabul ettiremez. Bunun üzerine,
Siyavuş, Efrasiyab’a sığınır. Efrasiyab’ın kızı Ferengis’le Siyavuş evlenir. Mutlu bir hayat sürmekte iken,
kendisini çekemeyenler, onun öldürülmesine sebep olurlar. Hamile Ferengis, Siyavuş’un oğlu Keyhüsrev’i
doğurur. Efrasiyab, Keyhüsrev’in soyunu öğrenmesini istemez. Onu büyütmeleri için çobanlara teslim eder.
Ferengis, oğlu Keyhüsrev’le birlikte uzun yıllar boyunca kaçak bir hayat yaşar. İran kahramanı Giv, onları bulur.
Keyhüsrev tahta çıkar. Keyan hükümdarı olur. Babasının intikamını almak için dedesi Efrasiyab’la savaşır. 79 Bu
hikâyede de Keyhüsrev’in diğer görünümleri olan Pers hükümdarı Kirus veya Şahnâme’deki Feridun öyküsü ile
paralellik vardır. Ksenophon ve Herodot tarihlerinde ünlü Pers hükümdarı Kirus’un dedesi Med hükümdarıdır.
Şahnâme’nin kurgusunda, dede Efrasiyab (Alp-er Tunga) Turan hükümdarıdır.
İran Sasani dönemi hükümdarı I. Firuz (Perviz, 459–484), Akhunların desteği ile tahta çıkmıştır. Tahta
çıktıktan sonra, Akhun hükümdarı Aksuvar’a açtığı savaşta (469 yılı) yenilmiş, esir düşmüştür. Firuz
özgürlüğünün karşılığı olan fidye ödeninceye kadar kalmak üzere, o tarihte kundakta olan oğlu (bebeği) Kavâd’ı
rehin bırakmıştır. Sasani hükümdarı I. Firuz’un oğlu I. Kavâd’ta (I. Kubad, 484–531) ülkesinde gelişen olaylar
sonucu Akhunlara sığınmak zorunda kalmıştır. Akhunlar (Kadişler), Kavâd’a bir eş ve bir ordu vererek, tahta
dönmesini sağlamışlardır. 80
Göktürklerin yükselişe geçmesi yeni ittifakları gündeme getirmiştir. Göktürk İstemi Yabgu (552–576),
Sasani hükümdarı Hüsrev Anuşirvan (I. Hüsrev, Adil Hüsrev, 531–579) ile anlaşıp kızını İran hükümdarına
vererek ittifak kurmuştu. İslâmi kaynaklarda (Taberi, Mesudi vb.), adı Fakim olarak geçen bu kadın, Sasani
kraliçesi olmuştu. Fakim, eşiyle birlikte ülkeyi yönetmişti. (Şahnâme’de Efrasiyab’ın kızı Ferengis’in veya
Firanek’in, Sivayuş ile evliliği ile benzerlik vardır). İran’da Sasani devletinde Hüsrev Anuşirvan’ın, Fakim’den
doğan oğlu Hürmüz (IV. Hürmüz), fiziksel bakımdan Türklere benzediği için “Türkoğlu-Türkzâde” olarak
adlandırılmıştı. 81
Arap-İslâm devletinde de görüldüğü gibi, geniş coğrafyaların tek merkezden yürütülmesi çok zordu.
Merkezden uzak bölgelerde, yerel hanedanlar ortaya çıkıyordu. Bu husus, geçmişte kurulan İran’daki ve Orta
Asya’daki devletler için de geçerliydi. Arap-İslâm devletinin Semerkand valisi olan Saman-hudât, Samanoğulları
(Samaniler) Devleti’ni kurmuştu (875–1005). Devletin ikinci başkenti, Buhara olmuştu. SamanoğullarıSamaniler de soylarını, İran hükümdarı Behram Çubin’e (589-590) bağlayarak meşruiyet sorunlarını
çözmüşlerdi. Behram Çubin, İran’da kısa süren iktidarını kaybettiğinde, Göktürk hakanına sığınmış, Göktürk
hükümdarının kızıyla evlenmişti. Ünlü ailenin soyu ve şöhreti bölgede devam etmişti. 82 Orta Asya, uzun süredir
Araplar ve Türkler arasında savaşların sahnesiydi.
Güç ilişkilerinin her an değişebildiği coğrafyada, Samanoğulları hükümdarı 2. Nasr (914-943), Şii-Fatımi
halifeliğinin desteğini önemli görmüş olmalıdır. Başkentte hükümdarın örtük himayesinde Şii-batıni propaganda
ve örgütlenmeler, egemen dinî ve askerî güç odakları tarafından kısa sürede ortadan kaldırılmış, hükümdar
78
Barthold, age, s. 190, 231.
Yıldırım, age, s. 312, 464.
80
Roux, age, s. 125; Frye, age, s. 191-192.
81
Roux, age, s. 134; Ahmet Taşağıl, Gök-Türkler, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2003, s. 32, 88.
82
Usta, age, s. 68-71, 89.
79
22
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KÜÇÜKKALFA
tahtından olmuştu. 83 Bölge, İran’dan ve Mısır Şii-Fatımi halifeliğinden çok uzaktı. Şii-batıni örgütlenme
güçsüzdü.
Günümüz İran devletinin kuzeydoğu sınırındaki Tus şehri, Samanoğullarının başkentleri olan
Semerkand’dan, yaklaşık 1.000 kilometre, Buhara’dan ise 800 kilometre daha uzakta ve daha batıdadır. HorasanTus şehrinde, başkentteki dinî ve askerî unsurların etkisi, kuşkusuz daha az hissediliyordu. Tus şehri, ŞiiŞuubiye taraftarları için daha uygun bir ortam sunuyordu. Samanoğullarından bir soylu olan ve sonradan iki
dönem (960 Haziran-Ocak-Şubat 961 ve 961 Aralık-962 Ocak 84) Tus valiliği de yapan Ebu Mansur Muhammed
bin Abdurrezzak, Şahnâme yazım işine girişmişti. Eser önsözüne göre, 957 yılında tamamlanmıştır. Günümüze
mukaddimesi (giriş bölümü) ulaşmıştır. Tuslu Şair Dakiki’ye, söz konusu Şahnâme’nin şiirleştirilmesi işi
verilmişti. Şair, bir kölesinin suikastı ile 976 ile 980 yılları arasında ölmüş, eserini tamamlayamamıştı. 85 Şairin
1.000, 3.000 veya 20.000 beyit tamamladığına dair kayıtlar vardır. 86
10. Firdevsi Şahnamesi’nin Yazım Süreci
Bağdat’taki Sünni halife, Samanoğullarının batıdaki komşusu, Şii-Büveyhilerin (934-1055) kontrolü
altındaydı. Büveyhiler, başkentlerini, 945’ten itibaren Bağdat’a taşımışlardı. Samanoğulları, Mansur’un
hükümdarlığı döneminde (961-976), Alp Tekin karşısında art arda yenilgiler almış ve 963 yılında Alp Tekin’in
Gazne egemenliğini tanımışlardı. 87 Art arda alınan yenilgiler, Samanoğulları veziri Bel’âmi’nin Şii-Şuubiye
heyecanını tetiklemiş olmalıdır.
İslâm tarihinin ilk Arapça genel tarih kitabı olan ve 915 yılında tamamlanan Taberi’nin Milletler ve
Hükümdarlar Tarihi’dir. 88 Yazarının İran Taberistanlı olması sebebiyle, Taberi Tarihi olarak ün kazanmıştır.
Taberi, yazdıklarının doğru veya yanlış olduğuna bakmaksızın unutulmakta olan tarihî olaylarla ilgili haberleri
eserine aldığını ifade eder. Eserinde birbirine zıt haberler, birlikte bulunur. Samanoğulları veziri Bel’âmi, 963
yılında Taberi Tarihi’ni Farsçaya çevirme işine girişmişti. Bel’âmi, çeviri sırasında kısaltmalarla yetinmemiş,
eserinin girişinde kendisinin de itiraf ettiği gibi, astronomi kitaplarından, İranlı Mecusi-Zerdüşti tarihçilerin
eserlerinden ve Yahudilerin hikâyelerinden de birçok şeyler eklemişti. 89 Eser, 2. Nuh’a (976-997) sunulmuştu. 90
Daha önceki Şahnâme kaynaklarında (Hüdaynâmeler’de) olmayan Demirci Kavâ, Taberi Tarihi’nin Farsça
çevirisinde yer almıştır. 91
Kavâ’nın hikâyesi Ebu Mansur’un veya Dakiki’nin Şahnâmesi’nde var mıydı? Eserlerin günümüze ulaşan
parçalarında bu tür bilgi yoktur. Ebu Mansuri Şahnâmesi’nin yazımı, 957’de tamamlanmıştır. Şair Dakiki’nin
künyesi Ebu Ali iken, Tus valisi Ebu Mansur’dan dolayı künyesini Ebu Mansur olarak değiştirmiştir. 92
Dakiki’nin yeni Mansuri künyesi, onun Tus valisi Ebu Mansur tarafından himaye edildiğine dair güçlü bir delil
olmalıdır. Öyle görülüyor ki, Ebu Mansur Şahnâme’nin şiir işini Dakiki’ye vermiştir.
Firdevsi, Şahnâmesi’nde yazılı bir kaynaktan önemli ölçüde yararlandığını ve kahramanlık hikâyelerini
zaman zaman kelimesi kelimesine ondan aktardığını söyler. Şahnâme araştırmacılarına göre, bu eser, Dakiki’nin
eseri Şahnâme-yi Ebu Mansuri’dir. 93 Kuşkusuz şair, Ebu Mansur’la ve onun Şahnâmesi ile bağ kurma
zorunluluğu duyuyordu. Kadim dünyada bu konu önemliydi. Örnek olarak, tasavvufta mürşit-mürit (öğretmenöğrenci) ilişkisi, en baştaki kutsal kişiyle kurulan bağı açıklayan süluklar (zincir, silsile), kişinin konumuna
meşruiyet sağlıyordu. Samanoğulları da hükümdar Behram Çubin’le soy bağı kurarak meşruiyetlerini iddia
ediyorlardı. Araplara karşı İranlılığı ve İran’ı yücelten şairin eserinde; İran hükümdarları, geçmiş İran
hükümdarlık soyu ile meşru bağlar kuruyorlardı. “Bir kişinin hükümdar (padişah) olabilmesi için öncelikle
hükümdarların kanından gelmesi gerekiyordu.” 94 Ülkeye adalet getirecek olanlar onlardı. Firdevsi de eseri için,
Ebu Mansuri Şahnâmesi ile bağ kurma zorunluğunu duymuş olmalıdır.
Bel’âmi’nin yeniden düzenlediği Taberi Tarihi, 2. Nuh’a (976-997) sunulmuştur. 95 Bel’âmi’nin (Taberi)
Tarihi’nde Demirci Kavâ’nın rolü merkezîdir. O, Dahhâk karşısında İsfahan heyetinin sözcülüğünü üstlenmiş,
83
Usta, age, s. 151-155.
Usta, age, s. 639.
85
Ritter, age, s. 462-464.
86
Yıldırım, age, s. 28.
87
Usta, age, s. 208-210.
88
Azade Temir, “önsöz” Şehname, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1992.
89
M. Şemsettin Günaltay, İslâm’da Tarih ve Müverrihler, İstanbul 1991, s. 44.
90
Usta, age, s. 579.
91
Taberi, age, s. 256-264; Ritter age, s. 643-649; Yıldırım, age, 2012, s. 120.
92
Ritter, age, s. 647.
93
Yıldırım, age, s. 17, 28.
94
Firdevsi, age, s. 255.
95
Usta, age, s. 579.
84
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
23
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
isyan bayrağını açmış, halkı etrafında toplamış, isyan başarıya ulaşmış ve halk ona hükümdarlık teklif etmiştir.
Kavâ hükümdar soyundan bir kişi olmadığının bilincinde olarak, soyca hükümdarlık soyundan olan kişiyi
sormuş; Feridun’u ve yerini öğrenmiştir. Halkı, onun etrafında toplanmaya çağırmıştır. Firdevsi’nin
Şahnâmesi’nde ise Kavâ’nın rolü sınırlıdır. O, isyan öncesinden Feridun’u tanımaktadır. Daha isyanın başında,
bayrağını açarak halkı Feridun’un önderliğinde toplanmaya çağırmıştır. Bayrağı Feridun’a teslim eden Kavâ’nın
rolü sona ermektedir.
Her iki hikâye, ilk Şii devletin kurulmasıyla taçlanan Muhtar Sakafi’nin (622-687), Hz. Hüseyin’in üvey
kardeşi Muhammed Ebu Hanife adına isyan bayrağı açması ile benzerlik gösterir. 96 Taberi tarihinin Farsça
yazımı sırasında, vezir Bel’âmi’ye de ilham vermiş olmalıdır.
Firdevsi, Şahnâme’yi 975 yılından itibaren, yani şair Dakiki’nin ölümünden hemen önce yazmaya
başladığını iddia etmektedir. Bölümler hâlinde yazılan eser, 1014 yılında tamamlanmıştır. Firdevsi’nin Ebu
Mansuri Şahnâmesi’nin tamamlanmasından (957), kendi Şahnâmesi’nin yazımının tamamlanmasına (1014)
kadar geçen, uzun yılları vardı. Şii-Şuubiye taraftarı Firdevsi, Belâ’mi’nin yeniden düzenlediği Taberi
tarihindeki Kavâ’dan haberdar olmalıdır. O, İran hükümdarlar-şahlar tarihini yazmakta ve onları yüceltmekteydi.
O, Kavâ’ya hükümdarlar soyunu gölgeleyecek bir rol veremez, onu destanının asıl kahramanı yapamazdı.
Devletşah, Firdevsi’nin çok zor günler geçirdiğini, Tus valisinden eziyet gördüğünden söz eder; “günlük
geçimini çıkaramayacak bir hâle geldi. Şairliği sanat edindi. Şiirler (kıtalar), kasideler yazarak her sınıf halktan
gelir temin etti”. 97 Şairin yoksulluğu, satırlarına da yansımıştır. Şahnâme’nin birçok yerinde, fakirliğinden ve
himaye görmediğinden şikâyet etmiştir. İran hükümdarlarının şanlı tarihini yazdıran Samanoğullarıyla kendisini
özdeşleştiren Firdevsi, Samanoğullarının himayesine kavuşamamıştı. Yardım görmeyen şair, eserinde
Samanoğullarından hiç bahsetmemiştir. 98 Önceden bahsetmişse bile, sonradan çıkarmış olmalıdır.
Samanoğulları ordusundaki köle-kul askerlerden biri olan Alp Tekin, ordu komutanlığına yükselmiş,
Gazne’de bağımsız devlet kurmuş, ardından Sebük Tekin, Gazne-Türk devletini güçlendirmişti (963-1187).
Yönettikleri halklar, onların hükümdarlar soyundan gelmediklerini biliyordu. Mahmud’un hükümdarlığı
döneminde sınırları İran, Orta Asya ve Hindistan topraklarını kapsayan Gazne-Türk devletinin meşruiyetini
onaylayacak tek merci, Sünni Bağdat Abbasi halifeliği idi. Devletşah’ın kayıtları, bu sürecin çok zor ve çok
pahalı olduğunu belgelemektedir. Sünni halifeden meşruiyetini sağlayan Gazne hükümdarı Mahmud, savaşlar
dışındaki günlerini sarayındaki 400 şair-yazar bilge ile ülkesini yönetirken yönettiği halkların milliyetçi
eğilimlerini de yönetmesi gerekiyordu. Bu çözülmesi gereken zor bir ikilemdir. 99
Şair Dakiki’nin öldüğü tarihlerde, Samanoğulları Devleti, Gazne-Türk devleti himayesinde son günlerini
yaşıyordu. Halife, Mahmud’u fethettiği ülkelerin hükümdarı (999 yılı), olarak tanımıştı. Şair, yıllardır yoksulluk
çekmişti (d. 934, 940 - ö. 1020). Şiirlerinin, Dakiki’nin şiirlerinden daha iyi olduğundan emindi. Gazne
sarayında birçok şair himayeye kavuşmuştu. Yaklaşık 1.500 kilometre uzakta olan başkent, yoksul ve yaşlı şair
için günler hatta haftalar süren bir yolculuk demekti. Bir ümitle yola çıkmıştı. Şahnâme’nin yarısından
(Şahnâme: beyit 21.628’den) itibaren Gazne hükümdarı Mahmud için yazmaya hazırdı. Yanına Dakiki’nin
şiirlerini de almıştı. Şiirlerinin Dakiki’nin şiirleri ile mukayese edileceğini ve takdir edileceğini umuyordu.
Hükümdar için övgü dolu satırlarını da eserine ilave etmişti.
Firdevsi’nin eseri, İran hükümdarlarına övgüydü. Feridun’la başlayan Keyani hükümdarları ve müttefikleri,
ülkenin doğusundaki Turan ülkesinin hükümdarları Efrasiyab’la savaşıyordu. Efrasiyab’ın ölümüyle, KeyanTuran savaşları sona ermektedir. Turanlılar arasında Efrasiyab’ın adı Alp-er Tunga olarak biliniyordu. İran
hükümdarlar soyundan olmayan Gazne hükümdarı Mahmud, ancak onların sürekli savaştığı Efrasiyab (Alp-er
Tunga) olabilirdi. Gazne sarayında Ahmed bin Hasan-ı Meymendi (ö.1033) vezir olmuştu ve saray
yazışmalarında Arapçaya geçilmişti. Mahmud, yendiği devletin ideolojisini öven eserle hiç ilgilenmedi. Şair
hükümdarın ilgisizliğini, saraydaki iftiracılara yordu. Ümidini kaybetmedi. Tam 14 kez yeni bölümler yazdı ve
her seferinde hükümdardan ödül ve himaye beklentisini, övgü dolu satırlarının eşliğinde dile getirdi. Şahnâme’yi
tamamladığında, hükümdara övgüler bir kez daha, bu kez başlangıç bölümünde yer aldı. Hükümdar
ilgilenmemişti. Tus’tan sonra Gazne’de de talih meleği, şairin yüzüne gülmemişti. Kırgın ve öfkeli şair,
hükümdar hakkında meşhur hicviyesini yazmıştı. Saraydaki iftiracılar yüzünden hükümdar, onu, kötü dinli biri
olarak tanımış, fillerine çiğnettirmeyi düşünmüş, eserine hiç bakmamış ve ancak boza parasına lâyık görmüştü 100
(Ritter’in makalesindeki verilere uygun olarak tarafımdan düzenlenmiştir 101).
96
Bozan, age, s.125-142.
Devletşah, Devletşah Tezkiresi-Tezkire-i Devletşah, Tercüman Gazetesi 1001 Eser Yayınları, İstanbul 1977, s. 86.
Ritter, age, s. 644.
99
Devletşah, age, s. 66-68, 78.
100
Tatarların içtiği ve boza dedikleri bir içki vardır ki kısrak sütünden yapılır. Clavijo, age, s.153.
101
Ritter, age, s. 643-649.
97
98
24
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KÜÇÜKKALFA
Şairin kendi ifadelerine göre, Şahnâme, 60.000 beyitten oluşmaktadır. Eldeki Şahnâme yazmalarının bir
kısmında bu sayı daha fazla, bir kısmında da azdır, ancak, nüshaların çoğu, 48.000 ile 52.000 arasıdır. 102
Devletşah, eserin son 4.000 beyitinin Esedi Tusi tarafından yazıldığını, Firdevsi’nin ölmeden önce çalışma
taslakları gördüğünü, bilge kişilerin ayrım yerini kolayca fark edebileceğini söylemektedir. 103
11. Selçuklular ve Sonrasında Şahnâme’nin Bahtının Açılması
Selçuklular (1034-1194) dönemiyle birlikte, İran’da birçok bölgesel devletin varlığı da sona ermişti:
Tahiriler (821–873), Saffariler (859–903), Samanoğulları (875–999), Çağaniler (933–987), Memuniler (995–
1017), Simcuriler (910–1002), Büveyhiler (934-1055)). Aynı coğrafyada birbirlerine rakip birçok devletin
arasında sürekli savaşların yaşandığı ortam büyük ölçüde azalmıştı. Bütün evrensel imparatorluklarda olduğu
gibi, Selçuklular da yönettikleri geniş topraklarda yaşayan halklara oranla çok azdılar. Kolay yönetim ve vergi
güvenliği öncelikliydi. Yerel unsurlara saray bürokrasisinde yer verdiler, onların hassasiyetlerine hoşgörü
gösterdiler.
Türklerin arkalarında uzun bir tarihî geçmişte oluşmuş bir yaşam formu ve bu yaşam formuyla şekillenmiş
Tanrı kavrayışı vardı. Bu Tanrı kavrayışı Budizm’le ve Mani dini ile bütünleşmişti. “Budizm, Orta Asya’da çok
değişmiş ve oradaki Şamanizm’den kendi bünyesine birçok şeyler almıştır. Budist rahipleri, Şamanist pratikleri
yönetiyorlardı. Budist çeviri metinler incelendiğinde, Çince metinlere göre Uygurca metinler, çok daha canlı ve
cazibeli idi”. 104
Gönüllü çöl Arapları (el-mutavvia) her yerdeydiler. Kavrayışlarına uzak olan her şey de yasaktı. İbn
Haldun’un satırlarıyla; Arap olmayan Çin, Hint, Türk ve Hristiyan milletlerin topraklarında sanatlar çok
miktarda bulunmakta ve öbür milletler bunları onlardan temin etmekteydi. 105 Timur’un sarayındaki İspanyol elçi
Clavijo, İbn Haldun’un bu savını desteklemiştir: “Hoten’den elmas, yakut, inci ve her türlü baharat geliyordu.
Hoten sanatkârları son derece hünerli kişiler. Hiçbir milletin sanatkârları, onlara üstün gelemezdi”. 106 Hoten’de
Gazne askerleri için Türkçe şarkılar besteleniyordu. 107 Çin kayıtları, Tang devri (618-907) müziğinin köklerinin,
Uygur Koço (Kara Hoca) şehrine ait 3. yüzyıl müziği olduğuna işaret ediyordu. Tang sarayında Türkistan’dan
davet edilen çok sayıda müzik ustası bulunuyordu. Dolayısıyla, o dönemde müzikte kullanılan nota sistemi de
Çin’e Türkistan’dan girmişti. 108 Budist tapınaklarda, Buda kutsal kitapları yazılıyor, tercüme ediliyor,
resimleniyor, konulara uygun heykeller yapılıyordu. Budist azizler, İslâmiyet’le birlikte Kalenderi dervişlere
dönüşmekteydiler. Eski Budist tapınaklarını zaviye (dergâh-ev) olarak kullanan bu Kalenderiler, Budist efsane
ve mistik sembollerini İslamileştirerek, kendilerine uyarlamışlardı. 109
Türkler ve Araplar, Minorsky’nin deyimiyle, “yağ ile su” gibi idiler, birbirlerine karışmaları çok zordu. 110
Türkler, yeni dinleri hakkında çok fazla bir şey bilmedikleri gibi, bundan dolayı kaygılanmıyorlardı da. 111
Âşıkpaşazâde, o günler için “Acem, Türk’ü kendisine destek edinerek Arap’a galip oldu” der. 112
Türk hükümdarlar ve beyler, Sünni Halife’nin savunucusu görünmelerine rağmen, pratikte, sözlü kültüre
(menkıbelere) yatkındılar. Her devirde var olan “Yaşayan Buda” anlayışına paralel bir anlayışla, Hz. Ali
kültünün etkisindeydiler: 1165 yılından önce yazılmış bulunan Fezâihu’l-Revâfız adlı eserde Rafıziler (ayrı yol
tutanlar-heretikler) hiçbir devirde bu devirdeki kadar güçlü olmamışlardır. Kapısında 10-15 Rafızi bulunmayan
Türk konağı ve Rafızi bulunmayan Divan (Meclis) mevcut değildi denilmekte ve bütün Türklerin kâhyaları,
hâcipleri, bekçileri ve aşçılarının Râfızilerden (Sünni olmayanlar) seçildiği ifade edilmektedir. 113
İlhanlılarla birlikte halifelik dönemi sona erdi. Yeni gelenlerin önünde hiçbir güç görünmüyordu.
Meşruiyet kaygıları da yoktu. Uygur-Budist kökenli yeni Müslüman dervişler, yazıcılar, sanatkârlar Tebrizİlhanlı sarayında itibar gördüler. Tebriz Minyatür Okulu faaliyete geçti. 114 Bu iklimde, Firdevsi ve Şahnâme
öyküsü yeniden inşa edildi. Yeni öyküye göre “Gazne hükümdarı Mahmud, Firdevsi’ye her beyiti için 1 altın
Yıldırım, age, s. 33.
Devletşah, age, s. 67.
Eberhard, age; s. 158, 159.
105
İbn Haldun, age, s.727.
106
Ruy Gonzales de Clavijo, Anadolu Orta Asya ve Timur, çev. Ömer Rıza Doğrul, Ses Yayınları, İstanbul 1993, s. 177.
107
Barthold, age, s. 292.
108
Eberhard, age, s. 219-222; Alimcan İnayet, “Türklerin Uzakdoğu Siyasi ve Kültürel Tarihine Etkileri”, Ege Üniversitesi, Türk Dünyası
İncelemeleri Dergisi, İzmir 2008, C.VIII, S.1, s. 141-147.
109
Ocak, age, s. 49.
110
John E. Woods, Akkoyunlular, çev. Sibel Özbudun, Milliyet Yayınları, İstanbul 1993.
111
Roux, age, 2006, s. 266-268.
112
Derviş Ahmed Aşıki Aşıkpaşazade, Aşıkpaşazade Tarihi, haz. Cemil Çiftci, Mostar Yayınları, İstanbul 2008, s. 38.
113
Benli, age, s.147-180.
114
Dildar Atmaca Şirzad, “Klâsik Tebriz Minyatürleri (XIII-XIV. yüzyıllar)”, Türkler, 2002, C. 8, s. 196-200.
102
103
104
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
25
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
dinar sözü vermişti. Şahnâme tamamlandığında hükümdar Şahnâme’nin 60.000 beyti için toplam 60.000 altın
dinar ödemekten caymış, 60.000 dirhemi yeterli görmüştü”. Her yeni anlatıcı, hikâyeyi daha da güzelleştirdi,
yeni tatlar kattı. Türkler olağanüstü hikâyelere yatkındılar, iyi bir hikâyeyi can kulağı ile dinlemeye hazırdılar.
Tebriz okulundan itibaren, Türk-İslâm minyatür sanatı, gelişimini sürdürdü. Bu resimlerde olaylar, işverenin
algısına uygun olarak, devrin saray hayatı ve dekorunu esas almaktadır. Diğer eserlerin yanında Şahnâme kitabı
da defalarca resimlendi ve diğer kıymetli kitaplarla birlikte saray hazinelerinde korundu.
Kadim dünya toplumlarının genelinde olduğu gibi, sıradan halkın bir eğitimi yoktu, gerek de
duyulmuyordu. Tarihî süreç içinde komşu ülkelerde sınırlı sayıda üretilen nüshalar da saray çevresi ile sınırlı
kalmıştı. Turner Macan, Şahnâme’yi, 1829 yılında yayınlamıştır (I-IV, Kalküta 1829); bunu, 1920’lere kadar,
batı ülkelerinde yirmiyi aşkın yayın takip etmiştir. Necati Lugal tarafından 1945-1955 yılları arasında Vullers
baskısı (Leiden 1877-1884) esas alınarak yapılan Türkçe tercümesinin ancak dört cildi yayımlanmıştır. 115
12. Şahname’nin İskit-Saka Kahramanları: Rüstem ve Ataları
Partların zaferi kesinleştiğinde, Sakalar Sistan bölgesine çekilmişlerdi. (Sistan, günümüz İran ülkesinin
güneydoğusundadır. Sistan: Saka-İstan’ın, Sekistan’ın bir türevidir). Sakalar Kuzey Hindistan’ı fethetmişler,
Hindistan’ın hükümdarları olmuşlardır. 116 Şahname’de Sistan-Zabilistan hükümdarları ve kahramanları olarak
yer almışlardır.
Günümüzde de şöhretini sürdüren Saka-İskit kahramanı Rüstem’e değinmek gerekmektedir. İran-Partİskit-Saka tarihinin genel seyrine uygun olarak, Feridun döneminden, yani ilk efsanevi hükümdarlar,
Pişdadilerden itibaren İskit-Saka kahramanlar Şahnâme’ye girmişlerdi. Pişdadiler sonrası Keyaniler döneminin
tamamı, onların kahramanlıklarıyla doludur. İlk Saka-İskit kahramanı Gerşasp’tır. Gerşasp’ın oğlu Neriman,
torunu Sam’dır. Sam’ın oğlu Zal, torunu ise ünlü İran kahramanı Rüstem’dir.
Zalim Arap hükümdarı Dahhâk’tan İran’ı kurtaran Feridun, Dahhâk’ın eşleri olan iki kadınla evlenmişti.
Feridun’dan sonra İran hükümdarı olan oğlu Selm de, Dahhâk’ın kızıyla evlenmiştir. Dahhâk’ın torunu
Mihrab’ın kızı ile efsanevi kuş Simurg’un büyüttüğü Zal’ın evliliğinden de Rüstem doğmuştur. 117 “Bir kişinin
hükümdar (padişah) olabilmesi için öncelikle hükümdarların kanından gelmesi gerekiyordu”. 118
Dahhâk’ı yenen Feridun döneminden itibaren Şahname’nin ilk yarısının asıl kahramanları Rüstem’le
birlikte ataları olan Gerşasp, Neriman, Sam, Zal ve akrabalarıdır. Zal, Ceyhun Nehri’ni İran ve Turan arasında
sınır olarak belirlemişti. 119 Şahname’nin en ünlü 14 destanından 7 tanesi, Rüstem ve soyu ile ilgilidir. Feridun ve
sonrasına ait yaklaşık 20.000 beyitte, Rüstem’in adı, yaklaşık 1.000 kez geçer. Ataları ve akrabalarıyla birlikte
bu rakamın iki katına çıktığını varsayabiliriz. Sarayda her iş için Rüstem’e danışılıyordu. Rüstem, zor duruma
düşen hükümdara yardıma koşuyor, kayıp hükümdarı bulup tahta çıkarıyor 120, Turan ülkesini fethediyor,
Turan’da hükümdarlık yapıyordu. İran’ın düşmanlarını korkutuyordu.
Merv şehrini ele geçiren Ahmed b. Sehl’in himayesindeki (öl. 822) Sistanlı Azad Serv, soyunun Rüstem’e
ve atalarına (Sam, Zal…) uzandığını, Rüstem’in, ataları ve akrabalarının hikâyelerinin anlatıldığı ortamlarda
büyüdüğünü iddia ediyordu. Aile tarihinin kahramanlarına ait hikâyeleri toplamıştı. 121 Firdevsi,
Samanoğulları’nın himayesine girememişti ve çok yoksulluk çekiyordu. Rivayetlerin çokça var olduğu bir
ortamda, şairin ve Azad Serv’in yolları bir şekilde kesişmişti. Daha gerçek bir ifadeyle; muhtemelen Azad
Serv’in kültürel mirasını taşıyan, soyundan bir kişi sayesinde İskit-Saka kahramanları (Rüstem ve ailesi),
Şahname’nin esas figürleri olmuşlardı. Bu durumda Firdevsi’nin eserinin (en azından ilk yarısının) “Rüstemnâme” veya “İskitnâme-Sakanâme” olarak adlandırılması da yanlış olmayacaktır. Rüstem’le dolu satırlar, sadece
Gazne sarayını değil Samanoğulları sarayını da öfkelendirmiş olmalıdır. Yerel soyluların, hükümdarların
öfkesinden uzak durmaları da yaşamsaldı. Şair açısından da zor bir durumdu. Devletşah, şairin
Samanoğullarından eziyet gördüğünü ve çok yoksulluk çektiğini söylemekte; şair de yoksulluğunu sürekli
tekrarlamaktaydı.
İran-Part veya Keyan dönemi kaynakları olan Avesta ve diğer Pehlevice metinlerde (İskit-Saka
kahramanı), Rüstem’den bahsedilmemektedir. 122
13. Part-Pehlevi Dilinden “Yeni Farsça veya Deri” Saray Yazım Diline
Mehmet Kanar, “Firdevsi”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 1996, C. 13, s. 125-127; Yıldırım, age, 2012, s. 41.
Ögel, age, s.340, Roux, age, s. 125-126.
117
Firdevsi, age, s. 154, 191, 192, 216.
118
Firdevsi, age, s. 255.
119
Firdevsi, age, s. 135.
120
Firdevsi, age, s. 266, 369.
121
Yıldırım, age, s. 230, 262, 333, 341.
122
Özoğul, age, s. 114, Yıldırım, age, s. 375.
115
116
26
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KÜÇÜKKALFA
Kuşkusuz İran’a ve Orta Asya’ya egemen olan Part devleti; diğer İran devletlerinde de olduğu gibi, çok
halklı, çok dilli bir imparatorluktu. Partların ilk başkenti Türkmenistan Aşkabat yakınlarında Nisa (Nesa)
bölgesidir. Parthiya (Pehlev) dili olan Partça, saray ve yönetim dili olmuştu. 123 Pehlev, aslında Partların
yaşadıkları coğrafyanın adıdır. Türetilişi açısından “Part dili” anlamını ifade etmektedir. Şahnâme’de “yüce”,
“şaha yaraşır”, “cesur”, “güçlü” anlamlarında kullanılmıştır. Partça (Pehlevice), 10. yüzyılda, Samanoğulları ve
Gazneliler ile başlayan yazım faaliyetlerine kadar varlığını korumuştur. 124
Günümüz İranoloji uzmanları, genellikle, Mansuri ve Firdevsi Şahnâmeleri ile birlikte “Yeni Farsça”
döneminin başladığını kabul etmektedirler. Türk-Selçuklulardan önceki tüm devirlerde İran ve Orta Asya
devletleri ve coğrafyası çok uluslu, çok dilli yapıdaydılar. Orta Asya-Horasan Partçası yani Pehlevice, saray yazı
diliydi.
Gazneliler, Selçuklular ve diğer Türk devletleri, Orta Asya’da yoğun etkileşim içindeydiler. Arap fetihleri
döneminde gelmiş olan, önemli sayıda Arap nüfus vardı.
İki büyük nehrin bereket taşıdığı Orta Asya yerleşimlerinin sayısı olağanüstü sayılara ulaşıyordu.
Makedon-Yunanlıların betimlemesiyle Orta Asya “1.000 kentli ülke” idi. 125 Egemen tek bir devletin ve ona bağlı
merkezî bir eğitimin olmadığı coğrafyada, birçok halk ve konuştukları diller vardı. Bu halklar, tarihî süreçte
Türkleşeceklerdir. Orta Asya’da Doğu-Batı (Çin-İran-Hint) ticaretini, Mani dini inancında olan İran’ın
doğusundaki Soğdiana (Özbekistan) bölgesinden Soğdlar (Suğdaklar) yürütüyorlardı. Soğdcanın, bölgede
ticarete muhatap birçok halkın dili ile zenginleştiğini, Soğd tacirlerin ortaklaşa bir ticari-anlaşma dilini
geliştirdiğini varsayabiliriz. Soğdca Orta Asya’da Lingua Franca’ydı (geçer dildi). 126 İpekyolu-Tarım havzasında
kurulan Türk vaha devletlerinin genel karakteristiği de Doğu-Batı ticaretinden kazanç sağlayan devletler
olmaları idi. 127 762 yılında, Çin’in başkenti Lo-yang’a giren Uygur hakanı Bögü (Buku), Uygurlar lehine bir
ticaret anlaşması yapmayı daha faydalı gördü ve ardından Mani dinini resmî din olarak kabul etti. 128 Aramice ve
Pehlevice olan orijinal Mani dini metinleri, önce Soğd diline çevrilmişlerdi. Soğdca metinler, Soğd dilinden
Uygur Türkçesine aktarılmışlardır. 129 Uygurlarla bütünleşen Soğd tüccarların nüfusları azdı. Çin kaynaklarına
göre, Soğdlular, çoğunlukla, Doğu Türklerinin arasında yaşamaktaydılar. Uygur nüfusu içinde eriyen Soğdlar,
Uygurlar da derin kültürel değişimlere de yol açtılar. Moğolistan Bugut (y. 581) ve Kara-Balasagun (y. 824)
yazıtlarında da görüldüğü gibi Doğu Türklerinin diplomasi ve resmî dili Soğdca’dır. 130 İbn Nedim’in (öl. 996
yılı) naklettiğine göre, Abbasi halifesi El-Muktedir zamanında (908-932) Horasan hükümdarının Semerkand da
faaliyet göstermekte olan 500 Mani dinli tüccar-rahibi öldürmek istemesi üzerine, Uygur (Hıtay, Çin) hakanı
“rahiplerin canının karşılığı olarak kendi egemenliği altında yaşayan bütün Müslümanları öldürteceğini” ihtar
ederek, hükümdarı bu fikrinden caydırmıştı. 131
Hükmedenlerin ticaret yollarını koruduğu sürece yabancı egemenliğini kabul etmeye alışık Orta Asya’daki
tüccar halk, Müslümanlığı, İran’daki toplumlardan çok daha çabuk kabul etti. Geçmişte Aramice ve Persçeye
gösterilen hoşgörü Arapçadan da esirgenmedi. Arap harfleriyle Farsça yazı, 10. yüzyılda, İran’da değil, Orta
Asya’da gelişti. Coğrafyacı Mukaddesi, Orta Asya’da bilginlerin, İran’da kâtiplerin saygın olduğunu
yazmaktadır. 132
Arap garnizonları (kışla, karargâh) ve Arap gönüllü savaşçıların “ribatları” etrafında oluşan, mevali (kul)
topluluklarının dili, egemen Arapların diline evrilmekteydi. Bu melez yaşama ve konuşma diline, PartçaPehlevice “Tazig” deniliyordu. Garnizonlar, şehirlere (Arapça: medinelere) dönüşürken, Müslümanlık şehirlerde
daha fazla güçleniyordu. Müslüman Taziglerin dili Tacikçe oluşuyordu. 133
Gazne ve ardından Selçuklular, iktidar olduğunda bu çok dilli yapıdan “Deri yazı dili” oluştu. Türkçe
sözcük ve cümle yapısına uygun olan “Deri” yazı dilinin Hint-Avrupa dillerinde olan sözcük ön- ekleri (der, die,
das, the gibi) yoktu ve özne başta, fiil sondaydı. Kelimeler ise, genellikle, Arap garnizon şehirlerindeki egemen
123
Wiesehöfer, age, s. 175.
Yıldırım, age, s. 27-28, 299.
125
Frye, age, s. 24.
126
Leili Khabbazi, “Türkçe-Soğdça Bir Belgenin Işığında Türkçe ve Soğdça’nın Karşılıklı Etkileşiminin İncelenmesi”, Gazi Türkiyat
Dergisi, Bahar 2017/20 s. 211-223.
127
Eberhard, age, s. 155, Roux, age, s. 145.
128
Ö. İzgi, Çin Elçisi Wang Yen-te’nin Uygur Seyahatnamesi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1989, s. 34; Hisaji Tokuda, Uygur-Çin Ticari
İlişkilerinin Gelişimi (8 ve 9. Yüzyıllarda), Ankara Üniversitesi, Tarih Ana Bilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2010.
129
Yıldırım, age, s.12.
130
Khabbazi, age, s. 211-223.
131
Selim Karakaş, “Orhun Abideleri’nde Teokrasi Problemi ve Yabancı Dinlerin Türk Bozkır İdari Anlayışına Etkileri”, Türk Tarihi
Araştırmaları Dergisi, 2016, S.1, s. 193.
132
Frye, age, s. 219, 234, 246-247.
133
Sivrioğlu, age, s. 14-17, Frye, age, s. 231-232.
124
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
27
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
Arap dilinden devşirmeydi. 134 Birkaç örnek ufuk açıcı olacaktır: “Âteş dust düşmen nedâdet: Ateş dost düşman
tanımaz.” / “Ne six besu zed ne kebab: Ne şiş yansın ne kebab” / “Haci haci râ be’ Mekke bined / Hacı hacıyı
Mekke’de bulur.” 135
Saray yazı dili Deri (Yeni Farsça), İran coğrafyasındaki konuşulan diğer bölgesel dillerden çok farklıydı.
Arapların doğudaki komşuları Şiraz-Yezd Farslarıydı (Şiraz, aynı zamanda İran-Huzistan’ındaki Arap
bölgesinin de doğu komşusudur). Bağdat merkezli İslâm dünyasında bu yeni yazı dili, komşuları Farsların yazı
dili olarak tanındı. Günümüze kadar “Yeni Farsça” adlandırılması sürdürüldü. Deri yazı dili sadece saray
yazışmalarında kullanılan bir dildi ve Selçuklu dönemi yazıcıları sayesinde, Büyük Selçuklu coğrafyasında
“lingua Franca/geçerli yazı dili” oldu. 1925 yılında İran-Fars devletinin kuruluşu ertesinde, 1935 yılında Farsça
İran’ın resmî dili oldu. Şehirleşen nüfusla birlikte Farsça eğitimi mümkün oldu. 136
İhvan el-Safa Risalelerinin Farsçaya tercümelerinde; Timur’un emri ile Deri diline de tercüme edildiği
kayıtlıdır. Güneybatı Fars bölgesinde Yezd şehri Zerdüştilerinin konuştukları lehçeye “Deri” adını vermeleri, bir
yanlışlık eseridir. Bu kelimeye dair, doğuda geçerli olan diğer etimolojilerin bir değeri yoktur. 137 Timur
döneminin ünlü eseri Zafername de (Şerafettin Ali Yezdi, Zafername), “Deri” dilinde yazılmıştı. 138 Deri yahut
Dâri, “saray yazı dili” manasına geldiği halde, “Yeni Farsça” denilmektedir. 139
Deri yazı dili ile sarayın resmî evrakları düzenlenirken, ordu ve yönetimin konuşma dili Türkçe idi. 20.
yüzyıl İran-Azerbaycanlı ünlü şair Şehriyâr, Türk saraylarında oluşan bu üslubu “Türkistan Üslubu” olarak
tanımlıyor: “Bu üslupta şiirin sağlamlığı, genelde zarafet ve letâfet üzerinde yoğunlaşır. Lâtif ve zarif
kelimelerin seçiminde fazla sınırlayıcı değildir”. Şehriyâr, Türk yöneticilerin dili ile uyumlu, basit, anlaşılır, lirik
ve kahramanca duygulara uygun olan şiiri örneklemektedir; “Kalk ey köle! yıldırım gibi giden ve şimşek gibi
hareket eden o atı eyerle”. Şahnâme dâhil, Gazne hükümdarlığı dönemi eserleri bu üslupta yazılmıştır. 140
14. Avesta Hakkında
Sasaniler egemenliğinin erken dönemine ilişkin olarak, dinsel Avesta’ya yönelik, Orta Persçe (Part
Pehlevi) dilinde yazınsal belgeler bulunmaktadır. Bu belgelerin, ilk kez, geç Sasani dönemi ve hatta İslâmi
dönemde kaleme alındıkları, hatta ilk el yazmalarının, 13. yüzyıldan kaynaklandığı göz önünde
bulundurulmalıdır. Çok fazla geçmişte kalmış verilerin güvenirliği konusuna gelindiğinde, kuşkucu olmakta
yarar vardır. Kurumların göreneklerin ve koşulların, imparatorluk kuruluşundan itibaren yeniden inşası; ağızdan
aktarma kültürlerde, aktarmanın organik, istemeden değiştirilmesi, bilinen bir olgudur. 141
13. ve 14. yüzyıllara ait en eski tarihli Avesta 21 Nesk ve 5 Bölümden oluşmaktadır. 1761 yılına kadar
Zerdüştiler dışında kimse, Avesta alfabesi, yazısı ve Avesta’nın içeriğiyle ilgili bilgiye sahip değildi. 1761
yılında, Anquetil-Du Perron, Avesta’nın Fransızca çevirisini üç cilt hâlinde yayınlamış, bilim çevrelerinin
Avesta ile tanışmasını sağlamıştır. 1926 yılında, İbrahim-i Pürdâvud’un Gāhān metinlerini ve daha sonra da
Avesta’nın diğer bölümlerini Farsçaya çevirmesiyle birlikte, Farslar, Avesta Dili ve yazısıyla, aynı zamanda bu
kutsal metnin içeriğiyle de tanışma imkânı bulmuşlardır. 142
İslâmiyet, kitaplı dinlere hoş görülüydü. En doğudan gelen Selçuklularla birlikte “Orta Asya’dan-Orta
Doğu’ya” büyük bir coğrafya, Türk egemenliğine girmişti. Ardından Gök Tanrı inançlı İskitler, bu kez Moğollar,
ardından İlhanlılar olarak İran’a egemen olmuşlardı. Kadim Dünya’da ve İran’da Türk kültürünün baskın
karakteri, 1.000 yıl sürecekti (963-1925). Avesta yazımının, Türk-İslâm kültürünün etkisi altında biçimlenmesi
kaçınılmazdı.
1925 yılında kurulan İran-Fars devletinin en önemli kültür simgelerinden biri hâline dönüşen Firdevsi ve
eserine bir saygı olarak Horasan-Tus şehrinde Anıt Mezar-Müze (1928-1934) inşa edildi.
Şair Firdevsi’yi onurlandıran hikâyeler, İran devletinin kültürel faaliyetlerinin sonucu olarak, bütün dünya
da yaygınlık kazandı ve kabul gördü.
SONUÇ
Babek Cevanşir, (Javanshir), “Fars Dili’nin Oluşumunda Türkçe’nin Etkisi”, XI. Milli Türkoloji Kongresi Bildiri Kitabı, 11-13 Kasım
2014, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, İstanbul, 2015, cilt 1, s: 117-144.
135
A. Naci Tokmak, Telaffuzlu Türkçe-Farsça Deyimler Sözlüğü, Simurg Yayınları, İstanbul 2001.
136
Cevanşir, age, s. 117-144.
137
Clement Imbault Huart,”Deri”, İslâm Ansiklopedisi Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1945, C. 3 s. 542.
138
Tanju Oral Seyhan, “Çağatayca İki Zafername Tercümesinde Kullanılan Bazı Uzunluk Ölçüsü Birimleri”, Modern Türklük Araştırmaları
Dergisi, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara 2007, S. 2, s.117.
139
Huart, age, C. 3, s. 542.
140
Muhammed Hüseyin Şehriyar, “İran Şiirinde Uslup ve Ekoller”, çev. Fahrettin Coşkuner, Nüsha Dergisi, 2004, S. 16, s. 131-144.
141
Wiesehöfer, age, s. 226.
142
Yıldırım, age, s. 204.
134
28
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KÜÇÜKKALFA
Üç yüz yıllık Arap yönetimine karşıt, İranlılığı yücelten “Şuubiye” ortamında yetişen şair Firdevsi, İranFars değerlerini yücelten Samaniler-Samanoğulları (875–1005) sarayının “Şahname yazımı” işini, Şair
Dakiki’ye kaptırmıştı. Gazne-Türk (963-1187) sarayından da himaye görmeyen şair, yoksulluk içinde çok zor
günler geçirmişti. Saray çevrelerinden himaye görmeyen Firdevsi’nin, İran hükümdarları destanı “Şahname” için
başvuru kaynakları da kısıtlıydı. Yerel bir soylu olan Sistanlı Azad Serv’le yolları kesişen şairin eserinde, Azad
Serv’in ataları olan İskit-Saka kökenli “Rüstem, Rüstem’in ataları ve geniş ailesi”, Şahname’nin ilk yarısının
esas figürleri olmuşlardı. .
İskit-Saka destekli Orta Asya’lı Part Devleti’nin kurulması (M.Ö. 247), sonuçlarından birincisi
Makedonlar’ın-Yunanlılar’ın Orta Asya ve İran’dan kovulmasıydı. Diğeri ise İskit-Sakalar’ın Saka-İstan’a
(Sistan’a) çekilmişleri idi. Rüstem ve ataları, Saka-istan (Sekistan Sistan) hükümdarları olmuşlardı. Sözlü
kültürde olağanüstü kahramanlık hikâyeleri oluşmuş, hikâye ve şiir formunda kuşaktan kuşağa aktarılmaktaydı.
Part kahramanlık aktarımları, İran’ın geçmiş hatıralarının üzerine yığılmış, Pers hükümdarı Kirus’un hikâyesi de,
ancak Part dönemi kahramanlık hikâyelerinde yer bulmuştu. İranlıların hafızasında, Part dönemi hatıraları
zayıfladığında, Sasaniler tarafından, Part büyüklüğü ve başarısı, küçümsenerek kısaltılmış ve çarpıtılmıştı.
Partların yerine mitsel “Keyanlar” geçmiş ve İran’ın mitsel hükümdarlarının tarihi inşa edilmiştir.
1925 yılında İran Fars devletinin kurulmasıyla birlikte “ Firdevsi ve Şahname” miti hayat bulmuştu..
Ritter’in makalesine (1964) rağmen “ Firdevsi ve Şahname” mitleri sürmektedir. Sürecektir. Bu araştırmamın
gerçekler konusunda da yeni başlangıçlara sebep olmasını dileğimdir.
KAYNAKÇA
APAK, Adem, “Şuubiye” TDV İslâm Ansiklopedisi, 2010, C. 39, ss. 244-246.
APAYDIN, Ahmet, “Part (Arsak) İmparatorluğu (MÖ 247-MS 224)”, www.academia.edu (Nisan 2020,
15.00)
AŞIKPAŞAZADE, Derviş Ahmed Aşıki, Aşıkpaşazade Tarihi, haz. Cemil Çiftci, Mostar Yayınları,
İstanbul 2008.
BAHARNAZ, Mohammad Reza, Nomads, Migrating and Swallows, Gooya Books, Tahran 2006.
BARTHOLD, V.V., Moğol İstilasına Kadar Türkistan, haz. Hakkı Dursun Yıldız, Türk Tarih Kurumu,
Ankara 1990.
BENLİ, Yusuf, “Nusaybin’de Haşebiyye Devleti ve İslâm Tarihinde Yeri”, Geçmişten Günümüze
Nusaybin Sempozyumu, 27-28 Mayıs 2004, Nusaybin 2004, ss. 215-142.
BENLİ, Yusuf, “Ahilikte Şiilik Etkisi ve Ahiliğin Anadolu’da Aleviliğe Tesirleri Meselesine İlişkin Bazı
Değerlendirmeler”, Hikmet Yurdu, 2009, Yıl: 2, S. 3, ss. 147-180.
BİRUNİ, Ebu Reyhan el Biruni, Maziden kalanlar/ El Asar el Bakiye, çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları,
İstanbul 2011.
BOZAN, Metin, “I. Hicri Asır Mezhep Hareketlerinde Mardin Bölgesi” Dini Araştırmalar Dergisi, 2006,
C. IX, S. 25, s. 125-142.
BROCKELMANN, C., İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, çev. Neşet Çağatay, Türk Tarih Kurumu,
Ankara 1992.
2009.
CAMPBELL, Joseph, Doğu Mitolojisi-Tanrının Maskeleri, çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara
CEVANŞİR (Javanshir) Babek, “Fars Dili’nin Oluşumunda Türkçe’nin Etkisi”, XI. Milli Türkoloji
Kongresi Bildiri Kitabı, 11-13 Kasım 2014, Cilt I, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Ankara 2015, ss.
117-144.
1993.
CLAVIJO, Ruy Gonzales de, Anadolu Orta Asya ve Timur, çev. Ömer Rıza Doğrul, Ses Yayınları, İstanbul
CZEGLEDY, Karoly, Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri, çev. Erdal Çoban, Özne Yayınları,
İstanbul 1998.
DAFTARY, Farhad, İsmaililer, çev. Erdal Toprak, Doruk Yayınları, Ankara 2002.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
29
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
DEMİRCİ, Mustafa, “Emeviler’den Abbasiler’e Geçiş Sürecinin Bir Tanığı: Abdullah İbnü’l- Mukaffa ve
Risaletü’s Sahabesi”, D. E. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, İzmir 2005, S. XXI, ss. 117-148.
DEVLETŞAH, Devletşah Tezkiresi-Tezkire-i Devletşah, çev. Necati Lugal, Tercüman Gazetesi 1001 Eser,
İstanbul 1977.
EBERHARD, Wolfram, Çin Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1947.
ELIADE, Mircea, Şamanizm, çev. İsmet Birkan, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 1999.
ELIADE, Mircea, Dinsel inançlar ve Düşünceler Tarihi I, II, III, haz. Ergun Kocabıyık, Kabalcı Yayınevi,
İstanbul 2003.
ELİADE, Mircea, Demirciler ve Simyacılar, çev. Mehmet Emin Özcan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2003.
ELMALI, Murat, “Eski Uygur Türkçesi Metinlerinde Metamorfoz” Acta Turcica Tematik Türkoloji
Dergisi, 2012, S. 2, ss. 1-34.
ERCİLASUN, Ahmet, “Şu Destanı Hakkında”, Millî Folklor Dergisi, C. 2, S. 12, ss. 6-11; 8. Millî
Türkoloji Kongresi’nde (15-19 Eylül 1987, İstanbul) Sunulan Tebliğ; Türk Kültürü Araştırmaları, Prof. Dr. Şerif
Baştav’a Armağan, Ankara 1988, ss. 25-32
FİRDEVSİ, Şahnâme, çev. Necati Lugal, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2009.
FRYE, Richard N., Orta Asya Mirası, çev. Füsun Tayanç, Tunç Tayanç, Arkadaş Yayınları, Ankara 2009.
GROUSSET, Rene, Bozkır İmparatorluğu, çev. M. Reşat Uzmen, Ötüken Yayınları, İstanbul 1995.
2003.
GUMILEV, Lev Nikolayeviç, Hazar Çevresinde Bin Yıl, çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul
GÜNALTAY, M. Şemsettin, İslâm’da Tarih ve Müverrihler, İstanbul 1991.
GÜNALTAY, M. Şemsettin, Yakın Şark, Mezopotamya-Elam, İstanbul 1987.
1975.
HALİKARNAS BALIKÇISI (Cevat Şakir Kabaağaçlı), Anadolu Tanrıları, Yeditepe Yayınları, İstanbul
HAMMER, Joseph Von, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, İlgi Yayınları, İstanbul 2007.
HERODOT, Herodot Tarihi, çev. Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul 1991.
HUART, Clement Imbault, “Deri” İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1945, C.
3 s. 542.
İBN HALDUN, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2009.
1994.
İBN KESİR, Büyük İslâm Tarihi, El Bidaye V’en-Nihaye, çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, İstanbul
İNAYET, Alimcan, “Türklerin Uzakdoğu Siyasi ve Kültürel Tarihine Etkileri”, Ege Üniversitesi, Türk
Dünyası İncelemeleri Dergisi, İzmir 2008, C. VIII, S.1, ss. 141-147.
KANAR, Mehmet, “Firdevsi”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 1996, C. 13, ss. 125-127.
KARAİSMAİLOĞLU, Adnan, “Klasik İran Şiirine ve Şairlerine Yöneltilen İdeolojik Tenkitler: ÖvgüMedh / Fars Edebiyatının Yüzünde Utanç Damgası ve İslâm Ahlakı Tenkit Terazisinde Eski Fars Şiiri
Kitapları”, Nüsha, 2003, Yıl III, S.10, ss. 7-18.
KHABBAZI, Leili, “Türkçe-Soğdça Bir Belgenin Işığında Türkçe ve Soğdça’nın Karşılıklı Etkileşiminin
İncelenmesi”, çev. Umut Başar, Gazi Türkiyat Dergisi, 2017, Bahar 2017/20, ss. 211-223.
KSENOPHON, Kirus’un Eğitimi, çev. Furkan Akderin, Alfa Yayınları, İstanbul 2007.
KOPPERS, Wilhelm, “Etnolojiye Dayanan Cihan Tarihi Işığının Altında İlk Türklük ve İlk İndoGermenlik”, Belleten, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1995.
KÜÇÜKKALFA, Ahmet, “Hünkariler, Luristan Hünkarileri” Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi /
Forschungszeitschrift über das Alevitentum und das Bektaschitentum, 2018/ S.18, ss. 341-378.
LIGETI, L., Bilinmeyen İç Asya, çev. Sadrettin Karatay, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991.
LUGAL, Necati, “önsöz” Şehname, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1992.
30
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KÜÇÜKKALFA
MESUDİ, Muruc Ez-Zeheb (Altın Bozkırlar, çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2004.
MEZ, Adam, Onuncu Yüzyılda İslâm Medeniyeti-İslâm’ın Rönesansı, İnsan Yayınları, İstanbul 2000.
MIEROOP, Marc Van De, Antik Yakın Doğu’nun Tarihi, çev. Sinem Gül, Dost Kitabevi, Ankara 2006.
OATES, Joan, Babil, çev. Zehra Çizmeli, Arkadaş Yayınları, Ankara 2004.
OCAK, Ahmet Yaşar, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik Kalenderiler (XIV-XVII. Yüzyıllar),
Türk Tarih Kurumu, Ankara 1992.
ÖGEL, Bahaeddin, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi-1, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2015.
ÖZGÜDENLİ, Osman G., Ortaçağ Türk-İran Tarihi Araştırmaları, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2006.
ÖZOĞUL, Oğuzhan, “Pehlevî Dilinde Yaşayan En Eski Kahramanlık Anlatısı: Yâdgâr-i Zerirân”, İran
Çalışmaları Dergisi, 2019, C. 3, S.2, ss. 105-137.
REZAİAN, Farzin, Iran; Seven Faces of a Civilization, Tahran 2007.
RITTER, Helmut “Firdevsi” İslâm Ansiklopedisi-Leyden, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1964, C.4, ss.
643-649.
ROUX, J. Paul, Aksak Timur, çev. Ali Rıza Yalt, Milliyet Yayınları, İstanbul 1994.
ROUX, J. Paul, Orta Asya, Tarih ve Uygarlık, çev. Lale Arslan, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2006.
2008.
ROUX, J. Paul, Türklerin Tarihi, çev. Aykut Kazancıgil - Lale Arslan-Özcan, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul
RUBEN, Walter, Eski Metinlere Göre Budizm, çev. Lütfü Bozkurt, Okyanus Yayınları, İstanbul 2000.
SEYHAN, Tanju Oral, “Çağatayca İki Zafername Tercümesinde Kullanılan Bazı Uzunluk Ölçüsü
Birimleri” Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara 2007, S.2, ss. 116-145.
SEVİN, Veli, Yeni Assur Sanatı I./Mimarlık, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1991.
SİVRİOĞLU, Ulaş Yöre, “Pehlevice (Kadisiye Orta Farsça) Bir Tarih Coğrafya Metni, Şahrestanihâ
Eranşahr”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 2014, C. 1, S. 3, ss. 1-27.
ŞEHRİYAR, Muhammed Hüseyin, “İran Şiirinde Uslup ve Ekoller”, çev. Fahrettin Coşkuner, Nüsha
Dergisi, 2004, Yıl. 5, S.16, s. 131-144.
ŞİRZAD, Dildar Atmaca, “Klâsik Tebriz Minyatürleri (XIII-XIV. Yüzyıllar)” Türkler Ansiklopedisi, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C.8, ss. 322-327.
TABERİ, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri Ugan-Ahmet Temir, Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, İstanbul 1991.
TAŞAĞIL, Ahmet, Gök-Türkler, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2003.
TOGAN, A. Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Yayınları, İstanbul 1981.
TOKMAK, A.Naci, Telaffuzlu Türkçe-Farsça Deyimler Sözlüğü, Simurg Yayınları, İstanbul 2001.
TOKUDA, Hisaji, Uygur-Çin Ticari İlişkilerinin Gelişimi (8 ve 9. Yüzyıllarda), Ankara Üniversitesi, Tarih
Ana Bilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2010.
TEMİR, Azade, “önsöz” Şehname, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1992.
USTA, Aydın, Şamanizm’den Müslümanlığa Türklerin İslâmlaşma Serüveni, (Samaniler Devleti 8741005) Yeditepe Yayınları, İstanbul 2007.
WIESEHOFER, Josef, Antik Pers Tarihi, çev. Mehmet Ali İnci, Telos Yayınları, İstanbul 2002.
WOODS, John E., Akkoyunlular, çev. Sibel Özbudun, Milliyet Yayınları, İstanbul 1993.
YILDIRIM, Nimet, Fars Mitolojisi Sözlüğü, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2008.
YILDIRIM, Nimet, “Eski İran’da Dinler ve Dinsel İnanışlar II” Doğu Araştırmaları Dergisi, S.6, İstanbul
2010, ss. 6-25.
YILDIRIM, Nimet, İran Mitolojisi, Pinhan Yayınları, İstanbul 2012.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
31
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
EKLER:
Resim 1: Omuzlarından yılan çıkan Arap asıllı hükümdar Dahhâk, (Resim 2’den detay)
Resim 2: İran Türk Sarayı dekorunda omuzları yılanlı Arap asıllı hükümdar Dahhâk,
16. yüzyılın ilk yarısı, Tahran Museum of Contemporary Art.
32
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
Şah Tahmasb Şahnamesi (v.26)
AHMET KÜÇÜKKALFA
Resim 3: Türk yaşamı dekorunda Demavend dağına hapsedilen Arap asıllı hükümdar Dahhâk,
Baysungur Şahnamesi, 1429, Gülistan Palas-Tahran
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
33
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
Resim 4: Şah İsmail II Şahnamesi, 1576, Rıza Abbas Museum-Tahran
Gazne sarayı şairlerinin üstadı Unsuri, şairler Ascedi ve Ferruhi ile toplantı halinde, Firdevsi tanışmak için bekliyor.
(Bkz. Devletşah, age. s.86)
34
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KÜÇÜKKALFA
Resim 5: Horasan Tus Şehrinde Firdevsi Anıt-mezarı ve Heykeli
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
35
FİRDEVSİ VE ŞAHNAME’NİN KAYIP HİKÂYELERİ
36
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
Cilt/Volume 3, Sayı/Issue 5, Ocak /January 2021, ss. 37-48.
Geliş Tarihi–Received Date: 17.09.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 03.10.2020
ARAŞTIRMA MAKALESİ – RESEARCH ARTICLE
BERKE HAN DÖNEMİNDE İSLAM DİNİNİN ALTIN ORDA DEVLETİ’NE ETKİSİ
FURKAN KUTLU *
ÖZ
Cengiz Han liderliğinde bir araya gelen Türk ve Moğol kabileleri, XIII. yüzyılda başlayan fütuhatları
neticesinde Asya kıtası da dâhil Avrupa, Anadolu ve Ortadoğu topraklarının bir kısmını istila etmeyi
başarmışlardır. Gerçekleştirilen faaliyetler sonucunda Cengiz Han’ın torunu Batu Han liderliğinde, 1237-1241
yılları arasında başlatılan batı seferi ile birlikte Volga nehrinin kıyısında Altın Orda Devleti kurulmuştur. Cuci
neslinin kurmuş olduğu bu Türk-Moğol devleti, diğer Cengizli devletlerinden farklı birtakım özellikleri içinde
barındırmaktadır. Bu farklı özelliklerden biri İslam dinini ilk kabul eden Cengizli devleti olmasıdır.
Müslümanlığın daha önceleri Volga bölgesine VIII. yüzyılda gelmesinin Altın Orda’nın İslam dinine girmesinde
etkisi çok büyük olmuştur. Altın Orda Devleti’nin İslam dinine girmesi ve yayılmasında Yeseviliğin alt
dallarından biri olan Kübreviyye tarikatının Bâharziye kolunun etkili olduğu bilinmektedir. Muhtelif
kaynaklarda Berke Han’ın Müslüman olması ile ilgili de çok çeşitli bilgiler bulunmakta ve araştırmacılar
arasında da çok tartışılan bir konu olmaktadır. İslam dinini benimseyen Berke Han’ın hükümdar olduğu yıllarda
devletin dış siyasetinde önemli bir takım değişiklikler meydana gelmiştir. Nitekim Berke Han, kendi öz
kuzeninin kurmuş olduğu İlhanlı Devleti’ne Abbasi hilafetini yıkıp halifeyi öldürdüğü gerekçesiyle karşı bir
harekât başlatmış ve bunun için de Memlüklü Devleti ile ittifak içerisinde bulunmaktan kaçınmamıştır. Söz
konusu bu ittifak neticesinde Altın Orda Devleti’ne birtakım ünlü din âlimleri gelmiş ve ülkede İslam’ın
yayılmasına katkıda bulunmuşlardır. Muhtelif kaynaklardan edinilen bilgiler ışığında Berke Han dönemi için
ülkenin dış politikasının değişmesinde İslam dininin önemli bir etkisinin bulunmadığı, Berke Han’ın İslam dinini
politik bir araç olarak kullandığına ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Özellikle Altın Orda ve İlhanlılar arasında
ihtilaflı bölge olan Azerbaycan ve Kafkasya topraklarında yaşanan gelişmeler Berke Han’ın Memlüklüler ile
ittifak girişiminde bulunmasına neden olmuştur. Türkiye’de Altın Orda tarihi üzerine yapılan araştırmalar
yüzeysel olmakla birlikte İslam dininin devlete olan etkisi de çok kısıtlı sayıda incelemeye konu edilmiştir.
Araştırılan konular daha çok Moğolların İslamiyet’e girmeleri ve Altın Orda hükümdarlarının İslam dini için
yaptığı birtakım İslami faaliyetler üzerine olmuştur. Bu çalışmanın amacı literatür eksiliğinden dolayı oluşan
boşluğu doldurmak ve özellikle İslam dininin Altın Orda Devleti’nde yarattığı etkinin daha iyi anlaşılmasını
amaçlamaktadır. Söz konusu çalışmada ilk olarak Altın Orda Devleti’nin kurulmadan önce İslam dininin Volga
bölgesine nasıl yayıldığı ve Altın Orda Devleti kurulduktan sonra İslam dinine geçişi arasındaki bağlantı ortaya
koyulacaktır. Akabinde Berke Han’ın İslam dinine girmesi üzerine yer alan tartışmalar gün yüzüne çıkarılıp bir
sonuca varılmaya çalışılacaktır. Ayrıca Müslümanlığı kabul eden Berke Han döneminde İslam dininin Altın
Orda Devleti’ne etkisi ve bununla beraber dini politik bir araç olarak kullanıp kullanmadığına ilişkin tartışmalara
da bir cevap aranacaktır.
Anahtar Kelimeler: Altın Orda Devleti, Berke Han, İslam, İlhanlılar, Memlüklüler.
THE EFFECT OF ISLAMIC RELIGION IN THE GOLDEN HORDE STATE DURING THE
REIGN OF BERKE KHAN
ABSTRACT
The Turkish and Mongolian tribes, who came together under the leadership of Genghis Khan, succeeded in
invading parts of the European, Anatolian and Middle Eastern lands, including the Asian continent, as a result of
their conquests that began in the 13th century. As a result of these devastating invasions, the Golden Horde State
*
Yüksek Lisans Öğrencisi, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, E-Posta:
furkankutlu81@gmail.com ORCID ID: 0000-0003-0707-0805
BERKE HAN DÖNEMİNDE İSLAM DİNİNİN ALTIN ORDA DEVLETİ’NE ETKİSİ
was established on the banks of the Volga river as a result of the western expedition initiated between 1237-1241
under the leadership of Batu Khan, the grandson of Genghis Khan. This Turkish-Mongolian state, founded by
the Cuci generation, has some characteristics different from the other Genghisian states. One of these different
features is that it was the first Genghisian state to adopt the religion of Islam. The arrival of Islam in the Volga
region in the 8th century had a great effect on the Golden Horde's conversion to Islam. It is known that the
Bâharziye branch of the Kübreviyye order, which is one of the sub-branches of Yeseviyya, was effective in the
conversion of the Golden Horde to Islam and its spread. There is various information about Berke Khan's
conversion to Islam in various sources, and it has been a highly debated issue among researchers. During the
years when Berke Khan, who adopted the religion of Islam, was ruler, some important changes occurred in the
foreign policy of the state. As a matter of fact, Berke Khan started a further operation against the Ilkhanid State
founded by his own cousin that he destroyed the Abbasid caliphate and killed the caliph, and for this they did not
hesitate to ally with the Mamluk State. As a result of this alliance, some famous religious scholars came to the
Golden Horde state and contributed to the spread of Islam in the country. In the light of the information obtained
from various sources, there is information that the religion of Islam did not have an important effect on the
change of the foreign policy of the country for the period of Berke Khan, and that Berke Khan used Islam as a
political tool. Especially the developments in Azerbaijan and the Caucasus lands, which were the disputed
regions between the Golden Horde and the Ilkhanians, caused Berke Khan to attempt an alliance with the
Mamluks. The research on the history of the Golden Horde impact on the state of Islam in Turkey is superficial,
also investigated insufficiently. The researched subjects mostly focused on the conversion of Mongols to Islam
and some Islamic activities carried out by the rulers of the Golden Horde for the religion of Islam. The aim of the
study in question is to fill the gap caused by the lack of literature and especially to better understand whether the
religion of Islam has an effect on the Golden Horde. In the aforementioned study, first of all, the connection
between how Islam spread to Volga region before the Golden Horde was established and the conversion to Islam
after the Golden Horde was established will be revealed. Subsequently, discussions on Berke Khan's conversion
to Islam will be brought to light. In addition, an answer will be sought for the discussions about the effect of
Islam on the Golden Horde state during the period of Berke Khan, who accepted Islam, and whether he used
religion as a political tool.
Keywords: Golden Horde State, Berke Khan, Islam, Ilkhanids, Mamluks.
GİRİŞ
Türk-Moğol hükümdarları arasında İslam dinini ilk kabul eden Berke Han dönemine geçmeden önce ilk
olarak İslam dininin Moğol istilaları öncesinde Altın Orda sahasına nasıl geldiği hakkında kısa bir giriş yapmak
yerinde olacaktır. Volga boyunda İslam dininin varlığına dair ilk kayıtlar Hazar Kağanlığı ile İdil Bulgar
Kağanlığı zamanına kadar uzanmaktadır. İslam dini mensuplarının VIII. yüzyılın ikinci yarısında Aşağı Volga,
Ortadoğu ve Orta Asya bölgesinde fazla bir nüfusa sahip olduğu görülmektedir. Özellikle Hazar başkenti olan
Etil şehrinde 10 binden fazla Müslüman ve 30’a yakın caminin var olduğu bilinmektedir. Hazar coğrafyasının
İslam ülkeleri ile olan siyasi, ticari ve ekonomik münasebetleri, İslam dininin bu ülkede özellikle dünyanın dört
bir yanından tüccarların akın ettiği başkent Etil şehrinde yayılmasını sağlamıştır. 1 Muhtelif kaynaklarda İslam’ın
Volga bölgesinde kabul edildiği yıl 922 olarak belirtilmekle birlikte Rus araştırmacı Viktoroviç, E. A.
Halikova’nın düşüncesinden hareketle arkeolojik kanıtların İslam’ın Volga bölgesinde daha önceki yıllarda
nüfuz ettiğini kaydetmektedir. 2 Nitekim IX. yüzyılın sonlarına doğru Türkistan’dan ve diğer İslam dünyasından
Volga bölgesine doğru gelen tüccarların etkisiyle bu bölgede İslam dini ve kültürü giderek yayılmaya başlamış
ve bununla beraber İtil Bulgarları, Almış Han’ın İslam’ı benimsemesiyle de İslam’ı benimseyen ilk Müslüman
Türk devleti unvanına sahip olmuştur. 3 Hiç şüphesiz İslam dininin bu kadar erken bölgeye gelmiş olması
kendisinden sonra kurulacak olan Altın Orda Devleti’nde İslam’ın yayılmasına kolaylık sağlayacaktır.
Volga bölgesinde İslam kültürünün yerleşip yaygınlaşmasında önemli rol oynayan İdil Bulgar Kağanlığı,
Kiev ve diğer Rus knezlikleri ile hem siyasi hem de ticari ilişkilerde bulunmasının yanı sıra bölgede çok yoğun
mücadeleler yaşanmıştır. Bu mücadelelerde çoğu zaman Bulgar Kağanlığı galip gelse de Ruslar, Moğol istilaları
öncesinde Bulgarlara karşı üstün konuma gelmeyi başarmışlardır. 4 Söz konusu bu üstünlük İdil Bulgarlarının
gücünü zayıflatmakla birlikte İslam dini, Hristiyan Rusların karşısında yok olma tehlikesi ile karşı karşıya
1
Murat Eldarov, İslamiyet’in Hazarlar Arasında Yayılması, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Kayseri 2006, s. 47.
2
Vasilev Dimitriy Viktoroviç, İslam v Zolotoy Orde (İstoriko- Arhelogiçeskoe İssledovanie), Federalnoe Agentstvo po Obrazovaniü
Astrahanskiy Gasudarstvennıy Universitet, Astrahan 2007, s. 7-8.
3
Akdes Nimet Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara
1972, s. 115.
4
Akhun Telli Korkmaz, Altın Orda Devleti’nde Din, Berikan Yayınevi, Ankara 2018, s. 96.
38
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
FURKAN KUTLU
kalmıştır. Tarihî kayıtlar incelendiği zaman Moğolların, Asya, Avrupa hatta Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasında
yaptıkları yıkımlar ile müthiş bir korku saldıkları bilinen bir gerçektir. Ancak Avrupa’ya 1237-1241 yılları
arasında sefer düzenleyen Batu komutasındaki Moğol ordularının, Bulgar topraklarında ve özellikle Rus
knezliklerinde yaptığı yıkımlar her ne kadar kötü olarak algılansa da aslında istila sonrasındaki gelişmeler Volga
boyunda İslam dininin daha güçlü bir şekilde ayakta kalmasına zemin hazırlamıştır. 5
Moğol fetihleri sonucunda Deşt-i Kıpçak bölgesine gelen Moğollar ve Türkler arasında yaygın olan din
Şamanizm yani pagan dinidir. Altın Orda Devleti’nin hâkimiyeti altındaki topraklarda Rus knezliklerinin olduğu
bölgelerde Hristiyan, Harezm ve Volga boyunda ise İslam dini hâkimdir. Cuci Ulusu’nun, uzun zaman önce
İslamlaştırılmış bölgelere girmesi, İslam'ın ve Müslümanların devlet ve kamu kurumlarının oluşumunda,
şehirlerin ve el sanatlarının, ticaretin ve kültürün gelişmesinde önemli katkıları olmuştur. Moğolların Müslüman
bölgesine hâkim olup İslam dininin etkisi altında kalmasının yanında Hristiyan bölgesine hâkim olması sebebiyle
Hristiyanlığın etkisinde de kaldığı söylenebilir. Örnek olarak Altın Orda Han’ı Sartak, Batu Han’ın sağlığında
Rus knezlikleriyle ve Ermeni Prensleriyle ilişki kurmuş, aynı zamanda Latin dünyası ile de ilişki halinde
olmuştur. Moğolların Hristiyanlaştırılması ve Batı dünyasının düşmanı olan Müslümanların üzerine saldırma
planları yapan Avrupa devletlerinin, Sartak’ın Hristiyanlık dinini benimsemesi haberini büyük bir sevinçle
karşılamışlardır. 6 Hristiyanlık dini devletin dış politikasını etkilemiş olsa da daha kalıcı olan ve devletin yapısını
en çok etkileyen din İslam dini olacaktır.
“Doğu Avrupa’dan İrtiş Irmağına kadar uzanan sahadaki bölünmüş yapıyı tek bir çatı altında birleştiren
Cuci Ulusu, büyük bir ekonomik ünitenin doğmasına neden olmuştur. Bu ekonomik ünite, iktisaden doğuya olan
bağımlılığı aynı zamanda kültürel olarak, özellikle hâkim unsur Türk-Moğolları, doğunun etkisine açık bir
durumda tutmaktaydı. Bu durum Altın Orda sahasında sözü edilen Harezm’den yönlendirilen İslamlaşmayı
hızlandıran süreci yaratmıştır.” 7 Bu hızlandırma sürecinin ilk aşaması ise Berke Han döneminde başlayacaktır.
Bu makalede Altın Orda Devleti’nde ve diğer Cengiz Han’ın kurduğu Büyük Moğol İmparatorluğu’nun
bakiyeleri arasında İslam dinini ilk kabul eden Berke Han’ın Müslümanlığa nasıl geçtiği konusu ele alınacak ve
İslam dininin devlete olan etkisi gözler önüne serilecektir.
1. Berke Han’dan Önce Altın Orda Devleti’nde Dinî Durum ve İslam Dinini Seçme Konusu Üzerine
Bazı Mülahazalar
Berke Han döneminde Altın Orda artık büyük bir devlet konumuna yükselmiş ve hem Altın Orda tarihinde
hem de Büyük Moğol İmparatorluğu bünyesinde önemli olayların yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu önemli
olaylardan biri çalışmanın konusunu oluşturan İslam dinini seçme meselesidir. Çeşitli kaynaklarda Berke Han’ın
İslam dinini seçmesiyle ilgili olarak bir takım farklı bilgiler göze çarpmaktadır. Berke Han’ın Müslüman
olmasından önce Altın Orda Moğolları’nın dini hakkında bilgiler vermek yerinde bir tutum olacaktır. Çünkü
kendisinden önceki hanların dini görüşleri hakkında verilen bilgiler devletin İslamiyet’e geçmesinde çok etkili
olduğu saptanmıştır. İlk Altın Orda Han’ı Batu Han’ın inancı hakkında çeşitli müelliflerin verdiği bilgiler Batu
Han’ın dini algısının tam bir hoşgörü politikası üzerine olduğunu göstermektedir. Özellikle İslam dinine
gösterilen bu hoşgörü politikası, Berke Han’ın hem İslam dinini hem de iktidara gelmesinde etkili olmuştur.
Müslüman tüccarlar ve aydınlarının her zaman saygı ve hürmet gösterdikleri bir Moğol hükümdarı olan
Batu, yakın çevresine birçok Müslüman müşavir almış, onların birçoğunu devlet işlerinde görevlendirmiş, ayrıca
çeşitli ülkelerden başkent Saray şehrine gelen Müslüman tüccarlara da çok büyük önem vermiştir. 8 Bu şekilde
ülkede ticaret canlanmakla birlikte ülkeye çok sayıda Müslüman tüccarın gelmesine neden olmuştur. Batu
Han’ın saltanatında basılan ilk Altın Orda parası incelendiği zaman sikkenin üstünde Abbasi Halifesi Nasır ed‐
din’in adı göze çarpmaktadır. Söz konusu bu basılan sikke, Saray ve Saratov gibi pek çok Altın Orda şehrinde
rastlanılmakla birlikte burada Batu Han’ın (1225‐1255) bölgede yaşayan Müslüman halkın eğilim ve sosyokültürel altyapılarına uygun olarak Türk‐İslam geleneğini sürdürmek için Abbasi Halifesinin adını kullanmış 9
olması oldukça önemli bir husustur. Atalarının dinine mensup olup sikkeyi, Abbasi Halifesi adına bastırmış
olmasının bir diğer nedeni de ticaretin ön plana çıkmış olmasıdır. Altın Orda topraklarında İslam’ın yayılması
Müslüman tüccarlarla doğrudan bir bağlantısı olduğu çok açıktır çünkü şehirlerin büyümesiyle ve kalabalığın
Müslümanlaşması ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır.
5
Abdullah Gündoğdu, “Altın Orda Sahasında İslamlaşma ve Sonuçları”, Volga Ural Bölgesinde İslam Medeniyeti İkinci Milletlerarası
Sempozyum Bildirileri, IRCIA (Proceedings of The Second International Symposium on Islamic Civilasition in Volga-Ural Region) Kazan,
Tataristan, 24-26 Haziran 2005, s. 235.
6
Altay Tayfun Özcan, “Sartak Han”, Tarihin ve Tarihçinin İzinden: Kazım Yaşar Kopraman Armağanı, TKAE Yayınları, Ankara 2014, s.
175-176.
7
Gündoğdu, agm, s. 235.
8
Zekeriya Kitapçı, Türk Moğol Boyları Arasında İslâmiyet, Yedikubbe Yayınları, Konya 2005, s. 232-233.
9
Ekrem Kalan, “Nümismatik Materyallere Göre İslamlaşma Sürecinde Altın Orda Hanlarının Kullandığı İsim ve Unvanlar (1227-1357)”,
Karadeniz Araştırmaları, C. IX, Ankara 2012, s. 26.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
39
BERKE HAN DÖNEMİNDE İSLAM DİNİNİN ALTIN ORDA DEVLETİ’NE ETKİSİ
Şehirlerin büyümesine paralel olarak Altın Orda şehirlerinin dönemin en önemli ticaret merkezlerinden biri
haline gelmesi, daha Batu Han’ın döneminde bu bölgelere çok sayıda tüccarın gelmesine neden olmuştur.
Hanların şehirlerdeki ticareti geliştirmek için bir dizi politikalar izlemesi, tüccar sınıfı ile hanları bir birbirine
yakınlaştırmıştır. 10 Tüccar sınıfının içinde yoğun bir Müslüman nüfusu olduğunu düşünürsek halife adına
bastırılan para hem ticaretin artmasına sebep olacak hem de ülkede Müslüman tüccarların etkisini arttıracaktır.
Bu etki en iyi Berke Han döneminde anlaşılacaktır.
Gulusya Galiahmetova çalışmasında Cüzcani’den bir alıntı yaparak “Batu gizlice Müslüman oldu, ama
bunu açıklamadı ve İslam'ın takipçilerine tam bir güven verdi.” ifadelerini kullanmıştır. 11 Tabii ki diğer muhtelif
kaynaklarda Batu’nun Müslümanlığına dair bilgi bulunmazken, Viktoroviç, Cüzcani’nin Batu’nun cenaze töreni
hakkında Müslüman geleneklere göre gömülmediğini belirtmiş olmasını çalışmasında özellikle vurgulamıştır. 12
Batu Han’ın cenaze töreni ile ilgili muhtelif kaynakların incelenmesinden çıkan sonuca göre Batu Han 1255
sonları veya 1256 başlarında vefat etmiş, Şamanist olduğu için kendisine atalarının ananesine uygun bir şekilde
merasim yapılmıştır. Mezarı bilinmeyen bir yerde hazırlanmış, eşyaları, atı ve silahlarıyla birlikte gömülmüştür.
Üzerinde saatlerce at koşturularak mezar yerinin kaybolması sağlanmıştır. 13
Batu’nun ölümünden sonra Altın Orda’nın yönetimi oğlu Sartak’ın eline geçmiştir. Ancak hâkimiyeti kısa
sürmüş ve ardından Berke Han, 1256 yılında devletin başına geçmiştir. Sartak ile ilgili olarak söz konusu
çalışmanın giriş kısmında da belirtildiği üzere Hristiyanlık dinine geçmesinden başka bir bilgi yoktur. Berke
Han’ın İslam dinini seçmesiyle ilgili olarak Sayın, İhsan Arslan, Ebu’l Gâzi’nin “Seçere-i Türk” adlı eserinden
alıntı yaparak, onun tahta çıktıktan sonra kabul ettiğini öne sürmektedir. “Ona göre Berke bir gün ağabeyi Batu
Han tarafından inşa ettiren Saray şehrine giderken yolda Buhara’dan gelen büyük bir kervana rast gelmiştir.
Kervanın içinde iki tacir ile sohbet etmek için bir köşeye çekildikten sonra onlara İslami hükümler hakkında
birtakım sorular sormuştur. Tacirler, İslam dini hakkında öyle ikna edici cevaplar verirler ki Berke tam bir
samimiyetle onların söylediklerine inanmış ve İslam’ı kabul etmiştir.” 14
Tarihî bulgular arasında önemli bir yer tutan destanlar, dönem olaylarının aydınlatılmasında önemli birer
kaynak niteliğinde olmuşlardır. Altın Orda ve Kazakistan tarihi açısından önemli bir destan olarak atfedilen
“Cengizname” adlı destanda bunlardan birisidir. Ötemiş Hacı tarafından kaleme alınan “Cengiznâme” adlı
eserde Berke Han’ın Müslüman olması ile ilgili şöyle bir rivayet anlatılmaktadır. “Berke Han anasından
doğduğundan beri Müslümandı. Dünyaya geldiği o yerde, öz anasının sütü ve başka kâfir kadınlarının sütünü
emmedi. Kâhinler ve bilginler fal baktılar ve şöyle dediler; Bu Muhammedi’dir. Muhammedî olan kâfir kadının
sütünü emmez. Bunu söyledikleri zaman Müslüman bir kadını râzı edip getirdiler. Berke Han o kadının sütünü
emmeye başladı.” 15
Garustoviç konuyla ilgili olarak Arap tarihçi Nüveyri’den bir alıntı yaparak “Berke Müslüman oldu ve
onun İslam'ı güzeldi. İnanç fenerini inşa etti, Müslüman ayinleri kurdu, kadıları onurlandırdı, onlara yaklaştı...
ve devleti içinde bir cami ve okul inşa etti...Karısı Çiçek Hatun da Müslüman oldu; kendisi ile birlikte taşıdığı
çadırlardan bir cami yaptı” ifadelerine çalışmasında yer vermiştir. Bununla birlikte, Arap yazarlar sürekli olarak
Altın Orda nüfusunun kütlesinin Han Berke ile birlikte Müslüman dini kabul ettiğini belirtmişlerdir. 16
İhsan Arslan ve Tiesenhausen çalışmalarında İbn Haldun ve Aynî’den alıntı yaparak, Berke Han’ın
Müslüman olması konusunu şöyle anlatmaktadırlar.
“Berke, İslam’ı Necmeddin Kübra’nın öğrencilerinden Şemseddin Baherzî vesilesi ile kabul etti.
