Academia.eduAcademia.edu
Meryem Çakır Kantarcıoğlu Ali Suad (1927), Tahriri Nüfusa Dair Düşünceler, İstanbul Şehremaneti Mecmuası, çev: Meryem Çakır Kantarcıoğlu, S.27, s.47-49. Çeviri Metinlerim-1: Tahriri Nüfusa Dair Düşünceler- Ali Suad Aşağıdaki makale, İstanbul Şehremaneti Mecmuası’nın 27. sayısında yayımlanmıştır. 1927 umumi nüfus tahririnin yapılmasından evvel yazılan yazıda Ali Suad, bu yıl itibariyle elde bulunan kayıt ve sayım sonuçlarının medeniyet ve terakki gayelerine erişmedeki engellerden birisini teşkil ettiğini ifade eder. Halkın nüfus sayımlarına katılmasının ve sicillere kaydolmasının ehemmiyeti üzerinde durur. Aynı zamanda kuruluş döneminde devletin ve idari örgütlenmenin nüfusun bilgisiyle bağını da kurmuş olur. Tahriri Nüfusa Dair Düşünceler- Ali Suad İstanbul şehri bu son haftalarda pek büyük bir mesele ile meşguldür. Tahriri nüfus! Bu acaba şimdiye kadar olmamış bir şey mi? Mesela 1322 tahriri diyoruz. Ondan evvele de gidiyoruz. Sonra memleketin Türkiye vatanının ve şehirlerinin miktarı nedir deyince kati bir cevap yok. Sebebi eldeki eski defterlerin noksanı yani evvelki tahrirlerin ilimce yapılmamış olması onları yani tahriri nüfus sicili addettirememiştir(sayılamamış). İhticaca salih varsa o da yine müşkülat ve müşkülatlı muamelelerle ahz-i asker (askere alma)kayıtlarıdır. Fakat bu ancak askerlik içindir. Geride kalan çocuk, kadın, kız, ihtiyar sağlam ve malul bütün efradı millet hep faraziyat içinde döner dururlar. Bütün nüfus da denince yine tahmin, yine meçhul ile dolu bir muammanın hali karşısında bulunuruz. İnsanlara milletlere ve vatandaşlığa her şeyin fevkinde bir kıymet veren medeniyet, değil millet evladı hatta hayvanatı için bile meçhuliyet itibari (göz kararı) adet ve tahmini miktar kabul etmiyor. Medeniyette her müsibetin bir kıymeti her menfinin bir müspeti olacaktır. Bundan ne çok neticeler ne büyük faide çıkar biliyor muyuz? Evet şimdi artık biliyoruz. Bu netice ve faideleri biraz arayalım. Çünkü biz de medeniyiz. Bizim de derin bir mazimiz ve canlı şanlı bir halimiz parlak bir müstakbelimiz vardır ve olacaktır. Bakın mazide bu medeniyet mevkiimiz şüpheli ve sırf taklit şeklindeydi. Dört tarafımızda saraylar, satılmış insanlar dolu saraylar. Onların imtiyazlı ve birçok vatan hidematlarından affedilmiş Tevabi (bir merkeze bağlı olanlar). Yalnız oralara kulluk yahut cebr-i menfaat için giren çıkan belli. Kalanı ne yaşı, ne doğduğu yer ne de daimi mekanı, adresi, işi gücü doğru mukayyid olmayan aile heyeti karışık yahud bellisiz birtakım halk. Bazı yerlerde dağlar, ormanlar, ovalar insan dolu. Fakat vatanla onun hayrı ve şerri, onun saadet ve nekbetiyle (felaketiyle) hemen hiç alakası yok, hizmet hissi yok, hep rabıtaları (bağları) şüpheli ve yapma idi. Erkekse şuarada burada dolaşmış ve hatta evlenmiş; ikametgah meçhul. Kadınsa zavallı hiçbir hayat- ı içtimaiyeye mensub değilmiş gibi hususan büyük şehirlerde kaybolup giden, saadet ve felaketten yalnız tesadüf kabilinden malumat alınabilen bir yabancı. Medreseler askerlikten yakayı sıyırmak için giren talebe-i ulüm(ilimler) ile dolu; doğan, yaşayan hep kendi başına birer acz-i ferdiye. Ölenler doğanlardan çok mu yahut müsavi (eşit) mi yahut az mı? Vatani unsur artıyor mu, eksiliyor mu? Allah bilir. Bu hal medeni insan için ne acı bir kıymetsizlik ifade eder. Halbuki ilmi yani muntazam yapılmış bir nüfus tahriri bizde bütün millet efradının yalnız mukadderini (yazgı) bildirmekle kalmayarak onun ahval-i medeniyesini de söyleyecektir. Onun icabında muavenet-i içtimaiye vezaif ve ihtiyacatını da bilecek ve ona göre muamele edecektir. İstanbul’un bilfarz ciğer veremi istatistiklerini