T.C.
ĐSTANBUL ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
TĐYATRO ELE TĐRMENLĐĞĐ VE DRAMATURJĐ ANABĐLĐM DALI
YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
TRAGEDYA VE ETĐK YA AM:
HÖLDERLĐN, HEGEL VE HEĐDEGGER’ĐN
TRAGEDYA YORUMLARI ÜZERĐNE BĐR
ĐNCELEME
EYLEM EJDER
2501120918
Tez Danı manı
Prof. Dr. Zeynep SAYIN
ĐSTANBUL 2015
TRAGEDYA VE ETĐK YA AM: HÖLDERLĐN, HEGEL VE
HEĐDEGGER’ĐN TRAGEDYA YORUMLARI ÜZERĐNE BĐR ĐNCELEME
Eylem EJDER
ÖZ
Antik Yunan tragedyaları aradan geçen yirmi be yüzyıllık bir zamana rağmen hala
gizemini, cazibesini koruyan dramatik bir tür, teatral bir temsil biçimi olmanın
ötesinde tarihin belli uğraklarında kaçınılmaz bir biçimde yüzümüzü döndüğümüz,
içinde ya adığımız zamanın siyasal, etik çalkantılarını onunla anlamlandırmaya
çalı tığımız bir mecradır. Bugün pek çok dü ünür ve farklı disiplinlerin çalı maları
sayesinde tragedyalar bir geçmi zaman kipinde ya amaktan azade olmu ,
imdide
yeniden dü ünülmeye ba lanmı tır. Böylesi bir niyetle tragedyalara yakla ımın
Alman dü ünürlerle birlikte ba ladığı söylenebilir. Bu tezde üç önemli dü ünür;
Hölderlin, Hegel ve Heidegger’in tragedya yorumları, üçünün de övgüyle söz ettiği
Sofokles’in oyunları ile açıklanmaya çalı ılmaktadır. Tezin iddiası üç dü ünürün de
tragedyaları insan ve doğa arasındaki çatı malı bir ili kiden doğru ele aldıklarıdır.
Hölderlin’de insan ve doğa arasında a ılması imkansız bir sınır vardır. Bu nedenle
tragedyaların anlamı paradoksaldır. Hegel konuya farklı açılardan yakla arak bu
çatı mayı kar ıtların birlikteliği ile dü ünmü ve çatı an taraflar arasında uzla mayı
sağlayacak bir etik düzenden medet ummu tur. Heidegger ise Hölderlin etkisiyle
sonlu, ölümlü bir varlık olan insanın bizatihi kendi doğasında bir çözümsüzlük
ya adığını göstererek insan varolu unun trajik özüne dikkat çekmi tir.
Çalı manın ilk bölümünde tragedya Đ.Ö. be inci yüzyıla dair bir tarihsel momentten
doğru ele alınarak tartı ılacak, ardından sırasıyla Hölderlin, Hegel ve Heidegger
açısından tragedya ve Sofokles oyunlarının icra ettiği anlama odaklanılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Tragedya, Trajik, Hegel, Hölderlin, Heidegger
iii
TRAGEDY AND ETHICAL LIFE: AN ANALYSIS ON HÖLERLĐN, HEGEL
AND HEIDEGGER’S INTERPRETATIONS OF TRAGEDY
Eylem EJDER
ABSTRACT
Beyond being a dramatical genre and a theatrical representation form that still
prevents its mystery and charm, Ancient Greek Tragedy is a zone where at some
historical turning points we ineluctably turn our face towards it and ask for insight
from it in order to be able to interpret the political, ethical upheavals we are passing
through. Thanks to many thinkers and studies from different disciplines, tragedies do
no longer have to live in the past, they started to be re-thought at the present time.
Analyzing tragedies with this novel approach has been initiated by German thinkers.
In this thesis, remarks of three important thinkers; Hölderlin, Hegel and Heidegger
about tragedy have been tried to be clarified based on Sophokles' plays which the
three thinkers praise. This thesis asserts that the approach of the three thinkers to
tragedies is based on the conflicting relationship between human and nature.
Hölderlin claimed that there is a border between human and nature which is
impossible to exceed. Therefore the meaning of the tragedies are paradoxical. Hegel
approached to the subject from many different perspectives and explained this
conflict through association of counterparts, so he appealed to an ethical life that will
provide reconciliation of conflicting parties. Inspired from Hölderlin, Heidegger
revealed that human experiences lack of solution due to its mortal entity and he
pointed out the tragic essence of human existence.
In the first part of this work, tragedy will be discussed as a historical moment at
5th century B.C. Further, the work will focus on the meaning of tragedy and
Sophokles' plays from Hölderlin's, Hegel's and Heidegger's perspectives,
respectively.
Keywords: Tragedy, Tragic, Hegel, Hölderlin, Heidegger
iv
ÖNSÖZ
Yunan tragedyalarını Hölderlin, Hegel ve Heidegger ile dü ünmek fikri ilk olarak
Sofokles tragedyalarına olan merakımdan te ekkül etti. Bu süreç özellikle
Sofokles’in Kral Oidipus tragedyasında, Oidipus mitini geçmi e doğru açarak
ilerleten, bu yolla oyunun imdi’sini, insan eylemini sorunsalla tıran bir dramatik
tekniği nasıl ve neden kullandığını dü ünmekle ba ladı. Bu dü ünsel süreç Jean
Pierre Vernant’ın eski Yunan dü üncesi, mitleri ve tragedya üzerine çalı malarıyla
Yunan tragedyalarını tam da Đ.Ö. be inci yüzyılda Yunanlılar’a özgü tinsel bir dünya
ile dü ünme zorunluluğa vesile oldu. Fakat tragedyalara dair ilgimin yönünü asıl
deği tirenin, Yunan tragedyalarının bize özgü olan doğanın temelini ifade ettiğini
i aret eden Hölderlin ve onun caesura kavramı olduğunu özellikle belirtmek,
Hölderlin’in hakkını teslim etmek isterim. Hölderlin ile ba layan süreç kaçınılmaz
biçimde diğer Alman dü ünürlerle de bulu acaktı. Onlarla birlikte tragedyanın
poetikasından tragedya-trajik olanın felsefesine doğru ilerleyi im yirmi be yüzyıllık
bir insanlık mirasının açılı ına tanıklık yapmamı sağlamı tır.
“Nereye bakılacağı gösterildikten sonra bir ey ke fetmek kolaydır” diyor Martin
Heidegger. Danı manım Prof. Dr. Zeynep Sayın, benim için böyle bir “gösteren”dir.
Bu çalı ma onun yol göstericiliğine olduğu kadar yaratıcı dü üncelerine, öğrencisi
olduğum andan itibaren her çalı mamı büyük bir heyecan, merakla destekleyip beni
yüreklendirmesine ve tezin tüm “ergenlik buhranlarını” anlayı la kar ılamasına da
minnet borçludur. Ayrıca metnin son haline kavu uncaya kadar geçirdiği a amaları
titizlikle takip eden, görü ve önerileriyle imdadıma yeti en Senem Donatan’a
özellikle te ekkür etmek istiyorum.
Son olarak kızları, ablaları ve teyzesi olmaktan gurur, mutluluk duyduğum anne/
babama, karde lerime, ailemizin uğuru Can Koç’a; zorlu bir süreci dostluklarıyla
atlatmamı sağlayan Güzide Aslı Köylü, Neriman Damla Sağlık, Melike Saba Akım’a
ve tez yazımı boyunca beni hiç yalnız bırakmayan Leyla’ya çok te ekkür ederim.
v
ĐÇĐNDEKĐLER
ÖZ ............................................................................................................................... iii
ABSTRACT ............................................................................................................... iv
ÖNSÖZ ........................................................................................................................ v
GĐRĐ .......................................................................................................................... 1
1. TRAGEDYAYI TANIMLAMAK ...................................................................... 11
1.1. Tragedyanın Tarihsel Momenti ...................................................................... 11
1.2. Aristoteles’in Tragedya Kuramı ..................................................................... 13
1.3. Hamartia/Trajik Hata ..................................................................................... 18
1.4. Yunanlılar’dan “Modernlere”........................................................................ 23
2. SOFOKLES/HÖLDERLĐN’ĐN TANIKLIĞI: TRAGEDYANIN
ARALANMASI ........................................................................................................ 28
2.1.Tragedyanın Paradoksu ve Hesaplanabilir Yasası .......................................... 28
2.1.1. Sofokles’in Thebai Üçlemesi: Mitsel Hikaye ve Olaylar Örgüsü ........ 29
2.1.2. Caesura ve Tiresias’ın “Saf Konu ma”sı ............................................. 32
2.2. Caesura, Zaman ve Tanrısalın Geri Çekili i .................................................. 44
2.3. Sofokles’in Tanıklığı ...................................................................................... 49
3. HEGEL’ĐN TRAGEDYA YORUMU ............................................................... 55
3.1. Hegel’de Trajik Olan ...................................................................................... 55
3.2. Tragedya ve Eski-Yeni Tanrılar Çatı ması .................................................... 58
3.3. Hegel’in “Etik Dünya”sına Kısa Bir Giri ..................................................... 62
3.4. Hegel ve Sofokles’in Antigone’si ................................................................... 65
3.4.1. Đlahi – Đnsani Yasa & Aile – Devlet Çatı ması .................................... 66
3.4.2. Antigone’nin Đkilemi ............................................................................ 76
3.5. Hegel’in Tragedya Yorumuna Đtirazlar .......................................................... 79
vi
3.6. Hegel’in Antigone Yorumuna Đtirazlar ........................................................... 81
4. HEĐDEGGER VE TRAGEDYANIN ONTOLOJĐK GÖRÜNÜMÜ ............... 89
4.1.Tragedya ve Metafizik..................................................................................... 91
4.1.1. Physis, Tekhne ..................................................................................... 92
4.2. “Görünüm Tragedyası” Olarak Kral Oidipus .............................................. 101
4.2.1. Oidipus’un/ Metafiziğin Körlüğü ....................................................... 107
4.3. Antigone ya da Varlığın Yurtsuzluğu .......................................................... 113
SONUÇ .................................................................................................................... 121
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 128
vii
GĐRĐ
Tragedya hakkında bugüne ula an ilk çalı ma, türün “mezarının çoktan kazıldığı”
Đ.Ö. dördüncü yüzyılda Aristoteles tarafından yazılan Poetika’dır. Alandaki ilk
basamak olan Aristoteles’in Poetika’sına kendisinden sonra tragedya hakkında
yapılan/yapılacak her çalı mada –bu çalı mada da olduğu gibi- “ön sıralardan” yer
tahsis edilmesi adet olmu tur. Bu jest sadece, Aristoteles’in tragedyanın isim hakkını
elinde tutmasından ötürü değil, onun tragedya türüne dair günümüzde de kabul gören
ilk yapısal reçeteyi sunmu
tragedyaya
Đ.Ö.
be inci
olmasından kaynaklıdır. Genel kanı Aristoteles’in
yüzyıl
Atinası’nın
etik,
siyasal,
dinsel,
kültürel
bağlamlarından bağımsız bir muamele uyguladığıdır. Gerçekten de Aristoteles,
ozanlarıyla birlikte ölmü olan tragedyanın “kökeni” hakkında ditrambik ezgilerden
söz etse de yazıldığı dönemin kent devletleriyle ili kisi hakkında hiçbir
ey
söylemez. Poetika’da tragedyaya dair yapılan ünlü yorum udur: “Tragedya soylu
[ahlaki bakımdan ağırba lı], tamamlanmı ve belirli bir uzunluğu olan bir eylemin
taklididir.”1 Eyleyenleri taklit eden tragedya aynı zamanda “seyircide acıma ve korku
duyguları uyandırarak ruhu tutkularından arındırma” i levine sahiptir. Sözü edilen
arındırma süreci ise hala üzerindeki aibeleri kaldırılamamı katharsis kavramı
olarak bilinmektedir. Aristoteles’ten sonra da tragedyaya dair sorulara doyurucu
cevaplar bulabilmek için yüzlerce yıl beklemek gerekmi tir. Bu çalı manın ilk
filizleri böylesi bir merak üzerinden uç göstermi tir. Tragedyada ele alınan insan
eyleminin insanın doğası, in a ettiği kültürü, içinde ya adığı topluluğuyla ili kisinin
boyutları nedir? Zamana direnmede en ba arılı sanatsal türlerden biri olan tragedya
neden bugün bizi bu denli cezbetmektedir?
Tragedyanın bağrından çıktığı kent devletle, zamanının etik dünyasıyla bağlantısı
konusunda bugün bizleri en çok aydınlatan Jean Pierre Vernant ve Pierre Vidal
Naquet’ın ortak çalı malarıdır. Onların çalı maları tragedyaları Đ.Ö. be inci yüzyıl
Yunan tinsel dünyası ile dü ünmeye vesile olmu tur. Vernant ve Naquet’in
çalı malarının “ekmeğini yemi ” bu tez onlara minnettar kalmı tır fakat tragedyalara
dair merakını doyurmak için ba ka mecralara dalması da kaçınılmaz olmu tur. Bu
1
Aristoteles, Poetika, Çev: Nazile Kalaycı, Ankara, Bilim Sanat Yayınları, 2005, s. 25.
1
çalı ma
tragedya
literatüründeki
gezginliğini
Yunan
tragedyalarından
büyülenmi çesine yazan Alman filozofların dü ünsel alemine doğru yöneltmi ,
Hölderlin, Hegel ve Heidegger’in tragedya yorumlarına odaklanmı tır. Zikredilen üç
dü ünür kendi zamanlarına ait etik, siyasal, ontolojik problemlere tatminkar yanıtlar
bulabilmek için tragedya sahnesine adım atmı lardır. Üçü de yirmi be yüzyıl önce,
tragedya sahnesinden bugünün insanlığına kalan bir mirası imdi’nin olanaklarıyla
yeniden canlandırma yürekliliğini göstermi lerdir. Bu miras, aradan geçen yüzlerce
yıla rağmen insanın doğa(sı)yla kurduğu ili kiden zuhur eden bir hakikattir. Çalı ma
boyunca insana dair bu hakikatin izleri sürülecektir.
Aristoteles ile ba layıp günümüze değin çe itli dü ünür ve ara tırmacılar yüzlerini
tragedyaya dönmü , tragedyayı tanımlamaya, bir tragedya kuramı geli tirmeye,
tragedya ve trajik olan arasındaki ili kiyi tesis etmeye çalı mı lardır. Öyle ki, Peter
Szondi, “Aristoteles’ten itibaren bir tragedya poetikası vardır. Ama sadece
Schelling’ten beri trajik olanın felsefesi vardır”2 diye yazar. Szondi, The Philisopy
of The Tragic (Trajik Olanın Felsefesi) adlı çalı masında bu yorumundan hareketle
“trajik olanın felsefesini” Shelling, Hölderlin, Hegel, Nietzsche, Goethe ve daha bir
çok Alman dü ünürün nazarında “az ama öz” bir biçimde analiz eder.
Platon, Aristoteles gibi tragedyanın kaynağına en yakın Yunan dü ünürlerden sonra
tragedya ve trajik olan hakkında en çok dü ünenler Alman filozoflardır. Örneğin;
Schelling’e göre “Yunan tragedyası, insan özgürlüğünü, kahramanın yazgısının üstün
gücüne kar ı verdiği sava la yükselten”3 bir türdür. Schelling’te tragedya,
“kahramanın kaçınılmaz bir cürümün cezasını gönüllü ta ıma ve özgürlüğün
yitimiyle özgürlüğü kanıtlama dü üncesi”4dir.
Trajik olan üzerine dü ünen Max Scheler ise trajik olanın evrenin kendisine ait bir
öge olduğunu, bir durum ya da sanat yapıtının trajik olması için, evrende bizatihi
bulunan bu trajikten nasibini almı olması gerektiğini dü ünmü tür. Scheler’in
sözünü ettiği dünya, değerlerle donanmı bir insan dünyasıdır. Scheler için trajik olan
2
Peter Szondi, “Introduction”, The Philosophy of The Tragic, Translated by Paul Fleming,
California, Stanford University Press, 2002, s. 1.
3
Szondi, a.g.e., s. 1.
4
A.e, s. 1.
2
ya adığı dünyanın değerlerinden bağımsız dü ünülemeyecek bir insanla ilgilidir.5
Scheler’in trajik tanımı öyledir: “Trajik, en ba ta, yüksek olumlu değer ta ıyıcıları
arasında hüküm süren bir çatı madır.”6 Trajik olay, çatı an iki değerden birinin
diğerine üstün gelmesiyle cereyan eder. Tragedya söz konusu olduğunda çatı an iki
değer de olumlu özelliğe sahiptir. Daha açık ifade edilirse iki değerin de temsil ettiği
eylem ahlaki olandır.
Alman filozoflar arasında Yunan tragedyası üzerine en çok dü ünen ki i belki de
Friedrich Nietzsche’dir. Nietzsche, Tragedyanın Doğu u7 ve Yunan Tragedyası
Üzerine Đki Konferans’ta8 tragedyayı Yunan tanrıları Apollon ve Dionisos’un
birbirinden ayrılmaz uyumu, bir aradalığı ile açıklamaya çalı ır. Nietzsche’ye göre
Zeus ile Hera’nın oğlu olan Apollon uyumun, düzenin, ölçülülüğün tanrısı olarak
nitelenirken, Zeus ile Semele’nin oğlu olan ve titanlarca parçalanıp Zeus’un
baldırından ikinci kez doğan, Yunanlılar’ın çok sevdiği tanrısı Dionisos’a ise
esriklik, yıkım, kendinden geçme, yaratıcılık, gizin içinde saklı gerçek gibi özellikler
atfedilmi tir. Tragedya ilk anında bu iki tanrı arasındaki uyumdan doğmu tur. Fakat
ikisi arasındaki dengeli birlik zamanla bozulmu , dans, müzik ve korodan olu an
tragedya mitin kurmacaya dönü mesi, olaylar örgüsünün icat edilmesi, oyuncunun
artması, dekorun ortaya çıkı ıyla, en çok da koro arkılarının diyaloğa yenilmesiyle
yozla mı tır. Çünkü tüm bu özellikler Apollonik olana, biçime, akla dairdir.
Ba langıçta Dionisos ve Apollon’a özgü ögelerin dengesi Apolloncu “rasyonalist
düstur” ile a mı ve böylece tragedya bozulmaya yüz tutmu tur. Nietzsche için bu
dengenin tezahürü olan öge koro’dur. Daha ziyade koro tragedyanın can damarı
olduğu için, koro arkılarının diyolog kar ısında azalması tragedyanın can damarının
da kurumasına yol açmı tır.
5
Đonna Kuçaradi, Sanata Felsefeyle Bakmak, Ankara, Türkiye Felsefe Kurumu, 2013, s. 1-4.
A.e., s. 7.
7
Friedrich Nietzsche, Tragedyanın Doğu u, Çev: Mustafa Tüzel, Đstanbul, Đ Bankası Yayınları,
2011. Nietzsche’nin tragedya hakkındaki görü lerini billurla tırabilmem de hocam Prof. Dr. Beliz
Güçbilmez’in yol göstericiliğinin önemi büyüktür. 2012-2013 yılında D.T.C.F. Tiyatro bölümünde
Tragedyanın Doğu u üzerine yürütülen okuma ve tartı maların bu noktada teze katkı sağladığıdığını
belirtmek isterim.
8
Friedrich Nietzsche, Yunan Tragedyası Üzerine Đki Konferans, Çev: Mahmure Kahraman,
Đstanbul, Say Yayınları, 2005.
6
3
“Ba langıçta tragedyanın koro tarafından seslendirilen uzun bir arkıdan ba ka bir
ey olmadığı herkesçe bilinir: bu tarihi bilgi, gerçekten bu tuhaf soruna açıklık
getirmektedir. Antik tragedyalanın esas ve genel ba arısı, en zirvede olduğu
dönemde bile koroya bağlıydı: koro özellikle ihmal edilmemesi, önemsenmesi
gereken bir faktördü. Oyun sanatının yakla ık Aiskhylos’tan Euripides’e kadar
içinde bulunduğu a ama, koronun olabildiğince arka plana atıldığı ve sadece genel
atmosferi belirleyecek ölçüde olduğu bir a amaydı. Bir adım ileriye gidilse, sahne
orkestraya, topluluk doğduğu kente egemen olurdu; sahne ki ilerinin diyaloğu ve
onların solo arkıları ön plana çıkmı , o zamana kadar geçerli olan koronun
müzikal anlamdaki etkisini bastırmı tır.”9
Yozla ma Nietzsche’ye göre Sofokles’le ba lamı , Euripides’e gelindiğinde doruğa
ula mı tır. Çünkü sahnedeki oyun ki ileri, koro üyeleri Dionisos’un acı çeken
bedeninin parçaları gibidir. Trajik kahramanların her biri Dionisos’un acı çeken
“maskeleridir”. Euripides ise yarı-tanrı oyun ki ilerini bir tarafa bırakıp, gündelik
insanları konu edinmesiyle, özellikle Dionisos’u bir oyun ki isi olarak sahneye
ta ımakla
“çoktan
Nietzsche’nin
can
çeki en”
tragedyanın
ölümüne
vesile
olmu tur.10
yorumunda Hölderlin, Hegel, Heidegger gibi diğer Alman
dü ünürlerden farklı olarak tragedyanın çökü ünde Sofokles’in de parmağı vardır.
“Çok açık konu ursak, Yunanlılar’ın müzikli oyununun en parlak ve zengin
dönemi, Aiskhylos’un Sofokles’in etkisinde kalmadan önceki ilk önemli
dönemidir. Sofokles’le çökü yava yava ba lamı tır; ta ki sonunda Euripides,
Aiskhylos tragedyasına kar ı gösterdiği bilinçli tepkiyle, sonu çok hızlı biçimde
hazırlayıncaya kadar.”11
Açıktır ki Nietzsche için tragedya en iyi halini Aiskhylos’un ilk döneminde
geçirmi tir. Yani ba langıçta tragedya yalnızca korodur, drama değildir. Peki
Sofokles’in tragedyaya etkisi, tragedyanın çökü ündeki rolü nedir? Sofokles’te
9
A.e, s. 14-15.
Nietzsche, Tragedyanın Doğu u.
11
Nietzsche, Yunan Tragedyası Üzerine Đki Konferans, s. 34.
10
4
koronun etkisi azalmı , koro oyuncuya dönü mü tür. Nietzsche için Aristoteles,
koroyu kullanma biçimiyle Sofokles’i övse de Sofokles, Dioniosus’un maskeleri olan
koroyu, dolayısıyla tragedyanın Dionizyak a amasını, tragedyanın doğasını tarumar
etmi tir. Ayrıca Sofokles, mitleri yava yava kurmacaya dönü türen bir yazardır.
Nietzsche’ye göre Sofokles kahramanlarının dili Apolloncu bir keskinlik ve açıklık
ta ımaktadır.
Kahramanların
Apolloncu
maskesi
Dionisos’a
dair
olanı
bastırmaktadır. Dahası Sofokles’in Oidipus mitine yakla ımında u biçimde bir
söylem ortaya çıkmaktadır. Oidipus, Sfenks’in bilmecesini bilen bir bilge olarak
sunulmu tur. Fakat bu bilge adam bilmeden babasının katili ve annesinin kocası
olmu , en kutsal olan doğa düzenini bozmu tur. “Sanki bu mitos kulağımıza,
bilgeliğin, özellikle de Dionisosçu bilgeliğin doğaya aykırı bir vah et olduğunu, bilgi
sayesinde doğayı yok olma uçurumuna itenin, doğanın yok olu unu kendi üzerinde
de deneyimlemesi gerektiğini fısıldıyor gibidir”12 der Nietzsche. Bu noktada çalı ma
boyunca incelenecek Hölderlin, Hegel ve Heidegger’in Sofokles’e bakı ıyla
Nietzsche’nin Sofokles’i değerlendiri i arasında çalı ma açısından bir yol ayrımı
olu ur. Nietzsche’nin “çekiçle felsefe yaparak” geri dönmek istediği Apollonik ve
Dionizyak olanın birlikteliği Sofokles’e gelindiğinde ayrı maya ba lamı tır. Đlginçtir
Nietzsche gibi Heidegger de tragedyalarda koro arkılarına ehemmiyet verir. Fakat
iki dü ünürün tragedya nezdinde koroya yakla ımları farklıdır. Nietzsche,
tragedyanın canı olarak görür koro arkılarını ve tragedyanın arkılı, danslı, müzikli
doğasıyla ilgilenir. Oysa Heidegger çalı manın son bölümünde görüleceği gibi koro
arkılarının biçimine değil içeriğine odaklanır. Koro
arkılarının içeriği insan
varolu unun örtülü hakikatine dair airane bir kelam sunmaktadır. Benzer bir ili ki
Hegel için de kurulabilir. Hegel de koronun biçimine değil arkıların içeriğine ve
koronun çatı an taraflar arasında denge kurarak uzla tırma gücüne bakmaktadır.
Nihayetinde Hegel için her eylem, “etik düzenin huzuru” adına yapılmalıdır.
Bu çalı ma elbette Sofokles’in “fanatikleri”ni bir araya getirmek üzerine
yapılanmıyor. Buna rağmen yine de okuyucuyu Sofokles’e özgü bir dramatik hünerin
lezzetine varmaya ve onun trajik kahramanlarının sadece kendi zamanlarının tarihsel,
siyasal, ontolojik, etik ko ullarına çakılı kalmayı ları üzerine dü ünmeye çağırıyor.
12
Friedrich Nietzsche, Tragedyanın Doğu u, s. 59.
5
Romantik dönemden, Alman Đdealizmi’ne, Heidegger’e değin Alman dü ünürler için
Yunan dü üncesi ve tragedyaları bereketli bir topraktır. Keza, tezde yararlanılan
Dennis Schmidth, On Germans & Other Greeks: Tragedy and Ethical Life, Peter
Szondi, The Philosophy of The Tragic çalı maları bu dü ünürlerin tragedya
görü lerini titizlikle serimlemi lerdir. Adı geçen çalı malar bu teze hem ilham vermi
hem de tezin “paniklediği” anlarda tutunduğu “can simitleri” olmu tur.
Bu çalı manın ortaya çıkı ında en büyük rol, tragedyayı geçmi ten bugüne ta ıyarak
tartı an üç dü ünüre ve bir tragedya yazarı/ozanına aittir. Tez, Antik Yunan
tragedyalarının Alman filozoflar Hölderlin, Hegel ve Heidegger açısından icra ettiği
anlamı açıklamaya odaklanıyor. Bu tezde üç dü ünürün ortak noktası; Antik Yunan
tragedya yazarı/ozanı Sofokles’in Kral Oidipus ve Antigone tragedyalarını
yorumlamalarındaki tavırları olduğu kadar Sofokles tragedyaları üzerinden insan ve
doğa arasında bir çatı mayı da tartı malarıdır. Örneğin; Hölderlin, Sofokles’in Kral
Oidipus ve Antigone tragedyalarını tanrısallıkla yapılan bir tanıklık –tanrısalın geri
çekili inin, tanrı ve insanın çifte sadakatsizliğinin tanıklığı- olarak okur, Oidipus’u
bilmeye olan tutkusu yüzünden modernin öncüsü, Antigone’yi deyim yerindeyse bir
“cumhuriyetçi” olarak görür.13 Hegel ise Antigone’yi tüm zamanların her bakımdan
en iyi eseri olarak” yüceltmektedir. Heidegger ise, Oidipus’u kendi varlığının gizini
ortaya çıkaran, varlığın hakikatini if a etme cüretini gösterebilen bir figür olarak
okurken, Antigone’de techne/teknik sayesinde insanın doğayı dönü türme,
deği tirme potansiyellerine odaklanır.
Her üçü de Sofokles’e bakarak trajik figürlerin eylemini sorunsalla tırmaları, trajik
çatı mayı insan ve doğası arasındaki ili ki üzerinden dü ünmeleriyle eski Yunanlılar
ile
imdi’nin insan eylemi arasında sadece bir köprüyü in a etmez, geçmi le
aramızda kalan bir hakikatin giz perdesini de aralarlar.
13
Hölderlin’in tragedyaya yakla ımı konusunda Philippe Lacoue-Labarthe’ın çalı maları teze
rehberlik etmi tir. Lacoue-Labarthe’ın yorumuna göre Hölderlin için temel önem ta ıyan tragedya
Antigone’dir. Çünkü Antigone tragedyanın özünü temsil etmesi ve tragedyanın bir daha tekrar
edilemez, çevirilemez olu uyla en Yunanlı tragedyadır. Yunan tragedyaları bize özgü olan doğanın
temelini ifade etmektedir. Philippe Lacoue-Labarte, Typography:Mimesis, Philosophy, Politics, with
and introductions by Jacques Derrida, Edited by: Christopher Fynks, London , Harward University
Press, 1989, s. 209-215.
6
Gizlenen, Heidegger’in Herakleitos’tan ödünç aldığı bir kavramla konu ulursa insan
varolu u ile tanrılar/doğa arasındaki sava tır yani polemos’tur. Hölderlin’de insanın
doğasıyla olan bu çatı ma, insan ve tanrısal olan arasındaki a ılması imkansız bir
sınırdır. Tragedyanın trajik çatı masında uzla ma imkansızdır. Hegel’de ise
Hölderlin’e rağmen kar ıtların birliğiyle olu an “etik düzen” bir uzla mayı
barındıracaktır ya da olması gereken budur. Hegel’in dü üncesinde her ey kendi
kar ıtı ve bu kar ıtların birlikteliği içerisinde ele alınmaktadır. Hegel için uzla ma
öylesine önemlidir ki,
Aristoteles’in tragedyaya “uyandırdığı korku ve acıma
duygularıyla ruhu tutkularından arındırma” i levi yüklediği “ünlü katharsis
öğretisine”
Hegel, bir de uzla ım duygusunu eklemeye çalı ır.14 Heidegger’e
geldiğimizde ise Hölderlin’in etkisiyle bu uzla ma yine mümkün olmayacaktır.
Çünkü “her eye çare bulan ama ölüme çare bulamayan insan” bu dünyadaki
yurtsuzluğu, tekinsizliğiyle kendi doğasında çözümsüz bir çatı ma ya amaktadır.
Sofokles tragedyaları insanın bu trajik özünün if asıdır.
Tezin ilk bölümü tragedyayı tanımlamak üzerinedir. Bu bölümde tragedyalar sadece
festivalden ne et etmi , dramatik bir tür olarak değil aksine Yunan siyasal ve etik
ya amıyla kanbağı ili kisiyle kısaca dü ünülecektir. Vernant’ın da dediği gibi
tragedya kendisinden ve kar ıla tığı hukuki sorunlardan bahsetmektedir. Konu an ve
konu ulan ey, sıralarda oturan izleyicilerdir ama her eyden önce kent-devletin yani
polis’in kendisidir. Tragedya sahnede kendisini canlandırmakla kalmaz, kendi
problemlerini de canlandırır. Ayrıca adına Yunan tragedyası denilse de tragedya
Atina’da doğup geli tiği için Vernant’a göre Atina tragedyası demek daha isabetli
olacaktır ve Atina tragedyası hem Atina kent-devleti tarafından icat edilmi hem de
kendisini icat eden kent-devletin icadına katkıda bulunmu tur.15 Bu detayın altı
çizilse de yapılan okumalar, yararlanılan kaynaklar arasında bir dil birliği sağlamak
için aslında “Atina tragedyası” olan olgudan Yunan tragedyaları olarak söz
edilecektir.
14
G. W. Hegel, Estetik II/Güzel Sanatlar Üzerine Dersler, Çev: Taylan Altuğ-Hakkı Hünler,
Đstanbul, Payel Yayınları, 2015.
15
Jean Pierre Vernant- Pierre Vidal, Eski Yunan’da Mit ve Tragedya, Çev: Sevgi Tamgüç- Re at
Fuat Çam, Đstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2012, s. 27.
7
Birinci bölümde tragedyanın kent-devletle kar ılıklı ili kisine göz atılacak ve
tragedyanın dramatik bir tür olarak da tanımı yapılmaya çalı ılacaktır. Son olarak
tragedyada kahramanın eylemi, trajik hatasının anlamı tartı ılacaktır. Burada
tragedyaya dair yapılan derleme aynı zamanda tragedya ve etik ya am üzerine genel
bir serimleme olarak görülebilir.
Tezin etik ile bağlantısı udur: Etik sözcüğü doğrudan tragedyada insan eylemiyle
ilgili bir mesele, onda insan eyleminin nasıl gerçekle tiği, ortaya çıktığı, sonuçlarının
ne olacağına i aret eden bir kavram olarak kullanılmaktadır. Đnsan eylemini konu
alan etik, felsefi alanlarda epistemoloji ve ontoloji ile yakından ili kilidir. En yalın
haliyle etik, insan eylemlerini konu alır denilebilir. Bu eylemler için bir kararı,
arzuyu, isteği hayata geçirmeye çalı mak, tutum, davranı sergilemek gibi örnekler
verilebilir. Yine de “etiğin konusunu her türlü insan faaliyeti, eylemi ve davranı ı
değil de öncelikle ahlakiliğini vurgulayan, yani ahlaki olanlar olu turur.”16
Tragedyada çatı mayı ba latan da insanın seçmek zorunda kaldığı eylemidir. Bu
eylem tragedyada insanı hiçbir zaman mutlu kılmaz. O her zaman kaybetmek
zorunda olduğu bir eylemi seçmekte ve bu eylemle i lediği cürümün sonuçlarına
katlanmak zorundadır.
ayet etik, insan eylemine dair bir alan ise felsefe tarihi
boyunca insan eylemini harekete geçirenin hep arzu olduğu dü ünülmü tür. Bu arzu
bir taraftan insanın bilmeye, sınırlarını a maya dair tutkusudur. Aynı zamanda Hegel
bölümünde görüleceği gibi onun “etik düzenini” sağlıklı bir biçimde tesis eden
kar ılıklı birbirini tanıma arzusudur.
Đkinci bölüm Hölderlin’in Sofokles tragedyaları yorumu üzerinedir. Hölderlin
tragedyanın anlamının paradoksal olduğunu belirtmekle beraber tragedyanın
hesaplanabilir bir yasaya sahip olduğunu dü ünür. Burada onun bu izahatı
açıklanmaya çalı ılacaktır. Bu izahta Hölderlin için en önemli kavram bir iir terimi
olan caesura’dır. Tragedyanın trajik çatı ma anında Hölderlinci caesura,
kendisinden sonra ba langıç ve sonun bir daha koordine edilememesi, tragedyanın
eskiye dönemeyecek biçimde bir ara-lanma ya amasına sebep olacaktır. Hölderlin
caesura anında kahramanın ya adığı trajik çatı maya ve bu çatı manın çözümünün
16
Annemarie Pieper, Etiğe Giri , Çev: Veysel Atayman-Gönül Sezer, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları,
2012, s. 18.
8
imkansızlığına odaklanır. Aslında Hölderlin’de insan ve doğa arasında çözümsüz bir
çatı ma söz konusudur. Hatta Hölderlin tragedyanın anlamının paradoksal olduğuna
dair tespitine insan ve doğa arasındaki ikili ili kiden doğru kanaat getirmi tir. Đnsan
doğanın hem ürünüdür hem de sanat, çalı ma yoluyla doğadan farklı olan yapıtlar
ortaya koymaktadır. Paradoks ise insanın hem doğanın “eseri” olması hem de kendisi
de dahil her eyi kendi kendinin eserine çevirmesidir. Doğa da kendini ancak insanın
etkinlik ve emeklerinde ortaya çıkarmaktadır. Hölderlin, doğanın gücünü, trajik
kahramanın güçsüzlüğünde, bir gösteren olarak trajik kahramanın sıfıra e it olduğu
anda okur. Onun tespit ettiği caesura ile ba layan trajik çatı ma insanın doğa
kar ısındaki hakikatini sunar. Đnsan, doğa kar ısında hiçbir ey yapamayan ve doğa
tarafından yok edilmeye mahkum bir varlıktır. Trajik anda kahramanın doğa
kar ısındaki beyhude eylemleri sonucu olu an çatı ma insan ve tanrısal olan
arasındaki çatı ma olarak tezahür eder. Kendi dahil her eyi eserine çeviren insan
bilgisinin, bilme yetisinin sınırlılığı, sonluluğu kar ısında mağlup olandır. Sofokles
tragedyaları ise Hölderlin için tam da insanın doğayla, tanrısallıkla yaptığı böylesi bir
tanıklığı sunar.
Üçüncü bölümde Hegel’in tragedya yorumu incelenecektir. Çalı mada Hölderlin’le
ba latılan tragedya tartı masına Hegel çok farklı bir konumdan dahil olur. O, insanın
doğa(sı) ile ya adığı çatı mayı ya amın çatı malı birliği olarak okumak arzusundadır.
Hegel için insanın hakikati, hakiki varlığı onun eylemidir. Đnsan, i , emek üretmesi,
çalı ması suretiyle kendini gerçekle tirecektir. Đnsan bir devletin vatanda ı, bir
cemaatin azası olarak gerçekle tireceği eylemiyle kendini de özgür ve tarihsel bir
birey olarak tamama erdirir. Onun, insan ve doğa arasında tesis edeceği ili ki insanın
doğa durumundan yasalara, hukuki bir düzene geçi idir. Hegel, Hölderlin’de
göreceğimiz çatı manın devasını kar ıtların birlikteliği ve çatı manın uzla ımını
barındıracak bir etik düzende görmektedir. Đnsan ve doğa arasındaki ili ki
tragedyalarda i lenirken Hegel’e göre bir krizin taraflarını açığa çıkarır. Bir tarafta
insanın doğal ya amı, aile, kanbağı ili kilerinin dayattığı yasalar, diğer tarafta içinde
ya adığı cemaatin yasaları. Bu değerlendirmelerin ufkunda Hegel’in tragedya ve
trajik olan dü üncesinin ardından onun bugüne nam salmı
Antigone yorumu
kendisine yöneltilen itirazlarla birlikte incelenecektir. Elbette bu inceleme Antigone
9
gibi bir tragedyanın Joan Copjec’in deyimiyle “zaman içindeki göçebeliğini”17 seyre
davet ettiği kadar Atinalı bu genç kadının bugün bizleri neden bu denli cezbettiğini
de anlamaya yarayacaktır.
Son bölümde ise Hölderlin ve Hegel’den sonra Heidegger’in tragedyaya yakla ımı
merceğe alınarak insanın trajik özü tartı ılmaya açılacaktır. Heidegger diğer
dü ünürlerden farklı olarak tragedyaya kelimenin tam manasıyla ontolojik açıdan
yakla ır. Tragedya aracılığıyla batı metafizik geleneğinin yanılgı/körlüğünü te hir
etmeye çabalayarak Sofokles tragedyaları nezdinde bizleri varlığın hakikati üzerine
dü ünmeye davet eder.
Son olarak bu çalı ma Hölderlin, Hegel ve Heidegger’in tragedya yorumlarını
açıklamaya çalı ıyor. Bu açıklama sadece üçünün görü lerine bağlı kalmayacak;
onları tartı an Judith Butler, Luce Irigaray, Jacques Lacan, Philippe Lacoue-Labarthe
gibi dü ünürlerle zenginle tirilecektir. Üç dü ünür birlikte okunduğunda görünen
manzara udur: Üçünün de tragedya deyince Sofokles’i parmakla göstermeleri, kendi
dü ünsel serüvenlerinde Sofokles’in Thebai üçlemesine ayrıcalıklı bir yer tahsis
etmi
olmalarıdır. Çalı ma boyunca görülecektir ki, üç dü ünürün tragedya
yorumunda insanın doğa(sı)yla kurduğu çatı malı ili ki ba at rol oynamaktadır.
17
Joan Copjec, “Azmin Mezarı: Antigone Üzerine, Tutki Kadın Yok: Etik ve Yüceltim, Çev: Barı
Engin Aksoy, Đstanbul, Encore Yayınları, 2005, s. 22.
10
1. TRAGEDYAYI TANIMLAMAK
1.1. Tragedyanın Tarihsel Momenti
Tragedyaya dair bilinen ve kabul gören en yaygın anlayı tragedyanın Đ.Ö. be inci
yüzyıl Eski Yunan dünyasında Atina’da, Tanrı Dionisos’a adanan festivallerde
yapılan yarı malar sonucu ortaya çıktığıdır.
Jean Pierre Vernant ve Pierre Vidal Naquet’in çalı malarında festivallerden te ekkül
eden tragedya u biçimde tariflenir: Tragedya be inci yüzyıl Atina’sında tarihi bir
momente sahip dramatik bir biçimdir. Çünkü bu tarihi e ikte adına polis denilen kent
devletlerle birlikte siyasi kurumlar, dü ünceler, davranı sistemleri geli mi , eski
biçimler yerini yeni bir rejimin değerler sistemine bırakmı tır, bu durumda zıtlıklar
kaçınılmazdır. Tragedya böylesi bir tarihi anda be inci yüzyıl Yunanlılarına özgü
tinsel bir dünyanın tecessümüdür. Tragedya dü üncesi de bu tinsel dünyanın
çatı malarını ya ayan insanın kendini özgün bir edebi tür biçiminde dile getirmesi ile
olu ur. Dolayısıyla trajik bilinç de tragedyayla birlikte doğar ve geli ir. Tragedya
öylesine kendine, kendi tarihsel ko ullarına özgü bir türdür ki, hem Yunan etik,
siyasi, dini ya amı, kısacası kent-devletin (polis) temsilidir hem de onun kendi
icadıdır.18 Vernant’a göre; Bir temsil türü olarak tragedya ile Atina demokrasisi ve
yeni kent-devlet rejimi arasında bir kanbağı bulunur:
“Kendi kuralları ve kendine özgü belirtici nitelikleri bulunan özgün bir edebiyat
türü olan tragedya, kent devletin kamusal enlikler dizgesi içinde yeni bir sahne
gösterisi tipidir; üstelik, kendine özgü bir ifade biçimi olarak insan deneyiminin o
ana değin bilinmeyen yanlarını dile getirmektedir; içsel insanın, sorumluluk sahibi
öznenin olu umunda bir a amayı göstermektedir.”19
18
Jean Pierre Vernant-Pierre Vidal Naquet, “Eski Yunan’da Tragedya’nın Tarihsel Momenti: Bazı
Toplumsal ve Psikolojik Ko ullar”, Eski Yunan’da Mit ve Tragedya, s. 15-17.
19
A.e, s. 15.
11
Bu özelliğiyle de tragedya alanında kaçınılmaz bir çatı ma alanı doğar. Bu
çatı maların birincisi eski Yunan’daki “dike’ye kar ı dike”20 olarak formüle
edilebilecek hukuk sisteminin yarattığı belirsizliktir. Bu hukuk anlayı ı kana kar ı
kan isteyen, intikamcı bir anlayı tır. Tragedyanın gösterdiği hukuk sürekli bir ba ka
dike’ye kar ı dike halindedir ve sabitlenmemi , yer deği tiren bir hukuktur. Bunun
anlamı tragedyanın salt hukuki bir tartı ma olduğu değildir.21 Tragedya “bu [hukuki]
tartı mayı bizzat ya ayan insanı, belirleyici bir karar almaya, hiçbir eyin hiçbir
zaman istikrarlı da, tek anlamlı da olmadığı belirsiz değerler dünyasında eylemini
yönlendirmek zorunda bırakılan insanı konu alır.”22
Tragedya alanında ilk çatı ma hukuk sisteminin belirsizliği ya da çok anlamlılığının
söz konusu olduğu bir evrende kahramanın eyleminin anlamıyla ilgiliydi. Tragedya
alanındaki diğer çatı ma ise Vernant için birinci çatı ma ile sıkı bir ili ki içindedir.
Tragedyalar konularını mitsel anlatılardan alır, oradan köklenir. Ama büsbütün de bu
hikayelerin aktarıcısı görevini üstlenmez.
Tragedya merkezine oturttuğu trajik
kahramanın mitsel öyküsüyle dramın öyküsü arasına bir mesafe koyar, bu yolla bir
dü ünceyi sorgular.
“Kahramanlık değerlerini, eski dinsel temsilleri, kent-devlet çerçevesi içinde
hukukun yükseli ine damga vuran yeni dü ünce biçimleriyle kar ıla tırır.
Gerçekten de kahramanlık efsaneleri krallık hanedanlarına, soylu gens’lere
bağlanır. Ama bunlar kent devlet açısından değerler, toplumsal pratikler, dinsellik
biçimleri, insan davranı ları planında kent-devletin mahkum etmek ve reddetmek
zorunda olduğu, kurulmak için mücadele etmesi gerektiği ama aynı zamanda da
ona dayanarak olu tuğu ve alabildiğine bağlı kaldığı olguyu temsil ederler.”23
20
Dike, Yunan dü üncesinde salt adalet olarak çevirilebilecek bir kavram değildir. Đnsanın sınırı ve
ölçüyü a tığında ba ına gelen iki cezalandırmadan biridir. Bunlarda ilki daha sonra Oresteia
üçlemesinde bahsedilen Erinysler, yani intikamcı tanrıçalardır, diğeri kan bağı ve kabile sisteminin
adaletini imleyen dike’dir. Dike kent-devletlerin ortaya çıkı ı ile deği en rejimde adalet kavramına
dönü ene kadar bir takım deği imlerden geçer. Dike’nin anlamları için yol, görenek, öç alma, yargı,
adalet tanrıçası, soyut adalet fikri gösterilir. George Thompson, Đlk Filozoflar’dan aktaran Oğuz
Arıcı, “Antik Yunan Tragedyasında Ölçülülük ve Uyum Dü üncesi”, Đstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi, 2006, s. 15.
21
Vernant-Naquet, a.g.e, s. 19.
22
A. e, s. 19.
23
A. e, s. 19.
12
Bu nedenle tragedyada trajik moment bir yanda siyasal, hukuksal dü ünce, diğer
tarafta mitler, kahramanlara değin geni bir geleneğin bu yeni düzenle olu turduğu
gerilim üzerine kuruludur. Belki de bu sebeple tragedyanın Yunanlılar’ın politik
sanatı ve icadı olduğunu dü ünen Christian Meier için tragedya Yunanlılar açısından
“tiranlığı, geçmi i yendik” iarına sahiptir.24 Bütün tragedyaların ardında koca bir
geçmi yatmaktadır ve bu geçmi herhangi bir trajik kahramanın ki isel tarihi
olmaktan öte Yunanlıların kolektif hafızasına kazınmı bir anlatıdır.
“Tragedya salt bir sanat biçimi değildir; kent devletin, tragedya yarı malarıyla,
siyasal ve hukuksal organlarının yanında yer verdiği toplumsal bir kurumdur.
Yargıç-kralın yetkesi altında, halk mahkemeleriyle ya da meclisleriyle aynı kentsel
mekanda gerçekle tirilen ve aynı kurumsal normlara uyan, tüm yurtta lara açık
olan, çe itli kabilelelerin vasıflı temsilcilerinin yönettiği, oynadığı, yargıladığı bir
gösteri olan kent devlet kendini tiyatro haline getirir; kendini bir tür oyun konusu
gibi görür ve halk önünde kendini oynar.”25
Özetle, tragedya, Đ.Ö. be inci yüzyılda Atina’da Dionisos’a adanan festivallerde
ortaya çıkmı dramatik bir temsil biçimidir. Ama “henüz yüz yıl akıp geçmeden,
tragedyanın “atardamarı çoktan kurumu ” ve dördüncü yüzyılda Aristoteles
Poetika’da onun teorisini olu turma i ine giri tiğinde, deyim yerindeyse kendisine
yabancı hale gelmi trajik insanın ne olduğu”
26
artık anla ılamaz olmu tur. Bu
noktadan sonra tragedya dramatik bir tür olarak Aristoteles’in Poetika’sı üzerinden
tartı ılacaktır.
1.2. Aristoteles’in Tragedya Kuramı
Peter Szondi, “Aristoteles’ten itibaren bir tragedya poetikası vardır. Ama sadece
Schelling’ten beri trajik olanın felsefesi vardır”27 diye yazar. Dramatik bir tür olarak
tragedya hakkında bugüne ula an ilk ve kapsamlı bilgiler Aristoteles’in Poetika
eserine dayanır. Szondi’nin de belirttiği gibi Aristoteles’in eseri trajik sanatın
24
Christian Meier, The Political Art of Greek Tragedy, Translated by: Andrew Webber,
Cambridege, Polity Press, 1993.
25
Vernant-Naquet, Eski Yunan’da Mit ve Tragedya, s. 27-28.
26
A. e., s. 23.
27
Peter Szondi, a.g.e., s. 1.
13
ögelerini incelemeye çalı ır. Poetika’daki tartı ma konusu bir tragedya dü üncesi
değil tragedyanın kendisidir. Aristoteles,
Poetika’da tragedyaya dair saptadığı
ögelerle klasik dramatik yapının da öncüsü olacaktır. Aristoteles’e göre ;
“tragedya soylu [ahlaki bakımdan ağırba lı], tamamlanmı ve belirli bir
uzunluğu olan bir eylemin taklididir. (…)Tragedya eyleyenleri taklit eder;
bunu da bir anlatı aracılığıyla değil, uyandırdığı acıma ve korku aracılığıyla
bu tür duygulanımların arınmasını sağlayarak yapar.”28
Tanımdan hareketle adım adım gidilirse, ilk üzerinde durulması gereken tragedyanın,
soylu bir eylemin taklidi [mimesis]29 olmasıdır. Aristoteles için tragedya, ortalamanın
üstünde, soylu bireylerin acısını i ler. Fakat eylemin soyluluğu tragedyadaki asal
kahramanların kral, kraliçe v.b gibi soylulardan olu masından ötürü değil, seçtikleri
eylemin “ağırba lılığı”ndan kaynaklıdır. “Ağırba lı bir hareket” olması tragedyanın
hem i levini hem konusunu belirler.
Eylemin belli bir uzunluğu, ba ı, ortası ve sonu vardır. Aristoteles için bu gereklilik
Yunan sanatının denge, oran, uyum ilkelerinin tragedyadaki yansımasıdır. Yunan
sanatının bu özelliği Aristoteles tarafından tragedyada tamamlanmı lık, birlik,
bütünlük kavramlarıyla örtü türülür. Nihayet tragedya bu özellikleri anlatarak değil
taklit ederek açığa çıkarır. Bu, Aristoteles’in diegetik (anlatısal olan) ile mimetik (
taklit) olan arasında koyduğu ayrımla ilgilidir. Aristoteles’e göre dram sanatının
temeli drama, dran sözcüğünden türemi tir. Dran sözcüğü ise yapma, etme sürecine
ili kindir. Dolayısıyla mimetik, diegetik olandan farklıdır. Diegetik, anlatısal yani
epik, epos ile ili kilidir. Epik ve tragedya arasındaki en temel fark ise ritim ve
28
Aristoteles, Poetika, Çev: Nazile Kalaycı, Bilim Sanat Yayınları, Ankara, 2005, s. 25.
Mimesis, bugünden eski Yunan dünyasına bakıldığında tartı ılan pek çok kavramdan biridir.
Türkçeye taklit olarak çevrilen mimesis sözcüğü antik kültürde ilk olarak dans ile ilgili kullanılmı
sonra diğer alanlara da nüfuz etmi önemli bir sözcüktür. Sözcüğün taklit, imitasyon gibi anlamları
olduğu için “yanıltıcı görünü ” gibi kendisine yüklenen olumsuz anlamları da vardır. Daha çok bir
eyi tasvir edip, anlatmak, canlandırmak için kullanılan mimesis sözcüğü kendisi hakkındaki olumsuz
görünü üne Platon ile kavu mu tur. Bakınız; Banu Kılan Paksoy, Tragedya ve Siyaset,, Đstanbul,
Mitos Boyut Yayınları, 2010, s. 43.
Platon, mimesis zöcüğünü gerçekliği kopya etmek anlamında tehlikeli bulur. Asıl tehlikeli olan
mimesisin kopya etme özelliği değil, gerçekliğin kopyasının kendisini gerçek olarak sunmasıdır.
Böylece gerçeklikten kat ve kat uzakla ılmı olunur. Aristoteles ise mimesis’i hocası Platon’dan farklı
olarak kopya etmek anlamında değil “temsil” ve “yeniden yaratma” anlamlarında kullanır.
29
14
zamandır. Aristoteles’e göre, epikte, bir bölüm eklenip çıkarılabilir, çünkü onda
tragedyada olduğu gibi yapısal bir bütünlük yoktur. Oysa tragedyada bir bölümün
eklenip çıkarılması söz konusu değildir. Öyleyse Aristoteles, daha en ba tan epik ile
tragedya, diegetik(anlatısal) ile mimetik(taklit) arasında ayrım koyar.