Baherzî Buharâ’da otuuyordu. Berke’ye İslam’ı kabul etmesi için teklifte bulundu. Berke İslam’ı kabul
etti ve gönderdiği bir yarlıkta ona başka alanlarda dilediği şekilde hareket etme hürriyeti verdi. Baherzî
bunu kabul etmeyince, Berke, onunla görüşmek üzere Buharâ’ya gitti. Berke Han Buhârâ’ya geldikten
sonra şeyhin dergâhına geldi ve orada beklemeye alındı. Sabaha kadar şeyhin huzuruna alınmadı. Hatta
aradan üç tam gün geçmesine rağmen, o hâlâ şeyhin huzuruna kabul edilmedi. Daha sonra dergâh ileri
gelenleri Berke Han’ı şeyhin huzuruna çıkardılar. Berke Han, şeyhin ayağını öptü. Bu çok müstesna bir
görüşme olmalıydı. Berke Han, şeyhin huzurunda Müslüman olduğunu bir kez daha yineledi. Onun
yanında bulunan emirlerden bir grup da Müslüman oldu. Bunun üzerine şeyh ona İslam’ı yayma görevini
10
Viktoroviç, age, s. 16.
Gulusya Galiahmetova, İslam v Zolotoy Orde: Traditsii Religioznovo Opıta, Akademia Nauk Respukliki Tataristan İnstitut İstorii im. Ş.
Mercani Tsentr İssledovaniy Zolotoyordınskoy Tsivilizatsii, Kazan 2007, s. 52.
9
Viktoroviç, age, s.17.
13
Mustafa Kafalı, “Batu Han”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 5, İstanbul 2012, s. 209.
14
İhsan Arslan, Moğollar Arasında İslamiyet’in Yayılışı, Onur Akademi, İstanbul 2018, s. 236.
15
Ötemiş Hacı, Cengiznâme, haz. Tuncer Gülensoy, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2020, s. 34-35.
16
G. H. Garustoviç, “Religioznaya Situatsiya v Zolotoy Orde: Glazami Sovremennikov”, İslam i Vlast v Zolotoy Orde, Akademia Nauk
Respublikası Tatarstan, Kazan 2012, s. 84.
11
40
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
FURKAN KUTLU
verdi. Berke Han da İslam’ı kendi halkı arasında yaydı, yönetimi altındaki bütün alanlarda mescidler ve
medreseler yaptırdı, bilgin ve fakihlerin gönlünü kazanarak kendileriyle dost oldu.” 17
Berke Han’ın İslam dinini seçmesi hakkında kaynaklarda sık sık geçen bilgiler İbn Haldun ve Aynî’nin
verdikleri bilgilerdir. İki müellifin verdikleri bilgiler her ne kadar abartılı bir üslupla anlatılmış olsa da Berke
Han’ın Şeyh Baharzî’nin yanına Buhara’ya gidip onun müridi olabileceği kabul edilebilir bir bilgidir. Ancak
verdikleri bilgilerden anlaşıldığı üzere Berke Han’ın, İslam dinini seçerken Müslüman kimliğini kendi Moğol
kimliğinden daha üstün tuttuğu anlaşılmaktadır. İbn Haldun ve Aynî’nin kaydettiği anekdottan onun daha önce
İslam dinine girdiği ve Şeyh Baharzî’nin karşısında Müslüman olduğunu yinelediği vurgulanmaktadır. Bu
bilgiye göre iki müellif de Berke Han’ın daha önceden İslam dinine girip Müslüman olduğunu kabul etmektedir.
İbn Haldun ve çağdaşı olan diğer müverrihlerin verdikleri bilgilerden farklı olarak Cüzcani’nin ve El
Ömerî’nin kaydettiği bir takım değerli bilgiler dikkate şayan niteliktedir. Jean Richard’ın Cüzcanî’den aktardığı
bilgiler doğrultusunda Hülagu'nun Bağdat’ı kuşattığı esnada şu bilgiyi halifeye göndermiştir. “Amcam Berke,
Şeyh Seyfeddin. Baharzî'nin tesiri ile Müslüman oldu”, böylece Jean Richard, Cüzcanî’den aktardığı bilgiden
hareketle, Berke’nin İslam dinini seçmesinde Buhara’daki ünlü Şeyh’in daha sonraları onun üzerinde etkili
olduğunu söylemektedir. 18 Malov, Malışev ve Rakuşi’nin Altın Orda Devleti’nde dinler konusu üzerine yaptığı
çalışmada, El Ömerî’yi kaynak göstererek Berke Han’ın 1240’lı yılların sonunda Mengü’yü büyük kağanlık için
desteklemesi sonrasında Moğolistan’dan dönüş yolunda Buhara’ya gelip, Şeyh Baharzî’yle yakınlaşıp onun
etkisi altında İslam’ı kabul ettiğini vurgulamaktadırlar. 19 Doğulu tarihçilerin verdikleri bilgilerde biraz
farklılıklar olsa da tarihî kayıtlardan anlaşıldığı üzere Berke Han’ın İslam dinini seçip Müslümanlığı
benimsemesinde Necmeddin Kübra’nın müridi Baharzî’nin etkisinin büyük olduğu anlaşılmaktadır.
Baharzî hakkında kaynaklarda yazılanlara göre Moğolların ona “Ulu şeyh” unvanı verdikleri
bilinmektedir. Bazı menkıbelerde yazılanlara göre Batu Han ile Hülagu Han da onun vasıtasıyla Müslüman
olmuşlar, ancak bunu gizli tutmuşlardır. Bütün bunlar şeyhi Necmeddîn-i Kübrâ’yı öldürmüş olan Moğolların
Baharzî’ye büyük bir saygı duyduklarını göstermektedir. Sağlığında şöhreti ve tesiri geniş sahalara yayılan ünlü
mutasavvıfa “Bâharziyye” adlı bir tarikat nisbet edilmektedir. Halifelerinden Bedreddîn-i Semerkandî’nin
müritlerinden Şeyh Necîbüddin vasıtasıyla etkisi Hindistan’da da yayılmıştır. 20
Çeşitli Rus kaynaklarında ise Berke Han’ın Müslüman olmasında annesinin etkisinin olduğu ifade
edilmektedir. Örnek olarak Poçekayev’in Altın Orda Hanları’nın biyografileri üzerine yazdığı eserde konuyla
ilgili olarak annesi Sultan Hatun’un etkisinden bahsetmektedir. Cengiz Han ile Alaeddin Muhammed Harzemşah
arasında yaşanan Otrar hadisesinden sonra Alaeddin Harzemşah’ın kızı Sultan Hatun ve annesi Terken Hatun
Cengiz Han’a esir düşmüşlerdir. Akabinde müellif, Cengiz Han’ın oğlu Cuci ile Sultan hatunu evlendirdiğinden
ve Berke, Berkeçar, Buri’nin Müslüman geleneklerine göre yetiştirilmiş olduklarından bahsetmektedir. 21 Aynı
şekilde A. N. İvanov da Berke Han’ın Müslüman dininin kabul etmesindeki nedeni, kardeşleri Berkeçar ve
Buri’yle birlikte anneleri Sultan Hatunun Müslüman olduğunu görerek etkilenmiş olacağını ifade etmiştir. Rus
araştırmacı Garustoviç de bu görüşlere yakın bir görüş sunmakta ve Berke Han’ın, Altın Orda’nın hükümdarı
olmadan önce İslam'ı kabul ettiğini, henüz Han olmadan Bağdat halifesi ile irtibata geçip, halifeden bir hediye
olarak kendisine gönderilen onurlu kıyafetleri defalarca giydiğini ifade etmiştir. 22
Berke Han’ın Müslüman olmasıyla ilgili olarak kaynaklarda yer alan farklı bilgiler tasnif edildiğinde
Doğulu yazarların gözünden meseleyi değerlendiren bazı Rus araştırmacılar, Berke Han’ın Necmeddin
Kübra’nın öğrencisi Şemseddin Baharzî aracılığıyla Müslüman olduğu kanaatindedirler. Ebul Gazi’nin
Müslüman tacirler vasıtasıyla Müslüman olduğu bilgisi ülke içerisinde tüccar sınıfın etkisini göstermesi
bakımından önemlidir ancak Berke’nin Müslüman olmasını tek bu bilgiye dayandırmak yanlıştır. Batılı
yazarların yani Rus araştırmacıların geneli ise Berke Han’ın çocukluğundan beri Müslüman olduğunu
vurgulamışlardır. Bununla birlikte söz konusu bilgiler tahlil edildiği zaman, Berke Han’ın çocukluğunda annesi
vasıtasıyla İslam dinini tanıdığı ve ilerleyen yaşında ise Şemseddin Baharzî aracılıyla İslam dinini kabul ettiği
sonucuna varılmıştır. Çocuk yaşlarda İslam’ı tanımış olması Baharzî’nin etkisi altında kalmasını oldukça
kolaylaştırdığı söylenebilir. Ötemiş Hacı’nın Berke’nin Müslüman olması konusunda verdiği bilgiler destansı ve
abartılı olmakla birlikte onun han olmadan önce İslam dini ile tanışmış olduğunu göstermesi bakımından oldukça
önemlidir.
17
Arslan, age, s. 238; Tiesenhausen, Altınordu Devleti Tarihine Ait Metinler, çev. İsmail Hakkı İzmirli, Maarif Matbaası, İstanbul 1941, s.
354.
18
Jean Richard, “Berke Han’ın İslam’a Girişi ve Altın Orda Hanlığında İslamiyet’in Yayılışı”, çev. Abdulkadir Yuvalı, Türk Kültürü, S. 306,
1988, s. 635.
19
N. M. Malov, A. B. Malışev, A. İ. Rakuşin, Religiya v Zolotoy Orde, Saratovskiy Gosudarstvennıy Universitet, 1998, s. 96.
20
Süleyman Uludağ, “Bâherzî, Seyfeddin”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 4, İstanbul 1991, s. 475.
21
R. Yu. Poçekaev, Tsari Ordınskie Biyografii Hanov i Praviteley Zolotoy Ordı, Evraziya, S. Petersburg, 2012, s. 33.
22
G. H. Garustoviç, “Srednevekovıe Avtorı O Rasprostranenii İslama v Uluse Cuci”, Vestnik Akademia Nauk, V.17, no.3, Başkurdistan,
2012, s. 57.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
41
BERKE HAN DÖNEMİNDE İSLAM DİNİNİN ALTIN ORDA DEVLETİ’NE ETKİSİ
2. Berke Han Dönemi İslam Dininin Altın Orda Devletine Etkisi
İlk Müslüman Berke Han’ın saltanatı altında Altın Orda Devleti’nde meydana gelen değişiklikler,
toplumda kalıcı ve derin eğilimlere neden olmuştur. Tahtta bir putperest görmek istemeyen Harezm-Bulgar
Müslüman din adamları, İslam'ın bir destekçisini görmek istedikleri için Berke Han’a destek vermişlerdir.
Bundan dolayı, Batu Han’ın ölmesinin ardından oğlu Sartak’ın (Büyük Moğol Kağanı Mengü’nün adayı)
taraftarları ile Berke’nin taraftarları (Cuci Ulusu’nun ona bağlı aristokratları) arasında çatışma çıkmıştır. 1259
yılındaki kısa süreli siyasi gerilim neticesinde zafer ne Sartak, ne onun oğlu Ulakçı, ne de annesi Borakçina’nın
olmuş kazanan Berke Han’ın tarafı olmuştur. 23
Altın Orda tahtına Berke Han’ın çıkmasıyla Müslüman tüccarlar gerçekten de tüm devlet kurumlarına
erişim sağlamışlar ve Müslüman din adamlarının önünde misyonerlik faaliyetleri için geniş bir alan açılmıştır. 24
Cuci Ulusu'nda, özellikle de Kıpçak Türkleri arasında İslamlaşmanın ilk aşamasını geçmiş olan bazı bölgelerde
İslam aktif bir şekilde yayılmaya başlamıştır. 25 Berke Han’ın İslam dininin yayılması konusunda yaptığı
faaliyetlerde herhangi bir zorlama teşebbüsünün bulunmadığı görülmektedir. Batu Han döneminde çeşitli dinlere
karşı gösterilen hoşgörü politikasının, Berke Han döneminde de devam ettiği anlaşılmaktadır. Tarihî kayıtlarda
Berke dönemi ile ilgili olarak 1261 yılında başkent Saray şehrinde bir piskoposluğun kurulduğu bilinmektedir.
Ayrıca Papazlar vergi ödenmekten de muaf tutulmuşlardır. 26 Berke Han, İslam dinini yaymak için baskıcı ve
sert bir politika takip etmemiştir. Berke Han’ın İslam dinini benimsemiş olması Müslümanlığın Altın Orda
coğrafyasında yayılması ateşleyen ilk kıvılcım olmuştur. Buradan yola çıkarak Deşt-i Kıpçak ülkesinde İslam’ın
yayılmasının daha çok Müslüman tüccarlar ve bölgeye gelen çeşitli din adamlarının çabaları sayesinde olduğu
söylenebilir. Müslüman şehirlerinden Altın Orda şehirlerine ve özellikle başkent Saray şehrine tacirlerle birlikte
gelen zanaatçıların sürekli akını ile İslam’ın giderek yayıldığı bilinmektedir. Altın Orda Devletinin
İslamlaşmasında Orta Asya’nın Buhara ve Ürgenç (Harezm) gibi kültür merkezlerinin yanında Bulgar şehrinin
üstlendiği rol oldukça önemlidir. 27
Berke Han’ın Müslümanlığı ile ilgili olarak İzmaylov’un verdiği bilgiler İslam dininin devlet kademelerini
nasıl etkilediğinin anlaşılması konusunda oldukça önemlidir. Bu konuda İzmaylov, Cüzcani’yi kaynak
göstererek, Berke’nin zengin bir kütüphaneye sahip olduğu, sarayının altında sürekli olarak ilahiyatçılar ve
hukuk uzmanları olduğu, Kuran’ın ve Sünnetin tercümanlarının olduğu ve şeriat meselelerinde de sık sık
tartışmaların meydana geldiğinden bahsetmektedir. 28 Altın Orda Devleti’nin diplomatik temaslarını açıklayan
diğer Arap yazarlar, Berke Han’ın büyükelçilik görevine emirlerin alınmasıyla her birinin müezzin ve imama
sahip olduğunu aynı zamanda her hatununun kendi müezzin ve imamının bulunduğunu ifade etmişlerdir. Berke,
militan inancı vaaz eden ve Moğollara karşı savaşta ölen şeyhin etkisi altında İslam’ı benimseyerek, Moğol
İmparatorluğu ile siyasi bağlarını koparmış ve kendi ulusundaki Müslümanlar ile İslam ülkelerindeki
Müslümanlarla ittifak kuracağını ilan etmiştir. İslam’ın Berke Han, eşleri ve en yakın Emirleri tarafından
benimsenmesi, muazzam politik öneme sahip bir faktör haline gelmiştir.
Söz konusu Berke Han’ın devri ile ilgili olarak Türkçe ve Arapçayı iyi konuşan bir Müslüman vezirin
“Şerefeddin el Kazvini”’nin adı kaynaklarda geçmektedir. Özbek Han ve Canibek Han dönemlerinde ise
vezirlerin İslam taraftarları olan kişilerin arasından atandığı da kaynaklarda yer almaktadır. 29 Buradan hareketle
İslam’ın hiyerarşik yapının en üst kademelerinde bile etkisinin olduğu görülmektedir. Bu hiyerarşik yapı
zamanla İslam dini ile bütünleştiği ve ilk başlangıç noktasının Berke Han ile başladığı açıkça görülmektedir.
Ünlü Moğol Hanı’nın İslamiyet’i kabul etmesi ve İslam ülkeleriyle ilişkiler geliştirmesi neticesinde
devletin mimari yapısını da etkilendiği görülmektedir. Özellikle şehirde cami, medrese, türbe, kervansaray,
hamam vb. yapılar inşa edilmeye başlanmış ve Harezm mimarisinin etkisi altında kalan başkent Saray şehri aynı
zamanda ilim merkezi haline gelmiştir. 30Bu sıralarda başkent Saray Berke'ye gelen birçok ulu âlimden birisi de,
Necmü'd-Din Ebü'r-Recâ Muhtar b. Mahmud ezZâhidi’dir. Bu ünlü âlim, Hz. Peygamber'in mucizelerini anlatan
bir eser yazmış ve "Nâsıye" adlı nadide eserini Berke Han’a ithaf ederek onun ihsan ve lütuflarına nail
olmuştur. 31Elbette Berke Han döneminde İslam dininin yayılması toplumun zirvesini etkilemiş ancak hepsine
sirayet etmemiş, sadece Han’a yakın olan muhafız ve aristokrasini etkilediği görülmektedir. Memlük dönemi
23
Dmitry V. Vasilev, “Altın Orda: Tarih, Ekonomi ve Kültür”, çev. M. Bilal Çelik, Kuruluş ve Çöküş Sürecinde Türk Devletleri Sempozyum
Bildirileri, Sakarya 2008, s. 158.
24
Galiahmetova, age, s. 66.
25
Garustoviç, “Religioznaya Situatsiya…”, s. 103.
26
Laszlo Rasonyı, Tarihte Türklük, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1993, s. 226.
27
A. Yu. Yakubovkskiy, Altın Orda ve Çöküşü, çev. Hasan Eren, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1976, s. 144.
28
İ. L. İzmaylov, ”Prinyatie İslama v Uluse Cuci: Priçinı i Etapı İslamizatsii”, İslam i Vlast v Zolotoy Orde, Akademia Nauk Respublikası
Tatarstan, Kazan 2012, s. 102.
29
Garustoviç, “Religioznaya Situatsiya… ” ,s. 87
30
İlyas Kemaloğlu, ”Saray”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 34, İstanbul 2009, s. 122.
31
Kitapçı, age, s. 246.
42
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
FURKAN KUTLU
emirlerinden ve tarihçilerinden Baybars el Mansuri bu konuda 1262-63 yıllarında Berke Han’ın Mısır’a
“Celaleddin bin Elkadi” ve “Şeyh Nureddin Ali” adlı elçilerin geldiğinden bahsetmektedir. 32
Hem şehir hayatı hem de devlet kademelerinde görülen İslam’ın etkisi aynı zamanda devletin dış
politikasını da etkilemiştir. Özellikle büyük kağanlık ile yaşanan gelişmelerden sonra Altın Orda için yeni bir
dönem başlamıştır. Altın Orda sikkelerinde Möngke Kağan isminin basımı durdurulmuştur. Sikkelerde 1257 yılı
itibariyle Altın Orda’nın yüksek tamgası ve Berke’nin adı belirmiştir. Büyük kağanlıkta Kubilay ile Arık-Buga
arasında yaşanan iç savaş başladıktan sonra Karakurum vergilerinin ödenmesi de durdurulmuştur. 33
Moğolistan’daki büyük kağanlıktan ayrılarak bağımsız ve kendi iç ve dış işlerinde serbest bir devlet haline gelen
Altın Orda Devleti artık bir İslâm Devleti haline gelmiştir. Cuci’nin torunu Bulgan’ın Tutarogul tarafından
büyük kağanlık kurultayında öldürülmesi olayında, Tutarogul, sihirbazlık suçundan yakalanıp Hülagu Han
tarafından Berke Han’a yollanmıştır. Berke Han Cengiz yasası gereğince cezalandırılması için 1260 yılında
Hülagu Han’a tekrar yollanmış ve cezalandırılmıştır. 34 Cüzcanî ve Cüveyni’nin saptamalarına göre Berke Han,
dedesi Cengiz’in yasalarını ve şeriatı birlikte uygulamış ve her iki kuralın özüne bütün samimiyeti ile bağlı
kalmıştır. Altın Orda Devleti’ndeki cami ve mescitler dâhil olmak üzere İran, Horasan ve Aşağı Türkistan’ın
birçok şehirlerinde hutbeler, Berke Han adına "Nâstru’d-Din Ebü’l Meâl Berke Han" unvanıyla okunmaya
başlamıştır. 35
Söz konusu çalışmanın giriş kısmında belirtildiği üzere Altın Orda Devleti, daha önceden İslam dini ile
tanışmış bölgelere hâkim olmasından dolayı İslam Devlet Teşkilatından büyük oranda etkilenmiştir. Bu etki
devletin bastırdığı paralara da yansımıştır. Bastırılan bu paralar, hem boy hem ağırlık hem de biçim bakımından
Müslüman Türk hükümdarlarının bastırdığı paralara oldukça benzemektedir. 36
Berke Han’ın İslam dinini yayma gayretinden daha çok dini politik bir araç olarak görmesi üzerine de bir
takım mülahazalar bulunmaktadır. Bu düşünceler özellikle Altın Orda ile İlhanlılar arasına meydana gelen
savaşlarda ve Memlüklüler ile yapılan ittifaklarla ilgilidir. Garustoviç konuyla ilgili olarak İran’da savaşan
Hülagu ordusuna, büyük bir Altın Ordu birliğinin katıldığından bahsetmektedir. Bununla birlikte bu büyük
birliğin Berke Han’ın ordusunun olduğunu, şehrin çöküşüyle ve halifenin öldürülmesiyle sona eren Bağdat
saldırısına katıldığını vurgulamaktadır. Akabinde Müslüman Berke’nin yağmadan pay aldığı ve Hülagu Han’ın
1258 yılında Bağdat’ı kuşatıp almasıyla birlikte Halife Mutasım Moğollar tarafından idam edilirken İslam’ı
savunan Berke Han’ın, bu olaya hiçbir şekilde tepki göstermediğini ileri sürmüş ve birliklerini bile geri
çekmediğini vurgulamıştır. 37
Garustoviç, Berke ile Hülagu arasındaki barış durumunun 1262 yılından sonra Berke’nin, Cengiz Han’ın
yasası gereğince daha önceki düzenlemelerinin öngördüğü müttefikler tarafından fethedilen toprakların bir
kısmını Hülagu’dan talep ettiği zaman dramatik bir şekilde değiştiğini ifade etmektedir. Akabinde değişen bu
durumun sonucunda ilişkilerin kopmasına, elçilerin, tüccarların öldürülmesine ve her iki tarafın da hem
Moğolların hem de Müslümanların katıldığı bir savaş ile neticelendiğini belirtmiş, genişlemeci hedefleri örtbas
etmek için kullanılan dinin arka plandan ön plana çıktığını açıkça vurgulamıştır. 38Yakubovskiy de aynı
görüştedir. Ona göre “Berke Han, Azerbaycan’ı Altın Ordu'ya ilhak etmek için çalışıyor ve kendi birliklerinin
İran’ın işgaline ve Bağdat’ın zaptına katıldıklarını sebep gösteriyordu. Azerbaycan’ı mükâfat, yani elde edilen
ganimetten bir pay olarak istiyordu. Bu sorun etrafında yapılan görüşmeler hiçbir sonuç vermemiş ve iki Moğol
devleti arasında askeri çarpışmalar başlamıştı.” 39
Cuci Ulusunun ve İlhanlıların ilişkisi defalarca uzmanların araştırmasına konu olmuştur. İlhanlılar ve Altın
Orda arasındaki düşmanlığı tetikleyen faktörlerden biri Cuci neslinin İpek Yolu'nun yollarından birinin geçtiği
ve zengin meraların bulunduğu Kuzey İran ve Azerbaycan'a yönelik iddiaları bir diğeri ise İran'da Altın Orda
prenslerinin öldürülmesi ve Hülagu nesliyle yapılan dini savaşlar olarak kabul edilir. 40
Garustoviç’in görüşüne karşıt bir görüş olarak tarihî kaynaklarda Berke Han’ın daha tahta çıkmadan önce
Hülagu ve ordusunu durdurduğu üzere bir bilgi yer almaktadır. El Ömeri’den alıntı yapan Şeremetev konuyu şu
şekilde açıklamaktadır.“Hülagu Han, kardeşi Mengü Kağan'a Halife'nin mülklerini ele geçirmek için cazip bir
biçimde ekilemeye başlar ve bu amaçla ortaya çıktı. Bu, Cuci'nin oğlu Berke'ye ulaştı ve bu durumu işitince hiç
hoşuna gitmedi, çünkü onunla Halife arasında bir dostluk kurulmuştu. Berke, kardeşi Batu’ya Mengu Kağanı
32
Viktoroviç, age, s. 19.
İzmaylov, agm, s. 102-103.
34
Reşîdüddin Fazlullah, Câmiu’ut Tevârih, çev. İsmail Aka, Mehmet Ersan, Ahmad Hesamipour Khelejani, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara 2013, s. 60.
35
Kitapçı, age, s. 247.
36
Kalan, age, s. 26.
37
Garustoviç, “Srednevekovıe Avtorı…”, s. 56-57.
38
Garustoviç, “Srednevekovıe Avtorı…”, s. 57.
39
Yakubovkskiy, age, s. 59.
40
A. G. Şeremetev, “Religioznıy Faktor vo Vneşney Politike Zolotoy Ordı”, İzvestiya Saratovkovo Universiteta, Novaya Seria, 2013, s. 5.
33
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
43
BERKE HAN DÖNEMİNDE İSLAM DİNİNİN ALTIN ORDA DEVLETİ’NE ETKİSİ
biz han yaptık ve o bize ne yapıyor? Arkadaşlarımıza karşı kötülükler yapıp, anlaşmalarımızı çiğniyor ve
dostluk bağları kurduğum halifenin topraklarını istiyor”. 41 Nitekim 1258 yılında Abbasi Halifesi öldürülmüş ve
Bağdat İlhanlıların eline geçmiştir. Berke ile Hülagu’nun arasındaki savaşların 1258 yılından sonra olduğu göze
çarpmaktadır. İlk büyük savaş 1263 - 1264'te, Kür ırmağının sol kıyısı etrafında meydana gelmiştir. İbn
Vasıl’dan alıntı yapan Yakubovskiy, “Berke han savaş meydanında gelip korkunç dövüşü görünce: Allah
Moğolları, Moğollarrn kılıcıyla öldüren Hülagu’yu utandırsın. Eğer beraber olsaydık, bütün yeryüzünü
fethetmiş olurduk” dediğini nakletmiştir. 42
Berke Han, kendi öz akrabası İlhanlı hükümdarı Hülagu’ya karşı İslam dininin savunucusu Mısır
Memlükleri Rükneddin Sultan Baybars ile ittifak girişimlerinde bulunmuştur. Aslen Kıpçak Türkü olan Sultan
Baybars’ın da bu ittifak işine gelmiş ve Berke Han’ı bu ittifak konusunda teşviklendirmiştir. Berke ve Baybars
arasında 1262 yılından itibaren karşılıklı elçiler gidip gelmeye başlamış ve Hülagu’ya savaş ilan edilmiştir. 43 Hiç
şüphesiz bu ittifak Berke Han’ın da çok işine gelmiştir. İki devlet arasında 13. - 14. yüzyıllar boyunca devam
eden diplomatik işbirliği İslam’ın yayılmasına katkıda bulunmak için tasarlanmış Sünni ilahiyatçılardan
oluşmuştur. Karşılıklı gelip giden elçiler vasıtasıyla Altın Orda’ya çok sayıda hediyenin yanında Kur'an-ı Kerim
gönderilmiştir. Muhtelif kaynaklarda gönderilen bu Kur’an-ı Kerimin Affan b. Osman’a ait olduğu ifade
edilmiştir. Bu anlatılan olay Rükneddin Baybars tarafından da doğrulanmaktadır. 44
Berke Han tarafından 1260’lı yıllarda Mısır’a bir büyükelçi vasıtasıyla aile üyelerinden Müslüman olan
kişilerin listesi gönderilmiştir. Söz konusu listede Berke Han, “Bizim büyük kardeşler ve bizim genç kardeşlerim,
onların çocukları, oğulları Buda kura ile çocukları ve ev insanları, Pulad Kakacu, Yanşunuka ve üzerinde
bulunan topraklarda kendi Kudagu, Karacar, Tanuşbuga, Şiramun, Buzbaku, Mengkadar ile kendi ordusu ve
görevlileri, Bekkadak-Baynal, Tukuzogul, Utluktimur, Aji, ile, çocukları, Durbay ve Baynal-Noyon ve Aikaku
gibi Baiju'yla birlikte akın eden 10.000 kişilik bir müfreze birliği Tatar evlerinden kim İslam'ı kabul etti ve
kafirlerin kalabalığından çıktı” 45 ifadelerine yer vermiştir. Söz konusu listede yer alan bilgilere göre İslam
dininin aile içinin bir kısmına da sirayet ettiği anlaşılmaktadır.
Mısır Sultanı Baybars tarafından 1262’in sonlarında Altın Orda’ya gönderilen diplomat komisyonunun
içerisinde bulunan İbn Abd Ez Zahir, İslam dininin Berke Han dönemindeki etkisi hakkında çok önemli bilgiler
vermektedir. Abdüzzâhir’den alıntı yapan Şeremetov, İbn Abdüzzâhir’in bu konuda; “Onun çadırına ne kılıçla
ne de kılıçla girilmez ve çadır eşiğinin ayaklarını çiğnemez; kimse sol tarafında olduğu gibi silahını başka bir
yere koymaz, sadak da bir yay bırakmaz, okları bir sadağın içine koymaz, kar yemez ve kıyafetlerini bir orduda
yıkamaz. Elçilerin eşiğe dokunması, kar yemesi ve kıyafetlerini yıkaması yasaklandı” 46 dediğini kaydetmiştir.
Şeremetev bu bilgiden yola çıkarak Berke Han’ın Müslüman inançlarının samimiyet derecesini belirlemenin zor
olduğunu, ancak İslam'ın onun için eylemlerini motive eden bir faktörden ziyade belirli hedeflere ulaşmayı
sağlayan bir kaynak olduğuna inandığını açıkça vurgulamıştır. 47
Bütün bu gönderilen hediyeler Altın Orda Devleti’nin başkenti Saray Berke’de büyük bir etki yaratmıştır.
Diğer Altın Orda şehirleri Saray Batu, Ürgenç ve Buhara Mısır’ın etkisiyle önemli şehirler haline gelmişlerdir.
Sözü edilen bu şehirlere Mısır’dan ustalar, tüccarlar, sanatkârlar ve dönemin en ünlü İslam âlimleri gelmiştir.
Memlük ve Altın Orda arasında başlayan bu etkileşim daha da kuvvet bulmuş hatta Baybars büyük oğluna
“Berke Han” ismini bile vermiştir. 48
Altın Orda hanı Berke’nin İslam dininin çatısı altında Memlükler ile kurmuş olduğu ittifak karşısında
İlhanlılarında birtakım ittifaklar kurulduğu kaynaklarda zikredilmektedir. Çoğunlukla Budist bir çevreye sahip
olan İlhanlılar, fethedilen Hıristiyan devletlerin seçkinleri arasında destek bulmaya çalışmışlardır.Özellikle
Ermenistan ve Gürcistan ile arasında var olan uzun süredir devam eden bağları ve diğer yandan Cengizlilere
karşı bir direniş yatağı olan Kuzey Kafkasya'yı hesaba katmışlardır. 49 Bunun yanında Hülagu’nun Hıristiyan
Avrupa ile de ittifak girişimlerinde bulunduğu görülmektedir. Fransa kralı IX. Louis’e dostluk ve işbirliği
maksadıyla bir mektup yazan Hülagu Han, Mısır seferi içinde Papa ve Macar kralının desteğini almak için
mektuplar göndermiştir. Altın Orda Devleti’nin Doğu ve Orta Avrupa Devletleri için sürekli bir tehdit unsuru
olmasından dolayı Macar kralı Jean, yapılan dostluk teklifini kendi politikası gereğince uygun görmüştür. 50
A. G. Şeremetev, Religioznıy Faktor v Politiçeskoy Jizni Zolotoy Ordı, Dissertatsya Stepeni Kandidata, Saratov 2014, s. 127-128.
Yakubovkskiy, age, s. 59.
43
Rene Grousset, Bozkır İmparatorluğu, çev. M. Reşat Uzmen, Ötüken Yayınları, İstanbul 1980, s. 348.
44
E. G. Sayfetdinova, “Müslümanskaya Kultura Zolotoy Ordı po Svedeniyam Srednevekovıh Arabskiy İstoçhikov”, Minbar, Islamic Studies,
2019, s. 692.
45
Garustoviç, “Srednevekovıe Avtorı…”, s. 58.
46
Şeremetev, “Religioznıy Faktor…”, s. 6.
47
Şeremetev, age, s. 7.
48
Arslan, age, s. 335-336.
49
Şeremetev, “Religioznıy Faktor…”, s. 6.
50
Arslan, age, s. 337.
41
42
44
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
FURKAN KUTLU
Burada vurgulanmak istenen husus Hülagu Han her ne kadar Şamanist olsa da kendisine yapılan bu güçlü ittifak
karşısında Hristiyan Avrupa’ya başvurmuştur. Bilindiği üzere Hülagu’nun eşi Dokuz Hatun “Nesturi
Hristiyan”ıdır. Bu şekilde Avrupa devletlerini kendi tarafına çekme düşüncesine girmiş olması muhtemeldir.
Berke Han'ın Hülagu’ya karşı giriştiği savaşların parlak bir zaferle noktalanması İslam dünyasında çok
büyük bir sevinç uyandırmıştır. Bundan sonra komşu Müslüman ülkelerden, özellikle Horasan ve Anadolu'dan
Altın Orda topraklarına doğru bir “Gazi Derviş” akını başlamıştır. Bu münasebetle Azerbaycan’dan Erdebîl
Şeyhi Safiyyü'd-Din Erdebîli ve Anadolu’dan Sarı Saltuk, kendi müridleri ile birlikte Dobruca, Deşt-i Kıpçak ve
Kırıma'a gidip buralarda tebliğ ve irşâd faaliyetlerinde bulunmuş ve böylece yüzlerce binlerce kişinin İslam dini
ile kavuşmasına vesile olmuşlardır. 51 Hülagu Han’ın 1265 tarihinde ölmesinin ardından İlhanlı tahtına Abaka
Han çıkmıştır. Onun saltanatı sırasında Altın Orda ile inişli çıkışlı ilişkilerin yaşandığı görülmektedir. İlk yıllarda
bir barış ortamı yaratılmış hatta Berke Han, Tebriz’den ve Meraga şehirlerinden gelir bile elde etmeyi
başarmıştır. Bununla yetinmeyen Berke Han, Abaka’nında onayını alarak Tebriz şehrinde kendi adına bir cami
ve çeşitli kumaş fabrikaları bile yaptırmış ancak aralarındaki ilişkilerin bozulmasıyla birlikte bu durum tam tersi
bir seyir izlemiş ve fabrikalar Abaka Han tarafından yıktırılmıştır. Burada Berke Han’ın kendi adına bir cami
yaptırmasıyla Tebriz ahalisini kendisine alıştırmaya çalıştırdığı ve onların kanuni hanları olduğunu hissettirmek
istediği Yakubovskiy tarafından açıkça vurgulanmıştır. 52 Hayatının son yıllarında Berke Han, İlhanlılar ile olan
mücadelesine devam etmiş ve 1266 yılında vefat etmiştir. Berke yönetiminin sekiz yılı boyunca, Han iktidarının
güçlendirilmesi, Müslüman ülkelerle yakınlaşma, kentsel gelişim ve ticaret eğilimi açıkça ortaya çıkmış ve bu
gelişme yönünün ideolojik temeli İslam dini olmuştur. 53
SONUÇ
Altın Orda Devleti’nin İslam dinini seçmesindeki en önemli etkenlerden biri hiç şüphesiz Volga bölgesinde
daha önceki yüzyıllarda İslam dininin yerleşmiş olmasıdır. Müslümanlığın Hazarlar döneminde kabul
edilmesiyle başlayan İslamlaşma süreci, İdil Bulgarları döneminde etkisini iyice arttırarak Altın Orda Devleti’nin
sahip olduğu coğrafyaya Müslüman tüccarların akın etmesiyle de iyice yayılma imkânı bulmuştur. İdil
Bulgarlarının Kiev ve diğer Rus knezlikleri ile yaşanan yoğun mücadeleler sonucunda Hristiyan Rus
knezliklerine karşı İslam dini yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Ancak XIII. yüzyılda başlayan
Moğol fütuhatları sonucunda her ne kadar Volga bölgesi dâhil olmak üzere Doğu Avrupa ve Orta Avrupa’nın bir
kısmı büyük tahribata uğramış olsa da diğer dinlere karşı uyguladıkları hoşgörü politikası sayesinde İslam dini
Hristiyan dini altında ezilmekten kurtulmuştur. Batu Han’ın ölümünden sonra tahta çıkan Sartak, her ne kadar
Hristiyan dininin etkisi altında kalmış olsa da Berke Han döneminde İslam, Altın Orda topraklarına girmiştir.
Berke Han’ın İslam dinini seçmesiyle ilgili çeşitli kaynaklardan elde edilen bilgiler sonucunda küçük
yaşlarda annesi Sultan hatundan aldığı eğitimin ve Necmettin Kübra’nın müritlerinden Şeyh Baharzî’nin etkisi
olduğu anlaşılmıştır. Annesi Sultan Hatun ve kardeşleri Berkeçar ile Buri’nin Müslüman olmasından dolayı
Berke Han küçük yaşlarda İslam diniyle tanışmıştır. Altın Orda tahtına çıktıktan sonra da Şeyh Necmeddin
Kübra’nın müritlerinden Şeyh Baharzî vasıtasıyla da İslam dini ile tam bir şekilde bütünleşmiş ve Altın Orda
Devleti sahasında İslam dininin yayılmasının önünü açan ilk kıvılcım olmuştur. Kaynaklardan elde edilen
bilgiler ışığında Ruslar üzerinde bir din baskısı yapmayıp, papazların vergiden muaf tutulması Berke Han’ın
dinlere karşı abisi Batu Han gibi hoşgörü politikası takip ettiğini göstermektedir. Nitekim Saray şehrinde bir
Piskoposluk bile kurulmasına izin vermiştir.
İslam dininin Altın Orda Devleti üzerinde siyasi, ekonomik ve devlet kademelerindeki etkisi büyük
olmuştur. Ekonomik olarak Müslüman tüccarlar vasıtasıyla ülkede hem İslam dini yayılma fırsatı bulmuş hem de
başkent Saray şehrini çok yoğun bir ticaret merkezi haline getirmiştir. Bunun yanında devletin bastırdığı
sikkelerin Türk İslam devletlerin bastırdığı paralarla benzerlikler taşıması İslam dininin ekonomi üzerindeki
etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Berke Han’ın hüküm sürdüğü dönem içerisinde devlet kademelerinde
Müslümanların giderek etkisinin arttığı ve Müslümanların görev aldığı anlaşılmaktadır. Şeriat meselelerinde
sürekli olarak ilahiyatçılardan ve hukukçulardan yararlanılmakla birlikte vezirlik kurumuna da Müslüman kişiler
getirilmiştir. Siyasi açıdan İslam ülkeleri ile geliştirilen ilişkiler sayesinde Altın Orda Devleti’nde inşa edilen
camiler, türbeler, medreseler, kervansaraylar ülkenin mimari yapısını etkilemiş ve devlet tam bir ilim merkezi
haline gelmiştir. İslam dininin Altın Orda Devleti’ne etki ettiği konulardan birisi de hiç şüphesiz dış politikadır.
Berke Han, İslam dinini kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak öz kuzeni Hülagu’ya karşı savaş başlatmıştır.
Berke Han, İslam dinini politik bir araç olarak kullanarak Ayn Calut savaşında İlhanlıları mağlup eden Memlük
Sultanı Baybars ile ittifak girişimlerinde bulunmuştur. Bu şekilde bir siyaset belirleyen Altın Orda hükümdarı,
her iki koldan kuzeyden ve güneyden İlhanlıları baskı altında tutarak savaşların kendi lehine çözülmesi için
güçlü bir ittifak bulmuş ve Memlüklüler ile yapılan ittifakın en önemli düğümü de İslam dini olmuştur.
Kitapçı, age, s. 251.
Yakubovkskiy, age, s. 60.
53
Malov, Malışev, vd., age, s. 98.
51
52
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
45
BERKE HAN DÖNEMİNDE İSLAM DİNİNİN ALTIN ORDA DEVLETİ’NE ETKİSİ
Berke Han’ın 1258 yılında Hülagu ve birlikleri tarafından yapılan Bağdat kuşatmasına ordu göndermesi ve
hatta elde edilen ganimetten pay istemesi hakkında yapılan spekülasyonlardan, onun hâlâ büyük kağanlığa bağlı
olduğuna ve Cengiz yasasına karşı gelmediğine dair bir sonuç ortaya koymaktadır. Azerbaycan ve Kafkasya
toprakları için Hülagu ile yaşanılan olumsuz durum, İslam dinini devletin siyasi çıkarları doğrultusunda ön plana
çıkarmıştır. İslam dini aynı zamanda Altın Orda Devleti’ni büyük kağanlıktan ayırarak müstakil bir bağımsız
İslam devleti haline gelmesine olanak sağlamıştır.
KAYNAKÇA
ARSLAN, İhsan, Moğollar Arasında İslamiyetin Yayılışı, Onur Akademi, İstanbul 2018.
ELDAROV, Murat, İslamiyet’in Hazarlar Arasında Yayılması, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri 2006.
GARUSTOVİÇ, G. H, “Religioznaya Situatsiya v Zolotoy Orde: Glazami Sovremennikov”, İslam i Vlast v
Zolotoy Orde, Akademia Nauk Respublikası Tatarstan, Kazan 2012, s. 73-97.
GARUSTOVİÇ, G. H., “Srednevekovıe Avtorı O Rasprostranenii İslama v Uluse Cuci”, Vestnik Akademia
Nauk, V.17, no.3, Başkurdistan 2012, s. 55-61.
GROUSSET, Rene, Bozkır İmparatorluğu, çev. M. Reşat Uzmen, Ötüken Yayınları, İstanbul 1980.
GÜNDOĞDU, Abdullah, “Altın Orda Sahasında İslamlaşma ve Sonuçları”, Volga Ural bölgesinde İslam
Medeniyeti İkinci Milletlerarası Sempozyum Bildirileri, IRCIA (Proceedings of The Second International
Symposium on Islamic Civilasition in Volga-Ural Region) Kazan, Tataristan, 24-26 Haziran 2005, s. 233-248.
HACI, Ötemiş, Cengiznâme, haz. Tuncer Gülensoy, Bilge Kültür Sanat, İstanbul 2020.
İZMAYLOV, İ. L., “Prinyatie İslama v Uluse Cuci:Priçinı i Etapı İslamizatsii”, İslam i Vlast v Zolotoy
Orde, Akademia Nauk Respublikası Tatarstan, Kazan 2012, s. 98-115.
KAFALI, Mustafa, “Batu Han”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C.V, İstanbul 2012, s. 8-10.
KALAN, Ekrem, “Nümismatik Materyallere Göre İslamlaşma Sürecinde Altın Orda Hanlarının Kullandığı
İsim ve Unvanlar (1227-1357)”, Karadeniz Araştırmaları, C.IX, Ankara 2012, s. 23-34.
KEMALOĞLU, İlyas, “Saray”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C.34, İstanbul 2009, s. 121-122.
KİTAPÇI, Zekeriya, Türk Moğol Boyları Arasında İslâmiyet, Yedikubbe Yayınları, Konya 2005.
KORKMAZ, Akhun Telli, Altın Orda Devleti’nde Din, Berikan Yayınevi, Ankara 2018.
KURAT, Akdes Nimet, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1972.
MALOV, N. M., MALIŞEV, A. B., RAKUŞİN, A. İ., Religiya V Zolotoy Orde, Saratovskiy
Gosudarstvennıy Universitet, 1998.
ÖZCAN, Altay Tayfun, “Sartak Han”, Tarihin ve Tarihçinin İzinden: Kazım Yaşar Kopraman Armağanı,
TKAE Yayınları, Ankara 2014, s. 171-190.
2012.
POÇEKAEV, R. Yu., Tsari Ordınskie Biyografii Hanov i Praviteley Zolotoy Ordı, Evraziya, S.Petersburg
RASONYI, Laszlo, Tarihte Türklük, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1993.
Reşîdüddin Fazlullah, Câmiu’ut Tevârih, çev. İsmail Aka, Mehmet Ersan, Ahmad Hesamipour Khelejani,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2013.
RİCHARD, Jean, “Berke Han’ın İslam’a Girişi ve Altın Orda Hanlığında İslamiyetin Yayılışı”, çev.
Abdulkadir Yuvalı, Türk Kültürü, S. 306, 1988, s. 634-642.
SAYFETDİNOVA, E. G., “Müslümanskaya Kultura Zolotoy Ordı po Svedeniyam Srednevekovıh
Arabskiy İstoçhikov”, Minbar, Islamic Studies, 2019, s. 689-702.
ŞEREMETEV, A. G., “Religioznıy Faktor vo Vneşney Politike Zolotoy Ordı”, İzvestiya Saratovkovo
Universiteta, Novaya Seria 2013, s. 3-8.
46
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
FURKAN KUTLU
ŞEREMETEV, A. G., Religioznıy Faktor v Politiçeskoy Jizni Zolotoy Ordı, Dissertatsya Stepeni
Kandidata, Saratov 2014.
TIESENHAUSEN, W. De., Altınordu Devleti Tarihine Ait Metinler, çev. İsmail Hakkı İzmirli, Maarif
Matbaası, İstanbul 1941.
ULUDAĞ, Süleyman, “Bâherzî, Seyfeddin”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 4, İstanbul 1991, s. 474-475.
VASİLEV, Dmitry V., “Altın Orda: Tarih, Ekonomi ve Kültür”, çev. M. Bilal Çelik, Kuruluş ve Çöküş
Sürecinde Türk Devletleri Sempozyum Bildirileri, Sakarya 2008, s. 153-170.
VİKTOROVİÇ, Vasilev Dimitriy, İslam v Zolotoy Orde (İstoriko- Arhelogiçeskoe İssledovanie),
Federalnoe Agentstvo po Obrazovaniü Astrahanskiy Gasudarstvennıy Universitet, Astrahan 2007.
1976.
YAKUBOVSKİY, A. Yu., Altın Orda ve Çöküşü, çev. Hasan Eren, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
47
BERKE HAN DÖNEMİNDE İSLAM DİNİNİN ALTIN ORDA DEVLETİ’NE ETKİSİ
48
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
Cilt/Volume 3, Sayı/Issue 5, Ocak /January 2021, ss. 49-64.
Geliş Tarihi–Received Date: 30.11.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 22.12.2020
ARAŞTIRMA MAKALESİ – RESEARCH ARTICLE
CODEX CUMANİCUS VE KAZAN-TATAR TÜRKÇESİNİN ORTAK SÖZ VARLIĞINDA
ASKERÎ VE SİYASÎ TERMİNOLOJİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME ∗
ÖZGE SÖNMEZLER DURAN ∗∗
ÖZ
Codex Cumanicus, Karadeniz’in kuzeyinde, Deşt-i Kıpçak adıyla da anılan bölgede yaşayan
Kuman/Kıpçakların konuşma dilinden derlemeleri, Kuman bilmecelerini, çeşitli alanlara ait kelimeleri, kelime
listelerini, Hristiyan dinine ait duaları, vaazları, ilahileri içine almaktadır. Kuzey Kıpçak sahasına ait olan bu
eserin söz varlığı, özellikle Kıpçakların konuşma dilinden yapılan derlemeler bakımından oldukça değerlidir. O
döneme kadar yazılan eserlerde tespit edilememiş bazı kelimelerin ya da tarihî Kıpçak Türkçesi eserlerinde
görülmeyen bazı sözcüklerin Codex Cumanicus’ta mevcut olması bu durumu destekler niteliktedir. Eserin
kelime hazinesi, yazıldığı dönemin dili, kültürü, sosyal, siyasî ve ekonomik hayatı hakkında kıymetli bilgiler
sunmaktadır.
Codex Cumanicus’ta çeşitli alanlara ait kelimeler, terimler bulunmaktadır. Bunların arasında askerî ve
siyasî söz varlığına ait kelimeler de önemli bir yer tutmaktadır. Eserde bu alana ait olarak savaş ve asker
kavramları ile ilgili isimlere, askerî giyim, savaş aletleri, at ve at koşum takımı ile ilgili kelimelere ve çeşitli
siyasî terimlere rastlanmaktadır. Bu alana ait söz varlığı, askerî yetenekleri ile bilinen Kuman/Kıpçaklara dair
bazı önemli bilgilere ulaşmamızı sağlamaktadır.
Codex Cumanicus’ta bulunan kelimelerin pek çoğunu bugünkü Kıpçak lehçelerinde de görebilmek
mümkündür. Bu çalışmada Codex Cumanicus’ta bulunan askerî ve siyasî söz varlığına ait isimlerin Kuzeybatı
(Kıpçak) grubu lehçelerinden olan Kazan-Tatar Türkçesinin bugünkü söz varlığındaki izleri ve durumu
değerlendirilmiş, askerî ve siyasî terminolojiye ait söz varlığı çeşitli başlıklar altında anlam seyri yönünden ele
alınmıştır. Bu doğrultuda tespit edilen kelimelerin ilk olarak Codex Cumanicus’taki anlamları incelenmiş ve
ardından bu kelimelerin Kazan-Tatar Türkçesindeki durumu, anlamları değerlendirilmiştir. Kazan-Tatar Türkçesi
bağlamında yapılan incelemelerde bu lehçenin söz varlığını gösteren açıklamalı sözlüklere ve leksikoloji
çalışmalarına, bu lehçede bulunan askerî ve siyasî terminoloji üzerine hazırlanmış sözlük ve eserlere
başvurulmuştur. Kazan-Tatar Türkçesinde askerî ve siyasî alana ait kelimelerin bazılarının eski veya tarihî
kelimeler olarak dilin söz varlığında mevcudiyetini sürdürdüğü, bazılarının ise çeşitli anlamlar kazanarak dilde
yaygın ve aktif bir kullanım alanı oluşturduğu, farklı alanlara ait terim ve kavramları da yansıtmaya başladığı
tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Codex Cumanicus, Kuman/ Kıpçak, Kazan-Tatar Türkçesi, Askerî Terimler, Siyasî
Terimler.
AN INVESTIGATION ON MILITARY AND POLITICAL TERMINOLOGY IN THE COMMON
VOCABULARY OF CODEX CUMANICUS AND KAZAN TATAR LANGUAGE
ABSTRACT
Codex Cumanicus includes the colloquial collations of the Kipchaks living in the region known as Deşt-i
Kipchaks in the north of the Black Sea, words from various fields, word lists, Cuman riddles, Christian prayers,
sermons, hymns. The vocabulary of this work which belongs to the North Kipchak area, is especially valuable in
terms of compilations made from the spoken language of the Kipchaks. The fact that some words that undetected
in the works written up to that period or some words that undetected in the historical Kipchak Turkish works
∗
Bu çalışma “Kazan-Tatar Türkçesinin Tarihî Kıpçak Yadigârları Bağlamında Aidiyeti -Anlam Bilimsel Bir Karşılaştırma-” adlı doktora
tezinden üretilmiştir.
∗∗
Öğr. Gör. Dr, Afyon Kocatepe Üniversitesi, E-posta: o.s.duran@aku.edu.tr
ORCID ID: 0000-0003-0791-131X
CODEX CUMANİCUS VE KAZAN-TATAR TÜRKÇESİNİN ORTAK SÖZ VARLIĞINDA ASKERÎ VE SİYASÎ
TERMİNOLOJİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
were seen in the Codex Cumanicus supports this situation. The vocabulary of the work provides valuable
information about the language, cultural, social, political and economic life of the period in which this work was
written.
There are words and terms belonging to various fields in the Codex Cumanicus. Among them, words
belonging to military and political vocabulary also hold an important place. In the work, there are nouns related
to the conceptual fields of war and soldier, words related to military clothing, war equipment, horse and horse
harness, and various political terms in this field. The vocabulary of this field provides some important
information about the Cuman/Kipchaks known for their military skills.
It is possible to find many of the words in the Codex Cumanicus in today's Kipchak dialects. In this study,
the traces and status in today’s Kazan-Tatar language of the military and political vocabulary in the Codex
Cumanicus were evaluated and the vocabulary belonging to this field was discussed in terms of its meaning
course under various headings. The meanings of the detected words in Codex Cumanicus and status and
meanings of these words in Kazan-Tatar language were examined. In the investigations made in the context of
Kazan-Tatar Turkish, referred to dictionaries and lexicology studies, dictionaries and works prepared on military
and political terminology in this dialect were used. In the investigations made in the context of Kazan-Tatar
language, referred to dictionaries and lexicology studies reflect the vocabulary of this dialect, dictionaries and
works prepared on military and political terminology in this dialect were used. It has been determined that some
of the words belonging to the military and political field in Kazan-Tatar language have survived in the
vocabulary of the language as old or historical words. It is seen that some words have various meanings by
forming a widespread and active usage area in the language and begin to reflect different terms and concepts.
Keywords: Codex Cumanicus, Cuman/Kipchak, Kazan-Tatar Language, Military Terminology, Political
Terminology.
GİRİŞ
Codex Cumanicus, Kumanca derlemeleri içine alan, Karadeniz’in kuzeyinde, Deşt-i Kıpçak denilen
bölgede Latin harfleriyle yazılmış bir eserdir. Eser Latin harfleriyle yazılmış olması, yazıldığı saha ve kelime
hazinesi bakımından tarihî Kıpçak Türkçesi eserleri arasında ayrı bir öneme sahiptir. Tek nüshası Venedik Saint
Marcus Kütüphanesinde bulunan eser İtalyan şair Petrark’ın vasiyetnamesiyle söz konusu kütüphaneye
verildiğinden Codex Petrarque olarak da bilinir. 1 Eserin şair Petrark tarafından satın alındığı ve 1362 yılında
başka kitaplarla beraber Venedik Cumhuriyeti’ne hediye edildiği görüşü de yaygındır. 2
Codex Cumanicus’un ne zaman, nerede, kim tarafından yazıldığı konusunda kesin bilgiler
bulunmamaktadır. Yazılış tarihi kesin olmamakla birlikte eserin İtalyan kısmında kaydedilen 1303 tarihinde veya
bu tarihe yakın bir zamanda yazıldığı tahmin edilmektedir. Eserin 1292-1295 yıllarında kaleme alındığı, Venedik
nüshasında kayıtlı bulunan 1303 tarihinin ise ilk istinsah tarihi olabileceği düşünülmektedir. 3
Eserin nerede yazıldığı hakkında kesin bilgi olmamakla birlikte Rasovskiy, yaptığı bazı incelemelerden
sonra eserin ilk bölümü olan İtalyan bölümünün İtalyanlarla birlikte Fars sanatkâr ve tüccarlarının da yaşadığı,
dönemin önemli ticaret merkezi olan Solhat (Eski Kırım) şehrinde yazıldığı kanısına varmıştır. 4 Golden ise ilk
kitabın İtalyan tüccarlar (Venedikliler veya Cenevizliler) tarafından Solhat ya da Kefe’de derlendiğini ifade
etmektedir. 5
İki ayrı defterin bir araya getirilmesiyle oluşan Codex Cumanicus’un kim tarafından yazıldığı konusunda
da kesin bilgilere rastlanmamaktadır. Eserin Alman bölümünün tek bir kişi tarafından yazılmadığı; İtalyan
bölümünü ise Cenevizli veya Venedikli tacirlerin, Franksiskan misyonerlerin veya İtalyan bir keşişin kaleme
aldığı düşünülmektedir. 6 “Paleografi bakımından Codex, bir elden çıkmış ve aynı kalemle yazılmış bir eser
değildir. Birinci ‘İtalyan’ bölümü mutterit bir hatla yazıldığı hâlde ikinci ‘Alman’ bölümü, tersine birkaç
toplayıcının kaleminden çıktığını göstermektedir.” 7
Birbirinden bağımsız ve ayrı zamanlarda bulunmuş iki kısımdan müteşekkil olan Codex Cumanicus’un ilk
bölümü olan ve 55 yapraktan oluşan İtalyan kısmına Latinceden çok İtalyanca şekilleri bulundurduğundan ve bu
1
Saadet Çağatay, “Codex Cumanicus Sözlüğünün Basılışı Dolayısiyle”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 2 (5),
1944, s. 760.
2
Annemarie v. Gabain, “Codex Cumanicus’un Dili”, çev. M. Akalın, Tarihi Türk Şiveleri, Ankara, 1998, s. 67; Mustafa Argunşah, Galip
Güner, Codex Cumanicus, Kesit Yayınları, İstanbul, 2015, s. 21.
3
Peter B. Golden, “Codex Cumanicus”, Central Asian Monuments, Ed. H. B. Paksoy, İstanbul, 1992, s. 32.
4
Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi I-II, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1984, s. 179.
5
Golden, age, s. 33.
6
Argunşah, Güner, age, s. 25.
7
Caferoğlu, age, s. 176-177.
50
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
ÖZGE SÖNMEZLER DURAN
sebeple İtalyanlar tarafından yazılmış izlenimi bıraktığından İtalyanca Codex de denilmektedir. 8 Burada Latince,
Farsça ve Kumanca sözlük, gramer bilgileri, çeşitli konularla ilgili kelime listeleri yer almaktadır. Başlıklar
hâlinde pek çok konu ile ilgili olarak kaydedilen bu kelime listeleri eserin kendi döneminin kültürü, sosyal,
siyasi ve ekonomik hayatı hakkında bilgi vermesi bakımından oldukça önemlidir.
İtalyan bölümü, Rasovskiy’e göre üç dilin de kullanıldığı bir bölgede, dinî amaçların yanında, günlük
hayatta gerekli olan bazı pratik bilgileri de elde edebilmek için yazılmıştır. 9 “İtalyan bölümünün yazılış amacı,
ticaret dilinin Farsça olduğu İlhanlılar Devleti ve ticaret dilinin Kıpçakça olduğu Altın Ordu Devleti ile ticaret
yapan ve Latince-İtalyanca konuşan İtalyan tüccarların günlük hayatta ve ticarette Fars ve Kıpçak kökenli
kişilerle ilişkilerini kolaylaştırmaktır. Eserde hedef kitle İtalyan tüccarlardır.” 10 Golden’e göre, İtalyan bölümü
büyük ölçüde pratikte ve ticari hayatta kullanılmak için yazılmıştır. Alman bölümü ise dilsel amaçların yanında
vaazları, mezmurları ve diğer dinî metinleri, Kuman bilmecelerini içermektedir. 11
Codex Cumanicus’un ikinci kitabı olan Alman bölümü 27 yapraktır. Bu bölümde Kıpçakça Almanca
sözlük, Kıpçakça Latince sözlük, Kıpçak Türkçesine dair gramer bilgileri, Hristiyanlık ile ilgili dinî metinler,
dualar, ilahiler, vaazlar vb. ile 47 tane bilmece yer almaktadır. Eserin bu kısmı ağırlıklı olarak Hristiyan dinî
metinlerini içermektedir ve bu sebeple bu bölümün Alman Fransiskan tarikatına mensup rahipler tarafından
Kıpçakları Hristiyanlaştırmak amacıyla yazıldığı düşüncesi kabul görmektedir. 12
“Bu zamanda iyice ve köklü bir şekilde yerleşmek isteyen Hristiyanlık, Avrupa’nın yerli
kavimleriyle görüşmeye, onları kendi tarafına çekmeye, onlar içerisinde, onların ana dilinde
propagandalar yapmaya mecbur olduğu için mahalli dillere önem verildiğini görüyoruz. Bu
kaygıyla İncil’in 4. asırda, 5. asırda Ermeniceye tercümesi yapılmıştır. 13. asırda Latin
misyonerleri tarafından ave maria ‘mukaddes kız’ ilahisi Kumancaya tercüme edilmiş, Kuman
halk edebiyatından şarkılar, bilmeceler toplanmış ve Kodeks Kumanikus adıyla bir kitap meydana
getirilmiştir.” 13
Kıpçak Türkçesinin kuzey kolunu temsil eden ve daha çok Kıpçakların konuşma dilini yansıtan bu önemli
eserin kendine özgü bir dili olduğu ve kelime hazinesi bakımından diğer tarihî Kıpçak Türkçesi eserlerinden bir
miktar ayrıldığını da söylemek mümkündür. Nitekim R. Toparlı, H. Vural, R. Karaatlı tarafından hazırlanan
Kıpçak Türkçesi Sözlüğü adlı çalışmada bazı kelimelere sadece Codex Cumanicus’ta rastlanmış olması bu
durumu desteklemektedir. Eserin dil özelliklerinin ve söz varlığının bugünkü Kazan-Tatar Türkçesine ve bazı
Kıpçak lehçelerine yakınlığının kabul gördüğü bilinmektedir. Gabain, eserin dil malzemesinin bugünkü Kazan
Tatarcası ile birçok benzerliğe sahip olduğunu belirtmektedir. 14 Çağatay, Kumancaya en yakın dilin Karaimlerin
dili olduğunu, bununla birlikte Kırım Tatarları ve Nogayların dilinin, Kafkas lehçelerinden Karaçay ve
Kumukların dilinin, İdil havzası Türklerinden Kazan lehçesinin Kumancaya oldukça yakın olduğunu ifade
etmektedir. 15 Yine Çağatay’ın Türk Lehçeleri Örnekleri II adlı çalışmasında, XIII. yüzyılın Ana-Kıpçak dili eseri
olan Codex Cumanicus’un dilinin en iyi korunduğu sahanın Kazan ve Sibirya ağızları olduğu ifade
edilmektedir 16.
Codex Cumanicus’ta bulunan söz varlığı, çeşitli konularla ilgili derlemelerin yer aldığı kelime listeleri, dinî
metinler, bilmeceler Kıpçak Türklerinin kültürü, sosyal ve ekonomik hayatı hakkında bilgi vermesi bakımından
değerlidir. Bu kelime listelerinde savaş ile ilgili kelimelere, savaş aletlerine, at ve at koşumuyla ilgili terimlere,
siyasî hayatı yansıtan sözcüklere de yer verildiği ve Kıpçakların dilinden derlenen bu kelimelerin onların askerî
ve siyasî hayatı hakkında bazı bilgiler sunduğu görülmektedir. Bu düşünceden hareketle bu çalışmada Codex
Cumanicus ve bugünkü Kıpçak lehçelerinden biri olan Kazan-Tatar Türkçesinin ortak söz varlığındaki askerî ve
siyasî terimler anlam seyri yönünden incelenmiştir. Codex Cumanicus’ta geçen bu kelimelerin günümüz Kazan-
Çağatay, agm, s. 761.
Çağatay, agm, s. 763; Ahmet Gökbel, Kıpçak Türkleri, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2000, s. 350.
10
Argunşah, Güner, age, s. 25.
11
Golden, age, s. 33.
12
Çağatay, agm, s. 762.
13
Bekir Çobanzade, Türk-Tatar Dil Bilimine Giriş, haz. Ufuk Deniz Aşcı, Fatih Numan Küçükballı, Ed. Abdurrahman Özkan, Palet
Yayınları, Konya, 2015, s. 147.
14
Gabain, age, s. 68.
15
Çağatay, agm, s. 770-771.
16
Saadet Çağatay, Türk Lehçeleri Örnekleri II, Yaşayan Ağız ve Lehçeler, Ankara Üniversitesi, DTCF Yayınları, 1972, s. 70. L. T.
Mahmutova, Codex Cumanicus ve Tatarcanın söz varlığını karşılaştırmış, Tatar leksikolojisi ile Codex Cumanicus hakkında morfoloji ve
fonetik sahalarında büyük benzerliklerin olduğunu tespit etmiş ve bu durumun yakın geçmişteki büyük Türkologların bu düşüncesini
kanıtladığını ifade etmiştir. Radloff’un Kumanca-Almanca sözlüğündeki 2223 kelimeden 1781’inin yani %80’inin Tatar dilinde
bulunduğunu ve bunların büyük çoğunluğunun eski Türk diline ait olduğunu belirtmiştir. Bu kelimelerin önemli bir kısmının Tatarcanın
ağızlarında bulunduğunu, yazı dilinde bazen bulunmadığını bazen de eski sözler olarak kaydedildiğini vurgulamıştır. L. T. Mahmutova,
“Tatarskiy Yazık v Ego Otnoşenii k Drevnepis’mennomu Pamyatniku Codex Cumanicus po Dannım Leksikiy/ Kratkiy Analiz i Prilojenie”,
İssledovaniya po İstoriçeskoy Dialektologii Tatarskogo Yazıka, Kazan, 1982, s. 68, 71-72.
8
9
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
51
CODEX CUMANİCUS VE KAZAN-TATAR TÜRKÇESİNİN ORTAK SÖZ VARLIĞINDA ASKERÎ VE SİYASÎ
TERMİNOLOJİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Tatar Türkçesindeki kullanım alanı değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmede askerî ve siyasî terimlerin KazanTatar Türkçesindeki durumunu da ele almak gerekmektedir.
“Tatar dilinde akrabalık adları, uzuvları gösteren kelimeler, günlük yaşamda sık kullanılan nesnelerin
isimleri gibi alanların yanında askerî söz varlığının da çok eski dönemlerden beri şekillenen bir alan olduğu
bilinmektedir. Bu alan eski dönemlerde şekillenip her dönemde zenginleşerek bugünkü Tatar dilinde yaşamaya
devam etmektedir.” 17 Tatar Paremiyelerĕnĕŋ Tĕlĕ adlı çalışmada savaş ve savaş aletleri ile ilgili zengin söz
varlığının özellikle Tatarların atasözlerinde, deyimlerinde fazlaca görüldüğü belirtilir. Orhun ve Yenisey
yazıtlarından itibaren çeşitli kaynaklarda Türk boylarının siyasî ve askerî terimlerinin fazlaca bulunduğu, bu
kelimelerin bazılarının Tatar dilinde ve komşu dillerde korunduğu, hatta Rusçaya da geçtiği ifade edilmektedir. 18
Kazan-Tatar Türkçesinin sözlüklerinde askerî ve siyasî söz varlığına ait kelimelerin bir kısmı eski sözler
(iskěrgen süz) bir kısmı ise tarihî kelimeler (tariyḫiy) olarak kayıtlıdır. “Tarihî kelimeler, eskimiş kelimelerin bir
parçasıdır ve bu kelimeleri arkaik hâle gelen söz varlığından ayırmak gerekir. Tarihî kelimeler daha önceki
asırların sosyal, siyasal ve kültürel hayatını yansıtır.” 19 Tatar Leksikologiyesě adlı çalışmada eski kelimelerin
günlük hayatta kullanılmayan ya da çeşitli dil bilimsel veya dil dışı sebeplerle dilde yaygın olmayan kelimeler
olduğu ifade edilir. Yaygın olarak kullanılmasalar da bu kelimelerin anlamlarının genellikle halk tarafından
bilindiği belirtilir. Mesela, alpavıt, arşın, çabata, kabile, yasak vb. kelimeler bu durumu gösterir niteliktedir. Bu
kelimelerin çoğunun kullanımda olmaması dil dışı, toplumsal sebepler ile ilgili olarak görülür. Mesela, 1917
yılındaki devrimden sonra kapitalizm, daha önceki yönetim sistemi ve din ile ilgili bazı kelimelerin dilde pasif
hâle geldiği gözlemlenmiştir. 20
Kazan-Tatar Türkçesinde eski veya tarihî sözler olarak kayıtlı bulunan bazı askerî ve siyasî terimlerin eski
devirlerdeki anlamları ile bu lehçede bulunduğu, ancak dilde yaygın olarak kullanılmadığı anlaşılmaktadır.
Bazılarının ise bu lehçenin söz varlığında anlam dairelerinde meydana gelen değişmelerle yaygın bir şekilde
kullanılmaya devam ettiği görülür. “Mesela, ceye, kılıç, kalkan gibi kelimeler savaş aleti anlamlarıyla
günümüzde tarihî kelimelerdir, ancak mecaz anlamlarıyla yaygın olarak kullanılır. Mesela, kalkan ‘kalkan’
kelimesinin ‘koruyucu, bekçi’ anlamları, söŋgě ‘süngü’ kelimesinin ‘şekli ile süngüye benzer şey’ anlamı, yarlık
kelimesinin ‘bir şeyin fiyatının, adının yazıldığı etiket’ anlamında kullanılması bu duruma örnek olarak
gösterilebilir.” 21 Kazan-Tatar Türkçesinde eski terimlerin daha önceki anlamlarıyla veya anlam dairesini
genişleterek dilde kullanılmasının yanında çeşitli yollarla yeni terimler de geliştirildiği görülür. Mesela, herkesçe
anlaşılan ve bilinen, günlük hayatta da kullanılan bazı kelimelere siyasî anlamlar kazandırma yoluyla bu
kelimelerin terim hâline getirilmesi söz konusudur. İpteş [arkadaş] kelimesinin ‘işçi sınıfının bir temsilcisi’
anlamını da kazanması, köreş [mücadele, savaş] kelimesinin ‘siyasî mücadele’ için de kullanılması bu durumu
yansıtır. 22
1. Codex Cumanicus ve Kazan-Tatar Türkçesinin Ortak Söz Varlığında Askerî Terimler
1.1. Asker Kavramı ve Askerî Düzen ile İlgili Kelimeler
Codex Cumanicus’ta asker kavramı alpavut, atlu, çėri, baġatur, baḫadur kelimeleri ile karşılanmaktadır.
Alpavut kelimesi CC II’de “asilzade, soylu, aristokrat” 23; “kahraman, cesur, Lat. miles asker, savaşçı” 24
anlamlarıyla kaydedilmiştir. Kazan-Tatar Türkçesinde alpavıt kelimesini “Rusya’da 1917 yılına kadarki
dönemde büyük toprak sahibi, soylu; feodal ilişkilerin olduğu memleketlerde büyük toprak sahibi; esk. 6-13.
yüzyıllarda Türk devletlerinde askerî yöneticinin unvanı” 25 anlamları ile görmekteyiz. “Alpavıt, büyük toprağa
sahip olan, asilzadedir. Bu kelime Kaşgarlı’da ‘kahraman, bahadır’, Codex Cumanicus’ta ‘savaşçı’
anlamındadır. Kazan-Tatar Türkçesindeki şu anki anlamının Altın Ordu döneminde ortaya çıkmış olması
mümkündür, nitekim bu dönemde bazı savaşçılara, askerî birliklerin komutanlarına vb. rütbe ve toprak hediye
edilmiştir.” 26 Kelime önceleri askerî sınıfı temsil ederken zamanla “soylular sınıfını” temsil etmeye
başlamıştır. 27
Codex Cumanicus’ta asker kavramı ile ilgili olarak kullanılan diğer kelime atlu’dur. CC I’de atlu “ata
binen, atlı”, atlu kişi “süvari” 28 anlamlarıyla kayıtlıdır. Garkavets, kelimeyi “atlı, süvari; atlu kiši, Lat. miles
Rinat Tagiroviç Safarov, Tatarça-Rusça Ḫerbiy Leksika Süzlěgě, Kazan, 2017, s. 5.
E. Ş. Yusupova, G. E. Nebiullina vd., Tatar Paremiyelerĕnĕŋ Tĕlĕ, İḫlas Neşriyatı, Kazan, 2010, s. 34.
19
Yusupova, Nebiullina vd. age, s. 28.
20
G. R. Galiullina, Tatar Leksikologiyesě, Tom II, Kazan, 2016, s. 311-312.
21
Galiullina, age. 315.
22
G. U. Aliyeva, “Tatar Těl Bělěměnde İctimagıy- Seyesiy Leksikanı Öyrenüv Tariyḫı”, Fenniy Yazmalar, 2007, s. 25.
23
Argunşah, Güner, age, s. 626.
24
Aleksandr Garkavets, Codex Cumanicus (I-IV), Almatı, 2015, s. 1002.
25
TTAS, 2015, s. 148.
26
Yusupova, Nebiullina vd. age, s. 30.
27
R. T. Safarov, Voennaya Leksika Tatarskogo Yazıka, Kazan, 2015, s. 126.
28
Argunşah, Güner, age, s. 427.
17
18
52
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
ÖZGE SÖNMEZLER DURAN
savaşçı, asker, piyade, Far. aswār atlı, süvari 45v16” 29 anlamları ile kaydetmiştir. Kazan-Tatar Türkçesinde atlı
kelimesi “1. Atı olan. 2.1. At ile çekilen. 2.2. is. At binen ya da at ile çekilen arabaya (kızağa) oturan kişi, süvari.
3. At gücü yardımıyla yapılan.” 30 anlamlarıyla gösterilmiştir. Bu anlamların yanında kelimenin mecazlaşma
yoluyla “bir yere sığamayan, yolundaki her şeyi devirerek telaşla koşturan” 31 anlamını da kazandığı
görülmektedir.
Bu alana ait kelimelerden biri olan çėri, CC I’de “çėri başı: komutan”, “çėyri: asker” şeklinde, CC II’de
“çėri: ordu, asker” olarak kayıtlıdır. 32 Garkavets, CC’deki kelimenin anlamını “ordu, asker” olarak
göstermiştir. 33 Kazan-Tatar Türkçesinde çirüv kelimesi eski söz olarak “1. Asker. 2. ağ. Sürü; köpek, kurt vb.
sürüsü.” 34 anlamlarını karşılamaktadır.
Codex Cumanicus’ta asker kavram alanı ile ilgili olarak gösterilebilecek diğer kelimeler olan bagatur,
baḫadur kelimelerinin alpavut’un alt terimleri olduğu düşünülmektedir. 35 CC I’de bagatur “yiğit, kahraman,
bahadır” 36; “kahraman, cesur, Lat. probus güçlü; dürüst, Far. baγatur kahraman, cesur 49v17” 37 ve CC II’de
baḫadur “yiğit, kahraman, bahadır” 38 anlamlarıyla kayıtlıdır. Kazan-Tatar Türkçesinde batır kelimesi “1.1.
Korkusuzluk, cesurluk, güçlülük, beceriklilik sıfatları ile tanınan şahıs. 1.2. Bahadır, savaş meydanında ün
kazanan kişi. 2.1. sp. Güreşte diğer bütün güreşçileri yenen kişi. 2.2. Güçlü ve usta güreşçi, atlet.” 39; bahadir
kelimesi ise “1. Pehlivan, bahadır. 2. sf. Çok büyük ve sağlam; çok kuvvetli.” 40 anlamlarıyla kaydedilmiştir.
Askerî düzen ile ilgili olarak kullanılan tümen kelimesi Codex Cumanicus’ta “on bin” 41; “tümen, on bin, on
bin kişilik asker” 42 anlamlarındadır. Kelime Kuman bilmecelerinde karşımıza çıkmaktadır: “Oŋlu sollu ayırgan/
otuz tümen öneydir. Ol kuyaş, ay, yulduz- Sağlı sollu ayrılıp/ otuz tümen (göğe) yükselir. O, güneş, ay, yıldız.” 43
Kazan-Tatar Türkçesinde kelimenin “tömen I 1. On bin. 2. sf. mec. Çok fazla, hesapsız, çok (türlü). 3. is. On bin
kişilik asker. 4. is. On bin kişilik asker vermesi gereken bölge. 5. is. Kendi sorumluluğunda yüz köy bulunan
şehir.” 44 ve “tömen II is. 18. yüzyılda Temnikov şehrinden Başkurdistan’a vb. göç eden Mişerlerin bir grubu.” 45
şeklinde kaydedilmiştir. “Tömen kelimesi Altın Ordu’da idari birim (on bin asker çıkarması gereken yer)
anlamındadır. Buradan Mordovya’daki Temnikov ve Sibirya’daki Tümen şehirlerinin isimleri ortaya çıkmıştır.
Tatarcada tümen denilen etnografik grup Mordovya’daki Tümen (Rus. Temnikov) Mişerleridir (Şu anda çeşitli
bölgelerdedirler.).” 46 Kazan-Tatar Türkçesinde tömen II’de kaydedilen anlamların tömen I’deki anlamlardan
hareketle ortaya çıktığı görülmektedir.
1.2. Askerî Giyim ile İlgili Kelimeler
Askerî zırh, koruyucu giysi anlamlarına gelen kübe kelimesi, CC I’de “örme zırh” 47 anlamıyla
kaydedilmiştir. Kübe, gömlek gibi giyilen ve vücudu örten bir zırhtır. 48 Kazan-Tatar Türkçesinde de köbe
kelimesi tarihî bir kelime olarak “ufak metal halkaları birbirine geçirerek yapılan eski savaş kıyafeti; zırh” 49
anlamıyla kayıtlıdır.
CC’de askerî giyim ile ilgili olarak “zırh yakası, zırhın omuzları örten kısmı” 50 anlamını karşılamak üzere
kullanılan yaka kelimesinin Kazan-Tatar Türkçesinde yaka ve yaga şeklinde dallanarak ayrı kaydedildiği
görülmektedir. Kazan-Tatar Türkçesinde yaka kelimesi “1. Kumaştan, kürkten vb. yapılıp kıyafetin boyun
kısmına dikilen ya da düğmelenen kısım. 2. mec. ‘Ecel, ülěm, kaběr’ sözleri ile birlikte kullanılarak ölüme
29
Garkavets, age, s. 1019.
TTAS, 1977, 54.
31
TTAS, 2015, 246.
32
Argunşah, Güner, age, s. 456, 682.
33
Garkavets, age, s. 1068.
34
TTAS, III, s. 432.
35
Akartürk Karahan, “Codex Cumanicus’ta Alt Anlamlılık (Hyponymy)”, Karadeniz Araştırmaları, 39, 2013, s. 195.
36
Argunşah, Güner, age, s. 430.
37
Garkavets, age, s. 1027.
38
Argunşah, Güner, age, s. 649; Garkavets, age, s. 1028.
39
TTAS, 1977, s. 134.
40
TTAS, 1977, s. 143.
41
Argunşah, Güner, age, s. 857.
42
Garkavets, age, s. 1270.
43
Galip Güner, Kuman Bilmeceleri Üzerine Notlar, Kesit Yayınları, İstanbul, 2016, s. 97.
44
TTAS, 1981, s. 250.
45
TTAS, 1981, s. 250.
46
TTES, II, s. 292.
47
Argunşah, Güner, age, s. 519; Garkavets, age, s. 1140.
48
Aslı Çandarlı Şahin, Maddi Buluntulara Göre Kuman/ Kıpçaklarda Kültürel Hayat, Gece Kitaplığı, Ankara, 2019, s. 188.
49
TTAS, 1979, s. 257.
50
Argunşah, Güner, age, s. 597; Garkavets, age, s. 1291.
30
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
53
CODEX CUMANİCUS VE KAZAN-TATAR TÜRKÇESİNİN ORTAK SÖZ VARLIĞINDA ASKERÎ VE SİYASÎ
TERMİNOLOJİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
yaklaşmayı bildiren söz.” 51 anlamlarını karşılarken yaga kelimesi “ağ. 1. Bir şeyin kıyısı. 2. Yabancı yer. 3.
Himaye eden yer, sığınacak yer. Agası barnıŋ yagası bar.” 52 anlamlarıyla kullanılmaktadır.
1.3. Savaş ile İlgili Kelimeler
Codex Cumanicus’ta “savaş, cenk” anlamının yagı 53 kelimesi ile karşılandığı görülür. Garkavets, kelimeyi
“düşman, İt. guerro savaş, Far. ǰang savaş, muharebe 14r18” 54 anlamlarıyla kaydetmiştir. Bu kelime KazanTatar Türkçesinde “yav I is. 1. Düşman. 2. Hücum eden düşman askeri. 3. Savaş. 4. mec. Artarak sel gibi gelen
şey.” 55 anlamlarıyla kayıtlıdır. Kazan-Tatar Türkçesinde kelimenin CC’deki anlamların yanında mecazi olarak
“sel gibi akıp gelen şey” anlamını da karşıladığı görülmektedir.
Codex Cumanicus’ta savaş ile ilgili olarak kullanılan kelimelerden biri “derin çukur, hendek, siper” 56;
“hendek, Alm. der Graben” 57 anlamlarını karşılayan or kelimesidir. Kazan-Tatar Türkçesinde kelime “ur is. 1.
Düşmandan korunmak için şehir ve kaleyi çevreleyen, kazılarak yapılan savunma hattı, hendek. 2.1. ağ. Sarp
kenarlı ırmak, derin çukur. 2.2. Yapay dere, kanal.” 58 olarak genişlemiş anlamlarla kullanılmaktadır.
Savaş dönemlerinde savunma amaçlı kullanılan bir yapı olan kale, Codex Cumanicus’ta kalaa “kale”, ḫala
“köy” 59 anlamlarıyla bulunmaktadır. Kazan-Tatar Türkçesinde kala “şehir” 60 anlamıyla kayıtlıdır.
Codex Cumanicus’ta “ganimet, savaş esiri” 61 anlamları olca kelimesi ile karşılanmıştır. Kazan-Tatar
Türkçesinde ulca, eski söz olarak “ganimet, savaşta kazanarak alınan şeyler; gelir, pay” 62 anlamlarıyla kayıtlıdır.
Eserde “esir” anlamını karşılayan bir diğer kelime tutsak’tır. CC I’de “tutsak, esir, mahkûm” 63; “rehin”64
anlamlarıyla kayıtlı olan kelime Kazan-Tatar Türkçesinde de “totsak is. esk. Tutsak, esir.” 65 olarak kayıtlıdır.
Codex Cumancus’ta esirlerle ilgili bir başka kelime “zincirli, bukağılı” 66, “zincirli, prangaya bağlı” 67
anlamları ile kayıtlı olan bugovlı kelimesidir. Kelime CC II’de bir bilmece metninde geçmektedir: “60b/27 ol
tutgun kişidir bugovlı- O, zincire vurulmuş, tutsak bir kişidir.” 68. Kazan-Tatar Türkçesinde bu kelime “bogavlı
sf. 1. Zincirlenen, zincir takılan. 2. mec. Özgür olmayan, bağımlı.” 69 anlamlarında kullanılmaktadır. Kelimenin
mecazlaşma yoluyla anlam dairesini genişlettiği görülmektedir.
1.4. Savaş Aletleri
Codex Cumanicus’ta savaş aletlerini, silahları, at koşum takımını karşılayan sagıt 70 kelimesi Garkavets
tarafından “silah, alet, zırh, teçhizat; kap kacak, mutfak eşyaları” 71 anlamlarıyla kaydedilmiştir. Kazan-Tatar
Türkçesinde ise savıt “saçılıp dağılabilen şeyleri saklama malzemesi; yiyecek konulan kâse” 72 anlamlarında
kullanılmaktadır. TTES II’de kelimenin eski anlamlarında ‘zırh’ anlamının da olduğu, esas anlamının, çıkış
noktasının ‘miğfer, başlık’ anlamı olabileceği fikri öne sürülmüştür. 73 Tatarça-Rusça Ḫerbiy Leksika
Süzlěgě’nde savıt “zırh” anlamıyla kayıtlıdır. 74
51
TTAS, 1981, s. 625.
TTAS, 1981, s. 621.
53
Argunşah, Güner, age, s. 596.
54
Garkavets, age, s. 1291.
55
TTAS, 1981, s. 657.
56
Argunşah, Güner, age, s. 789.
57
Garkavets, age, s. 1169.
58
TTAS 1981, s. 310.
59
Argunşah, Güner, age, s. 477, 489; Garkavets, age, s. 1183, 1287. “Türkçenin tarihî metinlerinde ḳalèa kelimesinin ‘kale, hisar’
anlamlarının dışında CC I’de geçen ‘köy’ anlamına rastlanmamıştır. Müellifin hem ‘kale’ hem de ‘köy’ anlamındaki iki kelimeyi yalnız
Arapça ḳalèa kelimesi ile karşılaması yanında bu iki kelimenin birbirlerinden çok farklı imlalarla yazılmış olması da ilgi çekicidir. Yazar,
‘köy’ karşılığı bir kelime bulamamış olmalı ki her ikisini de aynı kelimeyle karşılamak zorunda kalmıştır.” Mustafa Argunşah, “Codex
Cumanicus’ta Arapçadan Alıntı Kelimeler Üzerine Notlar (I)”, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu Hatıra Kitabı, Türk Edebiyatı Vakfı
Yayınları, İstanbul, 2017, s. 144.
60
TTAS, 1979, s. 29.
61
Argunşah, Güner, age, s. 788; Garkavets, age, s. 1167.
62
TTAS, 1981, s. 307.
63
Argunşah, Güner, age, s. 585.
64
Garkavets, age, s. 1267.
65
TTAS, 1981, s. 128.
66
Argunşah, Güner, age, s. 674.
67
Garkavets, age, s. 1063.
68
Argunşah, Güner, age, s. 257, 348.
69
TTAS, 1977, 170.
70
Argunşah, Güner, age, s. 544, 803.
71
Garkavets, age, s. 1206.
72
TTAS, 1979, 612.
73
TTES, II, s. 126.
74
Safarov, Tatarça-Rusça... s. 81.
52
54
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
ÖZGE SÖNMEZLER DURAN
Codex Cumanicus’ta “Salp kėşim, sansız oḫum. Ol kök bile yulduzdır- Tek sadağım, sayısız okum. O, gök
ile yıldızdır.” 75 örneğinde, bir bilmece metninde karşımıza çıkan oḫ kelimesi “ok” anlamını karşılamaktadır. 76
Kazan-Tatar Türkçesinde ise uk kelimesinin “yaydan atılan ve ince, düz, sert ağaçtan yapılan, ucuna keskin ve
sivri metal takılan alet, ok” ilk anlamının yanında, benzerlik ilgisi ile pek çok mekanizmanın çeşitli kısımlarına
ad olduğu, böceklerin iğnesi ve yılanın dili için de kullanıldığı, mecazlaşma yoluyla “iğneli, kinayeli, sert söz”
anlamına da geldiği görülmektedir. 77 Kazan-Tatar Türkçesinde kelimenin genişlemiş bir anlam dairesiyle dilde
yaygın bir kullanım alanıyla yaşamaya devam ettiği görülür.
Codex Cumanicus’ta “ok yapan, üreten kimse, okçu” 78 anlamını karşılayan oḫçı kelimesi ise Kazan-Tatar
Türkçesinde “ukçı is. 1. Ok atan, ok atma ustası (avcı, sporcu). 2.1. Piyade ordusunda bireysel ateşli silahlarla
silahlanan asker. 2.2. Uçak ve tankta makinalı tüfek, top vb. atan. 2.3. sf. Okçulardan oluşan.” 79 şeklinde
genişlemiş anlamlarla kayıtlıdır.