tetkik ederken yüreğimizde adeta bir acı duyarız. Verem vefiyyatı sıhhiyece günü gününe mukayyiddir(kayıtlıdır). Senelik mecmui mesela: 4000 ise bunu şehrin nüfusuyla doğru olarak mukayese edemeyiz. Tahmini olarak ve hiçbir esas bulamayarak şehrin nüfusunu 800,000 farz ederek verem vefiyyatını iki yüzde bir diyerek meselemizi güya halletmiş oluruz. Hastalık ve vefiyyat meseleleri milli mevcudiyetin pek mühim bir miyarı(ölçüsü) olmasına nazaran nüfus-u umumi ile mukayeseleri vatani bir vazifedir. O halde nüfus-u umumi son ferdine varıncaya kadar malum olmalıdır. Vasati ömrün mukayesesi mühimmesini de yine mükemmel bir tahrir-i nüfus temin eder. Ölü doğan, bir yaşına varmazdan evvel ölen bünye nakısanından dolayı yaşayamayanların bütün nüfusa nazaran mukadderi nedir; altmış yaşını geçenler binde yahut yüzde kaçtır? Bunların hepsi esasen tahririn doğruluğuna tabidirler. Çocuğum kaç yaşındasın? Ben ne bileyim, babam bilir. Ağa kızın kaç yaşında? Beş altı kadar olacak! Bizden şimendiferin geçtiği sene doğmuştu. Bu bir tarih midir baba? Sen çocuğu nüfusa kaydettirmedin mi? Doğduğunda ben orada değildim, anası da yapamaz. Böyle kaldı. Sen kaç yaşındasın? Yaradan bilir, bizim vaktimizde nüfus işi o kadar değildi. Askerliği yaptık ya, daha çağırmazlar, bundan ötesi ne lazım. Hele şöyle bir tahmin et. Vücudun mesela sağlam, sıhhatin yerinde, saç sakalın yerinde. Senin yaşını bilmek isterdim, bu bir merak. 93 Moskof Muharebesine büyük kardeşimi aldılar. Beni bıraktılar, ama yetişkin çocuktum. Belki on altı on yedi var idim, neden sonra bir kafa kağıdı aldık. Demek şimdi yetmişe doğru gidiyorsun Hiç saymadım, kem gözden uzak ihtiyarlık duymam. Fakat memlekette kaç nüfus var, senin gibi kaç sağlam yaşlı var, bak yaşlı diyorum, ihtiyar diyorum! İstibdadın yıkılmasıyla bu perişanlıklar ve bilhassa imtiyazlar kalktı diyelim. Fakat vatanın evladı ne kadardır yine malum değildir. Bu mübarek toprağın ekmeğini yiyen kaç milyon can var, bu vatanın kucağında yaşayan asıl evladı, hele ırk itibariyle asri yani kan ve vatan mevcudiyetleriyle bittabi bir tasfiye gördükten sonra, artık bir gün bile meçhul yahut mevhum (asılsız, köksüz) gibi kalmamalıdır. Koskoca bir şehir. Mesela on bin sokak, binlerce köşe bucak, birbirine girmiş evler, dolaşık yollara gömülmüş kapıların içinde ömür süren yüz binlerce ahalinin erkeği, kadını, çocuğu, ihtiyarı birer birer bu medeniyet camiasının vücudu, ruhu, tabii benliği ve anı ve şanı oldukları halde bütün ahval-i medeniyesi ve millet esasları olan ana lisanı, ırkı ve cinsi, meslek ve mahiyeti birer birer bilinmezse bunu bir metrukluk ve perişanlık addederek fena görmek ve adeta izzeti nüfusu incitecek bir değersizlik bilmek hiç de fazla değildir. Avrupa Hükümetleri Çin’deki, Avustralya’daki, Afrika sahralarındaki bir ferdini bilir ve icabında ararlar. Bu aramak ne ile mümkün olur? Elbette nüfusta yazılı olmakla. Nüfusta bütün ahval-i medeniyesiyle yazılı olmayan bir şahıs ahalisinden bulunduğu memleket hükümetinden icabında bir yardım bir hak istemeye yahut bir iddia dermiyan etmeye ne yüzle kalkışabilir? Nüfus tahririnde bazı garip fakirler de olurmuş. Mesela bir ailede kendileri tarafından muhafaza bir deli yahut sağır- dilsiz bir malul yahut bir meczup varsa vaktiyle bunu güya ayıp yahut kendilerinin bir kusuru gibi saklarlar ve yazdırmazlarmış. Böyle şeyler pek yanlış ve manasız fikirlerdir. Ailenin her ferdini bütün evsafiyle (özellikleriyle) gayet doğru olarak yazdırmak milli ve vatani bir vazifedir. Sonra yoklama ve mükerrer muayenede yanlış çıkarsa hakikati gizlemek ve yalan söylemiş olmak şerefsizliği vardır. Bu da kabul edilir bir hal değildir.