Academia.eduAcademia.edu
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 1 7 Sayı 2 Temmuz-Aralık 2017 T. C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ (ÇÜİFD) 2017 (17/2) Temmuz-Aralık ISSN: 2564-6427 Sahibi Prof. Dr. Ali Osman Ateş (Dekan), Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayın Kurulu Prof. Dr. Hasan Kayıklık (Başkan), Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi Prof. Dr. Bekir Tatlı, Ç.Ü. İlahiyat Fak. - Prof. Dr. Nuran Öztürk, Ç.Ü. İlahiyat Fak. Doç. Dr. Yusuf Gökalp, Ç.Ü. İlahiyat Fak. - Doç. Dr. Tuğrul Yürük, Ç.Ü. İlahiyat Fak. Okt. Şenel Durmaz, Ç.Ü. İlahiyat F.- Arş. Gör. Ahmet Rıfat Geçioğlu, Ç.Ü. İlahiyat Fak. Arş. Gör. Aygül Düzenli, Ç.Ü. İlahiyat F.- Arş. Gör. Ömer Sadıker, Ç.Ü. İlahiyat Fak. Yabancı Dil Editörleri Okt. Şenel Durmaz - Arş. Gör. Ahmet Rıfat Geçioğlu Redaksiyon ve Dizgi Prof. Dr. Bekir Tatlı Yayın Tarihi: Aralık 2017 Dergimizin Yer Aldığı Bazı Veri Tabanları Yazışma Adresi Çukurova Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Balcalı Kampüsü, 01330 Sarıçam/Adana ilahiyatdergi@gmail.com Makalelerin bilim, dil ve hukuk bakımından sorumluluğu yazarlarına aittir. Ç. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi hakemli bir dergi olup yılda iki defa yayımlanır. İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi: Takdim ve Tercüme Yrd. Doç. Dr. Ali HATALMIŞ Atıf / ©- Hatalmış, A. (2017). İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi: Takdim ve Tercüme, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (2), 117-148. Öz- Şu‘ûbiye, Arapların üstün oldukları fikrini reddeden ve buna karşın kendi milletlerini övüp yücelten edebi, siyasi ve sosyal bir akımdır. Hucûrat suresinde geçen şu’ûb (halklar) kelimesinden ilham alarak İslam’ın eşitlik prensibini savunanlar (Ehlü’t-Tesviye) bu akımın ilk öncüleri kabul edilmiştir. İlerleyen zamanlarda Şu‘ûbiye, Arapları aşağılama ve kendi kavmini övme üzerine kurgulu bir edebi akıma dönüşmüştür. Toplumda bu akıma gösterilen rağbet, toplumsal ayrışma ve bölücülük olarak algılanmıştır. Öyle ki bu akıma taraftar olanlar, dinden uzaklaşma ve İslam öncesi inançlara dönme suçlamalarına muhatap olmuştur. Şu’ûbîliğe en fazla desteği Farslıların verdiği ve diğer Müslüman milletlere de öncülük ettikleri bilinmektedir. Endülüs’te görülen şu’ûbîlik Farslılardan büyük ölçüde etkilense de, biraz daha yumuşak dil ve üsluba sahiptir. Ne var ki Endülüslü İbn Garsiye’nin Şu‘ûbiye Risâlesi doğudakileri aratmayacak bir sertlikte Arapları eleştirmektedir. Ebû Âmir İbn Garsiye (ö. 477/1084), Endülüs Emevî Devleti’nin (756-1031) son yıllarında yaşamış mevâli/Sakâlibe kökenli önemli bir şairdir. Endülüs Emevîleri, İber yarımadasında güçlü bir medeniyet ve müşterek kültür iklimi oluşturmuştur. Farklı din, dil ve kültürleri bir arada yaşatmış ve tüm tebaayı bir ümmet çatısı altında adeta bütünleştirmiştir. İbn Garsiye’nin yazdığı risâle, bu akımın Endülüs’te yazılmış ilk edebî ürün olma özelliğine sahiptir. Risâle, acemlerin özelde beyazların (Hint-Avrupa halklarının), Araplardan her bakımdan üstün olduğu görüşü üzerine kurgulanmıştır. Roma ve İran tarihleri beyazların ortak medar-ı iftiharı olarak sunulmuştur. Söz ve edebi sanatlar kullanılarak Arapların onlardan her bakımdan geri oldukları ve sefil bir yaşam sürdükleri veciz bir tarzda anlatılmıştır. Araplar geçmiş ve hâli hazırlarıyla küçümsenmiş ve aşağılanmıştır. Hz. Peygamber’i öven ifadelere yer verilmiş, ancak onun atalarının Arap olmadığı vurgulanmıştır. Şu‘ûbiye Risâlesi, yazıldığından itibaren fikri ve edebi Makalenin geliş tarihi: 13.10.2017; Yayına kabul tarihi: 20.12.2017  Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Tarihi alihatalmis@hotmail.com (ORCID: 0000-0002-1689-4809) Anabilim Dalı, e-posta: 118 | Ali Hatalmış çevrelerde geniş yankı uyandırmıştır. Hakkında çok sayıda reddiye kaleme alınmıştır. Bu eser İbn Garsiye’nin adıyla adeta özdeşleşmiştir. Şu‘ûbiye denilince ilk akla gelen isimlerden biri olmuştur. Şu‘ûbiye akımının günümüzdeki birçok sosyal, kültürel, felsefî, siyasi akım ve düşünceleri etkilediği hatta onlara ilham kaynağı olduğu düşünülmektedir. Makalemizin bu akım hakkında yapılan çalışmalara katkı sunacağı ümit edilmektedir. Geçmişten günümüze Şu’ûbîliğin en başat eserleri arasında sayılan bu risâlenin dilimize tercüme edilmesi, önemli bir boşluğu telafi edecektir. Tercümesini yaptığımız risâle, Abdüsselam M. Harun’un Nevâdiru’l-Mahtûtât eseri içerisinde bulunmaktadır. Bu eserde İbn Garsiye ile Şu‘ûbiye akımı hakkında önemli bilgiler verilmektedir. Makalemizde başkaca müelliflerin eserlerinden de istifade edilerek Şu‘ûbiye akımı (özelde Endülüs Şu‘ûbiyesi), İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi ana hatlarıyla tanıtılmaktadır. Son bölümde ise risâlenin tam metin ve tercümesine yer verilmektedir. Anahtar sözcükler- İbn Garsiye, Endülüs Şu‘ûbiyesi, Araplar, Acemler §§§ Giriş Şu‘ûbiye, Arapça şa‘b (halk) kelimesinin çoğulu şu‘ûb’tan türetilmiş ve “halka, gruba, topluluğa veya cemaate ait olmak” anlamında kullanılmaktadır. 1 Fiil kökü itibariyle (ş-’a-b); ‘toplamak-dağıtmak,’ ‘bir araya getirmek-ayırmak’ gibi birbirine zıt anlamlara gelmektedir. Şu‘ûbîler kendilerine, “Sizleri tanışasınız diye halklara (şu‘ûba) ve kabilelere (kabâile) ayırdık.” (Hucûrat, 49/13) ayetini referans almışlardır. Hatta bu ayette geçen şu’ûb kelimesinden Şu‘ûbiye terimi kavramlaştırılmıştır. Genel manada Şu‘ûbiye; Arapların diğer kavimlere üstün olduğunu onaylamayan fırkaya verilen bir isim olmuştur.2 Başlangıçta Arap asabiyetine karşı İslam’ın eşitlikçi tutumunu savunan fırka (Ehlü’t-Tesviye),3 sonraları kendi kavimlerinin Araplardan üstün ol- 1 Şu‘ûb kelimesine Arap kabileleri için kullanılan “kabâil”den ayrı olarak, Arapları da içine alan tüm milletler anlamı verilmiştir. Ancak şuʽûb ile daha çok Arap olmayanlar (acemler) kastedilir olmuştur. Şuʽûbî ifadesine zamanla Arab’ın şanını küçümseyen ve acemlerin şanını yücelten anlamı verilmiştir. İbn Abbâd es-Sâhib, el-Muhît fi’l-lüğa, Beyrut 1994, I, 293; İbn Fâris, Muʽcemu mekâyisi’l-lüğa, Beyrut 1979, III, 190; İbn Manzûr, Lisân, I, 500-503. Türkçe sözlükte şaʽb (şâb) kelimesine “halk, kabile, oymak, bir şeyin parçası, bölünmüş, parçalanmış şey” gibi anlamlar verilmiştir. Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük, İstanbul 2007, I, 308. 2 Mustafa Kılıçlı, Arap Edebiyatında Şu‘ûbiyye, İstanbul 1992, s. 71. 3 İbn Abdirabbih, el-ʻİkdü’l-ferîd, Beyrut 1983, III, 351. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 119 duğu görüşüne evrilmiştir. Emevîlerin mevâli politikalarını onaylamayan geniş halk kesimleri, Şu‘ûbiye ismi altında Abbasîler devrinde siyasi, fikrî ve edebî bir hareket şeklinde kurumsallaşmıştır.4 Zihinsel arka planda Müslüman fatihlerin (Arapların, Araplar içinde de Kureyş’in) egemenliğine karşı olma siyasetinin varlığı hep tartışılmıştır. 5 Bir anlamda mağlup halklar (özelde Farslılar) eski güç ve itibarlarına yeniden kavuşmayı hedeflemiştir. Abbasî devlet yönetiminde giderek söz sahibi olan mevâli, dil ve kültür alanında da Araplarla rekabet halinde olmuştur. Araplardan daha güçlü ve köklü bir devlet geleneğine sahip olan Farslılar doğal olarak Şu‘ûbiye hareketine öncülük etmişlerdir. 6 Şu‘ûbiye, Emevîlerin mevâli politikalarının bir sonucu olarak da görülmüştür. Çünkü mevâli, Emevî yönetiminden kaynaklı büyük sıkıntılara maruz kalmıştır. Ekonomik, sosyal ve siyasal vs. kaygılarla, 7 onlardan haksız yere cizye ve haraç vergileri alınmış, fey ve ganimet paylarından kesintiye gidilmiştir. Bu ve benzeri haksızlıklara uğramaları, onları potansiyel bir muhalefet olamaya zorlamıştır. Ancak Emevî döneminde mevâli, kendi adı ve kimliğiyle muhalefet etmek yerine, hâlihazırdaki Arapların başlattığı muhalif hareketlere destek vermekle yetinmiştir. Emevîlere karşı olan neredeyse tüm muhalif hareketler, onların desteğini arkalarına almak istemiştir. Abbasîlerin mevâlinin desteğiyle iktidara geldiği bilinmektedir. Abbasîler de kuruluşundan itibaren, mevâliyle iyi ilişkiler içerisinde olmuş; gasp edilen hakları iade edilmiş ve üst düzey devlet yönetiminde artık onlar tercih edilir olmuştur. Toplumda Abbasîlerin Arapları geri plana ittiği algısı oluşmuştur.8 Mevâlinin devlet yönetiminde güçlenip söz sahibi olmasından hemen sonra da, Arapların üstün oldukları fikrini reddeden, kendi kavmini üstün tutan ve üstelik Arapları aşağılayan edebi, siyasi ve sosyal bir akım ortaya çıkmıştır. 4 İbnü’l-İmrânî, el-İnbâ fî tarîhi’l-hülefâ, Kahire 2001, s. 268, 274. 5 Arapların siyasi üstünlüğünü reddeden Acem (Fars) şuûbiyesi yanında Kureyş’in egemenliğini bir türlü hazmedemeyen Arap asıllı Himyerî şuʽûbiyesinden de bahsedilmiştir. Cevâd Ali, elMufassal fî târîhi’l-ʻArab kable’l-İslâm, Bağdad 1993, IV, 312; Muhammed Hadır Hüseyin, Mevsûʻatü’l-aʻmâli’l-kâmile, Dımaşk 2010, VIII, 632, 640, 747, 773-774. 6 Âdem Apak, “Şuʽûbîye Hareketinin Tarihi Arka Planı ve Tezahürleri: Asabiyeden Şuʽûbiyeye”, İSTEM, yıl: 6, Sayı: 12, Konya 2008, s. 18-19. 7 Mesela Haccâc Kûfe’de bir sohbet meclisinde memleketteki âlimlerin kökenini sormuş, “falanca, filanca hep mevalidendir…” gibi cevaplar alınca da endişelenmiş ve tepki göstermiştir. el-ʽAskerî, el-Evâil, Kahire 1998, s. 318, 323. 8 Sıbt İbnü’l-Cevzî, mevâlinin Arapları yönetmesinin garipsendiğini söyledikten sonra onların yönetmesinde dinen bir sakınca da yoktur, demektedir. Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-zamân fî târîhi’l-a‘yân, Dımaşk 2103, XI, 196. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 120 | Ali Hatalmış İşte Abbasîlerin ilk döneminde ortaya çıkan bu akım Şu‘ûbiye adıyla anılmıştır. 9 Apak’a göre Şu‘ûbiye kavramını eserlerinde ilk defa zikreden müellif Câhız (ö. 256/869) olmuştur.10 Sonraları bu terim İbn Kuteybe (ö. 276/889), 11 İbn Abdirabbih (ö. 327/939) 12 Mes’ûdî (ö. 345/956) 13 ve Ebü’l-Ferec elİsfehânî (ö. 356/976)14… gibi müellifler tarafından bilinen anlamıyla kullanılmıştır.15 Şu’ûbîyenin edebi bir akım olarak ortaya çıkması, Arap dili ve edebiyatının güçlenmesi ve yaygınlaşmasına hizmet etmiştir. Şu’ûbîlerin kendi ana dilleri yerine Arapçayı tercih etmelerinin birçok nedeni olabilirdi. Abdülmelik b. Mervan’ın (saltanatı 685-705) yürürlüğe koyduğu divanları Araplaştırması ve sonrasında Emevî yöneticilerinin ısrarlı ve kararlı duruşları; Arapçanın yaygınlaşmasını, bilim, kültür ve edebiyat dili haline gelmesini sağlamıştır. Bu sayede Şu’ûbîler, Arap düşmanlığı yaparken de ortak dil haline gelen Arapçayı kullanmak durumunda kalmışlardır.16 Bazı İslam tarihçilerine göre Şu‘ûbiye, Arap kabileleri arasında öteden beri süregelen kabile çekişmelerini temsil eden asabiyetin doğal bir sonucudur.17 Arap asabiyeti veya diğer asabiyetler, 18 bir nevi etnik kökenlerin araştırılması ve hepsinden öte sorgulanması hadisesiydi. Bu sorgulama ve yakla9 el-Ezherî, Tehzîbü’l-lügâ, Beyrut 2001, s. 281. 10 el-Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, Kahire 1998, II, 5, III, 5, 12, 19, 29, 31, 89; el-Buhelâ, Beyrut 2001, II, 73, 202, 213; er-Resâil, Kahire 1964, I, 75, II, 20, 204. 11 İbn Kuteybe, el-Meʽârif, Kahire 1992, s. 81; Te’vîlü muhtelifi’l-hadîs, Beyrut-Doha 1999, s. 36; Te’vîlü müşkili’l-Kur’ân, Beyrut 2007, s. 161. 12 İbn Abdirabbih, el-ʻİkdü’l-ferîd, III, 351, 355-360, IV, 3, VIII, 140. 13 Ünlü tarihçi Mesʽûdî bu kavramı kullanmış, “Şuʽûbiye Dâvası, Şuʽûbiye’ye Reddiye…” gibi alt başlıklar altında birtakım değerlendirmeler yapmıştır. Mesʽûdî, Murûcu’z-zeheb, Beyrut 1989, II, 26, 27, 28, 46, III, 211. 