Academia.eduAcademia.edu
BİLİMİN İZİNDE ‐PROF. DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ ARMAĞAN)‐ q Editör: Dr. Reyhan Gökben SALUK Ankara‐ I Kurgan Edebiyat Yayınları: 185 Edebiyat, Dil, Araştırma ve İnceleme Dizisi: 76 BİLİMİN İZİNDE ‐Prof. Dr. Pakize Pervin Aytaç Armağanı‐ Editör: Dr. Reyhan Gökben SALUK ISBN: ‐ ‐ Birinci Baskı: Ocak, ‐… Bu kitabın bütün hakları yazarlarına ve yayıncısına aittir. Kitaptaki yazılardan yazarları sorumludur. Genel Yayın Yönetmeni Mustafa YÜCEL Sanat Yönetmeni Dr. (“seyin ÖZBAY Sayfa Düzeni / Kapak Biçer Y)LD)R)M Kurgan Edebiyat, Berikan Yayınevi’nin tescilli markasıdır. Yayınevi Berikan Matbaacılık – Yayıncılık Adres: K“lt“r Mah. Kızılırmak Cad. No: Tel: Faks: / Baskı ve Cilt Berikan Ofset Matbaacılık Maltepe/ANKARA Sertifika No: II Kızılay /ANKARA YAYIN KURULU PROF. DR. AYŞE YÜCEL ÇETİN PROF. DR. FATMA A(SEN TURAN PROF. DR. İBRA(İM DİLEK PROF. DR. İSA ÖZKAN PROF. DR. İSMAİL (AKK) AKSOYAK DOÇ. DR. FATİ( SAKALL) DOÇ. DR. NESLİ(AN İLKNUR KOÇ DR. AYŞE ERGİNER ARŞ. GÖR. Z. GÖRKEM DURAN GÜLTEKİN III İÇİNDEKİLER SUNUŞ .................................................................................................................................... ‐ DOÇ. DR. KÜRŞAT ÖNCÜL................................................................................................ SÖZ BAŞI ……………………………………………………………………….................................... ‐ DR. REY(AN GÖKBEN SALUK ......................................................................................... PROF. DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ İLE RÖPORTAJ ‐ DR. REY(AN GÖKBEN SALUK........................................................................................ MAKALELER FUZÛLÎ’NİN ŞİİRLERİNİN DİLİ ‐ PROF. DR. A(MET MERMER .......................................................................................... ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ ‐ PROF. DR. ALİ BERAT ALPTEKİN ................................................................................. ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU ‐ PROF. DR. AYŞE YÜCEL ÇETİN....................................................................................... FRANSIZLARIN "ATATÜRK'ÜN HAYATI" İLE"TÜRK İNKILÂBI VE TÜRK KADINI "KONULU GERÇEKLEŞMEYEN İKİ FİLM ÖNERİSİ ‐ PROF. DR. CEMAL KURNAZ............................................................................................. SU EZZİNDEN (İYESİNDEN) SU PERİLERİ NAİADLARA BİR DEĞERLENDİRME ‐ PROF. DR. FATMA A(SEN TURAN ................................................................................. KARŞILAŞTIRMALI TÜRK DÜNYASI HALK EDEBİYATI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER ‐ PROF. DR. İBRA(İM DİLEK ............................................................................................. YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER ‐ PROF. DR. İSA ÖZKAN........................................................................................................ PİR OLASI ‐ PROF. DR. İSMAİL (AKK) AKSOYAK ........................................................................... V TÜRK ÖKÜN/ÖGÜN, ÇALIŞ, GÜVEN ‐ PROF. DR. MUSTAFA SEVER........................................................................................... KAZAK ŞAİRİ VE YAZARI MİRJAKIP DUVLATULI İLE TÜRK YAZAR VE ŞAİRLERİ ARASINDA ORTAKLIKLAR ‐ PROF. DR. NACİYE ATA Y)LD)Z ..................................................................................... ŞAİR TERZİLER ‐ PROF. DR. NÂZ)M (. POLAT............................................................................................ ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR- II ‐ PROF. DR. YAKUP KARASOY........................................................................................... LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA'NIN BİR GAZELİNİN ŞERHİ ‐ PROF. DR. YAŞAR AYDEMİR ........................................................................................... KÜLTÜREL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TRABZON-ŞALPAZARI ÇEPNİ MUTFAĞI ‐ DOÇ. DR. BEKİR ŞİŞMAN .................................................................................................. ‐ ELVAN DOST ......................................................................................................................... NECATİ GÜNGÖR’ÜN SEVGİLİ ÖĞRETMENİM ADLI ÖYKÜ KİTABINDAKİ ÖĞRETMEN TİPLER ‐ DOÇ. DR. FATİ( SAKALL)................................................................................................. “PÎRİM TOHUMLARIMA NEFES ET” ŞÜKÛFE-NÂMELERDE ÇİÇEK VE TASAVVUF KÜLTÜRÜ İLİŞKİSİ ÜZERİNE ‐ DOÇ. DR. NESLİ(AN KOÇ KESKİN................................................................................ TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE ASTIM ‐ DOÇ. DR. PERVİN ERGUN................................................................................................. GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ - YRD. DOÇ. DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKCA ............................................................... - YRD. DOÇ. DR. (ATİCE KÜBRA UYGUR...................................................................... CÖNKLERİN ÖNEMİ VE CÖNKLERLE İLGİLİ OLARAK YAPILMASI GEREKENLER ‐ YRD. DOÇ. DR. DOĞAN KAYA.......................................................................................... YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH ‐ YRD. DOÇ. DR. MUSTAFA TATC) ................................................................................... PSYKHE VE EROS MİTİYLE KAFKAS TÜRK MASALLARININ VI KARŞILAŞTIRILMASI ÜZERİNE BİR İNCELEME ‐ YRD. DOÇ. DR. RABİA GÖKCEN KAYABAŞ)............................................................... ZONGULDAK YÖRESİ HALK EDEBİYATI ÜRÜNLERİNDE KÖMÜR-OCAK (MADEN) ve İNSAN İLİŞKİSİ ‐ YRD. DOÇ. DR. ÜNSAL Y)LMAZ YEŞİLDAL ................................................................ ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU “KARADENİZ FIKRALARI”NDA KADIN ‐ DR. ASUMAN GÜNEŞ.......................................................................................................... GÜNÜMÜZ ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİR GELENEĞİNDE USTA MALI DEYİŞLER - DR. REY(AN GÖKBEN SALUK ....................................................................................... KUTSALLAŞAN/KUTSALLAŞTIRILAN MEKÂN BAĞLAMINDA CİHAN ABDULLAH HİKÂYESİNİN KARŞIT YANSIMALI YAPI BAKIMINDAN ÇÖZÜMLENMESİ ‐ ARŞ. GÖR. FATİ( KÖSE ..................................................................................................... KUTSALLAŞAN/KUTSALLAŞTIRILAN MEKÂN BAĞLAMINDA BALIKLI GÖLLER ‐ SEZAİ DEMİRTAŞ ................................................................................................................ *** HATIRA YAZILARI.............................................................................................................. PROF. DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ'IN BELLİ BAŞLI ESERLERİ PROF. DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ’IN FOTOĞRAFLARI ........................................ VII SUNUŞ Söz yetmez bazen, hislerle anlatılır ancak anlayana duygular. (ele hisle‐ riyle yaşayanları hiç anlatamazsınız özne, t“mleç ve y“klemle. Sıradan, basit c“mleler de girift karmaşık ifadeler de yetmez. Pakize Aytaç, bu kişilerden biri. Zamanını aşan bir duygu yoğunluğuyla yaşar her şeyi. Bir başlayınca anlatmaya karşınızda ayaklı bir k“t“phane gö‐ r“rs“n“z, konuştukça devleşir, devleştikçe anlatır ama iki şey kalır kulağınız‐ da, gönl“n“zde, zihninizde. (ayatını özetleyen iki sözc“k. T“rk ve İslam. Vanǯdan doğan bir nehrin Erzurumǯun soğuğuyla beslenerek akışı gibi‐ dir. Erzurumǯdaki nehrin doğudan batıya doğru bir sel gibi b“y“yerek, g“çle‐ nerek akışıdır, coşkuyla ve durmaksızın. Nehrin coşkusu derinlik kazanır boz‐ kırın içinde Mevlanaǯnın diyarında. Bir anlamda T“rkl“k aşkı, gön“l diliyle beslenir Konyaǯda ve akar akması gereken payitahta doğru Ankaraǯya doğru. Ankaraǯda dal budak salmaya başlar Pakize Aytaç. Gazi Üniversitesiǯnin çatısı altında y“ksek lisans ve doktora öğrencileriyle “lkenin dört bir yanını besler. Bug“n bir dalı Ardahanǯda bir dalı İstanbulǯda bir dalı Eskişehir Os‐ mangazi Üniversitesiǯndedir Pakize Aytaç hocamın. Ama elbet kök saldığı An‐ kara bir başkadır, Gazi Üniversitesiǯne de kendinden bir şeyler bırakmıştır, Yıldırım Beyazıt Üniversitesiǯne de. Ülkenin dört bir yanından gelir sesler artık. Dört bir yanda sadece dalı budağı yoktur, hayallerini göndermiştir, umudunu, “lk“s“n“, derdini, sevdasını, vatan millet aşkını göndermiştir dört bir yana. Gerçekleştiremediklerini onlarla gerçekleştirecektir artık; y“reğinde beslediği sevgiyle umutla beslemiştir ç“nk“ onları. (ayaller onlarla v“cut bu‐ lacaktır, buluyordur. Ama bilinsin ki bu hayaller gerçekleşirse Kızılelma “topya değildir artık. Oğuz Kağanǯın, Fatihǯin, İslam Peygamberinin Mekkeǯyi fethi gibi coşkuyla yaşar beklentilerini, umutlarını ve dört bir yanda b“y“tt“ğ“ genç neferler bu duyguyla yoğrulmuştur ç“nk“ hamurlar. Onu tanıyanlar bilirler ancak hayallerinin ufuksuzluğunu, sıradışılığını. Bilimin en bilinmez isimlerini anlatırken beslemiştir o duyguları. T“rkiye kadar gerçek, evren gibi sınırsızdır T“rk için hayal ettikleri. IX Reklamı bilmedi hiç, sadece içinde yaşadığı bilim bahçesini suladı, b“‐ y“tt“. Teknesinden taşan hamur gibi etrafına sundu y“reğindekileri, elindeki notları, evindeki dosyaları. (en“z on sekizinde bir genç kızın özenerek, do‐ kunmaya kıyamayarak yaptığı çeyizler gibi evde kitapların kolilerin arasında sakladığı dosyalara ait bir konu başlığı g“ndeme geldiğinde heyecanla, sabır‐ sızlıkla anlattı yapmak istediklerini ve elinde yayınlanmaya hazır notlarını. Akademinin soğuk duvarlar ve kapalı kapılar arasında kaybettiği heye‐ canı, içinde deli taylar dolaşır şekilde yaşayan hocam Prof. Dr. Pakize Aytaçǯa selam sevgi ve h“rmetler sunarım ellerinden öperken. Öğrencileri Adına, Doç. Dr. Kürşat ÖNCÜL Ankara, 2018 X SÖZ BAŞI Elinizdeki bu kitap, DzBilimin İzi" adını taşımaktadır; T“rk dili ve edebiya‐ tı sahasının önemli hocalarının yazılarıyla taçlanmış kaynak bir eser konu‐ mundadır. Bununla birlikte, T“rk tasavvuf edebiyatı ve T“rk halk hikâyeleri hakkındaki çalışmalarıyla halk edebiyatı sahasındaki kıymeti tartışılmaz ho‐ camız Prof. Dr. Pakize Pervin Aytaçǯa bir armağan h“viyetindedir. Prof. Dr. Pakize Pervin Aytaç, sadece tasavvuf literat“r“ ile ilgili değil, halk hikâyeleri ve kitâb‐ı mensur realist İstanbul hikâyeleri konularında da yapmış olduğu çalışmalarla T“rk halk edebiyatı alanında önemli bir boşluğu doldurmuştur. Eserin ortaya çıkmasında akademik kimliği ile bizlere ilham olan Pakize Pervin hocamıza bundan sonraki emeklilik hayatında mutlu, huzurlu bir yaşam diler, teşekk“rlerimizi arz ederiz. Ve bir teşekk“r de bu eserin v“cuda gelme‐ sine değerli yazılarıyla katkıda bulunan T“rk Dili ve Edebiyatı sahasının kıy‐ metli, değerli hocalarına... (“rmetle, minnetle, saygıyla... Dr. Reyhan Gökben SALUK Ankara, 2018 XI PROF.DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ İLE RÖPORTAJ PROF. DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ İLE RÖPORTAJ DR. REYHAN GÖKBEN SALUK Gazi Üniversitesi T“rk (alk Edebiyatının değerli hocalarından Prof. Dr. Pakize Pervin Ay‐ taç, yılında Erzurum'da doğdu. Atat“rk Üniversitesi T“rk Dili ve Edebiya‐ tı Böl“m“'nden mezun oldu. Mezuniyetinin ardından Atat“rk Üniversitesi Rek‐ törl“ğ“ Yazı İşleri M“d“rl“ğ“ görevinde bulundu. yılında G“vahî'nin Pendnâmesi adlı tezle y“ksek lisansını, yılında "(alk Edebiyatını Tenkîd" adlı çalışma ile doktorasını tamamladı. yılında yardımcı doçent olarak Selçuk Üniversitesi'nde göreve başladı. Burada T“rk (alk K“lt“r“ Araştırma Merkezi'nin çalışmalarını y“r“tt“. yılında Gazi Üniversitesi Fen‐Edebiyat Fak“ltesi T“rk Dili ve Edebiyatı Böl“m“'ne geçti. yılında "Asuman ve Zeycan (ikâyesi Üzerine Bir İnceleme" adlı çalışması ile doçent; 'de ise "Realist‐Mensûr (alk (ikâyelerinden Tayyarzâde ve (ançerli (anım (ikâyesi Üzerine Bir Tahlil Denemesi" adlı takdim teziyle profesör oldu. Aytaç, T“rk tasavvuf edebiyatı, Anadolu sahası Alevilik araştırmaları, millî k“lt“r, gelenek‐görenek ve töre, halk hikâyeleri ve realist İstanbul hikâye‐ leri gibi konularda araştırmalarına devam etmektedir. Söz konusu başlıklarda sayısız makalesi ve araştırması bulunmaktadır. Folklor ve Edebiyat, Realist (alk (ikâyelerinden (ançerli (anım ve Tayyarzade (ikâyesinin Tahlili Üzeri‐ ne Bir Deneme, Destan‐Roman ve (alk (ikâyesi Üzerine Bir Deneme adlı ki‐ tapların sahibidir. Ayrıca öğrencileriyle Kitâb‐ı Mensûr Realist İstanbul (ikâ‐ yeleri Metinler aslı eserini hazırlamıştır. Saygın bilim neferlerimizden biri olarak halk edebiyatı sahasında eşsiz eserler kaleme alan, öğrenciler yetiştiren Aytaç hocayı kendi dilinden daha yakından tanıyalım. Dr. Reyhan Gökben SALUK: (ocam, röportajımıza nasıl bir çocukluk geçirdiğinizi sorarak başlayabilir miyiz? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Tabii. Kalabalık bir ailede b“y“d“m. Annem, babam bilgili, son derece m“şfik, b“t“n varlığa sevgi ile bakan, irfanî geleneğin terbiye ve tezkiye sisteminden geçmiş şahsiyetlerdi. B“t“n hayatları feragat, fedakârlık, yiğitlik, y“reklilik, d“r“stl“k, samimiyet, çalışkanlık, gurur, 1 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK haysiyet gibi değerlere hizmet ile geçmiştir. Madde‐mânâ dengesini hep mâ‐ nâdan yana kurmuşlardır. DzYanınızdakinin kaderinden de sorumlusunuz.dz an‐ layışı hayatlarının merkezindeydi, paylaşmayı çok seviyorlardı. D“nyamıza tasarruf eden iman, ihlâs, irfan, hikmet, sevgi, birlik şuuru nedir, T“rk ahlâk ve prensipleri nedir yaşayarak öğrendim. Yapıcı ve medenî idiler. İnsan y“reğine dokunmayı iyi bilirlerdi. Erdemlerin sadece bilgisine değil kendisine sahipler. Sadece ailemiz değil, evin dışı da bir tehdit alanı değil, bir terbiye ortamıydı. Komşularımız bile, yolumuza çıkması muhtemel dikenleri ayıklamakta kendi‐ lerini sorumlu gör“yorlardı. Okullarımız yaşamın ham gerçeğini, işleyerek, hayatımıza mânâ ve değer katıyordu. Bizlere istikamet ve hedef koyuyordu. Sosyal “lk“lerimizi geliştiren, bize öz varlığımızı hatırlatan okul dışı çalışmalar bizi mutlu kılıyordu. B“y“klerimizin olgun tecr“beleri, şifahî bilgileri hayat bilgimizin temellendirilmesinde önemli rol oynuyordu. Kendilerine özg“ h“vi‐ yet ve şahsiyetleriyle bize bir nevi karakter eğitimi veriyorlardı. (alk edebiya‐ tına yönelmemde muhtemelen böyle bir alt yapının varlığı rol oynadı. Talebe tezim, DzDadaş Köy“ Monografisidz konusu idi. T“rk köy“n“n nasıl bir yaşama zerâfetine sahip olduğunu bu çalışmayla görd“m. Fakat yaşanılan yoksulluk canımı çok yaktı. Tarlalarda derleme yaparken, elleri ve y“zleri tabiat tarafın‐ dan adeta oyulmuş insanlarla karşılaştım. Anadoluǯnun zaaflarını da kuvvetle‐ rini de içinden geçerek kavradım. Bu sebeple, Ziya Gökalpǯın b“t“n eserlerini adeta içtim. Anladım ki, “lkemizin sorunlarını siyaset, ekonomi de dâhil çöz‐ meye bu alanın sahipleri sebep olacaklardır. Dr. Reyhan Gökben SALUK: T“rk değerler sistemi “zerinde çok durur‐ sunuz, sebebini açıklat mısınız? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: T“rk sosyo k“lt“rel yapısındaki çöz“l‐ me, anlam ve değer boşluğu yaratmıştır. Bize ait değerlerin gerilik sayıldığı bir ortamda çöz“lmenin hızı artmış, bu da b“y“k travmalara sebep olmuştur. Ma‐ razi kişilerin elinde yeni idoller para‐prestij‐çıkar olmuş, ihmâl edilen unutu‐ lan ebedi değerlerimiz, ahlâkî faziletlerimiz, hasbî fedakârlıklarımız, kaybolup gitmiştir. Oysa toplumsal değerler, kişisel değerleri belirleyen yapılardır. İnsa‐ nın bir değer alanı içinde yetişmesi ve bu değerlere göre hareket etmesi, onu ahlâkî sorumluluk taşıyan bir birey haline ulaştırır. Bir köke bağlı olmayan kurur. Batılı kişilik geliştirme şirketlerinin “lkemizde zihin kontrol“ yaparak millî k“lt“r kodlarımızı tahrip ettiğini söyl“yoruz, peki biz ne yapıyoruz? T“rk coğrafyasında “retilen değerler, adalet, vicdan, şefkat, merhamet, vatan sevgi‐ si, ahde vefa, paylaşma, edep‐hayâ‐iffet‐ismet, kul hakkına riâyet, vakar, onur, 2 PROF.DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ İLE RÖPORTAJ haysiyet, feragât, yiğitlik gibi soylu değerleri, bir ilim ve irfan fethine kaynak kılabildik mi? Örnekleyebildik mi? Bilgece yaşama sanatına malzeme olarak sunabildik mi? Millî yapımıza uygun yeni değerler yaratabildik mi? Öz“m“zde yer alan vicdanî ve ahlâkî değerleri yeniden “retebildik mi? Bu soruların ceva‐ bı, geleneklerimizin değerler sisteminde vardır. Üretmek t“m problemlerimi‐ zin çöz“m“ demektir. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Siz Batı d“ş“ncesi konusunda da çok oku‐ malar yaptınız, bu okumaların katkıları nedir, paylaşır mısınız? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Tanpınarǯı okurken şöyle bir c“mle geçti: DzT“rklerǯde sistemli d“ş“nce yoktur.dz Sistemli d“ş“nce nedir, diye araş‐ tırmaya başladım. Tabii, karşıma Batı d“ş“ncesi çıktı. Felsefî dehaları ve sosyo‐ lojik y“ksek k“lt“rleri, geliştirdikleri teknoloji önemliydi. Ancak, insanın öz“ konusunda gafil ve cahil olduklarını görd“m. Bizim dinamik bir ruhumuz, yu‐ muşak bir zekâmız batıda vahşi akıl ve g“ç esas.. ince ve zarif bir mistik d“‐ ş“ncemiz varken, onların habis, iki y“zl“ kavramlarıyla, mağrur d“nya gör“ş‐ leri beni çok rahatsız etti. Mademki, d“ş“nmenin temel taşı kavramlardır. O halde, T“rk –İslâm medeniyetinin de, kendine özg“ kavramları olmalıydı. (ik‐ met gibi, Kut gibi, bilgelik, ilim ve irfan, hakikat … gibi! Öl“ms“z g“ç kaynakla‐ rımızın fikir ve fiil sahasında ne var, bu konu “zerinde d“ş“nmek b“t“n bilim dallarının, hasseten de halk edebiyatı mensuplarının işidir, diye d“ş“n“yorum. Bu alanımızın genç hocalarına çağrım olsun. Kadim eserlerimizden başlayarak T“rkǯ“n değer haritasını çıkaracak b“y“k sempozyumlar d“zenlensin. T“rk ruhunun şifreleri çöz“ls“n, bize özg“ h“viyet ve şahsiyetin envanteri çıksın, sözlerin kavramsal derinliği nakış nakış işlensin, ortaya çıkan fikirler eyleme dön“şt“r“ls“n. Yaşam bilgelerimizin fikrî mesaileri DzB“y“k T“rkiye R“yamızadz kök salsın. Elde edilen verilerle bilgi havuzlarımız, bilgi bankalarımız oluştu‐ rulsun. Kendi değerlerimizden devşirdiğimiz bir felsefemiz, ince ve zarif bilgi‐ lerle dolu k“lt“r filozoflarımız yetişsin. Fikir ve d“ş“nce atölyelerimiz kurul‐ sun. Millî aydınlarımız hızla çoğalsın. İdeolojik körd“ğ“mler çöz“ls“n. Kafamı‐ za ve ruhumuza sokulan n“kleer bombalar tesirsiz hâle getirilsin. Tabiat boş‐ luk kabul etmez. Sağlam, kaliteli, “st“n bir k“lt“r“, çağdaş değerlerle birleşti‐ ren bir öğretim sistemiyle gençlerimiz hayat bulsun. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Bunları uygulamaya geçirememenizin se‐ beplerini sıralayabilir misiniz? 3 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: D“r“st insanları dokuz köyden kovar‐ sanız, iyi terbiye almış bireyleri acizlikle suçlarsanız, kaba, hoyrat, ilkel, özve‐ riden yoksun insanları karar mekanizmalarının vazgeçilmezi kılarsanız, bunla‐ rı yapabilecek insanlara fırsat vermezseniz, çalışma azmindeki insanları kırar‐ sınız. Fırsat verilseydi yapardım. Ama şunu unutmayın, bilimi nesiller tamam‐ lar, diyor Mehmet Kaplan. Benim başaramadıklarımı inşallah siz gençler başa‐ rırsınız. Çok mu şikâyet ettim. Cevap Yunûsǯtan: Behey Yunûs! Bunu söyleme derler!/Ya ben öleyim mi söylemeyince. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Siz, k“lt“r“n yeniden “retilmesini çok önemsiyorsunuz. Bu konudaki d“ş“ncelerinizi öğrenebilir miyiz? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Asırların içinden s“z“l“p gelen millî k“lt“r unsurlarımızın çağın değerleriyle b“t“nleştirme imkân ve kabiliyetine sahip bir millet olduğumuza şiddetle inanıyorum. Millî k“lt“r“m“z“ yeni ku‐ şaklara aktaramıyoruz. Aydınlarımız halkta yaşayan k“lt“r“m“z“n şuurunda değil. Asıl kaynağından kopmuş T“rk ruhunu yeniden g“ndeme taşımak, genç‐ lerimizin kişiliklerini, millî yapıdan elde ettiğimiz verilerle inşa etmek, k“lt“rel hafızamızı her g“n diri tutmak konusunda halk edebiyatı mensuplarına önemli görevler d“şmektedir. Kimliğimizin omurga kavramları yeni ve ithal kavram‐ larla bir gelenek oluşturulamadığını acı tecr“belerle öğrendik. Tarihin etik ve estetik ruh ve öz değerlerini yeni formlar, özg“n yorumlarla, bug“n“n diline ve sosyal d“ş“ncelerine uygun bir surette yenileştirmek, aslına r“cû mantığıyla, k“llerinden yeniden doğmak, uyuşuk idrâkimizi canlandırmak DzT“rk Rönesansınındz kapılarını açmak anlamına gelecektir. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Aile konusunu çok önemsediğinizi biliyo‐ rum, sebeplerini paylaşır mısınız? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Sosyal k“lt“r“n çekirdeği ailedir. Ço‐ cuğun özg“ven kazanması, birey almayı öğrenmesi ailede başlar. Toplumsal bilincin ilkeleriyle de gelişir. Beden ile ruhu, madde ile mânâyı, alplikle erenliği birleştiren T“rk aile sistemi “zerinde çalışmak isteğimin temelinde, bu yapı‐ daki derin tefekk“r iklimini anlamaya çalışmak vardır. Sağlıklı bir toplumun kendine özg“ değerlere sahip çıkması, onların s“rekliliğini sağlaması varlık sebebidir. Devam ve bekâ g“c“n“ taşıyan en b“y“k sermayemiz aile, sevgi – ahlâk, insan onuruna saygı, “lfet, digergamlık… gibi toplum enerjimizi oluştu‐ ran değerlerin yeşerdiği, kök saldığı evrenimizdir. Aile k“ç“k devlet, devlet b“y“k ailedir. Bu sağlam zeminin felsefî derinliği işlenirse, toplumumuzdaki huzursuzluk, g“vensizlik, yalnızlık ve çaresizlik de yok olur. 4 PROF.DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ İLE RÖPORTAJ Dr. Reyhan Gökben SALUK: Bu sebeple mi, en b“y“k hayaliniz DzMasal Araştırma Merkezidz kurmaktı? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Evet. Masallar çocuğu kalbinden yaka‐ lar. Çocuklarımızın kişilik gelişiminde son derece önemli bir alandır. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Neden bir sonuç alınamadı, peki? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Ankaraǯya geldiğim yıllardı. (azırladı‐ ğım projeyi yetkililere sundum. Bana yeni araştırma merkezleri açılmayacağı, zira kurulanların pek çalışmadığı söylendi. O zaman gençtim, m“cadele ede‐ medim. Oysa böyle bir merkez, “lkemizin etik ve estetik değerlerinin envante‐ rini çıkarmak için de çok faydalı olabilirdi. Balkanlarda masal koleksiyonu ol‐ mayan tek “lkeyiz. Bizim masallarımızın estetiği d“nya masallarıyla ölç“lecek değerdedir, d“ş“ncesini hâlâ taşıyorum. DzÇocuklarımıza kök verelim, kanat takalımdz diyebilen bir k“lt“r, bana göre batının b“t“n pedagojik spek“lasyon‐ larının “st“nde bir değer taşıyor. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Konya Selçuk Üniversitesiǯnden sonra Gazi Üniversitesiǯne geldiniz. Burada çalışmalarınıza nasıl başladınız? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Böl“me ilk geldiğim yıl, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, böl“m başkanı idi. Prof. Dr. Sadık Kemal Tural hocamızla bir‐ likte DzSeminerdz programı başlatmışlardı. (epimiz istediğimiz konuda bir ça‐ lışma yapıp sunuyorduk. Ben, T“rk d“ş“ncesinde halk‐aydın ikiliği konusunu almıştım. Kendi toplumuna yabancı aydın sendromunun “lkemiz için en önem‐ li problem olduğunu d“ş“n“yordum. Bir toplumu yaşatan hayati kuvvetler ne yazık ki, aydınlarımız tarafından sistematik olarak “retilemediğini, doktora tezimi yaparken görm“şt“m. Ruhumuza g“ç ve şekil veren kavramlar kurum‐ sallaştırılamamıştı. Batı koordinatlı zihnî tasarımlar bir ruh ve gön“l medeni‐ yeti olan T“rk – İslâm d“ş“ncesine uymamıştır. Oysa, Ziya Gökalp, Dz(alka Doğ‐ rudz, Dz(ars ve Tehzipdz başlıklı yazılarında bunun nasıl yapılacağına dair çok net bilgiler vermiştir. Bilgiye ulaşmak kadar, onu doğru ve yerinde kullanma yeti‐ sini elde etmek de önemlidir. Doğru bilgiyi “retemediğimiz için doğru davra‐ nışlara da sahip olamadık. Kimlik sorunlarımız çöz“lemedi. Kimlik sorunu herşeyden önce bir medeniyet sorunudur. Kişilikse önemli bir felsefe sorunu‐ dur. Kimlik ve kişiliğin oluşumunda millî k“lt“r“n rol“ b“y“kt“r. Millî karak‐ terin oluşumunda da eğitimin elbet. Gençlerimizi varoluşumuzun, millî beka‐ 5 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK mızın sembol“ olacak bize ait kavramları yeniden “retmek konusunda bilinç‐ lendirmemiz lâzım. Ezberci kimlikler, slogan fikirler eğitim sistemimizin hayattan kopması‐ na sebep oldu. Okullarımız, sorumlu vicdanları “retemedi. Yapılacak şey, ay‐ dınla halkın birlikte bir gelecek oluşturmasıdır, d“ş“ncesindeydim, hâlâ böyle d“ş“n“yorum. Kendi kökleri “zerinde filizlenmiş aydınların “lkemizin her t“rl“ problemini çözeceğine inanıyorum. Dr. Reyhan Gökben SALUK: (alk edebiyatı malzemesinin birey‐ toplum‐devlet ekseninde nasıl kurucu kaynak olduğundan sıkça bahsedersiniz, bu konuda bize neler söyleyebilirsiniz? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: T“rkǯ“n tarihi misyonunda vatan sev‐ gisi, derin bir felsefî zemine dayanır. Çocukluğumdan beri Dzdevlet‐i ebed m“d‐ detdz fikri, T“rk devlet geleneğinin varlığı ve ihtişamı benliğimde bir ebedilik duygusu yarattı. Orhun Abideleriǯndeki derin yaşam bilgeliği bizim sosyal ge‐ nimizin temelini oluşturan bilgilerle dolu idi. T“rk birey‐toplum ve devletin‐ deki gön“l zenginliği, ruh inceliği hepimizin gör“ş ufkunda derin izler bırak‐ mıştı. İlerideki yıllarda, D“ndar Taşerǯin DzB“y“k T“rkiye R“yasıdz başucu kita‐ bım oldu. Onun şu c“mleleri beynime kazındı: DzO devlet ki atalarımızın haşme‐ ti idi; torunlarımızın azâmeti olacaktır. Bizi millî oluşa, y“ksek bir ideale ve birliğe davet eden k“lt“r“m“z“n bize çağrısı şudur: Dzkendine dön, kendi b“‐ y“k idealine, cihân kadar geniş devlet telâkkisine, millî idrakine sarıl!dz Üst“n bir tarih şuuru ve b“y“k T“rkiye ideali. Taşer, Fenâfiǯd‐devle veǯl millet olmak için vazifelendirilmiş b“y“k bilge. Bug“n kaç genç onun fikirlerine sahip? Bu y“ce fikirler coğrafyamızı vatan kıldı. Biz onları geliştiremedik. Veya bir başka örnek, Atat“rkǯ“m“z“n; DzYa istiklâl ya öl“mdz parolasının nasıl bir uyanış çağrı‐ sı olduğunu anlamak ancak, Dzmillî oluşdz sırrına ermiş bireylerin kavrayabilece‐ ği seviyedir. Yaşadığı coğrafyaya ve tarihe ihânet edenler, bu b“y“k dâvânın izini s“remezler. Bu bir fazilet m“cadelesidir. Bu m“cadelede halk edebiyatı b“y“k ve t“kenmez bir kaynaktır. Dr. Reyhan Gökben SALUK: DzMillî rûhdz çokça zikrettiğiniz bir kavram, sebebi nedir? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Emperyalizmin yeni şekli; k“resel sö‐ m“rge alanları yaratmak, bireylerin millî ruhlarını yok etmek, köleliğe zorla‐ maktır. Gençlik yıllarımı hatırlarım Dztabuları yıkalımdz, Dzhamaset yapmayındz, 6 PROF.DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ İLE RÖPORTAJ Dzezberleri bozacağızdz sloganları köks“z yöneticilerin “nl“ söylemleriydi. Bu sözlere karşı biz de Dzinadına hamasetdz, Dzinadına millî ruhdz diyerek direnirdik. Ç“nk“ bilirdik ki, bir “lkeyi ayakta tutan onun değerler sistemidir. DzÖt“kenǯden çıkma yanarsındz ne demektir bilirdik. Bunun değerlerini terketme! İhtarı olduğunu sezerdik. G“zel yıllardı, ideal ve ideoloji dengesi iyi kurulmuştu. Ülkemizin sorunlarını dert edinirdik. Bu uğurda hayatlarını kay‐ beden arkadaşlarımız vardı. Mekânları cennet olsun. D“nyaya n“kleer silahlar‐ la saldıranlar, kimyasal atıklarla yaşamı cehenneme çevirenler, yoksulluğu derinleştirenler, çöz“ms“zl“k ve belirsizliği dikte ettirenler, bilmeliler ki biz evrene zul“m ve öl“m değil, şefkat ve merhamet taşıyan fitrî bir niteliğin sa‐ hipleriyiz. Çağın bu kirli ruhunu yok edecek bir medeniyetin çocuklarıyız. Kâi‐ nata egemen olacak d“ş“nce bizden doğacaktır. Erdemli bir yaşamın doğru‐ iyi‐g“zel birliğini kurmaya muktedir bir k“lt“rden geliyoruz. Söm“rge aydınla‐ rı ferdiyeti savunurken, bencilliği, başarı ve g“c“ putlaştırırken, para, haz ve çıkara kilitlenmişken millî aydın, bu d“nyayı bir sınav yeri olarak gör“yor ve şahsiyet olmayı bir meziyet olarak kendine mâl etmeye çalışıyor. Gel berü sarrâfısan gör gevherin ra’nâsını Ehl-i irfân olmayan bilmez bunun mâ’nâsını (Ûmmî Sinan) Dr. Reyhan Gökben SALUK: Tasavvufla buluşmanız nasıl oldu? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Semavî armağan. Böl“m“m“zde ders dağılımı yapılıyordu, bu ders bana verildi. Önce itiraz ettim, zirâ ilâhiyat ve felsefeye dayanan bir derse girmek cesâret gerektirirdi. DzTelaşlanma, Yûnusǯu okutacaksınǯǯ denildi. Sekiz senem alanla ilgili kaynakları okumakla geçti. İşe Farabîǯden, İbni Sinaǯdan başladım. Ahmet Yesevî, Yunûs Emre, (acı Bektaş Velî, Mevlâna ve diğerlerine ulaştım. Kullandıkları kavram ve temalar çok cezbedici idi. Fakat çok zorlandığım anlar oldu, birg“n böyle sancılı bir anda, şöyle bir c“mle ile karşılaştım. DzTefekk“r ve sanat b“y“k nefs muhasebesine, entelekt“el krize ve buhrana girmeden kazanılmaz, Yûnûs boşuna dememiş; Dzsöz aslını bilene, mânâsı cevherdirdz veya DzErenlerin sohbeti artırır mârifetidz bu çileye talip olma anlamına mı geliyordu, bilmiyorum. Sonsuzluğu kavrama, rûh olgunluğu, aklı terbiye etme, fikir ve fiilde insanileşme, d“nyaya h“kmet‐ mek için d“nyasını fedâ etme, aşk ahlâkı, kemâl ve cemâl felsefesi, yaşamın ham gerçeğinden, ötelerin hakikatine sefer etme… ve daha pek çok bilgi… gö‐ n“l d“nyamda filizlenip, serpilip, gelişti. Kendini bilmek ilkesiyle, kendini fet‐ 7 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK hetmek, parça iken b“t“n olmak, fâni iken ebedi olmak, damla iken deniz ol‐ mak… İnsanı b“y“k yör“ngeye oturtacak öz irfanî hazînelerimiz. Biz talîb‐i ilmleriz, aşk kitabından okuruz diyenlerin, bu ulvî sofradan aç kalkması m“mk“n değil. Bu alanı eğitime sokabilirseniz, sokaklarınız bile cen‐ net olur. T“rkǯ“n ebedilik iştiyakı, (akkǯla hak olmak ihtirası, dış d“nya–iç d“nya dengesi kendimizi tanımamız açısından son derece önemlidir. Bize özg“ rûh yapımızla, y“reğimizi ve nuranileşmiş aklımızın değerlerini birleştiren nitelikli tavrımız nesilden nesile geliştirilerek aktarılmalıdır. Bu da derin bir bilgi ile v“cut bulur. Biz bilgi yıllarını batıdan devşirirken, onlardan asırlarca önce Dzcahillere cennetin kapıları açılamaz, ç“nk“ cennete girmek bilgi işidir. Bilgisiz bir rûh nura ulaşamaz, narda kalır. Uruc, mirâc bilgi iledirdz diyen bir k“lt“r felsefemiz vardı. Ne yazık ki, bu bilgi bireye ve topluma aktarılamadı. Bunda hepimizin payı var. Çok beğendiğim iki özdeyişten bahsetmeden geçemeyeceğim. Yanlışı gören ve önlemek için elini uzatmayan insan, yanlışı yapan kadar suçludur. Çöz“mde görev almayanlar problemin bir parçası olurlar Goethe . Dr. Reyhan Gökben SALUK: Alevilik “zerine çalışmalarınız var. Bu ala‐ na ilgi duymanızın sebebi nedir? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Tasavvufla ilgilenince, Alevilik de dev‐ reye girdi. Ancak, yeterince dağınık çalıştığım için dosyalarımı gençlere ileride devrederim, diyordum. (ocamız Prof. Dr. Abdurrahman G“zel, Eskişehirǯde bir sempozyuma katılmak konusunda bize görev verdi. Kıramadım, çalışmaya başladım. Ona bu mânâda çok minnettarım. Aleviliğin k“lt“r tarihimizdeki yeri çok b“y“k. B“y“k bir ilim ve irfan medeniyeti. (“nkâr (acı Bektaş Veli, Kaygusuz, (allac… ve diğerleri T“rk – İslâm medeniyetinin temel öznesinin Dzinsandz olduğunu ispat etmişlerdir. İnsa‐ nî ve irfanî geleneğin içerisinden geçerek b“y“k bir ahlâk felsefesi kurmuşlar‐ dır. Gençlerimiz bu alana da mutlak surette yönelmeliler. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Bize özg“ bir eğitim hassasiyetiniz var. Bu nasıl gerçekleşecek? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Eğitim, hem bilim hem de sanattır. Sanat eğitimi, bilimi insanileştirir, yaşamın hizmetinde olmayan bir eğitim, toplumu b“t“nleştiremez. Sanat ve felsefe eğitimi bir dizi zerâfet, incelik, has‐ sasiyet gibi değerler “retir. Bireyin toplumun gerçek “yesi olması buna bağlı‐ 8 PROF.DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ İLE RÖPORTAJ dır. Rûh b“t“nl“ğ“m“z“ sağlayacak bir eğitim hâfızamız, özg“n bir eğitim mo‐ delimiz var mıdır? Edebiyat, sanat ve sosyal bilimleri geliştiremeyen bir “lke, çağdaş sistemi kendi başına “retme kapasitesine de sahip olamaz. Bize ait bir toplumsal doku inşa etmek, yeni bir medeniyet arayışının hamlesini de belirle‐ yecektir. Yaşamın estetiksel algısını geliştirmek, hayata anlam ve zerâfet ka‐ zandıracaktır. Bu sebeple ciddi bir g“zel sanatlar politikasına ihtiyacımız oldu‐ ğunu d“ş“n“yorum. G“zel Sanatlar politikası, T“rk‐İslam estetiğinin derinliğini toplumda yaygınlaştırmalıdır, bu yönde yapılacak çalışmalar cepheleşmeleri yok edecek‐ tir. Yaşadığımız tarihsel travmaların, ortak bilinçaltındaki izlerini de silecektir. DzMedeniyetleri politikacılar yaratmaz, medeniyetler âlimlerin ve sanat‐ kârların işidir.dz Erol G“ngör söz“n“n çok önemli olduğunu d“ş“n“yorum. Milli ruh, sanat, ahlâk ve din b“t“n problemlerin bitmesini sağlayacak g“çte‐ dir. Bizim fikir tarihimizde y“ksek idealler bu temellerin “zerinde inşa edil‐ miştir. Milli b“nyemizin b“t“nleştirici ve geliştirici fonksiyonları buradan çı‐ kacaktır. Gön“l seferberliği yaratmak için samimi gayretlere ihtiyaç olduğu açıktır. Eğer, toplumsal değişmenin kanunlarını iyi bilirseniz, öz anlam d“nya‐ nızı derinliğine tanıyorsanız ve çağı doğru okuyabiliyorsanız, din, k“lt“r, gele‐ nek, onur, vakar, erdem, d“r“stl“k, digergamlık, ahde vefâ, saygı, paylaşım, vicdan, hak, adalet…..gibi varlık alanlarınızla, akıl‐bilgi‐bilim‐teknikle çok g“çl“ birey‐toplum ve sosyal yapılar kurabilirsiniz. Yeni bir bilim anlayışı, yeni bir siyasal yapı, yeni bir ekonomi felsefesi, yeni bir eğitim, yeni bir ahlâk anlayışı ön“n“zdeki t“m engelleri aşmamıza vesile olur. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Millî kahraman “retmenin bir vatan borcu olduğunu söylersiniz, bu konuda gençlere neler söyleyeceksiniz? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Millî rûh bir mensûbiyet şuurudur. Muhtevasında aşk, feragat, fedakârlık vardır. Bu değerler “zerine oturttuğu‐ muz temelleri ne yazık ki sökt“k, kadim ölç“lerimizi kaybettik. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Bu d“ş“ncenizi haklı çıkaracak bir örnek verebilir misiniz? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Çok örnek var. Meselâ, T“rk insanı sı‐ kıntıya tahamm“l gösteren bir millettir, her yokluğa dayanır, haysiyet yoklu‐ ğuna asla. Bug“n haysiyet yokluğunu tartışıyor muyuz? Biz onarmıyor ç“r“t“‐ yoruz. Kadim ölç“lerimiz için bir seferberliğe ihtiyacımız var. Yeni kahraman‐ 9 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK lara, yeni rehberlere ihtiyacımız var. Milli kahramanlar, bir “lkenin değerlerini gör“n“r alana çıkaran şahsiyetlerdir. Yiğitlik ve feragat önemli erdemlerdir. (er nesilde yeniden doğarlar. Yaşam çizgimizde bu t“r insanların varlığı son derece önemlidir. Onlar y“ksek ruhlarıyla T“rkǯ“n ateş hattında kendilerini devletine ve milletine adamış duygu, davranış ve d“ş“nceleriyle hem kimlik inşasında hem de toplumsal bir etiğin temellerini oluşturmamızda bize yol gösterirler. Ahlâkî özg“rl“k, bireyin bir ahlâk kahramanı olmasını sağlar. Ahlâk yerleşmiş bir dizi değerden oluşur ve toplumla b“t“nleşmeyi sağlar. T“rk rû‐ huna yakışan ahlâkî değerler “zerinde durmak ve yaygınlaştırmak halk edebi‐ yatının en önemli görevidir. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Bu fikirleriniz bir toplum m“hendisliği ola‐ rak algılanabilir mi? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Kesinlikle hayır. Toplum m“hendisleri insanların zaaflarından yola çıkarak onları istedikleri şekilde yönlendirip, zihni formatlama yoluna giden baskıcı kişilerdir. Bizim d“ş“ncemiz tam aksine T“rk d“nyasını billurlaştıran, geliştiren ufuk açıcı aydınlarla geleceğe ait d“ş“nce ve tasarımları olan, millî ruhu bir strateji haline koyabilecek çapta, birinci sınıf kirlenmemiş kafa ve rûha sahip, halktan çıkmış, milli kökler “zerinde filizlen‐ miş, m“tevazı, milliyetçi, imanlı aydınların kuracağı bir toplum yapısını ortaya çıkarmaktır. Teorik bilgiye felsefi donanıma, bilimsel yetkinliğe sahip sosyal bilimci‐ lere ihtiyaç bu sebepledir. Ziya Gökalpǯin Dz(alka Doğrudz ile başlayan seri yazı‐ larını okumak bile yol haritamızı, çizmeye yetecek çaptadır. T“rkiyeǯmizin uf‐ kunu aydınlatacak Yahya Kemâlǯler Ömer Seyfettinǯler. y“zlerce değerli isim, kimliğimizin çekirdeğindeki ahlâk ve disipline yaptıkları vurguyla b“y“k iş başarmışlardır. Mevlanaǯnın ifadesiyle Dzkâinatta söylenmemiş söz yokdzǯ! Ama biz bunu göremiyoruz. Bakın sadece şu satırları okuyan bir eğitimci görevinin ne olduğunu pe‐ kâlâ kestirebilir. DzEy genç muharrir! Gel sen bir kahraman ol! Nefsini d“ş“nme. Boş gururu, menfaatperverliği bırak. Milletini uyandır. Senin milletin daha kendi ismini bilmiyor, kendi lisanını bilmiyor. Zaman y“r“m“ş, o uyumuş geri‐ de kalmış! Dost sandığı, bağrına bastığı gizli d“şmanları b“t“n servetini, b“t“n saadetini yağma etmiş! Senin milletin kendi vatanında bir köle, bir esir, bir bekçi, bir fakir….Ona ilim, servet, saadet, duygu, ideal ver.dz Gençlerimizi bir metin mahşerine boğmak yerine, söylenmişleri anlamaya, yorumlamaya yön‐ lendirsek bu bile yeter! Edebiyat sığınılacak en b“y“k kaledir. 10 PROF.DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ İLE RÖPORTAJ Dr. Reyhan Gökben SALUK: Çok m“şteki olduğunuz bir konu var. Siz Atat“rkǯ“ de Osmanlıyı da seviyorsunuz, fakat bu iki g“c“ birbirinin antitezi gibi görenleri sevmiyorsunuz. Değerlendirmem yanlış mı? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Elbette hayır. Biz Orta Asyaǯyız, biz Sel‐ çukluǯyuz, biz Osmanlıǯyız, biz Cumhuriyetǯiz. Bunlar birbirinin devamıdır. Ne Abd“lhamit DzKızıl Sultandzdır, ki ona Kızıl Sultan kaftanını giydiren Fransız ta‐ rihçisi Vandalǯdır. Ne de Atat“rk sarhoş bir devlet adamıdır. Atat“rkǯe d“şman olan dış g“çlere bakın, onun nasıl değerli bir komutan olduğunu anlarsınız. Ufku olmayan dar zihniyetlerden kurtulmak lâzım. Eleştirel bir bakışla geçmişi yeniden gözden geçirmek gerekir. Mâzimizdeki g“zellikleri, geliştirerek gele‐ ceğe taşımamız lâzım. K“lt“r, kimlik ve değer hatlarımızdaki zayıflamayı gi‐ dermemiz hepimiz için bir borç olmalıdır. Birlik ve b“t“nl“ğ“m“z“ sağlamakta yarışmalıyız. (âkim k“resel g“çlerin altında ezilmemek için Dzk“lt“rel yaratıcı‐ lığıdz ciddiye almamız gerekir. İlim, sanat, teknik, y“ksek ahlâk şuuru, karakter terbiyesi, T“rk‐İslâm medeniyetinin b“t“n cevherini yeniden fethetmek ve gençliğe mal etmek varlık sebebimiz olmalıdır. T“rkǯ“n öz değerlerini g“n“n ihtiyaçlarına göre yorumlayarak, sağlam köke yeni yeni gövdeler aşılamak ve zaafa uğrayan milli şuurumuzu g“çlendirmek zorundayız. Aksi hâlde, bu netâ‐ meli coğrafyada ayakta kalamayız. Kısır kavgalar zaman kaybıdır. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Son sorum, yapmayı çok isteyip yapama‐ dıklarınız nedir? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: En b“y“k emelim, eski T“rk d“ş“nce sisteminin asırlar boyunca “rettiği kavram ve prensipleri yorumlamaya muk‐ tedir bir kollektif çalışmanın içinde yer almaktı. Bu konu “zerinde akademik anlamda çok fazla durulmadığını d“ş“n“yordum. K“lt“r köklerimizde yer alan değerlerin çıkarılması, b“t“nc“l bir bakış açısıyla birleştirilmesi eğitim ve öğ‐ retimde kullanılmasının birçok sıkıntımıza devâ olacağına b“t“n kalbimle ina‐ nıyordum. Felsefi derinlik ve “st“n sanat sağlayacak böyle bir çalışma, kişile‐ rin kendilerini anlamaları ve fikirlerini “retmeleri bakımından da faydalı ola‐ caktı. Dr. Reyhan Gökben SALUK: Bu t“r çalışmayı bug“n hangi kişi ve ku‐ rumlar yapabilir? Prof. Dr. Pakize Pervin AYTAÇ: Uzağa gitmeye gerek yok. Kendi böl“‐ m“m“zde yer alan T“rkiyat Merkezi, (alk Bilimi Böl“m“, (alk Edebiyatı Ana 11 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK Bilim Dalı mensuplarıyla bile böyle bir proje gerçekleşebilir. Sonuç olarak; T“rk milletinin hayat ve devamına kasteden, milli ruhun ön“ne zihinsel blok‐ lar koyan, içinizde yeşeren fikir ve rûh disiplinini s“rekli budayan g“çler, omuzunda binlerce yıllık tarihi mirâsı taşıyan b“y“k bilgelere giden yola bari‐ katlar kurmaktan vazgeçmeyecekler. Ve T“rk gençliği de bu engelleri aşmak‐ tan yılmayacaktır. Ç“nk“ onlar bu sorumluluğu y“klenebilecek g“ce sahiptir. Yaşanabilir bir gelecek oluşturmak, “retken, yaratıcı, ufku geniş, irfanı kökl“ gençlerin çokluğuna bağlıdır. Ülkemizin kaç fetret yaşadığını, b“t“n kritik kav‐ şakların zayıflayan insan kimliğinden kaynaklandığını unutmamak gerekir. Coğrafyamızı vatansızlaştırmaya çalışanlara, T“rk‐ İslam medeniyetinin değerleriyle karşı durabiliriz. Ziya Gökalpǯin DzVatan millet k“lt“rd“r.dz tezini geliştirmek zorundayız. DzCihan vatandan ibarettir itikadımcadz mısrasını yeni‐ den ruhlara kazımalıyız. Söz“m“ çok sevdiğim bir şiirle bitireyim: YENİDEN “Çözülsün dağların buzu, çözülsün; Yiğitler geçmeye yol bulacaklar, Çözülsün dağların buzu, çözülsün: Ufuklar açmaya sel olacaklar. Kürşadlar sefere çağrıldığında Hilâller uğruna yol alacaklar Zaferin müjdesi verildiğinde; Çekilen bayrağa dal olacaklar. Düşenler neslimin gönüllerine; Bülbülün sevdiği gül olacaklar, “Haydi arslanlarım!” denildiğinde Altay’dan Tuna’ya sel olacaklar…” Dr. Reyhan Gökben SALUK: Y“reğinize sağlık hocam. Çok teşekk“r ederim. 12 MAKALELER MAKALELER 13 FUZÛLÎ’NİN ŞİİRLERİNİN DİLİ FUZÛLÎ’NİN ŞİİRLERİNİN DİLİ PROF. DR. AHMET MERMER Gazi Üniversitesi Eski şiirde Yunus Emre T“rkçesi, Ali Şir Nevâî T“rkçesi gibi Fuzûlî T“rk‐ çesi de vardır. T“rk edebiyatının zirve şahsiyetlerinden biri olan Fuzûlî, sadece Divan edebiyatının değil, b“t“n T“rk edebiyatının zaman ve coğrafyaları aşan şairlerinden biridir. . yy. şairlerinden olan Fuzûlî, Oğuzların Bayat koluna mensup bir ai‐ lenin çocuğu olarak kendisinin DzBurc‐ı evliyâdz diye andığı Dz)rak‐ı Arapdz bölge‐ sinde doğmuş, ömr“n“ burada geçirmiş bir kişiydi. Fuzûlî, devrinin “ç b“y“k dili Arapça, Farsça ve T“rkçeyi ana dili ölç“s“nde biliyordu. Şairin, T“rk, Fars ve Arap dillerinde yazılmış “ç divanın yanı sıra pek çok esere imza atmış velûd bir kişiydi. Fuzûlîǯnin hayatı ve eserleriyle ilgili bu kısa değerlendirmenin ardından konumuza Fuzûlîǯnin Kerbelâ şehitleri için yazdığı (adîkat“ǯs‐s“edâ adlı eseri‐ nin G“ngör, : ön söz“ndeki bir rubâî ile başlayalım: Ey feyz-resân-ı Arab u Türk ü Acem Kıldın Arabı efsah-ı ehl-i âlem Etdin fusahâ-yı Acemi Îsî-dem Ben Türkî zebândan iltifât eyleme kem G“ngör, : . DzEy Arap, Acem ve T“rkǯe feyz veren Tanrım ! Sen Arap kavmini en fa‐ sih konuşan milleti yaptın. Acem fasihlerinin ise sözlerini İsa nefesi gibi cana can katan g“zelliğe ulaştırdın. Ben T“rk“m, T“rkçe söylemek istiyorum. Tan‐ rım iltifatını yani söz“ en g“zel, en sanatlı ve en “st“n bir şekilde söylemeyi benden esirgemedz. Bu hoş duâsının yanı sıra bir başka kıtǯasında da şair şöyle söylemiştir: Ol sebepden Fârisi lafz ile çokdur nazm kim Nazm-ı nâzik Türk lafzıyla igen düşvâr olur Mende tevfîk olsa bu düşvârı âsân eylerem 15 PROF.DR. AHMET MERMER narlı, Nev-bahâr Olgaç dikenden berg-i gül ızhâr olur Parlatır, : . : , Ba‐ DzFarisî ile çok sayıda şiir söylenmesinin sebebi T“rk diliyle ince şiir söy‐ lemenin g“ç olmasındandır. Fakat Allah yardım ederse ben bu g“çl“ğ“ yenece‐ ğim. İlkbahar geldiği zaman, kuru dikenlerden nasıl g“l yaprakları çıkmaya başlarsa, ben de diken gibi sert sanılan T“rkçe ile g“l yaprağı gibi ince şiirler söyleyeceğimdz. Fuzûlîǯnin ifade ettiği bu duâ ve bu sözleri en g“zel ve en “st“n eserle‐ rini T“rk diliyle söylemek istemiş, bunda tam bir milli hassasiyet/duygusallık göstermiş ve bir milli haysiyet/onur gözetmiştir. Bu örneklere, bu sözlere dikkatlice bakacak olursak, başka dillerin T“rk dilinden “st“n oluşuna tahamm“l edemeyen Fuzûlîǯnin, milli bir duygu içinde olduğunu, şiirlerini T“rkçe yazmak istediğini anlıyoruz. Şair bu sözleri T“rkçeǯnin hen“z yeter derecede işlenmediği bir çevrede, . Yy. da söylemişti. Bağdat çevresi, yani )rak‐ı Arab bölgesinin sokaklarında Arapça konu‐ şulan, medreselerinde Arap diliyle ders okutulan ve bunun yanı sıra şiirlerde, genellikle Farsça söylenebilir bir atmosferin kapladığı coğrafyada tam bir T“rk haysiyet ve gururuyla söylemiştir Fuzûlî. (ayat komplike bir oluşumdur. Bu oluşum içerisinde şiir sanatı da s“‐ rekli bir hâldir. (er öl“ms“z eserin yazarını/ şairini yetiştiren ve onun d“ş“n‐ ce d“nyasını inşâ eden bir inanç ve fikir vardır. İşte Fuzûlî de âlim bir şair ola‐ rak yaşadığı coğrafya ile b“t“nleşmiş bir şahsiyettir. Şairin doğduğu ve yaşadı‐ ğı yer )rak‐ı Arap, bir başka söyleyişle Burc‐ı evliya bölgesi olduğunu yukarıda belirtmiş idik. Bu bölge İslam d“nyasının en önemli din, k“lt“r ve medeniyet merkezlerinden biridir. Tarih boyunca mezhep çatışmalarının eksik olmadığı, çeşitli tarikat şeyhlerinin, velîlerinin bulunduğu, (z. Peygamberǯin torunu (z. (“seyinǯin kanının karıştığı bir topraktır. Şairin Farsça divanıǯnın ön söz“nde bu konuya kendisi de DzBenim şiirlerim altın değil, g“m“ş değil, inci değil, laǯl değil, toprak‐ tır, fakat Kerbelâ toprağıdırdz demiştir. Fuzûlî, ilme ve şiire sevgiyle başlamıştır. Şiir söyleyebilmek de kendi başına ayrı bir ilim ve kemal t“rlerinin çok değerli olan bir şubesidir diyen Fuzûlî, iyi bir âlim olmayı istediği kadar, iyi bir şair olmayı da istemiştir. Şairin bu istek ve arzusunun göstergesi de yazdığı eserlerdir. 16 FUZÛLÎ’NİN ŞİİRLERİNİN DİLİ Divan şiirinde söylenen değil, söyleyiş esastır. Fuzûlîǯnin de dile ve söze çok y“ce duygularla yaklaştığını şu ifadesinden anlıyoruz: Can sözdür eger bilirse insan Sözdür bu diyenler özgedir cân Ayan, : . Fuzûlî, söz ve şiir sanatları “zerinde çok d“ş“nm“ş, hatta bu anlayışını g“zel bir şekilde şu mısralarla dile getirmiştir: Halka ağzın sırrını her dem kılır izhâr söz Bu ne sırdır kim olur her lahza yokdan var söz Artıran söz kadrini sıdk ile kadrin artırır Kime ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdâr söz Parlatır, : . DzSöz, ağzının sırrını her nefeste âleme açıklıyor. Bu ne sırdır ki her göz açıp kapayışta söz yoktan var oluyor. Doğru söylemekle söz“n kadir ve kıyme‐ tini artıran kimse kendi kıymetini artırır. Söz ne kadar değerli ise sahibini de aynı derecede değerli kılardz. Bu gazelin bazı beyitlerinde Dzsözdz, şiir anlamında da kullanılmıştır. Fuzû‐ lîǯnin o devirde kutsal ve yaygın bir kelime olan Dzkelâmdz yerine T“rkçe Dzsözdz kelimesini tercih etmesi de anlamlıdır. Eylesen tûtîye ta’lîm-i edâ-yı kelimât Nutkı insan olur amma özi insan olmaz Sözleri ise edebiyatımızın halk diline ve hafızasına kadar işleyen en meşhur hikemî beyitleri arasına girebilmiştir. Gazel şairi olan Fuzûlîǯyi hem yaşadığı devirde “st“n kılan hem de ku‐ şaktan kuşağa g“n“m“ze taşınmasında en önemli etken, onun şiirlerinde söz ve anlam sanatlarını başarıyla kullanmasıdır. Bunların yanı sıra şairin T“rkçe‐ ye değer vermesi ve o dilin inceliklerini, yapısını ve anlatım tekniğini iyi kul‐ lanmasıdır. Bir başka söyleyişle Fuzûlî, Divan şairleri içinde T“rkçeyi, bu arada halk T“rkçesini çok iyi bilen ve dil sevgisini şuurlu bir T“rkçecilik derecesine ulaştıran bir şairdir. Aynı zamanda çoğu şiirlerinin konuşma dili esasına da‐ yanmış olmasıdır. Yeri gelmişken Şairin T“rkçe Divanıǯnda yer alan şekil ve içerik bakı‐ mından çok önemli özellikler gösteren şu “nl“ murabbaından söz etmemek de olmaz: 17 PROF.DR. AHMET MERMER Perîşân hâlin oldum sormadın hâl-i perîşânım Gamından derde düşdüm kılmadım tedbir-i dermânım Ne dersin rüzgârım böyle mi geçsin güzel hânım . Gözüm cânım efendim sevdiğim devletli sultanım Parlatır, : ‐ bendden oluşan, ilk bendini belirttiğimiz murabba, buna benzer beyit‐ lerindeki konuşma dilinin doğallığına, kısa ve soru c“mlelerine yer verildiği gör“l“r. (er bendin sonunda tekrarlanan DzGöz“m, cânım efendim, sevdiğim devletli sultânımdz mısraı sade T“rkçe söyleyişinin, hatta T“rkçe sevgisinin g“çl“ bir ifadesidir. Aynı zamanda bu mısrada halk t“rk“lerinin nakarat zevkini hatırlatan, tonlama ve vurguyu gösteren, konuşma lisanının hitaplarının kullanışı olan, ahenk ve samimilik hissedilen “st“n bir söyleyiş vardır. Edemem terk Fuzûlî ser-i kûyın yârin Vatanımdır vatanımdır vatanımdır vatanım Aky“z, : . Beytinde şairin duygu yoğunluğunu gösteren tekrir sanǯatında da ko‐ nuşma dilinin bir unsuru olan musikili söyleyişi duyar gibiyiz. Şairin, Hayâl ile tesellidir gönül meyl-i visâl etmez Gönülden taşra bir yâr olduğun âşık hayâl etmez Ayan, : . Beyti ile buna benzer ifadelerde maddi ve manevi âlemin zıtlıklarını yaşayan, Beni cândan usandırdı cefadan yar usanmaz mı Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı Aky“z, : . İfadelerindeki tezatlı anlatım T“rkçe ifadeye yardım eden, soru c“mlesi kullanımıyla halk söyleyişini yakaladığını gör“r“z. En eski T“rk şiirinden beri, T“rk edebiyatının nazmında ve nesrinde bir musiki unsuru hâlinde görd“ğ“m“z aliterasyon, esasında bir halk dili zev‐ kidir: Sensiz olman aynı mihnetden belâdan bir zaman El- amân hicrân belâ vü mihnetden el-amân 18 FUZÛLÎ’NİN ŞİİRLERİNİN DİLİ Diyen Fuzûlî, bu beytinde inleyiş sedâlarını, yani T“rkçenin ses ve hece sırlarını aliterasyon yoluyla duyurmaya çalışmıştır. Gazel de ki meşhur-ı devrân ola Okumak da yazmak da âsân ola Gölpınarlı, : . Diyen Fuzûlî, gelenek gereği T“rk şairlerinden Nevâî, Nizâmî, (ayâlî ve Necâtî gibi şairlere çeşitli nazîreler yazmış ise de, Üstad Gölpınarlıǯnın tespiti‐ ne göre, Gölpınarlı, : Fuzûlî, en g“zel mazmunlarının birçoğunu Ne‐ câtîǯden almıştır. Şiirlerindeki sade söyleyişler ve halk T“rkçesiyle yazılmış şiirler nokta‐ sında Necâtîǯyi tercih etmesinin tesad“f eseri olmadığı da açıkdır. Mesela Necâ‐ tîǯnin, Ey nasihat eyleyen ben bî-dile dildâr için Hey ne derdin var senin gönülcüğün yanındadır beytine Fuzûlîǯnin en g“zel beyitlerinden biri ve şu beyti bulunduran ga‐ zel ona naziredir: Çekme dâmen nâz edip üftâdelerden vehm kıl Göklere açılmasın eller ki dâmânındadır Aky“z, : . Fuzûlî, insani duyguları devrinin dini ve tasavvufî d“ş“nceleriyle sentez‐ leyerek ilâhîleştirmiştir. Fuzûlî, yaşayışında ilim yolu olan Dzakıldz ile şiir yolu olan Dzgönl“dz daima karşı karşıya getirmiş, ancak Dzakıl ve aşkdz ikilemi arasında kalmış bir şair de‐ ğildir. Şair, T“rkçe Divânıǯnın ön söz“nde Dzİlimsiz şiir, temeli olmayan bir du‐ var gibi olur, temelsiz duvar da gayet değersiz olur.dz İlim kesb ile pâye-i rif’at Ârzû-yı muhâl imiş ancak Aşk imiş her ne var âlemde İlim bir kîl u kâl imiş ancak Parlatır, : . Şairin bu kıtǯasında Dzaşkdz ile Dzilimdz söz konusu edilmektedir. Bu şiirde bu iki mefhumu açıklayan ifâdede onlara ışık tutan iki söz yer alır: Dzpâye‐i rifǯatdz ve Dzkîl “ kâldz. Dzimişdz ifadesini de göz ön“ne aldığımızda sonradan farkına var‐ ma, idrak etme ve öğrenme olduğunu anlamaktayız. 19 PROF.DR. AHMET MERMER Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su Kim bu denlü dutuşan odlare kılmaz çâre su Aky“z, : ‐ beytiyle başlayan ve (z. Peygamberǯe karşı gösterilen coşkun, samimi sevgi bu şiirde harikulade bir sanat h“neriyle birleşerek başarılı bir lirizm edası olan şairin su redifli kasidesi/ Naǯtǯının matla beytindeki Dzsaçmadz ifadesi de hitâbî “slûba bir örnektir. Sözlerimi Ahmet (amdi Tanpınarǯın söz“yle bitirmek istiyorum: (aya‐ tı‐Aşkı‐ ve Şiiri ciddi zaviyeden gösteren şair Fuzulî Tanpınar, : . KAYNAKÇA Banarlı, Nihad Sami. Milli Eğitim Basımevi. Banarlı, Nihad Sami. Cemiyeti Yayınları. Fuzûlî Divânı. Kitabevi. . Resimli T“rk Edebiyatı Tarihi, C. . İstanbul: . T“rkçenin Sırları, İstanbul: İstanbul Fetih . haz. Abd“lbâki Gölpınarlı , İstanbul: İnkılâp Fuzûlî. . (adikat“ǯs‐S“edâ, haz. Şeyma G“ngör , Ankara: K“lt“r ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Fuzûlî. Yayınları. Fuzûlî. yınları. . Leylâ v“ Mecnûn, haz. (“seyin Ayan , İstanbul: Dergâh . T“rkçe Divan, haz. İsmail Parlatır , Ankara: Akçağ Ya‐ Fuzûlî. . T“rkçe Divan, haz. Kenan Aky“z vd. , Ankara: T“rk Ta‐ rih Kurumu Basımevi. Mengi, Mine. . DzFuzûlîǯnin Şiirlerini Kalıcı Kılan Bazı Üslûp Özellik‐ leridz, Divan Şiiri Yazıları, Ankara: Akçağ Yayınları. 20 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ PROF. DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Necmettin Erbakan Üniversitesi Hikâyenin Özeti Erzurum Erzincan şehrinde Kaleli Bey Kala Bey, Galalı Bey, Galali Bey, Kalǯa Beg ve onun Derviş İsmail Derviş Ahmed adında fukarası olup ikilinin ortak derdi çocuksuzluktur. G“n“n birinde Kaleli Bey yanına fukarası Derviş İsmailǯi de alarak gam dağıtmak maksadıyla gezmeye çıkar. Yolda karşılarına çıkan Dede Sultan onlara çocuklarının olması için Murat Nehriǯnin kıyısına gitmelerini, orada kurban kesmelerini anlatmaların b“y“k çoğunluğunda ver‐ diği elmayı eşleriyle birlikte yemelerini tavsiye eder. Kurban kesilmesi sıra‐ sında ırmaktan gelen bir dalga kurban edilen koyunu suya doğru çekerken onlara da bir nar bırakır. Dede Sultan (azreti (ızır ǯın isteği “zerine ırmaktan gelen nar akşam olunca eşit şekilde ikiye böl“necek ve ikili eşleriyle yiyecektir. Ayrıca Dede Sultan vakti gelince doğacak çocuklara da Zeycan ile Asuman adla‐ rını vermelerini tavsiye ederek gözden kaybolmaktadır. Vakti gelince Kaleli Beyǯin kızı, Derviş İsmailǯin ise oğlu olur ve dervişin vasiyeti gereği çocuklara Zeycan ve Asuman adları verilir. Başlangıçta birlikte oynayan, birlikte gezen, hatta birbirlerini kardeş zanneden ikili ‐ yaşlarına geldiklerinde karşılarına çıkan bir cadı kocaka‐ rı kadından, durumun hiç de bildikleri gibi olmadığını öğrenirler. Biraz çevre baskısı, biraz da Kaleli Beyǯin arzusu “zerine ikili ayrı ayrı yerlere gönderilir‐ lerse de, çok geçmeden cadı kadının yardımıyla Zeycanǯın sarayının bahçesin‐ de buluşurlar. Durumdan haberdar olan Derviş İsmail, oğlu Asumanǯa, Kaleli Beyǯden kızı Zeycanǯı isterse de başarılı olamaz ve saraydan kovulur. Olanları Derviş İsmailǯden dinleyen Asuman, yatsı namazından sonra, DzYa Rab bu gice ya ruhumu kabzeyle, ya bana âşıklık ver.dz şeklinde dua ederek yatar. Asumanǯın r“‐ yasına giren pir ondan ne istediğinin sorarlar. O da, DzÂşıklık isterim.dz ceva‐ bını verir. Uyanınca da saz eşliğinde ilk şiirini okur. 21 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Zeycan ise DzYa Rab bu gice bana sevdiğim gibi âşıklık ver yahut ruhumu kabzeyle.dz diye dua edince, r“yasında piri gör“r. Pirler Zeycanǯa da arzusu‐ na ulaşabilmesi için bade içirirler. Zeycan uyandığında cariyesi Gülboyǯdan istediği sazın eşliğinde ilk şiirini söyler ve ardından kederini, “z“nt“s“n“ da‐ ğıtmak maksadıyla Murat Suyuǯnun kenarına çadır kurar. Nehrin kenarındaki çadırı merak eden Kaleli Bey oraya gelince çadırın kızına ait olduğunu anlar. Durumu sorduğunda ise kızı, r“yasında görd“klerini babasına şiirle ifade eder. Kızının badeli âşık olduğunu anlayan Kaleli Bey, onunla atışacak bir ra‐ kip aramaya başlar, bir s“re sonra da yolu “zerinde omzunda sazı olan bir âşıkla karşılaşır ve ona: “Oğlum şu çadırda bir kızım âşıktır anın ile karşılıklı şiir söyler misin?” dedi. Ol dahı: “Peki, söyleşirsem ama kızını alt idersem, Allah’ın emri ile verir misin?” dedi. Beg de: “Veririm.” dedi. “Eğer benim kızım seni alt ederse ben de seni öldürürüm.” dedi. Aytaç : . Zeycan, Asumanǯın sorduğu sorulara cevap veremeyince; Kaleli Bey kızı‐ nı vermeden önce, Asumanǯın söylediklerinin doğruluğunu araştırmak istedi‐ ğini söyler. Bunun “zerine âşık Asuman ve Kaleli Bey yolda karşılaştıkları bir kişiye durumu açarlar. Asumanǯı dinleyen yolcu Dede Sultan : DzSöz de bunun, kız da bunun.” der ve kaybolur. Baştan beri niyeti bozuk olan Kaleli Bey bu işe rıza göstermez ve böl“k‐ başlarına âşığı Asumanǯı Murat Suyuǯna atmaları emrini verir. Asumanǯın yalvarması “zerine böl“kbaşları onun elini ayağını çözerler, o da Zeycanǯa hi‐ taben bir şiir söyler: Oğlan Asuman’ı ararım Dertli sinemi yararım Oğlan vatanını sorarım İkrar etmek mi niyetin Aytaç, : 22 ‐ . ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ Zeycanǯın yalvarması işe yaramayınca, böl“kbaşlarına altın vereceğini vadedince, onlar da Asumanǯı öld“rmekten vazgeçerler. Ardından da iki âşık hasret giderirler, daha sonra Asuman yedi yıllığına gurbete çıkacağını söyleye‐ rek anne ve babasının huzuruna gelir. Olanları anlatır, onlar da: DzGel oğlum şu kızdan feragat eyle.dz derlerse de Zeycanǯdan vazgeçmeye‐ ceğini belirterek gurbete çıkar. B“t“n bu olanları duyan Zeycan cariyelerinden, Asumanǯı zorla da olsa huzuruna getirmeleri emrini verir. İkili bir s“re birlikte olduktan sonra Asu‐ man, Zeycanǯla vedalaşarak gurbete çıkar. Yolda fırtınaya yakalanan Asuman, donma tehlikesi geçirir, manzum şe‐ kilde okuduğu duadan sonra derin bir uykuya yatar. Uyandığında Dede Sultan ile karşılaşan Asuman başından geçenleri ona anlatır. Olanları dinleyen Dede Sultan, Asumanǯı atının terkisine alarak kısa bir s“re sonra onu bir şehre Mı‐ sır, (indistan ulaştırır. Asumanǯın bu şehirde uğradığı ilk yer Uryan Dede’nin kahvesidir. Aslında bu kahve; DzHindistan bezirgânlarının kahvesidz olup, geleni gideni olmayın sakin bir yerdir. Asuman kahve sahibine, DzBurası neresidir?dz dediğinde: DzSenin memleketin Kalezâr buraya yedi yıllık yoldur.dz cevabını alır ki bu çok uzun bir zaman ve mesafedir. Asuman ilk şiirinden sonra ikincisine geçtiğinde kahve sahibinin başını ve ayaklarını sallamasına alaylı bir şekilde şiir söyleyince, kahveci sebebini açıklamak zorunda kalır. Bu arada Asuman ile Zeycanǯın vedalaşırken sözleş‐ tikleri zaman dolmuş ve Zeycan bir beyin oğluna verilmiştir. Asuman da b“t“n bu olanları r“yasında görm“şt“r. R“yada gör“lenlerin doğru olup olmadığını Dede Sultanǯdan soran Asuman, r“yasının gerçek olduğunu anlar, arkasından da kendisine verilen mektubu okuduğunda; DzBu muhabbetnâme vûsûlünde bir saat durmayıp geliniz.dz c“mlesi işin vahametini anlamasına yeter. Asumanǯın,“Muskadar” şehrinin âşık severlerini Uryan Babaǯnın kahvesi‐ ne çekmesi diğer kahve sahiplerini kızdırır ve görevlendirdikleri bir cadıya verdikleri r“şvetle Asumanǯı daha önceden M“sl“manǯın tutsak olduğu bir kuyuya hapsederler. Durumdan haberdar olan Dede Sultan İsmi Azam duasını okuyunca Asuman ve diğer M“sl“manlar kuyudan çıkarlar. 23 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN “Muskadar” şehrinde Uryan Baba ile hesap gören Asuman, Dede Sul‐ tanǯın yardımıyla bir göz açıp kapama anında Kalezâr şehrine gelir. Bu arada yolda karşılaştığı bir baba dostundan anne ve babasının vefat ettiğini, Zeycanǯın ise d“ğ“n“n“n yapıldığını öğrenir. Vakit kaybetmeden d“ğ“n evine giden Asuman orada âşıkların Zeycanǯın “asgı” töreniyle uğraştıklarını gör“r. Buradaki âşıklardan Erbabî ile karşılaşan atışan Asuman onu yener. Bu arada yeni âşık Asuman herkesin dikkatini çeker ve herkes sessizce onu dinlemeye başlar. Dinleyenlerden birisi de iki yanağının “zerine g“l takan Zeycanǯdır. Çok geçmeden Asumanǯın şiirinde Zeycanǯı tarif etmesi meselenin ortaya çıkmasına sebep olur. Cariyeler Asumanǯı, Zeycanǯın huzuruna getirirler. Orada yiyen, içen şiir söyleyen Asumanǯa, Zeycan; DzEfendim babamın karşısında 40 yıl çalışıp çağırsan beni sana vermez. Erzurum Paşası’na varıp hâlimizi arz edesin.dz Aytaç : deyince; Asuman yazdığı dilekçeyi alarak Erzurum Paşasıǯnın hu‐ zuruna çıkar. Erzurum Paşası da durumu çözmeye T“fekçibaşını Dem“r Pen‐ çe, Demircibaşı Pencere görevlendirir. T“fekçibaşı da ikiliyi evlendirerek mutlu sona ulaşmalarını sağlar. Döşemesi Tekerleme Ve Bilmece Olan Bir Halk Hikâyesi: Asuman İle Zeycan Asuman ile Zeycan hikâyesi yazılı kaynakların dışında sözl“ kaynaklarda da bilinmektedir. Aslında hikâyenin T“rkiyeǯnin dışında anlatmalarına rastla‐ namamıştır. (ikâye kurucusu metnin coğrafyasını geniş tutmamıştır. Erzurum, Erzincan çizgisinde oluşan bu metne eklenen bazı yer adları Bağdat, Kalezehoş, vb. anlatıcının metni masallaştırmasıyla izah edilebilir. Aynı anla‐ tıcı dinlediği veya okuduğu metni, bir s“re sonra anlatmaya başlayınca kendi‐ sinden bazı eklemeler ve çıkarmalar yapmasıyla yeni bir şekle b“r“nd“rmek‐ tedir. Bu sebepten anlatıcı kendisinden yeni anlatmaları da metne eklemekte bir sakınca görmemektedir. Bunun T“rk halk hikâyeleri içerisindeki en g“zel örneklerinden birisi de Asuman ile Zeycan hikâyesinin derlendiği Ali Çiftçi sözl“ varyantında karışımıza çıkmakta ve bağımsız bir tekerleme metni hikâ‐ yenin başına monte edilmektedir. Var varadan, sür süreden, Amasya’dan, Tire’den. Biz ne söyliyecek de ehbablar dinniyecek nereden? Zaman zaman içinde, galbır saman içinde, deve dellal, pire pehlivan iken, geçi berber iken, tosba gadı iken, garınca şahra iken esgi hamam içinde. Hamamcının tası yoh, külhancının paltası yoh. Hanımlar hamama gidiyor goltunun bahçası yoh, peştemmalının ortası yoh. 24 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ Dedim: “Hanımefendi bir busecik versen olmaz mı?” “Olum hekânı şöyle hiç ihdizası yoh.” Anüm eşikdeyken, babam beşikdeyken, ben de on beş yaşında bir dellanı idim Aytaç, : . Giriş tekerlemesinin bu kısmında anlatıcı, metni daha anlaşılabilir daha d“ş“nd“r“lebilir bir duruma getirebilmek için araya bilmece metnini yerleş‐ tirmekten geri kalmamıştır. Cevabı Dzgön“ldz olan aşağıdaki bilmece metnini hemen hemen b“t“n bilmece kitaplarında bulabilmekteyiz. Dediler ki: “Dedem Kâbe’den geliyor. Babamı sırtıma sardım, anamı gucama aldım, dedeme garşı vardım.” Dede üsdün niye yaş? Dedim: “Denize daldım olum.” Dedi: “Dede derin miydi?” Dedim: “Kenarını gördüm olum.” Dedi: “ Dede, bıyın niye ya(ğlı)?” Dedim: “Bıldırcın yedim olum.” Dedi. “Yalı mıydı dede?” Dedim: “Uçahan gördüm olum.” Aytaç, : Dedi: ; Elçin, Neyse dedemi aldıh eve getirdik. Anam beş guruş verdi: 25 : V))) . PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN “Git de heç al da gel” dedi. Eskiden duzun adına heç dellermiş. Benim de ahlım gısaydı babalar çıhsın. Adını unutmadım deyin dilime ezber etdim. Başladım şimdi “heç heç” deyip gidiyordum. Irman kenarına yahlaşdım. Balıhcılar av atıyorlar, av boş çıhıyor. Benim “heç heç” dedimden boş çıhıyor zannederken adamın bir denesi geldi, efendinin bi denesi gulama bi gozal sille vurdu. “Efendi canım gurban sana, niçun vuruyon bana?” “Niçun vurmayım sana, sen neye öyle dedin bize?” dedi. “Ya ne diyecik efendi?” deyince: “Ulan üçü beşi birden, üçü beşi birden” desene dedi. Yani biz üçü beşi birden deyince balıh çıhacahmış zannediyor. Tabi siz şamarı yiyince heçi unutduh. Başladım şimdi “üçü beşi birden, üçü beşi birden” deyip gidiyorum. Şeherin kenarına yahlaşdım. Bir cenaze zuhur etmiş, imam da cenazeyi yıhıyor. Ben de üçü beşi birden, üçü beşi birden” diyorum İmam demiş ki: “Ulan hepimizi birden mi öldürecek, üçü beşi birden, üçü beşi birden” diyerek dedi. İmam geldi gulama bir gozel sille vurdu. “Hoca Efendi canım gurban sana, niçün vurdun bana? “Niçün vurmayım sana. Sen niye öyle dedin bize, bizim hepimizi birden mi öldürecan?” dedi. “Ya ne diyecik Hoca Efendi?” dedim. “Allah rahmet eylesin, Allah rahmet eylesin.” desem dedi. Biz şamarı yiyince üçü beşi unutduh, başladıh şimdi. “Allah rahmet eylesin, Allah rahmet eylesin” deyip gidiyodum. Haşa huzur, bi ganara ölmüş, ganarayı sürükleyip götürüllermiş. Onun yanından geçerken: “Allah rahmet eylesin” demişsim ben. Efendinin birisi geldi gulama bi gozel sille vurdu. “Efendi canım gurban sana. Niçun vurdun bana? “Niçun vurmayım sana. Sen niye öyle dedin bize?” Dedi: “Ne diyecik Efendi?” deyince: “Ulan o pis kohuyo, fena kohuyo desene.” dedi: 26 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ Biz şimdi başladıh ‘Ne pis kohuyo, ne fena kohuyo” deyip gidiyodum. Şey, hanımlar hamamdan çıhmış, kohulu yalar dökünmüş. Hanımların ortasına girince, onnar burcu burcu kohuyor. Ben de: “Tü ne pis kohuyo, ne fena kohuyo” demeyem mi? Hanımefendinin bir denesi geldi, gulama bir gozel sille vurdu. “Hanımefendi canım gurban sana. Niçün vurdun bana?” “Niçun vurmayım sana, sen niye öyle dedin bize?” dedi. “Biz daha yeni hamamdan çıhdıh, kohulu yalar dökündük burcu kohuyoruz. Sen de bize diyon ki: “Ne pis kohuyo, ne fena kohuyo” diyon. “Ya ne deyim Hanmefendi?” dedim. “Ulan oh canım hazlandı, oh canım hazlandı desene.” dedi. Şimdi başladıh: “Oh canım hazlandı” deyip gidiyodum. İki efendi döğüşürlermiş. Efendiler birbirine vurdukça ben de: “Oh canım hazlandı, oh canım hazlandı” demişsim. Efendinin bi denesi geldi. Gulama gozel bir sille vurdu. “Efendi canım gurban sana, nuçun vuruyon bana?” “Niçun vurmayım sana, sen niye öyle dedin bize?” dedi. “Ya ne diyecik efendi?” deyincek: “Ayrılın aler baler, ayrılın aler baler desene” dedi. Biz başladıh şimdi: “Ayrılın aler baler, ayrılın aler baler” deyip gidiyodum iki ganara boğuşurmuş. Onların yanında da ayrılın aler baler demişsim. Efendinin bi denesi geldi gulama gozel bir sille vurdu. “Efendi canım gurban sana, niçun vuruyon bana? “Niçun vurmayım sana, sen niye öyle dedin bunnara?” dedi. “Ya ne diyecek efendi?” dedim. “Ula çek sündürün, çek sündürün desene” dedi. Biz başladıh şimdi çek sündürün çek sündürün deyip gidiyodum. Mesci dükkânının azından geçerken, 27 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN tükânın önünden. Mesci benim azıma vurdu mesinen. Çekince mesin boğazını yırtmış. Gahdı gulama gozel bir sille vurdu “Efendi canım gurban sana. Niçün vurdun bana?” “Niçun vurmayım sana. Sen niye öyle dedin bana?” dedi. “Ben senin azına bahdım, mesin boğazını yırtdım.” dedi. “Ya ne diyecik efendi?” dedim. “Çek uzasın, çek uzasın desene.” dedi. Biz başladıh şimdi: “Çek uzasın, çek uzasın, çek uzasın…” deyip gidiyodum. Ağasısının birisi kolesinin gulandan dutmuş çekip götürüyo. Gulah uzar mı? Çekinci herifin gulanı goparmış. Ağa geldi gulama bir gozel sille vurdu. “Efendi canım gurban sana. Niçün vuruyon bana?” “Niçun vurmayım sana? Sen niye öyle dedin bana?” dedi. “Bana herifin gulanı gopattırdın.” “Ya ne diyecik efendi?” deyince: “Ula heç desene” dedi. “Hey babana, yedi ceddine rahmet efendi.” dedim. “ Bu “heç”in yüzünden epeyi de şamar yedim. Geri döndüm. Çarşıdan beş guruşluh heç aldım eva geldim.1 Anam ocah başında sarma sarıyodu. Ben de babamın beşşini urlüyodum. Babalar çıhsın buğazımda sarmaya uzanıyım derken babamın beşşini tahlaşşa çevirmeyim mi? Anam dedi ki: “Buğazında babalar çıhsın. Babayın beşşininiye devirdin” Anam yarmayı, ben gaptım sarmayı. Çek gaç gaçmamasına. Bi şehere vardım, minareyi börüme sohdum boru deyin. Gülleleri goynuma doldurdum darı deyin. Bi koye geldim kolü arhama düştü deli deyin. Hoca da salacayı çekdi arhama ölü deyi. Yani ben ölecem de ısgat vasiyet alacah. Aytaç, : ‐ . Tekerleme, Yozgat ve çevresinde Keloğlan masalı olarak anlatılmaktadır. 28 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ Pertev Naili Boratavǯın söylemiyle, halk hikâyelerinin asıl kısmı; döşeme soylama, sersuhane, selçuk adını verdiğimiz girişle başlar. Üzerinde durdu‐ ğumuz sözl“ anlatma ise tekerlemeli giriş formeliyle başlamaktadır. Klasik yapının dışında, bir tekerlemenin arka arkaya sıralanması ise anlatıcının usta‐ lığıyla izah edilebilir. Bu tekerlemenin içerisine anlamı ve “slubu bozmayan ve cevabı gön“l olan bir bilmecenin [Dede “z“nt“n niye yaş… Uçahan görd“m olum.] eklenmesi de anlatıcının maharetli birisi olduğunu göstermesi bakı‐ mından “zerinde durulmayı gerektirmektedir. Aynı anlatıcı Dzben yaptığım işin farkındayımdz dercesine buraya kadar an‐ latılanları duymayın, asıl hikâye şimdi başlıyor demekte ve bir masalcı edasıyla hikâyenin döşeme kısmına geçmektedir. Şimdi bundan sonra hekânın şeyine başlayacah Bu döşemesi daha ha dö- şeme. Esgi zamannarda aha şimdiki Erzincan şehrinde Galeli Bey isminde bir bey var ıdı. Bunun da ortahcısı var ıdı. Kethüda derlermiş onnara, ortahçıya. Devriş Ahmed isminde. İkisinin de dar-ı dünyada evladı yoğ idi. Aytaç, : . Âşıklık Geleneğinin Özelliklerini İçeren Bir Halk Hikâyesi: Asuman İle Zeycan R“yada; şaman, pir, derviş, (z. (ızır elinden bade içme ile başlayan bu gelenek; şamanlık, destancılık, âşıklık, halk hikâyeciliği, hatta halk hekimliği gibi anlatılarda ortaktır. Söz“n“ ettiğimiz husus Asuman ile Zeycan hikâyesin‐ de de karşımıza çıkmaktadır. Zengin olan Kaleli Bey ile onun fukarası Derviş İsmailǯin her şeyleri olmasına karşılık tek sıkıntıları çocuksuzluktur. Bu sebep‐ ten ikili, “z“nt“lerini giderebilmek için zaman zaman seyahate çıkmakta, su‐ başlarında istirahat etmekte, yemek yemektedirler. Temiz hava, tabiat, kuş sesleri, ağaçların yeşillikleri onları geçici bir s“re de olsa rahatlatmaktadır. Yine böyle bir g“nde Dede Sultan (azreti (ızır ǯla karşılaşan ikili, ondan dert‐ lerinin dermanının Murat Suyuǯna kurban edilecek bir koyunda veya dervişin verdiği elmada olduğunu öğrenirler. Bu hikâyenin dışında pek de karşılaşma‐ dığımız ırmağa kurban sunulması aslında bir Dzdeğiş‐tokuşdztur. Kurban ırmağın kenarında kesildiği sırada gelen bir dalga onu alıp göt“r“rken, aynı yere bir nar bırakmaktadır. (emen hemen b“t“n anlatmalarda elma olan yiyecek bu metinde farklılık göstermektedir. )rmağa kurban sunma animizm etkisi gibi gör“nse de bereketi simgeleyen nar yenildikten sonra d“nyaya gelecek olan bir kız ve oğlan çocuklarının da m“jdecisidir. Narın eşit bir şekilde paylaşılma‐ 29 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN sı ve eşlerle birlikte yenilmesi, dokuz ay sonra çocukların doğması ve önceden belli olan adların Zeycan ve Asuman konulması, bu işlemleri takip edenin ise Dede Sultan olması hikâyenin kuruluşunun temelini oluşturmaktadır. Burada şu hususu da belirtmemizde yarar vardır; Dede Sultan, destanî anlatmalardaki Dzak saçlı ihtiyardzdan başkası değildir. Zaten b“t“n hikâye boyunca birinci dere‐ cede kahramanların Asuman ve Zeycan olması beklenirken, Dede Sultan öne çıkmaktadır. Onunla beraber metin kurucusu, yani hikâye anlatıcısı yazıcısı anlatıda Asuman ve Zeycanǯı öne çıkarmak istese de metin baştan sona ince‐ lendiğinde Dede Sultanǯın izleri dikkatlerden kaçmamaktadır. (ikâyenin ikinci aşamasında Dede Sultan, Zeycan ve Asumanǯa bade içirmektedir. Bu kısımda klasik halk hikâyeciliği ve âşıklık geleneğinin biraz dışına çıkılmakta ve r“yada “ç bade içirme bire d“ş“r“lmektedir. Bunun sebe‐ bi Asuman ve Zeycanǯın birbirlerini tanımasında yatmaktadır. Nitekim bu ikili yenilen nar elma ın yardımıyla d“nyaya gelmişler, birlikte b“y“m“şler, okula gitmişler, ergenlik çağı dediğimiz ‐ yaşlarına kadar s“ren bu birliktelik, cadı kadının maharetiyle ayrılığa dön“şm“şt“r. Bununla beraber bu t“r metin‐ lerin en b“y“k problemi anlatıcı veya yazıcı meselesidir. Olayları yorumlayan anlatıcı yazıcı hikâyenin pek çok yerine kendisinden eklemelerde bulunmak‐ tadır. Benzer hususların mesnevi ve roman t“rlerinde de olduğunu hatırla‐ makta yarar vardır. Örnek olması açısından sözl“ kaynaklardan derlenen bir metinde, anlatıcı dinî hayatında bildiklerini hikâyeye katmakta ve bin aydan daha hayırlı bir gece olan Kadir Gecesiǯnde sabahlara kadar ibadet etmekte, Allahǯa yalvarmakta, ertesi g“n de; Asuman, Zeycanǯa, Zeycanǯda Asumanǯa bade içirmektedir. “Olum bu gice dedi, Leylaya Gadir gecesi. Her kim Allah’a yalvarır, dua ederse Cenab-ı Allah dilanı gabil eder. Benim de Cenab-ı Hak’dan bir ricam var, onun uçun giydim guşandım.” deyince Asıman dedi ki: “Beni dilam daha bek böyük anne, ondan golay ne var?” dedi. Getdi gozelce abdest alıp kendi odasına çekildi. Sabahlara geder Allah’a yalvardı, duva etdi. Ertesun tabii getdi. Bir gün uyhusuz galanın ertesun uyhusu hanı çabıh gelir a, malum ya. Gavede birez uyhusu gelince dedi ki: “Usdalar ben benim vücutumde biraz rahatsızlıh var, müsade ederseniz birez yatcam” falan deyince, usdalar da müsaade etdiler. 30 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ Asıman nasıl gafayı atdı, yatdıysa uyuyunca rüyasında bi derviş gucanda Zeycan. Zeycan’ın elinde bir kâse aşk badesi. “Galh bahalım beyefendi, Cenab-ı Allah duvanı gabil etdi, gızın elinden şu aşk badesini iç” dedi. Ona gozelce aşk badesini içirdi. Aynı gecede Asıman’ın elinde Zeycan’a içirdi. Şimdi ikisini birbirine aşıh etdi. Ama Asıman aşgın tesiriynen her getdi, zamandan geç galmış, hani malum ya işe gidiyor. Usdalar bana tahdir tazir eder deyin hemen geyinip guşanıyor, doru gaviye varıyor. İçeriye giriyor.” Aytaç, : . Yozgatlı Âşık Ali Çiftçiǯden aldığımız bu kısmı yazma ve matbu Asuman ile Zeycan hikâyesinde bulamıyoruz. Bunun sebebi de yukarıda da belirttiğimiz gibi anlatıcı yazıcı ile ilgili bir problemdir. Üzerinde durduğumuz iki metinde bu hususlar olmamasına karşılık başka bir yazma veya matbu n“shada benzer örneklere rastlanırsa da şaşırılmamalıdır. Asuman ile Zeycanǯın saz çalması da âşıklık geleneğindeki yapıya uygun olarak verilmiştir. Yazma ve matbu metinlerde saz çalma âdeta ikiliye altın tepside sunulmuş gibi gör“nmesine karşılık konu sözl“ anlatmada bade hadi‐ sesiyle ilişkilendirilmektedir. “Bana bu gece rüyamda aşk badesin içirdiler. Benim gonüm saz çalıp, çarmah isdiyor. Çarşıdan bana bir saz getitdir.” dedi Aytaç, : . (Aman) Dün gece serimde oldum divana Vardığım gırhların yoludur yolu (Aman) Balayıp anada durdum divana Verdiler bi gadef doludur dolu. Aytaç, : ‐ . Sözl“ kaynaktan derlenen metinde anlatıcı, bade içmesini bilmesine kar‐ şılık kahramanı saz hocasına da göndermektedir. Burada dikkatimizi çeken bir başka husus âşık şiirindeki bade içme ile Asuman ile Zeycan hikâyesinde takip edilen yolun aynı olmasıdır. “Şimdi Asıman’ı yanına otutduruyor, yani saz ustası ya: “Olum şu perdeye bas, şu tele vur, söyle çal, böyle gaç, böyle guyruh dut” derken Asıman diyor ki: “Usdam müsade et sazı bana bi ver, bir çalayım. Eğer çalamazsam ondan sona sen bana tarif et.” diyor. 31 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Şimdi gozel sazı ele alıyor. Sanki gırh senelik saz âşığı gibi saza bir düzen verdikten sona alıyor orda, gavenin içinde. Asıman ne söylüyor arhadaşlar: (Aman) İstemem vay tabib Lohman’ı buldum Gizli yarelerim deşdim ne dersin Hakg’ın hikmetiynen ummana daldım Bahar seli gibi (efendim) coşdum ne dersin” Aytaç, : . Asuman ile Zeycan hikâyesinde, ayrılığın sebebi cadı gibi gösteriliyorsa da asıl sebep zengin olan Kaleli Beyǯin hizmetindeki Fukara İsmailǯi k“ç“k görmesinde yatmaktadır. (emen hemen b“t“n halk hikâyelerinde gör“len bu husus İslam dininin iyi anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Eğer anlatıcı veya yazıcı; İslamǯın hoşgör“s“n“, insanlar arasında bir sınıflama yapılamaya‐ cağını doğru anlayabilseydi, Kalalı Beyǯle Derviş İsmail arasında bir ayrım ol‐ mayacaktı. “Vay sen benim gızımı gapının azabının oluna verecen” diyor. Ocah başında dohuz yaşında ah gozah bir meşe varmış. Meşeyi alıyor Galeli Bey’en yekiniyor. Galeli Bey yahayı gurtarmıya çoh çabalıyor, yahayı gurtarıyor.” Aytaç, : . Aslında benzer durum; Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Ercişli Emrah ile Selvi Han gibi halk hikâyelerinde de gör“lmektedir. Eğer Gökt“rklerin Ergene‐ kon destanının tarihle ilişkisini hatırlarsak, orada da Avar (anı hizmetinde olan Gökt“rk reisini k“ç“k görmesiyle karşılaşılacaktır. Koca Avar (anı atları‐ nın tımarıyla uğraşan bir kimseye kızını nasıl verir? Sosyoloji biliminin ilgi alanına giren bu konunun eğitici tarafı bulunmaktadır ki o da, Ament“d“r. Siz ne derseniz deyin en son Allahǯın dediği olur, burada asıl verilmek istenen me‐ saj budur. Türk Halk Hikâyelerinde Bir İlk: Basra’da Afyoncu Baba’nın Kahvesinde Çalıp Çığırma Bilhassa Doğu Anadolu Bölgesiǯnde kahveler erkeklerin buluşma ve din‐ lenme yeri olmasının ötesinde birer k“lt“r ortamıdır. Söz konusu mekânlarda meddahlar hikâye anlatarak, âşıklar saz çalıp şiir söyleyerek T“rk k“lt“r haya‐ tına b“y“k hizmetleri olmuştur D“zg“n, . Bu sebepten halk hikâyeleri ve âşık toplantılarında bu mekânın ayrı bir yeri vardır. 32 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ Asuman ile Zeycan hikâyesinde, ergenlik çağına gelen kız ve oğlanın bir‐ birlerine ilgi duymaları Kalezehoş Galeli Beyǯi çileden çıkarır ve vakit kay‐ betmeden Asumanǯın öld“r“lmesi emrini verir. Bu durumda yapılacak olan yedi yıllığına da olsa memleketi terk etmektir. Pek çok halk hikâyesinde ortak olan bu motifte Asumanǯın Basraǯya gitmesinin anlatıcının veya yazanın hafıza‐ sıyla ilgili bir problem olduğunu zannediyoruz. Diğer halk hikâyelerinde Bas‐ raǯnın yerine başka yerler (erat, Kandehar, Yemen, Mısır, vb. tercih edilmek‐ tedir. Erzincan‐Basra yolculuğu sırasında engellerin aşılmasında derviş Af‐ yoncu Baba, Derviş Baba yardımcı olmaktadır. DzBaba ben birez diyar-ı gurete gedecem” dedi. “Neriye gideceksin olum?” “Ben Basıra’ya gidecem. Galeli Bey benim uçun garez, kin buğuz beslemiş, beni öldürecekmiş. Bunun öfkesi geçene gadar birez geçenedar diyar-ı gurbete gidiyim.” dedi.dz Aytaç, : . Asuman İle Zeycan Hikâyesinde: Atışma, Muamma, Lügaz Asuman ile Zeycan hikâyesindeki b“t“n atışmalar hikâyenin iki asıl kah‐ ramanı arasında yapılmaktadır. Bilindiği gibi usta bir âşıkta bulunması gere‐ ken vasıflar arasında; doğaçlama, atışma, muamma çözebilme ve halk hikâyesi anlatabilmesi gibi özellikler vardır. Asuman ve Zeycan bâdeli oldukları için doğaçlama yapabilmektedirler. Atışmayı ise âşık şiirinin en zor dalı olan mu‐ amma ve l“gaz “zerinden yapmaktadırlar. Söz“ edilen muamma ve l“gazların çöz“lmesi ise gerçekten zordur. Asumanǯın muamma ve l“gazlarına Zeycanǯın, Zeycanǯın muamma ve l“gazlarına Asumanǯın cevap verebilmeleri iyi bir eğitim aldıklarının delili olarak d“ş“n“leblir. Yine sözl“ anlatmadan hareketle mu‐ amma ve l“gaz atışmasını kaybeden âşık; ‐Âşıklık geleneğinde saz kaybedilirken‐ hikâyede konu aşk olunca hiz‐ metçi olma ve kul olma kavramları öne çıkarılmıştır. Asıman kendini tanımadını hissedincek: “İmtan olurum amma, ben bedava imtan olmam.” Dedi. “Ya!” “O beni alteder, yenerse yanına gul olur, hizmetçi olurum. Ben onu yenersem yanıma alır gider, hizmetçi ederim.” dedi. Aytaç, : 33 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Atışma şeklinin T“rk halk şiirindeki ilk örneklerini Divanü Lûgati’tTürkǯte dzayıttım ayıttıdz şeklinde görmekteyiz. Kavram daha sonra Dzdedim dedidz, son dönemdedz aldı…,aldı….dz şeklini almıştır. Divan ve halk edebiyatında örnek‐ lerine rastladığımız bu t“r g“n“m“zde yavaş yavaş unutulmaktadır. G“n“m“z âşıkları ise, artık ne Dzmuamma asmakdz ta, ne de Dzmuamma indirmektedzdirler. (atta onlar bir isme delalet eden muamma ile ‐Dzbir ismi değil, bir şeyi gizlemek “zere d“zenlenen h“nerdz Elçin, : X) olarak tanımlanabilen‐ l“gazı birleş‐ tirerek ikisine birden Dzmuammadz demektedirler. Yeri gelmişken bir hususu da belirtmekte yarar vardır. Aslında muamma ve l“gaz t“r“ndeki şiirlerin; ilk, orta ve y“kseköğrenimdeki öğrencilere, hatta toplumun her kesimine öğretilmesinde yarar vardır. Bilindiği gibi insan sağlığı açısından bilmece, muamma ve l“gazın çöz“lmesinde çok b“y“k yararlar var‐ dır. Burada da en b“y“k iş s“reli yayınlar dediğimiz, gazete ve dergilere d“ş‐ mektedir. Nasıl ki g“nl“k gazete ve dergilerde bulmaca veriliyorsa, haftanın hiç olmazsa bir g“n“nde muamma veya l“gazın sorulması ertesi g“n ise ceva‐ bının yayınlanmasında b“y“k yarar olduğuna inanıyoruz. Böylece insanlar hem d“ş“necek, hem öğrenecek, hatta unuttuklarını hatırlayacaklardır. Örnek olması açısından Zeycan ve Asumanǯın atışmalarından örnekleri aşağıya alıyoruz. Bilindiği gibi bu t“r atışmalar iki devreli maç gibidir. Başlan‐ gıçta ayak açan veya muamma soran âşıklar tapşırdıktan mahlasları söyleme‐ leri sonra ikincisi ayağı açacak, ardından da muamma veya l“gazı soracaktır. Aşağıda ilk muammayı soran Zeycan, cevap veren ise Asumanǯdır. Aldı gız: Arındırır arındır arın Denizler gayetin derindir Sana sorarım behey aşıh Kimlerdir senin pirin Aldı olan: Olmuşam deryadan derin Sana gurban olsun serim Bana sual mi sorarsın O kırhlardır benim pirim 34 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ Aldı gız: Sazım söyler perde perde İmtihan olalım bu yerde Kırhların mekânı nerde Senden bir haber isterim Aldı olan: Seni gördüm nazarımda Yusuf Kenan bazarında Bana sual mi sorarsın Kırklar şehit mezarında Aldı gız: Aşıhlar gendi hâlında Söylenir halgın dilinde Ne vardır kırhların elinde Senden bir haber isterim Aldı olan: Gurulu yaydır duvanı gördüm Elimi balayıp durdum Bana sual mi sorarsın Ellerinde kitap gördüm Aldı gız: Ali’yi ata bindirdi Gula yardımcı göndürdü Dört kitabı kim endirdi Senden bir heber isderim Aldı gız: Aldı olan: Hey abi abi Bilirim ben hesabı Bana sual mi sorarsın Ceprail indirdi kitabı 35 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Aldı olan: Aıhlar böyle dertlidir Söylenir gider atlıdır Ceprail gaç ganatlıdırSendn bir heber isderim Aşıh olan çoh derttlidir Bülbül gibi lezzetlidir Bana sual mi sorarsın Üç yüz altmış ganatlıdır Aldı gız: Melekler emir gözedir Ceneti ala bizedir Ganadı gaç endazedir Senden bir haber isterim Aldı olan: Yar derdine dalma böyle Bana yerden gökten söyle Birisi dünyayı dutmuş Var gerisin hesab eyle Aytaç, : ‐ . Galili Bey’in kızı mat olur. “Evet, olum hahlısın. O sordu, sen cevabını verdin. O balandı… Şimdi soru sırası sana geldi, sen soracaksın, o cevap veremezse senin gulun ne yaparsan yap” dediler. Aytaç, : . Aldı olan: (Aman) Ol neyle bilerlerdi ilmin başını Ol ne der keser gandil daşını Ol kimdir kesen gendi başını Bunu bilen aşıh üstad olmuşdur 36 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ Aldı gız: (Aman) İlm ile bilirler de ilmin başını İsmi Gabur keser gandil daşını O gökte bulut keser gendi başını Cebrail aleme üstad olmuşdur Aldı olan: (Aman) O nedir ki ah verdikçe ahlanır Bu neymiş de galb içinde sahlanır Ol nedir ki yel esdihçe pahlanır Bunun manasını da verin usdalar Aldı gız: (Aman) O sözdür de ah verdikçe ahlanır Bu imandır galb içinde sahlanır O buğdaydır yel esdihçe pahlanır Bunun manası da budur usdalar Aldı olan: (Aman) Ol nedir günden güne eyler göç Ol nedir hiç boynuna almaz suç Ol nedir ki kızı dörttür gözü üç Bunun manasın verin usdalar Aldı gız: ((Aman) Ol ölüdür günden güne eyler göç O şeytandır hiç boynuna almaz suç Kitap dörttür, dalah üç Azı gözü budur usdalar Aldı olan: (Aman) Ol nedir ki suya düşer ıslanmaz Bu neymiş de yere atsan paslanmaz Ol nedir ki at üstünde sallanmaz Bunun mânâsı da bilin usdalar 37 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Aldı gız: (Aman) Güneşdir suya düşer ıslanmaz Bu altındır yere atsan paslanmaz Ol ölüdür at üstünde sallanmaz Bu dünyadan daim durmaz göçer ey Aldı olan: (Aman) Ol nedir ki dal verdikçe dallanır Bu neymiş de sağa sola sallanır Ol nedir ki her versen aldanır Aldı gız: (Aman) O meyvedir dal verdikçe dallanır O beşikdir sağa sola sallanır O çocuhdur ne verirsen aldanır Bunun manası da budur usdalar Bunun manasını da verin usdalar Aldı olan: (Aman) Ol nedir ki damla damla göl olur Bu neymiş ki dağa daşa yol olur Ol nedir ki günden güne hâl olur Bunun manasını verin usdalar Aldı gız: (Ah) O gözyaşıdır damla damla göl olur O gönüldür dağa daşa yol olur O dünyadır günden güne hâl olur Bunun manası da budur usdala Aldı olan: (Aman) Ol nedir ki üç ayahlı canı yoh Bu neymiş de gırh ayahlı ganı yoh Yapdırmış usdası hiç dermanı yoh Bunun manasını da verin usdalar 38 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ Aldı olan: (Aman) Ol nedir ki kendi kendin öldürür Bu neymiş de derisini doldurur Ol nedir ki bu âlemi galdırır O nedir ki heybetini saçar hey Aldı gız: (Aman) Ol sancahdır üç ayahlı canı yoh Ol köprüdür kırh ayahlı ganı yoh Yapdırmış usdası da hiç dermanı yoh Cümle âlem üzerinden geçer hey Deyip kesincek gine kız orda balandı galdı. Dedi ki: “Aşıh böyle şeyler olmaz. Bunu sen gendinden uydurdun” Tabi malum bunun kitapta manası yoh da, bunun manası, cevabı bizce şöyledir: Ol Ezrail kendi kendin öldürür O Mansur’dur derisini doldurur O Allah’dır bu âlemi galdırır O cehennem heybetini saçar hey Aytaç, : ‐ . … İşde ağalar, beyler aşığınız gine mat oldu. Mugabelemiz mucibince aşığınızı verin ben yoluma devam edecemdz Aytaç, : . Asuman İle Zeycan Hikâyesinde Cuma Namazı Asuman ile Zeycan hikâyesinin diğer halk hikâyelerinden ayrılan vasıfla‐ rından birisi de dinî hayatın öne çıkmasıdır. Çok az halk hikâyesinde kahrama‐ nın abdest almasından, namaz kılmasından söz edilirken bu hikâyede; kahra‐ manın sevgiliyle karşılaşması bile Cuma namazına rast getirilmektedir. Bu da hikâye anlatıcısı yazıcısı nın k“lt“r hayatıyla ilgili bir husustur. Bununla beraber cadı; Asumanǯı yanıltarak caminin şadırvanı yerine Zeycanǯın g“l bahçesine göt“rmektedir: Asuman İle Zeycan Hikâyesinde Hediyeleşme (ediyeleşme dinî k“lt“r“m“zde s“nnet olarak bilinir. Nitekim peygam‐ berimiz bir hadisinde “mmetine hediyeleşmelerini tavsiye etmektedir. Aslında 39 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Asuman ile Zeycan hikâyesindeki gençlerin birbirlerine verdikleri hediyeler her gencin hayatında unutamayacağı bir husustur. G“n“m“zde, Asuman ve Zeycanǯın birbirlerine verdikleri hediyeler kaldı mı, kalmadı mı bilmiyoruz. Oysa Asuman ve Zeycanǯın birbirlerine verdikleri bundan ‐ yıl öncesinin de değişmeyen hediyelerindendi. Bu hususu da hikâyenin k“lt“r ortamının oluşmasında g“nl“k hayatımızın izleri olarak değerlendirilebiliriz. (ediyeleş‐ mede dikkati çeken bir başka husus hediyelerin değeriyle ilgilidir. Dikkat edi‐ lirse Zeycan “zerinde kalp olan bir bileziği Asumanǯa hediye ederken zenginli‐ ğini, Asuman ise mendil ve saçından kestiği perçemle yoksulluğunu öne çıkar‐ maktadır. DzZeycan’ın bir altından bilerzik varımış, üstünde de cevahirden insanın yüra şekli varımış. “Al şu sende dursun. Bu yüra bahdıhça beni kendi yüranda bil” dedi. O ona verdi. Asıman’ın da eyi işlemeli bir mendili varımış. Perçeminden bi gomaş tüyü kesdi, o da mendile sardı, goz yaşıynan ıslatdı, onu da Zeycan’a teslim etdi. DzAllah’a ısmarladık” dediler. Aytaç, : ‐ . Asuman İle Zeycan Hikâyesinde Ağlamaktan Kör Olan Gözün Toprakla Tedavisi Tasavvufta dört unsurdan birisi olarak bildiğimiz toprak, T“rk halk anla‐ tılarında daha çok Âşık Garip hikâyesiyle özdeşleşmiş gibidir. Bununla beraber anlatıcının isteği “zerine ağlamaktan gözleri kör olan anne veya babanın göz‐ lerine toprak s“r“l“r ve görmeyen göz, görmeye başlar. Motifin kökeni ise (z.Yusuf kıssasına dayanmaktadır. Kıssada, ağlamaktan kör olan göze parmak‐ tan damlatılan kan mendil vasıtasıyla göze s“r“l“rken, zamanla kanın yerini toprağın aldığını gör“yoruz. Yine bazı anlatılarda ağlamaktan gözleri kör olan babanın yerini annenin aldığını da hatırlatmak isteriz. Daha önce bir makale‐ mizde konuyu etraflı bir şekilde ele aldığımızdan konuyu daha fazla uzatmak istemiyoruz. Alptekin, : ‐ Bu anlatıdaki motifin kökeni Hazreti Yusufǯa bağlı olarak anlatılmaktadır. Dinî kitaptaki bu kıssa g“n“m“z efsanelerinde görmeyen göz“n tedavisi olarak aşağı yukarı benzer bir şekilde anlatılmaktadır. “Şimdi siz benim şu gömleğimi götürüp babamın yüzüne bırakın; gözü açılır. Bütün ailenizle toplanıp bana gelin.” [Yusuf Suresi . Ayet]. 40 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ Ayrıca; göz“ oyulmuş birisi Peygamberimize gelerek göz“n“n açılması için yalvarır. Peygamberimiz de toprağın içerisine t“k“rerek çamur hâline getirir, sonra da göz“ne s“r“nce görmeye başlar [Levend, : ]. “Şu sa ayamın basdım toprahdan birez toprah al. Baban senin için alayı alayı gözleri ama oldu, ilerde ilazım olacah bu toprah. Alıyor bir avuç toprah; mendiline goya çıhılıyor. Şimdi bunar habenin, ikisi duduşuyorlar ellerinde gapıya geliyorlar.dz Aytaç, : ‐ . Gerçekten de Asuman hazırladığı karışımı babası Derviş Ahmet İsma‐ il ǯin gözlerine s“r“nce babasının göz“ görmeye başlıyor. Kadere Karşı Gelme, Zile Basarak Çağırma, Mutlu Son Kalezehoş Bey ve Derviş İsmail Ahmet ǯin çocuk sahibi olmaları dervi‐ şin verdiği elma veya Murat Nehriǯnden dalgaların çıkardığı nar iledir. (ikâye‐ nin kuruluşuna göre bunların çocukları olacaktır ama b“t“n halk hikâyelerin‐ de olduğu gibi Kalezehoş Beyǯin kızı, yardımcısı Derviş İsmail Ahmet ǯin ise oğlu olacak ve bunlar birbirleriyle zamanı gelince evlendirilecektir. Yine he‐ men hemen b“t“n halk hikâyelerinde olduğu gibi padişah bey, h“k“mdar kendisinden aşağıdaki bir kimseye kızını vermekte teredd“t edince, elma ve‐ ren dervişin fonksiyonu öne çıkmaktadır. Asuman ile Zeycan hikâyesinde babası tarafından bir başka delikanlıya verilen kızı kurtarıp, sevenleri kavuşturmakla görevli kişi, Erzurum Vali Pa‐ şa sinin bu t“r işleri çözmekle görevlendirdiği Demircibaşı Pencere adlı biri‐ sidir. DzOnca bunca yansın Asıman. Ben elden gidiyom, beline sarı saman sar. Beni alır da verirse Erzurum Valisi alır. Yohsa hiç kimse alamaz. Heç durma” diyor. Aytaç, : . Erzurum Vali Paşa si Asuman ve Zeycanǯın evlendirilmesini isterken kanun yerine bir Dzdelidzyi tercih etmesi oldukça anlamlıdır. Bu husus da bize halk anlatılarında yasaların yerine törenin geçtiğini göstermesi bakımından önemlidir. Metinde, Erzurum Vali Paşa siǯnin zile basarak kapıcıyı çağırması da anlamlıdır. Alptekin, : ‐ . DzArzuhal bitince zile basıyor, polise diyor ki: DzFelanca mahalle, felanca numaralı evde Demircibaşı Pencere isminde bir zat var. Çabıh şunu al, huzuruma getir bahalım.dz Aytaç, : . Demircibaşı Pencere ile Asuman birlikte Erzincanǯa gelirler. Derviş, Kale‐ li Beyǯe Asuman ve Zeycanǯın doğumundan, ad konulmasına ve ayrılmalarına kadar hikâyeyi anlatır. İki genç bir Perşembe akşamı murada ererler, Demircibaşı Pencere de Erzurumǯa döner. 41 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN DzBu gıssa burada tamam. Goden üç elma düşdü. Biri bana, birini söyliyene, biri de Çıkrıkcılı Ali’ye. Arhadaş size heçbir şey yoh” (Aytaç, : . Asuman İle Zeycan Hikâyesinde Kalıplaşmış Sözler: Atasözleri Ve Deyimler Atalarımızın uzun denemeleri sonucunda ortaya çıkan, bilgece d“ş“nce‐ lerinin kalıplaşmış şekilleri olarak tanımlayabileceğimiz atasözleri ve deyimle‐ rin en önemli kaynaklarından birisi de halk anlatmaları adını verdiğimiz, des‐ tan, masal, halk hikâyesi, efsane ve fıkra metinleridir. Bununla beraber konuyla ilgili araştırma yapanlar, biraz da metin okumanın zorluğundan dolayı bu t“r eserlere hiç ilgi göstermezler. Bu sebepten Asuman ile Zeycan hikâyesindeki atasözleri ve deyimlerden önemli görd“ğ“m“z bazılarını aşağıya alıyoruz: “Biz yamırdan gurtulduh, dipiye dutulduh.” Aytaç, : . “Puşt elime geçerse bacana basacan, bi bacandan ayıracan, damdan aşşa atacam.” Aytaç, : , . “Dünyada öküz ölür gönü galır, yiğit ölür şanı galır.” Aytaç, : . “Ben gendi elimle gendi göbemi kesersem kesdim” Aytaç, : . “Gün geçer, kin geçer” dirler, meşhurdur.” Aytaç, : . “Kul sıkılmazsa Hızır yetişmez.” Aytaç, : . “Yanağına çifte güller takınır.” Aytaç, : . “Al kına yaktın mı nazik eline.” Aytaç, : . DzŞimdi efendime söyleyim, çadırın ortıya bi perde gerdiler. Gadınnar öt“ yanda, erkekler bu yanda.dz Aytaç, : . Asuman İle Zeycan Hikâyesinde Göçer Hayat Ve Çobanlık T“rk edebiyatının ilk belki de en önemli t“r“ olan destanlarda hayat tar‐ zı göçebedir. Zamanla destanın yerine geçen halk hikâyelerinde de hayat tarzı b“y“k ölç“de konar‐göçerdir. Bununla beraber halk hikâyelerinde biraz da klasik k“lt“r“n etkisiyle or‐ taya çıkan saray hayatının etkileri de görmezden gelinemez. Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre gibi hikâyelerin belirli kısımlarında debdebeli bir hayat tarzı kendisini hissettirirken, Arzu ile Kamber, Asuman ile Zeycan, Hurşit ile Mahımihri, Şah İsmail ile Gülizar gibi anlatılarda hayat tarzı göçebedir. Bunu da normal karşılamamız gerektiğine inanıyoruz, ç“nk“ T“rk halkı tarih boyunca debdebeli bir hayatla zor hayatı birlikte göt“rm“şt“r. 42 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ Asuman ile Zeycan hikâyesinde göçer hayatın en önemli özelliği, yayla, çadır hayatı ve çoban kavramları etrafında toplanmıştır. Nitekim Asuman, yol‐ da karşılaştığı bir kişiden, çadırların Kaleli Beyǯe ait olduğunu öğrenir, daha sonra da kıyafetini değiştirerek çadırların arasına karışır. Asuman ile Zeycan hikâyesinde âşıkların gezgin olduğuna dair bir d“‐ ş“nceyi de buluyoruz. T“rk âşıklık geleneğinde önemli bir yeri olan Dede Kor‐ kut hikâyelerinde, Dede Korkutǯun ağzından söylenen; DzErin cömerdin cimrisin ozan bilir, ilden ile, beyden beye ozan gezer.dz c“mlesiyle aşağıdaki c“mleler ara‐ sında hemen hemen hiçbir fark yoktur: DzGaleli sen buni iyi yapmadın. Aşıh gısımısı dünyayı gezer, dillere desdan, âleme rüsvay eder adamı. Aşıhların galbini gönünü gırmayacahsın. Ya vadini yerine getireceksin, ya sözünden dönmiyeceksin.dz Aytaç, : . Asuman İle Zeycan Hikâyesinde Şiir Söyleyerek Tanışma ve Ölüm Sembolü Kanlı Gömlek Asuman ve Zeycan uzunca bir s“re birbirlerini görmedikleri için kimlik‐ lerini, hayatlarında iz bırakan c“mlelerle mısralarla dile getirirler. Uzun yıl‐ lar öncesinin izlerinin dile getirilmesi, memleket Erzincan özlemi ve önceden alınıp verilen hediyelerin hatırası olarak değerlendirmeliyiz.. (Aman) Vatanım Erzincan da havası hoşdur Biçare âşığım da gafesde guştur Yârine verdiğin cevahir boşdur Bana lazım değil al senin olsun Aytaç, : . Bunun “zerine kız bileziği oğlana verince mesele iyiden iyiye anlaşılır. (Aman) Zeycan ben yayla yayla gezerim Alıp başımı da diyar diyar giderim Bamın ekmai de haram ederim Gıymayın Asman’a da bu gozel cana Aytaç, : . B“t“n bunlar olurken cellâtlar Kaleli Beyǯin emrini yerine getirme konu‐ sunda acele etmektedirler, ç“nk“ Asumanǯın öld“r“lmesi demek Kaleli Beyǯin rahata ermesi demektir. Oysa Zeycan, Asumanǯın öld“r“lmesini istememekte‐ dir. Baba Kaleli Bey ile kızı Zeycan arasında kalan cellâtlar ise bu durumda; destan, masal ve halk hikâyelerinde başvurulan bir yöntemi öne çıkarmakta‐ dırlar DzÖl“m sembol“ kanlı gömlekdz diye şekillenen bu motif Asuman ile Zeycan hikâyesinde acıma ve âşıkların hâlinden anlama olarak değerlendirile‐ bilir: 43 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Şimdi efendim cellâtlar dediler ki: “Adam n’olacah. Biz bu adamı öldürüncü dünyayı ehya mı edecez. Bi tavıh keselim, bi gömlek gana boyyalım işde düşmanıyın ömrü bu gader diyelim. Bu da burada galsın getsin” dediler. Aytaç, : . Asuman İle Zeycan Hikâyesinde Tayyi Zaman Tayyi Mekân, Al Çıkarıp Kara Giyme Asuman ile Zeycan hikâyesi, geniş bir mekânda oluşmuştur. Bu sebepten zamanın şartlarına göre kara ve borana yakalanan Asumanǯa uzun yolculukla‐ rında derviş yardımcı olmakta, onu ulaşması gereken mekâna çok kısa s“rede göt“rmektedir. Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Kirmanşah, Ercişli Emrah ile Selvi Han, Âşık Garip gibi halk hikâyelerinde de görd“ğ“m“z bu motifin bir benzeri‐ ni Asuman ile Zeycan hikâyesinde de tespit etmiş bulunuyoruz.: Beyǯin zorlamasıyla Erzincanǯdan Basraǯya doğru yola çıkan Asuman yolda tufana yakalanır, derviş onu kurtarır ve çok kısa bir s“re de Basraǯya ulaştırır. T“rk efsanelerinde bolca örneğine rastladığımız motifin kökeni de Kurǯanǯda olup, bunun (azreti Peygamberǯin miraç hadisesinden kaynaklandı‐ ğını zannetmekteyiz. Bilindiği gibi Peygamberimiz, peygamberliğinin . yılın‐ da, Recep ayının ǯsinde Cebrail AS tarafından Burak adlı bir binite binerek Mekkeǯden Mescid-i Aksaǯya, oradan açılan bir merdivenle yahut da Burak adı verilen at ile Cenab‐ı Allahǯın huzuruna ulaşır [İsrâ Suresi . Ayet]. Anadolu T“rk efsanelerinde daha çok şahsa bağlı olarak oluşan anlatmalarda Sultan Veled, (acı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Ökkeş Dede Kahramanmaraş , Mehmet Dede Ağrı , Şeyh Bilecen Gaziantep , Munzur Baba Tunceli‐Ovacık , Memik Dede Gaziantep , Lokman Dede İzmir‐Bergama , (oca Yusuf Malatya , Aliyar Yozgat , (acı Efraim Devletl“ Adana , vb. bu t“rde çok sayıda efsane ile karşılaşmaktayız. Konu pek çok araştırıcı tarafından [Alptekin, : ‐ ; Sakaoğlu, : ‐ ; Önal, : ‐ ; Göde, : ‐ ] değerlendirilmiştir. Aslında tayyi zaman tayyi mekân motifi menkıbelere ait bir özelliktir. Bi‐ ze göre Peygamberimizin Mekkeǯden Kud“sǯe oradan da Burak sırtında Cenab‐ ı Allahǯın huzuruna çıkması anlatının öz“n“ oluşturur ki bu husus Kurǯan‐ı Kerimǯde şöyle anlatılmaktadır: DzKendisine âyetlerimizden bir kısmını göstere‐ lim diye kulunu Muhammedǯi bir gece Mescid‐i (aramǯdan çevresini bereket‐ lendirdiğimiz Mescid‐i Aksaǯya göt“ren Allahǯın şanı y“cedir. (iç ş“phesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.dz [İsra suresi .Ayet ] 44 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ T“rk destan, masal, halk hikâyesi metinlerindeki yas âdetlerinden birisi de ak çıkarıp kara giymektir. Asuman ile Zeycan hikâyesinde ise ak rengin ye‐ rini al almıştır. Genelde ak çıkarma olarak bildiğimiz geleneğin ala dön“şmesi gençlikle ilişkilendirilebilir. (Aman) Sevdiğim Zeycanım öldüğüm bilsin Çıharıp alları da gareler geysin Mevlâm canım sana emanet olsun Senden istediğim benim imandır bugün Aytaç, : . Asuman İle Zeycan Hikâyesinde Erzincan’da Âşıklık Geleneğini Öğrenme, Basra’da Afyoncu Baba’nın Kahvesi’nde Çalıp Çığırma Asuman ile Zeycan hikâyesinde kahve ve kahve gelenekleri hakkında da bilgi verilmektedir. (ikâyenin T“rkiye ayağı diyebileceğimiz Erzincan ve Erzu‐ rumǯda kahve ve kahvecilik k“lt“r“yle ilgili bilgilerin verilmesi bir dönemin k“lt“r ve dinlenme mekânı olması bakımından oldukça önemlidir. Asumanǯın âşık kahvesiyle karşılaşması Zeycanǯdan ayrıldığı bir zamana rastlar: DzŞimdi deli goyun gibi Erzincan’ın içinde dolaşmıya başlıyor. Gezerken bir caddeden gidiyormuş, gulana bir saz sesi duyulmuş bi gavede. “Gavenin içine giriyor ki üç tane aşıh saz çalıyorlar. “Selamünaleyküm” hoş-beşten sonra Asıman diyor ki: “Ey usdalar belledin bana, gördüm size beni siz çırah dutmaz mısınız?” diyor. Aytaç, : . Derviş (ızır, Dede in tayyi zaman tayyi mekân g“c“yle kısa s“rede ula‐ şılan Basraǯdaki Afyoncu Dedeǯnin kahvesi “zerinde durulması gerekir. (er şeyden önce kahvenin adı dikkat çekicidir. Acaba kahvede afyon mu içiriliyor‐ du? Yoksa kahve sahibi afyonu kendisi mi içiyordu? Bunu bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir gerçek dışarıdan gelen birisinin ilk uğrak yerinin kahve olması‐ dır. Afyoncu Dedeǯnin kahvesi başlangıçta in‐cinin top oynadığı, hiç kimsenin uğramadığı bir yerdir. Kahvenin şenlenmesi Asumanǯın kahveye gelmesiyle başlamaktadır. Bu da bizce hikâye anlatıcısının âşıklar kahvesine gidip geldiği‐ nin bir işareti olarak yorumlanabilir. Üniversite yıllarımı ve asistanlığımı ge‐ çirdiğim Erzurumǯda aynı cadde “zerinde âşıkların çalıp çığırdığı kahveler dolup taşarken, diğerlerinin belirli bir saatten sonra kapıya kilit vurduğunu, hatta kahve sahibinin bile âşıklar kahvesine gittiğini yakından bilmekteyiz. Bu sebepten anlatıcı Basraǯya ulaşan Asumanǯı Afyoncu Dedeǯnin kahvesine misa‐ fir etmekte, birkaç hafta içinde ise kahveyi dinleyiciyle doldurup taşırmakta, kahve sahibinin de y“z“n“ g“ld“rmektedir. 