Eserde “yay” anlamındaki ya, yaa 80 kelimeleri Kazan-Tatar Türkçesinde ceye “ok atmaya yarayan yay”
anlamının yanında “eyerin ön ya da arka tarafında yay gibi bükülen kısım, eyer kaşı” anlamını, dil bilimi terimi
olarak “ayraç, parantez” anlamını ve çeşitli makinalarda bulunan yay şekline benzer mekanizmaları karşılamak
üzere kullanılmaktadır. 81 Kelimenin bir savaş ya da av aleti olarak kullanılmasının yanında benzerlik ilgisiyle
çeşitli anlamlar kazandığı ve farklı alanlarda terim hâline geldiği anlaşılmaktadır.
Codex Cumanicus’ta “kılıç” 82; “kılıç 50v12, Lat. spata geniş, iki yüzlü bıçak 50v13, Far. šimšēr kılıç
50v12; qïlïčlar kılıçlar 63v9; qïlïč ostasï ~ ustasï kılıç ustası 44r14.” 83 anlamları ile kaydedilen kılıç kelimesinin
Kazan-Tatar Türkçesinde “kesici savaş aleti, kılıç; (askerî söz varlığında) savaşçı süvari, kılıçlı savaşçı” 84 gibi
eski anlamların yanında mecazlaşmalar ve benzerlik ilgisiyle çeşitli anlamları da karşıladığı görülmektedir: “bir
şeyi yok eden güç, kuvvet sembolü”, “dokuma tezgâhında enine atılan ipliği (argacı) dokunan kumaşa
tutturmaya yarayan büyük tarak şeklinde alet; pamuğu, keteni dövdükten sonra elyafı yumuşatmak ve
temizlemek için kullanılan ince ağaç kürek”, 85 “kılıcı hatırlatan uzunca uzuv (Ukbalık… av vakıtında üzlerěněŋ
tabiygıy korallarınnan- kılıçtan faydalanalar.); parlayan ışık; eğilen; dar, ince, dümdüz (burun)”. 86 Kelimenin
anlam dairesinin bu kadar genişlemiş olması kılıç kelimesinin dilde oldukça yaygın olarak kullanıldığını
göstermektedir.
Kılıç, hançer gibi silahların konulduğu kın, Codex Cumanicus’ta “kılıf, kın” 87 anlamlarıyla kaydedilmiştir.
Kazan-Tatar Türkçesinde de kın kelimesinin “kılıç, hançer gibi silahlar için kap, kılıf” 88 anlamıyla kaydedildiği
görülmektedir.
Başka bir savaş aleti olan süngü, Codex Cumanicus’ta süŋgü, süŋü “mızrak, kargı, süngü” 89
anlamlarındadır. Kazan-Tatar Türkçesinde söŋgě kelimesi “uzun, ince saplı, saplanabilen alet, süngü (avda ya da
savaşta kullanılır); süngüye benzer şey” 90 anlamlarıyla kayıtlıdır.
Balta kelimesi Codex Cumanicus’ta “balta” 91; “balta 43v15, Lat. manayra balta, Far. randa rende, pulluk,
keski 43v16, Lat. securis balta; savaş aleti, Far. tawar = täbär balta 53r8.” 92 anlamlarıyla kayıtlıdır. KazanTatar Türkçesinde balta kelimesi “genelde ağaç saplı, yassı, geniş kama şeklindeki keskin yüzlü vurarak kesme
aleti; balta yüzü gibi çıkık duran şeyler, mesela açkıç baltası” 93 anlamlarıyla kaydedilmiştir. “Bugünkü Tatar
dilinde, balta kelimesi artık bir savaş silahı olarak algılanmamaktadır. Kelimenin anlam dairesi daralmıştır ve
kelime açıklamalı sözlüklerde bir alet olarak gösterilmektedir.” 94 Kazan-Tatar Türkçesinde kelime benzerlik
ilgisiyle “balta yüzü gibi çıkık duran şeyler” anlamını da kazanmıştır.
75
Güner, age, s. 92.
Argunşah, Güner, age, s. 784; Garkavets, age, s. 1171.
77
TTAS, 1981, s. 302-303.
78
Argunşah, Güner, age, s. 532; Garkavets, age, s. 1171.
79
TTAS, 1981, s. 305.
80
Argunşah, Güner, age, s. 595, 870. Garkavets, kelimeyi yay I olarak kaydetmiştir. Garkavets, age, s. 1301.
81
TTAS, 1981, s. 812.
82
Argunşah, Güner, age, s. 503, 738.
83
Garkavets, age, s. 1192.
84
TTAS, 1979, s. 221.
85
TTAS, 1979, s. 221-222.
86
TTAS, 2017, s. 686.
87
Argunşah, Güner, age, s. 739; Garkavets, age, s. 1192
88
TTAS, 1979, s. 223.
89
Argunşah, Güner, age, s. 823; Garkavets, age, s. 1228.
90
TTAS, 1979, s. 720.
91
Argunşah, Güner, age, s. 433.
92
Garkavets, age, s. 1028.
93
TTAS, 1977, s. 119. Açkıç kelimesi “anahtar” anlamındadır.
94
Safarov, Voennaya Leksika... s. 33.
76
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
55
CODEX CUMANİCUS VE KAZAN-TATAR TÜRKÇESİNİN ORTAK SÖZ VARLIĞINDA ASKERÎ VE SİYASÎ
TERMİNOLOJİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Kalkan kelimesi Codex Cumanicus’ta Hristiyan dinine ait bir vaazda karşımıza çıkmaktadır: “63b/ 7-8 ol
sagıt bolgay anıŋ kalkanı barça/ yekler allında- O silah bütün şeytanlar önünde onun kalkanı olur” 95. Kelime
eserde “kalkan” 96 anlamıyla kayıtlıdır. Kazan-Tatar Türkçesinde kalkan kelimesi “eski dönemlerde askerlerin
kılıç, süngü gibi ateşli olmayan silahlardan korunması için tahtadan ya da metalden özel olarak yapılan alet”
anlamının yanında mecazi olarak “koruyucu, bekçi” 97, “yanak kemiği, elmacık kemiği (iri kemikli, çıkık yanaklı
yüz hakkında)” 98 anlamlarını da karşılamaktadır.
Kuzey Kıpçak sahasında bulunan bir müzik aleti olan burgu, orduda ya da avlarda işaret vermek için veya
savaşta gürültü çıkarmak için kullanılan bir alettir. 99 Bu kelimenin CC I’de burgu “üfleyerek çalınan bir çalgı,
boru, nefir”, CC II’de bırgı “boru” olarak kayıtlı olduğu görülür. 100 Garkavets de kelimeyi “boru” 101 anlamıyla
kaydetmiştir. Kazan-Tatar Türkçesinde bırgı, borgı “geniş uçlu metal (daha önceleri boynuzdan da yapılan) boru
şeklindeki üflemeli müzik ya da işaret verme aleti; boru çalarak verilen işaret; kon. megafon” 102 anlamlarında
kullanılmaktadır. Kelimenin konuşma dilinde “megafon” anlamını da karşılayarak anlam dairesini genişlettiği
görülür. Tatarça-Rusça Ḫerbiy Leksika Süzlěgě’nde kelime “boru, boynuz” anlamıyla kaydedilmiştir. 103
Savaşta Kıpçak askerlerinin, birliklerini temsilen tepesinde bir tutam at ya da sığır kuyruğu bulunan tuğ
taşıdıkları bilinir. 104 Codex Cumanicus’ta tov, “tuğ, alem, nişan” 105; “at kuyruklu sopa, tuğ, alem; aläm vel tuv
bayrak veya tuğ” 106 anlamlarıyla kayıtlıdır. Kelimenin Kazan-Tatar Türkçesinde “tuv I is. esk. 1. Türk ve Moğol
halklarında: At kılından yapılan ve ortasına ay sembolü yapıştırılan bayrak. 2. Avcının kuşları kondurduğu
ağaç.” 107 anlamlarını taşıdığı görülmektedir. Tatar Paremiyelerĕnĕŋ Tĕlĕ adlı çalışmada Tatarlarda ve
Moğollarda askerlerin, ortası ay figürü ile süslenmiş, at kılından yapılan ve tuv adı verilen bir bayrakla savaşa
gittikleri ifade edilir. Bu kelimenin günümüz Tatar Türkçesinde yalnızca atasözlerinde varlığını sürdürdüğü
belirtilmektedir. 108 Codex Cumanicus’ta tov kelimesi ile birlikte kaydedilen alam “alem, tuğ, nişan” 109, aläm
“bayrak, sancak” 110 kelimesi Kazan-Tatar Türkçesinde eski söz olarak elem “bayrak, flama” 111 anlamıyla
bulunmaktadır.
1.5. At ve At Koşum Takımı ile İlgili Kelimeler
Codex Cumanicus’ta at kelimesi “binme, yük çekme, taşıma vb. hizmetlerde kullanılan tek tırnaklı hayvan,
at” 112; “at, Equus, Lat. equus, Far. asp” 113 anlamıyla kayıtlıdır. Kazan-Tatar Türkçesinde kelime “insanları
taşıyan ve yük taşımak için faydalanılan evcil hayvan; at” anlamının yanında spor alanında terimleşerek
“satrançta at figürü; kalın tomruğu gön ile kaplayıp yapılan dört ayak ile sağlamlaştırılan jimnastik aleti” 114
anlamlarını da karşılamaktadır. Kelimenin spor terimi olarak yeni anlamlar kazanması dilde aktif olarak
kullanıldığını göstermektedir.
Codex Cumanicus’ta at koşum takımı ile ilgili kelimelerden biri olan ėyer “eyer” 115; “eyer; Lat. sella
sandalye, koltuk, taht; eyer, Far. zīn eyer; koltuk 51v24” 116 anlamlarıyla kayıtlıdır. Kazan-Tatar Türkçesinde ise
iyer “at ya da eşeğin sırtına binip oturmak için bağlanan özel materyal” anlamındadır. Bu anlama benzerlik
ilgisiyle “bisiklette, motosiklette vb. oturgaç; oturtma, destekleme vb. için kullanılan makine parçalarının adı;
kuşun göğsünde çıkık şekilde duran kemik” 117 anlamları ve konuşma dilinde “yönetici, başkan” 118 anlamı da
eklenmiştir.
Argunşah, Güner, age, s. 271-272, 363.
Argunşah, Güner, age, s. 724; Garkavets, age, s. 1183.
TTAS, 1979, s. 31.
98
TTAS, 2017, s. 73.
99
Mustafa Safran, Yaşadıkları Sahalarda Yazılan Lûgâtlara Göre Kuman/Kıpçaklar’da Siyasi, İktisadi, Sosyal ve Kültürel Yaşayış, Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1993, s. 91.
100
Argunşah, Güner, age, s. 451, 660.
101
Garkavets, age, s. 1055, 1063.
102
TTAS, 1977, s. 179, 201.
103
Safarov, Tatarça-Rusça... s. 33.
104
Çandarlı Şahin, age, s. 152-153.
105
Argunşah, Güner, age, s. 580.
106
Garkavets, age, s. 1268.
107
TTAS, 1981, s. 143.
108
Yusupova, Nebiullina vd. age, s. 34.
109
Argunşah, Güner, age, s. 418, 623.
110
Garkavets, age, s. 1001.
111
TTAS, 1981, s. 682.
112
Argunşah, Güner, age, s. 426, 640.
113
Garkavets, age, s. 1017.
114
TTAS, 1977, s. 80.
115
Argunşah, Güner, age, s. 474.
116
Garkavets, age, s. 1101.
117
TTAS, 1977, s. 443.
118
TTAS 2016, s. 675.
95
96
97
56
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
ÖZGE SÖNMEZLER DURAN
Eyerin altına konulan eyer örtüsü Codex Cumanicus’ta yabog, ėyer yabogı 119 ifadeleri ile kayıtlıdır.
Kazan-Tatar Türkçesinde de yabuv, yapma “atın üstüne örtmek için özel hazırlanan örtü” 120 anlamıyla
görülmektedir.
Eyer tahtasının ata zarar ve rahatsızlık vermemesi için tahtanın altına keçe yerleştirilmektedir. 121 Codex
Cumanicus’ta “(at takımında kullanılan) keçe” 122 anlamı kiyiz kelimesi ile karşılanmıştır. Kazan-Tatar
Türkçesinde de kiyěz, “yünden yapılan kalın materyal, keçe” 123 anlamındadır.
Codex Cumanicus’ta “semer bağı, kolan” 124 anlamını karşılamak üzere ayl kelimesi kullanılmaktadır.
“Kolan, eyeri ata bağlayan uzun, enli ve kalınca kayışın adıdır. CC’de ayl’ul colan şeklinde geçen bu tabire
Memlük sahasında yazılan lugatların tamamında rastlamak mümkündür. CC’de kolan ile birlikte geçen ayl
kelimesinin de kolan anlamında kullanıldığı anlaşılıyor.” 125 Bu kelimenin Kazan-Tatar Türkçesinde “ayıl is. 1.
Eyercik ile eyerin atın karnının altından bağlanan bağı, kayışı, tasması. 2. Bel kayışını birleştiren kopça.” 126
şeklinde kayıtlı olduğu görülür. TTAS 2015’te bu anlamların yanında kelimenin “ayakkabının bandını tutturan
toka” 127 anlamı da kayıtlıdır.
Üzengi kelimesi Codex Cumanicus’ta “üzengi” 128 anlamıyla kayıtlıdır. Kazan-Tatar Türkçesinde özeŋgě
“ata binen kişinin ayağını koyması için eyerin iki yanındaki kayışın ucuna takılan alet, üzengi” anlamının
yanında konuşma dilinde “kasnağın, çemberin kırık yerini tutturmak için kullanılan demir parça” 129 anlamını da
karşılamaktadır.
At koşum takımı ile ilgili kelimelerden biri olan nokta, Codex Cumanicus’ta “yular” 130 anlamıyla
kayıtlıdır. “Mısır sahasındaki lugatlarda ‘yular’ olarak ifade edilen bu kelime, kuzey Kıpçak sahasında Moğolca
bir kelime olan ‘nocta’ tabiri ile karşılanmaktadır.” 131 Kazan-Tatar Türkçesinde de nukta kelimesi “gemsiz
yular (atı, buzağıyı vb. tutmak, bağlamak için)” 132 anlamındadır.
Codex Cumanicus’ta “gem, at gemi” 133; “dizgin, Lat. brilla = brilia, İt. briglia dizgin, yular, Far. lagām =
ligām dizgin 51v27” 134 anlamlarıyla kayıtlı olan yügen kelimesi, Kazan-Tatar Türkçesinde “gem, yular”
anlamının yanında mecazlaşarak “bir şeyi yapmaya imkân vermeyen, zorlayan, engelleyen sebep, durum” 135
anlamını da karşılamaktadır.
At koşum takımının bir parçası olan, gemin atın ağzında kalan madeni kısmı olarak bilinen 136 ve Codex
Cumanicus’ta “gem, ağızlık” 137 anlamıyla kayıtlı olan aguzlug, Kazan-Tatar Türkçesinde avızlık “gem, ağızlık”
anlamının yanında mecazi olarak “boyun eğdiren, belli bir sınırda tutan güç” 138 anlamını da taşımaktadır.
Codex Cumanicus’ta at ve at koşum takımı ile ilgili kelimelerin arasında yer alan topra, “torba” 139, “torba,
heybe, kese” 140 anlamlarıyla kayıtlıdır. Kazan-Tatar Türkçesinde de torba “ata yolda giderken yem vermek için
dikilen özel çuval” 141 anlamıyla kayıtlıdır.
Codex Cumanicus’ta at, naal gibi kelimeler ile birlikte mıḫ~kadav şeklinde kayıtlı olan kadav “çivi,
mıh” 142 anlamındadır. Kazan-Tatar Türkçesinde kadak “çivi” anlamının yanında mecazlaşarak “bir meselenin en
önemli noktası” 143 anlamını da kazanmıştır.
Argunşah, Güner, age, s. 596; Garkavets, age, s. 1290.
TTAS, 1981, s. 618.
Çandarlı Şahin, age, s. 183.
122
Argunşah, Güner, age, s. 507; Garkavets, age, s. 1127.
123
TTAS, 1979, s. 92.
124
Argunşah, Güner, age, s. 428-429; Garkavets, age, s. 1022.
125
Safran, age, s. 131.
126
TTAS, 1977, s. 22.
127
TTAS, 2015, s. 71.
128
Argunşah, Güner, age, s. 594, 870; Garkavets, age, s. 1283.
129
TTAS, 1981, s. 696.
130
Argunşah, Güner, age, s. 531; Garkavets, age, s. 1160.
131
Safran, age, s. 133.
132
TTAS, 1979, s. 448.
133
Argunşah, Güner, age, s. 613.
134
Garkavets, age, s. 1317.
135
TTAS, 1977, s. 464.
136
Safran, age, s. 133.
137
Argunşah, Güner, age, s. 416; Garkavets, age, s. 998.
138
TTAS, 1977, s. 10.
139
Argunşah, Güner, age, s. 579.
140
Garkavets, age, s. 1258.
141
TTAS, 1981, s. 119.
142
Argunşah, Güner, age, s. 488; Garkavets, age, s. 1183.
143
TTAS, 1979, s. 16.
119
120
121
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
57
CODEX CUMANİCUS VE KAZAN-TATAR TÜRKÇESİNİN ORTAK SÖZ VARLIĞINDA ASKERÎ VE SİYASÎ
TERMİNOLOJİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Atı kontrol etmek için kullanılan dizgin, Codex Cumanicus’ta tizgin “dizgin” 144 anlamıyla kayıtlıdır.
Kelimenin Kazan-Tatar Türkçesinde de “yular takımının bir parçası- ağızlık hizasına takılan dar kayış, bağ,
sicim (hayvanı idare edip çekmek, götürmek vb. için)” 145 anlamında kullanıldığı görülmektedir.
Codex Cumanicus’ta “köstek, bukağı, atın ayağına vurulan zincir” 146; “zincir, pranga” 147 anlamları ile
kaydedilen kişen kelimesi Kazan-Tatar Türkçesinde de kěşen “atın öndeki iki ayağını köstekleyip bir ucu
arkadaki ayağına bağlanan uzun bağ” 148 anlamı ile bulunmaktadır.
Atı idare etme amacıyla yardımcı bir araç olarak kullanılan kamçı, kimi zaman silah olarak da
kullanılmıştır. 149 Codex Cumanicus’ta “kamçı, kırbaç” 150 anlamlarıyla kaydedilen kelimenin Kazan-Tatar
Türkçesinde “kamçı, kırbaç” anlamının yanında örtmece 151 olarak “yılan” anlamını da karşıladığı
görülmektedir. 152 Yılanı dile getirmekten kaçınan Tatar halkı bu kelimeyi “kayış, kırbaç” anlamındaki kamçı ile
ifade etmeyi tercih etmiştir.
CC I’de “(at takımında kullanılan) halka” 153 anlamında kullanılan ḫalka kelimesi, CC II’de ḫalḫa “yüzük,
halka” 154 anlamıyla kayıtlıdır. Kazan-Tatar Türkçesinde kelime “halka” anlamının yanında “küpe; bir şeyi
çevreleyen şey, şerit”, botanik terimi olarak “küpeye benzeyen sert kabuklu tohum”, spor terimi olarak “iki bağın
aşağıda kalan ucuna asılan iki halkadan ibaret spor aleti; hokey oyununda kullanılan yuvarlak yassı levha” 155
anlamları ile kullanılmaktadır.
At koşum takımında süs amaçlı kullanılan püskül, Codex Cumanicus’ta saçak şeklinde “(at takımında
kullanılan) püskül, saçak” 156; “saçak, perçem, Lat. pola, Far. rīša 52r5.” 157 anlamlarıyla kayıtlıdır. Kazan-Tatar
Türkçesinde de çaçak “bir şeyin dışını süslemek için kullanılan püskül ya da ip tutamı” 158 anlamındadır.
Codex Cumanicus’ta tüvme “düğme; (at takımında kullanılan) düğme” 159 anlamları ile kayıtlıdır. Garkavets
kelimenin anlamlarını “düğüm” ve “düğme” olarak kaydetmiştir: “tüvmä: düğüm, bağ, düğme, Lat. gruppus = İt.
groppo düğüm, bağ 52r4, pomellus düğme 51r5, Far. band vel grē” 160. Kazan-Tatar Türkçesinde töyme
“kıyafette açılan yeri örtmek ya da kıyafeti süslemek için kullanılan düğme; sayma çubuklarındaki ortası delik
ağaç, kemik, plastik yuvarlak materyal; parmak ile bastırarak elektrik zincirini bağlamaya ve çeşitli
mekanizmaları hareket ettirmeye yarayan düğme, komülatör; kon. küçük ve yusyuvarlak (çeşitli şeyler
hakkında)” 161 şeklinde genişlemiş anlamlarla kullanılmaktadır.
2. Codex Cumanicus ve Kazan-Tatar Türkçesinin Ortak Söz Varlığında Siyasî Terimler
Codex Cumanicus’ta “hükümdar, kral” anlamını karşılamak üzere CC I’de kan “padişah, imparator, kağan,
han” 162, CC II’de ḫan “kral, hükümdar. 2. Müneccim, yıldızbilimci.” 163 kelimesi kayıtlıdır. Garkavets, Codex
Cumanicus’taki kelimeyi “han, kral, imparator” 164 anlamlarıyla kaydetmiştir. Kazan-Tatar Türkçesinde tarihî söz
Argunşah, Güner, age, s. 578; Garkavets, age, s. 1253.
TTAS, 1981, s. 66.
146
Argunşah, Güner, age, s. 506.
147
Garkavets, age, s. 1125.
148
TTAS, 1979, s. 91.
149
Çandarlı Şahin, age, s. 185.
150
Argunşah, Güner, age, s. 490, 724; Garkavets, age, s. 1183.
151
Örtmeceler, tabu adı verilen yasaklamalardan hareketle ortaya çıkan kelimelerdir. İnanç, korku, utanç, saygı gibi duygulardan
kaynaklanan tabuları, söylemekten çekinilen veya korkulan ya da söylenmesi hoş karşılanmayan şeyleri üstü kapalı bir şekilde dile getirmek
için örtmece kelimelere başvurulur. “İnsanlık tarihinin toplumsal bilinç gelişiminin az olduğu dönemlerinde sözün tılsımlı gücüne inanıştan
dolayı ortaya çıkan tabu, söylenmesi uygun olmayan sözleri değiştirmek için daha uygun sözler bulmayı gerektirmiştir. Bu şekilde tabulaşan
sözlerin yerine örtmeceler ortaya çıkmıştır.” F. S. Safiullina, Tatar Tělěněŋ Leksikologiyesi, 1999, Kazan, s. 46.
152
TTAS, 1979, s. 37.
153
Argunşah, Güner, age, s. 477.
154
Argunşah, Güner, age, s. 709; Garkavets, age, s. 1287.
155
TTAS, 1977, s. 47.
156
Argunşah, Güner, age, s. 543.
157
Garkavets, age, s. 1205.
158
TTAS, 1981, s. 414.
159
Argunşah, Güner, age, s. 587, 859.
160
Garkavets, age, s. 1272. TTES’de (2015, s. 290) kelimenin düğüm ile bağlantısı şu şekilde açıklanmıştır: “Cır: Kızlar kızıl kiyeděr
yěfekten töyme töyeděr. Önceki dönemlerde düğmeler düğüm şeklinde imiş ve sicimden, ince kayıştan yapılırmış.” TTAS 2005’te kelimenin
düğüm anlamı ile ilgili olarak “1. tar. (töy- ‘düğümlemek’ kelimesinden) kıyafeti süslemek için malzeme; özel olarak açılan yere takılan,
düşmemesi için hafifçe düğümlenen ve kıyafete tutturulan küçük bağ. Yěfekten töyělgen t.” (s. 590) ifadesi kayıtlıdır. Tatar Türkçesinde
‘düğüm’ anlamının gelenekte korunduğu, ancak açıklamalı sözlüklerde kayıtlı olmadığı görülmektedir.
161
TTAS, 1981, s. 247.
162
Argunşah, Güner, age, s. 490.
163
Argunşah, Güner, age, s. 709.
164
Garkavets, age, s. 1184, 1287. Garkavets, qan ~ χan kelimesini “kral” anlamının dışında başka bir anlamla kaydetmemiştir. Garkavets,
age, s. 1287. M. Argunşah ve G. Güner, “61b/32-33 nėçik ol yulduz köründi/ kün toguşı ol üç ḫanga” ve “61b/38-39 ol üç ḫan alay/ sordular
Herodes ḫannı” örneklerindeki üç ḫan ifadesinde geçen ḫan kelimesini “müneccim, yıldızbilimci” anlamıyla kaydetmişlerdir. Argunşah,
Güner, age, s. 262-263, 709. Garkavets, buradaki üç ḫan ifadesini üç kral şeklinde anlamlandırmıştır. Garkavets, age, s. 1288. Eserdeki üç
144
145
58
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
ÖZGE SÖNMEZLER DURAN
olarak kaydedilen ḫan kelimesi “bazı Türk boylarında ve Moğollarda memleketi idare etmede sınırsız hukuka
sahip olan hükümdar” 165 anlamındadır.
Codex Cumanicus’ta ḫanlık kelimesi “krallık” 166 anlamıyla kayıtlıdır. Kazan-Tatar Türkçesinde de ḫanlık
kelimesi tarihî söz olarak “hanlık, han olma; hanın idare ettiği devlet; hanın hâkimiyetindeki mülk, toprak,
yer” 167 anlamlarıyla kaydedilmiştir.
Hazine için alınacak vergilerin toplanmasını kontrol eden 168, hanın valisi olan baskak, Codex Cumanicus’ta
“vali” 169; “baskak, vali, Lat. rector vali, yönetici, Far. šāḥna emniyet memuru 23v16” 170 anlamları ile kayıtlıdır.
Kazan-Tatar Türkçesinde baskak kelimesi tarihî söz olarak “Altın Orda hanının egemenliği altındaki yerlerde
bulunan yardımcı; hana vergi toplayan birliğin yöneticisi” 171 anlamıyla kayıtlıdır. TTES’de kelime ile ilgili
olarak şu açıklamalara yer verilmiştir: “baskak: Altın Ordu hanının valisidir. Baskak ‘Altın Ordu Devleti’ndeki
üst rütbe, vali’ kelimesi genelde ‘vergi toplayan’ anlamıyla düşünülür. Bu kelime bas- ‘basmak, bastırmak’
fiilinden ortaya çıksa da tarihi biraz karmaşıktır. Moğolcadaki darugaçı kelimesinin Kıpçakça kalıntısıdır. Moğ.
daru- ‘basmak, ezmek’, darugaçı ‘vali’ ”. 172 “Moğol devrinde daruga adını alan ve esas görevleri işgal edilen
ülkelerde vergilerin, kendi ülkelerinde de mükellefiyetlerin düzenli olarak toplanmasını kontrol ve muhtelif
bölgeleri idare etmekten ibaret olan memurların Kıpçaklar devrinde mevcut oldukları ve Türkçe baskak adını
aldıkları tahmin olunabilir.” 173
Hiyerarşik yapının bir parçası olan bey, CC I’de bėg “bey”, bėy “bey, emir; mal sahibi, efendi, soylu”
anlamlarıyla CC II’de ise Bėy, Bėy Tėŋeri, Bėy Tėŋri ifadelerinde “Rab” anlamıyla kayıtlıdır. 174 Çağatay, CC
II’deki bu ifadeleri Hristiyan dinini anlatmak için kullanılmış Kumanca tabirler ve dinî ıstılahlar olarak
nitelendirmektedir: “bey tengri < Lat. domimus deus bey Tanrı, yani bizim Allahu-taalâ”. 175 Argunşah, CC’de
dinî ıstılah olarak bulunan bu kelimenin anlamını “oğul, Rab, Hz. İsa” olarak göstermiş, Türkçenin söz
varlığında Eski Türkçe döneminden beri var olan bu kelimenin ilk kez CC’de Hristiyanlık terimi olarak
kullanıldığını belirtmiştir. 176 Garkavets, Codex Cumanicus’taki kelimenin anlamlarını “bey, emir, efendi;
Rab” 177 olarak göstermiştir. Kazan-Tatar Türkçesinde bek, bey, bik, biy tarihî söz olarak “bir bölgeyi ya da şehri
idare eden kişi; bey; knez” anlamlarının yanında “erkeklerin isminden sonra gelerek ‘efendi’ anlamını belirten
kelime” 178 olarak da kullanılmaktadır.
Codex Cumanicus’ta “sultan, padişah, hükümdar” 179 anlamlarıyla bulunan soltan kelimesi, Kazan-Tatar
Türkçesinde “padişah, hükümdar” anlamının yanında mecazi olarak “başkalarından çok üstün olan kişi” 180
anlamını da taşımaktadır. Bu unvanın Mısır sahasındaki Kıpçaklar için geçerli olduğu düşünülmektedir. 181
Codex Cumanicus’ta ėlçi kelimesi CC I’de ėlçi “elçi, melek” 182; “elči: elçi, haberci, Lat. missus haberci,
Far. frište haberci 17r10; Lat. messaticus ~ missaticus, Far. elči 45v12” 183 anlamlarıyla kayıtlıdır. Das Persische
im Codex Cumanicus adlı çalışmada bu kelimenin Farsça karşılığı olan firişte de “bk. elči, missus, haberci, elçi,
diplomat” 184 anlamlarıyla kayıtlıdır. CC II’de de ėlçi “elçi” 185; “elçi, haberci” 186 anlamlarındadır. CC II’de
kelime Kuman bilmecelerinde karşımıza çıkmaktadır: Bėş başlı ėlçi kėliyir. Ol ėtikten bėş barmak bakar. Güner,
ḫan ifadesi Hz. İsa’nın doğumundaki epizotlardan Müneccim Krallar’ın Tapınması ile ilgilidir: “Kral Hirodes Müneccim Kralları göksel
olay sonucunda yeni doğan bebek İsa’yı bulmaları için görevlendirmiştir. Bunun üzerine yola çıkan müneccimler ellerinde çeşitli hediyelerle
İsa’nın huzuruna gelerek ona secde ederler.” M. Sacit Pekak, Durmuş Gür, “İsa’nın Doğumu”, Sanat Tarihi Dergisi, XXIV (2), 2015, s.
194.
165
TTAS, 2005, s. 630.
166
Argunşah, Güner, age, s. 710, Garkavets, age, s. 1288.
167
TTAS, 1981, s. 362.
168
Safran, age, s. 59.
169
Argunşah, Güner, age, s. 434.
170
Garkavets, age, s. 1034.
171
TTAS, 1977, s. 73.
172
TTES, 2015, s. 162.
173
Safran, age, 59.
174
Argunşah, Güner, age, s. 436, 440, 658.
175
Çağatay, agm, s. 769.
176
Mustafa Argunşah, “Codex Cumanicus’ta Hristiyanlığın Baba, Oğul Ve Kutsal Ruh Üçlemesini Karşılayan Türkçe Söz Varlığı”, Ed.
Leyla Karahan, Türklük Biliminin Ulu Çınarı Zeynep Korkmaz Armağanı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 2017, s.
77.
177
Garkavets, age, s. 1041.
178
TTAS, 1977, s. 203, 206.
179
Argunşah, Güner, age, s. 554; Garkavets, age, s. 1220.
180
TTAS, 1981, s. 659.
181
Safran, age, s. 57; Çandarlı Şahin, age, s. 136.
182
Argunşah, Güner, age, s. 465.
183
Garkavets, age, s. 1087.
184
Davoud Monchı-Zadeh, Das Persische im Codex Cumanicus, Uppsala, 1969, s. 120.
185
Argunşah, Güner, age, s. 697.
186
Wilhelm Radloff, Das Türkische Sprachmaterial des Codex Comanicus, St. Petersbourg, 1887, s. 11.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
59
CODEX CUMANİCUS VE KAZAN-TATAR TÜRKÇESİNİN ORTAK SÖZ VARLIĞINDA ASKERÎ VE SİYASÎ
TERMİNOLOJİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
bu bilmecede önü açık bir çizmeden, ayakkabıdan çıkmış parmakların resmedildiğini ve bu parmakların birer
elçiye benzetilerek aktarıldığını ifade etmektedir. 187 Kazan-Tatar Türkçesinde ilçě kelimesi “mühim bir görevle
bir iş için arabuluculuk etmek üzere bir yere, bir kişiye gönderilen kişi; iki arada gidip gelen, ulak; zıt tarafların
birisi tarafından diğer taraf ile konuşması için gönderilen vekil; üst düzey diplomatik vekil; esk. peygamber,
resul” anlamlarının yanında mecazlaşarak “belli bir topluluktan ya da bir faaliyet kolundan olan vekil; önden
haber getiren, haberci” 188, “bir halkı layığınca temsil edebilecek olan edebî-kültürel eser” 189 anlamlarını da
karşılamıştır. Kelimenin mecazlaşmalarla anlam dairesini genişletmesi dilde aktif olarak kullanıldığını
göstermektedir.
Codex Cumanicus’ta buyuruk, buyruḫ “emir, buyruk” 190 anlamındadır. Bu kelimenin Kazan-Tatar
Türkçesinde de boyırık “kesin bir şekilde verilen emir” 191 anlamında olduğu görülür.
Karargâh anlamını karşılayan orda kelimesi Codex Cumanicus’ta “başkent, karargâh” 192; “hanın karargâhı,
Lat. curia, Far. ōrdū 45v19” 193; “hükümdar sarayı” 194 anlamlarıyla kayıtlıdır. Kazan-Tatar Türkçesinde kelime
tarihî söz olarak urda şeklinde “Cengiz Han Devleti yıkıldıktan sonra oluşan devletlerin adı ve onların
yöneticilerinin yaşadığı yer; göçebe kabileler topluluğunun adı” 195 anlamıyla kayıtlıdır. Tatarça-Rusça Ḫerbiy
Leksika Süzlěgě’nde de urda kelimesi “han karargâhı; ordu” anlamlarıyla gösterilmiştir. 196 Bununla birlikte
Kazan-Tatar Türkçesinde orda “1. tar. bk. urda. 2. Çok sayıda, vahşice saldıran düşman askeri. Yırtkıç faşist
ordaları…” 197 anlamlarıyla ayrıca kaydedilmiştir.
Ėl kelimesi CC I’de “memleket”, CC II’de “millet, halk” anlamlarıyla kayıtlıdır. 198 Garkavets de kelimeyi
“ülke; halk” 199 anlamıyla kaydetmiştir. Kazan- Tatar Türkçesinde il kelimesi “belli bir idari teşkilatı olan devlet,
memleket; cumhuriyet, eyalet, bölge; taraf, yer; insanın doğup büyüdüğü yer, vatan; halk; (ağızlarda) memleket
ve köy; mec. dostluk, kardeşlik” 200, “insanın hislerle dolu dünyası [hayal dünyası vb.]” 201 anlamlarını da
kazanmıştır.
Codex Cumanicus’ta bulunan saray kelimesi CC I’de “saray”, CC II’de “üstü tamamen ya da kısmen
örtülü hayvan barınağı” anlamlarıyla kaydedilmiştir. 202 Garkavets, CC II’deki kelimeyi de “saray” 203 anlamıyla
göstermiştir. CC II’de “60b/38-39 saraydagı sarı aygır savlavlatı kişnemiş” 204 örneğinde, bir bilmece metninde
karşımıza çıkan kelimenin anlamı tartışmalıdır. 205 Kazan-Tatar Türkçesinde kelime iki ayrı madde başı olarak
gösterilmiştir. Saray I, “bir kısmı ya da tamamı kapalı yer, bir iki at sığacak şekilde yapılan ahır” gibi anlamlarla
evin etrafındaki yapılar, müştemilat için kullanılmaktadır. Saray II kelimesi ise “saray; geniş, güzel ev;
kurumların yerleştiği büyük bina” anlamları ile kaydedilmiştir. 206 TTES II’de kelimenin Tatar Türkçesindeki
‘eve ek olarak yapılan yapı, ahır’ anlamının Rusçadan geldiği belirtilmiştir. 207
187
Güner, age, s. 68-69.
TTAS, 1977, s. 382.
189
TTAS, 2016, s. 511.
190
Argunşah, Güner, age, s. 452, 676; Garkavets, age, s. 1064-1065.
191
TTAS, 1977, s. 173.
192
Argunşah, Güner, age, s. 534.
193
Garkavets, age, s. 1169.
194
Radloff, age, s. 13.
195
TTAS, 1981, s. 313.
196
Safarov, Tatarça-Rusça... s. 97.
197
TTAS 1979, s. 475. Kelimenin “çok sayıda, vahşice saldıran düşman askeri” anlamı izaha muhtaçtır. Pimenova, orda (urda) kelimesinin
Rus diline Türkçeden geçtiğini ve bu kelimenin Rus dilinde anlam genişlemesine uğradığını belirtir. Orda kelimesinin burada aşağılama
amacı ile ‘düşman ordusu, Faşist orduları’ anlamını da karşılamaya başladığını ifade etmektedir. Kelimenin “ilkel insanlar topluluğu; düşman
askeri” gibi olumsuz çağrışımlara sahip olan anlamlarının Tatar-Moğol baskınlarından hareketle ortaya çıktığı fikrini öne sürenlere katılmaz,
bu anlamların tartar ve tatar kelimelerinin karıştırılmasından ortaya çıkmış olabileceğini belirtir: “Latin dilinde jugum tartaricum (zulüm,
esir etme) ifadesi vardır. Bu ifade ‘cehennem zulmü’ diye tercüme edilir. Belki de kelime Tatar değil, tartar olarak tercüme edilmelidir.
İngiltere’de söz dinlemez, yaramaz çocuk için ‘young tartar’ ifadesi kullanılmaktadır. İngilizce to catch a tartar ifadesi daha güçlü düşman
ile karşılaşmayı anlatır.” Marina Vladimirovna Pimenova, “Urda Süzěněŋ Semantik Üsěş Protsessı”, Fenniy Tatarstan, 3, 2019, s. 25-27.
Kelimenin Tatarcadaki “düşman askeri” anlamının Rusçadan alındığı görülmektedir.
198
Argunşah, Güner, age, s. 465, 696.
199
Garkavets, age, s. 1086.
200
TTAS, 1977, s. 377.
201
TTAS, 2016, s. 490.
202
Argunşah, Güner, age, s. 548, 805.
203
Garkavets, age, s. 1209.
204
Argunşah, Güner, age, s. 258.
205
“Ahırdaki sarı aygır savlavlatı kişnemiş.” Argunşah, Güner, age, s. 349. Garkavets, bu ifadeyi “Saraydaki sarı aygır gürültü ile kişnedi”
şeklinde anlamlandırmıştır. Garkavets, age, s. 1209.
206
TTAS, 1979, s. 630.
207
TTES, II, s. 143. M. Öner, saray kelimesini Rusçanın ses ve anlam yapısına uyum sağladıktan sonra Tatarcaya geri dönen alıntılar
arasında kaydetmiştir: “saray < Rus. saráy “ambar, kiler, serin ve kapalı yer; odunluk; depo; han” < Tü.-Tat. saray.”. Mustafa Öner,
“Tatarca- Rusça İlişkilerinde Geri Dönen Alıntılar”, Gazi Türkiyat, 2009/5, s. 248.
188
60
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
ÖZGE SÖNMEZLER DURAN
Codex Cumanicus’ta geçen bir başka siyasî terim kurultay’dır. Codex Cumanicus’ta “kurulta: kurultay” 208;
“qurultay: kongre, toplantı, kurultay” 209 şeklinde kayıtlı olan kelime Kazan-Tatar Türkçesinde eski söz olarak
korıltay “bir ülke ya da devlet bünyesinde toplanan kongre” 210 anlamıyla kayıtlıdır.
SONUÇ
Codex Cumanicus’ta yer alan çeşitli alanlara ait kelimeler ve bu kelimelerin hangi anlamda kullanıldığının
tespiti Kıpçakların kültürü, sosyal, siyasal ve ekonomik yaşamı hakkında kıymetli bilgiler sunmaktadır. Tarihte
askeri yetenekleri ile ün salmış Kıpçakların dilinde savaş ve askerlik ile ilgili kelimeler fazlaca bulunmaktadır.
Pek çoğu Türk dilinin oldukça eski dönemlerinde görülmeye başlanan bu kelimelerin bir kısmı bugünkü Kıpçak
lehçelerinden biri olan Kazan-Tatar Türkçesinde de izlenebilmektedir.
Bu çalışmada Codex Cumanicus ile Kazan-Tatar Türkçesinin ortak söz varlığında askerî ve siyasî alanlarla
ilgili olarak tespit edilen 53 kelimeye yer verilmiştir. Bu kelimelerin 42’si askerî terimler olarak asker kavramı,
askerî düzen, askerî giyim, savaş ve savaş aletleri, at ve at koşum takımı gibi başlıklar altında değerlendirilmiş,
11’i ise siyasî terimler olarak incelenmiştir. Codex Cumanicus ile Kazan-Tatar Türkçesinde bulunan ve bu
çalışmada değerlendirilen askerî ve siyasî alanlara ait 53 kelimenin 7’sinin Kazan-Tatar Türkçesinde eski söz,
6’sının tarihî söz olarak genellikle önceki devirlerde taşıdıkları anlamlarla sözlüklerde bulunduğu, 40 kelimenin
ise çeşitli anlam değişmeleriyle dilde yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir. Kazan-Tatar Türkçesinde yaygın
olarak kullanılan, Codex Cumanicus’taki anlamlarının yanında yeni anlamlar kazanan kelimeler genellikle askerî
terminolojiye ait kelimelerdir. Askerî terminoloji içinde ise daha çok savaş aletleri ve at, at koşum takımı ile
ilgili kelimelerin çeşitli yollarla anlam dairelerini genişlettiği ve yaygın olarak kullanılmaya devam ettiği
görülmektedir. Bu kelimeler çoğunlukla ilk anlamlarının yanında benzerlik ilgisiyle, aktarmalar, mecazlaşmalar,
başka alanlarda terim anlam kazanma gibi yollarla anlam genişlemesine uğramıştır.
Codex Cumanicus ile Kazan-Tatar Türkçesinin ortak söz varlığında tespit edilen siyasî alana ait
kelimelerin sayısı, askerî alana ait kelimelere göre daha azdır. Bunda Kuman/Kıpçakların yaşam biçimlerinin de
etkili olduğu söylenebilir. Codex Cumanicus’ta bulunan ve Kazan-Tatar Türkçesinde tespit edilebilen siyasî
alana ait kelimeler Kazan-Tatar Türkçesi sözlüklerinde çoğunlukla tarihî kelimeler olarak daha önceki devirlere
ait anlamları ile kayıtlıdır. Çağlar boyu değişen tarihî ve siyasî şartlar, idare sisteminin değişip yenilenmesi gibi
sosyal ve siyasal sebeplerin etkisiyle bu kelimelerin bazı dönemlerde dilde aktif olarak kullanıldığı bazı
dönemlerde ise pasif hâle geldiği söylenebilir. Bu kelimelerin bir kısmı dilde yaygın olarak kullanılmasa da
anlamları pek çok kişi tarafından bilinip anlaşıldığından günümüzde Kazan-Tatar Türkçesinin sözlüklerinde hâlâ
kayıtlıdır.
KAYNAKÇA
ALİYEVA, G. U., “Tatar Těl Bělěměnde İctimagıy- Seyesiy Leksikanı Öyrenüv Tariyḫı”, Fenniy Yazmalar,
2007, s. 23-34.
ARGUNŞAH, Mustafa, “Codex Cumanicus’ta Hristiyanlığın Baba, Oğul ve Kutsal Ruh Üçlemesini Karşılayan
Türkçe Söz Varlığı”, Türklük Biliminin Ulu Çınarı Zeynep Korkmaz Armağanı, Ed. Leyla Karahan, Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 2017, s. 69-85.
ARGUNŞAH, Mustafa, “Codex Cumanicus’ta Arapçadan Alıntı Kelimeler Üzerine Notlar (I)”, Prof. Dr.
Necmettin Hacıeminoğlu Hatıra Kitabı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 137-148.
ARGUNŞAH, Mustafa, GÜNER, Galip, Codex Cumanicus, Kesit Yayınları, İstanbul, 2015.
CAFEROĞLU, Ahmet, Türk Dili Tarihi I-II, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1984.
ÇAĞATAY, Saadet, Türk Lehçeleri Örnekleri II, Yaşayan Ağız ve Lehçeler, Ankara Üniversitesi DTCF
Yayınları, 1972.
ÇAĞATAY, Saadet, “Codex Cumanicus Sözlüğünün Basılışı Dolayısiyle”, Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Dergisi, 2 (5), 1944, s. 759-772.
ÇANDARLI ŞAHİN, Aslı, Maddi Buluntulara Göre Kuman/ Kıpçaklarda Kültürel Hayat, Gece Kitaplığı,
Ankara, 2019.
ÇOBANZADE, Bekir, Türk-Tatar Dil Bilimine Giriş, haz. Ufuk Deniz Aşcı, Fatih Numan Küçükballı, Ed.
Abdurrahman Özkan, Palet Yayınları, Konya, 2015.
Argunşah, Güner, age, s. 765.
Garkavets, age, s. 1201.
210
TTAS, 1979, s. 164.
208
209
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
61
CODEX CUMANİCUS VE KAZAN-TATAR TÜRKÇESİNİN ORTAK SÖZ VARLIĞINDA ASKERÎ VE SİYASÎ
TERMİNOLOJİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
GABAIN, Annemarie von, “Codex Cumanicus’un Dili”, çev. M. Akalın, Tarihi Türk Şiveleri, Ankara, 1998, s.
67-109.
GALİULLİNA, G.R. (Ed.) Tatar Leksikologiyesě, Tom II, Kazan, 2016.
GARKAVETS, Aleksandr, Codex Cumanicus (I-IV), Almatı, 2015.
GOLDEN, Peter B., “Codex Cumanicus”, Central Asian Monuments, Ed. H. B. Paksoy, İstanbul, 1992, s. 29-51.
GÖKBEL, Ahmet, Kıpçak Türkleri, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2000.
GÜNER, Galip, Kuman Bilmeceleri Üzerine Notlar, Kesit Yayınları, İstanbul, 2016.
KARAHAN, Akartürk, “Codex Cumanicus’ta Alt Anlamlılık (Hyponymy)”, Karadeniz Araştırmaları, 39, 2013,
s. 187-203.
MAHMUTOVA, L. T., “Tatarskiy Yazık v Ego Otnoşenii k Drevnepis’mennomu Pamyatniku Codex
Cumanicus po Dannım Leksikiy/ Kratkiy Analiz i Prilojenie”, İssledovaniya po İstoriçeskoy Dialektologii
Tatarskogo Yazıka, Kazan, 1982, s. 68-77.
MONCHI-ZADEH, Davoud, Das Persische im Codex Cumanicus, Uppsala, 1969.
ÖNER, Mustafa, “Tatarca- Rusça İlişkilerinde Geri Dönen Alıntılar”, Gazi Türkiyat, 2009/5, s. 245-250.
PEKAK, M. Sacit, GÜR, Durmuş, “İsa’nın Doğumu”, Sanat Tarihi Dergisi, XXIV (2), 2015, s. 175-226.
PİMENOVA, Marina Vladimirovna, “Urda Süzěněŋ Semantik Üsěş Protsessı”, Fenniy Tatarstan, 3, 2019, s. 2429.
RADLOFF, Wilhelm, Das Türkische Sprachmaterial des Codex Comanicus, St. Petersbourg, 1887.
SAFAROV, Rinat Tagiroviç, Tatarça-Rusça Ḫerbiy Leksika Süzlěgě, Kazan, 2017.
SAFAROV, Rinat Tagiroviç, Voennaya Leksika Tatarskogo Yazıka, Kazan, 2015.
SAFRAN, Mustafa, Yaşadıkları Sahalarda Yazılan Lûgâtlara Göre Kuman/Kıpçaklar’da Siyasi, İktisadi, Sosyal
ve Kültürel Yaşayış, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1993.
SAFİULLİNA, F. S., Tatar Tělěněŋ Leksikologiyesi, Kazan, 1999.
TTAS (I-1977, II-1979, III-1981). Tatar Tělěněŋ Aŋlatmalı Süzlěgě- Öç tomda, Tatarstan Kitap Neşriyatı,
Kazan.
TTAS (2005) Tatar Tělěněŋ Aŋlatmalı Süzlěgě (Redaktör F. E. Ganiyev), Matbugat Yortı Neşriyatı, Kazan.
TTAS (I-2015, II-2016, III-2017) Tatar Tělěněŋ Aŋlatmalı Süzlěgě, Tatarstan Kitap Neşriyatı, Kazan.
TTES (2015) Tatar Tělěněŋ Etimologik Süzlěgě I-II (R.G. Ehmetyanov), Megarif- Vakıt Neşriyatı, Kazan.
YUSUPOVA, E.Ş., NEBİULLİNA, G.E., DENMÖHEMMETOVA, İ. N., MÖGTESİMOVA, G.R., Tatar
Paremiyelerĕnĕŋ Tĕlĕ, İḫlas Neşriyatı, Kazan, 2010.
Kısaltmalar
62
ağ.
: ağız
Alm.
: Almanca
bk.
: bakınız
CC I
: Codex Cumanicus 1. Kitap-İtalyan Bölümü
CC II
: Codex Cumanicus 2. Kitap-Alman Bölümü
esk.
: eski söz
Far.
: Farsça
is.
: isim
İt.
: İtalyanca
kon.
: konuşma dili
Lat.
: Latince
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
ÖZGE SÖNMEZLER DURAN
mec.
: mecaz
Rus.
: Rusça
s.
: sayfa
sf.
: sıfat
sp.
: spor
tar.
: tarihî söz
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
63
CODEX CUMANİCUS VE KAZAN-TATAR TÜRKÇESİNİN ORTAK SÖZ VARLIĞINDA ASKERÎ VE SİYASÎ
TERMİNOLOJİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
64
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
Cilt/Volume 3, Sayı/Issue 5, Ocak /January 2021, ss. 65Geliş Tarihi–Received Date: 01.12.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 22.12.2020
ARAŞTIRMA MAKALESİ – RESEARCH ARTICLE
KARA-KOYUNLU ORDUSUNDA İNSAN UNSURU VE GÖREVLİLER
AHMET KORKMAZ ∗
ÖZ
Kara-Koyunlular bir asırdan fazla Anadolu’nun doğusu ve İran’ın batısında Türkiye Selçukluları ve
Moğolların devlet yönetim prensiplerine uygun olarak hüküm sürmüştür. (1380-1469) Türkiye Selçuklu ve
İlhanlı devletlerinin teşkilât tecrübesi üzerine devletlerini teşkil etmişlerdir. Öncüllerinden aldıkları devlet
geleneğini geliştirerek tarih sahnesinde kalmaya çalışmışlardır. Türk ordu kültürünün etkisiyle Kara-Koyunlu
Türkmenlerinin ordusunda hükümdar devletin en üst merci idi. Mirzalar ve emirler ordu hiyerarşisi içinde
hükümdardan sonra gelmekteydi. Ordudaki insan unsuru içinde hassa kuvvetleri olan nökerler ordunun ana
nüvesini oluşturmaktaydı. Bunun yanında eyalet kuvvetleri savaş sırasında merkezî orduya destek verirdi. Aynı
şekilde savaş sırasında devlete tabi kuvvetler orduya katılırdı. Kara-Koyunlu ordusundaki görevliler, TürkMoğol ordusunda var olan görevliler ile benzer niteliktedir. Dönemin kaynakları, askeri görevliler hakkında bilgi
verirken Türkçe ve Farsça isimleri yanında Moğolcalarını da zikretmektedirler. Bu da bize Kara-Koyunlu
ordusunda Moğol askerî yapısının etkisini göstermektedir. Bu çalışmada XV. yüzyıl itibariyle Doğu Anadolu ve
İran coğrafyasında önemli muharip güç haline gelen Kara-Koyunluların ordusunda hiyerarşi, görevliler ve
görevlilerin nitelikleri muasır kaynaklar ve tetkik eserler ışığında değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kara-Koyunlular, Askeri Teşkilât, İnsan Unsuru, Nöker, Eyalet Kuvvetleri, Emirler.
HUMAN FACTOR AND ATTENDANT IN THE QARA-QOYUNLU ARMY
ABSTRACT
The Qara-Qoyunlu reigned following the Mongols’ and Anatolian (Turkey) Seljuk Sultanetes principles of
state management more than a century in the east of Anatolia and the west of Iran (1380-1469). They constituted
the Qara-Qoyunlu state in compliance with the state organization of Ilkhanid Empires and Anatolian Seljuk
Sultanates. The Qara-Qoyunlu tried to stay on the stage of history by developing the state tradition from their
ancestry. Under the impact of the Turkish army culture, the ruler was the highest decision-maker in the army of
the Qara-Qoyunlu Turkmens. Princes and commanders came after the ruler in the army hierarchy. Neuters,
which were bodyguards of a ruler within the human element in the army, constituted the main core of the army.
Besides, state forces would support the central army during the war. Similarly, the forces faithful to the state
would join the army during the war. The military attendants of the Qara-Qoyunlu were similar to those of the
Turkish Mongolian army in terms of form. While the sources of the period give information about the military
officers, they mention their Mongolian names beside their Turkish and Persian names. This shows us the
influence of the Mongolian military structure on the Qara-Qoyunlu army. In this study, the hierarch of the army
of the Qara-Qoyunlu, which has become an important combat power in Eastern Anatolia and Iran as of the 15th
century, will be evaluated in the light of contemporary sources and studies.
Keywords: The Qara-Qoyunl, Military Organization, Human Factor, Neukers, State Command,
Commanders.
GİRİŞ
Ordu, tarih boyunca Türklerin ehemmiyet verdiği müesseselerin başında gelmektedir. Hun çağından
itibaren Türklerde ordu kelimesinin ifade etiği anlam değişmemiştir. 1 Türk-Moğol kültürünün temsilcisi olan
∗
1
E-Posta: ahmetkorkmaz1040@gmail.com ORCID ID: 0000-0001-8652-6203
İlhan Erdem, “Akkoyunlu Ordusunda İnsan Unsuru”, A.Ü.DTCF Tarih Araştırmaları, 25/26, Ankara 1991, s. 85.
KARA-KOYUNLU ORDUSUNDA İNSAN UNSURU VE GÖREVLİLER
Kara-Koyunlular, Türkiye Selçuklu Devleti’nin inkırazı ve Moğol hâkimiyetinin inhitatı üzerine 2 XIV. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren Van Gölü kıyısındaki Erciş merkez olmak üzere; kuzeyde Erzurum, güneyde Musul
bölgesine kadar uzanan sahada hâkimiyet tesis ettiler 3. Mezkûr devletin devlet ve askerî teşkilatı selefleri olan
Celâyirlilerden dolayısıyla İlhanlılardan ve Timurlulardan tevarüs etti. 4
Kara-Koyunlu Devleti diğer Türk devletlerinde olduğu gibi orduya ziyadesiyle ehemmiyet vermiştir. Türk
ordu kültürünün etkisiyle Kara-Koyunlu Türkmenlerinin ordusunda hükümdar devletin en üst merci idi. Mirzalar
ve emirler ordu hiyerarşisi içinde hükümdardan sonra gelmekteydi. Ordudaki insan unsuru içinde hassa
kuvvetleri olan nökerler ordunun ana nüvesini oluşturmaktaydı. Bunun yanında eyalet kuvvetleri savaş sırasında
merkezî orduya destek verirdi. Aynı şekilde savaş sırasında devlete tabi kuvvetler orduya katılırdı. 5
Kara-Koyunluların başlangıçta konar-göçer hafif süvarili askerî yapısı zamanla teşkilatlı bir yapıya
dönüşmüştür. Bu minvalde ordu içinde teşkilatlanmaya gidilmiştir. Fakat bu dönemde kurumların
kökleşmemesinden dolayı devlet teşrifatında görev yapan kurumlardaki görevliler de askerî yapı içinde yer
almıştır.
1. İnsan Unsuru
1.1. Başkomutan (Hükümdar)
Kara-Koyunlu hükümdarları savaşta ve barışta her zaman ordunun başkomutanıydılar. 6 Başkomutan olarak
hükümdar, cesaret ve dirayetle orduyu komuta ederdi. Bunun aksi yaşanması durumunda hükümdar tahtını ve
tacını kaybedebilirdi. 7 Kara-Koyunlu hükümdarlarının her biri birinci sınıf savaşçıydılar. 8 Özellikle Kara Yusuf
Bey cesareti ve idareciliği ile mümtaz bir hükümdardı. 9
Hükümdar sefere çıkılacağı ya da düşman saldırısı anında ülkedeki bütün mevcut kuvvetleriyle hareket
ederdi. Bunun yanında savaşa girmeden önce emirler ile meşveret etmesi bir gelenekti. 10 Diğer Türk
devletlerinde olduğu gibi Kara-Koyunlu ordusunun merkezinde başkomutan olarak sefere katılması durumunda
sürekli olarak hükümdarın kendisi bulunurdu. Örneğin, Kara Yusuf Bey, Timurlu Mirza Ebu Bekir ile 1
Cemazielevvel 809/14 Ekim 1406 tarihinde yaptığı birinci savaşta 11 ordunun merkezinde bulunmaktaydı. 12
Bunun yanında bütün askerî işlerde en üst merci hükümdardı. 13 Kara-Koyunlu hükümdarları çetin ve zorlu
savaşçı olmalarının yanında çok iyi başkumandandılar. Bu konuda özellikle Kara Mehmed Bey, Kara Yusuf Bey
ve Sultan Cihanşah çok iyi bir asker olarak bilinmektedirler. 14
1.2. Mirzalar
Kara-Koyunlu Devleti’nde şehzadelere “Mirza” denilmekteydi. Diğer Türk devletlerinde olduğu gibi KaraKoyunlularda da ülkenin yönetimi hanedanın ortak malı idi. Mirzalar aynı zamanda hanedan üyesi olmaları
hasebiyle tâbi olarak hükümdar adayı idiler. Bunun yanında mirzalar hükümdara bağlı olarak vilayetlere vali
olarak tayin edilirlerdi. 15 Mirzaların tayin olduğu vilayetlerde kendilerine mahsus birlikleri bulunmaktaydı.
İlhan Erdem, Kâzım Paydaş, Ak-Koyunlu Devleti Tarihi Siyaset-Teşkilat-Kültür, Bileşik Yayınevi, Ankara 2007, s. 61; Kâzım Paydaş,
“Akkoyunlular”, İslam Tarihi ve Medeniyeti - Müslüman Türk Devletleri-II, Edt. Muhammet Hanefi Palabıyık, Osman Çetin, C.9, Siyer
Yayınları, İstanbul 2018, s. 347; Kâzım Paydaş, “Ak-Koyunlu Devleti’nde Siyasi Evlilikler ve Sarayda Hatunların Konumu”, Tarih Yolunda
Bir Ömür Prof. Dr. İsmail Özçelik'e Armağan, Edt. Burak Kocaoğlu, Berikan Yayınları, Ankara 2019 s. 413.
3
Faruk Sümer, “Kara-Koyunlular”, İA, MEB Yayınevi, C.6, Eskişehir 2001, s. 292; Kâzım Paydaş, “Karakoyunlular”, İslam Tarihi ve
Medeniyeti Müslüman Türk Devletleri-II, Edt. Muhammet Hanefi Palabıyık, Osman Çetin, C.9, Siyer Yayınları, İstanbul, 2018, s. 375.
4
Sümer, agm, s. 304; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, TTK, Ankara 1988, s. 268. Ayşe Atıcı Arayancan,
Karakoyunlu Hükümdarlarından Cihânşah ve Dönemi (Siyaset-Teşkilat-İktisad-Din ve Kültür) 1438-1467, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), 2010, s. 275; Nəcəfli Tofiq Hümbətoğlu, Azərbaycan Qaraqoyunlu və Ağqoyunlu
Dövlətləri, Çaşıoğlu, Bakü 2012, s. 94.
5
Kara-Koyunlu Devleti ile çağdaş olan ve daha sonra onun topraklarında hüküm süren Ak-Koyunlu Devleti de Kara-Koyunlu ordu yapısında
görüldüğü gibi yapılanmıştı. Bu konuda geniş bilgi için İlhan Erdem’in çalışmalarına başvurulabilir. İlhan Erdem, Akkoyunluların Askeri
Teşkilâtı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1988; İlhan Erdem, “Akkoyunlu
Ordusunda İnsan Unsuru”, s. 85-92; İlhan Erdem, “Ak-Koyunlu ve Kara-Koyunlu Ordularına Genel Bir Bakış”, A.Ü.DTCF Tarih
Araştırmaları, 24/37, Ankara 2005, s. 60-69.
6
Hüseyin Mirca’feri, Tarih-i Tehevvulat-ı Siyasî İçtimaî İktisâdî ve Ferhengi-i İran Der Dovre-i Timuriyân ve Türkmanân, Daneşgah-ı
İsfahan, Tahran 1395/2016, s. 274; Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 400; Arayancan, agt, s. 276.
7
Hadî Seyyid Hüseyinzâde, Tarih-i Feramuş Şode İran der Dovre-i Sultan Yakub Ak-Koyunlu, Şirket-i Sehom-i Has, Tahran 1394/2015, s.
208.
8
Faruk Sümer, Kara Koyunlular (Başlangıçtan Cihan-Şah’a kadar), TTK, Ankara 1992, s. 113.
9
Mirca’feri, age, s. 236.
10
Erdem, “Ak-Koyunlu Ordusunu Oluşturan İnsan Unsuru”, s. 86; Arayancan, agt, s. 276; Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 400.
11
Kara Yusuf ile Ebu Bekir arasındaki bu savaş hakkında geniş bilgi için bkz. Sümer, age, s. 72-74.
12
Hafız Abrû, Zübdetü’t-Tevârîh-i Bâysungurî, yay. Seyyid Kemâl Hac Seyyid Cevadi, C.III, Sazman-ı Çap ve İntişarat-ı Vezaret-i Ferheng
ve İrşad-ı İslami, Tahran 1380/2001, s. 170.
13
Kâzım Paydaş, Ak-Koyunlu Devlet Teşkilâtı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), 2003, s. 279.
14
Arayancan, agt, s. 277.
15
Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 392.
2
66
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KORKMAZ
Askerî komuta zinciri içinde ise hükümdardan sonra gelmekteydiler. Mirzalar, hükümdar ile katıldıkları
savaşlarda genellikle ya ordunun kollarından birini komuta ederlerdi ya da karavul 16 veya menkalay 17 birliklerini
komuta da ederlerdi. 18 Bunun yanında hükümdarın emri ile bağımsız sefere de çıkabilirlerdi. Nitekim Sultan
Cihanşah’ın oğlu Muhammedî Mirza ve Pir Budak babasının emri ile civar bölgelere bağımsız seferlere
çıkmışlardı. 19
1.3. Emirler (Ümera)
Kara-Koyunlu askerî teşkilâtında emirler, yetki ve nüfuz bakımından hükümdar ve mirzalardan sonra
gelmekteydiler. Bunun yanında askeri kumanda etme ve eyaletlerde valilik gibi görevleri icra etmekteydiler. Bu
sebeple bazı eyaletleri mirzalar yönetmekteyken bazı eyaletleri de emirler yönetmekteydiler. Emirlerin büyük bir
çoğunluğu aşiret reisi olduğu için mahiyetlerinde hatırı sayılır bir kuvvet mevcuttu. Savaş sırasında sahip
oldukları kuvvetler ile hükümdarın ya da mirzaların ordusuna katılarak görev yaparlardı. 20
Kara-Koyunlu Devleti’nde emirler yaptıkları görevlere göre sınıflandırılmıştır. Buna göre “emirü’l-ümerâ”,
“ümerâ-yı ‘azam” ve “emir-i divân” gibi isimler ile derecelendirilmişlerdir. 21 Kara Yusuf Bey’in’ emirü’l
ümerâsı Çekirlu Aşireti’ne mensup Bistam Bey idi. Bistam Bey mahiyetindeki kuvvetler ile Kara Yusuf Bey’in’
ordusuna katılarak Kara-Koyunlular’a hizmet etmiştir. 22 Ümerâ-yı ‘azam ise hükümdarın savaşa iştirak etmediği
durumlarda orduyu komuta ederdi. 23
Bunun yanı sıra ordu Mete Han Dönemi’nden itibaren Türklerin kullandıkları onlu sisteme göre tanzim
edilmişti. Bu sistem daha sonraları Çinggiz Han ve ardılları tarafından da kullanılmıştı. Ordunun onlu sistem
içinde birimleri, Moğollar Dönemi’nden itibaren bölgenin hâkim dili olan Farsça ile karşılanmaya başlanmıştı.
Buna göre bu birimler; tümen, hezâre, sede, dehe şeklinde ifade edilmişti. Bu birliklerin başında bulunan
emirlere; emir-i tümen, emir-i hezâre, emir-i sede, emir-i dehe denilmekteydi. 24 Kara-Koyunlu ordusunun böyle
birimlere ayırıldığı hakkında kaynaklarda doğrudan bilgi olmamasına rağmen Hafız Abrû ve Ebu Bekr-i Tihrânî
bazı ipuçları vermektedir. Kara-Koyunlular henüz Kara Mehmed Bey Dönemi’nde ordu içindeki askerî birimler
düzenli bir şekilde koşunlara bölünmüş, her koşunda üç yüz asker bulundurmuştu. Koşunları bir sonraki
kademede otuz desteçeye bölerek her desteçede on kişi bulundurmuştu. 25 Bunun yanında Kara Yusuf Bey’in
820/1417 yılında Emir Şemseddin’e verdiği suyurgal fermanının başında “ümera-yı ulusât, tümenât, hezâreât,
sedeât” 26 şeklindeki ifadesi ordunun birimlerini açıklar mahiyettedir. Aynı şekilde Tihrânî, Uzun Hasan Bey’in
Sultan Cihanşah’ı ortadan kaldırdıktan sonra öldürdüğü emirlerin hepsinin “ümerâ-yı tuğ u nekkare ve serdârânı tümenât-ı hezâre” 27 olduğunu ifade etmektedir. Bu bilgiler ışığında ordunun onluk, yüzlük, binlik ve on binlik
birimlere ayrıldığını ve bu birimlerin her birinin bir emir tarafından idare edildiğini söyleyebiliriz.
Emirlere hizmetlerine göre büyük toprak sahaları verilmekteydi. Emirler savaş bittikten sonra topraklarına
gidip mülkî işler ile meşgul olurlardı. Hükümdar yeni bir savaşa gideceği zaman yeniden onun etrafında
toplanırlardı. Sultan Cihanşah’ın savaş meydanına giderken genellikle etrafında büyük emirler bulunurdu.
Hükümdar savaş durumuna göre kışlak zamanında bazen büyük emirler ile birlikte kışlarken bazen de ayrı
Moğolca bir ıstılâh olan “karavul” keşif birliği anlamına gelmektedir. Bkz. Gerhard Doerfer, Turkische und Mongolische Elemente im
Neupersischen, C.I, Franz Steiner Verlag, Wiesbaden 1963, s. 399.
17
Menkalay, ordunun öncü birliği anlamına gelmektedir. Doerfer, age, C.I, s. 502.
18
İsmail Hasanzâde, Hükümet-i Türkmenân-ı Kara-Koyunlu ve Ak-Koyunlu der İran, Semt, Tahran 1392/2013, s. 164; Hüseyinzâde, age, s.
209.
19
Arayancan, agt, s. 277.
20
Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 401; Arayancan, agt, s. 277; Nicabət İslamova, “Kara-Koyunlu Devleti'nin Kuruluşu ve Ordusu”, Gazi
Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 29, Temmuz 2009, s. 489-490.
21
Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 396.
22
Mirhond, Tarih-i Ravzatu‘s-Safa Fi Sîreti‘l-Enbiyâ ve‘l-Mülûk ve‘l-Hulefâ, haz. Cemşid Kiyanfer, C.II-VI, İntişarat-ı Esatir, Tahran
1385/2006, s. 5218; Gıyasüddin Hondmir, Tarih-i Habîbu’s-Siyer fi Ahbar-ı Efrad-ı Beşer, yay. Celâleddin Humâyî, C.III, İntişarat-ı
Hayyam, Tahran 1333/1954, s. 571; Muhammed Yusuf Vale-i İsfahanî Kazvînî, Hold-i Berin (Tarih-i Timuriyân ve Türkmenân), haz. Mir
Haşim Muhaddes, Mirâs-ı Mektûb, Tahran 1379/2000, s. 684.
23
Mükrimin Halil Yınanç, “Akkoyunlular”, İA, MEB Yayınevi, C.I, Eskişehir 2001, s. 263.
24
Mustafa Uyar, İlhanlı (İran Moğolları) Devleti’nin Askerî Teşkilâtı (Ortaçağ Moğol Ordularında Gelenek ve Dönüşüm), TTK, Ankara
2020, s. 119.
25
( )ﻗﺮا ﻣﺤﻤﺪ ﭘﻨﺞ ھﺰار ﻣﺮد ﻣﺮﺗﺐ از ﺗﺮﮐﻤﺎن ﺑﯿﺮون ﮐﺮد و ھﺮ ﺳﯿﺼﺪ ﻣﺮد ﯾﮏ ﻗﻮﺷﻮن ﮐﺮد و ھﺮ ﻗﻮﺷﻮن را ﺳﯽ دﺳﺘﺠﮫ ﮐﺮدHafız Abrû, Zeyli Camiü’t Tevârih-i
Reşidî, nşr. Hanbaba Beyanî, Çaphane-yi İlmi, Tahran 1317/1938, s. 224; Abrû, Zübdetü’t-Tevârîh-i Bâysungurî, C.II, s. 585; Sümer, age, s.
47; Erdem, “Ak-Koyunlu ve Kara-Koyunlu Ordularına Genel Bir Bakış”, s. 73; Arayancan, agt, s. 288; Hümbətoğlu, age, s. 93; Hamidreza
Sohrabıabad, Safevî İdaresinde Toplumsal Dönüşüm, Kırklareli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi),
2010, s. 33.
26
Hüseyin Müderrisî Tabâtabai, Farmânhâ-yı Türkmâna-ı Kara-Koyunlu ve Ak-Koyunlu, Çaphâne-i Hükümet-i Kum, Tahran 1352/1973, s.
20.
27
Ebu Bekr-i Tihrânî, Kitâb-i Diyârbakriyya, yay. Necati Luğal, Faruk Sümer, C.II, TTK, Ankara 1992, s. 428; çev. Mürsel Öztürk, TTK,
Ankara 2014, s. 278.
16
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
67
KARA-KOYUNLU ORDUSUNDA İNSAN UNSURU VE GÖREVLİLER
kışlardı. Örneğin Sultan Cihanşah, Irak tarafına sefere çıktığında Dergezin kasabasında kışlarken; Muhammedi
Mirza, Emir Bayezid-i Bistam, Emir Şehsuvar-ı Bayram gibi birçok emir Rey’de kışlamıştı. 28
1.4. Hassa Kuvvetleri (Nökerler)
Kara-Koyunlu ordusunun en dinamik unsuru olan nökerler ordunun ana nüvesini oluşturmaktaydılar. AkKoyunlular’da olduğu gibi Kara-Koyunlular’da da ordu içinde daimi birlik olarak faaliyet göstermekteydiler. 29
Moğolca bir ıstılâh olan nöker 30 “samimi arkadaş, yoldaş ve sırdaş” anlamlarına gelmektedir. 31 Nökerler, bağlı
bulunduğu hükümdara veya bir beye daima eşlik eden, efendisinin özel koruması olan muhariplerdir. 32 KaraKoyunlu Devleti’nin ilk zamanlarından itibaren mevcut olan nökerler, kaynaklarda “nökeran-ı hassa” şeklinde
geçmektedir. 33 Nökerler, Türkmenlerden ve önemli emirlerden seçilirlerdi. 34 Bağlı bulundukları hükümdara,
mirzalara veya beye koşulsuz itaat ederek hizmet ederlerdi. Örneğin; Kara Yusuf Bey, Şam’da hapisteyken
nökeri olan Pir Ömer kendisine sakalık yaparak hizmet etmişti. 35 Pir Ömer, Kara Yusuf Bey’e en bağlı
adamlarından biri olarak onun bütün savaşlarına katılmış ve büyük faydalar göstermişti. 36 Kaynaklar, Kara
Yusuf Bey’in nökerleri arasında yer alan Pir Ömer’i, Kara Yusuf Bey’in Erzincan’ı ele geçirdikten sonra oraya
vali olarak tayin ettiğini ve “Nasreddin” lakaplı Pir Ömer’in Kara Yusuf Bey’in veziri ve naibi olduğunu da ifade
etmektedir. Nitekim nökerlerin hükümdarın en güvendiği adamlar arasında yer almaları onların zamanla devletin
üst düzey kademelerinde hizmet vermelerini sağlamıştır. 37 Bunun yanında Kara Yusuf Bey tarafından Erzincan
valiliği kendisine taltif edilen mezkûr emirin de mahiyetinde nökerler bulunmaktaydı. Nitekim Ak-Koyunlu Kara
Yülük Osman Bey, Pir Ömer’i ele geçirdiği vakit onun nökerlerinden bazılarını öldürtmüştü. 38
Nökerler bağlı oldukları hükümdar, mirzalar ve cemaatlere tam itaat gösterir ve onların önemli miktarda
askerî gücünü oluştururlardı. Mirza ve cemaatin saf dışı bırakılması durumunda onlar da öldürülürlerdi. Nitekim
Sultan Cihanşah oğlu Pir Budak’ı ortadan kaldırdıktan sonra Pir Budak’ın ve ona bağlı bulunan el-Asfâhiye
( )اﻷﺳﻔﺎھﯿﺔ39 cemaatinin bütün nökerlerini öldürdü. 40 Türkmenlerden oluşan boy nökerleri hükümdara her zaman
askerî destek veren birim olmuşlardır. Söz gelimi Sultan Cihanşah’ın Uzun Hasan Bey’e karşı koymak için yola
çıktığı vakit yanında boy nökerleri bulunmaktaydı. Uzun Hasan Bey, Sultan Cihanşah’a saldırı için sefere
çıktığında karavullarının “Cihanşah Mirza göçü yola düşürdü. Kendisi de hassa ordusu, emirler, boy nökerleri
ve çocukları ile birlikte yurtta kaldı” bilgisini iletmesi nökerlerin savaşa bizzat katıldıklarını göstermektedir. 41
39F
40F
41F
1.5. Eyalet Kuvvetleri
Kara-Koyunlular ilk dönemlerinde Ak-Koyunlular’da olduğu gibi askere ihtiyaç duyduğu vakit kendi
kuvvetlerinin yanında hâkim oldukları şehirlerden asker toplamaktaydı. 42 Bunun yanında Kara-Koyunlulara
bağlı Türkmen oymakları orduda hazır bulunurdu. Nitekim Kara Yusuf Bey’in 813/1410 yılında Tebriz
yakınlarında Sultan Ahmed Celâyirli ile yaptığı savaşta ordusunda Sa’dlu boyu reisi Pir Hüseyin Bey, Döğer
boyu reisi Musa, Çekirlu boyu reisi Bistam Bey, Bitlis Emiri Şemseddin ve çocukları, Van-Hakkâri hâkimi
Melik İzzeddin Şir, Kara Yusuf’un çocukları Pir Budak, İskender ve İsfend bulunmaktaydılar. 43
28
Arayancan, agt, s. 279.
Erdem, Paydaş, age, s. 198.
Ahmet Caferoğlu, “Türk Tarihinde Nöker ve Nökerzâdeler Müessesesi”, IV. Türk Tarih Kongresi (Ankara: 10-14 Kâsım 1948), C.IV,
TTK, Ankara 1952, s. 253. Uzunçarşılı, bu terimin Uygurca olduğunu ifade etmektedir. Krş. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına
Medhal, s. 291.
31
Doerfer, age, C.I, s. 521; Paydaş, “Kara-Koyunlular”, C.9, s. 401.
32
Paydaş, agt, s. 285; B. Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimaî Teşkilâtı Moğol Göçebe Feodalizmi, çev. Abdülkadir İnan, TTK, Ankara 1995,
s. 134; Ahmet Temir, “Türk-Moğol İmparatorluğu Devrinde Sosyal ve Askerî Teşkilât”, Türk Kültürü, S. 118, Ankara 1972, s. 192.
33
Erdem, “Ak-Koyunlu Ordusunu Oluşturan İnsan Unsuru”, s. 89; Oktay Efendiyev, “Kara-Koyunlu, Ak-Koyunlu ve Safevî Devletlerindeki
Mülkî ve Askerî Teşkilâta Bakış”, Yeni Türkiye Kafkaslar Özel Sayı-II, S. 21/72, Temmuz-Aralık 2015, s. 579.
34
Arayancan, agt, s. 281.
35
Tihrânî, age, C.I, s. 56; çev. s. 48; Hasan-ı Rumlu, Ahsenü’t- Tevârîh, nşr. Abdulhüseyin Nevâî, C.I, İntişarat-ı Esatir, Tahran 1389/2010,
s. 141; çev. Mürsel Öztürk, TTK, Ankara 2006, s. 53.
36
Sümer, age, s. 103.
37
( داد،)ﺣﻮﮐﻤﺖ آن وﻻﯾﺖ ﺑﮫ ﻧﺎﺻﺮاﻟﺪﯾﻦ ﭘﯿﺮ ﻋﻤﺮ ﮐﮫ وزﯾﺮ و ﻧﺎﯾﺐ اﻣﯿﺮ ﯾﻮﺳﻒ ﺑﻮد, bkz. Abrû, age, C.III, s. 360; Abdurrezzak-i Semerkandî, Matla‘-ı
Sa‘deyn ve Mecma‘-ı Bahreyn, nşr. Abdulhüseyin Nevâî, Pejûhişgâh-ı Ulum-i İnsanı ve Muta’alat-ı Ferhengi, C.I-II, Tahran, 1383/2004, s.
124.
38
Abrû, age, C.IV, s. 738.
39
Bu cemaatin ismi sadece Tarihü’l Gıyasi’de geçmektedir. Fakat Tarihü’l Gıyasi bu cemaat hakkında geniş bilgi vermemektedir. Gıyasi,
Cihanşah’ın Uzun Hasan’ın üzerine giderken Muş sahrasında iken askerleri arasında el-Asfahiye cemaatinin de bulunduğunu
kaydetmektedir. Ayrıca Cihanşah’ı öldüren kölenin bu cemaate hizmet ettiğini de yazmaktadır. Gıyasi’nin kayıtlarından el-Asfahiye’nin
Bağdat ve Mardin havalisinde ikamet ettiğini anlamaktayız. Bkz. Abdullah b. Fethullah el-Bağdadî, el-Düvelü’l-İslamiyye fî el-Şark
(Tarihü’l Gıyasi), Tah. Târık Nâfi‘ el-Hamdânî, Dâr ve Mektebetü'l-Hilâl, Beyrut 2010, s. 310, 315, 319, 323, 354. el-Azzâvî el-Mehâmîde
el-Asfahiye ile ilgili bilgileri Gıyasi’den aynen alıp nakletmiştir.
40
Bağdadi, age, s. 354.
41
Arayancan, agt, s. 282.
42
Erdem, “Ak-Koyunlu Ordusunu Oluşturan İnsan Unsuru”, s. 91.
43
Abrû, age, C.III, s. 400-401; Sümer, age, s. 83-84.
29
30
68
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KORKMAZ
Kara-Koyunlu Devleti’nde eyaletlerin yönetimi mirzalar ve önemli emirlere tevdi edilmekteydi. Savaş
zamanında da bu eyalet birlikleri orduya katılırlardı. Örneğin Kara Yusuf Bey 823/1420 yılında Timurlu
hükümdarı Şahruh’un üzerine doğru geldiğini haber alınca Azerbaycan, Arran, Mugan, Diyarbakır ve Irak-ı
Arab’dan çok sayıda asker toplamıştı. Bunun yanında Tebriz’den yaya asker de toplamıştı. 44 Savaş zamanı,
sayılarının ne kadar olduğunu kaynaklardan tespit edemediğimiz askerî dirlik sahipleri yani tiyuldârlarda orduya
katılırlardı. Örneğin; Sultan Cihanşah 871/1466-67 yılında Pir Budak’ı tedip etmek için Bağdat üzerine sefere
çıkmaya karar verdiği zaman bukavullara asker toplamaları için emir verdi. Muhammedî Mirza’yı İsfahan’dan,
diğer emirleri ve tiyuldârları vilayetlerin farklı yerlerinden topladı. Türkmen haşemlerini (hizmetçilerini) göç
ettirerek orduda önemli miktarda asker hazırladı. 45
2. Kara-Koyunlu Ordusunda Görevliler
2.1. Kadıasker
Kadıaskerlik, Hz. Ömer Dönemi’nde bir müessese hâline gelmiştir. Ordu kadısı olarak tanımlanan
kadıaskerlik, tarih boyunca Türk-İslam devletlerinde kullanılmıştır. 46 Kadıasker, Divân beyinin eşikhanesinde
oturarak ordu ile ilgili davalarda şeriata göre karar verirdi. Ayrıca askere ait hukuki işlere de bakardı. 47
Kaynaklarda Kara-Koyunlu Dönemi’nde kadıaskerlik müessesesi hakkında detaylı bilgi bulunmamaktadır. Fakat
Memlûklü kaynakları 27 Cemaziyel-ahir 820/11 Ağustos 1417 tarihinde Memlûklü Sultanı Melik Müeyyed’e,
Kara Yusuf Bey’in Kadıasker’i Hamidüddin’in elçi olarak geldiğini, Kara Yusuf Bey tarafından gönderilen
mektup ve hediyeleri getirdiğini yazmaktadırlar. Bu da Kara-Koyunlular Dönemi’nde kadıaskerlerin asli
görevlerinden başka elçilik yaptıklarını da göstermektedir. 48
2.2. Tavacı
Moğolca saymak, toplamak, hesaplamak anlamındaki togacadan gelen tavacı, Çağatay Türkçesi’nde ise
sayı sayan, asker toplama müfettişi, haberci, zâbit, dellâl, muhbir gibi anlamlara sahiptir. 49 Askerin silâhaltına
çağrılması lüzumu hâsıl olduğu vakit, askerler tavacı denilen görevli tarafından toplanarak içtimaı emredilen
yerde bulundurulurdu. Bunun yanında ordu geçit töreni yapacağı vakit bunun askerlere ilanı tavacılar tarafından
yapılırdı. 50 Tavacılar askerlerin defterini tutarlar ve ordu kuvvetinin muhafazasına da dikkat ederlerdi. 51
“Tokacı” olarak da bilinen bu birim XIII-XVII. yüzyıllarda var olan devlet teşkilâtlarının askerî ve idarî
yapısında hükümdarların özel ve önemli buyruklarını yerine getiren yaver görevindeki askere verilen unvandır. 52
İlhanlılar, 53 Timurlular 54 ve Ak-Koyunlular’da 55 olduğu gibi Kara-Koyunlular’da da askerin toplanması
kıtaların teftişi, silâhaltına çağrılması ve toplanma yerlerinin tayini, ordu emirlerinin tebliği tavacı denilen
görevliler tarafından yapılırdı. Bunun yanında tavacı toplanan askerleri seferber eder, ordunun yerini bildirip,
askerlerin sayısını tavacı defterine kayıt ederdi. 56 Nitekim Mirza Şahruh’un 823/1420 yılında Tebriz üzerine
Kara Yusuf Bey’i tedip etmek için sefere çıktığı vakit Kara Yusuf Bey de ordusunu Tebriz’de toplayarak
askerlerine geçit resmi yaptırarak onları teftiş etmiştir. 57 Muhtemelen bu geçit resminin ilanı tavacılar tarafından
yapılmıştır. Kara-Koyunlu ordusu sefere çıktığında orduda tavacılar yer almaktaydı. Sultan Cihanşah 861/1457
yılında Horasan’a yöneldiği zaman ordusunda Ebu’l Feth Bey-i Tavacı da bulunmaktaydı. 58
44
Semerkandi, age, C.I-II, s. 283; Abrû, age, C.IV, s. 730-731.
Tihrânî, age, C.II, s. 371; çev. s. 242. Rumlu, age, C.II, s. 646; çev. s. 424.
46
Mehmet İpşirli, “Kazasker”, DİA, C.25, Ankara 2002, s. 140; Selim Serkan Ütken, Buhara Hanlığı’nın Askerî Teşkilâtı (1500-1868), TTK,
Ankara 2018, s. 144.
47
Paydaş, agt, s. 208.
48
Takiyeddin Ahmed b. Ali Makrizî, Kitâbu’s-Sulûk li Ma’rifeti Düveli’l-Mulûk, Tah. Muhammed Abdulkadir Atâ, C.VI, Daru’l-Kutubi’lİlmiye, Beyrut 1997, s. 443; Şihabeddin Ebu Fazl Ahmed b. Ali ibn Hacer el-Askalanî, İnbâ‘ el-Ğumr bi Ebnâu’l-Umr, Tah. Hasan Habeşî,
Lecnetü İhyâi’t-Türâsi’l-İslâmî, C.III, Kahire 1998, s. 132; İbni Tagrıberdi, en-Nücûmu’z-Zâhire (Parlayan Yıldızlar), çev. D. Ahsen Batur,
Selenge Yayınları, İstanbul 2013, s. 417; Kazım Yaşar Kopraman, el-Aynî’nin İkdu‘l-Cumân’ında XV. Yüzyıla Ait Anadolu Tarihi ile İlgili
Kayıtlar, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), 1972, s. 83; Kâzım Yaşar Kopraman, Mısır
Memlûkleri Tarihi Sultan al-Melik al-Mu’ayyad Şeyh al-Mahmûdî Devri (1412-1421), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989, s. 193-194;
Sümer, age, s. 97.
49
Hayrunnisa Alan, “Tavacı”, DİA, C.40, İstanbul 2011, s. 177; Ensar Macit, Timurlu Devleti’nin Askerî Teşkilatı, Atatürk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Erzurum 2012, s. 52.
50
Uzunçarşılı, age, s. 286; Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 401.
51
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, TTK, Ankara 2011, s. 206.
52
Arayancan, agt, s. 280.