14 Ebü’l-Ferec el-İsfehânî, Kitâbü’l-Egânî, Beyrut 2008, I-III, 94, IV, 288, VI, 157, XIII, 70, XIV, 56, XVIII, 111, XX, 28. 15 Apak, “Şuʽûbîye Hareketinin Tarihi Arka Planı…”, s. 19-20. 16 Cevad Ali, el-Mufassal, VIII, 747. 17 İbn Fazlillah el-Ömerî, Mesâlikü’l-ebsâr fî memâliki’l-emsâr, Beyrut 2010, XII, 101; Sallâbî, Ali Muhammed, ed-Devletü’l-Ümeviyye ʻavâmilü’l-izdihâr ve tedâʻiyâtü’l-inhiyâr, Beyrut 2008, II, 602. 18 Asabiyet, Arapça saran, dolayan, kuşatan anlamında ʽa-s-b fiilinden türemiştir. Terim olarak, baba tarafından kan bağı bulunan yakınlardan oluşan bir topluluk demektir. İbn Abbâd, elMuhît, I, 343; İbn Manzûr, Lisân, I, 606, XV, 97. Ezherî, asabiyeye kişiyi haktan uzaklaştıran körlük, fitnecilik anlamı vermektedir. Tutuculuk, kavmiyetçilik, partizanlık… gibi anlamlar da bu tarife pek uzak değildir. Ezherî, Tehzîb, II, 30, III, 157. İbn Fâris ise, Halil b. Ahmed’e dayandırarak asabeyi, kişinin kendi babası veya oğlu olmadığı halde veraset iddiasında bulunması olarak tanımlamaktadır. İbn Fâris, Muʽcem, IV, 340. Türkçe sözlükte asabiyete akrabalık, kandaşlık anlamı verilmektedir. Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük, I, 308 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 121 şım tarzı mevâliyi rahatsız edebilir ve incitebilirdi. 19 Yine mevâli kelimesinin, velâ bağıyla Arapların kendi neseplerine kattıkları azatlılar olduğu meselesi ayrıca hatırlanmalıdır.20 Ancak velâ sisteminin iyi niyet taşıdığı ve korumacılığa hizmet ettiği, üstün konumdaki Arapların, yeni mühtedileri (Müslümanları) kendi kavimlerinin saldırılarından koruduğu bile söylenebilir. Ancak bu durumun sürekliliğinin savunulması ve bir övünç vesilesi olarak görülmesi sorunluydu. Emevîlerle birlikte azatlı olmasa da, Arap olmayan tüm Müslümanlara mevâli denilmesi,21 İspanyol asıllı Müslümanlara Müvelledûn diye hitap edilmesi,22 hürlerden (Araplardan) bir derece düşük toplumsal bir statüyü işaret etmektedir. Aslında bu hitap şekilleriyle de onlar (zımnen) aşağılanmaktadır. Daha birkaç asır öncesinde, Araplardan üstün konumda bulunan Farslıların, Arap hâkimiyetini hazmetmesi kolay olmayacaktı. Kaynaklarda İslam öncesinde Arapların yarı aç ve sefil bir hayat sürdükleri, başkaları tarafından küçümsendikleri, kaba saba adamlar23 ve baldırı çıplak bedeviler24 olarak nitelendirildikleri bilinmektedir. Hal böyleyken zorla boyun eğdirildiğini düşünen (başta) Farslıların şu’ûbîliği sahiplenmesi daha iyi anlaşılır olmaktadır. İslam öncesinde Farslılarda var olan kendini üstün görme ve Arapları aşağılama olgusu, bu defa Şu‘ûbiye adıyla kendini göstermektedir. 19 İbn Haldûn, Târîhu İbn Haldûn, Beyrut 2000-2001, VI, 4. 20 Teknik anlamda dört grup mevali vardı; l. Köle olan mevâli, 2. Azatlı olan mevâli, 3. Velâ bağı olan mevâli, 4. Kendileriyle velâ irtibatı olmayan hür mevâli. Bunlardan dördüncüsü Emevîler döneminin en sorunlu tanımıydı. Fethedilen bölgelerin yerli sakinlerinin, Müslüman olduklarında, velâ yoluyla Arap kabilelerinden birine katıldıkları görülmüştür. Böylece onlardan biri; yani mevlâsı kabul edilirdi. Müslüman olan bu yeni insanlar mevla’l-hılf, mevâli’l-İslam veya Arap olmayanlar anlamında da eʽâcim/acemler gibi adlarla anıldılar. Ali Hatalmış, İslam Toplumunda Kölelik ve Cariyelik, Ankara 2002, s. 73, 145. 21 Mesela Taberî, bazı kişilerin adlarını veriyor ve annesi ümmüveleddir denilerek küçük görülmüştür, kaydını düşüyor. (Taberî, Târîhu’t-Taberî, Kahire ts., V, 469.) Yine Arap şiirinde, mevâli nasıl olur da Nizar’ı (Arabı) kötüler, ki onlar Nizar’ın kölesi değil miydi? denilmiş olması, onların açıkça küçümsenmesidir. Bkz. İbn Said el-Mağribî, el-Muğrib fî hule’l-Mağrib, Kahire 1964, I, 332. 22 Müvelledûn, Arap baba ile köle kadından (cariyeden) doğanlar (melezler), genç hizmetçiler anlamlarına gelmektedir. el-Ezherî, Tehzîb, XIV, 126; İbnü’l-ʽAbbâd, el-Muhît, IX, 356-357; İbn Manzûr, Lisân, III, 470, Yine Müvelledûn, esarete düşmüş bir milletin evlatları anlamındadır. Hatîb el-Bağdâdî, Muhammed b. Ali, Târîhu Bağdâd, Beyrut 2001, XV, 543. Edebiyatta müvelled kelamı ifadesiyle, asıl Arap olmayanın, Arapçayı tam bilmeyenin sözüdür, yani sahih olmayabilir, anlamındadır. İbn Manzûr, Lisân, I, 660-661. 23 Taberî, Tarîh, IV, 574; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-zamân, X, 270; Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyâ , Beyrut 2000, XIII, 57; Hatîb el-Bağdâdî, Tarîhu Bağdâd, II, 435; Cevâd Ali, el-Mufassal, I, 281, IV, 292, VII, 13, 257. 24 İbn Haldûn, Tarîh, I, 748; İbn Tolun, Müfâkehetü’l-hillân fî havâdisi’z-zamân, Beyrut 1998, s. 75. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 122 | Ali Hatalmış Endülüs Şu‘ûbiyesi, Farslıların öncülük ettiği doğu Şu‘ûbiyesi kadar Araplara karşı sert olmamıştır. Öyleki onlar, bütün Arap medeniyetini kabul etmiş, Arapçayı dil olarak benimsemiş, Sünni Müslümanlıklarıyla övünmüş, ama Arap ırkının üstün olduğu iddiasını reddetmiştir. 25 İlerleyen asırlarda Endülüs Şu‘ûbiyesi de muvelledûn 26 ve Sakâlibe 27 olarak Arap ırkçılığına ve egemenliğine karşı çıkmışlardır.28 Hatipler ve şairler bu mücadelenin ve akımın sözcüsü olmuşlardır. İbn Garsiye’yi bu risâleyi kaleme almaya sevk eden nedenin, Meriye (el-Meriye, Almeria) emiri İbn Sümâdih et-Tûcibî’nin maiyyetinde bulunan bir Arap şairin, Arap olmayanları aşağılayan şiirler söylemesi gösterilmiştir. Bunun üzerine İbn Garsiye, risâlesinde Arap olmayanların (Müvelledûn’un) üstünlüğünü dile getirmiş, Arapları hem geçmişleri ve hem de kötü hasletleriyle aşağılamıştır.29 Endülüs Emevîleri (756-1031), İber yarımadası üzerinde varlığını yüzlerce yıl sürdüren güçlü bir medeniyet ve müşterek kültür iklimi vücuda getirmiştir. Farklı din, dil ve kültürleri bir arada yaşatmış ve tüm tebaayı bir ümmet çatısı altında adeta bütünleştirmiştir. III. Abdurrahman (912-961) ve oğlu II. 25 Günümüzün İslam ülkelerindeki milliyetçilik anlayışı ile İslam tarihindeki şuʽûbiye arasında bir tür yakınlık olduğu da söylenmiştir. Nitekim Abbasîler döneminde farklı Müslüman ırklar arasında başlayan milliyet temelli bu çekişmelere şuʽûbiye denilmiştir. Bu konuda bkz. D.B. Macdonald, “Şuʽûbiye”, MEB İslam Ansiklopedisi (çev. komisyon), Devlet Kitapları, Eskişehir 2001, XI, 585-586. 26 Müvelledûn terimini, müslüman fatihlerle yerli (İspanyol) kadınlar arasındaki evliliklerden ya da fatihlerin ele geçirdikleri cariyelerden meydana gelmiş olan “melez nesil” için kullanıyor iseler de; kaynaklardan, bu terimle İspanya’nın yerli halkından müslüman olanların kastedildiği anlaşılmaktadır. Müvelledûn, ihtida ederek yeniden doğanlar anlamında İspanyol Müslümanlar için kullanılmıştır. (Özdemir, “Müvelledûn’un Endülüs Emevî Dönemi”, s. 177.) 27 Müvelledler içinde sayılmakla beraber azat edilen asker kölelere, kökenlerine atfen Sakâlibe (tekili Saklab) yani Slavlar denilmiştir. Bu kavram Arapça lügatlerde, beyaz tenli kızıl saçlı insanlar için özelde Ruslar, Bulgarlar gibi Kuzey Avrupa halkları için kullanılmıştır. Murtaza ez-Zebîdî, Tâcü’l-ʽarûs min cevâhiri’l-Kâmûs, Kuveyt 1965-2001, III, 200; Fîrûzabâdî, elKâmûsü’l-mühît, Beyrut 2005, s. 105. İbn Kesîr, Müvelledûn, Türklerden ve Slavlardan da oluşmaktadır, bilgisini vermektedir. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, byy. 1997-1999, XV, 684. Sakâlibe; Latince esclave kelimesinin Arapçalaşmış şekli saklab kelimesinin çoğuludur. Köle(ler) anlamında olup tüccarlar tarafından esir olarak Endülüs’e getirilip satılan daha çok Doğu Avrupa halklarına (bir anlamda Slavlara) verilen bir adlandırmadır. Müslümanlaşanlar azat edilmişler yönetimde ve orduda istihdam edilmişlerdir. Ahmed Muhtâr el-ʽAbbâdî, Fi’ttarîhi’l-Abbasî ve’l-Endelüsî, Beyrut 1972, s. 407-408; Mehmet Özdemir, “Endülüs Emevîleri”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), XI (1995), s. 213-214. 28 Müvelledûn içinden Müslümanlığı özümsemeyenler veya gizli Hristiyan olanlar dahi olabilirdi. Çünkü onlardan pek çokları Endülüs’teki Müslüman idareye karşı sıklıkla ayaklanmıştır. Mesela onlar kendilerinden gördükleri Hafs b. Ömer’in isyanına büyük destek vermiştir. İbnü’lHatîb, el-İhâtatü fî ahbâri Gırnata, Kahire 1973, II, 148-149; İbn Haldûn, Tarîh, IV, 174, VI, 4. 29 Özdemir, “Müvelledûn’un Endülüs Emevî Dönemi”, s. 205. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 123 Hakem’in (961-976) yürürlüğe koyduğu güçlü idare + güçlü ordu + kaynaşmış toplum 30 formülüyle bu toplumsal bütünlüğün sürekliliği hedeflenmiştir. 31 Ne var ki Araplar eski alışkanlıkları olan asabiyeti, tamamen terk etmemiştir. Arap asabiyetinin öne çıkarılmasına, Endülüs mevâlisi yani Müslüman İspanyollar (Muvelledûn) ve Kuzey Avrupa halkları (Sakâlibe) tepki göstermiştir. Müvelledûn’un siyasette ön planda olduğu devirlerde, Şu‘ûbiye akımı açığa çıkmıştır. Ancak Mağrib (Endülüs) Şu‘ûbiyesi, doğudakiler kadar güçlü olmamıştır. Zira bu akımının kurucuları, öncüleri ve destekçileri en fazla Farslılar arasından çıkmıştır.32 Müvelledûn içinden İslam kültür ve medeniyetinde saygın bir yere sahip önemli bilginler çıkmıştır.33 Endülüs’ün Müslüman yerli halkı (Müvelledûn) gibi Hristiyanlar (Mozaraplar) da34 ilk asırdan itibaren Arapça konuşup anlaşmıştır. Müvelledûndan bazılarının neseplerini Araplara dayandırdığı görülmüştür.35 Aralarında makam ve mevki elde etmek adına Müslümanlığı tercih edenler çıkmıştır. 36 Müslüman İspanya’sının memlûkları denilebilecek diğer bir grup Sakâlibe için de benzer şeyler söylenebilir. 37 Yine onlar arasında yüksek 30 Özdemir, “Endülüs’ün Yıkılış Sürecinde Öne Çıkan Bazı Hususlar”, AÜİFD, Ankara 1997, cilt: XXXVI, s. 241. 31 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut 1987-2003, VII, 367; Himyerî, er-Ravdü’l-miʻtâr fî haberi’lakŧâr, Beyrut 1984, s. 95. 32 Cevâd Ali, el-Mufassal, IV, 312; Muhammed Hadır Hüseyin, Mevsûʻatü’l-aʻmâli’l-kâmile, Dımaşk 2010, VIII, 319; Cevâd Ali ayrıca Kureyş’e karşı duran diğer Arap kabilelerinin de şuûbiyeye destek verdiğini söylemektedir. Cevâd Ali, el-Mufassal, VIII, 632. 33 Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/850) öğrencisi, tefsir ve hadis bilgini Ebû Abdurrahman Bakî b. Muhalled el-Kurtubî (ö. 276/889), ilahiyatçı ve şair Ebû Muhammed b. Hazm (ö. 456/1064) müvelled idi. Zehebî, Siyer, XIII, 285, 288; Hayreddin Ziriklî, el-Aʽlâm, Beyrut, 2002, I, 104; IV, 179. 34 Mozaraplar yani İspanyol asıllı Hristiyanlar olup özellikle Arapça okuyup yazmışlar ve hicri üçüncü asırdan itibaren idareye karşı oluşan isyanları destekledikleri görülmüştür. Mesela Ömer b. Hafsûn’un (ö. 306/918) çıkardığı isyanlara aktif olarak katılmışlardır (273-285/886898). İbnü’l-Kutiyye, Tarîhu iftitâhi’l-Endelüs, Kahire-Beyrut 1989, s. 103-105; İbn Hamîs, Aʽlâmü Malkâ, Beyrut-Rabat 1999, s. 221; s. 270. 35 Kurtuba fatihi Yunan asıllı Mugîs b. Hâris (100/718) nesebini Gassân emiri Cebele b. Eyhem’e dayandırmış (Ziriklî, el-Aʽlâm, VII, 276), İspanyol asıllı büyük lügat âlimi Kurtubalı Ebû Mervân Abdülmelik b. Serrâc (487/1096) kendisini Kelb b. Vebre soyundan gelme bir Arap olarak takdim etmiştir (İbn Beşkuvâl, Kitâbu’s-sıla fî tarîhi eimmeti Endelüs, Kahire 1989, s. 532). Soylarını Araplara dayayan Muvelledûn örnekleri için Goldziher’in Şuʽûbîlik makalesine bakılabilir. Ignaz Goldziher, “İspanya Müslümanları Arasında Şuubilik”, (çev. Ömer Özsoy), AÜİFD, Ankara, c.XXXV, ss. 403-423, s. 405. Goldziher’in bu makalesi “Die Ṧuʽûbiyya unter den Muhammedanern in Spain”, ZDMG LIII (1989), ss.601-620. adıyla yayınlanmıştır. 