45 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Asuman İle Zeycan Hikâyesinde Kuyuya Düşme ve Tutsakların Kurtuluşu Asuman Cuma namazı kılmak için camiye gitmek isterken cadının tuza‐ ğına d“şer ve hile ile kuyuya d“ş“r“l“r. Aslında Asumanǯın d“şt“ğ“ kuyu bir hapishanedir. Asumanǯdan önce de buraya y“zlerce M“sl“man d“şm“ş ve acı çekmektedirler. Derviş (ızır, pir dede, vb. in himmetiyle Asumanǯla birlikte diğer tutsaklarda buradan kurtarılır. Tutsaklar sevinçle Basra sokaklarında evlerinin yolunu tutarlarken Asuman da dervişin yardımıyla kuyudan çıkar ve kısa s“rede tayyi zaman tayyi mekân Erzincanǯa gelir. (ikâyenin Basra ayağında bunlar olurken Erzincanǯda Asumanǯın öld“ğ“ haberi yayılır ve kanlı gömleği delil olarak gösterilir. Ardından da Kaleli Bey kızını başka birisine verir ve d“ğ“nleri başlar. Söz“ edilen motifin benzerini Dede Korkut (ikâyelerinden “ç“nc“s“nde Bamsı Beyrek ve Âşık Garip hikâ‐ yesinde de görmekteyiz. g“n gece yapılan d“ğ“ne âşık çağırılması “ç hikâyede de ortaktır. Öld“ denilen kişinin kanlı gömleğinin kaftanı delil ola‐ rak gösterilmesiyle, d“ğ“n başlamaktadır. D“ğ“n“n son g“n“ misafir âşık ozan , sazı kopuzu omzunda d“ğ“ne gelince bir iki k“ç“k sınavdan sonra kızlar Banu Çiçek, Senem, Zeycan gerçeği öğrenirler ve gerçek sevdiklerine Bamsı Beyrek, Resul Âşık Garip , Zeycan dön“ş yaparak muratlarına ererler. SONUÇ Asuman ile Zeycan hikâyesi T“rk halk hikâyeleri içerisinde hem yazılı, hem de sözl“ kaynaklarda bilinmektedir. Oysa Anadoluǯnun dışında T“rk d“n‐ yasının diğer coğrafyalarında bilinen bir halk hikâyesi değildir. İkinci olarak bu hikâye; tayyi zaman tayyi mekân, öl“m sembol“ kanlı gömlek gibi motifleriyle dinî k“lt“rle, Murat nehrine koyun kurban etme, kar‐ şılığında dalgaların nar hediye etmesi de eski T“rk inanışlarının bir arada ve‐ rildiği özg“n anlatmalardan birisidir. Üç“nc“s“, tıpkı Ercişli Emrah ile Selvi (an ve Âşık Gaip hikâyelerinde görd“ğ“m“z âşıklık geleneğiyle ilgili bazı hususları b“nyesinde bulundurma‐ sıdır. R“yada bade içmeleri, Asuman ve Zeycanǯın muamma ve l“gaz çözebile‐ cek kadar g“çl“ birer âşık olmaları, âşıklar kahvesine gidip gelmeleri, söz“ edilen kahvenin dinleyicilerle dolup taşması gibi eski ve yeni pek çok geleneği b“nyesinde taşıması bakımından “zerinde durulması gereken bir anlatmadır. Dörd“nc“s“, hikâyede söz“ edilen Erbabîǯdir. Asuman ile Zeycan hikâye‐ sinde Erzincanǯda âşıklık yapan Erbabî, T“rk destanlarındaki DzAk Saçlı İhtiyardzı hatırlatmaktadır. Asuman ve Zeycanǯın evlenebilmesi için Erzurum Valisiǯne 46 ASUMAN İLE ZEYCAN HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ gidilmesi gerektiğini söyleyen odur. Nitekim hikâyede, bu tavsiye işe yaramış ve iki genç evlenmişlerdir. Beşincisi, hikâyede Erzincanǯın, Basraǯnın buluşma yeri olarak seçilmesi anlamlıdır. Gerek T“rk halk hikâyelerinde gerekse âşıklık geleneğinde bu iki şehir pek de gör“lmez. Altıncısı, Asuman ve Zeycanǯın kavuşmasında etkili olan Demircibaşı Deli Dem“r Pençe, Demircibaşı Pencere, T“fekçibaşı ǯdir ki, bu da yasaların çöze‐ mediği işi çözen bir tip olarak dikkati çekmektedir. Yedincisi, hikâyedeki hayat tarzının göçebe döneme rastlamasıdır. Çadır hayatı, çobanlık geleneği hakkında bilgi bulunması hikâyenin oluşum zamanını göstermesi bakımından önemlidir. (er ne kadar metinlerden hareketle hikâye‐ lerin oluşum ve tespit zamanının söylememiz pek m“mk“n değilse de, bir fikir vermesi bakımından hayat tarzı oldukça önemlidir. Sekizincisi, hemen hemen b“t“n halk anlatılarının temel konusu olan zengin fakir çatışması bu hikâyenin de ana temasını oluşturmaktadır. T“rk sosyologlarının pek ilgilenmediği bu konu hem T“rk aile yapısı, hem de zengin fakir çatışmasındaki psikolojiyi tespit açısından oldukça önemlidir. Yay. KAYNAKÇA Alptekin, Ali Berat. Alptekin, Ali Berat. . (alk Bilimi Araştırmaları, Ankara: Akçağ Yay. . Efsane Ve Motifleri Üzerine, Ankara: Akçağ Alptekin, Ali Berat. . DzT“rk Masal Ve (ikâyelerinde Görmeyen Gö‐ z“n Tedavi Edilmesi Motifi Üzerinedz, Millî Folklor, , ‐ . Alptekin, Ali Berat. . DzT“rk (alk Anlatmalarında Yeni Unsurlardz, T“rk Dili, , ‐ . Aytaç, Pakize. . Asuman İle Zeycan (ikâyesi Üzerine Bir İnceleme, Ankara, Yayımlanmamış Doçentlik Takdim Tezi. D“zg“n, Dilaver. . Erzurumǯda Kahvehaneler ve Âşık Kahvehanesi Geleneği, Ankara: Aktif Yay. Elçin, Ş“kr“. . T“rk Bilmeceleri, İstanbul: Millî Eğitim Basımevi. Göde, (alil Altay. . )sparta Efsaneleri, )sparta: Fak“lte Kitapevi. Levend, Agâh Sırrı. . Divan Edebiyatı Kelimeler ve Remizler ve Mefhumlar, İstanbul: Enderun Yay. Önal, Mehmet Naci. . Muğla Efsaneleri, Muğla. Sakaoğlu, Saim. . Efsane Araştırmaları, Konya: Kömen Yay. 47 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Sakaoğlu, Saim‐Ali Duymaz. . (urşit İle Mahmihri (ikâyesi, Anka‐ ra: K“lt“r Bakanlığı Yay. Şimşek, Esma. . Arzu İle Kamber (ikâyesi Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma, Elazığ, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“ Yayınlanma‐ mış Y“ksek Lisans Tezi. T“rkmen, Fikret. . Âşık Garip (ikâyesi Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma, Ankara: Akçağ Yay. 48 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU PROF. DR. AYŞE YÜCEL ÇETİN Gazi Üniversitesi Kadın, muhtelif sıfat ve adlandırmalarla kadim k“lt“rlerden itibaren sa‐ natın birçok alanında yer alırken estetik yanı daima ön plana çıkarılmıştır. Kadın edebî eserlerde, özellikle şiirde tasvirî ifadelerle daha ziyade g“zellik unsurlarıyla ön plana çıkarılmıştır. T“rk şiir geleneği içinde kadın ve kadınla ilgili tasavvurlar, klasik şiirin merkezinde yer alan sevgili‐aşk tasvirî ifadeyle soyut, hayalî olanı somutlandı‐ racak vasıflarıyla dile getirilir. Şâirin k“lt“rel d“nyasıyla geleneğin belirleyici unsurları sembollerle anlam kazandırır. Genel olarak her yön“yle idealize edi‐ len sevgili, boyu, beli, y“z“, göz“, kaşı, kirpiği, saçı vb ile adeta g“zel ötesi bir g“zellik anlayışıyla tasvir edilir. Sevgili tipindeki benzetmeler birer sembol ve duyguların ifadesi olarak açıklanmaktadır. B“t“n uzuvlarıyla gerçek dışı ölç“‐ lerde tasvir edilen Dzmuhayyel sevgilidz ulaşılmazlığın algısını oluşturur. Zira onun bu d“nyada eşi benzeri yoktur. Ütopik bir varlıktır ancak… Nedimǯin; Yok, bu şehr içinde senin vasfettiğin dilber Bir piri sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana Mısraları bunun en g“zel ifadelerinden biridir. Bu anlamda Dzsevgili mazmunları içinde b“t“n bir tabiat, inanç ve toplum unsurları yerleştirilir Karaköse, : . Dolayısıyla zaman, mekân, cinsi‐ yet, uzviyet vb tasvirinden çok uzak bir kabulle ifade edilir. (atta zaman za‐ man beşerî aşkı ilahî aşka DzLeylaǯdan Mevlaǯyadz taşır. Klasik şiirin ideal, ilahî sevgili/kadın tasavvuru halk şiirinde benzer mazmunlarla ifade edilse bile halkın estetik anlayışına uygun, beşerî alana yakın, realist ölç“lerle tanımlanır. Esasında bu noktada âşık tarzı şiirin oluşu‐ mu, icra edildiği coğrafi alanı ve temsilcileri birlikte değerlendirmek gerekir. Daha geniş bilgi için bkz. Saadet Karaköse, Divan Şiiri Sevgili Tipindeki Abartıların Simgesel Boyutuna Birkaç Örnek Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, , , ‐ . 49 PROF.DR. AYŞE YÜCEL ÇETİN Araştırmacıların m“şterek tespiti, geleneğin ozan‐baksı, tekke‐tasavvuf ve klasik edebiyat tesiriyle şekillenen bir edebî form olduğu yön“ndedir. Dola‐ yısıyla zihniyet, sosyal, siyasî, dini, fikrî, eğitim, estetik anlayış bakımından birbirinden farklı gruplar ve ifade etme söz konusudur. Âşık edebiyatının şekil, t“r, tema vb. unsurlar yön“yle tekke ve klasik şiirin m“ştereklerini oluşturma‐ sına sebep, hitap edilen kitlenin daha çok b“y“k şehir/k“lt“r merkezlerinden uzak, köy odalarında, kahvehaneler ve eşraf konakları; şehir merkezlerinde bozahane, kahvehane, yeniçeri ortaları, bey‐paşa konakları, hatta saray gibi çok farklı alanlardan b“nyesine kattığı dinamik yapılardır. Saydığımız bu k“l‐ t“r ortamında icra edilen ve yine bu k“lt“rel kaynaklardan beslenen Âşık Tarzı edebiyat, hem adı geçen gruplara, hem de yenilenen k“lt“rel yapıya hitap et‐ mektedir. Fuad Köpr“l“, DzT“rk memleketlerinin her tarafına, b“y“k şehirlerden ıs‐ sız köylere kadar her yerde halkın çeşitli tabakaları, ihtişamlı kibar konakla‐ rında olduğu gibi fakir kahvehanelerde de yer bulandz âşık edebiyatı “r“n ve temsilcilerinin mekânları hakkında bize fikir verir ve sosyal çevre ve mekânın genişliği, çeşitliliği ile temsilcileri ve dinleyici/seyircilerin her meslek, her sosyo‐k“lt“rel çevre ve her iktisadî gruba mensup olduklarını ifade eder Köp‐ r“l“, : ‐ . Özellikle . Y“zyıl sonu ile . Y“zyıl başları itibariyle geleneğin medre‐ se mensupları olan temsilcilerini de vurgulayarak paşaların, beylerin saz şair‐ lerini dinlemekten hoşlandıklarını bu şiire gösterilen ilginin ötesinde yayılma alanının genişliğine de işaret eder. (alk şiirinde ve klasik şiirde sevgilinin g“zelliği ifade edilirken hangi uzuvların, hangi benzetme, tasvir ve hayallerin ihtiva ettiğini anlatan araştır‐ malar; kullanılan sıfat, mecâzî unsurlarda belirgin bir m“ştereklik olduğu yö‐ n“nde hemfikirdirler Kaya, ; İnayet, . Âşık tarzı şiirin kadını, kadı‐ nın g“zelliğini estetik unsurlarla teşbih, sembol kullanarak tasvir etmenin öte‐ sinde reel ölç“lerde gerçek hayatın merkezinde resmetmişlerdir. Karacaoğ‐ lanǯın Elif, Zeynep, Dönd“, (“r“, Eşe, Ayşeleri T“rkmen Anaları, bacıları, ya‐ vuklularıdır Özdemir, : . (er medeniyetin, k“lt“r“n kendine mahsus anlatı t“r“, tipi, “slubu ol‐ ması sanatçıların ifadesi, kabiliyeti, k“lt“rel ortamı ifadeye y“klediği anlamı ve yarattığı etkiyi de belirler. 50 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU Benzer, ancak farklılıkları da gösteren sosyo/k“lt“rel yapının temsilcile‐ rinin duygularını ifade biçimleri elbette hem m“ştereklik gösterecek hem de orijinal olacaktır. Çalışmada maksat, kadın, kadının g“zelliğiyle ilgili klasik şiirle halk şiiri‐özelde âşık tarzı şiirin mazmun, mecaz, vb yönlerle mukayese etmek değildir. Ancak zaman zaman her iki geleneğin de ön çıkan tasviri un‐ surlarına yer verilecektir. . y“zyıldan g“n“m“ze muhtelif k“lt“r ortamlarında icra edilen ve çok g“çl“ temsilciler yetiştiren âşık tarzı şiir geleneğinde kadın‐ sevgilinin uzuvla‐ rı, davranış ve tavırları, s“slenmesinin tasviri ve yarattığı etki “zerinde duru‐ lacaktır. Fizikî unsurlar: Yüz: Kadının‐ sevgilinin y“z“ ve burada yer alan uzuvları en dikkat çeki‐ ci unsurlardır. Baş, y“zde yer alan göz, kaş, kirpik, ağız, burun, yanak, orantı ve estetiğin öne çıktığı bir b“t“nl“k oluşturur. Sevgili y“z“n“n g“zelliğiyle ay, g“neş, yıldız, âfitâb, hurşîd, şems, g“l ve bala benzetilir. )şığı ve nuruyla hem cihanı hem de âşığın gönl“n“ aydınlatan, sevindiren bir g“zelliktir. Karakaşlı, ela gözl“, elma yanaklı, inci dişli, gonca ağızlı, kara saçlı, selvi boylu bu emsal‐ siz g“zelliğin tasviri de zaman zaman peri, huri, meleklerle eş tutulur. Karaca‐ oğlan sevgilinin mest eden g“zel y“z“ için; Karacaoğlan der ki ey mâh-ı mestim, Kaşın gözün eğme cana mı kastın İfadesiyle y“z“n“ gören herkesi kendine hayran bıraktığını vurgular. G“zel ilgisiz olmasıyla dikkat çeker. Ay y“z“n“ göstermemesi âşığın kendini sorgulamasına neden olur. Zira sevgili kusursuz bir g“l gibidir. Ala gözlerini sevdiğim dilber Niçin benden ay y“z“n“ dönd“rd“n Yoksa hizmetinde kusur mu koydum Niçin g“l dalına hârı kondurdun. Karacaoğlan Sevgilinin y“z“ tazeliği, rengi bakımından g“le benzetilir. Seher zamanında uğradım sana Gör“nce g“l y“zl“m kaldım ben tana Karacoğlan Deli Boran da sevgilinin y“z“n“n g“zelliğini, tatlılığını bala benzetir; Şekerden şirin söz baldan y“z“ne, mısraı bunun ifadesidir. 51 PROF.DR. AYŞE YÜCEL ÇETİN Kaş, kirpik, göz sevgilinin en önemli g“zellik unsurlarındandır. Şekli, rengi itibariyle zengin bir ifade ve çeşitli sembollerle anlatılır. (ilal, yay, ke‐ man, hançer, kılıç, ok olarak vasıflandırılması hem şekli hem de âşığı yarala‐ yan, canına kasteden bakışı, katil, zalim oluşuyla ilişkilendirilir. Gevherî; Kirpiğin ok imiş kaşların keman (er attıkça bana dokunur oldu, derken Karacaoğlan da; Kirpikler hançer can alır göz“n Y“reğime koydun ateşin köz“n, mısralarıyla bakışın etkisini vurgular, Benzer ifadeler farklı söyleyişlerle sevdiğinin yoluna kurban olan Vey‐ selǯin dilinden de dök“l“r: Kirpikler ok kaşlar kalem Bu sinemi deler gider Gevherî için sevgilinin y“z“ g“neşten daha parlak, aydınlıktır: Derunuma d“şd“ aşkın ateşi Y“z“n“ görenler neyler g“neşi Uğruna ömr“n“ feda ettiği sevgiliye ulaşamamanın ızdırabını duyan Gevherî onun y“z“n“ fethi m“mk“n olmayan t“rbeye benzeterek saygınlığın da ötesinde kutsallaştırır, “topik bir sevgili tasavvuruna gider: Feth‐i m“şkil dahme imiş z“lf‐i mâr el vermedi Sevgilinin g“zelliği Yusuf kıssasına telmihte bulunularak Yusufǯun g“zel‐ liğine, hatta ondan da g“zel olduğuna vurgu yapılır. (er görenin vurulduğu bu g“zellik onun “st“nl“ğ“ne de işaret eder. Gevherî; Dz(“sn‐i Yusuf sana olamaz hemlây Derken, Seyranî; Bence h“sn“n gören Yusufǯu anmaz Temaşa eyleyen gözler usanmaz, mısralarıyla sevgilinin g“zelliğini Yusufǯla denk tutarken Ruhsatî; 52 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU Y“z“nde gör“n“r Yusuf nişanı Y“z“n“ görenler çeker efganı Mısralarıyla paha biçilmez bir g“zelliğin varlığını ifade eder. Tarifi imkânsız g“zellik aydan, g“neşten daha parlak aydınlık, nurlu ve emsalsizdir. Beşerî olandan ilahî aşka geçişin de tasviridir. Reyhanî; Dokunma sevdiğim yok etme beni Varlığın d“nyayı sildi göz“nden Parlaklığın yıldızlara benzettim G“zelliğin ayı sildi göz“mden, mısralarıyla bunu ifade eder. Y“z g“zelliğini tamamlayan beyazlığının dolayısıyla ve muntazam ölç“‐ lerde oluşuyla inciye benzetilen dişler, d“rr, d“rdane, mercan ve sedefle vasfedilir. Gevherîǯnin Dzİncidir dişlerin gerdanın simdirdz derken Âşık Ömerǯin sevgilisi de k“ç“c“k ağızlı, dişleri mercan, cevahir gibidir: Dz(okka deheni incidir k“ç“c“kden Servi boylu, ahu gözl“, b“lb“l avazlı sevgili inci gibi dişlerle âşığı mest eder. Veyselǯin; Dudu diller, inci dişler, ahu gözler o bakışlar. Mısralarıyla bu ifade edilir. Saç: Saç, rengi, uzunluğu, şekli ve kokusuyla kadının en belirgin özelliklerin‐ den biri olarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla şiirde pek çok teşbih ve mecazla anlatılır. Sırma, tel tel, gece gibi sim siyah, topuğa kadar uzanan örg“l“ belikler bunlardan yalnızca bir kaçıdır. Karacaoğlanǯın sabah görd“ğ“ sevgilinin saçları örg“l“d“r. Konar‐göçer T“rkmenlerde kadın, erkenden su taşımaya, yayık yaymaya, bahçede çalışmaya başlar. Bu bir yığın işi yapmak için de uygun kıya‐ fet kadar uygun saç şekli de gereklidir. (em hayat tarzıyla ört“şen, hem de g“zellik unsuru olan saçın tasviri, aynı zamanda döneminin giyim‐kuşam tarzı, s“slenme biçimiyle de ilgilidir. Saçın g“m“şle s“slenmiş olması Karacaoğlanǯın şiirinde şöyle yer alır: 53 PROF.DR. AYŞE YÜCEL ÇETİN Sabahtan kalkıp da dostu görene Dostun saçı çığ örg“l“ tel olur Karacaoğlan sevgilinin saçına çeşitli anlamlar y“kler. Dokunamadığı, uzaktan seyrettiği o saç s“ng“ saplanmış gibi can yakar. Gözleri gönl“me zehir atıyor Z“lf“ s“ng“d“r cana batıyor Karacoğlanǯın şiirinde tasvir edilen sevgili saçı, esen yelden etkilenecek kadar narin ve hassastır: Eser bad‐ı saba z“lf“n dağıdır Gerdana da dök“len tel incinmesin G“zelin, y“z“ne dök“lm“ş altın sırmalı g“m“ş teller asılmış siyah saçları T“rkmen kızlarının saçlarının s“slenme biçimlerine de işaret eder. Saç, belik, perçem, z“l“f, tel olarak kullanılır. Siyah, uzun, g“r, dağınık, örg“l“ saçlar ipek gibi yumuşak, altın sırma gibi değerli, burcu burcu, kokan itina ile ör“lm“ş g“zelliğe g“zellik katan unsurlardır. Eğer saçlar dağınık ise sevgilinin “zg“n olduğuna işaret eder. Karacaoğ‐ lan bu dağınıklığa tahamm“l edemez: Niçin böyle mahzun gezersin Boynun eğri z“l“flerin bozgundur. Sevgilinin g“zelliğini uyum, ahenk olarak da yorumlayan Karacaoğlan, dağınıklığı özensizlik olarak, hatta kusur olarak gör“r. Kızlar arasında y“r“yen Ayşe geline; Bir kusuru var da z“lf“ perişan, diye seslenir. Gevheri için de sevgilinin topuğa değen saçları ı âşığı kendine bağlayan en g“çl“ bağdır. Boy: Sevgilinin boyu g“zelliği tanımlayan en belirgin özelliklerden biridir. Ge‐ nellikle uzun boylu, ince belli olması, salınarak y“r“mesi, teşbih ve tasvirlerle bazen m“balağalı bir “slupla ifade edilmiştir. Sevgilinin gençliği dolayısıyla ince, narin bir fidana, y“z“n“n g“le benzetilmesiyle de g“le dolanmış selvi tasavvuru onun kıymetinin de ifadesidir Sefercioğlu, : . Âşık Ömer sevgilinin uzun, ince boyunu servi, dal, şimşad, elif ifadeleriy‐ le tasvir eder. 54 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU Elif kadim reftarıne boyuna Nice servi gibi dal pesend eyler Fiziksel özellikleriyle kusursuz olan g“zelin b“t“n uzuvları ölç“l“ ve uyumludur. Gevheri; Görmedim sen gibi bir kadd‐i mevzûn Karacaoğlan servi, çubuk, dal benzetmeleriyle boyunun ince, uzun olu‐ şuna işaret eder. Saçı, kaşı, boyu, göz“, beliyle görenin aklını başından alan g“zellerdir. Dolayısıyla Karacaoğlan; DzBöyle servi endam aklı ziyandırdz der. Bu m“tenasip yapıyı kendi orijinal söyleyişiyle usul boy olarak ifade eder. Y“z“‐ n“n g“zelliği, söz“n“n tatlılığı, ince beliyle Cennetǯte bir g“lfidanıdır. Gevherî sevgiliyi; Cennet bahçesinde perverde olmuş Açılmış bir gonca fidansın canım. diye tasvir eder. Sevgilinin uzun boyu ince beliyle birlikte m“talaa edilir. Emrah;dzBoyu elif ince belli nazenindz derken g“zelin nazik, kırılgan oluşunu da vurgular. Gev‐ herî de ince bele miyan ifadesini kullanarak kuvvetle vurgular. İnce miyanında zerrin kemerde dur. (ançer bele bel hançere uygundur İnce beldeki altın kemer içinde yer alan hançer âşık için öld“r“c“ unsur‐ Yürüyüş: Fiziki g“zelliğin unsurlarından birisi y“r“y“şt“r. B“t“n uzuvlarıyla orantılı, uyumlu olma, duruşu, dolayısıyla y“r“y“ş“ de etkiler. Kendinden emin salınarak y“r“y“ş g“zelliğin de temsilidir. Yaşar, : . Gevherî sevgiliyi sam r“zgârının esintisiyle salınan bir serviye benzetir. Onun y“r“y“‐ ş“nde görd“ğ“ uzun, ince, selvi boylu sevgilinin salınarak y“r“mesidir. Salınıp gezdiği zaman Serv‐i revana benzersin Âşık Veysel sevgilinin y“r“y“ş“n“ şaşkınlıkla ve hayranlıkla seyreder: Salınıp giderken boyunu görd“m Selvi miydi, fidan mıydı, boy muydu? 55 PROF.DR. AYŞE YÜCEL ÇETİN Bu y“r“y“ş g“zelliğin de tamamlayıcısıdır: (er g“zel de eda ile salınmaz (uri misin melek misin bilinmez. Âşığın aklını başından alan ahu gözl“, ak gerdanlı, nazik edalı, ay y“zl“, bal dudaklı g“zelin her yeri mamurdur. Üstelik salınarak y“r“mesi ne hoş olur: Garbî değmiş kavun gibi sallanır Y“r“y“ş“ ne hoş olur g“zelin. Âşıklar, g“zeli renkleri, duruşları ve hareketleri bakımından tabiat un‐ surlarına da benzetirler. Bunlardan birisi hayvan benzetmeleridir. Onların özellikleriyle sevgilinin tasvir edildiği olur. G“zel, sesiyle b“lb“l, bakışıyla cey‐ lan, balaban, şahin, y“r“y“ş“, allı morlu giysisiyle suna, ördek, kınalı keklik, ak kuğu ve turnaya benzetilir. Karacaoğlanǯın yeşilbaşlı gövel ördeği, sallana sallana eda ve nazla y“r“‐ yen bir g“zel olarak tasvir edilir. Karacaoğlan; suna, bahri, kuğu, keklik, g“ver‐ cin gibi hayvanları daha ziyade duruş ve y“r“y“şleri itibariyle sevgiliye benze‐ tir: G“vercin duruşlu keklik sekişli Kıl ördek boyunlu ceyran bakışlı Tavus kuşu gibi göğs“ nakışlı Şöyle bir g“zel ver gönl“m eyleyim Ruhsal Özellikler (Tavır-Davranış-Meşrep): G“zel, hatta en g“zel olarak tasvir edilen sevgili bu yön“yle yery“z“nde eşi benzeri olmayan peri, melek, huri gibidir. Kibar, nazik, ağır başlı, kusursuz, hanım hanımcıktır. Salını salını kız gel yanıma Sallanıp gelişin benzer hanıma Diyen Karacaoğlan onun eziyetini dahi huyuyla ilişkilendirmez. Terbiye‐ si, g“zel ahlakıyla herkesi hayran bırakan bir yaratılıştadır: Karacaoğlan şiirlerinde benzetmeler ve mazmunlar için bkz. Turgut Karabey, Karacaoğlanǯda Sevgili Mazmunudz, Prof. Dr. Dursun Yıldırım Armağanı, Ankara, , ‐ . 56 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU Seni gören yiğit neylesin malı Edepli erkânlı yollu bir gelin, ifadeleri davranışlarının da takdir edildiğine işaret eder. Sevgilinin en belirgin özelliği nazı, işvesi, cilvesidir. Deli Boran; Doyamadım cilve ile nazına Şekerden şirin söz baldan y“z“ne Ancak onun işvesi cilvesi rakibe, candan usandıran nazı hatta öfkesi de aşığınadır. Ela gözlerini sevdiğim dilber Niç“n benden ş“phelenirsin Bizlere gelince naz “st“ne naz Ellere gelince cilvelenirsin … Eğer naz edersen böyle naz olmaz (er zaman darılıp öfkelenirsin. Sevgilin tipinin olumlu unsurlarının yanı sıra, bakışı, acı sözleri, ilgisiz, vefasız, riyakâr, hilebaz, fettan gibi birçok olumsuz ifadeyle tasvir edilir. Ci‐ handa eşi benzeri olmayan bu g“zel bir o kadar da vefasızdır. Şu cihanın bağını gezdim gezeli Bir sayedar serv‐i naz bulamadım Nazar id“p görd“m hayli g“zeli Bir l“tfu çok cevri az bulamadım. Gevheri g“zelin l“tfundan, vefasından, sadakatinden “midini kesmiş. Na‐ sıl selvide gölge olmazsa sevgilide de vefa olmaz. Zira onun için sevgilin meş‐ rebi zalim, hercaidir. Ab‐ı hayat menbaı g“lgun lebi Gayet zâlim imiş meğer meşrebi Akıldan ferasetten yoksun g“zel, kadir kıymet bilmeyen bir vefasız ola‐ rak anlatılır. Âşık Ömer, ikiy“zl“, y“ze g“len, selamını almayan, öfkeli, köt“ söz 57 PROF.DR. AYŞE YÜCEL ÇETİN söyleyen sevgiliyi beklemekten beli b“k“l“r, yaşlanır. Ancak “midini kesmez âşık: Söz“m geçmez oldu sen bî‐amane B“k“ld“ kâmetim dönd“ kemâne Böyle kalmaz elbet gelir imâne Gelirs“n sevdiğim bir zaman olur G“zel aynı zamanda mağrur, âşığa tepeden bakan, hatta selamını dahi esirgeyen aşağılayıcı ifadelerle göz s“zen, şahin bakışlarıyla onun gönl“n“ avlar, sorgusuz sualsiz kendine bağlar. Karacaoğlanǯın şiirinde bunu örneklen‐ direbiliriz. Yavrunun gözleri benzer şahana İsmi cismi gelmemiştir cihana Uykusun göz“ne etmiş bahane Tek yatana sabah olmaz mı sandın Âşığın aklını başından alan sevgilinin gözleri, çevrede fitneye sebep olur, buna gamzeleri de yardım eder. Karacaoğlan; Ağam gamzelerin çifte Gözleri ediyor fitne olarak ifade ederken Gevherî sevgilinin gözlerini fitne çıkaran şeytana benze‐ tir. Tebess“m“, bakışı, sözleri ve hareketleriyle nazlı, işveli, cilveli g“zel ilgi‐ siz, sevgiliye zulmeden, merhametsiz, insafsız ve taş bağırlıdır. Veysel; Benim sevdiğim dilberin Gönl“ çelik bağrı taştır derken Seyranî; Seyranîǯnin göz“ gamla yaş Aşk u sevda c“mle derde baş imiş Ben bağrını toprak sandım taş imiş Meğer taşa tohum ekilmez imiş, 58 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU mısraıyla sevdanın ne dert olduğunu, hele “mitsiz sevda derdinin daha b“y“k olduğunu ifade eder. G“zelin sıkıntısı, zahmeti, verdiği acı hiç eksilmez. Aksine g“nden g“ne artar. Erzurumlu Emrah; Gön“l sevdin ama hublar hubunu Cevr “ cefasına liyakat mi var, sözleriyle g“zelin huyunun olumsuzluğuna dikkat çeker. Dertli, gön“l verdiği sevgilinin riyakâr, hilebaz, aldatıcı, y“ze g“len, vefa‐ sız olduğunu söyler. Ancak b“t“n bu olumsuzluklara rağmen ondan da vaz geçemez. Bana olan cefa senden değildir Benim kendi bahtım kara sevdiğim Sana meyil vermek benden değildir Gön“l d“şt“ nedir çare sevdiğim. Süs-Takı: Âşıkların tasvir ettiği bu g“zeller g“zel olduğu kadar s“se, giyim‐kuşama, takıya da önem verirler. Gözleri s“rmeli, saçlarında altın‐g“m“ş tokalar, kulak‐ ları k“peli, ayağında hal hal, ak elleri kınalı, başında fes, ipek‐sırma işlemeli giysiler içinde tasvir edilir. Sırmalar giymişsin alın “st“ne Diyen Karacaoğlan, konargöçer T“rkmenler arasında salınan, servi boy‐ lu, s“mb“l saçlı, yayla çiçeği kokan sevgiliyi, samimi bir “slupla tabiat unsurla‐ rından yararlanarak tasvir eder. DzBitişin çiğdemler, gelişin yazlardz diye hitap ettiği sevgili tabiatın en canlı renkleri içinde sarı, kırmızı, yeşil, mor, mavi renkte giysilerle salınır. Allıdır şalvarının tor yolları Gayetince d“şm“ş ince belleri Geniş bilgi için bkz. B“lent AR), Karacaoğlanǯın Şiirlerinde Sevgilinin Giyim‐Kuşamı, ,T“rk K“lt“r“ ve (acı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. ., . 59 PROF.DR. AYŞE YÜCEL ÇETİN Karacaoğlanǯın da Gevheriǯnin de ak elleri elvan elvan kınalı, parmakları da altın g“m“ş takılarla s“sl“d“r. Kırmızı kolçaklı altın burmalı Ak elleri topak olur g“zelin Kadife şalvarlı t“l libaslının G“vercin topuklu sarı meslinin Elleri kınalı kumru seslinin Z“l“f“ gerdana tarayışlının G“m“ş y“z“kleri takmış parmağa Altın burma beyaz kola uydurmuş. Bahar, yaz, ilkbahar kokulu, yayla çiçeği kokan bu g“zeller salındıkça çevreye misk “ anber saçarlar. Sonuç Yerine: Y“zlerce yıllık âşık tarzı şiir örneğinden seçtiğimiz birkaç mısra, bu gele‐ nek içinde yetişen temsilcilerin kadın tasavvurları hakkında bize ip ucu ver‐ mektedir. Bunu genellediğimiz zaman konu edilen kadın, zıtlıklarla dolu, g“zeli ve g“zelliği anlama, bilme, sevilme, sevgi kavramlarıyla iç içedir. Bağımsız bi‐ rer unsur olarak çeşitli sembol ve teşbihlerle tasvir edilen uzuvlar arasındaki uyum g“zelliğin esasını oluşturur. Bu uyum şiirdeki ahenkle birlikte d“ş“n“ld“ğ“ zaman ortaya şiir ve g“‐ zellik kavramları çıkar. G“zel nedir? G“zel kimdir? G“zelliğin unsurların neler‐ dir? Âşık tarzı şiirin temsilcileri kadını tasvir ederken hayatın içinde canlı bir varlık olarak yaşayan g“zelliğiyle olduğu kadar zaafları, kusurlarıyla da dile getirilir. İyi‐köt“, olumlu‐olumsuz b“t“n yönleriyle dikkatlere sunmuşlardır. Bir yanda (uri, melek, peri; diğer yanda insanın b“t“n zaafları zıtlıklarla bir‐ likte ifade edilmiştir. (er şeyde g“zeli arayan, g“zeli metheden, y“celten, g“‐ zelliğin resmini çizen Karacaoğlan; Ben g“zele g“zele demem G“zel benim olmayınca 60 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU Der: Bu söyleyiş Veyselǯin ifadesiyle; G“zelliğin on parǯetmez Bu bendeki aşk olmasa, şeklindedir. DzVarlık alanında g“zellik kavramının olduğunu vurgular. G“zelliğin de karşısındaki g“zelin g“zel olduğunun kabul“nden sonra aslında bu g“zelliğin on para etmeyeceği, yani şairin nazarında hiçbir öneminin olmadığı vurgulan‐ maktadır. Senin g“zelliğinin kendi başına hiçbir anlamı ve değeri yoktur. Bu g“zellik ancak ve ancak benim içimdeki ya da kalbimdeki aşk sayesinde bir değer ve anlam kazanırdz Topakkaya, : . Bu anlamda g“zel, fizikî unsurların yanı sıra davranışlarıyla, ifadesiyle değerli olur. Gevherî; Ben g“zelim deyu havadan uçma İndirirler seni il yaman olur İfadesiyle g“zelin g“zelliğinin zamana, insana, sevgiye bağlı olduğunu vurgular. KAYNAKÇA Özdemir, Ahmet. . Dört Y“z“nc“ Yılında Karacaoğlan, İstanbul. Cumbur, M“jgân. . Karacaoğlan, Ankara. Arı, B“lent. . DzKaracaoğlanǯın Şiirlerinde Sevgilinin Giyim Kuşamıdz, (acı Bektaşi Velî Dergisi, S. . Demirbuğa, Canan. . Karacaoğlan, Gevherî, Ercişli Emrah, Dertli Ve Yaşar Reyhaniǯde Kadın Telakkisi, Ankara, G.Ü. Sos. Bil. Enst. Basılmamış Y“ksek Lisans Tezi. Elçin, Ş“kr“. Elçin, Ş“kr“. . Âşık Ömer, Ankara. . Gevherî Divânı, Ankara. İnayet, Alimcan. . DzUygur Muhabbet Koşaklarında Sevgili Veya Kadın G“zelliğidz, Milli Folklor, S. , ‐ . Karabey, Turgut. . DzKaracaoğlanǯda Sevgili Mazmunudz, Prof. Dr Dursun Yıldırım Armağanı, Ankara, ‐ . 61 PROF.DR. AYŞE YÜCEL ÇETİN Karasoy, Yakup‐Yavuz, Orhan. . Âşık Ömer Divanı, Konya. Kaya, Doğan. . DzDivan Şiiri ve X)X. Y“zyıl (alk Şiirinde G“zel Tas‐ viridz, Âşık Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul, ‐ . Köpr“l“, Fuad. Köpr“l“, M. Fuad. Köpr“l“, M. Fuad. Sakaoğlu, Saim. Sakaoğlu, Saim. Sefercioğlu, Nejat. . Saz Şairleri, Ankara. . Edebiyat Araştırmaları, İstanbul. . Âşık Dertli, İstanbul. . Karaca Oğlan, Ankara. . Ercişli Emrah, Ankara. . Nevǯî Divânıǯnın Tahlili, Ankara. Topakkaya, Arslan. . DzÂşık Veyselǯin G“zelliğin On Para Etmezdz Adlı Şiirine Felsefi Açıdan Bir Bakışdz, T“rk K“lt“r“ Ve (acı Bektaş Veli Araş‐ tırma Dergisi, S. , ‐ . Yaşar, (“seyin. . DzKaracaoğlan Şiirlerinde Estetik Değerlerdz, Dicle Ün. Sosyal Bilimler Ens. Dergisi, C. , S. , ‐ . 62 FRANSIZLARIN “ATATÜRK’ÜN HAYATI” İLE “TÜRK İNKILÂBI VE TÜRK KADINI” KONULU GERÇEKLEŞMEYEN İKİ FİLM... FRANSIZLARIN "ATATÜRK'ÜN HAYATI" İLE "TÜRK İNKILÂBI VE TÜRK KADINI"KONULU GERÇEKLEŞMEYEN İKİ FİLM ÖNERİSİ PROF. DR. CEMAL KURNAZ Gazi Üniversitesi ATATÜRK FİLMLERİ TARİHİNE BİR BAKIŞ Makalemize konu olan, Fransızların Atat“rk ve T“rk İnkılâbı konulu film çekme teşebb“s“n“n iyi anlaşılabilmesi için, Atat“rk filmleri tarihine kısaca göz atmakta yarar gör“yoruz. Atat“rk hayatta iken kendisini gör“nt“leyerek irili ufaklı çok sayıda bel‐ gesel film çekilmiştir. Bunlar arasında en dikkat çekeni, SSCB tarafından hazır‐ lanan Türkiye'nin Kalbi Ankara'dır. Bu filmlerin tamamı Mimar Sinan Üniversi‐ tesi arşivinde korunmaktadır Tezcan, : . Amerika Birleşik Devletleri'nde bazı kısa metrajlı dok“manter niteliğin‐ de filmler çekilmiş ise de, bunlar televizyonlarda yayımlanmamış, k“t“phane‐ ler aracılığıyla dağıtılarak öğrencilere ders aracı olarak gösterilmiştir Egeli, : ‐ . Atat“rk hakkında dramatik film çekme teşebb“s“ daha o hayatta iken başlar. Atat“rk, senaryosunu bizzat kendinin yazdırdığı filmi çekmesi için M“‐ nir (ayri Egeli ‐ 'yi görevlendirir. (atta rejisörl“k öğrenmesi için onu Almanya, İtalya ve Rusya'ya gönderir. Sonunda sayfalık senaryonun çekimine başlanır. Ancak bu sırada Atat“rk'“n hastalığı ilerler ve film çekimi yarım kalır Egeli : ‐ .Filmin adı Ben Bir İnkılâp Çocuğuyum olacaktır. Sonraki yıllarda yapılan bazı Atat“rk filmi çekme teşebb“sleri çeşitli se‐ beplerden dolayı gerçekleşememiş; gerçekleşen bazı filmler ise gösterime gi‐ rememiştir. Tezcan, bu filmlerin ayrıntılı bir listesini vermektedir : . Egeli , .Senaryonun orijinali kayıptır. MillîK“t“phane'de"Atat“rk Emanetleri" adı altında çelik kasada saklanan belgeler arasında Atat“rk'“n şöyle bir notu bulunmaktadır: "M“nir (ayri film çevirme işiyle bizzat meşgul olacaktır. (emen Almanya'ya gidecek, senar‐ yomuzu işleyecektir. (asan Rıza gereken masrafları benden karşılayacaktır." 63 PROF.DR. CEMAL KURNAZ Amerika'da yaşayan iş adamı ve yapımcı Adil Özkaptan, değişik dönem‐ lerde Atat“rk filmi çekmek için teşebb“ste bulunur. Bunlardan ilki )). D“nya Savaşı sonrasında İsmet İnön“'n“n cumhurbaşkanlığı zamanındadır. Özkaptan dramatik bir Atat“rk belgeseli çekmek isterse de, bazı C(P'li milletvekillerinin, "Gençliğine yazık olur, ne uğraşıyorsun böyle işlerle" gibi tehdit ve telkinleri sonucu bu fikrinden vazgeçer Tezcan, : . Özkaptan, daha sonra cumhurbaşkanı Celal Bayar'la gör“şerek bir te‐ şebb“ste daha bulunur. Onun teşviki ve teminatı ile 'de tanınmış aktör‐ lerden Douglas Fairbanks Jr. ‐ 'ı, T“rkiye'ye getirir. Aktör, devlet töreniyle karşılanır. Dönemin h“k“met yetkilileriyle anlaşarak “lkesine döner. B“rokrasi isteksizdir, senaryoda çıkan bazı p“r“zler bahane edilerek film çe‐ kiminden vazgeçilir Tezcan, : . Laurence Kerr Olivier ‐ ve oğlu Tarquin Olivier d. de Atat“rk'“ canlandırmak isterlerse de T“rk yetkililerden gerekli ilgiyi gör‐ mezler Terzi, . Yapımcı ve yönetmen Cecil B. DeMille ‐ , bir Atat“rk filmi çekmek için İngiliz ve T“rk h“k“metleriyle anlaşır. Filmde Atat“rk rol“n“ dö‐ nemin “nl“ oyuncusu Yull Brynner ‐ 'ın oynaması kararlaştırılır. Oyuncu T“rkiye'ye gelir, Dolmabahçe Sarayı'nda incelemelerde bulunur. Bi‐ linmeyen bir sebepten dolayı proje gerçekleşmez. Amerika'daki Ermeni lobisi‐ nin baskıları sonucu oyuncunun vazgeçtiği söylenir. Dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın, "Atat“rk'“n tarihi şahsiyeti ve b“y“kl“ğ“, onun rol“n“ kimseye verilemez kılmıştır." şeklindeki gör“ş“ de bunda etkili olur. Sonraki yıllarda Atat“rk filmine karşı çıkanların gerekçeleri de "Tarihlere sığmayacak bir var‐ lık, filmlere sığdırılamaz." gör“ş“ olmuştur. Cecil B. DeMille ile projesinde ortaklık yapan Adil Özkaptan, onun öl“m“ “zerine kendisi “ç“nc“ kez Atat“rk filmi çekmeye niyetlenir. Dönemin cum‐ hurbaşkanı Cemal G“rsel ile gör“ş“r. Ama yine sonuç alamaz Terzi, . İngiliz Edinburg Film‐Video Productions Şirketi, yılında Toroslarda bir köy“n Atat“rk reformlarından nasıl etkilendiğini anlatan bir film çeker. Filmin başarısından yola çıkan firma, çeşitli tarihlerde bir Atat“rk filmi çekme teşebb“s“nde bulunur. En son teşebb“s“ 'tedir. Ancak sonuç alamaz Tezcan, : . Terzi . Metin Erksan da bir Atat“rk filmi çekmenin imkânsız olduğunu savunur 64 . FRANSIZLARIN “ATATÜRK’ÜN HAYATI” İLE “TÜRK İNKILÂBI VE TÜRK KADINI” KONULU GERÇEKLEŞMEYEN İKİ FİLM... yılında İngiliz yönetmen Peter Collinson ‐ tarafından, Charles Bronson, Tony Curtis, Michèle Mercier, Patrick Magee, Fikret (akan, Salih G“ney, Suna Keskin gibi sanatçıların oynadığı, You Can't Win ‘Em All' adında bir film çekilir. Paralı Askerler adıyla gösterime giren film, sans“r kuru‐ lu tarafından yasaklanır. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in emriyle Atat“rk'“n doğumunun . Yılı şerefine 'de “ç film çekilir. Bunlardan birini, daha önce hazırladığı Doğu Anadolu, Nemrut ve T“rk Tarih (azineleri konulu belgeseli beğenilen Belçikalı Marc Mopty çeker. milyon dolar b“tçeli film beğenilmediği için gösterilmez. Bazı iddialara göre adı bile bilinmeyen film yakılarak yok edilir. İkinci film , milyon dolar b“tçeliI Stand for Your Dreams'tır. Eugene Marnes firmasının hazırladığı, senaryosu Manya Starr tarafından yazılan bu film de beğenilmez ve gösterilmez. Üçüncü film, yönetmenliğini Halit Refiğ'in yaptığı, 40 bin dolar bütçe ile Mimar Sinan Üniversitesi Sinema, Televizyon Enstitüsü'ne hazırlatılanAtatürk ve Sanat isimli belgeselidir. Film, çok başarılı bulunmuş, yurt içinde ve yurt dışında büyük rağbet görmüştür (Tezcan, : ‐ . K“lt“r ve Turizm Bakanlığı, Kasım tarihinde Ankara'da "Atat“rk Filmi" başlıklı bir panel d“zenler. Panelin ardından, belirlenen şartnameye uygun olarak Halit Refiğ, Refik Erduran, Orhan Asena, Necati Cumalı, Güngör Dilmen, Recep Bilginer, Turan Oflazoğlu, Nezihe Araz, Ziya Öztan ve Tarık Buğra'ya film senaryosu sipariş edilir. Gelen senaryolardan (alit Refiğ'in Gazi ile Latife'si ile Refik Erduran'ın Metamorfoz'unun çekilmesine karar verilir. Sonradan, Atat“rk'“n askeri kişiliğini ikinci plana atıp evliliğini öne çıkardığı gerekçesiyle Gazi ile Latife'nin çekiminden vazgeçilir. Feyzi Tu‐ na'nın çektiği Metamorfoz filmi ise, fazlasıyla didaktik bulunduğu için istenen başarıyı elde edemez Özyurt, . Bu dönemde Boğaziçi Üniversitesi rektör“ olan Prof. Dr. Semih S. Tezcan, ‐ yılları arasında ciddi bir Atat“rk dizi filmi çekmek için çaba göste‐ rir. Konuyla ilgili olarak devlet kurumları ve yetkilileriyle gör“ş“r, yazışmalar http://www.ntv.com.tr/turkiye/ataturk‐filmi‐neden‐hala‐yasak,‐)Xz‐)BYJUC(viarAF‐ zQ Aralık . Tezcan, bu filmin, o zamana kadar çekilenler içinde en göz doyurucu olanı olduğunu söyler. Onun belirttiğine göre, filmin kaseti isteyenlere Washington B“y“kelçiliğimiz aracılığıyla öd“nç olarak verilmektedir : . 65 PROF.DR. CEMAL KURNAZ yapar. Uzun uğraşının sonunda gerekli desteği göremeyince fikrinden vazge‐ çer. Daha sonraki yıllarda TRT'nin yapımcılığını “stlendiği, Ziya Öztan'ın yö‐ netmenliğini “stlendiği Kurtuluş (1996) ve Cumhuriyet filmleri çekilir. Son yıllarda sivil inisiyatifle Can D“ndar'ın Mustafa li'nin Veda ve (amdi Alkan'ın Dersimiz Atat“rk miştir. , Z“lf“ Livane‐ filmleri çekil‐ Fransızların, Atatürk'ün hayatını ve gerçekleştirdiği inkılâpları konu alan film önerisi Atat“rk filmleri tarihine erken bir dönemde Fransızların da dâhil olmuş‐ tur. Bazı arşiv belgelerinden öğrendiğimize göre, Atat“rk'“n öl“m“nden birkaç ay sonra Fransızlar da iki film teklifinde bulunmuşlardır. Paris'te ikamet etmekte olan Gaston Brom, T“rkiye'nin Paris B“y“kelçi‐ liğine başvurarak, çekmeyi d“ş“nd“ğ“ iki filmin T“rkiye Cumhuriyeti (“k“‐ meti tarafından desteklenmesini talep eder Belge . Filmlerden biri Atat“rk‐ '“n hayatını, diğeri ise T“rkiye İnkılâbı ve T“rk Kadını konusunu işleyecektir. Bunun “zerine B“y“kelçilik bir yazı ile Dışişleri Bakanlığını durumdan haberdar eder. Bakanlık, yazdığı yazıda Elçilikten G. Brom'a filmin maliyetinin sorulmasını ve ayrıntılı bir senaryo gönderilmesini ister. Elçilik, konuyu G. Brom'dan sorar. G. Brom, Elçiliğe yazdığı mektupta filmin senaryosunu yalnız başına tamamlayamayacağını, bu konuda arkadaşı Paul Mivoix ile gör“şeceğini bildirir. Bu konuda aralarında anlaşma sağlandıktan sonra, bu kez Paul Mivoix bizzat elçiliğe filmin ana hatlarıyla senaryosunu ve filmin çekimiyle ilgili tah‐ mini giderlerin bir listesini gönderir Belge . Dışişleri Bakanlığı, bu gelişmelerle ilgili olarak . . tarihinde Baş‐ bakanlığa bir yazı yazar. Bu yazıdan öğrendiğimize göre, Bakanlık daha önce de . . tarihinde Başbakanlığa bir yazı yazarak konu hakkındaki gör“ş“‐ n“ bildirmiştir. Buna göre, mali bakımdan gerekli imkânlardan yoksun olan Bakanlığın, her iki filmle ilgili talebi karşılamasının şimdilik m“mk“n olmadı‐ ğının Paris B“y“kelçiliği'ne bildirmesi uygun olacaktır Belge a . Bu s“reçte yaşadıklarını, belgeleriyle ayrıntılı olarak ortaya koyan bir kitap hazırlar Tezcan . Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Dosya no. , Fon kodu: . . . , Yer no. . . . Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Dairesi de, Yazı İşleri M“d“r“ tarafından . . tarihinde paraflanan tarihsiz m“talaasında aynı gör“şe yer vermiştir Belge . 66 FRANSIZLARIN “ATATÜRK’ÜN HAYATI” İLE “TÜRK İNKILÂBI VE TÜRK KADINI” KONULU GERÇEKLEŞMEYEN İKİ FİLM... Yine aynı yazıda belirtildiğine göre, . . tarihinde Başbakanlık M“steşarlığından, Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Dairesine telefon edilerek, T“rkiye İnkılâbı ve T“rk Kadını filmiyle ilgili filmin masraflarının karşılanacağı ve bu amaçla filmin kaça mal olacağının sorulması istenir. Bunun “zerine du‐ rum Paris B“y“kelçiliğinden sorulur. Elçilikten gelen cevabi yazıda filmin yak‐ laşık Frank'a mal olacağı belirtilir ve senaryonun özeti de incelenmek “zere ekte gönderilir. Dışişleri Bakanı Ş“kr“ Saraçoğlu, bu gelişmeyi ve senar‐ yo özetini bir yazı ile göndererek Başbakanlığın kararını sorar Belge a‐b . Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Dairesi Başkanlığı, T“rkiye Paris B“y“kelçi‐ liğine . . tarih ve / sayılı bir yazı yazmıştır. Bu yazının mevcu‐ diyetini, Elçilik maslahatg“zarı imzası ile Dışişleri Bakanlığına gönderilen . . tarih ve / sayılı cevabi yazıdan öğreniyoruz Belge . Dışişleri Bakanlığı, . . tarihinde Başbakanlığa şöyle bir yazı gön‐ derir: Yazıda belirtildiğine göre, tanınmış sanatçılardan Fay Rafael, Willy Thunis ve Paris'te ikamet eden Gaston Brom, biri Atat“rk'“n hayatı, diğeri T“rkiye İnkılâbı ve T“rk Kadını konulu iki propaganda filmi çekmek için T“r‐ kiye'nin Paris B“y“kelçiliği'ne talepte bulunmuşlar, ilgisi dolayısıyla durum İçişleri Bakanlığı'ndan sorulmuştur. İçişleri Bakanlığı, Atat“rk hakkında çekil‐ mesi d“ş“n“len film için Matbuat Umum M“d“rl“ğ“, b“tçesinde gerekli öde‐ nek bulunmadığından istenen mali yardımın m“mk“n olamayacağı şeklinde gör“ş bildirmiştir. Ancak T“rkiye İnkılâbı ve T“rk Kadını konulu filminin ince‐ lenmek “zere gönderilen senaryo özetinin çok uygun gör“ld“ğ“ ve bu filmin çevrilmesi için yapılacak her t“rl“ yardımın yerinde olacağını belirtmiştir Belge a‐b . Başbakanlıktan Dışişleri Bakanlığına gönderilen . . tarih ve / sayılı cevabi yazıda, bu iki filmin çekilmesi olumlu karşılanmış ise de, o g“n“n şartlarında istenen Franklık harcamanın uygun olmayacağı ifade edilmiştir Belge . Yazışmalar ilerleyip Eyl“l ayına gelindiğinde G. Brom'un yanında Fay Rafael ve Willy Thunis isimleri de g“ndeme gelir Belge a . Senaryoyu ile bir‐ likte yazdıkları söylenen Paul Mivoix'in adı ise geçmez. Belgelerden bu geliş‐ menin sebebini öğrenmek m“mk“n değildir. Bu kişilerin "ma'rûf" sanatçılar olduğu söylenmekte ise de haklarında herhangi bir bilgiye sahip olamadık. Niçin bu konulara ilgi duymuşlardır? Bu konularda nasıl bilgi sahibi olmuşlar‐ dır? Bunlar bireysel talepler midir? Yoksa Fransız h“k“metinin desteği ile mi yapılmıştır? Şimdilik bu soruların cevaplarını bilmiyoruz. 67 PROF.DR. CEMAL KURNAZ Filmin senaryo özeti T“rkiye İnkılâbı ve T“rk Kadını konulu ikinci filmin adı, senaryosunda "M“sl“man" olarak geçer. Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Dairesi, Fransızca ola‐ rak gönderilen ve diyaloglara yer vermeyen "M“sl“man" isimli filme ait senar‐ yo özetini şu şekilde aktarır Belge a‐b : "T“rk Kızı Kemaliye, İstanbul (ukuk Fak“ltesini birincilikle bitirerek sı‐ nıf arkadaşlarından seviştiği Mansaf adında genç ve zengin bir Tunuslu ile ev‐ leniyor. Yeni evliler balayını geçirmek “zere delikanlının Tunus'taki malikânesi‐ ne gidiyorlar. Kemaliye birkaç ay sonra İstanbul'a dönerek serbestçe çalışabileceği zannındadır. (âlbuki Tunus'ta çevresinin ve ailesinin etkisi altında kalan Mansaf, karısının bir daha İstanbul'a dönmesine izin vermediği gibi ona karşı çok mutaassıp ve haşin davranıyor. Kemaliye birkaç sene bu hayata tahamm“l ettikten sonra nihayet bir ge‐ ce intihar ettiği izlenimini uyandırarak Tunus'tan kaçıyor, İstanbul'a gelerek başka bir isim altında çalışmaya başlıyor ve az zamanda b“y“k şöhret kazanı‐ yor. Cumhuriyet'in yıldön“m“ m“nasebetiyle Ankara'ya giden Kemaliye, orada Atat“rk ile tanışıyor. Genç kadının zekâsını takdir eden B“y“k Şef, ona karşı çok m“ltefit davranıyor. Kemaliye sevinç içinde o gece sergilenecek gös‐ teriye gitmeye hazırlanırken Tunus'ta bıraktığı kızının çok hasta olduğunu haber alıyor. Genç kadın iki zıt duygunun etkisi altında ne yapacağını şaşırmış‐ tır. Annelik duygusu ona hasta çocuğunun yanına koşmasını emrediyor, fakat diğer taraftan h“rriyetini ve istikbalini feda etmeğe de bir t“rl“ razı olamıyor. Kemaliye vaziyetini Atat“rk'e anlatmaya karar veriyor. Atat“rk âlicenaplığını bir kere daha göstererek genç kadının bir an evvel çocuğuna kavuşabilmesi için bir uçağın harekete hazırlanmasını emrediyor. Annesine kavuşan k“ç“k kız yavaş yavaş iyileşmeye başlıyor. O sırada Kemaliye, Ankara'dan aldığı bir telgrafla Sıhhat Sağlık Bakan‐ lığına tayin olunduğunu öğreniyor ve bu şerefli görevi, Tunus'ta kalmak mec‐ buriyetinden dolayı kabul edemeyeceğini “z“nt“yle d“ş“n“rken, hatasını an‐ lamış olan kocası Kemaliye'nin görevine bir an evvel başlayabilmesi için İstan‐ bul'a hareket edeceklerini m“jdeliyor ve film sona eriyor. 68 FRANSIZLARIN “ATATÜRK’ÜN HAYATI” İLE “TÜRK İNKILÂBI VE TÜRK KADINI” KONULU GERÇEKLEŞMEYEN İKİ FİLM... *** Dışişleri İstihbarat Dairesi yazının altına şu notu eklemiştir Belge b : Filmin propaganda vasıfları: . İstanbul ve Ankara'dan g“zel manzaralar, . Cumhuriyet yıldön“mlerinde Ankara'da yapılan resmigeçitler, . Atat“rk İnkılâbının T“rkiye'de v“cuda getirdiği yenilikler. Sonuç Atat“rk filmleri, kamuoyunun daima ilgisini çekmiştir. Bu sebeple, ka‐ muoyunun beklentilerine cevap verecek bir Atat“rk filmi çekme teşebb“sleri hep g“ndemde olmuştur. Çeşitli zamanlarda yapılan teşebb“sler, devlet b“‐ rokrasisinin, Atat“rk'“n kişiliğini zedeleme kaygısı y“z“nden gerçekleşeme‐ miştir. Elimizdeki bazı arşiv belgelerinden, Fransızların da erken bir dönemde Atat“rk filmi çekme teşebb“s“nde bulundukları anlaşılmaktadır. Fransızların Atat“rk'“n hayatı ile T“rkiye İnkılâbı ve T“rk Kadını konu‐ larında film çekme önerisiyle ilgili ilk yazışmalar elimizde bulunmamaktadır. Bu konuda elimizde bulunan ilk arşiv belgesi Nisan tarihlidir. Buna dayanarak, film çekme talebinin Atat“rk'“n öl“m“nden ‐ ay sonra yapıldığı tahmin edilebilir. Başlangıçta film çekmek için Paris'te ikamet etmekte olan Gaston Brom, Paris B“y“kelçiliğine başvuruda bulunur, senaryo istenince Paul Mivoix adı g“ndeme gelir. İstenen senaryo özetini ve tahmini masraf listesini B“y“kelçili‐ ğe bizzat Paul Mivoix ulaştırır. Dışişleri Bakanlığının, Başbakanlığa yazdığı Eyl“l tarihli yazıda, tanınmış sanatçılardan Fay Rafael, Willy Thunis ve Paris'te ikamet eden Gaston Brom'un film çekme talebinde bulundukları belir‐ tilir. Sonradan Fay Rafael ve Willy Thunis'in adlarının projeye dâhil edilmeleri, senaryoyu G. Brom ile birlikte yazan Paul Mivoix'in adının ise anılmaması ilgi çekicidir. Maliyeti y“ksek bulunduğu için Atat“rk'“n hayatı hakkındaki film öneri‐ si hemen reddedilir. Bu sebeple, filmin senaryosu hakkında bilgi sahibi değiliz. T“rkiye İnkılâbı ve T“rk Kadını konulu "M“sl“man" filminin çekilmesi uygun gör“l“p, senaryosu ve tahmini giderler listesi istenirse de, o g“n“n talep edilen Franklık para fazla bulunduğundan, bu filmin çekiminden de vazgeçi‐ lir. Konuyla ilgili yazışmalar Nisan 'dan Eyl“l 'a kadar s“rer. 69 PROF.DR. CEMAL KURNAZ Bunun sonucunda hem Atat“rk'“n hayatı hem de T“rkiye İnkılâbı ve T“rk Ka‐ dını konularında erken dönemde çekilmesi d“ş“n“len iki film, proje aşama‐ sında kalır. (er ne kadar ikinci filmin T“rkiye İnkılâbı ve T“rk Kadını konulu olacağı söylenirse de, filmin senaryosu, özellikle Atat“rk döneminde T“rk kadınının modernleşmesini anlatmak “zere kurgulanmıştır. Başroldeki kadının adı Ke‐ maliye'dir. Kelime hem Atat“rk'“n adını hatırlatmakta hem de kelime anlamı bakımından T“rk kadının gelişmişliğini anlatmaktadır. Filmin adının Müslüman oluşu dikkat çekicidir. Konu Ankara, İstanbul ve Tunus'ta geçmektedir. Tunus o tarihte Fransa'nın söm“rgesi olup, belki de senaristin bu vesileyle görd“ğ“ tek İslam “lkesidir. Tunus ve Atat“rk T“rkiye'si modernleşme bakı‐ mından birbirinin zıddı olarak anlatılmıştır. Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Bakanlığı 'e kadar Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti adıyla anılmaktadır. Atat“rk, âlicenaplık göstererek Kema‐ liye'yi Sıhhat Vekâletine tayin eder. Ancak neden öğrenim alanıyla ilgili olarak Adalet Bakanlığına değil de Sağlık Bakanlığına tayin edilmiş olduğu anlaşılır değildir. KAYNAKÇA "Atat“rk Filmi' Neden (âlâ Yasak?", http://www.ntv.com.tr/turkiye/ataturk‐filmi‐neden‐hala‐yasak,‐)Xz‐ )BYJUC(viarAF‐ zQ Aralık . Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Dosya no. Yer no. . . . Egeli, M“nir (ayri. . . Terzi, Şermin. sı", Hürriyet, Ekim . . . , . Atat“rk'ten Bilinmeyen (atıralar, İstanbul. Erksan, Metin. Özyurt, Olkan. . , Fon kodu: . Atatürk Filmi, (il Yayınevi, İstanbul. . "Daha Pek Çok Atat“rk Filmi Lazım", Sabah, . . "Çekilemeyen Atat“rk Filminin Yıllık Macera‐ Tezcan, Semih S. . "Atatürk Dizi Filmi" Teşebbüsü Nasıl Baltalandı? 1984-1987, Y“ksek Öğrenim Eğitim Ve Araştırma Vakfı Yayını, İstanbul. 70 FRANSIZLARIN “ATATÜRK’ÜN HAYATI” İLE “TÜRK İNKILÂBI VE TÜRK KADINI” KONULU GERÇEKLEŞMEYEN İKİ FİLM... BELGELER Belge 71 PROF.DR. CEMAL KURNAZ Belge 72 FRANSIZLARIN “ATATÜRK’ÜN HAYATI” İLE “TÜRK İNKILÂBI VE TÜRK KADINI” KONULU GERÇEKLEŞMEYEN İKİ FİLM... Belge 73 PROF.DR. CEMAL KURNAZ Belge a 74 FRANSIZLARIN “ATATÜRK’ÜN HAYATI” İLE “TÜRK İNKILÂBI VE TÜRK KADINI” KONULU GERÇEKLEŞMEYEN İKİ FİLM... Belge b 75 PROF.DR. CEMAL KURNAZ Belge a 76 FRANSIZLARIN “ATATÜRK’ÜN HAYATI” İLE “TÜRK İNKILÂBI VE TÜRK KADINI” KONULU GERÇEKLEŞMEYEN İKİ FİLM... Belge b 77 PROF.DR. CEMAL KURNAZ Belge 78 FRANSIZLARIN “ATATÜRK’ÜN HAYATI” İLE “TÜRK İNKILÂBI VE TÜRK KADINI” KONULU GERÇEKLEŞMEYEN İKİ FİLM... Belge 79 PROF.DR. CEMAL KURNAZ Belge 80 SU EZZİNDEN (İYESİNDEN) SU PERİLERİ NAİADLARA BİR DEĞERLENDİRME SU EZZİNDEN (İYESİNDEN) SU PERİLERİ NAİADLARA BİR DEĞERLENDİRME* PROF. DR. FATMA AHSEN TURAN Giriş Gazi Üniversitesi Su hangi din veya k“lt“r“n içinde değerlendirilirse değerlendirilsin her zaman önemini ve aynı işlevini korumaktadır: Su, g“nahları yıkamakta böylece hem saflaştırıcı hem de yeniden hayat verici olmaktadır Eliade, : . Su simgeciliği öl“m kadar yeniden doğumu da içermektedir. Suyla temas her za‐ man yeni bir doğumdur. Ç“nk“ bir yandan çöz“lmenin arkasından bir Dzyeni doğumdz gelmekte, öte yandan da suya dalma “retken kılmakta ve hayat potan‐ siyelini arttırmaktadır. Su kaynaklı kozmogoniye‐antopolojik d“zeyde olmak “zere‐ insanlığın sulardan doğduğuna dair inançlar denk d“şmektedir Eliade, : . Yaradılış, hayat verme ve doğum fonksiyonları suya cinsiyet ka‐ zandırmıştır. B“t“n bunlardan dolayı su insan hayatında önem kazanmış. (em en önemli ihtiyaç kaynağımız olarak hem de inanışlar, rit“eller, yasaklar ve yaptırımlarla inanç d“nyamızdaki yerini almıştır. Eski T“rkler, Tek Tanrı inancı çerçevesinde tabiata da saygı göstermiş‐ ler. Tabiata olan bu inanışlarını "yer‐su" yer‐sub terimiyle ifade etmişlerdir. Orhun Abideleri'nde de Yer‐Su ruhlarının mukaddes olduğunu belirten DzYuka‐ rıda T“rk Tengrisi / T“rklerin mukaddes yeri, suyu.dz ifadeleri yer almaktadır Tekin, : . Orta Asyaǯdaki inanç d“nyasında d“nyayı oluşturan dağlar, göller, ırmaklar, yer‐su hep canlıdır ve hepsinin de birer iyesi/ruhu/sahibi mevcuttur. Bunlar konuşan, duyan, evlenen, çocuk sahibi olan varlıklardır İnan, : . Özellikle Jean‐Paul Rouxǯun da : vurguladığı gibi su sahiplerinin su tanrısı anlamına gelmediğini söylememiz gerekir. Ayrıca iyeler‐ le ilgili olan ancak tanrı, tangara, tura vb. adlarla anılan koruyucu ruhlar da vardır. Onları da koruyucu ruhlar/iyelerle birlikte değerlendirmek gerekmek‐ tedir Bayat, : . * Bu makale, Dz(alk K“lt“r“nde Su Uluslararası Sempozyumudz Motif, Namık Kemal Üniversite‐ si, ‐ Kasım , Tekirdağǯda bildiri olarak sunulmuştur. 81 PROF.DR. FATMA AHSEN TURAN Su İyeleri farklı T“rk topluluklarında Ulu Çonkuruun, Çıkçılan, Ukulan, Kyeh Bolloh Yoyon, Kööh Bolloh Toyon, Su Alvastisi, U iççite, Ukulan toyun, Uhun ecen, Sug ezi, Su iyase, Su Atası, Su Anası, Su Babası, Su perisi, Su sahibi, Su ıssı, Garan, Subaba, Suceddin, (öbbî, Ananklar, Su kızı, Su perisi, çay ninesi, İlyas, vb. adlarla anılmıştır Pripuzov, , ǯden aktaran Bayat, : , ; Kalafat, : ‐ ; Çağlar, : . Yer‐su ruhları dağ eteklerinde nehirlerde ve göllerde yaşarlar ve “zerinde yaşadığı yeri temsil ederler. Talay (an ve Yayık (an adındaki iki ruh denizlerin ve okyanusların hâkimi ve yery“‐ z“ndeki t“m suların koruyucusudur Ögel, : . N. A. Alekseev de ateşin, suyun, dağların ve ormanların m“lk sahibi ruh‐ larından bahsederken DzM“lk sahibi ruhların çoğu sahip oldukları şeylerle tam anlamıyla birleşmiştir. G“ney Altaylardaki T“rk boylarının inançlarına göre her dağ, her göl ya da her nehir kendilerine özg“ bir ruhun m“lkiyetindedir, bu m“lk sahibi ruh, buralarda yaşayan hayvanların da sahibidir. Onlar, burada yaşayan ya da buradan geçen insanları korur. Bu ruhların insanların konuşma‐ sını da anlayabildiğine inanılır. Onlarla ilgili anlatılara göre insanlar gibi onlar da çocuk sahibi olabilir. İnsanlar, yakarmalar, dualar ve kurbanlarla bu ruhla‐ rın dostluklarını elde edebilir.dz demektedir Alekseev, : ǯten alıntılayan (oppal, : Yunan ve Latin Mitolojisinde Su Perileri Yunan ve Latin mitolojisinde de tabiata h“kmeden ve onlarla anılan tan‐ rılar ve periler bulunmaktadır. Bu su perileri, muhtelif yönlerden eski T“rk inanışlarındaki su ruhu ile benzerlikler taşımaktadır. (amilton : Mi‐ toloji adlı eserinde Poseıdon, Pontus, Nereus, Tritonǯdan su tanrıları olarak bahseder. Yunan ve Latin mitolojisinde bunlardan başka akarsu, nehir ve su kaynaklarına ait tanrıların da adları geçmektedir. Su tanrılarından başka tabia‐ tın her bir mevkine sahiplik eden periler Dznymphedzler mevcuttur. Kırlarda, ormanlarda ve sularda yaşayan Dzgenç kadınlardz genellikle tabiatın dişi perileri olup bereketi ve lutfu temsil ederler Grimal, : . Dağlarda, tepelerde yaşayanlara DzOreaddzlar, ormanlarda yaşayanlara DzDryaddzlar, Pınarlar ve akar‐ sularda yaşayanlara ise su perileri Dznaiaddzlar denilmektedir Necatigil, : ; Comte, : . Naiadların içinde yaşadığı ırmağın tanrısının kızı oldu‐ ğuna inanılır. Naiadların Zeusǯun veya Okeanosǯun kızları olduğu da iddia edilmektedir. Naiadların herbirinin kendine has bir anlatısı vardır Grimal, : . Onlar, içinde yaşadıkları suyun koruyucusudurlar. (astalıkları 82 SU EZZİNDEN (İYESİNDEN) SU PERİLERİ NAİADLARA BİR DEĞERLENDİRME iyileştirici g“ce de sahiptir. Grimalǯın : söylediğine göre Dznaiaddzlar kızdıkları zaman tehlikeli de olmaktadırlar. Bazen su perilerinin sahibi olduğu kaynakların suyunda yıkanmak g“nah sayılmakta ve Tanrıçaların öfkelenme‐ sine ya da intikam almalarına yol açmakta, bu da esrarengiz bir hastalığın or‐ taya çıkması şeklinde tezah“r etmektedir. Naiadların hoşuna gitmeyecek bir şey yapanları bekleyen tehlikelerden biri de deliliktir. Ayrıca Naiadları gören bir kimse onların tutsağı olup aklını kaçırmaktadır Grimal, : . Asya’dan Anadolu’ya Su İyesi ile İlgili İnanış ve Ritüeller Yunan ve Latin mitolojisinde de suya h“kmeden ve koruyan tanrılar ve perileri m“lkiyetçilikleri ve korumacılıkları bağlamında Eski T“rk inançların‐ daki su ruhu/iyesi ile birlikte değerlendirebilmek için T“rk boyları arasındaki su iyeleri ile ilgili anlatıları veri olarak ele almamız gerekmektedir. Su ruhu ile ilgili inanışlar ve anlatılar b“t“n T“rk boylarında yaygındır. Asyaǯdan Anado‐ luǯya geniş bir coğrafya “zerinde su iyesinin özelliklerini ve misyonunu değer‐ lendirdiğimizde k“ç“k farklarla aynı olduğunu görmekteyiz. T“rk k“lt“r“nde yer ve suya Tanrı tarafından kudret verilmiştir. T“rkler İslamiyeti kabul ettik‐ ten sonra da su k“lt“n“n izlerini uzun m“ddet muhafaza etmişlerdir. Anado‐ luǯda bu inanç ve rit“ellerin bakiyeleri zayıflayarak da olsa yaşamaya devam etmektedir. T“rk inanç çerçevesinde su iyesi, koruma özelliği ile özellikle çocuklar ve kırklı kadınlar –bazen kırklı hayvanlar– arasında arınma/arındırma ve dilek sembol“; halk ve hayvan hekimliğinde sağaltma sembol“ olarak kullanılagel‐ miştir Gön“ll“, : ‐ . Tatar T“rkleri arasında da sulak yerler, nehir‐ ler, ırmaklar, çaylar ve göllerle ilgili “ç yaratığın yaşadığına inanılır. Bunlar Su Babası, Su Anası ve Su İyesiǯdir. En önemlileri de Su Babasıǯdır. Su Anasıǯnın da onun karısı olduğu söylenilir. Su İyesi ise onların oğlu olarak algılanır. Su Anası hakkında pek çok anlatı mevcuttur Zaripova Çetin, : . Tuva'da yaşa‐ yan Todjaların inançlarına göre de b“y“k nehirlerin ve göllerin insanlara sade‐ ce kadın biçiminde gör“nen sahipleri vardır Alekseev, : ‐ ǯden alıntı‐ layan (oppal, : . Su sahibi ruh, Kumanlar tarafından da uzun kollu, çıplak bir kadın olarak tasvir edilir. Alekseev, : ‐ ǯden alıntılayan (oppal, : . Vilyuylu Yakutlarında ise su iyesini adı Ulu Çonkuruunǯdur. Onun oğlunun adı da Uukunǯdur. Yarı antropomorf olan bu varlıklar kaşsız, sakalsız, t“ys“z olup balık donundadırlar Popov, : ǯten alıntılayan Bayat, : . Tatar T“rklerinin var olduğuna inandığı 83 PROF.DR. FATMA AHSEN TURAN su iyesinin dış gör“n“m“ ilginçtir; neredeyse yere değen uzun kara bazen sarı saçlı, göğ“sleri iri, gözleri kaşsız, siyah ve pörtlek, teni kızılımsı renktedir. Su kenarında, iskelede, saçlarını altın tarağı ile tararken, aniden gelen insan‐ lardan korkup kendini suya atarmış. Bu arada altın g“m“ş tarağını da su ke‐ narında unuturmuş ancak onu çalan insanları da asla rahat bırakmazmış Zaripova Çetin, : . Uzun saçlarını altın tarakla tarayan bu Su Anası, Kumuk, Karaçay‐Balkar, Başkurt T“rklerinde de vardır. V. Proppǯa göre altın kaplamalı b“t“n eşyalar ve altın renk öteki d“nya simgesidir Bayat, : . Kazakistanǯda yaşayan Ahıska T“rkleri arasında da Su Kızı olarak isim‐ lendirilen su iyesi ile ilgili bazı inançlar mevcuttur. Bu su kızları: Dz)rmakların, nehirlerin içinde yaşayan, insan‐ balık şeklinde bir varlıktır. Genellikle de g“zel kız şeklinde gör“l“r Said Abdullah, : , . Tatar T“rklerinde bir de çeşme iyesinin olduğuna inanılır. Dağ eteklerindeki doğal çeşmelerde bulunan bu çeşme iyeleri, Su iyesi, Su Babası ve Su Anasından farklı kutsal ruhlardır. Tatar T“rklerinin inancında, bu iyelerin dışında, su altında yaşayan bir iye daha mevcuttur. Bu Su Kızıdır ve çok g“zel olduğu söylenir. Tatarlar arasında Su Kızı hakkında söylenmiş DzT“lek ve Susıludz adlı destanlar da bulunmaktadır Zaripova Çetin, : . Orta Asyaǯdan Anadoluǯya geniş bir mekân ve zaman yelpazesinde bu su iyelerine saygı duyulmuş. İnsanlar bazen onları memnun etmek istediklerin‐ den, bazen onlardan korktuklarından, bazen de izin istemek veya cezasından, tehlikesinden emin olmak için kurban sunmuşlar, saçı saçmışlardır. T“rklerin yaşadıkları coğrafyalarda bunların muhtelif örnekleri mevcuttur. Kaynak sular, dereler, çaylar, b“y“k nehirler, göller Tuvalarda Ǯsubaşıǯ olarak bilinir. Tuvaların inanışlarına göre subaşı yery“z“n“n nabzıdır. Bir kimsenin kışlağının veya yaylağının yanında subaşı varsa, o insan çok zengin olur. Subaşına rastlayan insan sudan “ç avuç içerek “ç defa dua ederse yolu ak olur. Suyun sahibi vardır. Subaşı g“nd“z fısıldarsa onun sahibi g“neşten sakla‐ nır. Subaşı gece çağlarsa sahibi ortaya çıkarak konuşur. Subaşı kirletilirse, sa‐ hibi kızdırılmış olur. Suyun sahibini kızdıran kişinin kolu bacağı eğilir. Bu y“z‐ den subaşı kirletilmez, ona saygı gösterilir Bapaeva, : . Bir şaman olan Nadya Yuguşeva, Altaylarǯda su ile ilgili inanma ve pratik‐ lerle ilgili şu bilgileri vermektedir: (er vadinin, dağın, nehrin bir ruhu olduğu‐ na inanılır. (alk su ruhundan çok korkar. G“neş battıktan sonra nehirden su alınmaz. Eğer su alınacaksa çok sessiz ve suyun aktığı yöne doğru dua okuna‐ 84 SU EZZİNDEN (İYESİNDEN) SU PERİLERİ NAİADLARA BİR DEĞERLENDİRME rak alınır.dz Turkan, : . Todjalar, balık avından önce onlara kurbanlar sunup nehir ya da göl yakınındaki bir ağaca yalama Ǯçalamaǯ bağlarlar ya da kıyıya biraz çay veya s“t serperler. Su kaynaklarını ziyaret edenler, şifa bulmak için yalvararak dua ederler. Su kaynaklarının çevresinde avlanmak yasaktır ç“nk“ b“t“n hayvanların ruh sahibin m“lkiyetinde olduğu kabul edilir. Suyu kirletmekten kaçınmak da bir kuraldır Alekseev, : ‐ ǯden alıntılayan (oppal, : . Yakut T“rkleri ise ilkbaharda balık avına çıkmadan önce, doğurmamış bir ineği U İççite adlı su iyesine kurban edip içki ve balık sunarlar. Yakutlardaki diğer bir su iyesi olan Ukula Toyon da suların kirletilmesine kı‐ zar, şayet sular temiz tutulmaz kirletilirse su kaynaklarını kurutur ve insanları susuz bırakır Buluç, : ; Bayat, : ; Kalafat, : , . Şorlar da dağ ruhlarının tag‐azi ve su ruhlarının shug‐azi varlığına inanır. Kadın veya erkek her Şor, dağın ya da nehrin kenarında iken saygısını göstermek için dağ ya da nehrin sahibi ruha bir saçı saçardı. Tuvalar da suyu m“lkiyetinde bulunduran ruhlara inanırlardı. Onlar bu ruh için nehir kıyısına veya nehrin sığ bir yerine taşlardan ve kuru dallardan bir barınak yaparlardı. Nehri geçmeden önce genellikle bir kurban sunarlardı Alekseev, : ‐ ǯden alıntılayan (oppal, : . Başkurtlar, bir gölde veya ırmakta yıkandıkları ilk seferde elbiselerinden veya kuşaklarından bir iplik koparıp suya atarlardı İnan, : . Bir köye yeni gelen geline Dzhu kör“nd““dz su gösterme denilen kadınlar tarafından bir merasim yapılırdı. Bu merasimde d“ğ“n“n ertesi sabahı gelin kadın ve kızlar tarafından yakınlardaki ırmak veya göle göt“r“l“r. İhtiyar kadın tarafından gelin suya, su geline gösterilir. Sonra Dzataylardan kalgan hu, ineylerden kalgan hudz babalar‐ dan kalan su, analardan kalan su denildikten sonra gelinin s“slerinden bir g“m“ş para suya atılır. İnan, aynı uygulamaları Urallarǯın doğusunda yaşayan Katay, Salcuvut, Barın, Beketin ve Tabın boylarında da m“şahede ettiğini be‐ lirtmektedir İnan, : . Kazak adetlerine göre de ırmaktan ilk defa ge‐ çen kişi mutlaka bir eşyasını suya atar İnan, : . Sibirya Tatarları da su iyesini hoşnut etmek için b“t“n bir ekmeği pişirip suya bırakırlar. İnsanlar her zaman bu iyenin merhametine sığınmışlardır. Daha önce bilmedikleri bir suya girmeden veya bir çeşmeden su almadan önce, kadınlar saç örg“lerinden bir tane saç teli, erkekler sakal ve bıyıklarından birer kıl ya da gömlek veya yazma kenarından bir parça ip sök“p suya atmışlar ve DzSana yağlık, bana sağ‐ lıkdz diyerek suya kurban vermişlerdir Zaripova Çetin, : . 85 PROF.DR. FATMA AHSEN TURAN Suya herhangi bir eşyanın atılması su ruhunda izin istemek ve su ruhunu memnun etmek “zere ruha sunulan saçıdan başka bir şey değildir. Tabiata zarar vermeme, kirletmeme prensibi insanların birlikte yaşadık‐ larına inandıkları ruhlara/iyelere karşıda temkinli davranmalarını gerektir‐ miştir. Yukarıda verdiğimiz örneklerde de bu ruhların bulundukları yerlerin temiz tutulması ve onlara muhtelif hediyelerin sunulması onlara gösterilen saygı kadar öfkelerinden ve zararlarından kurtulmak için olduğu aşikârdır. Bu konuya ait en eski kayıtlar M.Ö. l yıllarında kuzey Çinǯi ele geçiren Choular dönemine aittir. Chou h“k“mdarı, savaşa giderken geçtiği bölgelerin yer‐sularına kurban vermiştir. Ayrıca (unlar da sulara ve ağaçlara kurban sunmuşlardır Esin, : ; Eberhard, : . Kazakistanǯdaki Ahıska T“rkleri arasındaki Su Kızı, nehir veya ırmaktan geçen yolcuları seyreder. Bu sebepten insanlar, nehirden geçerken suya bak‐ maması gerekir. Ç“nk“ su kızı gör“n“rse ve yolcuya g“lerse yolcunun ya ağzı eğilir ya da başka bir hastalığa yakalanır.dz Said Abdullah, : , . Tatar T“rkleri arasındaki inanışa göre, Su Babası, kendisini huzursuz eden insanları hiç sevmez ve nehrin en derin yerine giren insanlara kızarak onları su dibine çekermiş. Bu y“zden eskiden köy“n ihtiyarları suda boğulup ölen insanlar hakkında DzSu Babası aldıdz derlermiş. Su Babası suya t“k“ren, suyu pisleten insanlardan ve o insanların yaşadığı köylerden nefret edermiş. Su Babası in‐ sanların hastalanmalarına da sebep olurmuş Zaripova Çetin, : . (akaslar da su iyesinin şerefine sug taig denilen kurban töreni d“zenler‐ ler. Eğer su çoğalmış ve suda boğulan insan sayısı artmışsa bu rit“el her ilkba‐ harda yapılır. Su iyesine “ç yaşlı ök“z kurbanı sunulur Bayat, : . Su‐ ya karşı yapılan saygısızlıkta su iyesinin karşılığında kurban istemesi ile ilgili inanışa Karaçay‐ Malkar T“rkleri arasından derlenen t“rk“y“ örnek olarak verebiliriz. Boğulan kişinin öl“s“n“ arayanlar, sıbızgı çalarak Su anasına boğu‐ lan kişinin cesedini geri vermesi için yalvardıkları şu t“rk“y“ söylemektedir‐ ler. Su anasının elbet sudadır yeri Ölen garibin ise yoktur başka çaresi Horoz da çağırıyor onun ruhunu Su anası, artık kalmamış onun kanı Ver, ver de gidelim.” 86 SU EZZİNDEN (İYESİNDEN) SU PERİLERİ NAİADLARA BİR DEĞERLENDİRME Karaçay‐ Malkar T“rklerinin Dzsu g“n“dz adı verdikleri su iyesine hitaben söylenen bir t“rk“leri vardır: “Su anası Mammet’tir, Dediğini yerine getir, Adam batmış suyunda, Tez ver geriye. Düşmüşsün su anasına kandırılıp Kaldın, dalgalara kapanıp Bulun, bulun garip bala! Arıyoruz seni taşlara saplanıp. Sıbızgımız çalmayıp durdu, Su anası Mammat’tır Ölümüzü azat etti.” TDEMA, : ǯdan aktaran Çağlar, : Orta Asya kaynaklı su ruhu, su sahibi inancı Anadoluǯda da itibar bul‐ muştur. Aramızda yaşadığına inanılan su iyeleri bazen insanlara gör“nm“ş hatta yardım etmiştir. Bazen de insanların korkmasına sebep olmuş hatta za‐ rar vermiştir. Suya ve su iyesine olan saygıdan dolayı suyla ilgili mekânlarda bazı inanç ve rit“eller geliştirilmiş, özellikle de suyun kirletilmesi ile ilgili ya‐ sak ve yaptırımlar oluşturulmuştur. Suyun kirletilmemesi inancı bazen ilk çıkış şekliyle ve bazen de İslâmi motiflerle bezenerek g“n“m“ze değin varlığını s“rd“rm“şt“r. Anadoluǯnun muhtelif bölgelerinde de su ruhu/iyesi inancı yaşamakta, efsane ve memoratlar anlatılmaktadır. Gaziantep'te "Pir Avuk", Karsǯta ise "Su Kızı" veya "Su Perisi" olarak bilinen g“zel bir varlığın suyu koruduğuna inanılır Bayat, : ‐ . Onlar, Dzyaşadıklarıdz mekânları köt“ ruhlardan, afetten koruyan ve insanlara da yoldaş, yardımcı olan varlıklar olarak bilinirler Zaripova Çetin : . Ancak suya karşı saygısızlık yapıldığında su iyesi, ceza vermekte gecikmez. Aşağıda vereceğimiz örnek suyun kirletilmesi “zeri‐ ne suyun kuruyacağı inancı ile ilgilidir. Anadoluǯda çeşitli varyantları anlatıl‐ maktadır. Kaybolan Nehir Vaktiyle bir köyde gelinlerden biri çocuğuna suyun kenarında kakasını yaptırır ve temizliğini yanındaki buğday ekmeği ile yapar. Daha sonra bu ek‐ 87 PROF.DR. FATMA AHSEN TURAN meği suya atar. Bu durumu gören su g“nden g“ne azalır ve zayıflar. Eski g“c“ kalmaz. Anlatıldığına göre bu su akışına toprağın altında devam ediyormuş. (atta bu suyun yer altında g“r“l g“r“l akışı, civardaki mağaralardan işitili‐ yormuş Bilge Seyidoğlu, : . Diyarbakır ve Urfa çevresinde kuruyan veya kurumaya y“z tutan su ku‐ yularına ve ırmaklara kurban kanı akıtılır. Böylece onların kuruması önlenme‐ ye çalışılır Kalafat, : . (arputǯta da Yedigöze adı verilen kayalıklarda yedi ayrı kaynak suyunun başında her beş yılda bir defa suların bol ve bereket‐ li olması için kurban kesilir Bayat, : . Nahçıvanǯda, )ğdırǯda olduğu gibi Nevruz bayramında, Son Çarşamba Ahır çerçenbe gecesinin sabahında, kızlar akarsuyun yanına giderek suya selam verir ve “zerinden atlarlar Ayan, . Karkın yöresinde suya t“k“rmek uğursuzluk sayılır. Suyun temiz ya da pis su olması bu kuralı değiştirmez. T“rk D“nyasındaki su, su iyesi ile ilgili inanış ve rit“ellerin çokluğu dua, yemin c“mlelerinde bu inanç bakiyelerinin yer almasına vesile olmuştur: Dz suyun erenleri hakkıdz, Dzand olsun suyun Ayşe‐Fatmasınadz, Dzsuyun (ıdırǯı hakkı, Dzsuyun ilahesi hakkıdz, Dzsuyun körk“ hakkı, Dzsuyun melaikesi hakkı, Dzsuyun piri hakkıdz Dzsuyun Ayşe‐Fatması balaların penahı olsundz, Dzsu suvadından kız gelin eksik olmasındz, Dzsu ilahına kurban olumdz, Kalafat, : . Su ile ilgili bu tespitler bir devrin inanç d“nyasın g“n“m“ze gelen ciddi izleridir. Bir kısmı İslamî bir giysiye b“r“nm“şt“r. Bir kısmı suyun evrensel önemini anlatan yay‐ gın olarak gör“lebilecek ifadelerdir. Fakat b“y“k bir kısmı eski T“rk inanç sistemindeki su iyesi ile doğrudan ilgilidir. Bu iye bazen (ıdır motifi ile birleş‐ miş ve bazen da gelecek haber veren bir mahiyet kazanmıştır Kalafat, : . Asyaǯdan Anadoluǯya su iyeleri ilgili ulaşabildiğimiz anlatılardan yola çı‐ karak tespit ettiğimiz hususları şöyle sıralayabiliriz: ‐ Genellikle dişi olarak kabul edilen su iyeleri, bazı T“rk boylarında en ince fizikî ayrıntısına kadar tasvir edilmektedir. Su kızı olarak isim‐ lendirilen bu iye bazen yarısı insan, yarısı balık olan denizkızı olarak da tavsif edilmektedir. ‐ Su iyeleri yaşadıkları mekân nehir, göl hatta çeşme ile özdeşleşmiştir. Bu mekânlarla birlikte anılırlar. ‐ Yaşadıkları ve sahiplendikleri mekânı koruduklarına inanılır. 88 SU EZZİNDEN (İYESİNDEN) SU PERİLERİ NAİADLARA BİR DEĞERLENDİRME ‐ Bulundukları mekân ve çevresinde yaşayan insan ve diğer mahlûkatı her t“rl“ tehlikeden ve hastalıklardan korurlar. ‐ Su iyeleri evlenir, çocuk sahibi olur. (atta insanlarla da evlenirler. ‐ Su iyelerinin muktedir oldukları her şey, Tanrının verdiği g“çledir. ‐ Suya ve su ruhuna duyulan saygıdan dolayı suya kurban verilir. Bir gölde veya ırmakta ilk defa yıkanmak isteyenler veya bir ırmak “ze‐ rinden ilk defa geçenler eşyalarından bir parçayı suya atarlar. Suya herhangi bir eşyanın atılması su iyesinden izin istemek, su iyesini memnun etmek “zere ruha sunulan saçıdan başka bir şey değildir. İnsanlar dileklerinin olması için de mesela ava çıkmadan önce su ru‐ huna saçı saçarlar, yani kansız kurban verirler. ‐ Suyu sahiplenen ve koruyan su iyesi, suya yapılan saygısızlık ve köt“ davranışlar s“rd“ğ“ takdirde daha da antropomorflaşmıştır. Gide‐ rek demonik özellik kazanmıştır. Zamanla olumsuz bir gör“n“m al‐ mış ve insanlar zarar verir hâle gelmiştir Bayat, : . İye ta‐ rafından cezalandırılan insanların kolu bacağı eğilir, çaresi olmayan hastalıklara yakalanır. (atta onları gören insanların delirdiğine dair anlatılar mevcuttur. ‐ İyeler, suların kirletilmesi t“k“r“lme, pisletme, vs l“zumsuz kulla‐ nılması, israfı karşısında karşısında öfke gösterirler ve insanları ce‐ zalandırırlar. Sular kirletilirse su iyesinin su kaynaklarını kurutarak insanları susuz bırakarak cezalandıracağı inancı yaygındır SONUÇ Farklı isimlerle anılan farklı k“lt“r ve mitolojilerdeki su ruhlarının dişi olması, eğer kendi isterse insanlara gör“nmesi ve iletişime geçmesi, bulundu‐ ğu mekânı koruması, sahibi olduğu ve yaşadığı suya zarar verilirse insanları cezalandıracağı inancı, kimi zaman da insanlara yardım ettiği hatta insanlar‐ dan çocuk sahibi olabileceği, bereketi sağlaması T“rk, Yunan Latin mitolojisin‐ de ortak özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortak özellik olan bir başka hu‐ sus daha mevcuttur. Kanunları olmayan toplumlarda yasa ve d“zenin gerçekli‐ ğini sağlayan g“çlerin, neler olduğunun sorgulanması elzemdir. Malinowski, : , Dzk“lt“rel olgu, mitin içine girdiği bir yapıdır. Ayrıca mitin içinde gerçek neden, gör“l“yor yani bu ahlakî normların, toplumsal grubun, ritlerin ve törenlerin gerçek nedenidir. Mitler, efsaneler, k“lt“r“ b“t“nleyen 89 PROF.DR. FATMA AHSEN TURAN parçalardır. Mitik anlatıların varlığı ve etkileri yalnızca anlatımlarındaki edim‐ den bağımsız değildir, yalnızca özlerini yaşamdan ve ilgilerini bileşimlerinden almazlar, ayrıca k“lt“r“n birden çok alanını yönetir ve denetlerler, ilkel uygar‐ lığın dogmatik çatısını da oluştururlardz demektedir. Mit, b“t“n uygarlıklar için kaçınılmaz olan bir harç oluşturmaktadır. Mit, mucizelere ihtiyaç duyan canlı bir inancın, daha öncekilere ihtiyaç duyan toplumsal bir durumun ve bir ceza gerektiren moral bir kodun değişmez alt “r“n“d“r Malinowski, : . (oppal : Dzyardım eden ve m“lkiyetçi ruhlar ve onlara bağlı sembolik anlamlar bizi şimdiye kadar oldukça ihmal edilmiş bir alana, şamanizmin semiotiği diye adlandırdığımız yöne doğru göt“r“r. Etnosemiotik teoriye göre bir k“lt“rde her şey bir işaret olarak anlaşılabilir. Biz işaretler ve semboller d“nyasında yaşıyoruz, bu her zaman dinî fenomenler için de geçerli olmuştur B“t“n teçhizat ve şamanî rit“ellerin seremonilerinin sembolik oldu‐ ğunu iddia edebiliriz.dz demektedir. Eğer tabiatta her şey bir ruha "spirit or soul" sahipse, biz onları incit‐ mekten, onlara köt“ davranmaktan ya da onları kirletmekten kaçınacak biçim‐ de davranmalıyız (oppal, : Tabiatı korumaya ve ona zarar verme‐ meye ilişkin karakteristik bu tutum Eski T“rk inanışında da açık bir şekilde karşımız çıkmaktadır. Gerek Yunan ve Latin Mitolojisindeki gerekse T“rk Mitolojisindeki ör‐ neklerden yola çıktığımızda mitlerin sembolik anlatımları ile insanları bireysel ve toplumsal yaşamlarında eğitmeye yönelik olduğunu görmekteyiz. Yasakları ve yasakların çiğnenmesinde karşılaşılan durumlar sadece yasakları değil yap‐ tırımları da beraberinde getirmektedir. Şamanizim, olası zararlardan uzak tutulan, korunan bir tabiat tasarımı ortaya koyar. Şamanist uygulamalar ve anlatılar da gerektiğinde zararlarını ön“n“ze koyarak ört“l“ bir tehditle tabiat bilincini vermektedir. İnanç sistemi ve rit“eller değerlendirildiğinde, sembol‐ ler, k“ltler çöz“ld“ğ“nde sonuç olarak tabiata zarar vermemek, hatta koru‐ mak, ekolojik dengeyi sağlamak, net bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Burada konuşan su ve su iyesidir. Eğer ne söylediklerini anlamaya çalışırsak d“nyayı b“y“k bir tehditten susuzluktan, kuraklıktan, çölleşmekten kısacası yok ol‐ maktan kurtarabiliriz. (oppalǯa : göre de mesaj açıktır: Doğal d“zenin dengesini ko‐ rumak bizim ahlâkî görevimizdir. Bu, çevrenin korunmasına yönelik yeni, çev‐ recilik açısından bilinçli bir animizm "eco‐animism" programıdır. 90 SU EZZİNDEN (İYESİNDEN) SU PERİLERİ NAİADLARA BİR DEĞERLENDİRME KAYNAKÇA Alekseev, N. A. . Rannie formy religii tyurkoyazychnykh narodov Sibirii. The Early Forms of Religion of the Turkic‐speaking Nations of Siberia , Novosibirsk: Nauka. Ayan, Ekrem. . T“rk Mitolojisinde Su K“lt“ ve Yada Taşı ). T“rk D“nyası Çağdaş Lehçe ve Edebiyatları Sempozyumu ‐ Nisan, Yayına (a‐ zırlayan: Ali Abbas Çınar , Muğla: Muğla Üniversitesi Basımevi. Bapaeva, Janyl Myrza. . Tuva Kamlarının Alkışları İnceleme ‐ Me‐ tin ‐ Aktarma Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“ Çağdaş T“rk Lehçe‐ leri ve Edebiyatları Bilim Dalı Basılmamış Y“ksek Lisans Tezi. yat. Bayat, Fuzuli. Buluç, Sadettin. Comte, Fernand. İstanbul: Zed Yayınları. . T“rk Mitolojik Sistemi , İstanbul: Öt“ken Neşri‐ . Şamanizm T“rk Amacı, sayı , . Mitoloji Sözl“ğ“, Çeviren: Mukadder Arslan , Çağlar, Birsel. . T“rk Mitolojisinde Dört Unsur Ve Simgeleri Üzeri‐ ne Bir İnceleme Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“ T“rk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Y“ksek Lisans Tezi. Eliade, Mircea. Ankara: Gece Yayınları. . İmgeler Simgeler, Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay , Esin, Emel. . T“rk Kozmolojisi İlk Devir Üzerine Araştırmalar , İs‐ tanbul: Edebiyat Fak“ltesi Matbaası. (amilton, Edith. lık Yayınları. . Mitologya, Çeviren: Ülk“ Tamer , İstanbul: Var‐ (oppal, Mihaly. . Sibirya Şamanizminde Doğa Tapınımı, Çeviren: Prof. Dr. G“rb“z Erginer , Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih‐Coğrafya Fak“ltesi Dergisi , , ‐ . Gön“ll“, Ali Rıza. . DzAlanya (alk İnançlarında Su Motifidz, T“rk K“l‐ t“r“ Dergisi, Sayı: , Yıl: XXX)V, ‐ . Grımal, Pierre. . Mitoloji Sözl“ğ“ Yunan ve Roma Çeviren: Sevgi Tamg“ç , İstanbul: Sosyal Yayınları. İnan, Abd“lkadir. . DzT“rklerde Su K“lt“ İle İlgili Geleneklerdz, Ma‐ kaleler ve İncelemeler . Baskı , Ankara: T“rk Tarih Kurumu Basımevi. 91 PROF.DR. FATMA AHSEN TURAN İnan, Abd“lkadir. rih Kurumu Basımevi. . Tarihte ve Bug“n Şamanizm, Ankara: T“rk Ta‐ Kalafat, Yaşar. . T“rk D“nyası Karşılaştırmalı T“rkmen (alk İnançları, Ankara, ASAM Yayınları. Kalafat, Yaşar. . Doğu Anadoluǯda Eski T“rk İnanışlarının İzleri, Ankara: T“rk Dil Kurumu Yayınları. Malinowski, Bronislaw. kal , İstanbul: Öteki Yayınevi. Necatigil, Behçet. nevi. . . İlkel Toplum, Çeviren: (“seyin Porta‐ Soruda Mitologya, İstanbul: Gerçek Yayı‐ Ögel, Bahaeddin. . T“rk Mitolojisi Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar Cilt )) , Ankara: Atat“rk, Dil ve Tarih Y“ksek Kurumu T“rk Tarih Kurumu Yayınları. Popov, A.A. . DzMeterialı po )stori Religi Yakutov b. Vilyuyskogo Okrugadz, Sbornik Muzeya Antropologi i Etnografi T. ., Moskova‐ Leningrad. Pripuzov, N.P. . DzSvedeniya dlya İzuçeniya Şamanstv u Yakutov Yakutskogodzİzvesttiya Vostoçno‐Sibirskiy Otdel Ruskogo Geografiçeskogo Obşçestva po Etnografi, T. , vıp. ‐ , Yakutsk, s. . Roux, Jean‐Paul. . T“rklerin ve Moğolların Eski Dini, Çeviren: Ay‐ kut Kazancıgil , İstanbul: İşaret Yayınları. Roux, Jean‐Paul. . Orta Asya'da Kutsal Bitkiler ve (ayvanlar, Çe‐ viren: Aykut Kazancıgil‐Lale Arslan , İstanbul: Kabalcı Yayınları. Said, Abdullah. . Kazakistanǯda Yaşayan Ahıska T“rklerinin Tarihi ve G“n“m“zdeki İnanışları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak“ltesi, Basılmamış Lisans Tezi, Ankara. Seyidoğlu, Bilge. . Tekin, Talat. . Erzurum Efsaneleri Erzurum Kitaplığı, İstanbul. . Orhun Yazıtları, Ankara. T“rk D“nyası Edebiyat Metinleri Antolojisi, C. ), Ankara: AKM yayınları T“rkan, Kadriye. lor, Yıl , Sayı . . T“rk D“nyası Masallarında Su K“lt“ Millî Folk‐ Zaripova, Çetin Çulpan. . Tatar T“rklerinde Mitolojik Varlıklarla İlgili Mitler ve İnanışlar İyeler ve Yaratıklar , Bilig Dergisi, G“z, Sayı , ‐ . 92 KARŞILAŞTIRMALI TÜRK DÜNYASI HALK EDEBİYATI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER KARŞILAŞTIRMALI TÜRK DÜNYASI HALK EDEBİYATI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER PROF. DR. İBRAHİM DİLEK Gazi Üniversitesi Hiçbir kitap çağrışımlardan yana tamamen masum değildir ve her okur da yalnızca sayfadaki kelimeleri değil, bizzat onun varlığına eşlik eden sonu gelmez içeriksel dalgaları da okur. Böyle bir bakış açısına göre de “sahte” kitap yoktur, sadece tesadüfen birbiriyle tıpatıp aynı bir metni paylaşan farklı kitaplar vardır. Alberto Manguel, Okumalar Okuması . Karşılaştırmalı halk edebiyatı, karşılaştırmalı edebiyatın bir alt koludur . Bununla birlikte söz konusu karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı oldu‐ ğunda ikisinin ayrıldığı yönler olduğu gibi ilkinden ikincisine uyarlanacak hu‐ suslar da mevcuttur. Karşılaştırmalı edebiyatın temel ilkelerinden biri Dzulus“st“c“l“kdzt“r. Fakat T“rk d“nyası halk edebiyatı çalışmaları metinlerin doğası, tarihleri ve içerikleri itibarıyla Dzulusaldz nitelik taşırlar. Karşılaştırmalı edebiyatta aranan Dzetkileşimdz karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatında yerini Dzözden farklılaşmadz ya bırakır. Karşılaştırmalı edebiyatın temelinde ya‐ tan siyasi ve ahlaki felsefe; İkinci D“nya Savaşı faciasını yaşayan Batı d“nyasını edebiyat aracılığıyla yeniden birleştirmek ve bu yolla Üç“nc“ D“nya Savaşıǯnı önlemektir. Karşılaştırmalı edebiyatın bu amacını karşılaştırmalı T“rk d“nya‐ sı halk edebiyatı çalışmalarına uygulayacak olursak; halk edebiyatı metinleri‐ nin karşılaştırılmasıyla T“rk boy ve topluluklarının en azından halk edebiyatı zemininde m“şterekliklerinin ortaya konması ve farklılıkların nedenlerinin araştırılması yoluyla T“rk d“nyasının ortak akıl, k“lt“r ve d“ş“nce b“t“nl“ğ“‐ ne katkı sağlamak olmalıdır. Karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı araş‐ tırmacısı burada ırkçılıkla suçlanmak gibi kaygı duyulması gereken bir durum‐ Renato Poggioli karşılaştırmalı edebiyatın uygulanmasıyla ilgili dört yöntem önerir. Birincisi, mit, söylence ve folkloru içeren tematik yaklaşım; ikincisi, t“r ve biçimleri karşılaştıran mor‐ folojik yöntem; “ç“nc“s“ kaynak ve etkileşim çalışmaları; dörd“nc“s“ de bir yazarın for‐ masyonunu belirleyen etkiler Parla, : . Poggioliǯnin sıraladıkları içinde birinci mad‐ de doğrudan halk edebiyatının kendisidir. Diğer “ç madde ise k“ç“k bazı değişikliklerle kar‐ şılaştırmalı halk edebiyatı çalışmaları için de geçerlidir. 93 PROF.DR. İBRAHİM DİLEK la karşı kalabilir. Şöyle ki, Charles Bernheimerǯe ve onun gör“şlerini yorumla‐ yan Jale Parlaǯya göre, karşılaştırmalı edebiyatçı kendi dilinden başka bir dili ne kadar iyi bilirse bilsin, o dilin kültürünü ve tarihini ne kadar iyi incelemiş olursa olsun, özellikle de eğer Batı kökenli bir araştırmacıysa, çalışmalarının “emperyalist” ya da “oryantalist” damgası yiyebilme olasılığı... Kimlik politikaları Avrupa merkezli çalışmaların dışına çıkmayı deneyen karşılaştırmacılar için çok kaygı vericidir… Ne kadar fazla edebiyat karşılaştırırsanız, o kadar daha ‘kolonyalist’ ya da ‘emperyalist’ yaklaşımlarla damgalanma ihtimaliniz artar Parla, : . Karşılaştırmalı edebiyatçı için yapılan bu yorumları karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı araştırmacısına uygulayacak olursak, bu araştırmacı herhangi bir T“rk şive ya da lehçesini, tarihini, k“lt“r“n“ ne kadar iyi bilirse bilsin ve karşılaştırmasını ne kadar iyi yaparsa yapsın Ǯpant“rkistǯ olarak dam‐ galanma ihtimali vardır.** Karşılaştırmalı (alk Edebiyatı, aynı kökten gelen veya farklı coğrafyalar‐ da farklı şekillerde teşekk“l etmiş halk edebiyatlarının anonim masal, destan, efsane, halk hikâyesi, atasöz“, bilmece… , ferdi ya da belli bir geleneğe âşık edebiyatı gibi bağlı yaratmalarının çeşitli ölç“tler esas alınarak karşılaştırıl‐ masıdır. Karşılaştırmaya konu eserlerin karşılaştırılabilir özellikler taşıması gerekir. Bu özellik; konuda, motifte, anlatım tekniğinde ortak benzerlik vb. varsa mevcuttur. Araştırma konusu T“rk d“nyası halk edebiyatıyla ilgili oldu‐ ğunda anonim metinlerin kendi varyant ve versiyonlarıyla olduğu gibi tama‐ men başka bir metinle de karşılaştırılmalarının yapılması m“mk“nd“r. T“rk (alk edebiyatı “r“nlerinde karşılaştırma tipolojik, analojik veya genetik benzerlikler “zerine kurulabilir. Genetik benzerliklerin bizi urformdan ziyade olay örg“s“ iskeletinin yer yer de motiflerin aynı kaldığı vulgata ya da ana metin tipi bir metne göt“rme ihtimali bulunurken, kahramanların ise bir prototipi bulunduğuna işaret eder. Folklorik “r“nleri dolayısıyla T“rk d“nyası halk edebiyatı metinlerini metinlerarasılık bağlamında sorgulamak en az iki yapıtı yan yana koyarak, bir karşılaştırma mantığıyla, aralarında en mikro düzeyden en makro düzeye ulaşıncaya değin oluşan ayrımları işlevsel, biçimsel, bağlamsal bakımdan saptamayı ** Altay folkloru “zerinde araştırmalar yapmak için yılında gittiğim Dağlık Altay Özerk Cumhuriyetiǯnde bir devlet görevlisi aramızda duran haritayı Ankaraǯdan Gorno‐Altayskǯa kadar karışlayarak, DzBu kadar yolu destan ve masallar için mi geldiğini söyl“yorsun?dz diye‐ rek bana Pant“rkist olduğum imasında bulunmuştu. 94 KARŞILAŞTIRMALI TÜRK DÜNYASI HALK EDEBİYATI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER gerektirir Aktulum, : . Karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı çalışmalarında şu dört unsur dikkate alınmalıdır: Birincisi, olay örg“s“ tema‐ tik yaklaşım ; ikincisi, t“r, şekil ve “slup morfolojik yaklaşım ; “ç“nc“s“, tip‐ ler ve tiplerin özellikleri; dörd“nc“s“ ise motif yapısıdır. Karşılaştırmalı halk edebiyatı çalışmaları komparatistikte olduğu gibi ortaklıklar, benzerlikler ve farklılıklar başlıkları altında d“zenlenebilir ve bu ana başlıklar halk edebiyatı t“r“ne göre değişiklikler gösterebilir. T“rk halk edebi‐ yatının ortak unsurları merkezcil güçler olarak tanımlanabilir. Anonim t“rlerde yukarıdaki dört başlık yeterli d“zeyde karşılaştırma yapmaya imkân sağlaya‐ bildiği halde ferdi yaratmalarda ölç“tler daha kapsamlı tutulmalıdır. Bu ölç“t‐ ler şunlar olabilir : . Dış yapı şekil özellikleri açısından karşılaştırma hangi t“rlerde kaç eser verilmiş, edebî şekil ve t“rlerin hangileri yazılmış… . Edebî t“r ve bu t“r“n özellikleri açısından karşılaştırma . Edebî sanatlar, dil ve anlatım açısından karşılaştırma . . . . . . Edebî çevre, dönem ve saha bakımından karşılaştırma M“ellif şair/yazar açısından karşılaştırma Bakış açısı ve anlatıcı açısından karşılaştırma Konu, tema, tip, ana ve ara fikirler açısından karşılaştırma K“lt“rel ve sosyal yaşantıyla ilgi açısından karşılaştırma Başka t“rlerle ilişki açısından karşılaştırma Bayram, : . Eğer iki âşığın/şairin şiirleri karşılaştırılıyorsa dörd“nc“ maddeye ilave olarak ayrıca; . . . Dinî inanışlarının karşılaştırılması (ayat gör“şlerinin ve felsefelerinin karşılaştırılması yapılabilir. Varsa Birinin diğeri “zerindeki tesirinin incelenmesi Sıralanan dokuz ölç“t, Yavuz Bayramǯın DzKarşılaştırmalı Edebiyat Bilimi ve Bir Uygulama, Selçuk Üniversitesi T“rkiyat Araştırmaları Enstit“s“ T“rkiyat Araştırmaları Dergisi, S. G“z , ‐ ss.dz adlı çalışmasından alınmıştır. Ölç“tler her ne kadar modern ya da klâsik edebiyat verimleri dikkate alınarak hazırlanmış olsa da T“rk halk edebiyatı çalışmala‐ rında da kullanılabilir özelliklere sahiptir. Konuyla ilgili çeşitli çalışmalar mevcuttur. Fakat kendisinden sonrakilere örneklik etmesi ve ilk çalışmalardan biri olması bakımından bk. İsa ÖZKAN, Magrupiǯnin Eserlerinde Karacaoğ‐ lanǯın İzleri, Beng“ İzler, Pegema Yayıncılık, Ankara, , ‐ ss. 95 PROF.DR. İBRAHİM DİLEK Karşılaştırmalı halk edebiyatı çalışmaları en yaygın şekilde Dzortak konudz ve Dzmotifdz ağırlıklıdır. Ortak konular insanlık tarihi boyunca hem halk edebiya‐ tında hem de modern edebiyatta işlenmiş konulardır. Motif ise üvey ana, kıskanç eş… gibi konu birimidir. Bu tip motiflere collective motive ortak motif denir. (alk edebiyatı yaratmalarında individual motive bireysel motif çok ender gör“l“r. Bu tip motifleri ortaya koyabilen isimler Karacaoğlan, Âşık Veysel… benzerlerine göre öne çıkanlardır. Yazının epigrafında Manguel, Cer‐ vantesǯle Menardǯın elbette ayrı ayrı yazdıkları Don Quijoteǯlerin farklı şeyler olduğunu belirtmek için bazı kitapların sadece tesad“fen aynı metni paylaştık‐ ları “zerinde durur Manguel, : . Manguelǯin söyledikleri komparistik açıdan doğru kabul edilse de anonim metinler için aynı sonuca varmak m“m‐ k“n değildir. Aynı masalın birden fazla metinlerarası göndergesi olduğu, böylelikle farklı metinlerarası katmanlarla karmaşık bir yapılanma oluşturduğu Aktulum, : dikkate alındığında T“rk d“nyası halk edebiyatı metinle‐ rinin metinlerarası göndergelerinin ve katmanlarının karışıklığını çöz“mlemek bazı durumlarda oldukça zordur. T“rk halk edebiyatında bir metnin içerdiği b“t“n unsurlar itibariyle tamamıyla bir boya ait olduğunu söylemek bir ağacın köks“z yetiştirilebileceğini ispatlamak kadar imkânsız gör“nmektedir. Dolayı‐ sıyla Karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı araştırmacısının özellikle metinlerdeki ortak motiflerin ve olay örg“lerinin kökenleri “zerinde yoğun‐ laşması gerekir. Farklı k“lt“rlerin halk edebiyatlarında ortak konuyu keşfetmek ş“phesiz bir başarıdır. Fakat araştırmacıdan asıl beklenen bu ortak konu ya da motifle‐ rin nasıl işlendiklerini belirlemektir. (atta bir ardıllık sorununun olup olmadı‐ ğının araştırılmasıdır. Karşılaştırmacı halk edebiyatçısı ortak konu ya da motif‐ leri nasıl keşfettiğini çalışmasının ilk böl“m“nde açıklamalıdır. Ayrıca ortak konu ya da motifler tek tek incelenmeli, bunların halk edebiyatı metinlerindeki işlenişleri inceleme yönteminde belli bir zemine oturtulmalıdır. Bununla bir‐ likte Karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı çalışmanın belli zorlukları da vardır. Bunlar şunlardır: . . a. b. . . Coğrafî Zorluklar Dil Farklılığı Şive, Lehçe Farklılıkları ve aktarma sorunları Baskın Dil/Resmi Dil Farklılığı Rusça, Arapça, Farsça… İnanç Farklılığı Şamanizm, (ristiyanlık, İslamiyet… Metin Çeşitlenmesi 96 KARŞILAŞTIRMALI TÜRK DÜNYASI HALK EDEBİYATI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER . M“dahele Edilmiş, (armonize Metin Problemi Özellikle Sovyet dö‐ neminde . Tarihî Zorluklar . Siyasî Etkenler Y“zeysel bakıldığında bu zorluklar, <öyle olmadığı hâlde> karşılaştırmalı edebiyatın çokk“lt“rl“l“k sorunsalıyla özdeş durmaktadır. Yukarıda sıralanan zorluklar esasında bize karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı çalışan araştırmacıda bulunması gereken özellikleri de işaret etmektedir. Metinleri olabildiğince çok yönl“ inceleyip karşılaştırabilmek için bu sahada çalışma yapacak araştırmacının formasyonunda bulunması gereken temel özellikler şu şekilde sıralanabilir: . Coğrafya Bilgisi: Araştırmacının T“rk boy ve topluluklarının T“rk d“nyası coğrafyasının hangi bölgesinde meskûn oldukları, bu coğrafyadaki tarihî geçmişleri, sık temasta bulunulan komşu k“lt“rlerle ilişkisi… bağlamın‐ da fizikî ve k“lt“rel coğrafya bilgisine sahip olması beklenir. . Tarih Bilgisi: D“nyanın değişik coğrafyalarına yayılmış T“rk boy ve topluluklarının her birinin zaman zaman kesişen ama çoğunlukla doğal olarak kendilerine özg“ bir tarihleri vardır. (alk edebiyatı metinlerinin tarihle ilişki‐ sinin kurulması ve tarihi olayların bu metinler “zerindeki etkisinin ortaya konması açısından araştırmacının önemli ölç“de tarih birikiminin olması ge‐ rekir. . Siyasi Tarih/Düşünce Tarihi Bilgisi: T“rkler özellikle son iki y“z yıl içinde değişik siyasi rejimler altında yaşamışlardır. Bu rejimler, gelenekleri, anlatıcı tipolojisini ve metinleri etkilemiştir. Özellikle Sovyet döneminde ya‐ yımlanan <destan ve masallar başta olmak “zere> metinlere sistemin isteği neticesinde m“dahele edildiği bilinmektedir. Araştırmacının sistemin hangi ideolojik ölç“tler esas alınarak metinlere ne ölç“de m“dahele edildiğinin far‐ kında olması beklenir. Özellikle totaliter rejimler altında yaşamak zorunda kalan T“rk boylarının halk edebiyatlarında sadece harmonize değil, fakelore metinlerinin de “retilmiş olduğu gerçeği dikkate alındığında araştırmacı ideo‐ loji ve metin neşri konusundaki algısını uyanık tutmalıdır. . Literatür Bilgisi: Karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı çalışa‐ cak bilim insanının hangi bilgiyi nerede bulacağını bilmesi bakımından T“rk boy ve topluluklarının halk edebiyatına dair birincil derecede önemli çalışma‐ 97 PROF.DR. İBRAHİM DİLEK lar yapan bilim insanlarının eserleri ve metin neşirlerine dair literat“re hâkim olması <esasında diğer b“t“n bilim dallarında olduğu gibi> bu bilim alanının da olmazsa olmazlarındandır. . Filoloji Bilgisi: Bilindiği “zere T“rkçe tarihî derinliği ve coğrafî ge‐ nişliği bakımından araştırmacılara çeşitli zorluklar sunar. Karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı araştırmacısından metinleri aktarmalardan okumak yerine incelediği eserlerin T“rkçesine vakıf olması, T“rk şive ve lehçelerine en azından metinler “zerinden diyalektolojik olarak hâkim olması ve bu yolla aktarma sorunlarına çöz“m önerileri getirmesi beklenir. Bununla birlikte araş‐ tırmacının baskın dil veya resmi dil olarak kabul edilen dilleri bilmesi de ş“p‐ hesiz çalışmasına farklı bir açılım getirecektir. Özellikle teorik ve inceleme çalışmalarının içinde kayda değer olanların bu dille yapılmış/yapılıyor olması, ilgili kaynaklara ulaşma ve onlardan faydalanma için baskın dil/resmi dilin bilinmesini zorunlu kılmaktadır. Baskın dil için söylediklerimiz bu dilin k“lt“‐ r“ olan hâkim k“lt“r için de geçerlidir. (âkim k“lt“r“n etkisinde kalan etnik k“lt“rlerin halk edebiyatları bu k“lt“r“n halk edebiyatlarından etkilenirler örnek olarak Altay T“rklerinin masalları arasında zikredilen Annuşka masalı gibi . Assman konuyu tersinden destekler: Etnik gruplar daha büyük bir etnopolitik yapıda birleştiklerinde ya da göç, geçiş veya fetih yoluyla başka bir etnopolitik yapıya katılmak zorunda kaldıklarında kültürlerarası entegrasyon sorunu ortaya çıkar. Hâkim kültür –hâkim etnik grubun kültürü- kültür ötesi bir geçerlilik kazanır ve etkisi altına aldığı kültürleri marjinalleştirerek üst kültüre dönüşür Assman, : . . Mitoloji Bilgisi: Mitlerin destan, efsane ve masal… t“rlerine hatta inançlara etkisi bilinmektedir. T“rk mitolojisinin yukarıda bahsedilen t“rler ve inançlar “zerindeki etkisinin tespiti ve yorumu araştırıcının mitoloji bilgisiyle doğrudan ilgilidir. Örneklendirecek olursak; Kara Imay, Albastı veya bazen suu eeziyle benzerlikler gösteren Alkarısı etrafında şekillenen inançlar yumağını izah etmek için T“rk mitolojisi ve T“rk Şamanizm anlayışına dair kavrayışa sahip olunmalıdır. (alk edebiyatı metinlerinde toplumun hafızası vardır. Araş‐ tırmacı bu hafızanın derinliklerine ve mitik katmanlarına sezgi yoluyla inebil‐ melidir. Bu da ancak metni öz“mseyip hazmetmeyle m“mk“nd“r. 98 KARŞILAŞTIRMALI TÜRK DÜNYASI HALK EDEBİYATI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER . Dinler Tarihi Bilgisi: Tarih boyunca T“rkler çeşitli inanç sistemleri dairesine girmişlerdir. G“n“m“zde İslamiyet, (ristiyanlık, Musevilik ve Şama‐ nizm… gibi dinler T“rkler arasında yaygın olarak benimsenenlerdendir. İnanç‐ ların halk edebiyatı metinleri “zerindeki etkileri dikkate alındığında Karşılaş‐ tırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı çalışan bilim insanından T“rklerin tarih içinde ve bug“n benimsedikleri dinlerle birlikte genel olarak dinler tarihi hak‐ kında dabilgi sahibi olması gerekir. . Gelenek Bilgisi: T“rk halk edebiyatı anlatı geleneğinin m“şterek bir gelenekten parçalanıp her parçanın fizikî ve sosyo‐k“lt“rel coğrafyasında ken‐ dine özg“ yeni bir tamamlanmanın içine girdiği gerçeği göz ön“nde bulundu‐ rulduğunda karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı araştırıcısının m“şte‐ rek geleneği, parçalanıp yeniden tamamlanmayı öz“msemiş olması beklenir. . Metin Hafızası: Karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı araştır‐ macısının Oğuz Kağan Destanı, Dede Korkut Kitabı… gibi T“rk edebiyatının ortak metinleri başta olmak “zere T“rk boylarının halk edebiyatı metinlerini okumuş olması ve hafızasında bu metinlere ait verilerin bulunması gerekir. Araştırmacının metinle ilgili karşılaştığı zorluklardan en önemlisi hiç ş“phesiz çeşitlenme problemidir. Çeşitlenme halk edebiyatı metinlerinin karakteristik özelliklerinden birisidir. (atta çeşitlenmeler bazı metinlerde kusursuz şekilde kendini hatırlatan bir vulgata metnin var olmuş olacağı hissini uyandırmakta‐ dır. Bu sebeple karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı araştırmacısı s“‐ rekli bir farklılaşma ve çeşitlenme içinde olan metinleri metinlerarasılık çerçe‐ vesinde sorgulama ve çağrışımsal bir algıyla okuma becerisine sahip olmalıdır. Her folklorik ürünün metinlerarasılık bir işleyişte önceki dönemlere ilişkin unsurları yeni anlam etkileri yaratmak adına, değişik işlevlerle yenilendiği Aktulum, : göze alındığında T“rk d“nyası halk edebiyatı ortak metinlerinin ya da metnin içeriğine ait unsur ve göndergelerin de yenilendiğini dikkate almak gerekir. B“t“n toplumlarda halk edebiyatı metinleri devinim halinde yenilenme ve güncellenme ihtiyacı duyarlar: Kabul dışı kalmış, g“nl“k hayattaki işlevini yitirmiş değerlerin yeni değer ve kabullerle yeniden yorumlanması metnin yeni bağlamı içinde anonim olarak yeniden yaratılmasını ortaya çıkarmıştır. Yenileme isteği geleneksel masalların yenileştirmelerinin önünü açar, her kültürde yenileştirme özgül bir görünüm sunar Aktulum, : . Karşılaştırma‐ lı T“rk D“nyası halk edebiyatı çalışan bilim insanının metnin; 99 PROF.DR. İBRAHİM DİLEK a) b) Coğrafyaya bağlı değişikler K“lt“rel değişiklikler ç İnanca bağlı değişiklikler c) Sosyolojik değişiklikler d) Teknolojik Gelişmelere bağlı olarak çeşitlendiğini bilmesi ve metne bu açılardan bakması gerekir. Bu maddeler içinde özellikle teknolojik gelişme‐ ler halk edebiyatı metinlerinin “retildiği bağlamı tamamen değiştirmiştir. Elektronik iletişim araçlarını dinleyen biri sözellikten uzaktır; çünkü konuşmanın en önemli kuralını çiğner; Dinleyen, karşısındakini sözünü kesmez. Oysa karşısındakinin sözünü kesme, tartışma, soru sorma, yineleme, insanların kontrolden çıkıp sonra tekrar düzene girmesi sözelliğin özünü oluşturur Sanders, : . Yukarıda sıralananlar karşılaştırmalı T“rk d“nyası çalışacak araştırma‐ cıda birinci dereceden bulunması gereken özelliklerdir. Bunun yanında araş‐ tırmacının metnin bağlamsal dön“ş“m“n“ açıklamaya yardımcı olacak sosyo‐ loji, psikoloji, antropoloji, etnografya, arkeoloji… gibi sosyal bilimlerin diğer alanlarına dair genel ve literat“r bilgisi de bulunmalıdır. Altay bölgesindeki alan araştırmalarım sırasında “nl“ Altay destan anlatıcısı A. G. Galkin bana anlattığı Oçı Bala destanındaki kahramanların aslında Pazırık kurganla‐ rında bulunan kişiler olduğunu söylemişti. Arkeolojik olarak Pazırık kurganları hakkında y“zeysel de olsa bilgi sahibi olmasaydım, Galkinǯi anlamam da m“m‐ k“n olmayacaktı. Aynı zamanda araştırmacının k“lt“rel değişmeler konusunda okumalar yapması, sosyolojik olarak k“lt“r değişmelerinin nasıl gerçekleştiği‐ ne vakıf olması beklenir. Zira k“lt“rel değişikler metin “zerinde olduğu gibi metnin içinde icra edildiği bağlam ve gelenekler “zerinde de etkili olmaktadır. Tastarakayǯdan Sibirya Tasça Balaǯya T“rkistan oradan da Keloğlanǯa Anadolu dön“şen T“rk masal tipinin dön“ş“m“n“ ancak k“lt“rel değişiklik bağlamında anlamak m“mk“nd“r. Aynı şekilde eelü kayçıdan* badeli âşığa * Sibiryaǯda meskûn T“rk boylarından bir kısmı Altay, (akas bazı destan anlatıcılarının iyeli olduğuna inanırlar. Bu tip destan anlatıcılarına eel“ kayçı/haycı adı verilir. Gelenekteki ka‐ bule göre, destan anlatıcılarının bir kısmı herhangi bir m“zik aleti çalıp, destan anlatmayı bilmezken r“yalarına giren bazı iyeler su iyesi, dağ iyesi… tarafından bir m“zik aleti çal‐ 100 KARŞILAŞTIRMALI TÜRK DÜNYASI HALK EDEBİYATI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER dön“şen anlatıcı tipindeki değişikliği izah da inanç ve k“lt“r değişimiyle ilgili‐ dir. Sonuç olarak, karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarının ilk örneklerini ya‐ panların göçmen oldukları dikkate alınırsa karşılaştırmalı T“rk d“nyası halk edebiyatı çalışmalarına da önc“l“k edeceklerin akademik eğitimlerini özellik‐ le y“ksek lisans ve doktora T“rkiyeǯde yapan T“rk boylarına mensup bilim insanlarının arasından çıkması beklenir. Bunun yanında T“rk d“nyası halk edebiyatı metinleri ve hemen her t“rden sözl“klerinin T“rkiye T“rkçesine aktarılması da bu çalışmaları olumlu yönde etkileyecektir. Ağırlıklı olarak yılından bu yana T“rkiyeǯden T“rk yurtlarına gidip T“rkçenin lehçe ve şivelerini öğrenerek halk edebiyatı metinlerini aktaran bilim insanlarının ça‐ lışmaları da azımsanmayacak nicelik ve niteliğe sahiptir. Ön“m“zdeki yıllarda metin aktarma çalışmalarının karşılaştırmalı çalışmalara evrilmesi kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. KAYNAKÇA Assman, Jan. Aktulum, Kubilay. . K“lt“rel Bellek, İstanbul. . Folklor ve Metinlerarasılık, Konya. Bayram, Yavuz. . Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi ve Bir Uygulama, Selçuk Üniversitesi T“rkiyat Araştırmaları Enstit“s“ T“rkiyat Araştırmaları Dergisi, S. G“z , ‐ . Manguel, Alberto. tanbul: YKY yay. . Okumalar Okuması, Çev. Sevin Okyay , , İs‐ mayı ve destan anlatmayı öğrendiklerini iddia ederler. İyeli destancı olarak kabul edilen bu anlatıcılar toplum içinde diğer destan anlatıcılarından daha çok itibar gör“r. Destancılık ge‐ leneği âşıklık geleneğine dön“ş“rken iyeli destancı da yeni kabul ve inanışlarla birlikte ba‐ deli âşığa dön“şm“şt“r. Konu hakkında Surazakov şöyle bir efsane anlatır: Avcının biri tay‐ gada avlanırken, kampında uyur. R“yasına tayga iyesi gelerek topşuur ile ǮKan Bergenǯ des‐ tanını anlatır. Tayga iyesi “ç g“n boyunca destan anlatır, avcı da “ç g“n boyunca uyuyup bu destanı dinler. Uyandığında yanında bir topşuur bulur. Önceden destan anlatmayı bilmeyen avcı, topşuuru eline alarak, birden DzKan Bergendz destanını anlatmaya başlar. Sonra bu des‐ tan diğer destan anlatıcılarına da yayılır Surazakov : . 