53
İlhanlı ordusunda asker toplamak ve askerî kıtaların teftişi tavaçılar tarafından yapılmaktaydı. Uyar, age, s. 138; Mustafa Uyar, “İlhanlı
(İran Moğolları) Ordusunda Hiyerarşi: Askerî Yetkililer ve Nitelikleri”, A.Ü.DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 49/1 Ankara 2009, s. 42.
54
Mu’izz el- Ensab’a göre Emir Timur’un tavaçılarını sayısı yirmidir. Aynı şekilde Şahruh’un sekiz ve Ebu Said’in on altı tavaçısı
bulunmaktaydı. Bkz. Anonim, Mu’izz el- Ensâb fî Şeceretü’l Ensâb-ı Selâtin-i Moğol, Bibliotheque Nationale Paris, Persian 67, vr. 97a, 98b,
134a, 152b.
55
İlhan Erdem, “Ak-Koyunlu Ordusunu Oluşturan İnsan Unsuru”, s. 88.
56
Hüseyinzâde, age, s. 213.
57
Sümer, age, s. 110.
58
Tihrânî, age, C. II s. 347; çev. s. 226.
45
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
69
KARA-KOYUNLU ORDUSUNDA İNSAN UNSURU VE GÖREVLİLER
Tavacılar nüfuzlu beyler arasından seçilirdi. Nitekim Sultan Cihanşah Dönemi’nde Kara-Koyunlu
teşekkülünün önemli oymaklarından olan Alpavut cemaatinden Pir Muhammed Tavacı ve Rüstem-i Alpavut
tavacılar arasında bulunmaktadır. Pir Muhammed Tavacı, Sultan Cihanşah’ın önemli emirleri arasında yer
almaktaydı. Pir Budak öldürüldükten sonra Cihanşah onu 10 Zilkade 870/24 Haziran 1466 tarihinde Bağdat
valisi tayin etti. 59 Yine Uzun Hasan Bey, Sultan Cihanşah’ı ortadan kaldırdıktan sonra, esir alıp öldürdükleri
kişiler arasında Tavacı Rüstem-i Alpavut bulunmaktaydı. 60
2.3. Daruga
Moğolca bir unvan olan “daruga”, hükümdar adına atandığı bölgeyi yöneten validir. Kara-Koyunlulardan
önceki Farsça metinlerde daruga ıstılâhını karşılamak için Arapça “şıhne” ve Türkçe “baskak” 61 ıstılâhı
kullanılmıştı. 62 Moğollar tarafından baskak, İlhanlılar tarafından ise şıhne ıstılâhı kullanılmıştı. 63 Timurlularda 64
herhangi bir şehir ve bölgenin idarî ve askerî işleri daruganın sorumluluğundaydı. Darugalar istenilen durumda
bölgenin askerleri ile savaşa da gitmişlerdir. Olağanüstü durumlarda ise bir yerin vergisini toplamak üzere
görevlendirilirlerdi. Kara-Koyunlu Devleti’nde de mevcut olan bu görevli Timurlular’daki uygulamaya benzer
olarak vazife görmekteydiler. 65 Ayrıca darugalar genellikle askerî eşraf arasından seçilirlerdi. 66
Kara-Koyunlu Devleti’nde darugalar şehrin muhafazasından da sorumlu idiler. Örneğin Kara Yusuf Bey,
Timurlu Mirza Ebu Bekir ile yaptığı ilk mücadelede galip gelince Nahçivan’a geldi. Burada iken Tebriz’in ileri
gelenlerinden Hoca Seyyidî Muhammed-i Gececî huzura gelerek Tebriz şehrinin Mirza Ebu Bekir tarafından
uğradığı yağmayı ve tahripleri anlatarak Kara Yusuf Bey’i şehri işgale teşvik etti. Kara Yusuf Bey ise Hoca
Seyyidî Muhammed-i Gececî’ye şehir halkı için aman yazısı vererek şehrin korunması için de bir daruga
gönderdi. 67 Hükümdar şehri ele geçirdiği vakit ilk olarak şehre daruga ataması gerçekleştirirdi. Sultan Cihanşah
Herat’ı ele geçirdiğinde, Pirzad Bey-i Buhari’yi Herat darugası olarak tayin etmiştir. 68 Bunun yanında KaraKoyunlu mirzaları da kendilerine bağlı olan yerlere darugalar tayin etmişlerdir. Örneğin Sultan Cihanşah,
İsfahan’ı oğlu Muhammedî Mirza’ya verince o da oraya Lala Muhammed’i daruga olarak göndermiştir. 69
Darugalar atandıkları vilayetlerde etkin konumda idiler. Bunun bir örneğini Sultan Cihanşah ile oğlu Pir
Budak arasında yaşanan mücadeleden anlamaktayız. Sultan Cihanşah ile Timurlu hükümdarı Ebu Said arasında
1458 yılında yapılan barış antlaşmasından sonra Sultan Cihanşah ağırlıklarını Herat’ta bırakarak döndü. Pir
Budak da Yezd şehrine yöneldi. Halkına zulüm yaparak onların üzerine büyük vergiler yükledi. Satılmış elŞıracı’yı da bu şehire tahsildar tayin etti. O sırada Yezd darugası ise Sultan Cihanşah’ın nökerlerinden olan
Kanber el-Hazneci idi. Satılmış el-Şıracı, o sırada Sultan Cihanşah’ın yanında bulunan daruga Kanber elHazneci’nin eşine ve çocuklarına kötülük yaptı. Kanber el-Hazneci Yezd’e gidince olanları ona anlattılar. ElHazneci, olayların gerçek olduğunu anlayınca hanımının, kızının ve oğlunun kellesini keserek getirip Sultan
Cihanşah’ın önüne döktü. Sultan Cihanşah’a “sana hizmet etmeye devam etmenin cezası budur.” dedi. Sultan ne
olduğunu sordu ve o da olanları anlattı. Bunun üzerine Sultan Cihanşah, Pir Budak’a haber göndererek Satılmış’ı
istedi. Fakat Pir Budak ise Satılmış’ı göndermemekte ısrar etti. Satılmış’ın Sultan Cihanşah’ın atadığı Yezd
darugasına bu kötülüğü yapması Sultan Cihanşah ve oğlu Pir Budak’ın aralarının bozulmasına sebep oldu.
Nitekim Bu olayda darugaların atandıkları şehirde hükümdarın tam yetkili vekili olduğu ve onlara yapılan
kötülüğü hükümdarın kendine yapılmış addettiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu olaydan sonra Sultan Cihanşah ile
Pir Budak’ın arası düzelmemiş ve her ikisi birbiri hakkında temkinli hareketlerde bulunmuşlardır. 70
Darugaların vazifesinin ehemmiyeti, bulundukları şehrin konumuna göre değişmekteydi. Nitekim İsfahan,
Fars ve Tebriz gibi ehemmiyetli şehirlere önemli şahsiyetler daruga olarak atanmaktaydı. Ayrıca darugaların
emrinde devriye gezen “mirsahip” bulunmaktaydı. Mirsahip geceleyin şehrin muhtelif semtlerini denetleyerek
eğer geceleyin bir hırsızlık gerçekleşmişse onu darugaya rapor etmek zorunda idi. 71
2.4. Kûtvâl
Bağdadî, age, s. 360; Abbas el-Azzâvî el-Mehâmî, Tarihü’l Irak Beyne İhtilâleyn İhtilâleyn el-Hükûmetü’l-Türkmâniyye, C.III, Dâru’lArabiyyetû’l-Mavsuât, Bağdat 1939, s. 190.
60
Tihrânî, age, C.II, s. 426; çev. s. 278.
61
Baskak ve Daruga unvanının kökeni hakkında bkz. Altay Tayfun Özcan, Moğol-Rus İlişkileri, TTK, Ankara 2017, s. 374-389.
62
Doerfer, age, C.I s. 319; Abdülkadir Yuvalı, “Daruga”, DİA, C.8, İstanbul 1993, s. 505.
63
Uyar, age, s. 135; Uyar, agm, s. 39.
64
Timurlularda daruganın görevleri hakkında tafsilatlı bilgi için bkz. Beatris Forbes Manz, “The Office Of Darugha Under Tamerlane”,
Journal of Turkish Studies, C.IX, 1985, s. 59-69; çev. Hayrunnisa Alan, “Timur’un Saltanatı Sırasında Darugalık Müessesesi”, Mimar Sinan
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 3, İstanbul 2000, s. 99-113.
65
İsmail Aka, Timur ve Devleti, TTK, Ankara 2017, s. 169; İsmail Aka, Mirza Şahruh ve Zamanı, TTK, Ankara 1994, s. 192.
66
Hasanzâde, age, s. 213.
67
Sümer, age, s. 74; İsmail Aka, İran’da Türkmen Hâkimiyeti (Kara Koyunlular Devri), TTK, Ankara 2001, s. 5.
68
Arayancan, agt, s. 270.
69
Rumlu, age, C.I s. 501; çev. s. 319.
70
Bağdadî, age, s. 342-343.
71
Paydaş, agt, s. 204-205.
59
70
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KORKMAZ
Hintçeden Farsçaya geçmiş olan bu ıstılâh kale kumandanlarına verilen bir unvandır. 72 Sanskritçe kota
(kale) ve pâla (muhafız) kelimelerinin terkibinden meydana gelmiştir. Bu ıstılâh, Sebüktegin’in askerleri ve
Gazneli Mahmûd tarafından İran’a getirilmiştir. 73 Bu unvan Ortaçağ’da İran, Irak, Orta Asya ve Hindistan
Müslümanları tarafından kullanılmıştır. 74 Kûtvâl unvanı Kara-Koyunlular’da olduğu gibi İhanlılar’da 75, Türkiye
Selçukluları’nda 76, Timurlular’da 77, Ak-Koyunlular’da 78 ve Safeviler’de 79 de bulunmaktaydı. Kûtvâl, kaleyi
korumak ve güvenliğini sağlamak ile görevliydi. 80
Hükümdar ya da Mirzalar kendi yönetim merkezleri olan yerlerdeki kalelere kûtvâl tayin ederlerdi. 81
Ayrıca emirlerin de yönetimi altında olan kalelere kûtvâl tayin ettiği görülmektedir. Örneğin Kara Yusuf Bey
810/1408 yılında Mirza Ebu Bekir’i mağlup ettikten sonra Emir Bistam Bey’i Irak-ı Acem’i fethine memur
etmişti. Aynı yıl mezkûr emir Sultaniye’yi ele geçirmek için harekete geçti. Emir Bistam Bey, Mirza Ebu Bekir
tarafından Sultaniye Kalesi’ne kûtvâl tayin edilen Derviş Kuşçi’ye kalenin teslimi için haber gönderdi. Fakat
kalenin teslimine yanaşmayan kale kûtvâlı müdafaaya hazırlandı. Bunun üzerine Bistam Bey kaleyi takriben bir
ay muhasara ederek ele geçirdi ve kardeşi Masum Bey’i kaleye kûtvâl tayin etti. 82 Yine Kara-Koyunlu
hükümdarı Sultan Cihanşah, 1458 yılında Herat’ı ele geçirmiş fakat Herat iç kalesi İhtiyâreddin’in muhafızı
Mevlânâ Ahmed-i Yasavul kalenin sağlamlığı ve zahirenin bolluğuna güvenerek Kara-Koyunlu ordusuna karşı
direnmişti. Bir müddet geçtikten sonra direnmenin faydasız olduğunu gören Ahmed-i Yasavul eman dileyerek
teslim olmuştu. İhtiyâreddin Kalesi’nin idaresi Emir Bayezid-i Bistam’a verilmiş o da bu kaleye bir kûtvâl tayin
etmişti. 83 Hükümdar ile mirzalar arasında yaşanan mücadelelerde kûtvâllar emri direkt olarak hükümdardan
almakta idiler. Nitekim Sultan Cihanşah, Mirza Pir Budak’ın üzerine Şiraz taraflarına asker sevk ettiği zaman
kendisi de Yezd-i Hasn havalisine gelmiştir. Kendilerine zarar gelmesinden çekinen kale kûtvâlları “padişahın
geçtiği yerlerdeki kaleyi kime buyurur ise ona teslim edelim” diye arz etmişlerdir. 84
Kûtvâlların ölen hükümdarın yerine başa geçen hükümdara itaat ettikleri görülmektedir. Örneğin, Hasan
Ali babası Sultan Cihanşah’ın ölümünden sonra Tebriz’e girmiştir. Alıncak Kalesi kûtvâli Yakub Çehre de
Sultan Cihanşah’ın hazinelerini Hasan Ali’ye getirmiştir. 85
2.5. Yurtçı
Ordu işlerini düzenleyen kişilere verilen unvandır. 86 Bu görevli, ordunun, mirzaların ve karavulların
konaklayacakları yeri tayin ederdi. 87 Bunun yanında yaylak ve kışlak yerlerini de belirlerdi. 88 İlhanlı 89 ve
Timurlu 90 ordularında da mevcut olan bu görevli Kara-Koyunlu Devleti ordusunda da bulunmaktaydı. Yurtçılar,
Türkmen emirleri arasından ve bazen de düşük rütbeli askerlerden seçiliyordu. Ordunun başyurtçısı hükümdarın
fermanı ile tayin edilirdi. 91 Sultan Cihanşah Dönemi’nde, Rüstem-i Yurtçı, Rüstem-i Tarhan’ın Anadolu’daki
ikinci savaşı sırasında onun ordusunda bulunmaktaydı. 92 Yurtçıların orduda savaşa katıldıklarını kaynaklar
vasıtasıyla bilmekteyiz. Nitekim 862/1457-1458 yılında Timurlu Mirza Sultan İbrahim ve Sultan Cihanşah’ın
Astarâbâd’da 93 yaptıkları savaşta yurtçıların hamlesi oldukça etkili olmuştur. Mirza Sultan İbrahim, Astarâbâd
hâkimi Baba Hasan’ın kendi önünden kaçtığını zannederek Astarâbâd’a yöneldi. Yolda kendisine yaklaşık bin
Türkmen süvarinin Astarâbâd’a geldiği haberi ulaştı. Her ne kadar emirler ve ordu komutanları bu haberin
Şemis Şerik Emin, Ferheng-i İstilahât-ı Divan-ı Devrân-ı Moğol, Edeb-i Hüner-i İran, Tahran 1357/1978, s. 204; Uyar, age, s. 136.
Emin, age, s. 204 n. 1; Uyar, agm, s. 40.
Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 401-402.
75
Bkz. Uyar, age, s. 136; Uyar, agm, s. 40.
76
Türkiye Selçuklularında kûtvâlın görevi Kara-Koyunlu Devleti’nde olduğu gibidir. Bkz. Erkan Göksu, Türkiye Selçuklularında Ordu,
Ankara 2018, s. 268-269.
77
Timurlularda kûtvâl, şehrin veya kasabanın mahallî idarecisi anlamında kullanılmaktaydı. Cevat İzgi, “Kûtvâl”, DİA, C.26, Ankara 2002,
s. 503.
78
Sultan Yakub, Sultan Halil ile mücadeleye giriştiği vakit Yakub Bey, Abar menzilinde iken birçok şehir ve kasaba kûtvâlleri ve darugaları
itaat edip hazinenin anahtarlarını ona teslim ettiler. Rumlu, age, C.II s. 812; çev. s. 546.
79
Safevilerde de kaleler kûtvâlın sorumluluğu altındaydı. Bunun yanında darugalar olmadığı zamanlarda kûtvâl onun işlerinden de
sorumluydu. Eralp Erdoğan, Safevi Devleti’nin Askerî Teşkilatı, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2019, s. 149.
80
Arayancan, agt, s. 282-283.
81
Hüseyinzâde, age, s. 194.
82
Semerkandî, age, C.I-II, s. 85; Sümer, age, s. 77.
83
Aka, İran’da Türkmen Hâkimiyeti, s. 56.
84
Rumlu, age, C.II, s. 628; çev. s. 412; Arayancan, agt, s. 282-283; Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 402.
85
Rumlu, age, C.II, s. 677; çev. s. 444.
86
Hasanzâde, age, s. 185.
87
Emin, age, s. 268.
88
Hasanzâde, age, s. 185.
89
Uyar, age, s. 137.
90
Hayrunnisa Alan, Bozkırdan Cennet Bahçesine Timurlular 1360-1506, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2015, s. 278; Macit, agt, s. 57.
91
Hümbətoğlu, age, s. 91.
92
Hasanzâde, age, s. 185.
93
Hazar Denizi'nin güneydoğu köşesinde yer alır. Bir ova ve dağ eteği alanıdır. İçinde bulunduğu Elburz’dan ayrılan çok yüksek ve ormanlık
bir dağ silsilesinin eteğindeki ova oldukça verimlidir ve kuzeyde Türkmenistan’ın Karakum çölüne kadar uzanır. Tahsin Yazıcı, “Esterâbâd”,
DİA, C.11, İstanbul 1995, s. 437.
72
73
74
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
71
KARA-KOYUNLU ORDUSUNDA İNSAN UNSURU VE GÖREVLİLER
kesinliğini teyit edene kadar burada kalalım dediyseler de, Mirza Sultan İbrahim emirlerin bu sözü korkularından
söylediklerini düşündü. Mirza Sultan İbrahim, Ebu Said Mirem’i menkalay yapıp yoluna devam etti. Mirza
Sultan İbrahim ile ilgili bu haberi alan Sultan Cihanşah’ın yurtçıları saldıra saldıra şehre girip, hamamda bulunan
Sultan’a haberi ulaştırdılar. Sultan Cihanşah da Muhammedî Mirza ve Ebu’l-Feth Çekirlu’yu kendine menkalay
yaparak Mirza Sultan İbrahim’in üzerine yolladı. Daha sonra da kendisi de menkalay birliğine katıldı ve bölgede
çetin bir savaş meydana geldi. 94
2. 6. Yasavul
Çinggiz Han Dönemi Moğollar’da ve ardılı Türk-Moğol devletlerinde karşımıza çıkan bu görevli 95; ordu
içinde, kurultaylarda, toylarda askerî hiyerarşiyi teftiş ederek mevkileri tayin ederdi. Bunun yanında sefer
zamanında askerin nasıl bir düzen içinde hareket edeceğini belirlerdi. 96 Kara-Koyunlu ordusunda da yer alan bu
görevliye Mirza Pir Budak’ın Kunaşirin idaresindeki Sircan Kalesi’ni 97 ele geçirmek için gönderdiği askerler
arasında rastlamaktayız. Mirza Pir Budak, Sircan Kalesi’ni ele geçirmek için Muhammed Ali-yi Şeker, Deve
Bey ve Barik Bey’i görevlendirmiştir. Fakat Mirza Elvend bu durumu öğrenince erken davranarak bu emirlere
ani bir baskın yaparak Muhammed Ali-yi Şeker, Deve Bey ve Yasavul Şeyh Muhammed’i esir almıştır. Yasavul
Şeyh Muhammed’in Mirza Pir Budak’ın görevlendirdiği orduda yer alması bu görevlinin Kara-Koyunlu
Devleti’nde de yer aldığını göstermektedir. 98
2.7. İnak
Türkçe bir ıstılâh olan “inak”, yerel kullanımlarda çeşitli anlamlara gelmektedir. 99 Moğollar Dönemi’nde
bu ıstılâh, “hükümdarın mahrem dostu, müşaviri ve nedimi”olarak kullanılmıştır. 100 Kara-Koyunlular da, AkKoyunlular’da olduğu gibi “arkadaş, yoldaş” anlamlarında Arapça, “nedim” kelimesine karşılık olarak
kullanılmıştır. 101 Asil Türk evlatlarından seçilen ve hükümdarın güvendiği adamlar arasında yer alan inaklar
tarafından uygun görülen yerlere mühim ve gizli emirler bildirilirdi. İnakların başları da nüfuzlu beylerden
seçilirdi. 102
İnaklar hükümdarın yakını ve güvendiği kişiler olduğu için önemli vazifeler kendilerine verilmiştir.
Örneğin, 813/1410 yılında Kara Yusuf Bey ile Celâyirli Sultan Ahmed arasında meydana gelen savaştan sonra
Celâyirli Ahmed kaçarak bir bahçenin kovuğuna saklandı. Bahçenin sahibi yaşlı adam gelip bu durumu Kara
Yusuf’a bildirince o da Şeyh Dursun’u, Şeyh Hacı-yı Mahmud İnak’ı ve Satılmış’ı Celâyirli Ahmed’i getirmeleri
için göndermiştir. 103
Hükümdarın yanında bulundukları için askerî eğitim de alan inaklar, Kara-Koyunlular Dönemi’nde askerî
görev alarak sefere de katılmışlardır. 104 Sultan Cihanşah, Timurlular ile mücadele için Horasan taraflarına yola
çıktığı zaman karavullar Allaûddevle’nin oğlu Sultan İbrahim’in Astarâbâd Ormanı’na girdiği haberini getirdiler.
Bu haber Sultan Cihanşah’a ulaşınca O, Muhammedî ile Ebû’l Feth’i menkalay yapıp saldırı için gönderdi.
Kendisi de emirler, inaklar ve boy nökerleri ile her biri hızlı giden deveyle iki gün içinde Astarâbâd şehrinin
kapısına vardılar. 105 Bunun yanında Sultan Cihanşah ile Uzun Hasan Bey arasında yaşanan savaşta Uzun Hasan
Bey, Sultan Cihanşah’ı mağlup ettikten sonra onun ordusundan esir aldıkları kişiler arasında inaklar da vardı. 106
2.8. Pervaneçi
Sözlükte “ışık etrafında dönerek uçan küçük kelebek” anlamına gelen “pervâne” kelimesi, ıstılâh olarak ise
bazı belge türlerini ve bunları hazırlayan kişiyi ifade etmektedir. 107 Timurlular 108 ve Ak-Koyunlular’da 109 olduğu
94
Tihrânî, age, C.II s. 348-349; çev. s. 226- 227; Rumlu, age, C.I, s. 566-567; çev. s. 365-366.
Ükten, age, s. 173; Mu’izz el- Ensab’a göre Emir Timur’un on yasavulu bulunmaktadır ve yasavullar en alt kademedeki emirler
arasındadır. Bkz. Anonim, Mu’izz el- Ensâb, vr. 99a.
96
Uyar, age, s. 137; Uyar, agm, s. 42.
97
Fars yolu üzerindeki, Kirman bölgesinin en büyük şehirlerinden olan Sircan’ın kalesidir. Sircan yaylak mekânıdır ve müstahkem bir kalesi
vardır. Hafız Abrû, Cografya-yı Hafız Abrû, Tas. Sâdık Seccâdî, Ayine-i Mirâs, C.III, Tahran 1378/1999, s. 15-16.
98
Rumlu, age, C.I, s. 524; çev. s. 335; Aka, İran’da Türkmen Hâkimiyeti, s. 47.
99
Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 393.
100
Emin, age, s. 50; Ahmet Taşağıl, “İnak”, DİA, C.22, İstanbul 2000, s. 255.
101
Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 393.
102
Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 205; Arayancan, agt, s. 254; Hüseyinzâde, age, s.181; İslamova, agm, s. 493.
103
Mirhond, age, C.II-VI, s. 5250; Rumlu, age, C.I, s. 178-179: çev. s. 83-84; Sümer, age, s. 84-85.
104
Arayancan, agt, s. 254-255.
105
Tihrânî, age, C.II s. 347-348, çev. s. 226.
106
Rumlu, age, C.II s. 674; çev. s. 442.
107
Muharrem Kesik, “Pervane”, DİA, C.34, İstanbul 2007, s. 244.
95
72
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KORKMAZ
gibi Kara-Koyunlular’da da bulunan bu görevli; hükümdarın emir ve fermanlarını yazıp, bildirme görevini
yerine getiren memurdur. Bu görevli Kara-Koyunlu ve Ak-Koyunlu Dönemi’nde yüksek bir rütbeye sahipti. 110
Pervaneçiler, hükümdarın fermanını yazmanın yanı sıra askerî görevler de üstlenmişlerdir. 111
Sultan Cihanşah döneminde yazılan fermanlarda Kâsım Pervaneçi’nin ismi sıkça geçmektedir. Nitekim 13
Ramazan 857/13 Eylül 1453 tarihinde Sultan Cihanşah’ın Şeyh Deraî’ye verdiği suyurgal fermanının sağ alt
kısmında “Pervaneçe eşref-i ‘ala be risale-i Kâsım Pervaneçi” 112,17 Cemaziel-evvel 867/7 Şubat 1463 tarihinde
yazılan fermanın sağ alt kısmında “Pervaneçe be risale-i bende-i dergâh Kâsım Pervaneçi” 113, 15 Zilhicce
870/29 Temmuz 1466 tarihinde yazılan fermanda Sultan Cihanşah, Nizameddin Abdû’l-Hak’ı Emir’ûl Hac
olarak vazifelendirmiştir ve fermanın sağ alt kısmında “Pervaneçe eşref-i ‘ala be risale-i bende-i dergâh Kâsım
Pervaneçi” 114 yazmaktadır. Pervaneçi Kâsım bu dönemde pervaneçilik görevinin yanında askerî vazifeler de
üstlenmiştir. Örneğin Uzun Hasan Bey’in II. Mehmed’e yazdığı bir mektupta “…Cihanşah’ın büyük
emirlerinden olan Emir Kâsım Pervaneçi de otuz kişilik meşhur emirlerden ve beş bin silahlı sarsılmayan kişi ile
de karavulluğa gelmişlerdir” 115 demektedir. Nitekim Kâsım Pervaneçi askerî görevlerin yanı sıra Yezd valiliği
de yapmıştır. 116 Uzun Hasan Bey, Sultan Cihanşah’ı ortadan kaldırdıktan sonra onun yakın adamlarını da ele
geçirmiş ve birçoğunu öldürtmüştür. Bunlar arasında Kâsım Pervaneçi de bulunmaktadır. 117
2.9. Bukavul
Bukavul, Türkçe bir ıstılahtır. 118 Bu görevli daha önceleri çaşnigirlik ile vazifeliydi. İlhanlılar Dönemi’nde
bukavullar, askerî işleri düzenleme, askerin teftişi, asker sayısının tespiti, gelirlerin düzenlenmesi, levazımatın
tedariki ve dağıtımı sorumluluğunu üzerine almıştır. 119 Bukavullar, Timurlular 120 ve Kara-Koyunlular
Dönemi’nde ise ordunun ihtiyacının karşılaması için bazı bölgelere zahire depolamak için gönderilmişlerdir.121
Bunun yanı sıra bukavullar, Ak-Koyunlular’da olduğu üzere Kara-Koyunlular’da da askerî alanlarda da
kullanılmışladır. 122 Örneğin Sultan Cihanşah, Timurlu Babür’ün ölümünden sonra Timurlular arasında çıkan
karışıklıklardan faydalanmak amacıyla Rey’e gelerek ülkenin her tarafına asker toplamak ve araç gereç
hazırlamak için elçiler ve bukavullar göndermiştir. 123 Bir başka örnek ise Sultan Cihanşah’ın Uzun Hasan Bey
ile mücadeleye başlayacağı zaman yanındaki orduyu yeterli görmeyerek, asker toplanması için etrafa bukavullar
göndermesidir. Nitekim bu dönemde bukavullar aslî vazifelerinde başka tavaçının vazifelerini de uhdelerine
almışlardır. 124
Kara-Koyunlular Dönemi’nde bukavullar elçilik vazifesi de yürütmüşlerdir. Sultan Cihanşah ile oğlu Pir
Budak arasında 1465 yılında yaşanan anlaşmazlık sonucunda Sultan Cihanşah, Şiraz tarafına yönelmiştir. Pir
Budak da buradan çıkarak Şuşter’e 125 gitmiştir. Sultan Cihanşah, Şuşter’de bulunan Pir Budak’a üç bukavulu elçi
olarak göndermiş ve bu yolla Pir Budak’ı Bağdat’a gitmesi konusunda teşvik etmiştir. 126 Bir başka örnekte ise
Sultan Cihanşah’ın ordusunun 1466 yılında Ahlât tarafına saldırdığı haberi Uzun Hasan’a ulaşınca Uzun Hasan
bu habere ilgisiz kalmıştır. Bunun üzerine Sultan Cihanşah ona elçiler gönderip anlaşmak istemiştir. Sultan
Cihanşah, Uzun Hasan’a elçi olarak Aynal adındaki bukavulu göndermiştir. 127
2.10. Yamçı
Alan, age, s. 283; Mu’izz el- Ensab’a göre Timurlu hükümdarı Ebu Said’in üç tane pervaneçisi bulunmaktadır. Bkz. Anonim, Mu’izz elEnsâb, vr. 153b.
109
Erdem, Paydaş, age, s. 180; Paydaş, “Akkoyunlular”, C.9, s. 364.
110
Hasanzâde, age, s. 204.
111
Arayancan, agt, s. 263.
112
Heribert Busse, Untersuchungen zum Islamischen Kanzleiwesen an Hand Turkmenischer und Safawidischer Urkunden,
Kommissionsverlag Sirović Bookshop, Kairo 1959, s. 150; Tabâtabai, age, s. 26.
113
Tabâtabai, age, s. 43.
114
Tabâtabai, age, s. 52.
115
Feridun Bey, Münşeatu’s-Selatin, C.I, Takvimhane-i Âmire, İstanbul 1274/1858, s. 274; Abdulhüseyin Nevai, Esnâd ve Mukâtebât-ı
Tarihî-yi İran ez Timur ta Şâh İsmail, Bungah-ı tercüme ve neşr-i kitap, Tahran 1341/1962, s. 554; Arayancan, agt, s. 264; Hümbətoğlu, age,
s. 82.
116
Rumlu, age, C.II, s. 674; çev. s. 442.
117
Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 394.
118
Emin, age, s. 73.
119
Uyar, age, s. 136.
120
Mu’izz el- Ensab’da Şahruh’un sekiz bukavulunun ismi kaydedilmiştir. Bkz. Anonim, Mu’izz el- Ensâb, vr. 135a.
121
Arayancan, agt, s. 253.
122
Paydaş, agt, s. 155.
123
Tihrânî, age, C.II, s. 347; çev. s. 225; Aka, İran’da Türkmen Hâkimiyeti, s. 51.
124
Aka, İran’da Türkmen Hâkimiyeti, s. 69-70.
125
Huzistan’ın kasabalarındandır. Asıl ismi Tuster’dir. Fakat halk arasında Şuşter olarak maruf olmuştur. Şehrin etrafında büyük bir hendek
bulunmaktadır. Bu hendek de su ile doludur. Şehrin korunaklı olmasından dolayı çok fazla esir gelmektedir. Gelen esirler bu şehirde
alıkonmaktadır. Abrû, Coğrafya-yı Hafız Abrû, s. 93.
126
Bağdadî, age, s. 345.
127
Rumlu, age, C.II, s. 654-655; çev. s. 431; Arayancan, agt, s. 254.
108
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
73
KARA-KOYUNLU ORDUSUNDA İNSAN UNSURU VE GÖREVLİLER
“Yam” kelimesi, “atın değiştirildiği yer” “posta menzili” anlamlarına gelmektedir. Postacılar posta
menziline (yam’a) ulaştıkları vakit yorulmuş atlarını burada dinlenmiş atlar ile değiştirirlerdi. Moğol saldırıları
zamanında yam kelimesi Rus diline de girmiştir. 128 “Yamçı” ise Moğolca “yam” ve Türkçe isimden isim türeten
“cı” ekinin terkibinden meydana gelmiştir. 129 Asıl görevi postacılık olan yamçılar, askerlerin geçecekleri yolları
göstererek askerî alanda mühim bir görevi de yerine getirmişlerdir. 130
SONUÇ
Kara-Koyunlu Devleti diğer Türk devletlerinde olduğu gibi askerî teşkilâta ziyadesiyle ehemmiyet
vermiştir. Türk devlet hiyerarşisinin etkisiyle Kara-Koyunlu Türkmenlerinin ordusunda hükümdar devletin en
üst merci idi. Mirzalar ve emirler ordu hiyerarşisi içinde hükümdardan sonra gelmekteydi. Ordunun insan
unsurunu çoğunlukla yarı göçebe Türkmen aşiretleri meydana getirirdi. Ordudaki insan unsuru içinde hassa
kuvvetleri olan nökerler ordunun ana nüvesini oluşturmaktaydı. Bunun yanında eyalet kuvvetleri savaş sırasında
merkezî orduya destek verirlerdi. Eyaletler, mirzalar ve yüksek rütbeli emirlerin yönetimi altındaydı. Savaş
zamanı orduya eyalet kuvvetleri katılırdı.
Başlangıçta konargöçer yapıya sahip olan Kara-Koyunlular zamanla tam teşkilatlı bir ordu mekanizması
oluşturdular. Bu teşkilat yapısı içinde ordudaki görevliler ehemmiyet taşımaktaydı. Türk-Moğol askerî yapısına
dayanan Kara-Koyunlu askerî teşkilatında unvan sahibi kişiler askerî görevleri üzerine almaktaydı. Ordu sefer
halindeyken hükümdarın orduda olması durumunda hükümdar her daim başkomutandı. Ordudaki görevliler
savaş sırasında mevkilerine uygun vazifeler icra ederlerdi.
KAYNAKÇA
AKA, İsmail, İran’da Türkmen Hâkimiyeti (Kara Koyunlular Devri), TTK, Ankara 2001.
AKA, İsmail, Mirza Şahruh ve Zamanı, TTK, Ankara 1994.
AKA, İsmail, Timur ve Devleti, TTK, Ankara 2017.
ALAN, Hayrunnisa, “Tavacı”, DİA, C.40, İstanbul 2011, ss. 177-178.
ALAN, Hayrunnisa, Bozkırdan Cennet Bahçesine Timurlular 1360-1506, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2015.
ANONİM, Mu’izz el- Ensâb fî Şeceretü’l Ensâb-ı Selâtin-i Moğol, Bibliotheque Nationale Paris, Persian 67.
ARAYACAN, Ayşe Atıcı, Karakoyunlu Hükümdarlarından Cihânşah ve Dönemi (Siyaset-Teşkilat-İktisad-Din
ve Kültür) 1438-1467, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), 2010.
BUSSE, Heribert, Untersuchungen zum Islamischen Kanzleiwesen an Hand Turkmenischer und Safawidischer
Urkunden, Kommissionsverlag Sirović Bookshop, Kairo 1959.
CAFEROĞLU, Ahmet, “Türk Tarihinde Nöker ve Nökerzâdeler Müessesesi”, IV. Türk Tarih Kongresi (Ankara:
10-14 Kâsım 1948), C.IV, Ankara 1952, ss. 251-261.
DOERFER, Gerhard, Turkische und Mongolische Elemente im Neupersischen, C.I, Franz Steiner Verlag,
Wiesbaden 1963,
EFENDİYEV, Oktay, “Kara-Koyunlu, Ak-Koyunlu ve Safevî Devletlerindeki Mülkî ve Askerî Teşkilâta Bakış”,
Yeni Türkiye Kafkaslar Özel Sayı-II, S. 21/72, Temmuz-Aralık 2015, ss. 578-586.
EL-ASKALANÎ, Şihabeddin Ebu Fazl Ahmed b. Ali ibn Hacer, İnbâ‘ el-Ğumr bi Ebnâu’l-Umr, Tah. Hasan
Habeşî, C.III, Lecnetü İhyâi’t-Türâsi’l-İslâmî, Kahire 1998.
EL-BAĞDADÎ, Abdullah b. Fethullah, el-Düvelü’l-İslamiyye fî el-Şark (Tarihü’l Gıyasi), Tah. Târık Nâfi‘ elHamdânî, Dâr ve Mektebetü'l-Hilâl, Beyrut 2010.
EL-MEHÂMÎ, Abbas el-Azzâvî, Tarihü’l Irak Beyne İhtilâleyn el-Hükûmetü’l-Türkmâniyye, C.III, Dâru’lArabiyyetû’l-Mavsuât, Bağdat 1939.
EMİN, Şemis Şerik, Ferheng-i İstilahât-ı Divan-ı Devrân-ı Moğol, Edeb-i Hüner-i İran, Tahran 1357/1978.
128
Bu kelimenin hangi dilde olduğu konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Edgard Blochet bu kelimenin Moğolca olduğunu öne
sürmüştür. Radloff ve Doerfer ise Çağatayca olduğunu öne sürmüşlerdir. Emin, age, s. 258.
129
Emin, age, s. 261.
130
Paydaş, “Karakoyunlular”, C.9, s. 401; İslamova, agm, s. 494.
74
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
AHMET KORKMAZ
ERDEM, İlhan, “Akkoyunlu Ordusunda İnsan Unsuru”, A.Ü.DTCF Tarih Araştırmaları, 25/26, Ankara 1991, ss.
85-92.
ERDEM, İlhan, “Ak-Koyunlu ve Kara-Koyunlu Ordularına Genel Bir Bakış”, A.Ü.DTCF Tarih Araştırmaları,
24/37, Ankara 2005, ss. 57-77.
ERDEM, İlhan, Akkoyunluların Askeri Teşkilâtı,
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1988.
Ankara
Üniversitesi
Sosyal
Bilimler
Enstitüsü
ERDEM, İlhan, PAYDAŞ, Kâzım, Ak-Koyunlu Devleti Tarihi Siyaset-Teşkilat-Kültür, Bileşik Yayınevi, Ankara
2007.
ERDOĞAN, Eralp, Safevi Devleti’nin Askerî Teşkilatı, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2019.
FERİDUN BEY, Münşeatu’s-Selatin, C.I, Takvimhane-i Âmire, İstanbul 1274/1858.
GÖKSU, Erkan, Türkiye Selçuklularında Ordu, TTK, Ankara 2018.
HAFIZ ABRÛ, Cografya-yı Hafız Abrû, Tas. Sâdık Seccâdî, C.II-III, Ayine-i Mirâs, Tahran 1378/1999.
HAFIZ ABRÛ, Zeyli Camiü’t Tevârih-i Reşidî, nşr. Hanbaba Beyanî, Çaphane-yi İlmi, Tahran 1317/1938.
HAFIZ ABRÛ, Zübdetü’t-Tevârîh-i Bâysungurî, yay. Seyyid Kemâl Hac Seyyid Cevadi, C.III-IV, Sazman-ı Çap
ve İntişarat-ı Vezaret-i Ferheng ve İrşad-ı İslami, Tahran 1380/2001.
HASANZÂDE, İsmail, Hükümet-i Türkmenân-ı Kara-Koyunlu ve Ak-Koyunlu der İran, Semt, Tahran
1392/2013.
HONDMİR Gıyasüddin, Tarih-i Habîbu’s-Siyer fi Ahbar-ı Efrad-ı Beşer, yay. Celâleddin Humâyî, C.III,
İntişarat-ı Hayyam, Tahran 1333/1954.
HÜMBƏTOĞLU, Nəcəfli Tofiq, Azərbaycan Qaraqoyunlu və Ağqoyunlu Dövlətləri, Çaşıoğlu, Bakü 2012.
HÜSEYİNZÂDE Hadî Seyyid, Tarih-i Feramuş Şode İran der Dovre-i Sultan Yakub Ak-Koyunlu, Şirket-i
Sehom-i Has, Tahran 1394/2015.
İBNİ TAGRIBERDİ, en-Nücûmu’z-Zâhire (Parlayan Yıldızlar), çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları,
İstanbul 2013.
İSLAMOVA, Nicabət, “Kara-Koyunlu Devleti'nin Kuruluşu ve Ordusu”, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim
Fakültesi Dergisi, S. 29, Temmuz 2009, ss. 29-44.
İŞPİRLİ, Mehmet, “Kazasker”, DİA, C.25, Ankara 2002, ss. 140-143.
KAZVÎNÎ, Muhammed Yusuf Vale-i İsfahanî, Hold-i Berin (Tarih-i Timuriyân ve Türkmenân), haz. Mir Haşim
Muhaddes, Mirâs-ı Mektûb, Tahran 1379/2000.
KESİK, Muharrem, “Pervane”, DİA, C.34, İstanbul 2007, ss. 244.
KOPMARAN, Kâzım Yaşar, Mısır Memlûkleri Tarihi Sultan al-Melik al-Mu’ayyad Şeyh al-Mahmûdî Devri
(1412-1421), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989.
KOPRAMAN, Kazım Yaşar, el-Aynî’nin İkdu‘l-Cumân’ında XV. Yüzyıla Ait Anadolu Tarihi ile İlgili Kayıtlar,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), 1972.
MACİT, Ensar, Timurlu Devleti’nin Askerî Teşkilatı, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Erzurum 2012.
MAKRİZÎ, Takiyeddin Ahmed b. Ali, Kitâbu’s-Sulûk li Ma’rifeti Düveli’l-Mulûk, Tah. Muhammed Abdulkadir
Atâ, C.VI, Daru’l-Kutubi’l-İlmiye, Beyrut 1997.
MANZ, Beatris Forbes, “The Office Of Darugha Under Tamerlane”, Journal of Turkish Studies, C.IX, 1985, s.
59-69; çev. Hayrunnisa Alan, “Timur’un Saltanatı Sırasında Darugalık Müessesesi”, Mimar Sinan Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 3, İstanbul 2000, ss. 99-113.
MİRCA’FERİ, Hüseyin, Tarih-i Tehevvulat-ı Siyasî İçtimaî İktisâdî ve Ferhengi-i İran Der Dovre-i Timuriyân
ve Türkmanân, Daneşgah-ı İsfahan, Tahran 1395/2016.
MİRHOND, Tarih-i Ravzatu‘s-Safa Fi Sîreti‘l-Enbiyâ ve‘l-Mülûk ve‘l-Hulefâ, haz. Cemşid Kiyanfer, C.II-VI,
İntişarat-ı Esatir, Tahran 1385/2006.
NEVAİ, Abdulhüseyin, Esnâd ve Mukâtebât-ı Tarihî-yi İran ez Timur ta Şâh İsmail, Bungah-ı Tercüme ve neşr-i
kitap, Tahran 1341/1962.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
75
KARA-KOYUNLU ORDUSUNDA İNSAN UNSURU VE GÖREVLİLER
ÖZCAN, Altay Tayfun, Moğol-Rus İlişkileri, TTK, Ankara 2017.
PAYDAŞ, Kâzım, “Ak-Koyunlu Devleti’nde Siyasi Evlilikler ve Sarayda Hatunların Konumu”, Tarih Yolunda
Bir Ömür Prof. Dr. İsmail Özçelik'e Armağan, Edt. Burak Kocaoğlu, Berikan Yayınları, Ankara 2019, ss. 413428.
PAYDAŞ, Kâzım, “Akkoyunlular”, İslam Tarihi ve Medeniyeti Müslüman Türk Devletleri-II, Edt. Muhammet
Hanefi Palabıyık, Osman Çetin, Siyer Yayınları, C.9, İstanbul, 2018, ss. 347-373.
PAYDAŞ, Kâzım, “Karakoyunlular”, İslam Tarihi ve Medeniyeti Müslüman Türk Devletleri-II, Edt. Muhammet
Hanefi Palabıyık, Osman Çetin, Siyer Yayınları, C.9, İstanbul, 2018, ss. 375-406.
PAYDAŞ, Kâzım, Ak-Koyunlu Devlet Teşkilâtı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış
Doktora Tezi), 2003.
RUMLU, Hasan-ı, Ahsenü’t- Tevârîh, Nşr. Abdulhüseyin Nevâî, C.I-II, İntişarat-ı Esatir, Tahran 1389/2010;
çev. Mürsel Öztürk, TTK, Ankara 2006.
SEMERKANDÎ, Abdurrezzak-i, Matla‘-ı Sa‘deyn ve Mecma‘-ı Bahreyn, nşr. Abdulhüseyin Nevâî, Pejûhişgâh-ı
Ulum-i İnsanı ve Muta’alat-ı Ferhengi, C. II/I-II/II, Tahran 1383/2004.
SOHRABIABAD, Hamidreza, Safevî İdaresinde Toplumsal Dönüşüm, Kırklareli Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), 2010.
SÜMER, Faruk, “Kara-Koyunlular”, İA, MEB Yayınevi, C.6, Eskişehir 2001, ss. 292-305.
SÜMER, Faruk, Kara Koyunlular (Başlangıçtan Cihan-Şah’a kadar), TTK, Ankara 1992.
TABÂTABAİ, Hüseyin Müderrisî, Farmânhâ-yı Türkmâna-ı Kara-Koyunlu ve Ak-Koyunlu, Çaphâne-i
Hükümet-i Kum, Tahran 1352/1973.
TAŞAĞIL, Ahmet, “İnak”, DİA, C.22, İstanbul 2000, ss. 255-256.
TEMİR, Ahmet, “Türk-Moğol İmparatorluğu Devrinde Sosyal ve Askerî Teşkilât”, Türk Kültürü S. 118, Ankara
1972, ss. 190-202.
TİHRÂNÎ, Ebu Bekr-i, Kitâb-i Diyârbakriyya, yay. Necati Luğal, Faruk Sümer, C.I-II, TTK, Ankara 1992; çev.
Mürsel Öztürk, TTK, Ankara 2014.
UYAR, Mustafa, “İlhanlı (İran Moğolları) Ordusunda Hiyerarşi: Askerî Yetkililer ve Nitelikleri”, A.Ü.DTCF
Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 49/1, Ankara 2009, ss. 33-48.
UYAR, Mustafa, İlhanlı (İran Moğolları) Devleti’nin Askerî Teşkilâtı (Ortaçağ Moğol Ordularında Gelenek ve
Dönüşüm), TTK, Ankara 2020.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, TTK, Ankara 2011.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, TTK, Ankara 1988.
ÜKTEN, Selim Serkan, Buhara Hanlığı’nın Askerî Teşkilâtı (1500-1868), TTK, Ankara 2018.
VLADİMİRTSOV, B. Y., Moğolların İçtimaî Teşkilâtı Moğol Göçebe Feodalizmi, çev. Abdülkadir İnan, TTK,
Ankara 1995.
YAZICI, Tahsin, “Esterâbâd”, DİA, C.11, İstanbul 1995, ss. 437-438.
YİNANÇ, Mükrimin Halil, “Akkoyunlular”, İA, MEB Yayınevi, C.I, Eskişehir 2001, ss. 251-270.
76
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
Cilt/Volume 3, Sayı/Issue 5, Ocak /January 2021, ss. 77-84.
Geliş Tarihi–Received Date: 16.10.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 19.11.2020
ARAŞTIRMA MAKALESİ – RESEARCH ARTICLE
SAFEVİLER DÖNEMİNDE TEBERRAİLER
FARBOD MAZLUMI ∗
ÖZ
Müslümanlar arasında Hz. Muhammed’in vefatı ardından hilafet ve imamet olgusu üzere fikir ayrılığı yaşanmış
ve bu fikir ayrılığı iki önemli mezhep olan Sünnilik ve Şiiliğin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İslam tarihi
boyunca her iki mezhepte farklı devletler tarafından resmi mezhep olarak ilan edilmiş ve tebliğ edilmiştir. Devletler
tarafından diğer mezhebe mensup halk veya devletlere karşın çeşitli sahalarda politikalar geliştirilmiş ve
uygulanmıştır. Bu uygulamalardan birisi de tarih boyunca her iki mezhepte de görülen karşıt mezhebe yürütülen
lanet ve aşağılama faaliyetidir. Safevi Devleti dönemindeyse Şah I. İsmail ile birlikte devlet teşkilatlandıktan sonra
bu gelenek yerine getirmiştir. Sünni geleneğe sahip Safeviyye tarikatına mensup olan Şah I. İsmail devletini
kurduktan sonra Şia mezhebini resmileştirerek mezhebin yayma politikasına başlamış ve bu doğrultuda Teberrai
Teşkilatını kurmuştur. Şah I. İsmail Teberraileri hem Şiiliği yayma aracı hem de o dönemde komşuları ve çekişme
halinde olduğu Sünni mezhep Özbek ve Osmanlı Devletine karşın siyasi bir araç olarak kullanmıştır. Şah I. İsmail’in
temellerini attığı bu teşkilat Safevi Devletinin ikinci hükümdarı Şah Tahmasb döneminde daha sistematik bir hale
bürünerek devletin bir parçası haline gelmiştir. En parlak dönemini Şah Tahmasb saltanatında yaşayan Teberrailer’in
faaliyetleri Şah II. İsmail’in tahta geçmesiyle birlikte kısıtlanmış ve neredeyse bitme noktasına ulaşmıştır. Burada
hem hükümdarın kendi düşüncesi hem de Sünni ve Teberra karşıtı bazı Şii kitlelerin şiddetli muhalefetleri etkili
olmuştur. Şah Abbas ve diğer Safevi hükümdarları dönemindeyse aynı şekilde Teberra faaliyetleri kısıtlanmıştır.
Lakin her ne kadar kısıtlanmalar getirilse de Teberra faaliyetleri irili ufaklı zümreler tarafından yürütülmüştür. Safevi
Devletinin ardından Afşar, Zend ve Kaçar Devletleri döneminde Şii halkın kültürüne yerleşmiş olan bu gelenek
yasaklamalara rağmen bazı zümreler tarafından devam ettirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Teberrailer, Safevi Devleti, Sünnilik, Şiilik.
TABARRAIYAN IN THE SAFAVIDS ERA
ABSTRACT
After the death of Muhammad, there was a difference of opinion on the phenomenon of caliphate took place
between Muslims, and this difference of opinion caused the emergence of two major sects: Sunni and Shia.
Throughout the history of Islam, both of the sects have been declared as official sects by different states and
communicated by them. Policies have been developed and implemented in various fields by states against people or
states belonging to other sects. One of these practices is the cursing of the opposite sects that seen in both sects
throughout history. During the Safavid State, Shah Ismail I. followed this tradition after the state organization. A
member of the Safaviyya sect with a Sunni tradition, Shah Ismail I. after establishing the state choose the Shia as an
official sect and started the policy of spreading the sect, and established the Teberrai Organization in this direction.
Shah Ismail I. used Tabarraiyan both as a means of spreading Shiism and as a political tool against the Uzbek and
Ottoman Empires which he had conflicts at that time. After the throne of Shah Ismail II. the activities of the
Tabarrais, who lived their most brilliant period during the reign of Shah Tahmasp, was restricted. Two factors were
effective in this decision. First Shah Ismail's thought and the second one was fierce opposition of Sunni and some
Shiite masses against Teberra activities. In the period of Shah Abbas and other Safavid rulers, Tabarra activities were
∗
Doktora Öğrencisi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, E-Posta: farbod.mazlumi@gmail.com
ORCID ID: 0000-0002-1077-8209
SAFEVİLER DÖNEMİNDE TEBERRAİLER
also restricted. Although restrictions were imposed, Tabarra activities were carried out by small groups in society.
After the Safavid Era, during the Afsharid, Zand, and Qajar Dynasties, the tradition of cursing, which was settled in
the culture of the Shia people was continued by some groups despite the prohibitions.
Keywords: Tabarraiyan, Safavid Dynasty, Sunnism, Shiism.
GİRİŞ
Teberrailer Safevi Devleti’nin kurucusu Şah I. İsmail tarafından teşkilatlandırılmış ve Şiiliğin tebliği için siyasi
bir propaganda aracı olarak faaliyet göstermiştir. Uzaklaştırmak ve dışlamak anlamına gelen
“Teberra” 1 mefhumunun Şia mezhebindeki karşılığı, Hz. Ali başta olmak üzere Ehl-i Beyt 2 düşmanlarına karşı
düşman olmaktır. Teberrailer, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’e olan saygılarını göstermek ve zikredilen teberra ilkelerini
yerine getirmek için sokaklar ve pazarlar gibi sosyal alanlarda dolaşarak başta diğer halifeler olmak üzere Abbasi ve
Emevi devletlerine lanet ederlerdi. Zaman ile birlikte hem Sünni hem de bu olguya karşı olan Şii ulemaların şiddetli
muhalefeti ile birlikte Şah II. İsmail döneminde faaliyetleri yasaklanmış ve hatta bu girişimde bulunanlara karşı sert
müdahaleler gerçekleştirilmiştir. Şah Abbas döneminde de zümrenin faaliyetleri kısıtlanmıştır. Afşar, Zend ve Kaçar
hanedanlıkları dönemlerinde ise, bu gruplara karşı konularak faaliyetten menedilmelerine rağmen sıradan halk
arasında bazı zümreler özel törenler gerçekleştirmişlerdir.
1. Safevi Devletinden Önce Teberra Faaliyeti
Teberra olgusu İslam dininin iki mezhebi olan Sünnilik ile Şiilik arasındaki çekişmelerin toplumlardaki bir
yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Safevi döneminden önce ise, hem devletler hem de toplum içerisinde farklı
mezheplere mensup insanlar arasında uygulanmıştır. 3 Johnson’un verdiği bilgiler doğrultusunda, “Teberra
faaliyetinin en sembolik örneklerinden biri yedinci yüzyılın son çeyreğinde Hz. Ali ile Muaviye arasındaki
çatışmalar sırasında yaşanmıştır. Ortaçağ’da ise, Kitab al-naqd’a göre Sünniler ve Şiilerin karşılıklı olarak kendi dini
figürlerini toplum içerisinde övme adetleri bulunmaktaydı. Manaqib-khanan isimli Şii gruplar halk arasında sokak ve
pazarları dolaşarak Sünnilere karşı küfür ve lanetlerde bulunmuşlardır. Onların karşılığında fada’il-khanan mahlaslı
Sünni gruplar ise, Hz. Muhammed ile sahabelerine övgüler yağdırırken Hz. Ali’ye lanet ederlerdi.” 4 Safevi
döneminden önce “teberra ve tevella” terimlerinin yaygınlaşmamasının en önemli sebebi onların bir devlet çatısı
altında teşkilatlanmamasından kaynaklanmaktadır. Aşağıda göreceğimiz üzere Safevi Devleti’nin kurulmasıyla
Teberra faaliyeti bizzat Şah I. İsmail tarafından meşrulaşmış ve teşkilatlanmıştır.
2. Safevi Devleti’nde Teberra Faaliyeti
2.1. Şah I. İsmail
Şah İsmail H. 907-908/ M. 1501 yılında Tebriz’e girmesinin ardından Şia’nın On İki İmamiyye kolunu resmi
mezhep olarak kararlaştırmış 5 ve Sünni ulemanın muhalefetine rağmen “Eşhedu Enna Aliyyen Veliyullah” 6 ve
Şah İsmail Safevi’nin cülusu ve Safevi Devleti’nin kurulması ardından sokak ve pazarlarda Hz. Ali ile haleflerini övmeye ve önceki halifeleri
teberra etmek için şah tarafından görevlendirilen gruba verilen isimdir. Aliakbar Dehkoda, “Teberraiyan”, Logatname, Edt. Mohammad MoinJafar Şahidi, C.4, Tahran Üniversitesi Yayınları, Tahran 1998, s. 6362.
2
Şiiler, Kur’an’a dayanarak, ahl al-bayt tabirini yalnız Ali, Fatima ve bunların oğlu ile torunlarına hasrederler ve İslam’da en yüksek ahlaki ve
manevi faziletler ile siyasi ve dini otoritede en yüksek nüfuzu onlarda bulurlar. Ali ahfadına dair bu fikirler, bu muhitlerin nokta-i nazarlarına
göre, az-çok mübalağalı bir şekilde belirmişlerdir. İbn Sa’d’da bulunan bir kayda göre ahl al-bayt hem muharicun, hem de ansar hakkında
kullanılır. Bu tabir aynı zamanda Peygamber ailesi manasına gelir. Fakat Sünni müfessirler ahl al-bayt mefhumunu genişleterek, mavali de dâhil
olmak üzere bütün Bani Haşim kollarına teşmil etmektedirler. Goldziher, “Ehlülbeyt”, İA, C.IV, s. 207.
3
Dağlar’ın konu ile ilişkin tafsilatına göre: “Emevilerin hutbelerde Hz. Ali’ye karşı lanet okutmaları ve Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi
Şiiler arasında Emevi hanedanına yönelik bir düşmanlığın beslenmesine ve “sebbü’s-sahabe” geleneğinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Şii Büveyhileri Abbasi halifeliği üzerinde kurduğu tahakküm ile ilk kez rahat bir ortama kavuşma Şiiler, devletin verdiği destekle bazı ritüellerin
yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Bu dönemde Ehl-i Beyt düşmanları olarak algılanan bazı sahabelere lanet etme geleneği Şiiliğin canlı tutulması
sağlayacak ve kitlelere bilinç sağlamanın en iyi yöntemi olarak yaygınlaşmaya başlayacaktır. Bu gelenek Safevilerin kuruluşuna kadar devam
etmiş ve mezhepsel düşmanlıkların yaygınlaşmasına neden olmuştur. Mehmet Dağlar, Şah Tahmasb’ın Dini Siyaseti (1524-1576) İran’da
Kızılbaşlıktan Şiiliğe Geçiş, Önsöz Yayıncılık, İstanbul 2019, s. 111.
4
Rosemary Stanfield-Johnson, “The Tabarra’iyan and the Early Safavids”, İranian Studies, Vol.37, No. 1, Published by: Taylor & Francis Ltd.,
(Mar., 2004), pp. 51-53.
5
Abbas Egbal Aştiyani, Tarihe İran (Bad az Eslam), Enteşarat-i Negah, Tahran 1385, s.847; E. Eshraghi, “Persia During The Period Of The
Safavids, The Afshars And The Early Qajars”, History of Civilizations of Central Asia, ed. Chahryar Adle and Irfan Habib co-ed. Karl M.
Baipakov, Vol.V (Development in contrast: from the sixteenth to the mid-nineteenth century), UNESCO Publishing, 2003, p. 252; Abulhasan
Kazvini, Favayid Al-Safaviyy, haz. Meryem Mir Ahmadi, Müessese-i Mutalaat ve Tahkikat-i Ferhengi, Tahran 1367, s. 7.
6
Hz. Ali’nin Allah’ın velisi olduğuna şehadet ederim. Detaylandırmak gerekirse “Şehadet ederim ki Ali, Allah’ın veli kuludur” anlamına gelen
(eşhedu enne Aliyyen veliyyullah) ibaresi Şii mezhebine bağlı olanların ezana yaptıkları bir ilavedir. İbare “eşhedu enne Muhammeden
1
78
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
FARBOD MAZLUMI
“Hayye Ala Hayri’l-Amel” 7 ibarelerinin ezana eklenmesini emretmiştir. 8 Daha sonra Cuma Hutbelerinde, Ehl-i
Beyt’in isminin zikredilmesi ile namaz farzlarını eda ederken Teberra faaliyetinin yerine getirilmesi ve o isimlere
sikke bastırılmasını da istemiştir. 9 Ezanın değişimi ile birlikte İslam düşmanları ve Hz. Ali’nin muhaliflerine karşı
“Teberra” faaliyetleri resmileşmiş oldu. Şah İsmail’in bu girişimlerini rahatça yerine getirmesindeki en büyük etken
Cuma namazında ve halkın arasında yüksek oranda Kızılbaşların bulunmasıdır. Zira rivayetlere göre Kızılbaşlar
Tebriz’i perşembe günü teslim almış ve kenti Şah için hazırlamışlardır. 10
Hutbede Şah İsmail ayrıca, Sünni insanların bulunmasına rağmen, halka hitaben Sünnilerden Teberra etmeleri
başta Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman olmak üzere diğer Sünni ulemalarına lanet etmelerini istemiştir. Halkın
hayretleri arasında Kızılbaşlar durmayıp derhal Şah’ın isteğini yerine getirmişlerdir. 11Orada bulunan Müslümanlar
kendi dini Saiklerine karşı olan Şah’ın bu isteğini yerine getirmemiş hatta bazı ulema ve büyüklerin camiyi terk
etmek istemesi üzerine Şah, oradaki Kızılbaşlara onları öldürmelerini emretmiştir. Böylece o gün kimse Kızılbaşların
kılıcından kurtulamamış ve Tebriz camisinde katliam yaşanmıştır. 12 Tebriz’de kökleri atılmış bu harekât başta orası
olmak üzere pek çok kent ve merkezin Teberrailerin aşırıya kaçan davranışları ve tavırlarından dolayı halk tarafından
terk edilmesine sebep olmuştur.
Böylece Şah İsmail “Teberraiyan” ismine mensup kitleleri, topraklarını korumak ve Şia mezhebini
yaygınlaştırmak için, ülkesinin çeşitli bölgelerine yollamıştır. Tebarrailer gittikleri yerlerde Ehl-i Beyt’in
muhaliflerine karşı yüksek sesle lanet okur ve yerel halka zorla kendi fikirlerini empoze etmeye çalışırlardı. Hatta
bazı rivayetlere göre bu faaliyetlerinin esnasında halk üzerinde yoğun baskılar kurulmuş ve karşılık alamadıkları
insanları katletmişlerdir. Onların bu şiddeti üzerine Şii ulemalar bile ayaklanarak Teberrailer ile muhalefete
başlamışsa da, Şah emrinden vazgeçmemiş hatta bazılarına devlet teşkilatı ve orduda yüksek mertebeler vermiştir.
Bu kitle ülkedeki halkın mezhep değişiminde çok önemli etkiye sahip olmuştur. 13
Şah’ın ve devlet adamlarının gölgesi altında Teberrailerin güçlerini arttırması onların hükümet erkânı
tarafından bazı yerel beyleri tehdit etmek için kullandıkları bir maşa haline getirmiştir. Yerel beylerin Teberrailer
tarafından sokak ve sosyal alanlarda lanetlenmesi ve aşağılanması, onların çevreden uzaklaşması ve münzevi bir
hayat yaşamalarına sebep olmuştur.
2.2. Şah Tahmasb
Şah Tahmasb, Şia mezhebinin yayılması ve ülke topraklarını bu mezhep çatısı altında toplanması için büyük
çaba sarf etmiştir. 14 Bu gayesini Teberrailer üzerinden gerçekleştirerek eski düzeni devam ettirmenin yanı sıra Cuma
Rasûlullâh”tan sonra iki kez söylenir. Bazı kaynaklarda bu ilave “eşhedu enne Aliyyen bi’l-hakki veliyyullâh” olarak yani “Şehadet ederim ki Ali,
hakikaten Allah’ın veli kuludur” şeklinde geçiyor. “Şii kaynaklı bazı rivayetlere göre bir gün sahabeden biri Rasulullah’ın huzuruna girer ve der
ki: Ya Rasulallah Ebû Zer, ezan okurken aynı zamanda “eşhedu enne Aliyyen veliyyullah” diyor. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “evet bu
böyledir. Yoksa siz Gadîr-i Hum’da size ben kimin velisiysem, Ali de onun velisidir; kim ki bunun gereğini yapmazsa bu onun aleyhine olur’
dediğimi unuttunuz mu?” demiştir.” Hidayet Aydar, “Tarih Boyunca Ezana Yapılan İlaveler”, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C.VIII, S. 18, Şırnak 2017/3, s. 199-200.
7
Şiiler’in ezanında “Hayye ale’l-felâh”tan sonra “Hayye âlâ hayri’l-amel” (amelin hayırlısına geliniz) cümlesi gelip yine “Eşhedu enne Aliyyen
veliyyullah” gibi iki kere tekrarlanır. “Şiî kaynaklarına göre bu ibare başlangıçta ezan metninde yer almakta iken Hz. Ömer, Müslümanların daha
çok namaza yönelip cihadı terk etmemeleri için onu metinden çıkarmıştır. Şeyh Sadûk’un konu ile ilişkin rivayeti ise şöyledir: Ali Rıza kendisine
“ezanda hayyealâ hayri’l-amel niçin kaldırılmıştır” şeklinde soran bir kişiye: “Görünen sebebi mi, yoksa asıl sebebi mi öğrenmek istiyorsun?
Diye karşılık vermiştir. Adam: “Her ikisini de istiyorum” deyince, İmam şöyle cevap vermiştir: “Görünen sebep, insanların namazla uğraşıp
cihadı terk etmelerini engellemektir. Asıl sebep ise şudur: öncelikle hayye âlâ hayri’l-amel, velayettir. Ömer, onu yasaklamak suretiyle ezanda
velayetin teşvik edilmesi ve davet edilmesini engellemek istemiştir” der.” Abdurrahman Çetin, "Ezan", DİA, C.12, İstanbul 1995, s. 37; Hanifi
Şahin, “Şia Düşüncesinde Ezanın Yapısı ve Geçirdiği Değişimlerin Dini Temelleri”, e-makalat Mezhep Araştırmaları, V/1, Bahar 2012, s. 37.
8
Şah İsmail Sünni ulema ve halkın gümrah olduklarına inanmakla birlikte hak gördüğü Şii mezhebinin yayılışı için sonuna kadar çabalamış ve bu
yolda katliam ve kan dökmekte zerre geri adım atmamıştır. Mohammad Tagi Bahar (Melikü’l-Şüara), Sebkşenasi, C.3, İntişarat-i Amir Kebir
(Ketabha-yi Parastoo), Tahran 1349, s. 252-256.
9
Rosemary Stanfield-Johnson, “The Tabarra’iyan and the Early Safavids”, pp. 47-48; Hurşah b. Kubat, Tarih-i Elçi Nizamşah, haz. M. Nasiri,
Encümen-i Asar ve Mafahir-i Ferhengi, Tahran 1379, s. 17.
10
Resul Cafariyan, Safaviyye der Arse-yi Din, Ferheng ve Siyaset, C.1, Pejuheşkede Huze ve Daneşgah, Kum 1379, s. 32.
11
Amir Hüseyin Hanci, Tarih-i Şah İsmail-i Safevi (Armagan Averan-i Taşayyu’), Aqeedeh Kütüphanesi Online Veritabanı, 1394, s. 70. Ayrıca
Hanci’nin eklediği üzere, orada hazır olan halkı hayretler içerisinde kalıp nasıl olur da Şeyh Safiyü’d-Din Erdebili’nin evlatlarından olan Şah
İsmail Hz. Peygamber’in yardımcıları ve yakınlarına lanet getirmemizi ister? Diye sormuşlardır. Fakat Şah’ın ne İslam tarihi ne de Hz.
Peygamber’in ashabı hakkında doğru talim ve malumata sahip değildi; onlar hakkında sadece Bektaşi halifelerinden dinsiz olduklarını, İslam’a
düşman olduklarını ve yaptıkları kumpas girişimleri sonucu Hz. Peygamber’in yerine geçtiklerini duymuştu. Aldığı bu bilgiler doğrultusunda
onları haksız yere halife olup Sünni mezhep insanlarla mücadelelerin doğru olduğuna inanmaktaydı. Bu doğrultuda Şah İsmail Teberrai
unsurlarını kendi devleti ve mezhebinin bir gereksinimi olarak görmüştür. Hanci, age, s. 71.
12
Hanci, age, s. 71.
13
Abbas Egbal Aştiyani- İrandoht Merzban, Penj Hukumat (Az Safaviyye ta Payan-i Pahlavi), Enteşarat-i Mehvar, Tahran 1390, s. 63.
14
Rudi Matthee, “Safavid Dynasty”, https://iranicaonline.org/articles/safavids. 23. 07. 2020 sa. 20:46.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
79
SAFEVİLER DÖNEMİNDE TEBERRAİLER
geceleri Şii ulemalara, seyyidlere, hocalara ve Teberrailere hediye olarak bir miktar para göndermiştir. 15 Johnson’un
rivayetine göre ayrıca Cuma namazları özellikle Sünni bölgelerde normal farzların yerine getirilmesi yerine Şii
imamlar görevlendirilip başta halifeler ve Hz. Ayşe olmak üzere teberra ve lanet faaliyetleri yerine getirilirdi. 16 Yine
Johnson’un naklettiği üzere Şah Tahmasb’ın yaptığı girişimlerden birisi de Teberrailere lanet etmeleri için Harun erReşid ile başlayıp Abdurrahman Cami ile biten doksan kişilik bir liste verilmiştir. Şarifi ise, Şah II. İsmail ölümü
ardından İran’dan kaçmasıyla birlikte kendi isminin de listeye eklendiğini rivayet eder. 17
Bu dönemde Teberrai faaliyetleri ve devletin dini işlemleri fıkıh ulemaları Lübnani ve İhsai tarafından idare
edilmekteydi. Bu doğrultuda bu iki şahsiyetin denetimiyle Teberrailer daha sistematik çalışarak toprakları daha etkin
kullanmışlardır. Fakat onların ifratından yorulan bir kısım halk ile Sünni zümreler özellikle Meşhed, Gorgan, Merv
ve Herat gibi şehirlerde Ubeydullah Han’a 18mektuplar göndererek kendilerini kurtarmalarını istemişlerdir. Özbek
Han’ı bu kentleri ele geçirmiştir fakat Şah Tahmasb saltanatının sonuna dek bu bölgeler Kızılbaşlar ile Özbekler
arasında el değiştirmiştir. Değişimler sırasında Safevilere geçtiği dönemlerde Teberrailer burada sert bir siyaset
izleyerek halka zulmetmişlerdir. 19
Ayrıca Irak’taki halkın istimdat çağrıları üzerine H. 912/ M. 1533-34 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman
Tebriz’i ele geçirmiş ve halk tarafından oldukça sıcak karşılanmıştır. Burada Şah Tahmasb ile Sultan Süleyman
arasındaki geçen mektuplara bir parantez açmamız gerekmektedir. Zira iki hükümdar arasında geçen bu namelerde
mezhebi konulardan bahsedilmiş ve her iki hükümdar dini sahada birbirlerini sert bir dille eleştirmişlerdir. Burada
haizi ehemmiyet olan konu dini meselelerde ulemalar kullanılmıştır. Şah Tahmasb’ın mektuplarında Şii mezhebinin
savunulması yeni istidlaller getirilmesi, Emevi ve Abbasilerin Şii kitlelere yapılan zulüm ve katliamlarından
bahsedilmesinin yanı sıra konumuzla ilişkili olan Teberrailerden de söz edilmiştir. Burada Şia mezhebinin kısa
sürede nasıl Hindistan ve Maveraünnehr’de yayıldığına dikkat çekildikten sonra aynı hızla bir gün Teberra seslerinin
Kâbe’de de yankılanacağı söylenmiştir. 20
Bahsedildiği üzere Şah Tahmasb’ın lanet faaliyet ve geleneklerini gerek Şiiliğin yaygınlaşması gerekse Sünni
mezhep Osmanlı Devletine karşı kullanması iki devlet arasında rekabeti körükleyerek iplerin daha da fazla
gerilmesine sebep olmuştur. Osmanlı Devletindeki ulemaların da tepkisine yol açan Şah Tahmasb’ın girişimleri ve
politikaları Sultan Süleyman tarafından yakından izlenmiştir. Bu doğrultuda 1555 tarihli Amasya Antlaşmasında
Sultan Süleyman konuya dikkat çekerek Safevi Devleti topraklarında Hz. Ali dışında diğer halifeler ve Hz. Ayşe’ye
yapılan teberra faaliyetinin ortadan kaldırmasını beklediğini ve antlaşmanın sağlanması için elzem olduğunu
belirtmiştir. Şah Tahmasb ise anlaşmanın ardından Sultan Süleyman’a mektup yazarak topraklarını fesat ve günah
etkenlerinden arındırarak İslam’a uygun hareket ettiklerini belirtmiştir. 21
2.3. Şah II. İsmail
Rivayetlere göre Şah, Sünni mezhep veziri Mir Mahdum 22 ve onun çevresinin etkisinde kalarak bu mezhebe
meyletmiştir. Kendisi sosyal çevrelerde lanet okuma kültürüne muhalif olup Teberrailere karşı sert bir tutum
Kadı Ahmet Kumi, Hulasat't-Tevarih, haz. İhsan İşraki, İntişarat-i Daneşgah-i Tahran, Tahran 1359, s. 598.
Rosemary Stanfield Johnson, “Sunni Survival in Safavid Iran: Anti-Sunni Activities during the Reign of Tahmasp I”, Iranian Studies, Vol.27,
No. 1/4,, Published by: Taylor & Francis Ltd., Religion and Society in İslamic İran during the Pre-Modern Era 1994, p. 129.
17
Rosemary Stanfield Johnson, “Sunni Survival in Safavid Iran: Anti-Sunni Activities during the Reign of Tahmasp I”, p.130.
18
H. 893/ M. 1488 yılında Buhara doğumlu olan Ubeydullah Han Özbeklerin XV. yüzyılda Maveraünnehir’de güçlü bir siyasi birlik etrafında
toplanmalarını sağlayan Ebü’l-Hayr Han’ın torunu ve Muhammed Şeybani Han’ın yeğenidir. Buhara sarayında eğitim tamamlayan Ubeydullah
Han’a H. 918/ M. 1512 yılında birleşik Safevi-Babür ordusuna karşı kazandığı zaferin ardından babasının bölgeleri olan Buhara ve Karşi
verilmiştir. Şeybaniler’in 1512’den sonraki bütün savaşlarında önemli görevlerde bulunan Ubeydullah Han aynı zamanda Safeviler’e karşı aktif
bir siyaset takip etti; Safeviler üzerine yedi sefer düzenleyip onların Horasan’da nüfuzu ele geçirmelerini engellemiştir. H. 940/ M. 1533’da Ebu
Said Han’ın ölümü ardından bütün Maveraünnehir Şeybanileri’nin başına geçip Buhara’yı başşehir yapmıştır. Ubeydullah Han taht süresi boyunca
Safeviler’e karşı mücadeleye devam edip, onları Maveraünnehir bölgesinden tamamen uzaklaştırmıştır. Mualla Uydu Yücel, “Ubeydullah Han”,
DİA, C.42, İstanbul 2012, s. 22.
19
Hanci, age, s. 163.
20
İki hükümdar arasında cereyan eden çekişmeli hususlar ve detaylar için bk. Cafariyan, age, s. 71-72.
21
Mehmet Dağlar, age, s. 114-115.
22
Sünni olduğu iddia edilen Mirza Mahdum Şarifi yaklaşık H. 975-76/ M. 1568-69 yılında babasının diretmeleriyle Fars ilinden Safevi başşehri
olan Kazvin’e taşınması ile birlikte devletin hizmetine girmiştir. H. 984/ M. 1576 yılı Şah Tahmasb’ın ölümüne dek kendisine yedi yıl vezaretlik
vazifesini ifa etmiştir. Kazvin başta olmak diğer İran kentlerinde vaazlık görevi yapan Şarifi Farz qadı al-quddat (“kadıların kadısı veya baş kadı”
anlamında olan terim genellikle başşehrin kadısı verilen unvandır.) makamına atanmıştır. H. 984/ M.1576’da Şah II. İsmail’in tahta geçmesiyle
tekrar sadarete görevlendirilmiştir. Daha sonra polemik yaratan eserleri ve yaptığı girişimlerinden dolayı Osmanlı Devletine yerleşen Şarifi H.
995/ M. 1587 yılında Mekke’de vefat etmiştir. Rosemary Stanfield Johnson, “Sunni Survival in Safavid Iran: Anti-Sunni Activities during the
Reign of Tahmasp I”, p. 124.
15
16
80
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
FARBOD MAZLUMI
sergilemiştir. 23 Şah II. İsmail aynı zamanda ulema ve vaizler toplantılarının Teberrailerin etkisinde kaldığından
dolayı lağvetmiştir. 24 Öte yandan onlara destek veren Mir Seyyid Hüseyin Müctehid-i Kereki Amuli gibi ulemaları da
ölümle tehdit etmiştir. Aynı şekilde desteklerini uyarılara rağmen kısıtlamayan Seyyid İmadü’d-Din Ali Hüseyni
Esterabadi’yi katletmiştir. Ayrıca Şah II. İsmail Şii ulema ve Kızılbaşları saray çevresi ve önemli mevkilerinden
uzaklaştırmış ve onların yerine Sünni bürokrat ve âlimleri mevkilere getirmiştir. 25 Bunun yanı sıra Sünni Osmanlı ve
Özbek tehdidini önlemek için On İki İmam’ın ihtilaflı doktrinlerini yasaklamıştır. İşte bu yasaklamaların en önemlisi
Teberrailer tarafından yürütülen lanet faaliyetleridir. 26 Zira bu faaliyetler Osmanlı-Safevi ilişkilerini hem siyasi hem
de dini sahada oldukça etkilemiştir. Bilhassa Amasya antlaşmasında bu konu beyan edilerek bu ritüellerin
yasaklanması iki devlet arasında kararlaştırılmış fakat uygulamada başarılı olamamıştır. Şah II. İsmail ise, fermanı ile
yasaklanmasına rağmen Kızılbaşlar ile lanet merasimine bağlı olan ulemaların yoğun muhalefetinden dolayı bu
merasimler varlıklarını ufak da olsa sürdürmeye devam etmişlerdir. 27
Şah II. İsmail’in ölümü ardından ise, Teberrailer faaliyetlerine kaldıkları yerden tekrar başlamış ve halk
arasında Hz. Ali’nin muhaliflerine lanet getirmeye devam etmişlerdir. Şah II. İsmail döneminde haizi ehemmiyet
olan hususlardan birisi halkın Teberra harekâtını durdurmasından dolayı kendisine karşı ayaklanmamalarıdır. 28
Yönetimi altında olan topraklarda önemli etkiler yaratan bu isyanlar sonucu Şah II. İsmail Teberrailerle onları
eleştirdiği için çatışma halinde olan veziri Mahdum Şirazi’yi azletmek zorunda kalmıştır. 29
2.4. Şah Abbas
O da Şah II. İsmail gibi Teberrailerin ifrat olan hareketlerine muhalif olup faaliyetlerini yasaklamıştır. Lakin
Şah’ın kısıtlamalarına rağmen bu zümre irili ufaklı şehirlerin bazı nahiyelerinde lanet getirmeye devam etmişlerdir.
Aslında Şah Abbas, Şia’nın On İki İmamiyye koluna taassupla bağlı olup her âdeti ve geleneği titizlikle yerine
getirmesine rağmen Teberrailerin faaliyetini kısıtlamakla kalmayıp dönemin kaynaklarından da görüldüğü üzere
Safevi Devleti’nin hem siyasi hem de dini sahada temel taşlarından birini oluşturan Kızılbaş zümresine karşı da
mücadele vermiştir. Tahta çıkışından bir süre sonra vakit kaybetmeksizin onların siyasi nüfuzlarını zayıflatıp pek çok
Kızılbaş’ı yüksek mevkilerden almıştır. 30 Zira hem askeri hem de siyasi olarak yeni bir yapı arayışında olan Şah
Abbas için Kızılbaş unsurları tabiri caizse bir engel mahiyetinde idi. Aynı zamanda onun döneminde Kızılbaşların
Şah I. İsmail döneminde olduğu gibi hem güçleri hem de nüfuzları kalmamıştı. Ancak bu onların tamamen önemsiz
hale geldikleri anlamına gelmemektedir. 31
Şah Abbas döneminin ardından da Teberrailer meselesi Safevi ve Osmanlı Devleti arasındaki münasebetlerde
gündeme gelmiştir. Küpeli’nin naklettiğine üzere, IV. Murad, Şah Safi’ye gönderdiği bir mektupta geçmişten beri
aralarındaki husumetin körükleyen unsurlardan birisi olan teberra faaliyetinin durdurulmasını ondan temenni
etmiştir. 32
3. Safevi Devleti’nin Ardından Teberra Faaliyeti
23
Şah II. İsmail Şiiliği daha mutedil bir hale getirmek ve Sünniliği müsamaha ile karşılamak görüşünde idi. Her iki mezhep mensuplarının bir
arada yaşamalarını istiyor ve bundan dolayı Hz. Aişe’ye lanet getirilmesini doğru bulmuyordu. Bu düşüncesini meclislerinde hazır bulunanlara
bazen açık, bazen de kapalı bir şekilde ifade ediyordu. Ayrıca konu ile ilişkin halifetü’l-hülefalığa getirdiği Bulgar Halife ile bir anlaşmazlık
yaşamıştır. Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişiminde Anadolu Türklerinin Rolü (Şah İsmail ile Halifeleri ve Anadolu Türkleri),
Güven Matbaası, Ankara1974, s. 116. Şah ile Bulgar Halife arasındaki geçen mükâlemeler için bk. İskender Bey Turkman, Tarih-i Âlem Ara-yi
Abbasi, haz. İrec Afşar, C.1, İntişarat-i Amir Kebir, Tahran 1387, s. 215.
24
Rosemary Stanfield-Johnson, “The Tabarra’iyan and the Early Safavids”, p. 65.
25
Şah II. İsmail’in bu girişimlerinin yanı sıra veziri Mir Mahdum’a olan yakınlığı ve Sünni eğilimli hareketlerinden dolayı Sünnilik ile suçlanmış
ve bu iddialara cevaben Hz. Ali ve ailesini öven sikke bastırmıştır. Detaylar için bk. Mehmet Dağlar, “Safevi Devleti’nde Şah II. İsmail ve
Muhammed Hudabende Dönemlerinde Kızılbaş Hâkimiyeti”, Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl. 3, S. 1, Bahar 2018, s. 58.
26
Cihat Aydoğmuşoğlu, “Şah II. İsmail (1576-1577) Devri Siyasi ve Dini Hadiseleri”, Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi (İnternational Journal
of Social Science), S. 48, (Yaz II 2016), s. 64-65; Tahsin Yazıcı, “Safeviler”, İA, C.10, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1966, s. 55; İskender Bey
Turkman, age, s. 215.
27
Jean Calmard, Safavid Persia The History and Politics of an Islamic Society, ed.Charles Melville, I.B. Tauris & Co Ltd., London 1996, p. 161.
28
II. Şah İsmail Sünni ulema, halife ve imamlarına karşı olan lanet faaliyetlerini durdurmanın yanı sıra Şii imamlarının adlarının bulunmadığı yeni
sikkeler basılmasını ve o isimlerin Kazvin Ulu Camiinden kaldırılmasını emretmiştir. Şah’ın bu girişimleri Şiraz ve Kazvin’de Şah’ın akrabası
olan
Emir
Han
Musullu
liderliğinde
bölgesel
isyanlar
çıkmasına
yol
açmıştır.
Kioumars
Ghereghlou, “Esma’il
II” https://iranicaonline.org/articles/esmail-02 02.09.2020 sa. 11:03.
29
Kioumars Ghereghlou, “Makdum Sharifi Shirazi,” https://iranicaonline.org/articles/makhdum-shirazi 02.09.2020 sa. 14:11.
30
Meryem Nejad Akbari Mehrban, Şah Abbas-i Kabir, Ketab-i Parse, Tahran 1387, s. 53.
31
Detaylı bilgi için bkz. H.R.Roemer, “The Safavid Period”, The Cambridge (History of Iran), ed. P. Jackson, Vol.6, Cambridge University
Press, UK 1986, pp. 263-267.
32
Özer Küpeli, Osmanlı- Safevi Münasebetleri (1612-1639), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmış Doktora Tezi), İzmir 2009,
s. 199.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
81
SAFEVİLER DÖNEMİNDE TEBERRAİLER
Afşar Hanedanlığının hükümdarı Nadir Şah teşkilatlanmaları ve faaliyetlerini kati bir şekilde karşı koyarak
yasaklamıştır. Nadir Şah Şiileştirme politikasını tamamen kenara bırakarak topraklarında yaşamakta olan Sünni
halklara statülerini tanımıştır. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti ile yakın ilişkiler kurmanın yanı sıra Sünni nüfuzun
yoğun olduğu Horasan ve Sistan nahiyelerini tekrar topraklarına katmıştır. Nadir Şah’ın temellerini attığı ılıman dini
politika daha sonraki devletler olan Zend ve Kaçar Devletleri döneminde de devam etmiştir. Hem Zend hem de
Kaçar Devletleri Teberra faaliyetlerini menetmiştir. Lakin Kaçarlar döneminde faaliyetlerin kısıtlanması ve
Teberrailere karşı olan mücadelelere rağmen bu gelenek memleketin bazı bölgelerinde devam etmiştir. 33 Özellikle
Nasirü’d-Din Şah döneminde hükümdar çeşitli nazariyelerden olan dini zümrelerin faaliyetlerini yasaklamıştır. Fakat
onun döneminde de halk arasında Teberrailer sert kurallara rağmen lanet okuma geleneklerini devam ettirmişlerdir.
Kaçar döneminde Teberrailerin yasaklamalara aldırış etmeden devam eden faaliyetleri Şia ile Sünni mezheplere
mensup olan halk arasındaki çatışmaların alevlenmesi ve ayrılıklara sebep olarak devletin dış politikasını bile
etkilemiştir.
4. Diğer Bölgelerdeki Teberrailer
4.1. Herat
Bahsedildiği üzere Teberrai faaliyetlerinin Şah İsmail döneminde meşrulaşması ile birlikte Herat’ta da daha
önceki Sünni mezhep hükümdarların baskı ve zulümlerinden eziyet uğrayan halk ve bazı gruplar burada faaliyete
başlamışlardır. Şah’ın emriyle Herat’ın sokak ve pazarları gibi sosyal alanlarda dolaşarak Hz. Ali’nin düşmanları ve
muhaliflerine lanet okumuşlardır.
Buraya ilk olarak önemli bir Teberrai olan Kuli Han önderliğinde bir grup intikal etmiştir. Bahsedildiği üzere
bir kısım kendi isteğiyle bir kısım ise onların muhaliflerine karşı diğer kentlerde yaptıklarının korkusuyla kendilerine
katılmışlardır. Kuli Han kenti teslim aldıktan sonra camiye girerek Herat’ın ayan ve önde gelenlerini çağırmıştır.