Aristoteles’e göre insanın mimesis’e ihtiyaç duymasının bir sebebi vardır. Đnsan
neden mimetik etkinlikte bulunur sorusunda Aristoteles’in cevabı rhythm’dir.
Rhythm, thumos sözcüğünden gelir. Thumos sözcüğü yürek, kalp, ruh v.b olarak
farklı dillerde çevirisi vardır. Ama Aristoteles için thumos, insanın mimetik
etkinliğine yol açan bir durumdur.
Tragedya tanımında Aristoteles’in tartı maya açık bir diğer kavramı katharsis
(arınma)’tir. Katharsis, Aristoteles için tragedyanın i levi, görevine ili kindir.
Tragedyanın, trajik etki ile uyandırdığı korku ve acıma duygularıyla ruhu
tutkularından arındırması, kathartik bir süreçtir.30
Tragedyanın, bir eylemin taklidi olduğunu iddia eden Aristoteles için eylem ba at
ögedir. Ona göre insanlar eylemlerine göre mutlu ya da mutsuz olurlar. Tragedyada
eylemin taklidi ise; öyküdür. Öykü konusunda Aristoteles’in görü ü öyledir:
“ ‘Öykü’den olayların bir araya getirilmesini, ‘karakter’den eylemde bulunanların
nasıl ki iler olduklarını kendilerine göre söylediğimiz seyi, ‘dü ünce’den ise
konu anların kendilerine dayanarak bir eyi kanıtladıkları ya da bir görü ü dile
getirdikleri eyi anlıyorum. (…) Bunlar içinde en önemlisi olay örgüsüdür. Çünkü
tragedya insanların değil, eylemlerin ve ya amın taklididir. Hem mutluluk hem de
felaket bir eyleme bağlıdır; erekse herhangi bir eylemdir, belirli bir nitelik değil.
Đnsanlar karakterlerine göre belirli nitelikteki insanlar olurlar, eylemlerine göre ise
mutlu ya da tam tersi. Demek ki karakterleri taklit etmek için eylemde
30
Katarsis konusunda ara tırmacılar görü ayrılığındadır. Gerçek anlamda bir arınmanın katılımcıların
izleyicilere dönü tüğü tiyatro ve tragedya değil, tiyatronun kaynağında bulunan ritüellerde, kurban
ayinlerinde, törenlerde olduğu dü ünülür. Aristoteles’in tragedyanın i levini arınma olarak saptaması
ise Platon’un tiyatro ve tragedya hakkındaki olumsuz dü üncelerini yumu atma çabasından
kaynaklandığı dü ünülür. Çünkü Platon için sanat, ya amın taklidi, temsili olması iddiasıyla insanları
hakikatten iki kat uzakla tırır. Ya amın kendisi zaten Platon için hakikatin bir yansıması, kopyadır.
Dolayısıyla mimetik etkinliklerle sanat, bu hakikate yakla tırmaz, onun kopyası olan ya amı taklit
ederek hakikatten iki kez daha uzakla tırır. Aristoteles’in tragedyaya yüklediği bu ahlaki sorumluluk,
yani katharsis, Aristoteles’in katharsis’e yakla ımı belirsiz kalmı , tartı malı bir kavramdır.
Aristoteles hangi politik gerekçelerle katharsis’i öne çıkarmı olsa da onunla neyi tartı tığı önemlidir.
15
bulunmazlar, tersine eylemleri aracılığıyla karakterlerini edinirler. Dolayısıyla
olaylar ve öykü tragedyanın ereğidir, erek ise her eyden önemlidir.” 31
Aristoteles, öykü ile bir fabl, neden sonuç bağlarıyla kurulmu bir olaylar örgüsünü
kasteder. “Öykü, tragedyanın temelidir, canı gibidir; karakterler de ikinci sırada
gelir.”32 Aristoteles, tragedyada ağırlığı karakter yerine eyleme verir. Çünkü
tragedyanın eylemin bir taklidi olmasından ötürü eyleyenlerin taklidi olduğunu
dü ünür. Ona göre karakterler olmadan da bir tragedya olabilir ama öyküsü olmayan
bir tragedya söz konusu değildir. Tragedyanın, tamamlanmı , bitmi , bütün bir
eylemin taklidi olduğu fikrine tekrar dönülürse, tragedyanın canı gibi görülen
öykünün de bir birliği, bütünlüğü, belirli bir uzunluğunun olması gerekir. Bir
ba langıç, orta ve sondan olu an öykünün iyi bir biçimde düzenlenebilmesi için
geli i güzel bir yerden hareket etmez, bir kurala göre ba layıp, belirli bir sona doğra
ilerler. Öykü, ne çok uzun ne de çok kısa olmalıdır; seyircinin onun birlik ve
bütünlüğünü bir kere de kavrayabileceği büyüklüğe ve anımsanabilir olan belli bir
uzunluğa sahip olması makbuldür.
“Bir öykü uzunluk bakımından, kavranabilir olmak ko uluyla, ne kadar uzun ise o
kadar güzeldir. Genel olarak öyle denebilir: Olasılığa ya da zorunluluğa göre
birbirini takip eden olayların ya mutsuzluktan mutluluğa ya da mutluluktan
mutsuzluğa doğru deği imini ortaya koyan uzunluk, uzunluğun uygun sınırıdır.”33
Poetika’da tartı ma konusu edilen bir diğer önemli husus tragedyaların ve
dolayısıyla öykünün olasılık ve zorunluluk yasaları açısında mümkün olanı
anlatmasıdır. Çünkü “olayların olasılık ve zorunluluk kuralına göre ba laması ve
tamamlanması; eylem birliği demektir.”34 Tragedyada anlatılanlar akla, sağduyuya
yatkın olmalıdır. Bunun için henüz gerçekle memi olaylardansa, olmu olanları
tercih etmek gerekir. Bu sebeple tragedyalar, mitolojik, efsanevi ya da geçmi leriyle
kolektif bellekte yerleri olan soylu ailelerin öykülerine odaklanır. Ama tragedyanın
31
Aristoteles, Poetika, s. 26-27.
A.e., s. 29.
33
A.e, s. 33.
34
Sevda ener, Dünden Bugüne Tiyatro Dü üncesi, Ankara, Dost Kitapevi Yayınları, 2003, s. 33.
32
16
konusu bu olaylara tamamen bağlı kalmak zorunda değildir. Bilinenlerden yola
çıkarak bir kurmaca yapılabilir. “Ozanın i i gerçekten olan eyleri değil, olabilir
olanı, yani olasılık ya da zorunluluk açısından olması olanaklı olan
eyleri
anlatmaktır.”35 Aristoteles, bu yorumuyla tarihçi ve tragedya yazarı arasında bir fark
çizer. Tarihçi olmu
olanları, diğeri ise olabilir olanı anlatması bakımından
birbirinden ayrılırlar. Bu sebeple Aristoteles’e göre tragedya/ iir tarihten daha felsefi
ve üstündür.
Öykü söz konusu olduğunda Aristoteles’in bir diğer önemli saptaması öykünün
yapısından çıkması gereken baht dönü ü (peripeteie) ve tanınma’dır (anagnorisis).
Baht dönü ü, olayların tersi yöne, hareketlerin dü ünülenin tam tersine doğru
ilerlemesidir. Sofokles’in Kral Oidipus tragedyasından örnek veren Aristoteles için
Oidipus’un baht dönü ü “Oidipus’u sevindirmek ve annesine ili kin korkusunu yok
etmek için Oidipus’a gelen ki inin, ona gerçekte kim olduğunu açıkladığında
amacının tam tersi bir etki”36 yaratması ile olu ur. Tanınma ise bilgisizlikten bilgiye
geçi demektir. Kimi zaman bir i aretle, örneğin Odesseus’un yara izinden dolayı süt
ninesinin onu tanıması; kimi zaman bir anımsama yoluyla olur. Örneğin Elektra,
karde i Orestes’in babalarının mezarına geli ini mezarda bulduğu saç buklesi ile
tanır. Ama Aristoteles’e göre en iyi tanınma, olayların tam da kendi içinden çıkandır.
En güzel tanınma, baht dönü üyle birlikte bulunup yine Kral Oidipus tragedyasında
mevcuttur. Baht dönü ü ve tanınma’lar korku ve acımaya neden oldukları için
Aristoteles’e göre tragedyanın ahlaki ödevi olan katharsisi sağlarlar.
Dikkat edilirse Aristoteles’in tragedyaya dair çıkardığı yapısal reçetede ne Atina
polis’i, ne tragedyanın doğu una ev sahipliği yapan Dionisos festivali ve yarı malar
ne de dini ritüeller vardır. Eski Yunan ara tırmacılarına göre Aristoteles’in
tragedyayı özellikle Atina polis’inden ayrı dü ünmesi ya adığı dönemde tragedyanın
ihti amını kaybetmesi, sona ermesi ile açıklanabilir. Aristoteles zamanında tiyatro
elbette vardır fakat tragedya türü komedya kar ısında mağlup olmu tur. Belki de
Aristoteles’in hem tragedya hem de onun i levi olarak saptadığı katharsisin siyasal-
35
36
Aristoteles, Poetika, s. 35.
A.e, s. 41.
17
toplumsal bağlamlarına değinmemesinin sebebi tragedyaya salt sanatsal bir görünüm
bah etmektir.37
Son olarak Poetika’da sözü geçen trajik olanı anlamakta ciddi önemi olan hamartia,
yani trajik hata kavramına bakmak gerekir. Trajik kahramanın sınır a ma eylemine
i aret eden hamartia kavramı daha geni incelenecektir.
1.3. Hamartia/Trajik Hata
Aristoteles, en güzel tragedyanın yalın değil de karma ık olan olduğunu ve bu
tragedyanın korkutucu, üzücü eyleri taklit etmesi gerektiğini söyler. Tragedya,
mutluluktan mutsuzluğa doğru yol alan, dü ü
ya ayan soylu ki ilerin acısını
sergiler. Aristoteles için hamartia, trajik kahramanı yıkımına sürükleyen bir hatadır.
“Tragedyanın konusu olan ki iler ne erdem ve adalet bakımından öteki insanlardan
üstündür ne de kötülüğü ya da acımasızlığı yüzünden mutsuzluğa dü mü tür;
insanlar arasında büyük bir üne sahip ve mutluluk içinde ya ayan, ama bir yanılgı
[trajik hata/hamartia] yüzünden mutsuzluğa yuvarlanmı ki idir tragedyanın
konusu.”38
Yunan dü üncesinde hamartia, Tanrılar’ın öfke ve kıskançlığına neden olan insan
eylemleridir. Kimi zaman dü ünsel bir hata, kimi zaman bir delilik, hastalıkla birlikte
dü ünülür. Hamartia, bu çe it bir hastalığa yakalanmı , aklını yitirmi
insan
anlamına da gelir. Özel olarak hamartia, hybris halinde yapılan bir eylem, davranı
biçimidir. Bu hybris, insanın kendi sınırını bilmemesi, kendini tanrılarla e görecek
eylemlerde bulunmasından ötürüdür. Trajik kahramanın tanrılarla boy ölçü türme
cüretini göstermesi olarak değerlendirilen hybris bir tür kibirdir. Örneğin
37
Banu Kılan Paksoy, Tragedya ve Siyaset, Đstanbul, Mitos-Boyut Yayınları, 2010, s. 34-35. Yazar,
Aristoteles’in tragedyayı be inci yüzyılın ya am biçimden ayrı ele alması konusunda pek çok
ara tırmacanın görü lerini derlemi tir. Bu görü lerin bazıları unlardır. Claude Calamer,
Aristoteles’in, tragedyayı yarı maların, hatta oyuncuların dı ında bir yere oturttuğunu dü ünür. Edith
Hall’e göre, Aristoteles tragedyada Atina polis’i için önemli olan dini ritüellerden, tanrılardan hiç söz
etmez. Yine Edith Hall, “Is There a Polis in Aristotle’s Poetics ? (Aristoteles’in Poetika’sında Bir
Polis Var mı ? )” adlı yazısında Aristototeles’in tragedyaya ulusüstü, evrensel bir sanat görünümü
vermeye çalı tığı fikrindedir. Çarpıcı olan bir açıklaması da Aristoteles’in demokrasinin kar ısında yer
alması sebebiyle tragedya ve demokrasi arasında bağlantı kurmaktan özel olarak kaçınmı olmasıdır.
38
Aristoteles, Poetika, s. 45.
18
Prometheus’un Zeus’un ate ini çalıp insanlara vermesi, Sfenks’in bilmecesini bilen
tiran/kral Oidipus’un bilme ediminde tanrılarla boy ölçü türmesi, kahin Teirisas’a
kar ı a ağılayıcı davranı ları, Agamemnon’un Truva Sava ı’nda oradaki tanrısal
yerleri, tapınakları tahrip etmesi, tanrılara özgü mor bir halıda yürümeye cüret
etmesi, v.b birer hamartia’dır. Öyleyse hamartia/ trajik hata en çok bir sınırın, insan
ile tanrılar arasındaki sınırın a ılmasından doğar. Bu noktada tragedya kahramanı
eylemleriyle tanrısal yasalar ya da polis’in (kent-devletin) yasaları, ahlakı arasında
bir tansiyon olu turur. Trajik kahraman, trajik hata ile bir seçim yapar. Onun seçimi
daha iyi ile daha kötü arasında değil, her seferinde kaybedeceği bir seçimdir.
Tragedya kahramanı seçimiyle hiçbir zaman kazanmaz, bu yüzden tragedya
kahramanının neyi kaybettiği görülür. Örneğin Agamemnon, Truva Sava ı’nda
yelkenlerin fırtınada yol alamaması üzerine kızı Đphegenia’yı tanrılara kurban verir.
Tanrı Artemis, bu artı ko arak gemilere ilerlemeleri için gerekli rüzgarı verecektir.
Ama Agamemnon kızını kurban vermek zorunda değildir. Seçimi kızını kurban
vermekten yana olur.
“Hamartia öyle bir hatadır ki, bir yandan kahramanın dü ü ünü bir ‘suç ve ceza’
nedenselliği içinde algılamamıza mani olurken, diğer yandan –ortada bir hata olması
nedeniyle-dü ü ün tesadüfi olarak algılanmasını engeller.”39 Kerem Eksen,
Aristoteles’in hamartia tanımının, tragedyanın etik evrenindeki bir ara bölgeye
tekabül ettiğini dü ünür. Ona göre trajik kahraman hamartia’nın yol açtığı dü ü ü ne
hak etmi tir ne de aksini iddia etmek mümkündür. “Böylesi bir trajik dü ü , ne ahlaki
anlamlar kazanarak adalet duygumuza seslenir ne de tesadüfiliğini ilan ederek
eylemlerin beyhudeliğini vurgular.”40
imdi, trajik hatanın hem insan eylemi hem de tragedya için barındırdığı manaya
daha yakından bakmaya çalı alım. Bu konudaki yol gösterici yorum Jean-Pierre
Vernant’a aittir.
39
Kerem Eksen, “Trajik Hata ve Sessizlik”, Cogito: Tragedya Özel Sayısı, sayı: 54, 2008, ss. 145158, s. 148.
40
A.e., s. 148.
19
“Ethos-daimon, tragedya insanı bu aralıkta olu ur. Bu iki terimden biri yok
edildiğinde o da kaybolur.(…) Tragedyanın olması için metnin aynı anda u
anlamlara gelebilmesi gerekir: insanda daimon diye adlandırılan onun
karakteridir –ve tersi: insanda, karakter diye adlandırılan aslında bir
daimon’dur.”41
Tragedyada her insan eylemi için o eylemi trajik kahramana yaptırdığı söylenen bir
Tanrı vardır. Örneğin Orestes’in babasının intikamını almak için annesi
Klytemnestra’yı öldürmesinde, Oidipus’un gözlerini kör etmesinde Tanrı Apollon’un
rolü vardır. Đnsan eylemi açıklanırken bir tarafta tanrısal müdahale, öte tarafta insana
ait olan bir yan vardır. Tragedya, Vernant’ın belirttiği gibi tam da bu tanrısal ile
insani olanın çatı ma aralığı ya da kesi iminde olu ur. Bu tragedya formulü
Aiskhylos ve Sofokles tragedyalarına uygundur. Fakat Euripides’e gelince tragedya
kahramanları biraz deği ir. Euripides’te trajik kahramanlar hamartia’larının ağırlığı
altında kendilerine bunu yaptıran olarak bir tanrıyı i aret etmezler. Agamemnon,
kızını öldürme eyleminde tanrıların etkisinden söz eder. Sofokles’in Oidipus’u
gözlerini kör ettiğinde kendisine bunu yaptıranın Apollon olduğunu ama gözlerini
de enin kendi elleri olduğunu söyler. Bu açıdan bakınca Vernant’ın tragedya formülü
en iyi Sofokles tragedyalarında i ler. Oidipus eylemlerini gerçekle tirirken i lediği
trajik hata hem onun ethos’u( kahramanın kendisine özgü durumu, bir anlamda
karakteri) hem de tanrıların ona gönderdiği daimon’lardan ötürüdür. Evet,
Oidipus’un ba ında ne yapsa kaçamayacağı tanrısal bir yazgı vardır. Ama bilmeden
babasıyla kar ıla tığı üç yol ağzında, yoldan önce kimin geçeceği kavgası nedeniyle
ya lı bir adamı (babası/kral Laus) ve mahiyetindekileri öldürmesi onun ethos’una
dair bir ölçüsüzlüktür. Oidipus belki bilmeden babasını öldürdüğü için aile yasasını
çiğneme, baba katli suçundan muaf tutulsa da “karakter”ine özgü bir a ırılıktan,
ölçüsüzlükten ötürü sorumlu tutulabilir. Daha ötesi Oidipus’un bilmeden babasını
öldürme, annesiyle evlenme eylemleri hem tanrılar öyle istediği için, hem de kendi
ki iliğinden, eylemlerinin ölçüsüzlüğünden ötürü ortaya çıkmı tır. Bu ki iliğe özgü
a ırılık, ölçüsüzlük Oidipus’un hybris’i olup, onu hamartia’ya sevk edendir. Trajik
kahramanın tanrıların gazabını üstüne çekmesi hep bu hybris’e kapılmaları
41
Vernant-Naquet, Eski Yunan’da Mit ve Tragedya, s. 35.
20
dolayısıyla olur. Tüm bu özellikler Sofokles’in ba arısıdır. imdi bu hamartia ile
daimon arasındaki ili kiye u pasajdan doğru bakalım:
“Tanrıların kıskançlığı ve öfkesine neden olan bu tür eylemler Yunan dü üncesinde
hamartia kavramıyla birlikte dü ünülmü tür. Hamartia olabilecek en güçlü
anlamda bir zihinsel hata, insan zihnine musallat olan bir hastalık, bir tür delilik;
hamartinoos da bu hastalığa yakalanmı , aklını yitirmi ki i anlamına gelir.
Hamartia’yı i lemeye götüren bu delilik durumuna verilen ad ise ate’dir. Genel
olarak irrasyonel davranı anlamına gelen ate, spesifik olarak hubris’e yani kibirli
olmaya verilen bir ceza olarak da dü ünülür. Ancak sadece suç i leyenin zihinsel
durumunu değil, bu suç sonucunda ortaya çıkan nesnel felaketleri adlandırmak için
de kullanıldığından ate, Tanrıların insanı kasti olarak yanıltması ve felaketine
götürecek eyler yapması anlamına da gelir. Đnsanı ate’ye irrasyonel davranı a
te vik eden ise daimon olarak adlandırılan, failin kontrol altına alamadığı hatta onu
kendisine yabancı davranı lara zorlayan irrasyonel güçlerdir. Bu güçler failin
gerçek anlamda bir parçası değildir, çünkü onun bilinçli kontrolünün dı ındadırlar.
Dolayısıyla eğer ate hubris için verilen bir cezaysa, daimon bu cezanın amaçladığı
adaletin gerçekle mesini sağlayan güçtür.”42
Ethos, insanın ki iliğine ili kin iken daimon, insan ile ilahi olan arasındaki ili kiyi
tesis eden aracı bir güçtür. Ama özellikle Sofokles tragedyalarında insani olan ile
tanrısal olan öylesine birbirine nüfuz etmi tir ki trajik kahraman doğmadan yazgısı
söylenir. Peki tragedyalarda ya da trajik bilincin geçerli olduğu evrende insan ne
ölçüde eylemlerinin kaynağıdır? Trajik bilinci açıklamak için üç temel kavram
vardır: miasma, hamartia, daimon.
“Cezanın ku aklar boyu sürmesinin sebeplerinden biri tanrıları kızdıracak
olan failin ölümsüz olma arzusunun, bu arzuya paralel olarak geli en
kendini beğenmi liğin ve kibirin halk içinde yaratacağı etkinin ku aklar
boyu sürebilecek kahramanlık hikayelerinin tanrıların kendi güçlerini ve
iktidarını kaybetme korkusuna neden olması olarak da görülebilir.
Dolayısıyla, ku aklar boyu sürecek olan cezanın nedeni olan suç sadece faili
42
Ferda Keskin, “Tragedyadan Felsefeye Sorumluluk ve Adalet”, II. Uluslar arası Felsefe
Konferansı: ‘Sorumluluk’, Kocaeli, 2004, s. 217.aktaran Kurtul Gülenç, “Yunan Tragedya’sında ve
Aristoteles’te Hamartia Kavramı”, Özne, Bahar 2006, 6.kitap, ss. 33-36, s. 35.
21
değil, yakınlarını da (bula ma ve ırsiyet yoluyla) kirleten bir leke (miasma)
olarak dü ünülmeye ba lar.”43
Tüm bu söylenilenlere göre miasma, hamartia, daimon kavramları birlikte
dü ünülürse eski dinsel anlayı ta suçun tanrılar tarafından gönderilmi bir hamartia
biçiminde ku aktan ku ağa aktarılan bir miasma olarak algılandığı iddia edilebilir.
Miasma, cezalandırılması gereken bir eylemin cezalandırılmaması durumunda
zamanda ve mekanda yayılan, ku aktan ku ağa aktarılan bir lekedir. Kral Oidipus
tragedyasının ba ındaki veba salgını sembolik anlamda bir miasma’dır. Oidipus bu
miasma’nın kaynağını ara tırırken ölçüyü kaybeder, etrafındakilere kar ı hırçınla ır,
kahin Tiresias’ın bilgisini küçümser, a ağılar.
Tragedya kahramanın trajik hatasının ne olduğu çokça tartı ılmı tır. Öyleki bir trajik
kahramanı yıkıma sürekleyen trajik hatası konusunda birbirinden farklı görü ler
vardır. Bunun sebebi hamartia kavramının eski Yunanlılar için içerdiği anlamın tek
bir görüntüsü olmamasındandır. Hamartia, ahlaki, dinsel, mantıksal, dü ünme
biçiminde varolan bir hata olarak farklı değerlendirilmelere açıktır. Örneğin Oidipus
gibi trajik bir figürün trajik hatasını saptamaya çalı mak, Kerem Eksen’in de
söylediği gibi “bir hamartia avına gitmek bazen hata olmayan yerde hata bulmaya
sebep olmu tur.”44 Oidipus’un trajik hatası üzerine pek çok saptama var: Oidipus’un
yazgısına kar ı gelip ondan kaçabileceğini sanması, Sfenks’in bilmecesini bilmesiyle
böbürlenmesi, üç yol ağzında ya lı bir adamla mahiyetindekileri öldürmesi, kahin
Tiresias’a kar ı a ağılayıcı davranı ı, bilgisiyle tanrılarla boy ölçü türmesi, babasını
öldürüp annesiyle yatması.
Hatta Nietzscheci bir yakla ımla Oidipus’un trajik
hatasının doğmu olmak olduğu, yapabileceği en iyi eyin bir an evvel ölmek olması
da söylenebilir. Örnekler çoğaltılabilir ve her bir saptama hamartia örneği te kil
edebilir. Ama söz konusu olan Sofokles’in Oidipus’u ise trajik hatayı sahne
üzerindeki olaylardan çıkarmak daha uygun olacaktır. Bu konuda somut örnek
Oidipus’un kahin Tiresias’ın biliciliğini küçümsemesidir. Tiresias olanları ve
olacakları bildiği için Oidipus’un kar ısında sessiz kalmayı tercih eder. Oidipus ise
43
Ferda Keskin’den alıntılayan Kurtul Gülenç, “Tragedyadan Felsefeye Suç, Ceza ve Adalet”,
Navisalvia Sina Kabaağaç’ı Anma Toplantısı 2010, Edit: Ekin Öyken, Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, 2012, ss. 58-71, s. 62.
44
Kerem Eksen, “Hamartia ve Trajik Sessizlik”, a.g.e., s. 148.
22
Sfenks’in bilmecesini bilenin kendisi olduğunu vurgular. Ona göre her eyi bilen
kahin Tiresias, Sfenks kente musallat olduğunda nerededir? Sfenks’i yenen Tiresias
değil, Oidipus’un kendisidir. Bunun dı ında verilen diğer hamartia örnekleri oyunun
sahne üstünde görülen olaylar örgüsüne değil, anlatılanlara yani sahne dı ına ait
örneklerdir. Oidipus’un kahin Tiresias’la konu masında açığa çıkan ölçüsüz
davranı ları bir a ırılığın i aretidir. A ırılık ise Oidipus’un bir kahin ile boy
ölçü türmesi değil, Hölderlin incemesinde görüleceği gibi kahinden doğru konu an
tanrılarla boy ölçü türmenin, insani ve tanrısal olan arasındaki sınırı a maya cüret
etmenin a ırılığıdır.
Hamartia kavramı bu çalı mada insan eylemi, dolayısıyla etik ile ili kisi açısından
önemlidir. Çünkü “bir insanın hatasından bahsediyor olmak, u veya bu ekilde o
insanın eylem alanında belli bir tasnife gitmek demektir.”45
1.4. Yunanlılar’dan “Modernlere”
Tragedyanın Đ.Ö. be inci yüzyıl Atina’sında ortaya çıktığı ve yüzyıl henüz bitmeden
türün tükendiği söylenmi ti. Bu bölümde “ölümü ilan edilen” tragedyanın yüzyıllar
sonra Schelling, Hölderlin, Hegel gibi “modernler” tarafından algılanı ına kısaca
bakılacaktır. Burada ortaya atılacak fikirler Hölderlin’le ba latılacak tragedya
analizine bir ön giri olarak okunabilir. Eski Yunanlılar’dan modernlere ya da aksi
istikamette açılan bir kapıdan içeri girmek, her detayıyla bu manzarayı seyretmek
yerine bu kapıdan göz ucuyla bakılacak ve bu çalı mayı eski Yunanlılar’dan
modernlere sıçratacak birkaç öge üzerinde durulacaktır.
Ortak kanı be inci yüzyıldan sonra “tedavülden kaldırılan” ama Heidegger’in
deyi iyle “gözlerimizi hakikate açmaya” kadir olan tragedyanın bayrağını artık
felsefenin ta ıyor olmasıdır. Tragedyadan sonra ba lamı hatta tragedyaya kar ı
gelmi olan felsefe bir taraftan trajik olanın metafiziğini de olası kılmı tır. Çalı ma
ba ında belirtilen Peter Szondi’nin vurgusunu hatırlayalım. Szondi, Aristoteles’ten
beri tragedya poetikası olduğunu ama yalnızca Schelling’ten itibaren trajik olanın
felsefesinin olduğunu yazmı tı. Öyleyse aradan yüzyıllar geçmesi sonucunda trajik
45
Kerem Eksen, “Hamartia ve Trajik Sessizlik”, a.g.e., s. 148.
23
olanın felsefesinden söz edilmektedir. Szondi’nin bu vurgusunda, söylediklerinin
arasında söylemedikleri daha önemlidir. Söylen(e)meyenlar belki de aradan geçen
yüzlerce yıllık zamana dair bir manzara sunabilir. Neden Schelling’le birlikte trajik
olanın felsefesi ba lamı tır ve neden Hölderlin modern tragedyanın mümkün
olamayacağını dü ünmü tür?
Bu sorulara bir parça cevap bulabilmek, eski Yunanlılar ile modernler arasında bir
köprüyü in a edebilmek için tekrardan eski Yunan dünyasına dönmek ve oradaki
insan ile tanrı(lar) arasındaki ili kiyi hatırlamak gerekecektir.
Eski Yunanlılarda bugün biz “modernler”in kainatı kavrayı ı, insan ve tanrı arasında
tasavvur edilen ili ki oldukça farklıdır. Onların çok tanrılı bir kozmolojileri vardır.
Neredeyse her insan eylemine tekabül eden ve o eylemin sonuçları, insanın i lediği
cürümün cezasıyla muhatap olan tanrı/tanrıçalar vardır. Bu tanrıların özelliklerini
tanımlamaktansa insan ve tanrılar arasında kurulan ili kiye dikkat çekmeye
çalı ılacaktır.
Eski Yunanlılar’ın tanrıları modernlerin sekülerle mi
insanların ya amlarından ayrı mı
ya am biçiminin aksine
bir konumda değildir. Tanrılar ve insanlar
arasında elbette a ılmaz bir sınır çekilmi tir. Fakat bu
(yarı)tanrıların ya ama
biçimleri insanlarla ortak özelliklere de sahiptir. Birinin karde i, babası, karısı, oğlu
olabilmektedirler. Đnsanlara özgü ya am alanlarına karı abilmekte, birinin karısını
elinden alabilmekte, bir ba kasını i lediği cürüm yüzünden cezalandırıp, bir diğerine
merhamet gösterebilmektedirler. Daha sonra görüleceği gibi Aiskhylos’ta Zeus,
Apollon,
Athena
gibi
tanrılar
sahneye
gelmekte,
trajik
kahramanlarla
konu maktadırlar. Örneğin Zincire Vurulmu Prometheus’ta46 Olimpos’un ba
tanrısı Zeus, kendisine kar ı suç i lediği gerekçesiyle Prometheus’u zincire
vurmu tur, bu oyundaki temel çatı ma iki sahne ki isi olarak tanrı Zeus ve
Prometheus arasında geçmektedir. Yine Aiskhylos’un Oresteia47 üçlemesinde
Orestes annesini öldürmek suçundan yargılanırken tanrı Apollon’un kendisine destek
46
Aiskhülos, Zincire Vurulmu Prometheus, Eski Yunan Tragedyaları 9, Đstanbul, Mitos-Boyut
Yayıncılık, 2011.
47
Aiskhülos, Oresteia( Agamemnon, Adak Sunucular, Eumenidler), Mitos-Boyut Yayınları,
Đstanbul, 2010.
24
çıktığını, bunu isteyenin Apollon olduğunu söyler, oyun sonunda tanrıça Athena
gelerek Orestes’ten yana oyunu kullanır, böylece Orestes affedilir. Görüldüğü gibi
tanrılar insanların ya amlarına sızmı , onlarla diyalog halindedirler. Bunun dı ında
kendileri ve insanlar arasındaki bir sınır a ıldığında, daha önce anlatıldığı gibi,
insanlar bir hybris’e kapılarak trajik hatayı i lediklerinde, cezalandırma mekanizma
devreye girebiliyordur.
Bu manzaraya farklı bir açıdan bakılınca tragedyada temel çatı manın eski ve yeni
tanrılar arasında olduğu da söylenebilir. Tarih boyunca gerilim hep eski ve yeni
tanrılar, eski ve yeni düzen arasındadır. Heidegger de bu konuda tragedyanın
sahnelemeyle ya da tiyatroyla ilgisi olmadığını, tragedyanın eski tanrılarla yeni
tanrılar arasındaki sava ın tarihi olduğunu söylemi tir. Tragedya bir eyi ortaya
koymak yerine eski tanrılarla yeni tanrıların sava ını gösteriyordur.48 Bu sava ın asıl
yüzü eski düzen ve yeni düzen arasındaki bir mücadeledir. Đ.Ö. be inci yüzyıl gibi
tarihsel bir anda tragedyanın zuhur etmesi, en parlak dönemini ya aması bir geçi
döneminin ürünü olmasıyla okunabilir.49
Schelling, Hölderlin, Hegel gibi 18. yüzyılda ya amı , tragedya ile trajik olan üzerine
çalı mı dü ünürler konuya u açıdan yakla mı lardır. Birincisi tragedyanın insan ve
tanrı arasında serimlediği ili ki, ikincisi bitmek bilmeyen eski ve yeni düzen
çatı masıdır. Daha sonra görüleceği gibi Hegel bu konu üzerinde uzla ım duygusunu
odağa alarak çok durmu tur. Heidegger ise bu çatı mayı bir sava , polemos olarak
okumu tur. Ama hepsinden önemlisi Hölderlin’in de üzerinde durduğu tanrı, insan
ve yazgı fikridir. Gerçekten de tragedyalar bir tanrısal yazgı ile insan eylemi
arasındaki gerilim sonucu olu ur.
Yunan tragedyaları Vernant’ın terimleriyle, insan ve tanrılar, ethos ve daimon
aralığında olu maktadır. Tragedyalarda insan ve tanrılar arasındaki ili kinin en ilginç
biçimi Sofokles tragedyalarında tezahür eder. Bu çalı mada incelenen Kral Oidipus
ve Antigone örneklerinden ilerlersek, iki tragedya da Aiskhylos ve Euripides’in
48
Philippe Lacoue-Labarthe, “ The Poetics of The History”. Pli(The Warwick Journal of Plisophy),
Vol: 10, 2000, ss. 1-23.
49
Dram tarihine dikkat edilirse geçi dönemleri ve tragedya arası ili kiler dikkat çeker. Örneğin
Shakespeare tragedyaları da ortaçağ değerlerinden Rönesans’a geçi üzerinde temellenmi tir.
25
aksine tanrılar oyunda görünmez, sanki onlar geri çekilmi lerdir ve kahramanlar
onların geri çekili inin bo luğunda kalmı lardır. Antigone, tragedya ba ında
Đsmene’ye “sen ya amı seçtin, ben ölümü” der. Hatta tragedya sonunda kapatıldığı
mezarda tanrı Niobe’nin yazgısını hatırlar ve kendini onunla bir görür. Kral
Oidipus’ta tanrısal kehanetlerden çok sık söz edilmesine rağmen tragedyada hiçbir
tanrının varlığının izine rastlanmaz. Tragedya sonunda gözlerini kör eden Oidipus’un
“bunu yapmamı isteyen Apollon’du, ama ben kendi ellerimle yaptım” demesinin
dı ında. Hölderlin bölümünde detaylı inceleneceği gibi Sofokles tragedyaları
tanrısalın geri çekili inin tanıklığını yaptığı için Oidipus gibi trajik bir figür modern
olanın öncüsü sayılmı tır. Çünkü Oidipus cürümü sonucu ölüme mahkum edilmez,
tanrılar Oidipus’tan çoktan el çekmi lerdir. Oidipus tanrısal bir lütuftan dahi mahrum
kalarak Thebai’den ayrılır, yollara dü er. Hepsinin ötesinde Oidipus’u modern batı
figürünün öncüsü kılan; tanrısal yazgıya kar ı gelmesi ve kendi tarihini
ba latmasıdır.50
Sofokles’te, insan ve tanrılar arasında olu an gerilimde uzla ma çok zordur. Çünkü
daha sonra Hegel’de görüleceği gibi Aiskhylos tragedyalarında Yunanlılar tanrılarla
uzla ma ve barı içinde ya arlar. Bu barı ya da uzla mayı sağlayan ise yazgının
egemenliğidir. Yazgı kavramı Hölderlin, Hegel gibi dü ünürlerin tragedyaya kendi
zamanlarından bakı larında önemli bir görev görür. Schelling, Hölderlin gibi
dü ünürler Yunanlılar’la birlikte tragedya sahnesinin kapandığını, bugün Yunanlı
anlamda bir tragedya yazılamayacağının ayırdına varmı lardır. Bunun sebebi insan
ve tanrı arasında olu an yarılmadır. Tanrısal yazgı sebebiyle olu an bir trajik çatı ma
söz konusu değildir. Ba ka bir ifadeyle Yunan tragedyası kahramanın tanrısal
yazgıya kar ı verdiği mücadele ile ba lamaktadır. Schelling, Hölderlin gibi
dü ünürler için tragedya-yazgı arasındaki ili ki önemlidir. Oysa “modernlerin”
ya amından tanrı(lar) geri çekilmi lerdir. Dolayısıyla bir yazgı fikri yoktur. Hölderlin
gibi bir dü ünür belki de bu sebeple Aiskhylos ya da Euripides’e bakmak yerine
tanrıların geri çekili inin örneği olarak gördüğü Sofokles tragedyalarına yüzünü
50
Otto Pöggeler, Yazgı ve Tarih. Hegel’den ve Hölderlin’den bu yana yorumların aynasında
Antigone, München: W. Fink Copy., 2004. Almancadan Çev: Zeynep Sayın, yayımlanmamı tır.
26
döner.51 Bu noktada eski Yunan’da daha en ba ında tanrı Dionisos’a adanan
ezgilerden doğan tragedyanın, “ölümü” söylemi 19. yüzyılda “Tanrı öldü” söylemini
hatırlatmaktadır. “Tanrının ölümü ise ne dünyaya, ne de insan eylemine bir sonuç
yüklenemeyeceğini ima etmektedir.”52 Benzer bir yerden Hölderlin de içinde
ya adığı zamanın çifte bir yoksunluğa sahip olduğunu dü ünür. Bir taraftan tanrıların
geri çekili i nedeniyle artık onların olmayı ı, diğer taraftan gelecek tanrıların henüz
gelmeyi i. Bu noktadan sonra tartı ma Hölderlin’in tragedya yorumuyla kendini
açacaktır.
51
Tüm bu tartı malar hakkında tezde adı geçen Philippe Lacoue-Labarthe’ın eserlerine bakılabilir.
Patrik Roney, “A kınlık ve Ya am: Nietzsche ve ‘Tanrının Ölümü’ Üzerine”, Çev: Elis im on,
Kaygı,Uludağ Üniversitesi Yayınları, Sayı:20, 2013. s. 305.
52
27
2. SOFOKLES/HÖLDERLĐN’ĐN TANIKLIĞI: TRAGEDYANIN
ARA-LANMASI
2.1.Tragedyanın Paradoksu ve Hesaplanabilir Yasası
“Tragedyaların anlamı en basit ekilde paradokstan kavranabilir. Tüm yetiler
adaletli ve e it biçimde dağıtıldığından, kökensel olan her ey ba taki kuvveti
içinde değil, zayıflık içinde görünür, böylece ya amın ı ığı ve görünümü bütünün
zayıflığına ait olur. imdi, trajik olanda sembolün kendisi anlamsızdır, etkisizdir,
kökensel olansa her zaman dosdoğru oradadır. Kökensel olan yalnızca zayıflık
içinde görünür; ancak simge anlamsız = 0 olarak konumlandırıldığı ölçüde,
kökensel olan -doğanın saklı temeli- kendisini sunabilir. Doğa, kendini en doğru
biçimde en zayıf yetisiyle sunduğunda, simge –doğanın kendini en kuvvetli
yetisiyle sunduğu biçim olarak - = 0 olur.”53
Hölderlin için bu paradoks, insanın doğa ile olan ikili ili kisinden kaynaklıdır. Đnsan
hem doğanın ürünüdür hem de onu tamamlamak için sanat ve çalı ma yoluyla
doğadan farklı bir yapıt sunar. Paradoks, doğanın bir ürünü olan insanın kendisi dahil
olmak üzere her eyi kendi eserine dönü türmesinde yatar. Çünkü doğa da ancak
kendi yetilerini insanın etkinlik ve emeğinde açığa çıkarır. Doğanın gücü insanda
hatta trajik kahramanın güçsüzlüğünde belirir.54 Peter Szondi’nin Hölderlin
okumasına göre tragedyada bu durum bir gösterge (sign) olarak hem trajik
kahramanın kendisi hem de onun kurban edilmesidir. Trajik kahraman etkisiz,
anlamsız=0 hale getirilerek kendini doğaya kurban olarak sunar. O, doğanın gücüne
kar ı hiçbir ey yapamaz ve doğa tarafından yok edilir. Doğa da kendini ancak bu
ekilde sahici biçimde sunabilir.55 Doğa ve insanın ili kisi konusunda Hölderlin
aorgik ve organik olmak üzere iki kavramı ortaya atar. Aorgik, Hölderlin’in icat ettiği
bir sözcüktür. Sözcük, doğadaki belirsizlik, düzensizlik, bilinmezliğe ili kindir.
Aorgik’in kar ıtı olan organik sözcüğü ise hem biyolojik bir organizma anlamında
hem de kendi kendini idare edebilen, kendini geli tiren, kendi eylemleri üzerine
53
Friedrich Hölderlin, iir ve Tragedya Kuramı, Çev: Mehmet Barı Albayrak, Đstanbul, Notos
Kitap Yayınevi, 2012, s. 62-63.
54
Johann Kreuzer’dan aktaran Mehmet Barı Albayrak, “Çevirenin Önsözü”, iir ve Tragedya
Kuramı, Friedrich Hölderlin, s. 20-21.
55
Peter Szondi, An Essay On The Tragic, s. 11-12.
28
tepkiselliği olan bir ya am biçimidir. Organik olan hem biyolojik hem de kültürel
anlamda geli ip büyümenin emaresidir. Hölderlin’de organik hale doğru gidi ,
aorganik olandan kopu
değil, onu doğru kavrama, onunla bütünle me, onu
tamamlama sürecidir.56
Hölderlin için tragedyanın paradoksunun ne anlama geldiği, trajik kahraman ve trajik
anın nasıl “sıfır gösterge”ye dönü tüğünü daha kolay anlayabilmek için öncelikle
onun Sofokles notlarında tespit ettiği tragedya yasasına bakmak gerekir. Hölderlin
bu notlarda Sofokles’in Kral Oidipus57 ve Antigone58 tragedyalarını mü ahade eder.
Onun nazarında Sofokles tragedyalarını irdelemeden önce Sofokles’in Thebai
Üçlemesi adı verilebilecek Kral Oidipus, Oidipus Kolonos’ta ve Antigone
tragedyalarının mitsel hikayesi ve tragedyanın olaylar örgüsüyle Thebai söyleni
arasındaki ili kiyi anlamak isabetli olacaktır. Çünkü bu ön çalı ma tezde incelenecek
üç dü ünürün ortak noktası olan Sofokles’i yakından tahlil etme imkanı verecektir.
2.1.1. Sofokles’in Thebai Üçlemesi: Mitsel Hikaye ve Olaylar Örgüsü
Labdakosoğulları soyundan gelen Laios, Đokaste ile evlenir fakat çiftin çocukları
olmaz. Laios, Delphoi Tapınağı’na gidip kahine çocuk sahibi olması konusunda
danı ır. Fakat Apollon’dan gelen kehanet Laios’un bir çocuğu olacağı, bu çocuğun
babasını öldürüp annesiyle yatacağını söyler. Zaten çocuğu olmadığı için içi rahat
olan Laios’un günün birinde bir çocuğu olur. Kehanetin gerçekle memesi, soyun
kurumaması için karı koca, doğan erkek çocuklarını öldürmeye karar verirler. Bir
çobana bebeği verip vah i hayvanlara yem olsun diye doğaya bırakmasını söylerler.
Çoban bebeğin topuğuna bir delik açarak, bu delikten bir kayı ile onu bir av hayvanı
gibi sırtında ta ır ama söyleneni yapamaz. Bebeğe acır ve Korinthoslu bir çoban
aracılığıyla bebeği, çocukları olmayan kral Polybos ile Periborea’a verir. Ayağında
bebekken açılan yaranın izini isminde de ta ıyan, i ayak anlamına geldiği söylenen
Oidipus adını alır. Korinthos’ta büyüyen Oidipus’a daha çocukken Polybos ve
56
Mehmet Barı Albayrak, “Çevirenin Önsözü”, iir ve Tragedya Kuramı, Friedrich Hölderlin,
s.23-24.
57
Sofokles, Kral Oidipus, Eski Yunan Tragedyaları 3, Çev: Bedrettin Tuncel, Đstanbul, MitosBoyut Yayınları, 2009.
58
Sofokles, Antigone, Eski Yunan Tragedyaları 1, Çev: Güngör Dilmen, Đstanbul, Mitos-Boyut
Yayınları, 2005.
29
Periborea’nın oğulları olmadığı arkada ları tarafından söylenir. Anne ve babanın bu
gerçeği inkar etmesi üzerine Oidipus Delphoi’ye gider, kahine doğumuyla ilgili
sorular sorar. Kahin, gerçek anne babasının kim olduklarını söylemek yerine
Oidipus’a babasını öldürüp annesiyle yatacağını söyler. Oidipus’un yazgısı
deği memi tir. Bu yazgının gerçekle memesi için Oidipus ailesi bildiği Polybos ve
Periborea’yı ve Korintos’u terk eder, Thebai’ye doğru yol alır. Aynı zamanlarda
Thebai’ya korkunç bir veba salgını musallat olmu , Kral Laios çözüm bulmak için
Delphi tapınağına doğru yola çıkmı tır. Laios ile Oidipus üç yol ağzında kar ıla ır ve
geçi hakkı konusunda tartı ırlar. Oidipus, hakkında hiçbir ey bilmediği ya lı Laios
ve adamlarını orada öldürüverir. Kralın yanında buluna tek koruması Thebai’ye
kaçmayı ba arır. Oidipus yıllar boyunca yolculuk yapmaya devam eder, bir gün
Tebai’ye varır. Lakin kar ıla tığı kentte manzara korkunçtur. Veba yetmezmi gibi
Sfenks adı verilen bir canavar kentin genç erkeklerini alıkoyup onlara bir bilmece
sormaktadır. Bilmecenin cevabını bilen kurtulacaktır ama imdiye dek bilmeceyi
bilen olmadığı için Sfenks hepsini yutmu tur. Dul kalan Laios’un karısı tahtın
sorumluluğunu almı olsa da asıl egemenliği yürüten, maskenin ardındaki isim erkek
karde i Kreon’dur. Kreon, Oidipus ile kar ıla tığında ona bir vaatte bulunur. Sfenks
belasından kenti kurtaran ki i kraliçe Đokaste ile evlenecek, Thebai’nin yeni kralı
olacaktır. Oidipus, Sfenks’in kar ısına çıkar, bilmeceyi bilir, bunun üzerine Sfenks
kendini uçurumdan a ağıya bırakır. Daha öncekiler bilmeceyi bilemeyip öldükleri
için onlara sorulan bilmecenin ne olduğu bilinmez. Oidipus’a sorulan soru ise
“Yeryüzünde, sularda, havada ya ayan canlılar arasında bir tanesi var ki bir tek sesi,
bir tek konu ma tarzı, bir tek huyu olur ama bir zaman iki, bir zaman üç, bir zaman
da dört ayaklı olur, bu canlı kimdir?” Cevabı Oidipus’un adında gizli olan bu soruya
Oidipus, insan cevabını verir. Đnsan bebekken dört, yeti kin iken iki, ya landığında
bir baston yardımıyla aslında üç ayak üzerinde durur. Oidipus “bilgeliğiyle” kentin
yeni kralı olur, Đokaste ile evlenir ve ondan iki erkek, iki kız çocukları olur: Eteokles,
Polyneikes ve Antigone, Đsmene. Ama Thebai’nin düzeni tekrar bozulur. Doğanın
düzeni bozulur, kuraklık ba
gösterir, kadınlar ucubeler ya da ölü bebekler
doğurmaya ba lar. Đ te Sofokles’in Kral Oidipus tragedyası her eyin çoktan olup
bittiği bu noktada ba lar. Thebaililer, vakti zamanında kenti Sfenks’ten kurtaran
kralları Oidipus’tan medet umarlar. Sorunun kaynağı bellidir. Yıllar önce kralları
30
Laios öldürülmü ve katili hala bulunamamı tır. Kralın kanı yerde kaldığı için
Thebai’nin bu felaketleri ya adıklarını dü ünürler. Oidipus, ölen kralı kendi kralı gibi
sahiplenir, suçlu her kim olursa olsun yakalayacağına dair söz verir ve bir dedektif
gibi soru turma yürütür. Kreon, ku falına bakıp tanrısal esinleri açıklayan bir
kahinden, kör Teiresias’tan söz eder, onun getirilmesini önerir. Teiresias gelir,
Oidipus ona sorular sorar ama her eyin farkında olan kahin cevap vermez,
suskunluğunu korur. Olanların Kreon’un tahtı ele geçirmek için düzenlediği bir
kumpas olduğunu dü ünür. Fakat soru turmayı yürüten Oidipus, Laios’un yanında
bulunup canını kurtaran ama o günden beri insan içine çıkmayan tek görgü tanığını
bulur. O da kahin gibi susmaktadır. Bu sıralarda Korinthos’tan gelen bir haberci
Oidipus’a anne ve babasının öldüğünü bildirir. Habere üzüldüğü kadar sevinir de
Oidipus. Çünkü Delphoi’den gelen kehanet gerçekle memi , babasını öldürüp
annesiyle yatmamı , dolayısıyla kaderini yenmi tir. Ama haberci, Oidipus’a onların
gerçek anne ve babası olmadıklarını, evlat alındığını anlatır. Haberci Oidipus’u
kimden aldığını anlatınca Oidipus’tan önce kraliçe Đokaste her eyi idrak etmi ve
kendini sarayın odasında asmı tır. Oidipus ise elbisesinin tokalarını gözlerine sokar
ve kendini kör eder. Oidipus’un bedbahtlığı burada bitmez. Kör olan Oidipus bir
“günah keçisi” olarak kentten kovulur. Ama sarayı ve kenti terk etmeden önce kendi
oğullarına lanet ettiği rivayet edilir. Oğulları kör babalarına kurban edilen
hayvanların en kötü parçalarını, artıklarını vermi , onu karanlık bir hücreye kapatıp,
kuduz
hayvanlar
gibi
herkesten
saklamı lardır.
Oidipus
oğullarının
asla
anla amamalarını, her ikisinin taht uğruna kavga etmelerini, pe i sıra ölmeleri
ilencinde bulunmu tur.59
Kentten kovulan Oidipus ise kızı Antigone’nin refakatinde Kolonos’ta ya ar.
Thebai’den “kirliliği” yüzünden bir “günah keçisi” ilan edilerek kovulan Oidipus
Kolonos’ta bir tür arınma ya ar. Buradaki olaylar Oidipus Kolonos’ta60
tragedyasının hikayesidir. Antigone babası/ ağabeyi Oidipus’un ölümünden sonra
Thebai’ye döner. Çok geçmeden Oidipus’un ilenci gerçekle ir. Birbirine kin duyan
59
Labdakosoğulları soyu ile ilgili daha detaylı bir anlatı için bakınız Jean Pierre Vernant, “Oidipus
Zamansız Oğul”, Torunuma Yunan Mitleri: Evren, Tanrılar, Đnsanlar, Çev: Mehmet Emin
Özcan, Đstanbul, Helikopter Yayınları, 2013, s. 156-170.
60
Sofokles, Oidipus Kolonos’ta, Çev: Furkan Akderin, Eski Yunan Tragedyaları 10, Đstanbul, Mitos
Boyut Yayınları, 2011.
31
iki oğul iki yılda bir egemenliği devralmaya karar verirler. Fakat Eteokles tahta
çıktıktan sonra inmeyeceğini söyler. Bunun üzerine Polyniekes Argos’a gidip
Argoslular ile birlikte Thebai’ye kar ı sava açar. Sava ın sonunda her iki karde de
birbirinin katili olarak ölür.
Antigone tragedyası iki karde in ölüm haberinin ardından tahtın tek varisi olan
Kreon’un kral olduğu ve karde lerden Eteokles’in kahramanlığından ötürü gömülüp,
Polyniekes’in hainliğinden ötürü gömülmemesi, ölüsünün kurda ku a yem olması
için açıkta bırakılması kararıyla ba lar. Karar, Kreon’a aittir. Antigone ise Zeus’un
bile böyle bir yasa buyurmadığı gerekçesiyle karde inin ölüsünün açıkta kalmasına
razı gelmez. Kız karde i Đsmene’yi karde leri Polyniekes’i gizlice gömme eylemine
ortak etmek ister. Ama Đsmene bunun çılgınlık olduğunu, yasalara kar ı
gelemeyeceklerini dü ünür. Antigone tek ba ına eylemi üstlenir ve Polyniekes’i
gömer. Kreon’un olanları öğrenmesiyle Antigone cezalandırılır. Çünkü Kreon,
yasaya
kar ı
gelen
kendi
ailesinden
dahi
olsa
ayırmayacağını,
ölümle
cezalandırılacağını bildirmi tir. Antigone ise Kreon’un hem öz yeğeni hem de oğlu
Haimon’nun ni anlısıdır. Antigone’yi diri diri kapalı bir zindanda ölümüne terk ede
Kreon’u oğlu Haimon dahi vazgeçiremez. Tragedyanın sonunda Haimon,
Antigone’nin yanına gider ama Antigone intihar etmi tir. O sırada eyleminden
pi man olan, felaketlere sürükleneceğini anlayan Kreon gelmi tir ama oğlu Haimon
da kendini kılıcının üzerine atarak ni anlısı Antigone’nin yanında ölür. Haimon’un
ölüm haberini alan annesi kraliçe Euridike de kendini öldürür.