101 PROF.DR. İBRAHİM DİLEK Parla, Jale. tap‐lık, S. , ‐ . . Kuruluşundan Bug“ne Karşılaştırmalı Edebiyat, Ki‐ Özkan, İsa. . Magrupiǯnin Eserlerinde Karacaoğlanǯın İzleri, Beng“ İzler, Ankara: Pegema Yayıncılık. Sanders, Barry. Surazakov, Sazon S. . Ök“z“n Aǯsı, İstanbul: Ayrıntı Yay. . Altay Folklor, Gorno Altaysk. 102 YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER* PROF. DR. İSA ÖZKAN Gazi Üniversitesi Modern T“rk Edebiyatında, her t“rl“ kaide kaygısını bir tarafa bıraka‐ rak, muhtevada ve şekilde Dadaizm ve S“rrealizmin tesirinde; hatta söz konu‐ su akımlara bağlı olarak eserler veren edipler gör“r“z. Gözler, : ‐ ; Makal, : ‐ . Yenilik ve orijinallik iddiasıyla ortaya çıkan ve bu tarz eserler veren m“elliflerin, kendi kaynaklarımızdan yararlanmak yerine, Batı‐ dan gelen tesirlere açık olmaları dikkat çekicidir. (âlbuki sanatkârlarımız ken‐ di edebiyatımızın kaynaklarından istifade edebilmiş olsalardı, bu t“r cereyan‐ lara örnek teşkil edecek ve yol gösterecek nitelikte pek çok manzum ve men‐ sur “r“ne rastlayabilirlerdi. Biz bu makalemizde, âşık, tekke ve anonim halk edebiyatı mahsulleri arasında reel âlemden uzak, yer yer tasavvufî mazmun, mecaz ve hikmetler ihtivâ eden, mizahî “slûptaki profan şiir ve tekerlemeler “zerinde durmak istiyoruz. Âşık edebiyatında, insanların zihnî faaliyetlerine ve aklın prensiplerine ters d“şen bu tarz eserlerin en tipik örneğini Dzyalanlamalardz teşkil eder. Sözl“ edebiyatımızda yalanlama tarzı şiir kavramından ilk defa Pertev Naili Boratav bahsetmiş; ancak, t“r“n hususiyetleri “zerinde durmamıştır Boratav : ‐ . İlhan Başgöz ise, âşıklara ait bu t“r şiirlerin monolog şeklinde olanla‐ rını Dzmizahî destândz olarak nitelendirmiştir Başgöz, : (1). M. Fahret‐ tin Kırzıoğlu da Dz(alk (ikâyelerinde ǮDöşemeǯ Söyleme Geleneğidz adlı makale‐ sinde Dede Korkut Kitabıǯnın giriş kısmında bulunan DzKarılar dört d“rl“d“r.dz diye başlayan sözlerin, yazılı kaynaklardan tespit edilen ilk yalanlama metni olduğunu öne s“rm“şt“r. Ayrıca Kırzıoğlu, Doğu Anadolu ve Azerbaycanǯda halk hikâyesi anlatımında yer alan döşemelerdeki mensur yalanlamalardan örnek vermiştir Kırzıoğlu, : . Daha sonra Umay G“nay, yalanlama biçimindeki şiirlerin Doğu Anadolu Bölgesi âşık fasıllarındaki Dzsistemli deyiş‐ lerdz diye bilinen Dztekell“mdzde yer alan bir böl“m olduğunu ortaya koymuştur G“nay, : , , . G“nayǯa göre Dzbu t“r şiirler, âşıkların * T“rk K“lt“r“ Dergisi, Sayı, Yıl XX)X, Eyl“l 103 , s. ‐ . PROF.DR. İSA ÖZKAN deyişmelerinde, olmayacak şeyleri m“balağalı biçimde, gerçekmiş gibi söyle‐ me esasına dayanır. Âşık meclislerinde, gerçek“st“ abartma, g“ld“rme ve şa‐ şırtmaya dayalı manzum kalıplar içinde söylenen bu şiirler ile muhtemelen dinleyicilerin dikkati ve ilgisi çekilmeğe çalışılırdı. Bu deyişmelerde, T“rkçeyi ustalıkla kullanan, kelime hazinesi zengin olan, en çok ve en inanılmaz yalanı söyleyen sanatçı da birinciliği kazanmış olurdu G“nay, : . Kanaâtimiz‐ ce âşıklar, fasıllar dışında da, ayrıca bu tarz şiirleri irticâlî olarak veya önceden tasarlayarak da ortaya koymaktadırlar. B“y“k bir ihtimalle, geçmişte âşık mec‐ lislerinde icra edilen söz konusu şiir t“r“ne, bug“n artık âşıklık geleneğinin kısmen canlı şekilde yaşadığı kabul edilen Doğu Anadolu Bölgesiǯnde bile nadir olarak rastlanmaktadır. Karslı Âşık İslam Erdenerǯden derlediğimiz: DzAla gözlerine soğan sıhtığım Ök“z tarlalara gaçtı görd“n m“? Deve tara çıhtı, fil yumurtdadi Camış pencereden uşdu görd“n m“? Dolaydan giden dilbar Köndelen sevmişem seni Aşgın dolup çarhlarına Meni dih dih dingilledir Araz gelir lil gelir Gamışları tik tik Nazlı yardan öt“r“ Üreyim buz kimidi Dağdan camış gelir Boynuzları şele şele Eğil “z“nden öp“m Gardaşların sağ olsun 104 YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER Seyretsin dostlarım saltanatımı Aj ussuz boş gezif kef elemişem Felek yardım etti men de topladım Ş“k“r tavugu da on elemişemdz (2) şeklindeki yalanlama örnekleri, bug“nk“ âşıkların hafızalarında, eski âşık mec‐ lislerindeki atışmalardan kalmış, ilk söyleyeni pek bilinmeyen usta malı deyiş‐ lerdir. Ayrıca, Âşık İslâmǯın söylediği ilk kıtǯa ile Âşık Sâdi Değerǯden aldığımız dörtl“ğ“n dışındaki manzumeler, vezin ve kafiye bakımından kusurludur. Karslı Murat Çobanoğlu ile Tokatlı P“ryanî Baba arasında geçen yalanlama tarzında bir başka şiirde ise, âşıklar eski söz kalıplarından yararlanmışlar‐ dır(3): DzP“ryanî: Dikkat et söz“me ey Çobanoğlu Rahmet, deryasını çoştu görd“n m“? Dalgalandı çalkalandı kara (er tarafa böyle taştı görd“n m“? Çobanoğlu: Ey yerinden aldın Âşık P“ryanî Ömr“m akşam g“neşi aştı görd“n m“? Sabahınan erden çifte giderken Mandalar cebimden d“şt“ görd“n m“? P“ryanî: Âşıkların meclisine varınca (er söz“ söyledim yerli yerince Akdenizǯe köpr“ kurdu karınca Filler “zerinden geçti görd“n m“? 105 PROF.DR. İSA ÖZKAN Çobanoğlu: Yaşın kırk “ç demiş bu ömr“n yarı Giden öm“r daha gelir mi geri Ben bir horoz oldum sen de bir darı (oroz da darıyı seçti görd“n m“? P“ryanî: Aklıma geleni söylerim belki Âşıkta bulunan bu nasıl hâl ki Sen bir horoz olsan biz de bir tilki (orozun boynunu biçti görd“n m“? Çobanoğlu: Barekallah âşıkların medhine Mevlâ yardım eder sıdkı b“t“ne Şimdi yolum gayet d“şt“ çetine Bu yolumuz çok dolaştı görd“n m“? P“ryanî: Bu nasıl tecelli bu nasıl yazı Dikkât eyle âlem dinliyor bizi Kardeş sizin köyde muhtarın kızı Bekçinin oğluna kaçtı görd“n m“? Çobanoğlu: Ne g“zel oluyor âşıklar cengi Yeni geldi bu meydanın ahengi Belledim ki gitti y“z“m“n rengi Bu âşıklar eyǯ savaştı görd“n m“? 106 YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER P“ryanî: Çobanoğlu bakma solunan sağa Gel sarılma burda ç“r“k budağa İki tosbağayla bir de kurbağa Piyey i arabaya koştu görd“n m“? Çobanoğlu: Çobanoğlu der ki hâlimiz yaman Âşık bize burda vermiyor aman Vakit geldi şimdi g“n oldu tamam Vakit geldi g“n yaraştı görd“n m“? P“ryanî: P“ryanî söz“ne yeniden başlar Aşkın ateşi var kalbini haşlar Cem olup geldiler hep b“t“n kuşlar Serçe Akdenizǯi içti görd“n m“?dz Yalanlamalarda, şahsî h“zn“ ve sevgisiyle cemiyet içinde yetişmiş, ikti‐ sadî sıkıntı içindeki âşığın kendisinin ve içinde yaşadığı cemiyetin kuşbakışı alaylı bir panaroması, hatta kara mizahı vardır. Yalanlamalar, içinde hiciv un‐ suru taşımakla beraber Dztaşlamalardzdan farklıdır. Bu tarz şiirlerde yergi, şiirin b“t“n“ne hâkim değildir. Mizahî destan adıyla bilinen şiirleri ise, yalanlamalar içinde değerlendiriyoruz. Ancak monolog şeklindeki bu t“r mizahî anlatmalar‐ daki m“balağa, bazen aklın hudutlarını aşmakta ve şair m“şahhastan, anlaşıl‐ maz ve m“cerret tasavvurlara ulaşmaktadır. Âşık edebiyatında tespit edebildi‐ ğimiz ilk yalanlama örneği, XV). asırda yaşadığı kabul edilen Âşık Keremǯe ait‐ tir: DzGide gide bir sineğe d“ş oldum Yakın bildim sineğin işini Tuttum kılıç ile kellesin kestim Yedi dağ “st“ne serdim leşini 107 PROF.DR. İSA ÖZKAN Vızıldadı sinek uçtu havaya Yağın s“rd“k “ç y“z altmış deveye Etin koyduk bin y“z yetmiş tavaya Peşkeş çektik Kayseriǯye döş“n“ Sineği meydana tutup attılar Bin y“z kese akça yağın sattılar Kemiklerinden bir köpr“ çattılar (esap ettik iki bindir yaşını Karşıladım yedi karış dizi var Y“z otuz harmandan b“y“k göz“ var Seksen kantar iç yağının hası var Yazın görm“ş zemherinin kışını Derisini çadır edip oturduk Etin kestik dört köşeye yetirdik G“rcistanǯa, Mirahurǯa göt“rd“k Açıktık biz ağzını, saydık dişini Ol sineği gören kaçtı geriye Karşı koydu y“z bin atlı çeriye Kanatların yelken ettik gemiye Fil burnundan uzun görd“m kaşını Ben bilirim karanlıkta geleni Gel“p benim tatlı canım alanı Dertli Kerem söyledi bu yalanı Ya kim görd“ şu sineğin eşinidz Elçin, 108 : . YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER Kerem ile Aslı (ikâyesinde “st “ste gelişen olumsuz olaylar neticesinde “z“l“p karamsarlığa d“şen okuyucu veya dinleyicilerdeki gerilim, söz konusu şiirlerle azaltılmaktadır. Masal ve halk tiyatrosu gibi mensur, halk hikâyeleri gibi ekseriya mensur‐manzum karışık yapıya sahip t“rlerde, yalanlama tarzı şiirlere, burada olduğu gibi ya sinirli atmosferi dağıtmak yahut da söz konusu t“rlerin başında veya ortasında dinleyicilerin dikkatini çekmek ve onları eğ‐ lendirmek maksadıyla yer verilmektedir. Âşık edebiyatı mahsullerinin b“y“k ekseriyeti, şifahî gelenekte yaşadığı için, ancak mahdut sayıdaki halk şairlerinin eserleri divanlarda toplanmış, ya da meraklıların acemice kaydettiği gayri m“rettep cönklerde kalmıştır. Bu yazma kaynakların tam bir tasnifi, tespiti ve değerlendirilmesiyle, âşık tarzı şiir teknikleri, âşıklık edep ve erkânı, icrâ şekilleri hakkındaki yeni bilgilerle belki bazı yalanlama örnekleri de ortaya çıkacaktır. Bazı yalanlamaların, zaman içinde özel bestesiyle anonim t“rk“ kimliği‐ ne b“r“nd“ğ“n“ gör“yoruz: DzBardağı koydum tereğe Emanet ettim feleğe Gidem diyem kedi beğe Sıçan kırdı bardağı Bizim bardak helli melli Etekleri sırma telli Kurnaz sıçan aldı feli Geldi kırdı bardağı Dostları gelsin bir araya Merhem yapsın bu yaraya Nasıl diyim ben karıya Sıçan kırdı bardağı 109 PROF.DR. İSA ÖZKAN Bahar olsun tohum ekem İstanbulǯa tel çekem Sıçan senin belin b“kem Nasıl kırdı bardağıdz MİFAD Arşivi YB. , . DzSabahleyin erken çifde giderken Ök“z“m torbadan d“şd“ görd“n m“ Amanın yandım Tiridine bandım Para virip aldım Manda yuva yapmış söğ“t dalınma Yavrusunu sinek kapmış görd“n m“ Amanın yandım Bedava mı sandın Para virip aldımdz T“rk“ formundaki bu deyişlerde, gerçekleşmesi m“mk“n olmayan ha‐ diseler, hiciv ve mizah ile yoğrularak, manalı şiriin kaideciliğine karşı m“bala‐ ğacı ve laubali bir tavırla işlemektedir. Yalanlamaların mensur ifadesi olan tekerlemeler, yaşanabilir hayatın ölç“lerine sığmayan his, hayal ve hareketleri masal, halk hikâyesi, bilmece ve halk tiyatrosu gibi anlatım t“rleri içinde; seci, vezin ve alliterasyondan istifade ederek anlatırlar. İçinde yaşadıkları cemiyetin sözl“ edebiyatına ait söz konusu t“rlerin, gelenek taşıyıcısı âşıkların eserlerine yansıması tabiidir. Nitekim, âşıklar, pragmatik gayelerle söyledikleri mana ve ahenk bakımından zayıf manzumelere Dztekerlemedz adını vermektedirler. Meselâ, (ızrî şairnâmesine 110 YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER DzTekerleme‐(ızrî Cemuǯş‐Şuârandz Elçin, : , Sunǯî ise, aynı mahiyetteki şiirine Dztekerlemedz başlığını koyar Elçin, ‐ : ‐ . Kastamonu âşık fasılları hakkında bilgi veren merhum İhsan Ozanoğlu Dzmanilerden sonra des‐ tan ve tekerlemelerin geldiğini, en az on iki kıtadan m“teşekkil olan bu t“rlerin vezin, şekil ve kafiye d“zeninin koşmaya benzediğini, ayrıca tekerlemelerde tahkiye ve tavsif hususiyetlerinden ziyade, didaktizmin ağır bastığını kaydet‐ mektedir Ozanoğlu, : ‐ . Bu durumda, âşıkların tekerleme adı altın‐ da söyledikleri şiirlerin, her zaman mizahî manzum tekerlemeler anlamına gelmediği anlaşılmaktadır. Ancak, DzTekerleme‐i Derviş (alildz Elçin, : başlığıyla tespit edilen manzum destanda olduğu gibi, mensur tekerlemeler, âşıkların manzum mizahî tekerlemeleri ortaya koymada m“him bir ilham kay‐ nağı olduğu da muhakkakdır. Mensur tekerlemelerin ''şaman dualarının kutsi değerleri ile sihir g“çleri'' ile kaybetmiş şekilleri olduğu belirtilmektedir. Bug“n, çeşitli T“rk boylarının şifâhi edebiyatlarında bu hususu teyit eden bizler bulmaktayız. Bir Tarançi baskısı duasında şöyle bir ifâde dikkatimizi çekmektedir. DzYarım aya benzer y“zl“ler, kalem kaşlılar, s“mb“l saçlılar, tatlı sözl“ler, çakır gözl“ler, hey hey esir edenler, bulutlara binenler, havaya çıkanlar, derya‐ yı geçenler... Kendi verdiğin derdi kendin al Tanrımdz. Diğer T“rk boyları arasında da bu t“r örneklerin de yaygın olduğu belir‐ terek Uygur T“rkleri arasından derlenen ilginç bir yalanlama örneği veriyoruz. DzMen bir er idim, sundaḳ er idim, keslenç“kke y“gen salmay, döñge tartmay bir sekrapla miniwaldigan er idim. Bir k“ni işigimni hañgirtip, toḳmigimni tañgiritip, tumigimn ḳirlap, naḫşamni towlap, aldiraş ketiwatsam, keynimdin birisi ki ḳargundek ḳildi. Kim bu dep keyn..ge ḳarisam ekindiki tet“r togan ḳolini p“lañlitip, cenimiñ beriçe ḳiçḳiriwatḳan iken. Nime bolduñ adaş dep, yeniga berip sorisam, salam berip mundaḳ didi: Adaş, yeşim çoñlap ḳaldi, yigitlik waḳtim öt“p ketiwatidu. Şuña öylenmekçi boldum. Yert“gmenniñ nerisi, daduñiñ berisidiki öy temini alay deymen. U mu tigimen dep razi boptu. (azir otturida mañdigan t“z“k elçi yok. (apa bolmay toy işimga elçi bolup meñgip bersen ḥizmitiñni bilip ḳalattim. Dap tarañli, işek hañgirigan yerdin kalmaydigan ademge elçilik rasa ḫoşyaḳti. Makul didim. Toyga teyyarlik tizañ bar mu? Bolsa, Turpan dan toyluḳ çapdup keysem bolatti disem. Pul çiḳ, bu yil taşkin kelgende, ekip kelip s“z“l“p ḳalgan n“rg“n lawa‐ latḳam bar, çiñdap bir harwa besip Turpan da satsañ puliġa kentaşa toyluḳ 111 PROF.DR. İSA ÖZKAN çapdup kelisen didi. Maḳul dep öyge berip, keslenç“kni harviniñ içige ḳoşup iseḳni yeniġa çetip kelip, tet“r toganniñ toyluḳḳa topliġan lawa‐latḳisidin çiñdap bir harwa bastim de ḳulakçini çonḳurup kiyip, özemni yelp“g“çte yalp“p,''Alla yarimni'' eytip Turpan'ġa ḳarap mañdim. Tolda ketiwatsam “ç kiyik uçrıdı. İkkisi uruḳ, birisiniñ guşi yoḳ. Uruḳlirini ḳoyuwetip, guşi yokni tutup soysam ikki patman guş, t“t patman yaġ çıḳti. Kazani nedin tapay dep bir öyge kirsem “ç ḳazan turuptu. İkkisi çiḳiḳ birisi sunuḳ. Çiḳiḳ ḳazanni almay, sunuḳ ḳazanni a.lim. Yene bir öyge kirsem, “ç çilek turuptu. İkkisi töş“k, birisiniñ t“wi yoḳ. Töş“k çilekni almay, töwi yoḳ çilekni elip, su toşup, kazinni toskazdim. Guşni selip rasa bir keçe ḳaynattim. Guş digen mer mer pişip ketiptu. Yisem çişim ötmidi. Töt patman yagni köyd“r“p öt“g“mni yaġlisam bir payġa yetip, bir payġa yetmidi. Bu yaman boldi, deop yetip oḫlap ḳaytimen palak‐pulluk ḳilġan bir awas añlandi. Ç“ç“p oyġansam ikki pay, öt“k: yaḫşi bolginim “ç“n meni yaġlidi, sen eski bolġiniñ “ç“n yağlimidi, diyişip muştlaşkili turuptu. Aççigimda ikkisini iki şaplaḳ urup acırıtıp ḳoyup yene yetiwaldim. Etisi ḳopsam bir pay öt“k yoḳ. (ilik yaġlanmıġan öt“k batnap ketip ḳaptu. Buni izlep y“g“re y“g“re neççe döñ, neççe cangalni kezip öyniñ keynige çiḳsam ḳaçḳan öt“g“m tamniñ buluñida yiġlap turuptu. Aldap y“r“p, gep ḳilip tutuwaldim de patañġa ikki şaplaḳ urup p“t“nġa kiyiwaldim. Emdi mañay dep harwining yeniġa barsam keslenç“k turuptu, işek yoḳ. Bu nege ketkendu dep ögizige çikip ḳarisam körinmidi. Andin bir kesekni tiklep ḳoyup, dessep turup ḳarisam koz yetiniz ikki tagniñ neriside, harwamniñ beriside turuptu. Tutup keley dep ketiwatsam, yolumda ḳurutlap ketken muzluḳ oçridi, Oniñ nalisiġa çidigili bolamdigan! Yaman boptu dep içim ağrip ,yalañ çapunimniñ yirtilġan yeridin bir parça paḫtini soġuriwelip köyd“r“p muzġa besiwedim. Rehmet adaş heyli aram tepip kaldim, dep minnatdarliḳ bildird“. Andin men mu öyle ikki Batman kiyik ġuşi yep ussap ḳaptimen, suyuñ bolsa içiwalay disem, haliġan yeringdin içiwal didi. Paltiniñ çöltisi bilen muznu ur‐ sam, muz teşilmiydi, Bisi bilen çapsam mu bolmidi. Emdi ḳandaḳ ḳiliş kerek dep oylinip, keynimge şuḫşup sekrep kelip beşim bilen bir koyiwedim, muz teşildi. D“m yetip rasa toygiçe su içiwelip ketiwersam gedinimge issik şamal teggendek ḳildi. Silap körsem beşim yoḳ turidu. Estegpurulla, beñwaş beşim nege ketkendu? dep izlensem, beşim hiliki su içken yerde muz teşilip oynap y“r“pt“. Aççigim nedin keldi,y“g“r“p berip beşimniñ koligidin tutuwelip u kaçtıġa birni bu ḳaçtıġa birni urup cayiġa ornitip (udaga ş“kri dep yolumġa kettim. Berip işekni ekilip harwiniñ yeniġa çetip Turpan'ġa ḳarap mangdim. 112 YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER Yemşige yakin kelsem muz kewrep ketiptu. İşek teyilip miñ teslikte ötti. Yemşi…niñ özige krisem öjme pişip meywaglap ḳetiptu. Toyġiçe bir ḳosaḳ yep Turpan'ġa yetgiçe yolda ḳattiḳ zuḳam tegdi. Başlirim çinñḳilip, agrip, dimaḳlirim p“t“p ketti. Turpan baziriġa kirip “şş“kke salġan cucule kökamut yep beşimni saḳayttim. Turpan bazirida duḳanlar taḳilip kaptu. (4) ... Men bu bala‐ḳazalar‐din keşip, Turpan'din toyluḳ nerse kereklerini almastin bu yerge yetip keldim...dz (5). DzBen bir er idim. Şöyle bir er idim ki, kertenkeleye dizgin salmadan, y“ksek bir yere çıkmadan bir sıçrayışta biniveren er idim. Bir g“n eşeğimi anırtıp, tokmagımı tangırdatıp, takkemi yan vurup, şarkımı söyleyip, kayıtsız gidiyorken arkamdan biri çağırır gibi oldu. Kim bu diye arkama baktığımda, elini ters ters sallayıp avaz avaz bağıran hemen yanımda imiş. Ne oldu arkadaş diye yanına vardım. Selam verip şöyle dedi: ''Yaşım ilerliyor, gençlik çağım geçip gitmektedir. Bu sebeple evlenmek niyetindeyim. Su değirmeninin öte‐ sinden Turfan'daki Dadung'un yer ismi berisine kadar uzanan kocaman evi ve içindeki kızı alayım diyorum. Kız da 'evlen' deyip razı oldu. (alihazırda çöp‐ çatanlık yapacak elçi yok. Kayıtsız kalmayıp evlenmem için elçi olursanız iyili‐ ğinizi unutmam.'' dedim. Eşek anıran, davul veya def çalınan yerde c“mb“şde olmadan duramayan benim için bu teklif kaçırılmaz bir fırsattı. Makul dedim. D“ğ“nde harcayacak paran var mı diyecek olsam, Turfan'dan arasında pamuğu ve astarı olmayan tek katlı elbise alıp giyecek para çok. Bu yıl sel geldiğinde sağa sola takılıp kalan sayısız eski paçavram var. Bir arabayı iyice doldurup Turfan'da satsam parasıyla istediğim kadar, tek katlı d“ğ“n elbisesi alırım dedim. Makul deyip, eve gidip kertenkeleyi arabaya koşup, eşeği yanıma çatıp ters duranın d“ğ“n için topladığı eski çaputlardan bir araba bas‐ tım. Papağımı başıma geçirip, salıncakta sallanıp; Alla yarim t“rk“s“n“ söyle‐ yerek Turfan'a doğru hareket ettim. Yolda giderken “ç geyik rastladı. İkisi zayıf birisinin eti yok. Zayıfları bırakıp eti olmayan geyiği yakaladım. Derisini y“z‐ d“m. İki batman et, dört batman yağ çıktı. Kazanı nereden bulayım derken karşıma bir ev çıktı. İçeri girdim bastım ki “ç kazan duruyor. İkisinin kulpu yok, birisi kırık. Kulpsuz kazanları bırakıp kırık kazanı aldım. Yine bir eve gir‐ dim. Üç kova duruyor, ikisi delik birisinin dibi yok. Delik kovaları bırakıp, dibi olmayan kovayı aldım. Su taşıyıp kırık kazanı doldurdum. Eti içine koyup, tam bir gece kaynattım. Et pişmiş dağılıp gidiyordu. Yemek istedim, dişim kesmedi. Dört batman yağı eritip çizmemi yağlıyayım dedim. Bir tekine yetti, diğerine yetmedi. Bu iş köt“ oldu derken d“ş“p uyuyakalmışım. Paat, çaat diye bir ses 113 PROF.DR. İSA ÖZKAN yankılandı. İrkilip uyandığımda çizmemim teki, ötekine Ǯg“zel olduğum için beni yağladı, seni eski olduğundan dolayı yağlamadı diyerek kavga ediyordu. Öfkelendim. İkisine birer şaplak vurarak ayırdım ve yeniden yattım. Kalktım, baktım ki çizmemim bir teki yok. Demin yağlamadığım çizme teki k“s“p git‐ miş. Onu arayarak nice ormanları aşıp evin yanına geldim. K“sen çizmemim teki evin köşesinde ağlayıp duruyordu. Sine sine y“r“y“p birden bire atılarak onu yakaladım. Kalçasına iki şaplak vurup ayağıma giydim. Y“r“y“p arabanın yanına vardım. Kertenkele duruyor eşek kaybolmuş. Bu nereye gitti diye dama çıktım göremedim. Sonra ayağımın altına bir tuğla aldım baktım ki ne göreyim, eşek insanın göremediği iki dağın arasında arabamın hemen berisinde duruyor. Yakalayıp alıp geleyim derken, yolda kar‐ şıma kurtların kemirdiği taze et çıktı muzmuk . Kurtlanmış taze etin feryadı‐ na dayanamadım. Üz“ld“m ve tek katlı elbisemin yırtılan astarından bir parça pamuk çekip yakarak etin yarasına bastım. DzTeşekk“r ederim arkadaş, şimdi rahatladım.dz diyerek minnetdarlığını bildirdi. Ondan sonra evde iki batman geyik eti yeyip susadım. Suyun varsa içeyim dedim. O da istediğin yerden iç dedi. Anlatıcı; muzluk: taze et ve muz: buz, ses tekrarından istifade ediyor . Baltanın tersiyle buza vurayım dedim, buz kırılmadı. Keskin ucuyla vurdum olmadı, şimdi nasıl yapmak lazım diye d“ş“n“rken arkaya doğru gerilerek sıçrayıp başımla bir vurdum, buz delindi. Y“z“koyun yatıp doyuncaya kadar su içtim. Kalkıp gideyim dedim, ensemde ılık bir r“zgar esiyormuş gibi oldu. Elim‐ le şöyle bir yokladım ki başım yerinde yok. Allah Allah başım nereye gitti diye aramaya başladım. Bir de görd“m ki deminki su içtiğim yerde kafam buzda kayarak oynuyormuş. Öfkelendim, varıp kulağından yakaladım. Bir bu yanağı‐ na bir öb“r yanağına tokat atıp yerine yerleştirdim. Allahǯa ş“krederek yoluma devam ettim. Yemşiǯnin Turfan yakınlarında bir kasaba yakınına geldiği za‐ man buz erimeye başladı. Eşek “st“nden kayarak bin bir g“çl“kle geçti. Yemşiǯnin pazarına girdim dutlar olgunlaşmıştı. Tıka basa karnımı doyurdum. Turfanǯa gelinceye kadar neler oldum. Başım zonklayıp burun deliklerim tı‐ kandı. Turfan pazarına girip k“felere doldurulan yeşil armut yiyerek başımın ağrısını geçirdim. … . Ben bu bela kazalardan geçip Turfanǯdan d“ğ“n ihtiyaç‐ larını almadan buraya yetip geldim…dz Çin T“rkistanǯından derlenen ve DzKirkbir Yalgandz adı verilen bu DzMolla Zeydin Kissasidznda arka arkaya kırk bir yalan sıralanmaktadır. Bu tekerleme‐ nin kısa bir rivayeti de T“rkmenistanǯda tespit edilmiştir: 114 YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER DzOzal atadan yoḳedik, öle‐öle “ç boldık, ikimiz çuv yalanaç birimizin hem köyneğimiz yoḳ. Yol bilen baryarḳaḳ, önimizden iç yap çıkdı. İkisi gurı, birinin hem öl“ yoḳ. Öli yoğı gazdıḳ, velin içinden “ç sanı balık çıḳdı, ikisi öl“ birinin canı hem yok. Canı yağı, köyneği yogın eteğine salıp uğradık velin “ç sanı tam çıḳdı, ikisi yıḳıḳ, birinin d“ybi hem yok. D“ybi yogı gazdıḳ velin “ç sanı gıran çıḳdı, ikisi yulmek, birinin mohuri hem yok. Mohuri yoğı alıp barıp “ç sanı gazan aldıḳ velin, ikisi döv“k, birinin gulağı hem yok, d“ybi dedeşik. Sonkı canı yok balıgı, gulagı yoḳ, d“ybi deşik gazana salıp govurdıḳ iyip‐içip galanını d“ye y“kledik, velin götermedi, ata urdıḳ, götermedi, pile urdıḳ götermedi. Ahırı ayağı döv“k at garıncasına urdıḳ velin, aldı da berdi. Baryarḳaḳ önimizden “ç sanı çukur çıkdı. İkisi d“ypsiz, birinin ağzı hem yoḳ. Ağzı yoğı gazdıḳ velin “ç sanı kitap çıkdığ ikisi yırtık, birinin kağızı hem yok. Kağızı yoğı alıp oḳad ḳ velin şu sözlerimizin çını hem yoḳ.dz Garrıyev, : . DzEzelden beri atadan yok idik, öle öle “ç olduk, ikimiz çırçıplak, birimi‐ zin de köyneği yok. Yolda giderken ön“m“zde “ç ark çıkdı. İkisi kuru, birisinin de yaşı yok. Yaşı yoğu kazdık, lakin içinden “ç tane balık çıktı. İkisi öl“ birinin de canı yok. Canı olmayan balığı köyneği olmayanın eteğine koyup göt“rd“k, karşımıza “ç tane dam çıktı. İkisi yıkık, birinin de temeli yok. Temeli yoğun kazdık, fakat içinden “ç tane para çıktı. İkisi kalp, birinin de temeli yok. M“h“r“ olmayan parayı alıp “ç tane kazan aldık. İkisi kırık birinin de kulpu yok, dibi delik. Canı olmayan balığı, dibi delik ve kulpu da bulunmayan kazana koyup kavurduk. Yiyip içip, kalanı da deveye y“kledik. Fakat göt“remedi, ata y“kledik göt“remedi, file vurduk göt“remedi. Sonunda ayağı kırık at karınca‐ sına vurduk, o aldı da gidiverdi. Giderken ön“m“zden “ç tane çukur çıktı. İkisi dipsiz, birinin de ağzı yok. Ağzı olmayan çukuru kazdık, “ç tane kitap çıktı, ikisi yırtık, birinin de kâğıdı yok. Kâğıdı bulunmayan kitabı alıp okuduk, lakin bu sözlerimizin de aslı yok.dz Söz konusu tekerlemelerin Anadolu T“rkleri arasında da muhtelif riva‐ yetleri bulunmaktadır: Dz… Vaktiyle biz “ç kardeş idik: Birimiz kör, birimiz topal, birimiz çıplak. O kadar zengindik ki “f “f Allah, sivri k“lah, bir t“fek alalım dedik. T“fekçiye vardık. T“fekçinin “ç t“feği var. Birinin namlusu yok, birinin kundağı yok, öte‐ kinin çakmağı yok. Geçmez parayı verdik “ç“m“z “ç t“fek aldık, tavşan avına çıktık. Kör dedi ki: DzBitmemiş ağacın dibinde, doğmamış tavşan yatıyor.dz Kör 115 PROF.DR. İSA ÖZKAN nişan aldı tavşanı devirdi, topal seyirdip getirdi, çıplak koyuna koyup göt“rd“. Bir köye geldik, görd“k “ç yapı, ikisi yıkık, birisi temeli yok. Dibi yok kazana tavşanı koyduk. Yedi g“n yedi gece pişirdik. (epimiz yedik, lakin dudaklarımız bir şey görmedi.dz Boratav, : ; Boratav, : ; Elçin, : . Yukarıda örneklerini verdiğimiz “ç tekerleme de muhteva bakımından hemen hemen aynıdır. Sözl“ edebiyatımızda, tekerlemeler, m“stakil olarak anlatıldığı gibi, ma‐ sallarda Dzmasal başı tekerlemeleridz, halk hikâyelerinde ise, Dzdöşeme tekerle‐ mesidz olarak da yer almaktadır. Usta anlatıcıların ağzından birdenbire yuvar‐ lanıveren ahenkli, ölç“s“z ve m“stehzi söz yığını gibi duran tekerlemeler, ço‐ cuk folklorunda da gör“lmektedir. Ancak sayışma ve yanıltmacalarda çocukla‐ rın söylediği tekerlemeler, masal ve hikâye tekerlemelerine nazaran kısadır. Çocukların oyun tekerlemeleri şekil itibariyle ekseriya manzumdur. (alk hikâ‐ yeleri ve masallardaki Dzgiriş formelidz olarak da kabul edilen tekerlemeler, ya‐ şayan halk T“rkçesinin hareketli, secili, serbest nazım veya nesir tarzındaki örnekleridir. (ikâye veya masalın metni ve konusu ile pek ilgisi olmayan bu prolog, aklımızın kabul edip etmeyeceği canlı cansız b“t“n varlıklar, her t“rl“ tabiat ve cemiyet olayları, muhayyilemizin renkli d“nyası, şuur altının gölgeli hayatına ait her çeşit akisleri ihtiva eder. Anadolu sahasından derlenen birçok hikâye ve masalda gör“len Dzbaşlangıç tekerlemeleridzne ayrıca şu örnekleri de ilave edebiliriz: "(atemidi, (“temedi, Koroğluydu, Kösesiydi, bir de benidim. Bir gara ineğimiz var idi. Öld“rd“h, etini yedih. Daraldıh; ehdih, pişdih, yedih', yere goyduh, yer tutmadı; ğöğe goyduh göy tutmadı; dama goyduḫ dam tutmadı. Buna needeh? Bir bire galı. (etem gitdi, tapammadı; (“tem gitdi tapammadı; Köroğlu getdi tapammadı, Köresi getdi tapammadı; men gidende tapdım gedim. Doldurduḫ hele bir...boş gald“. Buna bir boyun comuş goşduḫ. Göt“rebilmedi. Needeh? Bir boyun garıca. (etem gitdi tapammadı. (“tem gel‐ di tapammadı; Köroglu getdi tepemmedi; men gidende tapdım. Getdim. (etemi, (“temi, Körogluyu, Kösesini “st“ne mindurdim. Oz“m de boynuna mindim. Bir zamanlar getmişidih; ziyenkerin biri yola t“k“rm“şd“, garınçanın gıçı batanda gırıldı. Orda “lk“m“z“ eyledih. Ehdih, pişdiḫ, yığdıh; fındıhtan geçih' bir teye goyduh. G“nde baḫdıḫ bir sele yoh. (etem pusdu, görmedi; (“tem pusdu görmedi; Köroglu pusdu görmedi; men pusanda görd“m. Bir urus dadanmış atıyla barâbar. (atem atdi, vurammedi; (“tem atdı 116 YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER vurammedi; Köroglu attı vurammedi; mene atanda eerin nalına değdi. Eerin nalınnan bir ot dırınnadı. Teyenin “st“ne t“şt“. Teyci eşdih eşdih palan çıḫdı; planı eşdih eşdih golan çıḫdı; golanı da eşdih bir şey çıḫdı. Onu da oḫuduḫ hep‐ si yalan çıḫdı" Ercilasun, : . "Koştum eve vardım." babam doğdu" dediler. Kucağıma bor yumurta verdiler. İçinden kocaman bir horoz çıktı. Sokağa kaçtı. Kovalamaya başladım. Taş attım değmedi; toprak attım ağacın başı tarla oldu. Kimi dedi "buğday ek"; kimi dedi" karpuz ek". Karpuz ektim öyle karpuz verdi ki tarla, develer taşıya‐ madı. Karşıma bir adam çıktı: "Karpuzdan versene" dedi. Bir karpuz verdim bir ordu yedi, yarısı arttı. Ben bir karpuz keseyim dedim. Keserken çakım içine kaçıverdi. Elimi soktum, göremedim, kendim, yedi sene aradım bulamadım. Yedi sene gezdim dolaştım. Nihayet karpuzun kapısına ulaştım. Vay anam kar‐ puz evin yıkılası karpuz. Bir yanı sazlık samanlık, bir yanı tozluk dumanlık. Bir yanda demirciler demir döver denk ile, bir yanda Al‐i Osman dedemiz cenk eder top ile t“fek ile" Boratav, : ‐ . "Bir varmış, bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur zaman içinde deve tellâk iken iki hamam içinde hamamcının tası yok, k“lhancının baltası yok. Kocakarılar hamama gider, koltuğunda bohçası yok. (ancılar handa, yetmiş iki zorba ile bir manda. Yedik, içtik dişimizin dibi et y“z“ görmedi. Bereket versin (acı canbaza, bize et verdi, dur dedi. At bize tekme vurdu. Kız kulesi açığına uğradık kıyıdır diye, Kız kulesini belimize soktuk borudur diye. Tutu bizi bir zaptiye delidir diye. Attı tımarhaneye; bir g“n, iki g“n, “ç g“n. Tuttuk pirenin birisin, y“zd“k derisini, çadır kurduk Üsk“dar'ın gerisini. Masalda söylemenin adı, söylemekte çıkar bunun tadı. (er kim dinlemezse hakkından gelsin kam‐ bur karı." Boratav, : ‐ . Yalanlamalar, anonim halk edebiyatımızdaki tekerlemelerden olduğu kadar tasavvufi deyişlerden de etkilenmiştir. Nevşehir'den derlenen; DzKarıncanın göge ağdığını görd“m Baykuşun deveyi sağdığını görd“m Beş kızın bir anadan doğduğunu görd“m Doksan dokuz oğlan ne yer ne içer Beş kızın aşkından g“nleri geç Oğlanın birisi deryaya dalmış"(6) 117 PROF.DR. İSA ÖZKAN diye biten bu şiir tekke edebiyatındaki şathiyeleri hatırlatmaktadır. Şath veyâ şathiye Arapçada latifeli şiir, hikâye manasına gelmektedir. Zahidlerce şath, anlamında benlik ve dâvâ bulunduran söz" demektir Gölpınarlı, : . (akikâtte böyle bir şeye kalkışmak suçtur. Şathiyeleri iki kısımda m“talaa et‐ mek gerekir. Bunlardan birincisi söyleyenin tasavvuf ıstılâhında sâlikin ruhi bunalım es‐ nâsında şuur altındaki duygu ve özlemlerin dile gelmesidir. Tasavvufta bu mertebe salikin vucût halinde iken zuhur eder. V“cûdda salikin sahv ayıklık hâlinde bâkası, mahv hâlinde fenâsı (akk iledir. "Bir kimse (akk ile olursa hiç kimse ona karşı gelmez. Fakat kul “zerinde galip olan mahv hâlu olursa, onda ne ilim, ne akıl ne de his bulunur" Uludağ, : . Fenâ mertebesinde Tanrı'nın karşısında kendi fiziki varlığını hayal ola‐ rak gören sufî, kendi varlığını tamamen unutmuştur. Ona göre iyi ile köt“n“n mânası kalmaz. Ç“nk“ Allah'tan gelen her şey iyidir. "Tasavvuf târihinde dini emirlere tamamiyle lakayıd kalan sufiler gör“lm“şt“r" Ateş, : . Sofinin mahv mertebesinde meczup haldeyken söylediği şiirleri tevil ve şerh etmek gerçekten g“çt“r. Kaygusuz Abdal'ın: DzKaplu kaplu bagalar Kanatkanmış uçmaga Kertenkele dirilmiş Diler Kırım geçmege Kelebek ok yay almıs Ava şikâre çıkmış Donuzları korkudur Ayuları kaçmaga Ergene'n“n köprisi Susuzlukdan bunalmış Edrene minâresi Eğilmiş su içmege 118 YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER Kaygusuz' un sözleri (indistân'un kozları Bunca yalan söyledin Girer misin Uçmağa" G“zel, : . bu şiiri ile bâzı şiirleri yorumlanamayacak kadar karmaşıktır. İkinci kısım şat‐ hiyeler ise bir bunalım hezeyan anında ziyâde tasavvufî remizlerin m“şahhas varlıklarla mecâzi ifâdesinden ibârettir. Yine Kaygusuz Abdal'ın: "Bir kaz aldım ben karıdan Boynuda uzun borudan Kırık abdâl kanın kurutan Kırk yıl oldu kaynaturum kaynamaz Sekizim“z odun çeker Dokuzumuz ateş yakar Kaz kaldırmış baş'n bakar Kırk g“n oldı kaynaturum kaynamaz Kaygusuz abdâl nidelum Ahd ile vefa g“del“m Kaldurup postı gidel“m Kırk g“n oldı kaynaturun kaynamazdz G“zel, : . şathiyesinde "kazı" nefis; "kırk abdal'ı" veliler, veliler meclisi: "sekiz'i" cennet; "dokuz'u" eflâk, gök mânasına almak icabeder. Yûnus Emre'nin: "Çıktım erik dalına, anda yedim “z“m“ Bostan ıssı kakıyuban, dir ne yersin kozumu" şiirinde de bâzı kelimelerin hakiki mânaları yerine mecâzî mânada kullanıldığı Niyazi Mısrî'nin yaptığı şerhten de anlaşılmaktadır. Asrımızın ilk çeyreğine kadar T“rk cemiyetinin sosyal yapısında m“him fonksiyonları olan tarikâtlar ve târikât ehli m“rid ve m“rşidlerin âşıklar “ze‐ rindeki tesirlerini gözden uzak tutmamak gerekir. Bazı âşıkların da muhtelif 119 PROF.DR. İSA ÖZKAN târikâtların mensubu olduğunu da d“ş“n“rsek, Kaygusuz Abdal ve Yunus ile başlayan bu çığırın XV). asırdan sonra Anadolu'daki Âşık edebiyatının her ne kadar lâdinî hususiyetleri ağır bassa da bu kaynaktan feyz ve ilham aldığı da muhakkaktır. Netice olarak, mahdut sayıdaki malzeme ile ortaya koymaya çalıştığımız yalanlama t“r“, eski, T“rk dini merâsimlerindeki şamanların şuur altlarının sevk‐i tabisi ile söyledikleri dualardan başlayarak, tekerleme ve şathiyelerin tesiriyle âşık fasıllarında icrâ edilen bir t“r olduğunu söyleyebiliriz. Ortaya çıkacak yeni belgelerle bu t“r“n b“t“n“yle aydınlanmasına yardımcı olacağı kanaatindeyiz. SON NOTLAR (1) Bu makalede, Deliktaşlı Ruhsatîǯnin Tilki ve Fare Destanı ile Kaygusuz, (arabî, Behl“l ve Âşık Veyselǯe ait şiirler yer almaktadır. (2) tar: t“nek; ködelen: çarpık y“zl“, kararmış; dih dih dingille-: ye‐ rinde duramamak, hoplat‐; araz: Aras )rmağı; lil: mil, milek, balçıkla karışık kum; tik tik: dik dik; şele şele: salkım saçak ot denki gibi. Bu metinler Kars İli, Merkez ilçeye bağlı K“mbetli Ladikars köy“nde oturan Âşık İslâm Erdenerǯden alınmıştır. (3) Bu yalanlama, yılında P“ryanî ile Çobanoğlu arasında geçmiş ve Doğan Kaya tarafından (ocam Prof. Dr. Umay G“nay vasıtasıyla bize ulaş‐ mıştır. Asıl adı (acı Resul Eser olan P“ryanî, yılında Tokatǯın Arabören köy“nde doğmuştur. Saz çalmasını bilmeyen ve k“ç“k yaşta gözlerini kaybe‐ den P“ryanîǯnin irticâl kabiliyeti çok kuvvetlidir. Bu karşılaşmada söz“ önce P“ryanî alır ve şöhretli rakibini mânevi konuda ölçmek ister. Ancak Çobanoğlu altta kalmamak için söz“ yalana vurur. Sivasǯta yalanlamalara Dzinanması m“m‐ k“n olmayan boş söz manasınadz partal atmak denmektedir. (4) Tekerlemenin bundan sonraki kısımları m“stehcen ve politik unsur‐ lar taşıdığı için metne dâhil edilmemiştir. (5) Kazaklar arasında Kirkbir Yalgan koşaklarına Dzötirik öleŋleridz den‐ mektedir bkz. Sadvakasov, G. G., Uygur Helik Egiz İcadiyiti. Almuta, , s. . (6) Nevşehir İli (acıbektaş İlçesi Sâdık köy“nden Bozdağ adlı kaynak kişiden alınmıştır. bkz. MİFAD, 120 . doğumlu (acı Ali YALANLAMALAR VE TEKERLEMELER KAYNAKÇA Ateş, S“leyman, . İslam Tasavvufu, Ankara. Başgöz, İlhan. . DzMizah Destanlarımızdz, Yağmur ve Toprak, Sayı: . Başgöz, İlhan. Boratav, Pertev Naili. . Folklor Yazıları, İstanbul. . Az Gittik Uz Gittik, Ankara. Boratav, Pertev Naili. . ''Masal Tekerlemelerinin Çeşitleri ve An‐ lamlarıdz, Nemeth Armağanı, Ankara, ‐ . Boratav, Pertev Naili. sallar, İstanbul. Elçin, Ş“kr“. maları Yıllığı, Ankara, Elçin, Ş“kr“. ‐ ‐ . Zaman Zaman İçinde, Tekerlemeler, Ma‐ . Dz(ızrîǯnin Şairnamesidz, T“rk Folklor Araştır‐ . . (alk Edebiyatına Giriş Ercilasun, Ahmet Bican. G“zel, Abdurrahman. . Kars İli Ağızları, Ankara. Garrıyev, Baymuhammet. Aşgabat. Gözler, (. Fethi. G“nay, Umay. (evir, Tömer. İnan, Abd“lkadir. Araştırmalar, Ankara. zan. Uludağ, S“leyman. . Kaygusuz Abdal, Ankara. . G“lelek T“rkmen Folklor Eserleri, . Edebiyat Akımları Yardımcısı, İstanbul. . Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve R“ya Motifi, Ankara. . Molla Zeydin (ekkide Kisse, Ür“mçi. Gölpınarlı, Abd“lbaki. Pantusov, N. N. . Baskı , Ankara. . Tarihte ve Bug“n Şamanizm Materyaller ve . Yunus Emre, Risalat al Nushiyye, İstanbul. . Obraztsı Terançiskaya Naredniy Literaturi, Ka‐ . Kuşeyri Risalesi, İstanbul. Kırzıoğlu, M. Fahrettin. . Dz(alk (ikâyecilerinde Döşeme Söyleme Geleneğidz, T“rk Dili, (alk Edebiyatı Özel Sayısı, Sayı , Aralık. Makal, Tahir Kutsi. . Dz(alk Şiirinde Gerçek“st“c“l“kdz, ). Uluslara‐ rası T“rk Folklor Kongresi Bildirileri, )). Cilt (alk Edebiyatı, Ankara, ‐ . 121 PROF.DR. İSA ÖZKAN MİFAD Arşivi YB MİFAD Arşivi YB Ozanoğlu, İhsan. Sadvakasoy, G. , . . . Âşık Edebiyatı, Kastamonu: (alk Evleri Yay. . G. Uygur (elik Egiz İcadiyiti, Almuta. 122 PİR OLASI PİR OLASI PROF. DR. İSMAİL HAKKI AKSOYAK Gazi Üniversitesi Edebiyatımızda kullanılan dua c“mlelerinden biri de Dzpîr olasıdz kalıp ifa‐ desidir. DzÇok yaşayası, uzun öm“r s“residz anlamında hayır duâ söz“n“ XV). y“zyılda moda bir kullanım olmasına karşın ilk örneği xv. y“zyılda Mecmûatü'n-Nezâirǯde gör“l“yor. Mecmûatü'n-Nezâirǯde Dzpîr olasıdz şöyle geç‐ mektedir: Ol y“zi g“l pîr olası cân diler hâzır ded“m Baş u cân terk eylemek bu yolda bernâdan gel“r Mecmûat“'n‐Nezâir O y“z“ g“l gibi ola sevgilim canımı ister. (azır dedim. Aşk yolunda ba‐ şını vermek gençlere özg“d“r XV). y“zyıla gelince bu tabiri en çok kullanan şair, Budinli (isalîǯdir. (isalî, divanında bu tabire yedi kez yer verir. Bu tabiri kullandığı yerlerde, cevan yani genç kelimesini de kullanarak tezat sanatı yapmayı ihmal etmez. Öyle ki Dzpîr olası nev‐cevân‐taze cevandz tabirleri adeta kalıplaşmış olarak dize‐ lerde arka arkaya gelir. Örneklerin çoğunun böyle olması Dzpir olasıdz ibaresinin Dztaze cevandz ile kalıplaştığını gösteriyor. Meyl idicek ol pîr olası tâze cevâna Gûyâ ki bana manṣıb‐ı aşk oldı mukarrer (isâlî Ol pîr olası şâh‐ı cevân‐baht aceb deg“l Bilmezse kadr‐i âşıkı bir nev‐resîded“r (isâlî Ey pîr olası tâze cevân himmet eyle kim Tutsun (isâli dâmen‐i pâk“n alup ele (isâlî Dîdârına m“ştâk olalı hayli zamândur Ol pîr olası tâze cevânı görebilsem (isâlî Behcet “ h“sni kadrini bils“n Pîr olası cevâna ısmarla (isâlî 123 PROF.DR. İSMAİL HAKKI AKSOYAK Ey pîr olası tâze cevân himmet eyle kim Tutsun (isâli dâmen‐i pâk“n alup ele (isâlî Ey dil ol pîr olası tâze cevânun iriş“r (immet‐i âliyesi âşık‐ı mahzÿna dahi (isâlî (isâlîǯden sonra XV). y“z yılın en önemli şairleri bu tarza iltifat etmeye başlar. M“rşid‐i pîr‐i tarîk eyler m“rîd‐i ışkını Ber‐kemâl “ pîr olası nev-cuvânum var ben“m Üsk“pl“ İshak Çelebi Ömr“m“n bâgı yeşerse nǯola ser‐sebz olsa Nev‐cuvân eyledi ol pîr olası yine beni Üsk“pl“ İshak Çelebi Ey pîr olası tâze cuvân tîg“n olmasa Nûş eylemezdi râhat ile şeyh “ şâb âb (ayretî Pîr olası nev-cevânun koma elden dâmen“n Togrı sözd“r ey Figânî sana irşâdum ben“m Figânî Dîvânçesi Cerr ider b”s‐i leb‐i laʿl“ni Nevʿḭ‐i gedâ Kıl ʿatâ pîr olası tâze cüvânum Fethî Nevǯi El“m almaz mı ol pîr olası mey‐hâne sadrında Dil‐i şeydâya bir sâgar ṣunup irşâda gelmez mi Gelibolulu Mustafa Âlî İnende almagıl ʿuşşâkun âhın Eyâ pîr olası tâze cüvânsın Âhî Gazel 124 PİR OLASI Cüvânsın alma âh‐ı derdmendi Sakın hey pîr olası Lutfî Bâlî (elâkî Nakd‐i eşk“m gördi ol pîr olası sögdi bana Bu meseld“r kim erenler nakde kılmışdur duǮâ Emrî divanı Âhunı sarsar‐ı mahz yaşunı tûfân itmiş Bahr‐ı h“sn“n kapudanı olan ol pîr olası Keştî‐nâme‐i Cûyî Ömr“n efzûn ede devletle (udâ pîr olasın Ey f“rûzân‐g“her‐i baht‐ı cevân hoş geld“n Nâilî Sonuç olarak; ilk örneğini XV. y“zyılda bulduğumuz Dzpîr olasıdz tabiri XV. y“zyılda oldukça yaygınlık kazanmıştır. XV)). y“zyılda da devam eden bu tabir, şu andaki verilere göre, gör“lmez. Bu veda yazımı (ocamız ve evladı Merve için dua ederek bitiriyorum: Uzun öm“r s“rs“n “ çok yaşasın Merve ile DzPîr olasıdz Profesör Pâkize Pervîn Aytaç. KAYNAKÇA Aksoyak, İ. (akkı. . Gelibolulu Mustafa Âlîǯnin Divanları Divan‐))‐ ))) , The Department of Near Eastern Languages and Civilizations, (arvard University, Sources of Oriental Languages and Literatures. Ekrem, Bektaş. . " . Asırda Gemi Yolculuğunu Yeren Bir Manzu‐ me: Cûyî'nin Keştî‐nâme'si." Turkish Studies = T“rkoloji Araştırmaları , S. , ‐ . Canpolat, Mustafa. . Mecmû'at“'n‐nezâ'ir: metin‐dizin‐tıpkıbasım, Ankara: T“rk Dil Kurumu Yayınları. Çavuşoğlu, Mehmed ve Ali Tanyeri. . (ayretî, Dîvan, İstanbul: İs‐ tanbul Üniversitesi Edebiyat Fak“ltesi Yayınları. 125 PROF.DR. İSMAİL HAKKI AKSOYAK Çavuşoğlu, Mehmed‐M. Ali Tanyeri. İstanbul: Mimar Sinan Üniversitesi Yayınları,. Çavuşoğlu, Mehmet. si Edebiyat Fak“ltesi Yayınları. . Üsk“pl“ İshak Çelebi, Divan, . (elâkî Divanı, İstanbul: İstanbul Üniversite‐ Ekrem Bektaş. . " . asırda Gemi Yolculuğunu Yeren Bir Manzu‐ me: Cûyî'nin Keştî‐nâme'si", Turkish Studies = T“rkoloji Araştırmaları , S. , ‐ . Ercan, Özlem. İpekten, (alûk. . Peşteli (isâlî Dîvânı, Bursa: Gaye Kitabevi. . Nâ'ili Divanı, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Kaçalin, Mustafa. Âhî Divanı, e‐kitap. Karahan, Abd“lkadir. . Figanî Divançesi, İstanbul: İstanbul Üni‐ versitesi Edebiyat Fak“ltesi Yayınları. Saraç, M. A. Yekta. . Emrî Divanı, Eren, İstanbul. Tulum, Mertol‐Mehmet Ali Tanyeri. bul Üniversitesi Edebiyat Fak“ltesi Yayınları. 126 . Nevǯi Divanı, İstanbul: İstan‐ TÜRK ÖKÜN/ÖGÜN, ÇALIŞ, GÜVEN TÜRK ÖKÜN/ÖGÜN, ÇALIŞ, GÜVEN PROF. DR. MUSTAFA SEVER Gazi Üniversitesi Geleceğe özg“ planlar yapma, geleceği biçimlendirme, yarınlara g“venle bakma, geçmişin tecr“belerinden, yaşanmışlıklarından faydalanarak yapılır. Geçmişte yaşayan insanların tecr“be ettikleri olumlu veya olumsuz olay ve durumlar, daha sonra milletin hafızasında yeniden yapılanır; değişir, dön“ş“r, unutulur, kalıp anlatımlara, vb. dön“şerek bir anlatım şekline girer ve ‐gerçek veya kurmaca‐ yaşayan insanlar için birer rehber olur. Gerek yazılı gerekse sözl“ aktarımla yaşanan zamana taşınan geçmiş tecr“beler, içinde bulunulan zamanın insanları için yol gösterici ve toplumsal değerlerin bir toplamıdır. Bu yaşanmışlıklar, tecr“beler tarihtir. Milletin ortaya çıkışını, yaşayışını, bu yaşa‐ yışa etki eden olayları, olaylar arasındaki bağları, bağlamına uygun şekilde anlatan, inceleyen ve sonuçlara ulaştıran bir bilim dalıdır tarih. Milletin ortak hafızasını, ortak aklını, ortak değerlerini ve dolayısıyla ortak “lk“s“n“ içerme‐ si ve bu içeriği vaǯz etmesiyle toplumsal bağların inşasını ve geliştirilmesini sağlayıcı etkinliktedir. Tarih, yaşanmışlıkların; bir olaylar, durumlar dizisi ola‐ rak kronolojik şekilde aktarılması olarak gör“lmemelidir. Zira milletin genel karakterini, değer yargılarını; yani millet beynindeki ak ile karayı, olumlu ile olumsuzu, doğru ile yanlışı, vd. sergileyen bir bilim dalı olarak kişiye ve dolayı‐ sıyla millete yaşanmışlıkların nedenlerini ve sonuçlarını göstererek kişiye ve millete tecr“beleri muhakeme etme, geleceği biçimleme g“c“ kazandırır. Zengin bir geçmişi ve örnek bir tarihi olan T“rk milleti, tarihinden gerek‐ li bilgi ve tecr“beleri öğrenmek, bu tecr“belerin ışığında da geleceğine yön vermek durumundadır. Tarih tekerr“rden ibarettir denirse de tarihte yapılan yanlışlar, hatâlar tekerr“r eder. Kişiye, millete d“şense bu yanlışlardan, hatâ‐ lardan gerekli dersi almaları ve aynı t“rden yanlışlara d“şmemeleridir. T“rk irfân ve medeniyetinin yazılı belgelerinden olan Gökt“rk Abideleri, T“rk mille‐ tine, tarihte yaptığı hatâlardan, yanlışlardan ne denli zarar görd“ğ“n“, nasıl yok olmakla karşı karşıya kaldığını ve ne yolla kurtuluşa erdiğini gösteren önemli belgelerdir ve yol göstericilikleri g“n“m“zde de s“rmektedir. Aynı sı‐ kıntılarla . y“zyılda da karşılaşan Anadolu T“rkleri, yine tarihî geçmişi ve 127 PROF.DR. MUSTAFA SEVER tecr“belerinin yol göstericiliğiyle kurtuluşunu gerçekleştirmiştir. D“n, Bilge Kağan milletine yol gösterip yön çizerken . y“zyılın hemen başında da Mus‐ tafa Kemal aynı görevi yerine getiriyordu. Çalışmamızda Gökt“rk Abideleriǯndeki ve Gençliğe (itâbeǯdeki mesajlar “zerinde durulacaktır. Göktürk Abideleri DzTürk budun tokurkak sen. Açsık tosık ömez sen. Bir todsar açsık ömez sen. Antagıngın üçün igidmiş kaganıngın sabın almatın yir suyu bardıg. Kop anda alkıntıg arıltıg.”//“Türk Milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için, beslemiş olduğun kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin.dz K“l Tigin/G“ney, ‐ . Bu sözler, Bilge Kağanǯın, k“ç“k kardeşi K“l Tiginǯin ǯde vefatı “zeri‐ ne onun adına diktirdiği abidede belgelenen T“rk milletine uyarısıdır. Diğer yandan da T“rk devlet adamının milletine karşı sorumluluğunun farkında olu‐ şunu gösteren sözlerdir. Tarih boyunca T“rk devlet adamı milletine karşı sorumluluğunu en başa koymuş; birlik, b“t“nl“k ve refah içerisinde bir toplumsal hayatı tesis etme yön“nde gayret sarf etmiştir. Aldığı kararlar, her zaman ortak akıl çerçevesin‐ de ve devletin, milletin bekası yön“nde olmuştur. Elbette bu kararlar, kağanın kendi başına aldığı ve uyguladığı kararlar değildir. Kağanın yanında yaşıyla, bilgisi, görg“s“ ve tecr“besiyle adeta ortak aklın, ortak şuurun sözc“s“ niteli‐ ğindeki kişiler vardır ki bu kişiler T“rk k“lt“r“nde Dzaksakaldz olarak adlandırı‐ lır. T“rk tarihinin her döneminde kağanın meclisinde bu aksakallar yer almış, kağanın adeta yol göstericisi olmuşlardır. Mete (an MÖ ‐MÖ devrin‐ den başlayarak devletin temel kurumu olarak Dzkurultaydzda devleti, milleti ilgi‐ lendiren her t“rl“ konu, mesele m“zakere edilir, böylece karar alınırdı. DzKurul‐ tay, bir danışma meclisi [olup] Oğuz T“rkçesindeki asıl karşılığı kengeş demek‐ tir.dz Ögel, : . İhtiyaç halinde Kengeş, kağan olmasa da Dz Ǯaygucıǯ veya Ǯ“geǯ unvanıyla anılan devlet danışmanlarının başkanlığında toplanırdı. Başta Ǯhatunǯ ve Ǯşadǯ olmak “zere Ǯyabgu, tigin, il‐teber, erkin, k“l‐çor, apa, tudun, tarkanǯ gibi askerî ve idarî y“ksek görevliler, devlet meclisinin tabiî “yeleri idi.dz Koca, : . 128 TÜRK ÖKÜN/ÖGÜN, ÇALIŞ, GÜVEN Kurultayın, dolayısıyla kağanın aldığı kararlar ve uygulamalar milletin istikrar içinde huzurunu ve refahını tesis etmekti. Gökt“rk Abideleriǯnde Bilge Tonyukuk ve Bilge Kağan, ağzından yönetenlerin milletine, milletin de yöne‐ tenlere karşı görev ve y“k“ml“l“kleri dile getirilir. Yönetici kişi/kişiler, Dztün udısıkım kelmedi, küntüz olursıkım kelmedi//gece uyuyacağım gündüz oturacağım gelmedidz Tonyukuk )/G“ney, diyerek gece uyumadan g“nd“z oturma‐ dan K“l Tigin/Doğu, T“rk milleti için hareket edecektir. Yöneticilerin bi‐ rinci görevi DzT“rk ulusunu devletsiz bırakmamak, boylarını bir araya topla‐ makdz Niyazi, : milleti d“zene sokmaktır. Bunun yolu da töreyi d“zen‐ lemekle m“mk“nd“r. DzÜze kök tengri asra yağız yir kılındukda ikin ara kişi oglı kılınmış. Kişi oglında üze eçüm apam Bumun Kagan, İstemi Kagan olurmış. Olurupan Türk budunung ilin törüsin tuta birmiş, iti birmiş//Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutu vermiş, düzenleyivermiş.dz K“l Tigin/Doğu, . Abidelerde bu ve benzeri birçok yerde töreye vurgu yapılır; zira birlik, b“t“nl“k töreyle/yasayla sağlanır. Töre karşısında kimsenin kimseden “st“nl“ğ“, ayrıcalığı yoktur. Tö‐ re, ayrıca yaşanan tecr“belerin bir sonucu olarak ortak aklı da içermesiyle tarihin de kendisidir. Divânu L“gâtiǯt‐T“rkǯte Dzİl kaldı törü kalmas//Ülke terk edildi; fakat töre terk edilmedidz Ercilasun‐Akkoyunlu, : denilirken, ilin/devletin/“lkenin kaybedilebileceği, ancak milleti var edenin onun töresi, yani ortak hafızası/şuuru olduğu; törenin kaybının milletin yok olmasıyla eş‐ değer olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bir millet olarak yaşanan olaylardan Dzöğ“t payı çıkarma ve edinilen tec‐ r“belere göre yeni bir yol bulma işinde T“rkler, herhalde d“nyada başta gelen milletlerden biri idiler. Zaten T“rklerde kanun ve törelerin diğer bir adı da Ǯyolǯ idi. (erkes bu yoldan gitmek zorunda idi. Bu yoldan çıkanlar Ǯyanılmışǯ olur ve yanılanın da sonu öl“m idi.dz Ögel, : . Abidelerde özellikle Bilge Kağan dilinden T“rk milletine s“rekli îkâzların yapıldığın gör“r“z. Gök Tanrı, T“rk“n Tanrısı, kutsal yer ve suları tanzim etmiş, insanların bir d“zen, töre/yasa içeri‐ sinde, yaşaması için de T“rk“ göndermiştir. Töre ne zaman göz ardı edilmişse sıkıntılar başlamış, il/devlet başkalarının hâkimiyetine girmiştir. G“çs“z, ira‐ desiz, zayıf kağanların erki ele geçirmesiyle T“rk milleti birçok defa yok ol‐ mayla karşı karşıya kalmıştır. Yukarıda T“rk Tanrısı, T“rk milleti yok olmasın diye g“çl“ kağan ve hatunu iktidara getirmiştir K“l Tigin /Doğu, . 129 PROF.DR. MUSTAFA SEVER Bilge Kağan ve K“l Tigin, çocukluklarından başlayarak Bilge Tonyukuk gibi bir bilge devlet adamını her an yanlarında bulmuş ve onun bilgi ve tecr“‐ beleriyle yetişmişlerdir. ǯde K“l Tiginǯin erken öl“m“, Bilge Kağanǯı derin‐ den etkilemiş, Dzdevletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rol oynamış bulu‐ nan kahraman kardeşine karşı duyduğu minnet duygularının ve kendisini sa‐ natkârane bir vecd ve coşkunluğun içine atan m“thiş teess“r“n ebedî bir ifa‐ desidz Ergin : olarak K“l Tigin Abidesiǯnde ve daha sonrasında ǯte kendi öl“m“ “zerine oğlu Tengri Kağan tarafından dikilen Bilge Kağan Abide‐ siǯnde T“rk milletine seslenmiştir. Bu seslenme bir îkâzdır: DzTürk budun ertin, ökündz K“l Tigin/Doğu, DzBu sabımı edgüti eşid, katıgdı tıngla” K“l Tigin/G“ney, //Türk milleti kendine dön, aklını başına devşir/Bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinledz şeklindeki sözlerle T“rk milletinin yanlışlarından dönmesini, aklıyla hareket etmesini işaret etmektedir. Ç“nk“, duygularıyla hareket eden, kolay olanı yeğleyen T“rk milleti bunun cezasını çok çekmiştir. Çin milleti bin bir entrikayla y“r“tt“ğ“ casusluk faaliyetleriyle, devlet adamla‐ rına verdikleri hediyelerle, Çinli kızlarla yaptırdıkları evliliklerle, çeşitli ticarî faaliyetlerle kendi yaşayışına yakınlaştırdığı milletleri ‐en başta da T“rk mille‐ tini‐ benliklerinden uzaklaştırıp köleleştirir. DzEdgü bilge kişig edgü alp kişig yorıtmaz ermiş//İyi, bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmişdz K“l Tigin/G“ney, . D“ş“nme, çevreyi algılama, yerleşim, toplumsal hayat, bu hayatı d“zen‐ leyici hukukî ilkeler, davranış ve tavırlardaki dinî ve ahlâkî ilkeler, vb. açıların‐ dan T“rklerin yaşayışıyla Çin milletinin yaşayışı çok farklı idi. T“rkler hareket‐ li, etkin ve dışa dön“k hayat tarzlarıyla varlıklarını devam ettiriyorlardı. Çin milleti ise, böylesi hareketli, adeta bir sel gibi taşan T“rklerden rahatsız idi. Bu sebeple hilelerle, sahtekârlıklarla, T“rk milletini aldatıyor; k“ç“k kardeşi b“‐ y“k kardeşe d“ş“r“yor, beyi ve milleti karşılıklı çekiştirtiyordu. Bunun sonu‐ cunda da T“rk milleti devletsiz, kağansız kalıyor; Çin milletine beylik oğlunu kul, hanımlık kızını cariye kılıyordu. T“rk beyleri T“rk adını bırakıp benlikle‐ rinden uzaklaşırken Çin beyleri Çin adını muhafaza ediyorlar ve T“rk milletini yok etmeyi, kök“n“ kurutmayı planlıyorlardı Bilge Kağan/Doğu, ‐ . T“rk halk kitlesi, durumun vahametini anladığında ise, iş işten geçmiş oluyor, t“rl“ sıkıntıları yaşamak zorunda kalıyor, kendisini tanzim ve tertip edemediğinden yine teslim oluyordu K“l Tigin/Doğu, . Fakat içten içe kaynıyor, pişman oluyor ve geleneğinde ilsizliğe/devletsizliğe, töresizliğe, esarete yer olmadı‐ ğından Gök Tanrıǯnın yardımıyla da teşkilatlanıp h“rriyetini ve bağımsızlığını yeniden elde ediyordu. 130 TÜRK ÖKÜN/ÖGÜN, ÇALIŞ, GÜVEN Bilge Tonyukuk ve dolayısıyla Bilge Kağan, birçok defa yaşanan bu yanlı‐ şın ne ilk ne de son olmadığını tarihî geçmişten gelen bilgiyle hatırladıkların‐ dan T“rk milletini uyarıyorlardı. Bilge Kağan, DzTürk Oguz begleri budun eşiding: Üze tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun, ilingin törüngin kim artatı, udaçı erti? Türk budun ertin, ökün//Türk, Oğuz beyleri, milleti işit: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti ilini, töreni kim bozabilecekti? Türk milleti pişman ol, kendine dön, aklını başına devşirdz derken insanın bir zaman sonra, sıkıntıların atlatıldığı zamanda geçmişi, yaşananları çabuk unu‐ tacağını da bilir. Bunun için de DzTürk begler budun bunı eşiding. Türk budun tirip il tutsıkıngın bunda urtum. Yangılıp ölsikingin yime bunda urtum. Neng neng sabım erser benggü taşka urtum. Angar körü biling.//Türk beyleri, milleti bunu işitin! Tüm milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Yanılıp öleceğini yine burda vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilindz K“l Tigin/G“ney, diye uyarısını beng“ şekilde belgeler. Göktürk Abideleri’nden Gençliğe Hitâbe’ye Gökt“rk Abideleri, beng“ taşlardır; yani ebedî belgelerdir. Bilge Kağan, DzHer ne sözüm varsa bengü taşa vurdumdz derken bu tarihî uyarısının çağlar ötesine bu belgelerle ulaşacağını da bilir. T“rke DzHer ne zaman darda kalır, sıkıntıya düşersen bu taşlardaki sözlerime bakarak kurtuluşu bulursundz demek‐ tedir. Ç“nk“, uzun s“rede kazanılanlar; bilgisizlikle, şuursuzlukla, dirayetsiz‐ likle çabuk yitirilir. Bu sebeple dost da d“şman da iyi tanınmalı, bilinmelidir. Nitekim, Bilge Kağanǯın vefâtından yıl sonra d“nyaya gelen Mustafa Kemal, b“y“y“p T“rk“n geleceğine yön verdiği s“reçte hiç ş“phe yoktur ki bu beng“ taşlardaki mesajı almış ve ona göre hareket etmiştir. Kurtuluş Sava‐ Arslan Bulutǯun Mart tarihli Yeniçağ Gazetesiǯndeki yazısında bu konuda verilen bilgi: Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya DzAtat“rk ve T“rk Dilidz başlıklı bir konferansında aynen şu ifadeleri kullanmıştı: DzBen Atat“rkǯ“n okuduğu bazı kitapları inceledim. Atat“rk, Vilhelm Thomsenǯin )nscriptions de lǯOrkhon Orhun Yazıtları adlı eserini okumuş. Birçok kelime‐ nin altını mavi kalemle, kırmızı kalemle çizmiş, bazı kelimeleri yeniden terc“me etmiş, ba‐ zen soru işareti koymuş. Kısacası Atat“rk millî pınardan su içmiş, ecdadımız Köl Tiginǯin, Bilge Kağanǯın metinlerini orijinalinden okumuş. Atat“rk kök“m“z“, geçmişimizi bildiği için Batılıların yapmış olduğu yanlış tarih yorumları karşısında T“rk Tarih Kurumuǯnu kurduru‐ yor.dz Ayrıca Muhittin Nalbantoğlu da Atat“rkǯ“n okuduğu kitapları tek tek incelemiş ve bunlar arasında yılında T“rkçe olarak da basılan Orhun Abideleri kitabının da matbaadan çıkar çıkmaz Atat“rkǯe hediye edildiğini tespit etmiştir. Nalbantoğlu, Bilge Kağanǯın DzEy T“rk budunudz diye başlayıp b“t“n T“rk Milletiǯne hitap ettiği son sayfanın kenarına, Atat“rkǯ“n 131 PROF.DR. MUSTAFA SEVER şıǯnın, T“rkiye Cumhuriyetiǯnin kuruluşu ve kurumsallaşması s“reçlerinin an‐ latıldığı Nutukǯta ve özellikle de Nutukǯun sonuna koyduğu Gençliğe (itâbeǯde T“rk milletine Bilge Kağan dilinden îkâzlarda bulunur ve yön gösterir. Gençliğe vurgu yapması boşuna değildir; ç“nk“ gençlik, onca zorluklardan sonra kuru‐ lan T“rkiye Cumhuriyetiǯnin bekâsının teminatıdır. Mustafa Kemal, geçmişte yapılan yanlışları, yaşanan t“rl“ sıkıntıları dile getirirken çıkış yolunu da işaret eder. Nutukǯun sonunda DzBu uzun ve ayrıntılı sözlerim, tarihe mal olmuş bir devrin öyküsüdür. Burada ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem, kendimi mutlu sayacağım.dz derken sözlerinin bir îkâz olarak idrak edilmesini işaret eder ve Genç‐ liğe (itâbeǯnin daha başında özel olarak gençliğe, genel olarak ise T“rk milleti‐ ne Dzvazifedzsini hatırlatır. Mustafa Kemalǯin dilinden T“rk milletinin/T“rk genç‐ liğinin vazifesi, her ne şartta olursa olsun T“rk istiklâlini, T“rk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve m“dafaa etmektir. DzBug“n de gelecekte de T“rk milleti‐ nin köt“l“ğ“n“ isteyecek ve bu yönde gayret edecek dâhilî ve haricî kara kalpli köt“ler olacaktır. Bunları bilerek hareket et. İmkân ve şartlar m“sait olmayabi‐ lir, d“şman emsali gör“lmemiş g“çte olabilir. Ülke gerek zorla gerekse de hi‐ leyle, entrikalarla işgal edilebilir. Daha köt“s“ ve korkuncu, “lkede iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet içerisinde bulunabilirler. (atta kendi şahsi çıkarları için yurduna girmiş d“şmanlara yardım ve yataklık yapabilirler. Millet, yoksul‐ luk ve sıkıntı içinde harap ve bitkin d“şm“ş olabilir. İşte bu şartlarda bile gö‐ revini unutma. Damarlarındaki soylu kandan g“ç alarak T“rk milletinin h“r ve bağımsızlığı için çalış.dz SONUÇ Gençliğe (itâbeǯde T“rk gençliğine, T“rk milletine îkâzlarda bulunan Mustafa Kemal, açılışı 1 Kasım 1934’te yapılan şimdiki Güven Park’ta bulunan Güven Anıtı’nın yüzeyine “Türk öğün, güven, çalış!” sözlerini yazdırmıştır. Bu sözlerdeki “öğün” sözü, birçok yerde öğünmek, övünmek şeklinde anlaşılmıştır. Oysa Mustafa Kemal, Bilge Kağan gibi milletine Dzök“nmesinidz tavsiye eder. T“rkçede öğ/ök; akıl, hatır, zihin anlamındadır. Gök kendi el yazısıyla, DzB“y“k nutuk böyle bir ifadeyle hitam bulacaktırdz diye not d“şt“ğ“n“ de görm“şt“r. Geniş bilgi için http://www.isteataturk.com/haber/ /guven‐anitinin‐acilisinda‐ Erişim: . . . 132 TÜRK ÖKÜN/ÖGÜN, ÇALIŞ, GÜVEN Tengriǯnin T“rklere ve de insanlığa bahşettiği, T“rk devletini derleyip, topar‐ layıp ayağa kaldıran çağımızın İlteriş Kağanǯı, Bilge Kağanǯı Mustafa Kemal, Gökt“rk Abideleriǯndeki Dzök“n‐dz fiilini kullanarak T“rk milletine Dzönce d“ş“n, aklını başına devşir, aklınla hareket et. Sonra, akılla, bilimle çalış. Bunları yap‐ tıktan sonra da emîn ol, kendine g“vendz demektedir. T“rk tarihinde İlterişler, Bilgeler, K“ltiginler, Alparslanlar, Fatihler, Mus‐ tafa Kemaller t“kenmez. Aslǯolan ataların ve dolayısıyla onların söz ve hareket‐ lerini nesnel şekilde anlamak ve o yönde hareket etmektir. Bunun için Mustafa Kemalǯin dilinden söylersek muhtaç olduğumuz g“ç, kuvvet damarlarımızdaki soylu kanda mevcuttur. KAYNAKÇA Yay. Yay. Ercilasun, A. B.‐Akkoyunlu, Z. Ergin, Muharrem. . Dîvânu Lugâtiǯt T“rk, Ankara: TDK . Orhun Abideleri . Baskı , İstanbul: Boğaziçi Koca, Salim. . DzEski T“rklerde Devlet Geleneği Ve Teşkilâtıdz T“rk‐ ler Ans. )). C, Ankara: Yeni T“rkiye Yayınları, S. . Niyazi, Mehmet. Ögel, Bahaeddin. MEB Yay. Ögel, Bahaettin. Basımevi. . T“rk Devlet Felsefesi, İstanbul: Öt“ken Yay. . T“rk K“lt“r“n“n Gelişme Çağları, İstanbul: . T“rklerde Devlet Anlayışı, Ankara: Başbakanlık 133 KAZAK ŞAİRİ VE YAZARI MİRJAKIP DUVLATULI İLE TÜRK YAZAR VE ŞAİRLERİ ARASINDA ORTAKLIKLAR KAZAK ŞAİRİ VE YAZARI MİRJAKIP DUVLATULI İLE TÜRK YAZAR VE ŞAİRLERİ ARASINDA ORTAKLIKLAR PROF. DR. NACİYE ATA YILDIZ Gazi Üniversitesi T“rk D“nyasında . başlarında Gaspıralı İsmail Bey tarafından başlatı‐ lan Ceditçilik yani yenilik hareketi, Kazakistanǯda da etkili olmuş, diğer T“rk boyları gibi Kazaklar arasında da entelekt“el bir z“mre oluşmuş ve Ceditçi d“ş“nceleri benimseyen Kazak aydınları, Kazaklar arasında millî uyanışın ger‐ çekleşmesine önc“l“k etmiştir. Bu Kazak aydınlarından biri de hem siyasi ha‐ yatta hem de edebi alanda önder bir şahsiyet olan Mirjakıp Duvlatulıǯdır. Mirjakıp Duvlatulı yılında Torgay şehrinde d“nyaya gelmiştir. Ka‐ zakların Arğın boyundan olan Duvlatulı, önce köy mektebine başlamış, daha sonra Torgayǯdaki Kazak‐Rus mektebine geçerek bu okulu bitirmiştir ‐ . yılında tanıştığı Kazak aydını Ahmet Baytursınulı, Duvlatulıǯnun milliyetçi fikirlere sahip olmasında etkili olmuş; yılından itibaren Duvlatulı bağımsızlık ve eşitlik fikirlerini dile getirmeye ve Çarlık rejimine karşı faaliyetlere katılmaya başlamıştır. yılında Kazanǯda yayımlanan DzOyan Kazakdz şiiriyle tanınan Mirjakıp Duvlatulı roman, hikâye, piyes ve şiir gibi çeşitli edebiyat alanlarında eserler vermiş; Aykap, Kazak, Jas Azamat, Sarı Arka, Ak Jol gibi Kazak ve Özbek topraklarında çıkan gazetelerde yazılar yazmıştır. yılında Aykap gazetesinde yayımladığı yazılarındaki milliyetçi fikir‐ leri, yılında Alaş hareketine katılması, yılında da Sovyet (“kumetine karşı gizli faaliyetler y“r“tt“ğ“ gerekçesiyle hapse atılmış; yılındaki idam cezası on yıl hapse çevrildiyse de yılında Baltık kanalında‐ ki esir hapishanesinde hastalanarak vefat etmiştir Koç, İşina, Korganbekov : ‐ . Öl“m“n “zerinden elli yıl geçtikten sonra yılında akla‐ nan Duvlatulı ve eserleriyle ilgili olarak T“rkiyeǯde Ferhat Tamir, Metin Arıkan, Nergis Biray, Kenan Koç, Cemile Kınacı gibi araştırmacılar çalışmalar yapmış‐ 135 PROF.DR. NACİYE ATA YILDIZ lardır . Bu çalışmalar Mirjakıp Duvlatulıǯnın hayatını çeşitli cepheleriyle ortaya koymakta ve eserleri hakkında da önemli bilgileri dikkatlere sunmaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada, Kazak aydının hayatı ve eserleri “zerinde durulma‐ yıp Mirjakıp Duvlatulıǯnın birkaç eseriyle T“rkiye T“rklerinin edebiyatlarında‐ ki benzerlikler tespit edilmeye çalışılacaktır. Bu eserlerden birisi Duvlatulıǯnın Oyan Kazak başlıklı şiir kitabında yer alan şiiridir: Közindi aş, oyan, Kazak, köter bastı,/Gözünü aç, uyan Kazak, kaldır başını, Ötkizbey karangıda beker castı./Geçirmeden karanlıkta boşyere hayatını. Cer ketti, din naçarlap, hal haram bop,/Toprak gitti, din naçar oldu, halimiz harap oldu, Kazak halkım, endi catuv caramas-tı./Kazak halkım, şimdi yatma zamanı değil. Bu şiirden sonra dikkatleri “zerine çekerek takip edilmeye başlanan Duvlatulı, fikirleri sebebiyle hapse atılmış, buna rağmen yılmayarak Kazak halkının uyanması ve olan bitenin farkına varması için eserler vermeye devam etmiş ve bu fikirler uğruna hayatını kaybetmiştir. ǯl“ yılların başları, T“rk D“nyasının bu yakasında da T“rklerin zor g“nler geçirdiği, artık yıkılmakta olduğu anlaşılan bir imparatorluğun verdiği karamsarlık perdesi arkasında yerine millî bir devletin kurulma “midinin ya‐ şandığı, toprakları işgal edilen T“rkiye T“rklerinin ayakta kalma, vatanına sahip çıkma m“cadelesini verdiği yıllardır. T“rk edebiyatında Duvlatulı ile aşağı yukarı çağdaş olan Mehmet Emin Yurdakul da ‐ yılında DzEy T“rk Uyandz isimli şiir kitabıyla T“rk halkına seslenmiştir. İki şairin aynı başlıkla halkına seslenmesinin sebebi, iki coğrafyada da T“rkǯ“n başına zor işlerin gelmesi, vatanın bağımsızlığının tehlikeye d“şmesidir. Ceditçilikle bir‐ likte T“rk D“nyasının birçok köşesinde uyanma fiilinin vurgulandığı şiirler yaygın olarak gör“l“r. Bu şiirlerde T“rk halkının hem siyasi olaylar karşısında Bkz. Ferhat Tamir, DzKazak T“rkleri Edebiyatıdz, T“rk D“nyası El Kitabı, , s. ‐ ; Metin Arıkan, DzMirjakıp Duvlatulı: (ayatı ve Eserleridz, Modern T“rkl“k Araştırmaları Dergi‐ si, Cilt , Sayı , Aralık , s. ‐ ; Metin Arıkan, DzKazak Edebiyatında İlk Roman ‐ Bakıtsız Jamal‐dz, Turkish Studies )nternational Periodical For the Languages, Literature and (istory of Turkish or Turkic Volume / Fall, , s. ‐ ; Nergis Biray, DzMirjakıp Dulatulı (ayatı ve Eserleridz, T“rkiye Dışındaki T“rk Edebiyatları Kazak Edebiyatı )) Cilt , , s. ‐ ; Cemile Kınacı, DzCeditçi Kazak Aydını Mirjakıp Duvlatulı'nın ‐ Balkıya Tiyatro Eserinde Kazaklarda Kadın Sorunudz, Gazi T“rkiyat, Bahar / , s. ‐ . 136 KAZAK ŞAİRİ VE YAZARI MİRJAKIP DUVLATULI İLE TÜRK YAZAR VE ŞAİRLERİ ARASINDA ORTAKLIKLAR duyarsız kaldığı, hem de cehaletten uyanmadığı vurgulanır. Mehmet Emin Yurdakul da Mircakıp Duvlatulı ile aynı amaçla, T“rk D“nyasının birbirinden kopartılan bu köşesinden seslenmektedir; Ey kardaşlar uyanın Şu Türklüğe can verin, Hep arılar kovanın Turan ili Türklerin. ….. Artık uyan! Necat günü gelmiştir, Şu Türklüğü felaketten kurtarmak, Onu yine selamete çıkarmak, Senin için en mübarek bir iştir. der. T“ccarzade İbrahim (ilmiǯnin ‐ de DzT“rkiye Uyandz başlıklı bir kitabı vardır. Bu eserlerin hepsinde T“rkl“k ve vatan sevgisi işlen‐ mektedir. Duvlatulı sadece şiir yazmamıştır. Duvlatulıǯnın eski gelenekleri ve eski eğitim tarzını, evlenme usullerini eleştiren Balkıya isimli tiyatro eserinde ama‐ cı, Kazakları okumaya sevk ederek aile kurma sistemindeki çarpıklıkları da gözler ön“ne sermektir. Aile kurma sistemindeki yanlışlıklar konusuna dikkat çeken bir eser de T“rk edebiyatında Şinasi Efendi ‐ tarafından yazılmış olan Şair Evlenmesi’dir. Bu eserde de evlilik sisteminin aksayan yönleri tenkit edilir ve bu işe alet olan mahalle imamı din adamlarının, mahallenin muhtarı da idareci‐ lerin sembol“ olarak hicvedilir. Yazar, onlar vasıtasıyla, evlenmek isteyen gençler “zerinde art niyetli kişilerin oynadıkları oyunları ortaya koyar. Komedi tarzında kaleme alınmış olan Şinasiǯnin eseriyle Duvlatulıǯnın eseri toplumun aksayan bir yön“n“ ortaya koymaları açısından benzer eserlerdir. Balkıyaǯda eski tarz eğitim veren, halkın dinî duygularını kullanarak zengin olma amacı peşinde koşan, dalavereci, işg“zar molla tipi tenkit edilir. Ceditçi öğretmen Kasım ve molla arasındaki çatışma, o dönemin önemli iki z“mresi arasındaki sosyal çatışmayı ortaya koyar. Şair Evlenmesi’nde de aynı çatışma imam ve şair arasında, mizahi unsurlar ön plana çıkartılarak gözler ön“ne serilir. 137 PROF.DR. NACİYE ATA YILDIZ T“rk edebiyatında Reşat Nuri G“ntekin ‐ tarafından yazmış Çalıkuşu adlı romanda, İstanbullu kökl“ bir ailenin kızı olan çocuk ruhlu Feri‐ de'nin çok sevdiği nişanlısı tarafından aldatıldığı için kendini öğretmenlik mes‐ leğine adaması ve hayatını kazanabilmek için Anadoluǯda şehir şehir dolaşması anlatılır. Melodram öğeleri ile y“kl“ bir aşk öyk“s“ gibi gör“len bu eserde b“‐ rokrasi eleştirisi, kadınların Osmanlı toplumunda var olma m“cadelesi, öğret‐ menlik mesleğinin icrası gibi pek çok konu ele alınır. Feride idealist ve yeni tarz eğitim veren bir öğretmen olarak her ne kadar farklı cinsten de olsa pek çok açıdan Duvlatulıǯnın Balkıya isimli tiyatro eserinin idealist öğretmeni Ka‐ sım ile benzerlik gösterir. Mirjakıp Duvlatulı Balkıyaǯda, Ceditçi‐kadimci tartışmaları içinde Ceditçi Kazak gençlerini olumlu kahramanlar olarak kurgulamıştır. Başta Ceditçi Ka‐ sım ve onun arkadaşları şahsında dönemin Ceditçi aydınları ve onların ideolo‐ jileri tiyatroya olumlu bir şekilde yansıtılmıştır. Kasımǯın Balkıyaǯya ya telkin etmeye çalıştığı aydın bir Kazak kızı olma yolundaki fikirler, T“rkiye T“rkleri‐ nin edebiyatında Çalıkuşu romanında Feride karakterinde ortaya konulmuştur. Feride, Osmanlıǯnın evine kapanmış kadın tipinin yerine, okumuş ve bilgisini her t“rl“ zorluğa rağmen yeni nesillere ulaştırmaya, bir başka ifadeyle onları da uyandırmaya çalışan bir karakter yani “reten, çalışan yeni T“rk kadını tipi‐ dir. Balkıyaǯda Kasımǯın amacı da bu karakterde Kazak kızları yetiştirmektir. Duvlatulıǯnın bir başka eseri olan Bakıtsız Jamal “Bahtsız Jamal” romanı‐ nın başkahramanı Jamal'ın babası sert ve kaba biri insan olan Sersenbay, anası ise nazik ve akıllı bir kadın olan Şolpan'dır. Jamal, babasının zoruyla yazarın Dzkeldz ve Dzköt“dz olarak tanıttığı Juman ile evlenir. Jumanǯın babası da merha‐ metsiz köy idarecisi Bayjanǯdır. Jamal, Galiy adında bir genci sever. Galiy, Jamalǯı alıp kaçar; önce bir t“ccarın sonra da Galiyǯin dayısının evine saklanır‐ lar. Galiy burada hastalanıp aniden öl“r. Evsiz barksız kalan Jamal kocasının evine döner, fakat kovulur. Karda kışta atlanıp Galiy ile birlikte saklandıkları t“ccarın evine sığınmak “zere giderken bozkırda donarak öl“r. Jamal tipi ile, Mircakıp Duvlatulı Kazak kadınını uyandırmaya çalışır. Galiy de Mirjakıp'ın idealindeki Kazak gencidir. Kazak edebiyatının ilk romanı olan bu eser, romandan çok bir halk hika‐ yesini andırır ve aşk destanlarından romana geçiş açısından bir basamak teşkil eder. (em ilk roman örneği olması hem de idealist bir eser olması bakımından Bakıtsız Jamal Kazak edebiyatı için önemlidir. Yazar bu eserde Jamal ile 138 KAZAK ŞAİRİ VE YAZARI MİRJAKIP DUVLATULI İLE TÜRK YAZAR VE ŞAİRLERİ ARASINDA ORTAKLIKLAR Galiyǯin aşkından çok, idealize edilmiş gençleri tanıtmaya çalışır. Cumhuriyet dönemi T“rk edebiyatında da idealize edilmiş T“rk gençleriyle ilgili eserler yazılmıştır. Mehmet Akif Ersoyǯun ‐ Asım’ın Nesli şiirlerinde işle‐ nen genç tipiyle, Galiy ve Jamalǯda Duvlatulıǯnın görmek istediği aynı tiplerdir. Doğudan batıya T“rk toplumu, erkek egemenliğinin hâkim olduğu bir toplumdur. Böyle bir toplumda kadının durumunu aşk destanlarındaki gibi işleyen yazar, aşk destanlarından farklı olarak kadının adını ön plana çıkarmak yoluyla farklı bir yol izlemiş; Jamalǯı geleneklerin katı kurallarına kurban ede‐ rek tıpkı Aytmatovǯun Beyaz Gemi romanındaki çocuk gibi öl“ms“zleştirmiştir. Yazarın böyle bir konuyu işlemesi, konunun tartışılmaya da başlanması anla‐ mına gelmektedir; bu da kadınların geleceğiyle ilgili durumun d“zeltilmesinde bir basamak teşkil etmektedir. Bakıtsız Jamal romanında iyi ve köt“ tipler vardır. Jamal, Galiye ve on‐ lara yardım eden kişiler iyi, diğerleri ise köt“ tiplerdir. Yazarın amacı, sonu dramla biten bu roman vasıtasıyla köt“lerin değişmesini sağlamaktır. Benzer konuda romanlar T“rkiye T“rklerinin edebiyatında . Y“zyıl‐ da Tanzimat edebiyatı döneminde işlenir. Sami Paşazade Sezaiǯnin ‐ Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat, Sergüzeşt gibi romanları, yanlış evliliklere zor‐ lanan gençler ve genç kızların köle gibi satılmasıyla ilgili olması bakımından Duvlatulıǯnın eserleriyle benzeşmektedir. Duvlatulıǯnın, Cesir Davgaları Hakında başlıklı şiirinde, beşik kertmesi, başlık parası, çok evlilik, ana babanın baskısıyla yapılan evlilikler, ihtiyar in‐ sanların çocuk yaştaki kızlara talip olmaları gibi sosyal problemler ele alınır ve tenkit edilir. Şair, bu ters ve yanlış adetlerin doğurduğu dulluk, zina, cinayet, geçimsizlik gibi meseleleri gerçekçi bir “slupla gözler ön“ne serer. Çok kadınla evliliğe "s“nnet" diyerek dinî kılıf bulmaya çalışanları yerer. Mehmet Akif de Köse İmam şiirinde benzer konuları ele alır; -Haremin geldi demin ağlıyarak, sızlıyarak… -Gözü çıksın domuzun, patlasın isterse, bırak! -Döveceksin, ne boşarsın? Boşadın, dövmek ne? Hem günah, hem de ayıp… -Bakma onun sen sözüne, Ne domuzdur onu bilsen! 139 PROF.DR. NACİYE ATA YILDIZ -Nesi var, hırsız mı? Yoksa yüzsüz mü? -Değil hiç biri… Lâkin canımı Sıktı akşam “edemem, üstüme evlenme!” diye. Ne demek! Dörde kadar evlenir erkek, demeye Kalmadan başladı şirretliğe… Kızmaz mı kafam? -Kustuğun herzeyi yutsun diye, hey sersem adam! Dövüyorsun, boşuyorsun elin öksüz kızını… Haklı bir kerre ya! İnsan boşamaz haksızını. - Boşamaz? Amma da yaptın! Ya şeriat ne için Bize evlenmeyi tâ dörde kadar emr etsin? İki alsam ne çıkar sâye-i hürriyyette? Boşamışsam canım ister boşarım elbette. İşte meydanda kitap! Hem alırız, hem boşarız! mısraları ile Ersoy da Duvlatulı gibi çok evlilik problemini tenkit eder. Oysa hangi coğrafyada olursa olsun toplumu y“kseltecek olan kadındır; evinde Dzkuma kuma “st“nedz oturmak kadının s“nnet diye dayatılan kaderi olmamalı‐ dır. Kadın ve evlilik konusuna Ziya Gökalp da ‐ bir başka açıdan yaklaşır; toplumda kadının bir meslek sahibi olmasıyla ilgili olarak dönemin yaygın kanaatine karşı çıkar ve Meslek Kadını başlıklı şiirinde şöyle der: Dersiniz "bir genç kız yaşı dolunca Mutlaka kendine bulur bir koca Kocası evine getirir ekmek O halde kadına meslek ne gerek? Kadının mesleki olmaktır karı O çıkmasın sakın bundan dışarı Ne lazım erkek rakibi olmak Değil mi ikisi ezelden ortak İşçiye olunca rakip karısı Kol artar, ücretin gider yarısı, İkisi alırlar aynı ücreti 140 KAZAK ŞAİRİ VE YAZARI MİRJAKIP DUVLATULI İLE TÜRK YAZAR VE ŞAİRLERİ ARASINDA ORTAKLIKLAR Ocağın eksilir, artmaz serveti." Bu sözler hep doğru, fakat her kadın Bulur mu bir koca, bulsa da yarın Bu adam ölmez mi? O halde nasıl Dersiniz "kazanma işte muttasıl !" Görürken ortada işte binlerce Kocasız kadınlar çeker işkence Dersiniz "değiller mesleğe muhtaç Ya koca bulmalı, ya kalmalı aç. " Evvelce melceydi, hep zengin evler Kadınlar bulurdu, sığınacak yer Yaşamak güçleşti, şimdi her erkek Ancak karısına yedirir ekmek Sanmayın, hepsi de bir yük taşıyor Birçoğu hodkâmdır, bekâr yaşıyor Çünkü var, binlerce sefih kocalar Ya muttasıl içer, ya kumar oynar. Kimi de mahpusta alır soluğu Aç kalır evinde çoluk çocuğu Bunlar da olmasa kadın insandır İnsanın en büyük hakkı irfandır Kadın çalışmazsa fikri yükselmez Tabii o zaman size denk gelmez. Kadın yükselmezse alçalır vatan Samimi olamaz onsuz bir irfan. Kocalı, kocasız birçok kadınlar Açtırlar dersiniz "işsiz kalsınlar" Derim ki "o halde kastiniz mutlak Bunları umuma odalık yapmak." 141 PROF.DR. NACİYE ATA YILDIZ Gökalpǯin T“rk toplumunda kadını görmek istediği yer ile Duvlatulıǯnın bakışı aynıdır. (er ikisi de kadını ayaklar altında değil, kendisiyle birlikte top‐ lumun da y“kselmesini sağlayan bir kimlik içinde görmek ister. Kadın mutlaka bir meslek sahibi olmalı ve kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmelidir. Kadın toplumun yarısı demektir. Onun y“kselmesi, toplumun da y“kselmesi anlamı‐ na gelmektedir. Sonuç: T“rk D“nyasının farklı coğrafyalarında, aşağı yukarı birbiri ile çağdaş olan yazar ve şairler gerek millî konularda gerekse sosyal konularda benzer duygu ve d“ş“nceleri işlemişlerdir. Millî konular olarak milletin olan bitenin farkına varması yani uyanması ve geleceğini kurtarmak için harekete geçmesi; sosyal konularda ise evlilik ve kadının toplumdaki yeri, aydınları d“‐ ş“nd“ren konular olmuştur. KAYNAKÇA Koç, Kenan, ‐Almag“l İşina‐Bolat Korganbekov. . Kazak Edebiyatı )) Sovyet Dönemi ve Bağımsızlıktan Sonraki Kazak Edebiyatı , İstanbul: )Q K“lt“r Sanat Yayıncılık. Tamir, Ferhat. . DzKazak T“rkleri Edebiyatıdz, T“rk D“nyası El Kita‐ bı, Ankara: T“rk K“lt“r“n“ Araştırma Enstit“s“ Yayınları, ‐ . Arıkan, Metin. . DzMirjakıp Duvlatulı: (ayatı ve Eserleridz, Modern T“rkl“k Araştırmaları Dergisi, C. , S. , Aralık, ‐ . Arıkan, Metin. . DzKazak Edebiyatında İlk Roman ‐Bakıtsız Jamal‐dz, Turkish Studies )nternational Periodical For the Languages, Literature and (istory of Turkish or Turkic, Volume / Fall, ‐ . Biray, Nergis. . DzMirjakıp Duvlatulı (ayatı ve Eserleridz. T“rkiye Dı‐ şındaki T“rk Edebiyatları Kazak Edebiyatı )), Cilt , Ankara: K“lt“r ve Turizm Bakanlığı Yayınları, ‐ . Kınacı, Cemile. ‐ Balkıya T“rkiyat, Bahar, , ‐ . DzCeditçi Kazak Aydını Mirjakıp Duvlatulı'nın Tiyatro Eserinde Kazaklarda Kadın Sorunudz, Gazi . 142 ŞAİR TERZİLER ŞAİR TERZİLER PROF. DR. NÂZIM H. POLAT GAZİ ÜNİVERSİTESİ Reklam, etkili kılınmış söz, ses ve şekil sayesinde yapılır. Zaman zaman şiir diline öyk“nen reklamlara rastlanır. (atta bazen bir söz grubunda, bir benzetmedeki öyk“nmeyle yetinilmez, reklamın tamamına şiirimsi bir eda verilmeye çalışıldığı gör“l“r. Bunlardan bize ilginç gör“nen birkaçını g“ndeme getirmiş idik . Şimdi aynı konuya devam edecekken, o yazılardan bazı noktala‐ rı, aynı c“mlelerle olmasa da tekrarlamamız gerekmektedir. G“n“m“zde bir terzi reklâmının manzum olma ihtimali pek zayıftır. Ç“nk“ terzilik artık ya sök“k dikme, onarım işlemleri yapan bir d“kkâncık yahut insanları, harcadığı para miktarınca kıymetli kabul eden servet delisi kimselerin moda evleri biçimindedir. (er ikisinin de gelenekteki terziliği tem‐ sil kabiliyeti yoktur. Geleneksel terziliğin sığındığı az sayıdaki iş yerinin ise manzum reklamlarla ilgisini d“ş“nmek, bir fantezidir. (âlbuki ). D“nya Savaşı sonlarından itibaren, İstanbul terzileri arasında, sadece terzilikte değil yaptık‐ ları reklamda da modayı takip edenler vardı. Moda, reklamda manzum söz“n g“c“nden istifade etmekti. Manzume sayesinde hem m“şterinin dikkati çekile‐ cek hem de m“essesenin entelekt“el seviyesi y“ksek gösterilecektir. Bunlar arasında isim ve adreslerin karıştırılmasından doğan haksız re‐ kabeti gidermeye yönelik reklamlar vardı. Ama ilginç ve alışılmadık reklamlar bunlardan ibaret değil. Aynı terzilerin bazıları artık Dzzarafetdz, bazıları Dzsıra dışı v“cutlardz ve ba‐ zıları da Dzmektepli değil muktedir olmakdz ögelerini öne çıkaran yeni ilginç rek‐ lamlar icat ettikleri gör“l“yor. Bunlardan Terzizade Osman Zeki, Dersaâdet nu. , Ağustos / , s. gazetesindeki manzum reklamında bir s“nnet çocuğunu teb‐ rik ediyor. Söz konusu iki kıtǯalık manzume şöyle: Nazım (. Polat, DzAlışılmadık Reklamlardz, Kitaplık, sayı: , Nisan ; Nazım (. Polat, DzManzum Reklamlardz, Burhan Paçacıoğlu Armağanı, Yayın Sorumluları: Emin Eminoğlu, (a‐ kan Yekbaş, Es‐form Ofset, Sivas , s. ‐ . 143 PROF.DR. NÂZIM H. POLAT Tebrik ‐Terzizade Osman Zeki Bey tarafından varid olmuştur‐ Sanǯatı, lutfen nedir bilmek için; İktizâ eyler iken birçok sene; On yaşında mim ayınlı bir zeki Terzidir, hayret ederler sinnine! Bak ne kudsî g“nd“r ey Osman Zeki? S“nnet oldu işte bu tıfl‐ı h“ner Eylesin tebrîk adaşlık nâmına (ep zekî “nvanlı birçok terziler! İlk kıtǯadan, tebrik edilenin on yaşında bir terzi olduğunu anlıyoruz. Ama onun hakkında kullanılan Dzmim ayınlı bir zekidz sıfatı, edebî kılıkta söylenmiş bir imadır. Reklamın yapıldığı zamanlar kullandığımız elifbamızdaki mim harfi, yumuk göze benzer. Ayın ise hem bir harfin adıdır hem de Dzgözdz demektir. Öy‐ leyse Dzmim ayınlıdz, Dzyumuk gözl“dz ifadesiyle tebrik edilen s“nnet çocuğunun bir fizikî özelliği söylenmiştir. Öğrenilmesi birçok sene gerektiren terzilik mes‐ leğini yapmasına rağmen hen“z yaşında bulunuyor olması da hayret uyan‐ dırıyormuş. Reklam sahibi, ikinci kıtǯanın ilk mısraında hem mahlasını tapşırıyor hem de bir Dzkutsî g“ndzden bahsediyor. İkinci mısra, g“n“n anlam ve önemini belirliyor: O g“n, işte bu Dztıfl‐ı h“nerdz sanat çocuğu s“nnet olmuştur. Son iki mısrada deniyor ki Dzadaşlık namına, Zeki adlı terziler, bu çocuğu kutla‐ sınlar.dz Demek ki tebrik edilenin adında bir DzZekidz kelimesi var. İsimdeki ayın harfinin de Osman Zeki ile adaşlık dolayısıyla DzOsmandz ismini gösterdiği anlaşı‐ lıyor. Yani kutlayan Terzizade Osman Zeki, kutlanan M. Osman Zeki. Bu manzumeyi edebî kılan unsurlar, istiareli, muamma tarzı simgesel söyleyişlerden ibaret değil. Birinci kıtǯanın “ç“nc“ mısraın son kelimesi olan Dzzekidz sıfatı, sonraki mısraın başında da anlamlıdır; terzinin sıfatıdır; yani sihr‐ i helâl sanǯatı yapılmıştır. B“t“n bunlara ilave olarak reklam metnine âhenk unsuru katan Fâilât“n/ fâilât“n/ fâil“n kalıplı aruz veznini de zikredelim. 144 ŞAİR TERZİLER Yukarıdaki Dzmim ayınlı bir zekidz ifadesine, muamma çözen bir gözle bakmaya çalışmak bir mecburiyettir. Ç“nk“ Terzizadeǯnin dört g“n sonraki bir başka manzum reklamından öğreniliyor ki bazı okuyucular, bu ifadeyi m“p‐ hem “st“ kapalı bulmuşlardır. Belki de şair Terzizade Osman Zeki, zekice bir buluşla, bir sonraki manzumesine dolayısıyla reklamına zemin hazırlamıştır. Dersaadetǯin Ağustos tarihli . sayısında s. Dzİzah ve Takdîrdz başlık‐ lı manzume şöyle: Biz geçen g“n eyledik tebrîk onu Bir zekînin s“nnetinden bahs ile; Mîm, ayın m“bhem diye aldık haber, Kim imiş? Tahkîke gittik hele: Bir zekâ var onda mevrûs‐ı peder; Sinn‐i sanǯattır ona sinn‐i hıtân; Terzilikte çok mu? Ey Osman Zeki Mîm, aynıyla fahr ederse ârifân! Dersaâdet, nu. , Ağustos / , s. İlk kıtanın ilk ve ikinci mısraları, önceki DzTebrikdz manzumesini ve yazılış sebebini hatırlatıyor. Üç“nc“ mısrada Dzmim, ayınǯın m“bhemdz oluşu, çoğu kim‐ senin bu rumuzu çözemediğini haber vermektedir. İkinci kıtǯada s“nnet çocu‐ ğunun babasından veraseten zekâ devralması, hem doğal bir olayı kalıtım hem de aynı ismin yani DzZekidz isminin ona da geçmesini ima eder. Aynı kıtǯanın ikinci mısraı, çocuğun s“nnet yaşının aynı zamanda sanat yaşı olduğu yolundaki m“balağa, ona Dzdoğuştan sanatkârdz nazarıyla bakılması içindir. Fa‐ kat şiirin son beyti gerçekten “stâdânedir: DzTerzilikte çok mu ey Osman Zeki Mim aynıyla fahr ederse ârifân!dz Yukarıda belirtildiği “zere, Dzayındz hem bildiğimiz harfin adı hem de söz‐ l“k anlamı Dzgözdz olan bir kelimedir. Klasik edebiyatta Dzmimdz harfi de şeklinden 145 PROF.DR. NÂZIM H. POLAT dolayı göze benzetilir. Dzmim aynıyladz ifadesi böyle bir kullanımla Dzmime ben‐ zeyen göz“yledz anlamındadır. DzArifler mime benzeyen göz“yle öv“n“rse çok mudur?dz böyle bir sorunun cevabı da içindedir: (ayır, öv“nmelidirler. Cevabı pekiştirmek için soru soruluyor. Yani istifham sanatı yapılıyor. DzÂrifândz ârif‐ ler kelimesiyle muhtemelen çocuğun babası da hatırlatılıyor. DzÂrif, M. aynıyla öv“n“rse çok mudur?dz Bu söyleyiş biçimi, DzBaba Ârif, göz“ gibi olan çocuğuyla Osmanǯıyla öv“n“rse yerinde değil midir?dz anlamını verir. Daha açık biçimiy‐ le bu mısralar, şöyle bir nesir c“mlesi oluşturur: DzEy Osman Zeki! Ârifler rakip terziler M. Arif Zeki, Arif Zeki , terzilik mesleğinde Mim Ayınǯla yaşındaki M. Arif Zekiǯyle öv“n“rse çok mudur yerinde değil midir? dz Sorunun cevabı bellidir: DzBaba Arif, göz“ gibi olan oğlu Osman Zeki ile iftihar edebilir.dz Öyleyse soru, istifham sanatı yapmak için sorulmuştur. Beytin iki mısraı birden d“ş“‐ n“ld“ğ“nde şair veya şair yerindeki Osman Zeki, kendi kendisine soru soru‐ yor gibi davrandığına göre, bir Dztecritdz sanatı da yapılmıştır. Bu mısradaki Dzter‐ ziliktedz kelimesiyle başlayan mısra, beyti anlamca bir kez daha zenginleştiri‐ yor. Bu anlamlardan biri, Dzterzilik mesleğinde Osman Zeki gibiler çok sayıda mı?dz, diğeri ise Dzlayık değil mi?dz şeklindedir. Ümit mec.,nu. 18, 24 Mart 1336/1920, s.13. (Rakip terzilerin reklamları yan yana/karşı karşıya: M. Arif Zeki, Arif Zeki) Reklam rekabetinde Terzizâde Osman Zekiǯyi terzilik sanatının Dzpiri ve muallimidz olarak gören Terzi (asan isimli biri daha çıkar karşımıza. Üst “ste “ç g“n Terzizâde lehine onun reklam amaçlı manzumelerini okuruz: 146 ŞAİR TERZİLER Terzizâde Muallim Osman Zeki Beye İthaf: Mahâret, şöhretiyle terzilikte bir sanǯattır, Sezâ nâmıyla fahr eylerse erbâb‐ı sanâyi hep Doğar Osman Zekiǯnin fikr‐i cevvâl ve zekâsından Tecedd“tle zarâfet, incelik, c“mle bedâyi hep! Terzi (asan Dersaâdet, nu. , Ağustos / , s. Bu kıtadaki zerâfet, incelik, bedâyi gibi bir terzi ve sanat hakkında her zaman kullanılabilecek sıfatlar, geleneğin öğrettiği şeylerdir. Ama Dztecedd“tdz başka t“rl“ bir şeye işaret olmalıdır. Terzizâde Osman Zekiǯnin adaşlarıyla olan rekabeti dışında verdiği bazı manzum veya mensur reklamlardan öğreni‐ yoruz ki İngiltereǯden Climax adlı ölç“ aleti getirtmiştir. Bu alet Dzson tecedd“dâtdz eseri olarak sunulmaktadır. Terzi (asan mefâîl“n tefilesinin dört kere tekrarından doğan kalıpla yazdığı bu kıtada “ç tane kelimenin sonundaki Dzedz sesini ‐kısa oldukları hâlde vezne uydurmak maksadıyla‐ çekip uzatmıştır. Ama buna rağmen, iyi bir divan şairi kadar başarılı bir kıtǯa yazdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu kadar başarılı manzumeler yazan biri mutlaka epeyce m“‐ rekkep yalamış olmalıdır. ǯli yılların T“rkiyeǯsinde böyle manzumeler yazacak ölç“de okuryazar birinin terzilik yapmak yerine bir kalemde memuri‐ yeti tercih edeceğini d“ş“nmek daha gerçekçidir. Anlaşılıyor ki DzTerzi (asandz bir takma ad. Belki de DzTerzi (asandz diye otantik biri vardı ama manzumeyi onun adına Altunel gibi biri yazdı . DzTerzi (asandz adına Mim Ayın Zeki ile Terzizâde Osman Zeki rekabeti çerçevesinde yayımlanan diğer manzum rek‐ lamlarda onun sıradan bir şiir heveslisi olmadığını gösteriyor. Mesela fâilât“n/ fâilât“n/ fâilât“n/ fâil“n kalıbıyla yazdığı Dznazmdz onun ustalığını bir kez daha ispat eder. Gazelin matlaǯ beyti kaldırılınca ortaya çıkan forma Dznazmdz denir. Terzi (asan bu nazmında diyor ki: On yaşında bir çocuk terzi olamaz. DzOlurdz denirse bunda terziliği k“ç“k görme niyeti vardır; halkı kandırma c“reti var‐ dır! Altunel rumuzu arkasında kimin bulunduğunu tam olarak bilmiyoruz. ǯde kurulan T“r‐ kiye İlânât‐ı Umumiye Şirketi, T“rkçe s“reli yayınlar “zerinden verilen kıtǯalar ve k“ç“k manzumeler tarzında ilanların Altunel tarafından yazılacağı duyurulmuştur Dersaâdet, nu. , Temmuz / , s. . Ayrıca Altunelǯin, Ezgiler Kader Mat., Dersaadet [İstanbul] [ ] adlı bir manzum reklam kitapçığı da yayımlanmıştır. 147 PROF.DR. NÂZIM H. POLAT Terzilik, çocuğun uçuracağı uçurtma değildir. Terzilikte Terzizâde Os‐ man Zeki sanatın piri en yaşlısı iken yine de kendini sanatta çocuk yerine koyar; profesyonel ve usta olduğu halde, sanatını amatör ruhla yapar: On yaşındayım, aynlı terzi olmuş bir zeki Böylelikle sanǯatı tahkîre bir niyet mi var! Sanǯatı tahkîre niyet bir cehalettir, fakat Terzilik sanǯatta y“ksektir fakat uçmaz göğe Ölç“s“nde, etme zan oğlum, uçurtma dengi var! Terzilikte Terzizâde pîr‐i sanǯatken bug“n Âlem‐i sanǯatta bak hâlâ çocukluk rengi var! Terzi (asan Dersaâdet, nu. , Ağustos / , s. Terzi (asanǯın “ç“nc“ manzumesi hece vezniyle. (ece geleneğinde bu‐ lunmayan ǯli hece! Kulağı aruza alışkın olmayanlar, bazı aruz kalıplarını ǯli hece ile karıştırırlar. Fakat altıncı mısraın başında dört kapalı hece var ki . y“zyılda hiçbir şair burada zihaf yapmaz. Yani hece vezniyle yazıldığı kesin. Üç“nc“ kıtǯanın ikinci ve dörd“nc“ mısraları diğerlerinden farklı olarak ǯli. İkinci mısra + , dörd“nc“ mısra ise + + biçimde duraklanıyor: İşittik ki çocuk imiş mim, ayınlı bir zeki On yaşında taklîtçilik âlemine atılmış; Terzizâde Osman Zeki bir şöhrettir sanǯatta, Bu şöhrete konmak için var kuvvetle asılmış! Dediler ki bu çocuğun bir babası var imiş, Çok kurnazmış, çok ârifmiş gûyâ kendi işinde Bu oğlunu böyle m“phem, iltibâslı nâmlarla Koşturmuş ‐hayâl bu ya‐ bu şöhretin peşinde! 148 ŞAİR TERZİLER Bu çocuğa böyle nâmla bu işleri yaptıran Babasıdır denmiş, duyunca bunu: Benim oğlum değildir o, demiş gelip yan İnkâr etmiş ‐neden bilmem?‐ oğlunu! Terzi (asan Dersaâdet, sayı: , Ağustos , s. Söz“n“ ettiğimiz manzume konunun geçmişini bilenler için aşikâr bir olayı hikâye ediyor. DzMim Ayınlı Zekidz işareti, M. Arif Zekiǯyi gösterir. İkinci dörtl“ğ“n ikinci mısraında Dzçok ârifmiş gûyâ kendi işindedz ifadesi de M. Ayınǯın ismindeki ikinci kelimeyi Arif ima etmek içindir. Yoksa terzilik işinde Dzus‐ taymışdz denebilir ama Dzârifmişdz denmesi pek de yerinde değildir. Terziler rekabetinde, diğerlerinden çok farklı bir kıtǯa ile daha karşılaşı‐ yoruz. Öncelikle bu reklam manzumesinin bir bayan Zeki kızı Âkıle adına yazıldığını kaydedelim. Asıl farklılık ise diğerlerinden daha çok tasannua sa‐ nat yapma özentisine d“şk“nl“k ifade etmesidir. Osman Zekiǯnin kızı adına şu kıtǯa okunmaktadır: Osman Zeki Ticarethanesine İthaf Sanǯat‐verân‐ı asrın “stâd‐ı ser‐b“lendi, Nabz‐âşinâ‐yı dehrin sehhâr‐ı bî‐menendi, İstanbulǯun yegâne hıyât‐ı dil‐pesendi, Kimdir o zât‐ı p“r‐fen Osman Zeki Efendi. Binti Zeki Âkıle Dersaâdet, nu. , Ağustos / , s. Kıtǯanın lafzî anlamı nesirle şöyle söylenebilir: DzAsrın sanat sahiplerinin en y“ksek “stadı, d“nyanın gidişatını anlayanların eşsiz b“y“c“s“, İstanbulǯun gön“l tarafından beğenilen yegâne dikiş iğnesi ipliği, ibrişimi , o ilim sahibi Osman Zeki Efendi kimdir?dz Buradaki tasannu sanatlı söyleme özentisi , ifadeyi en uç noktaya taşı‐ makla kendini gösteriyor. Şaire, memduhunu övd“ğ“ kimseyi Dzustadz kabul ettiğini belirtmek için daha “st“nl“k bildiren Dz“staddz sıfatını kullanıyor. Ama bununla da kalmayıp sadece kendisi için değil y“zyılın b“t“n sanatkârlarına 149 PROF.DR. NÂZIM H. POLAT “stad yapıyor. O da yetmiyor, “stadların y“cesi ve hem de en y“cesi ser‐ b“lend olarak niteliyor. İkinci mısradaki Dznabz‐aşinadz karşısındakinin d“ş“n‐ cesini anlayan, bilen sıfatı, bir “st“nl“k bildirir ama bunun b“t“n d“nyaya şamil kılınması, daha abartılı bir ifadedir. Bu özne bir de d“nyada karşısında‐ kinin d“ş“ncesini anlayanların benzersizi bî‐menend ise daha y“celtilmişlik daha ileri derecede demektir. (ele hele bu benzersiz kimselerin b“y“c“s“ sehhar olmak, tam bir ulaşılmazlık anlatır. Üç“nc“ mısrada, mecazî bir söyle‐ yiş vardır. İbrişim, iğne, iplik gibi dikiş malzemesi söylenerek bunları kullanan kimse terzi kastediliyor. Kıtǯadaki anahtar mısra ise dörd“nc“ mısradır. Mıs‐ raın tamamı, yukarıdaki vasıfların kimde toplandığını soran bir c“mledir ve soru, Osman Zeki Efendiǯye sorulmaktadır. Ancak buradaki DzKimdir o zât‐ı p“r‐ fendz ifadesinden sonra bir virg“l varmış gibi okumak da m“mk“nd“r. Bu tak‐ dirde söz konusu sorunun cevabı, mısraın ikinci kısmı Osman Zeki Efendi olur. Yani yukarıdaki abartılı sıfatların sahibi, Osman Zeki Efendiǯdir. Yukarıda birkaç örneğini sunulan reklam metinleri gösteriyor ki . y“z‐ yılın başlarında, manzum söz“n hâkimiyeti, sadece edebî t“rler sınırında kal‐ mayıp ticarî alanlara kadar uzanmaktadır. Ayrıca söz konusu reklamlar edebî ölç“tlere riayet bakımından da hayli dikkatli kalem sahiplerinin elinden ve dilinden çıkmadır. 150 ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR-II ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR-II PROF. DR. YAKUP KARASOY Gazi Üniversitesi Bilim d“nyasında saz şairlerinin en b“y“klerinden ve “stadlarından ka‐ bul edilen Âşık Ömer yılında Konyaǯya bağlı (adim ilçesinin Gözleve>Gezlevi yeni adı Korualan beldesinde doğmuş, ǯde İstanbulǯda ölm“şt“r. Şair, medrese tahsili görm“ş, kendisini çok iyi yetiştirmiş, böylece .y“zyılın seçkin şairleri arasına girmiştir. Edebiyatımızın “nl“ simaları, baş‐ ta Fuzûlî ve (afız olmak “zere birçok şairin divanını okumuştur. Kurǯanǯı Arap‐ çadan Farsçaya terc“me ve tefsir edebilecek derecede Arapça ve Farsça bildiği şiirlerinden anlaşılan Âşık Ömer, usta bir saz şairi olmasının yanında iyi bir divan şairi de sayılır. Şiirlerinin b“y“k bir böl“m“ “nl“ divan şairlerinin şiirle‐ ri ile boy ölç“şecek kudrettedir. Konu bakımından zenginlik arz eden şiirlerin‐ de yer yer Alevi‐Bektaşi geleneğinin izlerine rastlanır G“lmez . Aruzu çok iyi kullanan şair; en çok Ömer, Âşık Ömer, Adlî daha sonra da Vehbî mah‐ laslarını kullanmıştır. Edebiyatımızın en verimli şairleri arasındadır. Yazdığı şiirlerden anlaşıldığı “zere . y“zyılın bu b“y“k şairi, bazı sınır kalelerinde bulunmuş, hatta bazı savaşlara da katılmıştır. Bu durum ona Dzordu şairidz vasfı kazandırmıştır. Yine eserlerinden şairin Anadolu, Rumeli, Bağdat ve Rus illerini dolaştığı anlaşılmaktadır. Tespitlerimize göre Âşık Ömer Divanının bilinen altı n“shası vardır. Bu n“shalar:  Mevlânâ M“zesi K“t“phanesi N“shası  S“leymaniye N“shası  Konya Bölge Yazma Eserler K“t“phanesi N“shası  The British Library N“shası  Fahri Bilge N“shası  Abdullah Öztemiz N“shasıǯdır. 151 PROF.DR. YAKUP KARASOY Ayrıca çeşitli cönk ve mecmualarda da Âşık Ömerǯin şiirlerine rastlanır. Sadettin N“zhet Ergun, Âşık Ömer (ayatı ve Şiirleri adlı eserinde Mevlânâ M“‐ zesi K“t“phanesi ve S“leymaniye n“shalarının yanında Millet K“t“phanesin‐ deki Ali Emiri Efendi böl“m“nde yer alan cönklerden ve mecmualardan da yararlanmış ve hangi şiirini hangi cönkten veya mecmuadan aldığını numara‐ sıyla kaydetmiştir. Söz konusu bu çalışma Âşık Ömerǯin beğenilen bir şair ol‐ duğunu, hemen hemen her cönk ve şiir mecmuasında onun şiirlerine rastlaya‐ bileceğimizi göstermektedir. Yukarıda belirttiğimiz n“shalarda yer almayan şiirlerin araştırıcılar tara‐ fından ortaya çıkarıldığı takdirde eserin yeni baskılarına araştırıcının adı ile aynen alınacağını çalışmamızın ön söz“nde belirtmiştik Karasoy, Yavuz : . Âşık Ömer hakkında emeklerimizin karşılığı olmalı ki yayımlanan şiirlere ilk katkılar yine bize nasip olmuştur. Orhan Yavuzǯla birlikte hazırladı‐ ğımız Âşık Ömer Divanına Katkılar‐) adlı çalışmamızda (arid Fedaiǯnin şahsi k“t“phanesindeki cönkte yer alan ve Âşık Ömer Divanıǯnda olmayan şiirleri ele aldık. Buradakilerle olan şiir sayısı ǯe y“kselmiştir Karasoy, Yavuz : ‐ . Aynı cönkteki bir başka şiir de . şiir olarak bir başka ça‐ lışmada ele alınmıştır. Söz konusu bildiride Minnet Eylemem redifli t“rk“n“n sözlerinin Âşık Ömerǯe ait olduğu delillerle ortaya konmuştur Karasoy . Âşık Ömerǯin şiirlerine başka cönklerde, mecmualarda mutlaka rastlanacaktır. Şiirlerin eksik ve hatalı da olsa kaybolup gitmemeleri ve değerlendirmeye alınmaları için yayımlanmaları çok önemlidir. Biz bu çalışmamızda Sadettin N“zhet Ergunǯun ǯte hazırladığı eser‐ den bu yana Âşık Ömerǯle ilgili en kapsamlı çalışma olan ve Orhan Yavuzǯla birlikte hazırladığımız DzÂşık Ömer Divanıdz adlı eseri esas alacağız. Ünl“ T“rkolog Wilhelm Radloffǯun ‐ yılları arasında yaptığı derlemelerden oluşan ve T“rkçeye DzT“rk Boylarının (alk Edebiyatından Ör‐ neklerdz şeklinde çevrilen, meşhur adıyla DzProbendz olarak bilinen on ciltlik ese‐ rin V)). cildi Kırım Ağızlarıǯndan yapılan derlemelere ayrılmıştır. T“lay Çulha bu cildi transkripsiyonlu olarak Latin harflerine aktarmıştır. Çulha hazırladığı bu çalışmada (2010A) Kiril ve İbrani harflerinden aktarma yapmıştır. (azırla‐ nan bu cilt içerisinde masallar, halk hikâyeleri ve halk şiirleri örnekleri yer almaktadır. Bu örnekler içinde Âşık Ömer, Gevherî, Kerem, Köroğlu gibi halk şairlerinin şiirlerinin olduğunu görd“k. Biz bu çalışmamızda Âşık Ömerǯin şiir‐ lerini ele alacağız. Âşık Ömerǯin bu şiirleri arasında DzÂşık Ömer Divanıdz adlı 152 ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR-II çalışmamızda yer alan ve almayan şiirler vardır. Yine T“lay Çulhaǯnın bir başka eseri olan DzKırım Karaycasının Katık Mecumasıdz adlı eserinde de Âşık Ömerǯin şiirleri vardır. Aynı şekilde bu eserde de bizim çalışmamızda bulunan ve bu‐ lunmayan şiirler tespit ettik. Çulhaǯnın iki eserinde tespit ettiğimiz ve bizim yayınımızda olmayan şiir‐ leri daha önce yayımlanan şiire ekleyerek şairin ǯin “zerinde olduğu tahmin edilen şiirlerinin sayısını arttırmaya çalışacağız. yılı içerisinde yayımlanan bu iki çalışmada AÖDǯde olmayan yeni şiir vardır. Âşık Ömer Divanıǯnda ve Çulha A ǯ da olan şiirler şunlardır: AÖD Çulha, . . 2010A Şiirin sıra numarası Şiirin sayfa numarası DzDemiş S“bhânǯı bilmez mi” DzGonca g“llerde âlem vardz . DzTemâşâ eyledim hârı g“l‐i handâna yaslanmışdz . DzNe bir âşık ne bir maşûk ne bir nâzân ayak basmışdz . DzNinni diyerek yâri uyuttum kucağımdadz . . . DzGûşe‐i Beyt“ǯl‐(arâm içre niyâzda bul benidz DzEnisim hem‐ demim yoktur usandım tatlı cânımdandz DzÇek derd‐i aşkını Lokmânǯa duyurmadz Bu şiir Çulha, B: ǯde de var. Bu şiir Çulha, B: ǯte de var. Çulha, Aǯdaki şekli AÖDǯden b“y“k farklılık gösterir: Dilbere var ise kastın gel (icazǯda bul beni Kabe‐yi âli makamda serfirazda bul beni Oda bulmazsan eğerce Şamǯda eyle azm‐i reh Cem‐i imtina içinde gel niyazda bul beni Bunca yıldır yalvarırım ş“k“r ola geçti dilek Bendeyi feda etme feramuş hey melek zade melek Gurbet ile aldı işte âşıkın çark‐ı felek )sfahanǯda bulamazsan eğer gel Şirazǯda bul beni Durmadım gezdim Ömer m“lk‐i cihânı serseri Görmedim Anmerim içinde sen gibi bir dilberi Bu toktadır meskenim âlemde yahut Kayseri Karsǯı Tavrızǯı dolaş da şehr‐i nazda bul beni. Çulha, 153 A: PROF.DR. YAKUP KARASOY . . . . . . . DzKadr “ kıymet bilmeyen nadana gerdan emdirirdz DzVermesin Mevlâǯm kuluna böyle her‐bâr ayrılıkdz DzSalı‐vermiş ak gerdânın “st“nedz DzBir duâ bilmem g“zel Mevlâǯya saldım ben senidz DzK“sme dilber barışalım c“mle isyân bendedirdz DzBir onulmaz derde d“şt“m uğradım sevdâya bendz DzDefn ederler kara yerden içeridz . DzVer benim gönl“m bana sen bir yana ben bir yanadz . DzMukadder‐i (udâ ne g“zel uymuşdz . . DzGitti elden akl u fikrim ihtiyârım Mustafadz DzFenâdır bu diyâristândz Âşık Ömer Divanı ve Çulha AÖD Bǯde olan şiirler şunlardır: Çulha, 2010B Şiirin sıra numarası . . Şiirin sayfa numarası DzSeni g“nden sakınırımdz DzDöken dilber kiminsin sendz Çulha Aǯda tespit ettiğimiz bazı şiirlerin AÖDǯde eksik kalan mısra‐ ları tamamladığı gör“l“r. AÖDǯdeki , ve . şiirlerindeki eksik mıs‐ ralar şu şekilde tamamlanır: DzNe kadar ulu dağ olsa bir kenarı yol olur Leblerin bir kerre emsem hem şeker hem bal olur Bir kimse padişah olsa sevdiğine kul olur K“sme dilber barışalım c“mle isyân bendedirdz AÖD: Şiirin ilk dörtl“ğ“ AÖDǯdeki Çulha, A: . . şiirin son beyitiyle aynıdır. 154 ‐ikinci dörtl“k ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR-II DzÂşık Ömer âh edince (ızır İlyâs erişir Buna bayram g“n“ derler kan edenler barışır Suçum ki seni sevdim ko çektiğim yerişir l“k K“sme dilber barışalım c“mle isyân bendedirdz AÖD: ‐beşinci dört‐ DzSen beni terk ettin ise ben seni terk etmedim Seni alıp deli gön“l gayrıya meyl etmedim Nar-ı aşkın vücudumdan hiçbirin zay’ etmedim Bir dua bilmem ey güzel Mevlâya saldım seni” dörtl“k AÖD: ‐ikinci DzÂşık Ömer bunu hilâf söylemez Nasihât eyler de kimse dinlemez Sonra pişman canın kâr eylemez Ecel oku serden içeri girdidz AÖD: ‐dörd“nc“ dörtl“k Bu mukayese imkânı, metin tamiri konusunda yalızca eksikliklerin gide‐ rilmesinde yardımcı olmakla kalmamakta aynı zamanda bazı yapı bozuklukla‐ rını d“zeltmektede de işe yaramaktadır. Mesela numaralı metinde DzBir duâ bilmem g“zel Mevlaǯya saldım ben senidz şeklindeki m“tekerrir mısra na‐ karat + şeklindeki böl“mlenmeden dolayı, halk şiirinin genel kabulleri ara‐ sındaki durak esasına uymamaktadır. (âlbuki Çulha Aǯdaki DzBir duâ bil‐ mem ey g“zel Mevlaǯya saldım ben senidz şekli, öncelikle bu yapı bozukluğunu ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca, AÖD ǯdaki hâliyle Dzsaldım ben senidz söy‐ leyişinde teklik . şahıs ekinden sonra teklik . şahsı gösteren zamir bir dol‐ durma yöntemi olduğundan acemilik göstergesidir. Çulha Çulha, Çulha A: A: A: . 155 PROF.DR. YAKUP KARASOY Aşağıda metnini verdiğimiz şiirlerin birçoğunda metin tamiri yoluna git‐ tik. Proben derleme olduğu için ağız özelliklerinin yanı sıra derleme yapılan kişiye bağlı farklılıkların olması da doğaldır. Bu şiirler yazılı bir metinden cönk, mecmua tespit edilmemiştir. Derleme oldukları için çok fazla vezin bozuklukları vardır. Bazı dizelerde eksik kelimeler olduğu gör“l“r. Biz Âşık Ömer Divanıǯnda yer alan şiirleri nasıl inceliyorsak, Divanǯda geçmeyen şiirleri de dikkate almak zorundayız. İleride muhtemeldir ki bir cönkte, bir mecmuada bu şiirlerin farklı biçimleriyle karşılaşıldığında temel metin asıl şiir ortaya çıkarılacaktır. Biz de her t“rl“ bozukluklarına rağmen bu metinlerin gözden kaçmamaları, unutulmamaları gerektiği d“ş“ncesiyle T“rk (alk Edebiyatı araştırmacısı meslektaşlarımızın dikkatine sunuyoruz. Bu metinlerin bu hâlle‐ riyle bile Âşık Ömer Divanıǯnın yeni baskılarında yer alması gerektiğini d“ş“‐ n“yoruz. Biz m“mk“n mertebe d“zg“n bir metnin oluşmasına gayret ettik. Ancak vezin ve anlam bozukluğunu gideremediğimiz hususları aynen bıraktık. Yine de bazı d“zeltmeleri n“sha farkı gibi kabul edip dipnotlarda gösterdik. (em Proben hem de Katık Mecumasında yer alan şiirlerin bazıları beyitler halinde olması gerekirken dörtl“klerden oluşturulduğu gör“l“r. B“y“k oranda benzerlikler gösteren, eksik, n“sha farklılıkları bulunan bozuk şiirler bu çalış‐ mada değerlendirmeye alınmamıştır. Aynı zamanda tek kıta olması gereken yerler de iki ayrı dörtl“k şeklinde verilmiştir. Bu hususta gereken d“zenleme‐ leri yaptıktan sonra şiirlerin metnini verdik. Probenǯin V)). cildinde tespit ettiğimiz ve bizim çalışmamızda olmayan, dolayısıyla AÖDǯnin yeni neşrinde ilave etmemiz gereken şiirler şunlardır: 1513 -+--/-+--/-+--/-+Ustasına hizmet eden yol bilir erkan bilir İblise malum edenler nar ilen suzan bilir Biri İncil, biri Tevrat, Zebur, Ḳurǯan dört kitab (ak yaratmış dört kitabı okuyup yazan bilir Ya habîb ya dost Bu şiir k“ç“k farklılıklarla birlikte Çulha, A: malum: talim Çulha, A: Ya habib ya dost: Çulha, A: ǯde yoktur. 156 ve ǯde iki yerde geçmektedir. ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR-II Evveli cennet m“barek ne hoş olur yapısı Etrafından gelir âmân misk “ amber kokusu On sekiz bin âlem derler bu d“nyanın hepisi Bu fani d“nyayı âmân devr edip gezen bilir Ya habîb ya dost Der ki Ömer bu d“nyada dert benim derman benim Çok ş“k“r olsun (udâǯya söz benim sohbet benim Yetmiş iki buçuk millet der ki hep cennet benim Varmayınca belli olmaz onu bir S“bhân bilir Ya habib ya dost Çulha A: 1514 -+--/-+--/-+--/-+Mevlâm bir g“zel vereydi gezdireydim çağ ile Giydirip kuşandırıp mostara çiçek ile (em saraydım ben başına ol Sakızǯın şalını Yanağının al rengi cenk eder saçak ile Gayet ile y“ğr“k ister ol g“zelin atını (orasanî demir ile vurduram kolçağını Örme zincirlen dakayıdım merkevit saatini Tek varıp konuşmayaydı kendiden alçak ile Kısmet olup ben göreydim ol g“zeli âh ile Saraydım ol sinesini gâhi gâhi vâh ile Sabahtan uykudan kalkmış oynar y“z altın ile Tek varıp gör“şmeyeydi kendiden alçak ile âlem: iklim Çulha, A: Der ki Ömer: Ömer der ki . 