36 Kılıçlı, Arap Edebiyatında Şu‘ûbiyye, s. 309. 37 Mesela Got asıllı (Sakâlibe) edip ve bilgin Abdülmelik b. Habib el-Ebreşî sayılabilir. (esSuhârî, el-Ensâb (thk. Muhammed İhsan en-Nâs), I-II, byy, 2006, I, 63). Yine Slav asıllı ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 124 | Ali Hatalmış bürokrat ve fakih Sa’îd b. Cûdî (284/897) 38 ve ünlü dilci İbn Sîde (458/1066) 39 gibi önemli şu’ûbî isimler ortaya çıkmıştır. Endülüs tarihinin ilk iki asrında Müvelledûn genel olarak sakin, huzurlu bir hayat sürmüş ve devletle de uyum içerisinde olmuştur. En kalabalık nüfusa sahip bu grubun, Araplar tarafından zaman zaman dışlanması bile, onları isyan ettirmemiştir. Aksine bu asırlarda Araplar kendi aralarında sıklıkla çatışmış ve savaşmıştır. Yine Berberiler fırsat buldukça başkaldırmıştır.40 Dış müdahale ve yaşanan iç sorunlar yüzünden Endülüs’ün siyasi ve toplumsal bütünlüğü sarsılmıştır. 41 Önce Mozaraplar ardından Müvelledûn devletine karşı gelmeye başlamıştır. Arap-Müvelled gerginliğinin yaşandığı ortamlar Şu‘ûbiye akımına olan ilgiyi artırmış olmalıdır. Böylece IX. yüzyıl ve X. yüzyılın ilk yarısında Endülüs topraklarında cereyan eden etnik çatışmalar yaygınlaşmıştır. İslam kültür ve medeniyeti eş zamanlı olarak hem Abbasîler, hem de Endülüs Emevîlerinde en parlak dönemini yaşamıştır. Endülüslüler, genellikle Abbasîleri çok yakından takip etmiş olsalar da, kendi özgünlüklerini koruyabilmişlerdir. Nitekim Şu‘ûbiye akımı önce Abbasîlerde sonra Endülüs Emevîlerinde görülmüştür. Şu‘ûbiye -en olumsuz yönüyle-, her iki memlekette bölünme ve parçalanmalara kapı aralamıştır. Abbasîlerde merkezden uzak eyaletlerden başlayarak bağımsız devletler kurulmuşken, onlara oranla çok küçük yüz ölçüme sahip Endülüs’te Tavâif-i Mülûk (küçük devletçikler) ortaya çıkmıştır. 42 Mesela müvelledûn ve Sakâlibe, Endülüs’ün doğusunda ve kuzeyinde kendi devletçiklerini kurmuştur. 43 Günümüz İspanyasının çok sayıda özerk (Sakalibe) Züheyr el-Âmirî (429-1038) Mulûk-i Tavâif döneminde İbn Garsiye’nin yaşadığı elMeriye’de valilik yapmıştır. Ziriklî, el-Aʽlâm, III, 51. 38 el-Humeydî, Cezvetü’l-muktebes fî zikri vülâti’l-Endelüs, el-Mektebetü’l-Endelüsiyye 3, Dâru’lMısriyye, Kahire 1966, I, 229. 39 İbn Sîde diye meşhur kişinin adı Ebu’l-Hasen Ali b. İsmail el-Mursîdir. Zehebî, Tarîhu’l-İslâm ve vefeyâtü’l-meşâhir ve’l-aʽlâm, Beyrut 1986-2000, XXX, 448; İbnü’l-Verdî, Tarîhu’l-İbnü’lVerdî, I-II, Kahire 1285, I, 372; Safedî, el-Vâfî, XX, 100; İbn Fazlillah, Mesâlik, VII, 61-62. 40 İbn Haldûn, Tarîh, IV, 18. 41 Mesela o dönemde Vatikan’ın teşvikiyle devreye sokulan Hristiyan fedâileri hareketi çıkardığı olaylarla, Mozarapları devlete karşı kışkırtmıştır. Müvelledûn kendi soylarından Ömer b. Hafsûn’a büyük destek vererek ayaklanmıştır. Bu ve buna benzer hadiseler Endülüs toplumsal birliğine zarar vermiştir. Özdemir, “Endülüs Emevîleri”, XI, 213. 42 İhsan Abbâs, Tarîhu’l-edebi’l-Endelüsî (Asru’t-Tavâif ve’l-Murâbitîn), Dâru’ş-Şurûk, Amman 1997, s. 137. 43 Goldziher, “İspanya Müslümanları Arasında Şuubilik”, s. 408. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 125 bölgeye ayrılmış olmasının tarihî arka planında Tavâif-i Mülûk’ün izlerine rastlamak mümkündür. Papalık ve çevre Hristiyan devletler, Müslümanlar arasında meydana gelen ayrışmayı sürekli teşvik etmişlerdir. 44 Böylece eşzamanlı olarak Hristiyanlar birleşerek güçlenmişler, Müslümanlar ise ayrışarak zayıflamışlardır. İbn Garsiye, Tavâif-i Mülûk devrinde Sakâlibe’nin söz sahibi olduğu bir ortamda risalesini kaleme almıştır. İbn Garsiye (ö. 477/1084) ve Şu‘ûbiye Risâlesi İbn Garsiye’nin 45 tam adı, Abdurrahman b. Ahmed b. Sa’îd b. Muhammed b. Bişr b. Garsiye’dir. Ayrıca ona yaşadığı şehre, mensubiyet ve aile geçmişine istinaden “el-Kurtubî el-Mâlikî el-Beşkenşî ve İbnü’l-Hisâr” lakapları verilmiştir. Ebû Âmir ve Ebü’l-Mütarrif künyelerini kullanmıştır. 46 Öte yandan el-Beşkensî lakbıyla onun Basklı (Basques) bir aileden geldiği anlaşılmaktadır. Kaynaklarda İbn Garsiye’nin hayatı ile ilgili verilen bilgiler çok sınırlıdır. Doğum ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte farklı zamanlarda mülaki olduğu kişiler dikkate alınarak hicri beşinci asırda yaşadığı ifade edilmiştir. Bazı kaynaklarda 477/1084 yılında vefat ettiği kaydına rastlanmıştır.47 Bask asıllı Müvelled bir aileden gelen İbn Garsiye’nin, ailesi veya kendisinin Müslümanlara esir düşmüş ve Endülüs’ün güneyindeki Dâniye (Denia) şehrine götürülmüştür. Yine onun Futays kabilesinin veya Mücâhid b. Abdullah elÂmirî’nin mevlası olduğu bilgisine yer verilmiştir. 48 İyi eğitim aldığı anlaşılan İbn Garsiye, uzun yıllar Dâniye emiri Mücâhid b. Abdullah el-Âmirî (10101044) ve oğlu İkbâlü’d-Devle Ali’nin (1044-1076) kâtipliğini yapmıştır. Bir süre 44 Özdemir, “Endülüs Emevîleri”, XI, 213. 45 Garsiye, Arapça’da eken, diken ve üreten gibi olumlu manada, İspanyolcada ise (Garcia,) hilekâr veya tilki kadar kurnaz gibi olumsuz manada kullanılmaktadır. Abdüsselam Muhammed Harun, Nevâdirü’l-mahtûtât, Beyrut 1991, I, 256. 46 İbn Beşkuvâl ilginç bir şekilde başka kaynaklarca da teyit edilen İbn Garsiye’ye ait bu isim ve künyeleri tam olarak vermektedir. Ancak onun şuʽûbî yönüne ve risalesine hiç değinmemektedir. Üstelik bu kişinin Hammûdîler devrinde Başkadılık görevlerinde bulunduğu ve h.364-422 yılları arasında yaşadığı anlatılmaktadır. İbn Beşkuvâl, Kitâbu’s-sıla, s. 485-487. 47 Safedî, el-Vâfî, XVIII, 63; İbnü’l-ʽİmâd ve Zehebî, İbn Garsiye’nin adını, Abdurrahman b. Ahmed. Saʽîd b. el-Hisâr olarak vermektedir. İbnü’l-‘İmâd, Şezerâtü’z-zeheb fî ahbâri men zeheb, Beyrut 1986-1993, XI, 104; Zehebî, Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ, Beyrut 1982-1988, XVII, 473. 48 İbn Said el-Mağribî, el-Muğrib, I, 196, 209; Harun, Nevâdir, I, 256. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 126 | Ali Hatalmış Baş Kadılık (Kâdı’l-Cemâa) görevinde bulunduğu düşünülürse önemli makamlarda görev yaptığı söylenebilir.49 İbn Garsiye, Sakâlibe asıllı Mücâhid b. Abdullah el-Âmirî (ö. 436/1045) 50 ve onun oğlu Ali’nin destek ve himayesinde risâlesini kaleme almıştır. 51 İbn Garsiye’nin yaşadığı dönemde, Müvelledûn ve Sakâlibe güçlenmeye başlamış ve Araplardan ayrışarak kendi bağımsız teşekküllerini (Tavâif-i Mülûkü) kurabilmiştir. Araplara karşı meydana gelen muhalefetin güçlenmesini şu’ûbîlerin bir başarısı olarak kaydedebiliriz. 52 O, Şu‘ûbiye Risâlesi’yle, edebî gücünü de açık şekilde göstermiş ve onunla meşhur olmuştur. Bu risâle, Endülüs Şu‘ûbiyesinin en kapsamlı belgesi hüviyetinde olup, aslında açık bir mektup niteliğinde yazılmıştır.53 Şu‘ûbiye Risâlesi’nin tam adı, Risâletü tafdîli’l-’Acem ‘ale’l-’Arab (Acemlerin Araplara Üstünlüğü Risâlesi) olup kısaca Risâletü’ş-Şu’ûbiyye şeklinde bilinmektedir. Şu‘ûbiye hareketinin Endülüs’te yazılmış ilk edebî ürünü olma özelliğine de sahiptir. 54 İbn Garsiye, Arap ırkına karşı sert sözlerinde ve Arap olmayanlara yönelik övgülerinde, doğu Şu‘ûbiye edebiyatının tarihî ve etnografik motiflerini geliştirmiştir. Arapların kusur ve ayıplarını, Rum, Fars ve Slavların fazilet ve meziyetlerini abartılı, süslü ve bir o kadar da etkili bir üslupla vermiştir.55 Birçok edebi sanatı satırlarına yansıtan İbn Garsiye, yan yana getirdiği iki kelime arasında seci sanatını ustalıkla kullanmıştır.56 49 İbn Said el-Mağribî, el-Muğrib, II, 355-356; Ömer Ferrûh, Tarîhu’l-Edebi’l-ʽArabî, Beyrut 1984, IV, 392; Muhammed Mahfûz, Terâcimü’l-müellefîne’t-Tunisiyyîn, Beyrut 1994, IV, 391; İhsan Abbas, Tarîhu’l-Edebi’l-Endelüsî, s. 137-138. Mücâhid b. Abdullah el-Âmirî, Abdurrahman enNâsır İbnü’l-Mansûr Muhammed b. Ebî Âmir’in mevlasıdır. Bu kişi Endülüs’ün doğusunda Ebû Âmir devletine bağlı olarak hükümranlık sürmüştür. İbn Garsiye oğlu Ebû Cafer’i eğitim alması için Ebu’l-Abbas el-Cezîrî’den ders aldırmıştır. İbnü’l-Ebbâr, Tuhfetü’l-kâdim (nşr. İhsân Abbâs), Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut 1986, s. 51; Zehebî, Siyer, XVII, 473-474. 50 Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar fî tarîhi’l-beşer, Kahire 1907, II, 148; İbnü’l-Verdî, Tarîh, I, 320; İbn Haldûn, Tarîh, IV, 211. 51 Harun’a göre Mücâhid b. Abdullah el-Âmirî Rum asıllı olup, şuʽûbîleri kollayıp gözeten biri olarak bilinirdi. İbn Garsiye onun sarayında ve himayesinde yaşamıştır. Harun, Nevâdir, I, 258. 52 Ferrûh, Tarîhu’l-Edebi’l-ʽArabî, IV, 392; Harun, Nevâdir, I, 257. 53 Kılıçlı, Arap Edebiyatında Şu‘ûbiyye, s. 317. 54 Mustafa Öz, “İbn Garsiye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), XIX (1999) s. 504. 55 Goldziher, “İspanya Müslümanları Arasında Şuubilik”, s. 411-412. 56 Peş peşe getirdiği iki kelime arasında seci sanatı yaparak, ifadelerinde kulağa hoş gelen müzikal bir ritim katmıştır. Bunu yaparken de anlam bütünlüğünü korumaya riayet etmiştir. Mesela ...‫ حلم علم‬,‫ وضح رجح‬,‫ شمخ بزخ‬,‫( بصر صبر‬basara sabara, şemaha bezaha, vadaha racaʽa, halime ʽalime…) gibi İhsan Abbâs, Tarîhu’l-edebi’l-Endelüsî, s. 139. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 127 İbn Garsiye’nin risâlesi başka müelliflerin yazdığı eserler içerisinde günümüze ulaşmıştır. Şuûbiye Risâlesi’nde geçen ifadelere bakılırsa İbn Garsiye, fesahatinin ünlü cahiliye şairi Sahbân b. el-Vâilî’den daha iyi durumda olduğunu,57 soyunun Gassânî meliklerine, Rum imparatorlarına ve Fars kisralarına dayandığını ifade etmiştir. Özelde beyazları (Hint Avrupa halklarını) ve hatta Yahudileri Araplara tercih ettiğini söyleyecek kadar sözünü sakınmamıştır. Bir yandan Hz. Peygamber’i (s) medh u senâ ederken, diğer yandan onun (s) atalarının Arap olmadığına ve Hz. İbrahim’e dayandığına işaret etmiştir. 58 Risâlesi, yaşadığı çağda ve sonrasında edebî ve fikrî çevreler üzerinde derin izler bırakmıştır.59 İbn Garsiye’nin az sayıda şiiri günümüze intikal etmiştir. Onun şiirleriyle nesrini karşılaştıran edipler nesrinin daha açık ve sağlam olduğu sonucuna ulaşmışlardır.60 Takdim ve tercümesini yaptığımız metin onun Arap dili ve edebiyatı alanında ustalığını göstermesi bakımından önemlidir. Yaşadığı dönemdeki doğu edebiyatına ait eserlere ulaştığı gözlenen İbn Garsiye’nin bu mahareti, hakkında reddiye yazanlar tarafından bile ifade edilmiştir.61 Risâletü’ş-Şu’ûbiyye, yazıldığı andan itibaren birkaç asır boyunca mütefekkir, edip ve şairleri meşgul etmiş, üzerine reddiyeler yazılmıştır. Bu reddiyelerden pek azı zamanımıza ulaşmıştır. Onlar da farklı eserler içerisinde bir bölüm halindedir. Bunlar arasında en hacimlisi ve belki de en önemlisi, Ebû Yahyâ İbn Mes‘ade’ye (ö. 600/1204)62 ait olanıdır ve Hatfü’l-Bârik ve Gazfü’lMârik fî Reddi ‘alâ İbn Garsiye el-Fâsık adını taşımaktadır. İbn Mes’ade, İbn Garsiye’nin şu’ûbî fikirlerini çürütmeye çalışmaktadır.63 Belensiyeli (Valencia) 57 İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib, II, 407. Kaynaklarda cahiliye şairi Sahbân b. Vâilî’nin (ö. 54/674) iyi bir fesahate sahip olduğu vurgulanmıştır. Sahbân b. Züfer b. İyâs el-Vâilî fesahatiyle ünlü bir şairdir. Araplar arasında Sahbân b. Vâil’den daha fasihtir. sözü darb-ı mesel haline gelmiştir. İbn Kesîr, el-Bidâye, XI, 282; Ziriklî, el-Aʽlâm, III, 79; Cevâd Ali, elMufassal, VIII, 791. 58 Harûn, el-Mahtûtât, s. 247-249. İbn Garsiye’nin bu vb. benzeri ifade ve yaklaşımları başka kaynaklarda da yer almaktadır. eş-Şanterînî, ez-Zahîre fî mehâsini ehl-i Cezîre, Beyrut 1997, VI, 712-713; İbn Said el-Mağribî, el-Muğrib, II, 407. 