2.1.2. Caesura ve Tiresias’ın “Saf Konu ma”sı
Hölderlin’e göre tragedya hesaplanabilir bir yasa üzerine kurulmu tur. Tragedyanın
bir matematiği vardır. “Farklı sıralarda ama belirli bir yasaya göre ortaya çıkan imge,
duyumsama ve akıl yürütme, tragedyada belirli bir sıraya göre değil, bir denge
halinde belirir.”61Bu denge metnin ba ı ile sonu arasında kurulur. Hölderlin, bir
edebiyat terimi olan, hece vezinli iirlerde dizelerin belli bölümlere ayrılması,
“aralama”, “kesme”, “durak” anlamında kullanılan caesura terimini ödünç alarak
denge yasasını açıklamaya çalı ır.
61
Friedrich Hölderlin, iir ve Tragedya Kuramı, s. 65.
32
“Bu açıdan, aktarımın kendini gösterdiği imgelerin ritmik sırasında iir ölçüsü
olarak kesme, saf söz, ritmi bozan duraklama zorunlu olur. Bu kesmenin amacı,
hızla deği en imgelerin en üst noktasında artık, imgenin deği imiyle değil, imgenin
bizzat kendisiyle kar ıla maktır. Bu açıdan, hesaplamanın ve ritmin sırası ayrılır ve
birbirleriyle ili kileri, e it ağırlıktaki iki yarım gibi olur. imdi, eğer imgelerin
ritmi, eksantrik bir hızda, ba taki imgelerin daha çok, arkadan gelenler tarafından
ala ağı edilmesine yönelikse, kesme ya da ritmi bozan ara en ba tan öyle bir
ekilde konumlanmalıdır ki, ilk yarı ikinci yarı kar ısında kendini korusun. Böylece
ikinci yarı daha hızlı ve ağırlığı daha fazla gibi görüneceğinden, ters etki yaratan
kesme yüzünden denge, sondan ba a doğru eğilim gösterir. Eğer, imgelerin ritmi,
arkadan gelenlerin daha çok, ba takiler tarafından bastırılmasına yönelikse, kesme
sona doğru olacaktır, çünkü ba langıca kar ı korunması gereken bu sefer sondur;
ve denge bu nedenle sona doğru eğilimli olacaktır, çünkü ilk yarı kendini uzatır ve
denge daha sonra olu ur.”62
Hölderlin tragedyanın sahip olduğu bu matematiksel yasayı Kral Oidipus ve
Antigone üzerinde çözümler. Ona göre sözü edilen ilk tragedya yasası Kral
Oidipus’a, ikinci yasa ise Antigone’ye aittir. Ama her iki oyunun da ortak noktası,
kesme, aralamayı sağlayan kahin Tiresias’dır. Daha doğru bir ifadeyle iki tragedya
yasasını da kesintiye uğratan caesura Tiresias’ın konu malarıdır. “Tiresias, yazgının
yoluna giren ve insanı ya am alanından, iç ya antısının ortasından trajik bir ekilde
çekip çıkaran ve ölülerin eksantrik alanına sürükleyen doğal gücün bekçisi olarak
ortaya çıkar.”63 Kral Oidipus’ta Tiresias tragedyanın ilk bölümünde sahneye
gelirken, Antigone’de tragedyanın son bölümünde Kreon ile konu mak üzere belirir.
Tiresias’ın sahneye geli iyle, caesura boyunca göstergeler anlamlarını, değerlerini
kaybederler.
Konu maya
kar ı
konu ma
biçiminde
ilerleyen
tragedyanın
matematiksel yasası Tiresias’ın “saf konu ması” ile kesintiye uğrar. Kahin Tiresias,
Sofokles tragedyasında ana kahramanlarla ileti ime geçer. Oidipus’ta Oidipus,
Antigone’de Kreon’un konu malarının içini bo altır. Her ne kadar Tiresias bir insan
olsa da ondan doğru tanrılar konu tuğu için onun sesi bir insan sesi değildir. Onun
sesi tanrılar ve insanlar dünyası arasında bir kapıyı açar. Tiresias’ın konu maları
insanların günlük konu ma biçiminden farklı olduğu, konu maya kar ı konu manın
ritmini bozduğu, sesiyle birlikte tanrısalın dünyasını araladığı için insanların hakim
olabileceği bir dil değildir. Hölderlin bu sebeplerden ötürü Tiresias’ın konu masını
62
63
A.e., s. 65.
Hölderlin, “Oidipus Đçin Notlar”, a.g.e., , s. 66.
33
“saf konu ma” olarak niteler.64 Bu a amadan sonra Sofokles’in Kral Oidipus ve
Antigone tragedyalarında Tiresias’ın sahneye giri ve konu malarını incelemek
aydınlatıcı olacaktır.
Đlk örnek Antigone tragedyasında Tiresias ile Kreon’un
konu maları.
Kreon:
Koca Terisias, yeni bir haber mi var yoksa?
Tiresias:
Söylüyorum, biliciyi dinle!
Kreon:
Dinlemezlik ettim mi senin öğütlerini?
Tiresias:
Devlet gemisini doğru yönde yürüttün böylece.
Kreon:
Yararını gördüm bilgeliğinin, bunu hep söylerim.
Tiresias:
Kreon:
imdi yeniden sallantıda talihin.
Diyeceğin ne? Korkutuyorsun beni?65
Yukarıdaki diyalog Tiresias’ın Antigone’de sahneye ilk giri ine ait. Görüldüğü gibi
konu malarda Kreon, kahin Tiresias’a kar ı onu önemseyen, kibar bir tavır sergiler.
Ama bu konu manın ritmi bozulmaya ba lar. Kreon’un nezaketi endi eye dönü ür.
Ardından Tiresias, kar ılıklı karde
katlini, Oidipus’un oğulları Eteokles ve
Polünikes’in sava ta birbirlerini öldürmelerini simgeleyen ku lardan söz eder.
“Öğreneceksin, bilicilik sanatıma güven, kulak ver hele. / Ku ları gözetleyip fal
baktığım / her zamanki yerimde oturuyordum, / ku ların türlüsü kalkıp iniyordu
çevremde. / Bu kez ama anla ılmaz, seçilmez, kulak tırmalayıcı / seslerle ötüyordu
ku lar, barbarca konu ur gibi. / Anladım ki, gagaları pençeleriyle / Parçalıyorlar
birbirlerini / Kanat akırtılarından da belli. / Kaygılandım, tutu turdum hemen
ocağı / Ate kurbanı sunmayı denedim, ama kurban eti / Alev almıyordu bir türlü,
murdar bir su sızıyor.”66
64
Hölderlin’in görü ünden Tiresias ve saf konu maya dair ayrıntılı bir çalı ma için bakınız Kathrin H.
Rosenfield, “Tiresias, or Pure Speech”, Antigone: Sophocles’Art, Hölderlin’s Đnsight, Translated
from the French by Charles B. Duff, The Davies Group Publishers, Aurora, CO, 2009, pp. 149-171.
65
Sofokles, Antigone, Eski Yunan Tragedyaları, s. 107.
66
A.e., s. 107-108.
34
Tiresias bu konu masında geleceğe dair herhangi bir kehanette bulunmaz. Sadece
gördükleri kar ısında yorum yapmaya çalı ır. Đlginç olan onun kaygılanması ve
tanrılar için bir kurban vermeye çalı masıdır. Tanrılara kurban vermek ya anan
musibeti giderecektir. Ama Tiresias sunak ta ında kurban ate ini alevlendirmeyi bir
türlü ba aramaz. Kathrin H. Rosenfield’e göre kurban etinin alevlenmemesinin
sebebi tanrıların Thebai halkına ate i vermeyi reddetmesidir.67 Zaten tanrılar ve
insanlar arasındaki dinmeyen öfkeyi ba latan da Promethous’un Zeus’un ate ini,
tanrısal ate i insanlara bah etmesidir. Bu ate , insanlar için Tanrısal müdahaleden
bağımsız olarak doğayı dönü türecek araca, bilmeye, ilk techne’ye sahip olmak
demektir. Tanrılar ceza olarak Thebai halkından ate i mahrum etmi tir. Kahin
Tiresias kör olduğu için sunak ta ında kurban etinin murdara dönü mesini göremez,
ona rehberlik eden çocuk sayesinde olanı biteni anlayınca durumu Labdakosoğulları
soyunun akibetine, Oidipus’un iki oğlu Eteokles ile Polünikes’in birbirlerini
öldürmelerine bağlar. Ama kurbanın ate almamasının ve sunaktan murdar bir su
sızmasının sebebi karde katli değil, cesetlerden birinin hayvanlara yem edilmek
üzere açıkta bırakılmasıdır. Bu nedenle kent devlet kirlilik, murdarlıkla kar ı
kar ıyadır. Tiresias, “kirliliğin” sorumlusu olarak ölüyü gömmeyi yasaklayan
Kreon’u görür.
“Kızgın küllere dökülüp cızırdıyor, tütüyordu. / Hayvanın safra kesesi patlamı
fı kırıyor. / Butların eti yağı eriyip ayrılıyordu kemikten. / Çocuk olup biteni bana
anlattı ya / Bu içinden çıkılmaz belirtilerin ancak / Kötüye yorumlanabileceğini
anladım. / Çocuk benim yol göstericim, ben de ba kalarının. / Kent senin yüzünden
bir illete tutulmu , / Çünkü sunaklarımız Oidipus’un talihsiz oğlunun cesedinden /
kurdun ku un koparıp getirdiği / le lokmalarıyla cenabet oldu. / Tanrılar
adaklarımızı dualarımızı kabul etmiyor artık, / ne de yağlı butlardan fı kıran
alevleri. / Ku lar iyice yorulacak sesler çıkarmıyor. / Çünkü ölünün kanı yağı var
kursaklarında. / imdi bunları iyice dü ün, evladım. / Yanılmak insanlara vergi, /
Yanılıp da ba ına i ler açan ki i / onarırsa bunu inatçılık etmeden / ona hiç de
akılsız denemez, / asıl dik kafalılık aptallığa i aret. / Ölüyü say, dü eni yeniden
bıçaklama, / Ölüyü yeniden öldürmenin ne anlamı var? / Đ te senin iyiliğin için
öğüt veriyorum, / doğru eyler salık veren bir dostu / dinlemekte hayır var.”68
67
68
Kathrin H. Rosenfield, a.g.e, s. 153.
Sofokles, Antigone, a.g.e., s. 108.
35
Bu konu ma için Tiresias’ın ilk kehaneti denilebilir. Tiresias aslında Kreon’a bir
uyarıda bulunur, onu yanılgısından geri çevirmeye çalı ır. Yapılan konu ma
sayesinde tragedya ba ında Antigone’nin hayvanlara yem etmemek için gömdüğü
ağabeyinin cesedinin hayvanlarca parçalandığı Tiresias tarafından dolaylı biçimde
dile gelir. Olanlara rağmen Tiresias, Kreon’a kar ı merhametlidir, onun yanılgısını
düzelteceğine dair bir güven izlenimiyle konu masını bitirir.69 Fakat Kreon, yine
hybris içinde Tiresias’ın uyarısını reddettiği gibi, ona kar ı tahammülsüzle ir. Bunun
üzerine Tiresias, ikinci konu masını ba latarak, Kreon’a gelmekteki esas amacını ve
kehaneti açıklar.
“Öyleyse i it, güne in kendi kendisiyle yarılan / Ate arabası gökte birkaç
çevrimini tamamlamadan / Senin kendi kanından biri ölecek / Günahını
yüklendiğin ölülerin kar ılığı. / (…) / Çok geçmeden kadın erkek feryatları / senin
evinden yükselecek ve kom u kentler de / sana kar ı nefretle ayaklanacak. / Kentler
ki sokaklarında cesetler yatar / Ve cenaze törenlerini köpekler yapar, / akbabalar,
le kargaları didikler, / öteye beriye ta ır parçalarını / evlere ocaklara murdar bir
koku sinmi tir, / ilenç içindedir hepsi.”70
Tiresias’ın Đlk konu ması geçmi in
imdi üzerindeki etkisine dair iken ikinci
konu ması geleceğe, Kreon’u bekleyen felaketlere, ölümlere odaklanır. Tanrısal
yasaları çiğnediği, ritüelleri bozduğu, sadece ölüyü değil, ehri de “murdar” ettiği
için Kreon tanrılar tarafından cezalandırılacaktır. Muhtemelen Terisias’ın sahneye
girdiği sırada, e zamanlı olarak sahne-dı ında Antigone kapatıldığı zindan-mezarda
kendini öldürmek üzeredir. Ama Tiresias, Kreon’un kabahatlerini yüzüne vururken
tek odaklandığı ey törelere göre gömülmemi bir cesettir. Tüm bu konu malarda
Antigone hiç geçmez. Sanki Tiresias’ın tek derdi Polinükes’in cesedinin açıkta
kalması, hayvanlarca parçalanması, töresiz, törensiz gömülmesidir.71 Çünkü Tiresias
için “değil Kreon, gökteki tanrıların bile hakları yoktur yer altı tanrılarının i ine
karı maya.”72 Kreon’un Antigone’yi karde inin ölüsünü gömdüğü, Kreon’un
buyruklarına kar ı geldiği için diri diri bir mezara kapatması sanki tanrılar tarafından
69
Kathrin H. Rosenfield, a.g.e., s. 155.
Sofokles, Antigone, a.g.e., s. 110-111.
71
Kathrin H. Rosenfield, a.g.e, s. 155.
72
Sofokles, Antigone, a.g.e. , s. 110.
70
36
görmezden gelinmi tir. Oyundaki herkes Antigone’yi, ona olacakları önemserken
Tiresias ve ondan doğru konu an tanrılar Antigone’ye kar ı kayıtsızdır. Tiresias’ın
konu malarında Antigone için yalnızca yer altına gönderildiği iması vardır. Tiresias,
Kreon’la konu an, onu Antigone’yi bağı laması için ikna etmeye çalı an Thebai
korosundan farklı konu ur. Daha açık bir ifadeyle Tiresias’ın ne konu tuğu değil,
nasıl konu tuğu önemlidir. Çünkü bu konu manın, aktarımın biçimi Tiresias’ın
konu masını “saf konu ma” yapandır.73
“Tiresias’ın “saf konu ması” ahlaki, yasal ya da psikolojik meselelerle motive
edilmez. Onun saf konu ması insan konu ması değildir. Nihayetinde Polinükes’i
gömütsüz bırakmanın tehlikesini fark etmediği için ba tan yanılmı tır. Sadece
ku ların tuhaf hareketleri ve kavrulmu , küle dönmü kurbandan sonra gerçekler
hakkında kehanette bulunabilmi tir. Tanrılar kendisinden doğru konu maya
ba layana kadar Tiresias’ın -bir insan olarak dü ünmesi ve konu masındadurumun vahametini idrak edemediği açıktır. Sahnenin ba ında Kreon’a kar ı
merhametlidir ve ilk kehanetinde hiçbir ey Kreon’un durumunun tersine
döneceğini ima etmez. Hatta sahneyi Kreon’a duyduğu bir güven izlenimiyle
bitirir, ona hatasını düzeltmesi için tavsiyelerde bulunur.”74
Bu saptamaya göre kahinlik, bilicilik Tiresias’ın “doğası”nda yoktur. O, tanrılar
ancak kendisinden doğru konu maya ba layınca bir kehanette bulunabilmektedir.
Konu anın tanrılar olmasından ötürü Tiresias’ın konu ması koro da dahil olmak
üzere oyundaki herkesin konu masında farklı, e sizdir. Tiresias’ın sahneye
gelmesiyle trajik aralama, yarılmayı sağlayan caesura sadece konu maya kar ı
konu mayı, iirsel bir ölçü, uyağı bozduğu için değil Tiresias aracılığıyla tanrılar üstü
kapalı biçimde konu tuğu için önemlidir.
Tiresias ile birlikte ba layan caesura’u daha iyi tahlil edebilmek için iki önemli
çalı maya bu noktada yer açmak faydalı olacaktır. Đlki Deleuze’ün Hölderlin’in
73
74
Kathrin H. Rosenfield, a.g.e., s. 158.
A.e., s. 155.
37
Oidipus notları üzerine yorumları75, ikincisi Jean Beafruet’nin Hölderlin et
Sophocle76 çalı ması.
Deleuze ve Jean Beaufret, her ikisi de Hölderlin’in caesura’dan sonra artık ba langıç
ve sonun birbiriyle uyumlu olamayacağı saptamasının ne anlama geldiğini tartı ırlar.
Caesura’un ba laması için Tiresias ya da bir kahinin sahneye gelmesi zorunlu
mudur?
Örneğin
Aiskhylos’un
Agamemnon77
tragedyasında
Kassandra’nın
kahinliği, geleceği görebilmesi bir caesura’ya sebep olur mu? Hem Deleuze hem de
Beaufret için Kassandra’nın Agamemnon’un evine adım atmadan önce i lenecek
cinayeti hatta Orestes’in intikam için eve dönü ünü görmesi bir ceasura’u
ba latmaz. Çünkü Kassandra’nın söyledikleri olası, beklenen eylerdir. Agamemnon,
Truva sava ı dönü ünde tanrıların gemilerinin yelkenine rüzgar vermesi için kızını
kurban etmeyi kabullenmi tir.78 Bu eyleminin kendisine ba ka bir felaketle
döneceğini, sonuçlarının ağır olacağını tahmin etmektedir. Kassandra’nın görüsü,
tragedyanın ba langıcından çıkartılabilecek,
a ırtıcı olamayan bir bilgidir. Deleuze
için Aiskhylos tragedyasında bu durum zamanda sadece bir bükülme sağlar. Ama
Sofokles tragedyalarında trajik kahraman, örneğin Oidipus bilmeden bir cürüm i ler,
75
Deleuze’ün Hölderlin’in “Remarks on Oidipus” yazısını “de ifre” ettiği 21.03.1978 tarihli
konu masının dökümanı için
bakınız; http://www.webdeleuze.com/php/texte.php?cle=67&groupe=Kant&langue=2, Eri im Tarihi:
20.01.2015
Aynı zamanda Deleuze ve Beaufret’in Hölderlin yorumunu, özelikle Hölderlin’de saptadıkları Kantçı
zamanın özelliklerine dair bir yorum için bakınız; Daniela Voss, “Time and Split Subject”,
Conditions of Thought: Deleuze and Transcendental Đdeas, Edinburg University Press, Edinburg,
2013, pp. 231-236. (Hölderlin’s Caesura)
76
Jean Beaufret, “Hölderlin et Sophocle”, preface to Hölderlin:Remarques sur Oedipe. Remarques
sur Antigone. Translated by. François Fedier. Paris, Union generale d’editions, 1965.
Jean Beaufret’nin Fransızca yayınlanmı Hölderlin ve Sofokles adlı çalı masının Đngilizce çevrisi
bulunmamaktadir. Bu nedenle Beaufret’ye yapılan göndermeler Beaufret’nin Hölderlin okumasını
inceleyen çe itli çalı malardan derlenmi tir. Öncelikle Beaufret’in Hölderlin et Sophocle adlı
çalı masının Đngilizce özeti için bakınız; Corry Shores, Heaven Vacated:Jean Beaufret. Summary
of “Hölderlin et Sophocle”, pp. 16-26.
http://piratesandrevolutionaries.blogspot.com/2010/09/heaven-vacated-jean-beaufret-summaryof.html, Eri im Tarihi: 20.01.2015 Beaufret’in eserini tartı an bir diğer çalı ma için bakınız;
Christopher Fynsk, “ Hölderlin’s Testimony: An Eye Too Many Perhaps”, Heidegger: Thought and
Historicity, Cornell University Press, Newyork, 1993, s. 174-230.
77
Aiskhülos, Agamemnon, Orestes Üçlemesi, Çev: Yılmaz Onay, Đstanbul, Mitos-Boyut Yayınları,
2010.
78
Daha önce de belirtildiği gibi Agamemnon’un Tanrılar’ın gazabına uğramasının sebebi Truva
Sava ı esnasında Truva’daki tanrısal yerleri, tapınaklara zarar vermesidir. Bunun kar ılığında
kazandığı zafer sonrası Tanrılar yelkenlerin ilerlemesi için gerekli rüzgarı vermez ve ondan kızını
kurban etmesini isterler. Karar Agamemnon’undur. Ya bütün doonanmasıyle birlikte batacak ya da
yanında götürdüğü kızı Đphigenya’yı kurban verip kurtulacaktır.
38
ba ına geleceklerden habersizdir. Aiskhylos tragedyasında, Agamemnon olacakları
sezdiği için karısının onu kırmızı halıda yürütmesinde bir parça gönülsüzdür.79
Çünkü kırmızı halı tanrılara özgüdür, Agamemnon bu eylemiyle tanrı ile insan
arasındaki sınırı a acak, tanrıların gazabını üzerine çekecektir. Beaufret’ye göre
Agamemnon ba ladığı gibi biten bir tragedyadır. Caesura’nın mahal verdiği
ba langıç ve son arasındaki ritim bozukluğu, koordine olamayı
Aiskhylos
tragedyalarında yoktur. Tragedyanın varacağı son oyunun ba ından belirlenmi tir.80
Diğer tarafta Kral Oidipus tragedyasında Oidipus, Agamemnon gibi bilerek suç
i lemez. Oysa Agamemnon, kızını bilerek kurban eder. Tanrılar, onu kızı
Đphigenya’yı kurban vermesi için zorlamaz, seçim Agamemnon’undur. Oidipus ise
bilmeden babasını öldürmü , annesiyle evlenmi tir. Onun suçu kendisine biçilen bu
korkunç yazgıdan kaçmasıdır. Sofokles tragedyası ba ile son arasında müthi bir
uyumsuzluk barındırır. Hiçbir
ey tahmin edildiği gibi ilerlemez. En azından
Oidipus’un gözlerini kör edeceği, hem annesi hem karısı olan Đokaste’nin kendini
asacağı önceden kestirilemez. Polinükes’in cesedinin gömülmeme kriziyle ba layan
Antigone’de oyun sonunda Haimon ve Euridike’nin ölümleri beklenmediktir.
Caesura bölümünden sonra artık caesura’nın öncesi ve sonrası birbiriyle uyu maz.
“Caesura, uyumu bozan bir nota gibi, melodi içinde ba ka melodi, iir ortasında
ba layan ayrı bir iir, tragedya içinde ayrı bir tragedya gibidir.”81
Tiresias’ın geli iyle tragedyada ara-lanma sağlayan ikinci örnek Kral Oidipus
tragedyasında Oidipus ve Tiresias arasındaki konu malardır.
Oidipus:
Tanrılar a kına, bildiğini esirgeme, bizden yüz çevirme
dizlerimizin üstünde sana yalvarıyoruz.
Tiresias:
Hepiniz bilisiz, bilinçsizsiniz. Bildiğim bana kalsın,
ba ına gelecekleri söylemek istemiyorum.
Oidipus:
Bu ne biçim söz? Gerçeği biliyor, gizliyorsun.
81
Corry Shores, Heaven Vacated: Jean Beaufret. Summary of “Hölderlin et Sophocle”; Daniela
Voss, “Time and Split Subject”, Conditions of Thought: Deleuze and Transcendental Đdeas, pp.
231-236.
39
Bu ihanet değil mi, ülkenin mahvını mı istiyorsun?
Tiresias:
Ne kendime ne sana acı çektirmek istemiyorum.
Bo una sorma, benden bir ey öğrenemezsin
Oidipus:
Ne? Ey kötülerin kötüsü. Sen ta ı çatlatırsın.
Konu mayacaksın ha. Hiçbir ey umrunda değil mi,
Hep böyle vurdum duymaz mısın?
Teirisas:
Beni kınıyorsun, ancak sen ne tür nasıl bir çıkmaz içindesin
onu göremiyorsun.
Oidipus:
Gel de öfkelenme, senin bu ülkeyi horlayan sözlerini i it de!
Tiresias:
Gelecek kendinden gelecek, ben onu imdi sessizliğe
Sarıp sarmalasam da.82
Tireisas, Kreon’un tavsiyesi üzerine Oidipus’un sarayına çağrılır. Thebai’ye çare
bulunamaz bir salgın çökmü tür. Kadınlar bebeklerini dü ürmeye, toprak
ye ermemeye, hayvanlar ölmeye ba lamı tır. Thebai halkı bu musibetin sebebini
Oidipus’tan önceki kral Laus’un katilinin bulunamamasına bağlar. Kahin Tiresias’a
bu felaketten nasıl kurtulacakları, katilin kim olduğu sorulur. Ama Tiresias
Oidipus’un aradığı katilin kendisi olduğunu bilir. Üstelik
ehre musallat olan
salgının, bu miyazmanın mekanda ve zamanda yayılmasını sağlayan sadece
Oidipus’un Laus’u öldürmesi değildir. O, bilmeden babasını öldürmü ve kendi
annesiyle evlenerek ondan çocuklar edinmi tir. Tiresias’a göre Oidipus, kendisine
hayrı dokunmayacak, onu yıkıma sürükleyecek bir bilginin pe indedir. Bu yüzden
susmanın en doğrusu olduğunu dü ünür. Fakat Oidipus’un Tiresias’ın suskunluğu
kar ısında çılgına dönmesi, onun kahinliğini küçümsemeye ba laması konu manın
seyrini deği tirir.
Tiresias:
Bugünden sonra ne bu yurtta larla konu ,
ne de benimle. Ülkeyi bu cenabetliğe bula tıran sensin.
82
Sofokles, Kral Oidipus, Eski Yunan Tragedyaları 3, s. 34-35.
40
Oidipus:
Alçakça bir suçlama. Kime güveniyorsun?
Tiresias:
Ben gücümü ‘gerçek’ten alıyorum.
Oidipus:
Gerçek senin alanın değil. Bunu kimden öğrendin?
Tiresias:
Sen de istemediğim halde beni konu maya zorladın.
Oidipus:
u sözlere bak! Konu , daha iyi bilelim.
Tiresias:
Dediklerimi anlamadın mı? Hala kı kırtıyorsun beni.
Oidipus:
Tam olarak anlamı değilim. Bir daha söyle.
Tiresias:
Katilini aradığın adamın katili sensin!
Oidipus:
Yine aynı masal, sözlerine pi man edeceğim.
Tiresias:
Daha söyleyeyim, daha celallen!
Oidipus:
Ne söylesen nafile.
Tiresias:
En yakınınla utanılacak bir ili ki içindesin.
Đçinde yüzdüğün çirkinliği görmüyorsun.83
Tiresias, Antigone’de Kreon’la yaptığı gibi, burada da konu manın ba langıcında
sakin ve kararlıdır. Fakat Kreon gibi Oidipus da Tiresias’ın tavsiyesine uymayıp, onu
küçümsemeye ba layınca Tiresias’tan doğru konu an kendini göstermeye ba lar.
Tiresias, gücümü ‘gerçek’ten alıyorum derken tanrılardan, tanrısal bilgiden söz
etmektedir. Oidipus, onun tanrılarla bir bağının olmadığını dü ündüğü gibi kör bir
kahin olduğu için gerçeği Tiresias hariç herkesin görebileceğini iddia eder.
“(…) imdi güvenilir dostum Kreon sokuluyor uğrun uğrun / Beni tahtımdan
ala ağı etmek için. / Kendine senin gibi bir düzenbazı yardak edinmi . /
Mesleğinde kör, sırf kendi çıkarlarını görür. / Söyle, sen bilicilik hünerini nerede
kanıtladın? / O Sfenks ejderi kara türkülerini çığırırken / Sen neredeydin? Bu halkı
kurtarmak için niye ağzını açmadın? / O muamma her yiğidin çözebileceği bir
bilmece değildi. / Gerçek bir bilicinin deneyimi gerekliydi. / Ama senin ki iliğinde
böyle biri yoktu. Ben geldim, / O güne değin olup bitenlerden haberi olmayan
Oidipus. / Susturdum onu. Bilmecenin yanıtını ku lardan öğrenmedim. / Kendi
usumla buldum. / imdi ben oluyorum senin ala ağı etmek istediğin. / Kreon’un
tahtına yakın olmak için. / Biliyorum, bu i ler senin ba ının altından çıkıyor. /
83
A.e, s. 36.
41
Ülkeyi arındırmak bahanesiyle bu iftiraları uyduran sensin. / Ya ına ükret, yoksa
bunun bedelini pek ağır öderdin.”84
Oidipus’un yukarıda sarfettiği sözler onun sahne üzerinde sergilediği hybris’idir.
Oidipus bu konu masında Tiresias’ın sözlerine kulak vermek bir tarafa, Tiresisas’ı
Kreon’la i birliği içinde olup kendisini tahttan indirmeye çalı makla suçlar. Ona göre
herkes onun zenginliğini, iktidarını ve Sfenks’in bilmecesini bilerek gösterdiği
bilgeliği kıskanmaktadır. Oidipus, sahip olduğu tüm özelliklerle adeta tanrılarla boy
ölçü türmektedir. Tiresias ilk konu masında gerçeği yani Oidipus’un geçmi ini
bildiğini ama bu konuda susmanın en doğrusu olacağını üstü kapalı bir ekilde
söyler. Ama Oidipus’un kendisine ve tanrıların aktardığı gerçeğe celallenmesi
üzerinde sahneden çıkarken geleceğe dair kehanetini söyler. Buradaki kehanetler,
Kral Oidipus’un Oidipus Kolonos’ta tragedyasına konu olan yazgısıdır. Tiresias’ın
konu ması söyledir:
“Söylerim söylemem gerekeni, öyle giderim. / Asık suratından korkmuyorum, bana
gücün yetmez. / Laus cinayeti soru turmasında / Tehditler ilençler savurarak
aradığın adam aramızda. / Görünü te bir yabancı kentte, ama onun Thebai yerlisi
olduğu / Ortaya çıkacak ve o bu talihinden hiç memnun olmayacak.”85
Oidipus, yıllar önce Theabi’ye musallat olmu bir canavarı, Sfenks’i86, bilmecesini
bilerek altetmi , ödül olarak kente kral olmu , dul kalan kraliçe Đokeste’nin de kocası
84
A.e., s. 38.
A.e., s. 40.
86
Sfenks, Yunan mitolojisinde di il özellikler gösteren tuhaf bir yaratıktır. Bedeninde bir aslan
vücudu, kartal kanadı, yılan kuyruğunu andıran ögeler barındırır. Mitolojide aynı zamandan arkı
söyleyen kadın olarak da bilinir. Sfenks’in mitolojideki yeri hakkında bakınız; Jean-Joseph-Goux,
“The Rite Of The Sphinks”, Oedipus, Philosepher, Translated by Cathrin Porter, Stanford University
Press, California, 1993, s. 40-60.
Oidipus mitinde Sfenks bilmeceleriyle tanınır. Genç erkeklere bilmece sorar ve bilemeyenleri yutar.
Oidipus’e dek kimse bilmeceyi bilememi tir.Oidipus’a sorulan soru ise “Yeryüzünde, sularda, havada
ya ayan canlılar arasında bir tanesi var ki bir tek sesi, bir tek konu ma tarzı, bir tek huyu olur ama bir
zaman iki, bir zaman üç, bir zaman da dört ayaklı olur, bu canlı kimdir?” Cevabı Oidipus’un adında
gizli olan bu soruya Oidipus, insan cevabını verir. Đnsan bebekken dört ayak, yeti kin iken iki ayak,
ya landığında bir baston yardımıyla aslında üç ayak üzerinde durur. Oidipus bilgeliğiyle kentin yeni
kralı olur Oidipus’un bilmeceyi bilmesi üzerine de Sfenks kendisini kayalıklardan a ağı atar ve ölür.
Bakınız; Jean Pierre Vernant, “Oidipus Zamansız Oğul”, Torunuma Yunan Mitleri: Evren,
Tanrılar, Đnsanlar, s. 160.
85
42
olmu tur. Oidipus, kentin dı ından gelmi ve iktidarı ele geçirmi biri olarak aslında
bir tirandır. Görünü te iktidar babadan oğla geçmemi tir ama Tiresias’ın vurguladığı
gerçek; Oidipus’un öldürdüğü kralın oğlu olmasıdır, Oidipus, dolambaçlı olarak öz
babasını öldürmü , onun iktidarına son vermi tir.87 Tiresias’ın son konu masından
devam edilirse;
“Zengin imdi; kör dilenci olacak, / Değneğiyle yeri yoklaya yoklaya gurbete
gidecek. / Kendi çocuklarının karde i, aynı kadının hem oğlu, hem kocası /
Babasının dö eğinin ortağı, babasının katili! / Gir içeri, bunun üstüne kafa yor! /
Yanılıyorsam o zaman söyle söyleyeceğini, / Benim biliciliğe aklımın hiç
ermediğini”88
Böylece Tiresias’ın konu malarında geçmi ve gelecek birlikte vuku bulur. Oidipus
yazgısından kaçarken onun kucağına doğru sürüklenmi tir. O aynı anda hem bir baba
katili, hem annesinin kocası, oğlu, hem de kendi çocuklarının ağabeyidir. Bu
sahnelerde odaklanılması gerekenin Oidipus’un kahinin sözüne kar ın nasıl hybris’e
sürüklendiği meselesi olduğunu söyleyen Hölderlin’e göre Oidipus’un “Tiresias’la
olan sonraki konu malarında son derece öfkeli bir merak vardır, çünkü bilginin
bariyerleri bir kere yıkılıp ahenkli biçimiyle insanı kalıcı biçimde sarho ettiğinde,
insan sanki her eyi kavrayabilecekmi ve bilgi her eyi ta ıyabilecekmi gibi hep
daha çok bilmek ister.”89
87
Oidipus’un öz babası Laus’u bilmeden de olsa öldürmesi Yunan mitolojisinde oğulları tarafından
öldürülen, hadım edilen oğullar motifiyle ili kilidir.Yunan mitolojisinde dünyanın ba langıcında Kaos
vardır. Kaos’tan ilkin toprak ana Gaya ortaya çıkar. Gaya, gökyüzü tanrısı olan korkunç, sert
karakterli Uranus’u doğurur. Uranus, Gaya’dan olan çocuklarını bir gün kendisine son verecekleri
korkusuyla Gaya’nın derinliklerinde saklar. Gaya sonunda isyan ederek oğullarından Kronos’u
(zaman) babasını hadım etmeye, onun yerine geçmeye ikna eder. Kronos, babasının penisini kesince,
babası Uranus acıyla göğe yükselir gökyüzünü olu turur, aydınlık doğar. Uranus, oğlu Koronos’u
lanetleyerek aynı eyin onun ba ına geleceğini, oğulları tarafından iktidarına son verileceğini haber
verir.Kronos, babasının lanetinden korktuğu için aynı eyi kendi çocuklarına yaparak onları yutar.
Babasını güçsüzle tirip, iktidarına kastrasyonla son veren Koronos’a ise küçük oğlu Zeus son verir.
Bakınız; Jean Pierre Vernant, “Devlerin Sava ı Zeus’un Krallığı”, Torunuma Yunan Mitleri, s. 2954. Bu motifin Yunan mitolojisinde kutsal-kurban ritüelleriyle ili kisi için bakınız Saime Tuğrul,
Ebedi Kutsal, Ezeli Kurban:Çok Tanrılılıktan Tek Tanrılılığa
Kutsal ve Kurbanlık
Mekanizmaları, Đstanbul, Đleti im Yayınları, 2010, s. 45.
88
Sofokles, Kral Oidipus, a.g.e., s. 40.
89
Hölderlin, “Sophokles Notları”, iir ve Tragedya Kuramı, s. 68. Hölderlin, Oidipus’un
Tiresias’tan sonra Kreon’a saldırmasında, ona yönelttiği sorularda tanrıların kendisine
43
Tiresias’ın ba lattığı caesura’ya dönülürse, Teirisas’ın konu maları Oidipus için üstü
örtülmü bir hakikati i aret eder. Bu hakikat yalnızca Oidipus’un eski kral Laus’un
katili, dolayısıyla kendi babasının katili, annesiyle evlenmi
olması değildir.
Tiresias’ın aktarımında eskide kalmı , hatırlanması zor, unutulmu , bir zamanlar ona
musallat olan açığa çıkar.
“Tiresias’in geli iyle sağlanan kesme (caesura) trajik olanın özünü aktarır.
Kesmede (arada), trajik aktarımın aktardığı ey, ardı sıra betimlemelerin kendisi
değil, bizzat aktarımın biçimi gözükür. Bu aktarım da bo tur, saf sözdür, çünkü bu
kesme, insanın sonluluğu ile sonsuzluğun, insan ya amı ile tanrısal ya am
arasındaki sınıra i aret eder.”90
Teirisas, Oidipus’a aslında tanrısal kehaneti hatırlatır. Geçmi te bir yırtılma, yarılma
olmu tur ve Oidipus bir isyancı gibi kendine bir gelecek ya am yaratmı tır. Ceasura
diye tanımlanan ara/durak/kesinti Oidipus’u da tanımlar. Oidipus kendi varolu unda
kırılma, yarık olandır dolayısıyla caesura’yı özümsemek zorundadır. Sürekli bir
unutu un tekrarını ya ar. Bunun anlamı Oidipus’un unutmak için hatırlaması
gerektiğidir.91 Sfenks’in bilmecesini bilen, kahin Teirisas’ın bilgisiyle boy
ölçü türen, tanrısal kehaneti alt ettiğini, yazgısını yendiğini dü ünen Oidipus aslında
kendi kim’liğine dair cehaletin bir örneğidir. O, bilmeye dair bir arzunun ve özellikle
eski kral Laus’un katilinin kim olduğunun pe inden sürüklenir. Fakat bilme arzusu
Oidipus’a Laus’un katilinin kim olduğundan öte bir baba katili, annesiyle ensestöz
ili kiye girmi , ondan çocukları olmu biri olarak asıl Oidipus’un kim olduğunu verir.
Trajik sunum bu noktada insan deneyimin ve bilgisinin sınırlarını açığa çıkarır.
2.2. Caesura, Zaman ve Tanrısalın Geri Çekili i
Mevzu bahis Hölderlin olunca, trajik sunumda açığa çıkan sadece insan deneyiminin
ve bilgisinin sınırlılığı değildir. Aynı zamanda mutlak olanın, tanrının sınırlanımı da
söyleyemediğinin bir nebze de olsa gerçekle tiğini tahmin ettiğini dü ünür. Çünkü Delphi
tapınağındaki kehaneti Oidipus tam olarak kavrayamamı tır.
90
Mehmet Barı Albayrak, “Çevirenin Önsözü”, iir ve Tragedya Kuramı, s. 21.
91
Jacop Potempski, “The Dead of God and Discovery of Finitude in the Philosophy of Time: From
Kant Through Hölderlin to Heidegger”, Symposia, University of Toronto Press, Vol: 4, 2012, ss.-111, s. 10.
44
söz konusudur. Trajik sunumda hem tanrı hem de insan onları birbirinden ayıran
hudutları ihlal ederek a arlar. Hölderlin, bu sınır ihlalini bir “sadakatsizlik” olarak
tanımladığı için beraberinde sadakatsiz olanın ne ya da kimler olduğu ve neden
olduğu sorusu doğar. Bu trajik momentte insan aklın sınırlarını ihlal ederek ve
bilmeye olan arzusundan kaynaklı kendi varolu unun sonluluğunu tanımlayan
sınırları unutur. Unutu un sonucunda insan acının uç sınırına gelir. Oidipus’un “acı
gerçekler” kar ısında gözlerini de mesinin sebebi budur.
Hölderlin, Kral Oidipus tragedyasını acının uç noktasında insan ve tanrı arasındaki
bölünmü lüğü açığa çıkardığı için fevkaledeliğinden ötürü istisna bir örnek olarak
değerlendirir. Đnsan ve tanrı arasındaki “sadakatsizlik” tragedyaların ortak
temalarından biridir. Çünkü trajik olan hep trajik kahramanın bir hybris’e kapılarak
kendi sınırlarını bilmemesinden doğar. Oidipus’u istisna yapan ise trajik hatasının
sonucu ölmemi olmasıdır. Oidipus, günahıyla birlikte tek ba ına kalır, tanrısal
lütuftan mahrum kalarak tanrının yokluğu içinde Kolonos’ta ya amaya devam eder.
Oidipus’u modernin öncüsü yapan zaten tanrının geri çekili i temasıdır. Hölderlin
için Oidipus, modern anlamda “tanrının ölümü”nün ilk figürüdür.92 Hölderlin için
acının had safhası zaman ve mekanın ko ullarından ba ka bir ey değildir. Oidipus
ve Tanrı, acının en uç noktası olan trajik anda, zamandan, zamanın saf ko ullarından
ve onun bo bir formundan ibarettirler. Hem Beaufret, hem de Deleuze bu noktadan
hareketle Hölderlin’in üzerinde Kant’ın ciddi etkileri olduğunu, özellikle caesura ile
tartı ılan zaman kavrayı ının Kantçı anlamda bo ve saf formlar olduğunu saptar.
Çünkü Kant için kategoriler dı ında da a priori, yani evrensel ve zorunlu olanlar
vardır: Zaman ve mekan birer a priori’dirler. Kant, sunulu ile temsili birbirinden
ayırmaya çalı arak zaman ve mekanın temsil değil bir sunulu , beliri olduğunu
söyler. Deleuze de Kral Oidipus’ta Kantçı zamanı Tiresias’ın Oidipus’la
konu masında bulur. Tiresias, Oidipus’a Korinthos Kralı Polybos ve karısı
Merope’nin Oidipus’un gerçek ebeveynleri olmadığını anlatmaya çalı ır. Oidipus,
inkar da etse kendisi hakkında bildiği her eyden üphe eder. Tüm geçmi anıları
yalandır, artık bu andan sonra Oidipus’un geçmi i yok edildiği gibi, gelecekten
beklentisi yok edilmi tir. Oidipus, bölünmü , yarılmı , kendine göre bir ba kası
92
Jacop Potempski, a.g.e., s. 7.
45
olmu tur. Bu yüzden Deleuze, caesura’nın sadece zamanda yarılma olmadığını,
Oidipus’un da bölünmü benliğiyle caesura’nın bizatihi kendisi olduğunu dü ünür.
Beaufret’e göre ise Oidipus, Tanrı’nın geri çekili inden sonra bo kalan cennetin
ağırlığıyla yüzle mek zorunda kalır. Tanrı geri çekili nden sonra artık ne bir baba, ne
bir arkada , ne de ölümlülere yol gösterendir. Beaufret için Tanrı, bo zamandan
ba ka bir ey değildir. Đnsan bu yüzden kendine çekilir, tanrısal yasanın olmadığı
yerde yasayı aklı yoluyla kendi içinde üretir.93 Oidipus’ta olduğu gibi trajik anda
hem insan hem de tanrı, kategorik bir tersine dönü ya ar. Philippe Lacoue-Labarthe
da benzer sebepten tragedyanın öğretisinin Kantçı olduğunu söyler. LacoueLabarthe’ın Hölderlin okumasına göre;
“Zaman ve mekan Kantçı anlamda saf biçimler ise bo luk, hiçlik zamanın,
mekanın ko ullarından ba ka bir ey olmamak demektir. Zamanın ve mekanın
ko ulları dı ında bir ey olmamak, hiçbir ey olmamak demek, çünkü zaman ve
mekan Kant anlamında her türlü algıdan önce gelen ko ullar, saf biçimler, bo
biçimlerdir. Trajik an, bo ve hiçle tiren, yıkan bir an, saf bir yarık ya da senkop,
sıralanı ın kar ı ritmik duraksamasıdır. Tanrı kendini aktarımsız, kendi geri
çekili inin dipsizliği olarak verir.”94
Hölderlin için Sofokles’te trajik çatı ma dolaysız olarak hiçlik, yarık, bo luğu sunar.
Lacoue-Labarthe’a göre ise bo lukta beliren, yoklukta yokluğuyla mevcuda gelen bir
ey vardır: tanrının geri çekili inin beliri i ve bu geri çekili in yarattığı kaos.95Bu
nedenle tragedya ve dolayısıyla trajik an bir bo luk, sıfır göstergeselliktir.
Trajik temsil, Hölderlin için Tanrı’nın ve insanın e le mesine dayandığı gibi insanın
içselliği ile doğanın sınırsız birle imine de dayanmaktadır. Bu sınırsız birle mede
93
Daniela Voss, “Time and Split Subject”, Conditions of Thought: Deleuze and Transcendental
Đdeas, s. 233-235.
94
Philippe Lacoue-Labarthe, Heidegger, Art and Politics:The Fiction of The Political. Translated by:
Chris Turner, Basil Blackwell L.T.D., Oxford, 1990, s. 44. Bu yazıda Lacoue-Labarthe’dan yapılan
tüm alıntılarda eserlerin Almanca ve Đngilizce çevirilerinden birlikte yararlanılmı tır. Hem
Almanca’dan çevirileri hem de beni Lacoue-Labarthe okumaya sevk ettiği için hocam Prof. Dr.
Zeynep Sayın’a te ekkür ederim.
95
Lacoue-Labarthe, Heidegger, Art and Politics, s. 44. Lacoue-Labarthe, Hölderlin’in Sofokles
tragedyalarının kilitli yasasını açan anahtar olarak caesura’yı estetik ve tarih arasındaki
bölünmü lüğün diki yerleri olarak okur. Nasılki Hölderlin, Sofokles’te trajik olanı felaketi temsil
eden ve tanrısal geri çekili in yol açtığı bir yarık, bo luk, çatlak, hiçlik olarak betimliyorsa, LacoueLabarthe da bunu tarihin kesintiye uğraması olarak özellikle Auschwitz üzerinden okumaktadır.
46
insan kendisini kavrar, sınırsız birle menin sınırsız ayrı masıyla kendini arıtır. Bu
sebeple tragedyada sürekli kavga ve tartı malar içeren diyaloglara kar ı diyaloglar
vardır. Konu maya kar ı konu ma her ey birbirini kar ılıklı olarak dengelesin diye
vardır. Hölderlin bu konuda örneği Kral Oidipus tragedyasından verir. Oidipus’un
öfke dolu konu malarını seyircinin payla tığı öfkeyi dinginle tirecek konu malar
takip eder. Öfkeli konu malara kar ı sahnede sürekli merhamet, huzur verici dinsel
konu malar/yalanlar vardır. Sahnede bir taraftan engizisyon mahkemelerini
aratmayacak bir korkunçluk bir taraftan ise rahiplerin etkisi altındaki bir dünyaya
aitmi gibi duran sofu bir dil vardır. Bu türden uç acı anlarında Tanrı ve insan
birbirlerini unuturlar, bu anda mekanın ve zamanın ko ulları dı ında hiçbir ey
yoktur.96
“Đnsan kendini bu anın içinde unutur, çünkü o tam anlamıyla anın içindedir; Tanrı
kendisini unutur, çünkü, o zamandan ba ka bir ey değildir; ve her ikisi de
sadakatsizdir. Zaman sadakatsizdir, çünkü bu tür anlarda ko ulsuz biçimde tersyüz
olarak ba langıç ve son ona tam uyamaz hale gelir; insan sadakatsizdir, çünkü bu
anlarda ko ulsuz tersyüz olu u takip etmek zorundadır ve bundan sonra
ba langıçtaki haline benzememeye ba lar. Antigone’deki Haemon’un durumu
budur. Oidipus trajedisinin ortasında Oidipus’un durumu budur.”97
Öncelikle üzerinde durulması gereken trajik anı bo ve hiç kılan, insanın ve tanrının
kendilerini unutu ları, kar ılıklı “sadakatsizlik”leridir. Peki, insan ve tanrı neden bu
kadar sadakatsizdir? Tekrar edilirse Hölderlin için insan, trajik anda kendini unutur,
çünkü tamamen bu anın içindedir. Tanrı da kendini unutur, çünkü o da zamandan
ba ka bir ey değildir. Mevzu bahis olan zaman, ölçü birimi olarak kullanılan nicel
zaman değildir. Zaman, bir fanilik, geçicilik, geçmi , imdi ve geleceğin bir sentezi,
belleğin ve unutu un bir ili kisidir. Heidegger de, bu konuda Dasein’in varolu unu
zaman olarak anlar. Dasein zamanı, geçmi , imdi ve gelecek olarak her zaman
varolu unda bulundurur. Dasein, her zaman geleceğe dönük olan bir geçmi in içine
gömülmü tür, çünkü sonlu bir varlık olarak ölmeye mahkumdur.98 Hem tanrı hem de
96
Hölderlin, “Sofokles Notları”, iir ve Tragedya Kuramı, s. 72.
A.e., s. 73.
98
Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, Çev: Kaan H. Ökten, Đstanbul, Agora Kitaplığı, 2011.
97
47
insan uç sınırda onlara “musallat” olan sınırlamaları unutur, sınırlarını çiğnerler.
Sınır çiğneme eylemlerinden doğru trajik kahraman ve tanrı kim’liklerini ku atan
sınırlardan azade olurlar. Bu sebeple kendi kim’liğinin sınırına çıkı bir azad olma,
bir kurtulu anı olarak tahayyül edilebilir. Her ikisinin de sadakatsizliği aslında
zamanın sadakatsizliğidir. Çünkü zamanın içinde ba langıç ve son koordine edilemez
biçimde ters yüz olur. Zaman, insan kavrayı ının sınırlamalarına maruz kalır ve
Kantçı anlamda Ben’in kontrolü altına girmeye ba lar. Kantçı sistemin rağbeti altında
zamanın bir temsili olarak verilen her ey aslında zamanın kendisi değildir. Zaman,
belirgin biçimde sadakatsizdir. Çünkü zaman, kendisini kendi içinde veremez. Đnsan
kavrayı ının bir temsili olarak sunulabilir. Trajik anda Tanrı zamandan ba ka bir ey
değilse, bu sadakatsizlik, Tanrı’nın kendini dünyayla ileti ime sokma tavrındadır.
Tanrı
kendine
sadakatsiz
olmak
zorundadır.
Trajik
sunum
bu
açmazın
gerçekle tirilmesinin bir tarafıdır. Đnsan da sadakatsizdir, çünkü zamana tabi olmak
zorunda kalmı tır. Đnsan, zamanın saf formuyla ili kiselliği içinde anla ılabilir.
Đnsanın kendini sonluluğa tabii, sınırlandırılmı bir varlık olarak tanımak zorundadır.
Bu yüzden kendisine kar ı sadakatsizdir. Çünkü, Kantçı sistemde, “Ben” denilen fail
sadece bo mantıksal bir yapı olarak görülebilir. Đnsan, kendini kendisi olarak
tanımadığı için kendi asal aidiyetine sadakatsizdir. O, kendini sadece zaman içinde
beliri i olarak tanıyabilir, tam bilgiye hiçbir zaman ula amaz. Kendini zamanın
içinde ve zamandan doğru sunulması olarak tanıyabilir.99
“Trajik an, tarihsel ya da tarihin bir ko ulu değil; trajik deneyimin sınır deneyimi
olmasını mümkün kılan ko ulların deneyimidir. Kant’ın saf biçimler dediği zamanın
ve mekanın deneyimi olarak varlığa geçit sağlayan trajik bir deneyimdir.”100
Hölderlin için Antigone’de Haimon’un, Kral Oidipus tragedyasının ortasında
Oidipus’un durumu budur.
“Trajik olaya doğru gidi , Oedipus’un kendi sonlu varlığını görmezden gelip,
kahinin sözünü sonsuzluk bağlamında anlamaya çalı ıp nefas’e yakla tığı, yani
kendi sınırını, haddini a tığı yerde ba lar. Oedipus kendini Tanrı yerine koyarak
her eyi bilme arzusu ve iddiasındadır. Kendi sonlu bilgisini a ıp meta-fizik ( salt
99
Helen C. Chapman, “Divine Remembrance: Hölderlin, Nancy and Finitude of Thought”,
Philosophy Today, Fall 1999, Volume: 43, pp, 252-258.