Ardından kadıya Şii olması ve minbere çıkarak halifelere Teberra etmesini ve Sünni halka karşın fetva vermesini
istemiştir. Lakin bu emri yerine getirmeyen kadı Kızılbaşlar tarafından katledilmiştir. Daha sonra Şah İsmail bizzat
kendisi H. 889/ M. 1510 yılında kente gelmiş ve burada Maveraünnehir, Sistan ve Horasan bölgelerinin önemli
Sünni uleması ve hatta Osmanlı Sultanı II. Bayezid’in hocalarından olan Mevlana Teftazani’ye Teberra etmesini
emretmiştir. Bu girişimde de aynı şekilde Mevlana Şah’ın isteğini yerine getirmeyince onun emriyle işkence edilerek
katledildikten sonra cesedi yakılmıştır. 34
Teberrailer ve onlara destek veren grupların artan nüfuzları bir süre sonra Şii ulemalarının da baskısıyla şehir
hâkiminin Sünni mezhep olan bütün kitlelerini şehirden kovmalarına sebep olmuştur. Öyle ki kentte Şii halk, kadılar
ve Teberrailer dışında kimse kalmamıştır. Devlet kademelerinde olan nüfuzlarından dolayı Herat’ta mistik ve
efsanevi hikayelerin artması ve hatta bu durumu halka karşı bir çeşit manipülasyon olarak kullanmalarına sebep
olmuştur. 35
Ubeydullah Han’ın Herat’a saldırması ve Hezlan ile Herevilerin tayfalarının galip gelerek kenti tasarruf
etmelerinin ardından kentteki bütün Kızılbaşlar ile Teberrailer kılıçtan geçirilmiştir. Fakat Şah I. İsmail’in tekrar
Herat yakınlarında Özbek kuvvetlerini yenmesi üzere Teberrai ve Kızılbaşları katleden halktan öcünü almak için
kentte katliam yapmıştır. Ardından fethettiği nahiyelerden Herat ve Merv’i Zeynel Bey Şamlu’ya ve Mihene ile
Faryab’ı Div Sultan Rumlu’ya teslim ederek yanındaki birliklerle İran’a dönmüştür. Timur Sultan da aynı şekilde
kente girip hutbe okuttuktan sonra bazı Ehl-i Sünnet çevrelerin tesirinde kalarak Teberraileri katletmiştir. 36
4.2. Bağdat
Sünni mezhebin çoğunlukta olduğu bu kentte bazı Şii çevreler Teberra faaliyetlerine başlamışlardır. Onların
diğer Şii mezhep kentlerle olan farkı sadece Yezid’e lanet okumalarıdır. Kentteki önemli Sünni nüfuzdan dolayı
teşkilatın bölgedeki faaliyeti oldukça kısıtlı kalmıştır. Örneklendirmek gerekirse rivayetlere göre Teberrailerin
sloganı olan “Biş Bad, Kem Mebad” ibaresi kente giren kadılardan birisinin dikkatini çekmiştir. Kadı Bağdat
hâkiminin yanına giderek kendisine onları şikâyet ederek cezalandırılmalarını istemiştir; fakat hâkim kendisine
Yezid’e lanet ettiklerini belirterek neden cezalandırılmalarının gerektiğini sormuştur. Kadı, hâkime bu slogandaki
“Biş” kelimesinin aslında Farsçadaki anlamı olan “daha çok” mefhumunda kullanılmadığını ve Türkçedeki “beş”
33
Hanci, age, s. 167.
Hanci, age, s. 109.
35
Kentte adak adı altında bazı kişiler halkın altın ve cevherleri gibi ziynet eşyalarını ellerinden almışlardır. Detaylar için bkz. Handmir, Tarih-i
Habibü’s-Siyer fi Ahbar Al-Beşer, haz. M. Debir Siyaki, Celaleddin Humayi, C.4, İntişarat-i Hayyam, Tahran 1380, s. 173-174.
36
Hanci, age, s. 114.
34
82
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
FARBOD MAZLUMI
anlamında yani Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Muaviye ve Yezid’e işaret edilerek kullanıldığını ifade etmiştir.
Böylece kadının dediği uygulanarak faaliyetleri kısıtlanmıştır. 37
SONUÇ
Bahsedildiği üzere Teberra-Tevella veya karşılıklı aşağılama ve övgü faaliyetleri Safevi Devleti’nden önce halk
arasında bulunmaktaydı. Safevi Devleti’nin kurucusu Şah I. İsmail ise, Şia mezhebini resmileştirdikten sonra bu
yapıyı meşrulaştırarak toplumdaki faaliyetini başlatmıştır. Şah I. İsmail’in bu girişimdeki temel amacı sınır
komşuları olup farklı mezhepten olan Osmanlı Devleti ve Özbek Hanlığı’na karşı koymak ve kendi sınırlarını onlara
karşı korumaktı. Fakat başta hem siyasi hem de dini propaganda aracı olarak teşkilatlanan bu zümrenin faaliyetleri
zamanla insanlara yaptıkları ifrat müdahaleler ve Safevi topraklarındaki hem Sünni hem de geleneğe karşı olan Şii
mezhep kitlelerin muhalefetiyle birlikte kısıtlanmıştır. Özellikle Şah II. İsmail’in mezhepteki ılıman tavrı ile beraber
aşırıya kaçan ve pek çok kentte kutuplaşmalara sebep olan Teberra neredeyse tamamen faaliyetten menedilmişlerdir.
Teberra faaliyeti her ne kadar o dönemden itibaren kısıtlanmış olsa da Safeviler Devleti ardından irili ufaklı zümreler
halinde devam etmiş ve Şiilik kültürünün bir parçası haline gelip literatür içerisinde yerini almıştır.
KAYNAKÇA
AŞTİYANİ, Abbas Egbal, Tarihe İran (Bad az Eslam), Enteşarat-i Negah, Tahran 1385.
AŞTİYANİ-MERZBAN, Abbas Egbal-İrandokht, Penj Hukumat (Az Safaviyye ta Payan-i Pahlavi), Enteşarat-i
Mehvar, Tahran 1390.
AYDAR, Hidayet, “Tarih Boyunca Ezana Yapılan İlaveler”, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.VIII,
S. 18, Şırnak 2017/3, ss. 187-207.
AYDOĞMUŞOĞLU, Cihat, “Şah II. İsmail (1576-1577) Devri Siyasi ve Dini Hadiseleri”, Uluslararası Sosyal
Bilimler Dergisi (İnternational Journal of Social Science), S. 48, Yaz II 2016, ss. 59-67.
BAHAR, Mohammad Tagi (Melikü’l-Şüara), Sebkşenasi, C.3, İntişarat-i Amir Kebir (Ketabha-yi Parastoo), Tahran
1349.
CAFARİYAN, Resul, Safaviyye der Arse-yi Din, Ferheng ve Siyaset, C.1, Pejuheşkede Huze ve Daneşgah, Kum
1379.
CALMARD, Jean, Safavid Persia The History and Politics of an Islamic Society, ed.Charles Melville, London 1996.
ÇETİN, Abdurrahman, "EZAN", DİA, C.12, İstanbul 1995, ss. 36-38.
DAĞLAR, Mehmet, “Safevi Devleti’nde Şah II. İsmail ve Muhammed Hudabende Dönemlerinde Kızılbaş
Hâkimiyeti”, Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl. 3, S. 1, Bahar 2018, ss. 50-65.
DAĞLAR, Mehmet, Şah Tahmasb’ın Dini Siyaseti (1524-1576) İran’da Kızılbaşlıktan Şiiliğe Geçiş, Önsöz
Yayıncılık, İstanbul 2019.
DEHKODA, Aliakbar, “Teberraiyan”, Logatname, Mohammad Moin-Jafar Şahidi, C.4, Tahran üniversitesi
Yayınları, Tahran 1998, s. 6362.
ESHRAGHİ, E., “Persia During The Period Of The Safavids, The Afshars And The Early Qajars” History of
Civilizations of Central Asia, ed. Chahryar Adle and Irfan Habib co-ed. Karl M. Baipakov, Vol.V (Development in
contrast: from the sixteenth to the mid-nineteenth century), UNESCO Publishing, 2003, pp. 251-274.
GHEREGHLOU, Kioumars, “Esma’il II”, http://www.iranicaonline.org/articles/esmail-02 02.09.2020 sa. 11:03.
GHEREGHLOU, Kioumars, “Makdum Sharifi Shirazi,” http://www.iranicaonline.org/articles/makhdum-shirazi
02.09.2020 sa. 14:11.
GOLDZİHER, “Ehlülbeyt”, İA, C.IV, s. 207.
HANCİ, Amir Hüseyin, Tarih-i Şah İsmail-i Safevi (Armagan Averan-i Taşayyu’), Aqeedeh Kütüphanesi Online
Veritabanı, 1394.
37
Cafariyan, age, s. 34.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
83
SAFEVİLER DÖNEMİNDE TEBERRAİLER
HANDMİR, Tarih-i Habibü’s-Siyer fi Ahbar Al-Beşer, haz. M. Debir Siyaki, Celaleddin Humayi, C.4, İntişarat-i
Hayyam, Tahran 1380.
HURŞAH B. KUBAT, Tarih-i Elçi Nizamşah, haz. M. Nasiri, Encümen-i Asar ve Mafahir-i Ferhengi, Tahran 1379.
İSKENDER BEY TURKMAN, Tarih-i Âlem Ara-yi Abbasi, haz. İrec Afşar, C.1, İntişarat-i Amir Kebir, Tahran
1387.
KADI AHMET KUMI, Hulasat't-Tevarih, haz. İhsan İşraki, İntişarat-i Daneşgah-i Tahran, Tahran 1359.
KAZVİNİ, Abdulhasan, Favayid Al-Safaviyy, haz. Meryem Mir Ahmadi, Müessese-i Mutalaat ve Tahkikat-i
Ferhengi, Tahran 1367.
KÜPELİ, Özer, Osmanlı- Safevi Münasebetleri (1612-1639), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
(Yayımlanmış Doktora Tezi), İzmir 2009.
MATTHEE, Rudi, “Safavid Dynasty”, https://iranicaonline.org/articles/safavids 23.07.2020 sa. 20:46.
NEJAD AKBARİ MEHRBAN, Meryem, Şah Abbas-i Kabir, Ketab-i Parse, Tahran 1387.
ROEMER, H.R., “The Safavid Period”, The Cambridge (History of Iran), ed. P. Jackson, Vol.6, Cambridge
University Press, UK 1986, pp. 189- 350.
STANFIELD JOHNSON, Rosemary, “Sunni Survival in Safavid Iran: Anti-Sunni Activities during the Reign of
Tahmasp I”, Iranian Studies, Vol.27, No. 1/4, Published by: Taylor & Francis Ltd., Religion and Society in İslamic
İran during the Pre-Modern Era, 1994, pp. 123-133.
STANFIELD-JOHNSON, Rosemary, “The Tabarra’iyan and the Early Safavids”, İranian Studies, Vol.37, No.
1,Published by: Taylor & Francis Ltd., March 2004, pp. 47-71.
SÜMER, Faruk, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişiminde Anadolu Türklerinin Rolü (Şah İsmail ile Halifeleri ve
Anadolu Türkleri), Güven Matbaası, Ankara 1974.
ŞAHİN, Hanifi, “Şia Düşüncesinde Ezanın Yapısı ve Geçirdiği Değişimlerin Dini Temelleri”,e-makalat Mezhep
Araştırmaları, Vol.1, Bahar 2012, ss. 35-65.
YAZICI, Tahsin, “Safeviler”, İA, C.10, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1966, ss. 53-59.
YÜCEL, M. Uydu, “Ubeydullah Han”, DİA, C.42, İstanbul 2012, ss. 22-23.
84
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
Cilt/Volume 3, Sayı/Issue 5, Ocak /January 2021, ss. 85-92.
Geliş Tarihi–Received Date: 15.11.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 13.01.2021
ARAŞTIRMA MAKALESİ – RESEARCH ARTICLE
ANADOLU’DAKİ EŞKIYALIK FAALİYETLERİNE DAİR BİR İSTATİSTİK
(22 NUMARALI MÜHİMME DEFTERİ IŞIĞINDA) ⃰
TESLİME ATA ∗∗
ÖZ
Eşkıyalık faaliyetleri geçmişten günümüze birçok devlette vuku bulmuş ve iktidarları meşgul eden önemli
konulardan biri olmuştur. Eşkıyalık olaylarındaki yoğunluk eşkıyalığın tanımına da yansımış ve birçok şekilde
ifade edilmiştir. İslam hukukçuları ekol farklılığından dolayı birbirinden farklı yorumlar getirirken, diğer
hukukçular olayın işlenişi, oluşması, failin kimliği gibi unsurları göz önüne alarak, sınıflandırma ve
sınırlandırma yaparak yorum getirmişlerdir. En geniş anlamıyla eşkıyalık, zor kullanarak mala, cana tecavüz,
kamu düzenini ve asayişini ihlal etmek olarak ifade edilebilir. Eşkıyalık olaylarının altında yatan neden
genellikle iktisadi darlık olmuş ve bunun sonucunda da halk illegal yollara başvurmuştur. İktisadi nedenler
dışında, kolay yoldan para kazanma, şöhret peşinde koşma, halkın sosyal eşkıyalara kahraman gözüyle bakması
gibi nedenlerden dolayı da eşkıyalığı tercih edenler olmuştur. Her devlet gibi Osmanlı Devleti de eşkıyalıkla
yoğun bir şekilde mücadele etmiştir. Bu yoğunluk 16. yüzyılın ikinci yarısında doruk noktasına ulaşmış, tüm
Osmanlı topraklarını etkisi altına almıştır. Sadece yönetilenler değil, yönetenler de bu kaosun içinde yer almıştır.
Suhteler, leventler, aşiretler, köylüler, zimmiler, devlet görevlileri gibi her kesimden kanun dışına çıkanlar
olmuştur. Yerel otorite bazı eşkıyalık olayları karşısında çaresiz kalmış ve durum merkezî otoriteye intikal
etmiştir. Böylelikle eşkıyalık olayları mühimme defterlerine kaydedilmiştir. Eşkıyalık olaylarında, yer, zaman,
mekân ve kişiler farklılık gösterdiği için nedenlerini ve sonuçlarını da ayrı ayrı değerlendirmek gerekmektedir.
Çalışmada Anadolu’da Mayıs-Eylül 1573 tarihlerinde meydana gelen eşkıyalık faaliyetleri, nicel veriler
kullanılarak ayrı başlıklar altında değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Eşkıyalık, Osmanlı Devleti, Mühimme Defteri, 16. Yüzyıl, II. Selim, Anadolu.
A STATISTICS ON THE BRİGANDAGE ACTIVITIES IN ANATOLIA
(IN LIGHT OF THE MUHIMME RECORDS NO: 22)
ABSTRACT
Banditry activities have occurred in many states from the past to the present and have been one of the
important issues that occupy the governments. The intensity of banditry activities is reflected in the definition of
banditry and has been expressed in many ways. While the Islamic jurists made different interpretations due to
the difference in school, the other jurists made interpretations by classifying and restricting the events, taking
into account factors such as the process, occurrence, and identity of the perpetrator. In its broadest sense,
banditry can be expressed as a violation of public order and safety by using force, trespassing life and property.
The underlying cause of banditry was generally economic distress, and as a result, people generally resorted to
illegal ways. Besides the economic reasons, there were also those who preferred banditry for reasons such as
earning easy money, pursuing fame, and becoming a hero because of people's view of social bandits. The
Ottoman Empire fought intensely against banditry like every other state. In the second half of the 16th century,
this intense struggle reached its climax and affected all Ottoman lands. Not only the people but also the rulers
took part in this chaos. There have been people from all walks of life, such as suhtes, lewvids, tribes, peasants,
dhimmis, and state officials. The local authority was insufficient in the face of some cases of banditry and the
situation passed to the central authority. Thus, the events of banditry were recorded to Muhimme Defters. It is
⃰
Bu makale, yazarın hazırladığı “22 Numaralı Mühimme Defterinin (H.981/ M. 1573) Transkripsiyon ve Değerlendirilmesi (s. 108214)” başlıklı yüksek lisans tezinden (defterin kalan kısımları tamamlanarak) üretilmiştir.
∗∗
Doktora Öğrencisi, Hacettepe Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türkiyat Anabilim Dalı, E-Posta:
teslimeyuksel@gmail.com. ORCID ID: 0000-0001-9187-3760
ANADOLU’DAKİ EŞKIYALIK FAALİYETLERİNE DAİR BİR İSTATİSTİK
(22 NUMARALI MÜHİMME DEFTERİ IŞIĞINDA)
necessary to evaluate the reasons and results separately because of place, time, location, and people differ in
every banditry incident. In this study, the banditry activities that took place in Anatolia between May-September
1573 were evaluated under separate titles with using quantitative data.
Keywords: Banditry, Ottoman Empire, Mühimme Record, Sixteenth Century, II. Selim, Anatolia.
GİRİŞ
16. yüzyıl ortalarında Osmanlı Anadolu’su, ciddi bir şehzade çekişmesine sahne olmuştur. Kanuni
Sultan Süleyman’ın oğulları Şehzade Selim ve Mustafa arasındaki çekişme, işsiz-güçsüz binlerce Anadolu
köylüsüne askerî sınıfta yükselme umudu vermiştir. Bu insanlar, rakip şehzadelerin bayrağı altında yer almış ve
kendi tarafları kazandığı takdirde ekmek kapılarının açılacağını umut etmişlerdir. Ardından Şehzade Bayezid’in
isyan etmesi huzursuzluğa ve yağmaya yol açmıştır. Fakat isyan bastırılıp siyasi krize son verilse de işsiz-güçsüz
sınıf hep eşkıyalığın eşiğinde olmuştur. 1
Nüfustaki artış, ekonomik zorlukları da beraberinde getirmiş, halkı yoksullaştırmış ve sosyal
problemlere yol açmıştır. Bu duruma siyasi ve iktisadi şartların kötüleşmesi de eklenince yersiz-yurtsuz, işsizgüçsüz insanlar çoğalarak büyük eşkıya gruplarını oluşturmuşlardır. 2 Eşkıyalar tek bir kimlikten değil, farklı
kimliklerden oluşmuştur. Önceleri küçük olan çeteler, şartların kötüleşmesine paralel olarak büyük eşkıya
gruplarına dönüşmüşlerdir. Tımarını bırakan sipahiler, önceleri orduda olan, sonraları işsiz kalan sekbanlar,
vergileri ödememekte direnen aşiretler, suhte ve leventler büyük eşkıya gruplarını oluşturmuşlardır. 3 Suhte ve
leventlerin olaylara dâhil olması isyanlara farklı bir boyut getirmiştir. Bu kişiler zamanla eşkıyalık faaliyetleri
içerisinde başı çekmişlerdir. Peki, bundan sonra halkı ne gibi sosyal huzursuzluklar beklemiştir? Eşkıya olarak
tanımlanan kişiler kimlerdir? Bu kişilerin istedikleri ne idi ve istekleri merkezî otorite tarafından karşılanabilir
miydi? Kamu düzeninin bozulmasına neden olan olaylara merkezî otoritenin bakış açısı nasıldı ve bu olaylara
karşı ne gibi önlemler alınmıştı? Eşkıyalık olaylarının azalış ve artışında coğrafi konum, iklim ve savaşların bir
etkisi var mıydı? Makalede bu sorulara arşiv belgeleri ile cevap aranmaya çalışılmıştır. Ayrıca sorular yanıt
bulduğunda birçok araştırmacı için konu ile ilgili daha farklı araştırmalar yapılabileceği fikrini oluşturmak
hedeflenmiştir.
1. 22 Numaralı Mühimme Defteri’ne Göre Anadolu’daki Eşkıyalık Faaliyetleri
22 Numaralı Mühimme Defteri, hicri 981, miladi 1573 tarihlidir ve mayıs, haziran, temmuz, ağustos,
eylül aylarında yazılan hükümleri kapsamaktadır. II. Selim (1566-1574) döneminde kayda alınmıştır. Bu
defterin seçilmesindeki amaç, defterde eşkıyalık olaylarından bahseden çok fazla hüküm olmasıdır. Hükümlerde
eşkıyalık terimine eş anlamlı kelimeler de kullanılmıştır. Bu durum, yapılan eşkıyalığın türüne, oluş biçimine,
faillerine göre anlamlandırılmasını kolaylaştırmıştır. Çoğunlukla kat’ü’t-tarîk 4, eşirra, şakî, harâmî, harâmzâde,
haydut, ehl-i fesâd terimleri kullanılmıştır.
İncelenen hükümlere dayanarak Osmanlı Devleti’nin yoğun bir şekilde eşkıyalık faaliyetleriyle
mücadele ettiğini söylenebilir. 22 Numaralı Mühimme Defteri’ne göre, beş ay içinde sadece Anadolu’da,
payitahta iletilen tam kırk altı tane eşkıyalık olayı olmuştur. Olaylar Anadolu’nun dört bir tarafında meydana
gelmiştir. Eşkıyalık faaliyetleri, eşkıya grupları, suhteler, leventler, devlet görevlileri, aşiretler ve ferdî eşkıyalar
tarafından yapılmıştır.
Üzerinde çalışılan mühimme defterindeki eşkıyalık olaylarının meydana geldiği köyler, nahiyeler, vs.
hangi sancak, eyalet ya da beylerbeyliğine bağlı ise o sancağın, eyaletin ve beylerbeyliğinin günümüzdeki adı
kullanılarak harita oluşturulmuştur.
Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celali İsyanları, Barış Yayınevi, Ankara 1999, s. 70.
Necdet Sevinç, Osmanlı’nın Yükselişi ve çöküşü, Burak Yayınevi, İstanbul 1991, s. 63.
Mücteba İlgürel, “Osmanlılarda Eşkıyalık Hareketleri”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 7, İstanbul 1995, s. 467.
4
Kat’ü’t-tarîk, “Yol kesip insanların mallarına zorla el koyan, yol kesicilik eden” anlamındadır. Bakınız: Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve
Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1998, s. 234.
1
2
3
86
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
TESLİME ATA
1.1.Anadolu’daki Eşkıyalık Faaliyetlerinin Şehirlere ve Bölgelere Göre Dağılımı
Şekil 1- 22 Numaralı Mühimme Defteri’ne göre Anadolu’daki eşkıyalık faaliyetlerinin dağılımı
(H.981/M.1573)
Figure 1- Distribution of banditry activities according to the Mühimme Record Numbered 22 in
Anatolia (H.981/M. 1573)
Eşkıyalığın ortaya çıkması, etkileşimi ve etkisi coğrafi konumdan bağımsız değildir. Bir yerin coğrafi
konumu, beşerî ve fiziki özellikleri eşkıyalık faaliyetlerinin ortaya çıkmasındaki önemli etkenlerden biridir. 5
Ayrıca ticaret yollarının o bölgeden geçiyor olması, bölgenin nüfusunun etnik çeşitliliği, inanç farklılığı ve
bunlara bağlı olarak birçok kültürün ortaya çıkması, arazi mülkiyetinin kimde ya da kimlerde olduğunun belirsiz
olması da eşkıyalık olaylarının tırmanış sebebidir. 6
Şekil 2- Coğrafi bölgelere göre eşkıyalık faaliyetlerinin dağılımı (H.981/M.1573)
Figure 2- Distribution of banditry activities according to the geographical regions (H.981/ M. 1573)
Haritaya göre, Anadolu’da eşkıyalık faaliyetlerinin şehirlere ve bölgelere göre dağılımına bakıldığında,
Edirne, Bursa, Çanakkale, Balıkesir gibi Marmara bölgesindeki yerlerde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu
şehirlerde kümelenmesinde birçok etken vardır. Öncelikle payitahta yakın yerler olmasını dikkate alarak
padişahın bürokrasisinin dikkatini çekmesi amaçlanmıştır denilebilir. Ayrıca bürokrasinin kendisi sekban
beslerken, arazilerin imparatorluk merkezine yakın olması, medreselerin ve bekâr evlerinin de buralarda fazla
olması bu yoğunluğa neden olmuştur. Bölgedeki geniş tarım alanları diğer bir nedendir. Buna bağlı olarak ucuz
iş gücünün buralarda yoğunlaşması kültürel farklılık açısından sorunlara yol açmıştır. Buralarda hayvancılığın ve
tarımın yaygın olması da eşkıyaların rahat bir şekilde yeme-içme gibi ihtiyaçlarına kolayca ulaşabilmelerini
sağlamıştır. 7 Anadolu’nun batı bölgeleri huzursuzluğun tırmanışta olduğu bölgelerdir. Özellikle öğrenci
ayaklanmalarından sonra suhtelerin eşkıyalar ile birleşip gruplar halinde eşkıyalık yapmaları bu tırmanışta etkili
olmuştur.
5
Ali Ağaoğlu, Selma Yılmaz, Çildam, “Bandırma Şehrinde Suçlar 2006-2008: Coğrafi Bir Yaklaşım”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19 (35), s. 19-53.
6
Kadir Temurçin, Suç Coğrafyası: Göreli Kavramlaştırmadan Mekansal Yorumlamaya, Sosyal Coğrafya, Edt. Nurettin Özgen,
Pegem Akademi Yayınları, Ankara 2018, s. 419-447.
7
Akdağ, age, s. 59.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
87
ANADOLU’DAKİ EŞKIYALIK FAALİYETLERİNE DAİR BİR İSTATİSTİK
(22 NUMARALI MÜHİMME DEFTERİ IŞIĞINDA)
1.2.Anadolu’daki Eşkıyalık Faaliyetlerinin Aylara Göre Dağılımı
14
12
10
8
Seri 1
6
4
2
0
Mayıs
Haziran
Temmuz
Ağustos
Eylül
Şekil 3- Aylara göre eşkıyalık faaliyetlerinin dağılımı (H.981/M.1573)
Figure 3- Distribution of banditry activities according to the months (H.981/ M. 1573)
Yukarıdaki grafikte görüldüğü üzere mevsim koşullarının eşkıyalık faaliyetlerinin azalış ve artışlarını
etkilemektedir denilebilir. Anadolu’nun matematiksel konumuna bakıldığında dört mevsimin de yaşandığı
görülmektedir. Bu özelliğiyle tarım ve hayvancılığın bu aylarda daha elverişli olduğu, bunun da eşkıyalık
faaliyetlerinin artışında etkili olduğu söylenebilir. İncelenen dönemde savaş yaşanmadığı için grafikteki
eşkıyalığın azalış ve artışında savaş etkeni yoktur.
İncelenen defterde, Anadolu’da yaşanan toplam 46 eşkıyalık olayının aylara göre dağılımına
bakıldığında, ilkbahar ve yaz aylarında eşkıyalığın tırmanışta olduğu görülmektedir. Elde edilen bilgilere göre
hazırlanan grafiğe bakıldığında, eşkıyalık faaliyetlerinin en fazla ağustos ayında, en az ise eylül ayında yaşandığı
görülmektedir. Şekil 1’e bakıldığında en fazla eşkıyalık oranına sahip olan Ankara’daki 5 eşkıyalık olayından
2’si Ağustos ayında meydana gelirken, diğer 3 eşkıyalık olayı Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında yaşanmıştır.
Nicel olarak Mayıs ayında 12, Haziran ayında 8, Temmuz ayında 11, Ağustos ayında 13, Eylül ayında ise 2
eşkıyalık olayı vuku bulmuştur.
Defterin devamı niteliğindeki 23 Numaralı Mühimme Defteri’nin hüküm özetleri aynı şekilde
incelenerek sonbahar ve kış aylarında azalış gözlemlenmiştir.
1.3.Anadolu’daki Eşkıyaların Kimlik Dağılımı
Grup
Suhte
Aşiret
Devlet Görevlisi
Ferdi
15%
4%
9%
50%
22%
Şekil 4- 22 Numaralı Mühimme Defteri’ne göre Anadolu’daki eşkıyanın kimlik dağılımı
(H.981/M.1573)
Figure 4- Distribution of bandit’s identity according to Mühimme Record Numbered 22 in Anatolia
(H.981/M. 1573)
Osmanlı Devleti’nin girdiği siyasi ve iktisadi buhran devlet görevlilerini de etkilemiş ve onlar da
görevini kötüye kullanarak kendilerini eşkıyalık faaliyetlerinin içinde bulmuşlardır. Kapılarında bulunan
88
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
TESLİME ATA
leventleri de yanlarına alarak halk üzerinden haksız vergi talep edip halka zulmetmişlerdir. 8 İncelenen defterde
sadece 2 tane devlet görevlisinin yaptıkları eşkıyalık olayı vardır. Yüzdelik dilime bakıldığında %4’lük bir kısmı
oluşturmaktadır. Bunlardan biri piyade, diğeri de sipahidir. Afyon’da bir piyadenin nöbette olmadığı, aksine
şekavette olduğu, 9 Bolu’da bir sipahinin bir zimmî ile birlikte olup ev basıp hırsızlık yaptığı kayıtlara
geçmiştir. 10
Üzerinde çalışılan mühimme defterinde, grup eşkıyalıklarının kimliklerinin ayrıntılarına girilmeden
sadece “bir grup harâmî”, bir grup eşkıyâ”, “bir grup ehl-i fesad” şeklinde hitap edilmiştir. Şekil 4’deki yüzdelik
dilime bakıldığında eşkıyalık faaliyetlerinde yer alan kimliklerden en fazla, hatta %50’lik kısmı grup
eşkıyalardır. Bazen ticari faaliyetlerin yoğun olduğu bölgelerde yol keserek soygun ve adam öldürme gibi
faaliyetlerini sürdürmüşler, bazen de evleri, çiftlikleri, değirmen ve maden ocağı gibi işletmeleri basarak suçlar
işlemişlerdir. Hatta mahkeme basan eşkıya gruplarına ait bilgilere de rastlanmaktadır. 11 Defterde grup
eşkıyalarının toplam 23 eşkıyalık faaliyeti vardır. Eşkıyalık faaliyetlerinin en fazla olduğu Ankara’daki 5
eşkıyalık olayının 4’ü grup eşkıyalığıdır.
Yine bu yüzyılda, çalışmak ya da medreselerde okumak amacıyla kentlere gelenler buraların
demografik yapılarını etkilemişlerdir. Genellikle İç ve Batı Anadolu’ya medresede okuyup kadı ve müderris
olmak amacıyla kent merkezlerine doluşan suhteler umduklarını bulamamış ve medrese önlerinde yığılmalar
başlamıştır. Bunun sonucunda suhteler ya bey kapısında kapu halkı ya da halkın karşısında yer alan eşkıya
olmuşlardır. 12
İncelenen defterde, sadece Anadolu’da vuku bulan 46 eşkıyalık olayından 10 tanesi suhteler tarafından
gerçekleştirilmiştir. Şekil 4’e bakıldığında suhtelerin eşkıyalık faaliyetlerinin %22’lik kısmını oluşturduğu
görülmektedir. Olayların meydana geldiği yerlere bakıldığında çoğunluk Anadolu’nun batısında ve kıyı
kesimlerde kümelenmiştir. Ankara’da 2, İzmit’te 2, Isparta’da 2, Amasya’da 2, Samsun’da 1 ve Antalya’da 1
tane suhteler tarafından yapılan eşkıyalık olayı vardır. Anadolu’nun doğusunda eşkıyalık faaliyetleri az olduğu
gibi suhte eşkıyalığı hiç yoktur. Fakat bu Anadolu’nun doğusunda hiç suhte isyanı olmamış anlamına
gelmemektedir. Medreselerin olduğu yerlerde eşkıyalığa başlayan suhteler, zamanla kendilerini tehdit altında
hissettiklerinde eşkıyalık yapabilecekleri uygun bölgelere gidip eşkıyalık faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Aşiret sözcüğü genellikle göçebe yaşayan topluluklar için kullanılmıştır. Osmanlı belgelerinde konargöçer ya da yörük olarak kayıtlara geçen unsurlar, boy, (kabile, taife), aşiret, cemaat, oymak, mahalle, oba (aile)
olarak bölümlere ayrılmıştır. 13 İncelenen defterdeki hükümlerde de taife, aşiret, Türkmen şeklinde
isimlendirilmişlerdir. Çalışmada tüm bu unsurlar genel olarak aşiret eşkıyalığı başlığı altında toplanmıştır.
Dışa kapalı bir iktisadi yaşam süren aşiretler, eşkıyalık faaliyetlerinin dışında kalamamışlar, yerleşik halka
maddi manevi zarar vermişlerdir. Defterde 4 tane aşiret eşkıyalığı yer almaktadır. Yüzdelik dilime bakıldığında
% 9’luk bir kısmı aşiret eşkıyalığı oluşturmaktadır. Olayların meydana geldiği yerler incelendiğinde çoğunluk
Anadolu’nun doğu kesiminde kümelenmiştir. Bursa’da tophânede çalışan taifenin itaat etmemesi karışıklığa
neden olmuştur. 14 Erzurum’da Kaçınlu taifesinin 70-80 kişiyle grup oluşturup eşkıyalık yaptıkları,15
Diyarbakır’da aşiretlerin Kürd taifesinin arasına girip vergileri ödememekte direnerek fesadlık ettikleri, 16
Malatya’da Çepni Türkmenlerinin halka zarar verdikleri 17 şeklinde aşiret eşkıyalıkları yaşanmıştır.
Hiçbir aşirete, hiçbir topluluğa bağlı olmayan, bir görevi bulunmayan, varsa da görevinden ayrılmış olan,
herhangi bir sıfatı olmayan münferit veya organize olarak eşkıyalık yapanların ferdî eşkıya olarak
isimlendirilmesi uygun bulunmuştur. İncelediğimiz defterde 7 tane ferdî eşkıyalık yer almaktadır. Yüzdelik
dilime bakıldığında %15’lik bir kısmı ferdî eşkıyalıklar oluşturmaktadır. Meydana geldiği yerlere bakıldığında
8
Metin Kunt, Sancaktan Eyalete 1550-1650 Arasında Osmanlı Ümerası ve İl İdaresi, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1978,
s. 105.
9
BOA (Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi) Mühimme Defteri (A.DVNS. MHM. d) MD 22, H.981/M. 1573, Hüküm No: 29,
s. 11.
10
BOA, MD 22, Hüküm No: 551, s. 280.
11
BOA, MD 22, Hüküm No: 678, s. 342.
12
Yunus Koç, “Osmanlıda Toplumsal Dinamizmden Celali İsyanlarına Giden Yol ya da İki Belgeye Tek Yorum”, Bilig, İstanbul
2005, S. 35, s.229-245.
13
Yusuf Halaçoğlu, “Aşiret”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 4, İstanbul 1991, s. 9.
14
BOA, MD 22, Hüküm No: 166, s. a80.
15
BOA, MD 22, Hüküm No: 607, s. 307.
16
BOA, MD 22, Hüküm No: 680, s. 343.
17
BOA, MD 22, Hüküm No: 495, s. 253.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
89
ANADOLU’DAKİ EŞKIYALIK FAALİYETLERİNE DAİR BİR İSTATİSTİK
(22 NUMARALI MÜHİMME DEFTERİ IŞIĞINDA)
olaylar Anadolu’nun batı, kuzeybatı ve kuzey kesimlerinde kümelenmişlerdir. Balıkesir, 18 Bursa, 19 Çanakkale, 20
Kayseri, 21 Antalya, 22 Amasya 23 ve Muğla’da 24 ferdî eşkıyalık olayları yaşanmıştır.
1.4.Anadolu’daki Eşkıyalara Verilen Cezaların Dağılımı
Kürek Cezası
Sürgün Cezası
Hapis Cezası
Diğer
20%
11%
67%
2%
Şekil 5- 22 Numaralı Mühimme Defteri’ne göre Anadolu’daki eşkıyalık faaliyetlerine verilen cezaların dağılımı
(H.981/M.1573)
Figure 5- Distribution of punishments for banditry activities according to Mühimme Record Numbered 22 in
Anatolia (H.981/M. 1573)
Tarihteki her devlet gibi Osmanlı Devleti de kurmuş olduğu düzene, asayişe, halkının can ve mal
güvenliğine ters düşen faaliyetlerde bulunan kişileri cezalandırmış ve bu cezanın şekli değişiklik göstermiştir.
İncelenen defterde eşkıyalık suçuna verilen cezalar, kürek cezası, sürgün ve hapis cezalarıdır. Diğer cezalar
olarak belirttiğimiz ise sonuçlanmayan, beklemede olan, hala araştırılan eşkıyalık faaliyetleridir ki büyük
ihtimalle bunlar bu bekleme sırasında nezaret amacıyla ek hapis cezası verilen kişileri kapsamaktadır.
Osmanlı kanunnamelerinde eşkıyalık suçunu işleyenlere verilen cezalar, İslam hukukundaki cezalar ile
benzerdir. 25 Osmanlı kanunnamelerinde eşkıyalık suçuna verilen ve devletin de işine yarayan ceza, kürek
cezasıdır. Bu ceza ile donanmanın kürekçi ihtiyacını karşılamak amaçlanmıştır. 26 Suçluların araştırılması
kazaskerlerin görevi olurken cezaların kürek cezasına dönüştürülmesi hükümdarın yetkisi olmuştur. 27 İncelenen
defterde Anadolu’yu kapsayan hükümlerde 9 adet kürek cezası vardır ve %20’lik bir kısmı oluşturmaktadır. Bu
ceza genellikle gruplara, suhtelere ve aşiretlere verilmiştir.
Sürgün cezası verilerek eşkıyalık faaliyetlerinde bulunan kişi ya da kişilerin, bulundukları suç
mahallinden uzaklaştırılması ve örgütlenmişler ise bu gruptaki kişilerin farklı yerlere gönderilerek grubun
dağıtılması amaçlanmıştır. 1571’den sonraki yıllarda sürgünler genellikle Kıbrıs’a yapılmıştır. Halil İnalcık’a
göre sürgünlerin Kıbrıs’a yapılmasındaki amaç burayı şenlendirmektir. Şekil 5 incelendiğinde, sürgün cezası
%11’lik bir dilimi kapsamaktadır. Toplam sürgün cezası 5’tir. Bunlardan 4’ü grup eşkıyasıdır. Hepsi de Kıbrıs’a
sürgün edilmiştir.
Eşkıyalık faaliyeti içerisinde olan kişi ya da kişilerin yargılanması sonrasında kadı tarafından infazı
yasak olduğundan, mahkemenin kararı İstanbul’a gönderilmiş, merkezden gelecek cevaba göre hareket
edilmiştir. 28 Cevabın gelecek olduğu süre zarfında eşkıyalar hapiste tutulmuşlardır. İncelenen defterde Anadolu
coğrafyası için yazılan hükümlerde sadece 1 tane hapis cezası vardır ve %2’lik bir dilimi kapsamaktadır. 29
18
BOA, MD 22, Hüküm No: 507, s. 260.
BOA, MD 22, Hüküm No: 191, s. 92.
20
BOA, MD 22, Hüküm No: 526, s. 269.
21
BOA, MD 22, Hüküm No: 442, s. 230.
22
BOA, MD 22, Hüküm No: 343, s. 178.
23
BOA, MD 22, Hüküm No: 23, s. 9.
24
BOA, MD 22, Hüküm No: 40, s. 16.
25
Esra Yakut, “Osmanlı Hukukunda Bir Suç Olarak Eşkıyalık ve Cezalandırılması”, Kekebiç, İstanbul 2012, S. 33, s. 21-34.
26
Esra Yakut, Osmanlı Hukukunda Tazir Cezaları, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2011, s. 183.
27
Mehmet İpşirli, “XVI. Yüzyılın II. Yarısında Kürek Cezası İle İlgili Hükümler”, İstanbul Üniversitesi Tarih Enstitüsü Dergisi,
İstanbul 1982, S. 12, s. 203-248.
28
Yunus Koç, Murat Tuğluca, “Klasik Dönem Osmanlı Ceza Hukukunda Yargılama ve Toplumsal Yapı”, Türk Hukuk Tarihi
Araştırmaları Dergisi, İstanbul 2006, S. 2, s. 7-24.
29
BOA, MD 22, Hüküm No: 577, s. 292.
19
90
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
TESLİME ATA
Osmanlı ceza hukukunda eşkıyalık yapan kişiye verilen en ağır ceza, İslam hukukunda da uygulanan
ölüm cezasıdır. İncelenen defterdeki hükümlerde siyaseten katl olarak geçen bu ceza vardır, fakat çalışmanın
coğrafi sınırı olan Anadolu sınırları içerisinde geçen cezalarda yoktur.
Hem Osmanlı hukukunda hem de İslam hukukunda eşkıyalık suçuna ceza verilmesindeki amaç, suçlu
ve suça meyilli kişileri caydırmak olmuştur. Eğer yemin ederlerse kefil gösterirlerse nezr 30 öderlerse serbest
bırakılmışlardır. Fakat suçu tekrar işlerler ise daha ağır bir cezaya çarptırılmışlardır.
SONUÇ
Tarihin her döneminde iktidarlar için iç güvenliğin sağlanamaması temel sorunlardan biri olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin değişen sosyal, siyasi, iktisadi düzeni her kesimden insanı etkilemiş ve bunun sonucunda
oluşan buhran çok büyük bir kargaşaya dönüşmüştür. Osmanlı Anadolusu’nda farklı kesimlerden kişiler
eşkıyalık faaliyetlerinde aktif bir rol oynamıştır. Fakat devlete karşı, isyan amaçlı ciddî bir faaliyette
bulunulmamıştır. Genellikle kişisel amaç ve menfaatlere yönelik eşkıyalık faaliyetlerinde yer almışlardır.
1573 yılında eşkıyalar, Anadolu coğrafyasının batı ve sahil kesimlerinde, tam da verimli, işlek, iklimi
yumuşak yerlerde kümelenmişlerdir. Buralarda faaliyetlerini daha rahat sürdürmüşlerdir. Mayıs, haziran,
temmuz, ağustos ve eylül aylarında tarım alanları daha verimli, yollar açık, barınacak alanlar daha elverişlidir.
Eşkıyalık faaliyetlerinde suhteler, leventler, devlet görevlileri, aşiretler gibi unsurlar rol oynamıştır.
Bozulan düzenden dolayı hem etkilenmişler hem de etkilemişlerdir. Payitahta giden her şikâyette iktidar hüküm
yazıp önlem almaya çalışmıştır. Fakat o yıllarda devlet de zor durumdadır. Doğuda ve batıda uzun süren
savaşlar, savaş zamanındaki asayiş boşluğu, iktisadî sıkıntılardan dolayı olaylar daha da artmıştır.
Osmanlı ordusu seferde iken eşkıyalık faaliyetlerinin arttığı, kervanlara, yolculara saldırıp can ve
mallarına zarar verdikleri görülmektedir. Seferden dönen, çeşitli nedenlerle görevine son verilen kesim, askerî
birikimlerini halka zulmederek göstermişlerdir. Eşkıyalık suçunu işleyen kişinin cezalandırılması yanında suça
göz yuman devlet görevlileri de ceza almıştır.
Osmanlı Devleti için düzeninin devamlılığı, toplumun huzuru, refahı, can ve mal güvenliğinin
sağlanması temel amaç olmuştur. Osmanlı Devleti, eşkıyalık faaliyetlerini önlemeye yönelik çeşitli tedbirler
almıştır. Düzenin tekrar sağlanması için de eşkıyalık yapan kişi ya da kişiler cezalandırılmıştır. Bu cezalar,
eşkıyaların yargılandıktan sonra gereğinin yapılması şeklinde olmuştur. Fakat eşkıyalık faaliyetlerine verilen
hiçbir ceza caydırıcı olmamış, ilerleyen yıllarda eşkıyalık olayları daha da yaygınlaşmış ve toplumu çıkmaza
sokarak 1600’lere “Büyük Kaçgun” olarak damgasını vurmuştur.
KAYNAKÇA
Arşiv Kaynakları
BOA (Başbakanlık Osmanlı Arşivi), 22 Numaralı Mühimme Defteri.
Araştırma ve İncelemeler
AĞAOĞLU, Ali, ÇİLDAM, Selma, Bandırma Şehrinde Suçlar 2006-2008: Coğrafi Bir Yaklaşım, Balıkesir
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19 (35), ss. 19-53.
AKDAĞ, Mustafa, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celali İsyanları, Barış Yayınevi, Ankara 1999.
ERDOĞAN, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1998.
HALAÇOĞLU, Yusuf, “Aşiret”, DİA, C. 4, İstanbul 1991, ss. 9.
İLGÜREL, Mücteba, “Osmanlılarda Eşkıyalık Hareketleri”, DİA, C. 7, İstanbul 1995, ss. 466-469.
İPŞİRLİ, Mehmet, “XVI. Yüzyılın II. Yarısında Kürek Cezası İle İlgili Hükümler”, İstanbul Üniversitesi Tarih
Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1982, S. 12, ss. 203-248.
KOÇ, Yunus, “Osmanlı Toplumsal Dinamizmden Celali İsyanlarına Giden Yol ya da İki Belgeye Tek Yorum”,
Bilig, İstanbul 2005, S. 35, ss. 229-245.
Ahmet Özel, “Adak”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 1, İstanbul 1988, s. 337-340. Nezr: İmam Şâfiî, kasten
yaralama suçunda ödemesi gereken diyeti nezr diye adlandırmıştır.
30
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
91
ANADOLU’DAKİ EŞKIYALIK FAALİYETLERİNE DAİR BİR İSTATİSTİK
(22 NUMARALI MÜHİMME DEFTERİ IŞIĞINDA)
KOÇ, Yunus, TUĞLUCA, Murat, “Klasik Dönem Osmanlı Ceza Hukukunda Yargılama ve Toplumsal Yapı”,
Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları Dergisi, İstanbul 2006, S. 2, ss. 7-24.
KUNT, Metin, Sancaktan Eyalete 1550-1650 Arasında Osmanlı Ümerası ve İl İdaresi, Boğaziçi Üniversitesi
Yayınları, İstanbul 1978.
SEVİNÇ, Necdet, Osmanlı’nın Yükselişi ve çöküşü, Burak Yayınevi, İstanbul 1991.
TEMURÇİN, Kadir, Suç Coğrafyası: Göreli Kavramlaştırmadan Mekansal Yorumlamaya, Sosyal Coğrafya, Edt.
Nurettin Özgen, Pegem Akademi Yayınları, Ankara 2018, ss. 419-447.
YAKUT, Esra, “Osmanlı Hukukunda Bir Suç Olarak Eşkıyalık ve Cezalandırılması”, Kekebiç, İstanbul 2012, S.
33, ss. 21-34.
YAKUT, Esra, Osmanlı Hukukunda Tazir Cezaları, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2011.
92
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
Cilt/Volume 3, Sayı/Issue 5, Ocak /January 2021, ss. 93-108.
Geliş Tarihi–Received Date: 24.10.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 20.01.2021
ARAŞTIRMA MAKALESİ – RESEARCH ARTICLE
TAŞKENT ÖZBEKLERİNİN KIYAFET KÜLTÜRÜNDE GİYSİNİN KORUMA İŞLEVİNE İLİŞKİN
DÜŞÜNCELER
GÜLÇEHRA ZUNUNOVA
ÖZ
Makalede, Taşkent Özbeklerinde giysilerin koruyucu işlevleriyle ilgili inançlar incelenmekte ve onların
törensel ritüel senaryolarında koruyucu özelliklerinin derin anlambilimi ortaya konulmaktadır. Kostümün
koruyucu işlevlerinin sihir, fetişizm ve diğer din biçimlerine dayanan heterojen fenomenleri kapsadığı, yani
İslamî ve İslamî olmayan gelenekleri birleştirdiğine işaret edilmektedir.
Bir zamanlar ritüel düzlemde olan giyim kuşam zamanla büyülü ve koruyucu bir anlam kazanmıştır. Bu
bağlamda Özbek giysileri üzerine birçok çalışmaların yapıldığını söylemeliyiz. Ancak, apotropik bir fon katmanı
bağlamında giysilerin özel olarak tahsis edilmediği de bilinmektedir. Yaşam döngüsünün ritüelleri çok yönlü
efsaneye sahiptir - ritüel simgesellik önemli gelenekler olarak korunmaktadır. Muska (apotropi) kültürel
evrensellerden biri olup, çok yönlüdür ve etnik kültürlerin geleneksel yaşamının farklı yönleriyle ilişkilidir.
Makalede apotropinin ilginç vektörü ele alınmakta, yani giyim ve onun detayları "bir kişiye ve onun yarattığı
kültürel alana tehdit oluşturan çeşitli zararlı nesnelere yöneliktir". Kılık kıyafetteki detaylar, bireyleri ve onların
yarattığı kültürel yapıyı tehdit eden zararlı simgelerden oluşmaktadır. Ulaşılan etnografik materyaller, geleneksel
kıyafetlerle ilgili toplumsal görüşlerin canlılığını göstermektedir. Taşkent mahallelerinde meskun Özbekler
arasından toplanan yazarın hem yayınlanmış hem de yayınlanmamış etnografik materyalleri kaynak olarak
kullanılmaktadır. Karşılaştırma için Özbek bilim adamlarının yayınlarına başvurulmaktadır. Sembolizm, yani
simgesellik derecesinin, giysilerin sıralamasının yanı sıra bir tılsımın işlevleriyle donatılmasının yirminci
yüzyılın başında daha büyük ölçüde ortaya çıktığı, bugün Özbekistan'ın başkentinin mahallelerinde yaşayan
çoğu insanın sembollerin anlamını açıklayamadığı ve modern yaşamın geleneklerde kendi ayarlamalarını yaptığı
belirtilmelidir. Ancak, yine de, ritüel kıyafetlerin sembolizmi veya etnik özgüllüğü bir derece koruduğu söz
konusudur.
Taşkent'teki Özbeklerin inançlarıyla ilişkili olarak sunulan malzemeler, makalenin yazarı tarafından
Taşkent mahallelerinin yaşlı sakinlerinin yanı sıra ritüellerde önderlik yapan kişiler (“atinayi”), sihirbazlar ve
merhumu yıkayan özel meslek sahipleri (“gassal”) ile yapılan birçok röportajlarda elde edilen bilgilere
dayanıldığını vurgulamak gerekir. Nitekim, geleneksel inançlara göre, üzerinde taşıdığı herhangi bir kişinin
vücuduna doğrudan bitişik olan kıyafetler sahibinin ayrılmaz bir parçasıdır, onunla tanımlanır ve onun gibi olur.
Bu da giyim kuşamın topluluğu korumayı amaçlayan inançla ilişkili olduğundan ileri gelmektedir.
Anahtar Kelimeler: Taşkent, Özbek, İnanç, Giyim-Kuşam, Gelenekler.
THE THOUGHTS RELATING TO THE PROTECTION FUNCTIONS OF THE DRESS
IN THE CLOTHING CULTURE OF TASHKENT UZBEKS
ABSTRACT
The article examines the beliefs of Uzbeks in Tashkent related to the protective functions of clothing and
reveals the deep semantics of its protective properties in ceremonial ritual scenarios. It is shown that the
protective functions of the suit cover heterogeneous phenomena rooted in magic, fetishism and other forms of
religion, i.e. combine both non-Islamic and Islamic traditions.
It is noted that the costume, once in the ritual plane, is endowed with a magical and protective meaning.
The topic of Uzbek clothing represents a large layer of publications. But works where clothing in the context of
an apotropic layer of funds is not specially allocated. The rites of the life cycle have a very multifaceted mythritual symbolism, one of the important links of which is protection. The amulet (apotropy) is one of the cultural
TAŞKENT ÖZBEKLERİNİN KIYAFET KÜLTÜRÜNDE GİYSİNİN KORUMA İŞLEVİNE İLİŞKİN
DÜŞÜNCELER
universals. It is multifaceted and associated with different aspects of the traditional life of ethnic cultures. The
article will consider the "disgusting vector of apotropy", i.e. clothing and its details, aimed "at various harmful
objects that pose a threat to a person and the cultural space created by him."
The accumulated ethnographic materials show the vitality of folk ideas associated with ritual clothing.
Both published and unpublished materials of the author, collected among Uzbeks in makhallas (neighboring
community) of Tashkent, will be used as a source. For comparison, publications of Uzbek scientists are used. It
should be noted that the degree of symbolism, the ranking of clothing, as well as the endowment of it with the
functions of a talisman, was manifested to a greater extent at the beginning of the twentieth century, today most
people living in the makhallas of the capital of Uzbekistan cannot explain the meaning of symbols, and modern
life has made its own adjustments in rituals. But, nevertheless, the symbolism or ethnic specificity of ritual
clothing remains.
Explanatory models of manipulations and the meaning of symbols presented in the beliefs of Uzbeks in
Tashkent were obtained by the author of the article in an interview with the older generation of residents of the
Tashkent mahalla, as well as leaders of rituals (“atinayi”), witches, and washers of the deceased (“gassal”).
Clothes that are directly adjacent to a person's body, in popular beliefs, are an integral part of their wearer, are
identified with him, and become like him, which is reflected in a number of beliefs aimed at protecting their
community.
Keywords: Tashkent, Uzbeks, Beliefs, Clothing, Ritual.
GİRİŞ
İnsanlığın tartışılmaz değerleri olan nezaket, birbirine değer verme, eski kuşağa duyulan saygı, kendini ve
sevdiklerini koruma arzusu, eski çağlardan beri Özbek Türklerinin doğasında var olmuştur. Bu, yeni evlilere, bir
kişinin doğumuna ve ölümüne bakmayı amaçlayan çeşitli törenlerle donatılmış yaşam döngüsünün ritüelleriyle
kendi ifadesini bulmaktadır. Bunun parlak örneklerini Özbeklerin, özellikle, mahalle hayatını yaşayan Özbek
toplumunun giyim kuşamla ilişkili çeşitli gelenek ve göreneklerinde gözlemleyebiliriz.
Makalede, törensel ritüel senaryolarında giysilerin koruyucu özelliklerinin derin anlamı üzerinde
durulacaktır. Giysinin koruyucu işlevlerinin sihir, fetişizm ve diğer din biçimlerinden kaynaklanan heterojen
olayları kapsadığını ve orijinal inançların doğaüstü güçlere olan inançta birleştirildiği ve bunların birer “bezek”,
“süs” olarak insan bedenini süslediği anlatılacaktır.
Metodolojik olarak, kültürü bir anlamlar ağı olarak gören K. Girtz’in dediği gibi 1 malzemeyi ve anlamlar
arayışını içeren analizlerle anlam arayışını içeren bir girişimde bulunmayı hedeflemekteyiz. Nitekim, burada
“Kültür taşıyıcılarının bilinci ile bilimsel topluluğun dünya görüşü arasında bir bağlantı kurma” ve “popüler
tanım” oluşturulması 2 söz konusudur.
Özbeklerin giyim kuşam kültürü üzerine Sovyetler döneminde epey çalışmalar yapılmıştır 3. Ancak bu
konu çalışılırken kıyafetlerin taşıdığı simgesel yönlerine fazla değinilmemiştir. 20. yüzyılın 90’lı yıllarında
birçok Özbekistanlı bilim adamlarının Özbek toplumunun giyim kuşamıyla ilişkili bir kaç çalışmaları
yayınlamışlardır 4. Bu tür çalışmalarda da kıyafetler üzerine genel görüşleri bildirmekle yetinilmiş, her giysinin
1
K. Girts, Interpretatsiya kul'tur, Moskva ROSPEN 2004.
V.N. Kil'keyev, Teoretiko-metodologicheskiye printsipy kul'turnoy antropologii Klifforda Girtsa, Dis. ... kand. filos. nauk, Smolensk 2009
// https://www.dissercat.com/content/teoretiko-metodologicheskie-printsipy-kulturnoi-antropologii-klifforda-girtsa (20 Haziran 2020
tarihinde yararlanılmıştır ).
3
O.A. Sukhareva, “Drevniye cherty v formakh golovnykh uborov narodov Sredney Azii”, Sredneaziatskiy etnograficheskiy sbornik, M.,
1954, Vyp. 1, s. 299-353; O.A. Sukhareva, Opyt analiza pokroyev traditsionnoy «tunikoobraznoy» sredneaziatskoy odezhdy v plane ikh
istorii v evolyutsii (Istoriko-etnograficheskiye ocherki), M., 1979, s. 77-102; O.A. Sukhareva, Istoriya sredneaziatskogo kostyuma.
Samarkand (2-ya polovina XIX – nachalo XX v.), M., 1982; R.Y. Rassudova, “Sravnitel'naya kharakteristika muzhskoy odezhdy naseleniya
Fergano-Tashkentskogo regiona (XIX – XX vv.)”, Traditsionnaya odezhda narodov Sredney Azii i Kazakhstana, M., 1989; B. X.
Karmysheva, “Arkhaicheskaya simvolika v pogrebal'no-pominal'noy obryadnosti uzbekov Fergany”, Drevniye obryady verovaniya i kul'ty
narodov Sredney Azii Istoriko-etnograficheskiye ocherki, M., Nauka 1986; M.A. Bikzhanova, “Odezhda uzbechek Tashkenta kontsa XIX –
nachala XX v.”, Kostyum narodov Sredney Azii (Istoriko-etnograficheskiye ocherki), M., 1979; M. Ruziyeva, “Posmertnaya i traurnaya
odezhda uzbekov g. Tashkenta”, Kostyum narodov Sredney Azii (Istoriko-etnograficheskiye ocherki), M., 1979, s. 169-174; KH. Ismoilov,
An"anaviy ŭzbek kiyimlari, Toshkent 1979; K.SH. Shaniyazov, Kh. Ismoilov, Etnograficheskiye ocherki material'noy kul'tury kontsa XIX –
nachala XX v., Tashkent 1981.
4
M.Y. Ibragimova, Traditsionnaya odezhda i ukrasheniya naseleniya Surkhandar'inskogo oazisa (konets XIX – nachalo XX vv.), Avtoreferat
na soiskaniye uchenoy stepeni kandidata istorichekikh nauk, Tashkent 2004; S.T. Davlatova, Qashqadaryo milliy kiyimlari: an’anaviylik va
zamonaviylik, Toshkent, Yangi asr avlodi 2006; SH.K. Nurullayeva, Traditsionnaya odezhda odezhda uzbekov Khorezmskogo oazisa (konets
XIX – pervaya polovina XX veka). Avtoreferat dissertatsii na soiskaniye uchenoy stepeni kandidata istoricheskikh nauk, Tashkent 2011; G.
SH. Zununova, M01aterial'naya kul'tura uzbekov Tashkenta: transformatsiya traditsiy (XX – nachalo XXI vv.), Tashkent, 2013
2
94
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
GÜLÇEHRA ZUNUNOVA
kendine özgü yönleri, özellikle, törensel kıyafetler ve onlarla ilişkili simgesel yönler üzerine fazla
değinilmemiştir. Bazı çalışmalarda Özbek giysilerinin bu yanı üzerine durulduğu, giysiler ve onun yedeklerinin
semantik anlamı üzerine çalışıldığı görülürse de ancak bu tür çalışmaların da fazla içerikli olmadığı
anlaşılmaktadır 5. Yabancı yazarlardan biri O.V. Gorşunova’nın Özbek kadın giysilerine adanan çalışmasının
“Dış görünüm” başlıklı üçüncü bölümünde Özbek geleneksel kıyafetleri üzerine bilgiler sunulduğu ancak bir tür
genelleme yapıldığını belirtmeliyiz 6.
İnsanların yaşam tarzında çeşitli törenler, gelenek ve görenekler ağırlık kazandığı gibi onların hayatında
kullandıkları her çeşit eşyada çok yönlü mitolojik simgeler özellik taşıyarak onların koruyucu bir vasfa sahip
olduğuna inanılır. Muska (apotropi) – çok yaygın olan bir kültürel simgedir. O, çok yönlü anlam taşımakta ve
geleneksel hayattaki etnik kültürün çeşitli yönleriyle bağlanmaktadır. Makalede “muska (apotropi)nin iğrenç
yönleri” 7üzerine, yani giysi ve onun detaylarının insan yaşamı boyunca “insanlara ve onların kurdukları kültürel
ortama tehlike doğuracak çeşitli zararlı objeler” olduğu üzerine de durulacaktır.
Özbek toplumu arasından toplanan etnografik malzemelerden anlaşıldığı gibi, giyim kuşamlarla ilişkili
geleneklerin uzun ömürlü olması, ölümsüzleşmesi onların törensel ve ritüelli yönlerinin bulunmasına bağlıdır.
Çalışmamızda kaynak olarak Özbekistan’ın başkenti Taşkent şehrindeki mahallelerde yaşayan Özbek toplumu
arasından toplanan etnografik bilgilere başvurulmaktadır. Bu tür malzemelerin pek çoğu makalenin yazarı
tarafından bugüne kadar yayımlanan veya hala yayımlanma aşamasında olan etnografik malzemelerden
oluşmaktadır. Bunun yanı sıra, Özbekistanlı bilim adamları tarafından şimdiye kadar yayımlanan görüşler,
özellikle giysi ve onun detaylarının doğaüstü koruyucu vasfı üzerine bildirilen düşünceler üzerine durularak
onlarla karşılaştırma yapmaya çalışılacaktır.
Burada vurgulamak gereken husus, toplumun çeşitli katmanlarıyla ilişkili giysiler ve onlarla bağlantılı
simgelerin koruyucu yanı 20. yüzyılın başlarında yürütülen etnografik çalışmalarda belirtilmiş olup, bugünlerde
Özbekistan’ın başkentindeki mahallelerde yaşayan toplumun çoğunluğu giysilerin bu tür simgesel yönlerini
anlamamakta, epeydir unuttuğu söz konusudur. Ancak törensel giysilerin etnik özelliği hala korunduğu
anlaşılmaktadır. Şunu da belirtmek gerekir ki, giysilerde bulunan nakışlar ve onların simgesel anlamıyla ilişkili
bilgilerin çoğu Taşkent mahallelerinde yaşayan yaşlı insanlardan, özellikle, törenlerin gerçekleştirilmesinde
öncülük yapan kadın hademeler “Atin-ayi” ve ölüyü yıkamakla görevli “Gassal”lardan bizzat makalenin yazarı
tarafından derlenen bilgilerden oluşmaktadır. Anlaşılacağı üzere, giysi insan vucuduyla doğrudan doğru ilişkili
olmuş, onun taşıyıcısıyla bağlantılı olarak toplum arasında birçok inançların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Çoğu
zaman giysi onun sahibin ayrılmaz bir parçası olarak algılanmış, bununla ilişkili pek çok gelenekler ortaya
çıkmıştır.
Peki, giyim kuşamın ne gibi şartlar altında insanı koruyan vasıflara sahip olduğu görüşü ortaya çıkmış ve
insanların törensel hayatında böyle bir ritüelli yer edinmiştir?
1. Ruhların bulunduğu bir kap yer ve koruyucu bir kabuk olarak giyim
Taşkent şehrindeki mahalle sakinlerinin belirttiği gibi, birer adamın giysisi veya onun kumaşı diğer bir
adama verilirken onunla birlikte giysi sahibinin özellikleri de giysiyi alacak adama geçecektir. Buna birer örnek
olarak “çille köynek” (çille gömlek) ile ilişkili düşünceleri 8 gözden geçirmek istiyoruz. “Çille köynek” kötü
ruhlardan koruyan bir vasıfa sahip olduğuna inanılmakta ve Özbek ailelerinde yeni doğmuş bebeğe bu giysinin
giydirilmesi onun “çille günlerinde, yanı ilk kırk gününde sağlığının korunmasını sağladığı görüşü pek
yaygındır. Bebeğin “çille” (kırk) günleri Taşkent Özbeklerinde birer geçiş dönemi olarak algılanır ve onun
sağlıklı olarak yetişmesi için “çille köynek” töreni gerçekleştirilir 9. Bu törenle ilişkili belirli bir kurallar
bulunmaktadır: “çille köynek” güneşin çıktığı vakitte dışarıda bırakılmaması gerekir; kötü ruhlar gömlek
aracılığıyla bebeğe bulaşabilir. “Çille gömlek” 40 gününü doldurmuş bebeğe giydirilmemelidir; eğer böyle
yapılırsa kötü ruhlar bebeğe zarar verebilirler, yanı “çille basadı” (çille basacaktır).
Burada halk inancına göre “çille” deyimine herhangi bir zararlı olağanüstü varlık olarak bakıldığını da
vurgulamak gerekir. Bu konu G.P. Snesarev’in Özbek gelenekleri üzerine yayımladığı çalışmalarda epey
incelenmiştir 10. Bazı Özbek ailelerinde kırk günlük bebeğin üzerindeki gömleği 40 günden sonra çıkartılarak
köpeğe giydirildiği, ondan sonra da “çille gömlek” yeni bebek doğumuna kadar saklandığı gibi bir gelenek
5
G. SH. Zununova, Material'naya kul'tura uzbekov Tashkenta: transformatsiya traditsiy (XX – nachalo XXI vv.), Tashkent, 2013.
O.V. Gorshunova, Uzbekskaya zhenshchina. Sotsial'nyy status, sem'ya, religiya. Po materialam Ferganskoy doliny, Moskva 2006.
7
V.I. Dynin, Oberezhnye funkcii zhilishcha i odezhdy v russkoj narodnoj kul'ture XIX–XX vekov, Filo Ariadne 2018, № 2,
http://filoariadne.esrae.ru/pdf/2018/2/216.pdf (Müracaat edildiği tarih: 20.08.20).
8
Çille – Farsça çil, çihil («kırk») sözcüğünden türetilmiş, çeşitli törenlerde bu deyim kullanılarak bebeğin, gelinin, merhumun ilk kırk
günlerini ifade etmeye başlamıştır (S.S. Gubayeva, “Initsiatsionnyye obryady v pogrebal'no – pominal'nom obryade), Etnograficheskoye
Obozreniye, №6, 2005; L.A. Chvyr', “Tri «chilla» u tadzhikov”, Etnografiya Tadzhikistana. Sbornik statey, Dushanbe 1985).
9
L.A. Chvyr', “Tri «chilla» u tadzhikov”.., s.7.
10
G.P. Snesarev, Relikty do musul'manskikh verovaniy u uzbekov Khorezma, M., 1969, s. 127.
6
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
95
TAŞKENT ÖZBEKLERİNİN KIYAFET KÜLTÜRÜNDE GİYSİNİN KORUMA İŞLEVİNE İLİŞKİN
DÜŞÜNCELER
bulunmaktadır. Bu tür gömleğin köpeğe giydirilmesi törensel olarak bebeği “temiz olmayan güçlerden
arındırmak amacını taşımaktadır. Toplum arasında korunan bu inanç, görünüşten Zerdüştî geleneklerle ilişkili
olup, köpeğe uğur getiren canlı olarak bakılması ve onun birer temizleyici güce sahip olduğu düşüncesiyle
bağlantılı olmalıdır. Bu inanca göre, “köpekler kendi bakışlarıyla şeytanları kovarak onların ölüye yaklaşmasının
önler, o yüzden köpeklerden pek çok temizleyici ayinlerde ve ölü gömme ve ölüyü anma törenlerinde
yararlanılmıştır ….» 11.
Nitekim “çille gömlek” bebeğin tedavisinde de kullanılmıştır. Bu konuda Taşkent mahallelerinden birinde
etnografik saha çalışması sürdürürken ilginç bilgilere denk gelinmiştir. Enformasyoncuların vurguladıklarına
göre, eğer bebek ilk kırk günlerinde hastalanırsa ve kilo almadıysa gömlek kuru buğday taneleriyle doldurularak
sarılmış ve birer nehire veya herhangi bir su kaynağına bırakılmış, gömleğe sarılmış buğday taneleri göğerirken
bebeğin iyileşeceğine inanılmıştır. Eğer bebek çille (kırk) günlerinde ölürse gömlek bir kenara atılmıştır. 12
İnanca göre, “çille gömlek” daha bereketli olması ve “kötü ruhlar”a karşı daha güçlü savunacak duruma
gelmesi için bu tür gömleği yedi adet bebek ard ara taşıması gerekir. Çille gömleği hazırlanırken esas olarak eski
parlak tekstil malzemelerinden yararlanmaya, özellikle, yaşlı insanlardan onlara kadar ulaşan kumaşların
seçilmesine özen gösterilmiştir 13. Bunun yanı sıra, uzun ömür yaşayan yaşlı birisinin yas gününde katılımcılara
dağıtılan kumaşların yeni evlenecek gençlerin evine “payendaz” (halı) olarak döşenmesi uğur getireceğine
inanılmıştır 14.
Burada P.L. Toporkov’ın vurguladığı gibi “yaşlılıkla ilişkili kendine özgü mitoloji” söz
konusudur. 15 Nitekim burada eski yıpranmış eşyaların doğurganlık, canlanma yanı bulunduğuna dair
düşüncelerin izleri yatmaktadır. Yeni giysinin yabancı bedene tehlike doğurabileceği gibi bir gelenek de söz
konusudur. Bu yüzden herhangi bir giysiyi giymeden önce onun baş üzerinden dolaştırılması ve koruyucu söz
olarak algılanan “Bismillah...” kelimesinin söylenmesi öngörülmektedir.
“Çille gömlek”i bebeğin annesi veya babaannesi / anneannesi dikmiştir. Gömleğin yeni (kolu) çoğu
durumlarda dikilmeden bırakılmıştır 16. Buna benzer gelenek Harezm Özbeklerinde de görülür. Taşkentli Özbek
kadınlar gömleğin bu kısımlarının dikilmesi daha sonra doğacak bebeğin olumsuz etkileneceğine veya doğumun
başarılı gerçekleşmeyeceğine inanmaktadırlar. 17 Pamir Taciklerinde gelin beş altı gömlek dikmekle yetinir ve
onların koltuk veya kol kısmını dikişsiz bırakılmakta, böylece, onun çocuk sahip olmasında başarı
sağlanacağına, bu konuda herhangi bir kötü durum olmamasına inanılmaktadır 18.
Özbek topluluğunda geleneksel olarak şimdi bile merhumun üzerinde dikilmemiş (veya hafifçe dikilmiş)
kenarları olan bir kefen takılması pek yaygındır 19. Burada sonsuz yaşam döngüsü düşüncesi ve metapsikoz fikir,
ölen kişinin ruhunun yeni doğmuş bir bebeğe göçü hakkındaki düşünce açıkça kendini hissettirmektedir.
Bebeğin ve merhumun fazla dikişleri bulunmayan veya bir kısmının dikişsiz bırakıldığı kıyafetleri yeniden
yerleşim için açık sınırları sembolize etmektedir. Özbek inancına göre, kıyafet birçok etkinliklerde, özellikle
doğum, evlilik ve cenaze törenlerinde, yaşamdaki kritik anları ve dönemleri olumsuz etkileyebilir. Ölen bir
atanın klanın yeni bir üyesine reenkarnasyonu fikri, Horezm’de etnografik çalışmalar sürdüren G.P. Snesarev’in
eserlerinde oldukça derin incelenmiştir. Adı geçen bilim adamı, Horezm Özbekleri cenaze törenleri döngüsünde,
merhumun ruhunun yaşayan insanlara reenkarne edildiğini düşündüren ritüel benzeri bir uygulama
gerçekleştirirler. Yani kısır kadınların küçük mendilleri, kumaş parçalarını ve bazen de bütün maddeyi
merhumun bedeni ile sedyeye fırlattığı görülmüştür. Bu tür ritüel eylemler bedeni terk eden bir ruhun, yeni bir
üyesinde tekrar dünyaya gelmesi için “yakalanmasını” hedefler. Ayrıca kökeni çok eskilere dayanan ilkel bir
düşünce olduğu da söylenebilir 20. Tabut üzerine atılan kumaşın önemi sadece ruhun reenkarnasyonu ile ilgili
değil, aynı zamanda kısırlığa karşı apotropik yani kötülüklerden koruma vektörü olarak da değerlendirilebilir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, kıyafet Özbek toplumunda onu kuşanan insanının ruhuyla yan yanadır. O
yüzden giyim kuşam kararsızlık amili olarak algılanmaktadır. Bir taraftan giysi bereket ve hayrı sergilemekte,
diğer yandan da onun negatif bir etki yapabileceğine inanılmaktadır. Özellikle bir yabancının giysiye
dokunmasıyla negatif etkinin ortaya çıkabileceği iddia edilir. Bu yüzden Taşkentli Özbekler üzerindeki giysiyi
herhangi birisine verdiği takdirde (hediye, pazarlama) bu tür kötü etkiler için önlem almaktadır. Misal elbisenin
11
K. G. Gorb, A.A. Pugachevskiy, “Sobaka v mirovykh religiyakh”, Sobaki i religiya; mify, suyeveriya i magiya /
https://www.setter.dog/stati/2302-sobaki-i-religija-mify-sueverija-magija.html (Время обращения 20.08.2020)
12
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Koş-tut mahallesi. 1996 yılı.
13
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Aklan mahallesi. 1996 yılı.
14
S.T. Davlatova, Qashqadaryo milliy kiyimlari: an’anaviylik va zamonaviylik, Toshkent, Yangi asr avlodi 2006, s. 142.
15
P.L. Toporkov, “Simvolika i ritual'nyye funktsii predmetov material'noy kul'tury”, Etnograficheskoye izucheniye znakovykh sredstv
kul'tury, L., 1989, s.97.
16
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Çukur Köprik mahallesi. 1996, 2014 yılları.
17
M.A. Bikzhanova, “Odezhda uzbechek Tashkenta kontsa XIX – nachala XX v.”.., s.134.
18
T.D. Ravdonikas, Essays on the history of clothing of the population of the North-Western Caucasus, L., 1990, s. 40.
19
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Koş-tut, Çukur Köprik, Semerkant Darvaza mahalleleri. 2009 yılları.
20
G.P. Snesarev, Relikty do musul'manskikh verovaniy u uzbekov Khorezma..., s. 126.
96
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
GÜLÇEHRA ZUNUNOVA
düğmesi kopartılmakta, kül konup konmadığına dikkat edilmekte, ateş üzerinden geçirilmekte vb. 21. O yüzden
yaşlı kesim kendi kıyafetlerinin yabancı birisine verilmesini uğursuzluk saydığı bilinmektedir.
Bütün bunlarla birlikte geleneklerin değişime uğradığı görülmektedir. 20. yüzyılın 80’li yıllarının
ortalarında ve bugünlerde Batı ülkelerinin etkisiyle çeşitli ticarî ilişkilerin artması Özbek gelininin düğünün daha
ilk gününde Batı Avrupa tarzı gelinlik giymeye başladığı görülmektedir. Böyle bir gelinliği taşımak gelin için
düğün gününde katılımcıların önünde onun ailesinin makamını yükseltmektedir ve buna olumlu, hatta prestijli
olarak bakılmaktadır. Ancak bu tür yaklaşım her aile için maddi yönden uygun gelmemekte o yüzden gelinliği
kiralama yaygın bir uygulamadır. Gelinin Batı Avrupa tarzı gelinlikle düğün salonunda bulunması yaşlı kesim
tarafından fazla olumlu karşılanmamakta, o yüzden gelinin tüm düğün gününde değil, sadece tüm konakların
davet edildiği düğün salonunda Avrupa tarzı gelinliği giydiği görülmektedir. Düğün günü diğer etkinliklerde,
örneğin, nikah, gelin selam ve diğerlerinde gelin kendisi için dikilen milli kıyafetleri giyinir. Taşkent
mahallelerinin sakinleri olan yaşlı Özbeklere göre, son on yıllarda Özbek kızlarının “yabancı omuzlu” gömlek
kuşanması onların kaderini olumsuz etkileyebilir 22.
Özbek toplumunda yas kıyafetlerinin de koruyucu bir işlevi vardır. Öncelikle yas tutan insanları belirten ve
yakın zamanda bir gelinin veya yeni doğmuş bir bebeğin ortaya çıktığı ailelere bilgi aktaran törensel kıyafetlerin
giyildiği görülür. Bunun yanı sura, yas yerini ziyaret etmek onlar için bir tabu olduğu da bilinmektedir. Aynı
zamanda yas tutanların özel kıyafetleri giymesi belirli bir tılsım görevini yapmaktadır. Gelenek gereği yıl boyu
cenaze elbisesi değiştirilmeyecektir. Bu, ikili karşıtlıklar ve muhalefetin kirli (daha doğrusu, perişan) - temiz
olmasıyla açıklanabilir. Yenilemenin saflığından kaçınma arzusu, aksi takdirde ölülerin yaşamı onlarla birlikte
alacağı düşünceleriyle açık bir şekilde açıklanmaktadır 23.
Yirminci yüzyılın başında, geleneğe - “irim”e (bir tür geleneksel inançlar mecmuine) göre, törensel cenaze
elbiselerinin etekleri ve kollarına dikiş yapılmamaktadır 24. Bunun temelinde ölüm sonrası kefenin düğümler
halinde dikilmemesi gerektiği inancı yatmaktadır. Böylece ruhun kişiden özgürce uçması sağlanacağına
inanılmaktadır. Bağlı düğüm birer bariyer görevi göreceği düşünülmektedir. Bu durumda, sarılı olmayan yas
kıyafetleri, büyük olasılıkla ölümünden sonra insanının ölümsüzlüğe kavuşmasına yardım edecektir. M.
Payziyeva’nın belirttiği gibi, bu tür elbiseleri merhumun aile üyeleri “kir yuviş” (çamaşır yıkama) törenine kadar
üzerinde taşımaları gerekmektedir 25. Yas tutan bir kişinin, ölüm bağlamında “ölik çille” (ölü çillesi) olarak
adlandırılan kırk günlük bir dönemin kurallarına uyması gerekli olmuştur 26. Taşkent Özbekleri arasında, ölen
kişinin ruhunun bu süre zarfında evin yakınında dolaştığına ve ancak kırk gün sonra evinden ayrılıp anma
günlerinde yine döndüğüne inanılmaktadır 27. Bir yıl sonra, merhumu anma töreni düzenlenmekte, ardından
merhumun yakın akrabaları koyu renkli matem elbiselerini üzerlerinden çıkarılarak normal kıyafetlerine
döndükleri gözetlenmektedir (“ak kiydi” – “beyaz giyme” töreni söz konusudur) 28.
Kıyafetin koruma işlevi, geleneksel kadın düğün kıyafetleri ve gelin kostümü gibi çeşitli detaylarda kendi
ifadesini bulmaktadır. Bu nedenle, Taşkent Özbeklerinin inancına göre, bir elbisenin yaka, etek ucu ve kol gibi
“açıklıkları”, kötü ruhların girişi olarak hizmet edebilecekleri için tehlike ile dolu olduğuna inanılır. Bu nedenle
desenli süslemeler (nakış, kenar) birer muska işlevini yapmaktadır 29. Udmurtların kıyafetlerini inceleyen A.P.
Orlov bu konuda daha içerikli anlatmıştır 30.
19. yüzyılın sonu – 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki geleneksel kıyafetlerde canlı yaratıkların resimlerinin
bulundurulması hemen hemen imkânsızdır. Bu düşünce hem kumaşların çiziminde, hem de nakışta vb.lerde
kendini hissettirmiştir. Burada, kısmen geometrik görünümlü Arap yazısının koruyucu vasıflara sahip olduğu
düşüncesiyle birlikte, bazen süsleme düzeyinde (arabesk) stilize edilmiş çiçek motiflerinin hâkim olduğu söz
konusudur 31. E.Y. Smirnova “Kuran’ın yazıldığı bir Vahiy alameti olan Arap dili, Müslüman dünyasında kutsal
bir dil olarak kendini kabul ettirmiş ve Arap alfabesinin son derece grafiksel olan ana hatları büyülü bir güçle
21
R.YA. Rassudova, “Sravnitel'naya kharakteristika muzhskoy odezhdy naseleniya Fergano-Tashkentskogo regiona (XIX – XX vv.)".., s.
139; Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Koş-tut, Çukur Köprik, Semerkant Darvaza mahalleleri. 2009 yılları.
22
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Semerkant Darvaza mahallesi. 2009 yılı.
23
V. Orlov, Veshniy mir udmurtov (k semantike material’noy kul’tury), Diss…kand.ist.nauk, İjevsk 1999, s. 133.
24
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Yengi Şehir Mahallesi. 1998 yılı; Semerkant Darvaza mahallesi. 2009 yılı.
25
Merhumun defninden sonra ilk 3-5. günler arasında gerçekleştirilen tören. Bu günler arasında bedeninin merhumun tenesinden ayrılmaya
başlaması söz konusudur.
26
Özbeklerde merhumu gömme ve anma ile ilişkili törenler ve bunlarla ilişkili ilk kırk günlerle konusunda bkz. M. Payziyeva,
Traditsionnyye i sovremennyye pokhoronno-pominal'nyye obryady uzbekov (na materialakh g. Tashkenta), Tashkent 2014, s. 108.
27
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Yengi şehir mahallesi, 1998 yılı; Semerkant Darvaza mahallesi. 2009 yılı.
28
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Yengi şehir mahallesi, 1998 yılı
29
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Yengi şehir mahallesi, 1998 yılı; Semerkant Darvaza mahallesi. 2009 yılı.
30
V. Orlov, Veshniy mir udmurtov (k semantike material’noy kul’tury)…, s. 123.
31
SH.M. Shukurov, Iskusstvo srednevekovogo Irana: formirovaniye printsipov izobrazitel'nosti, M.: Nauka, 1989, s. 126.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
97
TAŞKENT ÖZBEKLERİNİN KIYAFET KÜLTÜRÜNDE GİYSİNİN KORUMA İŞLEVİNE İLİŞKİN
DÜŞÜNCELER
donatılmaya başlanmıştır. Herhangi bir nesneye uygulandığında, böyle bir yazı “kutsallaştırılmış” ve o
sıradanlıktan kutsal bir şekilde önemli bir dizi haline getirildiğini” yazmaktadır 32.
2. Kuşak
Özbeklere göre, etkili bir savunma aracı kemerdi. Kemer, birçok kültürde tılsım olarak kullanılmıştır. Bazı
araştırmacılar, kemerin bu anlamını düzenli bir daire, kapalı bir daire şeklindeki biçimiyle ilişkilendirirler 33. P.A.
Orlov, kemerin aynı zamanda bir sınır statüsüne sahip olduğunu ve “kendininkini” “başkasınınkinden” ayırdığını
kaydetmiştir 34. Bu eşleştirme ile ilgili eylemlerde izlenebilir. Örneğin, Özbekistan’ın Kaşkadarya bölgesi
Özbeklerinde korunan geleneğe göre, bir kızla evlenmek istedikleri anda gelin adayının evinin hemen eşiğinde,
kemerleri ve çeşitli düğümleri gevşetip çözdükleri biliniyor 35. Bu şekilde hala yabancıların kalplerini
“yatıştırmanın”, “yumuşatmanın” mümkün olduğuna inanılıyor. Kemer, dış dünyanın istenmeyen etkilerini
içermenin en etkili yolu olarak kabul edilir ve çözülmesinin, gelecekteki akrabaların sihirli koruma çemberine
girmesine izin verilmesine inanılır.
Yeni doğan bebeği beşiğe yerleştiren Taşkent Özbekleri, bu durumda insan vücudunun yapısında sembolik
olarak “üst” ve “alt” arasında ayrım yapan bir tılsım olan bir kemerle sıkıca bağlanacağını ummaktadırlar 36. Bir
bebeğin sımsıkı kundaklama geleneğinin baş / beden anlamlarıyla dikkat çeken karşıtlığı gerçekleştirmesi dikkat
çekicidir. Etnografik literatürde, yeni doğmuş bir bebeğin sıkı kundaklama geleneğinin sembolik yönü, çocuğun
vücudunu “tamamlama” arzusu olarak yorumlanır 37. Aynı zamanda belli bir süre dolmadan, genellikle kırk gün
önce bile bebeğin insanların dünyasına ait olmadığı vurgulanmalıdır 38. Örneğin Tacikler, Kazaklar ve diğer
halkların görüşlerine göre, insan ruhu bir çocuğu ancak kırk gün sonra aşılar 39.
Bunun ışığında, çocuğun ilk giysisinin Farsça adı “ölüden diriliş gömleği” anlamında olan bir tür elbiseyle
tanımlayabiliriz. Çocuk, öteki dünyadan döndüğünde, Farsların “ölülerden diriliş gömleğine büründüğü gibi Orta
Asya halkların da bu tür elbise “it köylek” (köpek gömleği) olarak adlandırılmaktadır 40.
Kemer, bir erkek takımının gerekli bir parçasıdır. Kemerin mitolojisi (belbağ – “bel bandajı”. - G.Z.)
büyük ölçüde insan vücudunun merkezi, ortası - alt sırt, bel ile olan bağlantısı ile belirlenir 41. Burada
muhtemelen dünyanın üç bölümlü bölünmesi hakkında eski Türk kozmolojisinin bir yankısı yatmaktadır. Yani
Eski Türk inancındaki dünyanın üç bölümlü bölünmesi hakkındaki mitlerle bağlantılı düşünceler
gözetlenmektedir 42. Kemerin antroporeik vektörü de cenaze ve anma töreninde akrabaları desteklemeyi
amaçlıyordu. Bu nedenle, Taşkent Özbekleri ölen kişinin yas tuttuğu sırada “belbağ” ile bir “çapan” (“cüppe”)
ile kuşandığı yaygındır.
“Kir yuviş” (çamaşır yıkama) töreninden önce kadınlar da bellerini bir atkı ile sardıkları bilinmektedir.
Belbağın, devam eden olaylara karşı koruma unsurlarından biri olduğuna inanılmakta, cenaze töreninde kişiye
güç veren birer destek olarak algılamaktadır 43. M. Paizieva, Taşkent Özbeklerinin belbağın yalnızca merhumun
evinde taktıklarını ve komşularla dışarı çıktıklarında, yakın zamanda orada ortaya çıkan bir gelin veya bebek
olabileceği için çıkardıklarını kaydetmiştir. Bu gerçek, kırk gün pozitif durumda olanlar üzerinde olumsuz bir
etki yaratmaması için yukarıda bahsedilen “tirik çille” (diri çille) 44 ve “ölik çille” (ölü çille) 45 ile ilgili olan ve
kesişmemesi gereken inançla açıklanmaktadır. Koruyucu giysi vektörü sadece yaşayanlara değil aynı zamanda
ölülere de yöneliktir. Bu, ölen kişiyi yıkayan “gassal”a merhumun çamaşırlarını bir başlıktan başlayıp
32
Ye.YU. Smirnova, Magiya v traditsionnom mirovozzrenii: po materialam traditsionnoy odezhdy sibirskikh tatar //
http://www.ic.omskreg.ru/cultsib/trad/sm.htm
33
N.I. Tolstoy, Yazyk i narodnaya kul'tura. Ocherki po slavyanskoy mifologii i etnolingvistike, M., 1995, s. 109.
34
V. Orlov, Veshniy mir udmurtov (k semantike material’noy kul’tury)…, s. 140.
35
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Kaşlkadarya vilayeti Akrabat köyü. 2006 yılı.
36
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri, Sağban, Kökçe, Semerkant Darvaza, Çukur Köprik mahalleleri, 1999, 2000, 2003,
2009 yılları.