59 Ferrûh, Tarîhu’l-Edebi’l-ʽArabî, IV, 683 60 İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib, II, 407; Ferrûh, Tarîhu’l-edebi’l-ʽArabî, IV, 683. 61 Öz, “İbn Garsiye”, XIX, 504-505. 62 Asıl adı Abdurrahman b. Ali b. Mesʽade el-ʽÂmirî’dir. Gırnata’lı ünlü kâtiplerden biridir. Safedî, el-Vâfi, XVIII, 115. 63 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-zünûn, İstanbul 2007, II, 698. Ebû Yahyâ b. Mesʽade, Muvahhidler devletinin kurucusu ve lideri İbn Tûmert (ö. 524/1130) ve Abdülmü’min el-Kûmî (ö. 558/1163) zamanında yaşamıştır. İbn Mesʽade aslında bu iki hükümdarın adını anarak İbn Garsiye’nin övdüğü Fars ve Rum hükümdarlarına karşı alternatif sunmuştur. (İhsan Abbâs, Tarîhu’l- ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 128 | Ali Hatalmış şair Ebû Ca‘fer Ahmed b. Dûdîn el-Belensî de reddiye yazanlardandır. Üstelik İbnü’d-Dûdîn, İbn Garsiye ile birkaç kez görüşmüştür. Onun reddiyesi dili, üslûbu ve Şu‘ûbiye hakkında verdiği bilgiler önemlidir. Ancak o da İbn Garsiye için çok ağır ithamlarda bulunmaktadır.64 Ebü’t-Tayyib Abdülmün‘im b. Mennullah el-Hevvârî el-Kayrevânî’ye (ö. 493/1099) ait reddiyede İbn Garsiye, edebî yönü ve bazı üslubu takdir edilse de sert bir şekilde eleştirilmiştir. Söz konusu reddiyenin ismi Keşfü’z-Zünûn’da, Hadîkatü’l-belâğa olarak geçmektedir.65 Endülüs’te İbn Abbas namıyla meşhur olmuş şair ve ediplerden Ebû Ca‘fer Ahmed b. Abbas el-Ensârî’ye (ö. 530/1136) ait olduğu sanılan bir reddiye daha bulunmaktadır.66 Yine Ebû Mervân ve Ebû Abdullah adlı hatırı sayılır âlim ve şair kardeşlere ait olduğu söylenen iki reddiye daha mevcuttur. 67 Kurtuba yakınlarındaki Şakûra kasabasında doğan bu kardeşlerden Ebû Mervân Abdülmelik b. Muhammed b. Ebi’l-Hısâl el-Gâfikî (ö. 528/1134), hac yolculuğu sırasında ölmüştür. Diğer kardeşi Ebû Abdullah Muhammed b. Mes’ûd Ebi’l-Hisâl el-Gâfikî Zü’l-vizâreteyn (ö. 540/1145) ise Murâbıtlara karşı bir ayaklanmada hayatını kaybetmiştir.68 Ebü’l-Haccâc Yusuf b. Muhammed b. Abdullah el-Belevî’ye (ö. 604/1207) ait bu reddiye kısa olup belli bir başlığı yoktur.69 Metni bize kadar ulaşmasa da, şair ve edip Ebü’l-Haccâc Abdülmelik edebi’l-Endelüsî, s. 137-142; Öz, “İbn Garsiye”, XIX, 504) İbn Mesʽade’nin bu reddiyesi Harun’un Nevâdirü’l-Mahtûtât’ı içerisinde yer almıştır. Harun, Nevâdir, I, 255. 64 eş-Şanterînî, ez-Zahîre, I, 29, III, 703, 704-722; İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib, II, 322; İhsan Abbâs, Tarîhu’l-edebi’l-Endelüsî, s. 140; Harun, Nevâdir, I, 256. 65 Ebü’t-Tayyib Abdülmün‘im b. Mennullah el-Hevvârî el-Kayrevânî’ye ait reddiyenin büyük bir kısmı İbn Bessâm eş-Şanterînî tarafından tespit edilmiştir. eş-Şanterînî, ez-Zahîre, III, 745746; Kâtip Çelebî, Keşfü’z-zünûn, II, 698. 66 Züheyr el-Fetâ el-Âmirî’nin (ö. 529/1135) kâtibi Ebû Ca‘fer Ahmed b. Abbas el-Ensârî (ö. 530/1136) olduğu sanılan İbn Abbas’a ait bir reddiye bulunmaktadır. Züheyr el-Fetâ el-Âmirî (ö. 429/1038) el-Meriye’de hüküm süren Berberi asıllı bir hükümdardır. Ebû Ca‘fer b. Abbas onun kâtipliğini ve vezirliğini üstlenmiştir. Ebü’l-Fidâ, el-Muhtasar, II, 148; Safedî, el-Vâfî, XVI, 8; İbnü’l-Hatîb, el-İhâta, I, 259-262, 518; Ziriklî, el-Aʽlâm, I, 141-142. Söz konusu reddiyenin tam metni için bkz. eş-Şanterînî, ez-Zahîre, III, 746-756. 67 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-zünûn, II, 698. 68 ez-Zehebî, el-ʻIber fî haberi men ğaber, Beyrut 1985, II, 354. İyi bir bürokrat ve devlet adamı olan Ebû Abdullah, kardeşi Ebû Mervan ile birlikte Murâbıt hükümdarı Ebu’l-Hasan Ali b. Yusuf b. Taşfîn’in (ö. 537/1143) emrinde çalışmış ancak onlara muhalefet edenlerle birlikte olmuş ve çıkan bir isyanda ölmüştür. Kılıçlı, Arap Edebiyatında Şuubiye, s. 327. İbnü’l-Ebbâr Ebû Mervân künyesini kullanan İbn Sabra olarak da tanınmış Farîsî asıllı Velîd b. İsmail elGâfikî’den söz etmektedir. Bu kişi de İbn Garsiye hakkında bir reddiye kaleme almıştır. İbnü’lEbbâr, Tuhfe, s. 50-51. 69 İbnü’ş-Şeyh lakabıyla da tanınan bu âlim, İbn Garsiye’nin Şuûbîye Risâlesine yazdığı kısa reddiye ile ona cevap vermektedir. Kılıçlı, Arap Edebiyatında Şuubiye, s. 325. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 129 b. Halef b. Müferric b. el-Cennân (ö. 539/1144)70 ve Abdülmün’im b. Muhammed el-Hazrecî el-Gırnatî’ye (ö. 597/1201) 71 ait reddiyeler bulunmaktadır. Tercümesini yaptığımız metin, Abdüsselam Muhammed Harun’un (ö. 1988) Nevâdiru’l-Mahtûtât adlı eseri içerisinde ve tenkitli olarak ilk kez 1953 yılında neşredilmiştir. Harun, muhakkiklerin piri (şeyhi) olarak şöhret yapmıştır. Onun İslam kültür kaynaklarının yayınlanması ve tanıtılmasında büyük emeği geçmiştir. Aslen Mısırlı olan Harun, 1909 yılında İskenderiye’de doğmuştur. İlim, irfan ve kültür sahibi bir aile içerisinde yetişmiştir. Harun, ailesinin Kahire’ye yerleşmesinden itibaren eğitimini el-Ezher’de sürdürmüştür. Akademik kariyerini tamamlayan Harun, 1945 yılından itibaren telif eserleri yayınlanmış ve edebî/ilmî eserlerin tahkikini yaparak neşretmeye başlamıştır. Tahkiklerinin sayısı 16’yı bulmuştur. Yine 1945 yılından itibaren de İskenderiye Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde öğretim üyeliği yapmıştır. Yine ilerleyen yıllarda çeşitli Arap ülkelerinde akademik dersler vermiştir. Eserleri ve ilmî çalışmaları önemli ödüller almıştır. Başlıca eserleri: el-Esâlibü’l-İnşâiyye, Kavâidü’l-İmlâ, Künnâşetü’n-Nevâdir, el-Meysir ve’l-Ezlâm, en-Nush beyne’lLüga ve’t-Tarîh, et-Türâsi’l-’Arabî, Tahkîkü’n-Nusus ve Neşruhâ. Fihristleri: Tahkîkât ve Tenbîhât Mu’cemi Lisâni’l-’Arabî, Fehârisu Mu’cemi Tehzîbi’lLüga, Mu’cemu Mukayyedâti İbn Hallikân. Harun’u meşhur eden yaptığı çok sayıda neşrettiği eserlerin tahkikleri olmuştur.72 Harun Nevâdirü’l-Mahtûtat adlı eserinde Şu‘ûbiye Risâlesinin metnini vermeden önce İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye akımını tanıtmıştır. Goldziher’in şu’ûbîlik makalesine atıfta bulunduktan sonra onun düştüğü bazı hatalara değinmiştir. Mesela İbn Garsiye’nin söz konusu risâlesini el-Meriye emiri Mu’tasım b. Sumâdih et-Tûcibî’in saray şairi Abdullah b. el-Haddâd’a değil, 70 Tam adı Ebu’l-Haccâc Abdülmelik b. Halef b. Müferric b. el-Cennân, Endülüslü meşhur şair İbn Hafâce (ö. 533/1138) ile çok yakın arkadaştır. Devrinin önemli şair ve edipleri arasında sayılmıştır. Onun İbn Garsiye için yazdığı reddiye günümüze ulaşmamıştır. Kılıçlı, Arap Edebiyatında Şuubiye, s. 329. İbnü’l-Ebbâr onun asıl adının Abdülhak b. Halef Müferric b. Said elKenînî eş-Şâtıbî olduğu ve İbn Garsiye’nin risâlesine bir reddiye yazdığı bilgisini vermiştir. İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile, III, 119. 71 Ebû Muhammed Abdülmünʽim b. Muhammed el-Hazrecî el-Gırnatî, (597/1201) önemli Malikî fakihleri ve kadıları arasında yer almıştır. Soyunun büyük sahabî Saʽd b. ʽUbâde’ye (14/635) dayandığı söylenmiştir. Kılıçlı, Arap Edebiyatında Şuubiye, s. 330. 72 Fethi en-Neklâvî-Hulusi Kılıç, “Harun, Abdüsselam Muhammed”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), XVI (1997), s. 256-257. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 130 | Ali Hatalmış aynı emirin şairliğini yapan ve İbnü’l-Harrâz/İbnü’l-Cezzâr olarak da tanınan Ahmed b. Muhammed b. Sehl el-Ensârî’ye tevcîhen yazdığını söylemiştir.73 Arapçada haddâd/‫( حداد‬demirci), harrâz/‫( حراز‬muhafız) ve cezzâr/‫جزار‬ (kasap) birbirlerine oldukça yakın imlaya sahip kelimelerdir. İbnü’l-Haddâd, İbnü’l-Harrâz ve İbnü’l-Cezzâr şeklinde söylenmesi de bir mesleği icra etmeyi ifade etmektedir. Bu tür kelimelerin imlasında hata yapma ihtimali söz konusu olabilir. Harun’un dediği isim hem belirgin ve hem de kaynaklarca da teyit edilebilmektedir.74 Goldziher’in İbn Garsiye’nin muhatap aldığı kişinin Abdullah b. el-Haddâd olduğunu söylemesi, ilgili kişinin kimliğini açıklamakta yetersiz kalmaktadır. İbn Garsiye’nin muhatap aldığı kişinin, Abdullah b. el-Haddâd değil de; İbnü’l-Harrâz veya İbnü’l-Cezzâr lakaplı Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed el-Ensârî olması kuvvetle muhtemeldir. Böyle edebi bir eseri çevirmenin zorluğu bilinmelidir. Yaptığımız bu tercüme bir manada yaklaşık anlamı (meâli) vermektedir. Tercümenin son hali verilmeden önce, Arapçaya vakıf kişilerle birçok kez mütalaası yapılmıştır. Tercüme metnimizde sade ve yalın dil kullanılmıştır. Harun’un tüm dipnotları korunmuş olsa da, gerekli görülen yerlerde ilaveler ve açıklamalar yapılmıştır. Bu durumu göstermek için de parantez içinde (A.H.) kaydı düşülmüştür. Harun, kullandığı pek çok dipnotunda, özellikle kelime ve deyimlerin açıklarken kaynak ismi vermemiştir. Tüm dipnotlar tarafımızdan gözden geçirilmiş ve yeniden kaynaklandırılmıştır. 73 Harun, Nevâdir, I, 253-256. Konu ile ilgili olarak bkz. İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile, I, 345; İhsan Abbâs, Tarîhu’l-edebi’l-Endelüsî, s. 138; Kılıçlı, Arap Edebiyatında Şu‘ûbiyye, s. 317. 74 Söz konusu Ahmed b. Muhammed el-Ensarî’nin lakabı İbn Saʽîd el-Mağribî’de, İbnü’l-Cezzâr, eş-Şanterînî ve İbnü’l-Faradî’de İbnü’l-Harrâz şeklinde geçmektedir. İbn Saîd el-Mağribî, elMuğrib, II, 407; eş-Şanterînî, ez-Zahîre, III, 704; İbnü’l-Faradî, Târîhu’l-ʻulemâ ve’r-ruvât li’lʻilm bi’l-Endelüs, Kahire 1988, I, 40. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 131 TERCÜMESİ İBN GARSİYE RİSÂLESİ Bismillahirrahmanirrahim / Rahman Rahim Allah’ın Adıyla Bu risale, Ebû Âmir b. Garsiye tarafından Ebû Abdullah b. elHaddâd’ı 75 yermeye ve Acemlerin Araplara karşı üstünlüğünü göstermeye yönelik olup Lâra’da76 kaleme alınmıştır. Zû Hassân ailesi yahut Gassân’dan başka yeryüzünde insanlar yokmuş zanneden, çok ucuza satılan, Yemen’in defolusu,77 Beccâne’de konaklayan,78 (şiir) takrizi nihayet bulan, aktaran ve aktarılan, yani sana selâm olsun. Anlatıldığına göre; toplum seni el âleme muhtaç etmemiş ve sana bir şeyler vermişse de, sen hala terkedilmiş yuvasının etrafında dönensin (kuş misalisin). Şairler nadiren yerlerini bırakırlar da sen (hala tehlikeli) ıssız mecralardasın! 79 Toplum seni aileye katmak suretiyle de sokağa atmamıştır. 80 Yeter, yeter, Seni çöllerde debelenmene ihtiyaç duyduran kimdir? Durma vallahi; 81 75 Goldziher’in yazdığı makalede bu risalenin Ebû Abdullah b. el-Haddâd’a tevcîhen yazıldığı belirtilmiştir. (Goldziher, “İspanya Müslümanları Arasında Şuubilik”, s. 408.) Ancak Harun’a göre bu ismin doğrusunun asıl nüshada geçtiği üzere “Ebû Ca’fer (Ahmed b. Muhammed) İbnü’l-Harrâz” şeklinde olduğudur. Bkz. Harun, Nevâdir, I, 259. 76 Kaynaklarda Lara/Lâre denilen bir yere rastlamadık. Ancak buranın muhkem kalelere sahip sugûr kenti Lâride (Lerida, Lleida) olması muhtemeldir. Lâride, Müvelledûn tarafından Endülüs Emevî Devleti’nden ayrılarak bağımsız siyasi teşekküllere (Tavâif-i Mülûk) dönüşen ilk bölgeler arasındadır. el-İdrîsî, Nüzhetü’l-müştâk fî ihtirâki’-âfâk li’ş-şerîf, Beyrut h.1409, II, 733;Yâkût el-Hamevî, Muʽcemü’l-büldân, Beyrut 1977, V, 7; İbn Said el-Mağribî, Kitâbu’lCuğrafyâ, Manşûratü’l-Mektebi’t-Ticârî, Beyrut 1970, s. 135. (A.H.) 77 Erşü’l-Yemen, Endülüs’ün doğusundaki Beccâne kenti yakınlardaki köyleri kapsayan bir bölgedir. İlk Emevî fetihleri sırasında burası Yemen asıllı Kudâʽa kabilesinden Benû Serrâc’a verilmiştir. (Himyerî, er-Ravdü’l-miʻtâr, s. 79; Kehhâle, Muʻcem, II, 506). Ancak burada Harun’un da işaret ettiği gibi Arapları küçümseme anlamına da yakın bir kusura işaret etmektedir. Nitekim sözlükte el-erşü; eşyadaki kusur, ayıp anlamındadır. İbnü’l-Manzûr, Lisân, VI, 264. 