100
Lacoue-Labarthe, “The Poetics of The History”, a.g.e., ss. 1-23.
48
duyularla eri ilemeyip hesap kitap isteyen “göksel” ve bilimsel yasaların, bir
açıdan da kendi yazgısının) bilginin pe indeki insanı betimleyen Oidipus, kendi
döneminin temel değerler çatı masını anlatır. Tarihsel insan ve tarihsel bilincin
değerler çatı ması Antigone’de daha da belirgindir. Antigone, sava ta ölen ve
Kreon tarafından hain ilan edilen karde i Polineikes’in yine sava ta ölen ve
kahraman ilan edilen diğer karde i Eteokles (hepsi de Oedipus’un çocuklarıdır)
gibi geleneksel ekilde gömülmesini talep eder. Göksel yasalara göre herkes en
azından öldükten sonra e ittir ve uygun ekilde gömülmelidir. Kreon ise geleneksel
değerleri fazlasıyla mutlak ve pozitif(verili) alarak onu kentsel (polis) ya antıya
indirger. Oysaki kentin geleneksel ve etik değerleri, göksel yasaların belirli bir
tarihsel kavranı ı içinde yoğrulmu tur ve onları mutlak ve pozitif olarak dü ünmek,
onların göksel yasalardan tamamen kopu u demek olur ve bu tragedyadaki ölümcül
çatı mayı ve çeli kiyi doğurur. Bu çeli ki, aynı zamanda Hölderlin’in metinlerinde
sık sık yinelediği “memleketin çözülü ü”nün ba langıcıdır. Zorunlu gibi görünenin
dönü ümü bu ters yüz olu un betimleni i yatmaktadır.”101
2.3. Sofokles’in Tanıklığı
Trajik an Tanrı’nın ve insanın kar ılıklı sadakatsizliği, birbirlerini çifte unutu ları
belleği ve dü ünceyi açan bir andır. Bunun için insanın felakete tabii olması gerekir.
Yunanlılığın ilkselliği içinde tragedya formu adeta ölümün formunu almı tır. Trajik
olan, ölüme tabii olmaktır. Modern tragedyada ise bu trajik an deliliğe ya da
sonluluğa tabii olmaya tekabül eder. Antigone’nin yazgısına bakılırsa kendini ölüm
figüründe görünür kıldığı, kendini hem ölümde hem de ölüme sunduğu açıktır.
Oidipus ise bilmenin a ırılığının figürüdür. Bir iirinde Oidipus’un bir gözü fazlaydı
diye yazan Hölderlin’e göre bilme, dü ünülemeyeni merak etme tutkusu yüzünden
bütün batı Oidipal’dir.102
Peter Szondi,“Aristoteles’ten beri bir tragedya poetikasının olduğunu ama yalnızca
Shelling’ten itibaren trajik olanın felsefesinin olduğu”103 saptamasına LacoueLabarthe Typography çalı masında eklemelerde bulunur. Aristoteles’in tragedya
poetikasının gerçekte katharsis öğretisi üzerinden temellenen bir “trajik etki
poetikası” olduğunu iddia eder. Dolayısıyla Lacoue-Labarthe’ın görü ünde
Shelling’in trajik felsefesi Aristotelyen mimetolojinin hem ötesinde hem de onun
aracılığıyla kendini kuran bir trajik etki kuramıdır.104 Aslında Lacoue-Labarthe’in
101
Mehmet Barı Albayrak, “Çevirenin Önsözü”, iir ve Tragedya Kuramı, s. 21-22.
Lacoue-Labarthe, Heidegger, Art and Politics, s. 44.
103
Peter Szondi, An Essay On The Tragic, s. 1.
104
Philippe Lacoue-Labarte, Typography:Mimesis, Philosophy, Politics, s. 215.
102
49
trajik felsefe ya da trajik etki kuramını Shelling ile tartı maya açması Yunan aklının
trajik çeli kiye ve onun sonucu olan ölüme nasıl tahammül ettiği ile ilgilidir. Bu
konuda Schelling’in dü ünceleri söyledir:
“Yunan aklının tragedyanın çeli kilerine nasıl tahammül ettiği, sıkça soruldu.
Yazgı tarafından suç i lemesi için seçilmi , kendi yazgısına kar ı sava veren, buna
rağmen yazgının yapıtı olan korkunç cezayla cezalandırılan bir ölümlü... Bu
çeli kiye tahammül edilebilmesinin nedeni insan özgürlüğünün nesnel dünyanın
gücüyle girdiği kavgada yatmaktadır. Eğer bu güç bir üst güç, üst bir yazgıysa
insanın kaçınılmaz olarak yenilmesi gerektiği, ama onu cezalandıracak bir sava
vermeden yenilmediği bir sava tı. Yunan tragedyası, insan özgürlüğünü,
kahramanını yazgının üstün gücüne kar ı verdiği sava la yükseltti. Yunan
tragedyası sanatın sınırlarını a mamak için sınırlara boyun eğmeliydi, ama sanat
sayesinde daraltılan insan özgürlüğü uğruna yazgı tarafından i lemesi zorunlu
tutulan cürümün cezasını çekmeliydi. Bu büyük bir dü ünceydi: Kaçınılmaz bir
cürümün cezasını gönüllü ta ıma ve özgürlüğün yitimiyle özgürlüğünü kanıtlaması
ve özgür irade açıklaması ile çökmesi.”105
Lacoue-Labarthe, Shelling’in metninde belirgin biçimde bir Oidipus figürünün
olduğunu ve bilme arzusunun pe inden giden Oidipus’un Hegelci anlamda özgürlük
ile doğal zorunluluklar arasında bir çatı ma ya adığını, aynı anda hem suçlu hem de
suçsuz olduğunu yazar. Schelling’in metninde trajik kahramanın her zaman
kaybetmek zorunda olduğu bir seçimi vardır. Onun seçimi hiçbir zaman
kazanabileceği bir eydir değildir. Örneğin, Oidipus, tanrısal yazgılara göğüs gererek
babasını öldürmeyeceği, annesiyle evlenmek zorunda kalmayacağı yeni bir yazgıya
doğru yol alır. Fakat tragedyanın sonunda gerçeklerin açığa çıkması ile Oidipus
gözlerini kör eder. Koronun “hangi demon sana bunu yaptırdı”sorusu üzerine “bunu
isteyenin Apollon olduğunu ama gözlerini de enin kendi elleri” olduğunu söyler.
Eğer Oidipus, bir insan olarak özel yeteneklere sahip olmasıydı Tanrılar tarafından
bu cürümü i lemeye mecbur bırakılmazdı. Onun özel yeteneklerinden kasıt Sfenks’in
bilmecesini bilmesi, Thebai’yi huzura kavu turan bir yönetici olması değil; bir insan
olarak seçim yapma, yazgısını deği tirme iradesidir. Oidipus, insana dair seçme,
seçim yapma özgürlüğü gibi özelliklerin ortaya çıkı ıyla Tanrılar tarafından böylesi
bir muameleye tabi tutulur. Oidipus, “Kaçınılmaz bir yenilgiyi provoke eder ve
105
Schelling’ten aktaran Peter Szondi, An Essay On The Tragic, s. 7.
50
kendisini suçlu bilmediği, ama bedelini öyle ya da böyle ödemesi gerektiği bir
cezanın suçunu özgür olarak üstlenir: özne özgürlüğünü, özgürlüğünün yitimiyle
kanıtlar; negativite, olumluluğa çevrilir: kavga, kendisinin üreticisi olur.”106Ama
Lacoue-Labarthe’ın Shelling’i hatırlayarak yeniden sormak gerektiğini dü ündüğü
soru “Yunan zihninin trajik çeli ki tarafından temsil edilen tehdidi nasıl
arındırabildiğidir.”107Katharsis, kendini nasıl me ru kılar? Hangi mekanizmalar
ölümü, acıyı, korkuyu seyir nesnesine dönü türebilir? Lacoue-Labarthe için sorunun
cevabı mimetik temsilin “ba arısı”nda yatmaktadır. Yunanlılar’ın yoksunluktan haz
almalarına yol açan mimesis’tir.
“Yalnızca mimesis ile insan tahammül edilemez trajik sahnelerden haz alabilir,
olumsuzluk olumluluğa dönü türülebilir. Đnsan, tahammül edilemez olanın
temsilinden, acı ve acı verici olanın görüntüsünden zevk alır. Sadece
mimesis, “trajik olandan haz duyulmasına” yol açar. Bir diğer deyi le:
sahnelendiği/ tiyatro olduğu sürece ölüm gibi tahammül edilemez olana
(1795’te buna paradoksal olan denmekte) tahammül edilebilir, onun yüzüne
bakılabilir.”108
Mimesis(taklit, öykünme), Aristoteles’in Poetika’sında iir/tragedya sanatını ortaya
çıkaran sebep olarak gösterilir. Çünkü insan hem taklit etmekten hem de ba ka
eylerin taklidinden ho lanır. Aristoteles’e göre, insan taklit etmeye, öykünmeye,
mimetik etkinliğe en yatkın canlıdır. Đnsanın taklit etme eğilimi bir uyum, ritim
duygusundan ne et eder. Tragedyada söz konusu olan mimesis bir arzuya, nihai bir
son ya da telos’a yönelik olan insan eylemliliğinin mimesis’idir.109Mimetik temsil
katharsis’ten ayrı dü ünülemez. Çünkü mimesis beraberinde bir özde im,
özde le meyi getirir. Çalı manın “Giri ” bölümünde vurgulandığı gibi Aristoteles
tragedyanın eyleyenleri taklit ettiğini; “bunu da bir anlatı aracılığıyla değil,
uyandırdığı acıma ve korku aracılığıyla bu tür duyguların arınmasını sağlayarak”110
106
Lacoue-Labarthe, Typography, s. 216.
A.e., s. 218.
108
A.e., s. 218.
109
Aristoteles, Poetika, s. 19-23.
110
A.e., s. 25.
107
51
gerçekle tirdiğini
söylerken
katharsisi
ima
eder.111Katharsis,
Aristoteles’in
tanımında olduğu gibi korku ve acıma duyguları uyandırarak ruhu tutkularından
arındırmaktır. Bu katharsisin yönü seyirciyi i aret etmektedir. Đzlediği piyes
sayesinde korku ve acıma duygularıyla ruhunu tutkularında arındıracak olan
seyircidir. Bu açıdan tragedya öğreticidir. Katharsisin gerçekle mesi için mimesis
dolayısıyla özde im kurma süreci zorunludur. Oyuncu taklit ettiği kahramanla
özde le ir, seyreden sahnedeki oyuncu/kahraman ile özde le ir, kendini onun yerine
koyar. Nitekim Aristoteles tragedyada insanın kendisini kahramanın yerine
koyduğunu ama komedyada olanların bir ba kasının ba ına geldiğini dü ündüğünü
belirtir. Tragedyanın trajik etki ile açığa çıkardığı katharsis ki inin kendini bir
ba kasında ikame ettirmesiyle mümkündür.
Lacoue-Labarthe’a tekrar dönülürse; onun dü üncesinde katharsisi me ru kılan
mimesistir ve mimetik olduğu sürece tiyatro zararlı, tehlikelidir. Tiyatro ho a gitmek
istediği için duyguların arınması, gözya ı dökülmesinin insanlığa kafi gelmesini ister.
Fakat bu arınma sanıldığı gibi tiyatroyu yakla tırmaz, uzakla tırır. Çünkü insanın
yapması gerekenleri büyük insanlık sahnesinde onun adına ba kaları yapmaktadır.112
Trajik olanın felsefesini yapan Shelling’in dü üncesi bile aslında kendisini bir
tragedya poetikasının yankısına, dolayısıyla Aristoteles’in kuramının bir türevine
dönü türür. Bu sayede bir kurban ayinin yankısı olur.113 Tragedyaları bir kurban
ayinine dönü türen ögeler Aristoteles’in de tartı tığı hamartia ve hybris’tir.
Hamartia, birinci bölümde açıklanmaya çalı ıldığı gibi genel olarak trajik hata ya da
yanılgı
anlamında
kullanılır.
tanımlanmayacak denli geni
Hybris
ise
sadece
basit
bir
kibir
olarak
bir kavramdır. Hamartia’ya sebep olan trajik
111
Cristopher Fynsk, Aristoteles’in Poetika’sında açık biçimde bir katharsis tanımı yapılmadığını
hatırlatır. Yukarıdaki alıntı Poetika’da Aristoteles’in katharsise değindiği tek yerdir. Fynsk’e göre
acıma ve korku duygusu uyandırmanın dramatik yapıyla nasıl üretildiği açık değildir. Aristoteles her
ne kadar tragedyanın korku ve acıma duyguları uyandırarak bir arınma, katharsis sağladığını söylese
de katharsis etkisini tanımlamaz. Fynsk, Aristoteles’in katharsise Politika’nın 8.kitabında eğitimde
müziğin yerini tartı ırken değindiğini söyler. Hem Aristoteles hem de Hölderlinci katharsisin ritimle
ili kili olduğunu söyler. Aristoteles için kathartik bir etkinin olu umu melodi, ritim olmadan söz
konusu değildir. Aristoteles’deki katharsis de Hölderlinci katharsis’te olduğu gibi bir ölçme türüdür.
Fynsk’in iddiası, Đ.Ö. 5. yüzyıl Yunanlılar’ının zamanı insan deneyiminin transandantal bir ko ulu
olarak dü ünmediğidir. Dolayısyla Hölderlin’de olduğu gibi temsilin kipleri içinde zamanın
büküldüğünü de dü ünmüyorlardır. Bakınız; Christopher Fynsk, “Reading The Poetics After
Remarks”, Research in Phenomenology, 1994, Volume 24, Đssue 1.
112
Lacoue-Labarthe, “The Poetics of The History”, a.g.e.. s., 15-20.
113
Lacoue-Labarthe, Typography, s. 219.
52
kahramanın i lediği bir cürümdür. Bu cürüm kendi sınırını bilmemek, tanrısallıkla
boy ölçü türmeye te ebbüs etmek sebebiyle hybris olarak tanımlanır. Hybris,
“Yunanlıların ilksel saflığındaki tanrısalla benze meye dair anlamsız arzu, tanrısala
benzeme isteği, tanrısallıkla yarı ma, sonluluğu yadsıma, deneyimin sınırını
a maktır.”114 A mak, sınırın ötesine adım atmak imkansızdır. Eğer katharsis, trajik
temsilin temel dayanağıysa tragedya paradoksal biçimde Hölderlin’in söylediği gibi
sıfır göstergesellik olur. Çünkü Hölderlin için tragedya ritmik sıralamasını sekteye
uğratarak bir yarık açan caesura’ya gerek duyar. Tragedyanın hesaplanabilir denge
yasasını aralayan caesura trajik kahramanın ölümü, kendini kurban edi inde son
bulur. Eğer, caesura, trajik ölçüsüzlüğün, a ırılığın ba ka bir deyi le hybris’in bir
sonucuysa; trajik hataya mahal veren hybris ile mimesisin ili kisi birbirine
düğümlenir. Hybris’e kapılmak, sınırını, kendi sonlu varlığını unutup, sonsuz,
sınırsız olan tanrısallıkla boy ölçü türmek demekse bunun anlamı hybris içinde trajik
kahramanın tanrısalın tecrübesine öykünmesidir. Tragedyanın kesintiye uğradığı,
trajik anı ba latan caesura’da tanrısallığa öykünmenin, sınırları a manın imkansızlığı
açığa çıkar. Bu açıdan Hölderlin’in tüm bu izahatlerinin temelinde Aristoteles’in
hamartia, katharsis açıklamaları değil, bizzat Hölderlin’in Sofokles’ten süzdüğü
bilgiler vardır. Teknik anlamda Aristoteles’ten alınan bu kavramlar, hatanın özünün
ne olduğu, neyden kaynaklandığı
eklinde ele alınarak Sofokles’ten doğru
incelenmektedir. Sofokles’te bu trajik hata her zaman siyasal-dinsel bir hatadır.
Siyasaldır; çünkü kendisi ve tanrılar arasındaki sınırı a an, hybris’e kapılan bir
ki inin eylemi ancak tiranlara özgü olabilir. Oysa Yunanlılar bu karanlık çağı
a tıklarını yinelemek istemektedirler.. Dinsel bir hatadır; çünkü tanrılarla
özde le meye çalı arak kutsallığa bir “hakaret” söz konusudur.
Caesura’ya tekrar dönelim. Caesura, trajik çatı manın hem temsiliyeti a tığı yerde
ve anda, hem de onun içinde belirir. Ama caesura boyunca tragedya hiçbir eyi
temsil etmez, bo temsil olarak sadece kendini temsil eder. Bu yüzden LacoueLabarthe’ın Hölderlin okumasına göre tragedya özetle taklit edilemezin, temsil
edilemezin yıkımı ile ba lar. Hölderlinci caesura’da son hiçbir zaman ba langıcı
114
Lacoue-Labarthe, “Poetics of The History”, a.g.e., s. 20.
53
temsil edemeyeceği gibi mimetik bir temsili de her zaman erteler.115 Çünkü trajik
kahraman her ne kadar hybris içinde kendi sonluluğunu inkar ederek tanrılara
öykünse de ceasura’nın açığa çıkardığı trajik anda bu mimetik temsil ya da
özde le me hiçbir zaman gerçekle emez. Hölderlin’in trajik anı “sıfır göstergesellik”
olarak tanımlamasının sebebi budur. Hölderlin’e göre Sofokles tragedyası Yunanlılar
için ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü;
“Sofokles tragedyası tanrısallıkla yapılan bir tecrübenin tanıklığı, tanrısallığın
geriye çekili inin ahadetidir. Bu nedenle Hegel için olduğu gibi tragedya,
tarihselliğin temelini olu turur. Çünkü tarihselliğin sırrı, tarihin yazgısı, sonluluk
yasasını tamamlamaktır.”116
Bu sonluluk yasası tanrının geri çekili inin dayattığı bir yasadır. Tanrı kendini ancak
olmama ko ulunda, tanrının olmayı ında bulur. Tragedya, özellikle Sofokles
tragedyaları Hölderlin için tanrının geri çekili inin yarattığı yokluğun temsilidir.
115
116
Lacoue-Labarth, “Hölderlin and the Greeks”, Typography, s. 247
Lacoue-Labarthe, Heidegger, Art, and Politics: Fiction of The Politics, s. 45.
54
3. HEGEL’ĐN TRAGEDYA YORUMU
3.1. Hegel’de Trajik Olan
Hegel’in tragedya ve trajik olan üzerine dü ünceleri Estetik117 ve Tinin
Görüngübilimi118
adlı
eserlerinde
bulunmaktadır.
Hegel,
Estetik’te
antik
tragedyalar üzerine kısa bir değerlendirme yapar. Onun tragedya dü üncesi ilerleyen
ba lıklarda görülebileceği gibi kar ıtlıklar üzerinden kurulmu tur. Trajik olana dair
dü üncesi her eyi kendi kar ıtı ve bu kar ıtların birliği içinde ele almaktadır. Bu
çatı malı birlik aslında ya amın kendi çatı malı doğasının bir yansıması olduğu için
Estetik’te tragedya diğer sanat dallarından üstün tutulur.
“ imdi kendi sıfatıyla çarpı ma, kar ıtlar sava ını izleyen bir çözüm gerektirdiği
için; çarpı mayla yüklü bir durum, her eyden önce, güzelliği en tam ve derin
geli imi içerisinde tasarımlama ayrıcalığına sahip olan dramatik sanatın konusudur;
buna kar ılık örneğin heykel sanatı, büyük tinsel güçleri, çatı maları ve uzla ımları
içerisinde açığa vuran bir eyleme eksiksiz bir ekillenme verecek konumda
değildir; hatta daha geni etkinlik alanına rağmen, resim sanatı bile gözlerimizin
önüne eylemin tek bir çehresinden fazlasını hiçbir zaman getiremez.” 119
Dennis Schmidt’e göre Hegel için tragedya çatı ma, olumsuzlama, kendini feda
etme, bu olumsuzlamanın en uç noktası olarak ölüme yazgılı olma gibi temaları i ler.
Bu temalar Hegel’in tin kavramıyla anlatmak istediği etik ya amı açığa çıkaran
ögeler olduğu için önemlidir.120 Hölderlin’i okuyan Hegel’de; Hölderlin’e nazaran
trajik çatı ma a ılmak zorundadır ve nihai olarak bir uzla mayı barındıracaktır.
“(…) çarpı ma, temelini, olduğu gibi kalmayacak, ama a ılmak zorunda olan bir
ihlalde bulur; çarpı ma, öyle bir ey- durumunun ba kala ımına uyumludur ve
onun ba kala tırılması gerekir. Yine de çarpı ma henüz eylem değildir; bunun
117
Hegel, Estetik. Çeviren: Nejat Bozkurt, Đstanbul, Say Yayınları, 1982.
G. W. Hegel, Tinin Görüngübilimi, Çeviren: Aziz Yardımlı, Đdea Yayınları, Đstanbul, 1986.
119
G. W. Hegel, Estetik I /Güzel Sanat Üzerine Dersler, Çeviren: Taylan Altuğ-Hakkı Hünler,
Đstanbul, Payel Yayınları, 1994, s. 203.
120
Dennis Schmidt, On Germans & Other Greeks: Tragedy and Ethical Life, Bloomington,
Indiana University Press, 2001, s.90.
118
55
tersine ancak bir eylemin ba langıçlarını ve öndayanaklarını içerir ve dolayısıyla
sadece bir eylem uyarıcısı olmakla durum karakterini korur. Bununla birlikte,
içerisinde çarpı manın açığa vurulduğu kar ıtlık daha önceki eylemin sonucu
olabilir. Örneğin Grek tragedyasının üçlemeleri sürekliliklerden olu ur, ilk dramın
sonundan ikincisi için bir çarpı ma doğar, bu da üçüncüde çözülümünü talep eder.
“121
Hegel’in yukarıdaki formülü daha sonra detaylarına bakılacak Aiskhylos’un
Oresteia üçlemesini hatırlatır. Fakat Hegel’in övdüğü Antigone tragedyasında onun
saptadığı türden bir uzla ım yoktur. Antigone ve Kreon, her ikisi de eylemlerini
sürdürmekte inatçı ve katıdırlar. Buna rağmen Hegel, Antigone’yi “tüm zamanların
en yüce ve her bakımından en mükemmel sanat eserlerinden biri”122 olarak
taçlandıracaktır. Yine Hegel Sofokles’in trajik kahramanı Oidipus’a insan bilincinin
geli imi anlayı la yakla ır. Oidipus’u modern batı insanının ahlaki (moral) ve
entelüktüel öz-farkındalığının uyanı ı, beliri i olarak görür. Oidipus etik bilincin
ortaya çıkı ını göstermektedir.123 Oidipus, bilgisizlikten, cehaletten, batıl olandan
adım adım yükselen, ne kadar trajik olsa da bilginin özüne ula manın figürüdür.
Dennis Schmidt’e göre Hegel’de trajik’in belirli bir çerçevesi vardır. Öncelikle trajik
olan bir dü üncenin orijini değildir ve trajik an her zaman kendi krizinin anı olup
daima ölümle yüzle mek, ölüme yazgılı olmak zorundadır. Yine trajik kavramı bir
yasa sorusu üzerinden tezahür eder. Yasa denilen, bir bireyin evrensel olanın
iddiasını ta ıması ile açıklanabilir. Aynı zamanda yasa Hegel’in tin kavramının
adlarından birine dönü ür ve bu yasa etik dünyanın bütünlüğünde kavranabilir.
Schmidt’in belirlediği son özellik ise trajik olanın yasayla yüzle menin sonucunda
ortaya çıkmasıdır. Bu olumsuzlamanın nihai noktası olarak trajik insan ölüme
yazgılıdır. Yazgı kavramıyla ili kisinden ötürü trajik olan tarihe aittir ve tarihin
bütünselliği içinde kavranabilir.124 Schmidt’in izah ettiği gibi Hegel’in tragedya
yorumunda bir krizi açığa çıkaran yasa(lar) vardır. Bu yasalar yine insan ve doğa
arasındadir. Fakat Hegel’de bu asal çatı ma daha “gündelik” bir halde tezahür eder.
121
Hegel, Estetik I / Güzel Sanat Üzerine Dersler, s. 203.
G.W.Hegel, Estetik II/ Güzel Sanat Üzerine Dersler, s. 216.
123
Charles Segal, Oedipus Tyrannus: Tragic Heroism and the Limits of Knowledge, Oxford,
Oxford University Press, 2001, s. 37.
124
Dennis Schmidt, On Germans and Other Greeks, s. 92.
122
56
Daha açık söylenirse bir tarafta doğal ya am, kanbağı, akrabalık ili kilerinin
dayattığı yasa diğer tarafta insanın içinde ya adığı cemaatin yasaları çatı maktadır.
Hegel’in yorumunda bu iki tarafın yarattığı kriz ya da ikilemin odak noktası ailedir.
Çünkü çatı ma ailenin hem içinde hem de dı ında olmakla ilgilidir. Bu çatı manın en
güzel örneği ise Hegel için Sofokles’in Antigone’sidir. Antigone tragedyası tikellik
ve evrensellik, ilahi ve insani yasa, kadın ve erkek, oikos ve polis arasındaki
çatı maları sergilemesi bakımından kıymetlidir.
Hegel, bir tragedya teorisi kurmaya çalı an Hölderlin’in tespit ettiği trajik çatı mayı
yeniden in a etmeye çalı ır gibidir. Yazının devamında Hegel’in trajik çatı ma
üzerine dü ünsel mimarisi Antigone üzerinden açıklanmaya çalı ılacaktır ama yine
de Hegel ile Hölderlin arasındaki u ili kinin akıllarda tutulması gerekir. Hölderlin’in
tespit ettiği trajik çatı ma insan ile tanrısal arasındaki a ılması imkansız bir sınırın
ihlali ile tezahür eder. Trajik çatı ma tam da tragedyayı ara-layan caesura’da ba lar.
Hegel’in trajik çatı ması Hölderlin gibi insan ile tanrı arasındaki, insanın oyuna
ba lamadan muğlup sayılacağı bir ili kiye odaklanmaz. O, trajik çatı mayı diyalektik
bir süreçle ele alarak aile- devlet, insani yasa- ilahi yasa gibi kar ıtlıklar üzerinden
dü ünür. Her ne kadar Aiskhylos’tan farklı olarak Sofokles bu kar ıtlıkları uzla ma
imkanından mahrum bıraksa da Hegel’in analizinde bu çatı ma bir uzla ma
olasılığını saklı tutar.
Hegel ve Hölderlin’in trajik çatı maya yakla ımları konusunda ikisinin bir ortaklığı
payla tığına dair yorumlar da vardır. Hölderlin trajik çıkmazı kabul etse de sanatsal
deneyimden doğru bu trajik çıkmazın ağırlığının hafifletilebileceğini dü ünür. Đkisini
ortak kılan özellik, Hegel’in trajik çatı mayı çıkmaza sokmayan bir yol arayı ında
olmasıdır.125
Bu bölümde ayrıntılı olarak Hegel’in felsefesini incelemek mümkün değil. Fakat
onun felsefesinde antik tragedyalara bakı ını, trajik olan dü üncesini, Antigone
yorumunu ve bir trajik kahraman olarak Antigone’nin Hegel ve Hegelci mirastaki
önemini anlamak için Tinin Görüngübilim’indeki temel noktalara değinilmeye
125
Pini Ifergan, Hegel’s Discovery of the Philisophy of Sprit: Autonomy, Alienation, and The
Ethical Life: The Jena Lectures 1802-1806, Translated by: Nessa Olshansky-Ashter, New York,
Palgrave Macmillan Publisher, 2014, s. 46.
57
çalı ılacaktır. Ama Antigone için gerekli olan bu kuramsal hazırlıktan önce Hegel’in
klasik sanat biçimin ekillenme sürecinde önemli bir rol üstlendiğini dü ündüğü eski
ve yeni tanrıların çatı masına bakalım.
3.2. Tragedya ve Eski-Yeni Tanrılar Çatı ması
Bu konuda Hegel’in dü üncesinin izleri sürülecek ilk örnek, Aiskhylos’un Oresteia
Üçlemesi (Agamemnon, Adak Sunucular, Eumenidler) olacaktır. Pek çok tragedyada
olduğu gibi mitsel arka plana sahip bu üçlemenin olaylar örgüsünü hatırlamakla
ba layalım.
Üçlemenin ilk oyunu Agamemnon, kral Agamemnon’un Truva sava ından zaferle
dönmesi ile ba lar. Agamemnon’un sava ta olduğu zaman boyunca kenti, karısı
kraliçe Klytemnestra yönetir. Kocasını gururla kar ılayan Klytemnestra onun
tanrılara özgü mor bir halı üzerinde yürümesini sağlar, sarayın içine çeker. Ayrıca
Agamemnon seferden yalnız gelmemi , Truva’dan yanında sava esiri olarak genç
Kasandra’yı getirmi tir. Bilicilik özelliği olan Kasandra sarayda i lenecek cinayeti,
hatta bu cinayet kar ısında Orestes’i ima ederek alınacak intikamı da görür. Her ey
Kasandra’nın biliciliğinde olduğu gibi seyreder. Klytemnestra kocası Agamemnon’u
hamamda baltayla öldürür, ardından yanında getirdiği Kasandra’yı da öldürür.
Klytemnestra’nın gerekçesi Agamemnon’un Truva sava ına yanında götürdüğü kızı
Đphigenya’yı tanrılara kurban etmesidir. Anlatılan
udur: Agamemnon Truva
sava ında tanrısal mekanlara, tapınaklara zarar vermi , tanrıların öfkesini üstüne
çekmi tir. Agamemnon’un trajik hatası yüzünden tanrıça Artemis Agamemnon’un
donanmasından rüzgarı mahrum eder. Yelkenlerin rüzgarsız kalması yüzünden
donanma batacaktır. Artemis, Agamemnon’un kızı Đphigenya’yı kurban vermesi
artıyla yelkenlere rüzgar vereceğini söyler. Agamemnon donanmasının ölmesi
yerine kızını kurban vermeyi seçer. Klytemnestra ise kocasını öldürme eylemini
onun yokluğunda kocasının dü manı olan ve birlikte ya adığı Aigistos ile
tasarlamı tır. Agamemnon öldükten sonra kenti yine birlikte yönetmeye devam
ederler. Đkinci oyun Adak Sunucular’da Klytemnestra ve Agamemnon’un çocukları
Orestes(oğlu) ve Elektra(kızı) bir araya gelerek babalarının intikamını almaya
giri irler. Elektra, karde i Orestes’e destek verir ve Orestes, babasına kumpas kuran
58
annesi gibi, öz annesinin sarayına bir yabancı olarak girmeyi ba arır ve hem annesini
hem de onun a ığı Aigistos’u öldürür. Üçlemenin son oyunu Eumenidler (Hayırlı
Tanrıçalar)’da Antik Yunan’da intikam tanrıçaları ya da aileden yana ev içi tanrıçalar
olarak bilinen Eumenidler, Orestes’in pe ine dü erler. Çünkü Orestes, annesi
Klytemnestra’yı öldürerek oikos’un, ailenin yasalarını çiğnemi tir. Orestes ise bu
eyleminin Tanrı Apollon tarafından desteklendiğini belirtir. Üstelik babasını
öldürerek annesi de aile yasalarını çiğnemi tir. Eumenidler’e göre Klytemnestra ile
Agamemnon karı koca bile olsa aralarında kan bağı yoktur, dolayısıyla Klytemnestra
kocasını öldürerek aile yasalarını çiğnememi tir. Aksine kızını kurban veren
Agamemnon ve annesini öldüren Orestes suçludur. Orestes’in “avukatlığını
üstlenen” Apollon’a göre bir çocuğa hayat veren anne değildir. Anne, babanın
“döllediğinin ta ıyıcısıdır.”Çocuğu yapan anne değil, babadır. Üstelik annesi var
olmadığı halde babsı varolan, Zeus’un kızı Atena gibi örnekler de vardır. Orestes’in
suçluluğu konusunda tragedya sonunda bir mahkeme kurulur, oylar e it çıkar ve son
oyu Atena kullanır. Bir anneden değil de bir babadan doğduğunu söyleyen Atena
babasının intikamını alan Orestes’ten taraf oy kullanır, bu sayede Orestes suçsuz
bulunur. Eumenidler’in eski yasası, eski düzen feshedilir ama onlar, Zeus tarafından
yeni düzenin “bekçiliğine terfi ettirilirler.”126 Ba langıçta öfkeli, uzla madan uzak
olan bu intikam tanrıçaları Aiskhylos’a özgü dramatik stratejiyle uzla mayı
kabullenirler. Tragedya sonunda etik düzenin eski ve yeni çatı ması çözümsüz
kalmaz, uzla ma sağlanır.
Hegel, Estetik’te bu üçlemenin icra ettiği anlamı eski- yeni tanrıların çatı ması ve
uzla ması olarak değerlendirir. Hegel’e göre ba at nokta urada yatar: Eski tanrılar,
doğaya dayanırlar dolayısıyla kamusal hakka ve topluluğun yasasına kar ıt bir
görünüm olu turarak aile bağlarının hakkını gözetmekle görevlendirilirler.
“Aiskhylos’un Eumenides’ini bu noktanın en açık örneği olarak anabiliriz. Deh et
salan bakireler[Fury’ler veya Eumenis’ler] annesini öldürdüğü için Orestes’in
pe ine takılırlar; katledilen koca ve kral Agamemnon’un öcü alınmadan kalmasın
diye annesini öldürmesini Orestes’e yeni tanrı Apollon buyurur. Dolayısıyla bütün
drama, birbirinin kar ısına ahsen görünü e çıkan bu ilahi güçler arasındaki bir
126
Aiskhülos, Oresteia.
59
sava halinde ekillenir. Bir yandan intikam tanrıçaları Eumenis’ler diye
adlandırılırlar (…) Orestes’in pe ine dü melerinde onların özsel bir hakkı vardır ve
dolayısıyla onlar zorla dayattıkları eziyet ve i kencelerde sadece kinci, yabanıl ve
gaddar değillerdir. Ama yine de onların Orestes’e kar ı iddia ettikleri hak yalnızca
kanbağında köklenen ailenin hakkıdır. Savundukları töz, Orestes’in kırıp
parçaladığı ana oğul arasındaki en içten bağdır. Öte yandansa Apollon, daha derin
hakkı çiğnenmi olan kocanın ve prensin hakkını epey duyusal bir ekilde
kanbağında temellenen ve hissedilen bu doğal etik düzenin kar ısına çıkarır. Đlk
bakı ta bu fark dı sal görünür, çünkü her iki taraf da bir ve aynı alan içerisindeki,
yani aile ile içerisindeki etik düzeni savunmaktadır. Ama yine de burada bu yönden
de çok çok yüksek değer biçmek zorunda olduğumuz Aiskhylos’un tözsel
zenginlikle dopdolu dü gücü, hiç de yüzeysel olmayıp ba tan sona özsel türden bir
kar ıtlığı ortaya serer.”127
Hegel, savının devamında çocuklar ile anne baba arasında doğal bir bağın olduğunu
ama karı koca ili kisinde, evlilikte saf doğal bir a ktan, kanbağına dayalı doğal bir
akrabalıktan türemeyen bir ili ki olduğunu belirtir. Evlilik, özbilinçli iradi bir
eylemin etik ya amına ait olmak zorundadır. Evlilik a ka bağlı olsa da yine de doğal
a k duygusundan farklı bir takım yükümlülüklere sahiptir. Hükümdar ile uyruklar
arasındaki ili ki de benzerdir Hegel’e göre. Anne- çocuk ili kisi dı ında hepsinde
“politik” bağlantılar yatar.128 Hegel bu yüzden Eumenidler’in Orestes’in pe ine
dü tüğünü, onu cezalandırmaya kalktıklarını ekler. Buna kar ın Orestes’in
destekleyicisi Apollon “kendini bilen bir etik ya amın, kocanın ve hükümdarın
hakkını savunur, bu bakımdan da haklı olarak Eumenisler’e kar ı çıkı ıp kar ılık
verir.”129
Hegel’in okumasında eski tanrılar ve yeni tanrılar çatı ması etik düzenin tarafları
olan aile ve devletin yasasının taraflarına dönü ür. Bir tarafta aileden yana olan
intikam tanrıçaların yasaları, diğer tarafta Apollon’un savunduğu yeni düzenin,
polis’in yasaları. Fakat düzen deği mekte, “kana kan” biçiminde devam eden adalet
anlayı ı terk edilmektedir. “Athena’nın orta yolu ve hakikati bulmak adına kurduğu
mahkeme, kent içinde i lenen bir cinayetin, artık kamusal bir sorun olduğu,
dolayısıyla cinayetlerden “intikam tanrıçaları”nın (maktulün akrabalarının, kabile
yasasının) değil, bizzat o kentte ya ayan vatanda lar’ın sorumlu olduğu dü üncesi
127
G.W. Hegel, Estetik II, s. 214-215.
A.e., s. 215.
129
A.e., s. 216.
128
60
temelinde varolur. Cinayet artık bir kamu davasıdır; bundan böyle cinayetin
etkilediği aileler değil halktan olu an “tarafsız” jüriler davaları karara bağlayacaklar;
katilin cezasını da kamunun yetkilendirdiği ki iler vereceklerdir.”130
Aiskhylos’tan Hegel’in verdiği diğer örnek Zincire Vurulmu
Prometheus
tragedyasıdır. Burada odak Oresteia’dan farklı olarak Prometheus’un insanlara
bah ettiği bir imkandır. Prometheus, “insanlara ate i ve dolayısıyla gereksinimlerini
doyurma, teknik becerileri geli tirme v.b imkanını getirir.”131 Prometheus, Zeus’un
ate ini çalıp insanlara sunmu , bu trajik hatası yüzünden bir dağın ba ında
zincirlenmi , yırtıcı ku lar tarafından etleri parçalanmı tır. Hegel için Prometheus
söz konusu olduğunda ilk bakı ta mantıksal bir tutarsızlık vardır. Çünkü o
Titanlar’dan yani eski tanrılardan biridir ama karde i Epimetheus’la birlikte
ba langıçta yeni tanrıların dostu görünür. Fakat onun insanlara yardım etmesi, onlara
ate i bah etmesi dü ünüldüğünde Prometheus, Titanlar soyuna aittir. Bu konuyu
Hegel öyle aydınlığa kavu turur:
“Prometheus, insanlara etik ve yasal hayatı vermemi ; onlara yalnızca
doğadaki eylere hakim olma ve bu eyleri insani doyumun bir aracı olarak
kullanma kurnazlığını öğretmi ti. Ate ve ate in hizmet ettiği beceriler
kendilerinde etik bir ey olmadıkları gibi, dokuma sanatında da bu türden
hiçbir ey yoktur; ilk adımda, bunlar, insani varolu topluluğuyla ve hayatın
kamusal yanıyla hiçbir ili ki ta ımaksızın yalnızca benzilliğin ve ahsi
faydanın hizmetinde görünürler. Prometheus insanlara daha tinsel ve daha
etik bir eyler üle tirecek konumda olmadığı için yeni tanrılar soyuna değil
de Titanlar soyuna aittir. “132
Hegel için eski ve yeni tanrıların, eski ve yeni düzenin kavgası mutlak bir felaket
sunduğu gibi eski tanrıların altedilmesi yoluyla bir uzla mayı barındıracak, eski
yeniye doğru geçi ya ayacaktır. “Tarihsel olarak veya edimsellik açısından bu geçi ,
130
Oğuz Arıcı, “Oresteia: Bir Modern Devlet ve Adalet Tartı ması”, Đstanbul Üniversitesi Tiyatro
Ele tirmenliği ve Dramaturji Bölüm Dergisi, Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları,
sayı: 17, 2011, s. 8.
131
Hegel, Estetik II, S. 211.
132
A.e, s. 213.
61
bir doğa durumundaki insanın bir kurulu haklar sistemine, yani mülkiyete, yasalara,
anayasaya, politik hayata doğru ilerleyen dönü ümü olarak görünür.”133
3.3. Hegel’in “Etik Dünya”sına Kısa Bir Giri
George Steiner, Hegel’in 1802 yılında doğal yasalar üzerine yazarken devlet-aile,
resmi yasalar-törel yasalar, ya ayanlar-ölülerin hakkı gibi birbirine kar ıt konular
üzerine derinlemesine dü ünmeye ba ladığını, sonra bu dü üncelerin Antigone
üzerinden Tinin Görüngübilimi’nin ortaya çıkmasını sağladığını söyler.134 Hegel,
Tinin Görüngübilimi’nde Antigone’nin adını üstü kapalı biçimde “Us” bölümünün
sonunda zikreder. Ardından gelen bölümde Antigone’nin ifade ettiği anlamı onun
adını çok anmaksızın tartı ır. Steiner’ın da dikkat çektiği gibi kitapta Antigone’nin
adı iki kez geçer ama “Tin” bölümünde Antigone’nin varlığı belirmeye, canlanmaya
ba lar.
Tinin Görüngübilim’inde bu bölüm için gerekli olan tartı malar “Tin” bölümü
içinde “Etik Eylem: Đnsani ve Đlahi Bilgi, Suç ve Kader”135 ba lığıyla yer alır. Hegel
etik dünya, etik, ya am, etik töz olarak kavranabilecek, sittlichkeit olarak
adlandırdığı bir tanımdan yola çıkar. Aslında amacı etik dünya üzerine dü ünmektir.
Bu dü üncelerini Sofokles’in Antigone tragedyasındaki Antigone ve Kreon’un
eylemleri, onların “etik bilinci” üzerinden dolaylı olarak sergilemeye çalı ır.
Etik dendiğinde sorgulanan ey insan eylemiyle ilgilidir. Hegel için ahlak (morality)
ile etik arasında bir ayrım vardır. O, etik ya am, etik dünya ile antik Yunanlılar’ın
zamanına uzanır. Bu zaman zarfında modernitenin terimleriyle bir birey söz konusu
değildir. Etik dünyada, Yunanlılar’da olduğu gibi insan kendisini içinde ya adığı
dünyadan, cemaatten, polis’ten ayrı dü ünemez. Đnsan kendini o dünyanın siyasi,
ilahi yasaları ile tanımlar. Oysa ahlak, etik dünyanın çözülü ü ile ortaya çıkmı tır.
133
A.e., s. 218.
George Steiner, Antigones, U.S.A., Yale University Press, 1996, s. 27.
135
Bu ba lık Tinin Fenemonolojisi’nin Türkçe çevirisinde “Törel Eylem. Đnsansal ve Tanrısal Bilgi,
Suç ve Yazgı” olarak geçmektedir. Aynı ba lık Zeynep Direk’in Hegel üzerine çe itli makale ve çeviri
çalı malarında “Etik Eylem: Đnsani ve Đlahi Bilgi, Suç ve Kader” olarak geçmektedir. Bu çalı mada bir
kavram birliğini korumak için Törel Dünya, Törel Eylem gibi Türkçe çeviriler Etik Dünya, Etik
Eylem olarak deği tirilmi tir. Đlgili bölüm için bakınız: G.W.Hegel, “Törel Eylem. Đnsansal ve
Tanrısal Bilgi, Suç ve Yazgı”, Tinin Fenemonolojisi, ss. 283-292.
134
62
Hegelci anlamda ahlaktan söz edildiğinde bireyin ortaya çıkı ından söz etmek
kaçınılmazdır. Çünkü etik dünyadaki insanın eyleminden farklı olarak, birey içinde
ya adığı dünyadan kendisini ayırt etmi , kendi haz, arzuları pe inde ko maya
ba lamı tır. Birey, etik dünyanın kaybı ile ortaya çıkmı tır. Antik Yunan’da birey
kavramı olmadığı gibi bireyselle mek de ancak toplumsalla arak mümkündür.
Đnsanın gerçek anlamda kendini gerçekle tirmesi, “insanla abilmesi” ise siyasal bir
yapı, devlet içerisinde, polis’te136 mümkündür. Etik dünyada bireyden söz etmek
moderniteden farklı olarak cemaat içinde bireyden söz etmektir. Bu çalı mada
cemaat sözcüğüyle herhangi dinsel birlikteliğe değil, belirli ortak özellikler, idealar
altında bir araya gelen insan birlikteliğinden söz edilmektedir. Dolayısıyla etik
dünyada insan, cemaatiyle kar ı kar ıya gelen ve kendisini ondan ayrı gören bir figür
değildir. Aynı zamanda etik dünyada suç olarak görünen ey insanı cemaatin dı ına
atabilir.137 Bu durum özellikle Antik Yunanlılar için bir yurtta ın ba ına gelebilecek
en kötü cezadır. Zira bilmeden de olsa hem ailenin hem polis’in yasalarını çiğnediği
için Oidipus’un ba ına gelen budur. Đnsan ancak cemaati içinde insanla abildiği için
cemaatten dı landığında aslında insanlığını kaybetmi tir.
Etik, insan eylemine dair bir alan olup, felsefe tarihi boyunca insan eylemini harekete
geçiren bu jest, arzu olarak görülür. Nitekim Hegel de kar ılıklı birbirini tanıma
ili kisinin bir arzu ili kisi olduğunu dü ünür. Daha sonra Judith Butler, kar ılıklı
birbirini tanıma ili kisinin neden bir arzu ili kisi olduğunu sorarak Hegel ve
Antigone yorumu üzerinden felsefe sahnesine dikkate değer bir giri yapacaktır.
Aslında
bir
ba kasının
arzusunu
arzulamak;
onun
tarafından
tanınmayı
136
Polis, kent-devlet anlamında kullnılmaktadır.Onu üreten ve kimi zaman kar ıtına dönü en kavram
ise oikos’tur. Tragedyalarda polis ve oikos çatı manın iki ucu olarak sunulur. Oikos, eski Yunan’da
özel alan olarak, aile ve ev içi ya antıyı anlatır. Fakat sözcüğe atfedilen “özel” olu modernitenin
kullandığı mahrem, mahremiyet ile ili kili değildir. Oikos’lar bir araya gelerek polis’i olu turmaktadır.
Polis, oikos’un koruduğu, muhafaza ettiği gelenekleri ihlal edince çatı ma kaçınılmaz olur. Burada
tuhaf bir zorunluluk vardır. Oikos’un fertleri bireysel ölüm kar ısında ya amlarını garantiye almak
için daha kolektif bir birlikteliğe, polis’e ihtiyaç duyar. Polis, oikos’un fertlerini tehlikelere kar ı
savunmakla yükümlüdür. Öte taraftan oikos’un değerleri polis tarafından ihlal edilince, ailenin
yasalarıyla ehrin yasaları çatı ınca tehdit edilen bizzat oikos’un kendisi olur. Bakınız; Josh Beer,
Sophocles and The Tragedy of Athenian Democracy, Greenwood Publishing, U.S.A, 2004, s. 4-5.
Ayrıca oikos ile polis arasındaki ili ki için bakınız J. Roy, “Polis and Oikos in Classical Athens”,
Greece &Rome, Second Series, Vol. 46, No.1, April 1999, pp. 1-18.
137
Zeynep Direk, “Irigaray ve Butler Hegel’in Feminist Okurları”,
https://zeynepdirek.wordpress.com/2014/11/25/irigaray-ve-butler-hegelin-feminist-okurlari/, Eri im
Tarihi: 27.03.2015
63
arzulamaktır.Her insan ben’ini tanımak için Öteki’nin varlığını kabullenmek, onunla
ili ki içinde olduğu bir zemini yakalamak zorundadır. Ben denilen kendisini ötekinin
gözündeki anlamda yakalar, insan bu mücadele için biyolojik ya amını bile tehlikeye
atar. Đnsan bu mücadelede kendi değerlerini bir ba kasının gözünde onaylamak,
tanınmak ister. Bu sava ımın sonucunda Hegel’e göre bir taraf diğerine boyun
eğerek, onun efendiliğini kabul eder.
Zeynep Direk, Hegel’in Antik Yunan etik ya amını tin’in kendi bilgisine ula ması
yolunda bir uğrak yeri olarak değerlendirdiğini dü ünür. Bu uğrak yeri kendi
diyalektik hareketiyle çözülmektedir. Antigone ise bu çözülmenin sebebi olan
çeli kileri barındırır. Direk, bu konuda Hegel’in perspektifinden unları saptar:
“ ‘Etik dünya’ bir etik tözdür: Bir dünya ya amı ki, tin onda kendisini tin olarak
bilmediği halde kendi tinsel içeriğini dolaysız bir biçimde üretir. Mitsel, durağan,
sanki akmayan bir zamandır bu; buna kar ın kendisini kendisinin dı ına fırlatacak
olan olayları doğurur. Hegel etik dünyayı bir mutluluğun, dolaysız bir birliğin yeri
olarak tahayyül eder. Yunanlıların trajik çağı öncesi kent devletlerinde bu tözün
mevcut olduğunu varsayarak Yunan dostluğunu da açığa vurur. Ne var ki, ona
ancak trajedilerde, yani bu dolaysız birliğin ortadan kalkı ının i aretlerinde, açılan
onarılmaz çatlakta, tini kendine götürecek hareketi ba latan yarıkta eri iriz.
Antigone de i te tam orada belirir. Tuhaf ve haklı itirazıyla her eyi alt üst eden,
bozulması gereken uyumu bozan, yabancıla ma hareketini ba latan zorunlu,
kaçınılmaz, taviz vermez bir ba belası gibidir. Neden bu dolaysız birlik bozulur,
bu çakı mazlık ortaya çıkar ve bunu Antigone temsil eder?”138
Zeynep Direk, Hegel’in pe inde olduğu bu birliğin bozulmasının sebebini, birliğin
“dolaysız olması” olarak tayin eder. Bir etik dünyanın dolaysızlığında ise u gizem
yatar:
“Dolaysız etik dünyasında hakikat ile bilincin ondan eminliği arasında bir ayrılık
yoktur. Hakikat ba ka yerde, gizli, dünyadaki bireyin eri imi dı ında değildir; birey
hakikatin içinde ya ar. Öyle ki, varlık aynı zamanda bilincin kendisidir. Bu dünya
bu bireye kendi iradesinin bir sonucuymu gibi görünür. Bireyler ya da tikel
özbilinçler ve eylemleri evrensel bir aklı payla ırlar ve dünyayı i ve eylemleriyle
138
Zeynep Direk, “Zamanın Ebedi Đronisi”, Amargi Feminist Dergi, sayı 19, Kı 2010, ss-14-17
Aynı yazı için bakınız; https://zeynepdirek.wordpress.com/2013/01/22/zamanin-ebedi-ironisi/, Eri im
Tarihi: 27.03.2015.
64
böyle vücuda getirirler. Bunun farkında olmasalar da, bireysel zihinler evrensel
özün deği ik veçheleri, ürettiği farklardır; bunun için onların eylemleri insani bir
dünya kurar, tini tinselle tirir. Ama bu a amada tinde bir eksiklik vardır; çünkü
henüz kendisinin bilincine varmamı tır. Etik töze ait insan evrenseldir, ama
kendisinin evrensel olduğunu bilmez. Tin dolaysızlıktan çıkıp, kendisine
yabancıla ıp, kendisine kar ıt dü tükten sonra bu yabancıla madan kendisine geri
döndüğünde insan ayrı olmadığı etik dünyasında evrensel olduğunu bilecektir;
böylece töz de öznele mektedir. O halde yarık, tini zamana atan bu sürecin ereksel
özün hareketi sayesinde anlamlanır. Fani olanları dı arı, dünyaya atan ve sonra
tekrar içine çekerek sindiren ve sonunda kendini tanıyan odur.”139
Tinin Görüngübilimi’nde ve “etik bilinç” tartı masında Hegel, bağlamı bir özbilinç
üzerinden kurmaktadır. Hegelci özbilinç, Descartes’la kar ıla tırılırsa kendi
hakikatini sadece dü ünüm yoluyla deneyimlemez. Descartes ne yapmı tır?
Descartes, sistematik bir ku ku uygulamasına giderek tüm inançlardan ku ku duyar.