37
V.E. Sharapov, «Kontseptsiya» chelovecheskogo tela v traditsionnom mirovozzrenii komi”, Gendernaya teoriya i istoricheskoye znaniye,
Materialy seminarov, Syktyvkar 2004.
38
S.S. Gubayeva, “Put' v zazerkal'ye”, Sredneaziatskiy etnograficheskiy sbornik, M., 2001, Vyp. 4, s. 166.
39
M.S. Andreyev, Tadzhiki doliny Khuf (verkhov'ya Amudar'i), Stalinabad: AN Tadzhikskoy SSR, 1958, Vyp. II, s. 49; A.T. Toleubayev,
Relikty doislamskikh verovaniy v semeynoy obryadnosti kazakhov (XIX - nachalo XX vv.), Alma-Ata: Galym, 1991, s. 130.
40
S.S. Gubayeva, “Initsiatsionnyye obryady v pogrebal'no – pominal'nom obryade)”, s. 133.
41
V. Orlov, Veshniy mir udmurtov (k semantike material’noy kul’tury)…, s. 137.
42
Tyurkoyazychnykh narodov mifologiya, Mify narodov mira. Entsiklopediya v dvukh tomakh. Vtoroye izdaniye, Moskva 1987.
43
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Sağban, Kökçe, Semerkant Darvaza, Çukur Köprik mahalleleri, 1999, 2000, 2003,
2009 yılları.
44
Tirik çille – bebek doğumunun ve düğün günlerinin ilk kırk günleri ile bağlantılı bir terim. Bu konuda bkz. Пайзиева М. Традиционные и
современные похоронно- поминальные обряды узбеков (на материалах г. M. Payziyeva, Traditsionnyye i sovremennyye pokhoronnopominal'nyye obryady uzbekov (na materialakh g. Tashkenta), s.108.
45
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Bahar, Semerkant Darvaza mahalleleri. 2009 yılı.
98
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
GÜLÇEHRA ZUNUNOVA
ayakkabılarla biten tüm giysi setiyle sunma ritüeline yansır, böylece ölen kişiye “öteki dünyada” giysi sağlanmış
olacağı söz konusudur 46.
3. İplik
Kuşağın ortaya çıkmasında ipliğin kendine özgü yeri bulunmaktadır. Yas töreninde çok sayıda işaretler ve
onlarla ilişkili inançlar yer almaktadır. Merhumun bulunduğu ev ve yasta bulunan insanlar hamile kadınlar ve
çilleli kadın (doğumdan sonraki ilk 40 günlük) için tehlike sayılmıştır. Onların merhumun bulunduğu eve
girmesi, yas töreninde bulunan adamlarla konuşması öngörülmemiş, çünkü “öbür dünyanın” “kötü ruhları” yeni
doğuran kadına ve bebeğe zarar verebileceğinden kuşkulanılmıştır. Eğer ölen kişi hamile veya yeni doğmuş bir
kadının yakın bir akrabasıysa, o zaman kaçınılmaz olarak cenaze ve anma döngüsüne katılırsa, kişinin öldüğü
eve geldikten sonra yırtılması ve kefene konması gereken beyaz bir ipi bileğine kefen ipliğinden bağlamak
zorunda kalmıştır 47. Burada, muhtemelen iplik, “kötü ruhlara” karşı bir tür muska ve aynı zamanda
etrafındakilerden hamile bir kadını belirli bir sembolik işaretle ayrı tutman amacını taşımaktadır. Pek çok insanın
ritüel ve mitolojik geleneklerinde, bir ipliğin imgesi bir yandan yaşam, kader, zaman - diğer yandan yol, bağlantı
- metafor olarak öne çıkıyor 48. İpliği sarmak, örmek, kırmak onların böyle bir karakterine uygun düşmemekte, bu
tür hareketlerin diğer dünya ile gerçek hayat arasındaki bağlantının kopmasına neden olacağına sebep olabileceği
sanılmaktadır 49. Tacikistan’ın Külyab bölgesindeki Tacikler arasında, bebekleri olan kadınların getirdiği
ipliklerle kefen dikmek gelenekseldir: ipliği çocuğun boyuna göre ölçerler. Kefenin ipliğinin tamamı
kullanılmamışsa, kalıntıları kefene yerleştirilir ve ölen kişiyle birlikte gömülür. Bu, çocuğun raşitizmden
hastalanmaması için yapılır. Bir cenaze töreni düzenlenerek (bu durumda, bir çocuk yerine iplikler. – G. Z.), bu
hastalığın atfedildiği “kötü ruhları” kandırmaya çalışırlar 50. Taşkent’teki yasal olmayan magiya (sihirbazlık) ile
meşgul olan pek çok kişiler (falbin, kinneçi) kendi uygulamalarında kırmızı ipi kullandıkları görülür 51.
20. yüzyılın başlarından bugüne kadar Taşkent Özbekleri kıyafetle ilişkili çeşitli ayinler
gerçekleştirmişlerdir. Örneğin, nikah töreni vaktinde damadın taşıdığı uzun kaftan “çapan”ın omuz kısmına
iğneyle beyaz ipliğin geçirildiği görülmektedir. Bu merasimin temelinde evlenmekte olan gençlerin gelecekte
mutlu ve refah içinde yaşamaları, bu iplikler gibi biri diğerinden ayrılmayarak barışçıl bir yaşam sürdürmeleri
niyet edilmektedir 52. Büyük ihtimalle, bu geleneğin semantiğinde ipliğin birleştirici bir rol oynaması
yatmaktadır. İp, iplik sözcüğü birleştiren, dokuyan, biri diğerine bağlayan anlamında birçok deyimlerde ve
atasözlerinde yer alması da bunu tespit eder 53. Bilimsel edebiyatta belirtildiği gibi, bağlamak – ayinsel bir
harekettir ve korumacılık görevini yapmaktadır. Böylece, onun doğum, büyüme, çoğalma ile uygunluk sağladığı
düşünülmektedir. Dikmek ve dokumak ise nikahi simgelemektedir 54.
R.A. Sultangariyev’in belirttiklerine göre, Türk topluluklarında dokuma güneş ışığını temsil etmekte, güneş
ışığı da hayatın başlangıcı ve semantik olarak Göğe ileten bir araç olarak algılanmaktadır 55.
4. Kumaş
Kumaş, ipliklerin biri diğerine eklenmesi, yani dokunmasıyla elde edilen birer maddî ürün olarak Özbek
kültürünün mitolojik ayinsel uygulamalarında ayrı bir yer edinmektedir. Bugünlerin etnografi biliminde kumaş
ürünlerin simgesel anlamıyla ilişkili çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. N.İ. Gagen-Torn’a göre, törenlerde kumaş
ve iplerin kullanılması onların magik anlamlarıyla ilişkilidir 56. Bugünlerde gerçekleştirilen çeşitli merasimlerde
onların kullanılması bu tür araçların iki dünya arasında aracılık yapması ile ilişkilidir 57. Pek çok toplumların
mitolojik ritüel (ayinsel) merasimlerinde kumaşın kullanılması onun yaşam metoforisi olarak görüldüğü, bir
yandan keder ve zamanla ilişkili olduğu, diğer yandan da insanın katedeceği yol, ilişkiyle bağlanmaktadır 58.
İplik çeşitli etnosların geleneksel kültüründe semantik anlam taşımaktadır. Komi toplumunda defin
merasimi sırasında ölen adamın yatak takımları sokağa çıkartılarak askıya asılmaktadır 59. Cenaze töreni sırasında
46
a.g.e.
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Bahar, Semerkant Darvaza mahalleleri. 2009 yılı.
48
A.K. Bayburin, Ritual v traditsionnoy kul'ture, SPb.: Nauka, 1993, s. 217-223.
49
V. Orlov, Veshniy mir udmurtov (k semantike material’noy kul’tury)…, s. 157, 158.
50
N. Babayeva, L. Bakhtovarshoyeva, “Savan”, Kostyum narodov Sredney Azii, M., 1979, s. 132.
51
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Sebzar mahallesi. 2011 yılı.
52
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Kökçe mahallesi. 1998 yılı.
53
A.A. Potebnya, Simvol i mif v narodnoy kul'ture, M.: Labirint, 2000, s. 66.
54
A.V. Gura, “Brak”, Slavyanskiye drevnosti: Etnolingvisticheskiy slovar'. V 5-ti tomakh. T. I. (A-G), M.: Mezhdunarodnyye otnosheniya,
1995, s. 248. https://docviewer.yandex.com
55
R.A. Sultangareyeva, Semeynobytovoy obryadovyy fol'klor bashkirskogo naroda, Ufa 1998, s. 36.
56
A.P. Kosmenko, “Funktsiya i simvolika vepsskogo polotentsa”, Fol'kloristika Karelii, Petrozavodsk, 198, s. 48.
57
N.A. Lavonen, “Karel'skaya skatert': yeye funktsii v narodnom bytu i traditsionnoy obryadnosti”, Obryady i verovaniya narodov Karelii,
Petrozavodsk, 1994, s. 89; A.P. Kosmenko, “Funktsiya i simvolika vepsskogo polotentsa”, s. 38-55.
58
Ye.V. Popova, Semeynyye obychai i obryady besermyan (nachala XX – 90-yye gg. XX v.), Izhevsk 1998, s. 208; L.S. Khristolyubova,
Semeynyye obryady udmurtov, Izhevsk: Udmurtiya 1984, s. 90.
59
V. Orlov, Veshniy mir udmurtov (k semantike material’noy kul’tury)…, s. 162.
47
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
99
TAŞKENT ÖZBEKLERİNİN KIYAFET KÜLTÜRÜNDE GİYSİNİN KORUMA İŞLEVİNE İLİŞKİN
DÜŞÜNCELER
ve Karel toplumunda merhumun evinde açık bir pencereden havlu asılması yaygın olmuştur. Sonra ölen kişiyi
masaya doğru uzatıyormuş gibi masanın üzerine koyulmaktadır. Afrika halklarından biri Kalabri toplumunda
merhumun geleneksel cenazesinde, ölenin onuruna duvarlar, tavan, mobilyalar lüks bir şekilde kumaşlarla
kaplandığı görülmektedir 60.
Kumaşın arabuluculuk işlevi, Taşkent Özbeklerinin cenaze ve anma törenlerinde açıkça görülmektedir.
Örneğin, merhumun ailesinde cenazenin bulunduğu gün avluya bir seccade (cay-namaz), masa örtüsü, havlu ve
çivi (kazık lüngi) asılmıştır. Onların diğer ucu yere ulaşacak şekilde asılması bir gelenek halini almıştır 61.
Çeşitli edebiyatların analizi ve yazarın gözlemleri, yukarıda bahsedilen ritüeller sırasında dokunmuş
ürünlerin diğer dünyalarla gerekli teması sembolize ettiği, “bizim dünya” ile “yabancı dünya” arasındaki
karşıtlığı geçici olarak zayıflattığı, kendi dünyalarını açtığı ve böylece ölenlerin oluşan “kapı” içinden geçmesi
için hayatî önem taşıdığını gösteren birer değerler olduğu anlaşılmaktadır. Böylece merhumun “öbür dünyada
korunacağına inanılmamaktadır 62. P.A. Orlov’a göre, bu bağlamdaki dokular, farklı mekânsal lokasyonları
birbirine bağlayan, insanlar ve ruhlar arasında bir bağlantı gerçekleştiren özel kutsal nesnelerin-aracıların
işlevlerini içermektedir. Onların yardımıyla dünyevi ve diğer dünyalar arasındaki sınır aşılacağı
düşünülmektedir. Böylece, Taşkentli Özbeklerin cenaze ve anma törenlerinde yer alan kumaş, arabuluculuk
işlevlerini yerine getirerek onu öbür dünyadaki olumsuzluklardan koruduğu düşüncesi yaygın olduğuna tanık
olmaktayız.
Bununla birlikte, kumaşın sembolik önemini sınırlamak, onu yalnızca diğer dünyalarla temas kurma
işlevine indirgemek yanlış olur. Geleneksel Özbek kültürünün yanı sıra, diğer ulusların kültüründeki havlu daha
geniş bir anlam yelpazesine sahiptir, kelimenin tam anlamıyla bir aracıdır. P.A. Orlov’a göre, kumaş sadece
dünyevi ve diğer dünyevi dünyaların birleşmesinin bir sembolü değil, aynı zamanda insanların birliğinin bir
sembolüdür. Onun yardımıyla hem mitolojik, hem de sosyal bağlantılar kurulur 63.
Yeni akrabalar tarafından koruma çemberinde gelin olarak kabul edilmenin bir nevi sembolü olan düğün
ritüellerinde sosyal bağların kurulması ve pekiştirilmesinde dokuma ürünlerin rolü açıkça ortaya çıkmaktadır.
Örneğin, çöpçatanlık sırasında Taşkent Özbekleri arasında, bir rıza işareti olarak, gelinin ailesi masanın üzerine
beyaz bir masa örtüsü koyulduğu görülür. “Kelin selam” (gelinin yeni ailesine bir türlü selamlama) töreninde
yeni gelin konuklara havlu hediye eder 64. 20. yüzyılın 80’lerinde bir gelenek olarak kayınvalideye ve
kayınpedere birer adet “cay-namaz” (üzerinde namaz kılınan bir halı) gelin tarafından hediye edilmesi
görülmeye başlamıştır 65. Dokularla yapılan bu tür manipülasyonların, önemli bir eylemi yatıştırma ve koruma
talebi olan bir tür fedakârlık olduğu varsayılabilir.
Böylece, kumaşın yardımıyla, insanlar ve diğer dünyanın güçleri arasındaki bağlantı bulunduğu, ayrıca
toplumdaki sosyal bağlantılar dolaylı olarak bir tılsım haline geldiği anlaşılmaktadır. P.A. Orlov’a göre, bu
anlamsal yük, kozmik ilkeyi ve insan yaşamını, insanların dünyasını ve ruhlar dünyasını birbirine bağlayabilen
sonsuz sayıda ipliği bir bütün halinde birleştirerek dokuma yoluyla bir tuval yapma yöntemine dayanmaktadır 66.
5. Baş Giysisi
Özbek kültüründe “romal” (bir çeşit baş örtüsü, yağlık) koruyucu vasıfa sahip kıyafetlerden biri
sayılmaktadır. Özellikle, romalın düğünlerde kadın kıyafetinin ayrılmaz bir parçası olarak kullanıldığı
görülmektedir. Böylece, onun temiz olmayan güçlerden koruyacağına inanılmaktadır. Gelin, baş örtüsüz
tasavvur edilememektedir. Onun sadece saçını değil, baş kısmı ve yüzünün belirli bir kısmını romal ile
kapatması lazım gelmektedir. Bu gelenek bugüne kadar büyük ölçüde kendini korumaktadır. Nitekim, düğün
sırasında gelin kıyafetlerinde Avrupa tarzı geniş yayılmasına rağmen gelinin baş örtüsünü iki kat fata (romalın
bir çeşidi) ile sardığı söz konusudur. Onun ilk katı simgesel olarak gelinin sadece yüzünü örtmekte ve böylece
onun temiz olmayan güçlerden korunacağına inanılmaktadır 67.
Özbek geleneklerine göre, merhumun yüzünü beyaz dokuma bez ile örtülmesi lazım gelmektedir ve bu
geleneğe kati bir biçimde uyulmaktadır. Bunun temelinde de merhumu kötü güçlerden korunma amacı
güdülmektedir. Bununla ilişkili diğer bir uygulama ise beyaz dokuma bezle korumadır. Gözetlemelerimiz şunu
göstermektedir ki, defin törenlerinde ataların ruhuna dua okunurken (yani merhumun diğer bir dünyaya geçişi
60
J. Schneider, A.B. Weiner, “Cloth and the Organization of Human Experience”, Current Anthropology, Vol. 27.No. 2 (Apr., 1986), s. 178184.
61
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Bahar, Semerkant Darvaza, Türk-Korgan mahalleleri, 2009 yılı.
62
V. Orlov, Veshniy mir udmurtov (k semantike material’noy kul’tury)…, s. 160.
63
V. Orlov, Veshniy mir udmurtov (k semantike material’noy kul’tury)…, s. 163.
64
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Semerkant Darvaza, Sağban mahalleleri, 1998 yılı.
65
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Semerkant Darvaza, Türk-Korgan mahalleleri, 2009 yılı.
66
V. Orlov, Veshniy mir udmurtov (k semantike material’noy kul’tury)…, s. 165.
67
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Semerkant Darvaza, Türk-Korgan mahalleleri, 2009 yılı.
100
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
GÜLÇEHRA ZUNUNOVA
gerçekleşirken) merhumla vedalaşmaya gelen insanlara yemek sunulmakta, Taşkent mahallelerinin erkek ve
kadın sakinlerinin böyle bir tören zamanında baş giysiyle kuşanması öngörülmektedir. Böylece, onların öbür
dünya güçlerinden korunması amaçlanmaktadır.
P.A. Orlov’a göre, ibadet edilirken elbette baş giysinin bulundurulması şart bulunması onun kutsal yukarı
ile bağlantılı olduğunu göstermektedir ki, bu gelenek pek çok toplulukların geleneklerinde göze çarpmaktadır 68.
Baş giysisi ibadet anlarında “yabancı” ortamdan koruduğu ve ilk nöbette koruyucu rolü üstlendiği söz
konusudur. İbadet yaparken ilkin insanın saçının korunmasının yanı sıra, insanının tüm olarak örtündüğü, yani
“sarupa” (sözcük anlamıyla “baştan ayağa”) taşıdığı görülmektedir. Sarupa insanın baştan ayağa kuşandığı
anlamına gelmektedir 69. Son on yıllardaki gözetlemelerimizde Taşkent mahallesinde büyüyen Özbek kızının
törenlerde başını romal ile örttüğü, bazen de simgesel olarak birer mendille kapattığına tanık olmuşuzdur.
Geleneksel Özbek kültüründe baş giysisi magik özelliğe sahip olarak algılanmıştır. Özellikle, onun saçı
örttüğü ve bir çok şeyden koruduğuna inanılmıştır. İnanca göre, eğer kadının saçını diğer bir kültür temsilcisi
görürse onun mutsuzluk getireceğine inanmışlardır 70. Saç ile 71 “yasak” magiya (sihir) ilişkilendirilmiştir 72.
SONUÇ
Böylece, Taşkentli Özbeklerin çoğu katmanlarında giyim kuşamla bağlantılı törensel ritüel (ayin)lerin daha
çok yaşlı insanların arasında korunduğuna tanık oluyoruz. Bu tür gelenekler giysinin onu taşıyan insanı
koruyacağı inancı yatmaktadır. Taşkent mahallelerinin sakinlerinden Özbekler giyim kuşamın insanı hem
hayattayken, hem de vefatından sonra koruyacağı ve geçiş döneminde aracılık yaptığı şeklinde eskiden gelen bir
geleneğin taşıyıcısıdırlar. Bunun temelinde de hayatın devamlı olarak dönüşlü olduğuna inanç söz konusudur. Bu
görüş çok eski olup, çeşitli kadim inançlar: magiya (sihir), animizm (ruhlara inanma), fetişizm vb inançlarla sıkı
sıkıyla bağlantılıdır. Birer muska (apotropi) olarak giyim kuşam Taşkentli Özbeklerin inanç sistemiyle
bağlantılıdır ve daha çok olağanüstü güçlerin varlığına inanmak gibi bir düşünceyi kapsamaktadır.
Özbeklerde giysilerin koruma vasfına sahip olduğu inancında
geleneklerin tesiri hissedilmektedir.. N.S. Terletskiy’in belirttiği gibi,
etmemiştir ancak eski inançlarla bağlantılı düşüncelerin yeni ideolojik
etmesini sağlamıştır. Özellikle, şamanizm ve animizmin “normative”
görülmektedir ...» 73.
hem gayri İslamî, hem de İslamî
“... İslama geçiş eski görüşleri yok
boyalara bürünerek yaşamaya devam
dinlere rağmen varlığını sürdürdüğü
Şüphesiz günümüzde Özbeklerin giyim kuşamında birçok değişim göze çarpmaktadır. Nitekim yeni
doğmuş bebeğin giysileri, düğün ve merasim kıyafetlerinin biçim ve renk değiştirdiği söylenebilir. Bebeklerin
gömleği dükkânlarda satılmaktadır. Batı Avrupa tarzı gelinlikler kiralanmaktadır. Taşkentli Özbek kadınlarının
geleneksel törensel kıyafetiyle birlikte koyu renkli Avrupa tarzı fasonlu giysilerle kuşanma örf olmuştur. Bu tür
elbiseler daha çok neşeli günler ve bayramlarda giyilmektedir. Bugünlerde çeşitli ritüel ve törenlere katılanların
baş örtüsü takma gibi geleneklere fazla önem verilmediği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, onların magic (sihrî)
anlamı da kendi önemini kaybetmekte olduğu söz konusudur.
KAYNAKÇA
ANDREYEV, M.S., Tadzhiki doliny Khuf (verkhov'ya Amudar'i), Stalinabad: AN Tadzhikskoy SSR, 1958,
Vyp. II.
BABAYEVA, N., BAKHTOVARSHOYEVA, L., “Savan”, Kostyum narodov Sredney Azii, M., 1979
BAYBURIN, A.K., Ritual v traditsionnoy kul'ture, SPb.: Nauka, 1993, s. 217-223.
BIKZHANOVA, M.A., “Odezhda uzbechek Tashkenta kontsa XIX – nachala XX v.”, Kostyum narodov
Sredney Azii (Istoriko-etnograficheskiye ocherki), M., 1979.
68
V. Orlov, Veshniy mir udmurtov (k semantike material’noy kul’tury)…, s. 151.
Orlov, age, s. 152.
Yazarın saha çalışmaları malzemeleri. Taşkent şehri Sağban, Kökçe, Semerkant Darvaza, Kattabağ mahalleleri. 1998, 2000, 2009 yılları.
71
Saç, insanın bir parçası olarak bugünlerde bile sihirbazlar tarafından kullanılmaktadır.
72
“Yasak sihir” terimi üzerine bkz. Смирнова Е.Ю. Магия в традиционном мировоззрении: по материалам традиционной одежды
сибирских татар // http://www.ic.omskreg.ru/cultsib/trad/sm.htm
73
N.S. Terletskiy, “Nekotoryye aspekty pochitaniya derev'yev u osedlogo naseleniya Tsentral'noy Azii”, Tsentral'naya Aziya: Traditsiya v
usloviyakh peremen, SPb.: MAE RAN 2016 - kunstkamera.ru
69
70
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
101
TAŞKENT ÖZBEKLERİNİN KIYAFET KÜLTÜRÜNDE GİYSİNİN KORUMA İŞLEVİNE İLİŞKİN
DÜŞÜNCELER
DAVLATOVA, S.T., Qashqadaryo milliy kiyimlari: an’anaviylik va zamonaviylik, Toshkent, Yangi asr
avlodi 2006.
DYNIN, V.I., Oberezhnye funkcii zhilishcha i odezhdy v russkoj narodnoj kul'ture XIX–XX vekov Filo
Ariadne. 2018. № 2 № 2http://filoariadne.esrae.ru/pdf/2018/2/216.pdf (Müracaat edildiği tarih: 20.08.20).
GIRTS, K., Interpretatsiya kul'tur, Moskva ROSPEN 2004 (Elektron versiyon).
GORSHUNOVA, O.V., Uzbekskaya zhenshchina. Sotsial'nyy status, sem'ya, religiya. Po materialam
Ferganskoy doliny, Moskva 2006.
GORB, K. G., PUGACHEVSKIY, A.A., “Sobaka v mirovykh religiyakh”, Sobaki i religiya; mify,
suyeveriya i magiya / https://www.setter.dog/stati/2302-sobaki-i-religija-mify-sueverija-magija.html (Müracaat
edildiği tarih: 20.08.2020).
GUBAYEVA, S.S., “Put' v zazerkal'ye”, Sredneaziatskiy etnograficheskiy sbornik, M., 2001, Vyp. 4.
GUBAYEVA, S.S., “Initsiatsionnyye obryady v pogrebal'no – pominal'nom obryade), Etnograficheskoye
Obozreniye, №6, 2005.
GURA, A.V., “Brak”, Slavyanskiye drevnosti: Etnolingvisticheskiy slovar'. V 5-ti tomakh. T. I. (A-G), M.:
Mezhdunarodnyye otnosheniya, 1995, s. 248. https://docviewer.yandex.com
IBRAGIMOVA, M.Y., Traditsionnaya odezhda i ukrasheniya naseleniya Surkhandar'inskogo oazisa
(konets XIX – nachalo XX vv.), Avtoreferat na soiskaniye uchenoy stepeni kandidata istorichekikh nauk,
Tashkent 2004.
ISMOILOV KH., An"anaviy ŭzbek kiyimlari, Toshkent 1979.
KARMYSHEVA, B. X., “Arkhaicheskaya simvolika v pogrebal'no-pominal'noy obryadnosti uzbekov
Fergany”, Drevniye obryady verovaniya i kul'ty narodov Sredney Azii Istoriko-etnograficheskiye ocherki, M.,
Nauka 1986.
KIL'KEYEV, V.N., Teoretiko-metodologicheskiye printsipy kul'turnoy antropologii Klifforda Girtsa.,
Dis.... kand. filos. nauk, Smolensk 2009 / https://www.dissercat.com/content/teoretiko-metodologicheskieprintsipy-kulturnoi-antropologii-klifforda-girtsa (Müracaat edildiği tarih: 20 Haziran 2020).
KOSMENKO, A.P., “Funktsiya i simvolika vepsskogo polotentsa”, Fol'kloristika Karelii, Petrozavodsk,
198.
LAVONEN, N.A., “Karel'skaya skatert': yeye funktsii v narodnom bytu i traditsionnoy obryadnosti”,
Obryady i verovaniya narodov Karelii, Petrozavodsk, 1994
NURULLAYEVA, SH.K., Traditsionnaya odezhda odezhda uzbekov Khorezmskogo oazisa (konets XIX –
pervaya polovina XX veka). Avtoreferat dissertatsii na soiskaniye uchenoy stepeni kandidata istoricheskikh nauk,
Tashkent 2011.
1999.
ORLOV, V., Veshniy mir udmurtov (k semantike material’noy kul’tury), Diss…kand.ist.nauk, Ижевск,
PAYZIYEVA, M., Traditsionnyye i sovremennyye pokhoronno-pominal'nyye obryady uzbekov (na
materialakh g. Tashkenta), Tashkent 2014,
POPOVA, Ye.V., Semeynyye obychai i obryady besermyan (nachala XX – 90-yye gg. XX v.), Izhevsk
1998.
POTEBNYA, A.A., Simvol i mif v narodnoy kul'ture, M.: Labirint, 2000.
RASSUDOVA, R.Y., “Sravnitel'naya kharakteristika muzhskoy odezhdy naseleniya FerganoTashkentskogo regiona (XIX – XX vv.)”, Traditsionnaya odezhda narodov Sredney Azii i Kazakhstana, M.,
1989.
RAVDONIKAS, T.D., Essays on the history of clothing of the population of the North-Western Caucasus,
L., 1990.
RUZIYEVA, M., “Posmertnaya i traurnaya odezhda uzbekov g. Tashkenta”, Kostyum narodov Sredney
Azii (Istoriko-etnograficheskiye ocherki), M., 1979, s. 169-174;
SCHNEIDER, J., WEINER A.B., “Cloth and the Organization of Human Experience”, Current
Anthropology, Vol. 27. No. 2 (Apr., 1986), s. 178-184.
102
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
GÜLÇEHRA ZUNUNOVA
SHANIYAZOV, K.SH., Kh. ISMOILOV, Etnograficheskiye ocherki material'noy kul'tury kontsa XIX –
nachala XX v., Tashkent 1981.
SHARAPOV, V.E., «Kontseptsiya» chelovecheskogo tela v traditsionnom mirovozzrenii komi”,
Gendernaya teoriya i istoricheskoye znaniye, Materialy seminarov, Syktyvkar 2004.
SHUKUROV, SH.M., Iskusstvo srednevekovogo Irana: formirovaniye printsipov izobrazitel'nosti, M.:
Nauka, 1989.
SMIRNOVA, Ye.YU., Magiya v traditsionnom mirovozzrenii: po materialam traditsionnoy odezhdy
sibirskikh tatar // http://www.ic.omskreg.ru/cultsib/trad/sm.htm
SNESAREV, G.P., Relikty do musul'manskikh verovaniy u uzbekov Khorezma, M., 1969,
SULTANGAREYEVA, R.A., Semeynobytovoy obryadovyy fol'klor bashkirskogo naroda, Ufa 1998,
SUKHAREVA, O.A., “Drevniye cherty v formakh golovnykh uborov narodov Sredney Azii”,
Sredneaziatskiy etnograficheskiy sbornik, M., 1954, Vyp. 1, s. 299-353.
SUKHAREVA, O.A., Opyt analiza pokroyev traditsionnoy «tunikoobraznoy» sredneaziatskoy odezhdy v
plane ikh istorii v evolyutsii (Istoriko-etnograficheskiye ocherki), M., 1979, s. 77-102.
SUKHAREVA, O.A., Istoriya sredneaziatskogo kostyuma. Samarkand (2-ya polovina XIX – nachalo XX
v.), M., 1982.
TOLSTOY, N.I., Yazyk i narodnaya kul'tura. Ocherki po slavyanskoy mifologii i etnolingvistike, M., 1995.
TOPORKOV, P.L., “Simvolika i ritual'nyye funktsii predmetov material'noy kul'tury”, Etnograficheskoye
izucheniye znakovykh sredstv kul'tury, L., 1989.
TOLEUBAYEV, A.T., Relikty doislamskikh verovaniy v semeynoy obryadnosti kazakhov (XIX - nachalo
XX vv.), Alma-Ata: Galym, 1991.
Tyurkoyazychnykh narodov mifologiya, Mify narodov mira. Entsiklopediya v dvukh tomakh. Vtoroye
izdaniye, Moskva 1987.
TERLETSKIY, N.S., “Nekotoryye aspekty pochitaniya derev'yev u osedlogo naseleniya Tsentral'noy
Azii”, Tsentral'naya Aziya: Traditsiya v usloviyakh peremen, SPb.: MAE RAN 2016 - kunstkamera.ru
KHRISTOLYUBOVA, L.S., Semeynyye obryady udmurtov, Izhevsk: Udmurtiya 1984.
ZUNUNOVA, G. SH., Material'naya kul'tura uzbekov Tashkenta: transformatsiya traditsiy (XX – nachalo
XXI vv.), Tashkent, 2013.
CHVYR', L.A., “Tri «chilla» u tadzhikov”, Etnografiya Tadzhikistana. Sbornik statey, Dushanbe 1985.
Taşkent mahalle sakinleri kaynak kişileri listesi
1.
Alimuhamedova Rozigül, doğum tarihi:1949, Yangi-Şehir mahallesi
2.
Alihocayeva Vazira, doğum tarihi: 1919, Yangi-Şehir mahallesi
3.
Salimov Nacim, doğum tarihi: 1917, Sağban mahallesi
4.
İşanov Tursun, doğum tarihi: 1911г., Sağban mahallesi
5.
Aliyeva Corahan, doğum tarihi: 1914, Aklan mahallesi
6.
Mahkamova Tacinisa, doğum tarihi: 1919, Aklan mahallesi
7.
Agzamova Rabiya, doğum tarihi: 1931, Kökça mahallesi
8.
Hocayeva Hayri, doğum tarihi: 1910, Kökça mahallesi
9.
Sadıkova Gülçehra, doğum tarihi: 1983, Sebzar mahallesi
10. Azizova Ambar, doğum tarihi: 1924, Çukur-köprik mahallesi
11. Sadıkova Unsın, doğum tarihi: 1913; Çukur-köprik mahallesi
12. Maksudova Farida, doğum tarihi: 1934, Semerkant-Darvaza mahallesi
13. Abdullayeva Mavcuda, doğum tarihi: 1954, Semerkant-Darvaza mahallesi
14. Nabiyeva Rahbar, doğum tarihi: 1912; Semerkant-Darvaza mahallesi
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
103
TAŞKENT ÖZBEKLERİNİN KIYAFET KÜLTÜRÜNDE GİYSİNİN KORUMA İŞLEVİNE İLİŞKİN
DÜŞÜNCELER
15. Abdullabekova Manzura, doğum tarihi: 1958, Kuştut mahallesi
16. Abdullabekova Savri, doğum tarihi: 1921, Kuştut mahallesi
17. İsmailova Saida, doğum tarihi: 1944; Bahar mahallesi
18. Mahmudova İnabat, doğum tarihi: 1937, Bahar mahallesi
19. Nazirova Matluba, doğum tarihi: 1921; Bahar mahallesi
20. Muhabbet apa, doğum tarihi: 1955; Türk-korgan mahallesi
21. Davran aka, doğum tarihi: 1938; Türk-korgan mahallesi
RESİMLER
Resim 1: Kaynak kişi. Yazarın çektiği fotoğraf albümünden.
104
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
GÜLÇEHRA ZUNUNOVA
Resim 2: Kaynak kişi. Taşkent, 2009. Yazarın çektiği fotograf albümünden.
Resim 3: Payanadaz - Damat eşikten girerken ayakları altına döşenen halı türü. Taşkent 2005. Yazarın çektiği
fotograf albümünden.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
105
TAŞKENT ÖZBEKLERİNİN KIYAFET KÜLTÜRÜNDE GİYSİNİN KORUMA İŞLEVİNE İLİŞKİN
DÜŞÜNCELER
Resim 4: Çağdaş Özbek gelinin düğün kiyafetleri. Taşkent, 2009. Yazarın çektiği fotograflar albümünden.
106
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
GÜLÇEHRA ZUNUNOVA
Resim 5: Beşik. Mindan köyü. Fergana ili, Özbekistan.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
107
TAŞKENT ÖZBEKLERİNİN KIYAFET KÜLTÜRÜNDE GİYSİNİN KORUMA İŞLEVİNE İLİŞKİN
DÜŞÜNCELER
Resim 6: Yas kiyafetleri. Taşkent, 19.- yüzyılın sonu – 20. yüzyılın başı. Ressam Usta Mumin (A.N.
Nikolayev). Özbekistan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Sanat Enstitüsü Arşivinde korunan Taşkent
Özbeklerinin giysileri fotografları albümünden.
108
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
Cilt/Volume 3, Sayı/Issue 5, Ocak/January 2021, ss. 109-114.
Geliş Tarihi–Received Date: 19.11.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 17.12.2020
ARAŞTIRMA MAKALESİ – RESEARCH ARTICLE
RUSSIA, ZANDS AND THE ISSUE OF CAUCASUS
MOHAMMAD NABI SALIM ∗
QASEM CHERAQCH ∗∗
ABSTRACT
The history of Iran's affairs with European governments during the Zand Dynasty has been kept brief and
undisclosed for many years. Domestic issues faced by Karim Khan Zand and the inefficiency of his successors in
handling internal affairs resulted in the neglect of Russia’s influence over the Caucasus and southern shores of the
Caspian Sea. Unlike the Safavid period, no attempts were made by the Zands towards the restoration of Iran’s
sovereignty over the Caucasus, and unlike the Afsharid period, the Iranian government made no strong declarations
of hegemony over these regions. This research aims to clarify Iranian-Russian affairs between the years of 1747 and
1785 through a descriptive-analytical approach and elucidate how permanent occupation in internal affairs and lack
of comprehensive policies towards the consolidation of authority, resulted in the loss of sovereignty over Caucasus
and autonomy in the region, which in turn enabled foreign rule over the area.
Keywords: Iran, Russia, Relations, Zand Era, Caucasus.
RUSYA, ZENDLER VE KAFKASYA SORUNU
ÖZ
İran’ın Zend Hanedanlığı döneminde Avrupa hükümetleriyle olan ilişkileri uzun yıllar boyunca yüzeysel tutulmuş
ve açıklanmamıştır. Kerim Han Zend’in karşı karşıya kaldığı iç sorunlar ve haleflerinin iç işlerini yürütmedeki
yetersizliği, Rusya’nın Kafkasya ve Hazar Denizi’nin güney kıyıları üzerindeki etkisinin göz ardı edilmesine neden
oldu. Safevi döneminden farklı olarak, Zendler tarafından İran’ın Kafkasya üzerindeki egemenliğinin yeniden tesis
edilmesi için herhangi bir girişimde bulunulmadı ve İran hükümeti Afşar döneminden farklı olarak bu bölgeler
üzerinde güçlü bir hegemonya iddiasında bulunmadı. Bu araştırma, 1747-1785 yılları arasındaki İran-Rusya
ilişkilerini tanımlayıcı-analitik bir yaklaşımla aydınlatmayı ve içişlerinde kalıcı işgalin ve otoritenin
sağlamlaştırılmasına yönelik kapsamlı politikaların eksikliğinin nasıl Kafkasya üzerinde egemenlik kaybına yol
açtığını ortaya koymaktadır. Söz konusu bölgedeki özerklik, bu bölge üzerinde yabancı egemenliği mümkün
kılıyordu.
Anahtar Kelimeler: İran, Rusya, İlişkiler, Zend Dönemi, Kafkasya.
INTRODUCTION
With the establishment of the Safavid government, Iran’s affairs with major European countries entered a new
phase. Although Iranian-Russian relations date back to the mid-10th century, diplomatic affairs between the two
countries predate the expansion of the Ottoman Empire and western policies to unite with Iran against the Ottomans.
As the tsarist empire began its development, a confrontation between the two countries became inevitable. At the
apex of this confrontation, Caucasus, notwithstanding its geopolitical position, became a political arena for two
∗
Assistant Professor, Department of History, Shahrood Branch, Islamic Azad University, Shahrood, Iran (Corresponding Auhtor) E-Mail:
genos1967@gmail.com ORCID ID: 0000-0003-4509-0014
∗∗
University Teacher, Islamic Azad University, Bandar Gaz, Iran, ORCID ID: 0000-0003-1106-3720
RUSSIA, ZANDS AND ISSUE OF CAUCASUS
governments seeking to consolidate dominance over the mosaic and multifaceted Caucasian Christian society. The
rise of the Romanov dynasty brought about new policies for eastward expansion; in other words, Russia opened its
doors to European industry and culture, through which it entered a new era of modernity. However, in the face of this
fascination with the West, laid a contemptuous view of the East in Russian circles, creating an imperialistic aspect in
Tsarism policies. Gradual adjacency, trade disputes, regional competitors were among the reasons for Russia's
confrontations with its neighbors, especially Iran. Afterward, as the rise of Russia's most influential Tsar, Peter I was
concurrent with the reign of Sultan Hossein, the most incapable Safavid king, diplomatic affairs between the two
countries turned hostile and invasive. Peter aimed for rapid growth, foreign trade expansion, open water access, and
the dream of conquering India; neither of which were attainable without conflict with Iran. Meanwhile, the Caucasus,
Iran’s arena and well-guarded territory, needed to remain subject to Iranian hegemony. However, considering that
the populace of this area, including Georgian Christians, had been forced into obedience by the government of Iran
after suffering numerous attacks and deaths by the hands of Safavid and Afsharid armies with intentions of looting
churches and taking women, their condemnation and dissent, as well as religious commonalities could form powerful
bonds between orthodox Russians and Armenian/Georgian Christians and be used as an advantage in the dispersion
of Caucasus.
The strategic situation, prosperity, economic opportunities, and desire for independence in the Caucasus led the
Iranian and Russian governments towards a new viewpoint of the Caucasus, hoping for the establishment of a
powerful base, expansion of territory, and stabilization of their borders, as well as easy access to other parts of West
and Central Asia. Despite the frequent short paragraphs in contemporary literature on Iranian-Russian affairs during
the Zand Era or the history of Caucasus (some of which are referred to in the bibliography), there have been no
scholarly articles on the matter, except “Zand Khans and the Issue of Southern Caucasus” by Ahangaran (1389),
which covers the events in the Caucasus during the Zand Dynasty. There have been independent essays on the
history of Iran-Russia relations in the Zand Era, due to the lack of sufficient data in historical sources and the shadow
cast upon the affairs of Iran and Russia in this period by previous and succeeding ages.
1. Nader Shah’s Heritage
With the assassination of Nader Shah in June 1747, Iran witnessed severe conflicts over succession between
commanders and claimants such as Karim Khan Zand, Azad Khan Afghan, and Mohammad Hassan Khan Qajar.
Consequential riots and chaos forced the Iranian army to leave certain areas seized in Nader Shah’s era, creating an
opportunity for disintegration in Iran and thereby a chance of power for local rulers. Additionally, as Nader Shah's
successors did not hold sufficient influence and command to handle affairs in remote areas, the allegiance of
borderline regions to the Iranian government was unstable and rather feigned. The view of such circumstances,
Russia was presented with an exceptional opportunity to pursue its expansionist goals of advancing towards the
Caucasus and influencing local governments.
With the region empty of Iranian forces, the governor of Nakhchivan tried to establish an independent khanate
called the Nakhchivan Khanate. At the same time, other local khans took advantage of the government’s state of
weakness and declared independence, starting clashes with neighboring tribes and regions to expand their borders.
Hussain Ali Khan, the ruler of Quba and Salyan, took rule over his neighboring regions; the people of Darband
pledged allegiance to Mohammad Hassan Beyg Ghorchi; Mirza Mohammad Khan occupied Baku; the locals of
Shamakhi brought Haji Mohammad Zarnawaie to power; sons of Askerbeg Nami, started a rebellion in Shirvan; Haji
Celebi dominated Sheki, Eresh, and Quba; and Panah Beg Javanshir conquered Karabakh to Ardabil. 1
Thus, while the power struggle between Khans and local emirs intensified in the Caucasus, Iran’s domestic affairs
were severely disrupted by the Afshar’s inefficiency and the skirmish between Nader Shah’s successors.
Concurrently, in Azerbaijan, the three contenders for power, i.e. Azad Khan Afghan, Fath Ali Khan Afshar, and
Karim Khan Zand, had entered a stage of the war. According to a historian: "There was such chaos, turmoil,
disorder, and sedition, that no possibility of comfort and peace existed. Especially the poor people of Caucasus, who,
having lived in fear and danger of invasion their entire lives, could not rest assured for a single night”. 2
Finally, in 1761, Azerbaijan was successfully conquered by Karim Khan Zand, and hence, with the entrance of his
sovereignty to the Caucasus, the rulers of Ganja, Shirvan, and Armenia were forced to succumb to the central
government. Even though he failed to fully take over the Caucasus and consolidate Iran's authority over the region
1
2
Bakikhanov, Golestan-i Eram, pp. 159-160
Bahman Mirza, ShekarName-i Shahanshay, p. 83
110
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
MOHAMMAD NABI SALIM / QASEM CHERAQCH
due to domestic struggles, the Zand Khan attempted to prevent local Khans from an uprising by taking members of
each house, as hostages, to his base of command in Shiraz, following the traditional policy of former kings. 3 Vakil
al-Roaya's policies regarding the rebellious behavior of local rulers in the Caucasus lacked Nader Shah’s strength.
Furthermore, due to the lack of an adequate and powerful military force, as well as constant confrontations with local
rulers in the South, Karim Khan was unable to address affairs in Caucasus and remote areas such as Khorasan and
Turkestan. He also had no power over the installment or dismissal of local emirs, through which their confederacy
and gradual empowerment could have been prevented. As a result, the process of autonomy and disintegration
demand, which had initially flickered during Nader Shah’s rule, intensified, triggering a phenomenon called the
“Khan Neshins” of the Caucasus. Consequently, during nearly 50 years from the fall of the Safavid government to
the rise of the Qajar dynasty, and following the ignorance of the Safavid government as well as the defeat of Nader
Shah and their neglect towards the Caucasus, opportunistic local leaders of areas such as Darband, Sheki, Shirvan,
Quba, Lankaran, Qarabagh, Shamakhi, Ganjeh, etc. sought to form self-ruling governments, and severed ties with
Iran. To these fledgling rulers, the only comprehensible political practice was to assert and maintain authority and
sovereignty within their local boundaries. As a result, a widespread competition was formed over foreign forces, to
gain autonomy through attracting the support of countries such as Russia or threatening the Iranian government 4.
However, it is to be noted that these local khanates were so incompetent and internally divisive, that they were
incapable of forming an alliance and taking the necessary steps towards the independence or development of the
whole Caucasus region.
2. Russians and Karim Khan Zand (Vakil-al-Roaya)
A noteworthy point in the affairs of Iran and Russia during the Zand Era is that despite the limited interactions
between the two countries, the expansionist policies of Tsarism regarding the Caucasus, which originated from the
rule of Peter I, were continued as Russia unceasingly invaded Iran’s borders. In 1768, a letter was written to Karim
Khan Zand by the people of Nakhchivan, asking the Iranian government to address the unjust rule of Hossein Ali
Khan, Nakhchivan’s Emir of time. At the same time, it was reported that Russian troops had been spotted in parts of
Georgia. To avoid reactions from the Zand government, the Russian Ministry of Foreign Affairs ordered its consul in
Rasht to dispatch a friendly letter to government officials, assuring Iran that Russia holds no ill will towards Iranian
territory and its actions are solely a series of temporary operations to prevent Ottoman penetration. 5
However, this was from what the Russians reported. The truth lay within other reports by Russian agents,
informing the Russian court about Iran’s trade and political situations, and encouraging an increase in the number of
troops and fleets to secure Russia’s commercial interests in northern Iran. These reports resulted in command by the
Russian Tsar in 1771, ordering all necessary expenses towards Russia’s expansionist purposes to be carried out 6. In
October 1772, the Russians, being perfectly aware of Iran’s internal affairs, reported on political and military
movements in Georgia, claiming that the Khan of Yerevan, intends to dispatch an ambassador to Shiraz to persuade
the Zand government of the invasion of Georgia, “who bears benevolent and friendly will towards Russia”. The
report claimed that Karim Khan had refused the invasion as "Iran was incapable of large-scale military operations,
and an attack on Georgia would result in domestic Chaos 7
In 1776, while the Zand military was besieging Basra and confronting the Ottomans, the Russians seized the
opportunity to enter Darband with an army to attack the Ottomans. Karim Khan Zand wrote to governors Fath Ali
Khan in Quba, and Hedayatullah Khan in Rasht, asking them to "defend their borders and beware of Russia’s
intentions and make war on them" 8. It is not clear whether an actual battle took place, but apparently, the news of
Zand’s order instigated enough fear of damaging resources, that the forty-thousand-man army of Russia was forced
to retreat beyond the borders and outside the nominal territory of Iran. It is particularly noteworthy that the Russians
were expanding their trade horizons along the Caspian Sea and therefore tried to establish bases for economic
advancement and acceleration of access to Iranian regions. It was for this reason that the French consul in Basra
expressed concern over the escalation of Russian activities, stating that: “Today, Russia alone handles Iran's foreign
trade. Russia will be able to profit immensely and easily this way” 9. On the other hand, it should not be overlooked
3
Perry, Karim Khan Zand, pp. 299-300
Atkin, A part of Iran-Russia Realations, p. 217
Perry, Karim Khan Zand, p. 302
6
Musalmanian Ghobadiani, Asnady Az Ravabet Iran Va Russia Az Safaviye Ta Qajariye, pp. 418-419
7
Musalmanian Ghobadiani, Ibid, p. 423
8
Rostam Al-Hakma, Rostam al-Tavarikh, p. 367
9
Hedayati, Tarih-I Zandiye, p. 248
4
5
111
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
RUSSIA, ZANDS AND ISSUE OF CAUCASUS
that despite the weakening of Iran’s political and military authority in the Caucasus, the cultural and civilizational
ties between Iran and Caucasus remained unscathed. The Zand Khan maintained this bond by issuing orders of
respect towards non-Muslim minorities. Through a formal issue, Karim Khan emancipated the engagement of
Caucasian Christians in religious duties, and rituals such as ringing bells, clamoring, and burials according to
Christianity, and called upon Shaykh al-Islams, judges, and government officials not to interfere in any way with
such practices 10. In yet another decree, Zand ordered that: "As stated by the privileged sultans of Safavid....no
obstacles shall be cast upon such practices" 11 .
Perhaps the occasional visits of ambassadors from St. Petersburg to Shiraz to divert the minds of Iranian agents
and claim that Russia was hoping to develop relations with Iran, was because of this. One such visit occurred in 1766
when a Russian delegation led by Scipe arrived in Shiraz. 12 However, despite the gifts and the ambassador’s attempts
to persuade the Zand court of alliance with Russia against the Ottomans, complications caused by other claimants,
especially Azad Khan Afghan and Mohammad Hassan Khan Qajar, left no opportunity for negotiation between the
two parties.
In December 1770 another ambassador visited the court of Vakil al-Ruaya and on behalf of the Russian Tsar,
bestowed upon Karim Khan the news of Russia’s victory over the Ottomans in naval war. The ambassador expected
Khan’s delight with the news, as there had been tension and dispute between the Zands and Ottomans over Basra to
the point of military confrontation; however, he was shocked to find Zand’s frowned response, claiming that the
defeat of another nation would not gladden him. Afterward, the ambassador presented Karim Khan with the tsar's
proposal of an alliance against the Ottoman, to which Khan did not provide a definite response 13. Later, with the
death of Karim Khan, the possibility of any union between the two countries was temporarily adjourned.
Fundamentally, Russia’s desire to win over Iran found root in Tsarist expansionistic policies towards the Ottoman
Empire. Since the early 18th century, Russians had aimed to infiltrate the orthodox communities of Caucasus, i.e.
Georgians and Armenians, and use them as a shield against Iran and the Ottomans. Moreover, they would continue
their advancement towards the northern Caucasus. Hence, Iran’s borders were open to Russia’s infiltration on three
separate fronts: Georgia, Dagestan, and the Iranian-Ottoman border.
Having weakened the Ottomans through the imposition of the Karlowitz Treaty, successfully dismantled parts of
the Ottoman empire, and attracted Muslim Caucasian Khans through policies of deception and intimidation, The
Russian Tsarist regime decided to use Georgia as a base for battle with Iran and the Ottomans 14. A policy that led to
the Georgievsk Treaty between Georgia and Russia in 1783, and ignited the fires of Iran-Russia wars in the 19thcentury. On the other hand, the Russians had also built a series of military fortifications in the North of the Caucasus
in 1766, in line with their imperialist policies; and after seizing the Crimean Peninsula in 1774, a Russian army was
sent to Dagestan to eliminate any movements in support of the Ottomans. Thus, the treaty between Russia and the
Ottomans, namely the Treaty of Kuchuk Kainarji, established Russian power over the northern shores of the Black
Sea, the Kuban River Basin, and up to the Northern Caucasus mountains. This remarkable expansion of the imperial
sovereignty towards the south led Russia to the confrontation with the Ottoman and Iranian territories beyond the
Caucasus 15.
Bearing in mind the immense profits gained by Russian businessmen through trade with Iran and their efforts to
expand their horizons towards the borders of India, commercial purposes played an important part in Russian
expansionism policies regarding Iran. By 1792, the Russians had successfully exported approximately 511,360
rubles worth of goods to Iran, which was equivalent to ten percent of Russia's total exports to Asian markets 16.
Russian merchants set up a trading post on the Southern Astarabad Bay and aimed to take advantage of the
government’s entanglement in internal affairs and the absence of rivals, to take over the entire business and monetary
economy along the Caspian Sea coast. Actions which later brought about the shelling of Russian fleets along the
coast of Astarabad in addition to the establishment of a military fortress with several artillery vehicles in Ashraf, in
1782. Nevertheless, they were confronted with Agha Mohammad Khan Qajar’s powerful reaction 17.
10
Kostikyan, Documents of Matenadaran Decrees, p. 346
Bouroue of documents, Asnadi Az Ravabet Iran Ba Mantaqe-I Qafqaz, p. 133
12
Ghaffari Kashani, Golshan Murad, p. 286
13
Varahram, Tarih-i Siyasi ve Ictimai-yi İran der Asr-ı Zend, p. 199
14
Gogche, Caucasia and the policy of Ottoman Empire, p. 93
15
Gvosdev, Imperial Policies and Perspectives towards Georgia, p. 46
16
Abdullayev, A part of Iran-Russia Realations , pp. 39-40
17
Saravi, Tarih-i Mohammadi, pp.116-117
11
112
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
MOHAMMAD NABI SALIM / QASEM CHERAQCH
3. The Relations of Karim Khan Zand’s Heirs With Russia
Russia's diplomatic relations with Iran were not severed with the death of Karim Khan. In 1782, an Armenian
businessman named Yaqub met Ali Murad Zand at the embassy on behalf of Queen Catherine II, the Russian Tsar,
proposing a deal that would allow Russians safe passage towards Kars and Erzurum the Ottoman Empire, in
exchange for the suppression of the uprising of Lezgian tribes by Iran. But Ali Murad Khan declined the offer on
account of Iran's peace with the Ottomans, commissioned Beglerbeg of Shirvan to stifle the tribes of Dagestan, and
sent Mohammad Khan Mokri to Iran’s embassy to Russia. 18 Yet, it seems that the Russians were not satisfied with
this response, as they dispatched General Paul Potemkin, the commander of Russian forces in the Caucasus, to
Shiraz, in 1784. His mission was to coax Ali Murad Khan Zand into the establishment of a Russian trade office in
Darband, with monopolized trade rights in Iran’s northern provinces and the Caucasus. 19 Struggling with the throes
of fighting numerous claims to his thrown, Ali Murad Khan granted Russia’s request conditional to their assistance
in the Qajar’s revolt. The proposition was welcomed by the Russians as it allowed interference in Iran's internal
affairs. Immediately afterward, an ambassador named Colonel Tamarov was sent to Iran to sign a contract. 20
Nevertheless, the French ambassador's attempts of incitement of the Zand king towards severing ties with Russia
hindered the achievement of Russia’s purposes, and with the death of Ali Murad Khan in 1785, the case of affairs
between the Zand Dynasty and Tsarist Russia was closed.
CONCLUSION
At the turn of the 17th century, the princes of Moscow decided to abandon the subjugation of the Mongol dynasty
and instead focus on trying their cold and barren territory with warm fertile lands in the south. Tsars of Russia, Ivan
III and IV, set foot on the path towards expansionism through gathering Serf and Kazakh soldiers and forming
alliances with European governments, through which they conquered trade capitals and strategic areas such as
Kazan, Astrakhan, and Dagestan. These conquests, which coincided with the consolidation of the tsarist dictatorship,
brought about the establishment of multilateral relations with Iran. affairs that were as political and developmental as
they were economical and profit-seeking.
Russia's gradual transformation into a regional superpower had an imperialistic and colonial ambiance due to the
violent and deceitful policies procured by Tsarism and upset the political equations in the West Asian region. Before
the mid-18th century, the political balance in the Middle East mostly relied on the two major powers, Iran and the
Ottomans. But with the emergence of a third gravitational force, i.e. Russia, the situation shifted towards a wideranging conflict; such that power equations were determined by social forces including ethnic groups and Khans, and
even elements such as subcultures and cults.
There is no doubt that the Zand Dynasty envisioned territorial integrity and the expansion of Iran's sovereignty
over neighboring regions, including the Caucasus. This claim can be verified with numerous orders issued by Karim
Khan Zand regarding the wellbeing of Iran’s Caucasian subjects. Yet, complications such as constant engagement in
clashes with domestic claimants and rivals, lack of an opportunity for the establishment of an efficient administrative
system, obliviousness and illiteracy of the concept of international politics, military and technical incompetence, etc.,
prevented the unstable Zand government form forming stable and authoritative relations with Russia. At the same
time, the fact that Shiraz did not surrender in the face of Russia’s deceit and the occupation of the Caucasus by
Russians was not accomplished in the Zand Era, speaks of the relative insight of Zand rulers. The Zand Dynasty
cannot be held solely responsible for the events that led to the dispersion of the Caucasus during the Qajar era.
BIBLIOGRAPHY
18
19
20
Ghaffari Kashani, Golshan Murad, pp. 661-663
Varahram, Tarih-i Siyasi ve Ictimai-yi Iran der Asr-ı Zend, p. 200
Eshghi, Syasat-I Nizami Russia Dar Iran, p. 27
113
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
RUSSIA, ZANDS AND ISSUE OF CAUCASUS
ABDOLAYOV, Fath-allah,(1957), A part of Iran-Russia Relations, Translated by Gh.Matin, Tehran: Aftab
Publication
ATKIN, Moriel,(2004), Iran And Russia Relations, Translated by M. Khadem, Tehran: The Centre of University
Publication
Bahman Mirza,(2006), Shekar Name-i Shahanshay, Edited by H.Ahmadi, Theran: Foreign Affair Office Press
BAKIKHANOV, Abbas Ali,(1970), Golestan-i Eram, Edited by A.Alizadeh & Ethers. Baku. Elm
Bouroue of Documents,(1994), Asnadi Az Ravabet Iran Ba Mantaqe-I Qafqaz, Tehran: Foreign Affair Office
ESHGHI, Khanak,(1975), Syasat-I Nizami Russia Dar Iran, Tehran: Anonymous
GHAFARY KASHANI, Aboalhasan,(1991), Golshan Murad, Edited by Gh.Tabatabee Majd, Tehran: Zarin Press
GOGHCHE, Jamal,(1995), Caucasia and the Policy of the Ottoman Empire, Translated by V, Vali, Tehran: Foreign
Affair Office
GVOSDEV, Nikolas. K,(2000), Imperial Policies and Perspectives Towards Georgia, 1760-1819, London:
MacMillan Press Ltd
Hedayati, Hadi,(1955),Tarih-i Zandiye, Tehran: Tehran University press
KOSTIKYAN, K, P, (2008). Documents of Matenadaran Decrees, Vol 4. Yerevan: Nairi
MOSALMANIAN GHOBADIANI, Rahim & Behruz,(2009), Asnady Az Ravabet Iran Va Russia Az Safaviye Ta
Qajariye.Tehran: Foreign Affair Office
PERRY, Jhon,(2005), Karim Khan Zand, translated A.M.Saki, Second Edition, Tehran: Faraz
Rostam al-H 21okama, Mohammad Hashem Asef,(1978), Rostam al-Tavarikh, edited M.Moshiri, Tehran: Jibi Books
Press, third edition
SARAVI, Mohammad Fath-Allah,(1993), Tarih-i Mohammadi, edited by Gh.Tabatabaee Majd, Tehran: Amirkabir
press
VARAHRAM,Gholam Reza, ,(1987), Tarih-i Siyasi ve Ictimai-yi İran der Asr-ı Zend, Tehran: Moeen press
21
114
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
Cilt/Volume 3, Sayı/Issue 5, Ocak /January 2021, ss. 115-132.
Geliş Tarihi–Received Date: 03.11.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 18.12.2020
ARAŞTIRMA MAKALESİ – RESEARCH ARTICLE
ÖMER HAN DÖNEMİ HOKAND HANLIĞI (1809-1822)
HÜSEYİN ŞEN ∗
ÖZ
Hokand Hanlığı’nı 13 yıl idare eden Ömer Han, Narbuta Bek ve Ming Ayim’in ortanca çocuğu olarak
1787 yılında dünyaya geldi. Şehzadeliği döneminde eğitimine Hokand sarayında başladı ve ardından Hokand
medresesine devam etti. Bu eğitimi esnasında, Arapça ve Farsçayı bütün inceliğiyle öğrenerek doğu edebiyatına
merak saldı. Ağabeyi Alim’in han olmasıyla onun hizmetine girdi ve Alim Han (1799-1809)’ın askerî seferlerine
katıldığı gibi 1805-1806 yılında gerçekleştirilen Taşkent seferinde Hokand ordusunu komuta etti ve tecrübe
kazanması için Alim Han tarafından Mergilan valiliğine atandı. Mergilan valiliği esnasında dayılarının kızı
Mahlar Ayim ile evlendi. Bu evlilikten, kendisinden sonra tahta geçecek olan Muhammed Ali ile Sultan
Mahmud isminde iki çocuğu dünyaya geldi. Alim Han’a gerçekleştirilen darbe neticesinde 1809 yılında Hokand
hükümdarı oldu ve ilk iş olarak darbeci devlet adamlarını ortadan kaldırarak kendi saltanatını kurdu. Kendi
saltanatı döneminde devletin sınırlarını genişletmek için askerî seferler tertip etti. Buhara Emirliği ile Öretepe
hâkimiyeti için kıyasıya bir rekabet içerisine giren Ömer Han, Kazak bozkırlarına sefer düzenleyerek Yesi
(Türkistan)’yi hanlığın sınırlarına dâhil etti. Ömer Han’ın sınırları genişletme politikasından Kırgızlar da
nasibini aldı. Kırgız bölgelerine sefer tertip eden Ömer Han, ayrıca Kırgız boyları arasındaki çatışmadan
yararlanarak Kırgız bölgelerini de hanlığın sınırları içerisine dâhil etti. Askerî seferlerinin yanı sıra hanlığın
yönetiminde ıslahatlar gerçekleştirdi ve mingbaşı, şeyhülislam gibi yeni makamlar oluşturdu. Döneminin büyük
şairlerinden birisi olan ve Emirî mahlasıyla şiirler kaleme alan Ömer Han’ın saltanat devrinde edebî faaliyetlere
büyük destek verildi. Çeşitli bölgelerden ünlü şairleri hanlığın başkenti Hokand’a getirerek başkenti dönemin
sanat merkezlerinden birisi haline getirdi. Eşi Mahlar Ayim’in de divan sahibi bir şair olmasının etkisiyle
hanlıkta kadın şairler de ön plana çıkmaya başladı. Edebiyata verdiği desteğin yanında eğitime de önem veren
Ömer Han, yeni medreseler bina ettirdi. Medreselerin yanı sıra imar faaliyetleriyle hanlıkta imarethaneler, su
kanalları inşa edildi ve vakıf müesseseleri kuruldu.
Anahtar Kelimeler: Hokand Hanlığı, Ömer Han, Buhara Emirliği, Emir Haydar.
KOKAND KHANETE IN THE PERIOD OF UMAR KHAN (1809-1822)
ABSTRACT
Umar Khan, who ruled the Hokand Khanate for 13 years, was born in 1787 as the middle child of Narbuta
Bek and Ming Ayim. He started his education in Kokand Palace during his prince hood and then continued to
Kokand madrasah. During this education, he learned Arabic and Persian with all the delicacy and became
interested in eastern literature. After his older brother, Alim had become khan, he entered his service and
participated in the military camping of Alim Khan (1799-1809) as well as commanded the Kokand army in the
Tashkent expedition in 1805-1806 and was appointed as the governor of Mergilan by Alim Khan to gain
experience. He married Mahlar Ayim, the daughter of his uncles, during the governorship of Mergilan. From this
marriage, Muhammed Ali, who will take the throne after him, and Sultan Mahmud, were born. As a result of the
coup against Alim Khan, he became the ruler of Kokand in 1809 and as the first, he established his reign by
eliminating the coup statesmen. During his reign, he organized military expeditions to expand the borders of the
state. Umar Khan, who started a fierce competition with the Emirate of Bukhara for the sovereignty of Öretepe,
organized an expedition to the Kazakh steppes and included Yesi (Turkistan) within the borders of the khanate.
Kyrgyz was affected by Umar Khan's policy of expanding the borders. Taking advantage of the dispute between
the Kyrgyz tribes, Umar Khan expedition organized in the Kyrgyz regions and included the Kyrgyz regions
within the borders of the khanate. In addition to his military expeditions, he carried out reforms in the
administration of the khanate and established new positions such as mingbasi and shaykh al-Islam. During the
reign of Umar Khan, who was one of the great poets of his period and wrote poems with the pseudonym Emirî,
∗
Dr., E-Posta: sen.huseyin.1990@gmail.com ORCID ID: 0000-0003-2794-299X
ÖMER HAN DÖNEMİ HOKAND HANLIĞI (1809-1822)
great support was given to literary activities. By bringing famous poets from various regions to Kokand, the
capital of the khanate was turned into one of the art centers of the period. With the effect of his wife Mahlar
Ayim who was a poet and also had a divan, female poets started to come to the fore in the khanate. Besides his
support for literature, Umar Khan also supported education and built new madrasas. In addition to madrasas,
imarets, water canals were built and foundation institutions were established.
Keywords: Kokand Khanate, Umar Khan, Bukhara Emirate, Emir Haydar.
GİRİŞ
1709 yılında Buhara Hanlığı’ndan ayrılarak Özbeklerin Ming boyu önderliğinde Fergana Vadisi merkezli
müstakil hareket etmeye başlayan Hokand Hanlığı’nın tarihi kuruluş, yükselme ve çöküş devri olarak üç parçada
incelenebilir. Kuruluş devri, 1709’dan 1800 yılına kadar olan dönemi kapsamaktadır. Bu dönemde hanlık,
Fergana Vadisi’nde bulunan şehirleri hâkimiyeti altına almaya çalıştığı 1 gibi Cungar 2 ve Mançu saldırılarına
karşı koymaya gayret etmiştir. 3 Özellikle Mançu saldırılarında zor duruma düşen Hokand Hanlığı, 1760 yılında
Mançu hâkimiyetini tanımak zorunda kalmıştır. 4 Yükselme dönemi, 1800 ile 1842 yılları arasını kapsamaktadır
ve bu dönemde Hokand Hanlığı’nın sınırları Fergana Vadisi’ni aşarak Kazak bozkırları yönünde genişlemiştir. 5
Bu devirde bölgesel bir güç haline gelen Hokand Hanlığı, Mançular, Rus İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti’yle
diplomatik ilişkiler tesis etmiş ve en geniş sınırlara ulaşmıştır. 6 Çöküş dönemi ise 1842-1876 yılları arasını
kapsamaktadır ki bu dönemde hanlıkta meskûn boylar devlet yönetiminde etkili olmuş ve hükümdarlardan çok
boy beyleri ön plana çıkmıştır. Bu dönemin sonunda ise Hokand Hanlığı Rus işgaline uğramıştır. 7 Bizim
çalışmamız, Hokand Hanlığı’nın bölgesel bir güç olarak Türkistan sahasında siyasi, ekonomik, sosyal alanlarda
etkili rol oynadığı yükselme döneminin önemli hükümdarlarından Ömer Han’ın 1809-1822 yılları arasındaki
saltanat devrini kapsamaktadır. Ömer Han döneminin siyasal ve sosyal olaylarının ortaya koyulması Hokand
Hanlığı’nın nasıl bölgesel bir güç haline geldiğinin anlaşılması açısından önemlidir. Ayrıca Türkistan hâkimiyeti
iddiasında bulunan Hokand hükümdarlarının meşruiyetlerini dayandırdıkları temelin açıklanması ve bu
meşruiyet iddiasında edebiyatın nasıl kullanıldığının belirtilmesi Ömer Han’dan sonraki dönemlerde yaşanan
olayların daha iyi anlaşılması açısından önemlidir. Ömer Han dönemini konu edindiğimiz çalışmamızda Ömer
Han nezdinde Hokand Hanlığı’nda gelişen siyasi ve sosyal olaylar açıklanırken ağırlıklı olarak Hokand
Hanlığı’nın yerli kaynaklarını kullanmaya gayret ettik. Yerli kaynakların yanı sıra Mançu ilişkilerini
açıklayabilmek adına Mançu belgelerine dayalı yapılan İngilizce çalışmalar ile Ömer Han döneminde Hokand
Hanlığı’na gelen seyyah ve görevlilerin notlarından yararlandık. Bu kaynakların haricinde modern çalışmaları da
kullanmaya özen gösterdik.
1. Ömer Han’ın Çocukluğu ve Şehzadeliği
1
Hokand Hanlığı’nın ilk hükümdarı olan Şahruh Bek (1709-1721) devrinde Namangan, Mergilan, Kanıbadem ve İsfara şehirleri Hokand
Hanlığı sınırlarına dâhil edilmiştir. Dinçer Koç, Rus Elçilik Raporlarına Göre Hokand Hanlığı, İdeal Kültür & Yayıncılık, İstanbul 2015, s.
20. Şahruh Bek’in ölümü üzerine tahta geçen Abdurrahim Bek (1721-1733) devrinde ise Hocend, Öretepe, Kette-Kurgan ve Semerkand’ın
bazı bölgeleri ele geçirilmiştir. Mirzoolim Müşrif, Ansob us-Selatin Va Tavarih ul-Havakin (Kukon Hanlıgı Tarihi), yay. haz. Akbar
Matgaziev, Muhabbat Usmonova, Gafur Gulam Neşr., Taşkent 1995, s. 14-15.
2
Cungarlar hakkında bkz. Ekrem Kalan, Cungar Hanlığı’nın Siyasi Tarihi, TTK Yay., Ankara, 2008. Abdurrahim Bek (1733-1750) Oş,
Andican, Mergilan’ı zapteden ve Hokand’ı kuşatan Cungarların 1741-1745 yılları arasında Fergana’ya saldırılarını püskürtmekle uğraştı.
Cungarlara karşı yürütülen mücadelede Abdülkerim Bek’i Kıpçaklar, Kırgızlar ve Öretepe Hâkimi destekledi. Aldığı destekle Cungar
saldırılarını püskürtebilen Abdürrahim Bek, yeni bir saldırıya maruz kalmamak için en büyük oğlu Baba Bek’i Cungarlara rehin verdi. Üçler
Bulduk, Hokand Hanlığı ve İbret’in Fergana Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara 2006, s. 18-19.
3
İrdana Bek (1753-1762) döneminde Cungar Hanlığı’nı yıkarak Doğu Türkistan’ı işgal eden Mançular, Batı Türkistan’ı tehdit etmeye
başladı. Bu tehdite, İrdana Bek bölgedeki boyları birleştirerek karşı koymayı denedi lakin başaramadı. T. K. Beysembiev, Tarihi Şahruhi
Kak İstoriçeskiy İstoçnik, İzd. “Nauka” Kazahskoy SSR, Alma-Ata 1987, s. 13. Bu durum üzerine İrdana Bek, Öretepe ve Hocend beyleri,
Kırgız sultanlarıyla beraber Afgan Padişahı Ahmed Şah Durranî (1747-1773)’den yardım talep ettiler. Bu istek her ne kadar İrdana Bek ve
müttefiklerinin arzuladığı şekilde cevaplanmadıysa da Mançu sınırlarının Batı Türkistan’da genişlemesinin durmasına tesir etti. Çokan
Velihanov, Sobranie Soçineniy v Pyati Tomah, T. 3 Glavnaya Redaksiya Kazahskoy Sovetskoy Ensiklopedii, Alma-Ata 1985, s. 322-324.
4
L. J. Newby, The Empire and The Khanate (A Political History of Qing Relations wirh Khoqand c. 1760-1860), Brill Leiden, Boston 2005,
s. 45; H. H. Howorth, History of the Mongols From 9th To The 19th Century, C.II, Longmans, Green, and Co, London 1830, s. 817. İrdana
Bek ve Mançu yönetimi arasındaki ilişkiler için bkz. Onuma Thkahiro, Kawahara Yoyi, vd., “An Encounter between the Qing Dynesty and
Khoqand in 1759-1760: Central Asia in the Mid-Eighteenth Century”, Frontiers of History in China, 9 (3), 2014, s. 384-408.
5
Alim Bek (1798-1809), Dağlı Taciklerden Galebahadur isimli bir ordu kurdu ve bu orduyla yeni fetihler gerçekleştirdi. Onun döneminde
kısa süre de olsa Öretepe hâkimiyet altına alındı. Bilal Çelik, “Hokand Hanlığı” Avrasya’nın Sekiz Asrı Çingiz Oğulları, Edt. Hayrunnisa
Alan, İlyas Kamaloğlu, Ötüken Neşr., İstanbul 2016, s. 536. Taşkent, Hokand sınırlarına katıldı. V. Nalivkin, Kratkaya İstoriya
Kokandskogo Hanstva, Tipografiya İmperatorskogo universiteta, Kazan 1886, s. 86-87; Kurbanali Hacı Halidoğlu, Tevarih-i Hamse, Kazan
1910, s. 13. 1805 yılında darp ettirdiği paralarda Han unvanını kullandı ve ondan sonra gelen Hokand hükümdarları da bu unvanı kullanmaya
devam etti. Çelik, agm, s. 536; Koç, age, s. 31; Haydarbek Bobobekov, Kukan Tarihi, Fan va Tehnologiya, Taşkent 2016, s. 46.
6
Ömer Han (1810-1822) devrinde kurulan ilişkiler makalede konu edilecektir. Muhammed Ali Han (1822-1842) döneminde kurulan ilişkiler
için bkz. Hüseyin Şen, Muhammed Ali Han Dönemi Hokand Hanlığı (1822-1842), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
(Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2020, s. 108-133; 136-153; 163-180.
7
Dönem ile alakalı bkz. Zebinniso Husayn Kamalova, Hokand Hanlığı’nın Son Hükümdarı Hüdayar Han ve Dönemi (1845-1875) Fergana
Vadisinde Rus İşgali, Çağaloğlu Yay., İstanbul 2020.
116
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
HÜSEYİN ŞEN
Hokand hükümdarı Narbuta (1763-1799) ile Ming Ayim olarak bilinen Zühre Ayim çiftinin üç çocuğundan
ortancası olarak 1787 8 yılında dünyaya gelen 9 Şehzade Ömer, ilk eğitimine Hokand sarayında başladı ve
ardından Hokand medresesine devam etti. Kendi dönemine göre iyi bir eğitim alan Şehzade Ömer, dinî-tasavvufi
eğitim aldığı gibi öğrenciliği esnasında Arapça ve Farsçayı incelikleriyle öğrendi ve Doğu edebiyatına merak
saldı. 10
Narbuta Bek’in 1798 yılında vefatından sonra Hokand Hanlığı’nda meydana gelen taht mücadelesinden
Alim Han (1799-1810) galip çıkarak Hokand tahtına oturdu ve kendisine muhalif yöneticileri öldürerek yerini
güçlendirdi. 11 Yeni hanın belirlenmesiyle iç siyasette sükûnete kavuşan Hokand Hanlığı’nda Şehzade Ömer,
ağabeyi Alim Han’ın hizmetine girdi. Alim Han, döneminde gerçekleştirilen seferlere katılan Şehzade, bu
seferlerin büyük çoğunluğunda orduda birlik komutanlığı yaptı. Alim Han’ın 1806 yılında gerçekleştirdiği ve
Özbeklerin Yüz boyunun yönetimindeki Öretepe 12 şehrini kısa süre de olsa hanlığın sınırlarına dâhil ettiği
seferde ve arkasından gerçekleştirilen başarısız Cizak 13 seferinde Şehzade Ömer Hokand ordusu komutanları
arasında yer aldı. 14 Şehzade Ömer’in Hokand ordusundaki görevleri sadece birlik komuta etmekle kalmadı. O,
1805-1806 yıllarında Taşkent 15 Hâkimi Yunus Hoca’nın ölümü üzerine gerçekleştirilen Taşkent seferinde Alim
Han ve devlet erkânının ortak kararıyla ordu komutanı olarak görevlendirildi. Hokand ordusunun başında
Taşkent seferini gerçekleştiren Şehzade Ömer, Taşkent birliklerini bozguna uğrattı ve Yunus Hoca’nın yerine
geçen oğlu Sultan Hocayı da esir aldı. Sultan Hoca’nın esir düşmesiyle Taşkent Hâkimliğine kardeşi Hamid
Hoca geçti ve şehri savundu. Bu durum üzerine Şehzade Ömer, Çırçık Nehri üzerindeki Niyazbey Kalesi’ni ele
geçirdi ve nehrin yönünü değiştirdi. Şehzade Ömer’in bu hamlesi Taşkent’in susuz kalmasına sebep oldu. Bunun
üzerine Hamid Hoca kuşatmaya dayanamayacağını anladı ve Şehzade’nin yanına gelerek bağlılığını bildirdi. 16
Bu başarısının ardından Alim Han, Şehzade’yi 1807-1808 yılında Mergilan 17 Hâkimbekliğine atadı ve onu
Andican Hâkimi olan dayıları Rahmankulu’nun kızı Mahlar Ayim’le evlendirdi. 18
2. Ömer Han’ın Tahta Çıkışı
Alim Han, bir taraftan hanlığın sınırlarını genişletmekle meşgul olurken diğer taraftan da devlette bazı
ıslahatlar yaparak otoritesini sağlamlaştırmak için mücadele verdi. Bu kapsamda ilk olarak Dağlı Taciklerden
Galebahadur isimli düzenli bir ordu kuran Han, bu orduyla iç karışlıklıları halletti ve yeni şehirler ele geçirdi. 19
Alim Han’ın askerî alandaki bu yeniliği, Özbek boy taassubuna aykırı olması ayrıca seferler için sürekli vergi
talebi, halktan askere almaların artması 20 ve bunlara ilaveten Muntahabü’t-Tevarih’te belirtildiğine göre Han’ın
işret meclisine, şaraba, afyona, kadınlara düşkünlüğü, devlet yönetiminde fevri hareket etmesi bazı devlet
Ömer Han’ın doğum tarihi Avaz Muhammed Attar’da 1785 olarak gösterilir. Fakat Ömer Han’a ait Emirî divanında 1787 olarak verilir.
Susanna S. Nettleton, “Ruler, Patron,Poet Umar Khan In The Blossoming Of The Khanate Of Qoqan, 1800-1820”, International Journal of
Turkish Studies, V. 2, N. 2, 1981-82, s. 127.
9
Izzatillo Omonov, Umar Han Hukumronligi Davrida Qo’qan Hanliğinin Siyosiy, İjtimoiy- İqtisodiy va Madaniy Ahvoli, Namangan Devlet
Üniversitesi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Namangan 2016, s. 13. Narbuta Bek ve Ming Ayim çiftinin dünyaya gelen üç
çocuğundan diğer ikisi Alim Han ve Aftab Ayim’dir. Narbuta Bek’in Ming Ayim’den doğan çocukları haricinde Kalmuk olan ilk eşinden
Muhammed Emin (Madamin), nikâhsız zevcesinden Rüstem, Fazıl ve Yadigâr ile birlikte dört tane de kızı vardır. Muhammed Hakimhan
Töre, Muntahab at-Tevarih (Hukand va Buhara Tarihi, Seyahat va Hatıralar), çev. Ş. Vahidov, Yangi Asr Avlodi, Taşkent 2010, s. 270.
10
Omorov, agt, s. 13.
11
Narbuta Bek vefat ettikten sonra kardeşi Hacı Bek ile oğulları Alim ve Rüstem arasında meydana gelen taht mücadelesinden Alim galip
çıkarak 1799 yılında Hokand tahtına oturdu. Alim Han, Hokand hükümdarı olduktan sonra iktidar mücadelesi verdiği amcası Hacı Bek,
kardeşi Rüstem Bek ile onlara destek veren Pir Muhammed Yasavul ve oğlu Taş Mahmud Mirza, Büzürük Hoca, Han Hoca’yı öldürttü.
Beysembiev, age, s. 94-95. Alim Han amcası ve kardeşini öldürmesinden dolayı “Zalim Han” olarak isimlendirildi. Bulduk, age, s. 56;
Kurbanali Hacı Halidoğlu, age, s. 12; Vedat Meral, Kurbanali Hacı Halidoğlu’nun Tevarih-i Hamse Eserinin Fergana Hanları Kısmının
Transkripti ve Değerlendirilmesi, Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ordu 2019, s. 22.
12
Günümüzde Tacikistan Cumhuriyeti’nin Soğd Vilayeti’nde bir ilçe olan Öretepe/İstiravşan, Taşken-Hokand yolu üzerinde bulunan
stratejik konuma sahip bir şehirdir. Anonim, Zafername-i Hüsravi, Farsçadan Özbekçeye çev. ve yay. haz. Ş. Vahidov, Ş. Jurayev Tarihiy
Miros, Toşkent 2011 s. 21.
13
Küçük Kale olarak da isimlendirilen Cizak şehri, Semerkand’ın kuzeydoğusunda Nura-Dağ’ın kuzeyinde yer alır. Kadim İpek Yolu
güzergâhında bulunan şehir Hokand ve Taşkent’i Semerkand’a bağlayan yol üzerindedir. Bilal Çelik, 1800-1865 Yılları Arasında Buhara
Hanlığı, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Sakarya 2009, s. 38.
14
Hakimhan Töre, age, s. 286-287; 289-290.
15
Günümüzde Özbekistan Cumhuriyeti’nin başkenti olan şehrin tarihi M.Ö. II. binyıla kadar uzanmaktadır. Özbekistan’ın kuzeydoğusunda
Sırderya (Seyhun)’nın sağ kollarından Çırçık nehrinin suladığı vahada kurulmuştur. Abdullah Muhammedcanov, “Taşkent”, DİA, C. XL, s.
145.
16
Hakimhan Töre, age, s. 192-194; Nalivkin, age, s. 86-87.
17
Sırderya Nehri’nin güneyindeki küçük ırmaklardan Mergilan-Say’ın kıyısında muhtemelen IX. yüzyılda kurulmuş olan şehir, Fergana
Havzası’nın Aşağı Nesyâ Bölgesi’nin en önemli yerleşim birimlerindendir. Ahmet Taşağıl, “Mergīnân”, DİA, C. 29, s. 181. Hokand Hanlığı
döneminde Fergana Vadisi’nin önemli vilayetlerinden birisi olan Mergilan’ın yönetim merkezi Yarmezardır. Şerzodhon Mahmudov, Kukan
Honlıgının Mamuriy Başkuruz Tizimi, Özbekitan Respuplikası Fanlar Akademiyasii Tarih Enstituti (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Taşkent
2007, s. 60.
18
Hakimhan Töre, age, s. 295.
19
Muhammed Niyâ Hukandî, İbretü’l Havokin (Tarih-i Şahruhi), Fars-Tacik Dilinden Özbekçeye çev. ve yay. haz., Ş. Vahidov, Turon
Zamin Ziyo, Taşkent 2014, s. 64-65.
20
Nettleton, agm, s. 132.
8
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
117
ÖMER HAN DÖNEMİ HOKAND HANLIĞI (1809-1822)
adamlarını rahatsız etti. 21 Devlet erkânının içerisinde Alim Han’ın kötü yönetiminden rahatsız olan zadegânın
yanı sıra Hokand Hanlığı’ndaki tarikatlar da Alim Han ile sorun yaşamaktaydı. Kendisi Nakşibendî tarikatının
Cehriye koluna intisap edip Şeyh Nasır’ı mürşit olarak kabul etse de tarikatların mallarını kontrol ederek
onlardan vergi almak istedi. 22 Ayrıca İslam öncesi alışkanlıkların terk edilmesi için verdiği uğraş ve tarikatlara
sığınarak hiçbir iş yapmadan geçinmenin önüne geçmek istemesi, Alim Han’a karşı nefreti arttırdı. 23 Bu durum
Hokand Hanlığı’nda, Alim Han’a karşı hoşnutsuzluğa sebep oldu ve Alim Han sarayda gerçekleşen bir zikir
esnasında 18 yerinden bıçaklandı. Ağır yaralanmasına rağmen ölmedi ve kırk gün sonra iyileşti. Alim Han
sağlığına kavuşsa da yönetimden memnun olmayan devlet adamları harekete geçti. Alim Han’a karşı oluşan
muhalefetin başını Rahmankulu Bek, İriskulu Bek ve Cuma Bek çekiyordu. Bu muhalefetten haberdar olan
Masumhan Töre 24, muhalif devlet adamları ve amaçları hususunda Alim Han’ı uyardı lakin Alim Han bu
uyarıları dikkate almadı. 25 İyileştikten sonra Kazak bozkırlarında askerî harekâta girişen Alim Han, bizzat
ordusunun başında 1809 yılında Taşkent’e geldi. Hokand ordusu Çimkent 26, Evliya-Ata 27, Seyram 28 şehirlerini
ele geçirdi. 29 Şehirlerin ele geçirilmesinin ardından zor kış şartlarına dayanamayan Hokand ordusu, Taşkent’e
geri döndü. Ordunun geri dönmesine sinirlenen Alim Han, askerlere tekrar sefere çıkmaları emrini verdi fakat bu
emir orduda rahatsızlık uyandırdı. Bu rahatsızlığı fırsata çeviren Cumabay Kaytakiy, İriskulu Bek Pervaneci 30 ve
Rahmankul Dadhah 31, Şehzade Ömer’in de aralarında bulunduğu bir meclis tertip ederek Alim Han’a darbe
yapmaya karar verdiler. 32 Bu karar neticesinde Şehzade Ömer’i Hokand’a getiren muhalif beyler onu han ilan
ettiler. Alim Han kardeşinin han ilan edildiğini öğrenince Çimkent’i kuşatan ordusunu geri çekti ve Taşkent’e
Hâkimbek olarak oğlu Şahruh’u bırakıp kendisi Hokand’a yöneldi. Fakat yolda adamları kendisini terk etti ve
bunun üzerine Alim Han kardeşiyle görüşerek kendisinin derviş hayatı yaşamaya karar verdiğini bildirse de 1810
yılında Altıkuş’ta öldürüldü. 33 Alim Han’ın ölümüyle birlikte tahta Ömer Han çıktı.
3. Ömer Han’ın Siyasi ve Askerî Faaliyetleri
Alim Han’a gerçekleştirilen darbe neticesinde kukla han olarak tahta oturtulan Ömer Han, her şeyin
farkındaydı ve eğer devlet kademelerine istediği atamaları yapamazsa sonunun Alim Han gibi olacağını anladı.
İriskulu Bek, Cumabay Kaytaki, Mümin Bek gibi emirler Ömer Han’ı, Alim Han tarafından merkezi otoriteyi
sağlamak ve yeni fetihler gerçekleştirmek için oluşturduğu ordunun dağıtılması hakkında bir ferman çıkartmaya
zorladılar. 34 Dağıtılan ordunun komutanlarından Zuhur Divanbegi 35, Rahmatullah Pervaneci, Abdül Kadim
Dadhah ve Mahmud Dadhah, Ömer Han ile gizlice görüşerek durumu değerlendirdiler. Görüşmeden sonra da
dağılmış olan orduyu gizlice tekrar toparlamak için harekete geçtiler ve iki bin kadar askeri bir araya getirdiler.
Bu askerler Hokand’a gelerek İriskulu, Cumabay Kaytakiy, Mümin Bek ve diğer emirleri öldürdüler. 36 Kendisini
21
Hakimhan Töre, age, s. 312.