157 PROF.DR. YAKUP KARASOY Der ki Ömer göremedim şu cihanda muradını K“ç“c“kten çok çekmişim ol yavrumun derdini Zamanenin körl“ğ“nde çekmişim “ç dörd“n“ B“y“m“ş “st“me gelir dal bıçak hançer ile Çulha A: 1515 -+--/-+--/-+--/-+Bir direk kâmil olunca iptida kökten y“r“r Nice y“z bin dalı vardır suyu kudretten gelir (ak Taâlâ emrederse yılda bir meyve verir Meyvesin alıp yemişim dala hayranım bug“n Alla varın bir bilenler sıdk‐ilen (akkǯa tapar Zerre kadar aklı olan arıdan hisse kapar Devşirir y“z bin çiçeği yoğurur macun yapar (akka yanar mum çırağı bala hayranım bug“n Bu d“nyanın altı varken nǯeylemeli “st“n“ Armağanın hazır olsa kurtarırsın postunu Yarın mahşer g“n“nde tanır mısın dostunu ? Cenneti kıbleye giden yola hayranım bug“n Âşık Ömer bu cihanda ar çeker namus çeker D“nya dolu malın olsa on arşın bez yeter İki yârin su iledir birisi alıp döker Tenim teneşirde yatır cana hayranım bug“n Çulha A: Der ki Ömer: Ömer der ki Bu şiirin bozuk bir şekli Çulha, y“r“r: burur Cihanda: d“nyada B: ǯda vardır. 158 ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR-II 1516 -+--/-+--/-+--/-+Gözlerim duman duman oldur melûl baktığım Başımı yastığa koyup ecel terin dökt“ğ“m G“nahımın azabıdır hep bu benim çektiğim (astalara kıl inayet Bârî (udâǯm sen Celîl Göky“z“nde kanat urdu Cebrail odur melek (astalar döşekte yatır diler Mevlâǯdan dilek D“nya başıma dar oldu dön“yor çark‐ı felek (astalara kıl inayet Bârî (udâǯm sen Celîl Takatim yok de ki böyle kendi kendim örteyim Bir yudum su veririm yok böyle bir gurbetteyim Merhamet kıl gel efendim derdinden minnetteyim (astalara kıl inayet Bârî (udâǯm sen Celîl Der ki Ömer şu fanide gör neler geldi başa Bu gelen (akkǯın emridir insan haşa ? Bakmaz mısın hey efendim gözlerimden akan kanlı yaşa (astalara kıl inayet Bârî (udâǯm sen Celîl Çulha 1517 A: -+--/-+--/-+--/-+[Ya] İlâhî kıl inayet geçmiyor yâre dilek Ben sana insan diyemem ya hurisin ya melek Öl“r“m ayrılmam senden devr‐i kıyamete dek Görm“ş“m gösterme Rabbî bana yâr hasretliğin Çekmişim çektirme Rabbî bana yâr eksikliğin 159 PROF.DR. YAKUP KARASOY Vardım yârin odasına c“mle dilber uykuda Y“z“n“ y“z“me sildim ela gözler uykuda [Bu] garib b“lb“l figan eder “ kuşlar uykuda Görm“ş“m gösterme Rabbî bana yâr hasretliğin Çekmişim çektirme Rabbî bana yâr eksikliğin Şunda bir kaşı kemana d“şt“ gönl“m nǯeyleyim Çok sakındım sevdasından geldi başa nǯeyleyim Sen var iken şu cihanda gayrısını nǯeyleyim Görm“ş“m gösterme Rabbî bana yâr hasretliğin Çekmişim çektirme Rabbî bana yâr eksikliğin Ya İlâhî kıl inayet yârim eller sarmasın Merhem gönder nazlı yâre o yaralar azmasın Öl“rse rakipler öls“n (ak seni bağışlasın Görm“ş“m gösterme Rabbî bana yâr hasretliğin Çekmişim çektirme Rabbî bana yâr eksikliğin Çulha 1518 A: -+--/-+--/-+--/-+- (?) Evvel bahar yaz ayında teferr“cde gör almayı ? Yel esip yere d“şende eğ dalın al almayı Alma görd“m ben bu dalda hayran kaldım ben bu halde ? Oynatır ağalar elde diz “st“ne kor almayı ? Almanın yaprağı defne diziyorlar deste deste Yar koynuna giren vakte ver eline sen almayı Ḳadir Mevlâǯm hoş yaratmış bir direkte bir almayı (açan g“l gibi kızarmış eğ dalından al almayı 160 ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR-II Perişan gönl“m perişan almadır yiğide nişan Almasız yâre kavuşan yarar yırtar şu almayı Coştu deli gön“l coştu aşkın deryasını aştı Alma bir şaşkına d“şt“ saklayamaz yer almayı ………………………………………………… ………………………………………………… Âşık Ömer bu dem coştu aşk deryası boydan aştı Cem‐i d“nya ona şaştı alamadım şu almayı Çulha 1519 A: 4+4 Gerek uzak gerek yakın Unutma dilberin hakın Z“l“f“n ucuna yakın Sana bir ben gerek dilber Sabahın seher vaktinde Dilber uyanmış tahtında Beyaz gerdanın altında Sana bir ben gerek dilber Ben mektepde okuyanda B“lb“l gibi şakıyanda Al yanağın çukurunda Sana bir ben gerek dilber Bu şiir Çulha, B: mekteb: hoca Çulha, ǯde de vardır. B 161 PROF.DR. YAKUP KARASOY Âşık Ömer çaresi ne Merhem vurmuş yâresine İki kaşın arasına Sana bir ben gerek dilber Çulha A: 1520 4+4 Bizim odanın kızları Ürk“tme gölden kazları Nazlı dilberin sözleri Bana dert oldu dert oldu Uzundur selvinin dalı Erişmez kızların eli Bizim bahçanın g“lleri Vakti geldi derin kızlar Uzun uzun sular akar Nazlı yârim durmuş bakar Gelmez deyi canım kopar Bir ihsanın yok mu kızlar Eski k“lahım satayım Yetmese dahi katayım Şekerden helva yapayım Canım için yesin kızlar Bu şiir Çulha, B: ǯde de geçmektedir. “rk“tme gölden: “şk“rtme k yolda Çulha, kopar: korkar Çulha, B yok mu: var mı Çulha, B canım için: ışkımızga Çulha, B 162 B ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR-II Benim adım Ömer hoca Mezarım var uçtan uca Ne imam gerek ne hoca Cenazemi kılsın kızlar Çulha 1521 A: 4+4 Bu d“nyanın ötesine Erdim diyen yalan söyler Baştan başa sefasını S“rd“m diyen yalan söyler Malım m“lk“m yerim yurdum Vardır diyen yalan söyler (er vakit (akkǯın öd“nc“n Verdim diyen yalan söyler Yiğid olan nǯeyler malı Derviş oldum giydim şalı (akkǯın gör“nmez cemali Görd“m diyen yalan söyler Ömer der g“l“m derilmez Ördeğe şahin verilmez Parasız g“zel sevilmez Sevdim diyen yalan söyler Çulha A: Bu şiir Çulha, B: ǯde de vardır. (akkǯın: halkın Çulha, B derilmez: darılmaz Çulha, B 163 PROF.DR. YAKUP KARASOY 1522 -+--/-+--/-+--/-+Elvedâ ey rûh‐ı âlem ya gelem ya gelmeyem Kaşları ince hilâlim ya gelem ya gelmeyem Gel otur karşıma bakam bir doyunca y“z“ne Gider oldum selvi nâzenim ya gelem ya gelmeyem Mevlâǯya ettim emanet seni ey şâh‐ı cihan Yâr olup sen ağyar ilen etmeden ahd “ peyman İsterim senden efendim bir hayır duǯa hemen Lebleri ab‐ı z“lâlim ya gelem ya gelmeyem Olmaya hatır feramuş umarım ben bu gedâ Sağ olursak gör“ş“r“z hey lebi şirin‐edâ Böyle yazmış başımıza gurbeti Bâri (udâ Belki ondadır zevalim ya gelem ya gelmeyem Der ki Ömer bu derde sabr etmeli Ey“p gibi ? Gitmeli dâr‐ı fanide yatmalı garib gibi Akıtıp hasret yaşın dem be dem Yakup gibi (oşçakal Yusuf‐cemalim ya gelem ya gelmeyem Çulha A: 1523 -+--/-+--/-+--/-+Deli gön“l insafa gel aldanma nur‐ı cihana Yemeyigör şu cihanın her t“rl“ zehirinden Bu d“nya fanidir fani kalmadı S“leymanǯa Zalim felek çok [kişiyi] ayırmıştır yerinden etmeden: edmeyin Çulha, Der ki Ömer: Ömer der ki A: 164 ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR-II Saadeti al eline g“tegör farzı s“nneti Amuş kuvvetten farik ol etme sen ona minnet O zaman s“regör yerin heybetin zevki cennet İzn‐i (akkǯa nâil ol yâr cehennemin narından Bil ki bu turabî v“cud yer ilen yeksan olur Can dediğin uçan kuştur uçar mekanın bulur ? Bu bir temelsiz d“nyadır elbet bir g“n yıkılır G“nde bir kerpiç d“ş“yor öm“r“n hisarından Der ki Ömer yalan d“nya mekan olmaz kimseye Nice şahlar cellad geçti bunda kimse kalmaya Dile (akǯtan istila olmayın canın almaya Yaşa ki duyasın cennet şefaatinden nurundan Çulha 1524 A: -+--/-+--/-+--/-+- (?) Ey gön“l sen bu faniden göçmeye ş“phen mi var Ecel cam‐ı şarabını içmeye ş“phen mi var Azrail can alıcı gelince göğs“n “st“ne Gözlerinden kanlı yaşlar dökmeye ş“phen mi var Yery“z“nde sur çalınır c“mlemiz kalksak gerek Fanide yatmaz d“det yağa bir dön“p baksak gerek ? Toprağı vatanı tutup nice yıl yatsak gerek Nazik ten toprak içinde yatmağa ş“phen mi var nail: hayil Yukarıdaki şiir bizim yayınımızdaki bir + vezinle halk şiiri tarzındadır. . şiirle çok az benzerlik gösterir. Şiir Çulhaǯda bozuk 165 PROF.DR. YAKUP KARASOY G“n‐be‐g“n saat‐be‐saat ömr“m“z geçmektedir Ten kuşı feryad ederek kafesten uçmaktadır Bu ne fani d“nya derler her gelen geçmektedir Cem olup mahşer g“n“nde kalkmağa ş“phen mi var Çulha 1525 A: -+--/-+--/-+--/-+Barekallah hub yaratmış o iki cananımı Biri gelmiş malım ister bir tatlı canımı Öld“r“rsen öld“r Ahmed helal ettim kanımı Bilmem Ahmedǯi mi sarsam yoksa S“leyman seni Allah hep bize mi verdin bu kuru kavgaları Canıma kâr eyledi vah Ahmedǯim sevdaları S“leymanǯımı görd“kce zayi edem d“nyaları ? Bilmem Ahmedǯi mi sarsam yoksa S“leyman seni Ahmedǯim der al beni karşına divan durayım S“leyman der beni al kapında kulun olayım Ahmedǯim der beni al ḫublara sultan edeyim Bilmem Ahmedǯi mi sarsam yoksa S“leyman seni Ahmedǯim binmiş atına kendi kendini öğer S“leyman durmuş karşımda kendi boynunu eğer Ahmedǯim çifte benleri her biri bir kan eder Bilmem Ahmedǯi mi sarsam yoksa S“leyman seni Çulha Çulha, lardır: A: Bǯde tespit ettiğimiz ve Âşık Ömer Divanıǯnda olmayan şiirler şun‐ 166 ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR-II 1526 -+--/-+--/-+--/-+- (?) (azret‐i Âdem z“rriyeti c“mlemizi “st“n eden Mevlâǯm verir kısmetimizi bize gafletgen eden ? Makamı b“lb“l ben almış /………./pah Andan hoş geldim hoş da gittim doğmam anadan İptida d“nyaya geldim saatim yıldır bana (er kime derdim söylersem derdi m“şk“ld“r bana Beş şifam var gel ot bildir bana Azrail beni ademe verdiği neden Eger ele eger Adana menzile varmalı hem Yalın ayak başı açık divana durmalı hem Ettiğin c“mle sitemler cevabın vermeli hem Beş on g“nl“k öm“r ucundan bu kuru kavga neden Der ki Ömer doğru söyle var mı bunda bir hilaf Bu söz“mden anlamayan var ki çeker ihtilaf Yılda bir kere ider azm yaradan eder tavaf Eğnine giymiş karalar Kabeǯyi “ryan neden Çulha B: 1527 -+--/-+--/-+--/-+- (?) Bug“n aşkın bazarıdır bir nasip beşten geçer Âşıka sadık olanım lebi g“llerden geçer Geçip meyhane sokdukça ağlar eyler ah u zar Aşkıla merd havnayı k“lden geçer ? Ben bir garip mecnunum ki seyret sinem beni Ömer: Öm“r ider azm: azm ider 167 PROF.DR. YAKUP KARASOY Rakibe azar iken bende sinem dağını Y“z yaşında bir r“svay görse göğs“n dağını Ancılayın yâre s“r“n“r vaz gelir geçten geçer Şahin pençesin salınca şikârın kaptan kapar (“sn“n“ gösterme g“zel yolcular yoldan sapar Atma kirpiğin okuna kalmadı litak seper Saç şuraya gayet zehirdir yedi kat tasdan saçar Der ki ǮÖmer met edeyim gene dillere sagış ……………………………………………… (acı hocalar gider sen görseler yolda seni Mecnun olur Şamǯda kalır vaz gelir (acǯdan geçer Çulha B: 1528 -+--/-+--/-+--/-+Can u dilden mayil oldum y“z“ne sultanımın Kem gözler bu bakmasınlar sultanımın ? (ak Taâlâ göstereydi ölmeden ? Y“z s“reydim ayağının tozuna sultanımın Ölm“ş“m ayrı d“şeli senden efendim ırak Öld“r“r ahir beni bu çektiğim derd‐i firak Akıbet mecnuna dönd“m bana dağlardır durak Söylesinler çekti canıma akıbet sultanımın (er kaçan ah etsem bu sinemin yaresi ancılayın: incileyin Dize Çulhaǯda: şah‐suraya gayet z“herdir y“si kat saçdan saçar Der ki Ömer: Ömer der ki 168 ÂŞIK ÖMER DİVANINA KATKILAR-II Ağzı okka dişi inci y“z“ beyaz paresi Bir bakışlan aklım aldım gözlerinin karası (asta gönl“m yatmak ister döş“ne sultanımın Der ki Ömer gösterme Rabbî ayrılık g“çt“r bana Merhamet kıl kıl gel sultanım dön y“z“n“ benden yana Ben dilerim bin yaşasın seni doğuran ana Kimseler takat getirmez nazına sultanımın Çulha 1529 B: 4+4 Şu benim nazlı yarime Var da benden selam eyle Elin bağlı divanına Dur da benden selam eyle Sana dedim asilzade Gön“l verme gayrı yâda Eline gulgul‐i bade Ver de benden selam eyle Yârim gelse eşiğine Elin derse maşuğuna Boynun eğri karşısına Dur da benden selam söyle Âşık Ömer izin izler Nedir sende ela gözler Ayağı taşına y“zler S“r de benden selam eyle Çulha B: 169 . PROF.DR. YAKUP KARASOY KAYNAKÇA Çulha, T“lay. B . Kırım Karaycasının Katık Mecmuası, Metin‐ Sözl“k‐Dizin, İstanbul: T“rk Dilleri Araştırmaları Dizisi . Ergun, Sadettin N“zhet. Semih Lûtfi Matbaa ve Kitabevi. . Âşık Ömer (ayatı ve Şiirleri, İstanbul: G“lmez, Mevl“t. . DzÂşık Ömer Divanıǯnda Alevi‐Bektaşi İzleridz, SÜ T“rkiyat Araştırmaları Dergisi, S. , ‐ . Karasoy, Yakup. . DzMinnet Eylemeyen Âşık Ömer mi, Kul Nesîmî mi, Yoksa Gevherî mi?dz, Öl“m“n“n . Yılında Uluslararası M. Fuad Köpr“l“ T“rkoloji ve Beşeri Bilimler Sempozyumu, ‐ Kasım, İstanbul. Karasoy, Yakup; Yavuz, Orhan. Selçuk Üniversitesi Yayınları. Karasoy, Yakup; Yavuz, Orhan. T“rkl“k Bilimi Araştırmaları Dergisi, S. . Âşık Ömer Divanı, AÖD , Konya: . DzÂşık Ömer Divanına Katkılar‐ )dz, , ‐ . Radloff, Wilhelm. A . Proben der Volkslitteratur der nördlichen t“rkischen Stӓmme Kuzey T“rk Boylarının (alk Edebiyatından Örnekler , V)). Theil Böl“m Die Mundarten der Krym Kırım Ağızları , haz. T“lay Çulha , İstanbul: T“rk Dilleri Araştırmaları Dizisi . 170 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA'NIN BİR GAZELİNİN ŞERHİ PROF. DR. YAŞAR AYDEMİR Gazi Üniversitesi Ahmet Paşa, Fatih döneminin “nl“ şairlerindendir. Edirnelidir. Babası )). Murat dönemi kazaskerlerinden Veliy“ddin bin İlyasǯtır. İyi bir öğrenim gör‐ m“şt“r. Bursaǯda Muradiye Medresesine m“derris olmuş, Edirne kadılığı gö‐ revlerinde bulunmuştur. Fatihǯin tahta oturmasından sonra kazaskerlik ve vezirlik görevlerinde bulunmuştur. Birikimi ile Fatihǯin beğenisini kazanmış, ona hocalık ve musahiplik yapmıştır. Bir hatasından dolayı itibar kaybeden şair affedilerek Muradiye, Orhan ve Emir Sultan vakıflarına m“tevelli olarak görevlendirilmiş, böylelikle İstanbulǯdan da uzaklaştırılmıştır. )). Bayezid dö‐ neminde Bursa sancak beyliğine atanmış, yılında Bursaǯda ölm“şt“r Kurnaz, : . Ahmet Paşanın tek eseri divanıdır. Şiirlerinde canlı tasvirler yapmış, de‐ rin hayalleri, ustalıklı mazmunları, başarılı vezin kullanımı, ahenkli ve akıcı anlatımı ile dikkat çekmiştir. Selmân‐ı Savecî, (âfız‐ı Şîrâzî, Kemâl‐i (ocendî gibi Fars şairlerle Ali Şir Nevâyî, Şeyhî gibi T“rk şairleri okumuş, onlardan et‐ kilenmiştir Kurnaz, : . Latifî, onun şiirlerinde Fars edebiyatının etki‐ lerinin fazlalığından söz eder ve Farisî g“zele T“rk kelimelerinden elbiseler giydirdiğini, fazilet sahibi bazı kimselerce de bunun makul karşılanmadığını söyler Tarlan, : . (asan Çelebi dedesinden babasının aktardığı bilgile‐ re göre Ahmet Paşanın Ali Şîr Nevâyî'nin gazeline nazire yazdıktan sonra “slubunun g“zelleştiğini ve şöhret bulduğunu söyler Tarlan, : . Yusuf Çetindağ, Ali Şîr Nevâyî'nin Osmanlı Şiirine etkisini değerlendirirken bu riva‐ yetin doğru olduğunu; Ahmet Paşanın Nevâyî'nin gazeline nazire yazdığını tespit ettiğini Çetindağ, : belirtir. Ahmet Paşa kendi döneminde ve sonrasında Zatî, Bâkî, (ayâlî gibi birçok şairi de etkilemiştir Kurnaz, : . Riyazî, tezkiresinde Ahmet Paşa ile ilgili bir rivayet aktarır. Rivayete göre Sultan (“seyin Baykara zamanında (orasan ilim ve irfan kaynağı, belagat ve beyanın doğuş yeri imiş. Mecliste Ali Şir Nevâyî (orasan şairlerinin başka 171 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR memleketlerde yetişen şairlerden “st“n olduğunu söyleyince Molla Camî Ana‐ dolu sahası şairlerinin doğuştan kabiliyetli ve ehliyet sahibi olduklarını ifadey‐ le onları inkâr etmenin doğru olmayacağını söylemiştir. O sırada meclise gelen derviş kıyafetli birinin Anadolu'dan geldiği anlaşılınca "Rum şairlerinin yeni şiirleri var mıdır?" sorusuna Derviş, Ahmet Paşanın; Çîn‐i z“lf“n m“şke beñzetd“m hatâsın bilmed“m K'ey perîşân söyled“m bu y“z karasın bilmed“m beytini okumuş, Mevlânâ Câmî de gayri ihtiyari kalkıp raks ve semaya başlamış ve davamız ispat oldu demiştir Aktaran Tarlan, : . Bu rivayetin doğru olup olmamasına dair bir kanaat serdetmek zordur. Ancak doğru olmasa bile Ahmet Paşanın söz konusu şiirinin geniş bir kamuoyu tarafından bu şekilde değerlendiriliyor olması anlamlı gör“nmektedir. Leff “ neşr, kelime anlamıyla "d“r“p toplama" ve "yayma" demektir Tahir“'l Mevlevi, : ; Saraç, : . Belagatin “ç unsurundan biri olan bedîin mana ile ilgili sanatları arasında yer alır. Leff “ neşr terim olarak ibarede ilk önce iki yahut daha fazla şeyi zikrederek daha sonra onlardan her birine ait olan şeyleri getirmektir." Naci, : . Yaygın olarak m“rettep ve gayri m“rettep / d“zenli ve d“zensiz / m“şevveş leff “ neşr olarak iki t“‐ r“nden söz edilir Tahir“'l Mevlevi, : ; Ahmet Cevdet Paşa, : ; Muallim Naci, : ‐ ; Dilçin, : ‐ . Bu iki t“re “st isim olarak Tafsilî ayrıntılı , ikincisine de İcmâlî kısaltılmış leff “ neşr isimlendirmesi de olup ikincisine T“rkçe kitaplarda yer verilmemiştir Saraç, : . İyi kurgulanan leff “ neşr söze g“zellik katar, etkileyici ve kısa sözle çok şey ifade etmeyi amaçlar Saraç, : . Özellikle nazımda dizeler arası paralelliği dolayısıyla söyleyişi muhkem hale getirir, verilmek istenen mesajın etkili anlatımını sağlar. Leff “ neşr, diğer edebî sanatlara göre daha dikkatli ve ön kurguyu gerektiren bir sanattır. Beytin temel direklerini oluşturur. Diğer estetik unsurlar bu iskelet “zerine giydirilir ve beyit b“t“n“nde kendine özg“ bir katkı sağlar. Klasik şiirin ana çerçevesi kalın çizgilerle çizilmiş şaire detayda tasarruf hakkı tanınmıştır. Bu durum şairi ince ayrıntılara yöneltmiş; mana‐ahenk, duygu durumu‐vezin tercihi, duygu durumu‐söz dizimi ilişkisi gibi dikkatleri sayesinde şiir etkili söyleyiş özelliği kazanmış, klasik tabirle muhkem hale gelmiştir. Bunlardan birisi de leff “ neşr sanatının m“rettep veya gayri m“ret‐ 172 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ tep kullanımıyla duygu durumları arasında kurulan ilgidir. Bu ilginin bir kısmı geleneğin yönlendirmesiyle bir kısmı dilin doğal akışıyla bir kısmı da şairin dikkatiyle ilgili olmalıdır. Birçok şairde karşılaştığımız bu durumu önce birkaç şairden örneklendi‐ relim. Fuzulîǯye ait şu beyitte muhtesiple söyleyicinin şaraba bakışındaki fark‐ lılık öne çıkmıştır. Söyleyici muhtesipten l“tuf göstererek taze şaraba kahr ile bakmamasını, saf şarabı karanlığın aksiyle bulanıklaştırmamasını istemekte‐ dir. Fuzulî bu bakış farklılığını şarab‐ı nâb‐tîre, lutf‐kahr, câm‐ı musaffa‐ m“kedder kelimelerinin tezadı, şarâb‐ı nâb‐câm‐ı musaffâ, muhtesib‐tîre, kahr‐m“kedder kelimeleriyle kurduğu gayri m“rettep leff “ neşr ilgisiyle g“çl“ bir şekilde vermiş gör“n“yor: Şarâb-ı nâba lûtf et muhtesib kahr ile çok bakma Mükedder kılma aks-i tîreden câm-ı musaffâyı Yine aynı şaire ait DzSâki! Mey için cânım aldıñ baña kan içirdiñ! Elinden dâd ki beni âl ile mağbûn ettiñ!dz biçiminde nesre aktarabileceğimiz beyitte tezat, tevriye ve cânım aldın‐mağbûn ettin, mey‐âl, sâkî‐elinden, kan‐dâd keli‐ meleriyle kurulan m“şevveş leff “ neşr birden fazla, birbirine zıt anlamın orta‐ ya çıkmasına imkân vermiştir: Cânım aldıñ mey için sâki içirdiñ baña kan Dâd elinden ki beni âl ile mağbûn ettiñ Avnîǯye ait olan; Lâ‘l-i nâbı yâdına hûn-ı ciger nûş eylemek Kime düşvâr ise ey ‘Avnî baña helvâ gelür beytinte tezat sanatı ile lâǯl‐i nâb‐helvâ, hûn‐ı ciğer‐ d“şvâr kelimeleriyle oluş‐ turulan gayri m“rettep leff “ neşr sanatı birbirini destekler mahiyettedir. Bu iki sanat birbirine ters durumun daha belirgin hale gelmesine imkân vermiştir. Ciğer kanı içmek mecazlı bir anlatımdır ve şiddetli acı çekmeyi ifade için kulla‐ nılır. Bu acı çekene "helva" gibi tatlı geliyorsa bu hem acıya katlanılan duru‐ mun veya kişinin b“y“kl“ğ“n“ hem de insanın fedakârlığının boyutunu ver‐ mesi açısından önem arz eder. Bakîǯye ait aşağıdaki beyitte d“zenli leff “ neşr tercih edilmiştir. Bu ter‐ cih ile mısraların anlam olarak birbirini tamamlayan, örneklendiren manası arasında bir koşutluk sağlanmıştır: 173 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR Sahrâlara döşendi bisât-ı zümürrüdîn Devlet anuñ ki lâle-ruhı oldı hem-nişîn Aynı şaire ait aşağıdaki beyitte de benzer bir durum vardır: Âb-ı revân-ı gülşen-i emn ü emân yiter Tîg-i cihân-güşâ-yı şehenşâh-ı pâk-dîn Bâkîǯnin şu beytinde "yok" kelimesi ile "sad hezâr" kelime grubunun te‐ zatlığı ile gayri m“retteb leff “ neşrin kullanımı birbirini tamalar niteliktedir: Çîn içre yok saçuñ gibi bir müşk-i ter velî Müşgîn saçunda bulmag olur sad hezâr çîn Söz“n bizatihi sözden kaynaklanan bir g“c“ vardır. Söyleyicinin söz“ konumlandırdığı yer ve zaman da söz“n g“c“ne katkı yapar. Söz“n ve söyleyi‐ cilerinin katkısıyla oluşan gelenek ortaklaşa inşa edilen ve birbirini destekle‐ yen bir g“ç olarak varlığını hissettirir. Bu çerçevede b“t“n enstr“manların yerli yerinde kullanımı edebî kıymete haiz bir metin ortaya koyar. Abdulkadir C“rcanî öl. / ‐ 'nin işaret ettiği gibi edebî değeri “metnin birbirinden bağımsız olarak kelimelerin seçiminden, tek başına ses değerinden, vezninden, düz yazı veya manzum oluşlarına göre kafiye veya fasılalardan yahut mecaz, istiare, kinaye gibi sanatlı söyleyiş şekillerinden kaynaklanmaz. Bir metni diğerlerine göre üstün kılan bütün bu unsurların da katkıda bulunduğu, alternatifleriyle karşılaştırıldığında fark edilen cümle tekniği ve üsluptadır.” Aktaran, Saraç, : . Ahmet Paşa şiirlerindeki canlı tasvirleri, derin hayalleri, ustalıklı maz‐ munları, başarılı vezin kullanımı, ahenkli ve akıcı anlatımı ile dikkati çeker. T“rkçeyi bir kuyumcu titizliği ile işleyen şair şiir kurgusunda şiire ve söze ait b“t“n unsurları yerli yerince kullanmaya çalışır. Onun bu tarz şiirlerinden birisi de "bilmedim" redifli ve gazel formu için uzun sayılabilecek nitelikteki şiiridir. Ahmet Paşa bu şiirini tezat “zerine kurgulamıştır. Kurguda şiire ve söze ait enstr“manları seferber etmiş, şiir boyunca tezat sanatına eşlik eden bir leff “ neşr ile manzumesini muhkem hale getirmiştir. Çîn-i zülfüñ miske beñzetdüm hatâsın bilmedüm K’ey perîşân söyledüm bu yüzkarasın bilmedüm Çîn‐i z“lf“ñ miske beñzetd“m hatâsın bilmed“m. Kǯey perîşân söyled“m 174 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ bu y“z karasın bilmed“m. Z“lf“n“n kıvrımını/Çin'ini, miske benzettim, hatasını/(ıta'sını bileme‐ dim. Eyvah! Perişan söz söyledim, bu y“z karasını bilemedim. Edebiyat araştırmacısı şairin metnini söz diziminden kelime tercihine, vezin kullanımından ses d“zenine kadar her şeyiyle d“ş“n“lm“ş ve olgunlaştı‐ rılmış bir b“t“n olarak görmek durumundadır. Metin “zerinde d“ş“n“rken h“snizan ile tefekk“r etmek, metni b“t“n boyutlarıyla görmeye çalışmakla m“kelleftir. Beyte bu çerçeveden bakmaya çalışalım: Beyitte z“lf kelimesi ile Dzçîndz kelimesinin terkip olarak bir arada olması‐ nın bir anlamı olmalıdır. Aynı şekilde sevgilinin kıvrım kıvrım saçlarını niçin Dzmiskdze benzettiğini sorgulamak gerekir. D“ş“nd“ğ“m“zde; z“lf kelimesi için Dzçîndzi tercih ettiğine göre ilk olarak miskin Çin “lkesinde yetiştiği gerçeği aklı‐ mıza geliyor. Fakat bu da yeterli değildir. Z“lf“n kıvrım kıvrım oluşuyla ceyla‐ nın göbeğinde biriken kan pıhtısının katmanları arasındaki ilişkinin de hatır‐ lanması icap eder. Şairin ifadesine göre yapılan şey benzetmedir. Fakat bu benzetme hatalı bir benzetmedir. Bunu ikinci mısradaki DzKǯey perişan söyle‐ dim bu y“z karasın bilmedimdz mısraından anlıyoruz. (ata ile y“z karası ara‐ sındaki ilişki bu anlamı g“çlendiriyor. DzPerişan söyledzmiş olmak da bu ifadeyi daha g“çl“ hâle getiriyor. Dz(atadz kelimesinin Dz(ıtadz biçiminde okunması Dzçîndz ve Dzmiskdz kelimeleri arasındaki ilişkinin çağrışım boyutlarını sağlıyor. Y“ze dök“len siyah saç ile Dzy“z karasıdz arasında başka bir ilgi dikkatimizi çekiyor. Gerçekte, sevgilinin aydınlık y“z“ne dök“len kapkara saçlarıdır. DzY“z kara‐ sıdznın mecaz anlamı olan Dzutanılacakdz duruma d“şm“ş olmak ile Dzhatadz ve Dzpe‐ rişan söylemekdz kelime ve kelime grupları arasında da bir ilgi olduğunu hemen fark edebiliyoruz. Klasik şiirimizde z“lf siyah değil en siyah olarak karşımıza çıkar. K“fr“, kesreti, karanlığı, karalığı vs.yi temsil eder. İshak Çelebi'nin aşağıdaki beytinde de bu anlamlar gör“l“r. Beyte göre sevgilinin z“lf“ yanağı “zerinde serkeşlik etmektedir. Belli ki sevgilinin y“z“ne gelen saçın ucu kıvrımlıdır. Yani sevgili‐ nin Kâbeǯye benzeyen y“z“nden geri kıvrılmış, ondan y“z çevirmiştir. Yanak olabildiğine aydınlıktır; Kâbeǯye benzetilir. (akikati temsil eder. Kâbeǯden y“z çevirmek k“fr“ gerektirir: Zülfüne hey di ruhunda yine serkeşlik ider Kıbleden yüz çevüren göz göre hod kâfir olur İshak 175 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR Bir metnin anlattığını doğru anlamak ş“phesiz önemlidir. Bu, metni sağ‐ lıklı anlamanın bir gereğidir. Nasıl anlattığı meselesi ise estetiğin meselesidir. Metnin nasıl söylendiği tarafı okuyucuda estetik zevk uyandıracak yönd“r. Bunun malzemelerini b“y“k ölç“de edebi sanatlar oluşturur. Şiirin b“t“n“nde tekrar eden Dzredifdz şiiri b“y“k ölç“de belli bir eksen etrafında dönd“r“r. DzBil‐ medimdz redifi, öncesinde zannettiği, inandığı şeylerin gerçekte öyle olmadığını fark etmenin pişmanlığını verir. Bu durum şiiri önemli ölç“de tezat “zerine kurgulamayı getirmiştir. Tezat sanatının metindeki işlevi r“cu sanatıyla birlik‐ te beyitte ifadesini bulan fikre g“ç katmaktır. Durumun farklı taraflarını gör‐ meyi, onu etkileyici bir şekilde anlatmayı amaçlayan tezat sanatı şairin iç d“n‐ yasını ve heyecanını da gösterir. İlk mısradaki DzÇîn‐i z“lf“n miske benzettim.dz h“km“nden sonra Dzhatâsın bilmedimdz ve Dzkǯey perişan söyledim bu y“z kara‐ sın bilmedimdz mısraı hem beyitte ifade edilen fikre g“ç katıyor hem de şairin heyecanını bariz bir şekilde dikkatlere sunuyor. Bir beyitte tercih edilen kelimelerin bir birleriyle ilgisi b“y“k ölç“de beytin Dzmetindz ve Dzmuhkemdz oluşunu sağlar. Tenas“p sanatı dediğimiz bu ifade biçiminin karşılıklı mısralar arasında birden fazla kelimeyle kurulmuş olması paralelliği veya paralellikle birlikte zıtlığı beraberinde getirir. Beytimizde dik‐ katimizi çeken paralellik gayri m“rettep leff “ neşr olarak kurulmuştur: Z“lf‐ y“z, misk‐kara, hata‐perişan, beñzetd“m‐söyled“m. Şiir boyunca bu durumun tekrarına imkân verilmiş olması beytin redifinin getirdiği tezat ilişki ile irtibat‐ lı olmalıdır. Vezin de metnin estetik tarafını yansıtan hususların başında gelir. Tercih edilen bahir veya kalıbın ahengi, şaire imkân veren aruz tasarrufları ile anlatı‐ lan fikrin, d“ş“ncenin, duygunun; heyecanın, h“zn“n, sevincin anlatımı ara‐ sında bir koşutluk kurulmaya çalışılır. Bu durum b“t“n şiirlerde olmasa bile kimi şairlerin bunu bazı şiir veya beyitlerinde denediğini iddia etmek yanlış olmaz. Beytimizin ilk mısraının ikinci hecesi terkip "i"sine bağlanarak okun‐ muştur. Buradaki bağlama ve bağlama öncesindeki Dzçîdz sessiz ve uzun sesi ile Dzndz sessizinin verdiği tını uzaklığı, s“rekliliği hatırlatan bir tınıdır. İkinci mısra‐ ın ilk hecesinin Kǯey vezin gereği birleştirilerek okunması, bir kabahatin sa‐ vunulması veya pişmanlığı dolayısıyla acele söylenilmiş bir söz intibaını ver‐ mektedir. Ben kara toprag idüm cân virdi bûyuñdan sabâ 176 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ Hey ne cân-perver kıyâmet dil-rübâsın bilmedüm Ben kara toprag id“m, sabâ bûyuñdan cân virdi. (ey ne cân‐perver kı‐ yâmet dil‐r“bâsın bilmed“m! Âşık kara toprak iken sabahleyin esen meltem r“zgârı ona sevgilinin ko‐ kusundan can vermiştir. Âşık, sevgilinin nasıl bir can besleyen, ayağa kaldıran ve gön“l kapan bir varlık olduğunu bir t“rl“ anlayamamıştır. Ç“nk“ bir taraf‐ tan can bulurken diğer taraftan gönl“n“ kaptırmıştır. Sevgili, sanki veren aynı zamanda alan, sağı solu belli olmayan bir g“zeldir. Âşık kara toprak iken ona can veren sevgilinin kendisi değildir; saba r“zgârının getirdiği sevgilinin kokusudur. Yani sevgili bizatihi bununla uğraş‐ mamış onun nefhası ulaşır ulaşmaz âşık can bulmuştur. Âşığın şaşırdığı husus; birincisi kendisinin değil sevgilinin kokusunun âşığın can bulmasına sebebiyet vermesi, ikincisi de; hem can besleyen hem de âşıkların gön“lleri için kıyameti hatırlatan bir çekimin faili olmasıdır. Beytin ilk mısraı bir tespite dayanıyor. Âşık kara toprak iken saba r“zgâ‐ rı sevgilinin kokusundan can vermiştir. Bu aslında kul/âşık açısından bakıldı‐ ğında imkânsız bir durumdur. Bu durumu "toprağ id“m" kelimelerindeki "râ‐ ği‐d“m" imale ve ulaması sesle de vurgular gibidir. İkinci mısraın başındaki "(ey ne" kelime grubu âşık açısından olağan dışılığın ve şaşkınlığın sesle ifade‐ sidir. Mısra sonundaki "bilmedim" redifi bu sese paralel d“zeyde bir ses ver‐ mektedir. Beyitte anlatılan sevgili sınırları çizilmiş bir sevgili değildir. Zaten klasik şairin sevgilisi âşık tarafından b“sb“t“n anlatılabilen vasıfta değildir. Biz sev‐ gilinin g“zellik unsurları veya etkilerinden sadece birini gör“r“z. Başka t“rl“ ne âşık anlatabilir ne de biz bu g“zelliğe dayanabiliriz. Burada anlatılan sevgi‐ linin "sabâ" ile "bûy"unun "kara toprak" olan âşığa ulaşması ve âşığın can bul‐ ması, âşığın da onun nasıl bir g“ce sahip olduğunu bilememesi insan havsala‐ sının alabileceği bir sevgili tanımının dışına çıktığını gösterir. Çamurdan yara‐ tılan insana ruh “flenmesi ve bu ruhun kendisini gerçekleştirdikten sonra "kı‐ yâmet"le "dil‐r“ba"ya dönmesi veya ona bağlı olması, anlatılan sevgilinin be‐ şerden ziyade aşkın bir varlığa delaletini kuvvetlendiriyor. Beyitte sabâ r“zgârı bir elçi gör“n“m“ndedir. Bu seçimde bahar mevsi‐ minde esen meltem r“zgârının nebatatın uyanmasını sağladığı anlayışının rol“ hesap edilmiş olmalıdır. İnsanın yaradılışına bir gönderme telmih yapıldığı söylenebilir. Nida sanatı; dikkati, heyecanı ve şaşkınlığı ifade işlevinde kulla‐ 177 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR nılmıştır. Kara toprag‐dil‐r“ba, can virdi‐cân‐perver, sabâ‐kıyâmet kelimeleri ile oluşturulan m“şevveş leff “ neşr tercihinde hem âşığın kafa karışıklığının hem de sevgilinin can vermesi ve can almasının rol“ olabilir. "bilmedim" redi‐ finin zıtlık ifadesi ile Dzheydz kelimesinin dikkat çekiciliği gayri m“rettep leff “ neşr ile anlamlı hâlde gör“n“yor. Saba r“zgârı, sabahleyin ılıman esen meltem r“zgârıdır. Baharda eser; çiçeklerin açılmasını sağlar. Bir başka özelliği de habercilik vasfıdır. Sevgiliden âşığa, âşıktan sevgiliye haberler getiren postacıdır. Usulî'nin beytinde onun ılıman esmesiyle tabiata verdiği canlılık öne çıkarılmıştır. Tıpkı (z. İsa'nın öl“‐ leri diriltmesi gibi bir nefes y“klenmiştir. Ancak bu nefes yukarıdaki beyte benzer, sevgilinin z“lf“n“n amber kokulu nefhasıdır: Cân verir enfâs-ı Îsâ gibi ölmüş dillere Ger sabâ dağıtsa bûy-ı zülf-i anber-bârını (ayalî'nin beytinde de sabâ r“zgârının esişi, köşe bucak sevgilinin z“lf“‐ n“n kokusunu araması olarak yorumlanmıştır: Ey saçı sünbül senin her subh-dem bâd-ı sabâ Zülfünün bûyun arar menzil-be-menzil kû-be-kû Ziyaî'nin beytinde de postacılık vazifesi öne çıkmıştır: Bûy-ı zülfüñ getürdi bâd-ı sabâ Vâkıf olan didi mübârek bâd Kad kıyâmet gamze âfet zülf fitne hat belâ Âh kim ben hüsnüñüñ bunca belâsın bilmedüm Kad kıyâmet, gamze âfet, z“lf fitne, hat belâ; âh kim ben h“sn“ñ“ñ bunca belâsın bilmed“m! Beyitte sevgilinin boyu, gamzesi, z“lf“ ve hattı zikredilmiştir. Bunların hepsinin özelliği tek başına benzersiz etkiye sahiptir. Ama bunların her biri sevgilinin aynı zamanda g“zellik unsurlarıdır. Boyu kıyamet, gamzesi afet, z“l‐ f“ fitne, ayva t“yleri beladır. Toplamı, h“sn“n“n "belâ"sıdır. Âşık bunu bile‐ memiştir. "Belâ" sözc“ğ“n“n hem musibet hem de evet anlamına geldiği hatır‐ lanmalıdır. Sıkıntı verme anlamında, bunların hepsi ayrı ayrı belalardır. Birine bile katlanmak insanoğlu için olağan“st“ bir çaba gerektirir. (epsi bir araya gelince âşığın hiç hesap etmediği sıkıntılar yumağı oluşur. Bir diğer husus da 178 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ sevgili karşısındaki âşığın sevgiliden gelecek her şeyi peşinen kabul etmiş ol‐ masıdır ki bu boyutlarını hesap edebildiği bir durum değildir. Beyitte iki med vardır; Dzz“lfdz kelimesinin medli okunuşu, peş peşe gelen iki zorluktan sonra söyleme takatinin bittiğinin sesle ifadesidir. Aynı zamanda bu okuyuş "z“lf"“n kesretini ve etkileyiciliğinin derecesini göstermede fonksi‐ yon “stlenmiştir. Birinci mısradaki birbirinden amansız dört beladan sonra gelen Dzâhdz kelimesinin medli okunuşu yanılmanın boyutlarını vermesi açısın‐ dan önem arz etmektedir. Beyitte ayrı ayrı beş teşbih‐i beliğ gör“nmektedir. Beliğ teşbih, sevgilinin g“zellik unsurlarının her birinin sınırsız etkisini vermede işlev “stlenmiştir. Nida, diğer beyitlerdeki gibi "bilmedim" redifiyle birleşerek dikkat çekme, he‐ yecan ve şaşkınlığı vermede işlevsel gör“nmektedir. Bu beyitte de kad‐âh, kı‐ yâmet / âfet / fitne‐bela, gamze / z“lf / hat‐h“sn“ñ“n kelimeleriyle oluşturu‐ lan icmalî leff “ neşr Saraç, : özelliği de gösteren gayri m“rettep leff “ neşr sanatı beytin kurgusunda bulunan tezatla birlikte anlamlı bir b“t“n oluşturmuştur. Sevgilin boyunu ifade eden "kad" kelimesi kıyameti tedai ettirir. Sevgili‐ nin ayağa kalkıp hareketlenmesi birçok aşığın y“reğinin hoplamasına sebebi‐ yet verir ve ortalıkta bir kargaşa oluşur. Bu kargaşa ancak kıyamet kargaşasıy‐ la anlatılabilir. Aynî ve Kadı Burhaneddin de beyitlerinde buna işaret ederler: Kıyâmetdür bize ol kadd ü kâmet O kâmetden kopar âhir kıyâmet Aynî Degül kâmet kıyâmetdür bu kaddün Gözün hod fitne-i âhir zamândur K. Burhaneddin Dün tabîbe derd-i dilden bir devâ sordum didi Gam yimeden özge bu derdüñ devâsın bilmedüm D“n tabîbe derd‐i dilden bir devâ sordum, DzGam yimeden özge bu derd“ñ devâsın bilmed“mdz didi! Âşık d“n doktora gitmiş, gön“l derdinden bir deva sormuştur. Doktorun cevabı "gam yemeden başka" bir devası olmadığı yön“nde olmuştur. Beyitte 179 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR zaman her ne kadar "d“n" ise de bir g“n önceki g“nle sınırlı değildir. Tercih edilen "bir deva" kelime grubu hem sorulan tek bir soruyu hem de reçeteler‐ den biri anlamına gelecek biçimde beyte yerleştirilmiştir. Kelimelerin dizili‐ şinde "gam yimeden" kelime grubunun verilen cevabın başında olması, bunca yıllık tecr“besi olan tabibin b“t“n birikimine rağmen bulabildiği tek yolun kati bir şekilde ifadesidir. "Gam" kelimesinin vurgusu ve ses d“zeyi sonucun kesin‐ liğini ve meselenin çöz“ms“zl“ğ“n“ öne çıkarması açısından da kayda değer‐ dir. "Bilmedim" redifi bir taraftan tedavide kullanılan ilacın/yöntemin kesinli‐ ğini verirken diğer taraftan derdin b“y“kl“ğ“n“ ve önerilen yöntem veya ila‐ cın çaresizlik sonucu verildiğini ifade etmek anlamlarına gelir. Bu hem anlam katmanı doğurur hem de önerideki kendi içinde çelişkiyi ifade eder. Beyitte farklı kombinasyonlarla leff “ neşr oluşturmak m“mk“nd“r. Tabîb‐devâ, derd‐ i dilden‐gam yimeden kelimeleriyle d“zenlendiğinde ortaya çıkan gayri m“retteb leff “ neşr doktorun önerisindeki çelişkiyi destekler mahiyettedir. Beyitte "derd‐i dil" kelimelerinin okunuşunda "derd" kelimesinin meddi, terkip "i"sine bağlanmıştır ama yapılan ulamayla derdin b“y“kl“ğ“ anlatılmaya çalı‐ şılmış izlenimi vermektedir. Aşk derdi, tabibin muayeneyle veya teknik imkânlarla tespit edip çare bulacağı bir dert değildir. Fuzulî aşağıdaki beyitlerinde bunun altını çizer: Aşk derdinin devâsı kâbil-i dermân değil Terk-i cân derler bu derdin mu’teber dermânına Aşk derdin âşık öğrenmek gerek pervâneden Kim yanar gördükde şem’in âteş-i sûzânına Cânuma bir merhabâ sundı ezelde çeşm-i yâr Şöyle mest oldum ki gayruñ merhabâsın bilmedüm Çeşm‐i yâr, ezelde cânuma bir merhabâ sundı. Şöyle mest oldum ki, gayruñ merhabâsın bilmed“m! Sunmak; uzatmak, el uzatmak, uzanmak; saldırmak, hamle etmek, h“‐ cum etmek demektir. Sevgilinin göz“ ezelde âşığa bir "merhabâ" sunmuştur. Sunulan şeyle âşık öyle kendinden geçmiştir ki başkalarının merhabasını hiç bilmemiştir. 180 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ Beyitte sunulan "merhabâ", "mest" ile birleşince selamlamak anlamı dı‐ şında kelimenin bir çeşit "kadeh" anlamı olabileceğini d“ş“nd“rmektedir. Bir tarafıyla da gelenekteki aşkın başlangıcının sevgili kaynaklı olması; âşığın ni‐ yazı arttıkça sevgilinin nazının artması ve âşığın maceralarının öne çıkması akla gelmektedir. Yani ezelde âşığa sunulan "merhaba" âşığa olan muhabbet ve ilginin göstergesi anlamına gelir. Beyitte tercih edilen "çeşm‐i yâr"daki terkip "i"sini bağlama "çeşm" kelimesinin meddini ortadan kaldırmakla birlikte onun âşık “zerindeki etkisini ve âşığın bundan kendini alamamasını ifadeye katkı sağlamaktadır. Aynı durum "mest oldum" kelimelerinde "mest" kelimesinin takip eden heceye ulanmasıyla oluşan yavaşlık, sarhoşluğun derecesini sesle vermesi açısından anlamlı gör“nmektedir. Redifi oluşturan "bilmedim" keli‐ mesi ile birlikte d“ş“n“ld“ğ“nde bu etki daha belirgin hâle gelmektedir. Bey‐ tin kurgusunda var olan zıtlık, merhabâ‐merhabâsın, çeşm‐i yâr‐mest kelime‐ leriyle oluşturulan gayri m“retteb leff “ neşr ile de desteklenmiş gör“nmekte‐ dir. İlk mısrada "sundı" kelimesinin "dı" hecesi vezin gereği olduğundan daha uzun okunmak durumundadır. Bu okuma sunulan şeyin âşıkta yarattığı etkiyi göstermesi açısından anlamlıdır. Benzer bir durum Dzezeldedz kelimesinin son hecesinin imalesi için de geçerlidir. Aşağıya alınan içinde Dzmerhabâdz geçen beyitlerde kelimenin selamlama anlamı dışında bir çeşit kadeh anlamı var gibidir: Emincek la'lini yârün ider cânum safâdan haz Tolu başında billâhi kim itmez merhabâdan haz Enverî Bu beyitte istifham yoluyla safadan hazzetmeyen yoktur anlamı vurgu‐ lanmış ve emilen dudağa karşılık "merhaba" kelimesi gayri m“rettep olarak yerleştirilmiştir. Merhaba kelimesi burada selamlama yanında bir kadehe kar‐ şılık gibi duruyor. Ol lebler içün içdük peymânesini cânuñ Bir toluyı kim içmez şol iki merhabâya Âhî Beyitte dudakların m“teradifi olarak konulan "merhabâ" kelimesi insanı sarhoş eden iki kadeh gibi gör“nmektedir. Şair sadece dudağın karşılığı olarak söz anlamı verse "iki merhabâya" gerek duymazdı. 181 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR Burtarmış iñen yüzini rind-i câm-keş Kim merhabâ[-yı] yâr ile gelmez şarâb telh Mesihî Burada merhaba kelimesi sevgilinin şarap sunduğu kadeh gibi gör“n‐ mektedir. Yâr mey içse güzeller merhabâyî tolular Meclis-i hüsn içre sâkî cânuma cânlar katar Hâşimî Tolu kelimesi, içkiyle doldurulmuş kadeh, sağrak; dolu olarak anlamları‐ na gelir. Merhabâyî olarak okunabilecek kelime merhaba doluları / merhabaya ait dolular anlamında gör“n“yor. Sevgili mey içse, g“zeller merhaba doluları içer. G“zellik meclisi içinde sakiler canıma canlar katar. Beytin kurgusunda "canlar" kelimesine karşılık "merhabâyî dolular" konulmuş gibidir. Ağyâr ile muânakadan değmedi eli Biz değmedük el ucı ile merhabâsına İshak Muânaka, birbirinin boynuna sarılma, kucaklaşma anlamındadır. Beyitte merhaba kelimesi selamlama yanında somut bir nesne olarak konulmuş gör“‐ n“yor. Yukarıdaki beyitler çok sayıda beyit içerisinden seçtiklerimizdir. Beyitle‐ rin çoğunda kelime bildiğimiz merhaba veya selamlaşma anlamında kullanıl‐ mıştır. Başka verilerle de desteklenmesi gereken kadeh anlamı beyitte göz ardı edilmemesi gereken bir anlam gibi duruyor. Kadd-i dil-dâruñ hevâ-dârı degülse zülf-i yâr Her kademde n’içün öper hâk-i pâsın bilmedüm Z“lf‐i yâr, kadd‐i dil‐dâruñ hevâ‐dârı deg“lse, her kademde hâk‐i pâsın nǯiç“n öper bilmed“m! Sevgilinin z“lf“ gön“l alan sevgilinin boyunun hevasına kapılmamışsa her adım atışında sevgilinin ayağı toprağını niçin öpmektedir? Bu âşık tarafın‐ dan bilinememiştir. Beyitte soru olumsuz sorularak sonuca gidilmeye çalışıl‐ 182 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ mıştır. Aslında meselenin cevabı açıktır; sevgilinin z“lf“ sevgilinin boyuna sevdalıdır. Bunun için de her adım atışında sevgilinin ayağı toprağını öper. Burada çizilen sevgili tipinin saçları ayaklarına kadar uzundur. Beyitte "d" ve "l" aliterasyonları ile "â" ve "i, ı" asonansları dikkat çekicidir. Beytin ilk dizesi "kadd‐i dildâruñ" şeklinde başlamış, "kadd" kelimesinin çağrıştırdığı ani kalkış z“lf“n "hevâdâr" oluşuyla birleşince kelimenin "havalı" anlamının çağrışımıyla uzun boylu, saçları g“r ve her adım atışında saçlarının dalgalandığı bir g“zel imajı oluşturulmuştur. İkinci dizede "kademde" kelimesindeki "d" aliterasyonu ile "e" asonansı öne çıkan dik ve havalı gidiş değil geride kalan ön“ takip eden bir gör“nt“ çizmektedir. Beyitte dikkati çeken tezat, sevgilinin b“t“n olarak kavranamadığını ve kavranamayacağını ifadeye yardımcı olurken sevgilinin g“zelliğinin, değerinin derecesini, onun k“nh“ne vakıf olunamayacağı hususunu da dile getirmiş gö‐ r“n“yor. (evâdâr‐öpmek, kad‐pâ arasındaki d“zensiz leff “ neşr tezatla birlik‐ te sevgilinin g“zelliğine dair tahayy“l edilemez hususun bilinemediğini ifadeye yardımcı oluyor. Sevgilinin z“lf“ bir âşık gibi d“ş“n“lerek teşhis sanatından faydalanılmıştır. Z“lf“n kişileştirilmesi sevgilinin fevkaladeliğini anlatmaya katkı sağlıyor. "hevâdâr" kelimesinin tevriyeli kullanımı anlam katmanı oluştu‐ ruyor. Sevgilinin z“lf“n“n ayaklarına kadar uzun olması, yerlere değmesi g“zel bir sebeple izah edilmiştir. Aynı zamanda "değilse niçin öper" anlatımı tecah“l‐ i ârifi d“ş“nd“rmektedir ki beytin ayaklarının yere basmasını sağlar. Kasdı hâk itmek degülse ‘ömrini ‘âşıklaruñ Ayaga n’içün salar zülf-i dü-tâsın bilmedüm Kasdı âşıklaruñ ömrini hâk itmek deg“lse z“lf‐i d“‐tâsın ayaga ne iç“n salar bilmed“m! Sevgilinin kastı âşıkların ömr“n“ toprak etmek değilse iki b“kl“m saçla‐ rını ayağa salması anlaşılır gibi değildir. Burada gelenek içerisindeki âşıkların gönl“n“n sevgilinin z“lf“ ucunda asılı olduğu değerlendirmesi hatırlanmalıdır. Toprak etmek veya toprak olmak kelime grubunun dilimizdeki karşılığı, ölmek, kendisini feda etmek, ayakaltında kalıp değersizleşmek, tevazu sahibi olmak gibi geniş bir anlam çerçevesinde kullanılır. Burada âşığa göre sevgilinin kastı âşıkların ömr“n“ toprak etmek olduğuna göre âşığın ömr“n“n boşa geçtiği iması öne çıkmaktadır. Usulî ve Kâbilîǯye ait aşağıdaki beyitlerde de benzer bir durum vardır: 183 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR Nice yıl yeldim hevâ-yı zülf-i anber-sâyile Ömrümü âhir yele verdim kuru sevdâyile Usûlî ‘Ömrini yile virel'den dâmen-i zülfüñde dil Dûd-ı âhumdan felekler kara geydi ey nigâr Kâbilî Beyitte yer alan Dzhâk itmekdz kelime grubundaki ulama ve Dzhâdz hecesin‐ deki uzunluk, yerle bir etmeyi sesle de destekleyen bir b“t“nl“ğe sahiptir. Di‐ ğer beyitlerde de dikkatimizi çeken Dzbilmedimdz redifinin tezadıyla tercih edi‐ len hâk‐salar, ömr“ni‐z“lf‐i d“tâsın, âşıklaruñ‐ayağa kelimeleriyle oluşturulan gayri m“retteb leff “ neşr burada da yerini almıştır. Ben kemân-ı vaslını çekmek dilerdüm dil-berüñ Hecr hükm-endâz imiş tîr-i kazâsın bilmedüm Endâz, atıcı; atmış. Silah‐endâz, silah atan, nefer, er. Tîr‐endâz, ok atan demektir. Ben dil‐ber“ñ kemân‐ı vaslını çekmek dilerd“m, hecr h“km‐endâz imiş, tîr‐i kazâsın bilmed“m! Şair beytinde okçuluk terimleriyle konuşuyor: Ben dilberin vuslat yayını çekmek dilerdim. Ayrılığın h“km“ geçerli imiş, kaza okunu bilmedim. Şairin Dzdilerd“mdz ve Dzdilberdz kelimelerini bir arada kullanması benzer seslerle oluşturduğu ahenk için olmalıdır. Dzvasldz kelimesinin Arap harfleriyle yazılışındaki Dzsaddz ile Dzkemândz arasında şekil benzerliği d“ş“n“lm“ş olabilir. Dzhecrdz kelimesinin Arap harfleriyle yazımındaki Dzhdznin iki göz“ de hesap edil‐ miş gör“nmektedir. Âşığın arzusu başkadır, onu gerçekleştirmek bambaşkadır. Beyitteki Dzkemân‐ı vaslınıdz söyleyişi, birinci mısradaki en zor söyleyiştir. Ç“nk“ bu keli‐ me grubunun dışındaki sesler akıcıdır. Kolaylıkla oluşu ifade eder. Dzkemândz kelimesinde bulunan uzun Dzâdz ve Dzvasldz kelimesindeki medli hece değeri, işin zorluğunu sanki sesle de destekler niteliktedir. Ancak asıl zorluk ikinci mısraın başından itibaren Dzhecrdz kelimesinin meddi, Dzh“kmdz hecesinin ulama ile orta‐ dan kaldırılmaya çalışılan ama hemen arkasından gelen Dzendâzdz kelimesindeki Dzâdz sesi ve Dztîr‐i kazâdz hecelerindeki uzunluk ve ulamanın oluşturduğu söyleyiş 184 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ zorluğu, bu işin beklenildiği kadar kolay olmadığının göstergesi gibidir. (ecr‐vasl, dilemek‐bilmemek kelimelerinin tezadı dikkate değer. Ayrıca teşbih, mecaz‐ı m“rsel, teşhis ve kemân‐tîr, çekmek‐endâz, dilber‐kazasın ke‐ limeleri ile kurulan gayri m“rettep leff “ neşr sanatlarından istifade edilmiştir. Âşık, sevgilinin vuslat yayını çekmek istemiş ama o beklenildiği gibi ko‐ lay değilmiş. Orada h“km“n“ s“rd“ren ayrılıkmış ve bir de kaza oku varmış. Bunları yeteri kadar hesap edememiş âşık. Aşığın hesap etmediği ayrılığın "h“km‐endâz" oluşudur. "h“km‐endâz" kelime grubundaki iki med sesinden, başka şairler de yararlanmıştır. Şair bu sesten bilerek yararlanmamışsa bile bunun değeri ve onuru kendinden önceki sanatkârlar tarafından işlenen dile aittir Tarlan, : . Şöyle hükm-endâzdur ol gamze-i ebrû-kemân Kim zemîne dahi tîr-i cân-sitânı düşmedi Mezâkî Yine san'atla hükm-endâz-ı şevket ok geçürmişdür Değüldür beyzesinde şekl-i şemşîr-i cihân-ârâ Sabit Sidreye beñzetdügüm ‘ayb itme cânâ kaddüñi K’anı beñzetmekde bundan müntehâsın bilmedüm Cânâ! Kadd“ñi Sidreye beñzetd“g“m Ǯayb itme ki, anı beñzetmekde bun‐ dan m“ntehâsın bilmed“m! M“ntehâ, nihayet bulmuş, bir şeyin varabileceği en uzak yer; son, uç de‐ mektir. Sidre, Arabistan kirazı; en y“ksek makam anlamına gelir. Ey sevgili! Boyunu Sidreǯye benzettiğimi ayıplama! Ç“nk“ ben bundan daha y“kseğini bilmedim. Muhatap sevgilidir. Söz konusu edilense onun boyunun uzunluğu. İnsan tasvir etmek istediği bir hususu bildiği nesnelerle tanımlamaya çalışır. Ama ne kadar tanımlamaya çalışırsa çalışsın istediği o değildir. Âşığın k“lt“rel hafıza‐ sında en y“ksek yer Sidre ile tanımlanabilir. Ama aslında ondan da ötesini an‐ latmak istemektedir. "Sideret“'l‐m“ntehâ", arşın sağ yanında hiçbir yaratılmı‐ şın ötesine geçemediği bir ağaçtır. Dolayısıyla şair "m“ntehâ" kelimesini tevri‐ yeli kullanmıştır. DzSidredz kelimesinin bir ağaç ismi yanında Dzen y“ksek makamdz 185 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR anlamının da olması Dzm“ntehâdz kelimesinin anlamlarıyla kurduğu çağrışımlar içindir. Sidret“'l‐m“ntehâ, (z. Peygamberin miraç yolculuğu bağlamında dile ge‐ tirilir. Peygamber bu yolculukta (akk'a bir yay miktarı, hatta ondan daha da yakın olmuştur. Cebrail ise onun kadar yanaşamamıştır. Dolayısıyla onun ka‐ dar (akk'a yakın olamamıştır. Birçok beyitte bu hususa göndermeler yapılır. (ayalî Beyin beyti buna örnektir: Kalıp ol sidre-kadde görmedinse Kâbe-kavseyni Var ey Cibrîl-i aklım dahi yabanda uçarsın sen Hayâlî Beyitte teşbih, sidre‐m“ntehâsın, beñzetdig“m‐beñzetmekte, ayb itme‐ bilmed“m, kadd“ñi‐k'anı kelimeleriyle oluşturulan gayri m“retteb leff “ neşr, nidâ, telmih gibi sanatlar dikkat çekmektedir. Beyitte DzCânâ kadd“n“dz kelime‐ lerinin peş peşe kullanılmasında uzun Dzâdzlar ile kad arasındaki ilişki etkili ol‐ malıdır. Aynı durum birinci mısradaki Dzcânâdz hecesine karşılık gelen Dzhâsındz hecelerinin söyleyişinde de vardır. Ayrıca ikinci mısraın ilk hecesinin vezin gereği birleştirilerek okunması, bir kabahatin savunulması dolayısıyla acele söylenilmiş intibaını vermektedir. Çün cihândan yig bilür ma‘şûk sırrın ‘âşıkuñ Pes neden diñler rakîbüñ iftirâsın bilmedüm Ç“n maǮşûk âşıkuñ sırrın cihândan yig bil“r. Pes neden rakîb“ñ iftirâsın diñler bilmed“m! Mademki maşuk âşığın sırrını cihandan âlemde bulunanlardan daha iyi bilir, öyleyse rakibin iftirasını niçin dinler bunu bilmedim. Gelenekte sevgili âşığının b“t“n hâllerini bilir. Ç“nk“ o sevgilinin bir ayağı yery“z“nde bir ayağı arş‐ı âlâdadır. Âşığın anlayamadığı husus, b“t“n bilgileri bildiği halde hakkında yapılan dedikodulara sevgilinin itibar ediyor olmasıdır. Âşık, normal bir insan değildir. Zihninde birçok şeyi kurar. Kendisi hakkında rakiplerin iftira ettiği hususu da onun bir yanılsamasıdır. (atta sev‐ gilinin kendini merkeze alan âşıkla ilgisi bile yoktur. DzYig bil“r maǯşûkdz söyleyişi beytin en zor söylenilen kelimeleridir. Dzmaǯşûkdz kelimesinin medli okunuşu sevgiliye duyulan hasreti ifade eder nite‐ 186 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ liktedir. Beyitte âşık ve ma'şûk kelimelerinin iştikakı âşık ile sevgilinin âşığın zihninde kurduğu yakınlık ilgisine katkı sağlar. Şiirin başından beri "bilmedim" redifinin tezatı beyitte de devam etmekte, cihândan‐rakîb“ñ, yig bil“r‐iftirâ, sırrın‐diñler kelimeleriyle oluşturulan gayri m“retteb leff “ neşr ile uyumluluk göstermektedir. Mecâz‐ı M“rsel sanatıyla sevgilinin âşığın hâllerine ne kadar yakından vakıf olduğu vurgulanmıştır. İstifham sanatından istifade de şaşkınlı‐ ğın derecesini göstermesine katkı sağlamıştır. Hâk-i pâyuñ açdı dil çeşmin ki gördüm hüsnüñi Nice cevherdendür anuñ tûtiyâsın bilmedüm (âk‐i pâyuñ dil çeşmin açdı ki h“sn“ñi görd“m. Nice cevherdend“r anuñ tûtiyâsın bilmed“m! Ayağının toprağı gön“l göz“n“ açtı, böylelikle senin g“zelliğini görd“m. Onun s“rmesinin cevheri nasıl bir cevherdir, neyden mam“ld“r bilemedim. Sevgilinin ayağı toprağı âşığın göz“ne s“rmedir. S“rme göz“n görme ka‐ biliyetini artırır. Beyit reel olarak bu kabul “zerine kurgulanmıştır. Bir sonuca ulaşılmak isteniyorsa ona emek vermek, işe en başından b“t“n zorluklarına katlanmayı göze almakla başlamak gerekir. Âşığın gön“l göz“n“ açan şey sev‐ gilinin ayağını basıp geçtiği topraktır. (en“z âşık sevgilinin ayağına ulaşmış değildir. Açılan göz âşığın gön“l göz“d“r. Gön“l göz“n“n açılması hakikati görmek anlamına gelir. Nitekim bizim âşığımız da gön“l göz“ açılınca sevgili‐ nin g“zelliğini görm“şt“r. Sevgilinin basıp geçtiği toprağın bu kadar etkili ol‐ masının sebebi ne ola ki? Âşık bu s“rmenin cevherini bilememiştir. Hâk-i pâyuñ açdı dil çeşmin ki gördüm hüsnüñi Nice cevherdendür anuñ tûtiyâsın bilmedüm Sevgilinin ayağı toprağı gön“l göz“n“ açmıştır. Fakat âşık onun s“rmesi‐ nin cevherini bilememiştir. Şair "nice cevherdendir" istifhamı ile bir cevap beklemediği gibi cevabı‐ nın verilebileceğini de d“ş“nmemektedir. Böylelikle sevgiliyi y“celere taşır. Beyitteki hâk‐i pâyuñ‐tûtiyâsın, çeşmin‐cevherdend“r, görd“m‐bilmed“m ke‐ limeleriyle oluşturulan gayri m“retteb leff “ neşr ile hem redifin hem de ayak ile başta bulunan göz arasındaki tezat ilgisinden istifade etmiştir. Gönle izafe edilen göz ile teşhis, ayağı toprağını tutiya benzetmesiyle teşbih sanatlarından yararlanmıştır. İlk mısrada Dzkidz bağlacının kullanımı işin iki hamlede yapıldığı‐ 187 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR na sesle de destek vermektedir. Birinci oluş; gön“l göz“n“n açılması, ikinci oluş ise sevgilinin h“sn“n“n gör“nmesidir. Sevgilinin ayağı toprağının âşıkların göz“ne s“rme olarak kabul edilmesi gelenekte şairlerin sıklıkla başvurdukları bir husustur. En g“zel s“rme )sfahan s“rmesi olarak kabul edilir: Dile mısbâh-ı hüsnün zav virür şem'-i maânîdür Gözüme hâk-i râhun tûtiyâ-yı Isfahânîdür Hayretî Sevgilinin ayağı toprağının zerresi bile âşığın göz“n“ g“n gibi açmaya yeterli gelir: Tûtiyâ-yı hâk-i pây-ı yâra İshâk âferîn Zerre-i kühliyle gün gibi ayân oldı gözüm İshak Çün tabîb-i la‘lüñe ‘anber satar Hindû benüñ Yâ neden bekler lebüñ dâr-üş-şifâsın bilmedüm Ç“n (indû ben“ñ tabîb‐i laǮl“ñe Ǯanber satar. Yâ leb“ñ dâr‐“ş‐şifâsın ne‐ den bekler bilmed“m! Senin (indu benin, mademki lal dudağının tabibine amber satar, öyleyse dudağının şifa evini niçin beklediğini anlayamadım. Beytin kurgusunun esas alındığı resim, sevgilinin ağzına yakın veya du‐ dağında bulunan bendir. Ben, k“lt“rde rengi, şekli ve farz edilen kokusuyla tanınır. Sevgilinin dudağı öl“mc“l âşıklara deva verdiği, âb‐ı hayât olarak de‐ ğerlendirildiği için beyitte tabibe benzetilmiştir. İstiareden de istifade edilen "la'l" dudağa sevgilinin beni de (intli bir t“ccar benzetmesiyle d“ş“n“l“p ila‐ cın hammaddesi olarak amber satmaktadır. Âşığın anlayamadığı ise amber satan (indu benin sevgilinin şifa dağıtan dudağı evini bekliyor olmasıdır. Bir tarafıyla şifa kaynağı olan amberi satan ben, himmete muhtaç gör“nmektedir. Buradaki istifhamla sevgilinin dudağının şifa dağıtmaktaki fevkalade rol“ne vurgu yapılmıştır. Beyitte tabîb‐şifâ, la'l“ñe‐leb“ñ kelimeleriyle kurulan gayri 188 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ m“rettep leff “ neşr ile redifin de destek verdiği tezat, anlamı g“çlendirmekte‐ dir. Misk ve amber, t“ccar aracılığıyla hayli uzak yoldan Rumeli'ne gelir, ora‐ da kendisine alıcı bulurmuş. Birçok beyitte meselenin bu tarafına vurgu yapı‐ larak kullanılır. (ayalî Beyin beytinde sevgilinin dudağı etrafındaki misk koku‐ lu t“yleri taze amber satmaya gelen bir tacir olarak hayal edilmiştir: Hatt-ı miskînin lebinde anber-i sârâ satar Ruhların mihr ü mahabbet benlerin sevdâ satar İshak Çelebinin beytinde ise hem benin amber kokulu oluşuna dikkat çe‐ kilmiş hem de (intli tacirlerin bu işi yaptığından hareketle giyim kuşamı resm edilmiştir: Bu bir kaç kılla ol hâl-i muanber Başı perçemlü bir Hindûya benzer İçi yandugından aglar şem‘-i meclis hâlüme Yâr oda n’içün yakar ben mübtelâsın bilmedüm ŞemǮ‐i meclis hâl“me içi yandugından aglar, yâr ben m“btelâsın nǯiç“n oda yakar bilmed“m! Beytin hareket noktası meclisi aydınlatan mumun içinde bulunan fitili‐ nin yanması, yanmanın etkisiyle mumun gözyaşı damlacıkları gibi eriyerek dışa doğru akması ve etrafı aydınlatmasıdır. Değişik benzetmelere konu olan mum burada "içi yanmak" sıfatıyla hem bir realite vurgusu hem de teşhis yo‐ luyla âşığın hâline için için yanan ve gözyaşı döken bir insan olarak tasavvur edilmiştir. Âşık o kadar acınacak hâldedir ki h“sn‐i ta'lil, teşhis ve kinaye yo‐ luyla mum içi yanarak âşık için ağlar. Bir nesne olan mum bile âşığın hâline ağladığına göre âşığın hâli perişandır. Buna rağmen âşık, merhamet sahibi sev‐ gili, d“şk“n“ olan âşığını niçin aşk ateşinde yakar, buna anlam verememiştir. Bunun bir cevabı yoktur. Dolayısıyla âşık bir cevap beklemez. Onu ancak sevgi‐ li bilecektir. İstifhamla meseleye okuyucunun dikkati bir kat daha çekilmiştir. Şiir boyunca redife eşlik eden, bu beyitte yandugından‐oda, ağlar‐m“btelâ, şem'‐i meclis‐yakar kelimeleriyle kurulan gayri m“rettep leff “ neşr ve tezat anlatımın g“c“n“ artırmaktadır. 189 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR İkinci mısranın başında yer alan "yâr" hecesi takip eden "oda" vasl yo‐ luyla bağlanmıştır. "Yâr" kelimesinin meddi hem sevgiliye duyulan özlemin hem de ulama ile meddinin kaldırılması sonucu kalan uzun vokalin verdiği ses şaşkınlığı ifadede rol “stlenmiş gör“nmektedir. Mesihî ve (ayâlî'nin beyitlerinde de mumun yanan ve gözyaşı döken kişi imajı öne çıkmaktadır: Yandurdı lâlenün ruhuñ ey meh çerâğını Şem'üñ eritdi hasret odı içi yağını Mesihî Her kişi bezm-i cihân içinde bir hâletdedir Şem' yanmakta surâhî gülmede ağlar mest Hayâlî Baña dil-berden ‘inâyet istemeñ ey dostlar Sanmasun düşman beni kadr-i cefâsın bilmedüm Ey dostlar! Bana dil‐berden Ǯinâyet istemeñ. D“şman, beni kadr‐i cefâsın bilmed“m sanmasun. Ey dostlar! Siz benim için sevgiliden inayet istemeyin! Böyle yaparsanız d“şman sevgilinin cefasının kadrini bilmediğimi zanneder. Gelenek içerisinde sevgiliden âşığa gelen her muamele âşığın başı göz“ “st“nedir. Zaman zaman sitemi olsa da ona asla itirazı olmaz. Tıpkı Fuzulî'nin; Cefâ vü cevr ile mu’tâdem anlarsuz n'olur hâlüm Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasun yâ Râb beytinde olduğu gibi, âşık sevgilinin cevr “ cefasını her zaman ister. Âşık, sevgilinin kendisine eziyetini bilmeyecek kadar nankör değildir. Ama bu sevgi‐ linin l“tfunu istemeye mani değildir. Üstelik âşığın her hâlini bilen sevgiliye bunun hatırlatılması bile abestir. Zaten âşığın birçok d“şmanı vardır. Onlar suizanda bulunarak sevgilinin cefasının kadrini bilmediğini d“ş“n“rler. (âl‐ buki âşık onun kadrini iyi bilir. 190 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ Beyitte Dzdostlardz kelimesinin medli okunuşu "ey" kelimesinin nidası ile seslenmenin etkisini artırıyor, sesini duyurmak istiyor. Baştan beri devam eden tezat ve dilber‐cefâ, inâyet‐kadr kelimelerinin oluşturduğu gayri m“ret‐ tep leff “ neşr beyte g“ç katıyor. Nâmeye nâmın yazarken gitdi ‘aklum âh kim Nice yazdum ruk‘a-i medh ü senâsın bilmedüm Âh kim, nâmeye nâmın yazarken Ǯaklum gitdi. RukǮa‐i medh “ senâsın ni‐ ce yazdum bilmed“m! RukǮa, “zerine yazı yazılan kâğıt, deri parçası; kısa mektup; yama; dilek‐ çe anlamlarına gelir. Âşık sevgiliye mektup yazarken kendinden geçmiş. Mek‐ tupta onu nasıl methettiğini, neler yazdığını, nasıl yazabildiğini bilememiştir. Yaşadığı tam bir kendinden geçmişlik hâlidir. Âşığın kendinden geçmişliğini sağlayan, mektubun hitap c“mlesinin ilk başında sevgilinin namının yazılışıdır. Ondan sonra olanlardan haberdar değildir âşık. Mektuba başlarken aklı giden âşığın sevgilisi nasıl bir sevgilidir, onun aşkı nasıl bir aşktır? Anlatılır gibi değildir. Beytin okuyucuda bıraktığı intiba budur. Birinci mısraın sonuna doğru yer alan "âh" kelimesinin medli okunuşu da bu şaşkınlığı ve merakı sesle destekler gör“nmektedir. Burada hem sesini duyurmak var, hem de bir s“re kendini kaybetme hissi mevcut. Beyitteki nida, istifham, med ve nâme‐ruk'a, nâmın‐medh “ senâsın, yazarken‐yazdum, gitti aklum‐bilmed“m kelimeleriyle oluşturulan gayri m“rettep leff “ neşr verilmek istenen duyguya g“ç vermektedir. Ahmet Paşa bir murabbaının dörtl“ğ“nde de sevgiliye yazdığı mektubun başlığını ve mektubu yazdığı sayfaları söyler: Ser-nâme-i muhabbeti cânâne yazmışam Hasret risâlesin varak-ı câna yazmışam Nâlişlerini derd ile bî-çâre bülbülün Bâd-ı sabâ eliyle gülistâne yazmışam Kaçdı Ahmed hışm-ı çeşmüñden velî bir kimseye Sâye-i zülfüñden özge ilticâsın bilmedüm 191 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR "Ahmed hışm‐ı çeşm“ñden kaçdı velî sâye‐i z“lf“ñden özge bir kimseye ilticâsın bilmed“m." Ahmed, sevgilinin göz“n“n hışmından kaçmıştır ama kaçtığı yer yine sevgilinin bir başka g“zellik unsuru olan z“lf“n“n gölgesidir. Klasik edebiyatımızda anlatılan sevgilinin idealize edildiğini daha önce söylemiştik. İstense bile o sevgiliden kaçmak imkânsızdır. Kaçılan yer yine ona aittir. (er yer onun m“lk“d“r. Celalinden kaçanlar cemaline sığınırlar. Başka bir yolu da yoktur bunun. Âşığın çabası boşuna bir çabadır. Sevgilinin göz“n“n hışmından kaçarken z“lf“n“n gölgesine d“şm“şt“r. Bir tarafıyla burası daha köt“ bir yerdir. Ç“nk“ z“lf tasavvufta kesreti ifade eder ki âşığın kesrete d“ş‐ mesi daha vahim bir durumdur. Sevgilinin göz“ hışmı vesilesi ile teşhis edilmiştir. Kaçtığı ve sığındığı kimse z“lf“ gölgesi ise ikinci bir teşhisten bahsedilebilir. Teşhislerle beyit bir ölç“de somutlanmıştır. Zul“mden kaçan bir kimsenin bir başkasının himayesi‐ ne girmesi, onun sayesinde hayatiyetini s“rd“rmesi, "saye‐i z“lf"“ iltica yeri olarak göstermesinin gereğidir. SONUÇ Bizim şiirimizde redifler önemli roller “stlenir. Anlamın eksenini teşkil eden redif söyleyişi de yönlendirir. Gazelin b“t“n beyitlerinde "bilmedim" re‐ difindeki "zannettim ama öyle değilmiş" anlamı bir tezadı beraberinde getir‐ miştir. Şiir boyunca bu anlama ve sanata eşlik eden bir başka edebî sanat da leff “ neşrdir. Leff “ neşr şiirde paralelliği sağlayan, söz“ g“çlendiren ve beytin kurgusunda öncelikle yeri netleştirilen bir özellik arz eder. Şiirdeki tezat ve "bilmedim" redifine gayri m“rettep leff “ neşrin eşlik etmiş olması son derece anlamlı gör“nmektedir. Ahmet paşanın söz konusu şiiri Riyazî tezkiresinde anlatılan rivayetle beraber d“ş“n“ld“ğ“nde b“t“n ayrıntılar d“ş“n“lerek kur‐ gulanmış bir şiir izlenimi veriyor. Leff “ neşrin m“rettep veya gayri m“rettep oluşuna dair elimizde istatis‐ 192 LEFF Ü NEŞR KULLANIMINA DAİR DİKKATLER VE BU BAĞLAMDA AHMET PAŞA’NIN BİR GAZELİNİN ŞEHRİ tiki bir çalışma yoksa da Ahmet Paşanın bu gazelinde anlamı ekseni etrafında şekillendiren redifin şiirdeki fonksiyonunu m“şevveş leff “ neşr ile destekledi‐ ğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Başka şairlerde de karşılaştığımız azımsanama‐ yacak örnek sayısı, klasik şiir geleneğinde şairlerin leff “ neşri duygu durumla‐ rına uygun olarak m“rettep veya gayri m“rettep biçimde kullandıklarını gös‐ termektedir. KAYNAKÇA Ahmed‐i Rıdvan Divanı. Basım Yayınları. Aky“z, Kenan vd. . haz. (alil Çeltik , Ankara: Bizim B“ro . Fuzulî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları. Bosnalı Alaaddin Sabit Divan. huriyet Üniversitesi Yayınları. . haz. Turgut Karacan , Sivas: Cum‐ Çetindağ, Yusuf. . Ali Şîr Nevâî'nin Osmanlı Şiirine Etkisi, Ankara: K“lt“r ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Ergin, Muharrem. Üni. Ed. Fak. Yayınları. . Kadı Burhaneddin Divanı, İstanbul: İstanbul Er“nsal, İsmail E. . The Life and Works of Tacizade Cafer Çelebi Whit A Critical Edition of (is Dîvân, İstanbul: İstanbul Üni. Ed. Fak. Yayınları. G“rb“z, Mehmet. . Kâbilîǯnin DzSultân‐ı (ûbâna M“nâsib EşǮârdz Adlı Şiir Mecmuası, Ankara, GÜ. SBE. Doktora Tezi. G“rgendereli, M“berra. . (asan Ziyâǯî (ayatı Eserleri Sanatı ve Divanı, Ankara: K“lt“r Ve Turizm Bakanlığı Yayınları. (âşimî, Mil Yz. FB b. (ayâlî Divanı. . haz. Ali Nihat Tarlan , Ankara: Akçağ Yayınları. İsen, Mustafa. . Usûlî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları. (ayretî. . Divan Tenkitli Basım, haz. Mehmet Çavuşoğlu‐M. Ali Tanyeri , İstanbul: İstanbul Üni. Ed. Fak. Yayınları. Kurnaz, Cemal. yınları. . Gazeller Arasında, Ankara: Kurgan Edebiyat Ya‐ 193 PROF.DR. YAŞAR AYDEMİR Kurnaz, Cemal‐ Tatcı, Mustafa. yınları. ları. Mermer, Ahmet. . Enverî Divanı, Ankara: MEB Ya‐ . Karamanlı Aynî ve Divanı, Ankara: Akçağ Yayın‐ Mermer, Ahmet. . Mezâkî (ayatı, DivanınınTenkitli Metni, Ankara: AKM Yayınları. Mesihi Divanı. Sungur, Necati. rı. Tarlan, Ali Nihad. Tarlan, Ali Nihad. Tolasa, (arun. yınları. Edebî Kişiliği . haz. Mine Mengi , Ankara: AKM Yayınları. ve . Âhî Divanı, Ankara: K“lt“r Bakanlığı Yayınları. . Ahmet Paşa Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları. . Edebiyat Meseleleri, İstanbul: Öt“ken Yayınla‐ . Ahmet Paşaǯnın Şiir D“nyası, Ankara: Akçağ Ya‐ Üsk“pl“ İshak Çelebi. . Divan Tenkitli Basım, haz. Mehmet Çavuşoğlu‐M. Ali Tanyeri , İstanbul: Mimar Sinan Üni. Yayınları. 194 KÜLTÜREL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TRABZON-ŞALPAZARI ÇEPNİ MUTFAĞI KÜLTÜREL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TRABZON-ŞALPAZARI ÇEPNİ MUTFAĞI DOÇ. DR. BEKİR ŞİŞMAN Ondokuz Mayıs Üniversitesi ELVAN DOST GİRİŞ Ondokuz Mayıs Üniversitesi Bu çalışmada, yirmi dört Oğuz boyundan biri olan Çepnilerin Trabzon Yöresine yerleşmiş olan bir kesiminin yemekleri hakkında bilgi verilmiştir. Yemekler belirlenirken derleme yapılacak saha sınırlandırılmış ve sadece Çep‐ nilerin yoğun olarak yaşadığı Trabzon İliǯnin Şalpazarı İlçesi esas alınmıştır. Derleme yapılan yerler ise; Çamkiriş ve Turalıuşağı Mahalleleriyle, Çarlaklı ve Üz“möz“ Köyleri olarak belirlenmiştir. Derleme faaliyeti sırasında ses kaydından yararlanılmamış, yalnızca do‐ ğal gözlem ve sözl“ m“lakat yöntemiyle yemekler belirlenip kayda geçilmiştir. Bu nedenle yemek tariflerinin yazıya geçirilmesi yörenin halk ağzıyla değil yazı diliyle olmuştur. Bununla birlikte yemeklerde kullanılan malzemelerin yöresel adları aynen alınmış, parantez içi bilgilendirmesiyle de malzemelerin genel adlarına yer verilmiştir. Böylece okuyan herkesin anlayabilmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Derleme çalışmasıyla elde edilen yemekler belirli bir sınıflandır‐ maya tabi tutularak başlıklar altında hem malzemeleri yazılmak hem de yapılı‐ şı verilmek suretiyle kayıt altına alınmıştır. Bunun yanı sıra bazı yemeklerin özel olarak yapım zamanları ve yapım nedenleri varsa, bu da belirtilmiştir. 1. ŞALPAZARI İLÇESİ HAKKINDA GENEL BİLGİ1 1.1.Coğrafi Konumu Şalpazarı, Trabzonǯun batısındadır. Doğusunda Tonya, batısında Eynesil, kuzeyinde Beşikd“z“, g“neyinde ise G“m“şhane bulunur. Trabzonǯa km, 1 Bu kısımdaki bilgiler Prof. Dr. Ali Çelikǯin DzTrabzon Şalpazarı Çepni K“lt“r“dz kitabından alınmıştır. Ayrıntılı k“nye için kaynaklar kısmına bakınız. 195 DOÇ.DR. BEKİR ŞİŞMAN / ELVAN DOST sahile km uzaklıkta olan Şalpazarıǯnın y“zölç“m“ . m , ilçe merke‐ zinde m, y“ksek köylerde ise metrenin “zerindedir. Ağasar ve Kör“sten derelerinin kavuşum noktasında kurulmuş olan ilçe merkezinde, son n“fus sayımına göre, kişi yaşamaktadır. Köyleriyle birlikte, ilçe n“fusu ǯ“ kadın ǯi erkek toplam dir. 1.2. İdari Yapısı yılına kadar Çepni Vilayeti sınırları içinde ve Göreleǯye bağlı olan Şalpazarı, bu tarihte gönderilen bir fermanla Göreleǯden ayrılarak Vakfıkebirǯe bağlanmıştır. yılında bucak durumuna getirilmiş, daha sonra bu teşkilat kaldırılmış ve yılında Vakfıkebirǯe bağlı olarak yeniden kurulmuştur. Bakanlar Kuruluǯnun . . tarih ve ‐ Sayılı kararı ile tam teşekk“ll“ bucak haline getirilen Şalpazarı . . tarihinde Belediye teşkilatına ka‐ vuşmuş ve . . tarihinde de ilçe olmuştur. 2. ÇEPNİ BOYU’NUN TARİHİ KÖKENİ VE ANADOLU’DA İSKÂNI Anadoluǯnun T“rkleşmesinde önemli bir yere sahip olan Çepniler hak‐ kında eldeki bilgiler sınırlıdır. İlk defa Çepnilerden Kaşgarlı Mahmud Divan“ L“gâtiǯt‐T“rk adlı eserinde Oğuz boylarından biri olduğunu söyleyerek bahse‐ der. Ayrıca bu eserde boyun damgasına da yer verir. Fahreddin M“bârek Şahǯın X))). Y“zyıl listesinde boyun adı geçmemektedir S“mer, : . Reşid“ddin Fazlullah, Câmiǯ“t Tevarih adlı eserinde Oğuz Destanı hak‐ kında bilgi verir. Burada Oğuzǯun altı oğlundan olan yirmi dört torunundan ve bu yirmi dört torununun lakapları ve damgalarından bahseder. Çepni, Üçoklarǯın en b“y“k oğlu olan Kökhanǯın dörd“nc“ oğludur. Eserde Çepni şöy‐ le tanıtılır: “Yağı olan, her yerde durmayıp savaşan, (kandaki yağı göre derhal savaşır ve çapar. Bahadır)” Çelik, : . Eb“lgazi Bahadır (anǯın Şecere‐i Terakkime adlı eserinde de Oğuz Kağan Destanıǯnın T“rkmen rivayetini verir. Burada ayrıca Oğuzǯun torunlarının ad‐ larının manaları ve damgalarından bahseder. On altıncı torununun adı Çep‐ niǯdir. Eserde adın manası şu şekilde geçmektedir: Çepni’in manası cesur demek olur. Kuşu devlet kuşu (hümay), Çelik, : . Yazar kek, n“fus sayımını esas almıştır. TÜİKǯin genel n“fus sayımına göre kadın olmak “zere toplam n“fus d“r. 196 er‐ KÜLTÜREL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TRABZON-ŞALPAZARI ÇEPNİ MUTFAĞI Kâtip Çelebi Cihann“ma adlı eserinde Çepniǯlerden bahseder ve dilleri‐ nin T“rkçe Farsça karışık bir şey olduğunu söyler. İbni Bibiǯni Selçukname adlı eserinde Sinopǯtaki Çepnilerǯin Canik h“k“mdarına karşı verdikleri m“cadele‐ ler anlatılır. Ayrıca İbrahim Kafesoğlu da DzEski T“rk boylarının adları boyun siyasi ve sosyal hususiyetlerini meydana koymaktadır.dz dedikten sonra Çep‐ niǯyi, askeri teşkilat ve “nvanlarla ilgili olan Çor, Yula, Kapan, K“lbey, Yabuka, Yeney, Taryan, İğdir, Buka, Tarduş vb. isimlerle bu gruba dâhil etmekte ve Çepni adının askeri ve siyasi özellik taşıdığını belirtmektedir Çelik, : . Ali Çelikǯe göre Çebniler; Batı Anadoluǯda İzmir, İzmit, Adapazarı ve Balı‐ kesirǯe gitmelerine rağmen en yoğun yerleştikleri, varlılarını bug“ne kadar devam ettirdikleri ve k“lt“r mirasını en iyi muhafaza ettikleri bölge Doğu Ka‐ radeniz Bölgesi, bu bölgede de Asar/Ağasar/Akhisar yöresi olmuştur Çelik, : . 3. ÇEPNİ MUTFAĞI Çalışmanın bu kısmında yörede yaşayan insanlardan derlenen yemekler malzemeleri ve yapılış tarifleriyle birlikte verilmiştir. Teknolojik imkânların artması ulaşım ve haberleşmenin yaygınlaşması gibi birçok sebepten dolayı bölgede artık farklı malzemeden yapılan farklı yemekler de yapılmaya başlan‐ mıştır. Bu çalışmada ise Şalpazarıǯndan yapılan yemeklerin tamamı değil, daha çok eskiden yapılan, bug“nde yapılmaya devam eden ve bize göre yerli sayıla‐ bilecek yemekler alınmıştır. 3.1. Çorbalar Pancar Çorbası: Malzemeler: Darı mısır unu, haşlanmış d“dek haşlanmış kuru fasulye , pancar karalahana , et yağı, acı biber, tuz. Yapılışı: Tencereye göz kararı su koyulur. İçine d“dek atılır. Su kaynamaya başlayınca, yıkanıp ince ince doğ‐ ranmış pancar içine koyulur. Katılaşma kıvamına gelen kadar “zerine un vuru‐ lur. Acı biberi atılır. Pişmeye bırakılır. Pişince dondurulmuş et yağı “zerine atılır. Et yağı eriyinceye kadar kaynatılıp alınır. Dizin Çorbası: Malzemeler: Yazın ipe dizilip kurutulmuş taze pakla fasulye , haşlanmış d“dek, bulgur, soğan, tereyağı, tuz. Yapılışı: Bir tane soğanla iki kaşık tereyağı 197 DOÇ.DR. BEKİR ŞİŞMAN / ELVAN DOST kavrulur. Önceden haşlanmış dizin fasulyesi ve bir miktar d“dek içine eklenir. Üzerine tuz ile suyu ilave edilir. Biraz kaynadıktan sonra içine az miktarda bulgur koyulur. Pişirilir. Baldıran Çorbası: Malzemeler: İki Garmak bağ baldıran otu, haşlanmış d“dek, mısır unu, tuz, acı biber, yağ. Yapılışı: Bir tencere suyun içine haşlanmış d“dek koyulur. Kaynayınca önceden yıkanıp ince doğranmış baldıran otu içine koyulur. Üzeri‐ ne darı unu vurulur. Acı biberi ve tuzu atılır. Piştikten sonra “st“ne tereyağ yakılır. Ocaktan alınır. Darı Çorbası: Malzemeler: El değirmeninde çekilmiş darı, haşlanmış d“dek, su, ayran, tuz. Yapılışı: Yarım tencere suyun içine daha önceden çekilmiş darı yarması koyulur. Biraz piştikten sonra içine haşlanmış d“dek ve tuz ilave edilir. Piştik‐ ten sonra sonra “zerine ayran dök“lerek yenilir. Baderes Çorbası (Kabak Çorbası): Malzemeler: Kara kabak, haşlanmış d“dek, acı biber, tuz, kabağın tadı yoksa bir çorba kaşığı şeker Yapılışı: Yarım tencere suya doğranmış kara ka‐ bak koyulur, piştikten sonra ezilir. (aşlanmış d“dek eklenir. Tuzu, biberi, şe‐ keri eklenir. Arpa Çorbası: Malzemeler: Bir g“n önceden ıslatılmış arpa, haşlanmış d“dek, soğan tuz, yağ. Yapılışı: Soğanla yağ kavrulur. İçine bir miktar su koyulur. Kaynamaya başlayınca kabuğu çıkartılan arpa içine ilave edilir. En son içine haşlanmış d“dekle tuz ilave edilip, pişirilir. Bu çorba mısır çorbası ve buğday çorbasıyla birlikte Çepnilerde önceden d“ğ“n yemeği olarak kullanılıyormuş. Buğday Çorbası: Malzemeler: Bir g“n önceden suya konulup bekletilen buğday, haşlanmış d“dek, ayran, tuz. Yapılışı: Buğday ve d“dek tencerede kaynatılır. Tuzu ilave edildikten sonra “zerine ayran dök“lerek yenir. 198 KÜLTÜREL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TRABZON-ŞALPAZARI ÇEPNİ MUTFAĞI Tene Darı (mısır) Çorbası: Malzemeler: Tane s“t mısır, soğan, tere yağ. Yapılışı: Soğanla yağ kavru‐ lur. İçine su koyulur. Kaynamaya başlayınca içine tane s“t mısırı ilave edilir. Tuzu atılıp pişirilir. Ağa Tiken Çorbası: Malzemeler: Darı unu, tuz, ağa tikeni. Yapılışı: Ağa dikenleri temizlenip, doğrandıktan sonra hazırlanan mısır lapasının içine dök“l“r. Biraz sulandırıla‐ rak pişirilir. Yağ ve tuz çorba piştikten sonra ilave edilir. Turşu Çorbası: Malzemeler: Pakla fasulye turşusu, mısır unu. Yapılışı: Turşu yıkanıp tuzu çıkartılır. Suyla beraber kaynatılan turşunun “zerine un katılıp kıvamı tutana kadar pişirilir. Darı Unu Hellesi: Malzemeler: (aşlanmış d“dek, mısır unu, tuz. Yapılışı: yarım tencere su‐ ya haşlanmış d“dek koyulur ve kaynatılır. Başka bir kaba soğuk su koyulup içerisine mısır unu ilave edilir. Karıştırıldıktan sonra kaynamış suya eklenir beraber pişirilir. Piştikten sonra tuzu ilave edilir. Pırasa Çorbası: Malzemeler: Pırasa, haşlanmış d“dek, mısır unu, tereyağı, acı biber, tuz. Yapılışı: Pırasalar yıkanıp ince ince doğranır. Önceden ocağa koyulmuş, d“dekli kaynamış suya atılır. Biraz kaynadıktan sonra mısır unu ilave edilir. Üzerine yağı yakılır. Tuzu biberi koyulduktan sonra ocaktan indirilir. Mardımalak Çorbası: Malzemeler: Mardımalak bitkisi, fırın darısı yarması, haşlanmış d“dek, soğan, mısır unu, tuz, biber, tereyağı. Yapılışı: Yarım tencere suya haşlanmış d“dek ve fırın darısı yarması koyulur. Kaynamaya başlayınca ince doğranmış mardımalak bitkisi içine atılır. Kaynamaya başlayınca içine un ilave edilir. Uy‐ gun kıvama gelince biber ve tuzu eklenip, “st“ne tereyağı yakılır. Yavşu Çorbası: Malzemeler: Yavşu otu, g“n darısı unu, haşlanmış d“dek, tereyağı, tuz, su, biber. Yapılışı: Yapılışı karalâhana çorbasına benzemektedir. 199 DOÇ.DR. BEKİR ŞİŞMAN / ELVAN DOST 3.2. Turşular ve Tuzlamalar Kiraz Turşusu: Kiraz toplanıp yıkanır. Çekirdekleri çıkarılmadan tuzlanarak turşu kap‐ larına basılır. Birkaç g“nde yenecek kıvama gelir. Taflan Turşusu: Kiraz turşusu gibi yapılır. Fasulye Turşusu: Fasulyeler toplanıp temizlenir. Kaynayan suya dök“‐ lerek iki taşım kaynatılır ve s“zgece dök“l“r. Sonra temiz bir bezin “zerine serilir. Sarımsak doğranır ve fasulyeye katılarak turşu kaplarına koyulur. Eğer sirke katılırsa bir hafta katılmazsa on beş g“n sonra yenecek hale gelir. Galdıriyik Turşusu: Galdiriğin sapları ayıklanıp yıkandıktan sonra iste‐ ğe göre doğranır. Biraz haşlanıp s“z“ld“kten sonra sarımsak ve biber ilave edilerek turşu kabına bastırlır. ‐ g“n sonra yenecek hale gelir. Pezük Turşusu: Fasulye turşusu gibi yapılır. Pancar Turşusu: Fasulye turşusu gibi yapılır. Hamsi Tuzlaması: (amsi temizlenip, yıkandıktan sonra suyu s“z“l“r. Tuzlanıp bidona basılır. Bu işlem kışın yapılır. Yaz geldiğinde ise hamsiler suya çıkartılıp tuzunun çıkması beklenir. Sonrasında haşlanarak yenir. 3.3. Tatlılar Sütlü Kabak: Malzemeler: S“t, kabak, şeker, tuz. Yapılışı: Doğranmış kabak az bir suyla buharında pişirilir. Pişirildikten sonra ezilir. S“t, şeker ve tuzu ilave edilerek pişirilir. Mısır Unu Hevlası: Malzemeler: Mısır unu, bol miktarda tereyağı, şerbet. Yapılışı: Bol mik‐ tarda tereyağı ile mısır unu kavurulur. Un kahverengileşince önceden hazırla‐ nan şerbeti “zerine dök“l“r. G“zelce pişirilir. Top top yapılırak, servis edilir. Bu tatlı Çepni k“lt“r“nde ramazan bayramında gelen misafire ikram edilmek için hazırlanır. Sütlaş: Malzemeler: Pirinç, s“t, şeker, tuz. Yapılışı: Bir miktar suyla pirinç kayna‐ tılır. Üzerine s“tle şeker ilave edilir. Bir tutam da tuz eklenir. Bu tatlı g“nl“k hayatta bilinen s“tlaçla karıştırılmamalıdır. Çepni k“lt“r“nde yeni doğum yapmış kadınlara kendini toparlayabilmesi için yapılır. 200 KÜLTÜREL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TRABZON-ŞALPAZARI ÇEPNİ MUTFAĞI Kuru Yufka Tatlısı: Malzemeler: Kurutulmuş yufka, şekerli şerbet, tereyağı. Yapılışı: Kuru‐ tulmuş yufka ıslatılarak tepsiye dizilir. Üzerine eritilmiş tereyağı dök“lerek fırına s“r“l“r. Kızartıldıktan sonra şerbeti dök“lerek hazırlanır. 3.4. Ekmek ve Hamurişi Mısır Ekmeği: Malzemeler: Mısır unu, su, tuz. Yapılışı: Mısır unu suyla karıştırılıp, tuz ilave edilerek yoğurulur. Saç yada bileki taşına koyularak pişirilir. Bilekide pişirilen ekmeğe bileki ekmeği de denir. Burada mısırın g“n darısı ve fırın darısı diye iki çeşidi olduğunu söyle‐ mek gerekir. G“n darısı g“neşte kurutulan mısırdan elde edilen una, fırın darı‐ sı ise fırında kurutulan mısırdan elde edilen una denir. Dolayısıyla bu unlardan yapılan ekmeklere de fırın darısı ekmeği yada g“n darısı ekmeği denir. Otlu Ekmek: Malzemeler: Pırasa, soğan, maydonoz, pez“k pazı , mısır unu, tuz, su. Yapılış: Sebzeler g“zelce yıkanıp ince ince doğranır. Mısır unundan yapılan harca koyularak karıştırılıp hamur yapılır. Tuz ilave edilir. Bileki taşında konu‐ larak pişirilir. Hamsili Ekmek: Malzemeler: (amsi, mısır unu, maydonoz, pırasa, tuz. Yapılışı: (amsilerin kılçığı çıkartılıp temizlenir. Sebzeler yıkanıp doğrandıktan sonra mısır unuyla yapılan harca katılır. Aynı harca hamsilerde ilave edilir. Aynı şekilde mısır ek‐ meğinin pişirilme usul“yle pişirilir. Bileki Ekmeği: Malzemeler: Buğday unu, tuz, su. Yapılışı: Genellikle buğday unundan ya‐ pılır. Önce bileki adı verilen içi d“z bir şekilde oyulmuş taştan yapılmış bir kabın içine karalâhana yaprakları serilir. Saç ayağının “st“nde, kara ateşte iyice ısıtıldıktan sonra yoğurulan hamur içine dök“l“r. Kapağı kapatılarak pişmeye bırakılır. Köze göm“lerek de bişirilir. Hamsikuşu: Malzemeler: Tuzlanmış ya da taze hamsi, yeşil soğan, kuru soğan, maydonoz, yaş nane, tuz, biber biraz buğday unu, biraz mısır unu, yağ. Yapılışı: 201 DOÇ.DR. BEKİR ŞİŞMAN / ELVAN DOST (amsiler temizlenip ince parçalanır. Sebzeler yıkanıp doğranır. Un, tuz ve ba‐ harat koyularak yapılan harca hamsi ve sebzeler ilave edilir. Yoğurulan karışım köfte gibi yapılarak yağda kızartılır. Cırıtta: Malzemeler: Karabuğday unu, tuz, karbonat, su. Yapılışı: B“t“n malzeme‐ ler karıştırılır, tavada yağla birlikte kızartılır. Bişi/Pişi: Malzemeler: Un, tuz, su, şeker, tereyağı. Yapılışı: Un, tuz ve suyla hamur yoğurulur. Dinlenmeye bırakılır. Su, tereyağı ve şeker karıştırılarak şerbet ha‐ zırlanır. (amurdan yufka açılır ve saçın “zerine serilir. (er yeni kat eklenirken mısır talaşından yapılan fırçayla ara katlara şerbet s“r“lmek suretiyle hazırla‐ nır. Saçta Kara Buğday Unundan Çörek: Malzemeler: Karabuğday unu, tuz, ekşi ayran, su. Yapılışı: Karabuğday unuyla malzemeler karıştırılarak hamur yapılır. Ekşi ayran hamurun maya‐ lanması için kullanılır. (amur mayalanmaya bırakılır. Ateşte kızdırılan saçın “zerine mayası gelen hamur dök“lerek çörek yapılır. Piştikten sonra içine te‐ reyağı koyularak yenir. Bişi Makarnası: Malzemeler: Saçın “st“nde kurutulan yufkalar silindir şekline getirilerek ince ince kesilip kurutulur. G“neşte kurutulduktan sonra hazırlanan bişi ma‐ karnası, tereyağı, şeker su. Yapılışı: Önceden hazırlanan bişi makarnası tepsiye koyulur. Üzerine kaynamış su serpitip, şekerle harmanlanır. Ağzı kapatılarak suyu çekmesi beklenir. Suyu çektikten sonra bol tereyağı eritilerek “st“ne dök“l“r. Bezirgân Aşı: Malzemeler: Bayatlamış mısır ekmeği, tereyağı, şeker, su. Yapılışı: Bir miktar suyun içine tereyağı ve şeker eklenerek beraber kaynatılır. (azırlanan şerbetin içine bayat mısır ekmeği doğranarak hazırlanır. Yağ Ezmesi: Malzemeler: G“n darısı ekmeği, tereyağı, şeker. Yapılışı: Saçın “st“nden alınmış sıcak mısır ekmeğinin içine tereyağı ve şeker eklenerek karıştılır ve hazırlanır. 202 KÜLTÜREL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TRABZON-ŞALPAZARI ÇEPNİ MUTFAĞI 3.5. Diğer Yemekler Sırgan Yemeği: Malzemeler: Sırgan otunun taze tepesi, g“n darısı unu, sarımsak, tereya‐ ğı, tuz, su. Yapılışı: Sırgan otunun toplanan uç kısımları yıkanıp bir miktar kay‐ namış suya atılır. İyice piştikten sonra kirman yöreye göre değişiyor denilen ve çamın en tepesinden yapılan dört veya beş çatallı çubukla iyice ezilir. Sonra mısır unu ilave edilir. Tereyağı, tuzu ve sarımsağı eklenerek pişmeye bırakılır. Sırım Kabak Yemeği: Malzemeler: G“z“n soyularak içi dışı temizlendikten sonra elmanın ka‐ buğunun soyulma şekliyle ince ince doğranarak kurutulan kara kabak, pirinç, şeker, tereyağı, soğan, tuz. Yapılışı: Kurutulmuş kabak k“ç“k dilimlenerek iki “ç saat kaynar suda bırakılır. Başka bir tencerede doğranmış soğan tereyağı ile kavrulur. Bir miktar su koyulup kaynamaya bırakılır. Önceden doğranmış ka‐ baklar kaynamış suyun içine bırakılır. Birazcık pirinç, tuz, şeker ilave edilir. Pişmeye bırakılır. Pancar (Kara Lahana) Döşemesi: Malzemeler: Pancar, fırın darısı yarması, haşlanmış d“dek, soğan, biber, mısır unu, tereyağı. Yapılışı: İnce doğranmış lahana bir miktar suyla haşlanır. S“z“ld“kten sonra başka bir tencerede tereyağı ile kavrulan soğanın içine ön‐ ce bir kat lahana “zerine d“dek, mısır unu ve yarması eklenir. Gartupu (Patates) Yemeği: Malzemeler: Gartupu, soğan, tuz, su, tereyağı. Yapılışı: Soğan tereyağı ile kavrulur. Soyulup halka halka doğranmış patatesler içine atılır. Tuz ve suyu eklenerek pişirilir. Taze Pakla (fasulye) Yemeği: Malzemeler: Taze fasulye, patates, soğan, biber, su. Yapılışı: Ayıklanmış ve kırılmış fasulyeler tereyağı ve soğanla kavrulmuş tencerenin içine atılır. Bir miktar fasulye de onlarla kavrulur. Daha sonra soyulmuş doğranmış patatesler içine konulur. Tuz ve su ilave edildikten sonra baharatıyla birlikte pişirilir. Pakla (Fasulye) Kavurması: Malzemeler: Taze pakla, sarımsak, su, tuz, tereyağı. Yapılışı: Ayıklanan taze fasulyeler tuzlu suda haşlanır. S“z“ld“kten sonra sarımsakla kavrulmuş tereyağının içine atılır. Bir miktar kavrulduktan sonra hazır olur. 203 DOÇ.DR. BEKİR ŞİŞMAN / ELVAN DOST Taze Pakla Tavası: Malzemeler: Taze fasulye, su, tuz, tereyağı, mısır unu. Yapılışı: Ayıklanan taze fasulyeler suda haşlanır. Üzerine tuz atılır. S“zd“r“len fasulyeler mısır unuyla unlanıp tereyağı ile kıtartılır. Dizin Kavurması: Malzemeler: Önceden ipe dizilerek kurutulan fasulyeler, sarımsak, haş‐ lanmış d“dek, soğan, tuz, tereyağı. Yapılışı: Fasulyeler tuz da katılarak suyla haşlanır. S“z“ld“kten sonra içine d“dek, soğan, sarımsak koyularak tereyağın‐ da kavrulur. Pancar Sarması ( Karalâhana Sarması): Malzemeler: Pancar, mısır yarması, soğan, biber, k“ç“k doğranmış et, et ve tereyağı, su, tuz. Yapılışı: Etle soğan tereyağı ve et yağıyla kavrulur. İçine bir miktar suyla beraber önceden yıkanmış yarma ilave edilir ve baharatı eklenir. (azırlanan iç haşlanmış pancarlarla sarılıp, pişirilir. Süzdürme Yemeği: Malzemeler: (oşkıran otu, pez“k yaprağı, pırasa, kabak yaprağı, patates yaprağı, tereyağı, kuru soğan, bulgur. Yapılışı: Sebzeler doğranıp bulgurla bir‐ likte haşlanır. S“zd“r“ld“kten sonra baharatı ve yağıyla birlikte kavrulup ha‐ zırlanır. Hoşmak / Keşkek: Malzemeler: D“dek Kuru fasulye , patates, sarımsak, tereyağı, su, tuz. Yapılışı: Akşamdan ıslatılmış fasulye tencerede haşlamaya bırakılır. Biraz piş‐ tikten sonra önceden soyulup doğranan patatesler eklenir. Tahta kepçe saye‐ sinde piştikten sonra g“zelce ezilir. Döv“lm“ş sarımsak içine koyulur. Bolca tereyağı “st“ne yakılır. Bazı yörelerde “zerine “z“m pekmezi dök“lerek de yenilir. Topullu Helle: Malzemeler: Buğday unu, su, tuz, yoğurt. Yapılışı: Su, içine tuz atılarak kaynamaya bırakılır. Başka bir kaba buğday unu koyulur. Tenceredeki kayna‐ yan sudan buğday ununun “st“ne gezdirilir. Top top olan un karıştırılıp kay‐ nayan tencerenin içine atılıp pişirilir. Daha sonra tabağa koyulan topullu helle “zerine yoğurt dök“lerek yenir. 204 KÜLTÜREL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TRABZON-ŞALPAZARI ÇEPNİ MUTFAĞI Yağlaş: Malzemeler: Mısır unu, su, tuz, tereyağı, peynir, Yapılış: İçine tuz atılan su kaynamaya bırakılır. Kaynayınca içine g“n darısı unu vurulur. İyice piştikten sonra önceden doğranmış peynirler içine katılır. G“zelce karıştırılarak peyni‐ rin uzanması sağlanır. Bolca tereyağı eritilerek “zerine dök“l“p servis edilir. Fırın Darısı Unundan Yapılan Yağlaş: Malzemeler: Fırın darısı unu, su, tuz, tereyağı, bal. Yapılışı: İçine tuz atıl‐ mış su kaynamaya başlayınca içine unu koyulur. Pişince ortasına bir yuvarlak açılıp içine bal ve tereyağı koyulur. Yağlaş ortadaki bal ve tereyağına batırıla‐ rak yenir. Hıdır Yağlaşı: Malzemeler: Fırın darısından çekilmiş yarma, su, tuz, yoğurt, tereyağı. Yapılışı: Tuz koyularak kaynatılan suyun içine fırın darısı yarması koyulur. Pişinceye kadar beklenir. Piştikten sonra “zerine tereyağı yakılır. Yoğurtla beraber yenilir. Hamsi Buhulaması: Malzemeler: (amsi, kuru soğan, tuz. Yapılışı: (amsi ayıklanıp suyla te‐ mizlendikten sonra tuzlanıp tavaya koyulur. Üzerine halka halka kuru soğan doğranıp buharında pişirilir. Saçın Üstünde Hamsi: Malzemeler: (amsi, g“n darısı unu, tuz. Yapılışı: (amsi temizlenip, tuzla‐ nır. Mısır unuyla karıştırılıp kızgın saçın “st“nde pişirilir. Turşu Kavurması: Malzemeler: Turşu, soğan, tereyağı. Yapılışı: Seçilen turşunun cinsine gö‐ re kabından çıkartılıp tuzu çıkması için suya bırakılır. Daha sonra bol yağ ile kavrulmuş soğanın “zerine ilave edilerek kavrulur. Tirmit (Mantar) Kavurması: Malzemeler: Bahçeden toplanan s“t tirmidi, soğan, yağ. Yapılışı: Topla‐ nan tirmit suda bekletilerek acısının çıkması sağlanır. Daha sonra elle sıkılıp suyu çıkartılarak yağ ile kavrulmuş soğanın içerisine eklenir. Kavrularak hazır‐ lanır. 205 DOÇ.DR. BEKİR ŞİŞMAN / ELVAN DOST Pezük Kavurması: Malzemeler: Pez“k pazı , patates, haşlanmış d“dek, tuz, tereyağı, su, sa‐ rımsak. Yapılışı: Sebzelerin hepsi doğranarak suda haşlanır. (aşlanırken tuzu ilave edilir. S“zd“r“ld“kten sonra tereyağı ve sarımsakla kavrulur. Ot Tavası: Malzemeler: Pez“k, k“l“r tepesi bezelye yaprağının uç kısımları , pırasa, yeşil soğan, fi tepesi, mısır unu, tuz, tereyağ. Yapılışı: Sebzeler yıkanıp, doğran‐ dıktan sonra mısır unu ve tuzuyla karıştırıp yağ ile iki yön“de pişecek şekilde tavada kızartılır. Galdiriyik Tavası: Malzemeler: Galdiriyik bitkisi, fırın darısı unu, tuz, su, yumurta, tereyağı. Yapılışı: Galdiriyiklerin yaprağından ayrılan çubukları doğranıp suda tuz ekle‐ nerek haşlanır. S“zd“r“ld“kten sonra mısır unuyla unlanıp tereyağında kızar‐ tılır. Üzerine çırpılmış yumurta dök“l“p alt‐ “st edilerek çevrilir. Yaprak Bezelye Tavası: Malzemeler: Yaprak bezelye, fırın darısı unu, tereyağı, su, tuz. Yapılışı: Yaprak bezelye ayıklandıktan sonra tuz atılarak suda haşlanır. S“zd“r“ld“kten sonra mısır unuyla unlayıp tavada tereyağı ile kızartılır. Melevcan Tikeni Tavası: Malzemeler: Melevcan tikeninin dikeninin uç kısımları, fırın darısı unu, su, tuz, tereyağı. Yapılışı: Melevcan dikeninin uçları doğranıp tuz koyularak haşlanır. S“zd“r“ld“kten sonra mısır unuyla unlanarak tavada kızartılır. İsteğe göre yumurta da koyulabilir. Pancar Çiçeği Kavurması: Malzemeler: Pancar Karalâhana çiçeği, haşlanmış d“dek, tuz, su, tere‐ yağı. Yapılışı: Pancar çiçekleri doğranıp tuzu da ilave edilerek haşlanır. S“zd“‐ r“ld“kten sonra tereyağı ile kavrulur. Gartupu ( Patates) Kavurması: Malzemeler: Gartupu, su, tuz, tereyağı, pırasa, biber. Yapılışı: Gartupu tuz ilave edilerek haşlanır. S“zd“r“l“p soyulur. Soyulan gartupular doğranır. Baş‐ ka bir tencerede tereyağıyla kavrulan pırasanın içine doğranmış patatesler koyulur. Beraber kavrulur. Sonrasında baharatta koyulabilir. 206 KÜLTÜREL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TRABZON-ŞALPAZARI ÇEPNİ MUTFAĞI Düdek Kavurması: Malzemeler: (aşlanmış d“dek kuru fasulye , tuz, pırasa, Yapılışı: D“dekler önceden suda haşlanır. Daha sonra ince ince doğranmış pırasa ile birlikte tuzu da ilave edilerek yağda kavrulur. Çökelik Kavurması: Malzemeler: Ayranın kesilmesiyle elde edilen s“z‐ menin kurutulmasıyla oluşan çökelik, tereyağ. Yapılışı: Çökelik doğranarak tereyağında kavrulur. Bu yemek daha çok sabah kahvaltısında yenir. 3.6. Kahvaltı Kültürü Bug“n diğer bölgelerde kahvaltıda ne yeniliyorsa, Şalpazarı Çepni K“lt“‐ r“ǯnde de aynı yemekler yenmektedir. G“n“m“zde hala yörede yaşayan elli yaş “st“ kişilerden derlenen bilgiler esas alındığında Çepnilerǯin geçmişteki kahvaltı k“lt“r“ne ulaşılmıştır. Çökelik kavurması, kuru çökelik, bal, dut veya armuttan yapılan pekmez geçmişte kahvaltıda yenilen yemeklerdir. Ayrıca çay olarak da kışları daha çok ıhlamur tercih edilir. Bununla birlikte kahvaltıda patates gartupu haşlaması ve turşu kavurmasının yenmesi geçmişte olduğu gibi bug“n de hala devam etmektedir. Ayrıca özellikle hayvansal “r“nlerin pazarlanmasıyla geçimini sağlayan ailelerde sabah kahvaltılarında içerisine mısır ekmeği doğranmış yoğurt ve s“t de yenmektedir. SONUÇ Derlenen yemekler dikkate alındığında, Doğu Karadenizǯin genelinde yaygın olan d“dek kuru fasulye veya barbun fasulye ve darının/mısırın ye‐ meklerde hem başlı başına hem de yemeklere katık etmek suretiyle yaygın olarak kullanıldığı gör“lmektedir. (er iki “r“n“n de çorbası ve yemeği olmakla birlikte diğer yemeklerde de kıvamı artırmak ve malzemeye katık etmek için kullanılır. Darı buğday ekmeğinin yayılmadığı dönemlerde temel gıda “r“n“ olan ekmeğin de hammaddesini oluşturmaktadır. (asat zamanı toplanan darıların g“neşte kurutulanına g“n darısı, fırınlarda kurutulanına fırın darısı denmek‐ tedir. Fırın darısı unu kızartma ve tavalarda kullanılırken g“n darısı unu saçta mısır ekmeği yapımında daha çok kullanılmaktadır. Yöre yemeklerinde, çevrede yetişen ot ve bitkilerin de ağırlığı fazladır. Zehirli olmadığı bilinen her t“rl“ ot ve çiçeğin tavası, kavurması, kızartması ya Bu konuda bilgi için Bekir Şişmanǯın DzKaradeniz Yöresinde Mısır K“lt“r“: Folklorik Bir Yak‐ laşımdz adlı makalesine bakılabilir. Ayrıntılı k“nye için kaynakçaya bakınız. 207 DOÇ.DR. BEKİR ŞİŞMAN / ELVAN DOST da çorbası yapılabilmektedir. Balık olarak da hamsi; hem tuzlanıp yazın, hem de taze olarak kışın t“ketilmektedir. (amsi sadece m“stakil olarak değil ek‐ mek ve hamur işlerinde de kullanılmaktadır. Kırmızı et g“n“m“zde daha yay‐ gın olsa da geçmişte biraz da ekonomik sebeplerden dolayı istisnalar dışında kullanımı azdır. Öyle ki kaynak kişilerden biri d“ğ“n yemekleri içerisinde kır‐ mızı etin bulunduğu yemekleri yalnızca zenginlerin yaptırttığını söylemiştir. Ekonomik durumu d“ş“k olanlar ise d“ğ“n yemeği olarak arpa, buğday, darı çorbası ve pancar karalahana sarması gibi yemekleri tercih etmektedir. Karadeniz mutfağı et değil, ot ağırlıklıdır. Bu durum coğrafi şartların mutfak k“lt“r“ne etkisi olarak gör“lmelidir. Ç“nk“ Karadeniz yöresinde hay‐ vancılık b“y“k s“r“ler halinde yapılmamaktadır. Özellikle b“y“kbaş hayvancı‐ lık bu yörede daha çok ailelerin s“t, peynir, yoğurt, yağ gibi ihtiyaçlarını karşı‐ lamaya veya buradan k“ç“k gelir elde etmeye yöneliktir. Aksi duruma zaten coğrafya elvermemektedir. KAYNAKÇA Çelik, Ali. . Trabzon Şalpazarı Çepni K“lt“r“, Trabzon: Trabzon Valiliği İl K“lt“r M“d“rl“ğ“ Yayınları. S“mer, Faruk. . Çepni. T“rkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Dia C , ‐ , İstanbul: T“rkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Şişman, Bekir. . Karadeniz Yöresinde Mısır K“lt“r“: Folklorik Bir Yaklaşım, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, / , ‐ . KAYNAK KİŞİLER Ali Osman Özer , “niversite, serbest meslek, Şalpazarı, Çamkiriş Ma‐ hallesi (ava Adanur , ilkokul, ev hanımı, Şalpazarı, Çarlaklı Köy“ (atice Özer , okuryazar, ev hanımı, Şalpazarı, Çamkiriş Mahallesi İfakat Demir , Okuryazar, ev hanımı, Şalpazarı, Turalıuşağı Mahallesi Mehmet Demir , ilkokul, işçi, Şalpazarı, Turalıuşağı Mahallesi Mustafa Çırakoğlu , ortaokul, esnaf, Şalpazarı, Çarlaklı Köy“ Mustafa Kara , ilkokul, işçi, Şalpazarı, Üz“möz“ Köy“ Mustafa Özer , okuryazar, çiftçi, Şalpazarı, Çamkiriş Mahallesi Nurhayat Dost , ilkokul, ev hanımı, Şalpazarı, Çarlaklı Köy“ 208 KÜLTÜREL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TRABZON-ŞALPAZARI ÇEPNİ MUTFAĞI YEMEKLERİN FOTOĞRAFLARI Sırgan bitkisinin tepesinin ezilmesiyle yapılan sırgan yemeği. Pancar karalahana çiçeği Kavurması 209 DOÇ.DR. BEKİR ŞİŞMAN / ELVAN DOST Tirmit yerli mantar Kavurması Pancar karalâhana Döşemesi Yemeği Taflan karayemiş Turşusu Kavurması Yaprak bezelye kızartması Galdıriyik Tavası Taze Pakla fasulye Kavurması 210 KÜLTÜREL DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TRABZON-ŞALPAZARI ÇEPNİ MUTFAĞI Melevcan Tikeni Dikeni Kavurması Kiraz Turşusu Kavurması Pancar karalahana Sarması Bileki Taşı ve Ekmeği Topullu (elle Yemeği (amsikuşu 211 DOÇ.DR. BEKİR ŞİŞMAN / ELVAN DOST Yağlaş (amsili Ekmek Tuzlu (amsi Sırım kabağın doğranış biçimi 212 NECATİ GÜNGÖR’ÜN SEVGİLİ ÖĞRETMENİM ADLI ÖYKÜ KİTABINDAKİ ÖĞRETMEN TİPLER NECATİ GÜNGÖR’ÜN SEVGİLİ ÖĞRETMENİM ADLI ÖYKÜ KİTABINDAKİ ÖĞRETMEN TİPLER DOÇ. DR. FATİH SAKALLI Gazi Üniversitesi Öyk“c“, gazeteci, yazar kimlikleriyle ifade edebileceğimiz Necati G“ngör, ǯda Malatyaǯda doğar. Malatya Lisesiǯnden sonra İstanbul Üniversitesi, (ukuk Fak“ltesiǯni bitiren G“ngör, yayınevlerinde redaktörl“k, editörl“k, ga‐ zetecilik ve reklam yazarlığı gibi görevlerde bulunur. İlk öyk“s“n“ yılın‐ da Oluş Dergisiǯnde yayımlayan G“ngörǯ“n öyk“ ve yazıları sonraki yıllarda Yansıma, Yeni D“ş“n, Yeni Dergi, Negatif, (“rriyet Gösteri, T“rkiye Defteri, Yaşasın Edebiyat, Milliyet Sanat gibi dergilerde yayımlanır. Öyk“leriyle T“rk Dil Kurumu, Ömer Seyfettin ve Yunus Nadi gibi öd“lleri de alan G“ngörǯ“n eserleri şunlardır: Hikâyeleri: Yolun Başı , Sevgi Ekmektir , Bu Sevda Ölmek , (ayatımın Yedi (ikâyesi , Unutulmaz Bir Kadın Resmi , Sinema Kuşu Sevgilim , Masal Kuşu ǮSeçme (ikâyelerǯ , İyiler Genç Öl“r , (ikâyemde (ayvan Var , Üsk“darǯa Gidelim , İnsanlığın Sonbaharında . Anı –Röportaj – Şehir – Anlatı: Yery“z“nde İki Gölge , Bir Taşra‐ lının İstanbul Nostaljisi , Safiye Aylaǯnın Anıları , Şehri Şirin İs‐ tanbul , Bir (ayal İstanbul , Annem Babam Malatya . Çocuk ve Gençlik Kitapları: Babamın Sedefli Çakısı , Çocuklara Dede Korkut Öyk“leri , Papatya Gelin Sessiz Y“rek , An‐ neme Bir Ev Alacağım , Sevgili Öğretmenim . Bu çalışmada G“ngörǯ“n Sevgili Öğretmenim adlı kitabındaki öğretmen tipler anlatılarak onların örnek tutum ve davranışları gösterilmeye çalışılacak‐ tır. DzSevgili Öğretmenimdz adlı öyk“de “niversite sınavında Makine M“hen‐ disliği böl“m“n“ kazanan bir öğrenci, vefat etmiş olan eski T“rkçe öğretmeni‐ ne mektup yazarak izlenimlerini ve onun kendisi “zerindeki etkisini anlatır. 213 DOÇ.DR. FATİH SAKALLI Öğretmeninin hoşgör“s“nden ve her durumu anlamaya, bağışlamaya hazır olduğundan söz eder. Eleştirilere, kızmalara biraz alay, bira şaka katarak yu‐ muşattığını anlatır. Kaşlarını çatarken gizlide gizliye sanki g“ld“ğ“nden bah‐ seder. Aradan yıllar geçmesine ve başka okullarda okumalarına rağmen insan‐ ları oldukları gibi benimseyip sevmeyi ondan öğrendiğini dile getirir. Kendile‐ rine yalnızca anadillerini doğru ve g“zel kullanmayı değil, d“nyayı, yaşamı, iyilik dolu bir y“rekle sevmeyi öğrettiğini belirtir. Edebiyat kitaplarını onun aracılığıyla tanıdıklarını, ilk armağan kitabını ondan aldığını, böylece öğretme‐ ninin kendisinin kitap okuma tutkusunu öd“llendirmek istediğini anlatır. Öğ‐ retmeninin beynini ve y“reğini beslediğini bu y“zden ona minnet duyduğunu ifade eden çocuk, şimdi vefat etmiş olan anne babasının da öğretmenini çok sevdiklerini belirtir. Öğretmeninin o insanların y“reğinde de bir sevgi tahtı kurduğuna deği‐ nir. Okul çıkışlarında otomobil tamircisinde çalışırken oradaki çocukların ken‐ disine ǮMektepliǯ diye hitap ettiklerini, kazandığı ilk para ile okulun karşısında‐ ki kitapçı d“kkânından vitrindeki kitapları satın aldığını anlatır. Ve öğretmeni‐ nin paha biçilmez takdirlerini de bu kitaplar sayesinde elde ettiğini ifade eder. Öğretmeninin elindeki kitapları sınıfa göstererek ǮBakın ne g“zel arkadaşınız, kitap okuma alışkanlığı kazanmış. Bu alışkanlığı herkes kazanmalı. Kitap oku‐ mayan kişinin diploması elinde kuru bir dal parçası gibi durur. Kitap okuyanın kazandığı öğrenim belgesi, yeşil bir ağaç gibi verimli olur. (arçlıklarını kitap alarak değerlendirdiği için arkadaşınızı kutluyorum.ǯ dediği g“nden sonra öğ‐ retmeninin sözlerinin ve kendisine olan ilgisinin arkadaşlarının tutumunu da etkilediğini belirtir. Öğretmenin takdirini kazanmak için kitap okumaya başla‐ yanların olduğunu ifade eder. Kompozisyon yarışmasında birinci olana verile‐ cek kitap öd“l“n“ kazandığını, bunun hayatındaki ilk öd“l olduğunu söyler. Kitabı evde açtığında öğretmenin bir aylığını kitabın arasına koyduğunu, o para ile babasının ton köm“r aldığını anlatır. Öğretmeninin kendilerine aşı‐ ladığı kitap okuma tutkusunu, hiç savsaklamadığını, kitap okumamak için hiç‐ bir bahaneye sığınmadığını, okuduğu her kitabı öğretmenini anarak eline aldı‐ ğını, okumadığı zaman kendisini öğretmenine ihanet etmiş gibi hissettiğini belirtir. Okul çıkışı gittiği otomobil tamircisinde çok şey öğrendiğini bu neden‐ le “niversite tercihinde Makine M“hendisliğini yazdığını ve kazandığını anlatır. (ikâyede “niversite sınavında m“hendislik kazanan bir öğrencinin vefat etmiş T“rkçe Öğretmenine yazdığı mektup sayesinde, öğretmeninin çocuğun haya‐ tındaki yeri “zerinde durulur. T“rkçe Öğretmeninin örnek davranışlarının çocuklar “zerindeki etkisi ve onları nasıl yönlendirdiği anlatılır. 