78 Halele, hâl’in çoğulu olup belli bir yerde konaklayan anlamındadır. (İbnü’l-Manzûr, Lisân, XI, 163). Beccâne, el-Mîre’nin köylerini içine alan kazalardandır. Ancak ahalisi iki fersah uzaklıktaki el-Mîre’ye taşınmak zorunda bırakılmıştır. Yâkût, Muʽcem, I, 339. 79 eş-Şeʽaretü kıllar, kıllılar… vb. anlamlarında yaygın olarak kullanılmış olsa da (İbnü’l-Manzûr, Lisân, IV, 410-412) Harun, eş-Şanterînî’ye istinaden şâir’in çoğulu olduğunu söylemiştir. (eşŞanterînî, ez-Zahîre, III, 705) İbn Garsiye ayrıca vukûr (yuvalar), kûr (köyler, bölgeler) kelimelerini çoğul (cumûʽ) sigâsıyla bir anlamda vulûʽ (sevda, aşk, tutku) kalıbına uygun düşecek tarzda vermiştir. Bu, terkedilen yuvanın bölgesine dönen (kuş misali), şairleri yolculuğa çıkartacak şey ne kadar da azdır ancak (bu da) geçici hayaldir! (A.H.). 80 el-Âl, aile anlamında olsa da burada serap (kavuşulamayan) anlamında kullanılmıştır. İbnü’lManzûr, Lisân, XI, 37. 81 Sekıf, uyanık ol! anlamındadır. Sekîf ise, tam bir zekâ ve donanım sahibi kimseye denilmiştir. İbnü’l-Manzûr, Lisân, IX, 19. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 132 | Ali Hatalmış seni batağa zorlayana, seni pahalı olana değil ucuz olana, satışa getirene var git. Rahat meclislerin 82 yerini, dipsiz vadilerle değiştirene; sevimli olandan, içinde telef olduğun çöllere, er meydanından kadınların yanına taşınadur. Enlemesine boylamasına dolaştın, tüm yeryüzü sana vekâlet etmiş olsa da; Tebâle’ye 83 yöneldiğinde ebleh kesilmişsin,84 bela üstüne belayı başına sarmışsın, yemin ederek bahanelere başvuruyorsun ve kendini ağırdan satıyorsun. Seni hasta olarak görüyorum,85 bu şerefli nesli sen şuursuzca küçümsüyorsun, hâlbuki onlar Şihâb ve Suheyb yıldızıdırlar. 86 Şerefli, itibarlı, süvari87 altın bilezikli kisrâlar, uyuz develerin sahibi Araplar (hiç) değildir. Onlar, küçücük keçilerin, koyunların çobanı olmayıp, mızrak atan ve güçlü adamlarken, (Araplar) ufak develeri güdenlerdir. (Onlar) şerefle meşgul iken, (Araplar) keçi sağabilmektedir. Güçlü kudretli Kayserler; miğferleri ve zırhları ile etraflarına korku salanlar, saraylar bina edenler ve hayvanları salıverenlerdir. 88 Yine onlar, tüyleri umumiyetle sarı şahinlere ve okçuların sarışın (kadınlarına) 89 ama savaşarak elde ettikleri sarışın (cariyelere) 90 sahiptirler. Şeref atışmalarına91 tanık olmaları onlara engel teşkil etmez / Yahut savaş günü denkleriyle mücadele etmeleri de, 82 el-Endiye, nâdin’in çoğulu olup meclisler anlamındadır. (İbnü’l-Manzûr, Lisân, IV, 384). Harun ise yine benzer anlamda en-nedâ’nın çoğulu olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca ona göre elharîde, meclisin diğer parçaları olup delinmemiş inci demektir. İbnü’l-Manzûr, Lisân, III, 162, XII, 506. 83 Tebâle, Yemen yolu üzerinde Tihâme topraklarında bir beldedir. Yâkût, Muʽcem, II, 9. 84 Tebâle, belâhe (ahmaklık) ile aynı vezinde oluşuyla da bir sanat yapmaktadır. Komisyon, elMuʽcemu’l-vasît, Kahire 2004, s. 70. 85 Harun el-Harebe’de doğrusu “eahsebeke; zanneder misin?” şeklinde demektedir. el-Harebe adlı bir esere rastlayamadık. (A.H.) 86 Suheyb ve Şihâb gökyüzünde akıp giden parlak meteor parçaları, kayıp geçen yıldızlar anlamında kullanıldığı gibi boz ve kumral anlamına da gelmektedir. İbnü’l-Manzûr, Lisân, X, 151, XII, 227 (A.H.) 87 el-Bühem, fetha ile (el-behem) debelenen manasında behime’nin çoğuludur. Nereden geleceği bilinmeyen atlıdır, (ansızın gelen şövalyedir) vurgu için (böyle) söylenmiştir. elBehme koyunların küçük kuzularına da denir. İbnü’l-Manzûr, Lisân, XII, 56. 88 es-Serûh, seraha’nın çoğulu olup, merʽalarda otlatılan mallar/davarlar, es-Surûh ise saraylar (kusûr) anlamındadır. İbnü’l-Manzûr, Lisân, I, 507, II, 478. 89 eş-Şakra’dan (sarışın) eş-Şukûra (sarışınlar) kumraldır. Şukûra, kırmızı kan ile kaplanmış mızraklara benzetilmiştir. İbnü’l-Manzûr, Lisân, IV, 422; eş-Şanterînî, ez-Zahîre, III, 706. 90 el-Hırsân, hırsun’un çoğulu olup mızrak ucu veya mızraktır. Onlar savaşlarda mızraklarıyla kadınları nikâhlamışlardır. (İbnü’l-Manzûr, Lisân, VII, 21-22). bu deyim Ferazdak Divanı’nda (834. Beyitte) şöyle geçmektedir: Biz soyluların kızını nikâhladık / Ki dünür sadece oklar ve mızrakların ucu olurdu. 91 Burada şeref ile izzetle karşı çıkan anlamına gelen (micâdâ) mastarı kullanılmıştır. İbnü’lManzûr, Lisân, III, 395. geçmektedir, ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 133 Onların renkleri siyahi olmaması da, / Asılları Romalı, kökleri kumraldır.92 Yücelik, şeref ve saygınlık sahipleri artırırlar. / Yaban üzümü 93 ve göz kırpana dek akan yıldız (gibi). Kadim olanlara ve pürüzsüz ciltlilere; ne Kıbtîler, ne de Nebatlılar karışmıştır. Saygınlıkları değerlidir ve soy sopları geçmişe uzanır. Sizlerin (Arapların) anneleri, bizlerin annelerine ancak dadılık yapanlardır. Eğer bunu inkâr etmeniz durumunda ise; zalimlere kavuşursunuz ve ölçüye sığmayacak 94 (derecede) fena dağıtırsınız. Biz maymunlar gibi asla siyaset yapmadık, yemeni kaba kürkler dokumadık95 ve çok sert şeyleri çiğnemedik,96 Hacer oğulları (Araplar) bize dargınlıkta bulunmasın. Siz bizim kullarımız, kölelerimiz, azatlılarımız ve uşaklarımızsınız. 97 Biz sizi azat ederek lütufta bulunduk, 98 kölelik tasmasından sizi kurtaran da biziz. Sizleri hürler arasına biz kattık. Siz nimete nankörlük ettiniz. Oysaki biz, yumrukla ve tokatla vura vura, sizi Hicaz’a yerleşmeye ve Zâtü’l-Mecâz’a sığınmaya mecbur kıldık. Tutarlı ve sağlam (olan adamlar/Acemler ise); Hayatta yeryüzü sahiplerinin güzelleri onlardır / Ölüm sonrasında (yazılmış) kitaplar ve biyografilerde de güzeldirler.99 92 Rumlara Benî Asfar (Sarışın Oğulları) denilmektedir. İbn Hazm, Cemheratü’l-ensâbi’l-ʽArab, Kahire 1982, s. 511; es-Suhârî, el-Ensâb, s. 51. Harun, İbn Hallikân’ın, Yakut b. Abdullah erRûmî biyografisini tanıtırken Rumlara neden Beni’l-Asfar denildiği hakkında verdiği şu bilgiler hatalıdır: Yemen’de bir adamın kölesi kaçınca kendine Rum bir köle edinmek istemiş, köle bir kadının el-Asfar isimli çocuğu olmuş da, ona Rum demişler. Bundan böyle Rumlara, ‘Beni Asfar’ denilmeye başlamıştır… İbn Hallikân, Vefâyâtü’l-ʽayân, VI, 126. 93 el-Efânî (bedava, değersiz), efniye’nin çoğuludur ve yaban üzümüne verilen bir isimdir. İbnü’lManzûr, Lisân, XV, 166. 94 Tartılmadan dökülen (satılan) yani kabala verilen un manasındadır. eş-Şanterînî, ez-Zahîre, III, 706. 95 el-Hûk, bir tür dokumadır. el-Burûdâ ise, çizgili elbise anlamındaki burd’un çoğuludur. İbnü’lManzûr, Lisân, II, 493, X, 484-485. 96 el-Lûk, çiğnenecek kadar büyüklükteki (geviş getirme, lokma), el-ʽArûd, çiğnenmesi çok zor olan her şeydir. (İbnü’l-Manzûr, Lisân, III, 287, X, 484). Harun asılda geçen 144’deki kinaye gibidir, kaydını düşmüştür. 97 el-Hafede (torunlar), hizmetçi, yardımcı, onların her hangi bir torunudur (uşağıdır). es-Sefʽu, (sille) tokattır. İbnü’l-Manzûr, Lisân, III, 153-154, VIII, 157. 98 Harun burada Hacer’in Sâre’nin cariyesi olduğuna ve azat edildikten sonra İbrahim’le evlenmesine bir işaret vardır, açıklamasını yapmıştır. (A.H.) 99 Bu şiir el-Maʽarrî’ye aittir. Ebü’l-Aʽlâ el-Maʽarrî, Şurûhu Sekati’z-Zend, (Haz. et-Tebrîzî (502/1108), el-Batalyûsî (521/1127), el-Harizmî (618/1221), ed. Taha Hüseyin, thk. komisyon), Dâru’l-Kütüb, Kahire 1945, s. 141. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 134 | Ali Hatalmış Harp şiddetlenip yayıldıkça yayıldığında, davullar (gümbür gümbür) vurulduğunda, boru (zurna sesleri) yükseldiğinde, nefesler kesildiğinde, nice kuvvetlilerin ağzı apaçık kaldığında, 100 kafalar (sağa sola) çevrildiğinde ve savaşın şiddetlenmesi için kızıştırıldığında; 101 onlara mızrak saplanması, baldan daha tatlıdır. Kendilerini ölüme atarlar ve sanki / Onlarla ölüm arasında bir akrabalık bağı varmıştır.102 Onların (tek) temennileri, elleri ayakları tuttuğunda103 kendilerine ölümün gelmesidir. Arapların ufak deve sürüsünü ve keçileri sürdükleri aşikârken104 / Onlar atlarını koşturmaktan ve şecaatle dövüşmekten başka bir şey bilmezler. Keskin görüşlü ve çok sabırlı (Acemler); atlar üzerindeki prensleri ile filleri andıran gök taşı kaymalarıyla çıkan ışıltılarıyla, sıra sıra dizilmiş tören kortejiyle, kendilerini büyük törensel kutlamalarla ödüllendirirler. Her türlü kusurdan azade olan ormanın çocukları ve inlerin aslanları da Acemlerdendir. Onları tanınmak için bayrak asan (fahişe) kadınlar 105 doğurmamıştır. Güneş ışığı güzellik abidesi Sâre106 onlarla gurur duyar. (Acemler) uzun elbise giyen iyi reisler, lüks yaşayanlar ve yüksek mevkii sahipleridir. Çok iyi çok iyi! Kılıçla100 el-Hidân -kesre ile-, savaşta pis ve ağır olan insana denilmiştir. İbnü’l-Manzûr, Lisân, XIII, 435. 101 Zemera, zâmir’in çoğulu olup halkı kızıştırmak ve teşvik etmek anlamındadır. İbn Fâris, Muʻcem, III, 360. 102 Ebû Temmâm’ın beyti ile çok küçük bir fark vardır. Diğer ifadeler kelimesi kelimesine aynıdır. Ebû Temmâm müstersilîne (-ölüme- gönderilenler) derken, İbn Garsiye müsteslimîne (ölüme-teslim olanlar) demektedir. Bkz. Ebû Temmâm et-Tâyî, Divân, el-Mektebetü’lVataniyye, Beyrut 1889, s. 249. 103 el-Kudmetü (cesur, ayakta), el-İkdâm önde olan, safta savaşan (tekişen, gözü pek olan) demektir. Nitekim Onu görürsün atı üzerinde cesaretle / Kan akıttığı zaman da tamı tamına. İbnü’l-Manzûr, Lisân, XII, 467-468. 104 Söz ile kâfiyelendirilmek için ifade değiştirilmiştir. Aslına bakılırsa başı şöyleydi: ye’bne’l-ulâ/ ey ailenin oğlu. el-ʽaker ise, 50-100 arasında olan deve sürüsü demektir. el-Maʽarrî, Şurûhu’zzend, s. 140. 105 Cahiliye döneminde fahişeler bilinmek için evlerinin üzerine bayrak asarlardı. Taberî Nur suresi üçüncü ayette geçen nikâhlanması caiz olmayan zâni ehl-i râye (bayraklı) kadınlardır, şeklinde tefsir etmiştir. Taberî, Tefsîru’t-Taberî (thk. Abdullah Abdulmuhsin et-Türkî), I-XXVI, Dâru’l-Hicr, Riyad 2001, XVII, 149. 106 Sâre, Hz. İbrahim’in karısıdır. Sârâyi adı değişmiş ve Sâre olmuştur ve reise/baş hatun anlamındadır. Hacerr (Hecerra) –ra şeddeli-; hastalıklı, sıska, terkedilmiş anlamındadır (İbnü’l-Manzûr, Lisân, VIII, 186). Burada el-İyâde (güneşin ışığı ve güzelliği) kelimesiyle Sâre, güzelliğiyle güneşe benzetilmiş olmaktadır. Fethu’l-Bârî’de güzelliğin yarısı Yusuf’a, diğer yarısı Sâre’ye verilmiştir, rivayeti vardır. Bkz. İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî bi-şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut 1960, VI, 392. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 135 rı ile onlar yeryüzünde konaklarlar. Tüm doğu ve batı kendilerine tabi oluncaya dek, ne razı oldular, ne de yetindiler. Onlar şereflerin doruklarına ve zirvelerine yerleştiler. Kafaları gövdelerinden bir vuruşla ayırdılar, / Dişisine saldıran beyaz boğa iştiyakıyla mızraklarını sapladılar.107 Kılıçlarını şakırdatanlar, aşüfte güzel kadınlardan, semerlenmiş atlara binenler, tavuk ve köpeklerle (meşgul olanlardan), hücuma geçenler, hurma çekirdeğindeki çizgiyle uğraşanlardan, 108 iyi develere binenler, sevgilileri olanlardan, nal sesleriyle koşanlar, hilekârlık peşinde olanlardan daha sevimlidir. Kalkanları ile savaşanlar, deve hörgüçlerinde gezinenlerden, emirle savaşa teşvik edenler, çalgıyla oynayıp şarap içenlerden, pehlivanlık peşinde olanlar, para pul peşinde olanlardan ve dansöz oynatanlardan daha iyidir. 109 Onların ihtiyaçları, mızraklarıdır, gelirleri (savaş) aletleridir, kaleleri atlarıdır. 110 Onların ataları savaşçı insanlar arasından çıkmış asilzadelerdir. 