Ama dü ünen bir varlık olarak kendi varlığından ku ku duymaz. “Dü ünüyorum,
öyleyse varım” argümanında tanrı ve her türlü ilahi, a kın merciiye ihtiyaç
duymaksızın insanın kendi varlığına ku ku duyulamaz inancı söz konusudur. Đnsan,
tanrıya ihtiyaç duymadan kendi kendini bilincinin, dü üncesinin ürünü olarak
temellendirir. Oysa Hegel’in özbilinci Descartes’tın üphe yoluyla tesis ettiği kendi
yalnızlığı içindeki bilinçten farklıdır. Özbilinç, ancak ve ancak bir ba ka bilinç
tarafından tanınması yoluyla tecrübe edilir. Bu süreç tek yönlü değildir. Bilinç bir
ba ka bilinç tarafından tanınırken kendisi de o bilinci tanıyacaktır. Ancak bu ko ulda
kar ılıklı birbirini arzulama ve tanıma gerçekle ebilir. Bu artlar altında ben denilen
biz’e, biz ise ben’e dönü ür.
3.4. Hegel ve Sofokles’in Antigone’si
Antigone gibi bir metin aradan geçen binlerce yıla rağmen bu çağın özellikle siyaset,
psikanaliz ve etik alanlarına sızmayı ba armakla kalmamı bu alanlarda sarsılmaz bir
hakimiyet ilan etmi tir. Bu konuda, Joan Copjec, geçmi e ait bir figürün, Sofokles’in
Antigone’sinin zamandaki bu göçebeliğini sorgular, elbette Antigone’nin dramının
bugün bizleri
niçin bu denli cezbettiğini de.
Copjec için
sorunun
yanıtı
ya adığımız çağın ba larında Antigone’yi dirilten Alman Đdealizmi ile ilgilidir. Daha
139
Zeynep Direk, “Zamanın Ebedi Đronisi”, s. 15.
65
açık bir ifadeyle Antigone, Alman Đdealizmi, özellikle Hegel, Schelling, Hölderlin
sayesinde modern etik için tartı malı bir figür haline gelmi tir. Antigone kendisinden
büyülenmi cesine yazan bu üç dü ünürden önce böylesi bir övgü ve yüceltime layık
olmamı tır. Öyleyse Antigone’ye dü ünsel serüveninde en hayati rolü vermi olan
Hegel’e ve onun Antigone’sine daha yakından bakalım.
Hegel bu oyunu önce Tinin Fenemonolojisi’nde Yunan ehir-devletine (polis) ait
olarak tarif ettiği bir ilksel tin’e ve etik ya ama özgü bir tragedya olarak okur. Daha
sonra Hukuk Felsefesi üzerine çalı malarında oyunu etik eyleme ili kin modern bir
dram olarak değerlendirir.140 Tinin Fenemonolojisi’nde Antigone nasıl bir yer
edinir?
3.4.1. Đlahi – Đnsani Yasa & Aile – Devlet Çatı ması
Hegel, Antigone tragedyasında hem Antigone hem de Kreon’da etik ya amın, etik
bilincin izlerini görür. Her ikisi de kendisini etik dünyadan ve onun yasalarından
bağımsız dü ünemeyen bir tinsel bilincin temsilcisidirler. Hem Antigone hem de
Kreon etik düzenin bilinçleridir. Kreon, devlet yasasına göre eyleme geçerken,
Antigone ilahi yasalara göre davranır. Fakat bu iki yasa birbirlerinin tamamlayıcıları
olduğu gibi birbirleriyle çatı an özelliklere de sahiptir. Antigone tragedyasında bu
yüzden Antigone ve Kreon birbirlerini ve dünyalarını yıkıma sürüklerler. Çünkü
Antigone’nin erkek karde i Polünikes, Kreon ve dolayısıyla devletin yasaları
tarafından hain ilan edilmi , ölüsünün gömülmeyeceği, kurda ku a yem olmak üzere
açıkta bırakılacağı beyan edilmi tir. Antigone ise aile yasalarına, kanbağına
dayanarak devletin yasasına kar ı çıkar, erkek karde ini gömer. Bu durumda iki yasa
birbirine kar ıt hale gelerek bir yıkıma yol açar. Bu çatı manın yol açtığı yıkım ise
etik düzenin parçalanmasına sebep olur. Çünkü etik düzen insan ve yasa arasındaki
uyuma bağlıdır.
Sofokles’in Antigone’si Hegelci yorumlar açısından genellikle ilahi yasa ve insani
yasa olmak üzere iki alan arasındaki bir çatı ma olarak okunmu tur. Genel kanı
Hegel’in ilahi yasayı Antigone’nin bireysel eyleminde; insani yasayı ise Thebai kralı
140
Joan Copjec, “Azmin Mezarı: Antigone Üzerine”, Tut ki Kadın Yok: Etik ve Yüceltim,
Çeviren:Barı Engin Aksoy, Đstanbul, Encore Yayınları, 2005, s. 22.
66
Kreon’un ki iliğinde temsil ettiğidir. George Steiner’a göre ise Hegel, basit bir
biçimde ilahi yasayı Antigone’nin eylemiyle, insani yasayı da Kreon’un ki iliğiyle
okumamı tır. Steiner, Hegel’de, devletin kendi gücünü arttırmak için aileyi birbirine
bağlayan bağları ele geçirmek istediğine i aret eder. Steiner’a göre Hegel bu yorumu
Aiskylos’un Orestes üçlemesindeki Eumenides oyununu ele alı ında vurgular ve
benzer bir eğilimi Sofokles’in Antigone’si için de gösterir. Bu yorumda birbirinin
alanında kesin biçimde ayrı mı ve birbirine kar ıt konumlanmı iki mercii söz
konusu değildir. Aksine aile, birey ile devlet arasında muğlak bir yere sahiptir.141
Nihayetinde çatı mayı katmerleyen bu iki alanın, iki yasanın tuhaf bir biçimde
birbirlerini içinde barındırmasıdır. Kreon’un, tragedyadaki ilk konu ması bu iki yasa
arasında olu acak çatı manın ipuçlarını barındırır.
“Devlet yönetiminde yoğrulmadıkça ki i / ölçülemez karakteri, zekası, gerçek
dü ünceleri. / Devlet adamı halkım esenliğinden öte / kaygılara kaptırırsa kendini /
ve sonuçlardan çekinip omuzlarına yüklenmezse sorunu, / susup kalırsa korkudan,
derim ki ben / -ve her zaman da demi imdir bunu- / a ağının a ağısıdır o. Her kim
yakınlarını / üstün tutarsa yurt sevgisinden / onu adam yerine koymam, çünkü ben,
/ -gözünden bir ey kaçmayan Zeus tanığım olsun- devlet tehlikedeyken susamam,
/ yurt dü manlarını da kendime dost saymam. / unu da usumuzdan çıkarmayalım:
/ Varlığımız bu devletin gölgesinde / bu gemi ancak kazasız belasız geleceğe doğru
yol aldığı sürece / dostluğun karde liğin anlamı var bizce.”142
Kreon, bu konu manın devamında Antigone’nin erkek karde lerinden Eteokles’in
ölüsünün onurlandırılacağını, Polünikes’in ise vatan haini ilan edilip ölüsünün
gömülmeyeceğini ilan eder. Çünkü Kreon, “ erefli bir yurtta la bir haini” asla bir
tutmayacağını,“yalnız yurda hizmet etmi yurtta ları sağ olsunlar ölü olsunlar”sevgi
saygı göreceklerini ekler. Kreon’un konu maları boyunca tragedyanın her yerine bir
kar ıtlık dü üncesi sirayet eder. Bu kar ıtlık aile ile devlet arasında olup, Kreon’un
eylemlerinde devletin çıkarları aileden üstün tutulmaktadır.
Hegel için de devlet ile aile arasında bir ayrım vardır. Ama devletin üyesi aynı
zamanda bir ailenin de üyesidir. Aile, vatanda lığı üreten bir kurumdur.
141
142
Steiner, Antigones, s. 26.
A.e., s. 76.
67
“Aile içinde Đnsan, herhangi bir Efendi, bir Vatanda , bir sava çı değildir; babadır,
kocadır, oğuldur ve bu babadır, bu kocadır; bir belli ki idir, bir “tikeldir”. Ne var
ki, onun Ailede ve Aileyle bilinip-tanınmı tikelliği, gerçek anlamda insansal
değildir. Nitekim, çalı mayan çoktanrıcı Efendide insansal ve insanla tırıcı Eylem,
Mücadelenin sava çı eylemiyle sınırlanmı tır. Đmdi, Aile içinde Mücadele ve
hayatı tehlikeye atma yoktur. Öyleyse, Ailede ve Aileyle bilinip-tanınan ey,
Eylem olarak insansal Eylem (Tat) değil, ama sadece, insanın, babanın, kocanın,
oğlun, erkek karde in, vs., Sein’ıdır. Verilmi -statik varlığıdır, biyolojik
varolu udur. “143
Yukarıdaki alıntıdan anla ılacağı üzere devlet ile aile arasında bir ayrım olduğu gibi,
birinin olumsuz biçimde diğerini içinde barındırdığı görülür. Paragrafta adı geçen
efendi ve köle ili kisi Hegel’in Kölelik ve Efendilik arasında tesis ettiği diyalektik
süreçle ili kilidir. Bu süreç insanın bir ba kasının arzusuna ve bir ba kası tarafından
tanınmaya ihtiyaç duymasıyla ba lar. Bunun anlamı insanın hep bir topluluk içinde
ya amak zorunda olu udur. Bir topluluktaki tanınma mücadelesi Hegel için köleefendi diyalektiği sürecini ba latandır.144 Yeniden paragrafa dönülürse aile ile devlet
arasında bir çatı ma görülür. Aile içinde önemli olan insanın ba arıları, dı arıda
yapıp ettikleri yerine onun biyolojik ya amıdır.
“Aile için en yüce değer, üyesinin Sein’ıdır, doğal varlığıdır, biyolojik hayatıdır.
Đmdi, Devletin, Ailenin bu üyesinden istediği ise, hayatını tehlikeye atması ve
tümel dava uğruna ölmesidir. Demek ki, Vatanda lık ödevini yerine getirmek, Aile
yasasına zorunlu olarak uymamaktır ve bunun tersi de doğrudur.”145
“Aile içinde birey sadece varlığı için sevilmektedir. Bireyin eylemleri bu sevgide bir
rol oynamadığı için, bireyin ölümünden sonra da sevgi devam eder. Bu yüzden
denilebilir ki aile bireyinin ya ıyor ya da ölü olması, ona verilen değerde bir
deği iklik yaratmaz.”146Aile için en yüce değerin, üyesinin Sein’ı, yani doğal varlığı,
143
Alexandre Kojeve, Hegel Felsefesine Giri , Çeviren: Selahattin Hilav, Yapı Kredi Yayınları,
Đstanbul, 2012, s. 67-68.
144
A.e., s. 65-66.
145
A.e., s. 69.
146
Oğuz Arıcı, Tragedya ve Muğlaklık, Đstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tiyatro
Ele tirmenliği ve Dramaturji Anabilim Dalı Yayımlanmamı Doktora Tezi, Đstanbul, 2009, s. 151.
68
biyolojik hayatı olması, daha genel bir ifadeyle ailenin bu tikel yanı devletin tümel
yanıyla çeli ir. Çünkü devlet, ailenin üyesinden, vatanda ından kendisini devleti için
tehlikeye atmasını, devlet uğruna ölmesini beklemektedir. Bir insan, bir aile üyesi
olarak devleti için kendini ölüme attığında ailenin en önem verdiği eyi, biyolojik
ya amını iptal etmi
olur. Denilebilirki devlet için eylemek ailenin yasasını
feshetmektir. Ama devletin vatanda ını yeti tiren aile olduğu için Hegel’e göre aile
ve akrabalık bağları vatanda lık denen mefhumu üretendir.
Öyleyse Hegel için vatanda lığın bir ba ka yüzü akrabalık ili kilerinden feragat
etmek demektir. Ama insan tikelliğinden vazgeçemediği için devletten de
vazgeçemez ve bu yüzden her zaman hem aile hem de devlete kar ı cürüm i lemek
zorunda kalır. Antik Yunan çok tanrılı hayatının trajik özelliği buradan
kaynaklanır.147 Hegel’e göre çok tanrıcı bir devlet modelinin temel karakteri,
efendilerin devleti, efendilerin toplumu olmasıyla belirlenir. Çok tanrıcı bir devlette
yalnızca efendiler vatanda olarak tanımlanır. Sadece sava yapan ki i vatanda tır,
efendidir. Köle ise devletin ancak kenarında yer alabilir ve onların i i çalı maktır.148
Burada kadının da önemli bir yeri var. Örneğin Antigone tragedyasında Đsmene,
Antigone’yi yasalara kar ı gelmekten vazgeçirmeye çalı ır ve kadının polis’teki
yerine dikkat çeker:
“Kala kala ikimiz kaldık imdi. / Kralın yasağına kar ı gelirsek, dü ün / nice olur
sonumuz? Unutma, kadınız biz / ba edemeyiz erkeklerle, bizi yönetenler bizden
güçlü/ katlanmayıp ne yapacağız belki bundan beterine?/ Ölmü lerim bağı lasınlar
beni, yasağa boyun/ eğmekten ba ka /bir ey gelmez elimden. Gücümüzü a an
i lere/kalkı mak/ çılgınlıktan ba ka ne ki?”149
Her ne kadar Antik Yunan dünyasında kadınlar vatanda sayılmıyorlarsa da aileyi
temsil eden, onu üreten güç di ildir. Kadın, yurtta lığı doğurandır fakat yurtta lık
Antik Yunan’da erkeklerin hakkıdır. Kadının görevi ise devlet için asker ve yurtta
olacak oğlan çocukları doğurmaktır. Oğlan çocuklar nihayetinde sava mak, bu
147
Kojeve,Hegel Felsefesine Giri , s. 69.
A.e., s. 70-71.
149
Sofokles, Antigone, a.g.e., s. 71.
148
69
sayede yurtta olmak için ailelerini terk etmek zorundadırlar. Bu yüzden Hegel’e
göre yurtta olmak, aile bağlarını kısmen reddetmek demektir. Aile yasasında erkek
kendisini ailenin bir ferdi olarak tanımlarken, yurtta lık tanımlamasında kendini
devletin bir ferdi olarak görür. Öyleyse bir erkeğin içinden çıktığı “rahmi” akrabalık
ili kilerini a arak yurtta olması mümkündür. Ailenin görevi devlete yurtta üretmek
ise bu üretimin ba ının di il olduğu, kadın olduğu söylenmi ti. Hegel’in cemaat
içinde kadının konumu konusunda dü ünceleri ilginçtir:
“Cemaat, yalnızca, Ailenin mutluluğuna müdahale ederek ve (bireysel) kendi
bilincini, evrensel içinde çözerek bir varlık edindiğinden, bastırdığı eyde, kendisi
için aynı zamanda asli olan, bir iç dü man yaratır: genel olarak kadın türü. Kadın
türü –cemaatin (ya amının) ebedi ironisi- entrika yoluyla hükümetin evrensel
amacını özel bir amaca çevirir, devletin evrensel mülkiyetini Ailenin bir malına ve
süsüne dönü türür. Bu ekilde, kadın, hem salt ki isel zevklere ve hazlara hem de
etkin rollere kayıtsız kalarak yalnızca evrenseli dü ünen ve ona değer veren olgun
ya ın hakiki bilgeliğini gülünç hale getirir.”150
Kadın cemaatin ebedi ironisidir, çünkü kadın Hegel’in söylediği gibi devletin
amaçlarını ailenin amaçları haline getirebilir, bu yolla devlete zarar verebilir,
devletin askeri, yurtta ı olan genç bir erkekle kendisini e görebilir, nihayetinde
devleti ciddiye almadığını gösterebilir. Bu yüzden devlet kendine ebedi bir dü man
seçer, bu da kadın cinsidir. Kadın, kendisini yurtta olarak saymayan bir devleti yok
sayabileceği için devlet açısından her zaman bir tehlikedir. Zira Antigone gibi bir
kadın evlenmeyi ve devlet için asker ve yurtta olarak yeti ecek oğlan çocuklar
150
G.W.F. Hegel, Phenomenology of Spirit. Almancadan Çeviren: A.V. Miller, Oxford, Clarendon
Press, 1979., s. 288. Bu alıntıda Zeynep Direk’in Türkçe çevirisinde yararlanılmı tır. Aksi
belirtilmediği sürece bu eserin Türkçe çevirisi Zeynep Direk’ten alınacaktır. Bu çeviri Tina Chanter,
“Antigone’nin Đkilemi” adlı makalede geçmektedir., s. 79. Aynı alıntı Aziz Yardımlı’nın Türkçe
çevirisinde öyle geçmektedir: Topluluk ancak Ailenin mutluluğuna karı arak ve [bireysel] özbilinci
evrensel içinde çözerek varolu unu sürdürdüğü için, ezdiği ve aynı zamanda ona özsel olanda, genel
olarak kadınlıkta, kendi iç dü manını yaratmaktadır. Kadınlık –topluluk ya amının bengi ironisi –
entrika yoluyla hükümetin evrensel ereğini özel bir ereğe deği tirir, onun evrensel etkinliğini belirli
bir bireyin bir ‘i ine’ dönü türür, ve devletin evrensel mülkiyetini Ailenin bir iyelik ve süsüne çevirir.
Böylece kadın olgun bir çağın ağırba lı bilgeliğini, edimsel etkinlikler gibi yalnızca özel haz ve
zevklere kar ı da ilgisiz olan ve salt evrenseli dü ünen ve ona özen gösteren bu bilgeliği
olgunla mamı gençliğin ta kınlığı içinde alay konusu yapar, onların co kuları kar ısında
değersizle tirir;genel olarak geçerli olanın gençliğin kuvveti olduğunu ileri sürer; oğlun değeri onu
doğuran annenin efendisi olmasında, erkek karde inki onda kız karde in e itlik düzeyinde bir insan
bulmasında, gencinki ise bağımsızlığını kazanmı kıza karılık haz ve onurunu sunan birisi olmasında
yatar. Hegel, Tinin Görüngübilimi, s. 291.
70
doğurmayı reddetmektedir.151 Kojeve’in Hegel okumasına göre ise Antik Yunan gibi
çok tanrılı bir dünyanın yıkılmasının sebebi doğrudan kadındır. Çünkü kadın, tümeli
ifade eden devletin yıkılmasına neden olan tikellik ilkesini temsil eden varlıktır. Çok
tanrıcı bir dünyada vatanda lık ödevini yerini getirmek zorunlu olarak aile yasasına
uymamak demek olduğu ve bunun tersi de doğru olduğu için çatı ma kaçınılmazdır,
çözümsüzdür. Bu yüzden trajik karakter ister devlete, ister aileye kar ı olsun her
zaman cürüm i leyendir. 152
Aile ve devlet arasındaki ili ki paradoksal bir görünüm kazanmı tır. Hegel bu iki
yasanın hem birbirini üretmesi hem de çatı ma halinde olmasının en güzel örneği
olarak Sofokles’in Antigone tragedyasını yorumlar:
“(…) aile bağımlılığı, bu erdemin en ulvi ifadelerinden biri olan Sophokles’in
Antigone’sinde kadınlığın ba lıca yasası olarak dile getirilmi tir. (…) eski
tanrıların, yer altı tanrılarının yasasıdır bu; hiç kimsenin, ne zamandan beri var
olduğunu bilemediği ezeli bir yasadır. Bu yasa, açıkça görülen yasanın, devlet
yasasının, zıttı olarak tasvir edilir. Bu zıtlık en yüce ahlaki zıtlıktır ve, dolayısıyla,
an yüksek derecede trajiktir. Adı geçen oyunda, bu zıtlık, kadın ve erkek
tabiatlarının zıtlığında bireyselle mi tir.”153
Oğuz Arıcı’ya göre Hegel’in Hukuk Felsefesinin Đlkeleri’nde yaptığı bu tanım
aslında aile ile devlet arasındaki paradoksal bir trajik tanımdır. Fakat Arıcı, Hegel’in
Tinin Görüngübilim’inde yaptığı aile ile devlet arasındaki yorumu daha doğru
bulmaktadır. Çünkü Antigone tragedyasının temel çıkmazının bu iki alan, aile ve
devlet yasaları arasındaki birbirinden ayrı amazlık olduğunu dü ünür.
154
Hegel’in
ilk yorumunda iki alan arasında basit bir kar ıtlık söz konusu iken daha sonraki
yorumlarında aile ve devletin sadece birbirine kar ıt olmadığı, ailenin aynı zamanda
yurtta ı üretmesi sebebiyle devleti de üretiyor olması, iki alanın birbirinden
ayrılamazlığı daha doyurucu bir yorumdur. Tina Chanter’ın da belirttiği gibi
151
Zeynep
Direk,
“Đrigaray
ve
Butler,
Hegel’in
Feminist
Okurları”,
https://zeynepdirek.wordpress.com/2014/11/25/irigaray-ve-butler-hegelin-feminist-okurlari/, Eri im
Tarihi: 27.03.2015.
152
Kojeve, Hegel Felsefesine Giri , s. 69
153
Aktaran Oğuz Arıcı; G. W. F. Hegel, Hukuk Felsefesinin Đlkeleri, Çeviren: Cenap Karakaya,
Sosyal Yayınları, 1991, s. 150.
154
Arıcı, Tragedya ve Muğlaklık, s. 152.
71
Hegel’in Antigone yorumunu anlamak için onun ilahi yasa ile insani yasa üstüne
yaptığı açıklamayı tekrar etmek, bu açıklama üzerine mesai harcamak hayati öneme
sahiptir. Çünkü Antigone’nin Hegelci mirasını kavramak için iki yasa arasında
genellikle es geçilen, “ıskalanan” kar ılıklı bağımlılığın rolü üzerine dü ünmek
gerekir.
Antigone’yi tartı ırken Hegel, sittlichkeit (kültürel kavranabilirlik alanını yöneten,
birbirine eklenmi normlar), bir anlamda etik düzenin kendisini insani ve ilahi yasa
gibi etik tözlere ayırdığından söz eder. Yine Hegel için bilinç artık kendisini tin
(geist) mertebesine ula tırmı tır ve akıl denen eyden farklıdır.155
Bilinç, kendi
dünyası olarak kendisinin ve kendisi olarak dünyanın bilincindedir. Her iki yasa da
içlerinde bilincin anlarına sahiptirler. Bunun anlamı udur: Her yasa, diğerinde
kar ıtıyla kar ıla ır ve diğeri tarafından yadsınır. Çünkü aralarında hem bir bağ hem
de birbirlerine geçi vardır. Tina Chanter bu konuyu öyle basitle tirir: Etik dünyada
bilincin kendisini bildiğini, kendisinin bilincinde olduğunu fakat içinde kendisinin de
yadsımasını barındırdığını saptar. Bu yüzden Hegel için etik düzende bilinç, hem ne
yaptığını bilmekte hem de bilmemektedir. 156
“Kendi edimi sayesinde, hem tözün kendisini böldüğü o güçlerin çeli kisini ve
kar ılıklı çökü ünü öğrenir, hem de kendi eyleminin etik karakterine dair sahip
olduğu bilgi ile, kendine has doğası içinde etik olan arasındaki çeli kiyi öğrenir ve
böylece kendi çökü ünü bulur.”157
155
Burada Hegel’in tin kavramını incelemek, çalı manın boyutlarını a ar ve çalı mayı tragedya
incelemesi bağlamından uzakla tırabilir. Ama buna rağmen Hegel’in tin(geist) kavramı için u
hatırlatmayı yapmak gerekir.Tin, Đngilizce spirit, sadece ruh olarak çevirilebilecek bir kavram
değildir. Tin; akıl(nomos) + can ya da ruhun birle imidir. Dolayısıyla tin (geist) insanın kurduğu
kültür, cemaat olarak tahayyül edilebilir. Tin denilince bu toplamdan ortaya insan çıkıyor. Đnsan ile
kastedilen onun biyolojik varlığı değil yalnızca. Đnsanın yapıp ettiği, kurduğu, in a ettiği her ey buna
dahil. Örneğin her dönemin kendi tin’i söz konusu. Antik Yunan tini doğuyor, deği iyor, ölüyor,
yerine ba ka bir ey geçiyor. Roma, Ortaçağ, Rönesans, Aydınlanma gibi. Bir tin doğuyor, büyüyor,
ya lanıyor ve ölüyor.
156
Tina Chanter, “Antigone’nin Đkilem”, Çev: Zeynep Direk, Defter, Bahar 1997, No: 30, Đstanbul,
Metis Yayınları, s. 75-76.
157
G.W.F. Hegel, Phenomenology of Spirit. Almancadan Çeviren: A.V. Miller, Oxford, Clarendon
Press, 1979., s. 266. Bu alıntıda Zeynep Direk’in Türkçe çevirisinde yararlanılmı tır. Aksi
belirtilmediği sürece bu eserin Türkçe çevirisi Zeynep Direk’ten alınacaktır. Bu çeviri Tina Chanter,
Antigone’nin Đkilemi adlı makalede geçmektedir., s. 76.
72
Buna bir örnek Antigone ve Kreon’un kendi eylemlerine yönelik katı tutumlarıdır.
Đkisi de uzla ılamaz biçimde kendi eylemlerinde ısrarcıdırlar. Ancak bu tavizsiz
eylemleri sonucunda mahvolurlar. Her ikisi de etik duru larını tamamen
anlayabilecekleri bir konumda değildirler. Hegel, bir eylemin pek çok etik bağlantısı
olan aktüel bir durum olduğundan söz eder. Antigone’nin bireysel eylemi bu açıdan
bakınca sadece ilahi bir zemine dayanmaz, onun eylemi insani yasa alanında
değerlendirilebilecek politik bir anlamı da yansıtır. Benzer ekilde Kreon’un eylemi,
kudretini devletin siyasal yasalarına dayamı olsa da tamamen ilahi yasalardan
ayrılmı
değildir.158 Bu noktadan sonra her iki ki inin de etik ya amın ikili
karakteriyle ili kisi açıklanmaya çalı acaktır.
Đlk olarak Antigone tragedyasına adını veren Antigone üzerinde bu etik ya amın ikili
karakterine bakalım. Önce Antigone’nin kim olduğunu, hangi eylemde direttiğini
hatırlayalım. Dennis Schmidt, Antigone üzerine çalı mı
iki filozofun, hem
Heidegger hem de Hegel’in ihmal ettiği bir konuya değiniyor: Antigone’nin
Sofokles kaleminden çıkmı
bir üçlemenin parçası olu una.159 Bunun anlamı
Antigone’nin sadece Sofokles’in Antigone tragedyasında değil, Oidipus Kolonos’ta
tragedyasında da kar ımıza çıktığı, hatta Kral Oidipus tragedyasının sahne dı ında
da Antigone’nin izleri olduğudur. Bir hatırlatma daha Sofokles’in bu üçlemeyi
yazımında kronolojik bir sıra izlemediğidir. Sofokles kronolojik açıdan hikayenin
son halkası sayılabilecek Antigone tragedyasını ilk halka olan Kral Oidipus’tan
önce yazmı tır. Çalı manın ba langıcında Antigone’nin de üyesi olduğu bir soydan,
Laus soyunun lanetinden söz edilmi ti. Oidipus’un kızı Antigone için her ey
birbirine girmi vaziyettedir. Babası eski kral Oidipus aynı zamanda annesi kraliçe
Đokaste’nin oğlu, Antigone’nin ağabeyidir. Antigone’yi ölümle cezalandıran yeni
kral Kreon ise Antigone’nin dayısıdır. Ni anlısı Haimon, dayısı Kreon’un oğludur.
Yine Antigone’nin iki erkek karde i taht kavgası uğruna çıkardıkları sava ta
158
Tina Chanter, “Antigone’nin Đkilemi”, a.g.e., s. 76.
Dennis Schmidth, “The Monstrous, Catastrophe, and Ethical Life: Hegel, Heidegger and
Antigone”, Philosophy Today, Volume 59, Issue 1, Winter 2015, s. 61-72. Schmidth, belki de bir
cesedin ana karakter olduğu tek oyunun Antigone olduğunu söyler. Schmidth’e göre Antigone
tragedyasında rollerin çifte özelliği vardır, ya ayanlar ile ölüler yer deği tiriyordur. Yine Schmidt için
Hegel’in Yunanlılar’dan doğru etik, siyasi ya amı bugünde dü ünme çabası Antigone gibi her eyin
birbirine karı tığı bir tragedya üzerinden okuması herhangi bir okuyucu için tuhaf bir deneyim
olabilir.
159
73
birbirlerini öldürmü lerdir. Antigone’nin hikayesinde ve soyunda baba katli, ensest,
karde katli gibi ögeler vardır. Antigone’de bütün bir aile bağı, akrabalık ili kileri,
kanbağı birbirine karı mı tır. Bu soyun laneti altında ya amak yeterince ağır iken
Antigone bir de hem babası hem de ağabeyi olan Oidipus gözlerini kör edince ona
rehberlik etmi , babası ölene kadar hayatını ona adamı tır. Babası Oidipus’un
ölümünden sonra iki erkek karde i Eteokles ve Polünikes taht yüzünden çıkan
sava ta birbirlerini öldürmü lerdir. Tragedya tam da bu momentte ba lar. Kreon ölen
karde lerden Eteokles’i
bir tür
ehitlik mertebesine
yükseltmi , ölümünü
onurlandırmı tır. Ama diğer karde Polünikes kendi memleketi, Thebai’ye kar ı
dü manlarla i birliği yaptığı için hain ilan edilmi , ölüsünün gömülmesi
yasaklanmı tır. Antigone’nin eylemi ise ne pahasına olursa olsun karde inin ölüsünü
hayvanlara yem etmemek, onu toprağa gömmektir. Kreon ise büyük söz söylemi tir.
Emrine kar ı gelen kendi ailesinden dahi olsa ölüme çarptırılacaktır.
KREON
“Demek kar ı geldin bana, yasamı çiğnedin?
ANTĐGONE
Evet öyle, çünkü Zeus böyle bir yasa koymamı , / ne de Adalet denen Tanrıça /
buyurmu böyle bir ey insanlara./ Senin buyrultunun da bir ölümlüye/ Tanrıların
ba langıçsız sonrasız/ yasalarına kar ı gelme gücünü vereceğine/ inanmıyorum.
Kağıda geçmemi tir onlar/ dünden bugüne deği en emirler değil/ ne zamandan
kaldıklarını kim söyleyebilir?/ Ne var ki ya ıyorlar, asıl bu yasaları çiğneyemem,/
bir ölümlüye boyun eğeyim derken/ Tanrıların kargı ına uğramak istemem./
Öleceğimi biliyorum buyrultun olmasa da/ bu i ölümümü çabukla tırıyorsa/ benim
gibi ya amı mutsuzluklarla dolu/ biri için kazanç değil mi bu?/ Bana hiç acı
gelmiyor bu yazgıya katlanmak./ Ama öz karde imi gömülmeden bırakmak/ bunu
yüreğim hiç kaldırmazdı./ Đçim rahat imdi, görevimi yaptım/ belki budala
sanıyorsunuz beni/ belki de siz öylesiniz, beni öyle sandığınız için.
(…)
KREON
(…)Bu kız sınırı çoktan a tı,/ koyduğum yasaları çiğnedi önce/ kar ıma geçmi
övünüyor imdi de./ Bana erkek demesinler, bu kız erkekmi desinler/ cezasız
kalacaksa böyle alay ederek, tepmesi devlet buyruğunu./ Yeğenim de olsa, evimde
Zeus’a tapanların tümünden de bana yakın olsa kurtulmayacak/ yazgıların en
kötüsünden.”160
160
Sofokles, Antigone, s. 86-87.
74
Antigone’nin erkek karde ini gömme ediminde Hegel çatı an alanların ikili doğasına
değinir. Ailenin yasası ile örtü türülen Antigone’nin eyleminin olumsuz görünümü
olarak cemaate gönderme yapar. Çünkü Hegel ailenin sadece doğal değil, tinsel
haliyle de ilgilenmektedir. Bu konuda Hegel unu der:
“Dolaysızca etik bir varlık olarak belirlenmi olmasına rağmen, Aile, üyelerinin
doğal ili kisi olmadığı sürece, ya da aile üyeleri arasındaki bağlar, ayrı, aktüel
bireylerin dolaysız bağları olduğu sürece kendi içinde etik bir eydir; çünkü etik
ilke asli olarak evrenseldir, ve bu doğal ili ki, doğal olduğu kadar tinsel bir
ili kidir, ve yalnızca tinsel bir ey olarak etiktir.(…) Etik ilke Aile’nin birey
üyesinin, Töz olan Aile’nin bütününe olan ili kisine yerle melidir ki, bireyin ne
yaptığının ve fiilen ne olduğunun amacı ve içeriği, Aile’den ibaret olsun.”161
Hegel’in ailenin dolaysız varolu u ile kastettiği bilinçsiz varolu u, aktüel varolu ile
söylemeye çalı tığı ise kendisinin bilincinde varolu udur. Đkisi arasında bir fark
vardır. Chanter’ın yorumunda Hegel, aileye özgü etik karakteri doğal varolu un
ötesine ta ımakla kalmaz bu noktayı erkek ve kız karde in ili kisiyle açıklar.
Chanter, Hegel’den alıntılayarak, erkek karde in aileyi terk ettiğinde ve kız karde ya
da bir e in ailenin reisi ve ilahi yasanın bekçisine dönü tüğünde iki cinsiyetin de
kendi doğal varlıklarının ötesine geçtiklerini belirtir. Bu bir a ma eylemi olsa da
yine de cinsiyetleri doğa tarafından belirlenmi olarak kalır. Hegel için bir cinsiyeti
bir yasaya tabii kılan, onunla özde le tiren ey, ki ilerin seçimi değil doğanın
kendisidir. Fakat Hegel’in bununla göstermek istediği, ailenin alanında olan
etkinliğin, ailenin dı ında köklendiğidir. Hegel için, ailenin amacı üyelerini -bu
üyeler erkeklerdir- kamusal alana çıkarabilecek arka plan sağlamaktır.Antik Yunan
dünyası için bu kamusal alan polis’ten ba ka bir ey değildir. Buradan çıkan sonuç,
ailenin asal görevinin üyelerini polis’e fırlatmasıdır. Dolayısıyla Hegel, akrabalık
ili kilerinin doğal kanbağı ili kilerinin ötesinde ya andığını söylemeye çalı ır. Bu
yüzden onun için aile yasası ya da ilahi yasa olarak tanımlanan alan; cemaate,
polis’in kendisine de bir göndermedir.162
161
162
Hegel, Phenomenology of Spirit, s. 268-269.
Chanter, Antigone’nin Đkilemi, s. 77.
75
Antigone’nin eyleminde etik ya amın ikili karakterinin kendisini gösterme
biçimlerinden biri öyle okunabilir. Antigone ailesinden birinin, karde inin ölüsünü
gömmek ister. Burada ilahi yasanın, aile yasasının bir icrası söz konusudur. Ama bu
erkek karde , Polünikes hain ilan edildiği için ne dirisi ne ölüsü bir polis’e, cemaate
ait değildir. Eski Yunanlılar için bir yurtta ın ba ına gelebilecek en büyük felaket bir
polis’e ait olamayı
biçiminde tariflenir. Antigone, Polünikes’i gömerek aile
yasasının kar ıtına ba vurmaktadır. Çünkü bu gömme eylemiyle Polünikes’i yeniden
bir cemaatin, polis’in üyesi haline getirir. Onu, Kreon tarafından ölümü
onurlandırılan diğer erkek karde i Eteokles ile aynı mertebeye çıkarmaya çalı ır.
Öyleyse Antigone, aile yasalarından hareketle ba ladığı ölüyü gömme eylemiyle
kar ıtına yani cemaatin yasasına müdahale etmi olur. Hegel, Antigone’nin nezdinde
bir etik bilinç hatası olduğunu dü ünür. Bu hata, Antigone’nin akrabalık yasasını
devletin yasasından üstün tutmasıdır. Peki Antigone, Hegel’in özlemini çektiği etik
düzende nasıl bir sorun te kil eder?
3.4.2. Antigone’nin Đkilemi
Hegel için Antigone’nin bir ikilemi vardır. Bu ikilem u ekilde tezahür eder: Đlahi
yasaya yani ailenin yasasına uyup karde ini gömdüğünde insani yasayı, polis’in
yasasını ihlal etmi olur. Ama Antigone Kreon’un buyruğuna uyup insani yasayı
uyguladığında karde ini gömütsüz bırakacak, böylece ilahi yasaları ihlal etmi
olacaktır. Bir yasaya uymak zorunlu olarak diğerini ihlal etmek anlamına geldiği için
böylesi bir eylemde suçluluk duygusu ya anır. Aslında suçluluk duygusunun
ya anması tam da Oidipus örneğine uymaktadır. Çünkü Oidipus eylemlerini i lerken
içinde ya adığı gerçeği bilmediğini kavrar. Oysa Antigone, Oidipus’tan farklı olarak
i lediği cürümün ba ından beri farkında ve bu konuda da kararlıdır. Antigone, kral
Kreon’un buyruğuna kar ı gelerek polis’in yasasına kar ı suç i ler hem de bu konuda
mağrur ve haklı bir tavır sergiler. Bu yüzden Hegel’e göre Antigone, bilerek cürüm
i leyen bir etik bilince sahiptir. Dolayısıyla suçu daha affedilmezdir.
Hegel’in yorumunda Antigone’nin ikilemini aydınlatmaya çalı an Chanter önemli bir
soruyu ortaya atarak bu ikilemin karakterine dair saptamalarda bulunur.
76
“(…) Neden karde ini gömmek zorundadır? Bu yaptığıyla kendisini ölüme
mahkum ederek, tam da, hayatını bir oğul ya da bir koca için vermekten
vazgeçmektedir, çünkü bunların ikisine de sahip olamayacaktır. Ailevi ödevinin
emrettiğini yerine getirerek, Antigone bile bile devletin otoritesini çiğner. Erkek
karde ini gömerek ailenin haklarını devletin haklarının üstüne yükseltir. Hegel,
onun böylelikle, bir tikellik ilkesini, di i bir ilkeyi vücuda getirdiğine i aret eder.
Fakat erkek karde inin ölümünü kendi üstüne alarak, Polynices’e tanınmayan
gömülme hakkını kullanarak, Antigone erkek rolünü üstlenir. Onun onuru, bir
kadın olarak kendisini gerçekle tirmesinin önüne koyarak, bir kadın gibi
davranmamaktır, ona kralın emrini hiçe saydıran cesaret içinde, sanki bir erkekmi
gibi davranmaktadır. Ailenin koruyucusu di i rolüne sadık kalıyor olabilir, fakat
aynı zamanda da polis ile aile arasındaki ili kiyi altüst ediyor. Özel ailevi alanın
koruyucusu Antigone, hizmetinde olduğu kamusal alanının i levini görmesini
kolayla tırdığı sürece anlamlıdır. Bu bağlamda, Antigone’nin kendi hayatını,
kızkarde lik rolünden ayrı bir ekilde dü ünmesi akıl almaz bir eydir. Annelik
ansını kaybettiğine yanmasına rağmen, karde ini gömmek zorunda olu unu hiç
sorgulamaz. “163
Öyleyse, Antigone’nin eyleminde ısrarcı olmasıyla polis’in altını oyduğu
söylenebilir. Bunu iki
ekilde yapmaktadır. Đlkinde Antigone bir erkek rolünü
üstlenerek aile ile polis arasındaki ili kiyi sarsar. Đkincisinde ise üreme i levinden
vazgeçerek devletin gücünü ba ka bir yönden sarsar. Bu noktada Chanter,
Antigone’nin hayatını feda ederek annelikten vazgeçmesini onun asal trajedisi
olduğunu söyler.
Antigone, her ne kadar intiharıyla annelikten vazgeçmi , bir çocuk doğuramamı
olsa da karde inin ölüsünü gömerek onun ya amını onurlandırmı tır. Polünikes’in
ya amını onurlandırmak, onu yeniden cemaatin parçası kılmak bir anlamda ona hayat
vermek demektir. Böylece Antigone’nin karde ine olan sevgisinden ötürü onun hem
ölümünü hem de ya amını onurlandırması sadece ilahi yasaların alanına girmez. Bu
eylem aynı zamanda insani yasanın da etkililiğini gösterir. Chanter bu yorumu ile
Sofokles’in Antigone’sine salt ilahi yasa ile insani yasa arasında bir polarizasyon
tesis eden Hegelci yorumların ötesine adım atar. Çünkü böylesi bir Hegelci yorum
ölüyü gömme eyleminin sadece ilahi yasanın değil, insani yasanın da emri olduğunu
göstermek de ba arısız kaldığıdır. Antigone’nin ölüyü gömme eylemindeki ısrarı
Hegelci bakı la sadece ilahi yasaya ve akrabalık bağlarına adanmı lığını orta sermez.
163
Tina Chanter, “Antigone’nin Đkilemi”, a.g.e., s. 81.
77
Aynı zamanda Antigone’nin kendi bireysel isteklerine hiç önem vermediğinin de
delilidir.164
Antigone için geçerli olan ikilem Kreon için de söz konusudur. Kreon devletin bekası
adına ailenin yasalarına hiçe sayarak tragedya sonunda kendi ailesini kaybeder. Oğlu
Haimon, Antigone’nin intiharından sonra onun yanı ba ında kendi kılıcının üzerine
atlayarak kendini öldürür. Yunan tragedyalarında ölüm sahneleri sahne dı ında
gerçekle ir ve bir haberci aracılığıyla olan biten aktarılır. Ulak, hem Antigone hem
de Haimon’un ölümünü anlatır. Haimon kendini kılıcının üzerine atmadan önce
mağaraya gelen babası Kreon’un yüzüne tükürmü ve ona kılıç çekmi tir. Fakat
Kreon, yana sıçrayarak bu hamleden kurtulmu tur. Haimon bunun üzerine büsbütün
sinirlenmi ve kendi kılıcının üzerine abanarak, bağrını saplamı tır. Daha trajik olanı
oğlunun ölüm haberini alan kraliçe Euridike’nin de kendisini öldürmesidir. Nasıl
Antigone, aile yasalarına bağlılığında ısrar ederek polis’in altının oyulmasına sebep
oluyorsa Kreon için durum daha vahimdir. Kreon’un bir ailesi kalmamı , tahtının
varisi oğlu kendini öldürmü , ona evlatlar verecek karısı da ölmü tür. Sittlichkeit
içinde bir erkek, bir kral oğlu olarak Haimon gibi birinin temel görevi ya amını kenti
için feda etmektir. Haimon’dan beklenen devleti için sava arak ya amından etik bir
mana çıkarması iken o, ni anlısının uğradığı “haksızlık” kar ısında kendini
öldürmü tür.
Sadece ya am değil ölüm de tin’e aittir. Tin erkeğin ya amını feda etmesi yoluyla
hareket eder. Hegel de devletin, bireysel tekilliklerine gömülmü , kendi arzularının
pe inden ko an insanlara asıl efendilerinin kim olduğunu göstermeye çalı tığına
değinir. Bu efendi, ölüm’ün kendisidir. Đnsanlar arzularının pe inden ko arak
dünyevi ya amın içinde kaybolup gidebilir. Bu noktada tin, ortaya bir olumsuzluk
çıkararak fertlerin ya amlarının birbirine bağlı olduğunu anlatır. Örneğin kentin tüm
üyelerini ölümle tehdit eden bir sava gibi.
Buraya kadar Antigone’nin karde i Polünikes’i gömerek ailenin, evin özel alanına,
yani oikos’un yasalarına bağlı kaldığı ama bununla da Antigone’nin polis’in siyasal
yasalarıyla kar ı kar ıya kaldığı açıktır. Chanter, Antigone hakkında daha az dikkat
164
A.e., s. 82.
78
çekmi
bir noktaya değinir: Antigone’nin annelik kapasitesinden vazgeçmeye
zorlanmı
olduğu gerçeğine. Antigone en ba ından beri karde ini gömme
kararlılığında Kreon’un yasalarına kar ı geldiğini bilir. Zaten Antigone her fırsatta
ölüme gitmeye hazır olduğunu söylemektedir. Oysa Antigone, Kreon’un oğlu
Haimon ile ni anlıdır. Bu eyleminde direterek bir e , bir anne olmaktan vazgeçer.
öyle der Antigone:
“(…) Đ te götürüyorlar, evlenmedim, ana olmadım, dostum yok/ gidiyorum diri diri
karanlık gömütüme/ Hangi kutsal yasayı çiğnemi im ben? Hangi Tanrıya
yalvarayım imdi? Doğru bildiğimden a madığım için/ dinsize çıkardılar adımı./
Tanrıların buyruğuysa bu ba ıma gelenler/ anlarım suçluluğumu can verince./ Ama
suçlu beni yargılayanlarsa/ dilerim benim ba ıma gelen felaketlerden/ daha büyüğü
gelmesin onların ba ına.”165
3.5. Hegel’in Tragedya Yorumuna Đtirazlar
Hegel, tragedya ve Antigone üzerine dü ünceleri ile çok sayıda dü ünürü etkilemi
ve onları hem trajik olan hem de Antigone üzerine dü ünmeye sevk etmi tir. Örneğin
Hegel’in bu mirası Aristotelyen dramın tahtını sallayarak dram tarihinin yönünü
Hegelyen dram olarak deği tirecek, karakterin ba atlığı dram teorisinde ön plana
çıkacaktır.
Ayrıca Antigone gibi bir kadın figürün feminist teoriden siyaset
felsefesine dek geni bir dü ünürler spektrumunda ele alınmasına sebep olacaktır.
Fakat buradaki niyet Hegelci mirası aktarmaktansa Hegel’in tragedya ve Antigone
yorumuna dair farklı alanlardan kar ı çıkı ları sunmaktır. Tabii bu dü ünceleri ortaya
sermekteki amaç, ne muhaliflerine kar ı Hegel’i ne de Hegel’e kar ı muhaliflerini
savunmaktır.
Öncelikle Hegel’in tragedya ve trajik dü üncesine kar ı çıkı lara bakalım. Bu konuda
ilk örnekler Oğuz Arıcı’dan aktarılarak Goethe ve Reginald Segal’dan verilecektir.
Goethe, Hegel’in Antigone üzerinden okuduğu aile-devlet çatı masını tragedyaya
formüle etmesine kar ı çıkar. Goethe’nin itiraz udur:
165
Sofokles, Antigone, s. 104.
79
“(…)Aile ve devlet arasındaki ili ki, ve bu ili kiden doğan trajik çatı ma
dü üncesi kesinlikle sağlam ve fikir açıcı. Buna rağmen yine de bunun tek doğru
olduğuna hatta trajik sanat için en iyisi olduğu fikrine katılamam. Bizler, hepimiz
aslında hem bir ailenin hem de bir devletin üyesiyiz ama trajik felaketle sık
kar ıla mıyoruz. (…) sadece bir aile üyesi ya da sadece bir devletin üyesi olsak
bile, yine de bizler iyi birer trajik karakter olabiliriz. Çünkü her eyden önce
önemli olan çözümsüzlüğe yol açacak bir çatı ma yaratmaktır. (…) Aias’ın kırılmı
gurur ve Herakles’in kıskançlık daimonlarının kurbanı olması gibi örneğin. Bu
örneklerin hiçbirinde aile sevgisiyle politik erdemler arası bir çatı ma yoktur.”166
Segal’de, Goethe gibi ele tirisini tragedyanın aile-devlet arasındaki bir çatı ma
üzerinden okunmasına getirir. Kar ı çıktığı nokta Goethe’nin itirazına benzer olup
Antigone tragedyasına içkindir.
“Küçük bir be inci yüzyıl kent-devletini modern soyut devlet dü üncesiyle
özde le tirmek ne derece doğrudur, tartı ılır. Antigone’nin polis’i daha ziyade
içinde dini ve siyasi, özel ve kamusal olanın neredeyse birbirine karı tıkları bir
sivil alandır. Öyle ki bu tragedyayı yaratan da bu birbirine karı ma halidir. Her bir
protagonist bütünün yalnızca yarısını görür ve yine her biri güya ötekinden
bağımsız bir alanda eyler.”167
Walter Kaufmann, Tragedy and Philosophy168 çalı masında Hegel’in “tragedya
teorisi”ni analiz eder. Kaufmann’a göre Hegel, Aristoteles’in Poetika’sının 13.
bölümünde izah ettiği tragedya yapısını tarumar etmi , bize yeni bir görü alanı
kazandırmı tır. Aristoteles’in aksine Hegel’in tragedya dü üncesi sadece Sofokles
oyunları üzerinden temellenmez. Hegel için Sofokles önemli olduğu kadar
Aiskylos’un Oresteia, Zincire Vurulmu Prometheus ve Euripides’in Bakhalar
gibi oyunları da önemlidir. Hegel’de bütün tragedyalar “trajik çarpı ma/ fikir
ayrılığı”nı içermek zorunda değildir. Hegel, bu saptamayı daha çok Yunan
tragedyaları için uygun görür, örneğin Racine’nin Phaedra’sının bir etik bilincin
tarafları olan trajik çarpı maya uygun dü mediğini belirtir. Kaufman’ın A.C.
166
Goethe’den aktaran Oğuz Arıcı, Tragedya ve Muğlaklık, s. 155. J. W. Goethe, Eckermann, J.P.,
Soret, F.J., tr. Oxenford J., Conversations of Goethe with Eckermann and Soret, London, George
Bell., 1875., s. 225.
167
Segal’dan aktaran Oğuz Arıcı, Tragedya ve Muğlaklık, s. 156.
168
Walter Kaufmann, Tragedy and Philosophy, Princeton University Press, Princeton, New Jersey,
1992, pp-201-211.
80
Bradley’den aktararak Hegel’n tragedya teorisinin önce olumlu taraflarından, sonra
zaaflarından söz eder. Bradley’den aktardığı olumlu özellikler öyledir:
“Bütün tragedyalarda bir tür çarpı ma(çatı ma/fikir ayrılığı) –duyguların, dü ünce
durumlarının, arzuların, iradelerin, amaçların çatı ması; ki ilerin bir değer ya da
ko ullar, kendileriyle çatı ması; bunlardan biri, çoğu veya bu çatı ma türlerinin
hepsi olabilir.(…) Asıl trajik yazgı etik tözün sava ı ve bölünmesiydi. Đyinin kötü
ile çatı ması olarak değil, iyinin iyi ile çatı ması olarak.”169
Madolyonun bir yüzünde Hegel’in dram teorisinde ün yapacak iki olumlu değerin
çatı ması duruyor. Peki Kaufman açısından diğer yüz ne anlatıyor? Kaufman,
Sofokles’in her oyununun Hegelci “trajik çarpı ma”yı içermediğini öne sürer. Ne
Electra ne de Oidipus Kolonos’ta, hatta Antigone’nin bile bu bağlama tam
oturmadığını yalnız Aiskylos’un Prometheus ve Oresteia tragedyalarının Hegelci
trajik çarpı ma ile örtü tüğünü dü ünüyor. Daha ötesi, Hegel’in bir “tragedya teorisi”
bile yoktur, o sadece “trajik çarpı ma” ve “gerçek trajik acı” bağlamlarıyla Yunan
tragedyalarını yorumlamaya te ebbüs etmi tir. Kaufman’ın argümanı Yunan
tragedyalarının mimarisinin Hegelci “trajik çarpı ma”ya göre tasarlanmadığıdır.
Ayrıca her trajik kahraman Hegel’in ön gördüğü gibi hatasını kabullenerek “gerçek
bir trajik acı” ya amaz. Örneğin Kral Oidipus’ta ne Hegel’in sözünü ettiği gibi iki
moral( ahlaki) değerin çatı ması vardır ne de Oidipus bir hatayı kabullenmi tir.170
3.6. Hegel’in Antigone Yorumuna Đtirazlar
Bir önemli itiraz da, daha sonra feminist dü ünürlerin önünü açacak Lacan’dan gelir.
Lacan, Psikanalizin Etiği çalı masında Antigone metninde kendisini en çok
ilgilendiren meselenin tam da “tragedyanın özü” olduğunu ve tragedyanın
merkezinde kimsenin telafuz bile edemediği bir imge olduğunu ekler. Bu imge
Antigone’nin kı kırtıcı imgesi olup bir arzuyla ili kilidir. Lacan yazının sonunda bu
arzunun aslında ötekine, anneye duyulan arzu olduğunu iddia edecektir. Hegel’in
aksine Lacan, Antigone’den büyülenmi çesine konu maktadır. Atinalı bu genç kadın,
“bizi hem cezbeden hem de ürküten, dayanılmaz bir görkeme” sahiptir. Lacan için
169
170
Kaufman, Tragedy and Philosophy, s. 205.
A.e, s. 207-211.