214 NECATİ GÜNGÖR’ÜN SEVGİLİ ÖĞRETMENİM ADLI ÖYKÜ KİTABINDAKİ ÖĞRETMEN TİPLER DzÖz“rdz adlı öyk“de olaylar, Tarih öğretmeni Zeycan (anımǯın masanın başında sözl“ yaparken Onurǯun bacaklarına baktığını d“ş“nmesi ve ona tokat atarak sınıfın dışına çıkarmasıyla başlar. Sonra öğrencisi ile konuşan Zeycan Öğretmen, Onurǯun babasının hapishanede olduğunu ve çocuğun okul çıkışla‐ rında Belediye Parkıǯnda ayakkabı boyadığını öğrenir. Babasını özlediğini ve bunları d“ş“n“rken daldığını ifade eden çocuktan öz“r dileyen öğretmen o g“nden sonra cezaevi ile Onurǯun ailesi arasında bir köpr“ kurar. (aftanın bir g“n“, birkaç saatini cezaevi ziyaretine ayırır. Onurǯa babasından, ondan da babasına haberler taşır. Bazen de Onurǯla birlikte hapishaneye giderler. Öğren‐ cisinin çilesini, yitirdiği bir akrabasını yeniden bulmuş gibi benimseyen bir öğretmenin fedakârlıkları hikâyede anlatılmıştır. DzEngeli Aşmakdz adlı öyk“de Safura (anım, tek kızını doğumda yitirir. Doğumda ölen kızının çocuğuna Melek adını koyarlar. Öks“z kalan bebeği kızı‐ nın yerine koyan Safura (anım, ona baktıkça kızını hatırlar. Meleğin babası tekrar evlenir. Meleğin “vey kardeşi olur. Melek b“y“d“kçe iki ayağının “st“ne kalkamaz. Altı yaşına geldiğinde hâlâ y“r“yemez. Safura (anım, torunu Melekǯi evine getirir. Ona okul malzemeleri alır. Torununun okuma yazma hevesini gerçekleştirmek için komşusu öğretmen Olgun Beyǯin yardımını rica eder. M“‐ d“r Bey de Olgun Beyǯin engelli çocuğa evde ders vermesine izin verir. Olgun Bey, karşısında okumaya ve öğrenmeye hevesli bir çocuk gör“nce onunla daha çok ilgilenmeye başlar. Arkadaşı Beden Eğitimi öğretmeni Serdarǯa Melekǯin bacak kaslarının geliştirilip geliştirilemeyeceğini sorar. O g“nden sonra hafta‐ da g“n Olgun Bey, Melekǯe okuma yazma öğretir, g“nde anneannesi sırtın‐ da Melekǯi spor tesislerine göt“r“r. Melek, öz babasından görmediği iyiliği öğ‐ retmeninden gör“r. Olgun Öğretmen, Serdar öğretmeni gizlice arar. Melekǯin durumu ile ilgili bilgiler alır. Zaman zaman kafası o kadar Melekǯle meşgul olur ki geceleyin d“şlerinde kendisini onunla birlikte koşarken gör“r. Bu d“ş“ gör‐ d“ğ“n“n “ç“nc“ g“n“ Melekǯin anneannesi Melekǯin havuzda bacaklarını ha‐ reket ettirmeye başladığını söyler ve Olgun Beyǯe teşekk“r ederek DzBu senin sayende Olgun Bey, torunumu bana verdin, Allah da sana her muradını versin.dz diye dua eder. Bu hikâyede de engelli öğrencisi ile ilgilenerek ona okuma yaz‐ ma öğretmenin yanında onun sağlığına kavuşması içinde çabalayan bir öğret‐ menin fedakârlıkları “zerinde durulur. Dzİçinden G“len Çocukdz adlı öyk“de Vedat Bey adlı bir öğretmen ve onun yaptıklarından söz edilir. Neşeli bir öğretmen olan Vedat Bey, g“ler y“zl“, şa‐ kacı, alaycı ve iğneleyici bir tiptir. Adeta gör“nt“s“ b“y“m“ş, kalbi çocuk kal‐ 215 DOÇ.DR. FATİH SAKALLI mış birisidir. Bir soru sormaya kalktığınızda önce y“z“n“ze g“ler, sizi rahatla‐ tır. Dersleri neşeli geçtiği için çocuklar, öğrenmekte g“çl“k çekmezler. Onun ders işlemesi lokuma sarılmış ilaç gibidir, bilgileri çocuklara kolayca yutturur. Çocukların bazen şımarma derecesine varan neşesi aslında Vedat Beyi mutlu eder. Önceleri öğretmen olmayı d“ş“nmeyen Vedat Bey, (ukuk Fak“ltesiǯni yılda bitiren ender öğrencilerden biridir babasının yönlendirmesiyle “niversi‐ tede kalır. Üniversite hocalığı onun mutlu etmeyince çocukların serçe s“r“leri gibi kaynaştığı ortaokulda kendi isteği ile öğretmenliğe başlar, öğrencilerle g“le oynaya ders işlemek onu ummadığı kadar mutlu eder. Öğrencilerinin her hallerini sevimli gören Vedat Bey, onları k“ç“k kardeşleri gibi benimser. İçle‐ rinden biri yanlış bir davranışta bulunsa ona kızmak yerine onunla dalga ge‐ çer, şakalaşıyor, kırıcı söz söylemek yerine n“kteli konuşur, çocuğa yaptığı yanlışı dolaylı yönden anlatır. ǮSevgili Çocuklar, bilirsiniz ki söz g“m“şse s“kût altındır! Susun ve altın kazanmaya devam edinǯ diyerek espri yapar. Çocuklar onun bu esprilerine bayılırlar. Onun ders g“nlerini çocuklar iple çeker. Bir g“n öğrencilerinden Cankutǯun hiç g“lmediğini gören Vedat Bey, çocuğun niye g“lmediğini sorunca arkadaşlarının çocuğun dişleriyle dalga geçtiğini öğrenir. Ayın başında Cankutǯu dişçiye göt“r“r. Cankutǯun dişlerine tel takarlar. Dişle‐ rinin d“zeleceğini bilmek, Cankutǯu mutlu eder. Vedat Beyǯin payına d“şense öğrencisine bir g“l“ş bağışlamanın mutluluk duygusudur. Bu hikâyede de öğ‐ rencileri tarafından çok sevilen bir öğretmenin hiç g“lmeyen bir öğrencisini g“ld“rmek adına yaptığı fedakârlık anlatılmıştır. Dz(atırım İçindz adlı öyk“de, ortaokulun son sınıfındaki bir öğrencinin anı‐ ları vasıtasıyla sınıf öğretmenleri Tarihçi Bayram Beyǯden ve onun yaptıkların‐ dan söz edilir. Sınıfta bir sorunu olan kişinin Tarih öğretmenine başvurduğun‐ dan öteki öğretmenlerinin de anlayışlı olmasına rağmen tarihçinin yerinin öğrencilerin göz“nde başka olduğu “zerinde durulur. Delikanlı bir kişilik oldu‐ ğu, kimseye eyvallahı olmadığı, karşısındaki kim olursa olsun onu d“ş“nd“ğ“ anlatılır. Öğrenciler kadar öğretmen arkadaşlarının da onu sevdiği, dışarlıklı biri olmadığı onun da kendileri gibi bu yörenin insanı olduğu belirtilir. Öteki öğretmenler dışarıdan geldiği için onlara ev sahibi gibi davrandığından, bekâr‐ ların ev bulmasına yardımcı olduğundan, onları arkadaş çevresiyle tanıştırdı‐ ğından, yine onları yemekleri iyi olan aşevlerine göt“rd“ğ“nden söz edilir. Okuttuğu tarih dersini sevdirmek için kendisine birtakım yollar denediği, her derste işlenen konuyla ilgili sınıfa kitaplar getirdiği, bu kitaplardan böl“mler okutarak öğrencilerin belleklerini bazı ayrıntılarla beslediği belirtilir. DzSakın 216 NECATİ GÜNGÖR’ÜN SEVGİLİ ÖĞRETMENİM ADLI ÖYKÜ KİTABINDAKİ ÖĞRETMEN TİPLER ola ki not almak için tarih okumayın, not kolay ben size sınıf geçebileceğiniz notu her zaman veririm.dz dediğinden söz edilir. Onun öğrencilere asıl vermek istediğinin Dztarih öğrenme zevkidz olduğu d“ş“ncesi “zerinde durulur. Onun böyle notla ilgili kaygıları silmesinin ardından kendilerinin de kitap okuma, bilgi alanını genişletme gibi tutkulara yöneldikleri belirtilir. Ellerinde kitap görd“ğ“ vakit ise Bayram Beyǯin duyarsız kalmadığı, bazen de kitabı alıp öteki arkadaşlara gösterdiği ifade edilir. Bayram Beyǯin öğrencilere yalnızca tarih kitapları, k“lt“r“ sevdirmediği aynı zamanda kendisiyle birlikte öğretmenleri ve öğretmenlik mesleğini de sevdirdiği, her zaman şık, özenli giyindiği, modayı izlediği, kaliteli kumaşlar satan terzilere gömleğini, takım elbisesini ısmarladı‐ ğı anlatılır. Arkadaşı Orhanǯın kendisinin Bayram Beyǯe öğretmenlere k“st“ğ“‐ n“ anlatması “zerine Bayram Beyǯin kendisi ile konuştuğunu DzKopya çekmedi‐ ğim halde diyecek olmama rağmen kırgın bir sesle şunu iyi anlayın: Öğretmen de bir insan, onlar da yanılır, yanlış yapar, haksızlık eder, onların da sorunları, sıkıntıları vardır. Sen öğretmenine karşı kin g“demezsin.dz diyerek öğretmenle‐ ri ile barıştırdığını ifade eder. Onu her zaman sevgi ve saygı ile anacağını söy‐ ler. Bu hikâyede de tarihi, öğretmenliği, k“lt“r“ öğrencilerine sevdiren ve her şeyi ile öğrencilerine iyi örnek olan bir tarih öğretmeninden söz edilerek bir öğretmende bulunması gereken davranışlar vurgulanır. DzBaba Yurduna Dön“şdz adlı öyk“de, Öğretmen Zihni Uçkanǯın yıllarca değişik il ve ilçelerde görev yaptıktan sonra doğup b“y“d“ğ“ ana baba yurdu‐ na atandıktan sonra yaşadıkları anlatılır. Bu atamayı özellikle kendisinin iste‐ diği, yaşı ilerledikçe çocukluğunun baba evinin, mutluluk içinde koşturduğu sokakları, bahçeleri, avluları, mahalle arkadaşlarını özlediği vurgulanır. Anne babasının yaşlanmış olmaları ve onların göz“n“n ön“nde olmasını istemesi de onun memleketine dönmesinin sebeplerinden birisidir. Öğretmenliğinin . yılında memleketine dönen Zihni öğretmeninin atandığı okul, merkeze bağlı bir köyd“r. Üz“m bağlarıyla “nl“ eski bir yerleşim yeridir. Köy“n minib“s“ne binip gidince d“ş kırıklığına uğrar. Köy“n eski bir evden dön“şt“rme iki katlı kerpiçten okulu, uzun zamandan beri bakımsız kalmıştır. Kendisinden önceki öğretmen kızcağız ancak yıl kalmış, iki yılın sonunda dilekçesini verip ayrıl‐ mıştır. Zihni Öğretmen, okulun pencere çerçevelerinin, kapısının, ahşap mer‐ diveninin, yuvası dök“len duvarlarının, hatta çatısının da elden geçirilmesi gerektiğini d“ş“n“r. Köy kahvesine uğrar. Kendisini tanıtır. Okulun bu köy çocukları için tek ekmek ve umut kapısı olduğunu, burada okuyan çocukların yatılı okul sınavına girdiklerini, kazananların meslek okullarına gittiğini öğre‐ 217 DOÇ.DR. FATİH SAKALLI nir. Bunları işiten Zihni Öğretmen, burada kendisini bekleyen kutsal bir görev olduğunu d“ş“nmeye başlar. İmkânsızlıkları aşmak için kendisinin de bazı özverilerde bulunması gerektiğini anlar. Önce kendisine k“ç“k bir araba alır, bunun için karısının bileziğini, annesinin de kefen parasını ister. Okulun ba‐ kım ve onarımı için İl Milli Eğitim M“d“rl“ğ“ne başvurduysa da b“tçede bu t“r giderleri karşılayacak bir tutar olmadığını öğrenir, köyde okula bağış yapacak varsıl aileler de yoktur. Senet karşılığında cam çerçeve, sıva, badana işlerini y“klenen birini bulur, okullar açılmadan onarım ve bakım işleri bitecek, parası kışın ödenmeye başlanacaktır. El sıkışılır, senetler imzalanır. Okul, tepeden tırnağa elden geçirilir. Öğrenciler yenilenmiş okullarına b“y“k bir sevinçle gelirler. Kışa gelirken köyl“ler söz verdikleri gibi az ama çok herkes kendine göre bir miktar para getirip öğretmene sunar. Öğretmen, köyl“lerden topladığı para ile kışı geçirecek kadar köm“r satın alır. Bunu yaparken okulun onarımını y“klenen kişinin anlayış göstereceğini d“ş“n“r. Fakat alacaklı kişi, öğretmenin okulu onartırken imzaladığı senetleri avukat aracılığıyla işleme koyar. Telaşla alacaklıya koşan Zihni Öğretmen onu yumuşatabileceğini sanır ama umudu boşa çıkar. İlk kez böyle bir şeyle karşılaşır. Kimse çöz“m “retmez. Üç gece uykuları kaçan öğretmen, arabasını satıp bu borçtan kurtulmaya karar verir. Bu hikâyede de memleketindeki harap köy okulunu senet karşılığı ile yenileten öğretmenin borçları ödeyemeyince b“y“k bir fedakârlıkla arabasını satmaya karar verişine kadar geçen yaşadıkları anlatılır. Böylece bir öğretmenin ne kadar özverili bir davranışta bulunabileceği vurgulanmış olur. DzÖğretmen Anadz adlı öyk“de, emekli bir öğretmen olan Bahriye (anım, hasta ziyaretine gittiği bir g“n kendi hastası ile yan yana yatan çocuğun trafik kazası geçirdiğini ve hafızasını yitirdiğini öğrenir. Bahriye (anım, sonraki g“n‐ lerde o çocuğu d“ş“n“r. Okullarda geçen yıllarını, okuttuğu çocukları özlediği‐ ni hisseder. Öğretmenlik yıllarında burnu akan bir çocuğun s“m“ğ“n“ y“k‐ s“nmeden sildiğini, ağlayan bir çocuk görd“ğ“nde onunla ilgilenmeden ede‐ mediğini, çantasında iğne iplik bulundurup oyun oynarken giysileri sök“lm“ş çocukların sök“ğ“n“ diktiğini, çocukların yaramazlıklarına öfkelenen öğret‐ men arkadaşlarını yatıştırdığını, yaramazlık edenlerin ceza almasını önlediğini hatırlar. Yıllardır emekli olan Bahriye (anım, kocasını kaybettikten sonra iyice yalnızlaşır. Zaman zaman giyinip kuşanıp öğretmen evine gidip kendi kuşağın‐ dan öğretmenlerle vakit geçirse de eve dön“nce kendi yalnızlığına hapsolur. (asta ziyaretleri, onu hayata bağlayan bir durum olmuştur. Başhekimin izniyle ‐ yaşlarındaki bu çocuğun bakımını “stlenir. Yemeğini yiyemeyen, k“ç“k 218 NECATİ GÜNGÖR’ÜN SEVGİLİ ÖĞRETMENİM ADLI ÖYKÜ KİTABINDAKİ ÖĞRETMEN TİPLER abdestini dahi yapamayan çocuğa annelik eder. (astane asıl evi gibi olur. (afı‐ zasını yitirmiş çocuğa sahiplik eder. (avaların ısınması ile bahçede de dolaş‐ maya başlarlar. Çocuğun zaman zaman terslenmelerine dahi katlanır. En so‐ nunda bir g“n Can adını verdiği bu çocuğun kendisine Dzannedz diye seslenme‐ siyle çok mutlu olur. Bu hikâyede de emekli bir bayan öğretmenin hastanede hafızasını yitirmiş ve hiçbir şey hatırlamayan çocuğa sahiplik ve annelik etmesi anlatılır. Öğretmenlerin emekli olsalar dahi mesleklerinde gösterdikleri o sabrı ilerleyen s“reçte herhangi bir durum karşısında da gösterebilecekleri vurgu‐ lanmış olur. DzBaşımın Belasıdz adlı öyk“, bir genç kızın Fizik Öğretmeni Aybike (a‐ nımǯın kendisine yaptığı iyiliği ve onunla ilgili d“ş“ncelerini anlatması “zerine kuruludur. Aybike Öğretmeninin y“z“ kadar kalbinin de g“zel olduğu, Egeli zengin bir babanın kızı olduğu belirtilir. Bir sorunu olduğunu fark eden Aybike Öğretmenin, kendisine DzBeni bir abla, bir arkadaş gibi gör.dz diyerek yardımcı olmaya çalıştığını söyler. Yol “st“ndeki bir pastanede çay içtiklerini ve başın‐ daki belayı öğretmenine anlattığını ifade eden genç kız, babasına bu hususu açmaya korktuğunu da belirtir. Bunun “zerine öğretmeninin Dz(iç dert etme, çözeriz bu olayı, o serseri bir daha seni “zmeyecekdz diye kendisini rahatlattığı‐ nı anlatır. Daha sonra parkta annesi ile öğretmenin o serseriyi buldukları, Aybike öğretmenin serserinin yakasına yapışarak, DzSeni tuttuğum gibi polise göt“r“r“m.dz demesi “zerine kalabalığın biriktiği ve serserinin kaçtığı ifade edilir. Serserinin kaçtıktan sonra kendisini rahatsız etmediğini, korkularının bittiğini belirten genç kız, bu durumu Aybike Öğretmenin kendisini sahiplenip korumasına borçlu olduğunu ifade eder. O g“nden sonra Aybike Öğretmen ile abla kardeş gibi olduklarını, annesinin de öğretmeni ile s“rekli gör“şt“ğ“n“ söyler. Onun artık sonradan kavuştukları bir akrabaları gibi olduğunu söyleyen genç kız, öğretmenine olan sevgisi sayesinde öğretmenliği de sevdiğini, bu y“zden liseyi bitirip “niversite sınavlarına girdiği zaman Eğitim Fak“ltesinin Fizik Böl“m“ǯn“ . sırada tercih ettiğini belirtir. Bu durumu, öğretmenini ör‐ nek alma ve onun gibi olma isteğine bağlayan genç kız, öğretmenin kendisi için idol olduğunu da dile getirir. Bu hikâyede de fedakâr bir öğretmenin öğrenci‐ sinin bir sorununu çözmesi, ona bir abla gibi yakınlık göstermesi neticesi, onu örnek alan bir öğrencinin gelecek planlarını da ona göre yapması anlatılmıştır. DzZurnanın Zırt Dediği Yerdz adlı öyk“de kışın saçlarını kazıtan Doğan Öğ‐ retmen, eve geldiğinde kızı ve eşi şaşırırlar. Kendisine niye böyle yaptığını sor‐ duklarında DzBaşım serinlesin, biraz rahat edeyim istedim.dz dese de inanmazlar. 219 DOÇ.DR. FATİH SAKALLI Öğretmenler odasına girdiğinde oradaki öğretmenler de bu duruma şaşırırlar. Onlara da eşi ve kızına söylediği gerekçeyi belirtir. Derse girdiğinde öğrencile‐ rine bug“nk“ konularının Ǯdış gör“n“şǯ olduğunu belirtir. Sınıftaki Bilgin adlı öğrencisinin tedavi görd“ğ“ için saçlarının dök“ld“ğ“n“, bununla alay eden öğrencilerin olduğunu ve kendisinin de Bilginǯe destek olmak amacıyla saçları‐ nı kazıttığını söyler. Bilginǯin tedavi görd“ğ“ hastanenin doktoru ile gör“şt“‐ ğ“n“, durumunun iyiye gittiğini öğrendiğini, bu s“reçte hep birlikte ona yar‐ dımcı olmaları gerektiğini anlatır. Bu tavrı karşısında elini tutan Bilginǯin mut‐ luluğunu parmaklarından hissettiğini belirten öğretmen, bu durumun kıvancı‐ nı yaşar. Bu hikâyede de hastalığı sonucu saçları dök“len öğrencisinin duru‐ muyla empati kuran ve saçlarını kazıtan örnek bir öğretmen anlatılmıştır. SONUÇ Sonuç olarak Necati G“ngör, Sevgili Öğretmenim adlı kitabında yer alan öyk“lerinde çeşitli öğretmen tiplerini anlatmıştır. Öyk“lerde; farklı yerlerde, farklı branşlarda çalışsalar da öğrencisini seven ve onu s“rekli d“ş“nen, onlara her konuda yardımcı olmaya çalışan, onların menfaatini kendi menfaatlerinin ön“nde tutan, empati kurabilen, dersi, kitap okumayı ve mesleği sevdiren, fe‐ dakâr, özverili, anlayışlı, sevecen, sorumluluk sahibi, duyarlı örnek öğretmen tipleri anlatılarak öğretmenlerimizde benzer tavır ve davranışların sergilendi‐ ği gösterilmek istenmiştir. Öğretmenlerin, tutum ve davranışları ile öğrenciler “zerindeki etkisine dikkat çekilmiş, böylece onların ne kadar önemli ve kutsal bir mesleği yerine getirdikleri vurgulanmaya çalışılmıştır. KAYNAKLAR G“ngör, Necati. taplığı. . Sevgili Öğretmenim 220 . bs. , İstanbul: G“nışığı Ki‐ “PÎRIM TOHUMLARIMA NEFES ET” ŞÜKÛFE-NÂMELERDE ÇİÇEK VE TASAVVUF KÜLTÜRÜ İLİŞKİSİ ÜZERİNE “PÎRIM TOHUMLARIMA NEFES ET” ŞÜKÛFE-NÂMELERDE ÇİÇEK VE TASAVVUF KÜLTÜRÜ İLİŞKİSİ ÜZERİNE DOÇ. DR. NESLİHAN KOÇ KESKİN GAZİ ÜNİVERSİTESİ 1. OSMANLI ÇİÇEK YETİŞTİRİCİLİĞİ VE KÜLTÜRÜ ESERLERİ: ŞÜKÛFE-NÂMELER DzÇiçek eyd“r ey derviş g“l Muhammed teridirdz Ş“kûfe‐nâme; çiçekler, yetiştiricileri, çiçek yetiştirme ve çiçek k“lt“r“ gibi pekçok konuda yazılmış, Osmanlının çiçeğe bakışını ve çiçeğe verdiği önemi sergileyen resimli veya resimsiz eserlerin genel adıdır. Ş“kûfe‐ nâmelerin oldukça edebî dille kaleme alınmış mukaddimelerinde, Osmanlı toplumunun çiçeğe bakışı ve çiçeğe verdiği tasavvufî anlam çeşitli anlatılarla söz konusu edilmiştir. Mukaddimeyle birlikte ş“kûfe‐nâme metinlerinde aruz vezniyle yazılmış/alıntılanmış çiçekler hakkındaki mısralar, beyitler, rubâîler ile âyet/hadis iktibasları da yer almıştır. Ş“kûfe‐nâme yazarları, çiçekler hak‐ kında botanik bilgisi verirken çiçeklerin bir k“lt“r öğesi olduğunu özellikle vurgulamış ve anlatımda edebî bir dil kullanmışlardır. Ş“kûfe‐nâmelerden ilk olarak Cevat R“şt“ çeşitli makalelerinde bahset‐ miştir. Polat, M“nir Aktepe lâle ile ilgili bir seri şeklinde yayımladığı makalelerinde bu eserlerden faydalanmış, Aktepe, a, b, a, b Turhan Baytop ve Ekrem (akkı Ayverdi tarihî lâle resimlerini içeren orijinal çalışmalarında ş“kûfe‐nâmeleri tanıtmışlardır. Ayverdi, , Baytop, Nurhan Atasoy ise bu eserlerin önemine dikkat çekmiştir. Atasoy, : ‐ . Ş“kûfe‐nâmelerde şu temel konularda bilgi bulmak m“mk“n‐ d“r: ‐ Çiçek yetiştiricileri, ‐ Çiçek adları ve t“rleri, ‐ Çiçek yetiştiriciliğine çiçeklerde aranan kriterler, çiçeklerin renk, or‐ gan ve formlar dair bilgiler, 221 DOÇ.DR. NESLİHAN KOÇ KESKİN ‐ Çiçek adlandırma geleneği, ‐ Çiçekler hakkında yazılmış beyit, kıtǮa ve rubâîler, ‐ Çiçekler hakkında çeşitli gelenekler, ‐ Çiçeğe dair tasavvufî anlatılar. Bu eserler şunlardır: . Ferah-engîz, . Mehmed Aşkîǯnin Ferahnâmeǯsi, . Remzîǯnin Gonce-i Lâle-zâr-ı Bâğ-ı Kadîmǯi ve Defter-i Lâle-zâr-ı İstanbulǯu Medh‐i Lâlezâr‐) Bâğ‐ı Kadîm , . Mehmed Aşkîǯnin Mîzânü’lEzhârǯı, . Ubeydîǯnin Netâyîcü’l-Ezhârǯı, . Ahmed Kâmil Belgradîǯnin Risâlei Esâmî-i Lâleǯsi, . Mehmed Aşkîǯnin Risâle-i Takvîm-i Esâmî-i Lâleǯsi, . Sünbül-nâme, . Abdullah Efendiǯnin Şükûfe-nâmeǯsi, . Udmîǯnin Şükûfenâmeǯsi, . Ali Çelebiǯnin Şükûfe-nâmeǯsi, . Mehmed Aşkîǯnin Takvîmü’lKibâr Min Mi’yâri’l Ezhârǯı, . Tuhfe-i Çerâğân ve . Fennîǯnin Tuhfetü’lİhvânǯı. 2. ŞÜKÛFE-NÂMELERDE TASAVVUF KÜLTÜRÜNÜN İZLERİ 2.1. Çiçek ve Allâh Ş“kûfe‐nâme yazarları, geleneğe bağlı kalarak eserlerine âyet iktibasları yer alan tevhîdle başlamışlardır. Tevhîdlerde bahar mevsimiyle tabiatın can‐ lanması ve çiçeklerin açmasının Allâhǯın kün emriyle gerçekleştiği “zerinde durulmuştur. Aşağıdaki böl“m tevhîdlerin en edebîsi olarak belirtebileceğimiz Remzîǯnin Gonce‐i Lâlezâr‐ı Bâğ‐ı Kadîm adlı eserinden alınmıştır. Bu böl“mde çiçek tenâs“b“ne bağlı anlatım dikkat çeker. DzṢad‐ferḭn bu çār‐bāġ‐ı lālezār‐ı ʿālem ʿanāṣırı ruṭ”bet‐i pāyḭz “ zemistān ile reyyān ve feyż‐n“mā‐yı n“zhet‐efzā ile faṣl‐ı rabḭʿa şöhret “ şān viren şāhen‐şeh‐i yegāne ve bāġbān‐ı besātḭn‐i kevn “ mekāna kim nigār‐ḫāne‐i hej‐ deh hezār ʿālemi çifte g“l gibi raḳam‐zede‐i kilk‐i ḳudreti olan d“ ḥarf‐ı kāf ü nūndan ṣ”ret‐n“mā ve mekteb‐i g“lşeni peydā itd“kde, ṣaḥāyif‐i mecm”ʿa‐i leyl “ nehārda n“sḫa‐i bahāristānı inşā v“ imlā ve bezm‐i çemende sāġar‐ı leb‐ rḭz‐i lāleyi h“veydā ḳıldı.dz [ b] Remzî ile birlikte Girit lâlelerini konu edinen Fennî Tuhfet“ǯl‐İhvânǯının manzum tevhîd böl“m“nde, çiçeklerin gece g“nd“z Allâhǯa hamd ettiklerini söyler. Bu beyit anlamca DzKâinâtta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allâhǯı tesbih etmesin, Onu anmasın, Ona dua etmesin. Fakat siz onların bu tesbihlerini, zi‐ kirlerini, dualarını fark etmiyorsunuz.dz İsra / âyetini hatırlatmaktadır. 222 “PÎRIM TOHUMLARIMA NEFES ET” ŞÜKÛFE-NÂMELERDE ÇİÇEK VE TASAVVUF KÜLTÜRÜ İLİŞKİSİ ÜZERİNE C“mle ezhār u ġonce her ne ki var Ḥamd“ñi r”z u şeb ider tekrār [ b] Özelikle lâle, ş“kûfe‐nâme yazarları tarafından diğer çiçeklerden “st“n gör“lm“şt“r. Bunun sebebi olarak Mehmed Aşkî Mîzân“ǯl‐Ezhârǯında [ b‐ a] ve Remzî DzSebeb‐i Şân “ Şöhret‐i Lâledz başlığı altında yukarıda adı geçen ese‐ rinde [ b] Dzlâle ‫ﻻ ﻪ‬dz kelimesinin harfleriyle DzAllâh ‫ا ﻪ‬dz lafzının yazılabildiğini belirtirler. Mehmed Aşkî diğer bir eseri Takvîm“ǯl‐kibâr min Min Miǯyâriǯl‐ Ezhârǯında bunu Aziz Mahmûd (“dâyîǯden rivayetle anlatır. [ b] Eserde ayrıca aşağıdaki örnek verilmiştir. Olmasa maẓhar eğer ism‐i Celālǯe lāle Nāǯil olamazdı bu ḥ“sn ile cemāle lāle Remzîǯye göre lâleye duyulan ilgi ezelîdir: Lāleye pḭr‐i safâdan bu nefes şimdi değil Ezelḭdir bu hevā v“ bu heves şimdi değil 2.2. Çiçekler ve Besmele [ b] [ b] Fennîǯnin Tuhfet“ǯl‐İhvânǯı diğer ş“kûfe‐nâmelerde yer almayan orijinal bir mesnevî ile başlar. Mesnevînin ilk dokuz beytinde Besmeleǯnin harfleriyle ilgili g“zel benzetmeler “zerinde durulur. Öncelikle Besmeleǯnin her harfi bir g“l‐i zîbâdır, iǮrâbı kelime sonlarının harekelerinin veya harflerinin değiş‐ mesine verilen ad konuşan b“lb“le benzer. Be harfinin noktası şebnem, mim harfi ise lâlenin açılmamış goncası gibidir. Besmeledeki elif harfi; servi boylu, al yanaklı bir g“zeldir. (e harfi yuvasındaki b“lb“le benzer. Lam; tazecik, yeni açmış s“mb“l, Ra; anber kokan saçtır. Besmelenin nunǯu hikmet denizinin ba‐ lığıdır, yeǯsi ise bir hidayet gemisine benzer. Med‐i bismiǯllāh ey ul“ǯl‐ebṣār Bir nihāl “zre ṣan g“l‐i bḭ‐ḫār Oldı her ḥarfi bir g“l‐i zḭbā Yer yer iʿrābı b“lb“l‐i ġ”yā Noḳṭa‐i bāsı şebneme beñzer Oldı g“lşen anuñla tāze v“ ter Oldı mḭmi ç“ ġonce‐i lāle 223 DOÇ.DR. NESLİHAN KOÇ KESKİN Elfi bir serv‐kad ruḫ‐ı ale Lafẓen Allāh bu g“lşen“ñ g“lid“r (āsı ṣan āşiyān b“lb“lid“r Lāmı bir s“nb“l‐i muṭarrādur Rāsı bir z“lf‐i ʿanberāsādur N”nı māhḭ‐i baḥr‐i ḥikmetd“r Yāsı bir keşti‐i hidāyetd“r Gidel“m keşti‐i hidāyetle İrel“m g“lsitāna himmetle G“lşen‐i vaḥdete olup dāḫil Fenniyā ṭ”tiveş terenn“m ḳıl 2.3. Çiçek ve Hz. Muhammed [ b] Osmanlı edebiyatında g“l, tasavvufî anlamda (z. Muhammed ile özdeş‐ leştirilmiş, Oǯnun terinin g“l gibi koktuğu rivayet edilmiştir. Ş“kûfe‐nâmelerde ise tevhîdle birlikte mutlaka naǮt böl“m“ de yer almıştır. Ş“kûfe‐nâme yazarla‐ rı, tevhîdlerde olduğu gibi, naǮtlarında (z. Muhammedǯi çiçek ve bahçe tenâs“‐ b“nde övm“şlerdir. Aşağıdaki naǮt Tuhfe‐i Çerâğânǯdan alınmıştır. Bu böl“m‐ de; (z. Muhammed Mekkeǯnin g“l“ ve Medineǯnin goncası olarak tavsif edile‐ rek, onun medfûn olduğu ravza‐i mutahharaya sayısız salât u selâm hediye edilmiştir. O, muciz sözlerinin r“zgârıyla, iman b“lb“l“n“ şakıtmış, (ak ve hakikatten sapma kargalarının yuvasını dağıtmış, pişmanlık ve k“f“r dağını demir uçlu mızrak ve oklarla lâle bahçesine çevirmiştir. Dz…ṣalāt‐ı lā‐yuḥṣā ol g“l‐i ḥadḭḳa‐i Baṭḥā v“ ġonçe‐i Yeårib‐i vālānuñ ravża‐i pāk “ aḳdes ve devḥa‐i tābnāk “ muḳaddesine ihdā olunsun ki, nesḭm‐i nuṭḳ‐ı iʿcāzı, ʿandelḭb‐i (5) ḭmānı, naġme‐perdāz id“p, ekvār‐ı ġurāb‐ı ʿalāleti tār u mār ve k”hsār‐ı k“fr “ nedāmeti niṣāl‐i nibāl [“] rimāḥile lālezār eyledi.dz [ b] Ali Çelebi, Ş“kûfe‐nâmeǯsinin DzSebeb‐i Teǯlif‐i Risâledz başlığı altında çiçe‐ ğin önemine dair öncelikle edebiyattan örnek vermiş ve şairlerin bir benzetme unsuru olarak çiçekleri nasıl kullandıklarından bahsetmiştir. Şairlerin çiçekleri 224 “PÎRIM TOHUMLARIMA NEFES ET” ŞÜKÛFE-NÂMELERDE ÇİÇEK VE TASAVVUF KÜLTÜRÜ İLİŞKİSİ ÜZERİNE benzetme unsuru olarak kullanmalarının sebebi ise benzetilenin çiçekler , benzeyenden “st“n olmasındandır. DzBu ş“k”fe bir memd”ḥ u muǮteber nesned“r kim b“leġā‐yı şuǮarā bir maḥb”b‐ı zḭbāyı vaṣf eylemek dileseler, ruḫların g“le ve dehānın ġonçeye çeşmlerin nergise, kāk“llerin s“nb“le teşbḭh iderler. āhir budur ki müşebbihün bih müşebbihden a‘lā olur.dz [ a‐ b] Ş“kûfe‐nâmeǯde (z. Muhammedǯin naǯtlarında çiçekle ilgili bu t“r teşbih‐ lerin çokça yer aldığı, (z. Muhammedǯin DzG“l cennet çiçeklerinin ulusu ve beğidir.dz dediği; Tıbb‐ı Nebevîden Zehebî adlı kitapta ise Peygamberin DzZer‐ rîn‐kadehi koklamanın kalpte var olan c“nun, c“zzam ve baras deride beyaz lekeler oluşturan bir t“r cilt hastalığı hastalıklarının tohumlarını kök“nden keseceğini bu sebepten zerrin kadehi koklamanın gerekli olduğunudz söylediği de belirtilmiştir. a‐ b Bu hadislerin doğruluğu tespit edilememiştir fa‐ kat/ancak (z. Muhammedǯin DzSizden birisine reyhan kokulu çiçek verildi‐ ğinde onu reddetmesin. Zira o Cennetǯten çıkmıştır.dz şeklindeki hadis‐i şerîfi vardır. 2.4. Cennet Alameti Çiçekler G“zel gör“nt“leri ve kokularından dolayı çiçekler Cennet alameti olarak gör“lm“şt“r. Bir “st başlığın sonunda belirtildiği “zere (z. Muhammedǯin ha‐ disi bunda etkili olmuştur. Ali Çelebi Ş“kûfe‐nâmeǯsinde konuyla ilgili olarak Kocamustafapaşa Zaviyesi Şeyhi (asan Efendiǯnin .yy. çiçeğe bakışını anla‐ tan dikkat çekici bir anlatı yer almıştır. Ali Çelebi, eserinde (z. Muhammedǯin g“l ve zerrîn‐kadeh hakkındaki yukarıdaki d“ş“ncelerini söyledikten sonra çiçeğe d“şk“n olan şeyhlerin, âlim‐ lerin ve beylerin çiçek tohumları satın aldıklarını veya başka yerlerden çiçek tohumlarını getirttiklerini ve bu yolda çok para harcadıklarını da ifade ederek (asan Efendiǯnin her cuma bahçıvanlar ile çiçek m“zakeresi yaptığını hatta kendi adıyla anılan s“mb“l“n“n olduğunu belirtmiştir. (asan Efendi, Ubeydîǯnin Netâyîc“ǯl‐ezhâr adlı eserine göre nar, kızılcık ve fındık da yetiştir‐ miştir. [ a] Bu şekilde anlatısı için zemin hazırlayan Ali Çelebi, (asan Efendi ile ilgili kendisinin yakın bir dostundan naklettiği anlatıya yer vermiştir. Anlatıya göre Çelebiǯnin yakın dostu, bir cuma g“n“ vaazında, Kocamustafapaşa Zaviyesi Muhaddis ve tarihçi Şems“ddîn ez‐Zehebîǯnin ö. 225 eserinin adı et‐Tıbbuǯn‐nebevîǯdir. DOÇ.DR. NESLİHAN KOÇ KESKİN Şeyhi (asan Efendiǯnin k“rs“s“ dibinde oturur. (asan Efendi vaazını tamam‐ ladıktan sonra, cemaatte bulunan başka bir kimse; DzBu d“nyada cennetlik ala‐ meti olan bir kimse var mıdır?dz sorusunu sorduğu notunu (asan Efendiǯye ulaştırmıştır. (asan Efendi, cemaatte bir bahçıvan olup olmadığını sorar, eğer varsa ayağa kalkmasını ister. Birisi ayağa kalkar. (asan Efendi, notu bırakan kimseye DzEy bu kâğıdı bırakan kimse! D“nyada cennet alametli bir kimse göre‐ yim dersen bu adama bak.dz der ve DzKişi d“nyada her neyi severse onun ile haşr olur.dz anlamına gelen hadisi okur. [ b] Bu anlatı Mehmed Aşkîǯnin Takvîm“ǯl‐ kibâr min MiǮyâriǯl‐ezhârǯında da k“ç“k farklarla yer almıştır. [ b] Çiçek adlarında yer alan Cennet çağrışımı bildirinin ileriki böl“mlerinde söz konusu edilmiştir. 2.5. Çiçek ve Tarikatlar Ş“kûfe‐nâmelerde açıkça tarikatlerin çiçeklerle bağlantısı “zerinde du‐ rulmamıştır. Udmîǯnin Ş“kûfe‐nâmeǯsinde yer alan takrîzde G“lşenî ve S“nb“lî tarikatlarından çiçek çağrışımı vesilesiyle bahsedilmiştir. Bu böl“m aşağıya alınmıştır. DzBu ş“k”fezār‐ı ʿālemde perveriş‐yāfte‐i ʿilm “ ʿirfān olan “debādan baʿżḭları g“l‐i bāġ‐ı vaḥdet ve s“nb“l‐i b”stān‐ı eḥadiyyet Dzṣallallāh“ teʿālā ʿaleyhi ve sellemdz efendim“z ḥażretlerin“ñ cism‐i laṭḭf‐i nebevḭlerinden bi‐ ḥasebiǯl‐istiʿdād veǯl‐merātib istişmām idegeldikleri b”‐yı maḥabbetle ẕ“kām‐ āl”d olmayan dimāġlarını muʿaṭṭar ḳılaraḳ her biri bir şāh‐rāh‐ı edeb “ maʿrifete sālik ve bir gencḭne‐i dānişe mālik yaʿnḭ ṭuruḳ‐ı ʿaliyyeden kimisi b“lb“lāsā ṭarḭḳ‐ı feyż‐ı refḭḳ‐ı Gülşenîǯye ve kimisi zḭver‐i sifāl‐i ḥaḳḭḳat olan ṭarḭḳat‐i hidāyet‐menḳabet‐i Sünbülîǯye m“tesālik olmuşlardır. Ve kimisi ner‐ gis gibi bu d“nyā‐yı denḭye naẓar itmey“p şerāb‐ı ʿaşḳla ser‐mest ve kimisi lāle‐ṣıfat maḥabbet‐i cānān ile dāġ‐ı ber‐dil ve ṣahbā‐yı şevḳle meml” sāġar‐ be‐dest olagelmişlerd“r. [s. ] Yukarıdaki kullanıma benzer bir şekilde Remzî, Gonce‐i Lâlezâr‐ı Bâğ‐ı Kadîmǯde lâlenin kokusu ve renginin parlaklığını G“lşenî ve Rûşenî tarikatları‐ nın kelime çağrışımından yararlanarak şu beyitte söz konusu etmiştir. B”y‐ı hulḳından anun bir şemme aldı Gülşenî Pertev‐i n”rından uyardı çerāġ‐ı R”şenḭ [ a] Dzel‐merǯu meǯa men ahabba.dz 226 “PÎRIM TOHUMLARIMA NEFES ET” ŞÜKÛFE-NÂMELERDE ÇİÇEK VE TASAVVUF KÜLTÜRÜ İLİŞKİSİ ÜZERİNE Celvetîliğin kurucusu Aziz Mahmûd (“dâyîǯnin lâleye olan ilgisi ise bir sonraki başlıkta söz konusu edilmiştir. 2.6. Çiçekler ve Aziz Mahmûd Hüdâyî Ş“kûfe‐nâmelerde (alvetî tarikatinin Celvetî kolunu kuran Aziz Mahmûd (“dâyî; lâle yetiştiriciliği ve çiçek tohumlarına dua ederek nefes etmesiyle söz konusu edilmiştir. Mutasavvıf, şair ve mûsikîşinâs olan Aziz Mahmûd (“dâyî ‐ önemli bir lâle yetiştiricisidir ve Üsk“darǯdaki bahçe estetiğinin gelişiminde önemli bir rol“ vardır. Ozak‐Olbak, : ‐ , Turgut, : ‐ Netâyîc“ǯl‐ezhârǯda Mehmed Çavuş [ a], (amam Ahmed Çelebi [ a], Solak‐zâde (asan Çelebi [ a] ve Nasûh (ocaǯnın [ a] Üsk“darlı çiçek yetiştiricileri olarak adları anılırken Aziz Mahmûd (“dâyîǯden bahsedilmemiştir. Benzer şekilde Ali Çelebiǯnin ǯde yazdığı Ş“kûfe‐ nâmeǯsinde Aziz Mahmûd (“dâyî ile ilgili bir anlatı yer almasına rağmen, onun lâle yetiştiriciliği ile ilgili bilgi yer almamıştır. Onun lâleleye olan ilgisi ǯdan sonra olmalıdır. Remzîǯnin Defter‐i Lâlezâr‐ı İstanbulǯunda .yy. lâle yetiştiricileri ve yetiştirdikleri lâleler kaydolmuştur. Esere göre Aziz Mahmûd (“dâyîǯnin yetiştirdiği lâlenin adı şunlardır: Âlem‐n“mâ, Âlem‐ sûz, Âlem‐zîb, Âlem‐ziyâ, Âş“fte, Behcet‐efzâ, Bî‐misl, Cihân‐sûz, Cihân‐zîb, Cihân‐ziyâ, Dâd‐ı (udâ, Dil‐ârâm, Ebruvân, G“l‐çîn, G“lşen‐perver, Mihr‐engîz , Mor‐ı Mahmûdî, Muǯazzam, M“kerrem, Nâz u niyâz, Nâzik‐ter, Neşǯe‐efgen, Neşǯe‐pîrâ, Netîce, Nev‐âmede, Nev‐dîde, Nîze‐i Elmâs‐gûn, Nîze‐i Mahmûdî, Nîze‐i Sommakî, Pertev‐efgen, Reşk‐âver, Sâgar‐nişîn, Sâgar‐şinâs, Ser‐âmed, Şafak‐n“mâ, Şuǯle‐ger, Şûr‐efgen, Tâbiş‐dâr ve Zîb‐âver. Eserde ayrıca Dil‐şâd adlı lâlenin yılında Aziz Mahmûd (“dâyîǯnin oğlu tarafından ye‐ tiştirildiği de kaydolunmuştur. M“nir Aktepeǯnin yayımladığı narh defterinde ise bu lâlelerden bazılarının fiyatları yer almıştır. Aktepe, : Osmanlı lâle yetiştiriciliğinin kronolojik sınıflandırılmasında Aziz Mahmûd (“dâyîǯnin yaşadığı dönem önem arzetmiştir. Mehmed Aşkîǯnin Takvîm“ǯl‐Kibâr min Miǯyâriǯl‐Ezhârǯının mukaddimesinde lâleler “ç böl“me ayrılmıştır: . Azîz Mahmûd (“dâyî öncesi lâleler, . Azîz Mahmûd (“dâyî dö‐ nemi lâleler ve . ‐ yılları arasını kapsayan )V. Mehmedǯden ))). Ahmed sonunda kadar lâleler. Ş“kûfe‐nâme yazarının bu tasnifi dikkat çekici‐ dir. Aziz Mahmûd (“dâyî ile ilgili risalelerde “ç anlatı yer almıştır. Bunlar‐ dan birincisi Ali Çelebiǯnin Ş“kûfe‐nâmeǯsindedir: Aziz Mahmûd (“dâyîǯnin pazar işlerini gören, aynı zamanda çiçeğe ve bahçeye d“şk“n Ahmet Dede adlı 227 DOÇ.DR. NESLİHAN KOÇ KESKİN sûfîsi, bir miktar çiçek tohumunu bir parça kâğıdın içine koyup ona getirir. Çiçek tohumlarını, onun izniyle dikmek istediğini söyler, hayır duasını ister. M“barek nefesinin bereketiyle, tohumlardan gelen çiçeklerin hem kendisinin hem de onun hayır dua ile anılmalarına sebep olacağını dillendirir. Aziz Mahmûd (“dâyî tohumlara nefes eder ve ekilmelerine izin verir. Bu tohum‐ lardan zaman geçtikçe çok g“zel çiçekler yetişir. (atta Ali Çelebiǯnin zamanın‐ da çiçeklerin g“zellerinin hep o duaya mazhar olduğu söylenilir. Ali Çelebi, anlatısının sonunda çiçeğin aslında saygın bir nesne olduğunu, onunla ilgile‐ nenlerin ayıplanmasının doğru olmadığını belirtir. [ a‐ b] Anlatıda adı geçen DzAhmet Dededz, Üsk“darlı Cennet Mehmed Efendiǯnin kardeşi Ahmed Çelebiǯdir. Ahmed Çelebi ve Aziz Mahmûd (“dâyî ile ilgili benzer bir anlatı Abdul‐ lah Çelebiǯnin Ş“kûfe‐nâmeǯsinde yer alır. Anlatıya göre sarı nergisi ilk defa Üsk“darǯdaki bahçesinde yetiştiren Ahmed Çelebiǯdir. Ahmed Çelebi, bahçe‐ sinde yetiştirdiği nergislerden (“dâyîǯye bir iki tane hediye göt“r“r. (“dâyî, nergislere nefes eder ve Ahmed Çelebiǯden bunların tohumlarını ekmesini is‐ ter. O zamana kadar bunların nergis olduğu bilinmemektedir. Ahmed Çele‐ biǯnin tohumlarından daha sonra çok g“zel nergisler yetişmiştir. [ b] Azîz Mahmûd (“dâyî ile ilgili son anlatı ise Ahmed Kâmil Belgradîǯnin eserinde söz konusu edilmiştir. Azîz Mahmûd (“dâyîǯnin bir dervişi h“cresin‐ de lâle soğanları ile meşguld“r. (“dâyî dervişine DzBunlarla meşgul olmaktaki amacın nedir?dz diye sorar. Derviş elindeki beş lâle soğanının kendi vatanından gelen birer hediye olduğunu ve şeyhinin izniyle onları kendi terbiye olduğu yere dikmek istediğini söyler. Dervişin isteği nâdîde bir lâle yetiştirmektir. Azîz Mahmûd (“dâyî onun bu isteğine kavuşacağını DzPâbûççu Lâlesidz adıyla kıymetli bir lâle yetiştireceğini bunun tohumundan ise y“zlerce kıymetli lâle ortaya çıkacağını söyler. Fatiha okuyarak tohumlara nefes eder. [ a] 2.7. Çiçek Adlarında Tasavvuf Kültürünün İzleri Bu başlıkta farklı çiçek t“rlerinden örneklerin bulunduğu Netâyîc“ǯl‐ ezhâr NE farklı t“rlerde çiçek , İstanbul lâlelerini konu edinen Defter‐i Lâlezâr İstanbul DLİ: lâle , Tabîb Mehmed Aşkîǯnin Ferah‐nâmeǯsi F: karanfil ve S“mb“l‐nâme S: s“mb“l incelenmiştir. Bu eserlerde yer alan farklı t“rlerdeki çiçek adından ǯunda tasavvuf k“lt“r“n“n izleri tespit edilmiştir. Bunlardan Dzimâme‐i kadıdz ve Dzkerre‐nâydz ise çiçek t“r“d“r. Bu çi‐ çeklerin; ad, t“r, tasavvuf k“lt“r“, geçtiği eser adı ve varak no bilgileri aşağı‐ daki tabloda gösterilmiştir. 228 “PÎRIM TOHUMLARIMA NEFES ET” ŞÜKÛFE-NÂMELERDE ÇİÇEK VE TASAVVUF KÜLTÜRÜ İLİŞKİSİ ÜZERİNE Tablo 1. Çiçek Adlarında Tasavvuf Kültürünün İzleri Çiçek Adı Çiçek Türü Tasavvuf Kültürü Yetiştirici Adı Eser Adı Varak No (udâ‐dâd lâle Allâh NE b Kavs‐ı İlahî lâle Allâh Üsk“darî İmam‐zâde NE b (udâ‐dâd lâle Allâh Üsk“darî İmam‐zâde NE b (udâ‐dâd lâle Allâh Tezkireci Memik‐zâde Mehmed Efendi NE b Dâd‐ı (udâ lâle Allâh Tezkireci Memik‐zâde Mehmed Efendi NE b (udâ‐dâd lâle Allâh Tezkireci Memik‐zâde Mehmed Efendi lâle Allâh NE a Dâd‐ı (udâ Uşşâkî‐zâde Osmân Efendi NE a s“mb“l Allâh S a lâle Allâh lâle Allâh Feyz‐i (udâ lâle Dâd‐ı (udâ s“mb“l (û s“mb“l Yâ (û İnǮâm‐ı (udâ Bahşâyîş‐i İlahî Bahş‐ı (udâ lâle Allâh Allâh Tanburî‐zâde Mustafa Çelebi Uşşâkî‐zâde Osmân Efendi a S a (âcı İsmâîl DLİ b Mahmûd Efendi‐zâde Muhammed DLİ b Allâh Allâh NE Uşşâkî‐zâde Osmân Efendi S DLİ a b Çiçek adlarındaki tasavvuf k“lt“r“ değerlendirilirken Ethem Cebecioğluǯnun Tasavvuf Te‐ rimleri ve Deyimleri Sözl“ğ“ dikkate alınmıştır. 229 DOÇ.DR. NESLİHAN KOÇ KESKİN (udâ‐dâd (udâ‐dâd Dâd‐ı (akk lâle lâle Allâh b lâle Allâh Azîz Mahmûd (“dâyî DLİ a (âcı İsmâîl DLİ Tezkireci Memik‐zâde Mehmed Efendi DLİ Allâh Allâh lâle Allâh Sun'‐ı İlahî lâle Allâh Feyz‐i İlahî lâle Allâh lâle Allâh Feyz‐i Bârî lâle Allâh Feyz‐i (akk M“şâbihi Feyz‐i (udâ M“şâbihi lâle Allâh Feyz‐i Kerîm lâle Allâh Kavs‐ı İlahî lâle Allâh Lutf‐ı (akk DLİ b Sun'‐ı İlahî Feyz‐i Yez‐ dân Tanburî‐zâde Mustafa Çelebi DLİ lâle Feyz‐i (udâ b Kapudan Mustafa Paşa Sun'‐ı İlahî Feyz‐i (akk DLİ Allâh lâle Sun'‐ı İlahî Üsk“darî İmam‐zâde lâle Dâd‐ı (udâ Dâd‐ı (udâ Allâh lâle Uşşâkî‐zâde Osmân Efendi İmâm Sâlih Mustafa Bostânî Antakıyyeli‐zâde a a DLİ a DLİ a a DLİ b Şeyh“lislâm [Veliy“ddin Efendi] DLİ b lâle Allâh Şeyh“lislam [Veliy“ddin Efendi] lâle Allâh Uşşâkî‐zâde Osmân Efendi lâle DLİ b (âcı İsmâîl Allâh lâle DLİ Uşşâkî‐zâde Osmân Efendi DLİ DLİ b b DLİ b Pertev‐zâde DLİ a Üsk“darî İmam‐zâde DLİ Allâh Kapudan Mustafa Paşa Allâh (âcı Mûsâ 230 DLİ b DLİ b a “PÎRIM TOHUMLARIMA NEFES ET” ŞÜKÛFE-NÂMELERDE ÇİÇEK VE TASAVVUF KÜLTÜRÜ İLİŞKİSİ ÜZERİNE Mir'ât‐ı (a‐ lîm lâle Allâh Üsk“darî (âşim Çelebi DLİ b karanfil Allâh Mehmed Aşkî F a Burhân‐ı Kudret karanfil Şâhid‐i Kud‐ ret karanfil Tezhîb‐i Kudret Şems‐i Kud‐ ret karanfil SunǮ‐ı (udâ karanfil Allâh Allâh Allâh Kerem‐i Bârî Allâh Mihr‐i Sabûr karanfil Nakş‐ı kudret karanfil Nûr‐ı M“ces‐ karanfil sem Yeşil Melek lâle b b Mehmed Aşkî F b Üsk“darî İmâm‐zâde NE b cennet Tezkireci Memik‐zâde Mehmed Efendi NE b Dâvudpaşa‐zâde S“‐ leymân NE b NE a Allâh (attat Söğ“tl“ İbrâhîm Efendi Allâh Mehmed Aşkî Allâh cennet lâle cennet Behişt‐ârâ lâle cennet Behişt‐ârâ lâle cennet lâle F b F Allâh Arûs“'l‐cinân Behişt‐ârâ Mehmed Aşkî F a b lâle lâle Mehmed Aşkî F F Tuhfet“'l‐ cinân Nûr‐ı Behişt Mehmed Aşkî Allâh ŞemǮ‐i Kudret karanfil karanfil Mehmed Aşkî cennet cennet Tezkireci Memik‐zâde Mehmed Efendi Tezkireci Memik‐zâde Mehmed Efendi SunǮî‐zâde Keth“dâsı G“lcibaşı‐zâde 231 F F F NE NE NE b b a b b b DOÇ.DR. NESLİHAN KOÇ KESKİN Mîr‐i Behişt lâle Mehmed cennet Nişancı Bey Nûr‐ı Cinân lâle cennet Eyy“bî Veli Efendi Behişt‐ârâ lâle cennet Üsk“darî İmam‐zâde Behişt‐ârâ lâle cennet G“lcibaşı‐zâde Mehmed (ûr‐endâm lâle cennet Kapudan Mustafa Paşa Zîver‐i Behişt lâle cennet Dâmâd‐zâde (ûr‐peyker Nûr‐ı behişt Vecnet“ǯl‐ azrâ M“bârek‐yâd lâle lâle lâle zerrîn cennet cennet DLİ a a DLİ a cennet Peçli (acı Muhammed DLİ b NE a Dinî ifade (âcı Abdulkerim zerrîn Dinî Kimlik Ulvan Kapudan Bektaşî lâle kerre‐ nây a a DLİ Yumak‐ı Bektaşî imâme‐ i kadı DLİ DLİ Üsk“darî İsmaîl (asan Kapudan‐zâde Mehmed lâle b a Dinî Kimlik İmâm“'l‐ Ezhâr NE DLİ zerrîn lâle b (âcı İsmâîl Bektaşî Kisve‐i Mev‐ lânâ NE Dinî Kimlik Dinî Kimlik Dinî Kimlik NE b Abd“lhâlik Efendi NE b Fenârî‐zâde Seyyid Ahmed NE b Fenârî‐zâde Seyyid Ahmed Dinî Kimlik 232 a Sinanpaşa‐zâde Fenârî‐zâde Seyyid Ahmed Dinî Kimlik NE NE NE NE a b b “PÎRIM TOHUMLARIMA NEFES ET” ŞÜKÛFE-NÂMELERDE ÇİÇEK VE TASAVVUF KÜLTÜRÜ İLİŞKİSİ ÜZERİNE Kalenderî kehri‐ bâr K“lâh‐ı Şerîf zerrîn Muhammedî S“leymânî lâle Z“l‐fikârî Nûr‐ı Muhammedî Beyaz Mu‐ hammedî Dinî Kimlik K“rd‐zâde Ahmed Dinî Kimlik lâle lâle zerrîn S“nnetli zerrîn Nûr‐ı Mu‐ hammedî zerrîn Ahmedî lâle Beyâz Mu‐ hammedî lâle Yed‐i Beyzâ lâle Tuhfe‐i S“leymânî lâle Muhammedî Beyâz Kalenderhaneli (acc Mustafa Efendi lâle S“nnetli G“l‐renk Muhammedî Dinî Kimlik lâle lâle NE a Karanfilî Ali Çelebi NE b Peygamber‐(z. Muhammed Tezkireci Memik‐zâde Mehmed Efendi NE b Peygamber‐(z. Muhammed NE b Tezkireci Memik‐zâde Mehmed Efendi NE b Tezkireci Memik‐zâde Mehmed Efendi (asan Kapudan‐zâde Mehmed NE NE b Sarı Abdullah Efendi NE b Peygamber‐(z. Muhammed Eyy“bî Veli Efendi NE b Revganî‐zâde DLİ b Peygamber‐(z. Muhammed Sandal Bedestanı Kethudâsı S“leymân Ağa DLİ a DLİ a Peygamber‐(z. S“leyman El‐(âcc Berber Ahmed DLİ b DLİ b Peygamber‐ (z.Muhammed G“lcibaşı‐zâde Mehmed Sandal Bedestanı Kethudâsı S“leymân Ağa DLİ b Peygamber‐(z. Muhammed Peygamber‐(z. Muhammed Peygamber‐(z. Muhammed Peygamber‐(z. Muhammed Peygamber‐(z. Musa İmâm‐ı Tarsus Kavuk‐ çu İbrâhîm Efendi Peygamber‐ (z.Muhammed 233 a DOÇ.DR. NESLİHAN KOÇ KESKİN Muhammedî G“vez lâle Tâc‐ı (“dh“d buhur M“hr‐i S“leymânî lâle M“hr‐i S“leymânî lâle İzâr‐ı Yûsufî lâle Yûsufî lâle İbret‐n“mâ lâle İzâr‐ı Yûsuf lâle Peygamber‐ (z.Muhammed Sandal Bedestanı Kethudâsı S“leymân Ağa DLİ b Peygamber‐ (z.S“leyman S“leyman Ağa NE DLİ a b Peygamber‐ (z.S“leyman Mehmed Aşkî DLİ b Peygamber‐ (z.Yûsuf Bektaşî İbrâhîm DLİ b Peygamber‐ (z.S“leyman Yapukçu‐zâde Peygamber‐ (z.Yusuf NE a Peygamber‐ (z.Yûsuf Abd“lhâlik Efendi NE b Bektaşî İbrâhîm Dâvudpaşa‐zâde S“leymân NE a NE b b Tasavvuf terimi İbret‐n“mâ lâle Tasavvuf terimi Nûr‐bahş lâle Tasavvuf terimi Tasavvuf terimi Kadri Ağa‐zâde Ali Ağa NE Nûr‐bahş zerrîn Tasavvuf terimi K“rd‐zâde Ahmed NE Tasavvuf terimi Eyy“bî Veli Efendi Tasavvuf terimi Eyy“bî Veli Efendi Nûr“'l‐ezhâr lâle Nûr‐bahş zerrîn Tasavvuf terimi Nûr‐ı Cihân lâle Tasavvuf terimi Nûr‐ı Kulûb Nûr‐ı Âlem Nûr‐ı Bahâr lâle lâle lâle Kasımpaşalı Abdullah Efendi Tasavvuf terimi b a Monlâ Çelebi NE b Eyy“bî Veli Efendi NE b Eyy“bî Veli Efendi 234 NE NE NE NE b b b “PÎRIM TOHUMLARIMA NEFES ET” ŞÜKÛFE-NÂMELERDE ÇİÇEK VE TASAVVUF KÜLTÜRÜ İLİŞKİSİ ÜZERİNE Nûr‐ı G“lzâr Nûr‐ı G“lşen Nûr“'n‐alâ‐ nûr İşâret lâle lâle Tasavvuf terimi Tasavvuf terimi s“mb“l Tasavvuf terimi lâle Tasavvuf terimi Beşâret lâle Tasavvuf terimi İbret‐n“mâ lâle Tasavvuf terimi Temkîn Nûr‐efşân Nûr‐pâş lâle lâle lâle Eyy“bî Veli Efendi Eyy“bî Veli Efendi Şeyh“slislâm [Veliy“ddin Efendi] (acı Ömer Câbî NE b S a NE b DLİ b DLİ b Tasavvuf terimi Üsk“darî Muhammed Çavuş DLİ b Tasavvuf terimi Mehmed Aşkî DLİ b DLİ b Beşiktaşî Raksanî Tasavvuf terimi İmâm Sâlih DLİ DLİ b b Nûr‐ı Bahâr lâle Tasavvuf terimi Eyy“bî Veli Efendi Nûr‐efgen lâle Tasavvuf terimi Kanlıcalı Ömer DLİ b Tasavvuf terimi Vefâî İbrâhîm Bey DLİ a Tasavvuf terimi Eyy“bî Veli Efendi Tasavvuf terimi Seyyid Yahyâ Efendi Tasavvuf terimi Keresteci Ali Çelebi Nûr‐bahş lâle Tasavvuf terimi Nûr‐efzâ lâle Tasavvuf terimi Nûr‐ı Yemen lâle Tasavvuf terimi Nûr‐ı Cebîn Nûr‐ı Cinân lâle lâle Nûr‐ı Cihân lâle Tasavvuf terimi Nûr‐ı Sepîd lâle Tasavvuf terimi Nûr‐ı Zîbâ Nûr“'l‐ayn Nûr“'l‐ayn lâle lâle lâle Tasavvuf terimi Tanburî‐zâde Mustafa Çelebi Kanlıcalı Ömer DLİ b b Mehmed Aşkî DLİ a Eyy“bî Veli Efendi DLİ a Mehmed Aşkî Uşşâkî‐zâde Osmân Efendi 235 DLİ DLİ DLİ DLİ DLİ DLİ a a a a a DOÇ.DR. NESLİHAN KOÇ KESKİN Nûr“'l‐ayn lâle Tasavvuf terimi İshak‐zâde Efendi DLİ Nûr‐ı Seyyid lâle Tasavvuf terimi Seyyid Yahyâ Efendi DLİ Nûr“'l‐uyûn Nûr‐ı Mahmûd Nûr“'l‐kulûb lâle lâle lâle Tasavvuf terimi Tasavvuf terimi Üsk“darî Şeyhoğlu Tasavvuf terimi Nûr‐ı Sefîd karanfil Tasavvuf terimi Nûr‐ı Şeref karanfil Tasavvuf terimi Nûr‐ı G“lşen Ali Beg Efendi karanfil Tasavvuf terimi Abdurrahim Efendi‐ zâde Monlâ Efendi Uşşâkî‐zâde Osman Efendi DLİ DLİ a b b b DLİ b F a F a F a Tasavvuf k“lt“r“n“n izlerinin gör“ld“ğ“ çiçekten ǯ“ lâle, ǯ“ karanfil, ǯu zerrîn, ǯ“ s“mb“l, ǯer buhûr, imâme‐i kadı, kerre‐nây ve kehri‐ bardır. Çiçek adlarında tasavvuf k“lt“r“ unsurları beş başlıkta tasnif edilmiştir. Buna göre; çiçeklerden ǯ“ Dzbahş, dâd, feyz, kerem, lutf, sunǮvb.dz kelimelerle Farsça tamlama yapılarak Allâhǯın esmâ‐yı h“snâsıyla, ǯu tasavvuf terimle‐ riyle beşâret, ibret, işâret, nûr, temkîn vb. , ǯsı Cennet çağrışımıyla cinân, behişt, hûr, melek ; ǯu (z. Peygamber , (z. S“leyman , (z. Yusuf , (z. Musaǯnın adlarıyla, ǯu dinî kimlikler Bektaşî, imam, Kalenderî, Mev‐ lânâ, seyyid vb. ǯi dinî ifade m“bârek‐yâd ile adlandırılmıştır. 3. DEĞERLENDİRME Ş“kûfe‐nâmelerde tasavvuf k“lt“r“n“n izleri tertip, muhteva ve çiçek adlarında gör“lmektedir. Geleneğe göre tevhîd ve naǮtla eserlerine başlayan ş“kûfe‐nâme yazarları; çiçekleri, özellikle lâleyi Allâhǯın yery“z“ndeki tecellisi olarak d“ş“nm“şlerdir. Bununla birlikte (z. Muhammedǯin hadislerindeki çiçek vurgusu, çiçeklerin Cennet alameti olarak gör“lmesi, Aziz Mahmûd (“dâyîǯnin çiçek tohumlarına nefes etmesinin istendiği anlatılar, Dzçiçeği kut‐ sallaştırmakdz sebebiyle söz konusu edilmişlerdir. Tasavvuf k“lt“r“n“n izlerinin gör“ld“ğ“ çiçekten ǯ“ lâledir. Ş“kûfe‐nâme yazarlarından Ahmed Kâmil Belgradî, lâle yetiştirmeyi Dzevlat 236 “PÎRIM TOHUMLARIMA NEFES ET” ŞÜKÛFE-NÂMELERDE ÇİÇEK VE TASAVVUF KÜLTÜRÜ İLİŞKİSİ ÜZERİNE yetiştirmekdz ile ilişkilendirir. [ a] Bu kadar önem arzedilen lâlenin toprağa dikilmesinde; abdest alınması, iyi niyette bulunulması, İhlas ve Fatiha surele‐ rinin okunması gerektiği yine aynı yazar tarafından söz konusu edilmiştir. [ b] Lâlenin harfleri sebebiyle içerdiği tasavvufî anlam, adlandırma gelene‐ ğinde etkili olmuştur. Çiçek yetiştiricileri çiçeklerine ad verirken Dzmarkalaştırmadz çabası için‐ dedirler. Bu sebeple tasavvuf k“lt“r“ dairesindeki adlandırmaları tercih ede‐ rek, çiçeklerinin hem özel hem de kutsal olduğunu vurgulamak istemişlerdir. Eyy“bî Veli Efendi, Tezkireci Memik‐zâde Mehmed Efendi ö. ve ))). Ahmed döneminde başş“kûfeci olan Mehmed Aşkîǯnin .yy. çiçeklerine özellikle tasavvuf k“lt“r“nden izler taşıyan adlar verdikleri gör“lmektedir. Netâyic“ǯl‐Ezhârǯa göre en fazla lâleyi yetiştiren iki çiçek yetiştiricisi; Tezkireci Memik‐zâde Efendi ö. ve (alvetî tarikatine mensup Eyyûbî Veli Efendi ǯda hayatta ǯdir. [ b‐ a] Mehmed Aşkî ise yazdığı eserlerde çiçek‐ tasavvuf k“lt“r“ “zerinde ayrıntılı bir şekilde durmuştur. Çiçeğe ve çiçek yetiş‐ tirme sanatına gön“lden bağlı bu insanların özellikle bu adlandırmaları tercih ettikleri söylenebilir. KAYNAKÇA AKTEPE, M. . DzDamat İbrahim Paşa Devrinde Lâledz, İstanbul Üni‐ versitesi Coğrafya Enstit“s“ Dergisi, )V/ , ‐ . AKTEPE, M. . DzDamat İbrahim Paşa Devrinde Lâledz, İstanbul Üni‐ versitesi Edebiyat Fak“ltesi Tarih Dergisi, V/ , ‐ . AKTEPE, M. . DzDamat İbrahim Paşa Devrinde Lâleye Dair Bir Vesi‐ kadz. T“rkiyat Mecmuası, X), ‐ . AKTEPE, M. a . DzDamat İbrahim Paşa Devrinde Lâledz, İstanbul Üni‐ versitesi Edebiyat Fak“ltesi Tarih Dergisi, V)/ , ‐ . ATASOY, N. . (asbahçe Osmanlı K“lt“r“nde Bahçe ve Çiçek, İs‐ tanbul: Aygaz Yayınları. AYVERDİ, E. (. . . Asırda Lâle, (azırlayan: Uğur Derman , İs‐ tanbul: Kubbealtı Neşriyatı. BAYTOP, T. . İstanbul Lâlesi, Ankara: K“lt“r Bakanlığı Yayınları. CEBEC)OĞLU, E. . Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözl“ğ“, İstan‐ bul. ÖZAK‐OLBAK, F. . DzPîr‐i Lâle‐zârî Aziz Mahmud (“dayîdz, ))). Üsk“‐ dar Sempozyumu Bildirileri, İstanbul. 237 DOÇ.DR. NESLİHAN KOÇ KESKİN [http://www.uskudar.bel.tr/trTR/bilgi/Lists/Sunumlar/Attachments/ /Teblig % .pdf ET: . . ]. POLAT, N. (. . Ziraat K“lt“r“ Üzerine Cevat R“şt“ǯden Bir G“ldes‐ te, İstanbul: Kitabevi Yayınları. TURGUT, N. . DzAziz Mahmud (“dayi Zamanında Üsk“darǯda Bahçe Estetiğidz, ))). Üsk“dar Sempozyumu Bildirileri, İstanbul. [http://www.uskudar.bel.tr/tr‐ TR/bilgi/Lists/Sunumlar/Attachments/ /Teblig% .pdf ET: . . ]. YAZMA ESERLER Ferah‐engîz, Ali Emîrî Millet K“t“phanesi, Biyoloji Böl“m“ Yazmaları, No: . Gonce‐i Lâlezâr‐ı Bâğ‐ı Kadîm ve Defter‐i Lâle‐zâr‐ı İstanbul, Ali Emirî Millet K“t“phanesi, Biyoloji Yazmaları, No: . Mîzân“ǯl‐ezhâr, Topkapı Sarayı M“zesi, (azine Kitaplığı, No: . Netâyîc“ǯl‐ezhâr, S“leymaniye K“t“phanesi, Nuruosmaniye Yazma Eser‐ ler Kitaplığı, No: . Risâle‐i Esâmî‐i Lâle, Atıf Efendi K“t“phanesi, No: . Risâle‐i Takvîm‐i Lâle, Topkapı Sarayı M“zesi, (azine Kitaplığı, No: . S“mb“l‐nâme, Topkapı Sarayı M“zesi, (azine Kitaplığı, No: . Ş“kûfe‐nâme‐i Udmî, Ali Emirî Millet K“t“phanesi, No: . Ş“kûfe‐nâme‐i Abdullah Efendi, Biyoloji Böl“m“ Yazmaları, No: . Ş“kûfe‐nâme‐i Ali Çelebi, Nuruosmaniye Yazma Eserler Kitaplığı, No: . Ş“kûfe‐nâme‐i Abdullah Çelebi, Ali Emirî Millet K“t“phanesi, Biyoloji Yazmaları, No: . Takvîm“ǯl‐Kibâr min Miyâriǯl‐ezhâr, Ali Emirî Millet K“t“phanesi, Biyolo‐ ji Yazmaları, No: . Tuhfe‐i Çerâğân, Topkapı Sarayı M“zesi, (azine Kitaplığı, No: . Tuhfet“ǯl‐ihvân, S“leymaniye K“t“phanesi, Nuruosmaniye Kitaplığı, No: . 238 TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE ASTIM TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE ASTIM DOÇ. DR. PERVİN ERGUN Gazi Üniversitesi T“rk k“lt“r“nde halk hekimliği/T“rkeçareler , ile ilgili uygulamalar mi‐ tolojik köklere uzanmaktadır. T“rk yaratılış mitlerine göre yaratılan ilk kam/şamana yery“z“ndeki bitkilerin adları ve faydaları hakkında Tanrıǯnın elçisi tarafından bilgi verilmiştir. Ayrıca diğer yaygın bir inanış da yaratılışın başında her t“r hastalık ve felaketle baş edebilme bilgisine sahip ilk kamdan bu g“ne, halk hekimliği bilgisi her nesil kamda azalarak s“rd“r“ld“ğ“d“r Lvova vd. . T“rk d“nyasında hastalıklar, köt“ ruhlarla ilişkili gör“ld“ğ“nden tedavi s“reçleri de çoğu zaman bir dizi rit“el gerektirmiştir. Bu rit“ellerde, hastalık‐ ları iyileştiren kam/otacı/baksılar, halk tarafından Dzözel seçilmiş bir kimlikdz Lvova vd. olarak kabul edilmiş; bu kişiler, korkuyla karışık saygı ve itibar görm“şt“r. Başlangıçta her t“r hastalık ve felâketle baş edebilen kamlar varken zaman içinde uzmanlık alanlarına ayrılan ocaklık geleneği ile halk he‐ kimliği geleneği s“rd“r“lm“şt“r. Ocaklık geleneği içinde astım, m“stakil ocaklık geleneğinin ötesinde hal‐ kın genel uygulamalarına dön“şm“ş; özellikle T“rkistan, Balkanlar ve Anadolu coğrafyasında hemen hemen kamlık ve ocaklık vasfını kaybetmiştir. Tıp dilinde Dzgenellikle geceleri artan, kesik kesik, g“n boyu s“ren ve bal‐ gamsız kuru bir öks“r“k şeklinde tanımlanan, hastalığın ilk ortaya çıkışında genellikle grip ya da solunum yolları enfeksiyonu gibi tetikleyici bir sebebin söz konusu olduğu astım, geçmeyen öks“r“k, göğ“ste hırıltı, hışıltı, nefes darlı‐ ğıdz Dr. Ayşeg“l Ertuğrul şeklinde ifade edilmektedir. DzVir“s enfeksiyonlarının soğuk algınlığı, grip , “st solunum yolu hastalıklarının anjin, bademcik, kafa sin“slerinde, burun ve burun arkası iltihaplarının , alerjenlerin ev tozları, k“fler, evcil hayvanlar, hamam böcekleri ve çiçek tozları , mevsim değişiklikle‐ rinin, ağlamanın, stresin astım nöbetlerini tetiklediğidz bilinmektedir. Akpınar‐ lı Antony, . KK: Aynur Gazenfergızı, Bak“ , “niversite; . . terimin Azerbaycanǯda halk hekimliği/kocakarı ilaçları karşılığında kullanıldığını belirtmiştir. 239 DOÇ.DR. PERVİN ERGUN T“rk halk dilinde de bu özellikler astımın belirleyici unsurları olarak dikkati çekmektedir. Bu bildirinin evrenini, T“rk halk k“lt“r“nde bronşit, ök‐ s“r“k ve nefes darlığı ile birlikte ve iç içe geçmiş bir şekilde anlaşılan; benzer tedavi yöntemleri uygulanan astım ile ilgili geleneksel uygulamalar oluştur‐ maktadır. Farmokognozi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ekrem Sezik ile konu “zerine yaptığımız gör“şmede Dz ǯlı yıllarda Anadoluǯnun çeşitli kırsal kesimlerinde halk ilaçları “zerine yaptığı alan araştırmasında astım ile ilgili bulguya rastlamadığını, hastalığın daha sonra özellikle şehirlerde tanımlanma‐ ya başladığınıdz belirtmiştir. (alk arasında astım adı kullanımı yeni olmakla birlikte, nefes darlığı, göğ“ste hırıltı‐hışıltı vb. tanımlamaları eskiden beri bi‐ linmektedir. yılında ise G“lay Melikoğlu, Sezin Kurtoğlu ve Ş“kran K“l‐ t“rǯ“n Anadoluǯdan bilimsel yöntemlerle derlenen çalışmadan tespit ettik‐ leri “zere halk arasında astım tedavisinde kullanılan bitki sayısı olmuştur : ‐ . Astımla ilgili geleneksel tedavilerde “ç yöntem dikkati çekmektedir: B“y“sel işlemler Göğ“s ve sırt bölgesine uygulanan tedaviler Bitkilerden hazırlanan yiyecek ve içeceklerle tedavi B“y“sel işlemler Geleneksel k“lt“rde astım tedavisinde uygulanan b“y“sel işlemler ol‐ dukça azalmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: DzEskiden öks“renler bir tasın içinden geçirilirdi.dz Önc“l, : . Astımı iyileştirmek için Ashab‐ı Kehfǯteki astım mağarasına gidilir Özgen, . Nefes darlığı için Nahçivanǯda tuz madenine gidilir KK: Gazenfergızı . T“rkiyeǯde tuz madenine gidilir. (astanın odasında tuz lambası yakılır KK: N. Özt“rk . Ateşe konulan at nalının “zerine, davar kuyruğu konulup, “zerine "gurug otu" serpilip, dumanı içe çekilir KK.: Çelebioğlu . Boğmaca olan çocukların “zerine mavi boncuk takılır KK.: Çelebioğlu . Ali Pir Civan t“rbesinin ön“nde, kutsal kabul edilen, Dede Pınarı denilen çeşmenin suyunun öks“r“k giderici olduğuna ve ince has‐ talıklara iyi geldiğine inanılmaktadır Onarlı, . Öks“r“ğe tutulan çocuk bir maktul“n mezarı etrafında dolaştırılır veya delikli taşın içinden geçirilir G“zelbey, : ‐ . Erganiǯde Z“lkifl Dağıǯnın arkasında Dzöks“r“k suyudz 240 TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE ASTIM denilen bir çeşme vardır. Uzun s“re öks“ren ve öks“r“ğ“ geçmeyenler buraya göt“r“l“r Uçak, : . Keçiboynuzu tozu ya da harnup pekmezi balla karıştırılıp birer kaşık yendikten sonra Allahǯın Şafi ismiyle şifa istenir KK: Afyon . (alk inancına göre K“r nehrine gitmiş insanlar ve yılan ile kurbağanın arasından geçirilmiş insanlar tuzlu elleri ile hastanın boğazını bastırırsa ağrının kesileceğine ve iyileşileceğine inanılmaktadır KK: Gazenfergızı . . Göğ“s ve sırt bölgesine uygulanan tedaviler a Kupa vurma: Astım, nefes darlığı, batar girme durumlarında uygula‐ malardan biri sırta kupa vurma/şişe çekmedir. Astım ile ilgili uygulamalardan ocaklık geleneği izi tespit edilebilen tek tedavi yöntemi kupa vurmadır. Gele‐ nek b“t“n T“rk d“nyasında ocaklık geleneği haricinde de yaygındır. Örneğin Saha Sire/Yakutistanǯda geleneksel tedavi yöntemi bu şekilde kan akıtılarak yapılmaktadır. Denizli‐Çivril Özdemirci kasabası Aydın, ocaklık gelene‐ ğinde uygulama birkaç şekilde yapılmaktadır: : Cam kupalar, ispirto ve ucuna pamuk bağlanmış demir bir çubuk hazırlanır, hasta sırt üstü yere yatırılır, demir çubuğun ucundaki pamuk ispirtoya batırılarak alevlenir, kupanın içinde biraz bekletilen ateşten sonra seri bir şekilde kupa hastanın sırtına kapatılır. Bu işlem hasta soğuk aldığı için yapılır, soğuk algınlığı şiddetine göre kupaların boyu değişir, bu şekilde kapatılan kupalar, içlerine doğru deriyi çeker Aydın, . : Aynı işlem ispirto olmadan patates ile yapılır, patates oval bir şekilde kesilir, ortasına kibrit çöpü dikilir, yakılan kibrit çöpünün üzerine kupa hemen kapatılır. Kibrit çöpü sönmeye başladıkça kupa içerisine deri çekilmeye başlar Aydın, . : Demir paranın etrafı bir bez ile sarılır. Bu bez ispirtoya batırılır. Mum gibi hastanın sırtına koyulan bu bez yakılır, üzerine kupa kapatılan bezin ateşi sönmeye başladıkça deri kupa içerisine çekilmeye başlar. En etkili olan yöntem budur Aydın, . : Kanlı Kupa Bugün uygulayan ocaklısı hayatta olmayan bu hastalığın tedavi edeni Özdemirci Kasabasında kalmamıştır. Ölen ocaklının çocukları uygulamanın nasıl yapıldığını bilseler de gelen hastaları artık tedavi etmemektedirler. Kanlı kupa hacamat olarak bilinen tedavi şeklinin bu kasabadaki adıdır. Tedavi şekli şöyle anlatılmaktadır. İlk olarak soğuk algınlığı 241 DOÇ.DR. PERVİN ERGUN için vurulan kupa hastaya uygulanır. Daha sonra bu kupalar çıkartılır. İlk kupa vurulması ile uyuşan deri üzerine ocaklı tarafından jilet ile çizikler atılır ve tekrar bu çiziklerin üzeri kupa ile kapatılır. İlk uygulamada içine deriyi çeken kupalar bu sefer içlerine kan çekmeye başlar. Kupa yerine ocaklının koç boynuzu da kullandığı belirtilmektedir. Tedavi sonrası hastalar büyük bir rahatlama hissettiklerini belirtmekteymiş Aydın, . Kupa vurma ile ilgili olarak Aydın ve Muğla çevresinde uygulamada bi‐ raz farklılıklar vardır. Göğ“ste hırıltı olduğunda sırta önce kupa vurulur. Kalın su kupasının içine t“k“r“kle ıslatılıp pamuk yapıştırılır ve pamuk kibritle yakı‐ larak sırta yapıştırılır. Sonra sırta, içine ‐ damla kekik yağı ve bir parça vicks karıştırılmış zeytinyağı s“r“lerek masaj yapılır. Üzerine havlu kapatılarak sa‐ baha kadar bekletilir. Eğer kanlı kupa vurulacaksa birinci kupadan sonra uyu‐ şan yerler jiletle hafifçe dilinir. Dilinen yerlerin “zerine birinci kupadaki işlem tekrarlanır. Bu sayede hastalıklı kan kupalara dolar ve v“cut iyileşir. KK: Yay‐ la b Göğse ve sırta s“r“len ve sarılanlar: Öks“r“kte bebeklerin göğs“ne zeytinyağı s“r“l“p karabiber serpilir. K“ç“kbasmacı, : Bal ya da pekmeze karabiber karıştırılıp sırta s“r“‐ l“r. Üst“ne gazete kapatılır. K“ç“kbasmacı, : . (azır ambalajlarda satılan hardal yağı, okalipt“s yağı s“r“l“r Çalışkan, ; akt.: Çevik, : . Yerli zeytinyağının içine atılıp bir s“re bekletildikten sonra iyice ezilen hava–civa otunun kan rengini aldıktan sonra elde edilen yağ s“r“l“r Baysal, : ‐ . Dilin arka tarafına kekik yağı s“r“l“r; kekik yağı, ayrıca boğa‐ za dışarıdan masaj yapılarak s“r“l“r Ülger, : ‐ . Arpa kepeği kav‐ rulup sıcak olarak göğse koyulur Ülger, : ‐ . Kepek, sirkeyle kay‐ natılıp lapa yapılır. (astanın can evine ve sırtına sarılır K“ç“kbasmacı, : . Sirkeyle kompres yapılır KK: Gazenfergızı . Boğaz ağrılarında boğaza k“l sarılır. (ekimana s“tle kaynatılıp boğaza sarılır K“ç“kbasmacı, : . Köylerde öks“r“ğ“ kesmek için gazyağı kullanılmaktadır. Gazyağı lambasın‐ dan bir miktar yanmış ve koyulaşmış gaz alınıp bir gazete yaprağına hafifçe serpilir. Gaz yağı lambada yanmamış ise kişiye zarar verebilir. Yer yer delinen gazete öks“ren kişinin sırtına akşamdan konulur G“ng“r, ; akt.: Çevik : . Zat“rede sırta gazyağı s“r“l“p gazete kapatılır K“ç“kbasmacı, : . Göğ“s “zerine yağlanmış kırmızıbiber ya da baharat ilave edilmiş gazete koyulur Tekeli, : ; akt.: Çevik, : . Sırta ve göğse kolonya, vicks veya alkol s“r“ld“kten sonra “zeri gazete veya havlu ile kapatılır Çevik, 242 TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE ASTIM : . Öğle sıcağında toplanan papatyalar, kızartılmış haşhaş yağının içe‐ risinde on g“n bekletilir. S“z“lerek göğs“ kaplayacak irilikte pamuk parçasına homojen olarak dağıtılır ve ciğerlerin “zerine kapatılır. (er gece tekrarlanan bu işlem ile bronşit tedavi edilir Ülvan, : ; akt.: Çevik, : . Ayrıca bronşit olanlar için g“nl“k otu ıslatılır, hastanın göğs“ne sarılır. Altınöz, : ; akt.: Çevik, : . Astım ve bronşit tedavisi için göğ“s bölgesi adaçayı yağı ile ovulur, sıcak tutulursa bronşite iyi gelir. Çörek otu ezilip sırta s“r“l“r, sabaha kadar bekletilir. Çocukların bronşit hastalığını iyileştirmek, ciğerlerini açmak için biraz kahve zeytinyağı ile kavrulup çocuğun döş“ne bağır , sırtına ılık ılık s“r“l“p sarılır. (em nefesini açar rahatlatır hem de sancısını giderir. Akciğer hastalıklarını ve bronşiti tedavi için karabiber zeytinyağı ile kavrulur. (astanın bağrına, sırtına s“r“l“p gazeteyle sarılır, sabaha kadar bekletilir Öz‐ gen, : ‐ ; K“ç“kbasmacı, : . Göğs“ne zeytinyağı s“r“l“r, “ze‐ rine gazete kâğıdı koyulur; hasta, y“n yorganla iyice ört“l“p sabaha kadar öyle yatınca göğs“ yumuşar ve öks“r“ğ“ azalır Bozyiğit, : . Zat“re için koyun kesilip karaciğeri alınır. Parçaları birbirinden ayrılmadan açılır. Tarçın, karabiber, kekik, zencefil s“r“l“r, hastanın göğs“ne kapatılır. Soğuyuncaya kadar tutulur K“ç“kbasmacı, : . Koyuny“n“nden fanila ör“l“r, has‐ taya giydirilir. Geçinceye kadar yaz kış fanila hiç çıkarılmaz Altınöz, : ; akt.: Çevik, : . Boğaz ağrısında boyuna tavşan derisi asılır. Sabunlanmış tuzlu suyla ovulmuş söğ“t ağacının kabuğundan helme ot suyu yapılıp ağız çalkalanır KK: Zaharov . Ardıç katranı yağı ve çam kozalağı yağları göğse s“‐ r“l“r. KK: Bal . c Buğusundan faydalanılanlar: Kekik otunun suyu, buğusu bronşite iyi gelir, kuru öks“r“ğ“ keser. Keten tohumu buğusu, suyu öks“r“ğe, bronşite iyi gelir. Kantaron otunun buğusu nefes darlığı olan hastalara iyi gelir. Özgen, : ‐ . Okaliptus, bronşite, astıma karşı etkilidir Köksal, . Kiremit kızdırılır; kaynar suyun içine atılır. Üzerine bir ört“ ört“l“p hasta buharına tutulur. K“ç“kbasmacı : . Bir yemek kaşığı karabiber yarım litre su ile haşlanır; buharı teneff“s edilir. Soğuyunca yatarken bir tatlı kaşığı içilir. KK: Yılmazel . . Bitkilerden hazırlanan yiyecek ve içeceklerle tedavi a İçecekler: Zeytin ağaçlarının sakalları gövdenin dibinden çıkan filizlerin ucu kay‐ natılıp içilirse öks“r“ğe faydalı olduğuna inanılmaktadır KK: Yayla . Andız kök“yle nane cevherden hazırlanmış ilaç içilmektedir. Göğ“s kısmının b“t“n 243 DOÇ.DR. PERVİN ERGUN ağrıları için salep şırası içilmektedir. Astımda karabaş otu/karhan çayı içilir; tohumu değil KK: Gazenfergızı . Öks“r“k için tatlı biyan kök“ çayı içilir. Azerbaycanǯda astım, öks“r“k, göğ“s ağrısı için en fazla kullanılan ilaç, baldırgan çiçeği ve tohumudur. Çayı demlenir ve öz“ yenir. Baldırgan soyulur; boğumundan kesilip “zerine bal doldurulur. K“ç“k k“ç“k kesilir ağızda söğ“r“l“r KK: Gazenfergızı . (avlıcan, ıhlamur ve adaçayı kaynatılarak içilirse öks“r“k kesilir Serim, : . Öks“r“k için hamur kaynatılarak içilir. Tozlu yerlere gidilmez Özt“rk : . Öks“r“ğ“ kesmek için karabiber ve s“tle kaynatılarak içilir. Öks“‐ r“k için şahtere otu kurutulup sigara gibi sarılıp bol bol içilir G“ngör : . Soğuk algınlığına herle/un çorbası içirilir. Zat“rrede hasta sıcak tutulur. K“leri, : , . Bir çay bardağı sıcak suya veya s“te bir çay kaşığı zencefil, isteğe bağlı olarak da bal katılarak içilirse öks“r“k kesilir. Öks“r“k için s“tle incir kaynatılarak içilir, yenir KK: Atnur . Kuru kiraz çöp“ su ile kaynatılıp içilir Sarıoğlu, : . Nefes darlığına evelik çorbası yapılır veya tarçın kaynatılarak içilir Özt“rk, : . Balgamlı öks“r“ğ“ gider‐ mek için, meyan kök“ ile yaş ya da kuru incir kaynatılıp suyu içilir. Gelincik çiçeği pampal kurutulup çay şeklinde içilir Kurum, : . gr gelincik çiçeği kaynatılır. Birer çay bardağı içilir. Pamuk, : Kuru öks“r“ğ“ olanlara zencefilli çay içirilir. )hlamur çayı demlenip li‐ monla beraber içilirse öks“r“ğ“ keser Özgen, . Umacık otu çay şeklinde içilir Kurum, : . Sıcak s“t, bal ve karabiber iyice karıştırılıp içilirse iyi gelir Özgen, . Kantaron çiçeği kaynatılıp içilir. Biberli s“t içilir Baysal : ‐ . Yavşan ile beslenmiş koyunun s“t“ içirilir KK. Gazenfergızı . Adaçayı, ıhlamur, kekik, karabiber ve ısırgan otu içilir Baysal, : ‐ . )sırgan otundan helme ot suyu yapılıp içilir KK: Zaharov . Kekik otu ıhlamur gibi kaynatılarak içilmeye devam edilir. M“zmin öks“r“kte çemen ve badem kaynatılarak içilirse göğ“s ağrısına ve öks“r“ğe şifa verir Pamuk, : . Trabzon yöresinde taflan, Laz kirazı, Laz “z“m“, Trabzon kirazı olarak adlandırılan karayemişin yaprakları taflan suyu elde etmek için kullanılır. Taf‐ lan suyu yatıştırıcı etkiye sahiptir. Öks“r“k kesici olarak da kullanılır Civelek, : ‐ . Trabzon yöresinde Firek olarak adlandırılan g“rgen yapraklı kayacık bitkisinin odun öz“n“n infusyonu öks“r“ğ“n giderilmesinde kullanılır Civelek, : . Öks“r“ğ“ kesmek amacıyla havlıcan kök“ kaynatılır ve “ç dört g“n sıcak sıcak içilir G“nd“z, : ; akt.: Çevik, : . Bir elma‐ 244 TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE ASTIM nın kabuğu soyulup, hatmi çiçeği, ıhlamur ve bir dilim kabuklu limonla birlikte kaynatılıp balla tatlandırılarak içilirse, öks“r“k ve göğ“s tutukluklarına iyi gelir Ülvan, : ; akt.: Çevik, : . Soğuk algınlığından nezle veya gripten dolayı öks“renler için bal veya pekmez hafif sulandırılıp ısıtılarak içine karabiber atılır, hastaya yatmadan önce tok karnına içirilir Altınöz, : ; Ağır ; Özdil, ; akt.: Çevik, : . Öks“r“k kesici olarak ayva yaprağı, hatmi ve sığırkuyruğu birlikte kaynatılarak içilir. Sinop, ; akt.: Çevik, : . Yalnız zencefil kullanılır Sinop, ; akt. Çevik, : . Siyah turp oyulur içine iki kaşık bal konulur. Bir g“n bekletilen turpun içinde oluşan su içilir. Özdil, ; Baysal, : ‐ ; Ç“ng“r, ; akt.: Çevik, : ; KK. Gazenfergızı . Nefes darlığı için “ç g“n, bronşit için kırk g“n r“zgâr alan bir yerde bekletilen turpun içinde biriken su içilir. K“ç“kbasmacı, : ‐ ; KK: Atnur . Siyah turpun içi oyulur ve toz şe‐ kerle doldurularak ağzı kapatılır. Şeker, şerbet hâline gelince içilir G“nd“z, : ; akt.: Çevik, : ; turpu delmeden, içine kestane balı, bir çorba kaşığı pekmez, ikiye‐“çe böl“nm“ş bir diş sarımsak, ‐ adet çörek otu konur‐ sa daha etkili olur. Turpun “zeri oymak için kesilen kapakla kapatılır. Karanlık bir yerde ‐ saat bekletilip suyu içilir. İki turp ile aynı işlem dört defa tekrar‐ lanınca astım iyileşir. İltihaplı durumlarda içine sarımsak da katılırsa daha etkili olur KK: Gökdoğan . Kuru soğanın kabuğu soyulur, ortasından oyulur iki kaşık bal konulur, bu hâlde soğan bir bardağın “zerine konulup damlayan su içilir Özdil, ; Ülvan, : ; akt.: Çevik, : . Papatya çiçeklerinin kaynatılarak içil‐ mesi öks“r“ğe iyi gelir Kıllı ; akt.: Çevik, : . DzEbeg“meci/ gabalıkdz kaynatılıp suyu içilir. )lık pekmez içilir. İçine karabiber atılmış pekmez içilir. Ayva yaprağı suda kaynatılarak içilir. Kaynatılmış ıhlamur içilir. Ayva yaprağı, limon, adaçayı, elma hep birlikte iki‐“ç dakika kadar kaynatılarak içilir. Ülger, : ‐ . Elma kabuğu kaynatılıp içilir. Nane‐limon kaynatılır. Nane, limon, ebeg“meci ile birlikte kaynatılıp içilir. )hlamur, zencefil, karanfil, tarçın ve karabiber birlikte kaynatılıp içilir. Kuşburnu, kekik, kuru ayva yaprağı kay‐ natılarak içilir. Ayva yaprağı ıhlamurla birlikte kaynatılarak içilir. Ayva çiçeği içilir K“ç“kbasmacı, : . Ayva tohumu kaynatılıp içilir KK: Gazenfergızı . 245 DOÇ.DR. PERVİN ERGUN (aşhaş, kır çayı, dön dön çiçeği, papatya içilir. Ardıç çiçeği kaynatılıp içi‐ lir. Ardıç yemişi döv“l“r, kaynatılır ve içilir. Ardıç çiçeği ve yemişi birlikte kay‐ natılıp içilir. K“ç“kbasmacı, : . Çam kozalağı ve menengiç tohumu kaynatılıp içilir KK: Karakuş . Çamın kapramı, mısır kaps“l“ kaynatılarak içi‐ lir. )sırgan yenir, kaynatılarak içilir. Kaynatılmış pekmez içilir. Bal ile s“t karış‐ tırılıp içilir. Bal şerbeti içilir. K“ç“kbasmacı, : ‐ Bir adet limon, bir fincan zeytinyağı, iki tane salyangoz bir cam bardağa konur. Salyangoz, zeytinyağı içinde erinceye kadar bekletilir. Sıvı hâle gelen ilaç, birkaç g“n bronşit olan hastaya içirilir Çevik, : . Sığırkuyruğu bitkisinin çiçekleri toplanır gölgede kurutulup döv“lerek un hâline getirilir. Bir çay bardağı ılık su içerisine bir kahve kaşığı çiçek unu karıştırılıp içilirse bron‐ şite iyi gelir Ülvan, : , ; akt.: Çevik, : . Papatya, ıhlamur, ada‐ çayı kaynatılarak içirilir. Ayva yaprağının kaynatılıp içirilmesi âdettir Tekeli, : ; akt.: Çevik, : . Limon kabuğu kaynatılır ve suyu iki “ç g“n sıcak sıcak içilir G“nd“z, : ; akt.: Çevik, : . (aşhaş afiyan kaps“l“, rafine edilmemiş zeytinyağına batırıldıktan sonra ateşte kızartılıp, havanda ezilerek un hâline getirilir. Kahve kaşığının ucuyla alınan toz, bir tatlı kaşığı anne s“t“ne karıştırılarak çocuğa içirilirse, çocuğun öks“r“ğ“n“ hemen keser ve uyumasını sağlar. Ülvan, : ; akt.: Çevik, : . Gece yat‐ madan evvel bir yemek kaşığı zeytinyağı içilir Ülvan, : ; akt.: Çevik, : . Astım, bronşit hastalıklarını tedavi etmek amacıyla yenid“nya çiçeği kaynatılıp suyu içilir. )sırgan otu astım‐bronşit hastalarına çay gibi demlenip içirilirse iyi gelir. Beyaz papatya kaynatılıp balla içilirse bronşite iyi gelir. Ök‐ s“r“ğ“ azaltır. Bronşit tedavisinde dağ kekiği kaynatılıp suyu içilir. Ebeg“meci kökleri kaynatılıp suyu içirilir. (asta terletilir. Bunun için de içerisine karabi‐ ber koyulmuş s“t veya çay hastaya sıcak sıcak içirilir. Astım ve bronşite dut pekmezi; harnup pekmezi ve andız pekmezi iyi gelir. Özgen, : ‐ . (arnup pekmezi ya da keçiboynuzu tozu balla karıştırılıp birer kaşık yenir. KK: Afyon . Gaziantep yöresinde öks“r“k ile ilgili en çok kullanılan ilaç, yöredeki ak‐ tarlarda bulunan öks“r“k/polat şekeridir. Beyaz renkli olan bu şekerin balgam sökt“r“c“ özelliği vardır. Bozyiğit, : . Astım hastalığını tedavi etmek için, zencefil kök“, susam yağı ve polat şekeri nöbet şekeri karıştırılıp sabah‐ ları aç karnına bir çorba kaşığı içirilir. Kurum, : . Öks“r“ğ“ kesmek, 246 TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE ASTIM boğazı yumuşatmak için hastaya zeytinyağı ısıtılıp, içirilir Bozyiğit : . Nefes darlığını gidermek için dağ nanesi çay şeklinde içilir. Nefes darlığını gi‐ dermek için gram tarçın kabuğu, gram karanfil, gram hayıt tohumu adet ceviz karıştırılır ve kaynatılarak suyu içilir Kurum, : . Öks“‐ r“k ve nefes darlığı için adaçayı ve papatya içilir; papatya, demleme usul“ kay‐ natılarak içilir Temizsoy, : . Yarım fincan bala, “zerini iki santim ge‐ çecek şekilde limon suyu sıkılır, biraz karabiber karıştırılır ve içilirse katı ök‐ s“r“ğe ve nefes darlığına faydalıdır Ülger, : ‐ . Nefes darlığı için ısırgan pişirilip suyu sıkılır, kavrulup yenir; suyu da ayazlanıp içilir. Kekik, adaçayı içilir. Çay otu, papatya kaynatılarak içilir K“ç“kbasmacı : ‐ . ǮSiğil yaprağınınǯ bir yaprağı iki su bardağı dolusu suda bir‐iki taşım kay‐ natılıp sıcak olarak aç karnına yarım çay bardağı içilirse bronşite iyi gelir Ülvan, : , ; akt.: Çevik, : . Siğil otu ‐ g“n s“re ile “ç öğ“n, aç karna, “ç bardak içilir K“ç“kbasmacı, : ‐ . G“rgen gıcısı/kozalağı parçalanır. Gıcının iki yaprağı sade bir şekilde veya ıhlamur ve zencefil ile kaynatılıp içilir. Köknar kozalakları hen“z yeşilken toplanır. On tanesi bol suda saatlerce haşlanır. Kozalakların içinden çıkarıldığı bu su, iki g“n ayazlatılır. (er sabah aç karna içilir. Köknar sakızı kaynatılıp içilir. Çam kozalağı yeşilken toplanıp kaynatılır ve içilir K“ç“kbasmacı, : . Eşek s“t“ astım için çok etkileyici gör“lmektedir. Bir yemek kaşığı içil‐ mesinin bile hastayı iyileştirebileceği KK: Gökdoğan belirtilmektedir. (alk hekimliğinde astım tedavisinde kullanılan içecekler hakkında ko‐ nunun uzmanları da benzer tarzda tavsiyelerde bulunmaktadır. Sezik, bitkisel çayların alternatif içecek, koruyucu ve tedavi amaçlı kullanıldığını; bunlardan mersin çayının, astım, bronşit ve nefes darlığını giderdiğini, bakteri ve vir“slere karşı iyi bir antiseptik olduğunu, akciğer iltihabında etkili olduğunu belirtmiştir. http://www.uzmanportal.com/bitki‐derman‐bitki‐caylari‐zayiflatir‐mi‐yararlari‐nasil‐ kullanilmali.html/ . . . Karabaş otu/karhanın bakterilere karşı, ayrıca kuru ve bal‐ gamlı öks“r“klerde rahatlatıcı etkisi olduğunu belirtmektedir http://www.uzmanportal.com/bitki‐derman‐bitki‐caylari‐zayiflatir‐mi‐yararlari‐nasil‐ kullanilmali.html/ . . . )hlamur çiçeği çayının yatıştırıcı, göğ“s yumuşatıcı, balgam sökt“r“c“ ve gıcık giderici etkisinin olduğunu; ıhlamur çiçeği banyosunun da yatıştırıcı; kan dolaşımını d“zenleyici; öks“r“klerde yumuşatıcı, rahatlatıcı ve terletici etkilere sahip oldu‐ ğunu belirtmiştir. Sezik ayrıca nefes darlığı, astım, bronşit için zencefil‐ıhlamur çayının m“zmin bronşite karşı çok etkili olduğunu; her t“rl“ soğuk algınlığına iyi geldiğini; gevşetici, sakinleştirici ve terletici etkisini belirtmiştir. Nane‐ıhlamur çayının Dzorganizmanın savunma g“c“n“ arttırarak ateşli soğuk algınlıklarını kısa s“rede giderilmesinde etkili olduğu; kekik çayının Dzbakterilere karşı etkili olduğu; balgam sökt“rd“ğ“; kuru ve balgamlı öks“r“klerde rahatlatıcı etkisi; salepin de Dzöks“r“k ve bronşite faydalıdz olduğunun tıbben kanıtlandığını 247 DOÇ.DR. PERVİN ERGUN b Yiyecekler: Öks“r“ğ“ kesmek için zencefil kök“ balla karıştırılıp yenir Kurum, : . Limonun “zerine bal dök“l“p yenir. Çörek otu ezilip balla karıştırı‐ larak yenir Özgen . (urma ve çam fıstığı birlikte yenir Pamuk, : . Meyan kök“ ve gelincik çiçeği kullanılmaktadır Kurum, : ‐ . Kestane balı yenir Baysal, : ‐ . Elma ateşe göm“l“r, içine karabi‐ ber serpilip yenir. Elma pekmezi yenir K“ç“kbasmacı : . İki kaşık kuşburnu marmeladı bir kaşık nişasta ile cezvede sulandırılır; kısık ateşte ka‐ rıştırılarak kaynayıncaya kadar pişirilir. Akışkan kıvamdaki bu muhallebi biraz ılıklaşınca yenir KK: Özkan . G“rgen sakızı çiğnenir. G“rgen yağırı leblebi gibi yapılıp her sabah aç karna yutulur. G“rgen yağırının daha kolay yutulabilmesi için leblebi tozu ile karıştırılır K“ç“kbasmacı, : . Bal yenir K“ç“kbasmacı, : . Aç karnına bal yenir Tekeli, : ; akt.: Çevik : . Öks“r“k için kuyruk ateşte pirzola şeklinde pişirilerek yenir Özt“rk, : . Nefes darlığı ve öks“r“ğe ısırgan tohumu döv“l“p balla karıştırılarak yenir. Elmanın içi oyulur, buraya zencefil, damla sakızı konur, pişirilir. Aç karnına yenirse öks“r“k kesilir G“nday, : . Öks“r“ğe zen‐ cefil, zerdeçal, çörek otu eşit miktarda konur, döv“l“r, balla karıştırılarak yutu‐ lur KK: Atnur . Aksoğan kaz yağında kavrularak sabahları aç karnına yenirse nefes darlığına iyi gelir Sarıoğlu, : . (astaya umaçlı sıcak yemekler belirtmiştir http://www.uzmanportal.com/bitki‐derman‐bitki‐caylari‐zayiflatir‐mi‐ yararlari‐nasil‐kullanilmali.html/ . . . Prof. Dr. Eti de keçiboynuzunun astım, alerjik bronşit ve nefes darlığına karşı etkili olduğunu, eczacılıkta öks“r“k şurubu yapımında kul‐ lanıldığını belirtmektedir. . Prof. Dr. Saraçoğlu ise genel ve alerjik nefes darlığı için halk hekimliğindeki gibi keçiboynuzu önermektedir Sabah Gazetesinde astım‐nefes darlığı için halk hekimliğindekine benzer uygulamalar tavsiye edilmektedir: ‐ adet havuç rendelenir, sıkılarak suyu çıkarılır. İçine yarım bardak kaynatılmış s“t, bir çay kaşığı bal eklenir. G“nde “ç defa içilirse nefes darlığında etkili olur. Bir kaşık hardal tohumu ince toz halinde çekilir. İçine bir kaşık anason, kimyon katılır. ‐ adet kuru incir ilavesi ile bir litre suda kaynatılır. (er sabah kahvaltı öncesi bir tatlı kaşığı sirke ile karıştırılarak içilir. Eğer midede sorun var‐ sa sirke kullanılmayabilir. Ebeg“meci çiçeği, lavanta çiçeği, devetabanı yaprağı ve civanper‐ çemi birer kaşık robotta çekilir. Bir fincan kaynar suda kaynatılır. G“nde iki kez içilir. , lit‐ re su içine bir diş sarımsak, bir çorba kaşığı lavanta, gelincik çiçeği, kekik, maydanoz, nane, dereotu eklenir. Kaynatılarak sabahları aç karna birer fincan içilir. (er sabah bir çay kaşığı hardal tohumu kaynatılır ve çay olarak içilir. Yarım litre s“t içine adet sarımsak ezilerek eklenir. Kaynatılır ve içine s“zme bal ilave edilerek macun haline getirilir. (er sabah aç kar‐ na iki kaşık yenilir. Bir litre su içinde bir çorba kaşığı mersin ağacı meyvesi kurutulmuş hal‐ de eklenir. Kaynatılır, çay bardağı ile içilir. Bir çay fincanı sıcak suya ince kıyılan fesleğen atı‐ lır, g“nde iki defa içilir. İçine bir kaşık bal ilave edilirse etkisi kuvvetlenir. Bir çay fincanı kaynar suya bir çay kaşığı kurtpençesi ilave edilir Sabah Gazetesi, . . . 248 TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE ASTIM yedirilir. Nefes darlığı için ada soğanı yenir KK: Gazenfergızı . Soyulmuş sa‐ rımsak, inek s“t“ bir çömlek içinde ateş “zerine konur. Sarımsaklar kaşıkla ezilir. S“t koyulaşana kadar beklenir. Ocaktan alınınca bir miktar tereyağı katı‐ lır. Aynı miktarda s“zme balla helva haline getirilir, geceleri ceviz b“y“kl“‐ ğ“nde yenilir. Su içilmez G“nday, : . (aşhaş afiyan kaps“l“, rafine edilmemiş zeytinyağına batırıldıktan sonra ateşte kızartılıp, havanda ezilerek un hâline getirilir. Yarım tatlı kaşığı kadar miktarı ağza alınıp yutulursa, erişkinlerdeki öks“r“ğ“, nezle ve gribi, ağrıları keser. Ancak tozun yemeklerden sonra alınmasına dikkat edilmelidir. Uzun s“ren öks“r“klerde aynı işlem g“nde “ç kez tekrarlanır Ülvan, : ; akt.: Çevik, : . gr. taze bakla ezilip bir yemek kaşığı bal ile karıştırı‐ larak gece yatmadan evvel ve sabah aç karına bir tatlı kaşığı yenir Ülvan : ; akt.: Çevik : . Bal, çörekotu, ısırgan otu ve zencefil karıştırılır. Sabahları birer kaşık ye‐ nirse öks“r“ğ“ keser, insanın kuvvetini artırır. Zahter, pekmez ve zeytinyağı karıştırılıp macun yapılır. Bu macun sabah ve akşam yenirse öks“r“ğ“ keser. Çörek otu havanda döv“l“p bal ile karıştırılarak her kış yenirse kış rahat geçirilir. Bozyiğit, : ‐ . Çörekotu tohumu ve tohumundan elde edilen preparatlar eskiden ol‐ duğu gibi g“n“m“zde de hâlâ Ortadoğu ve bazı Asya “lkelerin‐ de halk hekimliğinde, soğuk algınlığı, baş ağrısı, astım tedavisinde kullanılmak‐ tadır Kar, . Prof. Dr. Usta, halk hekimliğindeki gibi bahar aylarında burun akıntısı, gözlerde kaşıntı, nefes zorluğu için çörek otu önermektedir . Karabiber yuttu‐ rulur Temizsoy, : . Meyan kök“, grip, nezle, anjin, nefes darlığı, öks“‐ r“k için faydalıdır ve balgam sökt“r“r. İncir, bronşit, öks“r“k ve boğaz ağrıla‐ rında faydalıdır ve bronşları yumuşatır. Gelincik, nefes darlığı, astım, bronşit ve göğ“s nezlesinde rahatlık sağlar Deniz, : , , , ; akt. Ku‐ rum, : . Gelincik bitkisinin çiçeği içerdiği antocyanin ve alkaloit mad‐ deleriyle soğuk algınlığına bağlı göğ“s nezlesi, öks“r“k ve nefes darlığında etkilidir Çubukçu‐Özhatay, : ; akt. Kurum, : . DzAstımı olan hastalar “zerinde yapılan çalışmalarda, bazı astım ilaçlarından daha etkili ola‐ bildiğini, bu y“zden astım hastalarının, mutlaka g“nde en az kez gr çörek otu kullanması gerektiğinidz belirtmiştir http://www.hayrullahfindik.com/sfalibtkler.html . . . 249 DOÇ.DR. PERVİN ERGUN Zencefil soğuk algınlığında çabuk iyileşmeyi sağlar Deniz, , , ; akt. Kurum, : . : , Bal, öks“r“k, zat“rree, bronşit, nefes darlığı ve boğaz iltihabı için fayda‐ lıdır. Boğaz yaraları için bal gargarası yapılmalı ve sık sık boğazda tutarak bal yenmelidir K“ç“kbasmacı, : ‐ . (em lokal anestezik hem antiseptik olarak bilinen karanfil, öks“r“k ve zat“rree tedavisinde kullanılır. Solunum sistemi hastalıklarında kullanılan tarçının antispazmotik ve stimulan etkisi olduğu ifade edilir K“ç“kbasmacı, : . Bronşit olanlara kuru incir zeytinyağında ıslatılarak her sabah aç karnı‐ na yedirilir Altınöz, : ; akt.: Çevik, : . Zencefil, bal, keten tohu‐ mu, çörek otu, dört ceviz, on fındık döv“l“p karıştırılır, sabah akşam yenir. )sırgan otunun yemeği yedirilir. Damla sakızı nöbet şekeriyle birlikte havanda döv“lerek yenirse bronşite iyi gelir Özgen, : ‐ . (indistan cevizi yenmesi nefes darlığına iyi gelir Kurum, : . Köknar kozalağı sakızı toplanıp hap hâline getirilerek yutulur. Geveyen yakılır, kök“nden merhem gibi bir madde çıkar; o yutulur. Bıldırcın ve ördek yumurtası çiğ olarak yenir. tane bıldırcın yenir K“ç“kbasmacı, : ‐ . İyileşene kadar çiğ olarak bıldırcın yumurtası yenir; kıştan yaz başına kadar çiğ olarak yenirse astım iyileşir KK: M. Özt“rk . (atmi çiçeği‐yaprak ve çiçekleri, göğ“s yumuşatıcısı, tahriş ve öks“r“k giderici olarak; t“yl“ tatula/boru çiçeğinin çiçek, herba ve meyveleri astım tedavisinde; nane yaprakları nefes darlığı, grip, ağız kokusu ve dezenfektan için; gelincik meyveleri, göğ“s yumuşatıcı, öks“r“k kesici ve yatıştırıcı olarak kullanılmaktadır. Ayanoğlu vd: : ‐ Solunum yolları, ter kesici, kuvvet verici, astım tedavisinde yaprak ve çiçekleriyle birlikte adaçayı; balgam sökt“r“c“, göğ“s yumuşatıcı olarak ise sığırkuyruğu çiçekleri kullanılmaktadır Ayanoğlu vd: : ‐ . Prof. Dr. Canberk de zencefil kök“n“n y“zeydeki kan damarlarını genişlettiğini, bu nedenle hastayı önce terletip sonra ateşini d“ş“rd“ğ“n“ balgam atılmasına yardımcı olduğunu, as‐ tım ve nefes darlığına iyi geldiğini belirtmiştir. http://www.lokman‐hekim.net/haberler/zencefil.asp . . . Astım için ayrıca g“vercin yumurtasının g“n boyunca çiğ olarak aç karına içilmesi öne‐ rilmektedir. http://isterimbanane.blogcu.com/bunu‐biliyormuydunuz/ . . . 250 TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE ASTIM Astım için Anadoluǯda en çok kullanılan bitkiler iğde yaprağı, meyan kö‐ k“, civanperçemi çiçek ve yaprakları, hatmi çiçek ve yaprakları, sarımsak so‐ ğanı, kestane ağacı çiçeği, kızılcık yaprak, çiçek ve meyveleri, mantıfar/yayla çiçeği/sarıçiçek/arı otu, ardıç kozalağı, karahan/karabaş otu, biberiye yaprak ve çiçekli dalları, adaçayı, yer kekiği, ökse otu, kekik yaprakları, çaltı meyvesi, gelincik çiçeği, çam kabuğu ve soyulmuş gövdesi, kırkdamar otu/sinir otu yap‐ rağı, ışgın tohumu kök“ ve toprak “st“ kısımları, sumak, kuşburnu meyvesi ve kök“, çiçekleri haşlanarak içilen yemişen/cadı dikeni, sigara ve haşlama içilen tatula patula yaprakları, çayı ve hapı içilen adi ceviz çiçek ve meyveleri; balla karıştırılıp yenen ısırgan yapraklarıdır Melikoğlu vd. . SONUÇ Son yıllarda ilaçların etken maddelerinin sentetikler yerine, doğal bitki‐ lerden karşılanma yoluna gidilmesi, halk hekimliğine olan ilgiyi artırmıştır. Pek çok “lkenin doğasında bulunmayan bitkilerin T“rk coğrafyasında mevcut olması; en eski çağlardan beri medeniyetlere beşiklik etmiş Anadoluǯda ilaçla ilgili arkaik izlerin s“r“yor olması ve T“rk halkının mitolojik köklerden dolayı halk hekimliğine ve halk ilaçlarına verdiği değerin y“ksek olması; herhalde insanlık tarihinin en eski hastalıklarından olan nefes darlığı, göğ“s ağrısı ve hırıltı tedavisinde de zengin tedavi seçeneklerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Kaynak olarak gösterilen çalışmalardaki genel kanaate göre T“rk halkı, astım, nefes darlığı, bronşit, göğ“s ağrısı ve hırıltı durumlarında, bu zengin şifa geleneği içinde öncelikle hastasını evde tedavi etmeyi tercih etmektedir. Teda‐ vi edilemeyen durumlarda ve özellikle çocuklar söz konusu olduğunda doktora gitmeyi öncelik haline getirmektedir. Fakat tıp tedavisi uygulansa da genellik‐ le, geleneksel ilaçlar takviye olarak kullanılmaya devam etmektedir. Bu makalede yer alan gerek sözl“ kaynaklar gerekse halkbilimciler tara‐ fından alan çalışması yapılan yirmi lisans ve y“ksek lisans tezindeki bulgular ile eczacıların alandan yaptıkları yetmiş beş tezin çıktıları b“y“k oranda ör‐ t“şmektedir. Astım ile ilgili olarak b“y“sel uygulamalar oldukça azalmış; ocaklık gele‐ neği bitme noktasına gelmiştir. Bunun yanında oldukça y“ksek sayıda kişi, konunun uzmanıymış gibi geleneksel tedavi yöntemlerini uygulamaya devam 251 DOÇ.DR. PERVİN ERGUN etmektedir. Genellikle otlardan, çiçeklerden demleme usul“ çaylara bal, kara‐ biber, çörekotu, nane, limon kullanımı oldukça yaygınlık kazanmıştır. Zeytinyağı, hardal yağı, okalipt“s yağı, hava‐cıva otu yağı, kekik yağı, haşhaş yağı ve gaz yağı göğse ve sırta s“rmek için kullanılmıştır. Bunlar bazen tek başlarına bazen de karışım içinde tatbik edilmişlerdir. Bal, karabiber, çöre‐ kotu, zencefil göğse s“r“lenler içinde en yaygın olanlarıdır. Üzerine gazete kâğıdı örtme, y“n ile sarma geleneği yaygınlaşmıştır. (alk hekimliğinde astım ve nefes darlığı uygulamalarında en fazla kulla‐ nılanlar çeşitli otlardan, çiçeklerden ve tohumlardan elde edilen sıcak içecek‐ lerdir: Kökten gelen zeytin filizi, andız kök“, meyan kök“, havlıcan kök“, elma kabuğu, nane, limon, ıhlamur, adaçayı, salep, zencefil, zerdeçal, kabuk tarçın, çemen, badem, taflan/karayemiş, biber, ısırgan otu ve tohumu, karabaş otu, şahtere otu, umacık otu, baldırgan çiçeği ve tohumu, kantaron çiçeği, hatmi çiçeği, gelincik çiçeği, dön dön çiçeği, beyaz papatya, ardıç çiçeği ve yemişi, ayva yaprağı ve çiçeği, sığırkuyruğu çiçeği, yenid“nya çiçeği, lavanta çiçeği, dağ kekiği, kuşburnu, karaturp, kuru soğan, ebeg“meci, haşhaş, havlıcan, karabi‐ ber, s“t, eşek s“t“, anne s“t“, kır çayı, çay otu, siğil otu, g“rgen kozalağı, kök‐ nar kozalağı, çam kozalağı, köknar sakızı, havuç, hardal tohumu, menengiç tohumu, mısır kaps“l“, anason, kimyon, sirke, sarımsak, maydanoz, dereotu, anason tohumu, karanfil, fesleğen, mersin meyvesi, salyangoz, dut pekmezi, harnup pekmezi, andız pekmezi, öks“r“k şekeri, susam yağı, kurtpençesi otu… B“t“n bu maddelerin çoğunluğunun vazgeçilmezleri bal, karabiber, çörekotu ve s“tt“r. Un çorbası, evelik çorbası da şifa niyetiyle içilmektedir. Yiyecek olarak kullanılanlar ise zencefil kök“, çörekotu, hurma, çam fıs‐ tığı, meyan kök“, gelincik çiçeği, elma, elma pekmezi, karabiber, kuşburnu, g“rgen sakızı, kuyruk, ısırgan tohumu, keten tohumu, zencefil, zerdeçal, damla sakızı, zahter, aksoğan, adasoğanı, tereyağı, kaz yağı, haşhaş kaps“l“, taze bak‐ la, karanfil, incir, nöbet şekeri, ceviz, fındık, samla sakızı, (indistan cevizi, bıl‐ dırcın yumurtası, ördek yumurtası ve balla hazırlanan yiyeceklerdir. (alk he‐ kimliğinin bu uygulamalarından b“y“k kısmı alanın uzmanları tarafından da tavsiye edilmektedir. 252 TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE ASTIM KAYNAKÇA Akg“l Akpınarlı Antonyǯden https://saglikeditoru.com/ mayis‐dunya‐astim‐gunu/ . . . / / / ‐ Ayanoğlu, Filiz‐ Mert, Ahmet‐ Kaya, D. Alpaslan. . (atay Yöresinde (alk Arasında Kullanılan Bazı Önemli Tıbbi ve Kokulu Bitkilerin Tespiti Ve Toplanması f K“ / J.Agricultural Faculty MKÜ ) , l‐ : ‐U , ‐ : ‐ M.K.Ü. Ziraat Fak“ltesi Tarla Bitkileri Böl“m“, Antakya‐(atay. Aydın‐Özt“rk, Emine. . Özdemirci Kasabası Çivril‐Denizli (alk (ekimliğinde Ocaklar ve Ocaklık Geleneği, Ankara, Edebiyat Fak“ltesi T“rk (alk Bilimi Böl“m“ Yayımlanmamış Lisans Tezi. Baysal, Nagihan. . Gelenek ve Değişim Ekseninde Karadeniz (alk (ekimliği Üzerine Bir Araştırma, Balıkesir, Yayımlanmamış Y“ksek Lisans Te‐ zi, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“. Bozyiğit, Nuray. . Gaziantepǯte (alk (ekimliği Merkez , Gazian‐ tep, Yayımlanmamış Y“ksek Lisans Tezi, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“. G“zelbey, Cemil Cahit. . Gaziantep Tıbbî Folkloru (akkında Not‐ lar. Başpınar Dergisi, Yıl: , Sayı: , Gaziantep, ‐ . Civelek, Sezai. . Trabzon Yöresinde Yetişen ve (alk (ekimliğinde Kullanılan Doğal Odunsu Taksonların Peyzaj Mimarlığında Değerlendirilmesi, Trabzon, Yayımlanmamış Y“ksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“. Çevik, B“lent. . Konyaǯda (alk (ekimliği Uygulamalarının D“n“ ve Bug“n“, Sivas, Yayımlanmamış Y“ksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“. G“nday, (ayri. . Erzurum ve Çevresinde (alk (ekimliği, Erzurum, Atat“rk Üniversitesi, Edebiyat Fak“ltesi, Yayımlanmamış Bitirme Tezi. G“ngör, Nadide. . Topalçavuş Köy“ Erzurum (alk Edebiyatı Ör‐ nekleri, Erzurum, Atat“rk Üniversitesi, Edebiyat Fak“ltesi, Yayımlanmamış Bitirme Tezi. . https://saglikeditoru.com/ . . / 253 / / ‐mayis‐dunya‐astim‐gunu/ DOÇ.DR. PERVİN ERGUN Kar, Yakup. . DzSamsun Yöresinde ve Mısır Ülkesinde Yetiştirilen Çörekotu Nigella Sativa L. Tohumlarının Antioksidan Aktivite Yön“nden İn‐ celenmesi.dz SDÜ Fen Dergisi . . . . . https://scholar.google.com.tr/scholar?hl=tr&q=halk+hekimli%C % Fin de+ast%C %B m&btnG=&lr Kurum, Uygar. . D“ziçiǯnde (alk (ekimliği, Niğde, Yayımlanmamış Y“ksek Lisans Tezi, Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“. K“ç“kbasmacı, G“lten Gön“l. . DzKastamonuǯda (alk Tababeti İna‐ nış ve Uygulamalardz, Ankara, Yayımlanmamış Y“ksek Lisans Tezi, Gazi Üniver‐ sitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“. K“leri, M“cahit. . Merdiven Köy“ Folklor ve Etnografyası, Erzu‐ rum, Atat“rk Üniversitesi, Edebiyat Fak“ltesi, Yayımlanmamış Bitirme Tezi. Lvova, E. L.‐Oktyabrskaya, İ. V.‐Sagalayev, A. M.‐Usmanova M. S. . G“ney Sibirya T“rklerinin Geleneksel D“nya Gör“şleri ), )), )))., Çev. Metin Ergun , Konya: Kömen Yay. Melikoğlu, G.‐Kurtoğlu, S.‐K“lt“r, Ş. . T“rkiyeǯde Astım Tedavisin‐ de Geleneksel Olarak Kullanılan Bitkiler, Marmara Pharmaceutical Journal : ‐ , , DO): . /mpj. Derleme. http://e‐ dergi.marmara.edu.tr/marupj/article/viewFile/ / . . . Onarlı, İsmail. Ali Pir Civan Ocağı. http://www.alevibektasi.eu/index.php?option=com_content&view=arti cle&id= :al‐pr‐cvan‐ocai&catid= : ‐ ‐ ‐ ‐ ‐ &)temid= [Eri‐ şim Tarihi: . . ]. Önc“l, K“rşat. . Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi (alk (ekimliği Kars‐ )ğdır , Kars: Kafkasya Üniversitesi T“rk (alkbilimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları. Özgen, Z“beyde Nur. . Adana Merkez (alk (ekimliği Araştırma‐ sı, Adana, Yayımlanmamış Y“ksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“. Özt“rk, Kemal. . Gözebaşı Köy“ Folkloru, Erzurum, Atat“rk Üni‐ versitesi, Edebiyat Fak“ltesi, Yayımlanmamış Bitirme Tezi. Pamuk, Arif. . Şifa Veren Bitkiler, Pamuk Yayıncılık. 254 TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE ASTIM Sarıoğlu, G“ls“m. . Alaca Köy“ Folkloru, Erzurum, Atat“rk Üni‐ versitesi, Edebiyat Fak“ltesi, Yayımlanmamış Bitirme Tezi. Serim, Yakup. . Erzurumǯda Bir (alk (ekimi, Erzurum, Atat“rk Üniversitesi, Fen‐Edebiyat Fak“ltesi, Yayımlanmamış Bitirme Tezi. Temizsoylu, Aydın. . Ankaraǯda (alk (ekimliği. Ankara, Yayım‐ lanmamış Y“ksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“. Uçak, Salih. . DzErganiǯde Eski T“rk İnançlarının İzleri ve (alk (e‐ kimliğidz, K“tahya, Yayımlanmamış Y“ksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversite‐ si Sosyal Bilimler Enstit“s“. Ülger, Z“leyha. . Aydın Merkez ve Çevresinde (alk (ekimliği, Aydın, Yayımlanmamış Y“ksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Sos‐ yal Bilimler Enstit“s“. Sözlü Kaynaklar . . Aynur Gazenfergızı, Bak“ . . Aysel Afyon, Konya . . , “niversite; b“y“klerinden öğrenmiş. , emekli öğretmen; çevresinden öğrenmiş. Goncag“l Çelebioğlu, Malatya , “niversite; (avva Kayhanǯdan Ma‐ latya‐Arguvan Parçikan Köy“ , okuryazar değil. öğrenmiş. . . . . (andan Yılmazel, Kars . . . Mesude Karakuş, Kırıkkale . . , “niversite; b“y“klerinden öğrenmiş. M. Sezai Özt“rk, Aydın‐Kuyucak gulayanlardan öğrenmiş. . . . miş. M“r“vvet Atnur, . . . , ortaokul, emekli; çevresinde uy‐ , “niversite; b“y“klerinden öğrenmiş. , İlkokul, Erzurum‐Aşkale; b“y“klerinden öğren‐ Neriman Özt“rk, Çivril renmiş. . . , ilkokul, çevresinde uygulayanlardan öğ‐ Nurcan Yayla, Muğla‐Milas‐Kargıcak Köy“ öğrenmiş. . . . 255 , ilkokul, b“y“klerinden DOÇ.DR. PERVİN ERGUN . . Özlem Gökdoğan, Ankara . . , “niversite; b“y“klerinden öğrenmiş. Şenay Armağan, Erzurum . . Şenol Bal, Bursa , ortaokul; b“y“klerinden öğrenmiş. , “niversite; b“y“klerinden öğrenmiş. Tit Zaharov, Saha Sire/Yakutsk, öğrenmiş. . . . Tuba Saltık Özkan, Osmaniye . . . . . yaşında, “niversite; b“y“klerinden , “niversite; b“y“klerinden öğrenmiş. 256 GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ YRD. DOÇ. DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKCA Pamukkale Üniversitesi YRD. DOÇ. DR. HATİCE KÜBRA UYGUR Giriş Mardin Artuklu Üniversitesi Malinowskiǯye göre k“lt“r; insana özg“ d“ş“nce ve becerilerden, inanç ve törelerden oluşan bir toplamdır. Malinowski, k“lt“r“ b“t“nsel bir yaklaşım ile ele almaktadır. Bu nedenle hayata dair olan hemen her şey k“lt“‐ r“n bir parçasıdır. Bu çerçeveden bakıldığında develere ve g“reşlere ait olan t“m uygulamalar, inanç ve rit“eller k“lt“r“n parçası olmasını sağlamıştır. T“rk k“lt“r d“nyasında deve yetiştiriciliği yaşanan hayat biçimi ile doğ‐ ru orantılı Çalışkan, : olarak gelişim göstermiştir. Geçmişten g“n“‐ m“ze ticari ve binek hayvanı olarak kullanılmasının yanı sıra etinden ve s“‐ t“nden faydalanılarak g“ndelik hayatın temel ihtiyaçları için kullanılmıştır. Eti ve s“t“ besin olarak değerlendirilmesine rağmen deve, genelde eti ve s“t“ için yetiştirilmemiş, tarihin ilk devirlerinden g“n“m“ze daha çok binek hayvanı, y“k taşımacılığı ve ticaret gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında kullanılmış‐ tır Akar, : , Acaloğlu, : . G“n“m“z taşıtları gibi g“ndelik hayat‐ ta önemli yere sahip develer, geçmişten g“n“m“ze pek çok medeniyetin geliş‐ mesinde önemli rol oynamıştır. Deve, eski d“nyada kıtalar arası ticarette oynadığı rolden dolayı mede‐ niyetin gelişmesine b“y“k katkıda bulunmuş özel bir hayvandır Önkal ve Bozkurt, : . Orta Asya T“rk k“lt“r“nde devenin önemli bir hayvan olduğu Gökt“rkler – zamanından kalma kaya resimlerinde, atların yanı sıra develerin de resmedilmiş olması Ögel, : ile belgelenmiştir. Erken dönemlerden itibaren evcilleştirilen develer sayesinde pek çok toplulu‐ ğun hareket kabiliyeti artmıştır. Bu durum medeniyetlerin yer değiştirmesini kolaylaştırdığı gibi k“lt“rlerin yer değiştirmesine ve taşınmasına da olanak sağlamıştır. 257 YRD.DOÇ.DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKÇA / YRD.DOÇ.DR. HATİCE KÜBRA UYGUR T“rk k“lt“r“n“n ve geleneklerinin bir parçası olan devecilik ve deve g“‐ reşlerinde önemli yere sahip olan deve donanımlarının bu çalışmada halk bi‐ limsel olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Deve, T“rk k“lt“r“n“n hemen her alanında izler bırakan kutsal bir hay‐ vandır. Sadece g“ndelik hayatın içinde taşımacılık işlevi ile değil g“reşler saye‐ sinde eğlence k“lt“r“n“n de içinde yer almıştır. Bu durum deve ile eğlence, sanat, gelenek, inanç ve uygulamalarını çok katmanlı bir yapı içinde değerlen‐ dirmeyi gerekli kılmaktadır. Deve g“reşlerinde halk edebiyatı, halk m“ziği, halk oyunları, el sanatları, giyim‐kuşam, s“s, halk rit“el ve inançları gibi pek çok halk k“lt“r“ “r“n“n“n Karademir, : toplumsal hayatta etkisinden söz etmek m“mk“nd“r. Deve cinslerinin adı, yetiştirilmesi, donanımı ve bu çerçevede gelişim gösteren ilgili “r“nleri kapsayan devecilik terminolojisinin oluşması bile ge‐ lişmiş bir devecilik k“lt“r“n“n T“rk toplumlarında tarihin erken aşamaların‐ dan beri bilinmekte olduğunu göstermektedir. T“rk k“lt“r“nde hak ettiği değeri bulan deve ve devecilik çeşitli alanlar‐ da özellikle manilere, t“rk“lere, atasözlerine, tekerlemelere, bilmecelere, hikâ‐ yelere, fıkralara oldukça fazla konu olmuştur. Ayrıca geleneksel “r“nlerde de‐ ve fig“rleri işlenmiş, dokunmuş, ör“lm“ş Seyirci, : ya da biblo ola‐ rak yapılmıştır Bkz: Fotoğraf: ‐ ‐ ‐ . Fotoğraf 1-2: Deve Figürü İşlenmiş Dastarlar ve Bir Tablo 258 GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ Fotoğraf 3-4: Satışa Sunulmuş Deve Figürlü Biblolar G“n“m“zde ise geçmişten kalan bir k“lt“r“n kalıntısı, iktidarın, saygın‐ lığın, prestijin göstergesi olarak deve yetiştiriciliği ve bu deve yetiştiriciliğine bağlı olarak yapılan deve g“reşleri ile T“rk k“lt“r“ndeki varlığını s“rd“rmeye devam etmektedir )şık, : . K“lt“r“n değişimini ve varlığını s“rd“r‐ mesini örneklemek açısından devecilik ve bu g“n gelinen noktada deve g“reş‐ leri değerlendirilmelidir. Deve yetiştiriciliği ve g“reşleri sayesinde varlığını s“rd“rebilen geleneksel meslekler de konunun bir parçası olarak geleneğin aktarılmasında ve s“rd“r“lebilirliğini sağlamasında önem kazanmaktadır. Deve yetiştiriciliği, deve bakımı, deve taşımacılığı ve deve g“reştiren ki‐ şiler tarih içerisinde Dzdevecidz olarak adlandırılan bir meslek grubunun oluşma‐ sını sağlamıştır. G“n“m“zde deve besleyip deve bakımı ile uğraşanlar bu mes‐ leğin modern dönemdeki takipçileri olmuştur Davulcu, : . Develer ile sahiplerinin aralarında kurdukları duygusal bağ sayesinde develere ailenin bir ferdi gibi davranılmaktadır. Bu durumu somut olarak deve donanımları “zerinden yorumlamak da m“mk“nd“r. Görsel bir şölene dön“şen deve dona‐ nımları kış aylarının eğlencesi olan g“reşleri izleyen kişilere de ayrı bir haz duygusu yaşatmaktadır. Yoğun emek harcanarak her g“reş devesi için özel olarak “retimi yapılan donanımları, renkleri ve motifleri bir k“lt“r“n toplum‐ sal bellekte g“n“m“ze kadar yaşatılmasını sağlamıştır. Sanat ilk çağlarda benzer olgular etrafında gelişmişse de giderek toplum‐ ların, topluluk olma ve toplumlaşma s“reçleri ile birlikte yaşadıkları coğrafya‐ lar, ekonomik araçları kullanma biçimleri, toprağı ekip biçmeye başlamaları, yaylacılık hayatından yerleşik hayata geçmeleri ile birlikte farklı izleri b“nye‐ sinde taşımaya başlamıştır. Bu farklılaşma toplumsal dinamiklerden kaynak‐ lanmaktadır. T“rk s“sleme sanatları da bu oluşum s“reçlerinden ayrı d“ş“n“‐ 259 YRD.DOÇ.DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKÇA / YRD.DOÇ.DR. HATİCE KÜBRA UYGUR lemez. T“rk s“sleme sanatları T“rklerin Orta Asyaǯda varlık gösterdikleri dö‐ nemler ile birlikte gelişmeye başlamıştır. Bu s“reçte diğer toplum dinamikle‐ rinde olduğu gibi coğrafya, k“lt“r, din, mitoloji, ekonomi ve inançların etkisi ile gelişim devam etmiştir. Özellikle s“sleme sanatlarının doğuşu ve gelişiminde yaşanan coğrafyanın önemli bir etkisi vardır. Yaşanan coğrafya ve o coğrafya‐ nın sunduğu olanaklar, aynı zamanda s“sleme sanatlarının da temelini oluş‐ turmaktadır. T“rklerin Orta Asya bozkırlarındaki yaşam biçimleri onların sa‐ nat anlayışlarına olduğu gibi yansımıştır. Orta Asya coğrafyasında bulunan hayvanlar, doğa ve bitki ört“s“ T“rk inanç sistemlerine ve s“sleme öğelerine yansımıştır. Aynı şekilde hayvancılıkla geçinen T“rkler, yaylak kışlak arasında geçen yaşamın gereği çevrelerinde bulunan hayvanları konu edinmiş ve g“çl“ bir hayvan k“lt“ ortaya çıkmıştır. Özellikle bu toplumlarda gözlenen k“ç“k el emeği “r“nler s“sleme sanatlarının temelini oluşturmuştur Alp, : . Geleneksel s“slemeler aynı zamanda hayvanların donanımlarında da kullanıl‐ mıştır. Yör“k k“lt“r“n“n önemli ulaşım ve geçim kaynakları arasında yer alan hayvanlar ile kurulan ilişkiler, donanımlar ve kullanılan renkler T“rk k“lt“r“‐ n“n izlerini b“nyelerinde barındırmaktadır. Yaylak kışlak arasında bir yaşam s“ren toplumların g“ndelik hayatlarının her alanında kullandıkları keçe, kişi‐ lerin kullanımı için olduğu kadar çadır, kepenek hayvanların korunması, s“s‐ lenmesi için de kullanmıştır. Keçeler çeşitli renk ve motifler ile s“slenerek gör‐ sel bir şölene dön“şt“r“lm“şt“r. Keçenin T“rk k“lt“r“ndeki önemi; T“rkler hayvancılık ile geçimlerini sağladıkları için çok kolay ve anlamlı bir şekilde s“rd“r“len yaşam biçimi ile ilişkilendirilebilir. T“rkler, Orta Asyaǯdan Anadoluǯya geldiklerinde yerleşik d“zene geçseler de hayvancılıktan vazgeçmemişlerdir. Yetiştirdikleri hayvan‐ ların etinden, derisinden, yapağından faydalanmaya devam etmişlerdir. Aynı zamanda giyim‐kuşamdaki geleneklerini de s“rd“rm“şlerdir. Özellikle M.Ö. . ve . Y“zyıllarda B“y“k (unlarǯın kullandığı keçe, çorap ve çizmeyi, Gökt“rk‐ lerǯin ve Uygurlarǯın s“rd“rd“kleri, sonra da İslam D“nyasına yayıldığı ileri s“r“l“r. Aynı paralelliğin giyim kuşamda da izlendiği vurgulanır Tezcan, : . Bu paralellik sadece insanların giyim ve kuşamlarında değil aynı zamanda hayvanların da donanımlarında özellikle de deve donanımlarında gözlemlenebilir. T“rk k“lt“r“nde develerin gerek göç esnasında gerekse g“reşecekleri zaman özel olarak giydirilip s“slenmesi geleneği, T“rk halk k“lt“r“n“n zengin‐ 260 GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ liğinin bir parçasıdır. Deve g“reşleri için özel olarak giydirilip s“slenen deve‐ ler, bu çerçevede oluşan meslek ve uğraşlar için bir kazanç kaynağı olmuştur. Bu çalışmada deve g“reşlerinde kullanılan deve donanımlarını tanıtmak, bu k“lt“r çerçevesinde oluşan meslek ve uğraşlara dikkat çekerek bu donanımla‐ rın T“rk halk k“lt“r“ açısından yeri ve önemini vurgulamak amaçlanmıştır. G“reş develerinin donanımları, bu donanımların deve g“reşlerindeki işlevsel kullanımları çalışmada ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Bu çalışmanın gerçekleş‐ mesi için yılın belirli zamanlarında gerçekleştirilen deve g“reşleri takip edil‐ miş, yöntem anlayışı ışığında amaca ulaşmada gerekli araçlar olan gözlem, m“lakat ve yerinde inceleme teknikleri kullanılmıştır. Ayrıca literat“r taraması yapılarak çalışmanın bilimsel bir tabana oturtulması sağlanmıştır. Devecilik k“lt“r“ içerisinde yer almış yerel yönetimler, deve sahipleri ve yetiştiricileri ile m“lakatlar yapılmış, geleneksel deve g“reşlerindeki deve donanımlarının T“rk halk k“lt“r“ açısından doğru bir şekilde algılanması için deve donanım‐ ları fotoğraflanarak belgelenmiştir. Geleneksel Deve Güreşlerindeki Deve Donanımlarının Türk Halk Kültürü Açısından İncelenmesi Sadece yaylak‐kışlak arasında bir yaşam s“ren topluluklarının taşıma aracı değil, aynı zamanda savaşlarda lojistik olarak ordunun değerli hayvanları arasında sayılan develer, T“rklerin hayatında duygusal bağlar kurdukları, be‐ reketine ve kutsallığına inandıkları bir hayvan olarak g“n“m“zde de varlığını s“rd“rmeye devam etmektedir. Geçmişte taşımacılıkta önemli bir yere sahip olan develerin g“n“m“zde bu işlevlerini kaybetmiş olmalarına rağmen k“lt“r hayatındaki yerini koruma‐ sı g“reşler sayesinde olmaktadır. G“reşler ile devecilik k“lt“r“ gelecek nesille‐ re aktarabilmekte ve g“n“m“ze kadar ulaşan değerler ve duygular miras ola‐ rak bırakılmaktadır. Deveciliğin k“lt“rel olarak değerlendirilmesi tarihsel bağ‐ ların da kurulmasını toplumsal ve tarihsel hafıza açısından konu ila ilgili geniş bir perspektif olanağı sunmaktadır. Develerin eğlence amaçlı g“reştirilmesi çok eski zamanlara dayanmak‐ tadır. Bu duruma ait en eski kanıt, Margianaǯdaki kazılarda elde edilen ve M.