111 İşte benim kavmim! Bina inşa ettiğinde sağlam yapar / Savaştığında kararlıdır, söz verdiğinde yerine getirir. Zira fesahat sahibi ve akıllı kimseler, deve güdücüleri ve çukur kazanlar değildirler. O büyük krallardır, tezek yakıcıları da değillerdir. 112 Onlar entel- 107 Ebü’t-Tamhân Hanzala b. Şarkî’nin beytidir. İbnü’l-Manzûr, Lisân, X, 192, XIII, 214, XV, 79. 108 en-Nefîr, savaş için öne fırlayan topluluk; en-Nakîr, hurma çekirdeği üzerindeki çizgiler anlamındadır. el-Hab –fetha ile- masdarı hub, hubben; hızlı adım (nal sesi) anlamına gelmektedir. el-hıb –kesra ile- sahtekar, dolandırıcı anlamındadır (İbnü’l-Manzûr, Lisân, I, 342, V, 225, XI, 514). İbn Garsiye aynı kelimelerin farklı okunuşları ile mana farklılığını ustalıkla kullanmaktadır. (A.H.) 109 eş-Şelîl, (zırh: İbnü’l-Manzûr, Lisân, XI, 362) ile es-selîl (deve hörgücü: İbn Seyyide, Muhassas, II, 154); ez-zemr (teşvik etmek: İbnü’l-Manzûr, Lisân, IV, 311) ile el-emr (buyruk), el-hamr (şarap) ile ez-zemer (zurna), ellukyân (kahramanlıların buluşması) ile el-ʽIkyân (altın: İbnü’l-Manzûr, Lisân, III, 290); vb. kelimelerde harf değişimi yaparak sanatını icra etmektedir. (A.H.). 110 Acemler kastedilerek et-tıyyâtihim (Onların ihtiyaçları -cinsel ilişki vs. -İbnü’l-Manzûr, Lisân, XV, 20-); hattıyâtihim (hatlarıdır –Bahreyn’in Hat taraflarından getirilen bir tür mızraktır (Yâkût, Muʽcem, II, 359, 378; Himyerî, Ravdu’l-miʽtâr, s. 82)-, gillâtihim (elbiseleri, gelirleri), âlâtihim (savaş aletleridir). Sonra da zamir him’den hum’a dönüşmekte ve husûnuhum (kaleleri), husunuhum (atlarıdır) diye devam etmektedir. (A.H.) 111 Akyâl (reisler) ile başlayıp aktâl (savaşçılar) ile cümle devam etmektedir. Aktâl, kıtlu kelimesinin çoğuludur ve ölüyü doğrayan (misil yapan) ve boynuz sahibi yani savaşçı demektir. İbnü’l-Manzûr, Lisân, XI, 580. 112 Hafeze (süren, güden), deve güdücüsü anlamındaki hâfiz’in çoğuludur. Vuduhun (Fesahat sahibi), rucuhun (akıllı kimseler); lâ hafezete ʽakera (-deve- sürü güdücüleri değildir) ve lâ haferate ukera (çukur kazıcıları değildir) gibi ifadeler sıralanarak (İbn Seyyide, Muhassas, II, 199, VII, 82) Araplar tahkir edilmektedir. (A.H.) ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 136 | Ali Hatalmış dir, altı koyunun yününden toplanan kaba saba abalar yerine, pahalı ince kalın ipekler giyerler.113 Hurmalık bekçileri114 ve fide dikicileri değil, çok cesurdurlar. Kimsenin boyun eğmediğine115 boyun eğdirendirler. Ne önde, ne sonda yeni döllenmiş deve sütü içmezler. Bilakis içecekleri nebizdir ve yiyecekleri de kebaptır. Yiyecekleri çölde yetişen Ebu Cehil karpuzunun çekirdeği ve yuvalarındaki kertenkele yumurtası değildir.116 Kertenkele yağı (gibi) iğrenç şeylerle karınlarını doldurmazlar ve karayılanla beslenip derme çatma evlerde yaşayan küçük ve yeni çocuklardan değildir.117 Kırbalarda lak lak su içmezler, alçak davranışları sergilemezler.118 Yeter artık ey kindar adam! Şanı büyük ve elleri uzundur, sizi Habeşlilerin ellerinden kurtardılar. Sanatkârdırlar, zayıfı korurlar, sıkıntı çekmeden iyilik yaparlar. Hediyeleri bir hoştur, ancak nankörlüğe ve şükürsüzlüğe tesadüf ettiklerinde ise mihnet (sınama) ile cezalandırırlar. Koltuk altlarında tehlike taşıyan ey düşman bedeviler topluluğu! Sizler kin duydunuz ve ejderi 119 kişkişlediniz. Bilmiyor musunuz ki, Anûş-i Revanların devleti, Erdeşirlerin saltanatı; karınlarınızı deştiler, başınızı gövdenizden ayırdılar, sonra da merhamet edip bağışladılar. Siz şaşkınları oynarken, size Hire’de krallık verdiler. Kolayca ve basitçe kızları seçip duruyorsunuz; iştahla ve mehirlerini ödemeksizin onlarla geceliyorsunuz. Gassânlarınız, Numânlarınız da bundan zevk aldılar. Bunun sevgisi nedeniyle size verilen amanın terkine sebep oldunuz. Uzun elbise giymiş oldu da, (Numan b. Münzir kızını Kisraya 113 Burada aruz bahirlerinden receze telmih sanatı yapılmaktadır. Katʽi söz sahibi, bu da benim sözümdür / yaz ve kışın (yani her dönemde) gölgemde geçinilir. Altı siyah besili koyundan / yün elbise elde edenler (İbnü’l-Manzûr, Lisân, VII, 456). Recez, sözlükte titremek manasına gelen arûz deyimlerinden olup bir bahrin adıdır. Müstefʽilün, müstefʽilün, müstefʽilün, müstefʽilün kalıbında kullanılmaktadır. Tâhiru’l-Mevlevî, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 120. 114 el-Mesel, el-mesîl’in çoğuludur. Yumuşak hurma dalı anlamındadır. İbnü’l-Manzûr, Lisân, XI, 623. 115 el-Likâh, kralların hükmünün geçmediği bir yer, yine hiç kimse onlara boyun eğdiremediği anlamındadır. İbnü’l-Manzûr, Lisân, II, 409. 116 el-Hebîd, Ebû Cehil karpuzu tohumu (İbnü’l-Manzûr, Lisân, III, 433.); el-mukûn, meken’in çoğuludur ve kertenkele yumurtası anlamındadır. (İbn Seyyide, Muhassas, II, 351). 117 el-Kuşey, keşiyye’nin çoğulu olup kertenkelenin iç yağıdır. el-Ahfâş, hafeş’in çoğulu olup küçük baraka evleri anlamındadır. eş-Şinân, şenne’nin çoğulu olup küçük basit tuluk (kırba) manasındadır. İbn Seyyide, Muhassas, II, 5, 351, 371. 118 eş-Şeneân, şenân’ın çoğulu olup, kerih görülen alçak davranışlar. İbnü’l-Manzûr, Lisân, I, 101-103, II, 367, IV, 91. el-Harîde’de, bir sözle yıpranmayan insana denilmiştir. eş-Şanterînî, ez-Zahîre, III, 710. 119 Mihne, büyük bela ve sınamadır. (İbnü’l-Manzûr, Lisân, XIII, 431). es-Sılu, öldürücü bir yılan veya ejderdir. İbnü’l-Manzûr, Lisân, XIII, 431. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 137 vermekten imtina etti de) fillerin ayakları altında çiğneniverdi.120 Soylu ve apaçık tertemiz halde Kumral oğulları (yani Rumlar), İbrahimî yakınlıktan ve İsmailî amcaoğlu olmaktan ötürü size merhamet duydular. Arim selinden hemen sonra Şam’da, Acem emirleri adına, Gassânlarınız, Numânlarınız eliyle, kelle başı alınan cizye (baş vergisi) karşılığında, sizlere bir yerden ta uzaklara kadar gidebilmeniz için izin verdiler. Hey yavaş ol! İyilikler taslardaki süt değildir / Hele su katılmışsa bevle dönüşüveren.121 Cariyelerin oğulları (Hacer oğulları; Araplar) kaş göz işaretleri yapmaktan ve başınızı sallamaktan artık vaz geçin. Ancak biz, etrafları saygın ve soy sopları güçlü kimselerden oluşan köklü ve asilleriz. Bize kim korku salabilir yahut bizi güdebilir! Geçmişimiz ve geleceğimiz, şeref bakımından kök salmıştır. Tüm halklar arasında yaygınlaşmış faziletimiz ve cömertliğimize kim yetişebilir! Şereftir yıldızlara uzanan, yükselen / Ve izzettir dağları ancak sarsan122 Matematik ve mantık bilimlerinin ve dünya felsefesi görüşlerinin sahipleri, çok bilen ve çok halimdirler. Astronominin, musikinin taşıyıcısı (oldukları) gibi, aritmetik ve geometrinin allamesi, şiir ve hitabetin ustasıdırlar. Tabiat ve Şer’î ilimleri kalkındıranlardır, tıp ve din ilimlerinde mahir olanlardır: 123 120 İran Hükümdarı Kisra, (vassalı) Hire kralı Numan b. Münzir’den kızlarından birini kendisine vermesini istemiştir. Numan bu teklifi kendisi için zül addederek kabul etmemiştir. Kızlarını, mallarını Araplar arasında gizlemeye çalışmıştır. Böyle yaptığını öğrenen Kisra onu cezalandırmak isteyerek, fillerin ayakları altında çiğnenme cezasını vermiştir. Bu konuda elAʽşâ şöyle demiştir: Ha işte onu Rabbi ölümden kurtarmadı / O prangaya vurulup ölünceye dek perişandı el-İsfehânî, Kitâbü’l-Egânî, Beyrut 2008, II, 82. (A.H.). 121 Umeyye b. Ebi’s-Salt’a ait bir beyittir. el-İsfehânî, el-Egânî, XVII, 224. (A.H.). 122 Mütenebbî’nin, Hür oğulları gelinceye dek onları takdim eder / Yeryüzünün sırtındaki dağlar fevkinde onlara muhalefet eder. şiirinde geçen ecbâlâ/dağlar kelimesinin benzer kalıbını İbn Garsiye de aynen kullanmıştır. el-İsfehânî, el-Egânî, XVII, 223. (A.H.). 123 Astrûnûmî (Astronomi), yıldızlar ilmi demektir. (bkz. el-Harizmî, Mefâtihu’lʽUlûm (thk. İbrahim el-Ebyârî), Dâru’l-Kitâbi’l-ʽArabî, Beyrut 1989, s. 230 vd.) Aritmatîkî, sayı ve hesap ilmidir. (Bkz. İbn Haldûn, Mukaddime (haz. Süleyman Uludağ), I-II, Dergâh Yayınları, İstanbul 2007, II, 871.) Cûmetrîkî (Geometri), İbnü’n-Nedîm, Hendese manasında Cûmetriyâ’dır ve kurucusu İklîdis’tir denilmiştir. (İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, Tahran 1971, s. 325.) Harizmî, Geometri (Hendese), bir tür ölçme sanatıdır. Hendese, Farsça endâze yani ölçme anlamında Arapçalaşmıştır. (Harizmî, Mefâtih, s. 225) Murûcu’z-Zeheb’te, Geometri, ölçme, hendese ilmidir. (Mesʽûdî, Murûc, I, 278). el-Elûtikî’ye gelince, şiir anlamına gelen ‘Ebûtîka’dan (Apotika) bozulmuştur. Anûlûtîka (Analoji) ise, kıyas ve burhanın çözümlenmesidir. (el-Kıftî, İhbâru’lʽulemâ bi-ihbâri’l-hukemâ, Beyrut 2005, s. 33) Ûnûlîtîka (Analatik) yansıma anlamındadır. (Harizmî, Mefâtih, s. 181) el-Bûtîkî’ye (Peotikaya) gelince aslı el-Bertîkî’den bozulmuştur. Beyûtîkî (Peotika), şiir anlamında olup, tahayyül edilenin konuşulmasıdır. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 138 | Ali Hatalmış Onlar doğunun ve batının ülkelerine malik oldular / Yine onlar bundan böyle yönetimi sizlere verdiler.124 Tahkik ve analiz yaparsan görürsün; onlar kendilerini bedeni ve dinî ilimlere vakfetmişlerdir ve yüksek saray 125 gibi devenin tasviriyle de uğraşmamışlardır. Onların yapıp ettikleri İsâf ve Nâile’nin126 yaptığı gibi alçak fiiller değildir. Siz ne kadar da küçülmüşsünüz; Ebû Gübşân’ınız bir şişe şaraba Kâbe’yi satmıştır,127 Ebû Ruâl’iniz kökünüzü kazımak için Habeş fillerinin yularını çekerek Allah’ın Haremi’ne getirmiştir.128 (Gözlerinizi kapatınız! Bu hatırlatma sizi kötülüğe meylettirmiştir)129 Artırayım mı yoksa bu sana yetti mi? İşte ben; / Senin intihalinde 130 ne kadar ahmak ve şaki olduğunu gördüm. Ey Karga misali Araplar! Ters dönmüş elbise (deri) giyenlerin 131 geçmişinde bir övünç olamaz. Saptırıcı körlükten sakındıran Allahu Teâlâ’nın Tahayyülün manası ise, işitenin nefsinde ister arzulasın, ister ondan kaçsın ve isterse onu onaylamasın (zihinsel) bir canlandırmadır. Harizmî, Mefâtih, s. 178. 124 Bu kısım ez-Zahîre’de geçmektedir. Bkz. eş-Şanterînî, ez-Zahîre, III, 712. 125 Fedeniyye (köşklü) yüksek ve görkemli bir saraya benzetilmiştir. İbn Manzûr, Lisânü’l-ʽArab, XIII, 321. 126 İsâf b. Amr ve Nâile bnt Sehl Kâbe’de zina ettikleri, taş kesildikleri ve Kureyş’in onlara tapındıkları sanılmaktadır. el-Maʽarrî, Şurûhu’z-zend, s. 1315. 127 Ebû Gübşân’ın Kâbe’nin hizmeti vazifesini üstlendiğini, (ancak) Taif’te Kusay b. Kilâb ile birlikte içki (işret) meclisinde bulunduğu, Kusay’ın hileyle onu iyice sarhoş ettiği, şahitlerin huzurunda bir şişe şaraba, Kâbe’nin anahtarlarını satın aldığı, anahtarları sonra oğlu Abdüddâr’ın eline verdiği, Mekke’ye uçurduğu (hemencecik götürdüğü), (anahtarlara) el koyduğunda yüksek sesle bağırarak; Ey Kureyş topluluğu! Bu anahtarlar babanız İsmail’in anahtarlarıdır, Allah size bunları geri vermiştir, dediği, Ebû Gübşân’ın da sarhoşluktan kurtulduğunda, çok pişman olup debelendiği ittifakla anlatılmaktadır. el-Maʽarrî, Şurûhu’zzend, s. 1941-1942. 128 Ebrehe, Necâşî’nin Yemen valisi idi, Beyt’i yıkmaya azmetmişti. Yol üzerinde Taif’teki Sakîf’e uğramış, Mekke’nin yolunu göstermesi için Ebû Rügâl’i onlarla beraber göndermişti. İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Kahire 1955, I, 47-48. 129 Parantez içindeki bu kısım ez-Zahîre’de geçmektedir. eş-Şanterînî, ez-Zahîre, III, 712. 