Kamalova, age s. 71.
23
Nettleton, agm, s. 132.
24
Masumhan Töre, Muntabü’t-Tevarih isimli eserin yazarı Hakimhan Töre’nin babasıdır. Doğu Türkistanlı Hocalar ailesine mensup olup
Alim ve Ömer Hanların kız kardeşleri Aftab Ayim ile evlidir. Alim Han döneminde günümüzde Tacikistan sınırları içerisinde bulunan İsfara
şehrine hâkim olarak görevlendirildi. Ömer Han döneminde ise şeyhülislamlık makamına getirildi. Hüseyin Şen, “Munthab At-Tevarih ve
19. Yüzyıl Türkistan Tarihi Açısından Önemi”, Türk Dünyası Araştırmaları, C. 120, S. 237, 2018, s. 184.
25
Hakimhan Töre, age, s. 313-314.
26
Günümüzde Kazakistan’ın güney bölgesinde bir şehir olan Çimkent, Sırderya’nın kolu Aris’e dökülen Badam Nehri üzerinde Aladağ’ın
güneybatısındaki vadide bulunmaktadır. Şehrin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu belli değildir. Nizâmüddin Şâmî’nin Zafernâme
adlı eserinde şehir Çîkend şeklinde kaydedilir ve Sayram yakınlarında bir köy olduğu belirtilir. Mehmet Saray, “Çimkent” DİA, C. VIII, s.
318.
27
Kazakistan Cumhuriyeti Sırderya Vilayeti’nde bulunan şehirdir. Gurban Hüseynov, Vasiliy Vlademiroviç Barthold (1869-190) Hayatı,
Eserleri Ve Orta Çağ Tarih Eğitimine Katkıları, Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Konya 2013, s. 94. Evliya-Ata, Talas Nehri üzerindeki kadim Taraz (Talas) şehridir. Z. Validi Togan, 17 Kumaltı Şehri ve Sadri
Maksudi Bey, Türkistan-Bilig, İstanbul 1934, s. 35.
28
Seyhun Nehri’nin sağ düzlüklerinde Tarım Havzası’ndaki Şâhyâr Nehri’ne dökülen Karasu üzerinde bulunan şehirdir. İslam coğrafyacıları
Sayram şehrini İsbicâb veya İsficâb şeklinde kaydetmişlerdir. Enver Konukçu, “Sayram ve Yesi” Milletlerarası Hoca Ahmed Yesevî
Sempozyumu Bildirileri (26-29 Mayıs 1993), yay. haz., Abdulkadir Yuvalı, Mustafa Argunşah, Ali Aktan, Erciyes Üniversitesi Yay., Kayseri
1993, s. 250.
29
Hüdayarhanzade, Ancum at-Tavarih (Zvezdı İstorii), Fars-Tacik Dilinden Rusça’ya çev. ve izahlar müellifi Ş. Vohidov, Ş. Elşibaev, Yangi
Asr Avlodi Yay., Taşkent 2011, s. 109; Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 76-77.
30
Pervaneci, ahaliden gelen arz ve dilekçeleri hana ileten ve cevaplarını muhataplarına götürmekle sorumlu olan görevlidir. Hakimhan Töre,
age, 32; Anonim, Zafername-i Hüsravi, s. 48.
31
Dadhah, Hokand Hanlığı’nda adli işlerden sorumlu olan, halkın şikâyet ve isteklerini hana bildiren, mahkeme reisliği görevlerini yerine
getiren devlet görevlisidir. Özbekistan Milliy Ensiklopediyasi, C. III, Devlet İlmiy Neşriyat, Taşkent 2002, s. 337.
32
Dinçer Koç, age, s. 35; Niyâz Muhammed Hukandî, age, s. 96-97. S. S. Nettleon, Alim Han’ı öldürenin Ömer Han’ın kayınpederi ve Alim
Han’ın dayısı olan Rahmankulu Biy olduğunu belirtir. S.S. Nettleton, agm, s. 132.
33
Beysembiev, age, s. 98-99; Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 77-79; Muhammad Umar Kori Umidî Marğilonî, Tarihçe-i Turani, yay.
haz., Ş. Vahidov, Tarihiy Meros, Taşkent 2012, s. 31.
34
Scott C. Levi, Ömer Han’ın Özbek boylarının askeriyede yerini eskisi gibi tesisi etmek ve onları ağabeyi gibi karşısına almamak için
orduyu kendisinin dağıttığını belirtir. Socott C. Levi, The Rise And Fall Of Khoqand: Central Asia In The Global Age, University of
Pittsburg Press, Pittsburg 2010, s. 98.
35
Divanbegi, Hokand Hanlığı’nda iktisadi işlerle ilgilenen birimin başında bulunan devlet görevlisine verilen unvandır. Koç, age, s. 69.
36
Hüdayarhanzade, age, s. 122-123. Yukarıda isimlerini belirttiğimiz beklerin amacı Ömer Han’ı öldürerek tahta İriskulu Bek’i geçirmekti.
Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 82; Niyâz Muhammed Hokandî, age, s. 102. Endcüm et-Tevarih’e göre ise bu beklerin amacı Hacı Bek
22
118
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
HÜSEYİN ŞEN
kukla han olarak tahta çıkartan devlet adamlarından kurtulan Ömer Han, Alim Han’ın üç oğlundan Taşkent
Hâkimbeki Şahruh’u katlettirdi. 37 Ömer Han döneminin başında gerçekleşen bu olaylar kendi iktidarı dönemini
rahatlatsa da Muhammed Ali Han (184-22-1842) döneminde devlette muhalefetin ortaya çıkmasına sebep oldu
zira her ne kadar muhalif devlet adamları öldürülse de onların akrabaları ya da aynı boya mensup oldukları
zadegân devlette göreve getirildi. 38
Devlet içindeki karışıklıklar hallolduktan sonra Hokand Hanlığı’nın üst düzey bürokratları ülkenin
başkentine geldiler. Kurultay toplandı ve eski geleneklere göre Ömer Han beyaz keçeye oturtuldu; keçenin
birinci köşesinden büyük ulemalar, ikinci köşesinden emirler ve vezirler, üçüncü köşesinden boy beyleri,
dördüncü köşesinden ise önde gelen Hokand eşrafı tutup Fetih Suresini okuyarak 39 Ömer Han’ı tahta
çıkarttılar. 40 Tahta çıktıktan sonra Ömer Han tarafından cülus törenine katılan devlet adamlarına hediyeler
dağıtıldı. Yeni Han, Niyâz Muhammed ve Abdulbaki gibi alimleri ümera rütbesine yükseltti. Şahi Pervaneci
Merginanî, Mingbaşı 41 makamına atandı. Alim Han zamanında Buhara’ya kaçan Recep Divanbegi 42 ise Taşkent
Hâkimi olarak tayin edildi. Recep Divanbegi’nden önceki Taşkent Hâkimi Alim Han’ın oğullarından Şahruh
Bek ile iş birliği yaptığı için katledildi. 43 Ayrıca Ömer Han tahta geçtiğini bildirmek için Hacı Mir Kurban’ı
Hive’ye, ardından da İstanbul’a, Zuhur Divanbegi’ni de Pekin’e elçi olarak gönderdi. 44
Ömer Han tarafından dâhili meselelerin halledildiği ve devlet ricalinde gerekli görev dağılımının yapıldığı
sırada Emir Haydar (1800-1826) kendisini tebrik etmek için bir elçi gönderdi. Gelen elçinin ardından Ömer Han,
Emir Haydar ile dostluk kurmak amacıyla Töre Hoca Kelân’ı Buhara’ya karşı elçi olarak gönderdi. Töre Hoca
Kelân, Emir Haydar tarafından çok iyi karşılandı. Töre Hoca Kelân’ın elçilik vazifesini icra edip dönüş yoluna
çıktığını öğrenen Öretepe Hâkimi Mahmud Hoca kardeşi Sultan Hoca’yı Hokand elçisine gönderdi ve Töre Hoca
Kelân’ı şehre davet etti. Öretepe o dönemde Buhara Emirliği hâkimiyetindeydi ve şehrin Hâkimi Mahmud Hoca
Ömer Han’a bağlanmak istiyordu. Bu isteğini şehre davet ettiği Hokand elçisi Töre Hoca Kelân’a verdiği
mektup vasıtasıyla Ömer Han’a bildirdi. Elçi Mektubu Hokand’a ulaştırdıktan birkaç gün sonra Ömer Han,
Masumhan Töre’yi Mahmud Hoca’nın tabiiyetini kabul ettiğini göstermek için Öretepe’ye gönderdi. Masumhan
Töre’yi Aksu mevkiinde karşılayan Mahmud Hoca kendisine büyük saygı gösterdi ve Masumhan Töre Hokand’a
geri dönerken kardeşi Sultan Hocayı bağlılığını bildirmek için onunla beraber gönderdi. 45
Sultan Hoca ile görüştükten sonra onun Öretepe’ye dönmesine müsaade eden Ömer Han, kısa bir süre
sonra orduyu toplayarak Cizak seferine çıktı. Hocend 46 üzerinden Cizak tarafına yönelen Ömer Han’a Havas’da
Öretepe Hâkimi Mahmud Hoca askerleriyle birlikte katıldı. Hokand ordusu üç gün üç gece ilerledikten sonra
Şiraz bozkırına ulaştı ve bölgeyi yağmaladı; ardından Cizak Kalesi’ni kuşattı lakin kaleyi ele geçiremedi ve ordu
Hokand’a geri çekildi. Dönüş yolunda sefere askerleriyle katılan Mahmud Hoca’ya Ömer Han çeşitli hediyeler
vererek Öretepe’ye dönmesine izin verdi. Sefer dönüşü Ömer Han, merhum Alim Han’ın oğulları Atalık ve
Murat’ı Karategin’i 47 sürgün etti. 48
Öretepe Hâkimi Mahmud Hoca’nın Ömer Han’ın tarafına geçtiğini öğrenen Buhara Emiri Haydar,
Öretepe’yi geri almak ve Mahmud Hoca’yı cezalandırmak için harekete geçti. Emir Haydar’ın bu hamlesi
başlangıçta müspet gelişen ilişkilerin bozulmasına sebep oldu. Bu tarihten sonra Buhara Emirliği ve Hokand
soyundan yaşı küçük birini tahta geçirerek devleti kendileri yöneteceklerdi. Hüdayarhanzade, age, s. 123. İbretü’l-Havakin’de bu emirlerin
öldürülmesinde Ömer Han’a en büyük desteğin Recep Divanbegi’nin verdiği belirtilir. Niyâz Muhammed Hokandî, age, s. 102.
37
Nalifkin, age, s. 102; Hakimhan Töre, age, s. 336.
38
Omonov, agt, s. 17.
39
Kur’an-ı Kerim, 48:1. İbetul Havakin’de belirtilene göre Fatiha suresi okunmuştur. Niyâz Muhammed Hokandî, age, s. 101.
40
Hüdayarhanzade, age, s. 124.
41
Mingbaşı yani binbaşı, Hokand Hanlığı’nda Ömer Han döneminde yapılan idari ıslahatlarla Koşbeginin yerini alarak başvezir konumuna
yükselen devlet görevlisidir. Mairambek Tagaev, Hokand Hanlığı’nın (1709-1876) Sosyal ve Kültürel Tarihi, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2017, s. 89.
42
Recep Divanbegi, Alim Han zamanında Buhara’ya kaçmış Emir Haydar’ın hizmetine girmiş daha sonra da oradan da kaçarak Şehr-i
Sebz’e sığınmıştır. Hakimhan Töre, age, s. 338. Recep Divanbegi, Şahi Pervaneci Mergilanî’nin Mingbaşı makamına atanmasını da fırsat
bilerek Hokand’a geri dönmüştür. Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s.82; Niyâz Muhammed Hokandî, age, s. 102.
43
Niyâz Muhammed Hokandî, age, s. 102; Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 81; Muhammad Umar Kori Umidî Marğilonî, age, s. 32.
44
Hüdayarhanzade, age, s. 126.
45
Hakimhan Töre, age, s. 339. Hüdayarhanzade elçi hakkında bilgi vermemektedir. Mahmud Hoca’nın kardeşi Sultan Hoca’yı Hokand’a
gönderdiği ve Ömer Han’a tabi olmak istediği bildirdiği bunun üzerine Masumhan Töre’nin Öretepe’ye gittiği ve cuma günü Ömer Han
adına hutbe okuttuğu anlatılır. Hüdayarhanzade, age, s.123-124. Tarih-i Türkistan’da bu olayın Ömer Han’ın saltanatının onuncu yılında
gerçekleştiği kayıtlıdır. Ömer Han’ın Cizak seferine çıkıp Hocend’de dinlendiği esnada Öretepe Hâkimi Mahmud Hoca’dan elçi geldi ve
Mahmud Hoca’nın Ömer Han’a kendisiyle dost olmak istediğini belirtti. Ömer Han elçiye çeşitli hediyeler vererek teklifi kabul etti.
Ardından Mahmud Hoca, Ömer Han’ın huzuruna geldi ve Ömer Han tarafından çok iyi karşılandı. Ömer Han, Mahmud Hoca’yı Mergilan’a
vali olarak atamayı planladı Öretepe’ye ise Recep Koşbegi’ni tayin etti. Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 86
46
Fergana Vadisi’nin girişinde Seyhun Irmağı’nın kıyısında bulunan tarihi şehir İslam kaynaklarında Hucende, Çin kaynaklarında Huch’an
veya Hujan şeklinde kaydedilmiştir. Günümüzde Tacikistan Cumhuriyeti toprakları içerisinde bulunmaktadır. Rıza Kurtuluş, “Hucend”, DİA,
C. 18, s. 272.
47
Amuderya’nın Tacikistan sınırları içerisindeki başlangıç kollarından Kızılsu’da yer alan bölgenin ismidir ve merkezi Germ’dir. Recep
Uslu, “Karategin”, DİA, Ek-2, s. 26.
48
Hakimhan Töre, age, s. 339-340.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
119
ÖMER HAN DÖNEMİ HOKAND HANLIĞI (1809-1822)
Hanlığı arasında Ömer Han dönemi boyunca devam edecek olan Cizak ve Öretepe üzerinde hâkimiyet
mücadelesi başladı. Öretepe seferi için harekete geçen Buhara ordusu Peşagar’a geldi ve yıkık durumdaki
stratejik olarak mühim kaleyi tamir etti. Tamir edilen kalenin komutanlığına Muhammed Rahim Atalık atandı.
Bu gelişmeler üzerine Ömer Han ordusunu hazırlayarak hızlı bir şekilde Peşagar’a yöneldi lakin kaleye
ulaştığında Buhara ordusunun Semerkand’a çekildiğini öğrendi. Peşagar’da Buhara ordusuyla karşılaşamayan
Ömer Han kaleyi kuşattı. Üç gün devam eden kuşatma netice vermedi ve kuşatmayı kaldıran Ömer Han
ordusuyla Öretepe’ye oradan da Hokand’a döndü. 49 Ömer Han’ın Hokand’a gelişinden kısa bir süre sonra Emir
Haydar’ın tahta çıktığında isyan eden amcası Mahmud Bek’in 50 oğlu İshak Bek Tura, Emir Haydar’dan korktuğu
için kaçtı ve Şehr-i Sebz’e 51 geldi. Şehr-i Sebz’den teyzesinin oğlu olan Öretepe Hâkimi Mahmud Hoca’nın
yanına gelen İshak Bek, buradan da Hokand’a giderek Ömer Han’ın huzuruna çıktı ve han kendisine lütuflarda
bulundu ona nedim unvanı vererek yanına aldı. 52
Hokand ve çevresinde bu olaylar gelişirken Ömer Han, 1814 53 yılında Kazakistan’ın güneyindeki Yesi
(Türkistan) 54 şehrini 55 ve Suzak’ı 56 ele geçirdi ve Yesi (Türkistan) Vilayetinin hâkimliğine de Badal Hoca
Dadhah’ı atadı. Yesi (Türkistan) ve Suzak’ın alınmasıyla doğuda İli Nehri ile batıda Aral Denizi arasında
yaşayan Ulu Cüz’ün tamamı ve Orta Cüz’ün de bir kısmı Hokand kontrolüne girdi. 57 Hokand ordusu, Yesi
(Türkistan) ve Suzak’ı ele geçirdiğinde Kazakların reisi Tokay Töre bölgeden kaçarak Semerkand’a sığındı. 58
Ömer Han ise hâkimiyeti altına aldığı bu bölgeleri elinde tutabilmek için 1817’de Akmescid Kalesi’ni (şimdiki
Kızılorda) inşa ettirdi. Ayrıca XIX. asrın yirmili yıllarında Evliya-Ata Kalesi’ni bina ettirdi. İlerleyen dönemde
ise Pişkek (Bişkek) ve Tokmak gibi kaleleri yaptırdı. Ömer Han tarafından kurulan bu kalelerin yapılma amacı
sadece bölgenin güvenliğini sağlamak değildi. Ömer Han kurduğu kaleler ve yaptırdığı şehirlere tüccar ve
zanaatkârları yerleştirerek buralarda pazarlar oluşturdu ve bu pazarlara göçer halkı çekmeye çalıştı. Ayrıca askerî
garnizon hüviyetinde olan bu kalelerde görevli birliklerin iaşesinin karşılanabilmesi maksadıyla tarımı da
bölgede geliştirmek için su kanalları kurdu. Sulama kanallarının yanı sıra Ömer Han, Kazak bölgelerinde mescit
ve medrese inşa ettirdiği gibi, bölgede başını Ferganalı İşanların çektiği derviş hareketine da destek verdi. 59
Hokand Hanlığı’nın sınırları Kazak bozkırları yönünde genişlerken Ömer Han, 1814-1815 yılında on iki
bin kişiye ulufe dağıttı. 60 “Emirü’l Müslümin” unvanını aldı. 61 Devlette bulunan kırk bin düşküne maaş bağladı.
Devlet görevlilerine Cengiz Han yasalarına göre rütbe dağıttı. 62 Kazak bozkırlarında yeni yerlerin hâkimiyet
altına alınmasından sonra Hive Hanı Muhammed Rahim (1806-1825)’den Hokand sarayına bir elçi geldi. Elçi
beraberinde zengin hediyeler ile Ömer Han’ın Kazak bozkırındaki başarıları ve Yesi (Türkistan) şehrini ele
geçirmesini kutlayan mektubu ve Hive Hanı’nın dostluk teklifini getirdi. Hokand’da birkaç gün kalan elçiye
büyük bir misafirperverlik gösterildi. Cevabî mektup verilerek geri gönderildi. 63
49
Hakimhan Töre, age, s. 340-342. Hüdayarhanzade aynı olayı anlatırken Peşagar Kalesi’ni zikretmez. Buhara ordusunun Öretepe’yi
kuşatmak için harekete geçtiğini belirten müellif, Mahmud Hoca’nın Ömer Han’a ulak göndermesi neticesinde Ömer Han’ın Öretepe’ye
yöneldiğini lakin Öretepe’ye ulaştığında Buhara ordusunun Semerkand’a dönmüş olduğunu belirtir. Hüdayarhanzade, age, s. 124.
50
Mahmud Bek, Emir Haydar’ın amcasıdır. Emir Haydar tahta geçince isyan etmiş ve başarısız olmuştur. Çelik, agt, s. 92.
51
Eski ismi Keş olup XIV. yüzyıla gelindiğinde “yeşil şehir” anlamına gelen Şehr-i Sebz olarak isimlendirilmiştir. Kaşga Derya’nın yukarı
mecrasında kurulan şehir Semerkand-Tirmiz yolu üzerinde bulunur ve Buhara’ya 40, Semerkand’a 30 fersah uzaklıktadır. Çelik, agt., s. 34.
52
Hüdayarhanzade, age, s. 131; Hakimhan Töre, age, s. 342.
53
B.M. Babacanov bu tarihi 1812 olarak verir. B. M. Babacanov, Kokandskoe Hanstvo: Vlast’, Politika, Religiya, Yengi Neşr., YokyoTaşkent 2010, s. 141, T.K. Beysembiev bu tarihi 1816 olarak göstermektedir. Beysembiev, age, s. 17; Çelik, agm, s. 538.
54
Sırdeya Nehri’nin doğusundaki ovada bulunan şehirde Hoca Ahmed Yesevi’nin türbesi bulunmaktadır. Göktürkler döneminde 8 km
güneyde bulunan Şâvegar isimli şehre bağlıydı ve burada Yassı isimli bir kale bulunmaktaydı. Emel Esin, “Ahmed Yesevî Külliyesi” DİA,
C. II, s. 162.
55
Hakimhan Töre, age, s. 343-345. Ayrıca Hakimhan Töre, Ömer Han’ın Yesi’ye geldiği ve burada türbe ziyaretinde bulunduğu, fakir
fukaraya sadaka dağıtılmasıyla alakalı bilgiler bulunur. Hakimhan Töre, age, s. 344-345. Tarih-i Türkistan’da ise Ömer Han’ın Kazak
bozkırlarına seyahat ettiği bilgisi de mevcuttur. Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 83-84. Yesi şehri alındıktan sonra Hakimhan’ın
belirttiğine göre Hokand sınırları, Kazak bozkırlarında Öküz Dağı’ndan Hazar Denizi’ne kadar uzandı ve Taşkent Valisi Recep Divanbegi
devletin merkezinde görevlendirilmek üzere Taşkent Valiliği’nden azledildi yerine Leşker Beglerbegi tayin edildi. Hakimhan. Töre, age, s.
345.
56
Güney Kazakistan’da bir şehir. Hüdayarhanzade, age, s. 196.
57
Hakimhan Töre, age, s. 345; Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 68-74.
58
Hüdayarhanzade, age, s. 131.
59
İvanov, age, s. 200-201.
60
Hakimhan Töre ulufe dağıtımından söz etmez. Ona göre Ömer Hani, ulemaya danışarak Emiru’l Müslimin unvanını kullanabilmesi için
kaç kişiye maaş vermesi gerektiğini sordu. On iki bin cevabını alınca devletten maaş alanların listesini istedi. Kırk bin kişilik listeyi görünce
bunun üzerine Emiru’l Müslümin unvanını kullanmaya başladı. Hakimhan Töre, age, s. 345.
61
S. C. Levi, Ömer Han’ın bu unvanı 1811 yılından itibaren bastırdığı paralarda ve mühründe kullandığını belirtir. Levi, age, s. 109. B. M.
Babacanov ise Ömer Han döneminde 1817-1818 yılından sonra darp edilen gümüş paralarda Müslümanların İmamı Seyyid Muhammed
Ömer Han, altın paralarda ise Emirü’l Müslimin Seyyid Ömer Han yazdığını belirtir. Babacanov, age, s. 138-139.
62
Devlet görevlilerine verilen unvanlar için bkz. Hakimhan Töre, age, s. 345-346. Ömer Han şairlere yazdırdığı Ömer-nâme isimli eserle
kendi soyunu Timur’a dayandırmasının ardından Emirü’l Müslümin unvanını da kullanarak Türkistan hâkimiyeti için hem manevi hem
dünyevi olarak meşruiyetini kabullendirmeye çalıştı. Levi, age, s. 109.
63
Hüdayarhanzade, age, s. 129. İbretin belirttiğine göre Hive elçisinden kısa bir süre önce Buhara elçisi de Hokand’a ulaşmıştı. Buhara Emiri
Haydar ile Hive Han’ı Abdurrahim Ömer Han’ı kendilerine tabi olmaya davet etmiş lakin Ömer Han çok iyi bir şair olduğu için elçilere
şairane cevaplar vermişti. Buhara elçisine Halife Haydar’ın Ömer’e tabi olduğunu hazreti Haydar-ı Kerar Ali el-Murtaza’ya gelmesi
120
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
HÜSEYİN ŞEN
Hive elçisinin ardından Hokand’da bir hareketlilik yaşandı. Buhara Emirzadelerinden Şah Murad’ın oğlu
Mir Hüseyin ağabeyi Emir Haydar’ın zulmünden dolayı Semerkand’dan ayırılarak Şehr-i Sebz üzerinden
Öretepe’ye geldi. Öretepe Hâkimi Mahmud Hoca ile Hokand’a gelen Mir Hüseyin’e Ömer Han lütufta bulundu.
Kendisine Şehruhiye Kalesi’nin yönetimini veren Ömer Han, Mir Hüseyin’den Semerkand ve çevresini ele
geçirmesini istedi lakin Mir Hüseyin bu isteği yerine getiremedi. Başarısız bir biçimde Hokand’a dönen Mir
Hüseyin’e Ömer Han itibar göstermemeye başladı. 64
Mir Hüseyin’in tekrar Hokand’a dönmesinden kısa bir müddet sonra Hokand devlet görevlilerinden Recep
Koşbegi 65 ve Ebulkasım Atalık 66, Öretepe Hâkimi Mahmud Hoca’dan hoşlanmadıkları için onu Ömer Han’ın
gözünden düşürmeyi denediler. Onlar Mahmud Hoca’nın Buhara Emiri ile tekrar anlaştığını ve Ömer Han’a
ihanet ettiğini öne sürerek Mahmud Hoca’nın azledilmesini istediler. Bu esnada Hokand sarayına Muhammed
Rahim Atalık’ın Buhara Emirinin desteğiyle Öretepe’yi ele geçirmek için harekete geçtiği haberi ulaştı. 67
Gelişen bu durumlar üzerine Ömer Han Şahi Pervaneci yerine Yusuf Tağlık’ı Mingbaşı makamına atadı. 68
Ardından Recep Koşbegi ve Ebulkasım Atalık’ın ikazlarına bu durumda eklenince Ömer Han, 19 Ocak 1817
tarihinde Recep Koşbegi, Ebulkasım Atalık ve Şahi Pervaneci’yi Hokand ordusuna komutan olarak atadı ve ordu
Öretepe’ye doğru yola çıktı. Ömer Han ise ordudan on gün sonra şehre doğru hareket etti. Hokand ordusunun
bölgeye geldiğini öğrenen Muhammed Rahim Atalık geri çekildi. Hokand ordusu Urmetan’da kamp kurduğu
esnada Şehr-i Sebz Hâkimi ve Keneges boyunun lideri Niyâz Ali Bek ile Urgut ve Magiyan 69 Hâkimi, Ming
boyunun önderlerinden Katta Bek, Ömer Han’la görüşmek üzere zengin hediyelerle otağa geldiler. Ömer Han,
Niyâz Ali Bek’e Atalık, Urgut Hâkimine ise Divanbegi unvanı verdi. Ardından ordu komutanlarının refakatinde
onları şehirlerine döndüler. 70
Öretepe üzerine sefere çıkan Hokand ordusu şehirden bir kilometre uzaklıktaki Necani’ye ulaştığında
olanlardan habersiz Mahmud Hoca, Ömer Han’ı karşılamak için yanına geldi. 71 Ömer Han huzuruna kabul ettiği
Mahmud Hoca’yı tutuklattı. Tutuklamanın ardından Ömer Han, Kasım Divanbegi, Muhammedkulu Dadhah ve
Leşker Koşbegi’ne Öretepe Kalesi’ni ele geçirmeleri için görevlendirdi. Emri alan komutanlar bir an önce yola
çıkıp Öretepe’yi ele geçirdiler. Öretepe’nin alınmasından sonra Ömer Han şehre girdi. Bir gün şehirde kalan
Ömer Han, Mahmud Hoca’yı önce Hokand’a ardından da Şehrihân 72’a sürgün etti. 73 Mahmud Hoca’nın azli,
Buhara Emirliği ve Hokand Hanlığı arasında bölge hâkimiyeti için adeta bir satranç oyunu başlamasına neden
oldu. Buhara Emirliği, Hive Hanlığı ile savaş halinde olduğu için Hokand’a karşı açıktan bir saldırı
yapamıyordu. Bu nedenle Emir Haydar, Öretepe’de Mahmud Hoca’nın azledilmesinden sonra bölgede ağırlıklı
olarak meskûn olan Yüz boyunu dikkate alarak Zam, Urmetan 74 ve Peşagar kalelerinin yöneticisi, Yüz boyuna
mensup Muhammed Rahim’i Öretepe ve çevresini ele geçirmesi için destekledi. 75 Emir Haydar’ın Muhammed
Rahim’e verdiği bu destek Buhara Emirliği adına olumlu neticeler verdi. Zira Mahmud Hoca’nın Öretepe
hâkimliğinden azledilmesinin ardından Ömer Han, şehre hâkim olarak Kasım Atalık’ı görevlendirdi. Kasım
Atalık şehre yabancıydı bu nedenle şehrin ahalisi tarafından kabullenilmedi. Kasım Atalık’ın ahali tarafından
kabullenilmemesi Muhammed Rahim Atalık’ı harekete geçirdi. Öretepe’ye bir baskın tertip eden Muhammed
gerektiğini belirtmiştir. Hive elçisine de “Muhammed Rahim huzurunda topsa cay(yer), Ömer tabi olmaz mı” cevabını vermiştir. Üçler
Bulduk, age, s. 59; Kurbanali Hacı Halidoğlu, age, s. 15-16.
64
Hakimhan Töre, age, s. 348-349.
65
Hokand Hanlığı’nda başvezir rütbesi. Naciye Karahan Kök, “Türkistan Hanlıklarına Ait Belgelerde Geçen Meslek ve Unvan Adları”,
Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, S. 15, s. 5.
66
Şehzadelerin eğitiminden sorumlu olan devlet görevlisi. Ş. Vahidov, “Kokan Hanliğida Unvan va Mansaplar”, Şark Yulduzı, S. 3-4, 1995,
s. 219.
67
Hüdayarhanzade, age, s. 129-190.
68
Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 82.
69
Günümüzde Tacikistan’ın Pyancikent bölgesinin merkezi. Hüdayarhanzade, age, s. 196.
70
Hüdayarhanzade, age, s. 131; Hakimhantöre, age, s. 347.
71
Hüdayarhanzade’nin belirttiğine göre Öretepe’nin Hâkimi Mahmud Hoca, Ömer Han’ın izni olmadan, Peşagar Kalesi’ni ele geçirdi. Kısa
bir süre sonra da yine Ömer Han’ın izni olmadan kaleyi Buharalılara iade etti. Mahmud Hoca’nın yaptıklarından haberdar olan Han, çok
sinirlendi ve sefere çıktı. Hüdayarhanzade, age, s. 129-130. Mirza Alim Mahdum Hoca ise aynı hususta ihanetten ya da Peşagar kalesinden
bahsetmemektedir. Ona göre Öretepe Hâkiminin adı Mahmudhan Töre Ahrari’dir ve Ömer Han’a biat etmek istemiştir. Tabiliği Ömer Han
tarafından kabul edilmiş ve kendisine Ömer Han komutanlarına göstermediği saygıyı göstermiş ve onu Mergilan’a vali atayarak yerine
Recep Koşbegi’ni Öretepe Valisi yapmıştır. Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 87.
72
Günümüzde Özbekistan Cumhuriyeti Andican Vilayeti’nde bulunan şehir Ömer Han tarafından 1812-1816 yılları arasında yaptırılmıştır.
Şerali Koldaşev, “Hokand Hanlığında Uygurlar”, Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, S. 10, Nevşehir 2017, s. 110.
73
Hakimhan Töre, age, s. 349-355. Hüdayarhanzade, Mahmud Hoca’nın azledilmesinden sonra Öratepe’nin korunması ve her türlü işinden
Recep Koşbegi ile Ebulkasım’ın sorumlu olduğunu belirtir. Hüdayarhanzade, age, s. 129-130. Dilşad Berna’nın kayıtlarına göre Ömer Han,
şehri ele geçirdikten sonra bin iki yüz on üç kişinin Hokand Hanlığı’na karşı isyan etmesinden dolayı ibret-i alem için asıldığını ve bu
olaydan sonra Öretepe’nin meydanına İbret meydanı denildiğini kaydeder. Dilşod Tanglangan Asarlar, yay. haz. M. Kadirova, Gulam Gafur
Neşr., Taşkent 1972, s. 11; A. Muhtarov, A. Muhtarov, Dilşad i Eyo Mesto v İstorii Obşestvennoy Mıslı Tadjikskogo Naroda v XIX Naçalo
XX vv, İzdatelstvo, Duşanbe 1969, s. 191.
74
Semerkand’a 150 km uzaklıkta Zeferşan Vadisi’nin üst tarafında bulunan köy. Hüdayarhanzade, age, s. 250.
75
Hakimhan Töre, age, s. 355-356.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
121
ÖMER HAN DÖNEMİ HOKAND HANLIĞI (1809-1822)
Rahim Atalık, Hoşvakt Koşbegi, İriskulu Divanbegi ve Ziynetşah 76 gibi Hokand komutanlarını esir aldı lakin
şehri ele geçiremeden geri çekildi. Muhammed Rahim Atalık’ın Öretepe’ye baskın düzenlediği ve Hokand
komutanlarını esir alındığı başkentte duyulduğunda Ömer Han, derhal Kasım Atalık’ı görevden azlederek yerine
Recep Koşbegini atadı. 77 Öretepe Hâkimi değişse de Muhammed Rahim Atalık emelinden vazgeçmedi. Saldırı
yoluyla şehri ele geçiremeyeceğinin farkına varmış olacak ki, bu kez mensup olduğu Yüz boyunun yaşadığı
bölgelerde derviş ve tüccar kılığındaki adamlarıyla Hokand Hanlığı’na karşı bağımsızlık propagandası yaptı.
Boy beylerine de çeşitli vaatler ve rüşvet verdi. Bu propaganda işe yaradı, Öretepe ve çevresinde meskûn Yüz
boyu ve Hokand ordusu içerisindeki Yüz boyuna mensup askerler Muhammed Rahim Atalık’ı desteklemeye
başladı. Boyların ve askerlerin desteğini alan Muhammed Rahim Atalık, Öretepe’ye baskın tertip etti. Bu
baskında Hokand ordusundaki Yüz boyuna mensup askerler kale kapılarını Muhammed Rahim Atalık ve
askerlerine açtılar. Böylece şehre girmeyi başaran Muhammed Rahim’in birlikleri Öretepe’nin iç kalesi olan
Muğ Arkını kuşattı. 78 Gelişmeler Hokand’da duyulduğunda Ömer Han hasta idi lakin o hastalığına aldırmadan
ordusunu topladı ve Öretepe’ye doğru yola çıktı. Hokand ordusu Hocend şehrine ulaştığında Öretepe’nin
Muhammed Rahim Atalık tarafından ele geçirildiğini öğrendi ve geri çekildi. 79 Öretepe’yi ele geçiren
Muhammed Rahim Atalık elde edilen savaş ganimetinden hediyeleri bir elçiyle desteğini gördüğü Buhara
Emirine gönderdi. Elçi, Buhara’ya geldiğinde çok büyük saygı gördü ve Muhammed Rahim Atalık için yapılan
altın işlemeli kıyafetler, kakmalı kılıç, şehri savunması için birçok top ve cephaneyle geri döndü. 80 Öretepe’nin
kaybedilmesinden sonra Ömer Han, şehre birçok defa sefer düzenlese de tekrar hâkimiyetine alamadı ve Öretepe
meselesi onun iktidarı döneminde en büyük problemlerden birisini oluşturdu.
Emir Haydar’ın Hokand Hanlığı’na karşı aldığı tedbirler sadece Öretepe’yle sınırlı değildi. Alim Han
döneminden itibaren sınırlarını Kazak bozkırları yönünde genişleten Hokand Hanlığı, her ne kadar bölgede bazı
şehirleri hâkimiyeti altına alsa da Kazaklar, Hokand Hanlığı’nın vergi toplamadaki baskısına karşı zaman zaman
ayaklanıyor ya da dağlık bölgelere göç ediyordu. 81 Hokand Hanlığı’nın Kazak bozkırlarındaki hâkimiyetinin çok
sağlam temellere dayanmadığının farkında olan Emir Haydar, Hokand ordusunun Kazak bozkırlarında bulunan
Suzak’ı ele geçirmesinin ardından Semerkand’a sığınan Tokay Töre’ye destek vererek Muhammed Rahim
Atalık’ın Öretepe baskınlarıyla eş zamanlı ayaklanmasını sağladı. 82 Tokay Töre, Buhara Emirinin desteğiyle
Kazak bozkırlarında hak iddia etmeye başladı ve bazı boylarla anlaşarak Hokand Hanlığı’na karşı isyan başlattı.
Taşkent Hâkimi Seyidkulu Pervaneci’ye, bu isyanı bastırma emri verildi. Yüz boyunun isyanından önce, İrnazar
Divanbegi, Muhammedkulu Pervaneci Yusuf Ali Hoca Sudur 83, Tura Han Mir Asad ve Maksut Topçu büyük bir
orduyla Seyidkulu Pervaneci’nin yardımına gönderildi. Gönderilen bu destek Seyidkulu Pervaneci’yle birleşip
Tokay Töre ile çatışmaya girdiler ve onu mağlup edip bu bölgedeki boyları Hokand Hanlığı’nın idaresi altına
aldılar. Başkent Hokand’a döndüklerinde ise emirlerin her biri, kendi rütbesine ve yaptıkları işlere göre
ödüllendirildiler. 84
Emir Haydar, Zerefşan Vadisi’nin güvenliği için Öretepe’yi müstakil hale getirerek tampon bölge
oluşturdu. Ayrıca Kazak bozkırlarında Hokand hâkimiyetine karşı isyan çıkartarak kendisi Hive Hanlığı ile
mücadele ederken Ömer Han’ın Emirlik topraklarına saldırmasını engelleme çalıştı. Emir Haydar’ın bu
çabalarına karşı ileride değineceğimiz üzere Ömer Han da Hitay-Kıpçak isyanına 85 destek verdi ve Buhara
Emirzadelerinden Şah Murad’ın oğlu Mir Hüseyin’e hamilik yaptı. 86
1817-1818 yılında Kazak bozkırlarındaki sorun halledildikten sonra Ömer Han Hokand ordusunun
ihtiyaçlarını gidererek Öretepe ve Cizak seferlerine hazırlık yaptı. Bu arada Buhara Emirliği tarafından
desteklenen Muhammed Rahim Atalık, Öretepe’nin surlarını sağlamlaştırdı, Hokand saldırısına karşı ana
76
Hüdayarhanzade komutanların ismini Hursand Dadhah, İriskulu Dadhah ve Ziynetşah Dadhah olarak kaydeder. Hüdayarhanzade, age, s.
132.
77
Hakimhan Töre, age, s. 355.
78
Hüdayarhanzade, age, s. 132-133.
79
Şehrin ele geçirilişinde Hakimhan Töre Yüz boyunun ihanetinden bahsetmez. Hakimhan Töre, age, s. 355-356.
80
Hüdayarhanzade, age, s. 134.
81
Dinçer Koç, age, s. 38-39.
82
Hüdayarhanzade, age, s. 131; İvanov, age, s. 199.
83
Sudur, vakıf mülklerinin gelirlerine ve masraflarına nezaret eden devlet görevlisidir. Mairambek Tagaev, “Hokand Hanlığı’nda (17091876) Dinî Teşkilat”, Oş Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İlmi Dergisi, S. 26, 2019, s. 60.
84
Hüdayarhanzade, age, s. 134-135.
85
Emir Haydar döneminin en önemli olaylarından olan Hitay-Kıpçak isyanının sebebi Hitay-Kıpçak zenginlerinin 30 tilla bedel vererek üç
ay zorunlu askerî görev yapmak için Merv’e gitmek istememesi ve Kette-Kurgan Hâkimi Ayaz Biy’in halktan alması gereken vergiden daha
fazlasını talep etmesi, talep ettiği fazla vergiyi vermeyenleri ya da verecek gücü olmayanları da ağır bir şekilde cezalandırmasıdır. P.P.
İvanov, Vostanie kitay-Kıpçakov v Buharskom Hanstve 1821-1825 gg., İzdatelstvo Akademi Nauk SSSR, Moskva 1937, s. 56-57. Zorunlu
askerî hizmete katılmama ve ağır verilerden dolayı 1821 yılında isyan eden Hitay-Kıpçaklar’ın ayaklanması beş yıl devam etti. İsyanın
liderliğini yapanlar Hitaylardan Andinekuli Bey, Kıpçaklardan Memur Biy, Karakalpaklardan Hakimhan idi. İsyan eden Hitay-Kıpçaklar,
Yengi Derya’yı ele geçirdi. Ardından Çelek Kalesi ve Kette-Kurgan’a saldırdı ve buranın hâkimiyetini ele aldılar. Çelek Kalesi’nin
yönetimini Kıpçaklardan Adinekuli’ye, Kette-Kurgan’ın yönetimini de Memur Biy’e verildi. Kendilerine Karakalpakların katılmasıyla
isyancılar Semerkand’ı kuşattılar fakat başarılı olamadılar. Anonim, Zafername-i Hüsrvi, s. 20.
86
Hüdayarhanzade, age, s. 129.
122
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
HÜSEYİN ŞEN
kuvvetlerini erzak ve eşyalarla Masço Dağlarında gizledi. Ömer Han, Öretepe Kalesi’nin zaptı için büyük bir
ordu topladı. En büyük oğlu Şehzade Muhammed Ali Bek, İrnazar Divanbegi, Seyidkulu, Yusuf Mingbaşı,
Muhammedkulu Pervaneci Abdulazim Bek Pervaneci, Yusuf Ali Hoca Sudur, Mahmud Hoca Nakib 87, Mahmud
Dadhah Topçu’yu ordunun başında bırakıp kendisi ordudan bir miktar asker alarak Zamin ve Cizak kalelerine
yöneldi. 88 Zamin Kalesi’ni kuşattı, kuşatma esnasından Şehrihân Hâkimi Mahmud Hoca, Cilav Koşbegi ve Nev
Kalesi’nin komutanı Davul Dadhah şehit oldular. Neticede Zamin Kalesi, Hokand hâkimiyetine girdi. Kale
halkını kadınlar ve çocuklar dışında katlettiler. Zamin zapt edildikten sonra Cizak Kalesi’ne yöneldiler. 89 Ömer
Han, Zamin seferiyle meşgul iken Öretepe’yi kuşatması için bıraktığı birlikler ise şehri muhasara ediyordu.
Muhasara esnasında Muhammed Rahim Atalık birlikleriyle şehrin surlarından çıktı ve Şehzade Muhammed
Ali’ye saldırdı. Şehzade’nin komutasındaki birlikte çok fazla asker yoktu fakat o soğuk kanlılığını kaybetmedi
ve muharebede büyük cesaret gösterdi. Muhammed Rahim’in Şehzade’nin birliğine saldırdığını gören Hokand
askerleri, kale kuşatmasını bırakarak onun yardımına koştular. Şehzade Muhammed Ali komutasındaki küçük
Hokand birliği, gelen yardım sayesinde Muhammed Rahim’in kuvvetlerini püskürttü ve onları kale kapılarına
kadar kovaladı. Muhammed Rahim, kaleden açılan top atışları sayesinde Hokand ordusunun elinden kurtulabildi.
Öretepe kuşatması esnasında Hokand ordusunun binek hayvanlarında salgın hastalık baş gösterdi ayrıca şiddetli
yağmur da Hokand ordusunu zorladı. Yaklaşmakta olan kış, ordunun tükenen erzakı ve mühimmatı hesaba
katılarak kuşatma kaldırıldı. Fakat bu ricatın, ordunun erzakının azalması sonucu olmadığına düşmanı
inandırmak için çekilirken kale topa tutuldu. 90
1821 senesinde Ömer Han divanı toplayarak Öretepe ve Cizak seferi için devlet erkânının görüşlerini aldı.
Divan toplantısında Öretepe’nin tahılının bittiği ve yeni hasatın da henüz yapılmadığından gerçekleştirilecek bir
kuşatmaya şehrin dayanamayacağına oy birliğiyle karar verildi. Divanda alınan karar üzerine Öretepe’yi ele
geçirmek için kırk bin kişilik bir ordu topladı. İrnazar Divanbegi, İsa Bek Pervaneci, Şahi Pervaneci, Kurban
Dadhah ve Muhammed Şerif Dadhah Hokand ordusuna komutan tayin edildi 91 ve Öretepe’ye öncü birlik olarak
saldırdı. Saldırının sonucunda Yüz boyuna büyük kayıp verdiren Hokand komutanları, ellerine geçen
ganimetlerle Hocend’e çekilerek Hokand ordusunun ana kuvvetlerini beklemeye başladı. Ömer Han
komutasında Hocend’e ulaşan Hokand ordusu burada ikiye ayrıldı. Taşkent Hâkimi Gulam Şah Koşbegi,
Hocend Hâkimi Şahi Pervaneci, Kurama Hâkimi Muhammed Şarif Dadhah, Nev Kelesi komutanı Arslan Bek ve
Koş-Tigerman Kalesi komutanı Mahmud Hoca, 12 topla birlikte Hacı Maksut Topçu Öretepe istikametine
gidecek orduda yer aldı. Ömer Han ise ordunun geri kalanıyla Cizak üzerine yürüdü. Hokand ordusu
Kanıbadem’e geldiğinde Şehr-i Sebz Hâkimi Daniyal Bek’in ulağı bir mektupla otağa geldi. Mektupta Daniyal
Bek, Buhara yönetiminden hoşnutsuz olduğunu ve Ömer Han’a Hitay-Kıpçak ve Karakalpakların Emir Haydar’a
karşı isyan ettiklerini bildirdi. İsyancıların Semerkand Valisi Devlet Koşbegi’ni esir aldıklarını ve bazı kaleleri
kontrollerinde tuttuklarını belirten Şehr-i Sebz Hâkimi eğer Ömer Han destekler ise Semerkand’ın zaptının
mümkün olacağını söyledi. Mektubun ardından Hitay-Kıpçak isyanı liderleri Ömer Han’ın huzuruna geldiler.
Ömer Han bu gelişmeler üzerine devlet erkânıyla bir meşveret meclisi tertip ederek durumu değerlendirdi.
Meşveret meclisinde devlet erkânı ikiye bölündü bir kısım zadegân Emir Haydar’ın faaliyetlerinin kendilerine
zarar verdiğini ve bu fırsatın kullanılarak saldırıya geçilmesi gerektiğini belirtti. Diğer bürokratlar ise önceliğin
Öretepe meselesinin halledilmesi olduğunu savundular. Nihayetinde meşveret meclisinden Semerkand’ın zaptı
için on bin kişilik bir ordu hazırlaması ve bu orduya Hoşvakt Koşbegi, Arslan Bek Dadhah, Yadgar Bek Dadhah,
Rahmankulu Pervaneci, 200 topçu ve 10 topuyla Şah Dadhah Topçubaşı’nın komutan tayin edilmesi kararı çıktı.
Ayrıca isyanın liderlerine de Dadhah unvanı verildiği gibi hazineden de maaş bağlandı. 92 Semerkand’ın
hâkimiyet altına alınması için oluşturulan ordu yola çıktıktan sonra Ömer Han emrindeki birliklerle Cizak
yakınlarında bulunan Çaharbağı mevkiinde savaş düzeni aldı ve şehre saldırdı. Hokand ordusunun bu saldırısı
Nakib, seyyidler ve hocalara verilen onursal unvandır. Kamalova, age, s. 202.
Hakimhan Töre ordunun ikiye bölündüğünden bahsetmez. Onun verdiği bilgilere göre sefer direkt Öretepe’ye yapıldı lakin başarılı
olunamadı ve Ömer Han sıcağa dayanamayarak hastalandı. Bu durum üzerine Hokand ordusu geri çekildi. Hakimhan Töre, age, s. 358-360.
89
Hüdayarhanzade, age, s. 135.
90
Hüdayarhanzade, age, s. 135-136. Hakimhan Töre’nin verdiği bilgilere göre Şehzade Muhammed Ali, Öretepe kuşatması esnasında
Muhammed Rahim’in kuvvetleriyle savaşmadı. Ömer Han, Zamin seferine çıktığı esnada harem ehlini Hocend şehrinde bıraktı ve kendisi
sefere devam etti. Ömer Han’ın haremiyle Hocend’de kalan Şehzade Muhammed Ali ve Hakimhan Töre, Ömer Han’ın dönüşünü beklerken
kendilerini eğlenceye kaptırdılar. Bu durumdan haberdar olan Muhammed Rahim, birliklerini toparlayarak Hocend’e bağlı Dunbey
Kasabası’na baskın yaptı. Baskın haberini öğrenen Şehzade Muhammed Ali ve Hakimhan Töre, Muhammed Rahim’in kuvvetlerine
saldırmak istediler lakin Kasım Atalık ikiliyi bu fikirden vazgeçirdi. Muhammed Rahim’in bu hamlesinden sonra işret meclislerini iptal eden
Şehzade ve Hakimhan, Hocend Kalesi’nin savunmasıyla ilgilendiler. Hakimhan Töre, age, s. 445-446. Bu olay hakkında Nalifkin de
Hakimhan Töre’ye benzer bilgiler vermekte ve 11 yaşında olduğunu belirttiği Şehzade Muhammed Ali’nin sarhoş bir biçimde yanındaki
birkaç kişiyle Muhammed Rahim’in askerlerinin peşine düşmek istediğini lakin Hocend Valisi Kasım Atalık tarafından zorla şehre geri
götürüldüğünü belirtir. Nalifkin, age, s. 120.
91
Hakimhan Töre bu seferin kendisi ve Şehzade Muhammed Ali için ilk savaş deneyimi olduğunu belirterek ordu komutanlarının Leşker
Koşbegi, Şahi Pervaneci, Muhammed Dadhah, İrnazar Divanbegi, Abdulkerim Dadhah, Hanhoca Mir Asad, Seyyid Penâh Muhmudhan,
Sultanhoca ve Masumhantöre olduğunu belirtir. Hakimhan Töre, age, s. 375.
92
Hüdayarhanzade, age, s. 137-140.
87
88
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
123
ÖMER HAN DÖNEMİ HOKAND HANLIĞI (1809-1822)
netice vermedi ve şehir alınamadı. 93 Şehri ele geçiremeyen Ömer Han, bu esnada hastalandı ve Hokand’a
döndü. 94
Hokand Hanlığı’nın sınırlarını genişletmek için verdiği mücadelenin arasında Ömer Han, 1820-1821
yılında ortanca oğlu Abdullah Bek’i Karategin Hâkimi’nin kızıyla evlendirmek istedi ve Zuhur Divanbegi’ni kızı
istemek için gönderdi. 95 Karategin Hâkimi bu durumdan çok memnun olarak kızını Ömer Han’ın oğluna verdi
ve ikilinin düğünü Taşkent’te gerçekleşti. Şehzade Abdullah, Taşkent Hâkimbeki olarak atandı ve Taşkent
Hâkimi Leşker Koşbegi de kendisine Atalık olarak görevlendirildi. 96
Ömer Han döneminde hanlığın sınırlarını genişletmek için verilen mücadeleden Kırgızlar da nasibini aldı.
Ömer Han’ın Kırgız seferine çıkmasının sebebi Doğu Türkistan yönünde ticari faaliyet alanlarının
genişletilmesiyle alakalıydı. Bu uğurda 1821 yılında Ömer Han, Hokand ordusunu hazırladı ve komutanlığına da
Seyidkulu Bek’i getirdi. Seyidkulu Bek komutasındaki Hokand ordusu Namangan 97’ın kuzeyinden geçerek
Kırgız ahalisini yağmaladı. Bu seferin sonunda Hokand Hanlığı Narın Irmağı’nın yukarı kesimindeki dağlık
bölgede Bagış, Sayak ve Satoka gibi Kırgız boylarını hâkimiyet altına aldı. 98 Hokand Hanlığı’nın Kırgızlar
üzerine sefer tertip etmesinin ardından Fergana Vadisi’nin güneydoğusunda meskûn olan Kırgızların Sarı Bagış
boyu Hokand’lı tüccarların kervanlarına baskın düzenlemeye başladılar. Fergana-Kaşgar ticaretinin sıkıntıya
girmesi demek olan bu baskınları öğrenen Ömer Han, ordu sevk etmektense Kırgız boyları arasındaki
düşmanlıktan yararlanmak istedi ve Namangan Vilayeti’nin kuzeyinde meskûn Kutlu Seyid boyunu bu uğurda
kullandı. Kutlu Seyid boyunun başarısızlığa uğramasına karşı önlem alan Ömer Han Kırgız milis kuvvetlerine
yardımcı olması için Hokand askerlerini de görevlendirdi. 99 Böylece Doğu Türkistan ticari yolunu tehlikeye
sokan Kırgızlar da ordu göndermeden Hokand hâkimiyetine girmiş oldu.
4. Ömer Han’ın Diplomatik Faaliyetleri
Kazak bozkırlarında Hanlığın hâkimiyet alanını genişleten ve Kırgız bölgelerine askerî sefer düzenleyerek
hanlık bünyesine dahil eden Ömer Han, Hokand Hanlığı’nı uluslararası siyasette de aktif hale getirdi. Alim
Han’ın Taşkent’i Hokand idaresine almasından sonra hanlık uluslararası ticarette önemli hale geldi ve Han,
Rusya ile ilişki kurma teşebbüsünde bulundu. Bu teşebbüsü Rus İmparatoru olumlu cevapladı ve bir elçi
göndermeye karar verdi. Rus elçisi Türkistan Vilayeti’ne ulaştığında Alim Han’ın öldürüldüğü ve yerine Ömer
Han’ın geçtiğini öğrendi. Nihayet Rus elçisi, 1810 yılında dostluk münasebeti kurmak amacıyla Hokand’a geldi.
Rus İmparatoru’nun bu girişimi neticesinde Ömer Han, 1812’de Hokand elçilik heyetini Rusya’ya gönderdi. 100
Hokand elçilik heyeti, geri dönüş yolundayken Petropavlovsk Kalesi’nde mola verdi. Bu mola esnasında
elçilerden birisi hastalanarak öldü. Bir diğer Hokand elçisi de ahlaksız kadınlarla sürdürdüğü ilişkisi nedeniyle
sürgün edilmiş bir askerle arkadaşlık kurdu ve asker onu gasp etmek için öldürdü. Hokand elçilik heyetinden iki
kişinin ölümü üzerine durumu izah etmek ve çıkabilecek bir diplomatik krizi önlemek amacıyla Petropavlovsk
Kolordusu’nun Komutanı General G.İ. Glazenap’ın tercümanı F. Nazarov’u olayı açıklaması maksadıyla pırlanta
ile işlenmiş altın saatler, iki parça zengin sırma kumaşı, en iyi çuha ve atlas kumaşlarla birlikte 101 Hokand elçilik
heyetinin geri kalanıyla Hokand’a gönderildi. 102
Ömer Han döneminde Rusya’ya gönderilen elçilerin yanı sıra Osmanlı Devleti’yle de ilk defa ilişki
kuruldu. Hacı Mir Kurban’ı İstanbul’a elçi olarak gönderen Ömer Han, Osmanlı Padişahı II. Mahmud (18081839)’a tabiiyetini bildiren Farsça bir mektup kaleme aldı. Ömer Han mektubunda Osmanlı Devleti’ne
tabiiyetinin yanı sıra amacının gaza ve cihad olduğunu; Hitay (Mançu) idaresindeki Müslüman ahaliyi
kurtardığını ve Hoten, Hitay ve Kazgan’dan Kaşgar’a kadar olan bölgeyi kontrol ettiğini belirtti. Mektubun yanı
sıra elçi vasıtasıyla II. Mahmud’a sözlü olarak muhaliflere karşı Osmanlı Padişahı’ndan name, tuğ ve kılıç
istediğini bildirdi. Ömer Han’ın bu istekleri Sadaret’te görüşüldü. İlk defa Osmanlı Devleti ile ilişki kuran
Hokand Hanlığı ve Ömer Han hakkında bilgi toplayan Sadaret, Ömer Han’ın istediği name, tuğ ve kılıcın
verilmesinin Müslüman ahalinin arasındaki çatışmayı arttıracağı kanaatine ulaştı. Ayrıca Ömer Han’ın iki yüz
bin kişilik ordusuyla Hitaylara (Mançulara) karşı kazanılan zaferden sonra şimdi de Rusya ile mücadele ettiğini
belirttiğini ve bu mücadelede Osmanlı Padişahı’nın manevi desteğini istediğini lakin Osmanlı Devleti’nin Ruslar
93
Hüdayarhanzade, Cizak’ın direnmeden Hokand’a teslim olduğunu söylemektedir. Hüdayarhanzade, age, s. 149. Sefere bizzat katılan
Hakimhan Töre kırk gün boyunca kalenin kuşatıldığını lakin ele geçirilmediğini kaydeder. Hakimhan Töre, age, s. 425-427.
94
Tagaev, agt, s. 45; Hakimhan Töre, age, s. 423-432.
95
Hüdayarhanzade, age, s. 141-142.
96
Hakimhan Töre, age, s. 411.
97
Bugün Özbekistan Cumhuriyeti’nin önemli endüstriyel şehirlerinden birisi olan Namangan, Fergana Vadisi’nin güney batısında yer
almaktadır. Ahsî şehrinin depremler ve istilalar neticesinde harabeye dönmesiyle Namangan Şehri onun yerini almış ve bölgenin önemli
şehirlerinden birisi haline gelmiştir. Tagaev, agt, s. 126.
98
Nalifkin, age, s. 118.
99
Nalifkin, age, s. 121.
100
Viktor Dubbovitskii, Khaydarbek Bababekov, “The Rise and Fall of the Kokand Khanate”, Fargana Vally: The Hearth of Centrial Asia,
Edt. S. Frederick Starr, New York, 2011, s. 44.
101
Koç, age, s. 92.
102
Koç, age, s. 85-86.
124
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
HÜSEYİN ŞEN
ile sulh akdettiği için biatının da kabul edilmemesine karar verildi ve durum elçiye lisan-ı münasiple ifade
edildi. 103
Ömer Han döneminde Osmanlı Devleti ve Rus İmparatorluğu’nun yansıra Mançular ile de ilişkiler
kuruldu. Mançu-Hokand ilişkilerinin temelini 1759 yılında Doğu Türkistan’ın Mançular tarafından işgal
edilmesinden sonra Hokand Hanlığı topraklarına sığınan Hocalar ailesinin 104 gözetimi meselesi oluşturdu.
Mançular, Doğu Türkistan hâkimiyetlerini sıkıntıya sokacak hamlenin Hokand’da bulunan Hocalardan
geleceğinin farkında olduğu için Hokand Hanlığı ile bir anlaşma yaptı. Alim Han döneminde 1809 yılında imza
edilen anlaşmaya göre Hokand Hanlığı, topraklarında ikamet eden Hocalar ailesini kontrolde tutacak bunun
karşılığında da Mançular kendilerine bir veriye göre 250 başka bir veriye göre de 100 külçe gümüş
ödeyeceklerdi. Ayrıca Mançular, Hokand Hanlığı için çay temin edecekti. Anlaşma sadece gümüş ödemesi ve
çay teminiyle sınırlı da değildi. Yine anlaşmaya göre Hokandlı tüccarlar o yıl tamamen vergiden muaf olacak,
devam eden yıllarda da uygulanan vergiler iki misli düşürülecekti. 105 Alim Han döneminde yapılan anlaşma
Ömer Han döneminde de mahiyeti değiştirilerek yenilenmek istendi. Ömer Han, 1814 yılında Kaşgar’daki
Hokand aksakalının 106 kadı ile değiştirilmesini Mançu yönetiminden talep etti. Bu değişiklik gerçekleşirse kadı,
Hokandlı tüccarlarının ticaretini ve vergilendirmesini denetleme sorumluluğunu üstlenecekti lakin Mançu
yönetimi bunu kabul etmedi. Bu isteği reddedilen Ömer Han, bu kez de resmî olarak Hokand tüccarlarının ticari
işlerini düzenlemek için iki aksakal atanması talebiyle Mançulara başvurdu. Bu başvurusunun sonucu ağır oldu
ve Hokandlı tüccarların Doğu Türkistan’daki vergi muafiyetleri ellerinden alındı. 107 Bu durum üzerine Ömer
Han, elinde koz olarak tuttuğu Ak Tağlık Hocalarından Salih Hoca’nın oğlu Cihangir’in Doğu Türkistan’a
geçişine göz yumdu. Cihangir Hoca, Hakkulu Dadhah ile beraber beş yüz kadar Kırgızla Doğu Türkistan’a girdi
lakin başarılı olamadı. 108 Ömer Han’ın bu hamlesiyle Mançu yönetimi kadı atamasını kabul etmese de Hokand
Hanlığı’nın ticari imtiyazlarını iade etti. Ticari imtiyazların yanı sıra Hokand Hanlığı, Hocaları sıkı gözetimde
tutarak onların Doğu Türkistan’a geçişini önlemelerinin karşılığında Mançulardan yıllık ödeme aldı. 109 Yapılan
anlaşma uyarınca Hokand Hanlığı, Doğu Türkistan’a 1814 yılında Mirza Abbas’ı aksakal olarak tayin etti. Ömer
Han, Mançular ile yaptığı anlaşmaya sıkı sıkıya uydu. Cihangir Hoca ikinci kez Hokand’dan Kaşgar’a geçmek
için girişimde bulunduğunda da onu yakaladı. 110 Bu dönemde bölgesel bir güç haline gelen Hokand Hanlığı, bu
gücün farkında olarak Mançu yönetimine Doğu Türkistan’da ticari imtiyaz isteklerini kabul ettirdiği gibi
buradan sağladığı ticari imtiyazlarla Rus İmparatorluğu ile kurduğu ilişkilerle ticareti Rusya yönünde geliştirdi.
Bu arada Hilafet makamı olan Osmanlı devletiyle ilk ilişkiler kurmayı deneyerek bölgede Buhara Emirliği’nin
tek güç olmadığı gösterilmeye çalışıldı. Kısacası Ömer Han, gerçekleştirdiği askerî faaliyetlerle hanlığın
sınırlarını genişlettiği gibi uluslararası arenada da Hokand Hanlığı’nın gücünü arttırmaya çalıştı.
5. Ömer Han’ın İdari Reformları ve Ölümü
Mehmet Saray, Rus İşgali Devrinde Osmanlı Devleti İle Türkistan Hanlıkları Arasındaki Münasebetler (1775-1875), TTK Yay., 2. Baskı,
Ankara 2017, s. 42-43; Abdulkadir Macit, Başbakanlık Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında XIX. Yüzyıl Osmanlı-Hokand Hanlığı
Münasebetleri, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2008, s. 81-83. Osmanlı
belgelerinde durum bu şekilde anlatılırken Hakimhan Töre, Osmanlı sarayından dönen elçi Hacı Mir Kurban’ın yanında II. Mahmud’un
Ömer Han’a hediye olarak gönderdiği altın taşlı kılıç, bir çift tabanca, iki tane çok güzel saat, dürbün, kaşe kıyafet ve Ömer Han’ın
Osmanlı’ya dost ve kardeş olduğunu belirten özel belge getirdiğini kaydeder. Hakimhan Töre, age, s. 440. Ayrıca Hokand elçisinin verdiği
bilgilerde yanlışlıklar mevcuttur. Ömer Han kendisinin Mançularla cihad ettiğini bildirse de onun döneminde Mançular ile herhangi bir
çatışma söz konusu değildir. Buna ek olarak zikredilen 200.000 kişilik ordu sayısı da abartılıdır.
104
Mançuların Doğu Türkistan hâkimiyetlerinde kendileri için tehlike gördüğü Hoca ailesi, Ak Tağlık Hocalarına mensup Salih (Samsak)
Hoca ve oğulları Yusuf Hoca, Bahaeddin Hoca ve Cihangir Hoca’dır. Salih (Samsak) Hoca, Bahaeddin ve Cihangir Hocalar Hokand’da
Yusuf Hoca ise Buhara’da ikamet etmekteydi. W. H. Bellew, The History of Kashghar, Foreign Department Press, Calcuta 1875, s. 76.
Ailenin reisi Salih Hoca, Hokand’da bulunan Doğu Türkistanlı mültecileri etrafına topladığı gibi Mançuların Doğu Türkistan’da yaptığı
zulmü halka anlatarak kamuoyu oluşturuyordu. Salih Hoca’nın Hokand’daki faaliyetlerinden Hocendli tüccarlar sayesinde haberdar olan
Doğu Türkistan halkı onu kurtarıcı olarak görüyordu. A.N. Kuropatkin, “Asya’nın Kalbi” Doğu Türkistan Fiziki, Coğrafi, Demografik,
Etnografik, Askeri ve İktisadi Yapısı, yay. haz. Feyzullah Uygur, İlgi Kültür Sanat, İstanbul 2016, s. 168.
105
M. Kutlukov, “Vzaimootnoşeniya Tsinkogo Kitaya s Kokandskim Hantsom”, Kitay i Sosedi v Novoe Noveyşee Vremya, İzd. “Nauka”
Glavnaya Redaktsiya Vostoçnoy Literaturı, Moskva, 1982, s. 203; Koç, age, s. 34.
106
Aksakallık müessesesi için bkz. Şerali Koldaşev, “The Role of the Institute of Aqsaqal (Consolor) in the Diplomatic Relations Between
Kokand Khanate and the Ching Empire (1760-1864), International Jurnal of Scientific & Tecnology Research, V. 9, Is. 2, 2020, s. 38653874.
107
Newby, age, s. 68-70.
108
Josep Fletcher, “The Heyday of the Ch’ing Order in Mongolia, Sinkiang and Tibet”, The Chembrige History of China, V. 10, s. 361.
109
James A. Millwaerd, Beyond The Pess Economy, Ethnicity and Empire in Qing Central Asia 1759-1864, Stenford University Press,
Stanford, California 1998, s. 34.
Mançuların ödediği haracın miktarı kaynaklarda değişiklik göstermektedir. Henry Lansdell bu haracın 1813 yılından itibaren yıllık 200
yambu olduğunu belirtir. Hanry Lansdell, Chinise Central Asia A Ride to Little Tibet, V. 2, Charles Scribner’s Son, New York 1894, s. 56;
Boulger bu miktarın yıllık 3.500 sterlin olduğunu söyler. D. C. Boulger, The Life of Yakup Bek Athalık Ghazi, and Badaulet; Emeer of
Kashgar, H. Allen&Co, London 1878, s. 64; Velihanov’da bu miktarı 200 yambu olarak verir. Çokan Valihanov, Russian in Central Asia,
çev., John and Robert Michell, Edward Stanford, 6 Charing Croos London 1865, s. 199. Sobolef bu miktarı 22,600 ruble (3.200 sterlin)
olarak verir. L. Sobolef, Lates History of the Khanates of Bokhara And Kokand, Translated from Russian of the “Turkestan Gazette” for
1876, by P. Mosa, Foreign Depertment Press, Calcutta 1876, s. 28. Kuropatkin ise ödemenin 200 yambu olduğunu söyler. Kuropatkin, age, s.
168.
110
Kutlukov, age, s. 203-204; Koç, age, s. 39-40; Hakimhan Töre, age, s. 438-439.
103
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
125
ÖMER HAN DÖNEMİ HOKAND HANLIĞI (1809-1822)
Ömer Han döneminde değişen ve büyüyen iç-dış politikalar neticesinde yönetim sisteminde ihtiyaçları
karşılamak adına bazı ıslahatlar yapıldı. Bu dönemde gerçekleştirilen idarî yenilikler çerçevesinde Buhara
Emirliği’nde askerî, Hive Hanlığı’nda ise taşra teşkilatında görevli olan Mingbaşı 111, Hokand Hanlığı’nda
Koşbegi’nin görevlerini devralarak başvezir konumuna yükseldi. Mingbaşı, hanlığın içişleriyle ilgilenmek ve dış
ilişkilerde hana danışmanlık yapmanın 112 yanında handan sonra en yetkili kişi olarak orduları da komuta ederdi
ve orduyu komuta ettiğinde Leşkerbaşı unvanı alırdı. 113 Hokand Hanlığı’nda mingbaşılık makamına ilk olarak
Şahi Merginanî atandı. Şahi Merginanî iki yıl bu görevi yerine getirdikten sonra Ömer Han tarafından Hocend’e
Hâkim olarak görevlendirildi. Şahi Merginanî’den boşalan mingbaşılık makamına ise askerî yeteneklerinden
dolay Yusuf Tağlık 114 Dadhah tevcih edildi. 115 Ayrıca yine bu dönemde şeyhülislamlık makamı oluşturularak
Masumhan Töre, ilk şeyhülislam olarak görevlendirildi. 116 Bunlara ek olarak devletin karar alma mekanizması
olan divanda yapılan işlerin şer’i hukuka uygunluğunun denetlenmesi için ulemanın da toplantılara katılımı
sağlandı. Zakir Hoca İşan, Demolla Mirza Kalan, Demolla Müminhan Mevlevi, Sultanhan Töre Ahrâri,
Muhammed Töre Ahrâri, Masumhan Töre ve Cihangir Töre gibi birçok kişi Ömer Han’ın meclisine dâhil
edildi. 117 Devlet yönetimindeki bu yeniliklerle birlikte orduda, hanlıktaki çeşitli etnik gruplardan “Tuğ” isminde
ellişer kişilik birlikler oluşturuldu ve bu askerî kuvvetlerin başlarına “tuğbaşı” ya da “tuğbegi” isminde
komutanlar görevlendirildi. 118 Askerî alanda ve devlet yönetiminde yenilikler yapan Ömer Han, kendi adına para
da bastırttı. Onun döneminde üzerinde 1817-18’den önce Ömer Han yazan bu tarihten sonra ise Müslümanların
İmamı Seyyid Muhammed Ömer Han ifadesi bulunan 119 Hokand tangası darp edildi. Basılan paralar bakırdandı
ve genelde gümüşle kaplıydı ve bir Tanga 16 pula, bir Buhara altın tillası 150 tangaya eşitti. 120 Ayrıca Ömer Han
döneminde üzerinde Emirü’l Müslimin Seyyid Muhammed Ömer Han yazılı altın paralar da darp edildi. 121 Darp
ettirdiği paralarda kullandığı unvanlara bakılarak Ömer Han’ın 1817-1818’den sonra uhrevi meşruiyetini
tasdiklemek maksadıyla Müslümanların İmamı, Müslümanların Emiri ve Seyyid gibi unvanlar kullandığı
söylenebilir.
Hokand Hanlığı’nın sınırlarını genişletmekle meşgul olan ve büyük devletlerle ilişkiler kuran Ömer Han,
saltanatının 12. yılında adeti üzere av için Mergilan ve Andican’a gitmek niyetiyle hazırlık yapıldığı esnada
hastalandı. 122 Hekimler tüm uğraşlarına rağmen onun derdine çare bulamadılar. Gün geçtikçe hastalığı ilerledi ve
hastalığının on yedici gününde, 12 Ocak 1822 Cuma günü sabaha karşı vefat etti 123 ve yerine en büyük oğlu
Muhammed Ali Han (1822-1842) Hokand hükümdarı oldu. 124
6. Ömer Han’ın Edebi Kişiliği ve İmar Faaliyetleri
Dış görünüş itibariyle uzun boylu, siyah sakallı, kırmızı yüzlü, sağ yüzünde siyah beni olan 125 Ömer
Han’ın saltanat döneminde Hokand edebiyat dünyası altın çağını yaşadı. Şiire şehzadeliği döneminde merak
salan Ömer Han, meclisinde her daim ulema ve şairleri bulundururdu. 126 Tutku derecesinde edebiyata bağlı olan
Ömer Han, eş seçiminde de bu durumu göz önünde tuttu. Nadire Begim ile evliliği gündeme geldiğinde eşinin
kendisi gibi şiire yatkın bir kişi olmasını istedi. Bu durum üzerine Nadire Begim, “Veysi”, “Üveysi”
mahlaslarıyla şiirler kaleme alan Cihân Atın 127’dan dersler aldı. Cihân Atın’dan aldığı dersler neticesinde şiire
111
Mahmudov, agt, 79.
Nalifkin, age, s. 112.
113
Vahidov, agm, s. 216-217.
114
Tağlık tabiri Mançu istilasından sonra Doğu Türkistan’dan Hokand Hanlığı’na sığınmış Uygurlar için kullanılmıştır. Beysembiev, age, s.
80.
115
Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 82; Muhammed Niyâz Hukandî, age, s. 103.
116
Nettleton, agm, s. 135.
117
Muhammed Niyâz Hokandî, age, s. 119.
118
Şerali Koldaşev, “Hokand Hanlığında Uygurlar”, Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, S. 10, Nevşehir 2017, s. 108.
119
Babacanov, age, s. 198.
120
Travels in the Centrral Assia by Meer Izzat-Oollah in the years of 1812-13, Trasnlated by Captain Hederson, Attached to the Foreing
Office of the Goverment of India, Foreing Depertmant Press, Calcuta 1872, s. 52.
121
Babacanov, age, s. 198.
122
Nalifkin, age, s. 122-123. Tarih-i Türkistan isimli eserde Ömer Han’ın ziyaret için yakın adamlarından Bazarkulu’nun evine gittiği ve
burada rahatsızlanıp ölümünden üç gün önce saraya getirildiği belirtilmiştir. Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 89.
123
Hakimhan Töre, age, s. 454. Mirza Alim Mahdûm Hoca ve Niyâz Muhammed Hokandî, Ömer Han’ın vefat ettiği ve Muhammed Ali’nin
hükümdar olduğu tarihi 1823 yılı olarak vermiştir. Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s.92; Niyâz Muhammed Hokandî, age, s. 124. Mahzûni,
Ömer Han’ın hastalanarak değil de yerine geçecek olan oğlu Muhammed Ali tarafından zehirlendiğini kaydetmiştir. Mahzûni, Fergana
Hanları Tarihi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T.2408, s. 10. Schuyler de aynı fikirdedir. Schuyler, Turkistan Notes of a Journey in
Russian Turkistan, Khokand, Bukhara and, Kuldja, Sampson Low, Marston, Searly&Rivingson C. I, London 1876, s. 342. Ş. Vahidov’un
aktardığına göre Şâhnâme-i Nüsretpâyâm isimli eserde Ömer Han’ın vefat tarihi 30 Aralık 1822 olarak belirtilir. Muhammed Umar Umudî
Merginânî, age, s. 35. Tarihçe-i Turani eserinin devamına Şahruh Umarav tarafından eklenen Ata-Babaların yadı kısmında Ömer Han’ın 29
Aralık 1822 yılında vefat ettiği belirtilir. Umar Umudî Merginânî, age, s. 157.
124
Şen, agt, s. 92-93.
125
Muhtarov, age, s. 195; Dilşod Tanglangan Asarlar, s. 12-13.
126
Mirza Olim Madûm Hoci, age, s. 90.
127
Cihan Hatun hakkında geniş bilgi için bkz. Selahittin Tolkun, “Son Devir Çağatay Edebiyatının İki Önemli Kadın Şairi: Nâdire ve
Üveysi”, İlmî Araştırmalar, 12, İstanbul 2001, s.171-174. Nettleton, Üveysi’nin Ömer Han’ın eşlerinden birisi olduğunu söyler. Nettleton,
agm, s. 137.
112
126
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
HÜSEYİN ŞEN
olan kabiliyeti artan Nadire Begim şairliğiyle Ömer Han’ın dikkatini çekti ve ikilinin düğünü gerçekleşti. 128
Döneminin büyük şairlerinden birisi olan Ömer Han, “Emirî” mahlasıyla Çağatay Türkçesi ve Farsça şiirler
kaleme aldı. Tasavvufi şiirler yazan Ömer Han’ın kaleme aldığı şiirleri Divân-ı Emirî’de 129 toplandı. Şiirlerinde
kendisine Nevâiyî’yi örnek alan Ömer Han, divanında tasavvufi geleneğe bağlı kaldı ve dibâce olarak
adlandırılan giriş kısmında kendi otobiyografisini anlattı. 130
Döneminin büyük şairlerinden birisi olan Ömer Han’ın civar ülkelerden şairleri Hokand sarayına davet etti
ve Hokand’ı bir sanat merkezi haline getirdi. 131 Etrafında yetmişten fazla ünlü şairi toplamayı başaran Ömer
Han, 1821’de Fazlî Namangânî’ye altmış üç şairin şiirlerinin toplanmasıyla oluşan Mecmuai Şâirân isimli eseri
yazdırttı. 132 Eşi Mahlar Ayim 133(1792-1842)’in de divan sahibi 134 bir şair olmasının etkisiyle Ömer Han
döneminde kadın şairlere gösterilen ilgi sadece Hokand Hanlığı’nda değil tüm Türkistan’da daha önce
görülmemiş bir düzeye ulaştı. Ömer Han’ın şiire olan tutkusunun neticesinde oluşan ortamda Mahlar Ayim,
Hokand Hanlığı’nın çeşitli bölgelerinden şiire yatkın genç kızları olanak sağlamak maksadıyla Hokand’a getirtti
ve onları himaye ettiği gibi saray kütüphanesini de şairlerin emrine verdi. Bu çabaların neticesinde Ömer Han
döneminde Fazlî Namangânî, Sultanhan Töre Ahrârî, Mahmur, Molla Muhammed Gazi Hokandî, Molla
Muhammed Şerif Gülhâni 135 gibi şairlerin yanı sıra Mahzuma, Üveysi, Hayrunnisa, Fazilet Banu, Dilşad Berna
gibi şairler de yetişti. 136 Ömer Han döneminde yetişen bu şairlerin yanı sıra tarih yazımında da yeni eserler
ortaya çıktı. Ömer Han, şair Fazlî Namangânî’ye kendi dönemini anlatan ve Hokand Hanlığı’nın yöneticisi Ming
boyunun şeceresinin Timur’a dayandırıldığı Ömer-nâme isimli eseri yazdırdı. 137 Eserin tamamlanmasının
ardından beğenmeyen Ömer Han, bu kez de Mirza Kalândar Müşrif İsferâgî’den Ömer-nâme isimli eseri gözden
geçirmesini istedi. Han’ın bu isteği üzerine Ömer-nâme’yi gözden geçiren Mirza Kalândâr Müşrif İsferâgî,
Divân-ı Nüsretpâyâm isimli eseri Farsçanın Tacik lehçesinde yazdı ve eserde ilk kez Hokand Hanlığı
hanedanının şecere hikayesi olan Altın Beşik kaleme alındığı gibi Ömer Han’ın seyyid olduğuna dair bir şecere
de verildi. 138 Darp ettirdiği paralarda Müslümanların Emiri, Müslümanların İmamı, Seyyid gibi ifadeler ile
meşruiyetini uhrevi olarak ispatlamaya gayret eden Ömer Han, kaleme aldırttığı tarihî eserlerde şecere olarak
Ming boyunu Babür’e dayandırarak Türkistan hâkimiyeti için dünyevî olarak da meşruiyetini ispatlamaya gayret
etti.
Ömer Han bir taraftan Hokand Hanlığı’nda kültürel faaliyetleri canlandırıp başkent Hokand’ı dönemin
kültür merkezlerinden birisi haline getirirken diğer taraftan da payitaht başta olmak üzere hanlıktaki büyük
şehirlerde imar faaliyetlerinde bulundu. Onun döneminde cami, medrese, mezarlık, su kanalları inşa edildi ve
Şehrihân isimli şehir kuruldu.
128
Tagaev, agt, s. 253.
Emirî Divânı’nın günümüze ulaşan nüshaları Özbekistan, Tacikistan ve İstanbul’da muhafaza edilmektedir. Özbekistan’daki nüsha
Özbekistan Ebu Reyhan Birûnî Şarkiyat Enstitüsü Nr. 4727, 5065, 147, 117, 4419. Tacikstan’da Tacikistan Fenler Akademisi Doğu Bilimleri
Enstitüsü’nde Nr. 769, 117, 834, 2887. İstanbul’da bulunan iki nüsha ise İstanbul Üniversitesi Türkçe El Yazmalar bölümünde T 5452
numaralı mecmuanın içerisinde 161b-413b varakları arasında ve T 2850 numaralı mecmuanın içerisinde saklanmaktadır. Tagaev, agt, s. 240.
Ömer Han’ın divanı Rusya’da 1888-1910 yılları arasında altı defa, İstanbul’da 1884-1898’de iki defa taş basması olarak basılmıştır. Üzeyir
Aslan, “Han Şair Emîrî’nin Musammatları”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C. 8, S. 1, s. 43. Divan-ı Emirî üzerine ülkemizde Yıldız
Kocasavaş, Kazım Köktegin ve Mustafa Tanç çalışma yapmıştır. Yıldız Kocasavaş, Yusuf Emîrî Divanı, Giriş‐Metin‐Sözlük‐Tıpkıbasım,
Çantay Kitapevi, İstanbul 2003. Kazım Köktegin, Yusuf Emirî Divanı, Giriş‐İnceleme‐Tenkitli Metin‐Sözlük‐Tıpkıbasım, Fenomen Yay.,
Erzurum 2007. Mustafa Tanç, Ömer Han Divanı, İnceleme‐Metin, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Van 1994.
130
Tagaev, agt, s. 240. Dibace kısmı için bkz. Emirî Devan (Uzbek Tilindagi Şerler), yay. haz. M. Kadirova, Uzbekiston Fan Neşriyat,
Taşkent 1972, s. 19-22.
131
Tarih-i Hamse’de Buhara, Harzem, Hitay, Hindistan gibi memleketlerden şairlerin Hokand’a geldiği belirtilir. Kurbanali Hacı Halidoğlu,
age, s. 14.
132
Aziz Kayumov, Kukan Edebi Muhiti (XVIII-XIX. Asır), Özbekistan SSR Fenler Akademisi Neşriyat, Taşkent 1961, s. 8. Ferudun Tekin,
“Hanlıklar Dönemi Çağatay Edebiyatı”, Turkish Studies, V. 6, 2011, s. 1847. Tarihçe-i Turani, s. 26-27. Eserin birçok el yazması günümüzde
Özbekistan Fanlar Akademisi Suleymanov Kulyazmaları Enstitüsünde Nr. 284, 1536,2678, 714/II’de bulunmaktadır. Ayrıca Mecmuayi
Şâirân’ın yazmalarından bir tanesi Muhammed Ali Han (1822-1842) tarafından 1833’de İstanbul’a gönderilmiştir. Bu el yazma İstanbul
Büyük Şehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı T 811’de bulunmaktadır. Tagaev, agt, s. 247-248.
133
Nadire veya Kâmile (Farsça şiirlerinde Maknune) mahlası ile şiirler yazan Mahlar Ayim, Hokand Han’ı Ömer’in eşi Muhammed Ali Han
(1822-1842)’ın annesidir. Hayatı ve eserleri ile alakalı geniş bilgi için bkz. Tolkun, agm, s. 12; Bilal Çelik, “Hokand Hanlığı Siyaset ve
Kültür Hayatında Bir Kadın: Mahlar Ayim”, Geçmişten Günümüze Kadın ve Şehir, Ed. Osman Köse, Canik Belediyesi Kültür Yay., Samsun
2016, s. 301-309; Polatcan Kaiyumov, Kukand Tarihi Va Onung Edabiyatı (Matarial Va Hotıralar), Tamaddun, Taşkent 2011, s. 101-104;
Zebinniso Kamalova, Türk Kültür Mirasında Kılıç ve Kalem Tutan Hatunlar, Çağaloğlu Yayınevi, İstanbul 2019, s. 97-102.
134
Mahlar Ayim’in Divan-ı Nadire isimde bir divanı bulunmaktadır ve günümüzde Özb. FA. El Yazmaları bölümünde Nr. 4148 ve 7766;
Özb. FA. H. Süleymanov Elyazmaları Bölümü Nr. 313, 296/II’de bulunmaktadır. Tagaev, agt, s. 257.
135
Tagaev, agt, s. 247-270.
136
Omonov, agt, s. 74.
137
Levi, age, s. 98-99. Farsça’nın Tacik lehçesinde kaleme alınan eser için bkz. Ş. Vahidov, Kukon Honligida Tarihnavislik (Genezisi,
Funksiyalari, Namoyandalari, Asarlari), Akademnaşr Yay., Taşkent, 2010, s. 140.
138
Eser Hakkında geniş bilgi için Bkz. Vahidov, age, s. 147-150. Altın Beşik efsanesinin meşruiyet aracı olarak kullanılması hakkında bkz.
A. Erkinov, “Fabrication of Legitimation in the Khoqand Khanate Under the Reign of Umar-Khãn (1225-1237/1810-1822) Place Manuscript
of Baktiyãr Nãma Doqãyiqı Samarkandî as a Source of the Legend of Altun Bishik” Tex and Manuscript, V. 19, No.2, December 2013, p. 318.
129
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
127
ÖMER HAN DÖNEMİ HOKAND HANLIĞI (1809-1822)
Ömer Han döneminde Hokand şehrinde yapımına 1816 başlanan ve 1818 yılında tamamlanan Cem
Mescidi’nin 139 içerisinde medresesi de mevcuttu. 100 odalı olan medresede 2 dershane, 200 öğrenci ve 7
müderris bulunuyordu. Ayrıca Ömer Han, Cem Mescidi’nin faaliyetlerini yürütebilmesi için 30 dükkân bir de
hamam vakfetti. 140 Ömer Han döneminde eşi Nadire Begim talebelerin tahsil görebilmesi Mahlar Ayim ve Ming
Ayim medreselerini bina ettirdi. 141 Bu medreselerin 81 odası ve 200 talebesi mevcuttu. Medreselerin giderlerinin
karşılanması için vakıf kuruldu ve 5 mütevelli heyeti kurulan vakıfta görev yapmaktaydı. 142 Ömer Han
döneminde medrese yapımı sadece payitahta özgü değildi. O, 1820 yılında Taşkent’in Sençikmen mahallesinde
tamamen yanmış bir medreseyi restore ettirerek tekrar faaliyete soktu. 143 Medreselerin yanında Ömer Han
döneminde yapımına başlanan fakat onun ölümü üzerine Nadire Begim tarafından 1824 yılında tamamlanan Han
mezarlığının içerisinde bir de cami bulunmaktaydı. Bu mezarlıkta Narbuta Bek, Alim Han, Ömer Han ve
Muhammed Ali Han’ın kabirleri bulunmaktadır. 144 Bu yapıların dışında Ömer Han döneminde âmâlar için
Rahmet-i Şah isimli bir hastane inşa edildi ve bina edilen yapı için 2 kervansaray, 16 dükkan ve arazi
vakfedildi. 145 Bu imar faaliyetlerinin yanı sıra Ömer Han 1812-1816 yılları arasında Şehrihân yani han şehrini
kurdu 146 ve şehrin kuzey yönünden sulama kanalı açtırdı. 147 Şehrihân’ın yanı sıra Namangan’a göçün artması
neticesinde karşılaşılan sulama sıkıntısını çözmek için Ömer Han, Narın Nehri’nden Yengi-Arık’ı açarak şehrin
su sorununu çözdü. 148 Namangan haricinde hanlığın önemli şehirlerinden Taşkent’te de Han-Arık’ı açtırdı.