Ö. ikinci bin yıla tarihlendirilen taş “zerine simetrik olarak çizimi yapılan ve bir‐ birini ısıran iki deve fig“r“n“n resmedilmesidir Adamova, : . Deve g“reşlerinin tam olarak ne zaman d“zenli bir organizasyon şeklinde yapıldığı bilinmese de ulaşılan en eski belgenin )). Mahmut ‐ zamanından 261 YRD.DOÇ.DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKÇA / YRD.DOÇ.DR. HATİCE KÜBRA UYGUR kalma olduğu bilinmektedir Armağan, : ‐ . Bu t“r kanıtlar devenin k“lt“rel boyutta, toplumların ne kadar önemsediği bir hayvan olduğunun da birer göstergesi olarak yorumlanabilir. Anadoluǯda bilinen ilk deve g“reşi ör‐ neklerinin tarihi, yazılı kaynaklardan edinilen bilgilere göre XV)). Y“zyıla kadar gitmektedir. Bununla birlikte g“reşler X)X. Y“zyılın ilk yarısından itibaren Ege Bölgesinde özellikle İzmir ve Aydınǯda yaygınlaşmaya başlamıştır Çalışkan, : . Yaygınlaşan deve g“reşlerinin yapıldığı yörelerden bazıları şunlar‐ dır: Antalya Demre ve Kumluca , Aydın Arapkuyusu, Atça, Bıyıklı, Bozdoğan, Çine, Germencik/Turanlar Köy“, (aydarlı, )şıklı, İncirliova, Köşk, Kuşadası, Kuyucak/Kurtuluş, Nazilli, Ortaklar, Ömerbeyli, Söke/Bağarası, Umur‐ lu/Osmanb“k“ Köy“, Yamalak ve Yenipazar , Balıkesir Altınova, Burhani‐ ye/Karağaç ve Pelitköy , Burdur, Çanakkale Ayvacık/Tuzla, Dörtyol, Ezine, Geyikli ve Tuzla Köy“ , Denizli Sarayköy, Buldan , )sparta, İzmir Armutlu, Bergama, Kemalpaşa/Ulucak, Ödemiş, Pınarbaşı, Parsa, Selçuk, Tire ve Torba‐ lı , Manisa Emirhacılı, Gökkaya, ve Saruhanlı/Adiloba Köy“ , ve Muğla Bod‐ rum/Ortakent/Yalıkavak, Kırcağız Köy“, Milas/Selimiye,Mumcular, Turgutreis ve Yatağan gibi yerleşim yerlerinde kırktan fazla sahada, d“zenli zamanlarda olmasa da, organizasyonlar d“zenlenmeye devam edilmektedir Boyraz, : . Deve g“reşleri festival havası içinde havanın yağışlı olmadığı kış ayların‐ da gerçekleştirilmektedir. Kış turizmi açısından oldukça hareketli geçen g“reş‐ lerin toplumsal hayatta açık ve ört“k işlevleri de ayrı bir çalışmanın konusu olacak niteliktedir. G“reşler sadece toplumsal değil aynı zamanda sosyal ve psikolojik boyutta da incelenebilecek verilere sahiptir. Deve g“reşleri, k“lt“r“n aktarımında çok katmanlı rol oynamaktadır. Ekonomik, k“lt“rel, sosyal, psikolojik, turistik etkileri bu geleneğin yaşatıldığı coğrafyalarda ortak bir payda olarak katkı sunmaktadır. Ekonomik olarak, deve g“reşleri birçok kişiye kazanç elde etmeleri için ortam sağlamaktadır. G“reş g“nleri yaşanan hareketlilik ekonomiyi de canlandırmaktadır. Konakla‐ madan yeme‐içmeye, g“reş g“n“ saha etrafında kurulan tezgâhlarda satılan yöresel yiyecek ve içeceklere kadar pek çok alanda ekonomik kazanç sağlan‐ maktadır. G“reşi seyretmeye gelen yöre halkı aynı zamanda piknik de yapmak‐ tadır. Deve sucukları, deve heykelleri, deve fotoğraflarının bulunduğu takvim‐ ler vb. pek çok yiyecek ve aksesuar saha etrafında satılmaktadır. Bu y“zden deve g“reşlerinin yapıldığı yerler kış turizminin cazibe merkezi haline gelmek‐ 262 GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ tedir. G“reş meraklılarının yanı sıra yerli yabancı turistler açısından gelenek‐ sel bir oyunu, festival havası içinde izleme imkânı da doğmaktadır Uygur, : . Diğer spor dallarından faklı olarak tam anlamı ile bir halk festivali ya da şöleni haline gelmiş olan deve g“reşleri bu spora gön“l vermiş kişilerin bu k“lt“re tutku ile bağlanmış olmalarından dolayı çok sayıda izleyici kitlesine ulaşmaktadır Kılıçkıran, : ‐ . G“reş organizasyonları esnasında ticari aktivitelerin yanı sıra özel rit“eller, m“zikler, halk oyunları ile birlikte çeşitli gelenek ve görenekler ortaya konulmaktadır. Deve g“reşlerinde tam bir k“lt“rel alışveriş gerçekleşmektedir. Deve g“reşlerini bu çalışma açısından önemli kılan, g“reşleri daha renkli ve görsel bir şölene dön“şt“ren develerin donanımlarıdır Koyuncu Okca, : . T“rk halk k“lt“r“nde son derece önemli olan rit“eller ve rit“eller için g“nler öncesinden hazırlıkların yapılması aslında bu t“r festivallerin ne kadar önemsendiğinin ve hayatın içerisinde ne denli yer ettiğinin de birer kanıtıdır. G“reş develeri için işlevsel ya da s“s amaçlı kullanılan çeşitli malzemeler bulunur. G“reş develeri için gerek duyulan bu malzemeler g“reş bölgesindeki yerleşmelerde geleneksel olarak s“rd“r“len “retimler ile karşılanır Çalışkan, : . Teknolojik gelişmeler sayesinde bazı donanımların “retiminde makineye bağlı olarak seri “retimine geçilmiş olsa da bazı “r“nlerin yapımı el emeği yoğun olarak yapılmaya devam edilmektedir. G“reş develerinin her biri için özel ölç“lerde hazırlanan donanımlar bu t“r “r“nler arasında yer almak‐ tadır. (er bir g“reş devesinde bazı farklılıklar olmasına rağmen genel olarak havut, hatap, g“mb“rdek‐havan, çul eteği, deve ağızlığı‐başlığı, havut peşi‐isim levhası, kolan‐atma yular‐aynalı yular‐boncuklu yular‐karabaş yular, muska‐ boyunluk, köleste‐örg“, paçalık, zilgur‐dizgör, zömbek‐zömbeklik ve tokrak en çok kullanılanlarıdır. S“slenme olgusu insanlık tarihi ile paralel bir gelişme göstermiştir. İl‐ kel toplumlarda korunma ve g“çl“ olma isteği Dzkutsallıkdz ve Dzb“y“dz diye ad‐ landırılan kavramlar çerçevesinde oluşmuştur. Kutsal olan ve ona tapınılan şey, nesne ya da olgu, aynı zamanda bir s“sleme aracı olarak kullanılmaktaydı. Tapınma objeleri ile b“y“, nazar gibi kutsallık çerçevesinde toplanan değerleri ve objeleri birbirinden ayırmak oldukça g“çt“r. Ç“nk“ s“sleme ve s“slenme olgusunun temelinde ilk çağlardan beri g“çl“ inançların ve doğa ile yaşam sa‐ vaşının, korunma ve öl“m gibi kavramların olduğu bilinmektedir Alp, : 263 YRD.DOÇ.DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKÇA / YRD.DOÇ.DR. HATİCE KÜBRA UYGUR . (ayvancılıkla uğraşan bir toplumda, t“m yaşantıların ve ekonomik ilişki‐ lerin hayvana dayalı olması, hayvanın ana konu olması ve onu s“slemesi doğal bir gelişmedir. T“rk halk k“lt“r“ açısından g“reş develerinin donanımlarına bakıldığında bu “r“nlerin işlevselliğinin yanı sıra çeşitli renk ve ebatları ile T“rk halk k“lt“r“n“n zenginliğini de ortaya koyduğunu görmek hiç de zor değildir. Geleneksel k“lt“rde son derece önemli olan bu uygulama aslında ihti‐ yacın yanı sıra farklı duyguları da sembolize etmektedir. G“reş develerinin “zerinde bulunan donanımlar genel olarak el emeğine dayalı olarak “retilir. (avutundan ağızlığına, zilgurundan çanına kadar kullanılan her bir parça uyum ve ahenk içindedir. Geleneksel olarak deveye duyulan sevgi, bağlılık, g“reşlere duyulan me‐ rak pek çok rit“eli de beraberinde getirmektedir. T“l“ǯlerin arasına şeytan girmesin inancı ile bir yoz deve sokulması bu uygulamalardan sadece bir tane‐ sidir Uygur, : . Deve donanımları deveye duyulan sevginin, deve sahibinin zenginliğinin bir göstergesi olmasının yanı sıra deveyi nazardan korumanın da bir yoludur. Nazar inancı ve nazarın deveye zarar verilebileceği korkusu, deve ile ilgili b“‐ y“sel uygulamaların başlıca sebeplerindendir. Özellikle geleneksel toplumlar‐ da karşılaşılan nazar inancının ve uygulamalarının insanların sadece kendile‐ rinin değil sahip oldukları ve değer verdikleri hayvan, mal‐m“lk gibi her şeyi korumayı amaçlamaları onların belli b“y“sel uygulamaları yapmalarını zorun‐ lu hale getirir. Deve sahipleri de develerini nazardan korumak için bu uygula‐ maları g“n“m“ze kadar s“rd“rm“şlerdir. Bu nedenle bazı deve donanımları nazardan korunmak amacı ile kullanılmıştır. Devenin sırt kısmındaki en önemli donatısı olan havut bir t“r çuldan ya‐ pılmış semer ve eğer konumundadır. (avutun “st kısımları renklidir Karademir, : . Devenin g“ç göstergesi olan havutun gösterişli ve kullanışlı olması hem deve sahipleri hem de develer açısından b“y“k önem taşımaktadır Bkz. Fotoğraf: ‐ ‐ . Ç“nk“ deve g“reşirken diğer deveye havutu ile yaslanır ve onu havutu ile iter Seyirci, : . Geleneksel mes‐ lekler arasında yer alan havutçuluk babadan oğula usta çırak ilişkisi içerisinde aktarılarak g“n“m“ze kadar ulaşmıştır Çalışkan, : . İş g“c“ ve el emeği gerektiren mesleklerin icracıları zamanla azalmıştır. (avut ustaları da gençlerin bu mesleğe ilgi duymamaları y“z“nden çırak yetiştirememektedir‐ ler. Az sayıda usta ile havutçuluk yapılmaya devam edilmektedir. 264 GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ Deve donanımları arasında önemli bir yere sahip olan havut, deveye giydirilmesi esnasında da belli rit“eller çerçevesinde gerçekleştirilen tören ile çok sayıda kişi tarafından izlenen bir merasime dön“şmektedir. Devenin se‐ meri görevindeki havut, özellikle geçmişte y“k taşımak için kullanılırdı. G“reş‐ lerden önce deveye giydirilen havut sekiz parçadan oluşur. Bu parçalar hatap, peş, havan, tengâh, keçe, işkence, tarak ve sazdır. İyi bir havut devenin sırtına tam olarak oturur, deveyi rahatsız etmez ve devenin g“reşmesine yardımcı olur Bkz. Fotoğraf: . Sipariş “zerine yapılan havutta genellikle deve sahibinin tuttuğu futbol takımının renkleri işlenmektedir. Geçmişte sığır sidiği, kırma ve baklava adı verilen motifler işlenirken Begiç ve Akpınarlı, : g“n“m“zde bu mo‐ tiflerin işlenmesi azalmış durumdadır. G“reşlere bir iki ay kala, tören ile deve‐ ye vurulur ve buna havutlama töreni adı verilir. Davet edilen konukların huzurunda, dualar eşliğinde Dzmaşallahdz nidaları ile devenin sırtına konur. Bu tören mevl“tl“ olabileceği gibi yemekli, içkili, eğlenceli de yapılabilir. Deve sahibinin getirdiği davullar ve zurnalar eşliğinde konuklar yörenin zeybek oyunlarını oynayarak coşkuyu artırırlar. Pehlivan deve için de zeybek ve Köroğlu havaları çalınır Karademir, : . Yaklaşık olarak ‐ kg. ağırlıkta olan havut, y“k develerine ‐ yaşla‐ rında, g“reş develerine ise ‐ yaşlarında giydirilir. (avutsuz deve g“reşmez ancak daylaklar ‐ yaşlarında g“reşmeye havutsuz başlarlar. (avut giydirme bir rit“el halinde gerçekleşir. Davul zurna eşliğinde eş‐dost, konu‐komşu ye‐ mekler yenilir, içkiler içilir ve kurban kesilir. Kesilen kurbanın kanı “zerinden havut giydirilen deve atlatılır. (avut giydirme töreni, deve g“reşleri öncesinde en geç kasım ayında gerçekleştirilir Koyuncu Okca, : . G“n“m“zde yerel yönetimlerin de deve g“reşlerine sahip çıkması ve organizasyonları gerçekleştirmesi ile Dzhavut giydirme törenidz ve Dzhavut hayırıdz daha çok kişi huzurunda gerçekleşmektedir. İç kısmı havut otu ile doldurulan, dış kısmı ise keçe ile kaplanan havutun iske‐ leti ahşaptan yapılır. Tamamen doğal malzemelerin kullanıldığı havut ortalama ‐ g“n içerisinde yapılır. Develer kızgınlıkları s“resince iştahsız olmaları ne‐ deni ile az yem yedikleri için kilo kaybına uğrarlar ve hörg“çleri git gide k“ç“‐ l“r. Bu y“zden havut ölç“s“ alınırken bu bilgiler göz ön“nde bulundurularak hesaplama yapılır Koyuncu Okca, : . 265 YRD.DOÇ.DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKÇA / YRD.DOÇ.DR. HATİCE KÜBRA UYGUR Fotoğraf 5-6-7: Havut Fotoğraf 8: Havuttan Güç Alarak Güreşen Develer 266 GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ (atap, havudun ön iki yanındaki ağaç çatmalardır ve havudun korunma‐ sını sağlar Bkz. Fotoğraf: ‐ ‐ . (er devenin ölç“s“ne göre yapılır ve havuta y“kseklik kazandırır Karademir : . İkili yarım çember şeklin‐ de d“z tahta parçaları doğal gör“n“m“ ile ya da “zeri boyanmış şekilde havu‐ dun “zerine geçirilir. Fotoğraf 9-10-11: Hatap Yöreden yöreye farklı isimler alan, bir çeşit b“y“k bir çan olan g“mb“rdek‐havan g“reş develerinin gelişini uzaktan haber verme işine yarar Bkz. Fotoğraf: ‐ . Develerin her bir adımı ile hareket eden ve her bir ha‐ rekette ses çıkartan dövme metalden imal edilen g“mb“rdek‐havan, havudun ön tarafına takılır. Tok bir ses çıkartır. G“mb“rdek‐havan deve alış verişinde pazarlığın içine dâhil edilir. Meraklıları özel olarak g“mb“rdek‐havan yaptırır. (er birinin sesinin farklı olduğu söylenir. G“reş g“n“ sabahında develer g“reş meydanına getirilmeden evvel gezdirilirler. Böylece g“reşlerin heyecanı saba‐ hın ilk saatlerinden itibaren g“md“rdek sesleri ile t“m yöre halkını sarar. G“‐ reşe gitmek için duyulan istek artırılır. Geleneğin aktarımında g“mb“rdek‐ havan sayesinde duyu yolu da kullanılmış olur. Fotoğraf 12-13: Havan 267 YRD.DOÇ.DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKÇA / YRD.DOÇ.DR. HATİCE KÜBRA UYGUR (avudun alt kısmına serilen çul eteği, y“nden ya da keçi kılından Bkz. Fotoğraf: ‐ ‐ özellikle Tire‐İzmir ve Çine‐Aydınǯda el tezgâhlarında do‐ kunur. Çul eteğinin uçları renkli boncuklar ve renkli ipliklerden yapılmış pon‐ ponlar koza‐guda ile s“slenir Koyuncu Okca, : . Fotoğraf 14-15-16: Çul Eteği Deve ağızlığı‐başlığı geçmişte keçi kılından yapılırken g“n“m“zde daha çok sentetik renkli iplikler kullanılarak elde ör“lmektedir Bkz. Fotoğraf: ‐ ‐ ‐ . Devenin ağzını ve burnunu soğuktan korumak, insanlara ve rakip‐ lerine zarar vermesini engellemek için kullanılır. Etrafı renkli boncuklar ve renkli iplikler ile yapılmış ponponlar koza‐guda ile s“slenir. (uysuz bir de‐ veye ağızlığı takıldığında daha kolay kontrol altına alınır. Keçi kılından ör“l‐ m“ş deve başlığı soğuk havalarda daha çok tercih edilir. Fotoğraf 17-18-19-20: Deve Ağızlığı-Başlığı (avudun arkasına yerleştirilen s“sl“, kenarı p“sk“ll“ beze havut peşi‐ isim levhası adı verilir. Devenin sırt tarafını örter ve s“sler Karademir, : 268 GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ . Üzerinde devenin ya da sahibinin adı, nereden geldiği ve en altına da maşallah kelimesinin yazıldığı havut peşi‐isim levhası g“reş develerinin kimli‐ ğidir Bkz. Fotoğraf: ‐ ‐ . G“reş alanına girdiklerinde izleyiciler havut peşi‐isim levhası “zerinde yazılı olan bilgilerden develeri tanırlar. G“reş saha‐ ları; deve sahibinin saygınlığını, maddi durumunu, prestijini de sergileyebildiği alanlara dön“şmektedir. Bu y“zden g“reş meydanları sadece develerin değil, sahiplerinin ve yöre halkının da kendini gösterdiği ve tanıttığı meydanlardır. Fotoğraf 21-22-23: Havut Peşi-İsim Levhası Renkli boncuk, ayna, deniz kabukları ile s“slenmiş yassı, uzun, kemer şeklindeki yulara kolan‐atma yular‐aynalı yular‐boncuklu yular‐karabaş yular adı verilir. Çılgak adı verilen y“nden yapılır. Boyun tasması ya da boynu saran s“slenmiş tasma Karademir, : şeklinde tanımlanır. Devenin göğ‐ s“nden geçirerek havudun bağlanması ve sabitlenmesi için de kullanılır Bkz. Fotoğraf: ‐ ‐ ‐ . Bazı g“reş develerinde bu dokuma yerine ince şeritler halinde kesilmiş keçeler kullanılır. Fotoğraf 24-25-26-27: Kolan-Atma Yular-Aynalı Yular-Boncuklu Yular-Karabaş Yular 269 YRD.DOÇ.DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKÇA / YRD.DOÇ.DR. HATİCE KÜBRA UYGUR Devenin ayağına takılan ve bir yere bağlanması için kullanılan köleste‐ örg“ keçi kılından ya da sentetik iplikten çiçek gör“n“mde ör“l“r Bkz. Fotoğ‐ raf: ‐ ‐ . Bir yere uzatılarak bağlanmak istendiğinde zincir kullanılır. Fotoğraf 28-29-30: Köleste-Örgü Devenin boynuna ve ağızlığına‐başlığına nazar değmesini engellemek için takılan muska‐boyunluk çeşitli renklerdeki iplikler ve mavi boncuklardan oluşturulur Bkz. Fotoğraf: ‐ ‐ ‐ ‐ . Sadece insanlara değil hayvanla‐ ra da nazar değeceğine duyulan inanç çeşitli koruma yöntemlerini de berabe‐ rinde getirmiştir. Kutsal olarak değerlendirilen ve evin bereketi olduğuna ina‐ nılan develere kolaylıkla nazar değeceğine inanılmaktadır. Bu durumu örnek‐ lendirmek gerekirse doğum sırasında ahıra yabancıların alınması halinde yav‐ ruya nazar değip öleceği Karademir : inancı oldukça yaygındır. D“nyanın hemen her tarafında hayvanları köt“ gözlere karşı korumak için çeşitli uygulamalar yapılmaktadır. Afganistanǯda d“zenlenen deve g“reşlerin‐ de kazanan kimi deve sahipleri, devesini nazardan korumak için bazen Mezar‐ı Şerifǯin en “nl“ camisine, içinde (z. Ali t“rbesinin de olduğuna inanılan mabe‐ de göt“rmektedir Boyraz, : ‐ . Nazara karşı dua okumak, çörek otu serpmek gibi uygulamaların yanı sıra deve donanımlarında nazarlıklar, hamayıllar, maşallah yazıları develere asılmaktadır. Nazar inancı, deve dona‐ nımlarının işlevsel kullanıldığı alanlardan biridir. Deve sahibinin maddi ola‐ nakları ile orantılı olarak deve donanımlarının ebatları, kaliteleri ve çeşitliliği farklılık göstermektedir. 270 GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ Fotoğraf 31-32-33-34-35: Muska-Boyunluk (avutun arka uç kısmında yer alan sivri tepelik kısma zömbek, bu kısma takılan renkli iplik, boncuk ve deniz kabukları ile s“slenmiş olan havudun bir parçası olarak gör“len ört“ye ise zömbeklik adı verilir Bkz. Fotoğraf: ‐ ‐ ‐ ‐ . Genellikle geometrik motiflerin kullanıldığı zömbek ve zömbeklik oldukça renkli ve pırıltılı bir gör“n“me sahiptir. 271 YRD.DOÇ.DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKÇA / YRD.DOÇ.DR. HATİCE KÜBRA UYGUR Fotoğraf 36-37-38-39-40: Zömbek ve Zömbeklik Devenin topuk ve diz kısmına takılan renkli iplik, boncuk ve deniz ka‐ buklarının kullanılması ile oluşturulan paçalık ise devenin ayak s“sleri arasın‐ da yer almaktadır Bkz. Fotoğraf: ‐ ‐ . Fotoğraf 41-42-43: Paçalık Devenin havudunun iki yanından tutturulan ve dizine kadar uzatılan onlarca k“ç“k çan ya da zillerin sıralanması ile oluşan, iki sıra olarak dizilen zilgur‐dizgör hoş sesler çıkartır Bkz. Fotoğraf: . G“reş develerinin uzaktan gelirken görkemini duyurmak için birer haberci olan g“mb“rdeğe‐havana eş‐ lik eden solistler gibidir. Bazı g“reş develerinde ince uzun çanlar da kullanılır. Koyuncu Okca, : . Bu donanımlar g“reş öncesi yapılan tanıtım g“nle‐ rinde kullanılır. G“reş esnasında devenin hareket kontrol“n“ kısıtlamaması, devenin kendisine ve rakibine zarar vermemesi için takılmaz. 272 GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ Fotoğraf 44: Zilgur-Dizgör G“reş develerinin kuyruk ucuna bağlanan minik çanlara ise tokrak adı verilir. Bu çanların yanına çeşitli renklerde iplikler, boncuklar, deniz kabukları ve p“sk“ller de takılır Bkz. Fotoğraf: ‐ . Fotoğraf 45-46: Tokrak Develerin donanımları gazete haberlerine de konu olmuştur. Sadece de‐ venin g“reşi değil donanımları da sahibini ve geldiği yöreyi temsil etmektedir. DzÜst “ste g“reşi kazanan Çılgın (asanǯın yeni giysilerini Aydınlı hayvan modacısı Zeki Korak tasarlayacak. Kasımda başlayacak olan sezona yeni gör“‐ n“m“ ile çıkacak devenin sahibi, kesenin ağzını açmış durumda. Şimdi s“slen‐ 273 YRD.DOÇ.DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKÇA / YRD.DOÇ.DR. HATİCE KÜBRA UYGUR mesine bin YTL harcanan Çılgın (asanǯın ön“m“zdeki sezon neler yapabi‐ leceği merak ediliyordz Boyraz, : çıkan gazete haberlerine bir örnek‐ tir. Gazete haberinden de anlaşılacağı “zere devenin donanımları t“m bu festi‐ val s“recinin önemli bir parçası olarak sahibine saygınlık kazandırmasının yanı sıra ekonomik ve k“lt“rel bir işleve de sahiptir. Bu durum ekonomik, k“l‐ t“rel, psikolojik, sosyolojik işlevlere sahip çok katmanlı bir festivalin halk bi‐ limsel yönlerinden biri olarak değerlendirilmektedir. G“reş sırası geldiğinde anonsunu duyan savranlar ve sahipleri develeri‐ nin bazı donanım ve s“slerini çözerler. Devenin kendisine ve rakibine zarar verebilecek olan parçalar devenin “zerinden çıkarılır. G“reş meydanına getiri‐ lirken adeta bir gelin gibi s“slenen develer, g“reş esnasında ise ağız bağcıları tarafından ağızları bağlı olarak g“reşe hazır bir şekilde beklerler Bkz. Fotoğ‐ raf: ‐ . Fotoğraf 47-48: Güreşe Hazır Edilen Deve G“reş kazanan devenin öd“l“, karşılaşmadan sonra devenin “zerine ört“len halıdır. Öd“l“n halı oluşu, deve g“reşleri ile Yör“k k“lt“r“n“n ilişkisini Çalışkan : örnekler niteliktedir. Eskiden bu halılar el emeği halılar iken g“n“m“zde makine “retimi halılar verilmektedir. El halılarının motifleri göz ön“ne alındığında geleneğin ve duyguların aktarılmasına olanak sağladığı söylenebilir. Deve g“reşlerinden bir gece önce d“zenlenen halı geceleri de g“reş rit“elinde deve sahiplerinin bir araya geldiği sosyolojik ve psikolojik işleve sahip geleneksel bir eğlencelerdir Uygur, : . 274 GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ G“reşlerden bir gece önce d“zenlenen halı geceleri, okul, cami, sağlık ocağı vb. yaptırmak için organize edilen g“reşler için para toplamayı da amaç‐ lar. Bu gece para toplamak amaçlı olduğu kadar t“m devecilerin eğlendikleri, kaynaştıkları bir ortam olması açısından da önemlidir. Sahada yapılan gör“ş‐ melerde halı gecelerinin azaldığı, bu gecelerde öd“l olarak artık el dokuma halı verilmediği anlatılmaktadır. El emeği dokumanın azalması, tezgâhların yavaş yavaş kaldırılması, el halılarının pahalı olması gibi nedenler el halısının verilmemesinin sebepleri arasında gösterilmektedir. SONUÇ Batı Anadoluǯda s“rd“r“len geleneksel mesleklerin bazılarının g“n“m“‐ ze ulaşmasında deve g“reşlerinin rol“ yadsınamaz bir gerçektir. G“n“m“zde g“reş develerinin donanımlarında geleneksel dokuma “r“nlerine duyulan ge‐ reksinim, bu etkinliklerin yaşatılması için de bir araç olmuştur. G“reş devele‐ rinin donanımlarında özellikle keçeler ve çullardan yararlanılmaktadır. Bu t“r malzemelerin imalatı deve g“reşleri k“lt“r bölgesi içinde daha çok Yör“klerce s“rd“r“lmektedir Çalışkan, : . Develerin d“ğ“n g“n“ olarak nitelendirilen g“reş g“nlerinde bir gelin edası ile s“slenip hazırlanan develer, kimi zaman bir araba hatta bir ev fiyatına alınıp satılmaktadır. Bu durum deveye verilen değeri gösterdiği gibi sahibine kazandırdığı saygınlığı da belgelemektedir. Deve alışverişine dâhil edilen do‐ nanımlar aslında konunun aynı zamanda ekonomik değerini de ortaya koy‐ maktadır. Yaylak ve kışlak arasında s“rd“r“len yaşam biçimine bağlı olarak taşı‐ macılıkta kullanmak “zere deve yetiştirirken kış aylarında develerin içg“d“sel olarak kızıştığı dönemde eğlenmek amaçlı g“reştirilmesi ve bu geleneğin g“‐ n“m“ze ulaşması aslında k“lt“r“n aktarılmasına ve pazarlanmasına olanak sağlamaktadır. Deve yetiştirip g“reştirmek sahibine stat“ kazandırmaktadır. Devenin sahibi maddi imkânlarını g“reş için harcamakta maddi gelirin yanı sıra manevi duygular da yaşamakta ve toplumsal kabul görmektedir. Kış aylarının hafta sonu eğlencesi olarak halk arasında yaygınlaşan g“reşler sahiplerine ve yöre halkına geçmişlerini hatırlatmaktadır. (alk eğlenceleri olarak festival ve pana‐ yır havasında geçen çok işlevli eğlenceler olarak develer g“reştirilirken gele‐ nek de yaşatılmaya çalışılmaktadır. İnsanoğlunun g“zele duyduğu ihtiyaç, de‐ velerin s“slenmesinde etkili olmuştur. S“slenme sadece insana ait bir olgu olarak değil bu çalışmada kutsal ve duygusal bağ kurulan develere ait bir olgu olarak da değerlendirilmektedir. 275 YRD.DOÇ.DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKÇA / YRD.DOÇ.DR. HATİCE KÜBRA UYGUR S“sleme ve s“slenme olgusunda dini inanışların, törelerin, adet, gelenek ve göreneklerin, ekonomik altyapı ilişkilerinin k“lt“rel ve estetik değerlerin hepsi birbiri ile aynı öneme sahip olmuştur. S“sleme, her toplum için çok önemsenmiş, s“slenme unsurları toplumun k“lt“rel kimliklerini açığa vuracak kadar toplumlara damgasını vurmuştur. S“slemenin ilkel inançlardan kaynak‐ landığına, önceleri bu ilkel d“rt“ ile Dzb“y“dz, Dznazardz, Dzadakdz, Dztapınmadz kavram‐ ları çerçevesinde geliştiğine dikkat çeken birçok kaynak bulunmaktadır Alp, : . T“m bu inanışlar develerin s“slenmesi ve nazara karşı korunması söz konusu olduğunda da geçerli olmuştur. Temelde b“y“sel uygulamaların bir parçası olarak değerlendirilen s“slenme, g“n“m“zde ise sosyolojik, psikolojik, ekonomik olarak çok yönl“ değerlendirilmelidir. Deveciler de develerini s“s‐ lerken t“m bu duygular ile hareket etmektedirler. Teknolojinin ilerlemesi birçok g“ndelik kullanım eşyalarının “retim aşamasında değişikliklere neden olmasına rağmen deve donanımlarında el emeği “retimin devam etmesini gerektirmiştir. Ç“nk“ her devenin kendi özel ölç“s“ne göre “retilen bu “r“nlerin teknoloji yardımı ile tek tip “retilmesi, amacına uygun hizmet etmesini engelleyecektir. Ancak bunu bir meslek ya da uğraş olarak s“rd“ren kişilerin sayısı oldukça azalmıştır. (er devenin kişisel ölç“s“ne göre hazırlanan donanımlar bu özelikleri ile her bir “r“n“ tek ve benzersiz kılmaktadır. Geçmişte her aile kendi devesi için kendisi donanımla‐ rını “retirken g“n“m“zde bu işle uğraşan aile sayısı da oldukça azalmıştır. Çırak yetişmemesi birçok geleneksel mesleği etkilediği gibi deve donanımları “reticisini de etkilemiştir. Bu konuda yapılacak olan bilinçlendirme, farkındalıklar ile T“rk k“lt“r“ içerinde önemli ve özel bir yere sahip olan deve g“reşlerinin s“rd“r“lebilirliği çerçevesinde bu meslek ve uğraşların da yaşa‐ maya devam etmesi gerekmektedir. KAYNAKÇA Acaloğlu, Arif. . DzOrta Asya T“rklerinde Devecilik K“lt“r“ Ve Söy‐ lencelerde Devedz, ). Uluslararası Selçuk‐Efes Devecilik K“lt“r“ Ve Deve G“reş‐ leri Sempozyumu Bildiriler ‐ Kasım Selçuk‐İzmir ‐ First )nternational Symposıum On Culture Aof Camel‐Dealing And Camel Wrestling ‐ November Selçuk, İzmir , Bildiri Özet Kitabı, Selçuk Belediyesi Selçuk Efes Kent Belleği Yayınları. Adamova, Adel. T. . The )conography Of A Camel Fight Translated By J. M. Rogers , Muqarnas An Annual On The Visual Cultures Of The )slamic World, Volume: , Leiden Brill. 276 GELENEKSEL DEVE GÜREŞLERİNDEKİ DEVE DONANIMLARININ TÜRK HALK KÜLTÜRÜ AÇISINDAN İNCELENMESİ Akar, Musa. . DzGöçebe T“rkmenlerde Deve G“reşi Ve Sosyo‐ K“lt“rel. Boyutudz, T“rk (alk K“lt“r“ Araştırma Sonuçları Sempozyumu, Cilt: , Ankara: K“lt“r Bakanlığı Yayınları. Alp, Özlem. . Orta Asyaǯdan Anadoluǯya K“lt“rel Sembollere Giriş, Ankara: Eflatun Yayınevi. Armağan, A. Munis. . Batı Anadolu Tarihinde İlginç Olaylar, İzmir: Uğur Ofset Matbaası. Begiç, (. Nurg“l Ve Akpınarlı, (. Feriha. . DzGeleneksel Keçe Sana‐ tının Deve Donatılarında Kullanımı‐ Use Of Tradıtıonal Felt Art On Camel Outfıtsdz, ). Uluslararası Selçuk‐Efes Devecilik K“lt“r“ Ve Deve G“reşleri Sem‐ pozyum Bildirileri Sosyal Bilimler ‐ Kasım Selçuk‐İzmir ‐ First )nternational Selçuk‐Ephesus Symposium On Culture Of Camel‐Dealing And Camel Wrestling Social Science ‐ November Sulcuk‐İzmir , Cilt: , İzmir. Boyraz, Ş. . DzDeve G“reşlerinin Geçmişi, Coğrafyası Ve İşlevleridz, (alk K“lt“r“nde Eğlence, Motif Uluslararası (alk K“lt“r“nde Eğlence ‐ Aralık Kocaeli . Çalışkan, Vedat. . K“lt“rel Bir Mirasın Coğrafyası: T“rkiyeǯde Deve G“reşleri, Selçuk Belediyesi Selçuk‐Efes Kent Belleği Yayınları: , İstanbul: Anka Matbaacılık. Çalışkan, Vedat. . Bir D“nya K“lt“r Mirası: Anadolu Devecilik K“l‐ t“r“ Ve Deve G“reşleri, İncirliova Belediyesi K“lt“r Yayınları , Ankara: Pozitif Matbaa. Davulcu, Mahmut. . DzAntalya (alk K“lt“r“nde Deve, Devecilik Ve Geleneksel Kumluca Deve G“reşleri‐The Camel, Camel Rearing İn Antalya Folk Culture And The Camel Wrestling Festival Of Kumlucadz, ). Uluslararası Selçuk‐ Efes Devecilik K“lt“r“ Ve Deve G“reşleri Sempozyumu Bildiriler ‐ Kasım Selçuk‐İzmir ‐ First )nternational Symposıum On Culture Aof Camel‐ Dealing And Camel Wrestling ‐ November Selçuk, İzmir , Cilt: Sosyal Bilimler, Editörler: Devrim Ert“rk‐Özg“r Gökdemir, Selçuk Belediyesi Selçuk Efes Kent Belleği Yayınları. Fotoğraflar, Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Koyuncu Okca Arşivi. )şık, Caner. . DzDevecilik K“lt“r“ndeki Farklılaşmalar Üzerine Sos‐ yal Antropolojik Bir Analiz‐ An Anthropological Analysis On Differentiation İn The Culture Of Camel Keepingdz, ). Uluslararası Selçuk‐Efes Devecilik K“lt“r“ Ve Deve G“reşleri Sempozyumu Bildiriler ‐ Kasım Selçuk‐İzmir ‐ First )nternational Symposıum On Culture Of Camel‐Dealing And Camel Wrestling 277 YRD.DOÇ.DR. AYŞEGÜL KOYUNCU OKÇA / YRD.DOÇ.DR. HATİCE KÜBRA UYGUR ‐ November Selçuk, İzmir , Cilt: Sosyal Bilimler, Editörler: Devrim Ert“rk‐Özg“r Gökdemir, Selçuk Belediyesi Selçuk Efes Kent Belleği Yayınları. Karademir, A. , DzEgeǯde Deve G“reşleridz, (alk K“lt“r“nde Eğlence, Motif Uluslararası (alk K“lt“r“nde Eğlence ‐ Aralık Kocaeli . Kılıçkıran, N. Mazlum. . DzEgeǯde Kış Turizminin Kurtarıcısı: Deve G“reşleridz, )ıı. Milletlerarası T“rk Folklor Kongresi Bildirileri, Başbakanlık Ba‐ sımevi, K“lt“r Ve Turizm Bakanlığı Araştırma Dairesi Yayınları: No: , Anka‐ ra. Koyuncu Okca, Ayşeg“l . DzY“zlerce Yıllık Bir Gelenek: Deve G“reş‐ leri Ve S“slemeleri‐(undreds Of Years Old Tradition: Camel Wrestling And Camel Ornamentationsdz, Vı. Uluslararası T“rk Sanatı, Tarihi Ve Folkloru Kong‐ resi/Sanat Etkinlikleri Tahir Aky“rek Armağanı ‐ Mayıs Konya ‐Vı. )nternational Turkıc Art, (istory And Folklore Congress /Art Activities İn (onour Tahir Aky“rek ‐ May Konya , Anka Basım Yayın Ltd. Şti. Koyuncu Okca, Ayşeg“l. . DzGeleneksel Deve G“reşleri Ve Deve Do‐ nanımlarıdz, Deve Kitabı, Editörler: Emine G“rsoy Naskali, Erkan Demir, İstan‐ bul: Kitabevi. Malinowski, Borinislaw. , Bilimsel Bir K“lt“r Teorisi, Çeviren: Sa‐ adet Özkal, İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Ögel, Bahaeddin. . T“rk K“lt“r Tarihine Giriş, Cilt: , Ankara: K“l‐ t“r Bakanlığı Yayınları. Önkal, Ahmet‐Bozkurt, Nebi. . DzDevedz, T“rkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi: , İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınevi. Seyirci, Musa. . DzDeve Folkloru Ve G“ney Göçerlerinde Deve Do‐ nanımlarıdz, )ıı. Milletlerarası T“rk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara: K“lt“r Ve Turizm Bakanlığı Başbakanlık Basımevi. Tezcan, (“lya. . DzOsmanlı Keçeciliğinde Saray İçin Üretilen Keçe‐ lerin Yeri Ve Önemidz, . Uluslararası T“rk K“lt“r“ Kongresi, K“lt“rel Miras Bildirileri ), Atat“rk K“lt“r Merkezi, Ankara. Uygur, (atice K“bra. . DzNecati Cumalıǯnın Yenilmeyen (ikâyesinin Geleneksel Deve G“reşleri Açısından Değerlendirilmesi‐Assesment Of Necati Cumalıǯs Epıc Story Regardıng Tradıtıonal Camel Wrestlıngdz, ). Uluslararası Selçuk‐Efes Devecilik K“lt“r“ Ve Deve G“reşleri Sempozyum Bildirileri Sosyal Bilimler ‐ Kasım Selçuk‐İzmir ‐ First )nternational Selçuk‐Ephesus Symposium On Culture Of Camel‐Dealing And Camel Wrestling Social Science ‐ November Sulcuk‐İzmir , Cilt: , İzmir. 278 CÖNKLERİN ÖNEMİ VE CÖNKLERLE İLGİLİ OLARAK YAPILMASI GEREKENLER CÖNKLERİN ÖNEMİ VE CÖNKLERLE İLGİLİ OLARAK YAPILMASI GEREKENLER YRD. DOÇ. DR. DOĞAN KAYA Cumhuriyet Üniversitesi Cönkler, âşık edebiyatının ve T“rk halkbiliminin en kaynaklarındandır. Başta halk şairlerinin şiiri olmak “zere çeşitli folklorik bilgilerin kaydedildiği ve uzunlamasına açılan tulanî , sırtı dar, ensiz, deri kaplı defterlerdir. Benzer‐ liğinden ve şeklinden dolayı bu defterlere sığırdili, danadili bazen de dil mecmua denildiği de olmuştur. Bazı kayıtlarda cönk yerine beyaz-ı büzürg ifadesi kullanılmıştır. Aydınlar da bu defterlere sefine-kâri demişlerdir. Kelimenin milliyeti hakkında iki gör“ş vardır. Birinci gör“ş kelimenin Cava ve malaya dillerindeki Dzconkdz söz“ ili ilgilidir. İkincisi de Aka Seyyid Mu‐ hammed Aliǯye göre kelimenin aslı T“rkçedir ve “türlü konuların özellikle çeşitli şairlerden seçilmiş şiirlerin yazılı olduğu kitap veya defter” anlamına gelir. Mu‐ hammed Ali, bunun yanında cönke Dzb“y“k gemi, fakirlerin kullandığı satrançlı çul ve kilim, b“y“k nesnedz anlamlarını da verir. Şeyh S“leyman Efendiǯnin Lugat‐i Çağatay ve T“rkî‐i Osmanî eseri, (“seyin Kâzım Kadriǯnin B“y“k T“rk L“gatiǯnde ve Ziya Ş“k“nǯ“n Farsça‐T“rkçe L“gatǯinde de aşağı yukarı cönke aynı anlamlar verilmiştir. Veled Çelebi İzbudak da bu kelimenin DzTespit et‐ mek, derlemek, ciltlemekdz anlamına gelen Dzcönemek, cönlemek, c“nlemekdz fiilinden t“remiş olduğunu ileri s“rm“şt“r. Cönk kelimesi, T“rkçede XV. y“z‐ yıldan itibaren kullanılmıştır. Cönkler, âşık edebiyatının ve önceki devirlerin sözl“ folklor “r“nlerinin yazıya dön“şm“ş örneklerini içine aldıkları için en değerli başvuru kaynakla‐ rıdır. Daha ziyade şiirleri ihtiva etmekle beraber, tamamının böyle olduğu söy‐ lenemez. İçinde bazı dini bilgilerin, hutbe ve vaaz notları gibi mensur metinle‐ rin bulunduğu cönkler de yok değildir. Cönklerin genel özellikleri şöyle özetlenebilir: X . Genellikle DzBesmeledz ile başlanılır. . Belli bir ebadı yoktur ve her cönk“n ebadı farklıdır. Sözgelişi; cm. boyutunda olabilirler. 279 X , YRD.DOÇ.DR. DOĞAN KAYA . Birden fazla kişi tarafından yazılmış olabilir. . Yaprak sayıları ise ilâ arasında değişir. . Çoğunda sayfa rakamı yoktur. . Aralarında koparılmış sayfalara yahut cönk“ okuyanlarca boş kısımla‐ rına yazılmış özel notlara rastlanılır. . Önceki y“zyıllara ait cönklerin kâğıtları daha temiz ve iyi terbiye edilmiştir. Sonraki y“zyıllarda tutulmuş cönklerin kâğıtları ise kirli, kalın ve kaba filigranlıdır. X)X. ve XX. y“zyıla ait cönklerinin kâğıtları ise, pembe, krem, sarı, turuncu, mavi, mor renkte olup aharlıdır. Önceki yıllara ait cönklerde ise aharlı kâğıda sahip cönklere pek rastlanılmaz. Genellikle DzAlikurnadz yahut DzAbadîdzadı verilen kâğıt kullanılır. . Cönklerde, halk şiirinin dışında divan şairlerinin şiirleri, ilaç tarifleri, gelecek ve nazarla ilgili bilgiler, bilmeceler ve çöz“mleri, yemek tarifleri, kişile‐ rin doğum öl“m tarihleri, alacak‐verecek hesapları, halk hikâyeleri, Karagöz metinleri, r“ya tabirleri, hutbeler, mev'izeler, dualar ve salâvatlar, seyirname, fal, b“y“, tılısım ve muskalar, ay tutulması, b“y“k yangınlar ve sel felaketleri, vefkler, mektuplar, tarihi olayları açıklayan kayıt ve tarihler, tekerlemeler gö‐ r“l“r. Bu bakımdan cönkler, içinde her t“rl“ mal bulunan gemilere benzetil‐ miştir. . Şiirler, yazan kişinin bilgi eksikliğinden, unutkanlığından yahut özel tavrından dolayı kimi zaman ölç“s“z olabilmektedir. . Şiirlerin çoğunun sonunda temmet yazılıdır. Başlarına da çoğu zaman t“rk“, ilâhî, koşma, şarkı, gazel gibi şiirin t“r“n“ belirten başlık yazılır. Ancak bilgisizlikten kaynaklanan yanlış isimlendirmeler de gör“l“r. . Genellikle şairin adının geçtiği kelimenin “st“ çizilidir. . Bazılarında parçanın altında hen“z ne anlama geldi bilinmeyen kâf ve yâ ibaresi vardır. . Çoğunlukla siyah, kahverengi çeşitli tonlarda ve nadiren kırmızı de‐ riyle kaplıdır. (atta cilt kapağı deri olmayanları dahi vardır ki bunlar genellikle köylerde tutulmuştur. . Genellikle tezhipsizdir, ancak bazılarında eğri b“ğr“ cetvel ve satır çizgileri, kaba nakışlar, gör“lmektedir. Az da olsa bazı cönklerde halk tarzı resim, şekil ve motifler gör“l“r. 280 CÖNKLERİN ÖNEMİ VE CÖNKLERLE İLGİLİ OLARAK YAPILMASI GEREKENLER . B“y“k şehirlerde yazılmış olan cönklerdeki yazıların çoğu okunaklı ve g“zel hat ile yazılmıştır. Anadolu köylerde tutulan cönklerin yazı ve imlâsı bozuktur. Cönklerin imlâsı hususu başlı başına incelenmesi gereken konudur ve imlâ özellikleri onlarca madde altında toplanabilir. Ancak dikkat çekici olan‐ lar şöyle sıralanabilir: Millî k“t“phanedeki mevcut cönklerin en eskisi hicrî tarihle ǯl“ yıl‐ lara aittir. En çok X)X. ve XX. y“zyılın başlarında yazılmış olan cönklerin tespiti, arşivlenmesi ve değerlendirilmesi bir problem olarak karşımızda durmaktadır. (âlbuki edebiyatımızın ve halkbilimimizin en önemli kaynağı olarak bildiğimiz cönkler “zerinde bug“ne kadar ferdi birkaç çalışmanın dışında herhangi bir çalışma ortaya konulmamıştır. Geçmişte, Fuat Köpr“l“, Sadettin N“zhet Ergun, Ahmet Talat Onay, Per‐ tev Naili Boratav, İlhan Başgöz, (ikmet İlaydın, Cahit Öztelli, İbrahim Aslanoğlu, (ikmet Dizdaroğlu bu sahada emek sarf etmiş hatırlayabildiğimiz isimlerdir. Yakın zamanda ise, Sabri Koz, Rasim Deniz ve “niversite öğretim “yelerinden Prof. Dr. İsmail Görkem, Prof. Dr. Ali Duymaz, Prof. Dr. Dilaver D“zg“n, Prof. Dr. Şeref Boyraz, Doç. Dr. Şahin Kökt“rk gibi isimleri sayabiliriz. Yapılan çalışmaların bir kısmı kitap, makale, bir kısmı da tez şeklindedir. Cönkler ne olduğu ve muhtevası “zerinde bug“ne kadar M. Şakir Ülk“taşır Ülk“taşır, : ‐ , M“jgân Cumbur Cumbur, : ‐ , İbrahim Aslanoğlu Aslanoğlu, , (ikmet Dizdaroğlu Dizdaroğlu, : ‐ , M. Sabri Koz Koz, : ‐ , Orhan Şaik Gökyay Gökyay, : ‐ , Kutlu Özen Özen, : ‐ , Mehmet Zeki Pakalın Pakalın, : , Burhan Paçacıoğlu Paçacıoğlu, : ‐ , ve Doğan Kaya Kaya, : ‐ / : ‐ gibi araştırmacılar tarafından önemli bil‐ giler verilmiştir. Yapılmış çalışmalarla elbette ki k“lt“r“m“ze katkı sağlanmıştır ancak söz konusu T“rk k“lt“r“n“n ihyası olunca daha yapılması gereken hamlelerin ve sistemli çalışmaların olacağını da söylememiz gerekir. Bunun için neler ya‐ pılabileceği şöyle özetlenebilir: Mesele “ç cepheli olarak karşımızda durmaktadır. . Cönklerin tespiti ve toplanması, . Cönklerin muhtevalarının ortaya konulması, . Cönklerin g“n“m“z alfabesine aktarılması. 281 YRD.DOÇ.DR. DOĞAN KAYA Bu maddelerin her biri bir problem olarak karşımızda durmaktadır. (alli için neler yapılabilir? Önce ilk maddeden başlayalım. 1. Cönklerin tespiti ve toplanması, Cönklerin bulundukları yer olarak dört yer aklımıza gelmektedir: K“‐ t“phaneler, M“zeler, Sahaflar, Şahıslar. İlk ikisi için herhangi bir mesele yok‐ tur. Aldığımız haberlere göre g“n“m“zde k“t“phanelerdeki yazma eserlerin hemen hemen tamamı dijital ortama aktarılmıştır ve böylelikle araştırmacılara kullanma kolaylığı sağlanmıştır. Ancak sahaflarda ve kişilerin elinde bulunan cönklerin temini hususunda birtakım sıkıntılarla karşılaşılabilir. İşte burada devletimize iş d“şmektedir. Mevcut cönkler satın alınıp Millî K“t“phane Arşi‐ vine kazandırılabilir. Öncelikle “lkemizde, k“t“phanelerde ve m“zelerde bulu‐ nan cönklerin muhtevasının tamamının listelenmesi gerekir. Nerede, kaç cönk vardır? Dijital ortama aktarılmış mıdır? Kayıt numaraları nelerdir? Cönklerin hacmi, ebadı nedir ve hangi tarihte tutulmuştur? Üzerlerinde çalışma yapılmış mıdır? Bunları niteleyen bir çizelge hazırlanmalıdır. 2. Cönklerin muhtevalarının ortaya konulması, (edefinde cönklerin okunması, metinlerin yayımlanması olan bu proje‐ nin tahakkuk etmesi için öncelikle mevcut cönklerin muhtevasının tanıtımı gerekir. Yukarıda da söylediğimiz gibi cönklerde sadece şiirler kayıtlı değildir. Cönklerde, şiirlerin yanında T“rk halkbilime katkı sağlayacak pek çok önemli kayıtlar da yer alır. Bu bakımdan, cönk“n muhtevasını yansıtacak bir biçimde tanıtımı yapılmalıdır. İlk yapraktan itibaren neler yazılı ise belli bir disiplin içinde tablo şeklinde cönkler araştırmacının kullanımına sunulmalıdır. Bunun için tanıtılacak kısım şiir ise şu metot izlenmelidir: a. Şiirin bulunduğu yer ve kayıt numarası, b. Şiirin yazılı olduğu yaprak veya yapraklar, c. Şairi, ç. Şiirin ayağı d. Nazım şekli veya t“r“ e. Şiirin birimi kaç dörtl“k, kaç beyit, kaç bent olduğu f. Aruz vezni ile yazılmışsa vezni. 3. Cönklerin günümüz alfabesine aktarılması. 282 CÖNKLERİN ÖNEMİ VE CÖNKLERLE İLGİLİ OLARAK YAPILMASI GEREKENLER Cönklerin k“lt“r“m“ze kazandırılması projesinin en önemli ayağı bu maddedir. Önce, g“n“m“zde cönk okuyan uzmanlar tespit edilmeli. Önem ve özellik gösteren cönklerden başlamak suretiyle bu cönklerin dijital metinleri‐ nin uzmanlara gönderilmesi ve g“n“m“z alfabesine aktarılması sağlanmalı. Bunda hedef sadece şiirlerin okunması olacağından uzmanın işi pek zor olma‐ yacaktır. Bu biraz da aciliyet gerektirmektedir. Ç“nk“ g“n“m“zde birkaç kişi‐ nin ilgi duyduğu ve emek verdiği cönkleri ‐telaffuz etmek istemiyorum ama‐ gelecekte okuyan da kalmayacaktır. O y“zden bir bakıma usta‐çırak geleneği ile cönk okuyanların sayısı artırılması yoluna gidilmelidir. Şayet cönklerde şiir dışında bir metinler veya bilgiler de varsa onların da g“n“m“z alfabesine aktarılması sağlanmalıdır. Teklifler B“t“n bunların hayata geçirilmesi hayal değildir. Yeterki k“lt“r“m“z için cönklerin önemi idrak edilsin ve samimi olarak mesai gösterilsin. Ç“nk“ cönklere sadece şiirlerin yazılı olduğu kaynaklar göz“ ile bakmamak gerekir. Cönkler, DzT“rkçedzmiz için en önemli kaynakları başında gelir. Malumdur ki dil bir milletin olmazsa olmazı olan millî k“lt“r unsurudur. Bu bakımdan cönkler‐ deki âşık edebiyatı metinleri ortaya konulmadan ve o metinler gör“lmeden hazırlanmış sözl“kleri ben Dzna‐tamam sözl“kdz olarak görmek lâzımdır. Cönk‐ lerde bilinmeyen nice şairler yahut bilinen şairlerin bilinmeyen nice şiirleri kayıtlıdır. Bunların g“n y“z“ne çıkarılmasıyla sanatımızın y“celiği ve g“zelliği ortaya çıkacak, T“rkçe kelimelerin sayısı kat kat artacak, tarihe, geleneklere, sosyal hayata, millî veya ferdî hislenişlere ait yeni örnekler ortaya çıkacaktır. Cönklerin k“lt“r“m“ze kazandırılması hususunda onlarca yıl kaybedilmiştir. Artık harekete geçmek gerekir. O halde bu çerçevede neler yapılabilir: . K“lt“r ve Turizm Bakanlığında, Millî K“t“phanede yahut Atat“rk K“l‐ t“r Merkezinde Cönk Tespit ve Değerlendirme Komisyonu oluşturulmalıdır. . Cönk Tespit ve Değerlendirme Komisyonu, yılda en öz dört kere top‐ lantı yapmalı, çalışmaların seyrini takip etmelidir. . Komisyon, k“t“phane ve m“zelerdeki dijital ortama kaydedilmiş cönkleri Millî K“t“phanede oluşturulacak arşivde bir araya getirmelidir. . Cönkler, komisyon tarafından muhtelif illerdeki (alk Edebiyatı öğre‐ tim “yelerinin hizmetine sunulmalı ve yukarıda ikinci maddede sıraladığımız 283 YRD.DOÇ.DR. DOĞAN KAYA DzCönklerin muhtevalarının ortaya konulması,dz maddesindeki hususlar çerçe‐ vesinde kullanılır hale getirilmelidir. . Cönk okuyacak kişilerin özl“k hakları sağlanmalıdır. Zikredilen ve teklif edilen maddeleri hayata geçirilmesi geçmişle bağla‐ rının sıkı olması şuurunda ve hedefinde olan bir devlet için hiç de zor değildir. Şunu rahatllıkla söyleyebiliriz ki T“rkiye cönklerle meşgul olacak kadrolar vardır. Devlet, bunların sayısı azalmadan harekete geçmelidir. KAYNAKÇA Aslanoğlu. İbrahim. . DzGeçen Y“zyıllarda Folklorumuza )şık Tutan Kaynaklardz, ). Uluslararası T“rk Folklor Kongresi Bildirileri, C. , Ankara. Cumbur, M“jgân. . DzFolklor Araştırmalarında Cönklerin Yeridz, ). Uluslararası T“rk Folkloru Semineri Bildirileri, Ankara. Dizdaroğlu. (ikmet. . DzCönklerde G“venirlilik Derecesidz, T“rk Folklor Araştırmaları, Aralık, İstanbul. Gökyay. Orhan Şaik. T.D.V. Yayınları. . DzCönkdz Md., İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Kaya, Doğan. . DzÂşık Edebiyatının Önemli Yazılı Kaynaklarından Cönklerdz, K“lt“r Çağlayanı, Eyl“l‐Ekim, S. . Kaya, Doğan. . DzCönklerin Önemi ve Sivas Kaynaklı Cönklerdz, M“jgân Üçer Armağanı, Sivas. Koz, M. Sabri. . DzCönkdz Mad., T“rk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. , İstanbul: Dergâh Yayınları. Özen, Kutlu. . DzCönk ve Mecmuaların (alk Edebiyatı Araştırmala‐ rındaki Yeri‐ Sivas Yöresinde Tutulmuş Olan Cönklerin Bazı Özellikleridz, Kızı‐ lırmak, Ocak, S. , Sivas. Paçacıoğlu, Burhan. tırmaları , S. , Sivas. Pakalın, Mehmet Zeki. l“ğ“, C. , İstanbul: MEB Yay. Ülk“taşır, M. Şakir. Değeridz, T“rk K“lt“r“, Sayı . "Bir Cönk İncelemesi", T“rkl“k Bilimi Araş‐ . Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Söz‐ . Dz(alk Edebiyatı Araştırmalarında Cönklerin , Ankara. 284 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH YRD. DOÇ. DR. MUSTAFA TATCI Gazi Üniversitesi Nizâmoğlu Seyyid Seyfullâh Kâsım Efendi'nin Hayatı Doğumu, Doğum Yeri, Doğum Tarihi, Evliliği, Çocukları, Ailesi Seyyid Seyfullah'ın hayatı ve tahsili hakkında kaynaklarda, özellikle de tezkirelerde pek fazla bilgi yoktur. Mehmed Tevfîk Efendi ö. Mecmûat“'t‐Terâcim'inde bilinenleri tekrar ederek Seyyid Seyfullah'a kısaca , vr. a . yer vermiştir Mehmed Tevfîk, Mecmûat“'t‐Terâcim, İÜ Ktp., TY, nr. Seyyid Seyfullâh Kâsım Efendi, XV). asrın başlarında İstanbul'da doğmuş‐ tur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Babası aslen Bağdatlı olup İstanbul'a gele‐ rek kendi adına tekke kuran Şeyh Nizâmeddîn Ahmed Efendi'dir Ahmed Rıf'at Efendi, : . Kâsım Efendi, babasının ismine izâfeten Nizâmoğlu diye anılır Tuman, : . Mutasavvıf, nesebiyle ilgili bilgileri DzSilsilenâmedz ve "Mirâc“'l‐M“minîn" mesnevîsinin sonunda vermektedir. Şeyh Nizâmeddîn Efendi, seyyidler z“mresinden olup çağının tanınmış sûfîlerindendir. Bağdat'ta / senesinde doğmuş, / senesinde İstanbul'da vefât etmiştir Şeyh Seyfullah, : . Seyyid Nizâmeddînǯin kabri, Silivrikapı dışında zâviyelerinin olduğu yerdedir Enfî (asan (ulûs (alvetî, : . T“rbeleri hâlâ ziyaret edilmektedir. Nizâmoğlu'nun dedesi Şihâbeddîn el‐Bağdâdî el‐ (“seynî'dir. Bu zât da muhtemelen İran'dan Bağdat'a göçm“şt“r (“seyin Vassâf, . Seyyid Seyfullah (azretleriǯnin Câmi“'l‐Maârif adlı eserinde yazdığına göre babası Nizâmeddîn Ahmed, alevî meşrep bir şeyh olan Mîr (aydar Tûnî‐i Şirvânî ö. / 'nin halîfesi Şeyh Pîr Mecnûn Bağdâdî'nin halîfesi Şeyh Kâsım Z“lfikâr Mâzenderânî'ye bağlıdır. Nizâmoğlu bu silsileyi şöyle anlatır: "Babam Nizâmeddîn Efendi'nin pîrlerine Şeyh Kâsım Zülfikâr Mâzenderânî derler. Onların pîrlerine Şeyh Pîr Mecnûn-ı Bağdâdî derler. Onların pîrlerine Şeyh Mîr Haydar Tûnî-i Şirvânî (ö. 830/1426) derler, Tebrîz şehrinde medfûndur (Seyyid Seyfullah, Câmiu'l‐Maârif, vr. a)1” Seyyid Seyfullah, Câmiu'l‐Maârif, vr. a. (“seyin Vassâf Bey Sefineǯde Seyfullah'ın babası Nizâmeddîn Efendi'nin, aklî ve naklî ilimleri tahsîlinden sonra bir m“rşid arayışına girdiğini 285 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Nizâmeddîn Efendi hilâfet alarak XV). asrın ilk çeyreğinde ‐Yavuz Sultan Selîm zamanında‐ ailesiyle birlikte Bağdat'tan İstanbul'a gelmiş B“y“k T“rk Klasikleri, C.)V, : ve Kasımpaşa'da bir tekke yaptırmıştır. Seyyid Seyfullah'ın: "İttifâkan bir hâlet vâki' olup tekyesini yıktılar" Seyyid Seyfullah, Câmiu'l‐Maârif, vr. b söz“nden anlaşılacağı “zere bu yıkımın sebebi –belki de‐ Nizâmeddîn Efendi'nin Câferî meşreb bir zât olmasıdır. Diğer taraftan Nizâmeddîn Efendi dönemin pâdişâhı Yavuz Selîm'den nakîb“'l‐eşrâflık iste‐ yip de alamamıştır Seyyid Seyfullah, Câmiuǯl‐Maârif, vr. a . Seyyid Seyfullah'ın bildirdiğine göre tekkesi yıkılan Nizâmeddîn Efendi, ricâl‐i devlet‐ ten kendisi için yeni bir tekke yaptırılmasını ricâ etmiş, fakat evvela bu isteği reddedilmiş, daha sonra kendi adına Silivrikapı dışında ‐bug“nk“ Zeytinburnu içindeki Kazlıçeşme Mahallesi'nde‐ bir tekke yaptırılmış ve şeyh burada irşâ‐ dına devam etmiştir . (“seyin Vassâf Bey'e göre Nizâmeddîn Efendi, tekkesi yıkıldıktan sonra yeni bir tekke yaptırtmamıştır. Şimdiki kabrinin bulunduğu yerdeki tekke ise vefâtından sonra (acı Bayram Dede isminde bir şahıs tarafından inşâ ettiril‐ miş ve Nizâmeddîn Efendi'nin diğer oğlu Seyyid Şerefeddîn Efendi'ye tahsîs edilmiştir Vassâf, ))), : . Bu tekkenin meşîhatı daha sonra yine Nizâmeddîn Efendi'nin torunları tarafından y“r“t“lm“şt“r. Şeyh Nizâmeddîn Efendi (. / M. senesinde yaşındayken vefat etmiştir. Seyyid Seyfullah'ın bildirdiğine göre babasının vefâtından az bir zaman önce burnun‐ dan kan gelmiş, Nizâmeddîn Efendi bu kanı eline bulaştırıp y“z“ne s“rd“kten sonra: "Bug“n ceddim (azret‐i (“seyin âlûde‐i hûn olmuş kana bulaşmış ol‐ dukları gibi ben de hûna kana garkoldum." deyip sonra "Yâ Allah!" nidâsıyla göçm“şlerdir Seyyid Seyfullah, Câmiuǯl‐Maârif, vr. a . Cenâze namazı Merkez Efendi ö. tarafından Fâtih Câmiiǯnde kıldırılmış ve postnişîn oldukları Seyyid Nizâm Tekkesiǯne defnolunmuştur Gölpınarlı, : ; Tosun, : . ve G“lşenî şeyhlerinden Şeyh Muhammed Mecnûn el‐Bağdâdî'ye bağlandığını söylemişse de Câmi“l‐Maarifǯteki bilgi bunun yanlış olduğunu göstermektedir. "Nakîb“'l‐eşrâf" (azret‐i Peygamber'in neslinden gelen kişilerle ilgili işleri gören kimse demektir. Seyyid Seyfullah, Câmiuǯl‐Maârif, vr. b‐ a; M“stakimzâde S“leymân Sadeddin Efendi: Mecellet“'n‐Nisâb, Tıpkıbasım, Ankara , s. . Necdet Tosun bu zat için "muhtemelen (amzavîlerden (acı Kabâî (azretleridir / " der. Bk. N. Tosun, "Seyyid Nizâmoğlu Seyfullah", s. . 286 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Nizâmeddîn Efendi'nin iki oğlu vardır. Bunlar yukarıda zikredildiği “zere Seyyid Şerefeddîn Efendi ile Nizâmoğlu lakabıyla şöhret bulan Seyyid Seyfullah (azretleridir. Âbid ve âşık bir insan olan Şerefeddîn Efendi'nin kabri babasının kabrinin yanındadır. Şeyh Nizâm Efendi hakkında (“seyin Vassâf Bey, DzSilivri Kapısı hâricin‐ de medfûn Seyyîd Nizâm (azretleriǯnedz başlığıyla bir medhiyye kaleme almış olup şöyledir: Mazhar‐ı sevk‐i bekâdır (azret‐i Seyyid Nizâm Dîvân‐ı Vassâf, S“leymaniye K“t“phanesi, Yazma Bağışlar Bl., Nu: , s. Nâil‐i şevk‐ı likâdır (azret‐i Seyyid Nizâm Nûr‐ı ihsân u kerâmâtı şeref bahş etmede Nesl‐i Pâk‐i Mustafâ'dır (azret‐i Seyyid Nizâm İftihâr eder bu belde ol kerîm“'z‐zât ile Evliyâdır evliyâdır (azret‐i Seyyid Nizâm Ehl‐i aşka cilvegâh olmuş mukaddes merkadi M“ltecâ‐yı p“r‐safâdır (azret‐i Seyyid Nizâm Kalb‐i Vassâf'ında vardır hubb‐i zâtı dâimâ Lâyık‐ı medh “ senâdır (azret‐i Seyyid Nizâm" İbrahim Hâs’ın Derlediği Bir Menakıbı Seyyid Nizâm Rivâyet olunur ki Şeyh Seyyid Nizâm k.s. hazretleri kibâr‐ı meşâyıhdan idi. İslâmbol'un meşâyıhı ona mussahharlar idi. Kerâmet ve keşif sâhibi idi. O demişdir ki: DzBen Mısr‐ı Kâhire'de iken Takiyy“ddîn Mısrî ile Bulat tarafına m“tevec‐ cih olduk. Nil kenârına vardık. Orada namâz kıldık, oturduk. Şeyh Takiyy“ddîn'e dedim: 287 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI DzKerâmât‐ı evliyâdan bir nesne buyursanız, haz ederdik.dz Dedi: DzYâ Seyyid Nizâm! Altmış seneden m“tecâvizdir ki bu mahalde başıma gelmişdir. Onu sana nakledeyim.dz Dedi: DzTârih‐i merkûmda Mısır'ın ârifleri ile bu mekânda oturmuş idik ki yet‐ miş “ç ârif‐i billâh idi. (er birisi murâkabeye varıp âlem‐i gayba muntazır ol‐ muşlar idi. Nâgâh Kıble tarafından Nil‐i m“bârek “zerinde bir nûr zâhir oldu. Bize doğru gelir iken geldikde görd“k ki bir pîr‐i m“bârekdir. Yeşil imâmesi var. Öyle ki ayağına su bulaşmamış. Ç“n bize gelip vâsıl oldu. Bizlere selâm verdi. Tazîm eyledik. Bir seccâde “zerinde oturdu. Bir mikdâr murâkabe eyle‐ di. Kimse g“ftâre kâdir olmadı. Ba'de'l‐murâkabe ayak “zere durup yine Nil'in “zerinden kıble tarafına revâne oldu. Ç“n gözden nihân oldu. O cem'iyyetin bir serfirâzı var idi. Şeyh Abd“lmecîd derler idi. Fakîr ondan suâl eyledim ki: DzBu pîr‐i m“bârek kimdir?dz Dedi: DzKutb‐ı âlemdir.dz Dedim: DzKanda olur?dz Dedi: DzKaraman'da Zeyne nâm kasabada olur. (ankâhı oradadır.dz Dedim: DzAdı nedir?dz Dedi: DzSeyyid Aliyy‐i Semerkandî'dir?dz Dedim: DzBu mahalle ne için geldiler?dz Dedi: DzC“mle ricâl“'l‐gayb senede bir kere bu makâma gelirler. Yedi keredir kutub ile ma'an gelirler. Bu makâm onların makâmıdır. Dedim: DzŞimdi ricâl“'l‐gayb niçin maân değillerdir.dz 288 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Dedi: DzMaân idiler. Lâkin sen görmedin. Dedim: DzYâ kutbu görd“m. Onları ne aceb görmedim! Onlar hod kutubdan b“y“k değildir.dz din.dz Dedi: DzYâ Takıyy“ddîn! G“neş doğdukda yıldızlar gâ'ib olur. Onunç“n görme‐ Dedim: DzO kutba varmağı isterim. Ammâ delîlim yokdur.dz Şeyh Abd“lmecid dedi: DzNısfu'l‐leylden sonra Câmi'‐i Ezher'de şark tarafında namâza dur. Orada bir ihrampûş kimse gör“rs“n. Namâz kılar. Ona kerîmet“'l‐aktâb derler. Bir (abeşî hâtundur. Namâzdan selâm verdikde ona ahvâlini arz eyle, sana delil olur.dz Pes o gece Câmi'‐i Ezher'e vardım. Namâz kıldım. Görd“m ki o dediği kimse namâz kılar. Ç“n namâzdan fâriğ oldu. Vardım elin bûs eyledim. Dedi: DzMurâdın nedir?dz Dedim: DzKutbun visâlidir.dz Başın salıp dedi: DzAbd“lmecid acib gammâz imiş.dz Dedi: DzGamzı ayneykedz Yani gözlerini yum. Yumdum. Dzİftâh ayneyke.dz Açdım. Görd“m ki Zeyne kasabasına gelmişim. Şeyhin hânegâhını bana gösterip göz‐ den nihân oldu. Oradan dervîşleri beni şeyhin ön“ne getirdiler. Bana iltifât eyledi. Orada ulu mertebelere erişdim.dz Şeyh Seyyîd Nizâm, Şeyh Tak“yyiddîn Mısrî'nin lisânından nakl buyur‐ dular. Şeyh Seyyîd Nizam, İstanbul'da Edirnekapısı'nın taşrasında medfûndur. T“rbe vardır k.s. İbrahim (âs, Tezkire‐i (âs, S“leymaniye Ktp. (M.Ef. Bl. Yz. Nu: , s. . . 289 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Nizâmoğlu'nun Ahfâdı Seyyid Seyfullah (azretleriǯyle ilgili senesinde bir makale kaleme alan Necdet Tosun, "Seyfullah'ın annesi ve diğer kardeşleri hakkında malûmâ‐ ta rastlanamamıştır." Tosun, : . demektedir. Bu bilgi Seyfullah'ın b“t“n eserleri ortaya çıkınca muhtemelen tamamlanacaktır. Kendisinin DzÂdâb‐ ı Menâzildz adlı eserinde verdiği bilgiye göre Seyyid Seyfullah evli olup C“neyd isminde bir oğlu ile birkaç tane de kızı vardır. Bu kızlardan birisinin adı İsmihân'dır Tabîbzâde Mehmet Ş“kr“, : ; Tabîbzâde Mehmet Ş“kr“, : . Kız‐ larından birine tahminimizce hilafet ve kadın cemaate sohbet etmesi için yetki vermiştir Seyyid Seyfullah, Âdâb‐ı Menâzil, vr. b. . Mevcut tekke silsilelerinden ise Şeyh C“neyd'in Seyyid Ahmed Ali Murtazâ adında bir oğlunun olduğu anlaşıl‐ maktadır. Tekkenişînlerin bundan sonra Ali Murtazâ'nın soyundan geldiği an‐ laşılmaktadır. Seyyid Seyfullah'tan sonra tekkeye oğlu Seyyid C“neyd ö. / tekkenişîn olmuştur. Zâkir Ş“kr“, C“neyd'den sonra silsileden gelen tekkenişînleri şöyle tesbit etmektedir: ‐Eş‐Şeyh es‐Seyyid Seyfullah Kâsım Efendi. (alîfe‐i (azret‐i Şeyh Ümmî Sinân el‐(alvetî ibn Şeyh Seyyid Nizâmeddin el (“seynî. Rıhlet: Sene . ne ‐Eş‐Şeyh es‐Seyyid C“neyd Efendi ibn Şeyh Seyfullah Efendi. Rıhlet: Se‐ . ‐Eş‐es‐Seyyid Ali Ahmed Murtazâ Efendi ibn Şeyh C“neyd Efendi. Rıhlet: Sene M. . ‐Eş‐Şeyh es‐Seyyid Mehmed Efendi ibn Şerîfe Fatma bint Şerîfe İsmihân bint Seyyid Seyfullah Efendi. Velâdet sene . Rıhlet: Sene M. . Sene ‐Eş‐Şeyh es‐Seyyid Ali Efendi ibn Şeyh Seyyid Mehmed Efendi. Velâdet: , Rıhlet: Sene . M. . ‐Eş‐Şeyh es‐Seyyid İsmail Z“hdî Efendi ibn Şeyh Ali Murtazâ Efendi. Rıhlet: Sene M. . ‐Eş‐Şeyh es‐Seyyid Abd“ssamed Reşîd Efendi ibn Şeyh Seyyid İsmâil Efendi. Rıhlet: Sene M. ‐Eş‐Şeyh es‐Seyyid Mehmed Necîb Efendi ibn Şeyh Abd“ssamed Efendi. Fevt: Sene Tabîbzâde Mehmet Ş“kr“, : ; Yılmaz, : ‐ . Seyyid Seyfullah'ın çocuklarıyla ilgili bu kısa bilgilere ilave olarak bizim yakın zamanlarda bulup da yayınladığımız Enfî (asan Ağa'ya ait Tezkiret“'l‐ 290 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH M“teahhirîn'de şeyh Ali Murtazâ'nın kızı İsmihân (anım'ın oğlu Seyyid Mehmed'in oğlu Ali Efendi'yle ö. ilgili önemli bilgiler verilmektedir. Enfî (asan Ağa'nın konuyla ilgili yazdıkları Nizâmoğlu ahfadıyla ilgili bazı bil‐ gileri tamamlar niteliktedir. Enfî (asan Ağa bu maddede şöyle diyor: DzDer‐Beyân‐ı Ahvâl‐i Seyyid Nizâmzâde Seyyid Ali Efendi k.s. : eş‐Şeyh es‐Seyyid Ali Efendi rh.a. , Silivri Kapısı dâhilinde beyne'n‐nâs Emîrler Tekyesi demekle meşhûr tekye ki, aslında Seyyid Nizâmeddînzâde Seyfullâh Efendi k.s. , pederleri Seyyid Nizâmeddîn (azretleri Buhârâ'dan gelip, neşv “ nemâ bulup, hâric‐i sûr‐ı İstanbul'da azîm zâviye binâ edip, anda neşr‐i tarîkat eder iken, hicretin / senesinde vefât edip, Silivri Kapısı hâricinde zâviyeleri olan mahalde medfûndur. El'ân t“rbeleri ziyaret‐gâh‐ı âlemdir. Ba'dehu oğulları Seyyid Seyfullâh Efendi, (z. Ümmî Sinân (azretle‐ riǯnden d. ‐ö. s“lûk edip, m“stahlef ve m“câz olup dâhil‐i sûrda tekye binâ edip, neşv “ nemâ edip, neşr‐i tarîkat “zere iken, hicretin / târîhinde vefât edip, tekyeleri dâhilinde t“rbe‐i şerîfede medfûndur. Ba'dehu tekye‐i mezbûre evlâd u evlâd mutasarrıf olup, şeyh ola‐ gelmişlerdir. Mezkûr Şeyh Seyyid Ali Efendi, Şeyh Seyyid Seyfullâh Efendi z“rriyetle‐ rinden olup, vilâdeti / 'da ya da / 'dedir. Pederleri vefâtın‐ dan sonra tekye‐i mezbûrede şeyh olup, gerçi zevk‐ı tevhîdden bî‐zâika değil idi. Lâkin gulât‐ı mutasavvıfe kavmiyle enîs ve ekseriyâ erbâb‐ı şathiyât ile celîs olduğundan, avâm u nâsın nazarında ahkar idi. Gâyet kalender‐meşreb ve bî‐kayd u abdâl‐sıfat, harâret‐i aşk u şevk ile p“r‐sûz u vîrân‐dil, harâbâtî‐tavr “zere idi. Vefâtı / 'de vâki' olup, yine ol tekyede medfûndur. Merhûm Seyyid Ali'nin vâlid‐i mâcidleri Şeyh Seyyid Mehmed Efendi k.s. cedd‐i ekremleri Seyyid Seyfullâh Efendi k.s. 'dir. Anların kerîme‐i m“kerremeleri Şerîfe İsmihân, anların kerîme‐i m“kerremeleri Şerîfe Fâtıma'nın Seyyid Mehmed Efendi oğludur. Beyne'n‐nâs Seyyid Nizâmzâdelikle meşhûrlardır. Vilâdeti / 'dadır Enfî (asan (ulûs (alvetî, : . *** Enfî (asan Ağa, Nizâmzâdeleri anlattığı maddenin devamında Seyyid Ali ve Seyyid Mehmed Efendilerden nesepleriyle ilgili ne duyduysa aynen yazdığı‐ nı belirtir. (atta Seyyid Mehmed Efendi'nin kızı Şerife Ayşe'den torunu Es'ad Besîm ile Enderun'dan arkadaş olduklarını bu vesileyle aileyi yakinen tanıdı‐ 291 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI ğını belirterek şunları söyler: DzBu Fakîr Dervîş (asan (ulûs, anları Şeyh Ali Efendi'yi çok görd“m ve m“bârek ellerini öpt“m. Ve Seyyid Mehmed Efendiǯnin kerîmesi Şerîfe Ayşe'‐ nin oğlu Es'ad Besîm Çelebi merhûm bizimle birlikte =eserin bu maddesi 'l“ yıllarda yazılmış olduğuna göre, bu tarihlerde Enderûn‐ı Aliyye'de İçağası idi. Ol takrîb ile m“nâsebetimiz ziyâde idi. Ba'dehu anlar Enderûn'dan çıkıp, Devlet‐i Aliyye'de B“y“k Kal'a ve K“ç“k Kal'a Tezkirecisi vesâir menâsıblar olup, teşrîfâtî iken vefât etmişdir. Ve Seyyid Mehmed Efendi tekye‐i mezbûrede seccâde‐nişîn‐i irşâd idi. Bir pîr‐i kâmil ve bir ârif‐i m“kemmil âdem idi. Âsâr‐ı nûr‐ı velâyet çehresinde n“mâyân ve envâr‐ı siyâdet hilye‐i pâkinde leme'ân etdiği gâyet m“şâhid idi. Bir mertebe te'sîr‐i nefese mâlik idi ki, öl“m mertebesinde göt“rd“kleri hasta‐ lar mâ şey'en sıhhat‐ı tâm ve ber‐i tamâm ile geri giderdi. Zâhirde nisbet‐i tarî‐ katları, vâlideleri Şerîfe Fâtıma'ya ve anların nisbetleri vâlideleri Şerîfe İsmihân'a ve onların nisbetleri pederleri Seyyid Seyfullâh Efendi (azretleriǯne ve anların nisbetleri kutbu'l‐âşıkîn İbrâhîm Ümmî Sinân Efendi (azretle‐ riǯnedir." Enfî (asan (ulûs (alvetî, : . *** Enfi (asan Ağa DzKendi cenâblarından böylece istimâ' etdiği “zere tahrîr etmiş ve Seyyid Seyfullâh Efendi (azretleriǯnin nesebi siyâdet ve şerâfeti (z. Rasûl‐i Ekrem s.a.v 'e bu tarîk ile m“ntehî olur kidz diyerek Nizâmoğlu Seyyid Seyfullah (azretleriǯnin silsilesini Seyyid Ali ö. ve Mehmed Efendi ö. / 'den işittiği şekilde şöyle tesbit etmektedir: Es-Seyyid Seyfullâh İbnü's-Seyyid Nizâmeddîn İbnü's-Seyyid Şahabeddîn Ahmed el-Bağdâdî İbnü's-Seyyid Mîr Cüneyd en-nakîbü'l-eşrâf İbnü's-Seyyid Celâleddîn İbnü's-Seyyid Nûreddîn Alî İbnü's-Seyyid Ahmed en-nakîb İbnü's-Seyyid İzzeddîn Ebû İshâk İbrâhîm en-nakîb İbnü's-Seyyid Şerâfeddîn Muhammed en-nakîb İbnü's-Seyyid Ziyâeddîn Zeyd en-nakîb 292 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH İbnü's-Seyyid Muhammed Fahrî en-nakîb el-Irâk İbnü's-Seyyid Ebû'l-Kâsım Zeyd Ziyâeddîn ve Emrullâh ve İbnü's-Seyyid Ebû'l-Mansûr Muhammed en-nakîb ve vezîr-i Sultân-ı Musul İbnü's-Seyyid Ziyâeddîn en-nakîb İbnü's-Seyyid Ebû Tâhir Muhammed en-nakîb İbnü's-Seyyid Muhammed el-Berekât ez-zâhid en-nakîb İbnü's-Seyyid Ziyâeddîn Ebû'l-Hasan İbnü's-Seyyid Ahmed en-nakîb İbnü's-Seyyid Ebû Ali Muhammed en-nakîb ve Emiru'l-Huccâc İbnü's-Seyyid Ebû'l-Hasan Muhammed Eşter-i nakîbü'l-ekber İbnü's-Seyyid Ebû Abdillâh-ı sâlis İbnü's-Seyyid Ebû'l-Hasan Ali Muhaddis en-nakîb İbnü's-Seyyid Abdullâh-ı Sâni Ebû Aliyyü'l-asgar es-Seyyid Ebû'l-Hasan Ali es-sâlih en-nakîb İbnü's-Seyyid Abdullâh A'rac İbnü's-Seyyid Hüseyin Ebû Aliyyü'l-Asgar İbnü's-sultânü'z-zühhâd ve imâmü'l-evtâd İmâm ibnü'l-İmâm b. elİmâmü'l-hümâm İmâm Zeyne'l-Âbidîn (r.a.) İbnü'l-İmâm b. el-İmâmü'l-hümâm el-merhûm el-mağfûr el-mazlûm imâmü'l-Hakk ve'l-Hüdâ es-Saîd eş-şehîd fi deşt-i Kerbelâ Ebî Abdi'llâh el-İmâm Hüseyin b. el-İmâm Aliyyü'l-Murtazâ (r.a.) İbn-i Hz. Fâtımatü'z-Zehra (r. anhâ) binti Muhammedeni'l-Mustafâ (s.a.v.) ve alâ âlihi ve evlâdihi ve zürriyâtihi mâdâmeti'l-ardu ve's-semâu *** ve merhûm eş-Şeyh es-Seyyid Muhammed Efendinin vâlideleri Şerîfe Fâtıma ve anın vâlidesi Şerîfe İsmihân ve anın veledi Şeyh Seyyid Seyfullâh Efendi Hazretleridir. *** Tahsîli, Tarîkati, Şeyhi, Hilâfeti Seyyid Seyfullah'ın nerede ve kimlerden okuduğu bilinmemekle birlikte iyi bir eğitimden geçmiş olduğu anlaşılmaktadır. Kendisi Âdâb‐ı Menâzil adlı eserinde muteber pek çok kaynağın ismini zikrederek şunları söyler: 293 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI "Bu mesâilin kimi Keşşâf'tan, kimi Kâdî'den, kimi Medârik‐i Nesefî'den, kimi Begavî'den, kimi Ebu'l‐ Leys'ten, kimi Tefsîr‐i Şerîf'ten, kimi (adîs‐i Kurtubî'den, kimi Letâif‐i Avârif'ten, kimi Mesâbîh'ten, kimi Enîs‐i Celîs'ten, kimi Şir'a Şerhi'nden, kimi İhyâ'dan ve Minhâc'dan, kimi Menâhic'den, kimi Sefîne‐i Bahr“'l‐Vâizîn'den ve dahi sâir mu'teberâttandır Seyyid Seyfullah, Âdâb‐ı Menâzil, S“leymaniye Ktp., (M. , vr. b ." Bir (alvetî şeyhi olan Seyyid Seyfullah hakkında Lemezât‐ı (ulviyye ve (ediyyet“'l‐İhvân gibi (alvetiyye tarihiyle ilgili kaynaklarda bilgi yoktur. Fa‐ kat Lemezât'a zeyl mahiyetindeki Enfî (asan Ağa'nın Tezkire'sinde Nizâmoğlu ahfadıyla ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır. Seyyid Seyfullah (azretleri, (alvetiyyeǯnin orta kolu olan Yiğitbaşı Ahmed Şemseddîn Efendi'nin kurduğu Ahmediyye'den şubelenen Sinâniye kolunun kurucusu İbrahim Ümmî Sinân'ın dervîşi ve halîfesidir. Bu zat, aslen Bursalı olup sonradan İstanbul'a yerleşmiştir. Niyâzî‐i Mısrî'nin m“rşidi Elma‐ lılı Ümmî Sinan ö. ile çoğu zaman karıştırılmaktadır. Nitekim bazı kay‐ naklarda Elmalılı Ümmî Sinan (azretleriǯnin şiirleri bu zata ait gösterilmekte‐ dir ki doğru değildir G“rel, Tarihsiz . Ümmî Sinân (. / M. senesinde İstanbul'da Oluklubayır'daki tekkesinde vefat etmiştir. Tekkesinin niyâz pen‐ ceresinde şu beyit yazılıdır: M“rîd‐i râh‐ı (akk'a kıblegâh‐ı âşıkândır bu Edeble gir göz“n aç t“rbe‐i Ümmî Sinân'dır bu Seyyid Seyfullâh (azretleri, b“y“k bir âlim olan şeyhi Ümmî Sinan ile il‐ gili olarak Dîvânıǯndaki bazı şiirlerinde ve Câmi“'l‐Maârif'te Seyyid Seyfullah, Câmiu'l‐Maârif, vr. b. şeyhinden bahseder. Bunlardan Câmiu'l‐Maârif adlı ese‐ rinde Ümmî Sinan (azretleriǯnin, görd“ğ“ bir r“yâ ile "Ümmî" lakabını aldığını söyler. Bir beyitte kendisine Ümmî Sinan'dan feyz eriştiğini, kevn “ mekânın yani eşyanın hakikatini bu feyizle anladığını söyler: Bana feyz ermese Ümmî Sinân'dan (aber duymaz idim kevn “ mekândan Seyyid Seyfullah, : . Seyyid Seyfullah, Ümmî Sinân (azretleriǯnden s“lûk çıkarıp hilâfetle gö‐ revlendirilmiştir M“stakimzâde, : . İrşâd olduğunda şeyhi Ümmî Sinân, M“stakimzâde S“leymân Sadeddin Efendi'nin Mecellet“'n‐Nisâb Ankara , s. adlı eserinde Nizâmzâdeleri ve Seyfullah Kâsım Efendi'yi Nakşî‐(alvetî gibi göstermesi doğru değildir. 294 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Ona babası Nizâmeddîn Efendi'nin hâtırasına teberr“ken "Nizâmî tâcı " giy‐ dirmiş ve (acı Bayram Dede'nin Silivrikapı içinde inşa ettirdiği tekkeye post‐ nişîn olmuş ve orada irşâda başlamıştır. Bu tekke daha sonra Emirler Tekkesi adıyla şöhret bulmuştur. Ahmed (asîb Efendi ö. 'nin manzûm olarak kaleme aldığı İstanbul Tekkeleri konulu "Dergâhnâme"sinde bu tekkenin ismi şöyle zikredilir: Bulmak istersen s“lûkun intizâm Sana besdir Tekye‐i Seyyid Nizâm Kut, G.‐Kut, T., : . Seyfullah (azretleri Emirler Tekkesiǯnde vefat edinceye kadar irşâd ile meşgûl olmuştur Fığlalaı, : ‐ . Diğer taraftan yine (acı Bayram Dede Silivrikapı dışındaki Seyyid Nizâm Tekkesi'nin olduğu yere yeni bir tekke daha yaptırmış, burası da Seyfullah'ın kardeşi Şerefeddîn'e tahsîs edilmiştir. Bu tekke de Seyyid Nizâm'ın babasına izafeten "Seyyid Nizâm Tekkesi", diye şöhret bulmuştur Ayvansarayî, : . İstanbul'da Çarşamba civârındaki Murâd Molla Dergâhı postnişîni meş‐ hur Mesnevîhan ve Nakşî Şeyhi Mehmed Murâd (azretleri ö. 'nin tasav‐ vuf pîrleri vasfında yazmış olduğu manzum medhiyyelerden birisi de "Der‐ Vasf‐ı Seyyid Nizâmzâde Seyfullah Efendi el‐(alvetî K.s.a. " başlığıyla kayde‐ dilmiş olup şöyledir: Şeyh Seyfullah Efendi mazhar‐ı eltâf‐ı (ak Mehmed Murâd Nakşbendî, Tâlibâna ilm‐i bâtından verir idi sebak : . Nutku tahrîk etdiğinden ehl‐i aşkın şevkini İstimâ'a cân kulağıyla idi dâ'im ehak Nizâmî tâcı için S“leyman Sadedin Tâcnâme adlı eserinde Ankara Milli Ktp. Yz.A. , b‐ a şöyle diyor: "Mezkûr Seyyid Nizam‐zâde Şeyh Seyfî zikr olduğu “zere pederî tâcın çekip halifesi (akiki‐zâde Şeyh Osman'a anı ilbâs eyledi. (akîkizâdenin hakikatde halife‐i cânışîni olan Çukadâr Şeyh Mehmed dahi pîrinin tâcın tekassi eylemiş idi. Vakta Ümmî Sinan‐zâde Şeyh (asan‐ı Ahsen için hilafet du'ası eyledikde: ceddi Ümmî Sinan cenâbının kerimesi DzAbide Bacı'dan sabıkan inâyetle ceddim tâcın telebb“s eyledimdz diye Şeyh (asan mezbur Seyyid Nizâm tâcını lâbis olmuştur. Vaktimizde nesl‐i Nizami'den Seyyid İsmail ecdadı tâ‐ cından maada, (immet‐zâde Seyyid Abdu's‐samed cenâbından pullı tâc‐ı (alvetîyye lâbis olup ceddi tâcını çuka “zerine tarih ve arakiyye “zere m“hr‐i Kâdiriyye gibi vaz' eyledi." Bu konunun bir değerlendirmesi için bk. Nurhan Atasoy, Derviş Çeyizi, İstanbul , s. . 295 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI G“lsitân‐ı nutkuna g“lzâr‐ı vahdet dediler Manâsı her nutkunun zîrâ edakk‐ender‐edak (em muhibb‐i hânedân‐ı Mustafâ'dır ş“bhesiz Sevmez idi hem Yezîd'i de keyfe mâ‐ittifâk (azret‐i Ümmî Sinân verdi hilâfet hem ana Bu söz“m dahi benim kavl‐i sahîhdir m“ttefak (em civâr‐ı Mustafâ Pâşâ'da vardır tekyesi Genc‐i zâtı anda medfûn u mutalsam kurb‐ı (ak Vâlidi oldu Nizâmeddîn kutb‐ı evliyâ Eylemişdir c“mle‐i akrânını bî‐şek sebak Etdi sâdâta nekâbet hem o şeyh‐i p“r‐vefâ Görmedi devrinde evlâd‐ı Muhammed hiç kalak Rahmet etsin rûh‐ı pâkine (udâ her dem anın Görmesin kabrinde de mahşerde de aslâ gasak Bu Murâd‐ı derdmendin pek muhibbindir senin Yâd eder her rûz u şeb cânında oldukça ramak Seyyid Seyfullah Alevî Meşrep bir Velîdir Seyyid Nizâmoğlu alevî meşrep, Caferî mezhep bir velîdir. Bu konu g“‐ n“m“ze kadar tevhidin hakikatine ulaşamayan kişilerce maalesef yanlış değer‐ lendirilmiştir. Şu iyi bilinmelidir ki, Allah'a her yoldan ulaşmak ve Onun velîsi olmak m“mk“nd“r. Seyyid, pek çok şiirinde İmâm Câfer‐i Sâdık ve diğer imâmları över. On‐ lara canını feda edecek kadar bağlıdır. Mutasavvıfın: 296 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Yetmiş iki milletin hiç biri nâcî olmadı Mezheb‐i (ak ister isen Ca'ferî ol dâimâ beytiyle (ak mezbep kurucusu olarak kabul ettiği İmam Câfer vefatı (. din ve hikmet alanında fevkalâde bilgili bir şahıstır. Medine'de kendine intisâp edenleri yetiştirmiş ve dostlarına ilimlerin sırlarını ifşâ etmiştir. (adiste engin bir bilgisi vardır. Astroloji, el‐kimyâ ve diğer ilimlerle de uğraşmıştır. Daha sonra da )rak'a gitmiş, irşâdını burada devam ettirmiştir. Rivayetlere göre İmâm‐ı Azâm Ebû (anîfe, Mâlik Bin Enes, Mu'tezîle'nin kurucusu Vâsıl bin Atâ ve meşhûr kimyâcı Câbir bin (ayyâm İmâm Câfer'den irşâd olmuşlardır. İmâm Câfer, şiîlerce, imamların en b“y“ğ“ kabûl edilir. İmâmiyye şiâsı, kendilerini Caferî olarak da adlandırırlar. İmâm Câfer'e, şiî itikâdını ve ibâdetlerini belirle‐ yen birçok gör“ş, vaaz ve nasihatler isnâd olunur. Şia'nın en meşhur mezhebi olan Câferî mezhebi, (z. Peygamber'in vefâtından sonra hilafetin (z. Ali'ye ait olduğunu kabul edenler tarafından temsil edilmiştir. Şia'dan m“him bir kısım insan, (z. Ali'den sonra oğlu (asan'ın, (asan'dan sonra kardeşi (z. (“seyin'in, ondan sonra da (“seyin'in oğlu Ali Zeyn“'l‐Âbidîn'in oğlu Muhammed“'l‐ Bâkır, mezhebin usul ve erkânını öğrenerek esaslarını kurmuşlardır. Muhammed“'l‐Bâkır'ın öl“m“nden sonra oğlu Câfer‐i Sâdık'ın imamlığını ka‐ bul edenler Câferiyye ismiyle anılmaya başlamışlardır. Seyyid Nizâmoğlu, bir ehl‐i beyt âşığıdır. Bu sevgi, bağlı bulunduğu Câfe‐ rî mezhebinden de kaynaklanmaktadır. Onun şiirlerinde (z. Ali, (z. (asan, (z. (“seyin en fazla zikredilen isimlerdir. Seyyid Seyfullah'ın Tarikat Silsilesi Seyyid Silsilenâmeǯde ve Miǯrâc“ǯl‐M“ǯminînǯde soyunun (z. Ali'den gel‐ diğini belirtir ve soy şeceresini verir: Nizâmeddîn Muhammed, Şehâbettin Ahmed, Celâleddîn, Nûreddîn Ali, Ahmed, İzzeddîn İshâk, İbrahim, Şerâfeddîn Muhammed, Ziyâeddîn, Zeyd Ebu'l Kasım, Ziyâeddîn, Ebû'l‐Mensûr Muhammed, Zeyd Ziyâeddîn, El‐(“seyin, Ebû Zeyd, Ahmed, Mîr‐i Ekrem, Muhammed bin Ali, Muhammed, Ebû Ali Abdullah Salis, El‐(asan, Ebû Ali Asgar, Salih Mîr‐Zâhid, Abdullah A'rec, (“seyin, Ali Zeyne'l‐Âbâ, Nûh‐ı Sânî, (z. (“seyin, (z. Ali. Seyyid Nizâmoğlu, tarîkat silsilesini (z. Ali'yle başlatır. (z. Ali'den kendi pîri olan Şeyh Sanander'e kadar tarîkat silsilesinin halkalarını zikreder. Nizâmoğlu'nun tarîkat silsilesi şu şekildedir: 297 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Seyyid Seyfullah'ın Halîfeleri Seyyid Seyfullah'ın halîfeleri şunlardır: Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi ö. Efendi' ö. / Bursalı Mehmed Tâhir, : 'nin şeyhi (akîkîzâde Osman . (akîkîzâde'nin halîfesi, Çuhadar Mehmed Efendi ö. Çuhadar Mehmed'in halîfesi (asan er‐Rûmî'dir ö. (“sâmeddîn (“seyin ö. / . (“sâmeddîn (“seyin'in oğlu Mustafa Efendi ö. Ümmî Sinânzâde (asan Efendi ö. Sâlih b. İbrâhim er‐Rûmî ö. Mustafa Zekâî ö. (asan el‐Azîz ö. / / Mustafa Zekî İstanbulî ö. . . / / Sâlih L“tfi b. Abd“lkâdir es‐Selânîkî. Vefatı / . . / / / . . . . Seyyid Seyfullah Kâsım, / senesinin Muharrem ayında uzun zaman şeyhlik yaptığı Silivrikapı içindeki Emirler Tekkesi'nde vefat etmiştir Gölpınarlı, : ; Tuman, : . Vefatına " Rızâ‐yı (ak" ve "Yâ mefhar“'l‐ evliyâ" tamlamasıyla tarih d“ş“r“lm“şt“r. Eserleri Seyyid Seyfullah manzûm ve mensûr pek çok eser kaleme almıştır. Bun‐ ların tamamı T“rkçe'dir. Mutasavvıfın eserlerinin manzûm olanları bir k“lliyât halinde İstanbul / , / bastırılmıştır. Söz konusu k“lliyât Mehmet Yaman tarafından yeni harflere çevrilip neşredilmiştir bk. Seyyid Nizâmoğlu, (ayatı‐Eserleri‐Divânı, İstanbul , . Manzum Eserleri Mi’râcü'l-Müminîn Eserde ebdest, namaz gibi şerǯî kuralların, tarîkatin ve marifetin incelik‐ leri, s“lûk, aşk ve irfan halleri, soy zinciri, mesnevî ve gazellerle anlatılmakta‐ dır. İstanbul K“t“phâneleri T“rkçe Yazma Dîvânlar Kataloğu, C.))), fasik“l . 298 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Seyyid Nizâmoğlu, Hayatı-Eserleri-Divanı, hz. Mehmet Yaman , İstanbul ; s. ‐ . Matbu K“lliyat, s. ‐ . Silsile-i Tarîkat Yirmi dört beyitlik bir mesnevîdir. Seyyid Nizâmoğlu, Hayatı-Eserleri-Divanı, hz. Mehmet Yaman , İstanbul ; s. ‐ . Câmiü'l-Maârif Başta on adet gazelden sonra esmâ“ǯl‐h“snâyı, m“rşid ve m“rid ilişkisi‐ ni, s“nnet ile ilgili hakîkatleri, on iki imam ve dört mezhebi vs. anlatan bir manzumedir. Sonunda etvâr‐ı seb'aya dâir yedi şiir vardır. Osmanlı M“ellifleri, Atvâr‐ı Seb'a'yı ayrı bir risâle olarak kaydediyor. Matbu K“lliyat, s. Şeref-i Siyâdet ‐ . Seyyidliğin şerefinden, (azret‐i Peygamber soyunun uğradığı zul“mler‐ den bahseden, bir manzumedir . Yedi kıtǯa, on bir gazel, dört mesnevî ve bir terkipden ibaret manzum bir eserdir. Matbu K“lliyat, s. Ma'denü'l-Maârif ‐ . Seyyid bu eserinde bazı âyet ve hadisleri delil göstererek tasavvufun ha‐ kikatini, v“cûd birliğini ve m“rşid‐i hakikînin gerekliliğini anlatır. Matbu K“lliyat, s. Esrârü'l-Ârifîn ‐ . Seyyid'in bu eseri ehl‐i beyti, ilâhî aşkı, vahdet ve marifet konularını ele almaktadır. Başlangıcı şöyledir: Ehl‐i aşkın dile hâlin evvelâ Aşk‐ı (ak'dır vâcib olan her kula. Matbu K“lliyat, s. ‐ . S“leyman Sadeddin Efendi, (azretin sadece bu eserinin ismini anmaktadır. Bk. Mecellet“'n‐ Nisâb, Ankara , s. . 299 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Seyr ü Sülûk Seyyid bu eserini s“lûku sırasında cem' serhoşluğuyla yazılmış şathiye‐ leri ihtiva etmektedir. Benem mâlik, benimdir m“lk, benem (âlik benem Râzık Benem ma'şûk, benem âşık, benem her cân ile cânân Divân-ı İlâhiyât Ahmed Rif'at Efendi Seyyid için, "Kerâmeti menkûl ve dîvânı makbul‐ : . (akikaten T“rk mutasavvıfları içinde en d“r." der Ahmed Rıf'at Efendi, şöhretli ve divanı en çok okunan şairlerden birisi de Nizâmoğlu (azretleriǯdir. Gerek edebiyat ve gerekse musikî tarihi açısından onun divanı Yûnus Emre ve Mısrî'den sonra ilk sıralarda yer almaktadır. Âşık ve ârif bir mutasavvıf olan Seyyid Seyfullah aynı zamanda “slup sahibi g“çl“ bir şairdir. Bir Yûnus takip‐ çisi olan mutasavvıf, aruz ve hece ile yazdığı şiirlerinde "Seyfî, Seyyid Seyfî, Seyfullâh, Seyyid Seyfullah, Seyyid Nizâmoğlu, Nizâmoğlu," mahlaslarını kul‐ lanmıştır. Nizâmoğlu alevî meşrep bir sûfîdir. Dolayısıyla onun eserlerinde ehl‐i beyt sevgisi b“y“k bir yer tutmaktadır Gölpınarlı, : . Nizâmoğlu'nun ilahîleri özellikle Alevî‐Bektâşî, Melâmî‐(âmzavî z“mre‐ ler tarafından benimsenmiş olup elliden fazlası da bestelenmiştir. Bu divanda çoğu gazel tane nutk‐ı şerîf, ilâhî, on iki imâma ve ehl‐i beyte medhiye bu‐ lunmaktadır. Bazı yazma ve matbu divânın sonunda Seyfullah'ın babası Nizâmeddîn Efendi'ye ait "Kerîmâ âlî dergâha hemân ihsânına geldik" mısraıy‐ la başlayan beş beyitlik bir gazel dercedilmiştir. Bundan anlaşıldığı kadarıyla babası da Nizâmî mahlasıyla şiirler yazmıştır. Seyyid Seyfullah bir aşk ve irfan ehlidir. Onun hemen b“t“n eserinde ilâ‐ hî aşk ve vahdet d“ş“ncesi hâkimdir. Cezbeli bir mutasavvıf olan Seyyid, ilâhî ve nutk‐ı şerîflerinde ortaya koyduğu d“ş“ncelerini coşkun bir eda ile sehl‐i m“mtenî denilebilecek bir “slupla. Onun şiirde yakaladığı lirizm şiirlerinin bestelenmesini kolaylaştırmış ve tekke muhitlerinde dört y“z yıldır okunma‐ sını sağlamıştır. Seyyid Seyfullah bir ehl‐i beyt muhibbidir. İmâmiyye yolunu benimse‐ miştir ve on iki imâma gön“lden bağlıdır. Fakat bu d“ş“nce Onun çar‐yârı öv‐ mesine yahut ehl‐i s“nnet olmasına mani değildir. (akikat ehli, ehl‐i s“nnet, 300 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH alevî meşrep olabilir. Bu hususu g“n“m“z“n siyâsallaşan alevîlik tartışmaları içinde d“ş“nmemek gerekir. Nitekim Seyyid Seyfullah, DzKim ister Mustafâǯdan bula izzet/İmâm‐ı Câfere kılsın itâatdz yahut Dz Yetmiş iki milletin hiç biri nâcî olmadı/Mezheb‐i (ak ister isen Caǯferî ol daimâdz beyitlerinden anlaşılacağı gibi, alevî meşrep ve Câferî mezhep bir mutasavvıf ailenin çocuğu olmakla bir‐ likte, (alvetî S“nnî bir şeyhe, Ümmî Sinân'a m“rîd ve halîfe olmuştur. Dolayı‐ sıyla Onun meşrep ve mezhebini vahdet‐i v“cûd d“ş“ncesi içinde değerlen‐ dirmek icap eder . Nitekim Onun divanındaki şiirleri bir b“t“n olarak baktığımızda mezhep kaygılarının kalmadığı, tasavvufî neşvenin ve vahdet‐i v“cûd fikrinin hakim olduğu dolayısıyla gör“lecektir. Seyyid Seyfullah Divânıǯndaki bazı beyitlerinde (urûfîlikten ve Fazlullahǯtan da bahseder: Tâ ezelden biz g“rûh‐ı Fazl‐ı Yezdânîleriz Bende‐i evlâd‐ı (ayder Şâh‐ı Merdânîleriz *** Mustafâ v“ Murtazâ'nın anladık esrârını Bist “ heşt “ sî v“ d“ harf içre bulduk vârını * V“cûdun Fazl‐ı (ak feyz‐i (udâǯdır Anın iç“n oldu zâtın secdegâhım Onun bu beyitlerinden hareketle tam bir hurûfî olduğunu iddia etmek yanlış olur. Onun b“t“n bu d“ş“nceleri, v“cûd birliği idrâki içinde eritmiştir. Seyyid Seyfullah coşkun bir sûfîdir. O, hemen b“t“n eserlerinde vahdet‐i v“cûd d“ş“ncesini halen ve fikren yaşadığını açıkça beyan eder. Zaman zaman şatha varan cezbeli sözler söyler: Ç“n ol vahdet meyin içtim, o dem hep gayrıdan geçtim Ene'l‐(ak sırrını açtım benim mestân “ hem sekrân Gölpınarlı, Nizâmoğlu hazretleri için Dz…ilk “ç halife ve dört mezhep m“çtehidleri hakkındaki pek az övg“s“n“n, yahut Mirâc“ǯl‐M“ǯminînǯde kendisini s“nnî gösterecek sözlerinin tama‐ mıyla takiyye olduğunu meydana kor.dz A. Gölpınarlı, A.g.e., s. demektedir. Seyr “ s“lûk çıkarmış vahdet‐i v“cûd için risâle yazmış bir gön“l ehlinin takiyye yapması söz konusu olamaz. Alevî meşrep yahut caferî mezhep bir kişinin hakikat ehli olmaması hakkında bir h“k“m m“ var? Rahmetli yanlış d“ş“nmektedir. 301 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Seyyid Seyfullah aynı zamanda tenkîdçi ruh yapısına sahip bir insandır. O, şiirlerinde haksızlık, adam kayırma, r“şvet ve ilmiyye sınıfındaki bozulma gibi sosyal yaralara temâs edip bunları tenkîd etmiştir. Meselâ, bir şiirinde şöyle diyor: Zulm ile doldu d“nyâ, yoktur huzûra imkân Ma'mûr olan yerleri zâlimler etti vîrân Âlem harâbe vardı yıkıldı milk‐i Osmân Kan ağlasın raâyâ çâk ed“ben girîbân. Divân‐ı İlâhiyâtǯının bazı yazmaları şunlardır: Divân, İÜ Ktp. Ty. Nu. . Divân, Millet Ktp. Ali Emirî Ktp. Nu. Divân, Millet Ktp. Ali Emirî Ktp. Nu. . . Divân, Selimağa Ktp. (aşim Paşa Bl. Nu: . Divân, Selimağa Ktp. (aşim Paşa Bl. Nu: . Divân, Selimağa Ktp. (aşim Paşa Bl. Nu: . Divân, Selimağa Ktp. (aşim Paşa Bl. Nu: . Divân, Selimağa Ktp. (aşim Paşa Bl. Nu: . Divân, S“leymaniye Ktp. (acı Mahmud Bl. Nu: Matbu nüshalar: Divân‐ı Seyyid Seyfullâh, İstanbul Divân‐ı Seyyid Seyfullâh , İstanbul Mensûr Eserleri . . . Câmiu'l-Maârif Seyyid'in bu eseri led“nnî bilgileri ihtivâ etmesi yanında hayatı ve çevre‐ siyle ilgili ayrıntılara yer vermesi yön“yle de çok önemlidir. Eserde mutasavvıf başta ailesi, babası, şeyhi olmak “zere Merkez Efendi'den itibaren b“y“k (al‐ vetî şeyhleri hakkında bilgiler vermektedir. Bunlar sırasıyla Merkez Muslihuddîn Efendi, Ya'kûb Efendi, Emîr Efendi, Sarhoş Bâlî Efendi, Keşfî 302 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Muslihuddîn Efendi, Şeyh Gazanfer Efendi, Çelebi Şeyh Efendi ve İbrâhim Üm‐ mî Sinân gibi zevattır. Eser on böl“mden oluşmaktadır. Diğer böl“mlerde tev‐ hidin hakîkati, kader, öl“m, vird okuma, Kur'ân, insan vs. gibi konular ele alın‐ mıştır. S“leymaniye Ktp., (M, Nu: Risâle-i Tâc-ı Nizâmî , vr. ‐ . Eser, Tâcnâme veya Tâciyye olarak da tanınmaktadır. Seyyid'in kaydına göre İbrâhim Ümmî Sinân, kendisine hilâfet verirken, ona Yiğitbaşı Ahmed Efendi'den aldığı (alvetî tâcını değil, Seyfullah'ın babası Nizâmeddîn Efendi'‐ nin tâcını giydirmiştir. Seyyid Seyfullah'tan Çuhadar Mehmed Efendi'ye kadar bu Nizâmî tâcı kullanılmış, daha sonra Ümmî Sinân tâcına dön“lm“şt“r. Eserin girişinde Seyyid şu bilgileri verir: "Seyyid Nizâmzâde Seyfullah Şeyh Kâsım Seyfi k.s. eğerçi hilâfeti Ümmî Sinân Efendi demekle maǮrûf Şeyh İbrahim Efendiǯdendir, lâkin anlara pederle‐ ri tâcını ilbâs buyurmuşlar, kendi tâcını ilbâs eylemeyip Seyfullah Efendi dahi hulefâsına kendi giydiği pederi tâcını verip hattâ ez‐c“mle (akîkîzâde Eğrikapı dâhilinde zâviyesinde medfûn Şeyh Osmân Efendiǯye bu tâcı o dahi hulefâsına anı giydir“p c“mleden Çubukdâr Şeyh Muhammedǯe dahi bu tâcı ilbâs eyledi. Ümmî Sinânzâde Şeyh (asan Efendiǯye Çubukdâr mezbûr Şeyh Muhammed Efendi hilâfet duǮâsı eyledikde ceddi Ümmî Sinân Efendiǯnin Yiğitbaşı Ahmet Efendi tarafından nâil olduğu tâc‐ı kerîmeleri tâcuǯl‐mestûr daîlerinden kendi‐ lerine vâsil bulunmakla anınla iktifâ olunduğu ihfâdır ve icâbı meyânlarında maǮrûfdur." Millî Ktp, FB. Yz. Nu: , a. Tâcnâme, "Elhamd“lillah“ǯl‐vâcib“ǯl‐v“cûd olsun ki Ǯâlem‐i ademden v“cûd‐ı âdemi sahrâ‐yı Ǯâleme getirip hizmet kemerin beline ve ibâdet hullesini eğnine salıp Ǯalleme âdeme'l‐esmâǯe k“llehâ" hitâbın başında tâc kıl‐ dı." diye başlar. Seyyid Seyfullah'ın, dedesi Şihâbeddîn Efendi'ye: "Sûfiyye'nin giydiği tâcın hikmeti nedir ve bunu giymek gerekli midir?" diye sorduğu, dede‐ sinin de tâc giymenin enbiyâ ve evliyâ âdeti olduğunu söylediği nakledilir. "Ar‐ dından, on dört yeşil terk ve on dört ak elifin bulunduğu tâcın şekilleri tevil edilir. On dört yeşil terk, nefsin kin, kibir, hased gibi özellikleridir. On dört ak elif ise, terk edilen köt“ amellerin hâsıl olan nurlarıdır. Yeşil terkin etrafındaki iki elif, bir dâl meydana getirmektedir ki, bunlardan elif Allah Teâlâ'ya, dâl ise (azret‐i Muhammed'e s.a.v. işaret etmektedir. Yine kelime‐i tevhid ibaresi "Lâilâhe illallah" on dört harf, "Muhammed“n Rasûlullah" da on dört harftir. 303 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Bu harflerin cem'i olan yirmi sekiz, terk ve eliflerin cem'idir ki, bu tâcı başa takmak kelime‐i tevhîd sırrına vakıf olmak, yirmi sekiz harf ile yazılan Kur'ân sırrını bilmek demek olur. Millî Ktp, FB. Yz. Nu: . S“leymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, Miftâh-ı Vahdet-i Vücûd , vr. a‐ a. Adından anlaşılacağı gibi Seyyid'in bu eseri vahdet‐i v“cûda giriş ve ko‐ nuyla ilgili kavramların anahtarı mahiyetindedir. Merâtib‐i v“cûd bazı sûfîlerce “çl“, beşli ve yedili tasnîflere tâbi' tutulmuştur. Abd“lkerîm Cîlî (az‐ retleri de kırklı tasnîf yapmıştır. Mutasavvıf eserin girişinde bunları dile getir‐ dikten sonra aslında merâtib‐i v“cûdun sonsuz olduğunu anlatır. Risâle, tevhîd mertebelerinin anlatıldığı böl“mle sona ermektedir. Eser şöyle başlamaktadır: "Evvelâ Cenâb‐ı (akk'a hamd “ senâ ve habîbine salât “ selâm ve iktidâdan sonra ma'lûm ola ki: vahdet‐i v“cûda kâil olan ehlullâh'ın kelâmından fehmolunan ma'nâ budur ki v“cûd birdir, birden artık değildir. Ol v“cûd (akk'ın v“cûdudur..." . Eser Reşahât terc“mesinin kenarında basılmıştır İstanbul Miftâh‐ı Vahdet‐i V“cûd ve Tâcnâme, Millî ktp. M. F. A. A Nutk-ı şeriflerinden Seçmeler Yandıklarım şâm u seher Senden midir benden midir Başımdaki aşkdan eser Senden midir benden midir Terk etdiğim cân u teni Yok eylediğim ben beni (er görd“ğ“m sanmak seni Senden midir benden midir 304 . , s. ‐ YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Bağrımdaki başım benim Göz“mdeki yaşım benim Âh oldu yoldaşım benim Senden midir benden midir Nâlanım erdi göklere D“şmeli oldum dağlara Erişdiğim bu çağlara Senden midir benden midir Seyyid Nizâmoğlu'n sana Al benliğim senden yana Sen ben söz“ bilmem bana Senden midir benden midir Ne kovalar sıralarsın bire hey kuru kovan Y“ze g“ld“ğ“n“ gerçek mi sanırsın bu cihân Taşını zînet edersin d“zedip kukla gibi İçin amma ayı maymûn dolu hınzır ile yılan Zâhirâ gerçi dilindeki ibâdetler iyi Dahı kalbin dili öğrenmedi İslâm lisân Zerrece var ise kalbinde bu d“nyâ hubbu Ma'den‐i mezbelesin sana ne lâyık irfân 305 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Aklını başına devşir bu cihân bâkî değil Kime kaldı ebedî sana kala devr‐i zamân Mansıb‐ı devlet “ d“nyâ diye ömr“n ç“r“d“ (izmet‐i (akk'ı koyup eyledin îmâna ziyân Seyfi d“nyâyı seven âdemi insân sanma Kimi gerges kimi kuzgun kimi olmuş sırtlan Mecnûn‐ı (udâ olanı zencîre çekerler Şol tâlib‐i (ak âşıkı bir pîre çekerler Fark ile bilinir yine ol âlemin aslı Ma'nâ bileni hıfz ile takrîre çekerler Dil derde d“ş“p istese dîdâr‐ı (udâ'yı Pîrân‐ı hakîkat anı tedbîre çekerler Bu kâne yekûn ile ey hâce bu olmaz Bu dersi gören âşıkı tefsîre çekerler Seyfî bilinir deme sakın ilm‐i led“nn“ Erbâb‐ı tarîkat seni ta'bîre çekerler Zâhid bize ta'n eyleme (alvetîyiz devrânîyiz Biz ehl‐i aşkız söyleme (alvetîyiz devrânîyiz 306 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH M“ftî fetvâ verir bana Cânım kurbân olsun ana Komaz bu aşk beni bana (alvetîyiz devrânîyiz Zikrullah eder dilimiz G“zeldir bizim yolumuz (er kişi bilmez hâlimiz (alvetîyiz devrânîyiz Yandırsalar k“ller gibi Çiğnetseler yollar gibi Taşkın akan seller gibi (alvetîyiz devrânîyiz Seyyid Nizâmoğlu gene Mecnûn olmuş döne döne Girdi ç“n aşk meydânına (alvetîyiz devrânîyiz Bu aşk bir bahr‐ı ummândır Buna hadd “ kenâr olmaz Delîlim sırr‐ı Kur'ân'dır Bunu bilende âr olmaz S“regeldim ezelîden Pîrim Muhammed Alî'den Şarâb‐ı lâ‐yezâlîden İçenlere humâr olmaz 307 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Eğer âşık isen yâre Sakın aldanma ağyâre D“ş İbrâhîm gibi nâre Bu g“lşende yanar olmaz Kıyamazsan baş u câna )rak dur girme meydâna Bu meydânda nice başlar Kesilir hîç sorar olmaz Bak şu Mansûr'un işine (alkı “ş“rm“ş başına Ene'l‐(akk'ın ferâşına D“şenlere tımâr olmaz (ak ile (ak olanlara Kendi nefsin bilenlere Ölmeden ön ölenlere Kan bahâsı dinâr olmaz Seyfullah söz“nde mestdir Pîrinden aldığı destdir DzDivânerâ kalem nistdzdir Ne söylerse kınar olmaz. (ey yol erkân erenleri Sizin olsun bu yol erkân Ben bir aceb derde d“şt“m Bulunmaya gibi dermân 308 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Dostun tecellîsi yetdi (ep gön“l m“lk“n“ tutdu Benden benliğim mahvetdi Ne eşkâl kaldı ne elvân (er bir kılım bir göz oldu İçim dışim hep y“z oldu Âlem c“mle d“pd“z oldu Ne yadlu kaldı ne yamân B“t“n d“nya tenim oldu Sekiz cennet canım oldu Ben sırrım sır benim oldu Gizli sırlar oldu ıyân Dost bana sundu bir dolu İçdim onu oldum deli Kimsenin değilim kulu Şimdi sultân oldum sultân Beni bulmak isteyenler Sırrı duymak isteyenler Kendi şehrinizde yoklan Gön“llerdir bana mekân Seyyid Nizâmoğlu dedem Gören beni sanır âdem Y“z bin d“rl“ hırkası var Geh bundan bakar geh andan 309 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Dostlar bilin şimdiden ger“ nâm u nişân olmaz bana Ben dost ile dost olmuşam belli mekân olmaz bana (akk'ın tecellîsi yetdi cismim toprağın toz etdi (ep benliğim benden gitdi yâdlı yamân olmaz bana Ne canım kaldı ne tenim ne oyum derim ne benim Ben beni bilmezem kimim ad ile san olmaz bana Nazar eylen bana n'oldum öl“m“ yok dirlik buldum Soru hisâb hep ben oldum sırât mîzân olmaz bana Acâyib devrâna erdim lâ'sı yok illâ'dır virdim Ben Mevlâ'm dîdârın görd“m özge seyrân olmaz bana Ç“nki ben yâr ile yârım Mansûr oldum dikin dârım Nesîmî'yem y“z“n derim assı ziyân olmaz bana Gör“n Seyyid Seyfullah'ı kendide bulmış Allah'ı Ben dostu görd“m billâhi şekk “ g“mân olmaz bana. Mevlâm ver aşkını bana (ayrânın olayım senin B“lb“l gibi cemâline Nâlânın olayım senin 310 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Yandır beni yandır beni Aşk meyine kandır beni Sarhoş edip dönd“r beni Mestânın olayım senin Mansûr'am aşkın dârına Mazhar olup dîdârına Şem'‐i cemâlin nârına Sûzânın olayım senin Al bende benlik olmasın Kimseler hâlim bilmesin Nâm “ nişânım kalmasın Virânın olayım senin Bu cân kuşun sana uçur Aşkın meyin bana içir Bu tâc “ hırkadan geçir Uryânın olayım senin Vasl eyle yârı yârına Koma bug“n“ yarına Yak beni aşkın nârına Biryânın olayım senin Seyyid Nizâmoğlu hocam Ayırma kendinden y“cem Eğer g“nd“z eğer gecem Mihmânın olayım senin 311 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Beni bu nefsim Eyledi hayrân Gam mıdır etsem Nâle v“ efgân Bağrımı yar gör Anda ne var gör Derd “ gamınla Dopdoludur kan Pervâneler var Şem'a yanarlar Âteş‐i aşka Sen de y“r“ yan (ay ne durursun Nasıl y“r“rs“n Yollar ıssızdır Kalmadı kervân Durma çalış git Menziline yit Bâkî değildir Sana bu devrân Ölmeden ersem Y“z“n“ görsem Cânımı versem Vaslına kurbân 312 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Seyyid Seyfî gel M“rşid elin al Eyleye tâ kim Derdine dermân Yâ ilâhî c“mle sensin c“mle sen Sen dururken diyemezem bana ben Zât‐ı (akk'a vâsıl olmaz ol kişi Geçmeyince c“mle kendi kendiden R“'yet‐i dîdâr‐ı dost olmaz nasîb Nâr‐ı aşka yanmayınca bu beden Ben bana baksam gör“nmez bana ben Gör“nen dîdâr‐ı (ak'dır c“mleden Ben de bildim ki bilinmez Yaradan Kişi kendi çıkmayınca aradan Gör“nen (ak'dır gören (ak gösteren Yâ Nizâmoğlu iki görmek neden Erişdi bir aceb kâr eyledi (û Bizi de vâkıf‐ı esrâr eyledi (û Cemî'‐i varlığın verdi fenâya Beni bir devlete yâr eyledi (û 313 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Bana bir cur'a sundu aşk meyinden Ayılmaz mest “ evgâr eyledi (û Şerhalar çekti bir bir sînem “zre )şıklar gibi pergâr eyledi (û Beni bu nefs‐i levvâmem elinden Alıp m“lk“n“ nâ‐çâr eyledi (û Bir olup m“lhime nefs ile nâgâh Y“r“td“ h“kmin izhâr eyledi (û Gelip sofra çerâğ etdi havâle Yakıp sînemde dâğlar eyledi (û Bu dil m“lk“ kalender‐hâne oldu Bizi hep ehl‐i esrâr eyledi (û Kamu rûhânîler Mevlevî oldu Kimin çalar kimin oynar eyledi (û Ene'l‐(ak söyledip Mansûr‐ı aşka Der‐i dildâra berdâr eyledi (û Cemâlin gösterip dil b“lb“l“ne İşin efgân ile zâr eyledi (û (arâbât ehli oldum gitdi ırzım Beni bî‐nâmûs u bî‐âr eyledi (û 314 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Safâ‐yı cennete meyl etmez oldum Gön“l uşşâk‐ı dîdâr eyledi (û Bu c“mle varlığım değişdi aşka Aceb h“rmetli bâzâr eyledi (û Gön“l İbrâhim Edhem gibi oldu Cihânda onu bîzâr eyledi (û Bu aşk âteşi dil ormanlarını Yakıp yerini g“lzâr eyledi (û Bu aşkın âh elinden vâh elinden Aceb derde giriftâr eyledi (û Kadem basdım m“cerred âlemine M“cerredlik bana yâr eyledi (û Akl u nefs ile rûhum bir şey oldu Anınç“n keşf‐i esrâr eyledi (û Murâdım vasl‐ı rûh‐ı Mustafâ'dır Beni ol nûr ile var eyledi (û Yapar yıkar nice isterse eyler Gön“lde aşkını mi'mâr eyledi (û Bu ism‐i (û'ya olmaz vâsıta hiç Bu ismi gâyet ikbâr eyledi (û 315 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Anınç“n (û'dur evvel (û'dur âhir Dilimde onu g“ftâr eyledi (û Bunun telkîni kime olsa rûzî Anı mahşerde serdâr eyledi (û Eğer telkîn olup etsen ferâmûş Cehennemde yerin nâr eyledi (û Kimin ki ism‐i (û gitmez dilinden Onu hem‐râz u muhtâr eyledi (û Fenâ d“nyâya hergiz bakayım deme Bekâ m“lkin bana dâr eyledi (û Gön“l zulmetde kalmışdı hevâdan Anı Seyfî p“r‐envâr eyledi (û KAYNAKÇA "İbrâhim Ümmî Sinân (azretleri", Cerîde‐i Sûfiyye, sy. l İstanbul, Muharrem l / Teşrînisânî , s. ‐ ; "Seyyid Nizamoğlu", T“rk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. V)). İstanbul – , s. . Ahmed Rıf'at Efendi. . L“gat‐ı Tarihiye ve Cografya, C. )V, İstanbul. Arısoy, M. Sunullah. . T“rk (alk Şiiri Antolojisi, Ankara. Atalay, Mehmet. . Seyyid Nizâmoğlu'nun (ayatı, Eserleri, Dîvânı, İstanbul. Atasoy, Nurhan. . Derviş Çeyizi, İstanbul. Ayvansarayî (“seyin Efendi. . (adîkat“'l‐Cevâmî‐İstanbul Câmi‐ leri ve Diğer Dinî‐Sivil Mimârî Yapılar, haz. Ahmed Nezih Galitekin , İstanbul. 316 YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA NİZÂMOĞLU SEYYİD SEYFULLAH Ayvansarayî (“seyin Efendi. Vefeyât‐ı Ayvansarayî, S“leymâniye Ktp. Uşşâki Tekkesi Bl. Yz. Nu: . Ayvansarayî (“seyin Efendi. Vefeyât‐ı Selâtîn ve Meşâhîr‐i Ricâl, haz. Fahri Ç. Derin , İstanbul . Başlangıcından G“n“m“ze Kadar B“y“k T“rk Klasikleri, C. )V, İstanbul . Bursalı M. Tahir. . Osmanlı M“ellifleri, Tıpkıbasım, haz. C. Kur‐ naz‐M. Tatcı , Ankara. B“y“k T“rk Klasikleri, C. )V, İstanbul, . Defterdâr Sarı Mehmet Paşa. . Z“bde‐i Vekâyiât, haz. Abd“lkadir Özcan , Ankara. Demirbuğa, Canan. . Seyyid Nizamoğlu Miftâh‐ı Vahdet‐i V“cûd ve Menâkıb‐ı Nizamoğlu, Ankara, GÜ. GEF. Mezuniyet Tezi. Dîvân‐ı Vassâf, S“leymaniye K“t“phanesi, Yazma Bağışlar Bl., Nu: . Enfî (asan (ulûs (alvetî. . XV).‐XV))). Asırlarda İstanbul Velileri ve Delileri, Tezkiret“'l‐M“teahhirîn, haz. M.Tatcı‐ M. Yıldız , İstanbul. Ergun, Sadettin N“zhet. T“rk Musıkisi Antolojisi, C. )‐)), İstanbul. Fığlalı, Ethem Ruhi. . T“rkiye'de Alevîlik Bektâşîlik, Ankara. Fındıklılı İsmet Efendi. . Tekmilet“'ş‐Şakâyık fî‐(akk‐ı Ehli'l‐ (akâik, haz. A. Özcan , İstanbul. Gölpınarlı, Abd“lbaki. . T“rk Tasavvuf Şiiri Antolojisi. İstanbul. Gölpınarlı, Abd“lbaki. .Melâmilik ve Melâmiler, İstanbul. Gölpınarlı, Abd“lbaki. . "Seyyid Seyfullah‐Nizâmoğlu", T“rk Dili (alk Edebiyatı Özel Sayısı, C. X)X, s. , Ankara. G“rel, Şevket. Tarihsiz . Pir Ümmi Sinan (azretleri‐Dîvân, İstanbul. (afız (“seyin Ayvansarayî. . Mecmûa‐i Tevârih, haz. F. Ç. Derin‐ V. Çubuk , İstanbul. (ulvî Mahmud Cemâleddin. . Lemezât‐ı (ulviyye haz. M. Serhan Tayşi , İstanbul. (“seyin Vassaf. . Sefine‐i Evliya, C. ))), İstanbul. İbrahim (âs, Tezkire‐i (âs, S“leymaniye Ktp. (M.Ef. Bl. Yz. Nu: . İsmail Paşa. . (ediyyet“'l‐ârifîn, C. ), İstanbul. İstanbul K“t“phâneleri T“rkçe Yazma Dîvânlar Kataloğu, C.))). Kâtip Çelebi. . Keşf“'z‐Zunûn, C. ), İstanbul. Kocat“rk, Vasfi Mahir. . Tekke Şiiri Antolojisi, Ankara. Kocat“rk, Vasfi Mahir. . T“rk Edebiyatı Tarihi, Ankara. 317 YRD.DOÇ.DR. MUSTAFA TATCI Kut, G“nay‐Kut, Turgut. . "İstanbul Tekkelerine Ait Bir Kaynak: Dergeh‐nâme", Varia Turcica‐)X, Turkische Miszellen, Robert Anhegger Arma‐ ğanı, İstanbul. Mehmed Murâd Nakşbendî. . Dîvân‐ı Mollâ Murâd. İstanbul. Mehmed Sirâceddin. . Mecma'‐i Şuarâ ve Tezkire‐i Üdebâ, haz. Mehmet Arslan , Sivas. Mehmed Tevfik, Mecmûat“ǯt‐Terâcim, İÜ. Ktp., TY, nr. . M“stakimzâde S“leymân Sadeddin Efendi. . Mecellet“'n‐Nisâb, Tıpkıbasım, Ankara. Necdet, Ahmet. . Tekke Şiiri, Dini ve Tasavvufi Şiirler Antolojisi, İstanbul. Nizamoğlu Seyyid Seyfullah. . Divân‐ı Seyyid Seyfullâh, İstanbul. Özkırımlı, Atilla. . T“rk Edebiyatı Ansiklopedisi, C. )V, İstanbul. Özmen, İsmail. . Alevi‐Bektaşi Şiirleri Antolojisi, C. )), Ankara. P“sk“ll“oğlu, Ali. . T“rk (alk Şiiri Antolojisi, Ankara. Sâdık Vicdânî. . Tomar‐ı Turuk‐ı Aliyye, Tarîkatler ve Silsileleri, haz. İ. G“nd“z , İstanbul. . Seyyid Nizamoğlu. Menâkıb‐ı Nizâmoğlu, Millî Ktp. Yz. A. / , ‐ Seyyid Nizâmoğlu. . (ayatı‐Eserleri‐Divânı, haz. Mehmet Yaman , İstanbul. Seyyid Seyfullah. Câmi“ǯl‐Maarif, S“leymaniye Ktp., (M. Yz. Nu: . Seyyid Seyfullah. Âdâb‐ı Menâzil, S“leymâniye Ktp., (M. . Seyyid Seyfullah. . Madenuǯl‐Maarif, İstanbul. Tabîbzâde Mehmet Ş“kr“. . İstanbul (ankâhları Meşâyıhı, haz. Turgut Kut , Journal Of Turkısh Studies, Abd“lbaki Gölpınarlı (atıra Sayısı, ), (arvard . Tanman, Baha. . DzSeyyid Nizâm Tekkesidz, D“nden Bug“ne İstanbul Ansiklopedisi, C. V), İstanbul. Tosun, Necdet. . "Seyyid Nizamoğlu Seyfullah (ayatı ve Eserleri", İlam Araştırma Dergisi, S. , s. , İstanbul, ‐ . Tuman, Nail. . Tuhfe‐i Nâilî, C. ., haz. Mustafa Tatcı‐Cemâl Kur‐ naz , Ankara. T“rk Ansiklopedisi, C. )X, s: ; C. XXV))), s. . Uçman, Abdullah. . DzSeyyid Nizâmoğlu Seyfullahdz, Sahabeden G“‐ n“m“ze Allah Dostları, C. V))), İstanbul, V))), ‐ . 318 PSYKHE VE EROS MİTİYLE KAFKAS TÜRK MASALLARININ KARYILAŞTIRILMASI ÜZERİNE BİR İNCELEME PSYKHE VE EROS MİTİYLE KAFKAS TÜRK MASALLARININ KARŞILAŞTIRILMASI ÜZERİNE BİR İNCELEME** YRD. DOÇ. DR. RABİA GÖKCEN KAYABAŞI Aksaray Üniversitesi Sözl“ anlatım t“rleri, içlerinde barındırdıkları çeşitli unsurlarla ait ol‐ dukları toplumların gelenek, görenek ve inançlarını nesilden nesile aktarıcı konumunda bulunmaktadırlar. Bu aktarımın en önemli araçlarından birisi des‐ tanlar olmakla birlikte mitler ve masallar da özellikleri itibariyle bu görevi görmektedirler. T“rk k“lt“r ve edebiyatının önemli “r“nlerinden olan, kaynakları çok eskiye dayanan, d“nyada ve çeşitli T“rk topluluklarında araştırmalara konu olan mitler ve masallar , yer, zaman, kahraman ve olaylar bakımından olağa‐ n“st“ özellikler taşımaktadır. T“rlerin eskiliği gözön“nde bulundurulduğunda bilimsel inceleme anlamında oldukça yeni sayılabilecek mit ve masal araştır‐ maları, genel olarak olağan“st“l“k konusunda benzer gör“şler ileri s“rse de bu t“rlerin kaynağı ve d“nya masallarındaki ortak özelliklerin neler olduğu konusunda farklı yaklaşımlar ortaya koymaktadır. Mit ve masal çalışmalarının d“nyaca tanınan ilk isimleri olan Grimm Kardeşler, Alman milletinin k“lt“r“ ve kökeni ile ilgili bilgileri halkın mit ve masallarında aramışlardır. Bu durum Avrupaǯda çok benimsenmiş ve birçok Avrupalı aydın kendi milletinin köklerini mitlerde ve masallarda arama çalış‐ masına girişmiştir Oğuz, : . Masalların muhtevası, şekli ve yayılışı ile ilgili teorilerin önc“s“ olan Alman W. Grimm , yılında kardeşiyle beraber Masallar hakkında önemli çalışmaları bulunan birçok bilim insanı, masalı değişik yönleriyle tanımlamaya çalışmıştır: Pertev Naili Boratav : , Naki Tezel : ))) , Ş“kr“ Elçin : , Bilge Seyidoğlu : ‐ , Saim Sakaoğlu : , Ali Berat Alptekin : X) , Esma Şimşek : vb. W. Grimmǯin d“ş“nceleri esas alınarak masalların kaynağı konusunda iki yeni teori gelişti‐ rilmiştir. Birinci teori yani mitolojik gör“ştekiler, masalları ve mitleri, (int ‐ Avrupa mitolo‐ jisinin devamı olarak kabul etmiş, masallardaki olayları, g“neşin doğuşu ve batışı, fırtına gibi tabiat olaylarına bağlı olarak açıkladıklarından da G“neş mitolojistleri lâkabıyla tanınmış‐ lardır. İkinci teori yani (indoloji gör“ş“ ise masalların kaynağını (indistan olarak görm“ş, masalların “ç yolla batıya taşındığını ileri s“rm“şt“r: Birincisi; masalların bir böl“m“n“n X. 319 YRD.DOÇ.DR. RABİA GÖKCEN KAYABAŞI hazırladığı DzKinder und (ausmärchendz Çocuk ve Ev Masalları isimli Almanca kitabının ön söz“nde masallarının kaynağı konusunda iki gör“ş ileri s“rm“ş‐ t“r. Bunlardan birincisi; (int – Avrupa dil dairesine giren milletlerin masalla‐ rının, tespit edilemeyen bir tarihi devrin mirası olduğudur. İkincisi, masalların eski mitlerin parçalanmış şekilleri olduğu ve ancak içinden çıktıkları mitlerin kesin olarak açıklanmasıyla anlaşılabileceği yön“ndedir Umay, : ‐ . D“nya masallarının bir kısmı konu ve yapıları itibariyle benzerlikten de öte aynilik göstermektedir. Masalların ana teması ve şekli o masalı aktaran masalcının d“ş“ncelerinde şekil bulur. Masal anlatıcısı mensup olduğu toplu‐ mun sevinçlerini, kederlerini, beklentilerini, mizah anlayışını içinde teşekk“l ettiği k“lt“r“n diliyle t“m incelikleriyle aktarır. Masallar farklı k“lt“r ortamla‐ rına taşındıklarında, masal anlatıcısı masal kahramanı olarak o milletin milli tiplerini oturtmakta, mekân milli coğrafyaya b“r“nmekte, masallarda yer alan savaşlar da o milletin geçmişindeki savaşlar gibi tasvir edilmektedir G“nay, : . Masallardaki bu değişimin daha iyi anlaşılabilmesi için ilk önce bu “lke‐ lerin mitolojilerini karşılaştırmak ve insanlık tarihinin birleştirici, b“t“nleştiri‐ ci ve ayırt ettirici motiflerini göstermek gerekir. Geçmiş k“lt“rlerle bağlantı kurarak mitolojik olayları birer tiyatro eseriymiş gibi incelemek, hem Tanrıla‐ rın geçmişi hem de insanlık âleminin geçmişini aynı anda öğrenmeyi sağlar. Mitoloji, edebiyatta yer almış b“t“n konuların ana motiflerini bağrında sakla‐ yan eşşiz bir kaynaktır Arda, . İlk çağlarda ortaya çıkan, özellikle çok tanrılı dinlerde tanrıların, kahra‐ manların ya da insan“st“ varlıkların hayat hikâyelerini konu edinen mitler, masallar gibi ait oldukları toplumların inançlarını, âdetlerini ve duygularını yansıtarak sözl“ olarak bug“ne kadar ulaşmıştır. Sözl“ k“lt“re ait olan bu y“zyıldan sonra sözl“ gelenek aracılığı ile batıya geldiğidir. İkincisi; İslâmiyetǯin etkisiyle Bi‐ zans, İtalya ve İspanya yoluyla Avrupaǯya taşındığıdır. Üç“nc“s“ ise; Budist malzemelerin de Moğollar vasıtasıyla Çin ve Tibetǯten Avrupaǯya taşındığı yön“ndedir. Mitolojik ve (indolojik gör“şe tepki olarak ortaya çıkan Antropolojik gör“ş ise masalların kaynağı hususunda (in‐ distanǯa tanınan bu önceliği reddederek yeni bir teori ileri s“rm“şt“r: Masalların tek kayna‐ ğı yoktur. Aynı k“lt“r seviyesindeki insanların ortak inanç ve âdetlerine bağlı olarak masal‐ lar farklı yerlerde birbirine benzer şekilde ayrı ayrı meydana gelmiştir G“nay, : ‐ .Masalların kaynağı ile ilgili yapılan bu sınıflandırmayı Seyidoğlu kitabında DzMitoloji Okulu, (indoloji Okulu ve Antropoloji Okuludz Seyidoğlu : XXX olarak, Sakaoğlu ise DzTarih Öncesi Gör“ş, Tarihi Gör“ş ve Etnografik Gör“şdz Sakaoğlu, : şeklinde adlan‐ dırmıştır. 