130 Başkasının malını (emeğini) aşırma anlamına gelen İntihâl, burada kişinin haksız bir konuda haklı gibi görünmeye çalışması anlamındadır. İbn Fâris, Muʽcem, III, 858. (A.H.) 131 ez-Zahîre’de ‫ فعلى فري األديم‬/ yünlü (kürklü) kısım derinin üzerinde olan açıklaması bulunmaktadır. (eş-Şanterînî, ez-Zahîre, III, 712.) Kürk kısmı dışarıda giyilen deri elbise anlamında mecaz bir anlatımdır. Hz. Ali’nin İslam ters dönmüş elbise gibi giyildi (İbnü’l-Hadîd, Şerhu nehci’l-belâga, Beyrut t.y., VII, 125; Adnan Demircan, Hz. Ali Nehcü’l-Belâgâ, İstanbul 2009, s. 115.) sözüne benzetilebilir. Post elbise, hem cins, hem şekil, hem de kullanım yönünden diğer elbiselerden farklıdır. Deri (post) elbise, yüzü en güzel en sanatkârane, en çekici, ama arkası en çirkin, en kara en nefret verici olan elbisedir. Güzel işlemeli ve en gösterişli giyildiğinde öcü olur. Çocukları onunla korkuturlar. Ali Şeriati, Hac, Ankara 2015, s. 14. (A.H.). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 139 çekip kurtardığı,132 İbrahimî nesepten ve İsmailî saygınlıktan gelen amcamızın oğlunda ancak bir övünç vardır. Amma biz Ehl-i Teslis ve Haç’a tapanlardandık. Sizler ise ahde vefa göstermeyen kirli dine ve putlara ibadet ederdiniz.133 Şaşılacak bir durum yoktur ki, sizden derin bir âlim ve analizci çıkmıştır. Altın külçesi toprakta bulunur. Misk bazı ceylanların kanından çıkar ki, deri kırbaya134 koyulan hoş bir kokudur. Allah aşkına onu bir özden yaratmıştır / Öz ise Benî Hâşim halkındandır. Özlerin özü aralarından gelmiştir. / O Ebu’l-Kâsım Nûru Muham- med’dir.135 İftihar edenlere karşı bu Ümmî Nebi’yi överim, onunla ilerleyenleri ve geride kalanları çok buluyorum. Ona; öncekilerin en şereflisine, dünya ve ahretin en cömerdine, peygamberliğe nail olanına, yol göstericiliği ve uygulamasında en temiz olanına; sayısız karınca ve kumlar adedince salat getiririm. Yine aynı şekilde yakınına vasıl olanlara, ona kılıç ve mızrak olan Ashâb-ı Kirâmı’na salat u selam ederim, Allah’ın en faziletli selamı onların üzerine olsun. En ufak lekesi olmayan Ey bedevi oğlu / İnsanların anlattığından öte bir şey söylemedim. Bunu tut: Sizlerin namusuna asla söz söylemedim ve lakin / Söylenen güzel şarkı gibi yalnızca terennüm ettim. Sonra ben Sâsân olmayan bir Gassân şairiyle; bu bayramda tehditvâri tarzda, bir türlü ulaşılamayan bu mevsimde, en evla şekilde tartıştım. Seni sonuna kadar kederde bıraktı. Sen medihten yüz çevirdin. Bize sağladığı 132 İnteşelnâ (biz soyan, yolumuzu kesen) anlamı pek mantıklı gelmemektedir. Nitekim Harun da, inteşelnâ yanlıştır, doğrusu ‘inteşânâ, boğulanı kurtarmak’ şeklindedir, demiştir. Murtezâ, Tâcu’lʽArûs, XXX, 491-492, XL, 85. 133 el-Meles’ten (kirlenen’den) el-melîs’tir (kirletici’dir). Burada bir insanın çoğu kez diğer insanlara vaat edip sözünde durmaması yani vefasızlığı anlatılmaktadır. Fîrûzabâdî, elKâmûsu’l-Muhît, s. 176. 134 Fetha ile el-mesk, deri manasına gelir. el-ʽAzalî (kırba) çoğulu el-ʽuzelâ (kırbalar). Bu kırbanın en alt kısmının ağzıdır. İbn Manzûr, Lisân, XI, 441-443. 135 Bu beyitler Murûcu’z-Zeheb’de “…min men kad berâ…(ondan kıldı/yarattı)” ve “saffetü’ssaffeti min Hâşimin (Özlerin özü Haşim’den)” ifadeleri aynen geçmektedir. Mesʽûdî, Murûc, II, 274. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 140 | Ali Hatalmış kazancı çok olan büyüğümüz, keskin oklara sahip ve zulme karşı duran başkanımız Mu’îzu’d-Devle’dir. 136 Ki o, insanların meliki, 137 yakınlıkların vesilesi,138 manaların manası, şarkıların şarkısı, Sâsânî riyasetinin sahibi ve insanlığın en nefisidir. Ucuz yolun yolcusu hadi git; yeryüzünün kovuklarını araştır yahut gökyüzüne merdiven kur. Bu aletle de belaları üzerine çek yahut sıkı sıkı tutunuşla himayesi altına girdiğin el-Basîd ve’l-Medîd’i tırmalayadur.139 Biz ise; azametimiz altında olandan başkasını tanımayan mevâli toplumuyuz. Son derece pişmanlık kapısını çalan bir uyarı, bir uyarıdır. Kuyu ipiyle çekilen bir kova 140 da olsa, günahlarının toplanmasından önceki pişmanlık günü sana fayda vermeyecektir. Şunu gördüm ki, arkadaşlığından korkan, sözü tahrif etmeden kısa tutarız. Azarlamanın zor olanına doyamazsın / Herkesin kavuşacağı bir güne kavuşursun141 Yapılanları övme her şeyin ilacıdır. / Velev ki tadı acı olsa da Ey şiirin bayraktarı, nesir ve nazmın müstakil kalemi;142 Senden hayâ duydum beni yalnız bırakma / Güzel bir özür dışında bir şeye Ona olan hakkıma karşılık verdim. / Hiciv kötüdür veya risaleyi 143 yazana sövgü 136 Muʽîzü’d-Devle lakaplı el-Meriye emiri Ahmed b. Muʽtasım b. Sumâdih et-Tûcibî’dir. İbnü’lEbbâr, el-Hulletü’s-siyerâ, Beyrut 1985, II, 89-90. (A.H.). 137 el-Kaylü (Sözlü, söz sahibi); Himyerîlerin ilk kralının adı idi. Kelime zamanla kral anlamında kullanılmıştır. İbn Manzûr, Lisân, IV, 215. 138 el-Emem, bu harekeyle kastedilen vasat (orta) veya yakınlık anlamındadır. İbn Manzûr, Lisân, XII, 28. 139 Aruz edebiyatında müfret (tekil) ve mürekkep (bitişik) 19 bahir (ana makam) bulunmaktadır. Bu bahirlerden dokuzlu olanı aynı zamanda Arapçaya özgün ve yaygın kullanılan vezinler arasındadır. (Tehânevî, Mevsuʽatü keşşâfi istilahâti’l-fünûn ve’l-ʽulûm, Beyrut 1996). Aruzun ana makamlarından bahr-i medîd, Fâʽilâtün, fâʽilün, fâʽilâtün, fâʽilün vezninden oluşmaktadır. Bahr-i basit ise, Müstefʽilün, fâʽilün, müstefʽil, faʽlün şeklindedir. (Tâhirü’l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, s. 22). İbn Garsiye belki bu yüzden söz konusu bahirlerle (ister uzun, ister sâde) övünerek Araplar bununla oyalanadurun, diyerek Araplara taş atmaktadır. (A.H.). 140 Zünûb (günahlar), fetha ile zenûb (kova) anlamına gelir. İbn Manzûr, Lisânu’l-ʽArab, I, 392. 141 ez-Zahîre’de, felâ-tetebeşşaʽ (doyamazsın) felâ-tettebiʽ (tabi olmaz), diğeri ise, yelkâke yevmen bi’l-kıyâhi lâkın (herkesin kavuşacağı bir güne kavuşursun). Ayrıca ez-Zahîre, veinne’şiʽra, ve hüve etemme veznin / şiir kalıbı tam tamına olandır. Aslında bu sözüyle de diğer şerhlerle uyum içindedir. (A.H.). 142 Maʽarrî, Şurûhu’z-zend, s. 1144-1149. 143 Burada risâle sahibi anlamındadır. İbn Manzûr, Lisânu’l-ʽArab, XI, 283. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 141 İşte bu bir günün azığında tek başınasın / Cimri infakını verdiğinde Nasıl sen yüksek karakterli olursun? / Yoldan senin iktisat etmen değildir. Fesahat sahibi güç verir, karşılık değil / Az iyilik ama rıza ile olanı Şayet bunda ölçü en doğru tartıyla / İllet harfinin çekimiyle yapılır. Ancak az olanı sana gönderdim / Benim durumum az olandan daha azdır. Ebü’l-A’lâ el-Ma’arrî’nin144 sözünden bunu aldım: Meleklerin tesbihâtı ve feleklerin yüzmesi ile sana selam olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Kaynakça el-’Abbâdî, Ahmed Muhtâr, Fi’t-tarîhi’l-Abbasî ve’l-Endelüsî, Dârü’n-Nehdati’l’Arabiyye, Beyrut 1972. Abbâs, İhsan, Tarîhu’l-edebi’l-Endelüsî (Asru’t-Tavâif ve’l-Murâbitîn), Dâru’şŞurûk, Amman 1997. Ali, Cevâd, el-Mufassal fî târîhi’l-ʻArab kable’l-İslâm, I-X, Manşûrâtü eş-Şerîf er-Radî, Bağdad 1993. Apak, Âdem “Şu’ûbîye Hareketinin Tarihi Arka Planı ve Tezahürleri: Asabiyeden Şu‘ûbiyeye”, İSTEM, yıl: 6, Sayı: 12, Konya 2008, s. 17-51. el-’Askerî, Ebû Hilâl Hasan b. Abdullah b. Sehl (400/1009), el-Evâil (thk. Muhammed Seyyid el-Vekîl), Dâru’l-Beşîr li’s-Sikâfeti ve ‘Ulûmi’lİslâmiye, Kahire 1998. el-Câhız, Ebû Osmân Amr b. Bahr (256/869), el-Beyân ve’t-tebyîn (thk. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), I-IV, Mektebetü’l-Hâncî, Kahire 1998. 144 Ebü’l-Aʽlâ Ahmed b. Abdullah b. Süleyman el-Maʽarrî (449/1057), ünlü bir Arap filozofu ve şairidir. İbn Garsiye (477/1084) onunla hemen hemen aynı çağda yaşamıştır. İbn Garsiye İslam toplumunda bazı farklı görüşleri yüzünden dışlanan büyük şair el-Maʽarrî’nin birçok beytini eserine alarak ve onun adını anarak ona açıkça iltifat etmiştir. Ebü’l-Aʽlâ el-Maʽarrî klasik İslam düşüncesine aykırı gelecek görüşlere sahip olsa da, züht hayatı yaşayan ve en çok tanınan bilginlerden birisi olmuştur. el-Maʽarrî’nin biyografisi için bkz. Sahbân Halîfât, “Ebü’l-Aʽlâ el-Maʽarrî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), X (1994), s. 287-291. (A.H.). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 142 | Ali Hatalmış …………, el-Buhelâ (thk. Ahmed el-’Avâmirî Bek, Ali el-Cârim Bek), Dâru’lKütübi’l-’İlmiyye, Beyrut 2001. …………, er-Resâil (thk. Abdüsselam Muhammed Harun), I-II, Mektebetü’lHâncî, Kahire 1964. Çağbayır, Yaşar, Ötüken Türkçe Sözlük, I-V, Ötüken Yay., İstanbul 2007. Ebû Temmâm et-Tâyî, Habîb b. Evs b. Hâris (231/846), Divân, el-Mektebetü’lVataniyye, Beyrut 1889. Ebü’l-A’lâ el-Ma’arrî, Ahmed b. Abdullah b. Süleyman el-Ma’arrî (449/1057), Şurûhu Sekati’z-Zend (Haz. et-Tebrîzî (502/1108), el-Batalyûsî (521/1127), el-Harizmî (618/1221), (ed. Taha Hüseyin, thk. komisyon), Dâru’l-Kütüb, Kahire 1945. Ebü’l-Fidâ, İmâdüddin İsmail b. Ali (732/1331), el-Muhtasar fî tarîhi’l-beşer, IIV, el-Matbaatü’l-Hüseyniyeti’l-Mısriyye, Kahire 1907. el-Ezherî, Ebû Mansur Muhammed b. Ahmed b. Ezher el-Herevî (370/980), Tehzîbü’l-lügâ (Muhammed Ivad Mer’ab), Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-’Arabî, Beyrut 2001. Ferrûh, Ömer, Tarîhu’l-Edebi’l-’Arabî, I-VI, Dâru’l-’ilm li’l-Melâyîn, Beyrut 1984. el-Fîrûzabâdî, Ebü’t-Tahir Muhammed b. Yakub (817/1415), el-Kâmûsü’lmühît (thk. Muhammed Nuaym el-Arkasûsî), Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 2005. Goldziher, Ignaz, “İspanya Müslümanları Arasında Şuubilik”, (çev. Ömer Özsoy), AÜİFD, Ankara, c.XXXV, s. 403-423. Halîfât, Sahbân, “Ebü’l-A’lâ el-Ma’arrî”, DİA, X (1994), s. 287-291. el-Harizmî, el- Muhammed b. Ahmed b. Yusuf (387/997), Mefâtihu’l’Ulûm (thk. İbrahim el-Ebyârî), Dâru’l-Kitâbi’l-’Arabî, Beyrut 1989. Hârûn, Abdüsselâm Muhammed, Nevâdirü’l-mahtûtât, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1991. Hatalmış, Ali, İslam Toplumunda Kölelik ve Cariyelik, Araştırma Yay., Ankara 2002. Hatîb el-Bağdâdî, Muhammed b. Ali (463/1071), Târîhu Bağdâd (thk. Beşşâr ʻAvvâd Maʻrûf), I-XVII, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut 2001. el-Himyerî, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdilmünʻim (900/1395), er-Ravdü’lmiʻtâr fî haberi’l-akŧâr (thk. İhsân Abbâs), Mektebetü Lübnân, Beyrut 1984. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 143 el-Humeydî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebî Nasr el-Ezdî (488/1095), Cezvetü’l-muktebes fî zikri vülâti’l-Endelüs, el-Mektebetü’l-Endelüsiyye 3 Dâru’l-Mısriyye, Kahire 1966. Hüseyin, Muhammed Hadır, Mevsûʻatü’l-aʻmâli’l-kâmile (nşr. el-Mühâmî Ali erRızâ el-Huseynî), I-XXX, Dâru’n-Nevâdir, Dımaşk 2010. İbn Abbâd es-Sâhib, Ebü’l-Kâsım İsmail b. Abbâd et-Tâlekânî (385/984), elMuhît fi’l-lüğa (thk. Muhammed Hasan Âl-i Muhammed Hasan Âl-i Yasin), I-XI, Dâru Âlemi’l-Kütüb, Beyrut 1994. İbn Abdirabbih, Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed (368/939), el-ʻİkdü’l-ferîd (thk. Müfîd Muhammed Kamîha, I-IX, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1983. İbn Beşkuvâl, Ebu’l-Kasım Halef b. Abdülmelik b. Mes’ûd (578/1183), Kitâbu’s-sıla fî tarîhi eimmeti Endelüs (thk. İbrahim el-Ebyârî), Dâru’lKitâbi’l-Mısrî, Kahire 1989. İbn Fâris, Ebü’l-Huseyn Ahmed b. Fâris (395/995), Mu’cemu mekâyisi’l-lüğa (thk. Abdüsselam Muhammed Harun), I-VI, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1979. İbn Fazlillah el-Ömerî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Yahya (749/1349), Mesâliku’lebsâr fî memâliki’l-emsâr (thk. Komisyon), I-XVII, Dâru’l-Kitabi’lİlmiyye, Beyrut 2010. İbn Haldûn, Veliyyüddin Abdurrahman b. Muhammed (808/1406), Târîhu İbn Haldûn (nşr. Halîl Şehâde), I-VIII, Dâru’l-Fikr, Beyrut 2000-2001. …………, Mukaddime, I-II, (haz. Süleyman Uludağ), Dergâh Yay., İstanbul 2007. İbn Hallikân, Ebü’l-Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed (681/1282), Vefâyâtü’l-’ayân fi enbâi ebnâi’z-zamân (thk. İhsan Abbas), I-VIII, Dâru Sâdır, Beyrut 1977. İbn Hamîs, Ebû Abdillah b. Asker (639/1241), A’lâmü Malkâ (thk. Abdullah Murabıt), Dâru’l-Garbi’l-İslâmî-Dâru’l-Emân, Beyrut-Rabat 1999. İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Said el-Endülüsî (456/1064), Cemheratü’l-ensâbi’l-’Arab (thk. Abdüsselam Muhammed Harun), Dâru’l-Me’ârif, Kahire 1982. İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişâm (213/828), es-Sîretü’nNebeviyye (thk. Mustafa es-Sakkâ vdğ.), I-II, Mektebetü Mustafa elBâbi’il-Halebî, Kahire 1955. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 144 | Ali Hatalmış İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmail b. Ömer ed-Dımaşkî (774/1373), el-Bidâye ve’nnihâye (thk. Abdullah Abdülmühsin et-Türkî ), I-XXI, Dâru Hicr, byy. 1997-1999. İbn Mâkûlâ, Ebû Nasr Ali b. Hibetillah (468/1093), el-İkmâl fî refʻi’l-irtiyâb ʻani’lmü’telif ve’l-muhtelif mine’l-esmâ’ ve’l-künâ ve’l-ensâb (nşr. Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî el-Yemânî), I-VII, Dâru’l-Kitâbi’l-İslâmî, Kahire 1993. İbn Manzûr, Ebü’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem (711/1311), Lisânu’l-’Arab, IXV, Dâru Sâdır, Beyrut ts. İbn Said el-Mağribî, Ebü’l-Hasen Ali b. Musa (685/1286), Kitâbu’l-Cuğrafyâ (neşr. İsmail el-’Arabî), Manşûratü’l-Mektebi’t-Ticârî, Beyrut 1970. ………, el-Mağrib fî hule’l-Mağrib (thk. Şevki Dayf), I-II, Dâru’l-Meârif, Kahire 1964. İbn Tolun, Ebü’l-Fazl Muhammed b. Ali (953/1546), Müfâkehetü’l-hillân fî havâdisi’z-zamân (nşr. Halîl el-Mansûr), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1998. İbnü’l-‘İmâd, Abdülhay b. Ahmed el-Hanbelî (1089/1679), Şezerâtü’z-zeheb fî ahbâri men zeheb (thk. Abdülkâdir el-Arnaût-Mahmûd el-Arnaût), I-XI, Dâru İbn Kesîr, Beyrut 1986-1993. İbnü’l-Ebbâr, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah Ebî Bekr el-Kudâ’î elBelensî (658/1260), el-Hulletü’s-siyerâ (thk. Hüseyin Mûnis), I-II, Dâru’l-Me’ârif, Beyrut 1985. …………., Tuhfetü’l-kâdim (nşr. İhsân Abbâs), Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut 1986. İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ali b. Muhammed el-Cezerî (630/1233), el-Kâmil fi’t-târîh (thk. Ebü’l-Fidâ Abdullah el-Kâdî-Muhammed Yûsuf ed-Dekkâk), I-XI, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1987-2003. İbnü’l-Faradî, Ebü’l-Velîd Abdullah b. Muhammed (ö. 488/1095), Târîhu’lʻulemâ ve’r-ruvât li’l-ʻilm bi’l-Endelüs (nşr. İzzet el-Attâr Hüseynî), I-II, Matbaʻatü’l-Medenî, Kahire 1988. İbnü’l-Hadîd, Ebû Hâmid İzzeddin b. Hibetullah b. Muhammed el-Medâinî (655/1257), Şerhu nehci’l-belâga (thk. Muhammed Ebü’l-Fadl İbrahim), I-XXII, Dâru’l-Cîl, Beyrut t.y. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 145 İbnü’l-Hatîb, Ebû Abdullah Lisanüddin Muhammed b. Abdullah (776/1374), elİhâtatü fî ahbâri Gırnata, (Muhammed Abdullah Gassân), I-IV, Mektebetü’l-Hancî, Kahire 1973. İbnü’l-İmrânî, Muhammed b. Ali (580/1184), el-İnbâ fî tarîhi’l-hülefâ (thk. Kasım es-Samerrâî), Dâru’l-Âfâki’l-Arabiyye, Kahire 2001. İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî (276/889), el-Me’ârif (thk. Servet ‘Ukkaşe), el-Hey’etü’l-Mısriyye, Kahire 1992. …………., Te’vîlü muhtelifi’l-hadîs (thk. Muhammed Muhyiddîn el-Esfar), elMektebetü’l-İslâmî-Müessesetü’l-İşrâk, Beyrut-Doha 1999. …………., Te’vîlü müşkili’l-Kur’ân (nşr. İbrâhîm Şemsüddîn), Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 2007. İbnü’l-Kutiyye, Ebû Bekr Muhammed b. Ömer b. Abdülazîz (367/977), Tarîhu iftitâhi’l-Endelüs (thk. İbrahim el-Ebyârî), Dâru’l-Kitâbi’l-Mısrî-Dâru’lKitâbi’l-Lübnânî, Kahire-Beyrut 1989. İbnü’l-Verdî, Ebû Hafs Zenüddin Ömer b. el-Muzaffer (749/1349), Tarîhu’lİbnü’l-Verdî, I-II, Kahire 1285. İbnü’n-Nedîm, Ebu’l-Ferec Muhammed b. İshak (385/985), el-Fihrist (thk. Rıza Teceddüd), Tahran 1971. el-İdrîsî, Muhammed b. Muhammed b. Abdullah el-İdrîs (560/1165), Nüzhetü’l-müştâk fî ihtirâki’-âfâk li’ş-şerîf, Beyrut h.1409. el-İsfehânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin (356/976), Kitâbü’l-Egânî, (thk. İhsan Abbas, İbrahim es-Se’âfîn, Bekr Abbas), I-XXV, Dâru Sâdır, Beyrut 2008. Kâtip Çelebî, Hacı Halife Mustafa b. Abdullah (1067/1657), Keşfü’z-zünûn ‘an esâmi’l-kütüb ve’l-fünûn (Kitapların ve İlimlerin İsimlerinden Şüphelerin Giderilmesi), I-V, (çev. Rüştü Balcı), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2007. el-Kıftî, Ebu’l-Hasen Cemaleddin Ali b. Yusuf (646/1248), İhbâru’l’ulemâ biihbâri’l-hukemâ (Haz. İbrahim Şemseddin), Dâru’l-Kütübi’l-’İlmiyye, Beyrut 2005. Kılıçlı, Mustafa, Arap Edebiyatında Şu‘ûbiyye, İşaret yayınları, İstanbul 1992. Komisyon, el-Mu’cemu’l-vasît, Mektebetü’ş-Şürûki’d-Devliyye, Kahire 2004. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 146 | Ali Hatalmış Macdonald, D.B., “Şu‘ûbiye”, MEB İslam Ansiklopedisi, (çev. komisyon), Devlet Kitapları, Eskişehir 2001, XI, 585-586. Mahfûz, Muhammed, Terâcimü’l-müellefîne’t-Tunisiyyîn, I-V, Dâru’l-Garbi’lİslâmî, Beyrut 1994. el-Mes’ûdî, Ebu’l-Hasen Ali b. el-Hüseyin (345/956), Murûcu’z-zeheb (thk. Abdülhamid), Dâru’l-Kitâbi’l-’Âlemî, Beyrut 1989. Murtaza ez-Zebîdî, Ebü’l-Feyz Muhammed b. Muhammed (1205/1790), Tâcü’l-’arûs min cevâhiri’l-Kâmûs (thk. Komisyon), I-XL, et-Türâsü’lArabî, Kuveyt 1965-2001. en-Neklâvî, Fethi – Kılıç, Hulusi, “Harun, Abdüsselam Muhammed”, DİA, XVI (1997), s. 256-257. Öz, Mustafa, “İbn Garsiye”, DİA, XIX (1999) s. 504-505. Özdemir, Mehmet, “Endülüs Emevîleri”, DİA, XI (1995), s. 211-225. ………...., “Endülüs’ün Yıkılış Sürecinde Öne Çıkan Bazı Hususlar”, AÜİFD, Ankara 1997, cilt: XXXVI, s. 233-256. ………...., “Müvelledûn’un Endülüs Emevî Döneminde Kültürel Hayattaki Yeri”, AÜİFD, Ankara 1993, cilt: XXXIV, s. 175-208. es-Safedî, Salâhuddîn Halîl b. İzziddîn (764/1363), el-Vâfî bi’l-vefeyât (thk. Ahmed el-Arnaût, Türkî Mustafâ), I-XXIX, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 2000. es-Suhârî, Ebu’l-Münzir Seleme b. Müslim, (511/1117) el-Ensâb (thk. Muhammed İhsan en-Nâs), I-II, byy, 2006. Sallâbî, Ali Muhammed, ed-Devletü’l-Ümeviyye ʻavâmilü’l-izdihâr tedâʻiyâtü’l-inhiyâr, I-II, Dâru’l-Maʻrife, Beyrut 2008. ve Sıbt İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Muzaffer Yûsuf b. Kızoğlu (654/1256), Mir’âtü’zzamân fî târîhi’l-a‘yân (thk. Muhammed Berekât vdğ.), I-XXIII, Dâru’rRisâleti’l-Âlemiyye, Dımaşk 2103. eş-Şanterînî, Ebu’l-Hasen Ali b. Bessâm (542/1147), Zahîre fî mehâsini ehl-i Cezîre (thk. İhsan Abbas), I-IV, Dâru’s-Sikâfe, Beyrut 1997. Şeriatî, Ali, Hac, Fecr Yay., Ankara 2015. et-Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir (310/923), Târîhu’t-Taberî (thk. Muhammed Ebü’l-Fadl İbrâhîm), I-XI, Dâru’l-Me‘ârif, Kahire ts. …………, Tefsîru’t-Taberî (thk. Abdullah Abdulmuhsin et-Türkî), I-XXVI, Dâru’l-Hicr, Riyad 2001. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 İbn Garsiye ve Şu‘ûbiye Risâlesi | 147 Tâhiru’l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı (neşr. Kemal Edib Kürkçüoğlu), Enderun Kitabevi, İstanbul 1984. et-Tehânevî, Muhammed A’lâ b. Ali el-Fârûkî (1158/1745), Mevsu’atü keşşâfi istilahâti’l-fünûn ve’l-’ulûm (nşr. Refik el-’Acem vdğ.), I-II, Mektebetü Lübnan, Beyrut 1996. Yâkût el-Hamevî, Ebû Abdullah Şihâbüddin b. Abdullah (626/1239), Mu’cemü’l-büldân, I-V, Dâru Sâdır, Beyrut 1977. ez-Zehebî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed (748/1348), el-ʻIber fî haberi men ğaber (thk. Muhammed es-Saʻîd b. Besyûnî Zağlûl), I-IV, Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1985. ……….., Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ (thk. Şu‘ayb el-Arnaût vdğ.), I-XXV, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1982-1988. .………., Tarîhu’l-İslam ve vefeyâtü’l-meşâhir ve’l-a’lâm (thk. Ömer Abdüsselam Tedmürî), I-LIII, Beyrut 1986-2000. Ziriklî, Hayreddin, el-A’lâm, I-VIII, Dâru’l-’İlm li’l-Melâyin, Beyrut, 2002. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 2, ss. 117-148 Ibn Gharsiya and The Tract of Shu‘ûbiyya: Introduction and Translation Citation / ©-Hatalmış, A. (2017). Ibn Gharsiya and The Tract of Shu‘ûbiyya: Introduction and Translation, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (2), 117-148. Abstract- Shu‘ûbiyya is a literary, political and social movement that rejects the idea that the Arabs are superior and praises their own nation. Those (Ehlü’t-Tesviye) who advocate the principle of equality of Islam inspiring from the word shu’ub (the people) in the surah Hucûrat of the Qur’an are accepted as the first pioneers of this movement. Later on, Shu‘ûbiyya turned into a literary movement edited on insulting the Arabs and praising their own tribes. In society, the demand for this movement is perceived as social segregation and separatism. In fact, those who stood up for this movement were accused of moving away from religion and returning to pre-Islamic beliefs. It is known that the biggest support for the Shu‘ûbiyya was given by the Persians and they led other Muslim nations as well. Shu‘ûbiyya in Andalusia has a somewhat softer tongue and style, although greatly influenced by the Persians. However, Shu‘ûbiyya, the tract of Ibn Garcia of the Andalusia criticizes the Arabs in a stern not to search the East. Abu Amir Ibn Garcia who lived in the last years of the Andalusian Umayyad State (756-1031) is an important poet of Saklab (Sakâlibe) origin. The Andalusian Umayyads formed a strong civilization and a common cultural climate on the Iberian peninsula. They sustained different religions, languages and cultures together and integrated all the citizens under the aegis of ummah. The poem written by Ibn Garcia has the feature of being the first literary product written in Andalusia. The tract is based on the view that the Ajams, in particular the Whites (IndoEuropean people), are superior in every respect to the Arabs. The history of Rome and Iran was presented as the common medal of the whites. Using words and literary arts, the Arabs are told in every possible way that they have been back from all walks of life and miserable lives. The Arabs have been despised and humiliated in their present and past lives. Expressions to praise the Prophet Mohammad (pbuh) were given, but it was stressed that his ancestors were not Arab. The Shuʽûbiyya Tract, since it was written, has caused wide repercussions in the minds and literary circles. A large number of rejections about it have been received. This work is almost identical with the name of Ibn Garcia. It was one of the first names that came to mind when they talked about Shu‘ûbiyya. It is thought that the Shu‘ûbiyya movement influenced many of today’s social, cultural, philosophical, political currents and thoughts, and even inspired them. It is hoped that our article will contribute to the studies on this current. The translation of this tract into our language, which is considered to be one of the most important studies of the Shu‘ûbiyya, will compensate for an important gap. The tract we have translated is in the studies of Abdussalam M. Harun’s Nevâdir alMahtûtât. In this study, important information is given about Ibn Garcia and the current movement. In our writings, the Shu‘ûbiyya movement (in particular Andalusian Shu‘ûbiyya), Ibn Garcia and the tract of Shu‘ûbiyya are introduced with the main lines by exploiting from the studies of other authors as well. In the last part, the full text and translation of the treatise is given. Keywords- The Shu‘ûbiyya al-Andalucia, Ibn Garcia, tractate, Arabs, Ajams