81
Antigone nezdinde bizi cezbeden ey onun sahip olduğu arzu’dur, ürküten ise bu
arzu uğrunda bile bile kendini ölüme sunması, kendini kurban etmesidir. Sıkça tekrar
edildiği gibi Hegel tragedyada bir fikir çatı ması tayin etmi ve sonunda da uzla ma
olmasını ümit etmi ti. Daha da ötesi Hegel için tragedya formu nihayetinde bir
uzla mayı barındıracaktı. Lacan bu hususta Hegel’in dü üncesini naif bulur ve
“Hegel, Atigone’nin sonunda ne türden bir uzla ma bekliyordu” diye sorar. Antigone
tragedyasındaki felaketler silsilesi zaten Oidipus Kolonos’ta tragedyasının finalinde
Oidipus’un oğullarına laneti sonucu meydana gelmi tir. Bu durumda Antigone gibi
hem Laus soyunun laneti hem de babaları Oidipus’un lanetiyle felaketleri katlanmı
bir tragedyanın sonunda uzla ım beklemek manasızdır.171
Lacan, Hegel’e u açıdan kar ı çıkar.Hegel, Antigone ve Kreon’da tesis ettiği kar ıt
kutupların ancak etik düzen sayesinde birbiriyle uyum içinde olacağı tespitinde
bulunmu tur. Ama Hegel için bu hassas denge kararlı eylemin ortaya çıkmasıyla
peyda olacak bir tehlikeye açıktır. Çünkü kararlı eylem meydana geldiğinde denge
bozulacak ve içinden çıkması zor bir çatı ma ya anacaktır. Örneğin Antigone ve
Kreon, her ikisi de kararlı bir eylem sergileyerek sırtlarını bir yasaya dayamı ve
diğer yasadan yüz çevirmi lerdir. Her kahraman doğruyu tek bir tarafta, yanlı ı diğer
tarafta görür. Antigone karde ini gömme eyleminde kendini haklı bulurken,
Kreon’da iddetli bir kapris görür ve bunun kar ısında mağrur bir tavır sergiler. Öte
taraftan Kreon da kar ısında otoriteye itaatsizlik eden bir suçlu görür. Hegel, bu
eylemlerinden ötürü her ikisini de suçlu bulur. Çünkü kar ıtını yok sayan her kararlı
eylem failini suçlu kılmaktadır. Lacan, bu yorumlarından doğru Hegel’de kimin haklı
olduğu konusunda bir karar verilemezlik olduğunu dü ünür. Oysa Lacan için
eylemiyle haklı olan taraf apaçık ortadır. Lacan, Antigone’yi tek gerçek etik eylemin
faili olarak yüceltmektedir. Çünkü cürüm i leyen Antigone değil, Kreon’dur ve
Antigone oyunda Kreon’a hatasını haykıran tek ki idir. Yine Lacan için bir ba ka
ayrıntı daha söz konusudur. Đkisi de eylemlerinde inatçı bir tavır sergiler ama
Antigone’nin inatçılığı konusunda Kreon’a kıyasla bir fark vardır. Oyunda koro “
Babası gibi dik kafalı bu kız da, her ey ona kar ı, yine de diretiyor” diyerek
171
Jacques Lacan, “The Essence of Tragedy: A Commentary on Sophocles’s Antigone”, The Ethics
of Psychoanalysis, The Seminar of Jacques Lacan: Book VII., , Edited by Jacques-Alain Miller,
Translated with notes by Denis Porter, Routledge, UK, 2008, pp- 297-332.
82
Antigone’nin inatçılığını babasından aldığı yapısal bir özelliğe bağlar. Lacan
koronun bu beyanatını göz önünde bulundurarak Antigone’nin sadece edimini
okumaktansa, bu davranı ı aile yapısıyla birlikte okumu tur. Copjec’e göre Lacan bu
ayrımı Freud’a borçludur. Freud, Antigone ve Kreon arasında etik açıdan bir ayrım
göz etmi tir. Antigone’nin karde ini gömme eyleminde gösterdiği kararlılığı azim
olarak değerlendirirken, Kreon’un devlet yasasını uygulama konusundaki ısrarını
saplantı olarak tanımlar.172 Copjec bu ayrımı, eylemin faillerinin cinsiyetleriyle
birlikte dü ünmek, onların cinsiyetli varlıklarını hesaba katmak gerektiğini ekler.
Ona göre, Hegel’in ve sonrasında Lacan’ın oyuna getirdiği yorum feminist
dü ünürlerin bu oyunla ilgilenmelerine sebep olacaktır.
Feminist kuramın önemli dü ünürleri Luce Irigaray ve Judith Butler cinsiyete dayalı
tahakkümlerin ortadan kalkması için tarihi yeniden sorgularlar. Her ikisinin de bu
sorgulama itibariyle ortakla tıkları alan Hegel ve onun Antigone yorumudur.
Luce Irigaray, “Cemaatin Ebedi Đronisi” makalesi ile Tin’in Görüngübilimi’nin
“Tin” bölümüne, özellikle Hegel’in sittlichkeit tartı masına odaklanır. Hegel’in
tartı malarında bir cinsiyet farklılığının olduğunu, onun Yunanlılar’da saptadığı
ilksel tin’de ataerkil hakimiyetin belirgin bir biçimde konumlandığını tespit eder.
Irigaray da Hegel gibi Antigone’yi devletin yasasına kar ı aile yasasının temsilcisi
olarak görür. Ama onun okumasında farklılıklar vardır. Irigaray için aile/ akrabalık
/kan bağına dayalı yasa iki ana damarda ilerler. Bu damarlardan ilki anneye dayalı
akrabalıktır ve Irigaray için “kanın akı kanlığını” devam ettirir. Diğeri ise babaya
dayalı akrabalık düzenidir ve anneye dayalı akrabalık düzenini kesintiye uğrattığı
için “kanı donduran” i leve sahiptir. Irigaray’a göre Hegel’in etik düzeninde aileye
dair tartı ma babaya dayalı akrabalık yasası üzerinden ilerlemekle kalmaz, bu
akrabalık yasası çoktan devlet erkiyle kayna mı tır. Ama yine de anneye dayalı
akrabalık yasasının izleri kaybolmamı tır. Đ te Antigone, çoktan ölmü bir annenin,
anne yasasının temsilcisi olarak etik ya amda beliren bir figürdür. Bu noktada
Irigaray Antigone’nin karde leriyle ili kisine, bu ili kinin Sofokles tarafından nasıl
dile getirildiğine bakar. Polünikes ve Antigone’nin doğdukları anne, Đokaste hem
172
Johan Copjec, “Azmin Mezarı: Antigone Üzerine”, Tut ki Kadın Yok, s. 23-24.
83
kocasının karısı hem de kocasının annesidir. Sofokles, Polünikes’i “annenin oğlu”
olarak tanımlar. Eteokles ve Antigone için ise “aynı anne ve babadan” doğdukları
söylenir. Antigone ve Đsmene için ise “aynı kandan” geldikleri söylenmi tir.
Antigone’nin karde leri Eteokles ve Polünikes’le ili kisinde Sofokles’in görü ünde
farklılıklar vardır. Irigaray buradan hareketle Antigone’nin “annenin oğlu” olarak
nitelenen karde i Polünikes’i gömmek istemesinin ba ka anlamlar kazandığını
dü ünür. “Annenin oğlu”nu gömmek için polis’in yasalarına kar ı gelen, Kreon’un
buyruklarını çiğneyen Antigone sadece akrabalık yasasını savunmaz, o ataerkil
düzenin kar ısında anaerkil düzenin sesidir. Tarafı olduğu tanrısal yasa ise ku kusuz
anneden yana tanrılardır. Irigaray için Antigone anneye dayalı kan bağını ve bu etik
düzen içindeki rolünü feda etmektense anne ve e olma rolünden vazgeçer. Artık bu
etik düzende anaerkil sistemin gelmeyeceği a ikardır ama yine de Irigaray’a göre
Antigone ile yankısı duyulan çoktan ölmü bir annenin, tarihten sürgün edilmi ,
unutulmak istenenin, bastırılanın geri dönü üdür. Hegel’de Antigone etik düzen
içinde ilahi yasanın bir temsilcisi olarak konumlandırılmı ken, Irigaray’da bu
konumlanı bir bastırılma hatta bir yok edili tir. Zaten Antigone’nin temsilcisi
olduğu düzen çoktan ortadan kalktığı için bir umudu da yoktur. Tragedyanın
ba ından itibaren Polünikes’i gömmekteki kararlılığıyla kendini ölmü lere adar,
öleceğini bilir. Kapatıldığı mağarada, -bu mağara Irigaray’a göre ataerkil düzenin
sembolüdür- kendini ölüme mahkum eder. 173
Antigone’nin Đddası ve diğer çalı malarında Butler’ın pe inde olduğu soru ise hep
aynıdır: “Hangi toplumsal düzenlemeler me ru a k olarak tanınabilir ve hangi
ölümlerin gerçek ve mühim kayıplar olarak alenen yası tutulabilir?”174 Butler’in bu
sorusuna nasıl cevap aradığı bu bölümün mesuliyeti değildir. Yine de onun Antigone
yorumu bu soruyla iki açıdan ili kilidir. Đlkinde Butler, Hegel’den farklı olarak kız
karde ve erkek karde arasında bir (cinsel) arzunun söz konusu olabileceğini iddia
edecektir. Đkincisinde ise Antigone’ye erkek karde inin yasını tutmak yasaklanmı tır.
173
Luce Irigaray, “Cemaatin Ebedi Đronisi”, ayrıca bakınız; Zeynep Direk, “Irigaray ve Butler:
Hegel’in Feminist Okurları” https://zeynepdirek.wordpress.com/2014/11/25/irigaray-ve-butlerhegelin-feminist-okurlari, Eri im Tarihi: 27.03.2015
174
Butler, Antigone’nin Đddiası, s. 41.
84
Judith Butler’ın açısından Antigone nasıl bir figürdür, hangi anlamı ta ır, tarihin
cinsiyetini deği tirme konusunda Butler’in Antigone’sinin i levi nedir?
Butler’ın Hegel soru turması Hegel’in yaptığı gibi Antigone üzerinden ailenin,
toplum ve devletle ili kisini irdelemektir. Fakat Butler soruyu yeniden sorarak
toplumsal cinsiyet ile akrabalık ve devlet arasındaki ili kinin ne olduğuna yönelir.
Judith Butler, Antigone’nin aile, akrabalık ili kilerini temsil ettiği konusunda bir
takım belirsizlikler olduğunu dü ünür. Zaten Antigone gibi bir metni Butler için
çekici kılan da bu belirsizliktir. Butler, Antigone’nin aile yasalarını uygulayarak
karde ini gömmesinde tanrılara itaat ettiği dü üncesine katılır.175 Hegel’in Antigone
tragedyasında saptadığı da eski ve yeni tanrılar, dolayısıyla eski ve yeni düzen
arasındaki bir çatı madır. Hegel, Estetik’te tragedyaların çatı ması için unları
söyler: “Kaçınılmaz bir felaketi gösteren bu sava ım, tanrıların temel bir edimidir;
eski ve yeni tanrılar arasındaki ayrımı gösteren ilk edimdir.”176 Hegel, Antigone’de
ev tanrılarının yasasını görür, çünkü Antigone, Kreon’un buyruğuna Zeus’un böyle
bir ey buyurmadığı gerekçesiyle uymayacağını söyler. Antigone, bu kar ı çıkı ıyla
Kreon’un otoritesinin Zeus’un otoritesi olmadığını iddia etmekte ve tanrıların
yasasına duyduğu inancı sergilemektedir. Butler’a göre Antigone’nin tavrı tam da bu
noktada tutarlı değildir. Çünkü Antigone bu eylemi ailesindeki bir ba kası için
yapmayacağını vurgular:
“Bunu bana yaptıran töre neydi? / Kocası ölen kadın/ yeniden evlenebilir, ilk
çocuğu ölmü se ba ka çocuklar edinebilir / ama anam babam çoktan gömülmü se /
bana ikinci bir karde i kim verebilir? / Karde azizdir. Đ te ben bu yasayı
gözettiğim için, / sevgili karde im / Kreon beni suçlu saydı. Đ te götürüyorlar,
evlenmedim, ana olmadım, dostum yok / gidiyorum diri diri karanlık gömütüme /
Hangi kutsal yasayı çiğnemi im ben? Hangi Tanrıya yalvarayım imdi? Doğru
bildiğimden a madığım için / dinsize çıkardılar adımı ./ Tanrıların buyruğuysa bu
ba ıma gelenler/ anlarım suçluluğumu can verince. / Ama suçlu beni
yargılayanlarsa/ dilerim benim ba ıma gelen felaketlerden / daha büyüğü gelmesin
onların ba ına.”177
175
A.e., s. 22.
Hegel, Estetik, s. 118.
177
Sofokles, Antigone, s. 104.
176
85
Butler, bu sebepten ötürü Antigone’nin Hegel’in saptadığı gibi akrabalığın
kutsallığını temsil ettiğini söylemenin pek doğru olamayacağını dü ünür. Çünkü
Antigone bu yasayı her akrabası için değil sadece erkek karde i için ihlal eder. Sanki
Antigone’nin edimi bir tek özel durum için geçerlidir. Ölen bir evlat, koca, hepsi geri
gelebilir ama anne babası öldüğü için karde leri bir daha geri gelmeyecektir. Butler,
Antigone’nin uyguladığı yasanın anlık bir yasa olduğunu ekler. Anlık yasa olması,
onun genelleme ve uyarlanabilirlikten yoksun olması anlamına gelir. Antigone’nin
yasası, yegane bir örnek üzerine formüle edildiği için aslında bir yasa değildir.178
Bu yüzden Butler, Antigone’nin akrabalık tanrısı adına değil, bu tür tanrıların
edimini fesheden, bu yasanın zaaflarını da açığa çıkaran eylemlerde bulunduğunu
teyit eder. Butler’a göre Hegel Antigone’nin eyleminin Kreon’a kar ıt olduğunu
iddia etse de bu iki edim birbirine kar ıt olmaktan çok birbirini yansıtmaktadır.
Antigone, Kreon ile konu urken egemen otoritenin, kar ı çıktığı yasanın dilini
benimseyerek konu ur.
“Antigone Kreon’a hitap ederken erkeksile ir, hitap edilen Kreon ise erkeklikten
mahrum kalır; böylece ikisi de toplumsal cinsiyet düzenindeki yerini koruyamaz ve
akrabalık konusundaki karga anın oyun boyunca toplumsal cinsiyeti
istikrarsızla tırdığı görülür. (…) Antigone yalnızca yasaya ba kaldırarak edimde
bulunduğu için değil, yasaya aykırı bir edimde bulunurken yasanın sesini
benimsediği için de erkeksi diye nitelenen edimler sergiler.(…) Antigone kendisini
diğerinin, kar ı çıktığı ki inin sesini ele geçirerek ortaya koyar; yani özerkliğini,
direndiği ki inin otoriter sesini ele geçirerek kazanır –otoritenin aynı anda hem
reddinin hem de benimsenmesinin izlerini ta ıyan bir ele geçirmedir bu.”179
Kreon kar ısında toplumsal cinsiyet normlarını alt üst etmekle kalmaz, devlete
ba kaldırmakla ağabeyi Polünikes’in ba kaldırma eylemini de tekrar etmi olur.
Butler, bu ba kaldırıda Antigone’nin eyleminin hem Polünikes’e rakip hem de ondan
üstün olduğunu saptar. Çünkü Antigone, ağabeyini mezara koymakla kazandığı
ereften daha büyüğünü ba ka artlar altında asla elde edemeyeceğini söyler. 180
178
Butler, Antigone’nin Đddiası, s. 23.
A.e., s. 23-25.
180
A.e., s. 25.
179
86
Antigone akrabalık ili kileri açısından bir ihlalde daha bulunur. Ensest bir ili kiden
doğmu tur ve Butler için Hegel’den farklı olarak belki de gömerek onurlandırdığı
ağabeyi ile ensestvari bir ili ki içindedir. Hegel, bir karı-koca arasında arzu
ili kisinin olduğunu ama erkek karde ile kız karde arasında bir arzu ili kisinin
olmadığını, onların arasındaki ili kinin katı ıksız ili ki olduğunu dü ünür:
“Katı ıksız ili ki erkek ve kız karde ler arasında bulunur. Onlar aynı kandırlar, ama
bu onlarda bir dinginlik ve dengeye ula mı tır. Bu yüzden birbirlerine istek
duymazlar, ne de kendi-için-varlığı biri ötekine vermi ya da ondan almı değildir;
tersine birbirlerine kar ı özgür bireyselliklerdir.”181
Kojeve de Hegel’in Antigone yorumunu okurken karı-koca ili kisinin tersine erkek
karde le kız karde arasındaki ili kide bir cinsel arzunun olmadığını teyit eder. Bu
ikisi arasındaki ili ki kan bağından ötürü anne-oğul ili kisine yakındır ama ne arzuya
ne de doğurma isteğine dayanır. Tamamen çıkarsız bir ili kidir. Butler’ın en me hur
itirazı tam da Hegel’in bu fikrine kar ıdır. Hegel yukarıdaki alıntının devamında
erkek karde in kız karde için ta ıdığı önemi, erkek karde in kız karde e bir tanınma
imkanı sunmasına bağlar ve aralarında bir arzu olmadığını vurgular. Fakat Butler için
soru arzu olmadan birbirini tanımanın mümkün olup olmayacağıdır. Ayrıca Antigone
söz konusu olduğunda akrabalık ili kileri “arap saçına” dönmü tür. Antigone’nin
babası Oidipus aynı zamanda ağabeyidir.
“Antigone Oidipus’un çocuğudur ve bu nedenle u soruyu kar ımıza çıkarır:
Oidipus’un körü körüne ba kaldırdığı ve tesis ettiği kurallar Levi-Strauss ve
yapısal psikanalizin onlara sağladığı istikrarı artık ta ımıyorsa, Oidipus’un
mirasının getirisi ne olacaktır? Ba ka bir deyi le, Antigone için sembolik konumlar
tutarsızla mı tır; ağabeyi ile babasını karı tırır, anne olarak değil, ama –bir
etimolojinin ima ettiği gibi- “annenin yerine” çıkar kar ımıza. Ayrıca isminden
“anti-nesil” ( gone [nesil] ) anlamı da çıkar. Dolayısıyla temsil ettiği eyden zaten
uzaktır ve neyi temsil ettiği hiç de açık değildir.”182
181
Hegel, Tinin Görüngübilimi, s. 278.
Butler, Antigone’nin Đddiası, s. 38-39. Butler burada Seth Bernardete, “ A Reading of Sophocles’s
Antigone I, “Interpretation: Journal of Political Philisophy 4, sayı 3 (1975) ‘ten Antigone’nin isminin
çok anlamlılığına dair unları aktarır:
182
87
Irigaray’da kana dayalı, anneye dayalı bir akrabalık yasasının temsilcisi olarak
beliren Antigone, Butler’da akrabalık ili kilerinin hem içinde hem de bu ili kilerin
ötesinde ki bir “akrabalık”ı tahayyül etmeyi gerektirir. Oidipus’un kızı olarak ensest
bir ili kiden doğan Antigone ile erkek karde i Polünikes arasında bir cinsel arzu
olabileceğini iddia eder. Onun incelediği Antigone sadece Sofokles’in Antigone adlı
tragedyasındaki Antigone değildir. Butler Antigone’nin edimlerini Antigone
tragedyasından sonra yazılan ama kronolojik olarak hikayenin öncesi olan Oidipus
Kolonos’ta tragedyasındaki Antigone figürüyle dü ünür. Antigone figüründe alt üst
olan cinsiyet rollerinin izini sürer ve Antigone ile erkek karde i arasındaki bir arzu
ili kisine odaklanır. Antigone, babasına refakat ettiği yıllarda babası Oidipus ona bu
sadakatinden ötürü erkek( aner) diye hitap eder, ona erkek ünvanını bah eder.
Oidipus’un çocuklarının rolleri deği mi tir.183 Burada akrabalık ili kiler toplumsal
normların dayattığı cinsiyet rollerini de tahribata uğratır. Bir ensestin kız çocuğu
olarak doğan Antigone soy kütüğü, kan bağı, aile tarihinin karı ıklığı yüzünden
bulunduğu konumu da belirleyemez. Kadın iken erkek rolüne soyunur, bu özelliğiyle
de devletin temsil i levini sıkıntıya sokar.
“Anti öneki hem “muhalifi” hem de “bedeli” anlamına gelir; gone ise genos’tan ( akraba, soy
çizgisi, nesep) türemi sözcüklerden biridir ve yavru, nesil, rahim, tohum ve doğum anlamlarının
hepsini birden ta ır. Bu etimolojik çoksesliliğe (anlam için ismin çekirdeğinde verilen bu sava a)
dayanarak, Antigone’nin hem (demos [halk] reformalarıyla altedili inin kar ılığında) akrabalığın
polis’e muhalifliğini hem de –bir karde e yıkıcı bir arzuyla, akrabalığın ötesine geçen philia’yla
[sevgi] bağlılığıyla ortaya koyduğu- akrabalığa muhalefeti somutla tırdığını öne sürebiliriz.”
183
A.e., s. 84.Buna bir örnek Oidipus Kolonos’ta tragedyasından Oidipus’un u konu masıdır:“Onların
huyları da, ya ayı ları da, her hususta Mısır adetlerine benziyor! Orada erkekler evde oturup dokuma
dokur, kadınlar da ya amak için gerekenleri almak üzere hep dı arı çıkarlarmı . Dördünüzden,
evlatlarım, babaları ile uğra mak kendilerine dü enler birer kız gibi ocak ba ında kalıyor, onların
yerine siz ikiniz[ Antigone ve Đsmene] ben bahtsızın ba ında felaketlerine elemle katlanıyorsunuz.”
Sofokles, Oidipus Kolonos’ta, s. 34.(Parantez içi vurgu tezin yazarına aittir.) Tragedyanın sonunda
Oidipus oğullarına kendisine bakan kızlarının bir kadın değil erkek olduğunu söyler ve oğullarını
dı lar. Butler, Oidipus’un bu serzeni inden kızların erkeklerin yerini aldığını, Oidipus’un ölümünden
sonra da Antigone’nin ailenin tüm erkeklerinin yerini aldığını iddia eder. Bu yüzden Butler,
Antigone’nin bir anlamda bir erkek olduğunu ve ölen erkek karde inden bir ba kasını sevemeyeceğini
söyler.
88
4. HEĐDEGGER VE TRAGEDYANIN ONTOLOJĐK GÖRÜNÜMÜ
1935’te verdiği derslerden derlenen Metafiziğe Giri ’te Heidegger, Aristoteles,
Hegel, Hölderlin’de olduğu gibi Sofokles tragedyalarına odaklanır. Öncülleri olan
diğer Alman filozoflar, Schelling, Nietzsche, Hegel, Hölderlin’den farklı olarak,
onlar gibi ilk felsefi metinlerinde Antik Yunan tragedyalarına eğilmez. Heidegger’in
“felsefi kariyerinde” tragedyayla temas etmesi daha geç olur. Đlk olarak 1933’teki
Rektörlük Konu ması’nda örnek verdiği tragedya, Aiskylos’un Zincire Vurulmu
Prometheus’udur. Bu tragedyayla ilgilenmesi Yunanlılar’ın techne’sini bugünde
yeniden tartı maya açmasıyla ilgilidir. Bu tartı ma Lacoue-Labarte’ın diliyle
Almanlar’ın ulus in asında Yunanlılığa dönme jestiyle alakalıdır. Daha sonra Hegel
gibi Heidegger de tragedyaların eski ve yeni tanrılar arasındaki bir çatı mayı
barındırmasından söz eder. Ama Heidegger için tragedya söz konusu olduğunda en
önemli durak Sofokles tragedyaları olacaktır.
Robert S. Gall’in de vurguladığı gibi Heidegger’de tragedyanın hakikati ve anlamı
Aristoteles’te görülen seyircinin katharsisi deneyimleyeceği bir süreci art ko maz.
Yine Hegel’deki gibi mutlak tin’in diyalektik sürecinin bir parçası olarak trajik bilinç
de mevzu bahis değildir.184 Nietzsche gibi “tragedyanın doğu u” hakkında
dü ünmeyi de tercih etmez. Heidegger’in pek çok dü ünürle hesapla ma halinde
olduğu bilinir. Heidegger’in batı metafiziğiyle mücadelesi üzerine kapsamlı bir
çalı ma yapmı Michael E. Zimmerman, onun batı metafiziğine kar ı giri tiği sava ta
Nietzsche ile uyumlu görü leri olduğunu ama estetik, sanat konusunda ayrı tıklarına
dikkat çeker:
Sanat anlayı ımızı dönü türerek bu tür bir yeni ba langıcın yolunu açmasına
rağmen, der Heidegger, Nietzsche’nin estetik doktrini – bütün ‘estetik’ doktrinleri
gibi- metafizik gelenek içinde kalmı tır. Kant gibi dü ünürlerle birlikte doğduğu
için ‘estetik’ metafizik sübjektivizmle ve temsilcilikle ( representationalism) –
bunların her ikisi de Heidegger’in dünya-için-de-varlık olarak Dasein anlayı ına
kar ıttır- sınırlıdır. Estetik teori algılayan özne ile maddi sanat objesi arasındaki
ili kiyi sorgular; fakat Heidegger için otantik sana eserinin Dasein’ı kavramaya
184
Robert S. Gall, “Interrupting Speculation: The Thinking of Heidegger and Greek
Tragedy”,Continental Philosophy Review, Volume: 36, Issue:2, 2003, ss. 177-194, s. 189.
89
muktedir kıldığı ey gözlerle ya da kulaklarla algılanabilir ey değildir. Tam
tersine, sanat eseri entitelerin varlığını if a eder.185
Tragedyanın tüm geleneksel yorumları Heidegger için tragedyanın hakikati ve
barındırdığı anlamın ötesindedir. Bunların yerine Heidegger, tragedyanın özünü
diğer geleneksel yorumların kesintiye uğraması ile anlamaya çalı ır.186
“Heidegger için tragedya, felsefe yapmanın en yüksek biçimi olarak sunulur.”187
Onun tragedya ile ili kisi bir tragedya kuramı/teorisi geli tirmek yerine tragedyadan
doğru içinde ya adığı zamanın siyasal, etik ya amını, insan varolu unu
sorunsalla tırmaktır. “Heidegger’in tragedyayı anlamaya çalı masından çok,
tragedyanın Heidegger’in dü üncesini anlamaya yaptığı katkı söz konusudur.”188
Yunan tragedyası varlığın özüne ili kin bir durumu, varlığın hakikati üzerine
dü ünmeyi sağladığı için Heidegger’in felsefesinde önemli bir uğrak yeridir.
Örneğin, Sofokles tragedyaları, özellikle Kral Oidipus ve Antigone, Heidegger için
insanın trajik özünü bütün çıplaklığıyla serimlemektedir. Fakat Heidegger’in Kral
Oidipus ve Antigone üzerine yorumları tragedyanın olaylar örgüsü, asal çatı manın
ne olduğu türünden dramatik saptamalar değildir. Oidipus, varlığın hakikatini, gizini
açığa çıkarması, varlığın örtüsünü açması ile tartı ılır. Antigone tragedyasında ise
Heidegger’in odağı Antigone ya da Kreon’un eylemleri ya da açıkta bırakılmı ,
gömülmesi yasak edilmi bir ceset değildir. Bunların aksine Heidegger, Antigone’de
insanın yurtsuzluğu, tekinsizliğinden dem vuran koro arkısına odaklanır. Bu koro
arkısı tam da insanın dünyasallığının, tekinsizliğinin, bu dünyadaki trajik
varolu unun bir emaresidir. Heidegger’in görü ünden bu tragedyaları incelemeye
geçmeden önce Heidegger’in felsefesinde belli uğrakları analiz etmek gerekecektir.
Çünkü Heidegger’in temelde mücadele ettiği
ey bir yanılgı üzerinden tesis
edildiğini dü ündüğü Batı metafiziğidir. Tragedya aracılığıyla bu metafizik
185
Michael E. Zimmerman, Heidegger: Moderniteyle Hesapla ma Teknoloji, Politika, Sanat, Çev:
Hüsamettin Arslan, Đstanbul, Paradigma Yayınları, 2011, s. 202.
186
Robert S. Gall, “Interrupting Speculation: The Thinkimg of Heidegger and Greek Tragedy”, s. 189.
187
Dennis Shmidt, On Germans & Other Greeks, s. 241.
188
Michael Gelven, “Heidegger and Tragedy”, Heidegger and the Question of Literature, Edited by
W. V. Spanos, Bloomington-London, 1998, pp. 215-117, s. 215. Aktaran Emrah Akdeniz,
Heidegger’de Metafizik-Poetik Đli kisi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe
Anabilim Dalı, Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.
90
yanılgıdan sıyrılıp varlığın hakikati üzerine dü ünmek mümkündür. Öyleyse
metafizik gelenek ve Heidegger’in metafiziğe ele tirisi nedir?
4.1.Tragedya ve Metafizik
“Neden varolan var ve daha ziyade hiçlik yok?”189 Bu soru Martin Heidegger’in
sadece Metafiziğe Giri eserinin temel sorusu değil, onun her çalı masında pe inde
olduğu en kı kırtıcı sorudur. Heidegger, bütün batı felsefesinin bir yanılgı, kaymanın
üzerine in a edildiğini, üç bin yıllık felsefe geleneğinin temel jestinin yanlı
olduğunu göstermeye çalı ır. Hata, felsefenin varlıkla ilk kar ıla masında ba lar. Bu
yüzden Heidegger felsefenin varlıkla kar ıla tığı ilk ana kadar gitmeye çalı ır.
Hesapla ma kaçınılmaz biçimde varlığın inkarı, varlığın unutulu u olarak gördüğü
batı metafiziğinin kendisiyle olur. Çünkü Heidegger bu sorunun pe inden ilksel
kaynağa, Yunanlılar’a döndüğünde Platon ile Herakleitos’un varlığa muamelesindeki
farklılık kar ısında deh ete dü er. Herakleitos’un fragmanlarında tespit ettiği varlığın
farklıla arak kendisini açması Platon’a gelindiğinde farkın aynıla masına, imha
edilmesine dönü mü tür. Birinde dünya kendini kendisinden farklıla arak açarken,
diğerinde dünya bir ortak öze indirgenir ve o özde muhafaza edilerek her defasında
aynıla ır. Örneğin bir masa için ona masalık olmayı veren bir öz vardır. Önemli olan
masanın kendisi değil, onu veren özüdür. Heidegger’in Platon’da gördüğü varlığın
farkını aynıya indirgeme, varlığın ardında yatan ve onu her defasında aynı kılan bir
öz dü üncesidir. Batı felsefesinin metafiziği varlığı deği mez, sabit, durağan,
içindeki dünyayla ili kisiz olarak kavrar. Oysa Heidegger için felsefenin varlığın
arkasında sabitlediği, onu aynıla tıran bu metafizik dü ünceyi a mak, varlığın
farklılığını ve dünyasallığını açmak gerekir. Bu yüzden Heidegger’in yüzünü
döndüğü yer bu ayrımın olmadığı Yunanlılar ve oradaki fizik- metafiziğin varlıkla
ili kisidir.
189
Martin Heidegger, Introduction to Metaphysics, Translated by Gregory Fried and Richard Polt,
Yale Üniversity Press, 2000, s. 1. Heidegger’in bu eserinden yapılan alıntılarda eserin Đngilizce
çevirisi odağa alınarak Prof Dr. Zeynep Sayın’ın eserin Almanca’sından yaptığı yayımlanmamı çeviri
notlarından ve bu tezin yazıldığı yıl içerisinde (2015) eserin yayımlanan Türkçe çevirisinden
kar ıla tırmalı olarak yararlanılmı tır. Bundan sonra Đngilizce çeviriden yapılan alıntılarda diğer iki
çeviriden yararlanılacaktır. Aksi durumda eserin Türkçe çevirisine gönderme yapılacaktır.
91
Varlığın anlamı sorusu Heidegger için varlığın ne olduğu değil, nasıl varlığa geldiği
sorusudur.
Varlığın bu “nasıl”ını yanıtlamak için bakılan yer varlığın hakikati
denilen ve tragedyayla da ili ki kurulan yerdir. Yunanlılar için varlık, temelde
mevcuda gelme ve bu mevcuttan gitme olarak anla ılır. Heidegger’in Yunanlılara
bakı ıyla varlık tarihi, varlığın kendisini açması aynı zamanda da kapatması tarihi
anlamına gelecektir. Bir eyi açıyor olmak, açmadıklarını kapıyor olmaktır. Benzer
ekilde varlık tarihi de kimi zaman kendini Atina, Roma, Rönesans v.b eklinde açar,
açmadıklarını da kapar. Dolayısıyla varlık kendini açma, hatırlama tarihi olduğu gibi
aynı zamanda bir kapatma, unutma tarihidir. Tragedyaların asıl meselesi de hep
görünen-görünmeyen, bilinen-bilinmeyen, gizlenen-açığa çıkan, aletheia ile lethe
olmu tur. Aletheia zaman içerisinde doğruluk, hakikat sözcükleriyle kar ılanmı tır.
Oysa aletheia, içinde yer alan lethe ile ili kilidir. Lethe, unutu , giz iken aletheia bu
unutu tan ne et eden, onun gizini açarak mevcuda getirendir. Unutkanlığın, gizin
içinden kendini açığa çıkarmadır. Yunanca’da doğru, doğruluk, hakikat, içtenlik
anlamlarına gelen aletheia, alethes sözcüklerinin Heidegger için dikkatten kaçma,
görülmeme anlamlarına gelen lanthanein, unutu anlamına gelen lethe ile ilgisi
bulunur. Bu nedenle “a” olumsuzlama ön eki, gizlenmi likten, saklanmı lıktan
kurtulma, açığa çıkarma anlamlarına gelir.190
Varlığın nasıl açığa çıktığını, görünü e geldiğini, bunu yaparken bir yandan da
kendini nasıl gizlediğini anlamak için physis, tekhne kavramlarına bakmak
gerekecektir. Görülecektirki
physis, tekhne kavramları Heidegger’i anlamanın en
can alıcı noktaları olduğu kadar onun tragedya yorumunu da aydınlatacaktır.
4.1.1. Physis, Tekhne
Yunanlılar’da bugün kullanılan fizik sözcüğü physis’tir. Ama içerdiği anlam bugün
kullanılandan farklıdır. Bu fark konusunda Heidegger unu söyler:
190
Aletheia kelime anlamı hakkında hem de Heidegger’in eski Yunanlılar’a referansta bulunarak
kullandığı sözcüklerin kapsamlı bir incelemesi için bakınız, Michael Inwood, A Heidegger
Dictionary, Blackwell Publishers, U.S.A., 1999, s. 13.
92
“Yunanlılar physis’in ne olduğunu ilkin doğa olaylarına bakarak tecrübe etmediler,
aksine, bunun tersi olarak iirsel-dü ünsel bir temel tecrübenin sonucu physis diye
adlandırmak zorunda oldukları eyi tecrübe ettiler. Bu kapanmamı açıklıktan
dolayı, daha dar anlamında doğa için bakı sahibi olabildiler. Bundan dolayı physis
kökensel olarak gökyüzünü ve yeryüzünü, tanrıları ve insanları, hayvanları ve
bitkileri de kapsayan gizlilikten görünürlüğe, mevcuda gelmeye açılan ve
mevcudatı kendi duru una getiren temel sözcüktür.”191
Physis, Yunanlılar’ın varolana verdikleri ilk ad olup Latince’ye “doğmak”, “doğu ”
anlamlarına gelen “natura” olarak geçmi tir. Heidegger’e göre bu “Yunan
felsefesinin kökensel özünün yabancıla ması ve sürgülenmesi sürecinin ilk
faslıdır.”192 Oysa kelimenin deformasyonunun bütün seyri atlandığında physis
kelimesi bir gülün açması gibi “kendisinden hareketle yeti eni, kendini açan geli imi,
böyle bir geli imde görünü e çıkanı ve bu görünü te tutunmayı, kalmayı, yükselip
alçalarak duraksayan i leyi i söyleyerek gösterir.”193 Dolayısıyla yükselip alçalma
olarak physis denizin dalgalanması, hayvanların büyümesi, bitkilerin ye ermesi gibi
insanın da doğup büyümesinde tecrübe edilir. Zaman içerisinde physis’in anlamı
fiziksel olana doğru daralmı olsa da Yunanlılar’da physis, “natura” sözcüğünde
olduğu gibi sadece doğa değildir. “Fakat physis’in ‘fiziksel olan’a doğru daralması,
bugün ya ayanlar olarak bizim tasavvur ettiğimiz tarzda olmamı tır. Fiziksel olanın
kar ısına “psi ik olan”ı, ruhsalı, ruhlu olanı, canlı olanı koyarız. Oysa Yunanlılar için
tüm bunlar physis’a aittir.”
194
Yunanca meta, “bir eyin ötesi/nde”, “öte tarafı”
anlamına geldiği için bir eyin varlığının sorgulanması da meta ta fizika, yani
varolanı a arak soran metafizik olur. Heideger’e göre eski anlamında “fizik”
ba langıçtan beri varolanı a arak ötesinde ve varlığın yanındadır.
Bu açıdan
bakıldığında Yunanlılarda fizik zaten metafizik, metafizik de fizik anlamına
gelmektedir.195
191
Heidegger, Introduction to Metaphyscs, s. 15-16.
Martin Heidegger, Metafiziğe Giri , Çeviren: Mesut Keskin. Đstanbul, Avesta Yayınları, 2014, s.
22.
193
A.e., s. 23.
194
A.e.
195
A.e., s. 26.
192
93
Görünü e gelme olarak physis sadece
eylerin parlaması, görünmesi olarak
gerçekle mez. Aynı zamanda gizlenir, görünü e gelmeyi ba aramaz. Physis, kendini,
gizleyerek açar ya da açarak gizler. Bu physis’in doğal durumudur. Açığa çıkma, ı ık
saçan bir kendini gizlemedir. Techne’yi olu turan da açığa çıkmanın bu devinimsel
yapısıdır.196
Eski Yunanlılar, “insanlardaki imal ve icra etme kabiliyetine i aret eden”197, techne
diye bilinen bir kavram kullanırlardı.Techne, aynı zamanda Eski Yunanlılar’ın hem
sanat hem de zanaat için kullandıkları bir sözcüktür. Heidegger’e göre ise techne el
becerisi, hünerler, güzel sanatlar hatta zihin sanatları için kullanılan bir ad olmakla
birlikte yalnızca bu tanımlamalarla açıklanamaz. Techne’nin poetik bir ey olduğunu,
dolayısıyla açığa-çıkarma, öne-çıkarmaya ait olduğunu yazılarında vurgulayan
Heidegger için “techne’de belirleyici olan ey, yapmada, elle i lemede veya araç
kullanmada değil, ama daha çok gizini-açmada yatar. Techne, imal etme olarak değil,
gizini-açma olarak bir öne-çıkmadır.”198 Đster doğada, physis’te, ister zanaat, sanatta
olsun, bu açığa-çıkma Heidegger’e göre u ekilde tesis edilir:
“Her ey, açığa-çıkmayı tüm erimi içerisinde ve aynı zamanda Greklerin dü ündüğü
anlamda dü ünmemize bağlıdır. Açığa-çıkma/çıkarma, poiesis, yalnızca el
becerisine dayalı imalat, yalnızca sanatsal- iirsel olarak görünü e ve tasvire
çıkarma değildir. Physis de, yani bir eyin kendisinden hareketle ortaya çıkması da,
bir açığa çıkmadır, poiesis’tir. Physis aslında en yüksek anlamda poiesis’tir. Çünkü
physis sayesinde mevcut-olan eyde açığa-çıkmaya ait bir patlayıp açılma vardır;
örneğin bir çiçeğin kendi içinde patlayıp çiçeklenmesi gibi.(…) Açığa çıkma, gizliolmaktan gizli-olmamaya doğru çıkı tır. Açığa-çıkma, yalnızca, gizli bir ey
gizlilikten kurtulduğu ölçüde vuku bulur. Bu gizlilikten kurtulma, bizim giziniaçma diye adlandırdığımız eyin içerisinde ikame eder ve serbestçe salınır.”199
Öyleyse Heidegger için techne söz konusu olduğunda bir imalattan ziyade mevcut
olmayandan mevcudiyete geçi icap eder. Zira Heidegger de Platon’un ölen’indeki
bir cümleye atıfta bulunarak “mevcut olmayan eyden mevcut-olmaya geçen ve
196
Emrah Akdeniz, Heidegger’de Metafizik-Poetik Đli kisi.
Larry Shiner, Sanatın Đcadı, Çeviren: Đsmail Türkmen, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2004, s. 45.
198
Martin Heidegger, Tekniğe Yönelik Soru. Çeviren: Doğan Özlem, Đstanbul, Afa Yayınları, 1997,
s. 66.
199
A.e., s. 63-64.
197
94
giden her ey için her vesile poiesis’tir, öne-çıkarmadır”200 der. Đlgi çekici olan,
Heidegger için physis’in(fizik, doğa) de bir poiesis’inin olmasıdır. Oysa klasik batı
metafiziğinde physis ve poiesis birbirlerine kar ıt görülür. Zeynep Direk bu farka
öyle dikkat çeker:
“Klasik anlatımda physis ile poiesis birbiriyle zıtla tırılır, bir tezatlık kurularak
denir ki, poiesis insani bir imal etme edimidir, zanaatkârane üretmedir, halbuki
physis ba kadır. Oysa poiesis’in orijinal manası mevcut olmayandan mevcudiyete
geçme ise, physis içinde de bir poiesis olduğunu söylemek gerekir. Orada da
mevcut olmayanın mevcudiyete geçi i vardır.”201
Poiesis olarak techne ile çerçeveleme olarak techne arasında Heidegger bir fark
çizer. Çerçeveleme ( Ge-stell) sözcüğünü içinde yer alan “stellen” sözcüğünün
barındırdığı saldırma anlamından hareketle düzenleme tarzı içerisinde insana
saldıran, insana meydan okuyan bir biraraya toplayıcılık anlamına gelir.
Çerçeveleme, modern tekniğin özünde hüküm süren ama gerçekten teknik bir ey
olmayan gizini-açmanın tarzı anlamına gelir.202
“Çerçeveleme, tıpkı bir resmin çerçevesi gibi, neyin resmin bir parçası olarak
görülebileceğini belirler. Çerçevenin dı ında kalan hiçbir eyin me ru bir anlamı
yoktur. Teknolojik açığa çıkarma, çerçeveleme olarak, dünyayı sabit bir rezerv
olarak görür ve insanı da ona görev-veren konumuna yerle tirir.”203
Poiesis de çerçeveleme gibi varlığın mevcuda getirilmesi, açığa çıkarılmasıdır. Ama
çerçevelemede varolana hükmedilmesi söz konusuyken poiesis’te Yunanlılar’ın
mevcuda getirme anlayı ıyla ilintili olarak hükmetmek yerine varlığa kar ı açık
olmak söz konusudur.204 Dünyayı çerçevelemek, tek bir dü ünceyi kurguladığı için
200
Platon’dan aktaran Heidegger, a.e, s. 63.
Zeynep Direk, “Heidegger’in Sanat Anlayı ı”, Cogito: Heidegger Varlığın Çobanı, Sayı:64,
Yapı Kredi Yayınları, 2010, ss. 106-123.
202
Heidegger, Tekniğe Yönelik Soru, s. 76.
203
Barbara Bolt, Yeni Bir Bakı la Heidegger, Çev: Murat Özbank, Đstanbul, Kolektif Kitap, 2012, s.
80.
204
A.e., s. 84.
201
95
Heidegger tarafından tehlikeli bulunur, daha da ötesi Heidegger, poietik açığa
çıkarmanın yerini gittikçe teknolojik açığa çıkarmanın, çerçevelemenin almasından
endi e duyar. Çerçeveleme,
Heidegger için insanın dünyayı bir imgede ele
geçirmesi, dünyanın o ki inin bakı ından sabitlenmesi demektir. Dünyanın
çerçeveleme ile sabitleni i bakan ki iyi özne olarak tesis etmek demektir. Bu nedenle
Heidegger sanat, tragedya söz konusu olduğunda mimesis’ten kaçınır. Çünkü,
“mimesis rejimi”nin aksine Heidegger’de sanat hakikati taklit ya da temsil etmez.
Sanat, varlığın hakikatini if a eder.
Böylesi bir if a mimesis’i, yani taklidi içermez. Heidegger’e göre sanat herhangi
bir eyi “temsil etmez”, çünkü temsil ezeli ve ebedi eylerin doğru “tahayyülünün”
gerekliliğinden söz ederken Platon’un ba lattığı bir öznel aktivitedir. Sanatı
ontolojik açıdan mimesis olarak değil hakikat olayı olarak tanımlarken Heidegger,
“sanat görülebilir olanı yeniden üretmez, aksine onu görünür kılar” diyen
ekspresyonist/dı avurumcu ressam Paul Klee ile uzla ıyordu. (…) Sanatın
ontolojik if ayı içerdiğini öne sürerek Heidegger yanlıca mimetik sanat tanımını
değil, sanatın ruhun ‘ifadesi’ olduğunu söyleyen romantik görü ü de reddeder.
Onun için bu dejenere sanat tanımları metafiziğin çökü üyle birlikte doğmu tur.205
Heidegger bu sebeple belki de tiyatro hakkında konu maktan imtina eder. Roland
Barthe’ın söylediği gibi, Thespis ve Phrynikos oyuncuyu icat ederek anlatıyı
mimesis’e dönü türmi ler ve böylelikle de tiyatro yanılsaması ba lamı tır. Artık
sahnede gerçekle en gerçeklik değil, gerçekliğin kopyasıdır.206 Bu konuda
Nietzsche’nin tragedyanın doğu una dair söylemi de örtü mektedir. Nietzsche’de
ba langıçta korodan, arkı ve danslardan olu an tiyatroda (sözü edilen tragedyadır)
Dionisos’un acısını payla an, her bir üyesi Dionisos’un maskeleri olan koro önemini
kaybetmeye ba lamı , koro arkıları zamanla diyaloğa dönü mü tür. Apollonik olan
ile Dionizyak olan arasındaki denge, Apollon’un yani biçimin, aklın tarafı olarak
bozulmu tur. Nietzsche açısından “ irazesi kayan” tragedya zamanla kendi söylediği
yalanlara hakikat olarak inanma cüretini göstermi tir. Yine de tragedya konusunda
Nietzsche ile Heidegger arasında ko utluklar olsa da Heidegger’in tragedya
205
Zimmerman, a.g.e., s. 202-203.
Roland Barthes, “Yunan Tiyatrosu”, Görüntünün Retoriği, Sanat ve Müzik, Çev: Ay enaz Koç,
Ömer Albayrak, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2014, ss. 59-81, s. 76.
206
96
dü üncesinde ağırlık Nieztsche’den değil Hölderlin’den yanadır. Bunun sebepleri
daha sonra incelenecek tragedya örneklerinde kendini if a edecektir.
Tekrar Heidegger’in techne yorumuna dönülürse, Heidegger techne sözcüğüne dair
dikkat edilmesi gereken bir hususun -Platon ve Aristototeles’in metinleri de göz
önünde bulundurulursa- techne ile episteme arası ili ki olduğunu belirtirir.
Đki
sözcük de bir eyi anlamak ve o konuda yeterli olmak anlamına geldiği için bir
bilme, açılma sağlamaktadır.207 Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik’inde techne ile
episteme arasında onların neyin gizini açtıkları ve nasıl açtıkları konusunda bir ayrım
olup “techne,
aletheuein’in bir tarzıdır. Aletheuein, kendini öne çıkarmayan ve
henüz önümüzde burada durmayan, bir an öyle bir an böyle görünüp beklenmedik bir
ekilde vuku bulabilen her eyin gizini açar.”208
Aristoteles, “bilme” için üç
yakla ım önerir. Episteme, techne ve phronesis.209 Episteme, daha sonra
epistemolojiye de kaynaklık eden kuramsal, bilimsel bir bilgiye i aret eder.
Phronesis ise eyleme, praksise ili kin olup bir bilgelik anlamında bilmeye dairdir.
Techne, Heidegger’in Aristoteles okumasında mevcut olduğu gibi bir nesnenin
üretimi/tamamlanmasında onu anlamaktan çok yapmak, gerçekle tirmek, mevcuda
getirmek anlamında kullanılır. Techne sözcüğünün i aret ettiği ilk anlam pratik bir
uygulama, imal etme yerine bir gizini-açma, öne- getirme olarak Heidegger’e göre
aslında bir “bilme”dir. Ba ka bir deyi le Heidegger, techne sözcüğünü yukarıda
açıklananlar vesilesiyle “bilme (knowing) olarak çevirmeyi tercih eder.
Zeynep Direk, bu “bilme”nin Heidegger tarafından episteme olarak değil “görmü
olmak” anlamında yorumlandığını belirtir. Bilmek/görmü olmak ise bir mevcuda
geli i, eidos’u algılamak anlamına gelir. Dolayısıyla techne bağlamında varolanın
örtüsünün açılması, onun gizlilikten açığa çıkması, aletheia’dan söz edilebilir.
Öyleyse techne, gizlenmi olanı, gizlendiği yerin dı ına çıkararak mevcuda getiren
ve onu üretendir. Ama techne öncelikle var olanı gizlilikten mevcuda getirmez, onun
eidos’unu görünür/algılanır kılar.210 Eidos ise Heidegger’e göre Yunanlılar’ın bir
207
Heidegger, Tekniğe Yönelik Soru, s. 65-66.
A.e., s. 66.
209
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik. Çeviren: Furkan Akdemir, Đstanbul, Say Yayınları, 2014.
210
Zeynep Direk, “Heidegger’in Sanat Anlayı ı”. a.g.e.
208
97
eyin dı a-görünmesine verdikleri addır. Bu
belirmesinde, görünmede sükun eder.
ey,kendi özünün, öne çıkarak
211
Dennis Schmidt, techne’yi bilme (knowing) olarak okuyan Heidegger’in,
Aiskhülos’un Zincire Vulmu
Prometheus tragedyasının mitsel kahramanı
Prometheus’u tanrısal ate i çalıp insanlara vermesi eylemiyle ilk filozof olarak
tanımladığını belirtir. Neden? Prometheus, tanrıların ate ini çalarak insanlara aslında
techne’yi getiren ilk figürdür.212 Bu ate ile ölümlü varlıklar olarak insanlara
kendilerini koruyabilecekleri, yeniden üretebilecekleri bir imkanı verir. Zaten
tragedyada Prometheus’a i lenebilecek en büyük suçu gerçekle tirdiği söylenir. Bu
suç ise insana site kurma yani polis kurma potansiyelini armağan etmesidir. Oysa
Zeus’un yasasında, onun egemenliğinde bu potansiyel sadece Tanrılar’a özgüdür.
Prometheus insanlara, tanrıya özgü bir eyi, ölümlülere ölümsüzlerin sahip olduğu
nitelikleri elde etme imkanını tanır. Yasa koymak sadece Tanrılar’a özgü iken artık
insanlar da yasa yapıyor ve kuruyordur.
Heidegger’in Prometheus’u gibi bir de Oidipus’u vardır. Oidipus yorumu daha sonra
detaylı incelenecektir fakat burada Oidipus’un Prometheus’la ortaklığını kurmak,
insan ve techne arasındaki ili ki hakkında aydınlatıcı olacaktır. Prometheus gibi
Oidipus da techne’nin figürüdür. Hatta Antigone tragedyasının ilk koro arkısında
resmedilen trajik insan da bir techne’dir. Yunanlılar, techne derken bilgiyi
kastediyorsa, bilmeye duyduğu a ırı tutku, istek yüzünden Oidipus techne figürüne
dönü ecek ve Rektörlük Konu ması’nda Heidegger’in techne modeli olarak sunduğu
Prometheus’un yerini alacaktır.213
Philippe Lacoue-Labarthe için Heidegger’de techne, kökeni erken Yunanlılar’da
tespit edilebilecek, modern teknolojinin de özü olan hem sanat hem de bilgi
anlamlarına gelen bir sözcük olup sadece Nasyonel Sosyalizmin anla ılmasında
değil, genel anlamda modern siyasi alanın kendisini anlamaya da imkan verir.214
Heidegger’in 1933’teki çalı malarında techne’nin theoria(bakı , nazariye) ve
211
Heidegger, Metafiziğe Giri , s. 72.
Dennis Schmidt, On Germans and Other Greeks, s. 233.
213
Philiphe Lacoue-Labarthe, Typography.