320 PSYKHE VE EROS MİTİYLE KAFKAS TÜRK MASALLARININ KARYILAŞTIRILMASI ÜZERİNE BİR İNCELEME eserler, mitolojik unsurların edebî metinlere yansımaya başladığı çok eski ta‐ rihlerden bug“ne kadar yaşamını s“rd“rm“şt“r Yakıcı, : . Yunan mitolojisi Yunanlıların tanrı, tanrıça ve kahramanları ile ilgili hi‐ kâyelerden doğmuş, sözl“ edebiyat aracılığı ile destanlaştırılmış bir mitoloji‐ dir. Genel anlamda birçok Avrupa ve Yakın Doğu mitolojilerini etkilemiştir. Yunan mitolojisindeki Pskyhe ve Eros miti de, geçmişten g“n“m“ze pop“ler k“lt“r başta olmak “zere sanat, resim, yazın vb. pek çok uygulama alanını etki‐ leyerek kuşatıcı, şekillendirici ve yönlendirici bir rol “stlenmiştir Demir‐ Kayabaşı, : . Bu ve benzer mitlerin, masalların incelenmesi “zerinde titizlikle durulması gereken bir konudur. Masal incelemelerinde masalın yapı‐ sını oluşturan ve motif adı verilen unsurlar önemli bir yere sahiptir. Motifler “zerine yapılan çalışmalar içerisinde en hacimlisi Stith Thompsonǯın Motif Index of Folk- Literature adlı altı ciltten oluşmuş eseridir. Eserin son cildinde sadece dizin kısmına yer verilmiş olup, ilk beş ciltte anlatmaya dayalı t“rlerde yer alan motifler konularına göre her harf bir motife karşılık gelecek şekilde Aǯdan Zǯye doğru sıralanmıştır Thompson, : ‐ . Bu çalışmada ilk ola‐ rak Pskyhe ile Eros mitinin bir özeti verilmiş ve bu mit örneğinden hareketle Kafkas T“rk masalları Karaçay, Malkar, Nogay, Kumuk, Tatar içerisinde ge‐ çen; kahramanın, kiminle evlendiğini bilmeden evlenmesi ya da hayvanla ev‐ lenmesi, tanınması gibi konular “zerinde durularak seçilen masal örneklerinde tespit edilen motifler Thomsonǯin Motif Indexǯ ine göre değerlendirilmiştir. Psykhe “Ruh” ile Eros “Aşk” Miti ve Kafkas Türk Masallarındaki Örnekleri T“rk D“nyası, T“rk soyuna mensup insanların yaşadığı geniş coğrafya‐ nın adıdır. T“rk kağanlığı zamanında T“rkçe konuşan b“t“n halklara DzT“rkdz adı verilmiş ve o zamandan beri kullanılan dil T“rkçe veya T“rk dili diye ad‐ landırılmıştır. Moğolistanǯda, Kıtayǯda Çinǯde , Doğu ve Batı T“rkistanǯda, Kaf‐ kaslarǯda, )dil‐Uralǯda, Kırımǯda, T“rkiyeǯde ve Balkanlarǯda yaşayan yani T“rk dillini kullanan halklar o zamandan beri T“rk adını almışlardır Ercilasun, : . Kendilerini T“rkçe konuşan uluslar veya benzeri biçimlerde nite‐ lendiren bu halkları bir arada tutan en önemli özelliklerden biri dil olduğu için T“rk boy ve topluluklarının lehçeleri ve edebiyatları da T“rk d“nyası edebiyatı çatısı altında değerlendirilmelidir. T“rk d“nyası edebiyatına genel olarak bakıldığında masalı karşılayan kavramlar değişik adlarla kendini göstermektedir: Azeriler nağıl, Başkurtlar äkiyät, Kazaklar şabuv, şabıs, Kırgızlar at çabū, çöö comak, Özbekler ertäk, Ta‐ 321 YRD.DOÇ.DR. RABİA GÖKCEN KAYABAŞI tarlar äkiyät, T“rkmenler erteki, Uygurlar çöçäk, Çağataylar erteği, tumtak, Tele“tler çorçak, Sagaylar ımak, Şorlar nıbak, sersek, Çuvaşlar hallep, Uygurlar çoçek, çöçek, Yakutlar ve Sahalar olonho, olanho, ostuoroy, Kabardinler şapıs, Altaylar çörçök, Tuvalar tool, (akaslar nımah vb. kelimelerle masalı karşılamış‐ lardır Akalın, : . Kafkasyaǯda ise masal kelimesinin karşılığı olarak Kumuklar yomaq, Tatarlar ekiyat, Karaçaylar ve Malkarlar comak gibi kelime‐ leri kullanmışlardır. Masal kavramını karşılayan bu kelimelerin sayıca çokluğu, gerek T“rk boylarında gerekse d“nyada zengin bir masal anlatma geleneğinin varlığına işaret eden bir gösterge olarak değerlendirilebilir. T“rk D“nyasında masal metinleri ve geleneğinin yolcuğunu ele alan Ali Yakıcıǯnın şu değerlendirmeleri oldukça dikkat çekicidir: Türk boylarına ait masallar, coğrafyalarının kültürel ve medeni seviyeleri bakımından farklılık göstermektedir. Örnegin bazı Türk yurtlarında masal kavramı hâla destan kavramının geleneksel yapısı bağlamında varlığını sürdürmektedir. Türk coğrafyasının doğu ve kuzeydoğu bölgelerinde yaşayan Türk boylarının masalları ve masalcılık geleneği birbirinden oldukça farklıdır. Kuzeydoğuda anlatılan bir masal, neredeyse destan sayilabilecek kadar uzun ve manzumdur. Kuzeydoğuda ve doğuda anlatılan bir masalın batıya olan yolculuğunda masal gerek olay örgüsü gerekse de kahramanlar bakımından değişebilmekte bazen de epizotları bölünerek içerisinden birkaç yeni masal ortaya çıkabilmektedir (Yakıcı, 2014: 180). Masalın, özellikle olağan“st“l“klerle ör“l“ d“nyası, insan dışında çeşitli canlı ya da cansız varlıkların masal kahramanı olabilmesine imkân tanımakta‐ dır. Bu çerçevede hayvanların masal kahramanı olarak gör“lmesi de d“nyada örnekleri gör“len bir durumdur. Masallarda insanlar temel kahraman olmakla birlikte, insanların yanında hayvanların da olduğu masallarda, insanla hayvan arasındaki ilişki çok sık rastlanmasa da bazen masaldaki bir hayvanın bir in‐ sanla evlenmesi ya da tam tersi bir şekilde gerçekleşebilmektedir Dilek, : . Masallardaki bu karmaşık ilişki, kiminle evlendiğini bilmeden yapılan bir evlilik şeklinde de kendini göstermektedir. Yunan mitolojisinde Psykhe ile Eros’un aşkı da bir evlilik çerçevesinde gerçekleşmese de olay kiminle aşk ya‐ şadığını bilmeden bir aşkı yaşamak şeklinde geçmektedir. Psykhe “Ruh” ile Eros “Aşk” mitinin özeti şu şekildedir: Bir kralın üç kızından en güzeli olan Psykhe’ye duyulan ilgiyi, Aphrodite kıskanır. Oğlu Eros’u çağırarak Psykhe’yi dünyanın en çirkin erkeğine âşık etmesini söyler. Fakat Psykhe’ye Eros’un kendisi âşık olur ve onu sihirli bir saraya 322 PSYKHE VE EROS MİTİYLE KAFKAS TÜRK MASALLARININ KARYILAŞTIRILMASI ÜZERİNE BİR İNCELEME götürür. Sadece geceleri Psykhe’nin yanına gelir ve ona kim olduğunu söylemez. Psykhe, Eros’un yüzünü bir türlü göremez. Psykhe, bir gün Eros’tan yüzünü ona göstermesini ister. Eros ise bunu bilmesinin kendileri için iyi olmayacağını söyler. Psykhe’yi kıskanan kız kardeşleri ona bu delikanlının dünyanın en çirkin adamı olduğunu o yüzden kendisini ona göstermediğini söylerler. Psykhe merak, üzüntü ve şaşkınlık içinde kız kardeşlerine inanarak Eros uyuduktan sonra sakladığı lambayı çıkararak ona bakar, Eros’un güzelliğine hayran olur ve aşkı daha da alevlenir. Psykhe’nin elindeki lambadan düşen kızgın yağ Eros’un omzuna düşer ve Eros uykusundan uyanır, sevgilisinin yaptığı hatayı anlar anlamaz derhal kanatlarını açar ve uçup gider. Eros’la birlikte sihirli saray da bozulup yok olur. Psykhe’nin ıstırabı o kadar büyük olur ki kendisini bir nehire atar. Kendisini bir kıyıda bulur. Bütün dünyayı dolaşmaya başlar, sayısız yerler gezerek Tanrılar’a kocasını kendine vermeleri için yalvarır fakat Tanrılar’dan hiçbiri Eros’un nerede olduğunu belli etmezler. Dolaşmaktan usanan Psykhe bitkin bir hâlde Aphrodite’in sarayına gelir. Ancak Aphrodite ona iyi davranmaz; can sıkıntısı ve hüznü onun yanına arkadaş olarak verir. Eros kendisine bu kadar candan bağlı olan sevgilisine kavuşmak için Olympos’a gider ve Zeus’a yalvarır. Zeus, Eros’un isteğini kabul eder ve Hermes’e Psykhe’yi Olympos’a getirmesini ve Tanrılar sarayına kabul edilmesini emreder. Eros ve Psykhe ebedi olarak izdivaç bağları ile bağlanırlar Can, : – . Masallar, insanın olmasını hayal ettiği d“nyada gerçekle gerçek“st“n“ bir araya getirerek belirsiz bir zamanda, sıradan insanların çoğu kez gerçek“s‐ t“ g“çlerle donanarak çeşitli olaylarla m“cadelesini aktarmaktadır. (ayvanla‐ rın da insanlar gibi davranarak d“ş“n“p konuşabildiği masal metinlerinde, ses ve kelime sihirle g“ç kazanmakta; yeraltı, su altı ve göky“z“ d“nyaları da iç içe girmektedir Dilek, : . Bu anlamda sihir ile ilgili motifler, masalların tipik yapısını meydana getiren olağan“st“l“klerin önemli bir boyutunu oluştu‐ rur Karadağ, : ‐ . Psykhe ile Eros mitinde de Eros hayalinde can‐ landırdığı g“zeller g“zeli Psykheǯye âşık olmuş, ona y“z“n“ göstermeden sihir‐ li bir sarayda aşklarını yaşamışlar; ancak Psykheǯnin merakına yenik d“ş“p Erosǯun y“z“n“ görmesiyle, Eros insan kimliğinden çıkıp kanatlı bir varlık ola‐ rak oradan ayrılmıştır. Belirtilen mit örneğinde masallarda olduğu gibi sihir, g“çl“ bir unsur olarak yer almış, gerçekle gerçek“st“l“k bir arada yaşanmış, insan kanatlı bir varlığa dön“şerek göky“z“ d“nyasına karışmıştır. DzT“rk d“n‐ yası masallarında kahramanlar hemen her şekle girebilmekle birlikte, Şamanizmin hatırası olarak; Şamanın göky“z“ seyahatinin gerçekleştirebilmek için en çok tercih ettiği don olan, kuş donuna girmeye ve uçmaya meyilli olduk‐ 323 YRD.DOÇ.DR. RABİA GÖKCEN KAYABAŞI ları göze çarpardz T“rkan, : . İnsanın, şekil değiştirerek başka bir varlık gör“n“m“ne b“r“nmesini ifade eden Dzdon değiştirmedz motifi çerçeve‐ sinde Roux, hayvan donuna girmeyi şu şekilde açıklamaktadır: Hayvana dönüşmek basit bir iş olmasa da öyle görünmektedir. Tür değişimi çok çabuk ve kolay tezahür eder: kanat çırpma, kişneme, bedenin kıvrılıp bükülmesi ve sonra kuş, at ya da yılan ortaya çıkar. Dönüşümü kolaylaştırmak için çeşitli yöntemler vardır. Bir ağacın gövdesinin çevresinde ayı gibi sesler çıkarıp sürünerek üç kere dolaşırsak ayıya dönüşürüz. Bu örneği av ayinlerinde (geyik postu giymek) hayvanlarla konuşma temalarında görmüştük; kimin kiminle konuştuğu belli değildir, ya bir boy ilişkisini ya da başka bir boyun yaşamına katılmayı açığa çıkarır. Başka birinin yaşamına katılmak ve bu kişi olmak için bütünüyle onunla birleşmek ve onun bütün kişiliğine bürünmek gerekmez. Dolaylı bir gönderme yeter. En küçük bir parça bile bunun yerine geçer Roux, : . İnsanın; bitki, hayvan, eşya veya herhangi bir varlık şekline girebilmesi motifi destan, masal, efsane gibi t“rlerde gör“lmektedir. Şekil değiştirme mo‐ tifi insanın bilinçaltından ve yaratıcı g“c“nden ortaya çıkan duygularının birer yansımasıdır. Bu durum benliğini kanıtlayamamış kişilerin, bireyselleşme ve kimlik kazanma sembol“ olarak değerlendirilmelidir Ocak, : . Psykhe ile Eros mitinde; Eros da gerçekleştirdiği bu eylemle varlığını kabul ettirerek başka birinin yaşamına katılmıştır. D“r“şken, Antikçağ’da Psykhe Kavramına Genel Bir Bakış adlı eserinde (omeros döneminde “psykhe” ile ilgili felsefe‐öncesi gör“şlerin, felsefe tarihi içinde değişik boyutlarda ele alındığını ve “psykhe” teriminin önceki kullanım‐ larından daha farklı anlamlar kazandığını söylemektedir. Ayrıca ilk anlamı Dzsolukdz olan ve maddi bir yapıya sahip olduğu d“ş“n“len Dzpsykhedz teriminin, Sokrates‐öncesi d“ş“nce tarihi içinde gittikçe ilk anlamından sıyrılarak daha hafif bir anlayışa kendini bıraktığını; Dzhareketdzin ve Dzbilgidznin kaynağı olarak kendini gösterdiğini dile getirmiştir : . “Psykhe” kavramı, s“reç içer‐ sinde ruh tasarımının t“m işlevleri y“klenerek, insanın duyuş ve d“ş“n“ş et‐ kinliğinin toplandığı, hatta insan olma vasfının temel dayanağı hâline gelen bir kavrama dön“şm“şt“r Uslu, : . İnsanlardaki hareketi ve bilgiyi tem‐ sil eden Psykhe, Psykhe ile Eros mitinde de bu canlılığı sergilemektedir. T“rk mitolojisindeki Dzışıkdz motifi, Yunan mitolojisine ait olan bu mit örneğinde Dzlambadz ile özdeşleştirilmiştir. Metinde geçen Dzlambadz Psykheǯnin âdeta aşkıyla merak duygusu arasında bir seçim yapmakla sınanmasının sembol“ olmakla Bkz.: Eliade , Ergun , Ocak , Ögel 324 , Roux , Sakaoğlu , Y“ce . PSYKHE VE EROS MİTİYLE KAFKAS TÜRK MASALLARININ KARYILAŞTIRILMASI ÜZERİNE BİR İNCELEME birlikte insanın kendisinden gizlenen, bilmemesi öğ“tlenene karşı duyduğu merakın da göstergesidir Delikgöz‐Alıç, : ‐ . Psykhe ile Eros mitine benzer bir örnek Kumuk masallarından Baqa Kepden Çıqgan Qız DzKurbağa Kılığından Çıkan Kızdz masalında hayvanla evlen‐ me şeklinde gerçekleşmektedir. Masalının özeti şu şekildedir: Bir hanın “ç oğlu vardır. (an oğullarını evlendirmek ister ve onlardan oklarını atmalarını, oklarının d“şt“ğ“ yerden onlara kız alacağını söyler. B“‐ y“k oğlu okunu atar, bir g“zelin bahçesine d“şer; han oğluna o kızı alır. Ortan‐ ca oğlu okunu sevdiği kızın bahçesine atar; han ona da o kızı alır. K“ç“k oğlu da okunu atar, ok kaybolup gider. Oğlan okunu aramaya çıkar. (ayli zaman sonra oğlan bir göl“n kıyısında başından geçen işe ağlarken gölden bir kurba‐ ğa çıkar gelir. Kendisine değen oku oğlana verir, oğlan, kurbağayı alır ve evine gider, kurbağayla evlenir. (an sırasıyla çocuklarından eşlerinin yemek yapma‐ larını, halı dokumalarını, karılarıyla beraber yanına gelmelerini ister. Yemeğin de halının da en g“zelini kurbağa yapar. Kurbağa kalıbını çıkarıp g“n gibi kız olup gelir. Bahçede gezerlerken han kızlardan h“ner göstermelerini ister, kur‐ bağa kız çeşitli h“nerler gösterir. Oğlan kızın kalıbını ateşe atıp yakar, kız bunu gör“nce g“vercin olup uçup gider. Oğlan kızı aramaya çıkar. Oğlan bir saraya girer ve kızın teyzesinden, kızın, annesinin bedduasıyla kurbağaya dön“şt“ğ“‐ n“ ne tarafa gitmesi gerektiğini öğrenir. Saraydan ayrılan oğlan başka bir sa‐ rayda kızın diğer teyzesiyle karşılaşır o da oğlana ne tarafa gitmesi gerektiğini söyler. Oğlan bu saraydan da ayrılır ve başka bir saraya gelir ve kızın annesiyle tanışır. Ondan kızını nerede bulacağını ve ne yapması gerektiğini öğrenir. Oğ‐ lan kızın annesinin dediklerini yapar ve kızı alıp evine ulaşır. Yedi gece yedi g“n d“ğ“n yapıp evlenirler ve oğlan babasının yerine han olur Kadirhacıyev, : ‐ . Psykhe ile Eros mitinde yaşanan aşkta Psykhe, nasıl birisiyle aşk yaşadı‐ ğını bilemeden âşık olur. Kurbağa Kılığından Çıkan Kız masalında ise hanın k“ç“k oğlu bir kurbağa ile bilerek evlenir. Psykhe, Erosǯun y“z“n“ gör“nce Eros kanatlanarak uçar gider. (anın k“ç“k oğlu ise kurbağa kalıbından çıkan g“zel karısının tekrar kurbağaya dön“şmemesi için kurbağa kalıbını yakınca, kurbağa karısı g“vercin olup gider. Psykhe de hanın k“ç“k oğlu da sabırsızlık‐ larından dolayı aşklarının en g“zel zamanında sevgililerini kaybedip arama telaşına d“şerler. Benzer bir şekilde ikisinin de sevgilileri yanlarından uçarak kaybolur. Çekilen “z“nt“l“ anlar ve arayışlardan sonra Psykhe de, hanın k“ç“k oğlu da mutlu olurlar. 325 YRD.DOÇ.DR. RABİA GÖKCEN KAYABAŞI Masalların sık tekrarlanan ve en ilgi çekici motiflerinden olan şekil de‐ ğiştirme ile Kurbağa Kılığından Çıkan Kız masalında da karşılaşılmaktadır. (a‐ nın k“ç“k oğlunun karısı ilk başta insandır, annesinin bedduası ile belli bir s“re kurbağa olur, evlendiği s“re zarfında belli bir zaman için insana dön“ş“r, kurbağa kılığından kurtulmasına “ç g“n kala kocasının sabırsızlığı neticesinde g“vercin olur, horoz olur ve en son insana dön“şerek kendi kimliğini tekrar kazanır. Kumuk masallarından Taşqabaqnı Yomagı DzTaş Kabağın Masalıdz masa‐ lında da evlilik, kiminle evlendiğini bilerek gerçekleşir. Masalın özeti şu şekil‐ dedir: Fakir bir adamın büyücü karısı, kocasına on beş gün sonra taş kabak doğuracağını söyler. Karısının bu sözüne inanmayan adam on beşinci gün ormana gider, odun toplarken karnı ağrır ve bir taş kabak doğurur. Taş kabağı ormanın içerisine atıp, kurtulmaya çalışsa da Taş kabak ısrarla adamın yanından ayrılmaz. Bir gün başka bir köye değirmene giderler, adam Taş kabak’ı suya atar gene geri gelir; adam buna çok sinirlense de karısı bu taş kabağın kendileri için faydalı olacağını söyler ve Taş Kabak’a gidip su kenarında oynamasını söyler. Taş Kabak suyun kenarında oynarken kabak kalıbından çıkıp güzel bir kız olur. Avdan dönen hanın oğlu kızı görüp beğenir ve ailesinden ister. Kızı alıp evine getirir ve düğün yapar. Gelinin odasına girerken annesi, babası ve kız kardeşlerine odanın her tarafını iyice kapatmalarını ışık bile girmemesini, üç gün sonra kapıyı çalınca açmalarını söyler. Oğlan içeriye girince geride kalanlar odanın kapısını, penceresini iyice sıvarlar anacak iki kız kardeş bakmak için küçük bir delik bırakırlar. Delikten kız kardeşlerin baktığını anlayan kız kendisini de oğlanı da ağzından çıkan alevle yakarak öldürür Kadirhacıyev, : ‐ . Psykhe ve Eros mitinde Psykhe, Erosǯun bir aşk tanrısı olduğunu bilme‐ den, olağan“st“ bir şekilde Tanrı ile aşk yaşar. Taş Kabağın Masalıǯnda ise Taş Kabakǯın g“zel bir kız olduğu sırırını annesi ve kocası dışında kimsenin bilme‐ mesi ve bir erkeğin bir taş kabak doğurması masalın olağan“st“l“ğ“n“ artırır. Bu masal örneğinde de şekil değiştirme motifi ile karşılaşılmakta ve Taş Kabak çok g“zel bir kıza dön“şmektedir. Kocası, taş kabağın çok g“zel bir kız olduğu‐ nu, kalıbından çıktığı bir anda gör“r ve evlenmek ister. Masalın sonunda Taş Kabak, sırrını annesi ve kocasından başkaları öğrenince hem kendini hem ko‐ casını yok eder. "Sır saklamak" masallarda önemli bir vasıf olarak işlenir ve bu niteliğe sahip olmayanlar da çeşitli şekillerde cezalandırılırlar G“nay, : . Ancak Psykhe ve Eros mitinde Eros ilk başta sırrının öğrenilmesi “zerine 326 PSYKHE VE EROS MİTİYLE KAFKAS TÜRK MASALLARININ KARYILAŞTIRILMASI ÜZERİNE BİR İNCELEME Psykheǯyi terk etse de belli bir zamandan sonra sevgililer tekrar mutluluğa kavuşmaktadırlar. Tatar masallarından Tılsımlı Çıbık DzSihirli Çubukdz masalında adam far‐ kında olmadan bir yamyamla evlenir. Geceleri köpeğe dön“şerek mezarlıkta öl“ eti yiyen karısının yamyam olduğunu öğrenince de, karısı tarafından önce köpeğe sonra serçeye dön“şt“r“l“r G“ltekin, : ‐ . Psykhe ile Eros mitinde, Pskyhe, Erosǯun bir aşk tanrısı olduğunu bilmeden aşk yaşamış‐ tır. Sihirli Çubuk masalında da adam karısının yamyam olduğunu, evlendikten sonra öğrenmiştir. Karaçay‐Malkar masallarından Aq Eçkiçik DzAk Keçicikdz masalında da evli‐ lik hayvanla evlenme şeklinde gerçekleşmektedir. Masalın özeti şu şekildedir: Yaşlı bir adamın “ç kızı, bir oğlu vardır. Yaşlı adam, oğluna kız kardeşle‐ rini kim istemeye gelirse ona vermesini vasiyet eder ve öl“r. Genç, b“y“k kız kardeşini, onu istemeye gelen bir ayıya; ortanca kız kardeşini, onu istemeye gelen bir kurda; k“ç“k kız kardeşini de onu istemeye gelen bir tilkiye verir. Genç, kız kardeşlerini ziyaret etmek için yola çıkar. Yolda gencin ön“ne hep bir ak keçi çıkar ve gencin kıyafetlerini yakar. Genç, kardeşlerini ziyaret ettiğinde damatların birer hayvan değil, aslında yakışıklı, zengin birer genç olduklarını öğrenir. Genç, k“ç“k damattan ak keçinin de bir han kızı olduğunu öğrenir ve yola çıkar. Tilki damat, gencin tulpar at edinmesine yardımcı olur. Ardından kızı nasıl yeneceğini de söyler. Genç, hanın kızını yener ve evlenirler Aslan, : ‐ . Bu masal örneğinde de genç kızların evlendiği erkekler önce hayvan şeklindedir, sonrasında yakışıklı bir delikanlıya dön“şmektedir. Masal kahramanı genç karşısına çıkan ak keçinin bir han kızı olduğunu öğrendikten sonra, m“cadele eder ve sonunda evlenir. Genç kızların hayvanla evlenmesi, kahraman gencin çeşitli m“cadeleleri atlatıp han kızı ile evlenmesi bakımından Psykhe ile Eros mitine benzemektedir. SONUÇ Pskyhe ve Eros mitinde yaşanan olayların benzer örnekleri Kafkas T“rk masallarında da yer almaktadır. Kumuk masallarından Kurbağa Kılığından Çıkan Kız masalında kahramanın bir kurbağa ile evlenmesi, sevgilinin g“vercin olup uçarak kaçması eylemi ile Psykhe ve Eros mitindeki Erosǯun bir aşk tanrı‐ sı olması ve onun da uçarak uzaklaşması birbirine benzemektedir. Psykhe ve Eros mitinde kahraman bir Tanrı ile evlendiğini sonradan öğrenmektedir. Benzer şekilde Tatar masallarından Sihirli Çubuk masalında da kahraman bir 327 YRD.DOÇ.DR. RABİA GÖKCEN KAYABAŞI yamyamla evlendiğini evlendikten sonra öğrenmektedir. Karaçay‐ Malkar ma‐ sallarından Ak Keçicik masalında da buna benzer bir durum genç kızların baş‐ langıçta hayvanla evlendikleri zannederken bu hayvanların yakışıklı birer de‐ likanlı olduklarını evlilik sonrasında öğrenmeleri şeklinde geçmektedir. Ku‐ muk masallarından Taş Kabağın Masalıǯ nda Taş Kabak g“zelliğinin kocası ta‐ rafından öğrenilmesi “zerine hem kocasını hem de kendini yok eder. Psykhe ve Eros mitinde ise Eros ilk başta sırrının ortaya çıkması “zerine Psykheǯyi terk etse de belli bir zaman sonrasında sevgililer kavuşmaktadırlar. Gerek Psykhe ve Eros mitinde gerekse masal metinlerinde bulunan mo‐ tifler Thompsonǯın Motif Indexǯ ine göre incelendiğinde kahramanın kimliğini bilmeden evlenmesi ve tanımayla ilgili merak duygusu motifi DzK. Aldatmalardz böl“m“n“n DzK ‐K Aldatma yoluyla kaçmadz ve DzK ‐K Yalan söyleyerek aldatmalardz böl“m“nde, kahramanın kimliğinin ifşasıyla uzaklaş‐ ması ve uzaklaşma yoluyla cezalandırması motifi DzQ. M“kâfatlar ve Cezalardz böl“m“n“n DzQ ‐Q Cezalandırılmış İşlerdz böl“m“nde, kahramanı kimli‐ ğin gizlenmesi yoluyla sınama veya sınanma vb. unsurlarda Dz(. İmtihanlardz böl“m“n“n Dz( ‐( Evlenme İmtihanlarıdz böl“m“nde yer almaktadır. Masal metinlerinde gör“ld“ğ“ “zere ortak motiflerin dışında farklılıklar da söz konusudur. Bilerek veya bilmeyerek bir insanın Tanrıǯyla aşk yaşaması ya da bir insanın insan dışında bir varlıkla evlenmesi masalların olağan“st“l“‐ ğ“n“ ve mitoloji ile olan bağını göstermesi bakımından önemlidir. Mitoloji ve masal bağlamında yapılan bu çalışma ile Yunan mitolojisiyle Kafkas T“rk ma‐ salları arasında benzer öğe ve motifler tespit edilmiştir. Masalların, mitlerin parçalanmış şekilleri olduğu d“ş“ncesinden hareketle Yunan mitolojisine ait bir mitin benzerleri ile Kafkasyaǯda karşılaşılıyor olması farklı toplumların k“lt“rlerinin birbirlerinden etkilendiklerini göstermektedir. KAYNAKÇA Akalın, Ali Osman. . DzT“rk D“nyasında Masal Tarih İlişkisidz, . Y“zyılda Eğitim Ve Toplum, : ‐ , Ankara. Alptekin, Ali Berat. . Taşeli Masalları, Ankara: Akçağ Yayınları. Arda, Zeki Cemil. . DzAnadolu Ve Avrupa Mitolojisinde İçerik Ve Motif Karşılaştırmasıdz, T“rk K“lt“r“ Ve (acı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, Sayı , Ankara. 328 PSYKHE VE EROS MİTİYLE KAFKAS TÜRK MASALLARININ KARYILAŞTIRILMASI ÜZERİNE BİR İNCELEME Aslan, Zeynep. . Karaçay‐Malkarlarda Tılsımlı Masallar İnceleme‐ Metin , Yayımlanmamış Y“ksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi. Boratav, Pertev Naili. . Soruda T“rk (alk Edebiyatı, İstanbul: Gerçek Yayınevi. Can, Şefik. . Klasik Yunan Mitolojisi . Basım , İstanbul: İnkılâp Yayınevi. Demir, S.‐Kayabaşı, O. A. . DzPsykhe İle Eros Mitinin Yapısal Özellik‐ lerinin Gösterge Bilimsel Yansımalarıdz, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilim‐ ler Dergisi, S. , S. ‐ , K“tahya. Dilek, İbrahim. a . Altay Masalları, Alp Yayınevi, Ankara. Dilek, İbrahim. b . DzSibirya T“rk Masallarında (ayvanla Evlenmedz, Selçuk Üniversitesi T“rkiyat Araştırmaları Dergisi, S. , S. ‐ , Konya. Delikgöz, Ö.‐Alıç, M. . DzOsmanlı İstanbulǯunda Bulunan Bazı M“s‐ lim Ve Gayrim“slim Mezarlıklarındaki Kimi Sembollerdz, (acettepe Üniversitesi T“rkiyat Araştırmaları Dergisi, G“z , ‐ . D“r“şken, Çiğdem. . Antikçağǯda Psykhe Kavramına Genel Bir Ba‐ kış ), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fak“ltesi Basımevi. Elçin, Ş“kr“. . (alk Edebiyatına Giriş, Ankara. Elıade, Mircea. . Şamanizm, Çev: İsmet Birkan , Ankara: İmge Kitabevi. Ercilasun, Ahmet Bican. . T“rk D“nyası Üzerine İncelemeler, An‐ kara: Akçağ Yayınları. Ergun, Metin. . T“rk D“nyası Efsanelerinde Değişme Motifi, Anka‐ ra: Tdk Yayınları. G“ltekin, Mustafa. . Tataristan Masalları Üzerinde Bir Araştırma, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi. G“nay, Umay. . DzT“rk Masallarında Ailedz, Sosyo K“lt“rel Değişme S“recinde T“rk Ailesi, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, ‐ , An‐ kara. G“nay, Umay. . DzMasaldz, T“rk D“nyası Eı Kitabı, C. )ıı, Ankara: T“rk K“lt“r“n“ Araştırma Enstit“s“ Yayını, A /): ‐ . Kadirhacıyev, Kalsın S. . DzYomaqlar/ Masallardz, Başlangıçtan G“‐ n“m“ze Kadar T“rkiye Dışındaki T“rk Edebiyatı Antolojisi Nazım‐Nesir . Cilt Kımuk Edebiyatı , Ankara: K“lt“r Bakanlığı. Karadağ, Metin. . T“rk (alk Edebiyatı Anlatı T“rleri, Balıkesir: Ba‐ lıkesir Akademi Dergisi Yayınları. Ocak, Ahmet Yaşar. . Alevî‐Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Te‐ melleri, İstanbul: İletişim Yayınları. 329 YRD.DOÇ.DR. RABİA GÖKCEN KAYABAŞI Oğuz, Öcal. . DzT“rkiyeǯde Mit Ve Masal Çalışmaları Veya Bir Olum‐ suzlama Ve Tek‐Tipleştirme Öyk“s“dz, Millî Folklor, Ankara, : ‐ . Ögel, Bahaeddin. . T“rk Mitolojisi )ı/ Kaynakları Ve Açıklamaları İle Destanlar , Ankara: Ttk Yayınları. Roux, Jean Paul. . Orta Asyaǯda Kutsal Bitkiler Ve (ayvanlar Çev: Aykut Kazancıgil‐Lale Arslan , İstanbul: Kabalcı Yayınları. Sakaoğlu, Saim. . Anadolu‐T“rk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi Ve Bu Efsanelerin Tip Kataloğu, Ankara: K“lt“r Bakanlığı, Milli Folklor Araş‐ tırma Dairesi Yayınları. Sakaoğlu, Saim. . G“m“şhane Ve Bayburt Masalları, Ankara: Akçağ Yayınları. Sakaoğlu, Saim. . Masal Araştırmaları, Ankara: Akçağ Yayınları. Seyidoğlu, Bilge. . Erzurum (alk Masalları Üzerine Araştırmalar, Bayram Matbaası, Ankara. Seyidoğlu, Bilge. . DzMasaldz, T“rk Dili Ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. Vı, İstanbul: ‐ . Şimşek, Esma. . Yukarıçukurova Masallarında Motif Ve Tip Araş‐ tırması, Ankara: K“lt“r Bakanlığı Yayınları. Tezel, Naki. . T“rk Masalları , İstanbul: Meb. T“rkan, Kadriye. . DzT“rk Masallarında Kahramanın Ve Şamanın Don Değiştirmesi Arasındaki Benzerliklerdz, T“rkbilig, : ‐ . Uslu, Serdar. . DzMitos Temelli Ruh Tasarımının Bir Örneği Olarak (omerosǯta Psykhe Kavramıdz, Dört Öge : ‐ . Yakıcı, Ali. . Dzİpek Yolunda Masalların Yolculuğudz, İpek Yolunda T“rk K“lt“r Mirası Edt. Fahri Atasoy , Ankara: T“rk Yurdu, ‐ . Yakıcı, Ali. . Çocuk Ve Gençlik Edebiyatında Sözl“ K“lt“r Ür“nle‐ rinden Yararlanma Yöntemleri, haz.: T. Şimşek‐ B. V. Yıldız , )). Uluslararası Çocuk Ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu, İstanbul: Çocuk Ve Gençlik Edebiyatı Yazarları Birliği. Y“ce, Kemal. . DzT“rk Masallarında Şekil Değiştirme Üzerinedz, Ege Üniversitesi T“rk Dili Ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S. , S. ‐ . 330 ZONGULDAK YÖRESİ HALK EDEBİYATI ÜZERİNLERİNDE KÖMÜR-OCAK (MADEN) VE İNSAN İLİŞKİSİ ZONGULDAK YÖRESİ HALK EDEBİYATI ÜRÜNLERİNDE KÖMÜR-OCAK (MADEN) ve İNSAN İLİŞKİSİ YRD. DOÇ. DR. ÜNSAL YILMAZ YEŞİLDAL Akdeniz Üniversitesi Bir yörenin genelinin geçim kaynağı olan unsurların o yörede yaşayan insanların genelde k“lt“r, özelde de halk edebiyatı mahsullerinde yer alması olağandır. Bu bağlamda köm“r ve köm“r“n çıkarıldığı yer olan ocak maden da Zonguldak ve çevre illerin öncelikli geçim kaynağı olmasından dolayı yöre insanının halk edebiyatı mahsullerindeki yerini almıştır. Köm“r ve ocak ma‐ den halk edebiyatı mahsulleri haricinde de yöreye ait bir sembol olmuştur. Yörenin önemli futbol takımlarından birinin adı Zonguldak Köm“rsporǯdur. Dolaylama aracılığıyla köm“re karaelmas denilmektedir. Zonguldakǯta bulu‐ nan bug“nk“ adıyla B“lent Ecevit Üniversitesinin eski adı Karaelmas Üniversi‐ tesidir. Zonguldakǯın merkez mahallelerinden birinin adı da Karaelmasǯtır. Köm“r, bölge halkının geçim kaynağıdır ve ǯların sonuna kadar hemen hemen her evden en az bir kişi ekmeğini madencilikten kazanmıştır. G“n“‐ m“zde ise madencilikle uğraşan insan sayısı geçmişle kıyaslanamayacak kadar azdır. Bu çalışmada gerek daha önce yayımlanmış olan kitaplardan, gerekse de yazar tarafından saha da yapılan derlemelerden faydalanılarak köm“r‐ocak maden ve insan ilişkisi bağlamında Zonguldak halk edebiyatı “r“nlerini de‐ ğerlendirilecektir. Zonguldak yöresi insanları uzun yıllar tarım ve ormancılıkla uğraşarak iktisadi faaliyetlerini s“rd“rm“şt“r. Yöre insanı g“n“m“zde de bu uğraşları s“rd“rmekle birlikte Zonguldak ili sınırlarında tarım daha çok ailelerin temel ev ihtiyaçlarını karşılayacak b“y“kl“kte devam etmektedir. Zonguldakǯtan Karaelmas sözc“ğ“ yöredeki pek çok resmî ve özel iş yerine isim olarak verilmiştir: Karael‐ mas Vergi Dairesi, Karaelmas İlkokulu, Karaelmas Madencilik, Karaelmas Kuyumculuk vb. Yine yörede yılında köm“r“ bulduğu kabul edilen Uzun Mehmetǯin adı da Uzunmehmet Vergi Dairesi, Uzunmehmet Anadolu Lisesi vb. şekillerde iş yerlerine isim ola‐ rak verilmiştir. Yine Zonguldakǯın Ereğli ilçesinde Uzunmehmet adlı bir mahalle bulunmak‐ tadır. Zonguldak yöresi ifadesiyle kastedilen daha önce Zonguldak m“lki sınırlarına bağlı ilçeler iken sonralarda il stat“s“ne dön“şen Bartın ve Karab“k illeriyle birlikte Zonguldak ilidir. 331 YRD.DOÇ.DR. ÜNSAL YILMAZ YEŞİLDAL ayrılarak il stat“s“ne kavuşan Bartınǯda ticari anlamda tarım; yine aynı şekilde Zonguldakǯtan ayrılarak il stat“s“ne kavuşan Karab“kǯte ticari anlamda or‐ mancılık faaliyetleri s“rmektedir. M“stakil bir il stat“s“ne kavuşmalarına rağmen Bartın ve Karab“k ille‐ rinin folklorik unsurlarını Zonguldakǯtan ayrı d“ş“nmek imkânsızdır. Ç“nk“ bu “ç ilin insanları yıllarca aynı k“lt“r dairesinde var olmuş ve özellikle de madencilik bağlamında aynı kaderi paylaşmıştır. Bu insanlar işçi olarak çalış‐ tıkları Zonguldakǯtaki madenlere gerek Bartın gerekse de Karab“kǯten bazen g“n“birlik, bazen de haftada bir geliş gidişler yaparak Zonguldakǯla temas hâ‐ linde olmuştur. Bu insanların bazıları da tamamen Zonguldakǯa göçmeyi tercih etmiştir. Şehir merkezinin tarihi köm“r“n bulunduğu yılına dayanmakta iken yörenin tarihi yapılan arkeolojik kazılar ve tarihi çalışmalara göre M.Ö. ǯl“ yıllara, Frigler dönemine, dayandırılmaktadır Kasap vd. : . Bu tarihi daha da eskilere, M.Ö. ǯli yıllara, göt“ren kaynaklar da mevcuttur Kalyoncu : . ǯlerin başında k“ç“k bir köy özelliği gösteren Zon‐ guldak madenciliğin gelişmesiyle birlikte ǯda Bolu sancağına bağlı bir kaza merkezi, yılında m“stakil mutasarrıflık, yılında il stat“s“ne kavuşur Kasap vd. : ; Kalyoncu : . Şehir aynı zamanda Cumhu‐ riyetǯin ilk şehri olma özelliğini taşımaktadır. Gör“ld“ğ“ “zere Zonguldakǯın madencilikle tanışması bölge tarihine göre çok geç tarihlere rastlamaktadır. Zonguldakǯta ǯda bulunan köm“r ǯde “retilip işlenmeye başlanmıştır Yorulmaz : . Çalışmanın bundan sonraki böl“mlerinde Zonguldak yöresinden der‐ lenmiş halk edebiyatı mahsullerinde karşılaşılan köm“r‐ocak maden ve in‐ san ilişkisine dair tespitlerde bulunulacaktır. Mâni anonim halk edebiyatının en yaygın nazım şekillerinden biridir. Bu özelliğinden olsa gerektir ki Zonguldak yöresinde köm“r‐ocak maden ve insan ilişkisinin en çok rastlandığı nazım şekli de mânidir. D“ğ“n, kadın toplu‐ lukları, iş yeri ve tarla gibi ortamlarda söylenen mâniler genellikle hecenin ǯli veya ǯli kalıbıyla meydana gelen dörtl“klerden oluşur Elçin : ‐ ; Elçin : . Az sözle çok anlamın ifade edildiği mâniler; doğa, sevgi, ayrılık, hasret, vefasızlık, kadere isyan, öl“m, evlenme arzusunu ifade etme ve nefret gibi konuları ele alırlar. Dinleyeni y“rekten sarsan, umulmadık bir s“rprizle sonuçlanabilirler Elçin : ‐ ; Yardımcı : ; Kaya : . Çalış‐ 332 ZONGULDAK YÖRESİ HALK EDEBİYATI ÜZERİNLERİNDE KÖMÜR-OCAK (MADEN) VE İNSAN İLİŞKİSİ mada incelenecek olan köm“r‐ocak maden ve insan ilişkisini konu edinen mânilerde Mehmet Yardımcıǯnın yukarıda belirtilen tabiriyle “Dinleyeni yürekten sarsan” söyleminin özellikle karşılık bulduğu gör“lecektir. Madencilik her mesai öncesi aileden helallik alınan bir meslektir. T“rki‐ yeǯde madencilik tarihinde binlerce işçi maden kazalarında hayatını kaybede‐ rek şehit olmuş, binlerce eş dul, binlerce çocuk yetim, binlerce ana‐baba ve kardeş yarım kalmıştır. Aşağıdaki mânide her madenci eşinin bir g“n olmasın‐ dan korktuğu “göçük”3 olayını yaşamış bir eşin ıstırabıyla karşılaşılmaktadır. Mezarlıkta aradım Parmağımı doğradım Yarim kaldı madende Garip garip ağladım Kalyoncu : . Tespit edilen bir diğer mânide de bir önceki mânideki gibi sevdiği göç“k‐ te kalan bir kadının madene yönelik bedduasına rastlanmaktadır. Mendilim yolda kaldı Gözlerim yolda kaldı Kapansın maden yolu Sevdiğim orda kaldı Kalyoncu : . Yukarıdaki mâniler konuları bakımından aynı zamanda ağıt özelliği de göstermektedir. Ağıtlar insanoğlunun öl“m ya da yok oluşa dair korku ya da ıstıraplarını, feryatlarını, isyanlarını d“zenli‐d“zensiz söz ve ezgilerle dile geti‐ ren t“rk“lerdir ve genellikle de mâni ve koşma nazım şekilleriyle söylenmiş‐ lerdir Elçin : ‐ . T“rk“ler ezgi ve ritimlerine göre usull“ ve usul‐ s“z olarak iki ana başlık altında incelenebilir. Uzun hava olarak nitelendirilen ve usuls“z t“rk“ler arasında ismi anılan ağıtlar, genellikle erken ya da ani öl“mlerden sonra öl“n“n yakınları veya bir ağıtçı tarafından söylenen t“rk“‐ lerdir Gözaydın : ‐ . Yöre insanı tarafından madende meydana gelen kazaların hepsine birden genel olarak Dzgö‐ ç“kdz adı verilmektedir. T“rk“‐ağıt ilişkisi için bk. Kaya : ‐ . Mâni‐ağıt ilişkisi için bk. Kaya : ‐ ; . Usull“ t“rk“ler arasında sayılan ninnilerin bir kısmı da ağıt özelliği göstermektedir. Bu ko‐ nuyla ilgili olarak bk. Gözaydın : ‐ ; Kaya : ‐ . 333 YRD.DOÇ.DR. ÜNSAL YILMAZ YEŞİLDAL Aşağıdaki “ç mâni aslında aynı mâninin farklı varyantlarıdır. Bu mâni‐ lerdeki “aybaşları” sözc“ğ“ maden işçilerinin maaşlarını aldıkları g“n“ ifade etmektedir. Eskiden işçilerin köylerinden maden ocaklarına çalışmaya gittikle‐ rinde çoğu zaman ulaşım şartlarının zorluğundan dolayı maaşlarını alıncaya kadar bir ay boyunca köylerine dönemedikleri yöre halkı tarafından anlatıl‐ maktadır. Aşağıdaki mânilerde eşini, nişanlısını, sevdiğini veya oğlunu madene yollayan bir kadının bu bir aylık ayrılıktan kaynaklanan hasreti dile getirilmiş‐ tir. Ocak başında sini Ocağa7 yolladım seni Aybaşları gelirken Yola bakıtma beni A. Y.; Okan : . : . Ocak başında sini Ocağa (Oca) yolladım seni Aybaşları gelirken Yola baktırma beni Kalyoncu Ocak başında sini Oca yolladım seni Aybaşları gelüken Yola bakıtma beni Murat : , , . Yörede tespit edilen ve aşağıda varyantlarıyla birlikte verilen bir diğer mânide de maden işçisi olan sevdiğine kızmış bir kadının sitemi dile getirilmiş‐ tir. Bu mânide ocağa “kara” denilerek kinaye yapılmıştır. Ç“nk“ ocaklar köm“‐ r“n renginden dolayı kara ve yeraltında olmalarından dolayı da karanlıktır. Zonguldak yöresinde yaşayan insanlar için ocak ekmek demektir. Yani ocak yaşamla öl“m“ birlikte d“ş“nd“ren bir çaresizliktir. Bu bağlamda ekmek ay‐ dınlığı, öl“m“n soğuk y“z“ ise karanlığı sembolize etmektedir. Yörede köm“r“n çıkarıldığı yere ocak adı verilmektedir. Bu sözc“ğ“n yemek pişirilen yer olan ocakla karıştırılmaması, yöre halk edebiyatı “r“nleri incelenirken bağlama özellikle ba‐ kılması gerekmektedir. 334 ZONGULDAK YÖRESİ HALK EDEBİYATI ÜZERİNLERİNDE KÖMÜR-OCAK (MADEN) VE İNSAN İLİŞKİSİ Tabancamı yağladım Yan belime bağladım Kör olası yârimi Kara ocağa (Oca) yolladım Kalyoncu Dabancayı yavladım Yan cebime bavladım Kör olası yarimi Maden ocağına yolladım Murat : : Dabancayı yavladım Yan cebime bavladım Kör olası yarimi Maden ocana yolladım Murat , : . . . Bartın dışında kalan Zonguldak yöresinde demir yolu ulaşımı özellikle madenciliğin gelişmeye başlamasıyla öne çıkmaya başlamıştır. Madenlerden çıkarılan köm“r“n yörede faaliyet gösteren demir çelik fabrikalarına ve yöre‐ deki limanlara nakliyesi için demir yolu ulaşımı eskiden beri b“y“k önem arz etmektedir. Bartın haricinde yöredeki yerleşim yerleri, içerisinden tren geçen yerler olarak nitelendirilir. Bu trenler yolcudan daha çok köm“r taşımaktadır. Durmaları gereken her durumda trenin fren titreşimlerinden kaynaklanan sebeplerden öt“r“ vagonlardaki köm“rlerin bir kısmı trenin durduğu yere dök“lmektedir. Dök“len köm“rler vagondaki köm“re oranla sayılmayacak kadar azdır. Ancak her g“n y“zlerce vagondan dök“len köm“r d“ş“n“ld“ğ“n‐ de epeyce b“y“k bir miktar ortaya çıkmaktadır. Bu köm“rleri toplayıp satarak geçimini s“rd“ren ya da evinde yakacak olarak kullanan ailelere g“n“m“zde de rastlanmaktadır. Aşağıdaki mânide bu durumun izlerine gör“lmektedir. Tren gelir ötmez mi? Kömürünü dökmez mi? Sen orada ben burda Bu ayrılık yetmez mi? Murat : 335 . YRD.DOÇ.DR. ÜNSAL YILMAZ YEŞİLDAL Yöreden derlenen ve tespit edilen bir başka halk edebiyatı “r“n“ olan bilmecelerde de köm“r‐ocak maden ve insan ilişkisi gör“lmektedir. Bilinme‐ yen zaman ve yerlerde, birilerince söylenip, dilden dile yayılarak toplumun ortak malı olan, tekerlemeler gibi standart bir şekil özelliği göstermeyen ve g“nl“k hayata dair her şeyi konu edinen bilmeceler; “tabiat unsurları ile bu unsurlara bağlı hadiseleri; insan, hayvan ve bitki gibi canlıları; eşyayı; akıl, zekâ veya güzellik nevinden mücerret kavramlarla dinî konu ve motifleri vb. kapalı bir şekilde, yakın-uzak münasebetler ve çağrışımlarla düşünce, muhakeme ve dikkatimize aksettirerek bulmayı hedef tutan kalıplaşmış sözlerdir.” Elçin : ))); Karadavut : , . Bilmece bizzat kendisi tarafından da şu şekilde tarif edilmektedir: Dağlardan, taşlardan; Canlıdan, cansızdan; Yiyilir, içilirden; Yiyilmezden, içilmezden; Ben söyliyeyim, sen bil! Çelebioğlu vd. : . Bilmeceler de diğer folklor malzemeleri gibi halk zekâsının mahsulleridir Tezel : V) . Dolayısıyla yöreye ait bilmeceler de halkın g“ndelik hayatın‐ da önemli bir yere sahip olan köm“r‐ocak maden ve insan ilişkisine dayalı konuların ele alınması olağandır. Sahada yapılan derlemeler ve yöreyle ilgili yayımlanmış olan kitaplar incelendiğinde konuyla ilgili iki bilmece örneğine rastlanmıştır. Bu bilmecelerden birincisinde köm“r“n ve halkın tabiriyle Arap ırkının, bilimsel tabirle siyahî ırkın, ten renginin birbirlerine benzerliğinden yararla‐ nılmış, çalışan insanların terlerine köm“r tozunun bulaşmasıyla simsiyah bir hâl aldıkları hatırlatılarak işçilerin çalıştıkları yer olan ocak kastedilmiştir. İki arap birbirine bakar: Ocak N.Y. . Bir diğer bilmecede de rengi, maddi değeri, yandığı zaman renginde meydana gelen değişiklik ve yandıktan sonra geriye kalan artık olan k“l hatır‐ latılarak köm“r madeni kastedilmiştir. Her yanı kara kara. Okkası para. Yanarsa al olur. Biterse kül olur: Kömür Oral :? . 336 ZONGULDAK YÖRESİ HALK EDEBİYATI ÜZERİNLERİNDE KÖMÜR-OCAK (MADEN) VE İNSAN İLİŞKİSİ Zonguldak yöresinde tespit edilen bir diğer halk edebiyatı mahsul“ t“r‐ k“lerde de köm“r‐ocak maden ve insan ilişkisine rastlanmıştır. T“rk“ler ferdî veya sosyal olaylarla ilgilidir. Deprem, öl“m, kıtlık, kahramanlık, sevgi, ayrılık gibi sebepler t“rk“l“lerin ortaya çıkışlarını etkiler G“zel vd. : . Yöreden derlenen t“rk“lerden birincisi genellikle d“ğ“nlerde söylenen bir t“rk“ olup T“rkiyeǯnin en b“y“k maden rezerv ve tesislerinin bulunduğu Zonguldak ili bu özellikleriyle t“rk“de dile getirilmiştir. Zonguldak’tan gelir maden kömürü Allah genç gızlara versin ömürü Döktür Muazzez döktür Al yanaktan öptür O da seniy anay anay8 O da seniy halay halay9 O da seniy gocanay gocanay10 : ; Kasap vd. O da seniy deyzey deyzey11 A.Y., S.A.; Koçal vd. : ; Kalyoncu : . Yöreden derlenen t“rk“lerden ikincisi hazin bir aşk hikâyesini konu edinmektedir. Edebiyatımızda renginden dolayı benzetme unsuru olarak sıkça yer alan köm“r yine bu özelliğiyle t“rk“de kendisine yer bulmuştur. … Karadır kaşların benzer kömüre Yardan ayrılması zarar ömüre Kollarımdan bağlasalar zincire Kırarım zinciri giderim yâre A. Y., Y. İ.; Kasap vd. : . : ; Kalyoncu Aşağıda verilen “ç“nc“ t“rk“de ocağa çalışmaya giden bir işçinin sevgi‐ lisine olan özlemi dile getirilmektedir. Bu t“rk“de Zonguldak yerine Bolu şeh‐ Anay: Anan. (alay: (alan. Gocanay: Koca anan. (alk arasında babaanne ve/veya anneanne sözc“kleri yerine kullanılan bir sözc“k. Deyzey: Teyzen. 337 YRD.DOÇ.DR. ÜNSAL YILMAZ YEŞİLDAL rinin adının geçmesinin sebebi de bu şehrin Zonguldakǯa yakınlığı ve Boluǯda da maden ocaklarının bulunmasıdır. (…) Ocak başında kaldım Halimem ince fikire daldım Kapılar açıldıkça Halimem seni geliyor sandım. Tombalacık Halimem yar başına gel Ben gidiyorum Bolu’ya düş peşime gel Kalyoncu : . Aşağıda verilen Altı Patlar Fişek Atar adlı t“rk“de de Zonguldak köm“r ve ocağın çokça bulunduğu bir yer olarak anlatılmıştır. Bu t“rk“de anlatılanlar gerçeğin tam da kendisidir. Zonguldakǯta özellikle devletin işletmeyi bıraktığı pek çok alanda yörede “kaçak ocak” diye tabir edilen ocaklara rastlanmaktadır. Devlet tarafından işletmenin bırakıldığı bu yerlerde neredeyse her ailenin kendine ait bir ocağı bulunmakta, aileler tıpkı tarım faaliyeti yapar gibi kadınlı erkekli aile fertleriyle birlikte çalışarak bu madenlerden köm“r çıkarıp sat‐ maktadır. T“rk“n“n bir böl“m“ aşağıda verilmiştir. … Dere tepe kömür ocak Karadeniz açmış kucak Kara elmas diyarıdır Vilayetimiz Zonguldak Murat : . Yukarıda mâni nazım şekliyle yani d“zenli nazımla söylenmiş ağıtlara değinilmişti. Bu böl“mde ise nazım d“zeninde tutarlılık bulunmayan ağıtların örneklerine yer verilecektir. Bu ağıtlar “ahenkli nesir ya da düz nesir biçiminde söylenmiş cümlelerle “ah!”, “aman”, “of”, “uy”, gibi sesler, ölüye ve ölü yakınlarına söylenen duygusal seslenişlerden oluşmaktadır.” Yardımcı : . 338 ZONGULDAK YÖRESİ HALK EDEBİYATI ÜZERİNLERİNDE KÖMÜR-OCAK (MADEN) VE İNSAN İLİŞKİSİ Zonguldak yöresinde tespit edilen köm“r‐ocak maden ve insan ilişkisi‐ ni yansıtan ağıtlardan ilk ikisi aynı ağıtın farklı varyantlarıdır. İlk varyantın ikinci dizesinin başında geçen “kız” sözc“ğ“ çelişkiye yol açmaktadır. Kızların madene gitmesi olağan dışı olduğundan bu varyantın halkın diğer varyantı duyup daha sonra unutmasından dolayı ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. Bu iki ağıtta sevdiğine ocağa gitmemesi için seslenen bir genç kızın feryadına rast‐ lanmaktadır. Gitme dedim ocaklara kara olursun Kız sen benim yüreğime yara olursun A.Y., S.A., Y. İ.; N. Y. . Gitme dedim ocaklara kara olursun Sen de benim yüreğime yara olursun A benim kibar yarim Devrekli12 misin Beni bu hallere koyan sen değil misin Kalyoncu : . Aşağıda verilen “ç“nc“ ağıt kocasını ocakta kaybeden bir eşin ona olan sevgisini çocuklarının ağzından söylediği bir ağıttır. (azin bir öl“m hadisesi dahi olsa kadınların kocalarının arkasından sevgi dolu c“mleler sarf etmesi halk arasında pek hoş karşılanmamaktadır. Muhtemelen kadın toplumun bu baskısından çekinmekte bu y“zden de çocuklarını aracı olarak kullanmaktadır. Yine maden ocağında ölen insanların şehit olarak kabul edilmeleri de eşlerini madende kaybeden kadınların daha dik ve gururlu durmalarını gerektirmek‐ tedir. Ah benim evimin direği Ah ocaklara gitmeseydin Ah biz şimdi kimlere baba diyelim Ah benim Mehmetçiğim Mehmetçiğim Kalyoncu : . Bölgede tespit edilen son ağıtta da sevdiği erkek olan maden işçisi Ah‐ metǯe değil de başka birine nişanlanan ve d“ğ“n hazırlıkları içerisinde olan bir genç kızın feryadı dile getirilmektedir. Devrek, Zonguldakǯın bir ilçesidir. 339 YRD.DOÇ.DR. ÜNSAL YILMAZ YEŞİLDAL On beşimde bana nişan yaptılar Elime koluma da anam kına yaktılar Boynuma Osmanlı lira taktılar Ahmet’im çalışır kazma elinde Gümüşlü kaması ince belinde Düğün düğün diye çeyiz düzülür Baklava açılır da anam börek yazılır Ahmet’im madende bana üzülür Koyuldum yoluma köye gideyim Ahmet’siz Cuma’yı13 ben ne edeyim Kalyoncu : ‐ . Yöre insanının madencilikle ilgili halk inanmaları da mevcuttur. Konuya dair ǯda Zonguldak köm“r ocaklarında araştırmalar yapan Pertev Naili Boratav bu araştırmalardan elde ettiği malzemeleri Soruda T“rk Folklo‐ ru adlı eserinde yayımlamıştır. Bu araştırmalardan elde edilen sonuçlar aşağı‐ da verilmiştir: “1- Ocakta fare görünmesi uğur sayılırmış. Bu inanışı bir maden mühendisi akıl yolu ile şöyle yorumluyordu: ‘Çünkü fare, grizu olan yerde gözükmez.’ 2- Ocağa kadının girmesi uğur sayılmaz. 3- Kuyuya, ilk defa çalışmak üzere gelen bir işçinin ya da sırf oradaki çalışma şartlarını görme maksadı ile gelen bir ‘yabancı’nın girmesi sonunda bir kaza, bir aksama olup olmamasıyla, işlerin yolunda gidip gitmemesiyle, yeni gelenin uğurlu ya da uğursuz olduğu inancına varılır. 4- Birçok hallerde işçi, beklenmedik bir olaya olağanüstü bir yorum yakıştırır. Bir defasında ocağa, nasılsa, bir horoz girmiş; kimse farkında olmadan baca(galeri)lardan birine sokulmuş, orada öteceği tutmuş. İşçiler bu umulmadık sesi duyunca olağanüstü bir varlığın belirtisi olduğuna inanıvermişler. Burada geçen DzCumadz sözc“ğ“ Zonguldakǯın bir ilçesi olan Çaycuma yerine kullanılmıştır. (alk kendi arasında bu ilçeye g“n“m“zde de sadece DzCumadz demekle yetinir. Pertev Naili Boratav, DzZonguldak ve (avalisinin Köm“r Ocaklarıyla İlgili Folkloru Nasıl Tet‐ kik Edilmeli?dz başlıklı bir yazısı da mevcut olup bu yazı için bk. Boratav : ‐ . 340 ZONGULDAK YÖRESİ HALK EDEBİYATI ÜZERİNLERİNDE KÖMÜR-OCAK (MADEN) VE İNSAN İLİŞKİSİ 5- İşçilerin çoğu ocakta bir ‘Arap’ (zenci)ın zaman zaman göründüğüne inanırlar. Onu ocağın ‘sahibi’ sayarlar. O, rastladığı işçiye sorarmış, ‘Bu ocak kimin?’ İşçi ‘Falan Şirketin…’ gibi bir karşılık verirse, kızar, onu ya çarpar ya da boğar ya da direkleri çökerterek ezermiş. Onun sorusuna, ‘Ocak senin’ diye karşılık vermek gerekirmiş. O zaman Arap hoşnut olur, işçiye gücünün yetmeyeceği kadar kömür çıkarmasını sağlarmış. Bize bilgi veren maden çavuşu, bunlara inanmıyor, Arabın boğduğu sanılan işçilerin ölümünü, sara nöbetleriyle düşüp çırpınmaları sırasında direklerin yıkılması ile açıklıyordu. Gene de, ‘Araba kuyuda rastlamadım ama rüyamda gördüğüm oldu.’ diyordu. 6- Arabın yardımları sayesinde çok kömür çıkarmayı başarmış olan işçinin, ona rastladığını başkalarına bildirmesi hayırla sonuçlanmaz. Dayanamayıp başından geçenleri anlatan işçilerin, çalıştıkları yerde ölülerinin bulunduğu bu inanışa tanıt olarak belirtilir.” Boratav : ‐ . Konuyla ilgili olarak bug“n de yörede madencilik yapan ya da madenci‐ likten emekli olan işçilerle yaptığımız gör“şmelerde işçilerin Boratavǯın tespit ettiği Arapǯtan haberdar olmadığı gör“lm“şt“r. Ancak ocağın yalnız çalışılmak zorunda olunan dar yerlerinde cin, peri gibi olağan“st“ varlıklar görd“klerini söyleyenlerin sayısı oldukça fazladır. Yine bu işçiler görev yaptıkları ocakta yalnız kaldıklarında ya da bir tehlike anında daha önce aynı ocakta şehit olmuş madencileri görd“klerini de anlatmaktadırlar. Bu anlatılar efsane özelliği göstermektedir. Şahıs, yer ve hadiseler hakkında anlatılan efsaneler, inandırı‐ cılık vasıfları olan, içeriklerinde olağan“st“l“kleri barındıran ve konuşma dili‐ nin özelliklerini gösteren kısa anlatılardır Sakaoğlu : . Efsanelerle ilgili tasnifinde Pertev Naili Boratav bu tip efsaneleri “Olağanüstü kişiler, varlıklar ve güçler üzerine efsaneler” başlığı altında değerlendirmiştir Boratav : ‐ . Daha önce de belirtildiği “zere bir yörenin genelinin geçim kaynağı olan unsurun, o yörede yaşayan insanların edebiyat mahsullerinde yerini bulması Bu verilerin elde edildiği derleme yılının bir yaz akşamı Zonguldakǯın Çaycuma İlçesine bağlı Musausta köy“n“n kahvehanesinde gerçekleştirilmiştir. Ancak bir taşınma esnasında derlemeye ait ses kayıtları kaybolduğundan derlemenin tam tarihi ve kaynak şahıslar hak‐ kındaki bilgilere ulaşılamamaktadır. Bu çalışmada yapılan derlemeden sadece akılda kalan‐ lara yer verilebilmiştir. Pertev Naili Boratavǯın efsane başlığı altında değerlendirdiği bu tip anlatılar Carl Wilhelm von Sydow tarafından efsanelerden ayrı bir t“r olarak kabul edilerek memorat sözc“ğ“yle ifade edilmiştir Çobanoğlu : . 341 YRD.DOÇ.DR. ÜNSAL YILMAZ YEŞİLDAL elbette ki olağandır. Köm“r ve ocak maden gibi kavramların Zonguldak yöre‐ si halk edebiyatı mahsullerinde yer alması bu bağlamda değerlendirilmelidir. Ancak çalışma esnasında dikkatlerden kaçmayan husus yöre insanın b“y“k bir kısmının geçim kaynağı olan köm“r ve ocak maden kavramlarının aynı ölç“‐ de yöre insanın halk edebiyatı mahsullerine konu olmamasıdır. Gerek çalışma esnasında gerçekleştirilen derleme çalışmaları, gerekse de konuyla ilgili daha öncelerde çalışmalar yapmış olan Yrd. Doç. Dr. Mualla Murat, (amit Kalyoncu ve Ekrem Murat Zamanǯla yapılan gör“şmeler neticesinde ortaya çıkan sonuç şu şekildedir: Yöreye özellikle köm“r“n bulunup işlenmeye başlanmasından sonra Anadoluǯnun her yöresinden insan gelmiş ve yerleşmiştir. Bu insanların yap‐ tıkları göçler sırasında kendi yörelerine ait k“lt“rleri de Zonguldakǯa taşımala‐ rı olağandır. Başka yörelerden gelen insanların köm“re yöre halkı kadar duygusal bir bağlılık göstermesini beklemek pek uygun değildir. Bu durum yöreye göç yo‐ luyla gelen insanların maden işçiliğinden çok madene bağlı oluşan diğer ticari alanlarda uğraş göstermeleriyle ilgilidir. Yöre insanının maden işçiliğini yabancılardan öğrenmesi ve belki de bu yabancıların kasıtlı olarak bu insanların k“lt“r“n“ yozlaştırmaları sonucunda da halk edebiyatı “r“nlerinde köm“r‐ocak maden ve insan ilişkisi kısıtlı sa‐ yıda kalmıştır. Ç“nk“ halk edebiyatı kavramının tanımı yapılırken DzTürk Edebiyatı’nın ‘bütün’ü içinde geniş halk kütlesi ile tarikat zümrelerinin edebî zevk, düşünce, inanç ve hayat görüşlerini umumiyetle sade bir dille aksettiren anonim veya ferdî eserlerdir” şeklinde bir tanım yapılmaktadır Elçin :V . Kapita‐ list ve pragmatist d“ş“nce yapısına sahip olan bu yabancılar işçilik eğitimi sırasında bölge insanını özellikle de inanç ve hayat gör“ş“ noktasında etkile‐ miş olabilirler. Çukurova insanın geçim kaynağı olan toprağa duyduğu minneti ve bu minnetin sonucunu edebiyat “r“nlerine yansıtmasının yoğunluğunu geçim kaynağı köm“r olduğu hâlde edebiyat mahsullerinde köm“re çok az yer veren yöre insanında bulamamak bu sebeplerle açıklanabilir. Bu noktada kö‐ m“r ve öl“m ilişkisinin insanlarda köm“re karşı oluşan fakat ekmek kapısı olması kutsiyetiyle de pek açığa çıkarılmayan nefret duygusunu da hatırlamak gerekmektedir. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki bölgede köm“r‐ocak maden ve insan ilişkisini ele alan halk edebiyatı mahsul“ sayısı azdır ya da bu eserler g“n ışığına çıkmadan yok olmuştur. 342 ZONGULDAK YÖRESİ HALK EDEBİYATI ÜZERİNLERİNDE KÖMÜR-OCAK (MADEN) VE İNSAN İLİŞKİSİ KAYNAKÇA Boratav, Pertev Naili. . 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı. İstanbul: Gerçek Yayınevi. Boratav, Pertev Naili. . 100 Soruda Türk Folkloru. İstanbul: K Ki‐ taplığı. Boratav, Pertev Naili. . Halk Edebiyatı Dersleri. İstanbul: Tarih Vakfı. Çelebioğlu, Amil‐Öks“z, Yusuf Ziya. . Türk Bilmeceleri Hazînesi. İs‐ tanbul: Kitabevi. Çobanoğlu, Özkul. . Türk Halk Kültüründe Memoratlar ve Halk İnançları. Ankara: Akçağ Yayınları. Elçin, Ş“kr“. . Halk Edebiyatını Giriş. Ankara: Akçağ Yayınları. Elçin, Ş“kr“. . Türk Bilmeceleri. İstanbul: Millî Eğitim Yayınları. Elçin, Ş“kr“. . Türkiye Türkçesinde Mâniler. Ankara: T“rk K“lt“r“‐ n“ Araştırma Enstit“s“ Yayınları. Gözaydın, Nevzat. . “Anonim Halk Şiiri Üzerine”. Türk Dili ‐ Ocak‐(aziran : ‐ . G“zel, Abdurrahman‐Torun, Ali. . Türk Halk Edebiyatı El Kitabı. Ankara: Akçağ Yayınları. Kalyoncu, (amit. . Kömürde Açan Çiçek. Ankara: Pervaz Yayınları. Karadavut, Zekeriya. . “Kırgız Bilmeceleri”. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na Armağan. Konya‐(aarlem: Kömen‐SOTA Yayınları. Kasap, Zekai vd. . Zonguldak. Ankara: K“lt“r Bakanlığı Yayınları. Kaya, Doğan. . Anonim Halk Şiiri. Ankara: Akçağ Yayınları. Koçal, Ali‐İlhan, M. (amdi. . İki Katlı Şehir Zonguldak. Murat, Mualla. . Zonguldak ve Bartın Çevrelerinde Halk Bilimi. Ya‐ yımlanmamış Doktora Tezi, Ankara. Okan, Nimet. . DzZonguldak İlinde Derlenen Halk Edebiyatı Türleri”. Türk Halk Kültüründen Derlemeler 2000. Ankara: K“lt“r ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Oral, İbrahim. . Alaplı ve Çevre İncelemeleri. Eser Ofset. Sakaoğlu, Saim. . Efsane Araştırmaları. Konya: Selçuk Üniversitesi Yayınları. Tezel, Naki. . Türk Halk Bilmeceleri. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlı‐ ğı Yayınları. 343 YRD.DOÇ.DR. ÜNSAL YILMAZ YEŞİLDAL Yardımcı, Mehmet. . Halk Şiiri, Âşık Şiiri, Tekke Şiiri. Ankara: Ür“n Yayınları. Yorulmaz, Şerife. . “Türkiye’de Kömürün Keşfi ve Kömür İşletme İmtiyazları (1829-1937)”. Türkiye 11. Kömür Kongresi Bildiriler Kitabı. TMMOB Maden M“hendisleri Odası Zonguldak Şubesi Yayınları. Kaynak Şahıslar Arife Yeşildal, Çaycuma/Zonguldak Doğumlu, Lise Mezunu. Nefise Yaldız, Çaycuma/Zonguldak Doğumlu, Lise Mezunu. Serap Abacı, Çaycuma/Zonguldak Doğumlu, İlkokul Mezunu. Yeter İpekdal, Çaycuma/Zonguldak Doğumlu, Lise Terk. 344 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU “KARADENİZ FIKRALARI”NDA KADIN ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU* “KARADENİZ FIKRALARI”NDA KADIN DR. ASUMAN GÜNEŞ ULUS Gazi Üniversitesi Toplumun çeşitli konulardaki imgelemine, algısına mizah feneriyle ışık tutan bir halk edebiyatı t“r“ olan fıkraları, “retildikleri k“lt“rel bağlamdan ayrı, salt bir metin olarak değerlendirmek eksik bir değerlendirme olacaktır. Diğer sözl“ anlatı t“rlerinde olduğu gibi fıkraların da nerede, ne zaman, hangi şartlar altında, nasıl bir ortamda, kim tarafından, kime veya kimlere, nasıl ve neden anlatıldığı hususlarının da değerlendirilmesi incelemelerin daha doğru bir zeminde ilerlemesini sağlayacaktır. Ne var ki b“t“n bu bilgileri elde etmek her zaman m“mk“n olamamaktadır. Bununla birlikte, var olan metinlerin tek başlarına bir anlam taşımadık‐ larını söyleyemeyiz. Kimi zaman elimizdeki metinlerden hareketle, ait oldukla‐ rı toplumun k“lt“rel nitelikleri hakkında fikir sahibi olmak da m“mk“nd“r. Bu çalışmada, Faruk Erşahin tarafından bir araya getirilmiş, ilk olarak ǯda basılmış olan DzKaradeniz Fıkralarıdznın ǯde yapılan . baskısı esas alına‐ rak Karadeniz fıkralarında kadının yerinin incelenmesi amaçlanmıştır.  Karadeniz fıkraları denildiğinde akla ilk olarak Temel fıkraları gelir. Kaynağı açısından mahalli, çok sevildiği ve yayıldığı için de ulusal olarak nite‐ lendirilen bu fıkraların, DzKaradeniz fıkralarıdz başlığı altında olmaları mahallili‐ ğini, DzTemel fıkralarıdz şeklinde geçmeleri ise geniş kitlelere mal olduğunu gös‐ terir Akdeniz, : . Esasında Karadeniz insanının ve yaşantısının sentezi olarak tipleştirilen Temel, sadece Karadeniz bölgesinden değil, anlatıldığı her k“lt“r ortamından izler taşır. Kendini s“rekli g“ncellemekte olan ve İnternette de çokça yer alan Temel fıkraları, insanların g“l“nç hâllerini, ilişkilerini gösterirken aynı zaman‐ da topluma dair psikolojik ve sosyolojik veriler sunmaktadır. ‐ Mart yılında Motif Vakfı tarafından Urfaǯda gerçekleştirilen (alk k“lt“r“nde Kadın Uluslararası Sempozyumuǯnda sunulan bildiri metninin d“zenlenmiş şeklidir. Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi, ayucel@gazi.edu.tr 345 DR. ASUMAN GÜNEŞ ULUS Karadeniz fıkralarında kadın denildiğinde akla ilk gelen Temelǯin eşi Fa‐ dimeǯdir. Esasında bu fıkralarda Fadimeǯden başka bir kadın ismine nadiren rastlanır. Dursunǯ un da Temelǯin de eşinin adı Fadimeǯdir. Temelǯin annesinin adı da Fadimeǯdir. Temelǯin annesinden DzFadime kadındz diye söz edilir. Bu du‐ rum Fadimeǯnin Karadenizli kadınların bir sentezi veya tiplemesi olduğunu gösterir. Fıkralarda sıkça adı geçse de genellikle DzTemelǯin karısıdz, DzTemelǯin hanımıdz olarak yer alan Fadime, başkahraman değildir. Nitekim Temelǯden söz edilirken DzFadimeǯnin eşidz veya DzFadimeǯnin kocasıdz gibi ibareler kullanılma‐ maktadır. Fadime, sıradan bir ev hanımıdır ve fıkraya malzeme olacak belirgin, ayırt edici bir niteliğe sahip olduğu söylenemez. O, daha çok Temelǯin nitelikle‐ rinin sergilenmesinde bir yardımcıdır ve rol“ Temelǯin eşi olmaktır. Fadime herhangi bir geliri olmayan, ekonomik yönden tamamen Temelǯe bağımlı bir ev hanımıdır. Evin ve çocuklarının ihtiyaçlarının yanı sıra kendi ihtiyaçlarını da karşılamak için gereken parayı Temelǯden istemek zorundadır. Fıkralarda Fadimeǯnin m“srif olduğuna dair bir emare bulunmasa da, her g“n kendisinden para istemesi, Fadimeǯyi Temelǯin göz“nde m“srif, çekilmez bir kadın yapar. Bu nedenle Temel, eşine karşı oldukça eli sıkı bir tutum sergiler. Ne var ki, Fadimeǯye karşı bir hayli cimri olan Temel, başka kadınlara karşı oldukça cömerttir ve bu tutumun erkekler arasında gayet olağan karşılandığı, DzKalitedz adlı fıkrada gör“lmektedir: Temelǯin tezgâhtarlık yaptığı tuhafiyeye bir bey gelir ve bir çift hanım çorabı ister. Temel DzKarına mı alacaksın yoksa daha mı kaliteli olsun?dz diye sorar Erşahin, : . Temel, eşinin her dediğini alan erkekleri yadırgar. DzTelefon Kimindz adlı fıkrada beğendiği her şeyi ne pa‐ hasına olursa olsun almak isteyen bir kadının eşinin durumu mizahi bir dille anlatılır Erşahin, : . İstekleri eşi tarafından önemsenmeyen Fadime pasif ve ezik bir tutum sergiler. Temel iş değişikliği, taşınma, seyahat gibi t“m aileyi ilgilendiren önemli konularda dahi kendi başına karar verir, kararlarını uygular ancak eşi‐ nin fikrini sormaz. Fadime bu t“r durumlarda fikrini söylemez, Temelǯin karar‐ larına uyar ve itiraz etmez. Fadimeǯyi sıklıkla yemekle ilgili fıkralarda gör“r“z. Kiminde g“lme un‐ suru doğrudan Fadimeǯnin yemek becerisi “zerine kurulur. Kiminde ise fonda yemek yapan bir kadın olarak gör“l“r. Evliliğin ertesi g“n“ Fadime yemek yapar ve Temel bu yemeği beğenmez. Fadime yemek yapmayı bilmemektedir, 346 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU “KARADENİZ FIKRALARI”NDA KADIN yemekleri annesi yapmaktadır Erşahin, : , . DzÜç Arkadaşdz adlı fıkra‐ da Adanalı Cemal, Kayserili Kemal ve Temel karılarının kendilerine hep aynı yemekleri yapmalarından sıkılıp intihar ederler Erşahin, : . DzSağır Kimdz adlı fıkrada Temel, karısının sağır olduğunu d“ş“nmektedir. Sağırlık de‐ recesini ölçmek için hamsili pilav pişirmekte olan Fadimeǯye yaklaşır ve DzKarıcuğum bug“n yemekte ne var?dz diye sorar. Çıt yoktur. Beş adım daha yak‐ laşır ve aynı soruyu tekrar tekrar sorar. Bunun “zerine Fadime, DzBak Temel, dörd“nc“ kez söyliyorum, yemekte hamsili pilav var…dz der Erşahin, : . İncelediğimiz Temel fıkralarında erkeklerin kadınlarda en önem verdik‐ leri şey g“zelliktir. Bu bakımdan erkeklere göre çirkin bir kadının başka bir kadını kıskanma nedeni ancak onun kendisinden daha g“zel olduğunu d“ş“n‐ mesidir. DzKadın Ne İster?dz adlı fıkrada Temel, arkadaşı Cemalǯe bir kadının en çok istediği şeyin ne olduğunu sorar. Cemal DzG“zel olmak.dz diye cevaplar. Te‐ mel de Dz(ayır, bilemedin, başka bir kadının çirkin olması.dz der Erşahin, : . Temelǯin karısı öyle çirkindir ki, kaybolduğunda fotoğrafını gören komi‐ ser, DzOnu bulmak istediğine emin misin?dz diye sorar Erşahin, : . DzEn Ucuzudz adlı fıkrada m“teahhit Cemal karısını alıp Parisǯe gider. İlk gece yorgun olan karısı otelde kaldığından Cemal, gece kul“plerini gezmeye başlar. G“zel bir kul“pte yemek yerken yanına yaklaşan bir Fransız dilberi, Dz frank ve‐ rirsen b“t“n geceyi beraber geçiririz.dz der. Pazarlıkçı Cemal, Dz frank veri‐ rim.dz deyince dilber uzaklaşır. Ertesi akşam Cemal karısı ile kul“b“n ön“nden geçerken aynı dilber yaklaşır ve Dz franka ancak bunu bulursun.dz der Erşahin, : . Sevgililerine karşı oldukça cömert olan Temelǯin, karısı‐ nın yanı sıra hayat kadınlarına karşı da oldukça eli sıkı olduğu gör“lmektedir. DzC“zdandz adlı fıkrada Temel, bara girip locaya çıkar ve yanına Dzkadındz çağırır. Kadını öpmek ister. Kadın şampanya ısmarlaması şartıyla izin verir. Temel şampanyayı ısmarlar ve kadın onu öpmek için eğilir. Bunun “zerine Temel, c“zdanının sağlamda kalması için kadından sağ eliyle sağ kulağını, sol eliyle sol kulağını tutmasını ister Erşahin, : . Temizlik, yemek gibi b“t“n ev işlerinden, çocukların bakımından sorum‐ lu olan Fadime, DzAç Kalınmazdz adlı fıkrada on birinci çocuğunu doğurmaktadır Erşahin, : . Üstelik Temel de dağınık bir insandır; bir gömlek aramak 347 DR. ASUMAN GÜNEŞ ULUS için b“t“n dolapları çekmeceleri dağıtır, ama toplamaz Erşahin, : . Belirli bir mesleği olmayan, sık sık iş değiştiren Temelǯden ne maddi ne de ma‐ nevi anlamda destek bulan, sorumluluklarının altında ezilmiş, kaybolmuş, ka‐ dınlığını unutmuş Fadime, Temelǯin göz“nde artık çirkin, çekiciliği olmayan biridir. Göz“ dışarıda olan Temel, Fadimeǯyi aldatmaktan çekinmez, gece haya‐ tı yaşar, evine geç gelir. Bir fıkrada Temel, evini soyan hırsıza, gece yarısı Fa‐ dimeǯyi uyandırmadan eve girmeyi nasıl başardığını sormak ister Erşahin, : . Temelǯin birden fazla kızla ilişkisi vardır. DzAdını Yazmamışdz adlı fıkrada Temelǯe neden sıkıntılı olduğunu soran Dursun, DzSorma, başım belada, bir mektup aldım, adam kızıyla ilişkimi kesmezsem beni öld“receğini yazmış, ama isim yazmamış.dz yanıtını verir Erşahin, : . DzEn İyisidz adlı fıkrada Dursun bir g“n Temelǯin evine gider. Temelǯin Fadimeǯye s“rekli Dzcanım, şeke‐ rim, hayatım…dz diye hitap ettiğini gör“nce DzEşine böyle tatlı kelimeler etmen ne g“zel!dz der. Bunun “zerine Temel, DzNe yapayım, bakarsın ağzımdan başka bir isim kaçar. En iyisi böylesi…dz der Erşahin, : . Genç ve g“zel b“t“n bayanlar Temelǯin hedefindedir ki, fıkraların Fadi‐ me dışındaki kadın kahramanlarını genel olarak onlar oluşturmaktadır. (os‐ tes, tezgâhtar, sekreter, hizmetçi, turist vb. bayanlar her durum ve şartta Te‐ melǯin dikkatini çeker ve bunlar fıkralarda sadece cinsel obje olarak yer alırlar Erşahin, : . Temel, genç ve g“zel bir kadın turisti hemen yoldan çıka‐ racak kabiliyettedir Erşahin, : . Temelǯin sekreteriyle ilişkisi vardır. Temelǯin ofisine giden Dursun, bilgisayar başındaki sekreteri göstererek DzTe‐ mel, senin sekreter çok şık giyiniyor.dz der. Temel de onun hem şık hem de ça‐ buk giyindiğini söyler Erşahin, : . DzDayanılmazdz adlı fıkrada Temel o kadar çapkındır ki, karısı Fadimeǯde dayanacak g“ç kalmamıştır. Bir g“n yata‐ ğının “zerine uzanmış h“ng“r h“ng“r ağlarken yanına yaklaşan hizmetçi kız Dz(anımcığım, yoksa köt“ bir haber mi duydunuz?dz der. Fadime Dz Bir mektup aldım. Kocam beni sekreter ile aldatıyormuş.dz deyince hizmetçi kız beyninden vurulmuş gibi haykırır: DzYok inanmam doğrusu… Siz beni kıskandırmak için böyle söyl“yorsunuz!dz Erşahin, : . Burada bayan sekreterlere, hiz‐ metçi kızlara, hosteslere vb. çalışan kadınlara toplumun genel yaklaşımı gör“‐ l“r Erşahin, : , . Eşinin çapkınlıkları ve aldatmaları karşısında Fadimeǯnin tek tepkisi ağ‐ lamak, k“smek veya söylenmektir. En fazla annesine gider, ancak öfkesi dinin‐ ce evine döner. Temel ile karısı Fadime k“st“r, Temel yatakta iken bir pusula 348 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU “KARADENİZ FIKRALARI”NDA KADIN yazar: DzSabah tam ǯte uyandır.dz Temel sabah bir kalkar saat , komodine bir bakar, Fadime de bir pusula yazmış: Dz(adi kalk, saat tam .dz Kimi zaman da kıskançlık krizine giren Fadime, Temelǯin elbiselerini kontrol eder, saç bulursa çıngar çıkarır. DzKel Kadındz adlı fıkrada Fadime saç bulamaz ve DzUyy Temel, simdu kel karılarla mi oynaşaysun?dz diye öfke krizine girer Erşahin, : . Erkeklerin evlilik kurumuna yaklaşımının olumsuz olduğunu gösteren fıkralar bulunmaktadır. Söz“n“ ettiğimiz fıkralarda bunun gör“nen nedeni eşlerini çirkin bulmaları, eşlerinin yemeklerini beğenmemeleri, s“rekli kendi‐ lerinden para istemeleridir. Temel, evliliği aptallık olarak görmektedir Erşahin, : . DzTemelǯin İyilik Meleğidz adlı fıkrada Temel, art arda tehli‐ keli durumlarda kendisini uyaran iyilik meleğine sonunda, Dz Fadime ile evlen‐ diğimde nerdeydin be sevgili meleğim?dz der Erşahin, : . Fadime ile evlenmiş olmaktan b“y“k pişmanlık duyan Temel için evlilik yıl dön“m“n“ kutlamanın da bir anlamı yoktur. DzZiyafetdz adlı fıkrada Fadime, Temelǯe DzŞu kuzuyu kes de akşama sana nefis yemekler yapayım.dz der. Temel, sebebini sor‐ duğunda Fadime kızar ve evliliklerinin onuncu yılı olduğunu söyler. Bunun “zerine Temel umursamaz bir şekilde, DzBenim hatamı kuzu niye çeksin?dz der Erşahin, : . Öm“r boyu aynı kadınla yaşamak Temel için korkunç bir durumdur. Bir s“re sonra yaşlanan veya bıkılan eşten bir şekilde kurtulmalı‐ dır. Komşusu Ahmet Beyǯi bahçesinde yalnız otururken gören Temel, Dz(anım yok mu?dz diye sorar. Komşusu DzAntika m“zayedesinde.dz deyince DzYaa, kaç para verdiler?dz diye sorar Erşahin, : . DzTemel FB)ǯdadz adlı fıkrada Temel karısını hiç sevmemektedir. FB)ǯe girmek için ilk adaylar karılarını öld“rmek istemezken Temel seve seve öld“r“r Erşahin, : . Başka bir fıkrada Fadime, milyon verip bir falcı kadına gider. Falcı ona kocasının kendisini hiç sevmediğini söyler. Te‐ mel, eve geldiğinde iki göz“ iki çeşme ağlayan Fadimeǯye DzNe gerek vardı be Fadime, bana gelseydin bunu bedavaya söylerdim.dz der Erşahin, : . Temel, eşinin de kendisine benzer duygular beslediğini d“ş“nmektedir. DzYavaş Öl“mdz adlı fıkrada sigaranın insanı yavaş yavaş öld“rd“ğ“n“ hatırlatan Fadi‐ meǯye, DzSenin gönl“n olsun diye siyan“r m“ içeyim?dz diye cevap verir. Fadi‐ meǯnin kendisinin sağlığını, iyiliğini d“ş“nd“ğ“ne inanmamakta, hemen ölme‐ sini istediğini ima etmektedir Erşahin, : . 349 DR. ASUMAN GÜNEŞ ULUS (er yönden kendisine bağımlı olan karısını boşamak erkek için de zor‐ dur. Nitekim Dzçoluğu çocuğu ortada bırakmakdz durumu toplumun da tepkisini doğurmakta, toplumsal dışlanmayı beraberinde getirebilmektedir. Bu bakım‐ dan her ne kadar evlilikten ve eşinden hoşnut olmasa da erkek için boşanma zor bir karardır. İncelediğimiz fıkralarda boşanma olgusuna nadiren rastlanır. DzAtışdz adlı fıkrada Dursun, karısından boşanmak için dava açar. (âkim nedeni‐ ni sorduğunda, DzÜç yıldır eline geçeni kafama atıyor?dz der. (âkim niye boşan‐ mak için “ç yıl beklediğini sorduğunda, DzArtık iyice alıştı, isabet ettirmeye baş‐ ladı daa…dz der Erşahin, : . Temelǯe göre Fadime çirkindir, yemekleri lezzetli değildir. Ekonomik açıdan da Temelǯe bağımlı olan Fadime, onun aldatmaları karşısında çaresizce “z“l“p ağlamaktan başka bir şey yapamaz. İncelediğimiz fıkralarda karısı tara‐ fından aldatılma durumu bulunmamaktadır. Ev kadınları namuslu, ahlaklı an‐ cak çaresizdir. Boşanmayı dahi d“ş“nemez, nitekim çocukları vardır ve onlara tek başına bakabilecek maddi g“ce sahip değildir. Bir iş bulacak olsa, çalışan kadınlara toplumun yaklaşımı rahatsız edicidir. Kadının maruz kaldığı haksız‐ lıklar karşısında tepki gösterdiği fıkraların sayısı yok denecek kadar azdır. Kızları evlenmeye iten nedenlerden biri de yine ekonomik durumdur. Eğitim görmeyen, iş sahibi olamayan ve ekonomik yönden anne ve babasına bağımlı olan kız çocuğunun bir an önce evlenmesi arzu edilir. DzDuruma Göredz adlı fıkrada Fadime oldukça alımlı ve gelinlik çağında bir kızdır. Bir g“n anne‐ sinin yanına sokulur ve Temel kendisine evlenme teklif ederse nasıl davran‐ ması gerektiğini sorar. Annesi de b“y“k bir bilgiçlikle Dz(aline bakarsın, çok heyecanlı ve sabırsız ise d“ş“nmek için birkaç g“n istersin, teredd“tl“ ise fik‐ rini değiştirmesi için zaman bırakma.dz der Erşahin, : . Burada annesi bir an önce kızının evlenmesini istemektedir. Bu şartlar altında evlenen kızlar, evlilik hayatlarında karşılaştıkları pek çok soruna tahamm“l etme zorunlulu‐ ğunu hissetmektedir. Karadeniz fıkralarında yer alan kadın tiplerden biri de Temelǯin kayna‐ nasıdır. Temel kaynanasını hiç sevmez. Bir fıkrada onu öld“r“r Erşahin, : . DzDil Yarasıdz adlı fıkrada Temel kaynanasının dilinin tutulmasını arzu et‐ mektedir Erşahin, : . Yaşlı kadınlara tahamm“l“ olmayan Temelǯin başka kızların annelerine yaklaşımı da farklı değildir. Bu yaşlı kadınların en çok dilinden rahatsızlık duymaktadır. DzMuayenedz adlı fıkrada Doktor Temel 350 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU “KARADENİZ FIKRALARI”NDA KADIN yaşlıca bir hanımın, kızını getirdiğini gör“r. G“zel kıza dönerek DzBluzunuzu çıkarın!dz der. Kız, hastanın annesi olduğunu söyleyince Temel kızın annesine döner ve DzDilinizi çıkarın!dz der Erşahin, : . Fadime, kayınvalidesin‐ den pek hoşlanmadığını bilen Temelǯi rahatsız etmek istediğinde annesini eve getirmekle tehdit eder. DzM“dahaledz adlı fıkrada Temel Fadimeǯyle tartışır. Fa‐ dime annesine gideceğini söylediğinde Temelǯin memnun olduğunu gör“nce, annesini de alıp geleceğini söyler Erşahin, : . Bu fıkralar esasında sadece Temelǯle Fadimeǯnin yaşamı, sorunları ile değil, fıkranın anlatıldığı her ortamın, toplumun yaşantısıyla ilgilidir. Fıkrala‐ rın anlatıldığı ortam, halk bilimi olaylarını izahta oldukça önemlidir. Anlatım ortamı değiştikçe, metinler de değişir. Kadınlara ve evlilik kurumuna yaklaşım şeklinin daha farklı olduğu Temel fıkralarıyla da karşılaşılabilir. Temel fıkrala‐ rını da anlatıldığı ortam ile ele almak gerekmektedir. Bu çalışmada fıkraların anlatıldığı ortamı görme ve değerlendirme imkânımız bulunmamaktadır, an‐ cak bu fıkraların toplanıp kitap hâline getirilmesi ve bu kitabın herhangi bir araştırma veya inceleme gayesinin dışında doğrudan t“keticiye hitap etmesini değerlendirebiliriz. Bir ön söz veya girişi dahi bulunmayan bu kitabın ön kapa‐ ğındaki uyarı dikkat çekicidir: “Yasal Uyarı: Bu kitabın okunması sonucunda doğabilecek sonuçlardan müessesemiz sorumlu değildir. Bknz: Arka kapak” Ki‐ tabın arka kapağında ise g“lmekten kalp krizi geçirenlere m“dahale etmek “zere bekleyen bir doktor karikat“r“ bulunmaktadır. Dolayısıyla kitapta yer alan fıkraların kaynağı hakkında bilgi yoktur. Kitabın yazarının dahi bu fıkrala‐ ra m“dahalesi olasıdır. Tek amaç okurları g“ld“recek fıkraları yayınlayıp satı‐ şa sunmaktır. Zira aynı fıkralara yer veren, benzer nitelikte, birçok fıkra kitabı bulunmaktadır Ezer, . Temel, kendisini Fadimeǯden “st“n gör“r, okuyucu da aslında Fadi‐ meǯden bir “st“nl“ğ“ olmayan Temelǯin tutumuna g“ler. Temelǯin kendisinden daha akıllı olmadığının farkında olan Fadime, bunu nadiren dile getirir. Örne‐ ğin, Temel, çocuklarının zekâsını kendisinden aldığını söyleyip gururlanırken, Fadime de bunun için kendi aklının yerinde olduğunu söyler. Bu, Fadimeǯnin Temel hakkında yorum yaptığı nadir fıkralardan biridir Erşahin, , . Temel, karısı Fadime ile birlikte tatile çıkar. Fadime DzYandık, “t“y“ prizde unuttum, mutlaka yangın çıkmıştır.dz diye feryat edince Temel Dzİmkânsız, ç“nk“ ben de muslukları açık unuttum.dz der Erşahin, : . 351 DR. ASUMAN GÜNEŞ ULUS Bir araştırmacı grubu, erkeklere ve kadınlara saldırgan fıkralar anlatmış ve karikat“rler göstermiştir. Bunların bazıları erkekleri, bazıları da kadınları hedef alan mizah içermektedir. Erkekler, kadınları hedef alan mizahı, erkekleri hedef alanlara göre daha komik bulmuş, kadınlar ise erkeklerle dalga geçen mizahı diğerlerine göre daha komik bulmuştur Mundorf, Bhatia, Zillmann, Lester, Robertson, . Freudǯa göre saldırgan şakalar, bastırılan d“rt“lerin dışa vurumudur. Bazı insanlara ya da insan gruplarına saldırmak için bilinçaltı bir istek duysak da, benliğimiz ve “st‐benliğimiz genelde şiddetin dışa vurumunu engeller. Oysa hakaret içeren iyi bir şaka, bu saldırganlık arzumuzu toplumsal olarak kabul edilen bir şekilde dışa vurmamızı sağlar. Burger, : Fıkralarda eşler arası ilişkilerde komiklik unsurunu sağlayan durum, eş‐ lerden birinin beceriksizliği, akılsızlığı, saflığı veya kurnazlığı, hazırcevaplılığı “zerine kurulmaktadır. Karadeniz fıkralarında bu unsuru sağlayan kişi çoğun‐ lukla Temel olmakla birlikte, kendisiyle doğrudan alay edilmek suretiyle sağ‐ layan kişi ise Fadimeǯdir. Dinleyici veya okur, Temelǯin çizgi dışılığına g“ler. Fıkraların birçoğunda Temelǯin evlilik kurumuna olan isyanı, içinden geleni sınırsız yaşama çabaları ile aile hayatının gerektirdiği disiplin arasında ken‐ dince bulmaya çalıştığı yol, mizahı doğurmuştur. İnsanlar hem d“zene hem de d“zen dışına çıkanlara g“lmektedirler. Feinberg, mizahta saldırganlıktan söz ederken mizah ustalarınca yapılan saldırganlığın her şeye yönelik olduğunu belirtir: . Eksikliklerine karşı “st“nl“k ifade ederek kişiye karşı . Toplumsal kurumlara karşı duyulan hoşnutsuzluktan öt“r“ topluma karşı . Tanrı, kader, doğa ve öl“me karşı duyulan hoşnutsuzluğu ifade ederek Dzevrendze karşı. Kah‐ kaha, Bergson felsefesinde çizgi dışına çıkana saldırganlık, Freud psikolojisin‐ de d“zene saldırganlıktır. Feinberg, : Temelǯin evlilik kurumuna olumsuz yaklaşımı ve d“zensiz hayatı onu meslek hayatında da istikrarsızlaştırmakta, başarısızlıklara s“r“klemektedir. Ne var ki Temelǯin bu vaziyeti en çok Fadimeǯnin yaşamını zorlaştırmaktadır. Evlilik olgusuna ve kadınlara bu tarz yaklaşım biçimi, her ne kadar Temel adı‐ na ve dolayısıyla Karadeniz Bölgesi insanlarına bağlansa da, bu fıkraların yay‐ gınlığı gösteriyor ki toplumun geniş kesiminde bulunmaktadır. Söz“ geçen fıkralarda kadının aile içinde ikincil bir stat“s“ olduğu gör“lmekte, rol“ ise annelik ve ev kadınlığı ile sınırlanmaktadır. Aile içi gelirin ağırlıklı olarak erkek 352 ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİNDE KADIN TASAVVURU “KARADENİZ FIKRALARI”NDA KADIN tarafından sağlanması hem kadının erkeğe bağımlılığını artırmakta hem de erkek egemenliğini pekiştiren tutumların yaygınlaşmasına neden olmaktadır. İncelemiş olduğumuz fıkralarda toplumsal cinsiyet eşitsizliği öne çık‐ makta ve bu durumun beraberinde getirdiği birtakım problemler, karşılanma‐ yan ihtiyaçlar, çaresizlikler mizah unsuru olarak ele alınmaktadır. William Bascom, halk edebiyatı “r“nlerinin dört işlevi olduğunu belirt‐ mektedir: . Eğlenme, eğlendirme ve hoşça vakit geçirme . Toplumsal kurumlara ve törenlere destek verme . Eğitim ve k“lt“r“n genç kuşaklara aktarılması . Toplumsal ve kişisel baskılardan kurtulma Bascom, William Bascomǯun belirtmiş olduğu bu dört işleve ek olarak, halk edebi‐ yatı “r“nlerinin işlevlerinden birinin de çıkmazları, kısırdöng“leri, sorunları ortaya koyarak okuyucu veya dinleyicinin çöz“m yolları “zerinde d“ş“nmesini sağlamak olduğu söylenebilir. Özellikle fıkralarda bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde, bu sorunlara mizahi bir dille ışık tutulduğu gör“lmektedir. (em d“zene hem de d“zen dışına çıkanlara g“lmek de bu kısırdöng“le‐ rin başında gelmektedir. Ayrıca karşı cinsi hedef alan saldırgan birtakım fıkralara toplum tarafın‐ dan neden bu kadar g“l“nd“ğ“ ve talep duyulduğu konusu da psikolojik ve sosyolojik açıdan incelenmeyi gerektirmektedir. Karadeniz fıkraları pek çok yönden incelenmiştir, ancak bu fıkralarda kadınların rol“ ve kadın algısı “zerine bağımsız ve kapsamlı bir inceleme bu‐ lunmamaktadır. Çalışmamızda Karadeniz fıkralarında kadın incelenirken Faruk Erşahin tarafından bir araya getirilmiş fıkra esas alınmıştır, ancak Karadeniz fıkra‐ larının tamamı d“ş“n“ld“ğ“nde bu sayı yetersiz kalmakta, incelenmeyi bekle‐ yen y“zlerce fıkra bulunmaktadır. Bu konuda daha kapsamlı çalışmaların yapılması gerekmektedir. 353 DR. ASUMAN GÜNEŞ ULUS KAYNAKÇA Akdeniz, Sıla. . DzTemel Fıkralarında ǮYardımcı Erkek Oyuncu Dur‐ sunǯun İşlevidz, Millî Folklor, , S. ‐ . Bascom, William R. . DzFolklorun Dört İşlevidz, Çev.: Ferya Çalış, (alkbiliminde Kuramlar Ve Yaklaşımlar , Ankara, Geleneksel Yayıncılık, S. ‐ . Burger, M. Jerry. tanbul, Kakn“s Yayınları. Erşahin. Faruk. . Kişilik, Çev.: İnan Deniz Erguvan Sarıoğlu, İs‐ . Karadeniz Fıkraları, Ankara, Tutku Yayınevi. Ezer, Mehmet‐Ezer, Meriç. yınları. , (epimiz Temelǯiz, Ankara, Yason Ya‐ Feinberg, Leonard. . DzMizahın Sırrıdz, Çev.: Ali Çelik, F. G“l Özyazıcıoğlu Koçsoy, (alkbiliminde Kuramlar Ve Yaklaşımlar , S. ‐ . Mundorf, Norbert‐Bhatia Azra‐Zillman Dolf‐Lester Paul‐Robertson Su‐ san. . DzGender Differences İn (umor Appreciationdz, (umor ), No. . 354 GÜNÜMÜZ ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİR GELENEĞİNDE USTA MALI DEYİŞLER GÜNÜMÜZ ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİR GELENEĞİNDE USTA MALI DEYİŞLER* DR. REYHAN GÖKBEN SALUK GAZİ ÜNİVERSİTESİ Âşık tarzı T“rk şiir geleneğinde usta malı deyiş terminolojik olarak usta ve “nl“ âşıkların şiirlerine verilen ad şeklinde tanımlanmaktadır Artun, : . Usta malı deyişler daha çok âşık fasıllarında karşımıza çıkmaktadır. Bu‐ nunla birlikte cönklerin de usta malı deyişlere ulaşabilmek bakımından önemli bir kaynak olduğu bilinmektedir. Gelenekte usta malı deyiş söyleme bir ustaya kapılanma nedenleri arasında sayılmaktadır Temren, : . Kapılanmak suretiyle çırak; bir ekol“n, grubun “yesi ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyecek, yapması/yapmaması gerekenleri aktaracak bir ustanın eşiğinde olmayı, geleneğin nas h“k“mlerini öğrenip marifetiyle özg“n söylem keyfiye‐ tini, yeteneklerinin denetlenebileceği bir ortamda gelişebilme yeteneğini ka‐ zanır. Elbetteki bu yolda en önemli eğitim araçlarından biri olarak gelenekte yer etmiş usta malı söylenceler, deyişler, tekerlemeler, ağıtlar, hikâyeler önem‐ li gör“nmektedir. Bir eğitim vasıtası olarak karşımıza çıkan bu metinler aynı zamanda geçmişte yaşamış âşıklardan g“n“m“ze taşınan bir k“lt“r aktarımını ve bilinç akışını temsil etmektedir. Orta Asya'da teşekk“l eden âşıklık geleneğinde usta malı deyiş söylemek ayrı bir uzmanlık alanı oluşturmaktadır. T“rk d“nyası epik destan anlatım geleneğinde destancıların destana başlamadan önce usta malı veya lirik parça‐ lar söylemelerinin önemli bir özellik olarak karşımıza çıktığı gör“lmektedir Çobanoğlu, : . Dahası genellikle icrada usta malı çalıp söyleyenlerin farklı isimlerle anıldığı ve bazen de icrada başka enstr“manlar kullandıkları da gör“lmektedir. Örneğin; T“rkmen âşıklık geleneğine göre t“rk“ söyleyen veya saz çalanlara bahşi adı verilmektedir ve bahşiler; repertuarları ve icraları ba‐ kımından termeci ve hikâyeci olmak “zere iki ana gruba ayrılmaktadır. Bazı * Atat“rk, K“lt“r, Dil ve Tarih Y“ksek Kurumu Atat“rk K“lt“r Merkezi Başkanlığı ile Atat“rk Üniversitesi Edebiyat Fak“ltesi Dekanlığının ortaklaşa d“zenlediği ‐ Ekim tarihle‐ rinde gerçekleştirilen Değişim ve Dön“ş“m S“recinde âşıklık Geleneği Bilgi Şöleni'nde Ulu‐ sal Sempozyum sunulmuştur. 355 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK bahşiler kendi telif eserleri olmakla beraber daha çok usta malı çalıp söylerler. Termeci bahşiler, destanlar veya hikâyeler içinde yer alan manzum parçaları, şairlerin eserleri ile halk t“rk“lerini icra ederler. Artun, : . Kırgızis‐ tan'da ise; halk şairliği geleneği Kırgız şiir sanatı ile doğrudan ilgilidir. (alk şairlerine genel olarak halk akını denir. Akınlar; ırçı, cazgıç akın veya tökmö akın olarak da adlandırılabilir. Tökmö akınlar usta malı veya kendi eserlerini kopuz veya kıyak ile dile getirirler Artun, : . (akaslarda ise destan anlatıcısı haycıların yanında onlar kadar olmasa bile yine de gelenek içerisinde belli bir yeri olan ve sevilen bir grup daha haycı vardır ki, onlara "kiçig haycı" denir. Kiçig haycılar, ustalarından ne duymuşlarsa olduğu gibi kendilerinden hiçbir şey katmadan anlatırlar. Usta malı satan bu haycıların bazıları destanın b“t“n epizotlarını anlatamazlar; bazıları ise m“zik aleti çalamazlar Ergun, : . Bu bağlamda usta malı söylemek; ata yadigârını anmak, ata k“lt“‐ ne sahip çıkmakla eş değer gör“lmektedir. Âşıklık geleneğinde usta malı deyişler ve bu terminolojiye bağlı olarak gelişen uygulamalar etrafındaki akademik tartışmalar daha ziyade gelenekte irticalin ve ezberin yan yana olup olmadığı ve metin çeşitliliği varyantlaşma konuları “zerinden y“r“t“lmektedir. Bunlara ek olarak usta malı deyiş söyle‐ me ve geleneği; k“lt“rel aktarım s“reci, âşık adayının söz söyleme kabiliyetini geliştirmesindeki fonksiyonları, biyografik âşık hikâyelerinin teşekk“l“ne kat‐ kıları gibi mevzularla da ilgili gör“nmektedir. Çıraklık ve Kalfalık Dönemlerinde Usta Malı Deyiş Söyleyerek Yetişen Âşık Âşıklık geleneğinde usta malı deyişleri ve fonksiyonlarını değerlendirir‐ ken gelenekte çırağın yetişme s“reci göz ardı edilmemelidir. Bilindiği gibi âşık‐ lık geleneği usta‐çırak ilişkisine dayanmaktadır. Âşıklık geleneğinin icra mer‐ kezli yapılanması bireyin eğitimi ve tekâm“l“ esasına dayanmaktadır. Bir âşık adayı hitabet ve enstr“man çalabilme yeteneğini bir ustaya kapılanmak sure‐ tiyle geliştirir. Bununla birlikte ustasının izinde, onun öğretileri nispetinde, yeteneklerini ve görg“s“n“ geliştirir. Bu ilk yetişme döneminde âşık adayı usta malı deyişleri ezberler ve eleş‐ tirmen izleyici kitlesi ön“nde bu metinleri icra eder. Özg“n eserlerini ise icaze‐ tini yani mahlasını aldıktan sonra söylemeye başlayacaktır. Bu duruma örnek olarak; Umay G“nay'ın "Âşık Veysel ve Âşık Tarzı Şiir Geleneği" adlı makale‐ sinde Âşık Veysel'in çıraklık dönemiyle ilgili verileri verebiliriz. Âşık Veysel, 356 GÜNÜMÜZ ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİR GELENEĞİNDE USTA MALI DEYİŞLER yılında Sivas'da yapılan ilk "Âşıklar Bayramı'na katıldığı dönemde usta malı deyişler söyleyen gelenek taşıyıcısı durumundadır ve usta malı deyişleri söylediği dönemlerde kendi deyişlerini de yarattığını ancak bunları cesaret edip dinleyicilere sunamadığını ifade etmiştir. G“nay, : . Yukarıdaki ifadelerden özetle; usta malı deyişlerin çıraklık dönemindeki fonksiyonu âşığın şiir söyleme kabiliyetini geliştirmeye ve performansını geliştirmeye yönelik olduğudur. Usta malı deyiş söylemenin ve öğrenmenin zorunluluğunu ortaya koya‐ bilmek açısından bir başka örnek de Malatyalı gurbetçi Âşık Kadimîǯden Yusuf Kenan Gözc“ ve onun hayatından bir anektotla izah edilebilir. Âşık Kadimîǯye ustası Sefil Selimî, Almanya'dan dönd“ğ“nde "Sen devamlı usta malı çal söyle ki bu kalıplar zihninde yer etsin. Öyle zaman gelir ki söyleyeceğin ne fazla ne eksik söylersin. Böylece şiir dallarını, atışma usullerini öğrenirsin." diye öğ“t‐ ler Kutlu, . Âşık Kadimi, ustasının öğ“tlerini dinlemez, kendi şiirleriyle gitse de itibar görmez ama bir s“re sonra icâzetini alır ve kendi özg“n nefesine kavuşmuş olur. İcazetini almış olan âşık, ustasının g“venini kazanmıştır. Artık âşık hava‐ larını sazı ile çalabilen, âşık karşılaşmalarında irticalen şiir söyleyebilen, usta malı hikâyeleri aslına uygun bir şekilde anlatan, hikâye tasnif edebilen ve belir‐ li bir hayran kitlesine sahip usta bir âşıktır. Özellikle çıraklık, nispeten de kal‐ falık döneminde "dinleme", "ezber", "gözlem" ve "taklit" gibi öğrenme metotla‐ rı ile kendini yetiştirmeye çalışan âşık, ustalık döneminde icra ettiği mahsul‐ lerde artık kendi kişisel yeteneklerini gösterebilir. Çıraklık ve kalfalık dönem‐ lerinde hafızasına aldığı usta malı deyişler ve hikâyelerle birlikte edebî kişili‐ ğini harmanlar ve bu yetişme s“reci ustalık döneminde orijinal eserler ortaya koymasına vesile olur. Ayrıca bu s“reçte “slubu da şekillenir. Âşığın dilinde yer yer Arapça ve Farsça kelimeler bulunuyorsa da bu durum gelenekten, usta malı şiirlerden ve bölgenin bulunduğu coğrafyadan kaynaklanmaktadır Önc“l, : . Bir Ustanın Başka Ustaların Deyişlerini İcra Etme İhtiyacı Usta malı şiirlerin öğrenilmesi s“recinin âşığın şiir söyleme kabiliyetini geliştirdiği açıktır. Bir diğer taraftan zaten usta olmuş bir âşığın fasıllarda baş‐ ka bir âşığın deyişlerini icra etmesinin pek çok sebebi olabilir: 1. Âşıklar eğer bir kola, tarikata mensuplarsa mensubu bulundukları ekol“n, tarikatın önemli temsilcilerinin deyişlerini icra ederler. Bilindiği gibi 357 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK usta‐çırak ilişkisi gelenekte âşık kollarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamış‐ tır. Âşık kollarının varlığı ile usta malı deyişlerin aktarılması ve gelecek nesille‐ re intikali ile âşıklar arasında bilgi, görg“, duygu ve tecr“be iletişim sağlana‐ bilmektedir. 2. Usta malı deyiş okuma geleneğin önemli temsilcilerine duyulan bir saygının ifadesidir. Nuri Ağdemir Demiroğlu performans esnasında usta malı deyiş okuma gerekliliğini şu şekilde ifade etmiştir: "...bizden önceki ustalarımı‐ zı hatırlatma, onları yâd etme duygu ve d“ş“ncesiyle 'usta malı' dediğimiz bir t“rk“y“ söyleriz. Böylelikle geleneksel k“lt“r içerisinde ustalarımıza ve b“y“k âşıklarımıza duyduğumuz saygıyı ifade etmiş oluruz." Bayraktar, : . 3. Karacaoğlan çığırmak, Köroğlu'ndan koçaklama okumak bir ananevî geleneğe bağlanmıştır. Toplumun gönl“nde, toplumsal bilinçdışında yer etmiş ustalar yeni nesil temsilciler tarafından anılmalıdır. Ayrıca icra sırasında hal‐ kın hafızasının bu metinler yoluyla tazelenmesi sağlanmaktadır. Usta malı şiir söylemek tabiri ile nesiller arası k“lt“rel aktarım sağlanmaktadır Ergun, : . 4. Âşık aynı zamanda ustasından usta malı deyiş okuyarak icrasını tescil ettirmektedir. Bu icrada kendisine olan özg“veni arttıran bir husus olmaktadır. Bu bağlamda ata yadigârını anmak ata k“lt“ne sahip çıkmakla eş değer gör“l‐ mektedir. Gör“ld“ğ“ gibi kapılanma s“reci ve bu s“reçteki eğitim sistemi saz çal‐ ma, edindiği bilgi‐birikimi bellekte saklama ve hatırlama‐aktarma, irticalen ve yeniden “retim yoluyla yeni özg“n edebî “r“nler ortaya koyma gibi aşamaları içermektedir. Bunların harmanlandığı ve somut olarak gözler ön“ne serildiği yer ise âşık fasıllarıdır. Mustafa Arslan'ın, "K“lt“rel Belleğin Uzman Taşıyıcıları Olarak Âşıklar" adlı makalesinde de belirttiği gibi; k“lt“rel bellek taşıyıcılığı açısından âşık, gelenek içinde ustalardan edindiği geçmişi hatırlamanın temel fig“rlerini, içine doğduğu toplumun bizatihi kökenine ve varlığına ilişkin dini, millî, sosyal ve k“lt“rel kodlamalarını, rit“ellerle ör“l“ bir icrada ve eleştirmen dinleyici kitlesi ön“nde aktarır. Yani âşık, geçmişte yaşamış veya yaşadığına inanılan usta aşığın anlatısını veya deyişini olduğu gibi aktarmakla yetinmez. (em usta malı hem de kendi eserlerinde dile getirdiği olgu ve olaylar “zerin‐ den bir hatırlatma işlevini yerine getirir ve dinleyicinin geçmişle bağ kurması‐ na aracı olur, toplumsal belleğin dinamik kalmasına ve s“reklilik kazanmasına katkıda bulunur. K“lt“rel belleğin uzman taşıyıcısı olan âşık tefekk“r“n, te‐ zekk“re dön“şt“r“lmesine katkı sağlamış olur. Başka bir deyişle k“lt“rel bel‐ 358 GÜNÜMÜZ ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİR GELENEĞİNDE USTA MALI DEYİŞLER leğin bu uzman taşıyıcıları, aynı zamanda bir sözl“ k“lt“r m“tefekkiri olarak yaşadığı çağın tutsağı olmaktan kurtulur, geçmişi‐bug“n“ ve geleceği bir b“‐ t“nl“k içinde ifade ve inşa ederek zamanlar‐“st“ varoluş anlayışının b“t“nc“l tavrını ortaya koyarlar. Bu sebeple âşıklar, kanaatimizce kendi anlam ve icra faaliyeti çerçevesinde toplumun varlığını geçmişten bug“ne ve yarına kimlikli ve nitelikli bir sosyal yapı olarak taşımasında özel öneme sahip bir temsilciler‐ dir. Arslan, : , ‐ . Sonuç olarak; Aşıkların usta malı şiirleri öğrenmeleri eğitimlerinin aslını teşkil etmektedir. Bu dönemde çırak; usta âşıkları, geleneğin icra edildiği or‐ tamlarda dikkatle dinlemekte, onların şiirlerini ezberleyip öz“msemektedir. Böylece çırağın sanatçı kişiliğinin temelleri de atılmış olur. Usta, çırağına ilk önce kendisinin ve diğer usta âşıkların şiirlerini ezberlemesini ve bu şiirleri, usta âşıklar gibi icra etmeye çalışmasını söyleyerek çırağının usta malı reper‐ tuarının gelişmesini sağlar. Bu ayrıca âşıkların kalem şairleri gibi uzun bir s“re d“ş“nerek, “zerinde değişiklikler yaparak oluşturdukları serbest deyişleri yaratım s“recine katkıda bulunur. Usta âşık çırağına kendi şiirlerinden ya da diğer usta âşıkların şiirlerinden örnekler göstererek âşık tarzı şiirlerin, serbest deyişlerin ölç“s“, kafiyesi, teması ve kelime kadrosu ile ilgili usta malı deyişler “zerinden örnekler sunmaktadır. Denilebilir ki çırak, usta mallarını ezberleyip, icra edebildikten sonra kendi yeteneği ölç“s“nde serbest deyişler meydana getirmeye başlamaktadır. Aynı şekilde âşıkların bir âşık meclisinde, dinleyici karşısında hazırlıksız, irticalen sistemli deyişler söylemesi de bu s“reçte geli‐ şir. Bu şiirler çeşitli icra ortamlarında, belli bir d“zene bağlı olarak bir âşığın eleştirmen dinleyici ön“nde denenmesi ve başarılı olup olmadığına karar ver‐ mek için önemlidir G“nay, : . Usta Malı Deyişlerde Ezginin Fonksiyonu Yirminci y“zyılın başlarından önce, musiki icra ve öğretiminde hemen hiç nota kullanılmadığı için şifahi eğitim, yani esas itibariyle usta‐çırak ilişkisi‐ ne dayanan musiki eğitim sistemi olarak adlandırılan meşk; esas itibariyle taklit ve tekrar “zerine kuruludur ve âşıklık geleneğinde de kullanılan yöntem‐ lerden biridir Behar, : ‐ . Geleneksel şiir söyleme biçiminde nasıl ki usta malı deyiş öğreniliyorsa âşıklar m“zikte de usta malı kullanmaktadırlar. Bu kullanım biçimini Metin Özarslan, şu şekilde izah etmektedir: "Âşıklar kendi şiirlerini ve eski usta âşık‐ ların şiirlerini geleneksel özellik taşıyan hazır ezgi kalıplarına döşeyerek icra ederler. Usta malı melodi kalıpları 'çeşitli dizi, seyir ve melodileri içine 359 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK aldığından' âşık çıraklık devresinde ustasından söz söylemeye ait teknik ince‐ liklerin yanı sıra söz“n birleşeceği melodik yapıları ve birleştirmenin incelik ve tekniklerini de öğrenir. Manzum söz söylemeye bağlı olarak ortaya çıkan edebî t“r ve şekillerin kolay öğrenilebilmesi ve dinleyici “zerinde tesirli olabilmesi, melodi kalıplarının iyi bilinmesine ve m“ziğin sözle birlikte başarılı bir şekilde kullanılmasına bağlıdır Özarslan, : . Âşıklık geleneğinde ezgiye şiir yön vermektedir. Bu yön veriş şekli şiir‐ deki hece sayısı ile doğrudan ilgilidir. Sık tekrarlayan motiflerden oluşan ezgi kolay ve sadedir G“nay, : . S“leyman Şenel, usta malı eserin söz ve ezgi hususiyetleri bakımından yörelere bağlı hususiyetlerini şu şekilde tanım‐ lamıştır: "Âşıklar kendi ezgilerini oluştururken yaşadıkları yöreye ait ezgi ka‐ lıplarından ve icra “sluplarından sıklıkla etkilenirler. Kendilerine ait özg“n “r“nlerin yanında, geçmiş usta âşıklar tarafından yazılan ezgi kalıplarını, ya da kullanılan özel okuyuş kalıplarını, yöresel ağız ve ezgi tarzlarını içeren eserleri de seslendirirler. Âşık geleneğinde bu t“r eserlere, usta malı adı verilmektedir" Şenel, : . İcrada ustasının izinde y“r“yen âşık adayı şiir, ezgi ve ens‐ tr“man senkranizasyonunu sağlamaya usta malı “r“nlerin rehberliğinde y“‐ r“mektedir. Gelenekte seçkin bir usta olmak demek pek çok usta malı deyiş ve âşık hikâyesi bilmek daha açık bir tanımlamayla çok varlığı olmak anlamına gel‐ mektedir. Bunun için çırakların bir kısmı yetişme s“recinde şiir, hikâye, m“zik alanında farklı usta âşıklardan istifade edebilmektedirler. Örneğin; Âşık Sabri Yokuş da âşıklık geleneğinde; kendisine hikâye anlatma yön“yle Murat Çoba‐ noğluǯnu, şiir dalında ise Yaşar Reyhanîǯyi örnek aldığını belirtmektedir Aslan, : , . Ezgi sahasında usta olmak demek icra edilen usta malı şiir ile bu şiirin birleşeceği geleneksel ezgi kalıbı, yani âşık havası arasındaki bağı korumak kuralına dayanmaktadır. "Usta Malı Söyleyenler" ve Metin Çeşitliliği (Varyantlaşma) Âşıklık geleneğinin en önemli yazılı kaynağı bilindiği gibi cönkler, mec‐ mualar, antolojiler vs. iken sözl“ kaynağını ise kaynak kişiler yaşayan usta âşıklar, usta malı söyleyenler vs. oluşturmaktadır. Saim Sakaoğlu'na göre "us‐ ta malı söyleyenler" adını verilen insanlar, bir yandan kendi şiir zevklerini tatmak, bir yandan da âşıklık geleneğini sevenlere hoşça vakit geçirtmek için usta malı deyişleri söylerler Sakaoğlu, : . "Usta malı söyleyenler"den yapılan derlemelerde karşımıza çıkan aynı metnin farklı çeşitlemeleri ise kaynak kişilerin zevkleri, hatırlanamayan veya 360 GÜNÜMÜZ ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİR GELENEĞİNDE USTA MALI DEYİŞLER kendilerince hoş olmayan mısraları, eskiyen ve az kullanılan kelimelerin yerle‐ rine yenilerinin ve hatta eski kelime ile farklı anlamlı benzer sesli kelimelerin konması ile açıklanmaktadır Sakaoğlu, : . Metinler “zerinde değişen unsurlar çok boyutlu değerlendirilse de âşık şiirinde değişmeyen hususların kafiye ve redif yani ayak unsurları olduğu bilinmelidir. Değişmeyen hususlar yani ayak unsurları metnin kompoziyonu ve anlam b“t“nl“ğ“n“ sağlamakta‐ dır. Umay G“nay'a göre, "... âşıklar kendi şiirlerini ve usta malı şiirleri ezber‐ lerken şiirin aslı ve tamamı yerine ayağı, şiirin konusunu ve nazım t“r“n“ ez‐ berlemekte gerektiği zaman şiirleri bu bilgilerle yeniden inşa edebilmektedir‐ ler. Sözl“ gelenekte sahibi belli şiirlerde varyantlaşma bu yolla meydana gel‐ mektedir. Bu bilgiler ışığı altında birbirlerinden habersiz iki âşık aynı ayak ve aynı konuda birbirine fevkalade yakın şiirler söyleyebilmektedirler." G“nay, : . Metin Özarslan da G“nay'ın bu yorumuna ek olarak âşıkların canlı birer "kafiye kelimeler sözl“ğ“" olduklarını ifade ederken usta âşıkların hangi keli‐ melerin birbirine ayak teşkil edeceğini ezbere bildiğini ve bu bilginin onlara özellikle atışmalarda bazı avantajlar sağladığını belirtmiştir. Âşıklar karşılıklı atışma/deyişme yapmak suretiyle sınamaya dayalı bir h“ner gösterir ve bir‐ birleriyle yarışmaları bu icra töresine bağlı olarak bir h“ner göstergesi ve söy‐ leyiş çevikliği kazanmalarına olanak sağlayabilecektir Özarslan, ; Kaya : ‐ . Metin çeşitliliğine rastlanılan metinlerde tema, ölç“, kafiye ve kafiye ör‐ g“s“n“n aynı olduğu gör“lmektedir. Metindeki farklılıkları ise bağlam/anlatı ortamı/icra ortamından kaynaklanan farklılıklar olarak değerlendirmek doğru olmaz. Ç“nk“, anlatıcı/âşık, aklında bulunan temaları ifade edebilmek için form“lleri kullanmakta, bu form“llerin dışında kalan böl“mleri de temaya uygun olarak doldurmaktadır. Şiirde değişmeyen kâfiye, kâfiye örg“s“ gibi unsurlar form“l olarak değerlendirilmelidir. G“ltekin, : . Sonuç olarak; şiirlerin âşıklar tarafından olduğu gibi ezberlenmediği, sa‐ dece ana temaları ve bu temalara bağlı olarak söylenecek şiirlerin ayaklarını akıllarında tuttukları, yani ezberledikleri ve icra anında bu form“lleri kullana‐ rak şiirleri yarattıkları gör“lm“şt“r. (ikâye anlatılmaya ve yayılmaya devam ettikçe içerisine sadece yeni kelimelerin değil yeni yeni temaların ekleneceği, bazı temaların da unutulacağı kesindir. Buna bağlı olarak da hikâyedeki şiir parçaları, mısralar da değişecek, artacak veya eksilecektir. Ancak, b“t“n bu değişmelere rağmen metinde korunacak ana temaya bağlı şiirlerin izleri de hikâyede yaşamaya devam edecektir G“ltekin, : . Karacaoğlan gibi 361 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK ustaları y“zyıllar boyunca yaşatan asıl gerekçe, onların adına söylenen halk hikâyeleri ve usta malı söyleme ortamları, korunaklı ana temalar olmalıdır Oğuz, : ‐ . Böylelikle usta malı şiirler sözel tarih ve efsaneleri referans alarak omurga yapısının dışında farklı bir kıyafetle çıkabilmektedir. Şiirlerin b“y“k çoğunluğu varyantlar arasında ortak olabilmektedir. Or‐ tak olan şiirlerin bazıları varyantlarda aynen tekrarlanırken, bazıları tamamen birbirinin tekrarı olmayabilir. Bu da bazı şiirlerin ezberlendiğini, bazılarının da form“ller yardımıyla meydana getirildiğini göstermektedir G“ltekin, : . G“ltekin'e göre, daha ziyade hikâyelerdeki ortak şiirlerin kısmen ezber‐ den nakledilmesi, kısmen de form“llerle meydana getirilmesi, Umay G“nayǯın bu teorinin temel paradigmalarından biri olan ezber ve irticalin yan yana ola‐ mayacağı şeklindeki gör“ş“n“n aksine, T“rk âşıkların repertuarlarında ezber ve irticalin birlikte var olduğu tespitini desteklemektedir. Ancak, burada kas‐ tedilen ezberin, usta malı şiirler olduğu da unutulmamalıdır. G“ltekin, : . Varyantlaşma meselesinde gezgin âşıkların mahiyeti ayrıca değerlidir. Farklı yöre âşıklarının etkileşimlerinin usta malı metinlerin çeşitliliği ve metin‐ lerdeki yöresel unsurların yayılmasının önemli bir aracı olması itibariyle önemli gör“nmektedir. Ustaya Ağıt, Usta Malı Deyişler ve Biyografik Halk Hikâyelerinin Teşekkülü Usta bir âşık vefat ettikten sonra onun ardından ağıt t“r“ne uygun bir şekilde onun yapıp ettiklerini, kişiliğini, insanlığını kısacası biyografik yaşamı‐ nı ve âşığın dilinden duygu ve d“ş“nce d“nyasını, dileklerini ele alan anma şiirleri ustaya ağıt şiirleri olarak adlandırılabilir. Saygı ve hayranlık ekseninde oluşturulan bu metinler âşıklık geleneğinde en az usta malı deyişler kadar önemlidir. Mete Taşlıova Murat Çobanoğlu örneğinden yola çıkarak ustaya ağıt şiirlerinin kısa hikâye formatına nasıl dön“şebileceğini şu şekilde izah etmek‐ tedir: "Anadolu sahası âşıklığında, her ne kadar d“ğ“n ve kahve icraları bug“n için geçmişle mukayese edilemeyecek g“nler yaşıyor olsa da, geleneğin yapı‐ sında olan 'usta malı' söylemek devam etmektedir. Usta malı deyişlerin yanın‐ da 'ustaya ağıt' yapısıyla işlenecek bu metinler, t“rk“leşerek dilden dile dola‐ şacaktır. Ve kuvvetle muhtemeldir ki, sözel hafızada yaşayan Murat Çobanoğlu 'tasviri'ne uygun eklemeler ve dön“şt“rmelerle, başlangıçta Dzkısa hikâyedz bi‐ çiminde oluşacak anlatılar, zamanla m“stakil halk hikâyesi formunda metinle‐ rin oluşmasını sağlayacaktır. Bunun en g“zel örneğini, âşıkların dilinde 'Âşık 362 GÜNÜMÜZ ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİR GELENEĞİNDE USTA MALI DEYİŞLER Şenlik'in İran Seferi' veya 'Âşık Şenlik'in Revan Seyahati' adlarıyla farklı içerik‐ te anlatılan metinleri gösterebiliriz." Taşlıova, : , . Günümüz Âşıklık Şiirinde Usta Malı Deyiş Söyleme Geleneği 1. Özkul Çobanoğlu, "Elektronik K“lt“r Ortamında Âşık Tarzı Şiir Gele‐ neği Bağlamında Çukurovalı Âşıklar Üzerine Tespitler", adlı bildirisinde elekt‐ ronik k“lt“r ortamının geleneği b“t“n“yle şekillendirdiğini, g“n“m“zdeki âşıklık geleneği “r“nlerinin sadece sözl“ ve yazılı ortamlarda değil aynı za‐ manda elektronik k“lt“r ortamlarında da var olduğunu ve geniş kitlelerle bu‐ luştuğunu ifade etmiştir. Geleneğin temeli olarak karşımıza çıkan usta‐çırak ilişkisinin yerini bilhassa b“y“k şehirlerde saz ve bağlama kurslarının aldığını, bu imkânı bulamayanların ise modern teknolojik “r“nleri kullanarak âşıkları ve onların usta malı şiirlerini taklit ederek ört“l“ bir çıraklık dönemi yaşadık‐ larını belirtmiştir Çobanoğlu, : . Ahsen Turan ve öğrencileri tarafın‐ dan hazırlanan Sazın Söz“n Sultanları adlı dizide geleneğin yeni nesil temsilci‐ lerinin bir kısmı görmedikleri hâlde ideolojik, fikrî, dinî, cinsî vs. benzerlikleri dolayısıyla hiç görmeden benimsedikleri ustalarının izinden geleneği yaşatma‐ ya çalışmaktadırlar. 2. Erman Artun, "İletişim Çağında Âşıklık Geleneğinin Geleceği" adlı bil‐ dirisinde g“n“m“z âşıklık geleneğiyle ilgili tespitlerini değerlendirirken âşık toplantılarının d“zensiz ve gelişi g“zel yapıldığı, icra ve töreye uymak yerine seyircinin isteğine göre hareket edildiği, sazın doğal sesinin yerine elektro saz kullanımının ezgiyi bozduğu, usta malı söylenmediği gibi tespitleri vardır Artun, . Fakat geleneğin devamı açısından usta malı deyiş okumanın çırağın yetişme s“recine katkısı b“y“kt“r. Âşık fasıllarında hatırlatma böl“‐ m“nde Çukurovaǯda; Dzbu böl“mde âşıklar gelenekte iz bırakmış eski usta âşık‐ lardan şiirler okurlar. Gelenekteki şekliyle usta‐çırak ilişkisi olmadığı için usta malı deyiş okunmaz. Ancak zaman zaman faslın herhangi bir yerinde Karaca‐ oğlan, Dadaloğlu vb. gibi usta âşıklardan g“zellemeler, koçaklamalar okunur. Bazen Karacaoğlan, Dadaloğlu, Ferrahi vb. için âşıklarca söylenmiş şiirler oku‐ nur. Son yıllarda âşıklar çeşitli toplantılarda usta malı t“rk“ler yeniden okun‐ maya başlanmıştır" Turgut, : . 3. İletişim odaklarının değişmesi ile teknolojik değişimler, modern insa‐ nın ihtiyaçları, bireyin yalnızlaşması, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş ulaşım imkânlarının çoğalması, yazılı ve görsel medyanın geniş kitlelere ulaşabilme imkânı elde etmesi, ekonomi, eğitim‐öğretimde meydana gelen gelişmeler gibi nedenler âşıklık geleneğindeki usta çırak ilişkisini de etkilemiş, 363 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK bu şifai eğitim metodunun değişimine zemin hazırlamıştır. Usta çırak ilişkisi‐ nin yok olmasında başka etkenler olarak da Konservatuvarlar, TRT, dernek ve vakıflar, saz kursları gibi mekanların varlığı ile bu ve benzeri yerlerde gerçek‐ leştirilen eğitim‐ğretimler, bilimsel ve sanatsal etkinlikler gösterilebilir T“rkmen, : . Gelenekte şifahi eğitimin en önemli sacayağı olan usta malı deyiş söyleme yerini daha başka tekniklerle eğitim metotlarına bırakmış gör“nmektedir. KAYNAKÇA Arslan, Mustafa. . "K“lt“rel Belleğin Uzman Taşıyıcıları Olarak Âşıklar", T“rk D“nyası İncelemeleri Dergisi, / , Yaz, ‐ . Artun, Erman. . G“n“m“z Adana Âşıklık Geleneği Âşık Feymanî, Adana: Adana Valiliği İl K“lt“r M“d“rl“ğ“ Yayınları. ‐ ve Artun, Erman. . "İletişim Çağında Âşıklık Geleneğinin Geleceği". İletişim Çağında (alk K“lt“r“ ve Ozanlığın Geleceği Sempozyumu Bildirileri, Ankara. Artun, Erman. . "T“rk D“nyasının Âşıklık Geleneğinin Geleceğe Taşınması". Çukurova Sanat Aylık Fikir Sanat Edebiyat Dergisi, Yıl: , Sayı , Nisan, ‐ . Artun, Erman. . "T“rk D“nyası Âşıklık Geleneğinin Geleceğe Ta‐ şınması", XV)). Uluslararası Kıbatek Edebiyat Şöleni Balkanlar T“rk Edebiyatı ve K“lt“r“ , Kosava, ‐ Ağustos/Eyl“l, ‐ . Aslan, Ferhat. . "Âşık Edebiyatı Usta‐Çırak Geleneği İle Geleneksel Osmanlı T“rk M“ziği Meşk Usûl“ǯnun Karşılaştırılması", . )CANAS Uluslara‐ rası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi, Ankara, ‐ Eyl“l, ‐ . Bayraktar, Z“lfikar. . "Âşıklık Geleneğinin Yaşatılmasında K“lt“rel İcra Mekânı Olarak Eğitim Kurumlarının Rol“: İzmir (alk Âşıkları Derneği Ör‐ neklemi", (itit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“ Dergisi, Yıl , Sayı , (a‐ ziran: ‐ . Behar, Cem. . Aşk Olmayınca Meşk Olmaz Geleneksel Osman‐ lı/T“rk M“ziğinde Öğretim ve İntikal, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 364 GÜNÜMÜZ ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİR GELENEĞİNDE USTA MALI DEYİŞLER Çobanoğlu, Özkul. . "Elektronik K“lt“r Ortamında Âşık Tarzı Şiir Geleneği Bağlamında Çukurovalı Âşıklar Üzerine Tespitler", . Uluslararası Çukurova (alk K“lt“r“ Sempozyumu Bildirileri, Adana, ‐ . Çobanoğlu, Özkul. Akçağ Yayınları. Ergun, Metin. Dergisi , Bahar, ‐ . T“rk D“nyası Epik Destan Geleneği. Ankara: . . "(akas (aycıları", T“rk D“nyası Dil ve Edebiyat Ergun, Pervin. . "Toplumsal Uygulamalarda Âşıkların İşlevi", Ka‐ radeniz Uluslararası Dergisi, Yıl , Sayı : ‐ . G“ltekin, Mustafa. . "Sözl“ Kompozisyon Teorisi Bağlamında Latif Şah (ikâyesindeki Şiirler Üzerine Bir İnceleme", TÜBAR XXV)) Bahar, ‐ . G“nay, Umay. . "Âşık Veysel ve Âşık Tarzı Şiir Geleneği", (acette‐ pe Üniversitesi Edebiyat Fak“ltesi Dergisi, G“z , Sayı , Temmuz, ‐ . G“nay, Umay. Folklor , ‐ . G“nay, Umay. tifi, Ankara: Akçağ. Kaya, Doğan. limi Araştırmaları: , Oğuz, Öcal. Gazi T“rkiyat, Bahar, . "(alk Şiirinde Ayak Konusunda D“ş“nceler", Millî . T“rkiyeǯde Âşıklık Tarzı Şiir Geleneği ve R“ya Mo‐ ‐ . "Âşık Şiirinde Ayakla İlgili Problemler", T“rkl“k Bi‐ . . "Karacaoğlan Sorunsalı İçinde Rumelili Karacaoğlan", , ‐ . Önc“l, K“rşat. . "Âşık Mehmet Ozanî, (ayatı, Sanatı", T“rk K“lt“r“ ve (acı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, , ‐ . Özarslan, Metin. . "Erzurum ve Çevresinde Âşık Geleneğinin Bu‐ g“nk“ Durumu", Ankara: (acettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstit“s“ T“rk (alkbilimi Bilim Dalı, Doktora Tezi. Özarslan, Metin. Özen, Kutlu. www.kutluozen.com, Sakaoğlu, Saim. Millî Folklor, , ‐ . . Erzurum Âşıklık Geleneği, Ankara: Akçağ. . Âşık Kadimi Yusuf Kenan Gözc“ , Kasım . Aralık , . "Karacaoğlanǯın Şiirlerini Nasıl Yayımlamalıyız?", 365 DR. REYHAN GÖKBEN SALUK Şenel, S“leyman. . Kastamonuǯda Âşık Fasılları: T“rkler‐Çeşitler‐ Çeşitlenmeler, İstanbul: Kastamonu Valiliği Yayını . Taşlıoava, Mete. Murat Çobanoğlu ‐ . "Kişinin Sözel Biyografisi Olarak Ağıtlar: Âşık ", T“rkbilig, , ‐ . Temren, Belkıs. . "Bektaşi Geleneklerinde Balkanlara İlk Geçiş: Sa‐ rı Saltuk Söylencesi", T“rk K“lt“r“ ve (acı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı , ‐ . Turgut, Osman. . "Adanaǯda Âşıklık Geleneği ve Yaşayan Adanalı Âşıklar", Adana, Ç.