Hokand Hanlığı’nın genelinde bina edilen medrese, imarethane, cami ve mezarlıkların dışında Ömer Han
döneminde kaleler de yapıldı. Özellikle hanlık sınırlarını korumak için 1817’de Akmescid (şimdiki Kızılorda)’i
inşa ettirdi. Ayrıca XIX. asrın yirmili yıllarında Evliya-Ata kalesini bina ettirdi. İlerleyen dönemde ise Pişkek
(Bişkek) ve Tokmak gibi kaleleri yaptırdı. 149 Ömer Han tarafından kurulan bu kalelerin yapılma amacı sadece
bölgenin güvenliğini sağlamak değildi. Ömer Han kurduğu kaleler ve yaptırdığı şehirlere tüccar ve zanaatkârları
yerleştirerek buralarda pazarlar oluşturdu ve bu pazarlara göçer halkı çekmeye çalıştı. Ayrıca askerî garnizon
hüviyetinde olan bu kalelerde görevli birliklerin iaşesinin karşılanabilmesi maksadıyla tarımı da bölgede
geliştirmek için su kanalları kurdu.
SONUÇ
Sonuç olarak; kaynaklarda adaleti sağlayan, orduyu ve devleti düzene sokan bir hükümdar olarak
gösterilen ve cennetmekân olarak adlandırılan Ömer Han, darbe neticesinde hükümdar olmuş bir handır. O ilk
etapta kendisini tahta çıkartan darbeci devlet adamlarından kurtularak devletteki sükûneti sağladı ve ağabeyi
Alim Han’ın hatalarını tekrar etmeyerek Özbek boy aristokrasisi ve tarikatlarla çatışmadan, hatta onları da
yanına alarak hüküm sürdü. Böylece devletteki dengeleri yerine oturttuğu gibi yapacağı askerî seferler ve
kültürel faaliyetler için zaman kazandı ve zemin hazırladı. Saltanatı süresince devletin sınırlarını Kazak
bozkırları, Kırgız bölgeleri ve Buhara Emirliği istikametinde geliştirmeye çalıştı. Onun iktidarı döneminde
Hokand Hanlığı’nın sınırları güneyde Karategin, güneydoğuda Kaşgar, güneybatıda Öretepe, kuzeyde Cu
Nehri’nin güneyinden kuzeybatıda Aral Gölü civarına kadar uzandı. Genişlettiği sınırları korumak için
istihkâmlar inşa etti. Bölgesel bir güç haline gelen Hokand Hanlığı’nı Rus İmparatorluğu, Mançu İmparatorluğu
ve Osmanlı Devleti’yle ilişkiler kurarak uluslararası arenaya taşıdı. Özellikle gücünün farkında olarak Mançu
İmparatorluğu’na karşı akıllı bir siyaset izledi ve ticari imtiyazlar ve haraç vasıtasıyla muazzam bir gelir elde
etti. Mançulardan aldığı tavizle ticarette Rusya topraklarına açıldı ve ekonomik olarak yaptığı askerî seferlerin
maliyetlerini buradan karşıladı. Devletin sınırlarını genişletirken payitaht Hokand’ı bir kültür merkezi haline
getirdi ve kendi döneminde kültür faaliyetleriyle Hokand edebiyat dünyası altın çağını yaşadı. Türkistan’da eşi
benzeri görülmeyen bir azimle kadın şairleri de destekledi ve onların kültürel faaliyetlerde yer almasını sağladı.
Bu çabaları neticesinde onun devri İkinci Timur Rönesansı olarak isimlendirildi. Edebiyata verdiği desteğin yanı
sıra imar faaliyetleriyle hanlığı imar etti. Döneminde elindeki her türlü imkânı kendi lehinde kullanarak
meşruiyetini tasdik etmeye çalıştı. Bu uğurda oluşturduğu edebî ortamdan yararlanan Ömer Han, kaleme
aldırdığı eserlerde şeceresini Babür Şah’a bağladı ve darp ettirdiği paralarda Müslümanların Emiri,
139
Mirzo Olim Mahdûm Hoci, age, s. 84; Hüdayarhanzade, age, s. 131; Avaz Muhammed Attar Hukandî, age, s. 185. Medrese ve cami
inşaatının temelini atarken Ömer Han, Hokand ulemasına hitaben “güzel söz söyleyenin dışında, beğenileni terk edip çıkan kişi var mı? Taş
koysunlar” dediğinde ulemadan hiçbir kimse taş koymak için öne çıkmamıştır. Bu durum üzerine Ömer Han “Elhamdülillah benim
beğenileni terk etmişliğim yoktur” diyerek temele ilk taşı kendisi koymuştur. Bulduk, age, s. 59.
140
Omonov, agt, s. 85.
141
Isabaeva Gulshonoy, XIX. Asırda Kukan Hanlığında Madaniy Hayot, Mirza Uluğbek Milli Üniversitesi (Yayımlanmamış Doktora Tezi),
Taşkent 2008, s. 127.
142
Tagaev, agt, s. 217.
143
A. Sultanov, Muhammed Salih Hoca va Uning Tarihi Cedida-i Toşkand Asari, O’zbekiston Yay., Taşkent 2009, s. 159-160.
144
Omonov, agt, s. 86.
145
Omonov, agt, s. 86.
146
Avaz Muhammed Attar Hukandî, age, s. 15. Dilşad Berna otobiyografisi olan Târih-i Muhâcirân’da Ömer Han’ın bu şehri 1817 yılında
Öretepe’den getirilen esirlere kurdurttuğunu ve şehrin kuruluşunun 7 yıl sürdüğünü belirtir. Dilşod Tanlangan Eserler, s. 12-13; Muhtarov,
age, s. 193-194.
147
Vahidov, age, s. 62.
148
İvanov, age, s. 182.
149
Koç, age, s. 38.
128
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
HÜSEYİN ŞEN
Müslümanların İmamı gibi ifadeler kullanarak meşruiyetini dünyevî ve uhrevî olarak kabullendirmeye gayret
etti.
KAYNAKÇA
Anonim, Zafername-i Hüsravi, çev. Ş. Vahidov, Şirali Jurayev, Tarihi Meros, Taşkent 2011.
ASLAN, Üzeyir, “Han Şair Emîrî’nin Musammatları”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C. 8, S. 1,
s. 4-51.
Avaz Muhammed Attar Hukandî, Tarih-i Cehânnumâyi (Olemni Kürsatuvçi Tarih), Farsçadan Özbekçeye
çev. ve yay. haz., Ş. Vahidov, Akademik Yay., Taşkent 2012.
BABACANOV, B.M., Kokandskoe Hanstvo: Vlast’, Politika, Religiya, Yengi Neşr., Yokyo-Taşkent 2010.
BELLEW, W. H., The History of Kashghar, Foreign Department Press, Calcuta 1875.
1987.
BEYSEMBİEV, T.K., Tarihi Şahruhi Kak İstoriçeskiy İstoçnik, İzd. “Nauka” Kazahskoy SSR, Alma-Ata
BOBOBEKOV, Haydarbek, Kukan Tarihi, Fan va Tehnologiya, Taşkent 2016.
BOULGER, D. C., The Life of Yakup Bek Athalık Ghazi, and Badaulet; Emeer of Kashgar, H. Allen&Co,
London 1878.
BULDUK, Üçler, Hokand Hanlığı ve İbret’in Fergana Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara 2006.
ÇELİK, Bilal, “Hokand Hanlığı Siyaset ve Kültür Hayatında Bir Kadın: Mahlar Ayim”, Geçmişten
Günümüze Kadın ve Şehir, Ed. Osman Köse, Canik Belediyesi Kültür Yay., Samsun 2016, s. 301-309.
___________, “Hokand Hanlığı” Avrasya’nın Sekiz Asrı Çingiz Oğulları, Ed., Hayrunnisa Alan, İlyas
Kamaloğlu, Ötüken Neşr., İstanbul 2016, s. 572-571.
___________, 1800-1865 Yılları Arasında Buhara Hanlığı, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
(Yayımlanmamış Doktora Tezi), Sakarya 2009.
Dilşad Tanlangan Asarlar, yay. haz. M. Kadirova, Edebiyat va Sanat Neşr., Taşkent 1972.
DUBOVİTSKİİ, Viktor, BABABEKOV, Khaydarbek “The Rise and Fall of the Khokand Khanate”,
Fergana Vally: The Heart of Central Asia, Ed. S. Frederick Starr, New York 2011, s. 29-69.
Emirî Devan (Uzbek Tilindagi Şerler), yay. haz. M. Kadirova, Uzbekiston Fan Neşr., Taşkent 1972.
ERKİNOV, A., “Fabrication of Legitimation in the Khoqand Khanate Under the Reign of Umar-Khãn
(1225-1237/1810-1822) Place Manuscript of Baktiyãr Nãma Doqãyiqı Samarkandî as a Source of the Legend of
Altun Bishik” Tex and Manuscript, V. 19, No. 2, December 2013, s. 3-18.
ESİN, Emel, “Ahmed Yesevî Külliyesi” DİA, C. II, s. 162-163.
FLETCHER, Josep, “The Heyday of the Ch’ing Order in Mongolia, Sinkiang and Tibet”, The Chembrige
History of China, V. 10, s. 351-408.
GULSHONOY, Isabaeva, XIX. Asırda Kukan Hanliğinda Madaniy Hayot, Mirza Uluğbek Milli
Üniversitesi (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Taşkent 2008.
HOWORTH, H.H., History of the Mongols From 9th To The 19th Century, C.II, Longmans, Green, and
Co, London 1830.
Hüdayarhanzade, Ancum at-Tavarih (Zvezdı İstorii), Fars-Tacik Dilinden Rusçaya çev. ve izahlar müellifi
Ş. Vohidov, Ş. Elşibaev, Yangi Asr Avlodi Yay., Taşkent 2011.
HÜSEYNOV, Gurban, Vasiliy Vlademiroviç Barthold (1869-190) Hayatı, Eserleri ve Orta Çağ Tarih
Eğitimine Katkıları, Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Konya 2013.
İVANOV, P.P., Oçerki po İstorii Sredney Azii (XVI-Seredina XIX. v.), İzdatelstvo Vostoçnoy Literaturı,
Moskva 1958.
_____________, Vostanie Kitay-Kıpçakov v Buharskom Hanstve 1821-1825 gg., İzdatelstvo Akademi
Nauk SSSR, Moskva 1937.
KALAN, Ekrem, Cungar Hanlığı’nın Siyasi Tarihi, TTK Yay., Ankara, 2008.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
129
ÖMER HAN DÖNEMİ HOKAND HANLIĞI (1809-1822)
KAMALOVA, Zebinniso Husayn, Hokand Hanlığı’nın Son Hükümdarı Hüdayar Han ve Dönemi (18451875) Fergana Vadisinde Rus İşgali, Cağaloğlu Yay., İstanbul 2020.
____________________________, Türk Kültür Mirasında Kılıç ve Kalem Tutan Hatunlar, Cağaloğlu
Yayınevi, İstanbul 2019.
KARAHAN, Naciye Kök, “Türkistan Hanlıklarına Ait Belgelerde Geçen Meslek ve Unvan Adları”,
Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, S. 15, s. 1-30.
KAYUMOV, Aziz, Qukan Adabiy Muhiti (XVIII-XIX. Asrlar), Özbekistan SSR Fenler Akademisi Neşr.,
Taşkent 1961.
KAYUMOV, Polatcan, Hokand Tarihi va Uning Edabiyotı (Matarial va Hotıralar), neş. Aziz Kayumov,
Tamaddun Yay., Taşkent 2011.
2003.
KOCASAVAŞ, Yıldız, Yusuf Emîrî Divanı, Giriş‐Metin‐Sözlük‐Tıpkıbasım, Çantay Kitapevi, İstanbul
KOÇ, Dinçer, Rus Elçilik Raporlarına Göre Hokand Hanlığı, İdeal Kültür&Yayıncılık, İstanbul 2015.
KOLDAŞEV, Şerali, Hokand Hanlığında Uygurlar, Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, S. 10,
Nevşehir 2017, s. 104-112.
_________________, “The Role of the Institute of Aqsaqal (Consolor) in the Diplomatic Relations
Between Kokand Khanate and the Ching Empire (1760-1864), International Jurnal of Scientific&Tecnology
Research, V. 9, Is. 2, 2020, s. 3865-3874.
KONUKÇU, Enver, “Sayram ve Yesi”, Milletlerarası Hoca Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri (26-29
Mayıs 1993), yay. haz., Abdulkadir Yuvalı, Mustafa Argunşah, Ali Aktan, Erciyes Üniversitesi Yay., Kayseri
1993, s. 249-253.
KÖKTEGİN, Kazım, Yusuf Emirî Divanı, Giriş‐İnceleme‐Tenkitli Metin‐Sözlük‐Tıpkıbasım, Fenomen
Yay., Erzurum 2007.
Kurbanali Hacı Halidoğlu, Tevarih-i Hamse, Kazan 1910.
KUROPATKİN, A. N., Asya’nın Kalbi” Doğu Türkistan Fiziki, Coğrafi, Demografik, Etnografik, Askeri
ve İktisadi Yapısı, yay. haz. Feyzullah Uygur, İlgi Kültür Sanat, İstanbul 2016.
KURTULUŞ, Rıza, “Hucend”, DİA, C. XVIII, s. 272-273.
KUTLUKOV, M., “Vzaimootnoşeniya Tsinkogo Kitaya s Kokandskim Hantsom”, Kitay i Sosedi v Novoe
Noveyşee Vremya, İzd. “Nauka” Glavnaya Redaktsiya Vostoçnoy Literaturı, Moskva 1982.
LANSDELL, Hanry, Chinise Central Asia A Ride to Little Tibet, V. 2, Charles Scribner’s Son, New York
1894.
LEVİ, Socott C., The Rise And Fall Of Khoqand: Central Asia İn The Global Age, University of Pittsburg
Press, Pittsburg 2010.
MACİT, Abdulkadir, Başbakanlık Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında XIX. Yüzyıl Osmanlı-Hokand Hanlığı
Münasebetleri, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul
2008.
MAHMUDOV, Şerzodhon, Kukan Honlıginin Mamuriy Başkuruz Tizimi, Özbekitan Respuplikası Fanlar
Akademiyasii Tarih Enstituti (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Taşkent 2007.
Mahzuni, Ferhana Hanları Tarihi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T.2408.
MERAL, Vedat, Kurbanali Hacı Halidoğlu’nun Tevarih- i Hamse Eserinin Fergana Hanları Kısmının
Transkripti ve Değerlendirilmesi, Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Ordu 2019.
MILLWAERD, James A., Beyond The Pess Economy, Ethnicity and Empire in Qing Central Asia 17591864, Stenford University Press, Stanford, California 1998.
Mirza Olim Mahdûm Hoci, Tarih-i Türkistan, yay. haz., Ş. Vahidov, Yangi Asr Avlodi, Taşkent 2009.
Mirzoolim Müşrif, Ansob us-Selatin Va Tavarih ul-Havakin (Kükon Hanlıgı Tarihi), yay. haz. Akbar
Matgaziev, Muhabbat Usmonova, Gafuer Gulam Neşr., Taşkent 1995.
130
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
HÜSEYİN ŞEN
2012.
Muhammad Umar Kori Umidî Margilonî, Tarihçe-i Turani, yay. haz., Ş. Vahidov, Tarihiy Meros, Taşkent
Muhammed Hakimhan Töre, Muntahab at-Tevarih (Hukand Va Buhara Tarihi, Seyahat Va Hatıralar),
Farsçadan Özbekçeye çev. ve yay. haz., Ş. Vahidov, Yangi Asr Avladı Yay., Taşkent 2010.
Muhammed Niyâz Hukandî, İbretü’l Havokin (Tarih-i Şahruhi), Fars-Tacik Dilinden Özbekçeye çev. ve
yay. haz., Ş. Vahidov, Turon Zamin Ziyo, Taşkent 2014.
MUHAMMEDCANOV, Abdullah, “Taşkent” DİA, C. XL, s. 145-148.
MUHTAROV, A., Dilşad i Eyo Mesto v İstorii Obşestvennoy Mıslı Tadjikskogo Naroda v XIX Naçalo XX
vv, İzdatelstvo, Duşanbe 1969.
1886.
NALİVKİN, V., Kratkaya İstoriya Kokandskogo Hanstva, Tipografiya İmperatorskogo universiteta, Kazan
NETTLETON, Susanna S., “Ruler, Patron,PoetcUmar Khan In The Blossoming Of The Khanate Of
Qoqan, 1800-1820”, International Journal of Turkish Studies, V. 2, N. 2, 1981-82, s. 127-140.
NEWBY, L. J., The Empire and The Khanate (A Political History of Qing Relations wirh Khoqand c.17601860), Brill Leiden, Boston 2005.
OMONOV, Izzatillo, Umar Han Hukumronligi Davrida Qo’qan Hanliğinin Siyosiy, İjtimoiy- İqtisodiy va
Madaniy Ahvoli, Namangan Devlet Üniversitesi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Namengan 2016.
Özbekistan Milliy Ensiklopediyasi, C. III, Devlet İlmiy Neşriyat, Taşkent 2002.
SARAY, Mehmet, Rus İşgali Devrinde Osmanlı Devleti ile Türkistan Hanlıkları Arasındaki Münasebetler
(1775-1875), TTK Yay., 2. Baskı, Ankara 2017.
SCHUYLER, Eugene, Turkistan Notes of a Journey in Russian Turkistan, Khokand, Bukhara and, Kuldja,
Sampson Low, Marston, Searly&Rivingson C.I, London, 1876.
SOBOLEF, L., Lates History of the Khanates of Bokhara And Kokand, Translated from Russian of the
“Turkestan Gazette” for 1876, by P. Mosa, Foreign Depertment Press, Calcutta 1876.
Stranstvovanie Filippa Efremova v Kirgizckoy Stepi, Buharii, Hive, Persii, Tibet i İndii i Vozvraşcenie ego
ottuda çrez Angliyu v Rosiyu, Kazan 1811.
SULTANOV, A., Muhammed Salih Hoca va Uning Tarihi Cedida-i Toşkand Asari, O’zbekiston Yay.,
Taşkent 2009.
ŞEN, Hüseyin, Muhammed Ali Han Dönemi Hokand Hanlığı (1822-1842), İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2020.
____________, “Munthab At-Tevarih ve 19 Yüzyıl Türkistan Tarihi Açısından Önemi”, Türk Dünyası
Araştırmaları, C. 120, S. 237, 2018, s. 183-204.
TAGAEV, Mairambek “Hokand Hanlığı’nda (1709-1876) Dinî Teşkilat”, Oş Devlet Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi İlmi Dergisi, S. 26, 2019, s. 55-73.
____________, Hokand Hanlığı’nın (1709-1876) Sosyal ve Kültürel Tarihi, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2017.
TANÇ, Mustafa, Ömer Han Divanı, İnceleme‐Metin, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Van 1994.
TAŞAĞIL, Ahmet, “Mergīnân”, DİA, C. XXIX, s. 181.
TEKİN, Feridun, “Hanlıklar Dönemi Çağatay Edebiyatı”, Turkish Studies, V. 6, 2011, s. 1841-1850.
THKAHİRO, Onuma, YOYİ, Kawahara, SHİOYA, Akifumi, “An Encounter between the Qing Dynesty
and Khoqand in 1759-1760: Central Asia in the Mid-Eighteenth Century”, Frontiers of History in China, 9(3),
2014. s. 384-408.
TOGAN, Z. Velidî ,17 Kumaltı Şehri ve Sadri Maksudi Bey, Türkistan-Bilig, İstanbul 1934.
TOLKUN, Selahittin “Son Devir Çağatay Edebiyatının İki Önemli Kadın Şairi: Nâdire ve Üveysi”, İlmî
Araştırmalar, 12, İstanbul 2001, s. 167-174.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
131
ÖMER HAN DÖNEMİ HOKAND HANLIĞI (1809-1822)
Travels in the Centrral Assia by Meer Izzat-Oollah in the years of 1812-13, Trasnlated by Captain
Hederson, Attached to the Foreing Office of the Goverment of India, Foreing Depertmant Press, Calcuta 1872.
USLU, Recep, “Karategin”, DİA, Ek-2, s. 26.
VAHİDOV, Ş., “Kukan Honlığida Unvan va Mansaplar”, Şark Yulduzı, S.3-4, 1995, s. 214-223.
____________, Kukon Honligida Tarihnavislik (Genezisi, Funksiyalari, Namoyandalari, Asarlari),
Akademnaşr Yay., Taşkent 2010.
VELİHANOV, Çokan, Russian in Central Asia, çev. John and Robert Michell, Edward Stanford, 6
Charing Croos, London 1865.
__________________, Sobranie Soçineniy v Pyati Tomah, T. 3 Glavnaya Redaksiya Kazahskoy Sovetskoy
Ensiklopedii, Alma-Ata 1985.
132
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
Cilt/Volume 3, Sayı/Issue 5, Ocak /January 2021, ss. 133-154.
Geliş Tarihi–Received Date: 24.09.2020A Kabul Tarihi–Accepted Date: 17.12.2020
ARAŞTIRMA MAKALESİ – RESEARCH ARTICLE
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
NURAY BİLGİN ∗
ÖZ
Batılılaşma sürecinde Osmanlı Devleti birçok etkili askerî mektep kurmuştur. Osmanlının askerî mektep
girişimi 20. yüzyıla değin devam etmiştir. Bu askeri eğitim kurumları sayesinde Osmanlı ordusunun asker ihtiyacının
karşılanması hedeflenmiştir. II. Mahmut Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye
ordusunu kurmuş ancak söz konusu ordunun nitelikli subay eksikliğinden dolayı padişah, yeni bir çaba arayışına
girmiştir. 1828-29 Osmanlı-Rus Harbi ve 1833'te Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'nın birliklerine karşı girişilen
muharebelerde sevk ve idarede görülen zaafiyet sonucu, yetişmiş subay ihtiyacı ciddi bir biçimde kendisini
göstermişti. Osmanlı devlet ricali Fransa'daki École Militaire benzeri bir askerî mektep kurulmasını Sultan II.
Mahmut'a önerdi. Avrupa'da uzun süre resmî görevlerde bulunmuş 2'inci Hassa Mirlivası Namık Paşa bir zâbit
(subay) talimgâhı açılması konusunda padişahı ikna etmiştir. Böylelikle mevcut askerî yapı içinde sadece askerî
talimi içeren, askerin yeteneğine bağlı subay yetiştirmeye ağırlık verilmiştir. İşte ilk aşama olarak sıbyan bölükleri,
padişahın gayret ve gereksinimleri sonucu var edilmiştir.
Başlarda bir yükseköğrenim kurumunu andırmayan Mekteb-i Harbiyye’de, Mektep Nazırı Selim Satı Paşa
döneminde (1837-1841) önemli düzenlemeler yapılmıştır. Teorik öğretimden sorumlu ders nazırlığı makamı
kurulmuştur. Harbiyelilere "talebe" denilmeye başlanırken nöbet, temizlik, yemek hazırlamak gibi okulda kendi
yaptıkları işler, ordudan getirilen bir hizmet bölüğü tarafından devralınmıştır. Fransa'dan olmak üzere Avrupa'dan
hocalar getirilerek, her derse o konuda ehil kişilerin girmesine özen gösterilmiştir. Okula hoca tayin edilecek kişilerin
Arapça ve Farsça dillerini bilmelerine önem verildiği gibi, Fransızca da zorunlu ders olarak okutulmaya başlanmıştır.
İkinci aşama olarak da Namık Paşa’nın önerisiyle ileride, başta Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Milli
Mücadele’nin çoğunluk kadrosunu oluşturan kabiliyetli komutanları yetiştiren Mekteb-i Harbiye kurulmuştur.
Atatürk, İstanbul’a gelerek 13 Mart 1899’da Harp Okulu’ndaki eğitimine başlamıştır. Apolet numarası 1283’tür.
Okula başladıktan 2 ay sonra arkadaşları arasında sivrilerek sınıf çavuşu olmuştur. Burada yıllarca dost kalacağı
arkadaşları Ali Fuat Cebesoy ve Asım Gündüz’le tanışmıştır. Harp Okulu’ndaki birinci yılı gençlik hayalleri ve çok
sevdiği İstanbul’un çarpıcı havası içinde geçiveren Atatürk, sınavlarını başarıyla vererek ikinci sınıfa başlamıştır. İlk
yıl, ağırlığı sosyal hayata vermesine rağmen oldukça başarılı olan Atatürk, İkinci ve üçüncü sınıflarda dersleriyle çok
daha fazla ilgilenmeye başladı. Zira Harp Okulu’nda dereceye girmek oldukça önemliydi. Çünkü kurmay sınıfına
ayrılmak okulda üstün başarı göstermekle mümkündü.
Anahtar Kelimeler: Ordu, Modernleşme, Eğitim, Atatürk, Mekteb-i Harbiye.
THE MILITARY ACADEMY (MEKTEB-I HARBIYE) IN THE OTTOMAN STATE
ABSTRACT
During the westernization process, the Ottoman State established many effective military schools. The Ottoman
military school initiative continued until the 20th century. Thanks to these military training institutions, it was aimed
to meet the military needs of the Ottoman army. II. Mahmut removed the Janissaries and replaced it with the Asakir-i
Mansure-i Muhammediye army, but due to the lack of qualified officers in the said army, the sultan sought a new
effort. During the Ottoman-Russian War of 1828-29 and the battles against the troops of the Egyptian Governor
Mehmed Ali Pasha in 1833, the need for trained officers showed themselves seriously as a result of the weakness in
∗
Tarih Öğretmeni, Oğuzkaan Anadolu Lisesi, E-Posta: nuraybilgin7@gmail.com ORCID ID: 0000-0002-8773-0289
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
the management and administration. The Ottoman dignitary, the establishment of a military school similar to the
École Militaire in France, Sultan II. He suggested it to Mahmut. Namık Pasha, the 2nd Hassa Mirliva, who served in
official positions in Europe for a long time, persuaded the sultan to open an officer (officer) instruction. Thus, the
emphasis was placed on training officers, which only includes military training and are dependent on the skills of the
soldier in the existing military structure. As the first step, the primary troops were created as a result of the efforts
and needs of the sultan.
Significant arrangements were made in Mekteb-i Harbiyye, which did not resemble a higher education
institution at first, during the period of School Minister Selim Satı Pasha (1837-1841). The office of lesson minister
responsible for theoretical teaching was established. While cadets began to be called "demand", their work at the
school such as watch, cleaning, and preparing food was taken over by a service company brought from the army.
Teachers were brought from Europe, especially from France, and care was taken to ensure that qualified people
attend each course. It is emphasized that those who will be appointed as teachers to the school should know Arabic
and Persian languages, and French has started to be taught as a compulsory subject. As the second stage, with the
suggestion of Namık Pasha, Mekteb-i Harbiye was established in the future, which trained the talented commanders
who constitute the majority of the National Struggle, especially Gazi Mustafa Kemal Pasha. Atatürk came to Istanbul
and started his education at the Military Academy on March 13, 1899. Epaulet number is 1283. He became a class
sergeant by standing out among his friends 2 months after starting school. Here he met his friends Ali Fuat Cebesoy
and Asım Gündüz, whom he would stay friends with for years. Having passed his first year in the Military Academy
with his youthful dreams and the striking atmosphere of Istanbul, which he loved very much, Atatürk successfully
passed his exams and started his second year. In the first year, Atatürk, who was very successful despite giving
weight to social life, became much more interested in his lessons in the second and third years. Because it was very
important to get a degree in the Military Academy. Because it was possible to be separated into the staff class by
showing outstanding success in school.
Keywords: Army, Modernization, Education, Atatürk, The Military Academy.
GİRİŞ
Mekteb-i Harbiye; Türk subaylarının irfan ocağı ve Osmanlı ordusunun subay kaynağı olması açısından büyük
önem arz etmektedir. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin eski gücünü her anlamda kaybetmesiyle, yeni yollar
aranmaya başlanmıştır. Osmanlının bu yapılanma sürecinin ilk adımı askerî alanda gerçekleşmiştir. Batılı devletlerin
çağdaşlaşmalarını III. Selim ve II. Mahmut gibi ıslahatçı padişahların takip etmesi ile bu yapılanma süreci daha da
işlerlik kazanmıştır. Orduda ıslahat yapma fikri, devletin giderek kaybetmiş olduğu toprakların neticesinde
belirmiştir. II. Mahmut söz konusu toprak kayıplarının nedeni için sadece orduda yaşanan bozulmayı göstermemiş,
devletin bütçesinin de her alanda yetersizliğini belirtmiştir. Buna mukabil yaşanan bu olumsuzlukları tamamıyla
gidermek için padişah birtakım ıslahatlar yapmıştır. Yeniçeri Ocağı’nın ilgası (1826) bu ıslahatların en başında
gelmiştir.
1. Osmanlı’nın Nitelikli Eğitim Kurumu Mekteb-i Harbiye’nin Kuruluş Süreci
II. Mahmut Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra nizami bir ordunun kurulmasına ilişkin çalışmalar
başlatmıştır. Bu çalışmaları yaparken halkı yeni orduya hazırlamak ve orduyu halka benimsetmek amacı ile ordunun
adını seçerken dinî nitelikli olmasına dikkat etmiştir. Bu nedenledir ki II. Mahmut, söz konusu ordunun adını
Muhammed’in Askerleri anlamına gelen Asakir-i Mansureyi Muhammediye koymuştur. 1 Bu ordunun kurulup
gelişmesiyle tertip, kol, saf ifadelerinin yerine; 1828 yılı itibari ile alay, tabur ve bölük tabirleri kullanılmaya
başlanmıştır. 2 Asakir-i Mansureyi Muhammediye ordusu, subay gereksinimini karşılamasının yanında Şehzadebaşı
semtinde bulunan Acemi Ocağı kışlasında 15 yaş civarı gençlerin eğitime başlamalarının ve Mekteb-i Harbiye’nin
temelini oluşturduğu kabul edilebilir. 3 Fakat 1828-1829 yılları arasında gerçekleşen Osmanlı-Rus Savaşı bu atılımın
başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuştur. 1831-1832 yıllarına gelindiğinde ise dönemin Hassa Müşiri (Mareşal)
Ahmet Fevzi Paşa’nın yoğun çalışmaları ile Selimiye kışlasından erlerin seçilmesi ile sıbyan bölükleri meydana
getirilmiştir. Dolayısı ile Mekteb-i Harbiye’nin kuruluşunun ilk basamağını sıbyan bölükleri oluşturmuştur. 4
Mustafa Kaçar, “Osmanlılarda Askeri Teknik Eğitimi”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Bilim ve Sanat Vakfı,
C.II, S.4, 2004, s. 466-467.
2
Musa Çadırcı, Yenileşme Sürecinde Osmanlı Ordusu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, C. XIII, s. 805-806.
3
Ali Güler, “Ankara Harp Okulu Binası İnşaatı ve Mekteb-i Harbiye’nin İstanbul’dan Ankara’ya Taşınması”, Selçuk
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ata Dergisi, S.9, 2002, s. 47.
4
Osman Nuri Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, Osmanbey Matbaası, İstanbul 1939, s. 299.
1
134
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
NURAY BİLGİN
Sözü edilen bölüklerin uzun süreli faaliyetleri olmamıştır. Bu bölüklerin yerine Osmanlı ordusuna, iyi bir
donanıma sahip çağdaş subaylar yetiştirebilmek gayesi ile Mekteb-i Harbiye’nin kurulmasına karar verilmiştir. Bu
karar alınırken Avrupa’da askerî eğitim hususunda güvenilir, işinin ehli devlet yetkililerinin fikirleri esas alınmıştır.
Namık Paşa Mekteb-i Harbiye’nin kurulması ile ilgili padişah II. Mahmut’a bir öneride bulunmuştur. Söz konusu
önerinin ana fikri; Namık Paşa’nın Avrupa’daki deneyim ve gözlemlerine istinaden sıbyan bölüklerinden sonra yeni
bir harp mektebinin kurulmasının, Osmanlı ordusuna derin bir fayda sağlayacağı üzerine olmuştur. Böylelikle
Mekteb-i Harbiye 1834 yılında sıbyan bölükleri öğrencilerinin nakledilmeleriyle Beşiktaş’taki Maçka kışlasında II.
Mahmut’un emri doğrultusunda kurulmuş ve 1835’te eğitim vermeye başlamıştır. Mektebin eğitim ve öğretim süresi
8 yıl ile sınırlı olmakla birlikte mektep ilk yıllarında okuma ve yazma bilmeyen öğrencilerden oluşmuştur.
Resim 1: Harbiye Mektebi’nin Ankara’ya nakli üzerine Harbiyelilerin 1936’da İstanbul’dan ayrılışı.
Kaynak: http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 08/03/2020.
Resim 2: Mekteb-i Harbiye 1835 Maçka
Kaynak: http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi:08/03/2020.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
135
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
Mekteb-i Harbiye’nin ilk kurucusu kabul edilen Namık Paşa büyük önem arz etmektedir. Mektebin kurulma
fikri, Namık Paşa’nın yanında dönemin seraskeri Hüsrev Mehmet Paşa’nın da olmasına rağmen onun direkt olarak
bir gayretinden söz etmek mümkün değildir. 5 Bu husus şu şekilde açıklanabilir: Yetiştirdiği köleleri, subay olarak
ordunun çeşitli sınıflarına yerleştirmek sureti ile kadrolaşan serasker paşanın sunulan bu teklife karşı çıkması
tabiiydi. Zira Avrupa’daki benzerleri gibi modern subay yetiştirecek Mekteb-i Harbiye’nin kurulması halinde,
Hüsrev Paşa’nın alaylı subaylarının yerini, mektepli subaylar alacak ve ordudaki mutlak nüfuz ve hâkimiyeti
zayıflayacaktı. 6
Hüsrev Mehmet Paşa’nın bu olumsuz tutumu onun Namık Paşa ile arasında gergin konuşmalara sebebiyet
vermiştir. Hüsrev Paşa, Namık Paşa’ya bahsi geçen mektebin açılmasının yüksek maliyetlerde olacağını, Osmanlı
ordusunun ekonomik yönden sıkıntılar içinde bulunduğunu öne sürerek mektebin varlığının hayata geçmesinin
karşısında şiddetle durmuştur. Elbette ki Hüsrev Paşa’nın bu tutumu padişah II. Mahmut’u hiçbir şekilde
etkilememiş, II. Mahmut Namık Paşa ile tekrar bir görüşme sağlayarak bu fikrin derhal işlerlik kazanmasına ve
askerî mektebin açılmasına karar vermiştir. Çünkü bu dönemde art arda yaşanan askerî mağlubiyetler, batılı tarzda
askerî okulun hayata geçirilmesini zorunlu kılmıştır. Osmanlı ordusunun subay ihtiyacını karşılamak için III.
Mustafa döneminde Mühendishane-i Bahri Hümayun ve Mühendishane-i Berri Hümayun açılmış ancak bu
talimgâhlar zaman içinde yetersiz kalmıştır. II. Mahmut Hüsrev Paşa’yı yalnızca bir hususta dikkate almıştır. Bu
husus; Hüsrev Paşa’nın mektebin kurulma aşamasının çok fazla maliyet getireceğidir. Paşa’nın bu fikrini dikkate
alan padişah, mektebin asgari bir masraf ile Maçka’da atıl bir vaziyette bulunan binanın tamamlanıp okul binasına
dönüştürülmesi emrini buyurmuştur. Bu zaman zarfında Mekteb-i Harbiye’nin kurulmasının sorunsuz bir şekilde
tamamlanmasına ilişkin, Serasker Hüsrev Paşa’nın müdahalesine meydan vermemek için padişah Namık Paşa’yı çok
geniş yetki ve sorumluluklarla vazifelendirmiştir. Buna göre orduya subay yetiştirme Enderun’dan ve özellikle
kölelerden komutan yetiştirme usulünü benimseyen Hüsrev Paşa’nın yetki alanından çıkmış bulunmaktaydı. 7
Maçka kışlasında yapılması planlanan onarım padişahın buyruğu ile kısa sürede tamamlanmış, sıbyan bölüğü
öğrencileri mektebin ilk öğrencilerini oluşturmuştur. Hatta Mekteb-i Harbiye’nin kurulması ile birlikte Hatt-ı
Hümayun’un da onayı ile mektebin yanında bandocu yetiştirmek gayesi ile Mızıka Okulu olarak eğitim verecek
Mızıka-ı Hümayun açılmıştır. Maçka kışlasının tamir edilmesi 8 ile kışlanın içine bir cami, 9 400-500 kişilik bir okul,
bir kütüphane, hamam, mutfak, eczane, hastane, 10 yemekhane gibi yapılar kurulmuştur. Cami; çok kapasiteli, 2500
kişiyi alacak şekilde tesis edilmiştir. Vaiz ve hatip yalnızca cuma ve bayram günleri vazifelendirildiklerinden
kendilerine has bir odaya sahip değillerdi. Camide bulunan odalarda Kur’an-ı Kerim okuyanlar, müezzinler ve
bakıcılar konaklamıştır.
Mektep sınav odası adı verilen yedi adet dershaneden oluşmuştur. Kütüphaneler, geniş ve ışık alan mütalaa
salonu, iki kitap deposu, bir numunehane, bir laboratuvar, memurlar ve diğer görevlilerin kalmaları için yedi odaya
ayrılmıştır. Kütüphanede bulunan masalar, sabit oturakları ve rahleleri ile geniş çekmeceli sıralar şeklinde dizilmiştir.
Numunehanede; gerek Türk İslam ulusunun gerekse başka devletlerin ateşli ve ateşsiz silahlarının, askerî
birliklerinin kıyafetlerinin araba ve tombaz örneklerinin, mimarlık, marangozluk ve ölçü aletlerinin örnekleri de
eğitim amaçlı temin edilmiştir. 11 Mekteb-i Harbiye’ye öğrenci alımı yapılırken dikkat edilen hususlar: Öğrencilerin
İslam dinini seçip Müslüman olması, yaş aralığı olarak 15 yaşından küçük 20 yaşından büyük olmaması, vücudunda
herhangi bir sağlık probleminin olmaması, Arapça ve Farsça dillerini asgari olarak okuyup yazabilmeleri, ahlaki
değerlerinin örnek teşkil etmesi, güzel yazma sanatını kendini ifade edebilecek kadar kullanabilmeleri gibi esasları
içermektedir.
Gülşah Eser, “Türkiye’de Modern Bilimlerin Eğitiminde Mekteb-i Harbiye Örneği”, Osmanlı Bilimleri Araştırmaları
Dergisi, S.XIII, 2012, s. 102
6
Eser, agm, s. 103
7
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2015, s. 193-194.
8
BOA, Cevdet Maarif Tasnifi (C.MF), 157-7829, 11 Eylül 1264.
9
Mekteb-i Harbiye’nin bulunduğu Maçka Kışlası derununda yapılacak cami amelesinin barınması için çadır temin
edilmiştir. BOA, Cevdet Tasnifi Maarif (C.MF),159-7916, 16 Mart 1251.
10
Bahriye Yüzbaşılarından Doktor Raynhold gönüllü olarak Mekteb-i Harbiye Hastanesinde cerrah olarak çalışmıştır. BOA,
(İ.HB), 170-37, 23 Ağustos 1333.
11
Hayrullah Gök, Arşiv Belgeleri Işığında Kara Harp Okulu Tarihi, 1834-1881, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2005, s. 80.
5
136
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
NURAY BİLGİN
Resim 3: Subay Okulu
Kaynak: http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 30/03/2020.
Resim 4: Harbiye Mektebi’nin ana kapısı üzerindeki Şaban 1311 (Şubat 1894) tarihini taşıyan armalı kitabe.
Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/harbiye Erişim Tarihi: 30/03/2020.
2. Mekteb-i Harbiye’de Eğitim – Öğretim
2.1. Mekteb-i Harbiye’nin 1834-1923 Yılları Arasındaki Eğitim Süreci
II. Mahmut, 1834’te kurulan mektebin öğrenci ve öğretmenlerinin durumunu şahsen görmek üzere, 1 Temmuz
1835 Çarşamba günü mektebe gelmiş ve okula adını Mekteb-i Harbiye olarak vermiştir. 12 Padişahın mektebi ziyaret
ettiği gün Mekteb-i Harbiye Nazırı Mustafa Mazhar Bey, Zeynel Abidin Efendi, Pertev Efendi, Mirliva Namık Paşa,
Mirliva Şerif Paşa, süvari, topçu ve piyade miralayları, kaymakamlar ve daha birçok devlet ileri gelenleri önceden
gelip padişahı iki sıra şeklinde karşılamıştır. II. Mahmut o gün öğrencilerin yazılarını görmek amaçlı kâğıt, kum ve
taşların üzerine yazılan yazıları incelemiştir. Mektebin ikinci bölümünü gezmiş ve mektebe gerekli meblağın
harcanmasını ve çok önem verilmesini, öğrencilerin nitelikli bir askerî eğitim alması şeklinde beyanatta bulunmuştur.
Okulun yeni kurulmuş olmasına rağmen 1835-1836 yıllarında Viyana, Paris ve Londra’ya öğrenciler yolcu
edilmiştir. 13
12
13
İsrafil Kurtcephe, Mustafa Balcıoğlu, Kara Harp Okulu Tarihi, Kara Harp Okulu Matbaası, Ankara 1991, s. 50.
Mehmet Esat, Mirat-ı Mektebi Harbiye, Artin Asudaryan Matbaası, İstanbul 1315, s. 19-20, 80.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
137
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
Mektep; muasır, medeni subaylar yetiştirmek amacı ile açıldığı için ilk zamanlar halk tarafından kolay
anlaşılamamıştır. Mekteb-i Harbiye’nin açılması ile birlikte imparatorluğa bağlı farklı bölgelerden öğrenci
taleplerinde bulunulmuş ve bu bölgelerin Mekteb-i Harbiye kapsamında temsil edilmesi amaçlanmıştır. Ancak diğer
eyaletlerden öğrenci konusunda yeteri kadar destek alınamamıştır. Çünkü insanlar, Osmanlı’nın uzun süren
savaşlarından korktuğu için çocuklarını Mekteb-i Harbiye’ye vermekten çekinmiştir. 14 Bu duruma binaen Osmanlı
hükümeti, kimsesiz çocukların Harbiye’ye alınarak subay olarak yetiştirilmelerini bir çare olarak görmüştür.
1835 yılında Harbiye Mektebi’ne Avrupa’dan öğretmen getirme girişiminde bulunulmuştur. Bu girişim için ilk
olarak Fransa Devleti seçilmiştir. Ancak bu tercihe Rusya karşı çıkmıştır. Rusya bunun nedeni olarak; Fransız subay
ve eğitmenlerin Republican olduklarını, Fransa’da iç siyasi karışıklıkların yaşandığını bu durumun siyasi
istikrarsızlığa neden olacağını, bu eğitmenlerin İstanbul’a geldiklerinde ortalığı karıştıracakları yönünde bir neden
göstermiştir. II. Mahmut aynı yıl Prusya’dan öğretmen talebinde bulunmuş ve III. Wilhem’in onayı ile Yüzbaşı Von
Moltke ve Teğmen Von Berg adında iki subay getirilmiştir.1846’da Mekteb-i Harbiye’de ders vermek üzere
Movginot, Magnan ve Debreuil isimlerinde üç subay, Mentor adlı bir gemiyle ve Fransız Savaş Bakanlığı’nın izniyle
Bab-ı Ali’de çalışmak üzere İstanbul’a tekrar getirilip birçok çalışmada bulunmuşlardır. Söz konusu subaylar 1848
ihtilallerinin başlaması ile Fransa’ya tekrar geri dönmüşler ancak 1850 yılından sonra tekrar Harbiye’de bir süre
öğretmenlik yapmışlardır. 15
Resim 5: Piyade ve subayların Mekteb-i Harbiye’deki eğitimi. (1834)
Kaynak: http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 30/03/2020.
Mekteb-i Harbiye 23-24 Temmuz 1847 Cuma ve cumartesi günlerine müteakip Küçük Taksim veya Pangaltı
olarak bilinen yerde Tophane-i Amire Hastanesi’nin binasına taşınıp eğitim ve öğretim vermeye başlamıştır.
Mektebin taşınması ile birlikte 1847 yılında Mekteb-i Cedid-i Harbiye-i Şahanenin İdare-i Dâhiliyesine Dair
Kanunname hazırlanmıştır. Kanunname içerik olarak; okulun, öğretmenlerin, idari personelin ve memurların
vazifelerinin ne olduğundan oluşmaktaydı. Ayrıca mektebin diğer hizmetinden sorumlu; kapıcı, tüfekçi, borazancı,
trompetçi gibi kişilerin de görev ve sorumlulukları kanunnamede değinilen hususlar arasında olmuştur.
Mekteb-i Harbiye binasının Pangaltı’ya taşınması ile Ferik Ahmed Paşa’nın nazırlığı sırasında baytar sınıfları
açılmıştır. Mektep, iki erkân-ı harp sınıfı, dört harbiye sınıfı ve iki baytar sınıfı olmak üzere toplam sekiz sınıfla
eğitim öğretime devam etmiştir. 1853 yılında Kırım Harbi’nin çıkması ile piyade, süvari ve baytar sınıfları, Serasker
kapsındaki Taşkışla’ya taşınmıştır (1854). İleriki zamanlarda mektep, Gülhane’deki tıp okulu binasında ve 1863’te
tekrar Pangaltı’da eski binasında eğitim vermiştir. 1848 yılında ilk mezunlarını veren Harbiye mektebinin sınavları
Abdülmecid’in huzurunda yapılmıştır. Yüzbaşı rütbesini 3. sınıftan 4. sınıfa geçen 5 öğrenci almaya hak kazanmıştır.
Dolayısı ile 3. sınıfı bitirenler Yüzbaşı rütbesi ile orduda hizmet vermiş, Erkan-ı Harbiye bölümünde ise öğrenciler 4.
sınıf kademesinde eğitim almadan 5. sınıf derslerini alma hakkına sahip olmuştur.
Hayrullah Gök, agt, s. 82-83; Gülşah Eser, Mekteb-i Harbiye’nin Türkiye’de Modern Bilimlerin Gelişmesindeki Yeri,
1834-1876, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2005, s. 31.
BOA, HR. MKT, 58/1.
14
15
138
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
NURAY BİLGİN
Askerî okullar ile ilgili 1873 yılında önemli bir karar alınmıştır. Bu karar dâhilinde askerî okulların eğitim
öğretim süresi dört yıldan üç yıla indirilmiştir. Böylelikle Harbiye Mektebi’nin de eğitim öğretim süresinde yeni
düzenlemeye gidilmiştir. Bu durumun fitilini ateşleyen hadise, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde yaşanan
mağlubiyet olmuştur. Söz konusu savaşta büyük toprak kaybı yaşanmış buna istinaden o tarihlere kadar Fransız tesiri
ile hazırlanan askerî okullar artık yerini, Alman etkisi ile verilen eğitimlere, Alman subaylar ve uzman kişilere
bırakmıştır.
1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile Mekteb-i Harbiye’de bazı derslerin kaldırılmasına ilişkin
görüşler ortaya konmuş; Edirne, Şam, Bağdat, Manastır Harbiyelerinin eğitim ve öğretimine son verilerek öğrenciler
eğitimlerine İstanbul Harbiye Okulu’nda devam etmişlerdir. Harbiye Mektebi, Balkan savaşları nedeni ile 1 yıl kadar
eğitim öğretim faaliyetlerine ara vermiş, bazı öğretmenlerle öğrencilerin cepheye gönderilmesi Harbiye’de derslerin
aksamasına yol açmıştır. Bu sebeple 1912 yılında öğrencilere imtihan yapılamaması sebebi ile ikinci sınıf öğrencileri
subay olamamışlardır. Ayrıca mektep yeni eğitim öğretim yılına iki birinci sınıfla başlamak zorunda kalmıştır. Bu
sırada Almanya’dan gelen asker ıslah heyeti Harbiye’de yeni düzenlemeler yapmıştır. Alman Yarbay Back Von
Erlich umum müdürlüğü ve Harbiye kumandanlığına tayin edilmiştir. Alman Yarbay, Harbiye birinci sınıf
öğrencilerinin şikâyetlerini dinledikten sonra bir dizi tedbir alma kararı almıştır. 1914 yılında I. Dünya Savaşı
başladığında birinci sınıfın kıdemsiz öğrencileri de kıdemsiz asteğmen olarak mezun edilip Harbiye Mektebi
kapatılmıştır Birinci Cihan Harbi’nde tamamen kapatılan mektep yerini Zabitan Talimgâhına bırakmıştır. Mütareke
yıllarında biraz faaliyet göstermeye çalışan Harbiye Mektebi itilaf orduları tarafından tekrar işgale uğramıştır.
Öğrencilerin oradan oraya sürülme suretiyle çalışmalarına engel olunmuş, Harbiye Mektebi binasız kalmıştır.
İtilafların durmak bilmeyen emperyalist tutumları mektebin Halıcıoğlu’ndaki binasına da sıçramış ve bu okul
binasını da işgal etmişlerdir. Öğrenciler tüm alet ve edevatları ile Çengelköy Kuleli İdadisi’nde bir süre eğitimlerine
devam etmiştir. İşgalciler kısa bir süre sonra buraya da yetişmişler ve bina Ermeni yetimhanesine
dönüştürülmüştür. 16
Savaş başladıktan sonra Pangaltı’daki Harbiye binası yedek subay adayları için talimgâh yapıldı. Fakat binanın
hastane olarak kullanılmaya başlanması üzerine talimgâh, Kartal Maltepe’deki piyade atış okuluna taşınmıştır.
Maltepe İhtiyat Zabit Namzetleri Talimgâhı adı verilen bu kurum, savaş süresince yedek subaylarının eğitim
gördükleri bir yer olmuştur. Söz konusu talimgâh, Mondros Mütarekesi’nden sonra lağvedilerek aynı yerde Muvazzaf
Zabit Namzetleri Talimgâhı adı ile eğitim vermeye başlamıştır.
Yeni talimgâhın öğrencileri; Kuleli ve Edirne’den gelen İdadi öğrencilerinden, 1918’in Şubat ayında İdadiyi
bitirip talimgâha sevk edilen ve henüz okulunu bitiremeyen talebelerden oluşmaktaydı. İngilizlerin Pangaltı’daki
binayı işgal ettikten sonra Maltepe’deki binayı da işgale kalkışmaları üzerine Muvazzaf Zabit Namzetleri Talimgâhı
Maltepe’den Bostancı’ya taşınmış ve bir süre sonra o talimgâh da dağıtılmıştır. Aynı tarihte Bostancı merkez olmak
üzere Suadiye ve Erenköy’de, Edirne ve Kuleli İdadilerinden gelen öğrencilerden iki bölüklü bir tabur kurulmuş ve
bu tabura Mekteb-i Harbiye Taburu denilmiştir. Harbiye alayının öğrenci taburu Kuleli’de, diğeri ise Bostancı’da
eğitimlerine devam etmiştir. Bostancı’daki talebeler Kasım 1919’da asteğmenliğe yükseltilmişlerdir. Yine
İngilizlerin baskıları sonucu Harbiye alayı Halıcıoğlu’na taşınmış ve Topçu Harbiyesi ile birleştirilmiştir. Fakat
İngilizlerin işgali üzerine okul tekrar kapatılmıştır. Öğrencilerin bir kısmı Kuleli ’ye yerleştirilmiştir ancak İngilizler
burayı işgal edince Kuleli’nin öğrencileri Kâğıthane’de 17 kurulan çadırlara, bir ay sonra da Eyüp’teki İplikhaneye
sevk edilmiştir (1 Ağustos 1920). Yine İngilizlerin Maçka Kışlası’na girmeleri üzerine 12 Eylül 1921 tarihinde
mektep Zeytinburnu Kışlası’na taşınmış Ekim 1922’ye kadar burada eğitim vermeye devam etmiştir.
Büyük Çağ Gazetesi, 15.06.1947.
Mühendishane-i Berri Hümayun ve Harbiye Mektebi talebeleri 1314 yılında Kâğıthane sırtlarında talim yapmışlardır.
BOA, Y.MTV, 152-98, 17 Ekim 1314.
16
17
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
139
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
Resim 6: Harbiye, İngiliz askerleri sabah içtimasını alıyor. Bugün askeri müze olan Harbiye
Mektebi’nin direğinde İngiliz bayrağı çekili. (1920)
Kaynak: http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 02/05/2020.
Mekteb-i Harbiye’nin İstanbul’da ikinci defa kapanması ile öğrencilerin birçoğu Maçka Kışlası’ndan hareket
ederek Kurtuluş Savaşı’na iştirak etmek için soluğu Anadolu’da almıştır. Anadolu’da teşekkül etmekte bulunan millî
ordunun subay ihtiyacını karşılamak üzere 15 Temmuz 1920’de Cebeci’de Sunuf-u Muhtelife Zabit Namzetleri
Talimgâhı açılmıştır. 18 Abidin Paşa Köşkü civarındaki barakalarda Sunuf-ı Muhtelife Zabit Namzetleri Talimgâhı
adıyla açılan bu müessesenin amacı, Millî Mücadele için kısa yoldan subay yetiştirmekti. İleriki dönemde Ankara’da
kurulacak olan Harbiye’nin temelini oluşturan söz konusu talimgâhın ilk öğrencileri yedek subay adaylarından,
İstanbul’daki Harbiye’den ve Kuleliden gelen öğrencilerden oluşmuştur.
Resim 7: Kurtuluş Savaşı için Anadolu’ya gidecek olan Mekteb-i Harbiye öğrencileri.
Kaynak: http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 30/03/2020.
Milli Mücadelenin kazanılmasında büyük rol oynayan talimgâh, ilk mezunlarını Ekim 1920’de vermiş ve 1
Nisan 1923 tarihinde Mekteb-i Harbiye’ye dönüştürülmüştür. Sonuç olarak, İstanbul’dan gelen talebeler buraya
18
Yusuf Çam, Atatürk’ün Okuduğu Dönemde Askeri Okullar: Rüşdiye, İdadi, Harbiye,1892-1902, Genel Kurmay
Başkanlığı Yayınları, Ankara 1991, s. 65-70.
140
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
NURAY BİLGİN
iştirak etmiş, 1 Nisan 1923’te bu talimgâh tekrar Harbiye Mektebi adını almış ve 25 Eylül 1923 tarihinde Ankara’dan
İstanbul’a nakledilerek eski binasında yeniden yeni esas ve isteklere göre tedrisata başlamıştır. 19
2.2. Mekteb-i Harbiye’de 1846-1847 – 1862-1863 Yılları Arasında Eğitim ve Öğretime Tabi Olan Dersler
Öğrencilere mektebin birinci sınıfında, okuma-yazma ve dört işlem öğretilmiştir. İki harfli heceler, otuz üç
harften oluşan Osmanlı alfabesinin elifba ve cüzler kısımlarını rutin bir şekilde okutulmuştur. İki ve üçüncü
sınıflarda ise öğrenciler üç harfli hecelere geçip bu üç harfli hecelerle amme cüzü üzerine eğitim almışlardır. Dört ve
beşinci sınıflarda; ilm-i hal, şurut-i İslamiye (İslam’ın şartları), akaid-i diniyye (dinî inanışlar ve kurallar)gibi dersler
okutulmuştur. Altıncı, yedinci ve sekizinci sınıflarda; askerî kanunname ve askerî talimname, fezail cihad rakam
ilmi, hendese, kıraat, rika yazısı gibi derslerden eğitim verilmiştir. Sekizinci sınıfı başarı ile bitiren öğrencilerin
yetenekleri dâhilinde ve beden sağlıkları da dikkate alınarak takriben 100 öğrencinin ikinci mektebe ataması
yapılmıştır.
İkinci mektepte ise okutulan başlıca dersler; ilmî hesap (aritmetik), müsellesatı müsteviyye (düzlemsel
trigonometri), müsellesatı küreviyye (küresel trigonometri), ameliyat-ı hendese (geometri uygulamaları), ilm-i
hendese (geometri), ilm-i cebir, cebrin hendeseye tatbiki (analitik geometri), ilm-i kutu-i mahrutiyyet (koni kesitleri),
ilm-i menazır (perspektif), ilm-i heyet (astronomi) coğrafya, ecsam-ı maiyye ve havaiyye (sıvılar ve gazlar), Arapça
ve Farsça, tombaz, köprü kurmak, piyade ve süvari eğitimi, yaz günlerinde denizde yolculuk ilmi (seyrüsefer), ilm-i
sabahat (yüzme), resim, Fransızca gibi dersler öğrencilerin almak zorunda oldukları dersler olmuştur. 1848 yılında
her iki mektebi bitiren öğrenciler bir sınava tabi tutulmuş ve başarılı olan ilk on altı öğrenci Mülazım-ı Evvel
(üsteğmen), on sekiz öğrenciye Mülazım-ı Sani (teğmen) rütbesi almıştır. 20
2.3. Mekteb-i Harbiye’de 1862-1877 Yılları Arasında Eğitim ve Öğretime Tabi Olan Dersler
1862-1877 yılları arasında mektepte öğrencilere 83 farklı ders okutulmuştur. Bu dersleri ayrı ayrı
gruplandırmak olası bir durumdur. Bu gruplar matematik ve fen dersleri olarak belirlenmiştir. Fizik, matematik,
botanik, kimya zooloji gibi dersler birinci grup dersleri arasındadır. Fizik dersleri, optik, mekanik gibi konuları;
matematik ise cebir, cebir-i ala, cebir-i adi, analitik geometri, fenn-i eşkâl, hesap koni kesitleri, integral, trigonometri,
düzlem geometrisi konularını içermektedir. İkinci grupta; sosyal dersler üzerine eğitim verilmiştir. Bu grupta başta
Fransızca olmak üzere yabancı dil dersleri, gramer tarih, edebiyat ve din dersleri bulunmaktadır.
Üçüncü grupta ise askerî meslek üzerine eğitim ve öğretim verilmiştir. Bu derslerin başlıcaları; makine bilgisi,
savaş bilgisi, silah bilgisi, topçuluğa dair barut, kovan, döküm ve kurşun bahisleri, kale kuşatma ve sahra topçuluğu,
haritacılık ve topoğrafya dersleri (harita bilgisi, askeri coğrafya), coğrafya, mimari, inşaat ve istihkâm dersleri (lağım
bilgisi, büyük ve küçük istihkâmlar, köprücülük, yol düzenlemesi, mimarlık ve inşaat), uygulamalı meslek dersleri
(büyük askerî harekâtlar, taarruz ve savunma, kuşatma uygulaması, strateji, kuvvetleri yerleştirme bilgisi, silahların
temizlenmesi, genel topçuluk, piyadecilik, süvaricilik), kanunname, nizamname ve talimname dersleri ve talim
dersleri olmak üzere kategorilendirmek mümkündür. Ayrıca talim derslerinde talebelere meç-kılıç talimi ve diğer
talimler Mekteb-i Harbiye’de okutulan başlıca dersler olmuştur.
Faik Reşit Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara 1964,
s. 50-55.
Kurtcephe-Balcıoğlu, age, s. 154.
19
20
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
141
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
Resim 8: Mekteb-i Harbiye piyade, erkân-ı harp, süvari ve baytar talebeleri
Kaynak: http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html
Erişim Tarihi: 20/05/2020.
2.4. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Mekteb-i Harbiye
1899 yılında Mustafa Kemal henüz 18 yaşında iken Selanik kasabasından İstanbul’a gelmenin heyecanını
yaşamıştır. Bir payitaht şehri olan İstanbul, onun için büyük önem arz etmiştir. Annesi ve kız kardeşi Makbule’yi
Selanik’te bırakıp Ali Fuat Cebesoy ile birlikte İstanbul Pangaltı’da eğitim veren Harp Okulu’na 13 Mart 1899
tarihinde 1283 apolet numarası ile kaydolmuştur. 21
O dönemde Harbiye’de; Tıbbiye, Mülkiye, Mühendislik isimli dört yüksekokul bulunmaktaydı. İstanbul Harp
okuluna Erzincan, Şam, Bağdat askerî liselerinden mezun olanlar gelmiş ve tüm öğrenciler piyade sınıfına
ayrılmıştır. Arap, Arnavut ve Türkler mevcut öğrenci gruplarını oluşturmuştur. Ali Fuat Cebesoy’un yanında Ali
Fethi Bey de Mustafa Kemal ile birlikte Harp Okulu’nda öğrenci idi. Gazi Paşa’nın döneminde okulda öğrenci sayısı
takriben yedi yüz kadardı. Bu öğrenciler arasında çok başarılı olanlar üçüncü sınıfı okuduktan sonra doğrudan Harp
Akademisi’ne geçiş yapmıştır.
21
Yılmaz Tezcan, Mustafa Kemal Atatürk (O Bir İnsandı), Kastaş Yayınları, İstanbul 2018, s. 30.
142
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
NURAY BİLGİN
Resim 9: Mustafa Kemal Mekteb-i Harbiye ikinci sınıf öğrencisi
Kaynak: http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html
Erişim Tarihi: 20/05/2020.
Gazi Mustafa Kemal, Harp Okulu’nun birinci sınıfında çavuş unvanını almıştır. Okuldaki çavuşluk vazifesi
oldukça zor ve bir hayli sorumluluk gerektirmiştir. Birinci sınıftan ikinci sınıfa 700 mevcudun arasından altıncı
sırada geçiş yapmıştır. Birinci sınıftaki arkadaşları ona daima sevgi ile davranmış onun davranışlarını kendilerine rol
model edinmişlerdir. Bu durum Mustafa Kemal’i o dönem çok mutlu etmiştir. İkinci ve üçüncü sınıfta okuluna daha
çok alışan ve sosyalleşen Mustafa Kemal, derslerine sıkı sıkıya sarılıp belli bir plan ve program içinde çalışmıştır.
Çünkü Harp Okulu’nda dereceye girmek ehemmiyet içermekteydi. Gazi’de kurmay sınıfına ayrılmak istiyordu.
Kendisi üçüncü sınıfta iken 459 öğrenci arasından 8. olarak dereceye girmiş ve kurmaylık rütbesinin temellerini
atmıştır. 22 Harp Okulu’nda Arnavut subay adayları da öğrenim görmüş ve Gazi Mustafa Kemal bir dönem bu
Arnavut subaylar ile yaşamış oldukları anlaşmazlıkları çözmeye çalışmıştır. 23
1900 yılında Mustafa Kemal okulun ikinci sınıfında iken birinci sınıfa tarihin önemli komutanlarından Kazım
Karabekir gelmiştir. Cafer Tayyar, Ali Fethi, Nuri Conker onu en yakın okul arkadaşları arasında olmuştur. İleride de
bu isimler Milli Mücadele’de kendisinin en mühim silah arkadaşları ve yoldaş olmaları sebebi ile büyük önem arz
etmektedir. Gazi Paşa 10 Şubat 1902’de Piyade Teğmen rütbesi ile üç yıllık bir eğitim sonucunda mezun olup Harp
Akademisi’nde okumaya hak kazanmıştır. 24
SONUÇ
1834 yılında Maçka Kışlası’nda kurulmuş olan Mekteb-i Harbiye, Osmanlı Türk subaylarının çağdaş bir eğitim
almasında tamamlayıcı bir unsur olmuştur. 1848 yılında ilk mezunlarını veren mektep, eğitim öğretim programlarına
modern bilimleri dâhil etmekle birlikte, orduda yaşanan bozulmayı düzeltme yoluna gitmiştir. Mektep ders programı
ile ilgili sürekli bir şekilde değişiklik yapmış, ders programına ilm-i nebatat, fen-i mimari, ilm-i hayvanat, fenn-i
makine gibi derslerin eklenmesi ile eğitimde çeşitlilik ve uygulamaya dayalı bir eğitim modelini esas almıştır.
22
23
24
Tezcan, age, s. 31.
Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılap Yayınevi, İstanbul 2008, s. 37.
Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk’ün İstanbul’daki Hayatı, Büyük İstanbul Derneği Yayınları, İstanbul 1974, s. 13.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
143
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
Mekteb-i Harbiye’ye öğrenci alımı yapılırken, öğrencinin Müslüman olması, Arapça ve Farsça bilmesi ve belli bir
yaş aralığında olması gibi kriterler göz önünde bulundurulmuştur. Mektebin konuşlandırılacağı kışla ciddi bir
onarımdan geçirilerek içinde farklı hizmetleri barındıran yapılardan yeni bir eğitim yuvası hâline getirilmiştir.
Balkan Harbi’nin yaşanması sebebi ile Mekteb-i Harbiye çoğu kez işgale uğramış bu menfi durum mektebin
kısmi de olsa kapatılmasına neden olmuştur, hatta Birinci dünya savaşında tamamen kapatılmıştır. Mekteb-i Harbiye
Mütareke yıllarında bir süre daha eğitim ve öğretime devam etmek istemişse de itilaf güçleri tarafından işgale
uğrayarak çeşitli semtlerde hatta Ankara Cebeci’de eğitimine devam etme yoluna gitmiştir. Harbiye Mektebi, Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Milli mücadeleye hizmet edecek olan birçok komutanın yetişmesinde ve bu
komutanların birçok alanda yeteneklerini kullanabilmelerinde müspet şekilde etkili olmuştur.
KAYNAKÇA
BANOĞLU, Niyazi Ahmet, Atatürk’ün İstanbul’daki Hayatı, Büyük İstanbul Derneği Yayınları, İstanbul
1974.
CEBESOY, Ali Fuat, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılap Yayınevi, İstanbul 2008.
ÇADIRCI, Musa, Yenileşme Sürecinde Osmanlı Ordusu, Yeni Türkiye Yayınları, İstanbul 2002.
ÇAM, Yusuf, Atatürk’ün Okuduğu Dönemde Askeri Okullar: Rüşdiye, İdadi, Harbiye, (1892-1902), Genel
Kurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 1991.
ERGİN, Osman Nuri, Türkiye Maarif Tarihi, Osman Bey Matbaası, İstanbul 1939.
ESAT, Mehmet, Mirat-ı Mektebi Harbiye, Artin Asudaryan Matbaası, İstanbul 1315.
ESER, Gülşah, Mekteb-i Harbiye’nin Türkiye’de Modern Bilimlerin Gelişmesindeki Yeri, (1834-1876),
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2005.
GÖK, Hayrullah, Arşiv Belgelerinin Işığında Kara Harp Okulu Tarihi (1834-1883), Hacettepe Üniversitesi
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2005.
GÜLER, Ali, “Ankara Harp Okulu Binası İnşaatı ve Mekteb-i Harbiye’nin İstanbul’dan Ankara’ya Taşınması”,
Selçuk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ata Dergisi, S.9, Konya
2002, ss. 47-74.
KAÇAR, Mustafa, “Osmanlılarda Askeri Teknik Eğitimi”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Bilim ve
Sanat Vakfı, C.II, S.4, 2004, ss. 455-470.
KURTCEPHE İsrafil- BALCIOĞLU Mustafa, Kara Harp Okulu Tarihi, Kara Harp Okulu Matbaası, Ankara
1991.
TEZCAN, Yılmaz, Mustafa Kemal Atatürk (O Bir İnsandı), Kastaş Yayınları, İstanbul 2018.
UNAT, Faik Reşit, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
Ankara 1964.
http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 08/03/2020.
http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 08/03/2020.
http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 30/03/2020.
144
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
NURAY BİLGİN
http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 30/03/2020.
http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 02/05/2020.
http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 30/03/2020.
http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 20/05/2020.
http://www.kho.edu.tr/hakkinda/harbiyeli_ataturk/1283_m_kemal.html Erişim Tarihi: 20/05/2020.
https://islamansiklopedisi.org.tr/harbiye Erişim Tarihi: 30/03/2020.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, (BOA), HR. MKT, 58/1.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, (BOA), C.MF, 157-7829, 11 Eylül 1264.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, (BOA), C.MF,159-7916, 16 Mart 1251.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, (BOA), İ.HB, 170-37, 23 Ağustos 1333.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, (BOA), Y.MTV, 152-98, 17 Ekim 1314.
Büyük Çağ Gazetesi, 15.06.1947
Salnameler
1280 (1863) senesi devlet salnâmesi, Def’a 18, İstanbul Takvimhane-i Âmire, 1280 (1863)
1281 (1864) senesi devlet salnâmesi, Def’a 19, İstanbul Takvimhane-i Âmire, 1281 (1864)
1282 (1865) senesi devlet salnâmesi, Def’a 20, İstanbul Matbaa-i Âmire, 1282 (1865)
1283 (1866) devlet salnâmesi, Def’a 21 İstanbul Matbaa-i Âmire, 1283 (1866)
1284 (1867) senesi devlet salnâmesi, Def’a 22, İstanbul Dar üt Tıbaat ül âmire 1284 (1867)
1285 (1868) senesi devlet salnâmesi, Def’a 23, İstanbul Dar üt Tıbaat ül âmire, 1285 (1868)
1286 (1869) senesi devlet salnâmesi, Def’a 24, İstanbul Dar üt Tıbaat ül âmire, 1286 (1869)
1287 (1870) senesi devlet salnâmesi, Def’a 25, İstanbul Dar üt Tıbaat ül âmire 1287 (1870)
1288 (1871) senesi devlet salnâmesi, Def’a 26, İstanbul Dar üt Tıbaat ül âmire, 1288 (1871)
1289 (1872) senesi devlet salnâmesi, Def’a 27, İstanbul Dar üt Tıbaat ül âmire, 1289 (1872)
1290 (1873) senesi devlet salnâmesi, Def’a 28, İstanbul Dar üt Tıbaat ül âmire, 1290 (1873)
1291 (1874) senesi devlet salnâmesi, Def’a 29, İstanbul Hacı Hüseyin Efendi’nin Matbaası, 1291 (1874)
1292 (1875) senesi devlet salnâmesi, Def’a 30, İstanbul 1292 (1875)
1293 (1876) senesi devlet salnâmesi, Def’a 31 İstanbul, 1293 (1876)
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
145
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
EKLER
EK-1: Mekteb-i Harbiye’de 1899-1902 Yılları Arasında Okutulan Dersler ve Bu Derslerin
Günümüz Karşılıkları
Ameliyât-ı muhasara
Kuşatma uygulaması
Cebir
Cebir
Cebr-i âdi
Basit cebir
Cebr-i âlâ
Yüksek cebir
Coğrafya-ı askerî
Askerî coğrafya
Fenn-i batarya
Top bataryası bilgisi
Fenn-i esliha
Silah bilgisi
Fenn-i eşkâl
Geometri
Fenn-i harb
Savaş tekniği
Fenn-i inşâ
Yazı yazma sanatı
Fenn-i kimyâ
Kimya
Fenn-i lağım
Lağım bilgisi
Fenn-i makine
Makine bilgisi
Fenn-i mimârî-i askerî
Askerî mimarlık
Fotografya
Fotoğraf bilgisi
Harita tersimi
Harita çizimi
Hendese-i halliye
Analitik geometri
Hücûm ve müdafaa
Taarruz ve savunma
İlm-i hayvânât
Zooloji
İlm-i hey’et
Astronomi
İlm-i hesâb
Aritmetik
İlm-i nebâtât
Botanik
Jimnastik talimi
Jimnastik
Kitâbet
Yazı yazma, kâtiplik
Köprücülük
Köprü bilgisi
Kuvâ-yı tabiiye
Tabiî kuvvetler
Menâzır
Perspektif
Piyâde talimâtı
Piyâde talimâtı
Süvâri talimâtı
Süvâri talimâtı
Sevkü’l-ceyş
Strateji
Tabîye-i cesime
Büyük Tabyalar
146
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
NURAY BİLGİN
Ta’lîm
Askerlik idmanı
Tarih-i âdi
Basit tarih
Tarih-i âlem
Dünya tarihi
Tathîr-i esliha
Silahların temizlenmesi
Tesviye-i turuk
Yol yapım tekniği
Topçu talimâtı
Topçu talimâtı
Topçuluk fenni
Topçuluk
Topografya ameliyâtı
Harita bilgisi uygulamaları
Ulûm-i âliye
Dinî bilgiler
Ulûm-i hesâbiye
Aritmetik
Ulûm-i riyâziye
Matematik
Umûm topçuluk
Genel topçuluk 25
25
Devlet Salnâmeleri, 1280 Def’a 18, 1281 Def’a 19, 1282, Def’a 20, 1284 Def’a 22, 1285 Def’a 23, 1287 Def’a a.25, 1288
Def’a 26, 1289 Def’a 27, 1291 Def’a 29, 1292 Def’a 30, 1293 Def’a 31.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
147
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
EK -2: Bahriye yüzbaşılarından Doktor Raynhold'un gönüllü olarak Mekteb-i Harbiye Hastahanesi'nde cerrah
olarak istihdamı (1333-037).
148
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
NURAY BİLGİN
EK-3: Mekteb-i Harbiye'nin bulunduğu Maçka kışlası derununda yapılacak cami amelesinin barınması için bir adet
çadır verilmesi.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
149
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
EK-4: Mekteb-i Harbiye'ce yapılan tamiratlara dair.
150
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
NURAY BİLGİN
EK-5: Harbiye Mektebi ve Mühendishane-i Berri talebesinin talim için Kağıthane sırtlarına gideceğine dair.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
151
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
EK-6: Mekteb-i Harbiye baytar kısmı talebesinden olup, tahsil için Pariste bulunan İsmail Hakkı Efendi'ye
Yüzbaşılık rütbesi verilmesine dair.
152
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
NURAY BİLGİN
EK-7: Mekteb-i Harbiye öğrencilerinden Macid Bey'in tahsil-i fünun için Paris’e gönderilmesi
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
153
OSMANLI DEVLETİ’NDE MEKTEB-İ HARBİYE
154
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
YAZIM KURALLARI
Aşağıdaki kurallara uymayan makaleler hakeme gönderilmeden reddedilir.
1. İmla kurallarında Türk Dil Kurumu Yazım Kılavuzu’nun en son baskısı esas alınmalıdır.
2. Makale, “Microsoft Word” programında hazırlanmalıdır.
3. Yazı karakteri Times New Roman, 10 punto ile ve 1 satır aralığıyla iki yana yasla olmalıdır. Dipnotlar ise 8
punto olarak yazılmalıdır.
3.1. Dergiye gönderilen makaleler, notlar, tablolar ve şemalar dâhil, en az 2,000 ve en fazla 15,000 kelime
arasında olmalıdır.
3.2. Makalelerde sayfa numarası, üst bilgi ve alt bilgi gibi ayrıntılara yer verilmemelidir.
4. Makalenin sayfa düzeni şu şekilde olmalıdır:
Kâğıt Boyutu
A4 Dikey
Üst Kenar Boşluk
2,5 cm
Alt Kenar Boşluk
2,5 cm
Sol Kenar Boşluk
2,5 cm
Sağ Kenar Boşluk
2,5 cm
Paragraf girintileri için 0,8 cm boşluk bırakılmalıdır.
Paragraf aralığı önce 0 nk, sonra 6 nk olmalıdır.
5. Yazar adı ve soyadı, ana başlığın altına 12 nk aralık bıraktıktan sonra 10 punto ve ortaya hizalı olarak
yazılmalıdır. (*) işareti ile dipnot bölümüne unvan, adres ve e-posta bilgileri sırasıyla 8 punto olarak
verilmelidir.
6. Makale ve çevirilerde, metinden bağımsız olarak en az 400-500 kelime arası ÖZ ile Anahtar Kelimeler
bulunmalıdır. ÖZ kısmının altında bir satır boşluk bırakılarak en az 4, en çok 8 anahtar kelime verilmelidir.
Türkçe ÖZ ve Anahtar Kelimelerden sonra ise İngilizce olarak makalenin başlığı, ABSTRACT (ÖZ) ve
Keywords (Anahtar Kelimeler) mutlaka yer almalıdır.
7. Ana başlıklar tamamen büyük harflerle; ara ve alt başlıklar ise ilk harfleri büyük olmak üzere küçük harflerle
ve koyu yazılmalıdır.
Örnek:
ANA BAŞLIK
1. Alt Başlık
1.1. Ara Başlık
8. Tercüme makalelerin orijinal dilindeki adı (*) işareti ile dipnot kısmında mutlaka gösterilmelidir.
9. Makale bölümlerinin sıralaması şu şekilde olmalıdır: TÜRKÇE BAŞLIK, ÖZ, Anahtar Kelimeler,
İNGİLİZCE BAŞLIK, ABSTRACT, Keywords, GİRİŞ, ANA BAŞLIKLAR, Alt Başlıklar, SONUÇ,
KAYNAKÇA, EKLER
10. Dergimize makale gönderimi yapılan sayfa içerisinde makale üst verisi belirtilirken, makale türü ve
makalenin konusu ilgili kısımda mutlaka belirtilmelidir.
10.1. Dergimize makale gönderimi yapılan sayfa içerisinde makale üst verisi belirtilirken, "Telif Hakkı Devri
Formu" yazar tarafından doldurulup imzalanarak sisteme tam metin yükleme sırasında mutlaka
eklenmelidir.
10.2. Dergimize makale gönderimi yapılan sayfa içerisinde makale üst verisi belirtilirken, makalenin
benzerlik
raporu
eklenmelidir.
Benzerlik
oranı
%20'yi
geçmemelidir.
11. Dergimize makale gönderimi yapılan sayfa içerisinde makale üst verisi belirtilirken diller bölümünde birincil
dil kısmında makalenin yazıldığı dil mutlaka belirtilmelidir. Diller bölümünde ise makalenin başlığı birincil dili
ile birlikte İngilizce olarak mutlaka belirtilmelidir.
Alıntılar
1. Beş satırdan az olan alıntılar metin içerisinde italik olarak verilmelidir. Vurgulanması gereken ifadeler de
italik yapılır. ÖZ kısmında alıntı yapılmamalı, kelime vurgusu için italik kullanıma başvurulmamalıdır.
2. Alıntılar 5 satırı geçtiğinde paragraf girintisinden ve sol taraftan 1 cm içeriden başlatılmalı, tırnak içinde 9
punto olarak yazılmalıdır.
Dipnotlar
1. Dipnotlar Times New Roman yazı tipinde, 8 punto ile tek satır aralığında ve iki yana yasla şeklinde olmalıdır.
2. Dipnotlarda kaynak adları (kitaplar, tezler, ansiklopedi veya dergi adları) italik olmalı ve sırasıyla yazarın adı,
soyadı, kaynağın adı, cilt sayısı (varsa), yayınevi, yayın yeri ve tarihi ile sayfa numarası yazılmalıdır.
Kitap ve Tez Dipnotlar Örnek:
- Bahaeddin Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları (TTK Yayınları şeklinde
de olabilir), Ankara 2014, s. 88.
- Abdullah Üstün, Geç Roma Tarih Yazımında Hunlar: Batı Avrasya’da Erken Türk Varlığı, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2013, s. 35.
2.1. Tekrarlanan atıflar için yazarın soyadı ve kaynağın türüne göre age, agm, agt, yazılmalı ve sayfa numarası
eklenmelidir. Aynı yazarın birden fazla eserinde ise eserin/makalenin ismi kısaca belirtilmelidir.
Örnek:
- Ögel, age, s. 125.
- Ögel, Türk Kültür Tarihi, s. 152
- Kafesoğlu, agm, s. 16.
- Üstün, agt, s. 48.
- Kafesoğlu, “Türk Tarihinde…”, s. 106.
156
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
- Kaşgarlı Mahmud, DLT, C.1, s. 129.
3. Dipnotlardaki makale veya ansiklopedi madde isimleri tırnak içinde düz, süreli yayın veya ansiklopedi ismi
ise italik yazılmalıdır.
4. Dipnotlardaki makale ve ansiklopedi maddelerinin yazımı aşağıdaki örneğe göre olmalıdır:
Makale ve Ansiklopedi Maddeleri Dipnotlar Örnekler:
- Wolfram Eberhard, “Orta Asya’da At Cinsleri ve Beygir Yetiştirme Hakkında Malumat”, Ülkü, S. 16/92,
Ankara 1940, s. 162.
- Ömer Faruk Akün, “Mehmed Fuad Köprülü”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 28, İstanbul 2013, s. 473.
- Özkan İzgi, “Orta Asya’nın En Eski Kültürleri ve Çin Medeniyeti ile İlişkiler”, Türkler, Edt. Hasan Celal
Güzel, Salim Koca, vd., C.1, 2002, s. 464.
Arşiv Belgeleri İçin Dipnot Örnekleri
- BOA (Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi) Bab-ı Asafi, Mektubi Kalemi Mühimme Evrakı, (BOA. A.
MKT. MHM.), 439/79, 22 Mart 1869 (1285.Z.8).
- BCA (Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi), Yassıada Tutanakları “Vatan Cephesi”, 010. 09/ 212.
656.1, 10.05.1961. İlk dipnottan sonra BCA kısaltması kullanılır.
5. Dipnottaki bildiri isimlerinin yazımı aşağıdaki örneğe göre olmalıdır:
Örnek:
- Ahmet Caferoğlu, “Türklerde Av Kültü ve Müessesesi”, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, C. I, Ankara
1973, s. 170.
6. İkiden fazla yazarlı kaynaklar için ilk iki yazarın adı belirtilmeli, diğerleri için vd. harfleri kullanılmalıdır.
Ancak kaynakçada bütün yazarların isimleri yer almalıdır.
Örnek:
- Han Hanedanlığı Tarihi, çev. Ayşe Onat, Sema Orsoy, vd., TTK Basımevi, Ankara 2004, s. 89.
7. Tercüme eserler için sırasıyla yazarın adı ve soyadı, eserin adı, tercümanın adı ve soyadı, cilt sayısı (varsa),
yayınevi, yayın yeri ve tarihi ile sayfa numarası yazılmalıdır.
Örnek:
- Lev Nikolayeviç Gumilev, Hunlar, çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2003, s. 140.
8. Hazırlanan eserlerin yazımı aşağıdaki örneğe göre yapılmalıdır:
Örnek:
- İbn Fadlan, İbn Fadlan Seyahatnamesi, haz. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2017, s. 77.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
157
9. İnternet bağlantısı ile elde edilen kaynağın ismi tırnak içerisinde olmalı ve sırasıyla yazar adı ve soyadı,
kaynağın adı, web sayfasının adresi, erişim tarihi ve saati belirtilmelidir.
Örnek:
- Salim
Koca,
“İslam
Medeniyeti
Çevresinde
İmajı”, http://isamveri.org/pdfdrg/D03266/2010_6/2010_6_KOCAS.pdf, 20.10.2018 sa. 23:51.
Türk
10. Çeviri makalelerde çeviren kişiye ait notlar dipnotta verildikten sonra (Ç.N.) şeklinde belirtilmelidir.
11.
Gazetelerde
yer
alan
isimsiz
haberlerin
kullanımında
aşağıdaki
örnek
tercih
edilmelidir:
Örnek:
“Katalonya'yı Bağımsızlık Ateşi Sardı”, Milliyet, 21 Eylül 2012, s. 4.
11.1. Gazetelerde yer alan yazarı belli makale ve köşe yazıları için aşağıdaki örnek tercih edilmelidir:
Örnek:
Murat Bardakçı, “Soyağacı Nasıl Çıkartılır?”, Habertürk, 25 Nisan 2019, s. 2.
12. Yazarı belirtilmeyen eserlerin kullanımında ise aşağıdaki örnek tercih edilmelidir:
Örnek:
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1997, s. 56.
Ek ve Albümler
1. Resim, şekil ve belge türünden tüm materyaller numaralandırılmalı ve altına bir cümle ile açıklamaları
yazılmalıdır. Yazılar 10 punto ve italik olmalıdır.
2. Metinde sayfa aralarına eklenecek olan şekiller için uygun büyüklükte boşluklar bırakılmalı veya resimlerin
nereye geleceği anlaşılır bir şekilde belirtilmelidir.
Kaynakça
1. Eserin sonunda kaynakça verilmelidir. Kaynakça eserin özelliğine arşiv kaynakları, kitaplar, makaleler, tezler,
ansiklopedi maddeleri vb. isimler altında gruplandırılabilir.
2. Bu bölümde önce eser sahibinin soyadı sonra adı yer almalıdır. Kaynak ili ilgili diğer bilgiler “Dipnot” başlığı
altında verilen kurallara göre sıralanmalıdır.
3. Kaynakça soyadların alfabetik sıralamasına göre düzenlenmelidir.
4. Kaynakçada sadece metin içinde kullanılan veya bilgi aktarılan eserler gösterilmelidir.
5. Makalelerin ve ansiklopedi maddelerinin bulundukları yayım içerisinde hangi sayfalar arasında olduğu
gösterilmelidir.
Kaynakça İçin Örnekler:
- AKÜN, Ömer Faruk, “Mehmed Fuad Köprülü”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 28, İstanbul 2013, s. 471-486.
- CAFEROĞLU, Ahmet, “Türk Onomastiğinde At Kültü”, Türkiyat Mecmuası, C. 10, İstanbul 1953, s. 201-212.
158
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
- ERGİN, Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 2011.
- ÜSTÜN, Abdullah, Geç Roma Tarih Yazımında Hunlar: Batı Avrasya’da Erken Türk Varlığı, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2013.
- Arşiv belgeleri dipnottaki gibi gösterilir. Belgeler türlerine göre gruplandırılarak belge numaraları verilir.
-“Katalonya'yı Bağımsızlık Ateşi Sardı”, Milliyet, 21 Eylül 2012.
-BARDAKÇI, Murat, “Soyağacı Nasıl Çıkartılır?”, Habertürk, 25 Nisan 2019.
-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1997.
GTTAD, Cilt: 3, Sayı: 5, Ocak 2021
159