214
Joan Elizabeth Brandt, Geopoetics:The Politics of Mimesis in Poststructuralist French Poetry
and Theory, California, Stanford University Press, 1997, s. 180.
212
98
dolayısıyla energeia ile ili kili olduğunu ama iki sene sonrasında bu ili kinin
kaybolduğunu, artık sanat bağlamında bir techne’den söz edildiğini vurgulayan
Lacoue-Labarthe’ın Heidegger okumasında sanatın söylemi, techne’nin söyleminin
yerini alırken, yapıt da i in yerini almı durumdadır. Sanat, bilimi gölgelemi ,
dü ünce ve iir, bilimin yerini almı tır. Bu tarihsel anda Almanya, Yunanlılığa, orada
söylenmemi ve dü ünülmemi olana doğru bir dönü gerçekle tirmeye, bu surette
kendi ayniyetini kazanmaya çalı maktadır. Sanat, dü ünce ve iiri bilimin yerine
koymak suretiyle tarihsel bir Dasein’ı açacaktır. Sanata bu imkanı tanımak
techne’nin özsel yorumuna bir dönü tür.215Hegel’in siyasal sanat yapıtı olarak
tanımladığı mefhumda öznel sanat yapıtı olarak insanın kendisinin te ekkülü, atletik
oyunlarla eğitilmi güzel bedensellik, bütünlük söz konusudur. Lacoue-Labarthe’a
göre bu sebeple dahi siyasal olan, özü gereği organiktir. Siyasal olanı organik olarak
tanımlamak yalnızca ya ayan bütünselliği içerisinde bir sanat yapıtı olarak
tanımlamak anlamına gelmez. Siyasal olanın organikliği, cemaatin organikliği ya da
Heidegger’in söylediği gibi cemaatin özünün organikliğidir. Bu ise LocueLabarthe’ın da belirttiği gibi -aynı zamanda onun dü ünce ortağı/karde i olan- JeanLuc Nancy’nin içkinlik dediği eye tekabül eder. Nancian anlamda bir halk, ulus ya
da cemaat kendini i , çalı ma ve emekleri suretiyle bir yapıta, romantik anlamda
özne olarak canlı bir sanat yapıtına dönü türmü tür.216 Bu sebeple Jean Luc
Nancy’ye göre kayna ma yerleri olan festival, bayram ve sava ta cemaatsel birle me,
aslında komünyonal birliktelik vuku bulur, cemaat ya da komünyon kendi içkinliğini
her seferinde yeniden üreterek, yeniden temsil ederek bir özde le mede kendini
bulur.
Đnsan ve techne’nin ili kisinde önemli olan bir ba ka özellik daha vardır. Evet,
techne olmadan insan kültür kuramaz, doğanın amansızlığıyla ba edemez. Zira
Antigone’nin ilk koro
arkısı da insanın techne sayesinde bu tehlikelerden
korunmasını anlatmaktadır. Đnsan sadece techne kuran değildir, insan kendi kendini
kuran bir varlık olarak da techne’nin kendisidir. Eğer techne, mevcudata getiren bir
özelliğe sahip ise insan da akıl, dü ünme yoluyla sadece kendi dı ındaki eyler’i
215
216
Philippe Lacoue-Labarthe, Heidegger, Art and Politics: The Fiction of The Political, s. 53-56.
A.e., s. 68-70.
99
mevcuda getirmez, insan bu muameleyi kendine de uygular. Bununla kastedilen Jean
Luc Nancy’nin “insanın kendi kendinin eseri olması”na217 dair saptamasıdır.
Heidegger’in techne yorumundan tragedya yorumuna sıçramadan önce belki de
sonda söylenmesi gerekeni ba tan söylemek faydalı olacaktır. Burada Hegel ve
Heidegger için yolun sonu aynı yere çıkmaktadır. Heidegger’de kendisi de bir techne
olan insan, benzer ekilde Hegel’de i , emek üretmesi suretiyle tanımlanır. Hegel’de
insanın i i eklinde gerçekle tirdiği öz ve o özün kökeni dı arıdadır. Đnsan, i
üretmek aracılığıyla, aklın geist eklinde kendini gerçekle tirmesini sağlar. “Đnsanın
hakiki varlığı, eylemidir der Hegel. Đnsan bir devletin vatanda ı olarak
gerçekle tirdiği eylemiyle ve eyleminde kendini özgür ve tarihsel bir birey olarak
gerçekle tirir ve böylece varlığının tamlığına ve yetkinliğine tanıklık eden Doyum’a
ula ır ancak.”218 Hegel’in felsefesinde, insan çalı arak, emek sonucu kendini ve
kendinde bir eyleri dı salla tırır, böylece içsel olanı görünür kılar. Đnsan kendini
ortaya koyduğu eserle dı salla tırırken aynı zamanda da bireyselliğe ula acaktır,
çünkü ortaya koyduğu eser insan olmanın bir teminatıdır. Đnsanlar bir bütünlük
olu turmaya çalı ırken kendi emekleri, i yapmaları aracılığıyla kendi özlerinin de
üreticisi olmu lardır. Bu konuda Hannah Arendt, emek, i ve eylemi insanlığın üç
temel, asli etkinliği olarak önerir ve u ekilde tanımlar:
“Emek; büyümesi, metabolizması ve mukadder çökü ü, ya am süreci içerisinde
emek yoluyla aynı anda üretilen ve beslenen hayati zorunluluklara bağlı, insan
bedeninin biyolojik[ya am] sürecine kar ılık gelen bir etkinliktir. Đnsanın emek
harcama/çalı ma durumu hayatın kendisidir. Đ ; insani varolu un, türün sürekli
yinelene gelen hayat döngüsüne kakılmamı , ölümlülüğü bu döngüyle telafi
edilemeyen doğa dı ı olu una kar ılık gelen bir etkinliktir. Đ , doğal çevrenin
tümünden farklı, yapay bir eyler dünyası olu turur. Her bireysel hayat, bu
dünyanın sınırları içinde kaimdir; oysa bu dünyanın kendisi bütün bu sınırların
a ılması ve geride bırakılması anlamını ta ır. Đnsanın i durumu dünyasallıktır.”219
217
Jean Luc Nancy, Đnoperative Community. Translated by: Peter Connor, Lisa Garbus, Michael
Holland, Simona Sawhney. University of Minnesota Press, 1991.
218
Alexandre Kojeve, Hegel Felsefesine Giri , s. 20.
219
Hannah Arendt, Đnsanlık Durumu, Çev: Bahadır Sina ener, Đstanbul, Đleti im Yayınları, 1994, s.
17-18.
100
Heidegger’de insanın bu özelliği aynı zamanda onun bu dünyadaki yurtsuzluğu ve
tekinsizliğinden ötürü tartı ılacaktır. Özellikle Antigone’nin koro
arkısında
tartı ılan insan eylemi ve insan olmanın trajik özü i , emek, eser üreterek bir anlamda
kendi sonlu varlığının ötesine geçmeye çalı an insanlık haline odaklanır.
Đnsanın techne ile ili kisine dair bu yorumları sonlandırmadan önce logos kavramıyla
bağlantısını kuralım. Sanat Eserinin Kökeni’nde Heidegger, hakikatin kendisini bir
yapıta yerle tirmesi ve göstermesinden söz eder.220 Hakikat ise bir
görünmeyenden görünüre gelmesi ile bir dünya açmasıdır. Bu açılı
eyin
hareketi
unutmaktan, unutkanlığın, gizin içinden gedik açarak, yararak, yırtarak bir eyi
görünüre getirmektir. Heidegger’in Metafiziğe Giri eserinde detaylıca incelediği
varlığın kendisini açması Yunanlılar’ın techne sözcüğüyle ilintilidir. Techne,
yukarıda tartı ıldığı gibi bir yapma, etme olarak neredeyse her eyi kapsayan bir
kavramdır. Hakikatin kendini sanat eserinde görünür kılması techne’nin dünya açıyor
olmasından ötürü techne ile ortaya çıkan bir jesttir. Heidegger’e göre bir eyi görünür
kılmak, onu hem perdelemek, örtmek hem de açmak demektir. Varolanın, varolması,
meydana getirilmesi sadece dil anlamında değil aynı zamanda ayırtederek toplama,
bir araya getirmek anlamında kullanılan logos sayesinde olur. Dünya, logos
aracılığıyla örtmek ile gizini açmak arasında gidi geli ya ar.
4.2. “Görünüm Tragedyası” Olarak Kral Oidipus
Sofokles’in Oidipus’u Heidegger için batı metafiziğinin üstünü örttüğü varlığın
tartı ılmasının ve doğru anla ılmasının iirsel bir yoludur. Bu metin sadece varlığın
unutulu unu if a etmez aynı zamanda unutulu un unutulmasını da açığa çıkararak
tarihle yüzle tirir.221
üphesiz bu açığa çıkı
okumakla anlamlı olacaktır.
Heidegger’den sonra Sofokles’i
Heidegger’de, Antik Yunan tragedyaları insan
varolu unu gizlenmemi lik anlamında hakikat ve örtme olarak sunar. Tragedyalar
insan varolu unun kökensel anlamda trajik olu unun alametidir. Heidegger’in bu
iddasının temelinde Sofokles’in Kral Oidipus tragedyası yatar.
220
Martin Heidegger, Sanat Eserinin Kökeni, Çev: Fatih Tepeba ılı, Ankara, De Ki Basım Yayın,
2014.
221
Emrah Akdeniz, a.g.e., s. 22.
101
“Sofokles’in Oedipus Tyrannus’unu dü ünelim. Ba langıçta öhretin parıltısı ve
Tanrılar’ın merhametiyle devletin kurtarıcısı ve hakimi olarak Oedipus, baba katili
ve anne tecavüzcüsü olarak kendi Varlığının gizlenmemi liği vuku bulmu
olmasına dek, kendi kendisine dair Oidipus’un sırf öznel bir Çehre-i Görü ü
olmayan, aksine içinde, Oradalığının Görünmesinin vuku bulduğu bu
Görünümsemeden savrulur. Parıltının bir uçtaki ba langıcından deh etin diğer
uçtaki sonuna giden yol, (Gizlenmi lik ve Kapatılmı lık) Görünümsü ile (Varlık
olarak) Gizlenmemi lik arasındaki yegane bir kavgadır. Bir önceki Kral Laios’un
katilinin gizlenmi liği, ehrin etrafına yayılır. Parıltının açılabilirliğinde sükun
edenin ve Yunan olanın tutkusuyla Oedipus, bu gizlenmemi liğin örtüsünü
kaldırmaya giri ir. Bununla birlikte Oedipus kendi kendisini adım adım,
gizlenmemi liğe teslim etmelidir; bu gizlenmemi liğe sonunda sadece öyle katlanır
ki kendi gözlerini bizzat oyup çıkarır, yani kendini tüm ı ıktan dı arı çıkarıp,
etrafındaki örten geceyle çarpı tıktan sonra gözleri körle mi ki i olarak, kim ki
odur i te bir böylesi/kendisi, halka açılabilir ve zahir olsun diye tüm kapıların
açılmasını emreder.”222
Oidipus’un trajikliği Heidegger açısından nedir? “Faniler arasında en kuvvetli, en
akıllı” olan, Sfenks’in bilmecesini bilen, bu maharetleriyle neredeyse tanrısal
görülen, tragedya ba ında kendisinden övgüyle söz edilen Kral Oidipus. Bilmeden
babasını öldüren, annesiyle evlenip çocuklar yapan Oidipus. Kudretiyle
ehri
selamete erdiren, i lediği suçlarla ehri kirleten Oidipus. Hem bilge hem cahil, hem
gören hem kör Oidipus. Heidegger’in sorusu Oidipus’un bu kar ıtlıklardan hangisi
olduğuna ili kindir. Oidipus bunlardan biri mi ya da bu kar ıtlıkların olu turduğu
muğlaklığın kendisi midir? Oidipus’un varolu unda hem kendini açan hem de
gizleyen nedir? Bu konuda Heidegger, Oidipus’un rastgele bir insan olmadığını,
onun en geni ve vah i olana dair temel bir tutkusu olduğunu ekler. Bahsi geçen
tutku ise varlığın örtüsünün kaldırılması, varlık sava ının (polemos) tutkusudur.
“Oidipus’u bir kral, suçlu ya da ba ka biri değil, yalnızca Oidipus kılan, görünen
ve onun ardında gizlenenin polemos’udur. Oidipus, bir yandan ona verilene, ona
kendini açan yazgıya aittir, diğer yandan yazgının görünü leri arasında kalmanın
kaçınılmaz acısıdır.”223
Burada tragedya ve polemos arasındaki ili kiyi Heidegger’in nasıl tesis ettiğine
bakmak
gerekecektir.
Heidegger,
Herakleitos’un
fragmanlarından
hareketle
polemos’u insan varolu u ile tanrılar arasında bir gerilim olarak okumaktadır.
222
223
Martin Heidegger, Metafiziğe Giri , s. 124.
Senem Kurtar, Heidegger ve Poetik Dü ünme, Ankara, Pharmakon Yayınevi, 2014, s. 125.
102
Herakleitos için “sava (polemos) her eyin babası, her eyin kralıdır; kimine tanrı
der, kimine insan, kimini köle yapar, kimini özgür.”224 Heidegger’de ise;
“polemos bütün tanrısalın ve insansalın öncesinde yer alan sava tır, dünya,
sava mayla ve ayrı mayla olu ur. Ayrı ma ne ayrı tırır, ne parçalar. Aksine,
birliği toplayan eydir, logos’tur. Polemos ve logos aynı eydir.”225
Heidegger, bir araya gelmi ve ayrı mı bir mevcudiyet, bu tür bir nomos olarak
polis’i gösterir. Polis, ayrı makta, çatı makta, sava makta olanın birliğidir.226 Aynı
zamanda polemos’un varlığı bir physis’dir. Hatırlanırsa techne de physis gibi yaratıcı
bir süreç, mevcut olmayandan mevcuda, açığa getirme yoluydu.
Đ te bu süreç
Heidegger’e göre ancak bir polemos (sava /ihtilaf) sonucu olu abilmektedir. Antik
Yunan için açığa çıkan, mevcudata getiren physis ve tekhne, polemos’un varlığıdır.
Physis ile polemos arasındaki ili kiyi açığa kavu turacak anahtar kavram ise
aletheia’dır.
“Antik Yunan’da physis, varlıktır. Ancak burada physis’i varlıkla özde le tiren,
aletheia’dır. Bir ba ka deyi le, aletheia, physis’in varlığıdır. Aletheia olarak varlık,
açığa çıkmanın açıklığı ile birliğidir. Bu birlik, polemos’tur. Açığa çıkan ve onun
açıklığının polemos’u, aletheia’da köklenir. Ya da tam tersi biçimde söylersek
aletheia olarak varlık, polemos’ta kendini açar. Heidegger’in bu muhte em söz
oyunları, polemos’un kendini insan varolu unda açma biçimini betimiyle doruğuna
ula ır. Bu görkemli söz öleninde, polemos ve insan varolu unun bir araya gelme
aralığı, görünü ün trajedisidir[tragedya]. Antik Yunan’da insan varolu unun autoontos yani kendisi olması, görünü e gelenin trajikliğine yazgılı olmayı ve bu
yazgıyı ya amayı anlatır. Çünkü aletheia olarak varlığın kendini insan varolu unda
açması görünü e gelme yoluyla olur.”227
Heidegger için görünü e gelmenin manası nedir? Öncelikle ona göre Yunanlılar
varlığı üç türlü deneyimlemi lerdir. Birincisi; varlık ve olu ’tur. Burada olu varlığın
kendisidir. Varlık te ekkül eden olarak kendi içinde durur, bu biçimde duran olarak
224
Heidegger, Introduction to Metaphysics, s. 65.
A.e., s. 65.
226
A.e. s. 65.
227
Senem Kurtar, Heidegger ve Poetik Dü ünme, s. 124.
225
103
özü-dı arıya sürer. Đkincisi; varlık ve görünü , üçüncüsü ise varlık ve dü üncedir.
Tragedya ise bu tecrübelerin hepsiyle ili kili olup Heidegger tarafından Kral
Oidipus tragedyası ‘varlık ve görünü ’ ba lığı altında incelenmi tir. Dahası
Heidegger, Karl Reinhardt’a borçlu olduğunu belirterek oyunu “görünü tragedyası”
olarak sorgular. Bu nedenle Heidegger’in Kral Oidipus’a dair dü üncelerini
anlamak için “varlık ve görünü ”ün tragedya açısından içerdiği anlamı tartı mak
gerekecektir.
“Varlık, görünme demektir. Bu, varlıkla bazan kar ıla ılan bir sonradan
kastetmez. Varlık, görünme olarak özü-sürer.”228 Örneğin, güne
eyi
ı ıldayarak
görünümser. Bu ı ıldamada parlar, yansır, görünür ya da öyle gelir. Görünen,
görünen olarak kendine bir görüntü ve nam verir: doksa. Doksa, birinin içinde
durduğu görüntü demektir. Örneğin kutsal ki ilerin ba larındaki halesi, onları
aydınlığa çıkarandır. Burada doksa, Helenik teolojide ve Yeni Ahid’de tanrının
ihti amında mesken tutmaktır. Doksa deyince hem
yansılama, hem görü
an,
öhret, hem yansı ve
anla ılır. Heidegger bu konuda güne in ve yeryüzünün
parladığı ı ık, manzara, sabah aydınlığının görünmesinin buna kar ın geceleyin
sadece yıldızların görünmesinin bugün bizlerin dü ündüğü gibi bir hiçlik örneği
sunmadığını belirtir. Yunanlılar hiçbir eyin öznel olduğunu dü ünmedikleri için
yansının, görünenin içinde yatan varlığı, yansının içinde gizli yanılsama olmayanı
aydınlığa getirmeyi bilmi lerdir. Onlar varlıkla yansısı arasında verilen sava tan
(polemos) varlığı çekip çıkarmayı ba armı lardır.229 Heidegger’in savunusu udur;
Yunanlılar rekabet/yarı ma/ çatı mayı dolayısıyla tragedyayı, hakikat ile yansısı
arasında verilen sava sayesinde var etmi lerdir. Yansı ile hakikatin sava ında her
ikisi de e it güçtedir. Sofokles’in Oidipus’u bu sava a verilen en iyi örnektir.
Oidipus’un yansısı, onun ki isel ve öznel bir yanılması, hatası değildir. Oidipus,
yanılsamanın içinden hakikatin yakıcılığına ve kama masına getirilmi , körle mi tir.
Sfenks’in bilmecesini bilen “bilge” Kral Oidipus’un Laios’un katilini soru tururken
kendi geçmi inin gizini açması, ama bu gizden fı kıran “hakikatin parıltısına çıplak
gözle bakılamayacağı” için Oidipus da gözlerini kendi elleriyle de mi tir. Onu kör
228
229
Martin Heidegger, Metafiziğe Giri , s. 118.
Heidegger, Introduction to Metaphysics, s. 110.
104
eden aklın, uyumun, ölçülülüğün tanrısı Apollon değildir. Onu kör eden kendi elleri,
aslında onun bilmeye olan tutkusudur. Hölderlin, bu nedenle “belki de Oidipus’un bir
gözü fazlaydı” demektedir. Bir gözü fazla olmak, Yunanlılar’ın bilmeye olan
tutkusudur. Bu tek fazla göz Yunanlılar’ın bilgisi ve bilimi, buna duyulan tutkudan
ba ka bir ey değildir.230 Heidegger bu hususta Kral Oidipus tragedyasının son koro
arkısına odaklanır.
arkı, Yunanlılar’da bu bilmenin tutkusu ve yanılsamaya
ili kindir.
“O zorlu bilmeceleri çözen Oidipus’un haline bakın! Çok kudretli bir insandı.
Onun mutluluğu bu ehirde hangi vatanda ı imrendirmemi ti? imdi ne korkunç
bir felaket kasırgasıyla sürüklendiğini görün! Onun için, son gününü görmeden, hiç
kimseye mutluluğa ermi demeyin!” 231
Tragedyanın bu son koro arkısı Heidegger’in “sözlüğündeki” yansı, yanılsama,
dü ü , eğim kavramlarını birlikte dile getirmektedir. Yanılma ve yansılama bir tür
dü me, varlıktan bir kaymadır. Heidegger’in koro arkısından kendi yaptığı alıntıda
tragedyanın Türkçe çevirisinde tam açığa çıkmayan cümle udur: “Hangi erkek
ehlile tirilmi , uyumlu varolu undan( Da-sein) yanılmı olarak dü ebilmek için bu
kadar yanılabilir?”232 Varlık görünme olarak görünü e gelir ama buna yanılsama
dahildir. Yanılsama varlığın içinde varlıkla beraber gerçekle ir. Çifte bir durum söz
konusudur: yanılsama yanılttığı gibi, yanıltma da yanılsamanın içinde yatar. Oidipus
gibi birinin yaptığı varlığı yanılsamadan ayırtetmek, hakikati yalandan ayrı tırmak,
saklı olanı açık olandan ayrı tırmaktan ba ka bir ey değildir.
“Sofokles’in Oidipus tragedyası Hakikat arayı ında, yanıltıcı olanın artık i e
yaramadığını göstermek için Oidipus’un kendi gözlerini kör etmesi ile sonlanır.
Görüngüler dünyası, yazgısını ve yerini bilmeyen insan için hem ödül hem de
cezadır. Hakikat, görüngüler biçiminde açığa çıkar, açıklığa gelir. Ancak yanıltıcı
da olabilir.”233
230
Heidegger, Introduction to Metaphysics, s. 112-114.
Sofokles, Kral Oidipus, a.g.e., s. 67.
232
Heidegger, Introduction to Metaphysics, s. 114.
233
Ertuğrul Rufayi Turan, “Küskün Tanrılar, Uykusuz Ozanlar, Đsimsiz Acılar”, Doğu Batı, Yıl:10,
sayı 40, s. 11-19, ubat, Mart, Nisan 2007, s. 14. Aktaran Senem Kurtar, a.g.e., s. 1245-126.
231
105
Eğer insan, varolu unu varlığın aydınlığına ta ımak istiyorsa yapması gereken hiçlik
ile varlığı, yanılsama ile hakikati birbirinden ayırmaktır. Bu ayrım Heidegger’de
insanı durmaksızın çatallanan üç yolun e iğine getirir ve bu e ik her seferinde bir
karar gerektirecektir. Tarih ise bu kararla ba layandır. Karar, insanın tercihi ya da
hükmü olmak değildir. Aksine varlık; gizlenmemi lik, görünü
ve hiçliğin
birlikteliğinin ayrı masıdır.234
Bu üç yolun en eski açılı ının Parmenides’ten rivayet edilerek bize ula tığı
kanaatindedir Heidegger. Đnsan varolu u varlık, hiçlik, görünü ün üç yol ayrımında
betimlenir. Đlk iki yol birbirinden keskin bir ekilde ayrılmı tır. Birinci yol varlığa
giden yoldur ve aynı zamanda kaçınılmaz olarak gizlenmemi liğe giden yoldur.
Đkinci yola ise insan varolu u ula amaz, gidemez. Çünkü bu hiçliğe giden yoldur.
Heidegger’in betimlemesinde hiçliğin yolu en zorudur ve insan varolu u hiçliğin
değil, varlığın yolunu izler. Üçüncü yol görünü ün yoludur; ilk yol gibi görünür ama
varlığa ula tırmaz. Đnsan bu yolda sadece bir görünü ün pe inden gider, görünü ler
arasında kalarak aslında kendini yitirir.235 Varlık kendisini görünü ler arasında bir
görünü olarak açabileceği gibi, bu görünü ün zıttı olarak da açabilir. Bu nedenle
üçüncü yol belirsizliğin yoludur. Ama görünü e giden yol daima eri ilirdir ve
gidilmi tir. Buna rağmen bu yoldan kaçınılabilir. Heidegger, buraya kadar
anlatılanları Antik Yunan dü üncesinde insan varolu unun anlamıyla birlikte
dü ünür. Hakikate bağlı insan, körü körüne bir hakikat pe inden ko an biri değil,
aksine varlık, hiçlik ve görünü , bu üç yolun pe inden ko andır. Đnsan olmak varlık,
hiçlik ve görünü ün tanıklığını yapmaktır. Bilme, varlık yolundaki uçsuz
bucaksızlığı, meçhul olanı tecrübe eden ki iye sunulur. Bu ki i hiçliğin dipsiz
derinliğine giden ikinci yolun deh etine yabancı değildir. Buna kar ın üçüncü, yani
görünü ün yolunu bir ödev bilmi tir.236
Đ te burada üçlü bir ba arı söz konusudur. Ba arı Sofokles, Oidipus ve tragedyanın
varlığın bu üç yolun birlikteliğinde hakikati açığa çıkarmasıdır. Bir tragedyanın trajik
kahramanı olarak Kral Oidipus kendi varlığında üstü örtüleni, gizlenmi i if a
234
Heidegger, Introduction to Metaphysics, s. 116.
A.e., s. 112.
236
A.e., s. 120.
235
106
etmi tir.
Oidipus,
varolu unda
Oidipus
olmayanla
kar ıla mı tır.
Varlığın
gizlenmi liğini, örtüsünü kaldıran Oidipus varlığın hakikatiyle kar ıla tığında ona
“çıplak gözle” bakamaz. Burada görünü ün yanıltıcılığı söz konusudur. Bu yüzden
varlığa giden yol kaçınılmaz olarak gizlenmemi liğe giden yoldur. Đronik olan
Oidipus’un hakikati anladığında gözlerini kör etmesidir.
4.2.1. Oidipus’un/ Metafiziğin Körlüğü
Eski Yunan kültüründe görmek, bilmek, körlük arasındaki ili ki önemli bir motiftir.
Bruno Snell, Antik Yunanlılar için bir eyi “bilmek” ile o eyi görmenin e anlamlı
olduğuna dikkat çeker. Eski Yunan’da oida biliyorum sözcüğü aynı zamanda gördüm
anlamına da gelmektedir.237 Öyleyse Oidipus’un kendini kör etmesi tesadüfi bir
eylem değildir. Çünkü Oidipus ba ına gelecekleri bilemediği, göremediği için
ba ından beri kördür.
Oidipus’un körlüğü ve kendini kör etmesi üzerine geni
bir literatür bulmak
mümkün. Heidegger bu körlüğü nasıl değerlendirir? Ne Freud gibi Oidipus’un
kendini kör edi ini bir kastrasyon eylemi olarak okur ne de kör edilen gözlerin
psikanalizdeki sembolik anlamlarına bakar.238 Onun dü üncesinde Oidipus’un
körlüğü üstesinden gelmemiz gereken metafizik felsefenin körlüğüne tekabül eder.
Bu tekabüliyeti açıklamak için önce Oidipus’un körlüğünü Heidegger açısından
sınamak gerekecektir.
Heidegger’in Oidipus’tan hareketle tartı maya çalı tığı körlük Oidipus’un tragedya
sonunda gözlerini oyması ile neticelenen fiziksel bir körlük yerine ahlaki bir
körlüktür. Bir ba ka ifadeyle, tragedya sonunda hakikatin yakıcılığı kar ısında
gözlerini de en Oidipus mu kördür yoksa tragedya ba ında resmedilen ihti amlı,
kudretli, bilge ama kendi varlığının hakikatinden bihaber olan Oidipus mu?
Heidegger için Oidipus, gözlerini oyup kör olduğunda “görmekte”dir. Onun “belki
de Oidipus’un bir gözü fazlaydı” diyen Hölderlin’i tekrar etmesinin sebebi burada
237
Bruno Snell, The Discovery of The Mind: The Greek Origins of European Thought, trans:
T.G.Rosenmeyer, Harward University Press, Cambridge, 1953, s. 1-22.
238
Oidipus’un kendini kör etmesinin sembolik anlamları üzerine bir tartı ma için bakınız G.
Devereux, The Self-Blinding of Oidipous in Sophokles: Oidipous Tyrannos, The Journal of
Hellenic Studies, Vol. 93, 1973, ss. 36-49.
107
yatmaktadır. Oidipus, bir gözü fazla olduğu anda, yani görünü ünün yanılgısını
anladığında kendini kör etmi tir ve bu an Aristoteles için tragedyanın
anagnorisis(tanınma) anıdır. Aristoteles’in bilgisizlikten bilgiye geçi olarak te his
ettiği anagnorisis/tanınma bir tür aydınlanma olarak da okunabilir. Aydınlanma, ı ık,
göz, körlük kavramalrı birbirleriyle bu noktada kesi irler. Oidipus aslında
tragedyanın anagnorisis anında cehaletten bilgiye geçerken gözlerini kör ederek
aydınlıktan karanlığa, görmeden körlüğe ironik bir geçi yapar. 239
Bu geçi
Heidegger’in deyi iyle, Oidipus’un kendi varolu unun giz perdesini
kaldırdığı, geçmi inin ve bugününün hakikatini anladığı andır. Bu hususta
Sofokles’in ba arısını görmezden gelmek olmaz. Pek çok Yunan tragedyasında
olduğu gibi Sofokles’in Thebai üçlemesinin olaylar örgüsü de mitolojik hikayeye,
Oidipus mitine göre düzenlenmi tir. Sofokles, mitin hikayesini deği tirmeyen ama
onun içerdiği anlamı zenginle tiren ufak “icatlar” yapmı tır.240 Sofokles’in dı ında
diğer tragedya yazarlarında da Oidipus figürüyle kar ıla mak mümkündür. Örneğin
Euripides,
Oidipus’un karısı ve annesi olan Đokaste’yi oğluyla ensest bir ili ki
ya adığını öğrendiğinde intihar ettirmemi tir. Đokoste ve oğlu/kocası Oidipus bu
hakikate rağmen birlikte ya amaya devam etmi lerdir. Benzer ekilde Euripides’in
kayıp Antigone’sinde Kreon, oğlu Haimon’dan Antigone’yi öldürmesini ister. Ama
Haimon, Antigone’ye a ık olur, evlenip çocukları olur.241 Burada niyet Sofokles ile
Euripides’in aynı mite farklı yakla ımlarını kıyaslamaktan çok Sofokles’e özgü bir
dramatik hünere i aret etmektir. Sofokles’in trajik kahramanları her defasında
kaybedecekleri bir seçimin sonucunu ya arlar. Oidipus gibi bir trajik kahraman
aradığı bilgiye çoktan “geç kalmı ”tır.
239
Beliz Güçbilmez, “Tragedya Oyunun(un) Sonu: Oidipus’un Tahtında Kör Hamm(let): Tragedya ve
“Geç Kalma” Ontolojik ve Epistemolojik Bir Yakla ım”, Tiyatro Ara tırmaları Dergisi, Sayı:17,
2003, ss.22-33, s. 32
240
Sofokles’in bu icatları için Charles Segal Oidipus mitinde yer almayan veba salgınını gösterir.
Segal’e göre Sofokles Đ.Ö. 430’ta Atina’yı sarmı bir vebadan etkilenerek doğal bir felaket ile politik
düzenin sarsılması arasında ili ki kurmu olabilir. Veba, Sofokles’in dramaturgisinde Oidipus’un
ensest ve baba katli suçlarını sembolize eden ve bu yüzden ehre sirayet etmi bir miasma’dır.
Segal’in saptadığı Sofokles’e özgü diğer icatlar onun kehanetlere yakla ım tarzıdır. Aiskhylos da
Oidipus mitini oyunlarında konu etmi tir ( bu oyunların bazıları kayıptır) ama kehanetlerin trajik
kahramanın eylemi üzerindeki etkilerini tartı mamı tır. Son icadı olarak Szondi’nin de dikkat çektiği
hikayeyi geçmi e doğru açma tekniği verilebilir. Daha detaylı ve esinleyici yazılar için bakınız;
Charles Segal, Oedipus Tyrannus: Tragic Heroism and the Limits of Knowledge.
241
Josh Beer, Sophocles and The Tragedy of Athenian Democracy, U.S.A., Greenwood Publishing,
2004, s. 3-4.
108
“Onun durumu belki de tiyatro tarihinin en hain geç kalma durumunu içerir.
Hikaye/mitos öyle acımasızca kurulmu tur ki, Oidipus anagnorisis’i doğum anında
bile ya amı olsa, soyunun üzerindeki lanet nedeniyle, çok geç kalmı olacaktır.
Nietzsche’nin aktardığı meselin tonunda söylenecek olursa, Oidipus’un ba ına
gelmi ya da gelecek felaketlerden kurtulmasının tek yolu “hiç olmamı , hiç
doğmamı olmasıdır” ama mademki artık bu mümkün değildir; öyleyse en iyi
ikinci yol “bir an önce ölmesidir.” 242
Sofokles’in ba arısı yazgısıyla seyirci/okuyucusuna göz dağı veren bu mitsel
kahramanın hikayesini “kendini bil” düsturuyla kurmasıdır.
üphesiz insanın
“kendini tanıması, bilmesi” gibi bir meseleyi dramatik yapıya nüfuz ettirecek en
makul teknik geçmi e doğru açılan (retrospektif) bir yazma stratejisi olacaktır.
Szondi’nin terimleriyle Sofokles’in “ analitik dram”ı her eyin çoktan olup bittiği bir
anda ba layarak retrospektif bir biçimde geçmi e, bir gizin aydınlatılmasına doğru
açılır. Fakat Szondi, Sofokles’in Oidipus’unda açığa çıkan hakikatin sadece
Oidipus’un geçmi i olmadığının altını çizer. Hatta Szondi’ye göre Oidipus’un
geçmi e yönelik biçimde sürdürdüğü ara tırma onun geçmi ini değil, aslında
imdi’sini aydınlatmaktadır. Gizi kaldırılan geçmi değil, imdi’dir. Tragedyanın
imdi’si Oidipus’un babasının katili, annesinin kocası, çocuklarının karde i olduğu
gerçeğiyle i gal edilmi tir.243 Sofokles’in hüneri ise Oidipus mitini insanın kendini
tanıması, bilmesi, kendi varlık ve görünü ünün yarattığı yanılgıyla yüzle mesi
üzerine temellendirmesidir. Bu konuda Vernant’a göre Sofokles’in Oidipus’unun
“gerçekte kim olduğunu bilmesi için önce sırtlandığı iki ki ilikten birincisinin,
ikincisiyle çakı acak kadar tersine dönmesi gerekir.”244 Heidegger’in Oidipus’ta
tayin ettiği varlık-görünü yanılgısı Vernant’ın dilinde muğlaklık, çok anlamlılık ve
altüst olu
olarak tanımlanır. Bu konuda Vernant’ın Oidipus’un Sfenks’in
bilmecesini çözmesi, Thebai’ye kral olması ve kendisini bekleyen trajik sonu üzerine
tespiti öyledir:
242
Beliz Güçbilmez, “Tragedya Oyunun(un) Sonu: Oidipus’un Tahtında Kör Hamm(let): Tragedya ve
“Geç Kalma” Ontolojik ve Epistemolojik Bir Yakla ım”, a.g.e., s. 25.
243
Peter Szondi, Theory of The Modern Drama, University of the Minnesota Press, U.S.A., 1987, s.
13.
244
Jean Pierre Vernant, Mit ve Tragedya, s. 139.
109
“Sfenks’in bulmacasını bildiği zaman, Oidipus’un bilgisi bir anlamda kendisine
dayanmaktadır. Ezgiyi okuyan me um kadın, hem dipus[iki ayak] hem tripus[üç
ayak] hem tetrapus[dört ayak] olan ki i kimdir diye sorar. Oidipus’a göre ancak dı
görünü te bir gizem söz konusudur, insan söz konusudur. Fakat bu cevap ancak
görünürde bir bilgidir; gerçek sorunu maskelemektedir: bu durumda insan nedir,
Oidipus nedir? Oidipus’un yalan cevabı ona Thebai kapılarını ardına kadar açar.
Fakat bu cevap onu devletin ba ına oturtarak, ensestçi ve baba katili olan gerçek
kimliğini de ondan gizleyerek gerçekle mi olur. Kendi gizinin derinliklerine
sızmak, Oidipus açısından, o kentin bir zamanlar dı arı atılmı çocuğunu Thebai’de
hüküm süren yabancıda tanımak anlamına gelir. Bu tanımlama, Oidipus’u kendi
yurduyla kesin olarak birle tireceğine, bundan böyle yabancı bir tiran gibi değil,
kralın me ru çocuğu olarak i gal edeceği tahta iyice yerle tireceğine, onu kentten
sonsuza kadar kovulması, insanlar dünyasından koparılıp atılması gereken bir
canavar haline getirir. Tanrılara e it kılınarak ulunan, adaletin tartı ılmaz efendisi
olan, tüm kentin selametini elinde tutan, insanların üzerinde tutulan Bilge
Oidipus’un ki iliği böyledir; bu ki ilik dram sonunda, zıt ki ilikte yansımak üzere
geri çevrilir: Çökü ün son a amasında yeryüzünün bütün pisliklerini üstünde
toplamı , iğrenç kirlilik, i -Ayak Oidipus görünür. Halkını arındıran ve kurtaran
Tanrısal kral, pislikten yeniden arınmı kentin kurtulması için günah keçisi,
pharmakos gibi kovulması gereken, pisliğe batmı caniyle bütünle tirilir.”245
Bu yapıtın anlamı bir taraftan göründüğü gibi olmayandır. Vernant’a göre bu anlam
ne psikoloji, ne ahlak alanına girer, tam olarak trajik türdendir. Freud’un aksine
Vernant için Oidipus’un babasını öldürmesi, annesiyle yatmasının sebebi; içinin
derinliklerinde annesini elinden alan, onun sahibi olan babadan nefret etmesi, anneye
duyduğu arzudan ötürü değildir. Oidipus’un hem babasını öldürmesi hem de
annesiyle ensest ili kisi ne karakterine ne de ethos’una i lemi ahlaki bir hataya
uygun dü er. Kral Laus’u üç yol ağzında babası olduğunu bilmeden öldürmü tür.
Me ru müdafaanın sonucunda bir baba/kral’a değil bir yabancıya darbe indirmi tir.
Zaten anne ve babası bildiği Merope ile Polybos’u da gerçek bir evlat sevgisiyle
sevmektedir. Bilmeden annesi, kraliçe Đokaste ile evlenmesi ehri felakete sürükleyen
Sfenks canavarının bilmecesini bilerek onu yok etmesi, bu ba arısından ötürü kralsız
kalan Thebai’ye kral, dul kalan kraliçeye koca olmasından ötürüdür. Yabancı bir
kadınla a ka dayalı olmayan bir evlilik yapmı tır.246 Vernant’ın Oidipus’ta tespit
ettiği muğlaklıklar Heidegger’in Oidipus’ta insan varolu unun trajik özünü
açıklamaya çalı arak öne sürdüğü argümanlarla yönde tir. Heidegger gibi Vernant da
245
246
A.e., s. 140. Parantez içi açıklamalar tezin yazarına aittir.
A.e., s. 131.
110
Oidipus’un kim olduğunu sorduğunda Oidipus’un bir muamma, kökensel olarak çifte
özelliği olduğuna vurgu yapar. Vernant ve Hiedegger’in Oidipus’ta gördüğü çifte
özellik Hölderlin açısından caesura, yarıktır. Sadece tragedya bir yarık ya da caesura
barındırmaz. Oidipus’un kendisinde de Oidipus olmayan barınmaktadır. Bu yüzden
Oidipus Vernant’da bir muğlaklık, çok anlamlılık, Heidegger’de varlık ve görünü ün
sebebiyet verdiği ikiye bölünmü lük, Hölderlin’de bir yarık, caesura’dır. Olan ile
görünen aynı değildir. Görünü te Oidipus tahtı babadan oğula geçen bir ritüelle
devralmamı , dı arıdan bir yabancı olarak tahtı ele geçirmi tir. Bu görünü üyle
Oidipus tirandır. Ama diğer taraftan Oidipus zaten Laus’un oğlu, tahtın varisidir.
Yine ba langıçta bilgisi, cesareti ile Tanrılar’a e it kılınan yarı tanrı Oidipus,
tragedya sonunda kirliliğin asal sebebine, “günah keçisine” dönü ür. Sfenks’in
bilmecesini bilerek yeni bir tarihi ba latmı tır fakat bu tarih onu kendi hiçliğine
götüren insan ya amının bir örneğidir. Bu hiçliğin karanlığında her ey aydınlanır:
“Ba langıçta Oidipus kimsenin yardımı olmadan, ne bir Tanrı’ya ne de bir
kehanete ba vurarak, kendi kaynaklarıyla Sfenks’in bilmecesini çözen açık fikirli,
duru zihinli biridir. Gözleri gün ı ığına kapalı ve kendi deyimiyle “karanlıklardan
ba kasını görmeyen” kahinin kör gözlerinden yalnızca tiksinti duyar. Ama
karanlıklar dağılıp, her ey aydınlığında, Oidipus’un üzerine ı ık vurduğunda,
Oidipus gün ı ığını son kez görür. Oidipus “aydınlatıldığında”, açığa
çıkarıldığında, herkesin gözüne korkunçluk manzarası olarak sunulduğunda,
görmesi de görülmesi de olanaksızdır artık. Thebailılar bakı larını ondan ba ka bir
yana çevirirler, görünü ü korkunç bu felaketi, anlatılmasına da görülmesine
dayanılamayan bu kederi seyredecek güçte değildirler. Oidipus gözlerini kör
ettiyse, bunun nedeni, açıkladığı gibi, ne canlı, ne ölü artık hiçbir insanın gözüne
dikemeyecek olmasıdır. Yapabilseydi, kendisini insanlar toplumundan ayıracak bir
yalnızlığa gömülmek için kulaklarını da tıkardı. Tanrılar’ın Oidipus’un üzerine
tuttuğu ı ık, bir ölümlünün bakamayacağı kadar parlaktır. Bu ı ık Oidipus’u
güne in parlaklığı, insan bakı ı, toplumsal ili ki için yapılmı bu dünyanın dı ına
atar. Onu iki tür görü yeteneğiyle bir ba ka ı ığa, Tanrısalın korkunç ve kör edici
ı ığına giri inin bedelini gözleriyle ödeyen Teiresias’ın ya adığı gecenin ıssız
dünyasına geri döner.”247
Vernant’ın Oidipus’un körlüğü üzerine açıklamaları da Heidegger’le ortak özellikler
içerir. Peki, Oidipus’un körlüğü Heidegger açısından hangi bağlamlarda tartı ılır?
Ona göre Oidipus’un tragedya ba ında gören ama görmeyen gözleri yani metaforik
anlamda körlüğü metafizik felsefenin körlüğünün i aretidir. Schmidth’e göre
247
A.e., s. 119-130.
111
Heidegger metafiziğin körlüğünü izah etmek için eski Yunan’da körlük, adalet ve
iirsel tahayyül arasında bir tür kanbağı tesis etmeye çalı ır. Ayrıca bu kavramlar
Yunan kültüründe çok derine nüfuz etmi meselelerdir. Örneğin bu üç kavram
arasındaki ili kinin en doğru örneği Yunanlılar’ın ilk airi, bir Yunanlı bilincinin
olu masını sağlayan Homeros’ta cisimle mi tir. Gerçekte bir Homeros olup olmadığı
açık değildir ama bütün antik efsanelerin ba tan a ağı onunla ve onun körlüğünde
yatan bilgeliğiyle dolu olduğu kesindir. Yunanlılar’ın etik ya amı ile körlüğün hep
bir ili kisi olmu tur. Bir taraftan ı ığın, aydınlanmanın kültürü olarak nam salmı
eski Yunan’da körlük, insan acısının en simgelemi örneğidir. Körlük, acı çeken
insanlığın en belirgin, görülebilir imgesidir. Diğer taraftan ı ığın ya amla
benze tirilmesi gibi körlük de ölüme yakın görülmü , özellikle körlerin yer altı
dünyasıyla, ölülerle ileti ime geçtikleri, bu sayede ya ayanları bekleyen kader
hakkında konu abildikleri dü ünülmü tür.248 Heidegger’de ise körlük imgesi varlığın
farklılığını görmezden gelen metafiziğin görme biçimi ile ili kilidir. Bu konuda
Heidegger’in ba vurduğu isim yine Hölderlin ve onun verdiği u örnektir.
“Bir insan aynaya bakarsa, sanki resmini yapmı lar gibi aynada kendine benzeyen
imgesini görür. Bir ayın ı ığa sahip olması gibi bu insanın imgesi de gözlere
sahiptir.”249
Hölderlin’in vurgusu insan ve görünü ü, onun imgesi üzerinedir. Ayın bir ı ığa sahip
olmasının yanılsaması gibi imge de gözlere sahiptir. Olan ile görünen aslında
birbirine e it değildir.
Heidegger, Hölderlin’den ve Herakleitos’un fragmanlarından hareketle görünü ve
yanılgıya odaklanır. Bütün görünü ler bir yanılgıdır. Heidegger’in görünü ve yanılgı
üzerinden tesis ettiği ey Aristoteles’te hamartia/ trajik hata/ yanılgıya e değerdir.
Tragedya ise gözlerimizi böylesi bir yanılgıya, hakikate açan eserdir. Tragedya bu
hakikati varlığın doğasına ait bu yarığı açığa çıkararak serimler. Varlığın trajik özü
olan bu yarığın serimlenmesi metafiziğin körlüğünün üstesinden gelmek anlamına
248
249
Schmidt, On Germans & Other Greeks, s. 242-243.
A.e., s. 243.
112
gelir. Oidipus gibi bir figürün körlüğü ile metafiziğin körlüğü arasındaki ili ki
üphesiz burada bilmeye olan tutkuya tekabül eder. Oidipus’u körlüğe iten acı çeki i
onun babasının katili, annesinin kocası olmasında değil, onun a ırılığındadır. Acının
asal sebebi Oidipus’un bilmeye duyduğu tutkunun a ırılığıdır. Bu a ırılık ise bütün
ölümlü varlıkların doğasına aittir.250 Schmidt’in vurguladığı a ırılık daha açık bir
ifadeyle ölümlü, sonlu, fani insanın ölüm kar ısındaki acz ve çaresizliğinden ötürü
hep bir sınırı ihlal etme te ebbüsüdür. Sınır insan ve tanrı, ölüm ile ölümsüzlük, son
ile son-suzluk arasında var olduğu dü ünülen bir ayrımdır. Hölderlin’de Sofokles
tragedyaları bu a ırılığın tetiklediği sınır deneyiminde tanrısallıkla yapılan tecrübenin
tanıklığıydı. Heidegger’in poetik dü üncesinde Hölderlin’in etkisi önemlidir.
Tragedyada Hölderlinci “tanrısalla yapılan tanıklık” Heidegger’in tragedya
kavrayı ında varlığın unutulu u kar ısında metafiziğin körlüğüne, bu körlüğün
a ılarak varlığın hakikatine bakmaya dair bir tanıklığa dönü ür. Ama bunun için
Oidipus’un cüretini göstermek gerekir. Çünkü “varlığın hala gizli olan hakikati,
metafiziğin insanlığına kapalıdır.”251
4.3. Antigone ya da Varlığın Yurtsuzluğu
Sofokles’in tragedyaları insanın doğasına ili kin yeni bir bakı kazandırdığı gibi
Heidegger’in varlık ile insan arasındaki kökensel ortaklığı zamansallık temelinde
tahayyül etmesine imkan verir.252
Antigone yorumu, tragedyadaki koro bölümlerine, insanın bu dünyadaki yaratıcılığı,
neler ba ardığına, dolayısıyla techne’ye odaklanır. Heidegger için Sofokles’in
Antigone’sinden alınan a ağıdaki ilk koro
arkısı Yunanlılar’da insan olmanın
“ airane kelamını” sunmaktadır.
“Bunca tansıkları arasında yeryüzünün / en e siz varlık insan!/ A ıp geçer fırtınalı
denizleri/ kırağanlara aldırmadan / ve tanrıların anası toprağı / ölümsüz, bereketli
250
Schmidt, On Germans & Other Greeks, s. 243-244.
Heidegger, “Metafiziğin Üstesinden Gelmek”, Çev: Birdal Akar, Heidegger Paris’te, Der: Sadık
Erol Er, Đstanbul, Otonom Yayıncılık, 2014, ss. 427-456, s. 430.
252
Schmidt, On Germans &Other Greeks, s. 245.
251
113
toprağı / sürüp açar yıldan yıla / i lek sabanıyla. / Avlar beyinsiz ku milletini, kır
hayvanlarını, / denizin balığını / evrenin hakimi insan / ince zekasıyla.
Dü ürür tuzağına çölün yabanın azgın yaratıklarını / gem vurur küheylanlara/ güçlü
boğaları / alır boyunduruğa
O yaratmı tır dili / kıvrak dü ünceyi / var etmi tir. / yasaları töreleri.
Uygarlıklar kurar / korunaklı kentlerde / barınır karda kı ta / yener ağır sayrılığı /
her derin bulur çaresini / ölümden gayri.
Bu ne a ılası hüner / ne ustalık / usunu kimi zaman iyiye / kimi zaman kötüye
kullanır. / Yasaları ve toprağın tanrılarını / gözettiği sürece / üstün saygınlığa ula ır
/ kendi yarattığı / güçlü devletin yurtta ıdır. / Ama yersiz yurtsuz kalır / yoz
tutkulara kapılan ki i. / Böylesi ırak olsun evimden ocağımdan / payla amam onun
dü üncelerini.”253
Tragedya ve özellikle Sofokles söz konusu olduğunda konu hep insandır. Koro
arkısının konusu, Sfenks’in bilmecesinde olduğu gibi yine insandır. arkıda insanın
doğayı düzenleme, ona hükmetme çabası anlatılır. Bütün canlılar arasında en e siz,
yetenekli, kudretli olan insan doğayı dönü türerek kendine uygarlıklar in a eder.
arkıda sözü edilen tüm faaliyetler birer techne örneğidir. Suda, karada, havada,
insan her yerde techne kurarak kendini ku atan tehlikelere kar ı mücadele verir.
Đnsanın doğanın tehlikelerine, onu yutmak isteyen dev dalgalara, fırtınalara kar ı
kullandığı ve tüm bunların üstesinden gelmesine imkan veren güç, logos ve
techne’dir. Akıl ve techne insana dü ünceyi geli tirme, dil öğrenme kapasitesini ve
birlikte ya amanın kurucu ögesi olarak yasalara dayalı bir düzen kurmayı tanır.
254
“Düzen demek sınır demektir; ama sınırların tesisi, sınırı a an bir güce gereksinim
duyar. Đnsanın, bu sınırı a an gücü, logos’tur, techne’dir.”255
Koro
arkısında insandan söz ederken kullanılan sözcüğü izah etmek gerekir.
Yapılan alıntı Sofokles’in Antigone tragedyasının Güngör Dilmen çevirisindendir.
Aynı bölümü Heidegger tartı ırken eski Yunanca’dan Almanca’ya çevirmi tir.
Heidegger’in üzerinde durduğu sözcük to deinotaton’dur. Metafiziğe Giri ’in
Đngilizce çevirisinde bu sözcük uncanny (tekinsiz) olarak çevrilmi tir. Aynı eserin
253
Sofokles, Antigone, a.g.e., s. 82-83.
Antigone tragedyasının koro arkılarının incelemesi için bakınız;
Muğlaklık, s. 165-166.
255
A.e., s. 166.
254
Oğuz Arıcı, Tragedya ve
114
Türkçe çevirisinde ise gayrı-a ina sözcüğü kullanılmı tır. To deinotaton olarak geçen
sözcüğün Heidegger, deinon sözcüğünden geldiğini söyler. Deinon sözcüğü ise
[unheimlich]alı ıldık olmayan, tuhaf, tekinsiz, gayri-a ina olarak çevirilebilir. Bu
tanıdık-olmayan, tekinsizi Heidegger, evde olan/tanıdık/tekin olandan yani
tehlikesiz, alı ılagelmi olandan çıkagelen bir ey olarak dü ünür.
“Deinon, bir yandan, kendi ritmiyle açığa çıkmayı sürdüren sessiz bir tehlikedir.
Bu anlamda o, zorun dayatılmasında açığa çıkan korku ya da paniktir. Diğer
yandan deinon, yalnızca zorun dayatılması değildir. Aynı zamanda, onun kendini
dayattığı varlık tarafından da kullanılmasıdır. Dolayısıyla, deinon, zorun kendini
insan varolu una dayatması anlamında iddet olmakla birlikte, insan varolu unun
kendine dayatılanı kullanması anlamında da iddettir. Đnsan varolu u, gücü
birle tiren ve açığa çıkaran olması nedeniyle her iki anlamda da deinon’dur. O, ona
verilen bu gücü ya da varlığın armağanı kullanarak, kendisi için bir ‘yer’ açar.