Ü. Sos. Bil. Ens., Basılmamış Y“ksek Lisans Tezi. T“rkmen, Emel Funda. . "(alk M“ziğindeki Değişimler ve (alk M“ziği Eğitimine Etkileri", AKÜ Devlet Konservatuvarı Kuramsal Eğitimbilim, , ‐ . 366 CİHAN ABDULLAH HİKÂYESİNİN KARŞIT YANSIMALI YAPI BAKIMINDAN ÇÖZÜMLENMESİ CİHAN ABDULLAH HİKÂYESİNİN KARŞIT YANSIMALI YAPI BAKIMINDAN ÇÖZÜMLENMESİ ARŞ. GÖR. FATİH KÖSE Giriş Cumhuriyet Üniversitesi (alk anlatıları, ait oldukları halkın tarihi, inancı, yaşayışı, d“ş“n“ş“, duyguları ve davranış biçimleri gibi, k“lt“r“n her unsurundan izler ve yansı‐ malar taşırlar. K“lt“r ile folklor “r“nleri arasında paradoksal bir ilişki mevcut‐ tur. Ait oldukları k“lt“rden beslenen folklor “r“nleri, bir verim olarak tekrar o k“lt“re eklemlenir, onu zenginleştirir, aktarır ya da eleştirirler. K“lt“r“ ve onu meydana getiren halkı tanımak ve anlamak için o kaynaktan doğarak diyakro‐ nik ve senkronik bir şekilde yolculuklarına devam eden verimlerin doğru bir şekilde analiz edilmesi gerekmektedir. Bu yolculuk, tıpkı bir kaynaktan doğan nehirlerin b“y“k denizlere doğru akışına benzer. Tarih içerisinde bir takım değişimlere uğrasa da, yolculuğu sırasında b“nyesine başka suları karıştırsa da, o hâlâ ana kaynağının sularını içerisinde taşıyacak, o suları çeşitli kaynak‐ lardan aldıkları ile birlikte k“lt“r ve medeniyet havzalarına aktaracaktır. Bir nehre benzettiğimiz folklor verimlerinin ve bunlar içerisinde özellik‐ le halk anlatılarının ilk kaynağını ve ona sonradan eklemlenenleri tespit ede‐ rek birbirinden ayırmak, numunelerini analiz etmek sureti ile içinde barındır‐ dığı k“lt“rel unsurları saptamak, insan ve doğa için ifade ettiği anla‐ mı/işlevlerini belirlemek ve kaynağı hakkında bilgi sahibi olmak için pek çok kuram ve inceleme metodu geliştirilmiştir. Bunların arasında yapısal halkbili‐ mi kuramları ve bu kuramlar içerisinde yer alan Claude Levi Straussǯun yapısal çözümleme metodu da bulunmaktadır. T“rkiyeǯde halkbilimciler ve halk edebiyatçılar tarafından yapısal metot‐ lar çerçevesinde yapılan pek çok çalışmaya karşın, çalışmasını C. Levi Strauusǯun metodunu geliştirerek onun “zerine bina eden tek isim Seyfi Kara‐ baş olmuştur. Doktora çalışması DzStructure an Function in the Dede Korkut Narrativesdz Dede Korkut Anlatılarıǯnda Yapı ve Fonksiyon olan Karabaş, Dede Korkut anlatılarını Dzkarşıt yansımalı yapıdz çöz“mlemesi doğrultusunda ince‐ 367 ARŞ.GÖR. FATİH KÖSE lemiş, içerisinde bu yapıyı bulunduran anlatıların d“z bir şekilde okunduğunda yalnızca y“zeysel anlamının elde edilebileceğini, metnin derin anlamına erişe‐ bilmek için ise bu karşıt yansımalı yapının çöz“mlenmesi ve metnin karşıtlı Dzanlatım birimleridz ilişkilendirilerek okunması gerektiğini ifade etmiştir. Elbet‐ te ki bu, söz konusu metinlerin d“z bir şekilde okunmaması gerektiği anlamına gelmez. Bu metinler her şeyden önce doğru bir şekilde çizgisel yapıları ekse‐ ninde okunmalıdırlar. Ancak metnin içerdiği bir takım ört“k anlamlara ve gizli imgelere ulaşmak için bu yapıyı içeren metinler karşıt yansımalı yapıları çö‐ z“mlenerek de okunmalıdırlar. Karşıt yansımalı yapı ile çöz“mlenerek okunan metinde, d“z okuma esnasında ilişkileri gör“lmeyen kimi unsurların sebep‐ sonuç, nedensellik ya da zıtlık ilişkileri ile aslında birbirlerine bağlı oldukları gör“lebilmekte ve metindeki kimi imgeler daha g“çl“ bir şekilde deşifre edile‐ bilmektedir. Karabaşǯa göre bu yapıya sahip olan metinlerde, metnin birbiri arasında benzerlik ya da ilişki bulunan kesimleri epizotları , başka bir örneği olmayan ve metnin aşağı yukarısında ortasında yer alan bir kesimin epizotun iki yanı‐ na yerleştirilmiş olmaktadır. Karabaş bu kesimlere Dzanlatım birimidz, merkezde bulunan kesime, Dzmerkez anlatım birimidz, birbirleri ile karşıtlı yapı ilişkisi oluşturan epizot çiftlerine ise Dzanlatım birimi k“mesidz adını vermiştir. Bu me‐ todun doğru bir şekilde uygulanabilmesi için öncelikle anlatının epizotlarının doğru bir şekilde tespit edilmesi gerekmektedir. Ortada bulunan epizot Dzmer‐ kez anlatım birimidzni, onun yanlarında bulunan epizotlar ise sırasıyla karşıt yansımalı anlatım birimi k“melerinin eşlerini oluşturacaklardır Karabaş, : . Cihan Abdullah Hikâyesi’nin Karşıt Yansımalı Yapısı Cihan Abdullah hikâyesi Azeri‐T“rk sözl“ anlatı “r“nleri arasında yer alır. Pertev Naili Boratav tarafından Dikmetaşlı Dede Kasım tarafından tasnif edilmiş olabileceği temkinli bir şekilde belirtilmiştir Boratav, : . İlhan Başgöz ise hikâye “zerine yaptığı derlemeler ve çalışmalar “zerine, Dede Ka‐ sım tarafından bu hikâye için söylenen bir döşeme tespit ettiğini ve bunun Dede Kasımǯın musannifliğini rivayetten hakikate taşıdığını ifade etmiştir Başgöz, : . Çalışmamız kapsamında inceleyeceğimiz hikâye varyantı İlhan Başgöz tarafından Âşık L“tfi Aydınǯdan derlenmiş ve DzT“rk“l“ Aşk (ikâ‐ yeleridz adlı kitabın Dzmetinlerdz böl“m“nde verilmiştir Başgöz, : ‐ . Tespitimize göre hikâyenin epizotları anlatı birimleri şunlardır. 368 CİHAN ABDULLAH HİKÂYESİNİN KARŞIT YANSIMALI YAPI BAKIMINDAN ÇÖZÜMLENMESİ . Adil (anǯın oğlu Abdulla yaşına girdiğinde, babasının âlimlerle yaptığı istişare sonucu okutulması ve yetiştirilmesi için yer altında, g“n ışığı görmeyen bir mektebe kapatılır. . Abdulla yaşına geldiğinde yemeği içerisinde getirilen bir kemiği siyah cama atar ve böylece g“n ışığını gör“r. Bunun “zerine lalası onu dışarı çıkararak d“nyayı gösterir. Abdulla yery“z“ne çıkar. . Abdulla ile lalası kuş avına çıkarlar, yırtıcı kuşların şahı olan songarı yakalamak için ağ kurarlar. . Lalası yemek getirmeye gittiği bir vakit Abdulla tuzağın başında uyuyakalır. Abdulla uykudayken songar ağa d“şer. Bu arada songarın sahibi olan Cihan (anım öfke ile gelir ama Abdullaǯyı gör“nce ona âşık olur. Saçından kopardığı telleri ile orada yazdığı bir şiiri uyuyan Abdullaǯnın göğs“ne koyar, y“z“klerini değiştirir. . Abdulla uyandığında olanları anlar ve Cihan (anımǯa karşı kara sev‐ daya tutulur. Aşkından hasta d“şer. . Durumu öğrenen Adil (an, Cihan (anımǯın babasına haber göndere‐ rek kızı istetir. Kızın babası razı olur ve d“ğ“n g“n“nde anlaşırlar. . D“ğ“n g“n“ne kadar sabredemeyen Abdulla Cihan (anımǯı görmek için yola çıkar ve onunla buluşur. Bu buluşmadan haberi olan beyler kızın ba‐ bası Cemal Beyǯe sırt dönerler, bunun “zerine o da öfkelenir ve kızı daha önce de istemiş olan Ziyat (anǯa vermeye karar verir ve oradan göçer. . Ziyat (an ile Cihan (anımǯın nişanları olur. Cihan (anım Ziyat (anǯdan g“n m“saade ister ve Abdullaǯyı bekler. . Cihan (anımǯın kendisine bıraktığı mektuptan olanları öğrenen Abdulla, Berder şehrine doğru peşlerinden gider. Bir âşık kılığında Cihan (a‐ nımǯa kadar ulaşır ve onu kaçırır. . Kaçış esnasında bir pınar başında mola verir ve uyurlar. Abdulla uy‐ kudan kalktığında Ağa (an ile adamlarının geldiğini gör“r ve onlarla savaşma‐ ya başlar. Abdullayı yenemeyen Ağa (an ve adamları bir kuyu kazarlar, Abdulla atı ile birlikte kuyuya d“şer. . Abdullaǯnın babası Adil (anǯın ordusu yetişir, d“şmanları öld“r“r Abdulaǯyı kuyudan çıkararak kurtarırlar. Abdulla ile Cihan (anım evlenir. 369 ARŞ.GÖR. FATİH KÖSE Bu hikâyenin yukarıdaki epizotları arasında bulunan karşıt yansımalı yapı k“mesi şu şekildedir: . . . . . . anlatım birimi Merkez . . . . . Altıncı epizot merkez anlatım birimidir. Merkez anlatım biriminin iki ya‐ nına doğru t“m epizotlar tabloda gör“ld“ğ“ şekilde birbirleri ile karşıtlı bir yapı oluştururlar. Buna göre ‐ , ‐ , ‐ , ‐ , ‐ numaralı epizotlar karşıt yansımalı yapı içerisinde birbirleri ile sebep‐sonuç, nedensellik, karşıtlık gibi anlam ilişkisi içerisindedirler. Metni bu şekilde okuyarak çöz“mlediğimizde derin yapıda bulunan ört“l“ anlamlara ve ilişkilere ulaşmaktayız. Cihan Abdullah hikâyesi, Gence şehrinde oturan Adil (anǯın, tahtından gayrı tek variyeti olan biricik oğlu Abdullaǯnın beş yaşına girdiğini ve Adil (anǯın bu çocuğa çok özel bir eğitim verdirmek için âlimlere danışması ile baş‐ lar. Âlimler bu çok özel eğitim için Abdullaǯnın yer altında, g“n ışığı görmeyen bir yere kapatılmasını, lalası ve öğretmeninden başka kimseyi görmemesini, yediği ette kemik, erikte çekirdek olmamasını tavsiye ederler ve Adil (an bu 370 CİHAN ABDULLAH HİKÂYESİNİN KARŞIT YANSIMALI YAPI BAKIMINDAN ÇÖZÜMLENMESİ tavsiyeye uyarak denilenleri yaptırır. (ikâyenin birinci epizotunu teşkil eden vakıa budur. İyi bir eğitim almak için Abdullaǯnın yer altına kapatılması, doğadan ve insanlardan tecrit edilmesi, oldukça anlamsız gör“nmektedir. Metnin çizgisel akışı içerisinde devam eden olaylarda da bu davranışın mantıklı bir izahına rastlanmamaktadır. Sosyal bir varlık olan insanı diğer insanlardan ve doğadan tecrit etmek, eğitmek değil yabanileştirmek anlamına gelir. Ayrıca doğayı, in‐ sanları, k“lt“r“ ve medeniyeti görmeyen bir insan için aldığı hiçbir bilginin somut karşılığı olmayacak, bilgilerin kullanılacağı mecraları bilmeyecek ve bilgilerin hepsi soyut, afakî şeyler olacaktır. Ancak karşıt yansımalı yapı içeri‐ sinde değerlendirdiğimizde bu davranış, anlamını on birinci epizotla birlikte kazanmaktadır. Yukarıda da verildiği gibi on birinci epizotta Adil (an, d“ş‐ manlarının kurduğu tuzak neticesinde kuyuya d“şen Abdullaǯyı kurtarır ve onu sevdiği ile kavuşturarak evlendirir. Birinci epizotta babası tarafından yer altına kapatılan Abdulla, on birinci epizotta tam tersine yer altından çıkarılır. Yer altına kapatma hadisesi, aslında Adil (anǯın oğlunu köt“l“klerden ve bela‐ lardan kurtarmasıdır. Burada dikkat çeken bir husus ise iki epizotta da yer altına ait mekânların var olması ve birbirlerini tamamlamalarıdır. (ikâyenin başka bir varyantında ise kuyu yerine zindan karşımıza çıkar ve babası Abdullaǯyı zindandan kurtarır Başgöz, : . Bu varyantta yer altına kapatılarak tecrit edilmek, zindandan kurtarılarak özg“r bırakılmakla karşıt yansıma meydana getirmiş ve birbirini tamamlamıştır. Ayrıca on birinci epi‐ zotta Adil (anǯın oğlu Abdullaǯyı tek emeli haline gelen Cihan (anım ile evlen‐ dirmesi, onu yer altına kapatırken taşıdığı d“ş“nceye ve yapılan hataya karşı‐ lık gelir. Emellerine ulaşabilen, sorunlarını çözebilen bir insan olması için Abdullaǯyı eğitmek istemiştir. Ancak bu eğitim s“reci Abdulla açısından olduk‐ ça pasiftir. Keşfetmekten, tecr“beden ve sorumluluktan uzaktır. Böyle bir eği‐ tim s“recinin karşılığı olarak Abdulla ancak babası Adil (anǯın dahili ve m“da‐ halesi ile kuyudan çıkabilmiş ve Cihan (anımǯla evlenebilmiştir. Birinci anla‐ tım k“mesi bu şekilde incelendiğinde, açık anlam olarak metin içerisinde yer alan eğitme maksadının yanı sıra, ört“l“ olarak; verilen böyle bir eğitim s“re‐ cinin olumsuzluğu iletisi ve Adil (anǯın, biricik oğlu Abdullaǯyı belalardan ko‐ rumayı amaçladığı da gör“lmektedir. 371 ARŞ.GÖR. FATİH KÖSE İkinci anlatım k“mesi içinde yer alan ikinci epizotta Abdulla, on yedi ya‐ şında iken yemeği içerisinde bulduğu bir kemik parçasını fırlatarak kendisini çerçeveleyen siyah camı kırmış, böylece d“nyayı görerek kapatıldığı yerden dışarı çıkmıştır. Bu çıkış, metin d“z bir şekilde okunduğunda elde edilen anla‐ mı ile tecritten kurtuluşu ve g“n ışığına kavuşmayı ifade eder. Ancak birinci anlatım k“mesinde tespit ettiğimize göre korunmak için oraya kapatılan Abdulla, oradan çıkması ile birlikte pek çok belaya maruz kalacaktır. Nitekim bu epizotla birlikte anlatım k“mesi oluşturan onuncu epizotta Abdullaǯnın uy‐ kudayken d“şmanları tarafından kuşatılması ve bir tuzak ile kuyuya d“ş“r“l‐ mesi anlatılmaktadır. Metin bu şekilde okunduğunda, Abdullaǯnın yer altında kapatıldığı yerden çıkışının onun tuzağa ve kuyuya d“ş“ş“ ile karşılık bulduğu gör“l“r. Sade anlam ile okunduğunda olumlu bir gelişme gibi gör“nen yer al‐ tından çıkış, aslında Abdullaǯnın d“ş“ş“d“r. Abdullaǯnın yer altındaki mektebe kapatılmasına karar verildiğinde, ora‐ ya kemik ya da çekirdek gibi sert cisimlerin sokulmaması bir tedbir olarak kararlaştırılmıştı, yemeklerini ise her zaman lalası getirirdi. Bir g“n lalasının geç kalması “zerine aşçılar kemiklerini ayıkladıkları yemeği bir keloğlan tara‐ fından gönderirler. Keloğlan kemiklerin ayıklandığını gör“r birini alarak gizli‐ ce tekrar yemeğin içine koyar. Gör“ld“ğ“ gibi Abdullaǯnın kapatıldığı yerden çıkışı, lalasının geciktiği; tedbirsiz bir zamanda, keloğlanın kurduğu tuzak se‐ bebi ile olmuştur. Anlatım k“mesi içerisinde yer alan onuncu epizotta da d“ş‐ manlarına uykuda iken yakalanmış ve bir hile ile kuyuya d“ş“r“lm“şt“r. T“m bu unsurlar yansımalı bir şekilde birbirlerine karşılık gelmekte ve ört“l“ an‐ lamı göstermektedir. Abdulla bir tedbirsizlik ve hile sonucunda camı kırarak dışarı çıkması ile d“şmanlarına yakalanmış ve kuyuya d“şm“şt“r. Üç“nc“ anlatım k“mesinin ilk anlatım birimini oluşturan “ç“nc“ epizot‐ ta, Abdulla ile lalası kuş avına çıkar ve yırtıcı kuşların şahı olarak nitelendirilen songarı yakalamak “zere ağ kurarlar. Bu k“menin ikinci anlatım birimi olan dokuzuncu epizotta ise Abdulla, nişanlısını kandırarak kendisini bekleyen Ci‐ han (anımǯı kaçırır. K“lt“r“m“zde sevgilinin elde edilmesinin avlamakla tabir edilmesi ve kadınların bu manada kuş olarak adlandırılması bilindik kullanımlardır. Bu bilgiler de göz ön“nde bulundurulduğunda, Abdullaǯnın çıktığı avın karşılığının 372 CİHAN ABDULLAH HİKÂYESİNİN KARŞIT YANSIMALI YAPI BAKIMINDAN ÇÖZÜMLENMESİ Cihan (anımǯı kaçırması, yırtıcı kuşlarının şahı songarın ise Cihan (anımǯın bizzat kendisi olduğu gör“l“r. Cihan (anım herhangi bir kuş değil, yırtıcı kuş‐ ların şahıdır. Şahlık sıfatı her sevenin kendi sevdiğine yakışır ve herhangi bir ört“l“ anlam içermez. Ancak Cihan (anımǯın yırtıcı kuş olarak nitelendirilmesi bir izah gerektirir. Cihan (anım, ava çıkan Abdullaǯyı uyurken gör“p sevmiş, bir şiir yazarak birkaç tel saçı ile Abdullaǯnın koynuna koymuş, parmaklarındaki y“z“kleri de değiştirmiştir. Babası tarafından Abdullaǯdan uzaklaştırılmak için göt“r“ld“‐ ğ“nde mektuplar yazarak Abdullaǯya olanları anlatmış ve gelmesini istemiştir. İlk istenişinde kesin bir dille reddettiği, sonrasında ise babasının kendisini zoraki nişanladığı Ağa Ziyat (anǯı kandırarak kırk g“n m“saade istemiş, Abdullaǯnın gelmesini beklemiştir. Abdulla kuyuya d“şt“ğ“nde peşinden atla‐ mak istemiş ve m“cadele etmiştir. Gör“ld“ğ“ gibi Cihan (anım dışa dön“k, m“cadeleci ve girişken bir kadındır. T“m bunlar göz ön“ne alındığında onun yırtıcı kuşların şahı songar olarak nitelendirilmesi de anlamını bulmaktadır. Dörd“nc“ anlatım birimi k“mesinin birinci anlatım birimi olan dörd“n‐ c“ epizotta, songarı yakalamak için ağ kuran Abdulla, lalası yemek getirmeye gittiği sırada ağın başında uyuyakalır. Songar ağa yakalanmıştır ancak Abdulla uykuda olduğundan bundan habersizdir. Abdulla uykudayken gelen Cihan (a‐ nım Abdullaǯyı gör“p ona âşık olur ve bir mektupla saç tellerini Abdullaǯnın koynuna koyar, parmaklarındaki y“z“kler değiştirir, kuşu songarı da alarak oradan gider. Bu anlatım biriminin karşılığı olan sekizinci epizotta ise Cihan (anım babasının zoru ile Ağa Ziyat (anǯla nişanlanır, nişanlısını kandırarak kırk g“n m“saade alır ve Abdullaǯyı bekler. Songar ile Cihan (anımǯın hikâye içerisinde aynı kadere sahip olmaları da yukarı da bahsettiğimiz Cihan (anım ve songar özdeşliğinden kaynaklanır. Abdulla songarın ne olduğunu ve nasıl yakalayacağını bilmez, lalası ona yol gösterir. Aynı şekilde Abdulla Cihan (anımǯın kim olduğunu ve ona nasıl kavu‐ şacağını da lalasından öğrenmiştir. Ağına d“şen songarı da, ayağına gelen Ci‐ han (anımǯı da uykuda olduğu için elde edememiştir. Cihan (anımǯın zoraki nişanlısı Ağa Ziyat (anǯı kandırarak Abdullaǯyı beklemesi direkt olarak k“menin birinci anlatım biriminde verdiği saç telleri, mektup ve y“z“k ile ilişkilidir. Bunları vermekle Cihan (anım kendisini aslında 373 ARŞ.GÖR. FATİH KÖSE Abdulla ile nişanlamıştır ve yolunu beklemektedir. Zaten k“menin birinci anla‐ tım biriminin kendi içerisinde de bunları veren Cihan (anım Abdulla uykudan uyanmadan gitmiş, kavuşmayı onun kendisini bulup geleceği g“ne bırakmıştır. Dörd“nc“ epizotta Abdullaǯnın uykuda olması ve Cihan (anımǯın koynuna el sokmasına, parmağına y“z“k takmasına rağmen uyanmaması ile sekizinci Ci‐ han (anımǯın baba zoru ile Ağa Ziyat (anǯla nişanlanması da birbirini tamam‐ layan bir nedensellik ilişkisi içerisindedir. Cihan (anımǯın Ağa Ziyat (anǯla nişanlanmasına sebep olan şey, karşıt yansımalı yapı içerisinde Abdullaǯnın uykuda olması ve uyanmaması ile nedensel karşıtlığını bulur. Abdulla öylesine derin bir uykudadır ki, nişanlısını başkaları almasına rağmen uykudan uyan‐ mamaktadır. Burada bu denli ağır uyku hali ya da sarhoşluk için halk arasında yaygın olarak kullanılan Dzyanından hanımını göt“rseler haberi olmayacakdz tabiri akla gelmektedir ki ekşi sözl“k adlı internet sitesinde Dzağır uykuya sahip b“nyedz başlığı altına yapılan şu yorum bu kullanımı örneklemektedir: Dz(ırsıza karşı sağlam önlemler alması gerekir. Yoksa maazallah yanından hanımı gö‐ t“rseler haberi olmaz.dz # . . : ~ : imkansizsever . Abdullaǯnın bu uykusu, Cihan (anımǯı kaçırırken bir pınar başına gel‐ diklerinde de başına bela olmuştur. Lalanın b“t“n uğraşlarına rağmen uykuya yatmış ve d“şmana yakalanmıştır. Metnin ört“k anlamı içerisinde bu ağır uyku hali ve tedbirsizliğe bir olumsuzlama da mevcuttur. Beşinci anlatım birimi k“mesinin ilk anlatım birimi olan beşinci epizotta Abdulla uykudan uyanarak olanları öğrenir, Cihan (anımǯa karşı kara sevdaya tutulur ve aşkından hastalanır. Bu k“menin ikinci anlatım biriminde ise d“ğ“n g“n“ne kadar sabredemeyen Abdullaǯnın gizlice Cihan (anımǯı görmeye gide‐ rek onunla buluşması ve bu buluşmadan haberi olan Cemal Beyǯin çok kızarak kızı Cihan Abdullaǯyı Ağa Ziyat (anǯa vermeye karar vererek oradan göç etmesi anlatılmaktadır. Bu iki anlatım birimi arasında da bir nedensellik ilişkisi mevcuttur. Abdullaǯnın d“ğ“n g“n“n“ bekleyemeyerek gizlice Cihan (anımǯı görmeye gitmesi, onun kara sevdaya tutulmuş olmasından kaynaklanır. Ç“nk“ o normal bir âşık değildir, aşkından hasta d“şm“ş bir karasevdalıdır. Karasevda burada dikkat edilmesi gereken bir kavramdır. Kara sıfatının g“çl“l“k belirtme işlevi olduğu gibi aynı zamanda zararlı ve köt“ anlamları da vardır. Aşkın çok şiddet‐ 374 CİHAN ABDULLAH HİKÂYESİNİN KARŞIT YANSIMALI YAPI BAKIMINDAN ÇÖZÜMLENMESİ li halini belirten g“çlendirme işlevi ile birlikte, aşkından t“rl“ hastalıklara ya‐ kalanan, başına dertler ve belalar açan anlamları da burada mevcuttur. Yedinci epizotta Cihan (anımǯın babasının gazabına uğramaları, Cihan (anımǯın Ziyat (an ile nişanlanmasına karar verilmesi ve o yöreden göç etmeleri beşinci epi‐ zotta zikredilen karasevdanın ikinci anlamı doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Ayrıca Cihan (anımǯın babası Cemal beyin gazabı da, kızına karşı duyulan bu karasevdaya karşı verilen bir ters tepki ile açıklanabilir. (er ne kadar Abdulla ile Cihan (anımǯın gizli buluşmaları kız babasının bu gazabının ortaya çıkışına yeter bir neden olsa da, babanın kızını başka bir erkekten kıskanması ve karşı‐ daki erkeğin sevdası oranında bu kıskançlığın da dozunun artarak bir gazaba dön“şmesi yorumu da yapılabilir. SONUÇ Edebî metinlerin her zaman ve öncelikle d“z bir şekilde okunması ge‐ rekmekte, bununla birlikte kurgunun doğrusal olmadığı ve içlerinde karşıt yansımalı yapının bulunduğu pek çok metin de bulunmaktadır. Bu metinlerin derin yapısını ve metinde bulunan ört“k anlamları çöz“mlemek için d“z bir şekilde okuduktan sonra karşıtlı anlatım k“melerinin de değerlendirilmesi ve anlam ilişkilerinin çöz“mlenmesi gerekmektedir. Cihan Abdulla hikâyesi karşıt yansımalı yapısı çöz“mlenerek okunduğunda, metnin d“z okunması ile gör“‐ lemeyen derin bir yapının, karşıtlı yapılar arasında nedensellik, tamamlayıcı‐ lık, zıtlık gibi anlam ilişkilerinin ve bazı ört“k imgelerin varlığı tespit edilmek‐ tedir. KAYNAKÇA Başgöz, İlhan. . T“rk“l“ Aşk (ikâyeleri, İstanbul: Pan Yayıncılık. Boratav, Pertev Naili. . (alk (ikâyeleri Ve (alk (ikâyeciliği, İs‐ tanbul: Tarih Vakfı. Çobanoğlu, Özkul. . (alkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, Ankara: Akçağ Yayınları. Dorson, Richard M. . G“n“m“z Folklor Kuramları, Çev. Nermin Ulutaş , İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi M“d“rl“ğ“. 375 ARŞ.GÖR. FATİH KÖSE Karabaş, Seyfi. Matbaacılık. . B“t“nc“l T“rk Budunbilimine Doğru, Ankara: Pan Karabaş, Seyfi. Bankası Yayınları. Strauss, Claude Levi. İstanbul: İthaki Yayınları. . Dede Korkutǯta Renkler, İstanbul: Yapı Kredi . Mit Ve Anlam, Çev. Gökhan Yavuz Demir , (ttps://Eksisozluk.Com/Agir‐Uykuya‐Sahip‐Bunye‐‐ ?Nr=True&Rf=Agir% uykuya% sahip% bunye Erişim: . . . 376 KUTSALLAŞAN/KUTSALLAŞTIRILAN MEKÂN BAĞLAMINDA BALIKLI GÖLLER KUTSALLAŞAN/KUTSALLAŞTIRILAN MEKÂN BAĞLAMINDA BALIKLI GÖLLER SEZAİ DEMİRTAŞ Necmettin Erbekan Üniversitesi İnsanoğlu var olduğu g“nden beri mensubu olduğu hayatı anlama ve an‐ lamlandırma gayreti içerisinde olmuştur. Bir nevi sorgulama hareketi niteli‐ ğindeki bu gayretinin temelinde yaşadığı d“nyada kendi konumunu belirleme d“ş“ncesi yatmaktadır. Yaşadığı hayatın bir parçası olduğunu kavrayan insan, doğayı tanımaya başladıkça b“t“n hayatı boyunca s“recek olan m“cadelesine de başlamıştır. İnsan ve doğa arasındaki bu kıyasıya m“cadelede doğanın bi‐ linmezliğine tanık olan insan, kapıldığı korku hislerinin de etkisiyle sığınacağı daha “st“n bir g“ç arayışında kendini bulmuştur. Tabiatın doğal seyri içinde meydana gelen olayları gece ve g“nd“z, yağmur, şimşek, fırtına, vb. ve doğa‐ da karşılaştığı canlıları anlamaya çalışan insanoğlu, bunların sebeplerini merak etmiş, kendince bunlara anlamlar y“kleyerek çöz“m “retme yoluna gitmiştir. Doğa karşısındaki hâkim olma ve korunma ekseninde gidip gelen ser“veninde insan, doğaya korkuyla karışık bir saygı duyma aşamasına gelmiştir. G“n“m“z“n bakış açısıyla ele alındığında batıl inanç, hurafe gibi tanım‐ lamalarla ifade edilen birçok inanış ve uygulamanın temelinde yatan faktör, insanlığın bilinçaltındaki bu korku saygı karşımı evrensel duygudur. Bu duy‐ gunun yansımaları olarak ortaya çıkan inanç ve uygulamalar, din olgusunun gelişmesinden sonra da varlığını s“rd“rmeye devam etmişlerdir. Peygamber‐ ler aracılığıyla kutsal kitapların getirdiği öğretilerin içerisine bir şekilde giren bu unsurlar, girdiği dinin rengine b“r“nerek sanki o dine ait gibi gör“nse de aslında kökenleri insanlık tarihinin başlangıcına kadar uzanan inançlara da‐ yanmaktadır. Geçirdiği gelişim ve değişimlerle varlığını s“rd“rmeyi başaran bu inanç ve uygulamaların insanın hayatındaki yeri ilk dönemlerde olduğu kadar önemli olmasa da hâlâ hayatının bir parçası olmayı s“rd“rmektedir. Bu makalede; insanın hayatında uzun soluklu bir geçmişe sahip olan bir inancın, kutsallaştırılan/kutsiyet kazanan su ve su kaynakları inancının, bir yansıması olarak halk arasında balıklı göller adıyla bilinen ve içerisinde yaşayan veya yaşamış balıkların kutsal kabul edildiği göl, akarsu, pınar, havuz, çeşme gibi su kaynakları etrafında şekillenen k“lt“rel birikimin ele alınması amaçlanmakta‐ dır. 377 SEZAİ DEMİRTAŞ KUTSAL VE KUTSALLIK KAVRAMLARI Etimolojik olarak Arapça kuds kök“ne dayanan kutsal/kutsiyet, temizlik ve paklık anlamlarını içeren bir kelimedir Şeker, : . G“çl“ bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kutsi, mukaddes; tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsi, mukaddes; bozulmaması, doku‐ nulmaması, karşı çıkılmaması gereken, “st“ne titrenilen; Tanrıǯya adanmış olan, tanrısal olan T“rkçe Sözl“k, : şeklinde tanımlanan kutsal kavramı, Mircea Eliadeǯye göre kendini her zaman Dzdoğaldz gerçeklerden tama‐ men farklı bir gerçek olarak göstermektedir Eliade, : V))) . Kutsallık ise köken ve öz“ itibariyle gizemli ve tabiat“st“ g“çle olan teması dolayısıyla bazı insanlara, hayvanlara, eşyalara, yerlere, olay ve faaliyetlere atfedilen “st“nl“k şeklinde ifade edilmekte ve onun tanrı d“ş“ncesinden bile daha eski olduğu sanılmaktadır G“ç, : ‐ . Kutsalın, hemen b“t“n inanç sistemlerin‐ de tabiat“st“ ve kendisine korku eksenli sevgi beslenen bir karaktere sahip olması onun hem bireyi aşkın hem de bireyin hayatına m“dahil bir özelliğe b“r“nmesini sağlamıştır Şeker, : . Kutsalın ne olduğu ya da neyin kutsal olduğunun belirlenmesinde iki temel unsur olarak bizzat kutsalın ken‐ disi veya insan ön plana çıkarılmış, bir yerin ya da herhangi bir mekânın kut‐ sallığını gösteren işaretlerin bulunduğu ifade edilmiştir. Bir yerin kutsal oldu‐ ğuna dair tanrısal bir işaretin bulunması, bir yerin Tanrıǯya tahsis edilmiş ol‐ ması, Tanrıǯnın herhangi bir yerde gör“nmesi veya g“c“n“ göstermesi, bir yerin insanlar tarafından kutsal kabul edilmesi bir yerin kutsallığını gösteren işaretler olarak gör“lmektedir G“ç, : ‐ . Bilinen çok eski dönemlerden itibaren insanların içinde yaşadıkları do‐ ğal çevreyi kutsalın bir şekilde tezah“r ettiği mekânlar olarak d“ş“nmeleri, buralara tanrısal veya yarı tanrısal bir değer atfetmelerine neden olmuş G“n‐ d“z, : bunun sonucunda insanlar tarafından kutsallaştırılan mekânlar ortaya çıkmıştır. (alkın kutsiyet atfettiği balıklara ev sahipliği yapan balıklı göller de bize göre insanların tutum ve davranışlarının sonucunda kutsallık kazanan mekânlardır. SU KÜLTÜ VE BALIKLI GÖLLER İnsanın ve varlığını s“rd“rd“ğ“ gezegenin temelini oluşturan su, hayat kaynağı olmasının yanında insan‐mekân ilişkisinin belirleyici bir unsurudur. 378 KUTSALLAŞAN/KUTSALLAŞTIRILAN MEKÂN BAĞLAMINDA BALIKLI GÖLLER B“y“k medeniyetlerin akarsu havzalarında ve deniz kenarlarında kurulması, bu ilişkinin bir göstergesi niteliğindedir. Fırat ve Dicleǯnin Mezopotamya, Seyhun ve Ceyhunǯun Mavera“nnehir, Nilǯin Mısır, Ganjǯın (indistan coğrafya‐ sının topraklarına hayat vermesi bu bölgelerin insanlık tarihinin kadim mede‐ niyetlerine ev sahipliği yapmasını sağlamıştır. Suyun hayatın merkezindeki konumu, insanlığın kolektif bilincinin şekillenmesini de etkileyerek b“y“k bir su k“lt“n“n oluşumuna zemin hazırlamıştır. Yaratılışın her safhasında canlılığın ve gelişmenin kaynağı olan su; gi‐ riş/geçiş törenlerinde yeniden doğuşu, cenaze törenlerinde öl“mden sonra tekrar doğuşu sağlayıcı, b“y“ törenlerinde ise tedavi edici özellikleriyle haya‐ tın simgesi olarak kabul edilir Eliade, : ‐ . Mitolojilerdeki yaratı‐ lışla ilgili anlatıların başlangıçta var olan obje olarak suyun varlığını hiçbir şey yokken su vardı şeklinde nitelendirmesi, aslında b“t“n potansiyel ve “retken g“çleri temsil ederek varoluşun kaynağını oluşturan suyun, kozmogonik mit‐ lerde aynı zamanda yok oluşun da tufan kaynağı olduğunu açıklamaktadır Yonar, : ‐ . İnsanlarca suya verilen kıymetin, ona karşı duyulan say‐ gı ve korkunun sonucunda suyun kutsal bir varlık olduğu inancı doğmuştur Akpınar, : . Eski k“lt“rler ve dinlerde su, yaşamın evrensel sembol“ olarak gör“ld“ğ“nden su kaynakları insanlar tarafından kutsal yerler ilan edilmiş; denizler, ırmaklar, nehirler, göller ve pınarlar tanrıların yaşadığı özel alanlar olarak gör“lm“şt“r. Su etrafında şekillenen tezah“rler su tanrıları, su perileri, mucize su kaynakları, hayat suyu ve dine giriş rit“elleri gibi suyla ilgili birtakım k“ltlerin oluşumuna kaynak teşkil etmiştir Ulut“rk, : . Suyun mukaddes, arı, ebedî ve abıhayat kaynağı kabul edildiği T“rk k“l‐ t“r“ de zengin bir su k“lt“ne sahiptir. Temelleri yer‐su inanış ve anlayışına dayanan bu k“ltte Türk’ün yeri ve suyu sahipsiz kalmasın diye kağanları T“rk milletinin “zerine Tanrı tarafından oturtulmakta, su “zerine yemin, dua ve adaklar yapılmakta, suya saygısızlık yapmaktan ve onu kirletmekten kaçınıl‐ maktadır Ögel, : ‐ . Tarih boyunca farklı değerlerin verildiği su ve su kaynakları özellikle şifalı su ve sıcak su kaynakları ile ilgili k“ltler dikkat çekici bir devamlılık sergilemiş ve hiçbir dinî yapı bunu ortadan kaldıramamış‐ tır Eliade, : . (alk arasında balıklı göl olarak adlandırılan su kaynakları da etrafların‐ da şekillenen inanış, anlatma ve rit“ellerle su k“lt“n“n parçası hâline gelmiş mekânlardır. Şanlıurfaǯdan Balıkesirǯe İzmirǯden Erzurumǯa kadar Anadoluǯnun 379 SEZAİ DEMİRTAŞ birçok şehrinde balıklı göller bulunmaktadır. İnsanlar tarafından kutsallık at‐ fedilen bu mekânlar; çocuk sahibi olmak, hastalıklara şifa bulmak, dileklerine kavuşmak gibi çeşitli amaçlarla ziyaret edilmektedir. Balıklı göllerin ziyaret mekânı olarak pop“lerlik kazanmasının altında yatan sebepler acaba nelerdir? Buraları diğer su kaynaklarından ayrıcalıklı kılan nedir? Çalışmanın bundan sonraki böl“m“ bu ve buna benzer sorulara aranacak cevaplarla şekillenecek‐ tir. 1.Balıklı göller ve buralarda yaşayan veya yaşamış balıklar nasıl oluşmuştur? İnsanlar tarafından kutsiyet atfedilen balıklı göller etrafında teşekk“l eden anlatılar incelendiği zaman, bu metinler arasında balıklı göller ve bura‐ larda yaşayan veya yaşamış balıkların oluşumu hakkında bilgi verenlerin sayısı oldukça sınırlıdır. Balıklı göllerin oluşumuna yer veren anlatıların halkın belle‐ ğinde zamanla zayıflaması ve giderek unutulması bu durumun sebebi olarak gör“lebilir. Ülkemizde oluşumuyla ilgili anlatılar bulunan balıklı göllerden en biline‐ ni Şanlıurfaǯdaki Balıklı Gölǯd“r. (alil“ǯl‐Rahman Göl“ olarak da tanınan bu mekân anlatılara göre, Babil Kralı Nemrut ile İbrahim Peygamber arasındaki m“cadelenin sonucunda oluşmuştur. Tanrılık iddiasında olan Nemrut, ilahlığı‐ nı kabul ettiremediği (z. İbrahimǯi, bug“n göl“n bulunduğu yerde yakılan de‐ vasa bir ateşin içine mancınıkla attırmış, (z. İbrahimǯin ateşin ortasına d“şme‐ siyle b“y“k alev yığınları bir havuza, yanmakta olan odunlar da birer balığa dön“şm“ş Bayladı, : ‐ . Erzurumǯda bulunan Balıklı Göl de olu‐ şumuyla ilgili anlatı bulunan balıklı göllerdendir. G“n“m“zde göl“n bulunduğu yerdeki evde yaşayan bir ailenin hanımı, Allah rızası için kendisinden ekmek ve bazı yiyecekler isteyen birine yardım eder. Kadının bu davranışından hoş‐ nut olmayan kocası, hanımından yanmakta olan tandıra Allah rızası için atla‐ masını ister. Kadın hemen kendini tandıra atar. Alev alev yanmakta olan tandır bir anda göle dön“ş“r. Bu duruma dayanamayan kocası da suya atlayınca karı koca ikisi birden balığa dön“ş“rler Seyidoğlu, : ‐ . Giresunǯdaki Balıklı Göze de içinde “ç balığın yaşadığı bir su kaynağıdır. Bu gözenin oluşu‐ munda da ateşe atılma olayı gör“l“r. Anlatıya göre; bug“n gözenin olduğu yer‐ de bir gelin ve kaynana fırında ekmek yapmaktadır. Gelin, taze ekmek kokusu her tarafa yayılmıştır d“ş“ncesiyle komşularına ekmek dağıtırken eve dönen cimri kayınpederi DzBenim ekmeğimi niye ele dağıtıyorsunuz?dz diyerek kaynana 380 KUTSALLAŞAN/KUTSALLAŞTIRILAN MEKÂN BAĞLAMINDA BALIKLI GÖLLER ve gelini hen“z sönmemiş fırına atar. O sırada fırının içindeki ateş suya, gelin ve kaynana da balığa dön“ş“r. Gelin hamile olduğundan gelinin karnındaki çocuk da balık olur. Burada bulunan “ç balıktan b“y“ğ“n kaynana, ortancanın gelin, en k“ç“ğ“n de gelinin bebeği olduğu söylenmektedir Gökşen, : . Balıkesirǯde bulunan Balıklı Çeşme ve Mardinǯdeki Melmetun Pınarı da oluşumlarıyla ilgili anlatılar bulunan balıklı göllerdendir. Anlatıldığına göre, Balıklı Çeşme köye baskın yapan eşkıyalardan kaçmaya çalışırken ayakları taşa takılıp önlerindeki su birikintisine d“şen karı kocanın balığa dön“şmesiyle meydana gelmiştir Sakaoğlu, : ‐ . Melmetun Pınarıǯnda ise zengin bir papazın g“zelliği dillere destan kızı Melmetun, ailesinden habersiz M“sl“‐ man olmuştur. Kızının M“sl“man olduğunu öğrenen babası, onu kayalıklardan aşağı atınca Melmetunǯun d“ş“p parçalandığı yerden sular fışkırmaya başlamış ve burada bir pınar meydana gelmiştir Kavcar‐Yardımcı, : ‐ . Anadolu göl efsaneleri “zerine çalışan Aziz Ayvaǯnın tespitlerine göre, göllerin oluşumunda dinî ve tanrısal sebepler geniş bir şekilde etkilidir ve ba‐ lıklı göllerin oluşumları da ağırlıklı olarak ilahî bir sebebe dayanmaktadır Ay‐ va, : . Balıklı göllerin oluşumuyla ilgili yukarıdaki anlatılarda gör“l‐ d“ğ“ “zere, bu yerlerin meydana gelmesinde zor durumda kalan kimselerin içinde bulundukları şartlardan kurtarılması etkili olmuştur. İbrahim Peygam‐ ber Nemrutǯun ilahlığını ret ederek tebliğ görevini yerine getirdiği için ateşe atılırken, gelin ve kaynana komşuluk hakkını gözetip komşularına ekmek ik‐ ram ettiği için ateşe atılmıştır. Allah rızası için bir ihtiyaç sahibine yardım eden kadın, yine kocasının Allah rızası için atlamasını istediği fırına kendini d“ş“n‐ meden atmıştır. Cezalandırma niteliğinde olan ateşe atma/atlama hadiselerin‐ de bu duruma maruz kalanların suçu yoktur. M“sl“man olduğu için babası tarafından uçurumdan atılan kız ve eşkıyalardan kaçarken su birikintisine d“‐ şen karı koca da masum insanlardır. 2. Balıklı göllerde yaşayan veya yaşamış balıklar hakkında nasıl inançlar oluşmuştur? Balıklı göllerin kutsallık kazanmasında buralarda yaşayan veya yaşamış balıklarla ilgili inanışların da payı vardır. Önceleri bu yerlerin yakınındaki in‐ sanlar arasında dillendirilen sonra yayılarak daha geniş kitlelere ulaşan bu inanışlar, balıklı göllerin kutsiyet kazanma s“recinde önemli rol oynamışlardır. Savaşa katılma bu inanışlardan biridir. Balıklı göllerdeki balıkların savaş oldu‐ ğu dönemlerde yok olmaları, savaşın sona ermesiyle birlikte yaralı olarak geri 381 SEZAİ DEMİRTAŞ dönmeleri şeklinde ifade edilen bu hadise oldukça yaygındır. Balıkların savaşa katılmasıyla ilgili inanışların ilk örneklerine Evliya Çelebiǯnin Seyahatname adlı eserinde rastlamaktayız. Evliya Çelebi, Şanlıurfa Balıklı Gölǯden bahsederken DzHerhangi bir diyarda iki padişah cenk edecekleri sırada bu akarsu içinde bir tane balık kalmayıp kaybolur. Nice zamandan sonra bütün balıklar ortaya çıkıp kanları akarak ve ciğerleri çıkarak gelip kimi ölür, kimi solur, kimi eski eşini bulur ve kimi ölmeden kurtulup zayıf ve bitkin gezerler.” Kahraman‐Dağlı, : ifadelerini kullanır. Evliya Çelebi Diyarbakırǯdaki Balıklı Suyuǯnu anlatırken de “Osmanoğlu’nun ve İran şahının bir tarafta savaşları ve çatışmaları olsa bu havuzda balıklardan eser kalmayıp savaş sonrası bu balıklar gelip kimi yaralı ve kimi ölü havuz yüzüne çıkarlar …” diyerek . Muratǯın Bağdat Seferi sırasında da aynı olayın yaşandığını nakletmektedir Kahraman‐Dağlı, : . Yukarıdaki örneklerde, iki padişah savaşırken ortadan kaybolma olarak gör“len balıkların savaşa katılma olayı, sonradan genel bir ifadeyle savaş za‐ manlarında ortadan kaybolma şekline dön“şm“ş, g“n“m“ze yaklaştıkça da doğrudan savaşların adıyla Çanakkale savaşında balıkların ortadan kaybol‐ ması, vb. ilişkilendirilmiştir. Malatyaǯdaki Somuncu Baba Balıklı Havuzuǯnda bulunan balıkların da savaşa katıldığına inanılmaktadır. Kıbrıs Barış (arekâtı sırasında havuzdan kaybolan balıklar, harekâtın tamamlandığı g“n yerlerine dönm“şlerdir. Aynı balıkların Yunan harbine de katılarak orada dört yıl savaş‐ tığı ve yaralı olarak dönd“kleri gör“lm“şt“r Alptekin, : ‐ . Balıke‐ sirǯdeki Balıklı Çeşmeǯnin balıkları ). D“nya Savaşıǯnın başladığı g“n ortadan kaybolmuş, savaşın sona erdiği g“n çoğunluğu yaralı şekilde katıldıkları savaş‐ tan dönm“şlerdir. Bu balıkların Balkan Savaşları başta olmak “zere Kore Sava‐ şı ve Kıbrıs Barış (arekâtıǯna da katıldığı gör“lm“şt“r Kavcar‐Yardımcı, : ; Akyalçın, : . Erzurum Balıklı Gölǯdeki balıklar da savaşlara katıl‐ mışlardır. Göldeki balıkların yeşil sarıklı askerler olarak savaşa gidip yaralı şekilde dönd“klerine dair halk arasında yaygın bir kanaat vardır Seyidoğlu, : . Yozgat Balıklı Pınarǯdaki balıkların umum seferberlikte bulunduk‐ ları yeri terk ederek savaş bittikten sonra yaralı şekilde dönd“kleri Karadavut, : , Çankırı Balıklı Havuzuǯnda bulunan balıkların da Ça‐ nakkale Savaşıǯna katıldığı ve savaş sonrasında sayılarının azalarak v“cutları‐ nın çeşitli yerlerindeki yaralarla geri geldikleri http://www.milliyet.com.tr anlatılmaktadır. İzmirǯde Gazi Balıklar Gölüǯnde yaşayan balıkların da savaşa katıldığına inanılır. Kıbrıs Barış (arekâtı sırasında yok olan balıkların on beş g“n sonra yaralı şekilde geri dönd“kleri gör“lm“şt“r Kavcar‐Yardımcı, 382 KUTSALLAŞAN/KUTSALLAŞTIRILAN MEKÂN BAĞLAMINDA BALIKLI GÖLLER : . Kahramanmaraş Ulupınarǯdaki balıkların önemli savaşlar sırasında kaybolması, daha sonra yaralı olarak geri dönmeleri Bozkurt, : ve Eskişehir Balıklı Dereǯdeki balıkların Kurtuluş Savaşı sırasında çatışmaların Eskişehir bölgesinde geçtiği zamanlar arkalarında kan izleri bırakarak cephe gerilerine doğru s“r“ hâlinde akıp gitmesi Boratav, : ‐ de balıkların savaşlara katıldığına dair inançları gösteren örneklerdendir. Balıklı göllerin kutsallık kazanmasındaki inanışlardan biri de buralarda yaşayan balıkları yakalamaya çalışanların veya yakalayıp yiyenlerin/yemeye çalışanların çeşitli kaza ve öl“mlere maruz kalmasıdır. Şanlıurfa Balıklı Gölǯdeki balıkları, balık otu dökerek yakalayıp evine getiren ve bunları ailesine yediren kişinin evinden yedi kişi ölm“şt“r Kahraman‐Dağlı, : . Di‐ yarbakır Balıklı Suyuǯnda bulunan balıkları avlayanların birkaçı felçli olup ağızları burunları eğilmiştir Kahraman‐Dağlı, : . Çankırı Balıklı Havuzuǯndaki balıklardan yakalayıp evine göt“ren bir öğretmenin, hanımı balıkları kızartırken y“z“ yanmış; aynı balıklardan yakalayıp pişirmeye kalkan bir or‐ man şefi de felç geçirmiştir http://www.milliyet.com.tr . Yozgat Balıklı Pınarǯda bulunan balıklardan birkaçını yakalayıp evine getiren bir kişi, sacın “zerine dizdiği balıkların sıçrayıp geldikleri yere gittiklerini gör“r. Giderken balıkların beddua ettiği adam felç olmuştur Karadavut, : . Erzincan Ardos Göl“ǯndeki balıklardan yakalayıp yemek isteyen bir tahsildar, kızartmak için tavaya koyduğu balığın canlanıp göle atladığını gör“nce korkudan oracıkta can vermiştir Kara, : . Balıklı göllerin bulunduğu yerlerde görev ya‐ pan askerler veya savaşlar sırasında bu bölgelere gelen d“şman askerleri de balıkları yakalayıp yemek istemişlerdir. Tokat Balıklı Havuzuǯndaki balıkları yakalayıp evine göt“ren bir tabur komutanı, hanımından balıkları kızartmasını istemiş. Balıkları kızartan kadın tavanın başında ölm“ş, ailenin çocuklarından biri y“ksek bir yerden d“şerek hayatını kaybetmiş, diğeri ortadan kaybolmuş. O g“nden sonra komutanı bir daha gören olmamış Kavcar‐Yardımcı, : . Kurtuluş Savaşı sırasında Balıkesir Balıklı Havuzuǯndaki balıkları yakala‐ yıp yemek isteyen bir Yunan subayı, tavada kızarttığı balıkların suya atladığını gör“nce aklını kaçırmış Kavcar‐Yardımcı, : . Erzurumǯun Rusların işgaline uğradığı bir dönemde Rus komutan, Balıklı Gölǯdeki balıklardan asker‐ lerine yedirmiş, balıkları yiyen askerlerin tamamı bir‐iki g“n içinde hayatını kaybetmiştir Seyidoğlu, : . Balıklı göllerdeki balıkların savaşlara katılması ve bu balıklara zarar vermek isteyenlerin başlarına gelen kaza ve öl“mler, gerek bu mekânların 383 SEZAİ DEMİRTAŞ gerekse balıkların kutsallık kazanmasında etkili olmuş ve bunların dokunul‐ mazlık kazanmalarını sağlamıştır. 3. Balıklı göller etrafında şekillenen uygulamalar nelerdir? Çeşitli amaçlar için insanların ziyaret mekânı hâline gelen balıklı göller‐ de gerçekleştirilen bazı uygulamalar bu mekânların kutsallık kazanmasını sağ‐ layan unsurlardan biridir. (astalıklara şifa, çocuksuzluğa çare arama; dilek tutma; adak adama, kurban kesme; yağmur duasına çıkma balıklı göllerde ya‐ pılan uygulamalardan bazılarıdır. Şanlıurfa Balıklı Gölǯ“ ziyaret edenler dilekte bulunarak balıklara yem atarlar. Bir muradı olan kimse Kadir Gecesi veya Cuma gecesi abdest alıp dile‐ ğini bir kâğıda yazar, kâğıdı göt“r“p göle atarmış. Eğer dileği gerçekleşecekse balık eskiden burada yaşayan b“y“k alabalık suyun y“z“ne çıkar kâğıdı alıp göt“r“r, dileği kabul olmayacaksa kâğıt suyun y“z“nde kalırmış Tanyu, : . Diyarbakır Balıklı Suyu da humma ve c“zzam hastalığına yakalananlar için şifa kaynağıdır. Bu balıklı göl“n suyundan kırk g“n içenler hastalıkların‐ dan kurtulurlarmış Kahraman‐Dağlı, : . Giresun Balıklı Göze halk tara‐ fından birçok hastalığa şifa bulmak için ziyaret edilen bir yerdir. Burayı özel‐ likle çocuğu olmayan insanlar tercih etmektedir Gökşen, : . Mardin Melmetun Pınarı da suyu şifalı bir yer olarak gör“l“r. Buranın suyundan içen, pınarın yanındaki dut, incir veya zeytinlerden yiyenlerin kısmeti açılmış, çocu‐ ğu olmayanlar da çocuk sahibi olmuşlardır. Genelde çarşamba ve perşembe g“nleri ziyaret edilen pınarda, adaklar adanıp kurbanlar kesilir. Şifalı suyu kadınlar tarafından içilir Kavcar‐Yardımcı, : . Kahramanmaraş Ulupınar (ıdırellezǯde ziyaret edilen bir mekândır. Kurbanların kesildiği bu pınar, mevsimin kurak geçtiği zamanlarda yağmur dualarının yapıldığı ve yapı‐ lan duaların kabul edildiği bir yerdir Bozkurt, : . Balıklı göllerde gerçekleştirilen uygulamalara bakıldığında, bunların ge‐ nellikle şifa, bolluk ve bereket isteme ekseninde şekillendiği kolaylıkla gör“le‐ bilmektedir. İnsanların nazarında bu yerlerin kutsal kabul edilmesi, buralarda gerçekleştirilen uygulamaların oluşum ve zenginleşmesini de kolaylaştırmıştır. 4. Balıklı göllerin kutsallık kazanmasının altında nasıl bir kültürel birikim yatmaktadır? Oluşumları, etrafında şekillenen inanış ve uygulamalar açısından bakıl‐ dığında bu unsurların balıklı göllerin kutsallık kazanma s“recine katkı sağladı‐ 384 KUTSALLAŞAN/KUTSALLAŞTIRILAN MEKÂN BAĞLAMINDA BALIKLI GÖLLER ğı gör“lebilmektedir. Balıklı gölleri ele alırken ilk bakışta hemen dikkat çeken bu unsurlar anlatı, inanış, uygulama acaba nasıl şekillenmiştir? Bir başka ifadeyle balıklı göllere insanların nazarında kutsiyet kazandıran unsurlar han‐ gi k“lt“rel birikimin yansımalarıdır? Bu sorulara aranacak yanıtlar insanların d“ş“ncesindeki balıklı göller algısının kökenlerini ortaya koymamıza yardımcı olacaktır. Balıklı göller öncelikle birer su kaynağıdır. Bir yerde göl şeklinde oluşan bu su kaynakları başka bir yerde akarsu, dere, pınar olarak gör“lmekte hatta bazı yerlerde çeşme veya havuz gibi insan yapılarına bile dön“şmektedir. Şan‐ lıurfa Balıklı Göl bunun en g“zel örneğidir. Göl olarak adlandırılmasına rağmen burası birbirine su kanallarıyla bağlı iki havuzdan oluşmaktadır. Balıklı göller, balıkların yaşadığı su kaynakları olmaları sebebiyle su ve hayvan k“ltlerinin iç içe olduğu mekânlardır. Su kaynaklarına eski dönemlerden beri tanrısal veya yarı tanrısal varlıkların yaşam alanı olarak bakılması, buraların kutsalın teza‐ h“r ettiği yerler, burada yaşayan canlıların da kutsalın bir şekilde tezah“r“ gibi gör“lmesine sebep olmuştur. Suyun iyesi veya ruhu olarak ifade edilen varlıklar da bu kutsallık anlayışının tezah“rlerinden biridir. Nehirlerin, gölle‐ rin, pınarların koruyucusu olan su iyesi kimi zaman ete kemiğe b“r“nd“r“lerek dalgalı sarı saçlı ve mavi gözl“ bir kız olarak tasavvur edilmiştir Peker, : . Balıklı göllere bu açıdan bakıldığında hem kutsallık kazanan hem de kut‐ sallık kazandıran balıkların birer su iyesi, olduğu d“ş“n“lebilir. Mitolojik d“‐ ş“ncelerde su issi su sahibi varlıkların genelde insan bazen de balık şeklinde Bayat, : ifade bulması bu gör“ş“ destekler niteliktedir. Balık, mitoloji ve dinlerde kutsal sayılmış, çeşitli inançlara konu olmuş bir hayvandır (ançerlioğlu, : . Mezopotamyaǯda ilk dönemlerden iti‐ baren tanrılara kurban olarak sunulan balık, su tanrısı Enki ile ilişkilendirilmiş, Enkiǯnin bilge bir tanrı olmasından dolayı balık da bilgeliğin simgesi olmuştur Black‐Green, : . Altay yaratılış mitlerinde d“nyanın “ç balığın “zerin‐ de ve iki balığın arasında kurulmuş bir dengede tasvir edilmesi, balığa atfedi‐ len kutsallığın bir göstergesi olarak onun insanın yaratılışının, hayatın yeniden doğuşunun, “remenin, bolluk ve bereketin simgesi olmasından ileri gelmekte‐ dir G“ltepe, : . T“rk kozmolojisinde gök g“r“lt“s“ unsurunun hay‐ van biçimli timsali olan balık, özellikle göl ve nehir kıyılarında yaşayan T“rk topluluklarında bereket, refah ve bolluğun sembol“ olarak gör“l“r Çoruhlu, : . Babil dönemine ait m“h“rlerde balığın insanlara köt“l“k getirecek fig“r ve ögelerin tanrılar, ifritler, vb. yanına yerleştirilmesi, köt“ g“çlere kar‐ 385 SEZAİ DEMİRTAŞ şı bir t“r dengeleyici işlev görmesi için kullanılmış olabileceğini d“ş“nd“rmek‐ tedir Black‐Green, : . Musa peygamber ve İskenderǯle ilgili anlatılarda abıhayat içerek öl“ms“zl“ğe kavuşan balık (ançerlioğlu, : ; Kurǯan‐ı Kerim Sâffât Suresi ‐ . âyetler ǯde kavminin baskılarından kaçıp bir gemiye binen Yunus Peygamberǯi, gemiden atıldıktan sonra yutup daha sonra bir sahile bırakan hayvan olarak gör“lmektedir Altuntaş‐Şahin, : . Mezopotamya kabartmalarında balığın doğurganlık ve verimlilikle ilişkilendi‐ rildiğini d“ş“nd“ren simgesel balık ve su resimlerinin bulunması Eliade, : da insanların d“ş“nce d“nyasındaki balık imgesinin bir gösterge‐ sidir. Su ve hayvan balık k“ltleriyle birinci dereceden ilişkili olan balıklı göl‐ lerin, kutsallık kazanma s“reçlerinde bunların dışında ana tanrıça ve veli k“lt‐ lerinden de yansımalar vardır. Ana tanrıça k“lt“, tarihin en eski dönemlerin‐ den itibaren farklı coğrafya ve k“lt“rlerde karşılaşılan bir kavramdır Oral, : . Ana erkil d“zenin bir gereği olarak ilk tanrıların kadın biçiminde tasarlandığı ilk insan topluluklarında, ana tanrıça ve toprak ana tasarımlarının bu ana erkil yapının gerekliliği sonucunda ortaya çıktığı d“ş“n“lmektedir. Toplumsal koşulların değişimiyle ana erkil d“zenden baba erkil d“zene geçil‐ diği zaman bile ilk tanrı tasarımlarında erkek tanrıların, ana tanrıçanın ya sev‐ gilisi ya da oğlu olarak gör“lmesi (ançerlioğlu, : ana tanrıça k“lt“‐ n“n etkinliğini s“rd“rd“ğ“n“ gösterir. Bu k“lt“n temelinde dişi bir ilahî varlı‐ ğa inanç duyarak ona ait kutsal alanlar oluşturmak, onu çağrıştıran sembolleri kullanarak çeşitli nesneler “retmek ve adaklar sunmak Özmen, : gibi uygulamalar bulunmaktadır. Anadoluǯdaki balıklı göller arasında kökl“ bir tarihsel geçmişe sahip olan Şanlıurfa Balıklı Gölǯ“n ana tanrıça anısına oluşturulan kutsal mekânlardan biri olduğuna dair gör“şler ileri s“r“lm“şt“r. Antik dönem (arran ve Urfa paga‐ nizmi “zerinde çalışan Şinasi G“nd“zǯ“n tespitlerine göre; (ristiyan yazarların erken dönemlerden itibaren Urfaǯyı, Kitabı Mukaddesǯte bahsedilen Kral Nem‐ rut Nimrod ile irtibatlandırmasına rağmen Balıklı Gölǯ“n oluşumunda İbra‐ him Peygamber ve Nemrut m“cadelesinin bir ilgisi yoktur. Balıklı Göl olarak adlandırılan iki havuz ve bunları birbirine bağlayan kanallar, tanrıça Atargatis Tarǯata anısına inşa edilmiş bir tapınağın parçalarıdır. Paganist Urfalıların Tarǯata adı altında tapındıkları Atargatis, Suriye bölgesinde verimlilik ve bere‐ ket nitelikleriyle tanınan y“ce ana tanrıçadır. Ana tanrıçanın Fırat nehrinde kutsal balıkların bulduğu bir yumurtadan doğduğu, onun evlilik töreni sonrası 386 KUTSALLAŞAN/KUTSALLAŞTIRILAN MEKÂN BAĞLAMINDA BALIKLI GÖLLER yıkandığı sularda kutsal balıkların oluştuğu, Atargatis mabedi kenarında bulu‐ nan suların ve burada yaşayan balıkların ilahî ruhlar taşıdığı, Atargatis ve oğ‐ lunun bu sulara/havuzlara daldıktan sonra balıklara dön“şt“ğ“ G“nd“z, : ‐ şeklindeki inançlar bu ana tanrıça k“lt“n“n temelini meydana getirmektedir. Atargatis k“lt“ çevresinde bazı su kaynaklarının kutsallığı yanı sıra bu sularda yaşayan balıkların da kutsiyetine inanılması dolayısıyla bu balıklar tabu olarak gör“lm“ş ve onlara zarar vermek, yakalamak, öld“rmek ve benzeri davranışlar yasaklanmıştır G“nd“z, : . Ana tanrıça k“lt“n“n dışında balıklı göllerin kutsallık kazanması s“reci‐ ne katkı saylayan k“lt“rel birikimlerden biri de veli k“lt“d“r. Arapça dost, arkadaş anlamındaki veli kelimesi Allahǯı seven, dost edinen ve Allah tarafın‐ dan dost edinilen kimse manasında kullanılır Ocak, : . Allah dostları, Allahǯın sevgili kulları olarak gör“len veliler; gerek yaşadıkları dönemde gerek öld“kten sonra gösterdikleri kerametlerle insanların nazarında “st“n bir ko‐ num kazanan kimselerdir. Gösterdikleri kerametlerle insanlara yardım ettikle‐ rine, onları çeşitli tehlikelerden koruduklarına inanılan bu kimseler etrafında teşekk“l eden veli k“lt“, bazı balıklı göllerle doğrudan ilişkilidir. Malatya Somuncu Baba Balıklı Havuzu, Somuncu Baba Şeyh (amid‐i Veli Camiiǯnin ön“ndedir. Somuncu Babaǯnın askerleri olarak gör“len bu balıklar Yağbasan, : savaşlara katıldığı için gazidir ve onların yenmesi g“nahtır Alpte‐ kin, : . İzmir Gazi Balıklar Gölü de bir yatırın yanında bulunmaktadır. Ecik Dede adındaki velinin askerleri olduğuna inanılan bu göldeki balıkların, savaşlara katılan manevi g“çler oldukları d“ş“n“lmektedir Kavcar‐Yardımcı, : . Tokat Balıklı Havuzu da bir velinin mezarı yanında bulunan balıklı göllerdendir. Balıklı adındaki velinin, havuzdaki balıkların koruyucusu olarak gör“ld“ğ“ ve onlara zarar verenlerin başına bela olduğuna dair anlatılar vardır Kavcar‐Yardımcı, : . SONUÇ Balıklı göller, yaşayan veya daha önce yaşadığına inanılan balıklarla be‐ raber kutsallık kazanmış mekânlardır. Atfedilen kutsiyet öncelikle balıklarla ilgili gör“nse de su kaynakları bu kazanımın temelini oluşturmaktadır. Çok katmanlı k“lt“rel birikimlerin eseri olarak görebileceğimiz balıklı göllerin, kutsallık kazanmasında su k“lt“nden hayvan k“lt“ne, ana tanrıça k“lt“nden veli k“lt“ne uzanan bir sosyo‐k“lt“rel s“reç söz konusudur. İnsanlık tarihi kadar kökl“ bir geçmişi olan su ve su kaynaklarıyla ilgili tasavvurların, doğur‐ 387 SEZAİ DEMİRTAŞ ganlığın bolluk ve bereketin sembol“ olarak gör“len balıkla bir araya geldiği balıklı göller, tarih öncesi çağların ana erkil yapısını yansıtan ana tanrıça imge‐ si yanında İslami k“lt“r“n ortaya çıkardığı veli anlayışından da izler taşıyan yerlerdir. Başlangıçta ana tanrıça k“lt“nden izler taşımaları ve oluşumlarında kadınların merkezi konumda olmaları sebebiyle ana erkil dönemin yapısını yansıtan balıklı göller, ata erkil döneme geçilmesinin ardından balıkların sa‐ vaşlara katıldığına dair inanışlarla birlikte bu dönemin özelliklerini gösterme‐ ye başlar. Etraflarında şekillenen anlatma, inanış ve uygulamalar sayesinde insanların göz“nde kutsallık kazanarak halkın ziyaret mekânı özellikle Şanlı‐ urfa Balıklı Göl ve Malatya Somuncu Baba Balıklı Havuzu) hâline gelen balıklı göllerde, tarihî‐k“lt“rel kökenlerden gelen k“lt“r kodlarının İslami bir pers‐ pektife b“r“nd“r“ld“ğ“ d“ş“n“lebilir. G“n“m“z insanın göz“nde balıklı göl‐ ler; savaşa katılarak T“rk askerine yardım eden manevî g“çlerden “çler, yedi‐ ler, kırklar, erenler, yeşil sarıklılar, vb. biri olarak gör“len balıkların yaşadığı, çeşitli hastalık ve çocuksuzluk gibi sıkıntılardan kurtulmak isteyenlerin, (ıdırellez ve yağmur duası gibi bolluk ve bereket isteme törenlerinin mekânla‐ rıdır. Bu yönleriyle balıklı göller İslami anlayışın ziyaret mekânları olan t“rbe‐ lerin işlevini de kısmen “stlenmiş gibi gör“nmektedir. KAYNAKÇA Akpınar, Turgut. . DzEski Ve Bug“nk“ T“rklerde Su K“lt“ Ve Bu‐ nunla İlişkili Âdetlerdz, T“rklerǯin Din Ve (ukuk Tarihi Üzerine Makaleler, İs‐ tanbul: İletişim Yayınları: ‐ . Akyalçın, Necmi. . Balıkesir Yöresinde Yatır Efsaneleri Üzerine Bir Araştırma, Balıkesir: Balıkesir Belediyesi Yayınları. Alptekin, Ali Berat. . Fırat (avzası Efsaneleri Metinler , Antakya: Tesfa Yayıncılık. Kurǯan‐ı Kerim Meâli. . haz. (alil Altuntaş‐Muzaffer Şahin , Anka‐ ra: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Ayva, Aziz. . Anadolu Göl Efsaneleri İnceleme‐Metin , Selçuk Üni‐ versitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“, Y“ksek Lisans Tezi, Konya. Bayat, Fuzuli. . T“rk Mitolojik Sistemi Kutsal Dişi‐Mitolojik Ana, Umay Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler‐İyeler Ve Demonoloji , İstan‐ bul: Öt“ken Neşriyat. Bayladı, Derman. . Dinler Kavşağı Anadolu, İstanbul: Say Yayınla‐ rı. 388 KUTSALLAŞAN/KUTSALLAŞTIRILAN MEKÂN BAĞLAMINDA BALIKLI GÖLLER Black, Jeremy‐Green, Anthony. . Mezopotamya Mitolojisi Sözl“ğ“ Tanrılar‐İfritler‐Semboller, haz.: Necdet (asg“l , İstanbul. Boratav, Pertev Naili. . Soruda T“rk Folkloru, İstanbul: Ger‐ çek Yayınevi. Bozkurt, Seyfi. . Kahramanmaraş Efsaneleri, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fak“ltesi T“rk Dili Ve Edebiyatı Böl“m“, Lisans Tezi, Konya. Çoruhlu, Yaşar. . T“rk Mitolojisinin Ana (atları, İstanbul, Kabalcı Yayınevi. Eliade, Mircea. . Dinler Tarihi İnançlar Ve İbadetlerin Morfolojisi, Çev.: Mustafa Ünal, Konya: Serhat Kitabevi. Eliade, Mircea. . Kutsal Ve Dindışı, Çev.: Mehmet Ali Kılıçbay, An‐ kara: Gece Yayınları. Gökşen, Cengiz. . Giresun Efsaneleri, Karadeniz Teknik Üniversi‐ tesi Sosyal Bilimler Enstit“s“, Y“ksek Lisans Tezi, Trabzon. G“ç, Ahmet. . DzDinlerde Kutsal Ve Kutsallık Anlayışıdz, Dinler Tarihi Araştırmaları ), Sempozyum ‐ Kasım , Ankara, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara‐ : ‐ . G“ltepe, Necati. . T“rk Mitolojisi‐Yeni Araştırmalar )şığında, İs‐ tanbul: Resse Yayınları. G“nd“z, Şinasi. . Anadoluǯda Paganizm‐Antik Dönemde (arran Ve Urfa, Ankara: Ankara Okulu Yayınları. (ançerlioğlu, Orhan. . D“nya İnançları Sözl“ğ“, İstanbul: Remzi Kitabevi. (ttp://www.Milliyet.Com.Tr/Yazdir.Aspx?Atype=(aberdetayprint&Arti cleıd= , Milliyet Gazetesi, Www.Milliyet.Com.Tr, Erişim Tarihi: . . . Kahraman, Seyit Ali. . Dağlı Y“cel, G“n“m“z T“rkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi: Konya‐Kayseri‐Antakya‐Şam‐Urfa‐Maraş‐Sivas‐Gazze‐ Sofya‐Edirne, .Cilt . Kitap, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Kahraman, Seyit Ali. . Dağlı Y“cel, G“n“m“z T“rkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi: Bağdad‐Basra‐Bitlis‐Diyarbakır‐)sfahan‐Malatya‐ Mardin‐Musul‐Tebriz‐Van . Kitap . Cilt, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Kara, Ruhi. . Erzincan Efsaneleri Üzerine Bir Araştırma, Ankara: Erzincan Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışma Vakfı Yayınları. 389 SEZAİ DEMİRTAŞ Karadavut, Zekeriya. . Yozgat Efsaneleri İnceleme‐Metin , Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstit“s“, Y“ksek Lisans Tezi, Konya. Kavcar, Cahit. . Efsanelerimiz İnön“ Üniversitesi Efsane Derleme Yarışması. haz. Mehmet Yardımcı , Malatya: İnön“ Üniversitesi Yayınları. Ocak, Ahmet Yaşar. . K“lt“r Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler Metodolojik Bir Yaklaşım , Ankara: T“rk Tarih Kurumu Ya‐ yınları. Oral, Ebru. . DzAnadoluǯda Ana Tanrıça K“lt“dz, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, , Aralık: ‐ . Ögel, Bahaeddin. . T“rk Mitolojisi Kaynakları Ve Açıklamaları İle Destanlar )ı. Cilt, Ankara: T“rk Tarih Kurumu Yayınları. Özmen, Selin Seher. . DzAnadoluǯda Ana Tanrıça Kybele K“lt“dz, (umanitas Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, / , ‐ . Peker, Selçuk. . Mezar Ve T“rbelere K“lt Merkezli Bir Bakış Aksa‐ ray Örneği , Kömen Yayınları, Konya. Sakaoğlu, Saim. . T“rk Efsanesi, Ankara: Akçağ Yayınları. Seyidoğlu, Bilge. . Erzurum Efsaneleri, İstanbul: Erzurum Kitaplığı Yayınları. Şeker, Cihat. . Dz(ıristiyanlıkta Yahudiliğe Tepki Olarak Gelişen Kutsallık Anlayışıdz, İnsan Ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, / : ‐ . Tanyu, (ikmet. . Ankara Ve Çevresinde Adak Ve Adak Yerleri, An‐ kara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak“ltesi Yayınları. T“rkçe Sözl“k. . Ankara: T“rk Dil Kurumu Yayınları. Ulut“rk, Muammer. . DzDinlerde Su Tasavvurlarıdz, Su Medeniyeti Sempozyumu Bildirileri, Konya B“y“kşehir Belediyesi Koski Genel M“d“rl“ğ“ K“lt“r Yayınları, Konya: ‐ . Yağbasan, Kudret Yıldırım . . Malatya Efsaneleri, İstanbul: Malat‐ ya Kitaplığı Yayınları. Yonar, Gön“l. . Yaratılış Mitolojileri Altı Medeniyet Altı Yaratılış (ikâyesi , İstanbul: Öt“ken Neşriyat. 390 KUTSALLAŞAN/KUTSALLAŞTIRILAN MEKÂN BAĞLAMINDA BALIKLI GÖLLER HATIRA YAZILARI 391 GÖNÜLDAŞIM, MESLEKTAŞIM, KARDEŞİM PAKİZE HANIM GÖNÜLDAŞIM, MESLEKTAŞIM, KARDEŞİM PAKİZE HANIM PROF. DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Bug“n (aziran , (er sabah olduğu gibi Konyaǯnın Meram ilçesindeki (oca Ahmet Fakıh parkında y“r“yorum, Sabahları y“r“mek çok g“zel, hele hele y“r“y“ş arkadaşlarınız varsa da‐ ha da g“zel… Ya onlar yoksa? O da g“zel, o zaman g“nl“k, haftalık, aylık yapacağınız işleri, makale ve bildiri konularını, siyaseten k“st“klerinizi, “lkenizin içinde bulunduğu duru‐ mu, Temmuz ǯda PKK ile savaştan Ankaraǯya çağrılan Özel (arekât polislerinin “zerine atılan bombaları, her g“n gelen şehit cenazelerini d“ş“n“‐ yorsunuz Bu hafta y“r“y“ş arkadaşlarım gelmediler, ben de yukarıda özetledikle‐ rimi, yaklaşık bir saat içerisinde d“ş“nd“m durdum, tam o sırada hakkında armağan kitabı çıkarılacak olan Prof. Dr. Pakize Erciş Aytaç için yazacağım hatıra yazısı aklıma geldi… Palandökenǯin Eteğinde Kurulan Atat“rk Üniversitesi Edebiyat Fak“ltesi deyince hemen Pakize (anımla ortak yönlerimiz gözlerimin ön“nden bir film şeridi gibi geçti: Pakize (anım ve ben bu “niversiteden mezunuz, ders aldığımız , numaralı sınıflar, numaralı amfi… Ortak, Ders veren hocalarımız, Prof. Dr. Selahattin Olcay, Prof. Dr. M. Kaya Bilgegil, Prof. Dr. Niyazi Arı, Prof. Dr. Ahmet İhsan T“rek, Prof. Dr. (aluk İpek‐ ten, Prof. Dr. Orhan Okay, Prof. Dr. (“seyin Ayan, Prof. Dr. Muhan Bali, Prof. Dr. Fikret T“rkmen, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Prof. Dr. Ensar Aslan, Prof. Dr. Bilge Seyidoğlu, Prof. Dr. Umay G“nay, Prof. Dr. Efrasiyab Gemalmaz, Prof. Dr. Meh‐ met Akalın, Prof. Dr. (arun Tolasa, Prof. Dr. Turgut Karacan, Dr. Turgut Acar, Dr. Turgut G“nay, Prof. Dr. Ali Yavuz Akpınar… Aynı, 393 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Erzurumǯun kış g“nlerinde ran r“zgârı, o da ortak… ve numaralı sınıflarımızın uğultu çıka‐ Fikir d“nyamızın temelinin atıldığı “lk“ ocaklarının haftalık çıkan devlet gazetesi ile Töre dergisi de o koridorlarda okundu, belki g“ç gösterisi, belki de birbirimizi tanımak açısından sayfa başları açığa getirilerek hava attığımız mekânlar da ortak. Belki ayrıldığımız bir nokta var o da, (oca (anım yukarıda söz“n“ etti‐ ğim sınıflarda benden önce okumaya başlamış, tabir caizse onlar görevlerini tamamlamışlar ve bizler onların yerini sınıfları doldurmuşuz… Bizim tanışmamız benim asistan şimdi Araştırma Görevlisi olduğum yıllara rastlar. O yıllarda Pakize (anım Edebiyat Fak“ltesi b“nyesinde bulunan araştırma merkezinde görevliydi, ikimiz de dışardan doktora yapı‐ yorduk, Pakize (anım ve benim dışımda halk edebiyatında; Doç. Dr. (asan Köksal, Doç. D. Zeynelâbidin Makas, Prof. Dr. Metin Karadağ vardı. Bunlardan Makas ve Köksal öğretmen, Erciş, Karadağ ve ben “niversitede görevli idik… Danışmanlarımız da Saim Sakaoğlu Alptekin, Makas, Köksal , Bilge Seyidoğlu Karadağ , ve Muhan Bali Erciş hocalarımızdı. O yıllarda Umay G“nay (acet‐ tepe Üniversitesine, Fikret T“rkmen de Ege “niversitesine nakletmişlerdi. Ma‐ kas, Tufarganlı Âşık Abbas’ı, Ben Taşeli Masallarıǯnı, Köksal Battal Gaziǯyi, Ka‐ radağ, Doğu Anadolu Bölgesi Halk hikâyeleri’ni, Erciş de Halk Edebiyatında Tenkitǯi çalışıyorduk. Bu beşlinin buluşma noktası ise b“y“k ölç“de Pakize (anı‐ mın görevli olduğu araştırma merkezi idi. Ç“nk“ orada kitap ve dergi koleksi‐ yonlarının dışında zengin bir tez arşivi vardı, ama bunlardan daha önemlisi, Abbas Zamanof bağış kitapları ilgimizi çekiyordu. Öyle zannediyorum Abbas Zamanofǯun kitaplarının k“t“phaneye kazandırılmasında Prof. Dr. Ali Yavuz Akpınarǯın çok b“y“k katkısı olmuştu. Bizim beşimizde gör“ş itibariyle pek de farklı değildik, hamımız TURANC) çizgide olduğumuz için, vatan ne T“rki‐ yeǯdir, ne T“rkistan, Vatan m“ebbet bir “lkedir: O da TURAN dediğimiz için çok horlanmıştık… (âlâ da öyle değil mi? Pek değişen bir şey olmadı, değişen bizim dediğimizin olması, bizi ötekileştirenlerin dedikleri olmadı, ç“nk“ bizim d“ş“nce yapımızın oluşmasında ATATÜRK ve TÜRKEŞ gibi liderler vardı, Al‐ lahǯa hamdolsun şahsım adına yazıyorum, ezildik, horlandık ama Bak“ǯde, Aşgabadǯta, Taşkentǯte, Almatıǯda ve Bişkekǯte o insanlarla aynı saflarda namaz kıldık… 394 GÖNÜLDAŞIM, MESLEKTAŞIM, KARDEŞİM PAKİZE HANIM Bu araştırma merkezine her gelişimde Pakize (anım kardeşimin g“ler y“z“n“, t“kenmeyen okuma arzusunu görd“m. Doğrusunu söyleyeyim ben Seyit Ahmet Arvasi’yi, Erol Güngör’ü, Peyami Safa’yı Pakize hanım kadar tanı‐ madım, ama (oca (anım her gelişimde elinde bir kitap ve onunla ilgili tespit‐ leri benimle paylaşırdı. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Ata‐ t“rkǯ“n kitabı bizzat okuduğu, kitaplar “zerinde notlar aldığını d“ş“nd“‐ ğ“mde aynanın karşısında kendimi gör“nce yere bakarım. Pakize (anım da benden çok çok fazla okumuştur, “z“leceğim tek şey o birikimlerini yazıya dökememesidir. Gör“n“rde olmayan, Muhan Bali, Saim Sakaoğlu çatışması Pakize (a‐ nımǯı çok “zd“ ama hiç belli etmedi. Ç“nk“ Sakaoğlu (ocaǯnın doktora öğrenci‐ leri istedikleri zaman hocalarıyla gör“ş“rlerken Bali (oca, Pakize (anımla araya setler çekilmişti. Halk Edebiyatında Tenkit konusu çok önemliydi, ama arkadaşımız danışman yönlendirmesi bakımından çok yalnız kaldı fakat Allah şahittir ki birlikte çalıştığımız, mesai arkadaşlığı yaptığımız uzun ince yolda ne şahsiyetinden ne de d“ş“nce yapısından asla taviz vermedi. Ne denir bu dik duruşa, helal olsun seni yetiştiren anne, baba, abla bilhassa ağabeylere… Bizim ikimizin ortak yanlarından birisi de akademik hayatımızdaki ma‐ yın tarlalarıdır. Yabancı dili ben . girişte geçtim, Pakize (anım ne kadar uğ‐ raştı bilmiyorum. Ne kadar ilginçtir ki elin adamı o kadar zeki, o kadar yete‐ nekli ki Fransızcadan İngilizceye geçiyor daha birinci girişte geçiyor… Bizim dönemizde YÖK yasasıyla “niversitelerimize merhaba diyen Yardımcı Doçentlik kadro s“resi yıldı. Bu s“re içerisinde doçent olamazsan unvanının Öğretim Görevliliğine d“ş“r“l“yordu. (er iki yılda bir uzatma, de‐ kan istemezse, iki olumsuz rapor, “niversiteyle ilişiğin kesiliyordu. Doçentlikte aynı Anabilim Dalında “ç girişte unvanı alamazsan, başka bir alandan girmek zorunda idik. Dil macerasından sonra doçentliğe m“racaat ettik, yayından kal‐ dık… Neyse ben zor ve şer ikinci girişte yayını da sözl“y“ de geçtim ve Doçent oldum. Uzun gör“şmelerimizden sonra Asuman ile Zeycan hikâyesi “zerinde ça‐ lışmaya karar kıldık, hemen malzemeleri topladı, yazılı ve sözl“ çok g“zel me‐ tinler tespit etti, g“zel bir inceleme yaptı ve yaklaşık bir yıllık gecikmeyle kar‐ deşimiz de doçent oldu. (oca hanımın armağan kitabının editör“ Reyhan ha‐ nımın yazısı geldiğinde Pakize (anıma haber vermeden doktora tezindeki me‐ tinlerden yararlanarak uzunca bir yazı yazdım ve kendisine s“rpriz yaptım. 395 PROF.DR. ALİ BERAT ALPTEKİN Ardından telefonda (oca (anım istersen başka yazı gönderebilirim dediğimde her zamanki inceliğiyle; Dz Ne demek Ali Bey öyle şey mi olurdz dedi. Ben Pakize (anımın ses tonundan dilin ucuyla mı, yoksa y“rekten mi söylediğini çok iyi bilirim. Y“rekten söyl“yordu. İnşaalah bu hatıra yazısıyla birlikte o yazı da kitapta yer alacak. En sevindiğim hususta Asuman Zeycan doçentlik takdim tezinin basılacak olması, Tenkit doktora tezi için de böyle bir g“zel haberi bek‐ liyoruz. Allahǯın kelamı Kurǯan ve iki cihan serverinin hayatında sabırlı almayı, kibirden uzak durulması tavsiye edilir. Gerçekten sabır ve kibir kavramaları T“rkiyeli akademisyenler kardeş gibidirler. Öyle insanlar biliriz ki işi biraz uzayınca hemen sabır taşı çatlar ve ileri geri konuşmaya başlar. Bazıları da işi tıkırında gidince genç yaşında merdivenleri hızlı hızlı çıkınca burnundan kıl aldırmaz. Pakize (anım bu iki kavramı Kurǯan ahlakına göre yaşayan bir kar‐ deşimizdir. Siz, ilim hayatında sabırla ilerlediniz, yalnız kaldınız, yılmadın, g“n oldu elinden tutulmadı, okuduğun kitaplardan aldığın feyzle öf! bile demedin… (ayat felsefende yalnızların yoldaşı, kimsesizlerin annesi, ablası oldun… Yet‐ mez mi? Yeter… Akademik hayatımızda biçilen yaş çizgisine birkaç sene sonra Allah na‐ sip ederse ben geleceğim. Duam, eşinle g“zel kızınla sevdiklerinde kalan öm‐ r“n“ g“zel geçirmen doğrultusunda olacaktır aziz kardeşim. 396 BİR HALK BİLİMİ PROFESÖRÜNÜN LİSANS TEZİ: DADAŞ (KÂN) KÖYÜ HALK EDEBİYATI ÖRNEKLERİ BİR HALK BİLİMİ PROFESÖRÜNÜN LİSANS TEZİ: DADAŞ (KÂN) KÖYÜ HALK EDEBİYATI ÖRNEKLERİ PROF. DR. DİLAVER DÜZGÜN Prof. Dr. Mehmet Kaplanǯın Atat“rk Üniversitesi Fen‐Edebiyat Fak“ltesi‐ ne kurucu dekan olarak atanması, yılının Kasım ayına rastlıyor. Yani elli dokuz yıl önce. Bu, sıradan bir atama değildi kuşkusuz. Bu atama, Pertev Naili Boratavǯın çabalarıyla ilk adımı atılan ama kısa bir s“re sonra akamete uğra‐ yan Dzhalk biliminin “niversitede bir disiplin haline gelmesidz d“ş“ncesinin g“ç‐ l“ bir şekilde yeniden uygulamaya konuluşunun m“jdecisiydi. Fen‐Edebiyat Fak“ltesi b“nyesinde T“rkiyeǯnin İstanbul ve Ankaraǯdan sonra “ç“nc“ T“rk Dili ve Edebiyatı Böl“m“n“n temelini atan Mehmet Kaplan, İstanbulǯdan öğrencisi olan seçkin şahsiyetleri yanına alarak g“çl“ bir akade‐ mik kadro oluşturmuştu. Bu kadro, hocalarının önc“l“ğ“nde yaptığı çalışma‐ larla hem böl“m“ T“rkoloji âleminde saygın bir yere getirdi hem de Atat“rk Üniversitesini halk bilimi araştırmalarının ilk akla gelen merkezi konumuna y“kseltti. Vefat edenlerini rahmetle andığımız, hayatta olanlarına sağlıklı ve uzun öm“r dilediğimiz hocalarımızdan bir kısmı b“t“n g“çleriyle derleme faa‐ liyetlerine yöneldiler. Sadece kendileri halk k“lt“r“ hazinesine dalmakla ye‐ tinmediler, öğrencilerini de bu yönde teşvik ettiler. Böylece Edirneǯden Arda‐ hanǯa, Sinopǯtan Anamurǯa kadar “lkemizin b“t“n bölgelerinden yapılan der‐ lemeler, lisans tezi formatında birer çalışma haline geldi. Zamanla bu coğraf‐ yanın sınırları genişleyerek derleme çalışmaları Kuzey Kıbrıs T“rk Cumhuriye‐ tiǯne, Kafkaslara, Balkanlara, Orta Doğuǯya, Orta Asyaǯya kadar uzandı. Şimdi, o dönemde b“y“k şerit makaralarla çalışan yaklaşık kilogram ağırlığındaki meşhur ses kayıt cihazını derleme metotlarını anlattığım sınıflara göt“rerek DzGençler, Saim Sakaoğlu hocamız, ǯlı yıllarda bu cihazı eline alarak Bayburtǯun, G“m“şhaneǯnin köylerinde masal derlemiş, biliyor musu‐ nuz?dz dediğim zaman b“t“n öğrencilerimin ağzı bir karış açık kalıyor, hayret‐ lerini gizleyemiyorlar. Böl“m“n kuruluşunun onuncu yılının geride kaldığı dönemlerde bu zevkli ve heyecanlı sorumluluğu “stlenen öğrencilerden birinin de Pakize Erciş olduğunu gör“yoruz. yılında hazırladığı bitirme tezinin adı, Dadaş Kân 397 PROF.DR. DİLAVER DÜZGÜN Köy“ (alk Edebiyatı Örnekleri. Tam zinesi. sayfadan oluşan bir halk k“lt“r“ ha‐ Tezin önsöz“, yıl öncesinin Dzhalkdz tanımı, derleme yöntemleri, T“rk Dili ve Edebiyatı Böl“m“ öğrencilerinin halk k“lt“r“ne bakışı gibi konularda önemli tespitleri ihtiva ediyor. Pakize (anım, çocukluğundan beri halk k“lt“‐ r“ne ve milli değerlere hayranlık duyduğunu, “niversite yıllarında bu duygula‐ rının daha da yoğunluk kazandığını, hatta Fak“ltenin birinci sınıfında iken halk edebiyatı alanında tez hazırlama arzusuna sahip olduğunu belirterek başlıyor sözlerine. Tevazu göstermeyi de ihmal etmiyor ve DzBaşlangıçta d“ş“nm“ş ol‐ duğumuz çalışmayı bazı g“çl“kler nedeniyle gerçekleştiremedim. Arzu ettiğim bir derlemeden çok uzak kaldıdz diyor. Sonra, bunun sebeplerini açıklıyor. Paki‐ ze (anımǯın karşılaştığı g“çl“klerden biri, derlemenin kış aylarına rastlaması nedeniyle köye gidiş gelişlerde araç bulma g“çl“ğ“ imiş. Bir diğer g“çl“k de kaynak kişilerin malzeme vermekte isteksiz olmalarıymış. Ç“nk“ yaptığı iş, köyl“lerce gereksiz gör“l“yormuş. Yaşlılar, Dz(ikâye, masal ne işe yarayacak, ne diye boşuna buralara geldin, bizim bu köyde senin istediğin bu şeyleri hiç kim‐ se bilmezdz diyerek kestirip atmışlar. Bu tavırlara rağmen genç ve idealist T“r‐ koloji öğrencisi “mitsizliğe d“şmemiş, her fırsatı değerlendirerek derlemesini tamamlamış. Pakize (anımǯın bu satırlara yansıyan gayret ve heyecanını gö‐ r“nce DzDemek ki her şey yolunda gitseymiş tezin hacmi, bin sayfanın “zerine çıkabilirmişdz demek geliyor içimden. Pakize Erciş, bir buçuk sayfalık önsöze çok önemli tespit ve değerlen‐ dirmeler sığdırmış. Ona göre DzRadyonun köye girmesi ile halk “r“nlerinin an‐ latılışı ikinci dereceye atılarak unutulmuş.dz Erciş, ayrıca sağlıklı ve verimli bir derleme çalışması için geniş bir zamana ihtiyaç olduğunu ısrarla vurguluyor. (er şeye rağmen halk k“lt“r“n“n çok önemli olduğunu, hazırladığı lisans tezi‐ nin her sayfasının başka çalışmalara kaynak olabilecek zenginlik barındırdığını belirterek bu Dzhikmet dolu malzemedznin hâlâ halkın zihninde canlı bir biçimde yaşıyor olmasıyla da teselli buluyor. Yine bu ön sözden anlıyoruz ki Pakize (anım, masal ve hikâyeleri ses kayıt cihazıyla derlerken diğer halk k“lt“r“ “r“nlerini not etmek suretiyle kayıt altına almış. Ayrıca köyden mahalli yemekler, halk hekimliği, giyim ku‐ şam, fıkralar ve oyunlar da derlemiş ama tezin hacmi tahmin edilenin “st“ne çıkınca derlediği diğer “r“nleri buraya alamamış. 398 BİR HALK BİLİMİ PROFESÖRÜNÜN LİSANS TEZİ: DADAŞ (KÂN) KÖYÜ HALK EDEBİYATI ÖRNEKLERİ Önsöz“n sonuna doğru Pakize (anım istediği kalitede bir tez ortaya ko‐ yamadığını tekrarlayarak Dzİleride bu mevzudaki çalışmalarıma sistemli bir şekilde devam edeceğimdz diyor ve danışman hocası Fikret T“rkmenǯe teşekk“r ediyor. O, böylesine samimi bir şekilde işine sarılınca y“ce Mevla kendisine aka‐ demisyenlik mesleğini nasip etmiş. Daha sonra halk bilimi alanında doktora yapmış, doçent olmuş, profesörl“k payesini almış. Aslında o g“nden belliymiş profesör olacağı. Burada Pakize (anımǯın şahsında Erzurumǯdaki bereketli çalışma orta‐ mını d“ş“n“yorum. Rahmetli Mehmet Kaplanǯın DzPalandöken eteklerinde bir buçuk yıl, burada gelişecek “niversite ve onun etrafında doğacak yeni medeni‐ yetin h“lyasıyla yaşadımdz sözlerini hatırlıyorum. O ne heyecanmış, o ne gay‐ retmiş? (alkiyatçı öğretim “yeleri olarak g“n“m“zde de öğrencilerimize derle‐ me çalışmaları yaptırıyoruz. Lisans tezleri hazırlattırıyoruz. Şimdi artık derle‐ me tezi hazırlamak isteyen öğrencilerin kilogram ağırlığındaki ses kayıt cihazını taşımalarına gerek yok. gramlık cep telefonları, hem ses kayıt ci‐ hazı hem fotoğraf makinesi hem de kameranın yaptığı işi yapıyor. Bitmedi, o cep telefonunu daktilo ve not defteri olarak da kullanabilirler. Şimdi soru şu: son yıllarda Dadaş Kân Köy“ (alk Edebiyatı Örnekleri kalitesinde bir lisans tezi yaptırabildik mi? Bu sorunun cevabı keşke Dzevetdz olsa diyorum ama hiç zannetmiyorum öyle olduğunu. Bu vesileyle değerli meslektaşım Pakize Aytaç (anımefendiǯye sağlıklı ve uzun bir öm“r diliyorum. 399 ÇELEBİ BİR MUALLİME ÇELEBİ BİR MUALLİME PROF. DR. M. FATİH KİRİŞÇİOĞLU DzB“y“k bir ruh ve mânâ medeniyetinin, hikmet ve irfan y“kl“ zihniyetini ihtiva eden T“rk‐İslam d“ş“ncesinin, tarihî seyir içinde hangi siyasi k“lt“re dayandığını, hukuk ve ahlakıyla, idari nizam ve intizamıyla, estetik tarz ve “s‐ lubuyla hangi değerlere sahip olduğunu kavramak, g“çl“ devlet olmak adına önemlidir.dz‐ P.P.AYTAÇ Pakize (anımla ilk tanışmamız Konya Selçuk Üniversitesinde yrd. doç. dr. olarak yılında göreve başlamasıyla olmuştur diyebilirim. Diyebilirim ç“nk“ öğrenciler arasında yeni bir halk edebiyatı hocası göreve başlamış dedi‐ ler. Kimmiş diye araştırınca Erzurum Atat“rk Üniversitesi mezunu ve Ercişli olduğunu “st“ne “stelik o zamanlar “niversitemizin saygı duyduğumuz hoca‐ larından olan adıyla m“semma M“mtaz Turgut Topbaşǯın baldızı olduğunu öğrendik. (er halde bizim için şifre buydu: M“mtaz Beyǯin baldızı olmak. Şah‐ sıma da çok yardımları olan M“mtaz (ocanın baldızı köt“ bir insan olamazdı. Pakize (anım şikâyet etti mi bilmem ama Konyaǯda iken bu baldızlık “zerinde kaldı. Edebiyat Fak“ltesinin Zindankaledeki binasında Emine (anımla birlikte oturuyorlardı. İlk intibamız g“leç y“zl“ minyon biraz da “rkek bir hanım oldu‐ ğu yolundaydı. G“nler geçtikçe bu yeni hoca ile ilgili Dzöğrencilere bey, hanım diyormuşdz, Dzodasına giden öğrencilere çay ısmarlıyormuşdz şeklinde duyumlar geldikçe öğrenciler göz“nde değeri daha da arttı. Son sınıfta staj ve bitirme tezimiz olduğu için hocayla pek sık gör“şemedik. Okul bittikten sonra Konyaǯda aynı yıl içinde açılan arş. gör. İmtihanına girdiğimde j“ri “yelerinin içinde Pakize (anım da vardı. (oca hanımın benim için olumlu gör“ş bildirdiğini biliyorum. Okul açılmadan biz göreve başlamış‐ tık. Oda arkadaşı hamilelik dolayısıyla izne ayrıldığı, bize de Eski T“rk Edebi‐ yatı dersi vermek d“şt“ğ“ için sık sık odasına gidip Emine (anımın öncelikle Âmil Beyden sonra Çavuşoğluǯndan tuttuğu ders notlarını alırdım. Bu geliş gidişlerde Pakize (anımın muhakkak T“rk k“lt“r“n“n bir unsuruyla ilgili soh‐ betini dinlerdim. Yeri gelmişken halk edebiyatçısı değilim ama hocanın ilmî hususiyetlerinden bahsetmem gerektiğini de d“ş“n“yorum. (oca, devlet me‐ 401 PROF.DR. M. FATİH KİRİŞÇİOĞLU murluğuna bizim gibi asistanlıktan değil memuriyetten başlamıştı. Ama iyi bir yerden k“t“phaneden başlamıştı. Okuma alışkanlığının o zamandan geldiğini d“ş“n“yorum. yılında "G“vahî'nin Pendnâmesi" adlı tezle y“ksek lisan‐ sını, yılında "(alk Edebiyatında Tenkid" konulu çalışma ile de doktorası‐ nı tamamlamıştı. Y“ksek lisans tezi halk k“lt“r“ açısından bir atasöz“ ve de‐ yim hazinesi idi. Doktora tezinde istediği gibi bir konuyu çalışamadığından şikâyet ettiğini sıklıkla duydum. O zamanlar talebeler şimdiki gibi istedikleri konuları değil, hocalarının verdikleri konuları çalışırlardı. (ocanın odasına geri dönersek şaşırdığım şeylerin başında odada çok ayakkabısının olmasıydı. Önce s“s p“s desem de hoca ayaklarından rahatsızlık duyuyordu. Son yıllarda bu rahatsızlığı arttı. Derse gidip gelirken o sıkıntı çek‐ tikçe hep “z“ld“m ama belli etmedim. Etseydim de bir şey olmazdı. O ağzından d“ş“rmediği Dz kader işte ne yapacaksındz deyip geçerdi. İkinci husus, çok kitap okuyup çok not tutmasıydı. Biz Dzyaz artıkdz dedikçe Dzzamanı vardz derdi. Anladım ki hep kendinde bir şeyleri eksik gör“yordu. Sonraki yıllarda bu notlarını ta‐ mamlayıp kitap haline getirdiğini gör“nce sevindim. Talebelere çay ısmarlama meselesine gelince asistan olunca buna kızdık. Kızma sebebimiz ise öğrenciye verilen önemden değil, öğrencilerin vaktini almaları ve yoğunluk verilen bir çalışmanın insicamını bozmalarındandı. Biz kızsak da hoca bu sohbetleri her zaman dersin bir parçası hatta dersten daha önemli görd“. Konyaǯda iken T“rk (alk K“lt“r“ Araştırma Merkezini kurdu ve ciddi bir proje de aldı ama hocası gelince projeyi de merkezi de ona devretti. Kendisi hocasına saygısından söy‐ lemese de buna çok “z“ld“ğ“n“ ifade etmeliyim. 'de Gazi Üniversitesi Fen‐Edebiyat Fak“ltesi T“rk Dili ve Edebiyatı Böl“m“'ne geçti. Bu böl“m“n ilk iki hocasından biri oldu. Ben tezim için gelip gittikçe gör“ş“rd“k. (ep Konyaǯyı sorardı. Konyaǯnın huzurlu havasını özlediği belliydi. Ömr“ boyunca huzuru aradığını söylesem yalan olmaz. Sonra ǯte ben de Gaziye geçtim. Odalarımız karşılıklı olmasına rağmen o kadar sık gör“ş‐ t“k m“? (ayır! (ocanın profesörl“ğ“, evliliği, çocuğu… Bizim hem doçentlik ilim hem dil çalışmamızın uzun ve zahmetli s“rmesi bunu engelledi. Bir de benim t“t“nkeşliğim… Üz“ld“ğ“ bir nokta da onu durup dururken siyasete itmeleri idi. Aslında bir siyasetçinin yanında T“rk k“lt“r“nden örf âdet ve ge‐ leneklerinden bahseden bir kişinin olması iyi bir şeydi. Keşke aktif bir siyasetçi olsaydı. (em zincirlerini kırardı hem de etrafına çok faydalı olurdu. 402 ÇELEBİ BİR MUALLİME Şimdi bu satırları yazarken ak d“şm“ş saçlarımla bıyığımla ben, hiç yaş‐ lanmayacakmışım sanan ben, yazının başlığını halim‐selim mi yapsam hocaya daha uygun mu d“şerdi diye s“rekli değiştiren ben, hocanın emekliliğiyle ya‐ vaş yavaş sıranın kendime geldiğini hisseden ben, koridorda sınırsız g“vene‐ ceğim bir insanın hatıralar takviminden bir yaprak daha koparılmış gibi kar‐ makarışık duygular içinde kendisine sağlıklı ve huzurlu bir hayat diliyorum. Bir dileğim daha var: Yıllardır tuttuğu notlarını kitaplaştırması…. 403 OTUZ YILLIK TANIŞIKLIĞIN İZLENİMLERİ OTUZ YILLIK TANIŞIKLIĞIN İZLENİMLERİ PROF. DR. İBRAHİM DİLEK Prof. Dr. Pakize AYTAÇ, lisans, y“ksek lisans ve doktora öğrenimlerim boyunca hocam oldu. Yirmi yılı aşkın bir zaman aynı böl“mde meslektaş olarak da görev yaptık. Geçen yıllar içinde kendisinden bilimsel olarak elbette çok şey öğrendim. Fakat bunun yanında mutedil olarak orta yolu izleme ve kendini geri planda tutmayı erdem haline getiren hocamdan tevazuyu, alçakgön“ll“l“ğ“ ve öğret‐ me isteğini de öğrendim. Kimilerinde bulunan hırslardan, kimilerindeki bozuk ruh hallerinden ve kimilerindeki sathi parıltı ve çekicilikten uzak olduğu gibi kendisi boynuz ku‐ lağı geçmesin anlayışında olan bilim insanlarından da değildi. Öğrencilerinin bilimsel kariyerlerindeki her olumlu gelişmeye, aldıkları her unvana onlar ka‐ dar sevinir, mutlu olurdu. Bu hiç ş“phesiz T“rk bilim d“nyasında sayıca az olan hocada mevcut bir haslettir. Yolun karşısına geçip bakmak gerekirse bir kısım unvanları aldıktan sonra b“t“n g“nahlarını ve ayaklarına takılan her taşın sorumluluğunu hocala‐ rına y“kleme gayreti içinde olan "(ocam beni sattı! diyecek kadar." vefa duy‐ gusundan yoksun öğrencilerin de az olmadığı aynı camiada hocanın bu hasleti daha iyi anlaşılacaktır. Pakize (ocam, aynı zamanda uyumlu ve tahamm“ll“ bir insandı. Yer yer kıskançlıkların, birbirini çekemezliklerin yaşandığı “niversite camiasında ho‐ canın biriyle tartıştığına ya da birinin gönl“n“ kırdığına da şahitlik etmedim. (iç kimse onunla menfaat kelimesini yan yana getiremez. Öğrencisi ve meslektaşı olduğum yıllarda kendisinden en çok duyduğum T“rk, İslam ve k“lt“r sözc“kleriydi. Ders ve sohbetlerinde bu kavramlar ve onların anlam derinlikleri hakkında bıkmadan ve her seferinde heyecanını kaybetmeden ko‐ nuşurdu. 405 PROF.DR. İBRAHİM DİLEK (ocamın en belirgin vasıflarından biri samimi bir T“rk milliyetçisi olma‐ sı ve T“rkǯe ait her unsura amansız bir bağlılık duymasıydı. (atta bu bağlılığını siyasete girerek milletine hizmete de dön“şt“rmek istemişti. Çöle akan bir nehir gibi… Şimdi bu nehrin aktif öğretim “yeliği s“resince tasnif edip biriktirdiği dosyalara yönelmesi için görevini layıkıyla tamamlamış insanların huzuru içinde yeni ve “retken bir zaman diliminin başladığı inan‐ cındayım. 406 MÜTAVAZI BİR ŞAHSİYET: HOCAM PROF.DR. PAKİZE AYTAÇ MÜTAVAZI BİR ŞAHSİYET: HOCAM PROF. DR. PAKİZE AYTAÇ YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM ETHEM ARIOĞLU T“rk halk bilimi ve halk edebiyatı alanlarındaki çalışmalarıma, yı‐ lında (acettepe Üniversitesi Edebiyat Fak“ltesi T“rk Dili ve Edebiyatı Böl“m“ T“rk (alk Bilimi Folklor Anabilim Dalıǯna öğrenci olarak kayıt yaptırmamla başladım. Sonrasında ise, (acettepe Üniversitesi Beytepe Yerleşkesinde oku‐ duğum dört yıl ve sonrasındaki y“ksek lisans ve doktora çalışmaları, benim açımdan hayatımın mesleki dön“m noktaları olarak değerlendirilmektedir. Lisans öğrencisi olunca, T“rk halk bilimi ve T“rk k“lt“r“ ve edebiyatı‐ nın çeşitli yönlerini okumaya ve araştırmaya başlamış oldum. Başlangıçta, na‐ sıl bir böl“mde okuyacağım? (alk Bilimi nedir? Acaba hangi konularla karşıla‐ şacağım? Mezun olduktan sonra ne olacak? Gibi sorular doğal olarak zihnimi meşgul ediyordu. Dersler devam ettikçe halk bilimi ve halk edebiyatına dair soruların cevaplarını hocalarım sayesinde bulmaya başlamıştım. K“lt“r ve halk k“lt“r“ konularını öğrenmeye başlamış ve hayatın maddi ve manevi t“m alanlarını kapsayan k“lt“r içerisinde, o k“lt“r“ meydana getiren halkın do‐ ğumdan öl“me, kutlamalarından sözl“ anlatmalarına kadar hayatın her safha‐ sına dair bilgiyi, uygulamaları ve inançları kapsayan halk k“lt“r“, artık benim için bir çalışma alanı haline gelmeye başlamıştı. (acettepe Üniversitesinde başlayan lisans öğrenimim ile T“rk (alk Bi‐ limi ve T“rk (alk Edebiyatı alanlarının hocaları ve uzmanları ile de tanışmaya başladığımı biraz önce söylemiştim. Adını ilk kez duyduğum dersleri muhteva ve dersi verecek hocalar yön“yle ayrıca merak ediyordum. Merak ettiğim ders‐ lerden birisi de (alk Bilimine Giriş dersiydi. Bu derse Prof. Dr. Umay G“nay hoca gelmişti. T“rk (alk Edebiyatına Giriş dersine ise Prof. Dr. Dursun Yıldırım hoca geldi. O dönemde alan derslerine hatırladığım kadarıyla; Abdurrahman G“zel, Ziyad Akkoyunlu, İsa Özkan, M. Öcal Oğuz, Ayşe Duvarcı, Mehmet Özbek, Ekrem Sezik, Ahmet Şenol, Şerif Baykurt girmişti. Yine o dönemde Özkul Çoba‐ noğlu, Nebi Özdemir, R. Bahar Akarpınar, G“lin Öğ“t Eker, Şirin Yılmaz zaman 407 YRD.DOÇ.DR. İBRAHİM ETHEM ARIOĞLU zaman derslerimize gelen ve bizlere yardımcı olan böl“mdeki asistan hocala‐ rımızdı. Yukarıda bahsettiğim hocalarımın sayesinde T“rk halk bilimi ve T“rk halk edebiyatı konuları “zerine okumalarım artmıştı. Ayrıca hem alanım ile ilgili hem de T“rk k“lt“r“ “zerine yayınlanan kitaplar ve kaynaklara ilgim de artmış maddi imkânlarım çerçevesinde kitapçılardan ve sahaflardan alabildi‐ ğim eserleri ve kitapları alıp okumaya da devam etmekteydim. Y“ksek lisans yapma ve m“mk“nse akademisyen olma istek ve arzusu o zamanlar başlamıştı. M. Öcal Oğuz hocamın danışmanlığında hazırladığım Ankara İli Kızılcahamam İlçesi Otacı Köyü Monografisi bitirme tezimle yılında mezun oldum. yazında hem (acettepe Üniversitesi hem de Gazi Üniversitesi y“ksek lisans sınavlarına başvurdum. Önce Gazi Üniversitesiǯnde sınava girmiş ve kazanmış‐ tım. Bunun “zerine (acettepe Üniversitesiǯndeki sınava, eğer orada yapılan sınavı da kazanırsam iki okul ve hocalarım arasında tercih yapma durumu ile karşı karşıya kalmamak d“ş“ncesi ile girmedim. Böylece yılında benim açımdan aile, iş ve hayat şartları gibi sebeplerle uzun sayılabilecek y“ksek li‐ sans ve doktora çalışmalarım Gazi Üniversitesiǯnde başlamış oldu. Ankaradaki Ziyaret Yerlerinin Halk Bilimi Bakımından Değerlendirilmesi başlıklı y“ksek lisans tezimi Ali Yakıcı hocamın danışmalığında tamamladım. Doktora tezimi ise Günümüzde Meddahlık başlığıyla yılında tamamladım. Doktora tezi danışmanım ise; kendisini y“ksek lisans tez savunma j“risinde tanıma bahti‐ yarlığına erdiğim sonrasında ise doktora derslerinde hocamız olan ve tezimin tamamlanmasında “st“n gayreti, emeği ve yönlendirmeleri olan muhterem hocam Prof. Dr. Pakize AYTAÇ olmuştur. (ocam lisansını Atat“rk Üniversitesi Edebiyat Fak“ltesi T“rk Dili ve Edebiyatı böl“m“nde tamamlamıştı. Van Ercişǯli olması ve Erzurumǯda da okuması sebebiyle bölgeyi iyi bilir ve o bölgenin geçmişi ve g“n“m“zdeki du‐ rumlarına dair T“rk k“lt“r“ ve edebiyatı yön“yle önemli bilgileri verirdi. Ken‐ disinden T“rk halk edebiyatı çalışmalarında bir ekol olan Erzurum Atat“rk Üniversitesi ve hocalarına dair aldığımız bilgiler bizler için ayrıca bir ders ve seminer niteliğindeydi. Pakize Aytaç hocam tanıdığım yılından g“n“m“ze, doktora dersle‐ rinde ve akademik çalışmalarımda daima destek olmuş, yeni çalışmalar için 408 MÜTAVAZI BİR ŞAHSİYET: HOCAM PROF.DR. PAKİZE AYTAÇ teşvik etmiş ve y“reklendirmiştir. Bizlere, dersler dışında farklı zamanlarda bir araya geldiğimizde, sohbetlerimizde ve ziyaretlerimizde, halk edebiyatı T“rk k“lt“r“n“n çeşitli alanlarında çalışmaların yapılması gerektiğini ve bu konuda öğrenciler olarak omuzlarımıza b“y“k y“kler d“şt“ğ“n“ her zaman adeta nasihat edercesine, uyarırcasına telkin eder hatırlatmalar yapardı. (o‐ camı her görd“ğ“mde bir konu “zerinde çalıştığını, o konu “zerinde saatlerce d“ş“nd“ğ“n“ gör“rd“m. T“rk k“lt“r“, edebiyatı ve özellikle de halk bilimi alanlarında g“n“m“zde daha da fazla çalışmamız gerektiğini bu milletin bir ferdi olarak bu konuda maddi ve manevi vebali olduğunu, teknoloji ve iktisadi alandaki çalışmaların ötesinde k“lt“r alanında, milli k“lt“r değerlerimizin araştırılması konusunda hepimize b“y“k sorumluluklar d“şt“ğ“n“ daima ha‐ tırlatırdı. (em öğrencilerine ve çevresine bir abla, bir anne, bir hoca şefkati, samimi tavrı ve hasbiliği ile bizlerin yetişmesinde elinden geleni yapmaya çalı‐ şan bir şahsiyetti. Ç“nk“ görd“ğ“m kadarıyla bir ilim insanı olduğu kadar bir fikir, d“ş“nce ve misyon insanıdır. B“t“n gayreti ve çalışması bu milletin tek‐ rar ayağa kalkarak bu misyonla bayrağı hedefe ve y“kseklere göt“rme heyeca‐ nı ve bilincini bize vermeye çalışır kendisi de elinden geldiği kadarıyla bizlere öğrencilere bu misyonu aşılar yol gösterirdi. (ocamız dışarıdan bakıldığında belki biraz sessiz, sakin ve ağır tabiatlı gör“n“rd“. Ama kendisini dinlemeye başlayınca, konuştukça T“rk k“lt“r“n“n çok geniş yelpazesinde nelerin yapılmasına dair değerlendirmelerini ve fikirle‐ rini görd“kçe, k“lt“r hayatımıza dair problem ve çöz“mleri de görm“ş ve din‐ lemiş oluruz. Emekli olmadan bir s“re evvel y“r“tt“ğ“ Gazi üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi m“d“rl“ğ“ esnasında yaptığım ziyaretlerde de aynı durumlar devam etti. Böyle araştırma merkezleri ve ensti‐ t“lerin k“lt“r ve edebiyatımızın açısından b“y“k bir önem taşıdığını ve dur‐ madan usanmadan ilim uğrundaki ser“venimize devam etmemiz gerektiğini, daha yapılacak çok çalışmanın, işlerin olduğunu hatırlatırdı. İnsanlar hayatlarında ortaya koydukları çalışma ve d“ş“nceleri ile kıy‐ met kazanır ve takdir edilir ş“phesiz. İşte hocam hayatın zorlukları ve karma‐ şası içerisinde her zaman bir şeyler yapmamız gerektiğini hatırlayan ve hatır‐ latan yön“yle de dikkat çekmektedir. 409 YRD.DOÇ.DR. İBRAHİM ETHEM ARIOĞLU Bu kısacık yazı vesilesi ile öğrencisi oma şerefine nail olduğum, T“rk halk biliminin m“tavazı şahsiyeti, samimi ve kıymetli hocama tekrar teşekk“r‐ lerimi ifade edebilmekten öt“r“ çok mutluyum. Minnet ve ş“kranlarımı tekrar sunarken kendisine, sağlık, huzur ve esenlik içerisinde hayırlı ve yeni çalışma‐ larının olacağı bir hayat diliyorum. 410 BANA BENİ ÖĞRETEN BANA BENİ ÖĞRETEN ARŞ. GÖR. FATİH KÖSE Gazi Üniversitesi T“rk Dili ve Edebiyatı Böl“m“ǯnde, lisans yıllarımda şerefyâb oldum Sayın Prof. Dr. Pakize Aytaç hocamı tanımakla. Y“z“nde derin bir d“ş“nce ve ciddiyet hali, gözlerinde ise huzur veren bir anne şefkati gör“r‐ d“m her zaman. Alana dair pek çok kıymetli bilginin yanı sıra kendime saygı duymayı ve geleceğe emin adımlarla y“r“meyi öğrendim ondan. (ocayı gör‐ menin, ondan iki kelam işitmenin bana kattıkları ve hissettirdiklerinden dolayı sık sık odasına giderdim herhangi bir g“ndemim olmasa da. (er öğrencisine yaptığı gibi odasına girdiğimde ayağa kalkar ve benim o zamanlar kendi ken‐ dime dahi yakıştıramadığım bir saygı bahşederdi bana. Onurlandırırdı. Kendi‐ sinde görd“ğ“m bu anne şefkati ve hocalık hakkı için ne zaman elini öpmek istesem, Dzel öpmeye alışmayın, sizler aydın olacaksınız. Eğilme ve el öpme alış‐ kanlık haline gelirse tavrınıza ve duruşunuza halel getirir.dz diyerek geri çevi‐ rirdi. (er gidişimde, konuya ben girmesem dahi bendeki bir boşluğu yakala‐ mışçasına orayı doldurmaya başlar, ihtiyacım olan bir bilgiyi yahut nasihati verirdi bana. (ocamdan en fazla işittiğim nasihatlerden biri ise Dzdik başlı ol‐ mayın lakin her zaman baş dik olundz olurdu. Özellikle birinci yılımda yaşadığım bazı sıkıntılardan dolayı alttan pek çok dersim vardı. Okulumun dört yılda bitmeyeceği de aşikârdı. Dörd“nc“ yı‐ lımda yine bir g“n hocamın odasına gittiğimde, ilgi ve araştırmalarım için, kendi fişlemeleri neticesinde meydana getirdiği dosyalar verdi bana. Bu çok kıymetliydi. Bu kadar kıymetli çalışmalarını neden bana hazır bir şekilde ver‐ diğini sorgulayan gözlerle baktım bir şey diyemeden. DzBiz de buralarda kalıcı değiliz, sizlerin eliyle devam etmedikten sonra ne işe yarar ki bu çalışmalar!dz dediğini hatırlıyorum. Ve devamla, analitik d“ş“nme kabiliyetimi ve kişiliğimi beğendiğini, akademik çalışmalara yönelmemi ve akademisyenliği hedefleme‐ mi söyledi. Kendisine okulumun dört yılda bitmeyeceğini, m“ktesebatımı ye‐ terli görmediğimi ve hak ettiğimi d“ş“nmediğimi söyledim. O da bana öncelikli olanın millete ve insanlığa faydalı olma yolundaki bir bilince, tahlil yeteneğine ve analitik bir zekâya sahip olmak olduğunu, bilgi eksikliğinin iyi okumalar ve çalışmalar neticesinde kısa s“rede giderilebileceğini uzun uzun anlattı. O g“n o odadan çok farklı biri olarak çıktım diyebilirim. (edefini ve ne istediğini bilen, 411 ARŞ.GÖR. FATİH KÖSE hedefine nasıl y“r“yeceğine dair epeyce fikir sahibi olan ve kendine g“venen biri olarak… Lisans eğitimim bittikten sonra T“rk (alk Edebiyatı alanında y“ksek li‐ sansa başladım. Tezimi hocamın danışmanlığında tamamladım ve bu esnada Cumhuriyet Üniversitesiǯnde araştırma görevlisi olarak göreve başladım. Şu anda doktora eğitimimin tez aşamasındayım. Kendisini tanıdığım g“nden bu yana her aşamada olduğu gibi şu anda da hocamın “zerimdeki hakkını ve bana olan rehberliğini hayırla yâd ediyor, binlerce öğrencisinden biri olmanın gurur ve mutluluğunu yaşıyorum. 412 İZ BIRAKAN SÖZLERİYLE PAKİZE HOCAM İZ BIRAKAN SÖZLERİYLE PAKİZE HOCAM… ARŞ. GÖR. Z. GÖRKEM DURAN GÜLTEKİN yılının Eyl“l ayı… (en“z lisans ikinci sınıf öğrencisiyim. Misafirli‐ ğin biterek fak“lteye aidiyet duygusunun yavaş yavaş oluşmaya başladığı o yıl, Pakize (ocamla tanışmış olmanın bug“nlerimi ne kadar etkilediğini şimdi yeni yeni anlıyorum aslında… (er öğrencisine istisnasız Dzsizdz diye hitap eden, m“‐ tevazılığı ve asaleti, y“z“nden eksik olmayan g“l“msemesiyle daima bir anne m“şfikliği içinde bize yaklaşan (ocamız, Tasavvuf Edebiyatını işlediğimiz ders‐ lerde, tasavvuftan önce iyi bir insan ve tarihine yakışan birer T“rk olmayı öğ‐ retti bize. DzBaşkalarının varlığına sızabilmek, içimizdeki sevgi filizini b“y“tmek ve yaşama belli bir k“lt“r d“zeyinden bakabilmek en b“y“k saadettirdz derken, tasavvufun en önemli merhalelerinden biri olan Dzsevgidzyi işlemişti o heyecanlı y“reklerimize. İnsan, var olma sebebini bilmeli ve bu hayatta bir amaç doğrul‐ tusunda yaşamalıydı, ç“nk“ Dzİnsan, b“t“n âlemlerden devrederek geldiği için kâinatın özetidir. Kozmik anlam ve öneme sahiptir. D“nyaya geliş sebebi; yer‐ y“z“n“ cennete çevirmektir.dz İnsanın hayatı bilmesi, önce kendini bilmesiyle başlardı ş“phesiz; DzÇile‐ sini çekmeyen, varlığını bilemez. Fikir sefalet ve kısırlığı, kendini bilmemekle başlardz diyerek bu yolun kolay olmadığını, sabır ve çok çalışmak gerektirdiğini de aklımızın bir köşesine yazmıştı. (er ne kadar zor bir yol olsa da y“r“d“ğ“‐ m“z, DzBağımsız “st“n bir medeniyetin, kendinden emin bir k“lt“r“n, onurlu bir hayat felsefesinin, bir aşk ahlakının ilke ve hedeflerinin sahibi olduğumuz için çok şanslıyızdz sözleriyle bize ne kadar g“çl“ ve asil bir ecdadın çocukları olduğumuzu hatırlatıyor ve ekliyordu; DzBizim iki kanadımız var, biri T“rkl“k diğeri İslam; bunlardan biri eksik kalırsa uçamayız. T“rk‐İslam d“ş“ncesinde yeni şafaklar sökt“recek olan sizlersiniz.dz Bu farkındalıkla beraber yol harita‐ mızı da çiziyordu (ocamız: DzErdemli; dengeli, ölç“l“, yiğit ve bilge bir gençlik yaratmak en b“y“k emeliniz olmalıdır.dz Ç“nk“; DzKendinden, milli k“lt“r“nden kopartılan insan “lkesine y“k olur.dz Yıllardır g“neşten önce uyanan ve tam bir adanmışlıkla her t“rl“ ko‐ şulda milleti ve inandığı değerler için çalışan (ocamız, DzToplumsal hedefleri olan, s“reklilik, kararlılık, adanmışlık, ideal gibi kavramlara âşık kişidz olarak 413 PROF.DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ’IN FOTOĞRAFLARI tanımladığı Dzaydındzın ta kendisidir. Ç“nk“DzEdep ve haya, mahviyet ve tevazu en g“zel erdemlerdirdz der ve bu erdemleri hayatının her alanında yaşar. Onun bu asil duruşu ve azimle çalışkanlığı karşısında, daha kat etmem gereken ne kadar uzun yollar olduğunu d“ş“n“p hayıflansam da kendisiyle ettiğimiz her sohbette gelecek g“zel g“nlere olan inancımla birlikte kendime olan g“venim de artmıştır. Size inanan, g“ç veren ve şahsi t“m menfaatlerini bir tarafa bıra‐ karak sizin yetişmeniz için çaba gösteren hocalarla yollarınızın kesişmesi, aka‐ demik hayattaki en b“y“k şanslarınızdan biridir ş“phesiz. Öğrencisi ve men‐ subu olmaktan daima gurur duyduğum Gazi Üniversitesi bana çok şey kattı ve inanıyorum ki katmaya da devam edecek. Üzerimizde emeği olan t“m hocala‐ rımıza ş“kranlarımızı ne kadar ifade etsek de bizdeki emeklerinin karşılığını yeteri derecede ifade etmek m“mk“n olmayacaktır. Ama sanıyorum ki onlara en b“y“k teşekk“r ve armağan bize çizdikleri o örnek kişilik ve hassasiyetle bağlı oldukları geleneği layık olduğu en g“zel şekilde s“rd“rmek olacaktır. Tıpkı Pakize (ocamın söylediği ve daima yaptığı gibi, Dzdik başlı olmadan kırıp incitmeden, ama başımızı dik tutup eğilip b“k“lmedendz tam bir kararlılık ve azim ile milletimize ve T“rkl“k Bilimine (ocamızla birlikte hizmet edebilmek dileğiyle… 414 PROF.DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ’IN FOTOĞRAFLARI PROF. DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ'IN BELLİ BAŞLI ESERLERİ KİTAPLAR • • • • . Kitâb‐ı Mensûr Realist İstanbul (ikâyeleri Metinler . Dr. Reyhan Gökben Saluk vd. ile birlikte . T“rkiye‐Ankara. Berikan Yayıncılık. . Folklor ve Edebiyat. T“rkiye‐Ankara. Berikan Yayıncılık. . Realist (alk (ikâyelerinden (ançerli (anım ve Tayyarzâde (ikâye‐ sinin Tahlili Üzerine Bir Deneme. T“rkiye‐Ankara. Boyut‐Tan Matbaacılık. . Destan‐Roman ve (alk (ikâyesi Üzerine Bir Deneme. T“rkiye‐ Ankara. Boyu‐Tan Matbaacılık. MAKALELER * 2008). Alevî-Bektaşî Felsefesinde Yer Alan Ana Metaforlar Üzerine Bir Değerlendirme. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 46, 131-152. * . Malum u Meçhul Olan İnsan. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 40, 1-19. * (2003). Âşık Veyselin Şiirlerinde Mistik Unsurlar. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 26, 253-271. * (2009). Erzurumlu İbrahim Hakkı Düşüncesinde Yer Alan Bazı Metaforlar Üzerine Bir Değerlendirme. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 201, (216). * (2002). Nevruz Bahar Bayramında Yeniden Diriliş. Bilge Dergisi, 8, 5-9. * (2003). Bir Destan Kahramanının (Manasın) Bir Devlet Adamının Profili. Türk Yurdu, 23, 49-54. * (1996). Eğitim, Gelenek, Çocuk ve Masal. Bilge, Sayı 9, 9-11. * (1996). Arif Nihat Asyanın Hayatı ve Sanatı Üzerine. Türk Dili, Sayı 536, 179190. * (2002). Erzurum-Dadaş-Bar. İlk Ses, Sayı 4, 16-19. * (2004). Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre’de Ölüm Temi. Türk Yurdu, Sayı 209. * (1990). Sosyal Psikolojinin Halkbilimiyle İlgisi ve Halkbilimin Gençliğin Eğitimindeki Rolü ve Önemi Üzerine Bazı Düşünceler. Millî Folklor, Yıl 1, Sayı 2, 4143. * 1994). Sarıkamış’ta Köy Gezileri. Bilge, Sayı 1, 15-16. 415 PROF.DR. PAKİZE PERVİN AYTAÇ’IN FOTOĞRAFLARI * (1994). Beyazsu Köyü. Bilge, Sayı 2, 25-26. * (1996). Eğitim, Gelenek, Çocuk ve Masal. Bilge, 9, 9-11. * (1997). Yunus ve Mevlana’da Hoşgörü. Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl 26, Sayı 1. * 1996). Arif Nihat Asya’nın Hayatı ve Sanatı Üzerine. Türk Dili, Sayı 536, 179171. * (1991). ATürkiye'de Hemşerilik İlişkileri, Türk Aile Ansiklopedisi, Ankara: Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, C.2. * (2003). Bir Devlet Adamının Profili. Türk Yurdu, Sayı 21. * (2011). Devriye Metinlerinde Geçen Omurga Kavramlar, Alevilik Araştırmaları Dergisi, Sayı 2, 1-27. * (1994). Gelenekten Yararlanma Sorunu Üzerine Düşünceler. Ülkü Ocağı Aylık Kültür Dergisi, Yıl 1, Sayı 7, 34-38. * (2011). Türk Düşüncesi Dergisi ve Milliyetçilik. Türk Yurdu, Sayı 285, 195-202. * (2003). Türküler. Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, Ankara, 332-451. BİLİMSEL TOPLANTI VE KONGRELER * İsmail (akkı Bursevîǯnin Gön“l Penceresinden Aziz Mahmud (“dayi, Aziz Mahmud (“dayi Uluslararası Sempozyumu, İstanbul, Mayıs . * Nevruzǯun Analizi: Baharla Uyanış ve Diriliş, T“rk K“lt“r“nde Nevruz V. Ulus‐ lararası Bilgi Şöleni Bildirileri, Diyarbakır, . * Yör“klerde Aile ve Kadın: Kadın Kıyafetleri, Yör“k ve T“rkmenlerde G“nl“k (ayat Sempozyumu, ‐ Mayıs . * Es‐Seyid (alife Turgut Baba Üzerine Bir Değerlendirme. T“rk K“lt“r“nde Alevilik Bektaşilik Sempozyumu, ‐ Mart . * T“rk D“ş“nce Tarihinde Mitik Tefekk“r“n Önemi ve Değeri, ). T“rkiyat Araş‐ tırmaları Sempozyumu, ‐ Mayıs . * Koca Dede Turgut Baba Divanındaki Tasavvufî Kavramlar Üzerine Bir Dene‐ me, T“rk K“lt“r“nde Alevilik Bektaşilik Sempozyumu, Çorum, ‐ Mart . * Nevruz Üzerine Bir Sohbet, T“rk K“lt“r“nde Nevruz, ). Uluslararası Bilgi Şö‐ leni, Ankara ‐ Mart l . * Karagözǯ“n Perde Gazellerinde Tasavvuf, Somut Olmayan K“lt“rel Miras Yaşa‐ yan Karagöz Sempozyumu Uluslar Arası Sempozyum Bildirileri, Ankara, . 416