Đnsanın ona verileni kullanarak açtığı bu ‘yer’de, aynı zamanda, onun tarafından
açığa çıkarılamayanın her eyi ku atan ve yerle bir eden gücü kendini gizlemeyi
sürdürür.”256
Đnsanı diğer varlıklar arasında en e siz yapan, insanın temel hattı olan tekinsizliğidir.
Oidipus’ta insan varolu unun en kökensel anlamı olarak varlık, hiçlik ve görünü ün
gerilimli birliği tartı ılmaya çalı ılmı tı. Heidegger burada bir hamle daha yaparak,
insan varolu unun bu üçlüde olu masını “kopu ” olarak açıklar. “Sofokles’in
Antigone’si bu kopu
temelinde yorumlanır. Antigone’de insan olmanın trajik
açıklığını, physis olarak varlığın uyandıran, yerinden yurdundan eden ve yola koyan
a kın gücünde daima bir deinataton olmak biçiminde betimler.”257 Daha açık deyi le
Antigone yorumunda insan olmak, deinotaton olmaktır; en garip, en tuhaf, en belirsiz
olmaktır. Deinon, çağırdığı tehlikeli, güçlü, tanıdık-olmayan, tekinsiz anlamlarıyla
insan olmanın anlamına dair tüm olanakları tek ba ına barındırır. Bu koro arkısında
sözü edilen insanın dünyadaki “muğlaklık”ından kaynaklı techne aracılığıyla
dünyadaki etkinlikleri olduğu kadar onun deinon’un bizatihi kendisi olu udur.
256
257
Senem Kurtar, Heidegger ve Poetik Dü ünme, s. 127-128.
A.e., s. 127.
115
Deinon olarak insan en kudretli, en iddetli ve tekinsiz olandır. Đnsanın en garip, en
tekinsiz olduğu vecizesi bu durumun Yunanlılarca tanımlanmasıdır.258
Nitekim Sofokles de Antigone’nin ilk koro arkısıyla insan olmanın anlamına onun
dünyadaki yapıp ettiklerine, kendini dönü türme, kendi a ina olan sınırlarından
çıkma, aslında a ina-olmayana doğru yol almasına bağlamı tır. Đnsan, doğayı
dönü türmü , uygarlıklar kurmu , dili, logos’u in a etmi tir. Tüm bunları yaparken
insan doğanın
iddetine kar ı bir
iddet kullanmı , doğayı
dönü türmü tür. Đnsan denizin, yeryüzünün, her
iddet-eylemle
eyin kendi tarzında
iddetle
üstesinden gelendir. Bu da insanın hem saygı hem de korku uyandıran özelliğidir.
Ama insanın çare bulamadığı tek ey ölümdür.259
“Sadece birinde, tüm iddet-eylemsellik aracısız bir ekilde bo a çıkar. Bu,
ölümdür. Ölüm, tüm tam-son-lanmayı a arak sonlandırır ki tüm sınırların
üzerinden geçer. Burada, ba gösterip meydana gelme, yarılıp köklü deği me,
kapatma, boyunduruğa zorlama yoktur. Fakat, mutlak suretle ve bilhassa tüm a ina
olandan nihai olarak dı arı çıkaran bu gayrı-a inalık(unheimlich), diğerleri arasında
da adlandırılması gereken kendine has bir hasıl olma değildir, çünkü bilhassa
husule de gelir. Ölüm kar ısında insan, ilkin ölüme yakla ıp öldüğünde değil,
aksine sükunla daimi ve öze tutuklu biçimde çıkaryolsuz ve çaresizdir. Đnsan
[var]olduğu sürece, ölümün çıkaryolsuz çaresizliğinde sükun eder. Böylece
Oradalık, vukubulan gayrı-a inalığın kendisidir.”260
En garip, en tuhaf olarak insan varolu u, Heidegger’e göre diğer varlıklarla
ili kisinde unheimlich, yani yurtsuzdur. Yurtsuzluk insanın her yöne doğru kendine
yol yapmasıdır. Heidegger insanın yurtsuzluğunu Antigone tragedyasındaki adı
geçen, deinon olarak insan varolu unun bizatihi kendisine gönderme yapan panto
poros aporos sözünü yorumlayarak serimler. Bu söz bir yandan insanın bir polis’e ait
olmasını, bir yandan insan varolu unun hiçbir yere ait olamamasını anlatır. Koro
arkısında Heidegger’in tespit ettiği yön, insanın Oradalığının (Da) temeli ve yeri
olan, varolanın açıldığı tüm yerlerin kesi me mekanı olan polis’tir. Polis, devlet ve
ehir devleti olarak çevrilir ama Heidegger için bu durum polis’in asıl anlamına
258
Heidegger, Introduction to Metaphysics, s. 159-161.
Heidegger, Metafiziğe Giri , s. 178-179.
260
A.e., s. 179.
259
116
isabet etmez. Polis, yer, mevki olduğu gibi bu yerin içinde Orada-olma, tarihsel bir
ey olarak vardır. Polis, tarihin yeridir. Bu tarihin yerine Tanrılar, tapınaklar,
rahipler,
enlikler, festivaller,
airler, dü ünürler, ihtiyar meclisi, halk meclisi,
gemiler, güvenlik güçleri, hükmedenler, hepsi aittir.261 Heidegger’in bakı açısıyla
Sofokles’in
Antigone
ve
Kral
Oidipus’unda
insanın
varolu u
polis’te
somutlanmaktadır.262
Panto poros aporos sözlerine dönülecek olursa, bu sözde insan varolu una dair bir
muğlaklık yatmaktadır. Đnsan akıl ve techne yoluyla her eyin çaresini bulur ama
ölüm kar ısında çaresizdir. Panto poros aporos olan insan, her eye çare bulan bir
çaresizdir.263 Đnsanın varolu u en kökensel anlamda deinon, yani en tuhaf, en garip,
en tekinsiz olandır. Bu yüzden Heidegger insanın her yeri kendine yol olarak
açtığını, bu yollarda her eyi kendi açıklığına bırakıp sonunda kendi açıklığında tüm
yollardan dı arı atıldığını söylemeye çalı ır. Dolayısıyla insan varolu unun hem bir
yere ait hem de ait olmamak arasında askıda kalmı gerilimi, onun varolu unun
yurtsuzluğu, onun kökenidir. Heidegger’in Antigone üzerinden yaptığı açıklamalar
onun Varlık ve Zaman eserinde Dasein olarak çözümlediği insan varolu unun
dönü ümünü göstermesidir. Heidegger’in Antigone yorumu, ilk koro arkısında
koronun insan varolu una dair beyanlarından hareketle çerçeveleme (Ge-stell)
olarak açığa çıkan modern teknolojinin doruğuna ula mı insan varolu unu merceğe
almaktır. Bu dönü ümün izleri özetle u ekilde sürülebilir:
261
A.e., s. 173.
Bölümün ba ında yapılan physis ile techne tartı maları hatırlanırsa; Heidegger’in bu hususta
tartı maya açtığı benzer ögeler vardır: yeryüzü( earth) ve dünya (world) arasındaki ili ki. Dünya,
hakikatin if a edilmesinin adıyken, yeryüzü onun gizlenmesinin adıdır. Heidegger, “dipsiz derinlik”
olarak tanımladığı yeryüzü ile varlığın kendini gizleyen boyutuna i aret eder. Böylece yeryüzü sadece
kendini gizleyen değil, hem kendi gizlenme biçimini hem de spantane olarak kendini açma biçimini
muhafaza eder. Physis’de olduğu gibi bitkilerin, hayvanların doğması, büyümesi, ölmesini içerir.
Heidegger ba langıçta yeryüzünün tarih dı ı olduğunu, tarihselliğinin olmadığını dü ünmü daha
sonra yeryüzünün de basit biçimde dünyadan ayrı bir varlık olarak dü ünülemeyeceğini kabul etmi tir.
Bir diğer özellik yeryüzünün “doğal mekan” olu udur. Heidegger’e göre bu “doğal mekan” içinde
ya adığı insanların kaderidir. Yeryüzü, insanların kendini kapattığı, mesken tuttuğu yerdir.
Heidegger’in yeryüzü kavramının son boyutu Zimmerman’a göre bir taraftan Yunanlılar’ın physis’i
ile ili kisini, diğer taraftan Hölderlin’in “doğa”ya yakla ımını içerir. Dünyanın ise yeryüzünden farklı
olarak tarihsel bir if a etme boyutuna haizdir. Her tarihsel ko ulda bu if a edi in biçimi
deği ebilmektedir. Böylece yeryüzü ile dünya arasında bir ilk “yırtılma” ba lar.262 Çünkü dünya,
yeryüzünü mesken eyleyen insanların onun gizini açmaya çalı maları ile olu ur. Yunanlılar’ın polis’i
de bu açıdan hem insanın içinde ya adığı “doğal mekan”dır hem de onun gizini açmaya çalı arak
dönü türdüğü yerdir. Bakınız; Zimmerman, a..g.e., s. 224-229.
263
Oğuz Arıcı, Tragedya ve Muğlaklık, s. 166.
262
117
“Heidegger, Sofokles’in bilgeliğinden yararlanarak Antigone’yi ontolojik bir
metne dönü türür. Antigone, insanın özündeki yabancılığıyla polis’te açığa çıkan
varlığını ifade eder. Đnsanın dünyadaki edimselliği, deinon kavramının yersiz ve
evsizlik olan anlamında betimlenir. Buna göre insan, bu dünyadaki edimselliğinin
altındaki iç- sel amaçla, kendisine yer edinebilme kaygısında anla ılır. Đnsan bu
dünyayı evi kılabilme, bulunduğu yere tutunabilme eğilimiyle yollar açar, köprüler
kurar. Đnsan’ın techne aracılığıyla açığa çıkardığı her ey bütünsel olarak polis’tir
fakat o, trajik yapısı gereği dünyayı evi kılma çabasıyla onu dönü türerek
yer(in)den olmaktadır(hypsüpolis apolis). Aynı ekilde insan her eye çare
bulurken kendi ölümüne çare bulamamaktadır (pantaporos aporos).”264
Đnsanın temel paradokslarından biridir bu. Đnsan techne aracılığıyla doğaya
hükmeder, doğayı dönü türerek kendine bir medeniyet, polis ya da site in a eder.
Ama ölümlü bir varlık olarak yurtsuzdur. Bu noktada Heidegger’in Sofokles’ten
ödünç alarak kullandığı insanın to deinon özelliği insan ile tanrıyı ayıran bir sınır
a ımına, tanıdık bir ifadeyle hybris’e sebebiyet verir. Oidipus, Antigone, hatta koro
arkısında tarif edilen insanın temel hatası tanrıya öykünmedir. To deinon olarak
insan, Hölderlin’in gösterdiği gibi tanrıyla çift olmak, onunla birle mek istemektedir.
Oysa bu imkansızdır.
Her ne kadar Heidegger’in Antigone yorumunun ekseni özel olarak Antigone’nin
eyleminde, karde inin cesedini gömmesi konusunda ısrarında konumlanmasa da
Heidegger’in techne yorumundan hareketle bir fikir sunulabilir. Bu konuda Foti’den
destek alarak Prometheus’un yaratıcı insan figürü olması gibi Antigone’nin de erkek
karde ini gömme edimi bir i , bir techne ya da yaratım olarak tariflenebilir.265
Antigone’nin karde ini gömme edimi, Oidipus’un geçmi e yönelik yürüttüğü
soru turmayla kendi varlığının gizini açması, görünmeyeni mevcudata getirmesi,
Prometheus’un Zeus’un ate ini insanlara vermesi hep bir techne, mevcut olmayandan
mevcudata getirme örneğidir. Bu açıdan bakınca tragedyanın kendisi Heidegger’in
söylediği gibi metafiziğin körlüğüne, yanılgının hakikatine gözlerimizi açan bir sanat
264
Gizem Kılınç, “Antigone’nin Yazgısında Açığa Çıkan Felsefe”, Tiyatro Ara tırmaları Dergisi,
Sayı 32/2, 2011, s. 43-44.
265
Veronique M. Foti, “Heidegger, Hölderlin and Sophoclean Tragedy”, Heidegger Toward the
Turn: Essays on the Work of the 1930s, Ed: James Risser, State University of Newyork Press,
1999, ss. 163-186, s. sayfa numarası belirtilmemi .
118
ise tragedya bu özelliğiyle Yunanlılar’ın techne’sinin kendisidir. Dikkat çekilecek bir
özellik de techne ile insanın sonluluğu arasındaki ili kidir.
Rektörlük Konu ması’nda Heidegger, Aiskhylos’un mitsel figürü Prometheus’u
insan- techne bağlamında tartı mı olsa da Heidegger için tragedyanın ağırlığı
Sofokles ile ölçülür. Bu ağırlık Yunan tragedyalarının özü diyebileceğimiz trajik
kahramanın yazgısıyla amansız mücadelesidir. Aiskhylos ile Sofokles trajik çatı ma
açısından kar ıla tırıldığında Aiskhylos’ta bu çatı manın bir uzla mayla nihayete
erdiği açıktır. Ama Sofokles’in Oidipus ve Antigone’si dü ünüldüğünde böylesi bir
uzla mayı görmek pek olası değildir. Örneğin, Oresteia üçlemesi sonunda
Aiskhylos, tanrıça Athena’yı bir denge unsuru olarak resmeder. Orestes’in pe indeki
intikam tanrıçaları ile Orestes arasında denge kuran ki i Athena’dır.
“Athena, Erinyes’i aklın ve merhametin korkuyu ve hıncı dengeleyecek bir
kar ıtlık sağlayabileceği yeni bir fedakarlığı kabule ikna eder. Heidegger’in bakı
açısından böyle bir “uzla ma” yanlı bir uzla madır; çünkü kader ile insanlığı
Sofokles’in “daha hakiki” trajedisinde [tragedya] hem ayıran hem de birle tiren
dinamik gerilimi ortadan kaldırır.”266
Hegel ve Heidegger, her ikisi de trajik çatı ma konusunda Hölderlin’in tespitleri
üzerine dü ünmü lerdir. Hölderlin’de tragedyanın paradoksal bir yapısı vardı, çünkü
tragedyada trajik çatı ma kahramanın tanrı ve insan arasındaki a ılmaz bir sınırı
a maya çalı masıyla beliriyordu. Nihayetinde Hölderlin için bu çatı ma çözümsüzdü.
Hölderlin’in dönem arkada ı olan Hegel için trajik çatı ma bir uzla ma imkanını
barındırıyordu. Hölderlin’i okuyan Heidegger’e geldiğimizde ise mesele yine
Heidegger’in de tragedyada bir uzla ma olmadığını dü ünmesiyle ba a döner. Bu
noktada Hegel ile Heidegger’in hem paralel hem de çatı an yorumları vardır. “Hegel
gibi Heidegger de Sofokles’in Antigone’sini Greek Dasein’ının tümünün temeli
olarak görür.”267 Bir tarafta devletin yasası, diğer tarafta aile yasası arasında kalan
Antigone, “Heidegger’in dünya (açık tarihsel- politik alan) diye adlandırdığı ey ile
266
267
Michael E. Zimmerman, a.g.e., s. 220-221.
A. e., s. 220.
119
yeryüzü (doğanın kendisini gizleyen boyutu) arasında açılan gediğe ı ık tutar ve
aydınlatır.”268
“Antigone’nin ölümü dünya ile yeryüzünü, her birini kendisi olabilecek ekilde
birbirinden ayırmayı gerektiren bir büyüklüğün kaçınılmaz sonucudur. Bu yüzden
dünya ile yeryüzü ancak birbirinden ayrı eyler olarak dinamik bir ili kiye girebilir
ve gizemli ve örtülü bir birliktelik olu turabilirler. Heidegger’in Grek trajedisini
yorumunda, Sofokles gibi büyük trajedi yazarları bu dinamik gerilimin
korunmasında gerekliydi, fakat Aiskhylos gibi dekadans yazarları değildi.”269
Son olarak tragedya, Heidegger için herhangi bir sanat dalı olmaktan öte varlığın
muğlaklığını, trajik özünü açığa çıkarması sebebiyle derin anlamlar barındırır.
Hölderlin’in söylediği gibi tragedya, Heidegger için de unutulan varlığın diyarını
açar. “Almanca tarih(geschichte) ve kader (sichkung) sözcüklerinin kökeni ortaktır,
gönderilmi lik manası ta ır. Dolayısıyla yazgıyı barındırır.”270 Tragedya da,
kahramanın yazgısına, tanrısal yazgıya kar ı çıkmasıyla ba lar. Đnsan yazgısına kar ı
çıkarak kendi tarihini ba latabilir. Heideggerci bir bakı la tarih sadece Dasein’in
tragedya sayesinde açabileceği bir eydir.
268
A.e., s. 220.
A.e., s. 220.
270
Almanca tarih ve kader sözcükleri arasında ili ki kuran bu ili kinin izlerini Heidegger’in
tragedyayı kavrayı ında süren Prof. Dr. Zeynep Sayın’dır. Bu konuda yorumu hocam Zeynep Sayın’a
borçlu olduğumu belirtmek isterim.
269
120
SONUÇ
Eski Yunan tragedyaları Đ.Ö. be inci yüzyılda Yunanlılar’a özgü bir tinsel dünyanın
yansımasıdır. Jean Pierre Vernant ve Pierre Vidal Naquet’ın çalı malarının gösterdiği
gibi be inci yüzyılda ortaya çıkan tragedya yüzyılın sonuna doğru ihti amını
kaybetmi , bu kısa tarihsel momentte adına polis denilen kent devletler, siyasi
kurumlar, hukuk sistemleri ortaya çıkmı tır. Tragedya ise hem olu an bu yeni
demokratik düzenin “icadı”dır hem de bu düzeni temsil ederek onu yeniden üretmeye
çalı an bir i leve sahiptir. Dolayısıyla tragedya gibi bir tür doğu u itibariyle içinden
çıktığı dünyanın etik, siyasal ya amıyla derinden bağlıdır.
Her ne kadar tragedya türü be inci yüzyıldan sonra “can damarını kaybetmi ” olsa da
aradan geçen yirmi be yüzyıllık bir zaman zarfına rağmen tragedyaların insana ve
insan eylemine dair açtığı tartı malar tarihsel insanlığın geçmi i ile imdi’yi birbirine
düğümlemi tir. Tarihin bu diki
yerlerinde
üphesiz Alman dü ünürlerin payı
büyüktür. Đlk olarak romantikler, ardından Alman idealistleri ile Antik Yunan
tragedyalarına geri dönü ba lamı tır. Öyleki geçmi e ait trajik figürlerin Oidipus’un,
Antigone’nin dramı bugün bizi hala ilgilendirmektedir.
Tragedyaların içerdiği anlamı bugüne ta ıyan bir jesti üphesiz, Alman dü ünürlerin
tragedyalardan büyülenmi cesine söz etmelerine borçluyuz. Bu tezde böylesi bir
yakla ımı sergileyen üç dü ünürün, Hölderlin, Hegel ve Heidegger’in tragedya
yorumları incelenmi tir. Görülmü tür ki, üç dü ünür de tragedya denilince övünçle
Sofokles’in Kral Oidipus veya Antigone oyunlarına i aret etmi lerdir. Bu çalı ma
boyunca üç dü ünür için bazı ortaklıklar ya da yönde fikirler ortaya çıkmı tır.
Hölderlin, tragedyaların anlamının bir paradokstan doğru kavranabileceğini iddia
etmi tir. Ona göre bu paradoksun temel sebebi insan ve doğa arasındaki ili kidir.
Çünkü insan hem doğanın bir ürünüdür hem de çalı ma, i aracılığıyla doğadan farklı
olan eserler, yapıtlar ortaya koyandır. Hölderlin insanın bu durumunu doğa
kar ısındaki güçsüzlüğü olarak okur. Çünkü doğanın gücü trajik bir kahraman olarak
insanın güçsüzlüğünde ortaya çıkmaktadır. Trajik kahraman doğaya kar ı hiçbir ey
yapamadığı için kendini doğaya kurban olarak sunar ve doğa tarafından etkisiz hale
121
getirilir. Hölderlin insanın doğa tarafından etkisiz, anlamsız hale getirilmesini bir
gösteren olarak sıfıra e it konumda okumu tır. Daha açık bir ifadeyle Hölderlin’in
tragedya yorumunda, trajik kahraman “sıfır gösterge”ye dönü mü tür. Hölderlin bu
“gizemli” tesbitine bir iir terimi olan caesura ile tragedyanın sahip olduğunu
dü ündüğü matematiksel yasasını birlikte okuyarak varmı tır. O, ara-lanma, yarık,
kesintiye uğratma anlamlarında kullandığı caesura terimini tragedyanın yapısına
öyle uygulamı tır. Konu maya kar ı konu ma eklinde ilerleyen tragedyanın ritmik
yapısı, dengesi caesura adı verilen bölümle kesintiye uğramı tır. Bu kesintiyi
sağlayan ise Sofokles’in Kral Oidipus ve Antigone tragedyalarında sahneye sadece
bir kez gelen kahin Tiresias’tır. Hölderlin için Tiresias’ın konu maları tragedyada
diğer kahramanların ya da koronun konu malarından farklıdır. Bu konu ma
Tiresias’tan doğru konu anın tanrısal söylem olması sebebiyle “saf konu ma” olarak
tanımlanmı tır. Kahin konu malarıyla trajik kahramana hamartia’sı hakkında
imalarda bulunur. Fakat bu an içinde Kral Oidipus’ta Oidipus, Antigone’de Kreon
gibi trajik kahramanlar hybris’e kapılmaya devam ederler. Hölderlin’in izahındaki
en önemli nokta Tiresias’la ba layan caesura’nın insan ve tanrı arasındaki
bölünmü lüğü açığa çıkarmasıdır. Bu bölünmü lik insan ve tanrının kar ılıklı
“sadakatsizlikleri” olarak beyan edilir. Hölderlin’in sözünü ettiği insan ve tanrısal
olan arasındaki ili ki antik Yunan tragedyalarında, örneğin Aiskhylos’ta görülen bir
ili ki biçimi değildir. Daha açık bir ifadeyle burada tartı ma konusu edilen tanrı bir
insanın babası, karde i ya da sava tığı biri de değildir. Tanrı(lar) artık insana özgü bir
dünyadan geri çekilmi lerdir ve insan ise tanrının geri çekili inin dipsizliğindedir. Bu
nedenle Hölderlin, Sofokles’in Oidipus’unu modern anlamda “tanrının ölümünün”
ilk figürü olarak görmü tür. Trajik anda hem tanrı hem trajik kahraman zamanın ve
mekanın saf ko ullarından ve onun bo bir formundan ibarettirler. Jean Beufret ve
Deleuze’in aydınlatıcı yorumlarıyla Hölderlin’in bu tespitinde Kantçı zaman
anlayı ının etkileri olduğu görülmü tür. Tiresisas’ın geli iyle tragedyada ara-lanma
sağlayan caesura bölümünde tanrı ve insanın kar ılıklı birbirilerini unutu ları,
sadakatsizlikleri trajik anı bo ve hiç kılmı tır. Bu nedenle caesura’dan sonra
tragedya bir daha ba langıçtaki haline dönemeyecek, ba langıç ve sonun koordine
edilemeyeceği bir biçimde kesintiye uğramı tır. Tragedyanın kesintiye uğradığı bu
anda Hölderlin’in yorumu açısından
u durum ortaya çıkmı tır. Tragedyanın
122
kesintiye uğradığı caesura, trajik çatı manın hem temsili a tığı yer ve anda, hem de
onun biçiminde belirmektedir. Çünkü trajik kahraman kendisi ve doğa arasındaki
sınırı ihlal edip a ılamaz bir sınırı a maya te ebbüs etmektedir. Tragedya terimleriyle
konu ulursa trajik kahraman hybris’e kapılmakta, yani tanrılara öykünmekte,
bilinebilir olanın sınırına dayanmaktadır. Hybris’e kapılmak, sınırını, kendi sonlu
varlığını unutup, tanrısala öykünmektir. Fakat trajik kahraman
varlığının
sonluluğunu inkar ederek tanrılara öykünse de trajik anda hiçbir zaman insanın
tanrısallıkla özde leceği mimetik bir temsil olanaklı değildir. Kulağa tuhaf geldiği
doğru, neticede bir temsil sanatı olan, özellikle mimetik bir temsille göbekten bağlı
tragedya, trajik anda hiçbir ey temsil etmez, bo bir temsil olarak sadece kendini
temsil eder.
Hölderlin’in tragedyalara yakla ımı özetle; Sofokles tragedyalarının tanrısallıkla
yapılan bir tecrübenin tanıklığı olduğunu söylemektedir. Trajik çatı ma, insanın
kendi sonlu varlığını göz ardı edip kendisi ve doğa, tanrı arasındaki sınırı a maya
çalı masıyla olu ur. Bu sınırı a mak imkansız olduğundan Hölderlin’in tartı tığı
trajik çatı ma çözümsüzdür.
Hegel ise tragedya ve trajik olana dair dü üncelerini kar ıtların birlikteliği üzerinden
kurmaktadır. Hegel, dönem arkada ı Hölderlin’den farklı olarak çatı manın a ılmak
zorunda olan bir ihlalde olu tuğunu söylemi tir. Ya amın kendi doğası çatı malı bir
birliktelik üzerine temellenmi tir. Tragedya ya amın bu çatı malı birliğinin
yansımasıdır. Hegel’in tragedya görü ünde bir krizi açığa çıkaran iki alan bulunur.
Özünde bu alanlar yine insan ve doğa arasındadır. Đnsan doğa durumundan çıkıp yasa
durumuna geçmelidir. Hegel bu ili kiyi aile ile devlet, ilahi yasa ile insani yasa gibi
çatı an taraflarla Antigone tragedyası üzerinden okumu tur. Bu okumaya göre
Antigone’nin trajik çatı ması bir ikilem
eklinde tezahür etmi tir. Antigone
karde inin ölüsünü gömdüğünde aile, kanbağı yasalarını yerine getirir fakat ölünün
gömülmesini yasak eden kent devletin yasasını çiğner. Aslında ikilem bir yasaya
uymanın kaçınılmaz biçimde diğerini ihlal etmek anlamına gelmesinden kaynaklıdır.
Hem Antigone, hem de Kreon eylemlerindeki katı, uzla maz tavırlarıyla iki yasanın
da altını oymaktadırlar. Antigone aile yasasını uygulayıp karde ini gömerek oyunun
en ba ında ölüme gönüllü yazılır. Böylece cemaatin selameti için kadına biçilen
123
evlenme, doğurma, devleti için sava an erkek çocuklar yeti tirme görevinden
vazgeçmi olur. Kreon ise devletin yasasını aileye üstün tutarak sadece Antigone’nin
değil, oğlu Haimon’un, ardından karısı Euridike’nin ölüm fermanını da imzalamı
sayılır, dolayısıyla kendi ailesinin yokolu una sebep olur. Böylesi bir çatı manın yol
açtığı yıkım ise etik düzenin parçalanmasına yol açacaktır. Fakat Hegel’in i aret
ettiği udur: Đnsan ve doğa arasındaki ili ki, insan ve yasa arasındaki bir ili ki olarak
okunmaktadır. Đnsanın özü onun eylemidir. Đnsan bir devletin vatanda ı olarak
gerçekle tirdiği eylemiyle özgür ve tarihsel bir birey olacak ve bu surette varlığının
tamlığına ula acaktır. Dolayısıyla insanın ortaya koyduğu eser insan olmanın
teminatıdır. Hegel’in bu çatı manın çözümü olarak sunduğu etik düzen insan ve yasa
arasındaki uyuma bağlıdır.
Çalı manın Hegel bölümünde söz konusu Antigone olunca Hegel’e ta atanların çok
olduğu görülmü tür. Farklı alanlardan pek çok dü ünür Hegel’in Antigone
yorumuna ele tirileriyle katkılarda bulunmu lardır. Gerçekten Antigone’yi Hegel’siz
dü ünmek zordur. Bunun en önemli sebebi Hegel’in özlem duyarak aradığı etik
düzeni Yunanlılar’a özgü tinsel dünyada tayin etmesi, Antigone’yi bu etik düzenin
yegane örneği olarak gösterirken yürüttüğü tartı malardır. Lacan, Butler, Irigaray
gibi pek çok dü ünürle birlikte Hegel’in söylediklerinin içinde söyle(ye)medikleri de
yazılmı , Antigone “zaman içindeki göçebeliğini” sürdürmü tür.
Tezde son olarak Martin Heidegger’in tragedyaya yakla ımına, Sofokles’in Kral
Oidipus ve Antigone tragedyalarını nasıl yorumladığına bakılmı tır. Heidegger, bir
tragedya kuramı geli tirmek ya da sözü edilen oyunlara dair dramaturjik bir inceleme
yapmak için Yunan tragedyalarına eğilmemi tir. Heidegger batı metafiziğinin varlığı
sabitleyen, onun farklılığını aynıya indirgeyen yanılgı/körlüğünü te hir etmek bu
yanılgıdan kurtulmak için Yunan tragedyalarına ontolojik açıdan yakla mı ve bizleri
varlığın hakikati üzerine dü ünmeye davet etmi tir. Çünkü tragedya Heidegger için
metafiziğin
körlüğünü
te hir
ederek,
metafiziğin
üstünü
örttüğü
varlığın
tartı ılmasının ve doğru anla ılmasının iirsel bir yoludur. Tragedyalar, özellikle
Sofokles tragedyaları insan var olu unun kökensel anlamda trajik olu unun
emaresidir. Bu yakla ımı konusunda Heidegger’in en önemli argümanı Yunanlılar’da
gizini açma, mevcut olmayandan mevcudata geçi
ve “bilme” anlamlarında
124
kullanılan techne/teknik kavramını bugünde yeniden dü ünme çabası olmu tur.
Techne bağlamında varolanın örtüsünün açılması, onun gizlilikten açığa çıkması,
gizlenmi olanı, gizlendiği yerin dı ına çıkararak mevcudata getirmesi ve böylece
onu üretmesi söz konusudur. Heidegger’de insan ve doğa arasındaki ili ki physis ve
techne arasındaki ili kiyle alakalıdır. Bu bağlamda Heidegger Sofokles’in Kral
Oidipus tragedyasını, Oidipus’un kendi varolu unun giz perdesini kaldırması,
geçmi inin ve bugünün hakikatini anlaması üzerinden okumu tur. “Görünüm
tragedyası” olarak adlandırdığı Kral Oidipus’ta u hakikat açığa çıkmı tır. Olan ile
görünen birbirine e it değildir. Bütün görünü ler birer yanılgıdır. Tragedya ise
gözlerimizi böylesi bir yanılgıya, hakikate açan eserdir.
Heidegger’in Antigone tragedyası söz konusu olduğunda ise yaptığı udur: Teker
teker kahramanların eylemine odaklanmak yerine tragedyanın ilk koro arkısının
sözlerine bakmı tır. Koro arkısının merkezinde insan ve onun eylemi vardır. Bütün
canlılar arasında en e siz, yetenekli ve kudretli olan insan techne sayesinde doğayı
dönü türmü , kendine uygarlıklar in a etmi tir. Fakat insanı bu dünyada e siz yapan
özelliği onun tekinsizliği, bu dünyadaki yurtsuzluğudur.
Koro arkısında insan
olmanın anlamına, onun dünyadaki yapıp ettiklerine, kendini dönü türme, kendi
bilinen sınırlarından çıkma, tekinsiz olana doğru yol alması i lenmi tir. Tüm bunları
yaparken insan doğanın iddetine kar ı bir iddet kullanarak doğayı dönü türmü tür.
Fakat bir tek ey vardır, insanın eylemleri onda bo a çıkmaktadır. Bu, insanın ölümlü
bir varlık olarak, kendi sonluluğunun, ölümlülüğünün farkında olu udur. Techne
aracılığıyla her eyin çaresini bulan, denizleri a an, fırtınalara göğüs geren, bilinebilir
her eyin sınırına dayanan insan ölüm kar ısında çaresizdir. Dolayısıyla en kudretli,
en yetenekli varlık olan insanın varolu u bir taraftan en garip, en tuhaf, en tekinsiz
olandır. Ölüm nedeniyle hiçbir yere ait olamayan, yurtsuz olan insan, bu doğa
içerisinde her yöne doğru kendine yol yapmaktadır. Đnsan bir taraftan bir cemaate,
Yunanlılar anlamında polis’e aittir ama varolu unun özü onun hiçbir yere ait
olmadığını söylemektedir. Koro arkısında Heidegger, insan varolu unun tarihsel
mekanı olarak polis’e atıfta bulunmu tur. Đnsanın dünyasallığını, tarihselliğini if a
eden polis’te insan varolu u somutlanmaktadır. Son olarak tragedya Heidegger için
125
herhangi bir sanat alanı olmaktan ziyade varlığın trajik özünü açığa çıkarmasıyla
sebebiyle derin anlamlar barındırmaktadır.
Buraya kadar yapılan tespitler toparlanırsa üç dü ünürün de tragedya yorumlarının
merkezinde insan ve onun eylemi vardır. Hölderlin’de tragedyanın paradoksal bir
yapısı vardır, çünkü insan ve doğa arasındaki a ılamaz bir sınırın a ılmaya
çalı ılmasıyla tragedyaların çatı ması olu maktadır. Bu çatı ma çözümsüzdür. Hegel
ise meseleyi böylesi bir çözümsüzlük üzerinden temellendirmemi , insanın doğa
durumundan çıkıp yasa durumuna geçmesi ve içinde ya adığı topluluğun selameti
için eylemlerde bulunmasına odaklanmı tır. Nitekim onun çözüm olarak sunduğu
etik düzen insan, doğa, yasa arasında bir uyumu barındıracak, çatı manın uzla maya
dönü mesini öngörecektir. Dolayısıyla tragedyalar böylesi bir tinsel ya amın
yansımasıdır. Heidegger’in tragedya yorumunda ise Hölderlin’in etkisi sezilir. O,
tragedyaların insan varolu unun trajik özünü sunduğunu söylemekle insanın kendi
içinde çözümsüz bir çatı ma ya adığını göstermi tir. Kudretiyle doğayı dönü türen
insan ölüm kar ısında bilgisiz ve çaresizdir. Bu haliyle insan tekinsiz/garip ve bu
dünya içinde yersiz/yurtsuz bir varlıktır. Antigone kapatıldığı mağarada ne insanlar
arasında, ne de yer altında bir evi; ne ya ayanlar ne de ölüler arasında bir yurdu
olmadığını söyleyerek Heideggerci bir bakı la insanın trajik özünü if a etmi tir.
Bu çalı mada insana dair -tragedyalarla birlikte gelen- yirmi be yüzyıllık bir miras
üç dü ünür açısından incelenmeye çalı ılmı tır. Çalı mada tragedyaya dair okumalar
daha fazla dü ünür ve farklı perspektiflerle elbette zenginle tirilebilirdi. Fakat bu
eğilim tezin boyutlarını daha fazla büyüteceği için tartı ma çerçevesi sınırlı
tutulmaya çalı ılmı tır. Yapılan literatür taramaları neticesinde özellikle tragedyaları
Hölderlin, Hegel ve Heidegger açısından inceleyen bir dü ünce seyrine
rastlanmamı tır. Ayrıca üç dü ünür ele alınırken bu tezde dü üncelerinden
yararlanılan Peter Szondi, Philippe Lacoue-Labarthe gibi dü ünürlerin Türkçe
çalı malarda kar ımıza çıkmadığı söylenebilir. Bu açıdan tez, okuyucuyu yurt-dı ı
çalı malarda “nam salmı ” ama ülkemizde yeterince tanınmayan Lacoue-Labarthe,
Szondi gibi dü ünürlerle bulu turabilme imkanı barındırmaktadır. Bir diğer nokta ise
çalı manın ba rollerinden biri olan Hölderlin’dir. Hegel, Heidegger konusunda
gerek tiyatro kuramları gerekse felsefe disiplini açısından çalı ılmı pek çok tez,
126
makale, kitap bulmak mümkündür. Fakat Hölderlin’in Türkçe çalı malarda, özellikle
tiyatro alanında yapılmı çalı malarda izine rastlamak zordur. Bu tez, Hölderlin’in
tragedya dü üncesini -özellikle onun caesura kavramını- serimlemeye çalı masıyla
alanın bo luğunu doldurmasa da bir kö e ta ını olu turabilir.
Çalı ma meseleye “son noktayı koyarak defteri kapatan” bir sonuç çıkarmaktansa bir
soruyla bitmeyi tercih etmektedir. Görülmü tür ki insan eylemi, eylemiyle kendini,
doğayı, içinde ya adığı topluluğu -ölüm kar ısındaki acz ve çaresizliğinden ötürüin a etmi tir.
Batı dü üncesi hep eser kurmak, eylem üzerinde yapılanmı tır. Đma
edilen eser/yapıt kurmak; kurucu bir kültür, siyasi bir birliktelik in a etme olarak
algılanılabileceği gibi insanların ortak bir öz, dü ünce, kimlik altında kendi
kendilerini bitmi , tamamlanmı bir esere dönü türmeleri olarak da dü ünülebilir.
Bugün ise Jean Luc Nancy, Maurice Blanchot ve Giorgia Agamben’in çalı maları
sayesinde insanın eylemi, onun eseri yerine insanın “esersizliğinden” söz
edebilmenin olanakları tartı ılmaktadır. Hölderlin’in caesura kavramı, tragedyanın
temsil edilemezliği fikri, Hegel’in insanın özünü onun i , çalı ma yoluyla ortaya
koyması, tragedyada insanın doğa durumundan yasa durumuna geçmesinin izleri,
Heidegger’in techne’ye ve insanın ölüm kar ısındaki trajik özüne ili kin dü ünceleri
yeni-bir okumaya imkan vermektedir.
Böylesi bir soru çalı manın vardığı “sonuç” adındaki uğrakta belirmektedir. Burada
yürütülen tüm tartı maları ters yüz ederek, “tersten bir perspektif” ile tragedyayı
siyasal, ontolojik ve etik açıdan -en azından adı geçen üç dü ünür üzerinden- yeniden
okumak mümkün müdür? Bu çalı ma bir son ya da telos’a varmak yerine böylesi bir
soru üzerinden okuyucusunu tragedya hakkında yeniden dü ünmeye davet
etmektedir.
127
KAYNAKÇA
Aiskhülos:
Oresteia (Agamemnon, Adak Sunucular,
Eumenidler), Çev: Yılmaz Onay, Đstanbul, MitosBoyut Yayınları, 2010.
Aiskhülos:
“Zincire
Vurulmu
Prometheus”,
Eski
Yunan
Tragedyaları 9, Đstanbul, Mitos-Boyut Yayıncılık,
2011.
Akdeniz, Emrah:
Heidegger’de
Üniversitesi,
Metafizik-Poetik
Sosyal
Bilimler
Đli kisi,
Ankara
Enstitüsü,
Felsefe
Anabilim Dalı, Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi,
Ankara, 2006.
Arendt, Hannah:
Đnsanlık Durumu, Çev: Bahadır Sina ener, Đstanbul,
Đleti im Yayınları, 1994.
Arıcı, Oğuz:
“Tragedya ve Muğlaklık”, Đstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Tiyatro Ele tirmenliği ve
Dramaturji Anabilim Dalı, Yayımlanmamı
Doktora
Tezi, Đstanbul, 2009.
Arıcı, Oğuz:
“Antik Yunan Tragedyasında Ölçülülük ve Uyum
Dü üncesi”, Đstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi, 2006.
Arıcı, Oğuz:
“Oresteia: Bir Modern Devlet ve Adalet Tartı ması”,
Đstanbul Üniversitesi Tiyatro Ele tirmenliği ve
Dramaturji Bölüm Dergisi, Đstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları, sayı: 17, 2011.
Aristoteles:
Nikomakhos’a
Etik.
Çeviren:
Furkan
Akdemir,
Đstanbul, Say Yayınları, 2014.
128
Aristoteles:
Poetika, Çev: Nazile Kalaycı, Ankara, Bilim Sanat
Yayınları, 2005.
Barthes, Roland:
Görüntünün Retoriği, Sanat ve Müzik, Çev: Ay enaz
Koç, Ömer Albayrak, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları,
2014.
Beaufret, Jean:
Hölderlin et Sophocle, Translated by. François Fedier.
Paris, Union generale d’editions, 1965.
Beer, Josh:
Sophocles
and
The
Tragedy
of
Athenian
Democracy, U.S.A., Greenwood Publishing, 2004.
Bolt, Barbara:
Yeni Bir Bakı la Heidegger, Çev: Murat Özbank,
Đstanbul, Kolektif Kitap, 2012.
Brandt, Joan Elizabeth:
Geopoetics:
The
Poststructuralist
Politics
French
of
Poetry
Mimesis
and
in
Theory,
California, Stanford University Press, 1997.
Butler, Judith:
Antigone’nin Đddiası: Ya am ile Ölümün Akrabalığı,
Çeviren: Ahmet Ergenç, Đstanbul, Kabalcı Yayınevi,
2005.
Chanter, Tina:
“Antigone’nin Đkilemi”, Çev: Zeynep Direk, Defter,
Bahar 1997, No: 30, Đstanbul, Metis Yayınları.
Chapman, Helen C.:
“Divine Remembrance: Hölderlin, Nancy and Finitude
of Thought”, Philosophy Today, Fall 1999, Volume:
43.
Copjec, Joan:
Tut ki Kadın Yok: Etik ve Yüceltim, Çev: Barı
Engin Aksoy, Đstanbul, Encore Yayınları, 2005.
Devereux, G.:
The Self-Blinding of Oidipous in Sophokles: Oidipous
Tyrannos, The Journal of Hellenic Studies, Vol. 93,
1973.
129
Direk, Zeynep:
“Heidegger’in Sanat Anlayı ı”, Cogito: Heidegger
Varlığın Çobanı, Sayı:64,
Yapı Kredi Yayınları,
2010.
Direk, Zeynep:
“Zamanın Ebedi Đronisi”, Amargi Feminist Dergi,
sayı: 19, Kı 2010.
Direk, Zeynep:
“Irigaray ve Butler Hegel’in Feminist Okurları”,
https://zeynepdirek.wordpress.com/2014/11/25/irigaray
-ve-butler-hegelin-feminist-okurlari/,
Eri im
Tarihi:
27.03.2015
Eksen, Kerem:
“Trajik Hata ve Sessizlik”, Cogito: Tragedya Özel
Sayısı, sayı: 54, 2008.
Foti, Veronique M.:
“Heidegger, Hölderlin and Sophoclean Tragedy”,
Heidegger Toward the Turn: Essays on the Work of
the 1930s, Ed: James Risser, State University of
Newyork Press, 1999.
Fynsk, Christopher:
“Reading The Poetics After Remarks”, Research in
Phenomenology, 1994, Volume 24, Đssue 1.
Fynsk, Christopher:
Heidegger:
Thought
and
Historicity,
Cornell
University Press, Newyork, 1993.
Gall, Robert S.:
“Interrupting Speculation: The Thinkimg of Heidegger
and Greek Tragedy”,Continental Philosophy Review,
Volume: 36, Issue:2, 2003.
Goux, Jean-Joseph:
Oedipus, Philosepher, Translated by Cathrin Porter,
Stanford University Press, California, 1993.
Güçbilmez, Beliz:
“Tragedya Oyunun(un) Sonu: Oidipus’un Tahtında Kör
Hamm(let): Tragedya ve “Geç Kalma” Ontolojik ve
130
Epistemolojik Bir Yakla ım”, Tiyatro Ara tırmaları
Dergisi, Sayı:17, 2003.
Gülenç, Kurtul:
“Tragedyadan Felsefeye Suç, Ceza ve Adalet”,
Navisalvia Sina Kabaağaç’ı Anma Toplantısı 2010,
Edit: Ekin Öyken, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2012,
ss. 58-71.
Gülenç, Kurtul:
“Yunan Tragedya’sında ve Aristoteles’te Hamartia
Kavramı”, Özne, Bahar 2006, 6.kitap, ss. 33-36.
Hegel, G. W :
Estetik II/Güzel Sanatlar Üzerine Dersler, Çev:
Altuğ Taylan - Hünler Hakkı, Đstanbul, Payel Yayınları,
2015.
Hegel, G. W.:
Estetik I /Güzel Sanat Üzerine Dersler, Çeviren:
Taylan Altuğ-Hakkı Hünler, Đstanbul, Payel Yayınları,
1994.
Hegel, G. W.:
Tinin Görüngübilimi, Çeviren: Aziz Yardımlı, Đdea
Yayınları, Đstanbul, 1986.
Hegel, G.W.:
Estetik.
Çeviren:
Nejat
Bozkurt,
Đstanbul,
Say
Yayınları, 1982.
Heidegger, Martin:
“Metafiziğin Üstesinden Gelmek”, Heidegger Paris’te,
Çev: Birdal Akar, Der: Sadık Erol Er, Đstanbul, Otonom
Yayıncılık, 2014.
Heidegger, Martin:
Introduction to Metaphysics, Translated by Gregory
Fried and Richard Polt, Yale Üniversity Press, 2000.
Heidegger, Martin:
Sanat Eserinin Kökeni, Çev: Fatih Tepeba ılı,
Ankara, De Ki Basım Yayın, 2014.
Heidegger, Martin:
Tekniğe Yönelik Soru. Çeviren: Doğan Özlem,
Đstanbul, Afa Yayınları, 1997.
131
Heidegger, Martin:
Varlık ve Zaman, Çev: Kaan H. Ökten, Đstanbul,
Agora Kitaplığı, 2011.
Heidegger, Martin:
Metafiziğe Giri , Çeviren: Mesut Keskin.
Đstanbul,
Avesta Yayınları, 2014.
Hölderlin, Friedrich:
iir ve Tragedya Kuramı, Çev: Mehmet Barı
Albayrak, Đstanbul, Notos Kitap Yayınevi, 2012.
Ifergan, Pini:
Hegel’s Discovery of the Philisophy of Sprit:
Autonomy, Alienation, and The Ethical Life: The
Jena Lectures 1802-1806,
Translated by: Nessa
Olshansky-Ashter, New York, Palgrave Macmillan
Publisher, 2014.
Inwood, Michael:
A
Heidegger
Dictionary,
Blackwell
Publishers,
U.S.A., 1999.
Irigaray, Luce:
“Cemaatin Ebedi Đronisi”, Çeviren: Yağmur Ceylan
Uslu, Cogito, Feminizm, Sayı:58, Bahar 2009.
Kaufmann, Walter:
Tragedy and Philosophy, Princeton University Press,
Princeton, New Jersey, 1992.
Kılınç, Gizem:
“Antigone’nin Yazgısında Açığa Çıkan Felsefe”,
Tiyatro Ara tırmaları Dergisi, Sayı 32/2, 2011.
Kojeve, Alexandre:
Hegel Felsefesine Giri , Çeviren: Selahattin Hilav,
Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul, 2012.
Kuçaradi, Đonna:
Sanata Felsefeyle Bakmak, Ankara, Türkiye Felsefe
Kurumu, 2013
Kurtar, Senem:
Heidegger ve Poetik Dü ünme, Ankara, Pharmakon
Yayınevi, 2014.
132
Lacan, Jacques:
The Ethics of Psychoanalysis, The Seminar of Jacques
Lacan: Book VII, Edited by Jacques-Alain Miller,
Translated with notes by Denis Porter, Routledge, UK,
2008.
Lacoue-Labarte, Philippe:
Typography: Mimesis, Philosophy, Politics, with and
introductions
by
Jacques
Christopher Fynks,
Derrida,
Edited
by:
London , Harward University
Press, 1989.
Lacoue-Labarthe, Philippe: “The Poetics of The History”, Pli (The Warwick
Journal of Philosophy), Vol: 10, 2000.
Lacoue-Labarthe, Philippe: Heidegger, Art and Politics:The Fiction of
The
Political. Translated by: Chris Turner, Basil Blackwell
L.T.D., Oxford, 1990.
Meier, Christian:
The Political Art of Greek Tragedy, Translated by:
Andrew Webber, Cambridege, Polity Press, 1993.
Nancy, Jean-Luc:
Inoperative Community. Translated by: Peter Connor,
Lisa Garbus, Michael Holland, Simona Sawhney.
University of Minnesota Press, 1991.
Nietzsche, Friedrich:
Tragedyanın Doğu u, Çev: Mustafa Tüzel, Đstanbul, Đ
Bankası Yayınları, 2011.
Nietzsche, Friedrich:
Yunan Tragedyası Üzerine Đki Konferans, Çev:
Mahmure Kahraman, Đstanbul, Say Yayınları, 2005.
Otto Pöggeler,
Yazgı ve Tarih. Hegel’den ve Hölderlin’den Bu Yana
Yorumların Aynasında Antigone, Çev: Zeynep Sayın,
München: W. Fink Copy., 2004. Yayımlanmamı .
133
Paksoy, Banu Kılan:
Tragedya ve Siyaset.,Đstanbul, Mitos Boyut Yayınları,
2010.
Pieper, Annemarie:
Etiğe Giri , Çev: Veysel Atayman-Gönül Sezer,
Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2012.
Potempski, Jacop:
“The Dead of God and Discovery of Finitude in the
Philosophy of Time: From Kant Through Hölderlin to
Heidegger”, Symposia, University of Toronto Press,
Vol: 4, 2012.
Roney, Patrik:
“A kınlık ve Ya am: Nietzsche ve ‘Tanrının Ölümü’
Üzerine”, Çev: Elis im on, Kaygı,Uludağ Üniversitesi
Yayınları, Sayı:20, 2013.
Rosenfield, Kathrin H.:
Antigone:
Sophocles’Art,
Hölderlin’s
Đnsight,
Translated from the French by Charles B. Duff, The
Davies Group Publishers, Aurora, CO, 2009.
Schmidt, Dennis:
On Germans & Other Greeks: Tragedy and Ethical
Life, Bloomington, Indiana University Press, 2001.
Schmidth, Dennis:
“The Monstrous, Catastrophe, and Ethical Life: Hegel,
Heidegger and Antigone”, Philosophy Today, Volume
59, Issue 1, Winter 2015.
Segal, Charles:
Oedipus Tyrannus: Tragic Heroism and the Limits of
Knowledge, Oxford, Oxford University Press, 2001.
Shiner, Larry:
Sanatın Đcadı, Çeviren: Đsmail Türkmen, Đstanbul,
Ayrıntı Yayınları, 2004.
Shores, Corry:
Heaven
Vacated:Jean
“Hölderlin
Beaufret.
et
Summary
of
Sophocle”,
http://piratesandrevolutionaries.blogspot.com/2010/09/
134
heaven-vacated-jean-beaufret-summary-of.html, Eri im
Tarihi: 20.01.2015
Snell,Bruno:
The Discovery of The Mind: The Greek Origins of
European Thought, trans: T.G.Rosenmeyer, Harward
University Press, Cambridge, 1953.
Sofokles:
“Antigone”, Eski Yunan Tragedyaları 1, Çev: Güngör
Dilmen, Đstanbul, Mitos-Boyut Yayınları, 2005.
Sofokles:
“Kral Oidipus”, Eski Yunan Tragedyaları 3, Çev:
Bedrettin Tuncel,
Đstanbul, Mitos-Boyut Yayınları,
2009.
Sofokles:
“Oidipus Kolonos’ta”, Çev: Furkan Akderin, Eski
Yunan Tragedyaları 10, Đstanbul, Mitos Boyut
Yayınları, 2011.
Steiner, George:
Antigones, U.S.A., Yale University Press, 1996.
Szondi, Peter:
Theory of The Modern Drama, University of the
Minnesota Press, U.S.A., 1987.
Szondi, Peter:
The Philosophy of The Tragic, Translated by Paul
Fleming, California, Stanford University Press, 2002.
ener, Sevda:
Dünden Bugüne Tiyatro Dü üncesi, Ankara, Dost
Kitapevi Yayınları, 2003.
Tuğrul, Saime:
Ebedi Kutsal, Ezeli Kurban:Çok Tanrılılıktan Tek
Tanrılılığa
Kutsal ve Kurbanlık Mekanizmaları,
Đstanbul, Đleti im Yayınları, 2010.
Vernant, Jean Pierre:
Eski Yunan’da Mit ve Tragedya, Çev: Sevgi TamgüçRe at Fuat Çam, Đstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2012.
135
Vernant, Jean Pierre:
Torunuma
Đnsanlar,
Yunan
Mitleri:
Evren,
Tanrılar,
Çev: Mehmet Emin Özcan, Đstanbul,
Helikopter Yayınları, 2013.
136